İnönü Ansiklopedisi / Türk Ansiklopedisi (cilt 4)

Citation preview











IN ONU •





ANSJKLOPEDISI CİLT IV

ANKARA 1950-MİLLi EGITIM BASlMEVI

İNÖNÜ ANSİKLOPEDİSI MERKEZ HEYETI GENF.L SEKitETER: A�ah Sı rrı LEVEND MÜŞAVlRLER: A. DiLAÇAR, Adnan ERZ İ , Dr. Füruzan KINAL, Faruk KURTIJI . IfŞ, Faik Rl'şit lJNAT, HARITA, FOTOCRAF VE RESIM IŞJ.ERl Mt1ŞAVIRI.EHI

Fazı la AKRAL,

Kemal DENKER.

Rt'ssam Rrfil·

EPİKMAN

DÖRDÜNCÜ CILDIN YAZILARINI HAZlRUYANLAR

Prof. Dr. Sara AKDİK, Dr. H immet AKIN, Feridun AKO Z AN, Ha rn di AKSE K İ , Prof. Dr. İ hsan AKSEL, Avni AKTUÇ, Selahad d i n AKYOL. Harndi ALAGÜN. Prof. Dr. Orhan H. ALİSBAH, Cemal ALPMAN, Cevat Memduh A LTAR, Prof. Dr ·Şinasi ALT I NDAG, Ord. Prof. Sabri Şakir ANSA Y. Ord. Prof. Sadri Maksu· di ARSAL, Ord. Prof. Esat ARSEBÜK Nevzat AYAS, Prof. Dr. S ü reyya A YGÜN. Prof M. Ali AYN İ , M. Ali BAGANA, Dr. Haydar BAGDA, Prof. Dr. Bekir Sıt· k ı B AYKAL, Prof. Cavit BAYSUN, Doç. Mahmut R. BELİ K. Prof. Dr. Ratip BERKER, Ord. Prof. D r. Kadri B İ LGEMRE, Doç. Dr. E min B İ LGİÇ, Ord. Prof. Dr. h . c. Cem i l B İ LSEL, Prof. Dr. İ zzet BİRAND P ro f . Dr. Hikmet B İ RAND Prof. Pertev BORATAV, Turhan DAGLIOGLU, Prof. Dr. Ş. Halil DEMİRCİOGLU, Prof . Dr. Cemi ! DİKMEN. A. DİLAÇAR, Prof . Dr. Muhittin DİLEMRE Doç. Güzin DİNO, Sabri DOGRUER Rüstem DUYURAN , Prof. Dr. Wolfram EBERHARD, Dr. Janos ECKMANN, Refik EPİK MAN. Prof. H. Vehbi ERALP. Doç. Baha ERDE M, Prof. Dr. Muh ittin EREL, Aşki EREN, Doç. Dr. Recai ERMİN Doç. Dr. Celal ERTUG, Adnan ERZİ Prof. Dr. Bülent Nuri F.S EN . Prof. Ahmet Şükrü ESMER, Prof. Halit EVLİY A, Ne zi h FI RATLI, Mahmut Ragıp GAZ İ M İ H AL, Ord. Pıof. Dr. Fahrettin Keri m GÖKA Y, Prof. Fatin GÖK MEN, Prof. Mazhar Nedim GÖKNİL, Doç. Abdül b ak i GÖLPINARLI Prof. .

.

.

.

,

,

.

,

ı

İsmai l Hakkı GÖRE Lİ. Prof. Dr. Muzaffer Esat GÜC­ HAN. Nurettin Can GÜLEKLI , Prof. Dr. Sadi IRMAK, Doç. Dr. Hal i l İNALC I K , Abdülkadi r İNAN, Şef ik İNAN, Doç. Dr. Re ş at İZBIRAK Prof. Dr. Tevfik O. KA­ BAKÇI OG LU, Ruşen KAM, Dr. Hali l Fi k ret KANAD, Prof. Dr. Nusret KARASU, Ord. Prof. Tevfik Remzi KAZANCIGİL, Dr. Füruzan KIN AL, Faruk KURTUl UŞ, Osman K URTULUŞ. Agah Sırrı LEVEND, Pro f. Dr. Hüseyin Cahit OGUZOGLU, Doç. Dr. Nihai ONGUN­ SU, Prof. Nai l ORAMAN Dr. Bahattin ÖGEL, Prof Dr. Yusuf Ziya Ö KTEM, Şefik ÖZDOGAN�ı Prof. Dr. Adolf G. PARTS, Doç. Dr. Nuriye P lNAR, Meh­ met Emin RESULZADE, Ord. Prof. Dr. Georg ROHDE, Doç. Perruh SANIR, Ahmet Adnan SAY­ GUN Ord. Prof. Muammer R. SEVİG, Ord. Prof. Vasfi Ra ş i t SEVİG, Dr. Niyazi SEZEN, Doç. Dr. Samim Sİ­ NANOGLU, Doç Dr. Suat SİNANOGLU, Cevdet Kudret SOLOK, Prof. Nizrm Şaki r ŞAKAR, Rüştü ŞARDAG, Prof. Dr. Muzaffer ŞENYÜREK. Ord. Prof. Dr. Sedat TAVAT, Esat T EKELi Dr. Ahmet T EMİR, Doç. Dr. Mebrure TOSUN, Cemal TURAL, Ali Rıza TÜREL, Rıza U MAR, Faik Reşit UNAT, Ord. Prof. Dr. Mazha r Osman UZ M AN, Ord. Prof. İsma i l Hakkı UZUN Ç AR· ŞILI, Prof. Dr. Lütfü Ü L K ÜMEN Prof. Dr. A. Süheyl ÜN V ER, Suat V ARAZ OG LU, Ord. Prof. Dr. WI NTER­ STE I N Prof. Su u t Kemal YETKiN, Prof. Dr. Zeki ZEREN .

.

.

.

.

,

,

,

.

,

.

A ASTUR I A ( İ sp. Asturias) , İ spanya kuzeyinde bir tonglaşma ( mesela Lit. terra> İsp. tierra = yer) cema­ k ı yı yöresi, ı 8 3 3 ten beri Oviedo yönetim bölümü. Yüzöl- yü lünden başka, belli şartlar altında o'nun ue şeklinde çümü ı ı 000 km2 , nüfusu 840 000 d i r . Güneyinde Canta- diftonglaşmasıdır, mesela Aşağı Lıit. folia ( y) olmuştur. Başka şartlar a l tında, bölümlerine ve Madrid'e bağlar. Hayvancılık ve madenci lik l ' n i n l l olması, Asturia ve Le6n diyeleklerinin ortak nite­ ( taşkömürü, çinko) ve bunlara dayanan endüstri gelişmiş- liklerindendir ; Lar. ve Castellan. /una, Astur. - Le6n. ve Katalan. //una= ay, kamer. Asuria diyeleği, batı komşusu tir. Merkezi Oviedo'dur. olan ve ispanyolca i l e Portekizce arasında bir köprü ı eşkil teşkil birini boylarından eski Tarih: İspanya'nın en eden Astur'ların yaşadık ları A. , M. Ö. 2 6-2 1 yı llarında eden Gallego ( Galicia ) diyeleği ile de bazı ortak n i telikler Augustus zamanında Roma egemen liği altına girmiştir. göstermektedir, Lar. i ( Ca �t ellan. i) leri n ş oluşu gibi , Vespasianus'un bucasını Hispania Citerior'dan ayırarak bir mesela CasteL junco ( J 20 - DO

� )) !500

»

ıı 50 - 150 o

»

150

1 000





> dcn çok j-------+--�� 2000 km

ASYA : N V !us s ı k l ığı

İç A. bozk ı r ve çöl leri de ancak göçebe l i k ve hayvanc ı l ı k l a ( deve, sığı r, at, ko}· un ve keç i ) yaşamak imkan l a r ı n ı vermiş olan gen iş böl ümlerd i r. Buralarda ekim ve d i k i m oldukça sınırlı a l a n larda pptlabi l mekted i r ; ancak İ ç A. göçebeleri . sosyal organi zasyon bak ı mından, gerek Ku zey A. ( Sibi rya ) daki lerden , gerekse Doğu ve Güney A. Ir iardan çok daha önce i leri bi r sevi yeye eri�mişler, bütün k u rak ve yarı kurak ü l keler gibi İ ç A . d.ı yüzy ı l l a r boyunca, her doğrultudaki bü­ yük güçlere kaynak l ı k etm iş ve hususiyle Avrasya tarihinde k uvvetli ı epkiler uyan­ d ı rmışlard ı r. Gerek İ ç A . da, gerekse k ı tanın d i ğer kurak bö lümlerinde yük­ sekçe dağ l ı k ve bu y ü z d en daha bol yağ ı ş l ı yerlerden doğan akarsu boy ların­ da, yahut taban su la r ı n d a n fayd a l a n ı la­ bilen yerlerde ( v:l.ha lar) sulama ile bü ­ yük şehirler ve merkezler k u rulmuş, ge­ n i ş ekim dikim alanları yer a l mışıı r. Böy le yerlerde pamuk ( Batı Tü rkel i )

ASYA buğday v e arpa yerişri r i l i r. Ö n A . vaha larında, h u rma özel bir ekonomi k bitkidir. Yüksek A . da ( Tibet ve çevresi ) yak, hem bi r binek hayvan ı , hem de sütünden, erinden ve derisinden faydalanı · l a n bir hayvandır. Batı Türkeli, pamuk ve yağ i h racı bak ımından a nan bir önem kazanmış tı r ; fakat genel olarak İ ç A. n ı n dünya ekonomisindeki payı henüz önemsiz ( deri ve yün ) d i r. A. n ı n ekonomik ağı r l ı k merkezi Güney ve Doğu A . dad ı r. Dünya pazarlarında önem li bir y e r tutan bu bö­ l ü mlerde maden c i l i k de tarım � ad a r elveriş l i gelişme ve geniş leme şartları bulmuştur. Dünya p i ri n ç ü rününün % 98 i , XIX. yüzy ı l sonundan beri kauçuğun % 9 ! si, ipeğin % 86 sı, pamuğun % 2 0 den çoğu, kalayın % 80 i ( Bi l li­ ton , Bangka, ve Malakka'dan ) , tütün ( Benga l ) ve soya fa­ sulyesinin hemen hemen tamamı ( Mançurya ) A . da elde edi­ li r ; ayrıca k ı ta , şeker, çay, bah arl a r, kahve ve tütün bakı­ mı ndan da başka k ı talar karşısında büyük b i r rak i p d u ru­ mundad ı r . Dünya kömür ihti yatı n ı n % 2 0 si A . da ( Çi n ) d ı r. Ay rıca , kahve, kakao, baha rlar, ç i vi t , hindi stancevizi, çeşidi kenevi r. kınakma değer l i kereste ler ve kafur elde ed i l i r. Adala rın büyük bölümünde i l kel ve eksrensif t a r zda çapa zi raar i esk iden beri yapı lagelmekted i r ; bugün de batı nüfuzu i le girmiş olan planıaj tarımı yanında devam et­ mekted i r. Doğu A. da ( ı l ıman mevsim yağmurla r ı ı k l i m i ) buğ­ day, yağ l ı taneler ( soya . haşhaş ) de Ön("mli ürün lerdir. Domuz, yalnız Doğu A . da ekonomi k değe ri olan bir hayvan d ı r. İ slamlık domuz etini ve buddh ism, genel olarak et yemeyi yasak ettiği için Güney A . da hayvancı lığın öne­ mi yok t u r. Fil ve manda hususiyle Hindistan 'ın iş ve çe­ k i m hayvan ıdır. Ö nem i n i bugün de kaybetmemi ş olan i pek böcekçiligi i l e İ pekçi liğin anavata n ı da Doğu A. d ı r. Doğ u ve G üney A. n ı n çok kalaba l ı k olan a h a l i s i . e s k i ekonomi k k u r u l u ş l a r ı i ç i nde ve e s k i tarım t a r z ı i l e hemen sadece kendi i h tiyaç larını karş ı l a r durumda i ken, bütün d ünyada den i zler üzerinde uzak taşın ve ulaşırnın gelişmesi, b u suretle m i l lerler arasında ekonomik ve kültü­ rel münaseber lerin a rtması i l e yeni şartlara gittikçe daha çok uyan tekn i k ve ekonomik o rgani zasyonun eseri olarak , zaman la anan bir ö l ç üde dünya ekonomisine katılmışlar ve b � alanda önemli b i r rol oynamaya başlamışlard ı r. Son y ı l larda Çin ve H i n d'i n h ususiyle kenar bölümle­ rinde ve Japon ya'da b o l ve ucuz işçin i n , kömür, dem i r v . d a h a bi rçok hammaddelerin bulunmas ı , end ü m i ba k ı m ı n ­ dan da gelişmenin elveri şl i şanları v e temel ler i olmuştur. B u yönden A. Avrupa i le Kuzey Ameri k a ' n ı n önemli b i r rakibi olma yolundad ı r . Doğu A. da ç o k k ü ç ü k parçalara ayrı lmış olan top· raklar üzerinde i n tansif bahçe tarımı yapılmakta ve ürün­ lerin miktarı bu yoldan yüksek bir haclde erişmiş çalışkan, sehat ve kanaat sahibi kalaba l ı k bir i n san k ü t l esin i n - nü­ fusa oranla - dar b i r alanda yaşaması sağlanmış bulunmak­ tad ı r. A. bütüniyle bir hammadde kaynağıdı r ; fakat son y ı l ­ larda her i k i Dünya H a r b i n i n ortaya çıkard ıgı bazı zor luk­ la rı yenebilmek için fabri ka say ı larının hızla artırı lması yolunda çabalamalar başgöstermiştir. Ekonom i k gelişme, taşın ve ulaşım si stemi n i n gen i ş lemesi ve düzen lenmesi ile daha çok h ı z l anabi l i r. A. n ı n yeraltı zengin likleri nden çoğu, - her ne kadar Ö n A . g i bi bazı eski medeniyerlerin gelişme yerlerinde çok ,

,

'

21

eskiden beri i ş l eti len maden yatak ları varsa da, - el dok u­ nu lmamış denecek d u rumdad ı r. A l t ı n , Rus A. sında ; k rom, gümüş ve k u rşun. Anad o l u ' da, A l tay lar, Himalaya' lar ve Doğu A. da ; bak ı r , Doğu Anadolu'da ve Japonya'da ; plarin Ural­ lar'da ; ka lay, Malaka ve Bi l liton'da bol sayı lacak kadard ı r. B il i nen dem i r yatakları ( Çin, Man çurya, Kora ve Anadolu ) önems i z deği ldir. Taşköm ü ı ü ( Çi n ve H i n t ' ıe ) , g rafit ( Si­ bi rya ve Sey lan'da ) , kaolen ( Ç i n ) , değerli bazı taşlar ( İ ran, Afganistan, Hindi stan ve Çin Hindi'nde) da vard ı r. Eski meden iyerler k u rmuş olan m i lletlerde kendi lerine mahsus birtakım sanat lar ( Türk' lerde ve İran'da halıcı lık, Çin ve H i n t ' te dokumacı l ı k Çin'de porselencili k ) , modern en­ düstri ü l ke lerin in kuvvet li baskı sı ndan çok zarar görmüştü r. Ticaret, Japonya ve Ö n A. n ı n büyük bi r bölümün­ den baş ka yerlerde yaban cıların elinded i r. Çin l i ' ler Arap'lar ve bazı İndonezya kavim leri gibi eski tüccar mil letler, bu­ gün kendi pazarları n ı n sını rları içine itilmiş b u l un uyorlar. A. n ı n i ç t icareti eskiden çok zayı fı ı ; ancak Çin ve Hin­ d'in uzaklardan ünü duyulan hazineleri n i n uyandırdığı h ı rs i l e hareket eden Avrupa' lıların kıtaya deniz yoliyle ve kenar­ larından ba şlıya cak ayak basma larından sonra . bu alanda bi r can l ı l ı k başlamış t ı r. XIX. yüzyı l ı n onalarındm beri denizler üzeri nden taşın i mkanları n ı n a rıması ve iş hacmi­ n i n yükselmesi i le A . ticareti de gen işlemiştir. Ö nceleri an­ cak yerel iht iyaçları k a rş ı l ı yan bi rçok ürün ler, zamanla dünya paza r larına akınaya başlamıştır.

Taşın ve Ula,ım : A. d a yeryüzü şeki l leri , ayrı bö­ lü mlerin ı k li m özel l i k leri ve herbiri arasında bu bak ımlar­ dan görülen büyük aykı r ı l ı klar, bunun sonucu olarak bitki örtüsünün ortava koyd uğu şartlar ( çö l l er, tropikal orman lar, bata k l ı k la r v. b. ) , nihayet her bö lümde yaşıyan i n sa n , küt le­ leri n i n k ü l t ü r seviyeleri, taşın ve ulaşımı engel leyici veya kolay laştı rıcı unsurlar o larak değer a l m ı ş t ı r. Karalarda taşın tarzları ve taşıtlar arasında . s ı rt hammalları, el arabalariyle rük ve i n san taşınması ( Doğu A . ) , h ususiyle merkez bö­ l ü mlerinde, yük hayvan ları ( kuzeydeki bozk ı rlarda tek, gü­ neydekilerde ç ift hörgüçlü develer, güney kenardaki ülke­ lerde fi l ler ve zebu lar, at, eşek, Tibeı'le çevres indeki dağ­ l ı k alan larda yak, hatta koyun , S i b i rya'da ren geyik leri i le k ı zak çeken k öpek ler ) , daha çok kenar ülke lerde toplan mış olan demi r rolları ( 1 3 0 000 km ; dünya demiryollarının % t O u ) , kağnı arab 1 , k ı zak, otomobi l gibi bi rçok çeş i t ler görülür. Demi r r o l la ı ı H i n d i stan, Cava, Japon ya ve Türki}·e'de hay i r sıkıır, İç A . ya ve dağ l ı k bölgelerle yük sek ü l keye sok ulan demiryol la rı yoktur. İ ç A . i l e Ö n A . nın büyük bö lümle­ rinde kervanlarla taşı n henüz büyük bir önem taşı maktaJ ı r. B i rçok yerlerde kervansaraylar vaı d ı r . Nehirlerde su mikta r ı n ı n mevsimlere g ö r e değişmesi ( hususiyle güney A . da ; mevsim yağmu ı l arı ) , nehi rlerden bazı ların ı n ağızlarındaki enge l ler ( O b, İndüs, Me-nam v. b. ) neh i r taşın ı n ı engel lemekle beraber, nehir taşı n ı , H i n t ' te ( Ganj ) , Çi n Hindi'nde ( İ ravad i ) ve Çin'de ( en çok Yanğ­ dzı-ciyanğ üzerinde ) büyük rol oynar. Sibi rya nehi rleri y ı l ­ da sekiz ay k a d a r b u z l a d a ö r t ü l ü kalı r, Ö n A. da Dicle ve Fı rat, taşına, bir dereceye kadar elverişlidir. Ö n A. , Hindistan, Doğu A . ve bir dereceye kadar da Sibirya'da hava taşını old ukça gelişmiştir. A. n ı n bi rçok büyük merkezleri telgraf hatlariyle, kablolada ve telsiz i stasyon tariyle bi rbirine ve d iğer kıtalara bağlan m ı ş t ı r. B u t ü r l ü araçlar da d a h a ç o k kenar böl ü mlerde toplan m ı ş t ı r. A. yı kuşatan den izlerden geçen önemli yollar şun­ lard ı r :

22

ASYA

ı ) Avrupa'yı, Akdeniz üzerinden, Süveyş kana l ı · Kızıl­ den i z-Bombay ( yahut Kolo:nbo) yoli�·le bi rçok güney ve Doğu A. limaniarına bağ l ıyan yol ( Aden 'de bu yoldan ayrı­ lan b i r k o l Doğu Afrika'ya gider ) ; 2) Kuzey Pa sifi k yo­ lu : Yokohama - San F ranci sco ( yahut Vancouver ) ; 3 ) Batı Pasifik yolu ( Yokohama- Sydney ) . Hint Okyan usu'ndan geçen büyük yoldan ayrılan bir kol da Avustralya'ya gider. Kuzey Buz Denizi kıyıları, yılın çok büyük bir bölümün­ de buzlada kapan ı r. B üyük taşın için Ob, nihayet Yenisey ağızlarına kadar ancak yazın birkaç ayında taşın yapılabilir.

Siyasal bölümler : XIX. yüzyıl, hususiyle ikinci yarısı, İng i l tere ile Rusya'nın, A . ya tam olarak yerleştik­ leri devird i r . Rusya, doğu, güneydoğu ve güneydek i deniz­ Iere mümkün olduğu kadar yaklaşmak, İngiltere ise, Hin­ d i stan ' ı emniyet alıında tutabi irnek üzere, onu, kendisine şu veya bu şeki lde bağ l ı devletlerin bul unduğu bir alanla çev­ ri lmiş görmek i sted iğinden, her i k i si de İç A. ya sokulmayı amaç edinmişler ve bu yüzden iki rak ip d u rumuna girmiş­ lerd i r. Bu yü ıden iki büyük devletin t i lerinde tuttukları kuzey ve güney bölümler arasında egemen , yahut görünüşe göre egemen , fakat herhalde zayıf bi nak ı m devletler var­ I ı klarını koruyabi lmişlerd i r ; ancak Rus- İngili z ra kipliği, A. nın batı bölümünde can lı ve çok açıktır. Doğuda, Japon­ ya'n ı n çok kısa bi r zamanda başard ığı büyük kalkınma ve böylece büyük devieder arasına kat ı l ması, Amerika B i ı leş i k Dev letleı i'nin Filipinler yoliyle Büyük Ok yanus'ta kuvvetli bi r şeki lde görünü�ü. doğuda, İngi l i z- Rus raki pliğinin reza­ hürüne yer vermemiş gibidi r ; fakat bunun yerine Japon- Rus­ Ameri kan rakipliği gittikçe ku v veı ltnmiş ve olay ların gidi­ şine göre zaman zaman bun lardan birisi daha üstün b i r d u ruma erişmişıir. B u a rada askerl i k bakımından ç o k daha zayı f bir devlet ol masına karşı l ı k , Halanda ' n ı n da çok bü­ yük ve zengin sömürgelerini elde t u ıabi l mesi mümkün ol­ muştur. A . ya, dışarıdan gelen bu etkiler karşısında m i l l i d uy­ guların kuvvetlenınesi ve hele « A sya Asyalı larındı r» fıkrinin yay ılması, y avaş yavaş, fakat gitti kçe daha kuvvetle beli ren binakım kımı ldanmaların göıülmesini sağlamıştır. Japonya'nın daha önce ve İkinci D ünya Harbi içinde başgösteren çalışma ve çabalamaları, Çin'deki gelişmeler, H indistan ve Pakistan ' ı n bağımsızlığı, Güneydoğu Asya'daki hareketler, bu doğrultu­ daki baş l ı ca olaylardır. B u durum i çinde, Asyanın siyasal yüzün ün ve hartasının daha ne kad a r bir zaman bugünkü gibi kalacağı kesti ri lemez. Bugünkü A . Rusya'sının geni� liği 1 8,6 mi lyon km 2 d i r ( A. n ı n üçte b i ri ) ; fakat bu gen iş ü l kede ancak 3 1 milyon insan vardır. Ön . A. İngiltere'nin el koyduğu bazı kücük yerlerle, bugün Rus'ların sınırları içinde olan bölümleri dışında, yerli ve egemen devletlerin elinded i r (Tü rkiye, Aıap dev­ leıleri , İ srael, İ ran ve Afgani stan ) . Doğu A . nın iki büyük devleti olan Çin i le Japon­ ya'da. Avrupa ' l ı l arın ve diğer yabancı ların ellerine düşmek­ ten korunabi lmişlerd i ; üstelik Çin. İç A. nın çok geniş bölüm lerini de kendisine bağlamıştı ( l l mil�·on km2, 400 mi lyondan çok nüfus) ; fakat bugün, i çten içe parçalanmış ve dış etkilerin oyuncağı d u r umuna düşmüşt ü r . Japonya'da ( "ı90 000 km2 ve 78 m i lyon nüfusl u ) modern teknik ve hu­ susiyle ekonomide ve orduda i leri bi r o rganizasyonla Doğu A. nın ve bütün dünyanın önemli ve kuvvedi devletlerin­ den birisi o lmuştu. İ kinci Dünya Harbi'nden yeni lecek çık-

tıktan ve bugün Amerika Birleşik Dev lederi'nin yakın i lgisi i le ve onun gözü ön ündeki gelişmelerden sonra nası l bi r durum kazanacağı bilinemez. Güney A. nın çok büyük bölümleri Avrupa' l ı sömür­ geci lerin elinde idi. Yerl i deviederden yalnız Siyam ege­ men liğini koruyabi lmiş, diğerleri kaybetmişlerd i . İ ngi ltere'ye bağ l ı Hindistan Dekkan yarı madasİyle Ganj ve İ ndüs ovalarından başka Beluci stan'la Birmanya'yı d a kapsıyor­ d u (4,7 milyon km2, 3 1 9 milyon nüfus ) . Ayrıca Sey lan Adası , Ma lakka yarımadası ve Kuzey Borneo'da da İngil­ tere'nin sömürgeleri vard ı r ; ancak ll. Dünya Harbi'nın son­ nunda burada Hindi stan, Pakistan ve B u rma adlariyle Bri­ tanya Millederi Topluluğuna g i ren üç bağımsız devlet kurul­ muş ve Seylan, İngiliz dominyon ları a rasına katı l mıştır. Çin Hindi ' n i n d oğ u bölümü de Fran sa'nın ( 700 000 k m2 ; ı9 mi lyon nüfusl u ) İndonezya Adala rı'nın büyük bölümü Hclanda'nın ( 2 m i lyon km2; 4 9 milyon nüfus ) sömürgeleri idi. Çok daha önce geli şen egemen lik ve hürriyet fikirleri, buralarda da İ kinci D ünya Harbi'nden son ra çeşitli doğru ltu­ larda ve çeşidi etkiler a l ı ı n d a birtakım kımı ldanma lar do­ ğurmuşıur. B un lardan başka Sin-ciyanğ, Moğol i stan , Man­ ç u rya ( Mançukuo ) da bağı msız sayı lmaları mümkün devlet­ lerd i r. A. da sömü rgesi olan Avrupa devlederinden birisi de Portekiz dir ; fakat elinde kalan yer ler çok küçüktür. A. B. D. lerine ait Filipin adaları da cumhuriyeıle idare ed i len bağımsız b i r dev let haline get i ri lmiştir.

Asya'nın bölümleri Y ü zö l ç ü m ü km2 Türkiye ( Trakya i le b i r l i k t e )

Nüfus

776 7 2 3

1 8 790 1 74

1 2 700 000 2 744 000 ı 97 000 378 000 1 44 000 4 4 1 00ı üzerine Roma Ö n Asya ile i lgi lenmeğe baş lamış ; az son rada Ptolemaios ve Seleukos'Iarın idaresi a l tında bul unan Mısır, . Suriye, F i l i stin ve küçük Asya'yı zaptederek bu memleketleri i mparatorluğun ey alet ( Provin­ cia ) leri arasına katmışıır. Roma İ mparatorluğu'nun 395 te i kiye bö lün mesinden son ra Bizans ( İ stanbul ) Doğu Roma imparato r l uğunun merkezi olmuş ve Ö n Asya bu devi rden i t i baren Bizan s'ın egemen liği altına g i rmiştir. A rabistan ç e � resi, O rta ve Yeni

çağlarda

6 n Asya :

Ortaçağ ı n baş larında Ö n Asya'nın doğu tarafları ( I rak, Anadolu'nun büyük b i r kısmı ) , Sasani devleti ( bk. SASA­ N i ' L E R ) n i n eli nde. batı kısımları i se ( Anadolu'nun büyük bir kısmı, S u riye ve Filistin ) , Doğu Roma İmparatorluğu' ­ nun payına düşmüş bulunuyord u. Arabi stan'a gelince, burası genel olarak göçebe kabileler ( bedev i ' le r ) in, güney bölge­ leri de tarihte büyük bir önemi o l m ı yJn birtak ı m küçük emi rlik lecin elinde i d i . A rabistan ( b. bk. ) , Onaçağ la rda uzun zaman Arap bedevi kabileleri n i n bir göç ve mücadele alanı halinde, ö­ nemsiz bir d u rumda kalmış, fakat V I 1. yüzy ı l ı n b i rinci yarı­ sında Muhammed ( b . bk. ) i n İslam dinini yayması sonucu olarak, bütün Ö n Asya'yı kapsıyan gen i ş bir alanın i çinde, dünya ölçüsünde bi r devir baş lamıştır. Arabistan h a l k ı , bu devirde. tari hte ilk defa olarak, kesin b i r şekilde birleşmiş, İ slamlığı kabul eden d iğer m i l letierin ve hususiyle Türk'­ Ierin gayretleri y l e d ünya tarihinde y üzyı l la rca süren bir de­ vir i ç i n de, siyaset ve kültü r alanlarında önemli bi r rol oy­ namış, s ı n ı rl a rı n ı n çok dışına çı karak, üç k ı ta üzerinde bü­ yük devlet ve imparatorluk kurmuştur. Muhammed, yalnız İslam dinini yaymak l a k a l ma m ı ş , aynı zam;ında bu dine bağ ladığı ümmetini siyaset bakı m ı n ­ dan dıi i d a r e etmişti ; d a h a zaman ında siyasi sını rları n ı b ü ­ yük b i r h ükümeti n alanı k a d a r gen i ş letmişti. Ve s o n y ı l l a ­ rında hususiyle B i zans'a k a r ş ı askeri hazı rl ığa g i r i ş m i ş ı i . A r d a l a r ı ( bk. HULEFA- Y İ RAŞ İ D İ N ) , bu a macı c i d d i bi r su rette gözönünde tutarak, bi r taraftan İ ra n ' a h ücum etmekle beraber Bizan s'ı da gözden kaçı rmamışlard ı r. Yermük savaş ı ( 6 3 4 ) nda Bizans i m p a ratoru Herak l i u s büyük bi r yeni l ­ geye uğrattidığı g i b i , Kadisiye ( 63 5 ) ve Nihavent ( 642 ) meydan savaşlarında I rak ( b. bk. ) ve İ ran ( b. bk. ) daki Sa­ sanı egemen liği d e yıkı lacak, k ı sa bi r zaman içinde bütün Suriye, İ ran ve Mısır a l ınmış, İslam Devlet i , daha i kinci halife Ö mer zaman ında ( 634-64 4 ) kud ret li bir i mparator­ luk h a l i n e gelmiştir. Fakat üçüncü h a l i fe Osman ( t''4 4 -656 ) ın idare ve i radesizliği yüzünden o ana kadar b i r birlik hali nde, tek b i r emel uğrunda çarpışan İslamların arasına ayrı l ı k g i rmiş. ve gen i ş ö l çüdeki akın l a r d u rmuştur. İ l k dört h a l i fe zamanında aşağıyukarı bir cumhuriyet i daresi ku rulmuştu ; ancak dördüncü halife A l i 'ye karşı Ayşe, Talha, Zübeyr ve S u riye valisi bul unan Muaviye gibi kuvvet li muha lif ve rakipierin çıkması sonucu olarak . h i l a ­ f e t Muaviye'ye geç m i ş , o da bu müesseseyi i rsi h ü k ü mdar-



ASYA l ığa, sa ltanata çevirmiş, b u suret le Emevi devri başlaınışıır ( bk. EMEVI " L ER ) . A l i zamanında KUfe'ye nakledil miş olan hükümet merkezi , bu devi rde Şam ' a geçi ril miştir. Emevi ' l e r de bozulan birliği hemen kuramadıkların · dan, sürek l i ve gen iş ölçüdeki fetih ler b i r müddet daha a k sa m ı s ve ancak Abd ü l mt l i k za man ında ( 6 8 5 -705 ) ye n i ­ den büyük fet i h ler yapı labi lmrşı i r. Bu devi rde Tanca 'ya kadar bütün Kuzey Afrika ve İ spanya İ slamların eline geç­ miş, doğuda da yapılan ferihlerle İ slam İ mparatorluğu ala­ n ı Atlas Okyanusu'ndan Pencap'a kada r gen i ş lemişti r. Bınevi ' lerin güttükleri siyasetleri yüzünden İ ran'da ihtilal sonucunda Abba si ' l e r ( b . bk. ) iktidar mevk iine geç­ miş ( 7 5 0 ) , h ükümet merkezi de Abbasi ' ler tarafında I rak'­ ta yeni kurulan Bağdat'a nak ledi l m i ş t i r Emevi hanedan ı , Abdurrahman tarafından İspanya'da kurulan E n d ü l ü s Emevi Devleti vası rasİ y l e varlıklarını birkaç y üzyı l daha koruya­ bilmi ş lerd i r . B i r zaman son ıa Abbasi H a l i fel iği de n üfu z unu kay­ betmiş, i dare Büveyhi" lerin, son ı a da Dandanakan meydan savaşı ( 1 040 ) i l e Gaznel i ' lere hüyük bir darbe i n d i rerek kuv vetli b i r i mparatorluk k u ran Sel ç u k l u ' l a r ( b. bk . ) ın eline g eçmi ş t i r ( 1 0 5 5 ) . Türk'lerin egemen liği alıında Ab­ basi Halifeliği Moğol " ların Bağdaı ' ı alma ları üzer ı ne sona ermi ş se de ( 1 2 5 8 ) , i smen de olsa, M ı s ı r ' da devam et m i ş ve İslamlar kültür bakımından gerek Kuzey Afrika'ya, ge­ rek Güney Avrupa'ya etki y apma k ta devam ederek, İ span­ ya'dan ancak 1 492 de kesin olarak çeki lmek zorunda kal­ m ı ş lardır. H ica z'a gelince, bütün bu m üddet esnasında hac dolayısiyle d i n i önemını korumak l a beraber, siyasi k udreti n i kaybetmiş bulunuyordu. Sonraları İ ran l ı " l a r a tabi olan I r a k , 1 5 34 y r lınd .ı. Osman l ı ' l a r rarafından a l ınmış ve B i rinci Dünya Harbi ' n e kadar bir Osman l ı ü lkesi olarak kalmıştı r. Yaln ız bu arada X I X . }" Üzyı ldan i t i ba ren I rak, Mısır va l i si Mehmet Ali Paşa' r. ın b i r Arap i mpaıatorluğu k u rmak arzusu, Süveyş kana l ı n ı n a ç ı l ması , Bağd at demiryo­ lunun yapılmasına başlanması, n i hayet burada zengin pet­ rol kaynaklarının bulunması dolayısiyle İ n g i l tere i ç i n bü­ yük bir önem ıaşı mağa baş lamıştt. Bağdar Hal ifeliğ i ' n i B üvey h i " lerin elinden ku ı ıa ra n Selçuklu'Iar, batıya doğru gen iş lemeleri ne devam ederek, ünlü Malazgi rr meydan savaş i y l e ( 1 07 1 ) Anadolu"yu, b i r zaman son ra d a Suriye'yi egemen lik leri altına a l m ı ş l a r ve Anadol u ' y u kesin ola rak Türk' leşrirmişlerd i r ; fakat Meli k Şah ' ı n ö l ümü üzeri ne ( ı 092 ) Ö n Asya'yı aşağıyukarı ram o l a ra k egemen liği a l t ı na a l m ı ş bulunan Selçuk İmparator­ luğu parça lan m ı ş . İ ran, Ki rman, I rak, Şam ve Rum Sel�uk­ l u ' larına ayrı lmıştı r ; İznik, Rum Selçuklu'larının merkezi o l m uş , B i zans ü lkesi Marmara sah i l lerine sıkışmıştır. Böy lece X l . yüzyıldan itibaren Anadolu'nun egemen i bu lunan Rum Selçuk l u ' ları bu yüzyılın sonlarında baş lıyan Haçlı sefer leri ( b. bk. ) esnasında ( Bi rinci Haçlı seferi 1 096) k uvvetli Haçlı ordularına karşı büyük savaşlar vere­ rek doğuya çekilmek zorunda kaldıklarından, Anadolu'nun batı k ı s ı m ları gene Bizan s ' ı n eline geçmişti ; fakat bir za­ man son ra Kılıç Arslan I l . n i n kazandığı büyük bir zafer sonucunda ( 1 1 7 6) Bizans bu c alarını yen iden eli nden ç ı ­ k a r m ı ş ve kesin o larak savunmaya çekilmişıir. Moğui" Iara karşı yapı lan Kösedağ meydan sava şı ( 1 24 3 ) i l e Anadolu Selçuklu' ları ( Rum Selçuklu'ları ) , ba­ ğımsızlık ve nüfuzları n ı hemen hemen kaybeıı ik lerinden Anadolu 'n un hususiyle doğu k ısı mları İ lhan lı ( b. b k . ) la­ rın egemen liği a l t ı n a girmiş, batı k ı sımlarında da bi rçok

31

bey l i k le r türemişti r ( bk. ANADOLU BEYLİK L E Rİ ) ; bun­ lardan biri de Osman l ı Beyliği " d i r k i , Anadol u birliğin i yeniden ve esa s l ı b i r şek i lde kura rak, Osman l ı devleti n i meydana getirmiştir. B i r zaman son ra T i m u r ' u n Ankara meydan savaşı n ı kazanması üzerine ( 1 4 0 2 ) , Anadolu yeni­ den eski beyl i klerc parçalanmışıı ; f a k a t Mehmet I . k a r d q ­ l eriı•le yaptığı savaş l a r ı kazanarak, Anadolu b i r l iğini tek­ ra r k u rmuştur ( 1 4 1 3 ) . Bundan sonra Osman l ı Devler i , Fat i h Mehmet zamanında b i r i m pa ratorluk , a rdaları Y.ı v u z Selim ( 1 5 1 2 - 1 5 2 0 ) ve Kan uni Süleyman ( 1 520- 1 566) za­ manlarında büyük bir h ı z l a büyüyerek, dünya ö l çüsünde b i r i mparator luk h a l i n e gelmi şti r ( b k . OSMANL I İMPARA­ T ORLUGU ) . Lausanne antia ş ması ( 24 temmuz 1 92 3 ) i l e de Anado l u Türkiye Cumhı.. r iyeıi ' n i n en esa s l ı toprak parçası olarak tanın mı ş t ı r ( bk. TÜ RK İYE CUMHURİYETİ , ATA­ T Ü RK, İ N ÖN Ü ) , Haç l ı seferi leri sı rasında parçalanmış bir hal d e bulu­ nan Şa m Sel ç uklu' l arı da Haçlı ' ları Suriye'ye ve Fi l i sti n ' i n dar bir sah i l k ı smında tespir ederek Ö n Asya'n ı n i ç lerine dok ru i l e rlemelerine ve İ s l a m alemi n i n y ı k ı lmasına büyük bi r kah raman l ı k l a engel olmuşlardır. B u sı rada bura larda kuru ­ lan en öne m l i Haç l ı hüküm e t l eri Urfa ( Edessa ) ve Anıak­ ya prenslik leri i le Kudüs k ı r a l l ığı o l muştur. Son raları Suriye ve Filisti n , Haçl ı ' lara k a rşı büyük zaferler k azanan Salahattİn Eyyubi ' n in k u rduğu Eyyubi Dev l eti ve daha sonra Kö lemen devleti n i n egemen liği a l t ı n a g i rm i ş ve Timur'un akıniari y l e b i r hay l i zarar görmüş, n i hayeı Osman l ı Türk' leri tarafından zapte­ d i l mişti r ( 1 5 1 6 ) . Bu a rada Mısı r ' ı i şgal eden Napoleon , F i l i stin 'e saldırmışsa da, Akka müdafii Cez � ar Ahmet Paşa tarafından geri dönmek zorunda b ı rakı lmıştır ( 1 7 98-99 ) . Bundan başka buraları Osman l ı İmparatorluğu'nun zafı ndan i sı i fade eden Mısır val i si Kavala ' l ı Mehmet Ali Paşa ( b. b k . ) nın h ücumuna uğra mış ve bütün Suriye ve F i l i stin'den başka Adana d a b i r zaman hemen hemen bağımsız dene­ cek bir şeki lde onun tarafınd a n idare edilmişt i r ( 1 8 ; 1 - 1 8 4 0 ) . Birinci Dünya Harbi son unda Suriye, F i l i stin, I rak v e bütün Arabistan Osman l ı ' l arın el inden çı kmıştı r. Mısı r ' ı n fethiyle beraber H icaz ve bir zaman s onra da Yemen Osman l ı egemen l i ğ i altına g i rmişti r ; bu suretle Ö n Asya ' n ı n hemen hemen tümü, Osman l ı İ mparatorluğu'na katılmıştı r. Son yüzy ı l larda Arabi sıan ' d a önemli b i r olay olarak Vahhabi 'Jerin dini bi r reform altında siyasi b i r ro l oynamağa baş lamış olmaları zikred i l ebi l i r k i , bu ha reket bir aralık Mısır valisi Mehmet Ali Paşa tarafından bası ı ­ rı l m ı ştı ( U l 1 1 - 1 8 1 9 ) . Hi ndistan : Ö zel coğ rafi durumu dolay ı s i y le H i ndis­ tan yarımadası, çok eski devi rlerden beri ve çoğu batı-ku­ zey sınırından olmak üzere , say ı s ı z d ı ş i sı i la akınla r ı ıu uğramıştır. Hindi stan tarihinin en eski devi rleri henüz ka­ ran lıkt ı r. Zira Preh i sıorya a raştı rmaları y a l n ı z Mohenceda­ ro (b. bk . ) ve Harappa (b. bk. ) da yapılan kazı lardan iba­ retti r. Ari kavimlere ait elimize kada r gelebi len Veda ' l a r ( M. Ö . 1 2 5 0 ) i se bu devi rlerin siyaset ve toplum durumu­ n u aksetti rece k kadar bol ve açık b i lgi vermez! er. Ari' ler H i ndi sıan ' a ayak basınca esk i yerli ler olan Dra v i d ( b. bk . ) leri daha güneye sıkışıırmışlardır. Sonradan Ari ' ler d e pa r­ ç a l anarak küçük b i rtak ım k ı ra l l ı k lar haline gelmişlerd i . Hindistan ' ı n i l k t a r i h i büy ü k k ı ra l lığını S aisun ag•ı ( b. bk. ) l a r k u rmuşlard ı r. Bu han e dandan Birnhisa ra ( M . Ö. 58 2 - 5 54 ) . Budd h a ( b . bk. ) y ı korumuştur. O n u n be­ ş i n c i ardası Cand ragu pıa ( b. bk. ) , merkez P a ı a l i puıra

32

ASYA

( modern Paına ) olmak üzere Maurya hanedam egemen liği­ ni ku rmuştur. Hindistan, s ı ra i l e İ ran ' l ı Dareios'un ( M. Ö . 5 2 1 -48 5 ) v e Makedony a ' l ı Büyük İ skender ' in ( M . Ö . 3 2 7 - 3 2 5 ) de isıilalaıına uğramıştır. İ skender'den sonra birtak ım Yunan prensleri, Bakıria'da bir müddet barınab i l mişlerse de ( bk. Gand hara ) bu pek uzun sürmem i ş ı i r. Büyük bir imparatorl uğun temel ini atmış olan Maurya Asoka ( 37 2 · 3 2 5 ) , koyu bi r Budd hisı'ıi. Onun zamanında Afgani stan ve Beluci sıan da i mparatorl uğa eklenmiştir. Asok a ' n ı n ölümü i le parçalanan büyük i mparatorluğ un ye­ rine Andhra'lar devleti kurulmuş ise de. çok geçmeden Andhra'lar Bakıria'daki Yunan prenslikleri e l i n e geçmiştir. İsa'nın doğumu s ı r a l arında Kuzey Hindi sıan 'a Kuşan ( b. bk. ) lar hakim olmuşlard ı r. Kuşan ' l a r da, kend ilerinden önce gelen Saka ( b. bk. ) lar g i b i , eya letleri n i saı raplarla idare eJ iyorlard ı . B u yabancı hakim ıabakaya karşı b i r tep­ ki olarak ( M. S. I V . yüzy ı lda ) yerli Gupıa ' l a r ( b. bk. ) hanedam egemen liği eline almıştır. Daim:ı yabancı unsurlar tarafından himaye gören Budhism ( bk . Buddha) de yeri n i Brahmanizm ( b. bk. ) e b ı rakmıştır. Kumaragupıa zamanında (4 1 5 - 4 4 8 ) Hindi stan Ak- Hun'ların i sıi lasına uğram ış ; Skan­ dagupıa ( 4 5 �-465 ) dan sonra Gupıa'lar egemenliğine son verilmiştir. Orta H i n d i sıan J aı ' l arından Yased harman ( 5 28 de) H u n ' l a r ı H i n d i stan'dan kovmuştur. VI. yüzy ı l ı n sonla­ rına doğru Taneş var pren si Harşa ( b. bk. ) , büyük bir yerli Hint imparatorl uğunun temel lerini atmı ş . ve H i n t k ü l tür tarihinde parlak bi r « Ha rşa Devri» ( 606-64 8 ) yaratmış i se de onun ö l ü m ünden son ra Hindi stan büyük b i r huzu rsuz­ luk içinde kalmıştır. VIII. y üzyı l ı n başlangıcından i tiba ren ( 7 ı ı ) Müslü­ man Arap ' la r Hindi sıan ' ı ziyaret eımeğe başlamış l a rd ı . Son­ radan Gazneli Mahmut' un, daha son ra d :ı Gor' lu Mehmet' ­ in istila ha reket leriyle H i ndistan'da Müsl üman-Tü r k ege­ men liği kurulmağa başlamış, ı 398 de Timur, ı 5 2 6 d a onun torun larından Bal-ıür ( b . bk . ) H i n d i stan üzerine y ü­ rümüştür. Babü r ( ı 5 2 6- 1 5 3 0 ) le baş l ıyan hük ümran l ı k dev ri, ı 8 5 7 ye kadar sürmüştür. Müsl üman-Tü r k hüküm­ darlardan Ekber Şah ( b. bk. ; 1 5 5 6 ı 60 5 ) , Müs lüman ve Hindu d üşm�nlığını onadan kaldı rmak için çok uğraşmış­ tı r. Kendisi müslüman olduğu h a lde bi r Hindu prensesle evlenmişı i ; saray ı n ı n i leri gelen adamları ve danıştığı kim­ _ selerin çoğu H i n d u ' l ardanJ ı ; bütün H i n d i stan h a l k ı n ı tek bi r inanç alıında toplamak ga yesinde idi. Onun ö l ümiyle bu planlar da tabiariyle yarım kalmış ve gittikçe zayıflı­ yan Ekber Şah i .11 paratorluğu ilkin E v rengizip zaman ında ( 1 658- 1707 ) Maraıha ' la ı ın türlü uğraşıı rma lariyle sarsılmış, sonra d a 1 7 39 da İ ran hükümdau Nad i r Şah ' ı n hücumuna uğ rıyarak çökmüşıür. Portekiz' l i Va sco da Gama ' n ı n ı 4 98 de Batı Hindis­ tan sahi l ine çıkmak su reti y le, Hindisıan'a deni zden bir yol keşfetmesi üze r i ne, H i n d i stan ' l a Avrupa m i l l et leri arasında da bir ıem1s baş lamış, X V I . yüzyı lda Hindistan ' l a kuvvetl i bir t i caret bağı k u rmuş o l a n Porteki z 'li leri XVI I . yüzyı lda Fransız' l a r, on ları Holanda ' l ı lar, Holanda' l ı ları da İngi liz'­ ler ıakibeı miş lerdi r. 1 600 de İ ngiliz' ler, askeri k u vvetle de desteklemek suretiyle, Hindistan 'da «Doğu Hindi stan Şi r­ ket i » ni kurmuşlardır. İngiliz-F ransız rekabeti, İngi liz'lerin lehine olarak, Pa ris'te ( 1 763 ) i mzalanan bir anlaşma son u­ cunda ortadan k a l d ı r ı l m ı ş , Lord R. Clive ( 1 7 2 5 - ı 77 4 ) in Plassey zaferiy l e Hindistan'da i l k İ ngi l i z fii l i egemen liği ba şlamış, Benga l , Ori ssa ve Bihar zapred i imiş ve Benga l 'in

i l k genel valiliğine Warren Hasıings ( 1 7 3 2 , 1 8 1 8 ) atanmış­ t ı r. Napoleon l:lonaparte'ın Mısır seferi , Hindi stan'daki İ n­ g i l i z egemen liğini tehdit gibi ıelikki edildiği nden , Büyük Britanya İmparato r l uğu'nun dış si}•aseti icapları ndan o l a rak H i n d i stan 'la olan erişim }'Olları n ı n esaslı bir kontrolüne ve İ ngi l i z den i z kuvvet lerinin kuvveılen d i ri lmesine lüzum görülmüştür. ı 1!58 de « Doğu H i ndistan Şirketi» lağved i le­ rek Hindistan İ n g il tere İ mparatorluğu'na bağlanmıştır. Son liderleri Mahaıma Gand h i ( H indu) ve Cinnah ( Müslüman ) o l mak üzere Hint m i l l iyetçi leri uzun zamandan beri m i l l i bağımsızlıklarını elde etmek için, hiçbi r fe­ dakirl ı kıan çeki n ın i yecek uğraşmakıay d ı la r. Müslüman' larla Hindu'lar arasındaki yüzy ı l lardan beri sü ren geçimsizlik bu davada da birleşmeyi zorlaştı rıyord u. Nihayet 1 5 ağustos 1 9 n an laşmasiyle Hindistan'daki İngiliz egemen liği sona ermiş, ve, H i ndistan ( De l h i ) ve Pakistan ( Ka rach i- Karaçi ) ı n i k i bağımsız dev let h a l inden B ri tanya Mil leıleri Top l u luğu'­ na g i rmeleri kabu l edilmiştir. Doğu Asya : '' Uzak Doğ u » da deni len Doğu Asya, baş l ıca Çin, Çin Hindi, Joponya, Moğolistan, Ti bet ve Do­ ğ u Türkistan ' ı içine a l ı r. Çin b u rada Ö n Asya'da Mezopo­ tamya'nın oynad ığı rolü oyn ar. Bütün Asya memleketle­ ri n e kendi yazısını vererek on ları k ü l tür etkisi altına aldığı gibi kuvvet li k ı r a l l a rın iş başında bulundoğu zaman la rda komşu memleket leri siyasi egemen liği altına da a l m ıştır. Mesela Japonya, Tibet, hatta Çin Tü r k i sıanı tamamen Çin k ü ltürü etk isindedir. X V I I I . yüzy ı l a kadar kapa l ı bir kutu gibi kendi içi nde yaşıyan Japonya, bu müddet içinde yalnız Çin'le t icari münasebeı lerde bulunduğundan , yalnız Ç i n et­ kisi altındadır. B u memleketler içinde tarihi en iyi bilineni Ç i n ' d i r. Çin : Çin tarihi En Eski Çağlar, Eski Çin Devletleri , Yen i Çin Devletleri ve Cumhuriyet Devri olmak üzeıe dört bö lüm içinde i ncelen i r. 1 - En Ecki Çağlar ( M. Ö . 2 5 00- 1 0 50 ) : Bu devi r­ de Çin'de binakım kabi le devlet leri vardı k i , bunlar batıda Yanğ- şav, doğuda Lung- Şan yerli Neolitik kültürleriyle tem­ sil ed i lirler. Bunları Kalkolicik bir medeniyet olan Hia ve Şang sü lileleri ( M. Ö . 1 8 00- ı 05 0 ) takip eder. 2 - EJki Çin Devletleri : ( M . Ö . 1 0 5 0 - M. S. 2 2 0 ) : Bu Bölüm, k ı ra l l ı k ve derebey lik, mu t lak diktatörlük ve i mparatorluk o l mak üzere ikinci derecede deveelere ayrı l ı r. Başlangıçıa b i r kabi le feda rasyonu halinde b u l unan bey­ I i k l er, harb a rabası tekniğinin Çin'e gi rmesiyle artık tama­ men feoda l bi r nitelik a l ı r lar. Bu feoda l beylerden Cov bey)iği isyan ederek yeni bi r sütile k u rmuştur. Yine feo­ dal bi r esa�a dayanan bu Cov sütilesi de M. Ö . 77 1 de komşu düşman beyliklerin taarruzu i l e yıkılmış ise de, aynı sülaleye mensup bir prens tarafından tekrar bir > tabirine karş ı l ı k d iğer tari­ katlarda ve hususiy l e Bektaşilerde «Aşevi>> sözü kullan ı l ı r. Bekraşi lerde, Hacı Bektaş tekkesi , 1 2 evden, yani 1 2 rek­ keden meydana geli rdi ki, son zaman larda bu evierden se­ kizi kalmı ş ı ı . Bu sekiz ev, sırasiyle şunlard ı : k i ler evi , aş evi , ekmek evi, milıman evi , et evi, han ba,ğı, dede bağı, balım evi. Her evin , yani tekkeni n bir babası, yani şeyhi bulunurdu ( bk. AŞÇI BAB A ) . Diğer tekkelerdeki mutfağa da aş evi den i rdi ki ay rıca Bektaşi meydanında, Hacı Bek­ taş'ın ahçısı olara k kabul edi len Seyyir A l i Su lıan · ı n bir makamı vardı ve Seyyid Ali adına bir post b u l unurdu ( b k . M EY D AN ) . A Ş I : ı - [He k.] . Bazı bulaşık hasta l ı k lara yalnız bi r defa yaka lanıldığı pek eskiden beri bi l i n mekted i r. Bunun sebebi hastalığı geçi rmekle kazanı lan Bağışıklık ( muafiyet Immuniıe ) ıır. Böy l e bir hasta l ı k , bir organ i zmaya suni olarak geç i ri l i rse suni bir bağış ı k l ı k elde ed i lebi l i r. B u n u n

46

AŞI

için de aşı kullan ı lı r . Aşı vücuıta aktif bağışık l ığı sağlı­ yan savunma tedbirlerinin hası l olmasına sebep olur. Aşı olarak şunlar kullanı labi li r : hastalık yapan canl ı mikrop­ lar ; hasta l ı k yapma k uvveti aza l tı l mı ş can l ı m i k rop l a r ; öl­ dürülmüş hastalı k mikroplan ; kuvveti azaltılmış mikrop t oks i n leri . I - Haslahk yapan canh mikroplarla aşı : eğer can l ı ve hastalık yapmak kabiliyerinde olan mik rop tabi i b ulaşmadakinden başka bir yol i l e vücuda girer�e. her za­ man olmamak la beraber, hafif ve öldürınİyen b i r hasta l ı k yapab i l i r ve bunun sonucunda bağışıklık meydana gelebi lir. Bugün bunun hemen yalnız tarih i bir değeri kalmışıı r. Bu metodun en önem l i s i ç i çeğe karşı çiçekleme ( variolaıion ) idi. Bunun için hafif çiçek l i hastaların kurumuş çiçek ka­ bukları zedelenmiş deriye sürülmüş ( Türkiye ve Hindistan ) , buruna ü f lenmiş ( Çi n ) veya kuru üzüm içine konarak y u · rulmuş ( Ermeni' ler) tur. Ölüm, tabii ç i çektekine nazaran daha azd ı . I I - Hastalık yapma kuvveti azallılm•� canh mikroplarla a şı : M i k robun hasta l ı k yapma karakterleri şu suretl e kay bedi lebi l i r : başka bir hayvan türüne a l ışıır­ ınakla ; mikrobun kül t ürlerine fiziksel ve kimyasal etkilerle ; mikropea biJinıniyen sebeplerle kendi liğinden meydana ge­ len değişikliklerle ( muıaıion ) ; bunların bi r kaçının birlik­ te etkisiyle. Yabancı hayvan vücutlariyle veya fiziksel ve kimya­ sal etki lerle yapı lan kuvvet azaltılması, çiçek, kuduz. ve­ �em, veba, şarbon, tavuk kolerası, sarı humma ve lekeli humma aş ı larında kullan ı l ı r. 1 - Çiçek a[/JI ( Vaccinaıion ) : Jenner metodu : B u metot can lı, fakat sığı rdan geç i r­ mekle k uvveti zayı flat ı lmış mikropla yapılan en eski b i r aktif bağışık l ı k verme metodudur. Hakiki insan ç içeg ı n ı n fenni i smi Y a r i o l a vera, inek çi çeği n i n Vaccina ( Ll.ı. vaaa inek ) d ı r. Çiçek mikrobunun i nsan için olan hastalık yapma kabi l i yeri sığırda azalır. Bu sebepten , i nek ç i cegı i le insan aşı landığı zaman yalnız a ş ı yerinde kalan bir de­ ri hastalığı husule gelir. Bu deri hastalığı, ası l insan çi­ çeği ne nazaran , çok az bulaşıcıdır. Jenner'den evvel dahi inek çiçeg'i nin koruyucu kuv­ veti b i l i n mekıe idi. Fakat İ ngİ lıer e de Berkley'de bir ıabib olan Jenner inek çiçeğ i n i n i n san çiçeğ i n e karşı koru d u ğ u­ nu deney ile i spa t etmiş ve ine k çiçeğ i aş ı sı tıb ve h i i İ· y en prati ğ i nde bu suretle ancak ı 798 de, Jenner ' i n yayım­ larından sonra yer almış t ı r. Dünyanı n i l k aşı enstitüsü olan Jenner E n s ı i ıüsü 1 799 da Londra'da açı lmıştır. B ugün , çoklukla danalardan , ha­ zı rlanan aşı kullanı lmaktadı r ( h ayvan lenfi ) . Dan a lardan çiçek aşısı şöyl e hazırlanı r : Veteriner ta­ rafından muayene ed i l m i ş hasıa l ı k s ı z danaların ekseriya karn ı ıraş edi l i r ve i yice ıemizlenir. Derinin iizeri çizilir, buraya aşı maddesi sürülür. Aşılanan yerler ster i l bezlerle örıülür. Hayvanların vücut sıcakl ı ğ ı n ı n 4 1 , 5 d a n y u k a rı çıkmamasına çal ı ş ı lır. Çokluk la 4 gün son r a çi çek papii l ­ lerini kazıyarak mahsul alınır. L e n f ( = aşı ) e k a n ka rış­ maması için dana kazınınazdan önce ö ldürülür. Keskin küret ile kazmarak alınan ham madde soğukta ( - 1 5 ° ) senelerce saklanabi l i r. Aşı maddesi hazı rlamak için bu madde mik ­ ropsuz bir kabda % 50 g liserinde ezi l i r ve bir deği rmen­ de ince bir sübye haline geti ri l i r. Ham madde alındıktan sonra dananın otopsisi yapıl ı r. Eğer i ri n leşme veya verem b u lunu r sa bu ham madde kullan ı l ınaz. B un d a n başka, aşı =

maddesi bakıeriyoloj i k olarak da muayene edil i r. Üç hafta durduktan sonra içinde hiçbir tehlikeli bakteri bulunma­ mal ıdır. Hazı rlanmış aşının kuvveti tavşan veya kabaylarda denenir. İnce ı üplere

doldu r u l ur, soğuk

ve

karan l ı kta sak­

lanır. Sıcakıa kal ırsa birkaç günde etkisiz hale gelir. B i r dana yaklaşı k olarak 20 gram h a m madde veri r ; bundan da, yaklaşık olarak 50.000 ı 00,000 kişiyi aşılamağa ye t er bir aşı maddes i y a p ı lab i lir. 2 - Tavuk koleraJJ ve [arbon a[lları : Pasıeur 1 880 de hasta tavuklardan tavuk kolerası hasi l lerini ( Pasıeurel­ la avic i da) üretmiş ve esk i kültürleri deney için ıavuk lara kullandığı zaman bunların tavukları hasta ettiğini, fakat artık ö ldürernediğini ve iyi olanların da vi rulent tavuk ko­ lerası hasi l lerine karşı bağışı klık kazanmış olcluk larını gör­ müştür. Pasıeur. �arbon ve kuduz a ş ı larını n esası n ı burada görd ü k lerinden çı karmıştı r . Şarbon hasi l lerinden i l k kuvveti azaltılmış aşıp T.o uş­ sainı 1 h 79, şarbon l u kan a % ı f enol koyarak veya böy l e kanı 5 5 deı ecede ısıtarak. yapmıştır. Pasıeur, şarbon hasil­ leri yüksek derecede ( 4 2 , 6° de) ü retil irse virulansının ya· vaş yavaş kaybolduğunu buldu. Şimdi şarbon aşısı Sobern­ hei m metodu ile yapılmaktadır. Pasıau r'ün ik i nci aşısı ( 42° ,6' Sa. 12 gün tutulmuş ) i le şarbon bağışık serumu aynı zamanda şırınga edi lir. 3 - Veba aşw : Veba h asilin i n ( Pasıeurella pesıis) alkollü buyyonda üre t ilm e si i le vi rulenı veba has i l lerinden virulenı olmıyan hasi l ler elde edi lebi l i r . Son zamanda aşı ola r ak vi rulenı olmıyan can l ı veba hasi l ieri kullan ı l makta­ dır. 4 - Kuduz a[IJI : Pasıeur 1 880 · 1 884 senesinde ku­ du zun • abiatın ı a raştırmış, bunun hayvandan hayvana ge­ çirilmesinin kabi l olduğunu ispat etmiş ve köpeklere tav­ şandan elde ed i l en kuduz aşısı i le aktif bağ ışıklık vere b i ­ l eceğ i n i g ö s t e rrneğe muvaffak o lmuştu r. Pa,ıeur kuduz bir sokak köpeğ i nin omu r i l iği i le işe baş lamış, buna «sokak virusu» demi � t ir. B u n un l a aşı la­ nan bi r tavşan 14 günde kuduzdan öi müştür. Tavşandan ıavşana aşı landığı zaman hayvan lar daha çabuk ö lmüşler. 2 5 pasa j dan son ra i se 6- 8 günde ölmüşlerdir. Pa,ıeur t avş a n i çi n yüksek v i r u l e n ı o l a n bu tavşan omur i l iğine «sabit virus>> ismin i vermiş ve kuduz v i rusun un daha emin o l a ­ rak zayıflaması için sabit virusu kuruımoşıur. Högyes 1 889 da ku rurmakla kuduz v irusunun zayıf · lamadığını, bi loikis ö !düğünü ve bu suretle mikrobun mik­ darı n ı n azaldığını göstermiştir. Bu seb t p ı en , kuruırnak ye­ rine sadece s ulandır ı lmış omur i li k sübyeleri k u l lanı l ı rsa yine aynı son uç elde edi l mektedir. Kuduza karşı aşı i n sanlara ilk ii nce 6. V I I . 1 88 5 de Pasıeur tarafından yapı lmıştır. Son zamanlarda aşı için Semple metod u üstün tutulmaktad ı r. Bu aşı fenoll ü d ü r ve iki ay sak lanabi l i r. Kuduz aşısı karnın derisi altına ş ı rınga ed i l ir. İn san lara kuduz aşısı ancak kuduz hayvan ( köpek, kedi, sığır v . b. ) tarafından ısmidı ktan sonra yapı l ı r. Bu aşı n ı n yap ı l abi lmesi insan kuduzunda kuluçka devri 'nin yani ısırıldıktan sonra hastalık çıkıncaya kadar geçen za­ manın . ekseriya çok uzun , 2 0- 60 gün ve bazan aylarca ol­ masın dan d o l ayı mümkün ol maktadır. Hastalığın mikrobu ı s ı r ı lan yerin sini r lerinin l enf yollariy le yavaş ya\·aş mer­ kez sinir sistemine ( beyin ve omur i l iğe) gider. ısırı lan r e r beyinden nekadar uzakta ise kuluçka devri de o nispeı ­ ı e u z u n o l u r. A şıy a mümkün olduğu kadar çabuk baş lan·

AŞI m a l ı d ı r. Kuduza t u t u l a n her i n sa n ö l ü r. Fakat her ı sırılan hastalan maz. I sı rılanların yaklaş ı k olarak % ı Q. ı 5 i hasta­ lanır ve ölür. ı 9 1 3 t e n ı 9 3 7 ye kada r 25 senede Pari s ' t e 29 5 8 1 ısırılmış i n san tedavi ed i l m i ş . bun l a rın ancak 2 2 s i ( 0 , 07 5 ) ölmüştür. =

5 - V ere m aşJJı : E. von Behring 1 9 0 ı de sığı rlara. ken d i leri i ç i n çok az v i rulenı olan, i n san verem hasil ieri i le bağ ı ş ı k l ı k vermeği denemi ştir. Fakat elde edi len bağı­ şı klığın müddeıi yeter derecede deği ldi. Calmetre ve Guerin i man l a ra bağı ş ı k l ı k vermek i ç i n B C G ( Bacil l e Calmert e· Guerin ) deni len bi r ve ı em aşısı b i l d i rmişlerd i r. Bu aşı, i ç inde % 5 g l i serinli sığı r safrası bulunan bir besi yerinde 1 3 sene üretilmiş olan canlı sığı r verem hasi l lerinden ibaretti r ; bu sebeple v i rulanslarını kay­ beımi şlerd i r. B C G in san üzeri n d a ilk önce ı 9 2 1 de de­ nenmişt i r. O zamandan beri Fransa. Macaristan, ve diğe r mem leketl e rde mi lyon larca çocuk aşı lanmıştı r. Calmetre ve­ remli annele ı i n çocuk larına bunun ağızdan ver i l mesini tav­ siye etmişt i r . Bu ağı zdan verme metodu önce sığı rl arda denen mişt i r. Verenıl i süt- çocuk larının ölümü bu aşi i le ol­ dukça azalmış o l sa gerek.

6 - Lekeli humma'ya karşı dahi kuvveti azaltılmış nı i k rop i le aşılar hazırlan mıştır. lll

- Öldürülmüş m i kroplarla yapılan a�ılar :

Bu a ş ı l a r şu maksad lar i ç i n k u l la n ı lı r : salgın teh l i k esinde k o r u mak i ç i n ; intani hasra l ı k l arın sağınını i ç i n ; teşhis için.

ı - Salgın t ehlike rinde : kol e ra, tifo, veba, W e i l hasta lığı v e lekel i hummaya karşı korunmak i ç i n : Kolera aşısı W. Kolle mf'todu ele şöyle hazırlan ı r : Kolera v i briyonlarının j elos üzerindeki 24 saa t l i k saf k ü l­ türü 1 0 c m3 fiziyoloj i k tuzlu su i l e karıştırılır. Bu 5 8 ° de bir saat ısııılır. Kanırol son ucunda öldükleri görül ü r se, i ç i n e % 0, 5 fena! konur. Bir hafıa ara i le deri a l tına ol­ mak ü zere iki ş ı rınga yapı l ı r ( ı ,O ve 2 ,O cm3 ) . Bağışık l ı k yaklaşık o l a ra k ı 1 l l sene sürer. Tifoya karşı öldürül müş m i k ropla i lk a 1 ı ı 896 da R . Pfei ffer ve W . Kolle tarafından b i l di ri lmişti r. Tifo ba­ s i l i n i n j elos üzerindeki 2 4 saat lik saf k ü l t ü r ü , fiziyoloj i k t u z l u su i le su ı and ı rı l ı r, son ra 5 4 ° d e bi r saat ı s ı t ı l ı r, i ç i n ­ de y a l n ı z ö l ü m i k ruplar bulunan bu aşı ya % O, 5 f e n ol k o ­ n u r . 0 , 5 - ı , o v e ı , 5 cnı3 o l m a k üzere bi rer hafta a ra i le de ı i a l t ı n a üç ş ı rınga yapı lır. Bağışıklık son şırıngadan yaklaş ı k o l a r a ' · 3 - 4 hafta son ra hası l o l u r v e ancak ı /2 ı sene sürer. A ş ı l a n m ı ş olan larda da tifo görülebi l i r, fakat b u n larda hasta l ı k daha hafift i r ve ölüm de aşı lan nıamışlar­ d a n daha a zd ı r . Pa raıifo hasi l l e r i n e k a r ş ı da aş ı l a r a y n ı tarzda hazır· la n ı r ve çoklukla bu ha s i l ler tifo aşısı n ı n i çe r i s i n e konur. ·

·

ve:,a· y a karşı ısıta rak ö l d ü rü l m ü ş veba has i l leriy le aş ı ı 897 den beri Haffkine tarafı ndan H i n d i stan'da çok m i ktard a tatbik edilmiştir. Kızıl, Boğmaca öksü rüğü ve epidemi k menen j i t ' e kar­ ş ı ö l d ü r ü l müş kızı l streptokoku. boğmac:ı öksü rüğü hasi l ­ l e r i ve menengokok l a r aşı o l a r a k kullan ı l ı r . Spi rochaeta icterogenes i l e hası l o l a n Wei l hastalığı Japonya'da sa l gı n ha linde görüldüğünden. orada bu ın i k ro­ bun öldürülmüş kültürleri ile aşılar hazırlanm ıştır. Lekel i hummaya karşı aşı i ç i n fenol ile öld ürülmüş leke l i humma mikropla n ( Rickettsi a prowazek i ) dah i kul­ lan ı l ı r. Bu m i k ruplar intani elbise b i t leri n i n barsakla rından a l ı n ı r.

47

2 - İ n tani hastalıkların M ·ıtımı iri n : Sağıtım aşısı hastada can l ı olarak bu lunan mik robun aynı türünü öldürerek yapı l ı r ve bi rçok defalar ş ı r ı nga edilir. Aşı ekse riya hastanın ken d i vücudundan alınan mik robun k ü l t ü r le r i y le hazırlan ı r ( auıovacci n ) . Ticareııe bulunan aşılarda olduğu gibi, m i k rubu başka hastalardan a l ı n mak sureriyle hazırlanan aıılara Heıerovaccin denir. Hazırlanması tifo aşısı gibidir ve miktarı g i ttikçe arttırıl­ mak üzere haftala rca ş ırınga edi l i r. Aşı sağıtımı kronik sıa­ f i l okok, strepıokok, gonokok ve menengokok enfeksiyon la­ rında v e koli hasi l i i le hasıl olan i d ra r kesesi i l ti h abında v e malta h umması ve hang hasta l ı k larında, v . b. tavsiye edi l i r. 3 - Teşhis için : a - Gizli gonokok ocaklarının teş­ hisi i ç i n deri i ç i n e ö ld ü r ü l müş gonokoklar şı rınga edili r. b - Yumuşak şankırı ve Lymphogranuloma inguinale'­ deki h ı y a rcığ ı n narürünü anlamak i ç i n dahi teş h i s maksa­ diyle deri içine öldürülmüş m i k rop ş ı rınga edi l i r { İ to ve Reen stierna deneyi v e Frei reaksiyon u ) . c - Verem, ruam, ırikofi ı i . v . b . de dahi b u hasra lık­ ların öldürülmüş mikroplan teşhis için deri içine ş ı rınga edil i r veyahut başka türlü tatbik olunur.

I V - Kuvveti azaltılmı� mikrop toksinleriyle yapılan a ,ılar : Difteri, tetanos, d i zanıeri v e kızıl aşıları

bu suretle hazırlan ı r :

1 - Di/teri a1m : Difteri basi l leri , i nsan ve hayvan vücudunda antitok s i n teşki line sebebiyet v eren bir zeh i r yaparlar. Böyle zeh i riere toksin deni r. Difıeri toksini 1 88 7 d e Emile Roux i l e Yersin tara fından bulunmuş v e antij en natürü de ı 890 da E. v. Behring v e E. Wernicke tarafın ­ dan keşfedilmişıi r. Toksin çok zeh i r l i olduğundan doğru­ dan doğruya aşı için kullanılamaz. İ lkönce E. v. Behring ı 9 1 3 ıe d i fteriye karşı d i fteri toksi n i i le an titoksinin b i r karışığı n ı ku llanm ı ş t ı r. Şimd i başlıca Ramon 'un difteri Anatoksi n ' i kullanı lmaktad ır. Bu da % 0,4 forma l İ n kon­ ması v e bi r ay 38-40 ° d e bı rakılması i l e zehi r l i liği gide­ rilmiş, fakat bağış ı k l ı k vermek kabiliyeri kalmış olan d i f­ teri toksininden i baıettir. Son zaman larda anatoksin şap veya daha iyisi Alumini umhydroxyd i l e çökelıildi kıen v e adsorbe edi ldikren sonra bundan yapdan sübyeler deri altı· n a ş ı rınga edil mektedir. D i fıeri aşılarının sonuçları iyidir. 2 - Tetarzos aŞI H : Tet anos m i k robu normal şartlar­ da toprakta çok defa bulunur. Şimdi ıeıanos hasil i n i n tok­ s i n i nden bir r etanos anatoksini haz ı r lanmakta, bunun l a as­ kerlere ve beygi r itre bağı ş ı k l ı k veri l mekted i r . Son zaman ­ l a rda teıanosa k a r ş ı Alumini umhydroxyd'e adsorbe ed i l m i ş temizlenmiş ıetan o s anatoksi n i k u l lanı lmaktadır.

3 - BasiJJi dizanteri aş m : Basi l l i d i zanterin i n bir çok m i k rubu vard ı r. En önemlileri şunlard ı r : Shiga Krusc basi li, F lexn e r basi l i , Kruse- Sonne basi l i . Schmitz basi l i . Bunla rdan en zehi ri i s i b i rincisidir. B u , şiddetli b i r t o k s i n yapar. A ş ı i ç i n bunların zehi r etkilerinin giderilme­ si lazımdır. Bu da, ya anıiıoksin dizanıeri serumu eklen ­ mesiyle, yahut difteri toksin i n i nde olduğu gibi anatoksin hazı rlanması v e bunun şapa adsorbe edi lmesiyle yapı lır, D i zanteri aşısının etkisi hakkında kesin bir karar vermek henüz kab i l deği l d i r. ·

4 - K ızıl a[1J1 : K ı z ı l sıreptokokları çok hassas b i r t o k s i n teşki l e d e r . Bu t o k s i n Amer i k a l ı G. F. v e G L H. D i k ai lesi tarafından keşfed ilmiştir. Aşı ı sıtınakla öldü­ r ü l m ü ş k ı z ı l sı reptoko k l a r i y le y a p ı l ı r. Bazı memleket lerde buna fo r m a l i n l e zay ıflat ı l m ı ş k ı z ı l ıok s ı n i k a r ı ş t ı rılmıştır.

48

AŞI

[Zi r. ) , canlı bir bitki veya bitki pa rçasına, baş­ 2 ka bir b i r k i veya bitki parçasının yapışrırı lması v e kaynaş­ rırı lması. Bu r a r i fe göre A. , i k i parça l ı b i r varlıkıır. Bu parçalardan a l ı ra bulunan k ı sma anaç, üsııe b u l u nana i se kalem derler. Aşıyı i n sanlar tabiartan görerek öğrenmişler ve onu bahçelerinde tatbik eımeğe başlamışlard ı r. -

Balı ç i v an l ı k ı:ı i k i çeş i t aşı v a rd ı r :

kalem aşısı, göz

aşısı.

Kalem a şısı : ı 3 gözü bu l unan b i r senelik I bir d a l parçası nın b i r yaşında veya yaş l ı bir gövde üzerine yapı şrı rılması. -

-

B u aşının üç çeş i d i vardı r : İngiliz kalem aşısı, y a r­ ma aşı, çoban aşısı. İngiliz kalem aı m : Bağc ı l ı kıa v e meyva ağaç­ t a l inda kullan ı l ı r. Bu aşı'da kalemle anacın aynı kalınlıkra olması şarttır. Anaçla kalem asmalarda d a i ma gözün bu­ l un d uğu taraftan eğri b i r şekilde ve arnı uzunlukta kesi­ lir. Bundan sonra gerek kalem, gerek anaç ra kesitin yak­ laşık olara k üçte birinde ve üst tarafta olmak üzere, birer d i lc i k meydana geti r i l i r. Dilcikler birbirlerine g eçmek üze­ re, kalem anaç üzerine oıurtulur ( bk. a ş ı sandığı ) .

ı

-

Meyva ağaçlarında ise kalem, daima gözün arkasın­ dan eğ ri bir şeki lde kes i lerek hazı rlanır v e yine d i lcik ya­ p ı l ı r ve kalem, anaç üzerine oturtutarak A. rafya ile bağ­ tanır. Bu A. meyva ağaç larında d ı şarıcia yapı l ı r. Yar ma aıt : Elma, armut, ayva gibi y umuşak 2 çek i rdeklilerle asına lara uygun bi r aşıdır. Kayısı, şefta li . k i raz eriğe pek gelmez. Çünkü b u ağaçlar kolay l ı k la za mk ararlar. Za­ manı : mart son u i le n i san ayıd ı r . Y a p ı !ışı : asmalarda toprak h i zasın­ dan bir parmak aşağıdan , meyva ağaçlarında toprak y üzünden veya b i raz yukarıdan anaç yatay kesi l i r. Aşı yapı l acağı zaman kesi t serper den ilen eğri yüzlü bıçakla düzlen i r . Eğer t e k k a l e m vurulacak i se anaç eğri bir şekilde kesilerek y ukarıdaki k ı sm ı d üz yatay b i r hale get i ri l i r. İ k i kalem v u r u lacak i s e o zaman anaç tamami y l e yarar kesi l i r v e aşı usıurasi y l e ortasından kalem gi recek kadar yarılır. Kaleme gelince, bu, bir gözün i k i tarafından kalın bir bıçak sın ı şeklinde kesi lerek hazırlanır. Kale­ min göz tarafına gelen kabuk kısmı daha kalın, diğer tarafı daha i nce olacaktır. Bu şekilde hazı rlanan kalem, anaçıaki yarığa yerleşıiri l i r. Bu . YAR M A ASI sırada kambiyum tabakalarının aynı h i zaya gelmelerine di kkat ed i l ir. Anaca iki kalem vuruldıı ğ u zaman, ortadaki yarık bir kabu k parçasİyle örtülür. Kalem 2-3 gözlü ve 1 0- 1 5 santim u z u n l uğundad ı r. Aşı bittikten son ra rafya veya pamuk ipliğiyle bağlanır ve macun l a kapaıı l ı r. 3 Çoban a j / J J : Meyva ağaç l a r ı n d a çok k u l lanılan b i r � şıd ı r Kalın dal ve gövdeli ağaçlard a kullan ı l ı r. Zama­ n ı : Ilkbahard a ağaç lara su yürüy ünce ve kabuk odununda n ayrı lacağı bi r zamanda yani mart son u n dan mayıs ortaları­ na kad a r geçen s üre i çinde yap ı l ı r. -

_

Yapı l ı ş ı : anaç, önce aşı yerden vuru lacağı kalemi n i n yatay olarak kesi l i r v e yara y e r i k e s k i n b ı ça k l :ı temi zlen i r. Kalemler y i n e 2 · 3 gözl ü ve 1 0- 1 5 san tim uzun l uğundadır. Kalem, gözün a rkasından ve bir tarafl ı olarak yon tu l u r, yukarı tarafta bi r kerı i k yapı l ı r. Bu suretle ha­ zı rlanan k a lemin kabukla odun tabakası arası n a sokulabi ! m esi ıçın, aşı bıçaklarının diğer uela­ rındaki sparül yardımiyle kabuk gevşeı i l i r , şayet kalem içeriye zor­ l u k l a gi rerse, anacın kabuğu ç i zi­ l i r. Kalem yerine sok u ldukıan sonra pek sıkı olmıyarak bağlan ı r v e macu n lanır.

d

ÇO B A N a)

bl

c )

AŞlSI

K al em , Anaç, B ığ l a n m a m ı ş a ş ı .

Göz aııısı ( yaprak aşısr } , b i r senelik bi r d a l ll üzerinden bi r parça kabuk i l e beraber kesi l i p a l ınan bi r gözün, )' ine bir senelik bir gövde üzerine yapışıırı lması. Bu a ş ı l a rd a kalem, b i r göz­ den ibaretti r. Zamanı : göz aşısı, sürgün gözlerde ilkbaha r d a n i san, may ı s a y larında, d u rgun gözle rde. ağustos, ey l ü l aylarında yap ı l ı r. Yapı tışı : i r i ağaçla rdan a l ı nan a ş ı kalemi n i n yaprakları. gözlerden 1 sanri metre mesafede sap ların­ dan kesi l i r. D a l ı n orta k ı s m ı n d a ­ ki gözün ı vera ı ,5 s a n t i m ü s­ t ünden ve keza 1 veya 1 , 5 san­ tim a ltından yatay iki çizgi i l e d a l yarı l ı r ve g ö z a ş ı çakısiyle r u karıdan aşağıya doğru kesile­ rek altı ndaki odun tabakasının bi r kısmiyle beraber ka l d ı rı l ı r. K a l em d e n göz ü n ç ı k ar ı l m as ı a ) Gözüıı ç ı k a r r l m a > ı . Bundan sonra anaç Ü7erinde aşı b ) Çık arı l m ı ş göz . v u rulacak yer tayin edi lerek T şek linde kabuk, odun tabakasına kadar kesi l i p çakın i n . ağziyle uc­ ları k a l d ı r ı l d ı kt:ın sonra göz h e · men buraya soku l ur. -

Bu A. da macuna ihtiyaç yokıur, fakat rafya ile yukarıdan baş lıya rak bağ lamak lüzumlud u r. Aşı bıçajı : Aşıcı l ı kıa k u l ­ lanılan bıçak A. şek l i n e göre ya kalem aşısı çak ı s ı , yahut da göz aşısı çakısı diye 2 çeş i d i vard ı r. B i rinci n i n yüzü d üz, ikinci n i n y üzünün uc tarafı gen i şçe ve ram ucu ge riye doğru k ı v r ıkç:ıd ı r.

Aşı macunu : bazı kalem A . larında yara yerler i n e sürü len yapışkan bir madded i r. Sıcak, so­



b

ğ u k olmak üzere i k iye ayrı l ı r. Son zaman larda y a l n ı z soğuk ma­ cunlar k u l l a n ı l mağa başlan m ı ş t ı r. Bi leşimlerinde zi fı, ba l m u m u ve zeyt i n yağı v a rd ı r.

A S I BIÇ A C I

a ) K a l em aşısı bıçai'ı. b ) Göz aırsı bı çağı.

AŞL

-

AŞlK

A�ı sandığı : masa baş ında ı•apı lan asma a ş ı l a r ı n ı çi mlenJi rmek i ç i n k u l lan ı l ı r ( bk . İ N­ G i LiZ K A L E M A Ş l S I ) . A�ı yerl :

kalemle

anacın bi rleştiği yere derler. Şayn kalemle anaç a rasında büyüme fa rkı va rsa A. yeri ş i ­ şer, kabarır. A y v a üze­ rine aşı lan an bazı ar­ mudarda A. yeri ş i ş k i n o l u r.

OYUNU

y i n e işsiz kaldığı bir sı rada, yazdığı şairler rezki resin i pad i ­ şaha, Arapça Şakayıl: Zey l i 'n i d e saci razama sunarak ölünce­ ye kada r i ş i nden çıkaı ı l mamak üzere Ü sküp kad ı l ığına atan­ mış ve orada ölmüştür. H ü seyin Vaız'in Ravza-liif·fiiheda ' sı n ı , Gaza l i ' n i n Et­ ıibr-ül-meıbti k /i n:ıi,iyih -il- miilti k ' i n i , Hatip Kası moğ l u ' n u n Raı,za'sı n ı , Taşkör rülüzade' n i n Şakayık-ı nu' maniye' s i n i Türkçeye çevi rmiş, İbn i Termiye' n i n siyaset v e askerlikten bahseden EJ - Jiya J e - t Ü f · f er ' iy;e /i ulahir-rai ver-raiyye'sini Mı'rdc-ii/-eyrile ve minhtic-ül-ada/e adiyle yine Türk diline n a k letm i ş ı i r. Bun lardan baş ka, kendi yazdığı manzum Zi­ g et arname s i , Şehrengiz-i Buria'sı, Diı•an ' ı ve Me[air-iif­ şuara ad l ı bi r şai rler tezki resi vard ı r . B u eserlerin en önem l i si Mefaİr · Üf·fua,- a ' d ı r. A . , eb­ ced h a r f leri üzerine tert i p edilmiş olan b u eseri nde ken d i zaman ı n a kadar gelen ve kend i siyle çağdaş o l a n şai rlerin bi yografya larını, ş i i rlerinden bazı örneklerle beraber yazar. Ten k i d ba kımından Uiıifi rezk i resi kadar önemli değ i l d i r , bunun la berabe r, biyografya larını yazdığı k i ş i leri n , hele sevmed i k leri n i n , özel hayat l a r ı n ı deşip a ç ı k lamadan pek hoş­ lan ı r . On un bu zaafı y üzünden eski şai r l e r i n özel l ı k le ri n i , inançlarını, meslek v e meşrep leri n i , bu tezki reden öğren­ mek mü m k ü n d ü r . �

AŞlK ( X V II. yüz­ r ı ! ) , Türk halk şairi. Murad IV. ü n 1 63 1 de ö l d ü rü l mü � olan musahibi Musa Çelebi i ç i n ağı d ı ve 1 64 3 y ı l ı n da b,ı � lamış olan Girit savaşLırı n a d a i r ş i i r leri vard ı r . A . , X V I I . ı· üzy ı l ı n h a k l ı b i r ü n kazanmış k uvvet l i h a l k şai r l e r i ndend i r. AŞlK ÇELEBİ ( as ı l adı : Pir Me h m et ; 1 5 20- l S 7 2 ) Türk b i l g i n i , ş a i r i v e ıez k i re sahibi . .A. , bütün kaynak lara göre Seyyid ( Muhammeı peygambe r i n soyundan ) d i r. Bü­ y ü k arası BağJ aı ' l ı d ı r. Y ı l d ı rı m zaman ında B u rsa'ya gel­ miş. oı aya yerleşmiştir. Ken d i s i y l e çağdaş olan tezki reciler Bursa ' l ı o l d uğunu söy lerler. Son raki kaynak l a rdan yalnız Şak,;yık Zeyli. Pri zren ' l i olduğunu kaydeder. Zamanı n ı n en tan ınmış bilgin lerin den okumuş, b i r zaman gezginci l i k le vak i t geçirmiş. b i r müddet de Bursa'da Emir Sultan evkaf ı n ı n mü ıevel li liğinde, son ra da birçok yer­ lerde kad ı l ı klarda bul unmuştur. Dikbaş l ı ve geçimsiz bir adam o l d uğundan arada b i r memuriyrıinden çıkarı lan A. ,

ASI K Ç E LEBI

49

'

AŞlK G A R I P : bk. GAR i P. AŞlK K E M İ G I ( Asıraga l , Ta l u s ) , ayak bileğ i n i n yed i kemiğinden b i r i . Yukarda bacak kemi k l erinin alı ucla­ riy le. aşağıda ıop u k kemiğ i n i n ve yan larda bacak kemi k l e r i ­ n i n a ş ı k ç ı k ı n o ları ( ma l leo l ler) arasındad ı r. AŞ l K K E REM : bk. K E R E M .

A Ş l K O Y U N U ( Fo l k l o r ) , koyunun a r k a ayak l a n n ı n d i z k ı s m ı n d a n ç ı ka ı ı l an ve dört yüzü ayrı ayrı şek i l le r gös­ teren ufak kem i k ( bk . AŞ l K K E M i G i ) i l e oynan a n oyun . Koy u n a � ı ğ ı . b i r kaç canesi bi r a rada. elde kolay l ı k l a oyna­ n ab i l ecek büyii k l ükte olduğu ve yere d üştüğü zaman her yüzü üzerinde d u rma i h t i m a l i bulunduğu i ç i n , çok eski amanlardan beri Anado l u ve İç Asya kavimleri arasında, d a h a son raları da Yunan ve Roma h a l k ı nca zar yeri n d e k u l l a n ı l m ı ş ve A . la oynanan çeş i d i kumar ve k a d e r oyun­ lar ı ol uşmu$tUr. Hitit' lerde A. oyunu herhalde yaygı ndı . Anado lu'da H i t i t k a z ı l a r ı n dan pek çok A . kemiği çıkmıştır. Ankara H i ı i ı müzesi ncieki b i r kabarımada A. ayn ıyan k ı ral çocu k l a r ı gö­ ri.ıl mekıe J i r . Eski Yunan'da d a a�ığın oyunda k u l l a n ı l d ı ğ ı b i l i n i yor ; Yunanca b u n a aJtragaloJ ( çoğul u : a.rtragaloi, Lar : tali ) d e r lerdi . Aşığın dört y üzünün ayrı ayrı isimleri ve de­ ğeri va ı d ı . M. Ö. V. yüz y ı l sonunda yaşamış Yunan res­ saını Zeuk s i s ' i n aşık oynıyan l a r resmi ünlüdür ( bu res­ min kopyası i ç i n bk. ALEKSANDROS ) . An laşı lan , Yunan l ı ' larda büyükler de A . oynuyorlardı. Yunao l ı ' la rda, dörı a ş ı k l a oynanan A . nun i k i ı i p i v a r d ı : b i rincisi, bugün bizdeki beş- t aş oyunu gibi, a ş ı k l a r ı n biri n i v e y a i k i si n i havaya aıarken, g e r i d e k a l a n l a r ı yerden, bel l i ha reker ler! e ıoplamakıan i ba rett i ; i kincisinde, a ş ı k ların her b i r yüzünün, zard a k i gibi, b i rer değeri vardı : yere ser­ p i len dörı aşığın üste gelen yüzler i n i n d u rumuna göre, derece derece iyi veya köıü oyun elde e d i l m i ş o l u rdu. Bu oyun d u rumlarından her biri bir tan rı, ü n l ü bir kah raman , v. b. adlarını ıaşırdı. En i y i oyun, dörı aşıkıa dörı ayrı y ü ­ zün ü sıe gel mesi y l e e l d e edi len «VenÜs oyunu» ; en kötü oyun da, dörı y üzün «bey» konmasİy le el den ed i len «köpek oyunu» idi. Kazı larda çok mikıa ı da aşık kemiği bulun ma-

AŞlK

50

sından . Roma l ı ' larda da bu oyuna büyük

OYUNU

-

AŞlK PAŞA

olduğu ' ça b i r k ı tadan anlaşı lmaktad ı r. Doğum yeri hakkında çe­ ş i d i söyl en t i l e r vard ı r ; Anadolu'da doğduğu kesin olarak Arap'lar a rasında da, herhalde daha İ s l a m l ı ktan önce kabul edi lebi l i r . Babası Muh l i s Paşa ' d ı r. Onun babası d a A. ya y g ı n d ı . Y i l i . yüzyı l o rtalarına aiı kaynaklardan nak­ Me v l a n a ' n ı n d e r v i ş i Çelebi H ü samett i n ' i n b ü y ü k baba s ı . len bilgi veren Kitab-iii- Agani ' n i n na k l ett i ğ i bir ri vayerte şeyh Ebül vefa'ya n i spede « Tar i k a t-ı vefaiye» denen ta rik a ­ bi r münase'::ı e ıle anlatıldığına göre. İ slamlığın doğuşu sı ra­ un u l usu Baba İ l yas ' ı ı r. B ab a İ lyas, Moğol akınında Ana­ d o l u 'ya gel i p Amasya'ya yer leşmişti. Derviş l eri pek çok tu sında A . . Arap çocu k l a r ı n ı n ot·unu i d i . T ü r k - Moğol kavi mlerinin yayıldığı h e r yerde A. ve bl n lara " Baba i » den i r d i . Baba İ lyas' ı n en i leri gelen n u n t ü r l ü çeşit leri de, başka kavim lerden çok daha ge­ halifesi Baba İsha k . Selçuk pad i ş :ı h r Gıyasettin zamanında l işmiş ve çeşi denm i ş olarak yayı lmıştır. Oğuz' l a ı ı n desrani şeyh i adına b üyü k bir ayaklanma hazı r lamış ve 1 2 3 7 - 3 8 , edebiyatları n ı n , ayn ı zamand a onların en eski adet ve gele­ 1 240-4 1 tari hlerinde bu ayak l anma merkezi Amasya o l m a k neklerini de aksettiren bir ürü n ü olan Ded e Korkut k ita­ ü zere S ı v as, K ı rşeh i r, h a t t a Kayser i 'ye kadar yay ı l m ı ş v e bında Oğuz çocuklarının -hatta Bey ve Han çocuklarının­ imparatorluk o r d u s u tarafından bastırılarak Ba b a İ s h a k öl­ meydan yerinde A. oynad ı k l a r ı an latı lır. dürülmüştür. B ab a İ l yas d a bu ayaklanma yüzünden öldü­ Anadolu'da zamanımı zda da A . , köylerde, küçük rülmüş, yahut bi r söylentiye göre i l m i n e saı·gı göster i l erek kasabalarda ve şehir lerin , modern oyunların eski oyun­ affedi l m işt i . Oğ l u Muh l i s Paşa, bazı kaynak l a ra göre Sel­ ları ununu rmadığı ve onların yerine yerleşnıediği mahal le­ �uk i m p a ra to r l u ğu n u n i' ıkı lmasından son ra Konya'da 40 lerinde çocuk l a ı ı n başlıca kader kumar oyun laml ı r ; aşık g ii n . yahut 6 a y kadar pad işah l ı k etmiş ve bu müddet i ç i n ­ kemi kleri para ile a l ı nı p sat ı l ı r, boy l a r ı n a ve bazı özellik le­ de Babai ' leri k ı ı anlardan öc a l ı p , padişa h l ı ğ ı h a l i felerin­ rine göre değer taş ı yarak oyuncu çocuklar a rası nda müba­ den N u rettin So f i adlı bi risi n i n oğl u olup henüz beş ya­ dele m add es i olur. Bu oyunun pek çok ç e ş i t l e ri vard ır. şında b u l unan Karaman 'a bırakmıştır k i Karaman B e y l i ğ i Esas, Yuna n l ı ' l a rdaki i kinci tip o y u n d a otd uğu gibi, a ş ı k bu suretle k u r u l muştur. Hayatı hakkında kesin bilgi bulunınıyan A. , Orta kemiğinin d ö n yüzünün ay r ı ayrı değeri ve hassası olma­ sındad ı r. Aşığı n , daha en l i olan i k i y üzünden çukur olan Anadolu'da böyl e zengin ve n üfuzlu bir sofi a i leden yet i ş m i ş t a � a f aç ( çik, c uk ) , bunun tümsek olan karşı tarafı tok olup Kı rşeh i r'de yerleşmiş, orada b i r z av i y e kurmuş, devri­ ( t ö k , v. b. ) , dar ve d üzce olan d iğer iki y üzünden k e n a r ı n i n siyaset işlerine k atı lmış ve oı ada ölmüş t ü r . Ta rihi h ıfifçe kalkık, orıası çukurca olan tarafı bey ( ıay. kazak, k a }·nak lardaki kayıtlara göre, A . n ı n E l van Ç e l e b i ad l ı ş a ­ kal/ek, kel-a/i, v . b. J , bunun kenarsı ı , d üz olan karşı ta rafı i r b i r oğl u o l muştu r ; C a n a d l ı diğer b i r oğ lu olduğu d a Ja kıt ( tokan, da/ak , v. b.J adlarını a l ı r . K ı rşeh i r 'deki b i r mezar yazı rından öğren i lmekted i r. Anadolu'daki aşık oyun l a r ı ba)l ıca i k i es a s a da y a n ı r : A ? ı k Paşa'nın yan l ı ş o l a rak «Maarifname» ve «Aşık ı - Sadece, katışılan aşıkların re re serp i l mesi ; bunların Paşa d i va n ı » da denen Garibname' s i , mesnevi tarzında r a­ ytrde bel l i vaziyetlerde konmalarına göre, a t a nı n v e y a k a r ş ı ­ z ı l m ı ş ve b ü tü n ü b a k ı m ı n d a n h em v ez i n , h e m de konu i t i ­ s ı ndak i oyuncunun k a za n ması . 2 - Aşıklaı ı n , bi lye gibi , bir ba r i r l e Mevlana'nın M e m e r• i ' s i n i n etk isiyle meydana geri­ yere d i z i l m esi, eldeki daha i r i , daha ağı r b i r :ışıkla ( bu aşık r i i m i ş ı o bab l ı k büyük bir eserd i r : her bab d a 10 de s t a n ' a e n e k , v e y a atmer, v. b. gibi ayrı b i r ad a l ı r, ve çok defa, ayrı l m ı $ ı ı r. Bi rinci babd a k i h i kayeterin konusu b i r l i k ı i r, i ç i n e k u rşun vera mum akıtı lmak suretiyle oyuna daha i kinci bab i k i l i h i kaye lere. üçüncü bab üçlülere ayrılmışıır. e l veri ş l i hale geti r i l i r. ) devri lmesi , be l l i bir çizgiden çıka­ Terıip bu suretle sürüp g ider. İçindeki hi kayelerin b i r ra­ rı l ması gibi oyunun bel l i bi rtakı m kuralla rına göre elde nesi Memevi'den alınmadır, öteki lerde d e bu etki açıkça ed i len b a şa ı ı l a r sonucunda bi r tarafın A . ları utması ( ka­ görülür. Tasavvufi-ah laki b i r eser o l a n Ga ri b nam e ' n i n zanması ) , öbür taı a f ı n d a utu lması ( kaybetmesi ) . B u i k i nci 1 3 29 d a yazıldığı eserin son taraflarında kay ı t l ı d ı r. B u tck n i kte, bazı oyun çeşitlerinde, vu rmağa mahsus A. ın, esere göre A . , d i n i b i l g i lerde gen iş b i r y e t k i sahibi olup, veya vurulan A . ların, vu ruştan son ra ald ıkları durum d a Fars, hatta İbrani d i l leri n i bi l mekle beraber c o şk u n l u k ba­ gözön üne a l ı nı r ; bu tak d i rde y u k a r d a a n l a t ı l a n i ki esasın kımından pek okadar eng i n b i r neşeye sah i p deği l d i r. ka t ı şı k olarak bulunduğu oyun çe ş i tle r i ç ı kmış o l ur. Bun­ Onun tasavvufu, şeriat kayıt larına uygun b i r tasavvuftur. dan ba$ka, oyuncu l a r ı n s ı ra a l ma s ı nda da, eldeki a ş ı kl a r RNehaJ tercümesinde bu eserden ran ı k lar geriri ld iği g i b i a t ı l d ı k l a r ı zaman, zarda o l du ğu g i bi yüzleri n i n hangisi üste XV I I . y ü zy ı l bi lgin lerinden Sarı Abd u l lah d a Semerat-iii­ ge l i r se bu y ü z ü n değerine göre, s ı rayı tayin ed ici ro l oy­ Fuad ad l ı eserinde Ba y ram i ' l e ri n A d iva n ı n ı okud uklarını n a r . Genel o l a rak, aşığın d u ru m l a rı değer sırasiı- l e : bey. haber vermekted i r ( bk. GARİBNAME ) . T ü r l ü Garibname krl, a ç . tok ' t u r . A ş ı k l a r ı n eski ı:ım:ın lard:ın beri fa l , n i yet ve uğur değeı leri Jc b u l unmuş o l ma l ıd ır. A�ık oyun ları, bu k em i k ­ t e r i n , }'ere a t ı ldığı zaman a ld ı k ları duruma göre i y i veya körü kehanetlerde bul unma adet ve i n a n ı ş l a r ı ndan çıkmış o l ma l ı d ı r. Anad o l u ' d a , bugün, a ş ı k fa l ve n iyet i ç i n k u l la­ n ı l maz ; yalnız b i r ıek oyunda : atana, aşığın dur umuna göre ad verme oy un unda ( bey geli rse bey, çik gel irse aç. tök gelirse tok . kır geli r se eşek ) bu eski adederin bi r i z i kalmış

an l a ş ı l ı y o r.

rağbet

o l sa gerek t i r.

A Ş l K ÖMER : b k . Ö � ER.

A Ş l K PAŞA (asıl adı : Ali ; 1 2 72- 1 3 3 2 ) , Türk ş aı r ı . A . , Türkiye Tü r k ç es i y le yazan i l k ş a i rlerden d i r. Doğduğu

tarih K ı rşelı i r.deki t ü rbes i n i n kapısı üstünde bulunan Fars-

A ş l ı< PAŞA T O R B E S i

AŞlK

PAŞA

-

AŞlK

n üshalariyle Cami-ün- Nezdir'de ve bi rçok mecmua larda A. n ı n Garibname'den başka aruz ve hecey le yazı l m ı ş birço'' ş i i rleri de va r d ı r . Fakat mecmualardaki «Aşık» ıakma adiy­ l e kay ı ı l ı ş i i rlerin büyük b i r k ı s m ı n ı n ona ait olmad ığı mu­ hakkak ı ı r . A Ş l K POSTll , Bektaşi meydanında n a s i p alacak ki­ ş i n i n orunulduğu post. B u post, kapıdan g i r i l ince sağ ve­ ya sol tarafta ve eş i k d i binde b u l u n u r d u k i Mev levi 'lerde, muıfakıaki « saka post u >>, Bektaş i ' lerin aşık postunun aynı gibidir. A ŞlK VE AŞlK E D E B IYATI, Türk halk edebiyaıı geleneğinde. aşağı yukarı XV. yüzy ı ld a n son ra ş i i ri n ve nazım - nesir katışığı b i r h ikaye çeşidinin temsilcisi olan sanaıç ı l a r 'iflk diye adlanırlar. Bunların meydana geti r­ d i k leri eserlerin bütününe de, h a l k edebiyatı i n celemelerin i n geliştiği s o n 3 5 - 4 0 y ı l i ç i n d e A flk edehiyatı demek ader o l ­ muşıur. B u sanaıçılara, b i l i m d i l i nde « h a l k ş a i r i >> , « saz ş:ı i ri >> den d iğ i de o l u r . E rmen i şairlerine veri len ajuğ adı da ,irık k e l i mesinin bozulmuş şek l i nden başka bir şey de­ �� i l d i r. Saz şairi anlamında aşık dey i m i , Kaf kas ve İ ran Azerbaycan' larında yaygındır. Türki stan ve Türkmen i stan'da aynı görevleri gören ve aynı öze l l i kleri gösteren sanaıçı la r bul unmakla berabe r bun lar başka a d l a r ıa.ş ı r l a r ( bk. BAKS I ) . Atık : Bu halk sanatç ı l a rı n ı daha çok kasaba. I. köy çevreleriyle, prı göçebe veya göçebe zümrelerin ha­ şartları yerışıı rmiş ve yaşaımı}ıır. Büyük şehirlerde yar aşı k l a r y ü k sek edebiyatın özellik lerine yaklaşmak suretiyle kendi öıel l i k lerinden kaybermi�ler, yahut da, kendi özel­ l i k leriy le, bu k ü l t ü r merkezlerinin anca k halk sanatına de­ ğer veren çevreleri nde rağbeı görüp barınahilmişlerdir. Gerç i , bazı devi rlerde, saray ı n ve büyük konakların aşık­ I a ra kapı larını açtıkları olmamış deği ldi r ; halk sanatı ndan zevk alan bazı padişah lar, paşalar ve bey ler b u l u n m u ş t u r . Ancak . aynı zamanda, bu y ü k sek çev relere g i rebi len aşık­ l a r da. köy ve kasaba çevreler i y l e göçebe z ü m ı eleri ara­ s ı n J .ı kalanlardan epey fark lı karakterler göster m i ş lerd i r . A ş ı k l a r ı n tabii çevreleri nden biri de asker ocağıdı r. i mparatorluk zamanında Yen içeri Ortaları ve s ı n ı r boyla­ rı ndak i kalelerle, İmparatorluğun Cezay i r, Tunus gibi uzak bö lgelerindeki askeri merkezler, sadece bazı özel l i k leriyle ürek i çev relerdeki meslekdaş l a r ı ndan ay rı lan saz şair leri Zaman ımızda da, doğrudan ( iş ı k l a r ) yeıi ş ı i r m i ş lerd i r . doğ ı u ya a sker ocağ ı n ı n yeı i ş ı i rdiği a ş ı k l a r bul unmamakla beraber. asker l i k h i zmetine gi ren aşıkların orada yeni il­ hamlarla sanatlarını zeng inle� ı i rd i k leri b i r vakı ad ı r . . Gerek kend i yararınasın ı n ürünü. gerekse başka aşık­ ların m a l ı olan eserleri , sazının refakaıiyle v e özel b i r inşaı tekniğiyle d i n ietme i ş i n i üzerine almış b u l unan a ş ı ­ ğ ı n san J t ı , k e n d i s i n i n ve t a b i i çevres i n i n d c yguları n ı i fade eııneğe, etrafı n ı , «maddi>> bir karşı l ı k bek lemeksi zin eğ­ len d i r meğe . ve böylece kend i n i ı a ı m : n eımeğe yaradığı gibi aynı zamanda b i r geçi m vasııası da olur. Aşık, ya genel toplan tı yerlerinde, kahvelerde, düğün lerde, veya başka eğ len ı i l e rde toplanan para karş ı l ı ğ ı , yahut da bir beyin, bir ağanın hi zmetinde uzun veya k ı sa b i r zaman için, ve ) ine bir üc ı er (i h san şek linde olsun, ay l ı k veya y ı l l ı k bir ücret şeklinde o l sun ) karş ı l ığı sanatı n ı i c ra eder. Onun sanatında, daima, esteti k ve fikri eği l i m ve arzula­ rına cevap vermek zorunda bulunduğu bu t oplumsal çev­ re lerin etk i l e r i gö rülür. Aşı k , bu şartların tab i i b i r sonucu olarak, gezginci bir sanaıçı o l mak zorundad ı r . Sermayesi -

VE

AŞl K E DEBIYATI

51

tükenince. veya dai ma değ i ş i k l i k i sıiyen her d i n leyici çev­ resinde i lgisizlik başgösıerince, bi r zaman i ç i n mec l i se yeni b i r çeşni geti recek başka meslekdaşlarına yeri n i b ı ra­ karak, i l hamlarını tazelemek üzere kend i n e yeni dinleyici çevreleri a ra r ; yaratıcı sanatın ı n i rıicale, n a k ı l l i k hüneri n i n de hafı zaya dayanması da b u n u emreder. Be l l i bir estetik ve fi k i r anlayışı olan bir din leyici çevresinin i htiyaçlarını karşı lamak zorunda bulunan aşıkın yerişınesi de gelenek lerin tayin eııiği bi rtakım kura l l a ra bağ l ı d ı r. H a l k içinde en çok rağbeı gö ren ler yerine. m:ıh iyeıi be l l i bir içkinin - mesela mev l u ı şerheti gibi- haııa yen i l ecek a lelade bir nesnen in - mese l a elma gibi bi r meyva n ı n . vera ekmek, fasulye gibi b i r gıda maddesi n i n - geçtiği de olur. Pir'in veya sevgi l i n i n . o l aganüstü birtakım ş a n l a r içinde sunduğu bu sembo l i k nesne, doğuştan, a ş ı r ı b i r hassasiyet taşıyan, ve sanat heve si, çevresi ndek i usıalarla temas son u­ cunda kam�ı lanrnakıa olan deli kan lıya, aşıklığa için b i r vesi le o l u r. Böy lece sanarçıda aşk i le şairlik beraberce uyanm r � bulunur. Sevda macerasiyle şai r liğin bi rli kte başla­ ması olayı diye vası flandı rabi leceğimiz bu gelenek öğesi n e T ü r k ası k la ı ı g i b i , e s k i A r a p şai rleri y le, Ortaçağ Avrupa ş i i r i n i n bazı çeyrelerinde de raslanı r. Bununla berabe r, geleneğin en çok gel i ştiği zemin Tüık halk ş i i ri olmu�ıu r. Aşığ ı n yetişmesi ve ken d i n i tanı tınası i ç i n . şüphesiz. doğuştan kabi li yeıle. sadece manevi b i r telkin değeri oları > i nanışı yetmez. Musi k i i l e ş i i r i n , ve bi rçok hal lerde a n i a r ına sanaıının h:r a rad a b u l u n masını gerek r i ­ ren aşıklı kıa olgunlaşması i ç i n onun bir de u z u n bi r ç ı raklık devresi geçi rmesi lazımdır. Her aşık y ı l l J rca bi r ustaya hi zmet etmişti r : onunla b i r l i kte dolaş mış, saz fası l ­ larında ve hi kaye meclislerinde ona y a rd ı m ermiş ; ondan. geçmiş aş ı k ların eserler i n i öğren m ı ş r ı r. Ustası nın öz ma l ı olan şiir leri - v e eğer varsa h ikayeleri- etrafa n a k ledecek v e yaşatacak olan da bu ç ı rak- a ş ı k ı ı r . Usta, o n a sanat ı n ı n - ş i i r de ve musi kide- bütün inceliklerini , iyi saz çalmay ı , kend i l iğin­ den ş i i r söylemeyi, usıa malı eserleri nak letme tekn iği n i , zemin i n ve zaman ı n m üsaade�i ölçü sünde v e şartlara göre çevrelerini memn un eıme usul leri n i de öğ­ d i n leyici retecektir. Bunlar, aşı k la rın çevre ve yetişme bakımından orıak ve genel vasıflarıdı r. Keskin çizgi lerle bi rbi ri nden ayı rmak mümkün o l mamakla beraber, bu halk sanaıçı ları n ı , yetiştik­ leri ve temsi l ett i k leri muhiı leri bak ımından, sınıfla ı a ayı­ ra b i l i riz. B u ayı rmada, aşık l a r ı n eserlerindeki hakim vasıf­ lar miyar o lacaktır ; yoksa b u eser lerde, kesin bir tas­ n i fe i mkan verıniyecek şekilde katı ş ı k unsurların bi r arada bulu nduğu da bi r gerçektir. Kasaba tJe [ebir çevrelerinde yeti[mi[ [airler : 1 bunlar, D i van edebiyatı 'nın etkisini beli rten . oldukça oku­ muş çevrderde rağbeı gören konaklara, haııa saraya kadar sokulabilen, orala rda uzun zaman kalabi len sanaıçı l a rd ı r . Halk ıopluluğiyle b u n l a r , şehi rlerin aşı k kahvelerinde k a r­ ş ı laş ı r lar, kalaba l ı k din ley i c i çevreleri n i oralarda bulurlar. -

AŞlK

52

VE

AŞlK

Osma n l ı tarihinin uzunca bi r dönemi i � i n Yeniçeri çevre­ lerinin şairlerini de bu zü mreden gösterebi liriz.

2 - Köy Jairleri : büyük şeh i r lerden uzak kalmış, veya oralarda kendi öze l l i kler i n i kaybetmiyecek kadar kısa b i r zaman bulunmuş aşıkla r ; b u n l a r d üğün lerde, k ö y odaların­ da, bir de ağaların ve beyterin meclislerinde sanatlarını icra eden şai rlerd i r.

3 - Göçebe ı• eya yarı- göçebe ç e vrelerin ı ai rle r i : lıu­ susiyle Güney Anadolu Türkmen boylarının yetiştirdikleri şairler bu sınıfa g i rer. B u işıklar, aşi ret bey lerinin hi zme­ tinde bulunurla r ; aşi retten aş i rete gezerler ; bu göçebe zümreleri n , gerek kendi a ra l a rında, gerek :,unlarla yer l e , i k unsu r l arın, kavga şek linde olsun, b a r ı ş halinde o l s u n , t ü r l ü münasebet leri b u aşı k l a rı n baş lıca k o n u l a r ı n ı teşki l eder.

4 - Me::.hep ve tarikat vaH/Iarr hakim olan ı ai.-/ er : Alev i - Kızı lbaş şai rler, Bektaşi şairler ; diğer bi rçok tari kat­ Iere mensup olup bu tarikatierin özel liklerini ş i i r lerinde gösteren halk şai rleri . ll.

-

A151k edebiyatı : Aşık edebiyatı dediği miz söz sanatı ürün leri n i n i k i önem l i kaynağı vard ı r : 1 - Söz­ lü kaynaklar : yani b u edebiyatı öğrenip nesi lden nesi le, ve bi r yerden :,aşka b i r yere nakletmek görevini üzerine almış bulunan aşıkların bellekleri. 2 - Yazılı kaynaklar : okuma yazma bi l en aşık ların, veya rasgele rnerak l ı l a r ı n , sevdikleri ve beğend ik leri ş i i rleri - bazan da, kısaltı lmış olarak h a lk h i kayelerinin tam meti n ler i n i v eya parçalarını - yazd ıkları defterler. Bu defterlerin eskilerine «cönk » derlerd i . Bazı din­ tarikat vasfı gösteren h a l k şairleriy le, büyük merkez lerde ünü yay ı l m ı ş bir iki laik halk şairi bir yana, edebi ve ta rihi kaynaklarda aşı k l a r a dair hiçbir �ey bul rnağa i mkan yoktur.

Aşıkların yara m k l a r ı ve d i n leyici çevretere nak lettik­ leri eserler baş l ıca iki büyük türe ayrı l ı r : Hrka)·e, Şiir.

EDEBİYA'I I ve makarn değişiklikleriyle h a l k musikisinin gelişmesinde de önemli b i r rol oynamış lard ı r ; bu m us iki makam ları, çeşit i t i bariyle. çok zengindir. Aşık edebi yatı ş i i r i , konu bakı mından şu çeş i tlere bö­ l ünür : a - Destanlar : bunlar, çok defa b i r vaka üzerine söylenmiş uzunca manzumelerdir. Ta rihi önemi olan olay­ lar gibi. sadece aşı k ların çevresi i ç i n ü zerinde d u ru l mağa değer olay lar da - mesela, bi r sel, bir yang ı n , b i r salgın lusta l ı k - desra n l a r ı n konusu olabi l i r. Hatta, herhangi b i r şi kayet veya a l a y kon usunu da aşıklar, ç o k defa m i zahi desran t a r l a i fade etmiş lerdi r : sivrisi nek destan ı , züğürtlük destanı, v. b. bu çeşidin ö rnek lerid i r. b - Giizelle m eler : aşk ş i i r l e r i n i . ö vg ü leri , rabiat ıas­ vi rlerini, daha çok li ri k değeri olan rnanzurneleri bu ad a l ı ı nda göstereb i l i riz. c - Taı lama/a r :

yergi ve toplumsal tankid ş i i rleri.

ç - K o çaklama/ar : kah raman l ı k , kabadayı l ı k , cenk kavga şii rleri.

ve

d - Ağlilar : ölüm vesi lesiyle söy lenmiş ş i i rler. e - Muam malar : çözülmesi zeka rnaha ı etini ve aş ıklar ıçın zar uri sayı lan bir k ü l t ü r ve bilgi ( tasavv uf, d i n , tari h ) seviyesini gerektiren, bil meceye ben zer suallerle bunların cevaplar ından meydana gelen rnanzumeler. B u çeşit ş i i r­ ler, aş ıkların i rticai kabiliyetleri n i n denenmesine yarıyan b i r nevi i mtihan konusu olurlar. E skiden aşıkların muarn­ rna çözme leri , özel birtakım tören iere tabi idi : ya bir kalı vede, kendisiyle boy ölçüşecek ı akip a r ı yan bir aşık - bi r levlıa h a li nde - bir rnuarnrna asar, bunun çözülmüş şek l i ni kapalı olarak bi r hakem heyeti ne tes l i m ederd i ; rnuarnmayı doğ r u o larak çözen ve cevab ı n ı sazi yle veren aşı k , i rntihanı kazanmış olurd u ; yahut da, iki aşık karşı­ lıklı, sua l l i cevaplı manzurn kon uşmalarla, d i n l eyiciler k a rş ıs ı n d ı b i r b i r i n i i rntihana çekerler, karş ı sındakini sustu­ ran i mtihandan galip çıkmış ol urdu.

A - Hikaye : aşı k l a r ı n a n l a ı r ı kları lıikayelere, Türk fo l k l o r i ncelemelerinde «halk hi kayesi>> ( b. bk . ) adı veri l i r. B u n l a r, nazım- nesi r katışığı özel bi r şek i l gösteri r . Bu eserleri meydana ge!i ren ler de aşı k l a rd ı r. Oldukça yeni bazı f - Her türlü nasihat, ıenkid, ş ikayet, i y i l i k te lk i n i , hikayeterin «musannif» ( m üel li f ) i bel l idi r ; fakat daha eski lerin - aşağıyukarı yüz y ı l evve l inden daha eski hi ka­ tal i b i n kötü c i l veleı i karş ısında kendini ve çevresini tese l l i , yelerin - musannif leı i belli değ i l d i r. Ka h rama n l ı k lı ikayel e r i , mihneı k a r ş ı s ı n d a ıevekkü l , v. b. g i b i ahlaki konuları i ş i i ­ aşk hi kayeleri, bel l i h a l k şai rleri nin hayatları n ı , macera ları n ı ren rnanzume ler. Bütün bu çeş i t l i konularda rnanzurneler halk h i kaye­ an latan h i kayeler b u çeşidin baş l ı ca gruplarını ıeşk i l eder. Aşıklar - eskiden herhalde mem leket i n h emen her tarafın ­ l e r i n in çerçevesi i çinde de yer alabi l i r. Anlatılan olayların da, bugün d a h a ç o k Doğu Anado l u 'd a - u z u n k ı ş gecelerin­ rnüsaadesi ölçüsünde hi kayen i n uygun yerlerine bu yedi de, ramazan gecelerinde, düğünlerde ve başka toplantı larda, çeşitten rnanzumeler sokulabi l i r . Öte yandan, bu çeşit l i bazan 3 gece, 7 gece, hatta daha fazla sü ren ve musiki, ürünleri a � ı k hi kayeden ayrı olarak da çağırıp söyler. Hat­ temsi l , roman ve ş i i r gibi bi rçok sanat öğeleri n i nef­ ta, hikayeci l i k geleneğinin yaşamad ığı yerlerde - veya bu sinde top lamış bulunan bu hikayeleri anları rlar. A ş ı k la r geleneğ i n bulunduğu çevrelerde de, zor o lan hi kayeci l i k b u sanatlariyle, büyük şehi rlerin b a ş ka b i r çeş it h i kayeci l i k sanatını beceremiyen aş ı k la r - bu çeş i t l i kon ularda ş i i r l erden ' geleneğini n temsilcisi olan meddah ( b . bk. ) işine benzer b i r başka. uzun hi kayeterin ufak parçalarını da çağ ı rı p söyler­ i ş görmüş olurlar. Ya lnız, aşı k hika}·eleri meddah hi kaye ler. Bu yedi çeşitten rnanzurneleri n i nşad ı , deviriere ve )erinden. hem konuları, hem de üslfıp ve i fadeleri bak ımın­ coğrafi bölgelere göre değişen adap ve erkaniyle, genel dan daha az reali stıirler. Hususiyle Köroğ l u h i kayeleri gi­ olarak geceley i n olmak üzere saat leri dolduran aşık fası l­ bi çeşitlerinde epik gelenekten b i rçok öğeler taşıyan bu hi­ ları n ı n bölümleri n i teşk i l eder. Bu fası llarda, kon u l a rdan kayelerde, aniatma sanatı n ı n olduğu kadar, çalma ve çağır­ başka musi k i ma kamlarının ve nazım şeki l leri n i n de çeşit­ ma hüneri n i n de önemli yeri vard ı r. l i liği şarttır. Her fası lda bel l i bi rtakım makamlar, ve bun­ B - Şiir : A şı k lar yaratıcı ve nak ledici olarak çi fte lara bağ l ı o l a ra k , bel l i birtakım nazım şek i l leri gösteren görev i l e dinleyici çevrelerin e sunduktan ş i i r türünde de, manzumeler yer a l ı r. Hi kaye geleneğinin k u v vetle yaşadığı şiir kadar musi kiyi de temsi l ederler. Aşıklar, halk ede:ıiya­ yerlerde de, a s ı l hi kayeye g irmeden önce. h i ç olmazsa b i r tını kendi orij inal ş i i rleriyle zenginl eşt i rdikleri gibi. h i ç fastın bazı böl ü m leriyle bir «giriş» yapmak adetti r. o lmazsa i ç l erinde sazda u s t a o l a n bazıları, yarattı k ları bes­ Aşık edebiyatı, hiç şüphesiz, d i l , üslfıp ve şeki ller ba­ teler, veya eski bestelerde meydana geti rd i k l eri yeni üslfıp k ı m ı ndan da yüksek edebiyattan önemli fa rklada ayrı l ı r.

AŞlK

VE

AŞlK

Bu edebiyatın doğduğu ve geliştiği çevreler düşünü­ lecek olursa, hele konuşma dili i le yazı ( edebiyat ve sanat ) d i l i arasında büyük b i r ayrılığın bu lunduğu 4 5 yüzyı l l ı k u z u n b i r tarih devri içinde, a ş ı k edebiyatı n ı n d i l özelliği anlaş ı l ı r ; aşı k lar halkın d i l i n e }'akın kalmışlar, ve daima kendilerini o d i l i n kaynağından beslemişlerd i r ; böy lece yüz­ y ı l l a r boyunca, folklorla el ele, Tüık d i l i n i n tabii gelişme­ sinde, hiç ol mazsa şai re d üşen gö revi yapmışlardı r. A ş ık edebiyatı, zaruri olarak d i lde d e Şark- İslam kültürünün çerçevesi içinde kalmakla, Arap-Fars erki lerinden ken d i n i tamamiyle k u rt a ramamakl a beraber. yabancı öğe leri m i l l i ­ leşıi rmeğe muvaffak olmuştur. T ü r k aşıkları n ı n , genel ola­ rak d i va n şairlerinden çok daha sade bir d i l leri va rdır. Köy ve göçebe aşıklarından şeh i r a ş ı k larına doğru gidil­ dikçe, b u halk sanatç ı l a r ı n ı n , Osmanlı edebi yatı ve dolayı­ siy le, A rap- Far s kül türüne daha çok iizendikleri , ve bunun sonucunda d a konuşma d i l i nden uzaklaşt ı k l a rı görülür. Bu sözlü edebiyar geleneğinin yazı l ı yüksek edebiyat­ tan farkları ve ona yakın lıkları, nazım şek i l lerinde de, aşağ ı y ukarı d i lde olduğu gibi bir derecelenme gösterir. Türk edebiyatı n ı n epik çağl ardan kalma, en eski nazım özel l i k lerinin yan ında, rars edebi yarından k lasik Türk ede­ b i y a r ı n a geçmiş nazım tekn iğinin tak lidi ve yakıştı rması sonucunda meydana gelmiş bi rtak ı m şek i l ler, aşık edebi­ yatında bir a rada bulunur. Bununla beraber, okumuş çev­ relerde, büyük şehi rlerde yetişen aşıkların d i van edebiyatı şek i l lerine rağbetlerine karş ı l ı k , köy ve göçebe aşıkları da sadece aşık edebi yatı n ı n Özel şeki llerini k u l lanm ı ş l a rd ı r . B u n a z ı m şek i l leri ni v e z i n ve kafiye tayin eder. A ş ı k edebi yat ında h a k i m vezin, hece veznidir. Ancak d i van ede­ biyatı geleneğine özenen ve yak laşan aşıkların man zumeleri a ı asında aruzlu şek i l iere de raslan ı r. Kafi ye anlay ı ş ı , yarım kafiyeye yer verir. En i lkel nazım tekn iğinin öğelerinden birini teşkil eden alliteraJiyon ( baş ve iç- kafiye) un izleri n i , bi rbiri ardından gelen mısraların başlarında veya ayn ı b i r nı ı sra içinde s e s benzer l i k lerinden faydalan ı larak elde edi­ len ahen k düzen i nde görürüz. Şek i l ler, bel l i sayıda mısraların kıta ( hane ) denilen bölümlere ayrılışına, b u k ı talardaki mısra say ı s ı n a ve her kıta içinde ve kıtalar a rasında kafi yenin sıralanınasına veya y e r a l ı ş ı n a göre beliri r. A ş ı k edebiyat ı n ı n nazım şek i l leri heceli şe killer ve aı-uzlu Jekiller diye i k i bö lüme ayrı l ı r. Her bö l ümün baş­ l ıca şeki ll eri ş u n l a rd ı r :

1 - Heceli şekiller : a - Koşma- tiirkii şek i l leri : esas tip, d u rak l a r ı 6 + 5 vera 4 + 4 + 3 olan l l li, yahut da d u rakları 4 + 4 veya serbest olan 8 l i dörder mı sralı kı ta­ la rdan meydana gelen şek i ld i r. B i rinci k ı tada kafiye d üzen i a b c b ( bazan a b a b ) , öteki kı talarda d d d b, v. b. şek­ lin dedir. Birinci kıtanın a a a b şeklinde o l ması haline bazı örnekler gör ü l ü rse d e bunu manzumen i n b i rinci kıtası n ı n eksikliğine ( kaybolmuş, veya unutul muş olması n a ) vermek yerinde olur. B u şek l i n başka tipleri n i , n akaraı mısra ı n ı n bi r veya iki m ı s ı· ala uzatı lmasiyle, dört yerine beş veya a l u mısra l ı k kıtalardan meydana gelen şek i l ler veri r ; b u n l a r d a kafiye düzeni şöyle o l u r : 1 i nci k ı t a : a b

c

b . , veya

ı inci kıta : a b 2 nci kıta : d d V . b.

c

b

d b

53

Bazan da, dört mı sralı kııanın sonuna, ka fiye - haııa bazı ballerde vezin i tibariyle de asıl kıtadan ıamamiyle ayrı , müsıaki 1 bir nakaraı parçası ( i k i mısralık, veya i k i m ı s radan da uzun ) eklenen şeki l iere de raslan ı r : ı inci k ı ta : a b c b N 2 nci kıra : d d d b N V, b. Bazı hal lerde ( hususiyle daha eski d ini-ıasavvufi h a l k edebiyatında ) , türkü- koşma şek l i n i n 4 -t- 3 . v e y a serbest d u raklı çeş i t lerine d e raslanı r. Yunus ve Kaygusuz gibi şai rlerde bu şek i l , henüz XVI . yüıyı ldan son raki sabit ve ı i pik şek l i n i a l mamıştı r ; 8 l i türkü koşmalar da, bu eski din-tasavvuf şii rlerinde ayn ı mahiyeti gösteri r. Bu devirler­ d e 1 1 l i ( ıü rkü-koşma şekliyle) henüz yoktu r ; bu vezne, esk i dini halk şai rlerinde, bazan gazel şeklinde raslan ı r. b- B ayati - man i şek l i : her kıtasında ayr ı b i r kafi ye düzeniyle yazılan 7 hecel i nazım şek l i . B u şeklin kafiye dü­ zeni a a b a, c c d c, v. b. d i r. Bu şek i l daha çok ano­ n i m-folklorik halk türküsünde yer almakla beraber, bazı halk şai rlerin i n de bu şek i l le manzumeler söyledik leri olur ( Ha­ ıayi, ve Bekşaşi şairi Muhiddin Abdal gibi ) . Keza , Doğu Anadol u 'daki aşıklar, h ikaye an latı rken veya başka vesileler ­ le, diğer şekil lcrlc söylenen türkü leri n k ı taları arasında -ay­ n ı zamanda makamı da değişti rerek- kendi i rtica i leri ürün ü , veya başka aşıkla rın eseri o l a n «hayatı» l a r söyler ler. .

.



.

2 - A z kullanılan [ekilleı- : a - Musammat ko1ma : 6-t- 5 olarak d u raklanan l l l i n i n . mısralarının d u r ak yerle­ rinde de kafiyelenmesi y l c meydana gelen ko)ma şek l i d i r. Kafi ye düzeni şöy !ed i r : 1 inci k ı ı a :

+

6

(/

2 nci kıra :

b

(/

b

c

c

c

V.

(/

a

a

(/

c

c

b

b.

b - A J aklı k o ı nıa : yine 6 + 5 d u rak l ı m u sammaı koşmanın i lk k ı tasında iki yerde ( i kinci ve dördüncü ın ı s­ ralardan sonra ) , daha sonraki k ı t a l a rda b i r yerde ( dö rd iin­ cü mısradan son ra ) 5 heceli b i r mı sra i lave,i y l e meyd a n a gelen şek l i d i r . Kafiye d ü zeni şöyled i r : '

6

ı inci kıta :

ı

a ,

a .

,, b

b "

2 nci k ı t a :

.

.

.

.

.

.

.

.

.

a

a b

c

c

c

c

b d

"

c

c

b b

2 nci kıta : e e e b d v.

EDEBIYATI

V.

bb

bb

b. c - Zincirleme koşma : her kıtada her mısra ı , daha evvelki m ı s r a ı n s o n kelim,siyle ba� l ı y .ın koşma şek l i d i r . Bunun ayakl ı sı d a olur.

AŞlK

54

VE

AŞlK

3 - Aruzlıt ı ekiller : A ş ı k edebiyatının aruz veznin­ deki nazım şeki lleri n i kafiye değ i l , vezin tayin eder. B u şeki ller, vezin lere göre, a y n ı zamanda bi rer makam gös­ teren ad lar alırlar :

a - Divan veya Divan i : failtltiin f,iiJatiin failatiin fai/iin vezni nded i r . K ı taların kafiye düzeni çok l u k la divan nazmı n ı n mu rabba şek l i n e u ya r ; b u şeki lde olduğuna göre, kıtaların kafi ye düzen i üç t i p gösteri r :

ı inci t i p :

ı i nci kıta : a b a b

2 nci

kıta : & & & b v. b. ı inci kıta : a a a b 2 nci tip : 2 nci kıta : & & & b V. b. B u i k i tip, hece li şeki l lerden koşma-türkü şeki llerini karş ı lar. ı i nci kıta : b b a b 2 nci kıta : & & & b v. b. Kafiye düzeni i t i bariyle, divan n azmı nın gazel, mü­ seddes şek i llerine uyan divani lere de raslan ı r .

3 üncü tip :

b - Semai : b u da b i r musiki makamını karşı lar. M efa· iliin me/ailün m e/ailün mefailün vezninded i r. Hece say ı s ı ­ n a bakı lacak olursa, 4 er heceli 4 pa rçadan meydana gelen bu nazım şek l i n i n , iki şer mı sralı musammaı ( yani, inı sra ortalarında kafiyesi bulunan ) gazel şeklinde olan t i p i , 4 + 4 d u raklı hece vezn inde yazı lmış koşma- türkü şekline uy­ d ıığu içindir ki, semii makamın d a söylenen 8 hece li ve koş · ma şeklinde manzumelere de çok defa semii dendiği olur. Sem.ii n i n , vezin aynı kalmak şarıiyle, D i van nazmının gaze l , mu rabba, müseddes şek i l lerini karş ı l ıyan t i p l e r i de vard ı r . c - Kalenderi : me/"rilü meftiilii n. e{ailü /eiiliin vez­ ıı inded i r ; daha çok gazel şeklinde olur ; mu rabba ve mü­ seddes şek i l lerine de raslan ı r. Gazel ı i pindeki ka lenderi n i n kendi a r u z k a l ı b ı n ı n b i r i nci v e dördüncü parçaları n ı n ( ya­ n i me/ "ulii feriliin kalıbı n ı n ) her m ı s ra son uı:ıa gelmesiyle A)'aklr kalenderi adını alan yeni bir tip meydana gel i r. Aşık edebiyan n ı n üslübunu ıayin eden öğeler, aşık la­ rın b.ışlıca yaraıma ve inşaı öze l l i k leri n i n tabi i son uçları. d ı r. Aşık edebiyan aslında sözlü bir gelenek ı i r . Aşık ş i i r­ lerini yazmaz, söyler. Büyük işıklar, ü n l ü usıalar, i rıical kabi li yeıleri en yüksek dereceyi bulan sanaıç ı l a rd ı r ; aşı k ı n değeri bununla ölçülü r. Aşık edebiyat ı ü r ü n ü o l a n şii rlerde · h ususiyle sözlü geleneğe sıkı sıkıya bağ lı kalmış çevrelerin ma l ı olanlarda - İ rtica l i n ş i i re verd iği üslüp özel liği gö rü­ l ü r : a s ı l maksadın, a n lamı n , k ı ta ların i l k m ı s ra ların dan çok son m ı sralarında ıeksif ed i l mes i , k ı t aların - hatıi b i r ç o k hallerde · mısraları n - müsıaki l anlam taş ı ması, ve b i r ­ b i rine s ı k ı bağ larla bağlanma ması, v a k a an latan ş i i ı leıde bile, i n s i camlı bir anlaıma ıekniğ i n i n eksi k l iği , tekrarlar, hususiyle nakarat m ı sraları üzerinde ısrarla duruş, hep, musiki ile yapılan i rıica l i bir inşad ı n verd iği özel l i k lerd i r. Bu üslüp özellikler i usta şai r lerde, çok defa ş i i re yeni me­ ziyetler kazandırm ıştı r ; orta ve ortadan aşağı seviyeli aşık­ larda i se, bun lar, halk ş i i ri n i n bi rer kusuru olarak görülür. Genel olarak, bir vaka an latan ş i i rlerin an.laıma noksan ı n ı işıklar, inşanan önce, ş i i rde ı e l m i h ed i len vakayı hik aye eden k ı sa b i r men s u r g i rişle giderirler. III - A1ı k edebiyat mın tarihi geli�mes i : Aşık edebiyarı X V . y ü zy ı l ı n son larından bugüne kadarki edebi­ yaumızın bir kolun u teş k i l eder.

1

EDEBİYATI

XV. yüzyı ldan önceki çağlarda işık edebi yat ı n ı n ye­ rını tutan iki gelenek vardı : biri dini-mi stik halk edebi ya­ n , i k i ncisi de destan geleneğ i . Türkistan'da X I I . yüzyı lda derviş- şai r Ahmet Yesevi , ve Anadolu'da da o n u n ikinci, üçüncü göbek mürideriy le başlıyan dini- m i stik halk ş i i ri de, aşık edebiyatı gibi söz l ü b i r gelenekti ; bu dervi ş ler de s a z ( veya o n u n yeri ni tutan aletler) çal mı ş olmalıdırlar ; herhalde onlarda da ş i i r mu­ si kiden ayrı _ değildi. Dini Türk kültürünün bir çok teza­ hürlerinde i zlerini bı rakmış olan eski şaman törenlerinde nasıl söz i l e musiki ve dans birbiri nden arrı lmıyor idiyse, daha son ra. İ s lam kı lığına bürünmüş r i t üel öğe lerden pek çoğunu beraberinde bulundu ran d i n i - mistik halk ş i i ri ( i l a­ h i ler, nefesler, v. b . ) de musikiden, ve bazı hal lerde r a k ı s ­ t a n ayr ı l mamışnr. H a l k nazm ı n ı n vezin lerinin ve şeki l leri · n i n , işık edebi yatındaki kesi n ve sab it kalıplar almağa baş­ laması XII. - XIV. yüzy ı llar a ra s ındaki _bu dini halk ede­ biyatı merhalesine raslar. Desran geleneği, Aşık edebiyannda daha çok h i kaye­ ciliğin i lk kaynakları ndan birini teşki l eder. Epik çağlaıda desranları an latan «ozan» ın gördüğü görevlerden çoğunda XV. yüzyı ldan sonra - haıta zamanımııda - yetişmiş işık lar­ l a bir ortak l ı k vard ır. Ozan da, hikayeci-aşık gibi . aniatm b i r sanatçı d ı r : geçmiş kah raman ların maceraları n ı , esk i ozan lardan nak len an latmak, çağdaşı olan kahramanların başlarından geçen iere d i n tenecek b i r şek i l vermek · filin ı n veya falanı n «oğuznamesini d üzüp koşmak» - o n u n işid i r . Böyl ece. ozan ' ı n , nakledici ve ya rancı vasıflariyle aniatıo/ik hünerleı i n e aş ı k l a r m i rasçı olmuşlardır. Ayrıca, ozanla r ı n , ıoplan ı ı l arda başka edebi ı ü r leri de i rıical ve i n ş a ı eden sanaı ç ı lar olduğun u biliyoruz. Mesela, d üğün lerde, ozan lar çalıp çağ ı r ı rlard ı . Ne yazık k i . işıkların ataları olan bu ozan lardan b i ze bir şey kalmamıştı r ; onun ıçın , o n l a r ı n eserleriyle işık edebiya tının tam b i r mukayesesi n i yapmak imkansızdır. X I V . yüzy ı l son ralarında veya XV. yüzy ı l baş­ larında son şeklini aldığını tahmin eniğimiz, bunun la beraber, çok daha eski h i kayeterin bir a raya geriri l mesinden meydana gelmiş Dede Korkur k i ı abı, bu ozan ların, destani h i k ayecilik sanat ı n ı n bel k i son ürünlerinden biridir. D i n i - m i st i k halk edebiyatı n ı n Anadolu'da ilk zeng i n ö rnek leri n i Y u n u s E m re'de buluruz ; o n u n hususiy le dind ı ­ şı ( pro/ane ) kon u la rı i ş lemiş ş i i rlerinde işık edebiy a t ı n ı n i lk haberci leri bel i r i r. Fakat, a s ı l kendi özel l i kleri>·le Aşık edebiyatı Anadolu'da X V I . y ü zyıldan son ra gel i ş m i ş t i r. Daha önce pek na­ d i r görü len l l heceli kvşma lar, bu yüzyı ldan sonra işıklar arasında en çuk k u l lanı lan şeki l olmuş, 8 l i ler önceleri, mes�li X I I I . yüzyılda Yunus'ıa, XIV. de Hacı Bayram'da, XV. de Kayg usuz'da, çoğu, hece ile ve her mı sraı 1 6 he­ ceden bi leşik gazel, bazan da, bu gazelin mısraları tam or­ taların dan kafiyelend iği zaman lar, ayn ı zamanda 4 + 4 du­ raklı dörder mı sralı türkü- koşma şeklini gösterdiğ i ha lde, bu yüzyı ldan i ti baren artık kesin şek i l leri n i a l mıştı r. XV. yüzyı lda dindışı halk şiirinin ( yani a s ı l anla­ miyle Aşık edebi yatının ) temsi lcisi d i>·e - o d a tahmin lere dayanar ak - Ozan ad l ı bir şai r gösıeri liyor. XV. yüzy ı l d i ­ ni-mistik halk edebiyatı yüksek edebiyatta n henüz rama­ miyle ayrılmam ış olan X I V . yüzy ı l ı n ve Yunus Emre gele­ neğinin devamı Sa}'ı l ı r. Hacı Bayram i le Eş refoğlu g i bi mutasavvı f şai rlerde bunu görürüz. Hacı Bektaş"ıan son ra. Anadolu'd a dal budak salmış Bektaşi liğin u l u l a rından Ab­ dal Musa'ya i zafe olunan şiirler. ve onun müridi Kaygu-

AŞlK VE

AŞlK

suz'un şii rleriyle. Yunus Emre'nin ancak bazı parçalarında haberci lerini gö rdüğümüz gibi , din meselelerinde zahir eb­ line karşı yöneti lmiş ıen k i de, cüceı l i tasavvuf görüşlerine dayanan mizah l ı , nükteli Bektaşi ş i i ı inin temeli kurulmuştur. X V I . yüzyı lda Bektaşi şai rlerin elinde Bektaşiliğin i k i nci büyük mürşidi Balım Sultan, Kalender Abda l , Mu­ h i d d i n Abda l , b i r yandan Bektaşi şi i ri gel iş mek l e beraber bir de Şah İ smai l ' i n şai r ve m ü rş i t şahsiyetine bağ l anan, kay­ nağını ve özel liklerini oradan alan b i r Alevi -Kızı lbaş ş i i ri meydana ç ı kmıştır. Bu y ü zyılda Kızılbaş şairlerin hususiyle siyasi n ü fuzları önem l i d i r . Anadolu'da ş i i rleri çok yayılan, hatta başka şai rlere ait bi rçok ş i i rleri n bile kendine i zafe edil mesine yol açacak kadar şöhreti başka isi mleri gölgede bı rakan Hatay i ( Şah İsmai l ) , ondan daha sonra, Şah Tah­ masb' ı n Osman l ı padişahlariyle savaşları devrinde Kızılbaş edebiyat ının kudretli temsilcisi olarak görülen Pir Sultan Abda l , ve onun müridi o l ması i htimali bu lunan Kul H i m ­ met bu y üzyıldaki K ı zı lbaş şairlerinin b a ş t a gelen lerid i r. Asıl k a rakteri stik dindı�ı Aşık edebi yarı da büyük b i r h ı zla bu y üzyılda gelişmişrir. K u l Mehmet, vezi r l i k rü tbesi n i almış b i r kişidir. Ayd ın'da oturan bu Osman l ı paşasının b i r aşık vasfı a l ması, aşık edebiyatının XVI. y üzyılda, hu­ susiyle taşrada ne kada r rağbeıre olduğun u gösterir. Öksüz Dede, Haya l i , Köroğ l u , aynı zaman da Osman lı ordu suna i n t i sap etmiş -veya b u ordunun seferlerinde bir ves i l e i l e b u l unmuş - k i ş i lerd i r. Ş i i r l e r i nde, Osman l ı askeri hayatı n ı n , büyük savaşların i z lenim leri ve a n ı l a r ı yaşar. X V I I . yüzy ı l d a da, Osman l ı ordusunun seferlerine k a ı ı lını � . ve ş i i derinde bunun akislerini vermi ş şair lere rasları z : Kul Devec i , Tamaşvar l ı Aşık Hasan, Kati bi, Ka­ r ı kç ı K u l Mustafa. Gevheri . Aşık Ömer bun lardandı r. Son i k i şai r, A ş ı k edebiyaıı n ı Divan edebiı-a rına yaklaştı ran eği l i m i n tipik temsi lcileri sayılı rlar. Magrip ocak larında d a Çı rpan lı, Geda Muslu, Ben l i A l i gibi den i zci şairler bu yüzyılda yerişmişlerdir. Bu yüzyılda, G üney Anado l u 'da - Ç u k u rova ve Toros'lar bölgesinde- yaşamış olan Karacaoğ­ lan'ın değeri. Aşık geleneğinin çerçeveleri n i aşar ; o şeki l ve üslup özellik leriyle aşık edebiyarının temsilcisi olmak la beraber, i lhamının zenginliği ve i fadesinin k udretiyle Türk edebi yatının en büyük şairlerinden biri say ı l ınağa hak ka­ zanır. Karacaoğlan Türk ş i i r d i lini en yüksek derecesine erişti rmiştir. XVI I I . yüzyılda A ş ı k edebiyatı bir yüzy ı l öncek i ka rak terleriyle devam et miş, fakat o kadar k uvvetli şah­ siyetler yetişıi rememi ş ı i r . Bu yüzyılda, aş ı k edebiyatı gele­ neği n i n y ü ksek edebiyara d .ı etki yapmağa baş ladığını gö­ rürüz : büy ü k d ivan ş a i ı i Ned i m ' i n divan ı n da h ece vez­ niy le, l l li koşma şeklinde yazı lmış b i r ş i i r vard ı r . XV I . yüzyı ldan baş lıya cak zaman ı mıza kadar A ş ı k edebiyatı, Bektaşi ta ı i kaıiyle b i r l i kte, Hıristiyan E rmeni ' leri de cezbeım i ş , onlardan b i r çokları, Bektaşi tarikatına g i r­ dikleri gibi a ş ı k edebiyar ı n ı n gelenek l e r i n i de ben imse­ m i ş ler, ve bu alanda Müslüman ş a i r lerle boy ölçüşecek sanat kuvvetine erişmiş lerdi r. XV I I I . yüzy ı l d a Tü rkçe: ş i i r­ ler söy lemiş bu E rmeni «aşuğ>> lardan üç i s i m anılabi l i r : Mecnun i, Aşık V a ı tan, Civan. B u y üzy ı l d a , aşık gele­ l­ neğine az çok bağ l ı Bektaşi ş i i rinin de. şahsiyet leı i sivri en tarihlerd u B . mıyoruz miş, k u d ret l i temsi lci leri n i tanı u son ra artık şii İ ran n ü fuzunda n k u r t u l m u ş olan Anadol ağa Kızılba ş' ları i l e Bektaş i ' lerin ş i i r gelenek leri kaynaşm baş lamıştır . . ı X I X . y üzy ı l d a ve X X . y ü z y ı l ı n baş larında Bektaş iy le biredebiya tı n ı n , genel o l a rak Aşık edebiya tı geleneğ

EDEBIYATI

55

likte yeniden can lanmasına şah i t oluyoruz. Bektaşi ş ı ı r ı n ı temsi l eden lerden bi r kısmı, Agah i, Türabi, Harabi, v. b . gibi doğrudan doğruya Bektaşi babalarıdır, ve şiirlerinde ana fikir «tarikaı»ıır. Dertli, Seyrani gibi bazıları ise, Bektaş il iğe süluk etmiş, veya bu tarikata bağ l ı l ı k göster­ miş olmakla beraber, ş i i rlerinin bir kısmında bu tarikatın dünya görüşünü ve duygu alemini ak�ettirmiş aşıklardır. Dertli i l e Seyrani, öte yandan , dindışı cepheleri yle de X I X. yüzyı l Aşık edebiyatının öneml i kişi lerid ir. B u yüzyılda, İstanbul. Aşık edebiyatın ı n gelişmesi bakımından çok mü­ sait bi r m u h i t olumuşıur. Sultan Mahmut"un aşı kları koı u ­ ması, bu geleneğ i n yeniden can lanma i mkanlarını nasıl b u l ­ d u ğ u n u göstermek bakımından manalıdır. Hası l ı , X I X . yüzyı l , şöhretleri geniş a lanlara yayı lmış büyük a ş ı k ların yetiştiği bir çağ olmuştu r : Güney Anad o l u ( Toros ' l a r ) bölgesinde Dadaloğlu, D e l i Boran ; O r t a Anadolu'da R u h ­ sari, Mesleki, Minhaci ; Doğuda E r zu r u m l u Emrah, S üm · mani, Tüccari ve Anadolu aşıklarınca ş ivesi bi raz yad ır­ ganmakla beraber, h u susiyle Sümmani ile karşı laşmalariyle, h i ç olmazsa Doğu Anadolu'da büyük bir ü n kazan mış olan Şen l i k gibi aşıklar, sadece yaşadıkları y ı l larda değ i l , ö l üm­ lerinden son ra da kişi l i k lerin i u n u t t u rmamış ü n l ü sanar cı­ lardır. B u n l a rdan daha sonra yaşamış olanlar i ç inde. me­ sela Kağı zman l ı Hıfzı g i b i , son y ı l lara kadar h i ç d u y u l ­ mamı ş , eserl eri tan ı n mamış bazı a ş ı k l a r da var k i , keşfed i ­ lince büy ü k değerleri an laşılıyor. XIX. yüzyılın son la rından iti baren İstanbu l ' d eı k i kuv­ vet l i aşık geneleğ i , yerini başka b i r geleneğe. semai .k ah­ veleri geleneğ i n e b ı rakmıştır. Bu kahvel e rde söz sahibi olan sanatçı lar, a rtı k . icabında bütün impa rato r l u k toprak­ Iarını gezip dol aşan ve sanatlarında -nereli o l u rsa olsun­ l a r- ortak k a rakterler gösteren aş ı k l a r değ i ld i r ; bunlar tipik İstanbu l ' l u , i rıicalci ş a i r ler, ve çoğu ı u l u mbacı te�ki latla­ rına bağ l ı k i mselerd i r. Bunlar saz çalmazlar, ka hvedek i çalgılar, modern a letlerd i . Okuduk ları destan l a r da çok daha reali st, tahkiye tekni ğ i i t ibari y l e dah a d ü zgün , daha i n sicamlıdır. İ stanbu l halk edebiya t ı n ı n özel ü r ü n l e rinden biri olan cinaslı tul umbacı man i le ı i de b u kahvelerde, meydan şai rlerinin başlıca i rtica i ü r ü n leri ndend i r. Bugün yaşıyan aşı klar i ç i nde, i l l-: amlarına yeni öğe­ ler katmak ta beraber ası l kend i gelenek lerinin kaynak­ larından ve kendi alemleri içinde sanatlarını beslemek le -zaman ve şart ların m üsaadesi ö l çüsünde- bışarı kazanan l a ra ve orij i n a l eserler yaratan lJCa raslıyoruz. Bunların şöh ret­ leri küçük çev releri n i aşıyor ; o n l a r bütün memlekette kendi leri n i sevdi rebi l iyorlar. Ardan u ç l u Efkari , Poshof l u Müdimi, Yusufe l i l i Huzuri, Şark ı ş i a l ı Veysel ve A l i İ zzet gibi aşı k ları bu a rada sayabi liriz. Milli edebiyat akımı başlarken Aşık edebiyatı ayd ı n zümrenin ş i i r anlayışı üzerine epey etki yapmıştı r. Rıza Tevfi k , Aşık edebiyat ı n ı n dindışı şii rlerin i takl i t yollu şiirleri nden başka, Türk edebiyaıı n a Bektaşi zevkı n i ve duyuş u n u sokmağı denemiş ; daha son ra da, Ziya Gökalp, didaktik manzume lerine i lahi leri n çeşn i s i n i vermek istemiş­ t i r. M i l l i edebiyat akımının i l k temsi lci leri , Rıza Tevfik'te n fark l ı o l arak . yen i konuları Aşık edebiyat ının tekniğiy le ifa­ de eımeği denemiş lerdir. B u denemel er, daha sonraki ş i i r akımlar ında ( hususi y l e Cumhur iyetin i lanından son ra) zi­ başka yoldan geli ş m i ş ı i r. Nazım şek i l leri ve vezinde n ç �k yade. halk ş i i r i n i n ve bu a r ada, Aşık edebiya riy le pek orıak t a ral l a r ı b u l unmakla beraber, ondan daha zengı n u l arından ifade imkanl arına sah i p o l a n h a l k türküle rinin kon

56

A Ş lK VE A Ş lK EDEBİ YA'I I - A Ş IM

ve çevrelerinden aldıkları içe ve r u h a a i t şeyleri kavrayıp an lama, ve böylece, halk şiirini ıak l i ı l e yetinmeyip, h a l k ş i i r d i l i n i n i fade i m k a n i a r i y l e modern ş i i ri zengin leşıi rme gay retleri son y ı l l arda Türk ş i i rinin baş lıca özellikleri nden birini teş k i l eder.

zı Rabi a'yı kend i müriderinden olup devri n i n ünlü ıasav­ vufçularından Şeyh Seyyi ı Vi layet ' l e evlen d i rmiş ( 1 4 69) bul unduğu anlaşı lmakıa, İstanbul'da öldüğü ve me, çidin i n avlusuna gömüldüğü san ı l maktad ır. A. n i n tari h i , Osman lılar'ın ilk dev i ı leri nden Bayezit I l . zamanına kadar olan olaylan . sade ve tabii bi r üslupla ve açık b i r Türkçe i le an laımak toı , o sıralarda bu gibi eserlerde adet olduğu yolda a ralara katı l m ı ş man zum par­ çatarla da bezen miş bul unmakta, aynı dev i r den kalmış anon i m Teı•arih · i aJ. i Onnan ' l a ra benzemek ted i r . On bir yazma n üshası b i linen bu eserin bütün n üshalarının ilk bö l ü m leri u faktefek n iisha farklariyle bi rbi rinin aynı oldukları h a l d e Bayezit ll. devrine ait k ı sımların birbir· lerine uymad ı k ları görülmekte ve A. n i n ö l ümün den sonra t ü r l ü yerlerde başka başka ki mseler tarafı ndan eklemeler yap ı l a rak eserin 1 5 0 2 y ı l ı n a kadar geıi ri l m i ; olduğu tah­ min ed i l mekted i r. A . nin tarihi bir kronik olduğu kadar, o sı rada ya�ıyan «m uıasavvıf-mücahiı» zümreninni görüş leri n i aksetti rmesi bakımından da ö n e m taşımaktad ı r ; b a n hususlar· da tarafs ı z olmıyan hükümlere de raslanmakıad ı r. E serin en çok güven i l i r k ı sı m l a r ı , yazarın bizzat görd üğü veya yetk i l i kimselerden n a k l e t t i ğ i parça l a r olmakla beraber bun· l a r ı da ten k i dd�n geç i rmeksizin k u l l anmamak lazımdır. Ba· zı b i l g i n i e rin i le r i sürd ü k leri gibi, Bayezit I l . dev r i tarih· çilecinden Mehmet Neşri ( b. bk . ) n i n A . t a r ihin den i k t i · haslarda bulunmuş olduğu f i k r i yanlıştır. Ç ü n k i Neş ri tari· hi 1 4 8 5 e kadar geçen o l a y l a r dan bahsetmekte ve 1 4 \1 2 den önce Bayezi ı I l . ye sun ulmuş bulunmaktad ı r. A. tarihinin ise genel o l a rak 1 4 9 1 de tamam landığı kabul edilmekted i r . B u sebep le, bu i k i tari h i n ancak ayn ı kayn ak l a rdan fayda· !anmış olduk l a r ı n ı söylemek ge rçeğe daha uygun düşmekte· dir. A. tarihi ilk defa İstanbul Arkeoloj i M ü zesi kiıaplığın· daki nüsha s ı n ı n fotoğ rafları esas tutularak ve Vatikan n Ü S · hasiyi e k a r ş ı l a ş t ı r ı la rak m ü ze k ü ıüphanecisi A l i Bey · tara· fından y a y ı n l a n m ı ş ( AFkPaJazade Ta ı · i bi İ ıanbul 1 9 1 4 ) ; i k i nci defa . B reslau üniversitesi profesö rlerinden F. Giese tarafından , eserin o n bi r yazması ve neşri tarihi karşıla�tı· rılmak ve Upps:ıla Üni versitesi kitaplığın daki yazma esas tutulmak suret i y l e ıenkidli bi r şek i lde ve Almanca yazı l m ış bi r önsö zle hası l ın ı ş ı ı r ( Alıkparazade Ta ri hi · Die Altoı ma­ niıche Cbronik deı ' AJı*paJazade, Leipzig 1 9 � 8 - 29 ) . İstan· bul basımı bilim metot larına uygun değildir.

AŞIK PAŞ!\ZADE ( ası l adı : Ahmet ; mahlası : Aşı­ ki ; 1 4 00- 1495 ten sonra ) , Osman lı ıarihçisi ve şerh. Baba· sının adı Şeyh Yahya 'dır. Garibname de den i l m i şti r ( bk . Aş A R ) . B u vergi ler müslümanlardan k ı ckda, yerli h ı r i s t i yan­ l a rdan yirmide, yabancı dev !et uyruğu olan h ı ristiyan lar­ dan onda bir n i sbetinde veya k a rş ı l ı k l ı l ı k esasına u y u l a rak a l ı n ı r v e müslümanlardan vergi a l ınayan devletlerin uy ruğu olan tücca rlar bundan muaf ıuıulurdu. Bunu toplayan A . la r şeh i r ve kasabaların d ı ş ı ndaki y o l l a r üzerinde vazife görür­ lerd i . Aynı zamanda bu yolların güven liğini sağ lamak l a ve tica ret kervan ları n ı yol kesici lerden kor umak l a da ödevii i d i ler. Osmanlı devleti n i n kuruluşu v e gen iş itmesi sırasında Türk eğemen liği altına gi ren müslüman memleket l e e inde osma n lı maliye teşkilat ve u s u l l e r i uygulan ıncaya kadar bu vergilerin ve bun ları toplı yan mem u r l a r ı n bir s ü re aynen d evam ettiği görülmekted i r. AŞİR EFENDİ, M u s t a fa ( 1 7 2 9- 1 8 04 ) , doksan ü ç ü n c ü şeyh ü l isbirn, b i l i m a d a m ı , ve h a ı t a t . İstanbu l 'da d oğm u ı , v e ö l müştür. Babası, rei sülküıtap Tavukçu M u stafa efend i d i r. A., öğren i m i n i bi d rd i k cen son ra kadı l ı k mesleğine g i rerek M o r a Yeş i lşeh i r ' i , Bu rsa, Mekke v e İ stan bul kadı lıklarında b u l u n ­ m u ş ( ı 768- 1 78 5 ) , Anadolu kazaskeri ( 1 78 5 ) ve i k i kere Rume l i kazaskeri ( 1 789 ve 1 7 90) olmuş, ken d i s i n i çekemi­ yen i e r i n emrikaları y üzünden bir ara Kastamon u 'ya sürül­ müş, 1 ; 99 d e şeyh ü l i s l a m olmuş. i k i sen e sonra d a a zied i l ­ mişti r ( 1 800 ) . Devrinde Rei s - ü l - u lema ( = a l imler ba ş ı ) un­ van ı n ı almış bulunan A . . aynı zamanda değer l i b i r haıcat­ t ı ; lı ususi y l e başarı göste r d i ğ i sülüs ve nesi h yazıda öğret­ meni Katipzade M u stafa efendi i d i . Su l canlıama m ı ' n d a , «Aşir Efen d i Kü tüphanesi>> d i y e anı lan b i r genel k i tap l ı k k u rmuştur. S o n zaman larda v a k ı f kitaplıkları n ı n b i r leşt i r i l ­ m e s i üzer ine, buradaki eserler a y n ı ad a l t ı n d a S ü leymaniye k i taplığına taşınmıştır. Ankara Caddes i ' n i Sultanlıaınamı 'na bağ l ı yan caddeye de A . Caddesi adı verilmi şti r .

A Ş I RET, Arap'larda kab i le kuruluşlarında \' C bö l ü m­ lerinde en küçük top l u l uğun adı. Büyük baba i le oğul ve torun larından meydana gelen büy ük aile an lamına d a gel i r. Haşim, Ümeyye, Mahzum aileleri bi rer A. tir. B i rkaç A. birleşi rse fa ıi/e, fasi leler b i r leşi rse /ah :, fahzlar bi rleşi rse batın, batı n l a r b i r leşirse amara, annealar bi rleşi rse kabile meydana gelmekted i r. A Ş I RET MEKTE B-1 H Ü M A Y U N U, Arap aşi ret bey l e r i n i n çocuklarını okuıup onlara asker l i k ve ida re haya­ tında görev ve rmek gayesiyle Abd ü l hamit IL devrinde kuru­ lan yarı l ı okul . A rap'lar arasında i k i d e b i r çıkan i syan v e karışıklık l a r ı n bu suretle ön leneceği umuluyordu. A . 1 89 2 de Beşi ktaş'ıa, Akaret ler'de, k i ralanan b i r binada açılmış, 1 8 94 te Kaba e a ş ' taki saraya ( ş i m d i k i İnönü K ı z Lisesi ) nakled i l m i ş , i stenen sonucun elde edil ememesi y üzünden ı 907 de kapatı lmış tır. A . u n öğren i m süresi beş yıl v e ortaokul seviyesi nde o l up, d i p loma alan lar öğren i m lerini .Mekıeb- i Harbiye ( Harb Oku l u ) veya Mekıeb- i Mülkiye ( S i yasal Bilgi ler Okul u ) de ıamamlardı. Bu okul yalnız A rap şeyhlerinin çocuk ları i ç i n açılmış olduğu halde, sonradan d o ğ u vi !ayetlerindek i Kürt göçebelerinin çocukları i l e Arnav u t luk'tan getiri len Arnavut

AŞİRET MEKTEB-1

60

çocuk ları da alınmıştır. B i r ara Cava ' l ı müsl üman çocuk la­ rın da A . a alındıkları ve böylece ku rumun görevi n i n geniş­ letildiği görülmüştür.

AŞIY A N ( Fars.

=

yuva ) , Tevfik Pik ret

(b. b k.) i n

evi n i n adı. Rumeli h i sarı'nda, Kayal a r mezarlığı üsı ündeki sırtta, Robert Kolej duvarının bitişiği nde, Göksu'nun tam­ karşısında, Boğaza hakim bir noktadadı r. Bina ı 906 da ya­ pılmıştır. Bo r. A t böb re:>ğ i n d e böbrt-k k a l i si yokdur. U retra : Kamı ş ' ı n g lansı ' n ı n ucunda bir ıı re:>ıra � ı k ın t ı sı yapmak suret i y l e ins:ı n ı n k i n den ayrı l ı r. Üreme organ l a r ı ; h u syeleı in ( b k . Şek. 5 [ ı ] ) soldaki daha büyük v e a ğ ı r olduğu i ç in daha fazla aşağı sa rkar. Men i kanalı ( .1 ) leğen boş luğu i çi n d e ve i d ra r keses i n i n yan l a rında si d i k kesesi ampu l l ı ( S ) d enen k a l ı n l a ş maları ya par. Kamış ( l O ) y a n l a rdan basık b i r si l i n d i r biçimindedir. Glans'ın ( 1 2 ) ön ucu ortasında u retra uzantısı n ı i ç i n e alan b i r çukurluk vard ı r. Sünnet derisi ( ı ı } üç d ü rümlüdür. B u n l a r deri d ü rümü, d uvar d ü� ümü v e o rgan d ü r ü ın ü d ü r , son uncusu k a m ı ş ı n üzeri n i sa ra r . D i ş i ü reme o rgan ları : Yumu r t a l ı k la r : ( bk. Şek. 6 [ı ı} J Fasulye biçiminded i r . İnsan ve öbür hayva n l a rda olduğu gibi kesiti iki bölge göstermez. Rah im : İnsanınkine göre çok değ i ş i k t i r . i k i boynuzlu ( 3 ) Y.!?. bö l mesiz utı:rus sın ı f ı n ı teşki l eder. Uterus boy n u kana l ı n ı n vag i n a ' p açıldığı yerden

ı

-

Husye :

Tad duyusu : d i l i n üzerindeki dört papi l l a çe­ ş i d i nden üçünün h i sto loj i k yapısında b u l u n a n ıad ıomu rcuk l a t ı n ı n aracı lığiyle meydana ge l i r. Koku d uyusu : i n san ı n k i g i b i d i r. İş i tme ve d enge d uyu su : Dışk u lak : say v a n k i · ğ ı ı k ü la.hı b i ç i m i nded i r . İnsan ınkinin a k s i n e o l a r a k h a r e k e ı l i d i r . Ses i n geldiği ta rafa dönebi l i r. Bu d u · r u m d a n ö ı li r ü dış k u l a k kasları d a i y i ıeşekk ü l et­ m i ş t i r. Orıa k u l a k : k u l a k keın i kcik lerine bi r de mer­ c i mek kem i ğ i n i n e k lenmesi y l e i n san ınkinden ayrı l ı r. Görme o rgan t : Göz :

2

AT l N

Şsk i l : ERKEK

ı

-

Göz k ü resi önden

�.

0RETIM ORGANLARI

- Krem ası , başka yer­ lerde « Den i z- Aygı n » , gibi . Kars dolayındaki Ayg ı r- G ö l ü ( bu yer adına Dede K o r k u t kitabında da ras l a rı z ) nden, Göksün civarında. Tek i r suyun u n ( Torosla r'da ) gözünden bu türlü aygı rların çıktığı hakkında yerel söy lenti ler vard ı r . Köroğ l u h i kayeleri n i n b i r söy lentisinde Kır-At ' ı n atası, Amu­ Deeya'dan çıkmış bir su-aygı rıd ı r. Başka bir Köroğ l u riva­ rerinde. kah raman ı n efsanevi a r ı n a , su-aygı r ı n ı n neslinden gelme «Tulba r>> adı veri l i r k i , bu ad da Türk destan la­ rında asi l atlara veri len ad l a rdan bi r i d ı r . Keza. Köroğ l u kol ların dan bi rinde, «Koca Bey h i k ayesi>>nde, Koca Bey ' i efsanevi Yed i · Deıya ad asına görü recek at d a , k a h raman ı n sah i l de b i r yerde bu lduğu r ı l s ı m l ı d i zgi n i sal lamasi y l e den i zden ç ı k ı p kendisine r a m o lacak atıı r. S u d a n (deniz­ den ) ç ı k ma aılar motifi masa l l a r ı mı za da g i r m i ş t i r. Su aygı n soy undan at söylen ı i lerine. T ü r k halk geleneğ i n d en başka yerlerde de ra s l ı y o r u z : Arap Binbi r Gece h i ka)·ele­ rinde. Ge mici Sindbad ' ı ıı macera l a r ı a rasında, onun bi r adaya d üştüğü an latı l ı r . S i ııdbad bu adada. o ran ı n hüküm­ daıının sey i s lerine rasla r ; bunlar, h e r sene aynı mevsi mde padişahın kısraklarını bu raya geti rirler. den izden bir ayg ı r çı k ı p bu k ı s raklara aşar, sonra onları yemek ister, seyisler ayg ı r ı kaç ı r ı r l a r . Kısrakl a rdan doğan tay lar «deniz a t ı » a d ı n ı a l ı r l a r, b u n l a r h ükümdarıo en iyi aılarıdır. ·

2 . Uçan at/ar : İ yi y üzme kabi liyeri cins atların na­ sıl efsanevi bi r den i z aygınndan geldikleri fikrine götür­ müşse, süraı leri de atlara, en eski çağ l a rdan ba� l ı yarak, o lagan üstü başka b i r vası f, uçma vasfı, ekiemiş o l m a l ı d ı r . Türk desran ve h i kayelerinde de - başka m i l letlerinkinde olduğu gibi- sah iplerine zamanı ve mekanı ıayyerıi ren , uçar gibi koşan, hatta ram manasi yle uçan aı l a ra raslarız. Ka­ nadları olan ve uçan atların başında Köroğ l u ' n u n K ı r-At' ı gelir. Kör sey i s ( Kö roğ l u ' n u n babası ) oğ l una a t ı , ı ş ıksız b i r a h ı rda besletmiş, ve be l l i b i r zama n sonra K ı r-At kanad lanmıştı r. O, i sted iği zaman kanad l a r ı n ı açar ve kah raman binicisini i stediği yere b i r l ahzada gö ıürürmüş. - H ikaye ve ri vayer lere göre, H ı z ı r ' ı n atı da uçan b i r at olarak ıasavvu r o l u n u r . E s k i Türk' lerde a t l a r ı n ta n r ı kaynak l ı olduğuna i n a n ı ­ l ı rd ı . Uçan at inan ı ş ı d a a t ı n gökren i n d i ğ i inanci y l e i lgi l i d i r . A t ı n tan rısal o l d u ğ u i n a n c ı , s o n zaman lara kadar Yakut f o l k lorunda yaşamıştı r. Yakut' lara göre ilk at gök­ ten inmişt i r ; kişi oğ l u da yarı at. yarı kişi s u retinde b i r yaratıktan t ü remişıi r. Çeş i t l i T ü r k u l uslarındaki rivayer­ l e re göre tanrısal a ı l a r gök ten inen kana d l ı aygı rlardan türermiş ; bu ayg ı r b r denizde veya mağara larda bulunur­ muş. M . Ö. l l . yüzy ı l a Çin kaynakları Türk' lerdeki tanrısa l at rivayerin den bahseder : Fergana dağ l a ı ında göksel atlar bulun u rmuş, b u n lar · bi r günde 1 000 j), ,/ 'V

--...:>

'





'v

'

'-> gazetesi, 1 0 kasım 1 9 3 9 ) ; ayn. yaz. : TrabluJgarp'ta Hürriyete Karıı İ Jyan, ( ulunan Burmalı Sü tun i se Büyük Kon stan tinos tarafından 1 toplanan yeniçeri ağalarını da çok kızdırmışrı r . Yunani stan'dan geti rtilerek bu raya dik­ tiri l m işti r. Halk arasında Alman Çeşme­ si diye anılan çeşme ise 1 895 te Alman­ ya imparatoru Wilhelm ll. tarafından Abdulhamit l l . ye bir cemi leolarak yap­ ıırılmışıır. A. , B i zans devrinde o lduğu gibi Osman l ı devrinde de bazı ayaklanma lara ve i ç savaşla ni,s ahne o lmt�ştur ( bk. ATMEYDANI O LAYI , S i PAH İ LER, YAK'A-İ HAYR i YE ) . 1 863 te Türki­ ye'de ilk defa tertip edilen genel sergi A. d a açılmıştır (28 şubat ) . İzmi r işga­ lini protesto maksadiyle İ stanbul hal­ kının yaptığı büyük miting de burada o lmuştur. ( 23 mayıs 1 9 1 9 ) . Abdüla­ ziz'in son y ı l larında i l k defa zapliye nazırı Hüsnü Paşa tarafından bir genel bahçe haline geti ri lerek halkın fayda­ l anması na açılan ve bugün de bir şeh i r

SULT A N A H M E T

PARKI

Atmeyda­

ATMEYDA N I

OLAYI

n ı ' n da toplanan sİpahilerin i damlarına fetva a l m ı ş olan sadrazam da pad işahın bu sözü üzeri n e Ortacami'ye gi­ derek ağalara sığrn m ı ş n . Sadrazarnın daveti üzerine şey­ h ü l i slam, Anadolu ve Rumeli kazaskeı leri ve İstanbul kadı­ sı d a buraya gelmişlerd i . Uzun ve gürü l ı ü l ü konuşma lar­ dan sonra yen i çeri lerin sipahi lere, dağı lmaları için gönder­ dikleri e lç i n i n sipah i ler tarafından öld ürülmesi üzerine, iç savaş bütün dehşetiyle baş lamış, iyi silah lanmamrş bulunan v e idare ed i lemiyen sİpahi lerin yeni lmesiyle bitmiştir ( 28 ekim 1 648 ) . Yen içerilerin yol ladığı elçiy i , mevk i i n i kay­ betmemek isıi yen i h tiyar sadrazarnın sipahi kı yafetine sokup gönderdiği yen i çeri terin öld ürdüğü yolunda bir söylenci d e vardı r. Bu olay Osman l ı ordusunun i k i önemli kuruluşu olan yeniçeriler ve sipahiler arasında 1 603 te Yemişçi Hasan Paşa ( b. bk. ) tarafından yapı lan tedip ha­ reketi üzerine başlıyacak ı 6 54 yı lına kadar sürüp gitmiş olan düşma n l ı k duyguları n ı n artmasına ve Anadolu'da Gür­ cü Nebi (b. bk. ) ve Katırcıoğ l u ( b. bk. ) ayaklanma larına sebep olmuştur.

ATMEYDANI

SARAYI : bk.

İ BRAHiM

PAŞA

ATMOSFER

173

A. de önem l i bi r yeri olan su buharın ı n miktarı sıcaklık ve ı k lime göre büyük değişimler gösteri r ve ha­ cım payı % 4 de kadar yüksel i r ; s u buharı a l t sınırına (% 0,00 2 ) 9· 1 3 km de erişir. Bunlardan başka A. de amonyak ve başka azot bi leşikleri , k ükürt l ü asitler ve bi l ­ hassa t o z , duman, is, bakteri ler v. b. maddeler de bulunur. Eski teori lerin hepsinin aksine olarak kuvvetli bir karışmayı hesaba katmak gerektiği nden , en yüksek ( ı ooo km ) tabakalara kadar havanın aynı oranda azor v e oksi­ j en ' den oluştuğu kabu l edi lebilir. Sıçaklık, basınç,

yoğunluk : Bugünkü deney

araçları

ile A. i n d ikey doğrultudaki sıcak l ı k seyrini yaklaşık ola· rak 30 k m y üksekliğe kad ar ö lçm ek müm� ün ol muştur. Sıcak l ı k , yükseldikçe hızla aza l ı r ve bel l i bir yükseklikte en küçük değerini a l ı r. Bu yüksekliğe kadar eri şen ve içinde meteoroloj ik olayların vuku bulduğu nemli A. ta­ bakasına t ropos/er adı veri l i r. Troposfer'in yüksek l i ğ i kutuplarda ı O km y e , ekvatorda 1 7 k m y e k a d a r uzan ır. Troposfer'in üstünde bulunan nemsi z A. tabakasına .rtra­

de vuku bulan olay ları meteoro loj i , k l i matoloj i , j eofizi k ve astronomi i ncı.•ler. Gen i ş an lamda A. a l tında gökcis im lerini ( gezeğenler, güneş, durağan yıldızlar) kuşatan gaz taba kası

tos/er den i r. Şimdiye kadar sıratosfer'de kuramsa l Jüşün­ celerle bi r izotermi i steniyord u ; fakat bugün k ü bilgi leri­ mize göre burada bir sıcakl ı k yükse l i mi görü lmektedir. Orta enlemdeki yerler için troposfer içinde yukarı doğru sıcak l ı k azalması yaklaşık olarak 1 km i ç i n 6° C dir. Tek tek h a l lerde meteoroloj i k hava durumuna göre büyük yüksekliklerde dahi çoğu zaman i nvensiyonlar ( sıcaklığın

anlaş ı l ı r. Bu maddede yer atmosferi bahi s konusu olacaktır (gök cisim lerinin A. leri i ç i n ait oldukları kelimelere bak. ) .

artması ) görülebi l i r. A. in çok yüksek tabakaianna a i t bütün sıcakl ı k bi lgi leri kuram•al düşüncelerle elde edi lmiştir. Sı­

A . in terkibi ; Çeşiıli gazların karı şımından oluşan A. , balon la eri şebildiğ i m i z yak laşık olarak 30 km y üksekl iğe ka­ dar ( büyük bir ihtima l l e bunun da üstünde kuru hava olarak ) yapı lan ö l ç ü lere göre, aşağıdaki gazlardan bi leşi r :

caklığın troposfer ile stratosfer sınırında en k üçük değerine eriştiği gibi, su buharı d a burada minimum değeri n i al ı r. Şeki l : ı b ir stratosfer uçuşunda 2 2 km yükseklikten alın­ mış bir resmi göstermektedir. Resimde nemli troposfer i le stratosfer arasındaki sınır göı ü l mektedir.

SARAY!.

AT�IOSFER ( Atmosphere ; Yun. at m os = nem, sphai­ ra = küre ) , yeryuvadağını çevee l i yen gaz tabakası. A. için­

Gaz

Azor

Hacı m yüzdesi Ağı r l ı k yüzdesi

78,03 7 5 ,44

O k s i j e n Nec i p gazlar 20, 9 9 23.07

Buna göre yaklaşık olara k A. i n

0,94 1 ,44

} ini

ok­

sijen, } irii azor teşk i l eımekted i r. Nec i p gaz­ ların A. deki p � y ları şöyled ir ( hacı m yüzde­ leri ) : % 0,93 argon, % ı , 8 . ı o - 3 neon , % ı . ı o - 4 k rypton, % 9 . 1 0 - 6 dan az xenon. Heli um'un p ayı % 5 . ı o - ' dür. Kar­ bond ioksit'in ( C0 2 ) % 0,03 kadar payı olup bu, yüksek likte azaldığı gibi yere ve zamana göre de küçük bir sal ı n ı ma uğrar ( kara üze­ rinde, şeh i r lerde. geceleyin daha çok ve deniz üstünde, kara yakın larında, gündüzün daha az ) . Hidroj enin payı için veri len değerler yer üze­ rinde % 0,0 ı ile % 5. ı O - 5 arasında değ i ş­ mektedir. Daha büyük yüksek lik lerde ( 2 0 km) Şekil ; ı yapı lan a raştırmal arda hidroj en bu lunamamıştır. Güney Dakota ( 4 , B . D . ) d a • ı X I . 1 · ' 3 � te A . W . Steven s ve O . A .A n derson A. de az miktarda ozon ( o, ) olup hacım tarafın d a:ı 2 1 .066 km yüksek l i kten alınan bu resimde tropos ferl e stratosferin sınırı v e ufkl iki nokta arasıoı birleştiren doğru ile yerin eğri lii;i a ç ı k bir payı % 2 , 5 . ı o - 7 d i r. Hava, fırtına lardan sonra şekilde gör ü l mektedi r . ozon'ca zengi n leşir. Havadaki oksijen, üzeri n e Her cisim gibi A. de içindeki maddelerin ağı r l ığı düşen güneş ışınlarının kısa dalga boy larını absorbe ederek, ozon meydan a get i rir. Ö te taraftan ozon'da kısa yüzünden aşağıya doğ r u bir basınç yapar. Yer yüzeyine d ikey dalga tıoy l u ı ş ı o ları şiddetle absorbe eder. Ozon'un bu olaıak A. i n sınırına kadar uzanan bir h a va sütunu 76 cm absorbsiyonu kendisinin tekrar parça lanmasına sebep olur. y üksekliğinde bir civa sütununu dengede tutar. Şu h a lde A. deki ozon miktarı stratosfer'in ısı idaresi için önemli A. in yer yüzeyinde bir cm2 üzerine yaptığı basınç ı , 0 3 3 bir rol oynar. Ozon miktarının m ak s i m u m olduğu bölge kg dır. Buradan A. in kütlesi 5 , 2 7 . 1 0 1 8 k g , y a n i yer kütlesin i n milyanda birinden daha az olaıak bulunur. 20 - 25 km y ü k sek l i k t ed i r. •

ATMOSFER

174

Hava� basıncı y ükseklik i le k üçülür, çünkü yükseldikçe üstte ka lan ha.va sütunu aza l ı r. A. in yoğunluğu da ayni suretle y ükseklikle azal ı r. Sıcak l ığın , basıncın ve yoğuo l uğu n 1 00 km ye kadar deği ş i m i aşağıdaki cetvelde görülmekted i r ( Penndoı f'a göre ) : Yüksek l i k km

o

Sıcak lık co

+ 1 5°

,o

ı

Basınç m m Hg

Yoğunluk g cm - 3

760

ı 225,5.1o -6

10

50

1 98

4 1 2 , 7. 1 o - 6

20

56,5

41

8 7 ,96. 1 o - 6

30

45,5

8,8

17.9 1 .10-6

3�

40

4,2

8,32. 1 o - 6

10

2,1

2,93. 1 0 - 6

ıo

neş sabiti den i r ve bugün bi li nen sıhhatli değeri 1 ,94 cal/cm 2 min = 1 ,8 5 13G/m2 dir. Yer kesitine düşen toplam ene r j iyi hesaplamak için güneş sabiti ni ıc r2 ( r = 6367 k m ) i le ça rpma k gerekir. Böylece : E = 2 , 36 · 1 014 BG ( beyg i r gücü ) bulunur Bu, Yer'imizir:ı ısı idaresini d üzen liyen enerj idir . İnsan hayatı için gerekl i ısıyı veren, rüzga rların ve suların hareketlerini, bulut ların meydana gelmesi ni, bitkiler alemin­ deki özümlerneyi sağ lıyan, k ı sacası, Yer üzerindek i bütün enerj i lerin kaynağı A. in üstüne düşen bu enerj idir. Bu enerj inin yeryüzüne ortalama olarak ancak o/o 63 ü erişebi­ liyor ; geri kalan k ı smı absorbsiyon ve difüz yansımaya uğ­ rıyarak A. d e alı konulmaktadır. Yer'in bazı yerlerindeki enerj i miktarının değişimi ve A. in ısınma ve soğuması A. i çinden geçen ışınım ile ol­ may ı p esas itibariyle yer yüzeyi aracılığı i le sağlan ı r. Yer yüzeyi, üstüne düşen ışınım ile ısınır ve gelen ışınımın bir kısmİnı yansıtır ve yeryuzune yakın A. tabakaia­ rına i leti m yolu ile de ısı verir. Havaya böylece ne miktar enerj i nin veri ldiği yer y üzeyine son derece bağlıdır. Bir hava kütlesini bel li bir miktar ısıtmak için kara üstünde deniz üstündekinden daha az ışınım miktarı gereklidir. Böy­ lece kara ı k l i m i ile deni z ıkliminin farklı oluşunun sebebi anlaşılmış olur. A. i n tabakaiann a enerj i yer y üzeyinden ısı i letimi ile taşınd ığından , bu tabakalar yeryüzünün gündüzün ve yazın ısınması, geceleyin ve kışın soğuması gibi ısı deği­ şimlerine hemen aynı şekilde maruz kalırlar. Daha yüksek­ teki hava tabakalarının ı sı nması ısı iletimi ile olamaz ; çünkü havanın ısı i letimi i ktidarı çok küçüktür. Yeryüzün­ de i letim ile ı sınan hava kütlesi, gen işlemesi ve böylece yoğunluğunun azalması yüzünden yükselir ve buraya ısı taşır ( Konveksiyon ) . Böylece yükselen havanın yerine başka hava kütleleri gelir. Yeryüzünün trop i klerde orta enlemler­ dekinden ve karada denizdekinden daha çok ısındığı gözö­ nüne a l ınırsa, sürek li ve zamanl a esen rüzgarların izahı bu­ lunmuş olur ( bk. AL İ ZE, MEVS i M R Ü ZG A RLAR I ) .

50

+ 50

0,65

0, 93. 1 0 - 6

60

+ 10

0.2 1

o,34. ı o - 6

70

30

5,7. 1 0 - 2

o,1 ı . 1 o - 6

80

70

1,3.10- 2

2,80. 1 o - 8

90 1 00

+ 2,5 + 75

2 , 9. 1 0 - 3

4 . 90. 1 o - 9

0,9. 1 0 - 3

1 , 30. 1 0 - 9

A . m fiziksel özelikleri : A . i n ısı i letimi iktidarı meta l lerinkine göre çok küçüktür. A. , i çinden geçen her ış ını mı di/ ·iz yan sıtma ve absorbsiyon ile zayıflatır. Di/üz re/lekJiyon/a zayıflarmaya havanın bütün kısımları, hava molekül leri , hususiyle toz, su buhaı ı ve başka karı· şımlar etki yaparlar. Güneşten gelen ışınımın uzun dalga boy l u bölgesi k ı sa da lga boylu bölgesinden daha fazla di/üz yansımaya uğrar ve kırmızı ışın ı m hemen hiç za­ yıflamadan A. ri geçer. Viyole ı ş ı n ımın hemen yarısı, u l ­ traviyole ışınım ise hemen büsbütün y o k edi l i r. Bu sebep­ ten yüksek l e ı d e ( dağlard a ) ulrraviyole ıiınım etkisini yer­ dekinden daha çok gösteı ir. Göğün rengi A . i n kendi rengi deği ldir ; hava molekülleri en çok mavi ışınları yansı ttığından , gök mavi ren kte görünür. Hava içindeki su buharı ve k arbondioksit gaıı ( karbon ik gaz) da i ç i nden geçen ışınımın k ısmi bir sönükleşmesine ( selektif absorb­ siyon ) sebep olur. Böy lece güneş ve yıldız spektrumunda A. e ait kara absorbsiyon çizgileri ve şeritleri ( Fı aunhofer çizgi leri ) meydana gelir. Güneş in batarken ısı etkisinin ışık etk i s i nden daha hızlı azalmasının sebebi uzun dalga boyl u bölgedeki ş i ddetli absorbJiyondur. A. in şeffaflığı yere ve zamana göre önemli deği­ şimlere uğrar ; çünkü hususiyle A. dek i , di/üz yansıtma ve abJorbJiyona sebep olan maddeler her yc rde ve her zaman aynı miktarda değildir. Şeffaflık, en çok su bu­ harından oluşan, sis ile azal ı r. Toz, duman gibi maddeler de hava şeffaflığını azaltır. Güneş veya diğer gökcisimlerinden gelen ışınlar A. i çinden geçerken sürekl i bir kırı l maya uğrar ve bir eğri boy unca gözleme yerine gelir ( bk. KlRlLMA ) . Bu kı rılma gökcisminin ufuktan yüksekliğine göre değişir ve en büyük değerini ufukta alır. K ı rı l ma ufukta yaklaşık olarak 3 5' ka­ dar olup bu olay güneş i n battıktan sonra ve doğmadan önce ufkun üstünde görülmesine sebep olur. Aynı suretle. kı rma­ nın üst ve alt kenara olan etki lerinin farkl ı olması yüzün­ den, güneşin ve ayın barış ve doğuşları sırası dikey doğru l ­ tudaki çapları küçülür ve bun lar e l ips şeklinde görünür. A. Yer'in ısı idaresinde önemli bir rol oynar. Güne­ şin Yer'e gönderdiği enerj inin A. i n üst sınırındaki değeri santi metre kare için dakikada 2 kalori kadardır. Buna gü-

A . uiJmiği : A . i çinde sesin yayı lması garip bir özellik göstermektedir. Volkan püskü rmelerindeki gürültüleri n veya top seslerinin yayılışı ses kaynağı i le eşmerkezl i olarak vukubulur ve belli bir uzakl ığa kadar doğrudan doğruya erıştr. Bu normal işitme sınırını aştıktan sonra ( > 60 km) sesin işit i l mediği bir «sessizlik bölgesi» başlar. Faka t s e s kaynağından uzak laştı kça sessi zlik bölgesi sona er e r ve 1 00 - 1 60 k m de tekrar bir işitme bölgesi başlar ki buraya «anormal ses bölgesi» denir. Şek i l 2 de, 26 haziran 1 92 6 da Jüterbog'ta sun'i bir i n fi l ik i le yapı lan deneıne sonunda se­ sin işi tildiği ( +) ve işiti lmediği ( - ) bölgeler görülmek­ tedir. Tek tek deneyierin son ucu ses dalgalarının yaklaşık olarak A. i n 40-4 > km yükseklikteki tabaka larından yansı­ dığını göstermektedir. Burası iki değişik özellikte A. taba­ kasının birleştiği sınırd ı r. Şu h a lde bu yükseklikte sıcak h­ ğın yer yüzeyindekinden daha fazla olması gerekmektedir.

•.

1

A . in yükJek tabakaları : A. in yüksek tabaka larının terkibine dair bi lgi ler meteorların parlamasında ve kutup ışıkları olay larında gözlenen tayı flardan çıkarılır. A. içinde parlıyan gece bulut ları ( muhtemel olaıak A. içine karışmış toz kümeleri ) 60- 1 5 0 km yüksekliklerde tespit edilmiştir. Meteorlar akan yıldız olarak 600 km den 80 km ye kadar gözlenebilmiştir.Kuzey ve Güney Kutupları bölgelerinde ( h ususiyle 20° 30° kutup uzaklığındaki bölged e) j�Örülen kutup ışıklarının ( kutup feci rleri ) rasat ·

175

ATMOSFER edildiği yüksekliklerin a l ı sın ı rı 80 km dir. Şimdiye kadar kutupışıkları n ı n gözleni ldiği en büyük yüksek l i k ı ooo k m d i r. Y üksek l i k gözlemleri b i ı biri nden uzak iki yerd en fotoğ­ raf almak suretiyle yapı l ı r. Kutup ı ş ı k larının spekırel araşııı ı l ması gözlenen çizgi lerin azot ve oksi j en'e ( atom olarak nötr ve bir v e iki defa iyonize halde ) ait olduğu sonucunu ver­ miştir. Kutup ışıklarının spektrumlarında hid­ roj enin de varlığı gösterilmiştir. Fakat eskiden ıasavvur edilen h i d rojen tabakası spekırel ola­ . rak hiçbir zaman tespit edilememiştir. Bu son uçlara göre A. i n pratik olarak sınırı yer sakinlerinin rasat edebi ldikleri olayların sona erdiği yüksek l i k olarak ( 1 000 km ) kabul edi­ lebi lir.

A. e/ektrisitesi : A. i çinde d i k doğrultu­ d a yere y önlenmiş uzaysa l bir e lektrik a l an ı h ü k ü m sürer. Bu elektrik alanının yeryüzü yakınındaki alan şi ddeti ortalama olarak ı 2 0 V o l ı /m dir. B u değer y üksek lik le a z a lır ve daha 9 km de ancak 3 Volı/m değerine düşer. Yere karşı gerilim y ükseklikle artar ve balonl a erişi lebilen en yüksek A. tabakalarında ( yaklaş ı k olarak 3 0 km) 2 00 000 Volt değerini alır. Yer negatif elektrik yüklü olup toplam yükü 5 ,4. ı o 5 coulomb ve yük yoğun luğu cm2 başına 6,7. ı o 5 elektrondur. A. in alt tabakaları radyo aktif ışınımın ve kosmik ışınımın etkisiyle iyonize olur ve daima pozitif ve negatif elekırisiıe taşıyıcı ianna ( iyon lara) malik bulunur. A. elek­ trik i letimi ik tidarına malikıi r. Yerin elektrik alanı pozi­ tif iyonları yere doğru, negatif i yonları y ükseklere doğru harekete geçiri r. Böylece yere doğru bir elektrik akımı meydana gel i r ki, bunun ş i ddeti 2,7. ı o- ı 6 Amp/cm2 dir. Şu halde Yer ' e akan toplam akımın şiddeti yuvarlak olarak ı 500 Amp dir. B u akım yüzünden yerin negatif elektrik yükü ve böylece elektrik alanı bi rkaç dakika i çinde yok ed i lebilirdi. Buna rağmen yerin negatif yükünün nası l korunabi ldiği p roblemi henüz çözülememiştir. Bu konuda Simpson ve Wilson tarafından ortaya atılmış ve fırtına bulutlarındaki y üksek geri l i m i n meydana gelişi i l e yerin normal elektrik alan ı n ı n fırıınalarla muhafaza ed ildiğ i n i i zaha çalışan teori ler vardır. A . in a l t tabaka larında iyonizasyon , hususi y le hava basıncının değişimi yüzünden. salınımlar göste r i r . Hava basıncının azaldığı sıralarda yerden gaz şeklinde radyo aktif emanasyonlar çıkar ve bun lar iyonizasyon un arımasını sağlar. İyonos/er : A. i n yüksek tabakalarındaki iyonizasyon güneşin ültraviyole ışınımının, korpusküler ışınımın ve k oz­ mik ışınımın etki siyle ol maktadır. Böylece meydana gelen iyonlanmış tabaka lara iyon os/er adı veri lir. İyonosfer taba­ kaları ndan birisi ı 1 0 - ı 2 0 k m arasındaki E-veya kıişi flerinin adı i le Kenel ly-Heavisidf! tabakası , ötekisi ı 60 - 2 6'> km ara­ sındaki F-veya kaşifinin adı i le Appleton ıabakasıdır. Yaz gün lerinde ( n i sandan ey lüle kadar ) bu tabakalar tekrar kısmi tabakalara ayrılır. E-tabakasının normal iyonizasyon u hemen münhasıran güneş i n ülıraviyole ışınımı i l e ve F taba­ kası n ı n iyonizasyon u korpusküler ışınım ile meydana gel­ mektedir. Elde olunan deney sonuçlarının teorik i ncelenmesi bu tabakalardaki sıcaklığın oldukca yüksek olması gerekti­ ğini göstermek tedir. İyonosfer tabakası üzerine düşen k ı sa elektri k dalga­ ları, ışığın aynada yansıdığı gibi, yansı rlar ve tekrar yere

0

fOO

200

K. m

300

400

Şekıl : 2

dönerler. Bu özelli kten faydalanarak Appleton bu tabakala­ rın y üksekliğini ölçrneğe muvaffak ol muştur : R radyo i stas­ yonundan gön deri len radyo da lga ları B ye i k i yoldan geli r : ( şek. 3 ) : Birisi yer dalgası olarak R B yolu i l e öteki si u zay dalgası olarak iyonosfer'den yansıyan R İ B yolu i le. Bir sinyal için elde olunan yer v e uzay da lgaları arasındaki zaman farkı ile İyonosferin yüksekliği hesaplanabilir. İyo­ nosfer tabakaları nın yansıtma kabi liyeri gündüze, geceye, mevsimlere ve güneş lekelerine tabi olarak değişir. Bu ta­ baka lar tam bir ayn a gibi yansıtma gösterdi kleri gibi hiç yansıtma yapmadıkları zamanlar da olur. E-tabakası orta dalga boy l u radyo d a lgaları n ı güneş baıııktan sonra en iyi yansıt ı r . Kısa dalga boy l u radyo dalgaları E-tabakasında yansımaz ve bundan geçerek F- tabakasına eri ş i r ve bu taba­ kada yansımaya uğra rlar. Den iz aşırı uzak lıklara radyo dal­ gaları n ı n yay ı l masını temin eden, elekıro magnetik da lgalar için A. içine konulmuş yansıtıcı bir ayna olan, bu iyonos­ fer tabakalarıdır. Mögel ı 928- 29 d a yaptığı denemelerde, kısa bir za­ man i ç i n , bütün kısa dalga radyo i stasyon larının bi rden bire kesi ldiğini ve ı 0-60 dakika kadar sonra tek rar normal durumun başlad ığı n ı ___

t esbit etti ( Mögei- Dell inger E fekt ) . Kısa tacizler güneşin kromos-

-

J

ferindeki fışkırtılar yüzünden ol maktadı r. Fiziksel temel lere dayanarak ozon miktar ı na' ses dalga ı ar ı n ı n

777me�w.mnrt7.77171.77irf7m77,7;

yayr lımına, kutup ı ş ı k Şekil 3 Iarına ve iyonosfer tabakasına a i t elde o l unan ölçü sonuçları A. in yapısına ait bilgi leri k ı sa zamanda esaslı bir surette değiştirmişıir. A. i ç i nde şi mdiye kadar balon larla yak laşık olarak 3 5 km den daha yükseklere erişmek mümkün olmuyordu. Fakat son zaman larda Amerika Birleşik Devletleri'nde Yı ro­ ketleriyle 1 62 km yüksekl iğe erişi lebi lmiştir. Böy lece, daha sonraki çalışmaların A. in yapısına ait deneysel temel lere dayanan emi n bilgiler sağlayacağ ı umulabi l i r.

:

ATMOSF ER - ATOM

1 76

ATMOSFER, su buharı, gaz ve buharlar için fizik ve ıeknikte kullan ıl an basınç birimi olup iki çeş idi var­ dır : 1 - Fiziksel basınç birimi ( kı saltma Atm ) : ı Atm = ( 0 °C derecede) 7 60 mm yüksekliğindeki bir civa sütunu­ nun, 1 cm 2 üzeri ne yaptığı bası nç. Değeri yaklaşık olarak ı ,0 3 3 kg dır. 2 - Teknik basınç birimi ( kısal tma at ) : ı at= ı kg/cm 2 = ( 0 ° C derecede ) 7 3 5 , 5 mm civa sütununun ı cm 2 üzeri ne yaptığı basınç = ( + 4 ° C derecede) ı O 000 mm su sütununun ı cm 2 ye yaptığı basınç = 0 , 96 8 Atm dir. Ba­ sınç ölç üsünde mutlak ve i zafi basınç ayı rdedi l i r . Mevcut hava basıncının üstünde kalan fazlası ölçülürse i zafi basınç ve bu gözönüne alın ınayıp bütün basın ç bahis konusu olur­ sa mutlak basınç elde olunur. Mesela manometre i l e i zafi ba s ı n ç ö lçülür.

ATOF AN, nikris hastalığına karşı i laç olarak kul la­ nı lan organik bir madde. Kimyasal bileşimi - feni l - kinolin karboksi l l i asit olan A . organİ sınadan ürik asit çıkarı lması­ n ı arttı rır. Atofan sodyum i le sodyum salisilar eriyikleri atofani l adı altında n i kris, mafsal ve adele romarizması hastalıklarının tedavi sinde kullan ı lır. ATOKSİL, H 2N

--

As O ( O H ) ONa,

arsan i l i k asidin mon o sodyum tuzu. Uyku hastalığının sağıtımında i laç olarak kul lanılan A. salvarsanı n elde edi l ­ mesinde i lkel madde vazifesini görür.

ATOL ( Ma l d i v d i l i nden ) , ortasında bir den i zku lağı bu­ lunan değiemi mercan adalarına veri len ad. Bu deni zkulağı­ nın okyanusla i lg i si n i sağlıyan kana l l a r vard ı r. Denizyü­ zünden bi rkaç m kadar yüksek l iktek i adalar halinde bulu­ nan A. ün dışa bakan yamacı d i k olup, ortasındaki deniz­ ku lağı n ı n derin liği en çok ı 00 m y i bulur. A. !erin bü­ yüklüğü pek farklıdır ( En bürükleri ı 000 - 2000 kml) . En çok Büyük Okyanus"ta bulunan A. ler, başlangıçta bir adayı çevir m'i ş bulunan resifleri n , adanın ağı r ağır çökmesi sonunda bu halka biçimini alınasiyle meydana gelmiştir. ATOLL 4., skifomeduz ( Scyphomedusae ) ların parça­ l ı meduzlar ( Lobomedusae) takımına bağ lı bir meduz cin­ s i . Efirobside ( Ephyrobsidae) fa mi lyasından olan bu me­ duz çeş i d i n i n 1 6· 3 2 duygu organı ve Teırıekülü vardır. De­ rin den i zlerde yaşar.

A'I OM ( Y un. atomoı = böl ünemiyen ) , maddeni n elektrikçe nötra l en k ü ç ü k parçacığı olup y a l n ı z bulunabi­ leceği gibi kendinin ayni veya farklı diğer atom l a r l a bi r­ leşm i ş halde de bulunabi lir. Atom ların va r l ığı tikri ilk defa İngi liz ki myacı ve fi­ z i k ç i s i John Dalı on ( 1 766 - 1 8 14 ) ta rafından 1803 de ya­ zılan bir eserde i l eri sürül müştür. Deneysel olarak kurul­ muş olan belirli oran lar ve kat kat oranlar kanun larını i zah için, Dalıon bütün cisimlerin atom lardan teşekkül et­ tiğini kabul etmiştir. Dalton'a göre atomlar çok küçüktür ve parçalanamazlar. Her ki myasa l elemanın atomları birbi­ rinin aynı olup karak teri stik bir k üt leye malikti rler. Fark lı kimyasal eleman ların atom ları fiziksel ve k i myasal özel i k le­ ri bakımından birbi rinden fark l ıdır. İ k i veya daha faz la elemanın atomları sabit oranda bi rle�erek k i myasal bi r bi­ leşiği n molekül lerin i teşkil eder ler. Toplanmış olan sayısız kimyasal ve fiziksel haki kat· ler ( yukarıda bahsi geçen kanun lar, strüktür k i myası, reak­ tiflik kanun ları . gazların özeli k leri , spekırum l a ı , kanal ışın­ ları , X v e elek t r on ı ş ı n l a r ı , sun " i ve ta b i i radyoak ı i fl i k ) a t om-

lar ın varlığını kes i n bir şeki lde i spat etmi ş lerdir. Monoa­ tomik bir gazın ( helyum) bir san timetre küpünde, OQC ve bir atm basınç altında 2 687 X ı 0 19 atom bulunmakta­ d ı r. Atom ların çaplarının mertebesi ı o-s cm olup bun l a r elektrik yüklü taneciklerden ku rulmuş karışık b i r yapı gös­ terirler : Merkezde pozitif yük l ü çekirdek bu lunur ve etrafı n egatif y üklü elekıron lar tarafından sarı lır. Atom yapı sının çek i r dek teorisi den i len, bu teori radyoaktif cisimlerden çı­ kan yüksek hızlı a - taneci klerinin maddeden geçışın ı inceliyen Lord Rutherford tarafından i l eri sürülmüştür ( ı 9 ı ı ) . Atom çekirdeğinin çapın ın me etebesi ı o- ' cm o l u p atom un y ar ı çapından ı 00 000 defa daha küçüktür.

E lek ıronun negatif yükü - e = - 1 .60 X ı o - 1 9 ku londur. B i r atom t a m sayıda Z elekıran ihtiva eder v e elekıron ların yükü çek irdeğin + Z e pozitif yükü tarafı n­ dan nötra l leşıiri lir. Çeki rdeğin yükünü elekıron ların y ü k birimi cinsinden gösteren Z sayısına o atomun atom numarası den i r k i , bu. verilen bir eleman ın bütün atomlarında aynıdır. Hidrojenin atom numarası en küçük yani ı, Curi um'un atom numara­ sı en büyük olup 96 d ı r. Yalnız birkaç misal vermek için şunları da analım : Oksi j enin atom n umarası 8 , demirin 2 6 , gümüşün 4 7 , altının 79- uranyumun 92 d i r. Bir, ik i , üç, v. s. elekıronlarını kaybeden bir atom bir defa, i k i defa, üç defa iyonlaşmış pozitif yüklü iyon adını alır. Kendi elektron larından fazla elekıran i htiva eden bir atoma negatif i yon denir. Çeki rdeklerio etrafındaki elekıron lar çekirdeklerio çekme kuvvetlerinin ve d iğer elekıron ların i tme kuvvetleri­ nin etki s i a l tındadır. E lekıron ların atom içindeki d üzen i ve özelik leri hususiyle atomların optik analizi ve X ışınla­ rının spektrumları i le aydınlatılmışıır. Ayni bir· eleman ın her atomunun karakteristik bir spektruma malik olduğu dene! o larak bulun muştur. Spekırumlar dalga boyları A ve­ ya frekan sları v ile karakteri ze ed i len spektra l ç i zgi lerden bi leşikıir. Frekansı v olan her bi r ışık kı van tının enerj isi hv olup buradaki h ye Planck eı k i kıvantı den i r ve değeri 6. 62 4 X ı o- 2 ' erg saniyedir. Bohr'un ( 1 9 ı 3 ) frekans ku­ ralına göre bi r atom un elekıron ları yü k sek en e rj i l i ( E 2 ) durumundan daha alçak enerj i l i ( E ı ) durumuna geçederse ışınım yayar. İki hal arasındaki en e rj i farkı Et - E ı i le ya­ yın lanan ı ş ı k kıvamının enerj i s i bi rbirine eşit yani E2 - E ı = hv dür. Bir atomdaki enerj i hal lerine sıasyoneı h a l ler den i r. Her atomda bütün d iğer mümkün hal lere göre en küçük enerj iye tekabül eden kara r l ı bi r duru m v a r d ı r . Bu hale atomun temel hali v e bütün diğer h a l lere de ı.. y a­ r ılm ı ş hal leri den i r. Atomlar gerekli miktarda enerj i alarak temel halden uyarı lmış bir hale geçeb i l i rler. Bu enerj i atom lara suni olarak elde edi lmiş ve hızlandırılmış elek­ tron l a r ı n ç a rpması veya atom ların ışıkla ayd ınlatılıp on ları n hu ışığı absorp laması i le ver i lebilir. Uyarılmış atomların yayd ıkları ı ş ı k atomdaki elekıron­ ların mümkün o labi len enerj i seviyeleri hakkında bilgi ve­ r i r. Atomdaki her bir elekıronun hareketini taki p etme im­ kanı yoktur. Dalga mekaniği veya matri k s mekaniği şek­ lindeki modern kıvanta mekan iği, asıronomide gezegen lerin güneş etrafı ndaki yörüngelerini n tayin ed i lebi li şine benzer şeki lde, çeki rdek et rafında dönen elekıron ların yörüngeler i­ n i hesapl ama i mkanını vermemekted ir. Bu gerçek. Jieısen­ berg ' i n ( 1 9 2 7 ) beli rsizlik i l kesine uyması için k lasik d i na­ m i k k anun ların ın tadil ed i l meleri mecburiyecinden i leri gel­ m tk r f d i r . DJ i p nı(:kaniğinde her 1-ıir ııı :.i nfeı i t t"ekıron

ATOM dalga fon ksi yon u i l e t a r i f ed i l mektedi r. Bir atoma- a i t b i r elektron i ç i n yaln ı z bel l i sayıda d a l g a fonksiyon ları vardır. Dalga fon ksi yonundan elekı ronu karakterize eden ş u n ice­ l i k ler bul unabi l i r : a - enerj isi, b - çeki rdek etrafındaki h a reketinin açısal momen t i n i n büyüklüğü, c - açısal mo­ ment i n i n ( yörüngesel açısal momenti ) yön ü ve ç - elek­ t ronun öz açısal momentinin ( buna sp in denir ) yönü. Dal­ ga mekan iğinde farklı stasyoner haller dört kıvam sayısı i le n umaralanır. E lekıronun enerj i si bütün kı vam sayı ları­ na bağlı i se de bu eneıj iyi daha esaslı olarak baş kı vam sayısı n ( basit dalga fonksiyonlarında) beli rtir. Azimutal ( yan ) kıvanı sayısı 1 elektconun yörüngesel açısal momen­ tinin büyüklü,i\ünü kesin olarak belirtir. Magneı i k k ıvam say ı s ı m ve s p i n kı vam sayısı s elektronun yörüngesel açı­ sal momentinin yönünü ve spin i n i belirten diğer iki n ice­ likıir. Dalga fonksiyon ları n ı n sınırlı sayısı ve bir atomdaki elekıronlar için mümkün stasyoner haller yukarıdaki kıvam sayı l a r ı n ı n ( spin kıvam sayısı müstesn a ) dalga mekaniğine göre yalnız tam sayı lar o labi leceğin i i fade eder. B u k ı vam sayıları da birbiri ile aralarında bağlanabilir. Baş kıvam sa­ yısı n , t , 2 , 3 , 4 , . . . , değerlerini alabi l i r. Azimutal kı­ vant sayısı baş kıvam sayı sından en az bir küçük olmak üzere değerler alabilir ve negati f olamaz. Halbuki magne­ tik kı vanı sayısı verilen bir 1 için 1 ve + 1 arasındaki her bir tam sayı olabi lir. Elekıronun spin kıvanı sayısı an­ cak i k i + t /2 ve 1 /2 değerlerini alabi lir. Aıomdaki bir elekıronun enerj isi baş kıvam sayısı n i l e birli kte büyür ; yani n i s peıen daha k ü çük baş k ı vam sayı sına malik olan elekt ron daha büyük kıvam sayı l ı elekırona nazaran çekir· değe daha kuvvetle bağ l an ı r ve ona daha yakındır. -

-

Çek i rdek etrafında sı ralanan elekıron l a r Pau l i ( ı 92 5 ) n ı n eksk lusyon i lkesine uyarlar. B u i lkeye göre : bir a ıomda dört krvam sayısı bi rbi rinin aynı olan iki elektron bulunamaz. Şu halde her atomda, dalga fon ksiyon larında baş kıvam sayısı ı olan yalnız 2 elektron . baş kıvam sa­ yısı 2 olan yalnız 8 elektron ve genel olarak baş kıvanı < sayısı n olan 2 n 2 elektron mevcut olabi l i r. B u elekı ron la­ r ı n diğer kıvam sayılarının i se en az bir tanesi diğerlerin­ den f a r k l ıd ı r. Pau li i l kesi yardımİyle periyodik sistemde eleman ların sı ralanması fizikçe i zah edi l ebi lir. E leman lar artan atom n umara larına göre sı ralandığı takdirde kimyasa l özelikleri· nin periyod i k l i k gösterdiği çok zaman önce bulunmuştur. Kimyasal özelikleri i ç i n en gevşek bağ l an m ı ş o l an elekıron­ lar yani en yüksek k ı vam sayısındaki elekıron lar sorumlu­ dur. Bun lar elektron tabakası nın en dışı ndaki elekıronlar­ d ı r. Hid roj en at omunun mevcut tek elekıronu temel hal­ de n = l kıvam say ı l ı dalga fon ksiyonunda bulunur. Hel­ yum atomun un (atom n umarası Z = 2 ) iki elektronundan her ikisi de n = l k ı vam sayı l ı da lga fon ksiyon larını iş· gal ederler. Çün kü bu halde her bir elek ı ronun kıvam sa· y ı ları n = ı, 1 = O , m = O s = 1 /2 ve n = 1 , 1 = O, m = O, s = - 1 /2 o l u p Pauli i l kesine aykırı düş­ mez. Lityum atomunun ( atom n umarası Z = 3) üç elek· t ronundan yaln ı z ikisi n = l dalga fonksiyonun u işgal edebi l i r, üçüncü elektron i se n = 2 olan dalga fonksi yo­ n unda bulunur ve bu sebeple diğerlerinden çok daha gev· şek bağlanır. E n gevşek bağlanmış elekıronlara değer ( va­ lence ) elektconl a ı ı denir. Lityumda, hidroj ende o l duğu gibi b i r değer ( va le nce) e lektconu vardır. Çekirdek yükü 4 o l an beri lyum atomunda n = 2 kı vam sayı l ı dalga fonk-

177

siyonlarında iki elektcon vardır ve bun lar beri lyumun i k i değer elekıronunu teş k i l ederler. Çekirdek y ü k ü 9 olan fluor aıomunda değer elcktron larının sayısı 7 y e yükselir ve daha sonraki atomda - neon - n = 2 kı vam sayısındaki bütün mümkün sekiz dalga fonksiyonu sek i z elektconla iş­ gal edi l miştir. Çekirdek yükünün bir arımasiyle sodyum atomunun l l i nci elekıronu kıvam sayısı n = 3 olan b i r dalga fonksiyonunu işgal eder. Bu y e n i elektron diğer elek­ tronlardan çok daha gevşek bağ landığından sodyum aıomu yalnız bir tane değer elekıronuna sahip bulunur. Bu sebep­ l e sodyumun kimyasal özelikiari l ityuma çok fazla benze­ mek tedir. Baş kıvam sayısı n = ı olan iki elektron dolu b i r tabaka teşkil ederler, bu ta'Jakaya K tabakası denir. Baş kıvam sayısı n = 2 olan 8 e lekıronun dolu tabakasına L tabakası, baş kıvam sayı ları 3, 4, . . , o lan diğer elektron tabakaianna da M, N, . . , tabakaları denir. Kimyasal özeli klerden başka elemanların değer ( va­ lence ) elekıron ları i le tayin ed ilmiş ve bu sebeple periyo­ diklik gösteren başka özeli k leri de bulunmaktadır. Tek bir elekıron tarafından işgal edi len hacım - atomik hacı m - iyon­ laşma enerj isi yani bir elektconu uzaklaştırmak için gerek li enerj i miktarı, optik spekt rumlar ve h u s u s i yle bu spektcum­ lardaki mültiplisite bir çok periyodik özelik ierin birkaç mi­ sa lidir. Fiziksel araştırmalara göre atomların çekirdekleri ba­ sit bi r elemanter tanecik o lmayıp daha basi t taneciklerden, proton ve nötronlardan kurulmuştur. Proton hidroj en ato­ munun çekirdeğini teşkil eden bir pozitif yüklü taneciktir. Kütlesi 1 .672 X ıo- 2 4 g m veya tek bir elekıronun kütle­ sının 1 8 3 6 kat ıdır. Kütle birimi eşelinde ( bk. Atom Ağırlığı bölümü ) protonun kütlesi 1 .00758 K. B. dir. Çe­ kirdeklerde bulunan ikinci elemanter tanecik olan nötro­ nun kütlesi 1 .0089 K. B. olup bu yüksüz bir taneciktir. Serbest nötron kararlı olmayıp tedricen, neticede hidroj en atomlarını teşkil etmek üzere, proton ve elekırona parçala­ n ı r. Elektron nötronun yapı taşı olarak nazarı i ıi bara a l ı n ­ maz, o yalnız nötronların parçalanması reaksiyonunda ıe­ şek kül eder. Hidrojen çekirdeği hariç bütün diğer atomların çekirdekleri Z sayıda proton ve N sayıda nötrondan te­ şekkül etmiştir. Protonların sayısı o atomun atom n uma­ rasına eşitti r. Çekirdekte bulunan nötron ve proton say ı ­ ları n ı n toplamına çekirdeğin v e y a atomun k ü t l e numa­ rası den i r. Bir elemanın atom n umarası o elemanı n kim­ yasal sembolünün sol aşağısına ve kütle numarası sağ yukarısına yazılır. Mesela soZn64 atom n u marası 30 ve k ütle numarası 74 olan çinko atomunu gösterir. Kütle n umarası i le atom numarası arasındaki fark çekirdekıe bulunan nötronların sayı sını veri r. Çekirdek içindeki tane­ ciklerio k ütle leri çeki rdeğin dışındaki elekıron ların kütle lerine n i spetle çok ağır olduğundan atomun kütlesi pra­ rik olarak çeki rdeği n kü tlesine eşittir. Mahiyeti i tibarı i l e elektriksel olmıyan fakat 1 0 - ı 2 cm den az mesafelerde meydana çıkan kuvvetler proton ve nötronları bir arada tutar. Proton ve nötron lar mümkün o labilen her oranda kararlı çekirdek ler vermek üzere bi rleşmezler. E n basit bileşik çekirdekte bir proton ve bi r nötron vard ı r. Bu kütle sayıs ı iki olan h i d roj en çekirdeğid i r. B u çekiı değe ağı r hidrojen ( deuteri u m ) adı da veri l i r. İki veya daha fazla nötron i htiva eden kararlı hidrojen çeki rdeği yoktur.

178

A 'I OM

İ k i protonu olan çekirdek helyum atomunun çekirdeğidir, tekabül eden en eri iyi tatbi Ic ermek gerekir. Çekirdeğin bu ayni zamanda iki nötron i htiva eder. İçinde yalnız bir yapı enerj isi i smini de alan bu enerj i adi kimyasal olay­ nötron bulunan helyum çeki rdeği de vardır, fakat başka larda görünen enerj i l ere nispetle büyüktür. Mesela dört kararlı helyum çekirdeği mevcut deği ldir. Ayn i atom nu­ gram h e l y um çek i rdeğ ini yapı t a ş l a r ı olan iki proton ve marasına fakat farklı nötron ve bu yüzden fark lı kütle ve iki nötrona parçalamak için hesaplanabilen gerekli enerj i kütle numarasına malik olan çeki rdeklere ( veya atomlara ) 8 5 ton kömürün yan masından elde edilecek enerj iye eşit­ izotop denir. tir. Bu sebepten çekirdekler çok kararlıdırlar ; proton ve Bir elemanın çekirdeğinde -yukardaki misallerde gö­ nötronianna parçalanmazlar. Çekirdeklerde mevcut olan rüldüğü gibi- nötron sayısı bazı sınırlar içinde değişebilir. elemanter tanecik başına hesaplanan kütle azalması evveli Mesela oksij en atomunun 8 , 9, 1 0 nötron ihtiva eden üç çekirdeğin kütle numarası ile artar, sonra sabit kalır ve muhtelif çekirdeği vardır. ağır çekirdeklerde de kütle numarası i le azalır. Çeki rdek dışındaki elektronların mi ktarı ve sı ralanışı Her ne kadar bütün çekirdekler proton ve nötronia­ aynı olduğundan her üçü pratik olarak aynı kimyasal rına parçalanmaya karşı kararlı i seler de, tabiatıa bulunan özellikleri gösteri rler. Bun ların kütle numaraları karşılıklı ağı r atomların çeki rdekleri bazı başka çekirdeklere naıaran olarak 1 6. 1 7, 1 8 dir. Genel olarak elemanların çeşitli kararsızdırlar. Böyle çeki rdekler a - tanecikleri ( a - bozun­ izotopları vardır. Fakat izotopları olmıyan yani bütün ması ) veya elektron lar ( � bozunması ) yayınlıyarak par­ atomları ayni çekirdek bileşimine sahip eleman lar da bu­ çalanı rlar. Bu atomlara tabii radyo aktif denir. a - tanecik­ lunmaktadır. Mesela aluminyum, iyot, altın böyle eleman­ leri helyum atomların çekirdekleridir. Bu partikülleri ya­ lardır. İzotoplarının sayısı en fazla ı O olan kalayın kütle yınlıyan çekirdekler atom numarası iki küçük olan yeni numaraları 1 1 2, 1 1 4, 1 1 5 , 1 1 6, 1 1 7 , 1 1 8 . 1 1 9, 1 20, 1 2 2 bir çekirdeğe dönüşür. � - bozunmasında yayınlanan elek· v e ı 24 dür. Hafif elemanların çeki rdeklerinde nötron rıon lar çekirdekte mevcut değı ldirler, fakat serbest bir bölü proton oranı yaklaşık olarak ı : ı gibidir ; fakat nötron nasıl bir proton ve bir elektrona dönüşürse çekir­ çekirdeğin atom numarası artııkça bu oran büyür. Mesela dekteki bir nötrondan da böyle bir dönüşme ile elektron bizmut ( Bi ) çekirdeği 8 3 proton ve 1 26 nötron ihtiva teşekkül eder. � bozunmasından sonra çekirdeğin atom etmektedi r. numarası başlangıç hale nazaran bir yükselir. Aynı kütle numarasına sahip fakat fark lı proton ve E lemanların tabiatta bulunınıyan bir çok çekirdekleri nötron ihtiva eden çekirdeklere izobar denir. Tabii ele- suni olarak yapılmıştır. Eğer nötron bölü proton oranı manlar arasında bir çok izobarlar bilinmektedir ; mesela kararlı çekirdek bileşimine tekabül etmezse böyle sun' i kütle sayısı 36 olan kükürt ve argon izebardırlar Argon çekirdek l e r kendiliğinden değişikliğe uğrıyarak kararlı hale çekirdeği 1 8 proton ve 18 nötron ihtiva ettiği halde kü­ dönerler. Buna suni radyoaktiflik denir. Eğer nötron böl ü kürt çekirdeği 16 proton ve 20 nöt ron ihtiva eder. Başka proton oranı çok büyükse nötron lar proton lara dönüşerek bir misal : kütle numaraları 204 olan cı va ve kurşun i zo­ elektron yayın lanır ve oran küçülür. Eğer bir çekirdekte nöt· barlarıdır. Cıva izobarı 80 proton ve 1 24 nötron ihtiva ron bölü proton oranı çok düşükse proton lar nötron lara dö­ eder, halbuki kurşun izobarında 82 proton ve ı 22 nötron nüşerek oran büyür ve pozitif elektron, pozitron ( 1 93 2 de bulunmaktadır. Çekirdek h 1 2 :rı: birimi ile ölçülen zati bir Anderson tarafından keşfedi lmiştir) yayınlanır. Dış elektron açısal momente sahip olabil i r. Şimdiye kadar bi linen en tabakasından bir elektronun çekirdek tarafından yakalanma­ yüksek çekirdek açısal momentini yukardaki birim cinsin, sı ( K yakalanması denir) da mümkündür. Bu halde çekir­ den 9/2 değerinde bizlll lll göstermekted ir. Her hangi bir dekteki bir proton nötrona döner. B u olaylar esnasında çe­ açısal momente sahip olmıyan çekirdekler de mevcuttur. kirdeğin kütle numarası değişmez. Böyle çekirdeklere misal olar�k kütle numarası 4 olan Atom ağırlığı : kimyasal eleman atomunun müşterek helyum, kütle n umarası 16 o lan oksijen, kütle numarası bir standard atoma göre ni sbi kütlesi ( ağırlığı ) dır. Müş­ 40 olan kalsiyum ve kütle numarası 208 olan kurşun gös­ terek standard olarak oksij enin atom ağırlığı, uluslar terilebilir. Proton lar ve nötronlar da 1 1 2 X h 1 2 :rı: değerinde arası bir anlaşma i le, 1 6.0000 kabul ed i lmiştir. En hafif zati açısa l momentlere sahiptirler. eleman olan hidroj enin bu esasa göre atom ağı rlığı 1 ,0080 Çeki rdeğin -kararlı lığının çekirdekte bulunan proton ve tabiatta bulunan en ağır eleman uranyumun atom ağır­ ve nötronların miktarına nasıl bağlı olduğunu veren ka­ lığı 238,07 dir. Atom ağırlıkları kimyasal ve fizi ksel olarak tayin nunlar henüz · izah edilmemiştir. Fakat kararlı çekirdekie­ rin bileşiminde bazı enteresan kaideler de mevcuttur. edilebi lir. Bir elemanın atom ağı rlığını kimyasal olarak Mesela, tabiatta kütle numarası 2 olan hidroj en i zotopu, tayin etmek için bu eleman ın bir birleşiği alınır. Bu bile­ kütle numarası 6 olan lityum izotopu, kütle numarası 1 0 şik içindeki diğer elemanların atom ağırlıkları büyük bir olan bor izotopu v e kütle sayısı 1 4 olan azot izotopu gibi doğrulukla bilinmelidir. B i leşik çok saf halde bulunma­ hepsi hafif olan çekirdekler i stisna edili rse aynı zamanda lıdır, fakat bu şart pek kolay gerçekleşemez. Bundan sonra proton ve nötron sayısı tek olan çekirdekler bulunma­ bileşik, içindeki atomların ağırlıkları bilinen, başka bileşik­ lere dönüştürülmek suretiyle nice! olarak analiz edilir. maktadır. Çekirdeklecin kütlesi onu teşkil eden proton ve Tayin i çin en yüksek d uyarlıkla çalışmalıdır. Başlangıç ve nötronların kütlesin> kompozisyonu patene ( b. bk. ) diye anılmıştır. ünlüdür. ATROPİK ASİT, a-fenil-akrilik asit, CH2 = C ATSIZ (Adsır) , Konya 'nın Akşeh i r i lcesi meıktz ( Cı; Hs ) COOH. tarçın asidi ile i somer olan bir asit. A. trepik asit veta aıropinin derişik hidroklorik asiıle ısıtı l­ bucağına bağlı bir köy Nüfusu 669 ( 1 94 5 ) d u r. Akşeh i r'e 4. Akşehir isıasyonuna 1 km kadar u zak lıkta bulunan Aısız ma5ından reşekk ü l eder. köyünün büyük çayı rlığ ı , eski çağlarda güney yolu üzerinde ATROPİN, C17 H 2 3 N Os. güzelavrat orunda ( Lar. kervan lara durak l ı k etmiş t i r. Atropa belladonna) bulunan zehirli bir alkaloittir. Kimya bakımından bi r ester olup tropa asitinin tre­ ATS IZ ( Adımı) (ölm. l l 5 6 ) , Anuıteki n'in t erunu " e pin esteridir. E rgi me noktası ı ı 5, 5 ° o lan parlak beyaz Mehmet'in oğlu. Haıezm emi ılerinde n o l u p b u yeri babası­ bil lurlar teşki l eder. Tadı acıdır. nın ö lümünden sonra almıştır ( 1 1 27/ 1 1 28 ) . Selçu klu hü­ Tabii A. rasem i zomeri olduğundan oprikçe aktif de­ kümdarı Sancar'a tabi idi. Cand ve Mangışlak ( Min kıştak ğildir. Aktif şekli Hiyosiyamin'dir. Bunun. potarize ışığın [ = Bin kışlak ] ) şehirlerini almış ve Türkisı an i çerleri n e potarizasyon düztemini sağa ve sola çeviren iki izomeri b i r sefere çıkmıştı r. Bir müddet son ra bağımsızlık sevdası n a vardır. Klorhidrik asit veya sodyum hidroksit ile ısıtı lırsa düşüp i syan etmişse d e Sancar tarafından yeni lmiş ve sabuntaşarak d, 1-tropa asidi ve tropine ayrılır. Atropin memleketten kovulmuştur ( 1 1 3 8 ) . Sancar A. ın yerine sentetik yoldan da elde edi lmi ş t i r göz bebeğini büyüttüğü kendi yeğen i Süleyman ' ı geçi rmi ş, fakar bi r yıl sonra Ha­ için göz hasralıkları sağıtımında kullanı l ı r. rezm halkı A. y ı çağırmış ve Süleyman ' ı kovmuşıur. A., da Sancar'a bağlılık yemını etmi ş ( 1 1 4 1 ) , suhanın Kara · ATROPOS (Yun. = bi ldiğinden şaşmaz ) , Yunan miıoloj isinde ecel ıanrıçası. Adalet tanrıçası Themis'in Hita' lara yen i lm e si ( l l 4 1 ) üzerine yemin i n i bozmuş, Hu­ rasan'ı ve Merv'i alarak ertesi yıl Nişabu r'a da gi rmişse de Sancar'a karşı duramamış ve yen iden sultana bağlan­ mıştır ( 1 144 ) . A. , bir müddet sonra üçüncü defa ayaklan­ mış ve sultanın elçisini Amu nehrine attırmıştır. Sanca r bunun üzerine Harezm'e yürümüş ( 1 1 4 7 ) ve A. yeniden sultana i taa t göstermişti r. Gi)rüşmede A. sultana hürmet­ sizsİk gösterdiği halde, yerinde bırakılmışrır. 1 1 5 3 yal ında Sancar Oğuz' lara esi r düşünce, A . , Sancar tarafını tutarak Horasan'ı atmağa kalkmış, esaretten kurtulup k açan sul­ rana bağlılığını devam ettirm i ş b i r müddet son ra da 5 9 yaşında ö lmüştür. .

,

,

ATSIZ ( Adsız) , [ Abakoilu ] (ölm 1 079) , büyük Selçuklu'lar hükümdan Melikşah devrinde yaşamış bir Türk emiri. 1 07 1 de Kudüs v e bir iki şehir dışta kalmak üzere bütün Fi listin'i Fatımi'lerden almıştır. Şam'ı da uzun zaman kuşatmış ve 1 076 da almıştır. Mı sırıda Farımi' lerden almak i sıemişse de başaramamış bi ı k a ç yıl sonra Faıımi ordusu A. ı Şam'da kuşarmışrır: Melikşah ' ı n Suriye valisi Tutuş Şam'a doğru yürüyünce, Fatımi o rdusu çeki lmiş ve Tutuş, A . y ı kendisi için tehlikeli gördüğünden idam etti rmiştir. .

Üç Kader Tanrıç ası ( Mich elangel o )

ATSIZLAR ( Adsızlar) , Türk falk lorundan an laşı l d ı ­ ğına göre. eski çağlarda A . denilen kah ramanlar vard ı . Bun­ lar bir hükümdaıa veya bi r beye kapı lanarak büyük i ş ler yap­ ı ı k ran sonra ad alı rlardı. Atsız adiyle tan ı la n tari h i hüküm­ darlar hakkında da bö y le hikayeler söylenmi �tir. Türk folklo­ rundaki bu A. motifinin men şei çok eski aşiret hayarın ın şartlarından doğan görenek ve gelenekiere dayan ı r. Eski aşiret hayatında toplu luğa yarayacak bir iş yapm:ıdıkça, bir

ATSIZLAR hüner göstermedikçe çocuğa «gerçek ad» veri lmezdi . B u gelenek Yakut'larda t a X l X . yüzyıla kadar sürmuştur. Boy'daki kişi lerin ger�ek adları ancak boyun kend i i çinde geçerdi ; boydan. herhangi bir sebeple dışarı çıkanlar ancak boy adını taşırlardı. Birbirini tanımıyan iki adam karşı laştıkları zaman «kimsin ?» sorusuna karşı boyunun adını söyleedi ( Divanü Ltigat-it- Türk, lll. 14 1 ) . Şimdiki Kır­ gız Kaza k ' l a rda dahi böyledi r. Ceza olarak boydan kovu­ lanlar veya kaçanlar men sup oldukları boyun adını taşı­ mak hakkı ndan da mah rumdurlar ; şahsi ad larının boy d ışında hiçbi r değeri olmadığı için A. olurlar ve başka bi r boya veya ticaret ve iş merkezleri olan kentlere srğınırlardı Aşi ret teşki l arının sert yasasının meydana getirdiği işte bu gö renek ieri n i zleri olarak Türk folklorunda, hususiyle Alıay' l ı ların destan ve masa llarında, A motifi yerleşmiştir. ATSINA, Ameri ka yerli dil leri nin Kuzey Amekika bölümüne gi ren Algonkin ailesinden bir dil ; bunu kon uşan oymaklara veri len Gros-venrres adiyle de an ı l ı r. Bu d i l ai lesinin O v a v e Atiantik bölümünün Batı kolundan olan Ara paho grupuna bağlanan ve Arapaho d i l i n i n en yakın a k ı abası sayı lan bu d i l . Ameri k a Bi rleşik Devletleri 'nin K u zey Dakota bölümünün doğu kısmı i le Minnesota bö l ü­ münün batı kısmı ve Kanada'nın Manitoba bö lümünün güney çevrelerinde konuşulur. Bk. ALGONKİN, ve ARA­ PAHO. ATSINECİ ( Hippobosca equina) , çiftkanadl ı bö­ cekler ( Diptera ) in Pupipara grupundan hippobosside ( Hip­ poboscidae) familyasına bağl ı bir sinek türü. Başın iki tarafında b i ı er i ri faser gözü vardır. Duyargalar gözlere yakın çukurlardan çıkarlar ve üç parçalıdı rlar. Parlak es . mer renk lidir. Esmer renkli olan kanadları siyah damar­ lıdır. Sacak lar esmer sarımtırak renklidir ve üzerinde koyu renk li halkalar vardır. 7·9 mm boyundadırlar. Hususiyle yazın ve güzün atlara musaHat olur lar. Kuyruk a lunda karın üzerinde yaşarlar ve hayvan ların kanlarını emerler. Bu yerlerinde sinek b u lunan atlar huysuzlanır. Bunun i çi n bu kısımları daima s u i l e y ı kamak v e temiz tutmak . lazım­ dır. At sineğine benziyen bir tür de develerde yaşıyan H . cam e/ina türüdür. ATSOLUCANI : bk. SOCARIS. ATS Ü LOCO ( Haemopi s sangu isuga ) . sülükler ( Hi­

rudinea ) takımına bağlı bir tür. da bulunan ve çene ismi veri len ve i rice dişler vardır. Besinini teşkil eder. Adarın, sığı rların, pışarak kan emer, yu murtalarını K u 'ey Afr ika'da yaşar.

Bu havvan ların yuraklaıın­ kitin safi haları nda seyı ek solucan lar, yumuşakçalar insanların yurak latına ya· toprağa bırakır. Avrupa'da

1 85

ATTAK

halindedir. B unlar zaman zaman sürüler halinde civardaki portakal ve l i mon ağaçlarına hücum ederek bahçeleri harap ederler ve ağaçları ramamiyle yapra ksız bırakırlar.

ATTACA [attqka ok. } ( Mus. ) , bir eserin birbiri ar­ dından gelen iki parça arasında durulmayıp birinden öte­ k i n e hemen v e y a çok k ı sa bir

d u rmadan

karın­ Tropikal

calar ( Formicidae) fami lyasına bağlı bir cins. Amerika'nın ormanla­ rında yaşıyan bu karın­ can ın iş� i lerinin ba?ı· la rı ( bahçı van lar ) yu­ va lar ında gübre tarhları üzerinde Mantar yetişATTA t i r i r ler. Karıncalar a­ ğaç ların ya prak l a rını keserek yuvalarına taşı r l a r ve bu rada bunları çiğn iyecek gübıe tarh ları meydana getiri rler. Man­ tarları besin olarak kullan ı rlar. A . cephalares adlı tür Gü­ ney Ameri ka'da yaşar. Yerliler tarafı ndan buna «Sauba» adı

verilir. Bunların yuvaları 2,5 met re yüksekliğinde tepeler

geçi lece­

ATTAGAİNA, esk i A nadolu'nun Kappadokia bölge­ sine bağ lı Orpanene veya Orphanene i l inde bi r köy veya kasaba. ATTAGENUS, kınkanadl ı böcek ler ( Coleoptera ) in Dermesridae familyasına bağ l ı h i r cinsi. Küçük boy lu. esmer siyah renkli olan bu böcek lerin kanad ları üzerinde açık ren kli kıl lar vard ı r. Çiçekler ve ağaç la r üzerinde yaşarlar. B i ı k i le­ r i n öz suyu ile geçi n i rler. A . pellio adlı türü daha ziyade ev lerde yaşar. Lar­ vaları postlara, doldurul­ muş hay van lara, kürklere musal lar olur ve bun ları ATT AGENUS tahrip eder. ATTAİA veya ATA I A, ATE A, ATTEA , eski Anadolu'­ nun Mysia bölgesinin ( eski Aiol i s " i n ) Ege kıyısında, Midilli karşısında bi r şeh i r. A . ya ait, Roma İmparatorluğu zaman ın­ dan ka lma sikkeler bulunmuştur ; bun l a rın üzerinde Attairön ( yani A. lıların) sözü i le nehir tanrısı veya çelenk turan bir karral resmi vard ı r . Yine bu şehrin Ephesos i le bağlaş­ masına a i t , im pa rater Caraca lla zamanından kalma sikkeler de vard ı r. A. nın şimd i k i Diki l i ' n i n yerinde bul unan eski Arraleia ( b k. ATTALEİA 2) i le aynı olması ihtimalı vardı r. Bu şehrin adı Attes, Atys i le münasebeı l i görü l mekted i r. ATTA İ A , eski Anadol u'nun Phrygia bölgesinde bir tuz gölü. Tatra (şimdiki Tuz veya Koçh i sar ) gölü ile aynı olduğu sanılıyor. ATTAK ( Arraque) [Di l . } , ilk sesi voka l olan bi r kelimenin telaffuzunu başlama tarzı ( Alnı. Srimmeinsatz, Einsarz, İng. initia( . glide, on-glide ) ; gırışım. Gırdaktaki soluk deliği ( mizmar, glotte ) yle ses ki rişlerini i lgi l endiren bu olay dört şeki lde olabi l i r : 1 Kel i meni n başına bir h geti r mekle, mesela a yerine ha gibi, k i buna «a5pi ras­ yon l u aırak» ( attaque aspiree, gehauchıer Einsatz) den i r : bk. ASPiRASYON. 2 Telaffuzdan evvel , soluk del iği ile ses kirişlerinin geri lmeden ve sarsınıısız olarak birbi­ ri nden açı larak vaziyer almasiyle, ki buna da «yu muşak atta k» ( attaque douce. leiser E i n saız. weicher Einsatz l veya «tedrici aııak» ( attaq ue graduelle o u progres1ive) adı veri lir. Bizde, İngilizcede, Fransızcada, bütün R oman ve İ s ­ I a v v e d a h a başka bi rçok d i l leı de, i l k sesi voka l olan k e ­ limelerin relatf u z u bu şeki lde ba�l a r. Ara pçada bu şeki lde olan a i ç i n «hamzar al-waşl» denir. 3 Telaf fuzdan ev­ vel, soluk deliği dudaklarının iyice kapanması ( occlusion glottale occlusion laryngale ) , ciğerlerden gtlen havanın bu dudakların, yani ses kiri şlerin in altında roplanm ısı, -

ATTA , zarkanadlı böcekler ( Hymenoprera ) in

sonra

ğini i fade etmek üzere noralara yazı lan İtalyanca bi r rerim. Mesela Beethoven'ın «Ayışığı» adiyle tanınmış olan do d iyez minör piyano sonatının ( op. 27 no. 2) birinci kıs­ mının sonundaki «arraca subito i l seguente» yazısı, bi rinci ve ikinci kısımların aralıksız olarak b i ı birlerine bağlana­ caklarını anlatır.

-

-

A1 TAK - ATTALEİATES, Mikhael

186

bunları zorlayıp açması suretiyle. «Sen aııak>> ( attaque daire, attaque forıe, fester Ein satz, harter Einsatz) adı verilen bu olay yazıda ' işaretiyle gösterilir, ki Arapçadaki hemze ( ( • ] ; a için « hamzat a l - l!: a t ) n i n transkripsiyonudur. mesela 'amrun ( = emi r ) gibi. Bu şekilde meydana gelen , hafif bir öksürüğe benziyen, ve gerçekte ötümsüz ( sourd ) bir «gırılak k apanıılısı>> ( occlu­ sive glottale) olan bu sese «soluk deliği çarpması» ( coup de glotıe, choc glottal. g loııal catch, Stoss. Kehlkopfver­ schluss, Knacklaut, D anca : Sted, Arapça : hemze) denir. ki kelimeni n yalnız başında değil, ortasında ve sonunda da meydana gelebi lir ; bk. H E MZE. Bu türlü aııak başlıca Al ınaneada kendini göstermektedir. Bu dilde, ilk sesleri vokal olan her kel ime bu şekilde başlar. Mesela in einem Eimer iıt ein Ap/el ( = bir kovada bir elma var ) cümlesi, kelimeler arasında soluk kesmeleri yapı larak 'in 'einem 'Eimer 'iıt 'ein 'Ap/el şeklinde söylenir, ki Alman larca buna «gehackte Aussprache» ( = kesmeli telaff uz) denir ; bir Türk, bir İngiliz, bir Fransız, v. b. Almancadaki aynı cümleyi kesmesi z söylerler ( = ( a ı ıaque aspi t ee eı pressee, gehauchter- gepresster Einsatz ) çeşidi vardır, ki so­ luklu ve basınçlı çeşitlerin karmaşma sından olmad ı r, Arap­ çadaki tumturaklı ( mudbtk , emphatique, presse ) J:ı sesi, gibi, mesel a f?açarun ( = tas) ; bk. ASPiRASYON. Bazı kere, kelime başlarında görünen çift konson­ ların telaffuzunu desteklemek üzere, başa geti ı i l,en anaptiks ( b. bk. ) veya «vi kaye>> vokaline «atta k vokali» ( voyelle d'attaque) dendiği gibi, bu olaya da ( tension , E ingang ) terimiyle, öbür taraf­ tan da patlayıcı kon son ların ıeJaffuzundak i i l k safhayı (ikincisi : «kapanış» [occlusion, Verschlussl , üçüncüsü : «patlayış» [explosion, metastase] ) adlandıran «çekiş» ( imp­ losion, catasıase ) olayı ile karışıı rmama lıdır. Alman lar, her hangi bir fonemi n telaffuz başlangıcına ( sonuna : Ausgang ) bazı kere «Eingang>> yerine, «aıtak>>ın karşılığı olan «Einsatz» terimini de kullanırlar. «Geriliş» anlamın­ daki « Einsatz» terimi , kendinden evvel başka bir fonem bulunınıyan bir fonemin telaffuz başlangıcını ( sonuna : Absaız) an larmak için söylen i r ; kendinden evvel başka bir fonem bulunan bi r fonemin telaffuz başlangıcın a ( sonuna ; Abgliıt) da «Angliıt» denir. Bk. BOGUMLANMA. ATTAKUS ( Aı racus) , saturniidae familyasına bağlı bi r kelebek cinsi. Heterocera gurupundandır. Hindistan, Doğu Asya ve İndo- Malay bölgesinde yaşıyan bu kelebek çeşidinin iri ve güzel renkli kanad ları vardır. Dişi ve erkekte aynı olan bu kanadlar açıldıkları zaman 24 cm gelir ve sarımıırak veya koyu kırmızı esmer renkli zemin '

.

üzerinde, pencere camına benzer üç köşe bir leke ve be­ yaz. siyah ve sarı süsler vard ı r. A. atlaı adlı türünün ı ı rr ı l larına kafuru ağaçları üzerine de rastlanır ve kozala­ rının sap ları vardı r. ipeğinden endüstride i stifade edilir. A. ( Ph il oıamia ) çynthia adlı türü Asya'dan Fransa'ya ge­ tirilerek yetiştirilmeye baş lanmıştır. Tınılları Ailanthuı üze­ rinde yeı iştiri lmektedir. ATTALA veya ATTALEİ A , eski Anadolu'nun Ph ry­ gia veya Pisidia bölgelerinden birinde bir yer. ATTALEA : bk. ATALE. ATTALE İ A , ATTALEA veya ATTALIA, eski Ana­ dolu'da üç şehrin adı : 1 Lydia bölgesinde bir şehir. Eski adı Agroeira veya Alloe i ra idi. Roma'lılar zamanında Pergamon ( Ber­ gama ) kırallığına bağlı idi. Bizans devrinde Sardeis (b. bk. ) metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi idi. A. nın nerede bulunduğu hakkında eski kaynak ların verdiği bilgi ler biı birini tutmamaktadır. Şimdiki Selçuk dola­ yında Gürdük Kale'nin yanında veya Ahmetli ile Selendi arasında bir yerde bulunmuş olduğu sanılıyor. 2 Pergamon kı rallarına aiı olup şimdik i Dikili'­ nin yerinde bulunan bi r liman şehri. Strabon'da bu ad Attea şeklinde geçmektedir. Attaia ( b. bk. ) şehrinin bu yerle aynı olması mümkündür. 3 Pamphylia bölgesinde, şimdiki Antalya (b. bk. ) ATTALEI ATES. Mikhael ( X I. yüzyıl) . Bizan s'lı tarihçi. Doğum tarihi bel l i deği ldir. Attaleia ( Antalya) da doğmuş. son radan istanbul'a taşınmış ve avııkat­ lık yaparak önemli bir servet sahibi olmuştur. Çeşitli yüksek görevlerde bulunan A., askeri mahkeme başkanı olarak imparator Romanos IV. e seferlerinde refakat etmiş ve i mparator Mikhael V I I . Dukas'ın Peçenek'lere karşı yaptığı seferlere de aynı sıfaıla katılmıştır. Daha sonra patrikios ( b. bk. ) . proedros ( b. bk. ) ve magistros (b. bk.) luk rütbelerine kadar yükselmiştir. Bu sonuncu rüıbeyi kendisine imparator Nikephoros Botaneiates vermiştir. A. bir manastır ( 1 07 7 ) ve bir yetimhane kurmuştur. B i zans'ın en kibar çevrelerinde yaşıyan A. in ölüm yılı bilinme­ mekıe, ancak ı 079 dan sonra kendi sinden bahsedi lme­ mektedir. Eserlerinden bir hukuk kitabı ve bir söylevden başka Hiıtoria (Tarih ) [ 1 079- 80} başlı k l ı ve imparator Nikephoros Botaneiates'e ithaf edilen bir· tarih eseri bize kadar gelmiştir. Bu sonuncu eserinde- önsözde belirttiği gibi kendi işittiklerine ve gördüklerine dayanarak- 1 034 ten 1 079 a kadar geçen olayları anlatmaktadır. Esaslı araştır-

-

-

ATTALEİATES,

Mikhael

-

ATTALOS

II.

187

malara dayanılarak kaleme alınan bu eser, tamam olma­ ATTALOS I. , Soter, Pergamon ( Bergama) kıralı makla beraber, çok değerli ve güvenilir bir kaynaktır. ( hük. M. Ö . 24 1 - 1 97 ) . 28 yaşında Eumenes I . yerine geçen A. , Komnenos"lar zamanında moda olan klasik akımın A. ın i l k işi Anadolu'daki Galat'lara veri lmekte olan müj decisidir. Üsliibu ve aniatış tarzı arkaik ve yapma­ haracı kesrnek olmuştur. Bunun üzerine Galat' larla Pergacıklıdır. V I . yüzyılda yaşamış Agathias'ın tarih eserini ör­ ne k ol arak alan A. , çeş i t l i k a v i m lere çok defa a r k a i k adlar vermektedir. A. in Historia'sı genel Türk tarihi bak ımından da çok önemli bir kaynaktır. Selçuklu'ların Bizans imparatorluğuna karşı yaptıkları savaşları, Anadolu' daki Selçuklu yayı lma­ sını ve Selçuklu- Bizans münasebetlerini uzun uzadı ya ve ayrıntı lariyle anlatmakta, Peçenek- Bizans sava� larından bahsederek Oğuz ve Kuman'lara da dokunmaktadı r. Bun­ dan başk a Bizans egemen liği altında bulunan Bu lgar'lardan, ATTALOS l . ( si k k e ) Macar'ların 1 0 5 9 da Bizans'a k arşı yaprıklaıı akından ve imparaıor Romanos Diogenes'in Macar'ları Türk' lere karşı mon arasında çıkan büyük savaşta A. muzaffer o lmuştur. bir bağlaşma yapınağa ikna ermek için sarfettiği gayret­ Bu zafer Hellas'ta bile ı es'it edilmiş ve kendisine Soter lerden de bahsetmektedir. (kurtarıcı ) liikabı veri lmiş, bunun üzerine A. kıral sanını A. in hu eserinden İoannes Skylitzes Conıinuatus almıştı r. A. kıral o lunca Seleukos' lar devletine bağlı lık da ( b. b k . ) . Nekephoros B ryennios (b. b k. ) . Anna Komnena kalkmıştır. A . Suriye de vletindeki taç ve taht kavgalarından ( b. bk. ) ve İo annes Zo naras ( b. bk . ) gibi tarihçi ler fay­ istifade ederek devletinin hudutlarını Anadolu'da genişlet­ dalanmışı ır. meye ve onu kuvvetlendi rmeye çalışmıştır. Fakat Anado­ HtJtoria'nın tenkidli b i r basımı yoktur. Biricik basımı : lu'da Akhaios ( b. bk. ) meydana çı kınca bu işinde geri le­ W. Brunet de Pres le I. Bekker ( us ) , Michaelis Attaliotae miş ve yenilgi lere uğramıştır. Akhaios"un Anadolu'da her­ historia [ Bonnae 1 8 5 3 ] . Seçme parçalar Miller'in Receuil taraf edi lmesinden sonra Antiokhos I I I . ün Suriye des Historiens des Cı-oirades. Historiens Grecs I ( Paris devletiyle tekrar komşu olmuş. bunun baskısından kurtul­ 1 87 5 , s. 3 - 99] başlıklı eserinde okunabi l i r. Tam Lati nce mak için batıda Roma' lıtarla bir leşmiş ve bu bağlaşmağa tercümesi Presle Bekker'in bası mında, bazı parçalarının sonuna kadar sadık kalmıştır Hayatının büyük bir kısmını Almanca te"rcümesi de K. Dieterich"in Byzantiniuhe Quel­ Makedonia kıralı Phi l i ppas V . ile savaşlarda geçirmiştir. len zur Lii n der- und Völkeı-kunde l-ll ( Leipzig 1 9 1 2 ] adlı M. Ö . ı ı ı de Aitol" ler ve Roma'lılada birlik o larak Phi­ kitabında vardır. Fazla bibliyografya ı �·ın bk. Gyula lippos ve A�haia' lılara karşı savaşmış ve birinci Makedonya Moravcsik. 8jzantinoturrica I. Budapest ı 94 2 s. 258· 260. harbi n i bitiren M. Ö. 205 sulhuna katı lmıştır. M. Ö. 20 l de ATTALOS'LAR, Anadolu'da Pergamon ( Bergama) Phi lippes'un taarruzları üzerıne Rhodos ile birlikte tekrar Makedonya'ya karşı savaşa girişmiş ( M. Ö. 1 99 ) Roma'­ kıralları soyu. nın açmış olduğu i kinci Makedonya harbine k atılmıştır. Attalos'ların Şecet'esi Surıye kıralı Antiokhos I I I . ün taaruzu üzerine bağlaşığı Attalos Roma'dan yardım görmüştür A. zaman ında Pergamon , Ana­ dolu'da büyük devlet rolünü oynamış, Hellenistik kültürün ı ı Attalos Eumenes Phi letairos başlıca merkezlerinden biri olmuştur. Galat'lar üzerine ( karısı ölm. M . Ö. 2 6 2 olan zafer vesi lesiyle yapılan ve tannlara vakfedi len hey­ Sat ira ) keller sayesi nde Hellenistik devrio yeni bir Pergamon hey­ ketıraşlık okulu meydana gelmi ştir. Edebiyat çalışmaları ı da çok verimli olmuştur. Eumenes ATTALOS II., Philadel phos, Pergamon ( Bergama ) Attalos Eumenes I . kıralı ( hük. M. Ö. 1 59- 1 38 ) . A. daha ağabeyisi Eumenes I I . (karısı ölm. M. Ö . 24 I Antiokhis) zamanında devlet işlerinde önemli görevler başararak dev­ let adamlığı vasıflarını .ııöstermiştir. Genera l olarak ı Attalos I . (karısı Apollon i s ö l m . M. Ö. 1 9 7 ) .

,

ı

Eumenes I I . ( karısı Sıratonike ölm. M. Ö. 1 59 ) ı

Attalos I I I . ( karısı Be renike ölm. M. Ö. 1 3 3 )

ı

ı

Attalos I l . Philetairos ( karısı Sıratonike ölm. M. Ö. 1 38 )

ı

ı

Aıenaios ATTALOS I I . l si k ke )

Pergamon kıtaları başında Roma' l ı tarl a birlikte Anadolu'da Antıokhos I I I . (b. bk. ) ile olan Magnesı a savaş ına ve Galat'lar sefer ine katılmış, elçi olarak da birçok defalar Roma'ya gitmiştir. Kıral _olduğu zaman kendisine kardeş

188

ATTALOS I I . -

sevgisinden oturu Philadelphos den miştir. A. , Roma ile olan bağiaşmaya dayanarak bir taraftan haı blerle, di­ ğer tarafran da diplomasi yolu ile Anadolu ve doğu işle­ rine karışmıştır. Her ne kadar bir aralık Bithyn ia k ı ralı Prusias Il. ye yenilmiş ve Roma tarafından savunulması geıekmiş i se de ( M. Ö . ı �4 ) , bu, kendisin i n Suriye ve Bithynia taç ve taht k avgalarına karışmasına ve hatta Tr ak'lara karşı sefer yapmasına mani olamamıştır. A. , 8 2 yaşında ölmüştür. Diğer Attalos'lar gibi , bilim v e sanat koruyucusu olan A. zaman ında da Pergamon , Hellenistik kültürün önemli bir merkezi olarak kalmıştır.

ATTALOS l l l . , Phi lomelor, Pergamon ( Bergama) kı ralı ( bük. M. Ö. 1 38- 1 3 3 ) ; A. Il. nin yeğeni ve ardası. Daha ı8 yaşında Roma'ya giderek Roma sosyetesine girmiş olan A . . hükümete geçtiği zaman 33 yaşında idi. A. ün 5 sen e silren idaresi zamanına ait bilgiler çok azd ı r. Yazaı lar kendisini bir taraftan zalim, kana susamış bir adam olarak, diğer rarafıan devler işlerinden çok, bahçe işleriyle uğraşan bir edebiyar ve sanat merak lısı olarak gösıermektedi rler. Hayatın ı n rek önemli olayı, bilinmiyen bir sebepren dolayı devleri bir va siyetname i le Roma hal­ k ına bı rakmasıdır ( M. Ö. 1 3 3 ) . Roma bun u kabu l edip Pergamon 'u işgal ederek Anadolu'da ilk Roma eyalerini ( pı ovincia) kurmuştur. ATTA LU S, kınkanadlı böcek ler ( Coleoptera) in malahiide ( Malachiidae) familyasına bağlı bir cin si. Küçük boy lu bu. böcekler daha ziyade Akdeniz bölgesinde bulu­ n u r. A. alpinus adlı türü ise Alp'lerde yaşar. A TT A LY D A , eski Anadolu'nun Lydia bölgesinde bir şeh i r. A. adı. Lyd ' lerin ceddi Aıys (b. bk. ) , başka bir sanıya göre Arys ile oğ lu Lydos adından gelmedir. ATTANASSOS, eski Anadolunun Phrygia bölgesinde bi r yer. ATTAR veya ATA R , B i zans kaynaklarında Atarios, Ata r o s v e Attario.ı şek li nde geçen Tatar kavim adının an­ lamdaşı. ATTAR, Feridüddin M u ham med ( yaklaşık olarak ı l l 9- ı t 93 ) , Sofi Fars şai ı i . Babasının , Şaban oğlu Mustafa'­ nın oğlu Ebu Beki r İbrahim olduğu söylenir. l l 19 yılında doğ­ duğu . ı ı 9 3 i le ı ı 35 arasında öldüğü sanı lmaktadır. Nişabu r'­ l udur. Çocukluğu Tfın'da geçmişti r. Babası, 1 200 yahut ı 207 de ölen ve menkı beye göre Moğol i sıilasını haber verip sır olan Kuıbüddin Haydar'ın dervişidir. A. , bugün meydanda olmıyan Haydarname'yi bu sofi i ç i n ya1mıştır. Eczacı ve doktor olduğunu ve bu yüzden A rtar adını aldığı n ı kendisi­ nin söylediği sanılmaktadır. Padişahlaıa değer verme­ diği ni, saraya men sup olmadığını, hiçbi r za limin ek­ meğini yemediğini, aşağı lık adamlara büyük adını tak­ madığını, saygıya layık olmıyan lara bağlı bulunmadı­ ğ ı n ı , başında padişaha yaranma havası olmadığından ka­ pıcı n ı n s i l l esinden de em i n olduğunu, hatta divan katip­ lerine ait 1-ıir mahlas bi le almadığını övünerek anlatır. Necmüddin i Kübra halifesi Bağdaı ' l ı Mecdüddin'in dervişi old uğu söy lenirse de, Necmüdd in-i Kübra'yı büyük bir saygıyla anmasına bakılı rsa, doğrudan doğruya bu ünlü sofinin dervişi olsa gerektir. Zaten Mecdüddin 'den, bi r arkadaş gibi bahseder. Mazhar - ü/-arJib'den önce yazdığı eserlerde, Sünni görün ü rse de bu eserde Şiiliğini açığa vur­ muş, hatta bu yüzden Semeıkandi diye andığı Sünni müf­ tüsü, öldliıülmesi için fetva vermiş. evi yağma edilmiş, kitabı yakılmış, kendisi Mekke'ye kaçmak suretiyle canını kur-

ATTARtA

rarmıştır. Bunları, Mekke'de yazdığı son eseri olan Lisan-ül gayb"da anlat ı r. Uzun bir ömür sürdüğü anlaşılan Artar'ı n şeyhlik yapıp yapmadığı bilinmemektedir. Tasavvufa pek bağlıdır, fakat onun tasavvufu sistemleşmiş bir ıasavvuf olmayıp daha çok aşka ve cezbeye datanan veciıli bir «tahakkuk» yoludur. Bu bakımdan Attar, Kalenderi 'lere ve Melameti'lere pek yakındır. Peygamber ve erenler hakkında yazı lmış bin kitap okuduğunu, tam 39 yıl safi­ lerin şiir ve hikayelerini toplad ığını kendisi söyler. Eserlerindeki hikayelerin içinde Na'Sreırin Hoca'ya, Bek­ ıaşi' lere. sarhoşlara ait ve hala halk tarafından söylenegelen hikayelere raslanır. Bu bakı mdan eserleri , yaln ız şiir ve tasavvuf bakımından değil. folklor bakı mından da çok değerlidir. Ortada olmıyan Haydarn.ime ile sonradan ken­ disi n i n yok ettiği CevJhirn,'me ve Şerh-ül-kalb ve bugün ilk ıelifi eli mizde bulunınıyan HusrevnJme'den başka Di t-an- ı Esrarname, Mantık - ut- tayr [Türkçeye çev. Abdü lbaki Gölpınarlı, 2 cilı, ı 94 4 - 4 5 } . MusibetnJme. MuhtarnJme, İ/Jhiname, [Türkçeye çev. Abdülbaki Gölpınarlı, ı 947} H u ırevn i me ( ikinci telifi ) , Bülbiilname, Pendname [ son defa Tü rkçeye çev. Nuri Gencosman, ı 94 6 } , Mi ' rarnJme , CemremenJme, VuslatnJme, Üş türnJme, Cevahir-üz-zat, Ha/lirname _ Bisername, Mazhar-ül-ar!iib ve Lisan-ül-gayb adlı mesnevileri ile, sofi leri n biyografyalarına ait mensur Tezkire-tül-evliya adl ı bir eseri vardır. Bunlardan başka He/tvidi, Hayyatname, VasiyetnJme, Kenz - ü/-hakaayık , Ken z - ül-e srar. İhı,Jn-üs-sa/a, Veledname, Mi/tah-ül-1ütfi h adlı mesneviler de eserleri arasında sayılmakta ise de yukardaki eserlerinde bunlardan hiç bahsetmediğinden kendisine ait oldukları şüphelidir. Sofi şairlerden Mevlana ve Mahmut Şebüsıeri gibi büyük şairler bile Attar'ı büyük bir saygı ile anarlar. Mantık- ut-tayr ve İlihinJme esas bak ı mından Mevlana'nın Mesneui'sine örnek ve kaynak olan eserlerdir ; ya lnız, A. da Mevlana'nın coşkuoluğu ve ş i i r kabi liyeri yoktur. Onun eserleri, daha çok sistemli ve plan l r d ı r. Pendname ile Mantrk-ut-tayr, yüzyı llarca okun­ muştur. ı 3 2 9 da ölen sofi Seyid Ali-yi Hemedan i, Mantık ­ ut-tayr'dan kısa b i r anıoloj i yapmış, Mesnevi açımlayıcısı Şem'i (ölm. 1 596 ) bu eseri de açımlamıştrr. Gülşehri, XIV . yüzyı lda bu kitabı örnek turarak aynı adda bir kitap yazmış­ tır ; ancak, Gülşehri'nin kitabının tercüme olmadığını kay­ detmek gerektir. Mantık-ut-tayr'ı Mevlevi lerden Fedai adlı bir şair, ı 63 5 te manzum olar.ık Türkçe'ye çevi rmişti r [taşbasması, İ stanbul ı 8 57] . Bu tercümen in bazı eksikleri vardır. Mantrk-ut-tayr'ı Avrupa'ya Hammer ıanıtmış, kira­ bın metni , Tassy tarafından, pek ya n lış olarak bastırılmış [Paris ı 8 5 7 ] , yine Tassy tarafından Fransızca'ya çevri lmiş­ tir [ 1 86 3 ] . Eserin bir kısmı R. P. Masani tarafından The Con/erenre of Birds adiyle İngilizceye çevri lerek bastırıl­ mıştır [ 1 92 4 } . İ lahin a me 'nin metni Prof. H. Ri tter tarafın­ dan nüsha fark lariyle bastır ı l mıştır [ istanbul ı 9 1 0 ] . Tez­ kiret-ül-evliya'nın da Bombay ve Avrupa basmaları vardır. ATTAR, Ha1an b; Muhammed ( 1 766 - ı83 ı veya ı 8 36) , Arap yazar ve kelamcısr. Kahire'de doğmuştu ı . Öğren imini El- Ezher'de yapmış . Suriye v e Türkiye'de bulun­ muş, son ra. Kahi ce'de Mehmet Ali Paşa tarafından kurulan resmi EI- Vakaayi-üi-Mrsriyye gazetesinde çalışmış ( ı 828 ı 8 3 ı ) , sonra El-Ezher şeyh liğine atanmıştır. A rap nesri hakkındaki İ n[a- üi- Attar ( Kah i re 1 8 5 3 , üçüncü bas. ı 882 ; Bombay ı 884 ) adlı eseri ün lüdür. ATTA RlA, Bizans kaynaklarında Tatar ülkesi i ç i n Tataria'dan başka olarak kullanılan bir deyim.

ATTf:LABU S

ATTİK E

189

ATTE L !\ BUS, k ınkanadlı böcekler ( Coleoptera) in hortumlu böcekler (Curculionidae) familyasına bağlı bir cinsi. Genel olarak orta büyük lükte olan bu böcekler siyah renkli ve kırmızı, pas rengi ka­ nadlıdırlar. Kuzey Yarımküresi­ ne yayılmışlardır. A . cu.r cu/ionider adlı türü Avrupa'da yaşar ve dişi­ leri meşe yaprak ları n ı keserek kundak şeklinde yuvarlar ve bu­ nun içine yumurtasını bırakır. Kışı burada geçiren yumurtaların larvaları toprağa geçerek pupa haline gelir.

aynı devi rde doğan ve rağbet gören Asianismus ( bk. ) akımına karşı koyan bazı gramerci ve yazarlar. «yeni» olan her şeyden ayrılaralı:, gerek lügaı kullanışında, gerek ifade tarzında klasik Atıike yazarlaımı örnek tutmayı hedef edinmişlerdir. Sonraları Roma'da, geçmiş devi rleri i t i bar mevkiine yükselren Augusı us çağının klasikçi ve gelenekçi ıkliminde Yunan rheıor larının ve gramercilerinin çalışmaları i le n azari olarak gelişmek fırsatın ı bulmuş ve A. adı ile anılmış olan bu akım hususiyle d i l alanında derin ve sürekli eıki yapmışıır. M. S. I. yüzyılda. k lasik · edebiyana bulunmıyan lugat ve deyimleri bile bile kul la­ nan Yunan yazarı yok gibidir. M. S. II. yüzyıldan itiba­ ren de A. akımının esasını ıeşkil eden «klasik örneklere göre yazmak ideali»ni karşı akımlara mensup nazariyeci le­ ATTELEBUSA veya ATELrin dahi kabul etmesi üzerine, pek az istisna ile büıün .AT TEL ABUS BUSA ( Yun. = çekirge adası ) , Yunan yazarları konuıtukları dili değil, öğrendikleri dili eski Anadolu'nun Pamphylia ( Antalya) kıyısı karşısında bir kullanagelmişlerdiı : bugün Y unan yazı dili ile konuşma ada. Bk. REŞAT ADASI. dili arasındaki ayrılık bundan i leri gelmekted i r. Roma'daki Yunan rheıorlarının üslup alanında mey­ ATTERBOM [qttirbum ok. } , Pehr Daniel Amadae· u s ( 1 790- 1 8 5 � ) . İşveçli şair ve edebiyat tarihçisi . A sbo dana getirdikleri aynı mahiyeııeki akım dar bir çerçeveye bağlı k a ldığı için, dil alanında görüldüğü kadar et k i l i ( Östergöı land ilinde) da doğ­ olmamış uzun zaman tuıunamamıştır. Ancak Roma'da, muş, Uppsala'da ölmüştür. Bir Cicero devrinde Yunanlı ların bu davalarını ben imsiyerek köylü proıesıan vaizinin oğlu kimi Asianismus. kimi A. cephesinde yer almış olan Ro­ olup. Uppsala üniversitesinde ma'lı yazar ve hatipler arasında şiddetli mücadeleler okuduktan ( 1805-1 8 1 �) sonra, o lmuştur. Almanya'yı ve İtalya'yı gez· ATTIE veya ATYE, Sudan · Guinea dillerinin Fil­ miş ( 1 8 1 7- 1 9 ; buna ait eseri : dişi Kıyısı - Dahomey grupundan bir dil. Bu grupun .Minnen /ran Tyık /and och «deniz kulağı» ( lagune ) dilleri deni len bölüme giren ve lta/ien [Almanya'dan ve İtal­ Ake. Korubu da bu d i l , F i ldişi Kıyısı'nın güneydoğu �ölge­ ya'dan anılar } . 1 8 5 9 ) , yurda sinde Comoe ırmağının aşağı kısmında konu�ulur. Nede, dönüşünde veliaht Oskar'ın ve Bode ( Bude) olmak üzere iki diyeleği vardır. Yakın özel öğıeımeni olmuş, 1 8 2 1 akrabaları, Veıere. Abure, Gwa, Ebrie veya Kyama, Abe, de Uppsala üniversitesinin öğ­ Ari, Adyukru, Aladya, ve Avikam dil lerid i r. Bk. FiLDİŞİ retim kuruluna katılmış, 1 8 2 8 KIYISI-DAHOMEY DİLLERİ. de felsefe, 1 8 3 5 ı e de estetik Peh r Danicl .Amadaeus Aııerbom ve modern edebiyat profesörATTIKA ( Aııique) [G. S.}, bazı binaların başlıca l üğüne getirilmiş, 18 39 da İsveç Akademisine üye seçi lmiştir. koroişini taçlandıran alçak kat. İki türlü A. vardı r : Aralıksız uzanan A. fıansızca «aııique conıinu» ; iki 1 807 de «Aurora» adlı bir dernek kurarak. İsveç edebiyannda, başlıca Alman şairlerinden (Tieck, Novalis, kat arasındaki A. ya da «atıique inıeı rompu» derler. Ara­ lıklı A. çok defa süıunlarla süslüdür. v . b. ) mülhem olan «yeni romantizm» ( nyromanıi k ) çığırını açmıştır. Polyphem adlı g eçici dergiden sonra çıkardığı ATTİKA TABANI, mimarlıkıa, aralarında bir ıcotia Phoıphoroı ( 1 8 1 0- 1 8 1 3 ) adlı aylık derginin adından, bu ( taban oyması ) bulunan bir üst, bir de alt toruı ( profi l l i çığırda yürüyen iere «Phosphorisı» (b. bk. ) denmiştir. s i l m e kava l ) r a n i baret b i r sütun k ai desi. Bu deyim ilk Daha sonra, «Aurora>> derneğinin üyeleriyle beraber Poetiık defa Yunan ' l ı lar tarafından İonik üslup' hakkında kul lan ı l­ Kalender ( 1 8 1 2- 1 8 2 2 ) ad l ı dergiyi idare eımiş ve Ham­ mıştır. Sonra Roma l ı ' ların en makbul kaidesi haline ge]. meısköld, Dahlgren. Palmblad gibi edipler burada yetiş­ miş, Bizans, Roman ve ilk goıik üsluplarında bol bol kul­ miştir. Bunlardan başka, başlıca eserleri şunlardır : Alman­ lan ılmışnr. ya'nın romantizm filozofu olan Schelling'den alınan i l hamla ATTİKE, Orıa Yunanistan'da üçgen şekilli yarımada. ve Novalis üslubunu taklit yoliyle yazılmış lirik ve mistik şiir­ ler coplaması olan 8/ommorna ( Çiçek ler) [ 1 8 1 2 ve 1 8 16}, Doğusunda Ege Denizi. aynı yönde ve karşısında Eğriboz Tieck'i andıran ve allegoci k bir peri dramı olan Lyc k r a ­ adası, bamında Egina ( Egin ) körfezi vardır. Yüzölçümü 2 /ighetenı ö ( Saadet adası ) [ 1 824-2 7 } ; bir peri masalından 2 200 k m kadardır. Hususi y l e güney kıyı bölümünde yarı kurak, ı ssız ve bazı bölümleri Akdeniz bitki ve or­ al ınma FJgel Bill ( Mavi kuş ) baş l ı k l ı sahne yazı sı yarıda man lariyle örtülmüş dağlık bir alan dır. Kuzeyindeki dağ­ kalmıştır. S11enıka ıiare och ıkalder ( İsveçli filozoflar ve ozanlar) [6 cilr, 1 84 1 - 5 � . i lavesi : 1 864 } adlı eseri, İ sveç larda ( Parnes 1 4 1 2 m) da daha çok Kreıase k:ılkerleri edebiyann ı n klasik çağın sonuna kadar olan kısmının. bulunur. Bu dağların �üneye doğru devamları olan Pen­ ıelikon ( ı 109 m) ve Hymetıos ( ı 027 m ; balı ile tanınmış ) biyografya şeklindeki tarihidir. dağlarında yapıda kullanılan güzel mermeı ler boldur. Atina ATTERESİ : bk. YAYŞANOTU yakınında çömlekçilikte k u l lanı lan toprak lar, Lavrion çev­ ATTICISMUS, Yunan ve Roma edebiyannda bir resinde kurşun. kalay çinko, ( Esk ı çağda gümüş ) ç ı karı l ı r. dil ve üslüp akımı. Hellenism devrinde bütün Yunan ale­ A. toprakları tarıma pek elverişli deği ldir ; başlıca ürün­ minin ortak dili olarak gelişen dil ( koine) e ve yine leri üzüm, zeytin, i ncir ve bir miktar tah ı ldır. Nüfus en

190

ATTİKE

çok Maraıhon ve Eleusis kıyı ovalarında ve h ususiyle Ati­ na'da toplan mıştır. Ahalinin çoğu Rum'laşmış Arnavuttur. DİL. An ike ( A ııike ) diyeleği. Eski Yunancan ın Doğu di­ yelek leri bölümündendir, ve bu bölüm içeri si nde İonia di­ yeleğiyle beraber İonia- Attike grupunu meydana gecırır. Arıike diyeleği, Yunanistan 'ın kara kısmında, Euboia ada­ sına ve bütün İonia'ya den i z tarafından komşu olan mer­ kezi de Athenai ( Atina ) şehrinde bulunan ve n ispeten dar An ike bölgesine ( klasik çağda nüfusu : 200.000- 300.000 ) sınırlanmıştı. İon diyeleğiyle beraber, ana Yunancanın ayn ı kolundan oluşmuş bulunan , bazı di lci lere göre hatta İon'ca­ nın sadece bir kolu sayı lan Aıtike d iyeleği, karada kal­ mış, eskiden onun gibi karaya sınırlanmış olan İonia diyeleği ise Ege adalarının bir kısmına. oradan da daha uzaklara açılmıştır. Yunan dünyasında ilk olarak parlak bir medeniyet kuran İonia'lılar ( İones < İawones) ı n diye­ leği M. Ö. V I I I . yüzyılda bir edebiyat dili olmuş, ve üç alt- bölüme ayrılmıştır : 1 - Batı İonca veya Euboia ( Eğ­ riboz ) - Khalkidike ( Halkidikya yarımadası ) İoncası. 2 - Merkez i İonca veya Kyklad'lar İoncası ( güney uc­ daki -adalar hariç ) . 3 - Göçmen olarak Doğu İonca veya Küçük- Asya ioncası ( ı 2 şehir [ Dodekapolis : Erythrai , Klazomenai, Kolophön, Teos. Lebedos, Ephesos, Miletos, Myüs, Priene, v. b. ; Ege'deki güney Küçük- Asya kıyıları, Halikarnassos [ Bodrum] tan Smyrna [ izmır] ya kadar ; ayrıca Phokaia [ Foça) . ve S amos [Sisam] . Khios [Sak ız) adaları ; Thrakia, Hellesponıos [Çanakkale] Propontis [ Marmar� ) ve Eukseinos-Ponıos [ Karadeniz) kıyılarındaki koloni ler ) . İon diyeleği, Euboia'daki Khalkis ve Eretria şehirlerinin Küçük-Asya'da, İtalya'da (Campania'daki Kyme [ Lit. Cumae) , ayrıca Neapolis [ Napoli ) ) kurdukları şehirlerde, ve Phokaia'lıların Gallia'daki kolonilerinde ( Massalia [ Ut. Massilia ; Merseille, Marsi lya] , Agaıhe [ Lit. Agatha ; Agde] ) konuşu lurdu. Bk. İON İA, dil. Yayg ı n İonia diyeleğinin bu üç bölümüne karşılık, Aıtike diyeleğinin ayrıntıları n ı bilmiyoruz. Zaıen dar bir bölgeye sınırlanmış bulunan bu diyelek, siyasi sebepler­ den dolayı, erken bir devirde Atıike'nin resmi dili olduğu için, bütün yazı lar genel Atıike d i linde yazılmış, yerel �ğızlar· eğer var idilerse-yazı bırakmamışlardır ; eski çağ­ larda Atıike k oloni leri de yoktu. İon ia-Atıike diyetek gıupu, bazı noktalarda, Kypros ( Kıbrıs) , hususiyle de Arkadia diyeleğiyle ortak nitelik ler gösterir, mesela «eğer» anlamındaki şart bağiacı bazı di­ yeleklerde e iken, İonia - Attike'de ei şek l indedi r ; temaıik olmıyan infinirif ler, öbür di yelek ierde - menai .- men ,- men . me­ in bi ıimliğini alırken , İonia Aıtike, Arkadia ve Kıbrıs diyetek lerinde · na i ekiyle biter, «imek» anlamına Homeri ' ve Thessalia emmen, Aiol ve Oor emen, Delphoi ve Bo­ iotia eimen, Girit emen, fakat İonia-Anike einai. Aıkadia enai. «vermek» an lamına Homecik ve Lesbos domenai, Thessalia, Boiotia, Batı Yunanca domen, Rhodos ve Pamphylia domein, fakat İonia- Aııike dounai, Kıbrıs do­ Fenai, gibi. İonia-Atti k e diyeleğini öbür diyeleklerden ayıran başlıca ayraçlar şunlardır : ı - Eski Yunancadaki «digam· ma» ( yazıda F ; ses değeri w ) , öbür diyetekiere bakaı ak daha erken bir devirde bu diyelekte kaybolmuşıur, Foikos ( krş. U.t. viçus) yerine oikos = ev, mesken , gibi. 2 Ana Yunancadaki uzun a, öbür diyeleklerde olduğu gibi kalmış, bu diyelekıe ise a• değerine kayarak, sonunda, e'ye çevrilmiştir, mesela «ana» an lamına olarak Aiol, Ar-

k adia- Kıbrıs, Oor ve bütün Batı Yunancada maler ( krş. Uı. maler ) , fakat İon- Attike m eler ( sonra meler ) ; Pamphylia limaFesa, Oor timaeis ( = değerli ) , fakat İon - At ı i k e time 1 = değeı ) . İon- Attike diyeleğinde, e,kiden, İranca Mada ( = Med ' ler) adı Medoi ( Kıbrıs'ta Madoi) , Lyd'ce Miliıto s adı da Millilos (öbür diyeteklerde : Mila­ los ) şeklinde yazıldığı halde, sonrada n yeni bir uzun i ıüretilerek, meseta A!Jaimen i d İ ran kıralı DarayaJ�ahu{un adı Dareios şeklinde kullan ı l mıştır. 3 - «Nicelik meta­ tezi» ( meıathesis quanıitatum) den ilen olay. Buna göre İon Atıike diyeleğinde, birincisi uzun ikincisi de kı sa ol­ mak üzere iki vokal arka arkaya geldiği zaman, uzun vokal kısalmış, kısa vokal de uzamıştır (eo > eö gibi ) ; yanyana gelen vakallerin ikisi de uzun o lduğu zaman , bi­ rinci vokal kısalmıştır ( eö > eö gibi ) , yani eski io veya iö ba�ka diyeteklerde o lduğu gibi kalmış ( veya i şeklinde derleşmiş ) , İon- Atıi ke'de ise önce eo, eö sonra eö'ya çevrilmiştir ( veya ö şeklinde derleşmeye uğramıştır) : me­ sela «görüş» anlamına B oioıia diyeleğinde thi"aöria, fakat İon- Atıike theöria ( < * lheaFöria ) ; «g�mi'nin» anlamında genitif, öbür diyelek lerde naFos, neFos. fakat İon-Attike neös ; «müsaıı» an lamına Lakonia diyeleğinde hi/eFos, fakat İon-Attike hileös ; deniz tanrısının adı olarak Ho­ merik Poseidaön, Arkadia Poroidimos. Lesbos Po reidan, Girit, Rhodos Delphoi Podeidan, Boiotia Poteidaoni, fakat İ on Poseideön , Atıike Poseidön ; « şafak» anlamına Oor diyeleğinde aFös, aös, veya eös, fakat İon- Attike eös 4 - Şahıs zamirierinden «biz» ve «siz». öbür diyetek­ lerde nominaıif -es, ak kusaıif -e ekieriyle bittiği halde, İon-Attike diyeleğinde sırasiyle -eis, ve -eas/- a s bitimliğini almışlardır, mesela «biz» ve «bizi» anla mlarına Oor hames, hame, Lesbos ammes, amme. fakat İon-Atttike hem ei s ( < *hemees ) , hemeas ; Aı tike : hem as ) . Öbür diyeleklerdeki bu nominati f'ler. gerçekte, akkusaıif'lerden (eski : * hasme/*hah m e ) o l madır, akkusaıi f'ler olduk ları gibi kalmıştır ; İon-Attike'de i se önce akkusaıif' ler eski ana şekiliere -as ekinin eklenmesiyle meydana getirilmiş. sonra bunlaıdan nomınatif' ler türeıilmiştir. 5 - Atematik fii l i erin aktif, bazı kere de passi f «-di ' l i geçmiş zaman» çoğul 3. şahi s şeki l l eri, öbür diyeleklerde -n ( < -nt) ekiy­ le yapı ldığı halde, İon-Attike'de· s- aorisıinden olma - san bitimliği kullanılmıştır, mesela Homerik ve Batı Yunan­ cada sırasiyle «koydulaı», ö ( Attike : oe < o + a ) kaynaşması da gö­ rülür, «sek i zinci» anlamına ogdökonta ( Attike : ogdoekon­ ta) gibi. 5 - İ on kseinos ( Attike : ksenos = yabancı ) ve koure ( Attike : kore = genç kız) misallerinde görülen vokal gelişimine karşılık. sonraki İon'cada vokal kısal­ ması vardır, neos ( Attike : neös = gemi'nin ) , theoros ( Artik e : the öros = seyirci ) gibi. 6 - Atıike diyeleğinde ss > tt, ve rs > rr değişimlerine raslan ı r, İon g/aua (genel Yunanca : glöJJa) , Atıike g/otta = di l ; Homer ik ve öbür diyelekler lyua, Atıike lytta = hiddet ; i on en en, genel Yunanca arsen, Artike arren - erkek ; genel Yunanca tharsos, Yeni Aıtike tharros = cesaret. 7 - ii ıemalı isimlerinin çekiminde eri ! tekil genitif bitimliği Atıike'de - iio, İon'da -eö, ö ; çoğul genitif eki Aıtike'de -ön, İon-da -eön, . ön ; çoğul datif eki de Aıtike'de - iisi ( n ) , İon'da -eisi ( n ) dir. 8 - Bazı i simterin tekil genitif'lerinde de farklar vardır, polis ( = şeh i r ) ten Artike poleös, İ on po/ios ; basi/eus ( = kıra l ) tan Atıike basileös, İon basi­ /eos ; -k/er' le biten özel adların genitif, i Artike'de -kleous, İon'da -kleos'la bi ter. 9 - mi- bitimlikli fiiller, İon di­ yeleğinde çok kere «kısaltılı fiili er» ( verba contracta) gibi çekime utrar, mesela «imek» anlamına einai yerine ein , «koymak» anlamına tithenai yerine tithein, gibi. Aynı tithenai fiilinin «orta» (medium) çatılı bitmişlik ( perfec­ tum ) zamanının çoğul 3. şahıs şekli Attike' de -nt ai bi tim­ liğini aldığı halde, İon'da titheatai o lmuştur. 1 0 - Şart partikülü Atıike'de ean, an i ken, İon'da en'di r ; Attike'deki yapı ekleri nden -eios'a karşılık İon'da -eios şekli vardır. l l - İon'da birçok basitleşmiş şek i liere rasnanır, Att. bou/omai, İ on. bo/omai = isıemek ; Atı. hieros, İ on. iros = kutsal ; Atı. deiknymi, İon. dekumi = gösteri rim ; Att. ekeinos, İon. {einos = öteki ; Att. euthys, İon. ithys = doğ­ ru ; Att. hestia, İ on. istie = ocak ; Att. demiourgos, İ on. demiorgos = dünyayı yaratan, v. b. gibi. 1 2 - Karışık şekiliere de raslanı l ı r, Att. meizon, İon . mezon ( < *megi­ ön J = daha büyük ; Att. koinos, İ on. ksynos = genel or­ tak ; Att. krateros, İon. karteros = kuvvetli : Att. enegka, İon. eneika/enika = taşıdım Aıt. heautö, ion. helJiitö = o kendine, v. b. gibi. Bk. İONİA, dil. Artike diyeleği, Atina'nın kazandığı siyasi ve kültü_

191

re! önem sayesinde, zaman l a öbür diyelekler üzerinde hakim bir duruma erişmiştir. İ on. Ai o l - ( Lesbos ) , ve D or diyetekleri de bir zaman edebiyat dili olmuşlarsa da, Perik­ Ies devrinde, başta. eskiden Homeros'un kullandığı İon'ca olmak üzere, öbür diyelekler yerler ini Attike diyeleği ne bırakmak zorunda kalmışlardır. Attike diyeleğinin eski şekl i ( Eski Artik [Altattisch] ) , İon'can ın etkisi altında bulunuyordu ise de, buna karşı lık_ sonra Aıtike diyeteği­ nin etki sine kapılan i l k diyetek İon 'ca olmuştur. Eski Aıtike d iyeleği, Artike tragedya larında ve Thukydides'ıe raslan ır. M. Ö. V. yüzyı ldaki saf Aıtike diyeleği ( Reinat­ tisch ) de Aristophanes, Platon gibi yazarlarda ve Lysias, İ sokrates, Demosthenes gibi hatiplerin dilinde görülmek­ tedir. Atıike Deniz Birliği, bu di yeleği M. Ö . IV. yüz­ yıldan başlıyacak Yunan d ünyasına yaymış, ve «Sonraki Attik» diyeleği ( Neuaıtisch ) , kısmen de İon 'ca esas alınarak, bütün Yunanlılarca anlaş ı l ı r ortaklaşa bir d i l ( koine dialektos ; b k . KOİNE) meydana getiri lmiştir. M. Ö. I V. yüzyı lda yazan Arisroteles'in eserleri koine'leş­ mek üzere olan Son Attik diyeleği ( Spiitattisrh ) ndedir. Bk. YUNAN DİLİ ; ayrıca bk. F. Bechtel : Die Griechi­ schen Dialekte, 3 cilt Berli n 1 92 1 - 1 9 2 4 , C D. Buck : Intro­ duction to the Study of the Greek Dia/ects, 2 . bas. Chi­ cago 1 9 1 8 , A. Thumb : Handbuch der griechischen Di­ alekte, ı . bas. Heidelberg ı 934. Attike kısaltı.ıı : ( Correptio attica, Abregement atti­ que ) , Artike diyeleğinde görülen bir metrik olayı. Buna göre, eğer bir hecede kısa bir vokalden sonra iki kon son gelirse, ve konsoniardan birincisi ötümsüz ( sourd ) patla­ yıcı, ikinci de nazal veya akıcı çeşittense, ozaman hece, açık ve kısa sayılabilir, kyknos ( = kuğukuşu) , patros ( = babanı n ) , gibi. Attike tekrarlaması : ( Redoublement attique ) , At­ tike diyeleğinde bitmişlik zamanları tekrarlama ile yapılan fiilierde görülen bir olay, ki vokalle başlıyan bir heceni n tekrarlanmasından ibarettir, op-öpa ( = görmüşüm) gibi.

A TTİKORA ( Atticora ) , öıücü kuşlar ( Passeres ) takımının kırlangıçlar ( Hirundinidae) fami lyasına bağlı bir cinsi. Kırlangıçlardan daha küçük, ve ince gaga lariyle ayırt edilirler. Kuyrukl arı fazla çaıal l ı deği ldir. Renkleri mavimtırak siyah, göğüsleri beyaz şeritli, karın ları tarna­ miyle beyaz olan bu kuşların bir çok türü Orta ve Güney Amerika'da yaşarlar. 1 5 cm. büyüklüğündedirler. A. fasciata adlı türü Bolivya, Guyana'da ve A. me/anoleuca adlı türü de Brezi lya'da yaşar. ATTİKOS ( M. S. I L yüzyılın son yarısı ) , Efia­ tuncu fi lozof. Bu devirde eklektizm ( seçmecil i k ) ile bo­ zulmuş olan E f l aıuncu l uk'un yeniden canlanmasına ve temizlenmesine çalışmış, Askhalon ' I u Antiokhos (b. bk. ) zamanından beri adet halini almış bulunan Eflatun ile Aristo felsefesin i n birbiriyle karıştı nlmasına şiddetle karşı koymuştur. Fakat kendisi de Ef!atunculuğa bazı stoik dü­ şünceler karışu rarak yen rneğe çalıştığı eklektizme düşmüş­ tür. Ariıto'nun akidesini E/latun'unkiyle kart/ltraniara karıı adlı eserinden bazı parçalar kalmıştır. ATTİLA (yaklaşık olarak 400-4 5 3 ) , Hun Türk' le­ rinin ün l ü hükümdarı. Babası Muncuk ( b. bk. ) tur. A. adı eski kayn aklaıda çeşitli şekil lerde görülür : Allilas, Atilas, Atil/as, Aıte/as ( Bizans ) . Attila, Attyla, Aıtala ( Latin ) , Atıla, Atila, Atil ( İslav ) , Ezzilo ( Eski Yüksek Alman ) , Etzel ( Orta Yüksek Alman ) , Ettel, Hettel, Ethe-

192

ATTILA

la ( Aşağı Alman ) , Aetla ( ingiliz) , At/i ( Kuzey Germen ) Et (h ) ele, Ethela, Athila, Attila, Atila, ( Macar) v. b. Bu i sim A. n ı n olgunluk çağında kullandığı isimdir. Çocuk· luğunda taşıdığı adı b i lmiyoıuz. «Attila» adı, Gotça alta ( baba ) kelimesinden Gotça -ila küçü ltme ekiyle teşki l edilmiş olup anlamı «babacık»tır ( Nemeth Gyula : Attila e r huniai [A. ve Hun'ları } , Budapest 1 940, s. 2 2 1 ) . A . i le «Bulgar hükümdarları listesi» (b. bk. ) nde ge­ çen A -ito!J ol ( b. bk. ) aynı kişi olduğu sanılıyor ( Gyula Moravcsik : Byzantinoturria ll. Budapest 1 94 5 , s. 8 1 ) . Tarihte ı\ . : A. , gençliğinde rehine olarak bir süre Aşağı-Tuna kıyısındaki No vae ( Sviştov ) de kalmış ve bu­ rada daha sonraki büyük raki bi Aetius ( b. bk. ) i le tanış­ mıştır. Roma İmparatorluğu'nun bütün hatalarını ve zayıf­ lığın ı yakından görmek fı rsatını bulan A. , daha sonra Bi1ans'a karşı güttüğü politik a için Novae'de edindiği zengin tecrübelerden faydalanmıştır. A. , amcası Ruga ( b. bk. ) nın ölümünden ( 4 3 4 ) sonra ilkin ağabeysi B leda (b. bk. ) i le bi rlikte hükümdar­ lık ediyordu. Her ihtimale göre A. nın idaresindeki kısım Hun İmparatorluğu'nun Bizans sınırııı;ı dayanan parçası idi ; B leda i se i mparatorluğun batı bölümünde hüküm sürüyordu. A. , hükümdarlığının hemen başlangıcında Doğu Roma i mparaıo ı u Theodosios II. ile Tuna kıyısındaki Margus ( Smederevo, Türkçesi : Semendre l ta bir barış antiaşması akdetıniştir ( 4 34 ) . Bu antlaşmanın başlıca hü­ kümleri şun lardı : Bizans' lılar Hun' lara 700 libra ( b. bk. ) alı ın y ı l l ı k verıı;i ödiyecek ler ; H un kaçaklarını yu rtlarına sokmıyacaklar, şimdiye kadar Roma İmparatorluğu'na kaç­ mış olanları da iade edecekler ; H un tutsaklığından kaç­ mış olan Bizans' l ı ları da iade edecekler, yoksa adam ba­ şına 8 altın ku rtarmalık ödiyecekler. Hun'larla savaş ha­ linde olan kavimlerle bağlaşmıyacak lar ; sın ı r boyu tica­ reti nde Hun'lar Bizan s'lılada eş i t haklara sahi p olacaklar. Hun'lar Oktar ( b. bk. ) ve Ruga zamanında Hun ya­ yılmasının en batı nokıası olan Kuzey denizine erişmişler ve Ruga Romal ı ' la ı la yaptığı bir antlaşma gereğince Pannonia ( Baıı- Macari stan ) yı almıştır. Böylece, Avrupa'daki Hun imparatorluğu'nun temelini atan, bu iki hükümdar olmuş· tur. A. tahta çıktığı zaman Hun İmparatorluğu Karade­ n i z'den Ren 'e kadar uzanıyor ve aşağıyukarı bugünkü G üney- Rusya'yı, Romanya'yı, Yugoslavya'nın kuzey bölü­ münü, Macaristan 'ı, Avusturya'yı, Çekoslovakya'yı, Güney ve Orta Almanya'yı kapsıyordu. Bu muazzam i mpa rator­ luğun merkezi bugünkü Macaristan'da idi ( bk. ATT i LA'­ NIN B AŞ K E NT i ) . Bizans kayn a k l a n 4 34 i l e 44 1 arasında A . dan bah­ setmemekı edir. Bu süre içinde A. , Hun ' lara tabi çeşi tli kav imler a rasındak i gevşek bağları peki şti rrnek suretiyle kuvvet li bir me ı kez i idare vücuda geti rmekle uğraşrığı için, Bizans i mpa ratorluğu'nu pek rahatsız etmemiştir. Fakat teşki latiandı ı ma işini bitirdikten sonra dikkatini i lkin B i zans, ondan sonra da Batı Roma İmparatorluğu üzerine çevi rmiştir. Bir bahane i le Margus antlaşmasın ı bozarak ordulariyle Bizans sınırını aşmış ve yalnız Si rmi­ um ( Miı rovica'nın yan ında ) ve Tuna kıyısındaki Singidu­ num ( t3elgra ı ) , Viminacium ( Nova Pa lanka'nın karş ısın­ d d ) ve Raıi aria ( Akça ı ) şeh i rlerini değil, imparator luğun içerisinde bulunan Naissus (N i ş ) , Philippopolis ( Fi libe) v. b. şeh i rlerini de almıştır (44 1 ). Ertesi yıl H un' lar Gelibolu yarımadasında bir Bizans ordusunu l ena bir

bozg una uğratmışlaıdır. Öyle k i Bizanslı'lar ıçın barış i sternek ten başka bir çare kalmamıştır. Yeni barış antiaş­ masında (442 veya 44 3 ) Bleda ile A. ödenmemiş olan vergi ler karşılığı olarak 6.000 I i .>ra altın i stemiş ve öde­ necek olan yıllık vergiyi 2 . 1 00 libra altın üzerinden tes'Jit etmişlerdir. H un tutsaklığından kaçan Bizans'lı ların ku ı tar­ malığı adam başına 1 2 altına yükselti lmişıir. A. , Bleda'yı ö ldürdükten sonra (445 ) Hun tahtının biricik sahibi kalmıştır. Barış antlaşmasın ı bozarak büyük bir ordu ile Trakya'ya saldırmış ve Balkan yarımadasını ta Korinthos'a ve Bizans şehrine kadar istila etmıştır. Bu akın sonucunda. aralarında Maıkianopolis ( Bulgari stan'da Varna yöresinde) ve Serdica ( Sofya ) da bulunmak üzere, 70 ten fazla şehir alınmıştır ( 4 47 ) . Ertesi yıl ( 4 48 ) , A. , Theodosios'u yeniden harble tehdidetmiş v e Tuna'nın sağ kıyısında Pannoni � 'dan Novae'ye kadar 5 günlük b i r mesafe genişliğinde b i r alanın boş bırakılınasını v e i ll ir panayırının bundan böyle Tuna kıyısında deği l. Nai ssus'ta yapı lmasını i stemiştir. A. nın bu «sahipsiz toprak» la güttü­ ğü amaç, Bizans toprağına yönelen Hun kaçışlarını önle­ mekti. Son derece sıkıştırılan Bizans sarayı A. dan kurıuluşu anık ancak Hun hükümdarının ölümünden ummuş­ tur. Bizans baş saray adamı hadım Krysaphios, A. nın elçisi Edekon 'a para vadederek A. ya karşı bir suikast düzenlemiş ve bunu örtrnek için A. ya heı kesçe sayı lan senaıor Maksiminos'un başkanlığında, tarihçi Priskos (b. bk. ) un da katıldığı bir elçilik heyeti göndermiştir (448 ) . B u suikast planını, el çilik heyeti üyelerinden yalnı z d i lmaç Vigilas biliyordu. Fakat Edekon A. ya her şeyi anlat­ tığı için tasarlanan bu suikast başaı ı l amamıştır. A . . Bizans'a iki elçi göndermiş ve ağır tehditlerle Krysaphi­ os'un başını i stemiştir. Korkutulan Bizans sarayı bu güç durumda iken, A. birdenbire değişi vermiştir. ( 449 ) . Onu yatıştı rmak için gönderi len kibar Bizans elçilerini iyi karşılamış, hatta önceleri i stediği Tuna kıyısı toprak parçasından da va zgeç­ miş, Vigilas'ı ve kurtarmalık istemeden birçok Bizans'lı tutsağı serbest bırakmış, yalnız Krysaphios'un başının gönderilmesi üzerinde ı srar etmiştir. Öyle ki Bizans'lılar bu i steği de yerine getirmek zorunda kalmışlard ı r (449 veya 450 ) . A . nın Bizans'a karşı güıtüğü politi kada k i ani deği­ şi kliğin sebebin i onun bundan sonra Batı Roma i mpa ra­ torluğu'na karşı yönelmesinde aramak gerekir. A. 4 � 8 e kadar Batı Roma İmpaıatorluğu'nun dosıu ve bağlaşığı i d i . Fakat b u tarihten itibaren b u durumun değişt iği n i gösteren alametler beli rmişıi. A. göıünüşte dost kalmakta devam etmekle beraber birdenbire Roma'nın düşman larını destek­ lerneğe baş lamıştı r. Gallia köylü ayaklanmasının elebaşı la­ rından Eudoxius'un A. ya sığınınası (448 ) veya Ri puar Fıank kıralının ölümünden sonr a taht davasında iki k ı ra l ­ oğlundan büyüğünün A . d a n küçüğün ün i se Aeti us'tan yardım i sternesi ( � 5 0 ) iyi bir alarnet sayılamamışıır. Bu arada A. , Batı Roma İmparatorluğuna ( Ravenna saıayın a ) karşı d a , Bizans'a karşı yaptığı g i b i kibirli v e ıehd idedici bir tavır takınmış ve ağır i steklerde bulun muştur. Mesela Sı lvanus adında bir Roma'lı sarrafı, Hun' ların zaptet­ tikleıi Sirmium şehrinin piskoposu tara fından bazı şart­ Jarla A. nın katibi Consıanı i us'a teslim edilen alıın ayi n kaplarını Constantius'tan rehin olarak kabu l ettiği v e reh­ nin kurtaıılması için tespit edilen müddet bitince kapları

ATTİLA

1 93

İtalya'lı bir p iskoposa saıtığı i ç i n hırsızlıkla suç land ırmış ve Bunun ı ç ı n Roma' lıtarla Batı Got' larını birbirlerinden ayır­ Silvanus'un kendisine veri lmesi n i isıemiştir. A. n ı n , bu gibi mağa çalışıyordu. Ga l l i a seferine çı kmadan önce Valenti· i steklerle silah l ı bir çarpışma için sadece bahane aradığını ni? nus'a Batı Goı ' ları üzerine yürüdüğün ü . Batı Got Ravenna'da heı kes iyi b i l iyordu. kıralı Theodorik'e i se Gallia'ya, yalnız Roma boyunduru­ A. , n i hayet kol ladığı fırsaıı bu lmuştu. Bat ı Roma im­ ğunu kı rmak için gitıiğini haber vermiştir. pa rato r u V a l en ı i n i a n u s l l l . ün kızkardeşi Honoria - zaman­ Nihayet 4 5 ı y ı l ı n ı n ocak ayında A. Tisza yöresindeki la çocuklannın Valen tin ianus'un çocuklarına karşı taht kararga hından GalJia üzerine hareket etmıştır. Tuna bo­ davacısı o l a rak orıaya çıkmaması içi n - a i lesi tarafından yundaki Roma şehir ve isıihkamlarını yıkııkran sonra, evleomerneğe mahkum ed i lmişti. Honoria, ihtimal ki yolda çeşitli Germen k ı rıntı lariyle büyümüş olan ya­ ai lesinden öcün ü almak için tam o sıralarda tahta geçen rım milyonluk ordusiyle martın sonuna doğru Mainz'ta A. ya bir n i şan yüzüğü göndermişti. Fakat A. , prensesin Ren'e varmış ve ı rmağı geçmiştir. Çok geçmeden Metz bu tek lifine cevap bile vermemiş ve i ş yavaş yavaş unutul­ (7 n i san ) ve Rheims de düşmü ştür. A. nın planı, Roma muştur. Bu a rada Honoria ' n ı n kendi saray adamlarından ordusu yetişmeden önce Baıı Got' larını yo'< ermek, ondan birisiyle ciddi bir aşk münasebetine giri ştiği meydana çıkmış­ sonra da Roma başkomutan ı Aetius'u Alp'lerin geçitlerinde t ı r. Bunun üzerin e ana impa raıoriçe Placidia. kızını ilkin beklemekti. Bunun için güneye dönmüş ve mayısta, stra­ tej i bakımından büyük bir önemi olan Orleans'da Batı Bizans'ıa, ondan son ra Ra "enna'da ha psettirmiştir ( 449 ) Bunu haber alan A. , elçileri n i Ravenna'ya göndermiş ve Got Kırallığı'nın sınırına varmıştır. A. nın saldırışı Aeıius'u hazırlıksız yakalamıştır. «nişanlısı» Honoria'nın hemen serbest bırak ılınasını ve müstakbel karısının mirası olmak üzere İmpaıaıor Con­ Aetius Roma ordusunu toplamağa başladığı zaman A . stantius'un özel malının ve Batı Roma İmparatorluğu'nun a r t ı k Gallia'da i lerliyordu. Ücretli asker a l m a u s u l ü v e yarısını i sıemi ştir ( 4 5 0 ) . Ravenna sarayı A . nın bu i steğini 4 5 0- 4 5 1 kışında iıalya'yı hırpalıyan k ı t l ı k , ordunun tertip­ tabii reddermiş ve Honoria'yı acele evlendirmiştir. A. bi r lenınesin i geci ktiriyordu. Roma ' l ı ların en çok yard ı m bek­ müddet daha isteği üzerinde ısrar etmiş. fakat son ra ondan ledik leri Batı Got' ları, i lkin tarafsız ka lmak i stemiş­ vazgeçmiş, haııa harb hazırlı klarını örtbas etmek için Ra­ ler, fakat son ı a teh li keyi fark ederek Aeti us'a katıl· ven n a sarayı ile yeniden eyi münasebetler kurmağa çalışmıştır. mışlardır. Aeri us'la Theodorik'in oğlu Thori smund'un k ornura­ A. nın Batı Roma İmparatorluğu i le hesaplaşma plan ı n ı Bizans'ta Theodosios ll. nin ölümünden sında bir leşen Roma- Batı Got kurtarıcı ordusu 24 haziran· da, d üşmek üzere olan Orli ans'a varmıştır. A. , hemen ku­ sonra Markianos'­ şatmayı bırakmış ve �arpışmaya elverişli bir yer bulmak un tahta ç ıkması için Catalaunum (Chalons · sur · Marne ) ovasına çtkilmiş. ( 4 5 0 ) da hızland ı r· Aetius da ardından gitmiştir. Dünya tarihinde Catalau­ mı şıır. A. , yen i im­ num ( veya Mauriacu m ) meydan savaşı ( b. bk . ) adiyle paraıo ı u barış ant­ laşmasına göre ve­ an ı l an hu büyük ve kan lı çarpışma ( Got tarihçisi Jorda­ ri lmesi gereken ver­ nes 1 65 . 0 0 0 ölüden bahsetmektedi r ) temmuzun baş larında olmuştur. Her iki taraf ağı r kayıplara uğramış, fakat ke­ giyi öderneğe davet si n bir sonuç çıkmamıştır. A. geri çekilmiş ve Aeti us etmiştir. Faka t Mar­ buna engel olamamıştır. k i anos, ı•al n ı z dost· )arına hediye verd i ­ Son uçsuz kalan Gallia seferi A. nın kuvveti ni kıra­ mamıştır. Hun hükümdan ertesi yıl ( 4 5 2 ) İtalya'yı ele ğin i , b u n a k a r ş ı l ı k . geçirmeğe kalkışmıştı r. Yoluna düşen i lk şehri , Aquile­ harble tehd ideden­ ia'yı uzun bir kuşatmadan sonra yerle bir etmiş, Mediolaler için ya l n ı z erJe . num ( M i l ano ) , Pavia ve diğer bi rçok şehirleri de zaptet· riyle silahları bulun­ dikten son ra doğru Roma yolunı sapmıştır. Roma büyük bir duğunu bi ldirerek ATTI L -\ ( M acar rarı h ç i s i Thu rôczi ' n i n kroniğin den J korku içinde i d i . A. dan barış isternek için Büyük sanı i l e vergi vermeyi reddetmiş. aynı ıamanda söz lerine daha büyük bir kesi n l i k ün a l m ı ş o l a n papa, Leo iki e s k i consul ile birlikte A. ya vermek için harb hazırlıklarında bulunmuştur. Bu i ş A. yı gitmışt ı r. A. nın karargahı Po ile Mincio'nun birleştiği Bizans'a sald ı ı rnaktan a l ı koymuş ve A. iki imparatorluğun yerde Roma yolu üzerinde idi. Hun i leri �el�n leri, A larik birbiriyle anlaşmasına imkan ver memek için bir an önce Batı (b. b k. ) in başına geleni i leri sürerek A. yı Roma üze­ Roma İmpa ratorluğu 'nu çiğnemf'ğe ve Bizan s'la hesapiaş­ ri nt: yürümekıe'n vazgeçi trneğe çalışıyorlardı. Bu arada mayı daha sonraya bı rakınağa karar vermiştir. 4 5 0 y ı l ı n ı n Hun ord usunu açlık ve salgın iy ice hırpalamış, bundan i k i nci yarısı n ı askeri ve diplomatik hazı rlıklar doldur­ başka Markianos'un Hun ülkesine saldırdığı haiJeri de muşıur. A . her şeyden önce Yukaı t Pannon ia ile Ren gelmiştir. Bütün bu hususlar kibar elçi lik heyetinin rica­ arasında yaşıyan Germen bağ laşıkianna hazı rlanınayı sını din lemek için yeter sehepti. A. , yıılık vergi karşı lı­ emreı m i ş ı i r. Güzel söıün etk i s i l kaldığı yerlerde kuvvet ğında geri çek i lmeği düşünüyordu. Son olarak, Honoria i l e kullanmaktan da çekinmemişti r. o n u n pay ını kendisine vermed i kleri takdirde ttk ı a r Roma B u zaman lar Batı Roma ordusu da ( daha çok) impa­ üzerine }' Ürüyeceğin i sörliyerek onları tehdidttmişıir. İ ran 'a ratorlukta yaşıyan bağlaşık Germen kavimlerinden bile­ karşı plan lar ıasa ı ladığı gibi şüphesiz Baıı Roma impara­ şikıi. Bun lardan Batı Got' ları ( Vi7igotlar) kendi başla­ tor luğu'nu da buyruğu altına almak i stemi 5tir. Fakat teh­ rına da A. nın isıili pl3nına karşı koyabi lecek kuvvetle ditlerini artık yerine geti remem iştir. E r tesi yıl tam yen i idi ler. A. ancak Batı Got'larının kuvvetin i kırmak la Batı karısı İldiko ( b. bk. ) ile yaptığı düğün gecesi burun kana· Roma İmparato r l uğu'nu çiğn iyebileceğini iyi b i l iyordu. , masından ölmüştür (4 5 3 ) . .

1

1 94

A'ITİLA

A. müstebit olmakla beraber iyi ve adildi. Yoksa A. nın ölümü üzerin e çok büyük bir yuğ töreni ya· pılmıştır. }o rdan es ( b. bk. ) bunu şöyle anlatmaktadı r : yalnız uyruklarının değil, yabancı kavimlerin sadakat ve «A. nın cenazesi k ı ral sarayının önünde kurulan büyük sevgisini nası l sağlıyabi lirdi ? Adalet duygusu hayatına bir i pek çadı rda süslü bir katafaik üzerine konulmuştur. karşı tertiplenen suikasti keşfedince su� suz Maksiminos'u Yuğ töreni en seçkin Hun yiğitlerinin kanldığı savaş suçlu Vigilas'tan ayırdedebi ldiği zaman da kendini gös· oyunlariyle başlamıştır. Ayn ı zamanda Hun şair leri güzel termiştir. bir sağu söylemişlerdir. » Jordanes bu sağuda ifade edi len A. dünyaya sonsuz bir gururla bakardı. Bir defasında düşünce ve duyguları şöylece karderınektedir : «Hun'ların bir çoban odakta bulduğu eski bir kılıcı A. ya götürmüş­ en büyük kıralı, Muncuk'un oğlu. en cesur kavimlerin tür. A. bu «Tanrı kılıcı» (b. bk. ) n a çok sevinmişti ve hükümdan Attila, kendisinden önce hiç duyulmamış Jordanes'in yazdığı gibi «plan lar tasarlamakta pek cüretli bir kuvvetle kendi başına Skitya ve Germani a ülkelerine olduğundan bütün dünyanın hükümdan olmasının kendisi sahip olmuştur. O, birçok şehirler ele geçirmek suretiyle için mukadder olduğunu sanıyordu. » her iki Roma İmparatorluğu'nu korkutmuş ve bunlar, Roma impaı atorlarına karşı olan davranışı sert, hat­ başka yerler de onun eline geçmesin korkusiyle, onu ricalarla ta kaba idi. Bunlara yüksekten bakar ve kendilerini sadece ve yıllık vergi ödemek suretiyle yatıştırmışlardır. Bütün köle sayardı. Bu bakımdan Theodosios'a gönderdiği haber bunları talihin özel bir liıtfu ile yaptıktan sonra. düşman­ dikkate değer : «Theodosios asil, kibar bir babanın oğludur. ların darbeleri altında veya kendi adamlarının hıyanetiy le A. da öyle, ve babası Muncuk'un yaptığı gibi asaletin i sap­ değil, düğün neşeleri i çinde, kuvveti hiç bozulmamış olan sağlam korumuştur. Buna karşılık Theodosios, A. ya vergi milleti arasında, en ufak bi r acı duymadan ölmüştür. Hiç verip kölesi olmak �uretiyle babasından kalma bu asaleti kimseni n öc i stiyemiyeceği bu ölümü kim ölüm sayalıilir ?» kaybetmiştir.» Çadırın etrafında bir daire teşkil eden Hun savaşçıları bu Bizans'lılar, k endisine barbariara verdiklerinden fazla sağuyu elemli sesleriyle tekrar ediyorlardı. A. bundan son­ değer vermediklerini A. ya sık sık duyurmuşlardır. Bu, ra gömülmüştür ( bk. ATTiLA'NIN MEZARI ) . kend ini Gök' ün oğlu zanneden A. nın gururunu pek fazla A . dünya tarihinde tanınan e n büyük ordu komutan­ i ncitmiştir. Her şeyden önce, imparatorun elçi olarak ba­ larından ve devlet teşki latçı larından biri ve Çingiz Han'­ yağı bi r adam göndermesini büyük bir hakaret saymıştır. dan önce dünya egemen liği fi krinin en seçkin temsi lcisidir. O, yalnız konsul 'lukta bulunmuş olan adamlarla görüşmeği A. da herkesi kendine çeken , tabiatüstü, tarif edilmez bir isterdi. Elçi olarak, i lerigelen zengin Bizans'lılar geldiği kuvvet vardı. Onu gördükçe, maiyetindekileri sessizce bir zaman A. büsbütün değişmi ş : hep nezaket ve alicenap­ titreyiş sarard ı . En büyük oğlu İl ek (b. bk. ) bile ba· lık gösteı miştir. O zaman elçileri karşılamağa sınırla­ basının gözüne bakınağa cesaret edemezdi . Sarayında bu· ra kadar da gitmiştir. A. , her n e pahasına olursa olsun Junan çeşitli kavimlerin kıral ve başbuğları, A. nın emir­ i mparator çapında bir hükümdar olarak tanınmak i stemiş­ Jerini hassa muhafızları imiş gibi bekler ve A. göziyle tir. Honoria i le evlenmek işinde de, siyasi' avantaj lardan işaret etti mi, ses çıkarmadan, fakat titreme ve korku i ç i n­ başka, i mparatorla aynı rütbede olan bir hükümdar oldu­ de huıuruna gelip emirlerini yerine getiri rlerdi. Bununla ğunu bütün dünyaya göstermek için ısrar etmiştir. beraber bu korku, bir insanın müstebit ve zalim hü· Kendi itibariarına titi zce dikkat eden Bizans'lılar A. kümdara karşı beliren korkusu değ i l , insanın üstün bir ya verdikleri ağır vergileri, yaptığı hizmetler karşılığına yaratığa karşı duyduğu. adeta dini bir saygı idi. Uyruk· Hun hükümdaıma ödenen ücret olarak gösterrneğe çalış­ Jan tarafından A. ya tabiatüstü bir kuvvetin isnade· mışlardır. İşin şaşılacak tarafı şudur ki, A. , ilkin bu di ldiğini Priskos'ta kayıtlı şu hikaye de göstermektedir : oyuna razı olmuş ve tınparatorun kendisine hitabettiği ma­ 448 de A. ya giden Bizans elçilik heyetine iki Hun giıter militum ( mareşa l ) unvanını memn unlukla kabul et­ elçisi de katılmıştır. Serdica ( Sofya ) d a Bizans'lılar, Hun miştir. Bu yüksek Roma rütbesi şüphesiz A. nın gururunu elçilerini de davet ettikleri büyük bir ziyafet teı tibeı­ okşamıştır. Fakat çok geçmeden A. bu unvanı az bulmuş, mişlerdi. Yunan'lılar Theodosios'u, Hun'lar da A. yı imparator olmak i stemiştir ( Priskos ) . överken , Yunan'lılardan biri Taneıyı i n sanla karşılaş· Jordanes A . y ı şöyle tasvi r etmektedir : « Mağru r vü· urmanı n ayıp olduğunu söylemiştir ( Tanrı söziyle Theo­ cudunun kuvveti hareketlerinden de bel iesin diye gururla dosios'u, insan söziy le de A. yı kastetmişti r ) . Bunun yürüyor ve gözlerini her yana çeviriyordu. Savaşı pek çok üzerine Hun'Jar çok kızmışlardır. Çünki onlara göre sevmekle beraber tedbirle hareket eder ve i stediğini en çok Tanrı olan A. idi. Priskos'un kaydeıtiği başka bir akliyle elde ederdi. Yalvaranlara karşı kendini merhametli hikayeye göre, Hun'lar, Ağaçeri ( Priskos'ta : Akatziroi ) gösteri r ve kendisine boyun eğenlere yumuşak muamelede oymağın ı yenmelerini bir Ağaçeri başbuğuna borçlu idiler. bulunurdu.» Got tarihçisine göre A. kısa boylu, geniş gö­ A. kendisini mükifatlandırmak için sarayına çağı rmıştı r. ğüslü idi. İri başına nispetle gözleıi ufak görünüyordu. Ağaçeri başbuğu h i leden korktuğu için gitmemiş, fakat Seyrek sakalına ak düşmüşıü. Yııssı burun lu ve esrnet renkli şu haberi göndermiştir : insan için Tanrı h uzuruna çık­ idi. mak güçtür ; kendi si göz kı rpmadan güneşe bakamadığı A. kurnazdı ve başlıca taktiği olan hileyi çok severdi. halde tanrıların en büyüğüne nasıl bakabilirdi ? Bizans sarayının kendisine karşı tasarladığı suikasttan ha­ A. nın ünü herkesi korku ile dolduracak kadar beri olduğu halde bilmezlikten gelmiş ve V igilas'ın rüşvet müthişti (]or danes ) . A. tehditlerde bulunmaktan geri olarak aldığı parayla Bizans'a dönmesine müsaade etmiştir. kalmazdı. En küçük bir i neitme onu pek fazla kızdım ve Fakat hem Vigilas'a, hem de elçilik heyetinin diğer üyele­ hemen savaşla tehdidederdi. Böylece, i stediği bi rçok şey­ rine gündelik yiyeceklerinden başka bir şey satın almalarını yasak etmiştir. Ve bunu, Vigilas'ın geri döneceği zaman leri savaşsız da elde edebi lmiştir.

ATTiLA. alııniarı n ı ç ı n getirdiğinin sebebi n i açıklıyamaması i çin hile olarak yapmıştır. Gerçekten öyle de olmuştur. Yaka lanan Vigilas, yanında bulunan altınların hesabını veremeyince suikast planını i t i raf eımek zorunda kalmıştır. A akıncı bir hükümdar olmak la beraber kül türe de y ü ksek bir değer vermiştir. Okumuş adamlara büyük bir saygı göstermesi , hatta bunlardan biı ini ( Pannonia'lı Onege­ sius'u) güvendiği adamlar arasına alması bununla açık­ lanabi l i r. Şehirleri ve kültür eserlerin i manasızca yıkmaktan hiç hoşlanmadığını biliyoruz. Bu bakımdan, tarafçılık eden eserlerde «barbar» diye vasıflandırılan A. mesela Roma'yı yıkan Got Alarik veya Vandal Geizerik'e hiç benzemez. Bü}'ük töreniere sahne olan sarayı hü kümdara liyık bir ihtişamla döşenmişti. Fakat bu parlak çevrede A. sadeliği severdi . Misafirlerine gümüş kablarda en nefis yemekleri ikram ettiği halde kendisi tahta tabakla yetinir ve sadece et yerdi. Misafi rlerin önüne altın ve gümüş kupalar kon­ cluğu halde A. ya bir tahta kupa verilirdi ( Priskos) . Giyimi d e basit, fakat temizd i . Kılıç kemeri, çarık kayışı veya atının koşumu diğer Hun' larınki gibi altın veya mü­ cevherlerle süslenmiş değildi. Bu sadelik A . nın en göze çarpan karakter çiz­ gisi idi. A. hayatın neşeli taraflarına önem vermezdi. Ziyafetlerde diğerleri gibi gülmezdi. Ozanların söy ledik­ leri Hun kahraman lık destan larını mağrur bir memn un­ lukla dinler, fakat genel eğlenceye katılmazdı. Başl ıca eğlencesi avdı . A. hurafelere fazla inanıyordu. Çevresinde birçok falcı ve kam vard ı . Fala baktıımadan bir adım bile a tmazdı. Bir defasında falcılar kendisine nesiinin sarsıntı geçireceğin i fa­ kat en küçük oğlu İrnek'te yeniden eski ışığİyle parlıyaca­ ğını söylemişlerdir. Bu zamandan başlıyatak veliaht İlek'e İrnek'i tercih etmiştir. Bu hareket i Hun İ mparatorluğu için çok zararlı olmuştur. İlek, kendine gereken itibarı sağlıya­ madığı için, A. nın hemen ölümünden sonra kargaşalıklar baş göstermiş ve imparatorluk çok geçmeden çözülmüştür. A. hurafelere o kadar inan mamış olsaydı Catalaunum ( Mau­ riacu m ) meydan savaşı da başka türlü sonuçlanacaktı. Fakat falcı lar Hun' ların yenileceğini söylemişler ve A. bu falın etkisi altında yalnı z savunmayı ve her şeyden önce kendi hayatını düşünmüştür. Hurafeye inanması A. yı zayıflatmış· tır. Roma'yı ele geçi rmekten onu alıkoyan sebepler arasında da hurafenin önemli bir rolü vardı. Halbuki «ebedi şehri» zapretmek A. için kolay bir iş olacaktı . Bununla beraber bunu yapmamış, Roma'yı ele geçirdikten az sonra ölen Alarik'in akibetini d üşünerek geri çekilmiştir. Efsanelerde A. : A. ile i lgisi olan Avrupa milletlerinde A. hakkında pek çok efsaneler vardır. Bunlar Hun hüküm­ darını birbirinden çok farkl ı bir şekilde göstermektedirler. Hun efsanelerinde A . : A. etrafında daha sağlığında bazı efsanevi hikayeler meydana gelmiştir. Bu hikayeterin en değerli bölümleri tam A. da beraber olmak üzere Hun'­ ların da inandıkları parçalardı r. A. Batı kaynaklarında «flagellum Dei» (Tanrının kırbacı ) diye adlandı rılmaktadır. Batı milletlerinin inanına göre A. , günahlara daim ış olan Hıristiyanlığı cezalandırmak için, Tanrı tarafından gönderi lmiştir. Tanrının kendisine verdiği bu göreve A. nın kendisinin de inandığını biliyo­ ruz. Zaten bu görevin sembol ü olan «Tanrı kılıcı» elinde idi. Tanrı kılıcı efsanesi ]ordanes'te kayıtlıdır. Buna göre hir çoban hayvanlarını otlarırken bir buzağının topalladı-

ı

195

ğını ve hacağının kanadığın ı farkeder. Kanlı izi takibede­ rek toprağa gömülü bir kı lıcın ucunu görür. Kılıcı çıkar­ mak i sted iği zaman kılıç alevler saçar. Fakat çok geçme­ den alev ler yatışır ve çoban kılıcı topraktan çıkarıp A. ya götürür. A. mucizeli k ı l ıçta bi r gök alimeti görür ve Tan­ rının dünya egemen liği n i , eline verdiğine kanaat geti rir. Aquileia leylekleri efsanesi de A. zamanına aittir. Prokopios (b. bk. ) ve Jordanes'in hikaye ettiğine göre A. İtalya seferi sırasında Aquileia'ya varır, fakat tahkimli şehri bir türlü alamaz. Orduları ümitlerini kesrnek üzere iken surlar altında dolaşan A. leyleklerin , yavrularını şeh­ rin çatı larından yakında bulunan ovaya taşıdıklarını görür. Ley lek lerin bu göçünü bir gök işareti sayan A. , onların yakın tehlikeyi sezdikleri için yavrularını şehirden kaçır­ dıkları yani şehrin çok geçmeden düşeceği sonucunu çıka­ rır. Bunun üzerine Hun'lar tekrar hücuma geçip şehri ele geçirirler. A. nın cenaıe törenine ait Jordanes'te kayıtlı tasvi­ cin doğr.ı olup olmadığın ı ve hususiyle A. nın mezarını kazmış olan uşakların hemen orada okla vurulduklarına dair olan bölümünde efsanenin ne kadar payı olduğunu söylemek güçtür ( bk. ATTiLA'NIN M EZARI ) . Herhalde burada, öldürülen kimselerin öteki d ünyada ölene hizmet edeceklerine dair olan Doğu inancı söz konusudur. Bizans e/ sanelerinde A. : A. nın parlak hükümdarlı­ ğı çağdaşlarına n e kadar tabiatüstü bir olay olarak görün­ dü i se bekleni lmedik ölümünii de çağdaşları o ni spetıe olağanüstü bulmuşlard ı r. Priskos'un hikayesin i nakleden Jordanes ile Theophanes ( b. bk. ) ten öğrend iğimize göre A. düğün gecesi herhangi bir iç kanama ( burun kanaması ) yüzünden ölmüştür. Fakat hemen ölümünden son ra Bizans·­ ta, Hun hükümdarının kendiliğinden ölmedıği, fakat ya Aetius'un rüşvet verdiği hassa muhafızlarından birisi ya­ hut. - bu daha roman tikti r - gerdeğe girdiği kız tarafından öldürüldüğü dedikod u ları dolaşmağa baş lamıştı r ( Malalas, b. bk. ) . Bilinınİyen bir Bi lans kaynağına dayanan, X. yüz­ yıla ai c Ellinskiy letopise!!_ ( E len kronikçisi ) adlı Rus kroniği bi rçok romantik unsurlar katmak suretiyle burun kanaması hikayesini de vermekted i r : Roma'yı kuşatan « Macar kıra l ı » A. , kale surunda gördüğü imparaıorun güzel ler güzeli kızını tehditle babası ndan i ster. İ lerige­ lenlerin yalvarmaları üzerine kız A. nın yanına iner, fakat A. nın burnundan kan boşan ır ve ölür. A. nın ölümüne dair, Priskos'ran baş lı yarak Jor­ danes yoliyle Batı kaynaklarının pek çoğuna geçen başka bir hikaye de vardır. Buna göre İmparator Markianos A. nın öldüğü gece rüyasında onun yayının kırıldığını görür. Bu hikayede Hun başarılarının sırrı olan «Tan rı kı lıcı» nın yerine yayın geçmesi dikkare değer. Daha sonraki efsane ve hi kayelerde o kadar yaygın olan flagel/um Dei ( Tanrının kı{ıac ı ) deyimi de ilk defa Bizans yazarlarında gör ülür ( Phi lostorgios, b. bk. ) . Bu­ nunla beraber ancak De civitate Dei (Tanrının ü l kesi hak­ kında) başlıklı eserinde, Roma'yı yıkan Alarik'in Got'· )arına «flagellum Dei» s ı fatını veren St. Augusıinus ( b. bk. ) sayesinde yayılmıştır. Bu deyim yarım yüzyıl sonra A. ve Hun'lara da geçmiş, fakat A. isminin daimi an larn­ daşı olarak ancak XI. y üzyıldan başl ıyarak genelleşmişıir. Got-Longobard e/Jane/erinde A. : Batı'da A. ve Hun·­ laıa ait bi lgi vt efsaneleri ilk toplıyan yazar, Got Cassin­ dorus (b. bk. ) tur. Historia Gothotum ( Got tarihi ) adlı

196

ATTILA

eseri kaybolmuşsa da içindekileri Jordanes'in özetinden bi liyoruz. Caralaunum meydan savaşı ( b. bk . ) nın Jordanes'ıe okuduğumuz rasvirindeki, savaşran önce k en d i l erine danışı lan ve A. ya yalnız düşman komutanının öleceğini söy li yen barsak ve kuş falcıları, savaşın dalgalanışı . Ho· meros ve Vergil ius'u andırı rcasına, ırmağın ö l ülerin ka­ niyle taşması ve ölüleri n desran iara yakışacak bir şeki lde kabarık olan sayısı v. b. herhalde yazarın muhayyi lesinin mahsu lü veya efsanedir. V I I I. yüzyılda yaşıyan Longobard Paulus Diacon us ( b. bk. ) Jordanes'in kaydeıriği efsanelere daha yeni bi rkaç efsane katmıştır. A. nın İtalya seferini ayııntı lariyle anlatan ilk tari hçi odu r. Bütün Kuzey İtalya şehirlerinin anatari hini, yıkılış ve yeni den yapdışın ı A. ya bağlamak adeti onun zamanında a ı tık pek yaygın olmuş olsa gerek­ tir. Aqui leia'nın Jordanes'te an ları lan efsan evi kuşatı lışı Paulus Diaconus'ta yeni bir epizod la, Hun'ların eline geç­ memek i � i n kendini evinin kulesinden Nantissa ı rınağına atan güzel ve i ffetli Digna hikayesiyle zenginleşi r. Bun­ dan başka papa Leo ile A. nın görüşmesi h ikayesi de ilk defa bu tari hçin i n eserinde görülür. A . , papa Leo i l e görüştükten sonra gerçekten geri döner v e d a h a sonra, adetinin aksine olarak niçin yumuşak davrandığı sorulduğu zaman, papa ile konuşurken papanın yanında, onun ricasını dinlemediği rakdirde kendi n i ölümle tehdi deden başpapaz kıyafetli. kı lıcını çekmiş, saygıdeğer bir ihtiya r görmüş olduğunu i leri sürer. Got taıihçisi Hydatius ( b. bk. ) a göre, Aetius İtalya'­ ya sa ldıran A. yı fena bir bozguna uğratır. Sevilla'lı I sidorus'a ( b. bk. ) göre ise türlü türlü felaket ler ve Markianos'tan yediği yumruktan sonra y u rduna kaçan A . çok geçmeden ölür ve H u n ' lar birbirlerini kı raılar. Yazar bu olayda Tanrının A. ya karşı takibettiği mucize! i hareketi n i görür : Tan rı A. yı sadece günahkar i n san lığın cezalandırı lması için kullanmıştır ve A . bu görevi yerine get i rdıkten sonra, ona artık yardım etmemiştir. Menkabe ( legenda) lerde A. : H ı ri stiyan azizlerinin hayatın ı nak leden menkabelerin amacı Tanrının gerektiği anda kulları için mucizeler ya pınağa da hazır olduğunu ve silahsız, sofu kilise adamlar ı n ı n dünya hükümdan olan «korkunç, barbar» A. ya her zaman galebe çaldıklarını gös­ termekti r. A. dan yüzyı l sonra ünlü G a l l i a tarihçisi Tours'lu Gıegoıius ( G ı egoire de Tours ) Galli a'da meydana gel­ miş en eski iki A. menkabesi kaydet miştir. Bunlardan biri Orleans pi skoposu Sı. Anianus hakkındadır. Başka bir tarihi kaynakta da görüldüğü gibi St. Anianus A. tarafından kuşatılan Orlean s'ın ku rtarılmasında önem li bir rol oynamıştır. Fakat Gregorius'un anlatışında bu tarihi olay efsanevi bir renk almı ştır. Anianus Tanrıya şehri kurtarması için cemaatiyle beraber dua eder. Bundan sonra Tanrı yardımının gelip gelmediğini öğrenmek için halkı surlara gönderir. Fakat kimse birşey görmez. Tekrar dua ettikten son ra halkı bir defa daha suılara gönderir, bu sefer de hiçbir şey görmezler. Pi skopos «Siz dua etmekte devam edi n , Tanrı sizi bugün kurta racaktır» diye cema­ atine tembih eder. Biraz sonra Anianus'a ufuk larda bir toz bulutunun yükseldiğini haber verirler. Gerçekten, Tanrının yardımı Aetius i le Thor i smund'un kurtarıcı or­ duları suretinde gelmişti r. Hun'lar surlardan kovalan ı ı lar. Bu hikayenin daha son raki varyanı ları Hun' ların yeni lgi-

sini daha fazla ren klendiri r : muhasara eden Hun' ları birkaç gün yağmur hırpalar. Hun'lar müthiş bir yen i lgiye uğrar lar ; bir kısmı Loire'da boğu lur, geri kalan kısmı i se kurtarıcı o r du t a r a f ı n d a n kılıç t a n geçirilir. Başka bir menkabe Metz şehrinin yok oluşuna aitti r. Tours'lu Gregorius'un an lattığına göre, Pannonia'dan yola çıkan Hun ' lar yol larında her şeyi yıkıp yaktıktan sonra Meız'e varır, şehri ateşe verir, halkı kılıçtan geçırır ve kiliselerde papazları keserler. Yalnız St. Sıephanus kilisesi sağlam kalır. Çünki St. Stephanus i l e iki havari, şehrin kurtuluşu i ç i n dua eden sofu bir adama rüyasında halkın fenalık ve günahları yüzünden şehrin yok olacağını ve yalnız St. Stephanus kilisesinin sağlam kalacağını söy­ lemişti. A. ya ait olarak Gallia'da meydana gelen uçuncü menkabe Belçika'daki Tongres şeh r i piskoposu Sr. Arava­ tius h ikayesidir ( Aravatius I X . yüzyıldan i tibaren Sı. Ser­ vatius ile karıştırılmıştır) . Bu çok dindar pi skopos, A. nın Gallia'ya yaklaşmasını haber alır almaz Roma'ya gider ve oruç tutarak gece gündüz havarilerin mezarları başında halk için dua eder. Fakat havacilerin birisi bi rdenbire dile gelerek « E y aziz adam, ben i n i ç i n rahatsız ediyor sun ? Tanrı Hun' larr Gallia'ya göı ürüp onlara memleketi yıktır­ mayı kararlaştırdı. Şimdi öğüdümü tut : hemen geri dön, evini d üzenle ve mezarını hazırla» der. Piskopos böyle yapar. Papazları ve cemaat i ile vedalaştıktan sonra Maest richt'e gider, orada hastalanı r ve A. gelmeden önce ölür. Bu menkabenin daha sonraki varyantiarında Metz ve Aravatius- Servarius hikayesi biıleştiri lmiştir. St. Servatius ( Aravati us) Roma'dan dönüşünde havacilerin mesaj ını Metz piskoposu St Aucıor'a bildirir. A. Metz'e varır. Hun'lar şehri yıkar, fakat St. Stephanus k i l i sesine yakla­ şınca gözleri kör olur ve kiliseyi bir kaya olarak görüıler. V I I I . - 1 X . yüzyılda meydana gelen S ta. Genoveva menkabesin i n bir epizodu da A. ya aittir. A. nın Gallia'yı yıktığım haber alan Paris halkı şehirden daha güvenilir bir yere kaçmak i ster, fakat Genoveva Paris' i n kurtulaca­ ğını söyler. Paris'liler kızı yalancı peygamjerlikle suçlan­ dı rarak öldürmek üzere iken Auxerre'den St. Germanus'­ tan bir haberci geli r ve Genoveva'nın kehanetini doğru lar. Troyes'nın koruyucu velisi St. Lupus menkabesinde de A. dan bahsedi l mektedir. Piskopos Lupus A. dan şehre dokunmamasın ı rica eder ; A. razı olur, ancak Lu­ pus'tan kendisine Ren'e görüren yolu göstermesini i ster ; Lupus, A. i le Ren 'e kadar gider ve orada A. onu serbest bırakır. St. Lupus ve A. V I I I . yüzyıla ait St. Memorius men­ kabesinde de geçmektedir. Burada A. merhameısiz, kana susamış pagan bi r kıral olarak karakte ılendiri lmekıedir. Lupus, Troyes'nın selameti için dua eder. Rüyasında bir melek kendisine 12 masum �ocuk vaf tiz ermek ve el le­ rinde haçla , mezamir okuyacak onları papazlar ve Me­ morius'la bi rlikte A. ya göndermek ernein i verir. Lupus öyle yapar. A. bu a layın çıkardığı sesi duyunca korkuya düşer ve gelenlerin kim olduklannı sorar. Çok geçmeden Memorius cesaretle A. n ı n karşısına çıkar ve Lupus'un şehre dokunmaması hususundaki ricasını bi ldirir. A. , öfkelenerek papazlada çocukların kellelerini vurdurur ve haçı ateşe attırır. Fakat ateşten sıçrıyan bir kıvılcım A. nın

ATTiLA uşaklarından biri n i k ö r eder. Memorius : «Tanrıya inanırsan onu iyi leştirebi lirim» der. A. : «İnanı ı ım» diye cevap veri r. Memorius ellerini üzerine koymak suretiyle uşağı iyi eder. A. : «Adın ne ?» diye sorar. « inanı rsan söylerim . » « İnan ı rım.» « A d ı m Memor i u s'tur. Y a senin a d ı n nedi r ?» « B en i m adı m Atthela ve komuın nımınki Selenus'tur.>> Fakat

böyl e olduğu halde A. , Memori us'un başını kendi eliyle keser ve cesedini ı rınağa attırır. Gece müthiş bir fı rrına kopar. A . . ord usiyle bozgun bi r halde kaçar. Daha sonra St. Lupus menkabesi bir kat daha ren kle­ n i r. Legenda Aurea ( b. bk. ) ve başka menkabe koleksi­ yonlarında ş u dramatik sahneye raslanır : Troyes pisko· posu St. Lupus, A. dan : «Bu yeri tahribeden ve üzerinde yü rüyen sen , kimsin ?» diye sorar. A. : «Hun' ların kıralı, Tan rının kırhacı A. yım . » lupus derin bir ah çekip bir söz oyunu ile şöyle cevap veri r : «Bense, vah bana, Tan­ rının kırbacın ı hak eden Kurt'um ( lupus Türkçe «kurt» demektir ) , Tan rının sürüsünün yok ed icisiyim.» Bundan sonra lupus kapıları açtı rır. Hun'lar şehi rden geçer, fakat zarar yapamazlar. Çünki Tan r ı onları, Metz'ıe yaptığı gibi, körlükle cezalandırır. Ortaçağ son larına ait kaynaklarda Rhei ms pi skoposu . Sı. Nicasius ve kızkardeşi Sta. E u t ropia'n ı n ö ldürülmeleri de A. ya i snadedilmektedi r. Halbuki daha eski kaynaklara göre her ikisi V andal'ların yaptık ları akın esnasında öl­ müşlerdir. A. ya ait menkabelerden en tanınınışı Sta. Ursula i le 1 1 000 bakirenin ku rban edilişi hikayesi d i r. Kudretli bir pa­ gan pren si İngİlıere kıralından k ı z ı Ursula'yı i ster. Ursula, Tanrının ıembi hi üzerine, kocasına Hıristiyan dinin öğre­ ti leceği üç yı l süresince bakireliğini muhafaza etmek şar· tiyle görünüşte evlenmeğe razı olur. Ursul a on nedimesi ve 1 1 000 kızla gemilere binerek güveyin şehrine varır, fakat gemi lerden çıkmazlar. Üç yıl tamanı olduktan sonra

URSUL o\ ' N I N ÖLO M O ( .M c m l i n & J

197

birdenbire kopan bir fırtına gemi leri Köln'e sürükler. Burada gemilerden çıkarlar. Bir melek Ursula'ya kızlada beraber şehit olacağını söyler. Baki reler yeniden gemi lere binerek Basel'e kadar gemi i le, oradan da yaya olarak Roma'ya giderler. Roma'dan ayn ı yoldan dönerek Köln'e v a r ı r l a r . H u n ' l a r tam o s ı ra d a şehri y ağ m a eımekted i ı ler. Gemiden çıkan bakiceleri k ı l ı çtan geçiri rler. Ancak A. , Ursula'nın güzelliğine kapı lır ve kıza evleome tek lif eder. Bunu redderınesi üzerine Ursula'yı da okla vururlar. Hun­ lar gemileri soymağa kalkıştıkları ; aman gemilerde on bir melek ordusu i le karşılaşınca kaçarlar ve Köln kurtulmuş olur. İtalyan efsanelerinde A. : İ talya'da A . efsanesi özel bir geli şme gösterir. Aqu i leia'nın kuşatı lması, Kuzey İtal­ ya'nın işgali, papa Leo ile A nın görüşmesi, bir de A. n ı n i mparator k ı z ı Honoria ile evlenmek planı tarihçi ler sa­ yesinde herkesçe tanınmış ve yerli efsanelerin türemesi için tükenmez bir kaynak olmuştur. Bundan başka A. dan yüz y ı l sonra Roma'yı zapıeden Doğu Goı kıralı Totila ( b. bk. ) n ı n adı A. adı i l e karıştm ldığı için Teri la'nın yaptığı bi rçok şeyler de A. ya maledilmiştir. Floransa'nın eski tari­ hini yazan Ricordano Malaspina ( ö l m . 1 28 1 ) ve Giovanni Vii iani ( ölm. 1 348 ) nin an iartığına göre A. , Floransa kiş izade lerini birer bi rer ç·ağı rarak kellelerini vurdurur ve bu şekilde yirmi bin kişiyi öld ürtdükten sonra şehri yı­ kar. Bunun idn Dante, Di�ina Commedia ( İlahi ko­ medya ) sında ( ln/erno, X I I I ) A. yı ce�en nemin yedinci dairesine, ka n l ı zalimler a rasına koyar. A. nın Po nehrini hi(bi r zaman geçmed iğini bi l i ­ yoruz. B u n a karş ı l ı k Totila. F l oransa'yı ger �ekten k uşa ı· mıştır. A. ismi n i n Totila ismine ben zediği için A. hem tarih eserlerinde, hem efsa nelerde Floransa ve Roma'ya kadar götü rülür. İtalyan menkabelerinde A. ya ancak tektük raslan ı r. Modena pi skoposu St. Geminianus h i kayesi, St. Lupus hikayesi ni andı rır. A . . Hun 'lar tarafından kuşaıılan Mo­ dena 'nın surları üzerinde halkını cesaretlendiren Gemini­ anus'tan kim olduğunu sorar. Pi skopos : «Tanrı n ı n k u l u · yum» diye cevap verir. A. kibirle : « Eğer Tanrının kuluysan ben Tan rının kı rhacı A. yım. itaatsiz ve efendi lerinin emir· leri n i hor göreni n dövülmesi ve kırbaçlanması haktı r>> der. Geminianus tevazu i l e : ( Formword yani edat g i rsin g i rmesin, A . olarak kullanı labi l i r : mesela «kıral, Karl» ( a p pozisyon ) , « ·oçuğun şapkas ı » ( - in halinde A. , i zafet ; Geniri tattribut ) , «kardejim için bir hediye>> ( edat [postposition} l ı i si m ) , «ihtiyar adam» ( sıfat ) , «bugünkü gendik» v e «oradaki ağaç» ( zarflık [adverbial} ) g i b i . Ayn ı basit kavrayışla. İ n g i l i zlere göre A. ( Attribute, Attributive, veya Adherent) , bi r özne ( fai l ) veya n esne ( mefu l ) yi ta dil ( modifier) eden, vasıflandıran , ona bir hassa, mahiyet, veya karakter atfeden, ve sıfat değerinde olan bir kelime veya kelime tak ı mı d ı r, « çalış kan çocuk>>. « h en d ek i kitap» gibi, ki dilcilikte bun lardan birincisine genel olarak « sanlık veya epi tet>> (b. bk. ; epi thete) , ikin­ cisine de «belirten veya determ i n an» (b. bk. ; determinant) denir. Özneyi veya nesneyi tad i l ettiğine göre A. a «özne atributu>> ( attribut d u sujer) ve «nesne amibutu» ( anri­ but de l'obj et) adr veri lir. İngiliz kavrayışına göre, isime katılan bir sıfatın A. olabi lmesi i � i n , onun isimle «yapış­ � ı» ( adherent) halinde bul unması yani appozitif olmaması gerekir. Buna göre, yukarıdaki «kıral, Karl» misalindeki kıta! kelimesi A. say ı lmaz, çünkü virgülle ayrılan kıral ve Karl kelimeleri «yapışkı » halinde dtğil, appozitif'tirler. Sıfat isimi. zarf da aynı şekilde fiili tadil ( modifier) et­ tiği için, İngilizcede zarflara da bazı kere A. den mektedir, « iyi yazmak» gibi. Bu k avrayışa göre, masdar (in finitif ) , ortaç ( participe ) , bağ-fi i l ( gerondif, converbe) ler d e at­ tribut görevinde bulunabi l i r, « okum ağ a değer bir kitap» (krş. İng. a book to read , Fr. un livre a lire ) , «uran kuş>> «korku/ur adam», «ekıimij şarap», «gidilaek yol» gibi. Yine aynı basit tahlile u yarak, Fransızlara göre A. , isim cümlelerinde «predikat veya yüklem» (predicat, müs­ ned ) e yani «imek>> ( erre) fii line bağlı kelimeye verilen addır, mesela -< şarkı giizel idi». Buna göre A. , isim, sıfat, zamir, fiil, veya zarf olabi lir : «kedi bir hayvandır» ( attri­ butif i sim, substantif att ı ibutif) , «yaprak yeıildir» ( ami­ butif sıfat, adj ectif attribuıif) , «gelen o dur» (attribuıif zamir, pronom attributif) , «onun her işi yapması canla haıla dır» ( attrihutif zarf. adverbe attributif ) . Bu misa l­ lerde, -dir bir yüklem fi i l i ( ver be predicaiif, cop u le) c l ­ d uğu i ç i n , o n a bağlı A. l ara da «yüklem veya predikat haddi>> ( terme p ı edicatif) adı veri lir. A. terimi bu anlam­ da a l ı n ı rsa, bu cümlelere «attributif cümle» ( phrase attri­ butive l , fi i le de «attributif fi i l» ( verbe aıributif) dahi deneb i l i rse de, ası l «yüklem veya p redikat» kavramını A. dan ayı rmak gerekir ; b k. PREDİKAT. Asıl predikat ' ı at­ tribut' l a karışt e ran kavra y ı şa gö re, grammatikal yan i no rma l pred ikat ( predicat g rammatica l ) a «g rammatikal attri buı» ( attibut g rammatica l ) ; « · enim konuşan» m i salinde görü­ len ve « mantıki veya psikoloj ik>> deni len pred i kat ( p redi­ cat logique ou psychologique) a da «mantıki veya psi ko­ loj ik attribut>> ( attribu r logique ou psychologique) adı verilir, > f i i l i nden başka bi r fii l ku llan ı l ı rsa, A. a «predikatif attribut>> (at­ t ribut predica t i f ; y ük lemli haber ; İng. adj unct ) adı v e r i lir, «matematikte hirind geldi», «beni deli etti>>, «onu meıul

206

ATIRİBUT

kıldı», «hasta düştü», «sağlam görün üyor», «1air diye ge­ çiniyor», «kitabı enieresan buldum», «sen i zengin zannetti», «beni onu sandı», gibi. «Öğretmeni haskan seçtik», «adını Mustafa k oy d u l a r» gibi cümlelerde, predikaı ha l i n d e olan geçişli ( müteaddi, transiıif) fii l iere bağlı amibu t'lara da «predikatif attribut» veya daha doğ ru olarak «nesne tüm­ leci lmefu l mütemmi m i ] attributu>> ( attribut du comple­ ment d'obj et ) dtni r. « Yorgun geldi>> , «sağ döndü» gibi cümlelerde geçen zarflık sıfatlar (adiectif adverbi a l ) da birer «adverbia l predikatif aıtribut>> ( attıibut ad verbial predicaıif ) di rler. «Elmanın tat/m, ek[isi» misal inde de attribut'ta zarf niteliği ( attribut pronominal) vardır. Türk­ çede «i rnek» (ve «durmak» ) fiilinden olan ve mesela gel­ dim, gelirsin gibi fii lierde olduğu gibi birer «fi i l zamiri» olarak değil de, iyiyim , iyisin, iyidir gibi sözlerde geçen - im, -sin, - d i r v. b. zamider ( eski terimle : muttasıl zam; r­ leri n nisbi bölümü) e ' «attribııt zamiri eri >> ( pronom attri­ buti f ; yukarıda «gelen odur>> misalinde Fransız kavrayışına göre «pronom attributif>> deni len o zamiri gerçekte bir «pronom predicaıif»ıir) denir. İ sveçli ( bk. A._ Noreen : V art sprak, 9 cilt, Lund ı 90 3 - 1 905, ve bunun Alm. özet tercümesi : Ein/iihrung in die wissenscha/tlhhe Betrachtung der Sprache. Halle ı 9 2 � , s . 309- 3 39 ) , Danimarkah ( bk. O. ]espersen : The Philoso­ phy of Grammar, Londra 1 924, s. 1 08- 1 44 ) ve dili i lmi bir şekilde inceliyen başka Alman, İngiliz, ve Amerikalı dilcilere göre, cümle yapısında aıtribut'un durumu şudur : Cümlede kelimeler veya kelime grupları arasında karşılıklı münasebetleri ( Beziehung ) idare eden bir bağ (A. Nore­ en'e göre : nexus, Verbindung) vardır. Bu bağ, bağımlılı­ ğın derecesine göıe, iki çeşit olur : ı - Sı radaşlık veya ter­ tipii lik ( coordination, Beiordnung, parataxe) e tekabül eden adneksiyon ( Adnexion , Anknüpfung ) , 2 - Uyrumluluk veya tetabu ( subordination. Unterordn ung, hypotaxe) un karşılığı olan konneksiyon ( Konnexion, Verknüpfung ) ; me­ sela buna göre, «baba ve oğlu» adnekıif, «baba ile oğlu» konnektif'ti r. Gerek adneksiyon , gerekse konneksiyon'da cümle bölümleri arasındaki bağ iki şeki lde sağlanabili r : ayrı cümle şeklini ( Satzform) ver�i ren veya verdiemiyen bölücü klerle. Mesela «biz oynar iken geldi» bi rinci , «oyun esnasında geldi» i kinci çeşittendir. Birinci lere konyunksi­ yon ( Konj unktion ) , ikincilere de apudpozisyon ( Apudposi ­ tion ) denir. Adnekıif rol gören konyunksiyon'lar obyunksi­ yon ( Obj unktion ) , konnektif göre . de bulunanlar da sub­ yunksiyon ( Subj unktion ) adını alır. Adneksiyon'da kulla­ nılan apud pozisyon' lara sepozisyon ( Seposition ) , konneksi­ yonda geçeniere de prepozisyon ( Praposition ) adı verilir. Adneksiyon münasebeti kopulatif (atıf l ı : mesela bu ve !U) , adversatif ( isıidraklı : mesela b u değıl, fakat fU ) , disyun­ ktif ( ıerdidli : mesela bu veya fU ) , ve divisif ( ıaksiml ı : bazan bu, bazan fU ) olabilir. Konneksiyon iki türlüdür : ı - İhbari veya predikasiyon ( Pradikation , geschlossene Wortverbindung ; O. Jespersen ' a göre : nexus) , 2 - Tav­ sifi - i tmami veya adyunksiyon ( Adj unktion, offene Wort­ verbindung ; O. Jespersen' a göre : j unction ) ; mesela «kö­ pek azgınca havlıyor» cümlesinde predikasiyon ( O. ]esper­ sen'a göre : nexus ) , «azgınca havlıyan köpek» sözünde de adyunksiyon ( 0. Jespersen'a göre : j unction ; H. Sweet [A New English Grammar, Oxford 1 89 Z ] e göre de : as­ sumption ) vardır. O. ]espersen'ın terminoloj isinde, neksus ( nexus ) daki birinci, ikinci, üçünc ü, dördüncü derecedeki unsurlara sırasiyle su pe eneks ( supernex) , adneks ( adnex ) , subneks ( subnex ) , v e s ub -subneks ( sub-subnex ) denir ;

mesela «kalem çok iyi yazıyor» cümlesinde, «kalem>> super­ neks ( fai l ) . «yazıyor» adnek s ( fiil ) , «iyi» subneks ( zarf ) , «çok» t a sub- subneks ( zarfın zarfı ) tir. Yunksiyon ( j uncti­ on ) da da. birinci, i k inci, ü� üncü , dördüncü d e r ec ed e ki un­ surlar sırasiyle superyunkt ( superj unct ) , adyunkt ( adjunct ) , subyunkt ( subj unct ) , v e sub - subyunkt ( sub - subj unct ) adını al ı r ; mesela «çok iyi yazan kalem» sözünde «kalem» su peryunkt ( fai l ) , «yazan» adyunkt ( attribut ) , «ıyı» subyunkt ( zarf ) , Albert (bk. ALBRECHT V. ) in kumutasında Semendre'· de Türklere karşı savaştığı, sonra Fransa'ya giderek Monterau. Praguerie ve veliaht Louis'nin koroutasında İ sviçre savaş iarına katıld ığı yolunda söy lenti ler vardır. Sonra Kudüs Saint· Jean şövalyelerinin ruhani tarikatına girmiştir. 1 4 57 de Grand maitre ( büyük üsıad ) Jacques Milly tarafından, İstanbul'u almış olan Türk'lere karşı yardım isıemek üzere Fransa kıralı Charles VII. nin yan ına gönderi lmiştir. Rodos'a döndüğü za man Au vergne başpapazı olmuş ve 1 4 76 da Pieıre·Raymond Zacosta"nın yerine grand maitre seçi lmiştir. Bu göreve başlayınca Rodos' u Türk h ücumundan korumak için tedbirler almış, bu sureı le kendisine Hı ris­ tiyan lık aleminde büyük bir ün sağlamıştır. Fatih'in ölü­ münden sonra Bayezit - Cem k avgası , A. u yakın doğu olay­ ları üzerinde çok etkili bi r duruma getirmiştir. Cem, 1 4 8 2 de kendisini Osmanl ı devletinin Avrupa'daki topraklarına geçirmesi için A. ile anlaşmış. fakat Cem'i ele geçiren A . , sözünü tutmıyarak ondan Hıristiyanlık adına faydalanmak istemiştir. A. , Cem'i önce Fransa'ya göndermiş, sonra Papa Innocemius VIII. e teslim etmek zorunda kalmış ( 1489 ) , buna karşılık kardinaHi k rütbesini kazanmış ve Papa'nın Asya genel elçiliğine atanmıştır. A. son senele,

rinde Fransa kı ralları Charles V I I I . ve Louis X I I . ile birlik te Türk'lere karşı bir Haçlı seferi h azırlamayı dü­ şünmüşse de Cem'in papa Alexander VI. tarafından zeh i r­ lenmesi bu projeyi suya dü�ürm ü ş ı ü r. A. , 27 sene Saint ­ Jean şövalyelerinin başında bulunmuştur. Heykeli Versailles müzesindedir.

AUC \SS I N ET NICOLETTE [ ökas? e nikolttı ok. ] , XIII yüzyı lda yazıldığı tahmin edi len bir nevi türk ülü hikaye ( chante-fable ) . Yarım kafiye ile yazı lmış olan nazım kı smı tür­ kü şeklinde, nesir kısmı i se masal gibi söylenirdi. Türk üsünün notaları korunabi lmişıir. Eserin, Kuzey Fransa'da veya Belçi­ ka'da yazılmış olduğu tahmin ediliyor. Kon usu çok basittir : Beaucaire kontunun oğlu olan Aucassin. Arap köle Nico­ lette'le sevişir ; Aucassin'in ailesi çocuklarının bir köleyle evlenmesine razı deği ldirler. Nicolette bunların düşman­ lıklarından kurtulmak için kaçar ; Aucassin a rkasından gider. Romanesk maceralardan sonra. tekrar ayrı düşerler, fakat Nicolette'in gayret ve cesareti sayesinde gene bulu­ şurlar. B u arada ana ve babası ölen Aucassin mirasa ko­ nar ; Nicolette'in de bir pa d i şah kızı olduğunu öğrenir ; artık beraber yaşarnalarına ne ailevi, ne toplumsal bir engel kal­ mamıştır. Evlenirler ve mesut olurlar. Aucassin adının El- Kasım olduğu sanı lıyor ; hikayenin menşei Arap ve Bizans kaynak !arına bağlanmak i sten iyorsa da bu, kesin de­ l i l lerle ispat edi lememiştir. Yazarı bel li değildi r . Tek yaz­ ması Paris m i l l i kitaplığındadır. A. , kitap halinde 1 808 de yayımlanmıştır. İ sveççe, İtalyanca, Çekçe. Rusça gibi birçok dillere tercüme edi lmiş bulunan eserin hususiyle İngi lizce ve Almanca tercümeleri önemlidir. AUCH, Fransa'nın g üneybatı bölgesinde, Gers depart­ manının ve başpiskoposluğunun merkezi bulunan şehir. Gers ı rmağı üzerindedir. Nüfusu 13 3 1 3 tür. Son Gotik üslıi­ bunda ünlü bir kadeırali, müzesi ve kitaplığı vardır. Yün­ lü ve pamuk lu dokuma ticareti, şarapları ve A rmagnac Brandisi denilen özel bir i çkisiyle ünlüdür. A . , Eli um verrum adiyle kurulmuş olup sonraları Augusta Auscorum adını taşımıştır. Kelt i berlerinden Ausc'lar ( b.bk. ) ın merkezi idi. 7 3 2 de Endülüs Arap'ları tarafından ı ahribedi lmiş­ tir. Ortaçağ'da Armagnac kontluğunun merkezi olmuştur. AUCBEN I A : bk. L AMA . AUCHINLECK [.,ginlttk veya "kinlttk ok.] . Sir Claude John Eyre ( doğ. 1 884 ) , İngiliz mareşali. Birinci Dünya Harbi'nde Mısır'da, Aden 'de ve I rak'ta hizmet gör­ müş, sonra Hindistan'a gönderilmiş, 1 9 39 da İngiltere'ye alınmıştır. İ kinci Dünya Harbi'nde. Norveç'teki Narvik harekatını Müttefik kuvvetler komutanı olarak idare etmiş, sonra İngi ltere'de güney cephesi komutan l ığına getiri lmiş ( 1 94 0 ) , Hindistan'a başkomutan olarak gönderi lmiş ( 1 94 1 ) , daha son ra Or tadoğu komutanlığında bulunmuş ve Kuzey Afrika'daki harekatı idare etmiş ( 1 94 1 -4 2 ) , tek rar Hindistan başkomutanlığına atanmış, 1 946 da mareşal liğe yükselmiş ve 1 947 de emekliye ayrılmıştır. A Ut.. K LAND [ {Jkllnd ok. ] , Yeni Zelanda'nın en büyük şehri. Nüfusu 2 24 000 ( ı 94 1 ) dir. A. , Kuzey Ada­ sı'nın kuzeybatıya doğru olan uzantısının çok dar bir kıstak yerinde, sönmüş bir volkan olan Mounr Eden'ın eteğinde kurulmuş, çevresine doğru serpilmiştir. İki ayrı denizde çift limanı bulunan A. ın batısında Tasman ya denizinin bir girintisi olan Manukau Harbour ( Manukau limanı ) , doğusunda ise Büyük Okyanus'un Hauraki kör-

AUCKL AND

-

AU DIFFRET

211

fezinin bir girintisi halinde görülen v e önü bir sıra ada­ larla çevrili bulunan Wa iıemata Harbour (A. nın asıl limanı ) vardır. Bu deniz girinti lerinin kıyı ları çok girintili çıkınıı l ı olup rüzgarlaı a kar�ı kor unaklıdır. A. , Yen i Zelanda 'nın en eski l i manıdır ( 1 8 1 0 ta ba�­ ke n t olmak üzere kurulmuştur) . Bu limana girip ç ı kan ge­ mi lerin yıllık tutarı 2 milyon tonilatoyu geçer ki, bu mik­ tar Yeni Zelanda limaniarına gemi gidiş geli�inin yarısını bulur. Yen i Zelanda'nın ticaret merkezi olan A. l i man ı n­ dan ihraç edilen mallar arasında yün i le kavri reçinesi ( kavri çamı adı verilen ağaçtan elde olunan ve Yeni Ze­ landa'da çok bulunan sütü andırır bir çe�it reçine) önemli yer tutar. A. , Kuzey Adası'nın türlü yerlerine demiryollariyle bağlanmıştır. A. i le Sydney. Honolulu arasında uçak se· ferleri vardır, bövlece bu �ehirle yeryüzünün türlü yerleri ( hususiyle Kuzey Pasifik adaları, Kuzey Amerika'­ nın batı. Asya'nın doğu kıyı larr ) hava yollariyle bağlanmış bulunmaktadır. A . da bi rçok k ültür kurullan bulunduğu gibi, bir üniversite ( University College) de vardır.

le hücum ederek kendisiyle aynı fiki rde olan kişi leri, har­ ta papaz ve piskoposların birçoğunu tarafçısı yapmış ve kurduğu mezhebin ilk piskoposu olmuştur. İmparator Bü­ yük Konstaotinos, A. u Karadeniz'in kuzeyinde yaşıyan Got' lar arasına sürmüş fakat A. doktrininden vazgeçme­ miş ve Hıristiyan Got'lar arasında da ıarafçılar bu lmuşıur. Çok i h :iyar yaşında sürgünde ölmüştür.

AUt.:K LAND [ ,Jk/ind ok.] A DAL ARI, Yeni Zelan­ da'nın 380 km güneybatısında adalar topl uluğu. Yüzölçü· m ü 8 5 2 km2 di r. A. zaman z•man balık avcı larının top­ landığı geçici yerleşme yerlerindendir. A. 440 km2 gen iş· liğindeki ası l Auckland adasından başka üç buyük ve üç k üçük adadan meydana gelmiştir. Antarktika ve çevresinden kuzeye yönelen kopmuş buzlar, A. çevresine kadar soku l u r. Adaların çok yeri orman lık o lup, ba lina ve fok avcı­ larıoın çok faydalandıklarr liman ları ( Port Ross gibi ) var­ dır. A. , 1 806 da Captain Abraham Bristow tarafından bulunmuş, 1 807 de Yeni Zelanda'ya katılmıştır.

AUDE [ öd ok. ] , Fransa'nın güneyinde bir ı rmak. Uzun l uğu 2 2 3 km dir A. , kaynağını Pi rene dağlarından alır Lyon körfezine dökülür. 1 50 km lik aşağı bölümü sallada yapılan taşına elverişlidir.

AUt.:Ot.: [ ökok ok. ] , Jean·Lcon ( 1 8 2 8 - 1 9 1 0 ) , Fran­ sız hukukçusu ve idareci si. Pari s'te doğmuş ve ö lmüştür. Danıştay d i lekçe dairesi başkanı sonra danıştay üyesi ol­ muştur ( 1 8 (;9 ) . H ür fiki rleri ve idaredeki ehliyeti yüı ün· den, 4 ey l ü l 1 870 ten sonra, eski danıştayın yeri n i alan geçici komisyona eski üyelerden yalnız o seçi lmiştir. Yeni danı�tayın Mi l l i Mec l i s tarafından seçilmesi sırasında A. bayındırlık dairesi başkanı olmuştur. Siyasi ve Manevi Bilimler Akademisi üyesi olan A. un baş lıca eseı leri şun· lardı r : Le Conseil d' Etat avant et de/JuiJ 1 789 ( 1 789 dan önce ve sonra danıştay ) [ 1 876] , Con/erences sur l'adminis­ tration et le droit administrati/ ( İdare ve ida ı e hukuku üzer ine konferan slar) [ 1 88 2 · 1 88 6 ] . De /'usage el de l'a ,us en maliere de /egislation comparee (Ka rşılaştırmalı kanun­ lar alanında k u llanma ve kötü kullanma) [ 1 8 !) 2 ] Code de J'organisation iudiciaire de Russie ( Rusya'oın adli teş­ k i lat kanun u ) [ 1 894 ] , La dimp/ine de la Le.�ion d'hon­ ııeur ( Legion d'honneur d i siplini ) [ 1 8 9 5 ] . AUCOt.:ERET'LER ( Ut. Auwc eretes ) , Romalı ' lar zamanında Pirene dağlarının yamaç larroda yaşıyan bir ka­ vim. AU DAlOS veya AU DİOS ( Ut. Audaeus, Audius, Suryan. Udo ] ( ölm. 37 2 ) , Audaiosçuluk ( Audianisme, bk. AUDAİOSÇU LUK) diye tanınan Hıri stiyan mezhebini ku­ ran bir din adamı. Mezopoıamya O rak ) da doğmuştur. Do­ ğum tarihi b i l i nmemektedir. Çok sofu olan ve bir çilekeş gibi yaşıyan A. , papazların fazla serbest yaşayrşına şiddet-

AUD .\İO!'ÇULUK veya AUDİOSÇULU K ( Audia­ nisme) Audaios ( b. bk. ) tarafından kurulmuş bir H ı ris­ tiyan mezhebi. Audaiosçular resmi Hıristıyan k i l i sesinden başlıca iki noktada ayrılmışlardır : ı - Nikaia ( İ zn i k ) ruhani meclisinin ( 3 2 5 ) kararlarrnı kabu l etmiyerek Yahu­ di Paskal ya ( bk. PASKALYA ) yorıu�unu kuılamakta de­ vam etmişlerdir ; 2 - Ahd i Atik 'in «Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı» ( Tekvi n I, 2 7 ) ayetini kelime kelime yoruml ıyar• k Al lahı tamamiyle insan şek linde tasavvur et­ mişlerdir ( anıropornortizm ) . Toroslar'ın güneyinde, Suriye ve I rak'ta oldukça yaygın olan A. mezhebi 3 7 5 sıralarında hemen hemen büsbütün sönmüşrü. Bununla beraber Mısır Hıristiyan münzevi leri arasında A l lalır insan şek linde dü­ şünen mezhep�i lere IV. yüzyı lın sonlarında da raslanı r.

AUDE [ öd ok. ] , Fransa'nın güney böl ümünde bir departman. Yüzölçümü 6 342 km2 , n üfusu 285 000 dir. Departmanın en verimli yerleri Aude vadisi boyunda­ ki topraklardır. A. da tah ı l ( buğday, mısır ) çok yetişir, bağlar, zeytinlikler gen iş yer tutar. Aude vadisi, Fransa'nın en iyi üzüm yetişti ren yerleriodendir. A. da koyun kaz beslenir, arı kovan ları çoktur. Manganez. demir, bak ır ma­ denleri varsa da maden endü,trisi gelişmemiştir. Yalnız departmanın merkezi olan Carcassonne çevresinde yün iş­ leri yapılır. AUDEN [ .;ıdin ok. ] , Wystan Hugh ( doğ. 1 907 ) , İngi l i z asıl l ı Amerikan şairi . York'ta doğmuştur. 1 93 7 de kırallık ş i i r madalyasını almış, 1 9 3 9 da Amerika Birleşik Devletleri 'ne gi tmiş, orada yerleşerek Amerikan uyrukluğuna girmi�, 1 948 de Amerikan Pulitzer şiir ödenini kazanmı�tır. Ünlü Alman romancısı Thomas Mann'ın kızı Erika Mann ' l a evlidir. A . in eserleri daima i lgi çeker ; c .. n l ı , k uvveı l i bir uslfıbu vardır ; içinde yetiştiği mu hi ıle fikir mücadelesi halindedir. Eo önemli eserleri : Poems (Şı irler) [ ı 930 ] ; The Danre of Death (Ölüm dansı ) [ 1 9 3 3 ] ; Spain ( İ span­ ya) [ 1 9 37 ] ; The Doub/e Man ( Çift adam) [ L 94 ı ] ; New Year Letter ( Yen i sene mektubu ) [ 1 94 1 ] ; For the Time Being ( Şi mdil i k ) [ 1 94 4 ] . A. , Bunlardan başka, aoıoloj i ler tercümeler yayımlamış, başkalariyle birlikte de kitaplar yaz­ mıştır. AUDB1}M BLA, İ skandinavya mitoloj isinde bir ine­ ğin adı. Snorra Edda ( bk. EDDA) ya göre erimekte olan ana buzdan meydana gelmiş olan bu inek, sütiyle dev Ymır'i beslemiş ve buzla kaplı olan taşı yalamak suretiyle Odin, Vile, Ve adlı tanrıların babası Bure'yi meydana getir­ miştir. AUDI FFRET [ ödi/r� ok. ] , İtalyan ası l l ı asi l bir ai­

le olup X I . yüzyıldan beri Fransa'da B a ı ce l onn e t te 'd e yer­

leşmiştir. Ünl ü üyeleri şun lardır :

112

AUDIFFRET

-

1 - Charles·LouiA·Gaslon marquiıı d' ( 1 787- 1878 ) , politikacı v e maliyeci. Paris'te doğmuş v e ölmüştür. Sayış­ tay başkan lığı, çift meclis üyeliği, ayan meclisi üyeliği yapmış, Legion d'hoııneur büyük haç nişanını almış, Si­ yasi ve Manevi Bilimler Akademisi'ne üye atanmıştır. Genel muhasebe sisteminde büyük reform yapmış ve bu alanın gerçek kurucusu olmuştur. Maliye'ye dair birçok dikkate değer eser ler yayımlamış olup en değeriisi Le Sys­ leme finan cier de la France ( Fransız maliye sistem i ) [ 1 840] dir. 2 - Paııquier, Edme-Armand Gaslon, d uc d' ( 1 823 - 1 90 5 ) politika adamı. Genel öğretim müdürlüğü yapmış ve Pasquier şan sölyesi olan büyük amcasının evlat­ l ığı olup «duka» sanını kazanmıştır. Danışıayda çalışmış, 1871 de Ome'dan saylav seçilmiştir. Orleans'cılar parti­ sinde yer almış, Thiers kabinesinin düşmesinde önemli rol oynamış ve kuvvetli bir hatip olarak tanı nmıştır. Monarşik karışıklığın sebebi olmuş, fakat Fransa'nın yeni kuruluşun­ da yenilmiştir. Son ra sol liberaller merkezine yaklaşmış [ 1 87 5 ] . millet meclisi başkanı , sonra ayan üyesi ve başka­ n ı olmuştur. ·

AUDITüR ROTAE, Rota verilen Vatikan Yargıtayı üyesi.

Romana ( b.

bk. ) adı

AUDOUX [ ödif o k ] Marguerile ( ı 863- 1 9 37 ) , Fran­ sız yazan. Rahibeler tarafından bir yerimhanede büyütül­ müş, i lkin çobanlık, sonra terzilikle hayatını kazanmıştır. Marie-C/aire [ t 9 ı O} ve L'atelier de Maire C/aire ( Marie Ciaice'i n atölyesi ) [ ı 920] i simli romanlarında büyük bir sadelikle hem kendi hayatını an latmış, hem de Pari s hayatı­ nın bazı özelliklerini belirtmiştir. ·

AUDRA, Hindistan'daki Hint - Arya dillerinin Orta Hintçe ( Priikrit) devrinde ve memleketin Miigadha bölge­ sinde yaşamış olan Miigadhi Priikritçesinden oluşmuş Apabhraıiısa diyelek lerinden biri ; Autkala da denir. Bugün doğu Hindistanda, Ganges neh rinin aşağı kısımlarının güneyinde konuşulan Oriyii dili, Audra'dan olmadır. Grup içerisindeki yakın komşuları, Dhakki ( Doğu Sengali'nin ceddi ) , Gauda ( Kuzey Bengali ile Assarni 'nin ceddi ) , S a­ kiiri ( Bihiiri 'nin ceddi ) , ve Siibari diyelekleridir. Bk. APABHRA M S A.

AUDRAN [ odrq ok.) , Edmond ( ı 842- 1 90 ı ) Fransız bestecisi. Lyon'da doğmuş, Tierceville ( Oise ) de ölmüştür. Nidermeyer okuluna girmiş, orada beste ödeni­ ni l< azanmış, Marsilya'da kilise koro şefi olarak çalış­ mıştır. Bu şehirde 1862 yılında Seribe tarafından yazıl­ mış Ours et le Pacha ( Ay ı ve paşa) adlı vodvil i bir operet haline getirerek ün almıştır. 1 846 da Favart'dan i lham alarak La chercheuıe d'eıprit ( Nükte budalası ka­ dın ) adlı opera yı oynatmıştır. 1 866 da La Ni11ernaise ( Ni­ verne'li kadın ) , 1 868 de Le Petil Poucet ( Parmak �ocuk ) operaları n ı bestelemiştir. Le gr and Mo gol ( Büyük Moğol ) [ 1 8 77] , Gilette de Narbonne [ Narbonne'lu Giletıe] [ 1 892}, Miu He/gelt [ 1 890] ve hususiyle La Mauolle ( Uğur getiren ) [ 1880) o pereti tanınmış eserleri arasındadır. AUDUBON [Fr. odüb(j, İng. qdyubin ok.] , John James ( 1 78 5 - 1 8 5 1 ) , Amerikan tabii bilimler bilgini. Santo Domingo ( Haiti ) da, Les Cayes'te doğmuştur. A. , küçük yaşta babası tarafından Fransa'ya götürülmüş, bir süre askeri okula gitmiş, kısa bir zaman da Paris'te resme çalışmıştır. A. , daha küçüklükünden itibaren tabiatı sev-

AUENBRUGGER miş, koleksiyon lar yapmış, bir ara babasının Philadelphia yakınındaki çiftliğinde kalmış . Fransa'ya dönüşünde avcı lık etmiş ve kuş resimleri çizmiştir. A. , babasının işlerinin bozulması üzerine Amerika'ya gi tmiş, orada The Birds of America ( Amerika'nın kuşları ) [ 1 827- 1 8 �8 ] adlı bü­ yük eserini yazmıştır ; bir seri halinde üst üste çıkarılan bu esude kuş ların 489 kadar cinsini gösteren 435 renkli levha ve 1 065 şekil vardır. Bu eser, Amerika kuşlarının tanınması n ı sağlamıştır. Resi mlerin çizilmesi ve malzeme­ n i n toplanması h ususunda oğulları John ve Victor kendi­ sine yardım etmiştir. A. , eserinin basıldığı yıllarda, yeni örnekleri toplama, resimleri çizme ve baskıya nezaret etme işi için Amerika ile İngiltere arasında sık sık seyahat etmiş, Ornitho/ogical Biography ( Kuşların biyografyas ı ) [ 1 8 3 1 -39) ve A Synopıis of the Birds o/ North America ( Kuzey Amerika kuşlarına toplu bi r bakış) [ 1 839} yı bastırdıktan sonra New York'ta yerleşmiş ve yeni çalışmalara koyul­ muştur. The Birds of America'yı küçük boyda yeniden bastırmış [ ı 84 0 · 44 ] sadık arkadaşı ve iki oğl unun kayın­ baoası John Bachman'ın işbirliğiyle The Vi11iparous Quad­ rupedı of North America ( Kuzey Amerika'nın doğuran dört ayak lı ları ) y ı yazmıştır. B u eserin folio levhaları 1 844-46 yıllarında basılmıştı r ; A. , eserinin tam olarak bası lmış şeklini görerneden ölmüştür. .

.,. UE, (Aue im Erzgebirge) , Almanya'nın Saksonya bölümünde bir şehir. Nüfusu ..!5 800 dür. Chemnitz'in 2 5 km güneybatısında bulunan A. , işlek b i r demiryolu kav­ şağı, makine ve dokuma endüstrisi merkezidir.

AUE, Barlmann von ( yaklaşık olarak 1 1 6 5 1 2 1 0/ ı 220 arası ) , Ortaçağ Alman şairi. A. , Schwab süla­ lesinden olup manastırda yetişmiş bir ministerial ( b. bk. ) idi. 1 ı 97 de Haçlı seferlerine katılmıştır. U.tince ve Fransızca biliyordu. Latin yazarların ı tanıdığı eserlerinden anlaşılmaktadır. Şiiri, sırf kendi ruhi ihtiyacını tatmin etmek için yazmış olan A. , lirik, hususiyle epik eserler kaleme almıştır. Fransız yazarı Chretien de Troyes'nın kuvvetli etkisi a ltında kalarak Artus efsanelerin e ait şövalye hika­ yeleri yazmış, böylece, Ortaçağ şövalye konusunu Alman edebiyatında işlemiştir. A. , çağdaşları tarafından, açık ve canlı üsliıbun ustası olarak kıymetlendirilmişıir. Eserleri : Şövalye hikayeleri : Erek (c) lwein. Efsane­ ler : Gregorius au/ dem Steine (Taş üzerindeki Gtego­ rius ) , Der arme Heinrhh ( Zava l l ı Heinrich ) ki, Alman ede­ biyatında Orta· Yüksek Almanca ile yazılan eserler arasında kaynağı bi linmiyen tek eser budur. Şekil ve muhteva bakımından A. nin en güzel eseri sayılmaktadır. Üsliıbu açık ve can l ıdır. Konusu XIX. yüzyılda Gerhan Haupt­ mann tarafından dram, Ricarda Huch tarafından hikaye halinde yeniden iş len miştir. Rüch/ein ( Kitapçık) ruh ile beden arasındaki münasebetleri anlatan bir şiir kitabıdır. A. nin aşka ve Haç lı seferlerine ait lirik şarkıları da var­ dır. Eserlerinin hep bir arada tenkidl i baskısı F. Bech tarafından yapılmıştır ( 3 ci lt, 1867-69 ; 3. bas. 1 888· 93 ) . AUEN BRUGGER [ q;! lnbruglr ok. ] . Leopold, Edler von Auenbrugg ( ı 722- 1 809) , Avusturya'lı hekim. Graz'da doğmuş, Viyana'da ölmüştür. Önce İspanyol hastahane­ sinde görev almış, sonra serbest olarak çalışmıştır. Tıp taıihinde, perküsyon ( percussion ; gövdeye eli koyup ona parmakla vurma) usulünü bulmuş olmakla ününü sağla­ mıştır. B u usulü tanıtan eseri ln11entum no11um ex per­ cussione thorat'is humanis ut siıno abstr-usos in terni peç-

AUENBRUGGER - AUFRECHT toriı morbos delegendi ( İnsan gövdesine parmakla vur­ mak suretiyle, alınan işaretten göğüsteki gizli hastalıkları tanımak için yeni buluş ) (Viyana 1 7 6 1 } adını taşır. Bu buluş uzun zaman unutulduktan sonra, Fransa'da Corvisart ( 18u8 ) ve Piorry ( 1 8 2 8 ) tarafından yeniden ele alınmış ve L a enn ec ( ı s ı 5) tarafından oskültasyon ( auscultasıon ; gövdeye kulağı dayayıp dinleme) usulü ile tamamlan­ mıştır.

AUER VON WELSBACB [ � l r /on llflıbag ok. ] :

1 - Aloye ( 1 8 1 3 - 1 8 69 ) , Avusturya ;lı basım işleri uzmanı .

Wels'te doğmuş , Viyana yakınındaki Hietzing kasabasında

ölmüştür. ı 8 37 de Linz şehrinde öğretmen olmuş, 184 1 de

de Viyana Saray ve Devlet Basımevi müdürlüğüne getiri l­ miştir. 1 864 yılına kadar idate ettiği bu basımevini, ken· dinin icadı olan yeni makinelerle techiz etmiştir. Yazdığı başlıca eserler şunlardır : Typenıchau de ı geıamten Erdkrei­ ıes ( Yeryüzünde kullanılan bütün matbaa harflerinin ser­ gisi ) ( 1 84 5 ] , Geschichte der kaher/irhen und könig/ichen Ho/- und Staatıdruckerei ( Kıral- imparator sarayına ve dev­ lete ait basımevinin tarih i ) [ 1 8 5 1 ] ve Die Entdeckung des Naturıelbstdruckı ( Eşya resimlerini tabii olarak basma icadı ) ( 1 8 5 3 ] . İdare ettiği basımevinden çıkan ünlü eser· ler arasında, 600 dile çevri lmiş «Rabbani dua» ( Pater noster) metni kolleksiyonu da vardır. Bu matbaacı 1 860 yılına kadar sadece Auer soyadını taşımış, o tarihte kendi· sine şövalyelik verilmiş ve soyadına 11on We/J bach eklen­ miştir.

2 - Cari ( 1 8 5 8 - 1 9 2 9 ) , Avusturya'lı kimyacı ve mu­ cit. Aloys A. v. W. ın oğludur. Viyana'da doğmuş, Trei­ bach ( Karin ıhia'da) ta ölmüştür. Heidelberg üniversitesinde Bunsen'den kimya öğrendik­ ten sonra, «nadir toprak­ lar»üzerinde çalışmış ve bu araştırmalarına Viyana üni­ versitesinde devam etmiştir. 1 8 8 5 te, «nadir topraklar>> serisinden evvelce bir ele­ man sanı lan didymium'da bir ayrışma meydana getir­ miş, ayrışanları praseodymi­ um ve neodymium adiyle iki ayrı elema n olarak tespit etmiştir. 1 908 de, G. Urbai­ n ' i n aynı konu üzerinde 1 907 deki çalışmalarından C . A.U ER V O N WELS BA C H ayrı olarak. ytterbium ( paleoytterbium) u da aldebaran ium ( Urbain'in neoytterbium dediği ) ile cassiopeium (Urbai n'in l uıecium dediği ) eleman iarına ayırmıştır. Aynı zamanda ten­ virat işlerinde de çal ı şarak 1 8 8 5 te, bizde «li•ks>> denilen «göm lek l i » ( Auer gömleği) parlak gaz lamb a s ın ı , 1 900 de de, teli osmium madeninden yapı lmış olan elektrik ampu· lünü ( Osram ) icadeımiştir. Önemli icadarından biı i de, ser­ yüm (ceri um) ile demi rden yapı lan ve serı bir cisimle sür­ ıüld üğünde kıvılcım çıkaran pirofor maden ( Auer madeni ı S.04 ) dir, ki bugünkü benzin li cep çakmaklarında kullanı­ lan çakmak taşıdı r.

AUE RBACH [ � lrba!? ok. ] , Berlhold ( 1 8 1 2- 1 88 2 ) , Alman romancısı. Köy hayatını an latan hikayeleriyle ün almıştı r. Karaorman'da Nordsıetıen 'de doğmuş, Cannes'da ölmüştür. Tübingen, Münih ve Heidelberg'de öğrenimini yapmış, Strauss ve Schelling gibi tanınmış öğretmen lerden

213

felsefe okumuştur. Yahudi olan ana ve babası onu haham yapmak i stemişlerse de, A., Spinoza'yı okuduğu ve onun et· kisi altında kaldığı için din öğrenimini bırakmış ve kendi­ sini edebiyara vermiştir. Eserleri çok okunmuş ve taklit edilmiştir. Ünlü eserleri şunlardır : Das Ghello ( Yahudi mahallesi ) genel başlığı altında yayımlanan ve konuları Yahudi tarihinden alınan roman serisi : Spinoza ( 1 8 3 7 ) , Dichter und Kau/amann (Şair ve tüccar) [ 1 8 3 9 ] v. b. ; ay­ rıca baş eserini teşkil eden Srhwarzwa/der Dor/geıchichten ( Karaorman köy hikayeleri ) (4 cilı ; 1 8 4 3 - 1 8 5 4 } . ve başka kc'/ hikayeleri toplaması olan Nach dreiJJig lahren (Otuz yıl sonra) [3 ci lt ; 1 8 76] . Yine halk h ikayelerini içinde ıoplıyan bir ıakım halk takvimleri ( Der Ge11attersmann, [ 1 84 5 - 46, v. b. ] ) de vardır. En önemli romanı olan Au/ der Höhe ( Yüksekte) [ 1 86 � ] . toplum hayatı ve eği ıi m mese­ lelerini ele almıştır. A. ın edebi eserlerinin müsveddeleri Marbach arşivine konmak üzere Suebya'daki Schi ller derne­ ğine geçmiştir ( 1 897 ) .

AUFFENBERG [�!flnberg ok.] , Josef, Baron von ( 1 79g· 1 8 5 7 ) , Alman suba � ı , dram yazarı. Freiburg'da doğmuş, Baden prensliğinin saray nazırı olarak ö lmüştür. A. , saray tiyatrosu komitesi reisi olduktan sonra kendisini büsbütün dramatik şiir sanatına vermiştir. Humoristische Pilgerjahrt narh Granada und Cordo11a ( Granada ve Cordova'ya eğ­ lenceli bir hac seyahati ) [ 1 8 3 � ] inde İspanya'ya yaptığı bir seyahatten bahseımiştir. Pizarro [ 1 8 2 3 ] ve Die S partaner ( Spartalı'lar) ile elde ettiği başarıdan sonra birçok resmi n ucuklar ihtiva eden tarihi dramlar ve bir ırilogya olan Alhambra'yı yazmıştır. Nordlicht ,,on Kaıan ( Kazan kuzey fecri ) ı Karl Pfeffer 1 880 de opera olarak bestelemiştir. AUFIDENA, eski İtalya'nın Samnium bölgesinde, Caracen' lerin oturdukları alanda, Sangrus ( Sangro) ırm ağı­ nın kaynağına yakın bir şehir, şimdiki Alfedena. Nekro­ polis (b. bk. ) i ünlüdür. Yakınındaki Barrea'da önemli Osc ( b. bk. ) yazıılan bulunmuştur.

AUFIDIUS, Titue (M. S. I. yüzyılın ikin.:i yarısı ) , Sicilya'lı Yunan hekimi. Bithynia'lı Asklepiades'in öğrenci­ si idi. Peri pıykhes ( Ruh hakkında) ve Peri khroniön pat­ hön ( Müzmin hastalıklar hakkında ) başlıklı eserler yazmış­ tır. Bu eserler bize kadar gelememişıi r . A. , göğüs i lıihabı sağıtımında &ünde iki masaj , ruh hastalıklarında ise hastanın kırbaçlanmasını, bağlanmasını, aç ve susuz bı rakılmasını , şarap içmeyi ve cinsi birleşmeyi tavsiye eder. AUFIDIUS DASSUS (M. S. I. yüzyı l ) , Romalı tarihçi. İmparator Augustus ile impara ı or Tiberi us'un bi­ yografyalarından başka çağdaşları taı afından çok ö v ülen Li ri belli Germanici ( Germen savaşı k i tapları ) başlıklı bir eser yazmıştır. A. un eserleri bize kadar gelememişse de Seneca, ihtiyar Plinius ve Cassiodorus on ları kayna k olarak kullandıkları için muhtevaları bizce bilinmektedir. AUFRECHT [ � /reht ok. ] , Theodor ( 1 8 2 2 - 1 907 ) , Alman di lci. Leschnitz ( Oppeln yöresi ) t e doğmuş, Bonn'­ da ölmüştür. Sanskritçe uzmanıdır. Berli n üniversitesinde yetişmiş, 1 8 � 0 de orada doçent olmuş, Sanskritçedeki vur­ guyu ( De accentu compoıitorum Sanıcriticorum, Bonn 1 84 7 ) ve Umbr dilinin anıtlarını ( Kirchhoff'la beraber : Die umbriıchen Sprachdenkma/er, 2 cilt, Bonn 1 8 49- 1 8 5 1 ) ele alan i l k eserlerini yazdıktan sonra, 1 8 5 2 de Berlin'de A. Kuhn i le beraber, şimdiye kadar devam eden «Zeit­ schrift für vergleichende Sprachforschung auf dem Gebiete

2 14

AUFRECHT

-

AUGEİAS

veya

AUGEAS

der indogermanischen Sprachen» ( Hint-Avrupa dil leri a la­ nında mukayeseli d i l araştırmaları derg i s i ) adlı dergiyi k ur­ muştur. Aynı yı !da İngi ltere'ye giderek. Max Müller'le be­ raber Sanskri cçe m e ti n l e r üzeri n d e ç a l ı ş m ı ş , 1 8 6 2 d e İngil­ tere'de Edinburgh üni versitesinde, 1 87 5· 1 889 yıl larında da Almanya'da Bonn üniversitesinde Sanskriıçe profesörlüğün­ de bul unmuştur. İndoloj i alanında hususiyle, başta �g eda olmak üzere birçok Sanskı i tçe eserlerin transkripsiyonlu metin lerini yayımlamakla. ve bu d i le ait bi rçok kataloglar meydana get i rmekle ranınmıştır : D i e Hymnen des Rig ı eda (�gveda i lahileri ) [ ı cilt, Berlin 1 86 1 -63 . 2 . has. 2 cilt, Bonn 1 877] . Das Aitareya Br a h m af! a ( A B . ) [ Bonn 1 879]. Catal o g us catalogorum. An Alphaoetical Register of Sans· kril 117 or k s and Authors ( Kataloglar karai oğu. Sanskrit eserlerinin ve yazarlarının alfabetik indeksi ) [3 cilt, Leipzig 1 89 1 - 1 90 3 ) , V. b.

ile birli kte İdas'ı yener. Teuıhras. yaptığı iyi hizmet lerin mükifatı olmak üzere, vaktiyle bir sand ı k içinde Mysia'ya gelmi ş olan ve evlat edindiği A. yi Telephos'la nişan lar. Fakat mağrur kadın Herak les'ten sonra h içbir faninin ka­ rısı olmak i stemez ve kendisine zorla kabul eııiri ! rnek istenen kocayı gerdekte öldürmek için kı lıcını el altında bulundurur. Telephos gerdeğe girip A. ona kılıçla saldı r­ mak üzere i ken bi rdenbire kocaman bir yılan peyda olur. Bunu bir gök a larneri sayan A. kılıcını indirip maksadını itiraf eder. Kavga esnasında anne i le oğul birbirlerini tanırlar. Telephos annesiyle birlikte Tegea'ya döner. A. efsanesi Pergamon ( Bergama ) da, kendi lerinin Telephos'tan türedik lecine inanan Attalos'lar tarafından resmi efsane olarak kabu l edilmiştir. Berlin'e göıürülmüş olan Pergamon' l u Zeus sunağının frizinde bu efsanen in çeşitli sahneleri görülmektedi r.

AUGAI, eski Anadolu'nun Pamphylia k ıyısında bir kasaba. A lanya'nın kuzeybatısında Fiğla Burnu'nun yakı­ nında bulunuyordu.

AUGE [ öi� ok. ] , Ciande ( 1 8 54· 1 924 ) , Fransız sözlükçü ve ansiklopedici. Isle Jou ı dain ( Gers departma­ nında) de doğmuş, Fontainbleau'da ölmüştür. Larousse yayımevine gi rerek 1 88 5 ten beri müessesenin müdürlerin­ den biri olmuş. ilk ve orta öğretim için birçok eserler, bu arada müzik, şarkı ve tarih kitaplar ı , ayrıca da ünlü bir g ramer serisi ( Co urs de g ra m m aire [ 1 890· 95 ) ) çıkarmıştır. Sözlük çü Pierre Larousse'un halefi olarak Nouveau Larousse illusıre ansiklopedi k sözlüğü ( 7 ci lt 1 897- 1 904, ilave cildi 1 906 ; yenisi : Laroune du X X ' Siecle [6 cilt 1 92 8 · 1 9 3 3 ] oğlu Paul Auge tarafından ) , bunun iki ciltlik ( Larousse pour tous [ 1 907-09] ; yen isi LarouJJe Univeuel [ 1 9 22- 3 1 ; daha yenisi : Nouveau La­ rousse UniverJ e/ [ 1 9 8 - 4 9 1 oğlu Paul Auge tarafından ) ve bir ciltlik ( Petit Larou ıse il/u,tre [ 1 90 5 ] , yenisi : Nouveau Petıt Larousse illu rtre [ 1 9 4 ] ; ayrıca Larousse classique [ 1 9 10 ] , LarOUJSe de IJOche [ 1 9 1 2 ] ve Larousse elemen taire [ 1 9 1 4] ) özetler ini, ayrıca da bun ların aylık tamam­ layıcısı olan Larousse Men su el i/lustre ( 1 907 den beri devam etmekıed i r ) yi yayımlamışıır.

AUGAZ A veya EUAZA, EUG \ZA, eski Anado­ l u'nun Asia ( b. bk. ) bölgesinde bir kasaba veya köy. AUGE, Yunan mitoloj isininde Tegea ( Arkadia) da tapınılan Athene ile aynı kişi sayılan tanrıça Alea'nın efsaneleşmiş şekli. Ası l efsaneye göre A . , Tegea kıralı Aleos"un kızı ve Athene"nin rahibesidir. Herakles"le gizli aşk münasebeti olan A. , Telephos'u doğurur. B u rezaleti haber alınca pek fazla öfkelenen babası, A. yi oğlu Te­ lephos i le birlikte bir sandı k içine kapatıp denize attırır. Dalgalar sandığı Mysia'ya Kaikos ı rmağının ağzına gö­ türür. Bu ülkenin kıralı Teuthras mülteci leri himayesine alır, A. ile evlenir, evlat edindiği Telephos'u da Troia sarayında büyütür ve Troia kıralının kızı A�tyokhe ile nişanlar. A. efsanesi Aıtike dramında ( Aiskhylos, Sophokles Euripides'te) esaslı değişiklikler geçi rmiştir. Buna göre A. , Tegea ' l ı A leos ile Neaira'nın kızıdır. Delphoi'de, Aleos'a, «kızının doğuracağı çocuk dayısını öldürecek» d iye bir kehanette bulunulur. Aleos hemen yurduna döner, kızını Athene'nin rahibesi yapar ve bakireliğini korumadığı takdirde kendisini ölümle tehdideder. Fakat alınyazısından kimse kaçamaz. Herakles, Tegea'ya gelir. Aleos'un misafiri olur ve A. ye tecavüz eder. Aleos kızını gebe görünce suda bo,ıi;mak emriyle Nauplios'a teslim eder. A. , Nauplia yolunda Parthenion dağında bir erkek çocuk dünyaya ge· tirir ve onu dağda bırakır. Çocuğu i lkin bir dişi geyik besler, sonra Arkadia kıralı Korythos'un çoban ları onu bulurlar. Telephos, çobanların -başka bir söylemiye göre Koryıhos'un- yanında büyüdükten sonra A leos'un sarayına gidt r. Aleos'un oğu l ları Hippothoos ile Pereus. şüpheli menşei yüzünden, yeğen ieri olduğunu bi lmedikleri Tele­ phos i le alay ederler Pek fazla öfkelenen çocuk da tanı­ madığı dayılarını öldürür. Aleos, Koryıhos'tan çocuğun geri verilmesini i steyince Telephos'un kim olduğu meydana çıkar. Aleos torununu tanır ve suçunun bağış lanması hak­ kında Delphoi'a gidip kahin iere başvurmasını kendisine tembih eder. Telephos, Delphoi' a gider ve orada. suçunun bağış lanması için annesini Mysia'da araması gerektiği ce­ vabını alır. Kendisi gibi Parthenion'da büyümüş olan dostu Parthenopaios'la beraber yola çıkan Telephos. Mysia kıralı Teuıhras'ın sarayına varı r. Tam o sırada Messene'li kahraman idas, Mysia'yı tehdidetmekıedir. Telephos, dostu

ı

A UGEİ A S veya AUGEAS ( Lit. AUGI \ S ) , Yunan miıoloj isinde Elis kıralı. Babası Helios ( = güneş ) , başka söylemi lere göre Eleios, Phorbas veya Poseidon , annesi de Hyrmine veya İphi boe'dir. Efsaneye göre A. ın üç bin sığırı vardır Heraklesin on iki vazifesinden biri bu sığırlarla i lgilidir. Eurystheus, Herakles'e, A . ı n ahıı ında otuz yı ldan beri yığılmış bulunan gübreleri bir gün içinde temizleme vazifesini verir. Herakles, E l is'e gider, A. a, ahırının bir günde temi zlenmesine karşılık, sığı rları n ı n onda bi rini ücret olarak vermesini teklif eder. A. bu i ş ı n başarı labi leceğine p e k inanmamakla berab�r razı olur. Herak les anlaşmanın tanığı olarak A. ın oğ lu Phyleus'u çağırı r, sonra Alpheios ile Peneios ı rmaklarını ahı rdan · geçi rmek suretiyle imkansız görülen bu işi bir gün içinde bitirir. B � nunla beraber A . tespit edilen ücreti vermekten çekinince Herak les kend i sine karşı savaş açar, onu ve Phyleus'ıan başka bütün çocuk larını öldürüp Elis taht ına Phyleus'u oıurıur. Başka bir söylemiye göre Herakles A. ı öldürmez fakat harb esiri olarak Phyleus' a teslim eder. Phyleus babasına kırallığı geri verir ve A. tabii ölümüne kadar hükümdar kalır. A. la ilgili bir de ş u efsane vardır : Arkadia kıralı Agamedes, ü vey oğlu Trophonios'la beraber A. için bir �azin e binası �urar, fakat bi � ı�şı g�vş � k bı rakarak ���e _ Kerkyon'la beraber gızlıce ıçen sokulup butun ıiz oglu

AUGEİAS

veva

AUGEAS - AUGSBURG

kıymetli eşyayı çalar. A . meçhu l hırsızı yakalamak i ç in Daidalos'a tuzaklar kurdurur, Agamedes yakalanır. Tro· phonios, kendisini i fşa edememesi için Agamedes'in başını kesip Kerkyon' l a beraber kaçar. Avrupa dil lerinde «A. ı n ahı ı ını temiz lemek» sözü zor,

fakat

y a p ı l m ası

gerek l i i ş leri

a n l a tmak için

k u l lanıl­

maktadır.

AUG E R E AU [ öirq ok. ] , Pierre·Françoiıı-Ciıarles ( 1 7 5 7- 1 8 1 6 ) Castiglione dukası, Fransa mareşa li. Pari s'te doğmuş ve mali kanesi olan La Houssaye'da ölmüştür. Ba­ bası uşak, anası manavdı. Önce Napoli askeri birlik lerine, son ra 1 7 92 de F r a n sız ordusuna girmiş, orduyu Vendee'den Pyr enee'ye kadar parlak bir suretle sevketmiş, 1 795 te korgeneral olmuştur. İtalya seferinde Castigl ione'yi almış, bütün savaşlarda üstün başarı lariyle kendisini tanıtmış, düşmandan alınmı ş bayrakları Pari s'e götürrneğe memur edilmi ş tir. D i rektuvar ' ı n çoğunl uğu hesabına 4 e y lül 1 7 97 hükümet darbesini yapmış ve Napoleon kend isine mareşallık ve Castiglione dükalığını vermiştir. A. , İmparatorluğun bütün savaş larında bi rinci derecede rol oynamıştır. Husu­ siyle I ena, Eylau ve Leipzig harblerinde kendini göster­ miştir. Louis X V I I I . , A. ya «Pair de France» sanını v ermiş c i r . A. , maıeşal Ney'in mahkemesini görme işini reddetmiştir. Cesur , ça lışkan. iş görü r bir k omutandı . İhti las yoliyle para yaptığı sörlentisi vardır ; '' A. nun ambarları » sözü halk diline geç mişt i r. AUGES, Yunan mitoloj i sinde Helios'un oğlu. Kar­ deşleri Th rinaks ve Makareus i l e beraber Telkhin' leri yurt larından Rlıodos'a kovmuştur. A. , Augeias (b. bk. ) ı n başka bir şeklidir.

AUGIER [ öiiy; ok. ) . Emile ( 1820 - 1 889 ) , Fransız tiyatro yazarı ; V alence'da doğmuştur. Hukuk öğrenimi gör­ müşse de, genç yaşında yaz dığı La Cigue ( Baldıran ) pi­ yesinin büyük başarı kazan­ ması üzerine tiyatro hayatına atı lmıştır. 1 882 de Legion d'Honneur nişanı verilmiştir. Piyeslerinde ai lenin mü­ dafaasını yapmıştır ; aileyi top­ lumun temeli olarak görür ; bundan başka, o devi rde pa· ran ı n toplum hayatında oy­ nadığı önemli rolü ve genel o l a rak, İkinci imparatorluk Fransa'sının birçok özellikleri üzerinde durmuştur ; eserle­ Emile AUG I E R rindeki kişiler ve konuşmalar can lıdır, f akat uslubunda önemli bir özellik yokt u r . Eserleri : La Cigue ( Baldıran ) [ 1 8 4 4 ) ; Un homme de bi en ( Efendi adam) [ 1 84 5 ] ; L' Aventuriere ( Serkeş kad ı n ) [ 1 84 8 ] ; Gabrielle ( 1 849) ; Le gendre d e M. Poirier (M. Poirier'nin damad ı ) [ ]. Sandeau i l e beraber ; ( 1 8 5 3 ] ; Ceinture doree ( Yaldızlı kemer ) ( ı SS "i ] , Lionneı pauvres ( Fakir dişi aslanlar) [ 1 8 5 8 } . Maitre Guerin ( 1 868 ] . A., ]. Sandeau i l e olduğu gibi E . Foussier, Labiche gibi yazarlar­ la da birlikte eserler yazmıştır. AUGILOS veya AIGILOS, eski Anadolu'nun Kuzey Phrygia bölgesinde bulunduğu sanı lan bir dağ.

215

AUGM ENT ( Ut. Augmentum, Y un . Auk s esis = b ü ­ yüme geli ş me ) , Hint- Avrupa ana dilinde indikatif k ipi­ nin ge ç mişliğe ait olan «geçmi�te bitmemişlik» ( imperfec­ tum ) , «-di'li geçmişlik» ( aori st ) , ve «geçmişlik öncesi» ( plus quam pertectum) zaman larını gösteren fiil şekil lerin in başına eklenen *e- eki. k i başlıca Sanskrit ( ve Eski Fars ) , Ermeni, v e E ski Yunan dillerinde muhafaza edi lmiş olup, bunlarda sırasiyle a- , e- e- şek i l lerini almıştır. Mesela Skr. a- rhat, Erm. aiam, Yun. *e-agon > eg o n = sürdüm, gibi. Yunancada , S, i. u gibi seslerin düşmesi yüzünden. e ile baş lıyan fii l ş e killerine e augmen­ ti geldiği zaman bazı kere ei difıong meydana gelir, me· seli *e- ekhon > Attik Yun. eikhon, Dor. ekhon ( < *e [s]­ ekhon) = malik idim, gibi. AUGMENTATIF veya AMPLIFIK 4TİF, bazı d i l­ lerde büyüitme ekinin vasfı ( vergrössernd ) , mesela İtal · yancada (asa ( = ev ) dan · one augmen ıatif ek iyle rasone ( = büyük ev ) , Rusçada dom ( = ev) dan - iue augmenıa­ tif ekiyle domiue ( = büyük ev) gihi. Küçülıme ( rasgir, diminutıf ; meseli ev - evçik ) şeklinin zıddıdır Türkçede kulübe'ye karşılık e v , eı/e karşı l ı k konak, kanak' a karşılık ıaray gibi keli melerde özel büyüitme eki k u l lanılmadığı için, bunlar morfoloj i bakımından değil, ancak Jeksikal augmenıatif'ler sayılabilir. Türkçedeki günefierde gczmek, kaniara boyamak gibi deyimlerde geçen çoğul şeki l i ere ba­ zı kere amplifikatif ( pluriel d'amplification ) adı veriliyor. Benzer anlamlar arasındaki farklar için bk. ASSEVERATİF. AUGS BURG [ � gıburg ok. ] . Alp' lerin Bavyera ön­ yerinde, Lech ve Werıach ı rmaklarının kavşağında bir şehir. Nüfusu 1 8 5 704 tür. Deni zden y üksekliği 490 m dir. A. , İtalya'ya giden eski bir ticaret yolu üzerindedir. Ortaçağ'da büyük ve önemli bir şeh i rdi. Bugün de demir yolları kav­ şağında, makine, hususiyle basım makineleri, dokuma en­ düstrisi ve bi racılık merkezi bir yerdir.

2 16

AUGSBURG - AUGUR'LAR

Tarih : M. Ö. 15 tarihlerinde Romalı'lar tarafından AUGSBURG İTİKATNAMESİ ( Confessio Augus­ kurulmuş olan Auguıla Vindelit·um ( veya Vindelicorum) tana) , Lutheran kilisesinin ana dokırinlerini kapsıyan yazı. adlı bir askeri koloniden meydana gelmiştir. V. yüzyılda 28 maddeden ibaret olan A. , 2 kısımdır. Birinci kısım­ Hun'lar tarafından tahrip edildik ren sonra Frank kı· da ( madde ı · 2 ı ) Proıesran lığın ana inançları. ikinci kı­ rallarının egemen liği altına girmiştir. Büyük Karl"ın Bava· sımda ( madde 2 2 - 2 8 ) Katolik kilisesinin fenalık ve suiis­ ria dukası Tassilo l l l . e karşı yaptığı harblerde yeniden timalleri anlatılmaktadır. Bu yazı, imparator Karl V. in, tahrip edilmiştir. VI. yüzyıldan sonra piskoposluk şehri olan mezhep ayrılığına bir son vermek amacı ile Augsburg'da A. da 924·973 te Aziz U l rich hüküm sürmüştür. 9 5 5 te büyük bir Reichsıag toplanması için emirname çıkarması Macar'lar tarafından kuşatı lmış, imparaıor Otıo I . in yar­ üzerine Protestan hükümdarlardan Saksonya seçmen prensi dımı i le bundan kurtuldukran sonra şehir uzun yıllar pis­ ]ohann 'ın isteği ile Luther tarafından meydana getirilmiş koposlara karşı bağımsızlığını korumak için uğraşmış ve en ve Melanchton tarafından hem Latince, hem de Almanca sonunda « serbest imparatorluk şehri » ( freie Reichsstadt) olarak kaleme alınmıştır. Aslında Saksonya prensinin bir olarak tanınmıştır ( 1 2 76 ) . Şehir yönetiminde hüküm müdafaası olan A. , Reichstag'a kendi başlarına özel bir sürmekte olan aristokrasİ rej imi, 1 3 68 de yerini esnaf !on· iri katname ( Confessio Tetrapolitana) takdim eden dört h ü· calarına bırakmıştır. 1 4 88 · 1 5 34 arasında Suabia Birliği'nde kümdar müstesna olmak üzere, bütün Protestan Alman hü­ yer almış bulunan A. , X IV. ve XV. yüzyı llarda gen iş öl­ kümdarları tarafından uygun görülmüştür. A. , karşı ta· çüde bir gelişme göstererek ticaret ve sanat bakımından bü­ rafa bir barış teklifi mahiyetinde olduğundan gayet barış­ yük bir önem kazanmış, Nürnberg'in yanında Kuzey ile Gü­ çı bir d i l le yazılmış ve her şeyden önce barış zemini ol­ ney Avrupa arasındaki ticaretin en büyük bir antreposu. aynı mak üzere iki mezhep arasındaki ortak noktaların belirtil­ zamanda Alman sanatı ile humani zma hareketinin bir mer­ mesine önem verilmiştir. 25 haziran 1 5 30 da Saksonya kezi haline gelmi ştir. Hususiyle Fugger ve Welser gibi, şansölyesi Bayer tarafından Reichstag önünde okunduktan Floransa'daki Medici 'lerle aynı ayarda n üfuz ve kuvvetli sonra Latince n üshası i le birlikte takdim edilmiştir. İmpa­ zengin tüccar ai leleri zamanında A. un iktisadi ve siyasi ratorun yasak etmesine rağmen ve Protestanların haberi önemi çok artmıştır. Birçok Reichstag'lara sahne olan A. olmaksızın itikatname. Reichsıag toplantısı henüz bitmeden da Luther tarafından Papa elçisinin i stekleri reddedilmiş basılmış ve ı 5 30 yı lında yedi basımı çıkmıştır. Daha son­ ( 1 5 1 8 ) , 25 hazi ran 1 5 30 tarihli ü n l ü Augıburg İtikatna­ raki basımlarında birtakım değişiklikler ( variata) görül­ meıi. (b. bk. ) meydana getirilmiş ve ı 5 34 - 3 8 de Reforma­ mektedir. Orij inal metin leri meydanda olmadığından de­ siyon uygu l anmıştır. Schmalkald harbinden son ra imparator ğiştirilmemiş ( invariata ) şekli ile değiştirilmi ş şekilleri Karl V. ( Charles Quinı ) , şehrin yönetimini i leri gelen lerin üzerinde sonı adan Protestan dinbilimciler arasında birçok eline vermişti r. A. un zenginliği ve parlaklığı Otuz Yıl Harbi tartışmalar olmuştur. sırasında mahvolmuş. nüfusu 45 000 den 1 6 000 e inmiştir. AUGUR ACULUM, eski Roma'da iki yerin adı : Şehit 1 6 3 2 de İ sveç kıralı Gustav Adolf'un ve 1 63 5 te ı - Capitolium'un en yüksek noktasında bir a�ık İmparator ordularının i sti lasına uğramıştır. Germanya İm­ meydan. Burada, gök alıi.metlerini gözeıliyen augur'lar paratorluğu'nun toprak larını Lou i s XIV. e karşı savunmak amacı i le 9 temmuz 1 686 da imparator Leopold I . , ile Ho­ ( b. b k. ) için oda örtülü ve güney tarafı açık bir kulübe veya bir çadır vardı. landa, İ sveç, İ spanya ve Kuzey Almanya hükümdarları ara· 2 - Quirinalis tepesinin güney yamaemın bir nokta­ sında burada yapı lan Augsburg Bağiaşması ( antlaşması) Fransız ordularının Palatin'e gi rmelerine vesi le olmuştur. sı. Burada da bir augur kulübesi veya çadırı bulunuyordu. İ spanya Veraseıi Harbi sıralarında şehir, Fransız ve Bavyera AUGUR o\TORIUM, eski Roma'da Palaıinus tepe· kuvveıleri tarafından kuşatı lmıştır ( 1 703 ) . Pressburg Barışı sinde Magna Mater tapınağının doğusunda augur'ların gök ile A. , «serbest imparatorluk şehri» olmak imtiyazını kay­ alametlerini gözetlemelerine yarıyan bir bina. Kampta betmiş ve 1 806 da Bavyera'ya k atı lmıştır. A . p i skoposları komutanın çadırı ( ıabernacu lum) na bağlı ve auspicium XV. · X V I I I . yüzy ı l l arda D i l lingen 'de oıurmuşlardır. 2 5 00 ( bk. AUGUR'LAR) ların alındığı yere de A. veya augu­ km2 tutan pi skoposluk toprakları, 1 80 3 te dünyevileştiri le­ rale denirdi. rek Bavyera'ya veri l miştir. A. , X I X . yüzyı lda bol su kuv­ AUGURITAN'LAR, ( Liı. Auguritani ) veya A UGU ­ veti sayesinde gelişmiş ve önemli bir endüstri şehri haline gelmişt i r. İkinci Dünya Harbi 'nde bi rçok defa bombalan­ RENS'LER ( Lıit. Auguren ı eı ) , eski Numidia'da yaşıyan mış, 2 8 nisan ı945 te müttefi k ordu ları tarafından işgal bir kavim. A. ı n başkenti ( adı bilinmemektedir) M. S. V. yüzyılda bir piskoposluk merkezi idi. olunmuştur. AUGUR'LAR ( Lit. augur, çoğul : auguri ) , Romalı'· AUGSBURG ANTLAŞMASI : bk. AUGSBURG, larda bir rahi p kur ulu üyeleri. A. ın görevi de ilet me­ tarih. AUGSBURG DlN B o\RIŞ I, Avrupa'da Din Harbleri muru veya başka bir kişinin mü racaatı ü zerine tanrısal devrinde Luther ıarafçısı Protestan lar la Kaıolikler arasında alarnet ( auspicium, augurium, signum ) lerin gözeılenmesi Augsburg'da i mzalanmış olan barış ( 26 ekim ı 5 5 5 ) . Bu ve açıklanması . yani tasarlanan bir teşebbüsün tanrılar barışla o andaki mezhep durumu tanınmış, herkese, uyru­ tarafından onanıp onanmadığını öğrenmekti. Memurların ğu bu.lunduğu hükümdarıo mezhebini kabul ermesi zorun­ seçilmesi, işe başlaması, senaıus ve halk toplantıları, ordu l uğu konmuş, ı 5 5 2 Passau Andaşması zamanındaki k i lise kurulması, harb ve barış hakkında karar verme, savaş mal i k:ineleri durumu kabul olun muştur. Dünyevi hüküm­ açma ve devleti i lgi lendi ren başka işlerde tanrıların fik­ clariara mezhep değiştirme serbesliği veri lmiş, fakat ruhani rinin sorulması gerektiğinden A. a başvurul u rdu. A kurulu (col legium augurum) nun vücuda getiril­ prensierin bu hakran faydalanmaları gayet sıkı kayıtlara bağlan mıştı r (Reservaıum ecclesiasticum ) . Calvinci ler bu mesi Romulus'a veya Numa Pompilius'a i snadedilmektedir. B u kurulun ilkin, biri kıralın kendisi olmak üzere, 3 Din Barışının dışında bı rakılmışlardır.

AUGUR'LAR - AUGUST ll.

217

üyeden bileşik olduğu tahmin edi liyor. Tarquinius Priscus ex tripudii s ) : tavuklara yem atılırdı ; eğer tavuk hırsla yer ( hük. M. Ö. 6 1 6 - 578 ) üyelerin sayısını 6 ya çıkar­ veya gagasından bi r şey düşürürse. bu uğurlu bir a limetti. mıştır. Bununla beraber M. Ö. 300 sıralarında kurulun Bu usul, basi t olduğundan, hususiyle orduda kullanılırdı. yalnız 4 üyesi vardı. Çünkü Livius'a göre iki üyelik 4 - Sürüngen veya dört ayaklı hayvan lardan gelen ala­ açıktı. M. Ö. 300 yılına ait Ogulnius kanunu ( lex Ogulnia) metler ( pedestria a uspicia veya auspicia ex quadrupedi­ 4 paıricius üyeye 5 plebeius üye katmak suretiyl e A. ın bus) : sınırları çizilmiş bir alanın içerisinde surungen sayısını 9 a çıkarmıştır. Su Ila ( M. Ö. 1 38· 78 ) zamanında veya dön ayaklı hayvanların yürüyüşünün veya sesinin göz­ bu sayı 1 5 ti, Iulius Caesar ( M. Ö. 1 00-44 ) zaman ında lenmesi. 5 - Uğursuz olaylarla veri len alametler ( sig­ ise 16 ya yükselmiştir. Bu sayı bütün i mparatorluk çağında na ex diri s {dirae = deorum i rae = tanrıların öfkesi } ) : bu kadar kalmıştır. A. kurulunun M. S. IV. yüzyı la kadar çeşitli sesler, tapınakta bir bastonun yere düşmesi, sürç­ me, aksırma veya halk toplantısında bi rinin sara nöbeti var olduğu sanılmaktadı r. Ancak kibar ve seçkin kişilere verilen augurluk geçirmesi gibi. görevi ömür boyunca sürerdi. Açık kalan yerlere i lkin Uğursuz bir alametin sonucu olarak bir ışın sonraya kurul kendi seçtiği üyeleri getirir, fakaı Domitius kanunu bırakı lması gerektiği takdirde erıesi veya başka bir gün ( lex Domitia) çıktıktan ( M. Ö. 1 0 3 ) sonra, 35 tri· auspicium tekrarlanabil i rdi. bustan kura ile seçilen ı 7 tribus yeni A . ı kurulun A. , kimse ı arafından kontrol edilmediklerinden alio önceden aday koyduğu kişilerden seçerd i . Bir augur aynı die ( başka bir gün ) söziyle halk toplantılarını her zaman zamanda başka rahip kurullarına da mensup o labi l i rdi. dağıııp verilen kararları hükümsüz bir hale geti recek yet­ A. ın resmi nişaneleri erguvani ve al yollu kıyafet kide idiler. A. ın bu i mtiyazlı durumunu daha sonra si­ ( trabea ) ve boğumsuz, ucu eğri asa ( iituus) idi. Resmi yasi partiler sık sık kötüye kullanmışlardır. Bunun için bu münasebeılerle, diğer yüksek rütbeli rahi pler �ibi, A. da hususta bazı tahdirler konulmuştur. Romalı' ların d indarlığı toga praetexta ( bk. TOGA) giyerlerdi, oyun larda şeref azaldıko,;a A. ın itibarı da düşmüş ve auspici umlar yavaş yerleri vardı, vergi ve askeri hizmetten muaftılar. yavaş boş formaliteler haline gel miştir. Mesela yeni bir Tanrı ların isteğini öğrenmek için en tabii alan, gök­ kon sul. p raetor veya quaestor işe baş layıp bir alarnet iste­ tü. Çünkü luppiter burada yıldırımları ve kuşların uçuşu­ yince kendisine sol yandan y ı ldırım görüldüğünü haber nu, iradesini insanlara bildirecek şeki lde yönetirmiş. Bunun vermek adetti. için augur göğün bulutsuz olduğu ve rüzgarın esmediği Avrupa dillerinde «augur gülümseyişi» sözü halden bir gece yarısı veya seher vakti auspicium hususunda ken­ anlıyanların büyük küt lenin kolay inanışına gülümseme­ disine başvuran kişinin huzurunda, geniş bir manzara gös · lerini anlatmaktadır. teren bir tepe üstünde yer alırdı. Dua edip kurban sun­ AUGUST I. : bk. ZYGMUNT I I . duktan sonra, gözedemesini yapmak i stediği yer ( temp­ AUGUST II., [ Güclü ] ( 1 670- 1 7 3 3 ) , Lehistan kıralı. l um ) i gökte ve yerde asasİyle çizer ve onu takdis ederdi. Teroplum'un sınırları içerisinde kurduğu çadı rda başı A., Osmanlı tarihlerinde Nalkıran saniyle anılmaktadır. açık o larak oturup tanrılardan alameıler i ster ve cevap Dresden'de doğmuş, Varşova'da ö lmüştür. Saksonya Seçmen beklerdi. Augur güneye doğru dönmüş bir durumda idi Prensi }ohann Georg ve böylece uğurlu sayılan doğu soluna düşmüş olduğundan l l l . ün i kinci oğlu sol yandan gelen a lametler uğurlu, sağ yandan gelenler olup ağabeysi Johann i se uğursuz sayılırdı. Yunanistan'da durum bunun tam Georg IV. ün ölümü tersi idi : burada alamederi bek liyen rahi p kuzeye doğru üzerine ı 694 te Fried­ donmüş olduğundan sağdan gelen alametler uğurlu sayı­ rich August I. sanı lırdı. Alameıler alındı ktan son ra, augur tan rı ların isteğin i ile Saksonya tahtına memura bildirirdi. Memur ise augur'un hükmüne uymak geçmiştir. 1 68 3 Viya­ zorunda idi. na Seferi ile başlıyan Tanrı ların isteğini bildiren alametler iki türlü idi : ve sürüp giden Os­ bir soruya cevap olarak alınan ( auspicium i mpetrativum ) manl ı - Avusturya veya tesadüfi alarnet ( auspicium oblati v u m ) ler. Yine bu ve bağlaşıkları arasın­ gibi a lameılerin beş çeşidi vardı : ı - Gökteki a lameıler daki harbde Avustur­ ( caelestia auspici a ) : hususiyle gök gürlemesi ve yıldırım, ya imparatoru ordu­ bazan da yıldız düşmesi veya başk a olaylar. Soldan sağa sunun başkomutanı sıA U GUST l l . çakan bir yıldırım uğurlu, sağdan sola çakan i se uğursuz­ fatiyle 1 69 5 ve 1 696 du. Bununla beraber herhangi bir yönden gelen yıldı ı ı m yılla rında Türk'lere karşı Macaristan 'da başarısızlıkla savaş­ h a l k toplantıları ( comitia) nda o g ü n büıün i ş lerin askıda mıştır. 1 697 de Lehistan k ı ralı Jan Sobieski öldüğü zaman bı rakılınasına yeter bir sebepti. 2 - Kuşlardan gelen ala­ boş kalan Lehistan tacını giyrnek amacİyle mezhep değişti­ meıler ( signa ex avibus) : bunlar kuşların u�uş yönüne rerek Protestan iken Katolik olmuş, ayn ı zamanda da Avus­ veya ötmeleri ile herhangi başka ses vermelerine aitti. turya imparatorunun adayı olarak Leh ileri gelen lerine yedie­ Kart al, ak baba. atmaca v. b. ( a l i tes = uçan kuşlar) bi­ diği bol rüşvetler sayesinde en kuvvedi rakibi Conti prensi­ rinci, baykuş, saksağan , ağaçkakan , karga, kuzgun, horoz n i yenerek kendini Lehistan kıral lığına seçtirmeğe muvaffak v . b. ( oscines = öten kuşlar) ikinci grupa girerdi. Bazı olmuştur (27 haziran 1 697 ) . Orta derecede bir asker şahsiyeti kuşlar alites olarak uğurlu, oscines olarak i se uğursuz olan A. un bu sureıle imparator orduları başkomut�nl ığın­ veya bunun tersi olan a lametler veri rlerdi. Yine bazı kuş­ dan ayrı lması Osman lı tarihi ı çı n de önemli olmuştur. ların yalnız görülmesi uğurlu veya uğursuz sayı lırdı. 3 - Çünki y e ri ne g eti ri l e n Prens Eugen, zamanının en büyük Tavukların yem yiyişinden çıkarılan alametler ( auspicia askeri dehası olarak kendini göstermiş ve harb talibini

218

AUGUST II.

-

Avusturya'lıların lehine döndürerek Türk'lerin kesin olarak yenilgiyi kabul etmelerinde birinci derecede ami l olmuştur. A., Tüık'lere karşı bi r müddet daha harbe devam ertikten sonra 170 ı de İsveç kıralı Karl X I I . ye karşı Rusya ve Dani· marka i le bir bağlaşma yapmıştır. Leh' ler kendisine yardım etmediklerinden yalnız Saksonya ordusunun başında İsveç topraklarına girmiş. fakat 1 702 yazında Karl X I I . ye karşı Klisz6w ve 1 704 mayısında Pu!tusk Mey­ dan Savaşlarını kaybetmiştir. Bunun üzerine Lehistan Diyet Meclisi A. u kırallıkran çıkardığını i lan ederek yerine Stanisiaw Leszczynski'yi seçmiştir. Saksonya'ya kaçan A., Rusya ile bağlaşmasını yenHeyince İsveç Kıralı 1 706 şuba­ tında Saksonya'ya girerek Fraustadt Meydan Savaşı'nda Saksonya' l ı ları ağır bir yenilgiye uğratmış ve 24 eylül 1 706 tarihli Altranstaedt Barışı i le Seçmen Prensi Lehistan tahtından vazgeçmeğe, Stanishw Leszczynski'yi Lehistan kı· ralı olarak tanımağa ve Rusya ile bağlaşmasını kaldırınağa zorlamıştır. İspanya Veraseti Harbi sıralarında imparatorun tarafında Fransa'ya karşı Belçika'da savaşan A., 1 709 da İ sveç kıralı Karl X I I . nin Pottava'da Rus'lara yeniJip Tür­ kiye'ye sığınınası üzerine, Altranstaedt Antiaşması' n ı hüküm­ süz sayarak yeniden Rusya ve Danimarka ile birleşmiş ve ancak Rusların yardımı ile Stanishw Led6chowski'nın baş kanlığındaki Leh mukavetini kırıp k ı ıallığı tekrar ele ge­ çirmeğe muvaffak olabilmiştir. A. Leh' lerle Saksonya'lılar arasındaki kıskançlık yüzünden 1 7 1 6 da Va rşova An laşması ile Saksonya ordusunu Lehistan'dan çıkarmak zorunda kal­ mıştır. İsveç ile barış, Karl X I I . nin ölmesinden son ra ı 7 1 9 da Stockholm'da yapılmış ve A., Lehistan kıralı olarak ta· n ınmıştır. Bundan sonra daha sakin ve mutlakiyet taızında bir hükümdarlık hayatı sürmeye başlıyan A. Lehistan'ı kendi hanedam için i rsi bir kırallık haline geti rmek, k ı ra l ı n n ü. fuzunu artırmak ve Leh i leri gelen lerinin kuvvetlerini kırmak için çalışmış, fakat muvaffak olamamıştır. Fransa kıralı louis XIV ü taklit ederek büyük bir debdebe ve alayiş içinde sürdüğü saray hayatının gerekti rdiği masraflar, Saksonya maliyesini sarsmakla beraber, A. un devrinde Sak sonya'nın merkezi olan Dresden şehri ihtişamlı binalar ve anıciacia süslenmiş, endüsıri i lerlemiş, husmiyle yeni keşf­ olunan ve geliştirilen porselen endüstrisi sayesinde memleket zengin bir gelir kaynağı kazanmışırr. A. kaıolik mezhebine geçince Hohenzoller hanedamndan bi r prenses olan eşi Christiane Eberhaıcline ( ölm. 1 727 ) , ondan ayrı yaşamağa başlamıştı r. 1 7 3 3 şubatında ölen A., Friedrich August adın­ da meşru bi r oğul ile birçok gayr- ı meşru evlat bırakmıştır. Gayr-ı meşru oğullarından en ranınınışı Mareşal Saxe sanı ile anı lan Moritz von Saxen'dır.

At: GUST l l l . ( 1 6�6- 1 763 ) , Lehisı an kıralı. Protes­ tan olarak yetiştirilen A. , 1 7 1 2 de katolik mezhebine ge· çerek ı 7 1 9 da Avusturya i mparatoru Joseph I. in kızı Maria Josepha ile evlen miş ve 1 7 3 3 şubatında babası Güc lü A. un yerine Fı iedrich A. ll. saniyle Saksonya Seçmen Prensi olm şrur. Lehisıan kırallığına adaylığını koymuş Pragmatik Sanktion ( b. bk. ) u kabul etmesi karşılığında Avusturya imparaıorunun ve Rusya'n ı n Kurland üzerindeki hak iddiaları n ı tanıması karşılığında da Çariçe Anna'nın yardımın ı kazanınağa muvaffak olarak l eh i stan kırallığına seçilmiştir (ekim 1 7 3 3 ) . Bunun üzerine çıkan Lehistan Veraseti Harb i ' nde Rus askeri n i n yardımı ile rakibi olan Fransız adayı Stanishw Leszczynski'yi Lehi stan 'dan atmağa muvaffak olarak ocak 1 7 3 4 te Lehistan tacını giymiş, fakat

AUGUSTA

ancak ı 736 V aeşova Barış Antiaşması ile kırallığı tanın­ mıştır. Avu sturya imparatoru Karl VI. n ı n ölmesi üzerine, imparator Joseph I. in damadı sıfaıiyle Habsburg wprak­ ları üzerinde hak id­ dialarında bulunmuş­ sa da Avusturya Ve­ raseti ve Silezya harb­ lerınde imparatotiçe Maria Theresia'nın ta­ rafın a geçmiş, ı 756 da Yedi Yıl Harbi (b. bk. ) çıkınca da Avus­ turya ve Rusya ' n ı n bağlaşığı olarak Prus­ ya'ya karşı savaşmış­ tır. Biiyük Friedrich, Saksonya ordusunu esir ederek memleketi isti la ettiği zaman AUGU�T l ll . Varşova'ya kaçmış ve ancak harb bittikten son ra 1 763 de D resden'e dönmüştür. A. , zamanının çoğunu Dresden'de geçirmiş, Sakson­ ya'da devlet işleri n i n azırın a bırakmış, Lehistan'da ise Rus n üfuzunun artarak memleketin büsbütün Rus tahakk ü­ müne girmesine meydan vermiştir. Sistemli o l arak Lehista­ n ı i lhak etmeğe çalışan Rus çariçesi Yekaterin a I l . , 1763 te A. u n ö lümünden sonra kendi gözdesi Stani staw Ponia­ towski'yi Lehistan kırall ığına seçtiemiş ve böylece Leh ba­ ğımsızlığına son vermiştir. Lehistan'a bu şekilde Rus teca­ . vüzü yüzünden Türk'ler, Kaynarca Barış An tiaşması ( b. bk. ) ile sona eren 1 768· 74 Osman l ı - Rus harbine sürü klenmişlerdir. A. müzik ve resme karşı büyük bir ilgi gösrermiş, Dresden 'deki sanat eserleri koleksiyonlarını zengin leştirmiştir . ,

A UGUSTA, Augustus veya ardaları tarafından kurul­ muş birçok eski şehrin adına katılan bir keli me. Bu şe­ hirlerin başl ıcaları şun lardı r : 1 A. Ausir san. Bu san ilk olarak M. Ö. 27 ocak 16 tarihinde Roma Senatus'u tarafından o zaman dev Jet i � inde huzur ve sükun sağla­ mış olan Octavianus'a veri lmiştir. Yeni kurulan hüküme­ tin şekli ve bu sanın veri lmesi ile Roma bir nevi monaışi kuruyor ve bu isim de onun sembol ü oluyordu. A sanı , i mparaıor Tiberius ( hük. M. S. 14-37 ) t a n sonra Senatus tarafından her imparatora verilen bir san olmuştur.

AVGUSTUS, ağustos ayının Latince adı. Yılı ı marıla haşlatan eski Roma takvimine göre yılın altıncı ayı olup asıl adı Sextilis ( sextu s = altı ncı ) idi. Senatus, Sex­ tilis'ıen önceki Quinıilis (quintus = beşinci ) ayına lu li us Caesar şerefine lu li us adını vermişti ; Augustus'un konsul ­ luğa seçi lmesi, üç kere triumphus ( zafer alayı ) tertiplemesi, i ç harbi başarı ile bitirmesi , Mısır"ı zaptetmesi v. b. gibi mesut olaylar hep Sextilis"te olduğu ıçın bu aya da, Augustus"a nispetle A. adını k oymuştur. Iulius Caesar'ın yaptığı takvim reformuna göre o zamana kadar 29 günden i baret olan Sexti l is ( Augustus) ayı 3 1 günlük bir ay ha line getirilmiştir. Bk. TAKV i M. AVGUSTUS [GAIUS IULIUS CAESAR OCTAVIA­ NUS} ( asıl adı : Gaius Ortavi us ; M. ô. 23 eylül 63 - .M. S. 19 ağustos 1 4 ) , i l k Roma i mparato ru. Daha küçük ya­ şında i ken babası ölmüştür. Büyük dayısı Caesar'dan yakın bir i lgi görmüş ve çocuğu olmıyan Ca­ esar. A. u M. Ö. 45 te kendisine m< ne vi ev­ lat ve tek var i s yap ­ mıştır. Daha 1 8 ya­ şında i ken dayısı ile Afrika seferine git· miştir. Sonra Parıh'' lara karşı açı lan sa­ vaşa katılmak üzere I l lyria'ya gitmiş ise de dayısının ö ldürül­ düğü ( M. Ö. 15 mart 44) haberi üzerine Roma'ya dönmüştür. O zamanki konsul Marcus Antonius (b. bk. ) Roma'da kendi· sini Caesar'ın siyasi varisi olarak gösterA.uguscu s ' u n littn çl iğine ai( bilstü \ Rı•m a, V a ı i k an müzes i ) mişti. Caesar'ın manevi eviadı olduğu için. A. bu hakkın kendi sine aü oldu­ ğunu iddia etmiş. bu da A. ile Anıonius"un ara s ının açı l­ masına sebep olmuştur. Üyelerinin çoğu Antonius'u sevmi­ yen Roma Senatus'u ile Cicero bu düşmanlığı i stismar et­ miştir. Genç Ocıavianus M. Ö. 43 te Antonius'a karşı yapı­ Ian Mutina savaşına askerleri ile birli kte katılmış ise de, yenilince Senaıus A. a yüz çevirdiği için, A., .Antonius ile barışmıştır. Bunlar Lepidus'u da aralarına alarak ikinci Triumvirarus ( üçle r birlıği ) u kurmuşlardır (M. Ö. 4 3 ) . Bu üç adam doğuda cumhuriyete sadık kalan Brutus ve Cassi­ us idaresindeki orduyu Makedonya'da Phil i ppi ' de yendikten ( M. Ö. 42 ) sonra bunların Roma ve İtalya ' daki tara fç ı l a-

rını da öldürımüşler, memleketi aralarında bölüşerek kendi başlarına hükmeımeğe baş lamış lardır. Bu bölüşmede Anıo­ nius'a doğu ü lke-leri, Lepidus"a Afrika. genç Ocıavianus"a Batı Av­ rupa ( İtalya'dan · baş­ k a ) düşmüştü Fakat çok geçmeden bunla­ rın aralarında anlaş­ mazlıklar başgösıer­ miştir. Antonius'un karısı ve kardeşi yü­ zünden A. i le arala­ rında çıkan an laşmaz­ lık nihayet M. Ö. 40 ta ikisinin Brundi si­ um"da buluşup an laş­ maları i le sona ermiş ve Anıon ius, A. un kızkardeşi ile evlen­ miştir. A. , bundan sonra Roma'ya tahı l geti rme işini sekıeye t. u gusıus'un z ı r h l ı h e y k e l i uğraıan Sexrus Pom­ ( Pr i m a Pono " d a bulu:ımuş. şim d i peius i le i lkin AnıoRoma. V arikan müzesındedir J nius ve Lepidus ile birlikte, son ra da yaln ız başına uğraşarak bu teh likeyi önle­ miş ( M. Ö. 3 6 ) , aradan çok geçmeden Afrika'daki arkadaşı Lepidus'u da siya�eıçe hükümsüz hale geti rerek Antonius i le karşı karşıya kalmıştır. Anıonius doğuda Kleopaıra i le eğlenir ve Parılı'lara karşı yapılacak hareketlerde ihmalci davranırken Octavianus Roma'da yerini k uvvetlendirrneğe ve tek başına egemen l i k kurmağa çalışmı ştır. M . Ö. 3 2 de Antoni­ us .A. un kızkardeşi olan karısını bırakınca, A . durumdan faydalanma zamanının geldiğ i n i anlamış, K leopat ra'nın doğuda büyük bir imparatorluk kurmak emelini beslediğini, Antoni us'un da buna gözyumduğunu ve K leopaıra"yı destek­ lediğini iddia ederek Mısır'a karşı Senams'un harb açma­ sını sağlamıştır. Anıonius aziedi lerek A. a gen iş yetk iler veri lmiştir. M. Ö. 2 eylül 31 de Aktion ( b. bk. ) da yapı lan savaşta Kleopatra i le Anıonius yeni lmişler, bir y ı l son ra İskenderiye a lınınca da intihar etmişlerdir. M. Ö. 29 da Roma'da büyük zafer alayı yapan A . uıı artık rakibi kalmamıştır. Şimdi meşru ve kanuni bir hükümet kurmayı kolaylaştırmak i ç i n o zamana kadar ken­ disine verilmiş olan bütün yetkileri geri vermiş ve yeni bir şekil altında eski idareyi kurmağa çalışmıştır. Senaıus şük­ ranını bildı rrnek için Octavianus'a Augusıus sanını vermişti r (M. Ö. 27 ) . Fakat iş yalnız bununla kalmamış. Augusıus"a prokonsul yetkisi ( l mperi um p roconsulare ) ile bütün silahlı kuvvet lerin başkomutanlığı ve dış politika üzerine kontrol hakkı verilmiştir . Bu suretle A. arıık devletin büıün i şle­ rinin başı olmuştur. Sözde cumhuriyet tekrar k uruluyor ve devletin başına « i l k vatandaş» ( Princeps civitatis ) getirilmiş oluyordu ; fakat haki katte, i ktidarın başıaki adamla senaıus arasında bölünmüş şekli olan bir nevi monarşi kurulmuş oluyordu. Burada senatusa temsil i , başıaki adama da fii l i iktidar düşüyordu. Bu m.,narşinin a d ı «principaıus» tur ve Roma'da imparator Diocletianu s "a kadar devam eımiştir. Bundan sonra A. artık her yıl ( M. Ö. 23 e kada r) konsul seçi lmiş, M. Ö. 2 3 te tribunus yetkisi ( Tribunicia pote s ıas ) verilmiş, M. Ö. 12 de başrahip ( ponti fex maxi -

AVGUSTUS, Gaiu s Octavius - AVGUSTUS VASIYETNAMESI m u s ) olmuş. n ihayet M. Ö. 2 senesinde kendisine «varanı n babası» ( parer parriae) sanı veri lmişt ir. A. hükümet işlerini düzeltirken devletin genel du ru­ munu da düzeltmeğe devam etmiştir. 20 senelik karışıklık her tarafta d ;;zeni bozmuştu. A. , devletin sını rlarını ge· niş letmekten ziyade tespit ve tah k i m etmek

i sıemiş,

fakat

223

i baret tasvir edildiği görülmektedir. Roma imparatorluk çağında cel lanın etrafı sürunla kuşatılarak tapınak, tanrı ça Roma i le imparator Augustus·a i ı l:ıaf edi lmiştir. Tapınakta anıt başlıklarında ve eellada görülen süslerden, bu kı smın hellenistik çağdan kaldığı anlaşılıyor. imparatorluk çağına ait sikkelerde i se tapınak et rafın ı n sütun la çevri li olduğu görülmektedir. Alman arkeeloğu Schede 1926· 28 yıllaı ında tapınakta kazı yapmış, fakat o zaman etrafında evler oldu­ ğundan kazı alanını genişletemiyerek, binan ı n hel len istik çağa ait bulunduğu ve Neıo çağı ndan kalan bir sikke res­ mine bakarak da, İon üslubunda olduğu sonucuna varmış­ tı. Fakat 1 939 da tapınağın etrafı açılmış Türk Tarih Kurumu 'nun yaptırdığı kazı sonunda bunun Korinıl:ıos üs­ lubunda bir pseudodip­ teros olduğu an !aşıl­ mıştır. Sütun sayısı 1 5/8 di. Plan bakımın­ dan Magnesia'daki Ar­ temis tapınağının eşi d i r. Pronaos önünde dört, opisthodomosta anılar arasında iki sütun var· dı. Cella planı bakımın­ dan da yine Magnesia'­ daki Zeus tapınağına benzer. Alın lıktarını n boş bırakıldıkları ve kabacımasız oldukları anlaşı lıyor. Bizanslı'lar tapı­ nağı kiliseye çevirerek cella duvarlarına pence­ reler açmışlar, arka du­ varı büsbütün yıkarak opisthodomosa bazı ek­ lemeler yapmışlardır. B u eklernelerin kalıntr­ ları hala durmaktadır. Bugün cellanı n arka, ve camie bitişik olan yan duvarının bir kıs­ mından başka diğer kı­ sımları ayakta durmak­ tadır. Kapısının yük­ sekl iği 8 . 4 0, genişliği 3.34 metredir.

bumıcı i ç i n Afrika, Avrupa ve Asya'da harbler yapmak zo­ runda kalmıştır : İspanya'da savaşmış. Pannonia, Dalmatia ve Batı Germania ( El be nehrine kadar) ile Alp' lerdeki ka· vimler A. un üvey evlatları Tiberius ile O r usus tarafından itaat altına alınmışlar, Gallia'da barış ve süklın yeniden kurulmuş, doğuda Parth'lar i le anlaşma yapı lmı ştır. Bütün bunlar Senatus i le Roma halkını memnun etmiştir. A. mem­ leket i çinde de fayda lı işler yapmış, hususiyle ahlak ve adetleri dü· zeltıneye çalışmış ve evlenmeleri teşvik er­ miş ı lex Papia Popaca, lex Iulia ) . orduda di­ siplini kuvvetlendirrne­ ğe ve eski dini canlan­ dırmaya çalışmış. Roma şehrini güzelleştirmeğe, kendi ifadesiyle tuğla şehri mermer bir hale koymağa gayret etmiş­ tir. Roma dünyası A. u kurtarıcı olarak selim­ lamış ve senenin altıncı ayı ( sextilis) na onun adını ( Augusrus) ver­ miştir. A. , oğlu olmadığı için, üvey oğlu Tiberi­ us'u veliaht yapmış, bir seyahatten dönerken hastalanarak ölmüştür. A. yalnız usta bir po­ litikacı deği l , aynı za­ manda büyük bir dev· Jet adamıdır. A. , bü­ yük Roma devletini ayakta tutan ve ona iki yüzyı 1 müddetle ba­ rış ve sükunu sağ l ı yan büyük planlar yapmış­ AUGUSTUS VA­ ur. Bi lim ve sanatı ko­ S l YETNAMF.Sl veya MONUMENTUM AN­ rumuştur ( Augusrus CYRAI'IUM ( = Ankara devri ) . Yaptığı işler Anıtı ) , Ankara'da Au­ h akkı ndaki rapor ( Res gustus tapınağının du­ gestae) (bk. AVGUS­ .II. U l> U ı>TU:> T.II. I'INAlJI O ıU.NI varlarına kazılmış olup TUS VASİYETNAMESİ ) Ankara'daki Augu stus tapınağı duvarlarında ve yıne Augusrus'un hayarında yaptığı işleri anlatan �ok önemli bir Anadolu'da Pisidia Antiokheia'sında bulunmuştur ( Manu­ yazıt. Augusıus'un, ölümünden ( M. S. 14) biraz önce, yermiş mentum Ancyranu m ) . A. un birçok müzelerde büsderi ve altı yaşında iken kaleme aldığı ve pek isabetli o lmıyarak «Au­ heykelleri vardır. gustus vasiyeınamesi» diye anı lan bu belge. Augustus'un AUGUSTUS TAPIN 4-CI, Ankara'nın en önemli an­ ölümünden son ra Tiberius tarafından Senatusta okunmuş, tik binası. Binanın esası yaklaşık olarak M. Ö. Il. yüzy ı l sonra iki tunç levha üzerine kazılarak Roma'da Augusıus sonlarına doğru yapılmıştır. İlk yapılan kısmın Phrygia türbesirıe, kopyalan ise i mparaıorluğun çeşitli eyaJetlerin­ tanrıçası Men'e i rhaf edi lmiş olması ihtimali vardır. A. de ki Augustus tapınakianna konmuşru. Yüzyıllar boyunca sikkelerinde en eski şeki l olarak rapınaiın yalıaız cellııean A. ııin b e m aslı, hem de kopyalan yok olmuşsa da, An-

224

AVGUSTUS VASİYETNAMESİ

kara'daki kopyası oldukça iyi bir halde bugüne kadar ko­ runabi lmiştir. Ankara'daki A. iki dilde yazılmıştır. Pronaos'ta iki anıın i ç tarafların a kazılmış olan Latince aslından başka, Yunanca konuşa n halkın anlaması için porticus'un güney­ doğu duvarına Yunanca tercümesi kazı i mıştır. «Rerum gestarum di vi Auııusti . . . » kelimeleriyle baş­ lıyan A. nin ilk cümlesi şudur : «Tanrısal Augustus'un yeryuvadağın ı Roma milletinin egemenliği altına almak için yaptığı işleri , devlet ve Roma milleti adına yaptığı masrafları gösteren belgenin bir nüshası aşağıdadır.» A. nde, M. Ö. 4 3 - M. S. 1 4 yılları olayları anlatılarak Au­ gustus'un askeri ve diplomatik başarıları, rütbeleri, sivil ve ruhani memurlukları, şeref unvanları, Roma halkına yaptığı para ve yiyecek yardımları, tercihettiği oyun ve şenlikler, vücuda getirdiği muazzam inşaat bir bir sayıl­ maktadı r. Augustus'un insan ve devlet adamı olarak bü­ yüklüğünü gösteren şu sözleri karakteristikti r : « Bütün dün­ ya üzerinde kara ve denizde iç ve dış harblere giriştim. Muzaffer olduğum zaman sağ kalan bütün vatandaşiara merhamet gösterdim. Tehli kesizce affedilmesi mümkün olan yabancı milletleri yok etmekten ise muhafaza etmeyi tercih ettim.» A. , XVI. y üzyıl ortalarından beri Avrupa bilginlerin­ ce tanınmıştır. XVII . · XVIII. yüzyıllarda bazı Avrupa bilginleri yazıtı incelemek ve kopyasını almak için Anka­ ra'ya gelmişlerdir. Bununla beraber, ancak 1861 de G. Perrot ve E. Gui llaume'un başkanlığı altında Ankara'ya gelen heyet, Latince metnin ilk tam ve Yunanca metnin o zaman görülebi len kısımlarını n kopyasını alabilmiştir. Bu kopyadan faydalanarak ünlü Alman k lasik filoloğu Th. Mommsen Res gestae divi Augusti ( İ lihi Augustus'un icraaıı ) [ Berlin 1 88 3 ) başlığıyle A. nin ilk i lmi basımını yapabilmiştir. Bu tarihten itibaren A. defalarca yayımian­ mış ve çeşitli Avrupa dillerine çevri lmiştir. Bu yayımların başlıcaları : B . Cagnat - C. Peltier : Res gestae divi Augusti, d' apres la demiere recension av ec /' ana/yse du commentai­ re de Th. Mommsen, Paris 1886 ; E. G. Hardy : The Mo­ numentum Ancyranum, Oxford 1 9 2 3 ; C. Barini : Manu­ mentum Ancyranum. Res gestae divi Augusti, « Biblioteca della Rivista Historia», Milano 1 930 ; ]. Gage : Res gestae divi Augusti. Text e etab/i et commente, Paris 1 93 5 ; Türk­ çe tercümesi : H. S. Gelendos : Monumentum Ancyranum. Ogüst mabedi kitabesi, İstanbul 1 939 ; H. Dereli : Augustus, Ankara anıtı ( Monumentum Ancyranum ) , İstanb u l 1 949.

A'U:{I, Kafkas dillerinin Kuzeydoğu veya Çeçen-Lez­ gi kolunun Çeçen bölümü ( 1 - Çeçen, 2 - İnguş, 3 Bats' ) nden bir dil. Çeçen ( milli adı : Na!Jçuy muot' ) di­ linin bir diyeleğidir, ve en yak ın komşusu olan İçker di­ yeleğiyle beraber, Çeçencenin Dağ Çecencesi denilen bölü­ münü meydana geti rir. Kuzeydoğu Kafkasya'da, Groznıy şehrinin güneyinde, Terek nehrinin ayaklarından olan Ar­ gun suyu ile Aks ay arasında, V eden kasabası d olay larında konuşulur. Bk. ÇEÇEN D İ Lİ. AUJESZKY [ quyeski ok. ) Aladar ( 1 869- 1 93 3 ) . tanın­ mış Macar bakteriyoloğu. Budapeşte Yüksek Veteriner Oku­ lu profesörü ve Bakteriyoloj i En stitüsü müdürü idi. Ge­ nel bakteriyoloj iden başka hususiyle insan ve hayvan bak­ teriyoloj isi ile uğraşmışıır. Birçok yeni keşifleri vardır. Ev­ cil hayvanlar için ilk defa kuduz aşısı hazırlıyan odur ( 1900 ) . Bilim aleminde «Auj eszky hastalığı» (b. bk. ) adiy-

-

AtJ KSESİA

le anılan yalancı kuduz hasta lığın ı da ilk defa A . bulmuş­ tur. Bundan başka bakteri sporlarının boyanınası için yeni bir usul bulmuş ve kendi zamanına kadar bi!inmiyen birçok bakterİ cinslerini tarif etmiştir. Başl ıca e s e r l eri : A bakteri­ umok termeszetrajza ( Bakterilerin tabiat bilgisi ) [ 1 9 1 2 ) Altaltfnos takterio/6gia ( Genel bakteriyoloj i ) [ 1924 ) .

A UJESZKY [ 9uyeski ok.] BASTALICI, köpek, kedi, domuz. ve seyrek olarak başka hayvanlarda da gözü­ ken, bulaşık beyin ve omurilik yangısından ibaret bulunan bir hastalık. İlkönce Auj eszky tarafından anlatılmıştır. Köpek ve kedilerde çabuk seyirlidir. Hasta hayvanı n vü­ cudunun bazı yerlerini şiddetle kaşıması ve ısırması bu hastalığın en göze çarpan belirtisini teşkil eder. A. na «yalancı kuduz» adı da verilir. AlJKRUST, Olav ( 1 88 3- 1 92 9 ) , Norveçli şair. Lom'­ da doğmuş, aynı kasahada ölmüştür. Memleketi olan dağ­ lık Gudbı andsdal vadisinde köylü hayatı yaşamış, ilhamını tabiattan ve milli kaynaklardan almış. ve Nynorn denilen yeni milli Norveç dilinde yazmıştır. Himme/varden ( Dağ­ da anıt olarak yığılan taş kümes i ) [ 1 9 1 6] ve So/renning ( Güneşin doğuşu ) [ 1930} adlarını taşıyan başlıca eserle­ rinde, Norveç manzarası ve havası içinde, milletinin ma­ nevi gelişimini ve kaderini renkli ve ahenkli bir dille ve lirik tablolar şeklinde terennüm etmiştir. Hamar i hel/om ( Dağlardan gelen ruh ) [ 1 926} ve yarıda kalmış olan No rs ­ ke terningar ( Norveç zarları ) [ 1 93 1 } adlı eserleri de aynı karakteri taşır. AUKSENTIOS ( lat. Auxentius) , tanınmış iki Are­ iosçu piskopos : 1 - Dorostorum (Sili�tre) lu A. ( IV. yüzyı l ) , ünlü Got piskoposu Ulfilas'ın öğrencisidir. 380 de Dorosıorum piskoposu olarak Ulfi las'la biılikte Bizans'a gitmiş ve İ m­ parator Theodosios için Ulfilas'ın doktrini ve hayatı hak­ kında bir eser yazmıştır. 2 - Kappadokia·ı. A. ( I V. yüzyıl ) . Büyük Konstan­ tinos kendisine karşı koyan piskoposları azledince, A. u Mediolanum ( Milano) piskoposu Dionysus'un yerine getir­ miştir. A. bundan sonra Batı'da Nikaia ( İznik) kilise mec­ lisi kararlarının büyük bir muhalifi olarak tanınmıştı. Or­ todoks İmparator Valentinianus tahta çıkınca A. yerinde kalmış, fakat tanrıbilim öğretilerine, Poitiers'li Hilarius açıkça h ücum etmiştir. AUKSESlA, bir Yunan tanrıçası. Tanrıça Damia ile birlikte Aigina'da tapınılırdı. Herodoıos'ta kayıtlı bir efsa­ neye göre, Epidauros'lular, bir kıtlık sebebiyle, Delphoi kahin ierinin öğüdü ve Apolion'un emriyle Atıike zeytin ağacından Damia ve A. heykellerini yapmışlardır. Atıike'­ den başka bir yerde zeytin ağacı bulunmadığından Epidau­ ros'lular, kutsal sayı lan zeytin ağacı karşıl ığında, Atina'Jı. !ara tanrıça Athene Polias için yıllık kurban verg i si ödemek zorunda kalmışlardır. Daha sonra Epidauros'lulara tabi Aigina'lılar kuvvetienince iki tanrıça heykelini Epidau­ ros'ıan kaldırıp Aigina'ya götüı d ükleri için, Epidauros'lu­ lar kurban vergi sini vermekte devam etmeyi reddetmişler­ dir. Bunun üzerine Atina'lılar Aigina'lı lara karşı bir sefer açmış ve tanrıça he� kellerin i kaçırınayı denemişlerse de muvaffak olamamışlardır. Atina menşeli bir efsane şekline göre Atina'lılar kendi mallarını geri almak için Aigina'ya yalnız bir tek gemi ile yanaşmış, fakat heykelleri kaidele­ rinden iplerle kaldırmağa yeltenince diz üstü düşmüşler,

AUKSESİA

-

müthiş bir deprem ve fırıına kopmuş, gemi tayfası da de­ lirip biı birlerini öldürmüşlerdir. Buna karşılık, Aigina men­ şeli efsane şek line göre Atina'lılar bi r değil, birçok gemi ile gelmiş, fakat Argiv' lerle bağlaşık Aigina'lılar tarafından bozguna uğratı lmışlardır. Atina'lılardan yalnız bir kişi kur­ tularak Atina'ya kaçabi lmişrir. Bunu i se öfkelenen Atina kadınları elbiselerinden çıkardıkları iğnelerle vurup öldür­ müşlerdir. O zamandan baş lıyacak Atina'da iğnelerle tut­ turulan «Dor» k ı yafeti yerine iğnesiz «İon» kıyafeti kul­ lanı lması emredilmiş. Bu efsanevi hikayede yalnız Aigina'da zeytin ağacın­ dan yapı lmış iki diz çökmüş tanrıça heykeli bulunduğu kısmı hakikattı r. Bu heykellerio diz çökmüş durumları yü­ zünden A . ile Damia verimlilik ve hususiyle doğum tan­ rıçaları olarak düşünülmüşlerdir. Külderine dai r Herodo­ tos'ıa Demeter kültünü andıran şu adet anlatılmaktadı r : A . i l e Damia kültünde onar erkekren bileşik bir koro ta­ rafından kadınlarla alay eden yergiler okunurmuş. Başka bir söylemiye göre iki genç kız A. ile Damia, Kıbrıs'tan Troizen'e gelmiş ve tam o sırada ayaklanmış bulunan halk tarafından taşa turulup öldürülmüşl erdir. Bu olayın hatıra­ sı için lithobolia ( b. bk. ) yortusu konmuştur.

AUKSOKROM GRUP : b k. BOY ARMADDE. AUKSTAIT [aukıtaft ok. ] , Hint- Avrupa dil ai lesi­ nin Balt- İslav kolunun Balt bölümünden olan Liıvan dili ( Lietuviskai) nin bir di yel ek grup u. Litvan'canın Merkez ve Doğu diyeleklerini içine alan bu grup Yukarı Litvanca ( öbürü : Z ernair veya Aşağı Li ıvanca [ kuzeybatıda, Meme!'­ de ve Doğu Prusya'da] ) da denir. Memleketin güney, gü­ neydoğu, ve doğu kısımlarında konuşulan, ve öbür diye­ Ieklerden başlıca inıonasyon sistemi bakımından ayrılan bu diyelek ler, edebi Litvan'canın esasını teşkil etmiştir. Bk. LİTV AN DİLİ. AULAEUM, eski Roma tiyatrosunda kullan ı lan per­ de. Bu kelimenin aslı olan Yunanca au/aia kelimesi husu­ siyle evin iç tarafını dışarıya doğru kapıyan ve bir duvar veya kapı yerini tutan perde veya halı anlamına gelir. Bü­ yük İskender zamanından başlıyacak Yunanistan'da Doğu tarzı örtüler örnek tutularak yapılmış boyalı işlemeli veya kumaşa dokunmuş figürlerle süslenen örtüler çok rağbette idi. Hellenistik devir saray larından , hususiyle Pergamon ( Bergama ) sarayından bu gibi örtüler Roma'ya gelmiş ve orada yalnız örtü değil, tiyatro perdesi olarak da kullanıl· mıştır. Modern tiyatrodan farkl ı olarak Roma tiyatrosunda temsil başlarken perde yukarı çekilmez, aşağıya, sahnenin altında bir boşluğa indi ıilir, temsilden sonra i se yukarı çeki lirdi. Birden fazla perdeli piyeslerde her perdeden son­ ra A. un yukarı çekilip çeki lmediğine dai r hiçbir kayıt yoktur. AULAİ, eski Anadolu'da i ki yerin adı : ı - Kilikia bölgesinde Tarsus ile Ankhiale (b. bk. ) arasında bir yer. 2 - Lydia'da bir yer.

AULAİU TEIKHOS ( Yun. = Aulaios hisaı ı ) , es­ ki Trakya'da müstahkem bir şehir. Bugünkü Kurudere ( Kırklareli ili, Pınarhisar bucağ ı ) nin yerinde bulunuyordu. AULAKS, eski Anadolu'nun Asi a veya Lydia bölge­ sinde bir yer.

AULIN, Tor

225

AULARD [ol�r ok. ] , Franc;ois-Alphonse ( ı 849- ı 92 8 ) , Fransız profesörü v e tarihçisi. Monıbron ( Charente) da doğmuştur. Aix, Montpellier, Poiıiers ve Janson-de- Sailly liselerinde öğretmen lik yaptıktan sonra Paris'te Edebiyat Fakültesinde Fransız ihtilali tarihi dersleri okutınak la gö­ revlendiri lmişti r ( 1 8 7 7 - 1 92 2 ) . Bu tarihten haş lıyarak yal­ nız Fran sız ihti lali denemeleri ve incelemeleri ile uğraş­ mıştır. Fransız tarihinin bu böl ümüne yeni bir görüş le bakmış ve bu konuda şiddetli bi r tenkid usulü tak ip et­ miştir. Radikal Parti'nin üyesi olmuş ve değerli eser ler yayımlamıştır. 1 87 7 de yayımladığı Leopardi tezinden son­ ra yazdığı eserler şunlardır : Les orateurs de /'Assemblee Conrtituante ( Ku rucular meclisi hatipleri ) [ 1 882] . Les orateurs de la Legirlative et de la Convention et Danton ( Legislative ve C.onvention meclisleri hatipleri i le Danıon ) , L ' HiJtoire politique de la Revolution Française ( Türkçesi : Fransız İnkılabının siyasi tarihi, 3 cilt, 1 944, ı 94 5 ) [ 1 90 5 ] , Les droits /eodaux sou r l a Revolution ( İhıilal zamanında feodal haklar) [ ı 92 5 ] . PatriotiJme et la Revolution ( Va­ tan perverlik ve ihtilal J [ ı 92 5 ] , Le Christianisme et la Re­ volution ( Hı ristiyanl ı k ve ihtilal) [ 1 9 2 5 ] . Kendisi tarafın­ dan kurulan «Revolution Française» ( Fransız İ h tilali ) der­ gisinde. ders ve tetkiklerinde Fransız ihtilalini her yönden incelemişıir. «Les debaıs de la Socieıe des }acobins» ( Ja­ cobin derneği müzakereleri ) ni, ve «Le Recueil des acıes du Comiıe de Salut Public» ( Selamet-i Umumiye komitesi ka­ rarları ) dergisini yayımlamış, «La Justice» ( Adalet) « L' Ere Nouvelle» ( Yeni zaman ) , «La Depeche» (Telgrat ) dergi­ lerinde çalışmıştır. AULE, iki eski yerin adı : 1 - Es:Ci Yunanistan'ın Arkadia bölgesinde bir yer. Burada bir Pan tapınağı vardı. 2 - Haimos ( Balkan ) sıradağlarının güney tarafında, Adrianupol i s ( Edirne) e yakın bir kale. AULE ( I X. yüzyı l ) , Bizans kaynaklarında Bulgar Türk hükümdarlarının sarayına verilen ad. B u kelimenin kökeni hakkında iki sanı vardır : ı - Homeres'ta da ge­ çen Yunanca au/e ( saray ) . 2 - Türk aul. AULEON, Bizans devrinde Haliç ( İstanbul) in kör· feze benziyen ucuna verilen ad. A U LERC'LER ( Ut. Aulerri ) , Romalı'lar zamanın­ da Kuzeybatı Gallia'da, Loire ve Seine arasında yaşamış ku vvetli ve geniş bir alana yayılmış bir kavim. Caesa r'da şu üç başoymağı kayıtlıdır : ı - Cenoman'lar ( Lat. Au­ lerci Cenomani ) ; bunların büyük bir kısmı, eski yurtlarını bırakan ilk Gall kabileleriyle birlikte Alp'lerden geçerek Kuzey İtalya'ya yerleşmiştir. 2 - Eburovic'ler ( Lar. A u­ lerci Eburovices ) . 3 - Brannovic' ler ( Ut. Aulerci Bran­ novices) . AULICH [ öü > ö gibi, mese­ la Lit. aurum, genel Prov. aur, Auv. ör ( = altın, Fr. or ) . 2 Aş. Lit c ( = k ) den olma y ( k > 1:! > y ) den evvel bir a geldiği zaman, bu diyelekte ay diftongu meydana geli r, Lit. /actum, genel Prov. fach ( /aç ok. ) , Auv. fayt ( = yapıl­ mış, olay, Fr. /ait ) ; bu diftongun ei şekli de vardır, Aş. Lit. lactum, genel Prov. lach Auv. leit ( = süt, Fr. /ait ) . 3 Aşağı Latincedeki vurgulu e ve o vokalleri c ( = k ) den evvel geldikleri zaman, bu diyelekte diftonglaşmış, ve c düşmüştür, Aş. Lit. focus, Eski Prov. /uoc, fuec, Yeni Languedoc fioc, Auv. , Lim. , Prov. /io ( = ateş, Fr. feu ) 4 Aşağı Litincede veler 1 sesinden evvel gelen i vokali ile bu I a rasında, bu diyelekte bir çeşit diftong türemiş ve I kaybolmuştur, Aş. Lit. filum, Prov. fyel, fyal, fyol, Auv. ve Lim. fyau, fyo ( = tel, Fr. /il ) . ' - Nazal seslerden evvel gelen a vokali veler bir değer kazandığı için, o'ya çevirilmiştir. Aş. Lar. lana, genel Prov. Jan, Auv. lôno -

-

..

-

.

-

AU VERGNE - AVALOKİTESVARA ( = yün , Fr. /aine) . 6 - N,m konsonlarından evvel gelen vurgulu vokallerin nazalleşmesi, genel olarak Provençal diyeleklerinde yoksa da, Fransızcanın etkisi bu olayı Auver­ gne ( ve Limousi n ) diyeleğine de sokmuştur. 7 - Kelime son larında, vurgu desteği görevinde bulunan vokaller öbür di yeleklerde muhafaza edi ldiği halde, Aşağı Auvergne ve Limousin diyeleklerinde tonsuz olan her e vokali, Fransız· canın ttkisiyle «okunmaz e» haline gelmiştir. Konsonantizm· de : 1 - Auvergne, Limousin ve Dauphinois diyeleklerin­ de. c + a > ıs ( = Türkçe ç ) veya � ; g + a > dz ( = Türk­ çe c ) veya � oluşunda Fransızcaya uyulmuş, genel Provençal'da i se bu durumda bulunan c'ler ve g'ler değişme­ miştir, Lat. cantare, Prov. canter, Fr. chanter, Auv. , Lim. , Dauph. tianta, !_!.anta ( = şarkı söylemek, şaık ı ) . ı - Bu diyeleğe mahsus olmak üzere, i ü, ö'den evvel gelen bütün konsonlar türlü değişikliklere uğramışur, Ut. simp/ex, Auv. Iepl; ( = basit, Fr. simp/e ) gibi. 3 - İki vokal arasında bulunan akıcı konsonlar ( yani l , r ) , gw > w değerine geçmiş­ lerdir, Ur. pala, Auv. pago, pawo ( = kürek, Fr. pel/e ) ; Aş, L3.t. *so/ic'/um ( < L3.t. sol ) , Auv. sougue/ ( = güneş, Fr. soleil ). 4 - ct konson bi leşimi için yukarıda vokalizm 2 'ye bk. 5 - Kelime sonlarına gelen çoğul eki - s, bazı Provençal diyelekletinde okunduğu halde, bu bölgede Fran­ sızcaya uyularak okunmaz. Bundan başka, özel çoğul şekil leri de türemiştir, genel Prov. omes, Auv. omeı ( = adamlar, Fr. hommes ) ; Aş. Lar. va ·ca ( Fr. vache, = inek 1, Auv. tek i l vatio, çoğul vatia, gibi. Bk. PRO­ VENÇAL D lLİ. AV : bk. AV CI LIK. AVACİ ( Awaj i, Awadschi, Avadsi ) , Japonya'da Şikoku adası ile Hondo arasında, Japon kenar denizinin çıkış yerinde bulunan bir ada. Yüyölçümü 570 km2 ; n üfusu 1 90 000. Toprakları çok verimlidir. AVAÇA, Kamçatka'nın doğu kıyısında bir deniz gi rintisi. 3 k m genişliğinde ve 6 km uzun luğunda bir boğazdan giri lir. Yüksek ve volkanik dağlada kuşatı lmıştır. Bunlardan 266 m y üksekli kteki Avaçinskaya Sopka, biçimi Vesuv'ü andıran etki n bi r volkandır. Petropavlovsk da buradad ı r. AV AD 4.Nl:l, Osman lı sarayındaki hademelerden iki sınıfın adı. A. ların bir sınıfı. Enderun Sofa ocağı ( b.bk ) eskilerinden olup sünnet ve sarık odalarİyle bunların sofa­ sını süpürür sünnet odası hamamını yakarlardı. Öbür sınıf i se, avadan bosıancıları olup ıı kişi idi ler. A !tışar altışar nöbet beklerlerdi. Padişah gezmeğe gideceği zaman nöbette bulunan altı avadancıdan üçü başçukadar'dan ok takımları­ nı, diğer üçü de tüfekçibaşı 'dan ıüfek lerle barut ve kurşun alırlar ve hükümdarıo arkasından giderlerdi. A. bostancı­ larından biri Selim I I I . ü öldürenler arasına karıştığından Mahmut II. A. h�ı kaldırmış ve yerlerine bu hizmetleri görmek üzere «Mabeyn bostancı ları» deni len yeni bir sı­ nıf kurmuştur. AVADANLIK, marangozların, taşçı ların ve benzeri işçi lerin kul landığı aletler. Başlıcaları : keser. burgu deste­ re, eğe, ıörpü, gönye, rende, bıçkı ve pi lanye'dir. Otomobil, kamyon ve benzeri taş ı n araçlarının içinde taşınan küçük onarım aletleri ne de A. denir. AV AIT veya AİDAT, Tanzimat'tan önceki devirde kanunlarla konulmuş bel i r l i vergiler dışında, birtakım hiz­ metler karşılığı olarak, i lgili lerin bu işleri gören memur, katip, tahsildar, mü'Jaşi r ve hademelere vermekle ödevii

235

turuldukları paralar. Belli aylıkları olmadığı devirde kadı­ ların gördükleri işlerden aldıkları ücretiere de A. denirdi. Bu paraların tahsilinde kolaylık olması için bu gibi müteferrik hizmetler karşı lıklarının A. adı altında ahaliye salın ması yoluna gidi lmiş ve müfredatı gösteri lmediği için de buna her şey katılarak bu tertipten türlü çeşit gi­ derlerin karşı lanmasına başlanmıştır. Bu suretle herhangi bi r hizmet karşı lığının A. tertibinde bir defa yer alması i le, artık ona lüzum kalmasa bi le, devamı adet olur ve ge­ nel olarak bunlara « Avaid-i mu ıade» denirdi. Hatta vergi salmalarında söz ve rol sahibi bulunan yerli ayan kendi­ lerinin ödemeleri gereken vergi lerle, faydalandırmak i sıe­ dikleri kimselere verilecek hediye ve iane gibi şeylerin kar­ şılıklarını da hep A. adı altında halka yükliyecek kadar i leri gitmişlerdir. Tanzimat'tan sonra belli vergi lerin üstüne eklenen top­ lama giderleri karşılığı ile devletçe bastırılan «kıymetli ev­ rak» ı n satış bedelleri için de A. deyim i k ul lanılmış ve A., böylece. devlet bütçesinin gelirleriyle i lgili mali terimler arasında da yer tutmuştur.

AVAL, ticari borç senedinin ( çek poliça) bedeli sahibi tarafından ödenınediği takdirde, ödemeyi üzerine almak için yapılan kefalet. Senet birden fazla i mzalı olsa da bunu satın alan yeter bulmadığı takdirde. birden fazla A. i stiyebilir. A. veren, senedi, «Ava! içindir» kaydını ko­ yarak i mzalar. AV ALİ K ( Bedevi dilinde Mavvelek veya Mavleki ) , güney Arabistan'da bir kabileler topl uluğunun adı. Otur­ dukları yerin güneyinde Umman denizi, batısında Dasina'· nın güney bö l ümü ile Avadil topraklarının orta bölümü, Kuzey Batısında Kasab ( Gezab ) , Kuzeydoğusunda ve do­ ğusunda Yalıidi'ler ve Ziebi' lerin toprakları bulunmaktadı r. A. toprakları ikiye bölünür. 1 - Yukarı A. toprakları ; burada üç büyük yay la vardır. En büyük vadisi Abadan'dır ; ıklimi tropikal olup toprakları kuvvetlidir. Burada buğday, mısır. tutun ve çıvıt yetişir. Başkenti Ni sa b ( Ansab) dır ; kale d uvarları kale gibi evleri ve büyük bir camii olan bir kasabadır. Yukarı A. in güneydoğusunda oturan halk kendi emirlerine bağlı olup bun lar yalnız savaş zamanında ve dış politika bakı­ mından yukarı A. sulranına bağlıdırlar. Emirleri Yaşbum (Yeşbom) kasabasında oturur. Bütün bu kabileler askerliği severler v e Hindistan ordusuna asker yazılırlar. ı - Aşağı A. , toprak ları doğuda Monka yayiası i le bir takım verimsiz tepelerden ve ovalardan ibarettir. Başlıca vadileri herzaman susuz olan Alıvar ( Hauvar) vadi sidir. Bu vadide birtakım kabi leler yaşamaktadı r. Bunların büyük bir kısmı Alıvar'da oturan sulcana bağlıdır. Sultan bun lardan vergi alır ve bunlar üzerinde yargılama hakkına sahiptir. AVALOKİTE S VARA, Hindistan'da kuzey Buddhist­ leri arasında, Bodhi satva ( Buddha'dan evvelki mertebe) metrebelerinin başl ıcasına yükselmiş bir Buddhist. A. kültü I I I . yüzyı ldan başlayarak Hindistan 'da yayılmıştı r ve A. Halkın hafızasında ve anı larında şefkat ve samimilikle yer tutmuştur. Çin'de ve Japonya'da adı ve şekli değiştiti lmiş ve kadın tanrı haline getirilmiştir. A. ya Çin'de Kouanpin, Japonya'da Kwanpan adı veri lmiştir . A. kendisi gibi Bod­ hi sattva olan Mahiisthiimapriipta ile birlikte Amitabha'nın yanında bulunmuş ve halkın ruhlarını cennete göndermesi yolunda budd'ya yalvarmışıır. M e z hebi Tibet'te, Çin'de ve Japonya'da yayılmıştır.

2.36

AVALON

-

AVA LON veya AV ALI ON, AVOLLON, A VILION, AVELION, Ortaçağ Batı �övalye şiirinde efsanevi bir ada

Kelı miıoloj isine göre bu ada yalnız en seçkin kahraman­ ların g i rebi ldik leri bir cennet veya periler ülkesidir. lı. . adasının adı Arthur efsanesinde de geçer. Buna göre kıral Arthur, yaptığı son savaşta yaralanarak A. adasına sığın­ mıştır ( bk. ARTHUR veya ARTUS ) . Daha sonraki şövalye efsanelerinde kahraman lwein, Roland ve Ogier'nin de A. adasına geldiği anlatılmaktadır. A. kelimesini Keltçe a/al (elma) kelimesiyle açıklarlar. Buna göre elma cennetin zevk ve sevinçlerini sembolize edermiş. A. u n nerde bulunduğuna dair ı ü ı lü türlü fikirler i leri sürülmüşıür. Birçoklaıı Somerseı ( İngi ltere) kondu­ ğunda bulunmuş olduğunu sanmakıadırl ar. Nitekim bura­ daki Glastonbury Tor ( G. tepesi ) da en yüksek noktasına varan sına « Isle of Avalon» (A. adası ) , Glasıonbury şeh­ rine ise A. adı verilmekte idi. AVALON [ep villn ok.] Y A R lMADASI, Kuzey Ame­ rika'da Yeniyer ( Newfoundland) adasının güneydoğusunda yarımada. E lverişli doğal limanları vardır. Yeniyer'i n mer­ kezi St. Johns, bu yarımadanın kuzeydoğusundadı r ve Güney İrlanda'ya giden yedi kablonun çıkış yeridi r. AVALOS : ı - Ferdnando Franeisco de ( 1489ı 5 2 5 ) , İspanya generali ve ikinci Pescara ve Aquino mar­ kisi. Napoli kırallığında doğmuş ve ölmüştür. Ünlü kadın şair Vittoria i le evlenmiştir. Milano savaşını yapmı�. Ra­ venna'da yaralanarak tutzak edilmiştir. Luis X I I . kendi­ sini Fransa'ya karşı silah kuBanmamak sözü ve 6000 altın eğüfidye kar�ılığında serbest bırakmış ise de A. , sözünde durmamı�tır. ı5 ı 3 te Mo rta'da Venedik'lilere karşı savaşmış, Cenova'yı almı� ve La Bicoque'da Fransız'larla, daha sonra da Lauırec mili sieri ile boğuşmuş ve Napeli'de piyade askerlere komuta etmiştir. Napoli hidivliğinden faydalanarak kendisini bağım�ız yapmak istemişse de Karl V. in generaBerinden Mi lano Valisi Anıoine de Leyva tarafından göz hapsine alınmıştır. 2 - Alfonao de ( 004- ı 54 ı ) , Del Vasıo markisi ve üçüncü Pescara marki si. Fransız'lar kendisine D u Guast yahut Du Gast adını vermişlerdir. Nopoli'de doğmuştur. Karl V. i n milis kuvvetlerinin komutanı olmuş ve önemli bütün İtalya savaşiarına katılmıştır. François I. tarafından Osmanlı imparatoru Süleyman I. e gönderilen heyeti öldürt­ müştür. Tunus harbine ( 1 5 3 5 ) katılmış, Fransız'larla bağ­ laşıkları Türk' lere karşı Nis'ıe, Korsika'da savaşmış ve Cerosole d'Abba'da yenilmiştir.

AVAR

DİLİ

bağcılık ve meyvacılıkla geçinir. Testi ve çömlekçi lik geli�­ kindir. Cuma günleri pazar ve ekim ayını n be�inden do­ kuzuna kadar panayır kurulur. Belediyesi 1 884 te kurul­ muştur. Ziraat banksı şubesi vardır. Kızılırmak üzerindeki köprünün ayakları 1 898 de konmuş ve üstü ı925 te beto­ narme olarak tamamlanmı�tır. Orta ve i lkokuilan spor meydanı, 2 000 m 2 lik parkı ve bir kavak fidanlığı vardır. Kasaba, Kızılırmak kenarında dolapla işiiyen bir değirmen­ de elde edilen elektrikle ı 946 dan beri aydınlatılmaktadır. Bir dispanseri ve içmecesi vardır. AVANS ( Avance) : ı - Binalarda yapılan çıkıntılar.

2 - Oyun veya yarışlarda : kendine güveni olan tarafın rakibine yaptığı müsaadekarlık. 3 - Ticaretre : doğacak herhangi bir borca karşılık tuta rak evvelden verilen bir miktar para. 4 - Memurların yol masraflarına, işçilerin haftalık­ larına sayılmak üzere veri len peşin para. 5 - Bankalarda : ticaret senetleri, mail ar e sham ve tahvi i ler, basılmı� paralar, külçe halinde kıymetli madenler, ve mücevherleri teminat olarak veren mü�terilere açılan hesap. 6 - Okul, hastahane veya askeri birliklerin ve dev­ let dairelerinin gerek li öteberi giderlerini karşılamak için kesin hesabı sonradan görülmek üzere emirlerine verilen para. AV ANTI, Orta Hintçe ( Prakrit) ye giren Ardhama­ gadhi ( b. bk. ) diyeleğinin bir Apabhraıiısa ( b. bk. , = halkça kui lanılan dil bozunt usu ) sının adı. Aynı Ardhama­ gadhi Apabhraıiısa'nın başka bir diyeleğine de CiiQ�iili de· n i rdi . Avanıi'den, bugün iç Hindistan'ın doğu bölümünde konuşulan Doğu Hindi dili çıkmıştır. Bk. APABHRA M S A. AV ANTYA, Orta Hintçe ( Prakriı) nin bir kolu olan S aurasenl diyeleğinin Apabhraıiısa'larından, yani bozuntu­ larından biri. Bugün konuşulan «Yen i Hint» d i llerinden Raj asıhani dili ( batı Hindistan'da aynı adı taşıyan bölgede ) , Avantya dilinden olmadır. Bk. APABHRA M SA.

AV AR DİLİ, üç halk topluluğunun dii ierine verilen ortak ad. ı - M. S. V. yüzyılın başlarında Moğolistan'da ard arda Uygur ' ları ve Hun'ları yenen, VI. yüzyıl ortalarında da T'u-kiue Türk'lerine yeni len, Çin kaynaklarındaki adı, tür­ lü transkripsiyonlara göre Şo-şo, Ju- j u , Juan-j uan, Ju-juan, ve Yuan-yuan şeklinde geçen halkın dili. Kalıntıları birkaç kelimeden ibarettir. Mesela, kendi boy adlarından ba�ka, AV AM, eskiden okumak yazmak hilmiyen veya sosyal Çincede Şe-/ün �eklinde kaydedilmiş olan kıral adı, ve ge­ seviyesi düşkün olan halk hakkında kuiianılan bir terim. nel Türkçede geçen !Jağan ( = �ai;an = «yarıcı», krş. Mo­ Eski Osmanlı tarihçileri tarafından çok yerde, şehir ve ğolca hağa = ikiye ayrılmı� ; bu adın ba�ka şekilde anlam­ memleket ayaklanmalarına, ayaktakımı deni len işsiz güç­ landı r ı�Iması için bk. A. Caferoğlu : Tukyu ve Uygurlarda süzler arasından katılan lar hakkında ve a�ağılama için Han Unvaniarı [«Türk Hukuk ve İk tisat Tarihi Mecmuası», kuilanılmıştır. cilt I , ı 93 1 , s. 1 05 - 1 ı 9] ; ayrıca bk. Uszl6 F. : A kagan AVAM KAMARASI : bk. PARLAMENTO. es csaladia [ «KÖrösi Csoma-Archivum» da, ci lt III, ı 940] ) . AV ANOS : ı - Kırşehir iline bağlı i lee. Nüfusu B u dilin n i t eliği v e Alıay dillerinden hangisine ait olduğu 3 ı 002 , yüzölçümü ı793 km2 ; merkez bucağın ın nüfusu bel li deği ldir. Bazı larına ( mesela P. Pel liot : A propos des 1 9 778, köy sayısı 33 tür. Ayrıca Karahasanlı bucağına Comans [«Journal asiatique» te 1 920], ]. Deny, v . b.) gö­ bağlı 2 1 köyü vardır. re, bu Avar' ların dili Moğolca idi, başkalarına ( Gombocz 2 - Kırşehir'e bağ l ı i lce merkezi. Kızılırmak kena­ z . , Nemeıh Gy. , ve birçok di lciler) göre ise Türkçe idi, rındadı r. Ankara-Kayseri demiryolu üzerindeki Himmeıdede daha başkalarına göre de, ırk ve dil bakımından idare sı­ i sıasyonundan uzaklığı 35 km olup her gün araba ve nıfının ve halkın ayrı ayrı koliara mensup bulunabildik leri otomobiiler işler. Nüfusu 4 683 ( ı 94 5 } tür. Halk, ha lıcı lık, için, bu dil!n menşei karanlık, kendisi de karışıktır. Böyle

AVAR DİLİ olmakla beraber, bu d i l , Türkçenin Hiunğ- n u ( = Hun ? ) grupundan sayılabi l i r. B u son kanış kaf.ıul edildiği takdirde, bu dil, 2 . maddede ele a lınan dille esas bakımdan birleşir. Yalnız, bunları birbirinden ayırt etmek için, bu dile «Asya Avar'ları dili». öbürüne de « Avrupa Avar'ları dili» demek uygun olur. 2 - Anayurdu Asya'da olup, adları ilk olarak 46 1 4 6 5 yıllarında Avrupa kaynaklarında geçen, V 1 . - I X . yüzyıl­ larda Karadeniz'le İtalya ve Almanya arasında bulunan yerlere akın etmiş olan Avar Türk boyunun ( Yun. Aba roi , Avaroi, Lit. Avari ) dili ; Bk. AYAR' LAR ı. Bu d i l i , Asya Avar­ Iarı dilinden ayırmak, aynı zamanda da başka unsurlada karışmış olduğunu anlatmak için, buna «Yalancı Avar» ( Pseudo- Avar) veya Uar!Jon Avarları ( Yun. Uarkhönitai, ki Menandros'ta [s. 400} ve Theophylaktos Simokattes'te [s. 234} Uar k ai Khuni [ = Avar ve H un] şeklinde ge­ çen adların birleşmesinden olmadır) dili denir. Bu dilden, kendi boy adlarından (Avar = ısyan eden, Çağataycada ve Anadolu diyeleklerinde abamak = karşı koymak, ayaklan­ mak ; krş. aynı anlamdaki boy adı Kabar ( < kab mak) ; zıddı : AvJar = itaat eden ) başka, Yunan harfleriyle ( Me­ nandros'ta, Theophylaktos Simokattes'te v. b. ) kısmen de U.tin alfabesiyle ( Frank y ı l lıklarında) zaprediimiş bazı özel adlarla rütbe ve memurluk adları kalmıştır. Özel adların başlıca­ l arı şunlardır : 1 - Kağan adı olarak, Yun. harfleriyle Baia­ nos (Türkçe ve Moğolca Bayan = «zengin » ) . Bu ad, şimdi Moğolcada, eskiden de Bu lgar Türkçesinde bulunduğu için, eski Türkçede de bulunmuş olması tahmin edi lebi lir. Ol­ masa bile, Avar'ların bu adı taşıyan kağan'ı Moğolcaya ve­ ya Eski Çuvaşçaya göre adlandırılmış da olabilir, çünkü Avar devleti bir konfederasyon olduğu için, farklı kol lar­ dan olan halkı biraraya toplamıştı. «Divanü Lugat-it-Türk» te ve «Houtsma Sözlüğü» nde Bayundur şekli vardır, Türk­ menlerde de Bayandır bir oba adıdır ; kelime olarak baya­ mak, bayu-mak, «zengin olmak» demektir ; krş. şimdi kul­ landığımız bayındır = mamur, refahlı. 2 - Yun. harfle­ riyle Kökh = kök ( bi r Avar elçisinin adı ) . 3 - Yun. Kandikh = Kandrk ( başka bir elçinin adı ) . 4 - Yun. Solakhos = solak ( elçi adı ) . Rütbe adları : 1 - Yun. harf­ leriyle khaganos, Lat. çaganus = *ağan ( an lamı i çin ı . maddeye bk. ) . 2 - Ut. iugurrus = yuguruf, k i �agan'dan sonra gelen bir yüksek rütbenin ( İslimda : vtzir) adı idi ; bu ad Uygurcada , «�utadgu Bi lig» de ve «Divanü Lfıgat­ it-Türk» te yugrUJ şeklinde geçiyor, bk. M. Fuad Köprülü : Zur Kenntnis der Alttürkisçhen Titulatı1r ( «KÖrösi Csoma­ Archivum» da, 1 938, s. 3 27-344, Türkçesi : Eski Türk un­ t•anlarına ait notlar [ «Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmu­ ası» nda, ci lt ll 1 9 3 2-39, s. 1 7 - 3 1 ] ) . 3 - Lit. harfleriyle tudun, Eski Yük sek-Almanca'da � odan, zotan = Türkçe tu­ dun, ki tariJan'dan sonra gelen bir askeri rütbeni n adı idi. Orhon yazıtlarında ( bk. V. Thomsen : Alttürkisçhen Insçh­ riften aus der Mo ngo/ei [ «Zeitschrift der Deutschen Mor­ genlandischen Gesellschaft» dergisinde, cilt 78, y ı l 1 924, s. 1 2 1 - 1 7 5 ] ) , ve Hazar Türklerinde ( Yun. şekli tudunos) de bulunan bu adın lfıgat anlamı «idare etmek» anlamına gelen tut- ( mak ) a dayanır, tutagan, tutun, tudun, gibi. Uygurlarda da tudur; ve tutur; şeklinde geçen bu rütbe adını bazıları Çinceden ödün çleme olarak göstermektedirler (tutuu < Çin. tu-t'ung = vali ; bk. A. v. Gabain : Alttür­ kisçhe Grammatik, s. 345, Leipzig 1 94 1 ) . 4 - Lit. çani­ zaud veya çamzançi ( aslı rütbe adı olan bu kelime kağan adı olarak kullanılmıştır ) = kam-saun, kam-ıavcı. Burada,

ı

237

kam «şaman» anlamınadır ; krş. Huncada EJ·kam ( = dost şaman ) , Atakam ( = baba şaman, bk. ATAKAM) ; savn ise «haberci, yalavaç, peygamber» anlamını verir ; krş. Ka­ zanca yaucı = yalavaç. 5 - Y,u n. bookolabras = bö-ko­ Jabur = Avar sihirbazı. Bö < boğ, buğ = baş, en büyük, anlamınadır. Koiabur = kılavuz ( Bu lgar-Türk. kulabur, kolabur, Uygur. ku/aguz, Kaşgari kulabuz, Çağatay. ko/a­ vuz, kolauz ) ; bk. L. Rasonyi : Bö - ko Iab ur ( «Halil Et hem Hatıra Kitabı», s. 243-248, Ankara 1 947 ) . Tarihte Avar a d ı olarak geçen T arniakh, Kotzageroi, Zabender v. b. Avar'lara katılan yabancı oymaklara ait ol­ salar gerek ( bk. AV AR'LAR 1 : Ad ) . Avarcanın Türk diyelekleri arasındaki yerine gelince, yukarıda sayılan adlardan bu hususta gerekli bilgi çıkarı­ labilmiştir. Meseli yuguruJ adının y ile başlaması, bu di­ lin, Türkçeyi iki ana kola bölen r/z ayracı bakımından z grupundan olduğunu gö�terir ; z'den de y'ye geçilebi lir ( krş. Koybal azak, Uygur adak, Yakut atah, v Türkiye Türk­ çesi ayak, fakat Çuvaş � ra) . Ayrıca, tudun ( < tuÔun ) adındaki d fonemi de bunu tanıtlar, çünkü r grupundan olan Bulgar Türkçesinde tudun'un karşılığı turun'dur ve bu ada o di lde rasianmıştı r ( b k. A. Samoylovi ç : Turun-tudun : yeu o primer turko-bulgarskago rotayizma [ «Sbornik Mu­ zeya Antropologii i Etnografii pri Rossiyskoy Akademii Na­ uk» dergisinde, cilt 5, yıl 1 9 1 8, s. 398-400] ; ayrıca : ]. Markwart : Kultur- und Spraçhgesçhhhtlhhe Ana/ekten : [ « Ungarische Jahrbücher» dergisinde, ci lt 9, y ı l 1 929, s. 68- 1 03 ] ) . Yine kamsavn kelimesinin sav ( = söz, haber) kısmı da sab şeklinde Kök-Türkçe'de geçmiştir. İşte biirün bunlar gösteriyor ki, Avar dili, Hun'ların, Kök-Türk' lerin ve Uygur' ların konuştuğu diyelek grupundandır. Bö-kolabur kelimesine gelince, krlavuz'a karşı lık kolabur şeklinin, yani z yerine r foneminin bulunması, bu adın, öz Avarca olma­ dığını, Avar imparatorluğuna tabi Bulgar Türk'leri ( Kutur­ gur, Uturgur) nin d ı l i nden olmasiyle açıklanabi lir. Bk. Gombocz Z. : A pann6niai avarok nyelverÖI ( « Magya r Nyelv» dergisinde, c i l t X I I. y ı l 1 9 1 6. s. 97- 1 0 2 ) ve Nemeth Gy. : A hon/og/a/6 magyarsag kia/akulasa, Budapeşte 1 930, s. 1 0 3 - 1 0 5 . 3 - Kafkas di llerinin Kuzeydoğu veya Çeçen- Lezgi kolundan bir dil. Lezgi'lerce konuşulan dillerin en önemlisi olup, Andi ve Dido dil gruplariyle beraber, bu kolun Avar-Andi ( b. bk. ) bölümünü meydana getirir. Yerli adı ma'arul may'u_' ( = dağ dili ) tır. Ana dili olarak, Azerbay­ can'ın kuzeyinde, Dağıstan'ın tJasaf-yurt bölgesinin kuzey­ deki Çi r yurt ve Dılım mevki lerinden güneydeki Zakaralı şehrine kadar uzanan b i r alanda 2 34 000 kişi tarafından konuşulursa da, ana di lleri farklı olan birçok Dağıstan' lı­ lar ( Avar'ların doğusunda Dargi, Gazikumuk, Arçi, TS'ahur, v. b. ; batısında da Andi, Dido, v. b. ) arasında d ; an laş­ ma vasıtasıdır. Aynı zamanda bir edebiyat dilidir de ; b k. AV AR EDEBİY ATI . Kuzeyde Kumuk Türkçesi , doğuda Dargi, Gazikumuk veya Lak', Arçi, güneyde Gürci, batıda Çeçen, Andi, Dido dilleri Avarcayı çevreler. Hususiyle, bü­ tün güneydoğu Kafkasya'nın ticaret dili olan Kumuk Türk­ çesiyle çarpışma halindedir. Ayrıldığı on bir diyelek şun­ lardır : kuzeyden başlıyarak Nak'!Jbak' veya Salatav, Ba� I veya Gumbet, �oysubu, Te!Jnu�al, Un�ra�'. Hid, �el, �arak'IJ, H'andala l , ve '[Ş'or. Di yelekler kuzey ( tJ un�ak ; yerli adı : tJun� ma�'�' ) ve güney ( Dshar = c'ar) olmak üzere ikiye ayrılır ; bunlara «Kuzey Avarca» ve «Güney Avar­ ca>> da denir.

AVAR DİLİ

238

Avar dilinin fonetiği konson bakımından çok zengin­ dir. Bu dilde bulunan 5 0 fonemin 4 5 i konson, ve ancak 5 i (a, e, i , o, u) vokaldir. Esk iden , bazı diyakritik işa­ retierin i lavesiyle Arap yazı sını kullanan ( bk. ALFA B E ) Avar dilinin bu 50 sesi , Sovyetler gününde ı928 de dü­ zenlenen Latin esaslı alfabede 3 9 yazı ve bir apostrof'la gösterilir ( 1 939 da İs !av asıllı alfabe kabul edi lmiştir ) .

H H I-I X )Ç X K I{ Q Q OI L � .t T T C Ç S S Ş Z l Z U . ıin esaslı Avar alfabesinden bazı h arfler

Konsonların bir kısmı uzun, yani ikiz ( şeddeli, ge­ mine) olduğundan, bunlar için çift harf kullanılır, ss, cc, xx, gibi, ki bunlar ayrı ayrı sesler sayılır. Dikkati çeken özel konsonlar şunlardır : aspire p, t, k, ve hemze ; gırtlakta pathyan ( occlusif guttura l ) t',k' çeşi tleri ; Arapçada da görülen '( t ) , J:ı ( ( ), i} ( t ), l,c ( J ) ; i}"nın uzun u ; orta damaktan söylenen uzun h ; dil yanından sızan ( lateral) kısa ve uzun J"ler ; ikiz s ile ş ; bizde de bu lunan j ile ç ; t ile 1, k ile 1, i} ile 1, t i le s, k ile i} bileşimieriyle meydana gelen türlü afrike (b. bk. ) konson lar, bunların uzun u, ' ve gırtlaktan patlayıcı çeşitler, � , � 1}1, k'IJ, �'ts', gibi.

Avar konsonantizmi bu kadar karmaşık olmakla beraber, hecede iki konson yanyana gelmez. Avarcanın konso­ nantizmi için, aşağıdaki bibliyografyadan başka bk. N. Troubetzkoy ; Les wnsonnes Iatera/es des langues caucasiques sePtentrionales ( «Bulletin de la Societe de l inguistique de Paris» de, ci lt 2 �. yıl ı 922, s. 184 ve devamı ; aynı müellif ; Die kurzen und geminierten Konsonant en der awaroandischen Sprachen ( «Caucasica» dergisinde, cilt 3 , Leipzig ı 926, s . 7-3 6 ; ve J . van Ginneken : L a nature des consonnes Iatera/es danı leı langueı s eptentrionaleı ( «Con­ tribution a la grammaire comparee des langues du Caucase» adlı eserinde, s. 22- 30, Amsterdam 1 938 ) . Avarcanı n morfoloj isi şöyle özetlenebilir : İsim, sıfat, ve zamirde cin s yerini tutan 3 «sınıf» ( classe) vardır : a­ usu olan eri!, b- usu olmıyan dişi!, c - kalanlar. Buna göre, kelimeye eklenen sınıf belirticisi şekli değişir, erilde v ( � ) , dişilde i (j ) , tarafsızda da b olur : , mesela i simde vac- = kardeş, iac = kızkardeş, bac = hayvanlarda kardeş veya kızkardeş ; sıfatiarda : «ac» anlamına eri! v - aqar - a - IJ, dişi! 1 aqar - a - j, tarafsız b - aqar - a - b; zamirierde : do - 1J = o ( erkek) do - j = o ( kadın ) , do · b = o ( şey ) . Dört çeşit isim çekimi vardır : ı - eri!, 2 - diş il, 3 - özel ad, 4 - tarafsız ( neutre ) . En önemli isim hali, «tarafından, vasıtasiyle» anlamını katan ergatif halidir, çünkü öbür haller çok kere bunun üzerine kurulur ; yalnız, komitatif ( = beraberlik hali ) ile ekuatif ( = · ce hali ) , nominatif üzerine kuru lmuştur. Nominatif, akkusatif, genitif, datif, komitatif, ekuatif, ve ergatif'ten başka, birçok lokatif ( =yer hali) ler vardır. ki «üzerinde>> kurulmuş, bu bina dekoratif ve mimarlık sanatına ait değerli kitapları ıoplıyan bir kitaplık olarak kullanılmıştı r ; 1 92 8 de ki tap sayısı 2 9 0 00 idi. A VES :

bk : K UŞLAR.

AVEST A , eskiden Zerdüşt ( Zarathuştra, Zvroasıer) di­ ninin ve bunu bugün Hindi stan'da devam ettiren Parsi (b. bk.) !erin kutsal kitabı. Eski İ ran d i llerinden birinde yazı l­ mıştı r ; bu dile bugün « Avesıa dili» ( b. bk. ) deni r. Avesta­ ya Orta i ranca çağında Apasrak, daha sonra da Avisıa den­ miştir ; «esas meıin» a n l amınadır. Eskiden Zendavesta şek· linde anılması Parsi 'lerin buna Zend u Avista demesine dayan ı r ; zend, s a dece «açık lama, tercüme, yorumlama» an­ lamınadır ; ikisi birden «esas metin v e bunun [ Pehlevice] a � ık lanması» demekti r. E lde bulunan Avesıa. aslının ancak kısmi bir kalın­ l l S ı n ı temsi l eder. Sasani geleneklerine göre, eskiden 2 1 na.rk ( nosk ) veya kitaptan olma büyük bir Ave sıa vardı. Peh levice > ler de kurulmaya başlanmıştır. Böylece teşkilatianan «Avrupa Ha­ reketleri>> nin ı 949 şubatı sonlarında Bruxelles'de tertipie­ diği yıllık kongrede, memleketimiz de bi r heyetle temsil edilmiştir. Bu kongrede «Birleşik Avrupa>> nın genel poli­ tikasının ana hatlariyle, «Av rupa Konseyi » nin kuruluş tar­ zına, görev ve yetkilerine dair esaslar saptanmıştır. Bu çalışmalar sayesinde, A. fikri özel teşebbüs alanını aşarak resmi bir duruma girmiştir ( bk. AVRUPA KONSEYİ ) .

AVRUPA DENGESI, devletlerden hiçbirinin öbür­ lerini tehlikeye koyacak kadar büyüyememesi amacını gü­ den siyasi tertip. Bu tertipte, devletlerin nüfus, ülke ve kuvvetçe eşitliği değil, kudretierin aşırı artışını önliyectk yolda bölünüşü esastır. A. nin tarihi bu niteliğiyle eskidir. Nitekim Fransa'yı çerçeveliyen bütün toprakların ( İspanya, İtalya, Avusturya, Belçika ve Almanya) Karl V . in tacında birleşmesi üzerine Fransa kıralı François I. in savaşa atıl­ ması ve yeni lince Kanuni Sultan Süleyman'a başvurarak yar­ dım i stemesi kuvvetlerde denge aramadır. Louis XIV. ve Napoleon'a karşı yapılan birleşmelerde ve savaşlara'da hep denge hakimdir. Dengenin antlaşmalara girmesi, XVII. yüzyılda baş­ lamış, XVI II. ve XIX. yüzyı lların antlaşmalarında ve dev­ letlerin siyasi görüşme ve yazışmalarında en çok yer almış­ tır. Napoleon'a karşı birleşen devletler ı8 ı 3 te i mzala­ dıkları antlaşmada «kuv vetlerin makul ölçülü bölünüşüne ve adaletli bir denge esasına dayanan bir barış i stedikle­ rinden>> bahsetmişlerdir. 1 8 1 � Viyana Kongresi'nde dengeye şu anlam verilmiştir : Denge, hakların, menfaatların ve kudretierin öyle bir tertibidir ki, bunun la Avrupa hiçbir devletin veya grup devletlerin eline düşmemeyi, bir devle­ tin tanınmış hakları ve ülkeleri öteki bir veya birkaç dev­ letçe keyfe göre çiğnenmemeyi ; kurulmuş düzeni koruma yolunda devletleri her gün harb olacakmış gibi sürekli teh­ like alıında değil, barışı bozacak olana bunun fayda sağla­ yamıyacağı inaniyle barış ve huzur içinde yaşatmayı sağlar. ı 8 �4 te Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere ve Fran­ sa arasında imzalanan bağlaşmada «Osmanlı İmparatorluğu'­ nun bugünkü sınırları içindeki varlığının A. devletleri arasında, kuvvetler dengesini korumada . temel olduğu>> kaydedilmiştir. XX. yüzyıl başlarında da denge sözü geç­ miştir. 19 ı 5 te zafere güveni olduğu sırada, Alman şan­ sölyesi Bethmann Hollweg Reichstag' da, «İngiltere'nin, denge siyaseti yok edilmelidir. Almanya teıazi kefelerinde i stediği gibi ağır basmakta hakim kalmalı, üstün bir kuv­ vet, kuvvetlerin eşitliği yerine geçmelidir», diye haykırmış, Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı Poincare «Alman emperya ­ lizmi uzun zaman A. dengesiyle uyuşahilir bir şey değildi» demiştir.

296

AVRUPA BİRLlöl

-

Kuvvetlerin dengesi barışı koruyucu siyasi bir tertip olmakla beraber, iki yüzlü bir kılıç gibi siyasetin elinde iyi ve kötü işler için de kullanılmış, Lehistan XVI I I. yüzyılda denge adına paylaşılmış, Osman lı impara­ torluğundan birçok yerler bu vesi le ile ayrılmıştır ; devlet­ lerin iç ve dış işlerine bununla karışdmıştır ; denge bozu­ lunca, onu yeniden kurma, .. kompansasyon» denilen taviz ve bölüşme politikasına yol açmıştır. Öte taraftan dengeyi t urmak i�in yapılan bağlaşmalar, garantiler, silahianmalar­ da buna karşı gelmeleri doğurmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson 1 9 1 6 ve 1 9 1 7 de, rekabetiere da­ yanan denge prensipine karşı şöyle demişti r : «Gelecek barı­ şın sürekli olabilmesi için onun insanlığın teşki latlandml­ mış kuvvet iyle sağlanması gereklidir. Bunda, kudretierin denkliği değil, beraberliği bulunmalıdır>>. Milletler Cemiye­ ri'nin kuruluşiyle millet lerarasında işbirliği prensipi kabul edilmiş ve denge siyasi edebiyattan silinmeğe başlamıştır. Bi rleşmiş Mil letler Teşki laıı (UNO) da dünya barışını kuvvetlerin dengesi üzerine değil, bütün milletierin eşitliği ve egemenliği prensipiyle teşki latlanması teme l i üzerine kurduğu için görünürde anık dengeye yer kalmamıştır. Böyle olmakla beraber, İkinci Dünya Harbi'nden doğan si­ yasi durum Birleşmiş Milletler anayasası çerçevesinde geli­ şernemiş olduğundan dünya iki kuvvet grupunun dengesiyle, hergün harb tehlikesi içinde kıvranmakradır.

AVRUPA DI LLERI

kısmını, bazı dil ai lelerinin ( aşağıya b k. ) ana yurdu olarak kabul eden ilim adamları çoktur. Böyle olmakla beraber, Avrupa dilleri ile Asya dil lerinin ortaklaşa nitelikleri var­ dır. Hatta, her iki kıtada konuşulan d i llere bu bakımdan bir «dil alyansı» (al liance des langues, Sprachbund, ling­ vistiçeskiy soyuz, bk. AL YANS ; ayrıca bk. R. Jakobson : K karakterisıike yevraziyskogo yaztkovogo so vuza, Paris 1 93 1 ) veya bir «dil çevresi» ( linguisıic cycle. cykl lingwis­ tyczny, bk. ÇEVRE, di l ; ayrıca bk. T. Mi lewski : Zary s ;,zykoznawstwa ogô/nego, cilt I I . bölüm ı , Lublin-Krak6w 1 948, s. 1 - 1 2 ) meydana getirdiğini iddia eden ler vardır. Türlü dil ai lelerine mensup olup Avrupa d i l alyansına veya çevresine giren diller, bazı dilci lere göre bi rbirine «zin­ cirleme akrabalık» ( Keıtenverwandtschaft, serie di conca­ tenazion i ; bk. A. Trombeıti : L'unita d'origine del /inguag­ gio, Bologna ı 905, s. ı 3 · 1 4 ) bağlariyle bağlıdır ; yani batı ve orta Avrupa'da bulunan bi r dil ailesi ( Hint Avrupa ) Doğu Avrupa'da bulunan dil ai lesiyle (Ural = Fin - Ugor + Samoyed ) , doğu Avrupa'daki batı Asya'da­ kiyle ( Türk ) , batı Asya'daki oııa Asya'dakiyle ( Moğo l ) , orta Asya'daki de doğu Asya'dakiyle (Tunguz) akrabadır ( bk. AFFİN İTE, ve AKRABAUK, d i l ) . Hint-Avrupa, Ural­ Altay, Hami-Sami, Eski Küçük Asya, ve Akdeniz dil lerini «bizim diller>> anlamına kullanılan «Nostratisch» adı altında bi rleştirmek i sıiyen ler ( H. Pedersen 1 903, 1 92 4 ) olduğu gibi, Hint- Avrupa di lleriyle Hitit ( «Indo- Hittite» şeklinde, AVRUPA DILLERI, Avrupa kıtasiyle buna bağlı adalarda konuşulan, türlü dil aiterine veya topluluklarına E. H. Sturtevanı 1 9 33, T. Mi lewski ı 936) , Fin-Ugor (N. Anderson ı 879, K. B. Wiklund 1 906, H. Pedersen mensup olan, ve göçmen olarak başka kııalarda da raslanan 1 9 3 3 ) , Ural ( «Jndo- uralisch», H. Sköld ı 927, B. Collinder dil lere verilen coğrafi ad. Tarihöncesi insan ırklarının ka­ 1934 ) . Altay ( « Ario- altaic», H. Sweet 1 900, F. van den lınıı larına dayanarak, bazı araşrı rıcı lar Avrupa kııasını dil­ Yelden 1 9 1 2 , 1 920, S . Mladenov 1 9 3 6 ) , Türk ( A. v. Ed­ lerin dağılıp yayılma merkezlerinin önemli lerinden biri linger 1 920, 1 936, A. Cevat Emre 1 9 3 5 . V. M. Jirmunskiy saymışlardır. Bu fikre son zamanlarda ideoloj i ve siyaset de karıştırılarak, Nordik ı rk ve onun konuştuğu di ller, hu­ 1 94 5 ) , Moğol ( B. Y. Vladimir�ov 1925 ) , Kura ( « Eurasich», susiyle Germence, Asya gö� meni deği l, öz Avrupalı, hatta H. Koppelmann 1 934 ) , Sumer ( C. Autran 1 925 ) , Eskimo ( C. C. Uhlenbeck 1 9 3 5 . W. Thalbitzer 1 945 ) , Hami-Sami öz Germen topraklarının malı olarak ıanıtılmak i stenmiş­ (G. Ascoli ı 864 , Fr. Delitzsch ı 873 F. Hommel 1 879, tir. Bu arada bir yazar ( R. A. Gorsleben : Hoch-Zeit der H. Möller 1 906, 1 9 1 1 , H. Pedersen ı 907- 8, A. Cuny 1 924, Menschheit, Leipzig 1930) Ari ler in, ana dilin ve yazının ana yurdu olarak Germanik kuzey Avrupa'yı göstermiş, Nazi 1 94 3 ) , Lykia (S. Bugge 1 897, P. Meriggi 1 936) , Lydia Almanya'sının övgüsünü kazanan ba şka bir yazar da ( H. von ( P. Meriggi 1936) Ligur ( P. Krerschmer 1905, H. Hirt Pudor : Die Entstehung der Sprache, 23 fasikül Leipzig 1 907 ) . Etrusk (S. Bugge 1 897, E. Goldmann ı 929· 3 0 ) , 1 93 5 · 1938 ile Beihe/t e : Neue Helgo/and Forschungen, 30 İber-Bask (C. C. Uhlenbeck 1 8 9 1 ) , Yafetid ( N. Marr 1 920, sayı, Leipzig 1937- 1 94 1 ) , Heligoland adasını, baımış efsa­ F. Braun 1 92 2 ) , Dravid ( H. T. Colebrooke 1 805 ) , İndo­ nevi Atlantis kıtasının kalıntısı sayarak, onu Nordik ırkın, nezya ( R. B ı an �stetter 1 9 1 4 ) , hatta Çin (G. Selılegel ana dilin, kültürün ve yazının beşiği diye i leri sürmüştür. 1 8 7 2 ) dili arasında akrabalık görenler, ayrıca da Ural-Eski­ 1 926 yılında orta Fransa'nın Glozel adlı yerinden Dr. A. mo ( C. C. Uhlenbeck 1905, A. Sauvageot 1923-4 ) , Ura l­ Morlet tarafından Cilalıtaş çağına ait olduğu iddia edilen Yukagİr ( B. Collinder 1 940, K. Bouda 1 940, T, Milewski ( bk. A. Morler ve E. Fradin : Nou. elle station neo/ithique, 1 948 ) , Ura l-Dravid ( F. O. Selırader 1 9 2 4 ) ve Finugor­ l l . L'alphabet de G/oze/, Vichy ı 92 6 ) 86 işaretli ve alfa­ Munda ( W. v. Hevesy 1 9 3 5 ) gruplarını akraba sayanlar bemsİ yazıdar bulunmuşsa da bunların sahte olduğu son­ bulunmuştur. Bk. AVRASYA DiLLERİ Avrupa kıtasında konuşulan dillerin sayısı öbür kıta­ radan anlaşılmıştır. Kuzey Portekiz'deki Alvao ( b. bk. ) mevkiinde dolmenler üzerinde görünen alfabemsi işa retlerle lardakine bakarak kabarık deği ldir. Büyük kültür dil lerinin kuzey İspanya'da Pasiega ( b. bk. ) mağar� sında bulunan pik­ bu kıtada gelişmiş olması, dil sayısının çoğalmasına engel tograflar gerçek olarak Cilalıtaş devrinden kalma iseler de olmuştur. Dünya di lleri ( langue mond iale) derecesine bunlar büyü işaretlerinden başka birşey değildir. Bu gibi yükselmiş olan büyük kültür dil lerinden çoğu başka kıtalara i�aretlere ve piktograflara İsveç'ıe ( Bohüsland kaya pikto· ( başlıca Amerika'ya ) da göç etmiş ve yayı lmış bulun uyor ; grafları ) , İsviçre'de ( Münsingen 'de Demi r çağından kalma birçok yerlerde sömürge dili veya kreol dil ( b. bk. ) haline cam ineisi üzerindeki yazı t ) , Fransa'da ( Morbihan'da Ma· gelmiştir. Bugün 275 mi lyon kişi tarafından konuşulan ne-Lüd kurganları üzerindeki i� aretler) ve başka yer lerde İngilizce aynı zamanda 5 5 2 milyonluk Britanya Common­ wealth'inin ve 140 milyonluk Amerika Birleşik Devletle­ rasianmıştır ; b k. Y AZI . Avrupa'yı bütün d i l lerin a n a yurdu diye gösteren ri'nin resmi dilidir ; 1 1 0 mi lyon kişinin konuştuğu Rusça yukarıdaki görüşlerle benzerleri i lmin dışında kalıyorlarsa ı 95 mi lyon luk Sovyetler Birliği'nde geçer dildir. ispanyolca da, Avrupa kııasını, hususiyle onun doğu ve orta doğu 95 (65 mi lyonu Amerika'da ) , Almanca RO ( Avusturya,

29 7

AVRUPA DiLLERİ İsviçre'nin bir kısmı, Luxemburg, Liechtenstein, ve Alman· ya'dan alınan topraklar dahi l ) , Fransızca 6 8 ( Belçika, İs­ viçre' nin bir kısmı, Kanada'nın bir kısmı, Cezayir, Tunus, Fas, Çin Hindistanı, ve sömürgeler dahi l ) , Portekizce 48 ( 4 0 mi lyonu Brezi lya ile sömürgelerde) , İtalyanca 43 ( bir kı s m ı Afrika'daki eski söm ü rgelerd e ) milyon k i ş i tarafın­ dan. konuşulu r ; Felemenkçe, H olanda ile İndonezya'nın meydana ged irdiği 55 milyonluk bir toplulukta kullanılır ; Türkçe de Balkan'larda /ingua Iranca ( b. bk. ) rolünde bulunmuştur. Fakat bunlardan hiçbiri, konuşan ların sayısı bak ımından, Asya kıta�ının malı olan Çince (430 milyon ) i le boy ölçüşemez. Avrupa dil leri yazı lı anıılatın eski liği bakımından da Asya dillerinden çok geridir. En eski Sumerce metinler M. Ö. 4 000 e ait iken, Avrupa'daki en eski anıt M. Ö. XV I I . yüzyıldandır (Girit resim yazısı, Girit lineerleri , Phaistos diski, Yunanistan kıtasında olmak üzere de Myke­ nai, Orkhomenos, ve Salamis'ıe bulunan Girit ve Kıbrıs­ Girit yazılariyle yazıtlar ) . Sonra sıra i le şunlar gelir : Yu­ nan, M. Ö. VII. yüzyıl (Thera ve Melos adalarındaki y a ­ zıılar) ; Eırusk, M. Ö. V I I . yüzyıl (mezar yazıtları ) ; İra­ lik, M. Ö. V I I . yüzyıl ( Praenesıia fibulası ) ; Litin, M. Ö. VI. yüzy ı l ( Forum Romanum'daki siyah taş yazıtı ) ; Fenike, M. Ö. V. yüzyıl ( Marsi lya'daki Pön yazıtları ) ; İber, M. Ö. I V. yüzyıl ( İspanya' daki Alcoy yazııı) ; Gallia [Goluva] dili, M. Ö. Il. yüzyıl (özel adlar ) ; Turdetan, M. Ö. l l . yüzyıl (güneydoğu İspanya kıyı larındaki sikkeler) ; Got. M. S. l l . yüzyıl ( Volhynia'da Kowel'den çıkan mız­ rak ucundaki ruıı harfleriyle yazı ı ) ; Eski Nord, I I I . yüz­ yıl ( Norveç'te 0ore Statu'da bulunan mızrak ucundaki ruıı harfleriyle yazıı ) ; Eski İr. IV. y ü z y ı l ( ogham harfle­ riyle yazıtlar) ; Arapça, V I I I . yüzyıl ( Akdeniz adalariyle Endülüs'ıeki yazılar ) ; Eski-Yüksek Almanca, VIII. yüzyıl ( Latince yazı larda Almanca glos'lar) ; Anglosakson , 7 3 7 ( Latince Moore yazmasındaki Anglosaksonca cümleler) ; Eski Saksonca, 8 30 ( lleliand şiiri ) ; Fransızca, 842 (Stras­ bourg and ı [Serment de Strasbourg] ) ; Gal [ Kymry. Wel sh] dili, I X . yüzyıl (glos'lar ) ; Eski İ s!avca veya Bulgarca, 863 ( Kitab-ı Mukaddeı tercümesi ; yazma : Codex Zogra­ phensis, X · X l . yüzyı l ) ; İta lyanca, 964 ( Capua belgesi [Carta di Ca Ma] ) ; Provençal, X · X l . yüzyıl ( Boethius şarkısı ) ; Sardca, X l . yüzyıl (iş kağıdı [ Condake de Sc u. Petru di Si/ki] ) ; ispanyolca, ı 1 4 5 (Oviedo şehrinin bera­ tı ) ; Kaıalanca. 1 1 7 1 ( Roda manasııcı için rehin kağıd ı ) ; Porıekizce, 1 1 92 (Guarda şehr inin herarı [ Foral da Guar­ da] ) ; Rhaetoromanşça, X I I . yüzyı l ( Uıince bir yazınada satır arası tercüme ) ; Peçenek Türkçesi, X I I . yüzyıl ( Ma­ carisıan 'da Nagy- Szenı- Mikl6s yazııla rı ) ; Rusça, X I I . yüz­ yıl ( İgor alayının destan ı [ Siovo o po/ku İgoreve ] , yaz­ ması : XV. yüzyı l ; en eski Rusça yazma : 1 377 de Povest' vremennıl; li!t' adlı vekayiname, Lavren ıiev yazması ) ; Macarca 1 200 sıraları ( Cenaze vaazı [Haloltibeszld] ) ; Fince. ı 2 3 2 (glos' lar ) ; Estçe, X I I I . yüzyıl (glos'lar) ; Sırp· ça, 1 2 34 (Dubrovnik knezi ]ani Dando l 'un Sı rhistan kıra· lı Sıefan Vladislav'la dosıluk andaşması belgesi ) ; Kuman Türkçesi, ı 303 ( Venedik'ıeki Codex Cumanicus ) ; Dalmar Romancası , 1 3 2 5 ( bi r mekıup ) ; Züryen, X I V. yüzyıl ( Ki­ tab-r Mukaddes tercümesi ) ; Hırvat, 1 392 ( Stj epan Dabisa'· nın voyvoyda Hrvoj 'a beraıı ) ; Çekçe. XIV. yüzyıl ( Latin­ ce Mezmur kitabında satır arası tercüme [ Zaltar Wıtten­ berkskf] ) ; Arnavuıça, X I V. yüzyı l ( Groıtaferraıa manas­ ıırındaki yazma ) ; Baskça, XV. yüzy ı l (bir şarkı [Leloaren

canlua} ) ; Polca, XV. yüzyıl ( Meryemana i lahisi [Pieifi Boga Rodzica} ) ; Breıonca, XVI. yüzyı l (dini piyesler ) ; Litvanca, 1 :547 ( Luther kateşizmi ) ; Rumence, n6o ( Core­ si inci/'i ) ; Letçe, 1 58 :5 ( Katolik kaıeşizm ) . Dil ııöçleri �e ölü diller : Avrupa'da tarih başlangı­ cında ş u d i l ai leleri n i n veya topluluklarının yaşamakta ol­ duğu anlaşılmıştır. Trakya kıyılarını, Ege adalarını, Yuna­ nistan'ı, Girid'i, Balear adalarını, İber yarımadasını, Fran­ sa'nın Rhône ağzı-Lyon-Havre çizgisinin batısındaki kısmı­ nı, ve Britanya adalarını, Eski Küçük Asya dilleri ( Alt­ kleinasiatisch, Asianique, Anatolic) nin Akdeniz-Atlas uzan­ nsını teşki l eden diller kaplamışıı. Bunların Girit'teki şek­ li Eıeo kret ( Fil isıin'e göç eden kısmı : Pilist) , Yunanistan'· daki Pelasg, İspanya-Portekiz-Fransa-İrlanda İngi ltere'deki İber ( İspanya'nın güneydoğu kıyılarındaki : Tartes veya Turdetan, güneyba tı Fransa'daki : Aquitan ) , İskoçya'daki de Pikt adiyle ranınmıştı r ; bk. ESKi KÜÇÜK ASYA D İL­ LERİ. Bu dil lerin Doğu ve Batı bölümleri arasında, yani Orta Akdeniz'de, Ligur dil topluluğu yer almış, ve Ape­ nin yarımadasiyle buna bağlı adaları ( Sicilya, Sardinya, Korsika) , güneydoğu Fransa'yı, İsvi çre'yi, ve Avusturya Tirol'unu kapsamıştı ; bk. LİGUR D İLLERİ. İber-Ligur alanının güneydeki ueları na Afrika'dak i Hami gruptan olan Numidia dili etkisini bırakmış olabilir ( G. von der Ga'Jelenız 1 894, H. Schuchardt 1 9 1 2 . A. Trombetti 1 92 5 ) . Kuzeydoğu Avrupa'da Ural ( Fin·- Ugor + Samoyed ) dil ai­ lesi yaşamakta idi. Bunlar, güney ucu müsıesna bütün İs­ veç'i, Finlandiya'yı, kuzey Norveç'i, Memel'e kadar Balırk denizinin doğu kıyılarını, ve Rusya'nın Meme! - Voronej ­ Ufa-Ural çizgisi kuzeyindeki kısmını kaplamışıı. Hint - Av­ rupa dillerinin ana yurdunu Avrupa toprak larında göste· ren teoriye göre, Pelasg-Ligur- İber dil alanı ile Ural dil alanı arasında Hint-Avrupa dil leri bulunuyordu. Baltık'tan Tuna'ya ve Alpler'e kadar yayı lmış olan bu d i l ailesinin iç bölümleri şöyle idi : kuzey İsveç'le Danimarka'da ( her iki memleketin adaları dahi l ) ve Wescr'le Oder nchir­ leri arasındaki kuzey Almanya'da ( Bremen - Hannover­ Stendal-Sıeııin çizgisi ) Germen di lleri ; Köln'den ı:ıaşlıyarak ve Rhein'ın her iki tarafında olmak ve doğuda München­ Nürnberg-Erfurt çizgisine kadar uzanmak üzere batı ve güneybatı Almanya'da Kelt dilleri ; Baltık kıyısında, Stettin ile Meme! arasında uzanan bir çizgiden güneyde Karpat'la­ ra kadar yayılan bir alanda Balt-İslav dilleri ; Çek-Avus­ turya-Macar sınırlarında İllyr- V en et dilleri ; Yugoslav-Ma­ car· Rumen sını rlarında Yunan- Makedon di lleri ; Ligur ala­ nının içerisinde, kuzey İtalya'da bir adacı k halinde İralik diller ; Rumtn· Slovak-Macar sınırında Thrak- Ermeni dilleri ; Karadeniz'in kuzeybatı kıyı larından Çernovi�-Kiev- J:Iarkov­ Rosıov'a kadar Besarabya ve Ukrayna topraklarında Hint­ İ ran dilleri ; Sararov- Stalingrad bölgesinde de To�ar dili ; Luvi-Hitit kolu da zaten Anadolu'ya geçmiş bulunuyordu. Kafkas bölgesinde, sonradan aynı adla anı lan diller yer almışıı. Avrupa'da dillerin yayılması Hint-Avrupa ai lesinin lehine ve şu şeki lde olmuştur ( bk. HiNT-AVRUPA DiL­ LERİ ) : Kelt dil leri önce batıya, Belçika'ya, Fransa'ya, İ span­ ya'ya, yani genel olarak İber dili alanına ( Kelt-İber kar­ ması ) , Britanya adalarına ( bu adalarda, eski tabakadan yalnız Pikt dili kalmı ş ) saldırmış, sonra da doğuya ve güneydoğuya, Almanya'ya, Balkan'lara, ve Karadeniz'in ku­ zeybatı kıyılarına kadar yayılmış ( Anadolu' daki kolu : Galat d i l i ) , fakat İralik ve Germen kollarının i lerlemesi •

298

AVRUPA DILLERİ

üzerine Milat sıralarında geri çekilerek kuzeydoğu Fran­ sa'ya, Belçika'ya ve Britanya adalarına sınırlanmıştır. Bir zaman sonra, Avrupa karasındaki kalıntı (Gallia [Goluva] dili ) de ölmüş, ve Keltçe yalnı z Britanya adalarında ko· nuşulmağa devam etmiştir. Fakat V . yüzyı lda Anglosakson'­ canın bu adalara saldı rması üzerine Keltçe bu adaların batı ve kuzey kısımlarına (Goidel denilen kolu : İrlanda, Manx adası ile İskoçya'da ; Brython denilen kolu da İngil­ tere'nin Gal [Wales] eyaleriyle Cornwall bölgesine ) ve Fransa'daki Bretagne eyafetine sığınmıştır. Cornwall'daki dil ( Carnoack, Cornish ) XVI II. yüzyılda İngilizce tarafın­ dan söndürülmüştür. İskoçya'da pek az kalıntı bırakmış olan Pikt dili de ölü dillerdendir ; bk. KELT DİLLLRİ. İralik d i l ler önce Ligur alan ı n ı sömürmüş ( Ligur topluluğuna bağlı Pre- İralik di ller : Cenova körfezi kıyı­ larında : Ligur, Taurin, Tricor, Inguan ; Kor si kada : Cors ; Sicilya'da : Elym ve Si can ; kuzey İtalya'da : Pre-Sabel dil­ leri [Picen veya Norvilara, Lepo nt] ) , Apenin yarımadasını ve batı Akdeniz adalarını kaplamıştı� ; bk. PRE- İTALİK DiLLER. Sonra, Ege kıyılarındaki Lydia ile Limni adasın­ dan Etrus k ( Tyrrhen ) dili göçmen olarak gelmiş ve bu yarımadanın batı kısmının ortasına yerleşmiş, hatta Alp'lere kadar kol salmış ( Rhaet dili ) , bir bölümü de Sardinya adasına çıkmıştır ( Sardana dili ) . Zamanla İtalik dil ler bunları da sömürmüştür. Aynı şekilde İ llyr-Venet kolun­ dan bir bölüm İtalya'nın Venetia ( Venet dili) ve Apulia (Iapyg dil leri : Dau n , Pencet, Messap, ve Sallent) bölge­ lerine göçmüşse de bunlar da çok geçmeden sömürülmüş­ tür. Calabria bölgesiyle Sicilya'ya akın eden Yunanca, ay­ rıca da Malta, Sardinya adalarına ve Fransa 'nın Marsi lya ve Avignon bölgelerine göçmen olarak gelen Sami aileden Fenike ( Pön) dili serpimileri aynı akıbete uğramışlardır. İtalya yarımadasını kapsıyan İralik diller şu tabioyu teşkil ediyordu : Roma dolaylarındaki Latium'da Latin, Praeneste, Falisc, Hernic dilleri, Umbria'da Umbr dili, Latium'dan Adriya denizine kadar uzanan bölgede Sabel dilleri : Volsc Mars, Aeq, Sabin, Vestin, Paelign, Marrucin, Latium'dan Calabria'ya doğru uzanan bölgede Osc dili, Sicilya'da da Sicul dili. Bir zaman sonra Latince İtalik dillerin hepsini sömürmüş, Roma devleti devrinde güney Belçika'dan baş­ lıyacak Fransa'yı, İber yarımadasını (Biskaya körfezi kıyı­ larında Fransa-İspanya sınırı hariç ) , Apenin yarımadasının hepsini, batı Akdeniz adalarını, İsviçre'nin bir kısmını, Dalmatia kıyılarını, Balkan'ların bir kısmını ( Balkan La­ tincesi ) kaplamışıır. Bu devirden sonraki Aşağı Uıince şeklinden Roman dilleri çıkmıştır. Bunlardan , Dalmat Ro­ mancası denilen dilin Veglia kolu XV . . Ragusa Kolu da XIX. yüzyılda İslavca tarafından sömürülmüştür. Roman dilleri Eski ve Orta ( Eski Fransızca, ( Langue d'oi l } , Eski ispanyolca, Eski Portekizce. Eski Provençal [ Langue d'oc] v. b. ) ) devirlerini geçirerek bugün Yeni şeki llerini almış­ tır ; bk. ROMAN DİLLERİ. Bu dil lerden olan Eski Fran­ sızcanı n Angio-Norman diyeleği siyasi bir rol oynamıştır (XI. yüzyı l ) . VIII. yüzyılda Arapça İspanya'ya ( Endülüs Arapçası, alj amia b. bk. ) , Malta, Pantelleria, ve Sicilya adalarına akın etmişse de, Ma lıa adası müstesna, zaman la öbür adalardan çeki lmişıir. Roman dillerinin doğu sınırı Germen ve İslav dillerinin baskısı altında biraz geri çekil­ miş bulunuyor. Balkan Uıincesi de adacıklar halinde dağıl­ mıştır ; bk. İTALİK DiLLER ve İTALİK-KELTİK DiLLER. İllyr-Venet kolu, İstria-Dalmatia - Epiros kıyılarına doğru inmiş, oralarda Dalmat, Histr, Latovic, Iapyd, Li-

burn, Autariat ve Taulant bölümlerini meydana getirmiş­ tir. İtalya'daki bölümü, yukarıda tarif edildiği üzere, İta· lik diller tarafından sömürüldüğü gibi ( Arnavutça'nın ora· daki kol ları müstesna) , Balkanlardaki bölümü de İralik ve İsliv, kısmen de Yunan-Makedon kolları tarafından sıkış­ tınlarak bugünkü Arnavuıluk'a ve dolayiarına sınırlandı­ rılmıştır ; bk. İLLYR-V ENET DİLLERİ. Tol]ar'canın Türkistan'a göç etmesi, Hint- İran kolu­ nun batı sınırının da Karadeniz'in kuzeydoğusuna çekilmesi üzerine, Thrak-Ermeni kolu, Marmara'ya ve Karadeniz'in batı kıyıtacına inmiş, Anadolu'ya da kol salmıştır ( Ermeni, Phryg, Mysia, Bithynia dilleri ) . Balkan 'larda Thrak, Get ve Dak ( son ikisi Rumanya'da ) , Karadeniz kıyılarİyle Kı­ rım'da da Kimmer dilleri kalmıştır. Bunlar zamanla İtalik. Yunan, İ slav ve Türk dil leri tarafından söndürülmüştür ; bk. THRAK- ERMENİ DiLLERi. İran kolundan olan İskit ·dili ( M. Ö. V I I . - V I . yüzyıllar) , bir aralık Karadeniz'le Hazer denizinin kuzeyindeki ovaları kapladıktan ( Hazer'in doğusunda : Doğu İskit [Soğudca] ; batısında : Batı İskit ( Eski Saka Sarmaı, Alan) diyelekleri ) sonra, Batı iskiıçe­ nin başlıca temsilcisi olan Alan dili ( M. Ö. I . - M . S. X I I I. yüzyıllar) Avrupa'ya akın ederek orada kaynaşmış, Kafkas' ların ortasında da kalıntı olarak Oset dilini bırak­ mıştır ; bk. İRAN Dİ LLERİ. Yunan-Makedon kolu Makedonya'ya, Yunanistan'a ve adalara inerek Pelasg ve bütün Yunan-öncesi ( Pre-helleni­ que : Leleg ( Pelasg'cadan daha eski] . Kaukon , Dryop, Ku­ ret, Teukr, Girit'te ayrıca Kydön ) dillerini yok etmiştir. Sonra, bu kol ikiye bölünerek ( M. Ö. V I I . yüzyı l ) . Make­ don bölümünde Makedon, Paion , ve Agrian dilleri yaşa­ mış. Yunan .bölümü zaman la bunları da sömürmüş, daha sonra da bi r taraftan Anadolu'ya, Karadeniz kıyı larına, Balkan 'ların güney kısmına, öbür taraftan da güney İtalya'­ ya, Sicilya'ya, güney Fransa'ya, ve doğu Akdeniz kıyılarına kol salmış, sonra Türk, İslav, ve Roman di llerinin baskısı altında Yunanistan'a ve adalara çekilmiştir. Genişlemiş devrinde Yunan'canın dallanması şöyle olmuştur : I. Es­ ki tabaka : 1. İon-Attike grupu ( Doğu İ on, Merkez İ on, Batı İon, Attike) . 2 Akhaia grupu ( Arkadia. Anadolu'­ da da : Pamphylia ve Kıbrı s ) . 3 Ai ol grup u ( Thessalia, Boiotia Ege adalarında da : Lesbos ) . l l . Sonrak i tabaka : ı Kuzeybatı grup ( Epiros, Aitolia, Lokria-Phokia, Akha­ ia, Elis Akarnania, Phthioı is) . 2 Dor grupu ( Megara, Korinthos, Argos, Lakonia, Messenia, Girit, Melos- Rhodos ) . M . Ö . I V. yüzyılda İon-Attike grupu öbürlerini söndürmüş, ve bu gr uptan koine denilen «müşterek» bir Yunanca mey­ dana gelmiştir ; Bizans devrindeki Yunanca da bunun de­ vamıdır. Yalnız bugün eski Dor diyeleklerinin küçük bir kalıntısı mevcuttur ; bk. YUNAN-MAKE DON DİLLERİ. Germen kolu kuzeye, güneye, Memel'e kadar da do­ ğuya doğru yayılmış, ve Doğu, Kuzey, ve Batı olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır. Got, Gepid , Burgund, Rug, Skir, Lemovi , Siling, ve Vandal dillerini içine alan Doğu bölüm bir aralık ( M. S. 350 sıraları ) Tuna boyunca Karadeniz kıyı larına ve Kırım'a kadar inmiş, Got dilinin doğu kısmı ( Ostrogoı ) buralarda epeyce kalmış, sonra İtalya'ya kadar serpili olarak yayı lmış, batı kı smı ( Visigot ) İspanya,ya varmı ş, Burgund dili Fransa'ya girmiş, Vandal dili Afri­ ka'ya bile geçmişıir. M. S. 500 den sonra Doğu Germence tamamiyi e sönmüştür ; yalnız Ostrogot'çanın Kırım'daki ( Kırım Gotçası ) ve Kafkas'ların Tarnan yarımadasındaki (Tetrax Gotçası ) kalınıısı XVI I I . yüzyılın ortalarına kadar -

-

-

-

-

-

-

AVRU PA yaşamıştır. Eskiden Suion'ların, Gaut'ların, ve Herul'ların konuştuğu Kuzey Germence bir birlik ( Ana Nord'ca [Ur· nordisch] , M. S. 300· 700 ) halinde kaldıktan sonra İ skandi­ nav memleketlerine ve İsianda'ya kadar olan adalara yayı­ larak Doğu ve Batı olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Doğu koldan İsveççe Finlandiya'ya da girmiş Gotland adası dili ( Altgutnisch ) çok geçmeden ölmüştür. Batı koldan olan ve Orkney, Shetland, Hebrid adalarında konuşulan Norn dili de 1800 sıralarında yerini İngilizceye bırakmıştır. İs­ kandinav di llerinin 700- 1 5 30 yılları arasındaki şekil lerine genel olarak Eski Nord'ca ( Aitnordisch ) denir, ve memle­ ketlere göre adlandırılır : Eski İslandca, Eski Norveççe, Eski Danca, Eski İsveççe, gibi. Germen kolunun batı bÖ­ lümü, yani Batı Germence, kuzeybatı ( Aşağı [Nieder] ) ve güneybatı ( Yüksek [ Hoch ] ) olmak üzere ikiye ayrılmış, Cimbr, lur, Angi, Saks, Chauk, ve Fris'çeden (Saks, Fris, ve Chauk'lara lngvaon denirdi ) olma kuzeybatı kol Jutland yarımadasİyle Fris adalarından Çukur Ülkeler ( Nederland ) e kadar yayılmış, bunlardan lut, Angi, kısmen d e Saks diye­ Iekieri V. yüzyılda İngiltere'ye geçerek Anglosakson'cayı ( Northumbria, Mercia, Kent, ve Batı Saks diyelekleri ) meydana getirmiştir ( 700- 1 1 50 ; daha sonra Angio-Norman dilinin Fransa'dan akın etmesiyle Orta İngilizce 1 1 50- 1 500 ) . Saks dilinin Almanya'da kalan kısmı Eski Saks ( Aitsachsisch, 800· 1 1 00) ve Orta Aşağı Almanca ( Mittelniederdeutsch, 1 100-1600) devirlerini geçi rdikten sonra bugünk ü Aşağı Saksça şekline girmiştir, ki Plattdeutsch denilen Yeni Aşağı Almancanın başlıca bö lümüdür. Kuzey Holinda ile Schles­ wig'e ve Fris adalarına yerleşen Fris dili de 1 2 50- 1 600 yılları arasında Eski Fris'çe denilen şeklini yaşamıştır. Lom­ bard, Suev, Cherusk, Katt (Suev, Cherusk, Kart'lara Her­ minon denirdi ) , Frank ( Isrvaon' ların başlıca bölümü) , Ale­ mann, Markomann ve Quad diyeleklerinden olma güney­ batı Germence güneye ve doğuya doğru yayı lmış, Lom­ bard ( Langobard ) dili Alpleri aşarak İtalya'ya girmiş ve X I . yüzyılda orada kaybolmuştur. Frankçan ın bir kısmı Aşağı denilen Kuzeybatı kı sma geçerek, orada Eski Aşağı Frankça ( Aitniederfrankisch, 800- 1 200)yı meydana geti rmiş­ tir, ki Orıa Aşağı Frankça ( 1 200- 1 80 0 ) merhalesinden geçti kren son ra Holanda ve Flandria'da k ı smen de kuzey­ batı Almanya 'da konuşulan bugünkü şeklini ( Yeni Aşağı Frankça) almıştır. Güneybatı grupun öbür diyelekleri de ikiye bölünerek Yüksek ( Hoch ) , arazi bakımından Orta ( Mittel) ve Yukarı (Ober ) Almanca diyeleklerini doğur­ muştur. Yüksek Almanca, Eski ( 740- 1 1 00 ) ve zaman ba­ kımından Orta ( 1 100- 1 500) denilen şeki llerden geçmiştir. Arazi bakımından Orta Almanca deni len şekil, Aşağı ve Yukarı Almanca arasında bir geçiştir. Rhein, Mosel, Ripwar Frankçaları ile Thüringen ve Yukarı Saks diyelekleri Orta Almancanın başlıca kollarıdır. İ sviçre ile Alsace'ın bir kıs­ mını kaplamış olan Alemann, Schwabia'yı tutan Suev, Bav­ yera ile Avusturya'da yerleşmiş olan Markomann diyelek leri Yukarı Alınaneayı meydana geti rmiştir. Orta Avrupa 'da İsliv- Macar bölgesine girmiş olan Quad diyeleği geri çek il­ mek zorunda kalmış. ve başka diyeleklerle kaynaşmıştır. Böy le olmakla beraber, Ba tı Germence doğuda Baltça ile isliv cadan arazi kazanmıştı r ; bk. GERMEN DiLLER İ . Ba lt- İsliv kolu eski bir devirde Balt ve İsliv olmak üzere ikiye bölünmüştür. Balı ı k denizinin Doğu Prusya'dan Estonya'ya kadar uzanan bölgesine yerleşmiş olan Balt bö­ lümü içecilere doğru genişlerneğe başlamış, fakat bir taraf­ tan Fin-Ugor, Öbür taraftan da İslav ve Alman dilleri onu

DILLERİ

199

yine Baltık kıyılarına sıkıştırmışlardır. Balıçanın Batı üye­ lerinden olan ve Doğu Prusya'da konuş ulan Eski Prus dili ( Prüsiskai ) XVI. yüzyılda ölmüştür. Pomesan, Poge­ san, Varmc, Sambe, Natanga. Bana ve Sasna diyelekleri . ile Sudav ve latving (Yadzving ) dilleri de aynı batı bö­ lümüne bağlı idiler ; hepsi de aşağı yukarı aynı zamanda ölmüştür. Ölü Nadrav ve Scalav diyelekleri de Prus-Litvan dilleri arasında geçiş diyelekleri idi ler. Baltçanın Doğu bölümünde birer ayrı üye olan Aist, Galind ( Golyad ) , ve Kor ( Kurland'da ; ölm. ı 700 sıraları ) dilleri ile Letçeye bağlı Zemgal (Aa ırmağı dolaylarında) ve Sel ( Dvina ır­ mağı kıyılarında) diyelekleri de eski devirlerde ölmüştür. Balıçanın Batı bölümü tamamiyle ortadan kalkmıştır ; bk. B ALT - İSLAV D İLLERi, ve BALT DİLLERİ. İsliv bölümüne gelince, tarihe geçmiş en eski üyele­ ri Velt ve Lugi diyelekleri ( Oder ırmağı dolaylarında) olan bu dil topluluğunun batıya doğru i ledeyişi Almanca tarafından geriye atılmış, buna karşılık bu topluluk Balı, Ural ( Pin Ugor + Samoyed ) , Altay, Got, Roman, ve Yu­ nan dillerini geri leterek, bir taraftan doğuya ve kuzeye, öbür taraftan da, Macar- Germen- Roman seddini · yararak, güneye doğru yayılmıştır. Buna göre de bu kol Doğu, Ba­ tı, ve Güney olmak üzere üç dala ayrı lmıştır. Batı İslivca, Almancanın en çok hırpaladığı bir dil topluluğu olmu�tur. Bu bölüm i çerisinde Lel}it ( Lechite) grupun kuzey kısmı­ n ı teşkil eden Hannover ( Drevian , Brezian ) , Elbe ( Smo­ lints, Polab, Varnav, Linian, Morikan , Rata r ) , Rostock ( V-;grian, Obodrit, Batı Çızan, Kuzey Ran ) , Oder ( Doşan , Havolan, Stodoran , Sprevian, Çerspenan , Doğu Çızan, Gü­ ney Ran, Dolen�, Vkran, Volinian, Periçan ) diyelekleri­ nin hepsi söndürülmüş, bunların en önemlisi olan Polab ( = Laba [E Ibe] kıyısı ) dili XVII. yüzyılda göçmüştür. Bu gruptan yalnız Vistul ı rmağı diyelekleri ( Pomorski ) Danzig' in kuzeybatısında ufak adacıklar halinde hala yaşa­ maktadır. Le!Jit grupun güney kısmını teşkil eden Pol'ca ( Pole = ova ) nın doğu ve güney sınırlarında bulunmuş olan eski Kuyav, Polan, Golesi�. Opolan, Dyadosan, ve Bobran diyelekleri de ölmüştür. Eskiden Saksonya'da ge­ niş bir alanda yayılmış olan Lusa� ( veya Wen d, veya Sorab) grupu da bugün çok büzülmüş, Aşağı Lusa�'çanın Serbişç, Nizi�. Neleri�, Lusa�. Yukarı Lusa�'çanın da Milçan, Sorab, Nişan, Dalemin� diyeleklerinden çoğu kay­ bolmuştur. Batı İslivcanın başka bir kolu o lan Çekçenin Luçan , Zliçan, Dudleb gibi eski diyelekleri Çekçe içinde kaynaşmışıır. Doğu İslivca ( eski Ant dili ) , İslivcanın en çok gen işii yen kolu olmuştur. Eskiden Kuzey ( Novgorod ir Baro kurulur. B u kuı uluşu Adaleı Bakan l ığına bir yönde. 3 soluk borusunun dışına doğru. Bu üç tarzdaki patlama}·a bildirilmekle Baro bir tüzel kişi olur. göre de, fırlatma sesiere «içe fı rlatma sesler» ( injectivae ) , Her baronun bir genel heyeti. bu heyerin seçeceği bi r baro reisi ye bir idare meclisi vard ı r. Baro reisi baro· «sıyırıp fırlatma sesler» (d isjecri vae ; boğurolanma yerine y u ıemsi l eder. Adalet Bakanının, bütün A. larla baro göre de : «dudak.arddamak sesleri» [ labiovelares] ) , ve «dışa fırlatma sesler» ( ej ecti vae) denir. idare meclisi ve rei si üzerinde nezareı hakkı vard ı r. Avu l siyon ( avulsion ) , yukarıda anı lan «şakırtı sesleri»� İdare meclisi disiplin meclisi sıfaıiy le A. la ra . disip­ lin cezaları verebi l i r. Bu meclisin ihrardan başka vereec ği (click, Schnal z ) n e has olan bi r «çekip çıkarma», yani em-

-

-

-

-

-

-

-

307

AVULSİF - AVUSTRALYA me hareketiyle bir «patlama» ( explosion ) meydana getir­ me hareketid ir. Bundan dolayı da Alınaneada bunlara hem «şakı ıtı sesi» ( Schnalzlaut [İng. click = çıkırtı] ), hem de «emme ses» ( Sauglau t ) denmiştir. Mesela bic şeyi kuvvetle öperken çikarı lan ses ( Kusslaut ) , bi r «dudak şakrrcısı» (clic labial ) o lduğu gibi, atları teş vik eı mek için arabacı­ ların çıkardığı ses de «di l yan ı ş a k ı rtısı » (clic latera l ) drr. En çok Güney Afrika d i llerinde ( Bantu Hottentot, Bush­ man ) bulunan bu «şakırtı sesleri»n i n 24 kadar çeşidi var­ dır ( labial, Iabio-dental, interdental, posıdenta l . abversal , cerebra (, latera l . iateral - arrondi, iateral - ve ( ai re, V . b. ) . Avulsif seslerdeki boğumlanma mekanizması şöyledi r : kapantı (occlusion ) çifte olur, yani ağız içindeki so· luk iki taraftan engellenir, biri ard- damaktan ( velaire) ' öbürü dil ucundan ( apical ) , bazan da dudaktan ( Iabial ) ; bu şekilde dört tarafran kaparılan ağız kovuğu içerisinde, dilin ona kısmının alçalması sonucunda, hava azalır, yani sey ı ek leşir ; kapantıyı yapan kasları n gevşemesi üzerine. hava içeriye doğru patlar, ve «şakrrıı» denilen karakteristik ses meydana geli r ; dil ucunun (apica l ) yaptığı kapınıının yerine, ve patlamanın mahiyetine, yani net veya karışık ( affrique, bk. AFRİ KE ) , önde veya arkada olmasına göre bu şakı ıt ının mahiyeti de dtğişir ; ard-damaktaki ( velai re) kapanıının çözülmesine, gırtlakıan bir parlama ( explosion gloıtale ) , solukluluk (aspi ration ) , veya geniz i i l i k ( nasaliıe) de katılabilir. «Şakırır sesleri» nin, genel olarak, soluk almak ( At­ mung ) a bağlı deği ldir, ve yukarıda anı lan içe-çekişii ( in spi­ ratoi re) fonemierden bambaşkadı r ; bu sonuncular, çifte kapantı ve emme ha reketi yapı lmadan , sadece soluk içe çekili rken çıkartılan seslerden olmadır. mesela içe çekerek söyleni len he ! gibi ; içeriye çekmekle emme k arasında bü­ yük fark vardır. Bazı kere, «avulsif» kelimesin i «yuımak» an lamına kaydı rmak suretiyle, «içe- çekişli» ( in spiratoire) sesiere de, ilmi olmıyarak, «avulsif>> den ilmiştir. «Şakı r­ ıı sesleri» solukla ilgili olmad ı ğı ıçın, öıümlü ( so­ no re) de olamaz. Bazan «ötümlü şakrrtı sesleri» ( voiced clicks) terimi kul lanı lırsa da, bu olaydaki örümlülük, şa­ k ı rtının esasını ı eşki l etmez ; şakırıı devam ederken, aynı zamanda burun yoliyle de ses ç ı karma mümkün olduğu için, bu ötümlülük o sese aittir. Bk. ŞAKIRTI S ESLERİ ; ayrıca bk. R. Stopa : Die Schnalze : ihre Natur, Entwi, «pek çok» gibi deyimler k ullan ı lır, Wi rad yuri ı r; u m bai, 2 = bula, 3 = bula - r; u m bai, 4 = bur;gu ( çok ) , 5 = bur;guga/ar; ( = pek çok ) ; genel o l a ra k 2 0 d en yukarısı sa y ı l m a z . Fi i l çekimi sonek iere dayanır ; etıiri m l i ( i l li, causaıif ) , dönüşl ü ( mutavaat, reflexi f l , karş ı l ı k l ı ( müşareket, recip­ roque ) gibi fiil binaları yapan ekler de vard ı r : özne ( fa i l ) zami r i n i n k ı saltılmış ştkli f i i l i n son una ek lendiği gibi ( mesela Wiradyuri yanana-tu = gideri m ; krş. r;atu = ben ) , nesne ( nıeful ) za m i ri de fii l gövdesine a l ı n a b i l i r , W i rad­ y u r i bu mali - r;ftı -dyu = onu dövebi lirdim, gibi. Masdar ( infinitiO , şek l inden başka şart. emir, men ( prohibitif, metutif l , izin ( permissif ) , başlama ( inceptif) v. b. k i ple­ ri ( siga ) i le gen i ş ( muzari ) ve ş i m d i k i l i k ( h a l ) zaman la­ rı bulunduğu gibi geçmişlik ve geleceklik zaman ları da pek a y rıntılıdı r : bi r fiilin bugün, dün , yakın geçmişte, uzak geçmişte , pek uzak geçmişte, bel i r l i b i r geçmişte, belirsiz bir geçmişte, veya başka bi r geçmişten evvel iş­ lenmiş olduğuna göre bugü n k ü geçmişlik ( praeteritum ho­ d iern um ) , dünkü geçmişlik ( p raeteritum hestern um ) . ya­ kın geçm i ş l i k ( praeteri tum propinquum ) , u z ak geçmişl i k ( p raeteritum remotum ) , pek uzak geçmişlik ( praeteri tum remoı i us ) , bel i r l i geçmişlik (praeteritum dtfi n i tum ) , belir­ siz geçmiş l i k ( praeıeri tum i ndefiniıum ) , ve geçmişlik ön­ cesi ( p lusquamperfectu m ) zaman ları vardı r ; aynı şekilde, ge lecek lik de bugünkü, yarınki, yakın, uzak, belirli, belir­ siz, ve bitmiş C futurum exactum) türlerin i gösterir : me­ sela Dieri r;ato r;anka-la wiri = bir k aç gün evvel yapmış­ t ı m , r; a t o r;anka-na- la = vaktinde yapmıştım, r; a t o r;anka­ na- wonti = uzun zaman evvel yapmıştım, Wiradyuri b ü m ­ - e -giri = vurmuş olacağrin, b ü m -al-awa-giri = hemen vu­ r acağ ı m , b ü m -al- r;ari- a ıua-giri = bugün muhakkak vu racağım, gibi . Akrabahk bağl a rı : Av u sturya d i lleri n i Afrika ( hu­ susiyle N i l - Çad, ve Nil H abe ş g r upları ; E. M . Curr 1 88687 ) , M elane z y a - Polinezya ( H . Schn o rr v. Carolsfeld 1 890, v. b. ) , Dravid ( ]. M a ı hew 1 899 ) , Andaman ( A. Trom­ betti 1 90 5 , 1922. R. Gatti 1 907-09 ) ve başka dil ai leleri­ ne bağlam a k isıiyenler olmuşsa da, bu yold a i leri sürülen tan ıtlar çok z o y ı f görülmüştür. Öbür taraft a n , Eski Av us­ tralya tabak asının da Papua ( dola y ısiyle de Andaman ) dil­ leri>· le i lgi l i bulunduğuna d a i r o rtaya a t ı lan g ö r ü ş l e r daha müsait karşılanmıştır. Fakat bu ihtimalleri gerçekleşti ren hiçbi r mukayeseli gramer henüz yapı lmış değ i l d i r.

veren

mad'an

mar d' in

bar;ga

­

= =

=

=

=

1

AVUSTRALY A EDEBlYATI, Av u stralya ve Tas­ maoya adalarının teşk i l ettiği Avustralya Commonwealth'­ inde ı 8 1 0 yı l ı n d an beri İ ngi l i z dilinde yazı l m akta olan edebiyat ( ayrı bir Dominion olan Yeni Zelanda için bk. YENİ ZEL ANDA E D E B i YATI ) . Ba§langıcı v e gen el nitelikleri : Avustralya 1 688 den beri İngi liz den i zci leri ( Wi l liam Dampier, James Cook, v . b. ) tarafından ziyaret edi l m işse de, ilk yerleşme 1 788 de İngiltere'den gönderi len 778 can i için Arthur Phi llip tara­ fından kurulan Sydney Cove ( New South Wales bölümünde şimdiki Port Jackson ) mevkiinde olmuş, Avustralya edebiyatı da bu cezaevi havası içinde, 2 2 yıl sonra orada başlamıştı r. Bu tarihten önce Avustralya ' da yalnız kanunnameler ve resmi yazı lar buluruz. Michael Robin son ' ı n 1 8 1 0-2 1 y ı lları arası nda türlü vesileler münasebetiyle yazdığı ş i i rlerinden

3 20

AVUSTRALYA EDEBIYATI

son ra, bir ş i i r kitabı olan ve First Fruits of Australian Poetry ad ı n ı taşı yan i l k eser, New South Wales başyargıcı

B a ı ron Fei ld tarafından yazı lmış ve 1 8 1 9 da Sydney'de basılmıştır. Bu şeki lde başlıyan Avustralya edebiyatı n ı n başlıca karakteristik leri ş u n l a r olmuştur : Avustralya kırla­ rının ( yerli İngi lizcede : bush, l ugat an lamı : «çalı » ) , ceza­ e v i nden kaç ı p ç a l ı l ı k larda gizlenen can i lerin ( yerli İ n g i­ l i zcede : bushranger ) , koyuncu luk la uğraşmak üzere kı rlar­ da yerleşen ai lelerin ( yerli İngilizcede : squalter ) , cezaevin­ den çıkara k serbest hayata k:ıvuşan larla ( emancipist ) aris­ ıokra t göç menler ( exclusi vist) arasındaki mücadelen in, 1 8401 8 5 0 yı llarında altın maden ieri nin ortaya çıkarı lması ü ze­ rine bu memlekete yapılan «altın akını» (gold ı ush ) n ı n , ıopogı afya, t a r i h , şiir ve roman şeklinde tasvi ri ve teren­ nümü. Avu stralya'daki edebiyat anavaıandaki edebiyatın denizaşırı bi r kolu olarak başlamış ve g i tgide bağımsızlı­ ğını kazanmıştır. Avustralya edebiyatı doğduğu zaman İngi­ liz edebi yatı Romantizm çağında bulunduğu için, Avustral­ ya edebiyatı daha i lk adımlarında bu ç ığı rda y ürümüştür.

İlk devirde şii r : İlk yazı lar göçmen ler ve i dare adamları tarafından yazı lmış, milli ruh ancak ikinci nesi l zamanında beli rmeğe başlamıştır. Bunlardan i l k i , New South Wa les'teki cezaevlerinden birinde çalışan bir cerrahın oğlu W. C. Wentworth'tır. Sömürgenin kuruluşundan an­ cak � yıl sonra doğan bu zat, 1 8 1 9 da memleketini ve Tasmanya'yr tas v i r ettikten (A Statistira/, Histarical and Po/itica/ Description o/ New South Wales and Van Die­ men' s Lan d) sonra, Sydney'de i l k gazete olarak çıkan The Sydney Gaz elle te Avustralya'yı terenn ü m etmiş ( Aus­ tralasia. 1 8 2 3 ) , Sydney'de avukat olarak yerleşm iş, bir ar­ kadaşi yle 1 8 2 ı te kurduğu Austra/ıan gazetesi nde Avus­ '

tralya'da self - go vernment esası n ı savunmuş, 1 8 5 2 de de Sydney üniversitesi n i meydana get i rmiştir. Aynı New South Wales bölümüne göçmen olarak gelen din adamlarından ]. D. Lang, Aurora Borea/is ( 1 8 2 6 ) baş lıklı di rı i ş i i r i n ve Histariral and Statistical Account o f Neu· South Wa · /es ( 1 8 34 ) a d l ı tarihin yazarıdır. Bu y ı l larda i l k yerli şa­ irlerden biri olan C. Tompson bu r u h l a teren n ü m ettiği şii rleri ( lVi/d Notes from the Lyre o/ a Native Minstre/, 1 8 2 6 ) ortaya koymuştur. Bundan sonra, 1 8 5 0 sıralarında, D. H. Deniehy, W. B. Dalley, H. Halloran, R. P. L. Rowe, ]. S. Moore, Caroline W. Lea key ( Lyra Australis, 1 8 54 ) gibi ikinci derecedeki şair ve gazeteciler arası ndan değe r l i yazarlar sivrilmeğe baş lamıştı r. Bunlardan bi rincisi olan Ch. Harpur, Avustralya kır manzalarını ve oradaki hayatı teren nüm etmiş ( Thoughts : a Series of Sonnet s, 1 84 5 ; A Poer's Home, 1 8 62 ; The Tower of the Dawn, 1 865 ; en tanınmış şiiri : manlı'lar zaman ında A. karşılığı olarak Nemçe sözü kullanılmıştır. A. , B i t inci Dünya Harbi'nden sonra ( t 9 ı 8 ) esk i Avusturya- Macaristan İmparatorluğu'nun Almanca konu,u · lan bölümünde k u r ulmuş bi r cumhuriyettir ( H m i lyon nü­ fuslu eski imparatoı luğun sekizde birinden ibaret ) . A. , kuzeyde Bohemya küt lesi ve Tona boyundan güneyde A l p · ön yeri ( Alpenvorland ) ne ve Alp' lere iyice sokulur. Ba-

324

AVUSTURYA len bir çeşit killi tabakalarla bunlar üzerindeki lös'ler teş­ kil eder. Bunun doğusunda uzanan Viyana çevreği, ' ' Alp'­ lere doğru bir girimi meydana getirir. Nihayet, Alp'lerin doğu etek leri boyunca Graz'a kadar uzanan ve Pannonia ovasının bir ken an olan tepelik ve d üzlük yöre ( Burgen­ land ) , 300 - 500 m yükseklikte olup, Yukarı Tersiyer taba­ kalarından meydana gelmiştir.

Viyana' d an b i r görünüş ( Belv.dere )

tıda Ren ırmağı ndan doğuda Pannon i a ovasına kadar uza­ n ı r. A. , kuzey ·. ve k uzeydoğuda Çek oslovakya, kuzeybatıda Almanya, banda İsv!çre, güneybaı ıda İtalya, güneyde Yu­ goslavya, güneydoğ�da Macari stan ile sınırlanmıştır. Orta Avrupa'n ın- güney bölümünde doğudan baııya doğru daralarak uzanan A. , denizlere açık olmıyan bir iç memlekeıti r. Batı Avrupa'dan uzanan ana yolların Alpön· yeri' n i geçeıek doğuya doğru uzandığı Tuna boyu ile Alp ve Karpat'lar arasında bir geçit yeri bulunan Leitha çuku­ runun A. topraklarında bulunması, kuzeydoğu - güneybaıı doğr ultusunda uzanarak Silezya·Moravya geçidi-Doğu Alp'­ ler-Po o vasını birleştiren yolun Viyana çevreğİnden geç­ mesi, A. ya önemli bir geçit memleketi özel liğini sağla­ mıştır. Bu arada büyük vadi çukurlukları ve birçok boyun­ lar ( Brenner, Arlberg ) , Alp' leri aşarak güneye ve batıya doğru kolay bağlantı yerlerini teşkil etmişlerdir. Böylece, durumu ve geçit yerlerini tu tmuş olması bakımından A. , doğal ve k ültürel bak ı m lardan Batı ve Doğu Avrupa ara­ sında önemli bir geçiş yeridir.

Yerııekilleri ve yapı : A. n ı n çok yeri Alp'lerde de bulunduğundan dağ l ı k bir' memlekettir. Yerşekilleri ha· kırnından A. yı şu bölümlerde toplamak mümkündür : 1 - Kuzeyde Bohemya k ütlesi, güneydoğu ve doğu­ ya doğ r u yavaş yavaş alçalarak uzanan, 500·800 m yük­ seklikte, eski kristalin külıelerle Mezozoilc tabakaların aşın­ masından meydana gelmiş bir yonıukdüz'dür. Burası bü­ tün A. n ı n onda birini tutar. Tuna'ya soldan karışan kol­ tarla iyice yarılmış bulunan bu yonıukdüz üzerinde yer yer dağlar ve sırtlar uzan ı r. Tuna nehri bu kütleyi güney­ den yarmavadi ler açacak şekilde yarmıştır. 2 - Alp ve Ka rpat önyerleri ile Macar ovasının bu­ raya düşen ucu, A. nın çukur ve düz yerlerini teşki l eder.

Buraları A. nın ancak Yo unu tutar. Bu düzlüklerden bi­ ri Alpönyeri'nin doğu parçasıdır. Burası denizden 400-500 m kadar yüksek l i k te, buzul devri tonu ilan ( buzultaşlar, fluvioglasyal tabakalar) ile örtülü bir sek i ler ve kıranlar yöresidir. Burada yalnız Kobernauser Wald ile Hausruck ( 800 m ye kadar) iyice parçalanmış Pliyosen tabakaların­ dan meydan a gelmiştir. Enns ı rmağının doğusunda ise çok yeri buzul devri çakıliariyle kaplı, üzeri lös'Jerle örtülü, altı Miyosen tabakalarından teşekk ü l etmiş 200 - 300 m yüksek liğinde bir sekiler yöresi görülür. Alpönyerinin do· ğusunda Karpat önyeri u zanır. Bohemya kütlesi n i n doğu eteklerinden Karpat' lara kadar tepelikler halinde uzanan bu yörenin yapısı n ı Miyosen kumları ile Schlier adı veri-

3 - A. toprak ları n ı n onda yedisi Alp'lerdedir. Ku­ zeyde dar bir alanda uzanan molass yapılı Vorarlberg dı­ şında, güneye doğru sıralar halinde fliş yapılı Alp' ler, Kuzey Kalker Alp' ler. Orta ve Güney Kalker Alp' ler sıra­ tanır. Batıda A Merkez Alp'lerinin ana doruğuna, doğu­ da Tirol ve Karinthia'da Güney Kalker Alp'lere kadar va­ rır. Bu dağlar arasında uzunlama giden 2 vadi çukurluğu vardır : k uzeyde Vorarlberg ile Inn, Salzach, Enns ve Ona Mur vadi leri sırası, güneyde Rien z vidisi, Toblacher Feld, Drava vadisi. A. Alp'lerinin çukur boyuolariyle büyük akarsuların Kuzey Kalker Alp' lerdek i derin yarmavad i leri, bu dağlara parçal anmış bir biçim vermiştir. Daha çok Oligosen devrinin şaryaj lı bir yapısı n ı göstermesine rağ­ men , merk ezdeki Doğu Alp'ler, Miyosen başında yontul­ muş, alçak, yassı dağlar biçimine gi rmiştir. Bundan sonra Miyosen ve Pliyosendeki şiddetli yükselmelerle bu dağlar bugünkü yüksekliğine ( 3 000 - 3 500 m) erişmiş, Alp sıra­ ları arasındaki çanaklar meydana gelmiş, akarsu ve vadi ağları gelişmiş, bugünk ü yerşekilleri n i n ana çizgi leri böy­ lece belirmiştir. Eski yassı yerşekillerinin oldukça geniş yer tutan kalıntıları, yalnız kuzeydoğu Kalker Alp' ler pla­ tolarında ( R ax Alpleri ) kalmıştır. Buzul devrinde bu dağ­ ların çok yeri buzul aşındırma ve yığmasiyle değişiklikle­ re uğramış, birçok dağ ve vadi gölleri meydana gelmiştir. Bugün, buzul alanları Kalker Alp' lerin en yüksek doruk katıncıa ( Parseier Spitze 3 038 m, Dachstein 2996 m) bile azalmıştı r. Buna karşı lık. Ötztal, Zillertal Alp'leri ile Ho­ h e Tauern 'de buzulların sayısı çok olup ( 2oo· den çok buzul ) , geniş yer kaplar. Grossglockner, A. nın en yük­ sek sivri si ( 3 798 m ) , Pasterze en büyük buzu l u ( 1 870 te 32 km�. 1 9 �0 da 24,5 km2) dur. Kar sınırı Merkez Alp­ lerinde ortalama 2 900 m, kuzey Kalker Alp'lerinde 2 700 m yüksek lik gösterir. Iklim, bitki : A. ı klimi, batıda çok nemli ve serin Okyanus ık limi özelliği gösterdiği halde, doğuda, daha çok, kara ıklimini andırır. Bohemya dağlarının ı k limi sert olup, kar ve yağmurları boldur. Alpönyeri'nde yağış daha azdır. Hele doğuya doğru daha da azalır (yılda 5 0 - 60 cm ) , y ı l­ l ı k sıcak I ı k oynamaları artar, bu arada şiddetli batı rüz­ garları eser, kışlar çok sisli olur. V iyana çevreğinde ol­ duğu gibi, Burgenland'da da yaz mevsimi çok sıcak geçer, yağış az olur. Alp'lerin türlü yerlerinde birbirinden fark l ı ıklim yöreleri vardır : genel olarak Alp'lerin d ı ş a bakan yamaçl a rında yağış boldur ( y ılda 1 5 0 - 250 ·. cm ) , dağlar arasına sıkışmış vidilerle çanak larda ise buna göre çok azdır ( ortalama 5 0 - 1 00 cm) . Hususiyle yazın kuzeybatı r üzgariarına karşı olan yamaçlara çok yağmur yağar ( me­ seli yıllık yağışı 1 9 ! cm olan Reute'de yalnız yazın yağan yağmur miktarı 76 cm yi bulur ) . Alp'ler arasındaki çev­ cek ve vadilerde ( hele Klagenfurt'ta) kış lar çok soğuk ge­ çer. A. Alp'lerinde föhn ( b. bk. ) rüzgarları da öneli yer tutar. A. , Alp'lerin ve Pannonia ovası �·ın biıki onusu ve hayvan topluluğunun birbirine girdiği bir yerdi r. Çoğu iğne yapraklı ağaçlardan meydana gelmiş_ bulunan oı man-

AVUSTURYA, SULAR

2

- Karinthia'da Drava ırmağı boyunda Villach kasabası. 2 Kirzsteinhoın ( Hohe Tauern, Salzburg ) kar�ı· sında Zell am See'nin görünüşü. � Aşağı Avusturya'da Tul luer çevreğinde Tuna vadisinin tabanı ve Grei­ fensteln şatosu. 4 Tirol'de Wildspitze doruğu. � - Tirol 'de Innsbruck (geride Alpler) . 6 Tıı.hkimli yeri ile birlikte Salzburg. -

-

-

-

3 26

A V UST URYA

lar, hususiyle Alp'lerde geniş yer tutar. Kalker Alp' lerde 1 400 m, Ötzt a l Alp' lerinde 2 ı 70 m arasında değişen o r· man sınırı üstünde, Alp çal ı l ı k ve çay ı r l ıkları uzanır. Ya­ ban hayvan ları arasında gey i k , k araca, dağkeçisi tavşan , yaban horozu, keklik çok miktarda yaşar.

Sular : A. n ı n ba ş l ıca nehri, Tuna'nın Passau i le Bratislava arasında kalan � 50 km l i k bö l ü müdür. A. toprak· larının Vorarlberg d ı ş ı n da kalan yerlerindek i akarsular Tuna'nın bu bölümü i le buna karışan kollardan meydana gelmiştir. Bohemya kütlesinden Tuna'ya bir�ok küçük kol­ lar ( Grosse Mühl, Aist, Krems. Kamp) karışır, Alp'lerden i se Salzach i le birleşerek büyük bir ı ı ma k ha l i n i alan Inn ve daha i leride Kalker Alp' lerinden gelen Tr aun, Enns, Ybb5 Trai sen . n i hayet sağdan Leitha, mldan March ı r mak la rı dökülür. Viyana yak ın ındaki düzenlenmiş yatağın­ dan Tuna, ortalama olarak sa n i yede ı 97 3 m3 su geçi rdiği gibi, sed lerle çevrilmiş bulunan su bask ını yerlerinde, en kaba r ı k zamanlarında ı o 000 m3 su geç i rdiği olur. Suların y ı l içindeki en kaba r ı k zamanla r ı , dağlardaki kar ve buzların eridiği ve şiddet l i yağmurların yağ· d ığı yaz ayiarına raslar. Tuna boyundaki birçok yar· mavadi ler boyunda su kuv vetinden enerj i elde edilmekte, 25 yı ldan beri , gitti kçe artarak, Alp'lerdeki su kuvvetlerin· den de faydalanılmaktadı r ( ı 94 5 te ı 26 milyon Kw, yalnız Vorarlberg'den 1 94 6 da 7 11 5 000 Kw enerj i elde edilmişt i r ) . A. nın türlü yerlerinde çok tu rist çeken bi rçok güzel göl ler vard ı r. Nüfue : A. da Alman'lar, bütün nüfusun % 90 dan çoğun u teşki l eder : % ı O dan azı i se S loven ( Karin ı hia'da ) , Hırvat, Çek . Macar ( Bu rgen land'da) ve Yahudi' lerden meydana gelmişt ir. A. halkının % 95 i Almanca konuşur. i k i nci Dünya Ha rbi 'nden önce say ı ları 300 000 i bulan Yahud i ' ler, en çok, Viyana'da toplanmı� lardı. A. da din bak ımı ndan da bi r l i k vard ı r : n ü fusun % 90 dan fazlası Katolik olduğu halde, ancak % 4 ten biraz fazlası Protes­ tan, % 2 kadarı Musevidir. Doğal ve ekonomik şarı larla i lgi l i olarak n üfus, en çok, Viyana çevreği ( k m2 ye 200 kişi ) i l e Vorarlberg ( k m 2 ye 1 5 3 kişi ) , Alp'lerdeki uzun­ l ama vadi ler ( km2 ye ı oo kişi) de toplan mıştır. Buna kar· şılık, Alp' lerde onalama nüfus sıklığı 25 35 kadar bir de ğer gösteıir, daha y ü k sek yerlerde i se 8 - ı o kişiye i necek kadar seyıek leşir. A. nın sık nüfuslu yerleri tarım bölgeleri d i r : Alpön· yeri'nde nüfus sık l ığı ı ı 4 , Bu rgen land'da ı ocı, Steier tepe­ l i k yöresinde ı 3 0, Klagenfuıt'ta 9 0 . Buna karşı lık, bütün A. n üfusun un �- ü Viyana ve çevresi nde toplanmıştır. Nü­ f usun ·r\ı· u i se 2 büyük şehir ( G raz ı 5 3 000, Linz 109 000)

i le 2 0 000 den çok nüfuslu 8 şehi rde bul unmaktad ı r. A. da nüfus, çok ağır bir şekilde art maktadı r.

Çuk ur düzlük lerde yer leş me ya deditopl u yahut da­ ğınık k öy ler halindedir. Alp' lerde ise tek tek çift l i k evle­ ri serp i l mişti r, burada büyü k köylere yalnız geniş vadi ler· de raslanır. A. da çalışan n üfusun tutarı 3 m i l yonu geçer ; bu­ nun ı m i l yondan çoğu tarım ve orman işlerinde, ı , 5 mil­ yonu endüstri ve türlü sana tlada ticaret ve taşın i ş l erinde çalış ı r. Ekonomi : A. da ormanlar gen iş yer tutar ( bütün yüzölçümünün % 3 7 si ) . Orman ağaçları arası nda en çok bulunanı ladin (% 80 den çoğu ) ve kayın ağacıdır. Ça­ yırlık ve o t l aklar bütün A. toprak larının % 2 7 s i n i , tarla

ve bahçeler ortalama % 2 5 ini ( ç u k u r yerlerde ise % 50· 70 i n i ) teşk i l eder. Boş yerler % ı2 (Tirol'de % 2 5 ) ka­ dard ı r. Tah ı l ek i lebi len yerler çok yerde ı 4 00 · ı 500 m y üksek l i k lere kadar ç ı k ar, meıkez A l pleri nde nad i r olarak ı 700 m den yuka ı ı tı rmanır, Kalker Alple ı d e i se ı 000 m den aşağı iner. En çok eki len bi t k i ler çavdar, yulaf, patates, buğday ( ya l n ı z çukur düzlük lerde 1 , doğuda mısır ( 700 m yük5ekliğe kada ı ) ve şekerpancarı, Kaıinthia'da ka rabuğday, yem bi ı k i leri d i r . Aşağı A . ve Bu rgen land'da iyi üzüm yetişt i r i l i r. şarap yapı l ı r A . d a hayva n yetişti r me önem l i yer tutar. Say ı l a n 1 , 5 mi lyona yak laşan i y i c i n s yer l i sığ ı r larla 2 ,8 mi lyon domuz ve 8,9 mi lyonu geçen tavuk, A. için beslenme ve gel i r kaynak larıdı r. Arı be5lenme yederi nde i se 400 000 kadar k ovan vard ı r. Bunlara göre az olmakla beraber, ko­ yun, ke� i ve at da baslen i r. A. demir ve tuz maden ieri bakı mından zeng i n d i r. Taşkömürü i l e linyit de oldukça boldur. Yı l l ı k demi r cev­ heıi · i stihsa l i ı m i l yon ton u b u l u r. Tirol ve Salzkammer­ gut'ta tuz B leiberg'de kurşun ve çinko maden ieri vard ı r. Az mik tarda bak ı r da bulunmaktad ı r . Buna karşı l ı k , yı lda 3 milyon !er'in kabinesi geçmiştir ( 1 9 2 1 haziran) . Avus­ turya'nın sınırları, kesin olarak bu hükümet zamanında saptanmıştır. Yine iktisadi ve mali sıkıntı, mayıs 1 92 2 de

AVUSTURYA Seipel'in başkan lığında yeni b i r koalisyon k abinesinin kurulması sonucunu vermiştir. 1 92 2 yazında Avusturya'da 'enflasyon olunca Se i pel Avusturya'nın yaşayıp yaşıyamıya­ cağı meselesini esaslı olarak hallerrneğe karar vererek ilgi­ li devletlerle temaslarda bulunmak ve hatta İ ıalya'ya bir para v e gümrük b i r l i ğ i t e k l i f i n i yapmak üzere Verona Prag ve Berlin'e girmiştir. Bu temaslardan müspet bir so· nuç alamayı nca Mil letler Cemiyeri'ne başvurmuştur ; Millet· ler Cemiyeti Avusturya'ya uzun vadeli bir milletlerarası kredi sağlamış ve Almanya ile birleşme yasağını yeniden teyit etmişti r. 1 92 6 ra kadar süren bu yardım sayesinde Avusturya parasının değerlendiri lmesi ve Schilling sistemi­ nin uygulan ması mümkün olmuştur. 1 92 2 den 1 9 29 a ka­ dar Avusturya'nın i ç siyasetinde önemli bir değişiklik ol­ mamıştır. Hıristiyan Sosyalisıler en kuvvet li parti olarak kalmışlar ve 1 9 28 aralık ayında, 1 92 0 den beri i k tidarda bulunan vatanperver M. Hainisch'in yerine, kendi adayları olan W. Miklas'ı Fedarasyon başkanlığına geti rrneğe muvaf· fak olmuşlard ı r. Ancak Sosya l Demok ra tlara karşı üstünlüğü k oruyabi lmek için. öteki küçük parti leı le de i şbirliği yap­ mak zorunda kalmışlardır. İ ç > adlı dergide, cilt 17, yıl 1 92 3 Uppsala, s. 1 8 2 · 2 3 0 ) . 2 - Yeni Farsça'nın « Merkezi>> ( Centra l ) denilen d iyeteklerden ( Semn iinl, Kaşiini, Gabri, v. b. ) biri ( Aw­ romiinl ) . Yukarıda tarif edilen Awromiin kasabasının do­ laylarında konuşulur. Bu bölüm içerisinde, Piiwai, Güı iinl, ve Ziizii diyetekleriyle beraber, «Zagros diyelekleri>> ( Zag­ ros- Dialekte) ni meydana getirir ve İranca ile Kürt�e ara­ sında f>i r geçiş teşki l eder. Asıl İranca Kürtçe karması olan diller Geı ı üsl ve Kohrudi diyetek ieridir ; Aw romiini , esas bakımından İranca olup, sonradan gelen Kürtçe taba­ kasının etkisi altında kalmıştı r ; b k. A. M . Benedi ctsen ile A. Christensen : Les dialect r d'Au·ro man et de Pawii , Ko­ penhag Akad. 192 1. Awromiini, İ ran dillerinin Kuzey ko­ lundandı r ( Kuzey - Güney farkı başlıca şu olay lara daya­ nır : 1 - Genel İ rancadaki S , z - s ı - , ve - rd - sesleri Ku­ zeyde olduğu gibi kaldığı halde G üneyde sırasiyle -{} [h) , d [ ô 1 . s ı - v e - I - olmuştur. 2 - Genel İrancadaki tr sesi , Kuzeyde hr, Güneyde de s şek line girmiştir ) . Kuzey bölümü içinde, Aw romiinl, Kuzeybatı grupundand ı r ; bk. P. Tedesco : Dialektologie der westiraniu hen Tur/antexte ( «Le Mond e Oriental>> adlı dergide. cilt 1 5, y ı l 192 1 , Up­ psala, s. 184 - 2 58 ) . B k. İRAN D İ LLERİ. ·

·

AWSAN, Sami dil lerin Batı kol�nun Güney bölu­ münün Güney grupundan olan bir dil. «Güney Arapça>> ( Sudarabisch, sudarabique) veya J:I imyeri ( l;l imyarite) de· nilen dilin bir Jiyeleğidir. Eskiden Arabistan yarımadası­ nın güney kıyılannın batı kısmında ( Yemen ) konuşulur­ du. Kendinden başka, bu dil grupunu meydana geti ren Seba', Me'in, �aıabiin, ve l;l a�ramiiwt diyelekleıi arasında,

AY

ı

AXAGUA veya AJAGU .� [agqgua ok. ] , Amerika yerli dillerinin Güney Amerika bölümüne giren Aravak (b. bk. ) ai lesinden olan bir dil. Ailenin Kuzey kolunun Barı bölümündendir. Şimdi ölü hale gelmiş olan bu dilin. grup içerisindeki akrabaları Toa, Zapara, Kaketio ( hepsi de ölü ) , Goaxiro, Parauxano, Kosina dilleridir ; bun lar içerisinde en yakını da Kaketio'dur. Axagua dili, eskiden Venezuela'da Tocuyo ırmağının kaynağı dolaylarında ko­ nuşul urdu. Bk. ARAYAK D i LLE R i . AX AMENTA ( Ut. axare = adlandırmak ) , Romalı'­ larda Sali rabipleri ( Lk Saliı ) tarafından okunan ve tan­ n lara ayrı ayı ı deği l, orıak bir h itabe ile yönelen bir ila­ hi türü. A. , Roma şii rinin en eski yadigarlarından sayılır. İmpaı aıorluk zamanında bu i l ahilerdır imparatorun veya imparaıor sülalesinin üyelerinden birisinin adını zikretm�k ad etti. AXEL HEIBERG LAND [.,ksel hqybirg/.end ok. ] , Kuzey B u z Denizi'nde Amerikan Aıktik Adaları'nın kuze­ yinde, yerleşilmemiş bir ada. 80° kuzey en leminde ve 90 ° batı boylamındadır. Yüzöl çümü 36 500 km2 dir. •

AXENBERG [qksinberg ok. ] , I sviçre'de Dörtkanton gölünün doğu kenarında bir kaya duvarı ve bir dağ. Uri kantonundadır. Yüksekliği 1 022 m dir. Gölün kıyısından ve kaya duvarının önünden Axen caddesi i l e Gotıhardt demiryolu geçer ve yüksekte Axen stein kür yeri vardır. A. kaya d uvarı Orta Jura ve Alt Kretase kalkerlerinden mey­ dana gelmiştir. Tellsplatıe i le Tellskapelle buradadır. AXINTE U R IC ARUL [aksinte urikarul ok. } , Ru­ men ıarihçisi. Nerede ve hangi ta rihte doğduğu ve öldü­ ğü belli deği ldir. 1661 den 1 709 a yani lstrate Dabij a'nı n hükümeti ele alı şından Mihai l Rako viıa'nın Babıali'ce az­ line kadar süren zamana ait Buğdan olaylarını yazmıştır. ( Letopiseıul Moldo �ei de/a 1 661 - 1 709 ) . Bu eseri tamam· l ıyan ve 1 7 1 1 - 1 7 1 6 yıllarına ait olan bir vakaayinamesi de vardır. AXOLOTL : bk. AKSOLOTL. AXUME : bk. AKSUM. AXUMIS : bk. AKSUM. AY [qi ok. ] , Fran sa'nın Cham pagne bölgesinde Reims yönetim bölümünün merkezi. Üzümcülüğü ve çok güzel şampanyalariyle tanınmışı ı r. Nüfusu 7 270tir. AY, Yer'e en yakın gök cismi . A , Astıonomide bir hilal CI sembolü ile gösteri lir. A. , sabit yı ldızlar gibi her gün, Yerin ekseni etrafında dönmesinden i leri gelen, za­ hiri günlük hareketini yaparak ..ıütün gökyüzünü dolaş ı r. A. sabit yı ldızlara göre de durumunu gitti kçe değiştirir. Bunun sebebi A. ın Yer etrafındaki gerçel hareketidir. ve ekliptiğe eğikliği O, 054 908 A. , eksentirisitesi 5 ° s ' 40 ' olan, elips şek linde bi r yorunge üzerinde hareket ederek 27 gün 7 saat 4 3 dakika 1 1 , 5 saniyede

AY

Yer

ile ayın

b ü y u k l ü k l cı ı n i :-ı

karşılaşıırılması

3 43

Ayın tamay z a m a n m a

Y e r i n etrafı n d a b i r k e r e d o l a ş ı r v e sabit y ı l d ı z l a ra göre y e n i d e n ay n i d u ru m a g e l m i ş b u l u n u r . Bu zaman a r a l ı · ğ ı n a « b i r y ı l d ı z ı ! » a y d e n i r . A . ı n Yer etra f ı n d a k i öz h a re· keri d a i m a doğuya doğru olup gökte y ı l d ı z l a ra göre her gün 13 ° ı u' , 6 geri k a l m a sı n a v e "ÖY lece her g ü n y a k l a ş ı k o l a r a k S O d a k i k a d a h a g e ç doğması n a ve barma­ sına sebep o l u r. A. y e r etrafı n d a e l i pt İ k b i r yör ünge ü ze­ rinde h a reker e n i ğ i n d e n , Yere olan u za k l ı ğ ı sabi t deği l d i r ; en yakın b u l unduğu zaman 3 6 3 3 0 0 km en uzak o l d u ğ u z a m a n 4 0 5 S O O k m ( o r t a l ama o l a ra k 3 8 4 400 k m ) uzak· lıkra b u l u nu r. B u uzak l ı k Yer yarım çapı n ı n yaklaşık ola· rak 60 karı olup bu y o l u ışık ı ı /4 saniyede a labi l i r. Bu sonuca göre Yer b ü y ü k l üğünde 3 0 tane k ü re yan yana s ı ra· l a n ı rsa, Yer i l e A. a r a s ı n d a k i boş l u k d o l d u rulmuş o l a · ca k t ı r. A. ı n orta l a m a z a h i r i y a r ı m çapı ı s ' 3 2 1 , 8 , ekvaıo­ ral yatay p a r a l a k s ı S 7 ' 2 ° , 7 d i r . B u değe r l erle A . ı n ya­ . rım çapı 1 7 3 8 k m b u l u n u r . Ş u halde Yer i le A. arasına ı LO tane A . s ı ra l a n abi l ecek ı i r. A. ı n alanı Yer i n k i n i n 0,074 , hacmi O, O 2 0 ve k ü t e l s i O O ı 2 k a t ı o l u p ortalama yoğun l uğu suya göre 3 4 4 ve Yer i n k i n e göre 3 ,5 t ü r. A. ın çekme kuvveti Yeri n k i n i n ı /6 ri kadardır. B u h a l e göre A . üzerinde ı kg ağırlığında o l a n b i r ci s i m Yer üze ı inde 6 kg ağı r l ı ğ ı n d a olacaktı r

A. ın ek sen i e t r a f ı n d a k i dönme s ü re s i , Yer e ı r a f ı n · d a k i y ı l d ı z ı ! d u l a ş m a sü resi n e e ş i r r i r . Bu sebepren Y e r i · m i zden A . ı n y a r ı s ı görü lebi l mesi gerek i rse d e A. ı n y a p t ı ğ ı zah i r i sa l ı n ı m l a r yüzünden, y a r ı sı n dan b i ra z daha faz l a s ı d a görü lebi l i r. A. ı n ü ç çeş i t z a h i r i s a l ı n ı m ı v a r d ı r : ı ) A. ı n eksen i etrafı n d a k i dönme h a r ek eti d ü zgün o l d uğu h a l d e , Y e r etrafındaki d u l a n m a h a r e k e t i d ü z g ü n d eği ldi r. B u se· hepten değ i ş i k d u ru m l a r ı n d a y a r ı s ı n d a n b i ra z daha fa z l a s ı g ö r ü l ebi l i r ; bun a boy lam s a l ı n ı m ı d e n i r . 2) A . ı n dönme eksen i yörünge d üz le m i n e Jik olmayıp, d i k m e y l e 6 ° 3 7 1 5 ° l i k b i r a ç ı meyd ana get i rmekıed i r. Bunun sonucu ola· r a k A. ı n k uzer ve g ü n e y k u t u p l a r ı n ı n 6 ° 3 7 1 � � d a h a

y :ı k ı n

�örünüşü

( L i c k Ob�ervatu v a r ı n d a

alınmıştır)

ö t e s i görülebi l i r ; b u n a e n l em sa l ı n ı m ı d en i r. 3 ) y e r y ü z ü n · den gözleme yapı l d ı ğ ı n d a n A. d o ğ a r k e n v e h H a r k e n y ü ­ cel i md e k i n d e n , yak l a ş ı k o l a r a k ı 0 k a d a r d a h a l a z ! a s ı gö­ r ü lebi l i r. B u n a d a g ü n l ü k veya p a ra l a k r i k sa l ı n ı m den i r. Z a h i r i o l a n bu üç sa l ı n ı mdan başka A. tn b i r de gerçel sa l ı n ı m ı v a rd ı r k i b u d a A . e l i psai d i n i n Yere doğru o l a n e k sen i n i n . s a l ı n ı m z a h i r i m i k ta ı ı k a d a r , Y e r A. merkezler d oğ r u s u n d a n ayrı l m a s ı ve Ye r i n çekme k u v veti n i n b u eksen i merkezler doğrusuna gelmek üzere s ü r ü k l ernesin den i leri gel i r. B u son u n c u fi z i k sel veya gerçel sa l ı n ı m pek küçük­ tür. B ü t ü n bu sa l ı n ı m l a r göz önünde tutularak ş u sonuca varı i ı r : A. ı n y a k l a ş ı k o l a ı a k 3/7 ü Jaima, ı /7 i bazan gö r ü l mekte ve 3/7 ü hiç gör ü l ememekted i r. Fakat A. ın g ö r ü l e m i y e n k ı smın ı n d a ten.el bakımdan görülen k ı s m ı n ı n ben zeri o l d uğunda ş ü p h e yoktur. A . ı n ken d i s i bir ışık kaynağı o l m a y ı p sön ü k bir c i s i md i r. A . güneş ı ş ı ğ ı i l e a y d ı n l a n ı r ; Yer'den ba k ı l d ığ ı z a m a n g ö r ü l e n parl a k l ı k g ü n e ş ı ş ı ğ ı n ı n A. y ü zündek i ı• a n ­ s ı m a s ı n d a n i l e r i gel i r . A . y üzünde ya n s ı maya uğ rıyan g ü ­ neş ı ş ı ğ ı n ı n a z ı veya ç o ğ u Y e r e d o ğ r u o l d u ğ u n a g ö r e , A. h i l a l , y a r ı m d a i re , t a m daire gi!:ıi değ i ş i k p a r l a k l ı k ş e k i l le­ r i n d e g ö r ü n ü r ki b u n l a ra A. ın s a f h a l a r ı ( fa z l a rı ) d e n i r .

Ayın

muh t e l i f f ı z l a ı ı n d a k i

parlaklık

ıc k i l l e r i

A. k a v u � u m d u r u m u n d a p n i Y e r ' e göre g ü n e ş i n b u l urı­ d uğ u yanda o l u r s a . Y e re k a ran l ı k yüzünü çevi r m i ş o l u r ; bu d u ruma ;eni A . fazı den i r . Bu fazda A. g ü n e ş l e bera­ ber baıar. Bundan bir veya iki g ü n son ra batıda A. ı n a r d ı n i a n a n k ı sm ı n ı n b i r p a r ç a s ı bildi ş ek l i n d e görün ü r . Bu d u r umda A. gün eşten b i r a z sonra baıar. H i l a l i n u c l a r ı ,

344

AY

herzaman ı ç ı n güneşin bulunduğu yerin ters yonune doğ­ rudur. Yen i A. dan bir hafta sonra A. ın yarısı parlak görünür. Bu d u ruma A . ı n birinci dörlle bir fa1 1 denir. Bi r hafta daha son­ ra güne ş ve A. kar­ şım durumlarında yani Yerin , güneş bir yanında, A. öte· k i yanında bulunur k i o zam a n A. ın aydın lanan kısmının hepsi görünür ; bu duruma lam A fazı denir. Yeni A. dan tam A. a kadar ge­ çen zaman aralığın · da, yerin Kuzey Yarımküresinden ba­ kılırsa, A. ın parlak kısmı, sağ yarısında ve Güney Yarım­ küresinden bak ılır­ sa. sol yarısında gö- Yerin ku>ey Y arımküresinden ayın b i r i n c i rülür. Bu halde A. dör tteb ir i n in t eleskop t an ç e vr i k gö rü n ü1ü . ın parlaklığı gittikçe artar. Büyüyen A G : Tam A . dan son ra parlaklık giıtikçe azalı r ve A. ı n tek rar yarısı aydın görünür. Bu duruma da A. ı n Jon dörtte bir fazı den ir. Bundan bi r hafta daha sonra A. tekrar yeni A. fazına gelmiş bulunur. Tam A . dan yeni A . a kadar geçen zaman aıalığında, Yerin Ku­ zey Yarımküresinden bakılırsa. A. ın pırlak kısım sol yarısında ve Güney Yarımküresinden bakılırsa, sağ yarı­ sındadır. Kürülen A. :il : Parlak kısmının. az veya çok olmasına göre , A . ın ya[t, yani yen i A dan beri geçen günlerin sayısı , yaklaşık olarak bel i rtilebi lir. Böylece A. 3, 1 4, v. b. günlüktür denir. İslam dininde ve A. takvimi kullanan memleketlerde yeni A. dan sonra gelen ilk gün­ lerde hi lalin görülmesi önemlidir. Ayların ve özel ola­ rak ramazan ayının başlangıcı, bayramın ilk günü bir çok İslam memleket lerinde hilalin görülmesi i le beli rtil i r. Hi la­ lin görülmesi hava, yükseklik ve Yer üzerinde gözleme yerine bağlı olduğundan , memleketimizde bu ilkel metot kaldı ı ılmış, bu şartlara bağlı olmıyan bel li bir yükseklik ve yerden görülebi leceği zamanının hesap yolu ile bel irıil ­ mesi esas tutulmuştur, Güneş Yer ve A. bir doğru üzerinde bulunur ve Yer ortada olursa. bu halde bir ay tutulması ( b. bk. ) , eğer A. orıada bulunursa, bir güneş tutu lması ( b bk. ) olur. A. hilal şeklinden göründüğü zaman aydın olmıyah kısmı büsbütün karan lık değildir. Bu kısım hafif ateşli kül renginde göıünür. Areşii kül ışığı deni len hafif aı·· dınlık yerden A. a yansıyan güneş ışığının tekrar yere yansıması ile olmaktadır. A. ın kutuplarında bi r bası klık belirtilememi ş tir. Dönme hızının yavaşl a ması da bu sonucu sağ lamaktad ı r. Buna karşı A. ın gaz şek linde akar ve en sonra katı cisim şekline geldiği kabu l edi lerek, yerin çekme kuvveti etkisi altında, büyük ekseni yere doğru olan , bi r eli psoit şeklini aldığı sonucuna varı lmıştır. Fakat büyük ek sen , görünen A. kursunun çapından pek az farkl ı d ı r . A. ın hissed i lebilir derecede b i r atmosferi yoktur. Atmosferi n yok luğu A . ın, önüne gelmek suret iyle, örııüğü

bir yıldızdan gelen ı ş ığın, A. ın kenarında "hiç bir kırıl­ maya ve parlaklık azalmasına uğrarnaması olayı ile meyda­ na çıkarılmış olur. Yı ldızın kenara yaklaşııkça spektru­ munda hiçbir değişiklik olmayışı dahi atlliosferin yoklu­ ğunu sağlıyan b ir olaydır. Atmosferi olmadığı i çin A. ın, Yerde olduğu gibi , mavi bi r göğü yoktur. Yaklaşık ola­ rak 1 3 , 5 gün süren A. gündüzünde ve ayni süre uzun olan A. gecesinde gök her zaman karan lık olup A. üze­ rinde bulunan bir i n san, Yi ldıziarı pııı ldamıyan parlak bi­ rer nokta şekli nde görecek ve yıldızlar A. gündüzünde dahi görülebi leceklerdir. Atmosferin yok luğu yüzünden A. üzeri nde derin ve mutlak bir sessi z l ik hüküm sü rmektedi r ; orada en y üksek sesleri dahi duymak mümkün olmıyacak ıır. A. ın Yere en yakın gök cismi olması. yüzünün kolaylıkla ve i yice araşt ı r ı lması imkanını 'vermekted i r. Ser­ best gözle bile A. ın y üzünde büyük, küçük biııakım le­ keler ve ovalar görülebilir. Çok büyüten bir dürbün le A. ya bakılırsa, volkan kraıerlerine benziyen, kenarları yüksek dairesel sahneler. denizlere benziyen sineabi renkte gooiş ovalar, bir çok sı radağ lar ve tepeler görülür. Geniş ovalar sineabi renkte olup denize benzediklerinden , eskiden büy ük den i zler san � lıyordu. Bu s ebep t en bun lara den iz ve k ö-rfez adları veri lmi ş tir . Bunlardan bazı lan oto adları şun­ lardı r : Yağmu rlar den izi ( Ma ı e Imbıi u m ) Soğuk denizi ( Ma ı e Frigoris) , Bulıranlar denizi ( Maıe Crisi u m ) , Fırtı· n alar den i zi (M are Procellaıum ) , Sakin deniz ( M are Tıan­ quilitaıi s ) , Ferah l ı k denizi ( Ma ı e Seren itati s ) v . b. A. da atmosfer olmadığından suyun da olmadığı kesin olarak bellidir. Vo l kan k raterine ben ziyen, halka şek linde sıra dağlada çevr i lmiş, ortaları dai resel düzlükler olan arızalar, A. yüzünün ka rakteristik yapı şeki l lerinden en önemli leri­ dir. Halka biçiminde olan bu sıradağlara setler adı veri­ li r. Bu dai relerden ba zı ların ın çapları 200 k m kadar oldu­ ğu gibi, en yakın komşu yerlerden y üksek likleri 8 000 m kadar ol a nla r ı da vardır ( Himalayanın en yüksek tepesi kadar ) . Bu halkamsı sı radağ lara bi lgin ier i n adları veri l­ mişt-i r. Ortadaki d üzlüğün ıam ortasında çok kere. koni şek linde tepeler bulunur ki, bu suretle halkamsı sıradağlar büyük volkan k raterlerini andırırla r . Bu kraterlerin gerçel ola rak volkan ların fışkı rması yüzünden mi, meıeorların A. yüzüne düşmesi sebebiylıe mi, yoks a A. ı n soğuması yü­ zünden hacminin kü i; ül mesi ve böylece meydana gelen bab­ belerin çökmesi i le mi meydana geldiği ş i mdilik kesin olarak belirti lmiş deği ldir. Fakat bun ların sonuncusu bel­ ki de en doğru olsa gerekt i r. A. üzerind-e ki sı radağ lara Yerin sı radağlarına benzeti lmek suretiyle, Altay dağlar ı , Alp' ler, Kafkas'lar. Aproin'ler g i b i y e r yüzündek i dağların adları veril miştir. Bunlaı dan başka pek az tek başı n a koni şeklinde dağ l a r ve derinlikle r vard ı r. A. üzerinde çok d a r ve çoğu doğru ol u p 300 S O O km uzanan oluklar ve ıam A. zaman ında . 3 0 km kadar geniş likte ve setlerden radiyal şe ki lde çıkan ve dağla ı ı ovaları aşara k 2000 km kadar uzanan beya z şeritler de göze çarpar. A. yüzeyi ne güneş ışıkları dik geldiği zaman sıcaklık 1 20° ve güneşin doğuşundan ( A. için ) az önce - ı 00 " olarak bulunmuştur k i , bundan A. gecesi i le gündüzün arasındaki sıca k l ı k farkının 200° k a dar büyük olduğu an � ·

l.ışılır. A. ın dış kısmının fiıiksel ol"uşması temel bakı ­ mından sona ermiştir. Bugün A. üzerinde hiçbir değişik­ liğin göıü lmeyişi bu özelliği sağ l a maktadır.

AY G

34S

en y a k ı n komşumuz olan Aya bile henüz yapılmamış ol­ ması teki'lik güçlüklerden i leri gelmektedir. Yerin çekim k uvvetini yenerek bunun erkisinden kur­ tulmak ve başka bi r gök cismi ne seyahat edebilmek için iki yol vardı r : Oa � ı - Eğer bir cisim Yerden saniyede ı ı ı 80 metre '!� ()4 ( saatte 40248 ki lometre) hı zla rnekarı ın içine doğru arıla­ 11 \j\1? cak olursa, bu cisim artık Yerin çekiminden kurtulur ve 0:!1 If y o Q cı mekan içinde seyreı meye başlar ; bu hıza kaçma hızı denir. so 14 Her gök cismine ai t bir kaçma hızı olup bunun değeri gök 1 c 7 lO o 5 cisminin k ü • !esine tabidir. Bazı gök ci simlerine ait kaçma B J7 D hızları : Ay için 2 396 m/see, güneş i ç i n 6 1 8 200 m/see, o o Mars i çin 5 1 80 m/see, Jüpiter için 6 1 1 20 m/see. D J6 38 o Yerden mekan içine doğru l l ı 80 m/see lik bir hızla o ?& 27 fırlatı lacak bir mekan gemi sinin yerin çekim kuvvetinden o kurı ulması prensip bak ı mından mümkün olmak la beraber 39 E ?' 032 böyle bi r gemi içi nde seyahat edecek insanların hayatta kal­ ,.) 93] 1 maları mümkün olmıyacaktı r ; çünkü insan büyük ivmelere yani büyük hız değişimlerine dayanamaz. Bir insan ortalama � 014olarak ancak 25 m/see 2 lik bir i v meye yani 25 m/see l i k b i r hız değişimine dayanabi lir, bunun üstündeki i vmelerin erkisi altında ölür. Bu derece küçük i vmelere bile güçlükle K dayanabi len insan yavaş yayaş erişmek suretiyle, i steni ldi­ A y y ü zeyio.in öneml i kısımlarını g ö s t er e n ay h artası ği kadar büyük hıziara dayanabi lmektedi r. Yerden bir top Deniı./ er : A - Bubr an l ar denizi ( M are Cr i s i um B - Bere k e t d en i z i ( M are Fecundiıati s ) , C - B a l ö z ü den i z i ( M are Nec ı ari s ) . D - S a ­ vası rasİyle atılmak suretiy le kacma hızı olan ı ı 180 m/see lik bir hıza, insanın dayanahileceği bir i vme ile, erişebi lmek k i n doniz ( M a re Tranquilitaı i s ) , E - Ferahlık denizi ( M are S eren i ­ tatis ) . F - B u h ar l ar den izi ( M are Vaporum l , G - B u l u ı l a r denizi i ç i n kullanılacak topun namlı uzunluğunun 2 5 00 ki lometre, ( Mare Nubium ) , H - Miz a ç l ar den i z i ( Mare Humorum ' . I - Yağ­ yani Atiantik denizini aşacak uzunlukta olması gerekmek­ mur! ar d e n i zi (M are Im brium ) , ) - Fırtınalar Okyanusu ( Oceanus tedir. Görülüyor ki p roblem bu yoldan çözülememektedir. Procel l arum ) . 2 - Yıldızlar arası seyahaıi yapabi lmek için i kinci Dağ/ar : a - I eibnirz d ağl a r ı , b - Doer lel d ağ l a r ı , c - Altay d ağ l ar ı , yol insanın d3yanabi leceği k üçük i vmelerle mekan gemisini d - A l p ' ler, e - K a l k as ' l ar, f - A pen i n ' l e r _ g - K arpat'l a r , Kralerler 11. b . : ı - Pe < av iu s , 2 - Ven d el inu s , 3 - Langren u s , Yer i n çekim kuvvetinden yavaş yavaş k u rrarmaktır. New­ 4 - Pi cc o lom i n i , 5 - Cath arin a , 6 - Cyr i l lus, 7 - Th eop h i l u s 8 - Ma­ ton'un aksi yon · rea ksiyon prensipine göre bu suretle yerden u r o l y c us , 9 - Alb aıegn i u s , ı o- Hi pp ar k h o s 1 ı - Thebit, ı 2 - Uzun ayrı lmak mümkündür. Tepkili uçakları n . rakeıeierin ve duvar ı � - A r z a ch e l , 1 4 - A l p lı on s u s , ı 5 - P ıo l em a i o s 1 6 - C l a v i u s , A l man' ları n İ k inci Jünya Harbi 'nde ku llandıkları V ı . V 2 ı 7 - Lungomonıanus, 1 8 - Tycho, 2 0 - Schickar d , ı 9 - Sc h i l l er , silahla r ı n ı n hareketi bu prensipe dayanmaktad ı r. Raket (b. 2 ı - Bu l l ı a l d us , 2 2 - La,irange , 2 3 - G assen d i , 2 4 - Taurenrus, 2 5 - K l e ­ 'lk . ) şek linde yapılmış bir mekan gemisi yavaş yavaş sürek li umedes, 2 6 - J aasen , 2 7 - P l i n i u s , 2 8 - Endym i o n , 2 9 - De l a R u c , 3 0 - Hyg i n u s , 3 ı - Li no e , 3 2 - A r k h im ede s , • 3 - A r i s ıyl lus , 3 4 - E f ­ bir şeki lde artan hızlada yerden yıldızlar arası mekanın içine l arun , 3 5 E r a t o s then es , 3 6 - Kopern i k , 3 7 - Rei n h o l d , 3 8 - Kepler, doğru hareket erti rilebili r ve böy lece gemidek i insanlar da 39 - A ris ı ar k h o s , 40 G r im al d i , 4 ı - H eve! . ölüm tehlikesiyle karşı laşmaksızın, Ay'a veya gezegeniere A. ın Yer üzerinde olan etkilerinden en önemlisi gitmek prensip bak ımından mümkün olur. Raket Yerden gelgir olay larını meydana getiren çekme etki sidir. Atmos­ hiçbir mesnede ihtiyaç göstermeksizin tepki kuvvetlerin i n fer üzerinde de gelg i r varsa da, bunun derecesi, aletleri­ erkisiyle uzaklaşır. Gemi atmosfer içinde giderken atmosfer rimizin belirtemiyeceği kadar k üçüktür. A . ı n hava şartları dışındaki hareket inden daha büvük kuvvet sa rfedecektir ; üzerine hiçbi r etkisi yoktur. Yeni ve birinci dörttebi r A. çünk ü atmosfer içinde yerin çekim kuvvetinden başka at­ zamanında fırtınaların çok olduğu söyleni rse de doğru de­ mosferin mukavemetin i de yenmek gerekecektir. Böy lece ği ldir. Yer sarsıntıianna da A. ı n hiçbir etkisi vokıur. A. harekete baş lıyan mekan gemisi , yavaş yavaş kaçma hızına daki şartlar organik bir hayatın bulunmasına elverişli de­ erişinciye kadar, tepki kuv vet lerini meydana geri ren muhar­ ğildir. Bu sebepten A. da i n san olmadığın ı kesin olarak rik bir enerj i kul lanacak ve bu kaçma hızına erişıi kıen söylirebi liriz ; zaten insan olsaydı bugünkü dürbünlerimizle sonra mevcut kinet i k enerj isi ile mekan i çinde gidişine de­ Seleni rlerin ( b. bk. ) eserlerin i görebi lirdik. Fakat insa­ vam edecek t i r. Bu maksar i ç i n çeşitli r aket modeller i üze­ nın varlığını belli edecek hiçbi r hareket görülmemekıed i r. rinde çalı ş ı l mıştır ( bk. RAKET ) . A. y üzünün bize görünen kısmını n ıafsiliılı ha rta ları Atom enerj isinin k eşfine kadar tekniğin karşılaştığı yapılmıştır. Birleşik Amerika'da Lick, Harvard College, Yer­ en büyük güçlük maksada uygun muharrik madden in sağ­ h s observaıory umlarında alınmış A. resim leri üzerin­ lanması i d i . Mekan gemisinin Yerin çek i m k uvvetinden de A . yüzünün yapı şekil leri açık olarak görülmektedir. kurtulması n ı ve gidilecek gök ci smi üzerine inerken firen A y a sey a h a t : bir mekan gemisi içinde Yerden yaparak yavaş yavaş inmesini ve nihayet oradan ayrı l ı p aynı ayrılıp Aya veya diğer y ı ldızlara seyahat promblemi öteden kuvvetleri yenerek tekrar yere yavaş yavaş inmesini sağla­ beri i n san zekasını meşgul eden , fakat şimdiye kadar ger­ mak için kul lanı lacak muharri k madde ağırlığının faydalı çekleştiri lemiyen hayallerden biri olmuştur. Yerin çek i m kısmın ağırlığından çok büyük olması gerekiyor. Ayın üze­ kuvvetinden kurtulup diğer g ö k cisi mlerine b i r seyahat rine inmeksizin sadece etrafında dolanıp tek rar yere dön­ yapmak prensip i tibariyle mümkündür. Böyle bir seyahatin mek sureı iyle yapı lacak bir seyahat i ç i n bile, mekan gemi-

� /]

jj:



F/ T

· ,

··

346

AY

ı

Yand aki re.imden bir kısım \ Ok , A rk h i medes OVI>IDI aösıermekıedir)

A . ı n lekeleri hakkındaki söylentiler : a ) Güneş, k o­ A. a kızıp, onun yüzüne hamur ( çamur, hayvan tersi , v. b. ) sürmüş, b ) A. a kızarak onun yüzünü anası k irlet­ miş, c) İslami karakter almış bazı söy lentiler ise. lekelerin menşei hakkında, Allah'ın, gündüıle geceyi biribirinden ayırdetmek için, A. ın yiızünü Cebrail'in kanadına sildirdiği , böylece onun, güneş ışığı kadar olan ışığını azahıp yüzün­ de de lekeler bırakı ığı şeklinde bir görüşe dayanır. d) Bir de bu lekeler, Muhammed Peygamberin A. ı parçalaması mucizesine bağlan ır : Peygamber'in bu mucizesi sonucunda, A. ın parçaları Peygamber'in göğsüne inmişler, lekeler, Pey­ gamber'in bun lar üzerinde bırakıığı izlerden meydana gel­ miş. e ) Kız olan güneş uıanınca, Allah bir avuç iğne alıp onun yüzüne atmış, bunun üzerine A. g ülmüş ; bu, A. ın sı rıran bir insana benzeyişinin - yüzündeki çizgilerden ötürü aslını anlatmak i sıiyen başka bir açıklamadır. Güneşin i lkin erkek, A. ın da kız iken, A. ın her­ kesin kendi yüzüne bakmasından utanarak, güneşle cinsiye­ tiııi değiştridiği ve böylece erkek o lduğu, güneşin ise, yü­ züne bakan lardan ııtandığı için onların gözlerine ışıkların batırdığı yolunda mitoloj i k bir efsane de Çin'de vardı r. A. tutulması hakkındaki açık.J amalar da mitoloj i k ef­ saneler niceliğindedi r : a) Kız olan güneşin göğsünden akan sütü, ej derhalar ve devler yı lda bir kere içmek için yola çıkarlar. yolda A. bunhırla döğüşür, melekler, onu korumak için kanadlarını gererler, böylece A. görünmez olur. b ) Gökte bir ejderha A. ı boğmak ister veya, A. ın önüne iki cana­ var çıkar. onu boğmak i sterler, A. korkusundan kararır. c) A. yolda giderken dik bir yokuşa raslar. bu yokuşun ar­ kasında görünmez olur. d) A. ın, döı ı yanını peri ler, cinler kapiayarak onun ışığını kapaurlar. e) A. bir inekıir, cadı­ lar onu kovalarla r ; A . eğer y akalanı rsa ışığını kaybeder ; fakat çok kere gökyürunde A. ı yakalıyamazlar, ancak Kaf­ dağında ona yerişebi lirler ; orda t utup ineği sağariar, ine k zayıflar : A. ın i l k günleı inde, h i lal halindeki zayıflığı bun­ dandır. A. tutulması hakkındaki bu söylenıilerin aşağiyukarı hepsi onun gökyüzünde kendisine düşman varlıklarla savaş­ ı ığı inanışına dayan ı r. Bu inanışlarda A. ın düşman larının

j cası A y yüzeyinin kuzeydojusundaki M are Jmbrium

sı ra d ağ l ar Apenln'ler, saj yukarı d a K upaı ' l ar, � l p 'ler, uğ aş1ğıda Jura · l ar.

Sol yukarıda sol a�ağıda

sinin faydal ı kısmı bir ton olduğuna göre. gidiş ve dönüş için birlikte götürülecek muharrik madde ( mesela karaba­ rut ) miktarının en iyi şartlar alıında 400 ton olması gere­ kiyor. Bu nisbetsizlik yüzünden Ayı ziyaret mümkün ola­ mıyor ve enerj isi daha yoğun muharri k maddelerin bulun­ ması bekleniyordu. Fakat atom enerj isinin keşfi ile uzun za­ mandır bir hayal olmaktan daha i leri gidemiyen Aya seyahat problemi yakın bi r gelecekte gerçekleştiri lebilecek bir mer­ haleye gelmiş bulunmaktadır. Atom enerj isinden meydana gelen büyük ölçüdeki ısı ile suyun buhar haline geti rilmesi ve bu suretle gemiyi hareket. eııirebilecek reaksiyon kuvvet lerinin sağlanması mümkündür ; böylece kaçma hızına erişe­ bilmek için 43 gram Uranyum i le 77 ton suya ihtiyaç ola­ caktı r. Bu rakamlar hesaplada bulunan teorik sayılardır. Hakikaııe bugün atom bombasında bu teorik enerj inin % 1-5 i meydana çıkarılabilmektedir. Atom enerj isinden fayda­ lanmak suretiyle ayı n üzerine inmeksizin sadece etrafında dolanıp tekrar yere dönmek üzere yapı lacak bir seyahat iki gün kadar sürecektir. Bilimin bugünkü durumu gözönünde t utularak aya veya gezegeniere yakın bir gelecekte gitmenin mümkün olaca­ ğı, fakat bizden çok uzak olan sabit yıldızlara kadar gidip gelmenin hiçbir zaman gerçekleştiri lemiyeceği söylenebi lir. Folklor : Anadolu Türk folklorunda A. ın aslının ne olduğu hakkındak� inan ışlar, mitoloj ik efsaneler karekıerini taşır. Bu inanışiara göre : A. kız, güneş erkek­ tir. Bazı söy lentilerde bunlar iki kardeş bazılarında ise iki sevgili, veya karı lrıocadı r. Bazı söylenıilerde, A. erkek ol­ olduğu için karanl ı k gecenin, kız olan güneş de gündüzün bekçi liği ile görevlendirilmiştir. Bunun için A. hük meııiği zaman bütün ıabiaı öğeleri erkeklik vasfın ı a lır.

AY

347

elinden kurtarılması için alınması gereken tedbirler de gös­ tion. Von der Entıtehungıurıa he deı Sprarh- und Sagen­ teri lmiştir : silah atmak . teneke çalarak veya başka şek ilde uhalzeı der Geıamtmenırhheit ( Leipzig 1 90 5 ) ve Ernst Bök­ gürülcü, şamata yapmak, ezan okumak, seli vermek gibi. len'in buna dayanan Die Entıtehung der Sprarhe im Lifh­ Böy lece, maddi veya manevi yollardan bu kötü kuvvetleri te deı Mythoı ( Berlin 1 9 2 2 ) ad lı e seri bu cümledendir. korkutma ve ürkütme amacı gözetirler. Bir inanışa göıe, Bu son esere göre, dil. bundan ı oo.ooo yıl önce an laşma atılan kurşun lar biribirini desıek liyeceği , n ihayet bir kurşu­ vasııası olarak değil, dini bir akt olarak � eydana gelmiş­ nun A. a kötülük yapmak i sıiyen varlığa kadar erişip on­ miş. O, başlangıçta ay kültünün ifade vası ı ası olduğu i ç i n , dan A ı kurtaracağı düşünülür ; onun için de her taraftan mitoloj ik bir karakter ıaşırmış. İlk i nsan lar ayı, değişen ne kadar çok kurşun atılır�a o kadar etki li olacağı sanısı sathalariyle , bir ağıza benzetmişler, o nun konuştuğunu san­ besleni r . mışlar, kendı leri de dil leri n i oynatarak ayın türlü safhala­ Bu mitoloj i k karakterine bağlı olarak A. , bazı hasta­ rını tak lit eımişlermiş. Bu hareket lerden � ı kan ilk sesler, lık ların kaynağı, veya iyi leşıi rme vasııası , müjde ve uğur ay safhalarının sayısı ( 28 ) kadarmış, alfabe bunları gös t e haberci-s i, bak ıcı lık va sırası olma gi bi inanışiara da konu ren 28 işaretten meydana gelmişmiş, ay ve ilah adlar ı nı olmuştur. Kabakulak gibi bazı çocuk hasıalıklarının, çocu­ ifade eden i lk keli meler uzun , an lamala r ı karan lık, ses l t ı ğu A. a baktırmak suretiyle iyileşeceğine inan ı lır. Çok cı­ de karışıkmış, son ra zamanla d i l d ünyevileşmiş, kel imeler h z veya sakat ka lmış, yaşamasından ümit kesilmiş çocuk ları kısalarak anlamları bel irmiş. sesler de durularak konson bazı yerlerde, bir küreğe koyup A. a doğru sal lamak ve + vokal + konson tipinde, ayın üç başlıca safhasının ( ilk «ya al, ya ve ı ! ya öldür, ya iyi et ! » demek adeti vardı r. çey rek . bedir, son çeyrek ) temsi l eden üç sesli ve tek he­ Bazı çocuk hastalıklarının i se, çocuğun çok küçükken A. celi kökler tü remiş. ana kelime de' öm mukadd e s hecesi a bakmış olmasından i leri geld iğine inaıı ı lı r . Çocuk ağzının olmuşmuş. Önce > sanını vermiş ve hü­ kümdarlık alarneri olarak çeır ( b. bk. ) göndermişıir. A. hükümdar olduktan sonra iyi idaresiyle her sınıf halkı ken­ disine bağlamıştır. A. atlı ıop oyunu ( k fıy ü çevgan ) oy­ narken attan düşerek ölmüştür. Yerine oğlu Aramşah geç­ mişse de bir yıl sonra enişresi ve babasının sevgili komu­ tanı İltutmuş (b. bk. ) tarafından yenilere k ı ah rtan atılmış­ tır. Bundan sonra Müslüman - Hint egemenliği bir ıirine düşman dört kola bölünmüştür. A. çok kuvvetli yaradılışı, sağlam karakteri, insanları tanımakta ve seçmektek i üstün­ lüğü, sanat ve bilim severliği , bayındırlık işlerindeki başa­ rıları ile ün almış ve Hindistan'da Türk- İsliim kü ltürünün ve egemenliğinin kurulmasında ve yayılmasında birinci de­ recede rol oynamış olmakla ünlü olduğu gibi bütün önemli yerlere Türk komutanlarını getiren, damatlarını ünlü Türk'­ lerden seçen, sarayında ve devletinde Türkçe konuşmayı gelenek haline koyan bir milliyeıçi olmakla da tanınmış üstün bir devlet adamıdır.

AYBEG [Aybak ; İzzettin Ebı/l - Mansur Aybeg - el Muazzam ] ; ( ölm. 1 249 ) , Şam sultanı el-Melik- ü l - Muazzam Şerefeddin İsa'nın kölesi. Kahice'de ölmüş, Şam'da gömül­ müştür. Havra n'da Salhad şehri ile dolayiarı tirnar olarak A. e verilmiş ve A. saray kahyası atanmışn. ı 227 de el­ Melik- ül-Nasır Davud, babası İsa'nın yerine Şam sultanı olunca A. de Şam naipliğine atanmış ve bütün siyasi n ü­ fuzu eline a lmıştır. Bir müddet sonra Davud'un amcası el­ Melik- ül· Eşref, Şam' ı alınca A. naiplikten uzaklaştırılmış, yalnız Havran'daki timarını koruyabilmiştir. A. bir zaman daha n üfuzunu korumuşsa da sonra hainlik etmesinden kor­ kulduğundan siyasi n üfuzuna son verilmiştir. A. idare ettiği ülkede birçok bayındırlık işleri yapmış, Şam'da üç, Kudüs'te bir Hanefi medresesi kurmuş, Kuzey Arabistan'dan ve Mezo· potamya'dan Şam'a giden ticaret yolunun kendi memleketin­ den geçen bölümünü onartmıştır. Çölde Kal'e-tül-Erzak'ı yaptırmış ve İnak'taki Birka denilen büyük su deposunu tamir ettirmiş, Sala'da büyük bir han yapıırmıştır. A. i n b u bayındırlık merakı maiyetine d e geçmiştir. A . i l e Şere­ feddin İsa'nın adları Haçlı seferleri tarihine de karışmıştır. AYBE - TÜL HAKAYIK, Edip Ahmet ( b. bk. ) in «Gerçekler heybesi» anlamına gelen manzum eseri. Kitabın adı, çeşitli nüshalardaki yazı farklarından dolayı, H ibe- tül-hakayik, Gaybet-ül- haka;ık, Atebe-tül-hakayık şe killerinde de okunmuştur. X I I . yüzyılın i l k yarısında, Taş­ kent'in güneyinde Benaket şehri yöresinde, Yügnak'te kale­ me alındığı sanılmaktadır. Hakaniye lehçesi ile yazılmış olan kitabın birkaç n üshası bulunmuştur : ı Uygur harfleriyle yazılmış olan nösha. ı 4 44 ıe, Semerkant'da, o devrin tanınmış hattatlarından Zeynelabidin bin Sultanbaht Cürcani Hüseyn i tarafından yazılmıştır. Ne­ cip Asım tarafından Ayasofya kitaplığında (No. 40 ı 2 ) bulunmuştur. Bu nüshada, eserin başında ve metni n içinde, kitabın Uygur harfleriyle yazılmış olan adı, Reşit Rahmeti Arat tarafından Atebe-tül-hakayık ( gerçekler eşiği ) şeklinde okunmuştur. Uygur harfleriyle yazılıp kelimelerin altında, 2 bunların okunuşu harekeli Arap harfleriyle de gösterilmiş ·

-

-

AYBE-TÜL-HAK AYIK

371

olan n üsha. Bunun 1 480 de şehzade Abdüreazzak Bahşi adlı biri tarafından İ stanbul 'da yazıldığı, kitabın sonundaki bir kayıttan anlaşılmaktadır. Necip Asım, i l k defa Ayasofya kitaplığında ( No. 4 7 57 ) bulduğu bu n üshayı, kitabın dili ve tarihi hakkında ekiediği açıklamalarla ve Hibe-tüi­ Hakayık adiyle iki cilt halinde yayımiarnıştı r [ İ stanbu l, 1918].

B u n üshada, kirabın adı, harekeli Arap harfleriyle Hibe- tüi-hakayık şeklinde kayıtlıdır ( «Hibeı>> kelimesinde «he» harfinden sonra bir «ye» harfi bulunduğu için, bu kelimeyi «Heybeı» şeklinde de okumak mümkün ise de, «ye>> nin altına konan esre işaretinden ötürü «Hibet» şek­ Iinde okumak zarureti vardı r ) . Harekeli Arap harfleriyle yazılmış olan n üsha. 3 Topkapı sarayı kitablığın ı n hazine kısmındadır ( kayıt No. 3 5 5 5 2 , sıra No. 244, hususi No. 1 4 ) . Hangi tarihte, kimin tarafından yazı ldığı kesin olarak bilinmiyor ; içinde Bayezid Il.nin mührü bulunduğuna göre, onun devrinde ( 1481- 1 5 1 2 ) İstanbul'da yazıldığı tahmin olunabilir. B u nüshada da, ki­ tabın adı Hibe-tüi-hakayık şeklinde yazılıdır ( iki yerde açık­ ça Hibe-tüi-hakayık şeklinde kaydedilmiş, yalnız bir yerde «he>> den sonra bir «ye>> harfi yazılmış, fakat onun da a l­ tı n a, hecenin «hi>> şeklinde okunınası gerektiğini gösteren bir işaret konmuştur ) . 4 Arap harfleriyle yazılmış olan n üsha. Milli Eği­ tim Bakanlığı eski kitaplıklar müdürü Hasan Fehmi Tur­ gal'ın Uzunköprü'de bulduğu, fakat hangi tarihte ve kimin tarafından yazıldığı bi linmiyen bu nüshada, kitabın adı Gaybet- ül-Hakayzk şeklinde yazılıdır. ( Hasan Fehmi Turgal'­ ı n ölümünden sonra bu n üshanın şimdi n erede olduğu belli değildir ; yalnız, Türk Dil Kurumu uzmanlarından Dehri Dilçin, Necip Asım tarafından yayımianmış olan 2 inci nüsha ile bu n üshayı karşılaştırmak suretiyle bir A. metni hazıılamışsa da bu metin henüz basılmamıştır ) . Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Genel kitap­ 5 ve 6 lığında korunan ve X I V . yüzyılda yazı lmış olan bir mecmu­ ada ; bir de Prusya Bilim Akademisi'nde Türkçe Uygur metinleri arasındaki bir varakta kayıtlı bulunan birer dörtlük Kitabın ı , 2, 3 , 5 ve 6 ncı nüshalarının tamamının ve 4 üncü nüshasının yalnız bir sahilesinin tıpkı basımları ile metnin yeni Türk harfleriyle karşılaştırmalı bir n üsha­ sı Reşit Rahmeti Arat tarafından hazır lanmış, Türk Dil Ku­ rumu tarafından Atebe - tü/ - hakayık adiyle bastırılmıştır ( 1 9 5 0 ) ; kitahın başına. ayrıca, tser hakkında etrafl ı bir önsöz ile sonuna birçok notlar eklenmiştir. A. , Türk'ler İslam medeniyeri çevresine girdikten son­ ra doğmaya başlıyan islami Türk edebiyatı verimlerinden - ı o 69/70 te yazıldığını bildiğimiz Kutadgu Bilig (b. bk. ) den son ra - elimize geçen ikinci eserdir. Yazar, kitabını, «Emir- ül-ecell Dad Sipehsalar Bey>> in adına armağan etmiştir ; bunun , X I I . yüzyıl başında yaşıyan « Dad Sipehsalar Mehmet Bey>> olduğu ve şairin yaşadığı Semerkan ı bölgesinde hüküm sürdüğü sanılmaktadır. Eser, giriş, asıl metin ve takrizler olmak üzere üç ana kısma ayrılabil i r. Takrizler dışındaki kısmlar, takrizler­ den birinde de yazıldığı gibi, ı4 bab üzerine hazırlanmış­ tır ; bun lardan 5 i giriş kı smında, 9 u asıl metin kısmın­ dadır : Naaı Münacaı ( ı o beyi ı ) . 2 ı Giriı : ı Dört sahabe ( Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) (5 beyi t ) . 3 nin metlıi ( 5 bey i ı ; 2 inci n üshada 4 beyit) ; kaside şek-

-

-

-

-

-

-

372

A YBE- TOL-HAKA YlK - AYÇİÇEGİ

linde yazılmış olan bu üç konu, aynı kafiye i le devam eden bir bütündür. 4 - Emir - ü l - ecell Dad Sipehsalar Bey'in methi ( 1 4 heyit ) ; bu da kaside şekliyle ve önceki lerden ayrı bir kafiye ile yazı lmıştır. 5 - Ki tabı n yazılış sebebi (6 beyit) ; kaside şekliyle ve redifli kafiye kullanı larak ya zılmıştır. II - Asıl Metin : Bu kısım, şairin N eı1i adını verd iği sekiz nevi (2 nci ve 3 üncü nüshalarda altı, ı inci ve 4 üncü nüshalarda yedi ) , ile kısa bir sonsöz babından ibaretıir ve hepsi dörtlüklerle yazılmıştı r : ı - i lmin faydası, cahi l­ l iğin zararı ( 12 dörtlük ; 2 nci nüshada t l dörtlük ve 1 beyit [dörtlüğün bir beytinin yazılması unutulmuştur] ) . 2 - Dili tutma, a da p v e usulleri ( 1 2 dört! ük ) . 3 - Dün­ yanın değişmesi ve ah valinin başkalaşması ( 1 2 dört! ük ) . 4 - Cömerliğin iyiliği v e hasisliğin zemmi ( l O dörtlük ) . 5 - Tevazu, kibirsizlik ( 7 dörtlük ) ; 2 nci v e 3 üncü n üsha­ larda bu babın üzerine, «Beşinci Nevi >> olduğunu bildiren başlık yazılmamış ve buradaki dört lükler Dördüncü Nevi'e aitmi ş gibi gösterilmiştir. 6 - Hırs ve uzun emel ( 7 dört­ lük) ; bütün nüshalarda bu babın üzerine, « Aiııncı Nevi» olduğunu bildiren başlık yazılmamış ve bu dörtlükler, 2 nci ve 3 üncü n üshalarda Dördüncü Nevi'e ( 1 8 - 24 üncü dört­ lükler ) , 1 nci ve 4 üncü nüshalarda da Beşinci Nevi'e (8- 14 üncü dörtlükler) katı lmıştır. ( «Hırs ve uzun emel» den bahseden bu yedi dörtlüğün evvelki Nevi'lerdeki cömertlik ve hasislik, tevazu ve kibir konulariyle hi çbir ilgisi olma­ dığı düşünülürse, bunların ayrı bir Nevi olduğu ve baş lı­ ğının yazılmasının unutuld ui;u anlaşı lır ; Beşinci Nevi, «Yine gerekli bir sözüm var sana» an lamına gelen bir mıs­ rala başladığı gibi, bu dörlüklerin ilki de, aynı eda i·l e yazılmış olan «Yine nasihatimi al, uzun emel besleme» anlamına gelen bi r mısrala başlamaktadır ; bu da, bu dört­ I üklerin ayrı bir nevi olduğuna delalet ediyor. Bununla beraber, kesin bir hüküm verebi lmek. ancak, daha başka nüshaların bulunmasından sonra mümkün olabilecekti r ) . 7 - iyi ahlak ( 9 dörtlük ) . 8 - Çeşitli manaları kapsıyan müıeferrik beyider ( 27 dörtlük ) . 9 - İtizar ve sonsöz ( S dörtlük ) . l l l - Takrizler : B u kısı mdaki ü ç manzum takriz, daha sonraki y üzyıl l arda yazılmıştı r ; yazar ve kitap hakkın­ daki başlıca bilgileri bu takrizlerden öğreniyoruz : ı - Ki­ min yazdığı biJ inıniyen takriz ( 1 dörtlü k ) ; buradan , «edibin gözlerinin anadan doğma kör» olduğunu, kitabını «on dört bab» üzerine hazırladığın ı öğreniyoıuz. 2 - Timurun bü­ yük emirlerinden bi ri olup «Seyfi» mahlasiyle Farsça ve Türkçe şiirler yazan ve XV. yüzy ı l başlarında ölen Emir Seyfeddin ( Emir Hacı Seyfeddi n ) in yazdığı tak riz ( 1 dört-­ lük) ; buradan, şairin «edipler edibi, fazı Uar başı» diye ün aldığını · öğreniyoruz. 3 - Timur çocukları devrinde, XV. yüzyılda, büyük emirlerden biri olan Emir-i Kebir Aslan Hoca Tarhan'ın yazdığı takriz ( 9 beyi t ; mesoevi şeklinde) ; buradan da, Edip Ahmet'in doğduğu yerin « Yügnak», ba­ basının adının «Mahmut- i Yügnaki» olduğunu, kitabın adı­ na «Aybe- tül - Hakayık» ( Hibe-ıül- hakayık, Atebe-tül-haka yık, Gaybet-ül-hakayık ) dendiğini, «Kaşgar dili» ile yazıl­ dığını öğreniyoruz. Eser, aruzun feulün feulün feulün feul kalıbiyle yazıl­ mışıı r ; bu kalıp hece vezoinin 6 + 5 = l l kalıbına çok yakındır. Kutadgu Bi/ig gibi Aybe-tül - Hakayı k ın da bu vezinde yazılması, İ siimi Türk edebiyatının ilk verimlerin­ de henüz Türk halk edebiyatı etkilerinin bulunduğunu gös­ terir. Bu etkiyi, daha açık olarak, eserde kullanılan nazım '

şek i l l erinde görürüz : baştak i munacat, n aat sahabeler m et­ hi, Dad Sipehsalar Bey meıhi ve kitabın yazı lış sebebi bö­ l ümlerinde İ slami edebiyat geleneğine uyularak kaside şek l i kul lanı ldığı halde, asıl metin . T ü r k n a z ı m şek li olan ve ın a ­ n i lerde olduğu gibi a a b a tarzında kafiyelenen dört l ü k ler­ le yazı !mıştır. Kitabın birçok yerlerinde ne teslim eder. Uzun bir merasimden ve ta­ l ip'in tarikate kabulu için canların rızası alındıktan sonra Rehber, Talip'i «baba»ya teslim eder ; Baba, talip'i evlitlığa kabul eder ; yine uzun bir törenden sonra A. biter, «Mu­ habbet» başlar. Muhabbet'ten sonra lokma, yani yemek ge­ lir ; yemekte yeni nasip alanın kurbanı ve helvası mutlaka bulunur. Yemekten sonra herkes «vahdet>> e çekilir ( yatağa girip isıirahat eder ) . Bckta�ilikte Muhip A . n i n erkannamelerde kayıt v e tesbit edilen �eklinin ne zaman son �eklini aldığı kesin ola­ rak bell i d�ğildir. Der vi[ A. i : İ krar verip tekkede bir müddet hizmet gören «Muhip»in, taç giydiririlip dervi�lik derecesine çıka-

394

AYN-I CEM

rılması için yapılan lı.. dir. Derviş lı.. L Muhip lı.. ne nis­ pede çok basittir. Bu lı.. de de kurban ve helva şarttır . Baba A. i : Bir dervişe «Baba» lık verileceği zama n ya­ pılan lı.. dir. Bektaşiliktc bir dervişe babalığı ancak «halife» verebilir. Baba olacak dervişe eski babalardan biri rehberlik eder. Baba A. inde de kurban ve helva şarııı r. Halife A . i : Bir babanın «hal i fe• o lmas ı i ç i n rap ı l an lı.. dir. Bektaşi'lerde «baba» lardan birine ancak «halife» olan baba , yahut halife olmasalar'da üç mücerret baba halifelik verebi lir. Halife A. i ile Baba A. i arasında he· men hiçbir fark yoktur. Yalnız bu A. e muhipler alınmaz. Halife, hilafet verdiği babaya , «çar alameı» ( = dön ali· meı ) , yani sofra, çerağ, ıuğ ve alem veri r. Bektaşi halife­ leri siyah destar sarari ar.

Mücerret A . i: Mücerreı A. i, «mücerreı» olacak kişinin :.saç, sakal, bıyık ve kaşlarını usıura ile tıraş etmek · ve sağ Ilmiağını delmek için yapılan ıörendir. Mücerreı olan der­ ·viş, kulağına açılan deliğe menküş yani küpe ıakar. Mü­ · cerreı A. e yalnız mücerreıler girebi lir, Mücerret olmıyan babalar, haııa halifeler bile giremez. Eskiden Bekıaşi'ler­ de, anca k dört dergahıa, Kerbela'da İ mam Hüseyin asiıa­ nesinde, Pir evinde yani Hacı Bektaş dergahında, Mısır'da Kaygusuz Sultan isiranesinde ve Tesalya'da, Reni kasaba­ sındaki Dur- Ba lı Su lıan isitanesinde mücerret A. i ya pı­ labi lirmiş. 6 /enin ruhunu kutlama A . i : Bu A. de ruma, yahut pazarıesi gecesi yahut da Beraı, Mevliı, Regaip kandil leri gibi kutlu geeelerio birinde yapılı r. Ölen ca n ın kurbanı ve helvası yenir fakat şerbeı v. b. yoktur. Bir haslanm iyileJmesi veya lir muradrn olmau için yapılan A. : Ölt n i n ruhunu kutlamak i çin yap ı lan A. gibi­ d i r. Onun gibi , kuılu sayılan gecelerde yapı lır. Bunda, hel­ va da yoktur. Alevi A. i : Bir kimsenin Alev i liğe g .-diği sırada ya· pılan A. dir. Aleviliğe girme A. i de, Bekıaşiliğe girme A. inden hemen hemen farksızdır. Alevi lerde bu giriş A. inden ba�ka , «müsahip kavline giriş» ve «görgü» A. leri de vardır. Görgü A. i : Kışın dede, ta l i plerini görmeğe, yan i yol­ suzları düşürme k ( ıarikattan çıkarma ) , hatah iara ceza ver­ mek veya suçlarını affeımek, yol atası tutacakları yola al­ mak, müsahip kavline girecekleri kabul etmek için y o la çı· kar , raliplerinin bulunduğu köye l o n ar, babara kadar köy köy sezer, hangi eve k onarsa cuma gecesi o evde lı.. yapılır. Çe/e ,i kolundaki A : Aleviler i l e arası açılan Çelebi Cemalettin ( 1 922 ) lı.levilikıe kendi adiyle anılan bir kol meydana getirmiştir. Çelebi kolundaki A. , Bekta şi A. inin kısa bir örneğinden başka birşey deği ldi r. Mevlevi A. i : Mevlevi lı.. i, Mevlina zamanında yapı­ lan sema' meclislerinin aynıdır. Tekkclerde yap ı ldığ ı gibi evlerde de yap ı la b ilir . O geeeki masrafı A. i yapan kimse c;eker. Ye m ekten sonra ı oplan ı l ı r , iyin ( b. bk. ) okunur, ney ve kudüm ç al ı n ı r, i sıiyenler ıenn uresiz olarak ve kol açmadan sema' ederler. lı. . . şeyh yahut deden in çektiği gül­ bank ile sona erer . •

AYN I HAKLAR , kişinin eşya üzerindeki hakl a rı. Borç münasebetlerinden doğan haklardan farklı olarak A. ın kullanılması bir b aş ka sı nın vesayeıine lüzum gösıermez ve herkese karş ı savunulabilir ( Medeni Kanun 6 1 8 ) . Mülki ­ yet, ayni bir haktır. A. dan sayılan, fakat sahibine geniş anlamda fiili bir hakimiyet vermiyen haklar d a vardır ki

-

AYNU

bunlara «mülkiyeııen gayrı ayni haklar» denilir ; i rtifak hak­ lar ı ( M. K. mad. 703 ) , gayri menkul mükellefiyeti ( M. K. 7H) reh in ( M. K. mad. 7 M , 8 H ) gibi.

AYNI YARDIM, İ kinci Dünya Harbi s ı rasında dev­ let memur ve hizmetii lerinin aylıkları, Bütçe ıar ureıinden dolayı hayat pahalılığı derecesinde artıniamadığı için m e mu r lar ı n geçinme sıkıntısını bir dereceye kadar hafif­ letmet maksadı i le bir yardım yapılması ve miktarı para ile gö s terilecek o lan bu yardım kar şı l ı ğ ı nda bazı zaruri ihtiyaç maddelerinin kendi lerine ucuz fi y aı l a Jağıu lması düşün ülmüş ve 2 1 hazi ran 1 944 tarihli ve 4 599 s ayı l ı kanunla bu A. ın esasla rı tespit ed ilmişti r. 1 946 bütçe y ı lı sonunda memur aylık ları aıtı cıldığı s ı rada A. da kaldırılmıştı r.

AYNlYAT MUHASEBESI, imaledilen maddelerle isıihlik eşyası için tutulan muhasebe. Endüst ri kurumları gibi devlet de . i stihsal ve imal ile uğraşan kurumlarında ayniyat, yani eşya muhasebesi ıuıar. İsıib i ik e ve imale ya­ rıyan eşya ve malzemenin arnbariara giriş ve çıkışının ve bunların azalış ve artışlarının hesabını kaydettiı i r. Bu he­ �apları tutanlara ayn iyaı muhasibi den ir. Bu muhasebe için bir de >"Önetmelik vardır. AY NOROZ : bk lı.YNAROZ.

A Y N O S KÖRFEZI, Ege denizinin kuzey bölümün­ de. Türkiye· Yunanistan sınırı boyunda bir deniz girintisi ( bk. ENEZ KÖRFF.Zİ ) .

A YNU ( yanlı ş olarak A yno ) , doğu Asya ' n ın e n es­ kavim l erinden biri . Tip ve kültür bak ı mı ndan J apon"lar­ dan çok farklıdırlar. Kelimenin Aynu dilin­ deki anlamı «insan» de· mekıir. Bunlar Japon'­ larca Yemişi, Yebisu v e E z o adl a riyle de a n ı l · mı�lar, avc ı ve balıkçı olarak ıan ı tı lmışl a rd ı r. A. lar Ja pon ' lar tarafın· dan eski yerlerinden sürülmüş bugün yalnız Hokkaido ( Yezo ) ile Sa l.ı ali n adalarının en az bereketli yerlerinde ve dağ ı nık bir halde AYN U ( erkek ) Kuril adalarında kal· mışlardır. Hepsi 1 7 000 kadar olan A. ların, ı � 000 i Hok­ · kaido"da. noo ü Sal.ıalin adasının güneyinde, pek a z ıda Kuri l a d alar ı nda yaşamakta d ı r. Hokkaido'daki lı.. l a r birka�­ köye çekilmişıir. Burada son yü zyıl i .; inde Japon h a l k ı hız­ la artmış ve iki milyonu aşmıştır. Bulunan kafatasiarına bakı larak A. ların geçmişte Asya kat asında da yaşamı ş oldukları tahmin olunmaktadır. Fakat Japon ıa1t ı madalarındaki yer adları, geçmişte bu halkın bü­ tün Japon adalarında yaşadıklarına şüphe bırakmam akıad ı r. Gerçekten bu takımadalarda Japonca olmıyan bir çok yer adları lı.ynucadır. lı.. lar Ja p o n takımadalarına dikey olarak uzanan binakım hatlar bo yu n ca , kuzeye doğru, ge r i l emiş lerdir ; 8 1 1 de Japon' lar tarafından Hondo adasının kuze­ yinde bugünkü Akita ile Morioka şehirleri arasından geçe· cek bir çizginin kuzeyine aulmışlar, bu geri leme zaman zaki

AYNU

-

AYNU DfLf

ai lesini meydana getirir. Bu aile içerisinde Aynu dilinin en yakın akrabası ve komşusu Gilyak dilidir. Bazı di lcilere ( meseli S. Elis��v ) göre Aynu dili (aynll·ilak ) Uzak D� ğu'da beyaz ırka mensup bir topluluk tarafından konuşul­ muş olup, başka dillerin baskısı üzerine adalara sığınmış, eski akrabalarını kaybetmiş ve şimd i tek başın a kalmıştır. Eskiden bütün Japonya'da konuşulurdu. B . . Laufer'e göre de bu dilin akrabaları yoktur. Başka d i lciler arasında, bu­ nu, Altay, Japon, hatta Hint-Avrupa dilleriyle karşılaştı­ ranlar olmuştur. Bk. PALEOASYAT D İ LLER.

man dayanmalarına rağmen sürüp gitmiştir. Bugün Hokkai· do adasında yaşıyan A. lar, Japonya'dan göç etmiş olanla­ rın torunlarıdır. A. lar gerek bedenleri, gerekse dil ve kültürleri bakı­ mından ayrı bir k avimdirler. Hangi ırktan oldukları henüz kesin olarak bulunamamıştır. Kısa veya orta boylu. fakat güçlü kuveılidirler, tenleri esmerdir, kafatasları, burun la­ rının biç imleri , göz kapakları ve gür saçiariyle sarı ırktan ziyade beyaz ırka yakın bir durum gösteri rler. V ücu t kılları ve sakalları gürdür. A. lar, iyi kalbli, onurlu ve dindardırlar. Din leri il­ kel bi r animizmd ir. Hayvan ve bitkilerden ıoıemleri ve ayı külıü vardır. Ayı yavrularını yakalar besler ve üç ya­ şını bitirdik leri zaman özel bir dini törenle kurban ederler. Kültürleri çok ilkeldir. Medeniyetleri bugün bir bozulma ve sönmiye doğru gitmektedir .. A. lar en çok avcı lık ve balıkçılık yapan ve orman­ lardan meyva toplıyarak geeinen insanlardır. Giyeceklerini ağaç liflerinden yapa r ve süslerler. Giyiniş tarzları genel olarak Japon'Jarla Amur bölgesinde yaşıyanların giyinişleri­ n i andırır. Y azın giydikleri sandallar, Rus muj iklerinin Lupıi dedikleri hası r ayakkabı ianna benzer. A. lar, tahtadan yapılmış, çatı ları kamışların basamak­ vari dizilişi ile örtü lmüş küçük kulübelerle yerden bir adam boyu yükseklikteki kazıklar üzerine kurulmuş duvarlı bir nevi çardaklarda barınırlar. A. lar, uzaklara giden gemiciler değildirler. Japonlara yaptırdıkları kayıklar bir dereceye kadar Japon'larınkine benzer. Kendi yaptıkları sanda llar ise ağaç gövdelerinin içini oymakla elde edilir. Japon 'ların gelmesinden önce A. lar. külıürce hemen taş devrinde idi ler. Yonıma taştan mızraklar kullanmakıa, okiarının uçlarını obsidiyenden yapmakta idi ler. Japon'la­ rın saldırışlariyle geri ledikleri sırada henüz tarla işlemesini bilmiyorlardr. Şimdiki A. lar. demiri kullanmakta, basit ve kaba aletiere yapmaktadırlar. Bunun la beraber, oyma ve nakış işlerinde gelişmiş bir sanat duygusuna varmış olduk­ ları görülüyor. Son zamanlarda A. ların ulusal varlıklaı ı, Japon sömür· geeilerinin gittikçe artması, avlamıya yarıyan yaban hayvan­ larının durmadan azalması avcı lık ve balıkçı l ığın hergün bi raz daha çok yasak edi lmesi yüzünden teh likeye uğramış bulunmaktadır. Külıür ve milli varlık bakımından gittikçe sönme ve bozulmıya doğru giden A. lar . bugün ç ok vakit Japon'ların yanında işçi, uşak kayıkcı olarak çalışmakta nadiren kendi başlarına ba lıkçı lık yapmakta yahut çiftçi likle geçinmekıedirler. AYNU DİLl, Japonya'nın Hokkaido ( Yew ) adasiy· le ( 1 5 000 kişi ) , Sa � alin adasının güney yarısında ( 1 500 den az) ve Kuril takımadalarından Şikotan adasında ( bir­ kaç yüz kişi ) 17 000 ki ş i tarafından konuşulan bir dil. Asya'nın kuzeydoğu ucunda konuşulan Çukçi ( yerli d i lde : Luoravetlan ) , Kamçatka yarımadasında kullanılan Koryak ( Nımılan ) , Kamçadal ( İıelmen ) , ve Amur n ehrinin aşağı kısımlariyle Sa � alin adasının k uzey bölümünde yaşıyan Gilyak ( Nivl} ) di lleriyle beraber, bu dil . Hyperbor veya Paleoasyat ( Eski Asya Dilleri ; eskiden , kuzeydoğu Asya'­ nın Kuzey Buz Denizi kıyı larında konuşulan Yukagİr ve­ ya Odul [Çuvan diyeleğiyle beraber] dili de bu ai leye bağlanı rdı, şimdi Samoyed d i l lerinden sayılmaktad ı r ) dil

39S





"""'

V

-

+

� �

-ij



6

o

1'

'? 9 't; A ,.( � X A: -:t ,.;+ � )! � X - r-" � � ';'(. 1:: � � � � t >. � .ı. � X � :t. � � � � ı. ı

T

Kök-Türk

l

1'

)(

T

yazısına ben zi)en ve



Arnu

memlek etinde ku l l an ı l m ı ş

o l a n i ş aretler .

Aynu dilinin fonetiği basiııir. Diyeteklerde görülen değişik şekiller bir tarafa bırakılırsa, bu dildeki sesler ş unlara sınırlanır : a, e, i, o u ; k, ç, ı, p, r, n , m. h, ş, s., y, w. Ö türolü ( sonore) patlayıcı lar esasta yoksa da, k, t, p sesleri vokaller arasında ve hususiyle m'den evvel, sı rasiyle yarı · ötürolü g, d. b olurlar. Ş sesi palaral s se­ sine doğru kayar ; bazı d iyeteklerde de r sesi l'ye çevrilir. Esasta uzun vokaller bulunmamakla beraber, müzikal vur­ gu vokalleri uzatabilir. Vurgu, anlam farkı da doğurabi lir, mesela e = yemek, e = gelmek ; alaye = sandalye, alaye = fiyat. Diftong lar ay. ey şeklindedir ; au ile ao'daki vo­ kaller teker teker söyleni r. Hecelerin çoğu açıktır, yani vokalle biter. Tip bakımından Aynu dili bitişken ( b. bk. ; agg lu­ tinanı) dillerdendi r. Mesela «onu, onları kavgaya tutuştu r­ mak için gönderdi» anlamına gelen aeiyllkoikireyara keli­ mesindeki unsurlar şöyle çözümlenir : ki = yapmak, i = şiddet edaıı ( i + ki = şiddetle yapmak, kavga etmek ) , k o = . . . c , 11 ( yil ) = beraber, re = sebep olma, a = geçmişlik eki, i = o e = nesne ( meful) eki, yara = yapmaya göndermek. Kelime yapısında ve çekiminde genel olarak sonek ler kullanılırsa da, önekler de vardır. isim, şekil bakımından değişmez ; gramatİkal cins yoktur. Teki l ( müfret ) , çoğul ( cemi ) farkı i çin de keli­ menin bünyesinde bir değişiklik yapılmaz ; tekili belirtmek için kelimenin önüne ıine ( bir) , çoğul için de kelimenin sonuna lllara ( asıl anlamı : arkadaşlar ; 11 = karşılıklı + tara = il işik şey ) , tl/ari, lllare edatlarından biri katılır, şine ayııu = bir tek adam, ayn11 lllara = adamlar ; Sa.!J a­ lin diyeleğindc çoğul için çin edatı eklenir, ayn11-çin = adamlar, matnepo- çin = kızlar, gibi. Harf- ı tarif ( article ) olmadığı gibi, isim çekimi de yoktur. Hal, gepel olarak sözün gelişinden anlaşılır ; bazan sontakı ( postposiıion ) larla belirtilir, ıela o lla = köpek + e, miçi orowa = ba­ ba + dan, makiri ari = bıçak + i le, gibi. Genitif, beli rtileoden evvel gelir, mesela ayn11 kol , iıei = adamın evi ( = adam + ın + ev) , çiramanleP maralt o = ayının ba­ şı ( = ayı + baş ) . Sıfatta da cins ve sayı farkı gözetilmez ; çoğulu belinmek gerektiği zaman pa edatı eklenir, mesela wen = kötü, wenpa = kötüler (sıfat ) , aynu wenpa = in­ san kötü ler ( = insanlar kötüdürler ) . Nitelik sıfat larında

AYNU

396

DİLİ - AYRAN

mukayese dereceleri ekle deği l, edatlada gösterilir, pon = küçük, naa pon = daha küçük, iyolta pon = en küçük, gibi. Sanlık (epithete) olarak kullanılan sıfat i simden ev· ve! geli r, atomte çisei g ü zel ev, gibi. Geçişli ( t ransi­ tif) fiiliere 1i refleksif öneki geldiği zaman bunlar geçiş­ siz (intransitif) hale gelerek sıfat değerini kazanır, maka = açmak, [imaka = açık, açılmış, gibi. Sıfatiara gelen no soneki ile, fiiliere katılan kane. koro edatları zarf de­ ğerini kazandırır, mesela, a1iri = yeni, aıinno yeni olarak, arapa = gitmek, arapa kane = giderken, iku = içmek, iku koro = içerken. Şahıs zamirierinin birçok şekil leri vardır. Teki l birin­ ci şahıs için ku ( = ben ) + an ( =imek ) + i ( = fiil i , fi ili isim haline getiren ek ) unsurlarından yapı lmış ku, kuani, kani, anokay v. b. şekiller kul lanılır, ve bun lar yanyana da gelebilir, kuani ku nukara = ben kendim görürüm gibi . .Şahıs zamirierine koro ( = sahip olmak) kelimesi eklen mek suretiyle iyelik ( possessi f) zami ri meydana getirilir ve bun­ lar yaln ı z belirtmek gerektiği zaman kullanılır, ku koro = benim, ku miçi = babam ( = ben + baba ) , ku koro miçi = benim babam (= ben + im + baba ) , gibi. Bu dilde sayı adları karışık olarak on (decimal ) ve yirmi ( vigesimal) esasına göredir, 5 = a1ikne ( krş. a1ke < * aJ ike = el ) , 10 = wan, 6 = iwan ( = ı o - 4 ) , 7 = arawan ( = ı o - 3 ) , 2 0 = hotne, SO = ine hotne ( = 4 X 20) , ı oo = a1ikne hotne ( = � X 2 0 ) , 90 = wan e a1ikne hotne (= 5 X 20 - ı o ) . Fiiller iki sınıfa ayrı l ı r : ı - ra veya ro ile biten ve bazı hallerde bu heceyi n'ye çeviren fii l ler ( mesela kara = yapmak, ku kan nisa = yaptım ) ; 2 - Çekimde hiç değişıniyen fiiller. Zaman, kip ( siga, modus ) , çatı ( bina, vox ) , ve aspekt ( b. bk. ) farkı, yardımcı unsurlarla gösterilir. Mesela kik = vurmak, vur. ku kik = vururum (ku = ben ) , ku kik [iri ne = vuruyorum ku kik nisa vurdum, ku kik kuıu ne = vuracağım. Passifte ku zamiri bırakılarak a-en kik = vurulurum, e· kik-an = vurulursun ( an = imek ) , a· kik = vurulur şekil leri kullanı lır. Dilek (ku kik ruıui = vurayım ) , gereklik (ku kik otokuı = vurmalıyım ) , şart (ku kik yak = eğer vurursam ) , taviz ( concessionnel ; ku k ik koroka = vursam da) , farazi ye ( hy­ pothetique ; ku kik ita = vurursam [ = vurduğumda] , ku kik yakka = vursam bile) kipleri için de yardımcı k elime­ ler vardır. Olumsuzluk ( nefi, negation ) , fiil zamirinden evvel gelen 1omo veya seenne kelimesiyle gösterilir, 1omo ku kik = vurmam, gibi. Fiil tümleci ( mütemmim, comp­ lement) çoğul olduğu zaman özel fii l şekilleri kullanılır, mesela n ina = çok ( şey ) almak. Geçişsi z fiilieri geçişli ( daha doğrusu : oldurumlu, lazımdan müteaddi, causatif) yapmak için ge, ka, te, de, re soneklerine başvurulur : ray = ölmek, rayge = öldürmek ; u ı = sönmek, u ı ka = sön­ düemek ; at = parlamak, alt e = pariatmak ; rikin = yüksel­ rnek, rikinde = yükseltmek ; arapa = gitmek, arapare = göndermek, gibi. Bazı geçişli fiilierin vokalini değiştirmek suretiyle ettirimli ( maliımdan müteaddi, factitif) şekiller elde edilir, mesela kara = yapmak, kare = yaptırmak. Dö­ nüşlü ( mutavaat, reflechi ) fiiller yar- önekiyle yapılır, kik = vurmak, yar-kik = vurunmak, gibi. Cümlede özne ( fai l ) başa, nesne ( mefu l ) ortaya, fi­ 1 i de sona gelir, ve bütün uyrumlu tliınce ( p roposition subordonnee) ler başlıca fii lden evvel yer alır : k ama olla wakka o mare = ibrik + e + su + dold,ur, gibi. Aynu dilinin üç başlıca diyeleği vardır : ı - Hokka­ ido, 2 - Sal]alin, 3 - Şikotan. Hokkaido diyeleği de üç =

=

alt-diyelek grupuna ayrılır : a - güneydoğuda : Saru, b ortada : Tokapçi, ç - kuzeyde ve güneybatıda : Us u. To­ kapçi diyeleği öbürlerinden oldukça farklıdır. Salpl i n di­ yeleğinde vurgular daha keskindir, ç sesi � değerine kayar ( mesela Hokkaido çisei, Sal]alin {Jiıei = ev ; Tokapçi alt­ diyeleğinde de böyledi r ) , kelime hazinesinde de farklar vardır ( mesela Hok. çup. Sal]. tombe = güneş ; Hok. abc, Sal]. rmçi = ateş ) . Hokkaido diyeleğinin kuzey ve güney altbölümlerindeki tipik ses farkları şu misallerden anlaşı · l ı r : kuzey ku, güney k = ben ; k. ku ek, g. k ek = gelirim ; k. ku op a, g. koyra = unuturum ; k. r oropok, g. koro­ pok = altında ; k. çaro, g. paro = ağız ; k . u çal - kuma, g. upaıkuma = hikaye. Kuzey d iyeleği esas olarak alınır. Aynu d i linin yazılı edebiyatı yoksa da, halk edebiya­ tı zengindir. Masal ( yukara ) , hikaye (uça[kuma ) , aşk, gezi, ve balıkçı lık şarkı ları ( Iinotça) gibi folkloristik par­ çalardan ibarettir. Hokkaido adasının batı tarafında, eşya üzerindeki mülkiyet işaretlerinden başka, kaya üzerinde çizilmiş yazı işaretleri de bulunmuştur ( Otaru [Temiya] mağarası yazıtı, Soya Burnu yazıtı ) . Bazı bilginler (T. Ki­ tasato 1 90 ı ) Aynu'ların eskiden bir yazı si stemine sahip olduklarına inanıyorlarsa da, Orhon - Yenisey Türk yazısı· na benziyen bu işaretler bu adaya pek erken bir devirde akın etmiş olan Proto - Tunguz'lara ait olsa gerek ( R. To­ rii ı 9 1 9 - ı 92 L ) . Bk. ORHON YAZlSI. Gramerler ve sözlükler : A. Pfitzmaier : Untersu­ •hungen iiber den Bau der Aino-spra•he, Viyana Akad. ı 8 5 L Aynı yazar : Vo•abularium der Aino - spra•he, Viya­ na Akad. ı 8 5 2 . M. M. Dobrotvorskiy : Aynsko - ruHkiy slo11ar' i pri/ojeniya, Kazan ı 8 7 5 . J. Surnıners : An Aino ­ Eng/iıh Vo•abulary, Yokohama ı s86. ]. M. Dixon : Ainu Grammar ( «The Chrysanıhemum» dergisinde, Yokohama ı 8 8 3 ) . J. BatcheJoe : A Grammar of the Ainu Language, Tokyo ı 8 8 7 , 2. bas. Yokohama 1 903. Aynı yazar : An Ainr1 - EngliJ h - fapaneıe Diaionary, induding a Grammar of tbe Ainu Language, Hokkaido - cho ı 889, 2 , bas. Tokyo 1 90 5 , 3 . bas. Tokyo ı 926. B. Pilsudski : Materials f o r the Study of the Ainu Language and Folklore, Krak6w ı 9 1 2. B. Lau­ fer : The Vigesimal and Dedmal Systems in the Ainu Nu mera/s, with s ome Re markı on Ainu Phonology ( «Jour­ nal of the American Oriental Society» de, cilt XXXVII, [ ı 9 ı 7 ] , s. ı 92 - 208 ) . S. E liseev : La langue ainou ( A. Meillet - M. Cohen'in « Les langues du monde» adlı eserle­ rinde, Paris 1 9 24 s. 263 - 267 ) .

AYR (ter ok.] ( Ayrshire) : ı - İngiltere' de. iskoçya'nın güneybatısında bir konı luk. Yüzölçümü 2932 km2, nüfusu 298 700. Tepelik ve dağlık ( Tinto H i l l 7 0 3 m) bir yöre olan A. da hayvan yetişti rme, madenci lik ve dokuma endüs­ trisi gelişmiştir. 2 - [ter ok. ] aynı addaki konıluğun merkezi. Nü­ fusu 4ı 600 . Firht of Clyde deniz girincisinde kuru lmuş bulunan A. bir liman ve banyo şehridir. Yün dokumacı­ lığı gelişmiştir, A YRAN : ı - yoğurda su, istenirse tuz d a kattı k tan son ra çalkayarak yapılan bir içki. Taze yoğurt yerine torba yoğur­ du ve Doğu illecimizde «kurut» denen ku rutulmuş yoğurt da ku lanılabil ir. Bileşimi, yoğurdun çeşidine ve sulandırı lmasına göre değişir. Yoğurdun Türk'ler ve bütün eski Asyalı mil­ letlerce ötedenberi bilinmekte olması ve Uygur'lar tarafın ­ d a n ı 4 yüzyıl önce uykusuzluğa, karındaki ağrılara v . b . karşı kullanı ldığı Turfao kazılarında elde edilen belgelerden ( Reşit Rahmeti Arat : Heilkunde der Uiguren ) öğrenilmişti r ;

AYRAN

-

bundan, A. ı n da çok eskiden hekimlikte kullanıldığı anlaşılıyor. Gecede'li l shak b. Murat 1 389 da yazdığı Ha­ ı• as -iil - Edviy e ' sinde (Topkapı sarayı , Hazine Kütüphanesi n ushası, s. 9 1 ) ay randan bahsetmekte ve sığır sütünden yapıl­ masını tavsiye etmektedir. A. ıiı Türk'lerde revaçta bir içki olduğunu gösteren bir vaka da İ stanbul'daki Külliye'yi açar­ ken Fatih Mehmed'in bi lginlerden Molla İzari'ye ayran ik­ ram ettirmesidir ( Prof. Dr. Süheyl Ün ver : İ stanbul Üniver· sitesi Tarihine Girif. Fatih medreseleri notla11) . A. sulu ve kolay hazınedi lebilir bir gıda almak zorunda olanlara, hususiyle ateşli hastalara verilir ( bk. YOGURT) 2 - Yayıka/tr ayranr : tereyağı yapılırken ana kalan sulu kısım. Terkibi, yağı alınmış sütünküne benzer ( bk. S Ü T ) . Proteinler sütteki kadar ( binde 3 5 g ) olmakla beraber kazein mayalanarak hazmolunmuşrur. Sütşekeri süttek inden yüzde 20- 2 5 azdır ( binde 3 5-38 g ) ve bunun yerine ekşime sonucunda süt asidi ( bin de 4 . 5 - 6 g ) meydana gelmişti r ; sütten en önemli farkı yağın azlığıdır ( binde 2 , 5 - 6,5 g ) . Yayıkaltı ayranı çocuk hekimliğinde k ullanıl ı r. Ya· ğının azlığından ve protein moleküllerinin mayalanarak de­ ğişmesinden ötürü kolay hazmolunu r. İçindeki süt asıdi bar­ sak bozuk luklarına karşı gelir. Hususiyle süt çocuklarına had gast ro- enıeritlerde, genel olarak sürgün (ishal ) ve tok­ sik infeksiyonlarda veri lir. Süt çocuklarında görülen bazı deri belinilerine de iyi gelir. 3 hafta kadar verilebilir. Uzun müddet yalnız başına kulanılırsa besi eksikliği , kan­ sızlık ve zayıf l ı k görülür. Bazan çocuklarda ateş yapar ( 39-4 0 ) . Yayıkaltı ayranı, kaymağı çıkarılmış yağurt su­ landırıldı ktan sonra yağı sentrifüj )e elden geldiği kadar. alınarak da yapılabi lir. A YRANCI, Konya'nın Ereğli i lcesine bağlı bir bu­ cak. A. bucağın ı n merkezi, aynı adı .t aşıyan 98 ı ( ı 94 5 ) nüfuslu köydür. Bir ovada kurulmuş bulunan A. Ereğli ile Karaman arasında, demiryolu boyundadır. Bir i stasyonu vard ı r. Evleri kerpiçıen ve düz damlıdır. Bir çok evlerin damları sazla yahut toprakla örtülüdür. A. halkı tah ı l eker ve meyvacılıkla geçinir. Az miktarda da kilim dokunur. A. bucağına bağlı 18 köyde 9 584 ( 1 94 5 ) nüfus vard ı r.

AYRE R [qytir ok. ] , Jakob ( 1 54 3- 1 60 5 ) , Alman dram şairi. Eserleri O · us Theatricum (Tiyatro eser leri ) adı altın· da ilk defa 1 6 1 S de Nürenberg'te yayımlanmıştır. Bunun içinde otuz kadar komedya veya tragedya, otuz altı parça da güldürücü piyes vard ı r. AYRI ÇANAKYAPRAKLlLAR ( Chorisepales ) , bit­ ki sisteminde iki çeneklilerden çanak yaprakları bitişik ol­ mıyan bitki takı mlarının bağlı olduğu büyük bir birlik. AYRI TAÇYAPRAKLlLAR ( Choripetales) , bitki sisteminde iki çenekl ilerden taç yaprakları bitişik olmıyan bitk i takımlarının bağlı olduğu büyük bir birlik. A YRICALIK, halk sını fları arasında doğum, mezhep, ai le, servet gibi sebeplerle fark gözeti lmesi hali. Anayasa 69 uncu maddesiyle bunu yasak etm iştir. AYRIK ( Mantık ) , biçimsel mantık terimi : «ya», «yahut» bağlaçlarından biriyle iki parçaya ayrılmış olan bir yargı veya önermeye denilir. Önerme bu haliyle çift saplır. Bu türlü öneerneler almaşlıdır. A. öneemelerde bu­ lunan iki şıktan biri inkar oliınmiıdıkça öteki tasdik edi­ lemez. Bunlar, iki varsayı msal önermeye denk bir durum­ dadırlar. Bir problem karşı sında bir çok çözme şekilleri farz­ o l u nab i l i r : bunlardan ya inız b i rinin kabul edi lebi l eceği, ötek i lerin kabu l olunamıyacağı tanıtlanı rsa bir A. usavu r-

AYRILİK

397

ma yürütülmüş olur. Bu u savurmanın doğru olması için. bilinen hale göre bütün olanaklı farz şeki llerinin üzerinde türnevarım yoliyle tam bir sayım yapılmış olması ve bunla­ rın birbiriyle çelişikliklerinin anlaşılmış bulunması gerektir. A. tasımiarda büyük önerme, A. bir önerme halinde bulunur. Şeması şöyledir : A, B yahut C dir. A, C değilse B dir. A, B değilse C dir.

AYRIKOTU ( Cynodon ) . buğdaygiller ( Gramineae) den, üçeanesi Avusturalya, bir tanesi de dünyanı n her ye­ rinde olmak üzere 4 kadar türü yerişen bir bitki cinsi. Hepsi otsu olan bu bitki­ lerin hususiyle C. dactylon yani ayrıkoıu denen ve dünyanı n her yeride yeti­ şen türüne yurdumuzda da tarla ve çayı rlarımızda çok raslanır. Yatık gövdeli O · lan bu birkinin toprak altı gövdelerinde bol kök çık­ tığından , kültür bitkisi ye­ tiştirilen tarlalar için za­ rarl ı bir yabani ottur. Bir parçası, kısa bir zamanda bütün tarlayı sarar. Buna karşılık değerli bir hayvan yemi bitkisi olduğundan, tarla ve hele çayırlarda çok yeıişıirilir. Yem bitkisi ola­ rak kuzey Amerika'nın gü­ ney bölgeleri ndeki çayır­ larda önemli bir yeri var­ dır. Bundan başka deniz kenarlarında hareket eden kum yığınlarını tutmak AYRI KOTU için de en çok böyle bölgelere ekilir. AYRILIK : ı - ( Huk. ) , hakim hükmüyle birlikte yaşa­ mak ödevinden uzak tutulan karı kocanın durumu. Türk Mede­ ni Kanununun 1 29 uncu ve ardı sıra gelen maddelerinde yazıl ı olan boşanma sebepleri aynı zamanda ayrıl ı k sebebi­ dir ( hk. BOŞANMA ) . Boşanma davasını açmıya hakkı olan taraf dilerse boşanma, dilerse ayrı lık i sıiyebilir. Yetkili yar­ gıç davacının konut yargı cıdır. A. a en az bir y ı l ve en çok üç yıl için hüküm edilir. Tayin edi len sürenin bitmesi ve­ ya bu süre içinde karı kocanın ba rışması hal lerinde A. kendiliğinden ortadan kalkar. A. sü resi içinde karı koca birleşmezlerse iki taraftan her biri boşanma isıiyebilir. A. davası açıldıktan sonra, boşanma davasında olduğu gibi, karı kaçadan her biri, dava devam ettiği müddetçe diğerin­ den ayrı yaşamak hakkını haizd i r. Hakim karının iskan ve bakımı, karı kocanın mali münasebetleri ve çocukların ko­ runması için gerekli tedbirleri alır. A . . boşanmadan fark lı olarak evlilik bağını çözmediği ve yalnız karı kocayı bir likte yaşatmaktan uzak tuttuğu için, kanunun yüklediği karşılıklı yardım ve sadakat koca tarafından karı ve ço­ cukların bakımı gibi ödevler ayrı l ı k hükmünden sonra da devam eder. Karı A. hükmünden sonra ayrı bir konut seçe­ bilir. A. , karının şahsi hallerinde bir değişiklik husule ge­ tirmez. Bu süre içinde karı kocadan biri ölürse diğeri mi­ rasçılık haklarından faydalanır A. a karar veren yargıç A. ı n müddetine ve karı kocanın durumlarına göre malla­ rının yönetimi için kabul ettikleri usulün kalkmasın ı veya kalmasını emreder. Fakat karı kocadan biri isterse, yargıç

398

AYRILIK

-

A YRlLMA

mallarını ayırmakla mükellefıir. Yargıç ana babayı dinle­ dikten sonra çocuklar üzerinde veliyer hakkının kullanıl­ ması ve ana baba ile çocuklar arasındaki münasebetler için gerekli tedbirleri alır. Çocuk kendisine verilmemiş olan taraf, kudretine göre onun bakımı ve eğitimi giderlerini paylaşmaya mecburdur. ( bk. BOŞANMA ) . 2 - ( Fel. ) , insanı her yandan kaplıy a n bü tün şeylerde birbirinden ayrılık mı vardır, yoksa bunlar birtek varlığın türlü şekiller altında görünüşleri midir ? Usumuzla kalırsak bütün bu şeylerin aslında bir olduğuna inanır gibi oluruz. Ancak, usumuza deney de katılınca, dünya bize çokluk ve görelik içinde imiş gibi görün rneğe b aşlar . İ şte bu iki türlü anlayışran şu büyük felsefe prob­ lemi ortaya çıkmıştır : « Şeylerde iki bakıma göre beliren birlik le ayrı lık arası ndaki oran nedir ? Birlik ve a y rılık il­ kelerinin değerleri ne olabilir ?» Bu ç etin problem için baş· lıca üç çözüm şekl i ileriye sürülmüştür : a - A. ilkesi salt görüngüyü deyimler. ve bir olaya dayan ı r. Bunun için de olaysaldır. Elea felsefe okulunun, Brahmacılığın. Buddhacılığın bütün kamutanrıcı lık ( pante i z m ) in görünüşü böyl edir. E leahiara göre, şey lerdeki çokluk yalınç bir sorun­ güden ibarettir. Şeylerin temeli birliktir. Brahmacılık, çok ­ ranrıcılrk'tan başlıyatak kamutanrıcılrğa güçmiştir. Buddha· cılıgın temeli olan «dört y üce hakikat'te birlik fikri üzeri­ ne kurulmuştur. Bu birlik ilkesi , kamutanrıcılıkta en en gin şeklini bulur. b - A. ilkesinin saltık olarak bir nesnel değeri var­ dır. Bu çözüm şekli, Demokritos'un, adcı ları n , Locke ' un , Co n dillac ' ın gö rüşle rini deyi m ler. Demokritos'a göre bütün şey l e r iki i lkeye dayanır : doluluk ve boşluk. Adcılar da «gen t l düşünce» nin yalnız bir addan iba­ ret olduğunu, tinin ne içinde, ne de dışında bi r gerçekli­ ği bulunmadığını ileriye sürdükleri için A. i l kesi ni kabul f'tmiş oluyor lar. Bu ikinci çözüm şek li, ikici liğe ve çokculuğa denk sayılır. c - Ayrılık i lkesinin bir gerçek değeri vardır. An­ cak bu değer, birlik ilkesinin değeriyle sınırlanmışıır. Sok­ rates, Aris ı o, Eflitun da problemi böyle oıta bir görüşle ç ö zmek yolunu tutmuşlardı r. Bu problem, Spinoza, Kanı . Hegel ve Schelling'in sistem lerinde esastır. W. James onu biı inci olmıyan bi r gö­ rü ş le çözmek istemiş ı i r . AYRILIK KARGASI : bk. ALA KARGA.

A YR lLI K SAV AŞI : bk. A YRlLMA HAR B i . AYBILIRMEYVA ( Diachai n e ) , bitişik meyva yap raklı bazı bitkilerin ( Maydanozg i lle r ) , meyvaları olgunla· şınca , meyva yapraklarının birleştik leri bölgelerden ayrılan meyvaya denir ( bk. M EYVA ) . AYRILMA HARBt, Ame r ika lli rleşik Devltıleri tarihinde ı 8 6 ı - ı 865 y ı l larınd a yapılmış olan iç harbin adı ( W ar of Seçession, American Ci vii W ar) . Güneydeki devletlerin kendilerini Birlikten ayırmaları ( Secession ) yüzünden doğan bu harbin ası l sebebi, Birliğin kuzey dev­ letleri ile güney devletlerinin ekonomi &iy"setled ara s; ndak i ıe�ııılar olmuştur. Bu te�atlar, birinci der ecede Zençi köle· ler ve serbest ticaret sisteminin mi, yok sa himaye gümrük· leri si yasetin i n mi uygulanacağı meselelerinde kendini gös­ termektedi r. Ekonomileri yalnız ıarıma dayanan ve cleıppk.

HARBİ

rat pa rti tarafçısı olan güney devletleri, gerekli işçileri kd­ layca sağlıyabilmek için Zenci köleliğin devam ettirilmesini ve m uhtaç oldukları endüstri maddelerini ucuz bir fiyatla elde edebi lmek için de serbest ticaret siyasetinin güdülıne­ sini istemekte idi ler. Buna karşılık ekonomi hayatları daha çok sanayie dayanan ve Cumhuriyeı ç i parti taraflısı olan kuzey devletleri i se sosyal sebeplerden dolayı köleliğin kaldırı l­ ması ve Amerika endüst risini n gelişebi lmesi için de yük­ sek himaye gümrüğü siyasetin i n uygulanması ıarafçısı bu­ lunuyorlardı. Bu durum karşmnda güney demokratları hukuk nazariyelerine dayanarak, Birlik i le olan münasebeı­ lerini bir anlaşma mahiyetinde saymakta ve bu Birlikten ayrılmak hakkına her zaman sahip bulunduklarını ileri sürmekıe idiler. Kasım ı 860 ta yapılan seçimde Cumhu­ riye ı çi paııiden Lincoln'ın Amerika Birleşik Devlet leri ( Birlik) Cu mhurbaşkan lığına g elmesi , ötedenberi hazır· lanmakta olan ayrılıkçıların harekete geçmelerine bi r vesi le oldu. Böylece, ilkönce Güney Carolina ( ı o kasım 1 860) olmak üzere Mississippi. Florida , Alabama, Georg i a , Louisiana, Texas devletleri Birlikten ayrıldıklaıını ilan eımişlerdir. Biraz sonra Virginia. Kuzey Carolina, Arkan­ sas ve Tennessee devletleri de bunlara katı larak kendi aralarında bir konfederasyon kurmuşlardır. Fakat bu ay­ rılma hareketi kuzey devletleri tarafından bir isyan sayıl­ mıştır. Konfederasyon Devletleri (The Confedera ıe States of America ) kuvveıleıinin başında !:ulunan general Beau­ regard'ın Birliğe ait Sumter kalesini ele geçirmesi ile ı 4 nisan 1 86 1 de iç h a rb fii len başlamıştır. Kuzey dev ­ leıleri harbe hiç hazır olmadıkları gibi güney devletlerinin de hazırlıkları tamamlanmış olmaktan uzaktı. Önce belli­ başlı savaşlar Potamac bölgesinde geçmiş, fakat kısa bir zaman içinde iki grupa ayrılmış bu devletler arasındaki bütün sınıf boyunca genişlemiş, günden güne hemen bü­ tün güney dev letleri içinde yay ılarak geniş ölçüde bir iç harbi halini almı ş tır. Poıomac boyunca genel bir ıaarruza geçen Birlik ( Federa l ) kuvvetleri . 2ı temmuz 1 86 1 de Beauregard ' a karşı meydan savaşını Bull Run'da kaybetmişl erdi r . Fakaı Konfederasyon kuvvetleri bu büyük zaferlerinden faydala­ narak Birliğin merkezi olan Washington üzerine yürümek ve kes i n sonucu sağlamak fırsatını kaçırmışlardır. Bunun üzerine Potomac ordusu adı veri l en Birlik kuvvet leri başkomutan lığına geçirilen McC lel lan, bu orduyu düzenle­ yip kuvveılendi rdikıen sonra. Konfederasyon devletleri nin merkezi olan Richmond'a hücum e r mek amacı i le kuv­ vetlerinin büyük kısmının ba ş ında ve donanma himayesinde Virginia yarımadası deni len böl g eye gelmiştir. Fakat Kon ­ federasyon generalleri J oseph E. Joh n ston ile Robeıt Lee. McCiellan ' ı Chickahominy ' de ( 3 1 mayı s - ı haziran ı 862 ) ve 2 � hazirandan ı temmuza kadar süren Yedi Gün Mey­ dan Savaşı'nda büyük kayıplar verdiemiş ler ve sonunda onu deniz yolu i le Aşağı Potomac bö lgesine çeki l rneğe zorla­ mışlardır. B i r l i k kuvve ı l e ri burada yeni teşkil olunan Ge­ neral Pope'un �omutasıı:daki Vi rginia ordusu i le birleştik­ ten sonra da ik i n c i Bull Run meydan savaşında general Lee tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmıştır ( 28·30 ağustos ı 862 ) . Bun u n üzerine galipler Mary l and ' e girmiş­ ler, fakat MçClellan t a rafında n 1 6- ı 7 eylUide Anti e ıa m ( Sharpsburg) meydan savaşı ile geri çekilmeye 2orlanmış­ larıiır. Potamac ordusu yeni başkomutanı general Burnside, freqericksbıı rg'da asır bir yenilgiye uğratı lmıştır ( ı 3 a ralık ı ıı6ı ) . Bı:ın ıın arda sı Hookcr da ı - 4 m�yıs 1 8 63 te

AYRILMA

HARBl - AYŞE

Chancellorsville meydan savaşını kaybettiği zaman ordunun başına general Meade geçiri lmiştir. Bunun üzerine Konfederasyon devletlerinin kuvvetleri Pennsylvania'ya kadar i lerlemişlerdir. Fakat kan l ı Gettys­ burg meydan savaşında ( t- 3 temmuz 1 8 6 3 ) yeni lerek geri cekilmek zorunda kalmış lard ı r. Harbin öteki cephelerinde ise Birlik orduları daha büyük başarı lar elde ermeğe muvaffak olmuşlardır. Düş· manına kat ka t üstün olan Birlik donanması, güney dev­ letlerinin sahillerini abluka altına almıştır. Amiral Farragur Aşağı Mississippi'deki tahkimli yerleri yararak 29 nisan 1 862 de New Orlean s şehri ni zapıeımışr ı r. Zırhlı harb gemileri ilk defa olarak bu deniz savaşlarında kullanılmış­ ttı. Ulysses Grant'ın komutasındaki Birli'< orduları, Mis­ sissippi'de başarılar kazanarak Tennessee'ye gi rmişlerdir. Granr, şubat 1 86 2 de Henry ve Doneisan kalelerini a lmış, nisanda Konfederasyon ordularının komutanları general Johnsıon ile general Beauregard' ı Shi loh meydan savaşında bozguna uğratmış ve 30 mayısta Corinth' i almıştır. 4 tem­ muz 1 863 re de Mississippi devletini Vicksburg'u içindeki 27000 askerle bi rlikte teslime zorlamıştır k i bu olay har­ bin dönüm nokıasını teşkil etmektedir. Böylece Missis sippi'nin batısında kalan güney devletlerinin, yani Arkan­ sas, Louisiana ve Texas'ın öteki Konfederasyon devletleri ile bağları kesilmiş ve kuzey devletleri bütün kuvveıleri i le Virginia üzerine yüklenmek imkanını bulmuşlardır. Gerçi Birlik kuvvetleri komutanlarından general Rosecrans 1 9· 20 eylül 1 863 de Chickamauga savaşında ağı r bir . yenilgiye uğramıştır. Fakat geneı a l Grant, Chattanooga'da kazandığı büyük bir zaferle ( 3· 2 � kasım 1 863) kuzey or­ dularının üstünlüğünü sağlamıştır. 1864 mart da general Grant. Hallecks'in yerine Birlik kuvvetlerinin başkomutanlığına getirilince en önemli harb sahnesi olan Potamac cephesinde komutanlığı bizzat üzerine almış ve konfederasyon ordularını üstün kuvvet· lerle sıkıştırmıya başlamışlardır. Fakat general lee'nin çok inatçı ve maharetli bir mukavemeti ile karşılaştığından ne kanlı Wilderness ( 5 -7 mayıs 1 864 ) meydan savaşında ne de Spotsylvania ( 1 8 · 1 9 mayıs 1 864 ) savaşında bir zafer kazanamamıştır. Cold Harbor tahkimanna saldırışı ve Perersburg kalesine hücumu başarısızılıkla sona ermiştir ( 1 5 - 1 7 haziran 1864 ). Hatta bir konfederasyon ordusu cepheyi yararak Washington' u tehdit ermeğe muvaffak olmuş fakat Grant'ın ünlü suvaıi generali Sheridan tara­ fından 1 864 sonbaharında geri atılmıştır. Bu sı rada Birlik orduları komutanlarından general William T. Sherman, Tennessee'den hareketlte Georgia içinden Aılas Okyanusu sahiline yaptığı ünlü seferine girişmiştir. Güney dev letleri generallerinden ]oseph E. Johnsıon'ın ordusun u yavaş yavaş geri atarak 2 eylülde Atlanta şehrini almış ve 2 2 aralık 1 864 t e d e Savannah l i manını teslim olmağa zoı la­ mıştı r. Düşman arazisini sistematik bir surette tahrip ede ede kuzeye doğru ilerlemiş ve 1 8 şubat 1 865 de Güney Carolina'da Charleston limanını ele geçirmiştir. Kuzeyden Grant, güneyden Sherman ve batıdan da Sheridan Virgi­ nia üzerine yürümüşler, 2 nisan 1 865 te Petersburg ve Richmond şehirlerini ele getirmişlerdir. Bunun üııerine general lee'nin 28 000 mevcuda düşen ordıısu Appomat· ıox'ta 8 nisanda general Grant'a ve general Johnsıon'ın ordusu da Greensboro'da 26 nisan 1 865 ıe general Sher· man'a teslim olmak zorıında kalmışlardır.

399

Böylece A. , güney devletlerinin tam bir yenilgisi ile sona etmiştir. Bu harb kuzc}' devleılerine 360 000, güney devletlerine de 260 000 insana mal olmuştur. Kuzey dev­ leıleri aşağı yukarı 2 800 000 güney devlet leri ise 1 400 000 askerle karşı karşıya döğüşmüşlerd i r.

AYRlM ( Mantı k ) , bir ıürü, ayn ı cinsin başka tür le­ rinden ayıran ıra ( karakter) : insanı hayvan cinsinin başka türlerinden ayıran onun uslulu'� ( akıllılık) ırasıdır. Buna «ıürel A.» den i r. Bir cinsi başka bir cinsıen ayıran ıraya da onun A. ı denilir. Cinsleri birbirlerinden ayıran A. «uzak A.», türleri ayıran A. da «yakın A . » dır. A. , «beş» ıümelden biridir. A. lar. ya temelli. yahut öze olurlar. Gülmek, insan türü için, temelli değ i l , öze bir ayrımdır. Bir bakımdan özdeş olan şeylerin arasındaki başkal ı k bağıntısına da eski felsefede_ A . deni liyordu. İ skolasıiklerin şeyler arasımla sayı yönünden olan farkla, öz ve takım yönünden olan farkı ayırmaları da işte böyle bir A. anla­ yışiyle i lgilidir. Modern görüşle, bir kavramı başka bir kavramdan ayı ran ı ra, onun ayrımıdır.

A YR IMEYVA YAPRAKLI ( Apocarp ) , birkilerde yu­ murtalığın bir tek meyva yaprağından meydana gelmesi ( bk. ÇİÇEK ) . A YRIKO, Amerika kızılderili dillerinin Güney Ame­ rika bölümüne giren iki ayrı dilin adı : ı - Chibcha ( Çib­ ça) ai lesinden olan Ayriko, Chibcha-Aruak bölümünün Be­ ıoi grupundandır. Gruptak i akrabaları ( Betoi, Xirara, Si­ rufa, Ele, lukulia, Xabıie, Arauka, Kilifay, Anaballi, lo­ laka, Atabaka) gibi ölü dillerdendir. Eskiden Kolombiya­ Venezuela sınırında Casnare, Arauca , Apure ırmak ları do­ laylarında konuşulurdu ; b k. CHIBCHA. 2 - Tukano ailesinden olan Ayri ko, ailenin Kuzey grupundandır. Tama dili i le beraber, Kolombiya'nın orta bölgesinde, Meta ırmağının ayaklarından olan Manacacia'nın kaynakları dolaylarında konuşulur ; bk. TUKANO.

AYRTON [.,rlln ok. ] , Edmund ( 1 7 H· 1 808 ) , ingi· liz bestecİsİ Ripon 'da doğmuş, londra'da ölmüştür. Bir çok ki lise eserleri yazmıştır. Uzun zaman londra'da Kıra l ki li­ sesindeki Koro çocuk larına öğretmen lik yapmıştır.

AYRTON [,ımin ok. ] . William ( 1 777- 1 8 58 ) , İng i l i z müzik yazıcı ve yayımcısı. londra'da doğmuş, orada ölmüş­ tür. londra'da Kı ral Tiyatrosunda çeşitli zamanlarda orkesr­ ra şefliği yapmış ve Mozart'ın operalarının yeniden ele alınmasında büyük emek harcamıştır. Yazıcı ve yayımcı ola­ rak A. , Harmoniçon adlı aylık bir dergi yayımlamıştır. Çağının müzik akınlarını aydıntatması bakımından bu der­ ginin büyük önemi vardır. A YSBERG : b k . BUZDAGI. AYŞE ( 6 H 678 ) , Muhammed Peygamber'in k a r ı · sı vebi rinci Halife Ebu Bekir'in Ümmü Ruman bint Amir'den doğan kızı olup künyesi, kızkardeşinin oğlu Abdullah'a nis· perle, Ümmü Abdu llah'ur. Bir söylemiye göre, Muhammed'in ilk karısı bulunan Hatice'nin ölümünden sonra, henüz 6 yaşında iken Muham­ med'le nikahlanmış ve Hicret'ten 6 7 ay sonra, 9 yaşın· da iken zifaf olmuştur ( 62 3 ) . A bir çocuk olduğu halde, kısa bir zaman içinde, zekisiyle Muhammed'in sevgisini hzanmasını bilmişıir. Ançak, Benıı Mustalak'a kar�ı yapı lan seferden clönerken. ·

·

.



400

AYŞE - AYŞE SULTAN

Muhammed'le beraber bulunan Ayşe'nin ordugahtan uzak­ laşması ve bu sırada ordunun hareket etmiş olması y üzün­ den yalnız başına kalması . sonra da Safvan b. Muaııal adında genç bi r adamın devesi üzeri nde çıkagelmesi, birçok dedikodulara yol açtığından, kısa bir zaman için Muhammed'in teveccühünü kaybetmişti ; fakat A. nin üzüntüden hastalanması üzerine Muhammed, bu mese­ leyi Ali ve Üsame b. Zeyd ile görüşmüş, Üsame, A. n i n Sl çsuz olduğunu savunmuş, A l i ise Peygambere Ayşe'i bo­ şamasını teklif etmişti. A. nin bu yüzden Ali'ye kin bağ­ lamış olması düşünülebilir ; fakat sonunda iftiraya karşı nazil olan bir ayet ile Ayşe'nin suçsuzluğu kabul edilerek, Peygamberin sevgisini yeniden kazandığını, Muhammed'in hastalık zamanının büyük bir kısmını onun evinde geçi r­ miş ve burada ölmüş olmasından anlıyoruz. A. , Muhammed'in ölümünde henüz 18 yaşında idi ; fakat Müslüman ların büyük bir çoğun luğu tarafından kutsal ( Ümm- ül-mü'minin ) ve büyük nüfuzlu bir kişi olarak tanınmıştı ; bu y üzden önemli siyasi olaylara karış­ mış İslamlar arasında ayrı lık ve particilik çıkmasında ve İ slamlığın büyük istila adımlarını durduran iç harplerin başlamasında rol oynamıştır. A. , bu faaliyetin i hususiyle üçüncü Halife Osman' a karşı muhalefette bulunmakla gös­ termiş, her vesile ile Osman'ın idare tarzına hücum ederek i ktidarı bırakması gerektiğini açıkça söyle rnekten çekinme­ miştir. Osman' a karşı olan ayaklanmada da rolü olduğu söy­ lenir ; fakat Osman'ın evi kuşatıldığı zaman ( Yevm- üd- dar vakası ) A. , Medine'de olmayıp, Hac için Mekke'ye gitmiş bulunuyordu ; bununla beraber. A . nin bir ihtiyat tedbiri ol­ mak üzere Mekke'ye giımiş olduğunu söyliyenler de vardır. A. , Osman'ın öldürüldüğünü ve Ali'nin halife seçildiğini öğrenince Medine'ye dönmemiş, Ali 'yi Os­ man'ın katli ile suçlandı rarak onun kanını dava etmiş . Müslümanları Ali'ye karşı kışkmmağa başlamış ve bu hususta bir önder rolü oynamıştı r. Önceleri Osman'ın ha l ' i hususunda ( katlin i istemed ikleri muhakkakıır) ellerinden geleni yapan, fakat Ali halife olunca istediklerini elde edemiyeceklerini anladıklarından ondan ayrılan ve bu dev­ rin Ali'den sonra iki büyük kişisi bulunan Talha ( bk. TALHA B. UBEYDULLAH ) ve Zübeyr ( bk. Z ÜBEYR B. EL-AVVAM) de muhaliflere katılmışlar, son ra bu kuv­ vetli kişilere Abdullah b. Amir, Sai'd b. As ve Velid b. Ukba gibi birçok tanınmış kimselerin de katılması üzerine, muhalif taraf ağır basınağa baş lamış , Ali bu yüzden sar­ fettiği büyük gayretiere rağmen biat'ından dönen «asilere» karşı Medine'de ancak küçük bir kuvvet ıoplıyabilmişti. Başta A. olmak üzere, Talha ve Zübeyr'in önderliği altında bulunan muhalif taraf, Ali'ye karşı daha esaslı bi r mücadeleye girişrnek için, Talha ve Abdullah b. Amir'in birçok tarafçısı bulunan Basra'ya hareket etmişler, daha yolda iken, kendilerine katılan larla mevcutları, 3000 e y ükselmişti ki, bu, Ali'ye karşı bir isyan hareketinden başka bir şey değildi. Ali, kendisine biat etmemiş olan ve çok k uvvetli bir rakip gördüğü Muaviye'yi bu durum k arşısında i kinci plana bırakarak, toplıyabildi ği tarafçılarla birlikte A. ve tarafçıların ın arkasından hareket etmiş, fakat önce Kiıfe'ye giderek burada yeni kuvvetler sağladıktan ve hususiyle Mali k el-Eşter'den yardım gördükten sonra, Basra üzerine yürümüştü r. Burada iki taraf arasında kanlı bir çarpışma olmuş (aralık 656 ) , A. de bir deve üzerinde olduğu halde �avaşa katıldığın dan, bu vaka�·a Cemel ( = deve ) Yakası

(b. bk. ) adı verilmiştir. Savaş sonunda Ali galip gelerek A. esir edilmiş, Talha, harbde yaralanarak ölmüş Zübeyr de, savaş henüz bir sonuca varmadan, kendi i steğiyle dönerken, yolda Amr b. Curmuz adında birisi tarafıııdan öldürülmüştür. A. , her ne kadar Ali'nin yanında kalmak ve d üşman iarına karşı savaşlarında beraberinde bulunmak i stemişse de, Ali bu teklifi kabul etmediğinden, onun i steği üzerine Medine'ye dönmek zorunda kalmış ve bu suretle tarihi rolü sona ermiştir. Bununl a beraber Ha­ san ( Aii 'nin oğlu) ın ölümünde yeniden meydana çıktığın ı görüyoruz ; onun, Peygamberin yanına gömülmesine enge 1 olmak istemişse de halkın isıarı ve gösterdiği heyecan üze­ rine, sonunda buna da razı olmak zorunda kalmıştır. A. zekisı ve çok kuvvetli hafızasiy le tanınmıştı ; hadis rivayet edenlerin başta gelenlerinden biridir ; Muham­ med'e ait birçok tarihi olayların tespitinde onun rivayet­ lerine dayanıldığı gibi, Muhammed'den 2 2 1 0 hadis rivayet ettiği, din meselelerinde büyük bir bilgi sahibi bulunduğu ve bu hususlarda çok kere kendisine başvurulduğu söylenir. AYŞE HUBBA HATUN ( XVI. yüzyı l ) , Türk şairi. Şeyh Ak Şemseıtin'in kızı ve Selim II. nin öğretmeni bulu­ nan Şems Çelebi 'nin karısı. Aşık Çelebi, A. u diğer kad ı n şairlerle karşılaştırarak hepsinden üstün olduğu sonucuna varır. A., şiir türlerinin hepsinde eser vermiştir. Divanından başka üç bin beyittm fazla tutan Hurşid ü Cemşid adlı bir de mesnevisi olduğu ıezkirelerde kayıtlıdır. AYŞE SULTAN, Bayezid II. nin karısı ve Yavuz Selim'in annesi. Dülkadıroğul ları'ndan Alaüddevle Bozkurt (h ük. 1479- 1 5 1 5 ) un kızıdır. Şah Budak y üzünden Fatih Mehmet zamanında bir müddet karışmış olan Osmanlı ­ Dülkadır münasebetleri bu evlenme ile tekrar yoluna gir­ miştir. A., Yavuz'u 1 470 te kocasının vali olarak bulund u ğu Amasya'da doğurmuştur. AYŞE SULTAN, Osmanlı padişahlarından bazı ları­ nın tanınmış devlet adamları i le evlendirilmiş olan kızları. ı Kanuni Sultan Süleyman'ın Mihrimalı sultandan doğan kızı ( ölm. 1 �94 ) . Sadrazam Semiz Ahmet paşa ile evlendiri lmiştir. 2 Murat III. ün kızı ( ölm. 1 605 ) . 1 595- 1 597 ve 1 599 yıllarında sadrazam bulunın Bosnalı İbrahim Paşa ile evlendirilmiştir. Ahmet I. in kızı (ölm. 1 6 5 6 ) . 1 6 1 1 de henüz 3 6 yaşında i ken sadrazam Nasuh paşa i le evlendiri lmişti r. ıf ı 4 de kocası A. nın gözü önünde boğdurulmak suretiy­ le öldürülmüş ve çok zengi n olan Nasuh paşa'nın bir kı­ sım serveti A. a kalmıştır. A. 1 626 da sonradan iki defa sadrazam olan Ahmet Paşa, Hafız (b. bk. ) ile evlen­ dirilmiş, 1 0/2/ 1 6 3 2 günü ayaklanan ve saraya hücum eden sİpahi lerin kocasını padişahın gözü önünde öld ürmeleri ü­ zerine tekrar dul kalmıştır. Bu olayın üstünden bir ay bi­ le geçmeden kardeşi Murat IV. ün emriyle Diyarbakır va­ lisi Murtaza paşa'ya veri lmiş ve 1 6 3 0 da paşanın Revrn 'da ölümüne kadar nikahında kalmıştır. 1 637 de kubbe vezir­ lerinden Celep Ahmet paşa ile evlendiri len A. 1 644 te dördüncü kocasının ölümü üzerine yine dul kalmış ve 1645 te Adana valisi bulunan ve sonradan kaptan paşa olan ve Girit kuşatmasın da bir top güllesiye şehit düşen Ahmet paşa, [ Voynok] ( b. bk. ) ile evlendirilm iştir. 1 644 te de ipşir Mustafa paşa'yı sadrazam yaparak İstan­ bul'a getirtmek ve sonradan ortadan k aldırı lması çaresine bakmak siyase tini güden Osmanl ı sarayı, yeni sadrazarn ın sözde itibarını arıırmak için kendisin i damat ed i n meyi -

-

-

AYŞE SULTAN

-

çıkarına uygun görmüş ve genç padişah Mehmet I V. halasını İpş i r paşa'ya vererek a ltıncı defa evlendirmiştir ( 28. Il. 1 65 5 ) . A. bu sefer de ancak iki ay kadar evli k alabi lmiş ve son kocasının da boğdurulmak suretiyle i d a mından birkaç yıl sonra ölmüştür. 4 - Mustafa l l . nin kızı ( büyük ) ( 1 697- 1 7 5 2 ) . 1 7 08 de Köp rülü Nurnan paşa ( ölm. 1 7 1 9 ) , 1 7 1 9 da Eğriboz mu­ hafızı Silahtar İbrahim paşa (ölm . 1 7 2 3 ) . I 7 2 4 te Hotin muhafızı Mu stafa paşa ( ö l m. 1 7 ı 7 ) ile evlendirilmiştir. 5 - Ahmet l l l . ün kızı ( küçük ) ( ı 7 18-l77 5 ) . 1 7 2 7 d e s i lahtar bulunan ve 1 730 Patrona ayaklanmasından sonra sadrazam olan İstanbul l u Mehmet paşa (ölm. 1737 ) , 1 740 ta TopaJ Osman paşa'nın oğl u Rumeli Beyler­ beyi vezir Ahmet Ratip paşa (b. bk. ) ve . 1 758 de Tırhala mutasarrıfı olup 1770 de sadrazam olan silahtar Cihangir'li Mehmet paşa ( 1 7 1 0 - 1 778 ) ile evlendiri lmiştir.

AYŞI ( XVII. yüzyılın ikinci yarısı ) , Türk şairi. Sam'· da doğmuş, yine orada ölmüştür. Mevlevidir. Esrar Dede tezkiresinde 1650 sıralarında öldüğü yazıl ı ise de eldeki 1 1 0 beyirlik küçük bir mesnevisi ı 686 da yazı ldığına, 1 690 yı­ lında da bir tarih düşürmüş olduğuna göre, A. nin bu y ı l­ dan sonra ölmüş olması lazımdır. A. nin Bağdat'ta yazı lmış bulunan d ivançesi Üskü­ dar'da Kemankeş kitaplığındadır (No. 202 ) . Mesnevisinin yalnız 1 7 beyti divançesinde kayıtlıdır. A YTAŞI, ortoklas feldispatların sedef parıltıl ı . mavim­ si ren k te olan, bezemede kullanı lan bir çeşididir. Seylan adasında çıkar.

AYTUTULMASI

401

AYTOUN [otun veya 'tn ok. ] , William Edmondstou· ne ( 18 ı 3· ı 865 ) , İskoç şair i ve mizahçısı. Sir Robert A. i le aynı sülaledendir. Edinburgh üniversitesinde ve Almanya'da Aschaffenburg'da okumuştur. 1 840 ta İ skoçya barosuna gir· miştir. İ l k defa Po/and, Homer and other Poems ( P. , H. v e d iğer ş i i r l e r ) [ 1 8 3 2 ] adlı k i tabını bastırmış, 1 8 3 6 da «Biackwood's Maga zi ne» e yazı yazmış ve ı 8 39 dan ölümüne kadar bu dergi nin yazarları arasında çalışmıştır. 1 84 1 de tanıştığı Theodore Martin i le birlikte birçok mizah ve yergi dergilerine yazdıkları şii rleri sonradan The B on Gaultier Bal/ads [ ı 8� 5] adlı kitapta toplamışlard ı r. Bunlar daha son ralan W. S. Gilberı gibi yazariara örnek olmuştur. A. , hususiyle parodi yazmakta başarı göstermiştir. ı 8 4 5 te Edin­ burgh üniver sitesi rethorik ve edebiyat profesörlüğüne, Tory partisine hizmetleri yüzünden de ürkney ve Zeıland sheriff'liğine atanmıştır. Başlıca eserleri şunlardır : Şiirler : Lays of the Scotti.rh Caı,aliers ( İskoçya şövalyelerinin man­ zum h i kaye leri ) [ 1 848] , Firmilian. a spasmodic Tragedy ( F . . bir spasmodik [b. bk. } tragedya) [ 1 8 5 2 ] . Bothwe/1, a Poem ( B. , bir ş i i r ) [ ı 8 5 4 ] Collection of the Bal/ads of Scot/and ( İskoçya baliadlarının kolleksiyonu) [ 1 858] ; roman : N orman Sinc/air [ 186 1 ] . AYTUTULM ASI, Yer ' i n , Güneş ile Ay arasına gel­ mesi ve böylece Ayın Güneş ışığını alamıyarak Yer'in göl­ gesi içine gi rmesi ile bir A. olur. Ayın yürünge düzlemi Yer'inkine (ekliptiğe) yak laşık olarak 5° 9' kadar eğiktir. Eğer her iki düzlem birbirine yapışık olsalardı, bu takdirde her tamay zamanında Ay Yer'in gölgesi içinde kalacak ve bir A. olacaktı. Fakat yü­ rünge düzlemlerinin bi rbi rine eği k olmaları yüzünden tarnar zamanlarında çok keıe Ay, Yer'in koni şeklindeki gölgesi­ nin altından veya üstünden geçerek A. olmaz. Eğer Ay tam­ ay zamanında yü riingesinin çıkma veya inme düğümlerinden birin i n yak ı n ında ( ı 3 ° den daha yakı n ) bulunursa, bu tak­ dirde bir A. olur. Ay tamamen tam gölge içine girerse, bir tamturulma ( Tamay ) v e bir parçası gölgeye girerse, bir Kısmi turulma ( Kısmi A ) olur. Tam A. ında ay çok zaman tamamen karanlık görünmeyip bakı r kırmızısı renkte

AYTOUN [ ptun veya �tn ok. } , Sir Robert ( 1 5 701638 ) , İskoç şairi. Andrew Aytoun of Kinaldie'nin oğlu­ dur. Fifeshire'da doğmuş, Londra'da ölmüş, Westminster Abber'ye gömülmüşıür. Andrews üni versitesinde okumuş, James VI. İngi ltere kıralı o lunca, A. , Paris'te Latince bir övgü yazmış, bunun üzerine sarayın gözüne g i rmiş, ve 1 6 1 2 de kendisine şövalyelik verilmiştir. James 1. ve Char­ les I. zaman larında kıraliçelerin özel katipliğ i n i yapmıştır. A. , güney edebiyatını öı nek a lan i l k İ skoç yazarların­ dandır. A. un Litince şii rle­ ri Delitiae Poetaru m Sco­ tarum [ Amsterdam, ı 63 7 } adıyla basılmışnr. İngi l iz­ ce şii rleri , S i r John Ay­ toun ta rafında n toplanarak elyazması halinde British Museum' da korunmuş tur. İngilizce ş i i rlerinin bazılarını i l k defa «Wat­ son Collection» [ 1 706- 1 1 } ve « Baunatyne Miscel la­ ni» [ 1827] de yayımiarnı ş , daha son ra. Liıince ve İn­ gilizce şiirlerinin hepsi b i r arada olarak, Charles Rogers tarafından The Po­ ems of Sir Robert Aytoun AYTUTUL MASI ( Si r R. A. un şiirleri ) G : Güneş : Y : Yer ; T : Tamııölae bölgesi ; R : Yarıgölge bölgesi ; ı , 2 , 3 . 4 : a y ı u t u l m ası z am an ı n d a A y ı n değişik durumları [ Londra 1 844 ve 1 87 1 ] adiyle yayımlanmıştır. Eserlerinin ikinci baskısı birinci­ görün ür. Bunun iki sebebi vardır : ı ) Ayın Yer'e yakın sinden daha iyi olmakla beraber yine kusursuz değildir. bulunması, 2 ) Yer atmosferinde güne� ışığının k ısa dal­ Buradaki şiirlerin bazı larının başkalarına ait olduğu son ra­ gaboyunda ( mavi ışı k ) olan ların ötekilerden daha çok ab­ dan an laşılmıştır. sorbe edi lmesi ve böylece atmosfer içinde kırıldıktan sonra

402

AYTUTULMASI - AYVALIK

ayın yüzü üstüne kırmızı ışığın düşmesidir ki, bu ışık al­ tında ay sönükleşmiş kırmızımtrak bir ışık altında görünür. Bir yıl içinde 3 ten fazla A. olamaz. Bir A. Yer'in her noktasından görülebilir, yeter ki Ay bu noktanın ufku üs­ tünde bulunsun. A. zamanında Ay inme ve çıkma düğüm­ lerinden birinin yakınında bu lunduğundan, bir A. önceki A. ndan tam sayıda sinedik ve drakonik ayların geçmiş ol­ ması gereki r. 2 2 3 sinedik ay. 242 drakonik aya eşit olup bu zaman aralığı 18 yıl l l gündür. Bu sebepten her A. 18 yıl l l günde tekrarlanır. Bu devre Kaldeli'lerce de bi­ linmekte olup buna Saroı veya Kalde'li periyodu denir. M. Ö. 1 207 yılından M. S. 2 1 63 yılına kadar bütün ay ve güneş turulmaları ( 5200 ayıutulması ve 8000 güneştutul­ ması) Oppolzer'in « Kanon der Pinsternisse 1887» adlı ese­ rinde verilmiştir. Ginzel tarafından yapılan : Speziel/er Ka­ non der Sonnen und Mondfinıterniııe /iir daı Lii ndergebiet der k/aııiuhen Allerlumıwiııenuha/len um den Zeilraum von 900 vor Chr. biı 600 nach Chr. ( 1899 ) adlı eserde doğusal boylamı 1 0 ° ile 50 ° ve kuzeysel eniemi 2 5 ° ile 50° arasında bulunan bölgelerde görülebilen ay ve güneşturul­ maları hesap edilip bildirilmiş ve özel olarak Atina, Mem­ fis, Roma ve Babil'den görülebilen turu lmaların şekilleri ile süreleri de verilmiştir. Bu eserde, yukarıda söylenen zaman aralığında ve adı geçen bölgelerde olan tarihi A. ve güneş turulmaları hesap yolu i l e sağlanmış ve bun lara dair bibliografya ile kısa bir bilgi verilmiştir.

rak da kullanılır. B u maksatla kuzey orman l arımızd a k i yıt­ bani ayva çekirdeklerinden elde edilen fidanlardan da fay­ dalanılabilir. Ayva sıcak ı lıman ıklim ister. Orta ağırlıkta nemiice topraklardan hoşlanır. Kurak bölgelerde sulanması gerekir. Geç çiçek açtığından ilkbaharda don tehlikesini atlaur. kendi kendin i dölleyebildiğinden tek çeşitl i olarak da diki ­ lebilir. Önemli çeşitleri : Ekmek ayvası ( İzmir, Kocaeli ) , Li­ mon ayvası ( Amasya) , Şekergevrek ( Bi lecik, Edirne) , Tek­ keş ayvası ( Edirne) , Tavşanbaşı ( Burdur) . Ayvanın anavatanı Güney Kafkasya v e Kuzey Anado­ lu'dur. Külıür kaynak yeri de buralarıdır. Eski Yunanistan'da ayvanın M. Ö. 650 yıllarında sözü ed i lmeğe başlanmış, bu­ radan İtalya'ya ve öbür kültür memleketlerine geçişi daha sonraları olmuştur. Ayvanın bağlı bulunduğu Cydonia cinsinden, Doğu Asya'dan gelme, Cydonia faponica (hüzme durumunda kır­ mızı çiçekli ve dikenli bir çalı) ve Güney Çin'den gelme Cydonia sinenıiı (gül kırmızı çiçekleri ) gibi süs ağaççık­ ları da vardır.

AYVACIK : ı - Çanakkale iline bağlı i lee. Nüfusu 20 458 ( 1 94 5 ) , yüzölçümü 796 km1 dir. Merkez bucağının nüfusu 10 1 96, köy sayısı 3 6 dır. Gölpınar ve Küçükkuyu bucaklarında da 62 köyü vardır. 2 - Çanakkale'ye bağlı ilce merkezi. Nüfusu 2406 AYULİ, Amerika kızılderi l i dillerinin Güney Ameri­ ( 1 94 5 ) dır. Kıyının ayrı noktalarından 1 0- 1 5 km uzaklıkta ka bölümüne giren Xibaro ( Şiwaro) dil ai lesinin başlıca bulunan A. ın denizden yüksekliği 2 50 m kadardır. A. , Ça­ üyesi olan asıl Xibaro dilinin bir diyeleği ( öbürleri : Ma­ nakkale'ye 75 km lik bir şose ile bağlı olan A. la Çanak­ kas, Gualakiza, Aguaruna, Zamcra Achuale [Açuale] . Pin­ kale arasında her gün otobüsler işler. Küçükkuyu iskelesi tuk, Miazal, Morona) . Ekvador'da Santiago ve Zamcra böl­ 27, Behram iskelesi 22 ve Babakale iskelesi 50 km uzak­ gelerinde, Pasıaza ı rmağına kadar doğuya yayılmış olarak tadır. A. çevresinden elde edilen palamut, zeytin, armut, konuşulmaktadır ; bk. XIBARO. mazı ihraç edilir ve sebzesi ile meyvası da boldur ; hayvan­ AYVA, gülgiller ( Rosaceae) in Pomoideae alt familya­ cılık ( kasaplık ve binek ) , ormancılık gelişkindir. Bir un sından C_ydonia vulgariı türünün meyvası. Yaprakları, alt yü­ fabrikası, Ziraat Bankası şubesi vardı r. Cuma günleri pazar zünde sık, beyaz tüylü ve kurulur. Belediyesi 1876 da kurulmuştur. Yakınında Belı­ tam ; çiçekler i. iri kısa ram harabeleri vardır. saplı, pembe ve meyva 3 - Samsun'un Çarşamba i lcesine bağlı bir bucak. dalcıklarının ucunda tek A. bucağının merkezi Çarşamba kasabasının 24 km güne­ bir halde ; meyvası, iri, yinde, Yeşilırmak kıyısında, 637 ( 1945 ) nüfuslu A. köyü­ elma veya armut biçiminde, dür. Köyün çevresinde orman ve fundalıklar vardır. Evleri yumru - yumru, limon sa· dağını k olup, ahşap ve damları tahta ile örtülüdür. Tahıl nsı ve üzeri sık ve ke­ ve tütün ekilir. A. bucağına bağlı 19 köy 1 2 565 ( 1 945 ) çemsi tüylü kabuklu, gü­ nüfus vardır. zel kokulu, sert, çok po· 4 - Balıkesir'in Gönen i lcesine bağlı Türüncü buca­ salı ve mayhoş edi, beş ğının merkezi. Nüfusu 5 76 ( ı 94 5 ) . A. Gönen ovasının sayı daki çekirdek evinin doğusunda, Suçıktı deresi boyunda ve ilce merkezinden 7 herbirinde 2 den fazla çe­ km uzakıadır. kirdekli bir çalı veya ağaç­ AYVALI, Malatya'nın Darende ilcesine bağlı bucak. çı kur. E ski adı ve bugünkü merkezi Kuluncak'tır. A. bucağının Ekmek ayvası, şeker AYVA nüfusu 894 5 , merkezinin nüfusu 3 1 5 , köy sayısı 25 ( 1 94 5 ) gevrek gibi bazı çeş i tlerin­ tir. Bucağın ayrıca A . adlı 1 4 0 7 nüfuslu b i r köyü de var­ olduğun­ tatlı az ve sulu tatlıca, gevrek, de meyvaların eti dan sofralık olarak kullanılabilm ektedir. Genel olarak kompos­ dır. A. , Darende'nin 24 km kuzeyinde, A. Tohmasu deni­ len derenin bir kolu ( Ayvalı çayı) üzerindedir. to, marmelat, ezme, reçel, j ele, ş urup şekillerinde i şlenerek yapı­ AYVALlK : ı - Balıkesir' e bağlı i lee. Yüzölçümü harcanır. Doğu i lecimizde taze yapraklarında n sarma yapmak­ etki ferahlatıcı hastalara hoşafı 3 1 9 km2, nüfusu 24 742 ( 1 94 5 ) dir. Merkez bucağının 6, lır. Komposto, veya Altınova bucağının 1 2 köyü vardır. A. kasabası karşısın­ la beraber biraz da peklik verir. A yva ağacı, çelikle ve hele daldırma ile kolayca ve­ daki Alibey (b. bk. ) adası da ayrı bir bucaktır. 2 - Balıkesir iline bağlı i lce merkezi. A. , Edremit getatif olarak ve aşısız çoğaltılabil ir. Kuvvetli büyümiyen güneyinde, Alibey adasının karşısındadır. Nüfusu körfezi olaanaç için k yetiştirme şekillerde bodur i armut çeşitlerin

AYVALIK

AYVAZ

403

AYVANSARAY, İstanbul'da Haliç'in İstanbul kıyı­ 1 3 650 ( ı 94 5 ) d ir. Limanı .. XIX. yüzyıl sonlarında taranarak gemiler için yanasılır bir hale getirilmisti. A. , ı 60 ve 1 65 sında bir semt ve iskele. A . . çeşitli işçilerle, gemicilerin km uzunluğunda birer yol ve günlük otobüs seferleriyle ve küçük esnafın çoğunlukla bulunduğu bir yerdir. Çeşitli Balıkesir ve İzmir'e, deniz yoliyle ( haftada iki defa uğrı­ imalathaneleri, dokuma. konserve, kurşunkalem fabrikaları, yan vapurlarla) İstanbul ve İzmir'e bağlıdır. Belediye kalafat yerleri ve ünlü bir değirmeni vardır. İstanbu l'un sınırları içindeki alanın yüzölçümü 420 hektardı r. Halkın kara suru ile deniz suru burada birleşirdi. A. nın i ç kıs­ geçimi zeytincilik, zeytinyağcılık ve sabuncu luğa dayanır. mı Lonca adını taşıyan büyük bir çingene mahallesidir. Çevresinde bir miktar tahıl, tütün ve A. ihtiyacın'ı karsılı­ İstanbul'un Haliç'e açılan ve fetihten sonra yaptı rı­ yacak kadar sebze elde edilir. 24 zeytinyağı, 2 pirina, lan bir kapısı da A. kapısı adını taşımaktadı r. Semtin ve 4 un, 2 çırçır, 1 buz, 25 sabun fabrikasİyle ı 5 zeytin­ kapının bu yolda adlandırılması Bizans devrinde bu kapı yağı fabrikası, 2 tamir atölyesi, 2 kaynak demirhanesi, yakınlarında bulunan sarayın «Büyükler sarayı» diye anıl­ çorap ve faoila örümevleri, Ziraat, İs ve Osman lı bankaları­ mış olmasından i leri gelmektedir. nın birer subesi, Tarım Satıs Kooperatifi iki sebze pazarı AYVAT BENDİ, İstanbul'da Belgrat Ormanları'nda 500 den çok mağaza ve dükkanı vardır. A. ta persembe Ayvat deresi üzerinde bir su bendi. Osmanlı hükümdan günleri pazar kurulur ; elektrik akaryakıda elde edilir, Mustafa III. tarafından yaptm lmıştır ( 1 766) . Deniz yüzün­ Şehirde ı , 5 hektarlık belediye parkı, eskiden çıplak den 1 02 m yüksektir. 1 50 000 m5 su toplamaktadır. Suları, olan sırtlar üzerinde emek ve dikkatle yetistirilmekte İstanbul'da Kırkçeşme diye anı lan su şebekesine akmaktadır. olan ı8 000 ağacın bulunduğu çamlığı vardır. İçme suyu A YV AZ, Köroğlu hikayelerinin hepsinde raslanan bir kuyular ve sahrınçlardan sağlanır. kahraman ; Köroğlu'nun, güzelliğini ve yiğitliğini işittiği A. ın dispanseri, doğum evi , ortaokulu ve orta sanat ve kaçırıp Çamlıbel'e getirdiği delikanlı. Birçok söylenti­ okulu, dikis yurdu, Halkevi, sehir klübü, sineması ve spor lerde Köroğlu'nun A. a uzaktan uzağa aşık olduğu anla­ alanı, doğal plaj ları vardır. tılır. Fakat, İstanbul'da taşbasması olarak yayımianmış olan Tarih : A. ı n karsısında bulunan Alibey adasiyle Köroğlu hikayesinden başka hikayede, A. ın, Çamlıbel'e yanındaki küçük adalarda eski çağlarda Yunan sömürgeleri geldikten sonra Köroğlu'nun «mahbubu» olduğu söylenme­ bulunmakta olduğu ve simdiki A. ın da bugünkü yerine miştir. Hepsinde A. , Köroğlu'nun beylerinden , savaş ar­ sonradan nakledildiği sanılmaktadı r. Bununla beraber, kadaşlarından, keleşlerinden biridir ; çok defa o, Köroğ lu'­ bucanın Türkçe adının öteden beri Rum'lar arasında Ayvali na k atiplik ve yaverlik vazifesinde götülür. Bazı söylenti­ seklinde kullanıldığı bilinmektedir. XIV. yüzyılın ilk ya­ lerde, manevi eviadı bir söylemide ( Özbek söylenıisi ) rmnda başlıyan Osmanlı idaresi zamanında çesitli tarım «veliahdı» rolünde görülür. Maraş söylentisindeki şiirlerden ve ticaret işleri ile zenginleşen A. okulları i le dolayındaki birinde Köroğlu ondan « Küçücükten büyüttüğü, üğrüleyip Rum'lar için bir kültür kaynağı haline gelmişti r. uyuttuğu, malı yüzünü seyrettiği Han Ayvaz>> diye bahse­ ı 770 te Çeşme olayından kurtulabilenler, kara yolu der. ile İ stanbul'a dönerlerken A. Rum'larından ilgi ve yardım Anadolu söylemisi Köroğlu hikayelerinde A. Üskü­ gördüklerinden. bura halkına padişah tarafından birtakım darlıdır. Anadolu dışı anlatmalarda onu başka memleketle­ ayrıcalıklar da bağışlanmış ve böylece A. Rum'ları bir çeşit re mal ederler : İran Azerbaycan'ında meydana gelmiş bir ve yerel özerklik de elde etmişlerdir. Köroğlu hikayesinde Urfa'lıdır ; Özbek anlatmasında Gür­ A. , X I X . yüzyılın ilk yarısında Yunan bağımsızlık ci stan 'lıdır. A. ın maceraları Köroğlu hikayelerinde uzun hareketine katılmış, bunun üzerine A. ile dolayındaki bir bölüm tutar ; her kahramanın macerasını ayrı bir h ika­ Türk kasabaları arasında amansız bir çarpışma başlamıştır. ye halinde geniş ölçüde veren Azerbaycan ve Doğu Ana­ A. ın Etnike Hetaireia derneği ile ilgisi olduğu anlaşılınca dolu an latmalarında, 1 2 veya 24 «kol» içinde, «Ayvaz ko­ hükümet buraya kuvvet göndererek halkın silahları­ lu>> da vardır ; bu adla anı lan kol, A . ı n Kasapbaşı 'ndan nı toplamak istemiş, fakat Rum'lar evlerini yakarak adalara hile i le kaçırılmasını ve Çaml ıbel'e getiri lmesin i anlatır. kaçmışlar ve silahlarını vermemişlerdir. ı o y ı l sonra bunların A. ı n Üsküdar'lı olduğunu . kabul eden söylentiler yerlerine dönmelerine izin verilmiş ve A. yeniden ve çar­ oldukça yaygındır. Bununla, İstanbul'daki Üsküdar mı çabuk gelişmiştir. XIX. y üzyıl sonralarında şehir eski anlaşılmalıdı r ? ve Köroğlu hikayelerine oğlunun maceraları zenginliğini bulmuş ve liman taranarak gemi lerin kıyıya karışmış olan Üsküdar'lı bir Kasapbaşı yaşamış mıdır ? yaklaşmalarına elverişli bir hale getirilmiştir. Bu hususta kesin bir şey söylenemez. Köroğlu hikayelerin­ İzmir'in işgalinden sonra A. da 29 mayıs 1 9 1 9 tari­ de Türkmen kabilelerinden birçoğunun isimleri geçer. Bu hinde, buradaki Türk'lerin yerli Rum'lara karşı korunması hikayelerdeki maceralardan pek çoğunun Türkmen 'lerle il· gibi gülünç bir sebep i leri sürülerek, Yunan'lılar tarafından gisi vardır. Öte yandan, XVIII. yüzyıl başlarına ait bir işgal olunmuştur. Fakat burada bulunan 1 7 2 nci piyade ala­ belgede «Üsküdar Türkmeni» adiyle bir aşirete raslıyoruz. yının komutanı yarbay Ali ( bk. ÇETİNKAYA, Ali ) İstanbul'­ Bundan da, A. ın Üsküdar'lı Türkmen aşiretinden bir de­ daki hükümetin emrine uymamış, gönüllü halktan bir milli likanlı olması i htimali bulunduğu meydana çıkıyor. kuvvet toplamış ve alayı ile bu kuvveti destekliyecek düşmana Köroğlu ile birçok arkadaşların ı XVI. yüzyıl sonları­ karşı savaşa gi rişrnek suretiyle Kurtuluş Savaşı tarihimizde nın ünlü Celali' leri arasında gösteren belgeler vardır ; A. cephesi adını alan mukavemet hareketini düzenlemiştir. Celali' lerden bahseden ı 587 tarihli bir hükümde. Kör­ Üç buçuk yıl düşman işgali altında kalan A. büyük taar­ ruzdan sonra 1 5 eylül 1 9 2 2 de kurtarı lmıştır. Lausanne oğlu hikayelerinde adı geçen kişilerin adlarını hatırlatan Antiaşması uyarınca Türkiye ve Yunanistan devletleri ara isimler arasında I vaz adlı bir Celali'den de bahsedilmekte­ sında kabul edilen nüfus değişimi esası gereği nce A . , dir. Fakat, belgede bunun, Köroğlu ile i lgisini gösıeren herhangi b i r kayıt yoktur. Bununla beraber, yine bu çeşit Rum'ları Yunanistan'a göçmüş ler ; Midilli, Girit ve Make­ donya'dan gelen Türk'ler buraya rerleşti rilmişlerdir. belgelerden başka hi rinde ( 1 580 tari h l i hüküm ) , Bolu

404

AYVAZ

-

AZAD, Mevlina Ebu;l - Kelim

Ahmet

civarında zuhur etmiş eşkiya Köroğlu'nun «çektiği» ( = zor­ AYYAŞLIK ( Huk. ) , i spirtolu içki içmek arzusıina la kaçırdığı ) bir «emred oğlan»dan bahsediliyor. Belki de karşı koyamamak hali. Bunda alışkanlık esastır. Sarhoş­ bu, hikayelerdeki A. ı n tarihi simasıdır. luktan farkı , sarboşluğun geçici oluşudur. Bir kimsenin AYVAZÇ>VSKİ, Ivan Konetantinoviç ( 1 8 1 7- 1 900 ) , A. olması kısıtlanmasını gerektirir (Türk Medeni Kanunu , Rusyal ı deniz ressamı. Kırım'da Feodosya ( Kefe) da mad. 356 ) . doğmuş, orada ölmüştür. Önceleri Fransız ressamı Joseph AZAD, Sasaniler devrinde İran'ın dört toplum sını­ Vernet'nin Ermitage müzesindeki eserlerinden kopyalar fından biri . Bu dört sınıf şunlardı : ı. şahdaran ( Prens­ yaparak meslek hayatına atı lan A. , sonradan y üksek öğre­ ler ) , 2 . vaspulıran (büyük aileler) , 3. vuzurgan ( büyükler ) , nimini yaptığı Petersburg güzel sanatlar akademisinde 4 . azadan ( hür insanlar) . Bazı araştırıcılar sonuncu ların suvari Philippe Tanneur'den ders a larak kendini yetiştirmiştir. köylü sınıfı olduğunu tahmin etmektedirler. 1839 dan 1 844 de kadar İtalya, İspanya ve Fransa'ya AZAD, lUevlina Ebu'l-Kelim Ahmet (doğ. 1888 ) , 1 846 da doğuya geziler yapmıştır. X I X . yüzyı lın son Rus romantik ressamları arasında yer almıştır. Paris'te eserle­ Hint bilim v e siyaset adamı v e önderi. Mekke'de doğ­ rini sergilemiştir. Fırtınalı denizleri kontrası lı renklerle muştur. El-Ezher üniversitesinde okumuş, kuvvetli bir işlemede başarı gösteren bir ressam olarak tanınır. Çar İslami eğitim görmüş ve genç yaşındanberi yayım alanına Nikola I. tarafından sanatçıya Karadeniz ve Baluk Rus atı larak Hindistan Müslümanlarını uyandırmağa çalışmıştır. limanlarından birçok manzara resi mleri yaptırılmıştır. Bazı A . , Hindistan'da bu yolda yürüyen ilk Müslüman olmuş, yabancı ressamları Türkiye'ye geti nmiş olan Abdülıiziz, bu yüzden hükümet tarafından kovuşturulmuş, zaman zaman A. yi de, resimler yaptırmak üzere İstanbul'a çağırmışıı. hapsedi lmiş, fakat hiçbir sebeple çalışmalarının hızı kesi l­ Türkiye'de kaldığı müddet içinde birçok eser yapmışıır. memiştir. 1 9 1 2 yı lında ordu diliyle El-Hilal gazetesın ı Topkapı sarayı m üzesi resim galerisinde sanatçının imzasını çıkarmış, hükümet b u gazeteyi kapatınca El-Be/ağ adiyle taşıyan bazı padişah portreleri, ve Dolmabahçe sarayında yen i bir gazete yayımlamış ve daima hürriyeti, insan hak­ da bazı tabloları vardır. S O pl içinde 4 000 den fazla eser larını ve egemenliği savunmuştur. A. , Birinci Dünya Har­ vermiştir. Moskova ve Petersburg müzelerinde bulunan Tu­ bi'nde Hint Müslümanlannın İngiltere hesabına harbet­ /an, Dokuzunru dalga, Dünyanrn yaradılııı ad l ı eserleri en memeleri için çok uğraşmış ve İslam kongrelerinden bu yolda kararlar sağlamıştır. Mütareke y ıllannda da Tür­ önemlileri arasında yer almaktadır. AYYAR, Arapça 'a. y. r. kökünden gelen bu kelime kiye'ye yapılan haksızlıklan protesto etmiş ve bütün Hint aslında hırsız, haydut anlamına gelir. Sonradan semami k Müslüman larını arkasından sürüklemiştir. A. , birkaç defa b i r değişimle serseri, çapkın, hilekar ve kurnaz an lamların­ Hint Milli Kongresi başkanlığına seçilmiştir. Bu makama da kullanılmıştır. Türkçeye de daha ziyade «kurnaz» karşı­ i l k seçi ldiği zaman 35 yaşın­ da bulunuyordu. A. o yaşta lığı olarak geçmi�tir. A. kelimesi ayrıca. Ortaçağ İslam aleminde, herhangi bu yüksek göreve seçilen i l k bir ülkede kurulan toplum düzenini türlü gayelerle bozma­ Hint'lidir. Bütün Hindistan ğa çalışan, devlet otoritesini hiçe sayarak kendi çıkarlarına halkının şefliği demek olan göre serbesçe harekete çalışan bir zümreye de alem olmuştur. bu yüksek mevkide bulunduğu Tarihi kaynaklardan , kendi aralarında özel bir teşki­ sıralarda çok önem li kararlar J.itları olduğu anlaşılan ve «ayyaran» diye anılan bu züm­ alınmasını sağlamıştır. ingil· re, hususiyle hilafet otoritesinin zayıflıyarak bir çok küçük tere 194 1 yılında Hindistan devletlerin kurulduğu Y i l i . - X . yüzyıllarda İ ran ve Türkis­ işini halletmek için Hinais­ tan'da, hatta I rak'ta çok önemli roller oynamıştır. Bu yüz­ tan 'a ünlü bir temsi lci (Sir y ı llarda hemen hemen her büyük İslam şehrinde, çoğun lu­ Srafford Cripps ) göndermiş ğunu ı şsız güçsüz kalmış esnaf tabakası ile ayaktakımının ve İkinci Dünya Haı bi'nden sonra H i nd i stan' a egemen 1 i k ve· teşkil ettiği A. ların bi rçok karışıklıklar çıkardığı görül­ rileceğini vadeımiş. fakat A. MevUoa Ebu'l·Kelia:ı. Azad müştür. Bir merkeze bağlı oldukları hakkında şimdilik ve arkadaşları bu vadin hiçbir şey biJinıniyen ve ayrı a)·rı bölgelerde bağımsız ola­ hemen yapılmasını istediklerinden görüşmeler başarılı bir rak hareket eden A . lar arasında sivrilen bazı şahsiyetler sonuca erememişti. Bunun üzerine Hint Milli Kongresi önemli mevkilere de geçmişlerdir. Mesela Saffari devleti nin « medeni isyan» ( silahsız ayaklanma) iJan ederek İngil­ kurucusu Yakup b. Leys, başlangıçta A . iken nüfuzunu art­ tere'yi sıkışıırmağa başlamıştır. Bu olaydan sonra A. ve tırarak Sistan'a hakim olmuştur. arkadaşları Dir müddet hapsedi lmişlerdir. Din duyguları A YYAR BEG, Karahanidar zamanında ün alan Kar­ ve bilgisi çok kuvvetli bir önder olan A. , medeni i syan luk komuıanlarından . A. asil bir aileden olmamakla be­ hareketini İ ngiltere ile Hindistan arasındaki silah ve kuv­ raber zek i ve kabiliyeti sayesinde yükselmiş ve bu dev !etin vet farklarını gözönünde tutarak milletine tavsiye eıtiiini ordusunda, Karluk fırkasının başına geçmişti. «Zamanının yazılarında ve nutuklarında belirtmiştir. A. , Hint-Müslü· en iyi suvarisi>> olarak gösteri len A. bir sene süreyle Ma­ man birliği tarafçısıdır. Kongre başkanı bulunduğu urada, veraünnehir bölgesi sipehsıilarlığında da bulunmuştu. Fakat Hindistan, egemenliğine kavuşmuştur. Gandi, en yakın iş 1 1 63 te tahta geçen Ebu'! · Muzaffer Kılıç Tamgaç Han arkadaşı olan A. ı n fikrini almadan büyük kararlarını ver­ Mesud b. Ali zamanında, asıl sebebi biJinıniyen büyük bir mezdi. Şimdi Hindistan Milli Eğitim Bakanı olan A. , Do· isyan hareketine girişmiş. üzerine yürüyen Han'ın ordusu ile Zamin ve Sabit arasında karşılaşmış, savaş sırasında bütün ğu ve Batı kültürlerini derinden bilen bir bilgindir. Eser­ safları yararak Han'ın bulunduğu yere kadar gelmiş, fakat leri arasında hususiyle Tefsir'i çok önemlidir. Türkiye'de etrafı sanlarak esir düşmüştür. Han, huzuruna getiri len bu tanınmış bir eseri de Hindirtan'm kurtuluı miicadeleleri ( İ stanbu l ) adlı._ kitapıır. büyük komutanı derhal öldürtmüştür.

AZAD HAN - AZAK AZAD HAN ( 1 764) , Afgan asıllı Keşmir hakimi. Babası Hacı Kerim, Ahmet Şah Abdali'nin yakınların­ dan olup eski Keşmir hakiminin ayaklanmasını bastırdığın­ dan Ahmet Şah ölüp yerine Timur Şah geçince ( 1773 ) Keşmir hakimliğine atanmıştır. Babası ölünce ( ı 782 ) A. Keşmir hakimi olmuştur. Zalim ve fena idareci olarak ta­ nınmıştır. AZADE, bir tek mısralık şiir. A. , en kısa bir şiir şek­ li olduğu için divanların en son '! na konurdu. AZADİN, Bizans kaynaklarında Selçukl u sultanı İ z. zetcin Keykavus L ( h ük. ı 2 1 0- 1 2 19 ) in adı. Bk. AZATEN, AZATİNES. AZADISTAN, Güney Azerbeycan 'da 9 ay süren geçici bir devlet. Birinci Dünya Harbi'nden sonra ( 1 9 1 8 - 1 9 2 0 ) İngiliz hükümeti i l e İran'ın Vusuk - üd . dev l e kabinesi arasında bir antlaşma imzalanmıştı. Bu antlaşma gereğince . İran, İngiliz koruyuculuğu altına girmişti . Tahran 'ın bu re­ şebbüsünden memnun kalınıyan Azarbeycan ili merkezden ayrılmış ve A. adıyla bağı msız bir kükümet kur muştur. A. devletini Tebriz'in tanınmış bilginlerinden Hiyaban'lı Şeyh Muhammeı kurmuş ve başkan lığını yapmışıır. Sonradan Şah olup İ ran'da Pehlevi sülalesini kuran Riza Pehlevi kornu­ rasında gönderi len Tah ran kuvvetleri, A. kuvvetlerini yenmiş ve 5 eylül ı 920 de Şeyh Muhammet asılmak suretiy l e öldü­ rülmüştür. Bağımsızlığının sürdüğü 9 ay içinde A. da i l k defa Türkçe yayım yapılmış , Türkçe öğretim yapan oku l lar açılmış ; Türkiye ile Kuzey Azarbeycan'dan öğretmenler ge­ ıirıilrnişti. A. la beraber büıün bu kurumlar ortadan kal­ dırılmıştır. AZADVARİ ( veya Arzvari ) , I rak Türkmen ' leri ara­ sında yaygın bir bestenin adı. Ali Şir Nevai, Mizan- ül-e .. zan adlı eserinde, halk arasında aruz vezniyle söylenmiş süriıd ( türkü) lardan bahseder ; A. on lardan biridir. A. , me/tiil ün me/ailiin mefailün mefai/ün ( 1 - - -1 - - / · - - - ) veya failatün /aiJaıün /ailatiin faiJiin ( - -1- · - - / - - - 1) vezin lerinden biriyle söylenir. Fars musikisinde «azadvar» adlı özel bir beste ve­ ya makam bulunduğu Burhan-ı Katı'da kayıtlıdır. A. ile hadvar'ın aynı olduğu tahmin edilebilir. ·

o

- -

·

-

- ·

·

· -

AZAIS, Pierre Oyacinthe ( 1 766- 1 8 i 5 ) , Fransız fi­ lozofu. Soreze'de doğmuş, Paris'te ölmüştür. Müzisyen P. H. Azals ( 1743-96) in oğludur. Hayatının ilk seneleri­ ni öğretmen ve orgcu olarak geçirmişıir. Yayımladığı Des wmpensations dan s Jes deslineer humaines ( İnsan mukad­ deratında muvazeneler) [ 1 809} adlı eseri Napoleon tarafından çok beğenilecek Sı. Cyr'e profesör atan mıştır. Bu yüzden Resıoration hükümeti onu ilk zamanlarda Bonapa rı'çı zan­ neımişse de sonradan bir ödenek bağlamıştır. A. , daha sonra kendisini derslerine ve felsefe eserleri yayımiağa ver­ mişti r. A. , Compensations'da, insanları ihıilalin sıkıntıianna kaılanmakıansa kendilerine veri len hükümeti kabul et mele­ rinin doğru olduğunu ispata çalışır. Diğer eserleri şunlar­ dır : Systeme univers el ( Genel sistem ) [ 1 8 1 2 } , Du so rı de /'homme ( İnsan kaderi ) [ 1 820}, Coıtrs de phiJosophie ( Felsefe deı sleri ) [ 1 8 24 ] . v. b. AZAK ( Rusça : Azov ) , Azak Denizi'ne dökülen Don ı rmağının ağzında bir şehir. İdare bakımından Sovyetler Bi rliği'nin Kuzey Kafkas birliğine bağlı Don bö lgesinin içine girer. 1 9 266 nüfusu vardır. Bugün balık endüstrisi

405

ile tanınmıştır. Eskiden aynı zamanda önemli bir alışveriş yeri idi, fakat Rosıov'un gelişmesi ve A. limanının kumlan­ ması yüzünden ticaret gerilemiştir.

Tarih : Bugünkü A. şehri, M. Ö. l l L yüzyılda Mi­ leıos'lular tarafından kurulmuş olan Tanais adlı koloni yö ­ resindedir. Daha önce buralarda İskit'ler de otururdu. ( Ta­ nais < İ skiıçe T ana = «su» ? ) Milat sıralarında bu kolon i Bosphoros kıral larının eline geçmiş ve karışıklıklar esnasın­ da yıkılmıştır. Kavimler muhacereıinden son ra Hazar, Peçe­ nek ve Kıpçak Türk'lerinin elinde bulunmuş, sonra da A l ­ t ı n Ordu devletinin idaresinde kalmışıır. Ortaçağda Tanais büsbütün önemin i kayberek, Don ı rmağının güney ayağının sol sahil inde ve denizden 15 km kadar içerde kuru lmuş olan Tana şehri onun yerini almış­ tır ki, bugünkü şehrin yeri de burasıdır. X I I . yüzy ı l İslam kaynakları bu yerin adını ırma . ıwrna, ıwma şekillerinde yazmakta ve bu yörede bir çok şehir bulunup ahal isinden çoğun luğunun Müslüman Bulgar'lar olduğunu söylemekted i r­ ler. Tana balık, havyar ve buğ:lay çıkarır, kumaş ve şarap satın alırdı. Bundan başka biri Astrahan üzerinden Kabil'e ve diğeri de İran 'a uzanan kervan yollarının başı idi. Ö­ nemli bir ricaret yeri olan bu şehri , Bizans'ı n zayıflaması üzerine.'venedik ve Ceneviz'liler ele geçirmeğe çalışmışlardır. Tana adına Avrupa haritalarında 0 06 dan başlıyacak cas­ lıyoruz. Fakat ondan sonra çok geçmeden , gerek X I V . yüz­ yıl İslam bilginlerinin eserlerinde, ve gerek 1 3 17 den itiba­ ren sikkelerin üstünde Tana, Türkçe adı olan Azak ismi ile karşı mıza çıkmaktadır. XIV. yüzyı lda A. şehri, Venedik Ceneviz ve Altın Ordu devleti arasında bir tamşma sahne­ si o lmuştur. Adı geçen İtalyan cumhuriyetleri , daimi olma­ makla beraber Altı n Ordu hanlarından, burada ticaret yapa­ bilmek için küçük koloniter kurmak müsaadesi alabi lmiş­ lerdir. A. şehri 1 395 te Timur, 1 4 1 0 da Kıpçak hanı Pulad Beg ve 1 4 1 8 de Kerimberdi han tarafından a l ınıp tahrip edilmişse de, her defasında yeniden tamir edilmiş ve Cene­ vizlileıle Venedi kliler bu rada kalmakta devarn etmişlerdir. Ancak Fatih Sultan Mehmet, Kırım ham Hacı Gi ray ile birleşerek ı 4 7 5 te Kefe ile A. ı da almak suretiyle buralar­ daki İtalyan koloni terine son vermiştir. Böylece, X V . yüzyı l­ dan XVIII. yüzyılın başlarına kadar A. kalesi, Osman l ı İm­ paratorluğu'nun bir sını r kalesi olarak Rusya'ya karşı yapı lan savunmalarda şöhret kazanmıştır. Rus çarlarından bu kaleye ilk olarak 1 5 58 de Korkunç İ van'ın saldı rdığı, fakat geri püs­ kürıüldüğü bilinmektedir. Bu çar daha sonra tertipiediği ikin· ci hücurnunda da muvaffak olamamıştır. Fakat Don ı rmağı yolu ile A. ve Karadeniz'e çıkarak tüccarı soyrnakla geç i ­ n e n Kazaklar, 1 637 de Kı rım'da başgösteren iç karışıklıklar sırasında A. kalesine hücum ederek Rus'ların yardımı i l e bucasını ellerine geçirmişlerdir. Osmanlı'lar ancak birkaç teşebbüsıen sonra 1642 de şehri Kazak'lardan kurıarrnışlar­ dır. Bundan son ra 1656 ve 1659 yı llarında yapılan Kazak­ Rus saldırışları da başarı ile püskürtülmüştür. X V I I . yüz­ yı lda Rus çarı Petr I. in, A. ve Karadeniz'e çıkmak siya­ setini önemle ele a ldığını görüyoruz. 1 695 teki birinci seferinin donanrnasızlık yüzünden akim kaldığını gören çar, Voroncj ı rmağı üzerinde 30 savaş gemisi ve yüzlerce yar­ dımcı gemi ile sal yaptırmış ve 1 696 da ikinci defa h ücurn ve muhasara ederek burasını zaptetmiştir. Şehrin bundan sonra da yine birkaç defa elden ele geçtiğini görüyoruz : 1 3 hazi ra n ı 700 tarihli Türk-Rus antiaşması ile Rus'Iara, 1 7 ı ı Prut savaşından son ra imzalanan Prut ( 1 7 1 1 ) ve •

406

AZAK - AZANOt veya AİZANOİ

İstanbul ( 1 7 1 2 ) antlaşmalarını birleştiren ve pekiştiren 1 7 1 3 tarihli Edirne antiaşması ile d e Türk'lere bırakıldı. 1736 da habersiz bir hücum ve üç aydan fazla muhasara neticesinde yine Rus'ların eline geçti. 1 7 39 Belgrad antiaşması gere­ ğince A. , kaleleri yıkılmak şartı ile Rus'lara bırakılmış, 1 7 74 Kaynarca antiaşması ile de A. ın Rus'lara geçmesi ke­ sin bir şekil almıştır. AZAK DENİZİ ( Yun. Maioıis, Ut. Pa/us Maeoıis ) , Karadeniz'in kuzeydoğusunda, hususiyle ne· birierin ağızları yakınında çok sığ olan bir deniz kolu. En derin yeri 15 m dir. A. , Karadeniz'e Kerç boğazı ( 6-8 km genişlikte) ile bağlıdır. Uzunluğu en çok 343 ve en geniş yeri 2 3 1 km ; yüzölçümü 37 700 km2 dir. A. güney kıyıları dışında, hele Kerç boğazının batısında kalan kıyılarda daha fazla sığ olup birçok kıyı kordonları ve deniz kulakları bulunur ( bk. ARABAT ve SİVAS DENİZ İ ) . A. inde teknenin sığlığı dolayısiyle kıyı çizgisi çok yer değiştirir. Kuban, Don (Ten ) , Krinka, Mius, Kalmius, Molaoçnaya gibi birçok akarsuları aldığından tuzluluk derecesi % 1 den azdır. Bu sebeple de kışın kolay lık la d onar ve aralık ayından marıa kadar buzlada örtülü kalır. Babarda güneybatıdan esen rüzgarlar, A zak denizinin dışarıya akışını güçleştirdiğinden sularının de­ rinliği artar ve en yüksek seviyeye erişir. Bu sırada büyük vapurların giriş çıkışları da bir dereceye kadar kolaylaşır. A. nde çok bol balık bulunur ( mersin v. b. ) . Başlıca limanları Rostov, Taganrog. Mariupol ve Berdj ansk'tır. Bunlar da kumla dolmak tehliyesiyle karşı karşıyadırlar. Ardelini teşkil eden Done� havzasında tarım ve endüstri çok gelişkin olduğu halde A . deki taşın buna uygun olmakıan uzaktır. Nehirlerin taşıdıkları dökümüler sığlığı gittikçe artırmaktadı r. Bu yüzden vapurlar kıyı lardan uzaklarda demirlernek ve yüklerini daha küçük taşıtların yardımiyle almak ve boşalımak zorundadırlar. Tarih : Yunan ve Roma kaynaklarına göre eski i skiıçe adı Ternerinda veya Karalukh olup «deniz anası» anlamına gelirdi. Yine aynı kaynaklar bu denizin etra­ fında yaşıyan halkın Yunanlı'larca Maiötai, Romalı'lar tarafından da Maeotae veya Maeotici diye adlandırıldığını yazarlar ki ; sonra bu halka izafeten deniz dahi Yunan­ lı'larca Matiotis ve Romanlı'lar zamanında da Maeotis veya Palus Maeotis diye adlandırılmıştır. O zaman A. , Karadeniz'in anası sayılmış ve büyüklüğü hakkında yanlış fikirler yürütülmüştür. Ta eski devirlerden beri sahil ahalisi balıkçılıkla geçinmişler ve Bosphoros kırallarının idaresine geçinciye kadar serbest yaşamışlardır. A. nin ondan sonraki tarihi Azak kalesi n i n mukadderaıına sıkı sıkıya bağlı olarak yürümüşıür. Bir taıaftan güneyden gelen kuvvetler Azak kalesi n i el lerinde bulundurmakla A. ne de hakim olmuşlar. diğer taraftan k uzeydeki kuvvetler ise aynı şehri ellerine geçirmek suretiyle Azak ve Karadeniz'e çık­ maya çalışmışlardır ( bu olaylar için bk. AZAK ) . AZAKI, Mehmet (ölm. 1 608 ) , Kıpçak'lı Türk bil­ gını. A. önce memleketinde öğrenimini yapmış, sonra İstanbul'a giderek eğitimini tamamlamış ve bu arada ünlü bilgin Ebussuut efendinin de öğrencisi olmuştur. Çok zeki olan A. , az zamanda ogrenımını ıamamlıyarak mü­ derris olmuş, 096 Eğri seferinde Mehmet III. ün mai­ yetinde bulunmuştur. Bu sefer sırasında hizmetleri çok takdir edildiğinden dönüşte Sinan Paşa medresesine mü­ derri ( U96 ) , sonra da Kefe'ye müftü atanmıştır. Kefe

müftüsü i ken, Gazi Giray ile kardeşi Fetih Giray arasında kırım ham olma hususunda çıkan anlaşmazlığı Gazi Giray lehine çözmesiyle ün almıştır.

AZALAS, eski Anadolu'nun Bithynia bölgesinde, Ni­ kaia ( İzni k ) nın yakınında bir dağ. Şimdiki Avdan dağı olduğu sanı lıyor. AZALEA : bk. ORMAN GÜLÜ. AZALI ( 1 . - V. yüzyı l ) , Yukarı Pannonia'da, bugün­ kü Macaristan'ın Komarom ve Esztergom kasabaları arasın­ daki bölgesinde oturmuş bir Kelt kabilesi. Kavimler göçü­ nün fırtınalarında izleri kaybolmuştur. AZALTlCI SEBEPLER, işlenmiş olan suç için ka­ nunda gösterilen cezadan daha azına h ükmettirmeyi gerek­ tiren haller. Bazen, azalımayı gerektiren sebebi kanun ken­ disi gösterir. Diğer birtakım hallerde böyle bir sebebin varlığını takdir mahkemeye aittir. AZAMET GIRAY (ölm. 1630 ) , kalgay. Selimet Gi­ ray han ( 1 608 - 1 6 1 0 ) ın oğlu. 1 6 1 0 da amcası Canbek Giray, hanlık t ahtına çıkınca onu Nureddin ( b. bk. ) yap­ mıştır. A. bir müddet sonra kalgay Devlet Giray'ın boz­ guna uğrıyarak Lehistan'dan dönmesi üzerine Kalgaylığa getirilmiş, fakat bu makamda çok kalmıyarak han tarafın­ dan idam olunmuştur. A. , Kırım'da bu dönemde baş gös­ teren mücadeleler sırasında Osmanlı' la ra tarafçı partiden bulunuyordu. AZAMORA, eski Anadolu'nun Kataonia (Niğde çev­ resi ) bölgesinde bir dağ kalesi. AZ ANA Y D İ EZ [alı9qnya i dfe#l. ] , Manuel ( 1 8801 940 ) . İspanyol devlet adamı ve yazarı. Aleala de Henares'te doğmuş, mülteci olarak Montauban ( Fransa'da ) da ölmüş­ tür. Avukat olarak yetiştİkten sonra siyaset hayatına atıla­ rak İ spanyol Liberal Partisinin lideri olmuş, 1 9 3 1 de kıral A lfonso XIII. ün tahttan indirilmesi ile . cumhuriyetin kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. İ spanya cumhu­ riyetinin ilk kabinesinde milli savunma bakanlığını üzerine almış, ekim 193 1 den eylül 1 9 3 3 e kadar başbakanlıkta bulunmuş, bu arada birçok ısiahat yapmış, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, ekim 1 934 te tevkif edilerek cezaevine gönderilmiş, oradan kurtulduktan sonra solcu cumhuriyet­ çilerio liderliğine geçmiş, şubat 1936 da ikinci defa ola­ rak başbakanlığa getirilmiş, aynı yılın mayısında da cumhurreisi seçilmiştir. İspanya iç harbi ( 1 936 1 9 3 9 ) nde Gen. Franco'ya karşı üç yıl dayanmış, ve nihayet h üküme­ tiyle beraber Kuzeydoğu İ spanya'ya sıkıştırıldıktan sonra, şubat 1 939 da Fransa'ya sığınarak orada 28.11. 1 939 da i stifasını imzalamıştır. Yazdığı eserler arasında ]uan Valera'nın biyografyası da vardır. AZANDE : bk. ZANDE. ·

AZANOt veya AIZANOI ( Ayasin ) , eski Anadolu'da Phrygia bölgesinde Hermos ( Gediz ) ırmağının yanında, Pen­ kalos denilen yerde bir şehir, şimdiki Çavdarhisar. Kütah­ ya'nın 65 kilometre güneybatısındadır. Bu şehrin tarihine dair pek az belge ele geçmiştir. Bun lar arasında en önem­ lileri M. Ö. I. yüzyılda basılan ve üzerlerinde Ezeaniton sözü yazı l ı olan paralardır. A. şehrinin M. S. Il. yüzyılda Anadolu'daki birçok şehirler gibi zengin l eştiğini gösteren Zeus tapınağı, stadion, tiyatro ve Roma zamanında yapılan iki köprünün bize kadar kalabilen parçaları iyi korun­ muştur. Bizans'lılar zamanında bu şehir bir piskoposluktu,

AZANOt

veva

AIZANOİ

Ünlü Zeus tapınağı da bu zamanda kiliseye çevrilmiştir. Şehrin öreni ilk defa ı824 te İngiliz bilginlerinden Earl of Ashburnham tarafından keşfedilmiş, daha sonra, başka bilginler tarafından da çeşitli zamanlarda incelenmiştir. A. nin şöhreıi tapınağının, tiyatrosunun ve stadionunun ihıişamından gelir. AZAP, Allah tarafından günahkarlara verilen ukubet. Kuran'da birçok yerde bu anlamda kullanılmıştır. Kud­ ret sahibi bir kimse tarafından verilen cezaya da A. de­ nir. İslam şeriatinde azap ve alışılmış terimiyle ceza dört çeşit idi : ı Kısa s : suçluyu işlediği suçla cezalandır­ mak. 2 - Diyet : kan parası almak. 3 - Had-di şer' i : şeriatİn açıkça tayin ettiği işkence. Bu ceza azaltılıp çoğaltı lamaz ( recmetmek, muayyen sayıda değnek vurmak gibi cezalar) . 4 Tazir : suça göre yargıcın takdiriyle verilen ceza ( hapis, sürgün, dayak v. b. cezalar) . -

-

A ZAP, Türk askerlik teşkilatında bir çeşit asker. Arapçada bekir anlamına gelen bu kelimenin XI I I . yüzyıl son­ larından beri askeri ıerim o larak kullanı ldığı görülüyor. Ay­ dınoğulları Beyliğin'de ( X IV. yüzyılın ilk yarısı ) A. ler denilen bir sınıf donanma askeri vardı ; denizcilikten büyük kazançlar sağlıyan Aydınoğlu Umur Bey'in bu A. kuvvet lerinden dolayı Bizans ve Latin kaynakla­ rında, Türk deniz k orsanianna A. tan bozma olarak «Azapi» ve buna benzer i simler veri lmiştir. A. askerini XV. yüzyıl ortalarında Akkoyunlular'da görmekteyiz. A. teşkilatının olgunlaşmış şeklini Osmanlı'larda bulunuyoruz. Osman lı'larda A. lar yaya, deniz ve kale A. leri olarak üç sınıfıı . Yaya A. lar ilk devirlerinden itibaren X V I . yüzyıl ortalarına, yani orduda ıüfeğin iyice genelleşmesine kadar savaşlarda hizmet etmişlerdi . Bu askere i htiyaç görülünce yirmi veya otuz ev başına bir er düşmek üzre «A. çağırmak» denilen usule göre, Anadolu'nun güçlü k uvvetli Türk gençleri arasından kefilli olarak ıoplanmışlardır. Bunların maaşlarını onları t emin eden haneler verirlerdi. A. lar harb zamanlarında bütün vergilerden muaf sayılırdı. Yaya A. lar muharebede okiariyle merkez ordusunun en önünde bulunarak, buralara yapılacak ilk düşman hücumuna bunlar maruz kalırlardı. A. lar başlarına kırmızı börk (b. bk. ) giyerlerdi . Osmanlı'larda donanma hareketleri artınca, X V . yüz­ yıl ortalarına doğru A. ların «tüfenk-endaz» olarak maaşla gemilerde hizmet etmeleri kabul edilmiş ve bunlar Türk donanmasının çekdiri, yani kürek devrinde önemli başarılar sağlamışlardır. Deniz A. lannın başına reis denilir ve bunlar sonra yükselerek kadırga reisi, yani kaptanı olurlardı. A. !erin bu çalışması yelken devri sonuna kadar de­ vam etmiştir. Yine XV. yüzyıl ortalarında A. ların kale muha­ fıziıkiarında hizmet ettiklerini görmekteyiz. A. ların bulun­ duklan yerin sınırda olup olmayışma ve kale, hisar ve palangada bulunuşlanna göre mıktarları çok · veya az olurdu ; hususiyle düşman sınırındaki kalelerde A. cema atleri, azaban-ı evvel, azabin- ı sani ve salis . . . v. b. gibi bölüklere ayrılmışlardır ; her cemaatin ağa, ki tip, ketbuda ve bölükbaşı gibi subayları vardı. A. !erin icabında köp­ rücülük, liğımcılık gibi hizmetlerde de kullanıldıkları görülüyor. Kale A. lığı, Mahmut ll. devrinde yapılan ısla­ hata kadar sürmüştür.

AZAT VE AZATLAMA

407

AZAPKAPISI, İstanbul"da Galata çevresinde bulu­ nan surun Haliç'ıeki kapılarından biri . Atatürk köprüsü ile Karaköy köprüsü arasında birincisine yakın bir yer. Aynı zamanda o semtin adıdır. Osmanlı İmparatorluğu devrinde tersane ocağı erierinden olan azap ( b. bk. ) ların kışiası burada idi. A. da ı 577 yılında Sokollu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan ve bugün Azapkapısı camii diye anılan bir cami vardır. Plinı dört köşe olup mihrabı dışaııya çıkını ılıdır. Minberi, mihrabı, kürsüsü ve diğer mimarlık kısımları kıymetli mermerden yapılmıştır. Camiin içini süsliyen değerli çiniler bugün yeryer sökül­ muştur. Camiin arkasında rokoko üsliıbunda yapılmış Azapkapısı çeşmesi vardır. Bu çeşme ve bu cami Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından güzel bir şekilde onarılmışıır. AZAPKUR, Muş'un merkez i lcesine bağlı bucak ; Merkezi Til nüfusu 647 1 , merkez n üfusu 472 ( ı945 ) , köy sayısı 36 dır. Bucağa bağlı ayrıca A. köyü de ( ı90 n üfus­ lu) vardır. A. , Muş'un doğusunda ve Murat nehrinin kay­ nak kolları alanındadır. A Z ABA, eski Anadolu'nun Phrygia veı·a Pisidia bölgesinde bir yer. A. adı Hoyran gölünün k uzeyinde Sa­ ğır ( İsparta ili, Yalvaç ilcesi) da bulunmuş bir yazıııa kayıtlı olduğuna göre A , nın bu bölgede bulunmuş ol­ ması ihtimali vardır. AZARI, Konya'nın Akşehir ilcesinin Reis bucağına bağlı köy, ve Afyon-Konya demiryolu üzerinde istasyon . A. , Akşehir ovasının güneydoğu köşesinded ir. Nüfusu 692 ( ı 94 5 ) dir. Yakı n çevresindeki tahı l ürünlerinin top­ lanma ve gönderme yeridir. İstasyonunda Toprak Mahsul­ leri Ofisinin ambarları vardır. Akpınar karst kaynağı, topraklarının küçük bir bölümünü sular ve köy değir­ menini çe iirir. AZARYA, Abd-i Atik'te birçok kişinin adı. En önem­ lileri şunlardır : ı Yahuda kıralı ( bük. M. Ö. 779 - 740 ) . Amaı­ sya ile Yekolya'nın oğlu (II. Kırallar XV, ı v. dd. ) ve Yotam'ın babası (I. Tarihler III, ı 2 ) idi. Uzziya adiyle de anılır. A. Filisti, Meuni ve Ammoni'Ieri yendikten sonra giıgide çok k uvvetli olmuştur. Üç yüz bini aşan bir ordusu vardı. Yeruşalim ( Kudüs) i kulelerle tahkim etmiş, çölde de birçok kuleler yapmıştır. Cüzam hastalığına yakalanınca kırallıktan istifa etmek zorunda kalmış, yerine oğlu geçmiş­ tir ( Kitab-ı Mukaddes, II. Tarihler, XXVI, ı v. dd. ) . Pey­ gamber İşaya, A. nın öldüğü yıl ortaya çıkmıştır. 2 Peygamber Danyal'ın üç arkadaşından biri. Baş­ ka bir adı Abed-nego'dur. Babil kıralı Nebukadnezar, Ye­ ruşalim'i işgal edince bu dört Yahudi delikaniıyı Babil'e götürmüştür (Daniel 1,6). Hükümdar, dönüşünde çok bü­ yük bir altın heykel diktirmiş ve halka bu heykelin önün­ de yere kapanıp tapınmalarını emreımişıi. A. ve arkadaşla­ rı bu emri hiçe saydıkları için yanar bir fırının içine atı l­ mışlar, fakat Tanrının mucizesiyle kendilerine bir zarar gelmemiş ve ateşin içinden sapasağlam çıkmışlardır ( Dani­ el I I I , s - 3 0 ) . Bk. DANİEL. -

-

AZAT VE AZATLAMA, İslam hukukunda, esi rin, sahibinin isteğiyle hür bırakılması. Azadama hakkını kullanmak için reşit olmak ve iki l olmak şarttır. Azadama çeşitleri : ı : ll'azStz '' azatlama : Bu aza ıl ama için merasim -

408

AZAT VE AZATLAMA -

yoktur. Sahibin esirine veyahut cariyesine hitaben «sen hür­ sün, azatlısın» yahut «seni azat ettim» gibi sözleri söyle­ mesi yeter. Bu sözleri söyliyenin gerçek niyeti dahi gözö­ nüne alınmaz. Bu sözler söylendiği andan itibaren esir hür olur. Hatta «sen hürsün» cümlesi · yerine «senin baş ın h ür­ dür, senin yüzün hürdür» gibi ancak bir azasının hürriye­ tini bildiren cümlelerle ifade olunan azadama dahi mak­ buldür. B u sözlerinde esirin tam hü rriyetini sağladığı ka­ bul edi l i r. Bu türl ü azadama sevap sayılır. Azar edi len esir diğer Müslümanların haklarına sah ip olur. 2 - lı•azlı azatlama, yani mal karıdığında azatlama (mükıitebe) : bu çeşit azadamaya İs lıi m hukukunda mük/i­ ıebe denir. Mükıirebe, esi r ile sahibi arasında akddolunan bir mukavele i le olur. Bu mukaveleye göre esir sahibi ( Mevla ) esirini ( abdini ) bir şartla azat ediyor ; bu şart da. azat edilen esirin sahibine bir miktar mal veı mesi ( ya­ hut belli bir hizmet görmesi ) dir. Bu mal, azat t an sonra hemen ödenebi ldiği gibi sonradan yavaş y avaş da ödenebilir, hatta takside de bağlanabilir. Bu .lağıt esir sahibi için ke­ sindir. Bu bağıt anından itibaren sahibi «mükaıeb» ( sahibi ile azar edilmesi içi n mukavele yapmış olan esiri ) ine sata­ bilir, ne de herhangi bir şeki lde onun hürriyetini sınırlandı­ rabilir. « Mükıitebı· i n hukuki durumuna geli nce. İ slam hu­ kukçuları bu durumu şöyle ifade ediyorlar : «mükaıeb. mev­ la'nın tasarrufundan çıkar, fakat mülkiyecinden çıkmaz». Mükatebe bağıu yapıldığı andan itibaren mükareb serbestti r. İstediği şekilde çalışabilir. ticaret yapabil i r, seyahat edebi­ l i r. Fakat sahibi ile kendisi arasında alacak lı ve borç lu münaseberi devam ettiği için, bazı cihetten hü rriyeıi sın ı r­ lanmıştır : a - Mükıiteb, mev lıi sından izinsiz evlenemez. b l vazsız malını başkasına veremez. c - Kefa let kabul ede­ mez. Mükıiteb'in kesin olarak aza r olabilmesi şarta bağlı olduğundan, şartı yerine getiremiyen, vadettiği miktar ma­ Ir mevlıisrna teslim edemiyen mükıiteb tekrar esareı duru­ muna düşer.

3 - Ölüme bağlı azaı/ama (Tedbi r ) : esi r sahibi, esi­ rinin kendi ölüm ünden sonra azat olacağını i lan edebilir. Bu türlü azaılamaya tedbir denir. Ebu Hanife ' ye göre bu azadama bozulamaz . İmam Şafi i mezhebinde esir sahibi (müdebbir) hayatta i k en bu i radesin i değiştirebi lir. « Mü­ debbir» in ölümüne kadar redbi r usu l i y l e azat olacağı i lan olunan esirin durumu esaret ile hürriyet arasında bir du· rumdur. O, esirdi r ; diğer esi rler gibi o da sahibini bıra­ kamaz, o da sahibinin emrine itaate ve sahibi için çalış­ maya mecburdur. Fakat sahibi de redbi r usuliyle azar ola­ cağını ilan ettiği esiri n e satabi lir, ne de herhangi bir şe­ ki lde başkasına ıemlik edebilir. 4 - İ sti/ad : Sahibi ile olan münasebeti sonucunda çocuk doğuran cariyenin hukuki durumu esarer i le hüı ri­ yer arasında bir durumdur . Böyle cariyelere «Ümmü veled » ( = çocuk anası ) denir. Ümmü vetedi satmak, yahut her­ hangi bir şeki lde başkasına temli k etmek yasaktır. Bir ca­ riyenin «ümmü veled» haklarını kazanabi l mesi için sah i­ binin onun çocuğunu kendi çocuğu ( veted i ) olarak ranı­ ması şarttır. Bu çocuğ u ranı maya « i stilad» den i r. İlk çocuğu tanınmış ümmü veled'in diğer çocukları da tanınmış sayı l ır. İslam hukukun a göre, sahibi hayatta

AZAZEL

i k en dahi hukuki durumu tam esareuen çok daha iyi olan ümmü veled, sahibinin ö lümü halinde hürriyet kazanır. Bu hürriyet kanun sayesinded ir, sahibin in i radesine bağ l ı de­ ğildir. Azatir ile eski sahibi arasındaki miinasebet : azat edi l­ dikten sonra aza ı l ı i l e azar eden arasında bir münasebet k a l ı r. Bu münasebete İslam hukukunda «vi la», azar edene «mevla» den ir. Azaılı ile mevla arasındaki vila mü ­ nasebetini İslam hukukçuları «hükmi karabet» sayaı lar. Bu, Roma hukukunun cognatio servi/is (esir k arabeti ) ni karşı­ lar. İslam hukukunda vi la şu hakları sağlar : a - Mevla. mi rasçısı olmıyan azaılısının mirasçısıdır. Bu mi ı asçı lık hakkı mevlanın erkek mirasç ı larına dahi ge­ çer. b - Mirasçısı olmıyan mevla'ya da azaılı mirasçı olur.

AZATEN, Bizans kaynaklarında Selçuk l u sultanı İz­ zetti n Ke y kavus I. ( hük. 1 2 1 0 - 1 2 1 9 ) ve İ zzettin Keykavus ll. ( hük. 1 2 4 5 · 1 2 5 9 ) nin ad ı . Bk. AZ ATİNES AZATİNES, Bizans kay � aklarından Selçuklu sultanı Kılıç Arslan I I I . ( hük. 1 2 0 3 - 1 204 ) : İzzett in Keykavus I . ( hük. 1 2 1 0- 1 2 1 9 ) ve İzzettin Keykavu s I I ( hük. 1 24 5 - 1 2 5 9 ) n ı n adı. B k . AZATE N, AZADİN.

AZATLI, Bursa'nın Mustafakemalpaşa i l cesi merkez bucağına bağlı köy. Nüfusu 1 0 5 3 ( 194 5 ) tür. A. i lce meıkezi­ nin 5 km kuzeyinde ve ovadadır. İpek böceği yetiştiri lir ; tarla ve bahçe tarımı ve hayvancılık yapı lır. AZAUM ( I . · I V. y üzyı l ) , Yukarı Pannonia'da, bü­ günkü Dunaalmas ( Macaristan ) kasabasının yerinde bir Ro­ mal ı i stihkamı. Azali (b. bk. ) K elt kabilesinin başlıca yurt kurduğu yer olan A. , Roma kaynaklarında Adiaum adi y le geçmektedir. AZAZEL, Hano!J kit ,ı b ı ' nd a ve Kitab-ı Mukadde s ' t e adı geçen tabiatüsıü bir yaratık. A. hakkındaki en eski söy­ lenti, Yahudi apokryph' leri nden llano!J ( Enoch ) kitabı'nda­ dır (bu kitap Kaıolik'lere göre apokryph, Protestan 'lara göre pseudepigrapha'dır) : insan kızlarının güzel oldukları­ ni gören 200 melek (Abd- i Atikte : Al lah oğulları. Tekvin, VI. , 2 ) Hermon dağı üzerinden yere inip onlar arasından beğen d i k leri n i karı olarak a lırlar. A. , bunların 1 0 uncu ( LX I X . , 2 - 4 ) veya l l inci ( VI . , 7) 1-ıaşkanıdır. Bu bir­ leşmeden doğan devler ( A bd- i Atik' ı e Nefi l i m . (Tekvin , v i . . 4 ] ) d ünyada kötülük etmeğe başlayınca, Tanrı, insan kızlanyle birleşen melekleri cezaland ı m , A. in el ve ayak­ larını büyük melek Rafael'e bağlatarak Dundael çölünde bir çukura attırır ve hüküm gününde ateşe aıılıncaya kadar ışık görmerneğe mahkum eder. Daha son ra. Tanıı, kötülük eden devleri yok etmek için tufan yapar ; Ki1ab -1 Mukad­ des'te de anlatılan bu kı ssada ( Ahd- i Atik, Tekvin, V I . ) A . a d ı g eçmez . Kitab ı Mukaddes'te A . adı yalnız bir yer­ de geçer ( A bd-i Atik, Levi li ler, X V I . 8, 1 0 ) : burada Ha­ run, i s rai loğul ları'nın günahlarının kefareti için iki eıkeç ( erkek keçi ) ten kura ile seç i len birini Tanrıya kurban eder, diğeri n i ü · zerine İsrai loğulları'nın günahları yük leti l­ miş olduğu halde · bi r adamla çöle, A. e gönderi r. Avrupa d i l lerinde geçen «suç erkeçi » ( üzerine başkaların ın suçları yükl e ei len kimse ) deyi mi, buradan gelmekt e d i r. A. efsanesi Yahudi' lerden Arap'lara da geçmiştir. A rap'lar, buna «Azazil » derler ve karanl ı k gecel erde çölde yolculara eziyet eden cinlerden biri olduğuna inan ırlar.

AZAllL - A ZER AZAZIL : bk. AZAZEL

AZDAVAY : 1 - Kastamonu iline bağlı i lee. 1 946 yılında kurulmuştur. Yüzölçümü yaklaşık olarak 1 000 km2, nüfusu 27 3 36, köylerinin sayısı 83 tür. 2 - Kastamonu'ya bağlı i ke merkezi. Eski adı Çar­ şamba. Denizden yüksekliği 8 5 0 m. Nüfusu 1 78 ( 1 94 5 ) . A. Kasramon u - Cide yolu üzerindedir. Bir i lkokulu Halkevi , 2 oteli, 4 hanı vardır. Çevresinde linyit bulunmuştur. AZEB : bk. AZAP. AZEB BEY ( =Pa�a ) , Murat ll. devri Osmanlı dev­ let adamlarında n. Şehzadeler mücadelesi devrinde Musa Çelebi'nin Edirne'de egemen liği ele aldığı dönemde onun emir- i alem'i olmuş ve Musa'nın öldürülmesi üzerine Eflak'a kaçmışıır. Murat Il. devrinde V'arna savaşında bulunmuş, padişaha Tokat zindanında mahpus bulunan Tu rahan Beyi bağışiatmış ve zaferi bildirmek ü zere padişah ta rafından esirlerden 24 şövalye ve bir çok armağanlaıla Mısı r Sul­ ranına elçi olarak gönderi lmiştir. İ kinci Kosova savaşında bulunan komutan ların en yaşiısı olduğu Murat I I . ile a­ ralarında geçen konuşmadan an laşılmakta ise de ( Anonim Tevarih -i Al-i Osm.ın, Giese yayımı, Breslau 1 92 2 , s. 7 2 ) , n e vakit öldüğü bil inmemektedi r. 1 4 5 6 d a yaptırdığı Cami­ sindeki yazıttan o tarihte henüz hayatta olduğu anlaşılma ktadır. Bursa'da Muradiye semtinde adın ı taşıyan ve şimdi harap olan bu cami ile bir de çeşmesi vardır, ayn ı yerde 1 4 5 0 de yapılmış bir kümbeııe gömü lüdür. B u tü rbede Tu rhan adında bir oğlunun mezarı da bulunmaktad ı r. AZEF, Evno Fiııeleviç (ölm. 1 9 39 dan sonra ) , ün lü bir Rus tahrikçisi. 1 893 de yüksek oku 1 öğrenci si iken, çarlığın giz. li polis aj anlığına girmiş ; aynı zamanda da çar rej imine karşı ihti!U bazıılıyan Sosyalist Revolüsyoner partisi tedhiş teşki li­ ıma başkanlık etmiştir. Bu sıfaıla. A. , çarın bakan larını ve önemli idare adamlarını öldürtmüş, öbür yandan da, bir ajan sıfatiyle, ihtiiU te�ki latının sı rlarını polise vererek partinin ba�ında bulunan liderlerin kanına girmiş ve şe­ bekelerini ele vermiştir. Siyasi Rus teri minde A. cilik ıahrikci liğin karşılığı olarak kullanılan bir kelimedir. A. in İkinci Dünya Harbi esnasında Berlin'de ölmüş olduğu riva­ yet edi lmektedir.

409

yıp yığdığı alüvyonlar yüzünden gemi lerin işlemesi l!l; üç­ leşmiş ; A, l l km. güneybatı sındak i Mazağan limanı gib} gelişememiş, sön ük kalmıştır. Tarih : A. un tarihi X V I . yüzyıl başlarına ka­ dar kesin ve ayd ı n olarak bilinmemektedir. XVI. yüzyıl başlarında A. dolaylarındaki şeh i rleri (Tanca, Arzila, Mazagan) almış bulunan Portekiz'liler A. i le de i lgilenme­ ğe başlamışlard ı r . A. o zaman lar 2000 evli bir şehir olup .en büyük geliri karagöz ba l ığı idi. A. da Portekiz korurlu­ ğu altında egemen bi r idare kurmak isıiyen Marini emiri Zeyyan. 1 508 yılında Portekiz'li lere şehri teslim etmek i ste­ miş, fakat Portek iz'li ler buraya geldikleri zaman Müslü­ manları savunma durumunda bulmuşlar, bir çok gemi ve in­ san kaybederek kaçmışlardır. Zeyyan, halkın güvenini kay­ betmemek için yardıma çağırdığı Portekiz'lilerle savaşmak zorunda kalmışt ı r. 1 5 1 3 yılında Portekiz'li ler A. u almışlar ve şehir yirmi sekiz y ı l onların elinde kalmıştır. Portekiz'­ li ler şehirde yapılar, ki lise ve bugün de şehri kuşatan sur­ lar yapmışlard ı r. 1 54 1 de Poııek iz'liler, burayı ekonomik ve askeri sebepler yüzünden boşaltmışlar ve Şerif Muham­ med el-Mehdi buraya yeniden Müslüman halkı yerleştirmiş­ tir. Dört y ı l sonra Portekiz'liler bucasın ı basarak bir kısım halkı ve Murabııları ıuısak olarak götürmüşler, sonra bun­ ları pa ra karşılığında bırakmışlardır. 1 54 5 yıl ından sonra A. Müslüman egemen liği altında kalmıştır. Portekiz'liler kıyı larda ve neh i r ağızlarında balıkçılık için müsaade almış­ laısa da karaya çıkmalarına ve şehre gi rmelerine izin veri l­ memiştir.

AZER, Ku ran ' da bir ayetin ( V I . 74 ) ıefsirine göre İbrahim ( b. bk. ) in babasının adı. Halbuki Tevral ' t a İbra­ him'in babası Terah olarak gösteril i r ( Tekvin, X l . 2 6 ) . Eu· sebios ( b. bk. ) un ünlü kilise tarihinde ise İbrahim'in baba­ sının adı Athar ' dır. Bazı Doğubi lginleri bu son ismin Thar­ ra şeklinde yanlış okunmasından A z er şeklinin meydana 'geldiğin i ileri sürmüşlerdir. Eğer bu doğru i se, bu hususıa te k 'kaynak olan T e v ı at ' a göre, Terah, oğ lu İ brahim ve ge­ lini Sara ile birlikte İsrailoğullarını Keldan i ' ler ( Kaldeliler ) in Ur (b. bk. ) şehrinden çıkararak Harran'a geti rmiş ve 7 0 yaşında ölmüştür. ·

AZER, Afrika'daki Sudan-Guinea dil leri nin Niger­ AZEGLIO [a::�lyo ok. } , Massimo Taparelli,;•Mar­ Senega l bölümünün Kuzey grupundan bir dil. Acer, Gir­ ch e se d' ( 1 798- 1 866 ) , İtalyan yazarı ve devlet adamı . İl­ ganke, ve Masin de den i r. Batı Afrika'da Fransız Sudan ' ı n · kin ressamlığa heves etmiş, sonra edebiyada uğraşmıştır. da Girganke göçebeleri ile Tişiı. Uadan, ve Uaiaıa vahala­ Eliare Fieramosca [ 1 8 3 3 } ve Niceo/o d' Lapi [ 1 8 4 1 } isim­ frındaki halk tarafından konuşulur. Yakı n akrabaları Sorko lerindeki roman ları ile «Risorgimento» (b. bk . ) akımının ve Sarakolle dilleridir ; bk. NİGER SEN EGAL DİLLERİ. · önderlerinden olmuştur. Ultimi casi di Romagna ( Romagna' · AZER, Doğuda yaşamış bir k ısım eski milletieri n da son hadi seler ) [ 1 84 1 } ve 1 lutti di Lombardia ( Lom­ kullandıkları güneş y ı l ı esasına dayanan takvimlerde bi r bardia'da matem ) [ 1 848} isimlerinde, milli harekeıi des· ay adı. B u ismin Nabaıi' lerde bir Tan rının veya ünlü b i r tekliyen, siyasi mahiyette kitaplar yazmıştır. Avusturya'ya kişinin a d ı olduğu söylenmektedir. Nabaıiler'de v e Keldani­ karşı yapılan savaşa ( 1 84 8 ) katılmış ve yaralanmıştır ( 1849 ) . ler 'de senen in sonuncu ayına ( mart ) , İbrani'lerde şubat­ Vittorio Emmanuele I l . zamanında Meclis başkanı olmuş tan son ra gelen aya. Eski İran takviminde dokuzuncu aya ve 1 8 5 2 ye kadar devlet idaresinin başında kalmıştı r. Bun­ ( kasım ) A. adı veri l mektedir. Süryani aylarının sonuncusu dan sonra Romagna ve Mi lana'da devlet h izm�tinde bulun­ olan A. ( mart ) , doğu memleketlerinde Rumi tarih ( b. bk. ) muştur. Ölümünden sonra otobiyog rafyası yayımlanmıştı r d iye anılan İ u l i us ıakvimi ( b. bk. ) nde birinci ayın ( mart ) , ( 1 mi ei ricordi) . Torino �ehrin de bir heykeli dikilmiştir. Ceiali ıakvimi ( b . bk. ) n d e dokuzuncu ayın ( kası m ) ad ı AZ EMMUR ( Batı kaynaklarında Fransızca yazı lış olmuş, böylece zamanla İslam alemine de geçmiştir. Ayları şekli olan Azemmour kul lanılır) , Fas'ın Atiantik kıyısında­ kameri. yıl ları şemsi olan ve 1 740 dan sonra Osman lı ki şehirlerinden biri. Nüfusu 5 000 kadardır. U mm ür-Rebia Devlerince resmi mali yıl (b. bk. ) olarak kabul edilen ve ırmağının ağzına yakın bir yerde, Darülbeyda ( Casablanca) i l k ayı mart olan takvimde de bu ayın ikinci bir adı halin­ İ le Ma z ağ an şehirleri arasındadır . A. limanının geri sindeki de, bazı hususlarda, XIX. yüzyı l oı talarına kadar kul lan ı l­ bölge verimli ise de, buradan denize dökülen ı rmağın taşı- mıştır.

410

AZER

MEDHALİ KURALI

-

AZERBAYCAN

AZER MEDHALİ KUR ALI ( Medhal-i azer kaidesi ) , Osmanlı'ların ayları şemsi, yıl sayıları Hicri olma'< üzere kullanmış oldukları mali takvimde her 33 senede bir yılı sivdirmek, yani sıradan çıkarmak için kullanılan usul. An­ lan yıla «Siviş yılı» adı verilir. Bu kural, zamanla içinden çıkılması güç karışıklıklar do­ ğurmuştur. Bazı memleketlerde yılları güneş ve ayları ay yılı esasına bağlı karma bir takvim sisteminin kullanıldığı görül­ müşse de Osmanlılarda uygulanan yılları ay ve ayları güneş esasına bağlı sistem gibi akla aykırı bir takvim, başka hiç bir yer­ Baku : Nefıalan denilen petrol kuyul arı ve Bibi Heybeı türbesi de ve devirde görülmemiştir. Çünkü 366 gün tutan 1 2 gü­ neş ayı 3 5 5 günlük bir ay senesi ıçıne sığamıyacağından A. iki anabölüme ayrılır : Kuzey A. , Güney A. Kuzey her yıl kesriyle birlikte l l gün kadar bir artık ortaya A. , Güneydoğu Kafkasya'da bir cumhuriyetin adı olup ( bk. çıkmakta ve bu sebeble her hangi bir ay senesi muharre­ minin ilk günü bir yıl önce uymuş olduğu gündan l l gün AZERBAYCAN CUMHURİYETİ ) buraya «Kafkasya Azer­ daha evvel gelmekte ve böylece mali sene ile ay senesi baycanı)) da denir. Yüzölçümü 86 000 km2, nüfusu 3 , 2 mil­ beraber gitmeyecek mali sene daima iki ay senesi, hatta ba­ yondur. Başşehri Bakü' dur. Güney A. , Batı İran'da bir i lin zan üç, içine düşmekte ve kesider birikerek otuzüç senede adıdır ki, buraya «İran Azerbaycanı>> denir. Yüzölçümü bir, bir mali senenin gaip olması gerekmektedi r. Bazı ay se­ 1 0 4 840 km2, nüfusu 2 milyon kadard ır. neleri başları da hiç bir zaman mart ayına rastlamamaktadır. Aras nehri , Kuzey ve Güney A. ı birbirinden ayırır. Bu sebeble muamelattaki karışıklığı önlemek ve Osmanlı Kuzey A. dört doğal bölge gösterir : Orta bozkır, Büyük mali senesini sistemleştirrnek için A. uygulanmıştır. Meh­ Kafkas dağları, Küçük Kafkas dağları ve Halış dağları. met IV. zamanında Defterdar Naili Rasih Efendi'den ( Hic­ ri 1088 - Miladi 1 677) başlayarak 1 740 da deftardar Atıf Bozkır bölgesi Kura ırmağının iki yanına yayılmış geniş (b. bk. ) Efendi ve Selim lll. zamanında deftardar Moralı bir bozkırdır. Bu bozkır batıda 300 m yüksekliğinde bir Osman Efendi ( 1 79 1 - 1 794 yıllarında) bu konu ile ciddi yerden başlar ve derece derece inecek, doğuya do,ğru alça­ surette meşgul olmuşlar ve bu sistemi geliştirip kesinleş­ lır ve genişler. Bu bölge Karabağ ve çevresiyle Mil düzlük­ tirrneğe çalışmışlardır. Bu mali sene sistemi i kinci meşru­ lerini içine alır. Bu düzlüklerin önemli bir bölümü Ha­ tiyet devrinde 1 9 1 7 yılında yapılan takvim düzeltmesine zer denizinin bizasında ve böylece deniz yüzünden 16 m kadar sürmüş ve esaslı olarak Cumhuriyet devrinde ( 192 5 ) aşağıda bulunur. Büyük Kafkas dağları bölümü de doğu kaldırılmıştır. A. ına göre 1 1 2 1 , 1 1 54, l l 88, 1 2 2 1 v e 1 2 5 5 sınırında gene deniz yüzünden aşağı bir durumdadır ; fakat mali yılları sivi ş yılı yapılmış, f akat Abdüllaziz devrinde batıya doğru birden bire değişir ve asıl dağ kitlesine varın­ çıkarılan devlet tahvillerinden birinin kuponlarında siviş yılı olması gereken 1 288 yılının da öteki yıllar arasında ca ı 800·3 400 m kadar yükselir. B u bölümdeki en yüce do­ yanlışlıkla basılmasının doğurduğu zaruretle bu yılın siviş ruk Bazardüzü (4480 m) dür. Bu doruklar karlar ve buz­ yapılmasından vaz geçilmiş ve böylece A. bırakılarak mali lada örıülüdür. Aynı bölümün güneyinde, dağ kitlesi, bir­ ve hicri yılların sayıları arasında her otuz üç senede bir, den 600 m ye kadar iner ; doğu ve güneydoğuya doğru bu bir yıl artmak üzere şimdi üç seneyi bulan bir tarih farkı iniş değişir ve Apşeron yarımadasında 5 0 m yüksekliğinde bir ovacık teşkil eder. Apşeron'dan Lahic'e kadar, bütün bu ortaya çıkmıştır. bölge, zaman zaman püsküren volkan embriyanlariyle dolu­ AZERBAYCAN (Coğ ) , Doğu Anadolu ile Hazer denizi arasında bir bölge. Yüzölçümü 1 90 840 km2, n üfusu dur. Hazer denizindeki bazı adalar da volkan olaylariyle 4,7 milyondur. A. , Türk dilinin Azeri diyeleği ile konuşan meydana gelmiştir. Küçük Kafkas bölümü A. ın güneybatı tarafını kaplar. Bunun önemli kısmını Karabağ yayiasiyle Gen halkın çoğunluk teşkil ettiği bir bölgedir. ce dağsırası ( ı 800-3 000 m , en yüce do­ ruğu Kupucuk 3918 m) teşkileder.Dör­ düncü bölümü güneydoğu Elburs'un gü­ neybatı eıeğindeki Halişdağları teşkileder. Bu dağlar Hazer denizinin güney kıyıla­ rını çerçeveler ve kumsaHara doğru iner. Güney A., geniş bir plıitodur. Bir­ çok dağsıraları arasında ova ve vadiler vardır. Burada en büyük ova, Urmiye gölünün çevresidir (ı 200-1 500 m ) . Bunun doğusunda Sehend dağları y ük­ selir (3 545 m ) . Kuzeydoğuda ise, memle­ ketin en y üksek dağı Savelan gelir ( 4 8 1 3m ) . Ovadaki topraklar kısmen ıuzludur. Güney A., Doğu Anadolu plıiıolarına ben­ zer. Hazer deniziyle Van gölü çanağından kendisini ayıran yüksek sıradağlar A. plato-

1

.

AZERBAYCAN

411

suna arızalı b i r özellik verir. A. plitosu batıda Urmiye gö­ ncu Şahrud ile birleştikten sonra Sefidrud adını alır. Kızılü lü çevresi, kuzeyde Aras nehri boyu, doğuda Kızıl Uzen zen memleketin en önemli suyudur. Güney A. ın ortasında, ı 2 2 ' m yükseklikte bulunan Urmiye gölünün suyu çok tuz­ çevreği olmak üzere üç bölüme ayrılır. Iklim : kuzeyden sıradağları ile soğuk rüzgar- ludur ; balığı yoktur. U rmiye gölüne her taraftan birçok ır­ lara karşı korunur. Kuzey A. , ovalarda, astropikal bir maklar akar ; bunlardan önemlisi Acıçay'dır. Bitkiler : Kuzey A. ovalarının çok yeri çorak bozkır­ ıklim tipi gösterir. Halis bölümünde nemli ve ı lıkur ; yazın çok sıcak olur. Bu ıklim Hazer denizinin güney kıyıların­ Iardır. Yalnız Kura ile Aras boyunca kavak, çınar, tamariks daki Lankeran çevresini kavrar. Buralarda yıllık yağış ve türlü cinsten söğüt ağaçları biter. Büyük ve Küçük Kaf­ 1 , 300 mm dir. Denizden uzak yerlerde ıklim sert ve kurak kas dağlarında ormanlar 2 00 0 m yüksekliğine kadar görü­ olur. Yazlar uzun ve sıcak geçer, yağış 400 mm ye iner. Or­ nür, daha y ükseklerde i se otlaklar ve çayırlar gelir. Halış tadaki bozkırların doğu bölümü çok kurak, batısı biraz da­ dağları etekleri ormantarla kaplıdır. Buralarda nevileri ha yağışlıdır. Dağ!eteklerinde ıklim nemli ( 600-900 mm ya­ kendilerine mahsus ipekli akasya, Hazer gladiçyası, demir �ış ) , Kışın ılık, yazın sıcaktır. ağacı vardır. Her türlü bağ, bostan ve ekinden başka Ku­ zey A. da pamuk ( Amerikan cinsi ) , ke­ ten, susam yetişmektedir, Apşeron yarımadasında safran, Lenkeran'da çay yetişir. Güney A. da buğday, arpa, meyva ve üzüm yetişir. Çekirdeksiz üzümü ta­ nınmıştır. Pamuk, keten gibi endüstri bitkileri de vardır. Güney A. da orman azdır. Düzlükler kuraklık yüzünden ço­ rak, dağ etekleri ise çayırlıktır. Güney A. ın otlakları boldur. S u kenarlarında kavak, çınar, söğüt ağaçları sıralanır. Güney A. ceviz, kestane, fındık. f ıstık , badem, iğde, dut yetiştirir. Güney bö­ lümünde yabani kestane ormanlar ha­ lindedir. Hayvanlar : Kuzey A. da her türlü yabani hayvanlar, dağlarda keçi, boz­ kırlarda ceytan, ormanlarda pars, sırdan, tilki, sazlıklar ve çalılıklarda çakallar ve yabani kediler bulu­ Yüksek bir yayla olduğundan Güney A. ın ıklimf" j nur. Bozkırlarında turaç, çil, sülün gibi kuşlar var­ sert fakat sağlamdır. Dağlık çevrede kış uzun sürer ve : dır. Hazer denizi kıyısındaki bataklıklada göller kuzeyden sert olur. Buna karşılık ovalarda yazın yakıcı bir sıcaklık , büyük miktarda uçup gelen su kuşlarının kışlağıdır. Evcil olur, yağmur yağmaz. Yağış i l k ve sonbahacia kışa mün- hayvanların çeşitleri vardır. Karabağ atları tanınmıştır. Len­ keran'da yaban öküzüne raslanır. Balıkçılık i leridir. «Rus hasırdır. Güney A. ın h avası genel olarak kuraktır. havyarı» diye Avrupa'ca tanınan siyah havyar A. mahsulüÇok elverişli kışiakları bulunan Kuzey A. i le yaylaki dür_. Otlakları bol bulunan Güney A. da çok koyun bes­ ları olan Güney A . birbirini tamamlar. � len ı r. Sular : Kuzey A. doğuda Ha zer denizine dayanır, kıyılarının uzunluğu 800 km y i bulur. Baku limanı bu kıyı onasındadır. Kuzey A. ın başlıca gölü Gökçe Göldür. Bu, sönmüş volkanlar arasında 1 926 m yüksekliğindedir ; ala­ balıklarıyle tanınmıştır. Baku çevresin­ de, bir de Tuz gölü vardır. Doğrudan doğruya Hazer denizine dökülen ufak ırmaklar vasıtasiyle suvarılan kuzeydo­ ğu ve göneydoğu tarafları müstesna, Kuzey A. ın bütün toprakları Kura ile Aras ırmakları çevreklerine girer. Mem­ leketin ortasından geçen Kura ırmağının Jori ve Alazan kolları vardır. Aras ı r­ mağı denize dökülmeden önce Kura i le birleşir. Büyük ve Küçük Kafkas dağla­ rından inen bi r çok sular şiddetli bu­ harlaşmalar, suvarı lmalar yüzünden Ku­ ra'ya ulaşamamaktadırlar. Güney A. ı n akarsularından önem­

li leri Aras ile Kızılüzen'dir. Bu sonu-

Baku : XIV. yüzyıl a alt > ya lnız olarak ç ı kardığı «İrşaı >> ( 1 907 ) v e ( ı 908 ) gazeteleri i le, Azeı baycan 'da m i l liyet hareketinin kuvvet lenınesi üzerine, bu akımın or ganı olarak Ba ku'da Mehmet Emin Resulzade tarafından � ı karılan « Açık söz>> ( ı 9 ı 5 - 1 9 ı 8 ) v. b. d i r. Bu devirde çıkan dergi le rin edebiyara etkileri bak ı ­ mından e n önem l i leri «Füyuzaı» v e « Molla Nasreddin » d i r . A l i Bey Hüseyinzade tarafından yayımlanan « Füyuzaı>> ( ı 906 1 90 7 ) dergisinin, A. n ı n ge l işmesi üzerinde derin erk isi ol muştur. Osman lı-Türk edebiyatının Şinasi 'den Fi k ­ reı'e kadar yüı üyen gelişimini çok i y i bilen Ali Bev Hü­ sey i n zade, öğr enim ve edeoi raı dili olarak İ stanbul füı k· çesinin kabu l edilmesini savunmuş, > dergisinde bu yolda ya y ı m yapmıştır. Cel i l Mehmet Kuluzade'nin çı· raklığı « Molla Nasr.eddin>> ( 1 906- 1 9 2 0 ) i se, Azerbaycan 'ın en ünlü mi zalı dergisidir. Bu devi rde. edebiyat alanında h ususiyle ş i i r ve ıiyat· roda önemli bir gelişme olmuştur. Füyuıat dergisinin açtığı çığırda yür üyen ler Ta nzimat edebiyatı ile Edebiyar- ı Cedide yazarlarının etkisi alıında ve Türkiye Tü rkçesiyle yazmı$ 1ardır. Mehmet Hadi ( 1 8 79 ı 9 1 9 ) nin FirdetJs- i ilha mat adlı şiir ki­ tabında Nam ık Kemal, Alıdülhak Hami ı. Tevfik Fikret v. b. nin kuvvetli etkisi vardır. Abbas Sıhhat ( ı 874· 1 9 1 8 ) Mağrip gii· rı eşleri adlı bir şiir kitabı yayımlamış, ayrıca Fransızca ve Rus­ ça'dan maozum tercümeler yapmıştı r. Abdullah Şaik, Füyuzat akımınının nazariyelerini yaymış ve didakıik çocuk şiirleı i yazmışı ır. Bu ç ı ğırın en önem l i şai ri Hüseyin Cavit ( doğ. 1 88 2 ) ı i r. Alıd ülhak Harnit'in ve dalıa çok Tevfik Fi kret'in ıakipçi ve ıakli ıçisi olan bu şairin Gec miı günler ve Ba­ har Jebnemleri adlı iki ş i i r kitabiyle Şeyh Saıı 'an, Şeyaa, İblir, Uçuru m , P e yg a m b e r , Siyaımş gibi, bazısı aruz, bazısı hece vezn iyle ve Topa/ Timur gibi nesi rle yazı lmış d ram­ ları vard ı r. Şiirlerini Ko[ma ve Dalga adlı iki kita pta top­ lamış bulunan Ahmet Cevat, Türkiye'de 1 9 1 ı den son r a gelişen m i l l i edebiyat akımının etkisi alıında kalarak, he­ ce vezniyle, halk edebiyan nazım şek illeriyle ve İstanbul Türkçesi yle yazmışt ı r. Bu devirde, «Füyuzaı>> akımın ı n yanında Ahundof'­ ıan beri gelen Azeri lehçesi yle yazma akımı devam etmiş­ tir. > m i zalı dergisini çıkaran ve A. nın en önemli piyeslerinden biri olun Ölüler dramını yazan Cel i l Mehmet Kuluzade ( 1 868- 1 93 2 ) ile «Molla Nasreddin» dergi sinde «Hophop» ıakma adiyle mizah ve hiciv şiirleri

AZERI EDEBİY ATI

-

AZERI MUSİKİSİ

4 Z9

A. Meclisi ve Arrk deni len iki tarzda olur : bi­ rincisi Tü r kiye'nin /au! musikisini karşılar ; diğerinin 1 karşı lığı halk musiki mizde bulunur. Me clisi 'nin başlıca fası l larr. Raıt, Ma/mr, Şrir, Çargah, Segah Kabili. Beyali Şiraz, Beyati- Kiiıd, Beyali iıfahan ve başka makamlarda olanla ı d ı r. A[ık v ey a Çöl musik i s i . Azeri Türklerine has asıl halk a,i:rzlarıdı r ; bestecisi halkın kendisidi r ; makam yerını tu tan ezgi tip leri Bayali ( Beyati ) ve Şirkeıte dir ( adları yabancı da o lsa, özleri A. Türklerine has bes­ ıelerdi r ) . B ürün besteler henüz notaya alınıp ıasnif edi le­ bilmiş değildir. Batı tonali tesine göre : Rast ile Mahur, «maj ör» tonuna ; Sur, Hicaz, Beyari - kürt «minör» e, Bayati­ şiraz, Ş iraz, «harmon ik minör»e olduk ça uyar ; Şehnaz ma­ kamı n ı n yarısı majör' e yarısı minör'e ben imsetilebi lir ; Se­ gah, Çargah. maj ör ; Şuşıer, «minör» dür ( U. Hacıbey li ) . Vurma çalgılar k ullanı lmadan okunan usulsüz ezgi­ leri va r d ı r. Ölçülü Tasnif. Renk ve Oyun ( =Raks ) hava­ ları ayr ıdır. Yüngiil ( = kıvrak ) melodilerin öl�üsü çok­ luk 6/8 lik, ağırlarınki 3/4 lüktür. 2/4 vuruşlu melodi ler, yürüyüşlere mahsus olarak . pek azdır. 5/4, 7/8 gibi birle­ ş i k usuller )'Ok tur. Türki�·e'nin Sofyan, Düyek v. b. gibi ayrı ayrı adlar taşıyan usullerini Azeri ler bi lmezler. Ağır ve Yiingiil olarak iki tempo kul lanırlar. Oyuna mahsus yüngüllerden b irine Üç b adam bir k o z (= Üç badem bir cevi z ) denilir ki, meşhurdur. Azerilerde özel bi r usul AZERI M USİKİSİ, Doğunun kendine göre özellik­ vuruş tarzı bulun mamakla beraber, çırtık f= /mdrkça ) leri hul unan k lasik bir musuk i s i . Tü ı k dün y asını n k uzey vurmak, veya «nevha>> okunurken sine t'urmak ( göğüs döv­ ve doğu kısı mları musikide daha çok k Asya ' n ı n , güney mek ) bir nevi vuruş tarzı sayılabi l i r. Azeri musikisinin göze çarpan farklarından biri. ve batı kısmı i se (o arada Anadolu i le Azerbayca n ) en eski Yakındoğunun etkisi altındad ı r. Batı kısmında k lasi k mu­ okuyucuların pek riz seslerde söylemeyi t ercih etmeleridir. siki teorisinin ilk yazı lı kuralları için Farabi ( ö lm. 9)0) nin Sazların i ran aletlerine benzeyişi de d ikkate değer : mesela Arapça musi ki k i tabına kadar ger i l t·mek gerek i r. iç Asya � telli i ran ıarı, telleri on üçe çıkarılarak kullanılır ( bk. etki sindeki T ü r k ezgi leri çok luk {' e t/lato nik makamlara TAR ) . Aşıkların sazı Anadolu'daki gibidir. Yaylı rubap göredi r. Halbuki Anadolu ve Tü rkmen musikisi gibi A. ti pindeki kemerı çe de tak ı ında kul lanı l ı r. Üfleme sazları nde de yed i şer perdel i «deıtgah>> ( = maka m ) lar esa stır. Zurna. }'a rtt balaban, Diidiik ( = Tiitek ) ve Ney'dir. Vu rma Azerbaycan makam ları ile Anadolu makam l a r ı a ra­ aletle r D e / ( Tef ) . D ii m helek ve Koıa makara dedikleri sında çok luk ad ve seyir bakımlarından farklar vard ı r . Za­ ç ifıenağrad ı r. X I V . - X V I . yüzy ı l l arda A nadolu i l e Azerbaycar.'ın man ve notası zlı k y üzünden ( veya bazı �·abancı etkiler l e ) meydana gelen b u g i bi değişikliklerden son ra mesela A zer­ klasik ses sanat ları arasında muhakkak k i daha a z fark lar baycan'ın Segah ve Çargah mak amları bazı fark l a ı l a İ >tan­ vardı : mesela Meraga' l ı Abdülkadir'in sanatı Semerkand'da bul'da başka adlarla kullanılı rlar ; i stanbu l'un Segah ve Çar­ olduğu gibi Bursa'da da an iaşı lıp makbul tutulabilmişti gah makaml.ırından bambaşka terti plerdir. Buna karşı lık ( X IV. yüzyı l ) . A. nin Fars d i linin şive özelliğine bağlı İ ran RaJ I makamı gerek ad, gerek seyir ba k ı mlaı ından he r iki taraf­ musiki fol k lorundan komşuluk i cabı bir miktar etki görül­ ra birdir ( Rauf Yekta. tarcı Cemi ! i le birlikte çalışarak , A. d üğü düşün ü lebi l i r. Azeri ezgi leri umumiyede batının musiki makamlarının Türkiye makamia riyie karşı laştı rmalı ba�it ölçü lerine g ii re notaya a l ınabi liyorsa da, ölçü vuruş­ larının içerden muttarıt senkoplada sık sık s üslenmi ş i lk cetvelini ı 9 1 1 de Şehbal dergisinde yayım lanınıştı ) . müsikinin bulunması akışına i şlek ve kıvrak bir güzellik sağlamak­ tadır ; basit öl c ü l er se­ ki ci bir can lılık edio­ mektedir ; bu haliyle oyuna pek uygundur. Sık sık makam değiş­ tirme ( = modülası yon ) zenginlığiyle de canlı­ dır İrtica( serbesliği musikisinde İstanbul oduğundan fazladır. Ge­ nel olarak pek şen ve coşkun bir sanattır. Azrrbaycon balcıi

yazan Sabi r ( 1 862- 1 9 1 1 ) , bu akımın kuvvetli yazarlarıdır. Birinci devirdeki Ahundof takipçi lecinden Necef Bey Vezirli , Abdurrahim Ber Hakverdi, Neriman Nerimanof, Sultan Mccit Ganizade bu devirde de çalışmalarına devam etmişlerd ir. Y i ne bu devi rde Azerbaycan'da musikili tiyaıro da çok gelişmişıi r ; LeyU t'e Me c n un , Arlr ı · e Kerem, Köro.�lu v. b. operalariyle Arırn mal alan (b. bk. ) ve O o l maıın /m o!Jun v. b. operetlerinin besıecisi Uzeyir Bey Hacı·,ey l i ( 1 88 � - ı 948 ) çok önemlidir. 3 1 920 d e n bu yana : Azerbaycan'ın Sovyet ida­ resi altına girdiği bu devirde yetişen yazarların en ünlüleri tiyatro alanında O kt ay Sevi/, Od gelini v. b. piyesleri r le ün almış bulunan Cafer Cebbarlı ( ı 899- ı 934 ) ile, şiirleri ve Vakıf adlı manzum dramiyle ün a lan Sarnet Vurgun ve H anat adlı piyesin yazarı Mi rza İ brahimof ( doğ. ı 9 1 ı ) v. b. dir. Bu devrin Sarnet Vurgun'dan başka diğer ünlü şairleri Süleyman . Rüstem, Mehmet Rahim. Rasut R ı za, Osman Sarrvelli, Nigar Han ım v. b. dir. Azerbayca n d ışında ça l ı şan A zeri ş a i rlerinin en tan ın­ ınışı Gülıelc i n'di r. Bu devirde Azerbaycan'da tercümcre çok önem veri l­ miş, Rus, İngi liz. Fransız ve diğer Avrupa edebiraılarından pek çok eser tercüme ed ilmişti r. -

,

43 0

AZERI MUSİKİSİ - AZERI TORKÇESİ

Karabağ başta olmak üzere, muhtelif Azeri merkezle­ Karakale'de konuşulan Göklen diyeleği de Türkmenceyi Azericeye bağlar ; Kaşkai ve İnal lı diyelek leri için aşağıda rinde isim yapmış ses ve saz sanatkarları çoktur. Azeri musikisi i le milli operetler bestelemek akımı ağızlar bölümüne bk. B i rinci Dünya Harbi'nden az önce başlamış. Uzeyir Bey Hacıbeyli bu işin öncüsü olmuş, Ar[ın mal alan opereti fsıjv Latin Türkiye Tür kçesioe Isli• Utio Tür• iyt Türkçe•ine gört değerı esaslı esaslı göre defleri esash esas h gibi bir i k i sahne denemesi o ha rbden sonra İ stanbul'da da oynanmıştı. Hacıbeyli. Fuzu l i 'nin Leyla ve Mec n u n 'unu ö 0 9 a a a besteliye re k 1 907 de Baku' da sahneye koymuşıu. Başlangıçıa p B' n p b 6 Azeri sazları erkesırada yer alıyor, Azeri temleii hafif armo­ p r r u V V i ni lerle süsleniyordu. Hacıbeyli, denemelerini Aslı ve Kerem s s c r k al ı n k ( k . J ) k Aflk Garip, Şah Abbas ve Hur1id Banu, Şah İ smail, v. b. ! T ı ı k a l ı n {ı- { g. t l r g 1 i l e devam ettirmiştir ( 1 907 - 1 920 ) . M. Magoma da ayn ı u A y d d y yolda çalışmış, daha i leri beste tekniğine örnek olarak ü u kapa l ı e ; başl3 ye V e e Rus beseecisi Glier, Türkçe söz ve motiflerle Şah Sanem f f ;) çok açı k e ( a ) ıp .. operasını yazmıştır. Bu esnada tekiı ik bilgisin i genişleten X gı rtlak �· sı < t ) X l ll( i Hacıbeyl i yeniden meydana çıkarak Köroğlu operasını h h h z l 3 dikkate değer bir hamle halinde meydana koymuştur. Bu - t-s n i i B eserde koro. solist, bale unsurları kuvvetlenmiştir. Azer­ c; ii c;' q y ı baycan'da konservatuvar, müzik öğretimi okulu gibi musiki c c' r.ı ı n c e k ( k ' . .!S ) � q teşki lati yle i lgili h ususlarda da çalışılmış ve fol klor derleme· k e c n ı w ş ş ) .!S ' g ( g Cj leri yapı lmıştır. Hacıbeyli'nin hususiyle Ar[rn mal a la n ( b . bk . ) ı: r bl ı JJ ı opereti bütün Kafkasya' da ötedenberi en popüler musiki ;) k a p a l ı e (ba� l a ) ın ın M lerdendir. u y 10 n n H AZERI TÜRKÇESI, bugün Kafkasya'da k ı smen ya .H o o o Dağıstan'a, Gürcisıan'a ve Ermenistan'a taşmak üzere l d l ı 3 - ı l k ı n ç şek l ı n d � e d n ı l şek n ı k l ı 2 ıda: seklinde b n i Lc i t 1 Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nde ve İran şek l ı n de ıd ı ı d ı . 4 - i Uo n Azerbaycan ı ile İran'ın daha başka yerlerinde ( aşağıya bk. ) A zeri al fabesi konuşu lan bi r Türk diyeleği ; adı A�erl, A � erl, A�erbaycii.nl , Azeri Tü r k ç e si ve Türkiye T ür k ç e s i : Bugün Azeri Azerice şekillerinde de yazı l ı r. Kuzeyde Dağıstan'daki Tüıkçesi gerek fonetik, gerek morfoloj i ve kelime hazinesi Kafkas d i l leri i le Gü rcice, batıda Kürtçe i le Ermenice, bakımından Türkiye Türkçesiyle hususiyle de yerli ağızia­ güneyde de Farsça ve Ararnca i le s ı n ı ı lanmıştır. rımızla ortak niteli kler gösterdiği gibi, her iki kol arasında Tü rk dilleri arasındaki yeri : Azeri diyeleği, bi rçok farklar da göze çarpar. Selçuk Türkçesi , Türkiye Türkçesi ( eski şekli : Eski Osman­ Fonetik : Vokalizm : ı - Birçok Türk diyeleklerinde lıca ) , Rumeli Türkçesi, Tuna Türkçesi, Gagavuzca, Kırım bulunınıyan açık ve kapa lı e farkı her iki kolda da var· Türkçesinin Oğuz kısmı ( öbür kısmı Kıpçak grupundandır) , Karapapal) Tü rkçesi. ve Türkmence i le beraber Tütk di lle­ dır. İstanbul ağzına dayanan imla sistemimizin tanıdığı rinin Güneybatı ( bk. A. Samoylovi ç : aşağıda anılan eser ; biricik e, açık e (e) ise de. kapalı e ( e ) , Azericede ol­ duğu gibi Anadolu ağızlarında da yaşamakta, hatta fonoloj i M. Riisanen Materialien zur Laut g eJChichte der türkisehen Dialekten, Helsin ki 1 949) kolunu meydana geti rir. Başka (b. bk. ) bakımından anlam «karşıtlık»ı ( opposition ; bk. esaslara dayanan sını f lamalara ,göre, bu diyeleği W. Rad­ ARŞİ FONEM ) da yapmaktad ı r. el ( =dest, yed l, el loff ( Phonetik der nördli hen T iirks ' rarhen, Leipzig ı 882 ) , ( = yabanbı, memleket ; Dede Korkut'ta da el) , gibi. K . Foy ( bibliyografyaya bk. ) v e G . J . Ramstedt ( Tietosa­ Azeriler bu kapalı e'yi, bizde de olduğu gibi . normal e nakirja ansik lopedisi, cil ı 9, Helsin ki ı 9 ! 7 ) Güney gru­ harfi i le gösteri ı ler. Eski bir i 'den olma (Çuvaş i , o, Uygur punda n. Nemeth Gy. ( Tiirki.r rhe Grammatik, Leipzig i, mesela Uygur ir=er [ erken } , Çuvaş i,- = yarın ; ayrıca ı 9 ! 6) y- grupunun Karadeniz bölümünden, A . Samoyloviç b k. K. Foy : T ii rk is che Vokalstudien [ «Mittei lungen des ( Nekotorıe dopolneniya k klassi/rka!!,ii ltue!!,kil] yazıkov, Seminars für Orienıalische Sprachen» da, ci lt I I I , yıl ı 900, Petrograd 1 92 2 ) z- grupunun y- kısmının ol- bölümünden s. 1 8 0 - 2 1 5,} ; } . Nemeth : Zur Kenntnis des geschlossenen ( yani azak veya adak yerine ayak ; bolmak yerine olmak ; - e im T iirkfJ Chen [ «Korösi Csoma-Archivum» da, ı . tamlama kalgan yerine kalan ; tag veya t au yerine dağ ; ve taglrk cildi, fas. 5 yıl 1 9 3 9, s. 5 1 5- 5 3 1 } ) bu kapalı e sesi , i 'ye yerine dağlı diyen ) , Ligeti L. da ( Barczi G. : Magyar sz6·. yakın olduğu için, bizde, hususiyle yerli ağızlarda i i l e /ejtö s::6tar, Peşte 1 94 1 , önsöz) Doğu Türkçen in Oğuz karıştml m ı ş, b u sebeple de inmek 1 enmek, iyi/ ey i ( De de grupundan saymışlard ı r. Bu kolun baş lıca özellik leri için Korkr1t'ta : eyii ) , iiitmekle1ilmek gibi ikiz şekil ler mey­ -bk. GÜN EYBATI TÜR K DİYE L EKLERi. Kafkasya'da dana gelmiştir. Azeri Türkçesinde bun lar hep k apalı e )le Aıeri diyeleğinin batısında ve kuzeyinde bu lunan Balkar, yazılır; Azericede e ile söylenen Arapça ası l l ı bazı kelime­ Karaçay, Kumuk, Noğay, v. b. (hepsinde tau, Kıpçak lerde de bizde i kullanılır. ehtimai ye$i? e ihtimal, etibar Kırım tav ; k rş. Azeri dag ) diyelekleri Kıpçak gr upundan­ yerine itibar, e/m yerine ilim, gibi. İstanbul ağzına göre d ı r. Azeri diyeleği, kuzey:,ausındak i Kıp�ak grupu ile ku i i le yazılan bazı kelimeler de, Anııdolu'da olduğu gibi. zeydoğusunda Çağataycan ın ve Özbekçenin mensup olduğu Azeri Türkçesinde de kapal ı e i l e söy lenir_ mesaJa hiç y � ri­ Güneydoğu diyelek leri grupu arasında ·yer almış bul ul\uyoı:_. n e h eç. nice yerine neca, gitm �k yerine' gelmek. Aç & ' ve Batısında, Kars dolaylarında konuşulan Karapapal) (40 000 - kapa lı e farkı eski Türk diyeleklerinde de vardı. Bu fark kişi kadar ) diyeleği Azericeyi Türkiye Türkçesine bağlıyan Kök-Türkçen i n Yeni sey ve Orhon, Uygurcanı n da Briihmi bir köprü olduğu gibi, Tü rkmencen in Asıarabad kuzeyinde, a lfabesinde özel işaretlerle gözetilmiş Divan- ii Lrigaat-it· ı

·



ı

c

AZERI

Türk'te ( X I . yüzyıl ) Arap harfleriyle açık e üstünlü elif < 1 > kapalı e i se esreli elif ( ! ) i l e yazıl mıştır. Hakaniye Türkçesi i l e Çağaray Türkçesi arasında bir geçiş basamağı teşki l eden Harezm Türkçesinde ( mesel a XIV. y üzyıldan kalma Nehç­ iil,Feradis ' ıe ) , mesela ert• ( = ev) keli mesi kapalı e i l e ya-

zılmış ve imiada bu e öze l bi r şeki lde ( ....A�f ) gösteri l­ miştir. Aç ı k e'ye gelince, Azeri Türkçesinde ters e (a) ile yazı lan bu ses ( fonetik değeri : ;; ) , Türkiye Türkçesindeki açık e ( fonerık değeri : e ) den daha açık ve a'ya daha yakın d ı r ( Çuvaşça kar ş ı lığı a, meseli ali = Uygur a/ig=el, desı ) , mesela Azeri Türkçesi galmak ( i miada : ga/mak ) , fakat Türkiye Türkçesi gE/mE k ( imiada : gelmek ) . Azeri açık e'sinin a'ya çok yakın ol masındandır ki, bi rçok keli­ melerde, hususiyle A rapça asıllı olanlarda, bizdeki a'ya karşı lık Azericede açık e bulunur, mesela taraf ( = taraf ) , ar>b ( =Arap) . bundan başka Azeri a : Türkiye Türkçesi e, i karşılaşması da vardı r , Azeri / I m a l , •laç, Türkiye Türkçesi temel, ila ç . gibi. 2 - Öbür vokal leri ele aldı ğımızda, Türkiye Türkçesi ile Azeri Türkçesi arası n da ba­ zı kelimelerde u :o, ü :e, ü :ö, ü : i , difronglarda, daha doğ­ rusu voka i+ konson bi leşi mlerinde de öy :e, ey :e, av :ou / ov karşı laşmalarını buluruz, mesela dudak yerine dodah (Türk · en : dodak ) . uyan yerine oyan, biiyük yerin ; beyük ( Anadolu'da böyük ş e k li de vardır ) , güzel yerine göze/, ülke yerine ölke, küçük yerine kiçik ( buna kar ş ılık tilki yerine· tiilkii ) , böyle yerine b e/-1 , e ylemek yerine elamak, tavjan ( < tabıfi,.ın ) yerine dou[anldov[an , a•uç ye­ rine ouç/ovuç. Bu karşı laşmalardan bazısı, mesali güzel : göze/, Anadolu'nun bi rçok yerlerinde de vardır. Vokal uyumu ( ahengi ) bahsinde, gerek Azeri Türk­ çesinin gerekse Türkiye Türkçesinin yerli ağızlarında, ikin­ ci hecede o, ö bulunabilmesi olayı ( Baku ve Şemahı : v e r­ sek yerine versök , atar; yerine ato n ; Aydın : odun yerine odo n , ökiiz yerine ököz, Kasramonu : k ö m ü r yerine kömör, yorulduk yerine yoı·oldo !J , gibi) ndan başka, ince - kalın ku­ ral ı nın bozulması da vard ı r, mesela İ stanbu l ağzında alma ( Azeri : alma) yerine E/ma ( = elma ) . Anadolu ağızlarında

� :.Jjl ) � ,';� �..ıl ._;.�;/'. . . . . >,-ı.:. iA .;. � ; . .;: �� �J�I �- ..J�J..'> .)>;�! ' .��� ,j>..JF ..i- ..JJ1-' ıd�"ıl' .,..·F .:..:,, ) "-'-' �.ı;..ı\ .s:J:- .,.-y_� .s•\l..ıl .,,)_,._ '� .__.r:,.._ !". (�\�



.ı ..ı•

;

' - .•:,

.· ·: :

.,.. ,..�,�

• .ı ,...

*.. � .r.,1 'Lı.. '

}:·� � -.- .� ,;f...ıl ,+ ..!lo:: u\;;.. •>J_"rf:!> •

v,

..



.

.

-�



!-

....'...

-

n

Y. •. •

.-

\.\ ..' �

.





:. . �·

r..ı �\;;Jı.

.

. ) i?:>» .



.,;,u.�

A zerice metin : A r ar al fabesiyle

salı yerine sii/i. Eski O s manlıca d a yer yer ( mesela Aşıkpa· şa'da bilmek yerine bilmag ) görüldüğü gibi. Azeri Türk­ çesi nin hususiyle İrancanın etkisi al ı ında bu lunan ağızla­ rında ( aşağıya bk. ) bu olay daha çok göze çarpar. Bazı keli melerde Azeri Türkçesi voka l uyumu kurallarına daha dikkatlidir, mesela a'dan son raki heceye u yerine ı gelme­ si , ikinci hecede o yerine u k u l lanı lması bakımından çaptk ( = çabuk ) , horttz ( = horoz) . Bazı kelime lerde, isı er Türk, i ster yabancı ası llı olsun , Anadolu Türkçesi kadar genel voka l uyumu kurallarını gözeımektedir, beraberlik y erine barabar l ık, he/va, yerine ba/va, halde

431

TÜRKÇESI

yerine ha/da, kaide

ye r ine kayda, bahçe yerine baxça, .reliim yerine .ra/am, ci-

·

van yerine caı•an, zerafet yerine zara/at, g i bi . Bizde oldu­ ğu gibi ( mesela dağ > da ) , Azericede de esas olarak uzun vokal bulunmadığı için bu gibi vokaller ancak düşme, der­ leşme ( conıracrion ) , ve monofıonglaşma yoliyle meydana geli·r, ç a vdar ::> çödar, wnra ::> s ora (bizd e de aynen var­ d ı r ) , deği1en ::> d'i{en. g i bi . Konsonantizm : Tüı kiye Türkçesiyle Azeri Türkçesi arasında knnmnantizm bak ımından fark ların en baş lıcala­ rından bi ı i . bel li şartlar altında, Azeri Türkçesinde keli ­ me başlarındaki y'lerin düşmesidir, mesela Türkiye Türk­ çesinde yı/, y ılan, yıldız. yiğit, yut, yiirek, yiik, yiiz, yiiziik, fakat Azeri Türk çesinde aynı sı ra ile il, ılan. uldu;;, iyit; ud, üre k. ük. iiz, üz ük ( il [ = yı l ] kelimesinin kalın I ile ve ı yerine i i le söylenmesi de ayrıca dikkati çeker ) . Bu­ na karşılık . Azeri Türkçesinde olduğu gibi, Türkiye Türk­ çesinde de kelime başlarında bazı y ' lerin düştüğ ü nü görü­ y oruz, yigne yerine i ğ n e , yı/ıg yeri ne ılrglt/ı*, yinçü yeri ­ ne i nç ii/in c i . yigren m ek yerine iğıenmek, gibi ( k rş. yıgaç yeıine ağar } . Hususiyle ku zeydoğu Anadolu'da, E r z u rum ağzında, Azericede olduğu gibi, mesela yı/an yerine ilan (kalın 1 ve ince i ile ; Tü rkmence : y t/iin ) , > üzmek yerine iiz mek denir. Türkiye Türkçesi ağ ızların d a trak/y rrak (Türkmence : yırak . Yakuıça : ıra � ) . iice/yiice, ipek/yipek, itirmek/yitirmek gibi ikiz şekiller de vardır. Bu göste r i ­ yor ki, y'nin düşmesi iki kol arasında kesin değil ancak nisbi bir fark esası olarak kabul edi lebi lir, ve daha doğru­ su bir ölçü meselesidir ; yani. belli şartlar altında, başta y'leri düşürme ıemayülü ( daha birçok ıemayüller gibi : mesela Çuvaşçanın bir özelliği olarak gösteri len r/z, I/ş veya zir, ş/1 değişimi tipinden bizde kudur· lkuduz. dt/. / deş� ) eskiden bu kollar daha birbirinden ayıdmıdan ıek bi r diyetek teşkil ettikleri zaman bunlar da vardı ; 50nra bu ıemayül Azeri kolunda geliştiği halde Türk iye Tü rk­ çesinde gelişmemişıir. Türkçenin Güneybatı grupuna gi ren öbür diyelek ve ağızlarında, haııi Güneydoğu ve Kıpçak Türkçelerinde de kelime başlarındaki y' lerin bazan düştü­ ğü vardır, mesela Rumeli Deliorman Türkçesi edi ( = ye ­ di. 7 ) . etmi[ ( = yetmiş. 70 ) , Gagavuz imekler ( = yemek­ ler ) , Kırım Kara i m oksek ( = yüksek ) , Troki Karaim igit ( = y i ğit ) , Kara ç ay - a m an ( = yaman ) , Balkar a!JFt ( = yah­ ş ı ) , Tarancı iizük ( = yüzük ) , D oğu Türki stan üt- ( = yiı­ [ mek ] , kaybolmak ) , Karagas ırık (= yırık. yarık ; krş. yı rt - ) , Soyoı orıtk (= yorı k b·ol. yolculuk } ; Uygu r ya rı ­ mak = yürümek ) ; bundan da bu fonetik olayın hemen bü­ tün Türk diyeleklerinde, türlü ölçülerde genel bir ıemay ü l olduğu ve en ç o k Azericede gelişmiş bul unduğu anlaş ı l­ maktadır . Baz ı dilci l e re göre ( A. v. Gabain : Alttürkische G ra m m al i k, Leipzi g 1 94 1 , s. 5 2 ) , meseli Uygurca ı r a- /ytra­ ( = kaçmak ; krş. bizde trak/ytrak ) , ığla-/yıg/a- ( = ağla­ mak ; krş. bizde ağ/a-, v e Kök-Tüıkçede y og = matem ) . ır/ y tr ( = musiki, şarkı ; krş. aynı anlamda Anadolu rr/ yır ) gibi kelime çifılerinde bir y düşmesi değ i l , bir y ilavesi ( y-proıhese) vardır ; kış. Azeri ağızlarında y i lavesiyle yesir ( = esi r) , yeh e r ( eyer ) ; ayrıca krş. Genel Türkçe at ( = beygi r ) , Yak ut at, Çuvaş ut, fakat Genel Türkçe ad ( = isim ) , Yakut at, Çuvaş y k aıkısiyle yat. P ı oıez (b. bk. ; prothese) , y ani başa ilave olayında, h sesi de her iki kolda rol oynamak t adır, ay•va yerine gerek Anadolu'da ge­ rek Aze ı i ağı z larınd a hayva, gib i . Bazı dilciler de ( W. Bang ve G. R. Rachmati : D i e Legende v o n Oghru Qa­ =

ghan, Berlin ün i v . ,

ı 932,

no ı 77) başta y düşmesi olayı­

n ın bazı hallerinde bir vokal leşme görmüşlerdir y i

>

ü, gibi :

AZERI TÜRKÇESi

43 2

Uygur yin çii > iinçii ( = inci ) , Doğu Türkistan )'it- > üt­ ( = kaybolma k ) . İki k o l arasındaki ikinci baş lıca fark, Azericede belli şartlar altında, keli me başlaıında b yerine m kullanılması· d ı r, ven yerine men, b;,ı ( = 1 000) yerine min /;una ye­ rine muna, binmek yerine minmek, boyun yerine moyun, boynuz yerine moynuz . gibi. Kelime baş larında bulunan b'·

çok ağızlarda k u l lanılmak tadır, o!Juma�. ( o!J, gibi. 2 Ke· l i me orta larında bazı konson ların i kizleşmesi : yeddi ( = ye· di, 7 ) , Jekkiz ( = sekiz ) , sakkal/rakgal ( = saka! ; haıı;i iki k ve iki 1 i le sakkal/mı = saka l ı n ı ) , euek ( = eşek ) , gibi. B u konson ikizleşmesi Türkiye Türkçesin in edebi şek· linde yoksa da, yerli ağı z l a rı n bi rçoğunda kendini göstermek­ ted i r ; Gazian tep, Urfa yeddi, Urfa ikki. dokku: , E lazığ dokguz, Orta Anadolu giicciik ( = k ü ç iik ) . g o uar ( = ko­ Man bejranarn necirı insan az esqini salbr dila. şar) , Türkiye'de her yerde ( emfati k ) eJiek gibi. Aynı o· Onu darda oıarq c d a ıı i lakalaji r b i la-bila, lay Türkmence ile Özbekçede, hususi v l e saı•ı ad larında Sevmai i rsa. nccin on u, iad ctmai i r n i fra t ila, vard ı r : Özbek. Türkmen yeddi, Türk men J ekkiz, dokkuz. 3 Kelime başlarında Türkiye Türkçesindeki ötümlü ( so­ Yrakd;ın d a q i i ınatl i d i r h a r fana sez har safila. nore) b, d, g'ye karş ı l ı k Kıpçakçanın etkisiyle p, ı , k, ötümsüz ( sourd ) )erin bul unması . meseLi Türkiye T ürkçesi Ei ib d ej i ( h a r aşiq;ı a xbtsa da g a z j a ş l a rb, boz. dik. gibi, fakaı Azeri poz, tik, kib i. Bunun aksine ola· Maçn un o l u b juva s a l s a sa c l a l'b n d a col quşla rb. rak, Türkiye Türkçesi nin edebi şeklinde ayn ı durumda gö­ Hiçran vaqtb Cbx a rm asbn x i j a l h n d a n naz l b iarb rülen bazı p, t k'lere karş ı l ı k gerek Azericede gerekse bir· çok Anadolu ağızlarında b, d. g vardı r : bar ma!? ( = par· 1 Qoj dujmasbn sev g i s i n i .ic r y z y n y n insanlarb. mak ) daJ ( = taş ) , go!Jmal] ( = kokma k ) . 4 - Geniz ( ve­ A zerice m e u n : U ı i n a l fabeı i r l e ler) u ' sinin edebi dilde kaybolmuş bu lunması , ki her iki nin kendinden son ra gelen n'ye uya rak nazal leşmesi demek kolda da ortaklaşa bir olard ı r. Böyle olmakla baraber. yer­ olan bu olay, esas olarak Anadolu ağızlarında yoksa da. l i ağızlarda rJ sesi sık sık kendini gösterir, S(tT/(t ( = sana ; buna tek tük raslanmaktadır, mesela Uşak ağzında hinm ek vokallerin de nazalleşme�iyle) , gibi. 5 Kelime başlarında yerine minmek, gibi. Kı pçakçanın ve Güneydoğu Türkçesi­ bazı t ' l erin afrike ( b. bk. ) l eşerek c'ye çevrilmesi Azeri nin Azerice üzerine bı raktığı eıki gibi gö rünen bu o l a y , ı:i Kök · Türk ve Uygur diyeleklerinden beri bir tema yü! ola­ Türkçesinin bir özell iğidir mesel i tür yerine c ür ( = çeşit) , ten ( = . . . dek, kada r) yerine c en, mesela gedene c en =gi­ rak kendini göstermiştir. mesel.i Kök · Türkçe ''inip ( mini Rusçanın etkisiyle Azeri· deği l ) , fakat ben ' i n yan ıbaşında bir de men, Uyguı cada dene dek, gidinceye kadar ) . 6 cede ts sesinin de kullanı lması ( yeni al fabede bu sesi gös­ karışık olarak ber;ii/mer;ii ( = bengi , ebedi ) , hen/men ( mu­ termek için özel bir harf vard ı r ) , [!_ement ( = çimento, bi z· ahhar Uygurcada : min = ben ) , bin · I min- ( = binmek ) . de < İtal. cemen/o ) . gibi . 7 Kelime ortalarında iki vo­ B u temayü l Oğuz diyeleklerinde pek geli şmemiş ( k ı ş . me­ kal arasında g sesi, Azeri Türkçesinde y/v'ye çevri lir, Tür­ sel:i Uygur moncuk , m er;iz, miir;iiz, miyi, menze- , Türkiye kiye Türkçesinde ise düşer ( yazıda ğ [g spirans] şeklinde Türkçesi honcuk, beniz, boynuz, be)m. benze- ) ve ö'ıür kol­ görüldüğü halde okunmaz ) , mesela Uygu r sogıg . Hakaniye Iara yayı lmıştı r, Hakaniye. Çağaray, Özbek, Altay, K ı rgız, Jogu*, Azeri Türkçesi Joyuklw vuk, bizde wuk (yazıda : Kazan, Balkar. Karaçay, v . b. m e n ( = ben ) , Hakan iye, Ça­ J ojiuk ) . Edebi d i l i mizde böyle olma k l a beraber, Anadolu ğatay, v. b. mu u ( = bu n, bunalıı ) gibi. Tü ı k mence·de Ça­ ve Rumel i ağı zlarında J O vuk şek l i de vard ı r ( k rş. Joğanlw­ ğataycanın etkisiyle b/m karışıklığı vard ı r. Bu hususta A l· van, döğmek/d"ivmek ) . Bazı k e l i melerde vokal ler arası k se­ tayca daha i leriye giderek, n'ye bağlı olmıyan b' leri de ke­ si de buna benzer bir değişi k l ige uğrar, mesela Hakan iye lime başlarında bazan m'ye çevi rmiştir, malta ( = balta ) gibi. ve Çağatay ta*u*. Azeri Tü rkçesi toyukltoı,uk, Türkiye Aynı konsonantizm a lanında iki kol arasında k i öbür Türkçesi tauk ( yazıda : tavuk ) . Kelime sonunda bulunan farklar başl ıca şun lardır : 1 Türkiye Türkçesinin edebi k sesi de bazı kere her iki kolun ağızlarında y/v'ye çevı i· şeklinde kaybolmuş bulunan !? ( t ) sesinin Azericede k u l­ ) i r, g ök > göy/göv, gibi . Azeri ağızlarında vokal ler arası lanılması, mt seli a!?fam ( = akşam ) . o!Ju ma!J ( = okumak ) . k > ğ değişmesi de vardır, mesela fakir > fa.� ir. Türkire 1 Türkı;esinin edebi şek linde ğ + ç bi leşimi çok kere hç're çevri ldiği ha lde. Anado lu ağızlarında olduğu gibi, Azeri 3Yn M8 f! Hn P. W MP.Mf\ 1 Türkçesinde de ü şek l i n i muhafaza eder, mesela bojip He 4 H H a.l\4arAapa 6 o JO H o ti H pCOH ? ( = bohça ) , bağça ( = bahçe) . Anadolu'da olduğu gibi , ) Ü IOH \I a r O A ypca H H a M O p AA � p a C;) H ? Azericede de kelime sonu ğ, sessiz deği l . bir gı rtlak SPıcı­ Ho Y'�Y" 6o J;i HyHa M H H it yK a.l\ bı p c a H ? sı (t) d ı r. 8 o Keli me son larında b, d . g , c gibi ötümlü sesl e r b, d. g c. şeklinde ötümsüzleşirse de ( fakat Azerice 3aA bi M bi H 3 Y .I\ M Y H AO H pa 3 b l raJ\ -

-

..

-



-

-

.

-

ı

-

bı pcaH ?

r d .l\ 6 u lO M Wa r',\ bl f' bl 6 ıt p A � cp ;) Y H YT ,

K H M 11 y ı.ı aA bl r'Aa TyT ! CdH A:> c yc �:IH K H M H H n ;) K A ;} H 0.1\ Ca H . C ;} H H caq> To p n a r A a .R p aAap , H Ha H .

l.J r,Üi H H H I1 A a f'

A zerice meıin :

İ d:i v al fabes i y l e

Böy l e o l makla beraber, ş i m d i A zeri d i l i nde

akıam, oku malı

gibi k ' l i şekil leri kul lanma temayülü vardı r ; oku l k i tapla· rında da bu şeki ller tavsiye edi lmekted i r ; bu J:ı sesinin in· ce ( palatal ; J:ı' J şekline de raslanır, çe!J' me!J' ( = çekmek ) , gibi. 1;f sesi Türkiye Türkçesinde yabancı b i r ses olmayıp bir-

ı

o

o

o

i miisında mese l a k itap değ i l kitab şek l i yazı l ı r ) , hecelcr a rasında konson akkomodasyon ( b. bk. ) u veya assimilasyon (b. bk. ) u yokıur, mesela bizdek i böliiJtürme. Jo kıur, elli­ ği Akk oyunlu kelimelerinin Azer:ce karşılığı bölüJdiirme, yokdur, etdi)'i. Agkoyımlu şek l i nded ir. 9 Türkire Türk­ çesini n edebi şek l inde y sesinden evvel gelen e'leıin çok kere assimile edilerek i 'ye çevrilmesine karşı lık, Anadolu'da -

o l d uğ u g i b i , Azericede d e e' ler değe r l e r i n i d eğ i ş ı i rmez. m e ­

sela edebi ağzı mııda demek · dıyecek fakat Anadolu ve A ze­ r i Türkçesinde demek·deyecek ; giymek f i i l i de geymek ( Ur· gur ke'6mek ) şeklindedir. 1 0 Türkiye Türkçesi ağızlarında göı ülen meratezler ( k öprü > kiirpii ) , assimi lasron 'lar ( m ı -

AZERI TüRK ÇESI düşmeler ( k al k > ğa!J ) ve başka ses değişiklikleri Azeri halk dilinde daha büyük ölçüdedir ; meseli, metatez : il eri > ire/i, toprak > torpa!J ; assimilasyon­ akkornodasyon : aldat > al/at, t apmak ( = bulmak) > tap pak, öpmek > öpbe!J : dissimilasyon : ı af > çaf, zarm· > zara/ ; ek­ mek > ekpek!e ipek/ephe!J gibi karışık şeki l ler de vardır ; düşme : kalk > gaf;, alımı ı > aı m ıf . Çoğul ( cemi ) eki o lan lar/ · ler de ağızlarda bazan z ( s, ş ) t seslerinden sonra · dar/ - de ı ' e çevri lir, gözler > g ö z d e r, at/ar > aıdar. dersler> ders der, i; le r > i; de r , gibi, ki bu olay daha geniş kurallar­ la bazı Anadolu ağızlarında, genel olarak Kıpçak diyetek­ lerinde ve Yakutçada da gör ülür, mesela Doğu Anadolu kızdar ( = kızlar ) , Kaıak baldar (= ballar ) , kandar ( =kan­ lar ) , Kazan cannar ( = can lar ) . Kırgız oıtor ( = otlar ) , Ya­ kut bısa!Jtar ( = bıçaklar ) , v. b. Azericenin yerli ağızların­ da bi rçok hece kaynaşmaları da göze çarpar, ayağı m > ayam, verseniz > t'ersöz, alaram ( = alı rı m ) > al/am, elli ür > eJ/üı, a/ıb gel > akel ( krş. Türkiye Tüı kçesi alıp var > apar ) . Mo rfo loji v e sintaks : ı - X I. yüzyıl Hakaniye ( Divanii Lugaat - it - T iirk ) ve X I I I . yüzy ı l Kıpçak ( İbni Mühenna) Türkçesindm de anlaşı ldığı gibi, eskiden iki çeşit «ism-i fai l » ( participium imperfectum) vardı : barğan ( =varan ) ile barağan ( =varıcı, gidici ) gibi. Alışkı ve tekrarlama ( habiıuel - i ıeratif) , dolayısiyle de şiddet gösteren ve deverba l bir sıfat olan ikinci şekillerdeki -ağan 1 - egen eki birçok d iyeteklerde kaybolduğu veya tam olarak gelişınediği ( mesela Türkiye Tüıkçesinde olağan, şimdi «seyyare» karşı lı ğı olarak kullanılan gezeğen terımı, gibi ) halde. Azeri Türkçesi halk di linde o ldukça canlıdır, g ez e ğen, gedeğen, ka0ağan , ka/a ğan, alaıan, yazağan, bi/e­ ğen, gibi. 2 - Yapı eklerinden - ci ( ki bu diyelekıe -çi şeklindedir, yau ,- ı , arabaçı, al v er çi [ =tüccar] . gibi ) , bazan - li anlamında da kullanı lır, mesela kend/i'nin yanıbaşında ve aynı anlamda kendçi ( = köylü) şeklinin de bulunması gibi ( k rş. bizde evli'ye karşılık e v ci ) . 3 - Sıra sayıları ( ıütbi, ordinal) şekillerinde, - inci'den başka halk ağzında - i m ci , - iminci ekieri de kullan ılır, mesela b ir i m ci, eve/imci, evve/iminci, be ; im ci . 4 - Zamirlerden , halk ağzında onlar yerine olar, çoğu yerine çokusu ( kr,r. bizde k im i 1 kimisi, halk ağzında da oğlu yerine oğlusu ) , bizim yerine biz in , bana 1 mana yerine ben e 1 m en e, sana yerine sene gibi şekiliere raslanır. 5 - Soru zamirierinden hangi, han­ giJi yerine han , hansı, hanJI ki şekilleri de dikkati çeker. 6 - ki zamiri vokal uyumuna tabidir, seninki, karııkı, onunku ( krş. bizde diinkii ) . 7 - iyelik ( mülkiyet, po­ ssessif) zamiderinde akkusatif eki olan - ı/-i bazı yerlerde düşer, mesela atasm = atasını, a t am m eviin = babamın evini, ku lağ ı m bağlaram = ku lağıını bağlarım. 8 - İsim çekiminde -in eki çok kere - ün şeklinde söylenir, eviin, eviniin, gibi. 9 - Kimi ( =gibi ) sontakı ( postposition ) sı hem «gibi» , hem «kadar» anlamına kul lan ı l ı r, mesela mu­ . nun ki m i ( = bunun gibi ) , sabaha kimi (= sabaha kadar ) ; «kada ı » anlamına olarak dek' ıen başka t e n 1 cen şek i lleri de vardır, indiye dek, indiye ten (= şimdiye kadar) , ge­ dene c en ( = gidene dek, girlineeye kadar ) ; ı i mdi ( < 01 i mdi ; Of = şiddet edaıı) nin yeri ni imdi tuttuğu gibi, ıçin ( < ucu n = u c + u n ) yerine de, aslına daha yakın olan uç un şekli kul lanı lır. Yer zarflarından hanı ( ölümü de birçok ağıziara ayrılır : merkezde Tebriz, Ma­ rağa, Türkmençay ; kuzeyde M eren d, Eber; kuzeybatıda ljoy, Mak u ; kuzeydoğuda Bekrabad, Bacervan ; doğuda Erdebi l ( Sevelan ) , ljal.ljal ; güneydoğuda Zencan ( Hamse) ; güneyde Sayınkale, Sakız ; güneybatıda Soğukbulak, Serdesı ; batıda R ı zaiye ( Rumiye ) , Şahpur. Başlıca edebi diyelek Tebriz diyeleğidir. Güney Azerice, hususiyle şehirli ağız­ lan, Yen i Farsçanın etkisi altında bulunmaktadır. Böyle olmakla beraber, birçok yerli ağızlarda, hususiyle Marağa'­ da Azeri Türkçesinin temiz ve arkaik unsurları muhafaza edilmiş bulunuyor. Güneydoğuda, I rak sınırına doğru, Aze­ ri dili, Kürı çe, Rızaiye dolaylarında da Nasturi'lerin ko­ nuştuğu Yeni Doğu Ararnca ( Yeni Süryanca ) ile karşı karşıyadır. Kafkas'larda olduğu gibi İran Azerbaycanında da Azeri dili siyasi sınırları aşmış, güneye ve doğuya doğ­ ru yayılmıştır. Eskiden, İran sarayında ve ordusunda Aze­ rice kullanılmıştı ; şimdi de bu dil, İran'ın birçok yerle­ rinde, Tahran'da, Hemedan'da, Farsistan'da, Huzistan'da, Astarabad'da, ve Horasan'da konuşulmaktadır. Horasan ve Asıarabad bölgelerinde İran Azericesi Türkmence ile kar­ şılaşır. İran Azericesinin başlıca özelliklerinden biri, İranca­ nın etkisi altında vokaller uyumunun bozulmuş olması ( İran sınırına yakın bulunan Türkmen diyeleklerinde de bu özellik vardır) , ve ayrıca fiilierde -mak.!- mek ekinin yerine ince - kalın vokal farkı gözetmeden yalnız - mah şek­ linin kullanılmasıdır, mesela bildığı ( = bildiği ) , yfyaçah ( = yiyecek) , geda!J ( = gedek, gidelim ) , ge/du!J ( = ge l­ dik) , ıe/ameılı!J ( = selamedi k ) ; bu uyum bozukluğu Kaf­ kas Azericesinde de yok değildir, mesela yema!J ( = ye­ mek ) , olurdi/er ( = oturdular) , alaıinin ( = arasının ) , de­ yirman ( = değirmen ) , gibi ; - mah ekin e misal olarak da : İran Azericesi ölmah � ( = ölme k ) , bi/mah ( = bilmek ) , gt/ma!J ( = gelmek ) ; krş. İ rancalaşmış Tü ;kmen ağızların­ da ge/mah/ge/mağ ( = gelmek ) , ge/ecah/ge/uağ ( = gele­ cek ) , olu; mey ( = oturmak ) . Yine İra� calaşmış Türkmen ağıziariyle ortak laşa bir nitelik olarak İran Azericesinde kelime sonlarında kalın k' lar ( l:c ) , .lj olur ; İran Azerice­ sinde kelime ortalarında da böyledir ; ayrıca İran Azerice­ sinde kelime başlarında kalın ( bazan da ince) l:c > g deği­ şikliği göze çarpar, gerdeı ( =kardeş ; Kafkas Azericesinde : �arda[, ğardaı) , ye!Je ( = yaka ) , gibi. Başta y düşmesi, ortada konson ikizleşmesi , fii lierde çoğul 1 . şahıs eki ola­ rak -iz yerine -ik ( i ra n Azericesinde : --u!J ) kullanı lması gibi hususlarda İran Azericesi Kafkas Azericesiyle birdir, ü!J ( = yük ) , ll&'a ( = yüce ) , dokguz ( = dokuz) , ıekgel ( = saka! ) , alıru!J (= alırık, alırı z } , gibi. İran Azericesin­ de fiilin şimdikilik zamanı şöyle çekilir : mesela a/ıram, al uan, alı veya alır ı ; a/ıru!J, a/mz, alı/la ; -yor eki bura­ da da yoktur ; gerekirlik ( vucubi, necessiıatif) kipi - me/i ekiyle değil, gerek kelimesiyle yapılır, gere!J gedim ( = git­ meliyim) , gibi. Yeterlik ( iktidari, potentiel ) kipinin olum­ suz şeklinde - me eki yerine bilmernek kelimesi kul lanılır, gele bi/memek (= gelememek ) , gibi. Sıfaıların ölçüştüerne ( comparaıif) şeklinde Çağataycadan kalma -ra!J eki kulla­ nılır ; kiri!Jra!J ( = daha küçük ) . Kaşkai v e İnallı diyeleklerinin başlıca özelliği, Türk­ mencede olduğu gibi, uzun vakallerin bulunmasıdır, mesela Kaşkai yil ( = yıl ; İnalh : i/) , lllüm ( = ölüm ) , ıllz ( = söz ) , İnalh baı ( = baş ) , "it ( = aı, beygir ) , yaz ( = yaz ) ,

AZERI TüRKÇESi - AZI DİŞI gibi. B u diyeteklerde d e fii lierde çoğul 1. şahıs eki o larak - k kul lanı lır. Birçok hususlarda Kaşkai ve İnallı diyetekle­ ri Azerice ile Türkmence arasında bir geçiş teşk i l ederler. Yazı : Azeri dilini yazmak için, 22 temmuz ı 922 ta­ rihine kadar Arap ası l l ı alfa be kullanılmıştır ; eskiden özel bir şeki lde k u l lanılan Arap alfabesi, gitgide Osmanlıca im­ l a kalıplarına uydurulmuştu. 1922 de Azerbaycan'da çıkarı­ lan bir emirname i le Latin ası l l ı bir alfabe sistemi kabul edilmiştir. Azeri yazısını ı slah etme hareketi yeni değildir. Daha ı 8 57 de Mirza Feth Ali Al,}undzade, Azericeye uygun kılmak için Arap alfabesini kökünden ıslah etmeğe çalışmış, bu yolda hazı r ladığı taslağı 1 863 te istanbul'a giderek «En­ cümen-i Daniş» üyelerine göstermiş, fakat başarı sız kalmış­ tır. Bundan sonra Al,}undzade İslav alfabesini esas alarak ıo vokal ve 3 2 konson sesi gösteren 4 2 harflik yeni bir alfabe t aslağı düzen lemişse de bu da kabu l edi lmemiştir. 1 9 2 2 de kabul edi len Lat in esaslı alfabede İslh unsurları yok deği ldir ; mesela ı ve u vokallerini i fade eden harfler bu esasa göredi r ; o tarihte kabul edi len harflerden ı , b, c, ve ç seslerin i gösterenler sonradan değişikliğe uğramıştır ( bk tablo ) . Bu alfabe 1 939 a kadar devam ettikten sonra, yeni bir emi rname ile yerini tamamiyle İslav ası l lı alfabeye bııakmışıır. Bu alfabeye bi rçok harfler tam Rusçadaki de­ ğerleriyle alınmıştır. Konsoniardan c , kalın g, ve kalın k için Rusçada sı rasiyle ç, g, ve k seslerini gösteren harfiere birer çizgi i lave edilmiş t i r ( bk. tablo ) . Latin alfabesinden al ınan biricik harf, Rusçada bulunınıyan h'dir. Azeri diline geçmiş olan Rusça keli melerde geçen � sesini göstermek için Rus alfabesinde bu sesin karşı lığı o lan harf aynen a­ l ınmıştı r ; ya, ye, yu, bileşikleri ve başa gelen e için de Rusça harfler kullanılmaktadır ; alfabede harflerin sırası da ramamiyle Rus alfabesine göredir. 2 2 - 24 remmuz 1928 de Ağamalıoğlu'nun başkanlı­ ğında Baku'da Birinci Azerbaycan İmla Konferansı toplan­ mış, ve burada Beki r Çobanzade i le Veli .l;:luluflu'nun tes­ pit ett i kleri p rensipler, Devlet ilmi Şurası ve Maarif Komi­ serliği tarafından 41 maddelik bir program o larak kabul edilmiştir. Bunda fonet i k esas alınmış ve Azeri imlası yerli telaffuzların etkisinden kurtarı larak edebi bir norm tesbit edilebilıniştir. 1 939 da alfabenin İstaviaşması sırasında im­ la meseleleri yeniden ele alınmıştır. Gramerler, sözlü kler, araııtırmalar : I . N. Berezin : Dialeete d' Azerbidjan ( «Recherches sur !es dialectes musul­ mans. I. Systeme des dia lectes turcs» adlı eserinde, Kazan 1 8 48 ) . İ . R. !Ş i losani : Novıe razgovorr na rouiyi­ kom, franu.uzkom, ture(J.kom i tatarskom yazrka!J I ruH­ kim proiznoşeni)'em dJu!J poilednı!J. Tiflis ı 8 56. L. Buda­ gov : Praktiçeskoe rukovodstvo ture(J.ko-tatarikogo Azerbay­ djanskogo nareciya, Moskova 1 8 57. Mirza Alıdülhasan V e­ ziro v : U çebnik tatanko· a::erbaydjanikogo nareçi)'a, Peters­ burg 1 86 1 . L. M. Lazarev : Ture!.J.ko·tatarsko-rusıkiy slo· 11ar' I prilojeniyem kratkoy grammatiki, Moskova 1 864 . A. Starçevskiy : Kavkaukiy tol' maç, Petersburg 1 8 8 3 . Sul­ tan- Mecid Ganiev : Polneniy Iamouçitel' tatarikago ;·azrka ka "kaııko- azerbaydjanskago nareçiya, Baku 1 890. Neriman Nerimanov : Sam ıuçitel' tatarskago )'azıka d/ya ruuki!J, Tif· !is 1 900. İ . Al,} verdov : Arabsko· persidsko-tureu_ko · ruukie r�tzgovorı, Petersburg 1900. Yusuf Talıbzadei Tiflisi : Ki­ ta ? ii tesbil- il kavaid, Baku 1 902. K. Foy : Azerbajğaniıche Studien mit einer Charakteriıtik de ı Siidtürkiuhen ( «Mit­ tei lungen des Seminars für Orienralische Sprachen»da Ber­ lin üniv., cilt 6 [ 1 903 ] , s. 1 26- ı 9 3 ; cilt 7 [ 1 904] , s .

43 7

1 97-265, eksik kalmıştı r ) . Sultan-Mecid Ganiev : Tatars k o ­ ruukiy slovar', Baku 1 904, 6. has. 1 9 2 2 . 'p. Giese : A z eri ( «Encyclopedie de !'Islam» da, cilt ı [ Leyden 1 908] . s . 540· 54 1 ) . N. Mamedov : Samouçitel' tatarikago yazrka azerbaydjanikago nareçiya, Eri van 1 9 1 1 . Sultan-Meci d· G a · niev : Grammatika tyurskogo )'auka, 6. has. Baku 1 9 V . Komisyon : Türkce Iarf- nahv, Baku 1 9 2 5 . C . Mamedzade : Samouçiıel' tyurskogo yazrka, Baku 1 926. İd ri s Gasanov : Sklonenie i men susçeitvitel ' nı!J bez prityajatel' nr!J a//iks o v v govore upotreblyaemom korennım naseleniem Gandji, Ba­ ku 1 926. N. Marr : Azerbaydjanskiy yazık ( «Bolşaya So­ vetskaya En�iklopediya»da, cilt 1 [ Moskova 1 9 2 6 } , sürün 665- 666 ) . N. Aşmarin : O buiy obzor narodnr!J tyurski!J govor : govor Nu!Ji ( De dialeClis Turcarum 11rbis Nu­ chae) , Baku 1 926. Ruhui lah AI:ıundov : Rusca- Tiirkce Lugat ( Ruisko·Jyurskiy Ilo var' ) , 2 ci l t, Baku 1 928- 1 929. Veli .l;:lu­ luflu : İmla Lugeti, Baku 1 929. Ahmed Dj aferoglu : 75 a ­ zerbajğaniuhe «Bajaty» in der Mundarl von Ganğ(i, nebst einer sprachlichen Erklamng ( «Mittei lungen des Seminars für Orientalischen Sprachen»da, Berlin üniv., ci l t 32 [ 1929]. s. 5.5-79, ci lt 33 [ 1 930] . s. 1 0 5 - t ı9 ) . Bekir Ço­ banzade ve Perhad Ağazade : Türk Grameri, Baku ı 930 Azerbaycan Devlet El mi Tedkikat İ nstitutu : A z erbay ca n 1Jalk Şiveleri Lugeti, cilt 1 - 2 , Baku 1 930- 1 93 1 . Şark Fa­ kültesi : Grt�� m matika gandjinskogo go ·ora azerbaydjanskogo nareçiya, Baku 1932. İ. Hesenov, A. Şerif, ve E . Babaza­ de : Gramer, 1-2. Baku 1 9 3 2 - ı 9 B . İ. Hesenov ve A. Şeri­ fov : Gramer orta mekteb uç un, 1 -2 , Baku 1 93 2- 1 93 3 . A. Caferoğlu : Azeri lehçesinde b!IZI Moğol unsurları ( «Azer­ baycan Yurt Bilgisi» dergi sinde, cilt ı [İstanbu l 1 9 3 2 ] , s. 2 1 5· 2 26, c i l t 3 [ 1 934] , s. 3 8 ) . E . Babazade : Tiirk dili, 1 · 2 , Baku 1933. Dj eyhoun Bey Hadj ibeyli : Le dialect e et le /olklore du Karabag h ( «Journal Asiatique»te, ci lt 2 2 2 [Paris 193 3 ] , s. 3 1 - 1 44 ) . A. Caferoğlu : Ö z Azeı-i Sözliigii ( «Azerbaycan Yurt B i lgisi»nde, cilt 2 [ 1 93 3 ] , s. 3!!0-385 ) . Talıphanbeyl i Süreyya : Karabağ- İ stanbul ş iı, el e rin in savti­ yat t:ihetinden mukayeieii ( « Azerbaycan Yurt Bi lgisi »nde, cilt 2 [ 1 93 3 ] , s. H- 3 1 , 65-7 1 , 2 1 2- 2 1 9, 2 7 3 · 2 77 ) . A. Ca· feroğlu : Şarkta ve garpta Azeri lehçeii telkikieri ( «Azer­ baycan Yurt Bilgisi»nde, cilc 3 [ 1 934}, s. 96· 102, ı 36- ı 4 1 , 197- 200, 233· 2 3 8 ) . T . Kowalski : Sir Aurel Steini Sprach­ aufzeichnungen in A�nallu-Dialekt aus Siidpersien, Krak6w 1 937. H. Hüseynov : Ruica-Azerbaycanca Lugal, 4 ci lt, Ba· ku 1 940· 1945. H . Hüseynov : Azerbaycanca·Rusca Lugat, Baku 1 9 4 1 . M. Fuad Köpcül ü : Azeri- Türk Lehçesi ( « İs­ lam Ansiklopedisi»nde, c üz 1 2 [ İstanbul 1 94 2 ] , s. 1 0 2 - 1 2 9 ) . Resulzade Mehmed Emin : A - e r b .1y can : Lehçe ( « İs!.im· Türk Ansiklopedisi» nde, ci l t ı. fas. 47 [İstanbul 1 94 3 ] , s . 746-749) . M. A. Şiraliev : İzsledovanıe nareçiy azerbaydjans­ kogo yazıka ( «İzvestiya Akademi i Na u k SSSR, otdel l iıe­ raturı» da, ci l t 6, fas. 5 [ Moskova 1 947] ) . AZERMİNDU�T, Sisani hükümdarlarından Perviz Il. nin kızı. İ ran'da Sisani sütalesinin sonlarına doğru mey­ dana gelen kargaşalıklar sırasında ( yaklaşık olarak 630-63 1 ) büyük bir nüfuzu olan Horasan valisi Perruhzat Hürmüz'­ ün yardımİyle Ktesi phon'da tahta geçmiştir. Val i , son de­ rece güzel olan A. ile evlenmek i steyince, küstahl ığını ha­ yatiyle ödemiş, fakat Perruh'un oğl u ünlü komutan Rüstem de A. u pek vahşice öldürrecek babasının öcünü almıştır. AZI DIŞI, öğütücü diş ler.

küçük,

12

İnsanın 32 dişinden 8 i si büyük azrdır. Büyük azıların sondan her çene-

431

AZI

DIŞI

-

AZILiYEN KOLTORO

de ikişer taneden 4 tanesi halk dilinde «akıl dişi» diye anı­ lır. Azı dişlerinin vazifeleri kesici dişierin kesmediği ve parçaladığı lokmayı alt çenenin sağa, sola hareketiyle çiğnemek, öğütrnek bir lipa haline getirmektir. AZİGİA ( Azygia) , yassı kurtlar ( Piathelmimhes) ın Trematodes takımının fassiniide ( Fasciolidae) familya· sına bağlı bir cinsi. A. /ucii adlı türü 3 cm kadar boyu ve 1,5 mm genişliği vardır. Turnabalığı ( EJox) gibi bazı yı rtıcı balıkların mide ve barsaklarında parazir olarak yaşar. AZİL, memurun, tayine yetki li makam tarafından memurluk vasfının kaldırılması. Tayin ve azil özlük bakı· mından aynı olmakla beraber birbirine karşıt sonuçlar doğu­ rur. Biri memuru memurluk statüsünün içine alır, öteki sta· tüden çıkarır. B u bakımdan azi l yetkisinin, tayin eden ma­ kamda bulunması tabiidir. Ancak, memurların kendi duru­ mundan emin olması işlerin selameti bakımıodan şart oldu­ ğu düşünülerek mutlak azil yetkisinden vazgeçilmek i stenil miştir. A. , kanunlarımız arasında 1 8 8 1 tarihli kararnamede yeralmış, 1 909 yılında da memurların mazullük maaşlarına dair bir kanun yayı mlanmıştır. Nihayet 71l8 sayılı memur­ lar kanununa idare yoliyle azlin kaldırıldığı hükmü ko­ nulmuştur. Su kadar ki, yabancı memleketlerde bulunan memurlada vali, kaymakam ve zabıta amirlerinin işlerinden çıkarılmasında bazı kere zaruıet olabileceği düşüncesiyle, bunların gerektiği takdirde mensup oldukları bakanlık em­ rine alınabilecekleri kabul edilmiş ve daha sonra 25 mart 1 9 3 1 tarih ve 1 777 sayılı kanun la bu h üküm her derece ve sımftaki memurlar hakkında geniş leti l miştir. AZILIYEN KÜLTÜRÜ, XIX. yüzyılda prehistor­ yacı lar Eski veya Yontma Taş ( Paleolitik ) ve Yeni veya Cilalı Taş ( Neolitik ) çağlarını tesbit etmiş oldukları halde bu iki çağı birbirine bağl ıyan bir ara geçiş kültü­ rüne tesadüf etmemişlerdi. Üst Paleolitik çağın avcılıkla geçinen göçebe insanları ile köylerde oıuran , tarım yapan ve evcil hayvanlardan faydalanan Neolitik çağ insanları ara· sında medeniyet bağımından çok büyük bir fark bulundu­ ğundan, bu iki çağ arasında bir intikal safhasının bulunup bulunmadığı, meselesi prehistoracıları çok meşgul ediyordu. Zira bu iki medeniyet arasında bir geçiş safhasının bulun­ masından Avrupa'nın bu çağda da i skan edildiği, bir geçiş safhasının bulunmamasından'da Avrupa'nın bu çağda i skan edilmediği gibi çok farkl ı iki sonuç çıkarılabilirdi. XIX. yüzyılın sonuna doğru Fransız prehistoryacısı E. Piette'i n Güney Fransa'da yaptığı bir kazı bu meseleyi halletmiştir. Piette, Güney Fransa'da Pirene bölgesinde ve Arise nehrinin sol kıyısında bulunan Mas d' Azi l mağrasında yaptığı kazı­ da en altda Eski Taş çağının en son kültürü olan Magda­ leoiyen endüstrisine bunun üzerinde hem Paleol itik, hem de Neolitik medeniyetlerden farklı yeni bir endüstriye, bu­ nun üzerinde Neolitik çağa ait kalıntilara ve daha yukarda Tunç ve Demir çağlarına ait kültür eşyasına tesadüf etmiş­ tir. İ l k bulunmuş olan bu ara geçiş kültürüne A. denilmiş­ tir. Sollas ve daha birçok prehistoriyacılar Magdalaniyen ve Neolitik medeniyetler arasında bulunan bu geçiş çağına «Aziliyen», De Morgan «Mezolitik», Obermaier « Epipale­ olitik» ve Mortiller de «Turasiyen» adını vermişlerdir. Bu­ gün bu çağa daha ziyade Mezolitik, yani Orta Taş çağı de­ nilmektedir. Aziliyen de bu çağa tesadüf eden kültürlerden biridir. Mezolitik çağ çerçevesi içine giren diğer kültürler şunlardır : Tardenuvaziyen, Maglemoziyen ve Astürüyen.

Batı Avrupa'da A. nün geliştiği sırada buzullar Pleis­ tosen çağda kapladıkları alanların büyük bir kısmından çekilmişlerdi. Bu esnada Batı Avrupa'da ı sı bugünkünden belki biraz daha fazla idi. Bu çağda Pleistosen esnasında Batı Avrupa'da hüküm süren tundra ve step şartları da kaybolmuştur ve geniş alanlar orman larla kaplanmıştır. Bu çağda Pleistosen epokta Avrupa'da yaşamış olan hayvanların bir kısmı büsbütün ortadan kalkmıştır ve ren geyiği ( Ran­ gifer tarantus ) , buzulların ardından Kuzey Avrupa'ya çe­ kilmişrir. Bu çağda Batı Avrupa'da bir vakitler ren geyik­ lerinin dolaştığı sahalarda bugünkülere benziyen geyik ( Cer­ vus) sürüleri geziyordu. Daha eski Magdaleniyen kültürü i le karşılaştırı ldığı zaman, Azi l iyen endüst risinde, bazı bakımlardan bir gerile­ me fark edi lmekted ir. Buna karş ı l ı k Azi l iyen çağda köpe­ ğin evcilleştiri lmiş olması i leriye doğru önemli bir adım olmuştur. A. nde, Magdaleniyen ve Üst Paleolitik endüstrilerin iyi yapılmış sileks aletleri yerine mikrolü ( mikro = küçük ) dediğimiz çok küçük taş aletler kullanılmışur. Aziliyen tabakaları içinde hususiyle sileksten yapılmış küçük larnlara ve disk şeklinde küçük kazıyıcılara (grattoire) raslanmak ­ tadır. Azil i yen kültüı ünde Magdaleniyen çağda kullanılmış olan kemik :likiş iğnelerine raslanmamışıır. Bu Aziliyen insan lar kemikten yapı lmış biz'ler kullanmışlardır. Azi liyen tabakalar içinde çok sayıda zıpkın ( harpon ) bulunmuştur. B u Aziliyen zıpkınları hem kullanılan malzeme, hem de yapı bakımından Magdaleniyen çağın zıpkın larından çok fark lıdır. Magdaleniyen çağda zıpkınlar ren geyiği boynu­ zundan yapıldığı halde, Aziliyen kültürünün zıpkınları ge­ yik boynuzundan yapılmıştır. Magdaleniyen çağda tesadüf edilen zıpkınların kesidi yuvarlakıır, bundan başka Magda­ leniyen çağ zıpkın larının dişleri çok iyi olmuştur ve zıp­ kının dip kısmı delik değildir. Diğer tarafran Aziliyen ta­ bakaları içinde bulunan zıpkınlar geniş ve yassı olduktan başka, bunların dişleri de okadar iyi oyulmamıştır. Ayrıca bu Aziliyen çağ zıpkınlarının çoğunun dip kısmı üzerinde bir delik vardır. Aziliyen kültürünün en karakteristik aleti olan bu zıpkın lara hususiyle Kuzey İ spanya'da ve Güney Fransa'da raslanmaktadır. Bununla beraber, İ sviçre'de, Bel­ çika'da ve Büyük Britanya'da birkaç yerde de A. ne ait zıp­ kınlar bulunmuştur. A. sanat bakımından Magdaleniyen kültüründen çok daha geridir. Aziliyen tabakaları içinde çok sayıda bulun­ muş olan üzeri boyalı çakıl taşları bu çağın en karekteris­ tik sanat eserleri arasındadır. Bu çakıl taşları yağla karışık kırmızı aşı boyası ile boyanmışur. Bu çakı llar üzerinde zikzaklar, paralel düz çizgiler, noktalar ve daha başka şekiller görülmektedir. Pi­ ette, bu şekil lerden bazılarının rakam bazılarının da harf o lduklarını iddia etmiştir. Fakat bu fikir prel_ı istoryacılar tarafından kabul edilmemiştir. Ünlü prehistoryacı Breuil ve Obermaier'in İspanya da mağara duvarları üzerinde bu­ lunan resimlerle yaptıkları karşılaştırma, Aziliyen çakı lları üzerindeki tasvirlerin çoğunun şernarize edilmiş insan re­ simlerinden başka bir şey olmadıklarını ortaya koymuştur. Yani, Piette'in bu hususdaki fikri kabul edilemez. Bu bo­ yalı çakılların dağdış alanı Aziliyen zıpkının dağdış alanı kadar geniş değildir. Ayrıca, Fransa'da Aziliyen çağdan daha eski Üst Paleolitik tabakalar içinde de bi rkaç boyalı çakıl taşına raslanmıştır.

AZILIYEN KULTORO - AZİR Fransa'da La Tourasse, Büyük Britanya'da Oban'da yapı lan kazılarda Azi liyen tabaka içinde köpek kemiklerine raslanmıştır. Mezolitik çağda evcilleştiri lmiş olan köpek, evcilleştiri len i l k hayvandır. Diğer hayvanlar daha sonraki Neolitik ve Madenler çağında evcilleştirilmiştir. XX. yüzyılın başlarında Kuzey İspanya'da Valle ma­ ğarasında yapılan kazıda A. ne ait aletler, Tardenuvaziyen kültürünün karakteristik geometrik mikrolitleriyle bir arada bulunmuştur. Böylece, Azi liyen ve Tardenuvaziyen kültür­ lerinin çağdaş oldukları anlaşı lmıştır. A. sadece Batı Avru­ pa'da, hususiyle Pirene bölgesinde kaldığı halde, Tardenu­ vaziyen kültürü çok daha geniş bir alana dağılmıştır. A. nün menşei meselesine gelince, bunu Tardenu· vaziyen kültürünün menşei ile birlikte incelemek lazımdır. Avrupa'nın Tardenuvaziyen kültürü ve diğer enezolitik en­ düstrileri Kuzey Afrika'nın ve Akdeniz bölgesinin Kapsiyen ve Oraniyen k ültürlerinin son safhasının tadil edilmiş bir devamı gibi görünmektedir ( bk. AVRUPA, Prehi storya) . Bavyera'da Ofnet'de bulunmuş olan kafatasları bize Mezolitik çağda Avrupa' da yaşamış olan insan ırkları hakkında bilgi vermektedir. Ofnet'de Aziliyen ve Tarde­ n uvaziyen kü ltürlerine ait aletlerle bi rlikte, çok sayıda ka­ fatası bulunmuştur. Bu insan ların başları gövdelerinden ay­ rıldıktan sonra ayrı olarak gömülmüştür. İki çukur içine yerleştirilmiş bulunan bu kafataslarının hepsi de batıya doğru bakmaktadır. Bu kafataslarının bazıları dolikose­ fal, bazıları da brakisefal'dir. Buna karşılık, Avrupa'nın üst paleolitik insan larının çoğu dolikosefal'dir. Avrupa'da Mezolitik çağda görülerY bu bırakisefal'ler kıtaya dışardan gelmişlerdir. Aziliyen kültürünün sahipleri de, üst paleolitik çağın insanları gibi, avcılıkla geçiniyar ve mağralarda yaşıyorlar­ dı. Buna karşı lık. çağdaş Tardenuvaziyen külıürünün sa­ hipleri daha çok açık yerleşme yerlerini tercih etmişlerdir. Aziliyen endüstrisinin sahipleri tarım bilmiyorlaıdı, yani, bunların hayat tarzı, üst paleolitik insanların hayat tarzın­ dan pek farklı değildir. A Z İM , [ Şabanzade ] (ölen. ı 7 1 2 ) , Türk şairi. Kazas­ ker Şabanzade Mehmet efendinin oğludur. Medreselerde müderrislik etmiştir. N abi yolunda d i daktik şii rler yazan A . devrinde epey ün almıştı r. Yazma divanı Üniversite kitaplığındadır ( No. 7 60 ) .

.

AZİM [ Yun.

azymos; a = yokluk eki, z,.me = ma­ ya} ( Dinler Tarih i ) , Yahudi'ler tarafından çok vakit yalnız un ve su ile yapılan bir nevi mayasız yassı ve kuru ek­ mek ; harnursuz. Bu ekmeğe bazı kere yumurta karıştırıl ı r. Yahudi'ler Hamursuz Bayramı ( İ b ran ca : Pesal?) nda yalnız bu ek meği yerler.

AZIMIT ( Azymite) , Katolik ki lisesesi Kuddas ( b. bk. ; Lit. Mis sa, Yun. Eukharistia) ayininde mayasız ekmek kullandığı için, maya lı ekmek kullanan Ortodokslar tara­ fından Xl. yüzyı lda Katoliklere verilen ad ( Yun. Azymi­ tes = mayasız yiyenler ) . O devirde İ stanbul patriği de Kato­ l i k k i lisesini bu bakımdan tenkid etmiştir. AZİMUT : bk. ASTRONOMİ. AZIMUT DAIRESI : bk. ASTRONOMİ.

-

AZİMÜŞŞAN ( öl en . ı 7 1 2 ) , Tü r k Hint hükümdarlarından Babadır Şah'ın oğlu. A., dedesi Alemgir zamanın· da Bengal valisi olmuş ve Patna şehrini merkez yaparak şehrin adını Azi rnabad olarak değiştirmiştir. A lemgir ölün-

439

ce A. babası ile amcası Azam Şah arasında başlıyan taht kavgasına (ı 707 ) katılmış ve kardeşi Cihandar Şah ile ba­ bası arasındaki savaşta ölmüştür. Oğlu Mehmet Kerim de bu savaşta Cihandar Şah'ın eline tutsak olarak düşmüş ve öldürülmüştür.

�) N

AZl N BOYAR MADDELERİ,

grupunu taN şıyan organik boyarmaddeler. Bu grupun her iki tarafında benzen, naftalin veya fenanıren halkaları bağlı olarak bu­ l unur. A. nin ana cisimleri fenazin ( 1 ) , naftO - fenazin ( l l ) , fenantro fenazin ( I I I ) v e n aftazin ( IV ) dir. ·

c6

H4

c6 H4

�N

{

"

/ c6

H4

N (I)

�N"" '\ / C1 4 Hs N

(lll)

( + )

_,f N "" / Cıo H6

C6 H,

--\

Cı o H6

{�N""

N (II)

/ C ıo H6 N (IV)

'\ N / 1

C6 H s (V) Bu a n a cisimlerin amino ( N H 2 ) türevlerine eurodin, oksi ( OH) tü revlerine eurodol adı verilir. Azin sınıfındaki en önemli boyar maddeler yukardaki a na cis!mlerinin feni l - fenazaoyum ( V ) bileşiklerinden ı ü­ türerler. Bun ların amino türevleri sa/ranin, indulin ve r o ­ sindulin bGyarmaddeleridir. AZINCOURT [azekifr ok ; eski şekli : Aginçourt ] , Ku­ zey Fransa'da, Pas- de-Calais departman ında tarihi bir köy. Arras'ın 48 km kuzeybacısındad ı r . Yüzyı l Harbi ( b. bk. ) sı­ rasında 2 5 ekim t 4 ı 5 te, İngiltere kıralı Henry V. , sayıca üstün olan Fransız ordusunu burada yenmiştir. Bu önemli muharebede, Fransız ordusunun, zırh ve kılıcına karşı, İngilizlerin k u l landığı ok ve yayın daha üstün bir harb siJahı olduğu ortaya çıkmıştır. AZINLEB, altılı bir halka içine karbondan başka bir veya daha fazla azot atomu taşıyan organik beterasik­ lik bileşikler. A. benzen halkasındaki CH grupları yerine N atomlarının gelmesiyle benzenden türerler. Bir CH gru­ pu yerine bir N gelirse piridin ( 5C, l N ) , iki CH grupu yerine iki N gelirse diazin (4C, 2N) halkaları meydana gel ir. Karbon ve azottan başka Rükürt bulunursa tiazin (4C, ı N, ı S ) , oksij en bulunursa oksazin ( 4C, ı N, t O ) hal­ kaları elde edilir. A. den bir çok önemli bayarmadde tü rer. AZİR, İslam geleneğinde, ölümünden birkaç gün son­ ra isa tarafından yeniden diriltildiğine inanılan kişi. A. i n Kitab-ı Mukaddes'teki a d ı Lazaros( Yuhanna, XI. hur. İsa'­ nın ölüleri diri itme mucizesi hakkında i sıarn geleneğinde çeşitli söylentiler vardır. Bir kayaya oyulmuş bulunan me­ zar içinde, ö lümünden 3 gün sonra İsa tarafından tekrar diriitilen A , sonradan çoluk çocuk sahibi dahi olur ; baş­ ka bir söylenıiye göre, İ sa, A. dan ba ş ka A. in karısını, Nuh peygamberin oğlu Sim'ı, Yahya bin Zekeriya'yı da di­ riltir. Kita b Mukaddes'te de ( Yuhanna, XI. ) Lazaras ölün­ ce iki kız kardeşi İsa'ya haber gönderirler. İ sa onlarla bir-



,

44 0

AZİR - AZİZ EFEN Dİ, Ali

likte mezara gider, önü taşla kapalı bir mağara olan me­ zarın taşını kaldırırlar ; İsa, « Lazaros, dışarı gel» diye sesle­ nince ölü, elleri ve ayakları sargılarla bağlı, yüzü mend i l­ le örtülü olarak çıkar. İsa etra fındaki lere «onu çözün ve bı rakın gitsin» der. AZIRİS, eski Anadolu'nun ku zeydoğu kısmında Fı rat kıyı sında bir yer, şimdiki Erzincan. A Z I RU, Arnama çağında Amurru (b. bk. ) beyi Ab · di- Aşirta'nın oğlu. Arnama arşivinde Amenofis IV. e gön ­ deri lmiş Akkadça mektupları bulunduğu gibi, Hitit kıralı Suppi luliuma ile yaptığı antlaşman ın Ak kadca metni de Boğazköy kazı larında ele geçmiştir. ( Ebu'l · Mahaein Cemaleddia Y u b u f b. Mısır'da hükümet süren Çerkes kölemenleri h ükümdarlarından olup Me lik Eşref Ebu'n Nasr Barsbay ( E l - E�ref Seyfeddin Barsbay ) ın oğludur. Babasının ölü­ mü üzeri ne ( 1 4 3 8 ) hükümdar olmuşsa da ancak üç ay hü­ kümet sürebi lmiş ve düşürülerek yerine Melik · üz · Zihir Ebu Sait Çakmak ( Ez · Zihir Seyfeddin Çakmak) seç i l­ miştir.

AZIZ

Barabay ) ,



AZIZ ( lmaded din Osman ; l l 7 2 · l l 98 ) . Mı sır'da hüküm süren Eyyubi devlerinin i k inci hükümdarı. A . . devletin kurucusu Sa lihaddin Yusuf'un oğludur. Kahi­ re'de doğmuştur. 1 1 87 de Mısır va lisi olmuş, 1 1 9 3 te ba­ basının ö l ümü üzerine tahta çıkmıştır. Zamanında adaleti korumağa ça lışmış, fakat Mısır'ın bozuk olan ekonomik du­ rumunu düzeltememiştir. Kuvvetli bir hadis tahsili gören A. in hayatı ve hükümdarlığı çok kısa sürmüştür. Ölümün den sonra yerine on yaşında bulu nan oğlu E l - Mansur Mehmet geçmişse de bir yıl sonra düşürülmüş ve Sulıan Salihadd in'in kardeşi Mel i k- i .Adi l Seyfeddin Ebu Bekir ( Adil 1 . ) hükümdar olmuştur. Bundan sonra gelen Mısır ve Şam Eyyubi hükümdarları bun un soyundandır. AZIZ, [ Hocazade ] ( asıl adı : Abdülaziz ; 1 5 75- 1 6 1 7 ) , Türk şairi. Hoca Sadeddin efendinin dördüncü oğlu. Ba­ basından mülizemet alarak bir müdder İ stanbul'un çeşitli medreselerinde çalışmış ( ı 595-1600 ) , sonra Bursa ( 1 601 ) , Galata ( 1 603 ) , İstanbul ( ı 604 ) kadılıklarında, ve Ana­ dolu kazaskerliği ( ı 606 ) ile iki defa Rumeli kazaskerliği ( 1 608, 1 6 1 1 ) gibi görevlerde bulunmuştur. Nev' izade Atiyi'­ nin Şakayık-i Numtıniye Zey/i'nde, A. in Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmış olduğu kayırlıdır. A. in divanı henüz bulunamamıştı r. Bi rçok yazma mecmua larda şiirlerine raslanmaktadır.

ki ler vermekle tanınmıştır. Bunun sebebi kendisinden son­ ra halife olan oğl u E l-Hikim'in anası olan eşinin Hıristi­ yan olmasıdır. Hıristiyan lara verilen serbestlik A . zamanın­ da en yüksek derecey i bulmuştur. A. dinini değişti ren Müslüman ları zorlamamış ve kovalamamıştır. Ramazan ayının cuma günlerinde halifeterin resmi alaylar kurmaları ve cemaat ile namaz k ı l maları usulünü A. koymuştur. Fatımi ordusuna ilk defa Türk unsurları sokan da A. tır. A. za­ manında Fatımi devlerinde iç ayaklanmalar olmamışsa da önemli dış olaylarla karşılaşıl mışıır. Hususiyle Suriye olay­ ları bu sı rada Fatimi' leri çok uğraştırmıştı r. Bu devirde Afrikiye valisi Yusuf Bu luk in ve oğlu E l · Mansur'un ida­ releri alıında bu eyalee Fatımi idaresinden yavaş yavaş ay­ rılmağa yüz tutmuş, Suriye eyaleti de ancak silah kuvveti ile Fatımi sınırları içinde kalmıştır. Bununla beraber Fatı­ mi devlerinin en geniş sını rları, yalnız isim bakımından da olsa, yine bu devirde kurulmuştur. Atlas Okyanus'undan Kızıldeniz'e kadar, Suriye, Yemen ve bir kerf' de Musul'da huıbe Fatımiler adına okunmuştur. AZIZ DEDE (ölm. 1 905 ) . Türk neyzeni . A . , Üs­ küdar'lıdır. Gençliğinde Mısır'a gitmiş, ney üflemeğe önce Mısır mevlevihanesinde başlamış, sonra Gelibolu'ya gide­ ıek Ağazade mevlevihanesinde çilesini bitirmiş, İstanbul'a döndüğü zaman Neyzen Salim Beyden faydalanmıştır. A. , Galata, Üsküdar, daha sonra Bahariye mevleviha­ nelerine neyzenbaşı olmuş, 70 yaşlarında i k en ölmüş . Üs­ küdar mevlevihanesinin bahçesine gömü lmüştür. Devrinin usta neyzen lerinden biri olan A. , peşrev, saz semai si gibi saz eserleri bestelernekte de başarı göster­ miştir. Hicaz makamındaki peşreviyle uşak ve yegah maka­ mındaki saz semaileri en başarılı ve yaygın eserlerindendir. AZIZ EFENDİ, [ Meden i ] (ölm. 1 8 9 5 ) , Türk bes­ ıecisi. Medine'de doğmuş, isanbul'da ölmüştür. Medine'de doğduğu için kendisine Medeni lakabı verilmişti r. 9 ya­ şında iken babası Abdullah Efendi i le İst.ınbul'a gelerek Fatma Sultan sarayında başağa bulunan Arnher Ağa'ya mi­ safir olmuşlar, Amber Ağa, A. yi evlat edinerek öğrenim ve eğitimine yakın i lgi göstermiştir. Ünlü hattat ve beste­ ci Mustafa İzzet E fendiden musiki dersi almıştır. Abdüll­ ziz zamanında ikinci imamlıkla saraya alınmış . rahatsızlı­ ğından dolayı bu görevden kendi i steğiyle çı rağ edilmiş, sonra t ütün gümrüğünde çalışmış, bir defa Şeyhülislam Hayri Efendi, bir defa da Şeyhülislam Cemalettin Efend i zaman ında i lmiye sınıfına girmiş, hayatının son dönemin· de eğitim alanında çalışmış, kız sanat okulları müdürlü· ğü, dilsiz ve kör okulu musiki öğretmen liği. kız okulları genel müfettişliği görevlerinde çalışmıştı r. Musiki alanında çocukluğundan başlıyacak ölün· ceye kadar süren geniş ve ateşli bir öğrenme ve öğretme devresi geçirmiş bulunan ve yaşadığı devrin musiki üstat­ ları arasında sayılan A. nin evi bütün musi kiseverlere açıktı. Her eseri her istiyene öğretmekt e bir an bile te­ reddüt etmezd i. Ayrıca Fer'iye saraylarında ve zaman ının büyüklerinin konaklarında da musiki dersleri verird i. A. dini musiki alanında bi rçok ilahiler, dindışı mu­ siki alanında da şarkılar bestelemiştir. Kendisine şöhret sağlıyan eserleri şarkılarıd ı r. Tanbur, lavta ve piyano çalardı . G ü z e l bir sesi ve kendine mahsus bir okuyuş üsliıbu vardı.

AZIZ BİLLAH, Ebu Mansur ( 9 5 �-996 ) , Fatimi ha­ l i fesi. A., Mağrip ve Mısı r'da hüküm süren Fatımi halife­ leri nin beşincisi ve Mısır'daki lerinin birincisidir. A., giyin­ rneğe, nadir bulunur eşyayı , kuşları ve hayvan ları sarayın· da ıoplamağa, ihtişama çok meraklı ve müsrif bir hüküm­ dar olarak tan ınmışt ı r. Zaman ında Kahice'de ve dolaylarında birçok yen i binalar, camiler, saraylar, köprüler, kanallar ve rıhıımlar yapı lmıştır. Bunların bazısı plansız ve program­ sız yapı lmış olmakla beraber bir kısmı da gerçekten lüzum­ lu idi. Bu çalışmalar son ucunda hükümet büyük bir para sıkıntısına düşmüştür. A. , Ma liye Bakanlığını sıkı bir bas­ kı a l n n d a tutmuş , memurların hediye ve rüşvet almalarını kesin olarak yasak etmiş ve ancak yazılı emir karşı lığında para verilmesini emretmiştir. Yahudi dönmesi Yakub b. AZIZ EFENDI, Ali (ölm. 1798 ) , Tür k yazarı ve Killis, A. a on beş yıl bu iş lerde sadık bir işçi olarak yar­ elçi. Girit defterdan tahmisçisi Mehmet E fendi n i n oğlud ur. d ı m etmişti r. A. Hıristiyanlara i mtiyazlar 've imtiyazlı mev- Kandiye'de . doğmuştur. Babasının ölü münden sonra İstan-

AZİZ EFEN Dİ, ALİ AZIZODDİN - IL - MOSTEVLI (Ebu'n-nasr Ahmet b. Hamid el-Esbihani) -

441

AZIZIYE, Abdülaziz devrinde padişahın giymekte olduğu fesin biçimine uygun olarak devri n devlet adam­ larından ve ordu mensuplarından çoğunun giydiği fes. A. fesin alt tarafı geniş, tepesi dardı. Püskü lü, Abdüi­ mecit ve Mahmut I l . dev irlerinde giyi len feslerin püsküil eri gibi kal ı n ve fes i n ken a rını aşacak kada r uzun değ i l d i . AZiZIYE : bk. E M İ RDAG. AZIZiYE : b k. PINARBAŞI. AZIZLER ( Loit. tekil Sanctus, dişi! Sancta ; Y u n . fla­ gios, di ş i ! Hagia ) Katolik lere göre hayatında .alelade in­ sanın kuvvetini aşan fazi letiere sahip, yaşarken, fakat daha çok ölümünden sonra kerameder gösteren ve k i lise tara­ fından resmen aziz olarak tanınr.n erkek veya kadınlar. Çok girift olan A. sırasına çıkarma ( Lat. canonisatio ) AZiZ lDRİS BEY, [ Kınmh ] ( 1 840- 1878 ) , Tüık muamelesinden önce mutlular sırasına çıkarma ( Lar. beati­ hekimi. İstanbul'da doğmuş ve ölmüştür. Babası Kırım'da ficatio ) muamelesi yapıl ı r. Bu bir davaya benzer ve ı O Bahçesaray'da Saraç İdris Ağa diye canındığı için, A. e de yıldan fazla sürer. Mutlular sırasına çıkarılacak olan kimse «Kırımlı» denmişti r. A., Askeri Tıbbiye'de okumu� ( Ur. servus Dei = Tanrının kölesi, kadınsa aneilla Dei= ( 1 8 5 5- 1866 ) , öğrenimi bitirince iç hastalıkları muallim mu­ Tanrının cariyesi ) nin olağanüstü faziletleri ve keramet le­ avini olmuş, aynı sene açı lan Tıbbiye- i Mülkiye'ye müdür ri hakkındaki söylenti ler i l könce ya ş adığı yerin pi skoposu, olmuş, burada «Emraz- ı umumiye», «Kimya-yı tıbbi» , sonra ondan sonra da Yarikan'da bu işlerle uğraşan b i r kurul « Hikmet- i tabiiye» ve « Emraz- ı dahiliye» derslerini akut­ tarafından titizce incelendikten sonra, eğer söylemi lerin muştur. Kimya.yı Ttbbi (ı ci lt, 1 869. 1 8 7 3 ) ve Emraz-t U mu· doğruluğu anlaşı lı rsa, Papa, Roma'daki San Pietro kilise­ m iye ( 1873 ) adlı ders kitaplarını yazmış, bazı arkadaşları sinde çok parlak bir tören esn asında adayı bir breve (b. i le Eyüp Sultan'da Beşir Ağa medresesinde Cemiyet i T ı b­ bk. ) ile «mutlu» ( Loit. beatus, dişi( beata ) i l an eder ve bıye i Osmaniye'yi kurmuştur ( 1 86 2 ) . 1 873 te Tıbbiye ders ömrü boyunca yaşadığı ülkede kendisine sa)·gı göşteri lme­ nazırı Ferik Ahmet Paşa başkanlığında genel kitip ol muş, sine müsaade eder. Eğer mutlu bundan son ra en az iki 1 874 te bu kuruma başkan olmuştur. Meclis- i Tıbbıye- i keramet daha gösteri rse, hakkında «azizlik davası» adı ve­ Mülkiye'de de üye idi. Hilil-i Ahmer Cemiyeti'ne delege rilen muamele yapılabilir ve müspet nir karar vukuunda tayin olunmuş, 1 877 de yine Cemiyete başkan olmuş, Papa, San Pietro kilisesinde öncekinden daha parlak bir tö­ akciğer vereminden ölmüştür. Cemiyet- i Tı 'Jbıye-i Osma­ ren esnasında bir bulla ( b . bk. ) i le muıluyu aziz ilin e­ niye'nin milli ve mesleki gayelerl e kurulmasında, tıp öğre­ der ve adını A. defteri ( Lat. canon, ranonisatio ) n e kayde­ timinin Türkçeleşmesinde ve Tıbbiye- i Mülkiye'nin Türkçe der. Aziz bütün Katolik Kilisesind e sarı l ı r, adına bağla­ öğretim yapıl ması maksadiyle açılmasında büyük hizmetle­ narak ki lise ve sunaklar yapılabi lir ve yorıusu emredilir. Hıristiyanlığın i l k zamanında böy le bir muamele ri dokunmuştur. Türkçe öğretimin kazandı ğ ı başarı dolayı sıyle Askeri Tıbbiye'de de Fransızca verilen dersler, 1 8 7 1 de yoktu. Kilise, birisinin halk tarafından sayıldığını. saygı­ Türkçeye çevrilmiştir. O zamanki gazetelerde Türk�e i le nının, sayılan zatın ülkesinin sını darını aştığı takdirde. tıp okutulamaz diye yazanları kuvvetli cevapları ve eserle­ zımnen tasdik ederdi. Bugün meriyette olan formaliteler riyle susturmuştur. Okuttuğu Kimyayı tıbbi ve Emraz· ı Papa Urbanus VIII. ( 1 634) ve Papa Bened icıus X IV. umumiye ders kitaplarından başka, Nisten'den arkadaşla­ ( 1 745 ) un kararnameleriyle tesbit edi l miştir. Eski Hıristiyanlarda i l kin yalnız din uğrunda ölen ler, riyle birlikte Lugal-t Tıbbi'yi Türkçeye ç e virmiştir. Mecmu­ sonra bazı rahipler, çilekeş ler, kilise babaları, piskoposlar, a-i Fiin u n da yayımianmış bazı makaleleri de v a rdır. papalar, hükümdarlar ve başka kişiler aziz olarak sayıl­ AZIZI, [ Yedikuleli ] (asıl adı : Mu s taf a ; ölm. 1 5 8 5 ) , mıştır. Katolik kilisesinden başka Ortodoks kilisesinde de A. Türk şairi. İstanbul'da vardır, ancak burada resmi canonisatio yoktur. Ortodok s­ Yedikule'de doğmuş­ larda eski adet kalmıştır. Buna karşılık Protestan lar Augs­ t ur. Yedikule "ıisarı burg i tikaınamesinde ( bap 2 1 ) A . e saygıyı kesin olarak dizdarlarının kethüdası reddetmiş ve resimlerini kiliselerinden çıkarmışlardır. idi. Divan'ı ve Şehren­ AZIZ0DDİN· İL-M0STEVFI ( Ebu'n-naıır Ahmet g iz'i vardır. Divan şa­ b. Hamid el·Eebihani ; ölm. 1 1 30) . Selçuklu devletinin irleıinin kadın aşkından i leri gelen devlet adamlarından. Melikşah'ın torun u sultan bahsetmeyi kendilerine Mahmut'un hazinedarı. A., ün l ü bilgin İmad Katip E sbihani'­ büyük bir ayıp sayma ­ nin amcasıdır. Hükümdar kendisine amcası Sancar'rn kızını larına karşılık, A., ken­ vermiş, bir müddet sonra bu kadın ölünce babası kızını n disine ün kazandırmış çok değerli olan mallarını istemişse de Mahmut bunları olan Şehrengiz'ini, o vermemiş ve A. nin bunu söylememesi i ç i n kendisini Tekrid devirde İstanbul 'da ta­ kalesinde hapsetmiş, bir y ı l sonra da öldürtmüştür. Salıi­ nınmış olan güzel ka­ haddin-i Eyyubi ve kardeşi Şirgiıh o zaman bu kalenin ko­ dınları övmek i�in yaz­ mutan ı idi ler. A. i kurtarmak i ste m i ş l er s e de başaramamış­ mıştır. Güzelierin her lardır. A . cömertliği ve iyiliği i le ün almış olup zamanının birini üçer beyide över. Azizi [ Yedikulel i ] şairleri tarafından çok övülmüştür.

bul'a gelmiş, bir aralık Sakız'da, iki y ı l kadar da Belgrat'ta memurlukta bulunmuş, ı 797 de mi rimiranlık rütbesiyle ilk daimi elçi sıfatİyle Prusya elçiliğine atanmış, ı ' · VI. 1 797 29. X. ı 798 tarihleri arasında bu görevde bulunmuş, Ber· Iin'de ölmüş ve orada gömülmüştür. A. , Muhayyelat ( yazılışı 1 796 ; basıtışı 1 8 5 1 ) ad lı eseri ile tanınmıştır Önsözünde b u kitabı, Süryanca, ibeanca v e başka dillerdeki hikayelerden seçerek meydana getirdiğini yazar. Kitabın baş tarafında Avrupa filozoflarından bazıla· rının sorularını cevaplandırdığını ve bu cevaplardan b i r risale meydana getirmiş bulunduğunu da kaydeder. Küçük bir d ivanı ve Varidat adlı mensur ve küçük bir tasavvufi eseri de vardır. Şiirleri de tasavvufidir. .

-

-

'

,

44 2

AZKUE,

Resurrecciôn Maria de

AZKUE [qsktle ok. ] , Resurreccioo Maria de ( doğ. 1870 ) , Bask ası llı İspanyol dilci. Bilbao'da doğmuş, rahip o larak yetişmiş, aynı şehirde Bask dili profesörü olmuştur. Bask dili akademisi üyesidir. Başlıca eserleri şunlardır : Manual de conversari6n en Euskara Bizkaino arreglado por dos que aman al pais basko ( Bask memleketine giden­ ler için terıiplenmiş Vizeaya Baskçası diyeleğinde konuşma el kitabı ) (Bi lbao 1 897], Clave de temas, romp/emento del metoda pratiro para aprender el Euskara Bizkaino y Gipuz­ ko> anlamına gelen azolikoJ'tan Az sembolünü de kullanırlar. Atom n umarası 7 , atom ağırlığı 14 008 olan A. , serbes halde havanın esas maddesini (o/o 78 ) teşkil eder. A. u havi organi k maddele­ lerio bozulmasında meydana gelen eser mikdaı larda amon­ yak ile, fı rtınalı ve elektrikli havalarda teşekkül eden nit­ cik asirten ( HNOs) başka tabiatta sodyum nitrak ( Na N03 ) müstesna, büyük miktarlar halinde A. un anorganik bi le­ şiklerine raslanmaz. Ş i l i sahi llerinde büyük yataklar halin­ de bulunan Sili güherçi lesi ( NaNOs ) , bitkisel ve hayvani maddelerin bozu lmalarından meydana gelmiş olması muh­ temel bir azot bileşiğidir. Bunlardan başka A. maden kö­ mürlerinde, bitki ve hayvan vücut larında bulunan bütün protei n maddelerinde bulunur. Havadan serbes A. un elde edi lmesi için, kızgın ba­ kır üzerinden hava geçirilir. Bu esnada havanın oksi j eni bakıra bağlanarak bakır oksit meydana gel i r. A. teknikte çokl ukla sıvı havanın yavaş yavaş buharlaşmağa bırakılma­ siyle elde edi l i r. A. , buharlaşma basıncının geride kalan sıvı oksij eninkinden daha yüksek olması dolayısiyle daha evvel buharlaşır. Havadan bu şeki lde elde edilen A. da asal gazlar, h u s usiyle Argon bulunduğundan büsbütün saf de­ ğildi r. Laboratuarda saf A. elde edilmesi için NH4 NOı = Nı + 2 Hı O denklemine göre A. veren derişik bir amonyum nitrik eri­ yiği veya içinde amonyum k lorü r ile sodyum nitrik karşı­ mı bulunan bir eriyik 70 ° de ısıtıl ı r. Çok saf A. amonya­ ğın 1 000° de nikel tozu üzerinden geçi tti lerek termik par·

ı

-

AZOT

çalanmasiyle elde edilir ; bu arada meydana gelen saf Nz ve Hz fazla soğuıularak birbi rinden ayrılabilirler. Keza azo­ türlerin parçalanmasiyle de saf Nz elde edilir. 2NaNs = 2Na + 3Nz A. kokusuz, renksiz ve tadı olmıyan bi r gaz olup su­ da oksij enden daha az erir. -195,8° de adi basınç altında renksiz bir sıvı halinde yoğunlaşarak -kritik sıcaklığı - 1 47 , 1 ° , kritik basıncr 3 3,� atmosfer, kritik kesafeti 0, 3 1 1 0, - 2 10,5o de kara benziyen bir kütle halinde donar. Ad i sıcaklıkta A. un reaksiyon kabiliyeti pek azdır. Kendisi ne yanmağa, ne de solunuma yaramadığından A. atmosferi içinde a(e ,Jer söner, hayvanlar boğulur. Yalnız baklag i l lerin kök yumrularında bulunan bakteri ler, elemen­ tel A. u asimile ederler, yani A. u organik bileşikler ha­ line geçi rebilirler. Yüksek sıcaklıklarda A. un reaksiyon kabiliyeı i artar, bir çok metal lerle nitrür'leri teşki l ederek birleşir. Muayyen katalizörler muvacehesinde takriben 500° de, basınç a l ı ında hid roj enle birleşerek amonyağı , elektrik arkı sıcaklığında oksij en le birleşerek A. monoksidi, aynı şartlar altında aseıilenle birleşerek hidrosiyanik asidi ve kalsiyum karbü rle kızgın sıcak lıkıa. kalsiyumsiyanamidi ( \aCNz) meydana getirir. İçinde seyreltik A. gazı bul unan bir tüple yüksek ge­ ri limli elektrik boşalmaları yapılırsa, borudan sarı bir ışık çıkar, ve akımın kesilmesinden son ıa da bu ışık kısa bir ��� deı devam ede� . B� ışı k , e ı ek ıri k enerı· ısının sar f"ıy 1 e · · · boluneo Nı molek ullerınden meydana gelen ( N ) atomla­ rının tekrar Nz molekülleri vermek üzere birleşmesinde� i leri gel i r. Işık verme esasında mevcut ak rif A. un reaksı­ yon kabi liyeri adi A. unkine nazaran �ok fazladır, metal­ lerle ve hatta kükürı ve fosforla derhal nitrürleri verir, karbon ve hidrojen le birleşerek hidrosiyanik asidi ( HCN ) ve hatta amonyağı ( NHs ) meydana getirir. Serbest A . teknikte az. buna karşılık bi leşikleri güb­ re olarak ( Şili güherçilesi, amonyum sülfat ) . patlayıcı maddeler endüst risinde ( nitrik asit i, niırarlar ) , organik bo­ yarmadde endüstrisinde (nitrik asit, nitritler) , sülfürik asit endüstri sinde ( nitrik asit) ve analitik ki myada çok büyük mikyasıa k u l lan ı lmaktadır. Az ol bi/eşikleri. Azot okJilleri : Diazot- monoksit, NzO, ( a zot-oksid ül ) , renksiz, suda oldukça kolay eroyebi­ len, hafif ve hoş kokulu bi r gazd ı r. Azot monoksidin kü­ kürtlü hidroj en veya çinko tozu gibi maddelerle indirgen­ mesiyle elde edi lir. Keza amonyum nitratın 170° ye ısıtı l­ masiyle de ıeşekkül eder. NH,NOs = NzO+zHaO Dia­ zot- monoksit- 890 ; de renksia bir sıvı haline gelir. Oksij en gibi yanma olayını temin eder. Az miktarlar halinde te­ neffüs edi l i rse insana hafif bir sarhoşluk vererek gülrnek ihtiyacı uyandırır. Bu özelliğinden «güldü ı ücü gaz>> ismini de alır. Daha fazla miktarı uyurucu olarak tesi r eder ki bundan istifade ederek oksi j enle karışrırıp hafif ameliyat­ larda hastayı uyutmak için kullanılır. Diazot- monoksit çe­ lik şişelerde sıvı halinde ticarete sevkedilir. Azot monokJit : NO renksiz, suda az eriyen bir gaz olup ı 5 ı 0 de mavimsi bir sıvı halinde yoğunlaşır. A. mo­ noksit indirgen maddelerin n itcik aside etkisiyle meydana gel i r ; mesela h idrok lorik asiıli bir demir ( 2 ) k lorür eriyi­ ğine nitrik asid i n damlatılmasiyle HN03 + 3 FeCh + 3HCI = NO + 3FeCis + � HzO veya, bakır, civa gibi metai lere nirrik asidin etkisiyle 3 C u + 8 HNOs = 3Cu ( NOs h + 4 Hı0 + 2NO

AZOT - AZOTOBAKTER

445

6 H g + 2HNOs + 3H 2 S04 = .? NO + 3HgzSO, + 3Hz0 teşekkül eder. Cıvanın derişik sülfüriı asi t ve nitci k asiıle

maksat içir. Norveç gibi elek t rik k uvveti n i n ucuz olduğu ku zey memleketlerinde elektri k arkı usulü arkasından kal­ çalkanmasından azot monoksidin çıkması ve bunun hacmi­ siyum siyanamid mecodu ve nihayet bütün diğer usul leri nin ölçülebi lmesi, Lunge nitromeın sinde nitıik asit mi k­ her h ususta geçen Haber· Bosch usulü k u l lanı lmıştır. Bu tarının tayini metodunun esasını t eşki l eder. A. monoksit u s ü l i lkin 19 ı 3 t e Almanya'da Oppau'daki bir fabrikada k olaylıkla havanın oksij eni ile birleşerek kırmızı kahve ren­ tatbik edilmiştir. Patlayıcı maddeleri n elde ed i l mesinde A. gindeki azot dioksit gazını meydana get i r i r. A. monaksit çok önem l i olduğundan, B i rinci D ü n y a Harbi'nde ve bu soğukta demir ( 2) sulfat eriyiği tarafından bağlanarak ha rp ten sonra Alm a n y a ' d a n başka sırasiyle İ n g ilt e r e . Fr a nk a hve rengindeki FeNOS04 bileşiğini ıeşkil eder. Bu bi le· , sa, İ talya. A me r i ka ve Japonya'da sen eetik A. elde eden birçok önemli fabrikalar k u r u l muştur. Eskiden Ş i l i g üher­ şik ısıtı ldığı vakit NO tekrar gaı halinde çıkar. Diazol-lriokıit. N 2 0.ı, ni ıröz asidin an h idri di olup, çi lesi bütün dünya piy asa s ına hakim iken sentetik azot b i ­ 1,3 özgül ağırlığındaki nitcik asidin arsen i k tri oksit üzeri­ leşiklerinin elde e dilm e sin d e k i hı zlı gelişme yüzünden çok n e damlatıl magı veya nitrik asidin nişasta unu ile ısları l­ geri kalmıştır. Bu ge r i l e me Şi l i g üh e rçi l e endüstrisi üze­ masiyle koyu mavi bir sıvı halinde meydana gelir. çok rinde büyük kriz i e r e sebep olmuş ve n iha y e t ı 926-28 d e soğutulursa, - 1 02 ° de açık mavi renkte bir kütle halinde ş i l i güherçilesi endüstri s i n i n te k n i k ve işletme bakı mından donar. Diazot· trioksit daha sıfır derecesinin a l t ın d a bile tama men yen i l en mesi icap etmiştir. AZOTEMI ( A zot e m i e ; azoı + Yun. baima = kan ) : ayrışır. NıO.ı� NO + N0 2 ı - Kanda p ro te i n l e r d en başka üre, asit ü ri k ve zararlı Azot dioksit : N0 2 , azot tetroksit N 2 04, azot mon k­ azotlu maddelerin çoğ a l ma s ı ( bk . ü remi ) . 2 - Kanda ür e­ sit ile oksijenin birleşmesinden veya kurşun ni tratın ısı­ nin artmasına bağlı bir at ha st alı ğı. Fazla gıda verilmesin­ tılmasiyle meydana gelen kırmızı kahve r en gi nde bir gaz­ den ve yeter alışıırma yaptın lmaması ndan doğan bu hasta­ d ı r. 2Pb (NO.ıh--+2 Pb0 + 02 . Soğutulduğu zaman gaz lık birden gözüken bi r terleme, arka ayak ların paraliziye daha açık bir renk alır, + 2 2 , 4 ° yoğunlaşarak sarı kır­ uğraması ve idrarda kan bulunmasiyle ken d i n i gösteri r. mızı bir sıvı teşkil eder. Bu sıvı, daha fazla soğutulursa, AZOTLU KİREÇ, Ca NCN, kimyasal bi leşimi kalsi­ rengi gittikçe açılarak, - 1 0 ° de renksiz billutlar halinde donar. Rengin bu şeki ldeki açı lması , koyu renkli N0 2 mo­ yum siyan-amid olan bir madde. A. Frank-Caro metoduna leküllerinin renksiz olan çift molekül lere Nz04 ( azot teı­ göre, k als iyum karbür ile azottan elde edi l i r. A zo t atmosferi içinde bulunan ince toz h a lin e geti rilmiş kalsiyum karbür, roksit ) dönmesinden i leri gelmekıe.ı ir. elektrik vasıtasiy l e k ı z d ı r ı l m ı ş b i r kömür çubuk yardımiyle Bu iki madde arasında sıcaklığa bağlı bir denge var­ bir y er ind en ısıul ı r. Böylece başlatılan reaksiyon çok ekso­ dır : 2NOı�NıO, A. dioksit soğuk suda eriyert k nit­ ı erm olduğundan yavaş yavaş b üt ü n k ütleye yayı l ı r. Bu röz ve nitcik asitleri, NıOt + HıO� HNO.ı + H NOz teş­ olay esnasında grafit halinde karbon ayrılır. kil eder. Bun lar da kalevi eriyiklerde nitrat ve ni trit tuz­ Ca C 2 + N2 -+ CaN .:N + C larını meydana getirir : A. % 20· 2 3 azot ihtiva eden s iyah g ri renkte sert bir cisim­ Nz04, + 2NaOH -rNaNOa + HıO dir ; ince toz halinde gübre olarak kul lanıldığı gibi, amon­ Azot dioksit kuvvetli bir oksitliyen olduğundan bu gazın yak veya üre elde edilmesinde i l ksel madde olarak k ulla­ içinde kömür, kükürt, fosfor gibi cisimler şiddttle yanar­ nı lır. Amonyak elde etmek için A. basınç a l t ında su buha­ lar. Azot·dioksidin derişik nitrik asitte erimesiyle koyu kır­ r ı ile ısıtılır : mızı renkteki dumanlı nitcik asit elde edilir. Nitcik asit CaNCN + 3 Hı0 -T CaC03 + 2 N H3 buharlarının ve diğer azotoksit gazlarının teneffüsü ile ne­ Eğer A. s oğ uk su i l e m uamele edilirse, serbest siyan- amid fes boruları ve ciğerlerde bir takım ( ödem) şişkinlikler teşekkül eder ki, bu d a asitler le ı s ı t ı lınca veyahuı katalizör­ hası l olur. tedavisi : sodyum bikarbonat eriyiği püskürtü­ ler yardımİyle üreye döner. lerek nefes yollarına çekilir, seyreltik kireç suyu veya bu­ A. alkali tuzlariyle ergi ı i lirse siyanürleri verir. na benzer asit giderici maddeler i çirıilir. Toprağın kabuk bağlama sını ön lediği gibi toprak ba k­ Azot pentoksit : N 2 0s Nitcik asidin anhidridi o lu p , tetilerinin çoğalmasını da sağlıyan A. g übresi h e k t a r ba­ ş ı n a 200 · 3 0 0 kilo o lara k hesaplanır. bu asidin fosfor pentoksitle muamelesinden elde edi li r : 2 HNO, + P2 0 s = 2HPOs + NıOs. Saf halde i ken renksi z, havada nemlenerek gevşeyen sert rompik prismalar halinde billurlar teşkil eder. + 30 ° de erir, 4 5 - 5 0° de kay­ nar. Dayanıklı bir birleşik olmayıp kolaylıkla patla r . Azaı/u gü breler :

bk. G Ü BRE.

S ent e t i k azot bileşiklerinin elde edi lmesi k i mya endüstrisinin önem l i bir kısmını teşkil eder. Tarımda suni gübre kullanmasının bilimsel esasları ]ustus Liebig tarafından konulduktan sonra, daha 1 809 da Şili'de keşfedilmiş olan sodyum güherçilesinden X I X. yüzyılın ortalarından itibaren istifadeye başlanmıştır. İlk zamanlar bu güherçile yatakları tarımın A . ihtiyacını karşılayabi lecek bir derecede idi. X I X. yüzyılın son larına doğru A., ma­ den kömürünün kok laşması esnasında çıkan gazlardan e l ­ de edilmeye başlandı. XX. yüzyılın başlarında A. un ha­ vadan sentetik ola.rak elde ed i l m e si mümkün old u . Bu Azot

endüstrisi :

AZOTOB AKTER ( Azoıobacter ) , e l em ent e r azotu toprak bak te­ ri lerindendir. Beij erinck tarafından tanıtılmış, bir çok v ary e t el eri olup hepsi kosmopolit karakter taşır­ lar. Tipik azotobakter h üc­ releri, belli büyükl ükleriy­ le kolay tanınır. Genç kültürleri daima beyazdı r. A. (hroo(ouum sonraları esmer - siyah r en k a l ı r. A. agile ( veya Vinelandii ) Değn ekçik ıek1 indeki b akıeri1er­ substrata difunde eden ve dtn Azotobakter 1 Fülcsin ile bo· yeşil fluoıesans gösteren yanmış, 1 000 defa büyütü1müı ge· ç ici bir ıe1di ) . renk maddesi veri r. A.

tesbit eden

AZOTOBAKTER - AZR AİL

446

Melekler a l mıştır. Ne Kuran'da, ne de sahih A . kelimesine raslanmaz.

Alçı

p l ikalar üzer i n d e A z o t o b a kter

a - Azoıobac rer chroo :occum , c - Azorabaerer

n i ıreum ,

Beijerinckii sarı laşır ve y a l n ı z siz k a l ı r .

kültürleri

b - Azorob acıer Beiicrincki i ,

d - Azorabaerer

agilc.

A . ııitreum i se daima renk­

A . chroococcum 2 - 2 m kalı n l ığında ve 4· 6 m u zun lu­ ğunda çomakcıklar teş k i l eder. Genç hücreler polar bir t üycük i l e hareket ederler. Azotobakter tamamiyle aerobdur. Herbi rgram karbon­ h i dratına karşılık 1 0- 1 5 mg «N>> tesbit ederler. Ö zel itina gören azotobakter k ü l t ü r leri ı g . deksı ros ' a karş ı l ı k 50 mg ve daha fazla «N>> tesb i t edebi l i r. Afa n n i t , üzüm - . meyve , kamış ve sütşekeri i le dekstrin i n o l i n ve arabinos'un iyi b i rer karbonhidra t ı menbaı o l d u k l a rı a n laş ı lmıştır. Kül­ tür toprak larında bok bulunur. ve toprak ların «N>> topla­ masında esas rolü oynarlar.

AZOTORt ( Azotuı i e ; azot + Yun . uran = idrar) , bazı patoloj i k şanlar dolayısı y l e idrarda ü ı eni n ve başka azot l u maddelerin norma ldekinden fazla bulunuşu. Vücut örgülerini hızla v e i leri derecede yı pratan patoloj i k şartlar yüzünden, mesela zayıflaucı ağ ı r şeker hasıalığında, vücudu hızla eriten ve kaşeksiye ( a ş ı ı ı zayıflığa) sürükli yen hasta­ lıklar sonucunda A. güzükür ve idrarla çok mi ktaıda üre çıkar. AZOTÜRLER, llidıoazotik asidin tuzları. Bu asit bir monoasit olduğundan azotürlerin genel formü l ü Me1 N3 dür. Sodyum azotür N a N3, d i a zotmonok s i t i l e sodyum amidden 1 90 ° de meydana gelir : N 2 O + NA N H 2

->

Na N3 + H02

Sud .ı güç eri yen gümüş ;ızotür Ag N3, c ıva ( I ) azot ür Hg N3 ve kurşun azatür Pb ( N3 ) ı gibi ağır metal azotür­ leri şiddetle patlarla r. Kurşun azatür i n isyal patlayıcı olarak kapsül lerde kullan ı l ı r. Sodyum azoı ü r pat layıcı deği ldir ; ısı­ n hnca sodyum ile azota ayrışıı.

AZRAİL, ölüm meleğinin adı. Çeş i t l i din lerde i nsan­ ları öldürme i ş i n i üzerine alan, ö l ü m zaman ı n ı tayin eden , ölüler diyarına h ük m e d en v. b. Tanrılar vardır ; eski Yu­ nan m itoloj isindeki Atropos, Thanatos, Persephone ( bu maddelere bk. ) bu çeşi tten Tan rılard ı r. Tek Tanrılı din­ lerde bu çeş i t Tan r ı l arın yeri n i , Allah'ın yardımcısı olan

hadislerde

Kuran 'da ölüm i ş lerine bakan meleği n adı «Melek- ü l­ mev t » ( ö l ü m meleğ i ) d iye geçer. Sahih hadislerde de ö l ü m meleği hep > demek lazımmış. Ö l üm saat i gelmiş i n s a n ı n . A. in ı ş ı n ı görmesini im­ kansı z bırakan tedbirleri de vard ı r : A l l ahın i smini anmak suretiyle ölüm meleğinin boğazdan girm� sini, sadaka vere­ rek elini tutmasını ön lemek gibi . . . Buna karşı A. de, em­ rin Allahtan geldiğini b i l d i ren bazı n i şaneler göstermek suretiyle insanın d i renmesini kırar, ve kolayca canını alır­ m ı ş - İbrahim ve Musa Peygamberlerin A. e di rendik lerin i , b i r müddet ölümü geciktird i k l erin i , fakat, Allahın kesin emri n i öğrendikten sonra ö l ü me razı olduklarını an latan söy l emi ler vardır. Türk destan i söylenti lerinde A . le savaş eden kahra­ man . Del i Dumrul ( b. bk. ) d ur. Onun macerasında İ bra­ him ve Musa kıssalarının A. e direnme motifleriyle, Yunan mitoloj isindeki Admetos ( b. bk. ) un ( bk . ALKESTİS ) kendi yerine ölecek bi r k i mse bulmak şartİyle ö l ü mden k u rtulma­ sı motifi birleştirmiştir. Dede Korkut k itabı ( b . bk. ) nın en güzel epi zotlarından bi rin i , Deli Dumr u l'un bu macera­ sı teş k i l eder. Bu hikaye, Deli D u m ru l ' un adiyle, Antalya bölgesi Alevi · Abd a l ' l arı arasında zamanımııda da yaşadı­ ğı gibi, bazı halk masallarında da Dumru l adı anıl madan bir epizot halinde yer a l m ı ş t ı r . Doğu Anadolu bölgesinde

AZRAİL - AZTEKLER anlatılan, «Erzurumlu Hoca Fenayi'nin oğlu Mahzuni» ( bk. MAHZUNİ) adlı türkülü bi r hikiyede de, can yerine can bulmak suretiyle ölümden kurtulma motifine raslıyoruz. A. i n , doğrudan doğruya hikayen in kahramanları ara­ sında yer a ldığı Türk halk masa lları da vardır. Deli Dumrul hikayesi nde A. a l kanad l ı . gözleri çök­ m ü ş . kuvvetli v e korkunç b i r i h ı i y a r gibi tasvir edi l i r. Türk tolklorunda ölümle i lgili bazı inanışlar onu «kara bir adam» gibi gösterirler. Avrupa Oıta�ağının, elinde orak bulunan ölüm timsa l i , İslam ve Türk inanışlarındaki A. tasavvurunda da görülmektedir. Taberi tarihinin Türkçe tercümesinde - ki tabın Peygamberler kı ssası bölümünde - a­ sıl Arapça metinde bu lunınıyan hikayelerden birinde, bir şehzade Nil'in kaynağını aramağa giderken, orakla ekin biçen . birine raslar, kim olduğunu soruşturur, ve A. oldu­ ğun u öğrenir ; Yunus Emre'nin, gen ç yaşta ölenleri gök i ken biçi len ekiniere benzetmesinde bu söylenıilere bi r tel­ mih bulunsa gerektir.

447

tarihlerde A. Anahuac da denilen Meksiko vadisinde ve bu vadinin 100 km güneybatısına kadar uzanan bölgede yerleşmişler ve bu yerlerden aulamamışlardır. A. o zaman­ larda küçük ve zarif bir köy toplu luğu halinde idiler. Ken-

AZROB ( Ezruh Ozroh ) , Doğu Ürdün'de Maan i le Vadi Musa ( Petra ) arasında bir yer. Roma zamaoında bir Aıtd: tapınaklarıodan birinin bir kötes i ordugahtı ; son raları Suriye-Hicaz arasında kervanların bi r dilerine topraktan ve taştan evler, ünlü savaş tanrı ları , Huit­ uğrak ve durağı olmuş ve daha Muhammed zamanında ba ­ zilipochti'ye de tapınaklar yapmışlardır. Tarıma elveriş l i rış yolu ile İslamların eline geçmiştir (630-3 1 ) . A. hu­ tarlaları azdı, balıkçılık, zanaat ve ticareıle geçindikleri susiyle Ali ile Muaviye arasında geçen Sıffin savaşından sanılmaktadır. sonra, aradaki an laşmazlığı gidermek üzere her iki taraf 1 3 2 5 te Toxoca gölünde adacıklar üzerinde Tenoch­ hakemlerininin ( Am r i bn-üi-As ve Ebu Musa el-Eş'ari ) gö­ titlan şehrini kurmuşlardır. Bu şehir bugünkü Mexiko'dur. rüşmelerini yapmak için buluştukları yer olması bakımın­ Gölün üzerindeki adacıkların aralarını taşla doldurmak su­ dan ün kazanmıştır. Haçlı seferlerinden bu yana önemin i retiyle yollar yapmışlar ; toprakları dar olduğundan Chi­ kaybederek unutulmuştur. n ampa denilen dolma bahçeler meydana getirmişler ve bu AZTEKLER, Amerika yerli uluslannın en önemlisi bahçelerde sebze ve çiçek yeıişıirmişlerdir. A. zaman zaman ve en ünlüsü. A. Jere Meksika'da yerleşip kuvvetli bir Cuhuacan , Tepanec, Coyoacan ve Atzcapotzalco gibi komşu devlet kurdukları için Meksika adı da verilmiştir. Büyük şehirlerin egemenliği altına girmişler ve bu n I ara vergi ver­ Uto-Aztek ailesini n Nahua dilini konuşan bölümündendi rler. mişlerdir. Bu şehir ler bugün Meksika'nın varoşları halin­ Gelenekleri A. in Azılan ülkesindeki bir adada bulunan de yaşamaktadırlar. Kısa bir zaman sonra A. Culhuacan'ın bir mağaradan çıktıklarını bildiernekte i se de bu yeri bul­ yardımı ile Acamapichtli'yi kıral i lin edecek derecede kuv­ mak için Kuzey Amerika'da ve daha ötelerde yapılan vetlenmişlerdir. Daha sonra 1 4 2 7 de A. h ükümdarları Az· araştırmalar olumlu bir sonuç veı memiştir. Geleneğin bu coatl zamanında Tepanec ve Atzcapotzalcan şehirlerinin bölümünün efsanevi olduğu, Azılan sözünün A. in yerin­ egemenliğini devamlı olarak kırmışlardır. Bundan sonra ge­ den başka bir anlamı olmadığı anlaşılmıştı r. A. in cetleri­ leneğe uygun olarak yapılan şehirler andaşması uzun za­ nin Amerika'nın keşfinden ( 1 492 ) birkaç yüzyıl önce gö­ man yürümüş, fakat bu birliğin en kuvvetli topluluğu çebe avcılar halinde yaşadıkları yolundaki söylenti de son olan A. diğer bağlaşıklarını geçmiş ve onları etkisi altına arkeoloj i keşi flerine uymamaktadır. Bu keşifler A. in eec­ almıştır. B u birl i k 90 yıl sürmüştür. İspanyol'lar Meksika'ya lerinin avcı lıktan çok, mısır tarımı i le yaşadıklarını gös­ geldikleri zaman bu birlik vardı ve durum böyle idi. A. fetihleri başlangıçta yavaş yürümüş ve yalnız Mek­ termektedi r. siko vidisi içinde kalmıştır. Xchililco, Chalco gibi şehirler inatla ve uzun zaman bu isti liya karşı koymuşlardır. A. ler i stekleri ile kendi lerine vergi veren topluluklara bağlaşık gözü ile bakmışlardır. Karşı duranlar veya ayaklanıp da yenilen topluluklardan alınan tutsaklar A. tanrıianna kur­ ban edilmişlerdir. Meksiko vidisi dışında fetihler A. hü­ kümdarı Mantezuma I. zamanındadır ( 1 440 - 1469 ) . A. hükümdarlarının en ünlüsü olan Mantezuma 1. zamanında kısa süren çarpışmalar sonucunda birçok yeni vasallar el­ de edilmiştir. 1 H 9 de Corıez, Vera Cruz'a yakın bir nok­ tada karaya çıktığı zaman Mantezuma II. idaresi altında bulunan A. fetihleri son sınırına varmış bulunuyordu. Yu­ Azıek y azmalarındaki resimı erdeo catan ve Guatemala bölgelerinde de A. kırallığı biliniyor A. Meksiko vadisindeki ve dolaylarındaki Toltek ve bundan korkuluyordu. Otomi, Totonac, Zapotec ve Mix­ ( b. bk. ) egemenliği sönmeğe yüz tuttuğu sırada tarih alanına tec'ler, çeşitli Nahua dili konuşan cemaatler, orta dağlık çıkmışlardır ( 1 100) . Bu sırada Nahua dilini konuşan di­ bölgede, Atiantik ve Pasifik, kıyıları boyunca yaşayan top­ ğer boylar da bu yerlere yerleşmek amacında idiler. Bu luluklar bu kırallığın egemenliğini tanımışlaıdı. Yalnız

448

Al TEKLER - AZTEK

Michoacan'daki Tarasca'lar A. in yayılmasını durdurmuş­ lar ve soouna kadar serbest kalmışlardır. A. İmparatorlu­ ğu antlaşmalarla müttefik olmuş şehirlerden , vergi veren şeh i rlerden ve A. politi kasına uyup ta görünüşte vergi ver-

A z te k l er ' i n t a ş a o y u l m u ş t a k v i m i

meyen şehirlerden , bağımsız ve düşman milleılerin (Tlax­ colteca'lar, Tlaxcala' daki Huexatzinca'lar) toprak larından kurulmuştu, Ün lü A. h ükümdarları Otzcoaltl, Montezuma 1., Axa­ yacatl, Tizoc, Auitzotl, Montezuma I I . ) devletin sınırla­ rını Ona Amerika'ya kadar genişletip büyük bir i mpara· ıorluk kurmuşlarsa da bu imparatorluk i ç yapısı ve iç bir­ liği bakımından hiçbir zaman kuvvetli olmamıştır. Fethe­ dilen yerler kırallığa birer eyaler hali nde bağlanınayıp bi­ rer garni zon halinde idare edilir ve binakım vergilerle merkeze bağlanırdı. A. kıralının yanında aynı haklara sa­ hip Teztcoco ve Tlacopan ( bugünkü Tacupa) kıralları da bulunuyor ve kırallık alanı i çinde bağımsız devletler de ( Tlakcalla) yer a lıyordu. 1 � 19 dan sonra � iddetli Cortez i stilası bu durumu bozmuştur. A . istilaya şiddetle karşı koydukları halde şaşılacak derecede çabuk yıkılmışlardır. İspanyol'ların ateşli si lahiara sahip olması, A. in düşman­ larından yardım görmeleri ve A. in görmediği, bilmediği atı bir savaş aracı olarak kullanmaları, imparatorluğun iç yapısının zayıf olması bunun önemli sebepleri d i r. A. kı­ rallığının ihtişamı isti lacı ların gözlerini o kadar kamaşur­ mışur ki, A . i n kültürel önemleri belki bu yüzden olduğun­ dan fazla görülmüştür. A. i n sosyal , ekonomik ve siyasal kuruluşları Biı leşik Amerika'nın öndersiz ve klan şeklinde teşkilatianmış ka':lilelerinin kuruluşuna benzerlik göstermek· tedir. A. in sosyal hayatı i lkel şan lardan başlayarak za­ man la gelişmişıir. Tenochti t1an'ın 1 3 2 � te temeli atıldığı zaman 1 000· 2000 olan nüfusunun 1 5 1 9 da yaklaşık olarak 1 00 000 olması ve İspanyol'ların buraya geldik leri zaman 60 000 ev ile muntazam binalar, sokak lar bulmaları bu iki tarih arasında sosva l ve ekonomik b i r gelişme olduğunu göstermektedir. Bu bayındırlık eserlerine bakarak A. in mimarları, heykelıraş ları, doktorları, şairleri , artistieri ve sanatçıları olan, uygarlığı yüksek bir toplum olduğuna hükmetmek la zım gelmekted i r. Buralarda yetişen agav ağacının yap-

DİLİ

caklarına ressamları ve desinatörleri önemli olayları hiye­ roglife benziyen resimli bir yazı ile yazmışlardır. A. den kalan bu yazmalar için bk. AZTEK DİLİ. A. uygarlığın başlıbaşına bir uygarlık olmadığını, daha evvel buralarda

egemen liğin i y ü r üten To! tek uygarlığ ı n ı n etkisi alıında kal­

dığını, onun bir devamı , mirasçısı ve yayıcısı olduğunu sa­ vunanlar da vardı r. A. imparatoru mutlak surette hakimdir. Ordusu, asilleri. meclisleri, kuryeleri, elçileri vardı r. A. de adaleti sağlıyan mahkemeler bulunurdu. A. de din a­ damları yüksek ve çok kuvvetli bir sınıf kurmuşlardır. Yı­ lın her günü bir tanrıya ayrılmıştır. Yıl 20 şer günlük 1 8 aya bölünmüş, artan 5 gün lüzumsuz sayılmıştır. Bayram­ larda tannlara tutsaklar kurban ederlerdi. Cesur, çevik ve savaşçı bir boy olarak tanınan A. anıtlarından ve hey­ kellecinden anlaşıldığına göre, ona boylu, düzgün yapılı ve dolikosefal'di rler. Alınları düz, yüzleri ovaldir. Dudak­ ları kalın ve mavimerak renktedi r . Burunları düzdür. Ba­ zılarında kanal gagası nı andırır şekilde hafifce eğridir. Gözleri çukur v e kahverengidir, beyaz kısmı sarımtraktır. Dişleri çok beyazdır. Göğüsleri dışarı çıkıktır. Kalçaları geniş, hacakları kalın, kuvvetli ve çoğu zaman eğridir. De­ rileri kırmızımtraktı r. Ellerinin içi ve tabanları daha açık renktedir. E l leri küçük ve düzgündür. Saçları siyah, kaba, gür ve düzgündü r. Sakalları azdır, birçokları kösedir. Ka­ dınları daha k üçük yapıl ı ve zariftir. Zamanımızdaki A. , Meksika'da dağınık bir şekilde küçük köylerde yaşamak tadırlar ve eski uygarlıklarını kay­ betmişler, unutmuşlardır. A. bugün acınacak derecede dü­ şük bir fellah hayatı yaşamaktadırlar. Sayıları yaklaşık ola­ rak 2 000 000 dur. AZTEK DİLİ, Amerika yerli dillerinin Kuzey Ame­ rika bölümüne giren Uıo - Aztek ai lesinin Nahuatl (öbür­ leri : Shoshon, ve Pima - Sooora) grupundan bir dil. Grup içerisindeki akrabaları, en yakını Pipil ve buna bağlı ölü Alaguilak olmak üzere, Nikarao (ölü ) , Tlaskaltek, Sigua (ölü ) , ve Kazkan (ölü) dilleridir. Mexicano ve dar anlam­ da Nahuaıl, yani asıl Nahuatl da denilen bu dil, Meksika'­ nın şu bölümlerinde 6 5 0 000 kişi taı afından konuşulmak­ tadır : Tabasco, Ve ra Cr uz, Chiapas, Puebla, Talaxcala, Guerrero, Mexico, Hidalgo, Morelos, Michoacan, Colima, San Luis, Sinloa. Durango, Zacatecas, Tepic, Jalisco, dağı­ n ı k olarak da Oaxaca ( Pochuıla, Tuxtepec, Teotitlan, Si la­ cayoapan çevrelerinde) . Bazı di lciler ( W. Schmidt, E. Kie­ ckers, v . b. ) buradaki di lleri , kabile adlarının - tl veya s dece - t sesiyle bittiğine göre «Tl- dilleri» ve « T - dil· leri» şeklinde i kiye bölmüş, birincisine Nahuatl, ikincisine de Nahuat (her i k isine birden : Nahua) grupu demişlerdir. Bu sınıf lamaya göre, yukarıda «asıl Nahuatl» veya Mexi­ cano veya sadece Aztek dediğimiz dile Toltek demek gere­ kir, ve Pipil (Guatemala i le Salvador'da ) , Nikarao ( Nika­ ragua'da) dilleriyle beraber Nahuat bölümünde yer alır. Aynı sınıflamaya göre, Tlaskaltek (Salvador'da) , Sigua ( Kostarika'da ) , ve Kazkan (güneybatı Meksika'da) dilleri de Nahuatl bölümünü meydana getirir. Bu sınıflama, T­ dillerini konuşanları eski Toltek'lerin torunları olarak ka­ bul ettiği gibi, Aztek'leri de Tl - dillerini konuşanların en önemli temsi lcileri olarak tanımaktadır. Böyle olmakla beraber, genel olarak Nahuatl denildiği zaman bütün bu dil­ lerin topu anlaşılır. Bk. NAHUA, UTO - AZ TEK. Aztek dilinin Uto Aztek ailesi içinde Tano ve Kiowa aileleri ile olan i lgisi i � i n bk. A ZTE K - TANO Dİ LLERİ. ·

·

AZTEK DİLİ - A ZTEK-TANO DILLERI Aztek dilin i n başlıca özel lik leri şunlardır : Fonem sis­ teminde, kısa ve uzun olmak üzere a, e, i , o, u vokal leri , P t. k, ç, s, ş, m, n, I, y, w, palaral 1 ( 1' ) , affrike ts, ve late­ ral tl konsonlan yer almıştır. Hususiyle, Proto-- tıatti ve Kafkas dil lerinde de görülen yandan sızıcı ( laıera l ) t l sesi­ nin bulunması, nazal vokal lerin, r, f 'nin ve ötümlü ( sono­ re ) b, d, g, c, z, j konsonlarının yok luğu, 1 ile kelime başla­ maması ve genel olarak fonem sisteminin basit olması dik­ kati çeker. Kelime yapı sında genel olarak son ek ( suffi x e ) kullanılı r, meseli 1 61/ = t a ş ( «yumu rta» da «taş» keli mesiyle anatlatılır) , letla = taşlık yer, tetoyo = ı aş lı, tetik = sen ( = «taş gibi» ) , tetiliçtli = setlik, ni - tla - teli/ya = setleşıi­ ririm. Kökler çok kere biribi ririyle veya eklerle kaynaşmış olduğu için bunları ayırmak güçtür. Bi leşi k k elimelerde ve kelime takımlarında tamlıyan unsuı tamlanandan evvel ge­ lir içkayot/ = kuzu derisi ( iç kat/ = kuzu + ewa-yo t / = deri, kabuk) , gi b i . ; simlerde gramatİkal cins farkı yerine can l ı - cansız, can l ı sayılanl a rda da düşün ür - düşünmez sını f fark ı vardır. Can sızlar için tekil · çoğul farkı pek gözetilmez. İ simlerde -1/, bireyleştirici ekti r ; can lı sınıfın