İnönü Ansiklopedisi / Türk Ansiklopedisi (cilt 13)

Citation preview

••

TURK







ANSIKLOPEDISI CİLT XIII

ANKı\.RA 1966

-

MILLI EGITIM BASlMEVI

TORK

ANSIKLOPEDISl YöNETIM

Yayımlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Genel Müdürü

Baş

..

MERKEZ

KURULU

KURULU .

. . . . . . . .. . . . . . . . . . ............ . . . .........

Redaktör

A. DILAÇAR

Baş Re daktör Y ardım cı sı

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . .. . ........... . . . ......................................•

Yayımlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Gnl. Md .lüğü Türk Ansiklopedisi Şubesi Müdürü

Redaktörler

Sanat

Prof. D r. Hasan EREN

: Perihan ÇELEBI

Dr. Nuri Refet KORUR. Ergin KORUR, Afif OBAY, D r. Vedat ÖRS

ltieri

Refik EPIKMAN Necla AKTAN, Osman DOKUZOCLU, Şükrü DÜZ, M e h met FIKIR

Teknik ltler

Istanbul Milli E ğ it im Basımevi

Harita ltieri Fotoğraf

: Kemal OR

İtleri

Öğretici Filmler Merkezi

(r\gah Sırrı LEVEND bu

c i ld

in

102. fasikülüne

kadar Genel Yazm anlık ,

Namık

KATOGLU yine bu cildin 99. fasikülüne kadar Yayım Müdürlüğü, Mehmet DELi­

GÖNÜL, Hikmet DİZDAROGLU, Sati ERİŞEN, Cahit ÖZTELLİ bu cildin sonuna

kLıdar dil ve deyiş redaktörlüğü yapmışlardır.)

ON ÜÇÜNCÜ CILDIN YAZILARINI HAZlRLAYANLAR Dr. Mehmet Ali AGAKA Y, Abdullah A KER, Ömer Asım AKSOY, Prof. İhsan Hilmi ALANTAR, Ek­ rem ALTAY Prof Dr. Şinasi ALTUNDAG, Haluk ANAT, S ev il' ARMAY, İbrahim ARTUK, Ord. Prof. Dr. Kem al ATAY, Yük. Müh. Asri AY, Lütfi AY, Fehmi BALDAŞ, İsmail Hakkı BALTACIOGLU, Doç. Dr. İrfan BAŞAR, Yük. Müh. Ali Kıraç BEKİŞOGLU, Prof. Dr. Avni Refik BEKMAN, .

P rof

Orhan .

Dr.

Naci B ENGİS1}",

_Ali

Himmet BE.ı:t Ki,

Ç AP LI . Agop DILAÇAR, Refik EPIK­

MAN, Vet. Gnl. Nedim ERAY, Prof. Dr. Hasan EREN, Prof. Dr. Ali Nazima ERGUN, Emek. Gnl. Celfı.l ERİKAN, Tevfik ERSAN, Kemal ERTUNÇ, Dr. İ sm et ERYETİŞİR, Refik FERSAN, Beşir GÖGÜŞ , Kemal GÖKÇE, Doç. Abdülbaki GÖL­ PINARLI, Ziya İSHAN, P rof Dr. Reşat İZBIRAK, Ord. Prof. Dr. Enver Ziya KARAL, Prof. Dr. .

Kamil KARAMANOGLU,

Rıza KARDAŞ,

Prof.

Dr. Sevinç KAROL, Dr. C e n giz KEVENK, Fah­

rettin KIRZIOGLU,

Prof. Dr. Abdullah KIZIL­ IRMAK, Dr. Nuri Refet KORUR, Ergin KORUR, Rasim KÖKSAL, Cemal KÖPRÜLÜ, Abdurrah­ man KURUN. Dr. İbrahim KUTLUK, Agah Sırrı LEVEND, Ziya MÜEZZİNOGLU, Fazıl NAL­ BANDOGLU, Afif OBAY, İbrahim OLGUN, Dr. Turgut OMAY, Oğuz ONARAN, Prof. Dr. Nail

Gültekin ORANSAY, Prof. Dr. Dr. Vedat ÖRS, Doç Dr. Ahmet Yüksel Ö Z E M RE, Ali Rıza ÖZGÜÇ, Prof. Dr. Ni­ met ÖZGÜÇ, Carit ÖZTELLİ. İs met PARMAK­ SI ZOGLU, Dr. Vedat PURSİNLERLİ, Yük Müh. Orh:ın SAGNAK, Ahmet 8EVİNÇ, Prof. Dr. Ni­ yazi SEZEN, Cemi! Ziya ŞANBEY, Nazım ŞA­ l'HVAR, N üzhet ŞENBA Y, A miral Afif TUGRUL, Turan T Ü RK D OG A N. Yük. Müh. Cemal ÜNER,

ORAMAN,

Dr.

Cahit ÖNC Ü .

.

Kemal YILMAZ, İrfan ZORLU.

D eşyasından başka, si lah ve heykel de yapılmıştır. Ancak, bu· güne kadar yapı lan kazılarda, bu devrin şehirlerinde demir eşyaya rastlanmamıştır. Bi lgimiz yazı lı kaynaklara dayan­ maktadır. D. Ç., Yakın Doğu ülkeleri nde, Ege göçlerinden, ya­ ni M. Ö. 1 200 yıllarında Anadoluya denizden gelerek gi­ ren ve Hitit egemenliğine son veren göçlerden sonra başla­ maktadır. Demi r, Ön Asya ülkelerinde M. Ö. 1 1 00 yılların­ dan sonra yayılmakta, her türlü alet ve si lah bu madenden yapılmaktadır. Bundan sonra demir eritilmiş, kalıba dökül-

DEMİR ÇACI, maden iere göre adlandırılan çağların sonuncusu. D. Ç. Anadolu. Mezoporamya ve Mısırda çok eski çağlardan beri bilinmektedir. Demir, başlangıçta altın kadar değerli bir roadendi ; yalnız süs eşyasında ve kıral la­ ra ait hançerlerin keskin kı sımlarının yapımında k ullanı­ lırdı. Mısırda., sülale devrinden önceki mezarlarda (M. Ö. 3000 y ı lları ) , Anadoluda Alacahilyük kıral mezarlarında ( M. Ö. 2 5 00 - 200 ) , Mezopotamyada Tel- Asmar'da ( M. Ö. 2700 yılları ) , Ur kıral mezarlarında ve Ninive'de bulunmuş­ tur. M. Ö. III. bin yılında çok değerli bir maden olan ve

D E M İ R hiçbir yerde yayı l­ mayan demir, M. Ö. Il. bin yı lında aynı özelliği koru­ makıadır. Anadolu­ da Asur ticaret ko­ lonileri çağı (M. Ö. 1 950 - 1 8 5 0 ) nın ya­ zı lı belgelerinde ge­ çen amutum kelime­ si, altın ve gümüş­ ten de değerli bir madeni bildirmekte olup bilginierin ki­ misine göre, demire karşı lıkur. Bu çağ­ larda demirden yal­ nız süs eşyası yapıl­ maktadır. D e m i r, Hitit çağı (M. Ö. II. bin ) nda da bi­ linmektedir. Bu çağ­ da,

demirden

s

üs

Ç A G

I:

ı

Bir Urarıu tapınağı (A ltınıepe, Erzincan)

R ÇAGI: Urartulara ait tunçtan bir kazan ( Altıntepe, Erzincan)

müş, dövülerek iş­ lenmiş, çok yayıl­ mıştır. Buna paralel olarak, demiri işleme tekniğinde bü­ yük i lerlemeler ol­ muştur. Bunun için­ dir ki, gerçek D. Ç. da bu tarihren sonra başlau lmakra­ dır. Geç Hititler, Urartular, Phrygler ve Kuzey Mezopo­ tamya'dan başlaya­ rak Suriye ve Ana­ dolunun büyük bir parçasını ele geçi ren Asurlular demir iş­ çi liğinde usta idi­ ler. Bu uluslar, bü yük d e m i r atelye­ leri k u r

m

u � 1 a r,

tunçtan

2

DEMİR ÇAGI

-

Kılıçlar, kamalar, bıçaklar, ve D E M İ R demir kap (Hallsıaıı, Avusturya) geniş bir alana yı:yılan demi r eşya ticareti yapmışlardır. Demir, Orta ve Kuzey İtalyada, Alplerde, Tuna böl­ gesinde, M. Ö. Il. yüzyı ldan başlayarak görülmekle birlikte, ancak M. Ö. VIII. yüzyıldan sonra çok yayılmıştır. Demir, M. Ö. XV. yüzyılda, Yunanistanda altın kadar değerli idi ; bu alanda I. binin başlarında yayılınağa başladığı görülmek­ tedir . Demirin yayılmasiyle Tunç Çağı (b. bk.) kapanmış, yeri­ ne insanlık tarihinin akışına büyük etki lerde bulunan yeni bir çağ geçmiş ve bu çağ günümüze kadar devam etmiştir.

DEMİR KAZIK

lik lerden bi rinde Ada Kale (b. bk.) adacığı vardır. D. K. nın en göz alıcı parçası Hasan Geçidi olup Orşova kasabasının üstün­ dedir. Burada yüksek kaya yarmaları arasına sıkışmış olan ırmak, ancak 1 7 0 m genişlikte, 7 0 m derinl i kte ve deniz yüzeyinin altındadır. Irmağın sol kıyısından son zamanlarda kayalar uç urularak açılmış olan Steşeni yolu geçer; sağ kıyı­ da ise Romalılardan kalma ve yedekçi ler için yapılmış kıyı yolunun kalımıları ve yol üzerinde Traianus Levhası (Ta­ bula Traiana, M. S. 1 0 3 ) hala durmaktadır. Asıl D. K. de­ ni len dar geçit, ırınağa doğru çıkımı yapan bir resif yüzün­ den gemilere engel olmaktadır. Bugün gemiler, 1 8 9 1 - 1 896 da açılmış olan kanaldan geçerler. Bu nehir yatağı, boylu boyunca Rumanya ile Yugoslavya sınırını çizer. DEMİR KAZIK ( Fr. Etoile polaire ) , Kutup yıl­ dızının başka bir adı. D. K. ya da Kutup yıldızı, yerin dön­ me ekseninin göğü deldiği kuzey k utup noktasına çok yakın bir noktada bulunur. Onun için bu yıldız, göğün günlük dönme hareketinde fark edi lmeyecek kadar küçük bir daire çizer. Dairenin yarıçapı ı 0 den küçüktür. Bu kü­ çük hareket kolay fark edi lmez ; onun için bu yıldıza D. K. den ilmiştir. Avrupa ve Asya ülkelerinde zenite nazaran kuzey yanda bulunan D. K. , eskiden beri yön tayininde kullanı lmaktadır. Kuzey doğrultusunun bu yıldıza göre ta­ nım lanması da bazen yön tayini için kolaylık sağlamaktadır ( bk. DOGU) . D . K . yı ldızının gökyüzünde bulunması çok kolaydır. O, küçük Ayı takımının en parlak yıldızıdır. Büyük Ayı takımının fJ ve a yıldızlarını uzatıp, �n aralığının beş ka­ tı kadar, i lerlersek kutup yıldızına varmış oluruz. D. K. , beyaz, F 8 sınıfından, 2 m 12 kadir parlaklı­ ğı·ıda bir dev yıldızdır ; ışınım gücü güneşinkinin � 000 ka­ tı, çapı ise 1 00 güneş çapına eşittir. Uzaklığı 400 ışık yılı kadardır. Kutup yıldızı, gerçekte bi r çift y ı ldızdır ; biz onun çok az olan parlaklık değişimlerini gözleyebiliyoruz.

DEMİR HAÇ (Alm. Eisernes Kreuz ) , 1 0 mart 1 8 1 3 te, Breslau'da, Prusya kıralı lll. Friedrich Wilhelm tarafından harb içinde her rüıbede harb görevli lerine verilmek üzere çıkarılan Alman nişanı. Nişan, kıralın çizdiği resim gere­ ğince Schinkel tarafından yapı lmıştır. Yüzünde ( önceleri ıersinde ) , üst yanında kırallık tacı, onun alıında üç tane meşe yaprağı üstünde kıralın adının ilk harfleri olan FW ( daha sonra yalnız W ) , bunun alıında da harbin çıktığı yıl yazılıdır. Eskiden boş olan öteki yüzde i se, 1 870 ten bu yana, nişanın 1 8 1 3 teki şekli çizilidir. D. H. , 1 870, 1 9 1 4 ve 1 9 3 9 da harb nişanı olarak yenilenmişıir. Bu nişanın bundan önceki Pour le meriıe ( b. bk. ) yerine konulanı boyu� na takılan şövalye (Ritterkreuz) nişanıdır. 1 939 D. H. ında kıral adının i lk harfleriyle taç ve meşe yaprakları kalkmış, sadece yüzünde, ortada, gamalı haç (b. bk. ) , ha çın alı kolunda yılı gösteren 1 939, öteki yüzünde i se 1 8 1 3 rakamları vardır. DEMİR KAPI (Sırp. - Hırv. Demir- Kapija, Rumen. Portile de Fier, Bulg. Jelezni vrata, Mac. Vaııkapu, Alm. Eiııerncıı Tor ) , Tuna'nın Güney Karpatlada Doğu Sırp dağ­

ları arasındaki doğu çıkışı. Daha geniş anlamiyle 1 3 0 km uzunlukta olan yarma vadinin bütününe bu ad verilir. Vadide 4 boğaz ve her boğaz arasında kısa genişlikler vardır. Bu geniş-

D E M İ R

K A Z I K

DEMİR KAZIK

-

DEMİRCİ EFE, Mehmet

Yeri nde dönme ekseni ay, güneş ve gezegen lerin çe­ kim etkisiyle bir koni yapacak şeki lde yavaş yavaş dönmek­ tedir. Bu olaya asıronomide devinme (precession ) denir. De­ vinmenin peryodu 26 000 yıld ı r. Buna göre, gök kurbunun yeri de zamanla değişecek ve başka yıldızlar yer ekseninin doğrulıusuna rasılayacakıır. Mesela bundan � 300 yıl sonra a Cep ( Cepheu s'un a s ı ) , ız 000 yıl sonra, a Lyr yani Ve­ ga ( Çalgının a sı ) D. K. olarak görü lecektir.

DEMİR KÖPRÜ : bk. KÖPRÜ. DEMİR MASKELI ADAM ( ölm. ı 7 0 3 ), kişiliği sırlada örtülü Fransız asıllı siyasi tutsak. XIV. Louis za­ manında i lkin Pignerol'de, sonra Sainıe - Margueriıe ada­ sında ve ı 698 den sonra da Basrille'de hapsedilmişıir. Yü­ zünde her zaman siyah kadifeden bir maske ıaşırdı. DEMİR MU DAFIZLAR ( Rumen. Garda de Fer ), Rumanyalı ların milli politik hareketleri. Cuza ve Corneliu Codreanu tarafından 1923 te kurulmuş olan Yahudi düşma­ nı « Başmelek Mikail Birliği » ( Arhanghelul Mihail ) nden ı 9 2 7 de meydana gelmiştir. 1 9 3 ı den sonra D. M. adını almıştır. 1 9 3 3 te bu örgüt yasak edi lmiştir. D . M. Ruman­ yanın üç devlet paktma gi rmesini desıeklemiş, 1 940 ta Ion Anıonescu başkan lığında iktidara gelmiştir. Horia Sima l iderleri olunca, birlik üyelerinden bi rçoğu yurt dışına kaç­ mıştır. DEMİR PERDE, Sovyetler Birliğini dünyanın öbür ülkelerinden ayıran sıkı sansür ve hareket sınırlamasından dolayı bu ü l ke için kullanı lan bir söz. B u sözün ilk önce 1 946 da Winsıon Churchi l l tarafından kullanı ldığı kabul edilirse de, bundan önce Goebbels tarafından kullanıldığı da söylenir. D. P. sonradan, komünist blokuna bağlı bütün ü lkeler için kullanı lan bir dey i m haline gelmiştir. Buna benzeıi lerek Komünist Çin için de Bambu Perde deyimi kullanı lmıştır. DEMİR TAÇ, İtalyanın Lombardia bölümünde­ ki Milano i linin Monza kasabası kilisesinde saklanan Longobard tacı. Bu tacı VI. yüzyılın sonundan beri

3

lira idi. Milli Bankalar arasında yer alan bu bankanın yir­ mi üç şubesi ( 1 96 3 yılı i çinde) vardır. Banka, şubeleri ba­ kımından daha çok İsıanbulda gelişmiştir. İstanbul dışın­ da Ankara, İzmir, Kırıkkale, Karabük ve Safranbolu'da şu­ beleri vardır.

DEMIRBAŞ, beli rtilmiş kullanma süresince korun­ ması gereken eşya, aygıt ya da avadanlık. Bk. RASYON. DEMİRCİ, Manisa iline bağlı bir i lce. İlce merkezi olan D. nin nüfusu 8 745 ( 1 960 ) , denizden yüksekliği 7 5 0800 m dir. Borlu ve Yarbasan adlı i ki bucağı ve bunlarla merkez i lcesine bağlı 90 k ö yü ile bi rlikte D. i lcesinin nü­ fusu 3 9 524 ( 1 960) tür. D. i lcesi, Manisa i l e Kütahya arasındadır. Topraklar dağlık ve tepel ikıir. Kuzeyde Demirci Dağı ( 1 5 7 2 m) yük­ selir. Bu dağın güney yamacından çıkan Bağ Deresi ve kol­ larının geçtiği vadi ler, bölgeye parçalı bir görünüş vermiş­ tir. B u dağlık yöreni n yıllık yağış tutarı 800 - ı 000 mm d i r. Orman ve fundalıklar, bu arada palamuı meşesi ormanları çok yer tutar. Ağaç çeşitleri arasında kara çam, kızıl çam ve palamut meşesi vardır. D. kasabası çevresi i le daha gü­ neydeki topraklarda tarla, bahçe ve otluk yerler geniş yer tutar. D. kasabası, Salihli - Simav şosesi üzerindedir. D. ye gelmek için 1 08 km güneyba ııda, otobüs ve kamyonlada gidiş geliş sağlanan Salihli i stasyonundan faydalanılır. Bur­ sa, İstanbul ve Ankaraya bu şose ile bağlantısı vardır. D. nin başlıca geçim kaynakları arasında meyvacı lık bulunmaktadır. Elma, armut, erik, palamut halkın gelirini artırmıştır. Halıcılık da önemli yer tutar. Kasahada ve köy­ lerde birçok halı tezga h ı vardır. Kasabanın kereste fabrikası, halıcılıkla ilgili bir boya evi, haftalık pazarı, çam fidanlığı, meyva fidanlığı vardır. ı 9 5 7 yılı ağustos ayı sonunda büyük bir yangın geçiren D. de 400 kadar ev ve dükkıin, bu ara­ da birçok halı tezgahı yanmıştır. D. nin suyu, çevredeki kaynaklardan getirilmiştir. Ka­ saba i çinde 70 ten çok çeşme ve 50 kadar yangın su depo­ su vardır. Şimdi su ihtiyacının ancak beşte birini karşt iaya­ bildiği için yeniden su sağlanması i ş lerine girişilmişıir. D. belediyesi 60 yıl kadar önce kurulmuştur. Kasaba elekırikle aydın latılmakıadır. DEMİRCİ ( eski adı : Sergirti), Urfa Üinin Viran­

şehi r ilçesine bağlı bir bucak. Aynı addaki bucak merkezi­ nin nüfusu 567 ( ı 960) dir. Bucağın 4 köyü vardır. Bun­ lardan Karınca ı 240 nüfusludur. D. , Urfa - Mardin şosesi boyundaki V iranşehir'in 20 km kuzeyinde, 7 5 0 m kadar yük­ seklikteki düzce bir yerdedi r. Ekincilik ve hayvancılık baş­ lıca geçim kaynağıdır.

DEM İ R

T A Ç

Longobard kırallan, sonra B üyük Karl ( Charlemagne ) , 1805 te I. Napoleon ve 1 8 3 8 de Avusturyalı I. Ferdinand, Longobard'ların kıralı olarak giymişlerdir. B u taç, içinde i nce bir demir çember bulunan, elmas kakmalı geniş bir altın çemberdi r. İ çıeki demir çemberin, İsa çarmıhındaki bir çividen yapılmış olduğu söylenir. DEMİRBANK, 1 9 5 3 yılında İ stanbulda Türk anonim ortaklığı halinde ve on milyon lira itibari sermaye ile ku­ rulmuştur. 1 963 yılında öde nmemiş sermaye tutan 2 774 900

DEMİRCI EFE, Mehme t ( ı 885 - ı 9 5 9 ) , İsıiklal Harbinde yaradığı görülen efelerden biri. Nazilli i lçesinin Piribeyli köyündendir. Efe olmadan demiceilik yapardı. Bunun için Demirci sanı ile ün yapmıştır. Birinci Dünya Harbi sırasında kendisine karşı yapılan onur kırıcı bir işten dolayı kaçmış, köyüne dönerek zeybek olmuş, dağa çıkmıştır. ı 5 mayıs ı 9 1 9 da Yunanlıların İzmire girmesi üzerine ulusal savaşa katıldı. Düşman N azilliye gelince D. E. nin zararsız d uruma getirilmes i için kendisine önemli armağan­ lar göndererek generallik vadinde bulundular. D. E. bunları geri çevirerek düş m anla savaşa girişti. Bu arada düşmanın elinde bulunan Nazillideki silah deposunu basarak hepsini kend i adamlarına dağıttı, zeybekler ordusunun Demirci Ala­ yını kurmaya başladı. 10 ıemmuzda Aydın'ın doğusundaki

4

DEMİRCİ EFE, Mehmet

-

DEMİRHİSAR

Umurlu'ya gelerek cephe komutanı Binbaşı İsmail Hakkı ağaç türü. Yurdunun Afrika. özellikle Habeşistan olduğu Beyin komutasına girdi. Burada asker toplayarak alayının gü­ sanıl makta ise de, bugün bütün dünyanın tropik bölgelerin­ cünü artırdı. Daha birçok efeler de onun emrine girdiler. Böy­ de yetişti ril mektedir. Ağacın çiçekli zamanında çok güzel bir görünüşü olduğundan, tropik bölgelerde daha çok bü­ lece D. E. kuvvetleri önemli bir birlik oldu. 16 temmuzda, düşman elinde bulunan Aydına bir saldırıda bulundu, üstün yük caddelerin kenarına süs ve gölge ağacı olarak dikilir. ateş karşısında ilerleyemedi . Bundan yararlanmak isteyen Kırmızı çizgili sarımsı çiçekleri uçta salkım durumundadır. Yunan kuvvetleri karşı saldırıya geçtilerse de, başarı sağla­ Meyvaları 20 cm uzunluğunda, kahve rengi , yassı sap­ yamadılar. Bundan sonra yapılan Fata, Adagide baskınların­ lı, çok tohumlu, olgunlaşınca açı lmayan legumendir. d a düşman perişan bir duruma sokuldu. D. nin meyvaları tıpta kullanılır. Meyvanın dış kabu­ Para toplamak üzere Denizliye gönderdiği Sökeli Ali ğu ( ekzokarp ) sert, onun alunda muza benzeyen mezokarp­ Efenin öldürülmesi ve adamlarının şehirden kovulması üzerine tan Pu/pa tamarindorum (D. pulpası ) elde olunur. Pulpayı D. E. , Deniziiyi basarak, kendisini karşı lamaya çıkan memur­ veren mezokarp yumuşak, yapışkan, kahve rengi, ekşimsİ bir ları hemen öldürttü, Ali Efenin ölümünden sorumlu gördüğü hamur halindedi r. Bileşiminde elma asidi, sitri k asit ve yüz kadar kimseyi de kurşuna dizdi, şehri yakacağını bildir­ asetik asit, şeker ve pektin vardır. Hafif laksatif olarak di. Bu kararından gü.,lükle vazgeçirildi. Bu olaydan sonra kullanı ldığı gibi, şekereilik ve tatlıcı lıkta da kullanı lır . ünü her yerde yayıldı. Emrinde bulunan on bin kişi ile Aydın cephesinde düşman saldırı­ larını durdurmacia başarı sağladı. 5 ekim 1 9 1 9 da Aydın cephesi Umum Kuvayi Milliye ko­ mutanı oldu. Karargahını Nazi lliye geti rdi. Yunanlıların 22 haziran 1 920 de Milen çizgisini geçerek Kuvayi Milliyeye saldırıya kalkmaları ve cephenin çökmesi üzerine D. E. de Göller Bölgesindeki dağlara çekildi. 1 0 kasım 1 920 de Afyondan Adanaya kadar uzanan Güney Cephesi komutan lığına Albay Refet ( Bele) Beyin atanmasından sonra ortaya çıkan Kuvayi Milliye - Kuvayi nizarniye çekişmesinde çeteci liği savunan Çerkez Ethem, Galip Hoca ile D. E. yi kendisiyle birleşmeye çağırdı. Öte yandan Albay Refet Bey de D. E. yi Konyaya DEMİRHİNDİ (Tamarindus indica L.) : A. Çiçek li bir dal, B. Meyva çağırarak Aydın Zeybek Alayının bir kol­ ordu olarak düzenleneceğini, kendisine kolordu komu­ Yurdumuzda özellikle şerher yapmak i çin kullanılır. tanlığı sanının verileceğini bildirdi. D. E. her iki çağrı­ Susuzluğu gideri r ve vücuda serinlik, ferahl ı k verir. ya da cevap vermedi. Çerkez Eıhem'in çağrısını ha­ DE:\IİRHİSAR (Türkçeden çevri lmiş o lan Yunanca ber alan Refet Bey, D. E. ye karşı bir baskın yaptı. Efe adı : Siderokastron ) , Yunanistanın, Makedonya bölgesinin kendisini saran kuvvetleri yararak dağa kaçtı ise de, adam­ Serez (Yun. Serrai ) ilinde, Seruma ırmağı üzerinde, Bulgar ları yakalanmış, kuvvetleri tesli m olmuşlardı. Bu olaydan sınırı yakı nlarında ve Serez şehrinin kuzey · kuzeybatı sında sonra efeye aracı bir subay gönderi lecek, ulusal görevini bir bucak merkezi. Nüfusu 9 689 dur. Makedonyan ın meyva­ yapmış olduğu, artık vinlenmeye çekilmesinin gerektiği bil­ cılık ve tütüncülük alanında sayılı merkezlerindeııdir. dirildi. Ankara hükümetinin i steğine boyun eğen D. E. Tarih : Osmanlı imparatorluğunun son yönetim örgü­ köyüne çekildi . Ölünceye kadar köyünde yaşadı. tünde Selani k i l i nin Serez mutassarrıflığına bağlı bir ikenin DEMİRCİHÜYÜK, Bilecik ile Eskişehir arasında, adı. imparatorluk zamanında batıdan Avrathisar, doğudan Çukurhisar'ın 5 km k uzeybatısında, şehir kalınularının yığıl­ Nevrekop, kuzeyden Menlik ( Bu lg. Melnik) ve Petriç ike­ masıyla meydana gelmiş bir hüyük. Çapı 80 m, ova seviye­ leri, güneyden de Serez merkez ilcesi ile çevri li idi. Balkan sinden yüksekliği 7 m dir. 1937 yı lında Alman Arkeoloj i Harbi ile imparatorluk sınırları dışında kaldığı sıralarda Enstitüsünce kazılmışur. D. Orta Anadolu ile Batı Anadolu D. da 8 000, 80 köyü ile i lcede ise 30 4 1 4 k işi yaşamakta ve Güneydoğu Avrupa uygarlıkları arasındaki geçiş bölge­ idi. Bu halkın 1 3 Sll i Türk, geri kalanı Bulgar, Rum ve si n i n önemli yerleşme yerlerinden biridir. Burada gün ışığına Çingene idi. İlcede 2 5 cami, 1 0 mescit, 34 kilise, 1 rüştiye çıkarılan arkeoloji eserleri, D. ün bir yandan Batı Anadolu, ( orta okul ) , 3 3 ilk okul, 2 hamam, 35 han, 2 3 5 değirmen yani eski Troia uygarlığiyle, öte yandan Orta Anadolu v e 4 köprü vardı. merkezleriyle ve özellikle Sakarya bölgesi şehirleriyle ilişki D. , 1 38 5 te Rumeli beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa halinde kaldığını ispat etmiştir. D. en parlak çağını M. Ö. tarafından alınmıştır. Bundan dolayı Türkler kasahaya Ti­ II. binin ikinci yarısında yaşamıştır. B u evre, zengin ve murtaş Paşa Hisarı adını vermışlerdir. Sonraki yıllarda bu berkitilmiş ll. Troia şehri ve Alacahüyük'teki kıral mezar­ ad, kısaltılarak D. şeklini almışm. B urası Gümülcine, Dra­ lariyle çağdaşrır. Bununla birlikte, D. te M. Ö. 3 000 - 2 500 ma, Serez ve Manastır bölgeleriylt: birlikte, I. Murad'ın Saru­ yılları arasında da yerleşme yeri o larak kullanıldığını i spat han bölgesinden aktardığı Saruhanlı göçer illerinin yerleşti­ eden eserler bulunmuştur. M. Ö. 2 000 yıJiarında bir yangın rilme alanı olmuştur. Kısa bir sürt: uc olarak Çirmen (b. bk.) sonunda bırakılmış ve bir daha yerleşme yer i olarak sancağına bağlanmış, Yıldırım Bayezici'in SeUniği bir s ancak seçilmemiştir. haline getirmesi üzerine bu sancağa bağlanmıştır. D. kalesi, DEMİRBİNDİ (Tamarindus indica L . ) , Caesa/pini­ beşgen biçiminde, yüksekçe bir tepeye dayalı olarak kurul­ tZceae familyasından yirmi beş m kadar boy atabilen bir muş ve taştan örülmü�tü. Fakat fethinden sonra, bulunduğu

DEMİRHİSAR - DEMİRKöY bölge iç il halini aldığından, kale önemini kaybetmişti. Bu sebeple, voyvodalık örgütündeki kale dizdan ile kale gözcüsü ( merdüm - hisar ) görevleri kaldırılmıştı. Buna karşılık, eyaler örgütünden sipah kethüda yeri, yeniçeri serdan gibi askeri hizmetii leri bu örgüt çökünceye kadar kalmıştı. D. 150 akçalık değerli ilce (hilkimlik) lerden biri idi.

5

fetbini i zleyen yıllarda kurulmuştur. 1922 de Daye Hatun mahallesi, D. adı i le Hoca Paşa maliye şubesine bağlı ma­ halleler arasına alınmış. 1 9 3 5 te i se mahalle örgütü kaldırı­ larak Hoca Paşa mahallesine katılmıştır. Sarayın kapılarından biri olan D. ya gelince : burası sarayın k uruluş u n d a n beri 300 kişilik padişah mehterhane­ sinin yeri idi. Bu mehter, her gece yatsıdan sonra ve her sabah tan yeri ağarmadan D. burcu üzerinde üç nevbeı vur­ mak la görevli idi. Kapıdan i çeri girilince padişahın yakın adamlarından Büyük m ir - i ah ur ( bk. MİR - İ AHUR ) un dairesi bulunur, az i leride de isıabi - i amire denilen has ahırlar yer alırdı. Kapın ın dışında en önemli yapı, Daye Hatun mescidi idi. XVII. yüzyılda İmam - i Sultani Meh­ met Efendi tarafı ndan minher konularak cuma mescidi ha­ line geti rilen bu mescide XVI I I . yüzyılda Darüs - saade ağa­ sı Beşir Ağa, bir de med rese eklemişıi. Bu eser, Avrupa demiryolunıın yapılışı sırasında bütünüyle yıktırılmıştır. 1877 de Il. Abdülhamit tarafından kale duvarına bitişik olarak asker gönderme dairesi yolu üzerinde yaptırılan çifte aynalı mermer çeşme ise, harap olmakla birlikte hala durmaktadır. D. , XVII. yüzyılda oturanların çoğu gemici olan ka­ labalık bir mahalle idi. 1 7 5 6 da çıkan bir yangında ise büs­ bütün harap olmuştu. Son yı llarda açılan Florya - Si rkeci kıyı yolu, bu semti yeniden canlandıracaktır.

Kasabanın belediye hizmetlerine bakan muhtesi p ağası da vardı. İmparatorluk devrinde üsıüpü yapan tezgahları ve meyvacılığı ile ün kazanmıştı. Özellikle burada yetişen nar pek beğenilirdi. XVII . yüzyılda 1 600 evden ibaret bulunan kasaba, kale eteğindeki düzlüğe kaymışıı. Şehrin batısındaki ılıca ile güneyindeki Şeyh Abdullah Kemal! ıekkesi , bel li başlı gezi yerlerinden idi. Rumelide beliren derebeyleri D. a da hakim olmuşlardı. Özel likle Serez beylerinin hükmü altına düşen D. , bir aralı k Dra malı Mahmut Paşanın eline geçmiştir. Il. Mahmut zaman ında h ükümet merkezinin otoritesi yeniden kurulup 1 8 3 0 da Rumeli beylerbeyliği parçalanarak Selanik bir il haline geıirilince, D. bu i le bağlı bir i lce oldu. Bundan sonra Ayasıefanos andiaşması ile her ne kadar Bü­ yük Bu lgaristan prensliğine katılmışsa da, bütün Rumeli Türklerinin ayaklanma ları ve 1 6 mayıs 1 878 beyannamesi ile geçici bir hükümet kurmaları, Berlin Kongresinde D. ın güney ve batı Trakya ile birlikte Türkiyede bırakılınasına yol açtı. Balkan Harbinin birinci devresinde Ali Yaver Paşa DEMİRKAZlK DORUCU, Toros dağlarının yüksek ordusunun Bulgadara teslim olması üzerine D. da Bulgar bölümlerinden olan Aladağlar (b. bk. ) ı n kuzey kolunun egemenliği altına düştü. Birinci Dünya Harbinden sonra ise en yüksek doruğu. Yüksekliği 3 726 (bazı kaynaklarda Neuilly andiaşması ile Yunanisıana verildi. Lausannes and­ 3 900) m dir. Bu çevrede dağlar, keski n doruklu, sarp ya­ Iaşması ile bu durum Türkiyece de kabul edild i. B u and­ maçlı ve çıplaktır. D. D. , Güney Anadolunun en yük­ laşmaya paralel olarak hazırlanan mübadele andiaşması ile sek noktasıdır. Bu doruk, kıvrılmalara uğramış Kretase D. ın Türk ve Türk Çingenesi halkı, Anadoludaki Rumlarla kalkerlerini n uzandığı ve buzul aşındırmalarına uğradığı bir değiştirildi. D. Türk bilim tarihine, II. Bayezid devrinde yörede yükselir. Kuzey ve kuzeydoğu yamaçlarının önünde yaşamış olan ve Şir'aı ül - islam adlı eseri TürL;çeye çeviren ve yakınında küçük göller vardır. Buzul oyması ile oluşmuş Abidin Efendi ile girmiştir. bulunan bu göllerin önlerinde taş yığınları bulunur ki, DEMIRI, Kemalettin Muhammet b. Musa ( 1 349- bunlar buzu lıaşlardır. Bu göller daha yukarılardaki kar, 1 40 5 ) , Arap bilgini. Kahi rede doğmuş, orada ölmüştür. Şa­ buzkar ve buzların erimesi ile beslenir. fii mezhebindendir. İlk zamanlarda terzi lik yapmış, sonra kendini bi lime vermiş, yetiştİkten sonra da Kahi rede hadis, fıkıh, tefsir, nahiv ve edebiyat okuımuşıur. Birçok eserler yazmışsa da, kendisine Doğuda ve Ba­ tıda asıl ün sağlayan eseri Hayat' ii/- Hayavan ( Hayvanların hayatı ) d ı r. Bu eser, alfabe sırasıyla bütün hayvanların ad­ larını kapsayan hir sözlük niteliğindedir. Her hayvan üzeri­ ne bilgi verildikten başka, her biri hakkında halk arasında­ ki söylenti ve hikayeler de katı lmıştır. Eser uzun ve sıkıcı olmakla bi rlikte, folklor, tarih, halk doktorluğu, ırk psikolojisi ve hadis gibi konularda bü­ yük bir değer taşır. D. nin bu eseri Türkçeye de çevri lmiştir.

DEMİRKAPAN ( Fiz. ) : lık. Ml KNATIS. DEMİRKAPI, İstanbulda, !imanda, Haliç yönüne ba­ kan bir semtin ve Yeni Saray ( Topkapı Sarayı, Saray - i hü­ mayun) kapılarından birinin adı. Fatih tarafından İstanbu­ lun Sarayburnu semtinde kurulan Yeni Saray'ın şehre a çı lan Ahırkapı, Bab - ı hümayun, Soğuksu Kapısı gibi büyük ka­ pılarından biri olduğundan, bulunduğu semte de kendi adı­ nı vermiştir. D. adı, daha çok halk arasında yayılmış olup devletin resmi kayıtlarında bu semtin adı, Fatih'in sütnine­ si Hand H a ru n 'u n burada yaptırdığı mesciıten dolayı Da­ ye Haıun mahalle�i olarak tesbit edilmiş idi. Bu mescidin vakfiyesi 1485 tarihini taşıdığına göre, mahalle İstanbulun

DEMIRKENT, Artvin Erkinis bucağının merkezi . bucağına bağlı 7 köy vardır. 5 km uzaklı ktad ır. Çevresinde

i linin Yusufeli ilcesine bağlı Nüfusu 1 067 ( 1 960) dir. D. D. , Erzurum- Artvin yoluna çam ormanları vardır.

DEMİRKÖPRÜ BARAJI, Manisa ilinin Salihli ilcesi sınırları içinde, Gediz ırmağı üzerinde bulunan bir baraj. 1 960 yı lında işletmeye giren bu baraj, toprak dolgu tipinde bir baraj olup dolgu hacmı 4 300 000 m3, temelden yüksek­ liği 77 m, tepe uzunluğu 543 m, göl alanı 5 000 ha, ölü hacmı 340 000 000 m3, faydalı hacmı 9 1 1 000 000 m 3, sula­ yacağı alan 62 500 ha, taşkından kuruyacağı alan ise 56 000 ha dır. D. B. hidroelektrik sanıralının kapasitesi 69 000 KW, üreti lecek enerji kapasitesi 1 9 3 000 000 KWh tır. DEMİRKÖY, Kı rklareli iline bağlı bir ilce. İlce mer­ kezi olan D. ün n üfusu 2 3 3 5 ( 1 960 ) tir. D. ün denizden yüksekliği 2 5 0 m di r. İğneada ve Karacadağ adlı iki bucağı ve bunlarla merkez ilcesine bağ lı 16 köyü ile birlikte ilce­ nin nüfusu 9 024 ( 1 960 ) tür. D. i lcesi, Kırklarelinin doğusunda, Trakyadaki Kara­ deniz kıyı larımızın kuzey bölümünün gerisinded ir. İsıranca dağlarının güneydoğu bölümü D. i lcesinin güneyinde uzanır. Mahya doruğu ( ı 030 m ) , D. kasaba sının 12 km güneyba­ tısındadır. İlce topraklarının güneyi dağlık, kuzeyi ile kıyı boyu tepelik ve yer yer düzlükıür. Dağlık yerlerde yıllık

DEMİRKöY - DEMİRYOLU

6

yağış tutarı ı 000 mm ye yaklaştığı halde, tepelik yerlerle çukurluklarda bu tutar 600 - 700 mm ye iner. İyi ormantarla koruluklar ilce topraklarında çok yer tutar. Ağaç çeşitleri arasında kayın ve meşeler başta geli r. İlcedeki köyterin ço­ ğunun hemen yakınında ekilen toprak dışında, orman ve fundalıklar vardı r. Halkın başlıca geçi m kaynağı odunculuk ve kömürcülüktür. Yetiştirilen tahıl, fasulye, bakla gibi ürünler yerinde harcanır. D . ün yeri oldukça sapadır. Kasahaya Kırklarelinden Poyralıya otobüslerle, oradan da çeşitli taşıtlarla gidilir. D. ile İğneada bucağı arasındaki yol, Karadeniz kıyısına kadar uzanır. Belediyesi 1 926 da kurulmuştur. Kasabanın su ihti­ yacı kaynak ve kuyulardan sağlanmış, kaptai larla artırılan sular 3 km lik bir yol i le kasahaya getirilmiştir. Kasabanın küçük bir çarşısı vardır.

DEMİRKÖY : bk. SAMOKOV. DEMİROCLU ( X VI I yüzyı l ) , Türk saz şairi. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde (I, 638 639) adı anılan bu şairin hayatı üzerine bilgimiz yoktur. Ancak, eski yazmalar­ da onun adına yazılı birtakım manzumelere rastlanmaktadır. Bu suretle, D. nun verimli bir saz şairi olduğu anlaşılıyor ( Nihad Sami Banarlı : Adsız Mecmua 1 9 3 2 , 1 3 . sayı ; Ha­ san Eren : Türk saz şai rleri hakkında araştırmalar, I. Ankara, 1 952 ) . .

·

DEMİRTAŞ, Antalya i linin Alanya i lcesine bağlı bir bucak. Bucak merkezi olan Belen'in nüfusu 642 ( 1 960 ) dir. D. bucağına bağlı ı9 köyde 5 978 nüfus (ı960) vardır. Köyterin çoğu küçüktür. Bucak toprakları Alanya ile Ga· zipaşa arasındadır. Bucak merkezi, kıyı boyunca uzanan ana şoseye 3 km Jik bir yol i le bağlıdır. Köy ve mahalleler kı­ yıdan biraz içeridedir. Çevredeki dağlardan sularını toplayan Sedre Çayı buradan geçer. Toprak dağlık ve tepeliktir. Yalnız Sedre Çayının denize döküldüğü yerin çevresinde düzlükler vardır. Yerleşme yerlerinin çevrelerinde tarla ve otlaklar, daha uzaklarında ise bozulmuş ve yer yer iyi kalmış koruluk ve ormanlar, kıyı yakınında makiler yer al­ mıştır. Ormanlarında kızıl çam, kara çam, köknar ve sedir önemli yer tutar. Toprağın elverişli yerlerinde bahçecilik yapılır. DEMİRTAŞ, Bursa ilinin merkez ilcesine bağlı bir bucak. D. kasabasının nüfusu 2 993 (ı 960 ) ı ür. Belediyesi ve postahanesi vardır. Bucağa bağlı ı o köyde 8 98 5 ( ı960) kişi vardır. D. , Bursa ovasının kuzey yanı nda, Bursa - Gem­ lik şosesi üzerindedir. Çevresi bahçeliktir. Kuzey ve doğu bölümleri 300 m yüksekliğindeki tepeliklerle çevrilidir. Bu­ ralarda yer yer meşelikler vardır. DEMİRTAŞ, Emir Çobanın oğlu : bk. TİMURTAŞ. DEMİRTAŞ BEY, Artuklu beyi : bk. TİMURTAŞ. DEMİRTAŞ PAŞA : bk. TiMURTAŞ PAŞA. DEMIRYOLU, ray üzerinde yürüyen taşıtlar aracı-

lığiyle yolcu ve eşya taşıyan araç. Bu taşıtların yürütülme­ sinde genel olarak buhar makinaları, i çten yanmalı motorlar ve elektrik motorları kullanılmaktadır. Demiryol ları işletme­ leri, devlet demi ryolları ya da özel demi ryollar olarak yönetilmektedir. Gidiş geliş amaçlarına göre de hat l ar, başlıca aşağıdaki gruplarda ele alınır. Bun lardan birincisi kamu hizmetinde kullanılan demi ryollan olup, bunlar ana hat, şube hattı ve dar hat gibi küçük gruplara ayrı lmaktadır. İkincisi ise kamu hizmetinde kullanı lmayan demıryol ları

olup bunlar da özel bağlantı hatları, fabrika ve atelye hat­ ları, maden hatlan ve tarım deneme istasyonları hatları gibi demiryollarıdır. 1953 y ı l ı n d a Federal Almanya demiryol larındaki orta­ lama hızlar şunlardı : Uzak motorlu trenlerinde saatte 90 - 95 km, ekspreslerde 85 - 90 km, türlü yolcu trenlerinde 5 0 km, hızlı marşandiz trenlerinde 55- 60 km, ötekilerde ise 40 - 4 5 km, yolcu trenlerinde en yüksek hız saatte ı 3 5 km olarak tesbit edi lmiştir. Uluslararası demiryol larında, mesela İskandinavya · - Holanda ekspresinde ( duraktarla bir­ likte) hız saatte 70 km, İskandinavya - İtalya ekspresinde i se hız saatte' 65- 70 k m dir. ı95 2 yılında Avrupada ana hat­ larda en y üksek hız saatte ıoo - ı40 km idi. Bu tarihte Amerika Birleşik Devletlerinde ise en yüksek hız saatte ı 69 km idi. Harpten önce ve mesela ı938 yılında Berlin ­ Hamburg arasındaki en yüksek hız saatte ı 2 5,6 km idi. Buna karşılık, harpten sonra Fransız demiryollarındaki en yüksek hız saatte ı20 km idi. Söz konusu hız, Pari s - iyon arasında işleyen elektrikli trenlerle elde edilmiştir. Mi lano ­ Roma arasındaki trenler saatte 92 km i le, Hamburg - Frank­ furt arasındakiler i se saatte 9ı km hızla gitmektedir. D. nun başka taşıtlara göre bazı özellikleri var­ dır. Mesela bu taşı tlarda büyük ölçüdeki yolcu ve yük, çabuk, güvenli ve vaktinde, istenilen yere taşınır. Yine D. ile taşınan yolcu ve yük, yağmur, kar v. b. gibi hava etki­ lerinden çok az zarar görmektedir. ı 9ı4 yılına kadar Avru­ pada çoğunlukla demiryollarının işletme ve taşıma iş lerini devlet üzerine almış bulunuyordu. Devlet, taşıma görevini yüklendiği o zamanlarda, gerektiğinde elinde bi raz taşıtı yedek olarak tutmak zorunda idi. Yani taşıtlardan yararlan­ ma her zaman için doyurucu deği ldi. Bundan başka, işlet­ meyi aksatmamak için iktisadi olmayan hatlar bile işletil­ miştir. Böyle olmakla birlikte, demiryolları yıllarca giderini kendisi karşİlamış ve hatta biraz kara bile geçmiştir. Çünkü demiryolları uzun bir süre yolcu ve yük taşımayı tekeli altında bulundurmuştur. Son zamanlarda gerek motorlu taşıtların, gerek uçağın taşımada rekabet etmesi dolayısiyle D. nun iktisadi lik yanı azalmış bulunmaktadır. D. katarları genel olarak üçe ayrılmaktadır : Yolcu trenleri , yük trenleri ve çeşitli trenler. Almanyada yolcu trenleri D )'a da DT, E ya da ET, F ya da FT gibi çeşitli semboller taşımaktadı r. Ekspres trenleri de, şehirlerarası hızlı trenleri (S ya da ST) , şehirlerarası yakın tren leri ( N ya da NT) olarak ad­ landırı lmaktadır. Burada T işareti motorlu trenleri göster­ mektedi r. Son zaman larda bunlara ayrıca özel adlar da veri l­ mektedir. Alpen, Adri a, Avusturya ekspresi, Holanda ­ İtalya ekspresi, Rheingold ekspresi, Rhein - Pfei l, Tauern ekspresi v. b. gibi. Hafif tipte yapılmış olan yeni FT tren­ leri 800 beygir gücünde Diesel motorlu olup bunlar 3 va­ gondan meydana getirilmiş birlikler halinde çalışmaktadır. Bu trenterin en yüksek hızları saatte ı20 km dir. Bir trende dingi t sayısı, trenin ağırlığı, uzunluğu hak­ kında aş. yu. bir fikir vermektedir. Uygun görülen en çok dingil sayısı kesin ve açık olarak belli edi lir. Genel olarak yolcu trenlerinde 60 dingile kadar olabi lir. Bu da ı 5 tane 4 dingilli vagona karşılıktır. Yük trenlerinde de ı SO d ingile kadar olup bu da 2 dingi lli 75 vagon eder. Kuzey Amerikada 250 dingi l gibi çok yüksek sayılar bulunmaktadır. Aşağıdaki çizelge, ı95ı - ı 953 yıllarında bütün dünya­ daki en önemli demiryollarını göstermektedir.

DEMİRYOLU Hattın uzunluğu, saat tutarı, saatteki hız

(

S a a t tutarı

A D L A R I

M E M L E K E T

���===================== === = ====== =� ====*== AVRUPA: Hoek van

Rolland-Köln-Basel ........................................... . .

Berlin-Praga-Budape§te-Belgrad-Sofya-İstanbul

ıo

..................

68

Ostende-Köln-München-Belgrad-Atina

62

Berlin-Praga-Budape§te-Bükre§ Berlin-München-Roma-Napoli

ı ı

43

............................................ .

7 Saatteki hızı Km

79 43 50 44

42

45

ı8

Berlin-Warnemünde-Malmö-Oslo

27

27

40

Berlin-Warnemünde-Malmö-Stockholm

26

40

Paris-Hannaver-Berlin-Moskova

71

43

Berlin-Warnemünde-Triilleborg-Malmö-Kopenhag

...............

..........................................

Calais-Paris-Milano-Trieste-Belgrad-istanbul

.......................

88

44

Paris-Zürich-Innsbruck-Bükre§

58

45

Paris-Bordeaux-Irun-Madrid

21

69

Paris-Bordeaux-Irun-Lizbon

.

..................................................

Calais-Paris-Torino-Roma-N apoli ASYA: Moskova-Omsk-İrkutsk-Vladivostok Haydarpa§a-Halep-Bağdat

.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1

.................................................. . .

Harbin-Sinkinğ-Mukden-Dairen Sinkinğ-Mukden-Kobe-Tokyo

30

63

29

68

43

9 330

2ı9

2 700

70

94 4

ı5

2 868

60

ı

38 63 48

AFRiKA: iskenderiye-Kahire-Luksor-Schellal

ı 097

ı8

61

Lobito-Elisabethville-Beira

4 700

188

25

ı 538

16

96

ı 777

2 0 ,5



· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ··

AMERiKA: New Yok-Buffalo-Chicago New York-Pittsburgh-Saint Louis New York-Richmond-Miarnİ New York-Atlanta-New Orleans

2 231

2 6,5

84

2 228

29

77

Chicago-Memphis-N ew Orleans

ı 490

1 6,5

90

Chicago-El Paso-Mexico City

4 3ı8

73

60 79

Chicago-Portland-Seattle

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

Chicago-El Paso-Los Angeles Saint Louis-Salt Lake-San Francisco .................................... . . . Halifax-Montreal-Edmonton-Vancouver

Demiryolu kuruluşları : İ�letmeye açı lan b i r D. nda, istasyonlardaki bütün raylar ve ayrıntı ları , geçitler, bariyerler, işaretleşme kuruluşları, köprüler, plakturan ( döner köprü) lar, telekomünikasyon kuruluşlai:ı, i stasyonlar, y ük)erne yolları, rampalar, kömür ve kuruluşları, daha sonra raylar ve temas halinde olan D. üst yapısı, yolcu i stasyonlarında bir i stasyon yapısı bulunur. Bu, yolcuların bekleme yeri olup yer altı geçitlerini, hi zmet ve bekleme odalarını içine almaktadır. Yük taşımak için de marşa ndiz gadarı ve ambarlar vardır. Lokomotif depolarında da sundurmalar, işletme atelyeleri , su kuleleri ve lokomotifin bakımı i le ilgili araçların bulunduğu mağazalar bulunur. İstasyon ve depo yakınında lokomotif pers oneli için, yıkanma yerleri ve servis yatakhaneleri vardır. İstasyonlarda işaretleşme ve makaslar bir kumanda kulesinden yönetilir ; buna karşılık, serbest

1

ı

3 557

45

3 739

48

78

3 685

52

70

5 937

114

53'

iş leyen yolun kavşak noktalarında da blok si stemi yapı!mıştır. D. i le i lgili kuruluş lardan biri de onarım atel­ yeleridir. Onarım atelyeleri , istasyonlar çevresinde yapılmış­ tır. Böylece lokomotif ve vagon ların kolaylıkla atelyelere girip çıkması sağ lanmış olur. Onarım atelyelerinde lokomo­ tif ve vagon ların sökülme, onarım ve montaj ı yapılır. Bun­ lardan başka, ayrıca ş u yapılar da bulunur : Müdürlük ya­ pısı, görevli ler için yatakhane ve yemekhaneler, loj man lar, mağaza binaları, ısıtma santralı v . b. Bun lardan başka, geçit yeri bekçi leri ve yol bakımında çalı şan işçi ler için de gerekli loj manlar vardır. Demiryolu yapımı: D. yapımı, yeni D. hatlarının m ey dana getirilmesi işidir. Bu işin planlanması, söz konusu D. nun ana hat, şube hattı ve dar hat gibi açıklıkianna bağlıdır. Her hangi yeni bir D. nun yapımı için o hattın

B

DEMIRYOLU

iktisadi olacağı ve teknik bakımdan iş leti lebileceği konusun­ da hükümetten müsaade almak gerekir. Her hangi bir yerden D. nun geçeceği yolun tesbiti için, önce o bölgede ölçme ve toprağın j eoloj ik muayenesi yapılır. Bu yapıma ana hatlar için en yüksek eğiklik ı = 80 ve bazı kere ı = 40 kabul edilir. Sube hatlarında i se ı = 25 e kadar eğiklik vardır. En keskin dönemeçlerde eğri lik yarı çapı r = 300 m ve 2.= ıso m. dar hatlarda ise r = 50 m olarak tesbit edi lir. Yol yapımında toprak yığınının denkleştirilmesine dikkat edi lir. Mesela her hangi bir bölgeden oyulan toprak bir ba­ raj yapımında kullanı labi lir. D. nda suların birikmemesi için bunların boşalmasını sağlamak amaciyle kanallar yapı­ lır. D. sık ormanlardan geçiyorsa, kıvı lcımları n yangına sebep olmaması için hatta paralel olarak ı - 2 m lik boş bir toprak alanı bırakılır. D. bir şose ile kesişiyorsa, güvenlik bakımı ndan alt ve üst geçit yapı lır ya da geçit korkulukları ile ışıklı hatı rlatma işaretleri konulur. Bir D. nda düzenlenen toprak ile köprü v. b. iş lere alt yapı denir. Bunun üstüne oturan çakıl taşı, ray ve traverslerden ibaret olan bölüme ise üst yapı den mektedir.

Demiryolu rayları : Ray lar önceleri döküm ol arak ya­ pılmakta idi. Sonra hacldeden çeki lmeye başlandı. Raylar Thomas ya d a Siemens - Martin çeliğ. i nden yapılmaktadır. Bunların uzunlukları ı 5 - 30 m kadardır. ı m sinin ağırlığı 65 kg a kadar çıkmaktadır. Alman demi ryol larında genel olarak ı m ray 49 kg dır. Rayların hat üzerine kolaylıkla döşenebi lmesi için serbest hatlarda 60 m ye, tünellerde i se 3 km ye kadar önceden kaynaklı olarak hazırlanması gerektir. Tüneller dışında ve daha u zun olan ray ların kaynak edi lme­ sine çok önem veri lir. Çünkü ısının değişmesi dolayısiyle, uzunluklarda da değişmeler olur. Bu sakıncayı önlemek için ray ve travers arasına kauçuk ya da ahşap parçalar konarak büyük sürtmelerden dolayı meydana gelen ısı alınmış olur. Bu ara parçaları aynı zamanda rayın yerinden oynamasına da engel olmaktadır. Çünkü kararın frene geçmesi sonucunda raylar oynayabilir. Rayların iç kenarları arasındaki açıklığa ray açıklığı denir. Normal ray açıklığı ı , 4 3 5 m dir. Bundan başka, dar ve geniş ray açıklıkları vardır. 0,60 ile ı ,OOO m ye kadar olan ray açıklıkianna dar hat ve ı ,762 m ye kadar olanlara da geni[ hat denir. Tekerlek kasnağının yuvacianma yüzeyi­ nin konik olması dolayısiyle, raylar da içeri doğru ı = 20 oranında eğiktir. Kurblarda santrifüj kuvveti n etkisinden dolayı dış raylar, iç raylara göre daha yüksek bir düzeydedir. Traversler : Ağaç, çelik ya da betondan yapıl maktad ır. Şimdiye kadar traversler çoğunlukla ağaçtan yapılmakta idi. Son yıllarda beton traverslcr de kullanılmaya baş lanm ıştır. Beton traversler, dinamik kuvvetiere karşı koymak bakımın­ dan çok uygundur. Küçük yol gereçleri : Ray ve traversi bağlamak için kullanılan parçalara küçük yol gereçleri denir. Demiryolu frenleri : Fren ler genel olarak iki şekilde ele alınır : ı. İ [/etme /ren/eri : Yürüyüş sırasında ve eğik yollarda bir trenin hızını ayaciamak ya da tarifeye göre treni i steni len bir yerde durdurmak için yapılan frene i1letme /•eni denir.

2 . Rapit /ren ya da imdat freni : Tehlike ve kaza ha­ linde yapılan frene rapit /ren ya da imdat freni denir. Fren yapmak, genel olarak hareket halinde olan bi r trenin kinetik enerj i sini sürtme sonunda, onu ısı haline geti rmek ya da başka bir enerji haline çevirmek demektir. Bu sürtme işi, tekerlekler in çevrelerind e bulunan fren suboları aracı-

lığiyle yapılır. Ancak, sabolar aracılığiyle tekerleklere uy­ gulanan kuvvet çok olursa, tekerlekler dönmez ve bunun sonucu olarak raylar üzerinde sürüklenir ve rayları bozar. Bu bakımdan demiryollarındaki fren aralığı, motorlu taşıt­ lara göre daha uzundur. Ana harlarda fren aralığı 700 ı 000 m dir. Dar hatlarda ise fren uzaklığı az o!t·p 400 m kadardır. Çok yüksek hı zlarda ve mesela saatte ı 20 km hız­ da, fren aralığı o ölçüde uzun olup ı 000 m ancak yetmek­ tedir. Bu sebepten yüksek hızlarda ayrıca manyetik ray freni kullanı lmaktadır. Bunun da çalışma i l kesi, elektrik aracı­ lığiyle meydana gelen manyetik kuvvetin treni durdurmaya zorlamasıdır. Fren sabolarının tekerlekler üzerine basması, çeşitli şekillerde olmaktadır. Bun lardan el frenleri , sadece el gücü ile çalıştırılan frenlerd ir. El fren lerinin de türlü çeşitleri vardır. Mesela vida ve milli, zincidi ya da kremayerli v. b. gibi . Yani el frenlerinde bir kol ya da volanın hareket ettirilmesiyle fren yapılmaktadır. Yukarıda sözü edilen el freni sistemi i le taşı tlar ayrı ayrı frenlenebi lir. Halbuki bir trenin avnı zamanda frenien­ ınesi gerekmektedir. Bunun için de zamanla otomatik frenler geliştirilmiş olup tren ler bu tip frenlerle donatılmıştır. Bu tip frenlerde boydan boya giden bir ana boru bulunup trene isteni ldiği kadar vagon eklenebi lir. Treni gerektiğinde frene geçirme işi, lokomotifte makinist tarafından, yani bir mer­ kezden yönetilir. Bundan başka, her hangi bir kaza halinde vagon lar arasındaki bağlantı lar kopup tren birbirinden ayrıl­ dığında bu fren ler hemen kendiliğinden işiernekte ve vagon­ lar fren lenmektedir. Bu özelliğinden dolayı bu tip fren iere otomatik /ren/er deni lmektedir. Demiryollarındaki bu frenler ya basınçlı havalı ya da vakumlu yapı lmaktadır. Basınçlı havalı frenleriıı tek gözlü Westinghouse, Knorr ve Hi lde­ brand - Knorr gibi tipleri vardır. İki gözlü frenierin başlıca­ ları Knorr ve Carpenter, vakuml u fren ierin i se Hardy ve Körting'dir. Almanyada ı 92ı yılından başlayarak Kunze ­ Knorr ve Hi ldebrand - Knorr gibi daha gelişmiş frenler yapılmıştır. Bugün vakuml u tip fren ler, basınçlı haval ı fren­ Iere göre daha az sayıda kullanılmaktadır. Tehlike anında yolcu vagon ları kompartımanlarında bulunan kolların çekil­ mesiyle tren aynı şeki lde frene geçmekted ir. Bu frene de imdat freni denmektedir. Aslında bunların hepsi aynı frendir.

Demiryolu akuplömanları : Lokomotif ve vagonlar ara­ sındaki çekme ve basma güçlerini almak için, bunlar çekme ve çarpma donanımlar i l e donatılı rlar. Avrupa demiryolla­ rındaki çekme ve çarpma donanımları ile Amerikan demir­ yollarındaki donanımlar birbirinden biraz fark lıdır. Avrupa demiryollarında taşıtın her iki yanında karşılıklı tampon lar bulunur. B u tampon lardan sağ yandaki bombeli ve sol yan­ daki ise düzdür. Böylece vagonlar bir tren halinde arka arkaya dizildikte, daima bir bombeli tampon düz tamponun karşısına rastlar. Tampon ların içinde konik sustalar vardır. Konik susralardan başka son yıllarda Ring/eder adı ile anı­ lan bi lezikli sustalar yapılmıştır. Bu tip sustalar i le donatı l­ mış tampon lar 32 tona davanmaktadır. Tampon lara gelen çarp­ ma lar, bu bi lezikler arasındaki sürtme i le yeni lmektedir. Adr geçen tamponlara çarpma don an ımı denir. Vagonun iki başın­ da bulunan iki tampona karşılık ortasında bir çekme kancası ve bir de vidalı koşum takımı bulunur. Bu düzene de çekm e donanımr a d ı veri lir. Çekim kancalannı n tamponlar ile birleş­ tirilmiş kombine bi r şekli daha vard ır. Bunlar Birleşik Ame­ rikada kullanılma ktadır. Mesela Janny akuplöman ı örnek olarak gösterileb i lir. Yani bu tip akuplöma nlar çekme ve

9

DEMİRYOLU l

D e m TA

r y o l u n u n

M M

T A

l

g e l i § m e s

l

ı

I === V= =K = K LE == =E E==E = === D= I==o! == 1= 8 5=0= o;!=�--"' 1-8.= 6= 0

Kuzey

Amerika

Amerika Bir leşi k Devletleri . . . . . . Kanada

Meksika

Güney

Arj antin

5 3 400

. . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . ...

ı

=-1 �7 0�

90 300

o

1 �8�

ı 64 7 0 0

I

a r a

k)

_1�=� 1

1

ı 9� 50 0=·;== 1 0= ="'= _ 9= =9= 1= 8 �

3 0 3 000

4 6 0 9 1J O

ı5o 7 1 7

2 68 4 0 9

392 808

l l 08 7

21 329

3 9 800

70 391

349

ı ı20

9 718

24 7 ı 7

24 200

2 800

ı o 000

2 7 600

6 5 500

ıo5 300

732

2 273

l4 5 ı 5

49 292

1 14

3 359

4 oı8

ll

32 500

Amerika . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

85 ı39

484 3 0 0 3 64 3 0 0

ı o 244

28 636

42 885

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

ı29

69ı

3 200

9 500

2 ı 778

5 5 807

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ı95

732

ı 800

3 ıoo

5 804

9 9ı5

443

ı 800

4 600

ıo ıoo

3 6 900

73 600

443

ı 056

ı 500

ı 547

4 1 32

ı 3 79

3 ı o5

4 829

7 5 00

5ı7

8 ı 62

ıo5

ı 6ı 7

4 229

ı5 781

2 3 798

Brezilya Şili

ı 5 000

( km

.

Afrika Mısır

Tunus, Cezayir, Fas

. . .

.

. . .

...........

Güney Afrika . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Okyanus

400

Avustralya

367

ı 800

7 800

ı8 900

3 1 700

5 2 700

ı 694

5 775

ı5 710

2 7 142

43 300

ı 400

8 200

ı 6 200

3 ı 700

85 000

ı66 ıoo

43

234

327

853

4 5 64

1 2 000

ı 350

7 683

14 977

26 299

50 677

5 4 200

-

ll

200

8 62 7

2 3 600

8 255

24 300

. . . . . . . . . . . ... . ... . . . ... . . . . . .

Asya ( Sovyetler Bir Iiği hariç )

.. .

Türkiye

Hind istan

.

..

. . . . . . . .

.

. . . .

. . . .

. . .

.

.................................

Pakistan Çin

. . . . . . . . .

24 000

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .

Japonya

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...

Sovyet Rusya

..........................

.

Avrupa ( Sovyetler Birliği hariç)

Almanya

. . . .

. . .

.. . .

. . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . .

İsviçre

. ..

Avusturya Macaristan

-

I2ı

2 333

600

ı 600

l l 200

24 000

32 4 0 0

76 250

123 000

22 9 0 0

50 273

93 700

ı 45 200

1 92 5 0 0

282 000

3 ı 5 400 43 soo

6 044

l l 633

1 9 5 75

33 838

4 2 869

63 062

27

ı 096

ı 449

2 54 7

5 42 6

5 200

ı 35 7

2 92 7

6 ll2

l l 434

3 199 1 5 308

24 8 8 ı

6 048

2 22

ı 6ı 6

3 477

7 078

ll 246

2 ı 062

8 716

Çekoslovakya

1 3 ı 33

Polanya

2 6 ı 65

Fransa

. .

. . . . .

.

. . .

..

. . . . .

. ... . .

.

. . . . .

.. . . .

Büyük Britanya . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

İsveç

. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

İtalya

.......................................

İspanya

. . . . .

... .. . . .

.

. . . .

.

. . . .

... . . .. .

. .

.

3 083

9 528

ı 7 93 1

26 ı89

36 672

51

ı88

4 ı 429

ı o 65 3

ı 6 787

24 999

28 854

32 297

37 7 1 7

32 ı84

ı2

522

ı 708

5 906

8 018

ı 4 49 ı

ı 6 657

42 7

ı 800

6 134

8 7ı5

1 2 855

ı 7 634

2 ı 632

28

ı 9ı8

5 47 5

7 48 1

9 878

l4 805

1 7 823

540

ı 02ı

l l 5 74

2 493

3 763

l O 246

Yugoslavya Rumanya Bütün dünya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ı 387

254

3 8 6oo

l

ı o8

:

l

2o9 800

1

3 72 5 o o

1

6 1 6 200



l

038 2oo ı 320 4oo

çarpma donanıını görevini ayıı ı zamanda yapmaktadır. Bun­ lara otomatik akuplöman da deni lir. Almanyada Schaufen­ berg tipi akuplömanlar da henüz yaygın olmamakla birlikte bazı hatlarda kullanı lmaktadır.

ta idi. Ağaç yavaş yavaş bı rakı lmaktadır. Şimdi vagon san­ dığı çelikten yapılmakta olup bunun kaplaması ağaç, çelik saç, hafif maden ve plastik ve benzeri gereçlerden meyda­ na getiri lmektedir.

Demiryolu vagonlarr : D. va � onları, her çeşit yolcu, bagaj ve eşyanın taşınmasına yaramaktadır. Genel olarak vagonlar şu kısımlardan meyd ana geli r : Vagon sand ığı ya da vagon üst yapısı ile şasiden ibaretti r. Şaside çekme ve çarpma donanıını ( D. akuplömanları ) , frenler, hareket takı­ mı ( tekerlek takımları, dingil yatakları, taşıma susta ları) bulunur. Vagon sandığı eskiden daha çok ağaçtan yapılmak-

Yolcu vagonlarr : Yolcu vagonları grupuna yolculara mahsus vagonlar ile yolcu furgonları, posta vagonları, ya­ takl ı ve lokantalı vagonlar ile salon vagonları girmekted ir. Yapı lış tipine göre vagon lar 2 , 3, 4 ya da 6 dingi llidir. İç donatımının biçimine göre, vagonlar , 2 ve 3 . gibi mev­ 1 kilere ayrı lır. Vagon hacmı nın bölünmesi n e göre, kompartı­ manlı ya d a koropartımansız ( salon vagon ) diye iki grupa da ayrı labi lir. XIX. yüzyılda yapılan kompartımanlı vagon ların

lO

DEMİRYOLU

kapıları doğrudan doğruya dışarıya açı lmakta idi. Şimdi bu tip vagonlar yapılmamaktadır. Bu vagonlarda her hangi bir vagondan ötekine geçi lemediği için bunlara geçit köprü­ süz vagonlar da denir. ı 890 yı lından başlayarak vagon lar geçit köprülüdür. Geçit köprülü olaıak yapı lan vagonlarda, bunların katar olarak dizilmelerinde daima birinden ötekine geçilebilir. Bunlar da iki türlüdür : Bir kısmında koridor ortadadır, öteki kısmında ise yandadır. Ortadan koridor­ lu vagonlar daha çok banliyölerde ve kısa yollarda kulla­ nılır. Yandan koridorlu vagonlar ise genel olarak yolcu ve ekspres trenlerine takılmaktadır. Geçi t köprülü vagon larda köprünün üzerinde kapalı bir geçit körüğü vardır. Gerek geçit köprüsü, gerek geçit körüğü trenin gidiş sırasında onun bütün hareketlerine urar. Geçit körüğü yolcuların bir vagondan öbürüne geçmesini tehlikesiz hale getirir. Bez­ den yapılmakta olan geçit körükleri yerine son zamanlarda Almanyada kauçuktan da körükler yapılmaktadır. Vagonlar üzerine konulmakta olan işaretler, uluslarara­ sı bir nitelik taşır. Mesela A, B ve C harfleri, vagonların ı, 2 ve 3 . mevki olduğunu gösterir. Bundan başka, P = posta vagonu, WL = wagon - !it (yataklı vagon ) ve WR = wagon - restaurant ( lokantalı vagon ) işaretleri de her yerde kullanılmaktadır. Buharla işletilen trenlerde vagon lar, buharla ısıtı lır. Isıırnak için kullanılan buhar, lokomotiften, izole edilmiş bir boru aracı lığiyle vagonlara dağıtılır. Kompartımanların ısıtılması, yolcunun ihtiyacına ve havanın, yani çevrenin sı­ caklığına g öre ayarlanabilir. Salon vagon u v. b. bazı tip vagonlarda da buhar şofaj ı yerine sıcak su şofaj ı kul lanıl­ maktadır. Diesol lokomoıifleri i se çoğunlukla akaryakıda ısıtılan şofaj kazanları ile donatılmaktadır. Bun lardan baş­ ka, elektrikli bir işletmede de elektrik şofaj ı kullanı lmak­ tadır. Uzun yol larda ve çeşitli tip işletmelerde çalışan va­ gonlarda i se, hem buhar, hem de elektrik şofaj ı bulunmak­ tadır. Bazı hallerde trene şofaj vagonları da takılır. Gerekli akım, elektrikli lokomotiften 800 - ı ooo volt gerilimi ve kuvvetli akım akuplömanları ile katarın sonuna kadar i letilir. Trenler eskiden gaz Iimhaları ile aydınlatı lırdı, şim­ di ise aydınlatma i ç i n elektrik kullanı lmaktadır. Akım kay­ nağı olarak akümülatör, aynı zamanda dingiller tarafından hareket ettirilen doğru akım dinamosu kullanılır. Trenin hızı saatte 20 - 30 km den az olduğu hallerde aydınlatma, hataeyalar aracılığı ile yapılır. Hız arttığında tren di namo tarafından aydınlatılır, aynı zamanda hataeyalar da doldu­ rulur. Son yıllarda elektrik ampulleri yerine aydın latma için flüoresan limbalar da kullanılmaktadır. Vagonların havalandırılm ası için pencereler, klipeler ve vagonun damında bulunan aspiratörler kullanılmaktad ır. Son yı llarda havalandırm a tekniğinde de gelişme olmuş ve vagonlara klima döşemi de konmuştur. Klima döşemi olan vagonlarda pencereler hep kapalı durumdadır. Bu döşem otomatik olarak çalışmakta olup ısıtma v� havalandırm ayı aynı zamanda ve kendiliğinden ayarlamaktad ır. Gidiş geliş güveni, konfor ve vagonların temizliği gi­ bi işler, vagonlara daima yeni bazı aygıt ve donatırnın ka­ tılmasını gerektirmişti r. Bu yüzden vagonların ağırlığı aş. yu. ı930 yılına kadar yavaş yavaş artmıştır. Mesela ı ve 2 . mevki vagon larda ı kişilik oturma yerine aş. yu. ı 000 ı 200 kg ve 3. mevki vagonlarda i se 500 - 600 kg düşmek­ te idi. Bu konularda ki gelişme, hafif yapım kaynak tekni­ ğinin birçok alanlara uygulanm ası ve bazı vagon parçaları-

nın hafif madenden yapılması gibi işlerden dolayı vagonla­ rın ağırlığını % 3 5 - 40 arasında azaltmıştır. Vagonların darasım düş ürmeğe uğraşırken, öte yandan 3 . mevkilerin de oturma yerleri nin döşemeli olarak yapılmasına gidilmiştir. Vagonlarda hacımdan daha çok yararlanabilmek için son zamanlarda iki katlı vagonlar da yapılmıştır. Bu tip vagon­ larda her oturma yerine düşen ağırlık 300 kg a kadar dü­ şürülmüştür.

Yük vagonlarr : Yük vagon ları, sandığı biçimine göre önce açık ve kapalı olmak üzere iki ana grupa ayrılır. Açık vagonlar grupuna aşağıda tipleri bildirilen va­ gonlar girer : Saman, tomruk, kereste v. b. taşımak için pUtform vagonları ; ray, profil, boru v. b. taşımak için va­ gonlar ; koza, yağ, gaz, asit v. b. taşımak için sarnıç vagon­ ları. Kapalı vagonlar grupuna da aşağıda tipleri bildirilen vagon lar girmektedir : Tahıl, sığır, kümes hayvanları v. b. taşımak için bilanılan vagonlar ile et, balık, bira v. b. taşımak için soğuk hava vagonları ( frigorifik vagonlar) . Sinya/izasyon kuruluıu : Trenleri n güven le gidiş gelişi­ ni sağlamak amacİyle görevli ler arasında anlaşmayı sağlayan işaretiere toplu olarak sinyalizasyon kuruluşu denir. Blok sinyallerinin görevi, sonraki ana sinyale kadar olan hattın açık olup olmadığını gösterir. Ana sinyal olarak şimdiye kadar semaforlar kullanı lmakta idi. Semaforlardan önce de ayrıca bir haber verme işareti bulunur. Federal Alman­ ya demiryollarında haber verme i şareti ile semafor arasında bir fren uzaklığı kadar aralık bırakılır. Bu uzaklık eks­ preslerde ı 000 m, öteki trenlerde 700 m ve şube hatların da ise 400 m dir. Bugün bunların yerine ışıklı sinyaller kulla­ nı lmaktadır. Bunlar gece ve gündüz aynı işaretleri gösterir. Almanya gibi sağdan gidi len ülkelerde habt:r verme işaret­ leri ve semaforlar, i stasyona giren trenin gidiş yönünün sağ yanına ve gid i len yolun kenarına kon ulur. Almanyada semafor işaretleri 8 ya da 10 m yüksekli­ ğindeki direkler üstüne konmuş oynak kanatlardan ibarettir. Gün ışığında üst kanat yatay durumda iken dur işaretini gösterir. Karan lıkta ise kırmızı bir ışık vardır. Başka bir deyimle, yukarıda açık lanan durumlar, semaforun , yani yolun kapalı olduğunu bildirir. Gün ışığında üst kolun 4 5 ° eğik bulunması semaforun açık olduğunu gösterir. Aynı işareti göstermek için karanlıkta yeş i l ışık kullanı lır.

Makas haretleri : Bir makasın muhtelif d urumları dört köşe bir kutu üzerinde görü lür. Trenin doğru gi ttiğini gös­ termek için makas levhası üzerinde dört köşe bir aklık vardır. Makas levhası üzerinde ak bir ok bulunursa, bu, makasın asıl hatta değil, barınma hattına çevrik olduğunu gösterir. Sinyal kutusu dönebilir ve işaretler de ayarlanabilir. Tren iıaretleri : En önemli tren işaretleri, tren sonun­ daki tamam işaretleridir. Bunlar gün ışığında son vagonun iki üst köşe süportlarına konulan zarf biçiminde, yani her iki karşılıklı yanı ak ve kırmızı renkte üçgenli dört köşe levhalardır. Karanlıkta aynı işareti göstermek için iki kırmızı ışık konur. Düdük ve borazan i[aretleri : Bunlar belli bir sırayı izleyen uzun ve kısa işaretlerdir. Düdük ve borazan işaret­ leri daha çok manevra amacİyle kullanılır. Çan iıaretleri : Trenlerin yürüyüşü bariyerlerd eki geçit bekçilerine çanlar aracılığiyle bildirilir. Çanın 5 kere vur­ ması trenin bir yöne, 10 kere vurması ise öteki yöne gitti­ ğini gösterir. Çanın 6 kere vurması ise tehlike işaretidir.

DEMİRYOLU Demiryolu köprüleri : Dünyanın en uzun D . köprüleri şunlardır :

A D I

Uzunluğu

Tu na (Cernavoda )

3 850 m 3 677 ))

Zambezi ( Sena ) Hvanğ Ho (Tsin an)

3 247 ))

Firth of Tay ( Dundee)

3 2 1 4 ))

Godawari ( Hindistan)

3 772 ))

Sı. Lawrence ( Montreal)

3 637 ))

Firth of Forılı ( B ri tanya ) Oluv ( Kahire, I I I )

2 466 )) 2 3 1 9 ))

Türkiyede : Karakamış köprüsü

8 000

»

Demiryolu fabrikaları : D. taşıtları ( lokomotif, vagon ) ve D. araç ve kuruluşlarının onarım ve yapımı ( vinç, köprü, makas v. b. ) ile bunlarla ilgili takım ve yedek parçalarının hazırlanması ile uğraşan fabrikalardır. Devlet Demiryolla­ rında bugün 4 D. fabri kası vardır. Bunların resmi adları, bulundukları şehirler ve kuruluş yılları aşağıda gösteri lmişti r :

Ankara Demiryol Fabrikası : D. motorlu çekme araç­ ları ile kara yolları motorlu taşıtları ve sabit motorların bakım ve onarımı yapılır. Adapazarı Demiryol Fabrika rı : Yolcu ve yük vagon­ larının onarımı ile yolcu vagonları yapılır. Demiryolu lafılları : Kuruluşundan beri onarım ile uğraşan D. fabrikaları, daha sonra yedek parça yapımının çeşidini artırmış ve sonunda komple taşıt yapımına geçmiştir. Devlet Demiryollarında vagon yapımı 1 9 5 3 yılında başla­ mıştır. Açık tip i lk yük vagonu Sivas Fabrikalarında yapı­ larak 1 4/2/ 1 9 5 3 te işletmeye veri lmiştir. Kapalı tip yük vagonu ise 1 6/4/ 1954 tarihinde yine Sivas Fabrikalarında yapı lmıştır. O tarihten sonra gerek açık, gerek kapalı tip olmak üzere seri halinde yüzlerce yük vagonu Sivasta yapı­ larak servise konulmuştur. Sonraki yıllarda yük vagonu serisinden Sivasta bir tane cevher vagonu ilk tip olarak yapılmıştır, 1 2 5 tanesinin de yapılmasına yakında başlana­ caktır. Bundan başka, Eskişehir D. Fabrikalarında i se başka ortakhklar için sarnıç vagonu yapı lmıştır. Yolcu vagonu dizi sinden ise Eskişehir D. Fabrikalarında banliyö vagonu ve Adapazarı D. Fabrikasında i se banliyö ve posta vagonları yapılmıştır. Buharh lokomotif konusunda ise Sivas ve Eski­ sehir D. Fabrikalarında akar yakıda çalışan birer lokomotif yapı lmıştır. Çekme sisteminde düşünülmekte olan değişiklik, daha doğrusu fgelişme dolayısiyle buhar lokomotiflerinin yapımına devam edilmesi şimdilik söz konusu değildir. Devlet Demiryollarının 1 962 yılı sonunda lokomotif ve vagon park durumu aşağıda gösterilmiştir :

Bulunduğu şehir

Kuruluşu

Demi ryol Fabrikaları

Eskişehir

1 8 94

Demiryol Fabrikaları

Sivas

1 939

Lokomotif durumu :

Demiryol Fabrikası

Ankara

1 944

Buhar lokomotifi ( normal hat )

Adapazarı

1951

Buhar lokomotifi (dar hat)

A D I

Demiryol Fabrikası

Eskişehir v e Sivasta bulunanlar, çeşitli fabrika v e atel­ yeleri toplamış bulunduğundan bun lara D. fabrikaları adı verilmiştir. Halbuki Ankaradaki motorlu araçlarla, Adapa­ zarındaki ise yalnız vagon ile uğraştığından bunlara da D. fabrikası deni lmektedir. 1958 yılına kadar bu kuruluşlar için �er aleiyeleri (b. bk. ) adı kullanı lmakta idi. Gerçekten bun­ ların asıl kuruluş amacı D. taşıtlarını onarmaktı. Halbuki İkinci Dünya Harbini izleyen yı llarda yurdun genel ekono­ mik durumu birçok yedek parçaların, hatta bazı taşıtların yurtta yapımını gerektirdiğinden cer areiyeleri de zaman la birer fabrika niteliğini almıştır.

ll

872 tane ll

Diesel manevra lokomotifi

53

Diesel tren lokomotifi . .

14

))

))

»

Motorlu ta[ıtlar durumu : Mototren

1 7 dizi

Otoray ve römork

44 tane

V agon durumu : ı 238 tane

Yolcu vagonu . Yük vagonu . . Servis vagonu .

1 5 989

))

2 123

))

Demiryolu sanayii : Türkiyede D. sanayii Dev !et De- · Türk Demiryollarının tarihçesi : Avrupada ve bü­ miryolları fabrikalarında doğmuş ve gelişmişıir. D. sanayii tün dünyada demiryollarının doğuşu 1 8 2 5 yılı olarak kabul ile i lgili olarak çeşitli fabrikalarda aşağıdaki iş ler yapıl­ edi lmektedir. Batı Avrupada D. şebekesi genişlemeye başla­ maktadır : yınca, Türkiyede de D. yapı lmak için yabancı adamlar ve Eski[ehir Demiryol Fabrikaları : Buhar ve Diesel loko­ ortakhklar tarafından çeşitli teklifler yapılmaya başlanmıştır. motifleri ile yük vagonlarının onarımı, bu araçların yedek Osman lı İmparatorluğunda ilk D. 1 8 5 4 yılında işletmeye parçalarının yapımı, her çeşit maıkap, kılavuz, rayba, eğe açılmış olup bugün sını rlarımız d ışında kalmış olan Kahire ­ gibi ihtiyacın kendi takım fabrikasında karşılanması ; çelik İskenderiye hattıdı r. Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları köprülerin, D. makaslarının ve güvenlik kuruluşlarının ya­ içinde bulunan en eski D. , 1 860 yılında işletmeye açılmış pımı ve onarımı ; şebekedeki kantarların bakımı ve yapımı ; bulunan İzmir - Aydın hattının bir kısmıdır. Bundan sonra yolcu ve yük vagonu yapımı. sırasiyle 1 865 te İzmir · Kasaba, 1 869 1877 y ı l larında Şark Sivas Demiryol Fabrikaları : Buhar lokomotifleri i le Demiryolları ( Rumeli hattı ) , 1872 den başlayarak Anadolu ­ yolcu ve yük vagonlarının onarımı ; bu araçların gerekli Bağdad ve Cenup Demiryolları, 1892 de Mudanya · Bursa, yedek parçaları ; pik, çelik ve alaşımlı döküm işleri , silindir, 1 899 da Horasan - Sarıkamış (dar) ve Sarıkamış · sınır (geniş ) biyel, pi ston, glisiyer, yatak gibi her çeşit lokomotif ve demi ryolları yapılmış bulunmaktadır. Cumhuriyetin ilanın­ vagon yedek parçaları ; perçin, vi da, civata, sornun rondela, dan sonra da: demi ryolları �aşağıdaki yönlerde gelişmiştir : Haydarpaşa' -" Ankara hattı� doğu yönünde uzatılarak buga, bağlantı parçaları ; kauçuk yedek parçalar ; kereste 1927 de· Kayseriye, 1 930 da Sivasa, 1 938 de Erzincana, 1 939 kurutma işleri, yük vagonu yapılır. •

12

DEMİRYOLU - DEMüCRATIC PARTY

da Erzuruma ve 1 9 5 1 de Horasana varmı ştır. Sivası Kara­ tir. Ancak çeşi tli taşıtların birbirinden ayrı yanları ve baş­ denize bağlayan S ivas - Samsun hattı 1 9 3 2 de, Samsun - Çar­ kalarına göre üstünlükleri vardır. Mesela hız, konfor ve şamba kıyı dar hattı ise 1 924 te işletmeye açılmıştır. Sivas­ güven gibi etkenler çeşitli taşırlarda değişiktir. Bunlar bir tan güneydoğu yönünde başka bir hattın yapıroma devam ülkenin coğrafi durumuna, n ü fusun a, üretim yeteneklerine, edilmiş ve bu hat 1 9 3 1 de Malatyaya, 1 9 3 5 te Diyarbakıra, sanayiinin durumuna, ekonomisine, daha doğrusu bölge ko­ 1 944 te i se Kurtalana varmı ştır. Yol çatı 'dan başlayarak başka şullarına bağlıdır. Bütün iş, taşıtlar arasındaki uyumu ku­ bir hat da Tatvan - Van yönünde devam ederek 1 934 te Yol­ rabi lmektir. Durum, bu açıdan ele alınırsa, kara yoluna, D. çatı - Elazığ, 1 947 de Yolçatı - Genç, 1 9 5 5 te Yolçatı - Mu�, nun rakibi değ i l, tersine onun destekleyicisi ve tamamlayı­ 1 964 te de Muş - Tatvan hatları işletmeye açılmıştır. Anka­ cısı olarak bakmak gerekir. Bundan dolayı ne Avrupada, rayı Karadenize bağlayan Zonguldak hattı 1 9 3 7 de, Zongul­ ne de Amerikada D. na henüz modası geçmiş bir taşıt ara­ dak - Kozlu hattı 1945 te, Ankaradan güneye doğru giden cı göziy le bak ı lamaz. Adana hattı 1936 da, Batı Anadoluya giden Bal ıkesir hattı DİMİURGOS, Eflatuncuların yaratıcı Tanrıya ver· . ise 1 9 3 2 de işlet- meye açılmıştır. d ikleri ad. « hç i, zanaatçı, mi mar » anlamına gelen Kuruluşundan başlayarak buharlı lokomotifler ile ça­ demiurgos kelimesine ilk olarak Eflatun felsefesinde lışmakta olan demiryollarına XX. yüzyılda motor gücü de rast lıyoruz. Burada Tanrı, evreni düzenleyen üstün varlık girmeye başlamıştır. Dünya demiryolculuğundaki gelişmele­ olarak tanı mlanır. Timaios'ta ışığı karanlıktan ayıran diye re paralel olarak, Türkiyede de bu konuda değişiklik olmuş anı lan tanrıya, Parmenides'te zekiiiarın güneşi adı verilir. ve ilk olarak 1 934 yılında ray üzerinde çalışan motorlu ta­ D. kelimesi yeni Eflatuncu luk felsefesinde gene söz konusu şıtlar servise girmiştir. Zamanla motorlu taşıtların sayıları , olur, ama birden ve N o us ( zeka) tan farklı olup evrensel büyüklükleri ve konforları da artırılarak uzun yol larda da ruh adı altında, duyulur varlıkların dünyasını düzenleyen çalıştınlmaya başlanmıştır. Bu konuda 1 9 5 1 de büyük sayıda ilk sebebi anlatır. D. u gnosti klerde de görüyoruz. Valen­ servise gi ren motorlu trenler gösteri lebi lir. Daha sonra tin'e göre D. , i lkel varlık olan Bythos'un son belirtisidir, 1 9 5 5 yılında: Diesel lokomotifleri iş letmeye girmiştir. De­ niceliği bakımından ne ruhtur ne de madde, ama ikisine de miryollarında Dieselleştirme programına paralel olarak elek­ benzeyen yanları vardır. Gnostikler, Abd - i At ik'in Tanrı­ trikleştirme üzerinde de çalışılmış ve 1 9 5 6 yılında ilk o la­ sını D. ve Yahudifiği onun belirtisi olarak görürler, ama rak Sirkeci - Halkalı elektrikli tren leri çalışmaya baş lamıştır. bazıları onu iyi bir varlık, bazı ları da kötülük eden bir var­ Yukarıdaki açıklamada adı geçen dar hatlar daha son­ lık olarak tanımlarlar. ra ekonomik düşünceler dolayısiyle sökülmüştür. DEMMIN [d,min] , kuzeydoğu Almanyada, Mecklen­ Demiryolu - kara yolu rekabeti : XVIII. yüzyılda bulu­ burg devlet ( Land) inde ve eski Prusya'nın Pomeranya i lin­ nan buhar gücünden ı avaş yavaş sanayide yararlanmaya baş­ de, Peene ırmağı üzerinde bir şehir. Şeker fabrikası, tarım lanılmıştır. 1 8 2 5 y ı l ı nda, yani XIX. yüzyı lın ilk yarısında endüstrisi, O rtaça ğdan kalma surları, tuğladan Gotik kili­ da buhar gücü ulaştırma sistemine uygulanmıştır. Yukarıda sesi, yüksek okulları vardır. İsiaviarın Pomeranyadaki ilk verilen tarihte, İngilcerede Georges Stephonson'ın ray üze· yerleşme yerlerinden biri olan D. 1 1 48 de Germen haçlı­ rinde işleyen buhar lokomotifini buluşu dolayısiyle D. şe­ larınca kuşatı lmış, 1 1 64 te Sachsen dukası Arslan Heinrich bekesi her yana yayılmaya başlamıştır. Böylece hayvan gü­ tarafından alınmış, 1 28 3 te Hansa Birliğine üye olmuş, 1 648 cünün taşıma sistemindeki önemi de sürekli o la rak geri le­ de İsveçlilerin, 1720 de Prusyalı ların eline geçmiş-tir. 1 946 miştir. 1 860 yı lında Fransada Lenoir ve 1 8 64 yılında Al­ 1 9 5 2 den bu yana Mecklenburg devleti topraklarına a lınm•ş­ manyada Otto tarafından içten yanmalı motorlar yapılmış­ tır. Nüfusu ıs 000 ( 1 946) dir. tır. Daha sonraki yıllarda bu yeni yürütme gücü de u laş­ DEMNAT, Fas'ta, Marakeş eyaletinde, 6 300 nüfuslu tırınada kullanılmış ve motorlu taşıtlar diye adlandı rılan otomobil, kamyon, kamyonet v. b. gibi kara yollarında ça­ bir kasaba. Verimli bir bölgede bulunan kasabanın çevresinde güzel yemişlikler, özellikle zeytinlikler vardır. lışan çeşitli araçlar çoğal maya başlam ıştır. ,

1 903 yı lında Ameri kada Wright kardeşlerin ilk uçağı meydana getirmeleri üzerine bu yeni taşıt da önce yolcu, sonra yük taşımak için kullanılmaya başl�nmıştır. Bunlara su üzerinde işleyen taşıtları da katmak gerekir. Denizlerde, göllerde ve ırmaklarda yelkenli ve kürekli taşıtlar yüzyıllar­ dan beri insanlar tarafından bilinmekte ve kullanı lmakta idi. XIX. yüzyı lın ilk yarısında Ameri kada Robert Fulton'un buhar gücünü gemiye uygulaması sayesi nde buharlı gemiler, sonra da motorlu gemi ler yapılmıştır. Günümüzde bu say­ d ığımız taşıtların hepsi aynı zamanda ve bütün dünyada kullanılmaktadır. Başka bir deyimle, yukarıda kısaca doku­ nulan taşıtların gelişmesinde, çeşitli zamanlarda yapılıp pi­ yasaya sürülen her yeni taşıt kendinden önceki lerini büsbü­ tün ortadan kaldırmamış, daha doğrusu kaldıramamıştır. Bugün D. - kara yolu rekabetinden sık sık söz açılır. As­ lında bütün taşıtlar birbiriyle rekabet halindedir. Her hangi bir taşıt si stemi kar ettiği ya da hiç olmazsa zarar etmediği sürece çalışmasına devam etmiştir ve etmekted ir. Bu konuda ekonomik düşünceler başta gelir. Bu bakımdan D. da kamu hizmetini gördüğü sürece çalışmaya devam edecek, demek-

DEMOCRATIC PARTY ( İng. = Demokrat Parti ) , Amerika Berieşi k Dev letlerinde, aş. yu. 1792 d e kurulan bir siyasi parti. ilkin Cumhuriyetçi, sonra Demokrat Cumhuri­ yetçi, daha sonra da (aş. yu. 1 8 2 8 ) Demokrat Paıti adını almıştır. Bu parti, Woodrow Wilson'un başkanlığına kadar merkezdeki hükümetin kuvvetli olması ilkesine karşı durmuş ve genel olarak anayasanın metnine bağlı kalma ilkesini savunmuş, Th. Jefferson, J. Madison , J. Monroe, J, Q. Adams, A. Jackson, M. Van Buren , J. K. Polk, F. Pierce, J. Buchanan, G. Cleveland, Woodrow Wilson, Franklin D. Roosevelt, Harry S. Truman, John F. Kenned y, Lyndon B. Johnson gibi başkanlar zamanında milli hükümetin yöne­ timini denetlemişti r. Partinin başlıca kurucusu Thomas Jef­ ferson'dır. Bu parti , Alexander Hami lton'ın Federalisı'lerine karşı gelen Anti - Federalistic ( federalizme karş ı ) Party ile Democratic - Republican ( cumhuriyetçi demokrat) Partynin yerlerini almış olan bir parti sayılabi lir. Parti içinde sık sık anlaşmazlıklar olmuştur. Başında Stephen Douglas'ın bulunduğu Kuzey grupu ile John C. Breckinridge'in yönet­ tiği Güney grupu arasındaki anlaşmazlık, İç Savaştan önce

DEMüCRATIC PARTY - DEMOKEDES v e sonra Republican Party ( cumhuriyetçi parti ) nin politika alanında güçlü bir varlık olmasını sağlamıştır. Güney dev­ letlerinin sağcıları, daha Ayrı lma Harbinin başlamasına ya­ kın zaman lardan başlayarak kuzey devletlerinin sanayici işçi grupunu d aima yeni lgiye uğratmıştır. Parti içinde birlik ço· ğu zaman buhranlı zaman larda rtformcu bir başkanın i ş ba­ şına gelmesi i le gerçekleşmiştir. Bu başkanlar, 1 9 1 2 de Wil­ son, 1932 de Roosevelt, 1945 te H. S. Truman, 1 960 ta ]. F. Kennedy, 1 964 te de L. B. Johnson olmuştur. Gelenek olarak güneyde seçmen oylarının ezici çoğunluğunu daima D. P. kazanır.

HEMOCRAZIA CRISTIANA [demokraiJfa krhtiqna] , İkinci Dünya Harbinde İtalyada kurulan kanun dışı bir siyasi parti. Genel sekreteri De Gasperi (b. bk. ) zamanında kurtu­ luş hareketi komitesinin en güçlü p artisi olmuştur. 1 944 ten sonra iktidar partisi olmuş, 18 . 4 . 1 948 parlamento seçimle­ rinde oy ların % 48,7 sini kazanmış, millet meclisinde 307 ( 5 74 üzerinden ) , senatoda 1 3 3 ( 2 3 8 üzerinden ) sandalye almıştır. İ l seçi mlerinde de ( mayıs 1 9 5 2 ) 7 3 1 sandalyeden 262 sini kazanmıştır. Başkan ları, 1 947 den sonra De Gasperi idi. D. C., İtalyan Halk Partisi ( PPI = Partİto Popolare Italiano) nin geleneğini sürdürmüş, İtalyada siyasi ve işçi kanadı ile de ( özellikle güney İtalyadaki sosyal sorunların çözümü yönünden ) bir sosyal reform meydana getirmiş, toplum düzenine ve dev let d üzenine uygun bir Katolik po­ litika izlemiştir. DEMODEKS ( Demodeıc ) , Demodi side ( Demodicidae) fami lyasından bir çeşit akari yen. Mikroskopla görülebilen şe­ killeri de vardır. D. , memeli hayvanların yağ keseciklerinde yaşar ve çoğalarak deri hastalıkianna sebep olur. D. folli­ cularum'a insanda, burun deliklerinin kıvrıntı larında her zaman rastlanı r ve irinli sivileeler meydana getirir. Cüzamı n bulaşmasında büyük bir r o l oynayan D. , kirpikierin yağ keseciklerinde yerleşirse, blefarit denilen hastalığı meydana getirir. D. in başka çeşitlerine köpek, kedi ve yarasaların kıl altı keseciklerinde çok rastlanır. Bk. DEMODESİ. DEMODESİ ( Fr. Demodecie ) ya da DEMODİKOZ ( Fr. Demodicose) , yağ bezlerinde ya da kıl altında yaşayan Demodex follicularum deni len asalakların meydana getirdiği deri hastalığı. İki yaşına kadar köpeklerde sık sık görülen bi r hasta lıktır. Çok çeşitli şekilleri olan bu hastal ık, kimi zaman kı lların pul pul dökülmesi, kimi zaman da az çok genişçe satıhlarda kıl dökülmeleriy le birlikte kızartılar mey­ dana gelmesi halinde belirir. Demedeksin stafi lokoklarla bi rleşmesi halinde hastalığın sivilceli bir şekli ortay a çıkar. Uyuzun tersine olarak, D. eecahaıli deği ldir ( bk. DEMO­ DEKS ) . Asalak, derinin derinliklerine yerleştiği için has­ talığın iyileşmesi uzun sürer.

13

yönünden incelenmesi. İstatistik öncesi çağdaki insan n üfusunu inceleyen bölüme tarihi D. denir. Nüfusun geli şmesinin ma te· matik bir şekilde incelenmesine ise arı D . ya da matematik D. denir. D. terimi ilk olarak Achille Guillard'ın Elimenli de statistique humaine ou Demographie comparee ( İnsan ista­ ti stiği ögeleri ya da karşılaştırmalı demografi ) [ 1 8 5 5 ] adlı eserinde kullanılmıştır. Fakat bu konudaki çalışmalara çok daha eski zamanlarda da rastlanır. O zamanki anlamiyle D. , antikİteden beri yapı lagelmekte olan nüfus tahmin ve sayımı, sonra da XVI I. yüzyı ldan bu yana, doğum ve ölüm konularındaki araştırmaları anlatır. O çağlarda nüfus sorun­ lariyle uğraşan Vauban, Cantillon, Malthus, Mirabeau, Ex­ pilly, Moheau gibi yazarlar, bu konuyu genel olarak ekono­ mi yönünden ele alırlar. Nüfus sayımı usulünün ve nüfus kayıtları tutmanın gittikçe yaygınlaşması, XIX. yüzyıl başından bu yana, D. incelemelerine gün günden daha geniş bir dayanak sağla­ mıştır. Fakat D. yine sayıya dayanan istatistik incelemeleri niteliğini muhafaza etmekte idi. Belçikalı Adolphe Quetelet ( 1 7 96 - 1 8 74 ) , modern D. yi çok geniş bir anlamda tanım­ lar ve kişi lerin karakter özel liklerinin de incelenmesini gerekli görür. Böylece istatistik, özerk bir bilim dalı olan D. nin emrinde bir araç olur. D. nin, Quetelet'nin düşündüğü anlamda yerleşmesi için çağımızı beklemek gerekir. Böy lece, nüfus sayısına, cinsliğe, ölüm ve doğum gibi olayların incelenmesine daya­ nan bir nicesel D. , bunun yanında bir de nüfus yoğunluk­ larında meydana gelen değişikliklerin aniaşılmasına yarayan, biyoloj ik, ekonomik, sosyal ve düşünsel öğeleri inceleyen nitesel D. ortaya çıkar.

DEMOISELLE [dlmtfJ1z�l] LER MACARASI, Fran­ sada, Languedoc'ta, Massif Central'in hemen yakınında, Herault boğazına hakim bir yerde bul unan bir mağara. Camisard' lar sava­ ş ında Protestanlara sığı­ n ak lık eden bu geniş mağara, sarkıılar, dikider ve çok güzel t a b i i kalker yumrulada bezenmiştir. DEMOIVRE [ di­ mtttı v r] , Abraham ( 1 667-

1 7 � 4 ) , Fransız asıllı bir matematikçi. Viıry ( Cham· pagne) de doğmuş, ton­ drada ö lmüştür. 1 697 de ( İngil tere Royal Society DEMODfKE, Aiolos'un oğlu olan Kretheus'un karı sı. Fen Akademi si ) ye üye se­ Damadı Phriksos'a delicesine aşık olmuş, red cevabı a lınca çi lmiş, diferansiyel hesa­ d a onu kendisine tecavüz etmekle suçlandırmıştır. Kretheus bın yaratılması üzerindeki : ona inanmış ve Phriksos'u öldürtmek istemisse de, genç prens Newton - Leibniz tartışma­ D E M O I S E L L E'L E R kız kardeşi Helle ile birlikte Kolkhis'e kaçmıştır. sına hakemlik e t m i ş t i r. MAGARASI DEMODİSİDE ( Demodicidae) , Demodex tipinde, Özellikle ırigonometri fonk­ ince uzun küçük kurtlan kapsayan akariyenler familyası. Bu siyonlarının genişlemeleri üzerine iki kuramivle tanınır. akariyenlerin hepsi asalak olup insanlarla h ayvanların yağ DEMOKEDES (M. Ö. VI. yüzyı l ) , Yunan hekimi. bezlerinde ve kıl altında yaşarlar. İnsanlarda sivilce, köpek­ Kroton'da doğır:uş, önce Atinaya, sonra da Samos (Sisam ada­ lerde ise bir çeşit uyuz hastalığı meydana getirirler. sı) a Polykrates'in yanına gitmiştir. Daha sonra İran hüküm­ dan Darayavahuş'un hekimi olmuştur. Sonunda Kroton'a halk, = demos Yun. ; Demographie (Fr. Fİ DEMOGRA dönerek ünlü atlet Milon'un kızlarından biriyle evlenmi�tir. graphia < graphein = yazmak) , insan nüfusunun özellikle sayı

14

DEMOKHARES - DEMOKRASi

DEMOKH�RES, Atinalı hatip ve tarihçi. M. Ö. 3 5 5 - 350 yıllarında doğmuş, 280 yılından sonra ölmüş­ tür. Demosrhenes'in yeğeni olan D. , yurtseverler partisinin yönericilerindendi. Özel l i kle Demetrios Poliorkeres zama­ nında önemli görevlerde bulunmuştur. Çok serbest karakterli olduğu için Demetrios tarafından sürgün edi lmiştir. Çağının hatiplik sanarının tarihini mil liyetçi bir anlayışla yazmıştır. DEMOKQÖN (Yun. mit. ) , Priamos'un karısından olmayan oğlu. Babasının harası bulunan Abydos'tan Troia şehrinin yardımına koşmuş ve Odysseus tarafından öldürül­ müşrür. DEMOKRASI ( Yun. demokratia : demos = halk ; kral os = k uvvet ) , siyasi anlamda, millet işlerinin yürütül­ mesi için gerekli siyasi kurumları resbir etme ve bu kurum­ ların işlemesini sağlayan kanun ları yapma yetkilerini halkın elinde bulunduran rej im. Halk bu yetkiyi ya antik Yunan site devlet lerinde olduğu gibi doğrudan doğruya ya da şimdiki D. lerde olduğu gibi belirli zaman aralıklariyle yapılan serbı-st seçimlerle seçtiği temsilcilerinin aracı lığı ile kullanır. Antik demokrasiler : D. kelimesi ilk olarak eski Yunanistanda ortaya çıkmış ve başlangıçta belirli bir dev­ let örgütü tipinden çok, bir partinin savunduğu politika an­ layışını belirtmiştir. Bu ülkedeki demokratlar partisi, ikti­ d arı büyük ail elerin ellerinde toplayan ari stokratlar partisi­ ne karşı durmuştur. Eski Yunan sitelerinin küçüklüğü ve nüfuslarının «halk» ı meydana getiren bölümlerinin de az kalabalık oluşu, bütün vatandaşların yer aldığı halk meclis­ leriyle uygulanan «doğrudan doğruya D.» usulünün nasıl mümkün olabildiğini anlatır. Bu halk mecl isi, halk yöneti­ minin bir sembolüdür. Onun yanında gene halk tarafından seçim ya da kura usulleriyle seçilen, yargı ve yönetim yet­ ki leri olan başka meclisler de vardır. E ski Yunanlı ların an­ ladığı anlamda «halk» kavramı, bütün nüfusu kapsamadığı gibi, ergin erkeklerin tümünü de içine almaz. «Halk» va­ tandaşlardan meydana gelir, fakat köleler, sitede oturan ya­ bancı ( m etoikos) lar ve ana babalarından yalnız biri va­ tandaş olanlar vatandaş sayılmaz. Bütün bunlardan çıkan sonuca göre, demokrat rej ime örnek olarak gösteri len Atina sistemi ile Atinalıların aristokrarik olmakla suçlandırdıkları Sparta sistemi arasında hukukça gerçek bir fark yoktur. Asıl Lakedemonyalı ların sahip oldukları yetkiler en az Ari­ nalılarıo yetkileri kadar geniştir. Spanada heilôtos ( devlet kölesi ) larla perioikos ( ferhedilen ülkelerin halkından olan ) ları siyasi haklardan yoksun bırakan düşünüş, Arinada kö­ lelerle yabancı ( m etoikos) !ara bu hakları ranımayan d üşü­ nüşün aynıdır. Aradaki fark, vatandaşlar topluluğunu yara­ tan nüfusun kalabalık olma derecesinden i leri gelmiştir. Ari­ nada, vatandaşların sayısı 4 0 000 dolaylarında dalgalandığı halde, Spanada n üfusun artıp yenilenmemesi yüzünden git­ gide birkaç yüze düşmüştür. İki site arasındaki bir fark da yönetim şekillerinden doğar. Demek oluyor ki D. yi başka bir rej imden ayırdetmek için, daha Antikireden başlayarak, yalnız hükümet şekil lerini değil, aynı zamanda onların işle­ yişine hakim olan düşünüşü ve vatandaşlar topluluğunun gelişmesini de göz önünde bulundurmak gerekir. Atinanın demokratik bir site olması, açık bir site olmasından, vatan­ daşların hiç olmazsa bir kısmının yenilenmesinde n, bu top­ l uluğun, nüfusun tümüne olan oranının uygun bir sınırda kalmasından ve vatandaşlard an gayrı olan kişilere baskı ve zulüm yapılmasınd adır. Spartanın arisrokrarik bir site sayıl-

ması, sisteminin donmuş olmasından ve yeni lenme olmama­ sı sebebiyle vatandaşlarının yı ldan yıla azalarak vatandaş sa­ yt lmayan ve baskı altında yaşayan insanların ortasında imri­ yazlı bir sınıf meydana gelmesindendir. Spanada «halk» o kadar ari stokratlaşmıştır ki sonunda öteki sirelerio aristok­ ratİk panileriyle dava birliği etmiştir. Atinada ise «halk», halk olarak kalmış ve Atina D. si birkaç yüzyı l yaşayabil­ miştir. Romada hiçbir zaman Atina tipinde D. var olmamış­ tır. Gerçi Errusk monarşisinin devri lmesi «halk» ı, yani Ro· ma gens ( aynı aradan türemiş aileler grupu) lerinin hepsini iktidara u laştırmış ve ilke olarak bir D. meydana getirmiş­ tir. Fakat Romanın yayılması ve topraklarını dolduran in­ san ların sayıca çoğalması bu gens' leri p/ebeiuı'!ar sınıfı karşısında bir aristokradar sınıfı haline getirmiştir. Plebeius'­ !ar sınıfı . yavaş yavaş hak eşitliği kazanmış, ayrıca Roma şehrinin sınırları genişletilince «vatandaş» ların sayısı art­ mıştır. Romada, başlangıçtaki imparatorluk rej iminde olsun, sonraki cumhuriyet rej iminde olsun, daima Romayı ve dünyayı yönettiği farz olunan bir Senatus Populusque Roma­ nus ( b. bk. ) un varlığı bahis konusu olmuştur. Bu devletin geçirdiği çeşitli evrelerde halkın devlet işlerinde birinci de­ recede söz sahibi olması ilkesine uygun türlü türlü temsil meclisleri kurulmuşsa da, bunlar ya soylular sınıfının ya da devlet başkanlarının etkisiyle hiçbir zaman demokratik dü­ zeni n yürümesini sağlayamamışlardır.

Yeniçağ demokrasileri : Ortaçağın son larına doğru İngi lrerede lordların kıral John'a karşı durmaları sonunda 1\fagna Carta ( 1 2 1 5 ; b. bk. ) i le elde edilen haklar, çağı­ mızın D. anlayışına temel olmuştur deni lebilir. Bu tarihi belge, vergi alınacak kimselerin temsilcilerine danışmaksızın vergi alınmaması, yargı lamaların j üri kuru llarınca yapılma­ sı ve kurulacak Halk Temsilcileri Meclisi ( House of Com­ mons) ne büyük yetkiler tanınması ilkelerini koyuyor ve ge­ nel olarak kıra !ın yetkilerinin dokunulmazlığını ortadan kal­ dırıyordu. I. Charles'ın oğlu II. Charles (ı 630 - 1 68 5 ) dev­ rinde de Parlamentonun kuvveti yavaş yavaş artmış, büyük siyasi partiler gelişmiştir. Gene İngilrerede, 1 688 de kıral II. James'e karşı yapılıp başarı ile sona eren Glorious Re­ volution ( = şanlı devrim ) ile uzun zamandan beri sava­ şı lan kıral hükümetinin başına buyruk yönetimi sona eriyor ve İngiliz parlamentosu egemen hale geliyordu. Modern D. nin gelişmesinde bunlardan sonraki en önemli evre, Amerika Bağımsızlık Savaşında yayınlanan 4 temmuz 1 776 tarihli Bağımsrzlık Beyannamesidir. Daha önce Padualı Marsilius (b. bk. ) , John Locke ( b. bk. ) , Jean Jacques Rousseau ( b. bk. ) v . b . tarafından savunulan tabii haklar'a dayanarak özellikle Benj amin Franklin ve Thomas Jefferson tarafradan kaleme alınan bu beyanname, en i leri anlamiy le bugünkü D. nin temellerini atmıştır (b k. DECLARATION OF INDEPENDENCE ) . Bu bakımdan Amerika Birleşik Dev Jetleri anayasası, şimdiki demokratik anayasaların i lk örneği sayılır. Daha sonraki evre, Fransız devrimidir. Düşünce ala­ nında gene Avrupalı filozofların koyduğu i lkelere dayanmak­ la birlikte bahis konusu ilkeleri formülleştirme konusunda Amerika Birleşik Devletleri anayasasım örnek a lan bu dev­ rim, D. uğrunda yapılan sonraki Avrupa devrimlerine yol göstermiştir. XVIII. yüzyıl filozofları na göre, D. nin amacı halkın kendini yönetecek olan hükümeri kendi isteğine göre seç­ mesi ve onu denetlernes i hakkıdır. Amerikan devriminde n

DEMOKRASI beri birçok memleketlerin siyasi kurumları, çeşitli derece­ lerde olmak üzere, bu ülküye göre meydana getiri lmi ştir. Bu bakımdan, D. vatandaşların tümünün iktidarı kullanması i lkesini mümkün olduğu kadar tam olarak gerçekleşti recek seki lde kendi yönetici lerini seçme tarzıdır. Bu kullanma ço­ ğu zaman doğrudan doğruya yapılamadığından, çeşitli par­ tilere bağlı ve çeşitli görüş ve düşüneeye sahip adaylar, ge­ nel seçim lerde vatandaş ların oy larını toplayarak milletin tem­ silcileri olmaya çalışırlar. Bazı ülkelerde seçimlere hala bü­ tün vatandaşlar katılmadığı için seçimler ancak yarı genel olur. Nitekim İsviçrede kadınlara oy hakkı tanınmamıştır. Geçen yüzyılda da bazı ülkelerde oy hakkı çeşitli sınırlarna­ lara uğramış, mesela devlete belirli bir vasııasız vergi öde­ meyenler oy larnalara katılamamışlardır. Demek oluyor ki D., halkın tümünün kendi kendini yönetmesid i r. Doğrudan doğruya yönetme de mümkün ol­ madığından belirli zaman aralıklariyle yapılan genel seçim­ lerle seçilen, yetki lerinin geçiciliğini kabul eden ve bu yet­ ki leri anayasanın tesbit ettiği kurallar çerçevesi içinde kul­ lanan belirli sayıda kimseler, halk egemenliğinin temsilcile­ ri olarak mil letin işlerini yürütürler. Şimdi, seçimin bir an­ lamı olabilmesi i çin, aralarından birinin ya da bazılarının seçilmesi gereken ve sayıları seçi lmesi gerekenierin sayısın­ dan daha büyük olan adaylar ve dolayı siyle çeşitli paniler ve çeşitli programlar bulunması gereki r. Böylece, D. nin iyi işlemesi, bi nakım ana hürriyetlerin ve bu arada d üşünce, söz ( basın, tııplantı ) , gezme, dernek kurma, eğitimi yayma hürriyetlerine ve vatandaşların kolayca haber almalarını sağ­ layacak düzenierin kurulmasına bağlıdır. Bu şanlar yerine getirilmedikçe ne bir halk oyu, ne parti ler, ne de gerçek ve serbest seçim olabilir. Yürütme gücünü elinde bulunduran kişinin genel se­ çimle iş baş ına getiri ldiği başkanlık rej imleri olsun, sözü geçen gücü elinde bulunduran kişinin genel seçimlerle se­ çilen meclisierin çoğunluklarının oyları ile iş başına geti ril­ diği parlamento rej imleri olsun, demokratik rej imlerdir. Bu­ na karşı lık, totaliter rej imler, çok geniş plebi sitlere de da­ yansalar, D. rejimi sayı lamazlar, çünk ü halkın egemen liği bir şı;hsa devretmesi tamamiy le serbest bir seçimle de ya­ pılmış olsa, D. kavramının reddi demek olur. D. nin iyi bir şeki lde i şlemesini engeli eyebi lecek kötü­ lük ler olabilir. Seçmenler topluluğunun bir bölümünün okur yazar olmaması , resmi makamların yaptığı baskılar, bazı seçmen sınıfları ( Fransız devrimi sırasında aristokratlar ; Amerika Birleşik Devletlerinde Zenciler) na karşı alınan tedbirler, seçim ıçın dağıtılan paralar, seçim hileleri, toplumsal ve iktisadi zorlamalar bu kötülüklerdendir.

Halk demokrasileri ve demokratik cumhuriyet­ ler : B u çeşit D. ler de halkın kendi kendini yönetmesi il­

kesine dayandıklarını i leri sürederse de, «halk)) kavramını ve halkın düşüncelerini belinme hakkını kullanma tarzını başka türlü anlarlar. Bu rej i miere göre halk, rej ımin dağ­ masına yol açan toplumsal ve siyasi devrimin yapılmasına sebep olarak gösterilen proleterler (yP şamak için i ş gücün­ den başka bir varlığı bulunmayan emekçiler) den ibarettir. Buna göre «halk düşmanları)) nın oy kullanma hakkına sa­ hip olmaları düşünülemez. «Halk)), orrdan doğan ve onu yöneten parti tarafından ttmsil edilir. Partinin pirarnide benzer yapısı, kuramsal olarak halkın iradesinin pi ramidin doruğa erişmesini ve doruğun da bu iradenin sentezini ya­ parak pirarnİdin tabanına u laştırmasını sağlar. B u rej imler­ de muhalefet söz konusu olamaz, çünkü partiye karşı koy-

15

mak «halk)) a karşı koymak olur ve böylece, muhalefet ya­ pan kimse kendini toplumun dışına çıkarmış olur. Sistemin gerektirdiği bütün söz ve davranış hürriyeti sınırlamaları ve parti i leri gelenleriyle şefinin salt bir iktidara sahip bu­ lunmala rı demokratik sayı lır, çünkü bunun böyle olmasını isteyen, iradesini parti vasıtasiyle belirten «ha lk)) ın kendisi­ dir ve çünkü bu sınırlamaların amacı demokratik halk re­ j imini korumaktır.

Sonuç : D. nin Antikireden zamanımıza kadar almış olduğu çeşitli şekillerin bu kısa tarihi, D. nin ortak bir ta­ nımına varmanın güçlüğünü gösteriyor. Başlıca güçlük de siyasi bir toplum içinde «halk)) kavramının yorumlanma­ sından i leri geliyor. Sonra, halk egemenliğinin belirtilmesi­ nin aldığı şekil lerin kesin bir listesini yapmak mümkün olmuyor. Bir de, her D. yi tehdideden iki tehlike var : ik­ tidarın bir ya da birkaç zümrenin, bir diktatörün, bir par­ tinin eline geçmesi . Bu konuda kesin bir tanım yapı larna­ makla birlikte, hiç olmazsa XX. yüzyılın D. anlayışına gö­ re, D. nin ne olmaması gerektiği belinilebilir : ilkin, devle­ tin üstü kapalı olarak ya da açıktan açığa bir zümre em­ rinde olmaması ; mertebe silsi lelerinin hürriyet adına anar­ şi yaratan bir çözülmeye ve bozulmaya uğramaması. D. bir devletin otoritesi altında yaşayan bütün kişije­ rin iradelerinin gerçek ve serbest belirtilmesi şeklinde ol­ malıdır. Devlete düşen iş, bu iradeler belirtiJip ne oldukla­ rı öğrenildikten sonra, hangi iradenin çoğunlukta olduğunu tesbit edip herkese tanınan ve herkes için güvence altında bulunan haklara ve hürriyetlere saygı i lkesi içinde o i rade­ yi yerine geti rmektir. Hiç şüphe yok ki bunlar, hürlük ve eşitlik ile otoritenin bağdaşmalarını sağlamak gibi çok zor­ lu bir çabayı gerektirir. Türkiyede demokrasi : Batı devletleri için olduğu gibi, Türkiyede de D. nin tarihi demokrati k anayasalı yö­ netim rej imini hazırlayan olay ların tarihidir. 1807 de Osmanlı padişahı III. Selim'in giriştiği reform­ lara karşı ayaklanan yeniçeriterin bu padişahı öldürmeleri üzerine vezir Alemdar Mustafa Paşanın ayaklanmayı bastır­ ması ve IV. Mustafanın tahttan indiri lmesiyle tahta ·çıkan II. Mahmut'tan başlayarak, sultanlar artık politik iktidar­ larının yalnız metafizi k güce dayanamayacağına, bu iktida­ rın insanlarca da desteklenmesi gerektiğine inanır olmuş lar­ dır. Bir yandan bu inanışın, öte yandan da milletin ve dış etki lerin zorlamalariyle padişahlar zaman zaman kendi yet­ ki lerini sınırlayan belgelerin kaleme alınmasını kabul etmiş­ lerdir. Bu belgeler sırasiyle Sened - i İttifak, Tanzimat Fer­ manı, Isiahat Fermanı, Bi rinci Meşrutiyet Kanunu Esasisi ve İkinci Meşrutiyet Kanunu E sasisidir. Cumhuriyet devri­ nin ilk anayasası olan Teşkilat - ı Esasiye Kanunu i le 27 mayıs 1 960 devriminden sonra çıkarılan anayasa, son padi­ şahlar zamanında başlatılan hareketi geli ştiren belgeler ol­ muştur. 1 807 de Il. Mahmut i le Rumeli iyanı arasında i mza­ lanan Sened - i İ ttifak'ın D. ye doğru attırdığı adım, devle­ tin yönetiminde sadrazama birinci derecede yetkiler tanıma­ sı ve bu yetkilere dayanarak sadrazarnın ve emrindeki ve­ zirlerin yaptıkları işlerin ayan tarafından denetlenmesi i lke­ sini koyması olmuştur. Böylece, özellikle iktidarın denetlen­ mesi düşüncesini getiren bu senet, anayasalı devlet rej imi­ ne geçişte ilk ve önemli bir rol oynamıştır. Sultan Abdülmecit devrinde, 3 kasım 1839 da, İstan­ buldaki Gülhane Kasrında hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunduğu için Gülhane Hattı Hümayunu

16

DEMOKRA SI - DEMOKRAT PARTi

( b. bk. ) diye de anılan Tanzimat - ı Hayriyye Fermanı, im­ paratorluğun D. ye doğru yol alışında ikinci ve en büyük adım sayılır. Bu ferman, milletin egemenliği i lkesini be­ nimsememek ve her hangi bir rej i m değişikliğine yönelme· mekle birlikte, Mecli s - i Alıkarn - ı Adiiye gibi dolayısiyle hükümdarıo yetki lerini sınırlandıran kurumlar yaratmış ve özellikle artık varandaşlar arasında din ve ırk farkı gözeti l­ rneksizin hepsini n can, mal ve ı rz güven liklerinin güvence altında olduğunu i lan etmiştir. Gene Sultan Abdü lmecit"in Mehmet Emin .Ali Paşaya yazdığı 18 şubat 1 8 5 6 tarihli Isiahat Fermanı , Tanzimat Fermanının bildirdiği hak ve hürriyetleri tekrarladıktan son­ ra, özellikle : a. devierin Hıristiyan uyruklariyle ilgi li ola­ rak vicdan ve ibadet hürriyetlerin i güvence altına almakta ; b. azınlıklara, kendi d i l leriyle öğreti m yapan okullar açma ve azınlık çocuklarına askeri okullara da gi rme hakkını ta­ nımakta idi. Hükümdarıo tek yönlü bir egemenlik tasarrufu ( char­ te) anlamını taşıyan Gülhane Hattı ile kendi yerki lerini sı­ nı rlama ve vatandaşların hak ve hürriyetlerini güven lik al­ tına alma yoluna gi rmesinden sonra, atılması gereken ilk adım, devletin soyut anlamda bir an ayasaya kavuşıurulma­ sı,dı. 1789 Fransız Devriminden sonra Avrupada yayılan politik düşünce akım ları, 1:> ' y l e bir yeni lenme işinin halktan gelmesini gerektiriyordu. Böylece, başlaıında Mithat Paşan ın bulunduğu bazı devlet adamları, akıl bozukluğu yüzünden tahttan indirilen IV. Murat' ın yerine veliabdi Abdülhamit'­ i n geçmesi için yeni padişahın bir anayasayı kabul etmesi­ ni şart koşmuşlar, böylece 23 aralık 1 876 da Kanunu Esasi adı altında y ürürlüğe gi ren ilk anayasa ile Birinci Meş ru· tiyet devri açı lmıştır. Amerika Hak lar Bi ldiri si ( Virgi nia Bill of Rights) ile Fransız İnsan Hakları Bildirisi (Decla­ ration des droits de l "homme et des ci ıoyens) nin batıda meydana getirdiği anayasa hukuku gelişimine urgun ola­ rak hazırlanan bu ilk anayasa, Türkiyenin batı anlamında­ ki D. dünyasında attığı ilk adım sayılır. Bundan sonraki i lerlemeler, m i l letin istibdada karşı direnmesi sonucunda 23 temmuz 1 908 de II. Abdülhamidin İkinci Meşrutiyeti i lıi. n etmesi, i s lami monarşi dı şında ana­ yasalı devlet rej imine geçi şi temsi l eden 20 ni san 1 924 ta· rihli Teşkilatı Esasiye Kanunu, İkinci Dünya Harbinden sonra bütün dünyada demokratik düzeni n değer kazanması üzerine kabu l edilen 1 946 seçim kanunu ve 2 7 mayıs 1 960 devriminden sonra kabul edi len son anayasadır.

DEMOKRAT PARTI, Türkiyede kurulmuş partiler­ den biri. 7 ocak 1 946 da kurulmuş, 27 mayıs 1 960 devrimi ( b. bk. ) nden sonra mahkeme kararı ile kapatılmışur. Kuru­ cuları Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü'dür. Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olan kurucular, «Dörtlü Takr ir» adiyle anılan bir önerge ile «parti tüzüğü ve bazı kanunlarda tadilat» ve devlet yönetiminin demokrasi i lkelerine göre düzenlenmesini istemişlerdir. B u istek «Ka­ nunlarda değişiklik, usulü dairesinde bir teklifle, Tüzük değişmesi ise kuruirayda yapılabilir. Grupta görüşülmesine imkan yoktur» gerekçesiyle geri çevrilmiştir. Bunun üzerine Celal Bayar, Cumhuriyet Halk Partisinden ve millet vekilii­ ğinden çekilmiş, öteki üç üye, parti tüzüğüne aykırı davra­ nışlarında direndikleri için Haysiyet Divanı karariyle partiden çıkarı lmıştır. Bunun üzerine kurucular yeni partinin tüzüğü­ n ü hükümete vererek Celal Bayarın başkanlığında D. P. yi kurmuşlardır. D. P. kuruluşundan iktidara gelinceye kadar geçen dört

buçuk yıla yakın bir süre muhalelet partisi olarak çalışmı$, bu arada bazı anlaşmazlıklar yüzünden, on üç millet vekili ü y e haysiyet divanı karariyle nisan 1 94 8 de partiden çıkarıl­ mıştır. Bunlar Müsrakil Demokratlar Grupu adı altında bir­ leşm işlerdir. Yine bazı görüş ayrılıkları dolayısiyle Afyon Karahisar D. P. üyelerinden bir grup, Öz Demokratlar Par­ tisini kurmuş, şiddetli muhalefet yapılmadığını i leri süren başka bir grup da ayrı larak Millet Partisi (b. bk. ) ni kur­ muştur. Genel başkan Celal Bayar, parti iktidara gelinceye ka­ dar bu görevde kalmış, 1 9 5 0 de partinin iktidara gelmesi ve Bayar'ın cumhur başkanı seçilmesi üzerine, genel baş· kanlık görevini Adnan Menderes üzerine almıştır. D. P. nin p rogramı şöy lece özeılenebilir : Yurttaşın ki­ şisel ve toplumsal hak ve hürriyeılerine sahip olmasını gerçekleşti rmek ; yurttaşlar arasında hukuk eşitliğini, karşı­ lıklı sevgi ve saygıyı, ikti sadi yararlanmada düzeni sağlamak, aile ve mülk iyet temeline dayanan Türk toplumunda, top­ lumsal adalet ilkelerine bağlı lık ; yurttaşlar arasında kültür ve ülkü birliğine dayanan ve her türlü ayıeıeı eği li mleri reddeden bir milliyetçi lik an layışına bağlı lık ; bütün yurttaş­ ları, din ve ırk ayrılığı gözetmeden Türk saymak ve Türk olmanın bütün haklarına sahip kılmak ; öğretim ve egiti m kurumlarını böyle bir milliyeıçilik ü lküsünü n gerçekleşme­ sinde görevli tutmak ; d ine karşı olma yolundaki yanlış an­ layışın dışında, laikliği. devletin politikada, dinle hi çbir i lgisi bulunmadığını kabu l ve din hürriyet i n i kişinin kur­ sal hakkı tanımak ; devrimcilikte, durmadan değişen dünya ve yurt şanları karşısında hayatı � canlılığına çabucak uy­ mak, devletçilikte doğrudan doğruya i ktisadi i şlere girişme­ yerek, özel reşt bbüs ve sermayeni n ulus çıkarına en uygun şeki lde gelişmesine yardımcı olmak ; i l mecli slerini ve bele­ diyeleri beşer yıllık çalışma planları yapmaya yöneltmek ; m i lli eğitim ve öğretimde birli k ; üniversitelerin bil i m ve yönetim özerk liği ; özel sermayeye ve teşebbüslere serbestçe · ve güvenle çalışma imkanını sağlamak ; işçi sınıfının her türlü haklarını vermek ; paran ı n değeri ni korumak ; çifıçinin her bakımdan kalkınma ve gel işmesine çal ışmak. 1 9 4 6 seçiminde az sayıda mil let vekili ile Büyük Mil­ let Mecl i sine giren D. P. , 1 4 mayıs 1 9 5 0 seçimi sonunda büvük bir çoğunlukla iktidara gel miş, daha sonra 1 954 ve 1 9 5 7 seçimlerini de kazanarak iktidarda kalmıştır. D. P. i ktidara geldikten sonra, parti tüzüğünün hükümlerine uy­ mamaya, muhalefette iken vadettiği ıslahatı yapmayı savsak­ lamaya başlamıştır. Özel likle 1 954 seçiminde yeniden i kti­ darı elde ettikten sonra, bu tutum daha çok kendini göster­ miş, antidemokratik yollara sapma davranışları artmıştır. Basma ispat hakkı verilmesin i i steyen 1 9 D. P. millet vekili, kendi grupları tarafı ndan şiddetli bir muhalefetle karşı laşın­ ca paniden ayrılmak zorunda kalmış ve Hürriyet Panisi ( b. bk. ) ni kurmuştur. D. P. nin özel likle 1 9 5 7 den sonra muhalefet parıi le­ riyle muhalif basına karşı tutumu sertleşmiş ; iktisadi duru­ mun bozukluğunun da baskısı ile büyük bir muhalefetle karşılaşan D. P. , 1 960 baharında Anayasaya aykırı bir ka­ nunla muhalif basını susturmak yolunu tutarak, Meclis içinde bir «Tahkikat Komisyonu» kurmuştu. Bu gidiş karşısında 28 nisanda önce İstanbul, ertesi gün de Ankara üniversite­ leri öğrenci leri protesto gösterilerinde bulunmuşlar, hükü­ metin kanlı olaylara yol açan sert ve şiddetli davranışiariyle karşılaşmışlardır. Bunu, Harp Okulu öğrencilerinin, başların­ da bazı yüksek rütbeli subaylar olduğu halde Ankaradaki

DEMOKRAT PA Tİ - DEMONA KS yürüyüşü takibetm iştir. Hükümetin çok tehlikeli yola diğini gören Türk ordusu, bu durumu önlemek için karışmak gereğini duymuş ve 27 mayıs 1 960 sabahı D. iktidarının i leri gelen sorumlularını yakalayarak Y göndermiş, böylece D. P. nin politika hayatı sona Bk. YASSlADA MAHKEMESi.

DEMOKRİTOS ABDERfTES ( M. Ö. 460 - aş. 370) , Yuna � filozofu. Abdera (Trakya) da doğmuştur. Bi · çok gezilere çıkmıştır. Tam beş yı lını Mısırda matematİ !erin yanında geçirdiğini söy­ ler. Leukippos hem öğretmeni hem dostu olmuştur. Anak­ sagoras'ın Homoiomereia ( bu filozofa göre, maddenin' i lkel elemanları ) larının ona, atom­ lar hakkında i lk fikri verdiği­ ni söylerler. Kos ( İ sıanköy) lu Hippokraıes'in çok yakın dos­ tu idi. Aıinada yaşadığı süre içinde Sokrates·i hiç görmedi­ ğini iddia eden ler vardır. Ef­ laıun ondan hiç bahseımez. Yurduna döndükten son­ ra D. A. , kendini büsbütün felsefeye vermiştir. Abdera' da­ ki okulunu 420 yılına doğru kurmuştur. D. A. i n yazıları, M. S. I I I . yüzyıla doğru bolmuşıur. D i ogenes Laerrios'a göre, bu yazılardan rının başlıkları şunlardı : Pythagores ( Pythagoras'çılar ) , diakoımos kai mikro s diakosmos ( E vrenin büyük ve çük sistemi ) . Aynı yazar, D. A. in cehennem, erdemli kozmografya, gezegenler, insanın niteliği, gök yüzünün !emleri, yer yüzü ve ateş ile i lgili ynıları olduğunu bildiri r. Aristo'nun bir yazısından öğrendiğimiz D. A. in sefesi, sonraları Epikuros'la Lucreıius tarafından yeni ele a lınan mekanisı ve atomisı bir maddeciliğe day nır. D. A. e göre tabiat, .boşluktan, bir de değişmez ve sonsuz maddi parçacıklar olan atomlardan dana gelmiştir. Atomlar yalnız şeki lleri ve büyüklükleri kırnından birbirlerinden farklıdır. Bunlar durmadan halindedirler ve birleşmeleriyle en çeşiıli cisimleri m getirirler. D. A. « hiçbi r şey yoktan var olmaz » der. göre, her şey şaşmaz bir mekanik determinizm i le birbi bağlı d ı r ; cisimler atomların birleşmesinden meydana atomların ayrılmasından da yok olur. Ruh bile ince, !ak, hafif, sıcak atomlardan meydana gelir ; bilgiler i se, nesnelerden çıkıp duyu organlarımızı leyen son derece ince maddeler sayesindedir. Her çeşit d uyuınianma yoliyle sağlanır, ama akı l sayesinde bu ların üst üne çıkabi lir. D. A. atom kuramıoın önderi bilir. DEMQKRİTOS MYSTAGÖGQS ritos adiyle tanınmıştır) , Yunan yazarı. Phyıika k ai

ka (Tabii ve gizli şeyler) adlı eseri zamanımıza kadar mişt�' Bu kitap, yanlış olarak Demokrites'a mal edilen simyanın kaynakları tarihinde büyük önem taşıyan eserlerin en eskisidir.

DEMOLDER [dim:Jld�r] , Fransız diliyle yazan Belçikalı yazar. Bruxelles'de Essonnes ( Seine - et - Oise) da ölmüştür. Bruxelles tesinde hukuk öğrenimi yaptıktan sonra «La Jeune JJ> ten ) başlığını koy­ makla, gözlem ve yorumlarını beli rtmeye çaba ladığını, yazı­ larının gerçek değer taş ıyan, başarılı eserler olmadığını an­ latmak i stemiş , alçak gönüllülük göstermiştir. Montaigne'in « Denemeler » i İngili zceye çevrilince ( 1 603 ) bu dilde de benzeri yazılar yazı lmasına yol açmış, böylece D. türü genelleşmiştir. İngilizcede D. { essay) adı altında örneğine başka dil lerdek inden daha uygun yeni bir tür doğmuş ve gelişmiştir. İngilizcen in en büyük dene­ meci ( essayist) si, bu türün yaratılm1sında Montaigne kadar önemli etkisi olduğu kabul edi len Francis Bacon (b. bk. ) dır. Tamamı, Bacon'ın ölümünden sonra 1 740 ta yayınlanmış olan bu Essays, Or Counsels Civil and Moral ( Denemeler ya da medeni ve ahlaki öğütler) [ 1 6 1 2 , Türk. çev. 1 94 3 ] a d l ı eserinin üslilbu yalın, kurudu r ; amaç bakımından i se öğreticidir. XVIII. yüzyı lda, İngilterede d ogmatizmden kurtulup gerçeğe erişmek yolları aran ı rken, meselderin karışıklığı, genişliği kavranı nca, yazarlar, kendi yazılarına D. demeyi, bu türün si stem ve esas iddiası olmarnası bakımından uygun buldular. D. türü ası l bu yüzyı lda kökleşip yayı ldı ve çeşit­ lendi . John Locke'un Essay Conrerning Human Understan­ ding ( İnsan anlayışı üzerine denemeler) [ 1 690] ve S o m e Thoughts Conrerning Eduratian ( Eğitim üzerine bazı dü­ . ş ünceler) [ 1693] adlı eserle ri , bu tü rün i lk örnekleri oldu. Sonra D. Hume Essays, M o ral and Politiral (Dmemeler, ahlaki ve siyasi ) [ 1 74 1 - 1 74 2 ] ve Philosophiral Essays Con­ rerning Hu man Under.rtanding ( İnsan anlayışı üzerine felsefi denemeler ) [ 1 748] adlı eserini yazdı. J. Addison'un 1 7 1 1 yılında «Spectator>> dergisinde yazmaya baş ladığı D . ler, İngi liz edebiyatında bu türü top lu msal konulara yöneltti ve romancı O. Goldsmith, L. Sterne, eleştirrneci S. Johnson'un b{ı türlü yazılar yazmalarına sebep oldu. Gazeteciliğin babası saplan D. Defoe ( b. bk. ) , siyasi, toplumsal ve eğitimsel düşünceleıini D. türü ile verd i. İngiliz edebiyatında XIX. yüzyılda çok başarılı D. ler yazı ldı ; Hazlitt, L. Hunt, Car­ Iyle gibi D. ciler yeti şti. Bunlar arası nda C. Lamp'in Es says of Elia ( E. nın D. leri ) [ 1 8 2 3 - 1 8 3 3 ] adlı otobiyografik nitelikte olan ve bu türün ilk örneği sayılan eseri i le T. B. Macauley'in C ri t i raJ and Histariral EssayJ ( E ieştirmeli ve tarihi D. ler) [ 1 84 3 ] adlı tarihi ve edebi D. leri önemlidir. Bu yüzyılın sonlarına doğru D. türü W. Paper, A.: Lang,

24

DENEME

L. Stephen ile ve hele Birinci Dünya Harbinden sonra G. K. Chesterton, ]. M. Murray, L. Strachey, T. S. E liot (bazı D. lerinin Türkçe çev. Denemeler [ 1 961 ] , çev. Akşit Göktürk ) ile edebiyat, sanat eleştİrmesi konu larına kaydı. D. , Fransada da birçok eserler veriyordu : B. Pascal, Penıeeı ( Düşünceler ) [ 1 670] ; ]. de la Bruyere, Les Carac­ teres ou leı moeurs de ce ıiec/e ( Karakterler ya da bu çağın görenekleri ) [ 1 688] ; P. Nicole, Euai de morale (Ahlak üzerine D. ) [ 1 7 1 4 ] ; E. B. de Condillac, EsJai ıur /'origine deı connaiuanreı humaineı ( İnsan bilgilerinin kay­ nağı üzerine D. ) [ 1 746, Türk. çev. 1 954] ; d'Alembert, Euai ıur /es gens des /ettres ( Edebiyatçı lar üzerine D. ) [ 1 7 5 3 ] ; Montesquieux, Euai sur le gout (Zevk üzerine D. ) [ 1 748] ; Voltaire, Euai sur /es moeurs et /'esprit des na­ tions ( Milletlerin görenekieri ve ruhları üzerine D. ) [ 1 7 5 3 ] adlı eserleri yazdılar. Bu sonuncuda Voltaire kendi çağının olaylarını hikaye ederek, tarihi akı l ışığında incelemek fır­ satını buluyordu. XIX. yüzyılın başında Sainte Beuve, Causeries du lundi ( Pazartesi konuşmaları) [ 1 849] adı al­ tında çıkan çeşitli D. lerini H. Taine ve P. Bourget'nin edebiyat alanındaki D. leri izledi. Bu çağda yazılmış olanlar arasında, Bourget'nin toplum psikoloj isi üzerindeki Euais de psycho/ogie contemporaine ( Çağdaş psikoloj i üzerine D. ler) [ 1 883 - 1 8 8 5 ] adlı eseri önemlidir. Politika, ahlik, felsefe üzerine birçok D. yazadarı yetişti : R. de Gour­ mont, C. Peguy, C. Maurras, Alain gibi yazarlar D. yi ken­ di kuvvetli kişiliklerinin belirmesine en uy.ı.un bir tür ola­ rak buldular. A. Siegfried ve ]. Rostand bilimsel görüşlerini D. lerle verdi ler. Son zaman ların D. yazarları a rasında ]. Beı;ıda, A. Gide ( bazı seçmelerin Türkçe çev. Denemeler, çev. S. K. Yetkin, 1 95 5 ) , A. Camus (Türkçe çev. Denemeler, çev. S. Eyüboğlu - V. Günyol, 1 960) ; ]. P. Sartre (Türkçe çev. Çağımızm gerçekleri, çev. S. Eyüboğlu - V. Günyol, 1 96 1 ) anılmaya değer. Alman edebiyatında lessing D. türünde başarı göster­ di ve edebi eleştirmeyi kurdu. Schi ller ve Goethe k �vvetli D. ler yazdılar. Goethe'nin Versuch die Metamorphose der Pflanzen zu erk/aren ( Bitkilerin başkalaşmasını açıklama D. si) [ 1 790] adlı bilimsel eseri ile ]. G. Herder'in çağdaş lin­ güistiğin birçok ilkelerini meydana çıkarmış olan Abhand/urıg über den Ursprung der Sprache (Dilin kökeni üzerine D.) [ 1772] adlı bilimsel D. si önemlidir. Amerikada da D. XVIII. yüzyılda başladı ; ilk örnek olarak B. Franklin'in Poor Richard's Almanac ( Fakir R. ın almanağı ) [ 1 73 2 - 1 7 5 7 ] adlı eseri i çindeki özdeyişleri saya­ biliriz. Sonra W. I rving, E. A. Poe, din ve ülkücülük konu­ ları üzerinde R. W. Emerson D. ler yazdılar. Amerikanın bağımsızlık savaşı ve devrim çağlarında, toplum konuları üzerinde D. yazanlar çoğaldı. Daha sonraları bu türde yazı yazanlar arasında G. Santayana, G. H. Palmer, B. Matthews, T. Baily'nin adları sayılabi lir. Türkçede Deneme : Bu tür, Türkçeye Batı edebiya­ tının birçok turleri gibi, Ta nzimattan sonra girdi ve gaze­ telerin, dergi lerin çoğalmasiyle gelişti. Şinasi , Namık Kemal, Ebuzziya Tevfik politika, d i l ve edebiyat konularındak i görüşlerini makale kılıklı D. lerle anlattılar. Cenap Şahaber­ tİn 1 908 den sonra başarı lı D. ler yazdı. Bunları Evrak - ı eyyam [ 1 9 1 5 ] ; Nesr - i harb, n esr - i sulh ve Tiryaki sözleri [ 1 918] adlı kitaplarında topladı. Ahmet Haşim D. nin en güzel örneklerini verdi : Gurabahan e - i /ak/akan [ 1 92 8 ] ; Bize göre [ 1 928 ] . Ahmet Rasim, Yakup Kadri Karaosma ­ noğlu, Yahya Kemal Beyatlı da D. ler yazdılar. Falih Rıfkı

Atay, Kurtuluş Savaşı yıllarında, milli davalar üzerine yazdığı D. lerle belirdi ; şimdi de çeşitli yurt konuları ve uygariaşma üzerine kuvvetli fikirlerle beslenen D. ler yazmaktadır ; bunların başlıcaları Eski saat [ 1 933] ; Niçin Kurtulmamak [ 1 9 5 3 ] ; Çile [ 1 9 5 5 ] adlı kitaplarında top­ lanmıştır. Hasan Ali Yücel de D. ler yazdı : Pazartesi ko­ nuşmaları [ 1 937] ; Içten - dıştan [ 1 938] ; Hürriyete doğru [ 1 956]. Türkçede D. nin en ünlü ustası Nurullah Araç oldu. Seçkin bir zevke ve olgun bir edebiyat kültürüne sahip olan bu yazarın edebiyat, dil, hayat görüşü üzerine açık ve etkili bir deyişle yazdığı D. ler, Türkçede bu türün en güzel edebi örnekleridir. D. leri Günlerin getirdiği [ 1 946 - 1 9 5 7 ] ; Karalr. Heleniscik devirde ve Roma devrinde Akdenizin kıyı­ larında kurulan D. Fenerleri , İskenderiye fenerinden daha kü­ çük olmakla birli kte aynı modele göre yapılmıştır. Bu de­ nizin doğusunda, Latakya, İzmir ve İstanbulda da D. Fenerle­ ri vardı. İstanbulda bulunan D. F. bu şehrin Fener sem­ tine adını vermiştir. İtalyadaki D. Fenerlerinin en eskisi Mes­ san a ( Messina) da olup bu ü lkenin Ravenna, Aqui leia, Bu­ rundisium ( Brindisi ) , Puteoli ( Puzzuoli ) , Caieta ( Gaeıa ) , Capreae ( Capri ) fenerleri d e çok tanınmıştır. Bunların dı­ şında, eski zamanların en tanınmış fenerleri şu l imanlarda yükseliyordu : Manş den i zi üzerinde Gesoriacum ( Bologna ) , b u fener 60 m yüksekliğinde olup imparator Caligula tara­ fından M. Ö. 4 ı de yaptırılmış ve XVII. yüzyıla kadar kal­ mıştı r ; Porıus Dubri s ( Dover) ; Forum }u Iii ( Frej us ) ; � a­ eıi s ( Guadalquivir) in ağzı ; Brigantium ( La Coruii a ) . ıs­ kenderiye fenerinin, Arapların minare üsliıbuna etki yapmış olduğu kabul edilmektedir. Ortaçağ Deniz Fener/eri, modern Deniz Fenerleri : Es­ ki zamanlardan sonra yapı lmış D. Fenerleri arasında Cen o ­ va'daki ( 1 1 39 da yapılmıştır) bugünkü haliyle 1 2 5 m yük­ sekliğinde olup odak d üziemi 1 1 7 , 5 0 m yüksekliğindedir. Cordouan ( Gi ronde, Fransa) D. F. 1 61 1 de yapıl­ mış olup kayalara oturlulan ilk D. F. dir. Plymouth yakınların­ da yükselen Eddysıone D. F. 1 698 de yapıl m ıştır. XVIII. yüzyıl d a yapılan D. Fenerleri arasında şunlar ayrıca kayda de-

DENİZ FENERI ğer : Sınalls ( Pembrokeshire, İngi ltere) deki D. F. ile La Hev� ( Havre, Fransa ) in ikiz D. Fenerleri. XIX. yüzyılda, bu­ harlı deniz yolculuğunun g�lişmesiyle, bugün de büyük öne· mini saklayan birçok D. F. kurulmuştur : Beli Rock ( Forfarshi· re, İngiltere) ı 8 1 1 de bitiri lmiştir. Skerrivore (Argyllshire, İn�i l tere) daki 4 5 , 7 5 m yüksekliğinde olup 1 884 te bitmiştir. Ar - men ( Sein adası, Fransa) D. F. 1 867 · ı 8 8 ı y ı llarında }· apı lmıştır. 1 8 8 5 te yapı lan Roter Sand ( Weser ağzı, Al­ manya ) D. F. için 22 m derinliğinde temel kazılmıştır. Bugün D. Fenerleri arası nda en tanınmış olan larından birkaçı şunlardır : İngi ltere Wolf Rock ( Cornwal l ) , Haulbow· line Rock, Maplin ; Fransa : Heaut de Bıehat, Jument d'Ouessant, Les Triagoz ; Almanya : Helı:ıolan d, Arkona, Brüsteron ; Amerika Birleşik Devlet leri : Hürriı·et heykeli ( New York) , Minots' Ledge, St. George' s Reef ; İspanya : Punta Galea, Capo Villano, Casti l lo de San Sebastian ; Ar­ j antin : Punta Mogotes ; Avustralya : Point Cloates, Macqua­ rie ; Hindi stan : Kennery Isiand ; İtalya : Punta Caprera ( Sardinya } , Faro del Tino ( Sardinya ) , Livorno. Bütün dünyada aş. ru. 2S 000 ( ı 963 ) D. F. vard ı r.

Deniz Feneri yapımı : D. F. n i n başlıca kısımları şunlardır : fener ; fenerin işleti lmesi için gereken dış galeri, nö­ betçi odası, yakıt amba rı, sarnıç, depolar, fenerei nin ve mü­ fettişin ot urma yerleri. Taş d uvar, bu cins yapı lar için en elverişli yapı usulüdür, çünkü atmosferin ve da lgaların yı­ kıcı etki lerine karşı dayanıklıdır. Taş d uvarla rın yersizlik ve taşıma güçlüklerinden dolayı yapılamadığı hal lerde, demir kullanılır. Fakat bunun krom lu çelik şeklinde olması gere­ kir. Çünkü bu madde aşınınaya karşı en iyi dayanan demir şeklidir. D. F. yapımında beıona rme de kullanı lmış ve çok iyi son uçlar vermiştir. O ptik aletleri : Uzun zaman D. Fenerlerinin ışığını top· lamak ve kuvvetlendirrnek için hiçbir çareye baş vurulmamış· tır. Bu konuda zaman bakı m ından yapı !:ın ilk teşebbüs, ı 763 te W. Hutchinson tarafından gümüşle kaplı billurdan yapıl­ mış parabalik reflektör ( reflecteur) ler kul lanmak olmuştur. ı 784 te düz ve parlak metal reflektörler k u llanılmış, böyle· ce ışınların bell i bir yönde yansımaları sağlanmıştır. Ref­ lektörü döndürerek ışığın da dönmesi sağlanır. Bu si steme katoptrik adı veri li r. Şimdi yalnız küçük fenerlerde kullanı­ lır. Büyük fenerlerde i se, Buifon'un ı 748 de uydurduğu mer­ cek si stem leri kullanılmaktadır. Bun lara diyoptrik ya da ka­ tadiyoprrik sistem adı veri lir. ı 8 5 0 de T. S tevenson, mercek­ lere prizma da katarak önemli bir i lerleme kaydetmiştir. Işığın kesikliği sorusu birçok araştırmalara konu ol­ muş ve bi rçok sistemler kullanılmıştır. Başlıca üç sistem sı­ ra ile uygulanmıştı r : a. Işık kaynağının çevresinde silindrik perdenin kaldırı lıp indirilmesi ; b. Bir perdenin döndürül· mesi ; c. Işığın kendisinin belli aralıklarla söndürülüp ya­ kı lması. ihtiyaçlara göre, D. Fenerlerinin ışığı şu tipleri göster· mektedir : a. Durağan devamlı ışık ; b. Şimşekli ışık, yani belli aralıklarla parlayan döner ışık ; c. Durağan ve şimşek­ li ışık, durağan yanan, fakat bel li fonlada bir ş i mşekle kuv· vetlendirilen ışık ; d. Çok şi mşek li ışık ; e. Sönüp yanan ışık. Ayırdetmek maksadiyle renkli ışıklar da kullanı lmış­ tır, fakat ışığın kuvvetini azalttığı iÇin pek $Ürüm kazan­ mamıştır. Şimdi en çok kullanılan sistemler b, c ve d sis-. temleridir. l[ık kaynağı : D. Fenerlerinde kullanılmış olan en eski yakıt, kulenin tepesinde bulunan bir maltız ya da ocak ı z­ garasında yakılan kömür ya da odun olmuştur. XVIII. yüz·

45

yılın sonuna ve hatta XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar bun­ dan başka hiçbir yakıt kullanı lmamışıır. Iste of May'daki kömür ateşi 1 8 ı O a kadar, yine İngi ltere ( Cumberland) de­ ki i se 1 8 2 3 e kadar devam etmiştir. Kattegat ( İ skandinav­ ya} taki Nidi ngen'in iki ku lesinde ı 846 ya kadar devam et­ miştir. Eddystone (İngiltere ) D. F. nde i l k olarak iç yağın­ dan yapı lmış kandi ller kullanılmıştır. Liverpool 'da 1 7 6 3 ten beri bitki yağları kullanı lmakta idi. Pahal ı bitki ve hayvan yağlarının yerine madeni yağlar geçince, D. Fenerlerinin ı ş ı k­ lanmasında yeni bir devir açılmıştır. Fakat Doty, hidro - kar­ bonları yakmaya elverişli bir bek ' i ancak 1868 de bulmuştur. Hava gazı ı 8 3 7 de i l k defa Troon ( İ ngi l tere) da kul lanıl­ mıştır. Aseti len ı 896 da Chassiron ( Fransa) da kullanılmış· tır. Elektri k ise ilk defa ı858 de South Foreland ( İngil tere) da uygulanmıştır. La Heve ( Fransa) i se bu sistemi 1863 te kabul etmiştir. Son zamanlarda D. Fenerlerine 8 000 ve daha fazla mumluk ampul ler uygu lanmış ve çok iyi sonuçlar alınmıştır. Türkiyede Deniz Fenerleri : Türkiye kıyılarında i l k kez D. Fenerleri kurulması Kırım Harbinin çıktığı ı 8 S 6 yılına rastlar. O sıralarda Karadenize giden İngi l ı z ve Fransı z harb gemilerinin v e çeıitli deniz taşıtlarının Boğazlardan geçmesini kolaylaştırmak üzere, o yıl İstanbul Boğazında Ana dolu ve Rumeli fenerleri, Karadenizde Karaburun feneri, Marmarada Yeşilköy feneri , Çanak· kale Boğazı dolay· larında da Çanakka· le ( Çimenlik), Kum­ kale ve Gelibolu fe­ nerleri k u r u 1 m u ş, ı 8 5 7 y ı l ı nda Ahır­ kapı 'ya, Nara'ya ve Ki li tbah i r' e fenerler konulmuştur. Anla­ şı lan, bir Memalik- i Fenerler l\-fahrusa İdaresi de kurularak başına Michel Ma­ rius adında bir Fran· sız g e t i r i l m i ş t i r. 1 860 yı lında Osmanlı Devleti adına Ka­ pudan · ı D e r y a Mehmet A 1 i Pafa ile Michel Mariu s v e Bemard Cami lle Co Ila s arasında bir EKiNLİK ( Marmara Denizi ) anlaşma i mza edi!DENİZ FENERi miş ve bir Fenerler İdare - i Umumiresi kurularak i şletme i mtiyazı bu iki Fransıza veri lmiştir. B u idare, kıyılarımızda fener kur­ ma işini bir kamu hizmetinden çok bir kar işi say­ dığı için çalışmalarını buna göre yurutmüş, sonunda devlet 3 302 sayı l ı kanunla Fenerler İdare · i Umumiyesini satın alarak bu i darenin hi zmetini ı ocak ı 93 8 de Denizbanka, ı temmuz ı 9 3 9 da Devlet Limanları İşletmesi Umum Müdür­ lüğüne, 1 şubat ı 944 te Fenerler ve can kurtarma örgütlerini­ kapsayan Kıyı Emniyet İşletmesi adıyla Devlet Denizyolları ve Limanları Genel Müdürlüğüne ve en son ı mart 1 9 5 2 de de Denizcilik Bankası T. A. O. na devretmiştir. Türkiyede D. Fenerleri A dan N ye kadar olmak üzere

DEN İZ FENERI

46 T ü r k

y e d e

ö n e m l

d e n i

z

f e n e r l e r

Yapısı ve ayak olarak yerden yüksekliği

Peryodu ve açıklamalar

Beyaz boya lı rn üdev· Şimşek 0 , 3 saniye ; karanlık 1 , 0 ver kule ve gardiyan saniye ; şimşek 0 , 3 saniye ; ka­ odas ı , 39 ayak ranlık 3 , 4 saniye ; asetilen gazı ile otomatik fener

Güzelhiaar nu nda

Trabzon ı 863, ı 920

bur-

Dede (Yeros} , Burnu ı 886, ı 92 6

Dede (Yeroa} Burnu üze rinde

Çam Burnu (Vona} ı 880, 1 945

Mendirek ucun­ daki kulede

Ün ye ı9ı ı

Tatkana burnu üzerinde

Civa burnu Civaburnu 1 8 8 0 , ı 9 ı 1 , ı 9 5 3 rinde

1 863,

!

Sa�un K alyon 1 92 5 , 1 953 1

üze-

ı . W.

ı oo

ı2

Beyaz boyalı çat - Şimşek ı , 5 saniye ; karanlık ma demir sehpa 3 , 0 saniye ; şimşek ı , 5 saniye ; karanlık ı 4 , 0 saniye. Asetilen gazı ile otomatik fener

ı . w.

82

ı2

Beyaz boyalı ku - Şimşek 0,5 saniye gardiyan le ve odaları

1 . G.

1 27

ı2

Betonarrne kule

ı . w.

62

ıO

Beton kule üze · Şimşek 0 , 6 saniye ; karanlı� rinde çatma demi ı 1 , 0 saniye ; şimşek 0 , 6 saniye ; sehpa , ı 3 ayak karanlık 3 , 8 saniye. Asetilen gazı ile otomatik fene r

ı . w.

76

ı4

Beyaz boyalı be- Şimşek 0 , 5 saniye ; karanlı� tonarme kule , 5 8 2 , 0 saniye ; şimşek 0 , 5 saniye ; ayak karanlık 7 , O saniye. Asetilen gazı ile üç fitilli, damlalı lamba

ı4

ıo

bu rnunda J .W.F Sektö r

Bafra ı 880, ı 9 ı ı

Kuzey mendirek ucunda

Si.nop ı 863, ı 945

Boztepe bu rnu üze rinde

Beyaz boyalı çat- Şimşek O, ı aaniye ; karanlık 9 , 0 m a demir sehpa saniye. Asetilen gazı ile oto­ matik fener

1 . G.

ı . w.

15

9

35 ı

ıO

Şimşek 0,3 saniye ; karanlık 2 , 7 saniye. Asetilen gazı ile otomatik fener

1

Demir çatma kule Şim�ek 0,5 sani y e ; k a r ve gardiyan o dası 2 , 0 saniye ; şimşek 0 , 5 karanlık 2 , 0 saniye ; 0 , 5 saniye ; karanlık niye . Asetilen gazı ile tik fener

Betonarme kule

a n I ı k

saniye ; şimşek 9 , 5 sa­ atama

-

Şimşek 0,3 aa.niye ; karanlık ı , 7 saniye. Asetilen gazı ile oto matik fener



Beya z boya l ı taş ku · Şimşek ı , O saniye ; karanlı le, 1 3 ayak 3 , 0 saniye ; şimşek ı , O saniye ; karanlık ı 0 , 0 saniye. Asetilen gazı ile otomatik fener

İnceburun ı 863, 1 93 8

Burun üzerinde

ı . w.

85

ı5

39 ayak yüksek liği n · Şimşek 0 , 5 saniye ; şimşek 0 , 5 d e , beyaz boyal ı kar- saniye ; karanlık 2 , 0 saniye ; gir kule Şimşek 0,5 saniye ; karanlık 2 , 0 saniye şimşek 0,5 saniye ; karanlık 2 , 0 saniye ; şimşek 0 , 5 saniye ; karanlık ı 2 , 0 sa­ niye. Asetilen gazı otomatik fener

DENİZ FENERi T ü r k

� -i ;;ı a = ·M ..ııı :; ::ı t � Qj . .: ..ııı -.:ı Qj Illi

cQj ::ıe ..� ..

Adı, kurulut yılı ve son onarımı

e=

) &ı

Yeri

d e n i z

ö n e m i

v e d e

M

E

.� !1

• "' .. Qj

M

.

!>. "' � .:ı= : ::ı c ;., Qj ., .:ı=

· a f� Qj



:-:ı

47 f e n e r l e r

a , ;-

� ., � > �

c :::ı .. lO Illi

..C ..:.ı ,.lıl

Üo � [ 1 907) (özel koleksiyon, Paris) ; «Bi lar­ do» [ 1 9 1 3 ) (Kabutoya Galerisi, Tokyo ) ; kendi portresi [ 1 9 1 3 ) ; «Manzara» [ 1 9 1 1 ) ; «Chatou Köprüsü» [ 1 908) anı !abi li r.

Denizi kıyısında ve Ma haçkale ( eski Petrovsk) nin 1 1 0 km kada r güneydoğusunda yer alan Derbend şehrinin hemen arkasındaki tepelerde bir geçit. Bu geçidin güney ucunda, eskiden Hazar Kapısı ( Caspiae pylae) adiyle tanınan ve Persler tarafından kuzeyli göçebe kabilelerinin akıniarına karşı kullanı lan surların kalıntıları vardır. Surlada kalenin VI. yüzyı lda Sasan sülalesi nden I . Husrev tarafından yap­ tınldığı sanı lır. 728 de Araplar tarafından alınan bu kalede Harunü'r - Reşid oturmuş ve kale bir kültür merkezi olmuş­ tur. Kale 1 220 d e Moğolların, 1 7 2 2 de Büyük Petro'nun eline geçmiş, 1736 da yine Ruslar tarafından a l ınmış, 1 796 da yeniden İranlılara geçmi ş, son olarak 1 8 1 3 te yeniden Rusyanın malı olmuştur.

DERAYE ya da DERAİYE, Arabistan ın Necit böl­ gesinde yıkık bir kasaba. 1 8 1 8 de yıkılmasından önce Va­ habilerin başkenti idi.

DERBEND HANLICI, XVII - XVIII. yüzyı l larda güney Dağıstanın kıyı bölgesinde kurulan bir hanlık. Kaf­ kas dağlarından geçen :ana yol üzerinde bulunan bu hanlı­ ğın merkezi Derbend ( b. bk. ) şehri idi. D. H. toprak ların· da yaşayan halkın büyük bir kısmı ekin ekmekle geçin irdi. Bundan başka, bahçıvanlık, bağcılık, koyunculuk, halıcılık, dokumacı lık da gelişmişti. Madeni kap yapımı da önemli bir yer tutuyordu. XVII. vüzyılda Kafkasyanın doğu kesi­ mi İran lı ların eline geçmiştir. Bu devi rde D. H. İran· şahı ta­ rafından atanan bi r vekil ( su/Jan ) ve onun yerli halk ara­ sından seçilen yardımcısı ( naip ) tarafından yöneti lirdi. D. H. naibi İmam Kulu, 1 722 de Rus - İran harbinde D. H. nı karşı koymaksızın Rus birliklerine teslim etmiştir. Rus hükümeti İmam Kulu'nun oğlu Mehmet Hüseyin'i D. H. na ge­ tirmiştir. Rus ordusunun Transkafkasya'dan çekilmesi üze­ rine D. H. 1 747 yılına kadar sözde İrana bağ lı kalmıştır. 1 806 y ı l ında D. H. Rusyaya bağlanmıştır.

D�RBE ya da D�RBAİ, Küçük Asya'da, Lykao­ nia'da bir şehir. Hagios Paulos ( St. Paulus) i l k misyoner­ lik gezisinde burada bir Hıristiyan top luluğu meydana ge­ tirmişti. DERBEND ( Türkçe adı : Demir Kapı, Arapça adı : Babü'l - ebvab [ = başlıca geçit) ya da Babü'l - hadid [=

demir kapı] ) , 1 . Sovyetler Birliğinde, Dağıstan Özerk Cum­ huriyetinde, Hazar Denizi kıyısında bi r şehir ve l iman. Nü­ fusu 24 000 dir. D. in, İslam dünyasının sınır kalesi ve Ha­ zar Denizinde liman olarak büyük bir önemi vardır. XII. yüzyıldan başlayarak Şirvanşah ların elinde bulunan şehir,

DERBENT, Konya ilinin merkez i lcesine bağlı bir bucak. Belediyesi ( 1 930 da kurulmuş ) ve posta örgütü var­ dır. D. in nüfusu 3 37 5 ( 1 960) olup 6 köyü i le birlikte bucak nüfusu 5 977 dir. Toprakları 2000 - 2200 m yüksek li­ ğindeki dağlık bir yerdedir. Bu dağlarda yer yer çam ve meşe orman iariyle fundalıklar vardı r. D. Konya'ya 60, Ka­ dınhan ve I lgın'a 30, Beyşehir'e 40 k m uzaklıktadı r. Kasa­ banın 200 kadar evi bulunan bir yayiası vardır. D. çevre­ sinde ekin eki l i r ve hayvan yeti ştiri lir. Halkın çoğu yazın �Ege bölgesine çalı 1maya gider. Evlerde halı, ki l i m dokunur. Haftalık pazarı vardır. DERBENT, Kocaeli i linin merkez i lcesine bağlı bir bu­ cak. Bucak merkezinin bulunduğu yer Hikmetiye (1 084 nü­ fuslu ) dir. D. bucağı nın nüfusu 1 0 728 ( 1 960 ) dir. Buca­ ğın 16 köyü vardır. Bunlarclan Maşukiye, 2 1 2 5 nüfuslu, küçük bir çarşısı bulunan güzel bir küçük kasaba ve turis­ tik yerdir. D. , İstanbu l - Ankara şose ve demiryoluna yakın bir yerdedir. Çevresi düzlüktür. Bu düzlüklerin yakınında çam ormaniariyle dağlar yükselir. Başlıca geçim kaynakları arasında bahçeci lik ( sebze, meyva, mısır) yer alır.

DERBEND : Şehrin eski kalesi sonradan Moğol yönetimi altına, daha sonra da İranlıların eline geçmişti. Ruslar şehre önce 1735 te, sonra da 1 796 da zorla girmişler, sonunda da 1806 da yönetim leri alıma al­ mışlardır. D. 1 9 2 1 e kadar Dağıstan'ın başkenti olmuştur. Şeh irde bir Rus, bir de Ermeni Gregoryen kilisesi. bir Sün­ ni, on altı Şii cami ve üç havra vardır. Şehir !imandan, fundalıklarla kaplı bir sırt boyunca Narin kaleye kadar yük­ selir. Halk bahçıvanlık, balıkçılık, meyva ve şarap ticareti i le uğraşır. Özellikle Hazar Denizinin karşı kıyısiyle can lı ticaret ilişkileri kurmuştur. D. in yakın larında 1 50 km uzunluğundaki D. duvarı başlar. Bu d uvara Kafkas Duvarı ya da Sedd - i İskender (İskender Duvarı ) de denir. Efsaneye göre, bu duvarı, İranı kuzeydeki aşİredere karşı korumak için İskender yaptırmışnr. 2. Rus Türkistanında, Busgala geçidine yakın bir küçük şehir.

DERBEND GEÇİDİ, Sovyetler Birl!ğinin Avrupa

bölümünün güneydoğusunda, güneydoğu Dagıstanda, Hazar

DERBY [d� rbi] , orta İngi lterenin kuzey bölümünde,

ı

Derbyshire (b. bk. ) kontluğunun merkezi olan bir sanayi şehri. Derwent ı rmağı kıyısında, Bi rmingham'ın ku zeydoğusunda ve Londra'nın kuzeybatısında kuru lmuştur. Uçak motorları ve otomobi l yapı mı, lokomotif yapım ve onarı mı, çelik ve elektrik atelyeleri , pamuklu ve ipekl i dokumacılığı vardır. Şehir, vaktiyle I. Wil liam'ın oğlu olduğu sö)· leni len Peveri l'indi. D. X. yüzyı lda Batı Saksonlarının Danimarkalılardan � ldıkları beş ka sabadan biridir. Nüfusu 132 3 2 5

( 1 961 ) tır.

DERBY

90

DERBY [d! rbi] , İngilterede yılda bir kere yapılan

DERE manganez, kuvars, flüoriospat ve alçıtaşıdır. Romalı lar zama­ nında önemli bir kurşun çıkarma kaynağı idi. XII - XIII. yüzy ı llarda da en ba şta ge!en kurşun madenciliği merkezi olmuştur. Kurşun madenciliği burada yakın zaman lara kadar süregelmiş, fakat iktisadi olmadığından artık bırakı lmıştır. Matlocks yöresinde bugün dışarıdan gelen maden cevheri kullanan kurşun izabehaneleri vardı r . Ayrıca demir - çelik sanayii , pamuklu dokuma, çorap, ipek ve yün lü kumaş ya­ pımevleri vardır. Güney kesiminde Trenı vadisi çok verim­ lidir. Güneyde sütçülük yapılır. İl merkezi Derby ( b. bk. ) dir. Nüfusu 74 5 2 2 3 ( 1 961 ) tür.

at yarışlarının adı. D. adını 1 780 de bu yarışları ilk olarak kuran D. soylularından almıştır. Yarışlar, Londra bölgesin­ de Epsom and Ewel kasabasının koşu yeri olan Epsom Downs'da, her yıl Trinite yorıusu pazarından sonraki hafta­ nın çarşamba günü olmak üzere, ya mayıs ayının son çar­ şambasında ya da haziran ayının i l k çarşambasında yapı lır. Yarış uzaklığı bir buçuk mi lden 29 yarda eksiktir. Yarışa üç yaşındaki taylar ve kısrak lar katılabi lir. Tayların en az 1 26, kısrakların i se 1 2 1 libre yükle koşması gerekir. Günü­ müzün ölçülerine göre, yarışın ödülü yükstk değildir, ama itibarı yüksekti r. Yarışiara yalnız İngiliz at yetiştiricileri de­ DERC ya da DERG, batı Libyada, Ghadames'ın do­ ğil, doğu ülkelerinin hükümdarları, Amerikalı politikacı lar ğusunda bir vaha. ve büyük sanayi patron ları da, D. için özel olarak hazır­ D'ERCOLE [derkp/e] , Pasquale ( 1 8 3 1 - 1 9 1 7 ) , lanmış atlarla katılırlar. D. gün ü İngi liz parlamentosu tatil İtalyan fi lozofu. Spinazzola'da doğmuş, Torino'da ölmüştür. yapar ve yüz bin lerce kişi, yarışı , İngiliz kıra l ai lesi üye­ Pavia ve Torino üniversitelerinde profesörlük etmiş olan D. , lerini ve soyluları görebi lmek, en son moda kadın k ı lık­ Hegel dokuininin en ateşli tutucularından biridir. İki büyük larını izlemek için Epsom Downs'da toplanır. D. adı bu­ eser yayınlamıştır : La pena di m ort e e la sua abalizione gün gerçekten önem li olan ya da önemli sayılan başka spor dhhiarate teoricamente e storicamente suondo la fi/osofia gösteri lerine de veri lmektedir. hege/iana ( Ölüm cezası i le bu cezanın kaldırı lmasının He­ DERBY [d�rbi], dört tekerlekli hafif bir arabaya ve­ gel felsefesi P e göre nazari ve tarihi ispatı) [ 1 875] ; Il rilen ad. Sandık kısmının kenarları parmaklıklıdır. Sandıkta teiJmo fi/oıofico eriıliana teoricamen/e e storicamente can­ siderata (Hıristiyan tanncılık [theisme] felsefesinin nazari ve tarihi yönden görülüşü ) [ 1 8 7 5 ] .

DERCUM [d!rklm], Francis Xavier ( 1 8 5 6 - 1 93 1 ) , Amerikalı sinir hastalıkları uzmanı. Philadelphia'da doğ­ muştur. Vücutta yer yer anormal ve ağrılı yağ birikimi leri ve çeşitli sinir lezyonları meydana gelmesiyle beliren adipo­ sis dolarasa hastalığının tanımını vermiştir. Eserleri : A Cli­ nical Manua/ of Mental DiJeaıes (Akı l hastalıkları klinik el kitabı ) [ 1 9 1 3 - 1 9 1 7 ] , The Biology of the Internal Sec­ retions ( İç salgı lamaların biyoloj isi) [ 1 924] ; Physiology of Mind (Zekanın fizyoloj isi ) [ 1 92 5 ] .

D E R B Y dört kişinin oturacağı üç sıra vardır ; bunlardan biri önde ve gidiş yönüne dikey olup iki kişili ktir. İkisi arkada olup gidiş yönüne paralel biçimde ve birer kişi liktir.

DERBY [d! r bi ] KANALI, İngilterede, Derby konı­ luğu (Derbyshire) nda, Grand Trunk kanalı ile Swarkesto­ ne'u birleşti ren, 27 km uzunluğunda, gemilerin geçmesine elverişli bir kanal.

DERBY [d� rbi ] KONTLARI, İngilterede, XVII. yüzyıldan önce kurulup hala var olan Shrewsburv, Hunting­ don ve D. kontluklarından sonuncusunun konılan (bk. FER­ RERS ve STANLEY) .

DERBYSHIRE [dqrbiıir ya d a d� rbi[ir] , orta İngil­ tereni n kuzey bölümünde bir konıluk. Kuzeyden Yorkshire, doğudan Nottinghamshir e, güneydoğudan Leicestershire, güneyden Warwickshire, güneybarıdan Stafford shire, barıdan Staffordshire ve Cheshire, kuzeyba tıdan Cheshire ile çevri­ Jidir. Güney D. toprakları genel olarak düz ya da hafif dalgalıdır. Kuzeybatı kesimindeki Peak Di strict dağlıkrır ; geri kalan bölümleri ise genellikle tepelerle kaplıdır. D. önemli bir kömür havzasıdır. Ayrıca büyük kireç ve mer­ mer ocakları vardır. BeJJibaşlı madenieri çinko, kurşun,

Dercom hastalığı : Vücutta yer yer, aşırı v e ağrı lı yağ birikintileri ve çeşitli sinir dokusu bozulmalariy le bir­ likte beliren bir hastalık. Genel olarak kadınlarda görülür ve ak ciğer komplikasyonları yaparak ölüme yol açabilir. Öteki adları adiposis dolarasa ( Lat. adeps, yağ ; osis, anor­ mal gelişme ; do/orosa, ağrı lı) ve paratrophia ( para, aşırı ; trophe, beslenme) dir. DERD, Hace Mir Muhammed b. Hice Nasır Debievi ( 1 7 1 7 - 1 78 5 ) Hindistan'ın tanınmış şair ve si'ıfile­ rinden . Delhi 'de ölmüştür. Nakşbendi tarikatı kurucusu Hace Bahaiddin (ölm. 1 384 ) in soyundandır. Babası, şiirde mah!ası Andelib olan Hace Mir Kasım'dır. Önce orduya girmiş, sonradan Nakşbendi tarikatına girerek dünyadan elini eteğini çekmiştir. Söylentiye göre, 15 yaşında iken namaz hakkında Eırar - 1 sa/at adlı küçük bir kitap yazmıştır. İ /mü'/ - kitap adlı tasavvufla i lgili bir şerh meydana getirmiştir. Bu şerh Varidal 1 Derd adlı eserinin üzerine yazılmıştır. Derd-i dil, Na/e vu derd adlı eserlerinden başka, daha birçok dini ve tasavvufi risaleler yazmıştır. Farsça ve Ordu di linde birer di vanı vardır. -

DERE, akarsuların küçüklerine verilen ad. D. ile çay ve öz arasındaki sınır, kesin olarak belli o lmaz. Bk. AKARSU ve IRMAK. DERE, Tunceli i linin Pertek ilcesine bağlı bir bucak. Bucak merkezinin nüfusu 404 ( 1 960 ) tür. Bucağa bağlı 1 0 köy ile birlikte n üfusu 3 5 5 2 ( 1 960) dir. Pertek ile Hozat arasında, dağlık bir bölgede bulunan D. bu kasabalara ,

DERE - DEREBEYLİK dar birer yol ile bağlıdır. Bucak halkının başlıca geçim kaynakları hayvancılık ve çifıçili ktir. Dağlarda yer yer me­ şe fundalıkları ve dişbudak ağaçlıkları vardır.

DERE ALABALI�I (Sa/mo fontinalis) , Omurgalı hayvanlardan Balıklar ( Pi sces ) sınıfının Kernikli balıklar ( Teleosıei ) takımının .Alabalıkgiller (Salmonidae) familya­ sından bir tür. Eti çok lezzetli olduğu için değerli bir av balığıdır. Kuzey Amerikanın tatlı sularında çok yaygındır. DERE İSKORPİTİGİL LER ( Cottidae) , Omurgalı hayvanlardan Balıklar ( Pisces) sınıfının Kernikli balıklar ( Teleostei ) takımının Dikenli yüzgeçliler (Acanıhopter ygii ) alt takımına giren bir farnilyası. Çoğu denizlerde ve tatlı sularda yaşayan, 200 kadar türü olan geniş bir familyadır. Etçildir. Dere i skorpiti ( Coıtus gobio) türü 1 0 - 1 5 cm uzun­ luğund a olur. Başı yassı, gövdesi kalınca, pulları çok kü­ çüktür. Solungaç kapakları nın ucunda ikişer diken bulunur. Tatlı sularda yaşar, eti lezzetlidir. DERE KAYAS I ( Go bio ) , Omurgal ı hayvan lardan Balıklar ( Pi sces) sınıfının Kemik li balıklar ( Teleostei ) ta­ kımının Sazangill er ( Cyprinid ae) fami lyasından bir cins. Uzunluğ u 1 2 - 18 cm dir. Anadolu ve Avrupa nın tatlı sula­ rında yaşar. G. gobio ve G. jluviatilis olmak üzere bilinen iki türü vardır. Eti çok lezzetlidi r. DERE KUMR USU (Zoo. ) : bk. GÜLEN KUMRU. DERE KUŞU ( Zoo. ) : bk. YALI ÇAPKIN I. DERE O T U (Anethu m graveolens L. ) , Maydano zgi l­ ler ( Umbelliferae) familyası ndan yıllık bir bitki türü. Bit­ kinin gövdesi dik, kültür formları genel olarak 5 0 - 1 2 5 cm yüksekliğinde ( kültürden kaçmış olanlar daha kısa boylu) , dallı, tüysüz, ü1tü beyaz ya da yeşil çizgi li, içi boştur. Yaprakl arı üç ya da dört i n c e ve d a r par­ çalı, koyu yeşil ve etlidir. Üst yaprakla r daha az par­ çalı sapsız, alt yaprakla r ise saplıdır. Çiçekler sarım­ tırak renkte, 3 0 ya da da­ ha fazla koiJu, bileşik şero­ siye durumun dadır. Nisan D E R E O T U ve haziran ayları arasında ( tohumlanmış olarak ) çiçek a ç a r. Meyva, yu­ murta ya da mercimek biçiminde esmer renkli şizokarpnr. Bitki özellikle sulak ve nemli yerlerde yetişir. Bahçe ve tarlalarda kültürü yapılır. Yurdu İran, Doğu Hindistan ya da Kafkasya ve Mısır olduğu sanılmaktadır. Bugün bütün Akdeniz çevresi ülkelerinde yetiştirilir. Bundan başka, Avrupa'nın büyük bir bölümüne,"Kuzey Ame­ rika, Batı Hindistan, Şili ve Paraguay'a yayılmıştır. Yurdumuzda çok ekilen bir baharat bitkisidir. Bütün bölümlerinde aromatik, eterik yağ bulunur. Genç sürgünler baharat olarak, özeiJikle yaprakları yemek ve salatalara tat vermek için kullanılır. Meyvaları ( Fructus aneth i ) eylül ayı sonlarına doğru toplanır ve gölgede kurutulur. Bileşiminde sabit ve uçucu yağlar, pektin ve azotlu bileşikler vardır. Sindirici ve bağırsak gazlarını önleyici olarak kuiJanılır. Hazımsızlık ve hıçkırı kta da etkisi olumludur.

91

DERE Ptsısı (Limanda Flesus) , Omurgalı hayvan­ lardan Balıklar ( Pisces ) sınıfının Kemikli balıklar (Teleos­ tei ) takımının Yan yüzer.� iller ( Pieuronectidae) familyasın­ dan bir tür. Avrupanın ve yurdumuzun denizle bağlantısı olan bütün sularında bulunur. Uzunluğu 40 cm kadardır. Vücudu yassı uzun olup gözleri vücudunun sağ yanındadır. Eti çok lezzetli değildir. DEREBEYLIK ( Fr. Feodalite) , Batı Avrupada IX. yüzyıldan XIII. yüzyı la kadar süren ve temeli fief ( Lat. /eodum, feudum = bir senyörün, vasaline çeşitli intifa hak­ larını verdiği toprak) olan siyasi ve toplumsal rej im. XVIII. yüzyıla kadar feodal kelimesi özellikle senyörle vasal arasın­ daki ilişkileri anlatmak üzere kuJianı lmışsa da, tarihçilerio çalışmaları ile bu kelimenin daha doğru bir tanırnma varıl­ mıştır. Feodalite, ondan daha eski olan köy ağalığı ( seig­ neurie rurale) rej imi ile karıştırı lmamalıdır. Feodalitede bundan başka, uzmanlaşmış bir savaşçılar sınıfı, bir devlete bağlı olmak yerine insandan insana olan bağlar ve devlet otoritesi kavramının ortadan kalkması da vardır. Feodalite rej imi, aynı gelişme derecesine erişmiş olan Roma ve Ger­ men toplumlarının yabancı yayılmalardan i leri gelen karışık­ lıklar içinde karşılaşmasından doğmuştur. İktisadi zayı flama­ nın her türlü alışverişi gevşettiği bir sırada bu toplumlar parçalanmışlar, daha sonra da birbiriyle karışıp kaynaşmışlar­ dır. Bir ara Carolinglerin en basit şekliyle yeniden kurdu­ ğu kırallık otoritesi, IX. yüzyı ldaki yeni düşman yayılma­ lariyle yeniden zayıflamıştır. Yeni toplum tipi, Fransada yayılmaya çalışan Franklada Gallia - Roma asıllı mülk sahip­ leri arasındaki kaynaşmanın en iyi şekilde gerçekleştiği Loire ve Meuse ırmakları arasındaki bölgede gelişrnişti r ; buradan başlayarak d a , aynı yapıyı daima tam olarak gösıer­ meksizin, Almanya, Kuzey İtalya ve Kuzey İspanyaya yayıl­ mış, 1030 dan sonra Normanlar tarafından Güney İtalyaya, 1 066 dan sonra da ingiltereye götürülrnüştür. Frisia'da ve İrlanda'da hiç bilinmeyen bu si stem, İskandinavya yarımada­ sına da pek az girebilrniştir. Buna karşılık, Haçlı Seferleri­ nin bir sonucu olarak I. Baudoin 'in hükümdarlığından baş­ layarak (X II. yüzyıl başlangıcı ) doğudaki Latin dev Jetlerine girmiştir. Yapısında, yaşama seviyesi yüksek bir savaşçı sınıfı bulunan feodalite rej imi, bu sınıf için çalışan bir köylü yığınının var olmasını gerektirir. Savaşçı, hem toprak sahibi, hem de senyördür. Köylülerine toprak verir, köylü de bor­ cunu ürünle ve her türlü angarya hizmetiyle öder. Senyör, köylülerinin komutanı ve gerektiği zaman da yargıcıdır. Bü­ tün bunlar, Roma İmparatorluğunun sonunda başlayıp Fran­ sız Devrimine kadar süren ağalık rej imi ( regime seigneurial) ni meydana getirir. Henüz Meroving'ler devrinde, sadece küçük ölçüde bir mal sahibi olan hür adam, kuvvetli bir adamın hizmetine gi rmeyi ve hürlüğünü kaybetmeksizin onun vasali haline gelmeyi kendisi için elverişli bulmuştur. Hizmete girme töreni şöyle olur : vasal adayı iki elini ayalarından birleşti­ rerek senyörün önünde diz çöker. Senyörün de onun ellerini kendi elleriyle sarmasİyle köylü onun adamı olur. Bu, töre­ nin kulluk, adamlık ( Fr. hornınage = adamlık, adamlığa girme) sunma bölümüdür. Bundan sonra köylü İncil ve kut­ sal emanetler üzerine and içerek senyörüne inançla bağlanır. V asalin tam bağlılık sözü vermesine karşılık, senyör de onu koruyacağını vadeder. Bazı kere vasal, bir toprağın i mtiya­ zını da alır ki buna bene/ice denilir. Kırallık otoritesini yeniden kurma amacını güden Ca-

92

DEREBEYLİK

roling hükümdarları, bu konuda vasa llik düzeninden fayda­ lanma yolunu tutruuşlardır. Ulaştı rma araçlarının yetersizliği ve elverişsizliği yüzünden bu hükümdarlar, ülkelerinin bütün hür adamlarını tanıyamazlardı ki, bu da şahsi i lişki lerin bi­ rinci derecede önemli olduğu bir devi rde büyük bir eksiklikti. Böylece, ki lise mal ları bemi/ice olarak en önemli ki şilere dağıtılmış, öteki ler de vasallik bağ lariyle onlara bağlanmaya çağrı lmışlar ve bu arada en zengi n olanlar, bunların bağlı­ lığı konusunda hükümdara karşı kefi l olmuşlard ır. IX. yüzyılda Norman yayı lmaları, Caro ling" lerin kur­ duğu düzeni bozmuştur. Hükümdar, kullarını artık parlak zaferleriyle kendine bağlı tutaca k durumda olmadığı gibi, yüz yıl önceki cömert bağışçı da değildir ; vasallik hizmetleri artık onun katına kadar yükselemez. Otorite bölünür ve ye­ rini çok geçmeden özel kişilerin otoritesine bı rakır. Kırallık ordusu yerli milisler halinde ayrışır. Norman tehlikesi kar­ şısında, ta uzaklarda yaşayan bir kıraldan yardım alamayan hür adamlar, bir şatoyu kendine karargah yaparak savunma­ yı düzenleyen kuvvetli ve gözü pek birinin çevresinde top­ lanırlar, eğer o zamana kadar vasal değil idiyseler, o andan başlayarak onun vasali olurlar. Bazı kere de bu toplanma, kıralı temsil eden bir konıun çevresinde olur. B u konı, çok geçmeden görev ve yetkilerinin kendi oğluna geçmesi i lke­ sini kabul etti rd iği gibi, kontluğundaki kıral mallarını da zorla alır. Kıral lığın böylece parçalanıp dağılmasiyle feoda­ lite dünyası kurulmuş olur. Kuvvetli adamın, yani senyörün sanı süzeren ( Fr. Juzerain ) dir. Süzerenin em rinde bir yığın vasal var­ dır. Bunlardan bazılarını isted i�i k adar yanında alıkoya­ bilir ; fakat çoğu zaman vasallere birer fief veri lir. Bir zaman gelmiş, süzeren vasal bakmaktan ve onun bağ l ı lığını mükafatlandı rmakıan kurtulmak için ona bir bölgeyi ya da o bölgeni n sağladığı gelirin bir kısmını bağışlamıştır. Yasal, kulluğunu sunar, sonra senyöründen o toprakların sembolü olan bir şey alırdı. Buna tercih (in veJtiture) töreni deni lir­ di. Yasal, süzerenine yardı m ve öğüt borcu ile borçlanırdı. Fief geri a lınamazdı ve hayatı boyunca sahibine ai tti . Süze­ reni n öl ümünde vasal, fiefin kendisinde kalabilmesi için droit de relie/ (nöbet değiştirme vergisi ) denilen bir vergi öderdi. Yasalin ihaneti halinde fief elinden alınırdı. Feodalitede bir süzerenler hiyerarşisi vardır. En alt basamakta, senyörünü gece gündüz koruyan fiefsiz va�al bulunur ; başka hiçbir savaşçın ı n senyörü olmayan bu vauale'e vaJJeur denilir. Ondan son raki basamakta, her birinin birkaç vasali olan ve kendileri de bir süzerene bağlı bulunan sen­ yörlerin meydana getirdiği yığın vardır. Bu senyörlerden kendi sancağı alıında bir yığın kul bulund urabilen lere, san­ cak l ı senyör ( banneret ) adı verilir. Böylesi, doğrudan doğ­ ruya kırala bağlı ol ursa, captal ( baş tı marcı ) ya da baron olur. Sayıca az olan birtakım senyö rlerin de toprağa bağlı bir prenslikleri bulunur. Bunlar kıralın kend i l erine emanet ettiği toprakları zorla alan konılardır. Birkaç kontluğu bir­ Iestirip başına geçen kontlar, duka (duc, yönetici , komutan ) ve marki ( marquiJ, serhat bölgesi yöneticisi, komutanı ) dir. En üst basamak•a, IX. yüzyıldan başlayarak sınırları hiç değişmeyen büyük ülkenin başındaki kıral vard ır. Kırala edi len bağlılık yemini, ona ancak vasallerinin en küçükleriyle en yakınlarının hi zmet ve itaatini sağlar ; fakat kıral tak d is töreniyle dini bir kudret kazanır. Kıral, feodaliıe hiyerarşi­ sinde kimseye kul luğunu sunmayan tek kişidir. E lindeki imkanlara göre adalet ve savunma hi zmetlerini sağlamaya devam eder.

Rahipler sınıfı da feodalite düzenine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Çünkü bu sınıf, görevini yerine geti re­ bi lmek için toprağa ve köylünün çalışmasına muhtaçtır ve ald ığı fieflere karşılık vasallik hizmetlerinde bulunması gerekir. Kiliseye toprak v. b. gibi nimetler verilmesi, Xl. yüzyılda büyük tartışmalara yol açmıştır. Rah ipler, din ka­ nunu kan dökmelerini yasak ettiği için, asker olamazlar. Piskopos ve başkeşiş, kendi yerlerine askerlik hizmeti yap­ maları için birer fief karşılığı avoue denilen vekilieri görev­ lendirirler. Feodalite devrinde savaşçı lar ( bunlara şövalye [che­ valier, atlı} deni lird i ) egemen bir sınıf meydana getirirler. Bunların görevi, kendi süzerenierinin emrinde başka şöval ­ yelerle savaşmaktır. Bir şövalye aynı vasallikten olmayan başka bir şövalyenin ağı r haksızlığına uğrayacak olursa, kavga ancak bir savaşla sonuca bağlanabilir. Ortaçağın bu devri, kaba kuvvetin zaferi ve güvensizlik devridir. Rahipler sınıfı ile burj uvalar sınıfı, senyörlerin kavgacılık ve yağma­ cı lık içgüdülerini yumuşaımaya çalışırlar. Ancak bazı yerler­ de senyörlük divanlarının vasal üyeleri, kendi benzerlerini yargı layabi lider. XII. yüzyı ldan başlayarak feodalite çağı özelliklerini kaybeımeye başlar. Yayılmaların durması, kırallada prens­ leri ağır bir yükten kurtarır. Aynı zamanda nüfusun hızla artmaya başlaması güvenliğin sağlanmasını kolay laş­ tırdığı gibi, ikıisaıça kalkınmayı da mümkün kı lar. Para ekonomisi ve vergiler yeniden ortaya çıkar. Fiefli vasallerin yaptığı hizmetlerin görülmesi, daha becerikli olan ve daha az kalabalık eden başka kimselerden istenebi lir. Kültür rö­ nesansı, zihinleri kamu gücü kavramına daha yatkın bir hale gitirir. Feodaliıe yapısı birdenbire çökmeyip yavaş yavaş de­ ği şikliklere uğrar. Donanım giderlerini kendi ödeyebilecek kadar varlıklı olan herkese açık bulunan şövalyelik, baba­ dan oğula kalan bir görev halini alır ve böylece soylular sınıfı meydana çıkar. Yasa llik ilişkilerinde bağlılık ve aske­ ri yardım kavramlarının yerin i para kazanma kavramı alır. Süzerene yardım şu dört durumla sınırlanır : haraç, büyük evladın şövalyeliği, büyük kızın evlenmesi ve haçlı seferi. Askeri yardıma gelince, o da vasalin belirli sayıda süvarİ ile birlikte yılda kırk gün süre ile süzerenin emrinde bu­ lunması ( oJt) ndan ibaret kalır. XI. y üzyı lda fief, babadan oğula kalan bir nesne halini almış, XII. yüzyılda i se vasal, bazı vergiler ödemek şartİyle fiefini i sıediği gibi kullanmak hakkını elde etmiştir. Senyör, artık vasallerini kendi seçe­ mez ve bazı kere vasallerin birkaç süzerenden bi rden fiefler aldıkları olur. XIII. yüzyı lda ülkesin i n her yanına silahla karışan Fransa kıralı, bu çabasından vasallerin ve onların da vasal­ lerinin yardımına güvenmiş ve Caroling' lerin hayal etmiş oldukları vasallik piramidini gerçekleşıirmişıir. Fakat kıral Philippe le Bel ( 1 28 5 - 1 3 1 4 ) in kanun adamları, Roma imperium ( kamu gücü ) unu örnek alarak kamu gücü kav­ ramını yeniden canlandırmışlardır. Artık siyasi hayatın te­ meli , vasallik anlaşması değidir. Maddi yükümler artık tek yönl üdür ve kıra l ın çıkarınadır. Hükümeti eliyle bütün ül­ kenin halkını yöneten kıral, Tanrıdan başka kimseye hesap vermek zorunda değildir. İngiltere gibi bazı ülkelerde feo­ dalite devrinden kalma bazı düzenler, monarşiyi denetler. Fransada XIII. yüzyıl sonundan başlayarak feodalite artık kırallık ülkesinin üstün gücü olmaktan çıkmışsa da, ilgili­ lerin daha sonraki yüzyıllardaki çabalariyle canlanır gibi

DEREBEYLİK olmuş, fakat yeni çağdan önce büsbütün tarih alanından si linmiştir. Böyle olmakla birlikte, anlamlarını yitirmiş birtakı m formülleri kuramsal olarak 1789 Fransız Devrimi­ ne kadar yaşamaya devam etmiştir. Devrim, bunların da kul lanılmasını yasak etmiştir. Türklerde Derebeyl i k : Ortaçağ Avrupasının jeoda­ lite deyimi karşılığında dilimizde kullanılan derebeylik teri­ minin, feodalite kavramını hukuki ve politik bütün özellik­ leriyle kesin olarak karşılayan bir söz olup olmadığını tar­ tışmadan önce, Türk kavimlerinin tarihi akışı içinde kendi­ ni gösteren sosyal kurumların batı anlamında bir feodalizm olup olmadığı üzerinde durmak gerekir. Feodalite bir kavram olarak ele alınınca, Batı Ortaça­ ğını karakterlerinden bu sosyal ve politik rej imi, Türklerin ve bazı tarihçilerin, Türk tarihi d ışında ayrı bir özellikle incelemek istedikleri Memluklerin ve Moğol ların kurumla­ riyle ya da İslam halifelikleri kuruluşlariyle kıyaslamaya imkan yoktur. Böyle düşünülürse, Türklerde bir feodalice­ den söz açmak, bi raz yakışıırma olur. Ancak, tarihçi ler ve doğu bilimleriyle ilgilenenler, İslam ve Türk feodalite­ sinin varlığı konusunda bir leşmektedir ler. Şüphesiz böyle bir anlayışa, feodalite deyi minin analoj ik olarak açıklanması yolu ile varı labi lir. İslam dünyasında meydana çıkan sosyal kurumları inceleyen tarihçi ve sosyologlar, İslam - Arap feodalitesini daha önceki Partlar ve Sasani ler devrin­ deki İran feodalitesine bağlamakla, bu kurumlar için tarihin derinliklerine doğru inen bir evrim bile kabul etmişlerdir. Fakat bu görüş, kısa bir zamand.ı. değerini kaybetmiş ve İslam feodalitesinin doğuşunda İran'ın bir rolü olmadığı görüşü kuvvet lenmiştir. X l . yüzyıldan baş­ l ayarak İslam dünyasında göze çarpan askeri feodalizm sisteminin nasıl meydana geldiği ni, daha önceki devirlerde, özellikle Abbasiler devrinde doğan, iktisadi, sosyal ve poli­ tik şartları incelemekle açıklamak mümkündür. Bunun la birli kte, gerek Selçuklular, Eyyubiler ve Meml uklerde, ge­ rek Moğollarda görülen feodali tenin batı feodalitesi ile hiçbir i lişkisi olmadığı meydandadır. Abbasilerin ikta ( b. bk. ) si steminin, siyasi gelişme ve tarihi çevre içinde askeri bir feodalite haline geldiği artık bilinmektedir. İkta, hiçbir zaman batıdaki fief karşılığı olarak kabul edilemez.

Genel olarak, İ slam feodali zmi iki büyük döneme ayrılmaktadır. Büyük Selçuklu İmparatorluğunun kuru luşu, yani Türklerin İslam dünyasının egemenliğini elde etmeleri, ikinci dönemin başlangıcıdır. Bu Türk devri , Mısırda Fati­ milerin yıkılışı, yani Selahaddin Eyyubi ile başlamaktadır. Böylece Selçukluların İ slam dünyasına getirdikleri feodal sistemin, onların daha önce ana yurtlarında yaşadıkları tarih­ lerde de var olduğu ve tıpkı eski Germenlerdeki gibi feo­ dal kurumlara sahip bulundukları bilinmekte ve Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşu i le bu sistemin İrana girmiş olduğu, daha sonra da Zengi ve Nureddin i le Suriyeye, Selahaddin ile de Mısıra gelmiş olduğu, aynı bölgede kuru­ lan Moğol devletlerinde de olduğu gibi devam ettiri ldiği, Anadolu Selçukluları ile Osmanlıların ise bunu olduğu gibi uyguladıkları kabul olunmaktadır. Beri yandan, feodalicenin doğuşu sebepleri üzerinde duran sosyologlar, bu sistemi tanımlarlarken, onu Germen kavimlerine has sosyal bir sistem olarak belirtirler. Germen kavimlerinin geçirdikleri tarihi gelişmeye paralel gelişmeler geçiren Türk kavimleri ile Rusların ve Japonların da ken­ di lerine göre bir feodal sisteme sahip bulunduklarını açık­ larlar. Yine analoj i k tanımlar arasında feodalite, klan ( uruk)

93

kültürü ile devlet arasında aracı bir adım meydana geti r­ mektedir. Ancak, bunun zorunlu bir adım olduğu söylene­ mez. Bütün kavimler klandan devlete geçtikleri halde, bun­ lardan yalnız dördü, feodalite evresini geçirmişlerdir ki, Tüı k kavim leri bun ların içindedir. Başka bir tanımda i se, bir İmparatorluğun dağılış devi rlerinde ya da çöküntüye uğradığı zamanlarda geniş alanlarda anarşi hakim olmaya başlayınca, feodal sistemin kend i liğinden meydana geldiği açıklanmaktadır. Türk kavimleri için feodalitenin analoj i yoliyle kulla­ nılan mecazi bir deyim olduğunu gözden uzak tutmamak şarıiyle, Türklerin feodal hayatlarını şöylece sıralayabiliriz : 1 . Türk uruklarının ve devletlerinin feodal sistemi. 2 . Abbasi ikta sisteminin Türk egemenliği sonucu ola­ rak askeri feodal i te haline geldiği devi r ; Türk - İslam feoda­ litesi. 3 . Osmanlı İmparatorluğunun çöküntü devrindeki feo­ daller ; ayan ve derebey ler. Gerek İslamlıktan önceki , gerek sonraki Türk kavim­ lerinin tarihi gidişini, politik ve kültürel hayatlarını bütünü i le kavrayabilmek için, uzun bir tarihi evrim geçirmiş bulu­ nan Türk feodal sistemini yüzyılların akışı içinde incelemek gerekir. Burada /eodalite karşılığı olarak kullandığımız D. de­ yiminin doğuşu ve yaygınlaşması üzerine kısa bir açıklama yapmak lazımdır. Aşağıda açıklanacak olan derebey ve D. , Osmanlı feo­ dal sisteminin ilk devirlerinde çok dar sınırlı bir kavramdı . Özellikle Rumelinin Hersek, Arnavutluk, Hırvatistan gibi dağlık sancaklarında, ocaklık olarak babadan oğula geçen, feodal hizmetlerden biri olan D. e atamalar yerinde yapı­ lırdı. XVII. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak derebeyler, i ller örgütünde gittikçe önem kazanmış ve X I X . yüzyı lın ilk yarısında patronage de suzerain durumuna y ükselmiş bulunuyordu. Bu yüzyılda batı kültürü ve kurumları ile kar­ şılaşan Osmanlı aydını i se, kendi tarihi gelişimi konusunda düşmüş olduğu bilgisizlik yüzünden, derebeyleri batının fief sahipleri ile kıyaslayacak ve onlara yakıştırarak, feodalile terimini Türkçeye D. olarak çevirmiştir. Türklerde feodalicenin incelenmesinde gerekli olan bu açıklamadan sonra, en eski devirlerden başlayarak görülen gelişme üzerinde durulabi lir. ı . Türk uruklarında ve devletlerinde feoda lite : Türk kavimlerinin feodal sistemine bir ad vermek gerekirse bu, Türkçe iilüı olmalıdır ( bk. Zeki Yelidi Togan, Umumi Türk tarihine giriş, S. 2 1 7, 456 [ 5 14] ) . Yeniden doğan bir Türk devletinde, devleti meydana getiren uruk ( klan ) lardan devleti kuran ailenin bütün bireylerine kadar devlet toprakla­ rından ve ülkelerinden pay alma, faydalanma hakkı demek olan ülüşte toprak, aynı boyların yurtları (yurtluk) , hanlık ai lesi üyelerinin inçii (has) leri, hanlık ailesi hizmetiilerinin ve bey!erin babadan kalma hayatları boyunca kullandıkları topraklar ( mukataalar, kopı lar ) , orduya verilen çerig yurtları (timarlar) olmak üzere bölünürdü : a. Türk boylarının yurtlukları : Türklerde her boya ve boyların uruklarına yaytak ve kışlak yerlerini efsanevi ataların, efsanevi tarihi hükümdarların verdiği inancı vardır. Bunlara Türkçede yurtluk, Moğolcada nutuk deni lmektedir. Oğuz destanında Oğuz uruk l arının sınırları gösterilerek tesbit edilen yaytak ve kışlak yerleri bunu gösterdiği gibi, Osmanlıların doğuşu ile ilgili E rtuğrul Gazinin Sultan Alaaddinden Söğüt' ü kışlak, Tomanic; ve Ermeni dağlarını yaylak o larak yurtluk edinınesi efsanesi de bu töreyi tesbit •

94

DEREBEYLİK

etmektedir. Uruklar, bir hükümdarıo emri ile ya da göç yoliyle yeni topraklar edindiklerinde, hükümdardan almış oldukları toprakl ardan faydalanma karşı lığında bir görevle yükümlü değillerdi. Ayn ı zamanda kendilerine edindikleri topraklar üzerindeki haklarını tesbit eden bir yarlığ ( ferman ) da verilmezdi. Uruklar, yurtlarının yönetiminden sorumlu bulunurlar, yurtlukta yaşayan yerli halkın sorumluluğunu da taşırlardı. Böylece urukların aldıkları topraklar, öz mülk­ leri olurdu. b. Devlet topraklarına zorla alma yoliyle katılan top­ raklar ve ülkeler i se, hükümdarıo öz toprakları, mülkü sayı­ lırdı. Hükümdar, bu toprakları kendi çocukları ve ailenin öteki üyeleri arasında di lediği gibi üleştirirdi. Bu topraklara in çü ( has) denir, bu mülkierin yönetimi in çü divanı (Divan · ı halisat, Divan - ı has) tarafından yürütülürdü. Başlangıçta inçü adı ancak hanlar soyuna ait yurtluklara verilmişse de, sonraki yüzyıl larda egemen lik haklarını elde etmiş beyterin toprakları da inçü şeklini al mıştır. Selçuklu prensleri, Ata­ bekler, Celayir, Sulduz beyleri, Timur ve çocukları, şehzade­ Ier ve sadaret vezirlik hasları gibi. Şehzadelerin ayrıca yurtluk ları da vardı. Bu yurtlukta yaşayan uruklar, devletin kuruluşunu sağlayan aristokrat uruklardır. Kuzey Türklerinde bunlar, bayrı adını taşımakta idiler. İnçü (has) topraklarından bazı vergi ler alınmamakta, genellikle de hükümet bunlara önem vermekte idi. Bu yüzden köylüler daha rahat bir hayat için köylerinin inçülere katılması yolunda çalışmakta idiler. İnçülerin hukuki statü­ leri için bk. HAS, YURTLU K ( MALİKANE) ve MU­ KATAA. c. Devlet ve hanlık ailesinin hi zmetinde bulunan gö­ revlilere, yüksek komutanlara belli askeri hizmetler karşılığı babadan oğula geçmek yoliyle ya da haratı boyunca verilen topraklara Türkçede kopı, Moğolcada soyurgal, İslam kültürü çevresinde ise ikta' - i temlik deni lmekte idi. Abbasi ler dev­ rindeki ikta sisteminden ve batıdaki fieften çok fark lı olan bu sistem, İ rana ve Ön Asyaya Selçuklu Türklerinden geç­ miştir. Bu bakımdan Roma imp�ratorluğundaki Iocation emphyteotique'in devamı olan Abbasi ikta ( la ferme) ından ayrı olan Türk kopı sistemi, hükümet adına vergi toplanan ve ondan toplayan için bir pay ayrılan i !tizam (b. bk. ) dan başka, toprağı işiemekten çok, onun geliri ile i lgilenen askeri bir sistemdir. Bu usul, Gök Türklerde olduğu kadar İslam devrinde Gazneliler, Karahanlı lar, Selçuklular ve Ha­ rezmşahlarda da kullanılmış, bütün Moğol devletlerinde ve Osmanlılarda da büyük bir dikkatle uygulanmıştır. ç. Selçuklular zamanından kalma belge!erle tesbit olu­ nan, İlhanlılar ve Osmanlılar devrinde de olduğu gibi uy­ gulanan askeri ikta si stemi ( tirnar ve ziamet ) Türklerce kurulan bir sistemdir. Türk askerine aylık vermeden, onun hayatını sağlamak demek olan bu sistem, Gazan Han tara­ fından kusursuz bir şekle konulmuştur. Türklerden önce İran ve Maveraünnehirdeki eski Müslüman devletlerinde askerlere ay lık verildiği bilinmektedir. Her ne k adar Selçuk­ lularda Büyük Su!tanı n yanındaki askerler, Osmanlılarda da kapı kulları aylık!ı askeri meydana geti riyorsa da, bu kuvvetler devletin büyük orduları yanında önemli bir yer tutmamakta ve asıl ordu, toprağa dayanan feodal sistemden meydana gelmekte idi. Çerig yurt adiyle anılan bu sistem, geniş imparatorlukların bel kemiği olan sipahi kuvvetlerinin meydana gelmesini sağlamakta idi. d. Devlet hizmetinde bulunan kişi lere y a da din bil­ ginlerine ve şeyhlere ihsan ve sadaka olarak verilen, fakat

babadan oğula geçen topraklara ise, İslam kültürü çevresin­ de idrarat ( sütlük ) , İlhanlılarda tonluk , Osmanlı larda arpa/ık. denilmekte idi. Bene/idum karşılığı olan bu sistem, Kara­ hanlılarda ten/ik. adı ile görülmektedir. Osmanlılarda saraylı kadın lara verilen paşmaklıklar, aynı sistemin bütün Türk dev­ Ietlerinde uygulandığını gösterir. Bu arpalık ya da tonluklar, Selçuklularrla ikta - i istiglal adı ile görülür. Gelir sağlayan iktaların hayat boyunca verilenlerine i se liyül ya da dirlik adı verilmiştir. 2 . Türk - İ s lam feodalitesi : Müslüman Türk devletle­ rine ait kaynaklardan faydalanarak yukarıd:ı özedenen Türk feodal sisteminin, İslamlıktan önce de Hun lara kadar uzanan çeşitli Türk devletlerinde az çok farklada uygulandığı kabul olunabilir. İslam dünyasına Türk kavimlerinin egemen olmaların­ dan sonra kendini gösteren ve Batı Roma, Arap, Bizans, Part ve Sasani feodaliceleri ile i lgili olmayan askeri feoda­ litenin kökeninin ve kaynağının ne olması gerektiği sorusu­ nun cevabı, bu feodalitenin göçebe, yarı yerleşik ve yerleşik toplumlardan meydana gelen eski Türk devletlerine vergi bir sistem olduğudur. Öteden beri Türk boylarının yapıla­ rında daima yaşayan ve efsanevi çağiara kadar uzanarak devletçilik geleneğinden etkilenen, sosyal ve ekonomik şart­ lara göre şeki llenen savaşlardan doğan bu feodalite, aralık­ sız bir evrimin sonucu olarak Türk toplumlarının başlıca dayanağı ve direnci olmuştur. Şu halde, Arap - Müslüman devrini ayrı bir sistem, Selçuklulardan başlayarak Osmanlı­ larda son şeklini bulan Türk sistemini de ayrı bir feodalizm olarak incelemek gerekir. Ayrıca topraklara tasarruf proble­ mi yanında, bu devirlerde Ön Asya ü lkelerinin geçirdikleri politik ve sosyal değişiklikler de göz önünde bulundurulma­ lıdır. Böylece Türk · İslam feodalitesinin özellikleri meydana çıkmış olur. Türk - İslam feodalitesinin ayrıntıları .şöylece tesbit edilebilir : ı . Feodallerin daha çok şehirlerde yerleşmeleri, topra­ ğın feodaller tarafından doğrudan doğruya işletilmemesi. Bununla birlikte, Osmanlılarda ve Memluklerde az da olsa topraklarına yerleşen feodaller de vardır. 2. H ükümdarlarla feodaller arasındaki i lişkiler. Türk İslam feodalitesinde yurtlukların dışında bütün toprak ve mülkler hukuk bakımından hükümdarındır. Hükümdar bunu di lediği oranda, babadan oğula, hayat boyunca ya da geçici olarak ikta edebilir. Müslüman Türklerde sadece toprak deği l, herhangi bir gelir kaynağı da bir hizmet, ihsan ya da sadaka olarak ikta olunabi lir. Çünkü toprağın da ikta edil­ mesinin başlıca nedeni bir gelir kaynağı olmasıdır. 3. Türk · İslam feodalitesinde koruma sistemi vardır. Burada amaç, bir kimseyi ya da toplumu kuvvetli bir kimsenin ya da toplumun korumasıdır. Bunun sonucu ola­ rak, Türk devletlerinde, padişahtan başlayarak timarlı sİpa­ hiye kadar uzanan bir hiyerarşi meydana çıkmıştır. Bu hi­ yerarşi ile batı feodalizminde görülen sosyal hiyerarşi ara­ sında derin farklar vardır. Doğuda korunan kişi, bu hakkı kuvvetli devletçilik sisteminden ve doğrudan merkezden alıyordu. Bu koruma sisteminin böyle adaletli olması her halde feodallerin şehirlerde toplanmalarından ileri gelmek­ te idi. 4. Türk · İslam feodalitesinde köylü ile feodal ilişkile­ rini d üzenleyen genel bir sistem yoktu. Bu ilişkiler her ülkede değişik şartlara göre, değişik zamanlarda, başka başka gözükür. Avrupadaki köleliğe karşılık, köylünün kişi­ sel h ürriyetine sahip bulunması başlıca ayıncı nitelik olmak-

DEREBEYLİK la birlikte, mesela Mısırda aynı zamanda kölelik sistemi de vardı. Moğollarda da kö lelik olduğu halde, Selçuklularda ve Osmanl ılarda feodaller topraklarını kendileri işietmeyip sadece vergi almakla yetini rlerdi. Osmanlı İmparatorluğunda tirnar sahiplerinin bel li vergi lerini almaktan ba�ka bir yet­ kileri olmadığı için köy lü serbestti . Bunun bir sonucu ola­ rak da angarya usulü pek azdı. Bk. CİALE ve CERİME. S . Büyük dirlikler bir göreve bağlı bul unmakta, görev bittiği zaman, di rlik başka bir feodale verilmekte idi. Küçük a skeri di rliklerde babadan geçme esas olmakla birlikte, halka haksızlık edenlerin dirlikleri ellerinden alınmakta idi. Türk - İslam devletlerinde Selcuklulardan baş layıp İ l­ hanlılar tarafından geliştirilen feodal sistem, Türk devletle­ rinin en i teri si ve Türk geleneklerinin başarı lı bir uygulayı­ cısı olan Osmanl ı imparatorluğunda, daha kuruluş yı lla­ rında, XIV. yüzyıl başında başlamış ve Fatih zamanında gelişerek en yüksek evresini yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğunda da feodaller, elde ettikleri gelire, taşıdıkları rütbe ve sana göre düzenlenmiş bulunmak­ tadırlar. Bunlar_ gelirlerine göre (yıllık maaş tutarları ) küçük­ ten büyüğe doğru timar, ziamet ve has olarak derecelendi­ rilmekteydi. Herhangi bi r iktaa tasarruf edebi lmek hüküm­ cların iznine bağlı idi. İ bt ida-i berat verilmeden hiçbir kimse en küçük dirlik olan 3 000 akçalık bir kılıç timara dahi tasarruf edemezdi. İbtida - i berat verildikten sonra, 3 000 S 999 akçaya kadar gelir getiren timariara beylerbeyiter doğrudan doğruya sİpahi atamak yetkisine sahipti ler. Böyle timariara lezkireıiz timar denilir. Bunun 3 000 akçası kılıç, 3 ooı akçadan s 999 akçaya kadar olan mal - i mu katele geliri ise, hi sse sayılırdı. Kılıç tirnar bozulamaz, ancak, hisseler başka bir timara, ziamete, hasa katılabi lirdi. 6 000 akçadan ı 9 999 akçaya kadar olan tirnarlar ise tezkireli tirnarlar olup bunlara atamalar ancak başkentten yapılırdı. 20 000 akça geliri olan bir dirlik ziametti. Geliri 20 ooı akça ile 99 999 akça arasında değişen ziamedere ise ic·malli ziamet denirdi. Ziametin de hisse kısmı parçalanabi lir, başka tirnarlar meydana getirilebilir, öteki has ve ziamedere katı­ labilirdi. ıoo 000 akça gelirden başlayarak mukataalar has ol arak adlandırılır, bun lar da havass - i hümayun , havass i vüzera ve ümera i le arpalıklar olmak üzere defter - i icmale kaydolunurdu. Her dirlikte temel i lke kılıcın korunmasıdır. Hisse olarak kılıca eklenen fazla gelirler, gereğine göre başka i ktalara ve hizmetlere aktarılabi ldiğinden, Türk ­ İslam devletlerinde Batı tipinde bir feodalitenin neden mey­ dana gelemediği sorusunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Feoda ller, mal - i mukaceleden elde ettikleri geli r ora­ n,na göre seferlere atlı asker getirmek zorundaydılar. Cebeli adını taşıyan bu askerler, kılıç dı şında kalan fazla gelire göre hesaplanırdı. Buna göre bir fikir edinmek üzere Os-

-

Rumeli Bey lerbey li ği Beylerbeyi Sancakbeyi

ı Adet \1

ı

ı 7

il

Anadolu Bey lerbey li ği Beylerbeyi Sancakbeyi

Ziamet

7S

Yayabeyi

Müsellim

14

İcmalli ziamet Tezkireli ve tezki-

Tezkireli ve tezkire siz tirnar Cebeli

3 669 9 4 SO

1 ı

resiz tirnar Cebel i

Adet ı ı2 ı6 3ıO

ı

7 800

ıo S6ı

95

man lı imparatorluğunu meydana getiren eya 'etlerden Anadolu ve Rumeli beyliklerinin feodal durumlarını ve sefere getirmek zorunda bulundukları cebeli leri kendi hiye­ rarşik düzenleri üzerinden karşı laştırabiliriz. Bu cetvele göre, Rumelide 3 766, Anadoluda 8 ı 3 9 feodal bulunmakta i d i . İkıalar boşaldıkça kime, nası l veri­ leceği belirtildiği gibi, hukuki statüleri de Osmanlı kanun­ namelerinde bü tün açıklığı ile belirtilmişti. Bk. TİMAR, ZİAMET, HAS. Ayanlar ve derebeyler : Osmanlı İmparatorluğunda ve genellikle Türklerde feodal sistemin son evresini ayanlar ve derebeyler meydana getirirler. imparatorlukta eyalee örgütle­ rinin temeli demek olan tirnar si steminin XVII. yüzyıldan başlayarak gevşemesi, birbirine bağlı ve çok çeşitli etkenlerle bozulması ve çökmesi sonunda bir feodal öğenin kuvvetie­ nerek taşra örgütlerine hakim olma sonucunu doğurmuştur. Hükümet merkezinin artan masraflarını karşılamak için ikta sistemini yıkarak dirlikleri mukataa halinde i ttizama vermekten, ehil olmayan kayırılmış kişileri diriikiere aca­ maktan, dirlikleri rüşvet karşılığı vermekten, h isseleri rüş­ vetle dağıtmaktan, boşalan tirnarları sepet timarı yaparak gelirlerini yemekten ve bunlara benzer daha birçok sebep­ lerden dolayı, bütün Türk devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda da temel gücü olan feodaller çökmüştür. İmparatorluğun en yüksek devresinde cebelileri ile birlikte 200 000 kadar sanılan bu atlı feodaller, XVIII. yüzyılın sonıı,.na doğru ıo 000 - ı2 000 kadar deli atlıdan ibaret da­ ğınık bir kuvvet haline düşmüşlerdi ( bk. DELİ ) . XVII. yüzyılda görülen ayaklanmalar ve bu ayaklanmaları bastır­ mak için alınan zorlayıcı tedbirler, merkezle feodaller ara­ sında bir çekişmeye yol açar. Yüzyıl boyunca süren bu çekişmeden, merkez yenilgi i le çıkınca, taşrada hükümet otoritesine karşı, halk i le merkezi otorite arasına giren ve eski feodal sistemi kemiren yeni bir feodaller takımı ortaya çıktı. Merkez iktidarsızlığı, plansızlığı, inançsızlığı ve yeni bir düzen kurma yeteneğinden yoksuniuğu yüzünden yeni feodallere teslim olmak zorunda kaldı. Derebeyi adını taşı­ makta olan ve çeşitli san, sıfat, hatta görevleri bulunan yeni feodaller, yüzyıldan fazla bir zaman imparatorluğun taşra örgütlc:rini ellerinde tuttular. XVI I . yüzyılın sonundan başlayarak merkezce zi - kud­ ret (kuvvet, servet ve kudret sahibi ) sanı i le kabul edi len bu yeni feodaller, derece derece ayan, eırfz/ - i belde, voy­ voda, derebeyi, ağa, muhassrl ve mültezim sanlarını taşımak­ ta idiler. Bunlar halk tarafından seçilenler, kişisel çabala­ riyle sivrilerek kendi lerini zorla kabul ettirenler ve hükümet­ çe görevlendiri lenler olmak üzere genellikle üç grupta top­ tanırlar. Türk - İslam feodalitesinin asıl kuruluşu içinde de var olan bu gruplar, çok geri planda oldukları halde, mer­ kezin gevşemesi oranında kuvvetlenmişler ve asıl sistemi yı­ karak ondan ayrı bir s stern halini almışlardır. imparatorluk merkez yönetiminin kuvvetl i olduğu de­ virlerde ayan ve derebeyler herhangi bir il ve i lcede, ora­ nın yönetimiyle ilgilenerek halk ile hükümet arasındaki iliş­ kileri düzenleyen ve halk tarafından seçi len görevlilerdir. Bunlar, bulundukları memleketin erk sahibi aileleri ( eşraf - i belde) arasından seçilirlerdi. Ayan ve derebeylerin seçi­ mine h ükümet karışmaz, beldenin kadısı ve esnaf loncaları ile tarikat şeyhleri seçimi yönetirler, h ükümet, seçilen kim­ senin hükümetçe iyi tanınması konusunda veto hakkına sa­ hip bulunurdu. Seçilenlere vali tarafından ayanlık ve D. buyruldısı verilirdi. Öte yandan diriikierin muhassıllık ha­ line getirilmesi ve hasların mukataa yoliyle iltizama verilme-

96

DEREBEYLİK - DERECE

si, sermayeye dayanan yeni bir memur takımının ortaya çık­ usul sürüp girmişti. 1786 da ise ayanların şehirlerde, masına yol açmıştı. Bu memurlar merkezden gönderilen derebeylerin çevredeki erklerini kırmak için XVI. yüzyılda voyvoda, mütesellim ve muhassı llarla birlikte taşradan istek­ olduğu gibi şehirler için şehir kethüdalıkları ve çevre için li çı kan mültezimlerdi . Bunların yanında ayrıca taşralarda de kır serdarlıkları yeniden kurulmuşsa da, bu görevlere zorbalık yoliyle sivrilen ve zorla devlet görevlerini ellerine arananlar gerçek feodallerin hizmetlerindeki güçsüz kişiler geçirmiş bulunan beyler de vardı. Böylece merkezin zaafı olduğundan, bu redbirden de bir sonuç alınamamıştı. Bu­ arttıkça gerek ayanlık ve D. leri ile üstünlük, gerek voyvo­ nun üzerine 1 790 da ayanlık ve D. !erin kurulmasına yeni­ dalıktaki karlı kazançlardan do layı zenginlik elde ederek den izin verilmişti. Bu devrede ayan ve derebeyler vergi sivri len bazı kişiler, halkı sıkı bir baskı altına almışlar ve işlerini bütünü ile üzerlerine almış oldular. Her bölgeye ayan lığı uzun yı llar el lerinde tutarak böylece asker ve kuv­ dağıtılan vergiden kendi lerine bir pay almakta idiler. Derebeylerle kesin ve sistemli savaşı I I . Mahmut vet sahibi olmuşlardı. Özel likle 1 768 ve 1787 seferlerindeki aralıksız savaşlar dolayısirle asker ve paraya ihti yacı olan ( b. bk. ) açmıştır. Onun bütün saltanat süresini kapsayan hükümet, bu derebey lerin yardımİyle cephelere asker ve sa­ çabaları sonunda devlet otoritesi yeniden kurulmaya vaş gereçleri gönderebildiğinden, bunlara karşı yumuşak dav­ başlamıştır. Il. Mahmudun çalışmaları, bu feodallerin ranmak zorunda kalıyordu. Bunun sonunda derebeyler ayrı­ hükümeti tehdideden güçlerini kırmışsa da, kesin olarak ca mir - i miranlık, vezirlik gibi devletin en yüksek feo­ ortadan kalkmaları, Tanzimat ve İkinci Meşrutiyet devirle­ dal sanlarını da elde etmişler, meşru olmayan durumlarını rinde mümkün olabilmiştir. Devlet otoritesinin doğu Ana­ hukuki hale koymuşlardır. Bunların birbiriyle çekişmeleri dolunun dağlık bölgesinde yerleşmesi i se, Cumhuriyet yıl­ yüzünden memleketin çe şi ıli bölgelerinde tarım ve ticaret ha­ larına kadar gecikmiştir. yatı çökmüş, bunun sonunda da mahalli sanayi yıkılmıştır. DEREBOCAZ DERESİ, İzmir'in güneyinde, Cuma­ Bu yüzden halkın bir kısmı göç etmek zorunda kalmıştır. ovası çevresinden çıkan ve Kuşadası Körfezine dökülen bir Halkın derebeylerden şikayetleri hükümetin iktidarsızlığı dere. Uzunluğu 40 km dir. Cumaovasından geçtikten sonra, yüzünden bir sonuç vermemi ş, çok kere derebeyleri İstan­ Palamut Dağı ( 697 m ) ile Dikmen Dağı ( 6 1 9 m) arasın­ buldaki devlet memurlarından seçtikleri kapı kethüdaları yo­ da dar ve derin bir boğazdan geçer. Buraya Dereboğazı adı liyle durumu haber aldıklarından, sonunda şikayerçiler ce­ veri lir. 8 km uzun luktaki bu boğazdan çıkan dere, bir del­ zalandırılmıştır. Bu yeni feodaller karşısı nda aci z kalan hü­ ta düzlüğünden geçerek denize ulaşır. Bu dere ağzının kar­ kümeti n bütün çabası, bunların kendi lerine karşı birleşme­ şısında Sıçan Adası vardır. lerini önlemek, halkın felaket ve sefaJetine bakmayarak, ara­ DERECAT ( İng. Derejat) : bk. DERACAT. larındaki çekişmeleri körüklemek ve böylece fırsat düştükçe onları ortadan kaldırmaktı. DERECE ( Lat. gradıu, basamak ; Alm. Grad ; Fr. X V I I I . yüzyılın son larına doğru, bir kısım zorlu va­ Degre ; İng. Degree) , herhangi bir dizinin, merdiven basamak­ liler, sancak bey leri, ayanlar, voyvodalar, muhassıllar, mü­ larını andıracak şekilde birbirini izleyip farklı yüksekliklerde tesellimler kendi başlarına buyruk, yeni feodalitenin temsi l­ yer alan öğelerinden her biri. cileri olarak bütün imparatorl uğun Fas'a kadar yayılan geniş Askerlik : bk. RÜTBE. topraklarını kaplamış bulunuyordu. Bunlar arasında Anado­ Astroloji : Zodyak ( b. bk. ) işaretlerinin bölümlerin­ luda, İzmirde Kariboğu lları ; Aydın, Manisa ve Bergama'­ den her biri. Her i şaret otuz D. ye bölünmüştür. Bu dereee­ da Karaosmanoğul ları ; Yozgat, Kayseri , Niğde, Ankara ve lerin bazı ları uğurlu ya da aydınlık, bazıları da uğursuz Amasya'da Çapanoğulları ; Trabzon'da Tuzcuoğul ları ; Ca­ ya da karanlık sayılır. Ne iyi ne de kötü olanlarına boş nik'te Canikli Ali Paşa ve oğulları ; Musul, Kerkük yöre­ D. ler denilir. Bir de körlük, topallık, di lsizlik gibi beden sinde Abdülceliloğulları ; Bağdad'da Kölemen derebeyleri ; kusurlarİyle ilgili olan Azemen D. leri vardır. Bolu voyvodası Hacı Ahmedoğlu İbrahim, Bi lecik ayanı Cebir : Bir terimin belli bir harfe göre D. si, terim­ Kalyoncuoğlu Ali, Kalyoncuoğlu Mustafa, Uşaklı Acemoğ­ lu, Kütahya mütesellimi ve Gediz voyvodası Nasuhoğlu, deki o harfin kuvvetidir. Bir tam terimin D. si, terimdeki Bozkır şeyh i Abdülhalim, Kocaeli muhassılı Tüfekçibaşı ; harflerin kuvvetlerinin toplamıdır. Terimdeki bir harfin üze­ Rumelide ise Silisıre, Deliorman yöresinde Yılıkoğlu Süley­ rinde rakam yoksa, o harfin D. si 1 sayılır. Böylece, 3ab2x3 man, İbrail nazırı Ahmet Ağa ; Rusçuk ve Tımovada Tirsi­ terimi a harfine göre ı. D. den, b harfine göre 2. D. den, niklioğlu ; V idinde Pazvantoğlu ; Gümükinede Tokatçıklı­ x harfine göre de 3 . D. dendir, terimin bütünü de 6. oğlu S üleyman ; Edirne' de Dağdevirenoğlu Mehmet Ağa sa­ D. dendir. Rasyonel bir kesrin D. si, o kescin pay ve payda D. leri yılabilir. Böylece ortaya çıkan yeni feoda ller, Osmanlı h ü­ arasındaki farktır. Tam bir denklemin ya da tam bir kümdarlığını, son Abbasi halifeleri gibi, vezirlik, beylerbe­ yilik, kapıcıbaşılık v. b. feodal sanların menşurlarını dağı­ çokterimiinin D. si, ifadedeki en yüksek D. li terimin D. sidir. tan bir devlet başkanı durumuna indirmişıi. Coğrafya : bk. ENLEM, BOYLAM, KOORDİNAT­ Osmanlı h ükümeti, düşmüş olduğu bu durumdan kur­ tulmak için feodaller arasındaki çekişmeleri ustalıkla geliş­ LAR. tirirken, halkın kendi tarafını tutması için de emirler ve Geometri : Daire çemberierinin 360 da birine eşit açı fermanlada sesini duyurmaya çalışmakta idi. ölçüsü birimi. Sembolü ( 0 ) dır. Bu arada zaman zaman feodalleri ortadan kaldırmak Jeodezi : Meridyen . Dereceleri ( bk. BOYLAM) . için birtakım kararlar da almaktan geri kalmıyordu . 1 779 Kimya : Eriyiklerin yoğun luk ölçüsü birimi (Bir şara­ da yayınlanan bir fermanla valilerin ayanlık, D. buyrultusu bın alkol D. si gibi ) . Kloromeiri Derecesi : Bir litre Javel vermelerin i ve hakimierin mürıi.sele göndermel erini yasakla­ suyunda ya da bir kg kireç klorürde bulunan aktif klorun mış ve ayanlık için sadrazam a arz ile izinname almaları litre olarak niceliği Bome Derecesidir ( bk. BAUME AREO� şartını koymuşsa da, bu fermanın bir etkisi olmamış, eski METRELERİ ve B. DERECESi ) .

DERECE

İ>ER�ME, Tristaıi

Musiki : Bi r musiki dizisinde yer alan seslerden her biri. Musikide D. kavramı i le tonalite ( dizinin kuruluş ilkesi ) kavramı arasında sıkı bir bağıntı vardır. Bir D. , gamın gerektirdiği hiyerarşiye göre belirti lir. Toııik ( birinci D. , yani adını tona veren nota ) ile dominant (ya da çeken, yani majör ve minör dizilecin beş inci D. si ) temel D. lerdir. Bir gamın D. leri arasındaki uzaklıklar eşit değildir. Ton, iki D. yi birbirinden ayıran en büyük uzak lıktır. Tonun kendisi de yarım tonlara ve dörtte bir taniara bölünebilir. DERECE (Adliye ) , mahkemeler bir ya da birden çok kat (derece) üzerine olabilir. Osmanlı İmparatorluğu dev­ rinde şer"iye mahkemeleri birer katlıydı. Sonraları bunların üstünde ve kararlarını onaylamak ya da bozmak yetkisi ile Fetvahane - i Ali ve Şer"i Tetkikat Mecli si kuruldu. Tan­ zimattan sonra açılan ve Nizarniye adı verilen mahkemeler, ı sso tarihli bir kanunla bidayet, i stinaf ve temyiz olmak üzere üç kat üzerine kuruldu. Bu durum ı 924 yılına kadar sürdü. O yıl 469 sayılı kanunla şer'iye mahkemeleriyle bir­ l ikte i stinaf mahkemeleri de kaldırılarak mahkemeler sulh ve asliye mahkemeleri ve bunların üstünde de temyi z mah­ kemesi olmak üzere iki kata indiri ldi. Bugün kural olarak bütün memleketlerde davalar üç katta görülür. İlk katta görülen davanın çözümü tarafları doyurmazsa, o davaya ikinci katta, istinaf yolu ile yeniden bakılır. Bu ikinci mahkemenin kararı da tesbit edilmiş olan olaylara kanunun doğru olarak uygulanıp uygulanmamış olma­ sınin i ncelenmesi için yargıtay ( temyiz) da gözden geçiri lir. Sulh mahkemeleri sulh hukuk ve sulh ceza mahke­ meleri olarak ikiye ayrılır. Sulh hukuk mahkemeleri genel olarak bin liraya kadar olan hukuk anlaşmazlıktariyle tahliye ve şuyuun izalesi gibi davalara bakar. Sulh ceza mahke­ meleri ise hafif para cezalarını gerektiren suçlada ve hafi f hapis cezasını gerektiren kabahat nevinden suçtarla uğraşır. Asliye mahkemeleri de a sliye hukuk ve asliye ceza mahkemeleri olarak ikiye ayrı lır. Asliye hukuk mahkemeleri : asıl asliye hukuk, asliye ticaret ve asliye iş mahkemeleri, kollarına ayrı lır. Asliye ceza mahkemeleri hapis ve para ceza lariyle bazı kere de ağır para cezasını gerektiren suçlada uğraşır. Ağır ceza mahkemeleri, ağır hapsi ya da ağır para cezasını gerektiren suçlada i lgili davalara bakar. Bu mahkemeterin hepsi de birinci D. de mahkeme­ lerdir ; birbirinin kararlarını bozamaz. Buna göre, i stinaf mahkemelerinin yeniden kurulmasına kadar, D. kavramı ancak bu mahkemelerle yargıtay arasında bahis konusu olabilir.

DERECİK, Trabzon i linin Akçaabat i lcesine bağlı bir bucak. Bucak merkezinin nüfusu 794 ( ı 960) tür. Bucağa bağlı ı2 köy i le birlikte D. bucağının nüfusu ıo 7 1 8 ( ı 960 ) dir. D. , Trabzon ile Akçaabat arasında, deniz kıyısından 8 km i çeridedir. Trabzona 1 6 km uzunluğunda bir yol ile bağlıdır. Güneydeki dağlardan beslenen derelecin açtığı vadi­ lerle topraklar parçalı bir görünüş almıştır. Güneydeki dağ­ larda çam ve kayın ormaniariyle fundalıklar vardır. Vadi tabanlarında ve düzce yerlerde çiftçilik yapı l ı r. Halkın bir kısmı geçimini işçilikle sağlar. DERECSKE [drreçke} , Macarisıanın Bihar komitat ( Mac. varmegye) ında, Debrecen şehrinin 20 km güney ­ güneybausında, Debrecen demiryolu üzerinde bir kasaba. Denizden yüksekliği 101 m, nüfusu 9 840 ( ı 92 0 ) tır. Un ve tuğla fabrikaları vardır. Eski bir yerleşme yeri olan D. ,

XVI. yüzyılda Erde! ( Mac. Erdely) bey i Isıvan Bocskay ( b. bk. ) den birtakım imtiyazlar almıştır. ı 65 9 ve 1 693 yıllarında Türklerle yapılan savaşlarda kasaba ağır zarara uğramıştır.

DEREKÖY, Kırklareli ilinin merkez i lcesine bağlı b i r bucak. Bucak merkezinin nüfusu ı 206 ( 1 960 ) , 9 köyü ile birlikte bucak nüfusu 4 479 dur. D. , Kırklarelinin ku­ zeyinde, sınıra ı 4 km uzaklıkta, orman ve fundalıklar ( meşe, kayın ) arasında, tepelik bir yerdedir. Kırklareline 30 km lik bir yol ile bağlıdır. Halk çiftçilik, bahçecilik ve odunculukla geçinir. DERELİ, Giresun i line bağlı bir i lce. İ lce merkezinin nüfusu ı 234 ( 1 960 ) tür. Bir bucağı (Yavuzkemal ) ve i lce­ ye bağlı 36 köyü ile birlikte nüfusu 30 ıs9 ( 1 960 ) dur. D. , deniz kıyısından 20 km kadar içeride, güneydeki dağ­ lardan inen Aksu boyundadır. 27 km lik bir yol ile kıyı boyundan geçen ana şoseye bağlıdır. Bu yol D. yi Şebin Ka­ rahisar, Erzincan ve Sivasa bağlar. İ lce toprakları dağlıktır ( SOO - ı 000 m ) . İklim oldukça yumuşak, yağışları bolcadır. Yıllık yağış tutarı ı 000 - ı �00 mm yi bulur. Çevredeki dağlarda çam, !ad in, ka yın ve meşe gibi ağaçlardan oluşmuş orman ve koru luklarla funda lıklar vardır. Bu çevrede fındık ağaççıkları yetişmiştir. Geçim kaynakları arasında bahçecilik, fındı kçılık, odunculuk ve işçilik vard ı r. DERELİ, Cevat (doğ. 1 900 ) , Türk ressamı. Rizede doğmuştur. Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra devlet resim yarışmasını kazan arak Pari se gitmiş, orada Julian Akademisinde çalışmıştır ( 1 924 - ı928 ) : 1 929 dan beri

C.

D E R E L i : «M a n z a r a»

Güzel Sanatlar Akademisinde resim öğreımenidir. Yurt ıçı ve yurt dışı sergilere katılmıştır. Paris, Edinbourg, Bruxelles ( 1958 ) , Amsterdam, Charleroi ve Venedik Biennale"i , devlet resim ve heykel sergileri bunlar arasında­ dır. D. önceleri empresyonist bir anlayışla eserler vermiş, sonraları Türk minyatürlerinin açık etkisi görülen bir tarzı eserlerine uygulamış ve biçimleri daha çok geometrik bir düzenle işleyerek, güzel renk uyumlariyle zenginleştirmiştir. Eserleri arasında «Balık pazarı» ; «Bursada han avlusu» ; «Balıkçı lar» ( Resim ve Heykel Müzesi, İ stanbul ) ; «Bursa manzarası» ; «Milli oyun» ; adiyle 1 9 1 9 dan bu yana, Tunus'un alın yazısını kendisinin çizmesi hakkı ile birli kte bir anayasa ku rmak hakkını i steyen bir parti. Bu partinin kurucusu Tahalbi'dir. Tunusluların bağımsızlrğa kavuşmalarını, ya­ bancı koruma yönetimine son veri lmesi ni i stemesi üzerine ortaya çı kan bi rtakım korkulu olaylar sonunda ( 1920-192 1 ) sıkı yöneti m i lan edilmiş, Tahalbi sürgüne gönderilmişti ( 1922 - 1 9 3 7 ) ve parti 1933 1 9 3 6 ve 1938 - 1 942 tarih leri •

DESTUR

132

DESVALLIERES, Maurice

arasında kapatılmıştır. Çalışmaları zaman zaman aksayan ve iç anlaşmazlıklara düşen bu parti ikiye bölünmüş ve Ye­ ni D. ile Eski D. gruplarına ayrı lmıştır. Yeni D. cular me­ deni ve demokratik

bir

düzen

taraflısı olup

Fran s a i le

hiç olmazsa bir dereceye kadar ekonomik ve kültürel iş bir­ liği yapılmasını istemektedi r ler. Eski D. cular ise dini, kültürel ve politik alanda tamamİyle İslam geleneğine bağ­ lı bir devlet görüşünü savunmakta ve Fransa i le her türlü ilginin kesilmesini istemektedirler. Bununla birlikte Yeni D. partisi dinamik çalışmaları yüzünden Fransa ile bozuşmakta gecikmemiş olduğu için 1933 te dağıtı lmıştır. Ancak, gizlice çalışmalarına devam ederek çevresinde pek çok üye ıoplamışıır. Bunların sayısı 1937 de 70 000 idi, 400 kadar da kolu vardı. 1 934, 1937 ve 1938 olayları ve 9 nisan Tunus ayaklanması bu arada anılabi lir. Parti 1 934 te Habib Burgiba ( b. bk. ) nın baş­ kanlığında yeniden çalışmaya başlamış, cumhuriyetin ila­ nında ve yeni devletin kuruluşunda yararlı işler görmüştür ( 1 9H). Burgiba'nın partis i bugün yeni Tunus devletinin tek partisi olarak iktidarda bulunmaktadır.

DESTURI, Ancakyada dokunan ve ortaçağda son de­

rece moda olan, brokara benzer ipekli bir kumaş.

DESTUTT DE TRACY [ deıt ift di t raıiJ , Antoine Louis Claude, Kont ( 1754 - 1836), İskoç ası llı Fransız filozofu. Paris'te doğmuş, aynı yerde ölmüştür. Condi llac sensualizminin en son kalbur üstü temsilcisi olup bu filozo­ fun doktrinini ideoloj isi yönünden geliştirmiş, ayrıca siyasi ekonominin bir açıklamasını da yapmıştır. Başlıca eserleri : EllmentJ d ide o lo gie ( İdeoloj i öğeleri ) [5 c. , 1805 · 1 8 1 5 ] ; Commentaire Jllr J'Eıpril deı /oiı de Monteıq11ie11 (Mon­ tesquieu'nün Kanunların ruhu adlı eseri ü zerine yorum) [İng. Philadelphia 1 8 1 1 ; Fr. 1 8 1 9 ; Alm. 1820 · 18 2 1 ] . '

DESUK ( Coğ. ) : bk. DİSUK. DESUKI, Abdu'l - Ayneyn Seyyid İbrahim Bur­ hanü'd - Din b. Ebü'l - Mecdi'l - Desuki ( 1238 - 1 277 ) ,

Disukiye tarikatının piri. Aşağı Mısırda, Disuk kasabasın­ da doğmuş, orada ölmüştür. Babası Ebül' - Mecd'dir. Babasının kayın babası E l - Vasiti , Rüfaiye ta· rikatına bağlıydı. Babası da aynı tarikata girmiş ve halife olmuştu. Daha sonra Şeyh Nacm el - Din a l - İsfahani"ye bağlanarak hem Rüfai, hem de Sülırevtrdi tarikatlarından hırka giymiştir. Şaziliye tarikatiyle de i lgisi olduğu söyle­ nir. Hayatının yirmi yılını Disuk'teki halvethanesinde geçit­ miştir. Tarikat ehli arasında, dört büyük kutuptan biri olarak anılır. Bu dört kutup, Peygamberin dört halifesinden biri­ nin maneviyatm a mirasçı olarak kabul edilir. Hz. Ali'nin minevi temsilcisi olarak tasavvuf kitaplarında D. nin kendi­ sinden ve kerametlerinden saygı ile söz edilir. Veliler arasında cömertliği ile tanınmıştır. Züht ve takva sahibi olan D . , şeriata bağlılığı kendisine amaç edin­ miştir. Kendi tarikatında da bu ilkeyi esas olarak almıştır. Şeybin aşı lamak i stediği fikirleri kendi nefislerinde gerçekleştirerek, gerçek ile şeriatı k aynaşurmayı salık verir. D. ye göre şeriat asıldır ; tarikat ise ona bağlıdır. Gerçek, ancak şeriaıla tarikatın birlıkte yürütülmesiyle elde edilir. Şeyhe tam bağlılık şarttır. Onun huzurunda izinsiz konuşul­ maz. Bulunmadığı zaman da ruhaniliğinden izin istenir. Ancak, böyle mutlak bir bağlılıkla mürit için yükselme mümkün olabilir.

D. , tarikatı dünya çıkarları için aracı yapanlara şid­ detle çatmıştır. D. , Bedeviye, Şaziliye ve Rüfiiye tarikatla­ rının adap ve erkanını bir araya toplamışur. Eserlerinde

fesahata, seci ve aheoge önem vermiştir. Taraflı ların d an

bir kısmı, eserlerinden seçilmiş parçalara açıklamalar yap­ mışlardır. Türklerden, snn devrio tarikat ulusu olarak anı lan Gümüşhaneli Ziyaeddin'in Me(mllatü'l - ahzab adlı eserin d e de D. den parçalar vardır. D. nin oğlu olmadığı için, ken­ disinden sonra tarikatın şeyh liğini kardeşi Seyyid Ebu İmrao Şerefedü' - din Musa yapmıştır. Arap ülkelerinde, özellikle Mısırda yayılan bu tarikat, başlıca şu kol iara ayrılır : Süyu­ tiye ( Celaleddin Süyuti ile ayrılan kol ) , Şarnubiye ( Seyyid Ahmet Şarnubi ile ayrılan kol ) , Taziye ( Şeyh İbrahim Tazi ile ayrılan kol ) , Aşuriye ( Seyyid Salih Aşurü'al - Mağribi ile ayrı lan kol ) .

DESUVIAT'LAR, Gallia'nın bugün Bouches-du· Rhô­ ne departmanında, Deseauml'� gölü yakını nda oturanlara verilen ad. DESVALIERES [devalyfr ], Georges Olivier ( 18611950), Fransız ressamı.

Tabiat manzaraları, port­ reler, gün lük hayat sah­ neleri ve dini tablolar çiz­ miştir.Pastelle çalışan D. in ekspresyonizme y a k I aş a o s a o a t ı, M o r e a u'd a n Rouault'ya geçişi temsil eder. En ranınmış eserleri : «İsanın öpücüğü», «Madam D. nin ponresi >> , «Kutsal ai le» ve «T o p oynayan­ lar» dır.

DESVA L U E R E S [devalyfr ], Maurice ( 18571 926) , Fransız oyun yazarı.

G.

D E S V A L I: � R E S

Pariste doğmuş, orada ölmüştür. Güldürücü oyunlar, vod­ viller, operalar yazmış ve oynatmıştır. G. Feydeau ve Mars' la birlikte yazdığı oyunlar özel likle büyük başarı elde etmiştir. Başlıca oyuoları : Leı fian(h de Lorheı ( Loches nişanlı ları ) [ 1888] ; Le m ariag e de Barilion ( Barilion'un evlenmesi )

G. O.

D E S V A L 1 � R E S : «K u t

s a

ı

a

i ı eıt

DESVALLlERES, Maurice [ 1890} ; Champignol malgre lui (Zoraki Champignol) [ 1 892} ve La chaste Suzanne (Namuslu Suzanne) [ 1 906] . DESVOlDEA OBTURCANS [desvofdea obt�trkans] , dengue ( b. b k . ) ya da sivrisinek.

denga

hastalığını

bulaştıran bir

DESWERT [dlsv,rt] ya da DE SWERT, Jules ( 1 843 - 189 1 ) , Belçika'lı besteci. Löwen'de doğmuş, üsten­

de'de ölmüştür. Viyolonsel virtüozu olup Düsseldorf, Wei­ mar ve Berlin'de 1. viyolonselci olarak çalışmıştır ( 1869 1 87 3 ) . Ayrıca Berlin'de krallık Yüksek Okulunda da pro­ fesörlük yapmıştır. 1888 den sonra üstende musiki okulu müdürlüğünde bulunmuştur. Bestelediği iki opera Die Albi­ genser (Albi liler) [ 1878] ; Gra/ Hammerstein ( Kont Ham­ merstein) [ 1 884] dır. Bir senfonisi ile U ç viyolonsel kon­ çertosu da vardır.

DESYATfNA (Rusça desyat' = on ) , eski bir Rus alan ölçüsü. XV. yüzyıldan beri kullanı lan bu ölçünün başlangıçta kenarları versta ( b. bk. ) nın onda biri ya da 50 saj en' ( b. bk. ) büyüklüğünde olan bir kare anlamına geldiği anlaşılıyor. Sonradan en çok kullanılan D. , 2 400 saj en' 2 ( = 1, O 925 ha) büyüklüğündedir. Daha az kulla­ nılmış olan ) sergi le­ miştir. 1 8 7 0 te Seine gö­ nüllü leri yle birlikte savaşa katı lmı> [ ı 8 73] ; Pantheon'un fonunu teş k i l eden «Zafere doğru dört nala>> [ 1 90 5 ] ; vln] ÇACI ( İ ngi ltere'deki Devon Coun­ ty'sine göre adlandı r dmıştı r ) , Pa leozoik formasyon grupla­ rının dördüncü bölümü. Guauwack 'lar, kvartsi tler, ba lçık arduvazları (Tonschıefern ) , marnlar, dolomitler ve diabaz­ lardan meydana gelmiştir. Dam arduvazla rı, mermer ve de· mir fili zlerinden faydalanılır. D. Ç. formasyonları alt, orta ve üst D. olarak üç bölüme ayrılır. Güdücü fosiller, E(Oni­ atitler, spiriferler ve mercan lardır. o.: Ç. nda Kuzey Atlas Okyanusunda , Asyanın kuzeyinde. güneyinde ve güney ya­ rım kürede kıtalar vardı. •D. Ç. nda Almanya'da Rheini sches Schiefergebi rge ( Rhein arduvaz dağ ları ) , Harz dağlarının ve Doğu Thüringen'in bazı kısım ları meydana gelmiştir. Alt D. Ç. nda, Psilophyt' ler ve Ö7el yaprak düzlemleri ve tahtalaşmış kı sımları olmayan alçak bitkiler vardı. Üst D. Ç. nda ağaca benzer bi rki ler meydana gelir .• ( A rchaeopteris florası ) . Eğrelti otuna benzeyen bu bitki ler, eskiden -New York devletinin Oneonta ! kumtaşı bJtak lık larında bulunan en eski ormanları meydana getirmiştir. Hayvanlar dünyasın­ da mercanlar ( P ieuro 1icıyum, 'Calceola ) , Stromaıoporlar, Deniz zambakları ( Seelilien ) , brakhiopodlar (Spirifer, Strin­ gocephalus ) , kabuklu�yumuşak hayvanlar, sümüklü böcekler, Nautilus'a benzer hayvanlar ( Nauri loid'ler) ve i l k defa mey­ dana çıkan Ammon it ( Goniatit) ler, en son esk (ti pte zı rhlı balıklar, ak ciğerli balıklar ve Krossopteryg ii balıkları var­ dır. Dört ayaklı hayvanlar, ancak ayak izlerinden ' bilinir. D Ç. , Silur ile Ka rbon devirleri arasında, 330. mil­ yon yıldan 280. milyon yıla kadar sürmüştür. On mi lyon yı l Üst D. Ç .

Fammen devri Frasne devri

280 285 - 290

Orta D. Ç.

Givet devri Eifel devri

300 310

Alt D . Ç.

Coblentz devri Gedin devri

320 330

DEVONIT ( Fr. Devoni te) , mineraloj ide wavellite ( b . bk. ) e verilen b i r a d . DEVONPORT [d�vinport ] , güneybatı İngilterede, Devonsh ire'de, Londranın güneybatısında, eski den ilçe mer­ kezi olan bir yer. Tarnar ı rmağın ın ağzında, Hamoaze üze­ rinde kurulmuştur. Bugün Plymouth (b. bk. ) a bağlıdır. 1824 e kadar Plymouth Dock adiyle anı lırdı. Önem l i bir deniz donarım d(posu ve �ava1 gem ileri yapımında tanın­ mış tersaneleri vardı r. Nüfusu 84 690 ( 1 93 1 ) d ı r. LESİ.

DEVONSHIRE AILESI : b k. CAVENDISCH Aİ­

DEVQTIO ( Lat. ) , eski Romalı larda bir ki msenin, bir düşmanı ya da bir düşman şeh ri ölüler ülkesi kuvvet­ lerinin etkisi altına sokmak için yaptığı s ih ' r. Deci us'ların yaptıkları D. , bunun özel bir şekli idi. Komutan, kendini ve düşmanlarını ölüler ü lkesine adadıktan sonra, düşmanla­ rını da peşinden sürük leyeceği inancı i le varanın selameti uğruna kendini ölümün kucağına aıardı. Augustus zamanın­ da yerleşen Caesar uğruna D. , bir Kelt - İber göreneğine dayanmaktadır. Buna göre, savaşta bir başkası için kendini adayan savaşçı, o kimse öldüğünde kendini öldürürdü.

DEVQTIO MODı;:RNA, XIV. yüzyılın sonlarıoPa Holandada ortaya çıkan, Gerrit de Groote'nin kurduğu Frat­ res Commımis vitae (ortaklaşa hayat kardeşleri ) tarikatı rahip ve rabibeleri ve Groote'nin ölümünden sonra Win­ desheim'da yerleşen St. Augustinus keşiş leri arasında yayı­ lan miscik bır akım. Aşırı derecede zihni bir spi­ rirüalizmin amacını, yani insanın iyi leşmesini önleyebile­ ceğini i leri sürüp buna karşı koyan D. M . öncüleri, bu akımın herkesin ulaşabi leceği bir ruhaniliği gerçekleştirece­ ğine inanmışlardı. Tanrıya varmak için temel araç olarak kabul edi len düşüneeve daima ( murakabe) nın kural ları «Ra­ piaria» gibi dergi lerde herkesin anlayabi leceği yalın cümle­ lerle anlatı lmıştır. Bunun yönetimini de Johan Wesel Gans­ fort ortaya atmıştır. Özellikle, İsanın azabı ve kutsal şaraplı ekmek konularında derin düşüneeye dalmak, ruhun Tanrıya yükselmesini sağlayan içten gelen dua ( oratio ) larla değer­ lendirilmiş ol ur. Bi rçok değerli yazarlar bu akıma katı lmış­ lar, çeşitli eserler yazmışlardır. Bu eserlerin en önemlisi Thomas a Kempis'in yazdığı De Imitalione Christi ( İsanın izinde) dir. DEVQTO, Giacomo ( doğ. 1897 ) , İtalyan dilcisi. Cenova'rla doğmuştur. Cagliari, Padova ve Floransa'da dil profesörlüğü yapmış!Tr. 1931 - 1 942 yıl larında «Studi bal­ tici» ( !3altık dilleri ;:'araŞtırmaları ) dergisini çıkarmıştır. «Ling•ıa nostra» ( Dilimiz) dergisinin müdürlerinden biridir. Başlıca eserleri : Storia della lingua di Roma ( Roma dilinin tarihi ) � [ 1 940] ; Introduzione alla grammatica ( Gramere gi­ riş ) [ 1 941 ] ; Dizianari di ieri e di damani ( Dünün ve ya­ rının sözlükleri ) [ 1946 ] . Dilcilik alanı dışında Pensieri ru/ mio pensieri ( Çağıma dair düşünceler) [ 1 945] adlı bir eser yayınlamıştır. DEVRAK, İranın Huzistan bölgesinde, Basra'nın 90 km doğusunda bir kasaba. Cerrahi ırmağı ile Kariln ı rmağı arasındaki cetvelin ayrı ldığı yerde kurulmuştur. Eski coğraf­ yacılara göre, geniş bir alan üzerine yayılmıştır. B i rçok çar­ şı ve pazarları olan bir Şehirdir. Tülleriyle ün almıştır. Şe­ hirde, Sasani devrinden kalma birçok eserler vardır. D. taki bir kükürtlü su kaynağından halk, tedavi yeri olarak yarar­ lanırdı. Daha yeni bir çağda D. lı lar, şehri bı rakarak biraz daha güneyde Fellahiye şehrini kurmuş lardır. Fellahiye, Basra körfezine 25 km uzaklıkta, Cerrahi ı rmağının deltasında,•. bataklık bir yerde kurulmuştur. Şehrin içinde kale burçları, çevresinde hurma ağaçları vardır. Ye­ di köyü ile birli kte şehrin nüfusu 8 000 kadardır. Fellahi­ ye'de yapılan ahalar, İran ve Arabistana gönderilir. DEVRE, bazı bilim kollarında ve uygulamalarında kullanı lan ve genel olarak herhangi bir hareketin amacını gerçekleşti recek şekilde yaptığı tam devri anlatan terim. Elektrikte : İçinden bir elektr i k akımı B geçebi len bir düzenin bütünü. B i r elektrik D. si tamamiyle d ü z akımın geçmesine im­ kan veren i letken ele­ mentlerden m e y d a n a gelmişse, bun a kapalı D. deni l i r. Şayet ilet­ kenler zincirindeki bir M I K N A T I S D E VRE S İ kesinti akımın geçme­ ( elektromanyetik) sine engel olursa, buna

DEVRE - DEVREK açık D. denilir. Normal olarak toprak potansiyelinde olma­ ları gereken noktaları kendi aralarında birleştirip toprağa b ağlayan D. ye de toprak D. ıi adı verilir. E/ektromanyetizmde : En basit şekliyle bir manyetik D. , üzerinde N sayıda sarımı olan ve i değerinde bir akı· mın geçtiği bir B bobininin mıknatıslandırdığı, yumuşak demirden bir yassı halkadan ibarettir. İndükleme hatları de­ mir tarafından kanalize edildiğinden bir S kesintisinden geçen cl> akısı sabit kalır. Manyetik D. nin temel denklemi Ni R şeklindeki Hopkinson bağıntısıdır. Bu bağıntıda Ni çarpımı D. nin elektromotris kuvveti (ölçüsü : At ) , cl> indükleme akısı (öl­ çüsü : Wb ) , R ise manyetik direnç ( reluoance) tir. Hopkin •on formülü, ne kadar karışık olurlarsa olsun­ lar, bütün manyetik D. lere ve özellikle bir ya da birkaç kesinti (Fr. �oupure ya da entre/er = bir manyetik D. de indükleme akısının demirde dalaşmadığı kısım) si olan man­ yetik D. lere uyar. Elektrik makinelerinde çoğu zaman oldukça karışık bir y;. da birkaç manyetik D. bulunur. Bundan dolayı, ge­ rek hareket eden parçaların sabit kısımlarını birbirinden ayırmak ( rotatif, yani dönme hareketi olan makinelerde) ol-

Portatif bir telsiz alıcısında basma devre ( elektronik) sun, gerek D. nin içindeki bir fizik olayını incelemek (elek­ tromıknamıa ) için olsun, bir kesinti bulunmasının gerekli olduğu besbellidir. Elektronikte ( Basma D.) : D. lerde kullanı lan yuvar­ lak kesitli i letkenler yerine yalııkan b i r levha üzerine yassı olarak metalden hatlar basarak meydana getirilen D. Basma D. , bir elektrik şemasının, olduğu gibi, yalıı­ kan bir y üzey üzerinde meydana geti rilmiş kopyasından baş ­ ka bir şey değild i r. Bu kopya, genel olarak, ısmlıp y umu­ şatılmış gümüşten bir şeman ın yalııkan yüzey üzerine basıl­ masiyle elde edilir. Gümüş yerine başka tekniklerle pirinç, alüminyum ve çoklukla bakırdan basma D. ler de yapılır. İleıkenlerin hacmini ve ağırlığını büyük oranda küçül­ ten ve istiflenmesi de çok kolay olan basma D. ler en yüksek derecede mekanik ve e lekıriki hassalara sahiptir. Seri halin­ d e yapıma çok elverişli olmaktan başka, montaj ları da son derece kolaydı r ve el emeğinden tasarruf sağlar. Bu şekil D. ler özellikle radyo ve televizyon alıcılarında, hesap ma­ kinelerinde, ölçme ve tıp aygıtiariyle elektrik ve elektroni k aygı tlar ı nda kullanılır . İ ktiıalla : Hi zmet ler piyasasın ı ürünler piyasasına, ya­ ni fonksiyonları üretim faktörleri satma ve ürün satın alma olan tüketicilerle fonksiyonlan ürün ihtiyaçlarını sağlama

189

ve üretim faktörleri satın alma olanları birbirine bağlayan çifte hareket. Ekonomik D. kavramı bize ekonomik toplumun birli­ ğini ve çeşitli akımların karşılıklı bağımlılıklarını anlatır. Bu akımların biri gerçek akımlar, yani ürünlerin ve üre­ tim faktörlerinin akımları, öteki de toplum grupları ara­ sında sürümde olan ve bir kısım insanların gelirlerini, başka bir kısım insanların da giderlerini meydana getiren

para akımlarıdıc. Ekonomik D. nin analizi, ekonomi d üşüncesinin olu­ şumu sırasında kesinleşmiştir. 1758 de F rançois Quesnay'nin çizdiği ekonomi tablosu, malların toplum bünyesi içinde dolaşmasının, kanın in san vücudu içinde dalaşmasına benze­ diğini a nlatmak i ster. Böylece bu tablo bize ekonomik D. üzerine ilk fikri verir. Jean - Baptiste - Say' de, konusu teşeb­ büs sahipleri tüketiciler olan ikili D. düsüncesi vardır ; A. Cournot, iktisat konusundaki genel karş ılıklı bağı mlılık i l­ kesini açık olarak anlatı r ; Walras bu iki düşünceyi birleş­ tirmekte ve ekonomik toplumun ögeleri arasındaki karşılıklı bağımlıl ıkl�rı göstermekle birlikte, bu toplumu birliği için­ de göstermektedir. Fakat Walras'ın ekonomik D. yi görüşü «mikro · ekonomik» tir. Bu görüş işe teşebbüs sahibi ve tü­ ketici olarak bir yığın kişi karışıı rmakta ve birer kişi olarak göz önüne alınan bu ekonomi k birimlerin hangi şartlada en çok verim elde edebi leceklerini tesbit etmeye çalışmak­ tadır. Toplum gruplarının ve bu grupların davranışlarının göz önüne alınması ve paran ın oynadığı rolün daha iyi bir şeki lde yorumlanması, «makroskopik» bir ekonomi D. si gö rüşünün belirtil mesini mümkürı kılmıştır. Böylece, çeşitli top lum grupları arasında dolaşarak bir kısım insanların ge­ lirl erini, bir kısım insanların da Riderlerini meydana getiren çeşitli para akımları n ın rolü daha iyi anlaşı lmaktadır. Eko­ nomik D. i çind e , bir toplum grupu kazancından çoğunu ha rcarsa, özellikle satın alma gücü akımları deği şikliğe uğ­ rayab . lir. Bö y lece, ekonomi k D nin bütününe bir hız ve­ rilmiş olur. Bunun zıddı olan bir halde ise ekonomik D. nin bütünü yav•şlar. Ekonomik konj onktür (bk. KONJONK­ TÜR ) akımların Reçirdiği bu değişmeterin etkisine uğrar. Ekonomik D. nin bu kesintilerine sebep olan grupların y a da etkenieri n meydana çıkarılması gerekir. Böylece ana problem, akımları d üzene sokarak yüksek ve kararlı bir ekonomik çalışma seviyesi sağlayacak olan şartları tesbit et­ mekten i baret kalır.

DEVREESE

[d! vre'ı], Godefroid ( doğ. 1893 ) ,

Belçikalı besteci v e kemancı. Courtai'da doğm uş tur. Tombe­ lene adlı bir balet, senfonik parçalar, kantatlar ve melodiler bestelemiştir.

DEVREK, Zonguldak iline bağlı bir i lçe. İlçe mer­ kezi olan D. kasabasının nüfusu 4 193 ( 1960 ) tür. Eyerci ve Tefen bucakları ve 78 köyü ile birlikte D. i lçesinin nüfusu 61 970 ( 1 960) tir. İlçe toprağı çok yerde dağlıktır D. , D. Çayı kıyısında, düzlükler ortasında kurulmuş, uzak çevresi tepelik ve dağlık bir kasabadır. Denizden yüksekliği 1 ı 5 m dir. D. Çayı vadisinde kurulmuş olması bakımından D. kasabası bir yol çatağı özelliği gösterir. Bolu - Zongul­ dak şosesi kasabadan geçer. Buradan ayrılan şoseler güneyde Boluya, kuzey ve kuzeybatıda Zongu ldak ve Ereğliye, doğu­ da Karabük' e doğru uzanır. Zonguldak'a u z a k l ı ğı 47 km dir. D. in Zonguldak, Çaycuma, Tefen ( 2 2 km) i stasyonları ile de bağlanusı vardır. Bu bakımdan D. bir pazar yeri olmu�-

DBVREK - DEVR - İ TURAN USULÜ

190

tur. Haftalık pazarından başka, her yıl panayır ı ar d a k urulur. Kasabanın ortas ı n d a k üçü k b .ır çarşı var d ı r. B a kk a 1 ve manifaturacı dükkaniarı yanında, demi rci ve ma rangoz tezgiihları ve el işi basıon yapan yapım evleri bulunmaktadır. Çarşı çevresinde, çayın güney kenarına yapılmış b · hçeler arasında maha t leler yer almıştır. Mahallelerin bir kısmı da çayın karşı yakasında bul unmaktadır. D. , Panay ı r Meydanı adı verilen ve kasabanı n doğu bölümüne rasılayan alana doğru yayı lmaktadır; D. belediye•i ı 887 de Hamidiye adiyle i lçeyle birlikte kurulmuştur. D. ilçesi ortalama olarak yılda ı 000 - l 200 mm yağış alır. Yazlar serin, kışlar oldukça ılı k, arasıra soğukça geçer. Dağların çok yerİ d üzgün orman lada (ka yın ağacı ) ka � lıdır. Ormanlık yerler dışında otlak ve çayırlıklar yer alır. I lçede ekilebilir toprak azdır. Bu yüzden halkın çoğunluğu Zonguldak kömür madenler nde çalışır, Düz ve sulak yerler e meyva ( elma, armut, erık) ve sebze, kavun ve karpuz yetıştirilir. Halkın bir kısmı hayvancılıkla geçinir, özellikle koyun beslenir.





DEVREK ÇAYI, Anadolunun kuzeybatı bölgesindtki Filyos ı rmağının ana kolu. D. Ç, ana çizgileriyle, güneybatı kuzeydoğu doğru ltusunda uzanır. Sünnice Dağla • ı i l e Semen Dağları arasından, Bolu O vasından, aşağı kesi m:nde düzlük ve tepeliklerden geçen D. Ç. nın, Abanı Gölünden Fi lyos ı rınağına döküldüğü yere kadar uzunluğu ı 70 km, yağış alanı 2 424 km2 di r. D. Ç. nın ana kaynağı Abanı Gölüdür. Gölün kuzey kıyısından çıkan dereye Abanı Ayağı Deresi denir. Bu küçük dere daha aşağı larda küçük birtakım kollar alarak Büyük Su adiyle Bolu Ovasından akar, birtakım boğazlardan geçerek Devrek kasabasına doğru uzanır. Çağa Gölünden çıkan Aşağı Dere ile Mengen Çayının birleşmesinden doğan akarsuyu da aldıktan sonra D. Ç. meydana gelir. Bu çay doğudan uzanan Araç Çayı ile birleşerek, Çaycuma ile Devrek kasabası arasında büyük bir ı rmak olarak belirir. Ası l Filyos ırmağı bu birleşme yerinden başlar. D. Ç. mn beslenme alanında yıllık yağış tutarı 700 ı 000 mm dı· r. Bu alana yılın birkaç ayında bol kar yağar. Dağlık yerlerde kar örtüsü aylarca yerde kalır. Karların erimesi sırasında dereler kabarır. D. Ç. ve kollarının geçtiği yerler, gür ormanlarla örtülüdür. Bu ormanlarda özel likle kayın, köknar, kara çam ve sarı çam vardır. D. Ç. nın iki yerinde ( Bolu - Mengen yolu üzerindeki Gökçesu bucağı yakınında 1 9 5 3 ten beri, Devrek kasabasının 20 km güneybatısında, Gürdeşe adlı yerde 1957 den beri ) seviye ölçmeleri yapılmıştır. Bu ikincisinden elde edi len 5 yıllık gözlem sonuçlarına göre, orta lama akım saniyede ı 5,204 m3 tür. ı962 su yılında en çok akım saniyede ı84 m3 olmuş, nisan başında akarsuyan seviyesi 248 cm yi bulmuştur. Aynı yılın en az akımı ise saniyede 3,28 m3 e i n miş, ağusrosun ilk yarısında seviye 48 cm ye düşmüştür. D. Ç. yıl i çinde i lkbahar aylarında kabarık, kış aylarında orta, yazın ise çeki k durumdadır. Çayın sularından sulama işlerinde yararlanılır. DEVREKANI, Kastamonu i line bağlı bir i lçe. İ lçe merkezi olan D. 1 64 ı ( 1960) nüfuslu küçük bir kasabad ır. İlçeye bağlı Seyitler bucağı ve 71 köy ile birlikte i lçe nüfusu 23 272 ( ı 960) dir. İlçe topra�ları, Kastamonunun kuzeyindeki Küre Dağları ( ı 000 - ı 500 m) nın güney bölümündedir. İlçenin kuzey bölümü ormanlıknr. Bu ormanlarda köknar, sarı çam ve meşe ağaçları vardır. İlçeden geçen D. Çayının vadisi ve çevresi , ilçenin başlıca tarım al � nıdır. Hayvancı lık da gelişmiştir. D. kasabası Kastamonuyu Ineboluya bağlayan ana yolun 12 km doğusunda olup, buraya

dar bı· r yol ı" le bag" lıdır. Kasabanın iskelesi İnebolu'dur. Kasaha ve çevresinde eski eserler vardır.



DEVREKANI ÇAYI, kuzeybatı Anadoluda, Küre Dağlarından çıkan bir akarsu. D. Ç. Azdavay kasabasının batısına kadar doğu - batı doğrultusunda akar, I lıca köyü yanında kuzeye döner ve buradan sonra Kocaçay adını alarak Cide'nin batısında Karadenize dökülür. Bununla bi rlikte, kaynağı ndan denize döküldüğü yere kadar bu akarsuya D. ç. da denir. Kocaçay ile birlikte uzunluğu ı 6o km, yağış alanı ı 990 km 2 dir. Çayın Azdavay'a kadar olan bölümünün yağış alanı ı ı20 km2 dir. Bu çay üzerinde iki yerde seviye ölçmeleri yapılmaktadır : Azdavay içinde ( ı953 ten beri ) ve Ci de kasabası ile batısındaki Mağaza köyünü birleşti ren yolun çayı kestiği köprüde ( ı956 dan beri ) . Çayın yukarı ve orta kesimlerine d ü�en yerlerinde yağış çok değ i ldir (yıllık 400 500 mm) , Azdavaydan sonrak aşağı kesiminde ise yağış boldur (600 _ ı 000 mm) . Bu daglık yerler hemen her ay yağışlı geçerse de, i lkbaharda yağış daha çok o lur. Bu zamanlarda D. Ç. kabarır, yaz sonu ve güz aylarında oldukça çekilir.



_

DEVREZ ÇAYI, Kuzey Anadoluda, llgaz Dağları ile Köroğlu Dağları arasında, ana çizgileriyle güneybatı kuzey­ doğu doğrultusunda uzanan ve Kızılırmak'a dökülen bir çay. Uzun luğu aş. yu. ı 60 km dir. D. Ç. , Kızılırmak'ın başlıca kollarından biridir. Yazın suları çok çekilmekle birlikte, Devrez ve daha kuzeydeki Gökırmak'ın sulariyle Kızılırmak'a oldukça çok su karışmış bulunur. Kaynakla rını Kızılcaha­ mam'ın doğusundaki dağlardan alan bu çay, Kununlu ka· sahasına doğru k uzeydoğu yönünde akar, Ilgaz ve Tosya yakınlarından geçerek Kargı kasabasının 8 km güneybatısın­ da Kızılırmak'ın keskin bir dirsek yaptığı yerde bu ı rınağa dö ülür. Kurşunluya kadar dar ve derin vadisinde akan D. ç. , buradan kavşak yerine kadar geniş vadi boyu ova­ larından geçer. Yolu boyunca kuzey ·ve güneydeki dağlardan inen dereleri alarak beslenir. Bu derelecin suları kar erime leri ve bol yağmurlar sırasında arttığından, D. Ç. da bu . - gun ·· ı erd e K ızı 1 ırma k'a ku. ksıralarda kabarır. Çok k ab ard ıgı reyerek dökülen D. ç. , karıştığı sivri dirsekte ırmağın sularını sanki geriye doğru iter. D. Ç. nın bu azgın akışlı zamanına 0 çevre halkınca Deli Devrez adı veri lir. D. Ç. nın sularını topladığı bölgede yıllık yağış 400 - 50 0 mm ye varır. Toprak çok yerde ormansızdır. Yalnız dağlık yerlerde yer yer orman ve fundalıklar vardır. D. ç. üzerinde ı952 den beri derinlik ölçmeleri yapıl­ maktadır. Ölçme yeri Çankırının Kurşunlu kasabasının 8 km batısında, deniz yüzünden 990 m yükseklikteki Sumucak köyü köprüsündedir. Çayın yüksekliği kış sonu ve i lkbahar­ da kabarıktır. Yazın ise vadi boyundaki pirinç tarlaları sulandığı için, yol boyunca çayın suları gittikçe azalır, bu sı ralarda Kızılırmak'a ancak cılız olarak karıştığı, hatta ı rınağa ulaşamadığı bile olur. D. ç. nın vadisi boyunca bu­ radaki kasabalardan geçen ve bu çevreyi Ankaraya ve Sinop'a bağlayan yollar uzanır. ·

k

DEVR t HİNDI, Türk musiki usullerinden biri. Bu usul, düm tek tek dum tek ( . . . - - ) vuruşu ile belirtilir. _

DEVR - t TURAN USULÜ, 7/8 lik bir ölçü. Aynı ölçüde olan Devr- i hindi (b. bk. ) den farkı, 4/8 lik önce, 3/8 lik sonra gelişinden ibarettir. Yani Devr - i hindi usulünün tersine bir şekildir. Seyri yürük olduğunda 8 lik birimle yazılır. Bu usule köçekçi ve oyun h avalarında mandıra da denir. Vezni fiiilatün ve müstefilündür.

DEVRIENT DEVRIENT [di/rfnt], birçok aktör yetiştirmiş olan bi r Alman ailesi. Ludwig D. ( 1785 - 1 8 3 2 ) , Beriinde doğmuş, orada ölmüştür. Karakter rollerinde başarı göstermiştir ( Lear, Fallstaff, Franz Moor) . E. Th. A. Hoffmann'ın yakın arka­ daşı idi. Ludwig D. in yeğen ieri de tanınmış birer aktördür : Karl ( 1 797 - 1 872 ) , Emil ( 1 803 - 1872) ve Eduard ( 1 8 0 1 1 8 7 7 ) Eduard, 1852 i le 1 8 7 0 yılları arasında Karlsruhe'de­ ki Hoftheater'i yönetmiş, Hans Heiling operasının güftesini ( beste : Marschner) yazmıştır. Ayrıca, Geschichte der deu­ tschen Sch.:uspielkrmst (Alman tiyatro tarihi ) [ 1 848 - 1874, yeni has. 1 929} adlı 5 cildik bir eseri vard ı r. Emi l'in oğlu Max D. ( 1 857 - 1 929) Burgtheater'da, Eduard'ın oğlu Ono D. ( 1838 - 1 894) Karlsruhe ve Weimar'da çalışmıştır.

-

DEVRİM

191

çalışmalarına · d a uygulanı rsa da, XIX. yüzyıldan bu yana politik bilimler alanında D. teri mi yalnız politik D. için kullanı l ı r olmuştur. Hiçbir politik siw·m, kan un yolundan kök lü değişik liğe uğramayı kabu l edecek kadar esnek ol­ mad ığı ve kanunsuz davranışlar ise, gerek D. i yapanların gerek böy le bir sald ı rıya uğrayan devletlerin zor kullanıl­ masını gerektird iği için, D. ile şiddet birb;rine çok yakın iki kavram halini almıştır. Buna göre D. kavramının tanı­ mı : «Önemli sayıda insan tarafından zor ve si lah kul lanma tehdidi ile ya da bunların kullanılması yolu ile ve çoğu zaman iç sebeplerle, hükümetin ya da ulusun politik yapı­ sının kökünden deği ştirilmesi» olmak gerekir. Ancak, bugü­ nün roplubilimci lerine göre, D. in «politik bir altüst oluş» ve «şiddet» ile ayr ı şey, yani güç kullanarak meydana ge­ tiri len bir politik değişiklik sayı lması yersizdir. Çünkü hü­ kümet boşta işleyen bir makine değildir ; onun görevleri, örgütü ve poli tikası vard ı r ve bunlar, hükümetin yönettiği toplum içindeki kuvvet lerin birbiriyle olan i lişki lerinin ay­ nasıdır. İç politika düzeninde meydana gelecek köklü bir değişiklikten önce, ille toplumun çeşitli grupları ve tabaka­ ları arasındaki i lişkilerde temelli bir değişiklik meydana gelmesi gerektiği yolundaki düş ünceyi savunmak için de, devlede toplumun her bakımdan aynı şey olduklarını i leri sürmek gerekmez. Buna göre, hiç olmazsa zamanımızda, po­ litik yapının değişmesi ya da şiddet kullanı lması yanında, toplum sını flarının yeni bir sı raya göre düzenlenmesi çok daha önemli bir karakter özelliği gibi görünmektedir. D. in bu özelliği , onu hükümet darbesi, ayaklanma ve baş kaldır­ ma gibi davranışlardan ayı rmaktadı r.

DEVRİK CÜMLE, Türkçede yüklemi sonda bulun­ mayan cümlelere veril en ad. Türkçede yüklemi sonda bulu­ nan cümleler kurallı cümle sayılır ( bk. CÜMLE ) . Ancak, XIX. yüzyı lın ikinci yarısında Batıda narüralizm ( Fr. natu­ ralisme ) akımının «söylendiği gibi vazmak• çığırını açması üzerine, roman ve hikaye gibi yazı türlerinde, özellik le ko­ nuşmalar kısmında sık sık D. C. lere yer veri lmi ştir. Başlan­ gıçta roman ların konuşma lar kısmında kullanı lan D. C. !ere sonradan gazetelerin yazı ve fıkralarında da yer verilmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın da miş, sıvı haline getirilmiş gazların saklanması için boşlukta, gümüşlenmiş camdan çift katlı yalıtılmış kavanozlar (Dewar kavanozları ) yapmıştır. Bundan başka, Cordite denen patlayıcı maddeyi de D. bulmuştur. Asıl yaptığı en önemli iş, onun zamanı-

DEW AR, Sir James na k a d a r değişmez gibi sanı lan bazı gazlan (hid­ roj en, flüor gibi ) sıvı ha­ line getiren aşağı derece­ deki ı sılan i ncelemiş ve salc sıfıra yaklaşan bir ısı­ da bu cisimler arasındaki benzeyişleri araşıırmış ol­ masıdır.

-

DEWEY, Melvil

ler almıştır. V e r i m 1 i bir yazar olan D. , b i r ç o k eserler yayınlamıştır : Psy­ cho/ogy ( Psikoloj i ) [ 1886] ; L e i b n i t z (ad) [ 1 888] ;

1 95

Critica/ Theory of Ethics

(Ahlak biliminin eleşıir­ meli k u r a m ı ) [ 1894 ] ; Study of Ethics ( A h 1 a k bilimi a r a ş t ı r m a 1 a r ı ) DEW'ARDA HALİ­ " [ 1 894] ; The S c h o o l ar.d TASI, % 50 alüminyum, Society ( Okul ve toplum) % 45 bakır ve % 5 çinko­ ]. D E W E Y [ 1 899 ; Türkçe çev. Avni dan yapı lmış bir halita. D. H. kimyasal analizlerBaşman] ; Studies in Logica/ Theory ( Mantık kuramı ]. D E W A R de çinko ve alüminyum üzerinde incelemeler) [ 1903 ] ; Ethics ( Ahlak bi limi ) gibi klasik metal indir�enlere göre daha y üksek olan indir­ [ 1 908, ]. H. Tufts ile birlikte] ; Moral Princip/es in geme yetki sinden dolayı bu amaçla kullan ılır. Education ( Eğitimde ahlak i lkeleri ) [ 1 909 ; Türkçe çev. Kazım Nami Duru, Terbiye umdeleri] ; How IVe DEWAS, orta Hindistanda, Çambal ı rmağının bir Think ( Nasıl düşünürüz) [ 1 909 } ; Influence of Dar­ kolu olan Sipra ı rmağı vadisinde, aynı adı taşıyan iki dev­ win on Phi/osophy ( Darwin'in felsefeye etk • si ) ( 1 9 1 0 } ; letin başkenti. Bu iki devlet, XVIII. yüzyılın ilk yarısında German Phi/osophy and Politics (Alman felsefesi ve poli­ iki Maratha kabi lesinin başkanı olan iki kardeş tarafından tikası ) [ 1 9 1 5 } ; Interest and E//ort in Educalian ( Eğitimde kurulmuştu. Devletlerin nüfusu 75 000 ve 6 5 000 dir. Şehir­ ilgi ve çaba ) [ 1 9 1 3 } ; Democracy and Education ( Demok­ de, kaya içinde oyulup Çamuda'ya sunulan tapınak, bir zi­ rasi ve eğitim ) [ 1 9 1 6 ; Türkçe çev. Avni Başman] ; Human yaret yeridir. Nature and Conduct ( İnsan tabiatı ve davranış) [ 1 92 2 } ; DEWEES [ dew}z ] İŞARETİ, gebe kadınların açık Essays in Experimental Logic (Deneysel mantık denemeleri ) renkte ve kaıı balgam çıkarmalan. Amerikalı j i nekolog [ 1 9 1 6} ; Reconstruction in Philosophy ( Fel sefede yenileme) [ 1 920} ; Experience and Nature (Deney ve ıabiat) [ ı 92 5 ; William Potts Dewees ( 1 768 - 1 84 1 ) in adiyle anılır. Türkçe çev. Eyüp Harndi Akman, Eğitim ve deney} ; The DEWEY [ Jyifi ] , George ( 1 837 - 1 9 1 7 ) , Kuzey Ame­ Pub/ic and its Problems ( Halk ve problemleri ) [ ı 927} ; rikalı amiral. Montpelier ( Vermont ) de doğmuş, Washing­ Characters and Events (Karakterler ve olaylar) [ 1 929 ; 2 tonda ölmüştür. D. , Amerikan Ayrılık Harbi'ne kuzey ci lt} ; The Quest for Certainty (Kesi nlik araştırması ) [ 1 929} ; devletlerinin yanında, arni­ Impressionr of Soviet Russia and tlıe Rovolutionary World ral Farragut'un komutası (Sovyet Rusya ve devrimci dünya izlenimleri ı ( ı 929] ; alıında ka•ılmış, 1884 te Phi/osophy and Civi/ization ( Felsefe ve uygarlık) [ ı 93 ı ] ; deniz albaylığına yüksel­ Art as Experience (Deney olarak sanat ) [ 1 934] ; Libera/ism m iştir. 1 898 de Amerika ­ and Soda/ Action ( Liberalizm ve toplumsal eylem ) ( 1 9 3 5 ] ; İspanya harbinin çıkması Logic ( Mantık) [ 1 938} ; Freedom and Culture ( Hürriyet üzerine Amerikan D o ğ u ve kültür) [ 1 939 ; Türkçe çev. Vedat Günyol, Özgürlük Asya Filosunun komutan­ ve kültür] ; Prob/ems of Man ( İnsanın problemleri ) [ l 946] . lığına getirilmiş ve bu fi­ D. muhtelif yıllarda geziler yapmı ş, Çin'i, Japonya'yı lo i l e 1 m a y ı s 1 898 de Rusya'yı ve İngiltere'yi ziyaret etmiştir. Gezdiği ü lkelerde M a n i l l a körfezindeki İs­ eğitim si stemleri ve hayat şekilleri üzerinde araşıırmalar panyol filosunu yok ede· yapmıştır. 1 92 6 yılında Türk h ükümeti nin çağrısı üzerine rek Mani lla şehrini ablu­ Türkiyeye gelmiş, Türk okullarının yeni den örgütlendiril­ k a altına almışıır. ı 900 de mesi konusunda planlar hazırlamıştır. Türkiyede eğitim ko­ amiralliğe yükselmi ş, ken­ nusunda yazmış olduğu rapor, Milli Eğitim Bakanlığı tara­ G. D E W E Y disine tek lif olunan Amefından yayınlanmıştır. rika Birleşik Devletleri cumhur başkanlığı adaylığını red­ Düşün ür olarak D. bütün hava u boyunca politika, sosyo­ detmiştir. loj i ve ekonomi problemlerine karşı büyük bir ilgi göstermiştir.

DEWEY [dyifi] , John ( 1 8 5 9 - 1 9 5 2 ) , Amerikan fi lo­

zofu ve eği timci si. Burlington ( Vermon t ) da doğmuş, New York' ta ölmüştür. Vermont Üniversitesiyle ]ohns Hopkins Üniversi tesinde okumuştur. 1886 da Michiganlı öğrencilerin­ den Alice Chipman (ölm. 1 9 2 7 ) ile evlenmiştir. Kızı Evelyn, en tanınmış eserlerinden biri olan Schoo/.r of To - Morrow (Yarının okulları ) [ 1 9 1 5 ; Türkçe çev. Sadrettin Celal An­ tel} ın yazılmasında kendisine yardım etmiştir. Michigan ( 1 884 - 1 888 ) , Minnesota ( 1 889 - 1894 ) , Chicago ( 1 894 1 904 ) ve Columbia ( 1 904 - 1 9 3 0 ) üniversitelerinde felsefe p rofesörü olarak çalışmış, Visconsin, Pekin, Oslo, Paris, Vermont ve Johns Hopkins üniversitelerinden fahri rütbe-

D. pragmatizmin bi lgi kuramını özel bir Amerikan sosyal felsefesi olarak geliştirmiştir D. ye göre, dış çevreyi kavramanın ve onu düzenlemenin yolu, düşüncenin eğitimi­ dir. Bundan dolayı D. nin kuramı, pedagoj i ile de doğrudan doğruya i lgilidir.

DEWEY [dyifi] , Melvil ( asıl adı : Melville Louis Kossulh Dewey ; 1 8 5 1 - 1 93 1 ) . Amerikalı kitaplık uzmanı.

New - York'a bağlı Adams Center'de doğmuş, Florida'da ölmüştür. D. , yazıda ı siahat yapı lması gereğini savunmuş ve kitap sınıflamasında onluk sistemini kurmuştur. D. , Hungerford Collegiate Enstitüsünde ve Oneida seminerinde okumu�. 1874 te Amherst College' i bitirmi�tir. 1876 da A

1 96

DEWEY, Melvil

C/aui/icalion and Subiect In­ dex /or Cata/oguing and Arran­ ging the Books and Pamph­ /ets of a Library ( Bir kitaplı­ ğın kitap ve broşürlerinin ka­ taloğunu çıkarmak ve düzenle­ mek için sınıflandırma ve konu endeksi ) [ 1 6. bas. Dewey Deri­

ma/ Classi/iration and Relalitlt I n d e x, 1 96 1 ; T ü r k. çev.

«Dewey Onlu Tasnif ve Rela­ tif Endeks», 1 962 ] adlı kita­ bını yayınlamıştır. Bu eser, M. L. D E W E Y D. nin bilimin gelişmesine ge­ niş ölçüde yardım etmiş olan sistemine başlangıç olmuştur. D. , 1883·1888 arasında Columbia Üniversitesi kitaplığı başkanı ve kitaplık ekonomisi profesörü olmuştur. 1 889-1 906 arasın­ da New York (Albany) devlet kiıaplığı ve hemen hemen aynı süre Içinde 1 887 de kurduğu New York Eyaler Küıüpha­ necilik Okulunun müdürü olmuştur. D. , . baskısı yapılan bu sözlüğün ı 777 de iki ciltlik küçük bir baskısı daha yapılmış ve 1 762 de baskısına bazı kelimeler eklenmiştir. ı 8 3 5 başkısmın önsözünü Vi i­ lemain yazmıştır. 1878 - 1879 da çıkan 7. baskıda imiada bazı düzeltmeler yapı lmış, aş. yu. 2 200 yeni kelime kabul edilmiştir. 8. baskı iki ci lttir, I . cilt 1932 de, Il. si ise ı935 te çıkmıştır. İmli bakımından bazı yenilikler getir­ miş, birçok yeni kelimelere yer vermiştir. Bununla birlikte Fransız dili kelime hazinesinin durmadan değiştiği bir çağ­ da bu son baskı bile eskimiş gibi görülmektedir. D. in yeni bir baskısı hazırlanmaktadır.

DICTUM [dfktum] ( Lat. söyleni lmiş şey ) , eski hu­ kuk di linde, kararın hüküm kısmı ( Mahkeme, kararını Latince olarak belirttiği zaman hüküm genel olarak D. fuit ... sözleriyle başlardı. Bizdeki : «gereği düşünüldü» söz­ leri gibi ) . - Mantıktıı = önerme ( kaziye) ( B u kelime özel olarak, bir [art/ı önermede şartın, «mümkün ya da imkan­ sız, zorunlu ya da olabilir» şekillerinde değiştirdiği şeyi gösterir. )

219

yanlığı kabul edenlerin din bilgilerini tamamlamak amacİyle yazı lmış olan bu kitapta üç bölüm vardır : birinci bölüm ( I - VI ) de Hıristiyan ahlakının temel ilkeleri belirtilmiştir, ikinci bölüm ( V I I - X I ) de yazar, vaftizden, oruçtan ve kuddastan söz etmekte, son bölüm ( X I I - XV) de Hıri sti­ yan topluluğu örgütünü açıklamaktadır. Sonuçta ise yazar, ümide ve İsa'nın yakında yeryüzüne geleceğine dayanarak dine İnananları uyanık bulunmağa teşv ik etmektedir. Bu eserin, genel olarak II. yüzyılda meydana getirildiğini ka­ bul ederler.

DİDA'LAR� Batı Afrika'da, Fi l Dişi Kıyısında, Ban­ dama'ın batısında oturan zenci lere verilen ad. Kru'Iar top­ luluğuna giren D. ların sayısı aş. yu. 75 000 dir. DİDASKALJ;:İON (Yun. = okul ) , II. yüzyılda İsken­ deriye'de, mürninler topluluğu tarafından kurulmuş resmi Hıristiyan okulu. Burada ilk öğre•im, gnostik ( dünyaya, insana ve Tanrıya ait tam ve salt bilgilere sahip olduklarını iddia eden dinci filozof) !erin fikirlerine esasta karş ıt olan bilginlerle filozofların Hıristiyanlık i l kelerini açıklamaları ve savunmalarıyla tamamlanırdı. DİDASKALfA, eski Yunanistan'da traj edi ya da kome· di yarışma ları üzerine verilen bilgi ya da bu konuda düzenle­ nen tutan aklar. Bu belgelerin tarih sırasına göre düzenlenmiş özetlerini içine alan ki tap, dergi. Latinlerde bir tiyatro oyu­ nunun te m si li üzerine her türlü bilgiyi veren kıl i n

i ğ n esi,

Merke-.t1 mck i k l i

Dikiş m a k i n esin de

trikotaj, korse. portföy

v.

dikiş

ilmeğin b.

6

d i l , 2.

Ba,;tırnıa

m e tekerleri, l l .

kikli



İ p l i k >' i p ., r i , :� .

a y a ji ı ,

9.

ucu.

l l ö ıwr

İ pl i j! i

Ba,;tı rma a y a ğ ı , 1 2 .

ne, ı.ı.

sürfile,

7.

diken makine.

Gı·rını· tıokı· r l ., r i .

ı;en�d,

kaldıran

dil,

/.

1 0.

i l ik

iğnesi : işleme

Ayakkabı,

Bolıin

'\lekiğin u c u , ı :ı .

A l t ipl i k hohi n i .

m a k i n es i n i n

atılışı,

6.

.) / 1 . Yatay

şeması : getir,

4.

bere,

na•­

Kokot

şapka,

Ger­ İ ğ-

DİKKAT - DİKLORFENOKSİASETİK ASİT rolüne önem verenler) , bilimin kapsamlarını tanımlama ça­ bası i çinde ondaki dinamik ögeyi· bir yana bı rakmışlardır. Bunlar, D. i «zihin açıklığı» i le eş anlamda almışlar ve böylece zihin açıklığı dereceleri gibi problemlerle uğraş­ mışlardır. Mesela bir )cimse duvar saatinin işleyişinin şöyle böyle farkında olduğu ve başka şeyleri hiç algı lamadığı bir sırada, elinde tuttuğu kalemin iyice farkında olabilir. Öte yandan fonksiyonalistler ( zihin ve beden fenomenlerini, or­ ganizmanın tümünün çeşitli durumla rı karşılama çabası ola­ rak anlayanlar) D. in fayda yönüne büyük önem vermişler­ dir. Bun lara göre, D. öğrenmeyi sağlayan ya da eski alış­ kanlıkların yeterli olmadığı durumlarda gerekli olan bir kuv­ vettir. Meseıa bir kimse düzgün bir yaya kaldırımında yü­ rürken yanındaki insanla. konuşabildiği halde, bir çamur birikinıisine yaklaştığı zaman D. ini attığı adımlara yönel­ tir. Fonksiyonalistlerin görüşü, uygulama alanlarında çok faydalı sonuçlar vermiştir. Mesela ilancılar, okuyucuları ken­ di ilaniarına çekecek olan etkenlerle i lgilenirler. Bu erken­ ler meseıa i lanın büyüklüğü, hareketliliği, tekrarlanması, garipliği, yani o zamana kadar alışılmamış bir n i telikte ol­ ması, renkleri ve çıkariara seslenınesi gibi şeylerdir. Bu gö­ rüşün eğitim alanında da uygu lamaları vardır. Bu alanın ruhbilimle ilgi l i kesimindeki çabalar, çocukların ilgi mer­ kezlerine yeni konular bağlamaya yönelir ve böylece ikinci dereceden ya da « zorlamalı D. » yerine «yönü değiştirilen primer ( i lkel) D.» ten faydalanılır. Behaviorist" ler ( ruhbi­ limde her türlü fizik ötesi görüşü reddederek onu yalnız organizmanın gözlemlenebilen çalışmalarının incelenmesiyle sınırlandı ran ve bu bilimi yaratıkların beli rli şartlar içinde ne yolda davrandıklarını gözlemleyen bi r bilim olarak alan . ve hatta onu fizroloj iden ayı rmayan görüşü paylaşan lar) D. teriminin zihinsel anlamını kabul etmemişlerdir. Bunlar bi­ linçle ilgili ne varsa inkar etmişler, yüz hareketleri , duruş ve davranış makanizmaları gibi obj ektif etkeniere önem vermiş­ lerdir.

DİKKAT YİTIMI ( Fr. Aprosexie ) , hafı zanın, dikka­ tin ve iş görme i steğinin azalması ile zihin durgunluğu yapan bir sendrom. Bu olay, solunum zorluğu yapan burun biçimsizliklerinde, geniz erieri ( aprosexia nasalis) nde, sinir hastalıkları ( neuroses) nda, zeki eksikliğinde ve beyni yor­ gun çocuklarda görülür. Gidermek için etkini ortadan kal­ dırmak lazımdır. DİKLORBENZEN ( Fr. Dichloroben zene ) ya da DİKLORBENZOL, beozen ( benzol) in C6H,Ch form ülün­ de üç türevinden her birine verilen ad. Bunlardan orto ve meta D. , 180° C ve 1 7 2 ° C de kaynayan sıvı, para D. ise 5 3 ° C de ergiyen, 1 7 2 ° C de kaynayan, kafuruya benzer be­ yaz katı cisimlerdir. Bu sonuncusu, öncelikle güvelere karşı kullanılan etkili bir ilaçıır.

DIKLORDIETILSULFÜR ( Fr. Dichlord iethyle sul­ fure ya da Sulfure d"ethyle dichlore) ya da IPERIT ( Yperite) , BARDAL GAZI ( Mustard gas ) , LOST, savaşta kullanılan zehirli bir gaz. Almanlar bu gaza Sarı Haç (Gelbkreuz) adını takmışlardı. İlk önce Birinci Dünya Har­ binde, ondan sonra İspanyollar tarafından Rifiiiere karşı ve 1 93 6 İtalya - Habeşistan savaşında İtalyan lar tarafından kul­ lanılmıştır. İkinci Dünya Harbinde savaşa katılan bütün devlerlerde bol olarak elde bulunduğu halde kullanı lmamış­ tır. Birinci Dünya Harbinde 800 000 i bulan gazianmışların yarısından çoğu bu madde ile zehirlenmiştir. D. Cuthrie adında bir İngiliz tarafından ilk olarak ,

25 1

1 860 yılında eti len ve kükürt klorürden elde ed i lmiştir. Fakat en iyi elde etme yolu, tiyodiglikol (oksol) un tuz asidi ile işlem yapı lmasıdır (Victor - Meyer senıezi ) :

/ C Hı

s,

CH2 · 0H

CHı · CHı OH

+

2 H cı

=

/ CHı · CH ı · CI

s"'-

CH2 CHı · CI

.

+ 2H 2 0

D. açık sarı renkte ( teknik D. koyu esmer renktedir ) , zey­ tin yağı koyuluğunda, hafif hart!al ya da sarmı sak kokulu bir sıvıdır. 2 1 6 - 2 1 7 ° C de kaynar, - 1 3° C de donar. Sıvı halinde iken yoğunluğu 1 , 2 6, buhar haline geçirildiği zaman ( mermi lerle atılırken ) havaya oranla 7 dir. Suda erimez, organik eritici lerde kolaylıkla erir. D. ün fizyoloj ik etki leri : D. her şeyden önce bir ci lt yakıcısıdır. Onun için savaş gazları arasında «yakıcı lar.» türüne girer. Sıvı olarak cilde bulaştığı zaman önceleri hiç­ bir etki göstermediği halde, aradan saatler, hatta günler geçtikten sonra orada kızarıı, şişme ve kabarcıklar meydana gelir. Kabarcıkların altından ci lt cerahatlenir, zamanla et çürür (nekroz) , derin yaralar açı lır ve bu yara lar ı n iyi ol­ ması ç ok uzun zaman ( bi r iki ay) sürer. Göze damlayan sıvı D. gözü kör eder. Buhar halinde D. yine ci lıte kabarcıklar, kızartılar ve yaralar meydana getirirse de, bun ların iyi leşmesi daha kolay­ dır. Buhar halindeki D. göz kapaklarını şişirdiğinden insanı geçici olarak ( birkaç gün ) kör edebi lir. D. buharını tenef­ füs eden in sanların geçici olarak sesleri kısılır. Fazla tenef­ füs eden lerin ak ciğerleri zedelenir ve tehlikeli . solunum yolu hastalıkları meydana gelir. Savaşta kullanma tarzı : D. bir yere dökülürse, orada uzun zaman bozulmadan, yağmur, kar v . b. gibi dış etkilere dayanarak kalabi ldiğinden «savunma gazı» olara k, herhangi bir yere düşmanın · girmemesi için orasını zehirlernek ama­ ciyle kullanılır. Top 91ermileri ile aıılabi ldiği gibi, uçaklar­ dan da püskürtülebilir. Ayrıca D. i yere serpmek için özel araçlar da vardır. Güneş görmeyen, nemli yerlerde D. in birçok yıllar bozulmadan kaldığı görülmüştür. D. elbiseler­ den, ayakkaoıdan v. b. geçtiğinden bu gibi yerlere giren erler hiç farkına varmadan gazlanı rlar. Bundan dolayı mo­ dern ordularda bu gazın bir yerde olup olmadığını ara ştıran «gaz arayıcıları» bulunur. Panzehiri : D. ün en iyi panzehiri ki reç kaymağıdır. Bir yere bulaştığı zaman en geç bir iki .dakika i çinde o yere kireç kaymağı merhemi sürülürse, etkisi yok edi lir. D. ile bulaşurılmış (iperirlenmiş ) alanların üzerine kireç kaymağı dökmek için özel araçlar yapılmıştır. Ortalama ola­ rak bir kı sım D. ü yok etmek için 5 misli kireç kaymağı kullanılır.

DİKLORETİLEN ( Fr. D ichloreıhylene) , bileşimine iki klor eklenmiş eti len türlerine verilen ad. Formülü : CH Cl = CH Cl.

D. in

iki izomeri vardır :

Bu n lardan

sis - izomeri

60" C. de, trans - izomeri ise 48 ° C. de kaynayan sıvılardır.

D. pek çok kullanı lan bir eriıicidir. Sanayide, elbise temizlernede en çok kullanılan bu eriticinin en önemli özel· Jiği, eter, karbon sülfür gibi kolay ateş alan eriticilerin tersine yanıcı olmamasıdır.

DİKLORFENOKSİASETİK ( Fr. Dichlorphenoxy ­ acetique) ASİT [kısalıması : 2,4 D ] , yabani ve zararlı otları yok eden, ancak faydalı birkilere dokunmayan ve bit· ki lerin gelişmesine çok etkili bir madde. Etki si ile bitki

DİKLORFENOKSİASETİK ASIT

25 2

-

DİKOTOMİ

hücrelerinin dü zen siz ve aşırı olarak bölünmelerine ve böy­ lece bitkinin yapısının çökmesine yol açar. D. , i l k olarak Amerikalılar tarafından Weedkiller ( = yabani otları yok eden ) adı alıında tarımda kullanı lan i l açların birincisidir.

DİKLORMETAN ( Fr. Dich lormerhane ; metilen klo­ rür, metilenbiklorür, metilenu m ) , formülü CH2 Clı olan

renksiz, berrak, dayanıklı bir sıvı. Areş alma teh li kesi yok­ tur. Cismin özgül ağırlığı D = ı , 3 3 6, ergime noktası - 97 ° , kaynama noktası 40 ° dir. D. suda zor ( ı . 40 ) , a lkol, eter ve sıvı yağlarda kolay erir, buharlaşma sayısı 2 olup klorkau­ çuk, polivi n i l k lorür, polistiroller, polivinil esterleri, katı ve sıvı yağlar için iyi bir çözme maddesid i r. D. ı 2 0 ° ye kadar bozu lmadan kaynatılabilir. D., metanın kloı lanması yolu ile ü retilir. B u madde son zaman larda gittikçe büyüyen bir öl· çüde çözme ve yangın söndüerne maddesi olarak kullanıldığı gibi, meta lleri yağdan ku rtarma ve leke temizleme i şlerinde de oldukça k u llanı lır. D. lipoidde çözün ür, bunun için so­ lunumda alınan buharları kolayca lipoidce zengin olan sinir hü crelerine gider ve narkoz meydana getirir. Erkisi, kendi­ sine kimyaca yakın olan kloroform (b. bk. ) dan 2 - 3 kat daha zayı ftır. D. uzunca süren kuvvetli «excitation» meyda­ na getirdiğinden daha çok narkoz başlangıçlarında kullanılır. Solasthin adlı i laç arı D. dır.

DİKMELİK, ağaç yetiştirmek için dikme (fidan) elde

edilen yer. Orman ağaçları D. i, meyva D. i , süs ağaçları D. i, gül D. i gibi. Bk. AGAÇ, BAHÇE, ORMAN.

DİKMEN : ı . Ankara i linin Çankaya i l çesine bağlı bir bucak. D. , Ankara şehrinin güneyinde, başkentin bir dış maha llesi durumundadır. Çal Dağı adı verilen bir tepe­ nin kuzey çevresinde gelişmiştir. Ankaraya otobüsler ve başka taşıtlarla bağlıdır. Bucağa bağlı 4 köyde ı 883 ( 1 960 ) nüfus vardır. Bu köylerde tarım, bağcı lık, işçilik geçim kaynakları arasındad ı r. D. sırtları, Ankaranı n güzel havalı yerlerinden olup yer yer bağ ve bahçeleri vardır. 2 . Sinop

ilinin

Gerze i lçesine

bağlı

bir bucak.

28 köyü ile birlikte nüfusu 13 838 ( 1 960 ) dir. Bucak mer­

kezi Kırcal, 674 ( 1 960 ) nüfusludur. Kırık lı Çayı ile daha güneydeki dağlardan inen derelerle parça lanmış bulunan top­ raklarda köyler dağı nıktır. Yağışın bol olduğu dağlarda yer yer ormanlıklar ( kayın, gürgen ) vard ı r. Ormanlık yerlerin dışındaki topraklarda tarım ve hayvancılık yapı lır.

DİKMEN, Halil ( 1 906 · 1964 ) , Türk ressamı. İsıan­ bul'da doğmuş, Ankarada ölmüştür. Güzel Sanatlar Akademi­ sini bitirdikten sonra ( 1927 ) , devlet hesabına uzman lık yap­ mak için Paris' e gitmiş, Ju­ lian ve And re Lhote akade­ mi lerinde çalışmıştır. Yur­ da dönüşünde ( 1 9 3 ı ) , Kay­ seri Lisesi resim öğretmen­ liğine atanmıştır. 1 9 3 6 · 1937 ders yılında kısa bir süre Galatasaray Lisesinde resim öğretmeııliği y a p m ı ş t ı r. ı 9 37· ı 9 6 1 y ı l ları arasında İstanbul Res ;m ve Heykel Müzesi müdürü olarak mü· zeni rı gelişmesinde. reni kokksi yonlarla zengin leş­ mesinde, eserlerin krono­ loj i k bir düzen içinde ser­ gilenmesinde başarılı çalışH. D İ K M E N

H. D İ K M E N :

N a t ü rm o r t

malar yapmıştır. 1 961 de Güzel Sanatlar Genel Müdürlü­ ğüne getiri lmiştir. D. k lasik bir sanat kültürüne dayanan ve konularını yurt gerçeklerinden alan büyük kompozisyon larİyle tanın­ mıştır. Bu döneme ait «Cephane taşıyan köylü kadınları> kompozisyonu anı lmaya değer. D. 1 9 3 1 yılından sonra soyut resi role ilgi lenmiş, bu alanda dikkate değer eserler vermiş­ tir. Eserleri, değer ve hacim esasına dayanan yeni bir anla­ tım tarzivle, kişisel bir görüş taşımaktadır ; ve tablo yüze­ yini ören renk ve şekillerin değerleri üzerinde durularak bu görüş bir kat daha zenginleştirilmiştir. D. yurt içi ve dışı çeşitli sergilere katılmış, ayrıca Paris güz sergisinde de eser sergi lemiştir. Türlü evreleri ile ilgili eserleri Resim ve Heyket Müzesi ( İstanbul) nde bulunmaktadır. Bunlar ara­ sında « Cephane taşıyan köylü kadınlar» ; «Manzara» ve «Çıp­ lak» adlı eserleri anı labilir.

DİKORİSANDRA (Di&horisandra) , Amerika'nın tro­ pik bölgesinde yetişen bir bitki. D. albomarginata, D. thyrsiflora, D. mosaica gibi bi rçok çeşitleri olan bu bitki, yapraklarının alacalı renginden dolayı sıcak serlerde yetiş­ tiri l i r. DİKOTOMİ ( Fr. Dichotomie ) [ Fel. ] : bk. İKİLİ

BÖLÜ.

DİKOTOMİ ( Fr. Dichotomie ) , Ayın ve iç gezegenle­ rin ilk ve son dördün evreleri, yani bu cisimlerin yarım daire biçimi nde göründüğü hal. Ay ve i ç gezegenler ( Merkür, Ven üs) bazı kere ince bir hi lal, bazı kere yarım daire ve bazı kere de parlak bir disk şeklinde görülür. Evre ( faz = safha) denilen bu değiş­ meler, bu üç cismin birbi rlerine göre uzaydaki konuıniarına bağlıdır. Ay, Güneş le Yer arasına gelir ve aynı bizada olursa, biz Ayın karanlık yüzüne bakmış oluruz ve onu gö remeyiz ; bu konumda yeni ay evresindedir. Birkaç gün sonra hiza bozulur, aydınlık yüzeyin bir parçasını hilal şeklinde görürüz. Aş yu. yeni ay evresinden bir hafta sonra, ° uzanım deni len Güneş - Yer - Ay arasındaki açı 90 olur ve biz onun sağ yarısını aydınlık olarak görürüz ; bu evre ilk dör­ dün 'dür. Uzanım 180 ° olduğunda aydınlık yüzünü olduğu

DİKOTO Mİ

253

çok dikkatle önce perınanga n a t, sonra sodyum bisülfit ile iş lem yapılmak ta, fakat çok güçlükle giderilebilir ) .

g i b i goruruz ; bu dolunay' dır. Y e n i aydan sonra üçüncü hafta sonunda uza­ nım 270 ° olur ve Ay diskinin sol ya­ rısı aydınlık olarak görülür. Bu evreye de son dördün de­ nilir. Aynı olaylar ve sonuçları iç ge­ zegenlerde d e ol­ maktadır ve o n u n için D. deyimi «ilk dördün• ve «s o n dördün» anlamında olmak üzere onlar­ da da kullanılır.

DİKROİT ( Fr. Dichrolte) [Yun . di, iki ; renk ; it e ı, taş . kaya, mineral] , doğal alüminyum magnezyu m silikatı. Dikrotizm (b. bk ) olayını olarak gösterd iği için bu adı almıştır. Kordiyerit an ılır.

DİKRANUM ( Dirranum ), basit bir peristorn (b i r y o s u n kapsülünün ağzı etrafındaki dişler) u ve yandan yank bir yüksüğü olan bir yosun. D. lar sık demeder halinde sürer, ormanlada kurnlu akarsu kıyılarını yeşil bi r halı güzell iğiyle kaplar.

DİKROSELYUM



D İ K O T O M İ

1

Dİ K R A N U­ RA ( Dirranura ) ,

Ornurgasız hayvan­ lardan Eklernbacak­ lılar ( Arthropoda) dalının B ö c e k l e r ( Insecta ) sınıfının Pul kanatlılar ( Le­ pidoptera ) takımın­ dan bir cins. Olduk­ ça büyük yapılı bir gece kelebeğidir.

2

khroma, demir ve çok açık adiyle de

DİKROİZM ( Fr. Dichro"isme ) [Yun. di, iki ; khroma, ren k ] , bazı maddelerin gözlem şartlarina göre değişik renk­ ler göstermesi olayı. (Kristalografi ) İzotrop (Yun. İJor, eşit, tropoı, yer[bü­ tün doğrultularda aynı özelliğe sahip olan ] ) bir cisrnin aynı kalınlıktaki örnekleri aynı renkte görünür, çünkü bu örnek­ lerde ışık ışınlarının emilme derecesi yalnız cismin kalınlı­ ğına bağ lıdır. Fakat çift yansitmal ı ( Fr. birefringenı ) bir ortamda, çeşitli doğrulıulara paralel olan ışık titreşimleri eşit derecede emilmez. Buna göre, cisimden geçen ışığın gücü ve yoğun luğu ( Fr. intensi te) yalnız cismin kalınlığına göre değil, gözlemin yapıld ığı doğrultuya göre de değişir. Mesela tek eksen li bir kristal olan zirkon (bir zirkonyum si likatı ) , eksen doğrultusunda esmer iken dikey bir doğrul­ tuda mavimsi bozd ur. Çift eksen li kristallerde bellibaşlı üç esneklik ekseni bulund uğu için daha karışık renkler görü­ lebilir. Mesela kordiyerit ( bk. DİKROİT) , bakılan yüzüne göre koyu mavi, çok soluk mavi ya da sarımsı boz renkler­ de görülür. Turmalinde olduğu gibi ışın demetlerinden birinin büsbütün emitmesi D. olayının sınır halidir. D. li kristaller, yakınsak ışıkta incelendikleri zaman hipecholik eğrilerle sınırianan iki yuvarlak gösterirler. Görü­ lüyor ki, pek çok ışık kombinezonu mümkün olduğuna göre D. deyimi doğru olmayıp polikroizm (Yun. po/i, çok ; khroma, renk) terımının kullanılması gerekirdi . Ancak, bu özellik kristallerin çoğunda az belirgendir. Haiding, D. büyülteci adlı aygıtı ile hafif D. leri de iyice görülebi lir hale getirmiştir. DİKROMAT ( Fr. Dichromate ) , formülü H2 Cr2 Oı olan dikromik asidin meydana getirdiği ve dikromadar ya da bikromatlar denilen sabit tuzların adı. Örnek : Potasyum dikromat ( K2 Cr2 Oı ) . DİKROMATİK ( Fr. Dichromatique) : ı . Biyoloj i : bazı ku� larda ve böceklerde olduğu gibi, yaş ve cinsiyet bahis konusu olmaksızın, iki renk çeşidi ve eveesi gösterme hali.

D İ K ROİK ( Fr. Dichrolque ) [Fotoğrafçılık] , bir fototipin j elatİn i çin­ de koloidal gümüş çökelrnesi yüzünden bozulmasına veri len ad. D. olayı genel DIKRANUM : 1 . Bitki, 2. Meyva olarak k u v v e t t e n d üşmüş ve içinde fazla gü­ müş hiposülfit birikmiş fiksatör ( tesbit ) banyosu kullanmaktan ileri gelir. ( Meydana gelen D. perde, ışığa doğru tutuluısa kır­ rnızımtırak, üzerine ı ş ı k yansırsa, yeşilimtırak bir D İ K R A N U R A renk gösterir. Bu perde,

L.

__ __

2. Psikoloj i : a. genel olarak sarı ve maviden ibaret olan iki temel renge dayanan, ve b. renk körlüğü olan kimselerde «retinanın ara bölümünde meydana gelen renk duyulanrnasiyle i lgili» an lamlarında kullanılan bir terim.

DİKROMATİZM ( Fr: Dichromatisme ) : ı . İçinden beyaz ışık geçirilen bazı maddelerin tabaka kalınlıklarının değiştirilmesi halinde başka renklerde görülmesi olayı. Bu olay, bu gibi maddelerin çeşitli renkleri soğurmalarından ve her birini de aynı derecede soğurmamalarından i leri gelir. 2. Temel renklerden ancak ikisinin ya da iki renkle bunların kombinezon larının seçilebildiği yarı renk körlüğü. [a. yarı renk körlüğü olan kimselere ve b. ayırdedebi ldiği bütün renklerin eşierini bulabi lmek için yalnız iki temel ışığa ihtiyacı olan kimselere dikromat adı verili r] . DİKROSELY UM ( Lar. Dicrocoelium) [Yun. dikroı, çatal ; koe/ia, bağırsak] , Trematod ( Trematoda sınıfından hayvansal parazir organizmaların genel adı ) ların bir cinsi.

DİKROSELYOM - DİKSiYON

25 4

D. dendriticum ya da D. lanceiıtum, Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika ve Kuzey Afrika'da sığırlarla koyunların kara ciğerlerine dadanan nester biçiminde bir kurt. Bu, insanların safra yollarında da bulunmustur. D. hospes, Sudan'da sığırların safra kesesinde bu­

lunmustur.

D. macrostomum, Mısır'da, Afrika bindilerinin safra

kesesinde bulunmustur.

DİKKOSKOP (Alm. Dichroskop) (Haidinger bü­ yüteci ) , kalkspat'ın uzunlama bölünmüs bir parçasından

yapılan bir büyüteç türü. D. ta ısık, kutuplanmıs iki ısıma ayrılır. D. kristallerin di- ya da pleokroismalarını sözetle­ rneye yarar.

DİKROTİZM ( Fr. Dicrotisme) [Yun. dikrotos = çift vurus ; Fizvoloj i ve patoloj i ) , atardamarın her vurusun­ da nabızda çift vuruslu bir dalga meydana gelmesi. Kalbin sistol ( Yun. systole, kasılma) hareketinden sonra atardamar gerilimi normal olarak birdenbire düsmeyip ancak �figmomanometre (Yun. sphygmos, nabız ; man os, ince ; metron, ölçü) adlı aygıt la tesbit edi lebilen dereceler halinde düser. Fakat mesela tifo gibi bazı patoloj ik haller­ de bu düsme dereceleri parmakla duyu lacak hale gelip na­ hızda çift vurusu andıran bir durum meydana gelir. Böyle vuran nabza dikrotik nabrz adı verilir. DİKSİYON ( Fr. Diction ) , kelimelerin seçilmesi, dü­ zeni, aynı zamanda düsünceyi kolaylıkla aniatma yolu. Bu tanımlama daha çok düzgün söyleme ( talaka) nin tanımla­ masına uymaktadır. Çünkü talakat, bir zihin yeteneğine da­ yanır. Kelimelerin, cümlelerin yerinde kullanılarak, kolay, güzel beli rtilmesi demektir. Talikatın güzel ses ve düzgün bir söyleyişle ilgisi yoktur. Oysa bir hatip, bir avukat, dü­ süncelerini, duygularını İyi anlatabilmek için, uygun keli­ meler, cümleler seçtiği �ibi, doğru bir sese, düzgün bir söyleyise de sahip olmalıdır. Bu bakı mdan, dinleyiciler kar­ sısında söz söyleyen herkesin, D. sanatını bilmesi gerekir. Bir sahne sanatçısı, sahnede yasattığı kisinin karakterine bürünmek, onun gibi konusmak, onun g i bi hareket edip tavır takınmak zorundadır. Hatta oynadığı eserin üslubuna da uymalıdır. İşte bütün bunları öğretecek olan D. dur. Şu halde, D. söz söylerken, duygu ve dilı,ünceleri � üslubuna uy�n olarak . �lirtmek için, sesin �h;� gi � söy­ si, j esti, mi :;;i�� ��� acak ta-;, ; �l a r�-- yerinde, ayni zamanda -- iaSa !CIIr:- güzel kuiTan ii nat -Ti;atr� � kui İ;;;;;-da D. dersleri, asağıdaki esaslara göre uygulanır : D. dersleri baslıca iki bölüme ayrılır : Bunlardan biri, öğrencinin ses aletini, sahnenin i steğine uygun bir hale ge­ tirmek için «düzeltme» ye çalıstırmak. • Öteki de, öğrenciyi asağı yukarı hazırlanmıs olan se­ siyle, is görür bir hale getirmek için, sahnede «ifade» li söz söylerneye alısnrmak ve bu çalısmalarda mimiği, j esti, tavrı yardımcı olarak kullanmak. Birinci bölümde sunlar öğretilir : I. Ses aletinin fiz­ yolojisi : Sesi meydana getiren organların nasıl çalıstıkları açıklanır.

i;



- � - -- --

Il.

--.- - - · -- -·--

--

Solunum : Rahat, kesilmeden konusahilmek, cümle­

leri dinleyicilere eksiksiz duyurabilmek için, diyafram kul­

Janılarak soluk alma alısnrması yapılır. Diyafram ( b. bk. ) göğüs bosluğu ile karın bosluğunu birbirinden ayıran bir perdedir. Bu perde, göğsün alt kısmiyle soluk alıp verildiği zaman alçalıp yükselir. Ak ciğerlerin üst kısmı ile soluk

almak, köprücük kemiklerinin y ukarı kalkınasiyle boğaz kas­ larını sıkısurdığı ve az hava a lınabi ldiği için zararlıdır. Ak ciğerlerin alt kısmı ile hava alındığı zaman bc>ğazı sıkıs· nrma tehlikesi olmadığı gibi, çok hava almak mümkün olduğu için bu, her zaman tavsiye edilen bir soluk alma seklidir. Uzun cümleleri ve sürekli tonları rahat çıkarabil­ mek için, ak ciğerlerimizin fazla havayla dolması gereki r ; yoksa hem söz söyleyen çabuk yorulur, hem d e ses dayanıklı olmaz ; dolayısiyle dinleyiciler de bu sesi duyamaz. Gürülcülü soluk almak büyük bir kusurdur. Bu sekilde soluk a lmak hem söz söyleyeni yorar, hem de din­ leyicileri rahatsız eder. Derin soluk almaya alısmakla bunun önüne geçilebilir. Bir de, yeter derecede soluk almamaktan, göğsün üst kısmiyle soluk alıp vermekten ileri gelen ses titrekliği var­ dır. Ses, keçi sesi gibi titrer. Ses eğitimi görmemis öğren­ cilerin sarkı söylemelerinde bu kusura sık sık rastlanır. I I I . Ses : D. da ses, üzerinde önemle durulması gere­ ken bir konudur. Nitelikleri : Yükseklik, tını ve �iddette toplanır. Bunlar üzerinde alı�tırmalar yapılır. a. Yükseklik : Yükseklik, kalın sesleri ince sesler­ den ayıran fizyoloj ik niteliktir. Sesin yüksekliği bakımından insan sesi üç bölgeye ayrılır : ı . Tiz bölge (Yüksek notalar) ; 2. Orta bölge ( Orta notalar) ; 3 . Pes bölge (Aiçak notalar) . Ti z bölgede ses kiri�leri fazla gergindir. Bu bakımdan ancak çok soluk veri�le titrerler. Bu da oldukça yorucudur. Çoğunlukla D. a yeni ba�lamı� olanlar, söylemek istediklerİ parçaya kendi tabii seslerinin üstündeki tiz bölgeden girer­ ler. Böylece, yapma bir D. la dinleyici leri usandırır, kendi­ leri de çabucak yorulurla r. Bu yüzden, pes bölgenin kulla­ nılması daha yerinde olur. Çünkü bu bölgenin daha az bir soluk veri�e ihtiyacı vardır. Yalnız bunda da ölçülü olmak gerekir. Aksi halde bu yol, konu�anı monoton, gösteri�li bir D. a götürebi lir. Kullanı lması gereken en uygun bölge, «orta bölge» dir. Orta bölge, bu bölge notasına kom�u olan ve kolayca çıka­ rı labilen notalarıo topluluğuna denir. İ�te, sesi oturtmak, orta bölgede konuşmaya alışmaktan ibarettir. Böyle konu�­ maktan elde edilecek kazanç büyüktür. Çünkü orta bölge, hem en cana yakın, hem de en kuvvetli ve dayanıklı olan belgedir. D. , en tabii deyi� �eklini bu bölgede bulur. b. T rnı : Tını, yüksekliği ve şiddeti aynı olan sesleri birbirindtn ayıran niteliktir. Tını, bir müzik aletinin esası­ nı, bir sesin kişiliğini meydana getirir. Tınısı güzel, temiz, ahenkli sesler olduğu gibi, dik, kısık, keskin, ahenksiz ses­ ler de varaır. Bir de «boğaz sesi» aaı verilen, dudakların, dilin, yanakların tabii hareketiyle hafifle�tirilmeden, boğazda meydana gelen bir ses vardır. Bu ses kulağa ho� gelmez. Tatsızdır ; konu�mada ya van, kaba bir taşra ağzı çe�nisi ve­ rir. Bunlar, düzelti lmesi gereken seslerdir. Sesin iyi oturmu� olması yetmez. Onu «maske» ye yer­ leştirmek gerekir. Yani ne burundan, ne boğazdan, ne de kafadan söylemeli ; sese öterliğini, boğazdan çıkarken ver­ meye alı�malıdır. İnsanı bir müzik aletine benzetirsek, mas­ ke, yani yüzün ön kısmı, bu aletin tabii bir rezonans kutu­ sudur. Ses maskeye yerle�miş olursa, boğaz kasılmasının, bu­ nun sonucu olan yorgunluğun önüne geçilmi� olur ve ses daha temiz olacağı için, dinleyici tarafından iyice duyulur. · c. Şiddet : Şiddet, bir sesin bize yaptığı etkinin büyüklüğüne bağlıdır. İyi yerle�mi� olmak �artiyle her ses, ne ka­ dar zayıf olursa olsun,

geliştirilebilir. Bunda

solunurnun

DiKSIYON

-

DIKTATöRLÜK

önemi büyüktür. Yalnız, sesin gelişmesini, soluğa veri len kuvvete değil, sesin genişliğinde ve şiddetinde aramak ge­ rekir. Sesin yorgunluğu şu sebeplerden ileri gelir : ı. Solu­ ğun, yeteri kadar sık alınmamasından, 2. Sesin ona bölge­ ye ve maskeye yer!eştiri lmemesinden, 3. Ses alıştırmaları yapmamaktan, 4. Sesi yersiz harcamaktan, :ı . Çığ lık kopar­ maktan. IV. Boğumlanma : Konuşurken söylediğimiz ke­ limelerin harflerini açık, duru bir şekilde boğumlandırdığı­ mız zaman, doğru konuşmuş oluruz. Dinleyicilt:rin, söyle­ nilen sözleri iyi anlamaları için, bütün kelimelerin iyice an­ laşı lması gerekir. Bunun için çalışmaları n başında, herkesin kendini tane tane konuşmaya zorlaması, her sesi n, her he­ cenin hakkını vermesi şarttır. Başlangıçta bu çalışma tabii gelmeyebi lir. Kelimelerin, hatta seslerin iyice aniaşılmasını sağladıktan sonra, çabukluğu da kazanmalı ve dinleyen lerce uyanan zorluk çekiliyormuş sanısını ortadan kaldırıp, bo ğumlanmada da hafifliği sağlamalıdır. Boğumlanma, konuşma organlarımızın toplu olarak hareketine denir. V. Bağlama : Konuşurken birbirine bağlanması ge­ reken kelimelerin gösterilmesi üzerinde çalışmalar. Vl. Sağdeyi : Söz söylerken hecelerin uzun ya da kısalığının gösterilmesi, vurgulu hecelerin belirtilmesi üze­ rinde çalışmalar. VII. Söz noktalam ası : Nazım ve nesirde anlama göre soluk duraklariyle, ton değişiklikleriyle söz noktalamasının belirtilmesi. VIII. Karııılama sozu (Replique ) : Sahnede kar­ şılıklı konuşmalarda (giriş - attaque) ve ( bitiriş - finale) !e­ rin öneminin belirtilmesi. İkinci bölüm çalışmaları, sahnede yapılarak öğrenci­ nin oynayış yeteneği üzerinde durulur. I . Tabiilik : Deyiş tarzında gerekli olan, herkesin bildiği fakat uygulayamadığı doğru konuşmak, ezbere ve yapma bir bükümden kaçınmaktır. Konuşurken ses perdelerinin değişmesine hüküm (in flexion) denir. Söz söylerken cümleleri, kelimeleri aynı tonda söylemez, adeta besteleriz. Bu da belirtmek istediğimiz duy­ gu ve düşünceyle ilgilidir. Bir cümle, tutku, öfke ya da hay­ ranlığın belirtilmesinde ayrı ayrı değişen bükümlerle göste­ ril ir. Yalnız, bu duyguları ln ad. Bu bilim, dini hayatı, tarihin bize gösterdiği bütün şeki lleriyle inceler : bugün yaşayan din lerin hepsi , bu konunun ıçıne girer. Buna göre, D. B. , genel din bilimi olarak, tek ra r tekrar her dinin dı şında kalır ve incelemelerinde dinin bü­ tün tezahür şekillerine eşit hak tanır. Gerek dinin obj ektif temelini konu edinen din felsefesi sorunları, gerek her bir dinin dogmatik ve ahlaki muhtevası hakkında i lahiyalın verdiği değer hükümleri onun alanı dışındadır. D. B. nin kolları, din tarihi, din psikoloj i si ve din fenomenoloj isi ( olaylar bilimi) dir. Din tarihi, dinlerin teker teker dogma; kült ( tapma ) ve cemaat şekil leri bakımından gelişmesini inceler ve karşı­ laştırrrzalı din tarihi adı altında dinlerin birbiri üzerindeki etkilerini araştırır. Din psikoloj isi, kişisel ruh biliminin araştırma konularını ferılerin diı;ıle ilgili davranışiarına uy­ gular ve vecit halleri, hayal görmeler, izlenmeler ( İsa'nın elleriyle ayaklarındaki çivi yaralarını andıran izierin el ve ayaklarda belirmesi ) , gaipten haber verme gibi olağanüstü tezahürleri de araştırma alanına alır. Din fenomenoloiisi, dinin doğurduğu çeşitli tezahür­ leri, vuku buldukları tarihi yerlere bağlanmadan, yani bütün dinleri ve bütün zamanları karşılaştırma yoluyla gözden ge­ çirerek inceler. Amacı dini hayatın bir tipoloj isini kurmak, yani dinin doğurduğu olayları sınıflandırmak ve bu belirti· leri, psikolojiye dayanarak anlamak ve an latmaktı r. Tarih : Hıristiyanlığın kendisinden başka din tanı­ mayan iddiasını göz önüne almaksızın. öteki dinlerin ince­ lenmesi XVIII. yüzyılın sonlarından başlayarak gelişmiştir. Din tarihinde ilk önemli atılışı Nerder, din psikoloj isinde ise, Schleiermacher yapmıştır. Din tarihinde Ön Asya, Hin­ distan, İç Asya ve Doğu Asyanın yüksek seviyeli gelişmiş dinlerinin incelenmesi, bu konuda yol gösterici olmuş ve bir ölçü olmuştur. Bu dinlerin kutsal metinlerinin yayınlanması, çevrilmesi ve dil bilgisi yönünden yorumu, henüz bitmiş de­ ğildir. Bu alanda öncülük eden F. Max Müller olmuştur. Bunun dışında, çöl etnologlarının çalışmaları, ancak birçok sözlü gelenekiere dayanan i lkel dinleri tanıtmıştır. B u din­ lerin yorumuna da henüz başlanmıştır. XIX. yüzyılın sonun­ da din psikolojisi W. James' i n Kuzey Amerika ampirik ­ deneysel metodunun etkisiyle büyük bir gelişme göstermiştir. Bu metot, Birinci Dünya Harbine kadar hüküm sürmüştür. B undan sonra ise iki yöne ayrılan bir gelişme görülmüştür. Birinci yön Siegmund Freund'un psikanalizinin ve C. G.

-

DİN FELSEFESi

Junıı:'un karışık psikoloj isinin gösterdiği yöndür. İ kinci yön i se, F. Heiler'in etkisiyle din tarihi incel eme metoduna geri dönülmesidir. P. D. Chantepie de la Saussaye tarafından kuru lan ve B. Otto tarafından büyük bir başarı ile uygula­ nan din fenomenoloj isi, G. van der Leeuw tarafından me­ todik bir şeki lde meydana getirilmiştir.

DİN ERKİ ya da TEOKRASİ ( Fr. Theocratie ; Yun. theokratia : ıheos, Tanrı ; kratos, erk, politik güç ) , iktidarın, yani politik erkin Tanrıdan geldiğine inanan ve ancak ken­ dilerini onun hizmetine adamış kimseler tarafından kullanı­ labileceğini i leri süren ve bu inanışa göre kurulup yürütü­ len politik rej im. İlkel hükümetler hemen hemen daima teokratiktir. Cismani ve ruhani erkleri bir araya getirmekle mutlak bir erkten yararlanan bu hükümetler, kamu hayatının kurallan kadar kişisel hayatın kurallarını da düzenlerler. Orta çağda, Doğuda ve Mısırda toplumları rahipler sınıfı yönetir ve halkın her bölümüne onun bağlı bulunduğu kast ( Lat. cas­ tus, katışıksız ırk) ın gerektirdiği işleri gördüren şaşmaz bir yönetim usulü hüküm sürerdi. Yunanistan ile � omada harp durumunun normal durum olması cismani yönetime olan eğilimleri hakim kı lar, fakat devleti yaratmış olan din i le dinin bekasını sağlayan devlet bi rbirini destekleyerek bir bütün meydana getirirlerdi. Hıristiyanlığın ortaya çıkması cismani erkle ruhani erkin birbirinden ayrılmaları sonucunu doğurmuş ve bu da bu erklerden birinin kötüye kullanılması durumlarında öteki erke dayanma yolu ile hak sağlanmasını mümkün kı lmıştır. Bu ayrı lış gerçekte ne genel ne de tam olmuştur. Teokrasi i lkesi Doğuda yaşamaya devam etmiş ve Müslümanların al­ dığı ülkelerde yayı lmıştır. Avrupada hükümdarın korumasına m uhtaç olan Katolik kilisesi, onu «kilise dışındaki pisko­ pos» yaparak kendisine bazı müdaha le hakları tanımıştır. Buna karşı lık, Orta çağın papaları krallan yargılarlar, aforoz ederler, tahttan indi rirler, onların topraklarına tasarruf eder­ ler. Daha sonra Reformun, papalığın kuvvetini azaltınasının ve politika ve kanun adamlarının etkisiyle kralın erki bü­ yümüş ve modern devlet meydana gelmistir. Bugün bütün Hıristiyan ülkeler sivil erkin bağımsız­ lığı i lkesini kabul etmişlerdir : yalnız Romanya, Sı rhistan ve Bulgaristan, halk cumhuriyeti rej imine geçineeye kadar cismani erki ruhani erke bağ l ı tutmuşlardı. Bugün Av­ rupanın bu bakımdan en geri ülkesi Yunanistan olarak görünmektedi r. Asya kıtasında da teokrasinin en koyu şekli, Çin iiierin eline geçineeye kadar Tibet'teki Büyük Lama yönetimiydi ( Müslüman devletlerindeki teokrasi rt"j imleri için bk. HiLAFET) .

DİN FELSEFESI, felsefenin dinle ilgili bölümü. Konusu, ya belirli bir dinin kapsamı, inançları, davranış şe­ ki lleri ya da dinlerin tarihi çeşitliliğidir. Birinci şeki ldeki D. F. nde tabii hareket noktası olarak Hıristiyanlık ele alı­ nır ve sadece bu din göz önünde tutulurdu. jkinci şeki ldeki D. F. i se, din bili minde elde edilmiş bütün bi lgi leri kabul etmek şartiyle, bütün dini, fikri hareketlerimizden biri ola­ rak ele alır ve felsefe yönünden inceler ya da yorumlar. Aydınlanma ( Aufkliirung) çağının bir başarısı olan batı D. F. , XVII. yüzy ı l son larından beri geleneksel Hıristi­ yanlığın, çağın felsefi bilincine varışını gösteren düşünüş sis­ temlerinden birini temsil eder : «Tabii bir din» arayan bu çağ insanları, sağduyuya uygun, sağduyu üstü bi lgi kay­ naklarından sıyrı lmış ve Hıristiyan geleneğinden kurtulmuş bir din şeklini felsefe yoluyla kurmak istiyordu. Bu arada,

DİN FELSEFESI akla uygun olduğu bir bakıma iddia edilebileceğ i ( Locke, Leibniz ) gibi, bir bakıma da vahiy fikri hemen hemen feda edilebil i rdi ( Shaftesbury, Lessing ) . Tarihi din bilimi mese· !esini, i kinci sekliyle Hu me, Natural History of Religion (Di­ nin tabii tarihi ) [ 1 7 5 5 ] adlı eserine almıstır. Felsefi d ü­ sünüşün, Hıristiyanlığın ve herhangi başka bir dinin ozu üzerinde hüküm verme, onu değisik seki lde anlamiand ı rma ya da yepyeni bir biçimde ele alma yetkisinden özellikle Alman idealizminde faydalanılmısur. Kant'tan Hegel'e kadar bütün sistemler, ana çizgi leriyle D. F. si stemleridir. Aynı hüküm, modern, sümullü ve bir dereceye kadar sistemli sa· sayılabilen felsefeler için de söylenebi lir, mesela M. Sche· ler'in, H. Bergson'un, A.. N. Whitehead'in felsefeleri gibi. Bu yetkinin kullanı lıp kullanılamayacağı hususunda hüküm verme, her felsefe için bir temel konudur. D. F. deyimi XVI I I yüzy ı l ı n sonlarına doğru meyda­ na çıkmıs ve özellikle Hegel'in Vorlesungen über die Phi· losophie der Religion (D. F. dersleri ) adlı eserinin etkisiyle yayılmıştır. Belli bir dinin i l kelerinin, bunların büsbütün geçerli olduğu kabul edilmek şartİyle felsefi bakımdan incelenmesi işi, yukarıda anlatı lan D. F. sistemleriy le karıştırı lmamalıdı r : meseli böyle bir felsefi araştırma, Kaıolikliği tabii ilahiya­ tın kurulmasına götürmüştür. Fakat bu görüş noktasından da dinin ne olduğu sorusu ortaya atı labi lir ve dinin çeşitli şe· killeri yorumlanabi lir. Schleiermacher ve B. Otto adındaki Protestan ilahiyatçıların D. F. ne önemli hi zmetleri geçmis­ tir. Her halde D. F. , mukayeseli din bilimi i l e din fenome­ noloj isine ait meselelerin ve alınan sonuçların, yani dinin zaman ve mekan içinde gösterdiği somut ortaya çıkış şekil­ leriyle i lgi l i bi limin iyice kavranmasını gerek li kılar. Din sosyoloj isi ve din psikoloj isi, D. F. inin ayrı kollarıdır.

293

İslamda felsefe hareketinin Abbas oğulları çağında çevirmeler ile başladığı belirtilrniştir. Bir yüzyıldan fazla sü­ ren bu çalışmalar sırasında orij inal hiçbir filozof yetismedi. Fakat bu sayede kelim okulları gibi tasavvuf okulları da sistemleşiyordu. Ancak H. IV. yüzyı l başlarında felsefe akım­ ları doğdu. İ l k önce tabiat felsefesi adıyla tanınan okulları görüyoruz. Ondan sonra asıl İslam felsefesi iki esaslı okula ayrıl­ dı : Biri, Eflatun ve A.risto felsefelerini uzlastırma ve bun­ ları Yeni Eflatuncu açıklamalarla tamamlayan Mesşai oku­ luydu. İkincisi, Yeni Eflatuncu felsefeyi tasavvufla kaynastı­ rarak ona yeni bir seki! veren İşraki felsefe idi. Bu iki büyük felsefi akım dısında, İslim şüphecileri kelamda savaşa ve biraz da uzlasmaya varan bağımsız filo­ zoflarla, tarih felsefesi yapan İbn - i Haldun gibi orijinal düşünüderi görüyoruz. ı\. Miitercimlerin felsefesi : Bunlara büyük filozoflar gözüyle bakmak doğru değildir. Büyük çoğunluğu eserlerini Bağdad halifelerinin saraylarında vermeye başlamışlardır. Bağ­ dad'da kurulan Beyt - ül hikme ve Dar - ül ilm gibi akade­ m ilerde çalışmak imkanını elde etmi şlerdir. Emeviler çağında başlayan Süryani ve Yunan çevirme­ leri Abbasiler i çağında Bağdad'da daha da gelisti. Mansur ve Memun'dan başlayarak alabi ldiğine i lerledi. O çağda Yunanlılardan kalan sanat, şiir, tarih gibi tür­ ler İslim dünyası için kolay anlaşılır şeyler değildi. Yunan­ lıların yaşayış l a rı da Doğu için büsbütün yabancıydı. Yunan tarihi Doğulular için Büyük İskenderden sonra efsanevi bir anlam taşıyordu. Süryani ve Araplar felsefeyi A.risto'nun Yeni Eflatun­ cu görüşle şerhi yanında Eflatunun eserlerinin de okunup açı klandığı bir çağda devralmışlardır. Nefs ve tabiat üze­ rindeki platonik öğretim on lara büyük etkide bulunmuştu. İslimlı k da din problemini metotlu bir düşünce ve Delphoi tapınağı üzerindeki Sokrates görüşünün belirtisi o­ muhakeme ile ayd ınlığa çı karmaya çalışır. Man tığı bü sbütün lan «Nefsini bil» sözü Yeni Eflatuncu bir şekle gi rerek Arap­ kendi konusuna göredir. lara geçti. Bu sözün Hz. Muhammed'e ya da Hz. Ali'ye Gerçek bir din kültürü için sadece din bilgi leri ve ait olduğu kabul edi lerek «Nefsini bilen Rabbini bilir» şek­ din tarihi yeterli değildir, onun ruhuna erişmek gereklidir. linde bütün tasavvuf sahiplerince benimsendi. Dinin yargılama hareketleri uydurmak da yeterli sayı lmaz. Tıp çevrelerinde ve halifenin saraylarında A.risıo'nun A.kU, ilmi ve felsefi problemlere dayanarak onun bir yargı­ eserleri gittikçe i lgi çekiyordu. Bunların başında mantık ve lamasını yapmak gerekmektedi r. tabiat bölümleriyle ilgili olanlar ön planda geliyordu. Man­ Dinlerin saadet devirlerinde dini fikir ve değerlerin tık'ın kurucusu doğrudan doğruya A.ristoydu. üstünlüğünü, eşsizfiğini temsil eden bir manevi lik bütün A.risto'nun başlangıçta Araplar üzerinde tam bir etki vicdaniara hakim olmuştur. Dinin bir problem olarak ele yaptığı iddia edilemez. Eflatun, Arapların anlayışına uygun alınıp üzerinde serbest anlamda düşünülmesi, manevi haya­ olarak evrenin sonradan yaratıldığını ( hadis) , nefsin, daimi ve tın dini değerler baskısından kurtulduğu zamanlarda müm­ ruhani bir cevher olduğunu kabul ediyor ve ruha çok az kün olabilmiştir. değer veren psikoloj i ve ahlak görüşüne sahip bulunuyordu. D. F. de benzeri felsefeler gibi felsefenin genel metot­ larına dayanarak çalışır. Bu genel metotlar bi lgi kuramı, Bu bakımdan önceleri yadırganmıs. bu yüzden IX ve X. yüz­ psikoloj i , ahlak ve sosyoloj i üzerine yapılan incelemelere y ı l kelamcı l arı A.ristoya karşı birtakım elestirmeler yazm•şlar­ dı. Fakat sonra durum değisti. Yetişen filozofların her biri bağlıdır. İslimda da felsefi hareketler peygamberden bir süre evreni bir tek külli nefs ve insanların nefslerini de bu kül­ sonra b � şlamıştır. İlk felsefi davranışlar, Mürezi le ile Eş'a· li nefsin parçaları kabul eden platonik doktrini reddederek riyye arasındaki i rade-i cüz'iye problemi etrafında olmuştu. A.risto'nun cüz'i nefse büyük önem veren kıdem kuramını Akıl ile imanın çarpışması niteliğinde olan bu tartışmalarda kabul ettiler. Böylece, İslam fel sefesinin esası Eflatun i le zaferi imanın temsilci leri ( Eşa'ariyye) kazanmıştı. Bilimler A.risto'yu birleştirmeye çalışmaktı. Çünkü Doğu luya göre, bilinçlerini ve egemenliklerini Batıda kazandıkları için İslam mutlaka bir üstada, bir mürşide ihtiyaç vardır. Mürşidi ol­ dünyası, Batıda olduğu gibi bilim ve din kavgalarına sah­ mayanın yol göstereni şeytandı . ne olmamıstır. İşte İslam felsefesi d a i m a eski Yunandan çevri len eser­ İslam felsefesi daima Yunancadan çevri len eseriere Iere bağlı eklektik bir felsefe ol makta devam etmiştir. B. Tabiat felsefesi : Eukleides, Ptolemaios, Hippokrates, bağlı kalmıştır. Bu görüşe göre, gerçek anlamda bir İslam felsefesinden söz etmek mümkün değildir. Fakat Müslü­ Galenos ve Aristo'nun bazı kitapları ve bunlardan başka manlar arasında birçok kimsenin felsefi düşüncelerde bulun­ birçok Yeni Eflatuncu eser, Müslüman tabiat felsefesinin temelini meydana getirir. Bu felsefenin doğuşunda İbn - i dukları da inkar edilemez.

29 4

DlN FELSEFESI - DİNAMIK

Mukaffa tarafından çevri len Hint felsefesinin etkisini de gözden uzak tutmamak gerekir. Tabiat felsefesi denir. ce, Tabiiyyün ( Naturali stes ) , Dehrinün ( Materialistes ) , Barıniler ( Esoteriques ) v e İlı­ van - üs - safa ( Encyclopedistes ) anlıyoruz. Tabiat felsefesine I X. yüzyıl bilgin lerinin çoğu tara­ fından ilm - i kelimın karşıtı felsefe olarak bakı ldı ve Pitagoros'a bağland ı. Bu felsefe X. yüzyıla kadar varlığını kabul ettirdi. Bunlar deneyim ve türnevarım metotlarını kabul ede­ rek bi lgiyi yalnız duyu veri lerinden ibaret gören i lk İslam ampiristleridir. B u duyu verilerinin ötesinde ruh ve Allahı kabul ederler. Bu okulun en önemli temsi lcisi Ebu Bekir Zekeriya Rizi'dir. Matematik, tıp ve tabii bilimler öğrenmişti. Tıp öğ­ retimi ve pratiği a l anında çok ileriydi. Ona göre, beden ve nefs arasındaki ilişkileri nefs bildirir. Bu görüşten hareket ederek nefsin durumları ve elemlerinin, fizyonaminin incelen­ mesiyle anlaşılabileceği, bi r tabibin aynı zamanda ruh dok toru olması gerektiği sonucuna vardı. Rizi'nin metafiziki Anaksagoras, Empedok les, Mani ve benzerlerine bağladıkları eski kurarnlardan başlıyordu . Sis­ teminde beş i lke kabul ediyordu : Yaratıcı, külli nefs, ilk heyula ( madde ) , mutlak mekan, mutlak zaman, bunlar mevcut olan evrenin zorunlu koşullarıdır. Bireysel an layışlar genellikle bi r maddeyi gös­ teri r ; çeşitli ihsasların bir araya gelmesi de bir me kin ge­ rektirir. Maddenin çeşitli durumlarını anlamak da bizi za­ manı kabule götürür. Yaşayan şeylerin varlığı bize bir nef­ sin varlığını kabul ettirir ve yaşayan şeylerin bazılarının akıl sahibi olması, yani en kusursuz şekilde yapmak gücü, yarattığı her şey en güzel olan bir yaratıcıya bizi zorunlu olarak götürür. Dehriler, Allahı ve ruhu kabu l etmezler. Zaman ( dehr ) ın kadim ve baki olduğunu söyledikleri için bu ad­ la anılırlar. Batıniler, İsmai li, İmami gibi dini ve siyasi fırkalar­ dı. Irakta Karamıta, Mezdeki, Horasan'da Melahide (Din­ sizler) şeklinde an ıldılar. Daha sonra Anadolu'da Hurufilik, Noktavi lik, Kalenderilik gibi adlarla yayı ldı lar. Amaçları her vasıtayı meşru kı larak siyasi bir erk kazanmaktı. Bu amaç yolunda Kur'ana işlerine geldiği gibi anlam verdiler. Dış anlamı büsbütün atarak binnın anlamına inmedikçe bitıni olmak mümkün deği ldir. B u fırkanın başkanı Abd ullah bin Meymun el - Kad­ dah'tır. İlıvan - üs safa'ya gelince, X . yüzyı lda, Basra'da bazı insanların bir araya gelerek bir dernek kurduklarını bilmek­ teyiz. Bu derneğin başkanı Zevd b. Ref'a idi. Risaleleri ha­ zırlayan Ebu Süleyman dı. Hazırladıkları ansiklopedinin ya­ yı lmasında Türk ve İranlı ta rihçilerio rolleri olmuştur. İlıvan - üs safa metotta eklektik idi. Matematikte Py­ thagoras'a, mantıkta Aristo'ya, ahlikta Sokrates'e, metafizikte Eflatunculara, din felsefesinde Faribi'ye bağlıydılar. İhvan­ üs safanın Pythagorasçılığı onları banniler arasına karıştır­ mıştı. Bunlara göre, şeriat birtakım batı) inanışlarla b ızul­ muştur. Dini, felsefe ve bilim yoluyla temizlemek gereklidir. Hiçbi r bilime, felsefeye ve mezhebe düşman olmayacak hoşgörüye sahiptiler. Derneğin asıl amacı, bir aydınlar ahlakı meydana getirmekti. Tasavvufi ahiakla rasyonel ahlikı birleştirirler,

abiikın esası, nefsi tasfi v e derken, tabii düzene göre makul ya şamayı gözden uzak tutmazlar. Meuai fe!Jefesi : B u bir rasyonel felsefe hareketidir. Bütün İslam dünyasına etki yaparak medresenin resmi fel­ sefesi olmuştu. Eflatun ve Aristo felsefesinin ortak etkisi altındaydı. Fakat bunlara doğrudan Yunan felsefesinin tak­ lirçisi demek mümkün deği ldir. Bunlardan E l - Kındi IX. yüzyılın belli başlı rasyona­ lisı Arap. filozofudur. Yüzlerce eseri arasında en önemlisi Kitabü'l - ak/ve'/ - ma'kul'dür.

DİN HARPLERİ, başlıca sebebi din karşıtlığı olan savaşlara verilen ad. 1 562 - 1 629 yı llarında olan Hugeunot ( Fransada Protestan lara verilen ad) savaşları ( b. bk. ) ; 1 6 1 8 - 1 648 yıllarında Almanya Katoli kleri ile Protestanları arasındaki Otuz Yıl Savaşları (b. bk. ) gibi. Karşı Reformas­ yon çağına, çoğu zaman D. H. çağı adı verilir. DİNA ( İbran. Diniih ) , Yakup Peygamberin, karısı Lea'dan olan kızı. Şekem adında biri bu kızı kaçı rıp teca­ vüz etmiş ve bir yere kapatmış ; sonra da Yakup'tan kızını i stemiş. Peygamber ne cevap vereceğini düşünürken oğulla­ rından Şimeon ile Levi , Şekem'i tuzağa düşürerek bütün oymağiyle birli kte kı lıçtan geçirmişler ve kız kardeşlerini kurtarmış lar. DİNACP l) R ( İng. Dinajpur ya d a Dinagepore) : ı . Doğu Pakisıanın Doğu Bengal bölgesinde, Ganga ( Ganj ) ırmağının kuzeydoğusunda, Racşahi yönetim bölümünün bir kesimi. Başlıca ürünleri pirinç ve sekerdir. Nüfusu 1 926 8 3 3 ( 1 94 1 ) tür. 2. Doğu Pakisıanda aynı adı taşıyan kesimin başkenti, Kalkuna'nın 354 km kuzeyi nde, Bhutan'a, Nepal'e, Brah­ maputra ve Ganga vadilerine giden yolların kavşağındadır. Nüfusu 34 2 7 1 ( 1 95 1 ) dir.

DİNAGAT, Filipinlerde, Mindanao ile Leyte adaları arasında, 14 600 nüfuslu bir ada. Yü z ölçümü 800 km2 dir. Krom ve manganez çıkarır. DİNAMIK ( Fr. Dynamique ) [Mus.] , ses gürlüğü­ nün farklılığı : /ort e, mezzoforte, piano gibi hasarnaklı ya da crescendo, deereseenda gibi gürlük değişmeleri. Forte ­ piano karşıtlığı, Bach çağı konserinde esaslı bir değer taşır ( Tutti - Solo ) . Ses gücünün yavaş yavaş değişmesi , ancak Mannheimlilerin ve Viyana klasiklerinin çağından başlayarak kompozi syonun önemli bir aracı haline gel­ mıştır. Bu i lkel D. ile ikincil güç D. karıştırılma­ malıdır. Bunların bi rincisi besteci tarafından önceden he­ saplanmış olup çoğu zaman yine onun tarafından yazı ile tesbit olunur. İkincisi i se, ses güçlerinin, masikici tarafın­ dan, genel olarak bilinç altından ayırdedilmesidir. Buna, her şanda ve musikide alet elverişli olduğu ölçüde rastlan ır. Güç derecelerinin mübalağalı bir şeki lde belirtilmesi ve do­ layısiyle D. inin tesbiti eğilimi, ancak klasiklerden sonra beli rmiştir. DİNAMIK ( Fr. Dynamique ; Yun . dynamis = kuvvet ) , cisimlerin hareket halinin kend i lerine erkiyen kuvvetler ara­ cılığı ile değişmesinden bahseden mekanik kolu. Bunun karşıtı statik olup kımı ldamayan cisimlere etkiyen kuvvet­ lerin dengesinden bahseder. Bir de kinemaıik kavramı var­ dır ki bu da hareket değişmelerinin sebep lerini ele almak­ sızın sadece hareketleri konu olarak alır. Sıvı cisimlerin D. i­ ne hydroJinamik, gaz cisimlerinkine ise aerodinamik denir.

DINAMIK ANALİZ - DINAMO DİNAMIK ANALİZ ( Fr. Analyse dynamique) [İkti· sat ] , iktisat kuramma zaman etkenini sokan analiz. D. A. , zaman içinde birbirine göre daha sonra ( İng. lag = gecikme) ya da daha önce ( İng. lead, önce gelme) yer alan nicelik ( kemiyet) ler arasındaki bağıntıları aniatma amacını güder. Bu analiz İsveçli iktisat bi lginlerinin etkisiyle özel likle 1 930 dan bu yana gelişmiştir. Myrdal, ekonomik niceliklerin ı. Bir devrenin başlangıcındaki durumla ; 2. Bu devrenin sonunda yapılan ölçmelerle belirtilmesine imkan veren ex - ant e - ex - poıt ( geçmiş · önceki - geçmiş - sonraki ) ayırı­ mını ortaya koymuştur. Başka iktisat bilginleri de bir duru­ mun başka bir duruma nasıl dönüştüğünü ve zaman içinde ekonomik değişikliklerin ne yolda kendi liklerinden ayarlan· dıklarını gösteren sekans ( Lat. ıequenı, bir durumun sonucu olarak onu i zleyen durum ) lar analizinden faydalanırlar. Bu çeşit analiz, ekonomik etkenierin sonuçlarını denge ve dengesizlik durumlarını bir i statistik gibi kaydetmekle ye­ tinmeyip bu etken ierin bir devreden ötekine zincirleme ola­ rak birbirini ne yolda izlediklerini de kavramaya çalışır. Ekonometti (b. bk. ) deki yeni gelişmeler, «modeller» kurma yolu ile D. A. i n gelişmesini sağlamıştır. İncelenen sistemdeki oluşumun nedeni başlangıçta var olan şartlada ve zamanın rolü ile açıklanıyorsa, bu D. A. e koza! ( Lat. cauıa, sebep) ; oluşum sistemin dışındaki olay­ lardan i leri geliyorsa, D. A. e historik ( Lat. hiıtoria, tarih) ve şayet değişiklikler tesadüfen doğmuşsa, D. A. e stokastik ( Fr. Jlochaılique, Yun. ıtokhaıtikoı) denilir. D. A. in ekonomi kuramma girmesi, ekonomik dalga­ lanmaların incelenmesine yepyeni bir şekil vermiştir. DİNAMIT ( Fr. Dynamite ; Yun. dynamiı = güç ) , nit­ rogli serin (C3Hs ( O.N02 hl ile yapılan bir patlayıcı madde. Yalnız başına ni trogliserin patlayıcı madde olarak kullan ı l­ maya pek elverişli değildir. 1 867 de Nobel ( b. bk. ) nitra · gliserini yüzde 2 5 oranında kiselgur ( Yun. kieıel, çakmak ; guhr, tortu) denilen silisli gevşek toprakla karışurarak fişek şekline sokulmaya ve maden ocaklarında kullanılmaya elve­ rişli ince toz halinde bir patlayıcı madde hazırlamayı başar­ mış, ona D. adını vermiş, sonradan da temeli nitrogliserin olan bütün patlayıcı maddelere D. denilmiştir. Nobel'in si lisli ince toprakla yaptığı bu ilk D. tipinin yapımına 1910 yılına doğru son verilmiştir. Bugün içinde nitraselülozdan başka, bir yandan potas­ yum, sodyum ya da amonyum nitratlarından biri, öte yanda n ağaç tozu, alüminyum tozu ya da dinitrotoluen gibi yanıcı maddeler bulunan ve nitrogli serin yüzdeleri 12 ile 93 ara­ sında değişen çeşitli tipte D. ler yapılmaktadır. D. ler kıvam­ larına göre : 1 . Lokum D. ler ve j elatİn D. ler ; 2. Genel olarak içinde dinitrotoluen bulunan plastik D. ler ; 3. Nit­ rogliserin yüzdesi zayıf olan ve içinde büyük oranda amon­ yum nitrat bulunan toz D. ler olarak sınıflandırılır. Plastik olan tolamitte o/ı:ı 27 nitrogliserin, % 61 amon­ yum nitrat ve çeşitli katkılar vardır. Grizulu maden ocak­ larında kullanılmak üzere grizu - D. deni len ve bugünkü tiplerinde amonyum nitrat bulunan özel D. ler yapı lmaktadır. Antijel denilen, donmaya dayanıklı D. lerde nitrogli serinin dörtte ya da üçte biri yerine aynı ağırlıkta nitroglikol kul­ lanılır. D. in yapımında, i lkin nitrogliserin hazırlandıktan sonra öteki katkı lar kururulup gerekiyorsa ufalanır, sonra bunların hepsi ya elle ya da tipleri patlayıcı maddenin tipine göre değişen makinelerde karıştırılır. D. in yapım ve satış hakları bir i lke olarak devlete aittir.

295

Dinarnit lokumu : 1 87 5 te Nobel'in heratını aldığı ve patlayrc·ı jelatin adını verdiği lokum kıvamındaki D. Bu D. % 92 93 nitrogliserinle % 7 - 8 nitraselülozdan ya­ pılmıştır. Bu çeşit D. çok kudretli olup en sert kayaları parçalamaya ve su i çinde de patladığı için su altı çalışma­ larında kullanılmaya elverişlidir. A harfi ile işaretlenen bu tip lokum D. ten başka, nitrogli serin yüzdesi yüksek olan, içinde nitroselülozla birlikte başka katkılar da bulunan, da­ ha ucuz lokum D. ler de vardır. -

DİNAMİZM ( Fr. Dynamisme) , maddi elemanlarda bileşik etkenliklerinin, cismin yayılımını ve öteki niteliklerini belli ettiği kuvvetler bulunduğunu i leri süren felsefe sistemi. D. genel olarak varlıkları maddeden çok kuvvetler olarak gören bütün sistemlerin karakteristik özelliğidir. D. e bazı İon filozoflarında da rastlanır. Aristo"nun si stemi bir D. dir. Stoisizm de pantei st bir D. sayılır. D. orta çağda skolastik düşünce tarzında ve klasik devirde Leibniz'in fikirlerinde yeniden ortaya çıkar. X I X . yüzyılda da Herbart, Lotze, Maine de Biran, Janet, Ravaisson, Renouvier, Fouillee, Eve­ lin, Bergson, Secretan gibi temsilci leri olmuştur. Biyoloi ide D. , çok kere özel bir dirimsel kuvvet bulunduğunu i leri süren dirimselcilik (b. bk. ) ile birleşir. D. özellikle Des­ cartes'ın temsil ettiği mekanizme karşıttır. DİNAMO ( Fr. Dynamo ; Yun. dyrıamiı = güç ) , meka­ nik enerj iyi elektrik enerj i sine dönüştüren aygıt. D. teri mi, sırasiyle «elektrik gücü makinesi» ve «elektrik üreteci» an­ lamlarındaki dinamaelektrik makine ve dinamojeneratör ke­ limelerinin kısaltı lmış şeklidir. Bundan dolayı D. yerine sadece üreteç ya da jeneralör de denilir. Bu aygıt, elektrik enerj isini mekanik enerj iye dönüştüren elektrik motoru ile karıştırılmamalıdır. D. adı, genel olarak, doğru akım veren aygıtiara uygulanır. Alternatif akım veren aygıtiara daha çok alternatör denilir. D. ( üreteç ) , bir otomobi lin elektrik akımını sağlayan küçük bir D. şeklinde olabileceği gibi, yarım milyon nüfus· lu büyük bir şehrin elektrik ihtiyacını sağlayabilecek güçte bir tek büyük üreteç şeklinde de olabilir. Belli başlı iki çeşit elektrik ürered vardır. Biri, i lkin bir yöne sonra da öteki yöne doğru akan bir elektrik akımı verir. Buna dalgalı ya da alternatif akım üreteri ya da sade­ ce alternatör denilir. Öteki çeşit üreteç ise devamlı olarak aynı yöne doğru akan bir akım verir ve doi,ru (direkt) akım üreteci diye anılır. Her iki çeşit üretecin de elektrik akımı meydana getirebilmesi için kendilerine mekanik bir kuvvet uygulanması gerekir. Dinamon un prerııipi : Üretecin işlemesi Michael Faraday ( b. bk. ) in bir buluşuna dayanır. Bu bilgin, bir iletkeni ( mesela bir bakır teli ) bir mıknatıs yakınında hareket ettirmekle ya da bir mıknatısı o i letkenin yakınında hareket ettirmekle i letkenin içinde elektrik akımı meydana getirebi­ leceğini bulmuştur. Böylece elde edi len elektrik akımına in­ düklenmiş akım denilir. Bir mıknansın etkisinin kendisini belli ettiği uzay bölümüne o mıknatısın alanı denilir. Bu alanı, mıknatısın bir kurbundan çıkıp onun dışından dolanarak öteki kutbuna giden kuvvet çizgileri meydana getirir. Bir mıknatıs ne kadar kuvvetliyse, kuvvet çizgilerinin sayısı da o kadar çok ve alanın kuvveti de o derece büyüktür. Bir i letken bir mıknatıs alanı içinde hareket ettiği zaman o alanın kuvvet çizgilerini keser. Bu kesme olayı iletkene, içindeki elektronları harekete geçiren ve elekiro­ motor kuvvet adı verilen bir kuvvet indükler, yani geçirir

296

DINAMO Üreterin parfaları : Bir üretec, slalor ( duruk ) ve rolor ( döneç ) adı ve­

ri len bellibaş lı iki parçadan meydana gelir. Sıaıor, m ıknatıs alanını yara tacak kutup parçalarından ve küçük uyarma ( excilalion ) bobinlerinden bi r araya ge­ lir. Bir adı da armaliir olan roıor, gö­ bek deni len demirden bir eksen üzerine sarılmış olan yalıtılmış tel spirallerden yapılır. Bir ucu burf ( İng. bush ) deni­ len sabit bir yatağa, öteki ucu da bir bilyalı yatağa dayanan bu eksen döndüğü zaman spirallerinden geçen kuvvet çizgi­ lerinin sayısını değiştirir. Doğru akım veren bir üreıeçte, armaıürün spirallerinde oluşan elektromoıör kuvvetin yarat­ ş e k i 1 S o l d a k i tığı akım, bir kommülalör'e dayanan fır­ ı. Çalışıırma çark ı ; 2. Dinamo göbeği ( endüvi ) ; 3. Akım teli sıkıştırma ça ( kömür) ların aracılığı ile dışarı dev­ yeri ; 4. Toplaç ; �. Havalandırma kanatçıkları ; 6. İndükleyen çekirdeği ; reye çıkar, alternatif akım veren üreteç­ 7. Gövde ; 8. Fırça ; 9. İletken lerin roprak bağlantı yeri. lerde ise akımın dış devreye çıkması koJ/ektör ( toplaç) denilen halkalar aracı­ S a ğ d a k i ş e k i l lığı ile olur. 1. Mıknans kutpu ( indükleyen ) ; 2. Nötür hat ; 3. Göbek ( Rotor = döneç ) ; Alternatif akım üreteçleri ( alter­ 4. Toplaç ; 5 . Gövde (Staıor = duruk) ; 6. Fırça natörler) : .Aiternaıörlerde y a telden bir spiral bir mıknatıs alanında döner ya d a bir mıknatıs 9 lanı ( Lat. inducere, içine götürmek, içine geçirmek) . Bir mıknatısın yakınına telden bir spiral konulacak telden bir spirali kesecek şekilde döner. Gerçekte, telden olursa, kuvvet çizgilerinin bazıları spira lin aralıklarından bir spiral yerine, üstünde birçok spiral bulunan bir bobin geçer. Eğer bu spiral döndürülü rse, kuvvet çizgi leri kesil · ( makara ) kullanılır. Çünkü böylece kesilen kuvvet çizgi­ diği için spiralin teline elekıromoıör bir kuvvet geçer. lerinin sayısı çoğalacağı için akımın voltaj ı da aynı oranda Faraday'in indükleme deneyini yapmasından az bir zaman artar. sonra Alman fizikçisi Heinrich Lenz, indüklenmiş akımın Doğru akım iireleci : Tipik bir doğru akım ü reteci, dö­ doğrultusu ile spiralin içinden geçen alanın hareket doğrul­ nen b i r arınatür ve bir kommütatör ile d onatılmış bir alterna­ tusu arasındaki ilişkiyi tesbit eden bir kanun ileri sürmüş· törden ibarettir. Kommütatör, alternatif akımı topluca tek tür. Bu kanuna göre, bir indüklenmiş akım, kendi sini mey­ bir doğrultuya yönelen akıma çevirir. Kommütatör, en basit dana getiren harekete karşı koyan b i r mıknans alanı yaratır. şekliyle, iki parçası birbirinden iyice yalıtılmış olan, orta­ Mesela bir m ıknatısın N kutbu telden bir spirale yaklaş rı­ sından yarılarak iki parçaya ayrı lmış bir halkadır. Segman rılırsa, spiralin yüzü bir N kutbu halini alarak kendisine denilen bu parçalardan her biri, dönen spirallerden birinin yaklaşan kuıbu kovmaya çalışır. Mıknatıs geri çeki lecek ucuna tuıturulmuştur. Her biri dış devreye bağlı olan iki olursa, bu sefer spiral S kutbu halini alarak kendisinden ayrı fırça ( kömür ) , arınatürden akı � ı alarak onu segman­ uzaklaşan N kurbunu çeker. ların aracı lığı ile geriye döndürür. Yalıtılmış olarak D. nun Bir ileıkeıiin içindeki elektrik akımı, elektron denilen şasisine tutturulmuş olan fırçalar o şekilde düzenlenmiştir negatif yüklü elektrik taneciklerinden meydana ,ıı e len bir ki, arınatür döndüğü zaman fırçalar bir segmandan ötekine akımıdır. Bir iletken bir mıknatıs alanını kestiği zaman kayarak spiralin bir kez bir ucu ile, bir kez de öteki ucu kendi içindeki elekıronları harekete getirir. İletken, kuvvet ile temas halinde bulunur. Fı rçanın bir segmandan ötekine çizgi lerini belirli bir yönde kesiyorsa, i lerkendeki elekıronlar kayması tam akımın ters yöne döndüğü anda meydana gelir, aynı doğrultuya yönelir ; i leıkenin kuvvet çizgi lerini ters öyle ki segmandan çıkan akım daima aynı doğrultuda bulu­ yönde kesmeleri halinde ise elekıronlar da ters doğruimya nur. Uygulamada, kommütatör bir silindir kesiti şeklinde yönelir. olup dikine bölünmüş ve birbirinden iyice yalıtılmış ve her İlmik şekline geti ri lmiş bir tel bir manyetik alan için­ biri bobinin bir spiraline bağlı bulunan bölümlerden mey­ de döndürülecek olursa, i lmiğin birbirine karşı olan tarafları dana gelir. kuvvet çizgilerini ters doğru ltularda keserek i l miğin iki Bir d oğru akım üreteci gereği gibi kurulduğu zaman yar­ tarafında akımın birbirine karşıt doğrultularda akmasına ve dımcı bir üreteç gerektirrneksizin manyetik alanı kendiliğinden dolayısiyle i lmiğin içinden devamlı bir akım halinde geçme­ uyarabi lir. Gerekli ilk volta i ı , yumuşak demirden yapılmış sine sebep olur. İlmiğin d üzlemi kuvvet çizgilerine dikey kutuplar arasındaki zayıf mıknatıs alanı sağlar. Dönen i let­ olduğu zaman ilmiğin üst ve alt kenarları kuvvet çizgilerine kenler bu zayıf mıknatıs alanını kestikleri zaman kendilerine paralel durumda bulunduğundan hiçbir kuvvet çizgisi kesi l­ hafif bir elektromotör kuvvet indüklenir ve bu da alandaki mernekte ve hiçbir elektromoıör kuvvet indüklenmemek tedir. spirallerin içinden zayıf bir akımın geçmesine sebep olur. İlmik yarım devir yaptığı zaman yanları gene alana paralel Böylece manyetik alan kuvvetlenir, indüklenen elektromotör oldukları için akım gene sıfıra düşer. İlmiğin her bir yanı, kuvvet büyür ve gerekli vol taj a ulaşılıncaya kadar bu, böy­ alanı bir kez bir doğrultuda, bir kez de ters doğrultuda lece devam eder. kestiği için i lmikteki akım, i lmiğin yaptığı her tam devirde Üreteç/erin uygulamaları : Ülkelerin çoğunda üretilen iki kez doğrultu değiştirir ve iki kez sıfıra düşer. İşte, bu elektrik enerj isinin % 90 kadarı altern atif akım şeklindedir. çeşit akıma allernatif akım, onu meydana getiren aygıta da Doğru akım üreteçleriyle elde edilen akım dar bölgelerin ihti­ allernalör ya da allernali/ akım üreleci denilir. yaçları için, alternatif akım üreteçlerinin uyarılması ve elek-

29 7

DINAMO - DINANT trikle metal kaplama işleri i ç i n kullanı lır. Alternatif akım üreteçlerinin kurulması daha ucuza mal olur ve bu çeşit akım daha büyük sayıda işlerde kullanı labi lir. Bu türlü akı· mın en büyük değeri, trasformatörler kullanma yolu ile büyük uzaklıklara ucuza taşınmaya elverişli bulunmasıdır.

DİNAMOMETRE ( Fr. Dynamometre ; Yun. = kuvvet ölçer ) , kuvvetlerin ölçülmesine yarayan aygıtlar ya da ter­ tipler. Bazı kuvvetler çok kere doğrudan doğruya zorlukla ölçülebildiği için bu kuvvvttlerin yaptığı işten bunların büyüklüğü hakkında bir hüküm veri lir. Öte yandan bu iş, dönen makinalarda dönen kısımların dönme momenti i l e ölçülür. Bunun için doğrudan doğruya kuvvet ölçen D. ler ile dönme momentini ölçen D. ler olmak üzere iki türlü D. vardır. Kuvvetleri doğrudan doğruya ölçen D. ler ya yaylı D. ya da hidrolik D. olarak düzenlenir. Bir yaylı D. nin esas kısmı spiral şeklinde bir yay olup ölçüler kuvvetl e çekilir. Yayın bu yolda uzaması büyük kuvvetlerde doğrudan doğruya kg a göre ayarlanmış bir skalada okunur. Küçük kuvvetlerde ise uzama dişli bir çark ve gösterge ile büyütülerek görünür hale getiri lir. Hidrolik ölçme kutuları özellikle büyük kuv­ vetler için uygun olup kuvvetlerin basınç etkisi bir piston ya da bir zar i le, bir sıvı ile dolu ölçme kutusuna iletilir. Sıvının basıncı bir manomeırede kg olarak okunur. Dönme momenti ölçmesinde kullanılan D. ler fren l eme D. si ya da şalter D. si olarak yapı lır. Bunlar dönen mille­ rin dönme momentlerinin ölçülmesine ve bu suretle bunla­ rın yaptığı işin ölçülmesine yarar. Özel olarak frenleme D. lerinin etkime tarzı, bir makinanın yaptığı mekanik işin sürtme suretiyle ı sıya dönüşmesine ve sürtüşme direncinin momentinin bir terazi ile ölçülmesine dayanır. En çok kul­ lanılan frenleme D. si frenleme baılrğr ya da Prony baılrğı adını alan D. dir. Bu D. nin yapısı ve etkime tarzı şöyledir : Dönen mil üzerine tutturulan bir levha, iki ağaç takazla çerçevelenmiş olup ortak bir çerçeve içine konmuştur ve vidalanarak levha üzerine az çok sıkıca baskı yapılabilir. Çerçeve bir basküle etki yapar. B u baskülde P ağı rlıkları ilı- motorun dönme momenti dengede tutulur. Sirndi 1 tera­ zinin kaldıraç kolu ve n motorun bir dakikadaki dönme 1 P. n sayısı olursa, motorun gücü ( takaı i ) N = . beygir gü716 cü olur. Yaklaşık 20 beygir gücünden ibaret güçler için frenleme başlığı ya da fren leme levhası su i le soğutulur. .... . .( -- - - - - - - _ ,

-

-

-

-

- - -

Daha küçük (5 beygir gücünün altındaki ) güçler işin fren­ leme başlığı olarak bir kayış da yeter ; bu ka yı ş dönen !ev­ ha ile temasa geti rilir ve dönme kuvvetini dengelemek üzere her iki ucu değişik büyüklükte ağırlık tarla yüklenir. Burada ağırlık farkından gerekli frenleme kuvvetinin büyük­ lüğü elde edilir. Başka frenleme D. leri sıvı ve dairesel dö­ nüş akımlı D. lerdir. Şaller D. leri (enerj i iletme yoluna katı lan ve bütün ölçü lecek enerj iyi aralarından geçiren araçlar) : büyük dönme momentleri ölçüldüğü ve yalnız ortalama dönme momentleri tesbit edilmeyip bunların bir dönüş sırasındaki deği şmele­ rini de izleme gerektiği zaman kullanı lan aygıtlard ı r. Bun­ ların sağladığı fayda, enerj iyi yokeımemeleridir. Bunların başlıca kullanılma alanı mekanik ol arak ( mesela kayışlarla) işleti len çalışma makineleridir. Birinci derecede dişli basınç D. leri ile elektrikli güç terazisi bu aradadı r. Burulma D. leri ( Dönme D. ler ı ) nin özel bir önemi vardır. Bunların bazı larında, Vieweg'in burulma endikatö­ ründe, i ten ve iti len mil arasında burulmaya ( dönme, k ı v­ rılma) karşı çokça esnek, ince bir çelik m i l parçası eklen­ mesi bakımından şal ter D. lerine girer. Bu mil parçasının burulması optik yolda ölçülür ; öteki önemli bir bölümde doğrudan doğruya kuvvet i letmek için gerekli olan bir mi­ lin torsiyonu ( mesela gemilerde yürüyen mil kablosu ) ölç­ mede kul lanı l ı r. Bunun için kullanı lan mil parçasının üze­ rine m i lin çevri lmesini bi rlikte yapmayan bir ölçme kapağı geçiri lir ve bir ucu ile mile sıkıca bağlanır. Ölçme kapağı i le mil parçası arasında öteki uçta meydana gelen ve doğ­ rudan doğruya dönme momenti i le doğru oranlı olan çevri lmeler türlü tarzlarda görünür duruma getiri lir. Den­ ny - Erlgecombe'ın burulma D. si ile Föttinger'in burul­ ma endikatöründe mekanik araçlar ( kaldıraç, tel çeken ) kullanılır. Frahm'ın burulma endikatöründe birlikte döoen ampul tarafından yayınlanan ışık ışınından faydalanılır. Bu ışın bir ayna üzerinde bir f i l me eıkiyerek buradaki dönme momentinin gidişini kaydeder. D. ler elin ve parmakların basınç kuvvetinin ölçülme­ sinde de kullanı lır. Burada yassı bir çelik halka elde sıkı­ larak daha yassı bir duruma getirilir ve böylece bir skala üzeri n 1 e gel ip giden bi r gösterge, yapılan basıncı gösterir.

DINANT [dina] . , Belçika'nın Narnur eyaletinde bir şehir. Nüfusu 6 900 ( 1 95 1 ) d ür. Maas ( Meuse) ırmağının Ardennes dağlarını aştığı kayalık vadide yer alan şehir, mer­ mer sanayii, değirmenleri ve tııri ı miyle tanınmıştır. XII -XV .

->­

.

P r o n y b a ş l ı ğ ı d i n a m o m e t re s i a. Frenleme d üzeni ve frenleme takaziarı ; b. Desimal terazi ; 1. Manivela kolu ; P. Konu lan ağırlıklar

D 1

N A N T:

G e n e 1

g ö

r

ü n ü ş

298

DINANT - DINAR, b. Muhammed Melik

yüzyıldan kalma bitmemiş bir kilisesi vardır. D. , Stauffer imparatorları zamanından beri Liege ( Lütrich) piskoposlu­ ğuna katı lmıştır. Stratej ik bakımdan öneml i bi r kilit noktasın­ da bulunduğundan sık sık el değiştirmiştir ( 1466, 1 5 54, 1 675, 1 9 14, 1940, 1944 ) . 90 m lik d i key bir duvar üzerinde Maas ırmağı kıyısında yükselen tari hi bir kalesi vard ı r.

Dinanderie ( «Dinant işi» anlamında ) , Belçikanın Dinant (b. bk. ) şehrinde olduğu gibi Bouvignes ve bazı Alman, İtalyan ve Fransız şehi rlerinde kalıba dökülerek ya­ pılan pirinç eşyaya veri len ad. Bu sanayi, Dinant şehrinde XII. yüzyıldan beri var­ dır. Asıl D. , sarı bakırdan yapılmış tabak, sahan gibi kap­ ların adıdır. Sonradan dövülmüş bakı rdan yapılmış eşraya da bu ad veri lmiştir. Bugün bunlar basınç altında kalıplara dökülerek yapılmaktad ı r. Dinant tabakası ( Fr. Di nantien ) , bir j eoloj ik tabaka. Devon ve Narn ur devirleri anı.sında bulunur. Orada iki ikin­ cil kat vardır : tournaisien ve viseen . Batı Avrupada D. T. na kömü r tabakalarının tabanını meydana getirdiğiıı den, büyük önem veri lmektedir : bu tabaka deniz çökeltisi (calcaire car­ bonifere = kömürlü kalker ) nden meydana gelm i ş olup birçok değiş i k rönler ( calcaires recifaux = deniz kayası kal­ kerleri v. b. ) gösterir. DINAPOR ( İng. Di napore) : bk. DİNAPUR. DİNAP U R ( İng. Dinapur ya da Dinapor ) , Hindis­ tanda, Bihar devletinin Patna kesim inde, Ganga ı rmağı üze­ rinde ve Patna'nın batısında bi r şehi r. 1 8 5 7 de Sepoy alay· larının ayak lanması, önem li bir askeri garnizonun bulundu­ rulduğu bu şehirde başlamıştır. Nüfusu 40 1 00 d ür. DINAR, Afyon i line bağl ı bir i lçe. Merkez ve iki bu­ cağı ( Dombayova, Haydar lı) i le 65 köyünün nüfusu 48 660 ( 1 965 ) tür. Köylerin çoğu 400 - SOO nüfusludur. İlçenin yüz ölçümü ı 4 1 7 km2 dir. D. , Afyon ilinin güneybatıya doğru uzanmı ş yerinin bir bölümünded i r. İ lçedeki yeryüzü şekil­ leri, Batı Torosların birer bölümü olan dağlar ( orta yük­ seklikteki Akdağ, Karadağ, Kızı lkuyu Dağı gibi ) ile bunlar arasındaki ovalar, alçak tepelikler durumunda olan çukur yerlerdir ( D. ın batısında uzanan ova, doğu�undaki eski bir bataklığın yeri olan düzlükler, bunun k uzeyinde Dombay Ovası, daha doğuda Güngörmez Ovası i le Çölovası gibi ) . Çok yeri kalkerlerden bi r yapı gösteren D . ilçesi top· cakları, bi rçok büyük kaynak, düden ve derelecin bu­ lundu iu bir yöredir. Burada yeraltı akışları olan bölümler de vardır. Büyük Menderes ı rmağını besleyen ana kaynak­ ların bir kısmı D. çevresindedir. D. ın doğusunda bir yama­ cm önünden Pına rbaşı adı veri len yerden büyük kaynaklar çıkar. Bunlar Çapalı bataklığını beslemiş olan sulardır. Bu sular, D. ın hemen doğusundaki ka lker yapılı sı rtların önün­ de dibe dalar, her halde bu sı rtın batısından Suçıkan adı verilen yerden bol olarak çıkar, D. ovası na doğru uzanır. Suçıkan suyuna güneyden Düden denilen yerden gelen su­ lar da karışır. Kaynak ları, yeraltı suları ve dereleriyle D. , suların çok bol olduğu bir yerdir. B u çevrede yıllık yağı ş tutarı S OO - 600 mm dir. Kışlar soğuk, yazlar sıcaktır. Bazı yı llarda birkaç gün don oldu­ ğu da görülür. Yağış, kış aylarında ve i lkbaharda artar, temmuz ve ağustos ile eylülde az olur. Kimi yıllarda kar yağdığ ı ve yerde birkaç gün ya da daha uzunca bir süre kaldığı olur. D. çevresindek i dağlarda bozulmuş ormanlada koruluklar (yer yer meşe, çam, dişbudak ) vardır.

D. ilçesi halkının başlıca geçim kaynakları arasında pancar yetiştiril mesi gelir. Ayrıca her çeşit tahıl, sebze ( özellikle baklagiller) çeşitli meyvalar elde edilir. Çevrede otlaklar ve yayla yerleri çok olduğundan hayvancılık da ge­ lişmiştir. D. kasabası l l 002 ( 1 965 ) nüfuslu, denizden 886 m yüksekte, bi r sırtın önünde ve eceğinde kurulmuş güzel gö­ rünüşlü bir küçük kasaba ve çevresinin işlek bir pazar ye­ ridir. Antalya, I sparta, Burdur, Denizli ve Afyon i llerini birbirine bağlayan yolların kavşak yerindedir. İzmir - Deniz­ li - Afyon demiryolu i lçeden geçer. Ayrıca, D. Antalya - Bur­ dur . Afyon şosesinin de üzerindedir. Kasabanın güneyinden ayrılan bir yol Denizliye ve güneydoğudan ayrılan bir yol da Isparta ve Eğridir'e uzanır. Kasabanın çarşısı, un fabri­ kaları, 2 000 tonluk tahıl ambarı, orta okulu, ilk okulları, otel ve Iokantaları, sineması, beton ve taş köprüleri, park­ ları, fidanlığı vardır. D. pazarına uzak yerlerden ( Sandıklı, Uluborlu, Eğridir, Keçiborlu, Çivril, Tefenni, Çal) gelenle­ rin sayısı çoktur. Pazar salı günlerinde kurulur. Kasabanın suyu bir km uzakraki Tanrıverdi Pınarı adındaki kaynak:an geti ril miştir. Ayrıca, elektrik ve sulama işlerinde Suçıkan, I lıca, Düden, İnci rli Pınar, Beşpınar, Dikici denilen kaynak sularından da yararlanılmaktadır. D. elektrikle aydınlatılır. Tarih : Celaenae adındaki eski Phrygia şehrinin ye­ rindedir. Bu şehi r vaktiyle önemli ve büyük bir merkezdi. Hşayarşa devrinde kral burada oturmuştur. Söylemiye göre, Apolion bir musiki yarışmasında hasmını yendikten sonra derisini burada yüzmüştür. Celaenae şehri, Marsyas ve Men­ deres ı rmaklarının kaynağında yer almaktaydı.

DINAR ( Lar. Denariu verblyud .«deve» ; Lat. /ebruariuı > Rusça /evral İtal. pe//eg,.ino, Fr. pe/erin, İ sp. pe/egrino ; Lat. *arbe,.g > a/berga > Fr. *al­ berge > auherge «han». Türk diyalekt ve ağızlarında da D . un birçok örnekleri vardır : Türkçe saman > Kazakça sama/ ; Türkçe armağan > armağa/ ; Türkçe s�klamb.ıf gömbe ; Türkçe ( Anadolu ) hamaz «kasırga» > hammaz > ham baz. D. olayı üzerinde bi rçok yazarlar durmuştur. M. Gram­ mont (La disıimilation ronsonanlique. Dij o rı , 1895 ) , K . Brugmann (Das Wesen der laullichen DiJJimilation . 1 909) gibi. DİSİ PASYON ( Fr. Di ssipation ) , enerj inin her hangi bir halden ısıya dönüşmesi olayı. D. , çoğunlukla sürtün­ me li sistemlerde arıaya çıkar : oıomobi lin kinetik enerj isinin frenlerle ısı enerj isine dönüştürülmesinde, viskoz ya d a tür­ bülanslı akışkanların hir boru içinden geçmelerinde ve gel­ git dalgalarının hareketinde olduğu gibi. Bunun gibi, elek­ rrikte R direnci bulunan ve içinden I §iddetinde bir akım geçen bir çevrimde de elektrik gücü RJ2 büyüklüğünde bir D. erki sinde kalır. Temperaıur ile saniye başına entropi üretiminin çarpı­ mına da D. fonksiyonu denilmektedir. DISIPLIN ( Fr. Discipline, Lat. Disciplina) : ı. Üni­ versitede öğretilen bilim kollarından her biri. Fizik, kimya, coğrafya v. b. birer D. dir. 2. ( Eğitim ) : Kişinin kendi kendini denetlernek ve toplumsal ölçülere uymak bakımından düş ünce, davran ış ve alışkanlıklarda kazanmış olduğu nitelik. Çağdaş D. anlayışı geleneksel anlayışa uymaz. Eğitim amaçları bakımından ikisi arasındaki fark, daha çok denetleme yolları ve kaynakların-

DİSİPLlN dadır. H e r ikisi de dershanede düzeni a m a ç olarak alırsa da, eski anlayışa göre asıl amaç, öğretmmin emir lerine hemen itaat edi lmesi, kurulmuş düzene ve kurallara sorgusuz ola­ rak uyulması idi. Bugün k ü D. ise iyi alışkan lıklar ve doğ­ ru d avranışlar kazanılmasını, kişi lik ve karakterin bütün o larak gelişmesini amaç alır. Daha eski ve dar bir D. an­ layış•na göre de, davranış ların denetlenmesi, ancak başkası tarafından, bazı kere de k uvvet zoruyla olmalıydı. Çağımı­ zın yeni ve yaygın olan D. görüşü, denetleme gücünü kişi­ nin kendi nde görmektedir. Bugün D. i ortak bir denetleme, sağd uyu ve demokra tik iyi niyetierin meydana getirecegıne inanı lmaktadır. Bu i se çocuğu daha geniş bir hürriyere ve bağımsızlığa hazırlar. D. anlayışındaki bu deği şme. denetlemenin daha olu'li­ lu bir amaçla kullanı lmasını sağlamıştır. Eskiden denetleme, çocuğun durumunun ve davranışlarının doğru olup olmadı­ ğını anlamak, değilse engellemek ve cezalandırmak için yapılırdı. Halbuki denetleme, ancak kabahat i ş ieyenin ısla­ hını amaç edini rse eğitici olur ; gereği gibi yapılırsa, eğiti· min vazgeçilmez bir elemanıdır ; bi reysel ve toplumsal çalış­ malar içinde yapı lan bir denetim, D. i yapıcı kılar ve ona yeni anlamını kazandırır. Buna yardım eden çalışma şekil­ l eri ise, çocukta iyi davranışlar ve alışkan lıklar kazanı lma­ sına yarayan s ı nıf içi işleri, bireysel ve grupla çalı şmalar, boş zamanda oyalayıcı uğraşılardır. Yeni D. anlayışı, çocuğun öğrenmesi ve toplumsaliaş­ ması üzerindeki eğitim araştırmaları ile desteklen mekıedir. Psikoloj i göstermiştir ki çocuk, deneyerek öğrenir ; üzeri nde çalışacağı konuya , korkudan uzak olarak duyduğu i lgi ve bundan doğan çalışını neşesi, onun başarı sını sağlar. Böyle Ç"-lışmanın sonucu olarak çocuk, kendi kendine glivenen, kendi yanlışlarını bulan ve kendini deneıleyen bir duruma gelir ve iyi seçmek, akıll ıca davranmak fırsatlarını bulur. Çocukta iyi davranışlar ve kendi kendini denetleme özellik­ leri, zaman ında iyi yollarla ve doğru işler yapmakla geli şe­ bilir. Güç konular üzerinde başarı lar kazanarak uzun zaman neşe içinde çalışmak, çocuklar için başlı başına bir D. eği ıimidir. D. in doğabi lmesi için bireylerin doğru davranışları anlamaları, iyi alışkanlık ve durumların neler olduğunu öğ­ renmeleri, doğru ve lüzumlu olduğu kabul ed i len toplum ölçülerini ben i mserneleri gerekti r : ay rıca bireyin kendi dav­ ranısları nda toplumsallaşması, birlikte ya şamaya ve çal ışma­ ya alışması, kişisel amaçları n ı toplum amaç larından sonra düşünmeyi öğrenmesi gerekir. D. , kişisel olduğu kadar grup yararını da gözermeyi gerektiri r ; kişi sel h üreiyeı l e birlikte bu h ür ri yerin bir sı n•rı ol"' asının kabulünden doğar ; demok­ ratik toplumlardaki anlayışa uygun olarak, başkaları için çalışırken bireye kendi kişiliğinin korunabilmesin i sağlar. D. i n sosya l tarafı, psikoloj ik yönü kadar önemlidir. Çocuk, okul, k lüp gibi top lumsal sınıfların bir üyesidir. Demokratik bir okul topluluğunda çocuklar, karşı lıklı etki ve yardım ile kendi davranışlarını düzelıebi lirler. Bu dav­ ranışları, onların birlikle yaşamak sorurounu kabul etmiş olduklarını gösterir. Grupun ürelerinden biri, gidişinde bi r yanlışlık yaparsa, grup onun davran ışını beğenmez ve ancak kendi da vranışını d üzeltip kişisel değerin i kazandıkran son­ ra, yeniden ona saygı gösteri r. Bu da ona grupun kuralları ile hoş geçİnıneyi öğreıir. Toplum denetlemesin i n bir okul içinde böylece ken­ dini göstermesi araçsız D. kontrolünün nasıl olabileceğini anlaımakıadır.

339

Denetleme- kaynağı ve gücü böylece değişince, öğret­ mene saygı, bi reysel ya da toplumsal b i r gereklik olarak kalmak tadır. Öğretmen, büsbütün silinmiş değildir ; ogren­ cinin kendi kendine hareker edebi leceği alanın sınırlarını çizmek, yine onun soru mu içindedir ; grup tart ışmalarını yö­ netecek ya da her öğrenciye ayrı ayrı yol gösterecek olan yine odur. Kendi kend ine D. ku rma· yeıene.z inin geliştirilmesinde asıl önemli olan, çocuğun amaçları benimsernesi ve bunlara varman ı n kendi yararına olacağını bilmesidir. Çocuk, işi ka­ bul edip onu yapmaya çalışırsa, D. doğar ve sonuca güven­ le varılır. Bazı çocuklar, dhiplinsiz olarak belirirler. Bunlar ken­ di benzerleri ne göre evde, okulda ya da toplum içinde hoş­ lanılmayan alışkan lıklar, huylar, davranışlar gösteren çocuk­ lardı r ; bu davran ışları sağlık ve eğitim yönünden birevsel gelişimlerine engel olur, toplumsal bakımdan da kendi ken­ di lerini faydasız duruma getirir. Bu çocuklar, küçük yaşla­ rında ya da sonraları ciddi bir problem olurlar. Disiplinsizlik problem lerinden çoğu, çocuklar üzerinde sınırsız bir baskı ile yanlış eğiti mden ve kendi kendini de­ netleme alı şkan l ığı veri lmemesinden doğmaktadır. Öğretim şekli ve metotlarının da disiplinsizlik olaylarında çok erkisi vardır. Bugünün psikoloj isi her disiplinsiz çocuk için ayrı b i r ıslah ve eğitim metodu kul lanı lmasını tavsiye etmekte­ dir. Çağımızın bazı okul ları, d i siplinsiz çocuklara ayrı sınıf­ l a r açıyorlar ; suçlu çocuklar, sin irli çocuklar, toplumsal ba­ kımdan uymazlık gösteren çocuklar ayrı ayrı gruplar halin­ de eğ . ıi liyorlar. Cezanın disiplin sizliği önlemek konusunda büyük bir erkisi olmadığı anlaşılmıştır. Ceza korkusu, çocuğu i raare zorlarsa da, her disiplinsizlik olayı ceza ile önlenemez. Disiplinsizlik olaylarının sebeplerini aramak, öğretmen ve psikologlar için kaçını lmaz bir ödevdir ve çok zaman çocuk rehberlik klinikleri n i n yardımına baş vurulma­ sı gerekir. Çocukların duygu hayatlarını ve problemleri­ n i bilen bazı tecrübeli öğretmen ler de, başka mesleki yar­ dıma ihtiyaç duymadan çocuklara yeniden çevrelerine uyma yeteneği kazandırabilirler. Çocuklara, severek yapabi lecekleri konuları vermek de, onları işe, top l uma ısındırarak disip­ linsizlik prob lemlerini ortadan kaldıran belli başlı çareler­ den biridir. Toplumsal sebepler de disiplinsizlik doğmasında erken olmaktadır. Ai lesin i n ihtiyaç i çinde olduğunu ve para ka­ zanarak ona yar dı m ermek zorunda bulunduğun u bilen bir lise öğrenci si, okula ve onun i sıeklerine uyamamaktadır. İşsizlik, harp gibi ağı r zamanlar da öğrenci ve öğretmen üzeri n e eıki yaparak di siplin sizliğe sebep olabi lir. D. , bugün eğitim ve öğretim amaçlarına varmak için bir şart olarak görülmektedir. D. alışkanlığı, çocuk ve gençlerde çalışkanlıkran üstündür. Çünkü D. öğrencin i n okuldan sonra da gelişmesini sağlar. 3. ( Ask. ) , askeri kanunlarla bun lara aykırı olma­ yan nizaın ve emirlere uymak niteliğ i , D. askerliğin temeli sayılır. Sağlam bir D. üst ile asrın, karşılıklı sevgi ve saygı içinde birbirlerine güven beslemeleri ile sağlanır. Böyle olmayan bir D. tehlikeli olur, sıkışık zamanlarda gev­ şer ; bu da başarısızlığa ve felıikeıe yol açar. D. in sağlanması, her memleket halkının gelenek ve göreneklerin e göre değişir. Meselıi Türk askerinde D. sert­ lik göstermekren çok onun gururuna değer vermek, fikri esenliğini geliştirmek ve ona örnek olmakla sağlanır. D. in

340

DİSİPLİN - DİSKRİMİNANT

yerleştiri lmesi, askerleri yalnız itaate ve vicdan sorumluluğu altında görev yapmağa, her hizmeti yerine getirrneğe alış­ tırmak ve gönül lere görev sevgisi sokmakla olur. D. in ko­ runması ve sürdürülmesi için her üst, özel kanunların ver­ diği yetki lerle koruyucu ve cezalandırıcı tedbirleri alır.

Disiplin cezaları : D. i asma ( askeri ıerbiyeci, D. i bozan ve ceza kanununun hiçbir maddesine uymayan işler ve haller) ile kabahat ( kısa hap si gerekti ren bazı hafif hal­ ler) !erin kasıt ya da kayıtsızlıkla yapılmasında Askeri Ce­ za Kanununun 1 64. maddesi gereğince verilen cezalar. Bu kanunun 165. maddesinde belirti len çeşitli cezalar 1 7 1 . mad­ de�indeki cetvelde gösterilen yetkilerle uygulanır. Disiplin kurulu : Silahlı kuvvetlerde D. işlerini in­ celeyip bir sonuca bağlayan kurul. DİSİYANODİYAMİD (Fr. Dicyanodiamide) REÇINE­ LERİ, d i siyanodiyamid (formül ü : H , N - C (NH) NH ­ CN in formaldehir ile yoğuşmasıyla elde edilen ve amino­ plast grupuna giren katılaştırılabilir yapay reçineler. Kimi plastik maddeler bu reçinelerden yapılabilir.

DİSJONKSİYON ( Fr. Disj onction ) [Fe!. ] : bk. AY­ RlLlK.

DİSK ( Fr. Disque, Lat. Discus, Yun. Dis kos) [Spor], eski Yunanlılarda ve Romalı larda uzağa atılmak için kullanı­ lan yassı ve tekerlek şeklinde ağırşak. Homeros zamanında D. taştan yapılırdı. Sonraki D. ler bronz ve kurşundan ya­ pılmağa başlanmıştır. Çapı 1 7 - 30 cm arasında değişmekte, ağırlığı aş. yu. iki kg kadar tutmakta idi ; üstlerin e yer yer ince ve zarif motifler işlenirdi. D. atıcıları ( Yun. Diskobo­ /oi) antik çağ sanatında çokça iş lenilen bir konu ol­ muştur. D. atışı, eski çağlarda olduğu gibi, bugünün sporun­ da da yaygındır. Günümüzün D. leri, ortası yuvarlak bir demir parçası bulunan tekerlek biçimli bir tahtadan ibaret­ tir. Bu tahta da bir demir çemberle kuşatılmıştır. Erkekle­ rin kullandığı D. 22 cm çapında ve iki kg ağırlığındadır. Kadınlarınkinin çapı 20 cm, ağırlığı bir kg dır. Yarışma­ larda bu D. 2 50 m çapında b i r daire içinden atılır. Spor­ cu, atış yönüne göre bu daire ' içinde kendi boyunun ekse­ ni etrafında tam bir dönüş yaparak D. i fırlatır. Atış çem­ berinin dışına çıkmak ya da eğilip sarkmak, atışın sayılma­ masını gerektirir (D. te bugünkü d ünya rekoru 60 m ye yakındır) .

DISKO [dfsko] , Groenland'ın batı kıyısında, D . ko­

yu ağzında bir ada. D. 1 600 m yüksekliğinde bir bazalt yaylasıdır. Qutdligssaat'ta linyit ocakları işletilmektedir. Bü­ yük ölçüde karides avlanır.

DİSKOBQLOS (Yun. diskos = disk ve ballein

=

DİSKOBOLOS ( Terme Müzesi, Roma)

DİSKOMİSETLER

ya

da DİSKLİ MANTARLAR

( Lat. Discomycetes ; Yun. diskos = disk, mykes = mantar) , bazı sınıflamalarda, askomisetler ( bk. ASCOMYCETE'LE R y a da ASKLI MANTARLAR) sınıfından bir mantar gru­ pu. B unlarda sporları meydana getiren organ, disk ya d a çanak biçimindedir.

DİSKOPATİ ( Fr. Discopathie ; Lat. diJ cus = disk ; Yun. paJhos = hastalık) [Tıp] , omudar arasındaki d i skle­ rin herhangi bir sebepten i leri gelen ve herhangi bir şe­ kilde beliren hastalığını aniatmada kullanılan genel te· ri m. İki çeşit D. ayırdedilir : ı. Tek ve şiddetli bir çarp­ madan ya da tekrarlanan küçük küçük çarpmalardan i leri gelen tromatik ( Yun. Jrauma, yara ) kökenli D. ler ( Disk fıtığı, bu türlü D. nin tipik bir örneğidir ) . 2 . Omur arttiris ( yangılı eklem hastalıkları ) leri ve arırosis ( yangısız eki em hastalıkları ) leri sonucunda meyda· na gelen ya da omurlara malisu s bir yara ( Pott hastalığı ) nın yol açtığı D. ler ( D. !erin bu türlüsünde bazı disklerin büsbütün yok edildiği görülür ) .

atmak) , disk ( b. bk. ) atma yarı şlarına katılan atlet. Disk atma yarışması, Yunanistanda çok eski bir spor­ dur. Eski heykelciler, atletin diski atarken çeşitli anlardaki hareketlerini tesbit etmişlerdir. Louvre Müzesindeki heykel, atietin diski atmadan önceki halini, New York'taki küçük tunç heykel, atletin diski kaldırdığı anı, Myron'un M. Ö. 4�0 yılına doğru yaptığı ve Lukianos'un tarifine göre birçok kopyalan bulunan heykel, atietin gücüyle diski atmağa ha­ zırlanışını, son olarak, Napoli Müzesindeki heykel de diski attıktan sonra onun hareketini izliyormuş gibi görünen at­

DİSKRETİF ( Fr. Discr�tif) , iki olumlamayı kapsa­ yan bileşik bir cümlecik. Bu olumlamalardan biri, yüklemin bir özneye uygunluğunu, öteki ise başka bir özneye aykırılı­ ğını belirtir. Örnek : Asıronomi bilimseldir, astroloj i ise bilimsel değildir.

leri canlandırmaktadır.

lerini

DİSKRİMİNANT ( Fr. Discriminant) , simetrik bir fonksiyon. ı. f

(x)

xı, XJ,

=

n

l:

i=o

• • • •

a i xi şeklindeki bir polinomun kök-

, xn ile

göstererek, buna karşılık

olan D.

DİSKRİMİNANT

ı ı �l

. Julius olarak ku ı sallaştır ı lmış t ır . İmparator Augusrus devrinden başlayarak bu türlü tanrı laştıemalar gittikçe artan bir görenek halini a lmıştır. DIX [diks] , Doroıhea Lynde ( 1 802 - 1887 ) , A me­ rikalı bir hayırsever kadın. Hampden ( Maine) de doğmuş, Trenton ( New Jersey ) de ölmüştür. Fak ir delilere karşı gösterdiği ilgi ve yaptığr yardımlar Amerika Birleşik Dev­ letlerinde kendisini tanıtmıştır. Devlet hastahanelerinde de­ lilere karşı daha iyi daveanılmasını ve birçok tırnarhane ve yurtların kurulmasını sağlamıştır. Çocuklar için de yaz ı lar yazmı ştır. Başlıca eserleri : Evening Hours (Akşam saat leri ) [ 1 8 2 5 ] ; Hymns for Children ( Çocuklar için ilahiler) [ 1 82 5 ] ; American Ta/es for young Persons ( Gençler i çin Amerikan masalları ) [ 1 8 3 2 ] . D I X [diks] , John Adams ( 1 798 - 1879 ) , Amerikalı general ve diplomat. Boscawen (New Hampshire) de doğ­ muş, New Yorkta ölmüştür. Ordudan ayrıldıktan sonra avukat olmuş, senatör seçilmiştir ( 1845 - 1849 ) . Kuzey - Gü­ ney savaşlarında Kuzey Ordusunda generall i ğe atanan D. , önce Maryland ile doğu Virginia'da askeri valilik etmiş, sonra da New York limanı komutanı olmuştur. 1866 da Birleşik Amerika Devletlerinin Paris elçiliğini yapan D., 1 873 te New York valisi olmuştur. DIX [diks] , Ono (doğ. 1891 ) , Alman ressamı. Geva yakınında Unterhausen ( Almanya ) da doğmuştur. Düsseldorf ve Dresden akademilerinde çalışmıştır. Berlin ve Dresden'­ da oturmuş, Dresden akademisinde profesörlük yapmıştır ( 1 927 ) . Görevinden ayrılmak zorunda kalan D. ( 1 9 3 3 ) , Constance gölü kryrsındaki Hemmeuhofen'a yerleşmiştir. İkinci Dünya Harbinde orduda görev almış, sonra yine Hemmeuhofen'a dönmüştür. D. gerçek ve doğrunun yer

DIX, Otto

3 68

-

aldığı bir üslüp i çinde eserler vermekle sanat hayatı n a gir­ miş, bu üslübun getirdiği ince ve sert yön, sanatçıya obj ek­ tif olma yolunda bir teknik esinlemiştir. D. in önemli gra­ v ür eserlerinin başta gelenlerin i, savaş hayatı sonrasının yergili taşlama ile dolu alaycı anlamlı olaylarından iş lenmiş konular meydana getirmektedir. Eserleri arasında «Akraba· larının portresi» [ 1 924] ( Niedersachsische Landesga lerie, Hannover) anı labi lir.

DIXELIUS [ dikı �liuı] , Bildur Emma, Eufrosyne ( doğ. 1 8 7 9 ) , İsveçli kadın yazar. Nederkalix - Norrbotten'da doğmuştur. 1 9 1 6 ya kadar yazılarında ilk kocası Brettner'in adını kullanmıştır. D. , doğduğu yerin köy hayaun ı anlatan hikiyeler yazmıştır. Bu hikayelerde ciddi bir görüşe ve de­ rin bir anlayışa sahiptir. Bunlar yer yer köy folkloru bakı­ mından kültür tarihini ilgi lendirir. Daha sonra:arı D. , psi­ kanalitik tasvirlere geçmiştir. Ayrıca sosyal eleştirmeli bir dram da yazmıştır. Yazıları : Barnet ( Çocuk ) [ 1 9 1 0 ] ; En m eıallia n ı ( Dt>nksiz evlen me) [ 1 9 1 6] ; Drömmen (Rüya ) [ 1 9 ı 7 ] ; Far och ıon ( Baba i le oğlu) [ 1 9 1 8 ] : Priiıtdo//ern, Priistdotte•ns ıo n Sonıontn (Rahip kızı, rahip kızının oğlu, torun ) [ 1 920 - ı922] ; bu eser bir roman tri loj i sidir. Sara Alelia (ad) [ 1 929] ; Synderıkan ( Suçlu kadın) [ 1 9 2 5 ] ; Iboj or (Zincirlenmi ş ) [ 1 926] ; Mördaren ( Kaati l ) [ 1 928] ; Ragnar och Lola ( R. ile L. ) [ 1 929] ; Skohandlare Sandin och hanı barn (Kandura satıcısı Sand in ve oğl u ) [ 1 936] ; A daret pl /iallet (Dağda gemi demiri ) [ 1937] Stormanı/ru och helgon ( Büyük adamın karısı ile ermiş) [ 1 95 1 ] .

DIXON [ dfk ı ln] , Amerika Birleşik Devletlerinde, Illinois devletinin güney bölgesinde bir şehir. Chicago'nun aş. yu. ı s o km batısında bulunan D. da çimento fabrikaları vardır. Nüfusu 19 565 ( 1 960) tir. DIXON [dfkıln ] , George ( ölm. aş. yu. 1800 ) , İngiliz gemicisi. Cook ( b. bk. ) un son seferinde, «Resölution» ge­ misinde gedikli erbaş olarak görev almıştır. 1 7 8 5 te, Natha­ niel Porılock'un, Amerika'nın kuzeybatı kıyısı boyunca yaptığı ke�if seferine katı lan «Queen Charlotte» gemisinin kaptanlığına seç i lm iştir. Yalnız başına keşif seferlerine çık­ mak üzere görev alan D. , 1 4 ma}·ıs 1 787 de Queen Char­ lotte adasını bulmuştur. A voyage ro11nd the world ( Dünya etrafında bir gezi ) [ 1 789] adlı eseri yazmıştır. DI XON [dfkıJn] , Harold Baily ( 1 8 5 2 - 1930 ) , İn­ giliz kimyacısı. Londrada doğmuş, Lytham'da ölmü�tür. Gaz­ ların patlaması üzerine önemli deneysel araştırmalar yapmış­ tır. 1 8 74 ten 1922 ye kadar Manchester'de profesörlük etmiştir. DIXON {dfkıln ] , William Hepworth ( 1 8 2 1 - ı 8 79 ) , İngiliz yazarı v e gazetecisi. Newton - Heath'de doğmuş, Londrada ölmüştür. 1 8 5 3 - 1 8 69 yı llarında «Athenaeumı> dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Fserleri : New America (Yeni Amerika ) [ 1 867 ] ; Spiritual WitJeJ ( Manevi zevceler) [ 1 868] ; Free RuJJia (Serbest Rusya) [ 1 870) ; Her Majeıty'ı Tower (Kraliçenin kulesi ) ( 1 8 69 - 1 87 1 ] .

,

DIXENCE [diıaı] ( La ) y a d a BORGNE D'Ht­ RtMENCE [ borlfder�maı ] ( La ) , İsviçrenin Valais bölge­

sinde, la Borgne ırmağının sol kolu olan ve sel şeklinde akan ı 7 km uzunluğunda bir dere. D. ın 2 200 m yüksek­ likte bulunan yukarı bölümünde bir baraj yapılmıştır. Bu baraj ın taban kalınlığı en çok 198,5 m dir. 2 2 m genişliği olan taç bölümünün uzunluğu 700 m dir. Buraya yerleştiri­ len betonun hacmi 5 900 000 m' ten çoktur.

DIXIE [ dfkıi] Amerika Birleşik Devletlerin i n güney bölgesinde, Mason ve Dixon çizgisi güneyinde bulunan devleıler topluluğunun adı. Bu adı açıklamak için çeşitli etimoloj i lere baş vurulmuştur. Bunlardan biri, İ ç Harpten önce New Orleans'ta bir banka tarafı ndan çıkarılan k ağıt para ile ilgilidir. On dolarlık bankncıların arkası nda Fran­ sızca olarak Dix ( = on ) sözü ile bazı başk a Fransızca söz­ ler basılı idi. Bundan dolayı, güneydeki devleıler ve özel olarak Louisiana, !and of Dixies (D. ler yurdu) ve son ra­ dan Dixie !and (D. yurd u ) olarak ad landırılmıştır. Aş. yu. bu yı llarda zenci halk şarkıları yazarı Daniel Emett, New York'un soğuk ve sıkıntılı sokakları n a bakarken D. de olmayı istemiş ve kemanını alarak sonradan gü neyin ulu­ sal marşı diye adlandırı lan ve «Away down South in D.» ( = ta u zaklarda, güneyde D. de) sözleriyle baş layan neşeli şarkıyı yazmıştır. Dixie, Dixieland ( Mus. ) . Bk. CAZ. ,

DİYADEM

DİYABAZ ( Fr. Diabase) , gabbors (a lkali - kireç se­ risinin çok yaygın, tane li, derin seviyeli taşları ) lar türün­ den eski volkanik akma taşlar. Bunların renkleri koyu yeşil ile kara arasında değişir. Paleozoik tabakalarda bunlara çubuklar, damarlar ve dışarıdan içeriye püskürecek dağılmı� ( birçok hallerde denizin dibinde bulunan ) tabakalar şeklinde rastlanır. Birçok hallerde tüfler ve lav akışları ile birlikte görülür. Yuvarlak yığınnlar halinde de sık sık görüldüğü olur. D. bademtaşı (Alm. Mandelstein) nda kireç spatı ( Kalkspat) ile dolu gaz portarına rastlanır. D. Aphanit'ler adı, yapıları ince tanelilik ile yoğunluk arasında değişen D. la ra veri lir. D. kabuk taşları (D. Schalsteine) adı ise, yassı tabakalı bir yapı gösteren katlanmış D. tüflerine verilir. Moloz taş (4 cm büyüklüğe kadar olan kırma taşlar ) , döşe­ me taşı ve yapı taşı olarak kullan ılı r. DİYABET ( Fr. Diabete) [Hek. ] : bk. ŞEKER HAS­ TALIG I. DİYADEM ( Fr. Diademe, Yun. Diadema ) , süs ya da

DIXIPUS MOROSUS (Zoo.) : bk. SOPA ÇEKİRGESİ. DIXMUDE, Almanların 68 5003 hacminde, 226 m uzunluğunda olan ve ı 9 1 9 yılında Fransı zlaca teslim ettik­ leri Zeppelin adındaki güdümlü balonianna sonradan veri­ len ad. Bu balon, Afrika ile Akdeniz üzerinde 1 1 9 saatte 8 000 km lik bir yolculuk yaptıktan sonra 1 9 2 3 aralığında havada parçalanmıştır. Cesedi Sardunya adası kıyılarında bu­ lunan deniz albayı du Plessis de Grenedan'ın yönetimindeki D. de, birçok Fransız hava ve deniz subayı vardı.

.

2 D İ Y A D E M ı . Roma ( Fortuna heykelinden ) , 2. Mısır (Thot - He­ tep'e ait mezardaki bir freskodan)

DİYADEM - DİYAFRAGMA

369

çeşitli sıcak sular ( kiıkürtlü, demirli ) , bu çevrevi bir kaplıcalar yöresi durumuna geti rmı ştır. Birbirinden 50 - ı 00 m uzak lı k tak i bu sıcak su kaynakları, buradaki kı­ rı lma ( fay) çizgi leri boyunda bulunur ve fermilı adıyle anılan kaplıcalar olarak görülür : Bekir çermiği, Deli çermi­ ği, Yılanlı cermiği, Davut çermiği, Köprü ı lıcası gibi. Di­ bekli köyü yakınında bir maden suyu da vard ı r. Varlıkları eskiden beri bilinen bu kaplıcalar yöresinde hemen hiçbir sağlık kuruluşu yoktur. Bu raya yazın gelenler, kaynaklar yakınlarına çadırlar kurarak barınırlar. Bu çevrede ı lıca sularından oluşmuş çok güzel görünüşlü kalker tüflerinden, Murat çayının geçtiği doğal köprüye, Murat ırmağına, süslü tepecik ve yarnaclara kadar pek çok turistik yerler vardır. İ lçede tarı m (arpa, buğday ) ve hayvancılık ( koyun ) başlıca geçim kaynağıdır. Kasahada ve bazı köylerde halı, ki lim, cicim, keçe de yap ı l ı r. Yazın bi rçok köyler davarları ile bi rli kte çevredeki yaylalara çıkar, güzün yerlerine inerler. D. kasabası, Trabzon - Tebri z transit yolunun 7 km güneyinde, deniz yüzünden 1 940 m yükseklikte, Murat ı rmağının sağ yakasındaki düzlükıe kurulmuŞtur. Ana şose üzerinde olmaması yüzünden sapa kalmış, doğal zengin likle· ri olmak l a birlikte geli şememişıir. Ana yoldan ayrılan kötü bir yol, güneydeki kasahaya ve buradan da ham bir yol 8 km daha güneydeki ı lıcalar yöresine uzanır. Yazın D. i le Ağrı ve Erzurum arasında motorlu taşıtlar işler. Kışın taşıt· lar yanında, at ile çeki len kızaklardan da yararlanılır. D. belediyesi 1904 te kurulmuştur. Küçük bir parkı, çarşısı, paz> la kurulmuştur. D. İ. B. nın kuruluş sebebi , bu kanunun gerekçesinde şöyle beli rtilmektedi r : «Din ve ordunun siyaset eeceyanları ile alakadar olması birçok mehaziri daidir. Bu nokta - i nazardan, yeni bir hayat ve varlığı temin etmek vazifesini deruhte eden Türkiye Cumh u r i yeti teşki lat - ı siyasiyesinde zaten muhdes olan Şer'iye ve Evkaf Veka letiyle Erkan - ı Harbiye - i Umumiye Vekiletinin mevcut olması muvafık ol amaz.» Başkanlığın göreceği işler ise, aynı kanunun 4. mad­ desinde şöyle belirti lmiş b u l unmaktadı r : «Türkiye Cumhu ri­ yet inde muarnelat ı n asa d a i r olan alıkamın teş ri' ve infazı, Türkiye Büyük Mil let Mec l i si ile onun teşk i l ettiği hükü­ mete ait olup, din - i mübin - i İslam'ın bundan maada itikadat ve ibadata d a i r bütün ahkam ve mesa i i b inin ted­ viri ve müessesat - ı d i niyen in idaresi için Cumhuriyetin makarnnda bir Diyanet İş leri Rei sliği makamı tesis edil­ m i şti r.» 9 temmuz 1 96 1 tarihli ve 334 say ı l ı Türkiye Cumhu­ riyeti Anayasasının 1 54 . maddesinde de : «Genel idare içinde yer a lan D. İ. B özel kanununda gösteri len görevleri yerine geti rir» denil mekted ir. D. İ. B. nın merkez örgütü. bir başkanla başkan yar­ dımcısı, Müşavere ve Dini Eserler jnceleme Kurulu, Zat İş leri, Sicil ve Levazım Müdürlüğü, Yazı İş leri ve Evrak Müdürlüğü, Yayı m Müdürlül(ü, Hayrat Haclernesi İşleri Müdürlüğü ile Mushaflar İ n celeme Kurulu'ndan meydana gelmi ştir. İ l ierde ise müfıülük ve ona bağlı örgütler vardır ( 5 63 sayılı kanunun ı. maddesi ) . Diyanet İşleri Başkanı, başbaka nın önermesi üzerine cumh urbajkanı tarafından atanır. Başkan yardı mcısı ile Mü­ şavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu üyeleri, Diyanet İşleri Başkanının seçimi, başbakanın önermesi üzerine cum­ hurbJşkanı tarafından atanırlar. Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu üye yardımcıları ile müdürler, başkanın önermesi üzerine başbakan tarafı ndan atanır. Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu üye ve yardımcılarının ·

3 76

DİYANET İŞLERI BAŞKANLIÖI - DIYANSEFAL

akait ve islami bilimlerde uzman olanlar arasından seçilmesi şarttır. 1 962 yılı bütcesinin S cetvelinde 10 2 5 0 imam · hatip, müezzin ve kayyum kadrosu vardır. Bu kadrolar 200 • 400 liralıktır. Bunların atanması, değiştiri lmesi ve görevden çıka· rılması işleri 5634 sayı lı kanunun 6 maddesine daranılarak hazırlanmış olan 2 1 nisan 1 9 5 2 tarihli ve 3/14892 sayılı «Hayrat Haclernesi Tüzüğü» nde beli rtilen esaslara göre yürütülür. .Ayrıca 6465 sayı l ı kanunla alınmış 1 001 adet 300 - 500 lira aylıklı imam - hatip kadrosu vardır. Bu kadrolara ima"' ­ hatip okulu mezunları barem kanunundaki esaslara göre atanmaktadır. 5634 sayı lı kanunun 6. maddesine göre · «Köylerde imamlık yapabi lmek, D. İ. B. nın ya da bu makamın yetki li kılacağı müftülüklerin yazılı müsaadesine bağlıdır.» Köy imamları, ücretlerini Köy Kanunu gereğince köy . bütçesinden alırlar. Kur'an öğretim kursları da D. İ. B. nca yöneti lir. Bu kurslar cami hizmetinde çalışanlarla en az ilk öğrenim gör­ müş ya da ilk öğrenim çağını geçi rmiş, faka t Türk harfle­ riyle okur yazar olanlardan isteyenlere, Kur'anı usul ve ka­ idelerine göre yüzünden okumayı ö�retmek, bütününü ya da bir kısmını ezberletmek maksadiyle açılır. Bir yerde kurs açı lahilmesi için, en az 20 öğrenciyi alabilecek, sağlık şartfarına uygun bir kurs yeri ile gerekli sıra ve ders araçları sağlanarak, D. İ. B. n a kursun açıl­ ması için müftülükçe yazılan ve o yerin en büyük mülkiye amirinin imzasını taşıyan bir yazı göndı=ri lir. En az ilk okul mezunu olup Hayrat Haclernesi Tüzüğü gereğince yapılan sınav.l a yetkili olduğu an laşılan biri öğretici liğe atanır. Kursta, her gün öğleden önce 2 , öğleden sonra 2 ve cumartesi günleri d e öğleden önce 2 saat olmak üzere haf­ tada 22 saat ders yapılır. Kur'an kurslafT, müftülerin den e ­ timi altındadır. Ayrıca o yerin en büyük mü lkiye amiri ve milli eğitim müdürü ya da ilk öğretim müdürü, kursları her zama n teftiş edebi lir. Bu denetimi, bucak merkezle­ rinde ve köylerde bucak müdürü ya da yetki li kılacağı bir öğretmen yapar. Kursa devam edenlerden en az ilk okul mezunu olan­ lar, Kur'anın bütününü ezberlemişler ve okunuıuna mahsus usul ve kuralları öğrenmişlerse, sınavları yapılarak kendile rine müftülükçe tasdikli bir belge verilir. Kurslar, ramazanda bir ay ve ku rsun bulunduğu yer­ deki i l k okulların yaz tati li süresince tati l yaparlar. Kurs öğreticilerinin bir kısmı ücretli, bir kısmı da ücrersizdir. Ücretli öğreticilerin kadroları bütçelerin D işaretli cetvelinde gösteri lmiştir. 1 962 yılı bütçesinde 666 ücretli öğretici kadrosu ve ödeneği vardır. Ücretsiz öğreti­ ciler, bu işi parasız yapacak larına da;r bir belge verirler. 1 962 yılı başında parasız öğreticilerin sayısı 1408 idi. Kur'an öğreti mi kursları i çi n D. İ. B. nca hazırlan­ mış bir yönetmelik vardır. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Ka· nununda D. İ . B. n a bağlı olanlardan bazıları ıçın özel hükümler bulunmaktadır. Adı geçen kanunun 16 ocalc: 1 95 3 tarih ve 60 [3 sayı lı kanunla değiştiri len 40. maddesinin ( C ) bendi şöyledir : Diyaneı İşleri Başkanı ve yardımcısı 65 ya şını deldurduktan sonra vazifesini yapınağa yetersi zlikleri İcra Veki lieri Heyetince ; Diyaııet İşleri Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu başkan ve üyeleri ile yardımcı ları, müfıüler, viiizler ve hayrat hadernesinin yine 65 yaşını do!-

durduktan sonra vazifelerini yapmağ'l yetersizlikleri D. İ . B. nca belirtilineeye kadar ve dersiamlar hayat kaydiyle çalıştı­ rı labi lirler.» 5434 sayı lı kanunun 99. hükmü de şöyledir : «Emekli, adi malül lük, vazife mal ü llüğü, dul ya da yetim aylığ ı, son hizmet zammı alan lardan hiçbir şarta bağlı olmak­ sızın emeklilik hakkı tanınan vazifelere tayin edi lenlerin aylıklarının tamamı, bu vazifelere tayinleri tarihini takibe­ den ay başından itibaren kesilir. . A ncak hayrat hadernesinin aylıkları kesilmez ve kendi lerine bu hizmetlerinden dolayı son hizmet zammı d a yapılmaz.» 22 mayıs 1 9 5 1 tarih ve 5773 sayılı kanunla bu maddenin hayrat bademesi hakkın­ daki hükümlerinin dersiamlara d a uygulanması kabul edilmiştir. D. İ. B. din konusunda yayınlar da yapar. Bunlar, Başkanlığın kuruluşundan 195 1 yılına kadar devlet bütçe­ lerine konulan ödeneklerle yönetilir ve parasız dağıtı lırdı. Bu usulün bütçeye yüklediği masraf ve başka çeşitli sakıncalar göz önünde tutularak, hükümetçe yapılan teklif üzerine 2 temmuz 195 1 tarih ve 5806 sayı l ı «Dini Yayınlar Döner Sermayesi hakkında Kanun» kabul olunmuşıur. Bu kanunun 5 . maddesi gereğince, Maliye Bakanlığı ile D. İ. B. tarafından hazırlanan bir yönetmelik, 15 ka•ım 1 9 5 1 tarih ve 3 / 1 3 9 3 4 sayı lı Bakan lar Kurulu ka rarı ile yürürlüğe girmiştir. Başkan lık yayınları arasında 1 961 yılında bastırılmış olan Kur'an - ı I\ erim ve Türkçe A n lamı adlı 3 ciılik eser, büyük bir ihtiy aca cevap vermiştir. Türkçe anlamı ile hr­ şı lıklı basılan Kur'an, XVI I . yüzyılda yetişmiş Türk hattatı Hafı z Osman (b. bk. ) tarafından yazılmış olan nüshadır. 22 haziran 1 965 tarihinde kabul edi len 633 numaralı «Divanet İşleri Başkan lrğı kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun» ile D. İ. B. şu şeki lde örgütlenmiştir. I. Başkan ; n. İki başkan yardımcısı. A. Merkez kuruluşu : ı. Din İşleri Yüksek Kurumu ; 2. Dini Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Daire­ si ; 3. Tefıiş Kurulu ; 4. Hukuk Müşavi rliği ; 5. Personel Dairesi ; 6. Donatım Müdürlüğü. B. İller kuruluşları : ı. İl müftülükleri ; 2 . İlçe müftülükleri.

DİYANSEFAL ( Fr. Diencephale ; Yun. dia = ara, orta ; en = de, içinde ; kephale = baş) ya da ORTA BEYİN ( Anatomi } , beynin taban bölümünde ve üçüncü karıncık yakınında yer alan bölgesi. Bi rçok bitkisel ( mera­ bolizma ve beslenme gibi doğrudan doğruya hayatın deva­ mı ile i lgili fonksiyenlara bağlı ) ve ruhi hayat merkezle­ rini barındırır, ve beynin korteksinden arka beyine gidip oradan gelen sinir yollarının geçiş yeridir. D. in boz madde çekirdekleri, boz merkez çekirdekle­ rinin bir bölümüdür. D. i n en büyük bölümü ve bir adı da . «optik tabakalar» olan talamus (Yun. thalamoı = ova ) , duy­ gu yol larından ara menzil görevi görür. Talam us'a bitişik olarak, telansefal (ön beynin ön bölümü) den türemiş çizikli cisim bölümleri görü ıii r. Bu bölümler hareket yolla­ rının ara menzilleri olup otomat i k hareketlerin yapılmasında rol oynar. Talamus i l e çizikli cismin inerceksi ve kuyruklu çekirdekleri arasından, baş lıca i radi hareket yolu olan pira­ midal ağın l iflerini kapsayan beyaz bir madde, yani iç kap­ sul geçer. D. in hipotalamuı ( h ypothalamu• ) da denilen alt bölümünün, pitüit sapı i le bağlı bulunduğu hipofizle i lişkisi vardır. Hipotalamus birçok bitkisel hayat merkezlerinin ve bu arada özellikle uyku merkezinin bulunduğu yerdir, hipo-

3 77

DİYANSEFAL - DİYAPERİS

1 ı

3

�lılılılılılılı 4

5

DİYAPAZON ( sabit titreşimli ) : ı . Elek­ tro-mıknatıs, 2. Kontak vidası, 3. Anahtar, 4. Pil, 5. Diyapazon transpozisyona baş vurması gerekirdi. Scheible­ rin tonmesser (ton ölçeri ) inin meydana gel­ mesi ( 1 834) nden önce, geçmişte belirli bir zaman ve yerde kullanılan D. ancak bi rtakım tahminlerle bulunurdu. XIX. yüzyı lda, Pariste DİYANSEFAL : ı . Saydam bölme, 2. Üçgen , 3 . Nasırsı ci sim, 4 . D. 423 peryoddan 4 3 ı , 7 5 e, sonradan da, ı856 Monroe deliği, 5 . B o z birleşek, 6. Talamus y a da opti k tabaka lar, ya doğru, 4 50 peryoda geçmiştir. İngi lterede ise 7. Epifiz, 8. Hipotalamus, 9. Pitüit sapı, ı o. Hipofiz, ı ı. Üçuncü o zaman larda 4 5 5 peryotta idi. Pariste topla­ karıncık, ı2. Beyincik. 1 3 . Üçgen , ı4. Çıkıntı, ı 5 . Üçüncü karıncık, nan bir uluslararası komi syon peryot sayısını ı 6. Talamus ya da optik tabakalar, 1 7. Hipotalamus ( yani D. adını taşıyan aletin la'sının peryot fizin salgı lamalarını ayarlar ve hormonlardan etkilenir. Ko­ sayı sını ) 4 3 5 olarak tesbit etmiş, sonra bu sayı ı939 da zalaksı (pineal) cisim denilen salgı bezi, D. in arka bölü­ radyo ve gramofonun etkisiyle 440 a çıkarı lmıştır. Şimdi, münün alt yanından sarkar durumdadır. bi rçok müzi syen bu sayının azaltı larak nihai olarak tesbitini i stemektedirler. DİYAPAZON ( Fr. Diapason) : ı. Eski çağ Yunan müzik kuramında kullanılan bir deyim olup ortaçağ ve Rö­ nesans müzik bilginlerinin oktav (do 1 - do 2) a verdik leri ad. 2. Ses dizisinde belli bir sesin göreli yüksekl iği. 3. U harfi şeklinde madenden yapılmış bir alet ; bu aletin titreşimi belirli yükseklikte müzikal bir ses çıkarır. 4. Nefesli saz yapımında boruların uzunluğu ya da yüksekliğiyle çapları arasında benimsenmiş orannların tümü. Orglardaki borular için de bu oranıılara uyulur. . 5. Ağtz D . u , müzikçilerio tam la sesini (hatta sol, re, mi gibi sesleri de) bulmak için kullandıkları oynak dilli bir düdük. Eski zaman D. unun tarihi hakkında org bo � ulan, bize bi lgi verebi lirdi. Fakat bu alandaki araştırma lar kesin sonuç vermemiştir. Bu alanda elde edilen bilgiler Mahil lon, Le Cerf ve Labande'ın 1 932 de çıkan etütlerinde toplan­ mıştır. XIX. yüzyıldan önce D. çeşitlerini belirtmek için birçok deyim k u l lanılırdı : oda ton u ( ton de chambre) , kilise tonu ( ton d e chapelle ) , opera tonu (ton d ' opera ) . . . ı 600 - ı820 yıllarında oda tonu ya da tonları ( fli'ıt, obua, fli'ıt bassosu ) (bassoo ) genel olarak ki lise tonu ( k i lise orglan ve bazı başka nefesJiler) ndan ı - ı 1 / 2 ton daha alçaktı. Sesler ve telliler, birlikte çalışacaklan değişmez toplu aletiere uyarlardı. Çeşitli değişmez ton lu aletlerin birlikte çalmalan i stenildiğinde, bir ya d a öbür grupun ·

DİYAPEDEZ ( Fr. Diapedese ; Yun. dia = aradan ; pednis = atlama) [Fizyoloj i ] , kan hücrelerinin kı lcal da­ marlar dışına çıkarak dokulara girmeleri olayı. Tıp. Akyuvarların kılcal damarlar dışına çıkması nor­ mal ise de, bu olay yabancı maddelerin ve özellikle bakteri toksinlerinin meydana getirdiği olumlu bir şimiyotaksi ( Fr. chimiotaxie = kimyasal bir maddenin yaptığı uyartı sonucu olarak hücreleri ya da organları harekete geçiren refleks) nin etkisiyle şiddetlenebilir. Akyuvarlann toksin yuvarlarına doğru, yani doğrudan doğruya mikcoplar üzerine yürümeleri bu olumlu şimiyoterapi sayesinde olur. Bu durumda yutar hücre ( phagocyte) halini alan akyuvarlar, çoğu zaman mik­ copların etrafını sararak onları yok eder. Buna göre de D. , yalnız intan (in/ection) !ara karşı değil, vücuda giren canlı ya da cansız her şeye karşı organizmanın ilk savunma aracı sayı lır.·' Meçnikov'un incelediği bu olay her zaman uvgun sonuçlar vermez. Özellikle, akyuvar hücumu aşırı derecede olduğu zaman dokuların mayalanarak erimeleri sonucu doğar. Yansılanma (in/lammation ) ya karşı kullanılan ila.çların, söz konusu olayın aşırı dereceye varmasını önlemek gibi bir faydası da vardır.

DİYAPERİS (Diaperis) , Omurgasız hayvanlardan Eklembacaklılar (Arthropoda ) dalının Böcekler ( Insecıa) sınıfının Kınkanatlılar ( Coleoptera) takımından bir cins.

378

DİYAPERlS

-

Kara parlak ren k li, sarı ya da kırmızı lekeli, kü­ remsi gövdeli hayvanlardır. Mantarlarda yaşar.

DİYARBAKIR minde hörgüçlü öküz, arslan, iki baş l ı karta!, koşan adar, kanatl ı ej der, arslanlar ve belden yukarısı çıplak insan ka­ bartması, l l ı 7 den kalma sepet kulpu kemerler gibi Türk sanatının eşsiz örnekleri i l e D. görülmeye değer. Halife Ömer çağındaki İ slam yayı lmasından beri, Bizans ve Haçlı sefer lerini de görmediğinden D . Anadolu'nun en bü­ vük Türk mutasavvıf, bi lim, şiir ve sanat erlerini yeti ştiren bir kültür merkezi olarak kalmıştır. Şehrin adları : A surl u I . Adad Nirari ( 1 3 3 6 - 1 30 5 ) den kalma b i r kı lıç tutağındaki çivi yazılı Amidi adı, M . Ö . 800, 762, 7 26 v e 7 0 5 yıl larından kalma Asurlu valisi ad­ larını bildiren belgelerde de geçmektedir. Bu a dın, Subaru ( Huri ) lardan kaldığı anlaşılıyor. 305 te Hıristiyanlığın Arsaklı Il. Tiridat çağında kabu lünü bildiren Agathange­ h.ıs'un eserinde şehir Amid diye anılır ve Süryani kaynak­ ları i l e 639 dan beri Arapça eserlerde de bu adla tanınır. 1 896 da bası lan Vi l .iyet Salnamesinde, baslcı yeri olarak bu ad anılır. Ondan son ra, vilayetin adı ( Diyarbekir) şehre de veri lerek 1900 yıllarında Amid bı rakılmışsa da, dağ köyle· rinde yine Emid ve A mid diye anı lmakıadır. 359 da şehirde bulunan Marcellinus'ıan başlayarak, jYunan ve' latin kaynaklarında Amida denilmiştir. 349 daki ilk Romalı onarımında şehre kayserin sanİyle AUGUSTA denilmişse de, az sonra bu a.d unutulmuştur. Akkoyunlu ve Arıuklu Türkmenlerince buraya Kara Amid deni ldiği bilinmekte ve XVII I . yüzyıl ortalarında bile bu biçimin kullanıld ığı görülmektedir. 1 394 teki Timur yayılmasını an· !atan Zafername' lerde şehir, Kara Kale ve Kara(a Kal� adiyle anılır. Dı!de Korkut Kitabı'nda Hamid olarak anılır. Ak­ koyunlu lar çağındaki gibi, Safevi ve Osmanlı kaynaklarında Kara Hamid ( Kara Hamid ) deni ldiği görülür. Arapların Bekr ibn Va'il boyunun göçebe olarak bu çevrede dolaşması y üzünden, Abbasi ler VIII. yüzyılda bölgeye Diyarbekir adını vermişlerdir. 1 900 den beri şehre de resmi olarak bu adın veri ldiği görülüyor. Belediye meclisi kararı ile 5 nisan 1 9 2 5 te «Diyarbekir fahri hemşeri si» olan Gazi M. Kemal, 15 kasım 1937 pazar akşamı Halkevinde : ve dağı lma «difüzyon» spek ırleri ) .

a - :ıseıi len ik

D. ler,

·

D . ler kimyasal olarak çok a k tiftir ; r a iki bağ­ lantısından biri üzerine (t:k leme ı - 2 ) ya da bitiştiritmiş iki bağlantı sisteminin iki ucuna iki tek değerli kök ekle·

DiYEN - DİYET

3 92

rnek gibi bir özellik gösterir ( ekleme ı - 4) C Hı = CH ­

/CH

ı Br - C H Br - CH = CH 2 ( ı - 2 ) CH = CH2 + Br ı '\.. '\ C Hı Br - CH = CH - C Hz Br ( ı - 4 )

ekleme ı - 4 e n çok v e bazan tek baş ına görülen i d i r. Tek başına görülen ı - 4 eklernelerin arasında en önemlisi bazı kapalı etilenik ya da asetilenik bağlantılara yapılan ekleme­ lerdir. Fakat bitiştiri lmi ş D. !erin pratikttki ve endüstridek i en büyük önemi, sodyum ya da peroksitlerin etki s i ile yap­ ma kauçuğun elde edilmesini sa�layan sonsuz poli merizasyon özelliğidir. .Ayrılmış D. ler ilgi çekici deği ldir. P unlardan yalnız iki çifc bağınıı arasına CHz grupunun gi rdiği D. ler hafif bir aktif metilen özelliği gösterir.

DiYEREZ ( Fr. Die :ese ; Yun. diairesis = avırma) [Gramer ve aruz] : ı . Gramer : Yan yan.ı bulunan iki vo­ kalin ay•ı ayrı telaffuzu. D. in işareti trema (normal olarak ikinci vokalin üzerine konulan yan yana i k i noktı) dır. 2 . Vezin : Yunan - Roma şiirinde b i r vezin cüzünün sonuna gelen, yani iki vezin cüzünü birbi rinden ayıran du­ rağa veri len ad. DiYEREZ ( Fr. Dierese ; di�iresis = ayırma) [Tıp] , 1 . No r mal olarak birleşik olan vücut bölümlerinin yaralan­ m'l ya da ya nma gibi bir sebep le b'rbirindtn ayrılması. 2. Cerrahide : Vücudun birleşik durumda ra da bitişik bulunması zararlı olan bölümlerinin ya rma ya da diyatermi ( bk. DİYATFRMİ) ve koter ( bk. KOTE R ) g i bi cerrahi usulleröyle birbirinden ayrılması. DiYET ( Fr. Diete) : bk. PERH İ Z. DİYET, öldürülenin hararına ve yaralananın kaybet­ tiği organa karŞılık suçl unun ödemesi gereken mal, p:ıra. Vücudun D. ine diyeri k/imi/e ( = ta m diyet ) , oıganın D. in e erı denir. Bununla birlikte D. kelimesi her iki an­ lamı da kapsar. Öld ürme ya d.ı yaralama suçu ıaammüden, hata i le ya da sebep olarak i ş iense de D. alınır ve �uçun niteliğine göre çeşitli olur ( bk. KAT İ L ) . D. , gerek öldürmede gerek yaralamada çıkan ve gü­ zelliğin kaybınJan i leri gelen zararı ö::lemekti r. Bir k i ş i baş­ k a bir kişiyi öldürürse, öldüren ölenin veresesine D. ini öder. Bu bir çeş i t karşı lıktır. Varister on un hayat ı ndan far­ dalanacakları halde öldürülme stbebiy l e bundan yoksun kalmışlardır. Bir kişi ba şka bi r ki şinin kolunu k ı rsa v e o kol işe yaramaz hale gelse, bu 1.- olun fardası ndan yoksun kald ığından kolunun D. ini suçlud a n alır ya da bir kişi baş­ ka birini n başına saçını biti rmeyecek bir şey dökse kaybolan tabii lik ve güzelliğin karşılığı olmak üze t e tam D. vermesi gerekir. Hanefi mezhebinin ku rucu l a rından İmam Yu m fun içrihadına göre bir de «zaman - ı elem>> (acı k ar ş · l ığı ) var­ dır. Bu karşılık, işin vücutta maddi bir eser bı rakmaması hallerinde ödenir. Bu içti !ıada göre, bir kişi ötekini dö vse, dövülen kişinin vücud undı bi r eser kalmasa, D. değ i l , za­ man - t t>lem ödenmesi gereki r. Kötü söz söylemek ve ha­ karet etmek ha llerinde de hüküm yine ayn ıdır. İslam huku­ ku, k ; ş i sel hak bakımından kasıt ve cürmün n i teliğine, şahıs ve organların sağladığı faydaya, işin eserine göre bütün ayrıntı larivle olayları gruplandı rmış, bugün ceza vermekte olduğu gibi D. tayin ini hıi' merkez komutanı. İkinci derecede önemli askeri görevlerden biridir. Osman l ı devleti­ nin kuruluş y ı l larından başlayarak kullanılmışt ı r. İ l k zaman­ larda yönetimi kendisine veri len kalenin savunma sorumlu­ luğunu da taşımakta idi. Sonraları askeri örgütün gelişmesi üzerine, kalenin her türlü onarımı ve bakı mı ile buralardaki birliklerin yönerim i de görevi arasına girdi. Ka lelerio strate­ j i k ö ne m i ne göre D. ların ynki ve sorumluluk ları da değiş­ mekte idi. Genel olarak iç i l'de, yani cephelerden heride bulunan kaleler a rasında İsıanbulda Rumelihisarı ile Yedi­ kule D. lıkları biı i nci derecede önem taşımaktaydı. Sınır boylarında ise savaşların alacağı duruma göre önem kazanı r

OİZDAR

-

DlZİ, SES Dl Ztst, ISKALA

ya da önemini kaybederdi. Genel likle Tuna boyu kaleleri i le Bosna, Özi ve Macari standaki beylerbey liklere bağlı ka­ leler ve Azak denizi, Yunan den i z i kalel eri ile Şehri - zor ve Kütayis i l ieri kaleleri D. ları ayrı bir önem taşırlardı. D. lar turnacı, zağarcı, sansuncu ortaların ın dışındaki yeni çeri ortaları komutanlarından, yani yayabaşı lardan seçi lirdi. Bununla b i r l i kıe, savaşlar sırasında sancak beyliği, hatta iki tuğlu beylerbeyilik gibi yüksek ı ü ı beli komutanlara da bazı önemli kalelerio D. lıkları veri lirdi. Kale muhafızı vezir ya da beylerbeyinin yanında hi zmet gören D. ın emri al tın­ da, yardımcısı kale ağası ile yerli ku l u , gönüllü, beşli, azap, atlı ulUfeci gibi kalenin savunması ile görev li askeri birlik­ ler bulunurdu. Kaledeki topların bakı mından, korun masın­ dan D. sorumlu idi. Kale topçubaşısı ile D. , aldığı emidere göre, bir kaleden başka bir kaleye top gönderme işi ile de uğraşırlardı. Hükümet merkezinde D. lıkla i lg i li kayı tlar ikinci derecede görevlerin toplandığı Rüus k aleminde görü­ lürdü. Tahvi l kaleminden yazı l a n heratları amedçi eliyle gönderilirdi. D. lar dirlik olarak timara tasarruf ederler, bu tirnarlar serbest t i rnar olduğu içi n sancak beyleri karışmazdı. Ayrıca hi•ar eri kızlarının resm i a rusaneleri ile tahmis - i hamr gibi vergiler de D. !ara bıra kı lmıştı. Ka le ile ilgili konularda D. !ara doğrudan doğruya hüküm gönderilmesi u