İnönü Ansiklopedisi / Türk Ansiklopedisi (cilt 20)

Citation preview

••

TURK ANSİKLOPEDİSİ CiLD

XX

MiLLi EG!TL\I BASE\Il:-:Vl

-

AXKARA 197�

TÜRK ANSİKLOPEDİSİ KURULU Kurul Başkanı

Dr. Fethi TEVETOGLU.

Redaktörler

Prof. Dr. Hasan EREN, Başredaktör; A. N�had AKAY.

Idare I şleri

P.::ri.han ÇELEBİ,

Şlıbe

Müdürü; Mustafa ONARLIOGLU, l\ldımed

KONAY. Teknik lsler

Nscla AKTAN, Cazibe KURT; Gülsel OLCAYTU; Zeki DiLEK.

Harita - Grafik

Şaduman BAZMAN.

Harita -

Kl işe

ıvmıı Eğitim Basımevi Müdürlüğü (ISTANBUL).

YIRMINCI CILDIN YAZILARINI HAZlRLAYANLAR Te'lif : A. Nihad AKAY, Dr. Abidin ARA, Hüseyin Nihai ATSIZ, Doç. Dr. Fahreıtıtin DAGDELEN, Lfıtfi DALAMANLI, Ecz. Uğur DERMAN, Doç. Dr. Muamm2r DIZER, Emekli Amiral

Vühbi

Ergun

BOZKURT,

Haydar Ali

DlRlöZ,

Ziya DÜMER, Ziyad EBÜZZlYA, Yük.

Müh. Enver EDIGER, Prof. Dr. Nusret EKlN, Emekli

Korgeneral Cemal

ENGlNSOY,

Refik EPlKMAN, Prof. Dr. Enis ERDIK, Prof. Dr. Hasan EREN, Prof. Dr. Nihad ERIM, Nuri ERSOY, Dr. Emel ESIN, Prof. Dr. Semavi EYlCE, Prof. Dr. Z. Fahri FINDIKOG­ LU, Abdü�baki GOLPINARLI, Dr. Tuncer GÜLENSOY, Yük. Dr. Baymirza HAYIT, Dr.

Müh. Ali HAYDAROGLU,

Sezai HAZER, Prof. Dr. AfE:t INAN, Ziya ISHAN, Prof. Dr.

Reşat lZBIRAK, Atıf KAHRAMAN, Prof. Dr. llhami

KARAYALÇIN, Nusret

KARCIOG­

LU, Prof Dr. Sevinç KAROL, Dr. Hasan KEMAHLI, Prof. Dr. Firuzan KINAL, Prof. Dr. K�lıç KÖKTEN, Dr. Orihan KOPRÜLÜ, Prof. Dr. Ercümmd KURAN, Prof. Dr. Akdes Ni­ md KURAT, Doç. Dr. Yaşar KUTLUAY,

Kenan OKAN, Nevzer OKAN, Dr. Vedad ORS,

Yılmaz OZTUNA, Prof. Dr. Ercümend PALABIYIKOGLU,

lsmeıt

PARMAKSIZOGLU,

Prof. Dr. Arif T. PAYASLIOGLU, Nejdet SANÇAR, Prof. Dr. Ceılaıl SARAÇ, Dr. Selahad­ din SAYAR, M. Necati SEPETÇIOGLU, Zeki SOFUOGLU,

Fe'Vziye

Abdullah

TANSEL,

Prof. Dr. Ahmed TEMlR, Dr. Fethi TEVETOGLU, Prof. Dr. İsmail TUNALI, Prof. Dr. Mubaihat TÜRKER KÜYEL, M. Şakir ÜLKÜTAŞIR, Dr. Turgut VARDAR, Özgür YEGEN­ OGLU, Prof. Dr. Talip YÜCEL. Tercüme:

Yağmur ATSIZ. Prof. Dr. Hasan EREN, Ziya lSHAN, Dr. Vedad ORS, Dr. Fethi TEVET­ OGLU.

ı İBRAHIM PAŞA, Makbul ( Parga ı495 - ı 53 6 ) , Kanuni Sultan Süleyman ( ı 520 - ı 566) ın 2. vezi r - i azamı. Osmanlı tarihinin en ün lü sadrazamlarından biridir. Korfu Adası 'nın karşısında bulunan Parga kasabasında doğm uştur. Babası en kuvvetl i rivayete göre Cenevizli İta lyan bir ge­ mici yahut gemi sahibi balıkçıdır. Türk korsan larının eJ:ne geçmiş, küçük bir çocuk iken Manisa'ya göıürülüp çok zen· gin, yaşlı bir Türk hanımına sau lmıştır. Çocuğa İbrahim adını veren bu hanım, onu oğlu gibi yetiştirmiş, tahsil ve terbiye etti rmiş, Türkçeden başka Arapça ve Farsça öğren· mesini de sağ lamıştır. İta lyanca, Hı rvarça, Rumca gibi batı d i l lerini de konuşan İbrahim, musiki ve edebiyata i sridaı göstermiş, iyi kemençe çalmasını öğrenmiştir. Delikan lılık çağında, Manisa'da sancak beyi bulunan Veliaht - Şehzade Süleyman ( Kanuni ) bir gün şehirde gezerken İbrahi m'in ke­ mençesini işitmiş, beğenmiş ve kendisiyle görüşmek istemiş­ tir. Son derece zeki, terbiyeli ve bilgili olan İbrahim, veliah­ dm gözüne girmekte gecikmemiş, sık sık Mani sa Sarayı'na davet edi lmiş, Şehzade Süleyman ' ı n hususi meclislerinde ay­ rılmaz bir arkadaşı olmuştur. Bunu gören sahibesi , kölesini azad etmiştir. Genç İbrahim, Manisa Sarayı'nda yüksek bir mevki e geti rilmiş, Sultan Süleyman 'ın reveccühünü hiçbir zaman kaybermemiştir. Kanuni padişah olunca, İbrahim'i Enderun - ı Hümayun'un en yüksek memuru olan hasodabaşı yapmıştır. Bu tesadüfler silsilesi ve müstesna bir ralih, İtalyan asıllı bir köleyi, bu şekilde 28 yaşında iktidara getirmiş, İbrahim Ağa, 27 Haziran ı 5 2 3 're, emekliye sevk edi len Piri Mehmed Paşa'nın yerine vezi r - i azam yapıl­ mıştır. Bu tayin, kanuna aykırı sayı lmıştır. Zira vezir - i azam lar, daima vezirler i çinden seçi li rlerdi. Türk tarihinin en haşmetli çağındaki uzun iktidarı ve çok büyük nüfuz ve debdebesi i le i. P.'ya Makbul, ölü­ münden sonra Maktul denmiştir. Köprülüzade Fazı! Ahmed Paşa hariç Osman lı tarihinin en genç sadrizarnı olduğu sanı lmaktadır. Hasodabaşılığı sıfatıyla Belgrad ve Rodos sefer - i hüma}·un larına katılan paşa, bundan sonra devletin idaresini eline almış, bi lhassa diplomaside büyük kudret göstermiştir. Vezir Hain Ahmed Paşa'nın Mısı r'da dev lete i syanı üzerine i. P. , 22 Mayıs ı 5 24 ' re yapılan ve padişahın da katıldığı muhteşem düğününden sonra, Mısır'a girmiş ve Kahice'de önemli ı siahat yapmıştır. Kanuni'nin en ünlü 3. sefer . i hümayununa da katı lmıştır. 29 Ağustos ı 526 Mohaç (Mac. Mohacs ) Meydan Muharebesi 'nde bulunmuştur. Ka­ nuni ile Budapeşre'ye girmiştir. ı 5 29'daki 4. sefer· i hüma­ yuna da k at ı l mı ştır. 2 7 Eylul'den ı6 Ekim'e kadar devam eden Viyana'nın ilk muhasarasında faaliyet göstermiştir. 532'de Almanya üzerine yapılan 5. sefer · i hümayuna da iş­ tirak etmiştir. ll Eylul'de padişahla beraber Avusturya'da Graz şehrine girmiştir. 2 2 Haziran ı 5 33 İstanbul Muahede­ si' nin bütün safhalarını büyük başarıyla müzakere etmiş ve Alman diplomasisine baş eğdirmiştir. Bu muahedeye göre,

ı

Avusturya arşidukası ( sonradan impararor) ve Bohemya kralı V. Karl'ın tek erkek kardeşi Ferdinand, prorokolde vezi r . i azam İ. P. ile eşit sayılıyordu. 1 5 34 Ocağında, kapdan - ı derya tayin edi len Barbaros Hayreddin Paşa'yı Haleb'de kabu l etmiştir. Bu sı rada, 2 1 Ekim ı 5 3 3 "ren beri , İ ran seferi için İstanbul 'dan ayrılmış bulunuyordu. ı3 Temmuz ı 5 34 " re Osmanlı ordusunun ba­ şında Tebriz'e girmiştir. 28 Kasım'da da Bağdad ferhed il­ mişrir. B u suretle Kanuni'nin 6. sefer - i hümayununda da bulunmuş ve bu seferin i l k safha sında, padişah henüz İstanbu l'dan hareket ermeden önce müstaki l len hareket etmiştir. Fakat bu sefer boyunca bazı hatalarda bulunmuştur.

B u suret le i. P. , Kanuni 'nin 13 sefer - i hümayunun­ dan ilk 6'sına katı lmış bu lunuyord u. Diplomatik faa liyetler dışında, i ç iş lerle de i lgilen m i şrir. ı 5 27 bahar ve yazında Ona Anadolu'ya girmiş ve Safevi rahri kiyle çıkan i syanları bastı rmıştır. 28 Man 15 29'da kendisine Kanuni tarafından serasker ( başkumınd:ın ) sı fat ve görevi , üstelik Rumeli Beylerbeyliği, yani devletin Avrupa'daki hemen bütün top­ raklarının askeri umumi valiliği veri lmiştir. Bu sıfarlar, görülmemiş ve görülmeyecek reveccüh işaretleriydi. i. P.'nın debdebe ve gururu son derecede anmış, o zaman At Mey­ danı denen Sulran Ahmed Meydanı'ndaki Topkapı Sarayı'nın bir yavrusu olan muhteşem i. P. Sarayı'nda, Avrupa hü­ kümdarlarını imrendirecek bir haşmer içinde yaşamaya başla­ mıştır. Mehter rakımı ile beraber 6 ruğ ve 7 sancak taşıma hakkı a lan ( önceden 4 sancakr ı ) paşanın yıllık 2 mi lyon akça olan tahsisatı da 3 mi lyon akça (45 mi lyon TL) ya çıka­ rılmıştı. Padişah İhsanları ve ganimer hisseleri , bu gelirinin dışında kalıyord u . Avusturya · Bohemya hükümdarına varın­ caya kadar haraç alıyordu. Bu haraçlar, muahedelerle resbit edilmiş resmi gelirlerdi. ı3 Man ı5 35 'te Bağdad'da iken başdefterdar İskender Çelebi 'yi haksız olarak idam ettirmesi , i. P.'nın ralibinin alçalmaya başladığını işaret eden tarihtir. Vezir ·i azarnın düşmesi , Osman lı İmparatorluğu'nun XVI . yüzyıldaki en önemli dahili meselelerinden biridir. B u derece nüfuz ka­ zanmış bir devler adamının kendisini hiç yokran akı l almaz salahiyet derecelerine kadar yükselten Kanuni Sulran Sü­ leyman tarafından henüz 4ı yaşında olduğu halde idam ettiri lmesi, uzun vadeli bir meseledir. Bu olayın sebep­ leri üzerinde çok taruşı lmıştır. i. P. , Osmanl ı tarihinin en gözde · veziridir. Kanuni kendisine kardeşim ; Doğu Türk hakanı Abdul lah Han Sultan İbrahim ; Kra l Ferdi · nand sayı n kardeşim ; onun ağabeyi İmpararor · Kral V. Karl kuzenim diye hitap ediyor, o i se V. Karl'a sevgili dosrum h irabıyla rnekrup yazıyordu. Hayatını okumakran pek hoşlandığı Caesar'ın öldürüldüğü ı 5 Mart günü katie­ dilmesindeki tesadüfe Hammer işaret etmektedir. lrakayn seferinde yaptığı askeri ve straıej ik hatalar ve İskender Çelebi 'yi idam ettirmek gibi zulümler, kendi­ sinin gözden düşmesine sebep olmuşsa da, mahvını hazır-

2

İBRAHiM PAŞA,

Makbfil

)ayan olaylar başkad ır. Mahvını, bu sıralarda büyük nüfuz kazanan Hurrem Haseki Sultan hazırlamış ve çevresindeki devlet ve harem adamları ile bu iş için yıllar boyu çok ince şekilde çalışmıştır. ı2 yıl, 8 ay, ı8 gün vezir. i azam­ lık, ilaveten 6 yıl, ll ay, ı8 gün serasker lik yapan paşa­ nın idamı yoluna gidilememiş, ı 4 Marı"ı ı5 Marı"a bağ­ layan gece Topkapı Sarayı'na muıad olduğu üzere davet edilmiş, geceyi geçirmek için odasına çeki lmiş, Cellat Kara Ali, paşayı bu odada geceleyin gizlice kemenı atarak boğmuştur. İ. P. , belki iyi bir asker ve kumandan deği ldi. Fa­ kat orta çapta bir devlet adamı, çok parlak bir dip lomattı. Kültürlü ve açık fikirli, fakat çok mağrurdu. Baş döndü­ rücü yükselmesini tamamen hazınettiği söylenemez. Çünkü kendisini Türkiye hakanı ile eşit görmeye gidecek derecede çılgınlık eseri göstermiştir. Halbuki mesela Barbaros ve b!rçok emsili gibi kendi kendini yetiştirmiş bir adam da deği ldi ; Kanuni 'nin yarattığı bir devlet adamı idi. Parlak diplomasisi inkar edi lemezse de, bu diplomasiyi yürütecek bütün vasnalara sahip olduğunu da derhal hatı rlamak la­ zımdır. Zira bu çağda Osmanlı devleti, tarihte Türklerin eriştikleri gücün zi rvesinde bulunuyordu. I rakayn seferinde padişahı beklemeden geniş çapta harekata girişınesi ve şuna buna luzumsuz yere 80 000 du ka ( 60 mi lyon TL) ihsan ederek hazineyi zarara sokması, hele İskender Çelebi gibi bir şahsiyeti kıskanç lık yüzünden öldürtmesi, İ. P.'nın sonunu hazırladı. Ama başını yiyen hadise, Hu rrem Haseki Sultan'ın oğullarından birini Ka­ nuni'den wnra tahta oturtmak noktasındaki sabi t fikri ve bu sabit fikrini yıllar boyunca bıkıp usanmadan çok ince bir enırika ile yürütmesi olmuştur. i. P. , meşru veliahdı, Şehzade Mustafa'yı tutuyordu. Hurrem'in, ortada meşru veliaht du rurken, İ . P. gibi çok zeki , çok nüfuzlu l:ıi r şahsiyeti, kendi oğulları lehine kazanmasına imkan yoktu. Hurrem'in, Kanuni'yi paşa aleyhinde ne şeki lde kışkınıığının tafsi latı bilin memektedir. İ . P. , Irakayn seferinden döndükten 67 gün sonra hayatını kaybetmi ştir. Yerine Ayas Mehmed Paşa, vezir - i azam olmuştur. İ . P. gibi bir şahsiyetin hiç beklenmeyen düşmesi, memlekeııe, Avrupa ve Asya'da da büyük yankılar yapmış­ tır. Mehmed Bey adındaki oğlu pek genç öldüğü için, bü­ yük serveti hazineye alınmıştır. Bu servet i çinde, İmparator B üyük Karl ( 768 - 8 ı 4 ) ve Papa VII. Clemens ( ı 371! 1 394 ) in taçlarında bulunmuş çok büyük bir yakutla bir pırlanta da vardı. İ . P. yalnız pı rlantayı 60 000 dukaya ( 4 5 mi lyon TL) satın almıştı. - Yılmaz Özıuna

İBRAHIM PAŞA, Nevşehirli Damad ( N evşehir [Muşkara) ı670 ? - İstanbul 30 Eylul ı 730 ) , sadrazam, Lale Devri 'nin y;ıratıcısı olan Türk devlet adamı. Ezdin voyvodası Ali Ağa'nın oğludur. Annesi Faıma Hanım'dır. 1 689'da İsıanbul'a gelmiş ve Saray - ı Hümayun'a kapılan­ maya muvaffak olmuştur. Sarayın evkaf katipliğine yük­ selmiş ve Şehzide Ahmed'in maiyeıine girmiştir. Müstak­ bel I I I . Ahmed'in büyük sevgisini kazanmıştır. 1 7 0 3 ' te III. Ahmed tahta geçince darüssaade ağası yazıcısı olmuş ve 6 yıl bu görevde kalmıştır. Padişahın başlıca has müşavi rlerin­ den biri olmuştur. ı709'da Haremeyn ( Mekke ve Med ine) muhasebeciliği ile saraydan ayrılmıştır. Birkaç yıl Edirne'de oturmuştur. ı7 1 5 Mora seferine katılmıştır. Mora'nın ıahriri­ ne memur edi lmiş, ı7 1 6' da Petrovaradin (Ma c. Peıervarad,

-

İBRAHiM PAŞA CAMit

Alm. Peıerwardein ) seferinde de bulunmuştur. Edirne'y� döndükten bir süre sonra, 3 Ekim ı 7 ı 6'da vezirliğe, sonra sadiret kaymakamlığına yükselmiştir. ı8 Şubat ı 7 1 7 'de III. Ahmed ' i n 1 2 , 5 yaşındaki büyük kızı Fatma Sultan'la evie­ nerek damad - ı şehriyari olmuştur. Sada reı kaymakamı sıfatıyle ı yıl, 7 ay, 7 gün devleti idare ettikten sonra 9 Mayıs ı 7 ı 8'de saclarete geti rilmiştir. Osmanlı tarihinin en büyük salahiyetlerle devleti idare etmiş sadrazamlarından biri sıfatıyla imparatorluğun mukadderatına hakim olmuştur. 2ı Temmuz ı7 1 8 'de Almanya ve Venedik'le Pasa­ rofça Muahedesi yapı larak savaşa son veri lmiştir. Bu su­ retle Ule De.ri (b. bk. ) baş lamıştır. Nevşehirli Darnacl i. P.'nın sadaret devresine ( ı 2 yıl, 4 ay, 2 2 gün ) Ule Devri denmektedi r. Bu devir, I I I . Ahmed 'in saltanatı ( ı 703 ı 730 ) nın ikinci devresini içine almaktadır. ·

İ. P. , iktidar yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni leşme tarihinde büyük bir safha teşkil eden pek çok medeni hamlelerde bulunmuştur ( bk. L,4,.LE DEVRi ) . B u suret le Osm1nlı tarihinin en 'büyük sadrazam larından biri olarak, gerçek bir deha sahibi devlet adamı sıfatıyla tarihe geçmiştir. Orta Anadolu'nun adı duyulmamış bir köyünde doğan, İstanbul'a gelen, tahsi l eden ve görgüsünü artıran, hemen Şehzade Ahmed 'in dikkatini çeken ve tevec­ cühünü kazanan İ. P. , fevkalade zekası ve dürüsılüğü, vatansevediği ve su lhperverl iği i le yükselmiş, III. Ahmed'in kelimenin tam manasıyla itimadını kazanmıştır. Büyük bir entel lektüel olmamakla beraber, zamanın kültür hayatına faa l şeki lde katılmış, şiir yazmış, beste besıelemiştir. Ağrr Çenber Mahiir Beste' si i le Ağrr Ha/i/ Hiimayiin Karının notaları elimizdedir. San'aı, şiir, musiki, mi mari ve i lmi büyük bir sevgiyle korumuştur. i. P. Osmanlı tarihinin en imaret şahsiyetlerinden biridir. İstanbul başta olmak üzere inşa ettirdiği eserlerin listesini burada vermek imkansızdır. Doğduğu Muşkara köyünü Nevşeh i r haline getirerek imar­ cılığını An ad ol u coğrafyasında değişiklik yapacak derecede ileri göıürmüştür. Nevşehir'de bugün bir heykeli diki lmiş­ tir. Avrupa medeniyetinin büyük hamleler yaptığını ve bazı sahalarda doğu medeniretini geçtiğini kavramış, birçok batı yeni liğini Türkiye'ye sokmuşıur.

i. P. , Paırona İhıilali (b. bk. ) sonunda hayatını kay­ betmiştir. Her ikisi de damadı olan kapdan - ı derya Vezi r Kaymak Mustafa Paşa ve sadiret kethudası Vezir Mehmed Paşa i le beraber idam edilmiştir. Nevşehirlizadeler günü­ müze kadar gelmişlerdir. i. P. ve Nevşehirlizadeler, Şehzadebaşı 'ndaki türbe­ lerinde gömül üdürler. - Yılmaz Özıuna İBRAHIM PAŞA, İ B RAHiM PAŞA.

Melek ( Biyogr. ) : bk. MELEK

İBRAHIM PAŞA, Sarhoş ( Biyogr. ) : bk. SARHOŞ İ BRAHiM PAŞA. İBRAHIM PAŞA (Çandarlı) CA MII, İstanbul ' da, Üniversite merkez binasının Haliç tarafında, Uzunçarşı de­ nilen semtte bir cami. Kurucusu, Çandarlılar a ilesinden ve Halil Paşa'nın oğlu, sadrazam İbrahim Paşa'dır. i. P. C. , bir medrese ile birlikte H. 883 ( ı 47 8 ) te ya­ pı lmıştır. Muntazam kesme taş duvarlı, dikdörtgen planlı büyük bir yapı olmakla beraber, üstü kubbe ile deği l, ah­ şap bir çatı ile örtülüdür. Minaresi 1894 depreminde yıkıl­ mış ve yeniden yapı lmış, fakat 1 9 1 1 Mercan yangınında yanan cami, uzun süre harabe bilinde du rduktan sonra,

İBRAHİM PAŞA CA M ti - İBRAHİM PAŞA CAMfi

İBRAHİM PAŞA ( Çandarlı ) CAMii son yıl lard a onarı larak tekrar ibadete açılmıştır. Bu cami ile medrese, mektep ve çeşme de yapıı ran İbrahim Paşa, ayrıca Saraçhanebaşı'nda büyük bir çifte hamam da inşa ettirm işti. Mimari değerinin büyük olmasına rağmen, bu güzel Türk eseri , şuu rsuz bir şehirei lik anlayışının kurbanı olarak, 1 942"de Atatürk Bulvan'nın açılışı sı rasında yıktı­ rı lmışıır. İbrah im Paşa'nın ayrıca Edi rne"de, bugün hiçbir izi kalmayan bir zaviye - imareti, İznik'te bir camii ve Kas­ tamonu'da bir medresesi de vard ı. - Semavi Eyice

İBRAHIM PAŞA ( Hadım. Tavaai) CAMtl, İstan­ bul"da, Si livrikapısı semtinde önemli bir san 'at eseri. Avlu kapılarından ikisi ile esas cümle kapısı üstündeki tarih ki­ tabelerine göre H. 958 ( 1 551 ) yı lında yapılmıştır. Ku­ rucusu, Kanuni S u ltan Süleyman devrinde Anadolu bey ler­ beyi ve kubbe veziri olan Hadım veya Tavaşi lakabı ile diğerlerinden ayırt edilen İbrahim Paşa"dır. :\-fimar Si­ nan " ı n eserlerini bildiren ve çeşitli redaksiyon ları gü­ n umuze kad ar gelen Tezkire" lerde adı açık surette belir­ ti ldiğine göre, İ. P. C. , bu büyük Türk mimarının eser­ lerindendir. 1 763 depreminde büyük zarar görmüş, bu ara­ da minaresi yıkı lmış ise de, müezzin mahfelindeki H. 1 1 77 (ı 763 - 1 764 ) tarihinden anlaşıldığına göre derhal onarı lmışıır. Munıazam taş ve tuğla dizi leri halinde yapıl­ mış olan cami, geniş bir sahayı çeviren bir avlu duvarının i çindedir. Ortadaki daha yüksek beş kubbe i le örtülü son cemaat yerini takip eden esas mekanı tek kubbe ile örıülü­ dür. Bu kubbeni n geçiş i , köşe ırompları ile sağlanmıştır. Mekanı genişletmek ve aynı zamanda tek kubbenin baskı­ sını karşılayabi lmek için, giriş duvarının i ç tarafı ile iki yan duvarda, i leri taşan payeler arasında küçük bölmeler mey­ dana getirilmiştir. İ. P. C. , Türk dini mimarisinde. basit ve iddiasız bir tipin temsi lcisi olmakla beraber ahenkli nis­ betleri, sade ve sakin çizgi leri ile güzel ve zarif bir eser-

İBRAHİ� PAŞA (Hadım) cAMU

j

dir. İ. P. C. , mimarisinin sadeliği }"anısıra, ölçülü ve zevk­ li bir süsleme ile zenginleşti rilmiştir. Stalaktiıli muhteşem bir kapı nişinin i çindeki cümle kapısının, geçmeli ve sedef kakmalı kapı kanatları, XVI. yüzyıl Türk ağaç işçi liğinin güzel ve değerli örneklerindendir. Son cemaat yerinin pencereleri üstünde ve mihrap alınlığında ise Türk çini san"aıının parlak çağına i şaret eden , ender rastlanır özelliklere sahip çini panolar bulunmaktad ır. Mermer­ den i ş lenmi ş olan müezzin mahfeli i le minher de taş oyma işçi liğinin güzel örnekleridir. İ. P. C.'nin yanında olan kurucusunun tü rbesi yıkı lmış ve yetersiz bir tamir görmüştür. İçindeki lahdin taşlarında kitabe bulunmamakta­ dır. Hazi redeki mezarların en eskisi H. 1 1 48 ( 1 7 3 5 ) ta­ rihli olduğuna göre, bunlar ni sbeten geç bir devirde eserin etrafını sarmağa l:ailamışlardır. Kitabelerde mahlası okunan şair Kandi ise Bursa' lıdır ve H. 962 ( 1 5 5 4 - 1 5 5 5 ) de ölmüştür. Evvelce etrafında ulu ağaçların gölgelediği geniş bir avlu bulunan bu güzel ve değerli san'at eseri , uzun süre bakımsız bı rakı lmış, ağaçların çoğu kesi ldikten başka etrafı ve avlusu da parazit binalar ile sarı lmışıır. İ. P. C.'nin yakınında aynı kurucunun yaptırdığı mektep ile çifte hamam da yıkı larak ortadan kaldırı lmıştır. İ. P. C.'nin,

İBRAHİM PAŞA

( Hadım) TÜRBESi

Türk ve İslam Eserleri Müzesi "nde, H. 968 ( 1 560 - 1 56 1 ) tarihli uzun bir vakfiyesi vard ı r ki, bundan eserin etrafın­ daki binalar ve evkafı hakkında geniş bilgi edinmek müm­ kün olmaktadır. Bu vakfiyeden, aynı İbrahim Paşa'nın, İsa­ kapısı deni len yerde bir mescid, medrese ve mektepten ibaret diğer bir küçük külliyesi ile Davud Paşa semtinde bir mektebi ve Yenikapı dışında bir kuyusu olduğu öğre­ nilmektedir. Bütün bu hayratının bakımı için İbrahim Paşa, Rumeli'de pek çok akar ve yer vakfetmiştir. Silivrikapı"da­ ki İ. P. C. hakkında kısa bir monografi A. E rdoğan tara­ fından «Vakıflar Dergisi» nde yayınlanmıştır ( 1 938 ) . İbrahim Paşa, camiinin yanına veya yakınına bir med­ rese yapıırımamış, bunu şehrin başka bir köşesinde kurdur­ mayı tercih ederek, Cerrahpaşa semtinde, İsakapısı (veya Ese Kapısı ) denilen yerdeki bir Bizans şapeli harabesinin yanı­ nı uygun görmüştür. Çok harap durumdaki şapel mescid haline getirilirken, yine Mimar Sinan tarafından, buraya arazinin topografya özel liklerine çok güzel uyan ufak fakat son derecede zarif bir medrese inşa edilmiştir. İtinalı taş ve tuğla işçiliğine, p lanının değişik d üzenine ve dershane kısmındaki alçı kabartma süslerine rağmen 1 8 94 depremin­ den sonra kendi haline bırakı lan bu değerli san'at eseri bugün çok harap durumdadır. Yanındaki Bizans şapelinden çevrilmiş mescidin ise artık sadece iki duvarı kalmıştır. -

Semavi Eyice

iBRAHİM PAŞA KOLLiYESi İBRAHIM PAŞA ( Kaptan ) KÜLLİYESI, İstan­ bul'da, Beyazıt semtinde, Üniversite Kütüphanesi yanında c.imi, mektep, sebi l ve hamamdan ibaret küçük bir küllire. Kurucusu Çorlulu Ali Paşa'nın kethüdalığından yetişerek, iki defa kaptan - ı derya olan Tripoliçalı Hacı İbrahim Paşa'dır. Camiin kapısı üstündeki Arapça kirabeden anlaşıldığına göre H. 1 1 1 9 ( 1 708 ) Zi lhicce'sinde yapıl­ mıştır. İ . P. K . ' nin etrafını taş ve tuğla sıraları halinde örülmüş bir duvar çevreler. Türk san 'annın klasik devrinin son eserlerinden olan cami, 17 X 1 4 m ölçüsünde küçük bir yapı olup, hazire duvarı gibi, taş ve tuğla dizi leri ha­ linde inşa edilmiş ve üstü abşap bir çatı i le önülmüştü r. Yanında, ta�tan bi r minaresi vardır. H:ızire duvarının bir köşesini süsleyen sebi l ise, klisik devir sebi l mimari sinin son örneklerindendir. Güzel nisbeılere sa hip, sade ve zarif bir eser olan sebi lin, stal aktidi başl ıklara sahip sütunların ayırdığı pencerelerinde bronz şebekeler vardır. Pencere ke -

İBRAHiM PAŞA ( Kaptan ) KÜLLİYESİ mederinin yukarı ;; nda i se, mermere kabanma olarak işlen­ miş şair Ferdi'nin uzun bi r kasidesinde, kurucu medhedil­ mektedir. Uzun süre çok harap durumda kalan bu değerli sebi l, 1 94 4'te tamir edilerek saçağı yeniden yapılmış, şebe­ keleri de yerlerine takılmıştır. Külliyenin Süleymaniye tara­ fında az i lerisinde olan hamam, ll. Mahmud devrinde Tak­ vimhane matbaası yapılmış, sonra burası bir okul ( rüşdiye) haline geti rilmiştir. 1 889'da di lsiz okuluna çevri len yapı, 1 8 94 depreminden zarar gördüğünden, uzun süre· harap kalmış, nihayet 1 9 1 2'de tamamen yıktırılarak yerine Mimar Kemaleddin Bey, Medresetü ' l - kuzat adı veri len binayı yap­ mıştır ki, burası 1 9 2 5 ' te Üniversite Kütüphanesi haline getiri lmiştir. - Semavi Eyice

İ BRAHIM PAŞA ( Nevoehirli Damad ) KÜLLİYESİ, İstanbul'da, Şehzadebaşı semtinde, XVII I . yüzyıl başında yapılmış cami, kütüphane, çeşme, sebi l, darülhadis medre­ sesi ve çarşıdan ibaret bir yapı top luluğu. Kurucusu lll. Ahmed devrinin tanınmış sadrizarnı Nevşehi r li Darnacl İbrahim Paşa (b. bk. ) 'dır. Nusrelnam�'den öğreni ldiğine göre, 14 Receb 1 1 3 2 ( 1 720) günü tö ren le açılışı yapılan bu külliye Yeniçeri kışiasının karşısında ve şehrin her devi rde en hareketli ana caddesinin kenarında bulunuyordu. İbrahim Paşa bucasını hem kendi hem de eşi Fatma Sultan adına inşa etti rmişti. Şadırvanlı bir avlunun etrafında bir darül­ hadis medresesinin hücreleri sıralanır. Son yıllarda burası onarılmış olmakla beraber, bu tarihi eserden faydalanan müesseseler tarafından mimari bütünlük ve güzelliğini bo­ zan ekler yapı lmıştır. B urada ayrıca minareli ve kubbeli

İBRAHiM

PAŞA ( Nevşehirli ) ve sebi l

KÜLLİ YESİ :

Çeşme

küçük bi r cami bulunmaktad ı r. Kül liyenin bi r köşesindeki sebi l, Türk yapı ve süsleme san ' annın en güzel örneklerin­ den biri olarak tanınm:ıktadır. Bu küçük ve zarif anıtın bronzdan şebekeleri vard ı r. Sebi lin bütün yüzü, yatay şeri tler halinde zengin bi r süsleme ile kaplanmışur. Lale Devri 'nin özelliği olarak, bun lar arasında batı lı motifler, eski Türk motifleri i le bi rlikte kullanılmış ve klasik dev­ cin p rensiplerine aykırı olarak, eski ölçülü bezerneni n yerini kalabalık bir tezyinat almıştır. Fakat buna rağmen sebil gözü rahatsız etmez. Frizlerde, batı san 'anndan alın­ mış dal kıvrımları, Türk stalaktitleri, stilize motifler ve yazılar kabanma olarak m�rmere i ş lenmi şti r. Bun lar esa­ sında ayrıca renkli zemin üzerinde altın yaldızla belirtil­ mişti. Sebi lin yanında aynı derecede zengin süslemeli bir de çeşme bulunmaktad ır. Sebi lden itibaren külliyenin dış duvarı boyunca uzanan hazi re, caddeden sütun lu, kemerli bir duvarla ayrılmış olup, sütunların aralarındaki geniş bronz şebekeler bu duvara ve caddeye özel bir güzellik vermektedir. Ayaklanma sırasında İbrahim Paşa'nın parça­ lanan vücudunun bulunabi len parçaları sonraları bu raya gömülmüştür. Esasında bu yapı adasının Beyazıt'a doğru devamı, İ . P. K.'nin evkafı olan bi r dizi dükkana sahip bulunuyordu. İbrahim Paşa karşı sı rada da böyle bir dük­ kan dizisi yaptırmıştı. İ. P. K.'nin yanındaki dükkanlar bugün ilk şekil lerini çok kaybetm iş bir halde kı smen dur­ maktadır. Külliye ilk yapıldığında, bu dükkaniarın ön le­ rinde sütunlu ve kemerli bir revak uzanıyor ve yaya kal­ dırımı bu direkli galerinin i çinden geçiyordu. Bu d irekli cadde, İlk Çağ'dan beri Akdeniz bölgesi memleketlerinde her devirde tatbik edi len bi r şehireilik prensipinin Türk devrindeki benzeri olarak özel bi r değere sahip olduktan başka, Di reklerarası adı i le de İstanbul tarih, folklor ve şehir hayatına girmişti. Caddenin bu yüzyıl başlarında ge­ niş leti lmesi sı rasında, dükkaniarın önlerindeki bu direkler ortadan kaldı rılmıştır. İ. P. K.'nin vakfiyeleri ( M. Akte­ pe : «Tarih Dergisi » ) İ. P. K.'nin vakıf şanlarını beli rttikten başka, buradaki dükkanllrın ilk yapılış larındaki külliye tarafında 37, karşıda ise 45 göz olmak üzere doğru sayı­ larını da vermektedir. Nevşehirli İbrahim Paşa kendi adına, şimdiki Ankara Caddesi kenarında, caddenin aşağıdan geli rken sola kıvrıl­ dığı yerde, sağ taraftaki yapıların arkasında büyük bir med rese yaptı rımıştı. Bunun Acımusluk ( şimdi Cemal Na­ dir) Sokağı tarafındaki cephesi karşısında bir tek hamarnı vard ı. Hamam yıkılmış, yerine matbaa ve gazete idareha­ neleri yapı lmıştır. Medrese ise özel mülkiyete geçirilecek,

İBRAHİM PAŞA KÜLLİYESİ - İBRAHiM PAŞA SARAYI

İBRAH iM PAŞA ( Nevşehirli ) KÜLLİYESİ «Vakit» müessesesi tarafından tanınmlZ bir hale getiril· miştir. Buradaki matbaa, atelye ve işbanlarının içinde ve arasında bu tarihi eserin sütun, kubbeli hücre v. b. gibi yapı unsurlarını henüz teşhis etmek mümkündür. İbrahim Paşa biraz daha aşağıda, Büyük Postahane'nin arkasındaki cadde üzerinde de kendi hayraıı olarak bir m ektep ile bir sebil ve çeşme yapıırımışıı. Onarılmak üzere 1 9 1 0 yılına doğru yıkı lan bu mektep ve sebi l, uzun süre harabe ha­ linde durduktan sonra 1 969'da son kalınıılan da orıadan kaldırılarak yerine bir işhanı yapılmışıır. İbrah im Paşa, esas büyük külliyesini memleketi olan Nevşehir'de yapıırımış, ayrıca Ü rgüp köylerinde ve İzmir"­ de pek çok eser bırakmışıır. İstanbul"da da başkalarının hayradarını tamir ve ihya eııirdiği gibi , pek çok saray ve kasır, İstanbul ve Üsküdar'da, Boğaziçi kıyı larında çeşme­ ler yapıı rmıştır. Bun lardan bi lhassa Orıaköy' deki H. 1 1 3 6 ( 1 7 2 3 · 1 724 ) i le Fatih semtinin aşağısında, Onacami ranındaki H. 1 1 4 3 ( 1 7 3 0 ) tarihli çeşmeler san'at bakı­ mından değerlidir. Bu sonuncunun ince bir zevk mahsulü olan mermer cephesindeki işlemeler arasında kitabenin bitirilmeden kalmış olması her halde kurucusunun feci sonu ile i lgili olsa gerektir. İbrahim Paşa'nın İstanbul'daki ha­ yır eserlerine gelir sağlamak üzere Anadolu ve Rumeli'de pek çok evkaf bı rakııktan başka, bir de büyük bir han yapıırııığı bilinmektedir. Çuhacılar Hanı olarak adlandırı­ lan bu güzel ve gösteri şli yapı, pek fazla harap olmadan günümüze kadar gelebi lmişttir. Nucuosmaniye Camii'nin yarım yuvarlak şadırvan avlusunun önünde, sokak aşırı bulunmaktadı r. Türk ticaret hanları mimarisinin, XVI I I . yüzp l başlarındaki son k lasik üslüplu abidevi örneklerin­ den biri olarak özel bir değere sahiptir. - Semavi Eyice

İBRAHIM PAŞA (Makbul) SARAYI, İstanbul"da, Su lıan Ahmed Meydanı kenarında bi r sadrazam sarayı . Sara­ yın Kanuni Sulıan Süleyman devri vezi r - i azam ı Pargalı İbra­ him Paşa (b. bk. ) tarafından yapıı cı ldığı bilinir. Topkapı Sa­ rayı arşivindeki, İstanbul Emini Ömer Ağa tarafından padi­ şaha gönderilen H. 927 ( 1 5 20 ) tarihli bir yazıdan, sarayın, mevcud bir konağ ın önemli değişiklikler, eklemeler ve ta· mirler yapı lmak suretiyle meydana geti rildiği anlaşılmakta­ dır. İçinde bir kule ve çardağı, köşk, hazine odası, hamam, kiler, mutfaklar, divanhane, hassa evleri , ahır v. b. gibi kı sımları bulunan bu yapı, çok kısa bi r süre içinde tamamlanmışıı . Nitekim 1 5 2 1 ' de seferden dönen padişah burada ağı rlanmışıı. Sad razam lığa yükselen İbrahim Paşa'· nın muhteşem düğünü, 1 5 24 ' te burada yapılmışıır. 2 3 Re-

cep 93 1 ( 1 5 2 5 ) gecesi bir ayaklanmada, şehrin bı.şka saray ve konakları ile be raber buraya da tecavüz edi lerek, kapı ve pencereleri parçalanmışıır. Sarayını tamir eni ren İbrahim Paşa, Budin seferi ganimeti olarak gNirdiği hey­ kelleri 1 5 26'da bunun önüne diktirmiş ve düşmanlarının tenkit ve alaylarını böylece üzerine çekmiştir. Şehzadelerin 21 Şevval 936 ( 1 5 3 1 ) da yapılan sünnet düğünü için, İ. P. S. önüne, meydana bakan bir kasır yapılmış ve Ka­ nuni bir ay süren eğlenceleri buradan seyretm işti. İbrahim Paşa'nın 1 5 36'da idamı üzerine İ. P. S. 'na devletçe el ko­ nulmuştur. Saray ı n bir kısmı içoğlanlarına tahsis edilmiş, diğer bir kısmı, başta sadrazamlar olmak üzere haıırlı kişi­ lere tahsis edilmeğe başlanmışıır. 1 5 7 1 · 1 �72'de Mimar Sinan tarafından tamir edi len sarayda, 1 582'de Feridun Bey i le Ayşe Sulıan 'ın düğünleri yapı lmış, 1 5 8 5 'te yeniden bir ta­ mir gördükten sonra, İbrahim Paşa'ya tahsis edilerek onun

İBRAHiM PAŞA

( Makbul) SARAYI : Kalınııların bugünkü du rumu

Fatma Sulıan ile düğünü de burada yapılmışıır. İbrahim Paşa'nın 1 60 1 'de ölümü üzeri ne, At Meydanı Sarayı dı de­ ni len İ. P. S. , bu defa Gevherhan Sulıan ile kocası Recep Paşa'ya veri lmişti r. 1 64 5 ' te Girit fatibi Yusuf Paşa'ya ge· çen İ. P. S. , onun az sonra idamı üzerine, Fazlı Paşa'ya tahsis edilmiş, haııa bu yüzden onun adı ile de anı lmı�ıı r. Sulıan İbrahim, İ . P. S. ' n ı 1 648'de gözdelerinden Telli Haseki'ye vermiş ve haııa bu vesi le ile meydana bakan kubbeli bir salonunu tamamen kürkler i le kaplatmışıır. İ. P. S. , H. 1 062 ( 1 6 5 2 ) Zilhiccesinde yanmış, 1 7 20'ye doğru, Nevşehirli Damad İbrahim Paşa (b. bk. ) tarafından tamir eteiriimiş veya yeni bir bina yapıı rılmış ise de, H. 1 1 5 4 ( 1 74 1 - 1 7 4 2 ) de tekrar yanması üzerine artık bir daha tami r edi lmemiştir. Yapımına 1 749'da başlanan Nucuosma­ niye Camii'nin temel hafriyaıından çıkan toprak, İ. P. S.'nın harabesi ve çevresine döküldüğünden, bu büyük yapının kalınıılan d a ort adan yok olmuştur. İ. P. S. , Sultan Ahmed Meydanı'na kadar dayıınmakla beraber, yanında başka saraylar ile Mehterhane ve Mehter­ hane kasrı d a bulunuyordu. Bu sonuncu yapı ların İ. P. S. ile i lgisi pek açık olarak bilinmez. Haııa, 1 5 5 3 'te Rüstem Paşa'nın kardeşi Kapdan · ı Derya Si nan Paşa' nın burada yapıırdığı sarayın d a yeri tam olarak anlaşı lamamaktadır. Mehterhane ve kasrı, 1 808'e kadar durmuş, Alemdar Yak'a­ sı'nda yanmış ise de, Mehterhane kasrı II. Mahmud tarafın­ dan yeniden yapılarak H. 1 2 3 1 ( 1 8 1 6) de inşaaıı tamamlan· mışıır. Sonraları, Defterhane haline getirilen bu binaların arasında Tapu Dai resi de inşa ed i lmiştir. Aralarında belki bir de eski kervansaray bulunan bu biribirine girift, plan

6

İBRAHIM PAŞA SARAY I - İBRAHİM PEYGAMBER

İBRAHiM PAŞA SARAYI : S. Çetintaş'a göre restitüsyonu düzenleri ve mimarileri iyice çapraşık bir hal almış olan yapıların bir kısmı 1939'a kadar cezaevi olarak kullanılıyor, bir kısmı ise orduya iid bulunuyordu. Burada yeni bir Adiiye Sarayı'nın yapılmasının uygun görülmesi ve bunun için de eski biniların yıkı lınası kararlaştı rıldığında, mevcut eski yapı ların adı meselesi tartışmalara yol açmıştır. Bazı· !arına göre, Sultan Ahmed Meydanı kenarında sıralanan bu eski yapı lar, yüzyıllar boyunca çok değişen, kısmen bo· zulan İ. P. S.'nın kalıntılarından başka bi r şey deği ldir. .Bazı larına göre ise, i. P. S. 'nın meydana bakan dar bir yüzü vardı ve saray, a rkaya doğru uzanıyordu. B ugün ayakta duran yapılar onun değil, Çadır Mehterhanesi i le Mehterhane kasrının ve belki de bir kervansarayın kalıntı· larıdır. i. P. S.'ndan ise, arkadaki sahada, mah alle içinde

sadece bazı şekilsiz duvar parçaları ile bir hamam harabesi kalmıştır. Yeterli ve ciddi bir inceleme yapılmadığından, ayakta duran yapıların mahiyetleri ve o tarihteki binilar i le münasebetleri açık surette ortaya konulamadın yıkıma başlan· mış ve birbirine bitişik büyük bir yapı topluluğu teşkil eden bu mimari manzumesinin bir kanadı yıkılıp kaldırılmıştır. İ. P. S.'nı kulesi ile gösteren basit bir resmi, Nasuhe's­ Si lihi 'nin İstanbul ' u tasvi r eden minyatüründe bulunmak· tadır. 1 5 3 3 ' te İstanbu l'a gelen Flaman C. D. Sebepper de hanratında sarayı kı saca tarif etmekte, kesme taştan bir yapı olduğunu söyleyerek İtalyan tarzında olduğuna işaret etmek­ tedir. Meydana açılan bi r kapısı vardı ve arka arkaya iki iç avluya sahip bulunuyordu. XVI. yüzyıla aid Surname minyatürlerinde de kasrıo meydana bakan cephesi görülür. XVIII ve XIX. yüzyılda batı lı ressamlar tarafından Su ltan Ahmed Meydanı'nın resimleri yapıldığında, Sultan Ahmed Camii karşısında belirti len kuleli ve ön cephesinin altında revak olan yapının İ . P. S. i l e i lgisi pek anlaşı lamaz. Mey­ daiıın bir kenarında Adiiye Sarayı i le meydan arasında kalan salıayı kaplayan büyük yapı topluluğunun i çinde İ . P. S. ' ndan kalan parçaların bulunup bulunmadığı tesbite muhtaçtır. Firuz Ağa Camii tarafındaki kısımların sarayla bir i lgi leri olma­ dığı muhakkak olmakla beraber, aksi taraftaki bini blokunun i çinde İ. P. S. 'ndan kalmış parçaların bulunması mümkün­ dür. Son yıllarda Üçler Sokağı'na komşu olan tarafın tami· rine başlanmış ve burasının, Türk Eserleri Müzesi'nin bir bölümü yapılmak üzere gerekli proj eler hazırlanmıştır. Semavi Eyice

İ BRAHIM PEYGAMBER, Tevrat, inci/ ve Kur'an'· -ia, kitap dinlerinin en büyük peygamberlerinden biri. Tevrat' ta i. P. özel likle kendi soyuna hi tap etmekte, İncil'de Hı ristiyanların önderi olarak gözükmekte, Kur'an'da ise, hümanist an lamda bir hüviyette, bütün insanlığı minen yükselrneğe davet etmektedir. Son elli yıldan beri , İ. P.'in yaşadığı rivayet edi len i llerde yapılan arkeoloj ik araştırma­ lar onun çevresi hakkında fikir vermektedi r ve M. Ö. tahminen I l . binyılın başında yaşadığını göstermektedir. Tevrat ve İncil'de İbrahim Peygamber: Tevral'a göre İ. P.'in soyunun vatanı Ki ldani ' lerin şehri Ur idi. Sumer medeniyetinin bu merkezinde, Türkçe ile i lgi leri ol­ duğu sanılan bir dil M. Ö. 2000 yılınl kadar konuşulmuş ve ondan sonra da yazıtlarda bu d i lin hanrası kalmıştır. Ancak M. Ö. aş. yu. 2000 yılında Sumer topraklarını isıili eden Sami ırktan göçebeler, Sumerliler ile karış­ mış ve ırk ve dil değişmiştir. Tevrat, İ. P.'i Simo · ğul larından sayar. Asıl adı Abcarn ve babasının adı Terah idi. Terah, oğulları ile Harrin'a göç etti . El · Şaddai (Dağda tecelli eden ilah, Kadir i mutlak ) adı ile anı lan ve Allah mefh iımuna tekabül eden Yahve, İ . ' e tevh id dinini Harran 'da vahyeder. Tevhid dininin kuru­ labilmesi için İ. , putperest olan mil letinden ayrılmalıdır. 7 5 yaşında iken ii iesi ile beraber göçebe çoban hayatını seçerek Ken'in ili (Fenike ve Fil isti n ) ve Mısır arasındaki çöllerde yaşamağa başlar. Yaşadığı yerlerde, Ken'an i linde Marn ce'de ( Halilü' r - Rahmin, Kudüs'un 40 km güney - ba­ tısı ) Yahve'ye mih rap bini eder ve Biru's · Seb'a'da (gü­ ney Filistin ) bi r orman yetiştirir. Bu yerlerde yaşarken, İ. 'in mahalli hükümdarlar ile münazaaları, hatta bir Filis­ tin Meliki i le muharebesi olur. Fakat bu çatışmalar dini deği l, iiievi sebeplerdendir. İ. , 90 yaşına varınca Yahve, ona peygamberlik mertebesi ve misak teklif eder. Çocuğu olmayan İ.'in, çöllerin kumları kadar sayısız soyu yetişecek· •

İBRAHiM PAŞA SARA YI : Önünde ki köşkten Sultan Ahmed Meydanı'nd1ki eğlenceleri s:y reden p 1dişah ( XVI. yüzyıl minyatürü )

İBRAHIM PEYGAMBER

7

Tevrat'taki İ. soyu tabiri, Jn,i/'de ele alınmaktadır. Inci/'e göre, İsa, ancak Yahudilerin İ. soyu sayı lmasını doğru bulmamış ve İsa'ya inanan herkesin İ. soyu olduğunu telkin etmiştir. Böy lece, hangi ı rktan olursa olsun, bütün Hıris­ tiyanlar, kıyamette İ.'e kavuşacaktır.

İBRAHiM PEYGAMBER : Th1bir Dığı üzerinde İb­ rahim İsm1i l ' i kurb:ın etm!k isterken, bir m!leğin bed e l olarak bir ko; geti rd iğini gö;ıeren Türk kiıab resmi ( Türk - İslam Eserleri M:i�eıi, ı 5 33 tirihli Türkçe Ziibdetii't - tevarih yazmasından ) tir. i. ve soyu tevhid dinine sadık kal mağa ahdedeceklerdir. Abcarn 'ın adı değişerek İ. ( İbrani dilinde «mübarek ata» anlamına Abraham) olur. İ. soyunun bir işareti sünnet li bulunmaktı c. Dünyanın bütün milletleri ondan feyz alacaktır. İ.'in aynı zamanda karısı bulunan üvey kızkardeşi Sare kısır bir kadınd ı r ve cariyesi Mısırlı Hacer' i İ . ' e odalık olarak teklif eder. İ.'in ilk oğlu İsmai l, Hacer'den doğar. İsmai l, Kedar mil leti (Arap lar) nin ceddi olacaktır. Bundan sonra ihtiyar olmasına rağmen, Sire de Yahudi lerin ceddi olacak İshak' ı dünyaya getirir. Sare, Hacer' i ve oğlunu i ste­ memektedi r. İ. bundan müteessirdir, fakat kendisine vahy gelerek, caciyenin oğlundan da büyük bir millet yetişeceği haber verilir. Bir testi su ve bir ekmek kendisine veri lerek, çocuğu kucağında çöle sürülen Hacer, Mısır yolunda E l - paran salırasına varır. Hacer ve çocuğu susuzluktan ölmek üzere iken bu çocuğun soyundan büyük bir mil let çıkacağı Yahve tarafından Hacer'e vahyedilir ve bir tnu cize ile yerden su fışkırır. Hace r ve oğlu çöldeki mu­ cizevi suyun yanında yerleşirler. Hicaz'da asgari VII. yüz­ yı ldan beri bilinen rivayere göre, Hacer ve çocuğunun yerleşıik leri, sahra Kabe'nin yanı ve fışkıran su Zemzem'dir (bk. HAC) . Daha sonra, İ.'in fedakirlık derecesini tecrübe için Yahve, İ . ' e tek oğlu İshak' ı kurban etmeyi telkin eder. İ.'in hangi oğlunu kurban etmeğe ıeşebbüs ettiği me­ selesi hakkında, Yahudiler ile IX. yüzy ı l Müslüman mü­ fessi rleri arasında münakaşa vardır (Kuran'da kurban edil­ mek istenen oğlun adı verilmemişti r ) . Müslüman müfessir­ leri T ev rat 'ın tek oğlu tabiri üzerinde durmakta ve İshak adının Tevrat'ta tasrihinin, çok tekerrür ettiği şekilde, ha­ hamların gayreti ile yapılan bir i live olduğunu sanmakta­ dı rlar. T ev rat 'ta, oğlunu k u rban etmek i steyen İ . , Moriab Dağı 'na gider. Moriab Dağı'nın yeri de bilinmemektc ve Ya­ hudi ler bunun Kudüs'te olduğunu tahmin etmektedirler. IX. yüzyıldan kalan Hicaz rivayetine göre, Moriab Dağı, Mek­ ke yanındaki Thabir Dağı'dır (bk. MEKKE ) . Moriab Da­ ğı'nda, kurban edilecek çocuğun hayatı, Yahve tarafından bağışlanarak bir kurbanlık koç bedel veri lir. Sare, ı 27 yaşında, Marnce i linde öl ünce ( Halilü' r ­ Rahman ) , İ. , Macpela Mağarası'nı satın alarak Sace, ken­ disi ve ai lesi için mezarlık ittihaz eder. Geneıiı'in XXV. kısmında, İ. başka kadın ile evlenip ondan da eviadı olmak ıadır. İ. ı 7 5 yaşında ölünce o da oğulları İsmai l ve İshak tarafından Macpela_Mağarası'na gömüldü.

Kur'in'dtt İbrahim : Kur'an ayetlerinde, İ.'in şah­ siyeıi, bütün insanlık çapındlki manasını almıştır : İ. ne Yahudi, ne Hıristiyandı ; Hakka yönelm i ş ( hanif) ve tes­ � im olmuştu ( müslim ) ve müşrik lerden deği ldi. Böylece, Islamiyer de- yalnız, Haz ret - i Muhammed 'in dini değil, ezelden beri var olan tevhid dini olarak an latı lmaktadır. İ. soyunun Kelimeıu llah'a (Allahın sözüne) vefa ve muha­ faza borcu tasrih ed i lmek le beraber, Allah ile Misak'a davet olun:ınlar, yalnız İ. soyu ve peygamberler deği l, bü­ tün ins:ıniyettir. B u hususu, İ. soyundan olan Peygamber, h:ıc m �r:ısimi esn1sında, i. soyundan rahiplerden ayrılıp, bütün halk ile birlikte Hacca giderek de ifade etmişti (bk. HAC ) . İ. soyunun hususiyeti lağved ilmekle, İslamiyetre ra­ hiplik de kalkmış oldu. Tevhid dininin bütün salikieri «İ.'in milleti» dir. Sünnet olmak aderioden de Kur'an 'da bahis yoktur. Allah ile insan arasınd:ıki «misak», Kur'an 'da bi lhassa manevi veche alır. İ . ' in vefa gösterdiği şunlardı : Hiç bir mükellef başkasının yükünü taşımaz. Ve insanın kendi gayretinden başka hüvviyeti yoktur. Ve onun ( insanın) şahidi olan Al lah vardır. İleride insan, vadedi len mükafaıa erecektir. Ve hakiki müntehi Rabbine doğrudur. Tevrat'ta anlatılan İ.'in muhacereti de Kur'an'da hem maddi hem manevi bir göçıür. Kur'an ayetlerinde m üker­ reren İ. şöy le der : «Ben Rabbime doğru muhicirim. Risa­ letine inanmayan milletinden «beri olmuş• ve ayrı lmak zo­ •

runda kalmıştır. Kur'an ayetlerinde İ.'in doğduğu çevre hakkında Tevrat'ta bulunmayan bilgiler de vardır. İ.'in mil letinin ve babasının ibadet ettik leri ve İ.'in kırdığı put­ lar yı ldız, ay, güneş'in müşahhas şeki l leridir. İ.'in yaşadığı rivayet edilen Ur ve Harran'da gök cirmleri ibadetleri mevcut olduğu arkeolaj ik kazılar ve yazıdar ile de anlaşıl­ mıştır. Kur'an'da İ.'in ateşe atılışı menkıbesi ve bir hü­ kümdar ile münakaşası ( Nemrud adı Kur'an 'da yoktur ve müfessirlerin ilavesidir) da ideoloj ik bir mahiyettedir : Müs­ tebit hükümdar kendisini ölüm ve hayat veren bi r mabud gibi göstermekte ve i. ise bir insanın putlaşmasına karşı durmaktadır. Böy lece, Kur'an 'ın bu ayetinde insanların bir­ birine eş olduğu fikrinin ilk müdafilerindendir. İ. ile ba­ bası Azar arasındaki anlaşmazlığa ve ayrı lığa rağmen, İ.'in babasına karşı dinmeyen sevgisi, Kur'an'da, İ.'in daima ba­ bası için dua etmesi i l e ifade edilir. Vatanından ve babasın­ dan ayrı lmayı, çocuğunu kurban etmeyi kabul edecek kadar fedakar olan i. , «halim ve yumuşak gönüllü», aynı zaman­ da «rüşd» ( doğruluk) sahibi ve «arınmış» bir kişidir. A llah ona el - Halil ( = dost) adını verir. İ.'in diğer hayat safhaların ın bazısı da Kur'an'da yer almaktadır. Ancak, Tevrat'ta olduğu gibi şahsi teferruat üzeriade durulmamakta ve ekseriyeti ile dini veche tebarüz etti rilmektedir. Hacer ve çocuğunun çölde ızdırabı ve Zem­ zem suyunun fışkırması menkıbesi, Kur'an'da değil, Haz­ ret - i Muhammed'in anlattığı bir hadiste yer alır ve Tev­ rat'ın rivayetine mümasildir, ancak o layın yeri Kabe o larak tasrih edi lir ( bk. HAC ) . Kur'an'ın belki bir ayeti Hacer ile İsmail'in yerleştiği çöl ün Mekke o lduğuna ima eder : «Rabbimiz, zürriyetimden bir kısmını çorak bir vadiye y er­ leştirdim.»

8

İBRAHiM PEYGAMBER - İBRAHiM SARIM PAŞA, Mektubi

Kur'an ' ı n İ . konusunda naklettiği ve Tevrat'ta bulun­ mayan başlıca olay, İ . tarafından, Tevhid dininin timsili ve tek ve manevi i laha dünyada ilk yapılan mabed olarak, Kabe'nin binası ve bütün insan nesi l lerinin bu timsali ziya­ rete davet edilmesidir ( bk. HAC ) . Louis Massignon gibi Hıristiyan i lahiyatçıları, Kur'an ' ı n İ . ' e verdiği hümanist veche üzerinde durarak, bu ayetler etrafında üç kitap din­ lerinin birbirine yaklaşarak bir >, «Ruzname -i Ceride · i Havadis>>, «Hakayiki ' l - Vakayi», «Diyoj en>>, «Letayif · i Asar>> ) çıkıyord u ki, bunlar ne muhteva ne de şekil bakı­ mından batı anlamında gazete denecek vasıfta değildi ler. İ . ' i n Türk basın ve fikir tarihinde oynad ığı büyük rol bu devreye rastlar.

İBRET Gazete, Ebüzziya'nın İ stanbu l, Sul tan Hamarnı'nda Yeni Geçit'te açtığı Tasvi r - i Efkar Marbaası'na nakledil­ miş, Kemal'in ve Ebüzziya Tevfik'in gazeteci lik kudretleri ve Lond ra'da «Hürriyet» i çıkararak gazereci likre tecrübe sa­ hibi olan Reşad ve Nuri 'nin himmer ve gayretleriyle İ. hem şeki l hem muhreva bakımından Türkiye'nin gazete adına layık ilk neşir organ ı olmuştur. i . dörder sürunlu dört sa­ hife halinde, Cuma ve Pazar günleri hariç haftada beş defa çıkmış, ı kuruş fiyatla saıı lmıştır. Mali idare i ş lerini Na­ mık Kemal'in üvey dayısı Mahir yürütmüş, başmuharri rliği Namık Kemal yapmış, gazeıe yazı idaresini Ebüzziya Tev­ fik yönetmiş, iktisadi yazı ları Nuri, dış icmalleri Reşad yazmış, Sarafyan da sorumlu mi:d ürlüğü kabul etmiştir. Namık Kemal'in, gazetenin ilk sayısında mesleğini takdim yaıı sıroda şu sözler vardı r : «İ tikad ımızca gazetelerin en büyük vazifesi halkımıza siyasi kaidelere, medeni ilerie­ yiş lere dair bilgi vermektir. Havadis vermekte de kusur etmeyeceğiz.» İ. , o zamana kadar görülmemiş ve alışı lmamış bir muhteva ile çıkmıştı. Gazete siyasi, kü ltürel, iktisadi, mali makaleler, dış icmal yazı ları yayınlıyor, okurlarına bilgi vere­ cek kon ulara değin iyor, yurt ve dünya haberlerin i tefsir ede­ rek bildiriyor, kitap, tiyatro eleşti rmeleri yapıyor, ilk defa borsa eecve li neşrediyor, piyasa haberleri koyuyordu. Hüku­ merin bozuk iceaatır a şiddetle hücum edildiği gibi, yabancı basın i le Türkiye'de yabancı dilde çıkan basında aleyh imize görülen yayınlara da layık oldukları sert cevap ları veriyor, yalan ve iftiraları açığa vuruyordu. Gazeten in sadece bir başyazara sahip olmadığını göstermek için Ebüzziya Tevfik, Nuri ve Reşad beyler de sık sık başyazı yazıyorlardı. Bun­ ların hücum ve eleşti rmeleri de Kemal'den aşağı ka lmıyordu. İ. , bir anda Türkiye' de baskı rekorunu kırmıştı. 1. sayısını 3 000 basan gazete, üç haftada ı 9. sayısında ı 2 000 baskıyı bulmuştu (Bu rakamın o zaman için değeri , o tarihten 75 y d sonra, ı 94 5 ' te en çok baskı yapan gazetemizin sadece ı2 000 hası ldığını karşı laştı rmakla takdir edi lebi lir) . Ancak, o sırada Sultan Abdülaziz, kendisin i , Tanzimat fermanının öngördüğü gibi «hükümet idare eden adam» deği l, «devlet idare eden adam» halinde tutmağa uğraşan Ali ve Fuad paşalardan kurtulmuş, sadrazamlığa getirdiği Mahmud Nedim Paşa ( Rus dostluğu yüzünden halkın Ne­ dimof diye adlandırdırdığı kimse) 'nın yıkıcı telkinleriyle hükumet idaresini de ele alarak i sribdad ını günden güne artırmış, Tanzimat'tan beri 32 yıldır riayet olunan insan haklarının, yani muhakeme edilmeden adam sürmemek hak­ kınııı kaldırılmasını sağlamış ve muhakemesiz devler ricalinin sürgün lere gönderi lmesine başlanmıştır. Mahmud Nedim Paşa İ . ' i n neşriyatına daha fazla tahammül edeme­ miş, gazetenin ı9. nüshasında Namık Kemal'in Garez marazdrr yazısını bahane ederek, Hünkar'ın fermanı ile İ.'i 4 ay süre i le kapattırıp dört yazarını da Anadolu'­ da memuriyedere tayin etıirerek İstanbul'dan uzaklaştır­ mıştır. Namık Kemal Gelibolu'ya mutasarrıf, Tevfik ( Ebüz­ ziya) İzmir Mahkeme - i Kebire - i Merkeziye'ye başkatip, Nuri Menapirzade Ankara'ya mektupçu, Reşad Kayazade ise Bi lecik'e kaymakam atanmıştır. Kapanışından 80 gün sonra, o sırada sadrazam bulunan Midhat Paşa'nın ricalarıyle, Abdü laziz'den İ. 'in neşrine mü­ saade fermanı çıkmış, gazete 1 Ekim ı S 7 2 ( ı s Eylül 1 28 8 ) de tekrar yayına başlamıştır. Ancak, bu zamana kadar me­ muriyetine gitmeyen Namık Kemal de, yine aynı Midhat Paşa'nın emriyle, gazetenin neşrinden sadece bir hafta önce,

13

Gelibolu'ya sürgün memurluğuna yollanmıştı ( 2 7 Eylul ıs72, 1 4 Eylul ı 288 ) . Ebüzziya i se, Midhat Paşa'nın, Mahmud Nedim Paşa'nın icad ermiş olduğu Mahkeme - i Kebire - i Merkeziye' leri i lga etmesi üzeri ne, memuriyersiz kalmakla sürgüne gi rmekten kurtulmuş, daha sonra da Midhat Paşa dördünün de sürgünlüklerini affeui rmi ş, ancak memurlukla­ rını kaldı rmamıştır. Bundan i stifad e eden Nuri, Ankara mektupçu luğundan i stifa edip İsranbul ' a dönmüş, Reşad ise vazifesine devam etmiştir. Ebüzziya, marbaasıyle birlikte gazeteyi de İstanbu l ' da Beyoğl unda İsriklal Caddesinde ( o zaman adı Uzun Yol) Hacopulo Pa�aj ında 13 nurnarada Ahmed Midhaı Efend i'­ nin açtığı matbaanın bi r kı smına taşımış ve İ . ' i n bütün yÜ· künü üzerine almıştır. Namı k Kemal, Gelibolu'dan arasıra imzasız başmakaleler, Reşad ve Nuri bey ler de fırsat bul· dukça imzasız yazılar göndermi şlerdir. Namık Kemal, Gelibolu mutasarrıflığından Abdülaziz iradesiyle aziedilip İstanbu l ' a dönünceye kadar ( 26 Aralık 1 872, ı3 Aralık ı 28 8 ) gazetede, başmakale dahil hiçbir yazıya imza anlmamıştır. Kema l, dönüşünde, 82. nüshadan sonra başmakalelerinde Kema l, B. M. ( Baş Muharri r) rumu­ zunu kullanmış, 97. nüshadan sonra Kemal, ı o 3 . sayıda · ka­ lemini di lenci değneği etmek istemeyen Erbab - ı Kalem» ve ı 0 5 . sayıda da «Hey'eti Tahririye» i mzasını kullanmıştı r. Bu tati l ve memuriyet sürgünlerine uğramış olmak, gazete yazarlarının yazılarındaki şiddeti durdurmamış, ı ı o. nüs­ hada Kemal'in (hükumeuen müsaade almadan basmış ol­ duğu ) Evrak - r periıan kitabının yasaklan masını ve bu tarz uygulamayı şiddetle tenkid eden yazısını bahane eden hü­ kumet, İ . ' i tekrar bir ay kapatmıştır. Gazete, l l ı. nüshasını 6 Mart 1 87 3 (22 Şubat ı 28 8 ) t e çıkarmış, ancak, hundan sonra olaylar büyük b i r süratle gelişerek İ. temelli ilga edi lmek cezasına uğramış ve yazar­ ları üç yıl kale zindan larında hapsed i l mek suretiyle sür­ günlere gönderi lmiştir.

O lay ların gelişmesi, Güllü Agop'un İstanbul'da Gedik Paşa Tiyatrosunu açmasıyle baş lar. Devrio hürriyet müca­ hitleri, yazdık ları piyeslerle bu ti yatroda mücadelelerini sürd ürmek ve halkı uyarmak yolunu aramışlard ı ı . İstan­ bul'a gelen Nuri Menapirzade, Ali Bey ve Kemal Bey'le be­ raber tiyatronun «edebi hey' et• inde vazife almıştır. Güllü Agop'un tiyatrosunda Ebüzziya Tevfi k'in Ecel - i kaza pi­ yesi 28 Aralık 1 872 'de, Ahmed Midhat Efendi'nin Eyvah piyesi 30 Mart ı 8 7 3 ' te, Namık Kemal'in Vatan yahut Silistre piyesi 2/3 Ni san 1 8 7 3 'te oynanmışıır. Halk bu piyesi büyük tezahüratla karşılamış, oyundan sonra yazar lehine yapılan büyük gösteri sokağa taşmış, kalabalık bi r grup, «var olsun Kemal - i millet» ve piyeste geçen «mu­ rad » kelimesine dayanılarak ve Şehzade Murad Efendi'yi kas­ dederek «Allah muradımızı versi n • bağ rışmalarıyle gece yarı sı İ. idarehanesine gelmişler, Kema l ' i i stemişler, onu bulamayınca da bir teştkkür mektubu yazıp gazeteye bı rak­ mışlardır. Sarafyan olayı başmakale sütununda imzasıyle anlatmış ve mektubu da «Var olsun Kema l - i mil let • baş­ lığı ile bir gün sonra neşeetmiştir ( 1 30. sayı , 4 Nisan ı 8 7 3 , 22 Mart ı 289 ) . Aynı gün Ahmed Midhat Efend i 'nin maıbuaı nizarnını tenkid eden bir yazısı çıkmış ve yazı­ da geçen «millet - i metbua» deyimi hükumeti kuşkulan­ dırmıştır. Gazetede Menapirzade Nuri ' nin ve Bereketzade İsmai l Hakkı (genç bir i lmiye talebesi ) nın, Kemal'in pi­ yesini överek eleştiren biter yazıları çıkmıştır (5 Nisan

14

İBRET

-

lBSEN,

ltenrik

1 8 7 3 , 23 Mart 1 2 89 ) . Vatan piyesi 2. defa 5/6 Nisan 1 8 7 3 ( 2 3/24 Mart 1 289) te aynanmış ve y i n e tiyatro içinde bü­ yük tezahürat yapılmıştır. Hükumet 6 Ni san 1873 ( 24 Mart 1 289) te İ . 'in im­ tiyazının feshine karar vermiş ve bu karar o sı rada mat­ buat idaresinin başırıda bul unan, Kemal ve arkadaşlarının yakın dostu, Sadu llah ( Paşa) imzasıyle gazeteye tebliğ edilmiştir. Kemal bu resmi tezkereyi Umuma Veda İbret başlıklı bir el ilanı şeklinde on bin lerce basıı rarak, 7 Nisan 1 8 7 3 ( 2 5 Mart 1 289) te dağıtmak suretiyle halka duyur­ muştur. Olay bu kadarla da kalmamış, hükumet İ.'in başlıca yazarlarından Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik, Ahmed Midhat, Menapirzide Nuri, Bereketzade İsmail Hakkı ve Aleksan Sarafyan'ın tevkiflerine karar vermi ş (genç bir i lmiye talebesi olan İsmai l Hakkı 'nın suçu Kemalle birlik­ te Midhat Paşa'yı ziyarete gitmiş olması ve V atan piyesini över yazı yazmasıdı r ) ve hepsini 7 Nisan 1 87 3 ( 2 5 Mart 1 289) Pazar günü tevkifle hapsetti rmiştir. Aleksan Sarafyan bir gün sonra serbest bırakı lmış, d iğerleri 9 Ni· san 1 87 3 ' te sürgüne gönderilmiştir. Namık Kemal Kıb � ıs'ta Magosa kalesine, Ebüzziya Tevfik ve Ahmed Midhat Rodos kalesine, Nuri Menapirzade ve İsmail Hakkı Bereketzade de Akka kalesine kalebent olarak zindan hapsine gönderil­ mişler, Sultan Abdülazi z'in hal' i ne kadar ( 30 Mayıs 1 876) bu yerlerde 3 yı l sürgün kalmışlardır. İ.'in bu devresinde çıkan en önemli makaleler : Namık Kemal'in lstikbal ( 1 . sayı ) , Reddiye (9. s. ) , ittihad . ı İslam ( 1 1 . s. ) , Maarif ( 1 5 . s. ) , Garez marazdır ( 1 9. s. ) , Terakki (4 5 . s. ) , Tezyid · i varidat ( 9 1 9 3 . s. ) , Türkre matbuat ( 94. s. ) . Ebüzziya Tevfik'in Vazifelinas/ık ( 5 . s. ) , Şarkta matbuat ( 1 1 . s. ) , Mektepsizlik ( 1 5 . s. ) , Adalet ( 2 1 . s. ) , Reşad Kayazade'nin Kızlar ( 1 6. s. ) , Istik­ raz ( 1 9. s. ) , Nuri Menapi rzade'nin Askerlik ( 6 . s. ) , Batı/ mezhepler ( 1 0. s. ) , Ahmed Midhat'ın Matbuat Nizamnamesi ( 1 30. s. ) . Yine b u süre içinde gazete aleyhine hükumetçe dava­ lar açılmıştır. Bunların en önemlisi Kemal'in Rej i İdaresi aleyhine yazdığı makale ( 26. s . ) den dolayı Sadrazam Mid­ hat Paşa emriyle olmuştur. ·

İ.'in neşeiyatında ve mücadelesindeki gaye, her an çökme tehlikesi gösteren imparatorluğu yaşaımaktır. Bunun için bozuk ekonomik düzeni yoluna sokmak, ahlak suku­ tunu önlemek, politik bi rliği sağlamak, imparatorlukta Os­ manlılık fikrini korumak, İslam ve Türk askerine hariçten vaki hücumları delilleriyle çürütmek, i ftiraları ortaya koy­ mak gibi konular üzerinde durmuştur. «Gazete bu gayeye ulaşmış, ağı r baş lı, ciddi, vakur ve hürriyet mücadelesinin en mühim önderi olmuştur. Londra'da çıkan ve hürriyet mücadelesinin alemdan olan «Hürriyet» gazetesinden çok daha ciddi, şiddetli ve kuv­ vetli yazılarıyle halkı uyarmıştır.» (Süleyman Nazif, Namık Kemal ) . Şekil bakımından da İ. hakkında «Salname - i Hadi­ ka» ( 1 8 7 3 , H . 1 1 90 ) da Ebüzziya Tevfik ş u satı rları yaz­ mıştır : «İ.'in el' an zinet · i mefhareti olan şekli i ltibas eylemesi maıbuatça bi r devir hükmünü almıştır. » - Ziyad Ebüzziya

İBRET, Eııma ( İstanbul 1 780 - İstanbul ? ) , Türk kadın hattatı. Serhasekiyan · ı Hassa Ahmed Efendi 'nin kızı­ dır. Hat üstadı Mahmud Celaleddin (b. bk. ) tarafından yetiştirilen İ. Hanım, daha 1 5 yaşında iken yazdığı Hi/ye . i

;» � J " �-::: ı:...- ··.:.,·���-� • • -== �� P . . ·u'-:s:;rıı,.> -:J� ::-�... !�� --

-

.•• _?

.

.:5�it!ı-s;;;iti ·�-��t:-_::;'-j W§tJJ'

- -�Ül�ı-JJ��-�-;.1:��':/i�::::ı /�;'J _ji:Ju� =�ıi �--: ·_,,B��

E. İBRET : Sülüs nesih kıc'ası ·

Saadet (b. bk. ) ile takdi r toplamış ve kendisine icazet (bk. HATTAT ) verildiği esnada, i b ret alın maya değer i stidadı dolayısıyle adına İ. i lave edilmiştir. Sonradan hacası Mah­ mud Celaleddin'le evlenen İ . , kadın hauatlarımız içinde en ziyade başarı gösterenidir. Sağlam bir üslup ile yazdığı sülüs . nesih kıt' aları, hi lyeleri , deliilieri vard ı r. Eyüp' teki Şeyh Murad dergahında Mahmud Celaleddin'in yanına def­ nedildiği söylenmektedir. - Uğur Derman

İBRİKGAGALI ( Cochlearius cancrophagus) , Balık­ çı lgi ller fami lyasından bir kuş türü. G üney Amerika'da yaşayan bu kuşun gagası kalındır ve ens esinde bir parça siyah tüy vardır. İBRİKDAR, genellikle Türk saraylarında padişah veya sultanın en yakın hizmetii lerinden biri. Bu görev, Selçuklu saray larında taşıdar vfya abdar adıyle adlan­ dırı lmakta idi. Bu görevin sahipleri, padişahın elini yıkadı­ ğı, abdesr aldığı zaman ona !eğen, ibrik tutan saray mensu­ bu idi ler. Selçuklu devletlerinde politikaya sıkça karış­ tıkları için bu devi r vekayinamelerinde adları sık sık anıl­ maktadır. Bunlardan bazı ları daha sonra devlet kuracak kadar nüfuz sahibi olmuşlardır. Bun lara örnek olarak, köle­ likten yetişen Enuşcigin gösteri lebi lir. Efendisi tarafından Hive valiliğine tayin edilen bu zat, kısa bir zaman içinde Harezmşahlar devl �tini kurmuştur. Osman lı sarayında i se, taşıdar unvanının İ. şeklinde yayı ldığını, bu h i zmetin sahibinin padişahın !eğen, ibrik hizmetine baktığını, hükümdarıo elini yıkadığı zaman su­ yunu döken kişi olduğunu, içtceği zaman da su verdiğini, padişahın yolculuklarında ibrik, abdesr ve su kaplarını ko­ rumakla görevli bulunduğunu görüyoruz. Hasadalılar züm­ resine dahi l bulunan İ . , geçimini sağlayan ödenekler dışın­ da yılda iki kere 1 00 al tın bahşiş almakta idi. İ . ' ların Hasodalı ların eskilerinden, yani kıdemli lerinden olduğu, derece itibariyle de peşkir gu lamından sonra yer aldıkları görülmektedir.

IBSEN [tpsin) , Henrik (Skien 1828 · Oslo 1 906 ) , Norveçli şiir v e tiyatro yazarı. B i r tüccarın oğlu olan I . , Grimstad 'da eczacı olarak çalrşmış, öğrenim için gittiği baş­ kentte P. Bouen Hansen ve A. O. Vinj e ile beraber «Andh­ rimnerı> adlı bir haftalık dergi çıkarmış ( 1 8 5 1 ) ve ih­ tilalci hareketlere katılmıştır. 1 8 5 1 yılında tiyatro müdürü ve sahne yazarı olarak Bergen' e çağrı lmış, 1 8 5 2 'de Kopenhag ve Dresden' a bir tetkik gezisi yaparak� bu şehirlerde sahne tekniği ve tiyatro yazarlığr öğrenmiştir. 1 8 57'de Milli Ti-

lBSEN, Henrik yaıro'yu idare etmek için Os· lo'ya davet edi len I . ' ı n burada geçirdiği günler ( 1 8 5 7 - 1 864 ) , hayatının e n karan lık günleri olmuş, maddi sıkıntı içinde kıvranı rken, yazdığı dramla­ rın hiç de iyi karşı lanmadı­ ğını görmek ıztırabını çek­ mıştır. 1 8 64 ' te Norveç'i terk etmiş, kısa geziler dışında, 1 8 9 1 'e kadar Dresden, Mün­ chen ve İ ıalra 'da yaşamıştı r. Eserlerinde önceleri ro­ mantik bir üslupla milli - tarihi konuları işlemiştir. Büyük H. IBSEN fikir dramları arasında Brand (ad) [ 1 866 ; Türkçe çev. 1 94 5 ) da aşırı bir idealistin ba­ şarısızlığının mukadder olduğunu gösteri r. Peer Gynl (ad) [ 1 867 ) , Norveç li lerin romantik çılgınlığını ve hayalperest­ tiğini alay konusu yapar. Kejıer og Gali/aeer ( Kayser ve Celi leli ) [ 1 888) de eski zaman ruhunu Hıristiyan ruhu i l e karşı laştı rarak bir üçüncü devlet fikrini kabul eder. İnsan hayatının üzerine dayandığı yalanların bütün şekillerini, evlilik ile sevgi arasındaki münasebeti , kadına bir bağım­ sız kişilik olarak değer biçme fikrini tekrar tekrar işlediği, sosyal dramlarıyla mil letlerarası büyük bir ün kazanan l . ' ı n maksadı , yalnız bir tezin savunulması değil, aynı zamanda insan ve insan mukadderatını tasvi r etmektir. l . ' ı n piye�­ lerindeki dramatik hareket, piyesin başlamasından önce vuku bulmuş olup sonuçlarını ted ricen açıkladığı olaylar· dan ibarettir. Dil ve aksiyon, özell ikle l . ' ı n son dramların­ da, sembolizm yolu ile maddi dünyanın manevi dünya ile olan bağ lantıianna işaret eder ve neticede hakiki şahsiyet· ler ik inci bir manaya sahip olurlar ve I . ' ın bize anlattığı hikayeler muammalara, alaca karan lığa doğru kayar. I . ' ın san 'at hayatının ikinci yarısı, gerek Orta ve Batı Avrupa'· da, gerek Skandinavya'da, tabii bilimlerde ve sosyoloj ideki tenkit havasının te'siriyle natüralizmin fikir akımiarına hakim olduğu bir zaman olmuştur. l . ' ı n dramlarında orta­ ya attığı sosyal ve ahiakl sorular çoğu zaman cevapsız kalı r ; fakat bu soruları ortaya atmakta gösterdiği güç ve bunları ifade etmek i�in kullandığı insan ve insan mukad­ deratı tabloları, XIX. yüzyılın sonlarında sarsıcı tesirler husule getirmiştir. Eserlerinden bazı ları şunlardır : Sam/undetı ıtöller (Topluluğun desıekleri ) [ 1 877) ; Et dukkehjem (Bir bebek evi ) [ 1 880 ; Türkçe çev. 1 942) ; Gengangere ( Hortlaklar) [ 188 1 ) ; En /olke/iende ( Bi r halk düşmanı ) [ 1 882) ; Viidanden (Yaban ördeğ i ) [ 1 884 ; Türkçe çev. 1 944) ; Hedda Gabler ( kadın adı ) [ 1 890 ; Türkçe çev. 1 944) ; Nar vi dede ı·agner (Biz ölüler uyandığımızda ) [ 1 899) ; Bygmeıter Sol ne u (Yapı ustası Solness) [ 1 892 ; Türkçe çev. 1 946).

I BŞIHI ( 1 388 . 1446 ? ) , Mısırlı Arap edibi. 10 yaşlarında iken Kur'an'ı hıfzetmiş, daha sonra fıkıh ve nahiv öğrenimi yapmıştır. 1 4 1 2 'de Hacca gittikten sonra Kahice'de Celaleddin Bulkini'nin derslerine devam etmiştir. Edebiyat üzerinde de ciddi çalışmaları vardır. Bazı eserleri batı d i l lerine çevri lmiştir. İCAR : bk. KiRALAMA. !CARE, belli bir menfaatı belli bir l:e:lel karşı lığın· da satma veya alma. Kiraya verme veya kiralama gibi.

teAZET

-

15

İ. 'de esas gaye menfaattır. Bu, bir bey'i ( satış ) dir. Bu bakımdan bi rçok bey'i hükümleri İ. 'ye de uygulanır. İ . 'nin, hakkında aki t yapılan konuy.ı göre çeşitleri vardır.

ICAZET, i lmi ve tasa �vufi terim. İcaze, İ . , izin minasına gelen Arapça bir sözdür. İcazet - name, bu sözden Farsça kaidesince yapılan bir terkiptir ve izin veri ldiğini tespit eden yazılı kağıda denir. İlmiyyede İ . , icazetli bir alimin derslerine uzunca bir müddet devam edenin di leği, yahut da alimin, onda gördü­ ğü liyakat üzerine veri lir. İcazet - name, Allah'a hamd - ü seni, Hz. Peygamber'e, öbür peygamberlere, Hz. Muham­ med 'in soyuna - sopuna ve sahabesi ne salar - ü selamla başlar, ondan sonra, bi lgi hakkındaki ayeıleri , meseıa bilenle bil­ meyenin bir olmayacağını bildi ren iyeıle ( XXXIX, 9 ) , «Rabbi m, i lmimi arttır» demeyi emreden ayet ( X X, 1 1 4 ) anılır, Hz. Peygamber'in bi lgiyi, beşikten mezara dek ara­ mayı, bilginlerio, peygambe rlerin varisieri olduğuna dair hadisleri ( Cami' us · Sagtyr ; Mısır 1 3 2 1 ; C. II, s. 58 ) , meş­ hur alimierin ilim hakkındaki sözleri nakledilir ; ondan sonra icazet - n arneyi veren kendi adıyla babasmın adını zikredip icazet - name verilen zaıın adını, babasının adını ve şöhretini anıp kendisinden okuduğu tefsir, hadis, kelam, belagat, usul ve füru, nahiv, sarf, mantık, hikmet ve adab ile diğer bilgileri beliediği bildiri ldikten sonra kendisini duadan unutmaması şart koşulur ; ondan sonra da icazet . narneyi veren, hocalarının adlarını anar ; en meşhurundan başlayıp hocadan hocaya, hangi mezhepten ise, o mezhebin imarnma kadar bütün adlar anılır ; ondan sonra da o ima­ mm, Hz. Peygamber'e kadar bilgideki sohbet, tederrüs ve İ . zinciri nakledi lir. Üsıad, hadiste de okuduğu ki tapları zikreder ; i ca zet - narneyi Kelime · i Tevhid, Salavit ve dua ile bitirir. Bazı icazeı nameler, icazet - narneyi verenin ve veri lenin, babalarının ad ları, icazet - n amenin veri liş tarihi, icazet narneyi verenin yazısıyla yazılıp mühürtenerek başlar, ondan sonra yukarıda bildirilen zinci r anılır. Tefsi r, hadis gibi bi lgi leri , yahut bütün dersleri, padişahların yaptırdık­ ları «Saiatin» adıyla anı lan camilerden birinin med resesinde okurmak üzere veri len «ders - i amlık» İ.' leri de aynı tarzda tanzim edilirdi. Ayrıca bir kitabı, mesela Delail'ii/ - Hay­ rat ' ı okumak, okutmak, okumaya İ. vermek için de icazet . name verilirdi. Bütün bu icazet · nameler Arapça yazılırdı. İcazet · n ameleri, nesih yazıyla zamanın meşhur hattariarına yazdırmak, tezhib ettiemek de bir teamüldü ; yalnız icazet . narneyi verenin ve kendisine veri lenin ad yerleri açık bıra­ kılır, buraları, ıcazet narneyi veren, kendi e lyazısıyla yazardı. İcazet - nameli hocaya «mücaz» icazet - name verene «müciz» deni r ; hocanın liyakat ve kudreti, icazet . name verdiği deveelerin sayısıyla ölçülürdü ( İcazet - name suretle­ rinin fotoğrafyalan için bk. Ord. Prof. Ebü ' l Uia Mardi n : Huzur Derı/eri ; C. I I - I I I . ; Prof. Dr. İsmet Sungurbey tarafından önsöz ve eklerle hazırlanmıştır. İstanbul Üniv. Hukuk Fakültesi Yayın. İst. İsmai l Akgün Mat. 1 966. Metinler Arapça olduğundan 760. sahifeden itibaren 645 sahifeye kadar) . Dini kitap yazanlardan, yazdıkları kitabı okuırnak için dileyen lere, hatta isim zikretmeden İ. veren­ ler de olmuştur (bk. İslam Ansiklopedisi ; I. Goldzıher : İ> deri z ; bazan da «beklenmek­ teydi>> veya «bu, tahmin edili yordu•• deriz. Bu yargıl:ırımızı sağ duy umuza dayandırırız. Fakat acaba, tesadüfleri belli bazı kurallara bağlamak imkanı yok mudur ya da şansın bir ö lçüsü belirti lemez mi ? Konuya açıklık kazandırmak için somut bazı örnekler alalım. Yazı - tura oyunund:ı oyuncuların kazanma şansı birbirine eşittir. Fakat oyuna şöyle bir kural konulduğunu düşünelim : Para arka arkaya 5 dda atı ldığında 3 d efa tura gelirse, oyunu A kazanacak ve B' den 1 5 lira ala;ak ; para arka arkaya 4 defa ap idığında 2 defa tura geli rse, oyunu B kazanacak, A'dan 10 lira alacak. Bu oyunda her bir oyuncunun kazanma şansı hakkında ne söylenebi li r ? XVII. yüzyılda Fransa'da kumar merak lısı Chevalier de M�r� (b. bk. ) , matematikçi Blaise Pascal ( b. bk. ) d en şu probleme bir çözüm bulmasını i sıemiştir : Ku ma r o;na•

1HTİMALLER H'ESABl

so

yan iki oyuncudan herhangi biri belli miktarda puvan top­ ladığı anda oyunu kazanmış olacaktır. Oyunculardan hiçbi ri henüz bu puvanı temin edemed iği halde elde olmayan bir sebeple oyunu bı rakmak gerekmişti r. Ortaya konulan parayı oyuncular a rasında nasıl pay etmek gereki r ? İşte bu tür düşünceler i . H. 'nın doğmasına yol açmış­ ur. ihtimaller teori sinin kuruluşunda Pascal ile Pierre de Fermat (b. bk. ) 'nın payları ortaktır. Teorinin temel i lke­ leri , iki matematikçinin sürekli mektuplaşmaları sonucunda 1 654 plında ortaklaşa konulmuştur. Yukarıda örnek olarak aldığımız her iki problemin çözümü, oyuncuların herhangi bi r anda oyunu kazanma ihtimalini hesaplamakla mümkündür. Bu hesaplara imkan veren i lkeler nelerdir ve bu teori nası l kurulmuştur ?

Ihtimal ölçüsünün eski tanımı : Flir deneyin n tane miimkiin sonucu var ve bu sonuçlardan ancak m tanesi i lgilendiğimiz bir E olayına uygun sonuçlar (E olayının olmasın ı ) içeriyor ise, E olayının olması ihtimali, uygun son uçlar sayısının mümkün sonuçlar sayısına oranı ile ölçü­ lür, yani E olayının ihti mal ölçüsüne P ( E ) diyecek olursak : P ( E ) = ...!!!... dir. n Bu tanıma açıklık kazandırmak için şu örneği inceleyelim : Bir torbada 3 beyaz, 2 siyah, 5 kırmızı top vardır. Torba­ dan geli şigüzel çeki len bir topun beyaz çıkması ihtimalinin ölçüsü nedir ? Torbadan gelişigüzel çeki lecek bir top için mümkün sonuçların sayısı n = l O ' dur. Torbadan beyaz top çıkması olayına E dersek, E'yi içe recek uygun haller sayısı m = 3 ' tür. O halde, topun beyaz çıkması ihtimalinin ölçüsü 3 / ı O'dur. Bunun gibi, topun siyah çıkması ihtimalinin öl­ çüsü 2/ ı o, kı rmızı çıkması ihtimalinin ölçüsü 5/ ı O'dur. ihtimal ölçüsü hakkında verilmiş olan bu tanımdan şu ilk sonuçlar çıkarılabilir : ı . O L m L.. n ol duğu için O ..::::.. P ( E ) L.. ı 'dir.

m = O halinde P ( E ) = O'dır. Böyle, ihtimal ölçüsü u/ır olan bir olaya imk!m.rrz olay adı veri li r. Mesela, için­ de hiç yeşil ıop bulunmayan bi r torbadan yeşil renkli top çekme olayı imkan sızdır. m = n halinde P ( E ) ı 'dir. Böyle bir olaya keıin olay deni r Meseli, içinde yalnız beyaz toplar bulunan bir torbadan çeki len ıopun beyaz çıkması kesin bi r olaydır. =

2. Bir E olayını içeren sonuçların sayısı m i se, E'yi içermeyen sonuçların sayısı n - m ' d i r. Bu sonuçların i çer· diği olaya E'nin tersi denir ve E sembolü i le gösteri lir. Bu E olayının ihtimal ölçüsü, tanım uyarınca P(E) =

n -

m

n

= ı - P(E)

veyl P(E) + P(E)

=

ı 'dir.

Mesela, torbada yalnız 3 beyaz, 7 siyah top_ olsaydı , çeki­ len topun beyaz çıkması ihtimali 0.3 ve beyaz çıkmaması ihtimali ı - 0 . 3 = 0.7 dir. 3. Bir deneyin mümkün sonuçlarının her biri aynı ihtimal ölçüsüne sahipse, bu sonuçlara eı olumlu sonur/ar

denir. Eş olumlu sonuçların her birinin ihtimal ölçüleri ı dir. Dolayısıyla n n � Pi = ı ' dir.

Pi =

Sonuçların eş olumlu olmaması halinde de bu toplarnın değeri yine ı 'dir. Meseli, torbadaki toplara ı ' den I O'a kadar nu­ mara konulsaydı ( renk farkı gözeti lmeksizin) çeki len topun numarasının ı olması ihtimali ile 2, 3 , . . . , ıo olması ihti· malleri hep aynı o.ı ölçüsüne sahip olacaktı. Dolayısıyla n



Pi

=

0. 1 + 0. 1 + . . . + o. ı

t 'dir.

-=

Bir olayın ihtimal ölçüsü için XV I I . yüzyılda veri lmiş olan tanım üç yüzyıl boyunca yeterli görülmüş ve ihtimal teorisinin gelişti rilmesinde önemli bir imkan sağlamıştır. Fakat XX. yüzyıl matematiği nde ihtimal teori sine de modern bir yapı kazandı rmak gereği duyulmuştur. İhtimal teorisine uygun bir matematik model, cümleler yardımı ile bulunmuştur.

Ihtimaller teorisinin modern yapısı : ihtimaller teori sinin matematik modeli, örnek uzayt ( İng. samp le space ) fik riyle başlamıştır. Bir deneyin mümkün olan bütün son uç­ larının cümlesine o deneyin örnek uzayı denir. Bu cümleni n elemanları aslında birer son uçtur, ama birer nokta i l e soyut­ laşurı labi lir. Böylece örnek uzayının bi r geometrik gösteri­ mi sağlanmış olur. Bu usul büyük kolaylıklar � - '\ lar. Mesela atı lan bir çift tavla zarının örnek uzayı 36 eleı"anlı bir cümledir ve bu cümlenin elemanları ( x , y ) şeklindeki ·

{

}

ikili lerdir. Burada x ve y E. A = 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve örnek uzay ı S A' dir. S örnek uzayını meydana getiren sonuçlardan bazıları, bir E cümlesini oluşturur. E cümlesi S cüml esinin bir alt cümlesidir veya S, E'yi E =

• G)" . •

kapsar, yani E ..::::.. S'dir. İşte böyle S örnek uzayının E gibi bir alt cümlesine olay deni r ( Şek. ı ) . Yukarıdaki örnekte, ikili lerinin cümlesi E ( 5 , 2 ) , ( 6,

ı )}

=

"





s



( Şek. ı ) x

+y

{ ( ı,

7 şartına uyan ( x , y )

=

6 ) , ( 2 , 5 ) , ( 3 , 4 ) , ( 4, 3 ) ,

olup, 3 6 eleman l ı örnek uzayının bir alt

cümlesidir. Başka bir deyimle E , i ki zar toplamının 7 gel­ mesi olayıdır. Bir S örnek uzayı tarafından kapsanan her E olayına, bu olayın ihtimal ölçüsü veya kısaca ihtimali adı verilen ve P ( E ) sembolü ile gösterilen bir sayı karşılık gelir ve P ( E ) fonksiyonu aşağıdaki aksiyomları sağlar :

Aksiyomlar : 1 . E, L.. E, ise P ( E,) L.. P ( E, ) dir. 2. Eı , E1 , , Eo , . . . ikişer ikişer ayrık ( ortak elemanları bulunmayan ) olayların bir dizisi olsun. Eğer bu olayların her biri aynı E olayının alt cümleleri i se, •





P ( E ) = P ( E , ) + P (E,) +







+ P ( En ) + . . .

Her cümle kendi kendi nin bir alt cümlesi olduğuna göre, S örnek uzayı da bir olaydır. Bu özel olaya kesin olay denir. Boş cümle f her cümlenin alt cümlesi olduğu bi; lindiğine göre � de bir olaydır. B u olaya imkansız olay denir.

iHTIMALLER � - P ( S ) = 1 ve P ( ' ) = O'dır. İhıim:ıl ölçüsü ı ve O olan başka hi çbi r olay yoktur. Yukarıdaki aksiyomlarla

o L P(E) / ı olduğu sonucuna varı lır. Teorem : Eleman ları sayısı N ( S ) olan bi r örnek uza­ yında sonuçlar eş olumlu i se, bu uzaya aid bir E olayının elemanları sayısı N ( E ) i se, E olayının ihti mal ölçüsü N(E) P ( E ) = -- dir.

N(S) toplamı : Teo re m : Örnek uzay ı eş

Ihtimalierin olumlu i se, E, < S ve E, ( S olmak yının ihti mal ölçüsü

üzere E, V E, ola

P ( E, V E, ) = P ( E ) + P ( E. ) - P ( E, 1\ E,) d i r. E, i le E, ayrık ise, yani E, 1\ E, = ' i se, P ( E,/\E, ) = O olup teorem 2. aksiyo:na ind i rgenmiş olur. E "- E . V E, o layı, E, ile E, cümlesi nin bi rleşimi olduğu için E . veya E, olayının olması, E olayının olmasını gerekti rir. E, 1\ E, o layı, E, ile E, nin orıak eleman larının cüm· lesidir, dolayısıyla E. ve E, nin birlikte olma�ı E· 1\ E, olayının olmasını gerekti r i r . Bu te oremin uygulanışına a i d bir örnek : 3 2 ' 1ik b i r i skarnbi l destesinden çeki len bir kartın karo veya onlu çık· ması ihtimalinin ölçüsü nedi r ? Çeki len bir kartın karo olması ihtimali ı /4, onlu ol· ması ihtimali ı /S ' d i r. Kartın karo ve onlu (yani karo on· lusu) olması ihtimali 1 1 3 2 'dir. Buna göre aranı lan ihtimal

ı /4 + ı/8 - ı /32

=

ı ı/3 2 ' d i r.

Şartlı ihtimal : S örnek uzayında E herhangi bir olay olsun. E olayı vuku bulmak şartıyla A olayının olma · sını A 1 E sembolü ile göstereli m. Bu olayın ihtimali A nın E ye göre ihtimali demekti r. O halde, A nın E ye aid ele· manları sayısı ( N ( E 1\ A) ve E de sonuçlar eş olumlu ise P(A jE)

=

N ( E A A) N(E)

olup pay v e paydayı N ( S ) ile bölmekle, aşağıdaki şartlı ihtimal formülü elde edil· miş olur ( Şek. 2 ) : P ( E 1\ A )

P (A l E)

s

� �

=

6 şartına uyan ( x , y) iki li lerinin cümlesi 5 ) , ( 2 , 4 ) , ( 3 . 3 ) , (4, 2 ) , ( 5 . ı l

{ ( ı,

}

dir. Zarlardan birinin 2 gelmesi halindeki ikili terin cümlesi A

=

{ < x,y l l x

=

2 veya y

= ı}

olup E ile A nın ortak elemanlarının cümlesi E 1\ A = ( 2, 4 ) , (4, 2 ) dir. Bu duruma göre, N ( E 1\ A) = 2

{

}

ve N ( E ) = 5 olup A nın E ye göre

ihti mali ( şartlı ih· timal) P ( A 1 E) 2/5 dir. Oysa A olayının S uzayına göre ihtimali, N ( A ) = l l , N ( S ) = 36 olduğuna görr P (A ) = l l / 36'dır. Bağımlı ve bağımsız olaylar. Ihtimalierin ı:ar· pımı : Bir B olayının S örnek uzayına göre ihtimali , A şartıyla B nin olması ihtimaline ( A ya göre ihtimal ) eşi ı değilse, A i le B olayları bağımlıdır deni r, y ani A nın Ön· ceden olması B yi etkiler. Yukarıdaki örnekte oldusu gibi. =-

d ı r. Eğer R olay ının S örnek uzayına göre ihtimıli . A şartıyla B nin olması ihtimaline eşi tse. yani P ( B ) = P ( B I A) ise. bu iki olay bi rbi rinden bağı msızd ı r, denir. Bağımsız iki olayın birlikte olmı sı ihtimali. her bi rinin ihtimalleri çarpımına eşi tti r : P ( A) P ( B ) P ( A 1\ B ) İki şer ikişer bağımsız n olayın bi rlikte olmısı ihti · mı li, bunların her birinin ihtimıl leri çarpı mına eşitti r : ·

P = Pı

·

P•

P•

·

· · Pn

Özel olarak, bir x sonucunun ihtimali P ise ve bütün so· nuçlar eş olumlu ise. n defa tekrar ed . len b i r deneyden hep aynı x sonucunun çıkın ısı ihti mali p n d i r. M�sela arka arkaya n defa atılan paranın n defa tura gelmesi ihtimıli ı _n_ dir. Paranın en az bir defa yazı gelmesi , hep tura ı

gelmesi olayının

tersidi r ;

dolayısıyla

n

defa atışta en az

bir defa yazı gelmesi ihti mali ı - ı;;- d i r. ı

Uçaktan bi r yer hedefine atıbn bombanın isabet ih· tirnalini p kabul edelim. Ters olayın, yani isabet etmeme· sinin ihti mıli q ı - p olıc:ıkıır. Buna göre, n atışta en az bi r defa isabet etmesi ihti m:ıli ı - q n dir. Teorem : E., E,, . . . , En olayları aynı S örnek uzayına aid, ikişer ikişer ayrık ola;lar ve bunların bi rle· şimi d e S uzayını vermiş olsun ; A bu örnek uzaya ai d herhangi bir o l:ıy ise, bunun ihtim:ıli

=

P ( A I E, ) + P ( E, ) P ( A I EJ + P ( E n ) · P ( A l En ) dir.

P ( A ) = P ( E, )

·

+

·

·

Bu teoremin bir uygulaması : Bir fabrikada üretilen malların % 50'si A, % 30'u B ve % 20'si C m:ıkinasında yapı lmaktadı r. Bu makinalardan çıkan mallardaki yapım hataları sırayla % 3, % 4, % 5 'tir. Gelişigüzel alınan bi r malın hatalı olması ihtimali ne kadardır ? Bir malın hatalı olması olayı X ve bu olayı n' ihti· mali P ( X ) o lsun. Malın A, B, C makinalarında yapılmış olması ihtimalleri sı ray la P ( A ) , P ( B ) , P ( C ) olmak üzere P(X)=P(A) P + P(C) · P < x ıcı

formülünde yerleri ne konutursa :

= 0.50 X O.o3 + 0.30 X 0.04 X 0.20 X om % 3. 7 Bayes teoremi : E,. E1, , En olayları bi r S ör· ·

6rnek : Atı lan bir çift zarın toplamı 6 gelmek şartıy· la zarlardan birinin 2 gelmesi ihtimalini hesaplayınız. + y E =



Böyle bağı mlı iki olayın bi rlikte olması ihtim:ılinin ölçüsü şartlı ihtimal formülüne göre P(A 1\ B) = P ( A ) · P ( �< I A )

P( X )

( Şek. 2 )

P(E)

x

HESABI



nek uzayına ii d, yukarıdaki şartları taşıyan ol.ıy l ar ve A Ja yine herhangi bi r olay olsun. Her i için aşajlıd.ıki eşi ı l i � vard ı r : P ( E; ) P ( A I E; ) P(E; 1 )

P . E,)P A I Eı •+ P( E. P A l E. )

.

. +p En P A l En l .

olma�ına � eş i t l i ol aylar 'e�p oluyorsa, A olayının Ei den i leri gelmesinin ihıima l i n • hesaplamaya yarar. Yukarıdaki örneğe dönelim : Gelişigüzel s eç i len hir hatalı malın, meseli A makinasında yapılmış ol masının ihtimali nedir ? Bu ihtimale P ( A I X ) der�ek : P(A) P( X I Al ___-___--:-P(A I X ) = P(A) P(X I Al +P( B) P ( X I B l +P(C) P( X 1 Cl formülünde değerleri yerlerine koya rak : · 3_0_ o· - P ( A I X ) = ____ �� Bu teorem. bi r A olay ı n ı n

::�;

bulunur. - N uri Ersoy



İHTİMAN

İHTİYOZORLA:a

İHTİMAN, Bulgari sıan'da, Sofya çevre ( okrig ) ' sine bağlı bir kasaba. Nüfusu 9 953 ( ı 962 ) tür. İ. ovasında yer alan bu kasaba Osman lı hakimiyetinin başlangıç yıllarında kurulmuştur. Türk devrinde seyyahlar bu kasahaya sık sık uğramış lardır. Kasahada el sanatları ve özellikle dokumacı­ lık gelişmişıir. İ. çevresinde daha çok patates ve hububat yeıişıi rilir. Hayvancılık da gelişmişıi r. Uluslararası Sofya - İs­ tanbul kara ve demi r yolları İ . ovasından geçer. IHTISAS MAHKEMELERİ, gerekli ihtisasa sahip hakimlerden kurulu mahkemelere verilen ad. Medeni ü lke­ lerde suçlu çocukları muhakeme etmek üzere kurulan çocuk mahkemeleri, işçi - işveren anlaşmazlıklarını hallermek mak­ sadiyle kurulmuş iş mahkemeleri vardır. Memlekeıimizde, 5 5 2 ı sayı lı İş Mahkemeleri Kanunu gereğince kurulmuş ve işçi ve işveren temsi lcilerinin üye olarak katıldıkları iş mahkemeleri, 5 680 sayılı Basın Kanunu'nun 36. maddesi ile üç ceza hakimiy le teş kil olunan toplu basın mahkemesi, kadasıro ve tapulama mahkemeleri, İ. M."dir. Bilim ve tekniğin gelişmesi, sosyal ve ekonomik hayatta yeni mese­ leler ve hadiselere vücut vermekte, bunları n yarattığı anlaş­ mazlıkların ve suçların muhakemesi i se, ihtisastaşmış mah­ kemeler kurulmasını gerekli kı lmaktadır. İHTİRA, genel olarak sanayi, teknik, ticaret ve tarım alanlarında yararlanmaya müsait olan, )'eniden bulunan alet, eser veya usul. Buluş, teknik veya sanayi alan larında yapıl­ dığı ve bu bakımdan toplumun maddi zenginliğini artırdığı, maddi ve teknik kolaylıklar sağladığı takdi rde İ. sayı lır. Maddi alanlarda teknik gelişmeler sağlayan bu yoldaki çalış­ maları teşvik etmek üzere İ. sahipleri ( muhteri ) 'ne birtakım imtiyazlar tanınır. Sanayi alanında yeni gelişmeler sağlayan İ. sahiplerine bu İ. veya keşiften bir süre yalnız kendisinin yararlanabi lmesi için devlet tarafından İ . heratı ( Fr. brevet d ' invenıion, Alm. Patenırechı, Erfindungspaıent, İng. pa­ tent, patent righı) adıyle anılan bir belge veri lir. Sanayi alanındaki buluşları kanun yoluyle ilk defa hi­ maye eden ülke, İngi ltere olmuştur. ı623 yılında çıkarı lan bir kanunla İ. sahiplerine ı 5 yı llık imtiyaz hakkı tanınmış­ tır. Teknik alanında büyük gelişmelerin gerçekleşmesi üze­ rine X IX. yüzyılda bi rçok ülkeler bu konuda birtakım ted­ birler almışlardır. Fransa 1 789 ihtilalinde daha önce bu yolda verdiği birtakım imtiyazları kaldırmışsa da, 1 79 1 'de İ . sahiplerinin haklarını koruyan bir kanun çıkarmak duru­ munda kalmıştır. Bu kanun ı 844 yılında yeni bir kanunla değişti ritmiş ve bugüne kadar birçok değişikliklerle muha­ faza edi lmiştir. Diğer ülkelerin kanunları daha sonraki tarihlerde çıkmıştır. Alameı - i fari ka (b. bk, ) , telif hakkı gibi konularda ol­ duğu üzere İ. heratları konusunda da milletlerarası anlaşmalar yaprlmıştır. ı883 yılında · sanayi mülkiyetinin h imayesi için Paris'te bir anlaşma yapılmıştır. Sonradan birçok ülke­ lerin ilıihakı ile geni şleyen bu anlaşma birçok değişiklik­ lere uğramıştı r ( ı 9 1 1 Washington, ı925 La Haye, 1 934 Londra ) . Türkiye'de b u konuda bi rçok ni zarnname v e tüzükler çıkmıştır. Bk. frn �sı Hirş [Hirsch ) , Fikri ve stnai haklar [ 1 948 ) . Bilim, fikir v e sanat alanlarındaki buluşlar İ . sayıl­ maz. Bu sebeple, büyük bilimsel buluşlar, fikir eserleri ko­ nusunda i. heratı verilmez. Bu alanlardaki buluşlar başka hükümlere göre h imaye edilir. Bk. TELiF HAKKI.

İHTIYAR HEYETI, köylerle şehir ve kasaba ma­ hallelerinde çeşitli hizmetlerin görülebi lmesi için halkın seçtiği kimselerin meydlna getirdiği küçük idari !: i rlik. Nüfusu ı OOO' den az olan köylerde bir muhıar, 4 asi l , 4 yedek ; nüfusu ı ooı 'den 2 OOO'e kadar olan köylerde ise bir muhıar, 6 asi l, 6 yedek üyeden teşekkül eden köy i. H . ' nde, bu seçi lmiş üyelerden başka köy imamı, öğret­ men ve başöğretmen de tabi i üye olarak bulunurlar. Şehir ve kasabalardaki mahalle İ . H . i se bir muhıarla 4 asi l üyeden meydana gelir. Muhıar, İ. H . ' n i n başkanıdır. Köy İ. H. 'nin, köy işlerinin sı raya konulmasını ve bunların köy lüye yapım imasını sağ bmak, para ve imece suretiyle yapı lacak iş leri tayin ve tesbit etmek, köyün sınırı içindeki sahipsiz araziden yer vermek ve köy adına arazi satın almak, köylünün imece ile çalıştırılacağı günleri ka­ rarlaştırmak, salma parasını ıarin ve resbi t ederek herkesin görebileceği bir yere asmak, köy korucularını seçerek kay­ makamın tasdikine sunmak, muhıarın her ay vereceği hesabı incelemek ve köy bütçesini düzenlemek gibi idari görevleri vardır. ıo li raya kadar ödünç para davilarına bakmak, mec­ l:uri iş leri yapmayan lara para cezası vermek de kazai yetki­ leri i çindedir. Mahal lesindeki kimselerin tesbiti , evlenme, yer değişti rme, ölüm ve doğumların ihbarı da mahalle İ. H . ' nin görevleri arası ndad ır. İ. H. , bu görevleri yerine getirmekte il ve i lçe idare kurullarına karşı sorumludur. IHTIYARLIK SIGORTASI : bk. SİGORTA. IHTIYOLOJI ( Fr. Ichıy.:.iogie ) , zooloj inin balık­ larla ilgili bö lümü. İ. alanında ilk araştırmalar Fransa da başlamıştır. X V I . yüzyı lda Rondeleı bal ı k ların tarihini yazmış, Linne ancak sisıem:ıtik nomenklaıürü düzelımekle yeıinmişıir. XVIII. yüzyılın sonlarında da, Lacepede balıkların gelişmesini izah eden bir tarih yazmağa çalış­ mıştır. Fakat ancak Cuvier ( ı820) 'den sonra balıkiara aid tam bir eser vücuda gelebilmişıir. Cuvier, Histoire des poiJJons (Balıkların tarihi ) adlı eserinde b i l inen bütün balık türlerini tarif ve tasnif eım :şıir. B u eseri Cuvier'nin öji rencisi Valenciennes devam etti rmiş, fakat 22 cildine rağmen ıamamlanmamışıır. Y ine X I X . yüzyılda Museum de Paris ( Pari s :Müzesi ) 'ye bağlı bi rkaç bi lgin büyük eserlerde balıkları incelemişlerd i r. E. B lanchard, Les poissons des eaux douces de France ( Fransa tatlı su balıkları ) [ ı 866) , Dr. Moreau da H istoi r e naturelle des poiJJons de France ( Fransa balıklarının tabii tari h i ) [ ı 88 ı ) adlı eserleri yayımlamış lardı r. L . Vaillanı de rin sularda yaşayan balıkları incelemişıir. XX. yüzyılda İ. i le i lgili eserlerin çoğu Fran sız, İngi liz, Ame·ikalı ve Almanlar tara­ fından yazılmıştır. Paris Müzesinde profesör olan Dr. Louis Roule, derin sularda yaşayan balıklar, göçmen balıklar, balık avı ve balık yetiştirilmesi ve ba lıkların genel biyoloj i­ si alanlarında çalışmış ve şu eserleri yazmıştı r : Traite de la pis ciru lture et deı p er hes ( Balık yeti ştiri lmesi ve balık avcı lığı ) [ ı 9 ı 4 ] ; Les poisıons el le monde vivant des eaux ( Balıklar ve suda yaşayan hayvanlar) [ I 926) . Paris Müzesi profesörlerinden Dr. ]. Pellegrin, Afrika balıkları üze­ rinde durmuştur : Le ı poiJJons du ba11in du Tcbad ( Çad havzası balıkları ) [ ı 9 1 4 ] ;Leı poissons de i'A/rique du Nord ( Kuzey Afrika balıkbrı ) [ ı 92 1 ) ; Les poissonı de I'A/rique O((identale ( Batı Afrika ba lıkları) [ ı 92 3 ) ; Leı poiJJons du Congo belge (Belçika Kongosu balıkları ) [ ı 92 8 ) . İHTIYOZORI.AR ( l chıyosauria ) , Sürüngen ler ( Rep­ ıilia) sınıfının, ikinci j eoloj ik zamanda (Mesozoik ) yaşa-

İHTiYOZORLAR

-

m r ş , fakat bugün soyu tük en m i ş olan b i r takı mı. Vücutları balığa benzer ve kuyrukbrı da uzundur. 1 0 m boyundaki en büyük cinsi ( lchıhyosaurus ) 'nin fosi li 1 8 1 1 yılında İngi ltere'de bulunmu�ıur.

IHV ANÜ'S - SAFA, felsefeye dayanan g iz l i bir cemi· yet. «Temiz kardeşler ve vefalı dostlar, temizliği, vefayr temsi l ve teşhis eden kardeş ler, dostlar» anlamına g �len İh van ü's · safi ve HuJianü' l . vefa kı saltı larak İ. S. diye anı lagelmiştir. Ali Büveyh ' ıen olup H. 380 ( 990) de ölen Samsamü' d Devle, Ebu Hayyan . ı T e v h i d i ( Kei/ü'z · Zun· un'a göre ölm. H . 380) 'den bu g i z l i cemiyetin en önemli uzvu olan Zeyd b. Rafa'a'yr ( H. 360, 97 1 ) ve inancını sor­ m uş, o d:ı Zeyd 'in zekasını övmüş, mezhebini açıklamadığr­ nı, uzun süre P asra'd:ı oturduğunu, Mukaddesi diye tanı ­ n a n E b u S ü l eyman Muhammed b. Mu'ş i r i ' I Bi:s:i, Ebü' I · Hasan Al i yy b. H:ıruni ' z · Zencani , Muhammed b. Ah m e di ' n Nehrclıri ve E l · Avfi i l e bir araya gelip i lmi müzakerelerde bulundukları nı, şeriat h ükümlerinin, dini inançların felse­ feden haberdar ol mayan kişiler yüzünden bilgisizlikle bu­ Jand ığı, ancak felsefeyle temiz ltnebi leceği, i nsanın da şeriatı felsefeyle iz:ıh edeb! ldi kten sonra kemale ereceği kanaatine vardıklarını, bu y ü zden gizli bir cemi ye t kurdukların r , çeşitli bi lgi lere dair ve özeiiikle felsefeye dayanan eJii risale yaz­ drklarını bildirmişti. Süleym m iye K ütüphanesi 'nde Es'ad Efendi ki tapları arasında 3638 Nu. da kayıtlı olan ve H. 686 ( 1 28 7 ) 'da B ağ d :ı d ' d :ı Bozorcmihr b. Muhammed i ' t Tusi tarafı ndan isrinsah edilen nüshanın başında aynı adlar anı lmak t a ve İbn Şakir tari h i ' nden ( İbn. Şakir Muhammed, Uyunü't Tev!ırih , M uha m m e d Ali Müderri s, Rayh!ınetü'/ . Edeb /i Ter!ıcimi' / - ma' ru/in bi'I - Künyeti ev'i/ - /akab ya Küney · u Alkab, VI, Tebriz , 1 3 3 3 Şemsi · Hicri ; s. 3 7 ) naklen bu zavatın, Zeyd b. R:ıf a 'a ' n ı n çevresinde toplan­ dıkları , elli risalc yazdıkları , ad larını gizledikleri, şeriatı ancak felsefey le anlamanın mümkün olduğu kanaatini güttükleri, bazıları d:ı bu risalelerin Fat ımi l er devrinde y azı l d ığın ı söy ledikleri k a y d e d i l m e k te d i r ( ı . a · 2 b. Bu nüshanın 2 . b · 3 . a yaprak larında bu zevatı temsi l eden iki minyatür vardı r ) . •

·



ğunu

İ. S . ' n ı n bu suretle Hicretin IV. yüzyılında kuruldu­ biliyoruz ; ancak bu gizli cemiyetin n ü v e le ri H. I l .

yüzyılın sonlarına kadar gitmekted ir. Risalelerde, yukarıda an ı l an kişi lerin adiarına rastlam:ıktayız ; H . III. yüzyılın meşhur filozofu olan ve Feyleslıfü' J Ar ab diye anılan El .

Kind i ' den bahsedilmekteyse de, öğrencisi Ebu Meşer'in (H. 2 7 2 , 885) adı geçmektedi r. İ . S.'nın yazdıkları Reıailü İhva­ ni'ı · Sa/!ı · Hind · İran ve Yunan felsefesine dayanmaktadır. Risalelerde Hermes, Fi sagor ( Pythagoras) , Sokrat ve Ef la­ tun'dan, mantık dolayısıyle de Aristo'dan bahsolunmaktad rr. Devrine göre bir ansiklopedi mahiyeti arz eden bu risaleler­ de adetlerden, mahiyet ve kemiyetlerinden, hendeseden, nü­ cum bi lgisinden, müzikten, c oğ raf y ad an, adedi ve hendesi n i spetlerden ve teliflerinden, i lmi ve arneli sanayiden, ahlak­ tan, m a n t ık t a n, heylıla, suret v e mahiyetten, göklerden, alem d en, kavin ve fesiddan, erkan - ı erbaad an ( dört unsur : hava, ateş, su ve toprak ) , cevvi hadi selerden, ta biat ve erkan . ı e rbaa da k i keyfiyetten, maden , nebat ve hayvandan, ba's ve kr y am e tt en , miraçtan, dinlerin teş rii hi kmetlerinden, hatta i mandan , peygamberlikten, p eyg a m b erl e ri n halkla mecaz ve remiz yoluyla konuştuklarından, siyaset ve tedbirden, sihi r, fal ve saireden, hasılı devrine göre her şeyden bahsedil­ mektedir. İ lahi ri saleler arası nda, alırncı risalede «İmam · ı

İHVANO'S .. SAPA

53

Muntazar» dan ( bk. MEHDİ ) , yani gelmesi beklenen ve i lahi adaleti yayacak olan İmam'dan bahsedi lmesi , İ. S.'nın inançlarını belirtınesi bakımından pek önemlidir. Aynı bö­ lümdeki dördüncü risale, bu cemiyet mensuplarının birbir­ leriyle yardrmlaşmalarına dairdir. B aştaki fihrisıin sonunda, Ebu Sü leyman'ın, bu risaleleri, ancak bilgi i steyenlerle hikmeti, yani felsefeyi sevenlere gösteri lmesini tavsiye etti· ğini görüyoruz. B u ri saleler, sonradan hukema denen İslam filozof­ larının fikirlerini özetleyen, bu bakımdan da onların mey­ dana gelmesine sebep olan ve Hind · İran ve Yunan felse­ fesiyle İslam inançlarını birleştirmeye çalışan esasları ihti· va etmektedir. Hukemanın «Birden ane: k bir çıkar» cüm­ lesiyle özetledikleri ve yaratışr, Tanrı iradesiyle kabul et· mey i p yaratıcı kudretten zaruri bir sud tır ( = çıkış, zuhur edi ş ) olarak yorumlayan hukemanın telakki lerini, bu risalelerde feyezan ( = akış, zaruri meydana geliş ) olarak gö rmekteyiz. Yaratıcı kud rettcn , o kudretin aktif kabili­ yeti (Akl · ı küii = Tüm akı l ) meydana gelmiş, o d a pa­ sif bir kabiliyet olan Nefs · i küii (Tüm n ef is ) ü iz ha r etmişti r. Bu ikisinden ilk madde, tabiat, ci simler, gökler, göklerin cisimleri olan yıldızlar var olmuştur. Göklerin dönüşü dört unsuru ve dört tabiatı ( soğukluk, sıcaklık, yaşlık, kuruluk ) , dokuz gökle dört unsurun birleşmesi de maden, nebat ve hayvanı meydana g< f rmiştir. İnsan, can­ lıların en mütekami lidir ve yaratıcı kudreıin zatından fe­ yezan eden Akl · ı kül!' den insan suretine gelinceye dek bü­ tün bu alemlerden tekamül yoluyla geçmiştir ki bu t e k a mül süresi de LXX. surenin 4. aye:inin teviline göre eJii bin yıldır ( Nefsani ve akli 17 risalenin 7. si ) . Yine bu risa­ leler, insanı A lem · i Sagıyr ( = Küçük Alem) olarak kabul etmekle beraber A lem · i Kebir'i, yani Büyük Alem'i nef­ sinde, varlığında topladığınr bildirmektedi r ( I. krsrmca'd tabii ve cismani 17 risalenin «cesedin terkibine» d a i r 9 ve insanın Alem . i Kebi r'i cami olduğuna dair 1 2 . ris:ıleleri ) . i . S.'ya göre yaratıcı kudret, bir a n dahi yaratıcı Iık­ tan geri kalamaz ; daha doğrusu Akl · ı kül!' ün ondan feye­ zanı daimidir. Öbür varlıklar da zuh ur eder durur ; bir bakımdan alem, yaratıcı kudreıe göre hadis ( yani son radan meydana gelmi ş ) olmakla beraber, bu nisbete bakılmazsa, ezeli ve ebedidir. Hukema, bu inancı, «Hey­ kcl . i alem hadis . i kadimdir» cümlesiyle formüle et­ mişlerdir, aynı zamanda alem ve alemdeki ler, her an yeniden yeniye var olmakta ve yokluğa gi tmektedir ve oluş daimidir. Özellikle yaratılışın zaruri oluşu, alemin ezeli ve ebedi bulunuşu inançları dolayısıyla İslam'a hiçbir su­ retle uymayan, fakat risaleleriyle yayı lan İ. S. cemiyeti­ nin kurduğu sistem, İsmii li ler tarafı ndan hayati bir şekle sokulmuş, mezhebin teşki latı bu si steme uydurutınuştur ki bu, İ . S.'nın siyaset sahasındaki en önemli başarı srdrr. İs­ maili olmasalar bile bu sistemi kabul eden «hukema» ise, tasavvufu bu inançlada yoğurmuş, tasavvufta «Akl · ı kül», «Hakrykat · i Muhammediye» olarak kabul edi lmiş, devir ve tekamül, bütün sufiler tarafından benimsenmiş, tasav­ vufun i lk kuruluşundaki zahitlik felsefenin şiddetle aley­ hinde bulunan sufi lerin rağmine i rfan ve felsefe neşesine bürünmüştür. Tahsilini doğuda genişleten Kurıubalı Ebü' l Hakem ( H. 4 5 8 , 1 066 ) , Reıailü İhvani'ı . Sa/a' y ı End i.:Lis'e götürmüş, böylece bu inançlar, oralara kadar yayılmıştır. Bununla beraber Ehli Sünnetten İbni Teymiyye ( H . 728, 1 328 ) , Şia - i İmamiyye'den Munla Muhsin Feyz - i Kişani (H. 1 09 1 , 1 68 1 ) Reıai/ü İhvani'ı - Sa/a'yı şiddetle tenkid

54

İHVANO'S .. SAFA

etmişlerdir ( Munla Muhsin - i Feyz için bk. Rayhanelii'l ­ edeb, III, Tebriz H. 1 369, Şemsi - Hicri 1 3 29, s. 238 - 246 ; lbni Teymiyye için bk. V, H. 1 37 3 , Şemsi - Hicri 1 3 32, s. 281 - 283 ) .

Resailü lhllani's - Sa/a'nın, Istanbul'da Atıf Efendi Kü­ tüphanesinde 1 68 1 No. da kayıtlı nüshası , en eski ve sağlam nüshalardan biridi r. İkinci kısmın sekizinci risalesinin so­ nunda 577 yılı Receb'inin ilk gecesi ( 1 1 8 1 ) yazı ldığı ( 2 5 6 b ) , aynı kısmın tabiiyara i i d o n yedinci risalesinin sonunda 577 yılı Ramazan ayının onuncu gününden sonraki on gün içinde ( 1 1 8 2 ) istinsah edi ldiği ( 3 2 2 a ) , dördüncü kısmın sonunda da Mevd iıd b. Osman b. Ömeri 't - Tabi bi'ş - Şi r­ vini tarafından 578 Safer'inin üçüncü günü ( 1 1 8 2 ) Sarna­ hı'da yazı ldığı kayded i lmekted i r ( 5 78 a ) . Güzel bir nesih le yazı lmış olan bu nüshanın her risalesinin başında «elli bir risaleden» kaydiyle o kısma iid risalenin kaçıncı ri �ale olduğu yazılarak bütün risalelerin elli bir olduğu bildi­ rilmektedir. Dervişler, özellikle aynı şeyhe mensup olanlar, bir­ birlerinden gıyiben babsedederken « İ hvin - ı bi safi», tarikat mensubu olan birini aynı tarikaıtan olan bi rine tannı rken «İhvin - ı bi safidan» derler. Bu terim, en çok Mevleviler tarafından kullanılır. Bunda İ. S.'nın tesi ri olmakla beraber, anlam bakımından «temiz kardeşler, tarikat ihvinı» kastedi lmektedir. Mevlana'nın «Bahr - ı Recez» de «A» kafiyesinde, dışarıda yol arkadaşlarım var, gönlümde iş erleri. Evde bir bölük di lber ; hepsi de «İhvin - ı safi sof­ rasındaı> meilindeki beytinde geçen «lhvan - ı safi» nın da İ. S. ile hiçbir ilgisi yoktur ; ancak «temiz kardeşler, yol arkadaşları» an lamına gelm�ktedir (A. Gölpınarlı, Dillan - t Kebir ler(emesi. I. İstanbul, 1 957. 50. s. beı·it 4 3 6 ) . Abdülbaki Gölpınarlı

IHZAR MÜZEKKERESI, ceza takibi sırasında adli kaza organ larından celpname ile çağrıtıp gelmeyenleri zorla geti rmek yetki sini zabıta memurlarına veren ve aynı kaza organları tarafından veri len kanuni emir. Bk. CELP­ NAME.

İKBAL, Muhammed tür. Cambridge, Heidelberg ve München üniversitelerinde okuduktan ve 1 907'de Mün­ chen Üniversitesi 'nde The TJe­ llelop ment of Metaphysi(J in Persia ( Metafiziğin İran 'da gelişmesi ) konusund:ı d okıo­ rasını verdikten sonra 1 908' den itibaren Lahor'd:ı Devlet Kolej i ' nde felsefe ve hukuk okutmuş ve aynı zamanda avukat olarak çalışmışıır. İ. , Mad ras ve Haydarabad üni­ versitelerinde de İslim felse­ fesi üzerine dersler vermiştir.

M.

İ K B A L

Doğu ve batı felsefelerini inceleyen ve fikir hayatında bu felsefelerin tesiri altına giren i. , Mevlana Celaledd in Rumi'yi üsıad olarak kubul etmiştir. Hindi stan'daki Müs­ lümanların durumu, kendisine düşünce ve ilham kaynağı olmuştur. 1 9 1 5 'te yayın lanan Asrar - i Hudi ( Benliğin sır­ ları ) adındaki destanında N ietzsche'nin ve Bergson' un te­ si rlerini görmek mümkündür. i., insanlarda hayat i radesi­ nin her şeyden güçlü olduğu düşüncesini savunarak, Ef­ latu:ı felsefesine karşı savaşmıştır. Goethe'nin Wesi - östlhher Diwan ( Batı - doğu divan ı ) adlı eserine cevap olarak yazıl­ mış olan Payam - i Maırik ( 1 92 2 ] adlı eserinin önsözünde, «Doğu, özellikle İslam doğusu, yüzyıl larca süren uykusun­ dan uyanmıştır. Fakat doğu mil letleri, halkları, hayat anla­ yışları değişmedikçe ülkeleri nde bir değişiklik olmayacağını anlamışlardırı>

diyordu. Bu eserdeki bir şiir Mustafa Ke-

mal Paıa'ya adını taşımaktadır. Pas çeh bayad kard, aye akllam - i ıark

( Ah, doğu

halkları, şimdi ne yapmak gerekiyor ? ) [ 1 936] adlı eserin­ de, doğun•ın geçmişteki ününün ve ruhunun kaybolup ye­ rine cesedinin kaldığını ve geride kalanların, hayatın ger­ çek lezzetinden habersiz olduk larını anlatır. İslam dünyası­ 1J [ey ] (Hollandaca : Het lj ) , lj sselmeer ( eski Zuider nın problemleri hak­ Zee) 'de bir kö rfez. kındaki düşüncelerini The Reronslru(lion o/ lK, Başkurdi stan 'da bir ırmak, Kama ırmağının sol Re/igiotu T houghl in kolu. Uzun luğu 5 3 8 km d i r. Büyük Sırt'ın kollarından çı­ 1 slam ( İslami fikirlerio kan bu ırmak Başkurdistan ' la Orenburg ( Çkalov ) bölge yeniden bir araya geti­ ( oblası' ) si ara sındaki sınırı taki p eder ve Tataristan ri lmesi ) ( 1 930] adı al­ topraklarından geçe rek Kama'ya dökülür. Suların bol tında ıoplamıştır. Bu olduğu mevsimlerde aşağı kesiminde gemi işletmeye elve­ eserinde, İslimiyetin, rişlidir. zamanın ihtiyaçlarına İK� RİA, Ege Den izi'nde Yunanistan'a bağlı bir ada. göre yenilenmesini i sti­ Yüzö lçümü 255 km", n üfusu 9 600 ( 1 96 1 ) dür. Güney ya­ yor ve «İslimiyetin esas­ macı sarp olan bu adada cadyumlu kaptıcalar vardır. Mer­ ları, insanların münev­ kezi Hagios Kerykos'tur. verlik ve duygu dün­ IKBAL ( IQBAL) , Muhammed ( Sialkot, Kuzey yasının ifade edi lmiŞ Pencab 1 8 7 3 veya 1 877 - Lahor 1 938 ) , Pakisıantı şiir ve şeki lleridirı> d'iyordu. i., düşünür. Anne ve babası Keşmir' lidir. 1895 - 1899 yılları eserlerinde İsı.tmiyeıin sebeplerin­ arasında Lahor'da okumuştur. San'at kabi liyeti ile devrinin geri leme den biri olarak, İslim büyük şiirlerinin dikkatini çeken ve onların tavsiyelerine ictihadının h a y ata uyarak edebiyat hayatına atılan İ.'in ilk şii rleri 1901 'de «Mahj in» dergisinde yayımlanmışıır. Lahor'da kolej de okur­ t a t b i k e d i l m e m i ş M. İKBAL : 1 93 3 ' te Pencab Üni­ ken öğretmenlerinden Sir Thomas Arnold 'un dikkatini o 1 d u ğ u n u göster- versitesi tarafından verilen fah­ ri edebiyat doktorluğu kıyafetiyle çekmiş ve onun yardımıyla Avrupa'da öğrenim görmüş- miştir.

İKBAL, Muhammed - İKDAM İ. , Hindistan'da Müslümanlar i l e Hindular arasında­ ki kanlı savaşları görmüş ve buna bir çare aramıştır. En sonunda iki din arasındaki kavgaya bir son verebi lmek için Müslümanların ayrı bir devlet kurması gerektiği inancına varmı�tır. İ., 193 0' da başkan lık euiği Müsl üman Birliği ( Moslem League) 'nin bir roplanmında, İngi here hakimiyeti a lunda bulunan Pencab, Kuzey . ban eyalerleri , Sind ve Be­ lucistan' ı içine alan toprak parçası üzerinde bir Müslüman devleti kurulması fikrini onaya atmıştır. Bu fikir daha son­ raları, adı geçen teşki lann siyasi programı olarak kabul edilmiştir. Muhammed Ali Cinna (b. bk. , İng. Jinnah ) bu devletin kurulması için çalışırken, İ. de bunun felsefesi ile uğraşmış ve bugünkü Paki stan devleti onun fikirlerine gö­ re kurulmuştur. Bugün Paki stan 'da bir İ. Akademisi, İ. Merkezi Ko­ mitesi, Bazm · i i. adlı edebi bir dernt•k vardır. Pakistan için milli bir sembo l olan İ . , dünyaca tanınmış bir şairdir. Diğer eserleri şunlardı r : Cavidname [ 1 93 2 ] ; Bang - i Dara ; Miıa/ir [ 1934] ; Bal - i Cibrail ( Cebrai l'in kanadı ) [ 1 9 3 5 ] ; Zarb · i ka/im [ 1 936] ; Rumıiz - i Behudi ( Bensizlik sembolü) ; Armuğan · i Hicaz [ 1 938] ; Bakiyat - i İkba/ ( Ordu di linde şii rler ) . İ . ' i n şiirleri l l cild olarak yayımlan­ mıştır. - Baymirza Hayit

İKDAM, 5 Temmuz 1 894'te sorumlu imtiyaz sahibi ve başyazarı Ahmed Cevdet (b. bk. ) tarafından çıkma müsaadesi alınan ve 31 Aralık 1 928 tarihine kadar (Nu. 1 1 384 ) yay ı mlanan, Türk bilim, kühür ve politika hayatına, özellikle Türk nasyonali zmine, Türkçülüğe ve Mi lli Mü­ cadele'ye uzun y ı l lar büyük hi zmetler gö ren günlük «siya­ si, ilmi Türk gazetesi». Müreuiplikten yetişme tahsi lsiz bir tekn isyen o lan Ermeni Mihran ' ı n çıkardığı «Sabah» ın «Os­ manlıcı» olarak Türk basınında başlıca sabah gazetesi mev­ kiine sahip bulunduğu bir sırada, ban bilimi, tekniği, me­ todu ve şuurlu bi r Türkçülük ideali i le, Türklüğünü Os­ manltlıktan üstün tutan Ahmed Cevdet'in, dayısı Osman Bey'den gördüğü para yardımı ile kurduğu ve Türk mil­ letine «Türk gazetesi» olarak sunduğu İ. , günün en de­ ğerli yazı kadrosunu bir araya getirmiştir. Dil bakımından da her seviyedeki okuyucunun anla­ yacağı çok açık ve sade bir Türkçe i le yazmanın ilk çığı­ rını açan bu Türkçü gazete, kısa zamanda halk tarafın­ dan beğeniimiş ve çıkmakta olan diğer gazetelerden çok tutunmuştur. Başlangıçta, bugün de Türkiye için büyük bir rakam sayılan 1 5 000 ti raj la çıkan i. , bu sayıdan aşağı düşmemiş, 23 Temmuz 1 908'de tiraj ını 40 OOO'e yüksehmiştir.

55

Zengin i ç ve dıŞ haberleri, ciddi, seviyeli ve o kadar da i lgi çekici olan makale, i lmi araştırma, musihabe, hi­ kaye ve roman tefrikaları ile okuyucularını gerçekten tat· min eden İ. , i leride Türk basınında, bilim ve politika alanında, Servet - i Fünun (b. bk. ) , Fecr - i Ati (b. bk. ) gibi edebi mekteplerde ve özellikle Türk Derneği (b. bk. ) , Türk Ocağı (b. bk. ) , Türk Yurdu ( b. bk. ) gibi kuru­ luşlarda ve Milli Mücadele'nin fi kir ve kalem cephesinde öncülük, bayraktarlık edecek birçok değerli yazarları kad· rosunda top lamış ve yetiştirmiştir. Türk mi lleti için de· mokratik rej im i steyen, ruhu ve gönlü Türk, düşünce ve görüşü banlı Ahmed Cevdet, İ.'ın ilk yıllarından baş layarak Ahmed Midhat Efendi ( 14 Ekim 1895 7 Aralık 1 8 95, Nu. 439 · 493 ) ' n i n Taa//ü/ romanı , Re­ ciizade Ekrem Bey ( 3 0 Aralık 1 8 9 5 , Nu. 5 1 6 v. d . ) ' in Saim romanı, Hüseyin Rahmi (ı 3 Hazi ran 1 897, Nu. 1 04 3 v. d . 2 7 Temmuz 1 897, N u . 1 086 v. d . ) 'nin illet ve Mutallaka gibi romanları ve hi kayeleri , Ahmed Rasim (26 Eylül 1 8 9 5 , Nu. 4 2 1 v. b. ) 'in, Cenab Şehabeddin ( 1 0 Ekim 1 895, Nu. 4 3 5 ) 'in, Uşakizide Halid Ziya ( 2 3 Ocak 1 897. Nu. 906 v. b . ) 'nın, Sami Paşazade Sezai ( l l Şubat 1 897, Nu. 924 v. b . ) 'nin hikaye ve musahabeleri ve Ab· dullah Zühdü, Mustafa Reşid, Hasan Raif, Hüseyin Daniş, ismail Avni, Hüseyin Nazmi , Faik Hilmi, Fatma Aliye Hanım, Samih Rifat, Fikri Liıtfi, Hüseyin Kazım, Veled Çelebi ( Bahai ) , Ahmed Hikmet, Şehabeddin Sü leyman, Hamdullah Subhi, Rauf Yekta, M. Nuri Şeydi, Salih Ze· ki, Ahmed Naim, Ali Riza Seyfi , Balhasanoğlu Necib Asım, Ahmed Refik, Emi ri Efend i , Celal Esad, Selim Sırrı, Halil Halid' ve I spanalı M. Hakkı'nın hikaye ve yazı ları, Abdülhak Hamid'in Zeyneb tefrikası (Nu. 5 2 2 1 ) ve hanra­ ları ile gazeten in edebi, ilmi değerini çok yükselımiş, fikir ve ideoloj i cephesini kuvvetlendirmiş, böylece okuyucula­ rın i lgi ve faydası'lı artırmıştır. ·

Il. Sulran Abdülhamid sahanannın son devresinde Türkiye'nin en önemli gazetesi haline gelen İ. , Ahmed Cevdet'in ve Ali Kemal'in yurt içinde iken veya daha çok siyasi sebeplerle yurt d ışına çıkarıldıkları sıralarda İsviçre, Avusturya, Almanya ve Fransa'dan yazılan başyazıları ve Doktor Rıza Nur, Fikri Liıtfi, Mah i r Said, Celaleddin Arif, İsmail Hakkı, Mehmed Cavid ve hana Ebüzziya'nın, Prens Sahahaddin'in yazı ları ile daima istibdada, zulme, cehalete, taassuba, ahlaksızlığa karşı mücadele açmış. Türk milletinin yüksek çıkarlarını, her türlü hak ve hürriyetlerini savunmuşt ur.

İKDAM : 5 Temmuz 1 8 94 ' te çıkan i l k sayısının başlığı

İKDAM - IKEBANA

56

ı4 Mart ı 9 ı o tarihinden i tib:ıren «Nu. ı» diye ve > cevabını a l ı r. Beraber uyur­ lar, sonra tanrıça süslenir, çeşitli yemek ve içki lerle dolu bir ziyafet sofrası hazırlayıp i . yılanını davet eder. Çocuk­ larıyle beraber gelen ve iyice sarhoş olan İ. Hupaşiya tara­ fından bağ lanı r, Fırtına tanrısı da gelerek onu öld ii rür. Fakat gariptir ki efsane burada sona ermez. Tanrıça İnaras kayalıklar üzerinde bir ev kurarak Hupaşiya'yı bura­ ya kapatır ve kendisi yokken pencereden bakmamasını, pen­ cereyi açarsa, karı sını ve çocuk larını göreceğini söyler ve gider. Hupaşiya 20 gün sonra pencereyi açar ve çocukları­ nı görür. İnaraş dönünce, «Beni evi me bı rak>> diye yalvar­ maya baş lar. İ. efsanesinin yeni aniatılışına göre i se, yılan İ. , yen­ diği Fırtına tanrısının kalbini ve gözlerini çıkarır. Fı rtına tanrı sı fak i r bi r adamın kızıyle evlenir ve ondan bir oğlu olur. Bu çocuk büyüdüğünde yılan İ . 'nın kızını alır. Fı r­ tına tanrısı oğ luna, karısının evinden kalbini ve gözlerini getirmesini söyler. Oğlu bunları getirince yerlerine takar ve tekrar İ. i le mücadelesine baş lar. Fakat bu savaşta oğlu, İ. tarafı nda savaşacağını söy ler. B unun üzerine Fırtına tanrısı savaşta İ. yı lanı i le beraber kendi oğlunu da ö ldür­ mek zorunda kalır. H i ti t lerin İ. efsanesi eski doğu edebiyatında Sumerler zamanından beri mevcut olan «kahramanın ej deri öldürme­ si>> motifinin bir çeşididir. Surnerierin Gi lgameş destanında da Uruk şehri nin kahraman kralı, arkadaşı Enkidu i le bir­ likte Humbaba devini öldürür. Bu morifte ej der şeytanı, kötülüğü ; kahraman tanrı kral ise iyiliğ i , mertliği temsil eder. B u motif k i lise tarihine St. George o larak geçmiştir. B u efsane bi r Malatya rölyefi üzerinde ebedi leştirilmiş­ tir. Bu kabarımada sinematograf şeklinde arka arkaya tas­ vir edilmiş o lan Fırtına tanrısının, vücudundan alevler saçan bir ej der yı lanı öldürdüğü kabul edilmektedir. Fakat resme dikkat edili rse, iki tanrı figüründen soldaki bi raz daha kü­ çük ni sbette yapı lmıştır. Bunun için arkadaki küçük figü­ rün, Fırtına tanrısının oğ lu olması da mümkündür. Nite­ kim Gavurkale anıtında da baba · oğul Fırtına tanrısı tas­ vir edi lmiştir.

İLLÜZYONİZM, el çabukluğu i l e birtakım şaşırtıcı oyunlar yapma sanan. B u sanata tarihin en eski zamanla­ rından beri rastlanır. XVI I . yüzyılda hok kabaz lar gelenek­ sel repertuva rlarına yeni bi rkaç oyun katmışlar ve bunları fizik biliminin o zamanlarda çok rağbet görmesinden ya­ rarlanarak fizik deney leri diye adlandırmışlardır. İ . ' i n esas oyunu bir nesnenin yok edilişi ve konulmuş olduğu sanı lan yerden gayri bir yerde tek rar meydana çıkışı veya kaybo­ lan nesne yerine başka bir şeyin ortaya çıkışıdır. Kullanı­ lan ma lzeme de top, akçe, mendi l , yumurta, i skarnbi l kağıı­ ları, tavşan, güvercindir. En çok sevi len ve maharetleriyle tarihıe ad yapmış olan İ. sanaıçı ları arasında şunlar sayı la­ bilir : Pinetti ( 1 78 3 ) , Bosco , Ledru ( buna Com us adı veri­ lirdi ) , Jules de Rovere, Torrini, Phi lippe Robert - Houdin, Robin, Moreau de Cazeneuve, E. Raynaldy, Thurston. İ.'in esası el çabukluğu olmakla beraber, sanatçı aynı zamanda psikoloj i uzmanı olup, nesnelerin meydana çıkmaları ve yok olmalarıyla seyi rci leri eğlendi rip hayrete düşürebilmeli, seyi rci lerin dikkatini bir noktada toplayıp başka bir nokta­ dan uzaklaşurmasını bi lmelidir. Bir nesnenin yok olması ve ansızın başka yerden tekrar meydana çıkması monoton

olabi lir. Bunun ön üne geçmek ıçın, sanatçı kimyaya, elek­ triğe, mekanik cihazi ara baş vurur. Bö}· lece suyu şarap ya­ par, dumanı bir bardakta toplar, sahneni n çeşitli nokta ları arasında esrarengiz münasebetler kurar, otomaı l a r gösterir.

ILLYR'LER, Orta Avrupa'da Hind - Av'rupa grupuna gi ren en önemli m i l leı lerden biri . Eski zaman larda şimdiki Dalmaçya, Bosna ve Arnavutluk topraklarında yaşarlardı . Bu sebeple, bu bö lgere I l lyria adı veri lmiştir. Avrupa' d a en eski medeniyet çağının başlarında Rhei n ı rınağına kadar yayı larak oradaki Ke lıleri Fransa, İspanya ve Kuzey İtal­ ya'ya kaçınağa zorlamışlardır. Adriya Denizi'nin her i k i kıyısında konuşulmuş olan I . dili , Hind - Avrupa d i l leri grupunun ayrı bir kolu i d i . Eski dillerin en az bi linenle­ rinden olan bu d i l le yazı lmış, ancak layıkıyle okunamamış birkaç yazıı vardır. Veneıçe ve Messap ça d a aynı grupa giren d i l lerdir. ILLYR - \''ENET OİLLERİ, Hind - Avrupa di l leri (b. bk. ) nin eski kol larından biri. Balkan Yarımadası 'nın kuzey - batı bölümünde ve Apennin Yarımadası 'nda konu­ şulmuş olan bu kol, Hellen kolu ile İralik d i l ler arasında bir köprü rolünü oynamışıır. B u kolun en tanınmış üyesi I l lyr dilidir. I l lyr dili bir yandan HeIlen' leri n ve özellikle Dcr' ların, bir yandan da İralik ve Germen kavimlerinin oturdukları yerlere kadar yayı lmıştır. B u kolun i kinci üyesi , İtalya'nın Venezia bölgesinde konuşulmuş olan Venet d i lidir. B u kolun üçüncü üyesi , M. Ö. VIII. yüz}·ılda Apennin Yarımadası 'nın güney kısmı ( Apulia ve Calabria) na kadar yayılmış olan Messap dilidir. Yer adlarının tan ıklığına göre I l lyr, Venet ve Messap d i l leri, Yunancan ın baskısı karşısın­ da batıya doğru çekilmişlerdir.

ILLYES [ fyyef ] , Gyula ( doğ. Racegrespuszıa 1 902 ) , Macar yazarı. I. Dünya Harbi ' nden sonra Paris'te okumuş ve bu rada süreea list çevrelerle temas kurmuştur. Macaristan'a döndükten sonra « Nyugat" dergi sinde Mihaly Babits'in yanında redaktör olarak çalışmıştır. Babiıs'in ölümü ( 1 94 1 ) nden sonra I . bu dergiyi « Magyar Csi llag» adı altında yayınlamaya devam eımişıir. 1 944 yılında bu dergiye son veri lmiştir. I. 1 946 yılından beri Balaton gölü kıyısındaki Tihany'da yaşamaktadır. Lirik şair ve hikaye, de­ neme ve oyun yazarı olarak büyük bir ün yapmış olan I. , eserlerinde Macar puszta ( b . bk. ) sının hayatını d i le getir­ miştir. Belili başlı eser leri şunlardır : Pusztak nepe ( Puszta halkı ) [ roman, 1 9 3 7 ] ; Magyarok ( Macarlar) [ 1 938] ; Kü­ lön vilagban ( Ayrı bir dünyada) [şii rler, 1 9 3 9 ] ; Mint a darvak (Turnalar gibi ) [ roman, 1 94 2 ] ; Hunok Parhban (H unlar Paris' te) [ 1 946] . _İLM EN, Süreyya ( Süreyya Pa�a ; Podgoriçe [Pod­ gorica] , Karadağ 1 874 - İstan­ bul 1 95 5 ) , Türk genera li ve iş adam ı . Son Serasker Meh­ med Rıza Paşa'nın oğludur. Öğrenimini askeri okullarda tamamlayan İ. , 1 897 ' d e Kur­ may Yüzbaşı rütbesi i le Harb Akademisi' nden mezun ol­ muştur. Uzun sü re Genel Kurmay Başkan lığı kadrosunda çalışmış ve genç yaşta general olmuştur.

1 908

Meşrutiye-

S. İLMEN

İLMEN, Süreyya ti'nden sonra Genel Ku rmay I l . Şubesinde görevlendiri len İ. , • Ceride - i Ask eriye» de yazılar yazmış, askeri konular­ da kit� p ve risalelerle Aikeri Ceh Ta kv i m i 'ni yayınlamış, Türk Hava Kuvvederinin kuruluşuna hizmet etmi ştir. Erzin­ can 3 ı . Tümen komutanı iken i stifa ederek ordudan ayrı­ lan ve iş hayatına atı lan İ., Balat'ta Süreyya Paşa Mensuc� t Fabrikası 'nı kurmuş, Kad ı köy semtinde musiki, eği tim, sağ­ lık ve spor hi zmederine yararlı tesisler meydana getirmiştir. İstanbu l'da, Maltepe'deki büyük işçi hastahanesi (Süreyya Paşa Sanatoryumu) onun adını taşımaktadır. 1927 yılında İ stanbu l 'dan mil letveki li seçilmiş bulunan İ., 1 930'da siyasi hayattan çekilmiştir. Bası lmış kitaplarından en önemlisi Türkiye'de Tayyarerilik ı·e Balonculuk T a rih i [ 1 947] dir.

ILMEN GÖLÜ, Sovyeder B i rliğ i ' nde, Novgorod şeh­ rinin güneyinde bir göl. Uzunluğu 52, genişliği 40 km olup, y üzölçümü ı 1 00 km2 dir. ILMENIT ( Fr. Fer titane ) , tabii demir ve titan ok­ sidi ( Fe Ti 03 ) . Romboed r biçiminde bill urlar teşkil eder. ILMi E FENDI, Mehmed ( İ stanbul 1 8 39 - Üsküdar, İstanbul 1 924 ) , Türk hat­ tatı. Hattat Ali Şükrü Efen­ di'nin oğludur. Büyük ba­ bası Mehmed , onun babası Ömer, onun babası Meh­ med efendi ler de, Trab­ zon 'da yetişmiş mahalli haııatlardır. İ . E. , baba­ sından, sonra da Kazasker Mustafa İzzet Efend i ( b. bk. ) den sülüs - nesih ya zıtarını öğrenmişıi. Vergi dai resindeki resmi vazife­ sinin d ı şında okul larda hat öğretmenliği y a p m ı ş t ı r. Güzel bir üslupla yazdığı Kur'an - ı Kerim ve kıta­ ları, celi sülüsle levhaları ·

vard ı r. En fazla nesi h hatM. İLMl EFENDİ tında muvaffak olmuştur. İ. E. , Tuğrakeş İsmail H akkı Altunbezer ( b. bk. ) in babasıdır ve Karacaahmed mezarlığında oğluyla birlikte met· fundur. - Uğur Derman

IL'MJNSKIY, Ni kolay İvanovic; ( 1 8 2 2 1 8 9 1 ) , Rus misyoneri ve Tü rkoloğu . Kazan ilahiyat Akademisinde okumuş, daha sonra aynı akademide öğretim üyesi olarak görev almıştır. Rusya toprak larında yaşayan Türk asıllı kavim terin ve özellikle Tatar ve Çuvaşların eğitim ve öğ­ retimine önem vermiştir. İ. , adı geçen kavimler arasında Rustaşıı rma ve Hı ristiyantaşıırma çalışmalarının bu yoldan daha kolay lıkla yürütülebi leceğini savunmuştur. Bu yolda çalışmak üzere misyonerliğe başlamış ve Tatarca, Arapça gibi dil leri öğrenmişıir. 1 8 5 1 1 8 5 4 yıl ları arasında Suriye, Filistin ve Mısır'da bir araştırma gezisi yapmış ve İslami­ yet ve Arap dili üzerinde çalışmıştır. 1 8 58'de Kazan ila­ hiyat Akademisi'nden ayrı lan İ . , 1 8 6 1 'de Kazan Üniversite· sinde Türk · Tatar dili kürsüsü profesörlüğüne tayin edi l­ mişti r. İ. çalışma arkadaşları i le birlikte Çuvaş lar, Tatarlar ve Yakutlar için Rus alfabesine dayan an binakım yazı sis­ temleri meydana getirmiştir. •

·

ILMIYE SlNlFI : bk. U LEMA .

10 1

İLTUTMUŞ

ILTERIŞ KUTLUC KACAN (asıl adı büyük bir ihtimalle Kutluğ Kutlu ; 68 1 693 ) , Doğu Gök Türk kağanlarının en önemli lerinden biri ve Çin saldırısıyla 630'da yıkı larak Doğu Gök Türk ülkesinde hakimiyetin Sı rıa rduş­ lar'a geçmesinden sonra Gök Türk hanedanını yine başa geçi rmek için yapılan birçok başarısız teşebbüsün sonunda bunu başarabi len bir milli kahraman. Kara Kağan ( 6 1 9 630) soyundan gelmedir ve herhalde onun torunu veya torununun oğlu olacaktır. 68 1 'de 17 kişiyle Gök Türk Devleti 'ni diriltmek gibi cüretli bir teşebbüse giriştiği zaman kendisine ilk katı lan· lar arasında Bi lge Tonyukuk gibi çok akıllı ve bilgili biri­ sinin de bulunması Kutluğ'un işini kolay laşıırmıştır. Ta­ nınmış bir tegin olduğu için yanına koşan tarla 70 kişi olduktan sonra adam toplamak için Çin liler'lc çarpışmaya başlamış, hızla büyüyen maiyeti 700 kişi olunca bağımsız­ lıklarını i lan etmişlerd ir. Bi lge Tonyukuk yazııında bu 700 kişiden üçte ikisinin atlı, üçte birinin yaya olduğu açık­ lanır. O zamanki Türk ordusu hep atlılardan meydana gel­ diği için 700 kişinin üçıe birinin yaya olması baş langıçta çok yoksul olduklarını gösteri r. 5 000 kişi oldukları zaman devl eti eski Türk tü resine göre yeniden düzc;ne koymuşdu lardır. Yine eski geleneğe uyu larak Kutluğ'a devleti ve mil leti derleyip topartadığı için İlteriş Kağan unvanı veri lmiştir. İ. K. K. Doğu Gök Türk Kağan lığı'nı diri ltmek için 12 yıllık kağan lığında 1 7 ' si Çin li ler'e karşı olan 47 sefere çıkıp bunların 20'sinde savaşmıştır. Bu, kağan ın dmup dinlenmeden mil leti için uğraştığını gösteri r. Düş manla çarpışılmayan seferler doyumluk toptandıktan sonra düş­ manı beklemeden dönü len seferlerdir. =

·



47 seferin 30'u eskiden devlete bağlı olup sonra Ka­ ra Kağan 'ın 630'daki tutsaklığı ile kendi başlarına buyruk kesi len eski tabaaya, yani Dokuz Oğuz, Otuz Tatar, Kırgız, Üç Kurıkan, Kııay ve Tatabılar ' a karşı yapılmış, bunlar devlete bağlanmıştır. 68 2'de Çin'e yapılan akınlar çok başarı lı olmuş, mil­ let zenginleşmiştir. 68 3 ' te Çin'e yine akın ed ilmiş, 684 ve 685 'te yapılan akınlarda Çin orduları yeni lmiştir. Çinliler pek büyük hazırlı ktan sonra ancak 686'da İ. K. K.'ın akın­ larını d u rd urabilmişlerdir. Türkler Gobi Çölü'nün kuzeyine çeki lince, 200 000 kişilik büyük bir ordu gönderen Çiniiter İ. K. K.'ı yok etmek i stemişlerse de, Çin kumandanının beceriksizliği yüzünden başarı kazanamamışlardır. 690'da Batı Türkleri 'ni de devlete katmak için yap­ tığı seferde Batı ülkesinin bir bö lümünü almıştır. Büyük devlet kurucularından ve başbuğ lardan ve büyük kusurları olmayan büyüklerdendir. Eski Türk yazıtlarında söylendiği gibi, azlık milleti çoğa ltmış, yoksul mil leti zengin etmiştir. Eşi İ l Bi lge Katun da fazilet timsali bir kadındı ki İ . K. K.'ın 8 ve 7 yaşında yeıim ka lan oğu llarını büyütmüş, bun­ lardan küçüğü Kül Tegin ( b. bk. ) büyük kahraman ve ku­ mandan olarak tarihe geçmiştir. - Nihai Atsı z

İLTİHAP (Tıp) : bk. APSE. İLTUTMUŞ ( 1 2 1 0 . 1 2 36 ) , Delhi h ükümdarı. Kutbed­

d in Ayberk'in kölesi olan İ. , daha sonra damadı

olmuşıur.

Ayberg'in ölümü üzerine Delhi ıahtına evlaılığı Aram . Şah geçmiştir. Devlet ileri gelenlerinden bir kısmı İ . ' a haber salıp Delhi tahtına kendisinin geçmesini istemişlerdi. Bunu haber alan Aram · Şah, İ . ' u ortadan kaldırmak için ordusu i le üzerine yürümüştür. Fakat çarpışmayı İ . kazanmış ve

1 02

fLTU TMUŞ

İLYAS EFENDI,

Aram - Sah ' ı idam etmiştir. Ancak tah tı emniyete alabi lmek için birkaç rakiple daha vuruşmak zorunda kalmıştır. Bu çarpışmalar sonunda çok geniş bir sahada raki psiz bir du­ ruma geçmiştir. Bu başarıları üzerine Bağdad halifesi de İ . ' u tanımıştır.

İLVAJT, demir ve kalsiyumun tabii hidrate si likati . Siyah kadife rengindedir. Lievrit adıyle de anılır. Bk. LİEVRİT. İLYA (ölm. 1 799) , Rum ası l l ı bestekar. kendine aid olan 5 güzel eseri elimizded i r.

Güfteleri

İLYADA : bk. İLİAS. İLYAS ( Peygamber) , Tevrat'ta E lia adı}· la anı lan peygamber. Kur'an 'da iki yerde adı geçer. Hakkındaki bilgiye göre Kral Ahab ve karısı İzabel'in salıanatları dev­ rinde yaşamış ve Ahab, İ . ' ın yolundan gitmiştir. Fakat bir süre sonra Ahab'ın kend isinden yüz çevirmesine üzülen İ., Tanrı' dan, kendisine yağmurlara hükmedebi lme gücünü vermesini i stemiş ve bunun sonunda üç yıl süren bi r ku­ raklık olmaya başlamıştır. Bu üç yılı gizlendiği bir yerde geçiren İ . ' ı , Al lah , bu merhametsizliği ile birçok hayata kıymış olmasından dolayı kınamışur. i: İsrai loğullarına : «Putlardan yardım i steyiniz, eğer bu niyazlarınız karşılıksız kalırsa, Allah ' a iman ediniz» demiş, putlar duaları duyma­ yınca İ . ' ı n Allah'a niyazı üzerine yağmur yağmışur. Fakat İsrailoğulları buna rağmen imana gelmemişlerdir. Bu du­ ruma çok üzülen İ . , Allah'tan, kendi sini, katına çağırma­ sını di lemiş ve ateşten bir at ile göğe y ükselmiş, orada, Allah'ın emri ile şeklini değiştirip, tüyler i le örtülü, ya­ rısı insan, yarısı melek bir varlık haline gelmiştir. İLYAS BEY CAMU, Aydın i l i sını rları içinde, İlk Çağ'ın Miletos şehri harabeleri arasında yapılmış değerli bir Türk sanat eseri . Mi letos, Menteşeoğulları beyliği idaresin­ de Balat adıyla bir Türk şehri olarak gelişmiştir. İ. B. C. nin kurucusu Menteşeoğlu İlyas Bey'dir. Beyliğine yeniden sahip olduktan sonra H . 806 Zilkade ( = 1 404 Mayı s ' ı ) sinde bu eseri yaptı rmağa başlam ıştır. Yaptıran ın unvan­ Jarı, adı, şeceresi, yapının baş lama tarihi , kapı üstündeki çok güzel hatlı, okunaklı kitabede belirti lmiştir. İ. B. C. , eski Mi letos'un yerini a lan Türk ticaret ve sanat merkezi Balat'ın en önemli Türk eseridir. Yapısında eski binalar­ dan devşirilmiş parçalar kullanılmış olmakla beraber, bun­ lar Türk sanatı prensiplerine uygun olarak işlenmiş ve her şeyi i le Türk olan bu yapıda yerlerini bulmuştur. İ . B . C.,

İLYAS BEY CAMii

Hafız Hızır

tek kubbenin örttüğü kare bir mekandan ibaret ufak bir eserdir. Dış cepheleri tamamİy le mermer kap lı olup, sağında tuğla bir minare yükselir. Giriş, Türk mimarlık tarihinde eşsiz olan bir cephe düzeni ortası ndadır. Burada büyük bir sivri kemerin içindeki satıh, iki sütunun yardımı ile üç açıklığa ayrı lmış, bunlara da birer Bursa kemeri oturtul­ muştur. Bu kemerlerden ortadakinin altında iki hasarnakla çıkılan giriş bulunmaktadır. Yanlardaki açıklıklar i se mer­ merden oyulmuş şebekeler ile kapatı lmıştı r. İ. B. C . ' nin önünde bir soncemaatyeri revağı yoktur. Bu cephenin dışarı çıkıntı teşki l eden büyük bir sivri kemerin hakimiyeti i le düzenlenmesi , Türk m i mui sinin ana unsurlarından olan ve beraberlerinde doğudan gelen eyvanın, hiç değilse görünüş­ te belini lrnek i stendiğini bel li eder. Halbuki dışarıya bir eyvan gibi akseden mekan, içeride muntazam bir karedir ve bunun üstü sekiz kenarlı çifte kasnak lar üzerinde yük­ selen , kiremit kap lı bir kubbe ile örtülmüştür. Yapı kitle­ sinden taşan hiçbir unsur olmadığından, zarif süsler i l e bezenmiş taş mihrap da duvar kalın lığı içinde oyulmuş bir niş halindedir. Minare giriş cephesi i l e sağ ( batı ) du­ varının köşesinde yükselir ve merdivenine cami içindeki bir kapıdan geçil i r. İç duvarlar da belirli yüksekliğe kadar mermer kaplanmıştır. Kare mekandan kubbe yuvadağına geçiş, içieri mukarnas dolgulu tromplar ile sağlanmıştır. Zarif dış süslemesi ve duvarlarının mermer kaplaması ba­ kımından Evliya Çelebi 'nin haklı olarak Selçuk'taki İsa Bey Camii (b. bk. ) ne benzettiği İ. B. C., geçen yüzyıl içlerinde bakımsız kalarak son yıllarda iyi ce harap olmuştur. Yakın yıllarda tamir edi lerek kurtan imış i se de, bu tamirierin ta­ mamiyle başarı lı olduğu söylenemez. Alman arkeologları ta­ rafından yapılan araştırmaları tanıtan büyük Mi/et yayınları­ nın, Wulzinger, Wit tek ve Sarre tarafından hazırlanan bir cildi ( 1 9 3 5 ) İslami Milet'e ayrı lmış ve bu cildde İ. B. C. etraflı surette incelenerek tanıtılmıştır. i. B . C. Anadolu'da Türk sanatının, tek kubbeli camiler tipinin meydana getir­ diği en dengeli ve güzel örneklerden biridir ve İznik' teki Yeşil Cami ile birlikte sanat tarihinde özel bir yere sahip­ tir. - Semavi Eyice

İLYAS BEY (ölm. Belgrad 1 602 ) , I I I . Sultan Meh­ med devri Rei sü' lküttablarından. Sipahi olan İ. , i stidad ve başarı sı sayesinde Divan - I Hümayun katipleri arasında yer almış ve Vezir - i - azam İbrahim Paşa ( b. bk. ) 'nın tezkereci liğinde bulunduktan sonra, 1601 yılında riyasete getirilmiştir. Daha sonra Vezir ve Serdir - t Ekrem olan Yemişçi Hasan Paşa ( b. bk. ) maiyetinde hizmet gören İ. , Be lgrad 'da hastaianmış ve orada ölmüştür. İLYAS EFENDI, Hafız Hızır ( 1 800 ? - İ stanbul 1 8 64 ) , Türk bilgini ve yazarı. Hacegan - ı Divan - ı Hü­ mayun'dan Mehmed Emin Sükuhi Efend i ' n i n 3 . oğ ludur. Ağabey leri Hekimbaşı Beh çet Efendi i le Rumeli kazaskeri Hekimbaşı Rei sü' l - ulema şair Abdülhak Molla' dır. Oğlu ünlü tarihçi Tahran sefi ri Hayrullah Efendi, Hayrullah Efend i'nin oğulları da Nasiıhi Bey ' le Abdülhak Hamid (Tarhan ) ve kızından olma torunu Adiiye Nazırı İbrahim Bey' dir. Enderiın - ı Hümayiın'da tah sil ve terbiye görüp gö rev almış, ilmi dolayısıyla müderrislikle çırağ edilmiştir. 1 840'ta dev d} e mo ll ası, 1 8 4 5 'te mahrec payesiyle Sofya kadısı olmuştur. 1 8 57 ' d e kazaskerlikten önceki son basamak olan İ stanbul payesine yükselmiş, İ stanbul müftülüğü yap­ mıştır. Sultan Mecid devrinde kurulan Encümen - i Daniş (b. bk. ) 'e üye seçi lmiştir. En önemli eseri Tarih - iEnderrln

İLYAS EFENDI, Hafız Hızır

-

( Lettiif - i Endeı-Uıı veya Lettiif - i Vekaayi - i Enderuniye) [ 1 8 59} dur. Eser tarih bakımından olduğu kadar, özellikle musiki bakımından da büyük önem taşır.

İLYAS REİS, Oruç Rei s ' l e Barbaros Hayreddin Pa­ şa ( b. bk. ) nın küçük kardeşi . Doğum tarihi belli deği ldir. Osman lı Devleti timarlı sİpahilerinden Eceabad lı Yakup Ağa'nın oğlu ve timarlı si pahi Abdullah Ağa'nın !orunu­ dur. Yani soyca askerdir. Fatih Sultan Mehmed çağında, Midilli adası nın Ce­ neviı:li lerden alınışında ( Eylul 1 462 ) bulunan Yakup Ağa, adada yerleşerek yerli bir kızla evlenmiş ve bu evlenme­ den sırasıyla İshak, Oruç, Hızır ve İ . doğmuştur. En bü­ yük kardeşleri olan Yusuf'un aynı anadan doğup doğma­ dığı belli değildir. Büyük kardeş İshak, babasının Midi lli adasında bu­ lu nan Banova köyündeki ti marına sahip olduktan sonra üç küçük kardeş gemilerle o bölgede deniz ticaretine baş­ lamışlard ı r ki devrin icaplarına göre bu gemi ler aynı za­ manda silahlı tekneler olup korsanların kaynaştığı Akde­ niz ve Ege Denizi' nde tü:aretle birlikte korsanlık da ya­ pıyorlard ı . İ . ' ın reis, yani müsıaki l gemi sahibi kaptan olmadığı tahmin olunabi lir. Çünkü hayatı hakkındaki tek bilgi onu ağabeyi Oruç'un gemisinde çal ı ş ı rken göstermektedir. Kardeş ler arasında en yiğidi olan Oruç Rei s, kuvvetli korsan filoları olan Rodos şövalyelerinin yolu üzerinden Suriye'ye kadar gidip gelmekten çekinmiyordu. Bu sefer­ lecin birinde, Trablusşam'a gid'erken Rodos şövalyelerinin gemi lerine rastlaya rak ş iddetli bir savaş sonunda hem gemisini kaybetmiş, hem kend isi tutsak düşmüş, hem de küçük kardeşi İ . şehit olmuştur. Oruç'un sonradan kaçarak tutsak lıktan kurıulduğu bu deniz savaşı aş. yu. 1 5 03 - 1 5 06 yıl ları arasında olmuştur. İMADEDDIN ZE:'lGI : bk. ZENGİ'LER. IMADİYE, I rak' ıa, Musu l ' un kuzeyinde bir şehir. Yüksek ve etrafı açık bir }"erde bu lunmasına rağmen, ya­ zın korkunç derecede sıcak olur. Halk, yaz aylarında şehri bı rakı p daha serin yerlere göç eder. Şehir, uygun bir coğrafi mevkide bulunduğu için, uzun zaman bir ticaret merkezi olarak kalmıştır. İ . eski­ den, soy kütüklerini Abbasi lere kadar çıkaran beyler ta­ rafından idare olunurdu. IMAD ŞAHLAR, Orta Hindi stan' da, Berar'da sal­ ıanat sürmüş Güney Dekkan l ı Müslüman Hindli bir ha­ nedan. İ. Ş. hanedanının resmi dili Farsça, mezhebi Sün­ ni - Hanefi ' d i r. Taht şeh i rleri Elliçplır'dur. Bu krallık, Güney Hindi stan Behmeni Türk imparatorluğunun yerine geçen beş devletten biridir. Hanedanın kurucusu Feıh ullah İmadü' J . mlilk, 1 490'dan 1 504 ' e kadar salıanat sürmüştür. 1 4 90'da Behmeni ler'in Berar valisi olmuş, saltanat kazan­ mıştır. Pek gençken ihtida eden Vicayanagarlı Brahman kastı ndan bir Hind u olup, Türk subayı olarak Behmeni ordusunda yecişmişci r. Yerine geçen oğ lu Alaüddin İ mad ­ Şah 1 5 29'a kadar 2 5 yıl tahtta kalmıştır. Yerine onun oğlu Derya im ad - Şah geçmiş ve 1 5 60' a kadar salıanat sürmüş­ tür. Son hükümdar Burhan İmad - Şah bunun oğludu r ve 1 5 7 2 ' d e ö ldürülünceye kadar 12 y ı l tahtta kalmıştır. Salta­ nacı, veziri Tufal Han' ı n vesayetinde geçmiştir. 8 2 yıl de­ vam eden İ . Ş. hanedanına Nizarn - Şahlar (b. bk. ) son vermiştir. ·

İMADÜ'L - HASENl,

Mir

lmad

103

IMADÜ'D DEVLE (ölm. 949 ) , B üveyhoğ u l ları hanedanının i lk hükümdarı . İki kardeşin yardımı i le 934 yılında Şiraz'ı ele geçirip Fas hükümdan olmuştur. Onun erkek evlat bırakmadan ölümü üzerine Rüknü'd - devle hanedan reisi olmuştur. Bk. BÜVEYHOGULLARI . ·

IMADÜDDİN ( I sfahan 1 1 2 5 - 1 2 0 1 ) , A rap carihçisi ve edibi. Tanınmış bir ailenin oğ ludur. Çocukluğu I sfahan ve Kaşan 'da geçmiş, Bağdad 'da fıkıh öğ ren i m i yap mı5tır. Vıisiı'ıe naipliği vardır. Suriye Eyyubl lerin� b .ı 5 vu rup Sul­ can Nureddin ' i n katibi olmuş, sonra d :ı adın:ı yapı lan med­ reseye müderris tayin ed i lmiştir. Nu reddi n ' i n ölümü nden sonra gözden düşmüş ve Musul'a gitmiştir. Eserleri arasında en önem lisi, Arap anıoloj isidir. Tarihi eserleri de vardır.

şairlerine aid

IMADÜ'L - HASE NI, Mir lmad ( Kazvin, İ ran ? Isfahan 1 6 1 8 ) , İran'ın ıa' lik yazı ü sıad ı . Asıl adı Mehmed olup, dedesi, devrinin münşl lerinden Mir Hasan Ali, Ha­ seni Ilikabını aldığından İ. H. olarak an ı l ı r. Babası nın adı Hüseyin'dir ve soyca Hz. Hüseyin'e bağ lı oldukl.ırı için nad i r olarak Hüseynl Ilikabını ku llandığı da görü lür. İmad mah­ lasını, devrin büyüklerinden İmad ü ' l · Mülk i l e dost luğun­ dan dolayı almıştı r. İran'da nesıa'lik, bizde ıa'Jik (b. bk. ) denilen yazıyı, önce İsa Renkn igıir'dan, sonra Malik - i Dey­ lemi'den öğrenmiş, Mehmt:d Hüseyn - i Tebrizi 'den de isti· fade etmiştir. Kendisinden daha önce bu ya • ı )'ı kaideleriyle ortaya koyan Mir Ali'nin eserlerini inceleyerek - bizde Şeyh Hamd u l lah'ın Yakut yazı larından vücuda getirdiği şive gibi · kmdine has bir yazı üslubuna erişmişcir. Bir hayli seyahat eden ( Horasan , Herac, Şam . . . ) İ. H.'nin İsıanbul'a geldiği hususunda İran menşeli bir rivayet vardır. Eserlerin i n , İsıanbu 1 ' da fazinca ol ması bu kanaltİ kuvveılendiri rse de, bi zdeki kaynak ların h i ç biri bunu zikretmemekıedir. Hanefi mezhebine ve Nakş ibendi tarikatına bağlı olan

i. H. , İmam - ı Rabhan i 'den Sofiyane feyiz a l m ı ştı r. B u em­ sa l siz hat san'atkarı, mezhep ayrılığı yüzünden Şah Abbas'ın arzusuyla kaılolunmuşıur. Şeh i d ed i l d ı ğ İ zJman tahmi nen 65 yaslarında i m i ş . Yazı ü,J lıbu, Buhara l ı Derv i ş Abd i a d ı nd.ıki b i r Türk talebesi eliyle İscanbul'a gelerek yayılmış ve ıa'lik hattatları bu sihi leden za­ manımıza kadar gelmi ştir. Ancak, Yesari Meh rned Es'ad Efendi'den iciblfen Türk tavrı ıa'lik ortaya çıkınıştır ki, bu da İ. H . ' ­ n i n e n güzel harfleri n i n seç i lmesiyle meydana gel­ miştir. Ta'Jik ve hurde ( in­ ce) ıa'lik ile pek çok eser vermiştir. K • t'alarına müze ve kütüphanelerimizde rast­ lan ır. Bu kıc' aların en gü­ zellerinden mürekkep bir murakka ( = yazı albümü) İstanbul Üniversitesi Kü­ tüphanesindedir.

İMAD'ÜL - HASENi'nin bir ıa'Jik kıc'ası

104

IMAGIST - İMAR

ve

IMAGIST ( İng. I mage = resi m ) , bi r lirik ş i i r eka­ tü. 1 920'de İngi liz yazarları Aldous Hux ley ve Richard Aldington ve onlara kaıı lan Amerikalı Ezra Pound ve Hilda Dooliııle tarafından kurulmuştur. Bu şiirlerin karak­ teristik özel liği, dinleyici lere duygularını renk ve ahenk yolu ile doğrudan doğruya aktarmak i d i . IMALE, aslında k ı s a olan bi r heceyi, a r ü z veznine uydu rmak için, uzun okuma. i., daha çok açık bir hecey i ( a, bu ) kapalı bir hece gibi uzatarak (J, bu ) okumak şek­ linde görülür. Daha az rastlanan ve ekseriya bir maksat için yapılan çeşidi de, kapalı bir heceyi (aç ) , bi rleşik bir hece (aç - ı ) haline getirmek tir. Arap ve İran nazmınd a da i . bulunmakla beraber, bu hata en çok Türk nazmında yap ılmıştır. Bunun sebebi de Türkçenin arüza ıam uygunluk göstermeyen yapısıd ı r. İ. her zaman bir hata sayı lmamalıdır, ifade>·e ayrı bir canlılık, güzel lik kazandı rmak, manayı kuvvetlendi rrnek için de İ. yapılmışıır. Türk nazmını İ . ' lerden ıemizlemekıe Mual lim Naci ve Tevfi k Fikreı'in büyük hizmetleri olmuş ve özellikle Mehmed A kif ve Yahya Kemal bu i şıe büyük başarı gös­ termi ş lerdir. İMAM, Kur'an 'da yedi yerde geçen ve «yol gösıerıcı, ö rnek, işaret» anlamlarına gelen bir kelime. Cemiyet hı:yl­ ıında i se İ . , birbirinden fark lı üç ayrı anlamda kullan ı l ı r : Birinci si , cemaat i le namaz kıldıran kişidir. Bu an­ lamda İ . ' lık bir rütbe veya bir san'at değ i ldir. Bir i n san, sadece, namazd a İ . ' l ı k yapmakta olduğu müddetçe İ . ' d ı r. Namazın adap ve e rkanını bi len her Müslüman cemaaıa İ . ' lık yapabi lir. Sünni lerde İ . , İslamın en i leri seviyedeki bilginleri hakkında kullan ı l ı r. Şii lerde ise İ . kelimesinin kullan ı l ışı çok ve çeşididir. Bun lar arasında bütün Şii mezhepterin anlaşııkları fikir, Ali'nin torunlarından birinin, islam aleminin en yüksek hakimi olmasıdır. İ . ' lar, çok defa m üezzinli k de yapııkiarı ve Kur'an okudukları için, musiki i l e i lgilenmişler, bi rçoğu musiki öğrenmişlerd i . Bu y üzden, bu zümre arasında sayısız mü­ zisyen ve bestekar yetişmişıir. Padişah, ş ehzade, sultan , su ltanzade gibi Osmanoğul­ larına mensup hanedan üyelerinin İ . ' larına imam - ı sultani denmiş, bazan padişah İ . ' l arı hünkar i maını diye ayrılmış­ tır. Bunl .. rın çoğu, Enderün'dan yeti şmiş ve musiki öğren­ miş kimselerdi . IMAM MEHMED, Mulıammedü'l - İmam (Tokat ? - İstanbul 1 64 2 ) , Türk haıtaıı. Hasan - ı Üsküdari (b. bk. ) nin öğrencisi olan İ. M. , özellikle lHuıha/' larıyla tanınmış­ tır. IV. Sultan Murad'ın emriyle yazdığı Kur'an Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nde saklanm a k suretiyle zamanımıza ka­ dar gelmiş, fakat IV. Murad 'la i lgili bir piyes münasebe­ tiyle, teşhire konulduğu İstanbul Kültür Saray ı 'nda 27 Kasım 1 9 7 1 akşamı çıkan yangında yok olmuştur. İ. M.'in yetiştirdikleri arası nda Tophaneli Mahmud, Belgrad lı Mebmed, Abdullah ibnü' ) - Cezz ar sayı labi lir. İMAM - ZADE MEHMED ( İ stanbul ? - İ stanbu l 1 7 5 2), Türk hattaıı. Baba sının Beşiktaş cami lerinden birinde i mam olmasından dolayı İmam - zade lakabıyle anılır. Hüsnühatıı, Yedi kuleli Seyyid Abdullah'ın öğrenci lerinden, Aralık İmaını adıyla tanınan Mehmed Efendi'den öğrenen İ. M. , özellı kle nesihte ustadır. İMAM - 1 AZAM : bk. EBU HANiFE.

İSKAN BAKANLH�H IMAM . 1 RABBANt ( ası l adı : Alımed ; Serhend , Pencab 1 67 1 - Serhend 1 7 1 4 ) , Nakşbendiye tarikatının Müceddediye şubesinin tanınmış ulularından biri. Babası Süh reverd iye tarikatı n ı n Ceşıiye şubesi şeyhleri nden Mah­ mud Abdülahad 'dır. MuıasaV\'ıf bir ailenin çocuğu o larak yetişmiş ve ilk tahsi l ve terbiyesi ni babasından almışıır. Daha sonra Müceddediye şubesinin ku rucusu ·şeyh Baki Billah Kabuli'nin halifesi Şeyh Alıd ülbaki Kabu li 'ye inti­ sap etmiştir. Ayrıca Kadiri şeyhlerinden İskender - i Kuhen­ Ii'den de feyiz almıştır. Soy itibariyle 28 kuşakta Hazreti Ömer' in ıorunu olmak hasebiyle Faruki, şeyhi Abd ülbaki Kabuli'ye inıisabından ötürü de Kabuli nispeılerirle ıanın­ maktad ır. Ancak, haratma aid barikulade ıavsi fler dolayı­ sıyla ve çok temiz ve sufiyane bir hayat geçirmiş olmakla kendisine İ . R. unvanı veri lmiştir. Ömrünü doğduğu belde olan ve XVI I . yüzyıl Hindi stan ' ında önemli kültür ve po­ litika merkezlerinden biri olan Serhcnd 'de geçirmişıir. Men­ sup olduğu Nakşbendiye tarikaıı veya Müceddediye şube­ sinde ortaya koyduğu fikirler dolayısıyla Müceddi d - i Elf - i sani lakabını almıştır. Ancak, bu unvan , onun dinde ve ıarikaııa tutumunda bir reform ve>·a yeni l i k getirdiği an­ lamını taşımaz. Daha çok İslam dini ahkamına, özellikle Hind kültüründen imikal eden bid' aıleri ve hurafeleri te­ mizlemek ve dini, Selefiye görüşü içinde talim ve telkin etmek gayesi nde old uğundan böyle bi r unvanla tavsif edi l­ miştir.

İ . R. , Mekıubat veya Mektubat - i Ahmediye ad l ı ese­ riyle tanınmışıır. Çoğunlukla zamanın devlet adam larına, nüfuz! u kişi lerine müridierini ve derviş lerini tavsiye ve tak­ dim eden mektup larının önemli özelliği, bu tavsiye ve tak­ dimler arasında dini ve tasavvufi görüşleri ni muhaıaplarına açıklamış olmas ıdır. Üç cilııen ibaret bulunan bu eser, 1 200 mektubu ihtiva eder. Eserin 3 . cildi, oğ lu ve hali­ fesi Muhammed .Ma' sum'un mektuplarını içine alır. Mck­ tubat ' ı n tamamı 1 744 tarihinde Müsıakiınzade Süleyman Sadeddin Efendi tarafından Tü rkçeye çevri lmiş ve 1 8 6 1 'de İstanbul'da yayınlanmıştır. Son zaman larda i se, eserin 1 . cildi M . Süleyman Teymuroğlu tarafından oldukça basit bir Türkçe ile bugünkü dilimize akıarılmışıır. İ . R. 'nin fikirleri ve telkinleri XV I I I . yüzyılın ikinci yarısında Türkiye'de kendisini hi ssetti rmeye başlamıştır.

İMAN, kelaın i l minde Allah'a, peygamberine ve onun peygamberliğine inanma ve yine bu peygamberliğin muh­ tevasına inan ı p güvenıne. Kur'a11' da İ . , İslam ile çok kere aynı anlamda kullanılmıştır. Fakat İ . ' ı n tefsi ri kon usunda bazı farklar görülür. İ . ' ı «içten sağlam bir inanç» diye an­ layanlar olduğu gibi, buna «dil ile ikrar» ı i lave edenler de vardır. Bazı ları da İ . ' ı n beş ana şartı olan «amel» leri de İ . ' ı n unsurları arasında saymış lardır. I MANDRA veri I NANURA Rus>·a'da, Kala Yarı­ ınadası'nda bir .ıı ö l. Yüzölçümü 852 km' dir. İMAR ve İSKAN BAKANLICI, i mar ve i skan işle­ rini yürüten bakanlık. 8 Kasım 1 9 2 3 tarihinde Mübadele İmar ve İskan Vekaleti adıyla kurulmuş, fakar l l Aralık 1 924'te kaldırı larak İskan Müd üriyet - i Umumiyesi haline getirilmiş ve görevli lerinin bir kısmı da Dahi liye Vekaleti'ne devredi lmiştir. 9 Mayı s 1 9 58 tarihinde tekrar kurulan ba­ kanlığa Türkiye Emlak Kredi Bankası, İ l ler Bankası, Top­ rak ve İskan Genel Müdürlüğü ve Bayındırlık Bakanlığı'na verilmiş olan iınu işleri bağlanmıştır. 1 964'te şehir ve ka-

IMAR

ve

İSKAN BAKANLIGI ,. · .

105

J

2

i MAR ve İSKAN B AK AN L I G I : ı . Sosyal mesken ler ( S incankör, Ankara ) ; bir kör ;

2 . Takma evierden meydana gelmiş 3 . AJ.. şap karkas binalacia yapı lmış bir köy ; 4 . 28 Mart 1 970 depreminde y ı k ı l a n Ged i z " i n yerine bakan iıkça yapııcı lan Yeni Gediz i l çesi

Kuruluşundan beri bakan o l o n za tlar

ı . Medeni BERK

t 4 Mayıs t 9 5 8

t t Aralık t 9 5 9

2 . Hayrettin ERKMEN

t t Aralık t 9 5 9

; o Ma r ı s 1 960

3. Orhan KUBAT

30 Mayı s t 960

2 7 Ağ ustos 1 960

4 . Fehmi YAVUZ

27 Ağustos 1 960 - 2 Şubat 1 96 1

5 . Rüştü ÖZAL 6. Muhi ttin GÜV E N 7 . Fah reddin Keri m GÖKA Y

8 . H a y r i MUMCUOGLU

9. Celaleddin UZER 1 0 . Sad ı k KUTLA Y ll.

Recai İSKEN DE ROG LU

1 2 . Haldun MENTEŞOGLU t 3 . Hayreddin NAKİ BOGLU 1 4 . Selahaddin BA BÜROGLU

8 Şubat t 9 6 t

2 0 Kası m t 96 t

20 Kasım t 96 1

2 7 M a ı· ıs 1 962

2 7 Maı•ıs 1 96 2

5 K a s ı m 1 96 3

Kasım t 96 3

2 5 Aralık 1 96 '>

25 Aralık 1 96 3

1 2 Ara lık 1 964

1 2 Aralık 1 964

2 2 Şubat 1 96 5

1 7 Ni s an 1 96 5

2 7 Ekim 1 96 5

2 7 Ekim

1 96 5

3 Kasım 1 969

3 K a s ı m 1 969

26 Mart 1 97 1

26 Mart

1 97 1

1 06

IMAR VE İSKAN BAKAN LIGI

sahalardaki i skan hizmetleri bu bakanlığa, di ğer h i z metler ile Toprak ve İ skan Genel Müdü rlüğü, Köy İ şleri Bakan­ lığı 'na veri lmiştir.

Görevleri : İ . İ . B.' nın baş lıca görevleri,Yurdun böl­ ge, şehir, kasaba ve köy lerinin haritl ve imar planlarını ha­ zı rlamak, imar için her türlü tedbi rleri almak ve bunları tat­ bik eımek ; özel i i i le bölge planlama çalışmalarının ayrı ntı­ larına inmek ve şehir planının ku ramad ığ toplu bak ı ş ı kur­ mak ; alan planlaması, çevre düzeni planlaması ve nazım i mar planı çalışma ları yapmak ; memltketin bünyesine uygun mesken politikasının esaslarını ıesbi ı etmd ve tatbi kini sağ­ l amak ; mem leket şan ve i mkanlarına gö re en lüzumlu ve faydalı yapı malzemes inin tem ;ni i çin büıün tedbirleri al mak ; bölge planları için i lgili bakanl ıklarla ortak etüdler yapmak ; yurdun n üfusu kesif ve toprağı dar olan bölgelerini etüd etmek ve bu bölgel erde nüfus yoğunluğu, toprak yokluğu, darlığı veya verimsizliği yüzünden başka bölgelere naki l le­ rini talep ve arzu eden lerle rabancı mem leketlerden yurdu­ muza gelmiş veya gelecek göçmen ve mültecilerin i skanla­ rını sağ lamak ; gecekondu ı slah ve önleıı:: e bölgelerinin imar planları ve bu bölgelere götürülecek yol, elektri k, su gibi hizmetlerle uğraşm ak ; arsa konusunu düzen lemek ; afetler­ den önce ve sonra gere� li tedbi rleri almaktır. Bakanlığın merkez teşki latı Müsteşarlık, Planlama, Danı şma Kurulu, İ ller Bankası Gen el Müdürlüğü, Planlama ve imar Genel Müd ür lüğü, Belediye Tekn i k H i zmet Gentl Müdüı lüğü, Mesken Genel Müdürlüğü, Yapı Malzemesi Genel Müdürlüğü, Aft t İ ş leri Genel Müdürlüğü, Teıkik Kurulu Başkanlığı, Tefıiş Kurulu Başkanlığı ve hukuk müşavirliğinden, ıaşra teşki latı da imar müdürlüklerinden meydana gelmi ştir. İMARET, Türk hayır yapı larından sosyal yardım müessesesi olarak kul lanılanlara veri len ad. Başlarda ve her halde XVI. yüzyıl içlerine kadar i. terimi geniş bir anlama sahipken sonraları giıgide çerçevesi daralarak, sos­ yal yardım yapı ları ndan ralnız hapr için, içinde aş pi­ şen ve bedava olarak dağı ıı lan yerleri ifade için kullanılır olmuştur. Böylece bugün İ . ıeri m i asli ve gerçek anlamı · nın dışına çıkarak, yalnız hayır için yemek verilen a1hane karşı lığı kullanı lmaktadır. İ. ıcıimi bazen karşı lıksız rarar­ lanı lan yerler için de kullanıl maktad ır. İ.'in ilk şekli ve anlamı ile Türk vakıfları içindeki özel durumuna ilk olarak işaret eden Osman Nuri Ergin olmuş ( 1 93 9 ) ve «bu geniş ve çok taraflı terimi yalnız aşevine ıah sis etınek, öyle an lamak ve öyle anlatmak ima­ ret sistemini kavramamış olmakran başka bir şeye aıfoluna­ maz)) demişti r. Ergi n, İ. teriminin yanlış ıanındığına işa­ reıle, bu ranlışlığı düzelımek için büyük gayret sarf etme­ sine rağmen bu terimin ifade ettiği dini rapı ların gerçek hüvireılerini açık ve ıam olarak ortaya koyamamıştır. O da bütün ha}· ı r ve vak ı f binaları, hatta bir yeri güzelleştiren her çeşiı eseri İ. teri m i çerçevesi içine sokmuştur. İ.'in imar kökünden gelen bir kelime olarak hayır yapılarının dı şında ka lan bazı mima r i eserleri beli rımede · de kullanıl­ dığı açıktır. Ancak, ki rabc ve vakfİyelerinde sadece İ . ola­ rak gösterilen yapı lar, gene l l i k l e bir sosya l yardım müesse · sesi olarak kurulduklarından Türk medeniyeıinde, sosyal h ayatında ve ıasavvufunda öze l bir durum ları vardır. Esa­ sında ki ıabe ve çeş i ı l i kaynaklardan, tehlikeli geçit yerleri ni koruyan ıesislere, zor aşı lan boğazlarda sığınak olan yapıla­ ra, harap ve terk ed i l m i ş yıkıntı ları «şenlendirmek)) üzere yerlerine kurulan ıesi slere, uzun yollar üzerinde ve şehirlerde,

-

lMARET

kasabalarda yolcu lara faydalı olan binalaca İ. denildiği an­ laşı lıyor. Aslında ribat , hanıkah, zaviye gibi yapıların birer İ. oldukları çeşitli deliller ile öğrenilmektedir. Feı i h lerle reni toprak lar kazan ı ldığında, Ahi lerin, sofi lerin ve gezgin dervişler, özellikle erken Anadolu Türklüğünün çok önemli bir k uvvet unsuru olan gazi - erenlerin, nihayet gelip ge­ çen ( ayende ve revende) Müslümanların blrındıkları, sığın­ dıkları, yol yorgunluğunu giderdikleri bu İ . ' ler esas görev­ lerini X VI. yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir. Bu çağdan son­ ra İ . ' lerin bir kısmı h an ve kervansa ray mahiyeti alırken, şehir içindek i lerin bazıları cami , bazıları da med rese veya ıekke görünüşü a l mıştır. B u d urum da İ. teriminin asli manasının kaybolmasına, unuıulmasına yol açmıştır. Ancak bundan sonradır ki İ. adı sadece aş pişen ve dağıtılan ye­ rin adı olmuş ve günümüze kadar da öylece gelmiştir. A s­ lında hayır için kuru lan a1bane bir İ . ' i n parçası olmakla beraber kendi başına İ. değildir. Bu yüzdt:n yanlış anlamayı ön lemek için, geniş ın ı nalı bir ıesis olan ve cami ile misa­ firhane ( zaviye - hankah - ıabhane) birleşimi İ.' i , geç devi r­ lerin aşhane - İ . 'inden kesin ve açık olarak ayırmak lüzumlu olmaktadır. Asli şekli ile İ. tek bir yapı halinde olabi leceği gibi, bunların geniş ve büyük b:r manzume ( veya kül liye) teş­ kil edenleri de vardır. Tek yapı halindeki İ . ' ler her halde XVI. yüzyıla kadar pek çok sayıda olmalı idi. Bunların çoğu sonradan cami veya ıekke olarak adlandırı ldıklarından esas yapılış gayelerini anlamak zorlaşmışıır. Fakat her şeye rağmen bi r çoğuna halk tarafından bugün bile İ. camii denilmesi, ilk görevlerinin bir h atırası olarak i lgi çekicidir. Eski Türk mimari geleneklerini ya şatan p lanlara sahip olan bu yapılar orıada bir namaz mekanı ile buna iki yanında bitişik birer misafirhane od asından ibarettir. İçleri n d e birer ocak bulunan ve dışarıya ayrıca kapıları da olan bu mi sa­ firhane odalarına tabhane deni lirord u. Hamkah (veya zavi­ ye) tipi bu İ. rapılarının çoğunda ve özellikle XV. rüzyı l son larına kadar yapı lanlarında namaz mekanı i leriye alına­ rak aynı eksen üzerinde bürük kubbeli bir ön mekan daha rapı lmışıı ki, bu ·ası kubbesinin tepesindeki aydınlık feneri ile bunun altındaki şadırvandan anlaşı ldığına göre iç avl u geleneğini yaşaran bir avlu mekanı idi. Bu ba­ kımdan da ibadet yeri hüviyetinde deği ldi. Sonraları , yan­ lardaki m i safirhane odaları, ona mekan i le birleştirilerek, bu bölmeler de namaz yeri haline geti rilmiştir. Anadolu ve Rumeli'nin pek çok yerinde böy le İ . ' ler bulunmaktadır. Ankara (Karaca Bey İ . 'i ) , İ stanbul (Mahmud Paşa, D avud Paşa camileri ) , Bursa ( YTEP, .Mısırlı mimar. Coser ( Dj oser) adındaki firavunun mimarı olup, ilk yapılan ehram ( basamaklı Sak­ karab ehramı ) için ilk defa taş kullanmıştır. Yunanlılar onu Asklepios ile bir tutarak tanrı laşıırmışlardır. İMİD'LER veya İKİNCİ DE RECEDE AMID'LE R, amonyaktan iki h i d rojen atomunun metaller ta rafından yeri alı nması rolu ile elde e d i len bazı ki myevi birleşim­ ler. Elde e d i l e n böy l e birleşimlt·re metalimid adı da veri l i r. Mesela ç i n k o - i nıidi Zn NH. Metalin rerine, iki değerli asit radikalleri de geçebilir. Phthalimid İ . " ler, imi­ do - grupu = N H' i içine alı rlar, fabt bu grup ba�ka çeş i t birleşi mlerde de bulu nabi l i r .

İ MARET C A M ii ( Selanik)

kubbeli iki mekan dan, örtülü avlu geleneğini devam ettiren ilk kubbeli kısmın yanlarında mi safi rlere malısus ikişer tabhane odası bul unmaktad ır. Bunlar da kubbeler i l e örtül­ müştür. Kapısı üstündeki ki ıabesi okunamaz halde idi ( 1 95 3 ) . Semıvi Eyice -

İMARET CAMII, Bulgarisıan'da, Filibe ( Bulg. Plovd iv) de XV. yüzyıla aid değerli bir Türk eseri. İ. C."nin Il. Mu rad 'ın vezirlerinden Sahabeddin Paşa tarafın­ dan 14 30'a doğru yaptmldığı sanılmaktadır. Üzerinde ku­ rucusunun adını ve )'apıldığı tarihi belirten bir kiıabesi roktur. Sadece sağ tarafında, kurucusuna aid şimdi harap küçük bir türbe vardır. Yapı, imaret adı verilen eserlerin çoğunda olduğu gibi, aynı eksen üzerinde sı ralanan kubbeli iki mekandan ibaret olup, bunlardan kubbe ile örtülmüş avlu geleneğini devam etti ren ilk mekanın iki yanında mi safir edi len lere mahsus tabhane odaları bulunmaktadır. i . c:nin önünde payelere dayanan beş bölümlü bir son ce­ maa! yeri vard ı r. Uzun yıll ard ı r çok harap ve bakımsız bi r halde olmakla beraber, 1 966'da ona rı lmasına başlanmıştır. Semavi Ey ice İMRAT RÜZGARI : bk. DENİZ YEL İ .

IMECE, köy kanunu gereğince kör tarafından ya­ pılması gereken işleri n bizzat köy lü lerce rapı lması. Bu iş­ ler ya beden veya mal mükellefireıi sureti;·le yapı lır. Be­ den mükellefiretiyle yapı lmasına İ . , mal mükellefiyetiyle yapılmasına da salma ( b. bk. ) den i r . IMEK'LER, Kıpçaklara bağ lı e s k i b i r T ü r k boyu. B u boyun adı karnaklarda Yimek biçiminde de kaydedil­ miştir. İmek ve Yimek biçimlerinin Kimek adından geldiği an laşılıyor. Bk. KİMEK'LER.

İMLA ( y e n i t e r . Yazım ; Fr. Orthographe) , kelimele­ rin yazdışında ku llanılması kabul edi len ortak yazı biçimi. Bir di ldeki bütün seslerin ve ses özelliklerinin razıiabilmesi için, bu ses ve özellik leri karşı layacak i şaretierin çok iyi seçi lmiş olmaları gereki r. Bir d i lin alfabesi o dilin yapısına uygun olursa, en iyi İ . biçimi kendi liğinden doğar. Mi llet­ ler i: Iarını r üzyıllar boyu geçirdikleri denemeler ve ge liş­ tirmeler son :.ında elde etmişlerdir. Batı d i l leri içinde Almanca, İ . " sı en kolay olanıdır. Yaln ız, birleşik kelimelerin çokluğu Almancanın kıvraklı­ ğını kaybetti rmekıedir. Fransızcan ın İ . 'sı, tarihi ve etimo­ loj ik mahiyeti dolarısıyle konuşma di linde kullanı lmayan sesleri gösterdiğinden ve taşıdığı sesliler yüzünden güç bir İ. şeklidir. İngiliz İ . ' sında i se sesli ve sessiz harflerin bir­ kaç ses değeri vardır. Bu ve başka özellikleriyle İngi liz İ . ' sı da güç İ . ' lar arasındadır. En eski Türk İ . ' sını Orhon ki tabelcrinde görmekteyiz. Bu alfabenin i şaretleri çok olmakla beraber, o zamanki Türk di linin bütün sesleri karşılanamamıştır. Bu yüzden Orhon ki tabelerinde bi rtakım kelimelerin nasıl okuoacağı bugün bile bi linmemekted ir. Bu alfabede seslileri belirtmek üzere ancak dört i şaret vardır. Bu sebeple a, e ; ı , i; o, u ve ö, ii sesleri için ortak işaretler kullanılmış, kalın ve ince sesliler özel harflerle belirti !- memiştir. Buna göre, eski Türkçedeki 8 sesli 4 harfle yazı lmıştır. Sesli harflerin az­ lığı ve bu harflerin kullanılışındaki düzensizlik, bu alfabede kullanı lan sessiz harflerle bir dereceye kadar giderilmişıir. Soğd al f.ıbesinden alınmış olan Uygur alfabesinde ancak 18 iŞJret vardır. Uygur razı si steminde sesli harfle­ rin sar ısı çok azdır. '' ve e sesleri için yalnız bir harf kul­ lanıldığı gibi, 1 ve i sesleri için de bi r i şaret vardır. Bu­ nun gibi , o , ö. u ve ii sesleri için de yalnız bir harf kul­ lanı lır. Uygur yazmalarında bu bakımdan sağlam bir İ. meydana geldiği i leri sürülemez. Uygur alfabesinde, pek az kullanılmış olan h harfini saymayacak olursak, 15 sessiz harf vardır. Bu harfler keli·

IMLA

-

İMPEDANS

fne başında, i çinde ve sonunda frrk lı biçi mlerde yazı lır. Birbirine yakın sesleri ayı rdetmek için harflerin üzer­ lerine veya a h iarına nokta lar i l ave edi l i r. Ancak, bu noktalara bütün Uygur yazmalarında rastlanmamaktadır. Çünkü Uygur yazmalarının çoğunda g , * ve !J sesleri için bir tek işaret kullanılmıştır. Yalnız z sesini r'den ayırdet­ mek için z işaretinin altına daima nokıa konulmuştur. Bazı metinlerde p sesini beli rtmek için b harfi üzerine bir nok­ ta konu lduğu gibi, f harfini d e s harfinden ayırmak için bu işareti n alı ı na i k i nokta i la ve edil miştir. Bunun gibi, n harfini de a, e işaretinden ayırmak üzere bu harfin üzerine bir nokta konulmuştur. Ancak, harf leri birbirinden ayırdet­ mek için baş vurulan bu yollar büıün Uygur yazmalarında bir kural halini almamışıır. Uygur yazı sisteminin di kkate değer özelliklerinden biri de bazı eklerini bağlı bulundukları kelimelerden ayrı yazılmasıdır. Ayrı yazı lan ekierin baş lıcaları i sim çekimi ekleridir. Uygur alfabesini Moğo llar da almışlard ı r . Bu suretle Uygurcada kullanı lan yazı kuralları Moğollar a rasında da yayılmıştır. Geniş Türk topluluklarının yüzyı l larca kullandıkları Arap alfabesinde sesl i harflerin azlığı , Türkçenin seslerini karşı layabilmesi için hareke denen işareılerin kullanı lması mecburiyerini doğu rmuşıur. 1 92 8 y ı lında kabu l edi len Uıin asıllı yeni Türk alfa­ besi , di limize uygun d üşen bir yazı si stemidir. Bu al fabede Türk dilinin İ . ' sı 29 ses işareıine dayanmaktadır. Özellikle 8 ayrı sesli işareıin kabul edi lmesi i le İ . ' mızın önem li me­ selelerinden birisi halledilmiş sayı labi li r. Buna rağmen, bu­ gün henüz Türk İ . ' sında kesin bir birlik sağlanmış değil­ dir. Yeni Türk yazı sistemi foneıik esasına dayanmaktad ır. Buna göre ortak kültür dilimizdeki her ses için özel bir işaret (harf) kul lam l ı r. Yabancı dillerin İ . ' sında etimoloj i k esaslar da göz önünde ıutulur. Bundan başka, geleneksel yazılış biçimleri ­ ni kullanan İ. sisıemleri de vardır. Etimoloj i k ve gelenek­ sel esaslara dayanan i. sistemleri daha karışıkıır. Laıin sis­ temine dayanan yeni Türk alfabesinin kabulünden bu yana geçen süre içinde bir yazı geleneği meydana gelmemiştir. Bu bakı mdan Türk İ . ' sında geleneksel biçimler söz konusu değildir. Yen i Türk alfabesinin kabulünden son ra İ . ' mızı dü­ zenlemek üzere Dil Encümeni tarafından bir İmla lıigali yayınlanmışıı. Daha sonra İ . 'mızın kuralları, Türk Dil Ku­ rumu'nun çıkarmış olduğu İmla Ktlavuzu adlı eserle tesbi t edilmiştir. Bu kı lavuzun yeni baskısı YaZim Kılavuzu adı alıında çıkmıştır. Türk Dil Kurumu'nun tesbit eımiş ol­ duğu kurallar Milli Eğitim Bakan lığınca da kabu l edil­ miştir.

IMMANENT ( Fr. Immanenı ) : bk. İÇKİN. IMMATERİALİZM (Fr. Immateriali sme) [Fel.], İ dan­ dalı filozof George Berkeley ( 1 68S - 1 7 S 3 ) nin, ancak ruh­ ların mevcut olduğuna dair dokırinine verdiği ad. Berkeley, madde için, his ve idrak ed ilebilirlik ( perceptibilite) den gay ri bi r varlık tanımaz. � MMERMANN, Karl ( Magdebu rg 1 796 - Düsseldorf 1 840 ) , Alman romancısı, oyun yazarı, rej isörü ve tiyatro müdürü. ı s ı S yı lında Napoleon' a karşı girişi len savaşa gönüllü olarak kaıılmışıır. Hukuk tahsil etmiş, muhtelif yerlerde yıl larca yargıç olarak çalışııktan sonra 1 8 34 ' te Düs-

1 09

seldorf T i y a t r o s u ( Di e Düsseldorfer Bühne ) nun müdürlüğünü üzerine al­ mışıı r. Bu yönetmen lik gö­ revi sı rasında Düsseldorf sahne hayatına büyük bir canlılık ve incelik geıi ren I. , büıün başarı sına rağ­ men yeteri kadar i lgi gör­ mey ince 1 8 38 'de tiyaıroyu terk etmiş ve yine eski mesleğine dönmüştür. Yazar olarak klasik örneklere bağ lı kalan I . , Goeıhe çağı i le realizm a rasında sallanan bölün­ K. IMMERMANN müş bir şahsiyere sah ip­ tir. Eserlerinde çağının şiiriyeri i l e problematik muh­ tevası arasında bi r denge kurma gayreti bütün ömrü boy un­ ca surup gitmıştı r. Oyun yazarı olarak çoğun lukla ıarihi dram konularını tercih et miş, bu ıarzda da klasik örnek lere ve hi kaye geleneğine sad ık kalmışıır. Sanaıçı daha çok mensu r eserlerinde ve özel likle bazı romanlarında sosyal k riıiğe ve sosyal hicve önem vermişıi r. Dikkate değer bir yönü ise, yine bazı roman larında, artık kapanmakta olan feodalite çağı i le yeni yeni güçlenmeye başlayan endüstri çağı arasındaki içtimal ve beşeri çelişki­ leri i lgi çekici bir üslupla dile geıirmiş olmasıdır. En önemli eserleri şunlard ı r : Die Epi!!.onen ( Epigon­ lar) (3 cild, 1 8 36} ; Münchhausen (bir Alman baronu) (4 cild, 1 8 38 - 1 8 39} ; Merlin (ad) ( 1 8 3 2 } ; Cardenio und Ce/inde ( Cardenio ve Celinde) [ 1 826} ; Trauerspiel in Tirol (Tirol'deki facia) [ 1 8 27} ; Kaiser Friedrich Il ( İmparaıor I I . Friedrich ) ( 1828] ; Gedichte ( Şi i rler) ( 1 8 2 2 ] ; Neu e Fo/ge der Gedichte (Yeni şiirler dizisi) ( 1 830} ; Der im Irrgarten der Metrik umhertaumelnde Cavalier ( Nazım ölçü­ leri labiren- ıinde d üşe kalka dolaşan kava lye) [ 1 829] ; Memorabilien ( Haıı rlanmağa değe r olayla r ) ( 3 cild, 1 840 18431 .

IMMORALIZM ( Fr. lmmoralisme ) , genel anlamında bir ahlak sepıisizmi, bütün ahlak değerlerinin reddini, özel ve dar anlamında Fr. Nieızsche ( b. bk. ) nin temsi l ettiği bir görüşü i fade eden bir terim. N ieızsche'ye göre, «yeni değer ıabloları» i le yeni biı- insan kü lıürü yaraıı lmalıd ı r . E s k i k ü l t ü r insanının çöküşünde e n büyük s u ç , k ö l e ahlakı i le Hıristiyanlıktadır. Yeni ahlak, efendi ahlakı olacak ve geleneksel ahiakın iyi ve köıüsünün ötesinde bul unacakıır. İşte bu ıyı ve kötü değerleri i le geleneksel ah iakın redde­ di lmesi İ . 'dı r. Bk. AHLAK. IMMU NISATION : bk. MUAFiYET. } MOLA, İıalya'da, Bologna i l i sını r l a r ı içinde ve Santerno ırmağı kıyı sında bir şehir. Nüfusu SO OOO ' i bi raz aşkındır. İ . 'da bir küt üphane ve tarihi bazı ko leksiyon lar vardır. 1 1 87 - 1 27 1 y ı l ları arasında inşa edilmiş bulunJn ve sanat tarihi yönünden önemi olan kated ral, X V I I I . yüzyı lda onarı lmışıır. IMPEDANS ( Fr. lmpedance ; İng. lmpedance ) , bi r alternatif akım devresinde elektrik akımına karşı gelen toplam direnç. Bir alternatif akımın etkin potansiyel farkı V, etkin akım şiddeti I olursa, göz önüne alınan devrenin

İMPEOAN S - İM RAHOR İLYAS

1 10

İ . ' ı , Z = V/ 1 olur. Bir alternatif a k ı m elektri k devresinde seri bağlı R di renci, L selfi ve C sığasının bulunması genel

halinde İ. ' ın genel ifadesi Z

=

Burada XL = Q)L = 2nfL,

Xc

=

Q>c

J 'R' + ( X L - Xc )

'

olur.

1 ı n fc

= --- dir. f = Q)/2:t

alternatif akımın frekansı, Q) = açı frekan sı yahut akı mın çarpınnsıdır. İ . ' ı n birimi oh m' dur.

IMP.t:RIA, İtalya'da l mpero ı rmağının denize dökül­ düğü yerde aynı adı taşıyan ilin idari merkezi ve limanı olan bir şehir. Nüfusu 38 700 ( 1 967) dür. Cenova kö r­ fezinin bu şehri aynı zamanda bir kış mevsi mi din lenme yeridir. Şehirde demir ve besin maddeleri endüstri leri kay· da değer. IMPERI�L ( Coğ. ) , Güney Amerika'da Şili'nin Cau­ rin eyaletinde, Araucano' ların topraklarında bir şehir. Bu bölge altın maden ocak larıyle ün kazanmıştır. 1 5 5 1 ' de Ptdro d e Valdiv ;a tarafından kurulan bu şeh i r 1 5 98'de Araucano' lar tarafından tahrip edi lmiştir. Şehir, Nueva ( Yeni) 1 . adı altında yeniden kurulmuş· tur. Nüfusu 6 643 ( 1 949) tür. Aynı adı taşıyan ve n ü fusu 33 361 olan i lçenin başkentidir. IMPERIAL CHEMICAL INDUSTRIES L T D. (kısalıılmış adı : I. C. I.) {impf•iöl k�mik/ fndöıtril ] , İngi lıere'nin, merkezi Londra'da olan en büyük kim}· a firması ve endüstri teşebbüsü. Brunner, Mond and Com­ pany, Uni ted Alkali Company, Nobel l ndustries Ltd . ve British Dyesıuffs Corporation firmalarının 1 926'da birleşmeleriyle meydana gelmiştir. Firma bütün kimya mad· delerini i mal etmektedir. 1 95 1 'de, İngi ltere'nin ki myevi madde ihracatının % 8 0 ' i bu firma mamu lleri idi ve tesis­ lerde 99 300 kişi çalışıyordu. Firmanın 1 95 3 'teki serma­ yesi 1 20 mi lyon sterlindi. IMPHAL, Hindistan 'da Manipur bölgesinin ticaret merkezi olan bir şehir. Nüfusu 67 700 ( ı 966 ) dür. IMPRES� RIO ( İ ıa. lmpresari o ; imp resa = ıeşeb­ büs) , bir sanatkarın i şleri ve angaj manlariy le uğraşan kişi. IMPROMTU { Fr. fPr?t1f] ( Lar. i11 pro mtu = kolay· ca, irıicalen ) , romantik çağda piyano için yazılan bazı parçalara veri len ad. Biçim bakımından serbest olup hazır­ lıksız, i rıicalen icra edilmiş bir parçad ır. Chopin , Liszı ve Faure'nin l . ' leri vardır. İMPULS, bazı dokularda, özellik le sınır ve kas telleri ile i l eti len , çalışma veri kösıekleme ( i nhibi syon ) o larak beli ren değişiklik.

BEY

CAMil

göre momenti ( L ) i le bu kuvvetin tesir süresi ( .d ı ) n i n çarpımına da · açı sal İ . ' u a d ı veri lir. B u n a göre açısal İ. L · .d ı olur. Öıelenme harekerine benzer tarzda, açısal i . , açısal momen ıumdaki değişınere eşiıtir : L Aı = 1 ·

·

Aw

I = dönen cismin dönme eksenine göre erlemsizlik mo­ menti , w = açısal hızdır ( bk. EYLEMSiZLİK MOME NTi, MOMENT) . İMRAHOR, Osman lı İmparatorluğu'nda ve gene llikle bütün İ s lam devletlerinde saray ve h ükümdarların binek ve ahı rlarından soru mlu memura verilen ad ; İsıanbu lda bir semı. İ . senııi , Sanıaıya'da, Alıı Mernıer mahallesinde olup, semıe adını II. BayeziJ devri nıi rahurlarından İ lyas Bey vermiştir. Burada daha önce Bizans devri ne aid bir kilise­ nin, bu zat tarafından canıie tahvili üzerine sözü edilen ki lise, İ . Camii adı i le ran ınmış oiJuğund:ın semt de böy­ lece adlandırılnııştır. İ. senıti Osnı:ınlı devri İstanbul' unda 1 7 1 8 ve 1 9 1 9 yı llarında iki büyük rangınla harap olmuştu. Semtte, X V I I . rüzplda Tavi l Mehmet Efendi bi r Bayranıi , Şeyh H a l i l E fendi de b i r Kadi ri ıekkesi i n ş a etmiş lerd i . Ayrıca b i r hamanı ve Faıma Sulran tarafından 1 68 l 'de yapıırı lmış bir cephe çesnıt>si de vard ı . İMRAHOR İLYAS B E Y CAMU, İstanbul'da Samat­ ya i le Yedikule a rasında, kiliseden çevri l m i ş bir eski eser. Mirahur Gmii adı i le de tanınan İ. İ . B. C. , bir cadde ile bi r mahalleye de ad ını vermektedir. İstanbul ' u n Fetih'ten önceki devreye aid anıılarının en eskilerinden biridir. Patri· kios unvan ına sahip ve 4 54'te de doğu konsü lü olan Sıu· d ios, 4 6 3 ' te kend i mülkü içinrle İoannes Prodromos ( Vaf· tizci loannes) adına bir · k i l i se yapıırtnıış, bunun yanında ayrıca bir de büyük manasıır kurdurmuşıur. Bu manasıır. ve ki lise tarihte, kurucusunun adı ile Studios olarak tanıiı­ mışıır. Manasıırın büyük şöhreti , sonraları aziz i lan edi len Teodoros Sıudites'in başkeşiş olması ( 798 !1 2 6 ) i le baş lar. İçinde 700 kişi barınan bu dini müessese bu d evi rde kuv­ vetli bir teoloj i merkezi haline getiri l m i ş , bütün Bi ıans devri boyunca burada h azı rlanan, isıinsah olunan akımı yaz­ ma kitaplar, nıinyaıürler ve ikonolar i le çok geniş bir şöh· reıe erişmişıir. Theodoros ve keşişlerinin ikonoklazm akımı ile mücadeleleri ise k i l i se tarihinde önem li bir yer tutar. Patciklerden I I I . Anıonios ( 974 979) , Aleksios ( 1 025 1 04 3 ) ve Dositheos ( 1 1 9 1 ) da burada yet öşmişti. Kilise ve dolayısıyle manasıır, bazı tarihi olaylara da sahne olmuştur. Şehrin imparatorlara mahsus tö ren giriş yeri olan Alıınka· pı'dan içeri giren h ükümd arların, kapın ın i ç tarafında olan ·

·

İMPÜLSİYON ( Fr. lmpulsion ; İng. lmpulse ) , çok kısa bir süre etki eden bir kuvvet kavram ı. Kuvvetin ( sabit kuvvet için) değeri ile etki süresi nin çarpımına eşittir. Bazen İ . ' a kuvvet çarpması adı da veri lir. Kuvvet F ile ve etki süresi .dı i le gösıeri li rse : p

=

impülsiyon

=

F · Aı

olur. F = � olduğundan F · .d ı = m · A v Av

olur.

Buna

göre, bi r kuvvetin İ . ' u momenıumdaki değişmeye eşıttı r ( m = cismin küt lesi, A v = cismin h ı zındaki değişme) . Ba­ zen İ. terimi yerine impiilı terimi de kullanılır. Ötelenme hareketi yerine bir dönme h:ırekeıi alınırs:ı, dönme h areketinde döndürücü kuvvetin dönme eksenine

İMRAHOR İLYAS BEY cAMii

·

İMRAHOR İLYAS BEY CAMU

lll

bu kilisede ibadet etmeleri usuldendi. Bizans tahtını I . Mi­ khael'in elinden zorla a lan V. Leon ( 8 ı 3 - 820) ile Latin idaresine son ve ren V I I I . Mikhael ( ı 2 6 ı - ı 2 8 2 ) , şehre Altınkapı 'dan ilk girdiklerinde Tanrı 'ya ş ükranlarını belirt­ mek üzere, önce burada ibadet etmişlerdi . Diğer taraftan X. yüzyıldan ı 2 04 'e kadar bütün saray halkı, 29 Ağusıosta İoannes Prodromos yortusu günü burada toplanırdı . Yılın başka günlerinde de burada daha başka dini törenler yapı­ lırdı. Pek çok dev !et i leri ııeleni ve tahtlarını bırakmak zorunda kalan üç imparator bu raya sığınmıştı. Bunl a rdan İmpara•oriçe Zoe'nin evlatlığı olan V. Mikhael, bir halk ayaklanmasında ( 2 ı Ni san ı 4 02 ) , amcası Konstantinos ile saraydan kaçarak bu kili seye sığınmış, fakat zorla dışart sürüklenerek gözlerine mil çekilmiştir. Sıhhat ve ümidini kaybeden İsaakhios Komnenos ı 059'da tahımı bırakarak buraya çeki lmiş, basit bir keşiş hayatı ile son günlerini tamam lamı�tır. V I I . Mikhael de Ni kephoros Boraniares karşısında ı o78'de tahtını bırakmak zorunda ka lınca burada keşiş olmuştur. Eski ki lise ve yanır daki manastır, Latin i sti lası ( ı 204 - ı 2 6 ı ) sırasında harap olmuş, şehir 1 26 ı 'de yeniden Bizans'ın başkenti olduktan sonra , İmprator Il. Andronikos'un kardeşi Korı stantinos Palaiologos tarafından ı 2 9 3 ' te tamir etti rilmiş, özellikle ki lise eski ih tişamına ka­ vuşturulmuş, arazisinin etrafı kalın duvarlar ile çevri lmiştir. İmparator VIII. Ioannes Palaiologos taı afından ı 380 - ı 388 arasında burada bir synod toplanmıştır.

İ . İ . B . C. Hıri stiyan lığın i l k devrinde ı•apı lan basili­ k.darın Helleni stik tipinin başarı lı bir örneğ i dir. Kuzey duvarı kı smen duran Bizans devrine aid aviuru takip eden narılıex kısmı, avluya dört mermer sütun lu bir revak ile açılmaktadır. Evvelce bu narthex'in iki ucunda, }'ukarı katiara çıkışı sağ layan ahşap merdiven lerin bulunduğu an­ laşı lır. Sağda şerefeden yukarısı pkık olan tuğladan bir minare yükselir. İçeri !?eş kapıdan geçi lir. Mekan , y eşi l breşten, her bir sı rada yedişer tane olmak üzere iki sütun dizisi ile uzun lamasına üç nefe ayrı lmıştır. Belki 1 763 depremi nde, belki de ı 782 yangın ında, sağdaki sütunlar parça landık larından, bu dizi tamımen kaldırılmıştır. Yerin­

Fetih ' ten ancak bir süre sonra bu büyük manastır ve kilisesi , Il. Bayezid devri ricalinden İmrahor ( aslı : Emir ­ ah ur ; Mirahut da denir) İ Iy as Bey tarafından zaviye ve cami haline getiri lerek vakfedilmiştir. Fatih Sultan ll. Meh­ med'in sütannesi Daye Ümmü Gülsüm Harun'un kızı Hundi Harun 'un kocası olan İlyas Bey'e H . 89ı ( ı486) tarihli cemli kname ve vakfiyelerine göre Arnavut luk'ta Görice (Korçe) de Botoşine köyü cemlik edilmişti. H. 9 ı 0 ( ı 504 - ı 5 0 5 ) tarihli vakfiyesine göre İstanbu l'daki cami­ den başka, Korçe'nin Pi skopye köyünde, cami, imaret ve muallimhanesi olan İlyas Bey'in çeşitli evkafı arasında, İs­ tanbu l'da Langa semtinde bir hamam i le yedi dükk:tn, Yan­ ya'da bir hamam ile dört deği rmen say ı l maktadır. H . 9 ı 5 ( ı 509 - ı s ı o ) tarihli başka bi r vakfiyesinden İ lyas Bey'in ayrıca Çorlu'da da bi r cami ve İstanbul i le Edirne'de rnek­ cepler yaptmtığı anlaşılıyor. İ lyas Bey vakıflarına oğlu Mustafa Çelebi 'yi mütevelli tayin etmiş, öldüğünde de Görice'deki camiinin yanına gömülmüştür.

de evvelce sütun taklidi boyanmış ahşap direkierin olduğu bi l inir. Soldaki dizi sağlam bir halde durmaktad ır. Yan neflerin üzerlerinde aslında ahşap galeriler olduğu kolay­ lıkla tahmin edi lmektedir. 1 9 ı O ' a kadar, geç devi rde ra­ pılmış ahşap galeriler duruyorlardı. Dıştan üç cepheli bir çrkıntı teşkil eden apsisin üstündeki yarım yuvarlak kasnak, buradaki pencerelerin kemer biçimlerinden anlaşıldığına göre, Türk baroğu üsllıbundad ır ve böy lece XVI I I . yüzyıl sonu veya XIX. yüzyıl başında yapı lmıştır. Asirnda yapı­ nın üstünde belki kademeli şekilde yapı lmış, kiremir örtülü bir ahşap çatı vardır. Türk devri tamirlerinde biraz deği şik biçimlerde de olsa, ahşap çatı prensipi devam etmiştir. İ . İ. B. C.'nin mermer işçiliğ i , sütun başlıkları, pencere ke­ merleri , si lmeler ve koroiş leri çok önem lidir Bunlar V. yüzyıl taş işçiliğinin güzel örnekleridir. Eski kaynaklard a ihtişamı anlatılan, duvar ve apsis yarım kubbesini süsleyen mozayi klerden hiçbir şey kal mamıştır. Molozların arasında bu lunan bazı mozayik taneleri i le, şimdi Atina'da Benaki

İ . İ. B . C. bütün Türk devri boyunca şehrin büyük ca­ milerinden biri olarak }'aşamı ş, bu arada Hadikatü'l - reva­ mi'den öğreni ldiğine göre, Tatar mirzalarından Devlet Han tarafından zaviye haline getiri lerek, revliyerini eviada şart etmiştir. Bu zaviyenin şeyh leri camiin avlusuna göm ülmüş­ tür. i. İ. B. C.'ndeki tekke geçen yüzy ı l sonlarına kadar faal olmuştur. Cami XVIII. yüzyılın 2 . yarısında bir yan­ gında harap olmuş ve tam i r edi lmiştir. H . 1 2 1 9 ( ı 804 1 8 0 5 ) da I I I . Selim' i n haremi haznedar ustalarından Nar­ perver Usta tarafından tamir etti rilJiğini bildiren bir tarih be}•ti vardır. H . 1 2 3 6 ( 1 8 2 0 - 1 8 2 ı ) da Hassa başmi­ marı Mehmed Rasi m'in tekrar tamir ettiği de bilinir. Bizans devrinde burası önemli bir yazma ve tezhip atelyesi olarak çalıştığı gibi , Türk devrinde de ünlü bazı hattat ların yetiştiği merkez olmuştur. Bu camii n imaını H. 1 144 ( 1 7 3 ı - 1 7 3 2 ) te ölen Seyyid Abdullah Efendi, Süleyman, Seyyid Hüseyin, Seyyid Hasan ve Seyyid Abdulkadir gibi hattatları yetiştir­ miştir. İ . İ. B. C. , ı 894 büyük depreminde zarar görmüş,

Müzesinde olan figü rlü bir mozayik parçası, burada gerçek­ ren bu çeşit süsleme olduğunun delilleridir. Bu tarihi ese­ rin en ilgi çekici bir özelliği de, Latin isti lasını takip eden devi rde yapıldığı sanı lan döşeme süslemesidir. Orta nefin geniş sathı, yuvarlak bir örgü motifine göre düzenlenmiş çerçeveler ile kare veya diktüregen bölümlere ayrılmıştır. Çeşitli renkli taşların kesi lmesi ve bazı kısımlarda bi rbi ri içine çakı lması suretiyle meydana getirilen bu döşeme, yarım yüzyıldan beri dış tesiriere açık kald ığından mah­ volmaktadır. İ. İ . B. C. harap old uktan sonra, orıa nefin doğu ucunda, milı rabın önünde, evvelce sunak masasının durduğu yerde, içine bi rkaç hasarnakla ini len, haç biçimin­ de, eskiden mermer kaplı bir con/essio , yani bir rölik sak­ lama hücresi bulunmuştur. X. yüzyılda bu kilisede İoan­ nes'i n olduğu söylenen bir baş vardı r. Bu rölik Latin isıi­ Iasında Fransa'da Amiens'e götürülmüştür. İ . İ . B. C.'nin rölöveleri C. Gurlitt, A. van Milingen ve Traquair, ]. Ebersolt ve A. Thiers tarafından yayın lanmıştır. Bizans

çuruyen ahşap çatıSı ı 9 ı 0'a doğru kısmen çökmüştür. Bir da· ha tamir edilmeyen bu eski ve büyük yapı o tarih ten bu yana gittikçe harap o larak şimdiki harabe halini almıştır. Rus Arkeo loj i Enstitüsü, B. Pançenko'y.ı burada araştı rma lar yapmarak ( 1 907 ) Bizans sanatı bak ı m ından değerli bazı plastik eserler, özellikle lahit parçaları meydana çıkarmış­ tır. Bunlar şimdi İstanbul Arkeoloj i Müzesi 'ndedir. Esas İ . İ . B. C. kullanı lmaz hale girdiğinde eski narthex' i , sonraki son cemaat yerinin sol bölüm ü kapatılarak, hatta minher de konularak ufak bir cami h a l i n e getirilmiştir. 50 y ı l kadar burası, belki bürün İslam �ilemi nin en küçük camii olarak namaza açık kalm ıştır. Son ı S yıl i çinde biraz ufak tamirler yapı larak yapının daha fazla yıkılınası ön­ lenmi ştir.

112

i MRAHOR İ LYAS BEY CAM l t

-

İMRALl

deninde bir ucu Yedikule kapısına, diğer bi;· ucu ise de­ nize kadar inen çok geniş bi r araziye yayı lan manasıırdan bugün beli rli iz olmamak la berabe r İ. İ. B . C. 'n i n az i leri­ sinde bu manasııra aid çok güzel mi mariye sahip 54 sü­ tun lu bir su samıcı bulunmaktad ır. Sarnıcın bir kenarına bitişik o larak apsi sli ve içinde iki sütun bulunan bir de ayazma vard ı r ki, Bizans devrinin bir mimari h üviyeti olan en eski ayazması sayılabi lir. i. İ . B . C.'nin avlusu, ıekkenin son mensuplarından bir ihtiyar tarafı ndan çiçekli bir bahçe halinde yarım yüzyıl bakı lmış ve şehrin güzel bir köşesi olarak edebiyara geçmiştir. - Semavi E y ice

İMRAHOR KASRI, İstanbu l'da, Kağı !hane deresi kıyısında bir kasır. İ . K. , Lale Devri ( b. bk. ) nde büyük bir ün kazanmış olan Sadabad saray ının, Haliç tarafının az aşağısında inşa edilmişti. Türk tarihi boyunca derenin iki yan ındaki düzlük . yılın bazı aylarında sarayın Has Ahırındaki atların odaması için kullanı ldığından , bura­ daki ahırların yakınında eski bir tarihte yapıırılmışıı. İ. K.'nın bulunduğu yerin yakınında yükselen H. 998 ( 1 589 1 590 ) tarih li mermerden çok güzel bi r çeşme, şair Sai Çelebi tarafından yazılan tari h manzumesinden anlaşıl­ dığına gö re bi r mirahur tarafından yapıırı lmışıır. İlk İmra­ hor veya Mirahur Kasrı 'nın da bu sıralarda yapı ldığına ihtimal veri lebi lir. XVI I I . yüzyılda bazı yabancı seyahatna­ melerde İ. K . ' na Büyük İ. K. deni lmektedi r. Osman lı tarihi boyunca bir önceki rıkılıp yerine bir başkası yapııcı lmak suretiyle İ. K. haması ve adı yaşatılmışıı. Son olarak, ge­ çen yüzyı lın 2. yarısında Kağıthane deresi kıyı larındaki saray ve diğer yapı lar yeni lenirken, her halde onları da yapan Hassa Ka lfası Serkis Ba lyan tarafından bir defa daha yeni zevklere göre yapılmışıı. Ulu çınarlar ile çevri li, bir yanında dere, bir yanında ise Ka raağaç tarafından gelen yolun sınırlad•ğı düz bir saha üzerinde ıamamiyle Avrupa mimari si üslubunda olarak inşa olunmuştu. Etrafındaki ça­ yırlı güzel düzlük ise bir mesire ve ıeferrüc (gezme, seyi r) yeri olmuştu ki buna da İmrahor ( veya Mirahur) me si resi deniyordu. Muntazam mermer rıhtı m l ı , demir parmaklıklı bir duvarla çevri li bir bahçe içinde olan i. K . , İsviçre villa (chaleı) larını taklit eden bir üsl lıptaydı. Bu son İ. K. , kagi r bir temel üzerine oruran ahşap iki kattan ve bir de çatı katından ibaretti. Dar ran cepheleri nde dışarı taş;vı yarım yuva rlak çıkınu larda yukarı çıkışı sağlayan merdi­ venler vard ı . Dere ile yola bak an gen iş taraflarında ise altta birer veranda, bun ların üstlerinde ise balkonlar bulu­ nuyordu. İ. K. , X I X . yüzyılın 2 . yarısında İstanbul'da

İMRAHOR KASR I : Eski hali ( Kağıthane, İstanbu l ) hakim olan zevki göstermesi bakı mından i lgi çekici bir eser teşk i l ediyordu. Osman lı devrinin son ları n a kadar çeki len foıog raflarda döşeli ve bJkımlı olarak görülen bu kasır, srınra ıamamiyle bakımsız bırakı lmış ve 1 940'a kadar harap bi r halde durmuş ve bu ıarih ıen sonra ıamamiyle yıktıralarak ortadan kaldırılmış, bi r süre sonra da yerine askeri yapılar inşa olunmuştur. - Semavi Eyice

İMRALI, Armuılu yarımadası ucundan 20 km 1-oatıda, Marmara Denizi'nin küçük adalarından biri . Kuzey - güney doğrul tusunda 6 km uzunluğa ve 3 km geniş liğe sah ip bu dar adanın yüzölçümü 10 km' dir. Değirmen burnu - İncirli li manı arasına çeki lecek bir çizginin kuzeyinde, volkanik kütle ( lipari t ) damarlarıy le katedi len I I . Zaman kalkerlerinden yapılı kısım, arızalı ve tepesi yüksektir. İ . 'nın en yüksek yeri ( 2 1 7 m) olan Türk buradadır. B u çizginin güneyinde ise, k i l , killi kalker, kumtaşı ve çakı l lardan müteşekki l , alçak ve radı eğ imli I I I . Zaman arazisi u 1 anır. İ.'yı Bizansir iarın elinden Orhan Gazi'nin kumandan­ larından kapran Emir Ali almıştır. i. , adını bu kahraman ın adından almaktad ı r. Adada bulunan 3 Rum köyü, varlığını İsıiklal Harbi sonlarına kadar muhafaza etmişti. Bu köylerde oturan halk, soğan eki mi, bağ, zeyıinci lik, ipek böceği kozacı lığı ve balıkçılıkla uğraşmakıaydı . Bu Rumlar, mübadele yoluyla ayrı lınca, ada, 1 9 3 5 yılına kadar boş kalmıştır. O tarihte Adiiye Vekalet i , İ.'yı hükümlü lerin tarım ve hayvancı lık yapacakları bir ceza evi haline getirmiştir. Bugün 1 000 h üküm lüyü barındı racak tesi siere sahip ve suçlularla adalet mensuplarından gayrısının ayak basa­ mad•ğı bu adanın I I I . Zaman ıorıullarıyle kaplı güney bö­ lümünde, tah ı l tarımı yapılmakıa, end üstri bitki leri ( keten , ay çi çeği ve zeytin ) yetiştirilmekte ve meyveci lik yapı lmak­ tadır. E lde edi len mahsul fer ile çev rede av ianan balıklar, a hdaki konserve fabri kasına sevk edi lmekıe, çıkarılan zeytin yağının bir kısmı sabun yapımında kul lanılmaktad ır. İ . ' da balıkçı lığı geliştirmek gayesi yle bir de ıekne yapan bir areiye k urulmuştur.

İMRAHOR KASRI : Yı kılmadan önce (Kağııhine, İstanbul)

Tutukluların yetiştirdiği ürün lerle imal ettikleri eşya­ ları sergi lemek için İstanbul'da iki mağaza açılmış ( 1 94 7 ) v e bun lardan biri 1 948 'den beri satışa baş lamıştır. - Talip Yücel

İMRANLI

-

İMRE

İMRANLI (eski adı : Hamidôbad, Ümranire) , Si­ vas iline bağlı, Kızı lırmak havzasında bir i lçe. Yüzölçümü 1 229 km' dir. Yalnız bir bucağı olup 99 köyü vardır. İ lçe merkezin i n n üfusu 3 8 1 8 ( 1 970) dir. Doğudan Kızıldağ ( 3 0 1 5 m ) , Alardıç i l e Çengelli dağ ( 2 650 m ) , batıdan Lülükbaba (2 427 m ) ve Çıralık dağiariyle çevrilmiştir. İ. 'nın da üzerinde bulunduğu Kızılırmak, farklı iki bölgenin sınırını teşkil eder. I rmağın kuzeyinde III. Zama­ nın 1. yarısına iid, volkanik kütlelerle aratabakalı kalker­ lerden yapılı, Kızıhemağa karışan ve yatak larında ancak yağışlı mevsimde su bulunan derelerle parçalanmış bir pli­ to uzanır. Yüksekliği 1 SOO - 2 400 m arasında oynayan p!itoda yıllık yağış tutarı ağaçların yetişmesine fırsat ve­ recek seviyeye u laşır. Ekim - Mayıs arasında yağışlar daha çok kar şeklindedir. Kar örtüsünün kalınlığı, ortalama ola­ rak bir buçuk m ye yaklaşır. B u bölüm kı lkeçi leri ( 1 5 292 baş ) nin, yazın da koyunların odağı durumundad ı r. Kuzey plitolarında evvelce çoban ların, bugün i se hayvancılığın yanı sı ra, bir miktar tarımla uğraşan halkın barındığı mez­ raa adı veri len yerleşme merkezlerine rastlanır. Kış ların şiddetli geçtiği bu kısımda tarım, daha çok mahfuz vadi içlerine sığınmış köylerde yapılır. Arpa (2 000 ton ) ve burçak ( l O ton ) ; erik ( lO ton ) ve vişne (8 ton ) , bu köy­ lecin anılmaya d eğer ürünleridir. Güneyde plitolar biraz alçalır. Ortalama ı 600 - 1 700 m yükseklikteki bu bölümde I I I . Zamanı n 2. yarısına iid,

İMRANLI : İ lçeye gi rerken bir görünüş pur ( j ip s} ların d a araya karıştığı renkleri alaca lı, killi, kum­ lu, çakıllı depolar yaygındır. Purlarla kaplı bölgede karst olay larının tesiriyle koni biçimli tepeler, ni sbi derinlikleri 1 5 - 20 m ye varan düdenli koyak çukurları, tatlı ve acı su kaynakları bulunur. Kızıhemağa soldan karışan Acıçay'a acılığını veren bu pur taşlarıdır. Toprak, donmuş ve dalga­ lı bir denizi andırır. Koyakların tabanında buğday (9 400 ton ) başlıca üründür. Plito satıhlarında koyunlar (61 000 baş} yayılır. İ l çenin hayati değer arz eden kısmı, Kızılırmak ya­ tağıdır. Kızılı rmak tabanının sulanabi lir kısımlarında pata­ tes ( 7 5 0 ton} başlıca ürünü teşkil eder. Bu arada soğan ve nohut da yetiştiril i r. Kızı lırmak vadisi i l çenin en önem­ li sığır ( 1 8 1 4 1 baş ) ve manda besleme alanıdır. Kızılırmak, İ ç Anadolu'yu Doğu Anadolu'ya bağlayan ana yolun yararlandığı tabii bir o!uktur. 1 944 yılında i lçe merkezi haline getirilen İ . , bu ana yol üzerindedir. 1958'de öğretime başlayan bir ortaokulu, sağlık merkezi ve elek­ triği bulunan 570 haneli İ. kasabası gelişme yolundadır. Halkı tek katlı, çoğu düz ve toprak damlı, taş ve ahşap

veya

EMRE

113

malzemeden inşa edilmiş evlerde barınır. Kar kalınlığının fazlalığı sebebiyle son yıllarda ev çatı ları kiremir ve çinko ile örtülmeye baş lanmıştır. İlçe merkezinin gün geçtikçe gelişmesine karşılık i lçe nüfusu ( 30 978 [ 1 970] ) Ankara ve İstanbul'a çalışmaya gidenler yüzünden gittikçe azalmaktadır. - Talip Yücel

İMRE veya EMRE, Yunus (b. bk. ) un ve bazı şiir ve sufi lerin likabı. B u sözün anlamı, çeşitli yorumlara yol açmıştır. Emre'nin Türkçe imrenmek kökünden geldiğinden şüphe yoktur. Bu kökün bir de imremek biçiminin olması gerekir. Türkçede zamanla ağız farkı olarak sözün başında­ ki i' ler, e olmuştur. Rad loff, eski Osmanlıcada emre sözünün bulunduğunu bildirdiği gibi , Osmanlıcada «çok i stemek, ar­ zulamak» karşılığı imrenmek sözünü de alıyor. Lugat - i Çağatay ve Türki - i Osmani'de Şeyh Süleyman, imrez sö­ zünün «di lenen, beğenilen, makbul, değer, layık, gönül ve­ rilen» anlamlarına geldiğini bildi riyor. Dil bi lgin lerince im kökünden gelen imremek, imrenmek «istemek, meylet­ mek, işık olmak» anlamlarına gelir. Bazı kere Emre'nin sonuna gelen m, «hacım, balım» sözlerinde olduğu gibi, mül­ kiyet m ' sidir. Arapçada «gözün sürmesiz kalması, sürme­ sizlik yüzünden bozulup ağarması>• an lamlarına el - merh ten gelen el · emreh sözü Tapıuk ( b. bk. ) un ömrünün son larında görmez olduğu hakkındaki menkabenin meydana gelmesine ve bu menkabenin Yunus'la pek güzel bir tarzda bağlantısının vücut bulmasına sebep olmuştur. Emre likabını ilk kullananın, bu lakapla ilk antianın kim olduğunu bilmiyorsak da, Taptuk Emre'yle Yunus Emre'den başka aynı çağda yaşayan ve bir şii rinden, Hacı Bektaş halifesi Hacım Sulıan'a mensup olduğu anlaşılan Said'e de Emre dendiğini, yazısından ve kağıdından XIV. yüzyıla iid olduğunu anladığımız, Prof. H. Ritter'deki bir mecmuada 1 9 şiirinin başındaki kayman anlamakıayız. Sa­ lihli ile Kula arasındaki Emre köyünde Şeyh Emre de denen Alikim Emre'nin yattığını biliyoruz ; Saruhan Bey'le oğlu İ lyas Bey, Ömer Emre adlı bir azize vakıflar bağlamıştır ; Ömer Emre'nin zaviyesi de vardır. Akşehir'de, yattığı yer H. 1 3 1 0 ( 1 892 - 1 8 9 3 } d a tamir edilen bir Kutbu' l - Aktab Mevlana Gevher Emre vardır. Bir şiirinde, piş - r evlerinin Yunus, husrevlerinin de Aşık Paşa olduğunu söyleyen ve her ikisine de kavuştuğunu imi eden İsmai l ' i n likabının da Ümmi deği l, Emre olduğunu sanıyoruz ; çünkü özellik­ le XVI. yüzyılda kullanılan ve siyakati andıran yazıda em­ re kelimesinin sonundaki · he = e , ondan önceki r harfiyle birleştirilerek yazıldığından, özellikle bu yazıyla uğraşma­ mış olanlar, kelimeyi ümmi okuyabi li rler. Yunus'a bir na­ ziresi bulunan ve H. 9 1 0 ( 1 504 - 1 50 5 ) da ölen Yiğitbaşı Akhisarlı Halvetiyyeden Şemseddin Ahmed'in ha!ifesi Veh­ hab Ümmi'nin d e Vehhab Emre diye anıldığını sanıyoruz. Kitapçı Raif Yelkenci'de bulunan ve XVI. yüzyılda tertip­ lendiği anlaşılan bir mecmuada, tamamıyle Yunus edasını taşıyan bir şiir, Tilibi Emre'nindir k i bu şiir Konyalı Şeyh Vefa ( b. bk. ) nın kızına da atfedilmiştir. Oğlanlar şeyhi İbrahim ( b. bk. ) in tasavvufi sözlerinin, halifesi Gaybi Sun'ullah tarafından zaptından meydana gelen Sohbet - na­ me ' de İbrahim'in «Alimire makamında vahdet, büyük var­ lık tabir eder ki » sözleriyle emre'nin, «işıklar» anlamı­ na Arapça kuralıyla cemilendiğini de görüyoruz. Esisen XIII - XIV. yüzyıllarda tasavvufi zümreler, da­ ha ziyade, mensup oldukları şeyhlerin adlarıyla anılıyorlar. Mesela Mevlina mensupianna Mevlevi, Sultan Veled, Ulu Arif Çelebi, Emir Abid Çelebi mensupianna V eledi, Arifi, . • .

1 14

İMRE veya EMRE - İMROZ

Abidi deniyor. Sarı Saltuk (b. bk. ) mensupianna Saltuklar, Salıuklular ; Barak Baba mensupianna Barakıy, Barakıyyun, Baraklılar ; Tapıuk mensupianna Tapcuklar adı veriliyor. Bunlar arasında bir de Erneeler zümresi var. Ancak XV. yüz­ yıldan sonra E. Jakabını kullananların bu zümreye mensup olmayıp bu lakabı, daha çok Yunus'un tesi riyle aldıklarını söylemek gerektir. Ayrıca, Tapıuk'un, Ankara'ya bağlı Nalh­ han köylerinden Em rem köyünde yattığını, Bursa, Çorum, Eskişehir, E rzurum, Gümüşhane, Kastamonu, Manisa ve Si­ vas i l lerine bağlı Emre, Emreli, Emirler, Emrecik, Emre­ küme, İmre, Emreler, Emre Su ltan, Emre Hacılı adlı köy­ lecin bulunduğunu da kaydedelim. Özet olarak, Emrc ve Erneelecin ıasavvufıa «uşşak, aşıklar» karşı lığı kullanılmış bir ıerim olduğu ve bir süre bu Türkçe sözün de Ubbad, Zühhad, Şuııar, Ahrıir . . . gibi kullanıldığı açıktır. - Abd ülbaki Gölpınarlı

JMRE ( Emericus ) , Macar kralı, I I I . Bela'nın oğlu ( 1 1 74 - 1 2 04 ) . 1 1 84 yılında Hırvatistan ve Dalmaçya böl­ gelerinin yönetimini üzerine almıştır. III. Bela'nın ölümü ( 1 1 96) üzerine Macar tahtına çıkmıştır. Bulgar asıllı Bo­ gomilleri 1 202'de yendikten sonra bir ara Bulgar kralı unvanını da kullanmıştır. Aynı y ı l içinde Papa'dan Haçlı Seferi'ne çıkmak üzere emir almışsa da, Monıferraı konıu Bonifaıius kuvvetlerinin Papa'nın emrine rağmen Zara'yı alması ve Venediklilere teslim etmesi üzerine Haçlı Seferi 'n­ den vazgeçmişıir. Ancak I . , Bonifaıius'un haçlılarının İsıanbul ' a saidırmaianna izin vermiştir. 1 20 3 ' ıe Bogomiller Bosna'da ıe:.rar Papa'nın emri altına girmeyi kabul etmiş­ lerdir. İMROZ ( yeni adı : Gökçeada ) , Çanakkale Bağazı'­ nın kuzey - batısında 274 km2 Jik bir ada ve Çanakkale i line bağlı bir i lçe. Yüzölçümü 274 km', nüfusu 2 2 698 [ ı 970] dir. I I I . Zamanın güney - doğuya doğru eği mli, aşındı rmaya karşı farklı mukavemet gösteren kütleleri (kil, kumıaş ı ) yle andeziılerden yapı l ı ada, ayn ı j eoloj ik devcin son larına doğ­ ru düzleşmiş ve daha sonra akarsulada y arılmıştır. Bu ya­ nima sırasında kolayca süprülmüş yumuşak killer üzerine serı kumtaşlarının bir kaş gibi oturduğu, dik alınları batıya dönük kuzeydoğu - güneybaıı yönlü yar ( kuesıa ) ' lar ıeşek­ kül etmiştir. İ . 'da birincisi Kuşburnu - İskele arasında, ikin­ cisi Kaleköy - Çınarlı - Büyükdere kaynağı ve daha ötede Güllüdere'nin sol yakasında devam eden, nihayet Tuzgölü a lüvyal ovasıyla Kefalo Yarımadası 'nın temas sahasında beliren üç kuesıa vardır.

İMROZ : Genel görünüş

İMROZ : Kuzu Liman ı yapımı Zeytin, pırnal meşesi, defne, hayıı, dere boy larındaki zakkum larla yamaçları örten kızı lçamlar, adada Akdeniz ikliminin h üküm sürdüğünü gösterir. Fakat Akdeni z'de 900 m ye çıkıığı halde burada 200 m yi aşamayan zeytin ağaçlarının zaman zaman donlardan zarar görmesi , değişik bir Akdeniz ikliminin varlığını ortaya koyar. İ . ' da yazlar, İzmir'e nazaran daha yağışlı ve ortalama 3• daha serindir. İzmi r'de nad i r olarak kar yağmasına karşılık, İ . ' d a ısı - 1 o • y e kadar düşebi lir. Buna göre İ. iklimi daha ' belirli kışları, daha serin ve yağışlı yazları ile orta Ege ikliminden biraz farklıdır. Kaleköy, adanın en geniş ekim alanı olup tabii yol olan Büyükdere oluğuna hakim bir mevkide bulunur. Kaleköy'de Venedi k kalesi harabeleri vard ı r. Eski bir yerleşme yeri sayılan Dereköy de aynı tabii yol üzerindedir. Adanın di­ ğer yerleşme merkezleri , İ . ' un ı 4 56'da Türklerce zap­ tından sonra kurulmuştur. B u devrede sağlanan emniyet sayesinde, o sırada i lçe merkezi olan Kaleköy surların dışına taşarak İskele mevkiine inmişıir. Diğer merkezler, Osman lı i daresi zamanında gelişmişıir. Adanın doğu ya­ rısında ziraat yapılabi lir. Arazinin büyüklüğüne göre, ı i l a ı 5 - 20 haneli ve d a m a d ı veri len mezraaları ıeşekkül imka­ nını bulmuştur. Halen İ. halkının bir kısmı yaz aylarını bu mezraalarda geçirir. Köy ve dam evleri , yağışların fazlalığı yüzünden dik ve kiremi ıli çaıılı, yaz sıcaklarından korun­ mak için de kalın ve taştan duvarlıdır. Hayvancılığın ağır basıığı köylerde ( Bademli, Tepeköy) alı katları ahır ve samanlık ; zeyıinci liğin başta geldiği köylerde ise zeytin deposu rolünü gören meskenler, Büyükdere oluğunda poy­ raz rüzgıirına sırtlarını çevirdik leri halde, vadi içine sıkış­ tığından dolayı yaz sıcaklarından rahatsız olan Dereköy'de durum ıersinedir. İlk Öğretmen Oku lu'nun kurulması ve bazı kuruluş­ ların adaya nakli sebebiyle nüfus ı 960 'ıan sonra 3 katından fazla artış göstermekle beraber, yeriiierin sayısı dış ü lke­ lere ve özellikle kızların İsıanbul'a ev ve otel i ş lerinde çalışmaya gitmeleri yüzünden durmadan azalmaktadır. Gö­ çün sebebi, adada onalama nüfusun ( km2 başına 80) Tür­ kiye ortalaması (4 ı ) ndan fazlalığıdır. Nüfus yoğunluğu, bağ ve zeytinliklerle tahılın geniş alan lara yayıldığı Büyük­ dere oluğunda ı 50'ye yaklaşır. Adanın köyleri daha çok bu olukıa yer alır. Andeziıler üzerindeki münferİt ekim a lanlarında sıklık hissedilir derecede azalır. Adada 7 5 km' den ibaret tarım alanlarının büyük kıs­ mını tah ı l i şgal eder. Tahıla önem veri lmesi, yılın her mevsiminde fırtınalı denizin İ . i l e Anadolu arasındaki bağ­ lanııyı çok kere kesintiye uğraımasındandır. O yüzden İ . ' lu, yiyeceğini emniyeıe almak i stemiştir.

K

K

+

""

-

+

\ ı

·h" ·� "

ı. "'

'

07 ·4J 08.0 '

ta

açıldı

alet

ta alet açıldı

"" ,,, ' .... .... .,. .,.' � ., - -- -

39 Oı>

""

.,. ... .,. ...

09 1 1

j

ı;-1

1 1 1 1

/o

1

�/

/

:tt '

,.. -.

1.

'A..

'

'-"�,�...

Q '------li. ı==1

�. o

1 1

1

1 1

1

1

1

1

1

1

,

1

Yavuz

u

rotaları ---

\::;:?

T'U rk

Oonanma•ı

Yunan

O o n•n m

-

uyir

ı

�==--==--=,;)='

Mil

Bc81ko L.

Türk &hf

IMROZ DENIZ MUHAREBESI 16/ ARALIK/ 1912

acmilinin

ve

Yu n a n

iatikametleri

Maıyına

\::;:?

•eyir haı._u

"' o" Avarol

hattı

aeyir

haıtı

topçularının

-- oo -



O

1

X

MH

�IROZ DENIZ �IUHAREBESI 20/A RAUK/ liiiK

Miclilli ·

ç•rpılan y r r

Midillinin

ou,man

bat t ı ı\ ı mayın

yer hatları

Ene'lde de ıaçen rııayın

1enı il e rinin

hatlan

h a ritadaki

İMROZ - İMROZ DEN İZ MUHAREBESi Alan bakımından tah ı l ı zeytinlik ler takip eder. 1 1 ,7 km' lik zeytinli klerin büyük kısmı Zeytinköy ( 5 km2 ) , Tepeköy ( 3 km' ) , Dereköy ( 2 , 8 km2 ) dedir. Zeytinlikler taban suyunun yüzlek o lduğu Çınarlı - Zeytinköy çizgisi kuzeyindeki bölgeden kaçınır. Elde edi len ortalama 1 000 ton zertini i ş leyen l l zeytin yağı imalathanesi yılda 500 600 ton zeyıiıı yağı üretir. Bunun bir kısmı İ stanbul"a yollanır. Bağlar mahalli ihtiyaca cevap verir. E lde edilen ı 000 - 1 200 ton üzümün bir kısmı taze olarak yenir veya şarap yapılır. Subsekant oluklarda sakız cinsi koyun, dağlık kısım­ larda kı lkeçi leri beslenir. Balıkesir, Çanakkale ve İstanbul tüccarlarına can lı hayvan satışı yapı ldığı gibi, elde edi len sütlerden yapı lan kaşar peyniri İstanbu l ' a da sevk edi l i r. Kale­ köylüler daha çok süngerci likle geçinirler. Köre aid 2 2 süngerci motoru , çevreden 1 5 ton sünger çıkarır. İ . köylerinin ekonomik merkezi, kıyıdan 5 km içeride bulunan i lçe merkezi Çınarlı ( n üfusu 3 260) dır.

IMROZ DENİZ HAREKATI ( 19 1 8 ) : Çanakkale Boğazı dışındaki İngi liz karakol kuvvetlerini imha maksa­ dıyle tertiplenmiş, «Yavuz» muharebe kruvazörünün mayın yaraları alması ve «Midilli» kruvazörünün de batması i l e sonuçlanmış deni z harekatı. t 9 ı 7 yılı Aralık a y ı başlarında Osmanlı İmparatorluğu genel karargahı, Makedonya'da bu­ l unan İti laf Devletleri ' n e aid iki tümenin Selanik limanı yolu i le Filistin'e sevk ol unacağının haber alınması üzerine bu nak liyata denizaltı gemileri ilc mani olunmasını donanma kumandanından talep etmiş, Osmanl ı donanmasına ku­ manda etmekte olan Alman amirali V . Rebeur Pascwitz ise emrinde faal denizaltı gemisi bulunmadığını, fakat Rus}·a ile mütareke imzalanmış olması sebebiyle donanma gemile­ rinin serbest kaldıkların ı , «Yavuz» ve «Midilli» gemileri ile Selanik istikametinde bir akının mümkün olabi leceğini cevaben genel karaegaha bildirmiştir. Hazırlanan plan gere­ ğince akına «Yavuz» ve «Midilli» gemileri ile «Muave­ net - i Milliye», «Numune - i Hamiyet», «Basra» ve «Sam­ sun» muhripleri ve UC 23 Alman mayın denizaltı gemisi katı lacaktı. Su üstü gemileri , 20 Ocak t 9 ı 8 gecesi saat 0 3 , 3 0 da Nağra'daki a ğ maniasını ve boğaz m a y ı n manialarını da geçip saat 05,4 t 'de Seddülbahir'e varmışlardır. Muhripler civarda bu lunması muhtemel d üşman denizaltı gemilerini baskı altında tutmak ve gemilerin avdet seyirlerinde bunları denizaltı emniyetine almak üzere boğaz önünde emre hazır bırakılmıştır. «Yavuz» ve «Midilli» rotalarında i lerierierken saat 06, 1 6'da «Yavuz», iskele tarafından bir mayına çarp­ mış ise de, İmroz'a doğru yoluna devam etmiştir. Uzaktan birtakım gemilerin batı istikametinde uzaklaştıkları görül­ düğünden, «Midilli» bu gemiler üzerine gönderi lmiştir. Saat 07,42'de «Yavuz» orta bataryası i l e Kefalo burnu üze­ rindeki İngiliz telsiz ve işaret istasyonuna ateş açmış, buca­ sını kısa zamanda tahrip etmiştir. Biraz sonra da Kefalo koyunda gördüğü gemilerden 2 000 tonluk bir gemiyi bam­ mıştır. «Midilli» de saat 07,40'ta İngilizlerin «Tigris» ve «Lizard» muhriplerine ateş açmış ise de, bu gemiler süratle atış menzi li dışına çıkmışlardır. Bir süre sonra «Midilli» kıyıya yakın iki İngi liz meniterunu görerek bunları ateş altına almıştır. «Yavuz» da bu moniıorları görünce büyük topları ile atışa katılmış ve 5 000 tonluk «Raglan», 800 tonluk «M 28» adlı monitorlar tahrip edilmiştir. Saat 08,05 'te «Yavuz», Kefalo koyunda diğer bir gemiyi tahrip etmiştir. Bu bölgede başka bir hedefe rastlanmadığından Limni 'nin

115

Mondros !imanına doğru yol veri lmiştir. Bu sı rad a düşman muhrip ve denizaltıları gör ülmüş ve İngi liz uçakları da gemilere h ücuma geçmişlerdi c. Saat 8 3 ı 'de «Mi dilli» ma­ yına ça rpmış, d ümeni ve kıç toplarından biri hasara uğra­ mrştır. «Yavuz» bu gemi}·i yedeğine almak i stemiş, fakat her iki gemi de d üşman mayın maniası içine d üşmüş lerd i r . İngiliz muhripleri «Midilli» ye yaklaşmak i sıemişler ise de, top ateşiyle uzaklaştırılmışlardır. «Yavuz», «Mid il l i » ye yar­ dım manevrası yaparken saat 08 , 5 5 ' ıe bir mayına daha çarp­ mıştır. Rapor edi len mayın lardan kaçınmak i ç i n geri manev­ rası yapmakta olan 1::o\ıF'i�r



.

.

_

INGRES : «Oturan kadın»

sik ağırlığını duyurmuştur. I. bu dönemde, X. Charles ile Benin'in portrelerini ve «Homeros'un taçlandırılması» kom­ pozi syonlarını yapmıştır. I . Roma' daki Fransız Akademisi müdürlüğü sırasında ( 1 8 3 4 - 1 84 1 ) , «Odalık ve esiri • tab­ losunu yapmış, Cherubini'nin portresin i de bu dönemde i ş lemiştir. Floransa'dan Fransa'ya son dönüşünde ( 1 84 2 ) , «Venus Anadyomene» ( 1 848), « I . Napoleon'un taçlandı rı l­ ması», «Jeanne d'Arc», «Musa'Jarın doğuşu», «Kaynak» kompozisyonlarını yapmıştır. Öl ümünden önceki eserl erin­ den biri de 83 yaşında yaptığı «Türk hamamı» ( Louvre Müzesi ) kompozisyonudur. I., portre sanatında da güçlü eserler ortaya koymuştur. Kurşun kalem ve yağlı boya ile yapılmış birçok ailelerin, burj uva tabakasına mensup kişilerin çok sayıda kadın portreleri de vardır. Stamati ve Lucien Bonaporte ailesi ; Benin'in portresi ; Mme Ai m on ; Mme Devaucay ; Mme de Senones gibi. Eski ve Ona Çağ ko­ nularını işlemiş, insan ve özellikle kadın vücudunun l i rizmini ifade eden güzel portreler yapmış, öğrenci lerine de daima büyük üstatlara ve antik sanata saygıl ı olmalarını telkin etmiştir. Paris'te açılan sergi de ( 1 8 5 5 ) sergi lenen resimleri geniş yankılar uyandırmış, Fransı z h ükumetinin takdirine mazhar olmuş ve bu başarısı ününü daha da yaygın laştır· mıştır. 1 862'de senatör olan I . ' i n eserlerinde hocası Da­ vid'in kahramanlık ve destani konuları yer almamıştır. Resimlerinde yer alan unsurlar, kendi renkleriyle bir uyuma tabi tutularak, çizgiye önem veri lmiştir. Eserlerinde süku­ net içinde mükemmeli göstermiştir ve bu inancına ömrü­ nün sonuna kadar bağlı kalmıştır.

INGRIE, Güney Finlanda'da eski bir il. Finlanda Körfezi, Narva ı rmağı, Peypus gölü ve Volhov ırmağı ara­ s ı n d a bulunan bu bölge, isveç ve Rusya arasında bir savaş meydanı olmuştur. 1 7 2 1 'de Rusya' y a verilmiştir. fNGUL (Büyük İngul ) , Ukrayna'da bir ı rmak. Uzunluğu 354 km dir. Oneper Tepeleri civarında Kirovograd adlı kasahaya çok yakın bir yerden doğarak Karadeniz

İNGUŞ'LAR, kuzey Kafkasya' da, Çeçen - İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde yaşayan Çeçen kavminin bir koluna veri len ad. Arkeoloj i k kalıntıların tanıklığına göre, İ.' ların eski çağlardan beri kuzey Kafkasya'nın dağlık bölgelerinde yaşadıkları anlaşılıyor. İ . ' ların XVII. yüzyıldan önceki tarihleri karışıktır. Bu kavmin eski çağlardan beri hayvancılık, avcılık ve çiftçilik yaptığı bilinmektedir. Yalnız, İ . ' ların oturduğu bölgede hüküm süren tabii şartlar, hayvan­ cılığın ve özellikle çifıçi liğin gelişmesine engel olmuştur. X . yüzyıldan başlayarak kuzey Kafkasya toprak ların­ da Hıristiyan lık yayı lmıştır. XVII. yüzy ı l sonlarında Müs­ lümanlık da bu bölgede yaygın bir hal almıştır. İ . ' lar yurtların ı savunmak için Kabardaylar, Kumuklar ve Dağısıanl ı larla savaştıkları gibi, Ruslada da uzun sa­ vaşlar yapmış lardır. II. Dünya Harbi'nde bütün Kafkasya kavimleri gibi, İ . ' lar da Ruslara karşı Almanlarla i ş birliği yapmışlardır. Bunun üzeri ne harp sonunda, 1 936'da kurul­ muş olan Çeçen - İnguş Cumhuriyeti Ruslar tarafından kal­ dırılmışsa da, 1 95 7 'de tekrar kurulmustur. Bk. ÇECEN ­ İNGUŞ ÖZERK SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETİ. İ. dili, Kafkas di llerinin kuzey - doğu kolunu meyda­ na getiren Çeçen - Lezgi dillerinin Çeçen grupu koluna bağlıdır. Bk. ÇEÇEN - LEZGİ D İLLERİ. İNHALASYON (Fr. Inhalation ) , solunum yolu ile i laç alma. Buğu, gaz veya ufak damlacıklar haline getiril­ miş sıvıları, ağı z ve burun deliklerine uygu lanan inhalatör ile yahut doğrudan doğruya buğunun solukla alınması su­ retiyle yapılan bi r tedavi çeşididir. Birkaç çeşit İ. vardır : Gazlı İ . ' lar ( tabii gaz lar, laboratuvarlarda hazırlanmış gaz­ lar, soğuk veya sıcak buharlar) ; 2 . Yanan maddelerle İ. ( belladonlu, tatulalı sigaralar) ; 3 . Aerosol İ.' ları ( sıvı damlacıkları içinde tedavi maddesi ) ; 4 . İnce toz halinde İ.' lar ( genize üflenen bo rat, şap v. b. gibi ince tozlar) . İNHAN, Mustafa Zühdi ( Filibe 1 8 8 1 - İstanbul 1 970 ) , Türk iktisat bilgini ve devlet adamı. Milli ekonominin Türkiye'deki kurucularından biri olan İ. , Kadı Ali Efen­ di'nin oğludur. Filibe Rüşdiyesi ve Edirne İdadisinde okuduk­ tan sonra, İstanbul Mülkiye Mektebi 'ni bitirmiştir ( 1 902 ) . İ. , 1 902 - 1 904 yıllarında Petersburg' da bir ban­ kada çalışmıştır. Aynı zamanda «İkdam» ga­ zetesinin muhabirliğini yapmıştır. 1 904 - 1 908 arasında Berlin Üni­ versitesi'nde ikti sat tah­ sil etmiştir. Meş ruti­ yet' i n i lanı üzerine Tür­ kiye'ye dönebi lmiş ve İstanbul Darülfünunu'­ n a intisap ederek ikti­ sat ve istatistik dersleri müderris muavinliğine ve sonra da müderris­ liğine tayin edilmiştir. Ayrıca Mekteb - i Mül­ kiyede usul - i mali y e M. Z. İNH/ı.N ve Ticaret Mektebi 'nde

İNHAN, Mustafa Zühdi - INNOCEN TIUS ticari ikti sat müderri sliği, kurucusu bulu nduğu Yüksek Ma­ liye Mektebi 'nde de müdürlük yapmıştır. Zongu ldak Maden Mektebi 'nin de kurucusu olan İ. , 1 92 3 'te Lausanne Konfe­ r an s ı 'nda Türk heyet i n i n i kt i sa d i müşav i rliğini yapmıştır. 1923 1 92 5 y ı llarında İktisat Vekaleti müsteşarı olarak ça­ lışmıştır. 1 92 5 ' ten sonra, Ullım · i A l iye · i Ti cari ye Mekte­ bi'nde tatbiki iktisat ve iş letme iktisadı dersleri okutmuştur. İ., milli ve devletçi iktisat taraftarı idi. Eserleri şun­ lardır : Usul - i maliye [ 1 9 1 0] ; Kav!iid · i tekli/iye [ 1 9 1 2 ] ; İ[letme iktisadr [ 1 939] ; Sigortacr/ık tekniği [ 1 94 2 ] ; İl m · i iktisat (Charles Gide' den tercüme ; Hasan Tahsin Aynizade ve Hasan Hamid Bey ile birlikte) [4 cild ; 1 94 1 ] . Emel Esin ·

İNDİSAR : bk. TEKE L. İNİCİ, bir dizinin umumi seyrının tizden peste doğ­

ru olması (bk. MAKAM) . İnici dizi Fr. gamme descen­ dante anlamında kullanı lır. inmek terimi Fr. descendre, baisser karşı lığı olarak tizden peste doğru y ürümek, sesi alçaltmak anlamında kullanılır.

INJALBERT [injalbfr] , Jean Antoine ( Beziers 1 8 4 5 · Paris 1 93 3 ) , Fran sız heykeltı raşı . Monıpellier belediye sarayını alegorik şeki l lerle süslemiş, Pezenas'ta Moliere anı­ tım, Beziers'de Titan çeşmesini ve Paris'te Küçük Champs · Elysees sarayının alınlığını yapmıştır. İNKA'LAR, Güney Amerika'da yerli bir kavim. Dili Kiçua d i l leri grupundandır. İ. kelimesi hükümdarlara aid bir unvan iken, sonradan bir kavme ad olmuştur. Şifahi geleneğe göre 1 200'de Cuzco şehrinde hüküm sürmüş oldu­ ğu sanı lan Manco Capac ( Manko Kapak ) birinci h üküm­ darlarıdır. İspanyolların gelmesinden 1 00 yıl kadar önce İ.' lar 9. h ükümdarlan Pachacutec Yupanpui ( 14 3 8 - 1 47 1 ) nin idaresinde askeri bakımdan yayılınağa başlamışlardır. l l . hükümdar Huayna Capac ( 1 493 - 1 5 2 7 ) , topraklarını iki oğlu arasında taksim etmiştir. B u taksim Peru'nun İspanyol F. Pizarro tarafından fethini kolay laşnrmıştır. O zamanlarda ülke şimdiki Peru'dan gayrı Kolombiya'nın gü­ neyini, Ekuador'u, Bolivya'yı ve Rio Maul le'ye kadar Arj an­ tin'in kuzey - batısını içine alıyordu. Orta And dağlan böl­ gesinde kendilerinden önce hüküm sürmüş olan yerli kül­ türler ( Chavin, Mochica, Nazca, Tiahuanaco, Chimu ) in mirasçısı olan İ.' lar, İspanyollardan önceki Güney Ameri­ ka'nın tek yerli imparatorluğunu kurmuş v e orada, Yunan kültürünün mirasçıları olan Romalıların Avrupa'da ayna­ dıkları role benzer bir rol oynamışlardır. İ.'lar sıkı teşki­ latlı aristokratik bir topluluk idiler. Harb esirlerinden seçi lmiş köleler kullanıyorlardı. Bronz ve bakırdan aletleri, başlıca silah olarak taş atan sapanları, baltaları v e coplan vardı . Evleri kerpiçten, tapınak, saray ve kaleleri ise taştan yap ılırdı. Tarı m seki ler üzerinde yapı lır v e baş lıca m ı sı r, quinoa (b. bk. ) ve patates yetiştirilirdi. Kobay etini yerler, lama ve alpakaların yününden yararlanıdar ve bu hayvanları yük hayvanı olarak da kullanırlardı. Altın, gümüş, bakır ve çinko i ş lenirdi. Para ve yazıları yoktu. Romalı lar gibi mü­ kemmel bir yol şebekesine sahiptiler. Güneşe taparlar ve hü­ kümdarları, kendilerini güneşten türemiş sayarlardı . İnti adını taşıyan güneş tanrısından gayrı, dünyayı yaratmış olan Huiracocha'ya, ay tanrıçası Mama Killa'ya ve şimşek ve yağmur tanrıçasına taparlardı . Sonradan Meryem Ana ile karışmış olan doğum tanrıçası Pachama'nın ise halkın gözünde büyük önemi vardı. Arasıra kobay ve lama, çok nadir olarak da insan kurban ederlerdi.

15 1

İNKERMAN (Coğ. ) , Güney Kırım'da, Sivastopo l ' un banliyösü. Burada Fransız ve İngilizler, Kırım Harbi'nde Sivastopo l ' u kuşatmadan k u rtarmaya çalışan Mençikov ku­ mandasındaki Rus ordusunu yenmişlerd i r ( 5 Kasım 1 8 5 4 ) . İNKIB..\ Z : bk. PEKLİK. İNKİSSİ, Afri ka'da, Kongo nehrinin bir kolu. Uzun­

luğu 230 km dir. Leopoldville'e elektrik veren Sanga sant­ ralı bu ı rmak üzerinded i r.

İNKUBASYON : bk. KULUÇKA SÜRESİ. INLANDSIS ( yeni ter. İç buzul ) , hulunduğu böl·

geyi boydan boya örten b i rbirine bağlı buzul lara veri len ad. Grönlanda ve Güney Kutbu çevresinde I . ' lerin en gü­ zel örnekleri bulunur. Bu buz yığınlarının kalınlığı yüz­ lerce, binlerce m dir. Bk. BUZUL.

INME bk. FELÇ. INN, Alp ler bölgesinden çıkan ve Yukarı Tuna'nın ·

en önemli kolunu teşkil eden bir ı rmak. Kaynağı ile Tuna'­ ya karışcığı nokta arasındaki uzaklık 5 l O km dir. Doğduğu yer, Piz Lunghino adındaki bir dağ gölüdür. I rmak, göllük Engadin kesimini, Finstermünz Dağı'nı, Pfunds ile Zir! kasabaları arasındaki Yukarı I. vadisiyle Aşağı I. vadisini, Orta Alpler ile Kireçli Alpler arasındaki Kuzey Tirol' ü geçtikten , Rosenheim ovasını ve Bohemya masifini d e ge­ ride bıraktıktan sonra Passau yakın larında Tuna'ya dökülür. I. ırmağının karışmasından sonra Tuna'nın suyu bir katın­ dan fazla artar. Bütün bu aktığı yerler, tabii güzellikleri dolayısıyle öteden beri turist lerin uğraklan haline gelmiştir.

İ NNEİZM ( Fr. Inneisme) [Fel.] , bazı fikirlerio duygular yolu ile kazanı lmış olmayıp doğuştan insan ruhun­ da mevcut olduğunu i leri süren bir doktrin. Descartes ( b. bk . ) ın i : i gibi. INNOCENTIUS (Eski Çağ Latin okunuşu : inok�n­

tiu s ) , 1 3 Pa pan ı n adı :

I. lnnocentius : 40. papadır. 4 0 1 'den 4 1 7'ye kadar papalık etmiştir. Batı Roma İmparatorluğu'nun devam ettiği bir çağda papalık yapmıştı r. Arnavut asıllıdır. Sonradan aziz ( saint ) payesi veri lmiştir. n . lnnocentius : 1 6 3 . papad ır. 1 1 1 6'da kardinal olan Il. I. 1 1 30'dan 1 14 3 ' e kadar papalık yapmıştır. Romalı bir İtalyandır. III. lnnocentius ( 1 1 60 - 1 2 1 6 ) : 1 7 5 . papad ır. Papa I I I . Clementius'un yeğenid i r. Segni kontu iken 1 1 90'da kar­ dinal olmuş, 1 1 98 'den 1 2 1 6'ya kadar da papalık yapmış­ tır. Anagn i ' li bir İtalyandır. 38 yaşında papalığa seçild iği i çin en genç papalardan biridir. Fransa kralı Philippe Au­ guste ve İngiltere kralı John Lackland ile mücadele etmiş, IV. Haçlı Seferi 'ni hazı rlamış, Albigens' ler (b. bk. ) e karşı savaş açmış, bütün Hıristiyan alemini hakimiyeti altına a lmaya çalışmıştır. IV. lnnocentius ( 1 1 9 5 ?- 1 2 5 4 ) : 1 79. papadır. Lavagno konıunun oğlu olan IV. I. Cenevi zli bir İtalyandı r. 1 2 27'de kardinal, 1 24 1 'den 1 2 54 ' e kadar da papa olmuş, 5 9 yaş­ larında ölmüştür. V. Innocent i us (asıl adı : Pierre de Tarentaise ; 1 2 2 5 ?1 2 76) : 1 84 . papadır. Savoia'lı bir İtalyand ır. Aziz payesi veri lmiştir. 1 2 7 3 ' te kard inal, 1 2 76'da bi rkaç ay papalık yapmıştır. Le Bienheureux ( = Bahtiyar) diye anılır. VI. lnnocentius : 1 98. papadır. Fransız asıllı olup 1 342'de kardinal olmuş, 1 3 n "den 1 3 62'ye kadar papalık yapmıştır. Avignon'da oturmuştur. VII. lnnocentius ( asıl adı : Cosi ma de Migliorate ; 1 3 36 - 1 406) : 20 3 . papadır. Sulmona'lı bir İtalyandır. 1 389 da kardinal olmuş, 1 404' ten 1406'ya kadar papalık yapmıştır. VIII. lnnocentius ( 1432 - 1 492 ) : 2 1 2 . papadır. Cene­ vizli bi r İta lyandır. 1 4 7 5 'e doğru kardinal olmuş, 1484' trn 1492'ye kadar papalık yapmıştır.

iNNOCENT

152

İNÖNü

IX. lnnQcentius ( 1 5 1 9 · 1 59 1 ) : 2 29. papadır. Bolog­ nalı bir İtalyandır. 1 5 8 3 ' ıe kardinal olmuş, 1 59 1 'de birkaç ay papal ı k yapmışıır.

İNOZİT veya İ NOZİTOL ( Fr. Inosite, iiı.Ositol ) ; Yun. İssinos = lif ) , sikloheksan ( Fr. Cyclohexane) dan ·tü· remiş heksaalkol ( Fr. hexalcool ) C, H. ( OH),.

. X. lnnocentius ( 1 5 74 - 1 6 5 5 ) : 2 3 5 . papad ır. Romalı . I ıalyand ır. l629'da kardinal olmuş, i 644'ıen 1 6 5 5 ' e ka­ bıt

İNÖNÜ, Eskişehir i linin merkez i lçesine bağlı 3 bucaktan biri. Nüfusu 4 246 ( ı 970) olan İ.'nün ı 2 köyü vardır. Bucağın sınırı, doğuda küçük Türkmen Daği ( ı 2 5 5 m) ndan geçer. Bauda, Kızıltepe ( 1 3 5 9 m) nin doğu eteklerine ulaşır. Güneyde Uludere, kuzeyde takriben demir yolu, bucak topraklarını komşu bucaklardan a ; ırır.

dar papalık yapmıştır. Jansenius'u tekfir etmiştir.

XI. lnnocentius ( 1 6 1 1 - 1 689) : 2 39. papadır. Como' lu bir İıalyandı r. 1 64 5 ' ıe kardinal olmuş, 1 676'dan 1 689'a ka­ dar papalık yapmıştır. XIV. Louis i le mücadele etmiştir. XII. lnnocentius ( 1 6 1 5 - 1 700) : 24 1 . papadır. Na­ polili bir İıalyandır. 1 68 1 'de kardinal olmuş, ı 69 ı ' den ı 700'e kadar papalık yapmışur. XIII. lnnocentius ( ı655 · 1 724) : 24 3 . papadır. Romalı bir İtalyandır. 1 707'de kardinal olmuş, ı n ı 'den 1 724'e kadar papalık yapmıştır. INNSBRUCK [fnıbruk] , Avusturya'da Tirol Böl­ gesi 'nin merkezi . Nüfusu ı ı t 300 ( 1 967 ) d ür. Denizden . yüksekliği 5 7 4 m dir. I. , geniş Inn vadisi içinde bulunur ki, Inn nehri burada Sill ırmağı ile birleşir. Şehrin kuzey yöresinde yalçın bir duvar halinde Karwendel sıradağlarının sarp yamaçları yükselir. Bu dağların en yüksek dorukları Solsıein (2 64 1 m ) v e Hafelekar 2 3 34 m ) adlarını taşır. Güney tarafında ise Paıschelkofel (2 248 m ) , Saile (2 406 m ) ve Serl esspiıze ( 2 7 1 9 m ) dorukları bulunur. _ Şehrin esas gelirini teşki l eden v e ona dünya çapında ün kazandıran h usus, turistik bir merkez oluşudur. Dağ sporları i l e i lgi l i birçok tesise sahip olması, bu duru­ mun gerçekleşmesini sağlamışur. . l . 'un biraz güneyinde ve Inn ırmağının sağ kıyısında eski bir Roma yerleşme noktası olan Veldidena (bugünkü adı : Wilıen ) bulunmaktaydı ki bir bakıma şehir onun gü­ nümüzdeki devamıdır. 1 2 39 y ılında şehir statüsü kazanmış olan I . , uzun süre Habsburg hanedanının Tirol kol iarına başkentlik etmiş bulunan tarihi bir şehirdir. Eski şehirdeki birçok tarihi ve güzel ev veya diğer yapılar bu uzun geçmişin çağımıza intikal etmiş mirasları­ dır. Şeh rin bu mahallesindeki en . öneml i dini yapı Sı. · Jacobs Kirche'dir ki XVIII. yüzyı lda onarı larak Barok bir karakter kazanmıştır. I . 'un ya içinde veya hemen kenarın­ daki diğer tarihi yapılardan bazıları şunlardır : Otıoburg ( O ııo Hi sarı ) ; Şehir kulesi ; Fürstenburg mit dem goldenen Dache (Altın damlı hükümdar hisarı ) [aş. yu. ı420' lerde inşa edi lmiştir} ; Hofburg ve Hofkirche (bir şaıo ve kilise) . Şehirde Inn ırmağının nehrinin iki yakasım birbirine bağla­ yan dört de köprü vardır. Büyük Tirol hürriyet kahramanı Andreas Hofer'ın mezarı l . ' ıadır. •

İ. kasabasının bir kenarında bulunduğu ovanın uzun­ l uğu ıs km, genişliği 4 km dir. Sarısu deresinin getirdiği alüvyonlarla kaplı, daha çok şeker pancarı ve tahıl ziraau­ nın yapıldığı bu ova, faylı bir senk linaldir. Doğu · bau yönünü takip ederek İ . kasabası üzerin­ den geçen bu fay, önemli bir yarın teşekkülüne sebep ol­ muştur. Kasaba güneyinde Kunduzlu çayın kolları tarafın­ dan yarılmış platonun sathı ise, III. Zaman sonlarında teşekkül etmiş bir aşınu sathına tekabül eder. Yer yer me­ şe çalı larıyla örtülü bu platonun eğimi güneye doğrudur. Tabakaların da bu istikamete dalması, arazinin tortul kül­ telerden yapılı kısımlarında, dik alınları kuzeye bakan kaş l ı bir topografya ( kuesta) ya vücut vermiştir. Tortul kütleler alundan sıyrılan merkezi kısımdaki volkanik yeşil kütleler kuşağında ise , daha çok yüksek, koni biÇimli tepelere rastlanır.

İ. , önemini Marmara Bö lges i ' nden gelen kara ve de­ mir yollarının İç Anadolu düzlüğüne u laşuğı bir yerde bulunmasına borçludur. Bu haliyle İ. , baudan gelip doğu­ ya giden yolların düğümlendiği Eskişehir'in i leri karakolu gibidir. Bu stratej ik durumu sebebiyle İ sıiklil Harbi esna­ sında, inegöl ve Yenişehir ovalarını Bursa ovasından ayıran eşik üzerindeki Kazancıbayıcı · Dimboz arasında ü slenmiş Yunan ordu birlikleri, biri l l Ocak ı 92 ı , diğeri 24 Mart ı 92 ı tarihlerinde İ.'yü ele geçirmek istemişler ; fakat her seferinde yenilecek geri çekilmişlerdir. İ nönü Şehitliği : Bozüyük ile Akpınar köyü ara­ sında bir tepe üzerinde İ. Harpleri' nde şehit olanların ebedi i sıirahaıgahları. Şehiılikte 844 kişinin mezarı bulun­ maktadır. İ. Şehiıliği her yıl İnönü Harpleri 'nin yı ldö­ nümünde yurdun her tarafından gelen h eyeder tarafından ziyaret edilir, burada yapı lan törenlerle İ. şehitlerinin aziz hauraları anılır.

fNO ( Yunan mit. ) , Kadmos'un kızı ve Aıhamas'ın eşi . Oğlu Melikerıe s ' l e beraber kendini denize atmıştır. Efsanede, İ. deniz tanrıçası Leukoıhea ile oğlu Melikertes de deniz tanrısı İ'alaimon ( = güreşçi ) ile birleşmişıir. INOUE, Kaoru (Marquis 1 8 3 5 - Tokyo ı 9 ı 5 ) , Japon devlet adamı. Önce Iıo ile birlikte yurt dışına kaçmış ve 1 8 6S'den sonra Japon yenileşme ve m o dernleşme hareketi· nin öncülerinden biri sıfauyle unuıulmayacak hizmetleri dokunmuştur. 1878 yılından i tibaren bakanlık ve Gizli Dev­ let Divanı üyeliği görevlerinde bulunmuştur. INOWROCI'.AW [in.:)flrv�laf} , Polonya' da, Byd­ goszcz voyvodalığında bir şehir. Nüfusu 49 000 ( 1 966) dir. Kaplıcaları vardır. Soda ihraç eder.

İNÖNÜ ŞEHİTLİÖİ

İNGlLİZ EDEBİYATl İ NG İ LIZ EDEBiYATI : Dar anlamda i. E. , Büyük Britanya ve İrlanda'da meydana gelen edebiyat olup, aynı ülkede, Orta Çağ'da Latin ve Fransız dillerinde yazılmış eserleri de içine alır. Geniş anlamda İ. E. i se, Anglosak­ son d i l birliğine bağlı ülkelerin, yani Büyük Britanya, İr­ landa, Amerika Birleş i k Devletleri , Avustralya ve Yeni Ze­ landa'nın edebiyatlarını içine alır. Siyasi ayrılı ktan dolayı Amerikan edebiyatı ile Avustralya edebiyatı ayrı madde­ lerde ele alınmıştı r. B k. AMERİKAN EDEBİYATl ve AVUSTRALYA EDEBİYATI. İ. E. , İngi liz d i linin gelişme dönemlerine paralel olarak şu dönemlere ayrı lır : ı. Anglosakson veya eski İ. E. (VII - XI. yüzyı l ) ; 2. Ona dönem İ . E . ( X I - XV. yüzyı l ) ; 3. Yeni İ. E. (XV - XX. yüzyı l ) . Eski İ ngiliz edebiyali ( V I I - X I . yüzyı l ) : İngi lizce en eski edebi yazı lar, Beda (673 - 7 3 5 ) ve Alcuinus (aş. yu. 7 3 5 - 804 ) ve başka larından kalan Latince yazılar, y ı l­ lıklar, belgeler ve kanunlar i ncelenince, bu dönem dört devreye ayrı lır : 1 . H ı ı i stiyanlık öncesi devre (V - VII. yüzyı l ) de ayİn­ lerde kullanılan birtakım formüllerle karşı laşıyoruz. Bunlar hastaları iyi etmek, büyü kuvvetiyle i stekleri yerine geti rmek ve felstfi ve pratik bilgileri ata sözüne benzer bir şekilde i fade etmek i ç in kullanı lan formüllerdir. Bu metinler, muh­ temel olarak Schleswig ( Slesvig ) ten, Holstein'dan, Batı Al­ manya'da, E lbe ile Ems ı rmak larının ağızları arasında uzanan Kuzey Denizi kıyısından Büyük Britanya'ya geçmiş olan Ger­ men boyları (Angllar, Saksonlar, Jüıler ve muhtemel olarak Frizler) nın folklor edebiyatını aksettirir. Buna karşılık saraylarda, scopas olarak adlandırılan profesyonel işıklar, Widsic\ ( Widsith) adını taşıyan ve faydalı bilgileri öğrer­ meğe veya bellerrneğe yarayan şiirler i ve sosyal şarkı ları ve kahramanlık destan ları ( Finn sburg, Sigmund ) n ı okurlar veya musiki eşliğinde söylerlerdi. 2. İkinci devre söz konusu olan dört devrenin en önem­ lisidir ve «Anglık» devre adıyle anılır. VII. yüzyı ldan VIII. yüzyı la kadar uzan an bu devrede, Orta ve Kuzey İngiltere gerek siyasi gerek manevi hayatın merkezi idi. Bu devrede kültür tarihi bakımından i lgi çekici bilmeceler ve felsefi şii rler yanında, birkaç mersiye ve özellikle kahramanlık destanlarıyle karşılaşıyoruz. Bunların arasında Beowu/f des­ tanı birinci yeri alır. Bu devrenin i l k iki şairi, Caedmon ve Cynewulf'tur. Caedmon bir Hıri stiyan i lahisi, Cynewulf ise Hıri stiyanlığa aid dört destan bırakmıştır. Bunlardan başka, Hıristiyanlığa dair daha birçok destan lar vardır ki bunlar ya Caedmon'un veya Cynewulf' un okuluna bağlıdır. B u destan lardan hayali bir manzaranın tasvirini yapan Phoenix (ad) d ikkati çeken bir eserdir. 3. Üçüncü devre, Kral Büyük Alfred 'in damgasını taşır ve 8 7 1 'den 900'e kadar devam eder. Bu kral, Anglia bölgesinin İskandinavyalılar ( Dani markalılar) tarafından fethinden sonra Güney İngiltere'de milliyet fikrine dayanan bir devlet kurmuş ve Winchester'daki merkezinden edebiya­ tın gelişmesini teşvik etmiştir. Çevresinde topladığı bilgin­ lerle birlikte, ilk İngilizce nesrin meydana çıkmasında da rol oynamıştır. Eğitime hizmet etmek maksadtyle Beda, Orosius, Boethius, Papa Büyük Gregorius, Augustinus gibi tanınmış yazarların i lahiyat, felsefe, tarih ve tabiat bilgisi hakkında Latince yazılmış eserlerini Anglosaksoncaya çe­ virtmiştir. 4. X - XI. yüzyılları içine alan d evrede, Büyük AI­ f red 'i n ele aldığı eğitim faaliyeti duraklamış ve ancak Kral

1

Edgar ( 9 5 9 - 97 5 ) ın Benedictusçuiar tarikatının reformu için sarf ettiği çabalar sayesinde, Amdosakson edebiyatı son olarak bir gelişmeye daha ulaşmış t ır. Bu devrenin en önemli yazarları Aelfric ile Wu lfstan'dır. Onların kı smen aziziere aid efsanelerle canland ırı Im ış olan vaı zları, edebi nesrin başlangıcını teş kil eder. Şiire geli n ce , bütün Germen d i llerinin tefrik edici damgası nı teşk i l eden alirerasyonlu şiirlerden başka bi rkaç tarihi şiir ve konusu kıyamet ve ölüm olan birçok dini şiir yazı lmıstır. Orta dönem İ ngil iz edebiyali ( X I - XV. yüzyı l ) : 1 066'da Normandiya dukası Fatih Guill aume ( Wi lliam) Bü­ yük Biritarıya'yı feıhedip İngi ltere kralı olunca, An g losakson edebiyatı, X I I I . yüzyıla kadar mi lle d era rası Latincenin veya Avrupa'nın batısında hakim olan Normarı - Fran sız edebiya­ tının etkisi altına girmiştir. Bu d i llerde yazı lmış olan eserler, İng i l i zce X I I I . yüzyı lda edebiyat dili olarak tekrar canlanınca, İngilizce yazı lan eserler için örnek olmuşlardır. Örnek alın­ mış olan başlıca eserler şunlardır : Henry of Huntingdon, William of Malmesbury ve Geoffrey of Monmouth'ın tarihi eserleri ; John of Salisbury, G i rald us Cambrensis ve W alter Map'ın Latince humanİst şii rleri ; Golias'çı ve Francis­ cusçu Latince lirik şiirler ; Latince külliyat ( summa ) ve kronik ( khronikon ) ler. Diğer tarafdan A ngi ono ı man sarayı , X I I . yüzyı lda Nor­ marı bil�in ve şairlerini toplamış ve ayn ı zamanda Fransız­ cayı kullanan bütün Batı Avrupa i çin bir merkez haline gelmişti. Burada yazılan tarih eserleri ( G . Gaimar) ve kronikler ( Avranches li Henry ) , ona dönem İ. E.' na i lham kaynağı olmuşsa da, bu edebi yat, bu eserlerden daha çok Breton lais ( şark ı ) ve Anglo - Fransız şiirli romanları ( Wa­ ce'ın Roman de Brut, Thomas'ın Triıtan' ı , Robert de Bo­ ron 'un joıeph d'Arimathie ve Merlin' i ve Benoit de Sai n­ te - More'ın Roman de Troie ' sı) nı etk i si al n nda gelişm i ş ı i r. Orta dönem İ. E. dört devreye ayrılı r : 1 . İlk devre ( aş. yu. 1 1 50 - aş. yu. 1 2 3 0 ) nin karakteri stik özelliği sofu­ luk ve çile (ascese) dir. Bir yandan dini şii r : Po e ma morale (ahlaki şii r ) , Sinnerı Bevare ( Gü n ahk arlar d i kkat etsi n ) , O rmulum ( ad ) ; öbür yandan dini nesir, başlıca azizierin biyografyaları, okuyucuların d üşüncelerini ölümden sonraki hayata çekiyordu. O dönemden kalan ancak iki eserde humanisı fıki rler ve bir masal veya sihir dünyası dile getirilmiştir. Aş. y u . 1 1 90 tarihinde yazı lmış olan The ou•/ and the nightinga/e ( Baykuş ve bülbül) ad lı yazarı bilinme­ yen şiirle Layamon'un Brut ( ad ) [aş. yu. 1 1 9 1 } adlı roman­ tik destanı bu arada zikredilebi lir. 2. İkinci devre (aş. yu. 1 2 30 - aş. yu. 1 3 5 0 ) de Di­ lenci tarikatlar (Dnminicus'çuhr ve Franciscus'çular) a aid birçok manastırların kurulmasıyle Meryem Ana ve İsa'ya da­ ir çeşitli vezinler kul lanan ve teselli verici bir karakter taşı­ yan bir şiir meydana gelmiştir. Okuyucular ın olağanüstü konulara karşı olan i lg i si artmıştır. Aziziere aid efsanele r çoğaldıkça çoğalmış ve bunlar gitgide ruhani destarım en yaygın şekli haline gelmiştir. X I I I. yüzyılın ortalarına kadar ki lisede yapılan ayinierin içerisine baL! oyunlar sokmak adet olmuştu. Bu oyunlardan ve Hıristiyanlık yolunda ölenlere ve aziziere aid sahne için hazırlanmış hikayelerden i lk İngiliz dramları çıkmıştır. Bunlara genel olarak Mysteries ( muammalar) ve Mi rades (mucizeler) adı veri lir. Aynı tarih­ lerde tedricen bir d ünyevi lirik şiir ve edebiyat meydana gel­ miştir. Bu şii rlerin çoğu aşk şiirleri ve siyasi şiir lerdir. Fakat çok önemli başka bir gelişme, şiirli romanların kısa zamanda çoğalıp yayılması olmuştur. B u eserlerde önce özellikle İngil­ tere'ye aid eski efsane konuları işlenmiştir. Bu konula-

ıı

fNGfL1Z EDEBiYATI

rın işieniş tarzı, aynı yıl ların özelliğini teşki l eden Fransa menşeli !ai s ( şarkı ) ve fabliaux (şiir li hikaye) larda olduğu gibi orta sınıfın zevkini okşamış olsa gerektir. 3 . Üçüncü devre diğer deveelerin en verimlisidi r. Aş. yu. 1 3 50'den XV. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. Devrenin özelliği , milli değerlerin ve İngilizin önem kazan· masıdır. Dini şiir sanatı da kısa zaman için tekrar can­ lanmıştır. Mistik şairlerden R. Rolle ile W. Hilton bu ara­ da anı labi lir. Fakat çok geçmeden edebiyara hakim olan dünyevi i lham, her bakımdan gelişmekte olan İngilte· re'nin bu yoldaki hızını kıran bütün sosyal ve siyasi kö­ tülükleri alavlı bir d i lle yeren satirik eserlerin ya­ zılmasına yol açmıştır. Nesrin gelişmesinde ). Wyclif i le N. Hereford ' un Kirab - ı Mukaddes tercümeleri ( 1 38 2 - 1 384 ) , dramın gelişmesinde d e loncaların gelişmesi büyük rol oy­ namıştır. Bu devrenin alegorisini en iyi temsil eden eser, W. Langland'ın bir hayal ıasviri olan Piers the Plowman ( Çift süren Piers) [aş. yu. 1 370] adlı eseridir. Çok sevi­ len bu eser, tekrar tekrar taklid edi lmiştir. Yalnız bu dev­ renin deği l , orta dönem İ. E.'nın da en önemli eserlerini ). Gower ile G. Chaucer vermişlerdir. ). Gower, 1 376 1 393 arasında biri Fransıza, diğeri Latince ve üçüncüsü olan oldukça büyükçe üç eser yayımlanmıştır. G. Chaucer ise, 1 386'dan itibaren çıkan Canterbury Ta/es ( Canterbury hikayeler i ) ve diğer küçük yazılarıyle büyük ün kazan­ mıştır. •

4. Bu deveelerin XV. yüzyı lla başlayan sonuncu�u, Chaucer'ın, Boccaccio'nun Decameron ' unu başarılı bir şeki l­ de taklid eden hikayelerinden sonra oldukça sönük taklit­ ler meydana geti rmiştir. İkinci derecede kalan bu yazar­ lar arasında ). Lydgate ile Th. Occleve anıiab ! i r. O za­ manın orta sınıfı, en çok n esir o larak ya •ılmış şiir! i romanlardan (Th. Malory ) ve halkın an layabildiği kronik ve halladlardan zevk alırdı. Sahne edebiyatı i se bu devre­ de, eski Mysteries ve Miracles'a alegorik Moralities ( ah­ laki ders veren piyesler) katmıştır. XV. yüzyı lın baş­ larında İskoçya' da edebiyat ilk defa canlılık kazanmıştır. Bu devreyi W. Dunbar temsil eder. B u ülkede XIV. yüz­ yılın sonlarına doğru ). Barbour İskoçya milli destanım yaratmıştır.

Yeni İngiliz Edebiyatı (XV - XX. yüzyı l ) : Yeni Çağ İngi liz edebiyatı Orta Çağ edebiyatından birçok hususlarda kesin olarak ayrı lır : Yeni edebiyatta insan, kişi olarak diğer insanlara, tabiata, metafizik veya ilahi dünyaya karşı olan i lgi leri bakımından ele alınır, sınıf­ landırılır ve değerlendi ı i lir. Yeni Çağ edebiyatında göze çarpan bu durum, d ünyaya karşı müsamaha ile taassup, geniş bir anlayış ile zorbalık, fertçilik i le mutlakıyet arasında daima tekerrür eden gerginliklere sebep olur. Buna bir de Katoliklik ile Protestanlık arasındaki tartış· ma ve çatışma katılmıştır. Yeni edebiyatın Orta Çağ edebi­ yarından büyük bir farkı da Caxton'un 1476'da matbaayı İngiltere'ye sokması, birçok College ve okulun kurul­ ması ve bu sayede yeni fikir ve anlayışların yayılmasının kolayiaşıp çabuklaşmasıdır. Rönesans ( XVI. yüzyıl) ın birinci yarısında İ. E.'nda o zamana kadar görülmemiş bir çeşitli lik göze çarpar. Vakıa halk türkü ve carol ( i l ahi) leri n i eskiden olduğu gibi söy­ lemeye devam ediyor ve eski ballad, mystery ve morality'­ lerini dinlemekten ve seyretmekten eskisi gibi zevk duyuyor­ du. Manevi ufkunu genişletrneğe çalışan orta sınıf da hala çok beğendiği Gower, Chaucer ve Lydiate gibi şairleri oku-

mağa devam ediyordu. Buna rağmen, yeni fikirleri temsil eden yazarlar, bu yeni fi kirleri daha büyük bir gayretle yayınağa ve eskilerinin yerine geçirmeğe çalışıyorlardı. Protestan­ lığa dayanan Cambridge Humanistleri (Th. Elyot, W. Baldwin, J. Cheke) , Yunan ve Roma klasik yazarlarından taklit ettikleri açık bir İngilizce i le yurttaşlarına bi lgiler ve felsefi görüş ler aşı lamağa çalışıyorlardı. Tarihçiler, anlat­ tıkları olaylar arasında sebep - etki münasebetleri buluyorlar ve fertlerin gayretlerinden doğan şeylere i şaret ediyorlardı (E. Holl, W. Roper, G. Cavendish, Th . More) . Refor­ masyanun etkisiyle zaman a bağlı olmayan bir Kitab 1 Mukaddes dili doğmuştur (W. Tyndale, M. Coverdale, ). Rogers) . Şiir d ünyasında belirli şahsiyetleri hedef alan hicviyeler ve epigram (nükteli kısa yazı ) lar ile eclog ( k ı sa çoban şiirleri ) gittikçe moda halini almışt ı r (A. Barclay, ). Skelton, ). Heywood ) . Kralın sarayında, İtalyan aşk şairi Peırarca'nın etkisiyle çeşitli sone şekilleri meydana gelmiştir (Th. Wyatt, H. Howard ) . Gelecek bakımından en önemli gelişme, sahneye karşı artan i lgidir. Dramın doğ­ masında da humanisı etkiler büyük rol oynamıştır. Yeni edibi türler olarak bu alanda mask ( maskeli oyunlar) lar, okul ve üniversitelerde temsi l edilen dramlar ve interlude ( törenlerde araya sokulan oyun ) ler ortaya çıkmıştı r. Rönesans devresinin sonuna doğru Thomos More'ın Utopia ( Hayal ülke) adlı eseri , mükemmel bir hayali devleti tasvir etmiş ve fikir aleminde derin bir etki yapmıştır. Kraliçe I . Elizabeth ( 1 5 58 - 1 60 3 ) döneminde İ. E. , bütün edebi türlerde daha önceki ve sonraki dönemlerde görülmemiş bir yükselişe ve parlaklığa u laşmıştır. The Bishosp's Bib/e (Piskopos'un Kitab · ı Mukaddesi ) 1 568 'de ç ıkmış ve İngiltere'nin resmi Kitab 1 Mukaddes metin leri­ nin birincisi olmuştur. Cambridge h umanistlerinin öğreti­ me yönelmiş çabaları da aynı hızla devam etmişti r ( R. Ascham, R. Mulcaster) . Tarihçiler (R. Holinshed, W. Har­ rison ) de kendi alanlarında aynı çabayı göstermişlerd i r� Eleştirme ve üsliıp meseleleri hakkında tartışmalar başlamış (G. Gascoigne, W. Webbe, G. Puttenham, Ph. Sidney) , çeşitli ifade şekillerini birbirinden ayırıp özelliklerini tesbit edip öğretmek için çabalar sarf edilmiştir. Bu çabalar özel­ likle ). Lyly'nin Euphues adlı didaktik romanında görül­ mektedi r. Birçok taklitlere yol açan bu eserin meydana ge­ tirdiği harekete Euphuism adı verilmiştir. Lyly'nin romanı da, Rönesanstan Barok devrine girişe yol açmıştır. I. Eliza­ beth döneminin d iğer roman türleri şunlardır : Çoban romanı ( Ph. Sidney ) , macera romanı (Th. Nashe) ve realist roman ( R. Green e ) . E. Spen ser, The Faerie Queene ( Periler kraliçesi ) [ 1 589 ve 1 5 96] adında bir milli destan meydana getirrneğe çalışmış, F. Bacon i se EJJays ( Denemeler) [ 1 597] i yayınlamıştı r. Bu denemeleri 1 6 1 2 ve 1 6 2 5 'te iki EJJay külliyatı daha takip etmiştir. O yıllarda sayısız Iirik şi_ir antoloj ileri yayınlanmıştır. Bunların en ünlüsü R. Tottels'ın Misce//any ( Seçme parça­ lar) sidir. Bu arada dramlarda yer alan birçok yeni Iirik şiirler, şarkılar, madrigal ( n ükteli kısa aşk şiiri ) ler de ya­ zılmıştır. 1 600 yılına kadar Londra' da 6 halk tiyatrosu ku­ rulmuştur. Bunların en tamnmışları The Theatre (Tiyatro ) , The Rose (Gül ) , The Swan ( Kuğu ) v e The G lobe (Küre) dır. Bu sahnelerde çeşitli komediler (J. Lyly, G. Peele, R. Greene ) traj edi ler (Th. Kid, Ch. Marlowe ) ve tarihi pi­ yesler (Th. Legge, Ch. Marlowe) temsil edilmiştir. Bu yılların en parlak edebi şah siyeri ve dünyanın en büyük sahne şairi sayı lan William Shakespeare ( 1 564 - 1 6 1 6 ) , İn­ giliz Rönesans' ının tamamlayıcısı ve sonraki Barok döneminin •



İNGILIZ EDEBIYATİ

lll

öncüsü olarak girdiği her alanda şaheserler yaratmıştır. Di­ namik traj edileri ( Mac beth, Ham/et, Othe//o ) ve derin nük­ telerle dolu komedi leri (The m erchant of Venice) ( Vene­ dik taciri ) yanında eşsiz soneler ve şiirli hikayeler yarat­ mıştır. Barok ( XVI. yüzyılın sonundan 1 660"a kadar ) : Rö­ nesans döneminde İ. E. 'nda hayata karşı güven, iyimserlik göze çarpar. Bunun yerine XVI. yüzyı lın sonlarına doğru bir nevi huzursuzluk baş göstermiş, bu da sonraları şüphe­ ciliğe ve kötümserliğe yol açmıştır. Bu hava içerisinde ferdin mahiyeti ve gerçekliği konusunda heyecan lı tartışmalar eece­ yan ediyordu. Bu dünya - Öbür Dünya, Madde - Ruh, Gü­ nah - Selimet, Sağduygu - İnanç zıddiyetleri karşısında fi kir­ ler ayrı lıyor ve bir türlü uyuşamıyordu.

ğa aid ve çok takdir edi len tabi at tasvirleriyle dolu T be Comp/eat Ang/e r ( Mükemmel balıkçı ) adlı bir eserin sahi­ bidir. John Mi lton ( 1 608 - 1 674) un da katıldığı tartışma edebiyatı, İngiliz felsefi ve siyasi nesrinin gelişmesine hiz­ met etmiştir. Bu ikinci dönemde bütün edebi türlerden an­ cak dini şiir, ilk devrenin geleneklerini devam ettirmiştir. Bu alanda en ünlü şairler R. Crashaw ile H. Vaughan'dır. J. Milton'un puritan ruhundan doğmuş en büyük eserleri olan Paradise Lost (Kaybolan cennet ) ve Paradise Regained (Tekrar kazanılan cennet) adlı destanları ve John Bunyan ( 1 628 - 1 688) ın The pi/grim 's p rogress ( Hacının seferi ) adlı alegorik romanı, bu dönemde yazılmış olmakla bera­ ber, ancak Puritan diktatörlüğünün sonundan sonra yayın­ lanmıştır.

Böylece bir problem haline gelen dünya, Barok'un birinci kısmında ( 1 600 - 1 64 2 ) her edebi türde, fakat hep­ sinden en geniş şekilde sahnede ele alınmıştır. Komedilerin başlıca konusu, birtakım aşağılık insanların arasına düşmüş, hayal kırıklığına uğramış, ümiısizliğe kapı lmış i nsanlardır. Traj edilerin başlıca konusu ise, içinde bulundukları orta­ mın bozucu ve kırıcı etkileri altında tedricen çöken ve ölen alelade insanlar ve bunların şaşkınlıkları, suçları ve hatta cürümleridir. En çok görülen, en çok sevi len pi­ yesler, bu iki sahne türünün kaynaşmasından doğan ve bir süreden beri moda olan traj ikomedi lerdi. Bu türleri temsil eden başlıca yazarlar şunlardır : B. Jonson, F. Beau­ mont, ]. Fletcher, G. Chapman, Th. Heywood, Th. Midd­ leton, Ph. Massinger, Th. Dekker, J. Marston, J. Webster, J. Ford ve J, Shirley. Nesirde bu güvensizlik, korku ve kaygının hakim olduğu devre her şeyden ziyade birçok vaız­ larda iz bırakmıştır. Bunlar hem kiliselerde dinleniyor, hem de bası lıyor ve okunuyordu. Yüzyılın ilk ll yı lında 54 bil­ ginin i ş birliğiyle Kitab - r - M u k adde s'in İngilizce konuşan milletierin dini hayatına bugüne kadar hakim olan resmi ter­ cümesi meydana getiri lmiştir. Bu metnin adı Authorized Version ( Müsaadeli tercüme) dır. Bu dini nesrin yanında, XVII. yüzyılın 1. yarısında ancak Characters (Karakterler) ve Essays (Denemeler) zikre liyıktır : Bunlar, zamanın karak­ teristiğini teşkil eden ruh analizi ve doğru yaşayış i stekle­ rini tatmine yarıyordu. Bu alandaki başlıca yazarlar F. Bacon ve R. Burton'dur. Dünyadan sıyrılıp çekilmek, onun verebileceği zevk ve eğlenceleri hakir görmek, selimet ve sefayı Tanrı sevgisinde ve te maşasıdda aramak : bu d üş ünce ve istekler dini şiirin başlıca konuları olup, bunlar mistik bir dilde, metafizik bir üslupta tekrar tekrar dile getiril­ mektedir. J, Donne ve G. Herben bu yolda çalışmış şiir­ lerin en ünlüleridir.

Aydınlanma devri ( 1 660 - 1 7 5 0 ) : 1 660 yılı, Cromwel l ve oğlunun idaresi esnasında Fransa'ya sığınmış olan Char­ . les Stuart'ın Il. Charles olarak tahta çıkış tarihidir ( 1 660 1 700 devresi tarihte Restorasyon devri adını almıştır) . II. Charles'ın idaresinde Fransız edebiyatı İ. E.'na derin bir etki yapmıştır. Bununla beraber Milton ve Sunyan'ın eserle­ riyle ve o yıllarda çıkan birçok Diary ( günlük hatıra defteri ) ve Autobiotraphy ( otobiyagrafi ) lerle Puritan etkisi bir zaman daha sürer. Bununla beraber, bu geçiş devresinin ondan önceki dini yazılada doymuş devreye göre başlıca karakteristiği, buna bir tepki olarak çeşitli edebi türterin tekrar işlenmesidir. Bu tepki kendisini özel olarak Londra'­ da iki tiyatronun açılmasından sonra sahne eserlerinde gös­ termiştir. Burada yeni bir dram şekli ( kahramanlık piyesleri veya sahne destanları ) ile karşılaşıyoruz. Bunlar, uzun yıl­ lardan beri geçmişe karışmış yurtseverli k ideallerini tekrar canlandırarak, halkın muhayyilesini büyülüyorlardı. J. Dry­ den ve N. Lee bu temaları işleyenierin en meşhurlarıdır. Tra­ j edi de ihmal edilmiyordu, fakat temsi l edilen piyesler, Sha­ kespeare ve çağdaşlarından alınarak, tekrar iş lenmiş bir şe­ kilde gösteriliyordu. Bu alanda en çok sevilen yazarlar ise J. Dryden, N. Lee ve Th. Otway idi. Fakat en çok sevilen sahne türü, Th. Shadwell, G. Etherege, W. Wycherley, W. Congreve ve J. Dryden'in eserleri olan sosyete ve entrika komedileri idi. Bu piyeslerde gerek siyasi gerek dini taas­ supla bol bol alay ediliyordu. Bu savaşa birçok yergiler ve alay lı türküler de katılıyordu (]. Dryden, S. Bu der ) .

Barok döneminin ikinci kısmı 1 642 'de başlar.

Kral

I. Charles ( idaresi 1625 - 1 649) a karşı Oliver Cromwell'ın

açtığı i ç harbde, Cromwell ve onun temsil ettiği purita­ nizm ( aşırı sofuluk) h areketi galip gelince, İ. E.'ında bir durgun luk d evresi açılmış ve özel olarak Crom­ well'ın bir ahlaksızlık okulu gözü i l e baktığı tiyatro sanatı Londra'da yasak edilmiş ve genel tiyatrolar kapanmıştır ( 1642 ) . Puritan' ların sanat ve edebiyara karşı dar görüşlü düşmanlıkları sonucunda, Sir John Harington ve Izaak W al­ ton gibi daha önce ün kazanmış yazarların eserleri yanında, esas i tibarıyle ancak varzlara, ahlak rehberliği eden hikaye­ lcre ve tartışma edebiyatma müsaade ediliyordu. Sir John Ha­ rington ( 1 56 1 - 1 6 1 2 ) .Ariosto'nun Orlando Furioso (Delir­ miş Orlando) destanının çeviricisi olarak ve epigramlarıyle ün kazanmıştır. Izaaak Walton ( 1 593 - 1683) ise balıkçılı-

Dünyaya, hayata karşı olan i lginin artmasıy le reason ( sağduyu) a verilen değer de artmıştır . .Aydınlanma döne­ mının 2. yarısını teşkil eden İngiliz klasisizminde ( 1 700 1760) sağduyu, Fransız klasisizminde olduğu gibi, İ. E.'n­ da da ön plana geçmiştir. Sağduyuya veri len yerin ge­ nişlemesiyle şiirde lirizm gerilemiş ve yerine sağduyu sahibi bir varlık olarak insan hakkında kafiyeli felsefi araştırmalar geçmiştir. Du edebi türün baş lıca yazarlan .A. Pope ve J, Gray'dir. XVIII. yüzyılda çok sevilen alaylı kahramanlık destanı türünde .A. Pope, The rape of tht lock ( Bukle hırsızlığı ) ( 1 7 1 2 - 1 7 1 4 J adlı bir eser yaratmıştır. Bu yıllar içinde durmadan gelişen nesir, gerek aydınlara gerek orta sınıfa hitap eden yazılar için İ . E. 'nın başlıca ifade vasırası haline gelmişti . .Aydın­ lar i çin çalışan başlıca razarlar Jonathan Swift ( 1667 1745 ) ve Samuel Johnson ( 1 709 - 1 784 ) olup, birincisi Gu/liver's Tra v e/s ( G.'in gezileri ) romanı, ikincisi de eleş­ tirileri, biyografyaları ( Vves of the Poets [Şairlerin hayat­ ları] ve büyük sözlüğü [Dictionarv] , 1 7 5 5 ) ile bütün .Av­ rupa edebiyatma büyük bir etki yapmışlardı. Joseph .Addison ( 1 67 2 1 7 1 9 ) ve Richard Steele ( 1 672 " 1 729) ise deneme -

IV

İNGİL lZ EDEBIYATI

ve gazete yazarı olarak halkın kültür seviyesini yükselt­ rneğe çalışmışlardır. İngi liz romanı , çeşitli hedefleriyle XVIII. yüzyılın 1. yarı sında doğmu ştur. Daniel Defoe'nun 1 7 1 9'da çıkan Robinwn Cruıoe (ad) adlı roman ı, gerçekiere dayanan gezi ve macera hi kayesi türünü yaratmış ve bi rçok yazarlar ta­ rafından bütün dil lerde taklit edilmiştir. S. Richardson, 1 740'ta çıkan Pamela (ad ) , Clarirıa (ad) { 1 747 - 1 74 8 } ve Ch -ır/es Grandison (ad) [ 1 7 5 0 ) ad lı orta sınıf aile roman­ larında örnek olmağa layık bir ahlak anlayışı, ince bir ruh analizi ve duygucu luk ( senıimentalisme ) birbi riyle yoğrulmuş­ ıur. Bütün Avrupa bu tip romanı kabul ve taklit etmiştir. Henry Fielding ( 1 707 - 1 7 5 4 ) Jo refth Andrewı (ad ) { 1 74 2 } a d l ı roman ında, Richardson'un roman larıyl e alay etmiş, paradisini yapmış ; Tom Jones (ad) [ 1 749} adlı romanıyle, Defoe'nun örne,ii i ne göre çalışarak ve metodunu deri nleş­ tirerek sonradan çok rağbet görecek olan İngi liz gerçekçi ( realisı) romanı n ı yaratmıştır. Aslında İskoçyalı olan To· bias Smolletı ( 1 7 2 1 - 1 77 1 ) , Roderick Randam (ad) [ 1 748} romanıyle çoğu zaman orij inal ve olağanüstü karaktere sahip bir kişinin etrafı nda cereyan eden hicivlerle dolu gemicilik hikayelerinin birinci sini yazmıştır. Bu yıllarda d ram, geleneksel çığırdan çıkmaz, orij inal­ lik gösıermez. Bununla beraber o yıl larda meydana çıkan ona sınıf traj edi leri (G. Lillo) ve duygulu komedi leri ( ]. Van­ brugh, G. Farquhar, R. Sıeele) belirıi lebi lir. Bunun gibi, aşağı halk tabakalarını eğlendirmeyi hedef tutan üç yeni sahne oyunu tipini de anmak yerinde olur. Pantomin ( şahısların söz söylemeden bazı işaretlerle an laştıkları oyunlar ) , fars (kav­ ga ve dayak l ı , kah komediler) ve türkülü oyun lar ( opera ) . Bu gelişmede ] . Gay ( 1 68 5 - 1 7 3 2 ) v e başkaları önemli rol oynamışlardır.

Erken Romantiz m : XVI II. yüzyılın 2. yarısında insan­ lar gün geçtikçe daha fazla şu inanca varmışlardır : İnsan, kendisini ve dünyayı anlamağa, bir anlam verrneğe çalışır­ ken, sırf sağduyu kuvvet lerine dayanamaz. Duygu lara, istek hamlelerine daha ziyade dikkat yörıeltilmiş ve muhayyi lenin. yaratıcı hayallerin varlık hakları ( raison d eıre) tanınmıştır. Her şeyden önce Tabiat'a tam olarak baska bir değer biçil­ m;ştir. Tabiat ve tabiatın derinlikleri de ancak duygular yolu ile ölçülebi liyordu. Bu fikirler sağduyunun hiikim oldu,ii u klasisizm devresinde de bazı Romanıizm öncüleri (]. Dyer, ]. Thomson ) tarafından ifade edilmişti ; fakat şimdi genel olarak kabul edi liyor, sağduyuya adeta tabii lik­ ten ayrı lma, y.ınlış yola sapma gözü i le bakı lıyord u. Bu yeni düşünceler en çabuk ve en büyük kuvvetle şiirde eski klasik düşüncelerin yerine geçmiştir. Duyguya hitap (Appell an das Gefü hl) mezar şiiri ile baş lamıştır ( R. B lair, E. Young, Th. Gray ) . Mezar şiirinin en iyi bi linen numunesi, G ray'in Elegy in a Country Churchyard ( Bir köy mezarlığı üzerine mersiye) ad lı şiiridir. Orta Çağa karşı i lginin artması, baliadların ve eski halk şii rlerinin tekrar moda olmasına yol açmıştır (]. Macpherson , Th. Percy, Th. Chatterton ) . Macpherson ' un Keltçeden çevirdiğini iddia ederek çıkardığı Ossi::ın �ii rleri bii t ü n Avrupa'da derin bir i z bı rakmıştır. Gerek fakiriere karşı o zamana kadar ifade­ si adet olmayan acıma duygul 1 �..J• J,-* )\,. �"31:' .) .;.. .... .,..�.., , ..;.. , •., Jol}.JI' t.... .h'i-l .i't-4/,rı �, ·�..1 ı � ı.., �.1�c-,: ,....r . -r--.• � .c-., .:.. �-�·F-., . ..,.... � .t .ı.. - • .,,_ ,._ ., .,'\ .. .J • .s-.• •.1· ":. ; �lo ./ •·J. �.J,:; .,....,. J,,; a ,....�.- -., ;ı ..... .\ r 2 q ' = p' olurdu. q' q Burada p', q ' nin 2 katı olduğundan p' çift bir sayı olur. Oysa çift bir sayının karesi çift bir sayı, tek bir sa­ yının karesi tek bir sayıdır. Su halde, p çift bir sayı olur. Yani p = 2r'dir. 2q' = p' = (2r)' = , q ' = 2r' Jl2

=

...E._

Aynı düşünce ile bu defa q 'nun bir çift sayı olduğu anlaşılır. Böylece _E_ nun 2 ile sadeleştirilebilen bir ke­ q

sir olduğu görülür. Oysa

..L sadeleştirilemeyen bir ke­

q sir kabul edilmiş idi. Bu yüzden Jl2 irrasyonel bir sayıdır. Gerçekten, Jl2 = 1 ,4142 1 3 526 . . . devirli olmayan ondalıklı bir sayıdır. Benzer şekilde v'3 , (5 , 3 v'2 sayılarının da irrasyonel olduğu kolayca gösterilebilir. İ. S. , seçilen uzunluk birimi ne olursa olsun bu birim veya bunun kesideriyle tam olarak ölçülemeyen uzunluklara tekabül eder. Buna göre bir irrasyonel sayı ile ifade edilen bir uzun­ luğun, seçilen birim cinsinden ölçüsünde daima bu birim i le ölçülemeyen bir parça kalır. Mesela, şekilde AB = BC = ı olmak üzere AC = (2 dir. AC uzunluğu içinde AB'nin hiçbir kesrinin tam katı bulunmaz. c

VA= B VA± VB = o

YA+ Y B = C \ YA+ Ya= - c 1 J1A Ya= C 1 VA - Ya = c

1

A

-

İRRASYONEL SAYILAR : p E Z ve q E Z*

=

Z

aralarında asal iki sayı ol�ak üzere şeklin­ {o} q de ifade edilemeyen sayılara İ. S. denir (Burada tam .E._

Z,

sayı lar, Z*, sıfırı içine almayan tam sayılar cümlesini gös­ termektedir ) . .E._ kesirli sayıları ile devirli ondalıklı sayılar ara­

q sında bire bir örten bir eşierne olduğu bilinmektedir. Bu p şeklineşlemeden, devi rli ondalıkla olmayan sayıların q de bir kesire eşit olmadıkları anlaşılır. Su halde, devirli ondalık lı olmayan sayılar İ. S.' dır. Değeri, V2s =

5,

/-

l _!!_

4

=

_2_ gibi rasyonel bir 2

sayıya eşir olmayan köklü bir sayı irrasyoneld ir.

Köklü olmadıkları halde, rasyonel olmadıkları çeşidi ve çok güç yollarla gösterilebilen başka İ. S. da vardır. Mesela n = 3,141 592654 . . . ve e = 2,718281828 . . . bu sayılardandır. Böylece iki cins irrasyonel sayı olduğu görülür : } 2, 3v'2 gibi olan İ. S.'a cebirsel İ. S. , n ve e sayı ları gibi olanlara transandant İ. S. denir. Birinciler, katsayılı denklemlerin kökleridir. Mesela : ' x 2 = O x = ± Yz dir. :re ve e sayıları için böyle bir denklem yazılamaz. -

İRTICA (yeni ter. Gericilik) , toplum içinde bazı yeniliklere ve değişikliklere karşı çıkan ve eskimiş kötü kaide ve inanışiara bağlı kalan kimselerin geriye dönmek istemeleri ; önemini yitirmiş, yıkılmış kurumları yeniden diriltmeye, savunmaya çalışanların geriye dönmek için baş

İRTİCA - İRTİŞ vurdukları sosyal davranışlar ; Osmanlı İmparatorluğu'nun bozulan düzenini inkı hip ( reform ) larla düzeltme çabalarına karşı girişilen di renme hareketleri ve ayaklanmalar. Değişme hali nde bulunan toplumlarda kendi özel şart­ larına göre i : ı n birbi rinden ayrı mana ve ifadeleri vardır. Orta (ağ yaşayışını ve ekonomi sini bı rakarak yeni bir ya­ şayış çağına gi ren ve yeni üretim metod ları ile çalışan bir toplumda, eskinin yaşayış ve si stemlerini diri ltmek ve sa­ vun mak bir çeşit İ.'dır. Cumhuriyet rej imi içinde yaşayan bir toplumda krallık veya su ltan lık rej imini geri getirmeye, Halifeci liği i h ya et'll e ye çalışmak İ.' dır. Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet devirlerinde çeşitli İ. örneklerine rastlanmaktadır. XVI. yüzyılın sonunda birçok müesseseleri ile zayıf­ lamaya ve gerilerneye başlayan Osmanlı İmparatorluğu'nu yeni bir düzene sokmak için çeşitli alanlarda, çeşitli teşeb­ büslere girişilmiştir. Genellikle yenilik taraflısı padişahların önayak oldukları bu gibi ça balara, çıkarlarına dokunulan bazı devlet adamları ile bunların desteklediği veya kışkırt­ tığı ocaklı lar, med reseli ler karşı koymuş lardır. Bu engelle­ melerde özellikle teşki latları bozu lduğu için yeni bir eğitime tabi turulmayı istemeyen askeri ocak lar önemli rol oynamış­ lardır. Halk, bu gerici direniş ve ayaklanmalara katılma­ mıştır. Osmanl ı İmparatorluğu çağındaki İ. hareketlerinin başlıcalarından biri Gen ç Osman olayıdır. Bozulan Yeniçeri ve Sipahi ocaklarını ortadan kaldırmak ve yerine Anadolu, Suriye, Mısır Türkleri ile Türkmenlerden bir ordu kurmak isteyen ll. Sultan Osman (b. bk. ) , i lmiye sınıfının siyasi ve mali kudret ve nüfuzunu kırmak, kıyafette değişiklik yapmak, yeni kanunlar koymak i stemiştir. Hacca gitmesi söz konusu olduğu bir sırada, Yeniçeri ve Sipahi ocakları, il­ miye sınıfının alt sırasında bulunanlarla birleşerek 1 8 Mayıs 1 62 2 'de ayaklanmışlardır. İsyancılar, Genç Osman'ın kayın­ pederi bulunan Şeyhülislam Esad Efendi (b. bk. ) den fetva alarak padişahın hocası Ömer Efendi'nin evini yağma etmiş­ ler ve 19 Mayısta Atmey.d anı'na yürüyerek bazı devlet adamlarını öldürmüşlerdir. Daha sonra saraya girerek I. Mustafa'yı tahta çı karan ve Sadrazam Dil iver Paşa (b. bk. ) yı öldüren Yeniçeriler, 20 Mayıs günü de isyan sırasında Yedikule'ye götürülen Genç Osman' ı feci bir surette öldürmüşlerdir. Osman lı İmparatorluğu çağındaki İ. hareketlerine ka­ tı labi lecek daha başka örnekler olarak Kadızadeliler isyanı (b. bk. ) , Patrona Halil (b. bk. ) , Kabakçı Mustafa ( b. bk. ) isyanları, Alemdar Mustafa Paşa (b. bk. ) olayı ve 3 1 Mart vak'ası (b. bk. ) gösteri lebilir. Cumhuriyet devrinde ise Şeyh Said isyanı (b. bk. ) , Menemen'deki Kubi lay Olayı (b. bk. ) v e son yıllarda Said - i Kürdi 'nin (Nursi diye a d takınarak) yürüttüğü Nurculuk hareketi v. b. gibi davranışlar İ. örnek­ leridir. ihti lalci sosyalistlerin, Marksçı, Leninci, Maocu anar­ şisrierin «devrimcilik» perdesi altında milli ve dini gelenek, görenek, inanış ve müesseselere, milli davranış ve hareket­ lere İ. damgası vurmak yolunda çaba harcamaları , sık sık baş vuru lan bir komünist taktiğidir. Gerçek İ. ile bu çeşit kasıtlı küçültme ve karalamaları birbirinden ayırmak gerekir.

İKTİCAL (Ar. ) , hiç üzerinde çalışılmaksızın ve ez­ berden okuyormuşçasına bir sanat eseri ( beste, şiir, hitabe v. b. ) meydana getirme. Türk musikisinin son zamanlara kadar yalnız İ. 'de kullanı lan iki tanınmış formu için bk.

221

TAKSİM ve GAZEL. Bazı bestekarlarımız ( A rif Bey, Şevki Bey, L. Atlı, Arel ) , bir okuyuşta, İ.'en beste yapmakla tanınmışlardır. Batı musikisinde (caz hari ç ) İ . ' in, Tüık musikisindeki genişliği olmamıştır. Fakat gene de ünlü org İ. 'ci leri yetişmiştir.

İRTİFAK HAKKI, taşınır, taşınmaz mallar veya bir hak veya mamelek üzerine tesis olunan sınırlı ayni haklara genel olarak verilen ad. İ. H. , bir taşınmaz mal lehine diğer bir taşınmaz mal üzerine bir külfet olarak yüklenebi leceği gibi, bir şahıs lehine olarak diğer bir taşı­ nır taşınmaz mal veya bir hak veya mamelek üzerine de tesis olunabi lir. Mülkiyet hakkı, malike, mülkü üzerinde kaide olarak en geniş anlamda tasarruf yetkisi verir. Halbuki İ. H . sa­ hibinin yetkisi, tan ınan İ. H.'nın niteliğine göre sınırlıdır. Bu itibarla, ayni bir hak olarak mutlaktır, fakat mülkiyet hakkı gibi tam deği ldir. Diğer taraftan, taşınır taşınmaz malı veya hakkı, mameleki üzerinde bir diğer kişi veya taşınmaz mal lehine külfet yüklenen malik de, mülkiyet hakkının kendisine tanıdığı tasarruflardan, İ. H.'nın nev'­ ine göre, az çok feragat etmek, haklarının bir kısmını kullanamamak, d iğer tarafın , kendi mülkünden yararlan­ masına müsaade etmek zorunda kalır. Bir taşınmaz mal lehine tanınan İ. H. , o taşınmaz malın malik değiştirmesiyle ortadan kalkmaz. Buna muka­ bil, bir kişi lehine tanınan İ. H. i se, o kişinin ölümü ile son bulur. Taşınmaz mal lehine diğer bir taşınmaz mal üzerine tesis olunan İ. H. 'na ayni İ. H. , şah ı s lehine ta­ nınan İ. H.'na da şahsi İ. H. denir. Müriı r hakkı, ayni İ. H . ' na ; intifa ( yararlanma ) , sükna (oturma) hakları da şahsi İ. H.'na örnek olarak gösteri lebi lir. İ. H. , ya kanundan ( kanuni intifa veya şuf'a hak­ ları gibi ) veya hukuki muameleden doğar. Hukuki mua­ meleden doğan İ. H. 'nın geçerli olabilmesi için, sözü edi­ len hukuki muamelenin, tapu memuru tarafından yapılması ve sonra da tapu siciline tesci l olunması gerekir. İRTlKAP, devlet memurlarının, memurluk sıfatiarın ı veya görev lerini kötüye kullanarak kendilerine veya başka­ larına haksız menfaat sağlamaları veya bu konuda vaad al­ maları karşılığında kullanılan bir ceza hukuku terimi. Türk Ceza Kanunu'nun 209 ve 2 1 0. maddeleri, İ . ' ın ya icbar ( zorlama ) , ya ikna ( iğfal) veya diğerinin hatasından yarar­ lanarak vuku bulabileceğini tesbit etmiştir. Memura veya onun gözettiği başkasına menfaat sağlayan veya vaad eden kişi, icbar halinde, meşru olmadığını bilerek fakat memu­ run tazyiki dolayısıyle, ikna halinde meşru olmadığını bil­ meyerek fakat menfaatin sağlanması (paranı n ödenmesi ) gerektiği hususunda inandırı lmış (iğfal edilmiş) olarak, üçüncü halde ise, kendiliğinden düştüğü hata sonucu ola­ rak hareket etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun 209. maddesine göre, icbar suretiyle vuku bulan İ. halinde, memura 3 yıldan 5 yıla kadar hapis ve o kadar müddet memuriyerten malırumiyer cezaları verilir. ikna halinde 1 yı ldan 3 yıla kadar hapis ve memuriyerten muvakkaten malırumiyer cezaları, hata halinde ise 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası söz konusu olmaktadır. Ödenen veya vaad olunan para ve menfaatin az olması halinde ise, sözü edilen cezaların yarısı takdir olunur. lRTİŞ ( Coğ. ) , Sibirya'da bir ırmak. Ob' ırmağının sol kolu. Uzunluğu 2 970 km dir.

222

IRUN

-

ts MU REKKEBİ

IR U N ( Coğ. ) , İspanya'da Guipu zcoa provincia ( eya­ ler) sında, Bidassoa ( İsp. Bidasoa ) nehrinin sol kıyısında, İspanya ile Fransa arasındaki sınır üzerinde bir kasaba. Nüfiısu 29 SOO ( 1 966) dür. IRVING [Çvitl ] , Washington (New York 1 7 8 3 Sunnyside, N e w Y o r k 1 8 5 9 ) , Amerika lı yazar. Daha üniversite öğrencisi iken yazı yazmağa başla­ mıştır. Babasının 1 8 1 5 d.­ rihinde iflası üzerine ge­ çimini bütün bütün kale­ miyle kazanmak zorunda kalmıştır. 1 804 - 1 806 ve 1 8 1 5 - 1 8 3 2 yılları arasın­ da özel olarak Avrupa'da yaşamış ve son ra 1 842 1 84 ' tarih leri arasında da Amerika Birleşik Devlet­ leri'ni Mad rid 'de temsi l etmiştir. Amerikan edebi­ yatının Avrupa'da geniş W. IRVING kütlelerce okunan ilk tem­ silcisidir. Asıl başa rılı olduğu tarz denemedir. Yazar, İn­ giliz klasi izminin üsliıp incelikleri ile Alman Romantizmi­ nin pitoresk efsane motiflerini büyük bir ustalıkla bağdaştır­ ınayı bitmiştir. Buna en iyi örnek olarak Rip van Winkle (ad) ve Legend of Sleepy Hollow (Uyurlar Vadisi Efsanesi ) adlarını taşıyan eserleri gösteri lebi lir. I. bu iki eseriyle ayn ı zamanda Amerikan kısa hikayeci lik tarzının da yaratıcısı sıfatını kazanmıştır. Walter Scott'un yakın dostlarından olan sanatçı, Avrupa'yı romantik gözlükler ardından sey­ retmiştir ki bu teşhis özellikle eski İngiltere yönünden çok i sabetlidir. Sketfh Book (Müsvedde kitabı ) [ 18 1 9 ) adını taşıyan eseri bu bakımdan ilgi çekicidir. Ayrıca, yine aynı üsliıp ve esp ri içinde eski İspanya'yı tasvir eden Taleı o/ the Alhambra (Elhamra hikiyeleri ) ( 1 8 3 2 ] adlı bir ki tabı da vardır. Doğduğu ve yetiştiği şehir olan New York'un sakin ve tabii olarak kuvvetli şekilde Hollanda karakteri taşıyan geçmişi ile işten başka düşüncesi olmayan hareketli ve maddi hali, yani Yankee' liği arasındaki çelişkiyi ince nük­ telerle anlatan History o/ New York ( New York'un tarihi ) ( 1 809] adlı eserinde de bu havayı buluruz. Ayrıca seyahatnameleri ve biyografi leri de vardır. Diğer önemli eserlerinden bazıları şunlardı r : Bra�e­ bridge Hall (yer adı ) [ 1 8 22] ; Taleı of a TraveJJer ( Bir seyyahı n hikiyeleri ) [ 1 8 24 ) ; Cristophorus Colombus, Mu­ hammed, George Washington v. b. hakkındaki romantik biyografi leri altı cild olarak yayın lanmıştır ( 1 8 5 5 1 8 59 ) . •

ts MÜREKKEBI, siyah renkli bir mürekkep cinsi. Yurdumuzda, Avrupa tarzı mürekkepten önce kullanı lan İ . M.'ni Çin (veya çin i ) mürekkebi ile karıştırmamalıdır. Bu mürekkebin yapı tışı ve kullanı lma yerleri çok ayrıdır. i. M.' nin terkibindeki is ; bezir yağı, balmumu, neft yağı gibi yakılınca i s veren maddelerden elde edi lir. Çıra­ dan ve zeytin yağından çıkan is, çok yağlı olduğu için makbul sayılmaz. Son devirde gaz yağından elde edilen is, mürekkep yapımında kullanılmış ve çok iyi sonuç vermiştir. İs, eskiden şöyle elde edilirdi : Birkaç toprak çanağa halis bezir yağı konulur ve çanaklar rüzgirsız bir yerde ıı.ğız seviyesine kadar gömülür. Içine kısa bir fitil konur

İS MÜREKKEBİ : A. Mürekkep şi şesi ; B. Silindir biçiminde divit ; C. Rıhdan ; D. Li ka ( bk. HOKKA ) ; E. Rıh ve yakılan çanakların üzerine birer başka çanak kapaıılır. Hası l olan i ster, yanmadan üstteki çanaklar kaldırı lır ve bir kuş kanadı tüyü ile kağıda alınır. Aynı usule devam edilerek tqplanan i s l er, mesametlı birkaç kağıda sarıtıp ekmek hamuru içinde pişirilir ve ihtiva ettikleri yağdan kurtarılır. Yağlı is, yapılacak mürekkebi bozduğu için, ki­ ğır tarafından böylece tutulmuş ol ur. Fişerken hamurun çatiarnası isi yakacağından, pişirme arneliyesi ateşi çekil­ miş fırında yapılır. E lektriğin bulun madığı devirlerde, cam i lerde yakı­ lan yağ kandi llerinin isierinden de adi mürekkep yapımın­ da yararlanılırdı. İ stanbul'da is çıkarmayı meslek edinmiş esnafın işlettiği ishanelerden ikisi, eskiden Eğrikapı'da Tekfur Sarayı yanındaydı. Devrimizin son hattatları, mürekkeplerini hazırlamak i çin zahmetli yol lardan i s elde etmek yerine lastik boya­ mak maksadıyla Avrupa'dan gelini len hazır i s ieri kullan­ makta iseler de, bundan yapılan mürekkeplerde eski İ . M.'nin güzelliği bulunmamaktadır. İ . M.'nin terkibine giren ve onu kağıt üzerinde tesbit eden Arap zamkı ( Fr. gomme arabique) nın en iyisi, Su­ dan'dan gelen Cel labi cinsidir. Cidde'den gelen Arap zamkı da makbul sayılır. İyi zamk, soğuk su ile ısiatıldığında bir gecede erimeli ve iplik gibi uzamamalıdır. İ . M. yapı lmasında kullanı lacak olan zamk eriyiği boza kıvamında hazırlanır. İçindeki yabancı maddelerden temizlenmesi ıçın bezden geçirilecek süzülür ve aylarca beklettilecek çürüıülür. Eskiden İ . M. terkibine giren bir başka madde de zaç - I Kıbrısi (bakır sülfat) dir. XVIII. yüzyıla kad ar ya­ zılan sanat eserlerinin birçoğunda, kahverengimsİ bir h ale­ nin harflerin etrafını çevirdiği görülür ki bu, zaç - ı Kıb­ rısinin kağıt üzerinde yaptığı tahribarın sonucudur. Bu se­ beple mürekkep terkibinden çıkarılmıştır.

ls MÜREKKEBİ Zaman zaman İ. M.'nin terkibine giren diğer maddeler şun lardır. Demir kırıntısı, saf ran, sabr - ı sükotara, ef­ tinum, efsintin, j engir, si rke, nöbet şekeri , milh - i ende­ runi ( Hacı Bektaş tuzu ) , Lahur çividi, surh, anzurut, ka­ furu, öküz kuyruğu çiçeği, misk, sarı zırnık, Musul mazısı, şap, rastık, yağ toprağı, sığır ödü, meyan balı, nişadır, ka­ raduz, mazı suyu, gül suyu, kına suyu, nar kabuğu suyu, mersin ağacı meyvesi suyu, koruk suyu, katır tırnağı çiçeği suyu, asma yaprağı suyu . . Bunlar arasında bulunan bitki su larından bazı ları, mürekkebin akıcılığını sağlamak için konulmakta idi. An­ cak, �af suyun bu hususta hepsinden fazla tcrcihe layık olduğu anlaşılmıştır. İ. M.'i yapmak için pek çok · formüller, zamanımıza kadar yazılı olarak gelmiştir. Bu mürekkebin yapım tarzı, zaman la değişmiş ve niha­ yet en gelişmiş şeklin i�, zamk eriyiği, saf su te rkibi olduğu an laşı lmıştır. Klisik tarzı ile mürekkep yapan He zarfen Hattat Necmeddin Okay (b. bk. ) dan öğrendiğimiz .yapı m tekniği şöyledi r : Süzülmüş ve bekleti lmiş boza kıva­ mındaki Arap zamkı eriyiği havana konup, içine azar azar is atılarak tokmak yardımıyla zamka yedirilir. İs ha­ va landığı için bi rden konulmayıp yavaş yavaş karıştırılır ve tokmakla dövülmeye başlanır. Arada koyuldukça, su ilavesiyle daima boza kıvamı muhafaza edilir. Mürekkebin kalitesi, isin iyice ezilip zamkın içinde hallolmasına bağlı­ dır. Bu da gün lerce dövmekle sağ lanır. Bir havan mürek­ kep yapmak için aş. yu. beş yüz bin defa tokmaklanması icap eder. Eskiler seksen bin tokmak vurmak icap ettiğini söylerler. İs ve zamk nisbetleri : Bir kısım is için dört kısım Arap zamkı konur. Zamk beş kısım olursa, bu mürekkeple yazı ldığında parlak görünür fakat akınıısı eksi lir, zor yazı­ lır. Zamanla çatlama ihtimali de vardır. Dört kısımdan az zamk konarak yapılmış mürekkeple yazılan yablara da el sürüldüğü vakit çı kar, siyahlık verir. Bu şeki lde yapılan mürekkep, çuhadan süzülerek için­ de yabancı bir madde kalmaması sağlanır ve yazının nev'ine göre 8 1 0 m i sli sulandırılarak yoğunluğu ayarlanır. E ski mürekkepçiler ken­ di lerinden alışveri­ şe gelen lere h angi nevi yazı için mü­ rekkep istedikleri­ ni sorarlardı. Çün­ kü sülüs için ayrı, ta'lik için ayrı, ne­ sih için ayrı kıvam­ da mürekkep bulu­ nurdu. Balmumu ve bezi r yağından ya­ pılan İ. M.'i, sulu olursa gri yerine deve tüyü r e n g i verir. Bezir isine başka maddeler i la­ vesiyle y a p ı l m ı ş mürekkeple yazılan yazı lara g ü n e ş t e yandan bakılınca İS MÜREKKEBİ : Süleymaniye rengarenk sörül ür. Camii'nde is menfezleti Tavusi adıyla anı-

-

lSA

223

lan bu mürekkebin terkibi şöyledir : 10 dirhem zamk, 1 5 dirhem mazı, 2 , 5 dirhem bezir isi, 20 di rhem zaç, ı dirhem safran, 0 , 5 dirhem şap , 0 , 5 di rhem karaduz, 0 , 5 dirhem j engar. İ. M.'nin çok kullanıldığı geçen yüzyı l larda, havanda fazla dövmek imkinı bulunamazsa, az dövülmüş mürekkep kapalı bir kap içinde çok açılıp kapanan kapı lara (özellikle hamam kapı ları ) veya develere ası larak, hareket halinde, sarsıntı ile terbiye olması sağlanırdı. E skiden imza yerine kullanı lan mühürleri ka rarımak ıçın, is•ampa vazifesini gören kütle halinde kurutulmuş İ. M. , cepte mühürün yanı sıra taş ı n ı r, icabında nem ien­ dirilerek kullanılırd ı . Bunu da kuru mürekkep adıyla yine mürekkepçiler satardı. Sanat eserlerin i yazmak üzere kullanılan mürekkep, kendi kendine kurumaya terk edi lirdi. Diğer yazı ların kurutulması için yazının üzerine rı h (veya ri k) denilen bir çeşit ince kum dökülürdü. Bir ara, yaldız gibi parı ltılı bir rıh cinsi kul lanı lmıştır. Bun lar, mü rekkebin arası nda kağıda yapışık kalır ve hoş bir manzara gösıeri rdi . Geçmiş yiizyıl larda okur yazar zümrenin hokka içinde daima yanında taşıdığı İ. M.'nin. zaman la hiçbir suretle solmadığından batı usulü mürekkebe karşı çok üstünlüğü vardır. Lakin tabiatıyla bugünkü kalem sisteminde ku lla­ nışlı olamaz ; kamış kalem için mükemmeldir. Modern çağ­ da çıkan siyah boyaların hiçbiri onun yerine konamaz. Çünkü bu mürekkep bir is süspansiyonudur, yani is parça­ cıkları erimeden zamkın yardımıyla suda asılı kalmışlardır. Aharlı kağıda yazıldığı vakit yüzeyde kalır, silinip kazın­ mağa, hatta yalanmaya elveriş lidir. Bu hal ise, eski sanat yazılarımız için gerekli bir husus olup, okumuş yazmış kimseler hakkında kullanılan «fazla mürekkep yalamış» ta­ biri de buradan gelir. İ. M.'nin bu meziyetine karşı lık, bugün kullandığı­ mız mürekkepler solüsyon oldukları için, aharlı kağıdın bile dokusuna nüfuz ederek, si linmek, kazınmak ve yalan­ mak la çıkmazlar. Bundan dolayı sanat yazılarımız için kul­ lanılamazlar. - Uğur Derman

İSA ( Peygamber) , Hıristiyan dininin kurucusu, Hı­ ristiyanlara göre Allah'ın oğlu ve İbrani peygamberlerin geleceğini bildirdikleri mesih. Hayatı İncil' lerde anlatı lan l. hakkındaki bilgiler;n büyük kısmı efsaneler ve hikaye­ lerle karışıktır. Filistin 'de Betl1 lehem ( Beytüllahim) şehrinde Miladdan 4 veya 5 yıl önce dünyaya gelmiştir. Annesi Mer­ yem (b. bk. ) , Yusuf adlı bir marangoz ile nişanlı iken, Ceb­ rai l , kendisine bir çocuğunun dünyaya geleceğini haber ver­ miş ve doğacak olan bu çocuğun babasının Tanrı olacağını bildirmişti . I. , bu suretle ve 2 5 Aralık günü doğmuştur. Bu tarih, Hıristiyan dünyasının her y ı l tören ler ve eğlenceler­ le andığı Noel'dir. Bu şeki lde dünya}'a ge­ len l.'nın öldürülmesi söz ko­ nusu olmuş, bunun üzerine Yusuf, Meryem ile İ. 'yı alıp Mı sır'a götürmüştür. İ. , 30 yaşiarına geldiği sıralarda, kendisinde büyük bir manevi güç mevcut olduğunu sezme­ ye başlamıştır. İşte, buridan sonra yurduna dönmüş v e şe-

IsA

PEYGAMBER

lSA

2 24

-

İSA BEY CAMtl

hir şehir dolaşarak fikirlerini çevresine yaymaya çalışmıştır. Kudüs'te bulunduğu bir sırada ve bir perşembe gecesi, ken­ disine inanan arkadaşları ile birlikte bi r yemek yemiştir. Bu yemeğe « son yemek» adı veri lmiştir. Çünkü o gece, kendisine taraftarlık edenlerden Yudas, bir maddi çıkar karşılığı olarak, l:yı ele vermiştir. Yahudi dinini temsil eden oıoritelerce tevkif ed ilen İ. , Allah 'a hakareıle suçla­ narak bir makheme önüne çıkarılmıştır. Hakimieri n : «Sen Tanrı'nın oğlu musun ?» sorusuna : «Evet» cevabını verince ölüm cezasına çarptırılmıştır. İşte bu ceza sonucudur ki 7 Ni san 30 tarihinde çarmıha geri lecek öld ürülmüştür. Hı ristiyanlar İ . 'nın bu şekildeki ölümünden sonra göğe uçtuğuna inanırlar. Fakat i . 'yı kurtarmak için, kendi­ sine benzeyen bir başkasının çarmıha geri ldiği ve İ . ' nın bu suretle ö lümden kurtarıldığı şeklinde rivayetler de vardır. Hayatının birçok yönleri gibi, ölümü de müphem ve ka­ ranlıktır. Daha sonraki çağlarda tefsi rciler, bu ölüm ola­ yını ve rivayetleri « l . 'nın zahiri halini başka bi r insana naklederek İ . yerine o adamın çarmıha gerildiği» şek linde yorumlarlar. Yine sonraki devi rlerin eserlerinde i . , anne­ siyle olan münasebet leri dışında, aile bağları dışında bir varlık olarak yaşayan, evi bulunmayan, daima y ürüyen, gü­ neşin battığı yerde geceyi ibadetle geçiren, insanların bayrı ıçın hareketler yapan ve mucize !er gösteren bir gezgin ola­ rak gösterilir. i . ' n n adı eski man zumelerde çok geçer. Doğuşun un bir Tanrı mucizesi olduğu, Cebrail'in Meryem'e üflediği ruh bulunduğu, bu sebepten dokunduğu her yere canlılık getirdiği, ö lmüş insanları diri lttiği, körlerin gözlerini açtığı gibi hususlar çok ele alınmıştır. i . 'nın gökten inişi kıyamet alametidir. Gökten, Şam'da­ ki bir caminin minaresine inecek, Decca l'ı öldürecek, son­ ra kendisine inanan halk ile birlikte Tur'a çıkacak, fesat­ lıklar bittikten sonra yeniden şehre inecektir. i . müj de» anlamına gelen İndi'ini önce Celile ( Ga­ li laea) de, sonra Kudüs (Yeruşalayim) te va'zeder. Celile'de Taberiye (Tiberias ) gölünün kıyı larında söyledikleri arasın­ da dağ üzerindeki nutku, en önemlisidir. Bu nutukta say­ dığı mutluluklar, Allah ülkesine gi rebilmek için y erine getirilmesi gereken şartlardan başka bir şey deği ldir. Yine Celile'de büyük mesel ( Parabola) lerini anlatır ve ızııraplı ö lümün ü önceden bi ldirir. İ . halkın karşısında yeni bir dinin kurucusu olarak çıkmaz ; Musa' nın kanununu ve diğer İbrani peygamberle­ rin vaızlarını tamamlamaya geldiğini il an eder. Kendisini bu peygamberlerin geleceğini bildirdiklerini ve bütün İsrail tarihinin gelişini hazırlamış olduğu mesih o larak takdim eder. İnsanın mal ve mülke kalbini bağlamamasını gerek­ tiğini, adaleti , bar ışı, kalb temizliğini, insanların biribirle­ rını sevmesi gerektiğini ifade eder. Geleceğini bildirdiği ülkesi maddi deği l, manevi bir ülkedir. Etrafına topladığı şakirtlerin Al lah arasından seçtiği 1 2 ' sine havari, yani elçi adını veri r. Öğretisini birtakım mucizelerle kuvvetlendir­ miştir. Bk. HIRİSTİYANLlK. •

lSA BEY CAMlt, Selçuk'ta, XIV. yüzyıla aid mima­ ri bakımdan çok değerli bir Türk eseri. Bir kapısı üstünde, güzel bir hatla yazılı kitabesine göre İ . B. C. Aydınoğul­ ları'ndan İsa Bey (ölm. 1 3 9 1 ) tarafından H. 776 ( 1 37 5 ) da yaptırılmıştır. Tepesinde kalenin bulunduğu hakim tepenin batı tarafındaki eteğinde inşa edilen İ. B . C. , eski Erhe­ sos ( Selçuk) un yerini tutan Türk Ayasuluk kasabasının camii olarak tasarlanmışn. Bazı yayınlarda buraya verilen

İSA BEY CAM i i (Ayasuluk - Efes ) Selim Camii adı hiçbi r esasa dayanmamaktadır. Kitabede, mimarının Samlı Muşimiş oğlu Ali (Ali b. Muşimiş el ­ Dımışki ) olduğu da belirti lmiştir. Anadol u'da Türk sanat anıtlarının en önemli lerinden bi ri ol arak öteden beri dikkati ­ çekmiştir. H. 1 080 ( 1 669 - 1 670) de buraya gelen Evliya Çelebi , bu eseri «evsaf - ı cami - i ibret - n uma - yı Sultan İsa» başlığı ile uzun uzadıya an latarak, Şam'daki Ümeyye ( Emeviye) Camii'ne benzediğini belirtmiş, güzellik ve ihti­ şamını aksettirmiştir. Daha o devirde bile etrafı boşaldığın­ dan, cemaati pek azdı, sadece birkaç bademesi vardı ve sadece cuma günleıi ile başka belirli günlerde i çinde biraz kalabalık toplanıyordu. 1 0 Ekim 1 678'de İ . B . C:ni ziyaret eden Cornelis Le Bruyn, onun eski İoannes kilisesi oldu­ ğunu sanmış ve seyahatnamesinde iki de resmini yayınla­ mıştır. 184 2 'de Texier burayı harap olmağa başlamış bir halde görmüş, aynı tarihlerde Selçuk'a uğrayan E. Falkener, İ. B. C.'nin bugün artık kaybo lmuş bazı detaylarını göste­ ren resimlerini yayınlamıştır. Camiin bir ara orta kısmı duvarla bölünerek, burada ufak bir namaz mekanı meydana getirildiği, sonraları d a tamamen terkedilerek, harap olup yıkı lmağa bırakıldığı bilinir. Hatta mihrabın olduğu yerde duvar delinecek buradan içeri yükler soku larak bir kervan­ saray gibi de kullanılmıştır. Geçen yüzyılların sonlarında İlk Çağ Ephesos'unda inceleme ve kazı lar yapan Avusturya arkeoloj i grupu İ. B. C.'ni de incelemiş, fakat bazı koru­ yucu tedbirler ancak 1 934'te alınmıştır. Eserin büyük ölçüde tamirine 1 960' tan sonra girişilmiştir. İ . B. C. , bir yamaçta inşa edi ldiğinden, kuzey ve doğu cepheleri kısmen toprağa gömülüdür. Kı b le (güney ) duvarı ile batı yan cephesi ise bütün haşmetleri ile görü­ lürler. 48 m 68 X 5 6 m 53 ölçüsünde bir sahayı kaplayan eserin, geniş bir iç avlusu vardır. Bu avlu ile cami harimi­ nin birleştiği köşelerde evvelce tuğladan iki minarenin yük­ seldikleri sanılrr. Bunlardan bir tanesi 1 934'te yıkılınadan kurtarılmış ve bugün ayakta kalabi lmiştir. Diğerinin ise çok eskiden beri mevcut olmadığı ( Le Bruyn'ün resimlerinde tek minare görülür) bilinir. Belki de aslında İ . B. C. tek minareli idi ve diğerinin yerindeki merdiven sadece çatıya ve kubbelere çıkışı sağlamak üzere yapılmıştı. İçine mermer merdivenler ve muhteşem kapı lardan geçilen avlunun etra­ fında evvelce çepeçevre sütunl u bir revakın dolaştığı kalan izlerden anlaşılıyordu. Evliya Çelebi'nin bile birkaç sütunu­ n u yıkık gördüğü bu avlu revakı son y ı l larda yeniden y a­ pılmaktadır. Aslında cil:i.lı mermer döşeli olan avlunun ortasında bir şadırvan vardır. Avludan cami barimine geçişi sağlayan, girişten mihraba doğru uzanan iki bölümlü dehliz

İSA BEY CAM1l kare planlı çifte mekan halinde yapı lmıştır. Avludan içeri, iki sütunun ayırdığı üçlü bir açıklıkran giri l i r. Ortadaki çifte mekanın üstleri yüksek birer kubbe ile örtülmüşıür. Böylece burada, erken cami lerde görülen bir mimari düzen­ de büyi.jk bir yeni lik uygulandığı görülür. Ortadaki eksen dehlizinin yanında ona dikey olarak iki yana uzanan kanat· lar vard ı r. Bunlar bir sıra kalın gövdeli sütun ile en leme­ sine her biri ikişer nefe ayrılmıştır. Sütunların stalakti tli başlıkları (bir tanesi devşirmedir) ayerlerle süslen miştir. Bu yan kanariarın her bölümünün evvelce çifte meyilli çatılar ile örtülü oldukları, yan cephel erde hala duran alınlıklar­ dan anlaşılır. XVIII. yüzyılda bunların servi ağacından kirişleri vardı ve üstleri kurşun kaplı idi. İ. B. C.'nin en gösterişli kısmı, her ta rafcan görülebilen batı cephesidir. Bu heyberli cephe, eski harabelerden ( belki komşu Artemis mabedinden) devşiri len mermerler ile yapı lmış olmakla beraber, ramamen Türk - İslam sanat zevkini aksetti recek surette yapılmış ve süslenmişrir. En altta bir sıra kemerli hücre dizisi vardır. A v lunun yan cephesi i le harimin yan duvarı arasında, avl uya geçişi sağlayan muh teşem kemerli bir kapı yükselir. Bunun üstünde de tuğla minare bul un­ maktad ı r. Kapı nişi horozu stalaktirler ve yazı fri zleri ile bezenmiş, renkli mermer ler ile çerçevelen miştir. Aynı zarif v e iıinalı işçilik, pencere çerçevelerinde de görülür. Özel­ likle üsı pencerelerin içeriden ve dı şran mermer çerçeve­ leri son derecede zengin surette işlenmiştir. İ. B. C.'nin iç süslemesinin de aslında dış süslemesine uygun olacak derecede göz kamaştırıcı olduğu bilinmekte­ dir. Bugün bundan pek az iz kalmıştır. İç duvarların çini kaplaması tamamen yok olmuştur. Kubbelerin i ç satıhlarını süsleyen altın yaldızlı damgalı lacivert çini ler de kaybol­ muş, sadece kubbelerin pandantiflerinde bazı parçalar kal­ mıştır. Evliya Çelebi'nin güzellik ve sanat değerini övdüğü renkli taş kakmalar ile süslü mihrap buradan bir kapı açı­ lı rken tamamen tahrip edi lmiştir ( mihrabın hotozu İzmir'de Kestanepazarı camiindedi r ) . Falkener'in resimlerinin birinde bu mihrap sağlam hali ile görülür. Evliya Çelebi 'nin Sinop'ta Ulucami'ninkine benzettiği ceviz ağacından i şlenmiş m inberin de hiçbir izi kalmamıştır. İç süslemesini çok sa­ natlı parmaklıklara sahip mahfi l ler, pencereleri kapatan renkli alçı pencereler, altın yaldızlı nakışlar ve i ç duvarları çepeçevre saran geniş bir yazı frizi tamamlayan İ. B. C.'nin Türk ve İslim sanatları bakımından önemi şöyle özetlene­ b i li r : Burada isiamın en arkaik bir cami plinı yeni zevk ve imkanlardan faydalanılarak tatbik edi lmiş, böylece yeni ve değ i şik bir eser ortaya konulmuştur. Ortadaki eksen d ehlizi ve yanlardaki kanatları ile Şam'daki Emeviye Camii mimarısının ana prensiplerinin burada da kullanıldığı inkar olunamaz. Fakat bu eski şemanın üzerinde, Anadol u Türk sanatının yeniliklerine işaret eden gelişmeler de bera­ berce mevcuttur. Osmanlı devri Türk mimarisinin büyük camilerde kullandığı, pencereli, i çerisi revaklı şadırvan avlusu burada bir öncü halinde belirir. Minarenin, cami genel esreriğinde tamamlayıcı bir unsur olarak kabul edil­ mestde burada ilk örneklerinden birini vermiştir. Minare­ nin avlu - harim birleşme çizgisi üzerinde y ükselmesi pren­ sipi sonraları Türk sanatında çok kullanılmıştır. Uzun yıl­ ların ihmaline rağmen İ. B. C. , Anadolu Türk sanatının değerli eserlerinden biri olmak evsafın ı korumakta ve bu İlk Çağ sanat merkezindeki antik anıtlar ile boy ölçüşebi­ lecek bir sanat varlığı olduğunu belli etmektedir.

-

İSA ÇELEBİ

Zi5

ISA BEY CAMit, Yugoslavya'da, Üsküp'te, Türk hakimiyeti devrine aid bir eser. İ. B. C. güç okunan kitabe­ sine göre, H. 880 ( = 1 4 7 5 - 1476) de, Gazi İshak Bey oğ l u Bosna Beylerbeyi İ s a Bey tarafından yaptırı lmıştır. H. 890 ( 148 5 ) tarihli bir vakıf kaydından öğreni ldiğine göre, İsa Bey'in oğ lu Mehmed Çelebi, Edirne yakınındaki bir köyü de babasının bu hayratına vakfetmişrir. Güzel ve itinalı bir taş ve tuğla işçiliği ile yapılan İ. B. C.'nin beş bölüm­ lü bir son cemaat yeri vard ı r. Ayn ı eksen üzerinde sıralanan kubbel i iki mekanın yanlarında ikişer tabhane odaları bu­ lunmaktadır. Plan bakımından İ. B. C. genellikle imaret deni len zaviye - camiler tipinin güzel bi r örneğidir. Eser 1 963 depreminde zarar görmüştür. . .

İSA BEY CAMii (Üsküp)

ISA ÇELEBI ( 1 380 ? - 1404 ) , Osmanlı şehzadesi ve saltanat müddeisi. Sultan Yıldırım Bayezid (b. bk. ) 'in 3. oğludur. 2 8 Temmuz 1402 Ankara feliketinden, baba­ sının Timur'a esir d üşmesinden az sonra Bursa'yı ele geçir­ miş ve orada saltanat sürmeye başlamıştır. Bizans'ın en büyük ailelerinden birine mensup olan İoannes Tunteres'in kızıy le evlenmiştir. Ankara Muharebesi'nde muharebe mey­ danını terk etmiş, Karasi ( Balıkesir) ye kaçmış, Timur kuvvetleri çekilince Bursa'yı işgal etmiştir. Musa Çelebi, 1403 Man'ında babasının cenazesi ve Timur'dan aldığı sal­ tanat menşuru ile gelince i. Ç. , geçici olarak Bursa'yı bırakmış, Fakat az sonra gene Bursa'ya girmiştir. Osman­ oğulları 'nın taht şehrini elinde tutmakla beraber çok az askeri vardı ve ordunun en değerli kısmı Rumeli'de ağa­ beyi Emir Süleyman'ın id a r e s i n d e idi. Onun iç i n Sivas ta­ raflarındaki küçük kardeşi Mehmed Çelebi ile bile müca­ deleye m uvaffak olamadı. İ. Ç. , Musa Çelebi gibi Yıldı­ rım'ın Germiyanoğlu Devlet Harun'dan doğan oğlu idi. Devlet Hatun, ana taraf ı n d an Mevlana'nın torunu olduju

226

İSA ÇELEBİ

-

ISABEL DE VALOIS

ı ç ı n , bu iki şehzade aynı zamanda Mevlana'nın da torunu oluyorlardı (Mevlana'nın oğ lu Sultan Veled'in kızı Mutah­ hara Hatun'un kızı Devlet Haıun'un oğu lları ) . Bununla bı:raber bu sı ralarda Musa Çelebi, ana - baba bi r kardeşi İ. Ç.'yi Bursa'dan atabilmek i çin Germiyan ve Karaman saray larında dolaşıyordu. Ama İ. Ç.'ye kesin darbeyi diğer kardeşi Mehmed Çelebi vurmuştur. Mehmed Çelebi , Ulu­ bad meydan muharebesinde ağabeyini bozmuşıu. Bu rsa i le Karasi 'yi elinden almıştır. İ. Ç. , Yalova yoluyle Bizans'a, oradan Edirne'ye ağabeyi Emir Süleyman'ın yanına gitmiş­ ti r. İ. Ç.'nin en büyük destek leyicisi olan Sarı Timurtaş Paşa, Mehmed Çelebi 'nin eline geçmiş ve öldürülmüşıür. Emir Süleyman , İ. Ç.'ye asker vererek Bursa'yı Mehmed Çelebi ' den almak istemiştir. Çanakkale'yi geçen İ. Ç. , An­ kara'nın kuzey - doğusunda Beypazarı'na gelmişti r. Orada Karaman lı lar'la çarpıştıktan sonra Bursa'ya dönmüştür. Fa­ kat iyice kuvvetlenmiş olan Mehmed Çelebi ' den Bursa'yı alamamış, gene kardeşine yenilmiştir. Kasta monu'ya gidip İsfendiyar Bey'e sığınmışıır. Onunla müşıereken hareket ederek Mehmed Çelebi 'den Ankara'yı almak i stemiştir. An­ cak Gerede meydan muharebesinde yeni lmiştir. Kastamo­ nu'ya dönmüş ve kardeşi Mehmed Çelebi 'nin Amasya'ya gittiğini haber alınca tekrar Bursa ön lerine gelmiştir. gene yenilmiştir. Bu dda Aydınoğlu Cüned Bey'e sığınmış. Ay­ dın, Saruhan, Menreşe beyliklerinden birlikler almıştır. Fakat koa lisyon, Mehmed Çelebi tarafından dağm lmrştır. İ. Ç , Karamanoğlu'na sığınmak üzere Karaman ' a gidip yeni bir teşebbüse girişmiştir. Eskişehir'e gelmişse de, ya­ kalanarak öldürülmüştür. Bursa'ya getirilip babasının yanı­ na gömülmüşıür.

İSA EFENDİ, Sütçözide (ölm. 1 6 28 ) , Türk beste­ karı. Zamanımıza bir Darb - ı Fetih Saba Peşrevi ile bir Malılır Yürük Semai 'si ( Uşşak senin hüsnüne kurban ol­ sun ) kalmıştır. Çok güzel sesiyle tanınmı ş, 50 kadar dini ve dindışı saz ve söz eseri bestelemiştir. Oğlu Süıçüzade Hafız Abdül latif Ali Efendi de tanın­ mış bestekarlardandır. Halveti şeyhi Ümmi Sinanzade Ha­ san Efendi'ye kapı lanmıştır. İlahi bestekarı olarak ün yap­ mıştır. Hac maksadıyle Mısır'da bulunurken orada 1 689'da ölmüştür. Sair olarak ( mahlası : Hafı z ) da tanınmıştır. İSA KAPlSI, İstanbul'da, Cerrahpaşa semt i nde X V I . yüzyı l başlarına kadar d uran bir kapı veya b i r kemerin adı. Halk ağzında Ese Kapısı şekline giren İ. K.'nın nasıl bir kapı olduğu ve nereye geçit verdiği bi linmez. Genellik­ le kabu l ed ildiğine göre, bu I V . yüzyılda İmpa rator Cons­ tantinus tarafından yaptırılan ve Haliç'ıen Marmara'ya ka­ dar uzanan şehrin kara tarafı surlarının bir kapısı idi. V. yüzyılda bugün hala görülen surlar, Theodosius tarafı ndan yapıldıklarında, daha doğudaki eski duvarlar yıkılıp kal­ d ı rı lmış, fakat bu kapı bir hatıra olarak yerinde bırakıl­ mıştır, den i l mekted i r. Fakat bu h ipotezi doğrulayacak bir dayanak yoktur. İ. K. gerçekten Consıantinus surlarından kalmış bi r kapı olabi leceği gibi, Bizans devrin i n kemer şeklinde ayakta ka labi lmiş bir yapı kalınıısı da olabilir. Biçimi ve mahiyeti bilinerneyen bu kapı veya kemer, l l . Bayezid devrinde İstanbul'u harap eden H. 9 1 5 ( = 1 509) depreminde yı kılmıştır. İ. K. veya Bab - ı İ sa deni len yerin yıkı ldığı o depremi anlatan kroniklerde bildirilmek­ tedir. Bu semtte bulunan eski bir Bizans şapeli harabesi ise, XV I. yüzyıl içerilerinde İbrahim Paşa tarafından mes­ cide çevrilerek yanına Mimar Sinan eliyle çok güzel bi r

de med rese yaptırılmıştır. Uzun süre Manastır Mescidi adı ile tanınan bu küçük külliye, sonra ları İ. K. mescidi ve medresesi olarak adlandı rılmıştır. Bugün semtin adı hala İ . K. veya bozulmuş şekli ile Ese Kapısı'dır.

ISAAK I. , Komnenos (ölm. 1 06 1 ) , Bizans impara­ toru ( 1 057 - 1 0 5 9 ) . Studiu manasııcında ö lmüştür. Make­ donra imparator sülalesinin sona ermesinden sonra Patrik Mikhail I . Kerrul larios, l . ' ı tahta çıkarmıştır. I. Selçuklu­ lara, Macarlara ve Peçeneklere karşı başarı ile direnmiş, fakat kiliseye aid malların haczinden dolayı patrikle arası açı lmıştır. Patriği aziedince bir ihtilal çıkmış ve I. tahttan feragata zorlanmıştır. ISAAK II. , Angelos (ölm. 1 204 ) , Bizans impara­ toru ( 1 1 8 5 - 1 1 95 ve tekrar 1 203 - 1 204 ) . I . Andronikos'a karşı imparator ilan edilmiş ve Angeloi adı verilen zayıf sülaleyi kurmuştur. Evleomeler yolu ile I . , Macaristan ve Sırhi stan ile barışı sağlamış, Bulgari stan'ın 1 1 87'de impara­ torluktan ayrı lmasına engel olamamıştır. I. 1 1 89'da Sela­ haddin ile ittifak kurunca I . Friedrich Barbarossa ile I . ' ı n arası açılmıştır. Memuriyederin satılması ve vergi suistimali yüzünden devlet gitti kçe daha zayıf duruma düşmüş ve I.'ın kardeşi III. Aleksios I . ' ı tahttan indirecek yerine geçmiş ve kardeşinin gözüne mil çekıirmişıir. I . halk tarafından tekrar tahta çıka rılmış, fakat Venedikli ler 1 203'te I.'ı oğlu IV. Aleksios'u imparator ortağı olarak tahta çıkarınağa zorlamışlardır. Ocak 1 204'te halk, III. Aleksios'un damadı V. Aleksios Dukas Murtzuphlos'un teşvikiyle isyan etmiş ve Laıinlere karşı çok müsamahal ı imparatoru tahtından indi rmiştir. ISABEL DE BORD O N [iıab�l de borbpn] ( İsp. ; Fr. Elisabeth de France) ( Fonıainebleau 1 602 - Madrid 1 644 ) , İspanya kraliçesi, Fransa kralı IV. Henri ile kraliçe Maria de Medici'nin kızı. Sonradan İspanya kralı IV. Felipe olan Principe de Asturias (Asıurias p rensi, yani veliaht) i le 1 62 1 'd e evlenmiştir. İspanya başbakan ı Olivares konıu ve dukasının siyasi sistemine karşı cephe alarak bu zatı düşü­ rüneeye kadar uğraşınışıır ( 1 640 ) . !.'in kızı Maria Teresa sonradan Fransa kralı XIV. Louis ile evlenmiştir. İspanya kraliçesi olarak çok sevi lirdi.

ISABEL DE FARNESIO [iJabf! / de /arn � Jio] (İsp. ; İra. Eli sabetra Farnese) ( Parma 1 692 - Mad ;id 1 766) , İspan­ ya kral içesi . Parma prensesi v e Parma dukası ll. Edoardo'­ nun kızı o larak dünyaya gelmiş ve 1 7 14'te İspanya kralı V. Felipe ile evlenmiştir. Başbakan A lberoni'nin nasihatle­ rine uyarak kocası üzerinde büyük bir n üfuz kazanmıştır. Kral Felipe tahttan feragat ettikten sonra oğlu I. Luis ö lünce ( 1724) I. kocasını tekrar tahta çıkınağa zorlamıştır. ISABEL DE VALOIS [iıab, l de va/�] ( İsp. ; Fr.

Elisabeth de France) ( Fontaineble au 1 54 5 - M adrid 1 568 ) , İspanya kraliçesi. Fransa kralı Il. Henri ile kraliçe Caıerina de Medici' n i n kızı. Önce İngi ltere kralı VI. Edward i le, daha sonra da j spanya kralı Il. Felipe'ni n oğl u Carlos i l e nişan lanmış, fakat Il. Felipe, eşi İngi ltere kraliçesi Mary Tudor ölünce, Caıeau - Cambresis Muahede­ si'ni yaparak I . ile evlenmiştir ( 2 2 Haziran 1 5 5 9 ) . I.'in

büyük kızı I sabel - Clara, Fransa tahtına hakları olduğunu i ddia etmişti r.

ISABEY

-

I SERE

227

ISABEY � [izah�] , Jean Hapliste (Nancy

reye aid ıapınaklar, yirmi yılda bir sedir tahtasından yeniden inşa edi lerek eski mimari geleneği devam ettirir.

1 767 - Pari s 1 8 5 5 ) , Fran­ sız ressaım ve minyaıür­ cüsü. imparatorluk ricali_ nin ve imparator aile­ sinin portrelerini yapmış· tır. Viyana Kongresinin resmi ressamı ( 1 8 1 4 ) ve I. Napoleon meclisin i n gözde desinaıörü olan I. , Restorasyon devriyle sana· tını başarıyle sürdürmüşt ü r. Oğl u yağlı boya, su­ l u boya ve liıografya res· samı olan Loui s - Gabriel ­ Eugene I. ( 1 80 3 - 1 886) , sathi bi r romantizm anla­ yışıyle d e n i z ve j anr tabloları yapmıştır. Ünü babas ı n dan daha az olmak­ la beraber devrinde büyük bir saygı görmüştür.

ISEO [ iz e o ] (bazen Sebino adı da verili r ) , Kuzey İtal­ ya' da, Lombard i a bölgesinde bir göl. Yüzölçümü 6 5 , 3 km' dir. Buzulların etki siyle meydana gelmiştir. Balıkçılık gelişmiş­ tir. Gölün ortasında Isola ( 599 m) dağı bir ada teşki l eder.



ISE RE [iz jr], Fransa' da bir ı rmak. Kuzey Alplerden çıkarak Rhône ı rmağı ile birleşir. Uzunluğu 290 km dir. Kaynağı, İtalya ile Fransa sınırında Iseran dağın ı n eıeğinde bulunur. Irmak, Fransa'ya doğru akarak Tignes vadisi ve Tarcntaise bölgesinden geçer, Arly ve Are ırmaklarıyle bir­ leşir, Grai sivaudan bölgesin den geçer ve Grenoble'den son­ ra Drac ırmağıyle birleşir ve Voreppe, Romans ve Bourg ­ de - Peage'ı geçerek Rhône'a dökülür. Su rej imi, karların eri-

]. B. I SABEY : a (Arta, Yanya 1 774 ? - Sü­ veyş 1 8 3 5 ) , II. Mahmud devri ma tematikçi lerinden. Yahu­ dilikten dönme olan babası öld ükten sonra İstanbul'a ge­ lerek, özel hocal ardan matematik ve çeşitli Doğu ve Batı dilleri öğrenmiştir. 1 8 1 6'da Mühendishane . i Berri - i Humayun riyaziye hocalığına, 1 824'te de buna ek olarak Divan · ı Humayun tercümanlığına tayin olunmuştur. Rei­ sü' l - küttap Perrev Efendi'nin rekabeti yüzünden 1 829'da tercüman lıktan aziolunmuş ve Balkanlarda inşa olunan ka Jelerin teftişi göreviyle İstanbul' dan uzaklaştırılmıştır. İ. E. dönüşünde Mühendishane hocalığına devam etmiş ve 1 8 3 1 baş larında Başhocalığa yükseltilmişcir. Bu son görev­ de Mühendishane'nin müfredac programları n ı ı slah etmiş, ayrıca öğretim kadrosunu kuvvetlendirmişcir. Başhocalıkta selefi Seyyid Ali Efendi'nin entrikası sonunda yerinden uzaklaştırılarak, Hicaz'da kutsal yapı ların onarımıyla gö­ revlendirilmiştir. Görevini bitirip İstanbu l'a dönerken Sü­ veyş'te ölmüş ve orada gömül müştur. Üzerinde adı ve ölüm tarihi yazıl ı bir taş, Mühendishane civarındaki mezarlığa hatıra olarak dikilmiştir.

232

İSHAK EFENDI, Hoca

i. E.' nin başlıca eseri lv1ecmua - i u/um - i 1'iYaziye'dir [4 ci ld, 1 8 3 1 - 1 8 34 ] . Matematik ve tabii bilimlerle bun­ ların tatbikanna dair Fransızca eserlerden bir topla­ ma olan bu eser, muasır fen b i l i m leri konusunda mem­ leketimizde yayınlanan ilk toplu kitap olmak itibariyle değer taşır. İ . E . ' nin Arapça kök lerd�n ürettiği fen terim­ leri 1930 yıllarına kadar Türkiye'de kul lanılmıştır. Dersleri ve eserleriyle müsbet bilimlerin Türkiye'ye ve hatta Orta Doğu'nun d iğer ülkelerine girmesinde hizmeti büyüktür. - Ercüment Kuran

İSHAK el · GAZI, Hanende Hoca ( 1 890 - 1 960 ? ) , Yahudi asıllı hanende. Klasik repertuvara vukufu, şedleri, ses ve usül sağlamlığı i le büyük ün yapmış, p !aklar dol­ durmuş, 1930 sıralarında İstanbul'dan Paris'e, oradan yük­ sek bir rühani görevle Birleşik Amerika'ya gitmiş, orada ölmüştür. İSHAK HOCASI veya AHMED RIZAI (ölm. Bur­ sa H. 1 1 20 [ 1 708 - 1 709] ) , Tür k bi lgini ve şiiri. Asıl adı Ahmed Rızai, babasının adı Hayreddin'dir. Menemen'in Güzelhisar köyündendir. İlk öğrenimini memleketinde yap­ tıktan sonra başka diyariarda tahsilini bütünlemiş ve Sir­ van'da Hoca Nimetul lah'tan icazet aldıktan sonra Bursa'ya gelerek yerleşmiştir. İshak Hocası lakabını almasına sebep, Bursa zenginlerinden İshak Efendi'nin oğluna hocalık etme­ sidir. B ursa' daki ikameci sırasında Halvet i şeyhlerinden 1 1 05'te ( 1 693 - 1 694 ) ölen Niyazi - i Mısri'ye de incisap et­ miştir. İ. H. Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Türkçede mahlisı Ahmedi, Farsçada Hace idi. Bursa'da ölerek Deveciler Mezarlığı' nda meşhur Rav­ zatii'J - Ebrar adlı tarihin sahibi Şeyhülislam Karaçelebioğlu Alıdülaziz Efendi 'nin yanına gömülmüştür. İ. H. türlü bilimlerde eser vermiştir. Bilinen eserleri şunlardır :

1 . Muk.addemetiiJ'J - Edeb tercümesi. Muk.addemelii -/' 1 Edeb, Zemahşeri (b. bk. ) nin gramere iid meşhur eserinin birkaç tercümesinden biridir. İstanbul ' da Süleymaniye Kütüphanesi kitapları arasında bulunan Esad Efendi Kü­ tüphanesindeki 3 1 80 numaralı nüsha, Bursa'da Muradiye Medresesinde H. 1 1 1 7 tarihinde i stinsah edilmiş olup ba­ şındaki bazı kayıtlara göre müel lif nüshasıdır. Bu eser H. 1 3 1 3 'te İstanbul'da Matbaa - i amire'de basılmıştır. 2. Ak.vemü'l - mesai/ /i Tercemeti'I - 1email. H. 279 (892 - 893 ) tarihinde ölen büyük hadisçi İmam Muhammed Tirmizi'nin Ei - Şemailii'n - Nebeviyye fi Hasai/i'/ - Mustafa­ viyye adlı eserinin tercümesidir. Osmanlı Miie//if/er'inde kitaba Ak.vemii'/ - m esai/ denmesi yanlıştır. İ. H. bu tercü­ meyi H. 1 1 1 1 'de ( 1 699 · 1 700) yapmıştır. Bir n üshası Esad Efendi'de 272 numarada, 1 2 3 3 istinsahlı diğer bir nüshası Düğümlübaba Kütüphanesinde 74 n umaradadır. «Şemiil», peygamberin hayat, ahlak ve idederinden bahseden kitap­ lara i sim olmuştur.

3. Vahdetname - i Alem - Englz. Türkçe ve küçük bir kısmı Farsça, mesnevi tarzında tasav:vufi bir eser olup 2 918 beyididir ve bası lmışnr.

4. Ak.aide aid manzume. desi tarzında bir eser olu p H. de yazılmıştır ve yazarın ilk İstanbul'da taşbasması olarak

Hızır Bey'in Nüniyye kasi­ 1 098 ( 1 686 - 1 687 ) tarihin­ eserlerindendir. H. 1 284'te Niyazi - i Mısri'nin «Çıktım

-

İSHAK PAŞA

erik dalına» şerhi ile birlikte basılmıştır. Bir nüshası Dü­ ğümlübaba Kütüphanesinde 2 90 numaradadır. 5 . Sanduk.atü' 1 - Ma' ari/. Muarnma ve lügazdan bah­ seden Farsça bir eserd i r. Bir nüshası Hacı Mahmud Efendi Kütüphanesinde 3 647 numaradadır. 6. Kırk. Hadis tercümesi. Osman lı bilginleri arasında gelenek olmuş bir eser nevi olup yazar tarafından seçi len kırk hadisin tercüme ve şerbinden ibarettir. 7 . Münıeat. Yazarın edebi mektuplarıdır. 8. İshaki. Astronomiye iid mukantarat ve sii r iletierin kullanı lmasını an latan bir i rtifa risalesidir. İshak Efendi adına telif edi ldiği için İshaki adını almıştır. 9. Astronomiye aid Türk. çe bir risa/e. Nüshası Lileli Kütüphanesi nde 2 727 ( 1 - 37) numaradadır. 10. Cihel ve k.ıble tayini hakkında Türk çe risa/e. H. 1 1 02 ( 1 690 - 169 1 ) tari hinde telif edilmiştir. Nüshası U­ le li Kütüphanesinde 2 727 (40 - 5 1 ) numaradadır. Osmanlı Müellifleri'nde eser adı olarak yanlışlıkla Zıllü Tahdidi Cihat denmiştir. l l . Hendeseye aid bir risa/e . 1 2 . En varü't - Tenzi/ için talik.at. Tanınmış bilgin Ka­ dı Beyzavi (ölm. H. 685 veya 692 ) nin meşhur eserine ek­ lenmiş bazı notlardır. (Eskiler bu türlü notlara «ta' lika» ve çoğul olarak da «ta'likat>> diyorlard ı . ) 1 3 . Tehzibü'/ - Mant tk ir;in ta/ikat. Tefcazini ( 7 2 2 792 ) nin eserine bazı bilginlerce yazılan mütalaalara dair talikat. 14. Şifa bi - Ta' ri/i Hukuki'/ - Mustafa ir;in tti/ikat. Tanınmış bilginlerden H. 544'te ö len Kadı İyaz'ın Şifi şerhine ekiediği notlar. 1 5 . Mir Ebü'/ - Feth'e haıiye. Mantık eseri olan Mir Ebü ' l - Feth' i n eserine eklenen daha büyük çaptaki notlar­ dır. (Eskiler, talikattan daha büyük ve mühim notlar için hişiye tabirini kullanırlardı. ) 16. Tevali'ii'l - Enı·ar'a haıiye. Kadı Beyzivi 'nin «ke­ lim» hakkındaki meşhur eserine hişiyedir. İ. H. , Osmanlı Türklerinde bilimin geri lerneye baş­ ladığı zamanın bilginlerinden olduğu için orta çapta bir bilgin ise de, zamanında oldukça ün kazandığı anlaşılmak­ tadır. - H. Nihil Atsız

İSHAK KUŞU : bk. BAYKUŞLAR. İSHAK PAŞA ( XV. yüzyı l ) , o�manlı sad rizamı. Rum asıllı devşirme olup ünlü Türk beylerinden Paşa Yi­ ğit'in kölesidir. Zeki ve kabi liyeti sayesinde yetişip yüksele­ rek II. Murad zamanında Bosna beylerbeyi oldu. Bu padişa­ hın büyük tevecrühünü kazanmıştı. Hatta II. Murad salta­ nattan vazgeçerek Manisa'ya çekilirken yanına nedim olarak aldığı kimseler arasında İ. P. da bulunuyordu. I I . Murad' ı n ikinci defa padişahlığı sırasında da o n u n yanında değerini kaybetmedi. Padişah ölüm döşeğine yatmak üzere hastalan­ dığı sırada İ. P. yine yanında idi. Fatih, ikinci padişahlığı başlarken Anadolu beylikle­ rinin ortaklaşa hareketine karşı sefere çıktığı sırada i. P .'yı Anadolu Beylerbeyi yaparak harekatı idareye memur et mi ş­ tir. i. P. bu görevi başarıyla bitirmiş, hatta Menteşe bey ­ liği de kesin olarak Osmanlı ülkesine eklenmiştir. Fatih'in buyruğu ile Anadolu Beylerbeyliği'nin mer­ kezi Ankara'dan Kütahya'ya getirilmiştir. İstanbul'un fethinde Anadol u beylerbeyi olarak eyale­ cinin askerleri yle birlikte savaşta bulunmuştur. İ stanbul'un

İSHAK PAŞA - İSHAK PAŞA KÜLLİYESİ fethinden sonra Büyükvezir Çandarlı Hali l Paşa'nın idamt üzerine bir yıl kadar bu makamda bu lunup sonra yerini Mahmud Paşa'ya bırakmıştır. 1 469'da Büyükvezir Rum Mehmed Paşa'nın Kara­ man'daki kıyıcılığı dolayısı ile azlolunması, İ. P.'nin ikinci defa büy ükvezir olmasını sağlamıştır. .Anadolu'da, epey küçülmüş olmasına rağmen Osman lı lar'a karşı bağımsızlı­ ğını koruyan ve zaman zaman gai le çıkaran Karamanoğul­ ları beyliğini ortadan kaldırmak için Fatih Su ltan Mehmed , İ. P. 'yı Karaman üzerine göndermi ştir. İ. P. bu beyliğin birçok kale ve şehirlerini almışsa da, Silifke ve çevresi yi­ ne onların elinde kalmıştı. İ. P. bu seferde padişahın em­ riyle .Aksaray şehrinden birçok sanatkarı aileleriyle birlikte İstanbul ' a getirip yerleştirerek bugünkü .Aksaray semtini kurmuştur. İ. P. 1472 'de büyükvezi rlikten uzaklaşıırı lmıştır. Bu­ nun sebebi .Akkoyun lu hükümdan Uzun Hasan'la Fatih ' i n çarpışmaya mecbur olması v e büyükvezi rliğe daha güçlü birinin getiri lmesi lüzumunun duyulmasıdır. Fatih'in 3 Mayıs 1 4 8 1 'de ölmesi ve Büyükvezir Kara­ man lı Mehmed Paşa' nın muhtemel olarak İ. P. tarafından kışkırtılan Yeni çeriler tarafından öldürülmesi üzerine V �zir İ. P. duruma hakim olarak I l . Bayezid'in oğlu Şehzade Korkud' u İstanbul'da saltanat naibi i lan etmiştir. I I . Baye­ zid, kardeşi Cem'den önce, 2 1 Mayısta İstanbul'a gelerek tahta çıkmış ve İ. P.'yı büyükvezir yapmıştır. İ. P. kendi­ sine tevcih edi len bu makamın karşılığını Bayezid'le Cem arasında 20 Hazi ran 148 I 'de Yenişehi r ovasındaki çarpış­ mada vermişti r : Cem Sultan'ın lalası Yakup Bey"i para ve ma kamla kandırarak Bayezid tarafına çekmekle Cem'in bozgununu hazırlamıştır. İ. P. 1 8 Kasım 1482'de büyükvezirlikten azledilmiş, yerine Davud Paşa gelmiştir. Bu seferki aziinin ihtiyarlığ ı dolayısıyle ve kendi i steğiyle olduğu da söylenir. Selanik vali liğine tayin edi len İ . P. çok yaşlı olarak orada ölmüştür. Ölüm yılı belli değildir. inegöl 'de bir imaret ve medrese, İstanbul'da, .Ahır­ kapı civarında bir mescit, Selanik'te bir cami yaptı rmıştı r. Bk. İSHAK PAŞA CAM i i , İSHAK P.AŞ.A KÜLLiYESİ, İSH.AKİYE CAMii , İSHAKiYE KASRI. H. Nihai Atsız -

İSHAK PAŞA CAM U , i sıanbul"da, XV. yüzy ı l eseri bir cami. Ayasofya doğusundaki Sultan III . .Ahmed Çeşme­ si'nden Marmara istikametinde inen yokuşun sağ tarafında bulunan kubbeli u fak bir camidir. H. 9 5 3 ( 1 546) tarihli evkaf tahrir defterinden öğrenildiğine göre, inegöl ve Sela­ nik'te de hayır eserleri olan Fatih Il. Mehmed ve Bayezid devri vezirlerinden İshak Paşa (b. bk. ) tarafından yaptırıl­ mıştı r. Çifte bölümlü bir son cemat yerini takip eden tek kubbe ile örtülü kare bir mekandan ibarettir. Tamir kirabe­ l erinden anlaşı ldığına göre, H. 1 1 88 ( 1 774 - 1 7 7 5 ) ve H. 1 2 29 ( 1 8 1 4 ) da tamir edi lmiştir. İki kubbeli olması gere­ ken son cemaat yeri yıkılmış ve tamamen ortadan kalkmıştır. Belirli mimari özelliği, kapı sının ortada değil, cephenin sol tarafında bulunuşudur. İ. P. C. 'nin h emen yakınında aynı kurucunun yaptırdığı bir de tek hamarnı vardır. İstan­ bul'un en eski Türk hamamlarından biri olarak özel bir değeri olan bu hamamın, büyük kubbeli soyunma yeri (ca­ mekan kısmı ) özellikle mimarisi bakımından gösterişli bir eserdi r. İSHAK PAŞA KÜLLİYESİ, İnegöl'de, XV. yüzyıla aid bir Osmanlı devri mimari eseri. İ. P. K.'nin İmaret Camiinin üzerinde kurucu kitabesi yoktur. H. 891 ( 1486)

233

İSHAK P.AŞA CA M i i ( İ stanbul ) tarihli Arapça vakfiyesi ne göre, «faki rlere mesken ve me­ kan, uğrayıp gelen lere, mi safir ve mukim Müslümanlara . . . konak ve melce» olarak kurulmuştur. Yaptıran Fatih Il. Mehmed ile Il. Bayezid devri vezi rlerinden, bir ara da sadra­ zam olan asi en İnegöllü İshak Paşa (b. bk. ) dır. İmaret Ca­ miinin üzerinde H. 1 294 ( 1 877) te onarı ldığını bildiren bir kitabe görülür. İstanbul ve Selanik'te de yapı ları olan İshak Paşa'nın bu sonuncu şehirdeki İmaret Camii ( bk. İMARET CAMii, Selani k ) gibi inegöl'deki de, arka arkaya sıralanan kubbeli iki mekandan ve bun lardan i lkine yanlarda bitişik tabhanelerden meydana gelmiştir. Aslında uğrayıp gelenlere konaklama yeri olarak yapı lan bu tabhaneler, sonraları bu görevlerini kaybedince, ortadaki büyük kubbeli mekan i le aralarındaki duvarların açılması suretiyle namaz rnekanına katı lmışlardır. Paye li ve beş kubbeli son cemaat yerini takip eden bu ilk kubbeli mekanın, kapalı bir i ç avlu geleneğini yaşattığını gösteren aydınlık feneri, kubbenin tepesinde hala durmaktadır. Eserin iç süslemesinden önemli hiçbir şey kal­ mamıştır. Sadece son cemaat yerinin duvarlarında tuğladan meydana getirilmiş süsler görülür. İshak Paşa İmaret Camii yanındaki tabhane odaları ile zaviyeli veya tabhaneli cami­ ler tipinin güzel örneklerindendir. İ. P. K.'nin i kinci elemanı, avlunun karşı tarafında, ortada bir dershane ile iki tarafında altışardan oniki hüc­ reye sahip olan medresedir. Üzerindeki bir kitabeye gö re H. 887 ( 1482 ) tarihine doğru yapılmıştır. Külliyenin diğer binalarının da bu tarih çevresinde inşa olunduklarına ihti­ mal verilebilir. Camiin güney - batısında küçük bir de türbe

2 34

İSHAK PAŞA I< Ül LİYESİ

-

İSHAK PAŞA SARAYI

vardır. Bunun i çinde, oldukça tezyİnatlı bir mermer lahid, mezar taş larının ki rabesinden anlaşıldığına J:Öre H. 892 ( 1 4 8 7 ) de ölen İshak Paşa'ya aiddi r. Türben in aslında I l . Murad "ın zevcele rinden olup, son ra İ s h a k Paşa'ya nikahla­ nan Tacünnisa Hatun'a aid olup, İ shak Paşa'nın dışarıda olan mezarının pek yakın tarih lerde yerinden sökülecek, türbenin içine taşındığına dai r bir söylenti varsa da, bunu doğru layacak h i r del i l olmadığı gibi, Tacünnisa Hatun i l e i lgili hiçbir mezar da yoktur. T ü rbe al ugen plan lı, üstü kubbe ile örtülü basit bir yapıd ı r. Kül liyenin İnegöl "de bir de hamarnı vardır. - Semavi Eyice

İSHAK PAŞA SARAYI, Doğu Bayazıd"da, XVIII. yüzyıl sonlarında yapı lmış, muhteşem bir yapılar toplulu­ ğu. İ. P. S. , bu yüzy ı l başlarında ortaya çıkan Çıldır ayanı olan bir ailenin mensupları ndan İshak Paşa tarafından yap­ tırılmıştır. Tarihçesi henüz yeteri kadar araştırı lınadığından kesin ve doğru bilgiler roktur. Osmanlı İmparatorluğunun son devrinde kendi lerini me rkezi devletin üstünde gö rrneğe baş layan mahalli ayan ve dereberleri, Osman lı sultanları ö lçüsünde kudret ve zen ıdnlikleri olduğunu göstermek için büyük yapılar ve saraylar yapıı rırlardı ( Yanya"da Tepede­ lenli Ali Paşa, İşkodra"da Buşatlı Mahmud Paşa, Yozgat'ta Çapanoğulları, Kavala ve sonra Kahice'de Mehmed Ali Paşa ve daha birçokları gibi ) . Anadolu'nun bu uzak köşesinde de İshak Paşa oğulları bu maksatla göz kamaştı rıcı zengin likte bir saray inşa etti rmişlerd i r . İ. P. S.'nın inşasına ne zaman başlandığı ve bu yapı mın ne kadar sürdüğü bilinmemekte­ dir. 1805 'te Fransız gizli aj anı Jauber t (b. bk. ) İ ran şahına bir mektup götürürken Doğu Bayazıd'dan geçtiğinde, burası kullanı l ıyor ve İshak Paşa'nın oğlu, bölgenin derebeyi Mahmud Paşa orada yaşıyordu. Sonraları burası boş kal­ mış, bir ara kışla haline geti rilmiş, harap olarak yıkılmış­ tır. İ. P. S. , eski Doğu Bayazıd kasabasının ortasında yük-

İSHAK PAŞA SARAY I

İSHAK PAŞA SARAYI ( Mahmud Akok'un resti tüsyonu ) selen üç tarafı d i k b i r tepe üzerinde kurulmuştur. Birçok kısım larda teraslar meydana getirilmek suretiyle çeşitli ya­ pı ların bir seviyede yayı lması sağ lanmıştır. Ayrıca altında yer yer yüksek bad rumlar da vardır. Bir şato görünüşünde olan İ. P. S.'nın yumuşak meyi lli bir araziden erişilen zen­ gin iş lemeli cümle kapısından geniş bi r avluya geçilir. Bu ön avlunun iki tarafında çok harap du rumda hizmukar daireleri vardır. Üzerinde bir köşk bulunan uzun deh lizli i kinci bir kapı, iç aviura geçit veri r. Bunun da etrafında daireler sı ralanmakta, kuzey kanatta selamlık olduğu sanı­ lan bölümler bulunmaktadı r. Burada tek kubbeli, minareli ve son derecede zengin süslemelere sahip bir de cami yer almaktad ır, Camiôn dört sütun l u çok derin bir son cemaat yeri vardır. Mihrap duvarı önünde Abdi Paşa türbesi deni­ len bir de türbe mevcuttur. İç avlunun dar tarafında üçün­ cü bir kapı, uzun bir koridora açı lır. Harem olduğu sanı­ lan bu kısmın bir tarafıncia uzanan çok büyük d ikdörtgen biçimli bir mekan, tören salonu olarak kabul edilir ; kar­ şısında ise mutfak bulunmakta, koridorun son unu bir ha­ mam işgal etmektedir.

İSHAK PAŞA SARAYI (Taş üzerine iş lenmiş ıezyinat)

İSHAK PAŞA SARAY! - İSHAK REİS

İSHAK PAŞA SARAYI : Gmi (Doğu Bayazıd ) Çok munıazam işlenmiş kesme taşlardan yapılmış olan İ. P. S:nın üstünün düz dam şeklinde örtülü olduğu sanı lır. Başta kapılar olmak üzere, bu geniş saray manzu­ mesının yanı zengin kabanma tezyi nat ile bezenmiştir. Bunların arasında k lasik Türk sanatından alı nma motifler bulunmakla beraber pek çok yabancı motif de dikkati çe­ ker. Cami ile önündeki türbe, yabancı motifterin en çok hakim oldukları parçalardır. En dış kapı ile harem dairesi kap ı sı da kalabalık süslemeleri bakımından oldukça yabancı ifadelidi rler. İ. P. S. , Türk sanatının ana prensiplerinin göz önünde tutulmasıyla beraber, yapı ldığı devirde Osman­ lı İmapanorluğunda kuvvetle hakim olan yabancı tesi rierin d e bask ı sı altında kalındığını gösterir. Diğer taraftan bu uzak sınır bölgesinin kuzeyden ve doğudan gelen, daha değişik çevrelerin sanaıların ı n da verdiği i lhamlardan ken­ disini koruyamadığı anlaşı lmaktad ı r. Osman lı sultanlığı ile İ ran şah lığı arasında iki taraflı oyun oynayacak ve resmen Osmanlı devletine bağlı görünen bir mahalli derebeyinin, kudret ve ihtişam gösteri �i olarak ve inanı lmaz bir servet akı ıarak meydana getirdiği İ . P. S . , karina üsli'ıplu bir anıt olmasına rağmen değerli bir eserdir. Bazı kısımları son y ı l larda tami r edi lerek kurtarı lmış, içindeki moloz temiz­ lenmiştir. - Semavi Eyice İSHAK REIS, Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin Paş a'nın ağabeyi olan Türk kah ramanı .

Tımarlı sİpahi lerden Eceabaılı Yakub Ağa'nın oğlu ve tımarlı sipahi Abdullah Ağa 'nın torunudur. 1462 Ey­ li'ıl'ünde Fatih Sultan Mehmed tarafından Cenevizli lerden alınan Midilli adasındaki harekata katı lıp adada yerleşmiş ve kendisine burada bir tırnar verilmiş olan Yakub Ağa, yerli bir kızla evlenerek sırasıyla İshak, Oruç, Hızır

235

( B a rbaros Hayreddin) ve İ lyas adında dört oğu l sahibi ol­ muştur. Yakub'un Yusuf adında daha büyük bir oğlu da olmuşsa da, ya küçükken ölmüş ya da başka bir anadan doğmuş olmalıdır. i. R. önceleri Midilli' de, babasının ölü­ münden sonra, kanun gereğince onun tımarına sahip olarak yaşamıştır. Küçük kardeşleri gemiciliğe ve korsanlığa baş­ lamışlardır. 1 5 03 - 1 506 arasındaki yıllarda küçük kardeşleri İlyas şehit olduktan birkaç yıl sonra İ. R:in hem ticari, hem de siyasi sebep lerle Adalar Den izi'nden uzaklaşarak Kuzey Afrika'ya giden kardeşleri Oruç ve Hızır' la bir süre ilişkisi kesilmiştir. İ . R., uzak görüşlü bir adam olduğundan Yavuz'un tahta geçtiği 1 5 1 2 yı lında kardeşi Oruç'a Türkiye'den uzak­ laşmasını tavsiye etmiştir. Oruç bu tavsiyeyi tutmuştur. Çünkü Yavuz'un kardeşi ve salıanat rakibi Şehzade Kor­ kut'la çok yakın dostluk kurmuş olan Oruç Reis, Şehzade Korkut'a karşı askeri harekat yapılırken, sırf bu dostluk yüzünden bir fe!akete uğrayabilirdi. Nitekim Derya Kapıa­ nı İskender Paşa' nın Şehzade Korkut'la i lgisi olanları yok edecek şekildeki davranış ları İ. R:i, kardeşini korumak için böyle bir öğütte bulunmaya mecbur etmiştir. Oruç'un ardından Hızır da Kuzey Afrika'ya gidince İ. R. bir süre Midi lli'de yalnız kalmıştır. Ancak siyasi tehlikeler ortadan kalkınca 1 5 1 5 güzün­ de iki korsan kardeş Midi l li'ye gelerek ağa beyleri ve akra­ balarıyla görüşmüşler, 1 5 1 5 - 1 5 1 6 k ı şını Midi Jli'de geçir­ mişlerdir. Oruç ve Hızır'ın zenginlikleri göz kamaşcıracak gi­ biydi. Midilli'de kaldıkları zaman içinde yedi gün yoksul­ ları doyurmuşlar, çocukları sünnet ettirmiş ler, evlenmemiş kızları büyük düğün lerle ev lendirmiş ler, yoksullarla yaşlıla­ ra ve kimsesizlere büyük bağışlarda bulunmuşlardır. 1 5 1 6 baharında Mi dilli' den ayrılmışlardır. En varlıklı tımarlı sİpahinin kazancı bile bunlarla ölçüştürülemezdi. Bu sebeple, ağabey leri olan İ. R. de kor­ sanlar arasına katı lmaya karar vererek, tımarını herhalde oğluna bı raktıktan sonra 1 5 1 6 yazında Tunus'a kardeşleri­ nin yanına gelmiş, 1 5 1 6 kışını Tunus'ta geçirmiştir. 1 5 1 7 Ekiminde İ. R., kardeşi Hızır Rei s'in 10 gemiyle denize açılıp 16 Hırıstiyan gemisini ele geçirdiği deniz seferinde bulunmuştur. Bu, herhalde İ. R:in ilk büyük deniz sa va ş ı olmalıdır. Bu yıllar Kuzey Afrika'nın siyasi durumu bakımın­ dan üç kardeşin en faal yıllarını teşkil eder. Aslında bir kara askeri olan İ. R., daha çok karadaki hareketlerde faal rol oynuyordu. Cezayir'e tamamİyle hakim olmak için Cezayir'in ba­ tısında ve İ spanyolların e linde bulunan ve stratej ik değer taşıyan Oran şehri ile Fas sınırına yak ın olan Tlemsen'in elde edi lmesi mutlaka Jazımdı. Oruç Rei s Tlemsen ' i aldığı gibi, Oran' a giden yollara hakim duru mdaki Kal'atü' l - Kıla (Oued - Fodda) müstahkem mevkiini de almış ve bu kaleye ağabeyi İ. R. 'i 300 levendlik bir garnizonla bırakmıştır. Bu kale o kadar mühim idi ki o sırada Cezayir'de bulunan Hızır Reis ( Barbaros Hayreddi n ) de kendi kuvvetlerinden ayı rabi ldiği 600 Türk ve 2 000 Arabı İskender Reis kumandasında İ . R.' e göndermiştir. 1 5 1 7 yılı sonlarında, bu kaleyi kurtarmak için İ span­ yollar 900 İspanyaila birkaç bin Araptan kurulu bir kuv­ vet gönderdi lerse de, İ. R. bun ları bir gece baskını ile yok etmiştir.

236

İSHAK REIS - İSHAKlLER

1 5 1 8 Ocak ayında Don Martin de Argote kumanda­ sındaki İ spanyol ordusu, yardımiarına gelen bin lerce Arap adısını da alarak Oran'dan hareket eımişti r. Kendi lerine 80 km uzak l ıkta olan Kal"aıü" l - Kı la"yı kuşatmışlardır. i. R. yanındaki 900 Türk ve 2 000 Arapla 1 0 000 kişili k düşman ordusuna karşı m ü t h i ş bir savunma yapmıştı r. Bir­ çok çıkış harekederi yapmışsa da, bu ha rekeder düşman kadar kend isine de ağı r kayıp lara mal olduğundan vazgeç­ miştir. Yard ım i sıemek iç in Cezayir'deki kardeşi Hızır'a gönderdiği haberciler İ spanyollar tarafından yakalandığın­ dan durumdan habersiz kalan Ba rba ros'ıan yardım geleme­ miştir. Nihayet yiyecek ve cephaneleri tükendi kten sonra si­ lahlarıyla çek i l i p gitmek ve kaleyi İspanyollara bı rakmak hususunda anlaştı lar. Fakat İspanyollar sözlerinde durmaya· rak çıkanlara sataşınca i. R. derhal kılıcını çekerek bir iki İspanyol"u öld ürmüştür. Bunun üzerine baş layan amansız savaş sonuna kadar sürerek İspanyo lların eline düşen 1 6 kişi dışında hepsi , başta İ . R . olmak üzere, kılıç elde can vermiş lerdi r ( 3 1 Ocak 1 5 1 8 ) . - H. Nihai Atsız

İSHAK SÜKÜTI (Diyarbakır 1 868 - San Remo 1902 ) , i stibdad idiresine karşı sa· vaşmış Türk doktoru, Os· manlı ittihad ve Terakki Cemiyeri kurucularından biri. Ahmed Sükuti Efen­ di'nin oğ ludur. i. S. , ta­ hip yüzbaşı r ü t b e s i ile Haydarpaşa Tatbikat Has­ tahanesi 'nde çalışırken, is­ tibdadı yıkmak için göster­ dilderi faaliyederin saray­ ca öğreni l mesi üzerine as­ kerli kten tardedi lecek Ro­ dos'a sürülmüştür. Orada İSHAK SÜKÜTİ bir süre kalebend olarak kaldıktan sonra Paris'e kaçan İ. S. , 1 897 yılında Abdullah Cevdet, Edhem Ruhi, Tunalı Hilmi , Ahmed Nuri, Mustafa Rigıb, Mizancı Murad, Akil Muhtar v. b. gibi arkadaşları ile Osmanlı ittihad ve Terakki Cemiyeri 'nin Cenevre şube­ sini kurmuş ve «Osman l ı » gazetesini çıkarmaya başlamıştır. 1 897'de cemiyetin Kah i re şubesini kuranların başında da İ . S. bulunmuştur. İ . S. ve arkadaşlarının yayınları i stib­ dad idaresini tedirgin edince, h ükumet, bu faaliyederden vazgeçederse kendi lerine Avrupa'da mesleklerine uygun bi rer görev verileceğini vadetmiştir. Bunun üzerine İ. S. ve arka­ daşları, Trablusgarb'da tutuklu ve kalebend olarak bulunan 78 siyasi malıkurnun affedi lmeleri şartı ile teklif edilen gö­ revleri kabul etmişlerdir. İ. S. Roma, Abdullah Cevdet Viya­ na büyükelçi liklerimize doktor olmuşlar, Tunalı Hilmi de Madrid elçilik katipliğine tayin edilmiştir. Böylece Trab­ lus'tan kurtulanlar arasında Ferid (Tek ) , Yusuf Akçura, Süleyman Emin, Dr. Salih Said beyler v. b. vard ı r. İ. S. ve arkadaşları, Londra'yı yen i yayın merkezi yaparak ve aylık larını bu işe harcayacak imzasız yazılarla failiyederini sürdürmüşlerdir. İ. S. sürgün bulunduğu yıl larda tüberküloza yakalan­ mıştır. Roma'da elçilik doktoru iken hastalığı hızla i lerle­ yen İ. S. , San Remo'da ölmüştür. 1 909'da Dr. Rıza Nur, bu hürriyet mücahidinin mezarın ı bulmuş, kemiklerinin

İSHAK SÜKÜTİ : 1 898 'de Cenevre'de arkadaşları Dr. Akil Muhtar (Özden ) ve Nuri beylerle yurda getirilmesini sağlamış v e İ. S.'nin kemikleri törenl e Sultan Mahmud Türbesi h aziresine gömülmüştür ( Şehbal, sayı 1 4 ve 1 5 , Ekim - Kasım 1 909 ) . - Fethi Tevetoğlu

ISHIHARA [i1ihara] , Shinobu ( doğ. Tokyo 1 8 79 ) , Japon oftalmoloj i bilgini. Askeri doktor olan İ . , Jena, Freiburg im Brei sgau ve München'da asistan olarak çalış­ tıktan sonra, 1922 yılında Tokyo'da imparatorluk Göz Kli­ niği profesörlüğüne getirilmiştir. Değişik büyüklük ve renk­ te yuvarlaklardan yapı lmış seri halindeki test levhaları ile gözün renk ayrımı gücünün tesbitinde, renk körlüğünün teşhi sinde ve özellikle trafik göz muayenesinde kullanılan test usulü, İ.'nın adını taşır. Ayrıca, gebe tavşa n böbreği­ nin alkol içindeki bulasası antij en olarak kullanı lmak su­ retiy le yapılan frengi flokülasyon deneyi de İ. testi adı i l e anılır. Başlıca eseri şudur : Tests / o r �o/o ur - b/indneJS ( Renk körlüğü için tesder) [Tokyo 1 9 1 7 , 10. bas. Tokyo ­ Londra 1 95 1 ) . İSHAK V ARON : bk. V ARON. ISHAKI, Ayaz ( Biyogr. ) : bk. İDİLLİ, Ayaz İshaki. İSHAKILER, İranlı bir prenslik hanedanı. İran'da, Geylan'ın bir kısmında merkezleri Reşt olmak üzere 74 yıl saltanat sürmuştur. 21 Ağustos 1 5 34'ten itibaren bir yıl kadar Osmanlı lara ( Kanuni Sultan Süleyman'a) tabi ol­ muştur. 1 5 1 7 'den 1 59 1 'e kadar Safevi ler'e tabi olarak de­ vam etmiş ve Safeviler'ce ortadan kaldırılmıştır. İ lk hü­ kümdarları Muzaffer . Su ltan sanını takınan Emir Dubic'tır ki, 2 Kasım 1 5 34 ' te Kanuni tarafından huzuruna kabiii ol unmuştur. Geçici olarak Osman lılar hesabına 0 34 Eylü­ lünde Kazvin ve Sultaniye'yi işgal etmiştir. ) 8 yı llık bir saltanattan sonra 1 5 3 5 ' te öldürülmesi üzerinı; yerine aynı hanedandan Emir Şahruh geçmiş ve 1 54 3 ' ten 1 5 50'ye kadar hüküm sürmüştür 1 5 3 5 - 1 5 4 3 arası, Safevi işgali devresi­ dir. Sonra Emir D iibac'ın oğlu Mahmud Han 1 5 58'den

İsHAKlLER 1 563'e kadar tahtta kalmıştır. 1 5 50 - 1 5 58 arası, ikinci Sa­ fevi işgalidir. Sonra Mahmud Han'ın oğlu Şah Cemşid 1 58 3 'ıe öldürülünceye kada r 20 yıl salıanat sürmüş. yerine geçen oğ lu Muhammed Emin de 1 59 1 ' e kadar tahtta kalmış­ tır.

İSHAKIYE CAMıt, Selani k'te, Türk devrinde kili­ seden çevri lmiş bir cam i. XII. yüzyıla aid Hagios Pantelei· mon adına yapılmış bulunan bu kilisenin XV. yüzy ı l sad­ razamlarından İshak Paşa (b. bk . ) tarafından cami haline geti rildiği sanı lmaktadır. Selanik 1 9 1 2'de Türk idaresinden çıktıktan sonra, İ. C. tekrar kil ise yapı lmış, Türk devrine işaret eden ince, uzun çok zarif minaresi ile bütün ek ve değişiklikler sökülüp kaldırı lmıştır. İshak Paşa'nın İstan­ bul, inegöl ve yine Selanik'te başka h�y ı r eserleri de var­ dır. İSHAKIYE KASRI, bugün Topkapı Sarayı denilen Saray - ı Cedid'in kasırlarından biri. İ. K. , Marmara kıyı­ sındaki sur duvarları ile saray mutfakları arasındaki ya­ maçıa bulunduğu tahmin edi len bu kasrı, XV. yüzyıl sad­ razamlarından İshak Paşa (b. bk. ) yaptırtmıştı. Mimarisi hakkında bi lgi edini lememiştir. İS HAKLI KERVANSARA YI, Anadolu'nun Selçuklu devrine ai d mimari eserleı inden. Çay ile Akşehir arasında, Eber gölü güneyinde, Akşehir gölünün batısında eski bir Sel­ çuklu devri yolunun kenarında bulunan İ. K. , üzerindeki kirabesinden anlaşı ldığına göre, H. 647 yılı Cemaziyülahir ( Eylul 1 249) ayında, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Key­ kavus zamanında Vezi r Sahip Ata Fahreddin Ali bin Hü­ seyin tarafından yapıırılmıştır. Bütün Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı devi r lerinde han olarak hizmet gören İ . K. 1 8 8 5 ' e doğru, Karahisar' lı Keskinzade Sadeddin Efendi tarafından tamir ertiriimiş ve 1 9 2 5 ' e kadar ambar olarak kullanılmıştır. İ. K. , sultan hanı deni len büyük hanlar gibi, aynı eksen ü zerinde sıra lanan iki kı sımdan meydana gelmiştir. Dışarıdan ilk k ısma, mukarnaslı nişli bir kapıdan girilir. Avlunun ortasında kıble yönüne uyması için hanı n ekse­ nine eğri olarak yapılmış küçük bir mescid vardır. Bu, dört kemer üzerine oturan, itinalı bir işçilik ile yapılmış, zarif bir binadır. Stalakıitli mihraplı ve kubbeli namaz mekanına, yapının bir cephesine bitişik iki taraflı merdi­ venle çıkı l ı r. Birinci kısmın avlusunun etrafında üzer­ Ieri tonozlarla örtülü hücreler olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar büyük ölçüde tahribe uğramıştır. İlk kapının karşısında ana eksen üzerinde, ikinci ve daha sade bir kapı, han ı n i kinci ve kapalı kısmına geçit verir. Bu kapının büyük kemerinin yukarı köşelerinde istiridye ka­ buğu biçiminde ufak tromplar vardır. İkinci kısım, kare bir plana göre yap ı lmış olup, uzunlamasına üzerieri beşik tonozlar ile örtülü beş nef halindedir. Ortadaki diğerle­ rinden biraz geniş olan bu nefleri kare taş payeler ayırır. Beşik tonozları ise payelere oturan kemerler desteklemekte­ dir. Kapalı kısmın tam orta bölümnün üsütünde, Su ltan Sa­ deddin (Zazadin ) h anı ( veya Horozlu han ) nda olduğu gibi, bir ışıklık kubbesinin bulunduğu ıahmin edi l i r. İ . K.'nın yakınında, onunla beraber yapıldığı sanılan, çok harap bir de hamam tesbi t edilmiştir. İ. K. çok harap o lmuş ve yer yer tahrip edi lmişken, son yıllarda büyük ölçüde onarılınağa başlanmış, birçok kısımları yeniden yapılmış, eksik parçalar tamamlanmıştır.

-

ts1M

23 7

İ. K. X I I I . yüzyılın büyük yapıcılarından Sahip Ata ( b. bk. ) deni len Vezir Fah reddin A l i ' n i n pek çok eserin­ den biri ve bun ların ilkidir. Aynı kurucunun Konya, I lgın, Akşehir, Kayseri ve Sivas'ta da eserleri bilinir. Çifte bölümlü kervansaraylar grupuna gi ren i. K. , avlusunda mescid olması bakımından Sultanham ( Konya, Aksaray ) , diğer Sultanham ( Kayseri , Sivas ) , Ağzıkara han (Nevşehir, Ak­ saray ) ile aynı tip in temsi lcisi olmaktadır. İ . K. Anadolu'da mükemmel bir yol şebekesi kuran ve bu yol lar üzerinde gelip geçenleri korumak, barındır­ mak üzere bir sosyal yardım müessesesi olarak bariku lade güzellikıe hanlar yapan Selçuklu medeniyetinin ön planda gelen eserleri n· Jendir. - Semavi Eyice

ISHAL (Tıp) : bk. AMEL. ISHINOMAKI [i,rino maki] , Japonya'da, Honshu (Honşu ) adasında, Miyagi ilçesinde bir liman. Nüfusu 5 2 400 ( 1 966) dür. Balık avı ve som balığı konserveleri başlıca ekonomik kaynağıdır. ISIDIS, Mars gezegeninin kuzey yarıküresinde parlak bir bölgeye verilen ad. İ. , Neiıh parlak bölgesiyle yan yanadır. ISIDQRUS, Sevilialı (Cartagena [İspanya] aş. yu. 560 - Sevi lla 636) , 600'den beri Sevilla başpiskoposu, ta­ rihçi ve Latin ki lise babası . i lahiyat ve dünyevi tarih ile uğraşan çok sayıdaki eserleri, ona batının sonuncu «kilise babası» unvanını kazand ırmıştır. Etymologiae veya OrigineJ ( Kaynaklar) adlı eseri, bütün Orta Çağ'ın kül­ türünü önemli derecede etki lemiştir. Bu eser ansiklopedik bir şeki lde zamanının bütün bi limini içine almıştır. I.'un i lahi ya ta dair baş lıca eseri Sententiae (Düşünceler) baş­ l ığını taşır. Bun lardan başka, birkaç eseri daha vardır : De viriJ illuJiribuJ ( Meşhur adamlar) ; bu, bir Hıristiyan edebiyat tarihidir ; HiJtoria Gothorum ( Gotların tarihi ) ; Batı Gotlarının tarihini 625'e kadar götürür ; De of/iciis ecclniaJiiciJ (Kilise memuriyetleri ) ; bu eser, IV. Toledo konsi linin Can on n (Direktifler) i ile birlikte Mozarab ( İspanya'da Araplar arasında yaşayan Hı ristiyanlar) cemaati­ nin ayinlerini çok önemli bir şekilde etkilemiştir ( esasen Canonn de I.'un fikirlerini ihtiva eder) ; nihayet De fide catholica contra IudaeoJ ( Katolik imanının Yahudi lere karşı müdafaası ) adlı ve Teslis'e dair eseri ; VIII. yüzyılda Alcui­ nus'un arkadaşları tarafından Eski Almancaya çevrilmiştir ; bu metin, Almancanın nesir o larak güç teoloj ik problem­ leri ifade ettiği en eski metindir. ISIM ( yeni ter. Ad ) , canl ı cansız bütün varlıkları ve kavramları tek tek veya cins cins karşılay::.n , varlık ların, kavramların adları olan kelime. Varlıkları ve kavramları tek tek karşı layan İ . ' lere haJ ( özel ) İ. , cins cins karşılayanlara cinJ İ . ' i denir. İ . ' ler dilde ya kök veya gövde o larak, yahut çekimli şek i lleri i le, yani işletme ekieri alarak kullanılırlar. İ. iş­ letme ekieri İ. adı altında toplanan bütün kelime çeşitleri­ ne d i lde işiekli k veren eklerdir. B u ekler çokluk eki (-lar ; -ler) ; İ . ' in karşıladığı nesnenin bir kişiye veya bi r nes­ neye aid olduğunu ifade eden iyelik ek ieri ( - m ; -n ; ·1 ; -i ; -u ; jj ; -st ; -si ; -su ; s ii ; -m ız ; -miz ; -muz ; -m üz ; -mtz ; -niz ; -n uz ; n üz ; -ları ; leri) dir. İ.'leri çeşitli i lişki ler için çeşitli hallere, durumlara sokan hal ekieri İ.'in kendisine tabi olm.ıyan, kendisinin tabi olduğu unsurlada i lişkilerini kuran ekler olarak İ.'i ...

-

İSİM

238

-

İSKANDİL

kendisinden sonra gelen kelimelere bağlarlar. Türkçede İ.' lerin ifade ettikleri i lişki lere göre şu halleri vardır. ı. Nominati/ hali (yalın hal) : İ.'in eksiz halidir. 2. Akkuzatif hali (-i hali ) : İ . 'i kendisine tesir eden geçişli bir fiile bağlayan lıaldir. Bugün Türkiye Türkçesin­ de akkuzatif eki - ı , -i, -u, -ü'dür. 3 . Dati/ hali (-e hali ) : Fiilin yönünü gösteren ve yak­ laşma ifade eden bir ektir. Türkiye Türkçesinde daıif eki -a, -e dir. 4. Lokatif eki (-de hali) : Fiilin eeceyan ettiği yeri gösterir, böylece bir bulunma ifade eden i. halidir ki, ekieri -de, -da, -te, -ta'dıc. 5 . Abiatil eki ( -den hali ) : Genellikle uzaklaşma bil­ diren bir ekıir. Ablaıifin bu geniş anlamına uygun olarak tabii çeşitli özel ifadeler içinde görünür. Ablatif ekieri -dan, - den -tan , -ten'dir. ,

6. Geniti/ eki, İ.'i İ.'e bağlayan ikinci derecede bir hal ekidir. Bugün Türkçede genitif eki konson ia biıen ke­ limelerden sonra -rn, -in, -un, -ün ; vokalle biten kelime­ lerden sonra da -nrn, nin, -nun, -nün şeklindedir. 7. İnıtrumenral, yön, eıitlik ekieri : İ.'i fiile bağlayan, fiilin şartlarını gösteren zarf yapan bu ekler, işlek değil­ lerdir ve yapım eki halini almışlardır. ISIS ( Ası. ) , küçük bir gezegen. Kaıolog numarası 42 dir. 1 8 5 6'da Pogson tarafından keşfedi lmiştir. ISIS ( Mit. ) , Mısır tanrıçası, Osiris'in eşi ve Horus'­ un anası. Mısır dilindeki adı Esi'dir. Analar ve çocukların koruyucusu, aile­

nin bekçisi idi. Osiris'in bütün tapınak­ larında bununla beraber kült konusu olur, fakat ayrıca Buto, Kontos ve Phi­ lai'de kendi tapınakları da vardı. Kültü geniş ölçüde Mısır dışında da yayılmış­ tır. Hellenistik çağda Demeter ile karış­ tırılmış ve Zeus - Serapis ile birlikte kült konusu olmuştur.

İSKAMBİL (Bu kelimenin Bris­ cambille adından gelmesi muhtemeldir. Asıl adı Deslauriers olan Bri scambille, 1 606'da aktör olarak Paris'te Hôıel de Bourgogne tiyatro kumpanyasına girmiş ve nükıedan olarak büyük ün kazanmış ve uydurduğu iki İ . oyununa adını ver­ miştir) , bir yanları renkli şeki ller taşıyan ve bazı oyunlar için kullanılan ince kar­ ıondan dikdörtgeniere verilen ad. Bun­ ların Doğudan ve daha muhtemel olarak Hindistan'dan geldiği s a n ı 1 ı r. Yine muhtemel olarak İ. , satranç oyunundan türemişıi r. Kısa zamanda Çin'de y ayılan İ. , sonra Araplar tarafından Avrupa'ya getirilmiş ve önce Almanya'ya ( 1 329' da Würzburg'ta sözü geçer) , sonra İ spa n y a İtalya ve niha­ yet Fransa'ya girmiştir. 1 392' de Fransa kralı VI. Charles'in ressamı Gringonneur'e üç İ . takımı yaptırdığı bilinmekte­ dir. İlk İ . 'lerin üstündeki şekiller elle boyandığı için ta­ kımların fiatı çok yüksek idi. XV. yüzyılda ksilografi tek­ niği ile A lmanya ve özel olarak Ulm şehri İ. imaline baş­ lamıştır. Seri halinde imal yolu ile ö nceleri çok çeşitli olan şekiller sadeleşmiş ve standarılaşmıştır. İ . ' leri n bütün ,

ülkelerde görülen ş i mdiki şek i l leri XVI II. yüzyılda tesbit edilmiştir. Normal sayısı 52 olan takımlar ikisi kırmızı, ikisi de kara olmak üzere dört çeşit i şaret taşır. Bun ların Türkçede adları ve şekil leri şunlardır. Karo : bak iava şek li, kırmızı ; kupa : yürek şekli, kırmızı ; sinek : stilize yonca yaprağı, kara ; maça : sap lı yürek veya sti lize sarmaşık yap­ rağı. Çeşit lerin her biri şu 1 3 İ . ' i içine � lır : Papaz, kız, vale ve birden ona kadar işaret grup larıyla gösteri len sayı­ lar. İnsan şeki l leri de bu işaret le süslenmişıir. İ . 'in aslen oyu ncak olarak çocuklar için icat edilmiş olması mümkündür. Bazen çocuklara bazı şeyler öğretmek için kullanılmışlardır. Bürüklerin eğlencesi için, birçok kumar oyunlarının temeli o l arak kul lanılmakta ve fal aleti olarak büyük bir rol oynamaktad ı rlar. Yukarıda sayı lan şekil ve sayılardan gayrı daha 26 kağıt ihtiva eden ve böy­ lece kağıt sayısı 7 8 ' e yükselen bi r İ. rakımı ( İ talyanca ıa­ rocco, Fransı zca ıarot veya taroıs) da vardır. Bu takım İ talya'da uydurulmuş olup her şeyden çok fal için kulla­ nı lmaktadır. İSKAN : b k. YERLEŞME. İSKANDİL, dtnizin deri nliğini öl çen alet. İnsan oğlu denizde do laşmağa baş ladığı andan itibaren dolaştığı suyun derinliğini bi lrneğe ihtiyaç duymuş ve bulduğu ipıidai usul­ lerle bu derin liği ölçerek ıeknesini kayalara, sığlı klara oturırnaktan kurtarma yollarını bulmuştur. Mi lartan 450 y ı l önce Akdeniz'de İ.'in kullanıldığı, tarihçi Herodoıos tara­ fından yazılmıştır. İ. aleıleri genellikle adi i. , makineli İ. ve sesli İ. olmak üzere üç şek i lde olur. İki bin yı ldan fazla bir zamandan beri gemi lerin emniyet ve selamerini sağla­ mak üzere kullanılmakta olan adi İ.' ler prensip itibariyle değişmeden bugün dahi gemi lerde kullanı lmaktadır. Bu İ . ' ler, üzeri denizin deri n l iğini göstermek üzere düğüm l ü ip, delikli meşin, renkli ş a l i ( y ü n l ü bir c i n s kumaş ) par­ çaları ile işaretlenmiş bir savlo ( i p ) ve bir kurşun ağı rlık­ tan ibarettir. Adi İ . ' ler, filika İ . ' i , el İ . ' i ve derin su İ . ' i olmak üzere üç çeşit olur. Filika İ . ' leri s ı ğ su larda filika, srimboı ve motorbor gibi küçük tekncierde kullanılır. Sal­ voları bir bu rgaıal ı k olup savlo uzun luğu 1 0 - 1 2 kulaçtır. Bu savlonun üç veya dört ku lacı kadem ve daha yukarısı kulaç olarak işaretlenmişti r. Kurşun ağı rlığı 3 kg dır. El İ . ' i her büyüklükteki gem i tarafı ndan limanlara ini li rken kul­ lanılır. Savlosu bir, bir buçuk veya bi r bi r çeyrek burgaıa lık olup savlo uzunluğu 2 5 kulaçtır. Kurşun ağı rlığı i se 4 , 5 6,5 kg dır. E l İ . ' leri yelken gemi lerinde grandi direği pala­ sarıasından, makine li gemi lerde ise baş üstlerindeki İ. tava­ larından başa doğru savrulmak suretiyle denize atı larak kullanı lır. Derin su İ.'i ise, İ. makinesi bulun madığı ve arızalı olduğu zaman kullanılır. Savlosu bi r buçuk burgaıa­ lık veya daha kalın ve savlo uzunluğu 100 kulaçtır. Kurşun ağırlığı 13 veya 1 3, 5 kg dır. Derin su İ.' i yelken gemile­ rinde orsa alabanda manevrasiyle, makineli gemi lerde ise makineler durdurularak gemi yol kesip durduğu zaman denize bırakılmak suretiyle kullanılır. İ. ağırlıkları, kurşun­ dan ve koni şeklinde yaprlrr. Dipleri yarım yuvarlak olarak oyuktur. İ. kullanı lmadan önce buraya don yağı konulur ve İ. kurşunu denizin dibine vurduğu zaman dipteki kum, çakı l , böcek kabuğu v. b. don yağına yapışır, bu suretle denizin dip tabiatı anlaşılmış olur. Derin suların daha sahih İ. 'ini yapabi lmek üzere XIX. yüzyılda Masis ve Wolker pervaneli İ.' leri uzun süre yelken ve makineli gemilerde kullanılmıştır. Bu İ.' ler üzerinde bulunan pervanenin,

İSKANDİL - ISKANDİN AVYA ağırlık dibe giderken suyun tazyıkıyle dönmesi neticesinde pervaneye bağlı dişlilerin bir müşiri harekete geçirmek ve bir kadran üzerinde derin liği okuyabilmek prensipi ile imal edilmiş lerd i r. Derin suların rahat lıkla İ . " i ancak makineli İ.'lerin icadı i le mümkün olabi lmiştir. Dünya bahriyelerinde ve tica ret gemilerinde çeşitli tiplerde makineli İ. " ler kullanılmıştır. Bunların i çinde en yaygın olanları Tomson, Kelvin ve Lucas İ . makineleridir. Bu makineler tipine göre geminin kıçında veya baş köprüsü altında münasip bir yere monte edilir. Bu makineler esas itibariyle bir sehpa ve bu sehpa üzerinde 300 kulaç ince çelik tel sarı lmış bir dolap ve bu telin sağılması i le hare­ ket eden dişli donanım vasııasiyle sağılan telin miktarını gösteren b i r müşir, tele bağlanan kurşun ağırlık ve kimya­ sal bir şişeden ibarettir. İ. kurşunu geminin kıçından veya bordaya açı lan bir uskundura üzerinden denize salıverilir ve kurşun dibi bulunca müşirin gösterdiği rakam ıesbit edi­ lerek o andaki gemi süratine mütenazır akan telin mikta­ rıyle girilecek bir cetvelden suyun derinliği bulunur. Kurşun ağırlığa bağlanan içi gümüş klorürlü boya ile boyanmış, bir tarafı açık i nce cam şişenin açık ucundan içeri gi ren deniz suyu, şişe içindeki kırmızı rengi beyaza boyayacağından bu beyazlanan kısım kendisine mahsus bir mikyasa tatbik edi­ lerek daha sahih derinlik elde edilir. Gemi seyri bakımın­ dan kullanılmağa çok elverişli olan bu makineler çok derin sular için yeterli deği ld i r. Kıtalar anısı kablo döşemelerin­ de, kahlo yatağının tesbi tinde, okyanusların haritalarının yapılmasında kullanılmak üzere çok derin sular için özel tip i. makineleri yapılmıştır. Bu t i p makinelerle ı 000 ku­ laç derinlikte yapılan bir İ. için yarım saat, 3 000 kulaç derinlikte yapılan bir İ. için bir saat on beş dakikalık bir zamana ihtiyaç hasıl olmuştur. «Nero» adlı Amerika kablo gemisi Guam adası yakınlarında 5 269 kulaç derinlikteki bir yerin İ . ' i için 6 saatlik bir zaman sarf etmiştir. El veya makine ile İ."de zaman kaybolması ve zorluk­ lar fen adamlarını herhangi bir ip veya tel ile bir ağırlık sarkumadan İ. yapabilme imkanlarını araştırmaya sevk etmiştir. Suyun ses dalgalarını nak letmek için çok iyi bir vasııa olduğu ve denizin ü st tabakalarında meydana geti­ rilecek ses dalgasının deniz di binden yan sı ma sureıiy le geri gelebi leceği teorisi üzerinde ilk defa 1 8 5 5 yılında başarılı tecrübeler yapan Amerikalı bilgin Maury'yi takiben Alman bilgini Alexander Behm, Ameri kalı Prof. R. A. Fessender, Norveçli bilgin Berggraf, Fran sız bilgini Marıi bu yolda çalışmalar yapmışlar ve olumlu sonuçlar almışlardır. Marti su alıında bir infi iak yapıı rarak yansımasını hidrofon i le tesbit suretiyle denizin derin liğini hesap etmek prensipi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Behm ise denemelerini ses dalgalarının filmlerini çekmek suretiyle yapmıştır. Behm fotograf güçlüklerinden kurtu lmak yollarını aramış, ses dal­ galarının tazyiklerine mütenazır denizin derinliğini, bir mikyas üzerinde derhal gösteren diğer bir İ. makinesi mey­ dana getirmiş ve derin okyanusların İ.'ini yapmaya muvaf­ fak olmuştur. Bugün gemiler, karinalarından dibe doğru ses şeklinde pals ( İng. pulse) göndermek ve bu vuruşun yan­ sımasının dipten dönmesine kadarg eçen zamanı ölçmek prensipi ile meydana getirilmiş İ. makineleri ile techiz edil­ mektedir. Seyir ve sefer için kullanılan İ. cihaziarında de­ rinlik genellikle palsın verilmesi ve dönmesi derinliği gös­ teren tablo üzerinde ışık şeklinde gözükür ve geminin üze­ rinde seyrettiği yerin derinlilli kolaylıkla görülür. Harita ölçmelerinde veya balık sürülerinin yerlerini bul-

239

makıa kullanılan cihaz iarda derinlikler özel kağıtlar üzeri­ ne çizilir. Bugün çeşitli tiplerde İ. makineleri kullanı lmak sure­ tiyle dünyanın bütün denizlerinde derinlikler tesbit edilmiş­ tir. Hollanda'nın «Wi llebord Sneius» gem isi Audio frequen­ cy cihaziyle Pasifik'te Fi l i pinler yakınındaki çukuru 5 5 3 9 kulaç olarak İ. etmiştir. «Emden» Alman k ruvazörü kendi adını alan çukuru aynı yerde 5 586 kulaç olarak tesbit etmiştir. İngi lizlerin «Chal lenge» gemisi Echo headphone cihazıyle Marians çukurunu 5 94 0 kulaç olarak bulmuştur. Çeşitli tip yansımalı İ. cihaziarı ile tesbit edi len dün­ yanın muhtelif den i z lerindeki en büyük derinli kler şöyledir : Pasifik Okyanusu'nda l l 5 2 3 , 5 m, Atlas Okyanusu'nda 9 2 2 5 m, Hind Okyanusu'nda 7 454,8 m, Akdeniz'de 4 747 m, Kızıldeni z'de 2 836 m, Karadeniz'de 2 245,4 m, Baltık Den i zi'nde 427 m. - Vehbi Ziya Dümer İSKANDİJ\"A VYA, Kuzey Avrupa" da, Bal tık, Norveç ve Barents denizleriyle çevri li olup İsveç, Norveç, Dani­ marka ve Finlanda"yı kapsayan yarımadaların bütününe veri len ad.

ı. Coğrafya : bk. DANİMARKA, FİNLANDA, İS­ V EÇ, NORVEÇ.

2 . Tarih : Uzun zaman savaşçı küçük ıoplumlara bö­ lünmüş durumda yaşayan İ . " lrlar Orta Çağ başında üç kral­ lık halinde örgütlenmişlerdir. Bunu i lkin VII. yüzyıl ba­ şında İ sveç, VIII. yüzyıl sonunda Danimarka, I X . yüzyıl . sonunda da Norveç başarmı ş t ı r. Fakat nüfusun artması ve tarıma elverişli toprak ların yetersizliği bu ülkelerin hüküm­ darlarını denizaşırı seferler yapmaya yöneltmiş ( Vi king se­ ferleri ) ve böylece IX. yüzyılda Orkad ve Shetland ıakıma­ daları İzlanda, X. yüzyılda da Grönlanda kol onileri kurul­ muş, sonra Frank imparatorluğunun kıyı ları yağma edilmiş, Normandiya Dukalığı kurulmuş, İngiltere istila edi lmiştir. Yine X. yüzyılda İsveçliler ( Vareg ' ler) Baltık Denizi do­ ğusunda Bizans"a doğru ticaret yolları açmışlar ve böylece, Rus İmp araıorluğunu meydana getirecek olan devletlere si­ yasi temeller hazırlamış lardır. İ. "ya 8 3 0 y ı lında giren Hıris­ tiyanlık ancak XI. yüzyılda h ükümdarların desteği ile tu­ tunup yerleşmiştir. Lund ( 1 1 03 veya 1 1 04 ) ve Uppsala ( 1 1 64 ) başpiskoposluklarının kuru lmasından sonra k rallar ki liseye dayanmışlar ve savaşlarını onun adına yapmış lardır. İsveç kralı Erik'in pagan Finlandalı lara karşı açuğı haçlı seferi ( ı D7 ) , Pinlanda"nın baştan başa zaptedi lmesiyle sonuçlanmıştır ( 1 3 2 3 ) . Kalmar Birleşmesi ( 1 397 ) i le üç i skandinav ülkesi ( İ sveç, Norveç ve Dani marka ) , bu so­ nuncu krallığın üstünlüğü a ltında siyasi bi r birlik halinde bir araya gelmişlerdir. Fakat Dani marka h ükümdarlarının

240

İSKANDİNA VYA

İSKANDİNAYY A : İsveç'in doğu kıyısında bir balıkçı köyü aşırı davranışları ı 5 20'de I . Gustaf Yasa'nın ayaklanmasına ve ı 5 2 3 'te İsveç kralı ilan edilmesine yol açmıştır. Norveç Danimarka ile birleşik kalmaya devam ederken, İsveç ikti­ sadi ve askeri örgütlenmesini tamamlamış ve Baltık Deni­ zi'ne hakim olma yolunda izlediği hegemonya siyaseti yü­ zünden komşularıyle bir sıra çatışmalara gi rmiştir. Otuz Yıl Savaşı'nda Dani marka'dan sonra bu savaşa katılan İ sveç, Avrupa'nın büyük devletleri arasına girmiş, fakat İsveç kralı XII. Karl ( ı 697 - ı 7 1 8 ) ın giriştiği maceral ı teşebbüs­ ler yüzünden Baltık ey aletleri elden çıkmış (Nystad, ı n ı ) , Finlanda da Tilsit antiaşması ( ı 80 7 ) i l e Rusya i çinde özerk bir büyük dukalık olmuştur. Öte yandan Danimarka . Napoleon'u tutan bir siyaset gütmüş olduğu için Norveç'i kaybetmiş, Norveç de ı 8 ı 4 Kiel anılaşması}'le ve kişisel bir birleşme i l e İ sveç tahtına bağ lı bir krallık halini almıştır. Bunun üzerine İ. üniversitderinde, bölgede yaşayan mi llet­ Ierin birleştiri lmesi amacını güden bir İskandinavizm ha­ reketi meydana çıkmış, ı 8 29'da bu hareket }'eniden canla'l­ mış ( Lund Üniversitesi şenlikleri ) , kral I. Oskar birleşme düşüncesini benimsemiş görünmüş, Kopenhag Üniversitesi öğrencileri kend i lerini ziyarete gelen İsveç üniversitesi öğ­ rencileriyle birlikte, ülkelerini Germen saldırılarına karşı savunacaklarına and içmiş ler, kral da Danimarka'yı Prus­ ya'ya karşı desteklemeye karar vermiş, fakat kral XV. Karl'ın Kopenhag'da bulunduğu sı rada ( ı 863 ) yaptığı askeri yardım vadini İsveç hükumetinin oylamayı reddet­ ınesi üzerine İ skandinavizm hareketi bir ara gevşemiş, ı 90 5 ' te İsveç i l e Norveç'in birbirinden ayrı lması i ş i karışık bir hale getirmiştir. ı 9 ı 4 harbi nin yaklaşmasıyle İskandinavizm hareketi, tarafsızlık içinde bir birlik şeklinde yeniden can­ lanmış ve üç devlet savaş süresince bu tarafsızlığı başar-

İSKANDİNAVYA : Sergen'in genel görünüşü (Norveç)

İSKANDİNA VY A : Halsingborg yakınında ekilmiş top­ raklar ve Öresund 'dan bir görünüş ( İ sveç ) mışlardır. Harbin sonunda, o zamana kadar Rusya'ya bağl ı olan Finlanda'nın bağımsı zlığa kavuşması, aradaki ı r k v e d i l farkiarına rağmen, İskandinav dünyasının kuzey - doğu ya doğru geniş lemesini sağlamıştır. B ütün gücünü, gitgide sağlamlaşan demokrasi ler çerçevesi içinde ekonomi k üreti­ mini artırmaya ve hayat seviyesini yükselımeye hasreden bu dünya, 30 Kasım ı 939'da Sovyet ler Birliği 'nin Finlanda'ya, 9 Nisan 1 940'ta da Almanya'nın Danimarka ile Norveç' e saldırmasıyle alıüst olmuştur. Savaş ertesinde uluslararası durum İskandinav deviederinin değişik yollar tutmalarına yol açmış , İsveç Batı ile Doğu arasındaki geleneksel ve yararlı tarafsızlığını sürdürme yolunu tutmuş, Norveç ile Danimarka Kuzey Atlanıik Pakıı 'na katı lmışln, Finlanda ise ı 947 Paris barış antiaşmasıyle Sovyetler Bi rliğine bağlı kalmıştır. Fakat tutulmuş olan bu diplomatik yolların ve hatta güdülen ikti sadi politikaların değişik olması, bu ülkelerin birçok noktada ortak deği lse bi le para­ lel bir politika gütmelerine engel olmamaktadır. Nitekim İskandinav devletleri (ve İzlanda ) B irleşmiş Milletler ör­ gütüne kanlmışlar, Marsha ll Planını kabul etmişler, Avru­ p a İktisadi İş Birliği Teşki latı 'na (Finlanda hariç) ve Avrupa Konseyi'ne ( Finlanda hariç) katı lmışlardır. Fin­ landa'nın iktisadi siyasetinin gerekleri ve hatta uluslara­ rası i lişkilerde meydana gelen yunıuşama, Sovyetler Birli­ ği'nin de izniyle Finlanda'nın üç komşusuna daha çok yaklaşmasına ve ı959'da bu komşular arasında kurulmuş olan serbest mübadele bölgesine katılmasına ( ı 96 1 ) imkan vermiştir.

İç siyaset durumu : Il. Dünya Harbi İ. ülkelerinde burj uva partilerini zayıflatarak sosyal - demokrat partilerin güçlenmesine ve 1 94 5 'ten beri parlamentolarda sosyal - de­ mokratların, sandalyelerin yarısını ( Finlanda hari ç ) elde

İSKANDiNAVYA : Sogncfjord

va.disi (Norveç)

İSKANDiNAVYA - İ SKELE'f

İSKANDiNAVYA : Mo lde kasabası ve Romsdalfj ell dağları (Norveç ) etmelerine yol açmıştır. Bu başarıyı bu partilerin üretim araç larını sosyalleşti rmekten vazııeçmeleri ve seçi mlerde komüni st adayların hemen hemen tamamıyle başarısızlığa uğrarnaları ( Fi n landa hari ç ) sağ lamıştır. Parlamentolarda böy lece büyük bir çoğunluğa dayanan hük umetler i stisnai bir süreklilikten yararlanmakta ( Finlanda hariç, çünkü bu ü l kede parlamentonun bi leşimi koalisyon hükumetleri ku­ rulmasını gerekt" ernektedir) ve teknik ve zi rai ( Danimark a ) ve sınai ( İ sveç) modernleşmeye ve maddi servetierin ( ko­ nut yapımı siyaseti ) ve eğitimin (öğrenim imkan larının artırı lması ) adiline dağın lması esasına dayanan bir uygar­ lık geliştirmektedirler. Kuzey ü lkelerinin gerek uluslararası siyasette gerek sosyal ve i ç politikada tuttukları bu paralel yollar ve bu ü lkelerden her birine fazla ağır gelen yük lecin birlikte ta­ şınması zarureti, 1 9 5 2 'de, her yı l beş devletin parlamento­ larınca seçilen delegelerden meydana gelen bi r Kuzey Kon­ seyi'nin kurulmasına yol açmıştır. 1 9 5 3 'te çalışmaya başla­ yan ve her yıl ayrı bir başkentte toplanan bu konsey ( Fi nlanda'nın 1 9 5 6'da katılması gerekiyordu ) , uzman ko­ mitelerinin yardımıyle birçok anlaşmalar imzalamışur . Bu gibi anlaşmalarla mesela beş devletin kanunlarının birleş­ tirilmesi, ortak bir çalışma pazarı kurulması, ikti sadi mü­ badelelerin kolaylaştırılması yollarına gidi lmiştir. Bu iş birlikleri hem özel ortaklıklar düzeyinde (İ. Hava Yol ları ) hem de devletler düzeyinde ( İ. 'ya giren yabancı lar için gümrük formali telerinin basitleştirilerek bu ülkelerin turizm bakımından bir tek ülke haline getiri lmesi ) iş lemektedir. Böylece yavaş yavaş milli bağımsızlık esasları içinde yeni bir siyasi, i ktisadi ve toplumsal birlik yaratılmaktadır.

lSKARPELA ( < İta. srarpe//o ) , marangozların kul­ landığı demir kaleme verilen ad. İ. tahta saplı çelik bir limadan meydana gelir. Keskin tarafının boyu İ.'nın kul­ lanıldığı maksadara göre değişir. Pürüzsüz kesrnek için İ. genel olarak elle itilerek kullanılır. Buna karşılık, keskileri bir tokmakla vurmak gerekir. Bk. KESKİ. lSKEÇE (Yunanca adı : Ksanthe ) , kuzeydoğu

Yu­

nanistan' da, Batı Trakya' da, Gümülcine (Yun. Komotine) nin 45 km batısında bir şehir. Nüfusu 26 377 ( 1 961 ) d i r. Çevresinde tütün yetiştirilir. Özellikle Kar,ıyaka'da yetiştirilen tütünler nefis kokuludur. E skiden Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde bulunan bu şeh ir, Edirne vilayetinin Gümülcine sancağına bağl ı bir kaza ( ilçe) idi. Bk. KSANTHE.

ISKELE ( İta. Scala ) , kıyı larda veya limanlarda her çeşit vapur, yelkenli gemi veya kayıkların yolcu ve yük alıp vermelerini temin maksadıyle rıhtımlara veya kıyı lara d i key olarak ağaç, demir veya taştan sabit olarak veya dubalar halinde yüzer bir şeki lde meydana getiri len yapı. İ . ' ler üzerinde gemilerin türlü hava şartları altında emni­ yetle durmalarını sağ lamak üzere halatlarını bağlayacak kuvvetli babalar bulunur. İ . ' lerin, tekneleri n yanaştıkları yer­ lerinde, çarpmalar veya denizierin tesiriyle dövünmeler dolayısıyle İ.'nin ve gemi bordasının harap olmaması için ağaç kaplamalar, usturmaçalar ve gelgit olan yerler­ de veya ani fırtına çıkan yerlerde geminin İ. 'ye yüklen­ mesinin önüne geçmek üzere İ. yakınına dibe çakılan bir­ kaç uzun ağaç di rekten meydana getirilen dolfin emniyet yastık ları bulunur. İ . ' lerin ucunda geceleri şehrin ışıkları arasında İ. yerinin uzaktan görülmesi için kırmızı bir fe­ ner yakılır. Yolcu alıp verişlerde kazaen denize d üşen­ lere atılmak üzere bir cankurtaran simidi, sisli hava­ larda yanaşacak vapuı lara İ. yerini belli etmek üzere çalınmak maksadı ile kampana bulundurulur. Büyük va­ purların yanaşnkları İ . ' lerde hariçren telefon almaları için bağlantı kutuları ve su almalar ı için de vana ve hortum tertibatı vardır. Büyük li manlarda çeşitli tip gemilerin ya­ naşmaları için çok sayıda İ. bulunur ve bunlar numara ile birbirlerinden ayırt edi l i r. Tersanelerde ve deniz üsle­ rinde de çeşitli maksadara göre kullanılan İ.' ler vardır. Akar yakıt, onarım, cephane İ.' leri gibi. İ. veya rıhtımlara yanaşmış gemilerin yolcularını veya mürettebaunı karaya çıkarmak üzere İ. veya rıhtıma verdik­ leri tahtalara da İ. denir. Büyük yolcu gemi lerine veya transatlantiklere rıhumlardan verilen merdivenlere de İ. adı veri lir. Demir üzerinde bulunan gemilc:rden küçük vasıtalara yolcu indirmek için veya kıyıya yanaşmış gemi­ lerden aynı maksatla bordalardan i ndirilen merdivenlere de İ. denilmektedir. Birçok g üveneye malik gemilerde bir gü­ verteden diğerine veya köprü üstüne çıkmayı sağlayan dar merdiven leı e de İ. adı verilmektedir. Harp gemilerinin bor­ dalarında demir çubuklardan yapı lmış basarnaklara harp İ.'si denir. Yolcu gemilerinin muntazaman sefer yaptık ları ve uğradıkları liman lara da İ. denilmektedi r. Gemilerin in­ şa, onarım veya havuzlanmalarında işçilerin gemi karina veya bordalarında pervane veya d ümenlerinde onarım veyl boya işleri yapabilmeleri için ağaç veya demirden geçici olarak kurulan yapılara da İ. adı verilmektedir. Bir gemi­ nin içinde yüzü puruva ( baş taraf) ya doğru çevrilen bir ki mseni n gemi ona hattının sol tarafında kalan kısım ge­ minin İ. tarafıdır. B u tarafta bul.unan cihaz ve donanım o tarafın adı ile söylenir. İ. borda feneri, İ. yan mataforası, İ. deniz filikası,· İ. ana makine gibi. Geminin gidiş i stika­ metinden sola dönmesi için dümene verilen kumandalar da İ. 15 derece, İ. alabanda gibi i. kelimesi i le birlikte söy­ lenir. Harp gemilerinde geminin sol tarafında bulunan toplar ve diğer silahlar da İ. ona batarya, İ. yedi buçuk­ luklar, İ. torpido kovanları gibi adlandırılırlar. ISKELET ( Fr. Squelette < Yun. ıkeleloı) : Canlı­ ların, vücut yapısının esasını teşkil eden, organlar için destek görevini yapan bir İ.'i vardır. Fakat İ.'in yapısı

canlılarda farklılık

gösterir. Aşağı sınıf hayvan larda

i. bağ

dokusu karakterindedir. Buna karşılık hayvanların sınıfı yükseldikçe kıkırdak dokusundan, yüksek omurgalılarda i se kemik dokusundan yapıldığı görülür. İnsan İ.'i, anne karnında geçen 280 günlük süre için­ de aeli�irken, bu üç evreyi de geçirir. Yeni dojan bir

İSKELE'T

24 2

yavruda hem kıkırdak hem de kemik dokusu görülür. Ol· gunluk çağına yaklaşukça kemik dokusunun genişled ği, kıkırdak dokusunun geri ledi· ği göru lür. Vücutta bul unan bütün kemik lerin ıam teşek­ külü 20 - 25 yaşları arasında Şek i l 1 : Atl • s ( B irinci meydana geli r. boyun om uru ) Olgun insanda İ. 206 I . Arka tüberkü l ; 2 . kemi kten meydana gelmışıir. Beyin damarları ndan bi­ Bu 206 kemik birbı rleri ile ri nin geçtiği o l uk ; 3. çeşitli eklemler yaparak, canlr iki�ci bo·. un omuru d ' ş i vücudunda görülen İ."in şeki l e ek'em yapan yüz ; 4. lıni verirler. Aynı zamanda Ön tüberkül ; S . y • n çeşitli vücut parçal arımızı hapa rça ; 6. Transver s dertkete getirirken kald ıraç göl i k ; 7 . Transvers çıkın u ; revini de yaparlar. Kafa ı as ı ve 8. Arı kafa kemiği i lc göğüs kafesini te1kil edertk, cklem yapan yüz buradaki oı .ıı a nların dışarıdan gelt bi ltctk etkilere karşı korun masını da sağlarlar. İ . " i n esas parçasını omurga ( Columna vertebra l i s ) meydana geti ri r. Omu r.�a ü st ü s t e sıralan mış 3 3 . 3 4 omur·· dan ibJı ett i r. Ayrıca omur' ların arasını dolduran ve onlara ya s•ık görevini yapan omur disk' leri ( Discus interverıeb· ra lis) bulunur. Hareker esnası n d a etkilerin naklinde bu di,kleri n çok önemli rolü vardır. Omurgayı yapa n 3 3 34 omurdan 24 tanesi ek lemler aracı l ığı ile biı bi rine . bağlanmıştır. Geriye kalan 9 10 omtJ rdan Yi birleşerek, t e k b i r kemik meydana getirir. Son 4 - 5 omur ise 2 yrı bir kemi k olarak bulunur. ·

·

Omurga düz bir sütun biçiminde yap ı l mamıştır. Ter­ sine yer yer eğrilikite görülür. Bu eğrilı k lerinden dolayı erişkin in sanda omurga bir S ha rfi ni an dırır. Bu eğri l ikler­ den boyun ve bel pa rçası nda k i ler öne doğ ru, göğüs ve sağ rı bölgesi ndekiler ise arkaya do ğı u konveksıi�. Bu du· rum insan ı n iki ayak üstünde durmasından dolayıdı r. Çün­ kü ayakta duran i n sanda baş ve gövde ağı r l ığı omurgalar üzerine düşer, bu d urumda dengen in sağlanması bu eğrilık­ ler sayesınde olur. Om ur ( Verıebra ) : Genel olarak om urların bir ci sm i, bir de kavsi vard ı r. Ci sim ( Corpus vertebrae) önde. h vis (Arcus verıebrae) arkada bulunur. Kavsin cisimle birleşme­ si sonucu arada bi r de lik meyda � a gelir. Omurların üst üste diıilmesi sonucu bu de­ likler bir kanal mtydana geıi­ rirler. Omuega kanalı ( Cana­ lis verı ebralis) deni len ve omueganın eğri liğine uyan bu kan alda emuri l i k ve vücuda dağılan sinirlerin kökleri bu­ l u nur . Ştk ı l 2 : Göğüs omuru Genel olarak bir silindi­ ı. Kaburga başı ile ek­ re benzeyen cisim lerin üst v e lem y� pan yüz ; 2. i.l st alı yüzleı ine om u r diskleri eklem çıkını1>ı ; 3. Y" n yapı şmıştır. Vücut ağı rlığının r aklinde esas yükü taşıyan çıkımı ; 4. A l t ek le m cisimlerdir. Bunun için de ci­ çıkın u�ı ; S. Om ur çen ­ simlerin sünger dokusu şek· tiği ; 6. Kaburga başı i le eklt m yapacak yüz ; 7. lindeki yaprları bu görevi ya· Di kensi çıkımı pabilmelerin e imkan sağlar.

Kavis' ler çeşitli uzanıı lar ihtiva eder. S u uzantılar· dan biri arkaya, i k i si yan lara, ikisi yukarıya ve i kisi aşağı­ ya doğrudur. B u uzanırlar omu dararası ek lemlerin , omur­ Iada kaburgalararası ekiemierin teşekkülünde görevlidir. Ayrı ca, kavi slerin cisimle birleştikleri kısımlarda, üstte ve altta olmak üzere çentikler bulunur. Bu çentikler omurgada birer delik meydana geti rirler. Omueganın yan taraflarına bakıldığı zaman görülen bu dtliklerden vücuda dağrlan sini rler çıkar. Bu genel yapıyı gösteren omurlar, boyun, göğüs, bel, sağcı ve kuyruk sokumu bölgeleri ne göre gruplara ayrı l r r. Boyun emurları ( Vertebrae cervicalis) yedi tanedir. Bun lardan yalnız birincisi şekil bakımından diğerlerine ben zemez. Buna Aılas adı veri lir. Boyun omudarının ikin· cisi ( Axis) genel yapıya uygundur. Yalnız c i sminin üst yüzünde yukarıya doğru bir uzantı ihtiva eder. Bu uzantı A t l as'la ek lem yaparak başın dönme hareketlerinde görev­ lidi r. Diğer boyun omurları tamamıyle birbirine benzer. Ka­ vis' ten arkaya doğru uzanan ç ı k ı mı hepsinde i ki uçla son­ lan ı r, yalnız yedincide uç tektir. Boyun omudarının bir başka özelliği de, ci simlerinin yan tarafı nda mevcut olan bi­ rer deliktir. Bu delik ierin meydana geti rdiği kanaldan beyne giden bir atar d amar geçer. Şek i l 3 : On ikinci göGöğüs om urları daha ğüs arnuru kalın b i r cisim ihtiva eder. ı. Üst eklem çıkınıısı ; Bu cisi m lerde kavsin başladığı 2 - 4 - 7 . Yan çıkıntı ; 5 . yere yakı n , ikisi üme, ikisi Dikensi çıkımı ; 6. Alt al tta olmak üzere dört adet eklem çıkınıısı ; 8. Ka· yarı m eklem yüzleri vardır. burga başı i le eklem yaBu yüzler omurgada omurlapan yüz ; 9. Om ur c ismi rın üst üste gelmesi i le bi rer bütün eklem yüzü şekline döner ve buraya kaburgaların baş kısımları gelerek eklem yapar. Dikensi u zantı ları arkaya ve aşağıya doğru eği k tir. Kavi s ile cisim arasında b u l u n an ddik üçgene benzer ve dardır. i nsanda on iki göğüs omuru bulunur. Bel omurları beş taned i r. Cisimleri k ahndır ve fasul· yeye benzer. Di kensi uzanıı kalın ve kısa, aynı zamanda d i k olarak uzanı r. Sağcı emurları beş tane olup, hepsi birleşerek tepesi aşağ ı da taban ı yukarıda üçgene benzer bir kemik meydana getirmiş lerdir. Kuyruk sok umu omurları d a tek bir kemik şeklinde birleşmiş 4 - 5 omurdan meydana gelm iştir. Göğüs kafesi : 24 kabu rga, 12 omur ve göğüs kemi· ğinin bir birleri ile kısmen oyn ar ve kısmen oynamaz ek­ lemler aracı lığı ile birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu kadar çok kem i k ve eklernden meydana gelmesi ve kabur· gaların kıkırdak aracı lığı ile göğüs kemiğine turunması, göğüs kafesinin hacminin kolayca değişmesine imkan ver· mekte ve esneklik sağlamak tadır. Bu özellikleri dolayısıyla solunumda az kas çalıştırmak ve enerj i tasarruf etmek im­ kanı doğmaktadır. Göğüs kemiği : bk. GÖGÜS. Kaburgalar : insanda 12 çift kaburga vardır. Bu ka· burgaların 7 ' si göğüs kemiği i le birleşir. Geriye kalan beş tanesinin üçü ortak bir kıkırdak parça ile göğüs kemiğine bağlanır. Son ikisi kaslar arasında s�rbest olarak sonlanır.

fSKELE't

Şekil 4 : Kuyruk sokumu kemiği (Os sacrum) 1. Üst ek le m çıkınıısı ; 2 . Omur kanalı ; 3 . Sakral çı­ kınrı ; 4. Dış ibi k; ' · Orra ibi k ; 6. Arka sakral delik­ ler ; 7. Sakral boynuz 8 . Om ur kanalı alı açıklığı ; 9. Alı ek le m yüzü ; 10. Om u r tepesi ; 1 1 . Dikensi çıkınr ı ların yo puğı ibik ; 12. Eklem yüzü Biçim bakımından kabu rgalar bir yay meydana getirir. Yayın uçlarından biri kaburga başı ( Caput costae) nı ya­ par. Bu uç bir eklem yüzü i le omurlara tutunmuştur. Bundan sonra boyun kısmı gelir. Boyun kısmının bittiği yerde bir çıkıntı bulunur. Bu çıkıntı omurların yan uzan­ tı ları ile bi rleşir. Son parçası kaburga cismidir ve bir ka­ vis yaparak öne ve i çe döner. Önde bir kıkırdak aracılığı ile göğüs kemiğine tutunur. Alt taraflar : Kalça, uyluk, bacak ve ayaklar alı ta­ rafları meydana getiri r l er. Toplam 64 kemikten teşekkül eder. Kalça kemiği : Üç ayrı parçanı n birleşmesinden mey­ dana gelmiş bir kemiktir. İnsan vücudunda iki kalça ke­ miği önde kendi aralarında, arkada sağrı ve kuyruk sokumu omurları ile birleşerek kalça İ."ini teşkil ederler. Kalça kemiklerinin dış kısmında bulunan birer çukura her iki taraftaki uyluk kemiklerinin başı yerleşir ve kalça ekiemini yaparlar. B u eklem yardımı ile alt taraflar vücuda bağ­ lanmış olur. Uyluk kemiği, bacak kemi kleri olan kaval ve kamış kemikleri uzun kemik­ lerdir. Ayak İ .'i kısa ve i nce kemiklerden yapı lmıştır. Bun­ ların sayıları da çoktur. Bu çok sayıdaki kemik de pek çok eklemle birbirlerine bağ­ lanmı ştır. B u kemikler bir yanda n vücut ağırlığının, bir Şekil ' : Birinci kaburga yandan çeşitli yön lerden ge­ len kuvvetli kasların etkisi 1. Kaburga başı ; 2. Damarın geçtiği oluk ; 3. altındadır. Bu etkilere karşı koyabilmek ıçın kemiklerin Ön skalen kasın tutunyapısı sağlam ve dayanıklıdır. d uğu kabarcı ; 4. KaburV ücut ağırlığı omurga ga tümseği

243

ile kalça İ.' inde bulunan kalça kemiğine nakledi lir. Orad an uyluk kemiğine geçer. Uyluk kem i ğ i ( Femur) : Bu kem ik bir baş, bir boyun ve bir cisi mden teşekkül eder. İn san vücud unun en uzun ve en sağ lam kemiğidir. Kalça ekitıninin yardımı i le 1 2 k g ağırlığa karşı koyabi lir. Vücut ağırlığı b u kemi k ara­ cılığı ile bacak kemi klerinden kaval kemiğine nakledilir. Diz kapağı kemiği : Diz ekiem inin ön tarafında ve uyluk kemiği ile kaval kemiklerinin arasında ve uyluk dört baş l ı kasının kirişi tarafından tutu lmuş olan serbest bi r kem ikti r. Tepesi aşağıda, tabanı yukarıda bir üçgene benzer ve hacağı n hareke tleri esnasında uy luğun dört başlı kasının kuvvetinin etkisini artırır. Ayrıca diz ekiemine dışarıdan gelecek mekanik etki lerden de ekiemi korur. Bacak kemikleri : Bacakta biri kalın, diğeri i nce ol­ mak ü zere iki uzun kem i k bulunur. Ka lın olanı kaval kem iği (Tibia) diz ekieminin yapısına karı lır ve vücut ağırlığın ı ayaklara nakleder. İnce olanı ise kamış kemiği ( Fibula) ad ını alır. Bu kemiğe birtakım bacak kasları tutunur. Ayrıca, her iki kemik ayak bi leği ekiemi nin çara­ lını yaparlar. Bu çatalın içine ayak İ . 'inin kemiklerinden aşık kemiği (Talus) yerleş i r. Ayak iskeleti : '2 adet çeşitli büyüklükteki kemikle­ rio birleşmesinden meydana gelmi�tir. Vücut ağırlığını taşımak ve çevrede yer değişti rmek bu kısmın görevlerin­ dendir. Bu sebeple, ayağın biçim ve durumu, yapısındaki kemik. kas ve bağların özellikleri bu görevlere göre ayar­ lanmıştır. Ayak İ . "inin bacak kemiklerine nazaran dikey durum-

Şekil 6 : Göğüs kafesi 1. Aluncı boyun om uru ; 2. Birinci göğüs omuru ; 3. Kürek kemiği çıkınıısı ; 4. Kürek kemiği gaga çıkınıısı ; ' · Dördüncü kaburga ; 6. Aluncı kaburga ; 7. Yedinci kaburga ; 8. On ikinci om ur ; 9. Birinci bel om uru ; 1 O. On ikinci kaburga ; l l . On birinci om ur ; 1 2. İkinci kaburga ; 1 3 . Birinci kaburga

İSKELET

i4 4

Şeki l 7 : Kafa i skeieıinin önden görünüşü da olması ve kemi klerin bi rbi rine bağlanma şekil leri sonu­ cu tabanda bir kubbenin teşekkülü sayesinde, ayak üzerine d üşen ağı rlığın geniş bi r yüzeye dağı lması sağlanmış olur. Ayağın bir kısım kemi kleri hacağı ayak İ. "ine bağlayan eklemin önünde. çok az bi r kı smı i se a rkasında bulunur. Bu · suretle biri daha k ı sa olmak üzere iki koli u bi r kaldı­ raç halini alan ayak İ . ' i , zıt yönlü çeşitli hareketleri kolay­ ca yapabi lir. Ayak İ."i, ayak bi leği, ayak tarağı ve parmak kemik­ leri olmak üzere üç grupta toplanan, deği şik biçim ve büyükl ükteki kemiklerden ıeşekkül eder. Ayak bi leğini yapan yedi kemik, aşık kemiği, ıopuk kemiği, zar kemik, ayak kayık kemiği ve üç adet konik kemik lerdir. Ayak tarağı beş adet ayak tarağ ı kemiğinden meydana gelmiştir. Parmak kemikleri, ayak başparmağında iki, diğer parmaklarda üçer ıanedir. Üst taraf kemikleri : Üst taraf kemikleri insanlarda yakalama ve tutma hareketleri ve bu hareketlerle i lgili olayları yapma görevini yüklenmi şlerdir. B u sebeple, omur­ galı hayvanlardan farklı bir durumları vardır. Üst taraflar iki kemik aracılığı ile ııövdeye bağlan­ mıştır. Bu kemiklerden bi ri ön tarafta ve göğüs kafesinin üstünde bulunan köprücük kemiğidir. Diğeri göğüs kafesi­ nin arka tarafında olup, kas ve zarlarla ona tutunmuştur. Bu kemiğe kürek kemiği adı verilir. Kürek kemiğine küre biçiminde bir eklem yüzü ile temas eden ve omuz ekiemini yapan kol kemiği ( Humerus) , uzun v e tek bir kemiktir. Uyluk kemiğinden daha kısa ve ona nazaran daha az kuvvetıe olmasına rağmen yine de vücudun en kuvvetl i kemiklerindendir. Bu kemiğin alı ucu dirsek ekiemini yapar, geniş ve yassıdır. Cismi de uçların şekillerine uygun olarak yukarıda yuvarlak, aşağıda ,

yassıdır.

Ön kolda bi rbirlerine aralarında geri lmiş bir zar anl• cılığı i le tutunmuş uzun iki kemik vardır. Vücut ağı rlığı kollarımız üzerine yüklenecek olursa, ağırlığın ellere nak­ linde bu iki kemik önemli rol oynar. Ağırlık kol kemiğin­ den ön kolda i ç tarafta bulunan d i rsek kemiği ( Ulna) ne geçer. Bu kemiğin üst ucu kalındır ve biri arkada yukarı­ ya doğru, diğeri öne doğru uzanan iki çıkıntı arasındaki eklem yüzeyine kol kemiği oturmuştur. Fakat alı ucuna yaklaştıkça kemiğin cismi ineelir ve küçük bir küre biçi­ mindeki uçla sonlar ır. Bu sebeple, ağırlık bu kemikten ele nakledi lemez. Aradaki zar vasırası i le ön kol kemiği ( Ra­ dius) ne geçer. Ön kol kemiği di rsek kemiğinin dış tara­ fında bulunur ve onun tersine olarak, üst ucu daha küçük ve daire biçimindedir. Alt ucu kalındır ve e l bileği ekie­ mini yapan birinci sı ra kemiklerle eklem yapar. E l i skeleti : El bi leği , el tarağı ve parmakları yapan 27 kemikten meydana gelmi ştir. Ancak yakalamak ve tut­ mak başlıca görevleri olduğu ve nadiren vücut ağı rlığının naklinde kullanıldığı için bu kemikler, ayak İ.'ini yapan benzer kemiklere nazaran daha küçük ve incedir. E l bi leği­ nin birinci sırasını teşkil eden dört kemik şunlardır : Kayıksı kem i k (Os scaphoi deum ) ; ay kemik (Os lunaıum ) ; piramit (kon i k ) kemik (Os triquetrum) ; bezelye kemi k (Os psiforme). İkinci sırada ırapez ve ı rapezoid kemikler (Os ıra­ pezium ve Os ırapezoideum ) , başl ı kemik (Os capitaıum) , çengel l i kemi k (Os hamatum) bulunur. Baş i skeleti : Yedisi kafatasında, on altıs ı yüz İ. "inde olmak üzere y i rmi üç kemikten yapı lmıştır. Bu kadar ke­ mikten yalnız biri ( alt çene kemiği ) hareketli olup, diğer­ leri bi rbirleri ile sıkı münasebetli ve dikiş tarzında sabic eklem lerle ıuıunmuş lardır. Bu kemikler arasında hacmi de­ ğişmeyen bi rtakım boşluklar meydana gelmişti r. Bu su retle i nsan için çok önemli olan bir organ ( beyin ) bu boş lukların en büyüğü içinde oturur. Kafatası iskeleıi : Arı kafa kemiği, temel kemiği, alın kemiği, duvar kemikleri ve şakak kemiklerinden meydana geli r. Bu son ikisi çift olup, öteki ler tektir.

Şek i l 8 : Yeni doğmuş bir çocuğun kafa i skeleti ı. Ön bıngıldak ; 2. Duvar kemiği ; 3. Arka bmgıl­ dak ; 4. Lambdoid dikiş ; 5 . ve 6. Arka yan bıngıldak ; 7 10. Şakak kemiği ; 8. Art kafa kemiği dış parçası ; 9. Dış kulak yolu deliği ; 1 1 . Elmacık kemiği ; 1 2 . Alt çene kemiği ; 1 3 . B u r u n deliği ; 14. Temel kemik ; 1 5. Ön yan bıngıldak ; 1 6. Alın kemiği ; 17. Alın kemiği ile duvar kemiği arası dikil -

ISKELET - İSKENDER, III. Büyük

245

Art kafa kemiği (Os occipitale ) : Kafatasının arka ve ara alt kısımlarında bulunur. Beyin yarım kürelerinin arka parçaları ve beyincik bu kemik üzerine oturmuştur. Alt tarafta ihtiva ettiği büyük delik ( Foramen occi pi­ tale magnum = artkafa büyük deliği ) , omurga kanalı ile kafatası boşluğunu birbi rine bağ lar. Kemik kuvvetli bir ya· pıya sahiptir ve atlas adı verilen bi rinci boyun omuru üze­ rine oturur. Temel kemik (Os sphenoidale) : Bu kemik kafatası kaidesinde bulunur. Önemli damar ve sinirler için geçtiği delikleri ihtiva eder. Orada kutu bi çiminde ve içi boş bir cisim vardır. Bu cisme iki yanda iki kanat bağlanmıştır. İki kanat arasındaki bi r yarık ve küçük kanadın ci sme tutunduğu yerdeki bir kanal göz boş luğun u kafatası boşl uğuna bağlar. Ayrıca, mevcut çeşitli kanal ve deliklerden geçen damar ve sini rler kafatası boşluğuyle yüzde bulunan oluşumlar arasında i lgi temin eder. Bu kemik yüz İ.'inde mevcut bazı boşlukların (göz boşluğu, burun boşluğu v. b. ) teşekkülünde görevlidi r. Duvar kemiği (Os parietale ) : Kafatasının kubbesini yapan iki kemiktir. Yassı bir kemiktir. Önde alın kemiği, arkada art kafa ve yan larda şakak kemikleri i le eklem yapmıştır. Şakak kemiği (Os tem­ porale) : İki yanlarda bulunur. İşitme ve denge organı olan kulağın büyük bir kısmını ih­ tiva eder. Üç parçadan yapılmıştır. Alt çene kemiği bu kemikle eklem teşkil eder. Ayrıca duvar kemiği, temel kemik, art kafa kemıği ile de eklem yapar.

mikleri, saban kemiği, göz yaşı kemikleri, alt konka kemik­ lerinden meydan a gelmiştir. Bu kemiklerin bir kısmı çift, bir k ı smı tt>ktir. Çift olan kemikler : Üst çene k.-miğı (Maxi lla ) , elma­ cık kemiği (Os zygomaıicum) , damak kemiği (Os palati· num ) , burun kemiği (Os na5ale ) , göz yaşı kemiği (Os lacrimale ) , alt konka kemiği ( Concha nasalis inferior) . Tek olan kemikler : Alt çene kemiği (Mandibula ) , kalbursu kemik ( O s ethmoidale ) , saban kemiği ( Vomer ) , U kemiği (Os hyoideum ) . B u kemikler burun boşluğu, göz b oşluğu v e ağız boş­ luğunun bir kısmını sınırlarlar. Resim için bk. ANATOMİ. - Turput Vardar

aleskander şeklinde girmiş ve sonra al hecesi harf i tarif sanıl arak çoğu zaman atılmıştır. Bugünkü Arap­ çada İskandar ve Aliskandar biçim leri kullanılır ; M. Ö. 3 5 6 - 3 2 3 ) , Makedonya kralı, I I . Phi l ippos (b. bk. ) ile Olym­ pias'ın oğlu, Makedonya kralı ( 3 36 - 3 2 3 ) . Zekası ve ha­ yatiyeti çok büyüktü. M. Ö. 343'te Aristo İ.'in öğretmeni olmuş ve geniş fenni, coğrafi ve tarihi bi lgisinin bir kıs­ mını öğrencisine aşılamış, fakat siyasi fikHerini kabul et­ tirememiştir. Trakyalılara ve İllyrialılara karşı yapı lan savaş­ larda askerlik sanatını öğrenmiş ve 3 36"da tahta çıkmıştır. 3 3 5 ' te Korimhos l igi toplantısında İ . ' e Yunanlı ların lideri un­ vanı veri lmiştir. Makedonya'nın kuzeyindeki yerii lere karşı bir sefer yapmış, daha sonra Yunan lıların bir ayaklanma­ sını bastı rdıktan sonra Thebai şeh rini yer i le bir etmiş, fakat Atinalıları affetmiştir. Böy lece Yunanistan' ı sıkıca eline aldıktan sonra, Asya'ya, yani İranlılara karşı babasının da hayal ettiği sefere girişmiştir. Makedonya'yı Antipatros'a emanet edip 37 000 askeri ve Sparta'dan gayrı bütün Yu­ nan şehir · devletlerinden kontenj anlada Çanakkale'yi aşmış­ ur ( i l kbahar 3 34 ) . Aynı yılın Haziran'ında Grani � os ı rmağı kenarında İranlıları bozguna uğratmış, onlara bağlı Yunan şehir · devletlerini serbest kı lmış, kışı Karia'da geçirmiş ve Gordion· daki efsanevl düğümü kestikten sonra kend isine Asya'ya hakim gözü ile bakmıştır. Ankara'dan geçerek yine güneye doğru i lerleyen İ. İssos'ta III. Da rayavahuş'u tek­ rar yenmiş, Suriye yolu boyunca Mısır'a doğru i lerlemiş ve 3 3 2 yılını Tyr ve Gaza kuşatmasına hasretmiştir. Kudüs'ü zaprederek Mısır'a geçmiş, Ammon vahasına kadar ilerlemiş, oradaki Zeus tapınağında kendisini tanrı ilan ettirmiş ve •

Duvar kemikleri, temel kemik ve e lmacık kemiği ile eklem yapar.

Yüz kemikleri : Alt çene kemiği, üst çene ve elmacık kemikleri, kalbursu kemik, damak kemikleri, burun ke-

·

İSKENDER, III. Büyük (Yunanca adı : Alekııan­ dros ; Aleksandros'un Latince şekli Alexander, Arapçaya

Alın kemiği ( Os fron­ tale) : Biri göz çukurunu kafatası boşluğundan yapan , d i ­ ğeri kafatası boşluğunu önden tamamlayan iki parçadan te­ şekkül etmiştir.

Yüz kemikleri : 16 ke­ mikten meydana gelmiştir. Ye­ ni doğan bir çocukta kafa İ.'i son gelişme noktasına ulaş­ mış d urumdadır ve d a h a fazla büyümesi söz konusu olamaz. Fakat yüz İ.'i doğum­ dan sonra gelişme gösteren kısımdır. Bu sebeple, yeni doğanlarda çok küçük olan bu İ. sonradan aşağıya ve yanla­ ra doğru gelişir.

Şeki l l O : Ayak i skeleti Ayak bi leği kemı kleri ; II. Ayak tarağı kemikleri l l l . Ayak pa rmak kemikleri 1. Sinus tarsi (Aşık kemiği i l e topuk kem iği arasın­ daki geçit) ; 2. Ayak kayık kemiği ; 3 4. İkinci ve üçüncü koni k kemi kler ; 5. Beşinci ay• k tarağı kemiği­ nin başı ; 6. Beşinci ayak tarağı kemiği çıkınıısı ; 7. Zar kemik ; 8 - 1 0. Topu k kem iği ; 9. Topuk kemiği çıkıntısı ; 1 ı. Aşık kemiği I.

9

Şeki l 9 : Uyluk kemiği Büyük çıkımı ; 2. Uyluk kemiği boy nu ; 3. Kemik başı çukurcuğu ; 4. Uyluk kemiği boynu ; 5. Çıkınn lar arası çi zgi ; 6. Küçük çıkımı ; 7. İç epikond i l ; 8. Alt ek le m yüzü ; 9. Dış epikondil

ı.

,

246

İSKENDER,

III. Büyük

-

İSKENDE R : İ. Lahdinin ön yüzünde bi r kabartma İskenderiye'yi kurduktan sonra İran'ın merkezine yönelmiş­ tir. Gaugameles ovasında Darayavahuş'un sonuncu ordusuyle karşılaşarak Arbele s'te yaptığı süvari hücumu sonunda İran­ lıları direnmeden vazgeçirmiştir. İ. Persepolis'e girmiş ve aynı zamanda Babil, Susa ve Ekbatana ( Hemedan ) yı i şgal ettirmiştir. Daraya vahuş kaçm ış ve Temmuz 330'da kendi adamları tarafından katledilmiştir. İ. , ordusuna İranlılardan ve başka m i l letlerden asker a larak İran'ın doğu toprak­ larını fethe başlamışur. Ayn ı zamanda İran'ın örf ve adet­ lerini kabul ederek kendi sine bir İran kralı süsünü verrne­ ğe gayr et etmiş ve önünde secde etmeyi reddeden general­ leri (Kallisıhenos ve Phi lotas) öldürımüşıür. Doğuya doğ­ ru ilerlemesine devam ederek stratej i k noktalarda birtakım şehir ler kurmuş, ayaklanmaları bastırmıştır. Fakat İndus va­ disine girip Bias ı rınağına kadar i lerleyince, askerleri daha i leri gitmek istemeyerek onu geri dönrneğe zorlamışlardır. İ. , müttefiki Taksiles ile 3 2 6 yıl ında mağlüp etmiş olduğu düşmanı Poros arasında aracılık yapıp aralarında barışı sağlamış, son ra yeni yeni sömürgeler kurmuş, amirali Nearkhos'u Hind Okyanusu kıyısını keşfe memur ettikten sonra Babi l ' e dönmüştür. Darayavahuş'un kızı Statera ile evlenmiş ve general lerini de İranlı kadınlarla evlenmeğe teşvik etmiştir. Arabi stan'ı almayı ve bi r donanma yaptır­ mayı tasarlarken 1 3 Haziran 3 2 3 'te ö lmüştür. 33 yaşında olduğu halde Makedonya'dan Hind sı­ nırına kadar bütün doğuya hakim idi. Feıhetmekle yetin­ meyen İ., ele geçi rdiği toprakları yeniden düzenlerneğe ve yeni tebaalarının kalbini kazanınağa çalışmıştır. ideali Yunan kültürüne dayanan bir genel imparatorluk ve mede­ niyet kurmak tı. Ti careti teşvik etmiş, para i stikrarı politi­ kası gütmüş ve dinleri birbirine yaklaşıırmağa çalışmıştır.

İSKENDER BEY ( 1 404 ? - 1468 ) , Arnavut beyi. Arnavutluk'ta büyük bir bey ai lesi olarak sayılan Castrio­ ta'Iardand ır. Babası İ van ( veya Yu van ) Casrrioıa'dır. İ. B.'in Hı ristiyan adı Gj ergj idi. Osmanlılar Ergiri Kasrı sancağı­ nın k uzeyindeki yerlere onun adını ( Yuvan İli) vermişlerdir.

İSKENDER BEY, Mün§i

f. B. çocukluğunda bi r süre Osman lı sarayında rehine olarak bu l unmuştur. Türk sarayında bir iç oğ lanı terbiyesi almış ve adı da İskender olmuştur. Osman lı İmpa­ ratorluğu'nun Haçlılar tarafından tehdi t edilmek te olduğu ve Türklerin Rumel i 'den çıkarı lacaklan inancının kuvvetli bulunduğu sıralarda İ. B. , babasının bey liğini geri almak emeli ile kaçıp memleketine gitmiş ve öl ünceye kadar dev­ leti uğraştırmıştır. İ . B. , İstanbul'dan kaçıp memleketine gelince önce bi rtakım kaleleri eline geçi rmiş ve sonra öteki Arnavut baş­ ları i l e anlaşmışıır. Yeniden Hı ristiyanlığa da dönmüştür. Sultan Il. Murad, bu asi Arnavudun üzerine Evrenosoğlu İsa Bey ' i göndermiş, fakat bir sonuç alınamamıştır. Varna zaferinden sonra Firuz Bey kumandasında gönderi len ordu da başarı elde edememiştir ( 1445 ) . Ni hayet Il. Murad, ordusunun başında Arnavutluk üzerine yürümüş, kuşatılan Kocacık hisan fethedilmişti r. Fakat Haçlılara karşr ll. Ko­ sova savaşını yapmak mecburiyetinin doğması, Arnavutluk işinin geri kalmasına sebep olmuştur. 1450 yazında Sultan Murad , yeniden asi Arnavudun üzerine yürümüştür. Fakat Papa'nın ve Napoli kralının İ. B.'yi tutmaları i şini güçleştirmiştir. İ. B. gailesi , Fatih Sultan Mehmed ' i n saltanatı zama· nında da devam etmişti r. Fatih, büyük davalar ardında olduğundan, İ. B. bundan yararlanmakta idi. Ancak, kend i ­ s i n i himaye eden Napoli kralının ö l ü m ü üzerine, İ. B. bir ara boyun eğmek zorunda kalmıştı r. Fakat Venedik, Maca­ ri stan ile kurduğu ittifaka İ. B.'i sokmayr da başarınca, yeniden çarpışmalar baş lamıştır. Fatih bu işi kökünden söküp atmak niyeti ile büyük bir ordunun başında hareket edince İ. B. , Arnavutluğun en sarp yerindeki bir kaleye çekilmiştir. Padişah bu kaleyi almanın güç o lduğunu göre­ rek, kuşaıma işini Balahan Paşa'ya bırakmış ve asi Arna­ vutları baskı alıında bırakmak düşüncesi ile de meşhur Elbasan kalesini yaptırmışıır. Ancak, Arnavutların bir baskın sonunda bu kaleyi ele geçirmeleri üzerine Faıih, 1467'de büyük bir ordu ile yeniden Arnavuı luğa g i rmiş, bi rçok yer­ leri ele geçirmiştir. O yılın kışında hastalanan i. B. ölünce devlet bu gai leden kurtulmuştur.

İSKENDER BEY ( asıl soy adı : Illinsky ; Bender 1 8 1 4 - İstanbul 1 8 64 ) , Türk h izmetinde çalışmış Tatar ası llı Polonya' l ı general. Polanya'da büyük bir toprak sa­ hibi olan babası Kont I l linsky'nin 1 8 3 1 Polonya ihtilalinin bastırı lmasından sonra topraklarını kaybetmesi üzerine İs­ panya, Portekiz, İran ve Cezayir'de ordu hizmetine g i rmiş, 1 848 - 1 849'da Macar hürriyet savaşına katılmış ve bundan sonra Türk devletinin hizmetine gir:niştir. Bosna ve Kara­ dağ savaşiarına katılmış, özellikle Kırım Harbi'nde yarar­ lık göstermiştir. Evpaıoriya' da yaralanan İ. B. , hayatının sonuna kadar Türk hizmetinde kalmıştır. İSKENDER BEY, Münşi ( 1 560 - 1 6 3 3 ) , Azerbaycan Türkmenlerinden. İran'da hüküm süren Safeviler zamanında dünyaya gelmiş ve Şah Tahmasb, Şah ll. İsmai l, Şah Hu­ dabende, Şah I. Abbas devi rlerini gördükten sonra Şah I. Şafi devrinde ölmüştür. 26 yaşında bulunurken, Safeviler devrinin 1 5 86 - 1 587 olayiarına gönül l ü asker olarak ka­ tılmış ve bir süre muhasiplik yapmıştır. Ancak, eser yaz­ maya başladıktan sonradır ki sivriJip tanınmış ve XVI. yüzyı lın son larına doğru Şah I . Abbas'ın münşi leri arasın· da yer almıştır. Bu devirde, Şah Abbas'ın vezirlerinden Hacim Bey ktndisini himayesi altına almış, onun ölümün­ den sonra da, yerine geçen oğlu Ebü Talib Han'ın hima­ yesiyle durumunu devam ettirmi�tir.

İSKENDER BEY,

M ün §i

İSKENDER PAŞA CAMlt

-

ha rekatta b u l u n acakları h aberi atın ınca Sisarn sular ı n a gön­ deri lmiştir. Burad.ı karako l görevi yaparken Yunan bayra­ ğını taşıyan i k i gemiyi d u rd u rmuş ve muayene etmiştir. Ş i ra ada sından gelen bu ge rn i lerin yüklerinin barut olduğu anlaş ı lınca gemi leri zapt ve müsadere etmiştir. G i r i t i sya· nından sonra II. Sul r an Hamid devrinde uzun yıllar Bas­ ra ' da i stasyoner olarak bul unmuş, daha sonra onarılrnak üzere i stanbul " a çağrı lmış, 1894 ' te kıdrod.ın ç ıkarı lmıştır.

İ. B. ' e asıl ün ünü kazand ı ran T !ır ib . i alem . arayi ­

AbbaJi adlı eseridir. Bu eser, Sa fevi ier i n kökleri üzeı indeki

araştırmalardan sonra, öze l l ı k le I . Abbas devri n i h i k a y e etmekted i r. Yaza rın, yaşadığı devcin i l e ri gtlen lerini tanımış ve olayları yakından takip etmiş ol ması, resmi belge lerden yara rlanmak i mkanını bulması ve ayrıca, kendisinden önce yazılmış olup bi r kısm ı bugün ortada bulunmayan eserleri de kullanması , eserinin değerin i artırmaktadır. E ser, Safe­ viierin Osman lı lar, Baburlu lar v. b. gibi çevre Türk dev­ letleri i le askeri ve siyasi i l işki leri hakkında oldui(u gibi, bu bölgelerdeki Türklerle i lgili değerli bilgi leri de i hti v a etmektedir. Türkçenin o çağlarda Farsça ile bi r li kte resmi dil ve yazı d i l i olarak hem sarayda, hem de d ' vanda yer almakta olduğu . ayrıca orduda, Türk leri n yaşadık ları yer· lerde ( şehir lerde ve köylerde) yaln ı z Türkçe k onuşuld uğu gibi önemli hususlar da bu eserde tesbit ed i l mi ş t i r.

İ SKENDER M f RZZ .-\ ( doğ Mu rşidab.ıd 1 899) , Pa­ ki stan l ı s i yaset adamı. Subay tahsilini İn gil ı e re'nin Sandh urst .

Ask eri Okulu'nda yapmış. t 926'da memu r olmuş, 1 9 5 ı ' te iç i ş leri bakan ı olarak merkezi i k t i d a r ı n tak viyesi ve siya­ set i l e d i n i n birbirinden a}·rı lrnası tez leri n i savunmuş ve Moslem League ( Müsl ümanlar bi r l ı ğ i ) e karşı tedbi r lerin

alı nmasında büyük r o l oyna m ı ş t ı r. 1 9 5 5 ' ı e Pa ki stan genel valisi, 1 9 5 6'da da cumhurb a ş kanı olmuşt•ır Eyup Han'ın ida resi altınd.ı askerlerin hükumeti ele alm a l a rı nı destek le­ miş, f a kat çok geçmeden Eki m 1 9 58'de cumh urbaşka n l ığın­ dan uzaklaştı rı l m ı ş ve Eyup Han onun yerine geçmiştir. Çok geçmeden Pakistan dan ayrılm ı ş t ı r.

İ. B.'in bu eseri, yazı lışından yüz yı l kadar sonra, Osman lı sadrazamlarından İbrahim Paşa' n ı n b u y ruğu ile Mehmed Nebih tara fından Türkçeye çevri lm i ş tir.

İSKENDER ÇELEBİ BAHÇESI, İ stanbul " un Os­ manlı devrinde tanınmış mesirelerinden biri. H. 9 3 2 ( 1 5 2 5 ı 526) - 94ı ( 1 5 34 ) yıl ları arasında dokuz y ı l defterda r l ı k makamını i ş g a l eden, serveti efsane leşen İskender Çelebi tarafından şimdiki Kazlıçeşme i le Bakırköyü a rasındaki sahada yaptırı lmış olan büyük bir bahçe ve me s i re yeri idi . İ. Ç. B. sarayının yenilenmek suret iyle Mimar Sinan ta r a­ fından inşa ed i ldiği de, çeşitli kaynaklardan öğrenil mekte­ d i r. İskender Çelebi 'nin 1 5 3 5 ' te Bağdad 'da idamı üzeri ne padi şah mülkü olan İ. Ç. B. içindek i köşk ve kası rlar i l e uzun süre kullanılmış v e tarihte anılmıştır. H. ı 1 1 0 ( 1 698 ı 699) dan itibaren burada Baruthane'nin kurulması i le İ. Ç. B. eski itibarını kaybetmiş, arazi sinin bi r kısm ı nda H. ı 249 ( ı833 - 1 834 ) da bir E rmeni manastırı kuru l muş ve üzerinde çeşitli binaların yapı lması ile bu mesire ve bahçe arazisi tamamİyle ortadan kalkmıştır. ·

İ SKENDER PASA CAMtl, İ s tanb u l ' da X V I yüzyı l başlarında yapıl mış b i r Türk m i m J Ci eseri . i. P. C, Fatih semti nde, Yen ibJhçe ' ye inen yam aç t a dır. Hadik:ıtii' 1 - reva­ m i ' de Terk im mescidi adı a l tında kayded i l en i. P. C.'nin II. Bayezid devri vezi r lerinden İ s kender P aşa t a ra fınd an yapt m l dığı H. 9 1 1 ( 1 5 0 5 ) t a r i h l i bir vakfiyenin yardımı

�' --

--- -------- -·-

.�

.

İSKENDER · HAN ( ölm. ı 58 3 ) , Maveraünnehir hükümdarı. Hükümdarlığı süresince ( ı 5 6 1 - ı 5 8 3 ) oğl u Abdullah bütün yetkiyi eline a l m ı ş ve gerçek hükümdar gibi hareket etmiştir. Zaten Abdullah, Belh hükümdan olan amcası Muhammed'i tahttan indirip babası İskender'i Özbeklerin hanı ilan etmiştir. İ. H. devlet işlerini yürüte­ cek bir yeteneğe sahip deği ldi. O, daha çok ibadet ve av ile uğraşmıştır. İSKENDER KORVETİ, 1 864 y ı l ı nda İstanbul ter· sanesinde inşa edilmiş 609 tonluk ağaç korvet. Yelken ve buhar makinesi i l e techiz edilmiş olan İ. K.'nin boyu 53 m, geni şliği 8,4 m olup çektiği su 3,9 m idi. Makine i ile ll m ı ! sürat yapıyordu. Si lah olarak i ki tane ı 2 cm lik Krupp topu ve ayrıca bir küçük top ile iki Nordenfelt topu ve bir roket taşıyordu. ı 866 yılında Girit i syanı b a şl a dığı zaman Rodos adasında üslenmi ş bul unuyordu. İsyan ha­ beri İ stanbul'a �elince ilk olarak İ. K. Suda Jimanına gönderilmişti r. Girit'te görevli olarak bulunan gemi lerden mürekkep birliğin kumandanı «Pey k - i Z afer » kalyon u sü­ varisi Albay Mustafa Beyin emrin e girmiştir. ı 8 66 yılı Ekim ayında Girid'in Türk deniz kuvvetleri tarafından ablukası baş layınca adaya gönderi len Anadolu filosu kumandanı Amiı a l Moralı İbrahim Paşa bi rliğine katılmış ve ab l uka hizmetine başlamıştır. Yunanlı korsan gemi lerinin Ş i ra ada­ sında üslenerek buradan İzmir ve civarı kıyılarına karşı

247

,

İSKEND ER PA Ş A C A M i i

24 8

İSKENDER PAŞA CAMtt - İSKENDERIYE

ile öğrenilmektedir. Eserin kuruluş tarihini kesin olarakveren ki tabesi yoktur. Büyük depremi n arkasından H. ı ı 79 ( ı 765 ) da tamir edilmiş, 1 9 ı s yangınından sonra da uzun süre harap durduktan sonra 1 9 3 7 yılına doğ ru onarılmıştır. İ. P. C. muntazam kesme taştan yapı lmış, klasik üslüpta güzel bir eserdir. Üç kubbeli bir son cemaat yeri ni takip eden ana me­ kim kare biçimli olup, üstünü tek kubbe örtmektedir. Aynı addaki bir vezirin hayır eseri olan Kanlıca Cami inin başka bir İskender Paşa tarafından yaptınldığı ileri sürü lmektedi r.

İSKENDER REİS, Batı Akdeniz' e ün salan bir Türk korsanı . Barbaros Hayreddin Paşa'nın reislerinden, yani kap­ tanlarından olup ı 5 ı 7 sonlarına doğru Barbaros tarafından emrine 600 Türk Ievendi ve 2 000 yardımcı Arap askeri veri­ lerek Oruç Reis'Ie Barbaros'un ağabey leri İ shak Reis tarafın­ dan 300 Ievendle korunan Kal'atü' l - Kı li (Oued - Fodda) ka· !esine gönderi lmiştir. Önemli bir stratej i k noktada bulunan bu kaleyi O ı uç Reis, İspanyollardan almıştı. Kaleyi geri almak i çin 1 5 ı 7 sonlarında İspanyolların buraya yaptığı hücum, İshak Reis'in bir gece baskınında İ spanyol ve yar­ dımcı Arap kuvveclerinin i mhası i le bitmiştir. Gerek bu bozgun gerek kalen in önemi İspanyolları yeni ve daha kuvvecli bir teşebbüse sevk etmiştir. ı 5 1 8 Ocak ayında İspanyol ve Araplardan kurulu ı o 000 kişilik bir ordu Kal'atü' l · Kıli'yı kuşatmıştır. Cezayi r'deki Barha­ res'tan yardım i sıemek için gönderi len haberciler İspanyoi­ Iarca tutuklandığından kaledeki kuşatılmış kuvvete yardım gelmemişrir. Cephane ve yiyecek tükendikten sonra si lih­ larıyle çeki lip gi tmek ve kaleyi İ spanyol lara bırakmak için yapılan andlaşmayı, Türkler kaleyi boşaltıtken İ spanyollar bozdukları için kale çevresinde yapılan savaşta, İ spanyollara tutsak düşen 1 6 kişi dışında bütün Türkler ve bu arada İ. R. de şehit düşmüştür. İSKENDERIYE, Mısır'ın Akdeniz kıyısında büyük bir liman şehri. Nüfüsu 1 5 B 000 dir. Yarısı göl ve baıaklık­ Iarla kaplı ve denize doğru hafif eğimli Nil deltasının batı ucundadır. Kahire kuzeyinden itibaren akarsu yamaçlarının hemen hemen vadi tabanı seviyesine indiği bu delta kısmında Nil, Habeşistan' a düşen yağışların tesiriyle, azami seviyesine Ekim ortalarında ulaşmak üzere, Hazi ran sonlarına doğru yükselerek taşar. İ . , Mısır'da ı · 7 m arasında oynayan Nil taşkınlarının erişemediği bir yerdedir. Tabii bir liman olan İ., Maryüt gölü ( 300 km" ) sayesinde güneyden gelecek teh­ ditlere karşı savunulabilir bir mevkie sahiptir. Lübnan kıyıla­ rına doğru seyreden akınnların sürükledik leri molozlarla ı 260 m uzunluk ve SOO m geniş liğinde bir kıyı kordonu inşa edilip Pharos adasının deltaya bağlanmasından sonradır ki f., fırtınalı havalarda gemiler için bir barınak yeri olmuştur. Heptasıadium · denen kıyı kordonu ve bu kıyı kordonunun ucundaki Pharos adası, görünüş itibariyle bir T harfini andırır. Nihayet çöl ile vaha sını ı ındaki f. ( yı l lı k yağış tutarı 185 m ) , denizi yalaı•arak gelen nemli rüzgarların bü­ tün bir gece seriniemiş kara üzerine çiğ yoluyla bıraktıkları nemden dolayı, iç kısırnlara nazaran daha yağışlıdır. Büyük İskender ( b. bk. ) in İran seferi için Makedonya · Nil ara­ sında bağlanııyı sağlayacak bir deniz üssünün yeri olarak İ.'yi seçmesinde bu hususlar bü y ük bir rol oynamış olma­ lıdır. M. Ö. 3 3 2 yılında firavunlar tarafından kurulmuş eski bir kasabanın batı ucuna Neapolis adı verilen bir yer­ leşme yerini ekleyerek bugünkü İ.'nin temelini atmış olan İskender, birkaç ay sonra şehirden ayrı lmıştır. İ lk Çağlarda f. , Hindistan ile zamanın başlıca hayat ve medeniyet sahası Akdeniz arasındaki canlı ticaretten ya-

carianarak hızla büyümüştür. O devirlerde Hindistan'dan yelken ii lere yüklenen doğu ipeklileri, baharatı ve paha bi­ çilemeyen süs taş ları, Arabistan yarımadası güneyinde kara­ ya çıkarı ldıktan sonra kervanlarla Kızı ldeniz'in daha çok doğu yakasım takiben Sur, nehi r ve kanal yoluyla İ. 'ye ta­ şınıyordu. Finikeli ler, her iki Jimanda top lanan bu değerli malları, Akdeniz ç evresine yerleşmiş m i lleelere s:ıtıyordu. Bir kısım Akdenizli tacirler de İ . 'ye akın ediyordu. İ. , za­ manla Sur şehrinin yerine geçen i ş lek bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Mal temin etmek üzere limana yaklaşan yelkeniilere yol göstermek üzere, Ptolemaios Soter tarafın· dan Pharos adasının kuzey - doğ u ucuna aynı adı taşıyan bir deniz feneri yapıırılmışıır. İlk Çağ'ın yedi büyük ese­ rinden biri say ı lan Pharos feneri, yüksek ve geniş bir kal­ ker kaide üzerinde, tuğladan inşa edilmiş 1 2 ı , 9 ı m boyun­ da bir ku leden ibaretti. Kulenin büyük kısmı 1 3 24'te yıkıl­ dı i se de, ayakta kalan kısmı yüz y ı l daha dayanabi l­ miştir. Hellenisıik Çağ'ın abidevi şehri, Augustus zamanın­ da, esirlerle birlikte 300 000 nüfuslu ; Mısırlı astronom ve coğ rafyacı Ptolemaios ( Batlamyus) zamanında ( I l . yüzyı l ) , dünyanın ikinci büyük şehri haline gelmişti r. İ. önce 1\42 ve sonra 6 1 5 'te Arapların eline geçtiği zaman eski ünun ü kaybetmişti. Bununla beraber hala büyü k ve muhteşemdi . Orta Çağ ' d a şehir, a ra larında 6 7 m lik mesafe bulunan ve yüksekliği 6 m yi aşan çifte surla çev­ ri lmişti. Dört kapısı olan surlar içinde bağ ve bahçeler de yer alıyordu. Surun etrafında, gerektiği zaman Nil'in su­ larıyle doldurulabilen bir hendek vardı. İ . , X I V . yüzyılda tamamıyle terk edi lmiş olan Şahpur ve sonradan onun ye· rine alan Fuwa Idkü ve bugün kurumuş olan Abukir gÖ· !ünü takibeden kanallacia Nil'e bağlanmıştı. Fitımiler devri ve Haçlı Seferleri ( X II. yüzy ı l ) sıra­ sındaki canlanmalar dışında, ticaret yollarının zaman zaman Karadeniz üzerinden Baltık'a kayması, Batı Avrupa'da el sanatlarının gelişerek Yakın Doğu pazarlarında Asya mal­ larıyle boy ölçüşmeye kalkmasının bir sonucu olarak, do· ğu - batı ticareti ve onun harat verdiği İ. gittikçe geri le­ mekteydi . Gerçi X I - X I I I . yüzyıllar arasında olduiu gibi, ticaretin geçici olarak parlamaya yüz tuttuğu devrelerde i.'ye muntazam planlara göre yeni bi rkaç mahalle ekleni· yorsa da, bu hal şehi rdeki büyük çöküntünün yeri ni doldu· ramıyordu. Hele 1498'de Ümit Burnu yolunun keşfi, J. üze· rinden yürütülen doğu - batı ticaretine ve İ.'ye en büyük dar­ beyi indirdi. 1 507'de buraya gelmiş bir Avrupalı seyyahın de­ diği gibi, i: de taş yığınlarından başka görülecek bir şey kalmamıştı. Surlar içindeki şehir, artık yaşanamaz hale •



İSKENDERiYE : Deniz cephesinden bir görünüş

İSKEN DERiYE - İSKENDERNAME gelmişti . Şehrin pek azalmış olan halkı, 1 580 yıllarına doğru Heptastadium denen kıyı kordonu üzerinde evler inşasına baş lamıştı. Böy lece, kıyı kordonunda sefi l man­ zaralı bir kasaba doğmuştu. Gerilemesi sürüp giden İ.'nin XIX. yüzyı ldaki nüfusu 4 000 idi. XIX. yüzyıl başından 1 863 yılına kadar Mısır'ın hükumet merkezi vazi fesini gören İ. , bu defa yalnız yanı­ başındaki verimli delrada yetiştirilen toprak mahsullerinin ihraç limanı olarak gelişmeye başlamış, şehrin surları da 1 8 1 1 'de yıktırılmıştır. 1 8 5 5 'te bir demiryolu ile Kahice'ye bağlanınca hinterlandıyle bağlantısı artan şehrin nüfusu 12 528 ( 1 8 5 5 ) den 1 64 400 ( 1 862 ) e yükselmiş, bugün i se 1 , 5 milyonu bulmuştur. Nil deltası pamuğundan % 80'nin İ . 'den ihraç edil­ mesi, Mısır ticaretinden % 1 2 ' sinin bu şehirle sağ lanması, liman tesislerinin ıslahına yol açmış, eskiden pek işlek olan, kıyı kordonu doğusundaki liman ( Doğu limanı ) , Balıkçı kayıkları ve motorlarına terk edi lmiştir. 1 803'e kadar Hıri stiyan gemilerine kapalı tutu lan Batı limanında bir dalgakıran inşa edilmiştir ( 1 8 7 1 - 1 8 7 3 ) . Bu dalga­ kıranın boyu 1 906 - 1 907 yılları arasında 3 , 2 km'ye çıka­ rılmıştır. 800 m lik diğer bir dalgakırana Gabbari mevki­ inden başlanmış, bu iki kolun arasında kalan deniz, 9 1 4 m l i k b i r rıhtımla iç v e d ı ş limana ayrılmıştır. 1 , 9 k m alan lı iç limana, bugün su kesimi 8 , 5 m yi aşmayan tek­ neler yanaşabi lmektedir. Dış liman 6 km' den fazla bir alan işgal eder. Bugün pamuğun yanısıra pirinç ve sebze ihraç ve çay, kahve, kumaş, maden kömürü, kimyevi gübre, makine ithal eden İ. , Mısır'ın en kozmopolit şehirlerin­ den biridir. Evvelce dokumacı lığı i le ün salmış İ.'de daha çok delta bölgesi toprak mahsullerini işleyen bir endüstri doğ­ muştur. Bunlar arasında çırçı r, pamuklu dokuma, şeker ve çikulata, Gabbari mevkiindeki çeltik, kağıt, Gabbari'nin güney - batısında toplanmış olan tuz ve deri fabrikaları sayı labi lir. İ.'de 1 petrol tasfiyehanesinden başka, 1 9 5 2 'de Ford tarafından kurulmuş, yılda 7 000 otomobil ve traktör yapımına elverişli tesisler de vard ır. Şehrin merkezini Muhammed Ali meydanı teşkil eder. Üniversite, hastahaneler ve en büyük banliyösü sayılan E l - Ram! İ.' nin doğusuna, ticari merkez güney - doğusuna rastlar. Spor tesisleri i stasyon yakınında bulunur. Hava alanı 3 km kadar güneydedir. Fakat şehrin en göze çar­ pan tarafı, 1 934'te tamamlanan kıyı yoludur. Ordu caddesi denen bu yol boyunca plaj lar vardır. •

İSKENDERIYE EDEBIYATI ve KOL TÜR ÇA�I : Hellenistik Çağ'ın başka bir adı olup, Yunan bilim, ede­ biyat ve sanatının aş. yu. Büyük İskender'in ölümü (M. Ö. 3 2 3 ) i le başlayan devresine veri len bir addır. İs­ kender, Balkanlardan Hindistan sınırına kadar uzanan bir imparatorluk kurup çocuk bı rakmadan ölünce Yunan dil ve kültürünün hakim olduğu bu toprakları, onun general­ leri paylaşmış ve onlara bu sebepten dolayı Diadokhos ( = veliaht, mirasçı ) adı veri lmiştir. Böylece meydana gelen krallıkların en pariağı Pıolemaios (1. Pıolemaios, Arapça Batlamyos ; M. Ö. 323 - 2 8 3 ) tarafından kurulan ve merkezi İskenderiye olan Mısır krallığı olmuştur. İsken­ deriye şehri bütün bu Yunan d ünyasının kültür merkezi haline gelmiş, Pella, Pergamon ( Bergama ) , Rhodos, Kos [ .ve Atina gibi başka merkeziere de_ sahip olan bu devreye kendi adını vermiştir.

249

İskenderiye'nin Yunan kültür dünyasındaki bu haki­ miyeti Ptolemaios'un hep aynı adı taşıyan halefieri idare­ sinde Roma'nın Mısı r ' ı bir sömürge haline getirmesine ka­ dar (M. Ö. 30) sürmüştür. I. Ptolemaios'un İskenderiye'de Mouseion ( m üze kelimesi buradan gelmiştir) adı altında kurduğu m üessesede hellenistik bilim, araştırma ve öğretme hususunda ideal bir merkez bulmuştur. Oxford ve Cam­ bridge üniversite külliyatını andıran Mouseion"da bilgin ve sanatkarlar beraberce çalışır ve yaşarlardı. Burada bir ana­ tomi enstitüsü, bir rasathane, bir hayvanat bahçesi, bir de kütüphane vardı. Bi rçok hellenistik bilgin ve sanatkarların uzun zaman İskenderiye' de yaşamış oldukları biliniyor. İs­ kenderiye fi lolog (bili msel, edebi ve felsefi metinleri araş­ tıran bilgi n ) larının, metinlecin tenkidini yapmak, bunları yaymak ve yorumlamak için, gramer ve leksikografyada sarf ettikleri gayretler, Yunan edebiyatının bize kadar gel­ mesi ve açıklanmasında büyük bir rol oynamıştır. Herophilos ve Erasisıratos"un hekimlik okulları bilimsel anatomi ve fizyoloj ide önemli keşifler yapmıştır. Hellenistik dünyada tabiat bilimlerine ve tekniğe olan özel merak, matematik, mekanik ve asıronomide köklü i leriemelere yol açmıştır." Bu alanlarda Eukleidos, Arkhi medes, Perge' li Apollonios , Bizans'lı Phi lon, Heron, Samos'lu Aristarkhos, Hipparkhos özel bir önem taşır. Zooloj i ve botanik ve teknik oyunlar ( Ktesibios) i lerlemeler kaydetmiştir. İskenderiye şiir sanatı her şeyden çok bilimsel ş i i r karakterini taşır, fakat yanısıra plastik sanatlarda da olduğu gibi günlük hayata, çocuk d ünyasına ve erotik motiflere de i lgi gösterir. Kısa lirik ve epik şiirli hikayeler, mersiyeler yazan Kallimakhos, idiller yazan Theokritos ve Moskhos edebi yatta derin iz bırakmışlardır. Fakat i lahi ler, kısa nükteli şiirler ve hicvi­ yeler, büyük destan lar ( Rhodos' l u Apol lonios) ve traj edi­ ler de bu devrenin eserleri arasındadır. Mouseion'un bilim­ sel geleneği yüzlerce yı l sürmüştür. İskenderiyeli Clemens"in ve Origenes"in Hıristiyan ilahiyat okulu ve Ammonios Sakkas i le Plotinos'un yeni Eflatuncu felsefesi de ona bağ­ lıdır. M. S. 64 1 'de Mısır Araplar tarafından fethedi lince bu gelenek sona ermiştir. Her şeye ra,Gmen Yunan bilimi yeni kültür merkezleri olan İstanbul ( Bizan s ) ve Bağdad'da devam etmiştir.

İSKENDERIYE KİTAPLI�I, İskenderiye'de I l . Ptolemaios Phi ladelphos ( M. Ö. 283 - 246) tarafından ku­ rulmuş olan iki ki taplığa verilen ad. Bu kitaplıklar Yunan medeniyetinin y.ı.yılmasında ve antik bilimin gelişmesinde büyük bir rol oynamışt ı r . Büyük İ. K.' nda 700 000 kitap tomarı vardı. Zenodotus, Kallimakhos, Rodos'lu Apollonios, Eratosthenes, Bizans'lı Aristophane•, Samothrake'li Aris­ tarkhos gibi büyük bilgin ler bu kitaplıkta kütüphaneci ola­ rak çalışmışlardır. Günümüze kalan eski metinleri daha çok on lara borçlu bulunuyoruz. M. Ö. 47'de çıkan bir yan­ gında Büyük İ. K.'nın büyük bir bölümü yanmıştır. Sa­ rapeion'da bulunan Küçük İ. K.' nda i se 40 OOO"den çok ki­ tap toplanmıştı. Bu kitaplık da M. S. 391 'de yok olmuştur. İSKENDERNAME, İskender'e aid hi kayelerden mey­ dana gelen eserler. Süryani, Arap, Fars ve Türk dillerin­ de, manzum ve mensur birçok İskendernam e mevcuttur. Türklerde Ali Şir Nevai ( b. bk. ) nin ve batı Türklerinde Abmedi"nin İskendername'leri en meşhurlarıdır. Fars ede­ biyatında manzum en eski eser Firdevsi ( b. bk. ) ye aid olandır. Arap edebiyatında ise, ayrıca Sirel el - İskender adlı anonim eserler vardır. Türkçede mevcut mensur İskendernam1'ler kıssahan­ lar tarafından okunurdu. Bu eserlerin:.manzum bölümleri de vardır.

lSKENDERUN

250

İSKEN DERUN : Posta caddesi

İSKENDERUN, Hatay iline bağlı bir �ehir. Nüfusu 1 1 8 793 ( ı 970} tür. İ. Osmanlı İmparatorluğu'nun Ha­ leb vilayetine bağlı i l çelerden biri idi. I. Dünya Harbi son­ larında (9 Kasım ı 9 t 8 ) , İngiliz kuvvetlerince işgal edilmiş, fakat bu topraklar ı 9 ı 9 Eki minde Fransı zlara bırakılmıştı. Fransızların, büyük kısmı Türklerden müteşekkil İ. sancağı­ na ı92 1 Ankara antiaşması gereğince, Suriye sını rları içinde idari özerklik vermesi , harb sonundaki durumu bir dereceye kadar düzelımişıi. ı937'de Fransa i l e Suriye arasında, buson ülkenin siyasi muhıariyeıi ni genişletme görüşme lerine Tür­ kiye'nin müdahalesi üzerine İ. sancağının yerinde bağı msız bir Hatay devleti kuruldu. Bu dev ler Türkiye i l e bi rleşince merkezi Antakya olan bir vilayet kuruldu ve İ. aynı viia­ yetin i lçelerinden biri haline getirildi. Bk. HATAY. Kuzeyde Kaplan, güneyde Akçay dereleri ; Akdenizle Amanos dağlarının çok kere doruk hattı arasında uzanan i l çenin bugünkü yüzölçümü 956 km' dir. Bu alanda ı 36 6 ı 8 kişi yaşar. İ l ç e topografyasının a n a elemanları, K ı y ı ovası ve onun geri sinde bir duvar gibi yükselen Amanos dağla­ rıdır. Dağ lardan inen derelerio taşıdıkları alüvyon lar ve İ. kuzeyinde görüldüğü üzere, kalsiyum karbonada yüklü ı r­ mak sularının meydana getirdiği traverten lerle Örtülü kıyı ovası, 5 6 km den daha geniş olmadığı gibi, devamlı da deği ldir. Mesela İ. ile Uluçmar ( Arsuz ) ovaları birbirinden bir eşikle ayrı l ı r. Merkezi kısmında yeşi l küılelerin satha çıktığı Ama­ nos antiklinalinin ovay la temasın ı, onu ince bir şerit halinde takip eden I I I . Zaman tortu lları sağlar. Aşındı rmaya karşı daha az dayanıklı, Belen civarı nda kuzeybatı - güneydoğu yönlü fay ların da yardımıyle Amanos' Iara fazlaca sokulan bu tortular, tepelere vücut verir. Amanos'ları verev doğrul­ tuda aşan Antakya · İ. şosesi nin Belen'den geçmesinin sebebi de budur. İlçede ılık ( en soğuk ay olan Ocak ortalaması + ı ı , s • ) , aynı zamanda yağışlı bir kış ( 7 7 5 , 8 mm den iba­ ret olan yıllık yağışın % 4 l ' i bu mevsi me düşer) hüküm sÜ· rer. Ni sanda yükselen ! + ı 8 , 3 ) sıcaklıklar, Ağustosıa (28,7 " ) azamiye u laşır, hana bazı yı llar 4 3 , 2 dereceye varır. B u sı­ rada ni spi nem değerlerinin de ( % 68 - 70) yüksek olması, havayı teneffüsü güç hale sokar. O yüzden kıyı ovalarının bir kısmı, yazı Belen ve çevresindeki Aıik, Nergizlik, Müf­ tüler, Soğukoluk gibi sayfiye yerlerinde geçiı i r. llık kışlarla yakıcı yazlar, etkilerini, her mevsim yeşil kalan makilecin gözden kaybolduğu 800 m lik yüksekliklere kadar hissettirir ; 800 ı 200 m lik kızı lçam kuşağında kış, kıyıdaki kadar ılık, yaz da o derece kavurucu değ i ldir. ı 200 m den sonra gelen kayın, meşe, karaçam bitki katı· nın yay la havası, ı 400 - 2 000 m ler arasına yayı lmış sedir ­ ardıç ku�ağında daha belirli bir hal alır. -

Tarım hayatının en can l ı olduğu bölüm, kıyı ovaları­ d ı r. Daha çok yerle�me merkezlerine komşu , sulanabilen yerlerde narenciye ( portaka l 6 300, l i mon 629 ton ) , pamuk ( saf pamuk üretim tutarı ı 000 ton ) , tepelik bölgenin akarsu yataklarında baklagi ller ( mercimek ı 80, nohut ı oo ton ) , vad ileri bi rbirinden ayı ran kuru zeminlerde buğday ( 1 0 5 2 0 ton ) , incir ( 7 7 5 ton ) ve zeytin (4 5 0 ton ) , yamaç­ ların kumlu topraklaıla örtülü yerlerinde bağ lar ( üzüm ü retimi 3 025 ton ) , baş lıca ürünleri teşki l eder. İ. civarın­ daki gibi geni� bataklıklar ve önemli tarım alanları, çekim hayvanı olan sığırlar ( 7 299 baş ) ın ovalık kuşakta toplan­ masını sağlam ıştır. Amınos dağ ları koyundan çok kıl k e­ çilerinin yayı lmasına elverişlidir. İ lçenin ekonomik merkezi, M. Ö. 333 yılında Büyük İskender veya bi raz sonra Antigone tarafından Finikeli lerce kurulduğu san ı lan Myriandus şehri biıişiği veya yakın ına, Aleksand reia adıyla inşa ettiri len İ. "dur. Burası, Amanos dağ larını aşan tabii yolun Akdeniz'e ulaştığı bir yer, batıda fazla beli rli olmayan bir burunla korunan küçük bir koy kenan ve şiddetli lodos fırtınalarından masun bir yerdir. Bu imkanlara rağmen İ. , Seleukosluların Asi ır mağı ağzında - şimdi tamamİyle dolmuş bulunan - Seleuci a Piera'yı Antakya'nın i skelesi olarak kullanmaları sebebiyle o devirde gelişememi şti. Seleukoslulardan Roma lı lar'a, onlardan da Pers' lerin dine geçen İ. kalesi, önce tahrip, sonra yeniden inşa etti rilmişıi. O tarihte şehre Alexandreia Scabiosa den i ­ yordu. IV. yüzyı ldan itibaren şehir, İskenderiye'den ayırd­ edilebilmek için, Küçük İskenderiye diye anı lıyordu. İ. , VII. yüzyı l ortalarında Arap hakimiyetine girmi�tir. Kalesi, Abbasi hafifesi E l - Vasık tarafından IX. yüzyı l onaJa­ rına doğru tekrar inşa ettiri lmiştir. İslam kaynaklarında İskandariya, İskandarun, hkendaruna (Küçük İskenderi­ ye) adlarıyla anı lan şehir, Arapların Samandağ'ı liman seçmeleri yüzünden yine gelişme fı rsatını bulamamıştır. X I I I - XIV. yüzyı llarda i. , ticari faaliyetin Ayas'a kayması dolayısıyle ı ssız bir yerdi. Pir i Rei s'in, Kitab · 1 Bahriye'­ sinde «alçak burun üzerinde harap bi r kale» diye anılan İ. "un, Osman lı fethinden az sonra da can lanamadığı anlaşı­ lıyor. İ. , ancak Osman lı devletinin genişleme devri nde Haleb şehri ve dolayısıyle kuzey Suriye'nin i skelesi olunca büyümeye baş lamıştır. Gerçekren 1 648'de buradan geçen Evliya Çelebi, Jimanda 200 kadar Frenk ve Müsl üman kal­ yonunu demirlemiş halde görmüştür. Bundan sonra şehir X I X . yüzyı l yüzyılın 2 . yarısına kadar, eski doğu ticareri­ nin önemini kaybetmesi sebebiyle geri lem iştir. ı 8 2 2'de şid­ detli bir deprem şehri harap etmiş, i. . Belen kazası n a bağlı

-

İSKENDERUN : Bir görünüş

İSKENDERUN - İSKİLİP

İSKENDERUN : Bir cadde küçük bir köy durumuna düşmüştü. 1 880 yılları civarında İ. nüfusunun 3 000 tahmin edildiğine bakı lırsa, köy halinin hayli uzun sürdüğüne hükmetmek icap edi yor. İ. , kuzey Suriye'den başka Irak ve güneydoğu Anadolu ticaretini kendine çektiği XIX. yüzyıl son larına doğru ticari bakım· dan gelişmeye başlamıştır. 1 890'da ( ithalıitı 14 320 ton, ihracaatı 26 2 1 4 ton ) daha çok bir ihraç li manı idi. Cui­ net'ye göre, nüfusu da 6 850 idi. Bu nüfus 1 905 'te 8 OOO'i bulmuştur. 1 9 ı 3 yı lında İ.'un bir şube hattı ile (İ. - Toprakkale) ana demiryoluna bağlanması ve küçük deniz araçlarının yanaşabi leceği birtakım i skeleler inşası, liman faaliyetleri­ nin artacağı ümidini doğurmuştu. Fakat bu sırada Suriye'­ nin Osman lı İmparatorluğu'ndan kopması ve kuzey Suriye ticareti nin Haleb - Humus demiryoluyla Trablus Şam'a kay­ dırılması, ümitleri boşa çıkarmıştı r. I. Dünya Harbi 'nde İngi l i z uçaklarınca 6 defa bombalandıktan sonra Fran sızlara devredilen İ. , bu idare zamanında, ı 3 OOO'den ibaret nüfu­ suna ı 930'da ulaşmışt ı r. Türk ordusu Hatay kapı larına dayandığı sıralarda, bir kısım Araplada E rmeniler Suriye topraklarına çekildiklerinden, şehir nüfusu 4 000 civarın­ daydı. Yurda bağlan dıktan sonra nüfusu 10 OOO'e yaklaşmı�. 1 940 sayı mında i se 1 ı 859 olmuştur. İ.'da liman faa liyetlerinin artması, şehrin büyümesi bu tarihten sonra oldu. Ege adaları nı II. Dünya Harbi 'nde ele geçiren Almanlar, İzmir ve İstanbul deniz yolunu kon trol ları altına alınca, Batı lı müttefikleri� bağlantımız Mersin ve İ .' l a temi n edilmeye başlandı ve İ.'da ticaret­ te hissedilir bir arıış kaydedildi. Ayrıca, Doğu Anadolu'da yapılan demiryolları sayesinde Jimanı n hinteriandı geniş­ lemişti. Bu durum karşısında yanaşan gemi lerden boşaltı lan eşyanın demiryoluna aktaıılabileceği çıkma iskeleler yapı!-

25 1

mıştır. Zam� nla 300 m lik bir mendirek inşa edilmiştir. Mendireğ i n geri sindeki iç Jimanın a lan ı 45 000 m', su derinliği 6 m idi. İç Ji manın kuzeyinde 509 m uzunlukta ve derinliği 1 0 , 5 m olan bir i skele yapı lmıştır. Onar bin tonluk iki geminin yanaşmasına elverişli olan bu i skele, iç limana ve demiryoluna bağlıdır. Ayrıca, yolcu motorları ve savaş gemilerinin yanaşahi teceği iki i skele daha inşa edilmiştir. Bugün Jimanda 8 400 m' lik kapalı, 98 ı 7 5 m' lik a'çık ambar alanı ; 6 ton kapasireli 4 ader vinç vardır. Liman yılda 2 205 mi lyon ton eşyayı yükleyebilmekte veya boşaltabi lmektedir. I l . Dünya Harbi 'nden sonra birkaç y ı l boyunca Tür­ kiye'nin İstanbu l ve İzmir'den sonra 3. limanı haline gelen İ. , liman faaliyetlerindeki artış lara rağmen ( ı 949' da li­ mana giren çıkan gemi sayı sı 3 9 ı . net toni laıosu 897 000 ; ı 966'da ise ı 700 ve 2 263 2 8 3 ve yük lenen boşa ltılan eş­ ya toplamı 1 048 075 ton ) , Mersin, İzmit, İstanbul, Kara­ deniz Ereğlisi, İzmir, Samsun 'dan sonra 7. duruma düş­ müştür. i. , 1 966'da yüklediğinden ( 3 8 3 832 ton ) çok daha fazla eşya ( 664 242 ton ) nın boşaltıldığı bir liman, daha çok bir ithal limanıydı . Bugün İ . ' d a liman faaliyetlerinin yanısıra endü stri i lerleme yolundad ır. Şehirde mazot, yağ ve hava filtreleri, fren balata, lastik kaplama, otobüs karaseri tesisleri, 2 un değirmeni, buz fabri kaları, karo, lavabo, büz, tuğla ve balıkçı motoru imalathaneleri vardır. Bugün nüfusll 8 ı 639'a çıkan şehir, doğuda İbrahim­ paşa deresi ağzı ötelerinden başlayıı: batıda kışlalara ka­ dar uzanan Atatürk bulvarına paralel ve onları dikine kesen cadde ve sokaklara sahi ptir. Bu caddelere bakan meskenler şehrin merkezi kısımlarında taş ve beton , k"nar mahallelerde kerpiçtir.

İSKETE ( Parus ater) , Baştankarag i ller ( Paridae ) faıııi lyasından, ormanlarda, bağ ve bah çelerde yaşayan, serçe büyüklüğünde ( ı ı cm) bir kuş. Vücudunun ön kıs­ m ı koyu siyah olup mavi renkte bir parlaklık veri r. Sırtı külrengi, karın tarafı beyazımsıdır. Tarıma zararlı böcek ve kurtları yer. İSKILİP, Çorum iline bağlı bir i lçe. İlçe nüfusu 67 545 ( 1 970 ) , yüzölçümü ı 678 km', köy sayısı 67'dir. Uğu rludağ adlı bir bu cağı vard ır. İlçe merkezi olan İ . kasabası 1 6 273 nüfusludur. İlçe arazi sinde Kızılırmak çev· resinin alüvyon lu düzlük· leri ( 800 - 900 m) ve Kös Dağı (2 087 m ) vardır. Yaz lar az sıcak, kışlar ol­ dukça ı lımlı geçer. Başlıca akarsu Kızılırmağın bura­ daki kesimi ile buna karı· şan kollardır. Halkın başlı­ ca geçim kaynağı tarımdır . En çok tahıl ( buğday, ar· pa) ekilir. - Meyvecilik de yapılır. Bu bölgede tiftik keçisi de beslen i r. Küçük sanaılardan derici lik ve kunduracılık önemli yer tutar. Kasaba nüfusu için meyve ve buğday en önemli üründür. Ekim ve Kasım aylarında kurulan panayı c­ da türlü ticaret maddeleri İSKİ Lİ P : İ. kalesinin gü­ satılır. ney - batıya bakan cephesi

tsKtLlP - tsK tT�LER

252

İSKİLİP :

Eski bir tahta oymasına göre iskiJip

İlçe merkezi olan İ . kasabası, Çorum şehrinin 60 km kuzey · batısındadır. Denizden yüksekliği 740 m dir. Kasa­ banın çarşısı, büyükçe bir parkı, fidanl ığı, pazar yerleri vardır. Evlerinin çoğu bir iki katlıdır. İ l k ve orta okulları kiıaplığı, otel ve lokanıaları, spor alanı bulunmaktadır. Ço : rum şehrine iyi bir yol ile bağlıd ı r. Kös Dağı üzerinden Kas­ tamonu'ya uzanan yolun bazı kesimleri çok dönemeç lidir.

İSKİLİP : Kalenin uzaktan görünüşü ve Atatürk büstü

JSKIR, Bulgari stan'da bir ırmak, Uzunlugu 300 km dir. Rila Dağları'ndan çıkar, Sofya Ovasını geçer ve Batı Balkan dağlarını kuzey - doğu yönünden yararak Tuna neh­ rine karışır. İSKlT, Server ( doğ. İstanbul 1 8 94 ) , Türk gazeteci si ve yazarı. Babası yüz­ başı Rifaı Beydir. İ l k öğrenimden sonra 1 908' de Vefa idadisine gir­ miştir. Daha bu okul­ da i ken 1 9 1 0'da •· Gı­ dık• adlı si yasi bir mi­ zah dergisinde imzasıy­ le kari katürleri ve ya­ zı ları çıkmıştır. Biran önce ha­ yatını k a z a n ab i 1 m e k üzere l 9 1 l 'de Tatbi­ kat ı Baytariye Mek· r tebi'ne girmiş, iki yılda bitirip Muş'a giımıştır. Orada gazete muhabir·

S. İSKiT

liği de yapmıştır. I. Dünya Harbi çıkınca yedek veteriner teğmeni olarak orduya alınmış ve harbi Kafkas cephesinde geçi rmişıir. Sonra Mi l l i Mücadele'ye katılıp Adana ve Afyon cephelerinde bul unmuştur. Ordudan harp, iftihar ve isıiklal madalyaları almıştır. 1 9 2 1 yılında Konya'da tekrar yazarlığa ve gazeteciliğe baş lamıştır. 1 927'de Ankara'da gündelik «Ankara Gazetesi» ni kurup iki ay devam etti rmi şıir. Sonra «Hakimiyeti Mil­ liye» nin gece sekreterliğini ve İstanbul gazetelerinin mu· habirliğini yapmıştır. 1 934'te Matbuat Umum Müdürlüğü ( Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü) ne geçmiş ve orada müşavi rlik ve mü­ dürlük yapmış, 1 9 B ' te emekliye ayrı lmıştır. 19�0 1 9 � 1 öğretim döneminde İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde Türk basın tarihi dersini okutmuş­ tur. Uzun süre Gazeteci ler Cemiyeri'nin haysiyet divanı başkanlığını yapmıştır. 1 9 1 0'dan beri resmi ve özel hizmetlerde çalışırken aralıksız araştırmalarıyle sağlam bir kültüre sahip olmuş, durmadan da belgeler toplayarak büyük eserler yazmıştır. 1 944'te İ. Yayınevi ' n i kurmuştur. İ.'in gazeıeciliği i lgi lendiren büyüklü küçüklü on beş kitabı vardır. Bunlardan ilk ana ve kaynak eser olarak Birinci basin kongresi [ 1 936} , Tercümanı ahval ve Agah e/endi [ 1 937 } , maıbuat tarihimizi ilmi tasnifle bir bilim haline koyan Türkiye'de Matbuat reiimleri [ 1939}, yeni harflerin 1 0. yıl dönümü için Kültür Bakanlığının yazdır­ dığı Türkiye'de ne1riyat hareketleri tarihi [ 1 930} , Türki­ ye'de matbuat idareleri ve politikaları [ 1 94 3 } , Amme ef· kart vt ilk gazetelerimiz [ 1 9�9] anı labilir. İ. Yayınevi kanalıyle çıkardığı ansiklopedi, tarih ve diğer öğretici kitapların sayısı da altmışa yakındır. ·

İSKIT'LER (Yun. Skythai ) , Yunanl ılara göre Avru­ pa'nın ku zey · doğusunda bulunan, tarihçi Herodotos'a göre Tuna'dan Don'a kadar uzanan, en geniş an lamda Karade­ niz'in kuzeyinde yayılan ve Skyıhia adını taşıyan topraklar­ da yaşayan İran asıllı bir millet. İ . 'ler, M. Ö. VII. yüzyılda, Asurluların müttefikleri olarak kendilerini Mısır'ın yakın­ larına kadar götüren bir sefer yapmışlardır. Kuruş ( Kyros, Husrev) ve Darayavahuş (Dareios, Dara) gibi İ ran kralları İ.' lere karşı seferler yapmaya çalışmışlardır. İ.' lerin bazı­ ları göçmen olarak yaşıyordu ; bunlara Kral İ.' leri adı ve­ rilirdi ; öbürleri ise tahı l yetiştiriyorlardı. Kılıç biçimindeki Savaş tan rısına taparlardı. Yiyecekleri at eti ve kısrak sütü idi. Amerika Kızılderileri gibi, düşmanlarının skalp (yüzülmüş saçlı kafa deri leri ) lerini eyederine takarlardı. Birçokları savaş arabalarında yaşarlardı . Kadınlar da erkekler gibi yaşar ve savaşlara katı lırlardı. Başbuğlar ö l ünce, mezarları· nın üzerinde eşleri, köleleri ve atları geniş ölçüde kurban edi lirdi (Dnepr ırmağı üzerinde Gerrhos'ta kral mezarları bulunmuştur) . İ . ' lerin yayı ldıkları yerlerde muhtelif Türk kabileleriyle karışmış oldukları anlaş ı lıyor. Step sanatının yayılmasında İ . ' ler büyük rol oynamıştır. Bu sanat i se Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Yunan şehir­ leri sanatına etki yapmıştır. Olbia ve Panıi kapaion adlarını taşıyan bu Yunan şehirler i buğdaylarını İ. ' lerden alırlardı. Buna karşılık da İ . ' lerin sanatı Yunan sanatının etkisini almıştır. Çünkü İ.'ler sık sık yakın Yunan sömürgelerinden sanatkar getirtiyorlardı. M. Ö. l l . yüzyılda güçlü bir devlet kurd uktan sonra parçalanmışlar ve Antikite'nin sonlarında Asya'dan gelen isıilacılarla kaynaşarak tarih sahnesinden kaybolmuşlardı r.

isK1TLER - İSKÖÇYA

253

b ille ri, İran di lleri ( b. bk. ) nin doğu grupuna bağlı eski bir lehçedir. Bugünkü Oset dili İ. dilinden türemiş dillerden biridir. Tuna (Don ) , Onesır ( Don su r ) , Dnepr ( Don pır) ve Don ı rmaklarının adları, Oset di linde de «su ı rmak» anlamına gelen don ke limesine dayanır.

Bugün genellikle İngi lizce konuşmakta olan İ.' lar, XII. yüzyıla kadar resmi dil olan Gael 'ceyi kullanmışlardır. Bugün Gael dili pek seyrek olarak ancak ücra bölgelerde konuşulmaktadır. İ . ' ların büyük çoğunluğu Protestan mez­ hebindendir. İskoçya ikliminin serı ve tabii kaynaklarının da n i s­ İskit sanatı : İ . ' lerin sanatı kullanılan eşya la ra bağlı bir süs sanatıdır. Üship şekilleri tahta veya kemik üzerine peten fakir olması, İ . ' ların hayat mücadelesini çetin leştirmiş yapılan yontmalardan gelişmiştir. Bunlar dışında, metal ve milli karakterin teşekkülünü etkilemiştir. Bağımsızlık, nef­ döküm eşyasına ve çekiçle işlenmiş kabarımalaca da rastla­ se güven ve tutumluluk gibi karakteristik özellikler İskoçya­ nır. Metalden sanat eserleri çoğu zaman av ve savaş silah­ lı ları büyük ölçüde göç ettikleri dünyanın her yanında öncü larında ve at koşumlarında bulunur. Konu, ü�lfıp ve teknik, teşebbüs adamları ve yaman tüccarlar haline getirmiştir. Highlander'ler ve Lowlander'ler : İ.' lar kendi lerini İran, Yunan ve Çin örneklerinin etkisi altındadır. Rusya' ­ nın güneyinde birçok sanat eserleri Yunan lı sanatkarlar iki bölüme ayı rmışlardır : Yayla h lar ve Ova lılar. Bunun tarafından yapı lmıştır. Anka kuşu, bitki ve insan motifle­ bir sebebi Yaylah ların eski dillerine bağlı kalmalarına riyle süslü döküm ve kabartma tekniğinde görülen gelişme karşı lık Ovalı ların İngili zceye rağbet eder duruma gelmiş yabancı etkilerden doğmu�tur. Çoğu zaman ayrı ayrı hay- . olma larıdır. I rk bakımından da Kuzeyli ler, yani Yayialılar vanlar tasvir edilir. Bunların çoğu geyik, dağ keçi si , kedi kendilerini saf Kelt ırkTfidan, Güneylileri, yani Ovalı ları cinsinden yırtıcı hayvan lar, atlar, kuş ve balıklardır. Bun­ ise daha çok Toyton, yani Germen ırkından sayarlar. Ku­ ların mitoloj i k bir anlam taşımış olmaları muhtemeldir. zeyli ler klan ruhunu daha can lı olarak muhafaza etmişler, Tabiatın aynen taklidi ve şeki llerin geniş ölçüde sti lizas­ klan geleneklerine, kıyafet lerine ve musiki lerine bağ l ı kal­ yonu arasında bir hocalama göze ça rpar. Bu hocalamanın mışlardır ve böy lelikle dünyaya milli bir ünite niteliği gös­ en açık örneğini, zırhların üzerinde tasvir edilmiş yatan termektedirler. Bütün bu farklar iki bölüm arasında bi r ara geyikler teşkil eder. Bu altın kabartmaları hayvanların tabii rekabetiere ve hatta düşman iık iara yol açmıştır. Bugün şeklini düz çizgilerle gerer ve sadeleşti rir. Kuşak tokaların­ İ.' ların tümüne, Birleşik Krallık top l u luğu i çinde ayrı bir da ve süslü levhalarda en çok karşılaşı lan motifler, sıçra­ ırk ve hatta ulus gururu hakimdi r. mağa hazırlanan veya birbi riyle savaş halinde organ larını İSKOÇYA ( İng. Scotland ) , Büyük Britanya Birleşik gert:n hayvan şekilleridir, Kılıç kılıfları üzerindeki metal Krallığı'nı meydana getiren devletlerden biri ve Büyük Britan­ süslerde görülen hayvan lar, kabanma frizler halinde sırala­ ya adasının üç bölümünden en kuzeyde olan ı . Doğusunda Ku­ nır, bazen de ayrıca tasvir edilmiş hayvanların içi başka zey Denizi, batısında ve kuzeyinde Atlas Okyanusu, güneyinde hayvan resimleriyle doldurulmuştur. Geyik boynuzlarının İngiltere vardır. Hebrid , ürkney ve Shetland adaları da İ.'ya uçlarında çoğu zaman ka nal başları görülür. bağlıdır. Yüzölçümü 76 764 km2, nüfusu 5 1 7 8 490'dır. İ. , İ.'lerin sanatı M. Ö. I . binyı lın i lk yarısında Sibi rya'­ nın batısında ve Rusya'nın güneyinde ortaya çıkmıştır. En üs­ tün gelişmesi M. Ö. 600 - 300 yıllarına rastlar. En çok eser­ ler h üyük mezarları ( kurgan ) ndan çıkmıştır. Bunlara güney Rusya'da bulunan Kostromskaya, Kul Oba, Kelermes'te rast­ lanı r ; Sibirya'daki Pazırık (b. bk ) ta ve K uzey Moğolis­ tan'daki Noin Ula ( b. bk. ) da da değerli kalımı lar ele geç­ miştir. Bu sanat Kuzey Çin'den Balkaniara ve orta Almanya ( Vettersfelde) 'ya kadar yayılmıştır. M. Ö. I I I . yüzyılda İ. sanatı Sarmat'lar (b. bk. ) tarafından benimsenmiş ve geliş­ tirilmiştir. Gerek Latene çağının Kelt sanatına gerek en çok Gotların temsi l etıikleri Büyük Göç ( Völkerwande­ rung ) çağı sanatına önemli derecede etki yapmıştır. İslam sanatı da İ . sanatının etki lerini almıştır.

ISKOÇ'LAR ( İng. Scots veya Scotchmen < Ut. Scot­ akıncı lar, iriandalı akıncılar, yani İskoçlar ) : V. yüz­ yılda İrlanda'dan gelip bugünkü İskoçya'ya yerleşmiş ve sonradan adlarını vermiş olan, Kelt asıllı Gaelik kabilelere mensup İ.'lar, IX. yüzyılda Pikt' lerle karışmışlardır. Pikt'­ ler ise tarih devirlerinin başlangıcında aynı ülkede yaşamış oldukları bilinen Ari ve karma kökenli yerli bir kavimdi. Sonraları bu iki unsura, Anglo - Sakson i stilasından önce de İngil tere'de yaşamış bulunan Bri ton'lar ve daha sonra Ger­ men kökenli Ang i ' ler katılmıştır. Roma lej yonlarının i stila­ sına karşı ülkelerini başarı ile savunan bu savaşkan insan­ ların damarlarında İskandi navyalı i sti lacıların, yani Norveç­ l ilerle Dan' ların kanı da vardı. İ skoçya aristokrasisine mensup birçok aileler kendilerinin XII. yüzyılda kral J. Da­ vid tarafından ihdas edilen Anglo - N orman asıllı feodal senyörlüklere mensup olduklarını i leri sürerler. ti =

adını VI. yüzyılda İrlanda'dan kalkarak Argyll bölgesine yer­ leşmiş olan Scots kabi lesinden almıştır. X I I ve X I I I . yüzyı llar­ da halk tarafı ndan tutulan bu ad, İ.' nın eski adı olan ve hala şiirlerde kullanılan Caledonia'nın yerini almıştır. Uzun süre krallıkla idare edi len İ. , kanun larını, din ve geleneklerini muhafaza etmek kaydıyle, 1 7 07'de İngi ltere i le tek bir par­ lamento ve tek bir bayrak altında birleşmiştir. Aynı ada üzerinde yaşarnalarına rağmen İ.' lıları İngilizlerle birleş­ rnekten yüzyıllarca alıkoyan şey, buradaki yüzey şekillerinin farklı olması ve kaynaşmayı önleyici bir rol oynamasıdır. Gerçekten güneyden gelindiği zaman, Solway Firıh'den iti­ baren, İngi ltere'nin silik topografyası ile tezat teşkil edecek şekilde, daha belirli, bir kıyıdan diğerine kesintisiz uzanan bir d uvarın yükseldiği görülür. B urası, topografyası kadar iklimi ve hayat tarzı bakımından da ayrı iki bölgenin tabii sınırıdır. B ritanya adasının, arı beline benzer şekilde daral­ dığı Carlisle - New Castle arasında Romalıların Hadrianus Suru·nu inşa etmeleri sebepsiz değildir. İ.'nın tarihi sınırı da bu s urlara dayanıyordu. Solway Firth kıyısındaki Sark'­ tan Berwick'e doğru, daha ziyade Cheviot dağlarının doruk­ larını takip eden şimdiki sınır, Roma seddine pek uymasa bile onun yakınından geçmektedir. İ .'ya özelliğini veren, her şeyden önce, onun tabii coğrafyasıdır. Yüzey şeki lleri batı ve doğuda, kuzey ve güneyde değişiktir. İ. yüzey şeki llerinin beşeri ve ekono­ mik hayat üzerindeki yeri ve rolü. hesaba katı larak, öteden beri üç ana bölüm halinde i ncelenmesi gelenek halini almış­ tır : Highland 'ler, Lowland' ler ve Southern Upland'ler. Ifigh/and'/ er : 1. Dıı Hebridler : Jeologlar, Loch Eri­ boll ( I . 'nın bu bölümünde fiyordlara da yer aldıkları falez­ ler arasında, manzarala rı bakımında n gölü andırdıkların-

İSKOÇYA

2 54

İSKOÇY A : İ skoçya kıyafeti giymiş askerler dan dolayı Loch [ = Lake ) , yani göl adı verilmektedir. Kara içindeki gö ller için de aynı kelime kullanılı r ) dan başlayıp Torridon yakınından geçen di slokasyon hattının batısında kalan a l a n a H�brid sı radağları derler. Huron kıvrımlarının yükseltriği Arkeen yaşlı gnayslardan yapı lı bu kıvrım dağ­ ları, mi lyon larca yıl deva m eden bir süre içinde aşınmış ve sonuç olarak fazla yüksek olmayan dalgalı bir düzlük halini almıştır. Alp harekerleri sırasında, sert temelin bir kısmı kırılıp çökmüş, Highland' lerin batı kenan yükselmiş, ona bitişik İç Hebrid' lerle takımadalara tekabü l eden Dış Heb­ rid' leri birbirinden ayı ran Minrh boğazı meydana gel­ miştir. Boğazın teşekkülüne imkan veren faylar, Dış Heb­ rid' lere yaya benzer bir gorunuş kazandırmışrır. Faylar boyunca yeryüzüne önce akıcı bazalt lavları çıkmış, onu infilikir bir volkanizma takip ettiğinden breşlerle karışık asit tabiadı lav lar yayı lmış ve İç Hebrid adalarında, Mull'­ da olduğu gibi, kalınlığı ı 500 m yi bulan bir lav örıüsü meydana gelmiştir. Dış Hebrid takımadaları, sözü geçen ana fayı verev kesen tali fay larla da dilim iere ayrı lmıştır. Sound of Harris (Ha rri s Boğazı ) , Tarhert berzahı ( kı stağ ı ) ve b i r sürü fiyord, varlıklarını b u verev faylara borçludur­ lar. Yağmur yüklü okyanus rüzgariarına açık bol yağışlı ( Lewis adasında bulunan Stornoway 'de yıllık yağış ortalaması ı 2 50 mm ye yaklaşır) bu bölgede gnaysların ayrı şmasından meydana gelen topraklar az verimli ve suya doymuş halde­ dir. Hiç bir yerde ağaca rastlanmaz. Bu kasvetli yerlerde iskin nasılsa tutunabilmiştir. Bölgenin ortalama nüfus sı k­ lığı km' başına ı4 i se de ( İ . ortalaması 66) , Bar ra' da 2 5 ' e kadar çıkar. Çoğu kı rlarda otu ran halkın 6 500 kadarı tarımla uğraşır. Köy lülerden ancak 66'sı malı olan toprağını sürer. Diğerleri , güç leri daha faz lasına yetmediği için, baş­ kasından kiraladığı, ortalama 2 hektardan az tarlaları işle­ yen çi ftçilerdir. Dış Hebrid' lerde tarım yapılan topraklar iki gruptur. Birincisi South Uist'in batıya bakan y üzünde olduğu gibi, kıyı kordon ları geri sinde uzanan, araya deniz kavkılarının da karıştığı topraklardır. Buralarda bol yağışların toprağı peşine takıp kıyıya sürüklenmesini önlemek üzere tarlalar 3 yıl ekilir, 3 yıl da otlak olarak kullanı ltr. Tarlaların doğu kıyı larında ise kurucularak kazanı lmış topraklar var­ dır. iç kısımlar, bucaklara aid ortak otlaklar olup, bura­ larda yayılacak hayvanların miktarı, her bucak tarafından ayarlanır. Alınan bu tedbirlere rağmen aşırı otlatmalara sahne olan meralarda erozyon hükmünü icra etmekten geri kalmaz.

İ. halkının tarım dışında üç gelir kaynağı daha vardır. Mayıs ayında Hebrid kıyılarını ziyaret eden ringalarıo avianınası bunların başında gelir. Bunun yanısıra, ı 9 5 0'den sonra yeniden d üzenlen miş olan balina avcı lığı da gelişmiş­ tir. Balıkçr lığı idare eden limanlar Stornoway ve Ba rra ada­ sındaki Casılebay' dır. Bir kısım kimya fabrikalarında ilk madde olarak kullan ılan deniz yosun larını n modern maki­ nele ı l e çıkarı lması Harris ve Souıh Uist adalarında yapılır. Hebri d ' ler İ.'nın dünyaca ün salmış tweed kumaş­ larından ı /4'nü dokumaktadır. Kumaşlar için gerekli ipli­ ğ i n 3/4 ' ü fabrikalarda, geri si ve dokuma işleri, çifdik ler­ deki halkın işidi r ve bu alanda çalışanların sayısı 2 500 kişiyi geçer. Tweed 'lerin bir kısmı ihraç edilir. 2 . Dağ/tk k m m : Minch boğaziyle Lowland arası, Highland' lerin çekirdeğini teşki l eder. Burası I . Zaman başında ıektonik hareketlerle ( Kaledonya kıvrımları ) ku­ zeydoğu - güneybatı yönünde vücuı bulmuş dağların, erozvon­ dan arta kalmış, halen 800 - 900 m lik yüksek bir yerdir. Ancak Kaledonya k ıvrımları yönünde seyreden fay larla bölmelere ayrılmıştır. Daha doğrusu çöküntü hendekleriyle parçalanmıştır. İç çöküntü hendeklerin i n en önemlisi Loch Linnhe - lnverness arasında 200 km uzun luğa sahip, taban genişliği 1 km yi geçen, kısmen gö l lerle kaplı Glen More'­ dır ( Gien, İ . 'da, dar tabanı alüvyonlarla örtülü veya yerli kayanın sat ha çıktığı dik yamaç h vadi lere veri len ad dır) . Glen More'ın her iki yakası ötesinde u?anan Highand'ler, şekil itibariyle birbirlerine uvmaz. Kaledonya i stikametini muhafaza etmekle beral:er, kuzey - batıya doğru bi rbi rine fazlaca soku lan faylar, ku­ zeydeki High land' leri, daha bölmeli, daha dağınık, daha ziyade dağ görünüşlü bir hale getirmiştir. Bu bö lmeli kı­ sım, Loch Fannich ötesinde yerini belirli bir yöne sahip olmayan ve plato sathı üzerinde tek başına duran tepeler kuşağına bırakır. Bazılarının tepesinde onları aşındırmadan korumuş alt Paleozoik ( Kambrien ) yaşlı bir şapka bulu­ nur. Halbuki Ben Wyvis (ı 045 m ) , Ben Klibreck ( 962 m ) , çabuk dağı labi len mikaşistlerden yapı lıdır. Daha önceki dağların aşınıp ufalanması sonucu vücut bulmuş Devon yaşındaki grelerle örtülü ürkney takımadaları, tek başına duran tepeler kuşağının devamı sayılır. Fakat topograf­ yanın ortalama yükselti si bu takımadalara yaklaştıkça azalır ve hatta tamamiy)e silinir, Hoy'da 500 m yi aşmaz. Fay larla fazlaca dilimiere ayrılmış Orkney, deniz sathı üzerinde fazla yükselmiş, en büyük adası ise hemen hemen düzdür. Faylarla harekete geçen blokların sürtünmesinden doğan, aşındırılıp süprülmesi kolay fay breşleri üzerine akarsular yerleşmiştir. Ericht ı rmağı ve Ericht gölüyle ( Loch Ericht) Tay ı rmağının yukarı çığırı ve gölünün uzunlamasına oluklar teşkil etmesine karşı lık, Tay'ın aşağı çığırı ve onun kolu Garry, tektonik yönlere uymadan akarak daha aşağılarda Sidlaw Hills'i geniş bir vadi içinde geçer. Kuzey Highland' lerde su bölümü çizgisinin batı kıyı­ lara yakınlığı, hatta bazı bölgelerde okyanusa 2,5 km ye kadar sokulması, dağın her iki tarafındaki akarsulara ayrı özellikler kazandırmıştır. B u yüzden batıdaki ırmaklar k ı ­ s a , doğudaki ler uzund ur. Doğu yamaçtan ç ı k a n ı rmakların Kuzey Denizi'ne u laşahilmesi için 5 0 - 60 km lik bir yolu geçmesi gerektiği halde, batıdakilerin boyu birkaç km yi geçmez. Glen More oluğunun güneyine düşen Highland' ler daha y üksek ve daha küçük görünüşlüdürler. Britanya'da ı 000 m yi aşan y ükseltilerin en devamiısı ve en geniş

İSKOÇYA alaniısı buradadır. Güney Highland' leri n saıhı, olgun bir topografyaya benzeyen yuvarlak � ekilli sırılacia dalgalı bir manzara arz eder. Bri tanya'nın en yüksek teı:: esi Ben Nevi s ( ı 3 4 4 m ) , Glen M o r e kenarında, fakat plato saıhı üzerine oturur. Ben Nevis'te olduğu kadar daha doğudaki Cairn ve Ben ile başlayan tepelerde ( Cairn Toul ve Ben Macd­ hui ) , ya kıta buzulunun üstünde kaldık ları için veya buzul arası devirlerde teşekkül etmiş buz ya lakları ( İ . ' l ı ların Gorrie' Ieri ) ası lı kalmış lardır. Güney Highland'Jeri, kuzeydekiler ölçüsünde yarıl­ maktan koruyan ve onun kaba biçimlerini bugüne kadar muhafaza etmesine yardımcı olan, biraz da yapısına giren kütlelerin a�ındırmaya karşı gösterdiği di renme ile denizin uzak lığıdır. Shetland, yapısı itibariyle, Grampianlara benzer. Bu takımadalarda metamorf i k kütlelerin şeritvari sıralanışı, adaların ve bunların üzerindeki engebelerin bükümlü sey­ rinde etkisini göstermi ştir. Okyanus kıyılarının kışın ılık, yazın serin kenan, High land'Ierin yüce kı�ımları nda sertleşir. Yükselıiyle bir· likte yağış da artar. Yılın 2 5 0 gününden fazlası yağışlı ge­ çer bö lgede Ben Nevis en büyük hi sseye (4 m den fazla yağış ) sah iptir. Plato sathı otlarla örtülüdür. Otlaklar ortasında yer yer biıkaç çalı demetinin yükseldiği görülür. Anca k bu tabii otlak ların % 77'si İngi li ılerin Rough Grazing dedik­ leri bozu lmuş otlaklardır. Buralar koyunların hoşlandığı yer­ lerdir. İ.'nın Black Face cinsi koyunları, topografyanın en sarp kısımlarında bile başı boş dolaşarak, plato ile geceleri barındık ları mahaller arasında patikalar açar. Sayıları az çiftçiler, geniş yata klı vadilere sığınmıştır. İngi li zlerin Hill Farm adını verdikleri bu çiftlik lerden çoğu terk edilmiştir ; oturanlar da yaş lı lardır. High land 'lerde i ski­ nın çözülüp gerilediğini gösteren diğer bir husus. kendi kaderine bırakılmış tarlaları, otların bürümüş olmasıdır. Bu bölgeye canlılık veren tek şey turizmdir. Arazinin vahşi köştlerine inşa edilmiş oteller ve mevcut köy evleri ihtiyacı karşı layamad ığı ndan, yazın k•ra yoluyla akın eden turistler, tatil lerini kamplarda geçi rmek zorunda kalır. Loch Ness gibi ( derinliği 229 m) göller le kaplı olan Glen More eski bi r çöküntü hendeği olmak la beraber, yer sarsıntıla­ rıyle bugün de sal lanmaktad ı r. Buradaki göllerin bi r yan­ dan kendi aralarında, öte yandan denizlerle bağlantısı sağ lanmak suretiyle açılmış olan Kaledonya kanalı, nazari olarak gemi lerin Kuzey Denizi'nden Atlas Okyanusu'na

İSKOÇYA : Güney · batı bölgede Culzean Şatosu

25 5

geçmelerine elverişli ise de, nadir olarak kullanıldığından dolayı ekonomik bir değer arz etmekten uzaktı r. Glen More'da iskan, taraçalı ta rımın yapıldığı yamaç­ larda, özellikle oluğun ku zey doğu ucunda yoğunluk ka­ zanır. Oluğa canlılık veren hidroelektrik en eri inin harekete geçirdiği alüminyum tesi sleri dir. Tek alüminyum fabrikası, 1 896'da Loch Ness'in doğu kıyısına yerleşmiş Foyers'de kurulmuştur. Foyers, Kin loch leven ve Forı Willia m'daki tesisler, Burnsti sland Ji manından taşınan i thal boksitlerin­ den alümin (alüminyum oksit ; oksij eni benaraf edilmek suretiyle alüminden alüminyum elde edilir) yapılmaktadır. Bu fa brikalar sayesinde Glen More'ın nüfusu, 1 92 l 'den beri % 40 oranında arımıştır. ·

3 . Highland'lerin batr yüzü : Highland' Jerin, yerine göre 650 980 m lik bir yarla indiği, bol yağışlı batı yü­ zünde denizin yakınlığı, gür akışlı ırmakların derin yataklar kazmasına imkan vermiştir. Bu vadilerin ve onların tabanı­ nı i şgal eden göllerin yönünü tayi nde {ayların payı büyük­ tür. Loch Sunar, Loch Av, e ile Loch Etive'yi bi rleşıiren oluk, Argyll bölgesinin bir sürü deniz Loch' Iarı hep fay hatları üzerindedir. Highland 'Jerden denize inmek üzere va­ di lere sarkmış IV. Zaman buzul ları, akarsu yataklarında evvelce eğim kesintisi gösteren kısımları fazlaca kazmışlar­ dır. Buralar, buzulların çekilmesinden sonra, civardan gelen sulada dolarak uzun lamasına, fakat derin göllere inkılap etmiştir. Taban ı deniz seviyesinin 3 0 1 m aşağı sına kadar alçalan Loch Morar'da derinlik, azami haddini bulur. Bu­ zulların erimesiyle birlikte yükselen deniz sularının akarsu ağı zlarını işga l etmesi sonucu meydana gelen fiyordlar Kuzey İ. 'nın deniz Loch' ları ve Fi rıh'lerin bu yöresine, Skye, Rum ve Mull adalarının basamaklı, fakat üzerieri bir masa kadar düz p latolariyle tezat teşkil edecek derecede parçalayarak ona heybetli bir görünüş kazandırmıştır. Kıyı­ nın bu dilimli, paramparça olmuş hali, tesirini yerleşmede de bel li eder. Yörede yerleşme ve nüfus sıklığı, kıyılar gibi dağınık ve parçalıdır. Tarım hayatı ada, koy ve fiyord kenarlarında uzanan dar kıyı ovalarına inhisar eder. Buca­ lar, kiracı çiftçi le(in yaşadığı bir alandı r. Y üzieri denize dönük tek katlı kulübelerde oturan çiftçiler, münavebe i l e yulaf ve bi r miktar patates ekerler. Sayıları günden güne azalarak halen 285 647 'den ibaret çiftçilerin bir kısmı ta· rımdan başka dokumacılık yapar veya ticaret filosunda, or­ man işletmelerinde, hidroelektrik santrallerinde kendine yardımcı bi r i ş bulur. Kıyı bölgesi halkının ası l kazanç kaynağı Il. Dünya Harbi 'ni takiben harekedenmiş görünen turi zmdir. B u bakımdan, tabii güzellikleri biraz daha fazla olan Skye adası başta ge l i r. 8 200 nüfuslu bu adayı ziyaret eden turist lerin sayısı, yı lda onalama 200 bin civarındadır. Gelen ler arasında Yeni Zelanda, Avustralya, kıta Avrupası i le Güney ingi ltereli rurisderin sayısı durmadan artmakta­ dır. ·

4. Güney High/and'lerin doğu bölüm ü : Topografyacı­ Jarın Buchan platosu adını verdikleri bu yöre, kristalen ve metamorfik kütlelerle eski kırmızı geelerden yapılı, Gram Pian'den daha basık, kıyıya tatlı eğimlerle alçalan bir platodur. Balıkçı gemilerinin kötü havalarda sığındık­ ları küçük koylar dışında kıyı düz, adalar yok gibidir. Bu platonun başlıca akarsuları Spey ile Dee'dir. Yöre, Arlas Okyanusu kıyıtacına nazaran daha kuraktır. Nitekim Aber­ deen'de yıllık onalama yağış 748 mm yi geçmez .. Buchan platosu, Highland' ler halkının sığınma ye·

fsl> denmekıeyd i. Arap­ lar sınır şehirlerinde ticaret yaparken , başka inanç taşıyan kimselerle temas ediyor, Yahudi ve Hıri stiyan din adamları dinlerini yaymak maksadıyla Arapların içine sokulmaya çalışıyorlardı. İsiimiyerin gelmesiyle bu ortamda çok önemli değişik­ likler olmuştur. Kur'an'ın yazılıp okunınası ve anlaşı lması için hem Arap dilini ve yazısını öğrenmek, hem de yabancı d i l leri, dinleri ve milletleri araştırmak, Tanrı ve alem hak­ kında bilgi edinmek gerekti. Bu suretle dört önemli kültür hareketi doğmuştur : ı . Din i le ilgili olan hareket : Kur'an tefsiri, hadisler ve usul - ü hadis ( Peygamber' i n söz ve ha­ reketleri ve onların derlenmesi ) , isiarn hukuku ve esasları ( fıkıh, usul - ü fıkı h ) ve dinin felsefi temelleri ( kelam) ; 2. Tarih i l e ilgili olan hareket : hikaye, kıssa, si yer ( Pey­ gamberlerin hayatı ) , magazi ( harb ve kahramanlık hikaye­ l eri ) ; 3 . Felsefe ve i l i m hareketi ; 4. Edebi hareket. Bu dört hareket birbirleriyle dayanışma halinde idi. Emeviler edebi hareketi desteklemişler, kıssacılara ve şairlere kapıla­ rını açmışlardır. Çünkü kurmuş oldukları baskı rej imi övül­ meyi gerekıi riyordu, kültür seviyeleri ise henüz C ahi liye seviyesi idi. Abbasiler ise diğer üç hareketi desteklemişler­ dir. Çünkü devlet yönetiminde dayanılan geniş ve sağlam bilgiyi, özellikle İran medeniyeri hakkındaki bi lgiyi tarih disiplinleri sağ lamaktaydı. Devletin h ukuki temeli olan İsiimiyerin bütün incelikleriyle kavranması ve tesbit edil­ mesi için bir yandan Kutsal Kitab'ın anlaşılması, bir yan­ dan da Peygamber'in söz ve hareketlerinin tesbiti gereki­ yordu. Devletin temelini teşkil eden din, diğer ülkelere yayılınca, kendisini savunmak zorunda kalmış, bu iş için

İSLAM FELSEFESi felsefeyi kullanmıştır. Bu suretle dört hareket i çinde en az yaygını olan fe lsefe ve ilim hareketi , i lki n , Yunancadan Süryani diline çevri lmiş olan eserlerin Ha rran'da Vese· niye, Reha, Nusaybin ve .Antakya'da Yakubiler ve Nes­ turiler tarafından .Arapçaya çevrilmesiyle genişlemiştir. Mekke ve Medine daha çok dini hareketin, Basra ve Kufe edebi hareketin, Şam, Bağdad ve Mısır kelam, felsefe ve ilim hareketinin merkezi olmuştur. .Arapçada yeni doğan medeniyerin i htiyaçları na karşılık veren «Mes­ cid» ( i badet ve kültür alışverişi yapılan yer, bina ) , «Kuııab» ( yazı yazan lar) . «Halka» (mescidde konuşan şahsın etrafın­ daki d i n leyici ler ) , «Halkadan ayrı lma» {yeni bir görüş geti­ rip yeni bir mezheb kurma ) , «Müdevvenat» (bir konu üze­ rinde eser kaleme alma ) , «Kitab» ( bir konu üzerinde yazıl­ mış kısımların bir araya toplanmas ı ) gibi kelimeler türetildi. İ slamiyerin birinci temeli olan kutsal ki tab, Kur'fın'r Kerim Peygamber Muhammed 'e 2/3 ü Mekke'de ( Mekki ) , 1 / 3 ü Medine'de ( Medeni ) olmak üzere, 2 3 yı lda ayetler halinde inmiştir. Ayetler, Tanrı 'yı ve Tanrı 'nın yaratıkla­ rıyle i lişkisini açıklayan metafi zik, kullar arası ilişki leri düzen leyen hukuk ve eski kavimlerden bahseden tarih alan­ larına aittir. Ayetlerin bir kısmının lafzı çok açık bir ma­ naya delalet eder (Muhkem ayetler, Muhkemat ) , bir kısmı i se delalet etmez (Müteşabih ayetler, Müteşabi hat ) . Lafıın­ dan manası açıkça aniaşı lmayan ayetleri tefsi r etmek gerek­ ti. Tefsi r dalı doğdu. Resul de bizzat tefsi r yapmıştır (Tefsi r bi' l - menkul ) , diğer tefsirler ise içtihad ile { yetkili fertlerce ) yapı lmıştır. Tefsi r hareketi filoloj i hare­ ketini kamçılamıştır. Resulün hareketleri ve sözleriyle yakın arkadaş ları ( sahabe) hakkındaki bi lgiler ( sünnet ve had is­ ler) İslamiyerin ikinci temelin! teşkil etti k leri için hadisle­ rin toplanması ve «sahih» ( gerçekten Peygamberin olanlar) olanlar ile «mevzu» ( uydurulmuş ) olanların ayıklanması çok önemli bir i ş oldu. Bu temel üzerinde si ret, tabakat, tarih - i futuh gibi tarih dalları belirdi, tenkitçi, gerçek tarih metodu tesbit edildi. Kur'an'a ve sünnetieric hadisiere dayanarak Müslü­ manlar arasındaki ilişki lerİ düzenleyen bir hukuk sistemi kuruldu. Adına fıkıh ( ince anlayış ) , temellerine Usul - ü Fıkıh dendi. Fıkıhta, ayetlere dayanarak ahkam (ferdi olayı hükme bağlama) çıkarmakta - Fıkıh Kur'an'a, Re'y'e, İcma - ı ümmet'e, kıyas'a dayanır görüşlerinden hareket etmek üzere - üç ayn hukuk usu l ü belirdi. Malik' e göre (VIII. y üzyıl Kur'an ve hadisler kullararası münasebeti düzeniernekte yeterlidir. Eğer kulların «istihlası» ( kurtuluşu) için bu iki temel yetmezse, re'y' e ( hukukçunun ferdi ka­ naatine) baş vurulur. Ebu Hanife ( V I I I . yüzy ı l ) de kulların «istihsan» ı için re'y ve kryas' a baş vurur. Kıyas, münferİt olay i le ayetler veya hadislerle bağlantı kurmaya yarayan « i l let» i bulmakla yapı lır. Oysa Şafi (ölm. 8 2 0 ) ve İbn Hanbel (ölm. 8 5 5 ) Re'y'i reddederler. Kelama gelince : Peygamberin sağlığında muhitindeki Dehriler (Varlığı idare eden kanunun Zaman olduğunu iddia eden materyalistler) , Mülhid ler (Tanrı tanımayanlar, ateistler) , Yahudiler ve Hıristiyanların soruları, Peygam­ berin ölümünden sonrada Halifenin nası l tayin edi l eceği sorusu, Hıri stiyan, Yahudi, Zerdüşti, Brahman, Salıiiierden Müslümanlığı kabul edenlerin soruları, ihtida ettirilmek iste­ nenierin soruları cevaplandırı lmak, İslam dinini Zındıklara karşı müdafaa etmek gerekiyordu (Zındıklar içki tesiri altında Tanrı'yı red yollu şiir yazanlar veya dış görünüşünde Müslü­ man, içten Manikeist, Zerdüşti, Mazdekist, Mecusi olan, Mü!-

27 1

hid, Manikeise veya Veseniyeden, Sahillerden olan veya siyasi yönden meşru otoriteyi yıkmak isteyen batıni ler) ( Manikeizm, Mani ' n i n kurmuş olduğu bir mezhepıir. Mani 'ye göre, evren bi ri .Aydınlık, d iğeri Karan l ı k olan iki zıt ve bağımsız pren­ si pten çıkmıştır. Bu görüş VIII. yüzyı lın 2. yarısında İslam ilemine yayılmı ştır. Mu' tezile ve el - Kindi onlara karşı savaşmıştır. Sabii veya V eseniye yıldızlara uluhiyet atfeden­ lerdir. Onla ra göre, y ı ldızlar birbi rinden çıkan akıllı var­ lıklardır. Güneş en büyük Tanrıdır, diğer yıldızlara hakim­ dir. Her bir yıldızın bir ruhu ve bir bedeni vardır. Alemin Ruhu ise Tanrı ile aynı şeyd ir. Diğer ruhlar, yani 7 ge­ zegeni n ruhları, onun etrafında d i zi li rler. Gezegenlerin ruh larının görevi gezegen leri hareket etti rtmek ve diğer varlıkları doğurmaktır_ Tanrı hem birdir, hem çoktur. Özü itibariyle birdir, ruhlar bakı mından çoktur, çünkü ruhlar onun parça larını teşkil ederler. Mesela Sabit b. Kurra ve ai lesi sabi idi r ) .Ayrıca, felsefe de çeviri yoluyla İsiama gir­ miş bulunuyordu. Bu şartlar altında .Akaid (dinin temel inançları ) i inceleyip, akli delillerle muhalifi reddeden ve kelam ilmi adını alan bir bi lgi dalı doğmuş , bir hareket gelişmiştir. Bu bilgi dalında yaratıklar Yaratana delalet et­ meleri yönünden incelenir. Kelamcı ile din adamı arasındaki fark, din adamının ayetlere olduğu gibi i man etmesi ve imanın «vacip» oldu­ ğunu söylemesi, kelimeının ise ayetleri akli delillerle temel lendirmeye ça lışmasıdır. Kelamcı ile filozof arasındaki far ka gelince : Kelamcı ilkin ayetlere inanır, sonra onları tevi l eder, dini müdafaa eder, onu meşrulaştırır. Fi l ozof ise, dinden bağımsız olarak meseleleri ele alır, akli sonuç­ larına götürür. Kelam hareketi teşekkül ettikten sonra, Suriye'nin İslam topraklarına katılm'lısıy le İslam düşüncesi Bizans düşüncesiyle k uşı laştı. Bu devir onun için mayalanma devri oldu. Sonra, Yunan fel sefesinden yapı lmış olan çevi ri lerle Kelim hareketi gelişme safbasma girdi, gelişme devrini Eş'ari lerin ve Gazili'nin eklektik devri takip etti. Ondan sonra tutucu devi r ve modern devir geldi. Kelamın teşekkül etmesi , Kur'an metnini okumak ve minalandı rmakta doğan ihti laflara sımsıkı bağlıdır. Hatta Halife Osman 'ın toplattırdığı nüsha bile tartışılmak i sten­ miştir. Muhkem ayetlerin manaları çok açıktır. Buna kar­ şılık müteşabih ayetlerinki açık değ i ldi. B i r kısım düşün ür­ lere göre, bu ayetler tevi l edilemezdi, tevil edilmemeliydi, Kur'an'da «Tevi lini yalnız Tanrı bilir» buyuruluyordu. Bir kısım düşünüdere göre ise Lisaniyat ( d i l bi lgisi ) a ve İsrailiyyat (Yahudi dini hakkındaki bi lgi ler) a daya­ narak tefsi r veya tevil edi lmeleri gerekiyordu. Öyle ki, bazı tefsir ve tevi l taraftariarına göre, esasen Kur'an 'ın bir i ç yüzü ( batını ) , manası, bir de dış yüzü ( zahiri ) , lifzı vardı. Dış yüzünü bırakıp i ç yüzüne dönmeliydi. O yüzden bunlara Batıniye adı veri lmiştir. Bitıniler görüşle­ rini sonuna kadar vardırıp bütün Kur'an'ın bir iç yüzü, bir de dış yüzü bulunduğunu iddia etti ler, sonuçta Kur'an' ı bütünüyle reddettiler. .Asıl amaçları siyasi otoriteyİ ele geçirmek ve mevcut sosyal düzeni yıkıp kendi i steklerine uydurmak olan Bitıniler, fikirlerini yaymak için özel ola­ rak yeti ştirilmiş adamlar ( Dai' ler, propagandacılar) kul­ lanmı ş lardır. Dai lerin görevi Müslümanların beynini y ıka­ mak ve sonra, bu yıkanmış beyiniere kendi isteklerini yaımaktı. Onlar bu yıkama ve yazma işlemini bir kaç safhada gerçekleştiriyorlardı : ı. İ lkin Müslümanları Müte-

İSLAM FELSEFESi

272

şabihlerden Muhkemlere doğru şüpheye düşürmek ( Te/errüs, Tezevvür safhası ) . 2. Şüpheye düşürülen Müslümanı onunla aynı dert ile dert!endiğine inandırmak, ona yaklaşmak ( Tenis ) . 3. Şüpheye düşmüş ve tahrik edilmiş Müslümanı «soruların cevabını ben de bi lmiyorum» sözüyle boşlukta bırakmak, as mak ( Ta lik ) . 4. Yalancı atıflar yaparak İsla­ miyeete ün yapmış kişilerin de kendi leri gibi düşündükle­ rini iddia etmek ( Tedlis ) . 5. Yalancı atıflarla ünlü kişi­ lerden şahitler geciıerek Kuran'daki hakikatleri yeniden kurduğunu iddia etmek (Tesis ) . Bu, aslında tesis eder gibi görünerek ceşkik etmektir, yeniden şüpheye düşürmek­ tir. 6. Peygamber Muhammed ' i bulunduğu mevkiden indi­ rip, gözden düşürüp asıl peygamberin İsmail oğul ları olduğunu kabul eecirmek ( Ha//) . 7. Asıl Peygamberi atıp i stediklerini peygamber olarak kabul eecirdikten sonra Kur'an 'daki her türlü emir ve nehiylerin, buna bağlı ola­ rak sosyal normların birer atılacak kabuk, yüzülecek deri olduğuna inandırmak ve haramın bir budala derisi oldu­ ğunu kabul ettirerek yasakları ortadan kaldırmak ( Se/h ) . Mürnin Ta'lik safhasına kadar beyni yıkanmış, yani asıl inançlarından sıyrılmış hale getirilmiş olur, sonra yıkanmış beyine istenilen inançlar yerleşti rilmeye başlar. Batıniye hareketine karşı Gazali gibi büyük düşünürlerin savaş mış olduğu, Nizamü' l - Mülk'ün Nizarniye medre selerini kur­ muş ol duğu malumdur. ·

Kur'an metninin okunup manisının anlaşı lmasından doğan ihti laflardan başka, İslamiyeete İlk ihtilaflar dene­ bi lecek ayrılıklar da olmuştur. Peygamberin hastalığı sıra­ sında, «Bana kağıt kalem getirin, sonra sapıklığa düşmeyin>> yollu isteği nin tartışılması ve Ömer'in : «Tanrının buyruğu bize yeter» cevabı, Peygamberin ölümü sırasında onun göğe çıkıp çıkmadığının tartışılması ve Ebu Bekir'in «Pey­ gamber ölmüştür, ama Tanrı ölmez7> cevabı, Peygambe­ rin gömüleceği yerin tartışılması ve Ebu Bekir'in «Pey­ gamberler öldükleri yere gömülürler>> cevabı, Fedek çift­ liğinin miras bırakılıp bırak ılmayacağı tartışması ve Ebu Bekir'in «Peygamberler miras bı rakmazlar>> cevabı, Kuran - ı Kerim'in toplanıp toplanmayacağı tartışması, Peygamber yerine geçecek olan halifenin geliş yolunun tartışılması gibi. Teşekkül eden Kelam hareketi siyasi anlaşmazlıklar, Hıri stiyan teoloj isiye karşı laşma ve merkezin Şam'a taşın­ ması sebepleriyle mayalanma devrine gi rmiştir. Siyasi anlaşmaz lıkların kökü imarnet meselesidir. Peygamberin ölümüyle Ebu Bekir ve Ömer'den sonra Os­ man halife olmuştur. Osman'ın ailesi Beni Umeyye ile Ali'nin ailesi Beni Haşim arasında bir rekabet mevcud idi. Osman halife olunca önemli yerlere, Şam ( Suriye ) , Mısır ve Kufe valiliklerine kendi akrabalarından Erneviieri tayin etmiştir. Bu durum, halkta hoşnutsuzluk yaratmıştır. Şiki­ yetçi ler Medine'ye gelip Osman'la görüşüp önemli yerlere Umeyye ai lesinden yapılacak tayinierin kısıtlanması kara­ rını aldırtmışlardır. Mısır'a yeni bir vali tayin edilmiş, bu valinin gider J�;itmez öldürülmesi hakkında Osman'ın mü­ hürüyle yazılmış bir mektup şikayetçilecin eline geçmiştir. Osman bu mektuptan haberli olmadığını söylemiş, şikayet­ çiler «Ya mührü izinsiz kullanan katibin Mervan' ı bize ver veya sen çeki l » demiş, Osman'ın her iki isteği de kabul etmemesi üzerine evi sarı lmış, Mısırlı şikayetçilecin lideri tarafından öldürülmüştür. Bunun üzerine islam ale­ mi beş gün halifesiz kalmıştır. isyancılar «Ya halife seçin ya da Medine'yi yağma ederiz>> deyince Ali halife seçi l­ miştir. Ayşe, Talha ve Zübeyr, Ali'den Osman'ın katille-

rının cezalandırı lmalarını i stemişlerdir. Ali, Osman'ın tayin etmiş olduğu valileri aziedince Basra, K iıfe ve Şam halkı bu azli kabul etmemiştir. Suriye valisi Muaviye, Osman'ın öcünün alınmasını isteyerek, halkı Ali'ye karşı kışkırtmış­ tır. Böy lece aziedi len valiler, Muaviye, Talha, Zubeyr ve Ayşe, Ali'ye karşı harbi göze almışlardır ( Cemel Yakası ) . Ali, Cemel Yakası denen harbi kazandıktan sonra, Sıf­ feyn'de Muaviye üzerine yürümüş, Amr İbn - ül - As bu harbin sonucunu tayinde Kur'an hakem olsun demiştir. Ali din lemek istemediyse de, taraftarları bu teklifi kabul etmiştir. Sonra Muaviye'ye i steği soruldukta, o hakem üzerinde ısrar etmiş, Ali, ta raftarlarının baskısıyle bu is­ teği kabul etmiştir. Bir kısım ise «Tan rıdan başka hakem olmaz» diyerek Ali'nin saflarından ayrılmışlar, ona karşı çıkmışlar, «huruç>> etmişlerd i r ( Harici ler, Havaric) . İşte bu Harici ler, daha sonra Kelam hareketinin önemli kolla­ rından birini teşkil edecektir. Ali kendine karşı çıkan taraftarlarını yenmişcir, ama daha sonra camide bir Harici tarafından öldürülmüştür. Çünkü Haridiere göre mürnin Kur'an' a tabi olandır. Ne Osman, ne Ali mürnin değildir, münkirdir. İki hakem, eshab - ı Cemel, iki hakemi kabul eden ler, hepsi kafirdi r. Kafirlerin kat!i vici ptir. İmam - ı zi!ime, yani Ali'ye karşı ayaklanmak gerektir. Haridier Ali taraftarı iken Sıffeyn harbinden sonra ortaya çıkan hakem meselesinde Ali'den ayrı lanlar, imarnın seçimle gelmesi ge­ rektiğine i nanırlar. Şia (Ali taraftarları ) i se, tersine, imarnın Kureyş ai lesinden intikal yoluyla gelmesini kabul ederler. Haridierin eyleme geçmiş olmaları, öldüren Müslümanların hukuki ve dini durumlarının ne olduğuna vermiş oldukları cevaba bağlıdır. Büyük günah işleyen ( kabair) , öldüren, mürnin mi, kifir mi, fisik mi ? Haridiere göre kafi rdi. Çünkü mürnin sadece iman eden deği ldir, imanıyle amel edendir. İmanıyle amel etmeyenler, yani Emeviler, Hfirdi r. Onların hi lafetleri tasdik edilemez, onların hi lafetlerini yıkmak için eyleme geçmek lazımdır. Buna karşılık, büyük günah i şleyen müminin, aslında mürnin mi, yoksa Hfir mi olduğunu bi lmek mümkün değildir, öbür d ünyada Tanrı onlar hakkında karar ve ceza verir diyenler, yani Murci'a ile, o, ne mürnin ne münkirdir, ikisinin ortasında bir yerdedir diyenler, yani Mu'tezile, fiilen Erneviierin ida­ resini meşru saymak durumuna gi rmişlerdir. Kelam hareketinin mayalanmasında hükumet merkezi­ nin Şam'a taşınması olayı da önemli bir rol oynamıştır. Şam'a taşınmak, Hıristiyanlarla temas etmek, onlarla ilahi­ yat meselesini tartışmak demekti. Kur' an' da İsa, Kelam ullah ( Tanrı 'nın Sözü) olarak geçer. O halde İsa ned i r sorusuna verilecek cevap «Kelamullah>> tır cevabıdır. Bu Kelamullah yaratılmış mıdır, yani mahliık mudur, yoksa yaratılmamış mıdı r ? Eğer yaratılmıştır denilirse, Tanrı onu yaratmazdan kelamsız idi sonucu çıkacaktır. Bu, Tanrı'yı küçültmektir. Eğer yaratılmamıştır denilirse, bu da Kelam'ı, yani İsa'yı ezeli leştirmek olur. Oysa bu sonuç İsa'nın Tanrı olması demektir. Her iki hal de İslam düşüncesine aykırıdır. Yine, Kur'an'da bazı iyeder insanın hareketlerinin kendi hür ira­ desiyle yaratıldığına,

bazı ayetler ise insanın, Tanrı'nın

i radesine bağlı olduğuna delalet eder. İnsanın hareketleri­ nin i nsanın kudreti dahilinde olduğuna İnananlar, yani Kaderiye ile Tanrı'nın emrine tabi olduğuna inananlar, yani Cebriye arasındaki tartışmaların İmamet meselesine eklen­ mesi, Kelim hareketinin mayalanmasını hızlandırmıştır.

İSLAM FELSEFESi Ketarn hareketine Ehl - ü f Ad/ ve't - Tevhid denen Mı/tezi/e grupu da katılmıştır. Böy lece Kelam hareketinin beş ana kolu teşekkül etmişti r : ı. E hi - i Sünnet ; 2. Şia ; 3. Havaric ; 4. Murci 'a ; 5 . Mu' tezi le. M u ' tezi le, Fasik ( yani öldürmek gibi büyük günah iş leyen, kabairi inikap eden ) meselesinde itizal eden, bulunduğu grupu terk eden anlamına gelir. Bun ların fikir­ leri beş ana grup etrafında ıoplanı r : ı. Tanrının birliği, 2, Tan rının adaleti , 3 . Va'ad ve Vaid meselesi, 4. Fii.sik'in orta yerde olması, 5 . Tan rının iyiyi emretmesi. Mu' tezi le Tanrının bi rliği üzerinde son derecede ıs­ rar etmiştir. O yönden Ehl - ül - Ad i ve' ı - Tevhid (Tanrı­ nın adaletine ve birliğine inananlar ) adını almıştır . .Ayet­ lere dayanarak tevhidi kabul etmekle, ii.yetlere dayanarak Taneıyı eli, gözü, kulağı olan ve arş üzerinde oturmuş olarak ıasavvur eden Hadis Ehlinin bir kısmı olan Müs­ lüman antropomorfisılerinden, yani Mücessime ve Müşeb­ bihe' den ayrı lırlar. İlgili ayetleri Tanrının birliği lehine tev i l ederek Taneıyı çokluktan tenzih ederler. Bu konuda Şii ler agnosıik davranırlar. Cahmiye ise, Tanrıyı insanın­ kine benzeyen sıfatiardan beri tutarlar (Ta'til Ehli ) . Mu'· tezi le, Deh ri lere mukabi l, yaratan bir Tanrı kabu l eder (Tanrı Kur' an'ı da yaratmıştı r ) . Tanrı ci sman! değildir, gözle görülmez, aşkındır, duyu organlarıyle algı lanmaz, kad imdir, aleme nazaran da aşkındır, yani aleme hulul etmemiştir. 2 . Tanrının adaletine geli nce : Tanrı daima iyi olanı yapar. Tanrı fenayı ve fenalığı emretmez, istemez. Fenayı yaratan insanın h ür i radesi ve kudretidir (Kaderiye ) . İnsan bir eylemi yapmaya v e yapmamaya kadir olduğuna göre ey lemlerinden sorumludur. 3. İsliim iyeri kabul etmiş mürn i n ile ona uygun hareket etmemiş fasik, yani öld ür­ mek gibi büyük günah i şlemiş kişi hakkında Tanrı ne vad etti yse, yerine gelecektir. İman sırf sözle değil, aynı za­ manda hareketle ispat edilir. Onun için «kabair» işlemek­ ten sakınmak lazımdır. 4 . Fasikler ne mürnin ne münkir olmadıklarından bu dünyada orta yerdedirler (Menzi le beyne Menzileteyn ) . 5. İmana aykırı hareket edenleri ce­ zalandı rmak sözle olmaz, fiilen, kılıçla olur. Onun için yapılması gereken yapılmalı, yapılmaması gereken de yapı!· marnalıdır ( Emr bil'marlıf, nehy anil - münker) . Mu'tezile bu sonuncu görüşleri sebebiyle Kur'an'ın malı luk olmadı­ ğını i leri süren leri öldürmektc bir sakınca görmemiştir. imarnet meselesinde Ali'nin tarafını tutanlar, yani Şia arasında Ali'yi imamlığın ötesinde, hatta Tanrı mer­ tchesinde kabul edenlere Galiye denir. Ebu Bekir ve Ömer' in imametini reddedenlere Ra/ıza, Ali'nin torununun oğlunu asıl imam telakki edenlere Zeydiye denir. Genel teorilerinde Tan rının veya Kutsal Ruhun Ali'ye, ondan da Hasan ve Hüseyin'e geçtiğine inanırlar. Giliye tenasuh (Tanrı ruhunun insana gelip sonra geri döndüğüne) a ina­ nır. O bakımdan, onlara göre, dini başkan hem Rab (Tanrı) dır, hem Nebidir. Tanrı var iken hiçbir şey var değildi ; Tanrı ism - i azamı ile konuştu ve yarattı, sonra kulların günah ve sevapiarını yazdı. Günahlara kızıp ter­ ledi. Terden Aydınlık ve Karanlık olmak üzere iki deniz hasıl oldu. Tanrı Aydınlıkta n müminleri , Karanlıkta n ka­ firleri yarattı. Sonra, Tanrı diğer işleri Nebiye bıraktı ; Nebi yarattı. Galiye'ye göre kan, domuz eti, şarap gibi haram lar haram değil, tersine helaldir. Zina da helaldir. Salar ( namaz) ı ve Şeriatın emirlerini terk etmek lazımdır. Cennet d ünya nimetleri nin adıdır, Cehennem de sıkıntıların adıdır.

273

Rafıza 24 fırkaya ayrıldı. Onlar Ebu Bek i r ve Ömer'i n imametini reddederler, Ali'yi imam olarak kabul ederler. Bu görüşe pek çok hurafe karışmıştır. Rii.fızadan sayılan Afiicessime altı fırkaya ayrıl ı r. Bunlara göre Tanrı cisimdir, eni, boyu ve derinliği aynıdır, son ludur, parlak bir nur­ dur, inci gibi parlar, renkli, kokulu ve taılıdır. Mekan Tanrının hareketidir, Arş'tır. Tanrı Arş'ın altını, oralara uzattığı ışıklada bilir. Kelam h areketi içinde Şii hareket, Hıri stiyan lığın ve İran menşeli düalisr din inançlarının en fazla erkisinde kalmış olan harekettir. Ehl - i Sünnete gelince : Bunlar Kur'an - 1 Kerim' e olduğu gibi irikat edip « ahkam» ına ri ayet edenlerdir. İtikat yönünden Sele/iyyun (Sahabe ve onlar gibi düşünen­ ler, aklın tevil yetkisi olmadığına İnananlar) , E{ariye ve Maliiridiye gibi ana dallara ayrılırlar. Temel görüş leri takdi s (Tanrıyı Kur'an't Ke ri m dışında her türlü yorum· dan, özellikle G:iliyenin yorumlarından tenzih etmek, ötede tutmak ) , tasdik ( Peygamberlere iman etmek ) , aczi i tiraf (müteşabihatın keyfiyetinin meçhu l olduğunu kabul ederek, revi lini Tanrıya bırakmak ) , sükut (müteşabihatı kurca­ lamamak gerektiğine İ nanmak ) , keff ( kalben de müıeşa­ bihatla uğraşmamak) , imsii.k (müıeşabihaıta hiçbir değişiklik yapmamak ) , teslim ( müteşabihatı, aslen, Peyga mberler, bilginler, sıddikler ve veliler gibi marifet ehlinin bildiğini kabul etmek ) den ibarettir. Kel:im hareketinde meşgul olunan konular Tanrının sı­ fatları, insanın fiil leri, Tanrının görmesi, hazır olması keyfi­ yeti, ilmi, Kur'an'ın yaratılması, i manın ne olduğu, şefaar, halife, diriliş, çocukların ahi retteki durumları, cisim, eş­ ya, tafra, hareket, insan, ruh, nefis, hayat, beka, fena, du­ yular, illet, i rade, ihtiyar, sebep, doğru, yanlış, v. b. nin ne oldukları, arzın duruşu gibi konulardır. Bunlar, Tanrı­ nın zatı ve sıfatları ile yaratan yaratılan münasebeti ve ya­ ratık ( a lem) tan ibaret bir kadroya sokulabi lirler. Eş' ariler bu konularda orta yolu tutmaya çalışmışlardır. Tan rının sıfatları onlara göre, insanın sıfatiarına benzemez. Oysa, Mu'tezi le­ ye ve Rafıza'ya göre sıfatlar tati l veya iptal edilmiştir. Eş'ari lere göre, insan, fiilierini yaparken kud rete sahip de­ ğildir. Tan rı insanı fiil anında fiile kadir kı lar, insanda fiile keıp yaratır. Tanrı, gözüyle görür, ama aleme hulul etmemiştir. Tanrı yer yok iken var idi, yeri yarattı. Ha;­ viyye nın tersine arşa hulul etmemiştir. Eli, yüzü, gözü, azaları gerçek değildir. El, yüz v. b. gerçek sıfattır, oysa Mu'tezi leye göre el, kudret, yüz ise Tanrının bizzat varlığı olarak tevi l edilmelidi r. Eş'ariyeye göre, Kur'an yaratılma­ mıştı r, ezelidir, ancak harfleri yaratı lmıştır. İmana gelince, Tanrınınki yaratılmam ış, kulunki yaratılmıştı r. Büyük gü­ nah ların akıbetini Tanrı tayin eder, oysa Murd ' aya göre akıbet ahirette belli olacaktır. Haridiere göre ise fasik eze­ li olarak cezalandı rılacaktır. Eş'ariye'ye göre fasik'e Tan­ rının izniyle Resul şefaat edecektir. Rafızliere göre Resul ve Ali münkir için bile şefaat edecektir. Mu' tezile'ye göre Resul şefaat edemez. Eş'ariye'ye göre halife meselesind e her müçtehid bir sonuca ulaşır, Mu'ıezile' ye göre Muaviye, Talha, Zübeyr ve Ayşe suçludurl ar, şahadetle ri kabul edil­ mez. Gelişme devrini idrak ettikten sonra ke!am hareketi Yunan felsefesinden yapı lan çevirilerin etkisiyle ve Gazi­ li'nin çalışmalarıyle felsefe d i lini ve mantık metodunu kullanıp felsefileşti. Ebu Bekir Razi, N. Tusi, Hilli, İci, Kutbuddin Razi, Taftazini'nin kelim konusundaki eserleri·

2 74

İSLAM FELSEFESi

nin felsefe eserlerinden hemen hemen bi r farkı kalmadığı görüldü. Kelam X IV. yüzyı ldan sonra bilinen ierin tekran ve tasnifinden ibaret d u rgun l u k devrine g i rdi. X I X ve XX. yüzyıllarda i se Batı kültürüne bir tepki olmak üzere Cemaleddin Afgani ve talebesi Şeyh Abduh tarafından ihya edilmeye çalışıldı.

1

Felsefileşmiş olan kelam gelişme devrinde tamamiy le kendine mahsus belirli bir görüşe ulaşmıştır. Buna İslam atomculuğu denir. Kur'an'da Tanrı mutlak kadir olarak geçmektedir. Tan rının mutlak kudretini meşrulaştırmak üzere kelamcı lar el - Cevher el - Ferd ( atom ) nazariyesini ortaya atmışlardır. Bu nazariyeye göre, alem birtakım bö­ lünmez parçalardan oluşmuştur. Bunların vasıfları vardır, ağırlıkları yoktur, aralarında bir fark yoktur, üst üste ko­ nularak alemi teşkil etmiş lerdir. Kevn ( oluş) onların bir­ birleriyle birleşip ayrılmalarından başka bir şey değ i ldir. Sayı ları belirsizdir. Tanrı kendi i radesiyle onlardan istediği kadarını yaratır. Onların varlıklarını yitirmeleri mümkün· d ür. Oluş dört türlü varlıkcan ibarettir : Mürekkep varlık, Mufarak varlık, Hareket ve Sükunet. Atomlar boşluk ( ha· la) tadı r. Birbirlerind en mutlak hiçlikle ayrı lırlar. Atom­ lar bi rbi rlerine hulul etmezler. Zaman, bölünemez zaman parçaları demek olan anlar ( anat) dan yapılmıştır. Atom­ ların sabı t olmayan vasıfları vardı r : ölüm - hayat, hareket­ sük unet gibi. Bir şeyi o şey yapan şey mevcut deği ldir, yani «tabiat» yoktur, başka bir deyimle h ı çbir şey Tanrının iradesi karşısında kendisine mah sus bir vasfı haiz değildir. Ancak Tanrının sıfatları vardır. Arazlar atomlardan ayrıl­ mazlar. Atom araz,ız, araz atomsuz olamaz. Araz cisme aid değil, atoma iid bir keyfiyettir. Beyazlık kar'a deği l, her bir kar atomuna iiddir. Hayat, canlı ci smin her atomunda mevcuttur. Nefi s ( ruh) de bir arazdır, ince atomlardan ya­ pılmış bir cisimdir. Arazlar iki atom zamanında baki kal­ mazlar. Tanrı bi r atom yarattığı anda onun içinde istediği bir vasfı da yaratır. Arazsız madde olmaz. Bir araz yaratı­ lır, bir an sonra o yok olur. Tanrı onu tekrar yaratır. Tanrı onu yaratmak istemezse, o varlığını kaybeder. Tanrı «Tabiat» aracı lığı olmadan yaratır. Tanrı hür i radesiyle daima yaratmaktad ır. Durmadan yaratır. Yaratma durursa, işte o, yoklukcur. Tanrı evreni varlı kta tutabiirnek için ev­ reni her an yaratır. Mesela Tan rı yazı yazan bir kişide dört araz yaratır : Yazı iradesi, hareket kudreti , el hareketi, kalem hareketi . Yazarın iradesi ni de Tanrı mı yaratıyor sorusuna verilen cevap şudur : Tanrı seçme anında kulda iktiıap yaratır ( ikcisap veya kesp teorisi ) . Tanrıdan başka hiçbi r şey hiçbir şeye varlık veremez. Öyle ki menfi arazları bile Tanrı yaratır. Mesela sükunet arazı hareketin yokluğu deği ldi r, karanlık arazı da aydınlığın yokluğu değildir. Sü­ kuneci de, karanlığı da Tanrı ayrıca yaratı r. Atomların araz­ Iada birleşmesi cisi mleri meydana getirir. Cisimleri bi rbirle­ rinden ayıran arazlardır. İnsan, hayvan, akıl v. b. birbirlerin­ den araz bakımından ayrılıı lar, yoksa bunların atomları birbirinin aynıdır. İnsan ve hayvan tıpkı beyaz ve siyah gibi birer arazdır. Nevi ler arasındaki fark, esasında, tıpkı aynı bir nevin fertleri arasındaki fark gibidir. Aslında, an an var edilen atomlar ve bu atomlarda yaratı lan araziardan ibaret varlık­ lar vardır. Bir şeyi o şey yapan «Tabiat» veya öz yoktur. «Tabiat» veya bir şeyin hep o şey olarak görünmesi bir alışkanlıkcan başka bir şey deği ldir. Bir araz bir araz üze­ rine gelmez, bir atoma gelir. Böyle bir ilemde çelişme ihtiva etmemek şartıyle her şey mümkünd ür. İşte Tanrı iradesi aslında budur. Tanrı, çelişme ihtiva etmeyen her

şeyi yapmaya kadirdir. Sonsuza kadar bölme, sonsuza kadar art ardalık ve sonsuz yayılım yoktur. Bölünme ve bölme atomda sona erer. Evrenin bi r başı, bir de sonu vardır. Duyumlar sağlam bilgi vermezler. Kur'an 'da tasvir edilen bir tek, eşsi z, hür iradesiyle yaratan, asıl varlık Tanrı'ya ve fii l ierine uygun bir felsefi çerçeve olan bu görüş sırf kelimcıl:ıra mahsustur. Yunan atomculuğuna benzemez. Burada, Tan rı'nın her an alemi yaratmak üzere ona müdahale etmekte devam etmesi Avru­ pa'da Descarıes'çı okkazronalisc ( Fr. occasionnalisce) görüş­ ten yüzyı llarca önce dile getirilmiş olmaktad ır. «Tabiat» ın alışkanlığa indi rgenmesi i se Hume'dan çok önce atılmış bir adımdır. İslam dininin felsefesi, İsl ami felsefe veya Müslü­ man felsefesi ası l i şte budu r. Bu felsefe İslam dinine mah­ sus olan bir felsefedir. Ftlıe/e denen hareket ise Hel len ve Hellenistik devir filozoflarının fiki rleri nin Arap dilinde ya­ zılmış bir devamı sayı labi lir. Başka bir açıdan isiimi felsefe sayabiieceği miz Taıav­ vu/ hareketine gelince : Gerek casavvuf kelimesinin ecimo­ loj i sinde gerek bu hareketin menşei meselesinde muhtelif görü�ler vardır. Mutasavvı f ı n suf giyen veya Ehl - i Sufa ( Peygamber zamanında camiin sufa kısmında devamlı bulunan ve ibadet edenler) dan gelme olduğu iddia edi ldiği gibi, Yunanca ıo/oı i l e i lgisi olduğu da söylenmi ştir. Oysa bu Yunanca kelime «sin» harfi i le, mutaıavvr/ kelimesi ise «sad» ile yazılır. Tasavvuf hareketi hem kelim hareketine hem de Felıe/e hareketine karşıdır. Bu hareketin kökünü Yunan, İran, Hind medeniyetlerinde veya Hıri stiyanlıkta aramak isteyen ler o lmuştur. Ama hareketin İs iima has, ori­ j inal bir menşei olduğuna i nananlar çoğalmaktadır. Bu ha­ reket köklerini i lkin Kur'an'dan almaktadı r. Çünkü orada yüce Tanrı kuluyla konuşmuştur, sonra hadisler ve sünnet­ Ierden almıştır. Çünkü Peygamberin hayatı i le mutasavvıf­ ların yaşayışları birbirlerine benzemektedir. Veli lerin, yani Tanrıya yakın olanların hayatı ile keramet, yani ferdin kendi şahsi tecrübesi de tasavvufun kaynaklarından sayıl­ malıdır. Tasavvuf hareketinin unsurlarına gelince : 1. Kur'an' ı tam anlamıyle düşünebilmek için faki rlik, kanaatkirlık ve riyazet. Nitekim Peygamber Musa da «elbi sem siıftur» diyordu, yani elbisem ne pahalı kürk, ne i pek, ne de a ltın­ dan sırma, gümüşten simdir. Sahabeden söz edilirken «iki tane top lu iğnesi olmayan k i mseler» deniyordu. 2. Züht ve takvi. Peygamberin vahiy beklerken Hira dağına çekilmesi, Sahabenin sak in hayatı, devamlı surette ibadete kendini ve­ ren ler ve dini heyecan la ağlayan lar ( Bakkaü n ) aynı karak­ teri arz etmekceydi ler. Esasen nasıl damda deve aranmazsa, hükümdar tahtına oturarak da Tanrı aranamaıdı. 3. Tefek­ kür, sükut, zikr. 4. Hal ve makam. Sufi tabi rine VIII. yüzyı lın 2 . yarısında rastlanmakca, Cibi r b. Hayyin'a, Kufeli Ebu Haşime sufi denmektedir. 8 14'1erde Kufe'de bir okula, 8 1 5 ' te I rak sufilerine, X. yüz­ yılda bütün sufi lere bu ad veri lmeye baş lanmıştır. İlk devir­ lerde sufilerin bir felsefeleri, yani teori leri yoktur. Onlar bu devirde daha çok pratik yapmakla meşgul bulunuyor­ lardı. Peygamberin hareketlerini taklid etmekte, züht ve tak­ vi ile vakit geçirmekte idiler. Onlar Peygamberin : «Beni gören Tanrı'yı görür» buyruğuna riayet etmekteydiler. Esa­ sen Sahabe, Nuiiah, Zuhhad ve Bakka/in da aynı davranış içinde idiler. Tasavvuf hareketi Kufe'den Basra'ya (en meş­ hur sufi Hasan el - Basri ) ve Bağdad'a intikal etmiştir.

İSLAM FELSEFESi S Cıfilerin teorilerine gelince : Gerçekten var olan , asıl varlık Tan rıdır. Varlık sad, •Sebilü'r Reşad» dergi lerinde ve çeşitli gaze­ telerde ilmi ve dini yazıları çıkmış olan İ. H.'nın baş· lıca eserleri şunlardır : Terremetii'r risaletii'/ Hamidiyye [ 1 891 - 1 892) ; Tenakuz - i /ıkhi [ 1 892) ; Ahkam - ı 1er'i siyam [ 1 892 - 1 89 3 ] ; V esai/ii'/ fe/ah /i mesaili'nnikah [ 1 897) ; Mevaidi'/ in' am /i berJhin - i akaidii'/ İslam [ 1 898) ; Mevaiz [ 1 908) ; Şerhü's - sadr ve /ezail - i /eyletii'/ - kadr [ 1 909) ; Vesaya ve Peraiz mecmuası [ 1 9 1 0 ] ; Usül - i fıkıh [ 1 9 1 2 ) ; Hak ve hakikal [ 1 9 1 3 ] .

İSMAİL HAKKI, Uzunçar!Jılı : bk. UZUN ÇAR­ . ŞILI, İ smail Hakkı. İSMAİL HAKKI BEY (Balat, İstanbul ı 866 - İstanbul 1 927 ) , Türk bestekirı. İdare · i Mahsusa'da memur olan Ha· nende Raşid Efendi'nin oğludur. İlk tahsi lini tamamladığı zaman, musiki istidadı anlaşılmıştır. Mahalle camiinde ezan okurken sesi ni beğenen h ünkar müezzinlerinden birinin dela· !etiyle Muzıka - yı Hümayfın'a öğrenci olarak alındığı zaman 13 yaşındaydı ve Mercan'da İbrahim Ağa'nın yanında örücü çırağı olarak çalışıyord u ( 1 879) . Litif Ağa'dan Türk musi­ kisi ve Zati B ey (Arca) den Batı notası öğrenmişrir. Bir süre Guarelli Paşa'dan da ders almıştır. Az zamanda hünkar müezzi ni olmuş ve serhanende unvanıyla saray fasıl heye· tinin başına geçmiştir. Mızıka - yı Hümayfın 'da kaymakam· lığa ( yarbaylığa) kadar yükselmiştir.

1 908 Meşrutiyeti 'nde

42 yaşında çok tanınmış bir bestekir ve fası l şefi idi. Halka mahsus kon serleri idare etmiştir. Sehzadebaşı 'nda Fevziye Kı raathanesi 'nin üstünde Musiki - i Osmani Mektebi'ni aç­ mış ve birçok öğrenci yetiştirmiştir. İ. H. Darülelhan'da da solfej ve fasıl hocalığı yapmıştır. Bir ara bu müessese· nin Türk Musikisi bölümüne müdür olmuş ve icra heyeti· nin rei sliğin de bulunmuştur. 9 Aralık 1 926'da bu müesse· sede teşekkül eden Tasnif Heyeti 'ne üye tayin edilmiştir. Eğrikapı 'daki aile mezarlığına gömülmüştür. İ. H. , Mahfır ­ han ( b. bk. ) makamını yapmıştır. İ. H. , hayatı boyunca gösterdiği yorulmak bilmez musiki faaliyeti dolayısıyle « Hoca>> ve «Muallim& diye anılmıştır. Binlerce noıa, hayli de kitap ve notıt mec­ muası neşretmiştir. ilmi bir sorumluluk duygusu ta�ıma­ yan İ. H. , hemen bütün eseriere keyfi olarak müdahale etmiş ve bu suretle yayınlamıştır. Bu arada kendi eserlerini kü ll iyat halinde yayınlamaya başlamış, fakat an.cak 4 fasikül neşredebilmiştir. Bununla beraber yüzlerce gence meşk et· mesi, 1 908 - 1 9 1 R arasında güzel konserler vermesi, İ stan· bul Opereti'ni kurması, notalar yayınlaması, Türk musi· kisinin yayılması için çok büyük hizmet olmuştur.

308

İSMAİL HAKKI BEY - İSMAİL HAKKI PAŞA

İ. H. , büyük bir bestekardır. Dindışı saz ve söz mu­ sikisinin her çeşidini bol bol denemi ş, zayıf eserler yanın­ da orta derecede, güzel, pek güzel, hatta fevkalade parça­ lar da meydana getirmiştir.

İSMAİL HAKKI EFENDI, Sermüezzin Hafız

(ölm. 1 930 ? ) , Türk i lahi ve şarkı besteka.rı. Kuran' ı hıfz etmiş ve ünlü hafızlar arasına gi rmiştir. Balat imaını iken h ünkar imamları arasına alınmış ve sermüezzinliğe kadar yükselmiştir. B u görevden emekliye ayrı lınca yerine Hafız Muh iddin Tanık getirilmiştir. Hafız Ahmed Harndi Yavuz gibi birçok öğrenci yetiştirmiştir.

İSMAİL HAMI ( soyadı : Dani�mend ; Merzifon 1889 - İ stanbul 1 967 ) , Türk yazarı ve tarihçisi. Babası Cebe 1 - i Garbi mutasarrıf­ larından Mahmud Kam i l Bey, annesi Melek Hanım'­ dır. Çocukluk yılları, ba­ basının görev ile veya sür­ gün olarak bulunduğu Lübnan, Trablusgarb ve Şam'da geçen İ. H . , özel öğretmenlerden ders gör­ müş, imtihanla Şam İdadi­ si'nin son sınıfına girerek buradan mezun olmuş ve İ stanbu l ' a gelerek Mülkiye Mektebi 'ne başlam ış ve İSMAİL HAMi (Daniş1 9 1 2'de öğrenimini tamam­ mend ) lamıştır. Bir süre Maliye Mekteb i Alisi, Darülfünun, Mül­ kiye Mektebi ve Bağdad Hukuk Fakültesi 'nde öğretim görevi alarak siyasi ve medeni tarih okutan İ. H. , Fransa ve Almanya'da tarih ve dil konularında incelemeler yap­ mış, Mütareke yıl larında yurda dönerek İstanbul'da, 1 0 Şubat 1 9 1 9'dan 14 Ağustos 1 9 1 9'a kadar 1 84 sayı yayım­ lanan «Memleket» gazetesinin mesul müdürlük ve başya­ zarlığını yapmıştır. İ . H. , 4 Eylül 1 9 1 9 - ll Eylul 1 9 1 9 tarihleri arasında Mustafa Kemal Paşa ( Atatürk ) nın başkanlığında yapı­ lan Sivas Kongresi 'ne İ stanbul delegesi olarak katılmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın «müttefi kan» reisliğe seçildiği i l k oturumda, Kongre divanına Birinci Reis vekili olarak Bekir Sami (b. bk. ) , İ kinci Reis Vekili olarak Rauf ( Orbay ) , Divan Başkanlığı katipliğine İ . H. ve Divan katipliğine Koçzade Mehmed Şükrü beyler seçilmiş­ lerdir. Sivas Kongresi tutanak ları, İ. H.' nin el yazısı i ledir ve tutanakların sonunda imzası bulunmaktadı r ( Cumhur­ başkanlığı Arşivi ; ayrıca bk. Uluğ İğdemir : Sivas Kongresi Tutanak/arı, Ankara, 1 969. 1 09 ) . -

Kongre görüşmelerinde : «Ben mukavemet v e Kuva - yi Milliye teskili a l eyhinde değilim ; bunları menetmek i ste­ miyorum» ( İğdemir, s. so) şeklinde fikirlerini açıklayan İ. H. , diğer yandan « son mücadele kararından evvel her çareye başvurmak» düşüncesiyle manda idare sini savu­ nanlardan biri olmuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın, Heyet - i Temsiliye adına yayın organı olarak Sivas'ta 14 Eylul 1 9 1 9 tıi.rihinde yayım­ latmaya başladığı «İride - i Milli ye» (b. bk.) gazetesinin

birinci hafta çıkan ilk iki sayısında Mustafa Kemal Paşa'nın direktifiyle kaleme alınmış başyazı ların altında İ smai l Hami imzası vardır. Sivas Kongresi 'nden sonra 1 8 Aralık 1 9 1 9'da Mu stafa Kemal Paşa ve beraberindekiler Sivas'tan Ankara'ya hareket ederlerken, İ. H . daha önce Merzifon ' a ve oradan Samsun yolu ile İ stanbul ' a dönmüş ve İstanbul Hükumeti'ni Barselona'da şehbender olarak temsil etmeyi kabul etmiştir ( Hakimiyet - i Milli ye, 17 - 2 1 Mart 1 92 1 , Nu. 1 3 5 - 1 3 8 ) . B üyük zafere kadar Anado­ lu'ya dönmem iş bulunan İ. H. , daha sonra hiçbir resmi görev almadan bütün vakti ni kendi köşesinde i lmi, edebi çalışmalarına ve arlık olarak yayımladığı «Türklük» adlı ilim ve kültür dergisini çıkarınağa harcamışıır. F ransızca, Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen İ . H. , şiirden romana kadar çeşitli edebi nevi leri denemiş bir şair ve yazardır. Rabia Hatun takma adı ile dörılükler, Muhti Çelebi mahlası ile gazel tarzında içli divan şiirleri ve Hayali Çelebi takma adını taşıy an hiciv ve mizah ya­ zıları yazan İ. H. , bunlardan yalnız bazı dörtlükleri yayın­ lamıştır. Türkiye İ lim ve Sanat Cemiyeıi'nin kurucularından olan İ . H. 'nin başl ıca eserleri şun lardı r : Türkçe - Osman/tea ­ Fra,wzca Sözlük [ 1 93 5 ] ; Türklerle Hind - Avrupalılarm Menıe Birliği [2 cilt, 1 9 3 5 - 1 936] ; Destan ve Divan Ede­ biyatlarmda İstanbul Sevgisi [ 1 94 1 ] ; Ali Suavi'nin Türk­ çülüğü [ 1 942] ; izah/ı Osmanlı Tarihi Kronolojisi [4 c. , 1 947 - 1 9 5 5 ] ; İstanbul Fethinin insani ve medeni kıymeti [ 1 95 3 ] ; Fransızsa - Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuz11 [ 2 cilt, 1 954] ; Baltacı'nm Prut Zaferi [ 1 9 5 5 } ; Türkiyat ve İslamiyat Tetkikleri Kül/iyatı [ 1 956] ; Türk Irkı niçin Müs­ lüman olmuıtur [ 1 959} ; Garb Menba'larma göre, GarrJ Medeniyetinin menbaz olan islam Medeniyeti [ 1 96 1 } ; Sadr - ı - azam Tevfik Paıa'nın dosyasındaki resmi ve hususi

vesikalara göre 31 Mart Vak'ası [ 1 961 } ; Rabia Hatun Şiirleri [ 1 961 ] ; Garb menba'/arına göre eski Türk De­ mokrasisi [ 1 96 5 } ; Türklük meselelı!ri [ 1 966] .

İSMAİL HAKKI PAŞA ( İstanbul 1829 - 1 8 92 ) . Plevne Harbi 'nde yaradığı görülmüş Türk kumandanı. Arpa Emini Hacı İbrahim Efendi'nin oğlu olan İ. H. , Harbiye'yi bitir­ dıkten sonra tahsilini tamamlamak üzere Londra'ya gönde­ rilmiştir. Dönüşünde uzunca bir zaman Misafi rin - i Ecne­ biyye tercümanlığında bulunmuştur. 1876 - 1877'deki Türk ­ Rus Harbi'nde, Gazi Osman Paşa (b. bk. ) nın maiyetinde Plevne Harbi'ne katılmış ve büyük yararlıklar göstermiştir. Daha sonra Sinop kumandanlığı ve Askeri Hastahaneler müfettişliği yapmıştır. İ ngilizceden başka, Fransızca, Rusça, İtalyanca, Almanca ve Rumca bildiği de söyleni len İ. H. P.'nın Çi(ekçinin (içeği ve A.meli bahçıvanlık adında iki risalesi vardır. İSMAİL HAKKI PAŞA, Divitçi ( ölm. H. 1 2 9 1 [ 1 874] ) , Abdülmecid ve Abdülaziz devri müşirlerinden. Macar vak'asında Memleketeyn'i işgal eden Osmanlı kuv­ vetlerinde miralay idi. Bilhassa askerin talim ve terbiyesin­ de başarı gösteren İ. H. P., S ultan Abdülmecid'in son za­ manlarında müşirlik rütbesini kazanmış ve çeşitli val i likler­ de bulunmuştur. Saduzam Mahmud Nedim Paşa (b. bk.)

İSMAİL HAKKI PAŞA - İSMAİL PAŞA, Hıdiv nın 1 8 7 1 'de birtakım keyfi İcraatta bulunarak Tanzimat devrine fiilen son vermesi esnasında, Şirvanizade, Hüseyin .Avni, Yusuf Kamil paşalarla beraber, o sırada İşkodra vali ve kumandanı olan İ. H. P. da 25 Eylul 1 8 7 l 'de bu görevinden aziolunarak Trabzon' a sürülmüştür. Daha sonra tekrar memuriyetine iade edi len İ. H. P. , sonradan Yanya valiliğine getiri lmiş, bu görevde i ken de orada ölmüştür.

İSMAİL PAŞA ( 1 6 1 9 ? - 1 690 ) , II. Süleyman devri sadrazamı. .Ankara ilinin .Ayaş ilçesindendir. İlk olarak saray çuhadarlığı yapmıştır. Daha sonra Rumeli beylerbeyliği rütbesi ile tırnar sahibi olmuştur. 1 678'de tuğrakeşler daire­ sinde görev almış, 1 687'de vezirliğe yükselmiştir. Sadrazam­ lığı IV. Mehmed'den sonra padişah olan II. Süleyman'ın sul­ tanlığının ilk yıllarına rastlar. Yalnız bu mevkideki hizmeti ancak 69 gün sürmüştür. 2 Mayıs 1 688'de aziedilmiş ve Kavala kalesine hapsedi lmiştir. Daha sonra Rodos'a sürü!· müştür. Vaktiyle kendisinin emriyle haksız yere öldürülen Zeyne!abidin Paşa'nın vari sierinin uğraşmaları sonunda kısas cezasına mahkum edilmiş ve bunun sonucu olarak başı kesilmek suretiyle öldürülmüştür (Nisan 1 690 ) . İSMAİL PAŞA, Hekim ( Sakız veya İzmir 1 8 1 2 - İs­ tanbul 1 87 1 ) , Tıbbiye Na­ zırlığı ve vali liklerde bu­ lunmuş, Sultan .Abdülaziz devri vüke!asından. Rum dönmesi olan İ . P., İzmir'­ de Cerrah Hacı İ smai l Ağa'ya saıılmış, onun ya­ nında Müslüman olarak, pratik cerrah lık öğrenmiş­ tir. Yunan ve Rus barbie­ rinde efendisiyle birlikte cerrah lık etmiş ve o sıra­ larda yeni açılan Tıbbiye Mektebi'ne giderek 1 840'­ ta doktor çıkmış, Paris'e yollanmış ve orada da mesleğini i lerletmiştir. DönüİSMAİL PAŞA ( Hekim) şünde Cerrahhane Müdür ü ve 1 845 'te .Abd ülhak Molla (b. bk. ) dan sonra Tıbbiye Mektebi Nazırı, 1 84 8 'de Yanya valisi, daha sonra Nafıa, Ticaret, 1 8 5 1 'de i kinci defa Tıbbiye Nazırı olan İ. P., daha sonra İ zmir, İşkodra, Girit ve Selanik valiliklerinde, muh­ telif n azır lıklarda, şehreminliğinde, zaptiye müşirliğinde bulunmuştur. 1 866' daki Girit ayaklanmasında isyancılar İ . P.'nın fena idaresinden şikayet le ı siahat i stemişlerdir. i. P' .nın ayaklanmayı basıırma gayretleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Birkaç dil bilen ve siyasi işlere de aklı eren İ. P. , «Ceride - i Tıbbiye» adlı hekimliğe dair bir gazete yayınlamıştır. Şiir ve besteleri ile tanınmış Leyla Saz Hanım i. P.'nın kızı, Yusuf Razi Bel ıorunu ve Sadrazam Kadri Paşa ile Sırrı Paşa damatlarıdır. İSMAIL PAŞA, Hıdiv Kavalalı ( Kahire 1 8 30 İstanbul 1 8 95 ) , Osmanlı devletinin i l k Mısır h ıdivi. Ka­ valalı İbrahim Paşa'nın ortanca oğludur. 12 ocak 1 8 30'da Kahire'de Misafirhane Sarayı'nda doğmuştur. Paris Harb •

Akademi sinde okumuştur. Ağabeyi Ahmed Rifat Paşa'nın kazaen liahdi Aralık Mayıs

ölmesi üzerine 14 mayıs 1 8 5 8 'de Mısı r eyaleti ve­ olmuştur. .Amcası Said Paşa'nın ölümünde de 1 8 1863'ıe Mısır v e Sudan valiliğine yükselmiştir. 2 3 1 866'da Sultan .Abdülaziz'in b i r fermanı i l e «vali»

309

unvanı «hıdiv» olarak de­ ğiştiri lmiş ve i. P. hıdiv· liğe yüksel ıilmiştir. Mısır' ın istanbul'a ödediği yıl­ lık vergi iki mislinden fazla artırılmışnr. 5 gün sonraki bir padişah fer­ manı ile de Mısır'da Ka­ valalı hanedam arasındaki veraset şekli değiştiri lmiş­ tir : .Ailenin en yaşlı er­ kek prensine geçen Mısır, bundan böyle hıdivin bü­ yük oğlundan büyük oğ­ luna geçecekti. Bu suretle İ. P.'nın 4 saat küçük ikiz kardeşi Prens Vezi r Mus­ tafa Fazı! Paşa, veliahtlıkİSMAİL PAŞA � ( Hıdiv) tan düşmüştür. İ . P.'nın büyük oğlu Tevfik Paşa veliaht o lmuştur. 1 7 kasım 1 869'da Süveyş Kanalı, bazı .Avrupa h ükümdar ve prens­ lerinin de katı lmasıyle çok büyük törenlerle açıld ı . .Ancak İ. P. , 1 8 7 5 Kasımında Süveyş tahvi llerini İngi l ­ tere'ye satmış ve ülkeye gelecekteki İngiliz işgalini da­ vet etmiştir. 1 8 7 5 'te oğlu Prens Müşir Hasan Paşa, Ha­ beşistan'da bazı fetihler yapmıştır. Sudan'dan başka Mısır, Habeşisıan ve Eritre ile Uganda'da da topraklar elde etmiştir. 28 Eylül 1 87 2 tarihli p adişah fermanı i le i. P. , dış is­ tikraz yetkisini de elde etmiş ve az zamanda İngiltere ile Fransa'ya büyük ölçüde borçlanmıştır. İ. P. 'nın israfları, yalnız Mısır'ın değil, metbuu olan Osmanlı devletinin de başını belaya sokmuşıur. 10 yıl için­ de 1 00 mi lyon İngi liz altını borc; almıştır. İngi ltere ile Fransa'dan alınıp sarf edilen bu borç, Osmanlı devletinin dış borçlarına eşit bir hale gelmiştir. İngil tere ile Fransa, borçların ödenmesi için Kahice'yi ve metbuu olan Bab · ı Ali'yi zorlamaya başlamıştır. Hıdiv, baş eğmiş ve bir İn­ gilizi maliye, bir Fransızı da nafia vekili yaparak Mısır kabinesine almıştır. Bu iki bakan, Mısır'ın harcamalarını kısıtlamaya ve temsil ettikleri alacakl ı İngi liz ve Fransız ortaklık ve şahıslarını tatmin etmeye girişmi ş lerdir. İ. P. , Sultan Aziz'in fermanı ile 1 8 000 kişilik Mısır ordusunu 30 000 kişiye çıkarmıştı. Mısır birlikleri, Kırım ve 93 sa­ vaşlarına katılmışlard ı . Yabancı bakanlar, bu 30 000 kişi­ lik orduyu l l OOO'e indirmişler ve 2 500 subayı emekliye sevk etmişlerdir. Bunun üzerine Mısır'da bulıran başlamıştır. S ubaylar, özellikle yüksek rütbeliler (binbaşı , yarbay ve albaylar) Türk veya dil bakımından Türkleşmiş Çerkez, .Abaza, .Ar­ navuttu. .Arap asıllı subaylar azınlıktaydı. Emekliye sevk edilenlerin çoğunu da bu sonuncular teşkil ediyordu. Bu, Mısır'da ilk defa olarak Araplık şuurunu uyandı rmıştır. Sonunda II. .Abdülhamid, 25 Temmuz 1 879'da İ . P.'yı azietmiş ve yerine büyük oğlu Veliaht Mehm> nın yaratıcısı Ram6n G6mez de la Serna'dır.

-

İSPANYOL GlN ESl

İSPANYOL FASI (Tar. ), milletlerarası Tanca bölümü hariç olmak üzere, Afrika'nın kuzey - batı köşesini içine alır. Buna, Ceuta ve Melilla şehi rleri ve bi rkaç küçük ada da i la­ ve edi lebi lir : İspanya'ya ai d olan bu iki şehir, coğrafi bakım­ dan İ. F.'nda bulunuyarsa da, idari bakımdan bunun dışında kalırlar. Bunun gibi, adalar da doğrudan doğruya İspanya'ya bağlıdır. İ. F.'oda Fas sultanı bir «halife» tarafından tem­ sil edilir. Bölgenin idaresi de Tetuan' d a i kamet eden ve altı delegenin yardımından faydalanan bir İspanyol yüksek komi serinin elindedir. İspanya Fas'a iid haklarını Fransa ile beraber 1 9 1 2 'de kazanmıştı r. İ spanya'ya aid bölgeden geçen bir demiryolu Tanca'yı Fran sız Fası (b. bk. ) na bağlar. İspanyol bölgesinin en büyük bölümü, Akdeniz'den sarp ola­ rak yükselen Rif masifince işgal edilir. Çiftçiliğe elverişli saha azdır. B u sahanın en büyük bölümü, Tancer'in güneyin­ de Atiantik boyunca uzanan bir dar ova ile Melilla'nın do­ ğusunda uzanan dar bir ovadan ibarettir. Dağlık bölgede koyun ve keçi yetiştirilir. Canlı hayvan yetiştirimi ve balık avı bölgenin başlıca ekonomik faaliyetleri arasındadır. Böl­ genin doğu bölümünde çıkarılan demir cevheri Melilla yolu i l e ihraç edi lir. Az miktarda kurşun, antimuan ve manganez de ihraç edilir. Resmen İ . F.'nın tamamlayıcı bir bölümünü teşkil etmekle beraber çoğu zaman bundan ayrı telakki edilen iki bölge daha vardır : Bunlar Ifni bölgesi ile İspanyol Güney Fası ' dır. İfni bölgesi kıyısında bi r enk­ lav olup Fransız Pası'nın güney bölümünün içinde bu­ lunur. İspanyol Güney Fas'ı Juby burnu i l e Fransız Fası­ nın güney sınırı arasında yer alır. Bu bölge çoğu zaman haritalarda Rio de Ora bölgesinin bir bölümü olarak gös­ teri lir. Bölgenin büyük bölümü çöllük olup ekonomik de­ ğeri küçüktür. Bu da Teruan'dan idare edili r. Ifni, Fas devleti tarafından 1 860'ta İspanya'ya verilmiş, fakat İspan­ ya ancak 1 934'te bunu fiilen işgal etmiştir. İ. F.'nın mer­ kezi Tetuan'dır. Yüzölçümü aş. yu. 550 000 km1dir. Nüfusu 1 142 000 ( 1 94 5 ) dir. 2 Mart 1956 tarihinde Fransa ile Fas sultanı 1 9 1 2 Fas Anlaşması 'na son verdikten sonra, İ spanya da 7 Ni san 1 956'da İ. F. üzerindeki hakimiyetinden vazgeçmiş, 29 Ekim 1 956'da da Fransa, İ spanya, İngi ltere, İtalya, Ame­ rika Birleşik Devletleri , Belçika, Hollanda, İ sveç ve Portekiz Tancer bölgesinin milletlerarası statüsünü kaldırmışlardır.

İSPANYOL GİNESİ ( Coğ. ) , Afrika'nın Ekvator böl­ gesinde, Gine körfezindeki iki adadan oluşan Fernando Poo ilini ve aynı körfezin kıyı larındaki Rio Muni i lini kapsayan İspanyol sömürgesi. Bu illerden biri nci si Fernando Poo adası ile Annob6n adasından meydana geli r ; yüzölçümü 2 034 km", nüfusu 1 5 1 000, başkenti ise Fernando Foo'daki Sanıa Isa­ bel şehridir. Afrika kıtası üzerindeki i kinci i lin yüzölçümü 26 000 km", nüfusu 1 8 3 377, başkenti Bata şehridir. Sömür­ genin başlıca ihraç malları kakao ( Fernando Poo ) , kahve ve tropik ağaçları ( Rio Muni ) dır. Tarih : İ . G. , 1 778 Pardo andaşmasıyle kurulmuş­ tur. Bu antlaşma i l e Portekiz, XV. yüzyıldan beri elin­ de tuttuğu Annob6n ve Fernando Poo adalarıyle kıyının bir bölümünü İ spanya'ya bırakmış, Fernando Poo 1827 1 844 yıllarında İngilizlerin işgali altında kalmış, sömürge­ nin sınırları Fransa ile Portekiz arasındaki bir sınır anlaş­ masıyle tesbit edilmiş, 1 959'da Rio Muni ile Fernando Poo bir İspanyol ili haline getirilmiş, 1 5 aralık 1 963'te ya­ pılan bir referandumla da i. G. muhıar olmuştur ( 1 Ocak 1 964 ) . Ekvator Ginesi 12 Ekim 1 968 'de bağımsız Ekvator Gioesi baline gelmiştir.

1sPANYOL MUS lKlst - İSPANYOL SANATI ISPANYOL M USlKlSI : Halk şarkıları v e musikisi ile kilise şarkıları ve musikisinin geli şirken oluşturdukları karşılıklı etkilenmelerden i leri gelen normal Batı musikisi gelişimi, İspanya'da VIII. yüzyılda başlayıp 1492'ye kadar devam eden Mağribi (Arap - Berberi ) isti lası ve işgali ne­ deniyle üçüncü bir katkıdan da etkilenmi şti r. Sekiz yüz­ yıllık i şgal süresince Arap vezin ve ı skatalarının ve musiki aletlerinin İ. M.'nde derin etki ler oluşturması ve ona ko­ layca ayırdedilen çeşnisini vermesi normaldi. Mağribilerin i şgali altındaki topraklarda yaşayan Hı ristiyanlar, tek sesli ( yani ünisonik veva harmon isiz) geleneksel kilise musiki­ sini ağır süslemelerle yük teyerek «mozarabi» (Ar. mus­ ta'reb = Arapla şmış) denilen bir ayin türü yaratmışlardır. Bu etki güneyi n halk şarkılarında da kendini göstermiştir. Ayrıca, 1450 yılı dolaylarında sahneye Çingenelerin de gi rmesi , halk musikisinde meydana gelmekte olan değişikli­ ği büsbütün artırmıştır. XV ve XVI. yüzyıllarda İngiliz ve özellikle Flaman etkilerinin de kendilerini göstermeye başladığı bi r sırada, Fransız j onglörlerinin, yani eğlendicici saz şai rlerinin yaydıkları kahramanlık şarkıları da ay rı bir katkı olmuştur. V. Carlos i le 11. Felipe'nin saltanat devir­ lerinde İ. M. yüksek bir mükemmellik derecesine ulaşmış­ tır. Bu iki hükümdarın nüfuz çevrelerinin pek gen i ş olması nedeniy le, İ. M. milli olmaktan çok m i l letlerarası olmaya yönelmiştir. Bu devrin bellibaşlı besteci leri Cristobal Mora­ les ( aş. yu. 1 5 27 - 1 599 ) , Tomas Luis de Victoria (aş. yu. 1 540 - 1 61 1 ) ve Antonio Cabez6n ( 1 5 1 0 - 1 5 66) dır. XVII. yüzyılda İspanya'ya vergi bir komik opera şekli olan zarzue/a çok rağbet görmüştür. İtalyan tarzında opera İspanya'ya ancak XVIII. yüzyıl başlarında girmişse de, her yerde olduğu gibi girer gi rmez pek yaygın laşmış­ tır. İtalyan üsli'ıbundaki İspanyol opera bestecilerinden biri, Vincente Martin y Soler ( 1 7 5 4 - 1 806) olmuştur. XIX. yüzyıl başında kısa ömürlü besred C. A. Ar­ riaga ( 1 806 - 1 8 2 6 ) bir senfon i ile klasik yöntemli üç kuartet yazmış, Miguel Esiava ( 1 807 - 1 8 78 ) , Francisco Barbieri ( 1 8 2 3 - 1 8 94 ) ve Felipe Pedrell ( 1 84 1 - 192 2 ) gibi besteci ler, geniş bir devri kapsayan bir İspanyol musiki okulunun varlığını gösteren elyazması nota koleksiyonları yayın lamışlardır. B u okulun karakteri stikleri sonradan Isaac Albeniz ( 1 860 - 1 909 ) , Manuel de Falla ( 1 876 - 1 946 ) , En­ rique Granados Campina ( 1 867 - 1 9 1 6 ) i l e Rodolfo ( doğ. 1 900) ve Ernesto ( doğ. 1 905 ) Halffter kardeşler gibi daha yeni besteciler tarafından geliştirilmiştir. XX. yüzyıldaki İspanyol icra sanatçılarının en ünlü ikisi çellist Pablo Casals ( doğ. 1876) i le gitarist Andres Segovia ( doğ. 189 3 ) dır. İJpanyo/ dan u : Çoğu zaman İ. D.'nın Andaluefa bölgesi dans üsli'ıbunu temsi l ettiği sanılır. Halbuki İspan­ ya'nın çeşitli bölgelerinde birbirinden çok farklı sayısız dans üsli'ıbu vardır. Ayrıca mahalli üsluplardan gayrı, okul, flamenco ve neoklasik üdi'ıpları da vardır. Bölgesel halk danslarının sayısı pek büyüktür ve oluştukları bölgeler kadar da birbirinden farklıdır. Bunlar, halka ( rondo ) , kare ve tek sıra danslarından başka, ikili ve solo dansları da kapsar ve hepsi de üsli'ıp, tempo ve gerel di musiki eşliği bakımlarından birbirinden ayrı lırlar. Asturias bölgesinin danıa prima'sı, Andalucia'nın ıevillana'sı ve eastilla'nın Jeguedi/la' ları, bölgesel dansların en ünlülerindendir. Böl­ gesel dansların ortak tarafı, hepsinin halk tarafından ve halk için ve temaşa konusu olmaktan çok oynayanların eğlenmesi için yaratılmış olmalarıdır.

333

Okul dansları, bir dans h acasından alınan derslerle öğrenilen ve genellikle bölgesel basit şekilli dan siara st i 1 ve incelik verme yolu i le geliştirilmiş olan danslardır. Bu çeşit danslar arasında pavana, zarabanda ve chacona gibi saray dansları ve cachucha, vito ve landango gibi periyot dansları ve bolero gibi sahne dansları vardır. Bo/ero, oku l danslarının en eski örneklerinden biridir. İspanyol dans hocalarının gazino ve tiyatrolar için yarattıkları şimdiki rutin danslar okul dansları sınıfına girer. Flamenco dansı güney İ spanya Çingeneleri tarafından yaratılmış, sonradan öteki bölgelere yayılmıştır. Özel ku­ ralları olmayan bu dans tuli'ıat şeklinde oynanır. Andalu­ cia'dan çıkan dan sların çoğu için olduğu gibi , bu dansın karakteri stiği de ritmik ayak vuruşları (tacaneo ) , bağı rma­ lar ve Mağribilerden kalma bir adet olması muh temel bükülmeli kıvrak vücut hareketleridir. Neoklasik dans, I. Dünya Harbi 'nden az sonra ortaya çıkmış olan nispeten yeni bir dans olup ilk olarak büyük İspanyol dansözü La Argen tina tarafından müzikbol lerde halka takdim edilmiştir ve I saac Albeniz, Manuel de Falla, Enrique Granados ve Joaquln Turi n a gibi besteci lerin sa­ nat musikisinin yüksek derecede şahsi bi r yorumu niteli­ ğindedir. Bu dansla birli kte İspanyol dans sanatı en yük­ sek derecesine erişmiştir. Genellikle kastanyer ( İ sp. caJtaniita) ler kullanılan İspanyol danslarında, ayaklar yere vurulduktan başka, başa, koliara ve göğüse mağrur bir eda veri lir. Dini nitelikteki ilkel ayin şekilleri bir yana bırakı­ lırsa, İ spanya'nın ilk danslarının Mısır'dan gelmiş olmaları muhtemeldir. Fenikeliler İspanya kıyılarında M. Ö. Xl. yüzyılda görünmeye başlamışlardır ve sanı ldığına göre, bugünkü İspanyol halk danslarının birkaçı ve bu arada Castilla fandangosunun ve Valencia danslarının kökü Feni­ keiiierin danslarındadır. Muineria, Jardana ve danJa prima gibi danslarda eski Yunanlıların etkisi açıktır. 7 1 1 yılında Mağribilerin Güney İspanya'yı i sıili ettik­ ten sonra 7 56'da C6rdoba'nın Mağribi İspanya'sının başken­ ti olmasıyle, halifeterin de istekli koruyuculuğu altında İs­ panya leila' ları ( belki Ar. /eya/ = geceler) denilen şarkı ve dans şenlikleri yaratılmıştır. Bu şenliklerde zarabanda, zambra ve Joronga dansları oynanırdı. 1492'd e Mağribilerin İspanya'dan kovulmalarından sonra bu ülkede oluşan sanat rönesansında sahne oyunları, maskeli allegorik danslar ve dini şenlikler, popüler eğlen­ celer halini almıştır. O devirde Avrupa saraylarında rağ­ bet gören pavana ve musikideki passacaglia ile ilgili pa­ Jaca/le dansları İ spanya'dan alınmıştır. XVIII. yüzyıl ba­ şında okul dansları ve bu arada bo/ero, landango ve cachucha dansları çok yaygın bir rağbet görmüşler ve dans hocaları danslar için terminoloj i ve usul kitapları yazmaya başlamışlardır. Pablo Miguel (ölm. 1 80 1 ) 1 7 58' d e Fransız usulü dans sanatı üzerine yazmış, Carlo Blasis ( 1797 - 1 878 ) «Terpsikor kodu» adını verdiği bir bale metni hazı rlamıştır. XIX. yüzyıl sonlarında, cuarta ve lazo adındaki okul danslarında hafif ayak oyunlarının yerini, eski llamenco üsli'ıbunun uyguladığı ıopukların yere vurulması almıştır. XX. yüzyılın neoklasik üsli'ıbunda, bu dansların bağlı olduğu kuramsal teknikten çok şahsi teknik uygulanır olmuştur.

İSPANYO L SANATI : İ. S.'nın mahiyeti ve gelişme­ si üzerinde, etkisi altında kaldığı eski İberya, Roma ve Vi­ zigot kültür ve sanatının büyük rolü olmuştur . Tarragon a, Segovia, Merida ve Evora'dak i binaların kalıntılar ı Roma

İSPANYOL SANATİ

3 34

tesırı nın birer örnekleridir. M. S. 4 1 4 'te ülkeye giren Vizi­ gotlar, İspanya'nın en eski kiliselerini ( Oviedo çevresindeki San ]uan de Baiios ve San Miguel de Liiio) ve Maranco'da· ki Germen krallık sarayını inşa etmişlerdir. Maraneo sa· rayı kili seye çevri lerek tahrip olmaktan kurtulmuştur. Çeşitli renkte camlarla kaplı yuvarlak kilise pencereleri muhtemel olarak Vizigotların bir icadıdır. Mimarinin yanında kuyum­ culuk da gelişmiştir. İspanya'nın Araplar taraf ı ndan fethi ( 7 1 1 - 7 1 3 ) sa­ natı derin bir tarzda etkilemiştir. İspanya'nın güneyi, Gra­ nada'nın Araplar tarafından Hıristiyanlara teslimi ( 1492) ne kada r İslam sanat dünyasının bir bölgesi olarak yaşamıştı r . Fakat İslam sanatının, mimari ve dekorasyonunun etkileri ülkenin her yerinde sezilmekıedir. Ülkeye hakim olan İslamiyet ve İslim sanatına karşı Batı medeniyeti, tesirini kuzeyden güneye doğru hissettir­ rneğe başlamıştır. Hemen hemen bütün Batı lılar için bir hac me rkezi haline gelen Santiago de Compostela, aynı zaman­ da bi rçok alanlarda sanat şekillerinin mübadele borsa >ı gö­ revini yapmıştır. Muhtemel olarak 107 5 'te başlanan bu bü­ yük kilise, üç na vis ve transeptli binasiyle, Toulouse'un Saint Sernin kilisesini andırır. İkinci bi r sanat merkezi de Bene­ dictusçuların Cataluii a'daki Santa Maria de Ripoll manasıı­ rıdır. Bu manastır mimaride özellikle Lombardia ( Kuzey İtal­ ya) dan i lham almıştır. Diğer sanat merkezleri şunlardır : Na­ varra ve Arag6n'da Sanata Cruz de la Ser6s manasıır kilisesi ( XI. yüzyıl ; dış görünüşü bi r kiliseden çok kaleyi and ırır) . Leyre manası ın ve Jaca katedrali ( 1 0 5 4 ) ; Le6n ve Castilla' da San I sidoro de Le6n kraliyer kili sesi ( 1 054 ) , San Martin de Fr6mista ( 1 063 ) , Zamora Katedrali ( 1 1 5 1 - 1 1 74 ) ve Sala­ manca'nın eski katedrali ( 1 1 20 ) . Zamora ve Salamanca ka­ cedrallerinin dört kısımdan mürekkep kubbeleri vardır.

Soria'daki San Pedro ( X I I . yüzyıl ) ve Avi la'd aki San Vicentt! kiliseleri de d ikkate değer. San Vicenıe, İspanya'nın en göze çarpan Roman kiliselerinden bi ridir. Surlarının yapımına muhtemelen 1 090 'da başlanmış olan, Avi la profan ( kilise­ dışı ) mimarinin en büyük eserlerinden biridir. Bu alanda aynı derecede mükemmel diğer eserler şunlardır : Loarre kalesi, Estella' da Granadı pi skoposları saray ı, Lerida' da da Casa de la Paheı i a adlı bina. Roman devresinde plast i k sanadar n isbeten erken gelişmiştir ( X l . yüzyılın sonları nda : San Domingo de Si los manastırının revakındaki kab:ırımalar ; Jaca'da Dona San­ cha' n ı n mezarı ; 1 1 00'de San ta Maria de Ripoll kapı kabart­ maları ) . X I I. yüzyılın son larına doğru, Avila'daki San Vi­ cenıe'nin kapı kabarımaları ve buna benzer başka eserler yapı lmıştır. Usta Maıeo 1 1 68 'de, Compostela'daki P6rtico de la Gloria'nın kabartmaianna baş lamıştır. Bunlar çağdaş Fransız plası iği kadar mükemmeldir. Kucağında İsa ile oturan Meryem Ana heykelleri de çok yaygınlaşmıştır. Roman devri nin resim alanındaki başlıca eserleri XII. yüzyıla aiddir. Çoğu zaman şehirlerden pek uzak yerlerde bulunan fresklerin b.izıları pek iyi muhafaza edilmiş ve bi rçoğu Bareelona müzesinde toplanmıştır. Özellikle Cata­ lu i a'da gelişmiş olan resim sanatı B i zans sanatının tesirin­ de kalmış ise de, ben liğini kaybetmeksizin çok ori j inal eser­ ler meydana geti rmiştir. Le6n'daki San I sidoro ki lisesinde kral mezarları ( Pante6 n ) n ı süsleyen freskler, Cata luiia'da­ kilerine nazaran daha büyük hareketli lik göstermekte ve daha ziyade dindışı konuları i şlemektedir. Mihrap gerisi tablo sanatı, roman devrinde çok büyük başarı göstermiştir. Minyatür ressamları X ve Xl. yüzy ıllarda gelişmiştir. Gotik üslüp, İspa nya'da ilk olarak Bourgogne'da Citeaux'luların ona verdiği şekilde meydana çıkmıştır ki, en parlak ö rnekleri şunlardır : Ta rragona civarındaki Santas Creus manasııcı ( 1 1 5 2'de kurulmuştur) ; Burgos civarında Las Huelgas ( XI I . yüzyı lın son ları ) . Kuzey Fransa Go­ tik'inin İspanya'da meydana gelen ilk örneği Le6n ka­ tedrali ( 1 1 99'da başlanmış ) dir. İkinci Goıik kated ral, Burgos kaıedra lidir. Yapımına 1 2 20'de başlanmış, fakat çok sonra tamamlanmıştır ( Batı kuleleri Kölnlü Hans tara­ fından 1 442 ve 1 4 5 8 'de tamamlanmış, n avisin bölündüğü yerde yükselen kule ise Han s'ın torununun öğrencisi ]uan de Vallej o tarafından bitirilmişti r ) . 1 2 27'de temeli atılan Toledo kaıed ralinin mimarı, Fransa'daki Bourges katedralini örnek alarak beş navis inşa etmiş ve böy lece eseri Batının en büyük kiliselerinden biri olm uştur. 1 2 98'de başlanan Bareelona kaıed rali de, Fransa'da Na rbonne'deki Saint Just katedraline benzer. Narbonne'lu Henri adında bir usta 1 3 1 6'da Gerona karedealine üç navisli bin a olarak baş lamıştır. 1 4 1 7'de burada Fransa'nın Albi katedraline benzer, 2 2 . 3 0 m eninde, bir tek büyük salon lu k i l i senin inşası kararlaşu­ rılmrşıır. Kilisenin içini bi r tek salon haline getirmek plinı bundan önce Man re sa katedrali ( 1 3 28 'de baş lanmış) ne uy­ gulanmış, yan navi slerin mimari rolünü küçültmek için gayret gösteri lmişıi. Tek salon idealinin en kudretli ve mü­ kemmel çözüm şekilleri Sevi lla ( 1402 - 1 506) ve Zaragoza ( 1 1 8 8 'de baş lanmış, 1 3 1 8 ve 1 49 0 da da başka şekle sokul­ muş, 1 546 - 1 5 59'da genişleti lmiştir) katedrallerinde görül­ mektedir. Bunların her ikisi de kiliseye çevri lmiş eski camiler olup, bun ların i ç b i rl i ğin i muhafaza etmişlerdir. Beş n avisli Sevi l l a katedrali dış mimari bakımı ndan en bü­ yük Goıik kilisedir. Bunun planı, Salamanca'nın yeni kated­ r aline de uyg ulanmı ş tır ( 1 5 1 0'da başlanmıştır ) . Granada '

İSPANYOL SAN ATI : •Genç kadınlar» ( Lille Müzesi,

Fransa)

İSPANYOL SANATI

İSPAN YOL SANATI : Francisco de Goya ( kendi resmi, özel koleksiyon) katedrali şu özelliği gösteri r ki, doğudaki al tar ( törenler­ de kullanılan masa) ın bulunduğu yerin üzerinde, ayrı bir kubbe yükselir ( 1 5 2 3 'te başlanmıştı r ) . Toledo'daki San }uan de los Reyes, kral Fernando tarafından 1476'da Portekiz zaferinin anıtı olarak yaptınlmıştır.

335

Bunun örnekleri şunlardır : Valladolid'deki Colegio de Santa Cruz ( 1480 - 1492 ; mimarı kuyumcu lukta da ün k a zanmış olan Ped ro Diez'di r) , Salamanca Üniversi tesi'nin batı cep­ hesi ( 1 5 3 3 ) , Sevi l la'daki Belediye Sarayı ( 1 � 27 - 1 5 64 ) . Gotik resim v e boya sanatında önce Fransız, sonra İtalyan sanatı örnek olmuştur ( Ferer Bassa ve Ser ra kar­ deşler) . XV. yüzyı lda ise Çukur Ülkelerden gelen etkiler gittikçe artmıştır. Luis de Dalmau ( ölm. 1 460) Çukur Ülkelerde yağlı boya tahsi l ederek yeni gelişen, şekilleri olduğu gibi resmetmek usulünü öğrenmiştir. Bir eseri, Bar­ eelona Beled iye Saray ı 'nın küçük k i l i sesindt:ki mihrap için yapılmış olduğu tablosudur ( 1 44 5 ) . Diğer önemli sanat­ karlar B. Bermej o ( Barcelona'daki Pietiı, 1490 ) , J. Huguet ve F. Gallego'dur. Kuyumcu üsliıbu İ spanya'da Rönesans'ın öncüsü olmuş­ tur ; çünkü bu üsliip her ne kadar önceleri sırf dekoratif bir maksat gütmüş ise de, Eski Çağ unsurları nı kul­ lanmağa başlamış, önce Gotik ve E ski Çağ şekillerinin bi r karışımı meydana gelmiştir. Bu yeni üslılbun ör­ nekleri şunlardı r : Granada ve Jaen katedralleri, Zara­ goza'daki Santa Engracia kilisesinin büyük kapısı ve .Asıorga katedralinin ön salonu ( cemaat yeri ) . Genel olarak Gotik üsliıp duygusu Compostela'daki azamedi Santiago revakında görüldüğü gibi her yerde hakim idi. Bu revak İspanya'nın en büyük revakı olup 1 5 2 1 - 1 5 80 yıllarında yapılmıştır. Bazı binalar, mesela Burgos' taki Casa de Miranda'nın çok zarif avlusu, önce daha çok Eski Çağ'a aid olduğuna dai r bir intiba veriyorsa da, kapitaller ve dekorasyon .Arap karakteri taşımaktadır. Sa lamanca' daki üniversite avluları ve Casa de !as Conch as (bir saray) ın avlusu ve Valladolid'deki San Gregorio okulu için de aynı şey söylenebilir. Mimarların bir çoğunun .Arap oldukları da unutulmamalıdır. Buna karşılık, Roma'da okuyan P. Machuca (ölm. 1 5 50 ) nın, V. Carlos için Granada çevresindeki El - Hamra tepesinde yapmış o lduğu yazlık saray, bütün anlamıyla Rö­ nesans'a aiddir. Escorial adını taşıyan büyük bina, Kral Il.

İspanyol Gotik'i her ne kadar iç hacmin birleştirilme­ sine yönelmiş ve İslam i lhamından faydalanarak kendi­ ne göre çozum yollan aramış ise de, Batının geç Go­ tik'inin başardiRI şekilde problemi çözernemiş ve hatta Trascoro'nun icadiyle bunu i mkansız kılmıştır . .Adı, « Cho­ rus'un arkası» anlamına gelen Tarascoro, orta navisin üzerin­ d e yer alır ve çoğu zaman Batıya karşı olup ve yan navisle­ rinden yüksek d uvarlada ayrılmıştır. Bu mihrap lardan başka Trascoro'yu çevi ren duvarlar da kabartmalarla süslenmiştir. Mezar süsü sanatı da çok gelişmiştir ( Burgos civarındaki Miraflores manasu rı ) . KiJiselerin dış plastiğine gelince, dekoratif bakımdan güzel buluşlarla dolu, fakat figüratif bakımdan oldukça düşük seviyededir. Usta ( mimar) lar çoğu zaman yabancı ülkelerden gelirlerdi . Toledo'da çalışan }uan Aleman, Burgos ve Val ladolid'de çalışan Köln'lü Hans hep .Alman asıl l ı idi ler. XIV. yüzyılda, .Arapların ülkeye soktukları üsliiptan Roman ve Gotik unsurların etkisiyle Mudej ar üslübu, Mu­ d ej a r üsliıbundan da geç Gotik ( Esti lo Florido = çiçekli üsliıp ) ve Eski Çağ unsurlarının etkisiyle de Esti lo Palete­ resco ( = kuyumcu üslubu ) do�muştur. Bu üsliibun ka­ rakteristiği, adından da anlaşılacağı gibi, aşırı süslüliijüd ür,

İSPANYOL SANATI : VELASQUEZ : «Prenses Mar­ guerita» ( Louvre Müzesi, Paris)

iSPANYOl SANATI

336

ı

2

İ S PANYOL SANATI :

ı . Sevi lla'da Giralda'nın çan kulesi ; 2. Le6n katedrali ; 3. Santiago de Compostela'da meyda,nı ; 4. Palma de Ma l l orca katedralinin büyük kapısı

Las Platerias

İSPANYdt.

SANATİ

Felipe tarafından St. Laurentius'a aı(ed iien manastır ve saray, 1 5 63 'te ]. Bauıisıa de Toledo tarafından başlanmış, 1 584"te de ]uan de Herrera ta rafından tamamlanmış· tır. Saray, manastır ve kral mezarları nı i çine alan kilise, uzadıkça uzayan kanatları, avlular ve kuleleri, nihayet her şeye hakim kubbesiyle bu büyük kül liye, d ünyaya karşı serı bir kapanınayı ifade eder ve rabipiere yakı şın bir sa­ delik gösteri r ( esri lo desornamenıado = süssüz üslup ) . Gri granit duvarlarının ağı r lığı i se ruhları ezer. İ spanyol karakterini bundan daha iyi, daha mükemmel ifade eden hiç bi r sanat eseri yok tur. B i r sembol olarak külliyen i n p!Jnr, ı zgara biçiminded i r (St. Laurenıius bir ızgara üzerinde yakılmıştı r ) . ] . d e Herrera 1 58 5 'ıe Va l ladolid Kared ealine d e baş­ lamış, fakat p landa o derece büyük boyutlar yer almışıı r k i , eserin biririlmesi mümkün olamamıştır. Mad rid'deki In carnacion Kilisesi de ]ua n Gomez de Mora tarafından aynı üsl upta yarıluı ışrır. Bu mimar 1 6 1 7 'de Salamanca'daki Jesuiıler okuluna da başlamış. fakat bı.ı bina ancak 1 7 5 5 ' ıe biıiri lebi lmi şıir. Mora, Madrid'deki Plaza Mayor ( = büyük meydan) un planını da çizmişıir. Dindışı eserler arasında Rönesan s damgasını taşıyanlardan şunlar sayı labilir : Lt6n, Lugo, Astorga ve Toledo beled iye sarayları. İ jpanyol parkları da örnek olmağa layıktır. Özellikle Madrid'deki Buen Reıiro parkı ( tahrip edi lmiştir) nın planını kısmen çizmiş olan mi mar Crescen ıi ( ö lm. 1 660) İspanya' nın bü· tün sanat hayatını etkilemiştir. Borromini'nin damgasını taşıyan Barok sekiini İspanya'ya Crescenzi'nin soktuğu sa­ nılmaktadır. Bu üslup da gelişerek kuyumcu üslubunun tekrar can lanmastna yol açmış (Madrid' deki San I si d ro Labrador Kilisesi ) ve nihayet bu da Churriguerismo adını alan, süste mübalağaya kaçan bir üslubu doğurmuşıur. Bu üsl übun gülünç numuneleri Madrid'deki San Fernando kilisesinin cephesinde, Sanıiago basi likasınıa batı cephe­ sinde, Salamanca'nın belediye sarayınd� ve Le6n'daki San Marcos manastırının cephesinde görül mekıed r r. Fakat bu üslubun büyük ve güzel eserler de yaratmış olduğu unu­ tulmamalıdır. Bu eserlerden biri mimarları Qui öones kar­ deşler olan Salamanca'daki Plaza Mayor ( 1 720 - 1 7 3 3 ) dur. San l ldefonso'daki La Granj a sarayında Churriguerismo bir az çekingen bir şekil almıştır. Bunu V. Rodriguez ve ]. Ramirez'in klasi sist eğilimleri bile tamamıyle ortadan kal­ d ı ramamıştır ( Sanıiago basilikasının kuzey ve doğu cephe­ leri ; Salamanca'daki Nuesrra Seiiora del Pilar ) . Mühendi s ve general Sebasıiani ve J. d e Villanueva tam a n lamıy­ le klasisist mimari eserler yaratmışlardır. Birincisinden ikisi de Madrid'de olan San Franci sco el G rande kilisesi ( 1 761 - 1784 ) ve Aleabi kapısı ( 1 778 ) , ikincisinden de Prado sarayı kalmtştır. Plastik sanatlarda da Goıik ve Röne�an s arası geçişi temsi l eden sanaıkarlar eserleriyle şunlardı r : Bourgogne'dan gelen Felipe Vigarni ( Bu rgos kaıed ralinin chorus'unu çevre· leyen yolda yer alan ve İsa'nın ıztıraplarını temsil eden ka­ barımaları, 1498 ; Granada'daki Capilla Real'daki büyük altar ve mezarlar ) , Da mian Formenı ( San Domingo de l a Caizada katedralinin büyük alıarı ) ve Diego de Siloe ( öbürlerine nazaran Gorikten daha fazla ayrılan bu sa­ naıki r ı n eserleri Burgos, Vall� dolid ve Granada'da dır) . Hevkeltıraşlar arasında en önemlisi olan A. Berruguere ( 1490 - 1 5 61 ) Rönesansın genel etkisinden kurtularak, Baroka yaklaşan bir ifade isteği göstermiştir. Eserleri şun­ lardır : Toledo'da katedralin chorus sıraları (oturma yerleri )

İSPAN Y O L SAN ATI : El Greco : ··· Eli göğsünde şövalye» ( Prado Müzesi, Madrid ) ve Santa Ursu la kilisesinin alıarı. Berruguete'nia rakibi, Michelangelo'nun ö�rencisi olan P. Torrigiano idi. O da o zamanlarcia İspanya 'da çalışan sanaıkarların bir çoğu ( me­ seli Escarial'da çalışan 1. ve P. Leoni ) gibi İıalyan'dı. Berrugueıe'nin halefieri arasında en tanınmış sanaıkar G. Becerra ( aş. yu. 1 5 20 - 1 5 70) d ı r. Eserleri arasında Mad­ rid'deki Las Descal zas Rea les kad ın manastırının ve Asrorga kaıedralinin altar gerisi tabloları bulunan Be­ cerra, heykdtıraş olduğu kadar ressam olarak da çalış­ mıştır. Berrugueıe'nin diğer önemli bir halefi de ]uan de Jun i ' d i r. Aslen Fransız olan bu sanatkir Michelangelo'nun öğrencisi olarak çalışmış ve yarattığı eserlerde orij inal yollardan Baroka doğru ilerlemişıir. Segovia Kaıedralinde İsa'nın çarmıhtan indiri l i ş ini temsil eden bir tablo ile Valladolid kated ral i nde bir altar gerisi tablosu tanınmış eserleridir. İ spanyol Barokun un en önemli üsıad ları eas­ t i l la'da G. Hernandez ( 1 5 7 5 - 1 63 6 ) ; Arıdalusia ( Endü­ lüs) da Monıan es ( 1 568 - 1 649) ve aynı zamanda res­ sam olan A. Can o ( 1 60 1 - 1 667) dur. Hernandez'in başlıca eserleri boyalı tahta heykel lerdir. Monıaii es, m uhtemel olarak Immaculara ( Merytm Ana ) nın başl ıca pl astik tasvi rlerin i n yaratıcısıdır. Cano, İıal;-a'rı ı n boyalı p l .ı. sıiğini en yüksek seviyesine çıkarmı ştı r. Cano'nun öğrencisi olan P. de Mena ( 1 628 1 688 ) , G ranada'da ekol kurucusu olarak çalışmış ve yarattığı eserlerde vecd içindeki rafıip tip leriyle İspanyol ihrirasının en direkı ifadesi ni verm iştir. XVIII. yüzyılda gerilemiş olan heykeltı raşlık alanmda F. Zarcillo ile klasisi szme y önelen ]. Salvador'un anı lması gerekir. Resimde Rönesansa geçiş devresinin üsıadları Hernan­ do d e L l a n o s ve Hernando do Yanez ( Valencia karedeali­ nin büyük mihrabının kanatları, 1 502 ) , ]uan de Juanes (ölm. 1 5 79) ve Luis de Vargas ( 1 5 02 - n68 ) tır. Bu yıl­ larda her ne kadar İtalyan sanatının etkisi çok artmış ise de, Çukur Ülkeler geleneği tam olarak yok olmamı � tı r . Bu ·

338

2

iSPANYÔL SANATI

İSPANYOL SANATI : ı . Granada'da E l - Hamra Sarayı'ndan bir görünüş ; 2. Salamanca'da Casa de las Conchas Sarayı'ndan bir avlu ; 3. Salamanca'da Monterey Sarayı

fsPANYOt SANAii

-

isPfNoZ

33�

gdeneğin mümessi li Pedro de Campaiia ( 1 503 - 1 5 80) ol­ Gümüşi renkte ve üzeri ince pullada kapl ı olan İ., 22 cm muştur. Başl ıca eseri Sevi lla'da «İ sa' n ı n ça rmıhtan indiril­ uzunl uğunda, 70 - 1 00 gr ağı r l ığındadır. Haziran ayında mesi» d i r. XVII. y üzyılda büyük bir gel işme gösterecek olan kıyı la ı a yaklaştığı za man gıda aramak için d i be iner. Ka ra­ re�min öncüleri Lui s de Morales (aş. yu. 1 5 1 0 - 1 5 86) , F. den iz, Marmara ve özel l i k l e Akden iz kıyılarındaki kayala­ de Ribalta ( 1 5 65 - 1628 ) , J , de las Roelas ( aş. yu. 1 5 59 - rın yarık iarı içinde, den i z b i ı k i leri ve ufak kabuk lu hay­ 1 62 5 ) ve yaşlı F. Herrera ( 1 576 - 1 6 5 6 ) d ı r. Herrera, İs­ vanlarla beslenerek yaşar. panya' da i lk olarak çıplak resim yapmak cesa retini göster­ İSPARTA ( Coğ. ) : bk. ISPARTA . miştir. Aslen Çukur Ülkelerden gelen A. Moro ile S. Co­ ello, portre ressamı olarak tanınmışlardır. El Greco ( b. bk. ) ISPARTA (Tar. ) : b k . S PARTA ve S PARTA L I LAR. n u n sanat ı ise başka kaynaklard a n gelmişti r. E l Greco aslen Giritli olup, mesleğini İtalya'da öğrendikten sonra, P. I SPAT, mah keme h u zurunda i ddia olunan şeyin, de­ Tıbaldi ve F. Zuccari gibi, İspanya'da yerleşmiş ve çalış­ lil ve can ıklarla, doğruluğunun ortaya konması anlamında mıştır. Adı geçen iki İtalyan ressamdan farklı olarak, İs­ kullanılan bir hukuk teri m i . Kişi hak sah ibi olduğunu veya panyol ruh unu, heyecanını ve muhayyi lesini kendi karak­ borçlu olmadığını inand ı rıcı deli llerle ortaya koymalı ; ha­ teristik sanat duygusunu kaybetmeden, mükemmel bir tarz­ kimi, gerçeği tesis ve tesp i r hususunda ikna etmelidir. da ifade etmi şti r. ( İ sa, El Greco'nun kendi resm i , Meden i Kanunu'ınuzun 6. maddesİ : «Kanun h i lafı n ı em rec­ Pen cekoste v. b. ) . ) . de Ribera ( 1 590 - 1 65 2 ) , Ribalca'nın öğ rencisi idi. Ribera genç yaşta Napoli'ye giderek Cara­ medikçe, iki taraftan her biri müddeasını İ . 'a mecbur­ vaggio'nun aydınlık - karanlık tekniğini ve realizmini öğ­ dur» der. Hukukta, bu i. mecbu riyecine beyyine külfeci ren miş ve bunları kendi İ spanyol h eyecanı ve dindarlığı den i r. Kanun hükmünden de an laşı lacağı üzere, kanunun i le kaynaştr rarak özellikle keşiş ve din yolunda ölen insan İ . ' ı n ı i stemediği haller de vardır. Bu hal lerde kanuni kari­ tipleri vücuda geti rmi ştir. Zurbaran ( 1 598 - 1 644 ) da neler bah is konusudur. Kan uni kari ne mevcut i se, beyyine Caravaggio'nun etkisiyle sanat hayarına başlamış ve Güney külfet i , yan i i . mecburiyeti yoktur. Medeni Kan u n ' u n 7. İspanya safuluğunun ressamı olmuştur ( eserlerinin en çoğu maddes i , « resmi sic i 1 ve senetlere» dayanan iddialar i ç i n Sevi l la'dad ı r ) . Fakak Sevi lla resim okulunun en çok ün İ . külfeti olmadığını hükme bağ lamıştır. Roma hukukuna kazanan temsi lcisi Muri llo ( 1 6 1 8 - 168 2 ) dur. Bu ressamı n göre, «evl ilik bağı içinde doğan çocuğun babası , kocad ı r.» Madonna ( Meryem A n a ) resimleri, sokak çocukları resim leri Bu İtibarla, ananın, çocuğun babası n ı n kocası olduğunu İ. kadar popülerd i . Onunla }. de Valdes Leal ( 1 622 - 1 690) mecbu riyeti yoktur. Mecelle'nin 8. maddesi : « Beraec - i zimmeı ası Idır» rekabete girişmiş, fakat onun sevi yesine erişememiştir. Hep­ sının en büyüğü ise Velazquez ( 1 599 - 1 660 ) dir. Onun la der ; Medeni Kan u n ' u n 3 . maddesi, kişide aslolan halin İ. S. ilk defa olarak mil letlerarası bir ün kazanmıştır. «hüsnüniyec» olduğun u kaydeder. Bu icibarla, kişi iyi niyet Porerede olduğu kadar tarihi tabloda da çok büyük lcir güç sahibi olduğunu, temiz bulunduğunu İ. zorunda değildir. gösteren bu sanatkar, XIX. yüzyı l sanatını, özellikle emp­ Mecelle'nin 77. maddesi : «Beyyine, hi laf - ı zah i r'i İ . için­ resyonizm öncülüğü ve eşyanın bütün görünüşünü i fade dir» hükmünü ihtiva eder ki, bu hüküm, i.'ın mahiyetini eden tek niği ile etkilemiştir. Madrid'de onun üsl ıibunu açıklıkla ortaya koymaktadır. devam etti ren ]. Carreiio ( 1 614 - 1 68 5 ) , M. Cerezo (aş. İSPENÇ TAVUCU ( Zoo. ) : bk. BANTAM TAVUyu. 1 626 - 1 666) ve C. Coello ( 1 642 - 1 69 3 ) gibi ressam­ GU. lar, özellikle porere alanında ıakdi re değer eserler yarat­ ınışiarsa da, onun seviyesine erişememi şlerdir. İSPERMEÇET HALINASI ( Physeter catodon ) : bk. XVIII. yüzyılda İ. S . ' nda resim gerilemiştir. 1 761 - BALİNAG İ L L E R ve DİŞLİ BALİNALAR. 1 769 yıllarında Mad rid' de saray ressamı olarak çalışmış İSPİNOZ ( Fringi lla coelebs) , Öcücü kuşlar takımı­ olan A. R. Mengs, bütün Avrupa sanatına klasisisc bir yön vermek istemiştir. Goya ( 1 746 - 1 8 2 8 ) Mengs' i n etkisini yen­ nın İ spinozgiller familyasından serçe büyük lüğünde bi r miştir. Klasisizm düşmanı olan bu dahi sanaıkar aynı zaman­ kuş. Gagası koni biçiminde olup dibi belirgin bir şişkin­ la bir ihti lalci idi. Tabloları ve kara kalemleri zamanımıza likle çevri lidir. Kanad ında iki beyaz şerit, kuyruğunun kadar ruhları sarsıcı vt kışkırtıcı etkilerin i kaybetmemiştir. ortasında da hafif bi r kesinti vardır. E rgin erkek İ . ' un tepe Resim, Goya 'dan son ra tekrar geri lerneye başlamıştır. }. ve ve ensesi mavi - gri, alnı siyah, karnı pembe, sırtı kırmızı F. de Madrazo, porıreci ve tarih ressamı olarak tanınmış, kahverengi, kuyruk sokumu ise yosun yeşi li rengindedir. M. Fortuny ( 1 8 3 8 - 1 874 ) ise empresyoni zme damgasını Dişisinde ise bu renkler daha koyu kahverengi dir. Yaln ı z basmıştır. Empresyonizmin lideri }. Sorolla Basrida ( 1 863 - karın tarafı a ç ı k g r i - kahverengidir. Yuvasın ı ağaç ve çalıların üzerine dal parça ları ve 1 9 2 3 ) olmuştur. easti lla'lı ressam Zuloaga ( 1 870 - 1 94 5 ) , hem E l Greco'nun hem d e Goya'nın etkisinde kalmış ve yosun lardan yaparak içine oc ve tüy doldurur. Dişi İ. , 4 halk arasında büyük ün kazanmıştır. Kacalonyalı A. Gaudi veya 5 yumurta yumurtlar. Bu yumurtalar soluk mavi ( 1 8 5 2 - 1 92 6 ) 1 884'ıe Barcelona'da Sagrado Familia kili se­ renkte olup üzerlerinde benekler ve kırmızı dalgalar bu­ lunur. Yerli, gezici ve göçücü kuşlardan olan ve bi rçoğu sine başlamıştır. Fakat bugüne kadar ( 1 972 ) bitmemişcir. Bu bina kilise mimarisinin en büyük eseridir. Modern re­ kışı geçi rmek üzere Kuzey Afrika'ya göç eden İ. , canlı, sim alanında }. Gris, özellikle P. Pica sso ( her ikisi de Pa­ kavgacı ve ç ok hareketli bi r kuştur. Yaln ı z öğle sıcağında ris' e gitmiştir) , S. Dali ve }. Mi ro büyük İ spanyol sanac­ b" raz sakinleşir. Yerde yarı hop layarak, yarı koşarak yol alır. karlarıdır. Daha çok yağlı tohumlar, t aneler, taze ekinler gibi İSPARİ ( Sargus annularis) , Kemikli balıklar cakı­ bi ıkisel besinlerle beslenir ; yavruların ı i se böcek ve kurt­ mının İzmaricgi ller fami lyasından yassı bir balık türü. çuklada besler. Bazen balözü almak için çiçekleri de parça-

tsPlNoz - 1sP1RTo lar. Çi ftçiye, çeşitli tohumları yemesiyle zarar veren bu kuş, güze l sesinden dolayı bi rçok yerlerde ökse i le yakalanarak kafes lerde beslen i r. Avrupa. Kuzey Afrika i l e At lanı ik adalarında, Japon­ ya'ya kad ar Kuzey Asra ' n ı n ağaçl ı k yerlerinde, park ve bahçelerinde yaşar. İSPI �OZGILLE R ( Fringillida ) , Ötücü kuşlar takımı­ nın Öz ötücüler üst fa mi lyasından bir fu m i l )· a. 500 kadar türü vardır. Gaga ları küçük ve kon i biçiminded i r. Kuy rukları düz ve girinıi l i , kanat uzun lukları değişik, ayakları ise ince ve zayıf pençelidir. Bi rçoğu kahverengi, siyah ve beyaz, di­ ğerleri de bolca kırmı zı, mavi veya sarı tüylerle kap lanmı ş olup hepsi de güzün tüylerini dökerler. Güzün ve kışın barış halinde yaşariarsa da, üreme mevsi minde kıskançlık sebebiyle kavga ederler. Yiyecek leri, bitki lerin tohumları, böcek ler ve kurtçuk lard ı r. Bazı zararlı ot tohumlarını ve zara rlı böcekleri yediğinden dolayı tarım için ya rarlı olan İ. , usta koşucu, hoplayıcı ve güzel uçucudurlar. B a zı tür­ leri güzel sesli ve parlak renkli olmalarından dolayı evci l­ leştirilerek kafeslerde be s leni r. İ.' e Avustralya ve ç evresindeki adalar d ışında d ünya­ nın her yerinde rastlan ı r. Ya lnız kuzey türleri n i n çovu gö­ çücü, ıropikal ve astrop . ka l kuşaklarda yaşayan türleri ise yerli kuş lard ı r. İspinoz, dağ i spinozu, florya, şak rak kuşu, kenevir kuşu, saka kuşu, sarı gagalı keten kuşu, keten ku­ �u. karabaşlı iskeıe, kardinal kuşu, çaprazg a ga, kocabaş, kanarya g ibi türleri tanınmıştır. ISPİR, Erzurum iline blğlı b i r i lçe. Yüzölçümü 2 805 km1, nüfusu 54 825 ( 1 970 ) , merkez ilçesini n nüfusu 2 64 5 ( 1 970) , il ç eye bağ lı köy sayısı 1 30'dur. K ı rık, Pazar­ yolu ve Çamlıka y a adlarında üç bucağı vard ır. Orta ve yukarı i oruh havzasında bu lunan İ. i lçesinin sınırı, Çoruh ırmağı kuzeyinde, Rize dağlarının Kaçkar (3 937 m ) , Ver­ ç enin ( ; 71 ı m) ve Kırıklar dağı gibi doruklarına dayanır. Çoruh ıı;üney inde i se Deve, Bulanık, Mescit ve Gavurdağ sıralarını takip eder. Bu sarp y amaç l ı dağlar, aşağı lara doğru yerlerini 2 700 - 2 800 m yüksekliğindtki aşınıı sathına terk eder. Çoruh'un her iki yakasında uzanan bu aş'nıı saıhı üzerinde IV. Zaman buzulla ı ının şeki llend i rdiği buz y ala L- l a rı, hör­ güç kayalar, cilalı ve çizikli eşık ler, ıekne vad i ler ve mo ­ ren önü lerine rastlanır. Bazıları Malgölü, Deligöl, Büyük Hemş i n v. b. göl lerle kaplı ola n bu si rkle e den çıkan, ka­ lınl ı kları 300 . 600 m arasında değişen buzullar, IV. Za­ manda 1 6 - ı8 km lik bir mesafe y i aşarak 2 1 5 0 m ye kadar inmi şlerdir. Sıcaklığın yavaş yavaş artması karşısında geri­ leyen bu bu1.ul lar zamanla kaybolmuş�ur .

İSPlR :

Kale

IV. Zaman buzullarınıiı şek i l lendirdiği bu aşıntı sathı kısa mesafelerde birbi rine intikal eden taraçalar halind e Pazaryo lu bucağı batısında nisbeten yayvan yamaçlı ve düz taban l ı , doğusunda daha dar ve derin olan ve taban ı ı 000 1 200 m arasında değ i ş e n Çoruh vadisine iner. Çoruh oluğu, kıyı dağlarının yağmur gölgesinde bu­ lunur. O y üzden yıllık yağış turarı 400 - 500 mm yi geçmez. Yağış ların büyük kısmı i lkbalıara i sabet etmekle beraber, İ. 'de diğer mevsi mler de kurak geçmez. Bu yağı ş tutarı ve yağış rej imi, i lçenin doğusundaki dağ larda bugün alanı daralmış sarıçam, ladin, köknar gibi kurak lığa dayanıklı ormanların aşağılarda bu lunması sonucunu doğurmuştur. Orman üst sınırını aşan bol yağışlı yay lalarda gür otlaklar, hayvancı lığın i l i e ekonomi si nde önemli bir yer tutmasına sebep olmuştur. Yaz boyunca yeşilligini koruyan bu yaylalarda İ.' i n 1 36 738 baş s ı ğı r ı, 1 1 3 826 baş koyunu yayılmaktad ı r.

Çoruh o luğuna basamakla d a inen aşıntı taraçalarından bir kısmında buğday (2 7 5 2 ton ) ve arpa (2 000 ton ) ta­ rımı yapılmakta i se de, bunların i lçe ekonomi sindeki yeri ö cıemsi zdir. İ.'e gelir sağlayan başlıca ekim alanları, Çoruh v adi si boyunca uzanır. Bir kısmı sulanabilen (2 7 5 1 ha) bu düzlüklerden yı lda 3 200 ton patates ve bir miktar mı­ sır ( 5 3 5 ton ) elde edili r . Çoruh vadisi daha çok meyveci­ l iği i l e tanınmıştır. Yetişti rd iği başlıca m eyveler vişne (434 ton ) , erik ( 3 2 5 ton ) , ceviz ( 2 94 ton ) , kiraz ( 2 2 5 ton ) , armut ve elmadır. İ . ' i n batısındaki bakır yatakları eski çağlarda işletil­ mişti. İ lçe toprakl.urnda I I ve I I I . Zamana aid kömür de­ poları (Pazaryo)u doğusundaki gibi ) varsa da, bunlardan yalnız Kırık bucağı doğusuna casılayan Karahan köyü lin­ yi d eri işleıilmekted i r . İ lçenin ekonomik merkezi, Erzurum - Rize yoluna bir kolla bağla nan İ . ' d i r. Merkeze 1 km uzaklıktaki Çamlıca, Gülhan mahallelerinin belediye sını rları içine alınması sa­ vesinde nüfusu bi raz artmış olan İ. , XIX. yüzyıl başında eşi d i sebze v e meyveleriy le çevresini besleyen : balcılığı i leri g i tmiş bir ye rleşme yeriydi. O tarihlerde I. ve Bay­ burt' tan elde edi len ba lmumu, Trabzon üzerinden Marsil­ ya'ya göndeı i liyordu. O yüzden İ. , ş i mdikine kıyasla daha kalabalık ve büyük bir kasabaydı . Bugün eki lebilir toprak­ larının artan nüfüsu g e ç indirem e z hale gelmesi bir kısım İ . ' l i leri baş ı a Trabzon ve Erzurum olmak üzere gurbetçili­



ğe yollamak tadır.

iS PiR : Genel görünüş

lSPİRTO ( İra. S pirito < Ut. ıpirituı = ruh ) , eti! a lkol veya eıanol denilen organik kökenli sıvının halk di­ li-ndeki adı olmakla beraber içil meye elverişli olmaması bakımından bu a lkolden farklı olan bir alkol çeşidi.

İSPİRTO

-

İSRAFİL

34 1

E skiden İ. yalnız çeşitli tanelerio fi li zlendirilip maya ­ kendi liğinden kımıldaması, medyumun elinde tuttuğu b ' r land ırılmasıyle yapı lırrt ı ; fakat bir süreden beri d ünya kalemin önündeki kağıda kendi liğinderi yazı ya zması, mu­ pazarlarının İ . ih tiyacının bir bölümünü, petrolün türev­ siki sesleri duyulması, bir havaletin yaptığı gürültü ve ek­ lerinden, yani yan ürünlerinden yararlanma yolu ile sen­ toplazm i k olaylar, yani meydumun etkisiyle cisimlerin ken­ tetik olarak elde edilen İ. sağlamaktad ır. Herhangi bir d i liklerinden hareket etmeleri gibi şeylerdir. şekilde içi lmeye elverişli olmadığı ve ı>enel olarak sınai İ . dokuini ne inanış eski t0plumların bu kon ulardaki ölçüde üretildiği için sınai alkol de deni len İ . 'yu üretmek inanış geleneklerinin şimdiki toplumlarda devam etmesin­ için yapılan mayalandı rma iş lemi alkollü içkiler ü retmede den ibarettir, ve ha ; a[et görme, nek roman si (öl ülerden ha­ baş vurulan işlemin aynıdır. Bu iki çeşit alkol arası ndaki ber sorma yolu ile yapılan falcı lık ) , demonoloj i (şeytanın başlıca fark, İ. ( sınai a' kol ) nun hazırlanmasında, ted arik veya şeytanların, insaııların davran ışlarını t tki temelerini in­ edi lebilecek en ucuz karbonhidrat kaynağından yararlanıl­ celeyen «bi l i m » ) ve okkültizm (gizli ve esrarlı güçlerin masıdır. Bulunabildiği zaman, şeker yapı mında şekeri n varlığına ve insan !. rın bu güçlere hakim olabi leceğine ina­ kristalleşmesinden sonra artık olarak kalan şeker pekmezi nan «bilim») gibi metafizik uğraşıların yaydığı d iişüncelere tercih edilir. Şeker sanayiinin bu yan ürününde % 50 ile dayanır, % 80 arasında m ayalanmaya elverişli şeker bulunur. Piya­ İ . ' nın bugünkü gelişmesi XIX. yüzyı l ortalarında sanın küçük bi r bölümü «tane İ . ' su» istediği için İ. yapı­ başlamış ve o ıamanlar tabistüstü bir hal olduğuna inanı­ mında ham madde olarak mısır da kullanılır. Şeker yüzde­ lan hipnoza ve do layı sıyle h i pnoti zmaya gösteri len büyük leri mayalanmayı engelleyecek derecede yüksek olan şeker ilgi bu gelişmede başl ıca bir etken olmuştıır. I. Dünya Har­ pekmezleri sulandırılarak dereceleri % lO'a indiri lir. En bi de bu inanışa duyulan ilgiyi ve uygulamaları yoğunlaştır­ küçükleri bile 250 ton hacmında olan kaplara aktarı lan bu mıştır. eriyiğe bazı amonyum tuzları ile sülfürik asit katı l ı r. Tuz­ Müspet bi limlerin ilkeleriyle izah ed i lemeyen para­ lar mayanın gelişmesi için gerek l i d i r . Sülfüri k asıt ı se i ste­ normal ve süp ranormal olayların ciddi olarak incelenmesi­ nilmeyen organizmaların gelişmesini ön lemek maksad iy l e ne 1882'de Londra'da bir Ruhi Araştırınalu Derneği ( So­ eriyiğin asitlik derecesini aya r 1 amaya mahsustur. ciety for Psychical Research ) k u rulmasıyle başlanmıştır. Maya genel likle laboratuvarlard1 hazı rlanır. ilkin kü­ Bu derneğin başlangıçt;; ki çalışmaları ruhi olaylarla batı! çük bir şişe içindeki kültür ortamına b i rkaç maya hücresi inanışları bi rbirinden ayırma ve gerek medyumlar üzerinde konulur. Bu h ürreler hızla çoğalmaya baş l ayı nca şişenin gerek onların ruh çağırabilme iddiaları üzerinde a raştı rma­ muhtevası daha büyük bir şişedeki kültür ortamına aktarı­ lar niteliğinde olmuştur. Son radan çeşitli Amerikan üniver­ lır ve böyl ece devam ed i-l erek mesela ı 500 litrelik etkin sitelerinde bu konuyu müspet bir çözüme b�ğ lamak ama­ bir kültür elde edilince bu son ü rün en azından 250 ton cıyle liboratuvarlar kurulmuştur. Bazı İ. oturumlarında luk büyük bir mayalanma teknesi nde bek leyen şerbt te katı­ en fraruj ( kızı laltı ) ışıola rıyle sin ema filmleri çeki lmistir. lır. Bu teknenin ı sısı 3 - 4 gün süre ile 25 38° C ara­ İ. 'ya İnananlar, çeşidi ruhi tezah ürlerin izah ed i l mesi için sında tutulur. Mayalanma sırasrnda ü reyen karbondioksit psi koloj i , fİ7yoloj i ve hatta fizik bilimlerinin birbiriyle gazı toplanarak başka bir işte kullanılabilir. Mayalanma bağlantılı olarak bu bakımdan daha da geliştirilmesi gerek­ devresinin sonunda bira ad ını alan tekne muhtevası ndan tiğini savunmaktad ırlar. ilk bir damıtma i le 50 derece lik bir İ . elde ed ilir. İkinci Bi rçok ü lk�lerde olduğu gibi, bizde de İ. doktrininin bir damıtma i le bu derece 9 5 ' e çıkarı l ı r. Bütün bütün su­ suz İ. elde etmek i stenild iğinde, bunu yalnı z damıtma ile uygu lamaları ile uğraşan ki mseler ve gruplar vardır. Bu yapmak mümkün olmadığından mesela benzen gibi üçüncü ki mseler arasında şair Enis Beh iç Koryürek ( b. bk. ) seçkin bir madde katarak, İ . 'nun kaynama derecesi altındaki bir hir sima olarak beli rir. Şair, medyum duı umunda bul un­ ı sıda kaynayan bir alkol + su + benzen karışımı meydana duğu bazı İ. toplantılarında, XVII. yüzyılın 2 . yarısında geti rilir. B u karışımın damıtılmasıyle bir kısım İ. i le bi r­ yaşamış olan Mevlevi şeyhi Trabzonlu Çedikçi Süleyman likte su ve benzen d•şarı atı lınca geriye «saf» ( veya «salt», Çeltbi 'nin ruhu ile temas ederek ondan aldığı ilhamlarla «mutlak» ) İ . kalır. % 5 oranı ndaki suyun yok f di lmesi edebiyatımıza V aridal - ı Süleyman adıyle, tasavvuf değeri yüksek orijinal bir eser kazandırmıştır. için baş vurulan başka bir çare de, İ . 'yu eri miş potasyum dan ve sodyum aseta tlarından geçirmektir. Suyu emip alı­ İSRA : bk. MI ' RAC. koyan bu maddeler İ.'yu emmezler. Bk. ALKOLLER. -

İSPRITIZMA ( Fr. Spiriti sme [ = ruhçuluk]


i İ. T . " nde yapı lmış ilk torpidobotıur. Bu devirde tersane içinde de birçok yeni tesisler ve fabrikalar meydana geti rilmiştir. Padişah ın veh­ minin artması ve bahriyeden ürkmesi tersane çalışmalarını azaltmı ş, Camialtı"nda kızağa konulmuş «.Abd ülkadir» zırh­ lısı ile Taşkızak"ta kı zağa konulmuş olan «Hüdavendigac» k:ruvazö rünün inşaları durdurulmuş, «Şahin - i derya>> adlı gemi ise denize indirildiği halde bulunduğu rıhtımda çürü­ meğe terk edilmiştir. Meşrutiyet devrinde İ. T. bütün gücü i l e çalışarak istibdat idaresinin ihmaliyle atıl bir hale gelen gemilerden işe yarayacakları onarmış ve eğitim için denize çıkarmıştır. 1. Dünya Ha rbi süresince imparatorluk donanmasını harbe hazır tutmak konusunda İ. T."nin büyük emeği görülmüştür. Tersane, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra İti laf Devletleri 'nin kontrolları altına girmiş ve İstiklal Sa­ vaşı zaferini mütaakıp tekrar faaliyete geçi rilecek Cumhuri­ yet donanmasının gemi lerini onarmış ve bu arada I. Dünya Harbi'nde Odessa önünde mayına çarpacak baran ve Ruslar tarafından çıkarılan «Mecidiye» kruvazörünü yeni baştan inşa edercesine onarmış ve faal filoya katmıştır. Lausanne Andiaşması gereğince Boğazlar askerlikten arınmış bölge haline getirildiğinden İstanbul'da askeri bir tersanenin bı­ ral.ı lması hükiımetçe uygun bulunmamış, tersane, havuzları ile birlikte 1 928 yı lında İktisat Vekaletine devredilmişıir. Tarihi İ. T."nin etrafı yüksek bir duvar i l e çevrili idi. Bu uzun duvar üzerinde .Azap lar, Kasımpaşa, Nakkaş­ hine, Zindan, Şahkulu ve Hasköy kapı ları vardı. .Azap kapısı i le Kasımpaşa deresi arasındaki sahada azaplara mahsus kışla lar, hafif teknelere mahsus kayıkhaneler bulu­ nuyordu. Kasımpaşa deresinin Hasköy cihetinde ise ilk bina divanhane idi. Bu binadan sonra Camialtı'na doğru Par­ makkapı 'dan iti baren kışla, mahzen - i sürp, mahzen - i çöp, müteaddit gözler ve nak kaşhane vardı. Nakkaşhane i le

İSTANBUL TERS.ANESİ ( I I I . Selim zamanı )

İSTANBUL TERSANESi cıimi arasında gemi inşa kızaklarının bulunduğu Camialtı Meydanı vardı. Meydanın Hasköy tarafında ilk bina d ünyaca büyük bir şöhreti olan tersane zindam idi. Zindanın deniz tarafında ve camiden Hasköy " e doğru olan a razi üzerinde Küçük Hüseyin Paşa'nın kapudan - ı deryalığında savaş ge­ milerinin m a l zemelerini muhafaza için dokuz büyük mağaza inşa olundu. Bu binaların arkasında kışla, hapishane, ha­ mam, iplikhane, sübyan kış iası ve bir demirhane vardı. Daha sonraları bu saha içinde telsiz ve motor fabrikaları kuruldu. Mağazaların önündeki kayıkhanelerin yanında bir zift fabrikası kuruldu. Kayıkhanelerin önünde ve kıyı­ da darağacı denilen yerde Gazi Hasan Paşa tarafından yaptırılan ağaçtan büyük bir maçuna bulunuyordu. Bu kısım­ dan sonra bi lalıara tersaneye ilhak edi len tersane sarayının bahçesi geliyord u. I I . Mahmud devrinde ( 1 8 3 1 ) sarayın yıkı­ lan kısmı üzerinde tersanenin deği rmen ve fırını inşa olun­ muştur. Bir yangında ha rap olan bu değirmen ve fırın II. Abdülhamid zamanında ( 1 884) kı smen onarı lmış, kısmen de yen iden inşa edilmiştir. Saray sahasında 1 8 3 4 yılında l l . Mahmud tarafından makineleri İngi ltere'den getiri len büyük hacldehane fabri kası inşa ol unmuştur. Daha sonraları bu sa­ hada bulunan bir kış lada donanmanın makine subaylarını yetişti rmek üzere hacldehane okulu açı lmıştır. Yine I I . Mah­ mud devrinde ( 1 8 3 5 ) büyük demi rhanenin inşasına başlan­ mıştır. Sulran Mecid zamanında ( 1 8 5 1 ) çelik fabrikası inşa olunmuş, 1 888 yılında II. Abdülhamid ta rafından çelik fırı­ nı, endazehane, modelhane vücuda geti rilmiştir. Daha sonraki y ı l larda hacldehane okulunun önlerinde top fabrikası, fırının taş kızak tarafında bakır dökümhanesi, tamirat fabrikası, fi lençhane, bakı rhane, boru fabrikası, bunların arkasına da dökümhane, silindir fabrikası , kazanhane, büyük çekiç fab­ rikaları kurul muştur. Aynalıkavak sarayının yanında da boru fabrikası ile elektrik fabrikası bulunuyordu. Zift fab­ rikası ile taş kızak arasındaki sahada ise fabrikalar müdü­ riyeti binasıyle ahşabiye ve filika mağazaları, malzeme am­ barları ve kereste depoları yer alıyordu. Tersane içinde bu fabrikalardan başka torpido fabrikası , yelkenci mağazası, mancana, gerdel, mastalya atelyeleri, kürek imalaıhanesi, tenekeci mağazası, galvaniz ocağı v. b. birçok tesis ve atel­ yeler vardı. Tersanenin ilk havuzu III. Selim zamanında 1 789 - 1 790 yıllarında Kasımpaşa deresinin Azapkapısı ci­ heıinde inşa olunmuş ve 1 87 5 'te Sulıan Abdülaziz tarafın­ dan boyu uzatı larak büy ültülmüştür. İki nci havuz II. Mah­ mud tarafından inşa ettirilmiştir. Üçüncü havuz i se Sultan Abdülmecid zamanında ( 1 8 5 6 ) Azapkapısı cihetinde inşa olunınağa başlanılmış i se de, inşaatı uzamış ve bu havuz ancak 1 870'te Sultan Alıdülaziz zamanında hizmete girebil­ miştir. Taş havuzların küçük gemi ler için boşaltı lması k ü l­ fetli olduğundan I I . Sulıan Hamid'in bahriye nazırı Boz­ caadalı Hasan Paşa tarafından parçalar halinde Avrupa'dan getirtilerek tersanede monte edilen 1 50 tonluk bir yüzer havuz, taş havuzların rıhtımında küçük gemi lere tahsis edildi. Tersanenin büyük d uvarı III. Selim devrinde ( 1 80 2 ) yıktırılmış ve yerine yalnız havuzları ihata etmek üzere bugünkü duvar çekilmiştir. 1888 - 1889 yıllarında havuzlar arazisi içinde Sultan Il. Abdülhamid tarafından hacldehane talebeleri için kışla, demirhane ve tami rhane gibi binalar inşa ertiriimiş ve bu binilar havuzların İktisat Vekaletine devri tarihine kadar bahriye tarafından kullanılmıştır. Tersanede gemi ler meyillendiri lmiş arazide ağaç kı­ zaklar üzerinde inşa ve denize indiri lirlerdi. İ l k taş kızak yıkılan tersane sarayı bahçesinde, Yilide kızağı adıyle taş-

365

tan inşa olundu. Bu kızağın yanına yine taştan ikinci ve ağaçtan üçüncü bir kı zak daha ilave ed i ldi. Bu kızaklar üzerinde birçok gemi inşa olunduğu gibi, Camialtı mey­ danındaki kızaklarda da gemi inşası Meşrutiyete kadar de­ vam etti . Tersanenin en önemli binalarının başında kapda­ n - ı deryaların çalıştıkları divanhane binası gelir. İlk divan­ hane İ stanbul'un feıhini mütaakıp tersanenin temellerinin atılışında inşa olunmuştur. Uzun yıllar kullanılan bu divan­ hane zamanla harap olduğundan birkaç kere onarılmış ve yeni i l avelerle büyütülmüştür. I. Sultan Ahmed zamanında divanhane de yeniden inşa olunurcasına onarı lmıştır. 1 72 2 'de bir geminin denize indiri lmesi töreninde tersaneye gelen I I I . Ahmed , divanhaney i harap görmüş ve yeni bir divanhanen in inşasını irade etmiştir. Eski divanhane yıkı­ larak Canım Hoca Mehmed Paşanın nezaretinde yeni bir divanhane inşa olunmuştur. I I . Mahmud zamanında bu d ivanhane de harap olduğundan yeni bir di vanhane inşa olunmuştur. Bu divanhane de harap olunca Alıdülaziz za­ man ında ve 1 8 64 yı lında bugünkü divanhane inşa eıtiril­ mişıir. Halen Kuzey Deniz Saha Komutan lığı tarafından kullanı lmakta olan bugünkü divanhinede 1877 y ı lında Ter­ sane Konferansı (b. bk. ) toplanmıştır. Tersane içindeki binalardan en ünlüsü tersane zindam idi. Bu zindana yabancı lar St. Paul zindam derlerdi. Burası fetihten önce de Cenevizliler zamanında zindan olarak kul­ lanılmıştır. Tersane zindam biri küçük, diğeri büyük zindan olm:ik üzere iki kı sımdan ibaret idi. Etrafı çok yüksek du­ varla çevri lmişti. Buraya bahriyenin ve İstanbul ' un kürek mahkumları konulduğu gibi, bazen harp esirleri de bu zindanda göz alıında bulundurulmuşıur. Duvarlar içinde mahkumların muhafaza edildikleri binalardan başka, hamam, muıfak, fırın, cami, ki lise ve havra ile mahkumların sanat öğrenmeleri için muhtelif areiyeler bulunuyordu. Avusturya hükumeti yüz kadar kürek mahkumunun ceza süreleri tamamlanıncaya kadar halat yapımını öğrenmek üzere ter­ sane zindanına kabul edilmesi için müracatta bulunmuştur. Bu zindanda mahkumlar Avrupa zindanlarında olduğu gibi , kümeler halinde birbirlerine zincirlerle bağlanınayıp ikişer olarak zincirlenirlerdi. Muhtelif tarihlerde onarılarak uzun yıllar aynı maksaıla kullanı lan tersane zindanı , II. Mahmud zamanında esaslı bir şekilde onarı lmış ise de, 1 8 2 2'de Kasımpaşa yangınında tamamıyle yanmıştır. 1 8 2 3 yı lında küçük bir bahriye hapishanesi inşa olunmuş ve zindan ara­ zisi üzerinde tersaneye aid birçok tesis meydana getiril ­ miştir. Tersane içinde ilk cami, Fatih Sultan Mehmed zamanın­ d a divanhane i le birlikte inşa olunmuştur. Bu caminin minberi Kanuni zamanında Barbaros Hayreddin Paşa tarafından yap­ tırılmış ve yerine konulmuştur. Zindan mescidi, II. Bayezid zamanında inşa edilmiştir. Tersanenin en büyük camii , III. Ahmed'in sadrazaını Çorlulu Ali Paşa tarafından 1 707'de yaptırılmış olan camidir. B u caminin mihrabı üzerinde Ka­ be" den getirilmiş bir taş bulunmaktadır. Bu cami, II. Mah­ mud ve I I . Abdulhamid zamanlarında esaslı onarım görmüş­ tür. Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa ve kendisinden sonra gelen bahriye nazıriarı caminin alt katındaki nazıriara tahsis edilmiş odaya gelerek tersane işleri ile burada meşgul olmuşlardır. Caminin alt katı Meşrutiyetin i lanından sonra Haliç komodorluğu olarak kullanılmış ve Cumhuriyet dev­ rinde de İ stanbul Deniz Komutanlığı'na tahsis edilmiştir. Cami ve altındaki daire ve Camialtı Meydanı bugün güm­ rük idaresi tarafından kullanılmaktadır. Tersane içinde bu

İSTANBUL TERSANESi - İSTANBUL TüRKO LERt

366

camilerden başka sübyan kışiası ile imalat . ı mütenevvia fabrikasının arka tarafında küçük bir mescid, havuzlar ara­ zisi içinde de Kasımpaşa havuzunun yanında bir cami vardı. Çektiri devrinde İ. T. "nde Akdeniz'in en güzel, ma­ nevra kabiliyeti yüksek ve en süratli tekneleri inşi olunmuş­ tur. Yelken devrinde de d ünya bahriyelerinin gıbta ile bak­ tıkları çok güzel gemiler bu tersanede denize indirimişlerdir. İmparatorluğun diğer tersanelerinde inşa edilen ve kuru tekne olarak İstanbul"a gönderilen gemiler, demir ve zincir­ lerinden yelken ve si lah larına kadar burada techiz edi lmiş­ tir. İ. T."nin tavşan mağazaları, d ünyanın en güzel gemi baş lıklarını ve kıç oymalarını, isim levhalarını büyük bir sanat eseri olarak meydana getirmişler ve Avrupalıların takdirlerini kazanmış lardır. Tersanede yapı lmış masalar, kütüphAneler yabancı memleket sanat sergilerinde hayran­ lıkla seyredi lmiştir. Türk mühendis ve işçilerinin eserleri olan gemiler hakkında yabancı müşahitler hayret ve takdir­ lerini belirten pek çok yazı yazmışlardır. Tersaneye ilk yabancı uzman Çeşme savaşından sonra Kapdan - ı derya Gazi Hasan Paşa tarafından Fransa' dan getirilmiştir. Leroy ve Durset adlarındaki gemi inşa uzmanları İ. T.'ne Fransız gemi inşa tekniğini getirmişler, Kapdan - ı derya Küçük Hüseyin Paşa zamanında yine Fransa'dan geti rtilen Le Brun ve Benois ve İsviçreli Klenberg adlarındaki mühendislerin nezaretinde Türk mühendis ve işçi lerinin teknik bilgi leri amrılmış ve donanmaya çok güzel gemiler yapı lmıştır. Buhar devrine girildi kten sonra Amerika'dan getirilen F. Rhode adlı gemi inşa mühendisi ve arkadaşları da tersaneye Amerikan tekniğini sokmuşlar ve bu zevatın nezaretinde de tersanede birçok gemi inşa edilmiştir. 1885 y ılında Georg William Garret adlı bir İngi liz mühendisi tarafından dizayn edilen ve Nordenfelt fabrikasında inşa ed ilen denizaltı ge­ misi ile Osmanlı bahriyesi i lgilenmiş ve I I . Abdülhamid'in müsaadesi ile bu tip gemilerden iki tane sipariş edilmiştir. 1 886'da İngi ltere'de Vickers - Armstrong fabrikasında inşa­ ları tamamlanan bu gemiler şartnAmeleri gereğince İ. T.'nin Yilide kızağında mühendis Garret'in nezaretinde Türk işçi­ leri tarafından monte edi lmişler, «Abdülhamid» adını alan i lk denizaltı 6 Eylül 1 886 tarihinde, «Abdülmecid» adını alan ikinci denizaltı 4 Ağustos 1 887 tiribinde kızaktan indici lerek Osmanlı bahriyesi kadrosuna katılmışlardır. ll. Abdülhamid'in son y ı l larında Ansaldo firması ile yapılan bir anlaşma sonunda «Muin - i Zafer», «Feth - i Bülend» ve «Avn · i İl.ih» zırhlı korvetleri İ. T.'nde bu firmanın mü­ hendislerinin nezaretinde tadil ve modernize edilmişler ve 1 907 yılında donanınaya katılmışlardır. Ansaldo firması bu üç geminin değiştirilmesinden sonra 21 Kasım 1 908 tarihinde Karaköy köprüsünün onarımını üzerine almış ve daha sonra da taş havuzların eskimiş olan saç kapaklarını tersanede onarmıştır. 19 Mart 1 9 1 1 tiribinde Almanyalı mühendis Paul resimhanede çalıştırılmış, İngi liz heyet . i ıslahiyesin­ den tersaneye memur Blaka Beyin tavsiyesi ile bir formen ve bir formen yardımcısı, kazanhineye, modelhaneye ve dökümhaneye de İngiliz uzmanları geti rilm:ştir. İ. T.'nin ıslahı ve yeni sistem harp gemilerinin inşası h ususları Balı­ riye Nezaretince ele alınmış ve yabancı firmalara müracaat olunmuştur. İngi liz Vickers · Armstrong firmasının teklifleri uygun görülerek bu firma ile bir mukavele imzala rımış ve tersanenin büyük bir kısmı ile havuzların idartsi 2 Aralık 1 9 1 3 'te «Müşterek · ü l menfaa doklar, tersaneler ve inşaat - ı bahriye şirket i şahine i Osmaniye» adını alan bu ortaklı­ Aa verilmiştir. Anlaşmaya göre, ortaklığın devamı otuz yıl •



olacak ve bu süre i çinde İ. T. mükemmel bir hile getirilecek, İzmit körfezinde yeni bir tersane kurulacak ve bu yeni tersanede zamanın en büy ük gemilerini havuzlayacak bir yüzer havuz bulunacak idi. Tersaneler İstanbul'da her cins ticaret gemisi, İzmit'te de makine ve si lihları dahil harp gemileri inşa edebi lecek idi. Bu ortaklık kuruluşundan sonra İ . T.'nde faaliyete geçmiş, harp gemi lerinin onarımlarını yapmış ise de, dünya siyasi durumunun karışması ve I. Dünya Harbi 'nin çıkması dolayısıyle mukavele 13 Kasım 1 9 1 4 tarihinde feshedil­ miştir. Osmanlı h ük ümeti İ. T.'nin harp gemisi inşa ede­ bilecek bir duruma getirilmesi faaliyetine I. Dünya Harbi içinde de devam etmiş, 1 9 1 6'da Hamburg'taki Blum und Fus firması ile bir anlaşmaya varmış ise de, harbin sıkışık durumu ve sonunda da kaybı dolayısıyle bu firma da ter­ sanede bir faaliyette bulunamamıştır. I. Dünya Harbi içinde Türkiye'de bulunan Alman askeri heyetinin ıavsiyesiyle Almanya'dan getirti lmiş olan mühendis Wendenberg ve Klegman ve daha sonra Schneider her ne kadar tersane­ de görevlendirilmiş lerse de, donanmanın her türlü ona­ rım ve bakım işleri tersanedeki Türk inşaiye ve makine subayları tarafından yürütülmüştür. 1 936 yı lında Türkiye hükümeti ile bir Alman firması arasında yapı lan bir anlaşma gereğince Türkiye bahriyesi için inşa edilecek dört denizaltı gemisinden ikisinin Türkiye'de inşaları kabul olunmuştur. Bu gemilerin inşası için Alman fir­ masına Taşkızak ve civarının teslimi gerektiğinden tersane­ nin bu kısmı İktisat Vekileti'nden geri alınmış ve Alman firmasına teslim edilmişti r. Burada 14 Ağustos 1937 tiri­ hinde «Atı lay» ve 9 Eylül 1 9 3 7 tarihinde de «Yıldıray» denizaltı gemi leri kızağa konulmuş ve kontratları gereğince inşaatta o/o 75, makine ve techizatın monte işlerinde de % 30 Türk işçisi çalıştırılarak gemilerin yapımı tamamlan­ mış ve Türk bahriyesine teslim edilmişlerdir. İ. T.'nin bu kısmı bugün Deniz Kuvvetleri'ne bağlı olarak İstanbu l Taş­ kızak Tersanesi adı ile faaliyette bulunmaktadır. Tersanenin diğer kısımları üzerinde ise Denizcilik Bankası'na bağlı Camialtı ve Haliç tersaneleri bulunmaktadır. - Vehbi Ziya D ümer

lSTAN BUL TEKNIK ÜNIVERSITESI ı bk. ÜNI­ VERSiTE.

İSTANBUL TÜRKÜLERl : İstanbul halkının benli­ ğinden doğmuş, bu muazzam tarihi şehrin kendine mahsus, özel karakter arz eden bir musikisi vardır. Mesela İstan­ bul"da bir sokak musikisi mevcuttur. Eskiden semii kahve­ leri denen yerlerde, Anadolu'dan gelmiş saz şairlerinin irticilen meydana getirdikleri bir halk musikisi vardır. Gene vaktiyle İstanbul ' un belirli çevrelerinin malı olan yüzlerce kanıo ve düetto bestelenmiştir. Nihayet asıl «İstanbul tür­ küleri» gelir. Bu sonuncuları, Rumeli ve bazı bölgeler ( Mar­ mara, Aydın v. b. ) Anadolu türkülerine çok yakın, sahibi meçhul şarkı ve türkülerdir. Klasik musiki tesirini taşıyan bu türkülerin bazılarını tanınmış bestekirlarımızın klasik şarkı larından ayırmaya imkan yoktur. Zaten bizılarının tanın mış bestekarlara aid eserler olması muhtemeldir. İ. T. "nde genel olark çapkın, şuh, l.iubali, samimi, dert ve acıları bile umursamazlık ve kalenderlikle terennüm eden, fakat içli ve hassas bir karakter görülür. Hu türküler, İstanbul"un yüksek tabakalarının karakter ve yaşayışını aksettirmez. Çünkü yüksek tabaka, klasik musiki ile uğraşan, bu sanatı �eveıı ve bilen tı.bakadır. Ayrıca bir anonim halk musikl­ sine ihtiyacı olmamıştır. İ. T.'nin . bestekarları kulaktan

İSTANBUL TÜRKÜLERİ - İSTATİSTİK dolma musiki öğrenmiş, heyecan v e coşkunluğunu, keder ve neşesini, müşahede ve intibaını teren nüme muktedir halk çocuklarıdır. Büyük şehrin maseri dehasını ve vicda­ nını, duygularını ve düşünce tarzını aksettirmeye muvaffak olmuşlardır. i. T. , İstanbul klasik Türk musikisinin adeta nüvesini, merkezini teşkil eder. Rumeli'nde ise klisik mer­ kezler İstanbul ' a nazaran çok zayıf olduğu için, şahe­ serler, anonim olarak halk içinden doğmuştur. Klasik mu­ siki, İstanbu llunun her türlü sanat heyecanını aksettirebil­ miştir. Bununla beraber İstanbul halkı, bu halkın içinde dai­ ma büyük kütleler teşkil eden henüz şehirleşememiş taşralı­ lar, İstanbul dışından gelen halk musikisine de büyük itibar göstermişlerdir. Bu itibarın mesela XVII. yüzyılda, günü­ müzden çok daha fazla olduğu, Evliya Çelebi " nin uzun açık­ lamalarından ve Ali Ufki"nin yüzlercesinin notasım verdiği Anadolu menşeli türkülerden an laşı lmaktad ır.

İSTAN BUL ÜNİVERS lTESİ : bk. ÜNİVERSİTE. İSTANKÖY ( eski adı : Kos veya Koos ) , güney ­ batı Anadolu'da, Kerme körfezinin ağzına yakın bir yer­ deki Yunan adasının Türkçe adı . Yüzölçümü 282 km', en uzun yeri 45 km, genişliği 8 km, en yüksek yeri 875 m dir. Dağlık olan adanın batısında, yeni volkanik arazi vardır. Kuzeyindeki dar düzlüklerde bağlar, portakal ve li mon bahçeleri , tahı l tarlaları, dutluklar bulunmaktadır. Halkın bir kısmı balıkçı lıkla geçinir. Adan ın Bod­ rum'a uzaklığı 17 km dir. Ortakent bucağı ile İ. arasında, Türkiye - Yunanistan sınırının geçtiği boğaz 4 km geniş­ liğindedi c . Adanın 20 km güneyinde i se Reşadiye yarıma­ dası uzanır. İ . ' ün kuzey kıyı sında küçük bir şehir vardır ( Kos ) . Buradan adanın öteki ucuna doğru sırt üzerinden bir yol uzanır. İ., Hippokrates (b. bk. ) in doğduğu yerdir. Bunun için E ski Çağ'ın bu ünlü hekimi İ.'lü Hippokrates adıy le anılmış­ tır. Birçok Türk eserlerinin bulunduğu ada, uzun süre Türk­ lerin idaresi altında kalmış, 1 9 1 2'de İtalya tarafından işgal edilmiştir. Rodos ile birlikte Oniki Ada'nın siyasi durum­ ları belli olmadan, Balkan Harbi'nin çıkması üzerine İtal­ yanların ada üzerindeki hakimiyeti devam etmiş, 1 9 2 3 ' te lausanne Andiaşması gereğince yine İtalya'ya bırakı lmış, I I . Dünya Harbi'nden sonra İtalya tarafından Yunani stan'a veri lmiştir. ISTASYON : bk. GAR. İSTATİSTİK : Günlük kullanışta değişken olayların niceliklerini gösteren sayıların anlatıldığı İ. terimi, bilim alanında toplu olayları araştırmaya yarayan, çok sayıdaki birimi gözlemek, saymak veya ölçmek, bunların nitelikle­ rini tesbit etmek, sınıflamak veya karşılaştırmak yoluyle inceleyen ve böylece söz konusu olayların sebeplerini, nor­ mal biçimlerini ve aralarındaki bağları öğrenmemizi sağ­ layan i lmi bir metoddur. Bir bilgi dalı ve ders konusu olarak da bir yandan bu metodun türlü biçimlerini açık­ layan, akli, nazari temellerini araştıran ve gerçeğe gittikçe daha yaklaşan sonuçlar verecek yolda geliştirilmesine çalı­ şan bir metodoloj i, öte yandan amaca en uygun biçimde uygulanması yollarını arayan teknik bir disiplindir. Tirihçe : İ.'in uygulanması çok eski çağiara uzanır. İnsanlar, binlerce yıl önce bazı toplu olayları tesbit etme gereğini duymuşlardır. Dedi toplu devletlerin kurulmasıyle birlikte, sınırların tesbiti, vergi toplanması, toprak dağıtıl­ ması gibi amaçlarla arazi yazımiarına girişilmiş, nüfusun sınıfiara ayrılışının ve askere alınabilecek kişilerin sayısı-

ı

367

nın öğreni lebi lmesi içinde nüfus kütüklerinin düzen­ lenmesine l üzum görülmüştür. Eski Çin, Türk, Mısır ve Yunan ' da, İsa'nın doğumundan çok önce, zaman zaman bu gibi tedbirlerin alındığını tarih doğrulamaktadır. İlk nüfus sayı mları census adı altında eski Roma'da yapılmıştır. Yine Roma'da tapınaklarda ölüm ve doğum­ ların özel olarak kaydı tutulmuştur. Orta Çağ'da merkezi devletlerin göçlerini kaybetme­ leri sonucu İ. işleri gevşemiştir. Bu çağda Fatih William ( 1027 - 1 0 8 7 ) ın ı o84 - 1 086 yıllarında İngiltere'de yaptır­ dığı, sonuçları Domesday Book adlı bir kütükte kayıtlı bir arazi yazımı önem taşır. Daha önce Avrupa'da I . Karl ( 742 - 8 ı 4 ) tarafından da benzer yazımlar yaptırılmıştır. Şehirlerin gelişmesi, sayım işlerine biraz hız vermiş, bu ara­ da bazı şehirlerde nüfus sayımları yapılmıştır. Yeni Çağ'da devlerierin yeniden güçlenmesiyle İ.'in uygulaması gelişmiş ve geniş lemiştir. Fransa'da ı 665'te Colbert ( ı 6 ı 9 - ı 683 ) in emriyle i thal:it ve ihracatın kay­ dına baş lanmış, ı 7 1 3 ' te bu işle görevli ayrı bir büro kurulmuştnr. X V I I I . yüzyılın sonunda bütün ü lkeyi i çine alan nüfus sayımları yeniden ele alınmış ve bu alanda ilk adımı Amerika B i ı leşik Devlet leri atmıştır. Bu devlerlerde ilk büyük sayım ı 790'da yapı lmıştır. Amerika'yı ı 8 0 ı 'de Fransa takip etmiş ve genel nüfus sayımları zaman la bütün ülkelere girmiştir. Bir bilgi dalı ve ders konusu olarak İ . i lkin şimdi­ kinden büsbütün ayrı bir nitelikteydi . XVII. yüzyılın i lk yarısında bazı Alman üniversitelerinde «devletlerin durum­ ları» ( Staatsmerkwürdigkeiten ) adlı bir ders okutulmağa başlandı. Bu derste ülkelerin tarihi, mali, askeri ve idare teşkil:itı, nüfusları konusunda, bazan sayı da bildirilerek bi lgi veri liyordu. Sonraları bu konuya, İ. deni lmeye başlan­ mış ve terim zamanla yerleşmiş ve yayıl mıştır. Bu akımın başlıca temsilcileri Herman Conring ( ı 606 - ı 68 ı ) , Gottfried Achenwall ( 1 7 1 9 - ı 7 7 2 ) dir. İ . :terimini ilk defa ı 748 yılında Göttingen Üniversitesi profesörlerinden olan Achen­ wall kullanmıştır. İ.'in gelişmesinde iki nci basamak rolünü oynayan oku l , sigorta matematikçi leri veya siyasi matematikçiler adıyle anılan okuldur. B u akımın en tanınmış temsilcileri İngilte­ re'de John Graunt ( ı 620 - 1 674 ) , William Petty ( ı 623 ı 687 ) , Halley ( ı 656 - ı 742 ) ve Almanya'da rahip Süssmilch ( ı 707 - ı 767 ) tir. Sigorta matematikçi leri, özel likle nüfws olayları ile uğraşmışlar, sayılar üzerinde çalışmışlar ve tas­ virden çok çözümlemeye, bağlantı ve d üzenlilikleri bulmaya çalışmışlardır. Topl u olaylar tesad üfi etkeniere tabi olduğu için bu gibi etkenierin gözlemler üzerinde yaptığı etkiler anlaşıl­ madan İ. disiplini gereği gibi gelişemezdi. Tesadüf kanun­ larını inceleyen ihtimali hesabın i lerlemesi bu bakımdan İ .'in gelişmesinde önemli bi r rol oynamıştır. ihtimali hesap na­ zariyesi XV ve XVI. yüzyıl larda yaşayan İtalyan araşıırıcı­ ların zar ve öteki talih oyunları konusundaki yazıları ile başlamış, XVII. yüzyılda Pascal ( 1623 - ı 662 ) ve özellikle Bernouilli ( ı654 - 1 70 5 ) tarafından temeli atılmış, sonra da Moivre ( ı 667 - ı 7 54 ) , laplace ( ı 749 - ı 8 27 ) , Poisson ( 1 7 8 ı - 1 840) ve Gauss ( 1 777 - 1 8 5 5 ) un çalışmaları ile ge­ lişmiştir. İhtimali hesap nazariyesi sayesinde, genel se­ bepler yanında türlü yönlerde etkili olan tesadüfi sebeplere tabi olaylarla i lgili gözlemlerin, gözlem sayısı arıınca, bu­ gün normal bölünme adı verilen biçimde grafiği bir «çan eğrisi» teşkil edecek surette dağılma eğilimi gösterdiğı ve

3 68

İSTATİSTİK - 1STEM1 KAÖAN

bunun yalnız kumar olayları konusunda değil, tesadüfe bağlı öteki olaylar konusunda da böyle olduğu ortaya çık­ mıştır. Çağdaş İ . 'in temelini atan Belçikalı matemati kçi ve amonom Q uetelet ( 1 796 - 1 874 ) dir. Bruxelles'deki rasat­ hanenin müdürlüğün ü yaparken İ. meselelerine eğilmiş, bu konuda çeşitli eserler yazmış, daha sonraları Belçika'nın İ. genel müdürü olmuştur. Quetelet, İ.'in konusunu çok genişletmiş, incelemelerini kültür ve ahlak alanlarından başka bazı tabii olaylara, özellikle anıropometriye de teşmil etmiştir. Türklerde iılaliılik : Sayımlar eski Türk topluıniarına yabancı değildir. Yüzyıllar boyunca Hind'de, d ünyan ın bir­ çok bölgelerinde çeşitli adlar altında, büyük impara­ torluklar ve medeniyetler kurmuş olan Türk topluluk­ larının idareci leri nüfus olaylarıyla Yakından i lgilenmişler­ , dir. Osmanlılarda XIX. yüzyıla kadar sırf nüfusun tesbiti amacıyla yapılan sayımlar yoktur. Nüf � s daha çok toprakla olan i lgisi bakımından ele alınmıştır. Osmanlı İmparator­ luğu'nun yükselme döneminde devlete belirli hizmetler ifa­ sıyla yükümlü memur ve sİpahilere bırakılan gelir kaynak­ larını tesbit etmek amacıyla 3 0 - 40 yıllık aralada nüfus ve arazi sayımları yapılması usuldendi. Ömer L. Barkan 'a göre, son toprak ve dolayı sıy la nüfus sayımı III. Murad ( 1 5 74 - 1 59 5 ) döneminde yapılmıştır. Harnmer, 1 608'de yapılan bir savımdan söz etmekted i r. Osmanlı İmparatorluğu döneminde nüfusun tespiti amacıyle sayım yapma teşebbüsleri XIX. yüzyı lda başla­ mıştır. Il. Mahmud ( 1 784 - 1 8 3 9 ) kendisine ısiahat konu­ sunda sunulan liyihalara dayanarak nüfus sayımı yaptır­ mağa karar vermiş, bu kararını 1 8 2 6 - 1 828 yıllarında yü­ rürlüğe koymuştur. Ancak Rus savaşı sebt:biyle bu sayım başarıyla sonuçlandırılrnamıştır. 1 8 3 1 'de Rumeli ve Anadolu sancakları ile kasabalarında bir nüfus sayımı yapılmıştır. Bu sayımda yalnız erkek nüfus bütün tesbit edilmiştir. 1 844'te askere alma usullerini iyi leştirrnek arnacıyle kadın ve erkek nüfusu kavrayacak başka bir nüfus sayımı düzen­ lenmek istenmiş, ancak iyi uygulanamadığından sonuçları yayınlanmarnışıır. ll. Abdülhamid ( 1 876 - 1 908 ) dönemin­ de, yaklaşık olarak 1 88 1 - 1 888'de başka bir nüfus sayımı­ na teşebbüs edilmiştir. Uygularnada birçok aksamalar ol­ muş, bir günde bitmesi planlanan sayım yıllarca sürmüştür. Ölüm ve doğumlar gibi nüfus hareketlerini, suçları, i thalat ve ihracatı tesbit amacıyle sarf edi len bazı gayretler de sonuç verrnemiştir. Bu dönemde Mehmed Ali Bey tarafın­ dan yazılan ve 1 8 90'da basılan bir eserde İ. teriminin kul­ lanıldığı görülmektedir. ll. Meşrutiyet döneminde İ. alanında atılan adımlar, esas itibarıyle dış ticaret, maliye gibi konularla i lgili bazı İ.' lerin hazırlanması ile bir sanayi sayımı düzenlenmesin­ den ibarettir. Bu dönemde Mehmed Cavid ve Cemal beyler tarafından yazılan eserlerde İ. yerine Arapça, ihsaiyat te­ rimi kullanılmıştır. Bu kelime, devlet teşkilatındaki i. şu­ belerinde de Cumhuriyet dönemine kadar kullanılagelrniştir.

Cumhuriyet dönemine kadar Türkiye' de süreklilik ka­ zanmış İ. çalışmaları yoktur, denebilir. Cumhuriyet idaresi , düzenli İ . ' ler derlenmesine çok titizlik göstermiş, ilk ödev­ lerinden biri olarak İ. işini ele almıştır. Başbakanlığa bağlı bir İ statistik Umum Müdürlüğü kurulmuş ve başına Belçi­ kalı İ. uzmanı Lucien Camille }acquarı getirilmiştir. 1 927 ve 1930 tarihlerinde çıkarı lan kanunlarla İ. derleme faali­ yetleri düzenlenmiş, bu arada İstatistik Umum Müdürlü-

gu ne bildiri lecek hususların g izli kalrnlsı teminat altına alınmıştır. 1927 'de nüfus, arazi ve sanayi sayımı yapı lmış­ tır. Nüfus sayımları 1 9 3 5 ' ten baş layarak her 5 yılda bi r tekrarlanını ş, 1 9 5 0 ' de bir tarım sayımı, 1 9 5 1 ' de de yeni bir sanayi ve i ş yerleri say ımı düzenlen m i ş t i r. İstatistik Genel Müdürlüğü 1 962 yı lında 53 sayılı kanunla Devlet İstatistik Enstitüsü ( b. bk. ) adını almış, ekonomik ve sos­ yal konularda çalışma alanını büyük ölçüde genişletrniştir. - Özgür Y eğenoğ l u İ S TA VRİT (Trachurus trachurus) , ıropik v e rnute­ dil denizlerde yaşayan pelaj ik balıklardan bi ri. Vücudu uzunca, yan taraflarında hafifçe yassı, kuyruğuna doğru dar ve ufak pu llada kaplıdır. Sını yeşi l veya mavimsi - gri, yan tarafı daha açık ve gürnüşi, karın kısmı parlak gürnüşi veya beyaz renktedir. Yumurt laması , Karadeniz' de .Mayıs son larında başlayıp Ağustos sonuna kadar, Marmara'da Nisanda başlayıp Temmuz sonuna kadar devarn eder. Yumurta ve larvaları pelaj iktir ve suyun sıcak olan üst tabakalarında bulunur. Hızla büyüyen yavrular Kasım sonuna kadar 8 cm boya erişirler. Yavrular küçük sürüler halinde toplanmaya baş-

İSTAVRİT

ladıkları zaman çoğun lukla rneduzlarla birlikte yaşarlar, ge­ nellikle rneduzların şemsiyelerinin altında toplanır ve on­ ların gonatlarını yiyerek besleni rler. İ . ' lerin larvaları plankton ile, erginleri ufak balık ve ornurgasız hayvanlarla beslenirler. Başlıca gıdaları harnsi, çaça, gümüş, sardalye, kefa l, barbunya ve kaya balıklarının yavrularıdır. Taze ve işlenmiş olarak yenilen İ . 'lerin eti lezzetli olup kuru ve serttir. İSTEMI KACAN ( 5 5 2 - 5 7 6 ) , eski bi r Türk kağanı. Adının İstemi diye okunınası kabul olunrn uşsa da, İşıemi olması i h timali de vardır. İkinci harfin Gök Türk yazısında hem ı, hem de i okunan bi r karakterde olduğu ve Çinli le­ rin, bu kağanın adını Se - tie - mi veya Se - ci - mi şeklinde i i le yazdıkları düşünülürse, bu ihtimal daha çok güç ka­ zanır. Fars ve B izans kaynaklarında ise Sincibu, Silzibul, Dilzibul, Sternhis şekillerinde kaydolunrnuştur. İ. K. , Gök Türk kağan ları hanedan ını kuran Burnun ( veya Bumin ) Kağan'ın küçük kardeşidir (bk. BUMİN KAGAN) . Burnun ' un Aparlara karşı i syanında 10 boyun başında olarak yararlık gösterdiği için batıdaki 10 boyun

İSTİKLAL HARBİ

Oiıteglil

O ��eyce

o Sivrihls..-

o ıa,pnlı

eSimav

o

iz

o kule

o Uluborla

1 /2 . 1 5 0. 0 0 0

0 SUııtDUit m.

BATI CEBHESİ İki t arafııi 25 A - u stos 1 922 a kşam d unımu

İSTİKLAL HAlU3İ

··ı ki

BATI

t araf o rdularının 30

CEBHESt 1922 akşam durumu

Ağustos

İSTİKLAL HARBİ

A

R

A

t 1

N

D

i STANBUl

o

----?

/

. oL.pscki

/lf A R M ,I. R A

O E Ni

OBendlrma oKareceey

oBig•

nr: l:' 082yrlrniç �=ı lfl

OEdıemit OBurheııi,.

O Bigadiç o Sındırgı

o .Akhlur ::::;;.J

oMeı•rrıe"o f'IANisA

o un.

oizi;iift

Ö l çek :

11

F

i

o MM-

1/3.000.000

m.

BATI CEBHESİ Ekim 1 9 22 d u rum u

OYenişehir

ODimboı oaJR SA:

fSTEM l KAGAN başına geçi rilecek 5 5 2 'de kendisine yabgu unvanı verildi. İdare ettiği bölgenin merkezi tarafları İli ırmağı boyları idi. Kaşgar, Kulca, Çu ı rmağı boyu, Isık göl ve Aral gölü çevresi de onun e lindeydi . Batı Gök Türklerinin temelini teşki l eden 1 0 boydan başka, Karluk ve Çümük boyları da onun idiresinde idi. Savaşlardaki başarısından dolayı Türk adetince bağatur yabgu unvanını kazanmıştır. 5 5 2 'de Bumun Kağan öldüğü zaman ülkenin doğu bölümü sırasıyla onun üç oğlu tarafından yönetilmiş, batı­ sında i se İ. K. hüküm sürmüştür. Çin tirihçi leri , İsıemi'­ nin, doğ u kağanları olan yeğenierine tabi olduğunu yazı­ yorlarsa da, bunda yanıldıkları anlaşılıyor. Çünkü Orhun yazıılarınd ıı ilk Türk kağan ları olarak Bumun ve İsıemi kağanlar anı ldığı halde, Bumun'un oğul larından büyük ka­ ğan olarak bahsolunmadığı gibi, İ . K . ' la siyasi münasebeı­ lerde bulunan Bizanslılar da onun doğudaki daha büyük bir kağana tabi olduğunu ima bile etmemişlerdir. İ. K. her halde Türk usulünce devletin büyük kağanı tanınmış, doğudaki yeğen ieri onu ismen meıbu olarak bil­ mişler, fakat i ç işlerinde tamamıyle bağımsız kalmışlardır. İ . K.'ın kağanlığı sırasında, onun devletinin batısında Ak Hunlar ( Efıaliıler) devleti vardı ki Aparlar'a tabi bulunuyordu. Gök Türkler, Aparlar'ı yıkarak devleti ele geçirdikleri için Eftaliılerle tabii olarak düşman o l dular. Daha batıdaki İran devleti, Ak Hunların sillesini yemiş olup onlarla düşman bulunduğundan Gök Türkleri tabii bi r dost saymış ve h ükümdarları Husrev Nuşirevan, İ. K.'ın kızı Kayan'la evlenerek aradaki dosıluğu sağlam­ laştırmıştır. Gök Türklerle Efıaliı ler arasındaki savaş 563 - 567 yılları arasında sürmüştür. İ . K.'ın yönettiği bu savaşa Doğu Gök Türkleri de katılmıştır. Nahşeb şehri yakının­ daki meydan savaşında Gök Türkler büyük bir zafer kaza­ narak Eftalit hükümdarını öldürmüşlerdir. Bütün Mavera­ ünnehr' i ele geçirip Eftalit dev Jetini ortadan kaldırmış­ lardır. Böylelikle İranlılarla sınırdas olmuşlardır. Bu sefer bu iki devletin arası açılmı�tır. İ . K., İran'­ dan haraç vermesini i stemiştir. Kabul olunmayınca İ ran üzerine yürümüşse de, sınırlar berkitilmiş olduğundan ba­ şarı kazanamamıştır. Hazar Denizi'nin kuzeyi de Gök Türkler' in eline geçmiş olduğundan bu yol ile Bizans' la bağlantı sağlanmış o luyordu. Türklerle Bizanslılar, İran'a karşı ittifak ettiler. Bu hem siyasi, hem de ikti sadi bir itıifaktı. İktisadi ittifakın sebebi ipek yolu meselesiydi. İ ran ve Bizans'ta çok makbul olan Çin ipeği, İ ran yolu ile İsıanbul'a gidiyor, İ ranlılar bundan geçiş vergisi almak sureıiy le kir sağlıyorlardı. Fa­ kar İran ' la Bizans'ın arası açı lınca İran, Bizans'a ipek yol­ lanmasını yasaklamışıı. Bundan Bizans zarar gördüğü ğibi, şimdi Türklerin tebaası olan ve i pek ticaretini ellerinde tutan Soğdaklar da zarar görmüşlerdi. B u sebeple, Semer­ kand ve Buhara çevresinde oruran bu Soğdaklar yeni hü­ kümdarları İ. K.'a baş vurarak ipeğin İran'dan Bizans'a geçiri lmesi için İran'ı razı ermesini isıemiş lerdi. İ. K . . 568'de İran'a elçi göndererek ipeğin geçi rilme­ sine izin verilmesini i stemi şti. Fakat İran hükümdan Nuşirevan, Bizanslılardan sakındığı ipek ticareti k arını Türklere de vermek isıememişıi. Bunda Eftalitlerden olan bi r müşavirinin telkin leri de rol oynamıştı. Red cevabı ve­ rildi. İ. K.'ı n derhal gönderdiği ikinci elçi heyetinin üye­ lerini İranlılar zehirlemişler ve soğuk iklime alışmış olan

ISTENOGRAFf

369

Türklerin sıcak İran havasına dayanamad ıkları için öldüğü haberini kağana u laşıırmış lardı. Fakat elçi heyeti başkanı olan Soğdak Manyalı ile iki üç Türk zehirden kurtularak gizlice Türkeli'ne kaçahi lmişler ve olup bitenleri kağana bi ldirmişlerdi. İ ran lı ların bu tutumları iki devletin arasını açmıştır. Türklerden çekinıneye baş layan İran, Çin'e elçi heyeti yol­ layarak Türklere karşı ittifak ettiği gibi İ. K. da Bizans imparatoru II. İustinianos ( 5 65 - 578) a elçi göndererek onun­ la İttifak yapmıştı ( 5 68 ) . Bu elçi heyetinin elinde Bizans imparaıoruna yazılmış bir mektup vardı. Bizanslılar bunun «İskit» harfleriyle yazı lmış olduğunu söylerler ki Gök Türk harfleri demektir. Fakat elçi heyeri başkanı olan Manyalı'ın teklif ettiği i ttifakın değerini Bizanslılar değerlendi rememiş­ lerdi. Çünkü henüz Türklerin gücünü bilmiyorlardı. Red cevabı da verememiş ler, heyeti ikiyüzlü bir siyaseıle oyala­ mışlardı. Manyah 'ı geri gönderdik leri gibi, Zemarkhos ( b. bk. ) adlı bir elçiyi de İ. K.'a yollamış lardı. İ. K. bu elçiyi Kuça' nın kuzeyinde, şimdiki Yulduz veya Tekes yayialarının bi rinde olan Aktağ' daki karargahında kabul etmişti. İ . K. altından bir taht üzerinde oturuyordu. Büyük orağı, renkli ipek dokumalarla süslüydü ve halılarla döşen­ mişti. Zemarkhos ve İ. K . karşılıklı nutuklar söylemişlerdi. Elçi bütün gün otağda kalarak i k ram görmüş, kımız içmiş­ ri. E rtesi gün kağan tarafından daha süslü başka bir oıağ­ da kabul olunmuşıu. Bu otağda fazla olarak altın saksı ( vazo) lar bulunuyordu. İ. K. yine altın bir tahtta oturu­ yordu. İ . K. , İran ' la savaşa hazırlanmıştı. Zemarkhos'un da yanındaki 20 kişiyle bu savaşa gelmesini istemişti. Talas'a geldikleri zaman İran elçi lerini kendisini orada bekler bul ­ muştu. İ ranlılar i ş i n sarpa sardığını görünce barış i ç i n elçi yol lamış lar, bir yandan da ordularını hazırlayarak Curcan'da beklerneye baş lamışlardı. İ . K. , Talas'ta Bizans ve İ ran elçilerine ıoy vermişti. Bizans elçilerini güzel sözlerle ağıdarken Türk elçilerinin zehirletilmesinden dolayı İranlı lara ağır sözler söylemişti. İran h ükümdan Curcan'dan i kinci bir elçi heyeti yollayarak kağanın barış sarılarını kabul ettiğini bildirmişti. Bunun üzerine İ. K. İran'a yürümekten vazgeçmişti. Zemarkhos'a İstanbul ' a dönmesi için izin verdiği gibi, onunla birlikte Tamga Tarkan adlı bir Türk beyini ve Manyalı ' ı n oğlunu da elçilikle Bizans'a göndermişti. İ. K. 576'da ölmüştür. 24 y ı l kağanlık etmiş, Bumun Kağan'a tabi bir yılı çıkarılırsa, 23 yılını devletin büyük kağanı olarak geçirmiştir. - H. Nihai Arsız

İSTENOGRAFİ ( Yun. = kısa yazı ) , kısaltılmış veya bir anlaşmaya dayanan işaretler vasıtasıy le, konuşulan sözleri hızla yazmayı mümkün kılan bir yazı sistemi. Atina Akropolis'inde 1 8 8 3 'te bulunmuş olan bir taş (aş. yu. M. Ö. 3 50 ) , kelimeleri kısairarak bunların çabuk yazılmasını sağlayan bir si stem gösterir. Bu Yunan İ.'sine Akropolis sistemi veya Takhygraphia ( = kısa yazı ) adı verilmiştir. M. Ö. I. yüzyılda Cicero'nun bir arkadaşı (Marcus Tullius Tiro) Larince için notae Tironianae adı verilen bir si stem uydurmuştu r. Bu iki si stem M. S. XII. yüzyı la kadar batı dünyasında nutuk, konsil konuşmalar ı ve vaızları yazmak için kullanılmış , fakat hükumet dairele­ rine ve manasıırl ara münhasır kalmıştır. Stenographia keli­ mesi ilk olarak 1 602'de İngi ltere'de kullanılmı ştır. Modern İ. fonetiğe, yani kelimeler in yazı lışma deği l, telaffuzun a da­ yanır ve Samuel Taylor' un 1 786'da yayınladığ ı sistemden meyda na gelmiştir . lsaac Pirman' ın Taylor' unkine dayanan

3 70

1sTENOGRAFl

si stemi 1 8 37'de yayın lanmış ve İngilizce konuşan bütün ülkelerde ba.J a en yaygın sistem olarak kullanı lmaktadır. Aynı si stem Fransızcaya da tatbik edilmiştir. Fransızca ko­ nuşan ülk elerde en çok kullanı lan sistemler, Prevost - Delau­ nay, de Duploye ve Aime Pari s - Guerin tarafından teklif edilmiş olan ve aynı esasa dayanan si stemlerdir. Türkiye'de U.tin alfabesine dayanan yazı sistemının kabulünden sonra, Arap harfleri bir nevi İ. olarak kulla­ nılmıştır.

İSTERI (Tıp) : bk. HİSTERİ. İSTİARE, bir edebi sanatın adı. Bir kelime veya ibarenin, benzetme maksadıyle ve karine - mania olmak üzere kendi manasının dışında kullanılması veya benzet­ menin iki ana unsurundan yalnız birini kullanmak suretiy­ le yapı lan bi r edebi sanattı r. i . iki çeşitti r : Benzetmenin ana unsurlarından yalnız «benzeti len» (müşebbih ) le yapı lan İ . ' lere kapalı İ. , bu ana unsurlardan yalnız «kendisine bir şey benzetilen» (müşebbehinbi h ) le yapılan İ . ' lere de açık İ. denir. Bu iki İ. çeşidinden başka, bir de edebiyatta sıkça görü len temsi li İ. vardır ki, bu da benzetme yönü zenginleştirilmiş geniş bir İ.' dir. İSTİBDAT (Osm. İsıibdad ) veya DESPOTI ZM (Yun. despotes = efendi, senyör, ev sahibi ) , devleti yöneı­ me yetkisinin tümünün bir kişinin veya bir grupun elinde bulunması şeklindeki mutlakıyet sisteminde, bu yetkinin böyle bir kişi veya grup tarafından vatandaşları tedi rgin edecek aşırı derecede bir keyfi likle kullanı lması. İ . , muı­ lakıyet rej iminin bir ürünü olduğuna göre, İ. ve mutlakı­ yer kavramlarının aynı paralelde ineelenmeleri gereki r. Batı dillerinde «müstebi ı» anlamında kullanılan despot, tiran ve hatta otokrat gibi teri mierin zaman zaman birbi rinin yerini tuımaları, insan yarad ı lışının bir gereği olarak otokrasi lerin ve absolütizmlerin despotluğa ve tiranlığa vardırılmış oldu­ ğunu gösterir. Ne kanun ne ahlak ne de herhangi bir grup, hiç deği lse nazari olarak, mutlakıyetle yürütülen bir yönetimi sınırlayamaz. Bazı nazariyeci ler, başıaki tek yöneticinin devlet için iyi olan şeyi herkesten daha iyi bildiğini ve bunun da belki kendisinin Tanrı tarafından yönetici tayin edilmiş olmasından i leri geldiğini ve dolayısıyle Tanrının aynı derecede aydınlatmamış olduğu kimseler tarafından rahatsız ed ilmeksizin hükümet etmesi gerektiği düşüncesini savunmuşlardır. Başka nazariyeci ler de insanın kendi ken­ dini idare ederneyecek ve başkalarıyle barış halinde yaşa­ yamayacak kadar bencil olması nedeniyle siyasi mutlakıyeıe tarafıardırlar. Bütün bu nazariyelere rağmen hiçbi r mutla­ kıyet hükümeti bu konuda halkın düşündüklerinden ve za­ man zaman gösterdiği tepki lerden, başka devletlerin etki­ sinden ve hatta baskısından, ahlak teamüllerinin zorunla­ rından ve devlet i çindeki bazı grupların muhalefetinden azade kalmaınışıır ve mutlakıyeıin İ . ' ı şiddetlendirmesi oranında bu tepkiler de şiddetini artırmaya yönelmişıir. Mutlakıyeı ve dolayısıyle de keyfi idare, yani İ. , bi r dokırin veya hiç deği lse tanımı yap• lmış bir olay olarak, çok eski çağlardan beri Doğu'da ve Batı'da hüküm sür­ müştür. Orta Çağ'da Katolik Kili sesi hükümdarla rın yetki­ sinin yorumlanm ası Papa'ya ai d olan Tanrının kanunu ile sınırlı olduğunu savunmuş ve böy lece mutlakıye t rej imleri bir sarsıntı geçirmiştir . Hükümdar ların yetki sini sınırlayan başka bir husus da, ası ile üst arasında, yani senyörlerle

-

İSTİHARE

hükümdar arasında karşılıklı hakları ve veeibeleri aya rlayan feodalite sistemi olmuştur. Fakat milli devletlerin yaratı l­ masıyle birli kte mut lakıyet yeniden hakim teori hal ini al­ mıştır. İngi ltere kralı V I I I . Henry ve Fransa kralı X IV. Loui s gibi «milli» hükümdarlar feodal senyörleri itaat al­ tına almışlar ve hatta kendi ülkelerinin sınırları içinde kiliseye karşı üstünlük elde etmeyi başarmışlardır. XVI. yüzyıldan baş layarak, mutl akıyet rej imleri çeşitli düşünürler tarafından savunulmuştur. Fransız Jean Bodin ( 1 5 3 0 - 1 5 96) «egemenlik» kavramını hükümdarın ıebaası üzerindeki mut lak ve kayıtsız şartsız otoritesi olarak tanım­ lamıştır. Thomas Hobbes ( 1 5 88 - 1 679) a göre, toplum ha­ linde birleşmeden önce insanlar elde etmek i stedikleri her şey için birbi rlerini öld ürdükleri doğal bir durumda bulun­ muşlar, sonunda da canlarını kurtarmak amacıyle aralarında anlaşarak kendi lerini birbirlerine ve dışarıya karşı koruya­ cak olan, mutlak yetki l erle donatılmış bir baş seçmişlerdir. Jean - Jacques Rousseau ( 1 7 1 2 - 1 778 ) da, insanların arala­ rında anlaşıp Genel İ stem'e boyun eğme yolu ile hürriyet­ lerini sınırlandırmış olduklarına inanır. Rousseau'ya göre, Genel istem vatandaş ların refah yolunda i lerleme isteği ile aynı şeydi ve mademki Genel İsıem vatandaşın gerçek ve en yüksek düşüncesini temsil etmekte idi, ona karşı ge­ l inmezd i . Çağdaş mutlakıyet rej imleri, faşizm, nazizm v e komü­ nizm gibi totaliter di ktatörlükler şeklinde ortaya çıkmıştır. Rej imlerinin felsefesini XVIII. yüzyılın toplumcu filozof­ larının düşünceleri ne ıstınat etti ren bu rej i m ler, kendi le­ rinin müsıebit değil, tersine demokratik oldukl arını iddia etmektedirler. İ leri bir uygarlık düzeyine yönelmiş m i lletierin iç siyaset mücadeleleri, her şeyden önce, daima İ. şeklini alan mutlakıyeı rej imieri yerine anayasalı rej imler kurma uğrun­ da yapılmış ve yapılmaktadır.

İSTICAB : bk. KiRALAMA. İSTİCVAP : bk. SORGU. İSTİDA : bk. DİLEKÇE. İSTJFA, ı. Alacaklının alacağını tamam i yle alması, elde etmesi ; 2. Kişinin, işinden kendi isteği ile çeki lmesi. Gerek kamu hukuku gerek özel hukuk yönünden İ . , kanun veya hizmet akdi çerçevesinde eeceyan etmesi gereken bir hukuki muameledir. İ. , kaide olarak, kabul olunınakla hukuki sonuç hası l eder. Ancak, bir hizmet akdinde İ . 'nın şartlara tabi kılınması da mümkündür. İSTIHALE : bk. METAMORFOZ. İSTIHARE, «hayır dilemek• anlamına gelen Arapça bir söz. Hz. Peygamber' in «İ. eden mahrumiyeıe düşmez ; damşan nadim olmaz ; iktisada riayet eden yoksulluğa uğ­ ramaz» buyurduğu rivayer edilmiştir ( Suyüıi Celaleddin, Cami' us - sagryr /i Ahadisi'l - be1i'in - Nezir. Mısır 1 3 2 1 , I I , 1 24 ) . Sahabeden Gbir, Hz. Muhammed'in Kur'an'dan süre belietir gibi İ . 'yi de beliettiğini söylemiş ve bir işte sıkıntıya düşenin, karara varamayanın iki rckaı namaz kılıp Allahım senin bilginle senden hayır di lemekte, kudretinle k11dreı ihsan etmeni isıemektey i m ; çok büyük olan lü tfun­ dan diliyorum ; çünkü sen takdi r eden sin, ben edemem ; sen bilirsin , ben bi lmem ve sen gaybdakileri iyice bi lensin ; Al­ Iahım, bu işin bana dinirn, geçimim, işimin sonu bakı mın­ dan hayırlı olduğunu, tezce yahut bir süre sonra hayra nail olacağıını bilirsin ; hayırlıysa sen takdir et, o işi yapmamı

İSTİHARE - iSTiHKAM mulcadder ey le ; fakat bu iş dinim, geçımı m ve sonu bakı­ mından şerse beni o işe sevk etme, o işten beni vazgeçir, ban a hayır ver, sonra da beni o işi yaptığıma yahut yapmadığıma razı kıl deyip hacetini Tanrı'ya bildirme­ sini talim etmiştir (Sahihu Buhari, İstanbul 1 3 1 5 , VII, 1 62 ) . Aynı kitapta Cabir b. Abdullahi 's - Selemi'den aynı mealde bir hadis daha rivayet edilmişti r ( V I I I , 1 68 ) . Ay­ şe, Hz. Peygamber'in bir işe gi rişeceği zaman Allah'tan hayır di lediğini Ebıi Bekr'den rivayet eder (Zehebi, Mi­ ztmü'l - İ'tida/, s. 3 1 5 ) . Diğer hadis kitaplarında da İ. hak­ kında hadisler vardır ( İbn Sa'd'in Tabakat'ının Il. cildin­ de Hz. Peygamber'in merkadi için, Allahım, Resıil'üne ha­ yırlı olanı ihsan et denmesinin, VIII. cildinde Ebıi - Suf­ yan'ın sözünün İ.'yle münasebeti yoktur. ) Herhangi bir işin nayır yahut şer olduğunu anlamak, hayıda son bulmasını dilemek için yapılan İ. , Ehlisünnet­ te rüya yoluyle olur ; hatta bu yüzden Türkçede İ . 'ye yar­ mak sözü adeta bir örf mecazı olmuştur. Geceleyin yatsı namazı kılındıktan sonra iki rekat İ. namazı da kılınarak Tan rı' dan, girişi lecek "i şin hayırlı olup olmadığının rüyada gösterilmesi di lenerek abdest li olmak şartıyla sağ yana ya­ tılır ; bazı larına göre sağ el baş ın altına, sol el göğse ko­ nur. Gece görülen rüya yorumlanır ve ona göre o işe gi­ rişilir yahut terk edilir. Avfi 'nin Lübabü'l - El bab' ında, bu çeşi t İ.'den bahsedilmektedir (Edward G. Browne bas. Leiden 1 906, s. 2 1 0 ) . İmam Ca'feru' s - Sadık ( H . 148, 765 ) , «Kulumun işlere girişınesi ve benden hayır dilememesi, kendi kötü­ lüğündendir» mealinde bir kudsi hadis rivayet ettiği gibi, «Bir işe İ . ' si z girişen, sonunda da bir derde uğrayan kişi, o dert yüzünden ecre nail olmaz» ve «Yüce Allahtan İ. ederek bir işe giriştiğim zaman sonu hayır yahut şer olsun, bence önemi yoktur ; babam, Kur' an' dan sıire öğretİr gibi bana İ. 'yi de öğretti• demiştir ki son söz, Buhari'deki ha­ disin mealidir. Şia - i İmamiyye'de ( bk. İSNA - AŞERİYYE ) İ. çeşitleri şunlardır : ı. Yazı lı kağıtlarla üç kağıda «Rahman ve Ra­ him Allah adıyla. Üstün ve hüküm ve hikmet sahibi Al­ lah ' tan fi lan kadının oğlu filina yap», üç kağıda da sonu «yapma» olmak üzere aynı ibareler, Arapça olarak yazılır ve bu kağıtlar seccaden in altına konur. İki rekat İ. namazı kılınır. Bu namazda muayyen surelecin yahut her hangi bir surenin okunınası hakkında rivayetler vardır. Namazın son secdesinde, «Allah'tan, rahmetiyle her türlü dertten, zah­ metten kurtulmak için hayır dilemekteyim» mealindeki Arapça dua yüz kere okunur. Selimdan sonra gene hayır i ste­ nip kağı tlar karıştırılarak çekilmeye başlanır. Birbiri ardınca çekilen üç kağma da «yap» emri çıkarsa hayırdı r ; o işe giri­ şilir. Üçünde de «yapma» çıkarsa, hayırsız olduğuna hük­ medilir ve vazgeçilir. Bi rinde «yap», öbüründe «yapma» çıkarsa, beşinci kağıda kadar çekilerek emir veya nehiyden hangisi fazlaysa ona göre hükmedi lir. Buna İstiharetu zat' i r ­ rika ( yazılı kağıtlarla İ . ) denir. 2 . Bir kağıda «evet» anlamına «naam», öbürüne «ha­ yır» anlamına «U» yazılır. Bu kağıtlar bükülüp kile kona­ rak y uvarlak şekle geti rilir. İ. namazından ve duadan sonra seccade altına konmuş olan bu yuvarlakların biri çekilir. «Naam» çıkarsa, o iş yapı lır, «U>> çıkarsa, yapı lmaz. Buna İstiharetü bi'! - benadık ( y uvarlaklarla İ . ) denir. 3. Tespihle istihare. Bu İ.'yi yapan, yedi salavittan sonra «Ey d uyanların en iyi duyanı, ey görenlerin en iyi göreni, ey hesap edenlerin en çabuk hesap edeni, ey acıyan-

311

ların en fazla acıyanı, ey hükmedenlerin en iyi ve doğru hükmedeni » duasını Arapça olarak okuyup bir salavit daha geti rerek saymadan tespihten bir yeri tutar ve baştan oraya kadar taneleri ikişer ikişer çeker, tuttuğu yere gelir. Tes­ pih tanesi bir kalmış sa «yap» demekti r ; iki kalmış sa «yap­ ma» demektir. Bu İ. şu suretle de olur : Tespihin bir yeri tutulur ; baştan sağ elle sekizer sekizer çekili r. Bir kalırsa iyi, iki, dört ve sekiz kalı rsa kötü, üç kalırsa orta, altı kalırsa pek iyi olduğuna, beş ve yedi kalırsa, o işte zahmet ve meşakkat bulunduğuna hükmedilir. Bu İ . 'ye İstihare i müsebbaha ( tespihle yapılan İ . ) denir ; taşlarla da yapıldığı vardır. 4. Kur'an - 1 Kerim ' le i stihare. Kur'an - 1 Kerim ele alın ı r ; sa lavit ve duadan sonra açılır ; sağ taraftaki i lk sayfanın ilk ayetinin anlamına göre o işin hayır yahut şer olduğu h ükmüne varı lır. Bu İ . 'nin bir de şu şekli vardır : Kur' an açıldıktan sonra altı sayfa sayı lır ; 6. sayfanın 6. satırındaki ayetin manasma göre istidlalde bulunulur. İstİlıare bi' I - Kur'an ' il - Medd (Kur' an' la i stihare) denen bu İ.'yi, Arapça bilmeyen yapamayacağı için, İran'da bası lan Kur'an - 1 Kerim' lecin bir kısmının her sayfasının başına, ilk ayetin anlamına göre «güzel», «kötü» anlam­ larına gelen Htlb, Bed sözleri yazılmış, Arapça bi lmeyen­ Ierin İ. edebi lmesi sağlanmıştır. 5 . Dua ile istihare. Farz bir namazdan sonra iki rekat İ. namazı kılınır, Tanrı' dan yüz kere hayır dilen ir ; Hz. Muhammed ' e ve soyuna salavit verilir ; onlarla Tanrı'ya tevessül edilir, şefaatları i stenir. Gönü l neye yatarsa, gö­ nüle ne i lham edili rse, o yapılır. İstihare bi'd - Dua denen bu İ. , gece namazının (bk. TEHECCÜD) son rekatında, «Allah'tan rahmetiyle hayır dilerim» mealindeki Arapça cümle yüz kere söylenecek de yapılır. 6. Danışma yoluyla i stihare. Her hangi bir i ş i yapıp yapmamak hususunda bilgisine, adaletine inanılan kişilerle danışılır. Buna İstihare bi ' l - Müşavere denir. İ. için vakitler de tayin edilmiştir. Cumartesi günü sabahtan kuşluk çağına, zevilden ikindiye, pazar sabahtan öğleye, ikindiden akşama, pazartesi sabahtan güneş doğun­ caya, kuşluktan ikindiye, salı öğleye, ikindiden yatsıya, çarşamba sabahtan öğleye, ikindiden yatsıya, perşembe sa­ bahtan güneş doğuncaya, öğleden gece yarısına, cuma sa­ bahtan güneş doğuncaya, zevalden ikincliye kadar İ. yapı­ lırsa doğru sonuç alınır. İ . , bir başkasına da yaptınlabilir ; fakat buna dair haberler, zayıf sayılmıştır (Muhammed b. Ya'kubi ' l - Kü­ leyni, Kitabü'I - Ka/i ; Fürtl' ; c. I ; Tahran 1 3 1 2 taşbas. 1 3 1 - 1 3 2 ; Abbas Kummi, Se/inetü'l - Bihar ve Medinetü'/ ­ Hikemi ve'/ - Aıar ; c. I. , Necef 1 3 5 2 , taşbas. - 4 3 3 - 434 ; Riıa/etü'l - Bak1yyatü'ı - Salihat /i'l - Ed'iyyeti ve' ı - Salavat ve'/ - Mendtlbat ; Mefatihü' l - Cinan kenarında ; Tahran H. 1 3 59, Ş. H. 1 3 1 9, 220 - 2 2 5 . İ. i l e iş gören hüküm sahipleri için I. Goldziher'in İslam Ansiklopedisi 'ndeki İstihare maddesine bk. ) . - Abdülbaki Gölpınarlı •

ISTIHBARAT : bk. HABER. ISTIHKAM ( Ask. ) , düşmana karşı savunma yapmak ıçın toprak kazilarak taş, toprak, çimento, ağaç v. b. den faydalanmak suretiyle yapılmış saklanma ve korunmaya elve­ rişli savaş yeri. Birliklerin savaş ve savunma gücünü artır­ mak, mümkün olduğu kadar az kayıp vermelerin i sağlamak için inşaat, tahrip, engelleme v. b. gibi hizmetler yönünden piyade başta olmak ü zere diğer savaşçı sınıfları destekleyen askeri teknik sınıf, İ. sınıfıdır. İ. iş leriyle uğraşan bu sını­ fın subay ve erieri İ. subayları ve erleridir.

isTİHKAM - İSTlHSAL İ. 'cıların savaş hareketlerini desteklemek yolunda yap­ tıkları başlıca hizmetler şun lardı r : L N ehir geçiş hareket­ lerinde, anfibik hareket lerde, e n g e l l e m e işlerinde veya düşman tarafından konulan engellerin temizlenmesinde doğ­ rudan doğruya İ. desteğini s�ğlamak ; 2 . Sabit ayak lı köp­ rüler veya tombaz y� pmak ; 3. Sahra İ. hi zmetlerinden, kuv­ vetlendi rme, gizleme, tahripler, mayın lara karşı korunma gibi vazifeleri gören diğer sınıfiara teknik yardımda bulun­ mak ; İ . keşfi , ölçme, harita yapı m proj eleri ve etüdler hazırlamak ; 4. Yol, demiryolu, hava alanla rı, limanlar, ka­ rargahlar, hastahaneler, tamirhaneler, depolar yapmak, boru hatları döşemek v. b. kuruluşların iş letme i mkanlarını sağ­ lamak ; 5. Gizleme, inşaat için lüzumlu malzemenin ikma­ lini, su ikmali ni yapmak ; 6. Malların ve çeşitli tesi slerin alım, bakım, onarım ve iş letmel erini yapmak ; 7. Savaş sıra­ sında düşmanın koyduğu engelleri süratle temizlemek, yol ve köprüterin bakım ve onarımını sağlamak.

İSTlBLAK ( yeni ter. Tüketim ) : İktisatta olduğu kadar diğer sosyal bilim lerde, özel lıkle kocperasyon bahis­ lerinde kullanı lan İ . terimi, mal ve hizmeılerle husule getiri len «fayda» ların, beşeri ihtiyaçların tatmini yolunda «ifna» ve «hel ak» edi lmesi anlamına gelmektedir. İktisat biliminin kurucusu ve meşhur The Wealth o/ Nations (Milletlerin servet i ) yazarı Adam Smith' e göre «istihsal, mü­ badele ve inkısam halkalarının sonuncusu İ. olup onunla belli bir ekonomik faaliyetin vetiresi tamamlanmış» sayıl ı r. Bununla beraber «faydalı eşya» nın «ifna» ve «helak» edilmesi diye tarif edi len bi r çeşit İ . ' i n yanında ayrıca küçük sanatlarda ve modern zamanlarda da sanayide istih­ sal arndiyesinde önemli rolü olan ham veya yarı iş lenmiş maddelerin İ. ' i mevcuttur. Bu anlamda beşeri ihtiyaçların tatminindeki İ . 'ten başka istihsali n hizmetinde kullanılan bir İ. arneliyesi vardır. Bu ikinci kullanışta ifnadan bah­ sedilemez. Orta Çağ iktisadiyannda İ . ' ten çekinme, imsak ve tasar-ru f kaygısı mevcuttu. Zamanımızın az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerinde ve onların ekonomi lerinde bu kanaatİn izlerine rastlanmakta, bir nevi din ve ahlak telik­ kisi şeklinde inikaslarına yer veri lmektedir. Halbuki yeni zamanlarda ve bugün İ . teşvik edil mekte ve istihsalin teş­ vikçisi olan bir İ . ' ten bahsedi lmektedir. Geli şmişlik ve gelişmemişlik ölçüsü olarak bu teşvik arneliyesi çok önemli sayı lmaktadır. Doktrin yönünden i. , istihsalin gai i lleti kabul edi lmektedir. O ka dar ki tutucu, esirgeyici ve imsaklı bir İ . 'in yerine istihsali hızlandıran bir İ. teorisine yer verilmektedir. XIX. yüzyılın ilk yarısında iktisat teorisi, i stihsal ve İ. arasında bir denge ve alıengin kendi liğinden belire­ ceğini i leri sürüyordu. Lakin yüzyıl ı n i kinci yarısında bir yandan sosyalizm, öbür yandan kooperatizm böyle bir ahenkten kap i talist cemiyetre bir eser görülmed iğine işaret etti ve dengeden bek lenen sosyal refahın yerini tamamıyle aksi bir d u rumun aldığına dikkati çekmek le kalmayarak sınıflar ahenksizliğinin gitti kçe arttığını belirt­ miştir. Zaten sosyal realitenin elle tutulur gözle görülür traj ik manzaralı, sosyoloj ik doktrinlerin aydın lattığı Pau­ perisme ( fakirlik) vakıasını doğurmuşıur. Hayal olan ve beyhude beklenen sosyal sınıflar ahenginin liberal yoldan başka yollarla temini düşünülmüştür. İşte Charles Fourier, Robert Owen , Charles Gide bu düşüncenin aksiyoncu tem­ si lcileridir. Belli bir sosyal sınıf ve tabaka teşkil etmeyen tüketicilerin her memlekette bir araya gelmeleri, organi­ zasyon kurmaları ısrarla i stenmiştir. XIX. yüzyılın i lk

yarısı sonlarında felsefi bir düşünce hali nde zayıf ola rak fakat ikinci yarısında ak siyan a dönük b i r akım şek linde b e l ire n İ. kooperatifleri, d a h a son raları üretici lerden doğ­ rudan doğruya müsteh lik teşk i l anna ulaşan İ. maddeleri , libera lizmin beyhude yere bek lediği ahengi, kı smen gerçek­ leştirrneğe gayret etmiştir. Hatta i stihsa l i ele geçiren bir i stihsal kooperatizminin de i leri sürüldüğüne bakılırsa, klasik ekonominin dört a meliyeli iktisat ve veti resindeki ilk halka ile son halkanın, yani istihsal i le İ.'in bir leşti­ ğine bazı gelişmiş ülkelerde rastlanmaktadır. İ . problemi günümüz iktisadi ve sosyal bilimlerinde, artık XVII. yüzyıl öncesi li ter.ıtürde olduğu gibi, istih salin yarattığı faydaların ifnası gibi düşünülmekte, keza ahlaki yönde israf sayılmamaktır. Hatta verimli, prodüktif İ . ' ten bile bahsolunmaktadır. Sosyal siyasf!tte grev isıeklerin i meşru gösterme akımı kuvvetini bu ıelakkiden alma ktadır. Ücret arıırma i stekleri ile i lgili grevler, işçinin çalışma kapasitesini yalnız muhafazayı düşünmemekted i r. Aksine onu artırmak, dolayısıyle istihsalde verim arıışına yol açacaktır. İşçi hare­ ketinin eğitim yolu i le takviyesi, bunun i ç i n öğretime ayrı­ lan fon bu bakımdan verimli bir İ. sayı lmalıdır. B u neviden düşünceler, İ . meselesini, i st ihsal i le en azından atbaşı giden bi r hizaya getirmektedir. Marshall'in Principles o/ Economics (İkıi sadın prensipleri ) inin i lk faslının Demand and Con­ sumption (Talep ve isıihlak) e ayrı lması Patten'in kitabına The Theory of Con sumption ( İ stih !ak nazariyesi ) ile başla­ ması, kooperatistlerin İ. kooperatifçiliğine bütün diğer koo­ peratİf koliarına hakim bir değer biçmeleri hep ayn ı kay­ gının tesiri a ltındadır. - Z. F. Fındıkoğ l u

İSTİHLAK KOOPERATIFI : b k . KOOPERATİF. İST İH SAL ( yeni ter. Üretim ) : Ekonomi k terim ola­ rak tabiatıan önceleri sadece fizik ve adali güç sarfı i le, toplumun teknoloj i k seviyesine göre in sanın yarattığı aletler ve vasııalara ve ham maddeye yeni şekil ve biçim kazandır­ ma veya başka bir İ . işinde kullanı lacak maddeleri husule getirme arneliyesine denir. Bu tarifte en basit şekilleri ile emek ve tabiat söz konusudur. Bu tanımın içine sonradan sermaye ile teşebbüs faktörleri girecek, bilinen dört arnilli İ. teorisine meydan verecektir. XIX. yüzyılın iktisat etrafındaki bilgileri i çinde İ . baş­ lıbaşına bir problem olarak ilmi tahlile tabi tutulmuş, fizyokraılardan sonra ilk çığır açıcı Adam Smith'in The Wealth o/ Nations (Mi Iletierin serveti ) ı bir bakıma servet kayna�ı olarak İ . ' i göz önüne almıştır. Arkası sıra Jean Batiste Say İ. ameliyesini tahlil ederken onu her devirde mülkiyet, ticaret, devlet müdahaleleri, sömürgecilik, kapita­ lizm gibi elverişli veya elverişsiz şartlarıyle düşünmüştür. Ütopisılerin halefi olan ve 1789 ' u takip eden Fransız sos· yali stleri, özellikle Simon de Si smondi, Saint Simon ve Charles Fourier, l iberal rej imden bekleni len refahın ancak liberali zmin aksi bir rej imle elde edi lebi leceğini i l eri sür­ müşlerdir. Karl Marx'ın Fransız sosyalistlerinden aldığı, fakat pek azını iriraf ettiği unsurları takip ederek Adam Smith' lerin, Ricardo' ların, Say' lerin tahlil ettikleri kapita· lizmin maddeci diyalektik veti resi icabı kendi liğinden kol­ lektivi st İ . 'e ulaşacağı kehanetinde bulunduğu m a ! fımdur. Adına ilmi sosyalizm denen bu doktrinin i zah kademeleri her ne kadar kuvvetini bi r kısım vakıalardan, mesela ser­ maye birikimi, sınıf ve tabaka çokluğunun gittikçe basitle­ şerek işveren ve işçi ikiliğine m üncer olması, iki li toplum i çinde kapitalist zümre karşısında şuurlanmış bir proleter­ yanın teşekkülünden alıyorsa da, dokırin bir tarihi anın hareketlerine daimilik atfetmiş, böylece hatalr bir metodo-

İST lHSAL - 1 STİKLAL HARBİ

3 73

l oj i n i n çıkmazlarına rastlamış, gerek doktrinin i k i sahibi, gerek sonra ları Marxi sıler sosyal realitenin İ . müessesesi için başka i sıi kameder çizdiğini görmüşlerdir. Il. Dünya Harhi'n den sonra gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler i ç i n i ktisadi kalkınma p lanları çizenler içinde i lhamını Marxizm' den al�nlar, ilmi sosyalizmi ıefsire tabi tutmuşlar, dokırin sahibinin felsefesi ile uzlaşmayacak bir s iyasi ve iktisadi idealizmin ayn ı zamanda aksiyana da yö­ ne !en İ. poli tikasının reçetesini yazmışlardır. İ . ' i n ilk esaslı şam, toprak üzerinde sarf edi len asgari beşer gayreıidir. Fakat nüfusun arıması ve sosyal terakki seviyesinde toprağın önemi azalı r. Önceleri sadece isıihlıik maksadıy le yapı lan i. , gelecek bir başka İ. ameli­ yeii için malzeme vazifesi görür. İlk İ. arnili toprak ve en asgari derecesiyle beş er gayreti i ken sermaye ve ıeşehbüs sa­ yesinde aynı toprak ve aynı beşer gayretine bağ l ılığı olan i l k İ . ' e nispet le ç o k artmıştır. E n yeni b i r iktisat ansiklopedi­ sinde : «Emeğin toprak üzerindeki tatbikanna nezaret eden zekıi. ve on unla beraber sermaye şimdi önemi birinci derece­ de olan bir İ. faktörü durumunu kazanmıştır» denilmektedir. İşletme ekonomi stleri bu son faktöre zeka demekten belki de pozitivist görünmek i çin çekinmekıe, yerine göre «sınai teşkilat» (indusırial organizati on ) , «sevk - i idare» ( m lnagement enterpri se) tabirlerini kullanmaktadı rlar. Böy­ lece tabirlerin arkasında yatan, derin bir yaratıcı gücün, yani insan zekasının yalnızca dış ıezahürleriyle yetinmekte· dirler. İster zekıi, i ster sınai teşkilaıçı, başarı lı bir sevk - i idareci diyelim : Sermayenin ve ıeşebbüsün toprak ve insan gayreti yan ında yer almaya başlaması, ilk İ.'in sonuçlarını, yaratılmış faydaları istih lıi.kıe gösteri len tasarruf ve imsak­ ların eseri midi r ? Yoksa isıihlak maddeleri kullanıla dur­ sun, i lliyeri yine kend isinde bu lan bir İ. gelişmesinin tabii mahsulü müdür ? Söz konusu olan meselede gerçeğin bu ikinci şıkta bulunduğu şüphesizdir. Endüsıride iş bölümü­ nün arıması bu i l lederin en başında gelir. Hadisenin bir teritorial, bir de rasyal olan tarafları mevcuttur. Sanayi şubelerinin bölge ve memleketlerde lokalize edilmesi ( ıerri­ torial i ş bölümü) ve muhtelif tipteki işçi leri n k endi lerine e l verişli sahalarda kullan ı l ması ( rasyal iş bö lümü) İ . ' i artırı r. Kalifiye işçi lerin teknik terbiyesinin bir düzüye geliştirme kursları vasıtasıyl e olgunlaştırılması da İ . kudretini arıır­ maya yönelecektir. İstihlak problemi günümüzün ikti sadi ve içıimai bilim­ leri nde, artık X V I I . yüzyı l öncesi literatüründe olduğu gibi, isıihlak tabirinin sözlük anlamıyle İ.'in yarattığı faydaların ifnası gibi görünmemekıe, keza israf sayılmamaktadır. Hatta veri mli , prodükıif isıihlakıen bile bahsolunuyor. Sosyal siya­ sette grev taleplerini meşru gösterme akımı gücünü biraz da bu ıelakkiden alıyor. Ücret arıırma istekleri ile ilgili grevler, işçinin çalışma kapasitesini yalnız muhafazayı dü­ şünmüyor. Tersine onu artırmak, dolayısıyle İ.'de verim arıışına yol açacaktır. İşçi hareketinin terbiye yoluyle takvi­ yesi, bunun için öğreıime ayrılan fon bu bakımdan verimli bir i sıihlak sayılmalıdır. Bu çeşit düşünceler, isıihlak mese­ lesin i , İ. ile en azından at başı giden bir h izaya getiriyor. Marshall'ın Prinriples of E•onomirs ( İkıisadın prensipleri ) nin ilk fasl ı «Demand and Consumpıion = Talep ve isıih­ lak» ile başlamaktadı r, Patten 'in, kitabına «The Theory of Consumpıion» ( İsıi hlak teorisi ) i l e başlaması, kooperaıist­ lerin isıihlik kooperaıifçiliğine bütün diğer kooperatİf kol­ Iarına hakim bir değer biçmeleri hep aynı düşüncenin tesiri altındadır. Z. F. Fındıkoğlu -

İSTİKLAL HAR Bİ : Büyük Taarruz. Mustafa Kemal Paşa ( Atatürk) Kocatepe'de

İSTİKLAL HARBİ ( 1 9 1 9 - 1 92 2 ) , I . Dünya Harbi ( 1 9 1 4 - 1 9 1 8 ) nden sonra, İ t i laf Devletleri (b. bk. ) nin desteklediği dış ve i ç düşmanların yenilmesiyle sonuçlana­ cak, Türkiye Cumhuriyeti 'nin kurulmasına temel olan ve Milli Mücadele adıyle de anılan harb. Başlangıç tarihi üzerinde s iyaset adamları ve askerler tarafından çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Genel olarak 15 Mayı s 1 9 1 9 ta­ rihi bu harbin başlangıcı kabul edi lir. Sona eriş tarihi ise askeri bakımdan askeri hareketlerin son bulduğu 1 1 Ekim 1 9 2 2 ( Mudanya Mütarekesi , b. bk. ) , siyasi bakı mdan da 24 Temmuz 1923 ( Lausanne Antlaşması, b. bk. ) tür. ı. İetiklal Harbi öncesi : Balkan Harbi ( 1 9 1 2 - 1 9 1 3 ) nden sonra büyük Avrupa devletleri, Osman lı İmparator­ luğu'nun ömrünü ıamamladığına kesin likle hükmeemiş bulu­ nuyorlardı. Bu inançla hareket eden alcı devlet ( İngiltere, Fransa, Rusya, İ talya, Almanya, Avusturya - Macaristan ) , aralarında bir silahlı çatışmaya meydan vermeden , Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşılmasına çalışıyorlardı. Bu devletler, I . Dünya Harbi baş lamadan önce, genel bir anlaşmaya varmışlar, yalnız Boğazlar bölgesi i l e Doğu Trakya üzerinde uyuşamamış lardı. Fakat I . Dünya Harbi'­ nin paclaması üzerine, bu anlaşmanın ortaklaşa uygulanması ihtimali onadan kalkmış oldu. Osman l ı hükumetinin nü­ fuzlu birkaç üyesinin, I . Dünya Harbi 'nin ilk günlerinde (2 Ağustos 1 9 1 4 ) , Almanya ile gizlice anlaşmasından ve Osmanlı filosunun Karadeniz'de ıaarruz hareketlerinde bu-

374

İSTİKLAL HARBl

lunmasından sonra ( 2 9 Ekim 1 9 1 4 ) , Osman lı Devleti, Mer­ kez Devletleri (Almanya ve Avusturya - Macari stan ) i ttifak grupuna katılmış ve İti Jaf Devletleri ( İngi ltere, Fransa, Rusya, İtalya ve öteki müttefikler) ne l l Kasım 1 9 L4'te harb i lin etmişti (bk. DÜNYA HARBİ, 1.) . İti laf Devlet­ leri, I . Dünya Harbi son unda Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşmak üzere harbin devamı sırasında da gizli an laşma­ lar yapmaktan geri kalmamışlardı. Bu anlaşmaların başlıca­ ları, İstanbul ve Boğazları Rusya'ya bırakan İngiliz - Fran­ sız - Rus Antiaşması ( 1 0 Nisan 1 9 1 5 ) , harbe gi rmesine karşılık menfaat sağlamak i steyen İtalya'ya Antalya ve Gü­ ney Anadolu bölgesinde ve Akdeniz kıyı larında uygun bir pay verilmesini kabul eden İngiltere - Fransa - İtalya arasın­ daki Londra Antiaşması (26 Ni san 1 9 1 5 ) , Güney - Doğu Anadolu ile Irak, Suriye ve öteki Arap ülkeleri hakkındaki Sykes - Picot Antiaşması (3 Ocak 1 9 1 6 ) , Fransa ve Rusya'­ nın Sivas - Mersin hattının doğusundaki bölgeyi kend i lerine katmaya hakları olduğunu kabul eden İngi liz - Rus - Fransız Antiaşması ( 2 6 Nisan 1 9 1 6 ) , İzmir ile birlikte Batı Ana­ dolu'nun i lhakını ve bu bölgenin kuzeyinde hemen hemen Marmara'ya kadar uzanan alanda nüfuz bölgesi tesisini İtalya'ya tanıyan Sr. }ean - de - Maurienne Antiaşması ( 2 1 Nisan 1 9 1 7 ) idi. Osmanlı Devleti 'nin b u şekilde paylaşıl­ ması gerçekleştiği takdi rde, ortada Osmanlı ülkesi olarak sadece Kastamonu, Ankara, Eskişehir ve Bursa i linin bir bölümünden ibaret küçük bir yurt parçası kalacaktı. I . Dünya Harbi 'nin ilk yıllarında başarılı olan Merkez Devletleri grupunda, 1 9 1 7 yılından itibaren harb yorgun­ luğu ve barış isteği gizlenemeyecek bir hal almıştı. Bu durum, özellikle Avusturya - Macaristan ile Bulgaristan'da göze çarpmaktaydı. B u sırada Osmanlı İmparatorluğu'nun da durumu iyi değildi. Bulgaristan, m ütareke İmıalayarak harbden ilk çekilen devlet olmuştur ( 29 Eylul 1 9 1 8 ) . 1 867'­ den beri devam eden Avusturya - Macaristan İmparatorluğu tarihe karışacak Avusturya mütareke imzalamıştır (3 Kasım 1 9 1 8 ) . Bu önemli olaylara Alman donanmasında baş gös­ teren ayaklanmalar ve Almanya'da meydana gelen karışık­ l ıklar da eklenince, Alman İmparatorluğu da mütareke yap­ mak mecburiyecini duymuştur. Ancak, İtilif Devletleri'nin kendisiyle görü şmelere girmeyeceklerini açıklamaları üzerine, Alman imparatoru i stifa etmek zorunda kalmış ve yeni kurulan Alman Cumhuriyeti 'nin görevlendirdiği mütareke heyeti Compic�gne'de m ütareke imzalamıştır ( l l Kasım 1 9 1 8 ) . Böylece, askeri harekat bakımından I. Dünya Harbi sona ermiş oluyordu.

Osmanlı İmparatorluğu, yalnız Türk milletinin deste­ ğine dayanan ordusu i le, uzun harb yı lları süresince maddi gücünü çok aşan çeşitli cephelerde ( Çanakkale, Kafkas ve İran, Irak, Filistin ve Suriye, Galiçya, Romanya ) , her zaman sayı ve silahça çok üstün bir durumda olan düşman kuvvetleriyle kahramanca çarpışmış ve özellikle Çanakkale seferinde ve Kutu'! - Amınare'de parlak zaferler kazanmıştı. Fakat Türk milleti ve ordusunca gösterilen bunca fedakar­ lıklara rağmen, son devi rlerinde kozmopolit bir yapının karakteristik zaaflarını taşıyan Osmanlı İmparatorluğu da I . Dünya Harbi'ni kaybetmekten kurtulamamış ve Mondros Mütarekenamesi'ni imzalamak zorunda kalmıştı ( 3 0 Ekim 1 9 1 8 ) . Mondros Mütarekesi, I. Dünya Harbi sonunda imza edilmiş olan öteki mütarekenamelerin tersine, etki ve de­ vamlılık bakımından geçici bir karakterde olmaktan çok uzaktı. Harbi sona erdirmeyi hedef tutan bu mütareke, taşı­ dığı ağır hükümler ve özellikle kötü uygulanma yüzünden

Osmanlı Devleti'nin ve Türk milletinin hayatında acı ve kanlı olaylarla dolu yeni bir dönemin başlangıcı olmuş ve böylece İ. H.'ne yol açan başlıca sebeplerden birini teşkil etmiştir. İ . H. öncesinde yurdun içinde bulunduğu durum, Nutuk'ta, Atatürk'ün şu sözleriyle en can lı ifadesini bul­ maktadır : «Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup Harb - i Umumi 'de mağlub olmuş. Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş. Şeraiti ağı r bir mütarekename imzalan­ mış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb - i Umumi'ye sevk eden ler, kendi hayatları endişesine düşerek, memle­ ketten firar etmişler. Saltanat ve hi lafet mevkiini işgal eden Vahdettin müteriddi ; şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araşurmakta. Damat Ferit Paşa'nın riyasetindeki kabine aciz, haysiyetsiz, cebin ; yalnız padişahın i radesine tabi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebi lecek herhangi bir vaziyete razı. Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta. İti laf Devletleri mütareke ahkamına riayete lüzum gör­ m üyorlar. Birer vesi leyle, İtilaf donanmaları ve askerleri İ stanbul'da. Adana Vilayeti Fransızlar ; Urfa, Maraş ve Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Kon­ ya'da İtalyan kıtaat - ı askeriyesi, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebi zabit ve memurları ve hususi adamları faaliyette. Bundan başka, memleketin her tarafında anasır - ı Hıristiyaniye hafi, celi , husus! emel ve maksatlarının temin - i istihsaline, devletin bir an evvel çökmesine sarf - ı - mesai ediyorlar.» 2. Harbin sebepleri : İ. H. , her şeyden önce bütün tarihi boyunca hür ve bağımsız yaşamış y üksek karakterli bir milletin, Türk milletinin, hangi ad altında olursa ol­ sun, yabancı bir idareyi reddetmesinden doğmuştur. Bu bakımdan İ. H.'nin filizlenmesine Mondros Mütarekesinin büyük rolü olmuştur. Gerçi ağır h ükümler taşımasına rağ­ men Mondros Mütarekesi, harb yorgunu Türk halkı üze­ rinde, başlangıçta, genellikle bir ferahlık yaratmıştı. Mem­ leketin o sırada çok muhtaç olduğu şeyin barış ve asayiş olduğu düşünülüyor, bunların el birliğiyle gerçekleştirile­ bileceği basın tarafından açıklanıyordu. Mağlubiyete rağ­ men, bütün ümiderin yok olmadığı sanı lıyor, Wilson pren siplerinin o günlerde inanı lmakta olan amaçlarının Türk halkına yeniden düzenleome ve toparlanma imkanları vereceği umuluyordu. Fakat bu ferah lık ve ümitler çok kısa bir zamanda ve pek acı bir şeki lde silindi. Azın lık­ lar, memleketin her tarafında aşırı hareketlere koyulmuş­ lardı. Bunlar, bulundukları bölgelerde, gerek çete halinde gerek siJahlandırılmış köylüler olarak, Türk halkına ve köylerine saldırıyorlardı. Wilson prensipleri belgesinin 1 2 . maddesine göre, · «Osmanlı Devletinin Türklerle meskun kısı mlarına dokunulmamak» gerekirken, İtilaf Devletleri bu prensipi ve mütareke hükümlerini çiğneyerek, yer yer işgal hareketlerine girişmiş lerdi. Bu suretle İşgal altına giren bölgelerde, özellikle İstanbu l'da Türklere adeta esir muamelesi yapılıyordu. Bu sırada, Türkler ümitlerini kıs­ men Paris Barış Konferansı (b. bk. ) na bağlamışlardı. Fa­ kat konferanstan yayılan haberler de hayal kırıcıydı. Bu konferansta, İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu"nun paylaşılması konusunda anlaşmaya varamıyor, her biri en büyük payı almak istiyordu. İti laf Devletlerinin bu tutumu karşısında, Osmanlı Devleti, barış adı altında ölüme sürükleniyordu. B u acı gerçek, Türk milletinin şah lanma-

İSTİKLAL HARBl

3 75

durum göstermiş vey! sadece siyasi bir nitelik taşımışıır (bk. TRAKYA - PAŞAEL i MÜDAFAA - İ HUKUK HE­ YET - İ OSMANİYESİ, YİLA Y AT I ŞARKIYE MÜDA­ FAA - İ HUKUK - U MİLLİYE CEM İYETİ ; TRABZON VE HA V AL İSİ ADEM - İ MERKEZiYET CEMİYETİ ; REDDİ İLHAK vb. ) . İ . H.'nin bütün milli varlıkları içine alan topyekun bir mücadele karakterini kazanması, Mus­ tafa Kemal Paşa'nın Samsun' a çıkması i le başlayan ve za­ manla gelişen çabaların bir sonucud ur. -

İSTİKLAL HARBİ :

Mermi taşıyan

köylü kadını

sına ve tarihi rolünü yeniden oynamaya başlamasına sebep olmuştur. İ. H.'nin m i l l i bir mücadele niteliğinde doğarak ge­ lişmesinde Osman lı padişahı ve hükumetin tutum ve dav­ ran ışlarının d a önemli e · kisi olmuştur. Padişah ve hüku­ meti nden, memleketin sürüklenmekte olduğu kork unç akı­ beti önlemek için bir çare bulma ları ümidi kalmamış deni lebilirdi. Buna karşılık, milli sınırlar i çine çekilmiş bulunan Türk ordusu, haksız işgaller önünde İstanbul hükumetini uyarmış ve di renmeye zorlamışsa da, bunda bir başarı elde edememiştir. Gerçi ordunun da durumu parlak değildi. Fakat I . Dünya Harbi'nin maddi ve manevi yor­ gunluğu içinde bulunmalarına rağmen, kumandan lar ve subaylar, yurdun parçalanmakta olduğunu bütün acılığı ile go ruyor ve kurtuluş ça resi araştı rıyorlardı. Mütarekenin karan lık gün leri nde, İstanbul' da, memleketin durumunu dikkatle takip etmekte olan Mustafa Kemal Paşa, kurtuluş yolunu Türk milletinin öz varlığına d ayanarak girişi lecek bir İ. H. 'nde gören lerin başında geliyordu. Mustafa Kemal Paşa'yı bu yola götüren i nanç, harb alan larında geçen ölüm kalım yıl larında, çok yakından tanımak fı rsatını bulduğu mil letine olan sarsı lmaz güveniydi. Tari h boyunca, medeni top lumlar ve devletler kurmuş olan ve köklü bir kültüre sah i p bulunan Türk milleti , istilalar, akınlar ve çeşitli felak etler k a rş ı sında, esirliğe asla katlanmayarak, daha büyük ve daha güçlü devletler halinde yeniden doğmuştur. Bu sebep le, son kurtuluş çaresi olarak, iş, ergeç silaha d ayanacakıı. Bununla heraber, milli kurtuluş azınini tutuş­ tu racak bir kıvılcıma ve mi lletin belirli ve saklı bütün gücünü toplayacak, birleştirecek ve idare edecek bir öndere kesin ihtiyaç vardı. Gerçekten, bu ih tiyacın karşı lanması uzun sürmedi : 1 5 Mayıs 1 9 1 9'da İzmir' e çıkan Yunan lı­ ların, şehre ayak basar basmaz katliama başlamaları ve kutsal varlıklara saldırmaları, Türk m i l letinin şeref ve gurur duyguları üzerinde çıkan bir kıvılcım oldu. Türk halkını derinden etkileyen bu acı olaydan dört gün sonra, Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1 9 1 9'da Samsun 'a çıktı. 3. Harbin ve hazırlıklarının nitelikleri : İ . H. , hazırlık, idare ve oluş bakımlarından normal bir harble ölçülemeyecek kadar değiş i k özelli kler gösterir. En dikkate değer ni teliği askeri, politik, sosyal ve ekonomi k bütün yönlerinin harbin içinde hazırlanmış olmasıdır. a . İ . H. , topyekun bir karaktere yönelmeden önce, kurtuluş yolunda girişilen gayretler, daha çok bölgesel bir

b. İ. H. hem dış d üşmaniara karşı askerlik ve poli­ tika alanlarında sürekli bir harekat, hem de o zamanki saltanat idaresine karşı bir ihtilal niteliği taşımaktadır. Dış düşmanlar, Osman lı İmparatorluğu'nu pay laşmaya uğraşan İti laf Devletleri ile Yunan istan ve Ermenistan idi. Bun la­ rın yanında, padişah ve Damat Ferit Paşa (b. bk. ) hüku­ metleri de ilk andan itibaren, Milli Mücadelenin amansız bir düşmanı kesi lmişlerdi r. İ. H.'ni idare eden ler, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, bu düşmanlığın etkile­ rini ortadan kaldırabilmek için büyük bir çaba harcamak zorunda kalmış lardır. c. İ. H.'ne başlarken, harbin hedefi ve bunu belirli kılan milli hedefler, harbi yöneten lerce kesin olarak açık­ lanmamışıır. Gerçi Atatürk'ün daha İstanbul'dan yola çıkma­ dan önce düşündüğü ve Samsun 'a ayak basar basmaz uygu­ lamaya başladığı «ciddi ve hakiki tek karar» da milli hedef belliydi : «Milletin hakimiyetine dayanan ve hiçbir kayıt ve şart tanımayan müstakil yeni bir Türk devleti kur­ mak». Bu kararı gerçekleştirecek askeri hedef ise, yine Atatürk'ün düşünüşü i le, «Anayurda ve onun isıikialine tecavüz edenler kimler olursa olsun, m i l letçe siJahla müca­ dele etmek ve Misak - ı Mi lli sınırları içinde kalan yurdu kurtarmak» idi. d. İ. H.'nin başlangıcında, askeri, sosyal ve ekono­ mik potansiyel varlık hariç, elde kul lanı lmaya hazır, ger­ çek anlamda bir güç yoktu. Atatürk'ün ifadesiyle, «farkın­ da o lmadan başsız kalmış olan halk zulmet ve müphemiyet içinde. Ordu, ismi var cismi yok bir halde• idi. İ. H. 'nde kendisinden büyük gayret ve fedakirl ık beklenen toplum, Balkan Harbi ve I . Dünya Harbi dolayısıyle, yedi yılı aşan sürekli harb ler içinde yaşamıştı. Bu uzun har b yılları bo­ yunca, teknik yetersizlikler yüzünden askeri harekitın ağır­ lığı her zaman insan gücüne dayanmıştı. Mevcut ulaştırma sisteminin, İtiJaf Devletleri'nin i şgal veya kontrolü altında bulunması, esasen sarsı lmış olan memleket ekonomisinin büsbütün bozulmasına sebep olmuştu. Ticaret durmuştu. Fabrika hüviyetinde tek bi r tesis yoktu. Tarım iptidai bir durumdaydı. Büyük bi t darlık içerisinde olan halkın yaşa­ ma seviyesi pek d üşüktü. Memlekette o zamanı n ölçülerine göre topyekun bir harb ekonomisinin kurulması ve gelişti· rilmesi yolunda, zorlayıcı tedbirlerle ve en iptidai kaynak­ lar bile ihmal edilmeksizin büyük gayret harcanması mecburi idi. Bu durum karşısında Mustafa Kemal Paşa ve arkadaş­ larının çözmeye mecbur bulundukları en önemli mesele, askeri, sosyal ve ekonomik güçlerin potansiyel varlıklarını işleyerek geliştirmek ve memlekette güç birliği meydana getirmekti. Bu a landaki çalışmalar zamanl a başanya ulaş­ mıştır. e. Güç birliğinin sağlanması yolunda harcanan çaba­ lar arasında, sosyal, ekonomik ve politik güçlere hakim olunması ve h arb i daresi bakımından ele alınması gereken ilk unsur, askeri güç olmuştur.

3 76

t sT IKLAL HARBİ terine u laşan İ. H. 'nin sevk ve idaresinde Türklerin uygu­ ladıkları harb doktrini, bütün yurt ölçüsündeki harekat bakımından stratej ik savunma ve stratej ik taarruz olarak iki türde toplanır. Bu doktrinin uygulanmasında Türk ordusu o zamanki hareket siası ölçülerine göre, kendi lehinde önemli bir güç olan saha ve mesafeden çok iyi yararlan­ mıştır. �. 1919 1920 yıllarındaki olaylar : Bu dönem, İ. H.'nin başlama, gelişme ve toparlanma safhasını teşkil eder. ·

İSTİKLAL HARBİ : Kuvayı

Milliye'den bir yiğit

f. Mustafa Kemal Paşa, sosyal gücün geliştirilmesi üzerinde önemle durmuştur ; askeri otoritelerle iş birliği çalışmalarının yanısıra, halka dönük faaliyetleri de beraber yürütmüştür. Bu tutum şartcı. Çünkü İstanbul'daki 600 yıl­ lık siyasi otoritenin yerine kurulacak mekanizma, yalnız askeri güce dayatı lamazdı. Mücadeleyi halka dayanan bir güçle yapmak suretiyle, milli davaya i çeride ve dışarıda meşruluk kazandırılmış ve İstanbul idaresi halkın desteğin­ den yoksun bırakı lmış olacaktı. Nihayet harbin kazanılması için, askeri güç halkın desteğine muhtaçtı. B u sebeple, başlangıçtan itibaren halkla ve idari kademelerle sıkı bir münasebet kurularak korunmuş, milli amacın halka anlatı l­ ması ve benimseti lmesi için, kumandanlar, idaredeki görev­ liler, kurumlar, din adamları, ağalar v. b. her i mkandan yararlanılmıştır. 4. Tarafların güçleri ve harb doktrinleri : Hangi harb şeklinde olursa olsun, harbin idaresi, i mkanları yaratma ve kullanma sanatıd ır. Bu alanda Türkler, çok defa büyük ustalık göstermişlerdir. İ. H. 'nde de milletin gücü çok iyi değerlendirilmiştir. Buna karşı lık, bu güç, özellikle askeri güç, d üşman devletlerce küçümsenmiş, Tür­ kün tarihi, coğrafi, insani ve milli haktan gelen moral gücü ise hiç dikkate alınmamıştır. Karşı taraf, mevcut güç ve potansiyel varlık bakımın· dan büyük bir üstünlüğe sahipti. Fakat karşı tarafı teşkil eden kuvvetler, mevcut güçlerinin bütününü kullanamamış­ lardır ; o günkü şartlara göre, kullanabilmeleri de şüphe­ liydi. Özellikle İti laf Devletleri 'ndeki harb yorgunluğu ve yılgınlığı sebebine dayanan bu hususu, Mustafa Kemal Paşa, doğru olarak değerlendirmişti. Buna karşılık, büyük bir çoğunluk, özellikle yabancı himaye ve manda taraflısı olanlar, mevcut ortamın dış görünüşünün ezici etkisi altın­ da yanılmışlardır. Büyük Yunanistan idealini gerçekleşti rmek i steyen Yunanlıların, Batı Anadolu ve Doğu Trakya'yı istila için uygulamak zorunda oldukları harb doktrini, stratej ik taar­ ruzdu. Bunun tatbikinde, İstanbul hükumeti i le Rum, Er­ meni ve diğer bozguncu unsurların giriştikleri iç cephe hareketlerinden de ya ra r lanı l ması dikkate alınmıştır. Anc a k İ. H.'nin askeri harekat yönünden dönüm noktasını teşki l eden Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, Yunanlılar, stratej ik savunma doktrinini uygulamak zorunda kalmış­ lardır. Başlangıçta, genellikle, Kuvayı Milliye'ye ve sonraları düzenli orduya dayanarak, zamanla topyekun harb karak-

a. Batı Cepheıi : I . Dünya Harbi sonlarında İtilaf Devletleri safında harbe katılmış olan Yunanlı lar, Paris Barış Konferansı'na bir muhtıra vermişler, bunda «etnik ve mitoloj i k bağlara dayanarak, klasik İonia (Büyük Men­ deres ve Gediz vadileri arasında Ege kıyı kesimi ) ve Troia ( Çanakkale bölgesi ) ya kadar uzanan toprak isteklerinde bulunmuşlardı. İ leri sürülen iddiaların tarih, gerçekler ve devletler hukuku karşısında değeri çok zayıftı. Bununla beraber, Yunan lılar gerçeğe uymayan ve fakat konferans üyelerinin dini duygularını ve insanlık anlayışlarını kötüye kullanma bakımından örnek olabilecek bu muhtıra i le, na­ sıl olsa payiaşılacak Osmanlı İmparatorluğu topraklarından mümkün olduğu kadar büyük bir pay koparmak istemiş­ lerdi. Pari s Konferansı'nın en üst seviyedeki organı olan Yüksek Konsey'in � Mayıs 1 9 1 9 günkü toplantısında, İn· giltere başbakanı Llyod George şu görüşü i leri sürmüştü : «İtalya'nın doğudaki hareketleri endişe uyandıracak mahi· yettedir. İtalya, 1 9 1 5 'te Trablusga rb'a yaptığı baskını çok iyi bir şekilde hazırlamanın yolunu bulmuştu. Korkarım ki, buna benzer bir baskın şimdi de Anadolu'ya karşı hazırla­ nıyor. İtalyanların Anadolu'yu istila ettiklerini her an haber alabiliriz. İş olup bittikten sonra, İtalyanları Anadolu'dan çıkarmak güç olur. Şu anda işi yoluna koymaya imkan vardır : Yunanistan'ın İzmir' e iki üç tümen asker çıkarma­ sına izin veri lmelidir.» Görünüşte İ talyan fobisine dayanan, fakat gerçekte Yunanlı ları tatm i n etmeyi hedef tutan bu görüşe, Yüksek Konsey'in diğer iki üyesi, Fransa başbakanı Clemenceau ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wil­ son'un da katıl maları üzerine, Yunanistan başbakanı Yeni­ zelos çağrılmış ve «en kısa zamanda İzmir'in işgali» ken­ di sinden istenmiştir. Yüksek Konsey'in bu işgal isteğini «İzmir'in Yunanistan' a i lhakı işinin, Barış Konferansı'nı idare edenlerin vicdanlarından doğan kararın bir sonucu olduğu» şeklinde yorumlayan Venizelos'un bu pek genel ve belirsiz kararı büyük ölçüde isti smar edeceğine hiç şüphe yoktu. Nitekim öyle de olmuştur : İzmir' e bir çıkarma ile baş layacak askeri harekatta Yunan ordusunun görevinin «Küçük Asya'da asayişi temin etmek ve işgali Küçük Asya derinliklerine kadar genişletmek» olduğu, Yunan genel kur­ mayının direkrifinde beli rti l iyordu. Bununla beraber, Yük­ sek Konsey'in kararı Yunanlılarca ne biçimde yorumlanırsa yorumlansın, durumun ergeç bi r Türk - Yunan harbine va­ racağı muhakkakıı. Çünkü Türkler, tarihi münasebetlerinin kazandırdığı tecrübe ile Yunanlıların büyük amaç larını çok iyi biliyorlardı. Yunan başbakanı Venizelos, özellikle İngil­ tere'nin desteğinden yararlanarak, Türklere karşı kesin bir kuvvet üstünlüğü sağlayabi leceğini umuyordu. Bu inanç, görünüşte yanlış sayı lmazdı. Çünkü I . Dünya Harbi 'ne geç katılması ve harbin sonuna kadar Makedonya cephesinde görev alarak İti laf ordusundan geniş ölçüde yararlanması dolayısıyle, Yunan ordusunun yükü hafif kalmış ve yıpran­ ma payı nisbeten az olmuştu. O sırada Yunan kara kuvvet·

İSTİKLAL

HARBİ

K

1

Ka ltak l ı

Ö l çek :

',

\ � 1 1 1 1 1 1 1

l/400.Ôoo

m.

Manga! D. ' \

'

' ' \ ı 1 1 ı 1

1

BATI Cl!:BHESİ : SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ Tii r l• \'C Y u n a n k uvvetleri n i n 1 2 EylUl 1921 d urumu

İSTİKLA,L HARBİ

0 Aitınta$

Ölçek : ı , 900.000

1

at ı

m.

BATI Ct;ımF;St Ccblll'�i J{nnı u t ıı n h ıb n ı n Rü ·ül< Taarruz

1fı n ı

tsTlKLAL HARB1 leri , sefer durumunda hazır bulunan ı ' piyade tümeninden ibaretti. Deniz kuvvetleri I . Dünya Harbi"nde az yıpranmış olup Türk sularına tam bir üstünlük kurabi lecek haldeydi. Hava kuvvetleri, başlangıçta, Türk hava kuvvetlerine karşı kıyaslanamayacak bir üstünlüğe sahipti. Buna karşılık Türk silihlı kuvvetleri, uzun harb yıl larınının etkisiyle çok zayıf bir durumda bulunuyordu. Kağıt üzerinde 20 piyade tüme­ ninden kurulu görünen kara kuv vetlerinin gücü, Mondros Mütarekesi yüzünden daha da düşmüştü. Memleketin içinde bulunduğu hal sebebiyle, bu kuvvetler başlangıçta çok cep­ lıeli bi r harbe zorlanmak durumunda idi. İti lif Devletle­ ri'nce mütareke hükümlerine dayanılarak İstanbul" da enterne edilmiş olan Türk donanmasından yararlanmak mümkün deği ldi. Esasen sayısı pek az olan uçaklar uçma niteliğini kaybetmiş olduklarından görev yapabilecek bir hava kuvveti yoktu. Yunanlıların İzmir'e çıkarma yapmalarından bir gün önce ( 1 4 Mayıs 1 9 1 9 ) , bölgedeki İtilif donanma komutanın verdiği bir nota üzerine, İzmir i stihkamlarını ve diğer savun­ ma tertiplerini içine alan arazi kesimi, İtilaf Devletleri'ne bağlı müfrezelerce işgal edildi. İtilif donanma komuıanının, aynı gün gece yarısı verdiği ikinci bir nota ile «İzmir" i n 1 5 Mayıs 1 9 1 9 sabahı Yunan birlikleri tarafından işgal edile­ ceği, üzücü olayların çıkmaması için mukavemet gösıeril­ memesi» yolundaki isteğine, hükumetten talimat alamayan İzmi r'deki 1 7. Kolordu kumandanı boyun eğdi . Kolordu kumandanı bu ıuıumu ile İzmir'in akıbeti için, istemeyerek de olsa, elverişli bir ortam hazırlamış oluyor ve gerek Türk birliklerinin gerek İzmir halkının kaderini Yunan işgal kuvvetleri komutanın emir ve isteklerine bırakıyordu. I . Yu­ nan Tümeni İtilif donanınası himayesinde 15 Mayıs 1 9 1 9 sabahı İzmir"e çıkmaya başladı. Yerli Rumlar tarafından taşkın gösterilerle karşılanan Yunan birlikleri, çevresi Rum­ lada sarı lı bir yürüyüş kolu halinde, Konak Meydanı isti­ kametinde ilerlemekteyken, bir tabanca sesi üzerine Yunan askerleri kışlaya karşı mevzilenerek binanın kapı ve pence­ relerini ateş altına aldılar. Bu sırada yerli Rumlar da civardaki Türklere saldırarak öldürmeye ve soyguncu luğa koyuldu lar. Kışlaya giren Yunanlı lar, 1 7 . Kolordu kuman­ danı da dahi l olmak üzere, Türk subay larını hakaredere boğdular ve bir esir kafilesi halinde rıhtım boyunca yürü­ terek bir geminin ambarına hapsettiler. Bu alçakça davra­ nışlar sırasında asker veyi sivil Yunanlı ve Rumların, hatta Rum kadınlarının, ateş, süngü ve dipçik darbeleri altında 9 subay şehit olmuş, 21 subay yaralanmış ve 27 subayın akıbeti meçhul kalmıştır. İzmir'in işgali, böy lece, insanlığın nefretle karşı ladığı saldırı ve cinayetler dizisiyle başlamış bulunuyordu. İşgalin ilk 48 saati i çinde, İzmir ve dolaylarında öldürülen Türk­ lerin sayısı 2 OOO"in üzerindeydi. İzmir" i mukavemetsiz ele geçiren Yunanlılar, kanlı olaylar sonucunda ilk olarak Urla, Çeşme, Torbalı ve Menemen" i işgal ettiler. 1 9 1 9 Mayısının ikinci yarısında ve takip eden aylar içinde, Yunan komu­ tanlığı, bazen bölgedeki Türkleri çetelere karşı korumak, çok defa Rumların katliama uğramasını önlemek gibi baha­ nelerle, Batı Anadolu'yu istila hareketine kısa aralada de­ vam etmiş, kuvvetlerini dört harekat mihverinde ( B üyük Menderes, Küçük Menderes, Ged i z ve Bakırçay vadileri ) ilerietmiş ve 1 9 1 9 yılı sonuna kadar .Ayvalık - Bergama ­ Man! sa - Turgutlu - Ödemiş - .Aydın hattını ele geçirmiştir. Bu sırada Yüksek Konsey, Yunan saldırısının sebep olduğu tepkileri önlemek amacıyle, Türkiye'deki İtilaf Kuv-

377

vetleri Başkomutanı General Milne"i, Türk - Yunan kuvvet­ leri arasında, tarafların işgal etmemesi gereken bir bölgenin tesbitiyle görevlendirmişti. Generalin teklifiyle Yunanlıların bulunduğu hattın taraflar arasında sınır teşkil etmesi Yüksek Konsey'ce uygun görülerek iki tarafa bildirilmiştir. Milne Hattı olarak adland ırı lan bu bölgenin tesbitiyle Yunan ileri hareketi sınırlanm ış oluyordu. Bundan sonra 1 9 1 9 yılının bitimine kadar olan sürede ve 1920 yılının ilk yarısında, yer yer ve küçük ölçüde çatışmalar devam etmekle beraber, nispi bir duraklama safhası meydana gelm iştir. b. MuJta/a Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçi[i ve Milli Mikadele'de ge/i[meler : I I . Meş rutiyet (b. bk. ) hareketinin birkaç yıl öncesinden, I. Dünya Harbi sonuna kadar bütün önemli siyasi ve askeri olayların içinde bulunmuş olan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul "da, Türk mil leti nin kurtuluşu yolundaki tasarılarını gerçekleş ti rmenin mümkün olmadığını biliyor, uygun bir zaman ve fırsatta Anadolu'ya geçmek ve Türk milletini yurt savun masına çağırmak kararını vermiş bulunuyordu. Bu sebeple, harbiye nazırı, kendisine «Samsun havalisinde, Türklerin Rum köylerine tecavüz edip etme­ diklerini soruşturmak ve .Anadolu'dak_i birtakım milli !eşek­ külleri ortadan kaldırmak» görevini teklif edince derhal kabul etti. Böy lece, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği'ne tayin edilen ( 30 Nisan 1 9 1 9 ) Mustafa Kemal Paşa'nın yetkileri­ ni düzenleyen talimatın, kendi maksat ve düşüncesine uygun olarak hazırlan ması, özellikle i l k aylar içinde pek önem­ liydi. Erkan - ı Harbiye - i Umumiye İkinci Reisi Diyarba­ kır lı Kazım Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın arzu ve telkini ile 6 Mayıs 1 9 1 9 tarihini taşıyan ve inkı lap tari himizde büyük bir yeri olan özel görev yönetmeliğini hazırlamış ve harbiye nazırına kabul ettirmişti . .Aynı gün Yükeli Mecli­ si'nce bu yönetmeliğe göre, Musta fa Kemal Paşa, yalnız aske­ ri yönden değil, müfettişlik bölgesindeki iller ile komşu ilieri de içine alacak şekilde, sivi l id are bakımından da önemli yetkilerle donatı lmış bulunuyordu. B unun üzerine Mustafa Kemal Paşa «Bandı rma» vapuru ile 16 Mayıs 1 9 1 9'da İstan­ bul'dan hareketle 19 Mayıs 1 9 1 9'da Samsun'a çıktı. Ken­ disinin ilk işi, dört gün önce meydana gelen İzmir işgali­ nin o günlerde memleket ölçüsünde yapmış olduğu tep­ kileri değerlendirmek olmuştur. Birkaç gün sonra da, Havza'da Milli Mücadele için «Hazır ol» direktifini veri­ yordu. Bu arada bağımsız bir devlet olarak «var veya yok olmak» gibi kesin bir dönüm noktasına gelmiş olan Türk m i lletine, kurtuluş yolunun, milli mücadele ruh ve azmi olduğunu belirtiyordu. Bununla beraber, Mustafa Kemal Paşa milli harekete ışık tutarak hız kazandı ran ilk önemli adımı «.Amasya Kararla rı» ile atmıştır ( 2 2 Haziran 1 9 1 9 ) . Bu belge, «Vaıanın tarnarniyeti ve milletin i sıikiali tehlike­ dedir. Hükumet - i Merkeziye İti laf Devletlerinin tesi r ve murakabesi altında bulunduğundan, deruhte ettiği mesuli­ yetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi ma­ dum ıanıttı rıyor. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin hal ve vaziyetini derpiş etmek ve seda - i hukukunu cihana işittirmek için, her tür­ lü tesi r ve murakabeden azılde bir Heyet - i Milliyen in vü­ cudu elzemdir . . . » sözleriyle başlamakla ve Sivas'ta toplan­ ması gerekli görülen milli kongrede bütün i l lerin temsil edilmesi , milli teşkilatın devamı gibi esaslarını içine al­ maktadır. Siyasi yönden milli i radenin di le geti rildiği ilk resmi belge olan .Amasya Kararları'nın en büyük önemi, milleti toplayıcı ve milli birliği kurucu bir nitelik ıaşıma­ sıdır. Bu kararların uygulanmasından doğacak sonuçlar dik·

3 78

İSTİ KLAL HARB 1

ka te alınırsa, o günden itibaren Anadolu' da planlı bir kur­ tuluş hareketinin baş lamış olduğu kabul edilir. 2 3 Temmuz 1 9 1 9'da toplanan Erzu rum Kongresi'nde başkan l ığa seçi lmiş olan Mustafa Kemal Paşa, yaptığı açış konuşmasında, «Mukadderatına hakim bir milli iradenin, ancak, Anadolu'dan çı kabileceğini ; . milli i radeye dayanan bir milli meclis kuru lmasını ve kuvvetini milli iradeden alacak bir büklımetin teşkilini» ilk hedef olarak göstermiş­ tir. Sivas Kongresi, İstanbul hükumetinin bütün engelle­ me çabalarına ve Mustafa Kemal Paşa'ya karşı hazırladığı suikast tertiplerine rağmen, belirli süre içinde yapıldı. 4 Eylul 1 9 1 9'da başlayan ve Mustafa Kemal Paşa'yı yine başkan olarak seçen bu kongrede, Milli Mücadele fikri, sadece bir d üşünce olmaktan çıkarılarak gücünü milli i ra­ deden alan İ. H.' nin dile geti ri lmesi niteliğini kazanmış ; «Mondros Müıarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1 9 1 8 'deki sınırlarırnız i çinde kalan yurt topraklarının, birb i rinden asla ayrılık kabul etmez, bir bütün olduğu ve teşki Jaıın i daresi için, Heyet - i Temsiliye seçilmesi» gibi dikkate de­ ğer kararlar veri lmiştir. Özellikle iç politikada büyük etki yaratan bu kongreden kısa bir süre sonra, Damat Ferit Pa­ şa i stifa etmek zorunda kalmış (2 Ekim 1 9 1 9 ) ve araların­ da Mi lli Mücadele taraflısı bazı yurtsever kişilerin de bu­ lunduğu yeni h ükumet Ali Rıza Paşa ( b. bk. ) başkanlığın­ da kurulmuştur. İstanbul h ükumeti ile Anadolu arasında süregelen anlaşmazlığa bir son vermek maksadiyle her iki taraf bir görüşme yapı lması hu susunda anlaşmıştır. İstanbul hüku­ meti, Bahriye Nazırı Salih Paşa (b. bk. ) yı Heyet - i Tem­ siliye başkanı Mustafa Kemal Paşa ile görüşmekle görev­ lendirmiş ve Amasya'ya göndermiştir. İstanbul hükumetinin bu tutumu, milli bir teşekkü l olan Heyet - i Tem si liye'yi resmen tanımak anlamını taşıması bakırnından dikkate de­ ğer. Amasya görüşmeleri ( 2 0 - 2 2 Ekim 1 9 1 9 ) sırasında Mustafa Kemal Paşa'nın Sivas Kongresi'nde tesbit edilmiş olan esaslara dayanan tekliflerini Salih Paşa, İstanbul hü­ kumeti tarafından uygun görülrnek şartiyle şahsen kabul etmiştir. Ali Rıza Paşa hükumetinin kendi faaliyetlerini milli i radeye dayama prensip ve kararı, genel seçimlerin yapılmasını ve padişahın emriyle 21 Aralık 1 9 1 8 'den beri kapalı bulunan Osman lı Mecli s - i Mebusanının toplan­ masını sağladı. Mustafa Kemal Paşa, Meclis'e Anadolu'dan katılacak mil letveki l lerinin tutumlarını bir esasa bağlamak maksadiyle bütün kolordu kumandan larını ve Heyet - i Temsiliye üyelerini Sivas'ta topladı ( 1 6 Kasım 1 9 1 9 ) . Bu toplantıda görüşü len meseleler arasında Sivas'ın uzaklığı ve ulaştırma imkanları n ı n yetersizliği sebebiyle Heyet - i Temsi liye'nin Ankara'ya nakli kararlaştırıldı. Mustafa Ke­ mal Paşa ve arkadaşları, 27 Aralık 1 9 1 9 günü Ankara'ya geldiler ve törenle karşı landılar. Kısa bir süre sonra İstanbul'da toplanan Ayan ve Mebu san mecli sleri n i n ( 1 2 Ocak 1920) ele aldığı i l k i ş, memleketin siyasi bütünlü­ gunu tayin ve garanti eden Misak - ı Milli olmuştur. Mec­ lisin kabul ettıgı M i sak - ı Milli i le ( 2 8 Ocak 1 920 ) , Türk milli vicdanının, bütün düşman iara karşı ayak­ landığı i ian edilmiş oluyordu. Bu tutum İtiiaf Dev­ letlerini kızdırmıştı. Bunlar, kendi çıkarlarını sağlarnlaş­ tıran barış isıeklerini zorla kabul eııi rebi lrnek için, şiddet ve baskı kullanmaya karar verdi ler. Ali Rıza Paşa istifa zorunda kaldı (3 Mart 1 92 0 ) ve yerine Silih Paşa getirildi ( 8 Mart 1920 ) . Fakat İtiiaf Devletlerin in şiddet gösterisi

devam ediyordu. Niteki m 1 5 0 Türk aydınım tutukladılar ( 1 5 Mart 1 920 ) ve İstanbul'u resmen isgal ettiler ( 1 6 Mart 1 920 ) . Aslında, İstanbul, İti laf Devletleri tarafından çoktan işgal edilmişti ( 1 3 Kasım 1 9 1 8 ) . Onların şimdiki davranışları, yeni bir gözdağı vermek su retiyle Türk mille· tini sindirrnek i steğinden ileri geliyordu. Bu olaylar karşı­ sında Silih Paşa da istifa zorunda kalmış (2 Nisan 1920) ve yerine tekrar Damat Ferit getirilmiştir. İlk iş olarak, Mebusan Meclisini dağıtan ( l l Nisan 1920) Damat Ferit, İtilaf Devletlerine dayanmak suretiyle Milli Mücadeleyi yok etmek için elinden gelen her çareye baş vu rmaya yen i ­ d e n başlamıştır. İstanbul'da top lanacak Mil let Meclisinin her an dağı­ tılına teh likesi içinde bulunacağını tahmin ettiği için, du· rum Mustafa Kemal Paşa'yı baskına uğratmadı ; aksine, Ankara' da toplamayı tasarladığı, milletin alın yazısına el koyacak bir milli mecl isin açı lması hazırlıklarını hızlan­ dırdı. Milletin yeniden seçtiği temsilci ler ve İstanbul'dan Anadolu'ya kaçabilen mil letvekillerinden kurulmuş olan Türkiye B üyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1 920 günü An­ kara'da açıldı. Mustafa Kemal Paşa, meclise verdiği bir takrirde «Mecliste toplanan milli i radeyi, varanı n mukad­ deratina el koymuş tanımanın esas olduğunu ; memlekette, Türkiye B üyük Millet Meclisi'nin üstünde hiçbir kuvvet tanınmayacağını ; bu meclisin, yaşama ve y ürütme yetkilerini kendinde topladığın ı ; Meclisçe seçilecek bir heyetin hüku­ met işlerini yürüteceği ni ; Meclis başkanının bu heyetin de başkanı olacağını» belirtiyordu ( 24 Nisan 1 920 ) . Meclisçe olduğu gibi kabul edilen bu takrirden sonra geçici bir hü­ kumet kuruldu ( 2 5 Nisan 1 9 2 0 ) . 2 Mayıs 1 920'de de se­ çilen normal hükumet çalışmalarına başlıyordu. İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devletine kabul ettiemek istedikleri ağır barış şartları, Paris'e gitmiş olan Ayan Mec­ lisi başkanı Tevfik Pa şa tarafından, «Müstaki l bir devlet manası ve şumulü ile telifinin mümkün olmadığı» gerek­ çesiyle müzakere edi l medi ( 1 1 Mayıs 1920 ) . Artık Padişah Vahdettin ve h ükumeti, İti laf Devletlerince yapılan barış tekliflerinin kabulü sorumluluğunu üzerlerine alarnıyorlardı. Osman lı Mebusan Meclisi de dağıtılmış olduğu için bir Saltanat Şiirası toplanmasına karar verildi. Şurada yapı lan oylamada, üyelerden yalnız eski Bahriye Nazırı Rıza Paşa hariç, barış şartları kabul edi ldi ve Pari s'e gönderi len he­ yet, 10 Ağustos 1 920'de Sevres Antiaşması 'nı irnzaladı. Türk milletinin ölüme mahkum edilme kararı demek olan Sevres Antiaşması 'nı imzalayanlarla Saltanat Şii rasında olumlu oy kullananlar, Türkiye Büyük Millet Mecli since vatan hiini i lin edildiler ( 1 9 Ağustos 1 920 ) . c . İ ç Cephe : İstiklil mücadelesinde karşıtaşı lacak güç­ lüklerio yenilmesinde en önemli faktör, milli birliğin ku­ rulmuş olması, başka bir deyimle, i ç cephenin sağlamlık derecesidir. Bu rneselenin büyük değerini kavramış bulunan Mi lli Mücadele düşmanları, i ç cepheyi sarsarak «kaleyi içinden düşürmek» taktiğine özel bir önem vermi şlerdir. İ. H.'nde düşmanların bu taktiği Pontus ve ·E rmeni çeteleri­ nin faaliyetleri, iç ayaklanrnalar, kuva - i inzibatiye ve menfi propagandalar şeklinde ortaya çıkmış ve bunların içinde, kardeşi kardeşe düşürmek bakTmından, en teh likeli rolü iç ayaklanmalar oynamıştır. Türk milli hareketini bozmak ve milli davaya olan inancı sarsmak için gerek İtilaf Devlet­ lerinin gerek pidişah ve Damat Ferit h ükumetlerinin ter­ tipleriyle 1 9 1 9 yılının ikinci yarısından sonra Anadolu'da yer yer ortaya çıkan ve çoğunun dayanağı gericilik ve

İSTI KLAL HARBİ ş a hs t çıkarlar o l a n iç ayaklanmaların ba şlıcaları, kronoloj i k sırayla şunlardır : Birinci Bozkı r Ayaklanması ( 2 7 Eylul 4 Ekim 1 9 1 9 ) , I. Anzavıır Ayaklanması ( 1 Ekim - 2 5 Ka­ sım 1 9 1 9 ) , Il. Bozkır Ayaklanması (20 Ekim - 4 Kasım 1 9 1 9 ) ; Hart Olayı (26 Ekim - 24 Aralık 1 9 1 9 ) ; Il. Anza­ vur Ayaklanması ( 16 Şubat - 16 Nisan 1 920) ; I . Düzce Ayaklanması ( 1 3 Nisan - 31 Mayıs 1920) ; Zile Ayak lan­ ması (Mayıs - 2 1 Haziran 1920) ; I. Yozgat Ayaklanması ( ı � Mayı s - 2 7 Ağustos 1 920) ; Il. Düzce Ayak lanması ( 8 Ağustos - 2 3 Eylul 1920) ; I I . Yozgat Ayaklanması ( 5 Eylul30 Aralık 1 920) ; Konya Ayaklanması ( 1 2 Ekim - 1 5 Kasım 1920) ; Demirci Mehmet Efe Ayaklanması ( l l Aralık - 30 Aralık 1 92 0 ) ; Çerkez Ethem Ayaklanması ( 2 7 Aralık - 2 3 Ocak 1920 ) . B u olaylar, milli birliği sarsıcı, mil letin var olmak azirn ve i radesini yıkıcı ve nihayet Milli Mücadelenin ba­ şarılrnasını şüpheye düş ürücü etkileriyle İ. H. 'nin türlü güçlükleri i çerisinde, askeri, sosyal ve ekonomik yön lerden çok büyük zarar iara sebep olmuşlardır. Bu bakırndan gele­ cek için üzerlerinde di kkatle duru lmaya değer ve uyarıcı bi rer ders teşki l ederler. d. Doğu Cepheıi : I . Dünya Harbi sonunda, Doğu Anadolu'nun bütünlüğünü tehdit eden baş lıca rneseleler, Pontus, Kürdi stan ve E rmenistan devletleri kurulması teşebbüsleriydi . Pontus meselesinin yarattığı buhranlı durumu kontrol altına alabilrnek için bir tümen ( 3 . Kafkas) Trab­ zon dolayiarına kaydırılrnıştı. İngi lizlerin desteği ve İstan­ bul hükumetinin kışkınınaları ile bağımsız bir Kürdistan devleti kurulması perdesi altında Doğu ve Güney - doğu Anadolu'da ayaklanmalar tertipleniyordu. Fakat bu bölge­ lerde Kürt ve E rmeni iddiaları çatışma halindeydi. Bu sebeple, bir E rmeni istilasının getireceği felaketleri düşü­ nen Kürt i leri gelenleri ve aşiret ağaları Türk - Kürt bir­ liğine sarı lmışlar ve 1 5 . Kolordunun safları içinde Errne­ ni lere karşı can la başla çarpışrnışlardır. Doğu Cephesindeki tehlikelerin en önemlisi, Ermenistan rneselesiydi. I . Dünya Harbi 'nde, İtilaf orduları safla rında Türk ordusuna karşı harb etmiş ve kan dökrnüş oldukları i leri süren Errneniler, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasından faydalanmak ve Büyük Ermenistan' ı kurmak hayaliyle Paris Barış Konfe­ ransında resmen sahneye çıktı lar. Bu konferansta Ermeni temsilcileri, Kafkasya'da Rus orduları içinde, mevcutları 100 OOO'i aşan, pek çok E rmeni askerinin harb ettiğini, Rusya'da Bolşevikliğin ilanından son ra da, Ermenilerin yalnız başlarına Türklerle çarpışarak kendi lerini savunduk­ larını ; Güney Anadolu'da Kilikya (Adana bölgesi ) ve Maraş sancağı ile birlikte, Doğu Anadolu'da altı i lin ( Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbak•r ve Trabzon) Türk boyunduruğundan kurtarılarak himaye altına alınacak bağımsız bir E rmeni stan kurulması yolundaki isteklerini i leri sürmüşlerdir. Bu iddialar, Kafkasya'dan Akdeniz'e kadar uzanan ve Anadolu'nun yarısı kadar bir yer tutan Büyük Ermenistan fikrinin gerçekleşmesini hedef tutuyordu. İti laf Devletleri Ermeni i steklerini genellikle destekliyorlardı. Ancak, Yüksek Konsey konu üzerinde tam bir anlaşmaya vararnarnış ve rneselenin çözümünü Amerika Birleşik Dev­ letleri Başkanı Wilson 'a bırakmıştı. Wi lson Ermenilere, İngiliz görüşüne kıyasla biraz daha geniş bir bölge veril­ mesi kararındaydı. Fakat Eylul - Ekim 1 9 1 9 aylarında doğu i llerini i nceleyen bir Arnerikan heyetinin ( General Har­ bord Heyeti ) Türk haklarını belirten raporu üzerine, Ame­ rika Birleşik Devletleri Senatosu, Başkan Wilson'un tekli­ fini reddetrniştir. Bk. HARBORD.

3 79

Doğu Anadolu'da kesin bi r çoğunluk teşkil eden Türk halkı, bir Ermeni hakimiyetinin ne anlam taşıdığını çok acı tecrübelerle kavra mış bulunuyordu. Bu sebep le, bu yurtsever insanlar bir Ermeni tehlikesi karşısında canla başla direnmekten başka bir çare olmadığına inanmışlardı. Bölge, maddi yönden b ü y ü k yoksulluklar içindeydi. Fakat bölgede terhis yüzünden kısmen düşük mevcudu olmakla beraber, çetin savaşlarda olgun laşmış ve gözüpek ordu bi r­ likleri vardı . Bu biriikiere karşı çevrede büyük bir güven besleniyor, halkın ve ordunun kalbi aynı yurtsever d uy­ gularla çarpıyordu. Erzurum aydınları, Erzururn'u bir milli mücadele merkezi haline getirrnişlerdi . Baş langıçta çalış­ malar pek verim l i olmamışsa da, Kazım Karabekir Paşa'nın, 1 5 . Kolordu kumandanı olarak tekrar Erzururn'a gelişi ( 3 Mayıs 1 9 1 9 ) nden sonra, bölgedeki teşki lat genişiemek imka­ nını bulmuştu. Türk ordusu birliklerinin Mondros Müta­ rekesi gereğince 1 9 1 4 sınırları gerisine çeki lrnek zorunda kalmaları üzerine ( Şubat 1 9 1 9 ) , sınıra komşu yerlerdeki Türk ve İslam halk, Türk kuvvetlerinin de yardımıyle hemen teşkiladanmışlar ve Milli Şura hükumetleri kur­ rnuşlardı. Fakat askerden boşaltılan coprakları Ermeniler işgal ederek Türk halkına karşı saldı rıya girişti ler. Milli Şuralar, rnilis kuvvetleri vasırasıyle E rıneni lere karşı koy­ maya çalışmışlar ve bir buçuk yıl süre ile carpışmışlardtr. Bu muharebeler, Milli Şuranın Ermeni lere karşı bir milli mücadele hareketi olduğu kadar, aynı zamanda, Doğu Cephesini örterek koruyan ve böylece Türk kuvvetlerine eksiklerini gidermek için oldukça uzun bir süre kazandıran bir çeşit oyalama muharebeleri niteliğini de taşımıştır. O sıralarda 1 5 . Kolo rdunun sorumluluk alanını Van, Erzu­ rum ve Trabzon i l ieri ile bunların kısmen batıya doğru derin likleri teşkil ediyordu. Kazım Karabekir Paşa ku­ mandasında ohn bu kolordunun kuru luşunda dört tümen ( 3 , 9, 1 ı. Kafkas tümenleri ve 12. Tümen ) ve kolordu bağlı birlikleri vardı. Bu kolordunun birlik kumandan ve subayları ile erleri, 1 9 1 8 başlarındaki i leri harekat sırasın­ da, doğu i llerinden kaçan Ermeni kuvvetlerinin i şledikleri barbarca cinayetleri görmüş, hemen hemen her yerde rast­ ladıkları çocuk, yaşlı ve kadın şehit cesetlerini toplaya cop­ laya yürürnüş ve savunma yeteneğinden yoksun insanları öldürmekten zevk duyan Ermeni çetelerini perişan ederek vatandaşlarının öcünü almış bi r ordunun askerleriydi. Bu sebeple, kolordu birliklerinin morali çok üstün derecedeydi. Buna karşılık, 1 5 . Kolordunun en zayıf tarafı Joj istik du­ rumu idi. B u sırada, İngilizlerin bir yandan bölgedeki ve Ermenistan' daki Ermenileri si lahland ı rırken, öte yandan Türk birliklerinin silah ve cephaneleri ni ellerinden almaya çalışmaları Türk halkı arasında büyük kızgınlık ve tepki yaratıyordu. Bununla beraber, kolordu kumandanının hasi­ reeli tutumu sonucunda, birliklerin si lah ve cephanesinin elden çıkarı lmaması başarılmıştır. Sınır bölgesinde E rmeni askeri kuvveti olarak, üç piyade tümeniyle bir süvarİ tugayı ve kolordu topçusundan kurulu 7. Kolordu bulunuyordu. I. Dünya Harbi sonunda, Türk ordusuna sürekli şekilde yeni terek parçalanmış olan E rmeni ordusuna mensup bu kolordu, İngili zlerin fiili yardımlarıyle yeniden düzenlen­ mekteydi. 1 9 1 9 yı lında, Doğu Cephesinde Türk birlikleri ile Ermenistan Cumhuriyeti birlik leri arasında bir harekat olmamıştır. Buna karşı lık, sınıra komşu bölgelerdeki Türk ve İslam halk Ermeni birliklerinin vahşi saldırılan iarına uğramış tır. Erzurum Kongresi sırasında, Mustafa Kemal Paşa

3 80

İSTİKLAL HARBİ

Türk Milli Hareketi 'nin geli şmesiyle doğuda Bolşeviklede iş birliği sağlanabileceğini, İti laf Devletleri 'nin, özellikle İngi lizlerin, batı lılar bakımından daha büyük bir tehlike sayılacak böyle bir i ş birliğinin meyd ana gelmesini önle­ mek için .Azerbaycan, Gü rcistan ve E rmenistan'dan ibaret bir Kafkas bloku teşki l etmeyi ve böylece, memleketimizi çepeçevre bir tehdit altında bulundurmayı düşündüklerin i anlamıştı. Bu sebeple, doğuda gecikmeden yapılacak sırate­ i ik bir ıaarruz hareketi ile Bolşeviklede doğrudan doğruya bağlantı sağlanmasının faydaları üzerinde du ruyordu. O günkü şartlara göre, Bolşeviklerle böyle bir mün asebetin kurulması her iki taraf yönünden de yararlı idi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu ile tarihi birçok harb ve siyasi çatışmalar geçirmiş olan Rusya, aralarındaki münasebet­ lerin çok defa menfi bir nitelik ta şı masına rağmen, Türklerin Boğazlar bölgesini İngi lizlere kaprırmasını hiç­ bir zaman arzu etmezdi . Bu sebeple, Rusya, Osmanlı Hükumeti'nin isteyeceği yardımları, çıkarları ve imkan­ ları ölçüsünde karşı lamaktan geri kalamazdı . .Ayrıca 1 9 1 7'de Rusya'da meydana gelen Bolşevik harekerinin komünist karakter taşıması, İti laf Devletleri 'nin Rus­ lada olan bağlarını koparmış ve I . Dünya Harbi 'ndeki dosr İuğun yerini yeni bir rej im düşmanlığı almıştı. Osmanlı Devleti'nin başında bulunan padi şah ve hükumeti, Rusya ile İtilaf Devl etleri arasındaki bu d urumdan faydalanmayı hiç düşünmemişlerdir. İsrik!Uini temel prensip sayan ve milli haklarına el uzatı l ınca onu korumak yolunda silaha sarılmasını bilen bir millet için silahların yanısıra, siyasi alanda da eldeki bütün i mkan lardan yararlanmak çok yerin­ de bir davranıştır. Bu sebeple, Mustafa Kemal Paşa, Rus­ ya'nın, kendi rej im mücadelesi ve Boğazlada Anadolu'nun geleceği hakkındaki endişe ve menfaatleri bakımından, Ana­ dolu'da gelişmekte olan milli mukavemet hareketini her çareye baş vu rarak desteklemek zorunda olduğunu, bütün yönleriyle değerlendiriyordu. Bu konuda en önem verdiği nokta, Milli Mücadele'yi başanya ulaştırmak için Rus yar­ dımını kabul ederken komünizm rej iminin Türkiye'ye sız­ masını önlemek olmuştur. Gerçekte, Mustafa Kemal Paşa'­ nın, 1 9 1 9 yılı ikinci yarısında siyasi pren sipinin ruhu milletçe tek fikir etrafında bi rleşrnek ve teşkilatlanmak suretiyle «düşmanı varanın harim - i - İ smetinde boğmak» tı. Nitekim bu konu ile ilgili bir soruya verd iği cevapta ( 1 0 Kasım 1 9 1 9 ) «Bugün dostumuz yoktur. Dostumuz, ancak, milli birliğimiz ve teşki latımızdır» demektedir. Bolşeviklerle bağlantı sağlamak üzere taarruz için hazırlanılması direkrifini alan 1 5 . Kolordu ku mandanı , pren­ sip olarak böyle bi r hareketi çok lüzumlu bulmakla beraber, Bolşeviklerin ileri hareketlerinin gelişmesinin beklenınesi ve iklim ile loj istik şartlar yönünden en uygun zamanın seçilmesi tekli finde bulunmuş ve bu i stek Heyet - i Temsi­ liye tarafından uygun görülmüştür. Bolşevik ordusunun çara bağlı kuvvetleri yenerek Güney Kafkasya istikametinde i ler­ lediğini haber alan kolordu kumandanı , Heyet - i Temsi liye başkanlığına «Ruslarla yapmış olduğumuz Brest Litovsk Antiaşması ile çizilmiş bulunan sını rları i şgal fırsatını ka­ çırmamak için i klim şartları dolayısıyle 1 5 Nisan 1 920'den sonra harekata başlanacağını» bildirmiştir ( 28 Mart 1 920 ) . Bu teklif, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce uygun görül­ müş (6 Hazi ran ) ve bir bölge seferberliği i lan edilmiştir ( 8 Haziran 1920 ) . Türkiye Büyük Miller Meclisi Hükumeti tarafından yayınlanan bir direkıifle « 1 5 . Kolordunun Doğu Cephesi Kumandanlığı haline getirildiği ; cephe kumandanı

olarak Kazım Ka rabekir Paşa'nın tayi n edildiği ; kendisinin bu sıfatla Doğu Cephesinde bulunan bütün sivil ve askeri makamlar üzerinde seferdeki bir ordu kumandanı yetkisine sahip bulunduğu» bildiri lmiştir ( 1 4 - 15 Hazi ran 1 9 20 ) . Doğu Cephesi Kumandan lığınca, Ermenisran'a yapıla­ cak taarruzun tarihi 2 3 Haziran 1920 olarak kararlaştırıl­ mışsa da, meselelerio barış yolu i l e halli için Sovyet hüku­ metinin aracı lık teklifi, Türkiye Büyük Mil let Mec lisi hükumeti tarafından kabul edi !erek taarruz geri bırakılmış­ tır. E rmeni lerin sınır ötesindeki Türk ve İslam halkına saldırı ları ve Doğu Cephesi Kumandanlığı'nın sağ ve sol kanat ları bölgelerinde tecavüz hareket leri devam etmiş, buna karşılık Türk birlik leri savunma ile yetinmiştir. Fakat E r­ meniler tarafından taarruzla ele geçi rilmiş olan Oltu ( 2 0 Haziran 1920 ) , yapılan b i r karşı taarruzla geri alınmış ( 1 2 • 1 3 Eylul 1920) ve Ermenilerin büyük güven besledikleri ünlü bir alayları, bir daha toparlanamayacak şekilde perişan edilmiştir. 1920 yılı 2 . yarısında, Sovyetlerin şüphe çeken çok yönlü siyasi tutumu, Kızıl Ordu ile iş birliği yapı lamaması , Sovyet elçilik heyerinin Türkiye'de komünizm propagandası yapmal arının tesbi t edilmesi gibi olaylar ve Batı Cephesinde duyulan askeri ihtiyaçlar karşısında, E rkin - ı Harbiye - i Umumiye Reisliği, Ermeni stan meselesini b i r an önce hal­ letmek üzere Doğu Cephesi'nde stratej ik taarruıa geçilme­ sini teklif edince Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Doğu Cephesi Kumandanlığı 'na taarruza başlama yetkisi veri lmiştir (20 Eylul 1 920 ) . Taarruz için hazı rlanan hare­ kat planının ana çizgilerine göre «ası l taarruz, 9- Kafkas ve 1 2 . tümenlerle Sarıkamış genel istikametinde yapılacak ; başlangıçta Karakurt - Sarıkamış - .AIIah uekber hattı ele geçi­ rilecek ; O lt u bölgesindeki kuvvetle asıl taarruzun sol yanı korunacak ; 1 L Kafkas Tümeni ile .Aşiret .Alay ları da em­ rinde olarak Karaköse - Kağızman istikametinde taarruzla Kağızman bölgesi işgal edilecek ; Trabzon bölgesinde görevli bulunan 3- Kafkas tümenine, duruma göre ayrıca emir verilecek» ti. Taarruza 28 Eylul 1 920 sabahı başlanmış ve 29 Eylul 1 920'de Sarıkamış işgal edi lmiştir. Doğu Cephesi Kuman­ danlığı'nın yiğit birlikleri, kuvvet çoğunluğu ile taaruzla­ rına Kars - Gümrü genel istikametinde başarıyle devam etmişler ve karşı larındaki Ermeni kuvvetlerini sürekli şe­ kilde bozguna uğratarak Kars ' ı geri almışlardır ( 30 Ekim 1 920 ) . İlerlemelerine devam eden Türk birlikleri karşı­ sında Ermeni lerin Gümrü'deki son d i renmeleri de kırılmış ( 7 Kasım 1920) ve 3 .Aralık 1 920'de imzalanan Gümrü Barış And iaşması (b. bk. ) ile harb sona ermiştir. Doğu Cephesinde Ermeni ordusuna karşı kazanı lan bu zafer, i. H.'nin başanya ulaşması yönünden, çok büyük bir önem taşır. Bu başarı sayesinde Doğu Cephesinde serbest ka­ lan kuvvetlerimizin, Türk milletinin kaderinin tayini bakımın­ dan kesin sonuç yeri olan Batı Cephesi'ne alınarak Yunan­ lı !ara karşı kullanılması zamanla mümkün olmuş ; 1 92 1 yılındaki gelişmeler sonucu 1877 - 1 878 Osmanlı · Rus Har­ bi'nde kaybedi lmiş olan yurt toprakları, Batum ve .Ardahan bölgeleri hariç, tekrar .Anayurd'a katılmış, yeni Türk Dev­ leti, devletlerarası ilk antlaşmasını yapmak suretiyle siyasi varlığını kabul ettirmiş, Ermeni ve Gürcü devletleri, zarar vermeyecek bir hale getiri lmiş ve o zamanlar .Avrupa em­ peryalizmine karşı cephe almış bulunan Rusya ile doğrudan doğruya münasebet sağlanmıştır.

tsTiKLAL HARBi

İST İKLAL H A R Bİ : Cephane taşıyan köy lü v e çocuklar e. Güney Cephesi : i . H. tarihinde Güney Cephesi , İran sını rından Toros geçitlerine kadar uzanan harekat alanıdır. O sı rada, bu harekat alanının doğu kesiminde E lcezi re Cephesi, barı kesiminde i se Adana Cephesi kurul­ muştur. O zamanlar Elcezi re Cephesi 'nde 1 3 . Kolordu bu­ lunuyordu. Diyarbakır, Sii rt, Mardin ve Urfa çevrelerinde konuşa geçmiş olan bu kolordu emrinde iki tümen ve kolordu bağ lı birlikleri vard ı . Birliklerin personel mevcu­ du, İngi l i z lerin baskısı i l e yapılan terh i sler yüzünden pek düşük ve silah durumu ni sbeten zayıft ı . Buna karşılık, I rak bölgesini işgal eden İngi liz kuvvetleri, özellikle silah ve araç bakımından üstün bir durumda o lan iki tümenden ibareıti . Ayrıca, Musul ve Bağdad hava alanlarında uçak fifoları vardı . Bunlar, bölgede devamlı şekilde faaliyet göstermi ş lerdir. Elcezire Cephesi'nde İngi liz k uvvetleriyle silahlı bir çarışma olmamıştır. Bununla beraber, İngilizler, Fırat'ın barı kesiminde giriştikleri işgallerden sonra Diyar­ bakır dolaylarında sürekli olarak yaptıkları menfi propa­ gandalada halk arasında güvensizlik yaratmak için çalış­ mışlar, özellikle Kürtçülük akımını kamçılayarak destekle­ yecekleri bir Kürt hükumeti kurmak ve bu suretle bölgenin i şgalini sağlamak i stemişlerdi. Esasen, Irak bölgesinin Siirt, Mardin ve Diyarbakı r dolayiarını da içine aldığını i leri sürerek bucalarını daha önce işgale yeltenmişlerse de, 1 3 . Kolordunun, Mondros Mütarekesi'nin kaypak hükümlerine rağmen, uyanık davranarak direnmesi karşısında buna ce­ saret edemcmiş lerdi. Bununla beraber, bazı aşiretleri elde etmeyi ve bunların ayaklanmaya sürüklenmelerin i başarmış­ lardı. Meydana gelen bu ayaklanmalar yüzünden zayıf mev­ cudu 1 3 . Kolordu birlikleri oldukça güç durumda kalmışlar, bu sebeple, Fırat batısındaki m i l l i mücadele hareketlerine yeterli bir rardım yapamamış lardır. Bu sırada Antep - Ma­ raş - Adana bölgesinde Türk askeri birliği yoktu. Evvelce buralarda bulunan birlikler, İti laf Devlet lerinin baskısı i le Torosların kuzeyine çekilmişlerd i . Böylece, askeri kuvvetten yoksun kalan bu bölgelerde İngiliz ve Fransızlar, her fır­ sattan yararlanarak Türk halkına zarar vermişler ve özel­ likle Fransızlardan gördükleri i lgi ve yardımlada şımaran silahlı Ermeni ler de Türklere her türlü zulüm yapmaktan çekinmemi ş lerdir. " Mondros Mütarekesi 'nin yürürlüğe gi rme­ sinden bir süre sonra, İngilizler ve Fransızlar birtakım baha­ n elerle bu bölgeleri işgale başlamışlardır. İngilizler Kilis (6 Aralık 1 9 1 8 ) , Antep ( 1 7 Aralık 1 9 1 8 ) , Maraş ( 2 2 Şubat 1 9 1 9 ) ve Urfa (24 Mart 1 9 1 9 ) ya girmişlerdir. Daha sonra, Fransızların Musul üzerindeki i steklerinden vazgeçmeleri

381

karşılığı olarak, buralarını Fran sızlara devretıniş lerdir ( 30 Ekim - 5 Kası m 1 9 1 9 ) . Mondros Mütarekesi 'ne göre, İngi liz kuvvetlerinin Suriye'den çeki lmesinden sonra, bu bölgeyi teslim alan Fransız kuvvetleri, Suriye'den sonra Adana böl­ gesini işgale baş lamışlardır. Fransızlar, ilk olarak İ skende­ run'dan, Fransız subayları kornurasında yerli Ermenilerden kurulu bir taburla Dörtyol'a girmiş lerdir ( l l Aralık 1 9 1 8 ) . Bundan sonra personelinin çoğu Ermeni olan bi r Fransız­ alay!, 1 7 Aralık 1 9 1 8 'de Mersin'de karaya çı karılarak Ada­ na'ya gönderilmiştir. Adana bölgesi, kısa bir süre içinde 1 . Doğu Tümenine bağlı birliklerin işgali altına girmiştir. Bir süre sonra bu tümen, başka alaylada da takviye edilerek dol­ gun mevcut! u, silah ve diğer donarım bakımından modern bir birlik durumuna yükselmişti r. Fransız birlikleri, büyük kısım­ ları i le bölgenin kilit noktaları olan Kilis, Osmaniye, Ceyhan, Adana, Mersin, Tarsus ve Pozanrı'da yerleşmişlerdir. Bu arada Fransızlar, beraber getirdikleri Ermeni alayından başka, bölge halkındart olup I. Dünya Harbi 'nde dışarıya göç eden ve bu defa Adana bölgesine dönen Ermeni leri de silah landırarak Türk lere karşı ku llandılar. Saimbeyli ve Süleyman l ı Erme­ ni leri, Osman lı hükumetine karşı baş kaldırdılar. 1 9 1 9 yılı Kasım ayının ilk yarısına kadar bölgenin işgalini tamamlamış olan 1. Doğu Tümeni birlikleri geniş bir çevreye yayılmış bulunduğundan, Suriye'deki Fransız birlikleri, du ruma göre gerekli yerleri takviye etmişti r. Ayrıca, İskenderun kör­ fezi ile Mersin limanında vakit vakit bulunduru lan Fransız donanmasına bağlı gemiler, Adana bölgesindeki kuvvetlerin takviye ve ikmal hizmetlerinde kullanıfmıştır. Bu arada Fransız muhripleri, Dörtyol ve Mersin dolaylarındaki Türk köylerini arasıra bombardıman etmekten d e geri kalma­ mışlard ı r. Fransızların Adana'da her zaman için 5 - 1 0 uçağı bulunuyordu. Adana bölgesinde siyasi olayların ağırlık merkezi Türk halkını itaat altına almak, Ermenileri yerleştirerek Türk çoğunluğuna ve egemen liğini gidermek ve böylece Fransız işgalini kökleştiemek amacı etrafında toplanıyordu. Çevrede Ermeni eşkıyalığı yüzünden emniyet ve asayiş ıamamiyle bozulmuştu. Esasen Arap, Kürt, Ermeni, Rum, Süryanl, Keldanl ve bir kısım da Avrupalının bulun­ duğu bu bölgede büyük bir çoğunluğa sahip olan Türk­ lerin hak ve yetkileri e llerinden alınmış olduğundan mev­ cut unsurların her biri kendi çıkarına uygun bir tutum içindeydi. Bunların arasında en taşkım Ermenilerdi. Çünkü Ermenilerin hayal lerini süsleyen Büyük Ermenistan sınırları i çine Doğu Anadolu gibi , Ki likya bölgesi de giriyordu. Paris Barış Konferansı'nda savunulan Ermeni iddiaları ara­ sında «Ermenilerin Fransız bayrağı altında çarpışarak zafer­ ler kazandıkları ; Kilikya ve Maraş sancağının Türk boyun­ duruğundan kurtarı larak, İtilaf Devletleri , yahut Amerika Birleşik Devletleri veya Mi l letler Cemiyeri h imayesinde müstak i l bir Ermenistan devleti kurulması» hususu da vardı. Böylece Türkün öz yurdunun bir parçası olan bu bölge, sanki silahla zaprediimiş gibi, yeni bir hukuk düze­ nine bağlanmak i sıeniyordu. Bunun sonucu olarak, haksız­ lığa ve saldırılara karşı her yerde Türk halkı arasında bir tepki başladı. Halk, yer yer silaha sarıldı. Sivas Kongre­ si'nden sonra Heyet - i Temsiliye baskanı Mustafa Kemal Paşa'nın direktifleriyle bölgedeki milli teşkilat geliştiril erek, kumandan olarak subaylar tayin edildi. Ayrıca, bölgeye yakın askeri birliklerce halkın direnme hareketlerine müm­ kün olan yardı mın yapılması Heyet - i Temsiliye tarafından emredildi.

3 82

isTİKLAL HARBf

Güney Cephesinde üç yıla yakın bir süre yılınadan ve büyük bir i m anla yapı lan milli mücadelede, Kuvayı Milliye'nin faaliyetleri, Türk m il letinin hürriyet ve haki­ miyet için neler yapmak gücünde olduj:: u nu gösteren yiğit­ lik örnekleriyle d ı ludur. B u arada, İ . H. tarihimizde Ma­ raş'ın özel bir yeri vardır. Burada her ıürlü silah ve mal­ zeme üstün lüğüne sahip, modern bir askeri kuvvete karşı, milli kuvvetlerin başarısı, tam bir halk hareketinin eseri olmuştur. Haıb tari himizin kahraman Maraş olarak vasıf­ landırdığı bu şehrimizin başarı lı diren mesi karşısında, Fran­ sızlar, karlı ve fırtınalı bir kış gecesinde kendilerine ümit­ lerini bağlamış olan Ermenileri bü sran içinde bırakarak Maraş'tan çekilmek zoru nda kaldılar ( l l - 12 Şubat 1920 ) . Maraş zaferini Urfa'nın başarısı takip etmiş v e Fransızlar burasını da asıl sahiplerine bırakmaya mecbur olmuşlardır ( l l Ni san 1 9 20 ) . Antep savunmasının Türk harb tarihinde seçk i n bir yeri vardır. Uzun ve çetin çarpışmalardan sonra düşen bu yiğit şehrin mert halkı, gerçekte, maddi yönden çok üstün düşmandan ziyade, silah ve malzeme yokluğuna ve açlığa boyun eğmi�tir (8 Mart 1 92 1 ) . Bir Fransız kur­ may yarbayının itiraf ettiği gibi, «Antep, Fran sızlar için bir Türk Verdun'ü olmuştur». B i r y ı l a yakın bir süre ( 1 Nisan 1920 - 8 Şubat 1 92 1 ) Fransızların şiddetli topçu ateşleri i le baskı altında tuttukları Antep, bu muharebeler­ de tamamİyle yakı lmış ve yıkılmıştı. Büyük bir imanla çar­ pışan ve bu yolda bin lerce eviadını şehit ve yara l ı ve i en Antep'e, Türkiye Büyük Millet Mecli since kabul edilen özel bir kanun la Gazi unvanı verilmiş ı İ r (2 Şubat 1 92 1 ) . 1920 yılından i tibaren Adana bölgesinde d e büyük başarı lar elde edilmiştir. Pazantı'da kuşatı lmış olan bir Fraıı sız taburu, Toros dağları üzerindeki gizli yollardan kaçmak i sterken, küçük bir Kuvayı Mi l liye müfrezesi tara­ fından baskına uğratı lmış ve kı smen esir, kı smen yok edi­ lerek, Pozantı ve Gülek geçitleri Fransı zlardan temizlen­ miştir. Saimbeyli'deki Ermeni isileri ortadan kaldırılmak suretiyle, Saimbeyl i ve Kozan sancağı ku rcarılmış, böylece Ermeni terin istiklil haya l leri yok edilmiştir. Türklerin bütün bölgede gösterdi k leri a zi m ve diren­ me gücü karşısında, Fransızlar mütareke isternek mecburi­ yetini duymuşlar, Türkler de Kuvayı Milliye'yi gelişti rmek bakımından yararlanabi lecekleri bir mütarekeyi uygun bul­ muşlardır. 30 Mayıs 1 920'de başlayan 20 günlük bir mü­ ıarekeden sonra, Kuvayı Milliye'nin mücadele gücü geliş­ mekte devam etmiş ve ordu birliklerinin sınırlı ölçüde ol­ makla beraber yapabi ldikleri yardımtarla milli mu kavemet hareketleri daha başarılı şekilde sürdürülmüştür. Bu d urum karşısında ele geçirilen Türk toprakları üzerinde kesin bir başarı sağlanamayacağını anlamaya başlayan Fransız h üku­ meti, Ankara hükumeti ile barış görüşmelerine girişebi lmek için çabalarını artırmıştır. Bu barış çabaları, 192 1 yı lında müsbet bir sonuca ulaşacaktır.

f. Bali CepheJi : Türk milli hareketinin başarı lı diren­ ınesi karşısında ba rış şartlarını kabul etticememiş olan İti­ lif Devletleri, Mi !ne Hattı'nda tutmakta oldukları Yunan ordusunun Anadolu'yu işgale başlamasına karar vermişler­ dir ( 1 7 Mayıs 1920 ) . Böylece «Türk ihtilal kuvvetlerini dağıtmak» görevini üzeri ne alan Yunan ordusu, kuvvet üs­ tünlüğüne dayanarak ve Orta Anadolu'daki Türk tümenle­ rinin, 1 920 yılının ilk yarısında henüz bastırı lamam•ş olan iç ayaklanmalarla meşgul bulunmalarından da yararlanarak, M ! lne Hatt ı 'ndan Bursa ve Uşak genel isıikamederinde ıaar­ ruza geçti (22 Haz i ran 192 0 ) . O sırada iki kolordusu

(yedi piyade tümeni. bir süvarİ tugayı ve diğer destek bir­ likleri ) bulunan Yunan ordusunun harekat plinına göre, «I. Kolord u, Türklerin İzmir - Doğu ve Güney cephelerine ıaarruz ederek harekatını Uşak genel istikametinde gelişti­ recek ; İzmir Kolordusu, İzmir - Kuzey cephesine taarruzla Bursa genel istikametinde ilerleyecek ; süvarİ tugayı, duru­ ma göre kullanı lmak üzere başlangıçta ordu ihtiyatında bulunacak ; bu harekatta staraıej i k ilk hedef olarak Bursa ­ Uşak bölgesi ele geçiri lecek» ti. Yunan kuvvetleriyle doğ­ rudan doğruya temasta b•· lunan ve taarruza baş ladığı za­ man savunma harekatına fiilen katılan Türk kuvvetleri , üç piyade tümeni ( 2 3 , 57, 6 1 ) ile bölgede bu tümenierin emrine veri lmiş olan milli k uvvetlerdi. Bununla beraber, bu emir ve komuta bağ lantı sı, daha ziyade nazari idi. Çün­ kü Batı Anadolu'daki ordu birlikleriyle milis kuvvetlerini bir komuta altında toplama i steği, henüz ıamamiyle ger­ çekleşememişti. Bunda iç ayakl anmaların ve Batı Cephesin­ deki milli kuvvetlerin başında bulunan kimselerin istiklil arzularının da etkisi vardı. Batı Cephesinin bir başa bağ­ lanamamış olması, gerek ordu birlikleri gerek milli kuv­ vetler için çeşitli harekat ihtimallerine göre yapı lması ge­ reken bazı plan ve hazırlı klardan yoksun kalınması gibi nazik bir sonuç doğurmuşt u r . Bu yüzden Yunan genel taarruzu başlad ığı zaman bu cephedeki Türk kuvvetlerinin ne Mi l l i Hükumeıçe ne de bölgedeki savunma grupları yetkili lerince önceden hazırlanmış bir harekat p lanı vardı. Bu durumu n sebep olduğu zararlar, büyük fedakarlıklar pahasına ancak kı smen karşı lanabilmiş, fakat düşmanın kısa zamanda büyük arazi ve kolay başarı kazançlarına engel olunamamışıır. Hızlı gelişen Yunan taarruzu karşısında çabuk v e köklü tedbi rler alınması gerekiyordu. İlk iş olarak Batı Anadolu'daki bütün kuvvetlerin tek komuta alıında bir­ leştiri lmesi meselesi , b üklımetin bir kararı ile halledilmiş ( 24 - 2 5 Haziran 1920) ve bu cephe kumandanlığına Ali Fuat ( Cebesoy) Paşa geti rilmiştir. İ leri harekatına devam eden Yunan kuvvetleri, Nazilli (3 temmuz 1 920 ) , Bursa ( 8 Temmuz 1 9 20 ) v e Uşak ( 2 9 Ağustos 1 920) ı işgal etmişlerdir. Bu durum, yurdun her yanında derin bir etki yapmıştır. Bu arada çabuk gelişmiş olan Yu­ nan harekin hakkında Türkiye Büyük Millet Mecli­ sinde bir önergeyi cevaplandıran Mustafa Kemal Paşa, «Kuvvet yetersizliği sebebiyle, Yunanlıları bir süre için geri lla muharebeleri ile oyalamak gerektiğini ve bu yolda harekata girişildiğini» belirterek, meslisin heyecanını yanş­ mmakla beraber, «Avrupa devletleri tarafından silahlindı­ rılmış ve donatı lmış bulunan düzenli Yunan tümenlerine, sadece, milli ve gönüllü kuvvetlerle karşı koymanın güç­ lüğü» üzerinde durmuş ve «Düzenli bir milli ordu kurul­ ması ; bunun için, belirli doğumluların si lih altına alınma­ sı» h ususunu meclise kabu l ettirmişıir. Böy le bir karar alınmasında mecburiyer vardı. Çünkü milis kuvvetleri fikri, özellikle başlangıçtaki başarılar dola­ yısiyle d üzenli orduya ihtiyaç o lmadığı şeklinde yanlış bir akım yaratmıştı. Bu karardan sonra yeni Türk devletinin muntazam ordusunun kurulmasına başlanmış ve Kuvayı Milliyenin ordu kadroları içine katılarak askeri disiplin altına girmesi yolunda çaba harcanmıştır ( 9 Kasım 1 9 20 ) . Bu arada Bursa doğusu · Dumlupınar hattına çekilmiş bu­ lunan Batı Cephesi kuvvetleri, cephenin çok geniş olması sebebiyle sevk ve idareyi kolaylaştırmak üzere Batı Cephesi ve Güney Cephesi olarak ikiye bölünmüştür. Batı Cephesi kumandanlığına Albay İsmet ( İnönü ) , Güney Cephesi ku-

İSTİKLAL HARBl mandanlığına i se Albay Refet { Bele) getirilmişlerdir. Milli kuvvetler, kendi bölgelerine i sabet eden Batı veya Güney cephesi kuru luşuna bağlanmıştı. Bu arada iki önemli tepki ile karşılaşı lmıştır. İlk tepki Demirci Mehmed Efe' den gel­ m i ştir. İ . H. başlangıcında yararlı hizmetler görmüş olan Demİ rcİ Mehmet Efe, Güney Cephesi kumandanının teşkilat için verd iği emirleri, önceleri kabul eder görünmüşse de, sonradan çevresinin ve özellikle Çerkez Edhem'in kışkırtma­ ları ile reddetmiştir. Efe'nin bu asi tutumu üzerine tenkiJi ci h etine gidilmiş { l l Aralık 1920) ve harekat, Demi rci Mehmed Efe'nin teslim olması { 30 Aralık 1 920) i le sona erm iştir. Daha endişe verici ikinci davranı ş ise, Çerkes Edhem'in baş kaldı rmasıdır. Özellikle i ç ayaklanmaların bastırılmasında başarı l ı h i zmetleriyle ilk zamanlarda çok takdir edi len Çerkez Edhem, sonraları ölçüsüz davranışlara kapılarak Batı Cephesi kumandanının emirlerine karşı koy­ maya ve müstakil hareketlere devam etmi ş, milli ordunun kurulması aleyhinde propagandalara girişmiş ve Kuvayı Milliyenin birleşmesiyle bir Yeş i l Ordu {b. bk. ) kurarak d üşmanla mücadele etmek fikrini Türkiye Büyük Millet Meclisine kadır yaymıştır. Bunun üzeri ne Çerkez Edhem'in tenk iJi için büyük kuvvetlerle harekata başlanmıştır ( 27 Aralık 1 9 20 ) . I. İnönü Muharebesi dolayısıyle kısa bir ara veri len bu harekat, asi kuvvetlerin kesin olarak yen ilmesiy­ le sona ermiş ( 2 3 Ocak 1 92 1 ) , Çerkez Edhem, bir süre Sındırgı bölgesindeki dağlarda dolaştıktan sonra Yunanh ­ Iara sığın mıştır. g. Traky� CepheJi : Balkan Harbi sonunda Bulgarların eline geçmiş olan Batı Trakya, I. Dünya Harbi 'nden yenik çıkınca Bulgarlardan alınarak Yunanlılara veri lmişti. Doğu Trakya'ya da sah i p olmak ibeirasını besleyen Yunanistan başbakanı Venizelos, Paris Barış Konferansı'na sunduğu muhtırada «Akdeniz'de Mei s adasından başlamak üzere Bandırma'ya kadar çizilecek hattın batısında kalan arazi i l e bu h a t t ı n kuzeye uzamınının batısında kalan Doğu ve Batı Trakya topraklarının» Yunanlı lara bırakılınasını i stemişti. B u taşkın i stekle de yetinmeyen Venizelos, «Eğer İstanbul, m i lletlerarası bir statüye bağlı tutulacaksa, Yunanistan ' ı n a ç ı k hakları karşısında İstanbul da d a h i l , Trakya'nın tama­ m ı Yunanistan' a veri lmelidir» şeklinde ölçüsüz bir tekiifte bulunmuştu. Yunan isteklerinin Türkler tarafından kabul edi lmemesi halinde, bunların silah zoruyla gerçekleştirilmesi tezi, İtilaf Devletleri arasında genellikle taraftar bulmuştur. Bu durumdan yararlanan ve Batı Cephesindeki son başarılardan da cesaret olan Yunanlı lar, Bandırma bölgesin­ de topladıkları takviye l i bir tümeni Tekirdağ - Marmara Ereğiisi kıyı kesimine çıkararak (20 Temmuz 1 920 ) , Lüle­ burgaz - Babaeski genel i stikametinde taarruza geçtiler. Bu çıkarma ve i lerlemeyi Meriç nehri boyundan i k i Yunan tümeninin taarruzu takip etti. O sıralarda Doğu Trakya'nın savunulması i l e görevl i bulunan Türk birliği, 1. Kolordu idi. Personel ve silah mevcutları ile hareket kabiliyeri dü­ şük olmakla beraber, üç tümeni bulunan bu kolordu, çeşitli faktörler yüzünden, kendisinden bekleneni yerine getirerne­ miş ve kısa bir süre içinde gelişen Yunan taarruzu karşı­ sında kısmen dağılarak ve büyük kısmı ile Bulgaristan'a sığınmak zorunda kalarak, elden çıkmıştır {25 Temmuz 1 920) . 6. 1921 yılındaki olaylar : İ . H . ' nde bu dönem, askeri alanda milli ordunun gelişmesi ; politik alanda ise, Milli Hükumetin siyasi varlığını kabul ettirmesi safhasıdır. a . I. İnönü Muharebni ( 6 - l l Ocak 1 92 1 ) : Bu mu-

383

harebe, Batı Cephesi Kumandanlığı kuvvetlerinin çoğunun, Çerkez Edhem Ayaklanmasını bastırmak üzere Kütahya böl­ gesinde meşgul bulunduğu kritik bir zamana rastlamaktadır. B u sırada Güney Cephesi kumandan lığı kuvvetleri de aynı maksatla Gediz bölgesinde toplanmıştı. Buna karşılık, Bursa ve Uşak bölgelerindeki Yunan kuvvetleri karşısında, ancak nispeten zayıf örtme birlikleri bırakmıştı. Bu sebeple, 6 Ocak 1 9 2 1 sabahı Yunan i l eri hareketi baş ladığı zaman Türk kuvvetlerinin, savunmaları gereken İnönü ve Duml u · pınar mevzi lerine süratle kaydın lmaları önemli b i r mesele olmuş ve büyük güçlüklerle başarılmıştır. Buna karşılık, mevsim şartlarının pek de elveri ş l i olmadığı bir sı rada Yunan kuvvetlerin i nispeten hazırlıksız olarak stratej i k bir taarruza zorlayan sebep, sadece, Çerkez Edhem Ayak lanma­ sının yarattığı uygun durum değildi. Bunda Yunanlı ların 1 920 yılı sonundaki iç ve dış politik durumları da rol oynamıştı. Özellikle kısa bir süre önce yap ı lmış olan seçim­ lerden sonra kurulan yeni Yunan hükumeti, İti laf Devlet­ lerinin güven ve desteğini korumak bakımından yeniden h arekata başlamak l üzumunu duyuyordu. Ayrıca, İti laf Dev­ letlerine soğuk davranışı ile tanınan Yunan kralı Konstan­ tin de, yeni kavuştuğu tahtında kalabilmek için meclisi açış konuşmasında Yunanistan'ı harbe devam edeceğini belirt­ mişti. Anadolu'daki Yunan ordusu, Bursa - Uşak - Sarayköy hattına kadar geniş bir bölgeyi ele geçirdiği halde, ne Türk kuvvetleri yok edilebi lmiş, n e de Sevres Antiaşmasıyle belli edilen siyasi i stekler, Türk Milli Hükumetine kabul ettire­ bilmişti. Yeni kurulmakta olan Türk ordusu da önemli bir meseleydi . Bu ordunun gelişmesine daha fazla fırsat veril­ diği takdi rde, çok geniş bir cepheyi işgal etmekte olan Yunan kuvvetlerine karşı girişi lecek hareketlerle bu birlik­ ler teh likeli durumlara düşürülebilirdi. Bu sebeple, Çerkez Edhem Ayaklanması'nın sağladığı durum üstünlüğünden de yararlanarak taarruza geçi lmesi uygun olacaktı. B u düşün­ celerle Yunan h ükumeti harekata hemen başlanmasını emret­ mişti. Bununla beraber, girişi len Yunan taarruzu, gerçekte, Yunan hükumetinin amaç edindiği stratej i k hedeflere u laş­ mayı sağlayacak çap ve h ı zda olmamıştır. Yunan ordusu komutanlığının taarruz p!an ı , tasarrufu mümkün bütün kuvvetlerle Bursa ve Uşak bölgelerinden hareketle stratej ik bir hedefe yöneleilen konsantrik bir manevradan ziyade, malıdut h edefli bir taarruz niteliği taşıyordu. I . İnönü Mu­ h arebesi başlamadan önce, genel karargahı ile İzmir' de bulunan Küçük Asya Ordusu komutanlığına bağlı kuvvet­ lerde önemli bir değişiklik olmamıştı. 3. İzmir Kolordu Komutanlığı, karargahı ve bağlı birlikleriyle Bursa'da idi. Kolordu emrindeki birlikler ( Mani sa, İzmir ve Adalar tü­ menleri ile süvarİ tugay ı ) , Bursa - Gemlik - İzmit bölgesinde bulunuyordu. I . Kolordu Komutanlığı, karargahı ve bağlı birlikleriyle Uşak'ta yerleşmişti. B u kolordunun tümenleri ( 1 , 2 , 3 ve 1 3 . ) , Uşak - Buldan - Alaşehir bölgesindeydi. Bu tarihlerde Yunan deniz kuvvetleri Ege ve Marmara deniz­ lerinde her çeşit harekatı yapabi lecek bir yetenekteydi. Hava kuvveti, bugünkü anlamda hakim bir rol oynayabilecek bir güçte olmamakla beraber, o sıralarda yok denebilecek Türk hava gücüne kıyasla açık bir üstünlüğe sahip olup, sınırlı bir faaliyet gösterebilecek durumdaydı. Taarruz için hazır­ lanan p!anın ana çizgi lerine göre, «3. İzmir Kolordusu, asıl taarruz grupunu teşki l edecek ; kuvvet çoğunluğu güney yanında olarak, B ursa - Eskişehir genel i stikametinde i lerle­ yecek ve Türk ordusunun Eskişehi r yönünde çekilmesini önleyecek. I . Kolordu tali taarruz grupu olarak Uşak - Af-

3 84

İSTİKLAL HARBİ

yon Karahisar genel istikametinde ilerleyecek ve bölgedeki Türk kuvvetlerinin kuzeye kaydın lmasına engel olacak» u. Yeni kurulmakta olan Türk ordusunun Batı Cephesi için özel bir harek at planı yoktu. Erkan - ı Harbiye - i Umu­ miye Reisliği 'nin B atı Anadolu bölgesindeki muhtemel harekat için ana fikri , «Anadolu'da düzenli milli ordu ku­ ruluncaya kadar Yunarılı lara kar�ı stratej ik savunma yap­ mak» u. Bu arada milli bünyenin i stikrarını bozacak iç olayların da bastırı lması orduya veri len önemli bir görevdi . Bu tarihlerde M i l l i Hükumetin elinde hiçbir deniz gücü bulunmuyor, Batı Cephesinin ikmali için bir nakliye filosu kurulmasına çalı�ılıyordu. Karadeniz'de ula�ıırma ihtiyacı, ancak küçük deniz araçlarını kaçak olarak kullanmak sure­ tiyle kar�ılanabil iyordu. Batı Karadeniz Fransızların, Doğu Karadeniz İngi lizlerin, Marmara adaları ve limanları Yu­ nanlı ların, Ku�adası ve Antalya kıyı ları İ talyanların, Mersin ve İskenderun Fransızların kontrolü altında bulunuyordu. Batı harekat alanında hava gücü olarak çalı�ır halde ancak dört uçak vardı. Bu uçakların ikisi Eski�ehir'de, diğer ikisi de Afyon Karahi sar'da idi. Ayrıca, Konya ve Erzurum hava alanlarında birkaç uçak vardı . Yunan i leri harekatı ba� ladığı g ü n K ütahya - Gediz bölgesinde Çerkez Edhem Ayaklanmasını basıırmakla meşgul bulunan Batı ve Güney cepheleri kumandanları bulu�arak e un izlenmekte ol­ ması İ . halkını tamamİyle tatmin etmekted i r.

ISVEÇ D I L I , Hind - Avrupa d i l iiiesinden bir Germen dili. Kuzey Germen d i l lerinin Danca ile beraber kuzey - doğu ? alım meydana geti rir. Bütün kuzey Germen d i l leri gibi, I . D.'nde harf - i tarif, i simlerio sonuna ekler (dag = gün, dagen = belirli gün ; barn = çocuk, barnet = belirli çocuk) pasif de, akıife bir - s ilavesiyle meydana gelir (hata = nefret etmek ; hatar = nefret edi lmek ) . İ. D.'nde tonik vurgudan başka bir de müzikal bir vurgu kullanılır. Bu özellik, İsveçli lerin konuşmasına şarkıya ben zer bir hal verir. Müzikal vurgu, son ek ieri n tam vokallerini mu­ hafaza etmiş olması ve vokallerin değişkenliği ve çokluğu İ D.'ni kulağa en ahenkli dil lerden biri haline geti ri r. i. D. , X I I I . yüzyıla kadar diğer kuzey Germen d i l lerin den hemen hemen hiç ayrılmamış ve değişmemiştir. Bu dilini ı � 26'ya kada r devam eden devresindeki şekline eski İ. D. adı ve­ rili r ; bu tarihten sonra yeni devre başlar. İsveç'in_ lresmi

dili olan i . D. ayrıca Finlandiya kıyılarında yaşayan 400 000 kişinin ve Amerika Birleşik Devletleri'yle Kanada'ya göç etmiş olan yarım milyon insanın konuştuğu dildir.

İSVIÇRE (Alın. Schweiz ; Fr. Suiue ; İta. Svizzera), Orta Avrupa'da, Fransa, Almanya, • Avusturya, Liechıenstein ve İtalya ile çevrili bir ülke. 19 tam kanton i le 6 yarım kantondan meydana ge­ len bir konfederasyon olan bu ül ke· nin yüzölçümü 4 ı 288 km', nüfusu

+

5 429 06 ı ( ! 960 ) 'dir. Başkenti Bern ( n üfusu ! 66 200) [ 1 969] ; baş lıca şehirle ri Zürich, Geneve (Cenevre ) , İSV iÇRE : Arına Basel, Lausanne, Saint Gallen, Luzern, Winterthur' dur. Topografi ve iklim : İ.'nin kuzey bölümü, kuzeybatı­ daki sınır kesiminde }ura dağlarını da içine alan dalgalı bi r pla.todur. Ülkenin büyük kısmını meydana geti ren güney bölümü i se, Bern Al pleri ( A im. Berner Alpen veya Ber­ ner Oberland ) , Pennine Alpleri ( it. Alpi Pen nine) , Lepon­ ıine Alpleri ( İıa. Alpi Leponıine) ile doğudaki Rhetia Alpleri ( Aim. Riiti sche A lpen ) gibi heybetli masifleri kapsayan dağlık bir bölged ir. En yüksek tepeler, İtalya sını rındaki Valai s kantonunda, Pennine Alpleri'nde yer alan Monte Rosa ile Matterhorn 'dur. Bern Alpleri'nde Finsteraar­ horn (4 274 m) ile Jungfrau (4 1 66 m) birbi rine yak ın yük­ sekliktedirler. Pennine Alpleri ve Bern Alpleri bölgelerinde önemli buzullar yer alır. Bern Alplerindeki Alıesch buzulu bütün Alp bölgelerinin en uzun buzuludur ( ! 6 m i l ) . İ. 'nin iklimi değişi kıir. Mesela Rheıia Alpleri bölge­ sindı ki Graubünden ( Grisons) Alplerinde hava kuru ve açık olmasına karşılık Ticino kantonunda nem l i bir sıcak lık, Maggiore ve Lugano göllerinde de Akdeniz iklimi hüküm sürer. Dağların yüksek tepeleri yıl boyunca karla örtülü kalır. Bu tepelerin aşağılarındaki yamaç ların ve vidi lerin iklimi, bucaların gün boyunca güneş görmelerine veya göl­ gede kalmalarına bağlıdır. }ura bölgesinde çok yağmur yağarsa da, İ. 'nin ancak bazı kesimleri yılda 1 1 7 cm den fazla yağış alır. Bern ve Zürich şehirleri yörelerinde sis ve güneyden esen kuru ve sıcak bir rüzgar hüküm sürer ve iklim bütün bütün mutedildir. Ticino kantonunun bazı bölümleri dışında bütün ü lkede kış ısıları sıfıra veyi sıfır altına düşer.

!S VİÇRE : Bern

®

lll i

Milli

Ei:litim Easımevi

U 25 50 75 1 00 k m . .__ .. ......,.__ .,-ı 4000 )Illi 1 U U U .l V I/ U .J U V U

i

1

i

f

:i

m

den

y i..ı k s � k

T ü r k A n s i k l oped i s i

lsvtÇRE

411

otlaklardır. Bu çayırların yüksekçe bölümlerinde c entiyane ( Lat. gentiana ) ve a slan pençesi ( Atm. Edelweiss) gibi y ı l boyunca a ç a n çiçekler biter. Yabani haivan cinsleri azd ı r. Bunun la beraber Graubünden bölgesin deki dağ larda kurul­ muş olan bir milli park, şamua ve i beks gibi dağ keçi leri, geyik, yaban domuzu, ti lki, bir ak keklik çeşidi ve karta! gibi nadir dağ h ayvanlarını barındırmaktadır. Halk, dil ve din : Başlangıçta Kelt kabi lelerinin yaşa­ mış bu lunduğu bugünkü İ. toprakları sonradan Romalı lar, daha son raları da Germen kabileleri tarafından istila edil­ miştir. Romanş diliyle konuşan İ . ' l i l er, Romalı ların işgali alundaki Helvetia'nın Germen kabi lelerince istila edi lmesi üzerine Graubünden ( Grisons) bölgesine sığınan Kelt - Ro­ malı kökenl i insanlardan türemişe benzer ler. Bununla beraber XX. yüzyı lda bunlar genel nüfusun ancak % l 'ini, Al manca konuşan lar % 7 2 ' sini, Fran sız dilini kullananlar % 2 1 'ini, anadi lleri İta lyanca olanlar ise % 6'sı kadarını meydana geti rmekte idi ler. İ.'de din h ü rriyeti i lkesine tam saygı gösterilir. Her­ hangi bir kan ıonun yönetimi halkın çoğun luğunun mezhe­ bini desteklerken, aynı kanıonda başka mezhepler de ser­ bestçe gelişir. İ. halkının yarıdan biraz fazlası Protestan, geriye kalanı Katoliktir. Başka bir deyişle, Fransız asıllı İ . ' liler gene llikle Protestan, İtalyan ası l l ı İ . ' l i le r Katolik, Alman asıllı olanlar ise büyük şehirlerde çoğunlukla Pro­ testan, dağ kantonlarında Katoliktirler. İSViÇRE : İta lya sını rında Penn ine Alplerinde Matterhorn (4 505 m ) İ . 'de nehirlerin dördü ülkenin sını rlarını aşıp dört ay rı denize doğru akar. Bunların üçü Bern A l p lerinin doğu nihayeıindeki St. Goı ıhard Geçidi yakınlarında doğar. Rhein neh ri ilkin İ. i le Liechıenstein arasında akar sonra baııya ve kuzeye yönelip Basel ' a uğrar ve oradan i ibaren A lmanya toprak larına gi rerek Kuzey Denizi'ne doğru yol alır. Rhône nehri baııya doğru akarak Geneve gölündtn geçer, oradan Fransa'nın Lyon şehrine varır, sonra güneye yönelerek Akdeniz' e ulaşı r. Ticino nehri güneye doğru aka­ rak Maggiore gölünden geçer, son ra Po nehrine kanlarak Adriya Denizi 'ne dökülür. Dördüncü nehir olan Inn, Sı. Mo riız yakın larında doğup baııya yönelir, Tuna nehrine karışır ve dolayısiyle Karadeniz'e dökülür. Tam anlamıyle bir İ. nehri olan Aar, Soloıhurn, Al ıen ve Brugg'dan geçe­ rek Rhein nehrine karışır. Basel'dan itibaren seyrüsefere elverişli olan Rhein neh ri dışında, İ.'nin nehirleri birer u laşım yolu olmaktan çok hidroelektrik potansiyelleri ve güçleri bakımından önemlidir. İ. 'nin ıabiat güzelliklerinin bir unsuru dağları i se diğeri de gölleridir. Zürich, Luzern, Neuchatel ve Biel ( Bienne) gibi bazı şehirler gölleriyle ün yapmışıır. İ . Fransa sınırının bir bölümü, ülken in en büyük göl ü olan Cenevre ( veya Leman ) Gölünden geçer. Bütünü ile İ.'de yer alan en büyük göl Neuchate l Gölü'd ür. Madenler, bitki örtüı ii ve yabani hayvanlar : İ. , tabi· at güzelliklerinin dışında, tabii kayn aklar bakımından son derecede fakirdir. Ülkede ön·m�iz birkaç kömür yat•ğı vardır ve hidroelektrik potan siyeli de ancak Il. Dünya Harbi'nden itibaren değerlendiri lmeye başlanmıştır. 1 960' la­ rın başında az miktarda petrol bulunmuş ve çıkarılmıştır. % 70'i kozalaklı lardan ve geriye k a l anı geniş yaprak lı ağaçlardan meydana gelen ormanlar, ü l ke yüzeyin in % 2 3 ' ü kadarını kaplar v e İ.'nin kereste ihtiyacının ancak yarısını sağlar. Alp bölgelerinin çayırları çok verimli ve besleyici



Eğitim ve kültürel hayat : Jean - Jacques Rousseau ( b. bk. ) ve Joh •nn Heinrich Pestalozzi (b. bk. ) nin yaşadığı günlerden beri İ . eğitimde bir öncü olmuştur. 1 8 74 anaya­ sası i lk öğrenimi zorun lu kılmıştır ve bugün okuma yazma bilmeyen İ . ' l i hemen hemen yoktur. Normal olarak çocuk­ lar 6 - 1 5 yaşları arasında okula giderler. Öğretim her kan­ tonun dili veya dilleriyle yapı l ı r. Beşinci sınıftan, yani l l yaşından itibaren ikinci bir d i l öğrenme zorunludur. Mesela çocuk Almanca konuşan İ . ' l i i se Fransızcaya başlaması ge­ rekir. Eğitim işleri esas i tibariyle kantonla rca yürütülür. 22 kantondan yedisinin üniversitesi vard ı r : Basel'daki 1 460'ta, Zürich'teki 1 8 3 3 ' te, Bem'deki 1 8 34' te, Cenevre'deki 1 � 5 9'da, Fribourg'daki 1 899'da, Lausanne'daki 1 890'da, Neuchatel'deki 1 8 38'de kurulmuştur. Ayrıca 1 8 54 ' te Zü· rich'te kurulmuş olan bir federal teknoloj i enstitüsü, St. Gal len'de bir ticaret okulu ve birkaç tekni k kolej i de vardır. Edebiyat dilden doğduğuna göre, İ. edebiyan denile­ b ilecek bir şey olup olmadığı uzun tartışmalara konu ol­ muştur. XVIII. y üzyı lın 2. yarısında Rousseau Fransa'nın edebiyat sahnesine hakim olmuş, en büyük İ . ' li yazarlardan

İ S V iÇRE : Geneve (Cenevre)

tsvlçRE

412

İSVİÇRE : Montreux ve Leman gölü bazı ları Alman diliyle olan edebiyaıa önemli katkı larda bu­ lunmuşlard ır. Bunlar arasında Bem'li Jeremias Gotthelf ( 1 797 - 1 8 5 4 ) X I X . yüzyılda d ikkate değer roman lar yaz­ mıştır. Base l ' l ı Ja kob Burck hart ( 1 8 1 8 - 1 897) ün lü bir tarihçi idi. Conrad Ferdi nand Meyer ( 1 8 2 5 - 1898 ) ro­ mancı ve şairdi. Der Griine Heinrich (Yeşi l Heinrich ) in yazarı Zürich' li Goııfried Kel ler ( 1 8 1 9 - 1 890) belki de İ . ' lilerin en gözde yazarı idi. X X . yüzyı lda, 1945 'te Al· manya'nın çökmesinden sonra, İ.'li iki yaza r Alman edebi­ yatının imdadına koşmuştur : Max Fri sch ile Friedrich Dür­ renman' ı n romanları ve oyunları, 1 945 - 1 960 döneminde Almanya' da olağanüstü başarı kazanmışlardrr. Resim sanatı alanında klasik üslüp Vaud ' lu Charles Gleyre ( 1 806 - 1 874) i n portre lerinde, romantik üslüp da Neuchiıel ' li Leopold Robert ( ı 794 - 1 8 3 5 ) in eserlerinde ifadeleri n i bulmuşlardır. Alexandre Calame ( 1 8 1 0 - 1 8 64 ) Alp manzaralarını işlemiştir. İ.'de bi rçok ressam daha ye­ tişmişse de, ülkenin küçük olması son radan sanaıçıların München, Berlin, Paris veya Roma gibi daha büyük sanat merkezlerine dağıimalarına yol açmıştır. Bunun tipik ör­ nekleri, Bem'de doğmuş olmakla beraber hayatının en ve­ rim l i yıllarını München'da geçirmiş olan ressam Paul Klee ( 1 879 - 1 940) i le 1887'de Neuchatel'de doğan, fakat yıllar­ d ı r Fran sa'da yaşayan mimar le Corbusier (Charles Edou­ ard ]eannereı) dir. İ. doğumlu ve mil letlerarası üne sahip besıeci ler ara­ sında E mest Bloch ( 1 880 - 1 9 5 9 ) i le Arthur Honegger

İSViÇRE :

Basel lima n ı

( 1 892 - 1 9 5 5 ) anılabilir. i. , psikoloj i bilgini Cari Gustav Jung ( 1 875 - 1 96 1 ) ve dünyaca tanınmış paıolog ve cer­ rah olup 1 909 Nobel a rm ığanını kazanan E m i ! Theodor Kocher ( 1 8 4 1 - 1 9 1 7) gibi seçk i n bilim adamları da yetiş­ ti rmişıir. Ekonomi : I l . Dünya Harbi 'nde seferber durumda fa· kat tarafsız kalan İ . ' nin ekonomisi harpten sonra gelişmiş­ tir. Bu gelişme kısmen ülkenin hidroelektrik potansiyelinin değerlendirilmesi sayesinde olmuştur. Ondan önce, gerek li enerj i çoğu Almanya'dan alı nan kömürle üreıi lirdi. İ. sa­ nayiinin baş lıca dalları geleneksel saatçi lik, dokuma, giyim eşyası ve ayakkabı yapımı, merkezi Basel'da olan kimya endüstrisi ve makina yapımı idi. Fakat bugün makine ve elektrik motorları yapımı büyük i lerlemeler kaydederek ülkenin başta gelen endüstrisi halini almış bulunuyor. İ. toprak larının hemen hemen yarısı otlaklardan veya sürekli olarak yeşeren çayı rlardan ve ancak % 6'sı ekilmeye elverişli topraklardan meydana gelmiştir. H a lk ı n ancak % 6'sı ıarımla uğraşır. Başlıca ürün paıaıestir. 18 kanıonda şarap üreti lir. Eki lebi l i r toprakların yarısında başlıca çavdar ve mısır yeıiştiri l i r. Ülkede keçi ve koyun da üretili rse de, hayvancı lık alanında yoğun çalışma lar, sığır ve inek gibi kesim ve süt hayvanları yerisıi rmek icin yapı l ı r.

İ SV İÇRE : Bem ve Aa re ı rmağı Zürich ve Cenevre şehirleri, Avrupa'nın ve dünyanın mali hayatında önem li rol oynayan büyük bankacı lık mer· kezleridir. i. halkının % ! O ' u ticaret, bankacılık ve sigor· ıacı lıkla uğraşır. Turizm de İ . için daima önemli bir gel i r kaynağı olmuştur. Ü lkede kış sporların ı n revaçta olması, turizm gelirinin yazın olduğu kadar kışın da verimli kalmasını sağ lar. Yönetim : İ. , 19 tam ve 6 yarım kantondan meyda­ na gelen federatif bir demokrasidir. Parlamento niteliğinde ve eşit haklara sahip iki meclis vardır : ı. Milli Konsey, nisbi temsil usulü i le 4 y ı lda bir seçi len 200 üyeden kuru· lur. 2 . Devletler Konseyi , 19 tam kantondan ikişer ve ay­ rıca Basel şehri ile yöresinden bi rer, Appenzelrlerden birer ve Abwalden i le Nidwalden'den birer ki toplam olarak 44 kişiden meyd ana gelir. Bu iki konsey bir araya gelerek Federal Meclisi meydan1 getirirler. Federal Meclis 4 y ı l gö revde kalmak üzere atanan yedi bakanl ı Federal Konsey ( Bundesrat) i seçer. Bu bakanların atanmasında çeşitli kan­ ıonlarla çeşitli siyasi partiler arasında bir denge kurmaya önem veri lir. Bakanlardan biri Federal Konsey'in başkanı ve dolayısıyle de Federasyon'un başkanı olur.

İSVİÇRE

İSVİÇRE : Valais'den b i r görünüş Unterwalden, Appenzel l ve Glarus dışında, bütün kan­ tonların ni sbi seçimle iş başına geti ri len birer meclisi var­ dır. Her kanıonun meclisi o kanıonun hükümet ini seçer. Kanton ların komün leri kendi kendilerini yöneti rler. Ne federa l örgüt ne kantonlar ne de koroünler eg( men değil­ dirler. Her üç seviyede de, önemli kanun ların çıkarı lması egemen halkın referandumla rızasını bildi rmesine bağlıdır (Landesgemeiden'ın devam ettiği Unterwalden, Appenzell ve Glarus hari ç ) . İ. anayasasında «initiative» teri mi i l e anlatı lan «teşebbüs hakkı», 30 000 vatandaşın veya 8 kan­ tonun mevcut veya tek lif edilmiş bir kanun için doğrudan referandum istemesi hakkı olup halkın hemen hemen her konuda kamuoyuna baş vurulmasını isıeyebilmesini sağlar. İ. 1 970 yı lında kadınlara da seçme ve seçilme hakkını ka­ bul etmiştir.

Tarih : Bugün İ. denilen Helveıia'da yaşayan Kelt kabi lelerinin M. Ö. 58 y ı l ı nda Julius Caesar'a yeni lmeleri üzerine ve bu olayı izleyen 5 yüzyı l boyunca ülke Roma İmparatorluğu'nun bir bölümü sayı lmıştır. Ülkeyi fetbeden Roma askerleri Cenevre Gölü yakınındaki Nyon'da, Basel yakınlarındaki Augst'ta ve Avenches ( Aventicum) ta kolo ­ niler kurmuşlardır. Hıri stiyanlık da İ . 'ye Miladın I V. yüz· yılında g i rip yerleşmiştir. M. S. 259 yılında, i lkin yağma­ cılık, sonra da yerleşme maksadıyle yapılan Germen akınları başlamıştır. V. yüzyılda Germen Burgund'lar batı İ . 'yi ele geçirip oraya yerleşirken, Germen Aleman ' lar ülkenin mer­ kezi ve kuzey kesim lerinde daha büyük bölgelere yerleşm i ş ­ lerdir. Genel olarak, evvelce Romalıların daha köklü bir şekilde yerleşmiş bulundukları Burgun d ' l a r kesimi şimdiki Fransız diliyle konuşan İ. olmuş, Aleman ' ların isıili ettiği bölgeler de bugünün Almanca konuşan İ.'si halini almıştır.

4 13

Daha son raları Fra nk kralı Carolus Magnus'un başında bulunduğu Kutsal Roma İmpa r'a ıorluğu dönemi başlangıcın­ da en y üksek noktasına varan Germen Frankların hakimiyeti devrinde Katalik Ki lisesinin üstünlüğü aşikar bir durum almıştı r. Böylelikle İ . tarihi X V I I . yüzyıl ortalarına kadar Almanya tarihi ile kayn aşmıştır. 1470 yılı dolaylarında yazılmış olan «Sarnen komünü Beyaz Kitabı» adlı bir kronik'e göre, İ. Konfederasyo n u L Ağustos 1 29 1 tarihinde kurulmuştur. Bu « Beyaz Kitap», Wilhelm Te li adında birin i n Gessler adında Habsburg'lu bir yöneticiye baş kaldırmasını anlam. Wilhelm Teli İ. halkının kalbinde efsanevi bir kahraman o larak yaşar. Şim­ diki İ.'nin Brugg şeh r i civarında bir yer olan H�bsburg, X I I I . yüzyılda merkezi İ . 'de nüfuzu önemli de recede artan feodal bir sülilenin yaşadığı yerd i . A Ipiecdeki St. Gotthard Geçidine hakim olan ve «ormanlık yerler» deni len Uri, Schwyz ve Unterwalden kantonlarında, kendi lerine aid ma­ halli işleri ken di leri gö rmeye alışmış köylü ıopluluklarının yaşamış oldukları a n l a ş ı l ı yor. Belki 1 2 7 3 'te, Habsburg konıu I V . Rudolf, I . Rudolf adıyle Germen m i l letince Kutsal Roma İmparaıorluğu'nun başına geti ri lmek üzere seçi ldiği zaman, Uri, Sdıwyz ve Unterwalden, aralarında bir yaıdım­ laşma anlaşması yapmış lardı r. Bu anlaşmanın a macı, her halde o dolayiarda imparatorluk otoritesini temsi l etmekte olan Habsburg'lu yönetici lerin işlerin e karışmalarının önüne geçmekti. 1 29 1 tarihli bi r belge bu iş bi rliğinin yenilen­ mesi yolundaki çabaları göstermektedir. Kutsal Roma İmpa­ raıorluğu'nun temsi lcileri ile olan sürtüşmeler, 1 3 D 'te kon­ federe kantonların köy lü mili sleriyle feodal Habsburg ordusu arasında meydana gelen bi r savaşa yol açmıştır. İ . ' l i ler umulmadık bir şekilde galip gelmişlerdir. O sı ralarda İ. dağlarındaki vadi lerde yaşayan köylü lerin faki rliği , bu insan­ ların ücretli asker olarak yabancı ülkelere gitmelerine yol açmaktaydı ve bu iş XVIII. yüzyı la kadar İ . ' li lerin çok rağbet ettikleri bir meslek olarak kalmışıır. Fakat X V I I I yüzyı lda akım tersine dönmüştür. Ücret li askerlerin dış ü lkelerde kazanmaya gittikleri serveti, İ . 'yi ziyarete gelen yabancı lar geti rmeye başlam ışlardır. Nüve hal indeki İ . Konfederasyonu XIV. yüzyı lda sürekl i olarak gelişmiştir. Luzern, Zürich ve Bern gibi şehirlerin de i lhak edilmesiyle Konfederasyonun niteliğinde bir değişme meydana gelmiştir. XV. yüzyı l bu bakımdan daha da anlamlı oldu. İ. orduları, mesela 1 476'da Mur­ ıen'de olduğu gibi zaferler kazandıktan başka, 1 499 Basel Barışı i le imparator I. Maxi milian İ. 'nin bağımsızlığını i s­ men deği lse bile fiilen t anımıştır. İki y ı l sonra Rhein nehri üzerindeki Basel ile Schaffhau sen 'ın da katılmalarıyle kon­ federasyonun üye sayısı 13 olmuştur. Konfederasyon, XV. yüzyı lda zaprettiği Aargau gibi tabi devlet leri ve XVI. yüzy ı l başında ele geçi rdiği İtalyan dilli Ticino bölgesi gibi toprak laıı da yönetmekte idi. Bu arada Bern ' l i ler, Savoie dukaları ile bir hayli çaııştıktan sonra 1 5 36'da Fransız dilli zengin Vaud bölgesini zapıetti ler. .

İSViÇRE : Thoune Şatosu

4 14

tsvtçRE

Reformasyon hareketinin en büyük önderlerinden biri o lan Ulrich Zwingli'in bu yoldaki faaliyederine gösteri len tepki, XVI. yüzyılda konfederasyonu dağııacak gibi olmuş­ tur. Sonunda, bugünkü durumu ile Katolik şehir kanıon­ ları ve Protestan kır kanıonları örneği ortaya çıkmıştı r. Bern'in Protestan olması dolayısıyle Vaud 'lular da Protes­ tan oldular. Bern aynı zamanda bağımsız Cenevre'de Fran­ sız reformasyoncu Jean Calvin'in faali yet lerin i de desttk­ lemiştir. Böy lece Protestan mezhebine bağ lı bir Fransı z d i l li i. bölümü gelişmişti r. Din savaş larının karışık tehli ke­ leri ortasında konfederasyonun üyeleri «hakemleme>> usulü­ n ü geliştirmişler ve gereğinde de tarafsız kalmayı faydalı bulmuşlardır. i. artı k Avrupa'nın en güçlü ordularını ku ra­ maz olmuştu. İ . bu yeni keşfeııiği tarafsızlık sisteminin mükifatını, 19 Ekim 1 647'de Münster'de imparator I I I . Ferdinand tarafından bağımsızlıklarının tanınması ştklinde almışıır. XVIII. yüzyı lda ülkenin ba rış içinde yaşaması, küçük sanayi kollarında büyük bir gelişmeye yol açmışıır. Cal­ vinci göçmenlerin geti rdiği hüner ve marifeıler sayesinde Zürich ve Sı. Gallen'de }'eni bir ipekli ve pamuklu doku­ ma endüstri si ku rulmuştur. Neuch:itel saatçilik en düstrisinin başlangıç merkezi olmuştur. X V I I I . yüzyılda İ . ' l i ler iç si­ yaset bakımından son derecede muhafazakirdılar. Bern aris­ tokrasi s;nin ve Zürich esnaf loncalarının imtiyaziarına ve Uri köylülerinin haklarına büyük saygı gösıeri l i yordu. Fa­ kat yüzyıl iler ledikçe «ayd ı n lanma çağı» nın düşüncelerin­ den etkilenen bazı İ. vatandaşları bu muhafazakirl ı�a karşı çıkıyorlard ı. Bunları n en ünlüleri Base l ' l i Peter Och s i le Bern'e tabi olmaya kadanamayan Vaud' l u bir ai lenin ÇOCU· ğu ola n Frederic cesar idi. 1 798'de i.'yi isıili eden Fransızların, Vaud'luların i sy a n ını ve Fri bourg ve daha başka yer lerdeki halk ayak­ lanma larını desteklemeleri konfederasyonu çökerımişıir. ih­ tilal Fransa'sının önderliği ile tek devlet niteliğinde bir Helvetia Cumhuriyeti kurulmuş ve bi r anayasa kabul edil­ miştir. Bütün imtiyaz la r kaldırılmış ve bugünkü İ.'in çatısı kurulmuştur. Tabi kanıon lar öteki kanıonlarla aynı haklara sahip kantonlar halini almıştır . O zamana kadar tek resmi dil olan Almanca ile birli kte Fransız ve İtalyan d i lleri de bu sıfatı kazanmı ş lard ı . 1 803 'te Napoleon 'un isteği ile İ. yeniden federal yönetim si stemine dönmüştür. 1 8 1 5 V iyana Kong resi İ . 'nin sün kli bağımsızlıjl;ını tanımış v e ıoprak bütünlüğünü teminat alıma almıştır. Napoleon savaşları nın sona ermesiyle doğan yeni i., Fede­ ral Pakı'a göre Cenevre de dah i l olmak üzere 22 egemen

İSV İ ÇRE : Tarasp - Schuls - Vulpera Şaıosu ve sürüsünü ağıla getiren bir çoban

İSViÇRE : Jean Eıienne Liotard ( 1 702 - 1 789) : •Südü kakao sunan kız» ( Resim Galerisi, Dresden) kantondan meydana gel mek te idi, fakat bu bi rleşme daha çok bi r askeri i ttifak niteliğinde idi. Bern, Zürich ve Lu­ zern gibi kanıonlarda eski oligarşi ihya edi lmiş, fakat bir zamanlar tabi bölgeler durumunda bulunmuş ol an .Aargau , Thurgau, Vaud ve Ticino bağımsız kalmışlardı. Gerek b u son kan ıonlarda gerek Cenevre'de siyasi rej imler o kadar gerici değildi. Bununla beraber 1 8 30'da Fransa kralı X . Charles'in tahttan inmesiyle birli kte, Avusturyalı devlet adamı Kle­ mens von Metternich i le Kutsal İttifak'ın İ.'ye yaptıkları baskıya karşı liberal tepki ler ortaya çıkmıştır. 1830 - 1 848 dönemine İ.' li ler genel olarak yeniden canlanma dönemi gözü ile bakarlar : 1 8 1 5 ' te ülkenin yen i den bağımsız olmasından sonra Katalik kantonlarda Jesuitler t utucu yönetimler kur­ muşlardı. Bu Kaıolik kanıonlar Metternich'in ve Papa'nın yardımıyle Sonderbund adıyle özel bir İttifak da tesi s et­ mişlerdi. İ . Federal Diyeıi 1 847 Temmuz'unda bu ittifakı an ayasaya aykı ı ı bulmuştur. Yı l sonunda Cenevreli general Guillaume - Henri Dufo u r' un emrind•ki İ. ordusu Sonder­ bund i ttifakını mağlfıp etmiştir. 1 848'de 1 5 buçuk kanıonun ı 897 887 seçmtninin lthte ve 6 buçuk kanıonun 293 3 7 1 seçmeninin aleyhıe ver dikleri oylarta yeni b i r i. an ayasası kabul edilmiştir. Kanıonlar egemen liklerini kaybetmişler ve İ. i l k defa olarak bir gümrük birliği ile b i rle ş mi ş ve İ. Konfederasyonu federal bir devlet halini almıştır. 1874'te önemli anayasa değişiklikleri yapılmıştır.

İSVIÇRE - İŞ BANKASl Fran sız d i l l i İ.'li lerin karşı çıkmalarına rağmen merkezi otorite daha da güçlendiri lmiştir. Aynı zamanda «ceşebbüs hakkı» da anayasaya alınmış ve böylece İ. parlamenter bir demokrasi olmaktan çok plebi side iş leyen bir demokrasi halini almıştır. 1 874"ten sonra milli egemenlik halkın par­ lamentodaki temsilcileri tarafından değ i l , kendisi tarafından temsi l edi l i r oldu. «Teşebbüs hakkı» nın anayasaya alınma­ sı, G larus ve Appenzell gibi birkaç küçük dağ kantonunda hala uygulanmakta olan di rekt demokrasiyi yaygın hale getirme yolunda bir teşebbüstü. 1 848"de olduğu gibi, 1 874 anayasası da Jesuiderin İ . 'ye gi rmesini yasaklıyordu. İ. 'nin şimdiki anlamda sanayi leşmesi X I X . yüzyılın 2 . yarısında başlamıştır. Çoğun luğu tarımla uğraşan bi r millet, yüz yıl içinde sanayileşmiş bi r toplum halini almış­ u r. Bugün halkın ancak o/o 20"ye yakın bir böl ümü tarımla uğraşmakcadır. Yalnız ithal edilen sanayi ham maddelerinin değil, aynı zamanda gicgide tüketimi artan besin maddele­ rinin de bedelini ödemek için yeterince mamul t madde ih­ raç edilmesi gerekliydi. Böylece çok geçmeden saat ü reti­ mine, dokuma, giyim eşyası ve makine yapımı da eklendi. İ . ' nin başlıca demiryolları 1 8 5 0 - 1 860 y ı l larında yapı lmış ve 1 898"de de m i l l i leşcirilmiştir. St. Gotthard Geçidindeki tünel 18!l0" de açılmış, fakat açılmasında rastlanı lan büyük güçlükler yüzünden Simplon Geçidindeki tünel 1 906"dan önce açılamamıştır. 1 8 1 5 " te tarafsızlıkları Avrupa devletlerince teminat altına alınmış olan İ . ' liler, 1 9 14 ' ceki I. Dünya Harbi 'nde ciddi bir sınav geçirmişlerdir. 1 9 1 4 'te Alman nüfusu özel­ likle Zürich 'te olmak üzere İ.'de pek güçlü idi, fakat Bel­ çika'nın tarafsızlığının Almanlar tarafından bozulması da İ . 'nin var olması i lkesine karşı bir tehdi t niteliğinde gö­ rülüyordu. İ . kamuoyu, Biel - Freiburg çizgisindeki Fran­ sız - Alman d i l leri sınırı boyunca ikiye ayrı lmışu. Hayat pahalılığının hızla anmasına karşı lık ücretierin sabit kal­ ması ve iş saatlerinin artırı lması sebebiyle işçi - işveren iliş· kileri kötü durumdaydı. Sosyalist lider Robert Grimm, bir dereceye kadar, 1 9 1 4'te İ . 'ye sığınan ve 1 9 1 7'de Rusya'ya dönünceye kadar orada yaşayan Rus komünist lideri Le­ nin'in etkisinde kalmıştı. 1 9 1 8'de Grimm ilkin Zürich'te ve sonra bütün İ. 'de genel grev i lan etmiş ve ülke gün­ lerce i ç savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı r. Sonuç olarak, haftada 48 saat çalışma ve birçok kantonca kabul edi lmiş bulunan nisbi seçim usulü ihdas edilmiştir. Böyle­ likle Milli Konseyde sosyalist lerin sayısı yükselmişti r. I ve Il. Dünya harpleri arasında, Germen ı rkından olan bütün toplumları Alman sayan Hitler rej iminin bu iddiası Almanca konuşanların çoğunlukta bulunduğu İ. için önemli bir tehditti. 1 9 3 3 'te Hitler'in iktidara gelmesi ve 1 0 yıl sonra Alman ordularının S ralingrad'da bozguna uğ· ramaları arasında, Almanca konuşan İ . ' li ler en büyük bir bunalım döneminden geçmişlerdir. Bu insanlar fii len taraf­ sız göı ünmekle beraber kalben Almandı lar. 1 945 yı lından bu yana İ . büyük bir iktisadi refah içindedir. İ. 'nin milletlerarası tutumu, tarafsızlığının gerek­ tirdiği sınırlar içinde de olsa, her şeyden önce komünist d ünyaya karşı güvensizlik niteliğindedir. İ. Mi lletler Cemi­ yeri'ne girmiş, fakat Birleşmiş Milleder'e kau lmamışur. Bununla

beraber ekonomi ve kül tür alanlarında Birleşmiş

Milleder'le sık sık iş birliği yapmaktadır. 1 8 6 3 ' te kurulan Millederarası Kızıl Haç örgürünün yönetim merkezi Ce­ nevre şehrindedir. İ SYAN : bk. AYAKLANMA.

4 15

İ Ş ( Fr. Travail, İng. Work ) : Genel olarak, tatbik noktası yer değişti ren bi r kuvvet bir İ. yapar. İ . ' i n değeri, kuvvet ( F ) , alınan yol (S) ve kuvvet i le yol arasındaki açı­ nın ( a ) kosinüsü çarpımına eşittir : İş = W = F. S. Cosa. Özel olarak, cı = o • olu rsa, yani kuvvetin etki çizgisi ile yer değiştirmenin doğrulıusu aynı olursa, yapılan iş = kuvvet X yol = F. S olur. Bir F kuvvetinin tatbik noktasının çok küçük bir ds yer değişti rmesine karşılık olan d w = F. ds. Cosa İ.'ine bu kuvvetin elemanter ( küçük) İ . ' i adı veri lir. İ . formü­ lündeki cı açısı geniş açı olursa, yani yapılan W İ.'i eksi (negatif} olursa, kuvvet yer değiştirmeye karşı koyar ve yapılan İ.'e karşı İ. adı veri lir. Örneğ i n bir otomobilin durmak için fren yapması sırasında ve bir cismin yukarı doğru düşey olarak atılmasında duruncaya kadar yapılan İ . ' ler karşı İ . ' lerdir. Tersine ola rak, İ. formülündeki cı açı­ sı dar açı olursa, yani W İ . ' i artı (pozitif) olursa, kuvvet yer değiştirmeyi yapar ve yapı lan İ . ' e motor İ. adı verilir. Örneğin bir lokomotifin bir treni çekmesinde ve bir cismin serbest olarak düşmesinde yapılan İ.' ler moror İ . ' lerd i r. a = 90° olursa, yani kuvvetin etki çizgisi yer değiştirmeye dik olursa, fizi ksel anlamı ile yapılan İ . sıfır olur. Örneğin b i r yükün yatay olarak taşınmasında y e r çekimine karşı bir İ. yapılmaz. Bu nedenle harekeneki bir cisim üzerine etki yapan merkezcil kuvvet de bir İ. yapmaz. İ. birimleri erg, j oule, kgm ( ki logram - metre) dir. Güç bi rimlerinden türetilmiş endüstriyel İ. bi rim leri de var­ dı r : W aıt - saat, ki lowatı - saat ( bk. ERG, JOULE, KiLO­ GRAM - METRE, WATT - SAAT, K İ LOWATT - SAAT ; BİRİM SİSTEMLERİ ) . Değer v e doğrul tuca sabit olmayan bir F kuvveti kendi doğrultusunda bir ds yolu alırsa, bu kuvvetin A ve B noktaları arasında yapacağı İ . bir integral ile veri lir :

W =

J:

F ds.

Bk. TERMODİNAMİGİN BİRİNCİ KANUNU. İ Ş AKD I : bk. HİZMET AKDi. İ Ş BANKASI, Türkiye ( kuruluşu 26 Ağustos 1924 ) , Milli Mücadele son unda Atatürk tarafından Celal Bayar ( b. bk. ) a kurdurulan ilk milli banka. Mılli Mücadelenin muzaf­ fer kumandanı Atatürk, genç Türkiye'nin geleceği i l e ilgili olarak d ü ş ündüklerini 1 9 2 3 ' te şöyle açıklamı�u : «Yeni Tür­ kiye devleti, temellerini süngü ile değil, süngünün dahi isıinat etıiği iktisadiyada kuracakur. Yeni Türkiye devleti cihang i r bir devlet olmayacaktır. Fakat Yeni Türkiye dev­ leti iktisadi bir devler olacaktır.» Aıaıürk, bu düşüncesini, yine 1 92 3 ' re yaptığı bir ko­ nuşmada şöyle tamamlıyordu : «Siyasi ve askeri muzafferi­ yeder ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi muzafferi­ yerler ile ıeıviç ed ilemezlerse, husule gelen zaferler payidar olamaz, az zamanda söner . . . » Bu inanç içindeki Atatürk, Türk sermayesiyle bir milli banka kurarak milli ihtiyaçları n gerçekleştirilmesine yönel­ tilmesinin ve kurulacak tesis etrafında toplumun güveninin sağlanmasının gerekli olduğunu düşünmekıeydi. Bu duşün­ cesini 1 924 yazında h ükumet üyelerine açtı. Fıkir benim­ sendi ve kabul edildi. Atatürk'ün emrinde, Kurtuluş Savaşı i çin çeşidi yer­ lerden gelen yardımlardan ana kalan 2 5 0 000 lira vardı. Bunu, kuracağı milli bankaya kuruluş sermayesi olarak verdi ve etrafındakilere sordu : «Bu kadar az para ile banka

4 16

lş BANKASI ma yesi, 1 970 yılında ihtiyatlar ve karşılı klarla bir l ikte 600 mi lyon liraya yaklaşmış, i l k yıl 2 . 5 milyon liradan ibaret olan mevduatı ise. 9 milyar lirayı bulmuştur. Türkiye İ. B. , kuruluş amacına d a uygun olarak ülkenin ekonomik kalkınması ve sanayileşmesinde önemli rol oynamış, bu amaçla ç e şi t li yatı rımlar yapmıştır. Yatırım· ların başında % 80 i l e sanayi onakhkları gtlmektedi r. Bun­ lardan sonra önem sı rasına göre bankalara, maden ortaklık­ larına. signı ta ortaklıklarına, enerj i ortakl ı k larına ve diğer kuruluşlara yaptığı çeşidi iştirakler de sürekli gelişmeler göstermektedir.

İŞ BANKASI : Atatürk, Türkiye İş Bankası'nı ziyaretlerinde ihtisaslarını kaydederl e rken kuru labi lir mi ?» «Temel teşkil eder ; yüksek ilgi ve hima­ yeniz le tesi s gelişir, az görülen para nemalanır, kıymetli bir eser doğmuş olur, Paşam» cevabını ald ı . H e r zamanki bilinçli cesareti ile kararını verdi ve kendi eseri olan milli bankan ın adını koydu : «İsmi, Tür­ kiye İş Bankası olacak . . . » Bir d e resmini uzam. Türkiye İ. B.'nın çekleri üzerinde kuruluşundan bu yana yer alan bu resim, bankanın kasasında bir tarih, bir emanet ve emsalsiz bir hatıra değeriyle saklanır. Hazırlıklar kısa sü rede tamamlandı ve 26 Ağustos 1 9 24 günü Türkiye i. B. , Ankara'da küçük bir binada ve çok küçük bir baş langıç sermayesi ile faaliyete geçmiş oldu. Büyük önder İ. B . 'nı, istiklalimizin ana dayanağını teşki l eden Büyük Taarruz'un y ı l dönümünde h i zmete açıyordu. Bu, yabancıların hakimiyetine karşı iktisadi yön­ den girişilen bir ikinci büyük taarruzun başlangıcı anlamını taşır. Kuruluşun i lk yıllarında, o günlerin ekonomik koşul­ larına uygun olarak ticaret bankacı lığı yanında, İ. B.'nın kalkınma ve yatırım bankacılığı yönü ağır basmıştır. ll. Dünya Harbi'nden sonra ticaret bankacılığı yönü daha çok gelişmekl e beraber, İ. B. 'nın mali ve sınai alan lardaki çeşitli iştirakleri, daha sonraki y ı l larda d a önemli bir çalış­ m a kolu olarak devam etmi ştir. Büyük bir teveccühe ve büyük bir gelişm e ye mazhar olan Türkiye İ. B.'nın 1 924 yı lında 250 000 lira olan ser-

Sanayi alanındaki yatırımlarının en önemli leri şişe ve cam, bakır, şeker, dokuma, lastik, tarım i laçları ve gübre sanayii, çimento, madeni eşya, demi r - çelik. gıda maddeleri, otomobi l, turizm, soda sanayii v. b . kayded i lebilir. Bun lar­ dan özelli kle, ş i şe ve cam, şeker, çimento, bakır ve listik sanayi i , Türkiye İ. B.'nın ku rucu luğu ve öncülüğünde geliş­ mişti r. Ayrıca, bankan ın mali iştirakleri arasında yer alan, özel sanayie uzun vadeli kredi sağ layan ve büyük sanayi işletmelerinin kuruluşuna yardım eden Türkiye Sınai Kal­ kınma Bankası 'nın kur ucusu ve en büyük ortağı, Türkiye i. B.'dır. Tü rkiye İ. B . , bankacıl ı k alanında da önderlik etmiş ve çeş itli yeni lik ler geti rmiş bir ku r u luştur. Yurdumuzda tasarrufu teşvik amacıyle i kramiye ve kumbara si stemin i i lk k e z uygulayan İ . B.'dır. Seyahat çeklerin i yurdu­ muza ilk getiren ve uygulayan banka d a Türkiye İ . B. olmuştur. Türkiye İ. B. , sigortacılık alanında da öncülük yap­ mış ve A n adolu Türk Sigorta Şirkeıi ile Destek Reasürans Anonim Şirketi, İ . B.'nın sermayesi ile kurulmuştur. Banka ayrıca Milli Reasürans ve Ankara Anonim Türk Sigorta Şirketine de ortaktı r. Banka ve Tica ret Hukuku Araştı rma Ens­ u ıusu, 1 9 54 yılında Türkiye İ . B. tarafın­ dan bir vakıf olarak kurulmuştur. Bu vakfın amacı, banka, sigorta ve ticaret hukuku ala­ nındaki i lmi araştırma, çalışma ve yayınları İŞ BANKAS I : Kumbara geliştirmek, Türk ban· ka ve ticaret hukukunu, çağdaş hukuk sistemleri arasında i leri bir seviyeye ulaştırabi lmektir. Bankacı lık hizmetleri dışında Türkçe ve İngi li:ı:ce olarak hazırlanan « İş Bültenleri» iki ayda bir Türkiye'nin ııene l ekonomik gidişi hakkında bilgi vermekte ve bunlar, başlıca ekonomi k göstergeleri de i ç ine almaktadır. Ayrıca, «Türkiye'nin Genel Ekonomik Durumu» ve «Türkiye'nin Ekonomik Göstergesi», Türkçe ve İngilizce olarak yayın· !anmaktad ı r. Öıe yandan i. B. Kültür Yayın ları arasında fikir, sa­ nat, tarih, ed eb i yat ve iktisat alanlarında bugüne kadar I OO'den fazla eser yayınlamıştır.

İŞ BANKASI : Bankanın çalışmaya başladı&ı il k bin i

Türkiye İ. B . 'nın gelişme sinin ilk on yılını değerlen­ diren Kurucu Atatürk, ihtisaslarını, bankanın 10. yıl dönü­ münde şu sözleriyle belietmişti : « İş Bankası Kurumu, Cum­ huriyet tarihinde ekonomi bakı mından baş lı başı n a yer alt­ cakur. Bu Kurum, naçiı bir serverin bile ekonomik hayatta

iş BANKAS ı

-

fert menfaatlerine hasrolunmayıp ulus menfaatine hasre­ di lmesinden çıkabilecek olan büyük neticeleri , az zamanda ve bahusus yepyeni bi r devlet kuruluşunun türlü inkılap güçlükleri içinde alemşümfıl bir surette fii len göstermiştir.»

İŞ HU KUKU

417

kündür : ı. İşçi ile i şveren arasındaki karşı lıklı hak ve mükellefiyet i li�kileri ; 2. İşçi ve işveren send ikalarının karş ı l ı k l ı i lişki leri ; 3 . İşçi ve işveren lerin d evletle olan ili�ki leri ; 4 . İşçilerin �osyal güven liği. İ. H.'nu amme hukuku veya özel hukuk dallarından bi rine mal etmek mümkün değ i ldir. Çünkü İ. H . 'nda hem özel hem de amme h ukukunu taşıyan hük ümlere yer veril­ miştir. Bunlar arasında, i ş yerinde alın acak sağ l ı k tedbirleri, çalışma süreleri , ağı r işlerde ça l ı şacak ki mselerin tahdidi gibi amir nitelikte amme hükümleri o ' d uğu gibi bazı ıefsir edici ni telikte özel h ukuk karakter i n i taşıyan hükümler de vardır ki bu sebeple İ . H . 'na bir karma hukuk d.ı denile­ bilir. Sdsya l politika ise i . H.'na nazaran daha genis bir konu olup aynı zamanda takip etriği metod bakımından da İ. H . 'ndan ayrı lır. Ancak işçilerle bunları çalıştıranlar ara­ sındaki i lişki lerde merdana gelen h uzursuzluk ve güçl ük­ ler i l e toplum içinde meydana gelen h uzursuzluk problem­ lerinin halli bakımından bir yakınlık olduğund1n, amaçları itibariyle ayn ı olan sosyal p o li ıikaca tavsiye edi len tedbir­ lerden yararlanı lması keyfi )'eti bir münasebet teşk i l eder.

Tirihçe : Avrupa'da X. yüzyı ldan XV. yüzyıla kadar feodalite düzeni hüküm sürmüş, ustalar birleşerek pazarı kontrolleri altına almışlar, fazla çı rak ve usta çalış ı ı rı lması yasaklanmı şıır. XV. y Ü zyıldan X V I I I . yüzyı la kadar �anat­ ların korparasiyon halinde toplan ıl ması suretiyle sanatlar sını rlandırı lmış , ustaların sayıları tayin ve tahdit edilmişti. Sonradan korporasyon lar para i l e alınıp satı lmaya başlandı .

İ S BANKAS I : Merkez binası maketi ( Ankara)

ış EClTIMI ( İng. Business education ) , genel olarak, ilk öğreni mini bitirip de i ş alanında çalışmaya yönelmek isteyen bir gencin çeşitli İş kurumlarının niteliğin i ve işle­ yişini öğ renip kendini ona göre hazı r l a ması için gerek l i ilişkil i ' n e ulaşmak üzere Toscana bölgesini aşar. Merkezi İ. 'da volkan kraterlerini doldurmuş birçok küçük göl de vardı r. İ.'da Akdeniz iklimi h üküm sürer. Kış mevsimleri yumuşak ve yağrnurlu, yazlar ise sıcdk ve kuru geçer. Ku­ zeye doğru çıkı l dıkça yağmurların sürekli liği artar. Lom ­ bardia ovası i l e İtalyan Alp leri 'nde en şiddetli yağmurlar bazan yazın yağar. Dağ bö lgeleri dışında yaz aylarında ve özellikle Temmuzda ısı çok yükselir. Kışlar, yarımada bö­ lümünde yumuşak, ıtüneyde sıcaktır, fakat Alpler ile Po vadisinde genellikle soğuktu r ve Oca k ayında uı bazan sıfırın altına düşer. İ.'da veri mli topraklar yalnız alüvyo n l u ovalarda bu­ lunur. Dağlık bölgelerde çok ince olan toprak tabakası kalk e ı l i büyük bölgelerde hemen hemen hiç yoktur. Gü­ neyde nem yokluğundan dolayı topraktan güçlükle yarar· lanı lmaktadır. Ü lke, mineral kaynakları bakı mdan çok yoksuldur. Kömür ancak eser halinde vardır. Bol miktarda demirli ve demirsiz cevher veren yatak ların sayıst pek azdır. Bunların en önemli leri Sici lia'da ve Güney İ.'da yer alan kükürt yatak larıdır. Başlıca petrol yatakları Sici l i a ' dadır ; merkezi İ.'da da bir miktar petrol bulun muştur. İ. topraklarının çoğu Akdeniz iklimine sahip bir böl ­ gede bulunduğu i ç i n ülkenin bitki leri u z u n süren sıcak ve kuru yaziara dayanabi len türdendir. Çoğun lukla meşe, akgürgen ve kestan e ağaçlarından meydana gelmiş olması gereken orman toprak örtüsü, çeşitli kavim yerleşmeleri

İTALYA : litna'nın kraıeri

sonucunda, Ucra dağ bö lgeleri dışında tamamiyle yok olmuş­ tur. Eki lemeyen topraklar, kuraklığa dayanıklı kaba otlar ve maki lerle kap l ı d ı r. Kıyı ovaları ve özellikle Lombardia ovası, Toscana 11-fa rernma'sı (bata k l ığı ) ve Roma Carnpani a ' sı, genellikle rnalaryal ı olan bataklıklarıyle tanınırdı. Şimdi bu bl!aklıkların çoğu kuruıularak tarıma kazandırılmıştır. İtal­ yan Alplerin i n yüksek kesimlerinde Alp florası hakimdir ; d4ha alçak yerler kozalaklılar türünden ormanlada kaplıdır ; daha da alçaklarda yaprak döken ağaç ormanları y e r alır. İ. zeytin likler bakırnından çok zengindir. Gün ey İ.'da büyük ö lçüde narenciye de yetişıiri lir. Yabani harvan ların çoğunun soyu tüken miş, yalnız kemirici ler ve başka küçük hayvanlar kalmıştır. Roma şehrinin ti msali olan kurt ş i mdi yalnız merkezi İ. 'nın ücra dağlarında ve Alplerde yaşamaktadır. Etnoloj i , dil ve din : Tarih öncesi zamanlarında İ. 'ya beyaz ı rktan bi rçok kavim gelmi ştir. Ülkenin Roma şehri güneyinde kalan bölümünde koyu esrner ıenli, siyah saçlı ve kara gözlü Akdeniz tipi çoğunluktad ır. Roma'nın kuzerinde kalan bölgede ise kurnral saç l ı , gözleri o kadar koyu renk li olmayan, biraz daha uzun boy lu Alp tipi hakimdir. Kuzeydoğudaki Venezia bölgesin d e ve Friuli pro v i n sinde hakim tip D i nariktir. Ülkeni n azçok her ye­ rinde uzun boy lu, sarı saçlı ve mavi gözlü Kuzey ( Nord i k ) t ip ine de rastlanır. Sardinia h a l k ı homoj en olduğu halde Sici lia adası tarih dev i rlerin d e Yunan l ı lar, Araplar, Feni-

İTALYA : Sıresa ve Borrornee adaları ( Maggiore Gölü) keliler, Berberiler, Normanlar ve İberler gibi çeşidi ka­ virnlerin göç etmiş oldukları bir yer olduğu için bir kavimler potası halini almıştır. İtalyan d i li, eski zamanlarda Roma'da alı halk taba­ kalarının konuştuğu Latinceden türerniştir. Orta Çağda İ . 'da birbi rin e yakın birçok lehçe vardı. Bunlardan biri olan Toscana lehçesi XIII. yüzyılda edebi önem kazanmı� ve zaman la da aydı n halkın dili halin i almıştır. İtalyaa­ ların çoğu kendi bölgelerinin lehçesini kullanırlar. Bizı lehçelerin özel edebiyatı vardır. Kuzeyin V en ezia ve Pie­ rnonte leh çeleri, güneyin Napol i ve Sici lia lehçeleri bu kabildendir. Sardinia ve Romagn a ( Ravenn a ) lehçelerini öteki bölgelerin İtalyanları çoğu zaman güçlükle anlarlar. İ. halkını n o/o 99'u Katoliktir. Ülkede çoğu Waldo tarikatından ol ma k üzere 95 000 Protestan, 50 000 kadar da Yahudi vardır. Kültür hayatı : Cassiodorus Boethius ile Papa St. Gregorius'un o devirdeki mecalsiz batı dünyası üzerine çöken karanlığa ışık tuttukları VI. yüzyıldan Benedetto Croce ile Enrico Fermi'nin felsefe ve fen alanlarında en yüksek düzeylere eri�tikleri ve İtalyan yazarlarının, beste-

İTALYA

İTALYA : Tori no'da Po ırmağı üzerindeki köprü c i lerinin ve sanatçılarının milletlerarası ün kazandıkları X X. yüzvıla kadar İ . külıür dünyasında seçkin bir yer işgal etmiştir. Alplerin kuzeyinde henüz pek az bi l i m ku­ rumu varken İ.'nın yüksek öiiren im kurumları ve kütüp­ haneleri vard ı. Bi rçok ülkeden öğrenci ler, I X. yÜ7yılda Salerno tıp okuluna, XII. yüzyılda Bologna hukuk okuluna, XIII. yüzyılda Padua'ya matemati k öğrenmeye geli rlerdi. Avru pa medeniyetinin gelişmesine İ.'nın baş langıçtaki en önem li hizmeti Katoliklikle Hümanizma oldu. En büyük iki tarikatın kurucuları olan St. Senedierus ve Sı. Franciscus İtalyandılar. Hümanizma, Orta Çağdan Yeni Çağiara geçişi ve bugünkü demokrasi i le sonuçlanan tedrici hürriyet ha­ reketlerinin başlangıcın ı işaretler. XIV. yüzyılda şii r Fran­ cesco Peırarca, XV. yüzyı lda Papa II. Pius ve filozof Giovanni Pico della Mirandola h ümanistıi ler. Leon Baııisıa Albeni (ölm. 1 47 2 ) ve Leonardo da Vinci (ölm. 1 5 1 9 ) h e r b i l i m dal ı i l e derinliğine i lgi lenen düşünüı lerdi . Bun­ dan başka, i lhamlarını yeniden keşfedi len Yunan ve Liıin yazarlarından alan sayısız düşünürler vardı. XIV. yüzyıl ortasında edebiyat ve sanatta Rönesans harekeıi yolunu tuımuştur. Bu hareket, en büyükleri Dante Alighieri ( ö lm. 1 3 2 1 ) olan şairlerle ba�lamıştır. Cimabue (ölm. 1 30 2 ) ve Giotto (ölm. 1 3 3 7 ) gibi sanaıçı lar resimde inkı lip yarat· n lar. Michelangelo ve Tiziano öldükleri zaman ( sırasiyle 1 564 ve 1 5 76'da) Rönesans hareketi son una yaklaşmaktaydı. Rönesans devrinde bunlard a n başka, başlangı çtaki en popüler rı esir yazarı Giovanni Boccaccio, Angelo Poliziano ve Ludovico Ariosto pibi şii rler, Sandro Boticell i ve Raf­ fael lo gibi ressamlar, Donaıello ve Andrea del Verrochio gibi h eykelciler ve FiFppo Brunelleschi ve Bramante gibi mimarlar yaşamıştır. İ.'nın, modern musikinin gelişmes·n­ deki büyük rolü başladığı zaman Rönesans hareketi henüz

437

sona ermemi�ti. Bu mutlu blşlangıç, XVI ve X V I I . yüz­ yıllarda Giovanni Pierluigi da Palestrina, Claudio Monıe­ verdi ve Alessand ro Scarlaııi 'den X I X ve XX. yüzyıll arda Giacchino Rossi ni, Vincenzo Bellini, Gi useppe Verdi , Giacomo Puccin i v e Pietro Ma scagni'ye gi den bir yürüyü­ şün hareket emri olmuştur. Asıronom Gali leo, biyoloj i st Marcello Malpighi ve fizikçi Luigi Galvani, Kont Ales­ sandro Volıa ve Kont Amedeo Avogadro'dan 1895'te i lk telsiz mesaj ını gönderen G uglielmo Marcl)ni'ye ve En rico Fermi'ye kadar u zanan uzun bilg n ler zincirinin ilk ha lka­ larından biri olan XVI. yüzyılın büvük fen adamı Gero­ nimo Cardano hayatta iken de Rönesans devri henüz ka­ panmamıştır. Giordano Bruno gibi XVI. yüzyıl düşünüderi Baruch Spin oza'yı, Baron Goııfried von Leibniz'i derin bir şekilde eıkilemişlerdir. XVI I I . yüzyı lda Giovanni Baııista orij inal bir tarih an layışı ortaya atmı ş, hukukçu Marki de Beccaria «en büyük sayıdaki insana en büyük refah » sloga­ nını yaratmıştır. X I X . yüzyılda Giuseppe Mazzini demok­ ratik m i l liyetçi liğin ve bütün m i l lerierin kardeş liği p rensi­ b i n i n önded iğini yapmış, X X y ü •yılda Senederıo Croce, Hegel idealizmin i n sözcülüğünü etmiştir. En büyük İtalyan n esir yazarı ve aynı zamanda büyük şiir olan Kon t Alessandro Manzoni X I X . yüzyılda yaşamış ve yazmıştı r. Çağımızın seçk i n şiirleri arasında Marki Ce­ sare Alfieri , Kont Gi acomo Leopardi, Gabriele d' Annunzio ile Nobel ödülü kazanan Sal vatore Quasimodo'yu anmak

İTALYA : Genova'nın Castelletto' dan panoraması gereki r. XX. yüzyıl nesir yazarlarından oyun yazarı Luigi Pi randella ve romancı lgnazio Si lone ve Alberto Moravia dünyaca tanınmış yazar lardır. Ressam Alessandro Modig liani ve orkestra şefi Arı uro Toscanini, hayatların ın çoğun u dış ülkelerde geçirmişlerdir. Faşist d i k ıatörlüğünün düşmesin i takip eden hür hava i ç i n d e Viııorio de Sica, Roberto Rossel lini ve Federico Fel lini gibi film d irektörleri, Gior­ gio de Chirico gibi ressamlar ve Manza g i b i heykelci ler milletlerarası ün kazanan eserler yaratmışlardır. Ülkede yüzden fazla gündelik gazete ve beş bin ka­ dar dergi yayın tanır ve bu dergilerin üçte biri kadarı fennl ve teknoloj ik ni teliktedir.

İTALYA : Floransa yakınında Arno ırmağı

Ekonomi : S ına i üretim İ.'nın gelir toplamının he­ men hemen yarısını meydana geti rir. 1 960' Iarın başında sanayi alanında çalışan İ talyanların sayısı tarımla uğraşan­ ların sayısını aşmış bulunuyordu. ithal malı demir ve kö­ mür kullanan çelik endüstrisi hızla gelişmiş, genişlemiştir. Mekanik üretim, gemiden, otomobi lden, mekanik aletlerden ince lletlere, yazı makinelerine, dikiş makinelerine kadar d ünyaca ün kazanmıştır. Daha sonra, işlediği ham madde-

İTALYA

43 8

İTALYA : Milana'nun havadan İTALYA : Portofino'nun görünüşü !erin çoğ u n u ithal yolu ile elde eden ve bir mi lyon kadar işçi çalışıı ran dokuma endüstrisi gelir. Giyim eşyası end üst­ risi de hayli gelişmiştir. Roma, bir moda merkezi olarak Pari s ve New York ile rekabet halinded i r ve dış ü lkelerde geniş pazarlara sahiptir. Hızla büyümekte olan kimya ve petrokimya endüstri lerinde 2 5 0 000, inşaat sanayiinde 500 000 insan çalışır. Kuzey İ.' daki büyük tabii gaz yaraklarından sanayi ve ev ihtiyaçları i ç i n yararlanılır. Fakat başlıca enerj i kay­ nağı elekrrikrir. Elektrik ürerimi 1 9 5 3 - 1 960 döneminde 3 5 milyar kw/saatten 55 milyar kw/saare yükselmiştir. Bu kapasitenin dörtte üçü h idroel ektrik tesislerinden elde edı lir. Toplam endüstri kapitalinin beşte biri kadarı, 2 mil­ yon kadar bağımsız küçük sanayi sahiplerine aid çok küçük parçalara bölünmüş durumdadır. Arta kalan beşte dördünün çoğu, nispeten küçük gruplara aid o lan 3 0 000 kadar şir· ketin elinde toplanmıştır. Bu grupların en büyüğü İtalyan hükümetidir. 1930'ların başlarında Faşist diktatörlüğü İtal­ yan sanayiinin çoğunu ve bu arada bankacı lık ve ulaştırma işlerini devletleşti rerek esasen çok geniş olan kamu sektörünü daha da geniş letmişti. Cumh u riyetin kurulmasından son ra bu sektördeki şirketler i l eri derecede bir muhtariyete ka­ vuşmuş olarak daha verimli bir çalışma dönemine girmiştir. Dağlık bölgelerin geniş, bi rçok kesimlerde toprağın zayıf ve suyun da az olmasına rağmen, İ. toprakları yoğun bir şekilde işlenmektedir. Tarım çalışmaları milli gelirin beşte biri kadarını üretmek te ve ülkenin iş gücünün üçte bi rine yakın bir bölümüne iş sağlamaktadır. İ. , yılda 9 ila 10 milyon ton buğday, 3 i l a 4 mi lyon ton mısır yetiş ti rir. İ. Avrupa'nın en büyük pirinç ürtticisidir. Şarap ürerimi bakımından da durum ayn ıdır. Zeytinyağı üreticisi olarak da dünyada i kinci sırayı alır. Ülkenin toprak genişliğine nispet le hayvancı l ığı da gelişmiş sayılır. 9 milyon sığır, 10

İTALYA : Torino'nun Cappuccini'Jer Dağı'ndan görünüşü

görünüşü

mi lyon koyun ve keçi, 4 mi lyon kadar domuz v e ı 250 000 kadar at, eşek ve katır vardır. Bütün bunlara rağmen . besin maddeleri bakımından İ. kendi kendine yetmemektedir. Hükümerin 1 960'ta uygu­ lamaya başladığı «Yeşi l Plan», üretımı artırmak i çin beş yıllık bir eği tim, teknik ve mali yardım programı ile işle­ mektedir. İ.'nın ticaret fi losu ( 5 mi lyon gros ton kadar ) , dün­ yada altıncı gelir. Bu gemilerin sağ ladığı dövizlerden ba�ka her yıl ülkenin tabiat güzel l iklerinden ve i k liminden yarar­ lanmak, sanat hazinelerini görme k için gelen mi lyonlarca turistin bı raktığı paralar İ.'nın ödeme dengesinde önemli bir yer tutmaktadır. Tarih : V. yüzvıldan önce Yunanlıların Güney İ.'da ve Sicilya'da kurdukları kolan i ler hakkında bilinenierin dışında, İ.'nın o yüzyıldan önceki taı�hi ile i lg i l i pek az bi lgi vardır. Ülkenin en eski sakinleri olarak bilinenler Liguria ve Ibecia menşelidirler. Anadolu'dan gelen Errusk­ Jar M. Ö. 800 yı lında Orta İ . 'ya yerleşmişler, medeni bir imparatorluk meydana geti rmişlerdir. M. Ö. V. yüzyılda İ.'yı isıi li eden Keltler Erruskları Po vadisinden sürüp at­ mışlardır. Aynı Eıruskların güneyde ilerlemeleri Samn ium'­ lular tarafından durdurulmuştur. Komşuları Yunan lıların medeniyerini benimseyen bu Samn ium'J ular M. Ö. IV. yüz­ yılda Etruskları Campania'dan aımışlardır. Laı ium kıyıla­ rında yaşayan Latinler ıamamiyle Eırusk boyundu ruğuna girmemişlerdi. Bu Latinlerle komşu ları Sabi n'ler Romalı­ ların cetleridir. İ.'nın M. Ö. V. yüzy ı l ile M. S. V. yüzyıl arasındaki tarihi, genel çizgileriyle, Roma'nın ve çeki rdeği İ. olan Roma İmparatorluğu'nun gelişip büyüme�inin tarihi-

iT.ALYA : Venedik' in havadan görünüşü

İTALYA

İTALYA : Bologna'nın havadan görünüşü dir. Augu stus İ.'yı şu l l yönetim bölümüne ayırdı : Lari­ um ve Campania, Apu lia ve Calabri a, Lucani a ve Brutti­ um, Samni um, Picenum, Umbria, Etruria, Gallia, Cispadana, Liguria, Venetia ve Istria. H ı ristiyanlık çağının başlangıcı olan o devirde bütün i. iyice Lat i nleşmiş, Roma vatandaş­ lığı bütün hür İ talyanlara teşmil edilmişti ve vergiden muaf tutu lan İ. Roma'nın olanca refahından faydalanıyordu. O devirden beri i. hiçbir zaman o derece refah ve o kadar uzun süren bi r barış devresi tanımamıştır. Hıristiyanlık hızla yayı lmıştır. V. yüzyı l başında Roma İmparatorluğu'nun her tarafı gibi İ. da birbi ri ardından Germen menşeli Batı Gotlarının, Hunların, Germen menşeli Herul' lerin ve Doğu Gothlarının istilasına uğramıştır. 476 y ı lında son Batı Roma imparatorunun tahttan indirilip Heru l ' lerin kralı Odovakar'ın İ.'nın idaresini eline almasın a genellikle Batı Roma İmparatorluğu'nun sona ermesi gözü ile bakılır. Konstantinopolis ( İstanbul ) te oturan Doğu Roma ( Bizans) imparatorları İ. ve Batı Roma tahtı üzerindeki hak iddialarından hiçbir zaman vazgeçmedi ler. Doğu impara­ toru Zenon'un kışkırtmalarıyle Doğu Gotlarının kralı Büyük Theodoricus (Alın. Dietrich ) i.'yı istila etmiş, Roma'nın yerine başkent olan Ravenna'yı almıştır (493 ) . Odovakar'ı öldüımüş v e Roma müesseselerini olduğu gibi muhafaza ederek İ. için hayırlı olan uzun bir i dare dönemini başlatmıştır. Theodoricus'un ölümünden sonra İ . ' da kalan biricik i stikrarlı müessese Papalıktı. 535 yılında Gotların kraliçesi Amalasuntha'nın öldürül­ mesini, Doğu Roma i mparatoru I. iustinianos ile general­ leri Belisarius ve Narses tarafından İ. 'nın isıili edilmesi takip etmıştır. Fakat Ravenna eksarhlığı, Fentapolis adıc­ daki şehirler grupu ve Güney İ. kıyısı dışında, Bizans

iTALYA : Napali 'nin havadan görünüşü

439

idaresi çok geçmeden sona ermiş ve onun yerini kral Al­ boin idaresindeki Lombard' ların ku rduğu yeni b i r krallık almıştır ( 5 69) . Pa pa I. Gregorius Bi zans' tan yardım gör­ meksizin Roma'yı ve St. Pet rus'tan kalan k utsal emanetleri Lombard ' ların elinden kurtararak Papalık devletinin kurul­ masına gerekli temeli atmış ve eski Roma geleneklerini de korumuş tur. Ayn ı zamanda Roma'yı, Bizanslı fatih lere etm i ş bulund uğu bağlılık yemininden de kurtarmıştır. Lombard' lar arasında kuvvetli bir birlik yoktu, fakat buna rağmen Bizans­ l ı ların yeniden giriştikleri fetih teşebbüslerini önlerneyi başarmışlar ve 75 ı yılında Ravenna'yı almışlardır. Lom­ bard' ların Rom1. üstüne yürümeleri üzerine Pa pa, Frank kralı Kısa Pepin'e baş vurmuştur. Bu kral Lombard' ları Ravenna ek sarhlığından ve Penıapolis'ten atmış ve 754'te Penıapolis'i Pa palığa bağışlamıştır. Pepin'in bu müdahale­ sini oğlu Büyük Karl ( Carolus Magn us, Charlemagne) in müdahalesi takip etmiştir. Carolus Magn u s Lombard kralı Desiderius'u mağliıp ve kendisini Lombard' ların kralı i U.n eimiş ve 800 yılında Roma'da Batı imparatoru olarak taç giymişıir. Bu önemli olaylar İ.'nın ve Papalık'ın sonraki tarihlerini çok etkilemiştir. Sonraki imparatorların İ. üze­ rinde hak iddia etmeleri ve Papalık'ın siyasi kudret kazan­ ması bu olayların endirtkt sonucu olmuştur.

İTALYA : Sorcento'nun panoraması O rta Çağ ltalyası : Verdun ve Mersen antlaşmalarıyle Caroling imparatorluğu'nun paylaşılması sonucunda i.' da İm­ parator I . Lothar, İmparator II. Ludwig ve İmparator II. Karl hüküm sürmüşlerdir. Karimann ( Carlomanno, ölm. 880) ve İmparator l l l . Karl devrinde İ. anarşiye düşmüştür. İmpara­ tor Arnulf İ.'yı yeniden feıheımeye gi rişmişse de, başara­ mamıştır. 888'den 962'ye kadar i. 'yı Guy de Sapoleıo, Fri u l i ' l i I. Berengar, Burgundia'lı III. Louis gibi sözde k rallar ve imparatorlar idare etmiştir. Küçük senyörler bir· biriyle sürekli düşmanlık hali ndeyd i ler, Papa lık da son derecede tereddi etmişti. İ.'yı kuzeyde Macar isti lası tehdit ediyordu, güneyde ise Araplar Sicilia'yı ele geçirmi şler ( 9 1 7 ) , asıl İtalyan topraklarına akınlar yapmaya başlamış­ lardı. 96l 'de Il. Berengar'a karşı korunmasını isteyen Papa'­ nın } ardımına gelen Germen kralı I. Otto İ.'yı i sıili ve Berengar'ı mağlüp ederek İ. kralı olmuş. 962 yılında da Papa'nın elinden imparatorluk tacını giymiştir. İ. ile Ger­ mania ( Almanya) nın birleşmesi Kutsal Roma İmparator­ luğu'nun başlangıcı olmuştur. Alp dağları, istila orduları­ nın i.'ya gi rmelerini hiçbir zaman ön leyememiş olmakla beraber imparatorların İ.'yı etkili bir şekilde konırol etme­ lerini engel lemiştir. imparatorlar ve Germen kralları otori­ telerini teyit e tmek için tekrar tekrar Alpleri aşmışlar, fakat her defasında Almanya'ya dönmeleriyle birlikte İ.'daki

4 40

ITALYA

İTALYA : Monreale Katedr.ıli'nin içinden bir görünüş otoritel eri yok olmuştur. Sonuç olarak bu hükümdarların müessir otori teleri İ . 'nın Papalık toprak ları kuzeyindeki bö­ lümüne inhisar ed iyordu. Pug lia ( Apulia) i l e Ca labria kısa bir süre için yeniden Bizanslıların eline geçmişse de, X l . yüzyılda Robert Gui scard adında bi r maceracının emrindeki Normanlar tarafından zaptedi lmiştir. Bu Normanlar Sici­ lia'yı da Araplardan kurtarak Sici lia Narman Krallığı 'nı kurmuşlardır. Ona ve Kuzey İ . 'da çoğu Germen menşeli olan feodal senyörler şiddete d e dayan a n düzensiz bir idare sürdürüyorlarJı. Bunların en kudretlil eri Tascana kontları idi. İmparatorlarla papalar arasında Germen piskoposları atama yetkisi konusunda sürüp giden çatışma ve l l l � ' te Kontes Matildo'nun ölmesi üzerine Toscana konıu olacak kişi üzerinde anlaşılamamasından doğan ihti laf karışıklığı büsbütün art ı rmıştır. Bi rçok küçük senyörün bağımsız olma­ ları, Ona ve K uzey İ.'da gerçek an lamıy le feodalite siste-

mının kurulup gelişmesini önlemiştir. Fakat g ü neyde Nar ­ man kralları ve onların halefieri olan Hohenstaufen ve Ani ou sülaleleri feodalite sisremini gereği gibi uygu la­ mışlar ve bu sistemin olanca kötü l ü kleri Napa li ve Sici lia'­ da İspanyol idaresi döneminde sürüp g i tmiştir. Kuzey İ . ile Güney İ . arasında o zaman lar var olduğu gibi bugün de d evam eden temel fark l ı l ı k böy lece Xl. yüzyıld aki bu farklı d u rumlara dayanır. Orta ve Kuzey İ . 'daki karakteristik ge­ lişme ve kom ünler ve si teler kurulması X. yüzyılda başla­ mıştır. Bu gelişmenin sebepleri kısmen si yasi, kısmen de ekonomikti. Rom:ı müesseselerinin yaşamaya devam etmesi ve Roma komününün örnek olarak alınması da işi kolaylaş­ tırmıştı. Bi rçok siteler ticareılerini ve end üstrilerini ( özel­ likle yünlü kumaş endüstrisi ) korumak için aralarında ligler kurmuş lard ı r. Çoğu zam a n birbiriyle savaşan bu liglerin en sağ lamları Lombardia'da idi. İmparator I . Friedrich'in otoritesi ni si telere kabul ettierne yolundaki teşebbüsleri, Lombard Ligi'nin kurulması, imparatorun yenilmesi ve ligin imparator tarafından resmen tanınması şekl 'nde sonuçlandı. Bununla beraber, ligler arasındaki re­ kabet, İ.'nın hıç olmazsa bir bö lümünü sağlam bir siyasi birim haline getirebi lecek bir birliğin meydana gelmesini engelledi. İmparator ll. Friedrich ile Papalık arasındaki

İTALYA : Giovanni Seganıini : « İki Analar» ( Modern Sanat Müzesi, Milano )

İTALYA : Venedik'te Dukalar Sarayı ( Detay) -

m iicadele, s'teleri ve soy luları Guelfolar ve Ghibellinolar olarak i kiye böldü. Bunl a rın arasındaki kardeş kavgası, Fri edrich'in ölmesiyle İ.'da i mparatorluk idaresinin sona erip P apalık'ın nihai zafere ulaşmasından sonra da uzun süre devam etti. Bu ikilik şehi rlerde birtakım despotlar türernesine yol açtı. Bunlar, soylulardan veya burj uvalardan olsun, genellikle parti liderleriydiler ve «magister» olarak idarenin başına geçer ge ç mez kendi leriyle başlayan birer hanedan sülalesi ku ruyorlardı. Bu magi sterlerin unvanı po­ desta, senator veyi konsüt idi. Bi rçok si telerde cumhuriyet müesseselerinin iş lemesi kesintisiz olarak veya kısa kesin­ ti lerle sürd ürülüyordu. Bazı sitelerde kendiliklerinden ku­ rulan hanedanlıklar XIV ve XV. yüzyıllarda, hali İ. üze­ rinde hak iddia eden imparatorlar tarafından resmen du­ kalık veya prenslik olarak tanınıyordu. En kudretli prens­ ler (Milano'nun Vi sconıi ' si i l e Sforza'sı, Mantava'nın Gon· zaga'sı, Ferrara'nın Estes'i ve Savoia Dukaları gibi) ve en kudretli cumhuriyetler ( Firenze, Venezia, Genova gibi ) zayıf komşularının zararına olarak kendi topraklarını genişletme­ y e ç alışıyorlardı. Papalık topraklarındaki siteler papaların Avignon'daki esareti döneminde mahalli müstebitlerin elin­ de kaldı ve İ. şu bellibaşlı bölümlere ayrıldı : Rakip Anjou sülilesi ile lspanyol Arag6n hanedam arasında payla­ şılamayan güneydeki Sici lia ve N apo li Krallığı ; merkezde Papalık toprakları, Siena, Firenze ve Lucca cumhuriyetleri

İTALYA

441

İTALYA : Roma' da San Pietro Ki lisesi ve Meydanı ile Bologna, Forli, Rimini ve Faenza siteleri ; kuzeyde Ferrara ve Modena, Mantova, Milano ve Savoia dukalık­ ları. İki büyük tüccar cumhuriyet olan Venezia ile Genova, ülke dışındaki toprakları ve koloni leri i le İ.'nın öıeki bö­ lümlerinden karakterleri ve dışarıdan görünüşleri bakımın­ dan farklı idi ler. Bu çeşitli dev ieder arasında sürüp giden savaşlar siyasi bakımdan çok zararlı olmakla beraber bu devletlerin maddi ve külcürel zengi nliklerine fazla bir za­ rar vermed i . Bunun sebebi , savaşların «condottiere» denilen ve kimden fazla para alırsa ona h i zmet eden profesyonel komutanlar emrindeki ücreı li yabancı askerler tarafından en az kan dökülerek ve en az tahribada yapılması idi. XIV. yüzyılda İ.'yı kasıp kavuran veba salgınına n i speıle iç savaşlar i. için çok az zararlı olmuştur. Haçlı seferleri, Doğu ile yapı lan ticaret ve özellikle Genova, Lucca ve Fi­ renze'de kurulan bankalar maddi refahı daha da artırmış­ tır. Bu maddi refah, insanlık tarih i nin kaydettiği en büyük kültürel gelişmeleri temsi l eden İtalyan Rönesansı'na yol açmışıır. XIV. yüzyılda Dante ile baş ladığı söylenebi lecek olan bu Rönesans, batı medeniyetini sürekli olarak eıkile­ mi�, değiştirmiştir. Parralanma "' yeniden doğu[ : XVI. yüzyı l başında Rönesans hareketi en yüksek noktasına ermiş olmakla be­ raber, Fransa, İspanya ve Avusturya'nın mil liyetçi emper­ yalist devieder halini almış olmaları yüzünden İ. siyasi bakımdan mahkum durumda bulun uyordu. 1494'te Fransa kralı VIII. Charles'in İ. 'yı istila etmesiyle başlayan İ. Savaşları, 1 5 5 9 yılında İ. 'nın çoğunun İspanya idaresi veya nüfuzu alıına girmesiyle sona erdi. Fransa ile İspanya'nın rakip durumunda bulunduk ları bu savaş ları:ı başlamasıyle birlikte İtalyan devlet adamları ülkelerinin ancak birleşme yolu i le kurıulabileceğini anladılar. Bu birleşmenin güçlü bir despot idaresinde meydana gelmesi yolunda Machiavel­ li'nin teklif ettiği plan gerçekleştirilemedi : Cesare Borgia en sınırlı hedefine bile u laşamadı. Papa II. Julius, Papalık topralc larındaki siteler arasında sağlam bir birlik kurmayı başardıysa da, Fransızları ülkeden sürüp atmak amacı i l e kurduğu Kutsal Lig İtalyan bi rliğini yaratamadı. 1 5 1 9'dan sonra İ. Savaşları Fransa kralı I . François i le İmparaıor V. Karl ( Şarlken, Charles - Quint) ara r t

*

�l�-

-- - - -

m.

TERAK Kİ CEMİY ETİ



1 :t -

b.

ve

du

.:\cll'·..:!.:l;�(' ·� ı;'.;.� \cı;ıı ı�!·

lu'ya koşarak Atatürk ' ün

45 2

İTTİHAD

ve

TER A K K İ CEMİYETİ - İTTİHAD - 1 MUHAM­ FIRKA - 1 MUHAMMEDIYE

MED! FlRKA SI veya

faydalı, milli hi zmetleri bulunmasına, Milli Müc� dele'yi desteklemesine rağmeıı , k uru luş, kadro, metod ve uyandır­ dığı i n tibJ ba kımından İ tri hadcı larla olan i l işkisi sebebiyle deı lı a l kapaı ı l masını i s tevişi, son kalan İ t tihadcı ların bizı­ ları n ı İ s ı i k l a l Mah kemt lc:rine gönderi ş i, i çeride ve dışarıda !\i i Ili M :icadele"nin yeni bir İ ttihadcı lık hareketi olduğu yo­ lu ndaki ası l ;ız, yıkıcı propagandaları yalanlamak, yan lış hü­ küm ve kanaaıleri çürütmek, düzelernek suretiyle Türk mil le­ t i n cl e , İ ' t i l af Dev letleri n ezdinde ve dünya umumi efkii.rında güven ve inanç sağlamakıaki dıkkat ve hassaslığı, Atatürk"­ ün bu köklü siyasi pa rıi y l e olan münasebet lerinin ayrı birer safhası ve bel i rı i leri d i r. B i r zaman lar içinde bulunduğu ve n i hi)' et son tasfiyesin i �· aptığı İ. ve T. F. hakkında Ata­ türk'ün ve tari hin obj ektif h ü kmü şudur : İttihad ve Terakki vatansever bi r kuruluştur. Çok kusuı ları ve yanlışları ola­ bi l i r. Ama, vatansevediği münakaşaların üstünded i r. Bk. JÖNT Ü R K L E R , OSMANLI H Ü R R iYET CEMİYETİ, OSMANLI TERAKKİ VE iTT i H AD CEM İYETİ, VA­ TAN VE HÜRRi YET CEM İYETİ. - Fethi Tevetoğlu

ITTIHAD - I MILLI TÜRK ANONIM SİGOR­ TA Ş I RKETI ( k uruluşu : 1 9 1 8 ) , Türkiye'de s igortacı lık

İTTİ HAD VE TERAKKI CEMiYET İ : Fırkanın

üç büyük l iderinden ikisi : Ta lıit v e En ver paşalar

yanında yer almış lar, ilk günden son nefesl erine kadar va­ tanın kuı tarı lmasına v e yükselti lmesine çalışmışlar, canlarını fedi e tmişlerd ır. Vaktiyle Selıin i k " te, Rumeli ve Anadolu yakası İtti­ hadcılarının ilk müşterek kong relerine baskanlık eden v e İ. ve T. C."ne resmen kayıtlı bir üye olan Mustafa Kf mal (Atatüı k ) , cemiyet hakkında şu göı üşlere sahip bulunmak tadı r : ı . Cemiyeti, artık komite olmaktan çıkarıp siyasi bir parti haline sokmak ; 2. Orduyu siyasetten tamamen ayı rmak ve bazı subaylara v eıilt n «hürriyet kahraman ı, hürriyet mücah idi» v . b. gibi unvan iarı kaldırmak ; 3. Cemiyet! e mason luk arasında hiçbir alii.ka bırakmamak ve bunu i spat· lamak için de tüzükte değiş iklik yaparak, mason tüzüğün­ den alınmı, maddeleri çıkarmak ve artık gülünç olan kabul törenini kaldırma k ; 4. ( emiyet mensupl arı arasındaki imti­ yazlı mev kileri kaldırıp, kayıtsız şartsız hukuk eşitli�ini sağlamak ; 5 . Hükumet işlerini di yan et meselelerinden ayırmak. Mustafa Kemal (.Aıatürk ) 'in en büyük şikii.yeti, inkı· libı yapan ordunun bir ıürlü kışial arma dönmemeleri ol· mu�tur. Eski çeteci lik hayar ının şimdi gizli ve açık bir ko· mi tacılığa gittiğini gören Mustafa Kemal Bey, Ordu hesa­ bına endişe d uymak ta ve cemiyetin erkanı arasındaki bir bölünme v e çatışman ın Orduyu da parti lere, parçalara böl· mesi felaketini hesap etmektedir. Onun haklı hassaslığı daha sonraki yıllarda da devam etmiş ve bu sebrpledir ki .Atatürk, Sivas Kongresi yeminine şu kardı koymuştur : c . . . her türlü ihririi.sii.t - ı şahsiye ve siyasiyeden ve f ııka· cılık imalinden münezzeh bir azın · ü i man ile çalışacağı­ ma, İııihad ve Terakki Cemiyeri 'nin ihyasına çalışmayaca­ lıma nimusum ve bilcümle mukaddesitım namına vallah, bi Ilah.» .Ataıürk'ün, gizli bir komite faaliyeti çerçevesinde kurulm� buluna Karakol Cemiyeti (b. bk. ) 'nin pek çok

a

hi zmet v e faaliyetlerini yürütmek için kurulmuş bir milli şirket. 1 9 1 4 ' te I. Dünya Harbi 'nin başlaması üzerine Türkiye'deki yabancı sigorta şirkeılerinden bazıları faaliyet­ lerin i sona erdirmiş, bazıları da l i mitlerini azaltarak sigor­ ta hi zmetlerini aksatmışlardır. Meydana gelen bu boşluk ve aksaklığı g idermek için eski Nazıriardan Mehmed Celal Bey'in önayak o lmasıyle İMTAS kurulmuş tur. Başlangıçta ( 1 9 1 8 ) sermayesi 1 50 000 Türk lirası olan şirket, 1 926 yı lında sermayesin i 200 000, 1 936'da ise 300 000 Türk lira­ sına çıkarmıştır. İMT.AŞ, merkezi Paris'te olan ve yüzyıllık bir geçmişi bulunan Union de Paris sigorta şirketinin Tür­ kiye temsi lci l iğini almıştır. Osmanlı B ankası'nın bütün şu­ beleri İMT.AŞ "ni temsi le yetki li kılınmışlardır.

İTIİ HAD - I MUHAMMED I FlRKASI veyi FIR­ KA - t MUHAMMEDIYE ( kuruluşu : 5 Nisan 1 909 ) , İkinci Meş rutiyet döneminde İstanbul'da kurulan v e adı 3 1 Mart olayiarına karışan klerikal, dinci, ihti lalci siyasi parti. Sembolik kuruluşu 24 Kanunu sini 1 3 24 olarak bildiri­ len, gerçekte 3 1 Mart Yakası 'ndan sekiz gün önce ( 2 3 Mart 1 3 2 5 ) Ayasofya Camii'nde okunan Mevlid'den sonra Derviş Vahdeti'nin bir konuşması ile kuruluşu i lii.n olunan ve or­ taya atı lan bu i h tilıilci dini partinin kurucuları ve İstanbul Merkez Yönetim Kurulu üyeleri şunlardır : Süheyl Paşa, Şeyhfılislii.m Feyzul lah Efendizade Meh­ med Sadık Efendi, Bayezid dersiamlarından Mehmed Emin Hayreti Efendi , Ahmed Esad Efendi, Mehmed Emin Efendi, Karagümrük ikinci imaını Nevşehirli Hafız Mehmed Sabri Efendi, Band ırma Naibi Şevket Efendi, Bediüzzaman Sa­ id - i Kürdi İbn - i Mi rza ( son yıllardaki Nurculuk akımı­ nın kurucusu Said - i Nursi ) , Hı rka - i Saadet Hazret - i Nebevi Keıhüdii.sı Hacı Hayri Bey, Rii.şid Efendi, Ferik Rıza Paşa, «Volkan» gazetesi yazarlarından Faruki Ömer Şevki Efendi, Şeyh Seyyid Müslim Penah Efendi, Daren­ devi Binbaşı Refik Beyefendi, Müciz dersiii.mlarından Ah­ med Nazif Efendi, emekli Feri k Hacı İzzet Paşa, Seyyid Abdul lah el - Haşimi el - Mekki Efendi, İhsan Bey, Hayri Bey, Fatih dersiii.mlarından Divrikizii.de .Abdullah Ziyii.eddin Efendi, Şeyh .Ali Efendi, Beylerbeyi Cimii viiizi Hacı Ki­ zım Efendi, Şeyhzade Hacı Mehmed Efendi, Müderris Tev­ fik Efendi, «Volk&nı. aazetesi yazılti D ervi ı Vahdcd.

İTTİHAD - I MU HAMMEDt

FIRKASI veya FIRKA - 1 MUHAMMEDiYE - İV AN

Henüz Kanun u Esasi değişikliği v e Cemiyetler Ka­ nunu çıkmadan, Meclis - i Mebusan dışında «Şeriat · ı Mu­ hammed iye ve Gami - i Ahmediye'nin muhafız l ığı» görevini üstüne ald ığı iddiası ile kurulan ve cemiyetin manevi baş­ kanının Peygamber efendimiz olduğunu p ropaganda sure­ tiyle dini poli tikaya alet ederek ortaya a tı lan bu ihti lalci i rıica partisinin başlıca yay ın organı «Volkan» gazetesi ol­ muştur. 31 Mart Yakası (b. bk. ) diye tarihimize geçen irıica ayaklanması, Hareket Ordusu ( b. bk ) . tarafından bastı­ rılıncaya kadar İ. M. F. yönetici leri ile «Volkan» gazete­ sinin tahrik faaliyet ve hareketleri devam etmiştir. Derviş Vahdetl ve Said - i Kürdi, «Volkan» gazetesinde 31 Mart olayının beklediklerini gerçek leştirdiğini, partilerinin rolünü yerine geti rdiğini yazmışlardır. 25 Nisan 1 909'da Hareket Ordusu İstanbul'da sıkı yönetim i ian ettikten sonra İ . M. F. Harb Divanı tarafından kapatı lmış, partinin aktif baş­ kanı sayı lan Derviş Vahdeti Gebze'ye kaçmışsa da, sonunda İzmir'de yakalanmış ve Sıkıyönetim Mahkemesi 'nin 6 Tem­ muz 1 909 günkü kararı üzerine idam edilmiştir. - Fethi Tevetoğlu •

ITTIHAD · I OSMAN I CEMIYETt ı bk. iTTiHAD ve TERAKKİ CEMİYETİ ( FlRKASI ) . ITURACEA (Eski Coğ . ) , Ö n Asya'da dağl ık bir memleket. I. , Filistin'in kuzey - doğusunda ve Şam'ın güne­ yinde uzanırdı. I . Arapları okçuluklarıyle ün yapmışlardı .

ITÇRBI, Jose (doğ. Valencia 1 895 ) , İspanyol piya­ nisti ve film oyuncusu. Malats'ın öğrencisi olan I. , V alen­ cia Konservatuvarı'nda okumuş, 1 9 1 3'te de Paris Konserva­ tuvarı 'nın birinci armağanını kazanmıştır. 1 9 1 9 - 1 922 'de Cenevre'de profesör olarak çalışmış ve pivanist olarak çok parlak bir virtüoz hayatı yaşamıştır. Orkestra şefi olarak Mexico City'de 1 929'da ün kazanan İ. , bazı parçalar da yazmıştır. 1 943 'ten itibaren film oyuncusu olarak da birkaç filmde rol almış, Song of Love ( 1 94 7 ) filminin piyano müziğini de yazmıştır. İTÜZÜMÜ ( So lan um ni.ıuum) , Patlıcangi ller ( Sola­ naceae) familyasından bir yıllık bir bitki. Romboidal veya yumurtamsı biçimde olan yaprakları, sivri uçlu ve kenan testere dişli, çiçekleri beyaz ve küçük, meyveleri ise siyah, tüysüz ve oldukça zehirli olup salkım biçimindedir. Çeşidi i laçların yapımında da kullanı lan bu bitkiden çıkarılan sıvı ile boyanmı ş kağıtlar, bir aside değdirilirse, kağıdın mavi rengi kırmızı laşır. İşte bu özelliğinden dolayı bu kağıt, turnusol kağıdı yapımında kullanılır. Avrupa ve Asya'nın tabii bitkilerinden biri olan İ. , dünya üzerinde geniş alanlarda yeıi şebi lme imkanını bul­ muştur.

x us

IULIUS AFRICANUS blfliuı a/rikqnuı] , S e t , ( M. Ö. III. yüzyıl ) , Hıristiyan seyyah ve tarihçi. Dünyan ın kuruluşundan M. S. 2 2 1 'e kadar uzanan bir dünya tarihi yazmıştır. Bunun ancak Chronographia (Tarih) olan baş­ lığı" t biliyoruz. Burada dünyanın kuruluşu ile İsa'nın doğuşu arasında 5499 yılın geçmiş olduğunu söyler ve İsa'nın doğuş tarihini olduğundan üç yıl önce olarak tesbit eder. Kronoloj isi Doğu Hıristiyan kiliselerinin en çoğu tarafından kabul edilmiştir.

,

I UL I U S TAKV IM l Iulius Caesar ( b. bk. ) tarafı.ndan M. Ö. 46 . da Roma'da kurulan takvim. Daha önce kullanılan takvimin hatalarını düzelten ve · Sosigenes'in hesaplarına

45 3

dayanan bir tak vimdir. I. T. , 1 2 aya ayrı lan yılı 365 gün 'e olarak kabul eder. Ancak yı lın gerçek süresi 365

+

daha yakın olduğundan, 3 6 5 gün lük y ı l a dört yılda b i r ıün ilave edi l i r ki bu yıla artı k yıl, yani bir gün artırılmış olan y ı l den i lir. Ayların bazı ları 30, bazı ları 3 ı gündür. Şubat ayı ise idi yıllarda 2 8 , artı k yıl larda 29 gündür. Bu tak­ vimde de aksaklıklar ortaya çıkı nca Papa X I I I . Gregorius 1 582'de İ. T.'ni tad il etmiştir. Yerini değiştirmiş olan ilk­ bahar gün - tün eşitliği, ilk reform yılında 1 0 ıı:ünün hesap dışı bırakı lmasıyle eski yerine geti rilmiş ve sayı sı 400'e taksim edi lebilen yüzyı l yılları ( mesela 1 600, 2000) artık yıl sayı lmıştır.

ı

IUS STRICTUM [yu ı t rfk tu m ] ( Lit. iıu = hak ; ıtrictum = dar, sıkı ) , obj ektif bakımdan ius, hak, hukuk, ius scripturo (yazılı hukuk ) ve ius non scripturo ( yazı lmamış, yani örf ve adete dayanan hukuk) olarak ikiye ayrı lır. Başka bir görüş noktasından ius aequum (geniş yürekli, hayı rhalı hukuk ) ve I. S. , yani dar, sıkı, serı hukuka ayrı lır. İUSTİ NİANOS I. , Flavins Petrus Sabbatios, Bü­ yük ( Taurisium [ Makedonya] 482 - İstanbu l 5 65 ) , Bizans imparatoru ( 527 56 5 ) . l l lyrialı bir köylü ailesinden gelen İ. , amcası İustinos'ıan sonra imparaıor olmuştur. Germenle­ rio isıilisına uğramış olan Batı İmparatorluğu'nu tek rar zap­ tetmek için çalışmıştır. Roma geleneğine göre mutlak bir hü­ kümdarlık kurarak bunu yeniden gözden geçi rilmiş bi r idare ve hukuk sistemine dayamıştır. Dış ülkelerde Bizans Hıristi­ yan l ığını yayınağa çalışmış, içeride de Ortodoksiuğu müdafaa ve takviye etmiştir. İran'a karşı gi riştiği harbde başarı kaza­ namamı ş, fakat sulh ( 5 3 2 ) tan sonra, aynı yılda çıkan Nika ayak lanmasını kanla bastı rmıştır. Belisarios'u önce Afrika'yı Vandal lardan kurtarmak için görevlendirmiş ( 5 3 3 - B4 ) , sonra İtalya'ya göndererek bu ülkeyi o�ırogoılardan kur­ tarmıştır ( 5 3 5 - 540) . Nihayet Narsesin yardımıyla ve 5 yıl süren bir harbden sonra bütün İtalya ( 5 5 2 ) ve İspan­ ya'nın bir kısmı ( 5 5 4 ) tekrar Roma İmparatorluğu'na bağ­ lanmıştır. Bu süre içinde, Doğu' da İ ran lı ların tekrar ıaarruza geçmeleri ( 540 - 562) ne, Hun ve Slavların sınır­ ları aşınalarına engel olamam ıştır. Her şeye rağmen, İ.'un sını rlar boyunca kurduğu kaleler sayesinde imparatorluk kuvvetini muhafaza etmiştir. İ.'un, hukukun düzen lenmesi için sarf ettiği çaba lar büyük sonuçlar vermiştir. C or puı iuriı riviliı ( bk. CO RPUS IURIS, 5 3 3 ) , Avrupa'nın bi r­ çok ülkelerinde hili k u l lanı lmaktadı r. İdarenin halk ile temaslarını mümkün olduğu kadar kolaylaştırmak üzere büyük bir idari reforma girişmiştir ( 5 36) . Çok zeki ve gayretli bir kad ın olan eşi Theodora'nın tesiriyle İ. dini tartışmalarda aracılık ederek, Mısır ve Suriye'yi impa raıor­ l uğa daha sıkıca bağlamağa çalışmıştır. Lüksü l'e ihtişamlı yapı ları se•en imparaıor, ülkeye birçok mimari şahes• rleri kazandı rmıştır. Pagan felsefesini öğreten Atina Okulu'nu kapatmış ( 529) , Hı ristiyan ki lisesi içinde de fikrini zorla kabul etti rmişıir. İdaresinin son yı llarında imparatorluk zaafa uğramıştı r. Her şeye rağmen İ. denesi ıirihıe derin bir iz bırakmıştır. •

I V �N, 6 Rus hükümdarının adı : I. I van (Kalita [= para kesesi] adıyle tanınmıştır ölm. 1 34 1 ) : Norman asıllı olan İ. , 1 3 2 5 'ıe Moskova duk ası olarak tahta geçmiş, 1 3 28'de büyük duka unvanını almış, 16 yıl salıanat sürmüştür. Moskova dukası I . Daniii'in

IVAN

45 4

tvAZ EFENDI CAMll

küçük oğludur. Yerine büyük oğlu I. Serneo geçmıştı r. 1 2 3 8 'den itibaren Altın Ordu hanlığının muılak tabii ola­ rak hükümdarlık etmiştir. I l . Ivan ( 1 3 26 - 1 3 5 9) : I. İ."ın küçük oğludur. 4 2 . Mo5kova hükümda r ı d ı r. Ağabeyi I . Semen'a halef olmuş, A l ı ı n Ordu ı abii o l arak 1 3 H ' ıen 1 3 59'a kadar büyük duh olmuştur. Yerine oğlu I . Dimitriy geçmi ştir.

I II. Ivan ( 1 440 - 1 50 5 ) : 46. Moskova hük ümdarıdı r. «Büyük» diye anı lır. l l . Vasi liy'nin büyük oğ ludur ve baba­ sına halef olmu ştur. 1 4 62 'den 1 5 0 5 ' e kadar sa l tanat sürmüş· tür. 1 4 8u'e kadar Altın Ordu'ya ıabi iken, bu tarihte isıik­ I i i ini kazanmıştır Çoc ukluğunda 1 4 4 5 'ı e Altın Ord u hanı U l uğ Muhammed Han'ın yanına gönderi l m i şti. i k inci eşi, Bizans'ın son Palaiologos hanedamndan Sof'ya'dır. Bu ev ltn me, ı n ı 'de Faı i h çağında olmuştur. İ l k eş inden olan çoc ukları ivan 1 4 90'da, D i m i triy ise 1 4 99'da vt liaht i k en ölmüşler, yerine i kinci eşinden olma oğ lu l l l . Vasiliy, M mkova büy ü k d u ka�ı olmuşt ur. 3 oğ lu daha olmuş, kızı Elwa, Polonya kraliçeliğine yük st lmişı i r. IV. Ivan ( 1 5 30 - 1 584 ) : 48. Moskova hükümdarı­ d ı r. lll. İ . " ı n torunu ve I I I . Vasi liy'nin büyük oğ ludur. Annesi E l ena Glimkiy, Türk asıllıdır ve oğ lunun ilk 5 yı lında naibelik yapmıştır. 1 5 3 3 " te tahta çıkan I V. İ. , Groznry ( = Korkunç) lakabryle tanınmış, tarihin gör­ d üğü en zalim hükümdarlardan biridi r. 3 yaşında büyük duka olduğu için ilk 1 7 yılı n iyabeı alıında geçmiş, 1 547'de idareyi eline almıştır. 1 547'de çar u n vanını almışsa da, bu unvanını yüzyı l l arca h içbir devlet tanrmamı ştır. Bununla beraber ilk çar, I V. İ."dır ve Rusya, onun çağında büyük devletler arasına gi rmiştir. 2 Kası m

yaşa mışlardır. VI. İ. , V. İ."ın büyük kızı ve annesinin tey­ zesi Çariçe Anna'n ın yerine geçmi ş , V. İ . " ı n yeğeni ve Büyük Petro'nun kızı Çariçe Elizaveıa tarafından tahıran indiri lm; şıir.

İ V� YlO, Bulgar çarı ( 1 2 77 - 1 2 80) . Aslen bi r çoban olan İ. , Bulgari stan toprak larına g i rmiş olan Moğol ( Ta­ tar) la ra k a rşı giriştiği savaşlarda ün yapmıştır. Çar Kons­ ıamin Asen'in Moğollar karşı sında başa rısız ka lması üzerine bi rçok bolyar ( feodal bey ) lar ona i ttihak etmişlerdir. Bu durumdan vararianmak isteyen İ. , tahtı e l e geçi rmek üzere Tirnovo (Tı rnova) ya yönelmiştir. Çar Konsıanıin Asen on unla yapt ığı savaşta yeni lmiş ve öl d ü r ü l mü�ı ür. Kon sıan­ tin Asen ' i n dul ka h n karısı İ. ile evlen mi ş, İ d.ı çar olarak taç giı miştir. Ancak, kısa bir süre sonra Moğol larla g i riştiği sava şlarda İ."nu!l ortadan kaybolması üzerine onun öldü­ rüldüğü hükmüne varılmıştır. Bunun ü zerine l l l . ivan Asrn tahta ç ı k mışsa da, İ . beklenmedik bir anda ortaya ç ı k mış ve Tirnovo·da kargaşalık baş göst ermişti r. I I I . ivan A s � n Bizans'a sığınmış, boly a rlar ise Georgi Terter ( b. bk ) i çar i lin etm iş lerdir. Bu durum karşısında İ. Moğol· tarla bir i ııifak yapm:ık istemiş, fakat öld ürülmüştür. İV AZ E FE �Dl CAM l t , İsıarıbu l'da X V I . yüzyıl sonlarına aid bir Türk mim:ıri eseri. E d i rnekapı dan Hal i ç ' e inen surların a r k a ıarafındıki b i r düzlükıe, Eğri kapı yakı­ nında, Kazasker Manavgaılı İvaz Efendi ta rafından yapıt· rı lmışıı r. 1 5 8 5 ' e doğ ru inşa ed• len İ. E . C. . Mi mar Sinan'ın s on y ı l l a r ı n d a yapıldığına ,ıı ö re onun eserlerinden olmasına

1 5 5 2 'de Kazan ve

1 5 56'da Asırahan ( Ej d erh• n ) han i ı k iarını ele geçi rererek Volga boylarında hakimiyet kurmuştur. 24 Mayıs 1 5 7 1 'de Kırım hanı Devlet G i ray'ın Kırım - Osmanlı b i r l ikleri , Mo5k ova'yı işgal ve tahrip etmişlerd i r. IV. İ. kaçmış ve yı l lık vergi vermek şarıiyle Osman lı Devletiyle sulh yapabi lmiş, fakat bazı Osmanlı reşebbüslerine rağmen Ka­ zan ' l a Asırahan ' ı kurta rmak mümkün olmamıştır. Devlet G i ray Han, bu zafer münasebeıiyle Taht - Alan unvanını almışıır. IV. i. , 7 defa evlenmişıir. İlk eşi Anasıa sya, Ro· manov ai lesindend i r. İkinci eşi . Temruk hanının k ı zı olan bir Türk prensesidir. Son eşi Mariya, Nagoy ailesindendir. Büyük oğ lu ( i lk eşinden olma) İ. , 34 yıl !ıle: çareviç ( ve­ liaht) i ken 34 yaşında babası IV. i . tarafından öldürülmüş­ tür. IV. İ."a yine ilk eşindrn olma ikinci oğ lu I. Fedor halef olmuştur. 7. eşinden olma I l . Dimitriy de sonraları tahta geçm iştir. Kızı Marfa, Moskova patıiki Fedor Roma­ nov'la ev lenm i ş ve Roma nov hanedanı bu evlenmeden doğan Çar I . M i l p i l ile başlamışıır.

V. I van ( 1666 - 1 696) : Romanov hanedamndan 4. Rus,·a çarı d ı r. Kardeşi I . Peır ( Deli Peıro) i le ortaklaşa 1 68 2 'den 1 696'ya kadar yapmıştır. Çar I . A l eksey'in ikinci oğ lu ve ağabeyi l l l . Fedor'un halefi d i r. Büyük kızı A.,na sonradan cariçe, küçük kızı Grandüşes Ekaterina ise Meck leoburg Schwerin düşesi olmuştur. ·

VI. İvan ( 1 740 - 1 764 ) : Bu Grandüşes Ekaıerina'nın kızı Anna ile Brauschweig dukası Anton Ulrich'in büyük oğullarıd ır. 9. Romanov çarı olarak 1 74 1 ' de5 ay tahtta kalmış, l l . Eka terina tarafından ö ld ürülmüşıür. Çar olduğu zaman bi r yaşında bulunduğu için niyabeı al ıında kalmıştır. İki erkek ve bir kız kardeşi, XIX. yüzyıl başlarına kadar

iV AZ EFENDi CAMii

İVAZ EFENDI CAMtl - IWO JIMA HAREKATI

45 5

ihtimal veri lebi l i rse de, bu mimarın yapılarını gösteren l i s­ tede bu l unmamaktad ı r. Hiçbir sanat tari h i yayınma girme­ yen bu eser, bi rçok özel lık lere sahiPtir. Bizan s devrine aid saray kalın tı larının v e Anemas zindanları deni len eski mah­ zen lerin yakınında ve üstünde inıa olunan İ. E. C. ' n i n üç tarafını evvelce sütun l u bir revak çeviriyar idi (şimdi yıkı lmışnr) v e minare•i kıble duvarına b i tişiktir. En garip özelliği ise giriş cephesidir. Burada bütün cepheye birkaç sıra pencereler açı lmış, içeri gi ri ş ise her camide o ldueu gibi, süslü bi r n:ş içinde açı l mı ş olmarıp, bu cepheni n iki kena rında çift olmak ü zere i k işer küçük kapı yapı lmıştır. Böylece İ. E. C.'nin cephesinde dört küçük girişi vardır. İçeride de mihrabı XVI. yü zyı l İzni k çinileri i l e kaplıdır.

IVME ( Fr. Acceleration ; İng. Acceleraıion ) , h ı zın zaman bi riminde-ki değişme miktarı. Hareket li bi r cismin tı anındaki hızı v, ve t1 anındaki hızı v, olu rsa, bu hare­ ket inin tı ile ı, an ları arasındaki onalama i vmesi a

or.

=

v, - v, _ - tı

ı,

=

� L\t

olur.

�t z aman aralı,!! ı gicgide küçül ürse, yani � t -+- O yaklaşırsa,

a

=

Jim tt_o



=

At

...!!!._ de

limi tine b u hareketlinin t

anındaki İ . ' si adı veri lir. Buna göre, deği şen bir doğru hareketin İ.'si, hızın zam1na göre birinci türevine veya yolun zamını göre i k inci türevine eşi t olur : ivme

=

a

dv

= --;ı;- =

d' X dt'

İ. sanki hızın hızı gibidir. Genel olarak, İ.'nin h ı z vektö rünün zamana göre vektör türevi olarak göz önüne alın­ ması ge •eki r. Eğri düzlem harekeclerde İ., teğet ( çizgisel) ve normal ( merkezci ! ) İ. adları i l e iki bi leşene ayrı labi l i r. . dv = 1 -- v• ol ur. Burada 1 = Teğet 1. = ' normal İ.

T

,

eğrinin göz önüne alınan noktasındaki eğri l i k yarıça­ pıdır. Düzgün dairesel harekette teğet İ. sıfır, normal 1 İ. = -- v1 olur. Çok tanınmış bir İ. , yer çekimi İ.'sidir R ve değeri g = 9, 8 1 m/s' dir. Bk. YERÇEKİMİ İVMESİ, AÇlSAL İ VME.

IVORY [qyvöri] , Jameıı ( Dundee 1 76� - Hampstead, Londra 1 8 4 2 ) , İskoçya lı matemati kç i . Homoj en bir elipso­ idin hasıl ettiği çekim konusundaki teoremiyle tanınmıştır. İVRİNDI, Ba lıkesir iline bağl ı bir i lçe. Yüzölçümü 7 � 1 km', n üfusu 32 721 ( 1 970 ) , merkez i lçesin i n nüfusu 3 � 1 7 ( 1 970 ) , i lçeye bağlı köy sayısı 62'd ir. Gökçeyazı. Kayapa ve Korucu adlarında üç bucağı vardır. Volkanik kütlelerin geniş alanları kapladığı i lçede, İ. , Korucu, Gökçekaya, akarsuların taşıdığı depolacia dol­ duktan sonra tekrar boşalcılan alüvyal zeminli düzlük lerin kenarında veya çok yakınında kurulmuştur. İ lçen i n belli başlı tarım alan larını meydana getiren bu toprakların su lanabi len bölümlerinde nemden ve sıcaklıktan hoş lanan mmr ( � �20 ton ) ve nohut ( 64 � ton ) tan başka, pata tes ( � 1 0 ton ) , susam ( 2 1 0 ton ) ve bakla ( 1 40 ton ) yetişti r i lir. Akarsular boyunca sıralanan bahçelerden erik (430 ton ) , elma ( 1 80 ton ) , armut ( 1 2 � ton ) , cevi z ( 1 0 � ıon ) elde edilir. Ova yamaçlarındaki ağaçlardan da yı lda 700 ı o n kestane toplanır. Tahıl ( buğday ll 947 ton, arpa 4 5 0 0 ton ) ova­ lara hakim yazıların ürünüdür. İ.'nin yeterince toprağı olma­ yan yeg i ne bucağı, Kayapa'dır. Bu yüzden adı geçen bu­ cakta testi, k üp, saksı yapımı gelişmişti r .

İ V R İ N D İ : Belediye binası

Hüseyin ovası, Aşağı Kale ovası ( «kı şlak» anlamına) , Yukarı Kale ovası ( «yaylak• anlamına) gibi yerleşme yerleri hayvancıl ığın, karaçamlarla örtülü dağ l ı k bölüm lerde eskiden beri önemli bi r yer tuttuğun u o rtaya kovar. DAğ l ı k bölümde bugün de çok sayıda ( 67 727 baş ) koyun ile keçi ve sığır beslenmekced ir. Bu hayvan ların sücleri, Gökçeyazı bucığın­ daki peyni r i mal athaneleri n i besler ; ihtiyaç fazla sı hayvanlar, ilk ve son babarda kurulan i . panay r rında satışa arz edili r . İ. , X I X . yüzyıl sonlarına doğru küçük b i r yerleşme merkezi idi. C um'ıu•i yetten sonra gelişip elektriğe kavuş­ muş, 958 haneli şirin bi r kasabı halini almıştır.

IVRY - SUR - SEIN [ivrf - sür - sjn ] , Fransa'da, Va! - de - Marne departmanında, Pari s'in güneydoğu banli­ yösünde, Seine nehrinin sol kıyısında bir şehir. Nüfusu 54 97 1 ( 1 968 ) ' d i r. X I I I , X I V ve XVII. yüzyı lla rdan kal­ ma ki liseleri , termik santralİ, metalürj i , otomobil karoseri­ �i . elektrik malzemesi ve besi n sanayii vardır. I WO JIMA veya IWO SHIMA HAREKATI, II. Dünya Harbi'nde Ameri kalılar tarafından Pasifik Okyanu­ sunda yapılmış en büyük anfibi taarruz harekatı . Japonya'nın

kayıtsız ve şa ı tsı z teslim olmasını sağlamak üzere Japon ana vatanının boınbard ımanına karar veri ldikten sonra B. 2 9 ağır bombardıman uçakları ile harekata başlanılmış ise de, bu uçak­ ların Marianlardaki hava meydan larından uçuşa başlamaları ve refakatlerine av u çakları veri lernemesi karşısında bu ağır bombardıman uçaklarının yolları zaman zaman Japon av uçakları tarafından kesi l : yordu. Japonya'ya kesin darbeyi vurabiirnek üzere Amerika ku rmay heyeti daha yakın hava meydanları elde etmek üzere lwo ]ima ve Okinawa adalarının zaptma karar vermişti. Iwo Jima'da Japonların üç hava meydan ı bulunuyor ve ada general Kuribayashi kumandasında 20 000 Japon tarafından savunuluyordu. Amerikalılar bu adayı zapretmek için General Holland Smith kumandasında 1 1 0 000 deniz piyadesi tahsis etmiş­ ler, bu kıtaların adaya çıkarı l ması için d e Amiral R. A. Spurance kumandasında ı OOO'den fazla gemilik büyük bir arınadayı görev lend irmişlerdir. Çıkarma Tümamiral Turner kumandasındaki 49� nakliye ve çıkarma vasıta ları ile ya­ pılmış, çıkarmadan önce adaya denizden yapılan ilk bom­ bardımanlar Türnamira i Mi tscherin kumanda s ındak i 1 7 uçak gemisi, 8 muhartbe gemisi, 16 kruvazör ve 7 7 muhrip tarafından yapı lmış ve harekat süresince 1 1 8 parçadan ibaret bu birlik adayı hem muhasara hem de bombar­ dımana devam etmiştir. Bütün bu kuvvetler Tuğamira l

lWO JIMA HAREKATI - İYI HAL KAÖIDI

45 6

K

T O I< Y O

o� .

.

.'1 Okinowo

"'

IYEM, Nuri ( doğ. İstanbul 1 9 1 5 ) , Türk ressamr. Güzel Sanat lar Akademisi'nde Nazmi Ziya Güran, H ikmet Onat, İbrahim Çallı ve Hopold Levy'den ders almış, bu okuldan birineİlı kle mezun olmuştur ( 1 944 ) . .Arkadaşlı:­ rıyla bi rlikte kurd u k ları • yen iler �rupu» ( 1 94 1 ) sergilerine

+

:

: ; ., 0 .) i m a . � ' .. •• .> ·, '7.

-� -�

Sa ıpan •• ct­ •

G u a "" �

,

K.

N. İYEM : «Kadın başı»

IWO )IMA HAREKATI

katı lmış, İstanbul ve Ankara'da açtığı özel sergilerinden başka, eserlerini Hollanda, Venedik, Sao Paolo' da da sergi le­ miştir. İ. önceleri gerçekçi bir görüşle çalışmalarını sürdür­ müş, sonra da geometrik bir yapı tarzıyla sade form araştır­ maları yapmış, son dönemde de aşırı derecede stilize edılmiş biçim lerde ve özellikle figürde, yerli kadın ve erkek tipleriin konu olarak seçmiştir. Eser­ lerinde ışık - gölge tekniği­ nin gereği olan renkten çok biçim ve çizgi üstünlük ka­

W. H. P. Blandy kumandasındaki 6 muharebe g(misi, 8 refakat uçak gemisi , 5 kruvazör, 20 muhrip, 9 refakat mubribi ve sayısız diğer gemi tarafından desteklenmiştir. zanmıştır. İstanbul Resim ve Çıkarmanın yapı lmasına karar veri lmiş olan 1 9 Şubat 1 9 t 5 gününden çok evvelden uçak gemi lerinden havalanan Heykel Müzesi 'nde, Milli Kü­ bombardıman uçakları ve meydanlardan kalkan B. 29 ağır tüphane koleksiyonunda, İs­ bombardı man uçakları tarafından lwo Jima'ya binlerce ton tanbul Üniversitesi Edebiyat bomba atılmıştır. Bir yandan da gemiler tarafından yapılan Fakültesi 'nde ve özel koleksi­ ağır topçu bombardımanına rağmen Japonlar yer alu sığı · yonlarda birçok eserleri var­ naklarına çekildiklerinden bu bombard ımanlardan fazla dır . .Ayrıca, İstanbul Belediye müteessir olmamışlardı. Ada Suribachi yanardağından ka l Sarayı 'nda üç, İzmir Alsan­ ma !iv ve kül tabakalarıyle kaplı olduğundan atılan bomba cak Emlak ve Kredi Bankave mermiler kül tabakaianna gömülüyord u. 1 9 Şubat 1 94 5 sı'nda bir panosu bulunmaktadır. Eserleri arasında özellikle günü adanın güneydoğu kı smındaki plaj lara çıkarma ya­ «Davul zuroa», «Nalbant», «Portre•, «Köylü kadınlar» sa­ pılmış ve ada 26 Mart 1945 günü .Amerikalıların eline yılabilir. geçmiştir. Adayı savunan 2 0 000 Japondan ancak 200 kişi IYI HAL KACIDI, bir kimsenin, kanunca kötü sa­ esir alınabilmiş, geri kalanlar tamamen ölmüşlerdir. Ame­ yılan hallerden uzak bulunduğunu tespit ve tevsik eden rikan deniz piyadelerinin zayiatı da � 900 ' ü ölü ve geri belgenin adı. İ. H. K. , bir göreve, özellikle yeniden resmi kalanı da yaralı olarak 2 1 OOO'i bulmuştur. lwo Ji ma'nın bir gö reve alınacak personelden i stenen bir belge olup, zapriyle buradaki üç hava meydanı onarı lmış ve Tokyo i lgilinin isteği üzerine cumhuriyet savcılığınca düzenlenir. üzerine hava akınları kolaylıkla yapılmağa başlanmıştır.

İYİ HAL

KAGIDI

-

B u resmi belge, memurluğa istekli bulunan kimsenin, ka­ nunca aran an niteliği taşıdıjını gösterir. Bazı hallerde, emniyet müd ürlüğünden, köy veya ma­ halle muhtarlığından alınan, bu maksatla düzen lenmiş bel­ gelere de İ. H. K. deni lmektedir. Taci rler de, ticari iş let­ melerindeki gör.-vlerinden ayrı lan memur ve müstahdemle­ rine İ. H. K. niteliğinde belaeler verebilirler.

İYOD ( Fr. Iode) [Kodeks] , I = 1 26, 92, birçok deniz birki lerinde ve bazı maden sularında ve tiro· idde bulunan maden cilalı, mavimsi - siyah renk li pullar. Adi sıcaklık derecesi nde de mor renkte buhar çıkarır. Eri me derece�i 1 1 4 " d i r. 1 48 " de kaynar. 3 00\J k suda, 10 k a lkolde, 2 k eterde ve kloroformda, yağlar ve vazelinde erir. A lbümin ler, nişasta, selüloz İ.'la birleşir. İ. , suyu zaman la tahlil eder ; serbest kalan oksij en, organi k cisimleri okside eder. Bu cisimlerin hidroj eni yerine de İ. geçer. İ. güçlü bir antiseptiktir. 2/ 1000 eri miş İ. , 1 - 2 daki­ kada her cins mikrobu öld ürür. İ. tentürü sürülen deri kahve­ rengi, esmer - sarı bir renk alır. Deride sıcak l ı k ve yanma duyulu r. Epi derma hücreleri harap olur ve bi rkaç gün son­ ra dökülürler. Bazı insanların İ.'a karşı fazla duyarlığı vard ı r. Bun larda kolayca iyodizm ( iod i sme) olur. Derile­ rine biraz İ. tentürü sürülürse, ödem başlar ; göz sulan­ ması, nezle gelir ; salya çoğal ı r, kalb atışı hızlanır, nabız k üçülür, solunum güçleşir, başağrısı olur. İ. tentürü ameliyatlarda cildi temizl emek için kulla­ nılır. İ. tentürü (Tinctura iodi ) , 7 k iyod, 3 k potasyum iyodür ve 90 k alkol ile yapılır. İYODAT ( Fr. Iodaıe) [Kim.] , iyodik asidin tuzu. İ . ' ların genel formülü MIO,'tür. Burada M, tek değerli bir madeni gösterir. Kloradardan daha tesirli o lan bu bileşikler ısı ile iyodür ve oksij en vererek böl ünür. Sodyum İ. , Şili güherçi lesinin bi l lurlaşma eriyiklerinde bulunur. İyodun sodyum hidrokside tesir etmesiyle iyodürle birlikte elde olunabi lir. İYODEMİ ( Fr. Iodemie) , kanda iyod bulunması. İyodun kandaki normal miktarı o/o 8 - 10 arasında değişir. Ekzofıalmik guatr gibi bazı hastalıklarda kandaki iyod miktarı artar. İYODİT ( Fr. Iodide) [Tıp] . bir cins deri hastalığı. Uzun süre potasyum iyodür veya başka bir iyod bileşiği alındığı için deride görülen bozukluğa dermatoloj ide bu ad veri lir. İYODOFORM ( Fr. Iodoforme) , formülü : CHia olan üç iyodlu metan. o/o 96,7 iyodu vard ır. Limon sarısı renginde küçük, parlak yapraklar veya levhalar halindedir yahut bil l u ri tozdur. Fena kokuludur. Suda erimez ; alkol­ de, eterde, kloroformda, koladyonda erir. İ. az antiseptiktir. Fakat mikcopların üremeterini yavaşlatı r. Yaralaca konan İ. çok, iyi bir antiseptik görevi görür. o/o l O ' l u gaz, İ.'lu pomat pansumanlarda kullanılır. İYODOMETRİ ( Fr. Iodom�trie) [Kim. ] , titre ed il­ miş bir sodyum hiposülfid çözeltisi kul lanarak, serbest iyodun dozunu belirleme. Nişasta eriyiği, bu reaksiyonun sonucunu göstermek üzere gösterge olarak kullanılır. İYODÜR ( Fr. Iodure ) LER, iyod ( b. bk. ) 'un potas­ yum ( KI ) , sodyum (Nal ) ve stronsyum (Srlı + 7 H,O ) i le ayrı ayrı yaptığı bileşikler. İ. ' lerin en çok kullanılan ve en tesirli olanı potasyum İ. (iodure de potassi um) ( K I ) 'dür. Latince Kalii iodium denilen KI, renksiz, koku-

İYONLAŞMA AKIMI

45 7

suz billurlard ı r ; tadı keskin tuzlu ve hafif acıdı r ; suda vealkolde erir. Koyu mah lulü hava ve ışıkta ayrışma sonucu bir m iktar iyod açığa çıkararak sararır. Potasyum İ. , iyod tentürü ( tenıure d 'iode) 'nün, iyod l u potasyum İ. merhemi'nin ve Gibert şurubunun sentezine girer.

İYODÜRIZM ( Fr. Iodurisme) [Tıp] , alkali iyo­ dürlerin veril mesinden meydana gelen patoloj ik belirtilerin adı. Fazla alınan alkali iyod ürler, muko zalardan, deriden hızla dışarı atılır ve nezle, baş ağ rısı, göz yaşarması, tükü­ rük çoğalması, boğaz yanması, deride döküntüler, kulak uğulıusu, ishal ve baş dönmesi gibi belirtilere sebep olur. Ağı r vakalarda kan lı ve balgam l ı ishaller, akciğer ödemi ve iyi leşıikten sonra da idrarda azotlu maddelerin çokça artışı görülebilir. İ YON ( Fr. I on ; İng. Ion ) , elektrikle yüklü atom veya atom grupları. Pozitif yüklü İ. (katyon) lar, nötr ol­ ması için gerekenden daha az elekırona sahip olan atom vey a atom gruplarıdır. Negatif yüklü i. ( anyon ) lar ise, nötr hale göre daha çok elekıron taşıyan atom veya atom gruplarıdır. Buna göre, hidroj enin çekirdeği olan proton bir hidroj en İ.'udur. Helyum çekirdekleri olan alfa partikül­ leri, helyum İ.' larıdır. Gaz İ . ' ları, bu gaz içerisinden elek­ trikle yüklü partikül lerin, X ışınları, gamma ışınları, mor­ ötesi ışınlarının geçiri lmesiyle hası l edi lebi lir. Bir elektrik boşalma tüpünde elektrik akımının geçmesi, tüp içindeki seyreltilmiş gazda gaz İ . ' larının varlığı ile açıklanabi lir. Asit, tuz ve bazların sulu çözeltilerindeki İ . 'lar, çözü­ nen maddelerin İ.' laşması ile husule gelir. Bu olay Arrhe­ nius'un elekırolitik ayrışma teorisi ile açıklanı r ( bk. ELEK­ TROLİZ ) . Bu teoriye göre, kısaca, bir tuz veya bir asit çözeltisi, şimdi İ .'lar o lduklarını bildiğimiz elektrikli par­ çacıkları havidir. Bu İ.' lar bütün doğrultularda gelişigüzel hareket halinded ir. Buna göre seyreltik bir sülfürik asit çözeltisinde pozitif ( H + ) İ.' ları ile negatif (so. - - ) İ.'ları vardır. Bk. ANYON, KATYON.

İYONLAŞMA ( Fr. lani sation ; İng. lonization) , iyonların hasıl olması olayı. Nötr atomlar çeşitli yollarla iyon laştırılabilir. Mesela ışık, soğurmak suretiyle ; sodyum gibi bir aıomun bir elekıron kaybeımesi veya hızla ha­ rekette olan başka atomlar veya elekıronlarla çarpışması suretiyle. Bu çarpışmalarla atomun çeki rdeğe daha uzak bir yörüngesindeki elekıron lardan birisi de uyartılabilir ve bu iyontaşmış atomdaki uyartılmış elekıronun daha iç bir yö­ rüngeye düşmesiyle enerj i farkı bir ışık kuantumu olarak yayınlanır. Bir atomun iki elektron kaybetmesi ile bu atom iki kere iyonlaşmış olur. Yüksek hızlı bir parçacık veya bi r foton bir gaz içe­ risi nden geçince bir nötr atom veya bir molekül üzerine etki ederek ondan bir elektron sökerler ve bir iyon çifti hasıl ederler ( elektrik boşalma tüpleri ) . Bir gaz içindeki bu İ. işlemi bütün İ. odası aletlerinde temel olaydır ( bk. ELEKTR iK BOŞALMA TÜPLER İ, İYONLAŞMA ODASI ) . Bazı atomlar bir veya birkaç elekıron kaybederek pozitif iyon lar haline, bazıları da elekıronlar yakalayarak negatif iyon lar haline geçerler ( bk. ELEKTROL İT, ANYON, KATYON ) .

İYONLAŞMA AKIMI ( Fr. Courant d'ionisation ; İng. Ionizat ion current ) , iyonlaştıncı radyasyonların etkisi i le bir elektrik alanındaki iyonların ve elekıronların hareketleri

İYONLAŞMA AKIMI

458

sonucu hasıl olan elektrik akımı. İyon ların saniyedeki sayısı n ve elekıronun y ükü e ol ursa, İ. A. 'nın şiddeti i = n e olur. İ. A. önce uygulanan potansiyel fark ı i le artar ve sonra sabi t bir değere ulaşır (doyma akımı ) .

İYONLAŞMA ENERJISI : bk. İYONLAŞMA PO­ TANSİYE Lİ.

İYONLAŞMA ODASI ( Fr. Chambre d'ionisation ; İng. Ionization chamber) , iyon laş tıncı ışınım ların enerj i mikdarını ö lçmede k u l lanılan bir tertip. Bu terti p iki elek­ trot taşıyan gaz dolu bir odacıktan yapı lmıştır (elektrotlar­ dan birisi odanın kendi yan yüzü olabi lir) . Bu kapa l ı oda bir dikdörtgen ler p rizması biçiminde veya aynı eksenli silindirler biçiminde olabi l i r. Bu elekırotlar arasına uyg un bir potansiyel farkı uygulanır. X ı şı o ları ve radyoaktif emi syon lar gibi ışınımlar ( radyasyonlar) oda içi ndeki gazı iyonlaştırır ve bunun sonucu elektrotla rdan birisine bağ l ı bir alet, has ı l olan iyonlaşma akımını ö lçer. Bu iyonlaşma akımını ölçen alet bir gal vanometre veya bir elek ırome tre olabi l i r ( bk. ELEKTROMETRE, GALVANOMETRE, İ YON­ LAŞMA AKIMI ) . İYONLAŞMA POTANSİYELİ ( Fr. Potantiel d ' ioni­ sation ; İng. Ionization poıenıial ) , bir atomdan bir elekıro­ nun koparı lınısı için, ' elekıron - vol ı cinsinden yapılması gereken iş Hidroj en atomundı elekıronun, yö rüngelerinin herhangi birisinde top l.ı.m enerj isi E = -

600 n• m e' h' n•

elektron - volt

dur. Burada m, elek ıronun kütlesi , e, elektconun yükü, h, planck sabiti ve n, bir tam sayıdır. Bir h i d roj en atomun­ dan elekıronun sökülmesi için E ye eşit ( elektron - volt cinsinden ) bir enerj inin bu elekırona verilmesi ıterekir. � u enerj iye iyonlaşma enerj isi de denir. Bu en e rj inin de­ ğeri, bi r elekıronun bağlanmasının sağiarni ğının bir ölçüsü olur. En karar lı halinde hid roj en için E = 13, 58 ev ( elek­ tron - volı ) tur. Aşağıdaki çizelgede bazı atom ların iyontaş­ ma potansiyelleri ( i yonlaşma enerj i leri ) nin değerleri veri l­ miştir. Açık olduğu üzere, alkali metallerin dış elekıronla­ rının sökülmesi oldukça kolaydır. Halbuki soy gazların atomları nda var olan 8 elekırondan birinin sökülmesi, ol· dukça büyük bir en erj i harcan masını gerektirir. Bazı elementlerin iyonlaşma enerj ileri

E l ement H Li Na K Rb Cs He Ne Ar Kr Xe Mg Ca Hg

Atom numarası

İyonlaşma enerj isi

ı 3 ll 19 37 55 2 10 18 36 54 12 20 80

1 3 , 5 8 ev 5 , 37 5,14 4,32 4,16 3,88 24,48 2 1 ,4 7 1 5 ,69 13,3 1 1,5 7,61 6,08 10,39

-

İZABE

İYONOSFE R : b k . ATMOSFER. İYO�OTERAPİ ( Fr. Ionothe rapie ) , iyonlarla tedavi metodu. Bu meıod, elektrik a k ı m ı kullanarak bazı i laçların hastan ın vücuduna sokulmasını sağ lar. İZABE ( Metalürj i ) , metallerin, cevherlerinden eko­ nomi k olarak üreti lmesi ve bunların insanoğ lunun en iyi bi r şekilde yararlanmasın ı sağlayacak biçimlere sokulması amacını güden b i l i m dalı. İ. , cevher içindı:ki değerli mine­ ralleri, değersiz kısımlar olan gangd an ayı rınayı sağlayan bütün prosesleri ihtiva ettiği gibi, ergitme, rafinaj ve i ş l eme konu larını da içine alır. i . , ayrı ca, insanoğ lunun ihtiyaçla­ rını karş ı l amak amacı ile metal l erin iş lenme, alaşım d uru­ muna getirilme, tem i z l enme, üretim ve konsantrasyona yara­ yacak ki myevi ve fiziki prensipierin teknik uygulanması ile de uğraşır. İ. işinin başlangıcı, tarih öncesi çağiara kadar gider. İ. konusunu bütünü ile içine almayı tasarlayan ilk eser, 1 540 y ı lında, İtalya ' da bası lmış. Vanaccio Biringuccio'nun Pirotechnia adlı k i tabıdır. 16 yıl sonra Georgius A.gricola, ( b. bk. ) , De Re Metallica'yı yazmı ş t ır. İ. alanı, amaçlara göre, üretim, fiziki veya uygulama İ . ' si olmak üzere iki kısma ayrılabi lir. Birinci si, cevher kon santrasyonu ve onu takip eden ergitme, temi zleme ve metalin rafinaj ı iş lerini, ayrıca altın. gümüş, platin, arsenik veyi an t i muan gibi yan ü rünlerin elde edi lmesi alanl arını ; i kincisi ise, elde ed i len metallerin, iş leome - şekillendirme i sierini ihtiva eder. Bu bakımdan İ. 'nin genel alanını aşağı­ daki grup ve bö lümlere ayırmak mümkündür : ı . Üretim izabesi : a. Cevher hazırlama veya kon san­ t rasyon ; b. Pi rometalürj i veya ergi ıme ; c. Hid rometa lürj i veya l i çing ( Ieaching ) ; d. Elektrometal ürj i ( elekırolitik ­ eltktroterm i k ) . 2 . Fiziki izabe ve)'a uygulama izabesi : a . Metalografi ve ısı işlemi ; b. Röntgenoloj ik anali z ; c. Fi ziki deney ; d. Koruyucu kaplama ve koroıyon ; e. Mekanik işlem. İ.'nin esa�ı nı ıe� k i l eden ı . grup, ham cevherden gang veya değersiz maddelerin gideri l mesi ve temi zlenmiş cevhe­ rin i çinden metal ve)'i metal lerin �:konomik o larak kazanı l­ ması, ürün haline getiri l mesi ; meta l veya metalleri n, bir yakıtın yakı lması i le elde edilen ürünlerin doğrudan doğru­ ya ısının red ük siyon etkisine tabi prosesleri ; cevherden metal çıkarı lması için çözelti ler k u l lan ı lmasını ve bu çözel­ t i lerden sernanrasyon ve elektroliz yolu ile metalleri n elde ed i l mesi ; sulu ve e rgiy i k çözelti lerden metal üret imi için gerek li ısıyı temin ve elektroli zin uygulanmasını gerçekleş­ ti rmek için elektrik akımının kullanı lması konularını içine alı r. Çağımıza yakın zamanlarda, büyük buluşlar özellikle demir - çelik İ.'si alanında olmuştur : dökme demir ( XV. yüzyı l ) , sernanrasyon ( X V II. yüzyı l ) , dökme demirin bazik curufla pud laj fı rınında rafinaj ı ( XVIII. yüzyı l sonu ) , H . Bessemer tarafından bulunmuş pnömatik rafinaj ( 1 8 5 5 ) . Daha sonra bu usul Siemens tarafından rafinaj ın gaz fı rı­ n ında yapılması ile tamamlanmış, S. Thoma s ve Gi lchrist, r a f i n aj d a fosforu g iderme usulünü bulmuşlardır. Bu sayede büyük demi r külçelerinin dökülmesi mümkün olmuş, dola­ yısıyle de büyük haddehaneler doğmaya başlamış, demir imalathaneleri hızla gelişmiştir. Çelik yapımı, İngiltere'de endüstri devrimi sırasında gerçekleşmiştir. 1 700 y ı lları başında Abraham Darby, demir endüstrisinin gelişmesine yol açan bir usulle demir cevherini

İZABE - İZABE kok kömürü ile yüksek fırında ergierne tekniğini geliştir­ mişı i r. X V I I I . yüzyıl orta sına duğru Henry Bessemer, kon­ verıisör iç inde eriyik dur umda bu l unan demir içi nden bası n ç l ı hava geçirmek suret i y l e, faz l a karbon, si lisyum ve fosfor gibi istenmeyen maddeleri okside etmeyi ve curuf h a linde gidermeyi b• şarmış, çelik elde etmiştir. Daha son ra Sidney Thomas, Bessemer'in si li sle asıarianmış konverıisö· ründe değ • şiklik yaparak, konverıi sör ü dolomitle asrarlamış, yüksek fosforlu pik demiri elde ermeyi başarmış tır. Thom� s usülü, Bessemer'in asit usülüne karşıl ık, bazik usül olarak ün yapmıştır. Konverıisör usülünü, daha sonra Siemens'in reverberli ( open · heart h ) fırı n r rakip erm i ş ve bu son usülün de Fran· sa'da Martin kardesler tarafı ndan ta d ı ! edilmesi ile 1 8 7 3 yılında Siemens - Marıin prosesi o rtaya çıkmıştır. Her iki, asit ve bazik konverıisör p rosesleri i l e revec­ berli fırın ( open hearıh ) prosesi çelik yapımını 1 930 yılı­ na kadar hükümleri alıında rurmuşlardır. ·

Halen çelik imalatında reverberli fı rın (open - hearrh ) , oksijenli konverıisörler veya linz - Donavi ız ( LD p rosesi ) ve elektrikli ark fı rını metodları olmak üzere başlıca üç modern metod vardır. İ zabe i§lem melodları : İ . 'de işlem m•todları üç çeşittir : 1 . Kuru işlem mtrodu ; 2. Yaş işlem metodu ; 3 . Elekrri k le iş lem metod u.

1. Kuru i1lem metodu : Isı katkısı, başlıca karakreris­ riğini teşkil eder. a. Saf metaller ihtiva eden cevherlerin basit eğri rilmesi. b. Çoğunlukla ok sitlerin, karbonatların ve sili katların karbon v e kaı bon oksidi ile redüksirona tabi ruıulmaları. Mesela kasi reri tin redüksiyonu : SnO, + 2CO = Sn + ı co ı.

FlRlNLARI

459

2. Yaf iılem metodu : Bu usül, gumuş ve bakıcı n, muayyen ürünlerden elde edil mesine i nhisar eden bazı özel hallerde uygu lanır. Ürün, ya k lorür haline sokulur veya meral, demir yardımı i l e çökeltilir. 3. Elektrik/e i1 /em metodu : Büyük bir geleceğe yöne­ len bu p rosesler öze l l i k l e alüminyum ve maımezyum üreti­ minde old uğu gibi, kalsiyum karbür imalinde ( elekıroliz yolu ile) ve bakırın rafinaj ında ( yaş yollu elekıroliz) uygu­ lanmaktadır.

İZABE FIRTNLAR I, içinde, cidarla ıın:ı önemli zarar vermeyecek ısı ( 540° C) nın devamlı olarak sağ lanması mümk ün olan bir kap. İ. F. içinde a ı 8 u ' d ır. En bol yağ ı ş l ı mevsim kışıır. Yıllık yaii:ışrn yarısı bu rnevsı rndc duşt:r. Ekim, Kasım, M.ırt ve Ni san ay ları da bol yağışlı geçer. Yaz mevsimi i �e kurakıır. Hele Temmuz ve Ağusıosıa aylık ortalama yağış 2 . 3 mm

İZMİR

468

i li n d e n ge ç e n başlrca akarsular, Gediz'in aşağı ile Küçük Menderes ' ı i c . Y a ma n l a r ve Dum a nlı d a ğ l a r ı a r as ı nd a k i Menemen B oğaz ı ' n d a n geçen v e Foça ' n ı n g ü n ey i n d e d e n i ze dö k ü l en Gediz, kış ve ı l kbaharda kaba­ n e. S a l ı h l i ' d e ki Demi ıköprü B a ra j ı ya p ı l madan önce sık sık taşac, t a r ı m a zarar verir, ulaşım güçleşirdi. Bugün bu z a r a r l a r ön lenmiştir. Gediz, 8 5 y ı l öncesine kadar İ . ' i n K a r ş ı y a k a s e m t i n i n hemen batısında denize dökü lüyordu. � akat gitti kçe yayılan ve hızla büyüyen deltası sebebiyle I . Köı fez'i n i d a r a l ı m a s ı , kö rfezi s ı ğ l a ş ı ı rması gibi büyük bi r teh l i ke belirdiğinden, 1886 y ı l ı nda bu ı rınağa yeni bir yatak a ç ı ! J r a k ağzı Foça güney i n d e ki şimdiki yerine çev­ ri l m i şt i r. İ. ilinin öteki ırmağı olan Küçük Menderes, Bozddğlardan doğa r, kendi adıyla an ı l a n geniş ve zengin ovadan geçer, Selçuk'un batısında denize dökülür. Bu ı r m a k, taşıdığı alüvyonlarla kıyı çizgi si n i devamlı olarak değişticmiş ve i l erletmi şıic. Bu yü z den İlk Çağ'ın ünlü Efes'ı bugün deni zden 6 km kadar içeride kal m ı ş t ı r. Küçük Menderes, ş i m d i dü z g ün bir yatak içine alınmış, iki yanına set ler yapılacak taşkı n ları önlenmiş, yakın vaki ılere kadar sıtma yatağı olan bu ova şimdi bereketli bir yer olmuştur.

İ.

kesimi

lZM l .K :

Hdvadan gorü n üş

yi geçmez. İ . " de yıl i ç i n d e açık havalara çok rasılanır. Kapa lı h avaların en çok olduğu ay Ocaktır. Kar yağışı ve don ol a yı nadird i r.

i : de tü r lü yö n le r den esen rü1garlar vardır ki , bunlar arasında i mbat, bö lgenin mahalli b i r ı üzgarı dıc. Bir çeşit mtlıem olan bu rüzgar, deni z i le karanın gece - gündüz arasındaki farklı ı s ın m a v e soğum a sın da n doğmuştur. im­ bat, � ok va kit öğleden sonra, b azan da öğleden önce e s m eye baş l ar, sıcaklık biraz düşer, ni sbi nemlilik acımaya başlar, saat ı 4 - ı 5 arasında en etkili değecini bulur, ak· şama doğru hafifler, hava karardıktan sonra kesil m eye doğ ru . g ider .

B i tki örtüsü o l ara k , A k deni z ikli m i şartlarına uymuş m a kiler başta gelir. Maki, içinde kısa vey a ona boyd a n dtfne, mersin, kocayemi ş, süpürge ç a lı s ı , pırnal meşesi, bodur ardıç, kermes meşesi , yaban i zeytin, c; i tlembi k, katır· tı rnağı, te�bih g i bi kurakl ı ğa dayan ı klı ağaçların bulunduğu bir bitki ıoplu luğudur. Makile c k alabild ı kle r i ye ı lerd e, 300 - 4 00 m y ü k sekle r e kadar y a ma\ l ırı örter. Bunların da­ ha y uka rı s ı nda ormanlar başlar. Yamanlar Dağı'nın v e İ. ile K em alpa ş a arasınd.ı.ki d a ğl a rın ka raçam o rmanl a r ı , körfezin güneyini çevi ren dağların kızılçam ormanları ve fundalıkla r ı çok yer tutar. Bergama'nın Kozak Dağı, Cu­ maovası 'nın Güner, Torbalı'nın Hel vacı köy ü çev rel e rinde fıstıkçamı korulukları vardır. Bunlar, Türkiye' n i n başlıca

Kaphca ve içmeler : İ. çevresi ve i linde çok sayıda ve her biri turistik, ekonom ik değer taşıyan şifalı su ka y­ nakları vardır. Bun lardan B alçova Kaplıcas r ( Agamemnon Kaplıcası ) , İzm i r - Çeş m e yolunun 3. km' sinden ayrılan yoldan ı k m uzaklıkıad ı c. Suları llıca deresi yatağ•ndan kaynar ( 6 3 ° C ) . K a p l ı cada konaklama yerleri, gazino, ça­ mur ve su banyosu tesisleri vard ı r. E ski bir tarihi ve şöh­ reti olan bu kaplıca, comatizma ve kadın hasıalıkları için şifa ver i ci d i r. İ."in i l ç e l e r i n de

daha

bi rçok ş i falı sular

vard ı r.

çamfı sıığı üre ı i m yerlerind t ndir. İ l ı n kuytu ve nemli vad i­ lerinde ç ınar, kes tane, di � budak, söğüt, kavak, akçaağaç, k ı z ı lcık gibi gen i ş yap r aklı ağaçlar da bulunmaktadır. Palamut meşesi de İ. orman larının başlıca ağaçlarındandıc. Bu durumuy la İ. ili top c aklar nn % 40'ıan çoğu iyi orman ve fundalık şeklinde ağaç toplu l uklarıyla kaplıdır .

Bu tabi i bitki örtüleri dışında İ. toprakları , geniş ölçüde kültür bitki leri alanlan olmuştur. Verimli topcak­ larda ve el verişli ikl ı m şartlarında, çok çeş itli tarım bit· k ileri yetişmiştir. Kültür bitki lerinin başlıcal a n zeytinlikler ve ba ğ la cdır. Bunlardan başka, i lde çeşitli meyve ve seb· z e ler, endüst r i bi ı k i leri , tütün, tahıl yeti ş tir i lir.

İ. i lin d e birkaç küçük göl vard ır. Başlıcası Öd e m i ş ' in kuzeyinde Bozdağlar üzerindeki Gölcük gölüdür. B u gö­ lün u z unluğu 2, eni 1 km'di c . Anayollara iyi bir yol ile bağlıdır. Çevresi gü z el evlerle dolu, orma rı lar arasında bir din lenme yecidir. Torbalı ile Selçuk arasında, Kü�ük Men­ deres'in yakınında Belevi gölü ve yine bu böl ümde Çakal­ boaaz gölleri v a rdır .

İZMİR : Cumhuriyet Alanı'nda Gazi heykeli

Bun-

İZMİR lardan Bayındır'ın Dereköy ılıcaları, Bergama'nın Mahmu­ diye, Pa�a. Güzellik kaplıcaları, Çeşme kaplıcaları, Şifne ka p lıca ve içmeleriyle çamur banyoları, Dikili çevresinin kaplıcaları, S ığacık içmeleri , Urla'da Malkoca içmeleri ve Gülbahçe ı lıcaları en tanınmış larıdır. Nüfus : İ.'in gerçek nüfusu, i l k defa 1 927 sayımıy l a kesin olarak öğrenilebilmişıir. 1 699'da İ. ' e gelmiş olan lı. . de la Mortaye'e göre şehir nüfusu 24 0 0 0 , ondan birka ç y ı l sonra gelen Tournefort'a göre 27 OOO ' d i r. X I X . yüzyıla aid sayılara göre şehrin nüfusu üç kattan fazla artış göstermiş ve 1 00 OO'l'i ııeçmiştir. Bu yüzyı lın ilk yarısında, bütün kaynaklar, Türk nüfu ;unun öıeki unsurlardan daha çok olduğunu belirtmi şlerdi r. Bu a rada yer l i kaynaklarda ( Ka­ musü'l - alam ) bu nüfusun 1 30 OOO ' i bulduğu, bunun çoğu­ nun Türk olduğu kaydedi lmiştir. I. Dünya Harbi 'nden önceki dönem, şehrin nüfusunun 2 5 0 OOO ' i bu lduğu, buraya dışarıdan birtakım yabancı unsurların çokça sızmış ve yer· leşmeye uğraşmış old ukları bir dönem olmuştur. İ.'in nüfusu, 1 927 'den itibaren yapılan nüfus sayım­ l arıyle açık olarak öğreni lebilmişıir. 1 927'de şehrin nüfusu 03 924 ol•rak bulunmuş, bu miktar 1 9 3 5 'te 1 7 1 000, 1 9 50'­ de 227 OOO'i geçm!ştir. 1 960'ıa 380 000, 1 970 sayımına göre ise 520 OOO'dir. i. i li nüfusu, ı 430 368 ( 1 97 0 ) d i r. Bu nüfusun 7 5 3 44 3 ' ü şehi r nüfusu. 676 9 2 5 ' i köy nüfusudur. Buna göre i lde şehir nüfusu, köy nüfusundan fazladır. İ. i linin 683 köy ünden l l O ' u 300 · 400, 70'i 400 500, 1 27 ' si 500 - 7 5 0 . 66'sı 7 5 0 - ı 000 nüfusludur. İ. i lin­ de nüfusun % 75 kadarı okuma - yazma bilmekıedir.

Yerle�me : İ. ve çevresi, Türkiye'nin çok eski yerleş­ me yerlerinden biridir. Bu çevrenin tarih öncesi yerleşme durumu son y ı llarda Karaburun - Çakma ktepe, Menemen ­ Helvacı köyü ve Bayrak lı kazılarıyle aydınlanmıştır. İ. ve uzak çevresinde, özellikle Bergama'da Neol itilc devir (Cilalı raş devri) kalıntıları bulunmuş, Karaburun - Çakmaktepe'de Kalkolitik devir eserlerine rastlan mıştır. Böylece buralarda M. Ö. 3000 y ı l larında yerleşmenin varl ığı anlaşı lmıştır. Menemen - Helvacı köyünde ve İ. şehrinin bi r semti olan Bayrak lı 'daki kazılarda Troia'da çıkan eseriere benzeyen leri görülmüştür. Böylece, Kalkoli rik'ten sonra, M. Ö. 3000 yıllarında başlayan bir bakır devrinin varlığı tahmin olun­ muştur. Bu eski devirden sonra İ. ve Ege Bölgesin i n Hitit etkisi n e girmiş bulunduğu ileri sürülmüşt ür. İ. şehri nin, Bayraklı yakınındaki Tepeku le'de, M. Ö. 3000' Ierde kurul­ muş bulunduğu, önceleri bu şeh i rciğin savunmasını sağlayan kü çük bir kale ile çevri li. kaya lıklar üzerin e yapı lmış evler-

469

den ibaret olduğu sanılmaktadır. M. Ö. 2000'lerde İ. , böl­ genin önemli bir merkezi o lmuştur. Bu tari hlerden çok sonra, M. Ö. Xl. yüzyılda İ. , İonia göçlerinin başlangıcı sı rasında, efsanelere bürünmü� olorak belirmi şıir. Denizci bir kavmin kurmuş olduğu Efes �ehrinden çı kan savaşçı lar, kıyıyı takip ederek gelmiş, buranın yedilerini kovarak elverişli bir şehir yeri olarak gördükleri bu yerde Smyrna'yı kurmuş, bundan sonra uzun yüzyıllar hoyunca İ. , deniz ticaretiyle zengin leşmi ştir. An­ cak, kara yön ünden savunulması güç olduğundan bi rçok isıi lalara uğramış, zam .ın zam:ın yıkı l mış, yer değişti rme durumunda bile kalmıştır. E ski İ . ( Palaea Smyrna) adıyla a n ı l mış bul unan şeh ı in, şimdiki Bornova ile Bayraklı ara­ sında, köıfezi kuzeyden çevi ren dağın eteğine yakın bir yerde bulunmuş old uğu i leri sürülmüştür. Akarsular bu körfezin bu bölümünü doldurduğu için, bu eski şehir daha o zamanlar kıyıdan oldukça içeride kalmıştır. Büyük İskender'in lı.sya seferinden sonra İ 'in yeniden kuru lduğu yer Kadifekale ( eski Pagos) nin l ulu ıdu�u re­ pe ( 1 86 m) nin yamacı olmuş, burad.ı bir ka e yapı lmış, şehir kuzey ya maçıa genişlemiştir. B u kale, şimdi kuzeydeki Alsancak garından 3 km içeride kalmıştır. Bu eski kuru l u ş dönemlerinden son ra, yüzyı llar bo­ yunca bi rçok değişiklik lere uğramış ve Xl. yüzyıldan itibuen Türklerin etkisi altına g i rmiştir. 1 08 i'e doğru büyük Sel­ çuklu sulıanı Meli kşah zamanında İ. , Anadolu faıihi Kurul­ muşoğl u I. Süleyman Şah adına Çaka ( b. bk. ) bey tarafından alınmıştır. Çaka İ.'de güçlü bi r donanma kurmuştur. Daha sonrala r ı çeşitli el değişti rmelerden sonra bir Türk şehri olarak gelişmi ştir. İ . , günümüzde tarihinin en parlak, en çok gelişmiş, güzel leşmiş bir büyük şehir ve l i man olma durumuna gir­ miş, yarım milyonu aşan nüfusuyle canlı bir yerleşme yeri olmuştur. 1922 savaş sonu yangınlar•nda şehrin çok yeri harabe haline gelmiş iken, buradaki eski mahallelerin yerin­ de modern şehi r kurulmuştur. /ı.yd ın demi ryolunun Alsancak istasyonuna doğru uzandığı bu bölüm, şehrin �imdi en can lı yeridir. Burada geniş caddeler, bulvarlar, parklar, meydanlar vardır. Rıhıımboyu ( Kordonboyu ) İ.'in en can l ı yerlerinden­ dir. Basma ne ( Basmahane ) , Konak, Kemeraln, Eşrefpaşa, Karataş, Küçükyalı, Göztepe, Güzelyalı, İnciraltı semtleri , İ. şehrinin batıya doğru km lerce uzanan güzel bölümlerid i r. Turi stik bak ımdan da çok önemli olan kıyı boyundaki Atatürk caddesi, Alsancak ucuna kadar liman boyunca uza­ nan 3 km boyunda geniş bir yold ur. İ. , bugün Türkiye'nin di key ve yaray büyük gelişme­ ler gö lteren başlıca şehirlerinden biridir. Daha 1 9 5 � 'te önemsiz bir durumda bulunan Gültepe semti 30 000 nüfu­ suyle bi r şehir olmuştur. 1 94 5 'ten günümüze kadar yeni yeni yerleşme bölgeleri belirmiş, buraları sanayi leşmenin sonucu daha da büyümüşlerdir. Depremler ve ya ncınlar : i. ve çevresi, başlıca dı-p­ rem bölgelerinden bi rindedir. Bu çevre, yeni j eoloj ik çağ­ larda yer kabuğu hareket lerine ve bunun son ucu kın imalara uğramış, bölgede batı - doğu ve kuzey - güney doğrulıulu kırık ( fay ) lar meydana gelmiştir. Henüz yerine ıyı ce oıurmamış bulunan alüvyon larla örtülü yerlerde yer sarsın­ tıları etki lerini daha çok göstermiştir.

İZMİR : Alsancak limanını n genel görünüşü

İ.' in Kadifekale - Göztepe sırrı ile Bayraklı, Turan ve Karşıyaka'nın gerilerinde yükselen yamaçlar ve tepeler, vol-

tzMIR

47 0

E �ı:e bölgesinin end üstri tes i � l erinin pek çoğu İ. i l mer­ kezinde toplanmıştır. Bornova ve Karşıyaka il çeleri de he­ men her end ü m i dalınd.ı tesi slerin k u rulduğu birer endüstri alanı olmuşlardır. Bornova'da 60 kadar endüstri tesisi vard ı r k i . Çıe ba şlayan ayaklanma, oradan aşağı Normandie'ye geçmiş, sonra da Ponıhieu ve Picardie'­ ye sıçramıştır. Ayaklanma, Charles le Mauvais tarafından basurılmışıır. JACQUES (jak ] , I. : bk. DESS A L I I' E S , Jean · Jacques. JACQUES [jak ] Il d e Bourbon, Marche kon t u

( ö l m . Besançon 1 4 38), Napoli k r a l ı 1 . Jean de Bouı bon ve Catherine de Vendôme'un oğludur. Koı kusuz Jean ile bi r l ı k­ te Maca ri stan sefe rine çıkmı ş ve 1 396'da N iğbolu'da esir d üşmüş ı ü r. 1 397'de fidye vererek Fransa'ya dönmüş ve Bü· yük Mabeyinci ( G rand C hambellan ) olmuştur. Bourguignon ve Armagnac' ların çatışmalarında A rmagnac'ların t line dü· şerek Bou rges kalesine kapaıı lmımr. 14 1 2 'de esaretıen kur­ tulmuş ve bir �üre sonra Napoli kraliçesi l l . Giov.ınna ile evlenmiştir. Karısı n ı idarı den uzak tutmağa çalı şan J , Giovanna'n ın emriyle tu tuklanmış ise de, kaçarak 1 4 1 9'da Fransa'ya dönmüş ve Besançon'da Franciscus tarikatına gir­ miştir ( 1 4 3 5 ) .

JACQUES CG:UR [jak kör) (Bourges 1 39:; - Sakız adası 1 4 5 6 ) , Fransız i ş ada mı. Bourges'lu bir tüccarın oğ l u olan ] . C. , bütün servet ini doğu tıcaretine y a t ı mış ve b u ba· kımdan Vem diklilerin rakibi olmuştur. Fransa kralı VII. Charles'e, İngi lizleri Fransa 'dan kovmak için l azım gelen kaynakları sağlamıştır. B una kar ş ı l ı k ticari iktidarını anı­ ran birta k ı m i mtiyazlar dde tımişıi r. 1440'ta V I I . Char· les'in maliye na zırı ( a rgenıier) olmuş ve para işlerini tan­ zim etm ı �tır. 1 4 4 2 'de Kralit·eı Şurası (Consei l royal ) na girerek, bazı d iplomatik misyon larda k u l lanılmıştır. Birçok alanlara yayılan ekonom i k faaliyeti kıskançlık uyandırdığı i ç i n 14 5 1 'de tevkif ve malla ı ı müsadere edilmiştir. 1 4 54 ' ıe kaçmağa muvaffak olmuş ve Paşa I I I. Calist ıus'un hizme­ tine giı mişıir. Fransa kralı X l . lou i s şerefini iade etmiştir.

JAHN, Friedrich Ludwig JAİ:N [ �am] , İspanya'da bir bölge ve bu bölgenin merkezi . Nüfüsu 64 900 ( ı 966 ) dür. Şehi rde şaheser sayı · lan bi r kaıed r a l (aş. yu. 1 540 ) , Goı ı k üslübunda ve Arap sanatından mülhem bi rçok k i liseler vard ı r. JAFFNA [ cqfna] (Coğ. ) , Seylan adası n ı n kuzey ucun­ d a bir varımada ve bu yarımada üzeri nde bir şehir. Sey­ lan'ın ikinci şehiri olan ] . ' n ı n nüfüsu 94 200 ( ı 966) dür. JAGI C [ J qgit' ] , Va ı ro�lav (Varazdin 1 8 38 - Viyana 1923 ) , Hı rvaı Slavisti. Viyana Üni versitesi 'nde Franz Mık­ losich tb. bk. ) in yanında yetişmi ştir. 1 8 7 1 'de Odessa'da, 1 874 'ıe Berlin 'de, 1 880'de Peıersburg'da, 1 886'da Viyana'da Slav d i l h ri profesörlüğü yapmış ı ı r. 1 8 7 5 ' ı e «Archiv für sla­ vische Phi lologit » dergi�ini kurmuştur. S l a v i sıik alanında birçok büy ük eserler vermiştir. JAGIEI:.I:.O [yag �l/o] LAR, Liıvanyalı bi r aile ve bu ai leden gelen litvanya - Polonyal ı bir sülale. 1 386 1 57 2 yıllarında hüküm sürmüş olan b u sülaleden bırkaç kişi Bohemra ve Macari stan kra l l ı ğ ı yapmıştır. ]. sül a l esinin kurucusu Jogaila ( Polca adı : Jagiı Ho ; aş. yu. 1 3 � 1 - 1 4 34 ) . li ıvanra büyük p rensi Algirdas i le eşi Tver' li Yuliana'nın oğl u ve Litvanya büyük prensi Gedimi­ nas' ı n torunudur. 1 37 7 'den itiı-a ı en Litvanya büyük prensi olan Jogai la (Jaızit f to ) , 1 3 86'da W t .ıdy�t.ıw adıyle vaftiz edi l m i ş ve Anj ou'lu Pulonya k ra liçesi Jadwiga i le !'vlenmiş, l l . VC t .dy: bw adıyle Polonya kralı o lmuşı ur. Ü ıkesi Po­ lanya ve litvanya'dan başka geniş Rus toprak larını da i çine a l • r, Balırk Deni zi'nden Karadeniz'e kadar uzanırdr. Büyülc oğ lu l l l . W t .ıdy,t.ıw ( 1424 - 1444 ) I . Ulaszl6 adı alıında Macari stan kra l ı da olmuş ve Türklere karşı yaptığı Varna savaşında ölmüştür ( 1444 ) . Macaristan tarihinde M a •ras ( b. bk. ) ı n ölümü ( 1 490 ) nden Moh acs muharebesi ( 1 5 26) ne kadar süren döneme ].'lar dönemi adı veril i r. ·

JAGUAR ( Panthera onca) [Zoo.] , Orta ve Güney Amerika'da yaşayan eıçiller takımının Kedıgiller fa m i l yasın-

JACQUES D E DI XEMUDE (jak dö diksmifd] . J u les Alphouse ( Staveloı 1 8 � 8 · Bruxselles 1 928 ) , Belçikalı gene­ ra l. Kongo'nun sömürgeleşıiri lmesinde öncülük yapmış ve Alberıville şehrini kurmu�ıur. I . Dünya Harbi'nde Anıwer pen'da başarı göster miş, sonra da Diksmuide'de ·amnitı ör} , bi r Alman sanaıkar ailesi : 1 . C lıristoph ( N ü rnberg 1 5 63 - Nü rnberg 1 6 ı 8 ) ,

James V I I . ( Londra 1 6 3 3 - Sai n t Germain - en - Laye 1 70 ı ) , hkoçya ve I I . }ames adıyla da İngi lıere ve İrlanda k r alı ( 1 68 5 - 1 688 ) , İng i l t ere kra l ı II. Charles'ın kardeşi ve halefidir. 1 64 3 'te York dukası ve b ü yük amiral un ­ vanını alan I I . J. , Hollanda'lı lara karş ı savaşmış ve Ame­ rika'da Yen i Amsıerdam şehrini z a p ce derek ona New York adını vermiştir. Kaıolıkliği kabul edi n ce , tahtını k•y· betmek tehlikesi karş ı sında kalm ı ş ve buna rağmen 1 68 5 ' te karde�inin hal t fi o lmuş, fakat Katolikleri koruması, Parla­ rnen ıo'yu hiçe sayması ve Fransa k ralı X IV. Louis ile itti· fak ı k e n disine halkın sempati sini kaybeııi rmişıir. Böylece da madı Nassau pren si William ı 688"de tahta çağı rılını ştır. II. }. , Fran sa'ya kaçmış ve tt k rar İngi ltere tahtına çıkınağa çalışmış ise de, başarısız kalmıştır ( Boyne felaketi 1 6 90) .

JAMESTOWN [reymzt,um } , Atlanıi lc 'in güneyinde bulunan İngıltere'ye bağlı Saint Helena adasının başkenti. Nüfusu ı 5 5 0 ( ı 96 6 ) di r . JAMIN [iam?] , Jules ceiestin ( T errnes, Ardenne s

ı 8 1 8 · Paris 1 886) , Fran sız fi­ zikçisi. }. aynaları ( rniroirs de }. ) adını taşıyan bir s i stem icad etmiş ve ışığı n ernilrnesini in· celemişıir. ı868"ıe F e n 1 e ı Akad t rnisine seçi lm iştir.

de /'aube a i'A rıgeluı du ıoir

Kuyumcu , süsçü v e desinaıör. 092 "de «us r a» olmuştur. Büyük babasından sonra, ai l enin en b üyük sanatkarıdır. Neuw Groııeszken Buch, inventirt, gradirtund verlegt durch C. }. süs koleksiyonu Ch. }. ta rafından icad edil­ miş, çi z ilm i ş ve çı ka r ı lmıştır ( ı 6 1 0 ) . 1 966"da yeniden çı k arı lm ı ştı r . Sü�lü bi r i bı i k ve !eğen bırakmıştır (Viyana, Kunsthi >turisches Museurn ) .

ı

2. Wenzel ( Viyana 1 508 - Nürnberg 1 58 5 ) , ku ­ yumcu ve süsçü. Nürnberg'ıe ı 5 3 4'ıe «usta» olmuş, 1 54 3 'te de beled ye damgacısı olm u ş t u r . Önce kardeşi Albrech ı }. , sonradan da oğu l ları ve damatları i le beraber çalışrnışıır. İmparaıor I I . Maximilan ve I l . Rudolf için de çalışm ı ştır. Süslü kapları olağanüs t ü bir kabi liyeıle işlenmiştir. }. teorik araştı rmalarda da b ul u n muş, tatbi k i matematik, fizik, me­ kanik ve persp e kt if alanında ça l ı ı mışıır. Perıputilla çarpo­ rum reg11lariu m ( Düzgün cisirnler perspektivleri ) [ 1 568} adlı bir eser bırakmıştır. Başlıca eseri, 1 549"da yaptığı bir sofra t akım ı dır ( P a r i s ' ı e ) .

JAMSHEDPUR ( Coğ . ) : bk. CEMŞ iDPUR . JAMTLAND [y�mtland } , � u zey İsveç'ıe bir b'ilge ve il ( l an ) . Y ü zölçü m ü s ı 7 1 2 km2 , nüfusu 1 29 800 ( ı 967) dür. Norveç ile sınırdaş olan bu bölgede birçok göller vardır. Bu göllerin en büyüğü Storsj ö ( 4 5 6 km2) dür. İl merkezi Östersund da b u gö l kıyısındadır. Storj ö gölü çevresi büyük bi r turizm merkezidir. Syefj a l l ( 1 762 ı n ) ve A reskutan ( ı 420 ın) d a ğl a r ı da turistlerin ziy a r e t et t ikler i dinlenme ye r leridir.

JAMMES [iam } . Francis ( Tournay , Yukarı Pireneler 1 868 - Hasparren, A ş ağı Pire neler ı 9 3 8 ) , Fransız şairi ve rornanc ı sı . Şiirde kaidelerden u z a k l a ş a n ve Malla r rn e nin dik k a t ini çeken bir sa n a t an layışını benirn � emi ş • i r. 1 8 98 'dc şiirlerinin b üy iik kısmını bir araya t n p l ayarak De /' Ange/us

JAMMES

F.

vermıştı r : Cla 'riereı da11ı le riel ( Gökte aydın lıklar) [ 1 906} ; Le r Georgiqueı dıretienneı ( Hı ri