İnönü Ansiklopedisi / Türk Ansiklopedisi (cilt 18)

Citation preview

••

TURK

AN SİKLO PEDİSİ CİLT

XVIII

MILL! EGlT!M BASIMEV! - ANKARA

1970

TÜRK Kurul

Başkam

ANSİKLOPEDİSİ

: Dr. Fethi TEVETOGLU

Redaktörler

: Prof. Dr. Hasan EREN, A. Nihad AKAY.

Mütercimler

: Yağmur ATSIZ, Ziya ISHAN, Dr. Vedad ORS, Cemil

Idare Işleri

: Perih an ÇELEBI, Necla AKTAN, Osman DOKUZ OGUZ.

Harita - Grafik Harita- Klişe

: Şaduman BAZMAN.

: Milli Eğitim Basımevi Müdürlüğü

Ziya ŞANBEY.

(Istanbul).

ON SEKlZlNCl ClLDlN YAZILARINI HAZlRLAYANLAR

Te'lif :

Nihad AKAY, Dr. Ünal AKYOL, Prof. Kenan AKYÜZ, Dr. Orhan ASLANOGLU, Efser ATALA, Besim ATALAY, Doç. Dr. Hüseyıin ATAY, N1hal ATSIZ, !. Ha:kkı BALTACI­ OGLU, Niıhad Sami BANARLI, Prof. Dr. A. Refi k BEKMAN, Nezıihi BILGE, Prof. Dr. Ahmed CAFEROGLU, Dr. Müjgan CUNBUR, Prof. Dr. Güngör Sami ÇAKIRG IL, PerThan ÇELEBI, Uğur DERMAN, A. DILAÇAR, Emek. Amrl. Vehbi Z•iya DÜMER, Yük. Müh. Enver ED!GER, Dr. Ümit EMÜLER, Korg. Cemalettin ENGI NSOY, Refik EPIKMAN, Sabri ERDEM, Prof. Dr. Enis ERDIK, Prof. Dr. Hasan EREN, Coşkun ERTEPINAR, En­

ver ESENKOVA, Dr. Emel ESIN, Necmeddin ESIN, Prof. Dr. Semavi EYlC E, Ord. Prof.

Dr. Ziyaeddi n FINDIKOGLU, A hmed Su phi FIRAT, Be şir G Ö GÜ Ş, Abdmbaki G OLPI­ NARLI, Dr. Rasih GÜVEN, Yük. Müh. Ali HAYDAROGLU, Dr. Baymırza HAYIT, Dr. Sezai HAZER, Prof. Dr. Halil INALCIK, Abdülkadir I NAN, Ziya ISHAN, Prof. Dr. Reşat 1ZBIRAK, Atıf KAHRAMAN, Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN, Prof. Dr. Kamil KARA­ MANOGLU, Prof. Dr. N. Şakir KARASU, Nusret KARCIOGLU, Alb. Fazıl KARLIDAG, Süleyman KAZMAZ, Dr. Esat KILIÇER, Prof. Dr. Firuza:n KINAL, Dr. Faıhreddin KIRZI­ OGLU, Prof. Dr. A:bdullah KIZILIRMAK, Reşat Ekrem KOÇU, Ergin KORUR, Doç. Dr. Yaşar KUTLUAY, Alb. Raşit METEL, Mif OBAY, Prof. Dr. Tayyip OKIÇ, Doç. Dr. Aral OLCAY, Prof. Dr. Selçuk ÖZ ÇELIK, Prof. Dr. Nimet OZGÜÇ, Prof. Dr. Tah•sin OZGÜÇ, Cahıit ÖZTELLI, Prof. Dr. Fevzi OZTIG, Yı lm a z ÖZTUNA, Pro f. Dr. Ercüment PALABI­ YIKOGLU, Isınet PARMAKSIZOGLU, Prof. Dr. Arif T. PAYASLIOGLU, Nejdet SANÇAR, Zeki SOFUOGLU, Halis SÖZERI, Emek. Gnl. Selim SUN, Kemal Sahir SUNAR, Yük. Zi­ raat Müh. I sın ail Baha SÜRELSAN, Dr. Nafiz SÜRJ.\-IELI, Fevziye Abdullah TANSEL, Ord. Prof. Dr. Ali Nihad TARLAN, Prof. Dr. Ahmed TEMIR, Dr. Feth i TEVETOGLU, Burhan TEZCAN, Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi TOGAN, Prof. Dr. Isınail TUNALI, Alb. Tah­ sin ÜNAL, Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER Doç. Dr. Tul'gut VARDAR, Doç. Dr. Nihad N. YÖRÜKOGLU, Prof. Dr. Taii p YüCEL Prof. Sabahattin ZAIM. Tercüme: Yağmur ATSIZ, De niz EGEMEN, Yük. Müh. Enver EDIGER, Prof. Dr. Hasan EREN, Enver ESENKOVA, Z iy a ISHAN, Aydemir NOYAN, Afif OBAY, Dr. Ergun ÖNEN, Prof. Dr. Yaşar ÖNEN, Dr. Vedad ÖRS, C. Ziya ŞANBEY, Dr.

TÜMEN, Aydoğan TUNCER.

Iktihas: Perihan ÇELEBI, Nejdet SANÇAR.

Fethi

TEVETOGLU, Rukiye

MADDE SONLARlNDAKI YAZAR ADLARININ AÇIKLANMASI

A. N. A. - Ahmed Nihad A KA Y

N. A. B. A.

N. A.

N. S. B.

A. C.

M. C. A. D.

Ü. E.

R. E.

H. E. N. E.

S. E. A. G.

B. H.

fl. ı. A. 1. R. ı.

A. K.

K. K.

- Necati AKDER - Sesim ATALAY - Nihai A TSIZ - Nihad Sami BANARU - Ahmed CAFEROCLU -Müj gan CUNBUR - Agop D ILAÇAR - Ümit EMÜLER -Refik EPlKMAN - Hasan EREN - Necmeddin ESIN - Semavi EYICE - Abdülbaki GÖLPINARLI - Baymırza HAYIT - Halil İNALCIK - Abdülkadi r INAN - Reşat IZBIRAK -Abdülkadir KARAHAN - Kamil KARAMANOCLU

F. K.

- Fazı! KARUDAG - Fahreddin KIRZIOGLU -Yaşar KUTLUAY Y. K. A. O. -Afif OBAY N. Ö. Nimet ÖZGÜÇ T. Ö. - Tahsin ÖZGÜÇ Y. Ö. - Yılmaz ÖZTUNA ı. P. İsmet PARMAKSIZOGLU K. S. S. - Kemal Sahir SUNAR ı. B. S. - İsmail Baha SÜRELSAN A. N. T. - Ali Nihad TARLAN F. A. T. - Fevziye Abdullah TANSEL - Ahmed TEMIR A. T. F. T. - Fethi TEVETOCLU Z. V. T. - Zeki Yelidi TOGAN - İsmail TUNALI 1. T. T. V. Turgut VARDAR N. Y. Nihad YÜRÜKOGLU T. Y. Talip YÜCEL F. K.

G GÖL (Fr. Lac) , karalardaki çanak, tekne ve başka çukur yerlerde birikmiş durgun su. Başka bir deyişle G. , karalarda çevresi kapalı ve denizle doğrudan doğruya bağ­ lantısı bulunmayan su dolu çanaklardır. Buna göre, deniz kıyıları boyundaki G. ler de, denizle bağlantıları geniş öl­ çüde kesi lmiş ise, G. sayılır. G. leri çeşitli yönleri ile inceleyen ilme .ıı;ö l bilimi, (b. bk. limnoloj i ) denir. G. ler, ya kendiliğin­ den meydana gelmiş olan çanaklarda toplanan sulardır veya insan eliyle önü kapanmış yerlerin gerisinde birikmiş sulardır. Yağışların yeter derecede bulunduğu bölgelerdeki çanaklar içinde sular birikmiş, böylece G. ler doğmuştur. G. )erin büyüğüne biiyük G., küçüklerine kü çük G. veya gölcük denir. Çok büyük ve derin G. ler bulunduğu gibi (Kuzey Amerika'da Lake Superior G. ünün yüzölçümü 83 300 km', derinliği 308 m ) , sadece birkaç yüz metre karelik pek kü­ çük G. ler de vardır. Bu arada bataklıklar da G. ler ara­ sında yer alır. Geçici G. ler, yılın yağışlı mevsimlerinde yer yer sazlık ve bataklık halindeki birer G. görünüşünde olmalarına karşılık, aylarca kuru kalır veya sadece yer yer balçık birikimileri durumunda bulunurlar. G. )erin bazısı çok derin olur, bunlar derin G. olarak belirtilir, bazısı da sığ olur, bunlar da uğ G. olarak söylenir. G. )erin bazısı tuzlu, bazısı tatlı suludur. Bunlardan birincisine tuzlu G. , ikincisine tatlı J ll G. ii adı verilir. G. )erin bazı­ sının ayağı vardır ve fazla suları bu ayak denilen akar­ sular yolu i le başka bir yere dökülür. Bazısında ise ayak yoktur ve bunlara da kapalı G. denir. Yeryüzündeki G. )erin kapladığı alan, yaklaşık olarak 2,5 milyon km' dir. Bu değer, kara yüzeyinin sadece % 1,8 ini tutar. Ancak, G. )erin umumi yüzölçümü sabit değildir. Çünkü G. )erin yüzölçümü G. sularının seviyesine göre değişir : G. sularının kabarık bulunduğu zamanda G. ün yüzölçümü yüzlerce, hatta topografik şartlar elveri­ yorsa, binlerce km' arıar (İç Anadolu'da Tuz Gölü, Afri­ ka'da Çad Gölü gibi ) , kurak zamanlarda ise bu türlü G. ler çok çekilir. Buna göre, kabarık ve çekik zamanları göz önü­ ne alındığında, G. )erin umumi yüzölçümünde önemli fark­ lar görülür. Yeryüzünde G. )erin dağılışı, biçimi, büyüklüğü, derin­ liği G. çanaklarının meydana gelişleri ile i lgilidir. G. sula­ rının birikerek G. !erin doğuşuna yol açan çanakların mey­ dana gelişi çeşitli sebeplerden ileri gelir : ı. Buzulların oyma ve biriktirmelerinden doğmuş G. ler : Bunlara buzul G. leri denir. Bu türlü G. ler ya yüksek enlemlerdeki memleketlerde (Kanada, Kuzey Avrupa, Rusya, Finlanda) inlandsisler (geniş alanları kaplayan buzul ör­ tüleri ) in bulundukları yeri aşındırmaları ve sürüklenen taş parçaları (morenler) nın yer yer yığılmalarından doğmuş çanaklarda meydana gelmiştir veya yüksek dağlarda buzul­ ların ve buzkar ( neve ) ların yeri oymalarından doğ­ muş oyuk ve çanaklarda teşekkül etmiştir. Bunlardan birin­ cisinde birbiri ardınca çok sayıda ve bir kısmı pek büyük G. ler meydana gelmiştir. Bu memleketlerden biri olan Fin-

landa'ya Göller Ülkesi adı verilmiştir. Bu memleketin yüz­ ölçümünün %10 dan çoğu bu türlü G. lerle kaplanmıştır. Dağ buzulları G. leri Türkiye'de de vardır (Sat, Cilo, Kaç­ kar dağları ) . 2. Yer kabuğunun kırılmalara uğramış ve bu yüzden yer yer çökmüş alanlarında da G. ler bulunmaktadır. Bun­ lara da tektonik G. ler denir. Bunlar, uzun ve derin G. lerdir (Doğu Afrika G. leri, Liıt Gölü) . 3 . Arazinin yapısında kalkerierin geniş yer tuttuğu ve kalın tabakalar halinde bulunduğu, yağışın da yeter -derecede olduğu bölgelerde bu taşların erimesinden doğmuş çanaklarda suların birikmesiyle G. l er meydana gelmişti r. Bunlara da karstik G. ler denir. Türkiye'de bu şartlar çok yerde bulunduğundan karstik G. ler de çoktur. 4. Volkanik bölgelerdeki krater, m3ar ve kaldera adı verilen çanaklar içinde ve Iav akınıılarının set meydana getirdiği yerlerde suların birikmesi ile G. ler doğmuştur. Bunlara volkanik G. ler denir ve çeşidine göre de krater G. ü, maar G. ü gibi adlar verilir. Türkiye'de bu çeşit G. ler de çoktur. 5. Karaların iç bölümlerinde de birtakım G. ler var­ dır. Bunlar kurak bölgelerde, çevredeki dağlardan beslenen akarsuların son bulduğu çanaklardır. Kurak mevsimde ge­ niş ölçüde çekilen ve çoğu az derin olan bu G. )ere uç G. leri denir. 6. ırm akların menderes şekilleri çizerek aktığı ova­ larda, çoğu yarım ay biçimli ırmak büklümlerinin içinde, su taşkınları sırasında biriken sularla meydana gelmiş G. ler vardır. Bunlar da ırmak boyu G. leri veya akmaz de­ nilen ve bazısı yıl içinde kuruyan G. lerdir. 7. Eski koy ve körfezierin önlerinin kapanarak deniz­ le ilişiği kesilmek suretiyle beliemiş G. ler de vardır. Bu G. ler, denizden ya iyice ayrılmışlardır (Batı Anadolu'da Bafa G. ü gibi ) veya dar bir ağızia denize bağlantısı vardır (Küçük Çekmece G. ü gibi ) . G . )erin bazısı, bir çukurluğun türlü sebeplerle bir yerinden kapanmasından doğmuştur. Bir heyelin sonucu bir vadinin kapanarak geride G. doğmasına yol açması bun­ lardandır. Türkiye'de Tortum G. ü, Sera G. ü bu çeşit G. lerdendir. Bu G. !ere set G. leri denir. 9. Bir kısım G. ler de insan eli ile y::pılmıştır. Ba­ raj ların gerisinde meydana gelen baraj G. leri gibi. Bun­ ların çok büyükleri de vardır. Türkiye'de Hirfanlı, Sarıyar baraj G. leri gibi. G. dibi ve G. yüzünün yükseklik değeri göz önüne alınarak G. ler üç bölümde toplanır : a. Hem yüzü, hem dibi deniz seviyesinden yüksek olan G. ler. Bu türlü G. )erin sayısı çoktur. İç Anadolu'da Tuz G. ü, Doğu Anadolu'da Van G. ü gibi. b. Yüzü, deniz seviyesinden yukarıda, fakat dibi bu se­ viyeden aşağıda bulunan G. l er . Bunlara kiyptodepresyon denilmiştir. Bu türlü G. )erin sayısı bütün yeryüzünde 250 kadardır. İskandinavya G. lerinin çoğu, Kanada'nın birçok G. leri, İskoçya'nın bazı G. leri gibi.

1

GÖL

2

c. Hem yüzü, hem d!bi deniz seviyesinden aşağıda bu­ lunan G. ler. Bun lara ya deniz kıyıları yakınında kumu! (eksibe) ların ve sederin gerisinde k:ılmış, deniz yüzünden bir­ kaç metre aş:ığıdıki çukurluklar halinde rastlanır (Hollanda'da olduğu gibi) veya k:ıraların iç bölümünde geniş yer tutan, derin iç bölge çöküntü hendekleri ve çanaklar olarak rast­ lanır. Bunun bir örneği, İsrail i l e Ürdün arasındaki çökün­ tü hend�ğinin en derin bö lümünü doldurmuş bulunan 920 km' yüzölçümündeki Lut G. üdür. Bu G. ün yüzü deniz yüzünden- 392 m aşağıd:ıdır. Ayrıca Asya'da Turfao çökün­ tüsü ( - 170 m) , H:ızar depresyonu, Afrika'da, Güney Tu­ nus'ta, Güney Libya'd:ı, Doğu Afrika'da bu türlü depres­ yon lar vardır. Her G. de, G. çanağının biçimi durınıdan değişir: a. Dalgalar kıyıyı oyar, G. kırısının çizgisini geriletir, dik kıyıl :ır ve yarlar meyd:ına gelir. b. G. e dökülen akarsuların taşıdığı taş parçacıkları G. kıyıl:ırınd:ı yığılır, deltalar meyd:ına gelir. c. G. suyund:ı bulanıklık doğuran ve oldukça açıklara doğru d:ı sürüklenebilen pek küçük yüzücü maddeler G. d:bine çökerek çanağın dolmasına yol açar. d. G. çanağının bulunduğu yer ve çevresinde ağır ağır çöküntüler oluyorsa, bu da çanağın biçimi üzerinde tesirli olur. Yavaş yavaş dolan ve biçimleri değişen G. !erin çoğunun yaşam:ı süresi uzun değildir. Bun lar 5 1 5 bin yıl G. olarak kaldıktan sonra karalaşırlar. G. !erin daha uzunca süre kalan ları da vardır. •

G. !erin beslenmesi, dökülen akarsular. G. e sızan yer­ altı suları ve yağışlarla olur. Buna karşılık G. suları, bu­ h arlaşm:ıl:ır, G. ün ayağı ve G. dibindeki akımı ve sızmalar yüzünden kaybolur. Böylece G. ün devamında bir «su bilan­ çosu» vardır. Bu bilanço G. ün su kazancı ve su kaybı şeklindedir. Yıla ve yıllara göre bu durumda az veya çok oyn:ım:ılar olur. Her ikisi arasında denk bir durum bulu­ nurs:ı, G. seviyesinde az oynam:ı belirir. G. ü besleyen sula­ rın kimyevi özelliklerine, G. ün ayağı bulunup bulunmama­ sın a ve buh:ırlaşm:ı derecesine göre G. suyunun kimyevi özelliği belirmi ştir. Sularının terkibi göz önüne alınarak G. ler, tatlı su G. leri, tuzlu G. ler, sod:ılı G. ler olarak ayırt edilmiştir. Türkiye'de tatlı sulu olm:ıyan G. !erin bazı­ sına acı G. adı verilerek bu özel lik belirtilmiştir. G. sula­ rının terkibi ile G. de yaşayan can lılar arasında yakın ilgi vardır. G. ün rengi ile suyunun terkibi arasında da yakın b:ığlanıı bulunur: Saf G. suyu mavimsi görünür, humus m:ıddeleri ve b:ızı demirli mıdJeler kalkerle birleş­ m!şse, G. suyunun rengi yeşile çalar, bataklık larla ilgisi olan G. !erin suyu ise sarımsı esrnerden siyaha kadar renklerde bulunur. G. suyunun ısınm:ısı ve soğum:ısı, güneşlenme ve ışıma ol:ıylarınd:ın ileri gelir. Güneşlenme, G. suyunda farklı te­ sirlerle karşılaşır ve güneş ışınlarının bir bölümü G. yüzüne vurdukt:ın sonra çokça akseder (% 3 5 e kadar çıkabilir), bir bölümü G. üzerindeki buharl:ş:n1larla harcanır, geri kalan güneş ışınbrı nakletme hassası az olan suyun içine işler, böy· l ece G. ün yaln ız yüzü değil, G. çanağının içinde belli bi r k:ılın lıkt:ıki su tab:ık:ısı d:ı ısınır. Fakat ışınların derinlere doğru iş lediği yol boyunc:ı sular ısıyı geniş ölçüde emdiğin­ den (absorbtion) d:be doğru suyun ısınma derecesi çabuk azalır. G. suyunun bulanık olm:ısı halinde, absorbtion (emilme), sud:ı yüzen parçacıklar ısıyı d:ıha çabuk ve çok emmelerinden d.ıh:ı dı art:ır. G. suyunun soğum:ısı ısı kaybı yoluyle olur, geceleri ışım:ı olayının tesiri ile soğuma, türlü

derecelerden derine işler. G. yüzünün sıcak lığı belli bir şeki l de bir yıllık gidiş, bir de gün lük gidiş gösterir. Gün­ lük farklar nispeten az olur. G. sıcaklığının yıl lık gidişi ise, h avanın durumuna uyar. Bu arada, orta kuşak i klim leri ile kutup bölgelerindeki G. ler, soğuk mevsimde G. yüzün­ deki suların sıcaklığı o• den aşağı düştüğü zaman buz tutar. Bu buz, G. ün üst kısmında olup 3 m ye kadar kalınlık gösterebilir. G. !erin insanlar için büyük önemi vardır: Bulundu­ ğu çevredeki ulaştırma, balıkçılık, akarsu ve kanallardaki düzenli akış, tarım, içme ve kullanma suyu bulma işi, su taşkınlarını önleme işi ve su gücü elde etme işlerinde bü­ yük değer taşırlar. G. !erin çok tuzlu olan larından tuz elde edilir. G. ler, çevrelerini güzelleştiren tabiat varlıkla­ rındandır. İnsanlar, çok eskiden beri çeşitli alanlarda G. lerden faydalanmışlardır. Cilıi.lı Taş Çağının insanları G. lerde ka­ zıklar üzerine kurdukları evlerle kendilerini yırtıcı hayvan­ lardan korumaya çalışmışlar, G. lerden elde edi len av ürünleri, her zaman için insanların en değerli gıda mad­ delerinin başında gelmiştir. Büyük G. ler, bulundukları çev­ renin i klimine de ılırıcı ve düzenleyici, mevsimine göre serinle­ ti ci tesir yapmışlardır. Derin ve büyük G. lerle bunları bir­ birine bağlayan akarsular, ulaştırmada önemli yer tutmuş­ lardır. Eskiden sallar ve sandallarla yapılmış olan bu ulaş­ tırmanın yerini şimdi gemiler almıştır. Böyle G. lerden biri olan Van G. ünde 70 - 80 ve 350 tonilatoluk gemilerle mo­ torlar yük ve yolcu taşımada önemli yer tutmaktadırlar.

Türkiye'nin gölleri : Türkiye'nin birçok yerleri nde büyüklü küçüklü G. ler vardır. Bun lar ya toplu h alde yan yana bulunurlar veya tek tek görülürler. Toplu olarak bu­ lundukları yerler şunlardır: 1. Marmara bölgesi, 2. Batı Toroslar bölgesinin iç bölümü (buraya G. ler Bölgesi de denir), 3. Doğu Anadolu'da Van Gölü ve çevresi, 4. İç Anadolu'nun orta bölümü. Türkiye'deki G. ler içi nde Van G. ü gibi büyük G. ler bulunduğu gibi, sadece birkaç yüz metre karel i k küçük G. ler de vardır. Bu küçük G. ler de göz önüne alındığı zaman Türkiye'de 1 00 den çok G. vardır. Türkiye G. leri arasın­ da 50 - 1 00 m derinlikte olanları bulunduğu gibi, sadece birkaç m derinlikte bulunan ları da vardır. G. lerimizi n bir kısmı yazın çok çekilir, yerlerinde bataklıklar kalır. Tür­ kiye G. lerinin bir kısmının fazla suları bi r ayakta denize döküldüğü halde (Marmara bölgesi G. leri gibi), birçoğu­ nun ayağı yoktur (İç Anadolu ve Doğu Anadolu G. lerini n çoğunda olduğu gibi). Denize akışı olan G . leri mizin su­ ları tatlı, kapalı tekne durumunda bulunanlarının hemen hepsinin suları tuzludur. Türkiye G. leri nin doğuş ve oluşu türlü sebeplere da­ yanır: ı. Tektonik G. ler: Bu çeşit G. ler yer kabuğunun bölümleri nin di kine hareketlerinden doğmuştur. Böyle yer­ lerdeki çöküntü alanlarında sular toplanarak G. meydana gelmiştir. İç Anadolu'da Tuz G. ü, Sife G. ü, Tuzla G. ü; Batı Anadolu'd:ı Sim:ıv G. ü; Batı Torosların iç bölgesin­ deki Akşehir, Eber, Ilgın, Ç:ıp:ılı, Eğridir, Beyşehir, Kova­ da, Suğla G. leri ve Acı G. ile Ulubat, Manyas, İznik, Amik, Hazer G. leri bunlardandır. 2. Set G. leri: Bu türlü G. ler alüvyal set G. leri, delta G. leri, kıyı set G. leri, !av ve tüf set G. leri, heye­ Un G. leri ve baraj G. leri olarak görülürler. Alüvyal set G. leri arasında Bafa, Köyceğiz, Emir ve Gölbaşı G. leri ile ırmakların aşağı kesimlerindeki küçük G. ler anılabilir. Delta

GÖL



Dünyanın başlıca gölleri Gö lün adı

Yüzö lçümü km2

Göl ı üzi: n lin denizden yüksekl i ği (m)

AVRUPA'DA: Ladoga On ega Yener Peipus İl' men' Vetter S ai maa Ma lar In ari Balaton Cenevre Boden (Konstanz) Garda Neuchatel Maggiore Neusiedler Comer Sniardwy Müritz Vierwaldstatter Mamry Zürich Chiemsee J:.eba

ı 7,660 9,550 5,330 3,513 2,230 ı ,869 ı ,460 ı ,ı4o ı , ı oo 596 5 82 538 370 2ı6 2ı2 ı 83 ı46 ı22 115 ıı4 ı o4 88 80 75

5 33 44 30 ı9 88 76 0,3 115 ıo6 372 395 65 432 194 113 ı 98 ın 62 437 1 17 409 5ı9 0,3

ASYA'D\ : Hazar Denizi Aral Baykal Bal ka ş !sık Gö l Rızaiye Göl ü Van Gö lü Tuz Gö l ü Gökçe Göl Lut Gö lü Beyşehir Gölü Eğridir Gölü

AFRİKA'D A : Victoria Tanganyika Nyassa Çad Rudolf Al bere

ı

En derin yeri (m)

223 ı2s 98 ıs 10 119 58 64 80

ll

3ıO 252 346 154 372 4 4ıo 25 3ı 214 38 ı 43 74 6

ı

Büyük Tuz Gölü (Great Salt Lake)

Neva Svir Götaalv Narva Vo!J:ıov Motalasrön Vuoksi Salcısjön Pastjoki s:6

Rhône Rhein Mincio Zihl Ticino (Ayağı yok) Adda Pissa Elde Reuss Angerapp Li mm H Aiz J:.eba

-26 54 462 340 ı 6ı 5 ı 275 ı 646 925 ı 925 -392 ı ı2ı 9ı6

946 68 ı 74ı 26 702 ı5 ıoo 8 95 399 ıo ı6

(Ayağı (Ayağı Angara (Ayağı (Ayağı (Ayağı (Ayağı (Ayağı R1ıd:ın (Ayağı (Kanal (K:ınal

ı 133 780 480 240 407 607

79 ı 435 786 7 73 48

Victoria- Nil Lukuga Sehire (Ayağı yok) (Ayağı yok) Bahrü'l- Cebel

ı 84 ı 76 ı 78 1 19 ı59 ı 74 2ı6 75 2ı2 6 ,ıoo )

3 8ı2 ı 28 3

308 2ı5 266 ı 37 ı40 64 2ı 225 39 ı 70 272 ı6

Desaguadero (Ayağı yok)

9,500 ( 1 5 ,000)

-ı ı

20

(Ayağı yok)

424,300 66,4 58 33, 500 1 8,800 6,205 3,885 3,738 ı ,642 ı ,4 ı 6 980 650 4 86

(

5,955 )

68,800 32,880 30,800 11,000 ( 2 2 ,000 ) 8,000 5,335

AMERİKA'DA : Superior Huron Michigan Büyük Ayı Gölü Büyük Köl e Gölü Eri e Winni peg Oncario Athabasca Nicaragua Titi caca

Gö lün ayağı

83,300 59,500 58, ı oo 29,000 28,930 2 5 ,735 24,330 ı8,760 1 1 ,500 7 , 7 00 6,900

4,400 (

33

yok) yok) yok) yok) yok) yok) yok) yok) i le) i le)

St. Mary River St. Clair River Macki nac Boğazı Büyük Ayı Irmağı Mackenzi e Niagara Ne ls on St. Lawrence Büyük Kö le Irmağı

San ]uan

AVUSTRALYA'DA: Eyre

4

GÖL - GÖLBAŞI

G. leri, ırmakların delcaları kenarında sıralanmış G. lerdir. Kıyı set G. leri, eski koy ve körfezierin zamanla bir setle kapanmasından doğmuştur. Küçük Çekmece, Büyük Çekme­ ce, Terkos G. leri gibi. Lav akınularının ve tüf yığılmala­ rının birer set yapacak şekilde uzanarak eski çukurlukları bir yerinden kapaması ile doğan G. ler arasında Van G. ü, Çıldır G. ü vardır. Heyelin G. leri türlü bölgelerimizde görülür. Tortum G. ü, Trabzon yakınındaki Sera G. ü, Bolu yakınlarındaki Yedi G: ler bunlardandır. Baraj G. leri ise baraj ların gerisinde meydana gelmiş olan G. lerdir. Son 1 5 - 20 yıl içinde Türkiye'de birçok baraj G. leri meydana getirilmiştir : Hirfanlı, Sarıyar, Kurtboğazı, Kesikköprü, Ke­ mer, Demi rköprü, Porsuk, Apa, May, Almus, Bayındır, Çubuk baraj G. leri gibi. 3. Volkanik G. ler : Bunlar Türkiye'nin volkan dağ­ larının ve genel olarak volkanik bölgelerinin kracerlerinde, kalderalarmda ve maar biçimindeki yerlerinde suların bi­ rikmesinden doğmuş G. lerdir. Karapınar G. ü, Nevşehir'in Dobada G. ü, Nemrut Dağı üzerindeki Nemrut G. ü, Ispar­ ta'nın Gölcük G. ü bunlardandır. 4. Buzul G. leri : Türkiye'nin yüksek dağlarında gö­ rülen, bazı yerde birkaç tanesi yan yana bulunan buzul G. leri küçük G. lerdir. Bunlar Dilüvyal devir buzul ve buzkarlarının bıraktığı çanaklarda suların birikmesinden doğmuş, çoğu derince G. lerdir. Yurdumuzda en çok bulundukları yerler Hakkari bölgesi dağları (Sat, Cilo dağları, Karadağ ) , Doğu Karadeniz Dağları ile Aladağlar, Bolkar Dağı gibi dağlardır. 5 . Karscik G. ler : Türkiye'de eriyerek çanak biçimle­ rinin doğmasına yol açacak kalker tabakaları çok geniş yer tuttuğundan, karscik çanaklar çok sayıda meydana gelebil­ miş ve G. ler teşekkül etmiştir. Bunlar arasında dolin ve obruk tipi G. ler, küçük ve dipten sızınalara yer veren de­ rince G. lerdir. Batı Toros G. leri, Ambar, Obruk, Çı­ ralı, Apa Saraycığı, Ovacık, Hafik, Todurga ve Ulaş G. leri gibi. Türkiye'de, zaman zaman çokça beslenerek geçici G. görünüşü alan, fakat derinlikleri pek az olup buharlaşma­ larla yerini sazlık, çamurluk yerlere bırakan ve böylece ba­ taklık durumunda bulunan alanların çoğu kururularak eki­ lebilir toprak durumuna getirilmiştir. - R. İ. GÖL BILIMI ( Fr. Limnologie) , sular biliminin bir kolu, gölleri çeşitli yönleri ile inceleyen bilim. Bu bilim içinde göllerin doğuşu, biçim değişikliklerine uğrarnaları ve dolmaları, göllerin beslenmesi ve su kaybı, göl seviye­ leri ve bunlardaki oynamalar, göl suyunun sıcaklık durumu, donmaları, yüzden dibe olan sıcaklık değişmeleri, göl sula­ rının optik ve akustik özellikleri ile bileşimi, göldeki can­ lılar ve biyoloj ik özellikleri incelenir. Bk. GÖL. GÖL ESNEMESİ ( Fr. Seiche) , göl yüzünün dö­

nemli olarak ve riımik şekilde oynaması olayı. Özellikle büyük göllerin üzerine olan hava basıncı farkından i leri ge­ len G. E. veya seiche hareketi, çeşitli şekillerde belirir. Sade haliyle, gölün bir yarısında göl yüzünün yükselmesi olurken, öteki yarısında alçalma belirir ve bu oynamalar bir «orta nokta» etrafında sürerse, buna tek boğumlu veya tek düğümlü ( uninodale) hareket denir. Buna karşılık, gölün yuzu, karşılıklı iki kıyıda alçalırken ortada bir yük­ selme olursa, buna da çift düğümlü (binodale) hareket se-

viye oynamaları adı verilir. Bazı yerde ve bazı zamanda da üç düğümlü veya çok düğümlü hareketler olabilir. Bu hareketler, gölün her yönüne doğru beli rebili r. Bununla il­ gili olarak, bu hareket uzunlama oluyorsa, buna boyuna G. E. (seiches longiıudinales) , enlemesine oluyorsa, buna da enine G . E. (seiches transversales) denir. G. E. hareketleri gözlemlerle birlikte gittikçe geliştiril­ miş bulunan ve limnimeıre denilen yazıcı araçlarla ölçülür. Bu hareketin temel unsuru, dönemin süresidir. Bu dö­ nem (devre) in değeri, dalganın uzunluğuna ve göl ça­ n:ığının derinliğine bağlıdır. Mesela, bu hareketlerin ilk göz­ lendiği ve incelendiği, seiche teriminin de kıyılarında otu­ ran halkın dilinden alındığı Cenevre gölünde uzunluğuna cek düğümlü seiche'in periyodu 73 dakika olduğu haiC:e, enine tek düğümlü s eiche inki 10 dakikadır. Çift düğümlü göl esnemeleri de farklı d eğerler gösterir. Yine aynı yarım ay biçimindeki bu uzun gölde uzunluğuna olanının devresi 35, enine olanının 5 dakikadır. Bu arada, düğümün yerinin her zaman gölün tam yarısındaki bir noktada bulunması gerekmez. Bunun gibi, çift düğümlü hareketlerde de dalga­ nın, gölün boyunun dörtte birinde bulunması mutlaka bek­ lenmez. Bunda gölün derinliğinin de tesiri vardır. G. E. sırasında en yüksekıe ve en alçakta yer tutmuş olan göl seviyeleri arasındaki seviye farkı (ampliıude) çok defa azdır (birkaç mm den birkaç cm ye kadar) . Ancak bazı büyük ve derin göllerde (mesela Cenevre gölünde) bu fark 1 ,87 m değerinde olup, belirli bir durum almıştır, G. E. dalgalanmaları, bir defada olup geçmez, birbiri ar­ dınca birçok dılgalanmalar (çok vakit 100 kadar) olur. Ce­ nevre gölünde en çok 148 dalgalanma göstermiştir. G. E. olayının sebebini F. A. Forel açıklamıştır. Bu araşıırıcıya göre, seş hareketi, göl oyununun denk durumu­ nu bozan atmosfer olaylarından ileri gelir. Birinci derecede göl yüzünün bir bölümüne olan hava basıncı ve bundaki değişmeler, bunun dışında da dağlardan göl yüzüne inen hava kütleleri ve birden beliren fırtına ve kasırgalar gibi rüzgar esişleri G. E. nde rol oynar. Bütün bu hareketler, gölün boyuna ve enine eksenlerinde bir çeşit al çalma - yük­ selme şeklindeki ritmik hareketleri doğurur. Orta derecedekı hava basınçları sırasında da böyle hareketler olabi lir. Cenev­ re gölünde 1 ,87 m değerindeki büyük G. E. ( seiche hare­ keti ) , hava basıncının 8 mm lik değişmesinden doğmuştur. '

R. İ.

GÖL EVLERI ( Fr. Habitation lacustre ) [Fınog.} : bk. KAZIK ÜSTÜ EVLERi ( Fr. Palaficıes) . GÖLBAŞI. Ankara i linin Çankaya ilçesine bağlı bir bucak. 29 köyü ile birlikte nüfusu 18 177 ( ı 96 5 ) dir. Bucak merkezi olan Gölbaşı'nın nüfusu 3 35 ı , denizden yüksekliği 978 m dir. Bucak arazisi, Ankara şehrinin 30 km güneyinde, Moğan Gölü yanındadır. Burada birçok yeni yapılar yapıl­ mış, plaj yerleri açılmıştır. 6 km kadar uzunlukta v e 1 km enlilikıe olan Moğan Gölünün suyu yazın çok çekilir ve toprak, tuz ile örtülür. Seviyesi en çok 4 m ye çıkar. Suyu acı dır. Bu gölde ı95 ı den sonra sazan, kefal ve bazı sar­ dalya türleri üretilmeye başlanmış, gittikçe artan bu balık­ lar iktisadi değer taşıma yoluna girmiştir. Ankara - Konya

GÖLBAŞI - GÖLBAŞI GÖLLERİ

5

bağcılık halkın başlıca geçim kaynağıdır. Pamuk, susam ve haşhaş da yetiştirilir. İlçenin merkezi olan G. , Fevzi Paşa ­ Malatya demiryolu boyunda olup, Adıya­ man'ın istasyonudur ve il merkezine 76 km boyunda bir yol ile bağlıdır. İşlek bir yol uğrağı olması kasabanın gelişmesine imkan vermiştir. GÖLBAŞI ANITI, Lykia bölgesin­ de, eski Trysa şehrinde bir anıt. Anıt, dik­ döngen planlı taş avlu ve içindeki mezar­ dan ibarettir. M. Ö. V. yüzyıla ait Yunan sanatının son safhası (430- 400) nı tem�il eden anıtlar arasında çok önemli bir yeri vardır. Frizler halindeki kabarımalar avlu duvarlarının içeriye bakan yüzlerine, güney duvarının dış yüzüne ve girişin muhtelif kısımlarına işlenmiştir. Bunlarda domuz avı, Yunanlıların amazonlara karşı savaşları, GÖLBAŞI: Moğan Gölü kenarındaki yüzme havuzu Odysseus ile ilgili sahneler, mızraklı, miğ­ yolu üzerinde bulunan G. , başkentin mesire yerlerinden ferli süvariler, sıra halinde askerler, kalelerin zapu, uyu­ biri olmuştur. Bucak halkının geçim kaynakları arasında yanları, ölüleri muhafaza eden çalgı figürleri tasvir edil­ tarım ve hayvancılık yer almaktadır. miştir. Ayrıca, kapının üst kısmında boğa heykelleri vardır. Bugün G. A. nın yerinde avlu duvarının taş kalıntısın­ GÖLBAŞI, Adıyaman iline bağlı bir i lçe. Nüfusu dm başka hiçbir iz kalmamıştı r. Bir sanat çağını karakter­ 26 300 ( 196 5 ) dür. İlçe merkezinin nüfusu 5 044, i lçeye bağ­ lendiren bütün heykelnr aşlık eserlerini Avusturyalı lar 1872 lı köy sayısı 28 dir. Kasabanın denizden yüksekliği 890 m yılında Viyana'ya götürmüşlerdir. Bu eserler, bugün Viya­ dir. G. ilçesi 1958'de kurulmuştur. Merkez bucağından na'daki müzenin şaheserleri arasında yer almaktadır. Gölbaşı başka Belören ve Harmanlı adlı iki bucağı vardır. İlçede kabarımalarının bazılarında Eski Doğu ve Mısır sanatının nüfusu 1 000 den çok 3 köy (Balkar, Savran, Çelik) vardır. tesirleri tesbit edilmiştir. - T. Ö. G. i lçesinin toprakları Adıyaman ilinin batı bölümün­ dedir. Maraş ve Malatya i l ieri ile sınırları vardır. İlçenin çok yeri dağlıktır. Batı bölümünde, içinde birtakım küçük

GÖLBAŞI"ndan bir görünüş

GÖLBAŞI ANITI

göllerin sıralandığı geniş bir çukurluk uzanır. Buradan Fevzi Paşa - Malatya demi ryolu geçer. İlçe, adını G. deni len bu çukurluktan almıştır. Asıl G. Gölü, çukurun kuzey­ doğu ucunda olup 4 km• kadar yüzölçümünde, 840 m yük­ seklikte, güzel görünüşlü bir göldür. Bk. GÖLBAŞI GÖLLERİ. İlçede yazlar kurak ve sıcak geçer, kış mevsimi ya­ ğışlı ve soğukça olur. İ lçedeki dağlarda orman ve funda­ lıklar çoktur. Tarla tarımı (çeşitli tahıllar) , meyvecilik ve

GÖLBAŞI GÖLLERİ, Adıyaman ve Maraş illerinin birbirine en çok yaklaştığı Pazarcık - Gölbaşı demiryolu istasyonları arasındaki çukurda sıralanmış üç göl. Bu çukur­ luk, Maraş'ın Pazarcık i lçesinin 30 km kuzeydoğusunda olup, Fevzi Paşa - Malatya demiryolu buradan geçer. Güney­ batı - kuzeydoğu istikametinde 30 km uzunluk gösteren, eni ise 3 - 5 km olan, denizden yüksekliği 850 m bul unan bu çukurluk, buradaki Toros dağları arasında bir çukurlaş­ ma alanıdır. Üzeri oldukça kalın alüvyonlarla örtülü, gü-

6

GÖLBAŞI GÖLLERİ - GÖLCÜK

şehir olmuştur. Şehrin kısa bir süre içinde büyümesi, ç ev­ redeki köylerden ve başka yerlerden gelip yerleşmelerle ol­ muşt ur . 10 OOO'den ç ok nüfusun türlü iş lerde çalıştığı G. te, kıyıda büyük sa n ayi tesislerinin artması, okullada hastahane, gazino. otel ve büyük binaların çoğalması buraya tam bir şehir özelliği ve r miş ti r . G. adı, kıyıda hulunan bir kıyı gölünden alınmış ol­ rn:ılıd ı r. Yerleşmenin i lk m esk en l er i olarak burada deniz fal,ri kalarında çalışan i ş ç i l e r i n loj man binaları ve bu t e s i s­ Iere bağl ı başka yapılar olmuş, spor alanları, eğlence yer­ leri i l e önce bir Merkez mahallesi doğmuştur. Daha son ra İzmit - Yalova karayolunun geçtiği yol boyunda, çevreden gelen halkın yerleştiği b;r yen i mahdle büyümüs, bnndan sonra da güneydoğudaki basamaklar üzerinde Durolupınar mahallesi gelişmiştir. G. çarşısı, İzmit- Yalova yolun­ GÖLCÜK ( Coğ. ) : bk. HAZAR GÖLÜ. dan kıyıya doğru inen bir cadde üzerindedir. Oreller, han­ GCLCÜK. Kocaeli i l in e bağ lı bir i lçe. N ü fu su 38 904 kalar, mağa zalar ve resmi binalar bu çarşıda ve buraya ya­ ( 196 5 ) , yüzölçi'mü 2 1 99 km' d i r. İ lçe merkezinin n üfusu kın yerlerdedir. 21 544, i l çeye bağ lı köy sayısı 24 , kasabanın denizden yük­ G. i lç esi nüfusunun önemli bir kısmı, geçimini top­ sekJ=ği 10 m dir. 1 9 36'da i lçe olmuştur. G. Belediyesi de raktan elde eder ( bağcı lık, bdhçeci lik ) . Yeni yeni meyve­

ney ucu p l i o - kvarterner, batı tarafı orta miosen tabaka­ ları, kuzey bö lümündeki yan ları eosen ve kretase kıvrılını ş arazi siyle çevri l i bulunan bu çukurluğun üç yerinde göl meydana gelmesi n e yol açan çanaklar olmuştur. Bun l a rd:ın k uzeydoğu ucund:ıki, Gölbaşı Gölü adı i le a n ı l ı r . Boyu 2 k m den, en i 1 km den bi raz fazladır. Bu göl, oldukça derin, kıyıla­ rında saz l ı k l a r az, görün üşü güzel, balığı çok bir gö ldür. E u rad:ın çıkan gölün ayağı yaz ayları d ı şınd:ı 16 km güney­ batıdaki Aza k l ı gö lüne i n e r. B u göl d e derin, kıyı ları s:ızlık ve k:ımışlık, her biri birkaç kg l ı k b:ıl ı k ları ç ok olan bir yerdir. B u gö l ü n suları dı 8 km i leri d e, burad:ıki göllerin en küçüğü olan ve hemen her yanı sazl ı k b u l un an İnekli Gö lüne dök ü l ur. B u gölden çıkan su d a Ceyhan ırmağının kollar ı ndan Aksu'yu besler.

arn ı y ı lda k u ru l muştur. İ l çe toprak ları, İzmit Kö rfezinin nihayetine yak ı n bir yerinde, kö rfezin güney yakası ndad ı r. Körfezin kıyısında dar b i r kıyı ovası u>an ı r, bunun gerisinde Sarnan lı Dağlarının bir devarnı dik yam:ıçları ile y ü k s e l ir . Bu dağlarda kayın, rneşe, çam ormanları ile kıyıya yakın yerlerde makiler yer tutar. Ana çizgileriyle Akdeniz i k l i rnin i , bi raz d a Karaden i z boy u i k lim'n i andı ran b u çevrede, dağların d eni z e bakan yamaçl arı zeytin l i k lerle kap l ı d ı r. B u rada zeytin, halkın ge­ çiminde önemli yer tutar. Bu a rada Deği rmendere fındığı ad ı i le taze olarak satı lan ve Istanbul piyasasında yer tut­ muş bul unan fınd ı k da i l çenin bae göre çeşitli yönlere doğru kaymasıdır. Paraliıik ve non paraliıik olarak ayrı lır. Paraliıik şaşılıkıa bir veya birkaç göz kası felçlidir. Mesela, giizü dışa baktıran kasıa bir felç olursa, bu kas görevini yapamaz ve gözü içe baktıran kas hakim duruma geçerek içe şaşılık meydana gelir. Bu tip vakalarda çift görme, baş ağrısı, bulantı vardır. Sinirlerde i ltihap, tümör, kanama, dej enerasyon gibi çeşitli sebeplerle oluşur. Tedavi sebebe göredir. Non paraliıik şaşı lık, daha ziyade çocuklarda ortaya çıkar. Füsyon kabiliyetinin doğuştan vokluğu, sanıral gör­ menin ıeşekkül edememesi, i leri derecede refraksiyon ku­ sucu gibi çeşitli sebeplerle meydana ııel i r. Bu gibi vakalar­ da çocuk okul çağına gelmeden önce doktora baş vurması gerektir. Erken tedavi edi lmediği takdirde bir gözde tem­ bel lik meydana gelir. Tedavi, orıopıik, pleopıik, sağlam gözün kapatı larak hasta gözün çalıştırılması gibi esaslara dayanır. İleri vakalarda estetik ameliyatlar yapılabilir. Refraksiyon kusurla rı : Göz bir foıograf karnarası gibidir. Kornea ve lens kırma sistemini meydana getirir. Retina ise, negatif hayalin meydana geldiği kısımdır. Ref­ raksiyon kusuru olmayan bir gözde, göze paralel gelen ışıklar makula luıeada toplanır. .Ameıropi ise, refraksiyon kusuru demektir. A . meıropi çeşitlerini sıra ile inceleyecek olursak, hipermeıropi (yakını iyi görmeme) halidir. Göze paralel gelen ışınlar retinanın arkasında kesişirler. Düzelıilmediği takdirde baş ağrısı, sulanma ve göz yorgunluğu yapar. Mi­ yopi, uzağı i}•i görememekıir. Göz küresi önden arkaya doğru uzamıştır . .Astigmaıizma, aynı gözün korneasının de­ ğişik meridyen lerinde kurvaıür farkları vardır, bazen lensıe de olabilir. Bazı yiiksek miyopi vakalarında reıinada da dPj eneraıif değişiklikler olduğundan bu gibi şahıslar gözlüğe rağmen az görürler . .Asıigmatlar miyopik, hipermetropik ve miksı tipte olabilir. Prespiyopi ise, 40 yaşını geçen kimse­ lerde lensin serıleşerek akomodasyonun bozulması neticesi yakını iyi görememe halidir. Hipermeıroplarda erken ortaya çıkar, miyoplarda ise daha geç görülür, konveks yakın göz­ lüklerle tedavi edilir. - Ü. E. GÖZ HAPSİ, askeri ceza hukukunda uygulanan bir disiplin cezası. 22 Mayıs 1930 tarihinde kabul edilen 1 632

41

sayılı .A skeri Ceza Kanunu'nun 2 3 . m ıddesi G. H. ni kısa hapis cezaları arasınd.ı saymış, 24. mıddesi ise subaylar ile askeri memurlara tatbik edi lme şeklini belirtmiştir . .Ancak 16 Haziran ı 964'ıe kabul edi len 477 sayılı Disiplin Mah­ kemeleri Kuruluşu, Yargı lamı Usu lü ve Disiplin Suç ve Cezaları hakkınd.ı Kanun, infaz şeklinde bazı değişiklikler yapmıştır. Bu kanunun 38. maddesine göre, G. H. cezasına çarptırdanlar resmi daire, kışla, eğitim alanları ve sair yer­ lerdeki hizmetlerine devam etmek le bi rlikte, hizmetin s,ona ermesinden sonra hiçbir yere gidemezler. Kışlada veya resmi odalarda kalırlar, hizmete ilişkin olanların dışında hiçbir ziyaret kabul edemezler. GÖZ K .\PACI HASTALIKLARI ( Tıp) : bk. GÖZ HAST.A LIKLARI. GÖZ MERCECt ( Anat. ) : bk. GÖZ. GÖZ YAŞARTıCI MADDE ( Fr. Maıiere lacrymo­ gene) : bk. G.AZ, Göz yaşarucı. GÖZ YAŞI Ş I ŞESI ( Laı. Lacrymaıori um ; Fr. Lacri­ matoire ) , cam veya topraktan yapılmış, dar boğazlı, vazo biçimli küçük bir kap ki, adının manasına bakı larak, eski Rom.ılı ların ölülerin arkasından dökülen göz yaşlarını bu kabın içinde sakladıkları sanı lmıştır. Fakat bunun sadece bir parfürn şişesi olduğu anla, ılmakıadır. GÖZCÜ, genel olarak, «belirli bir bölgede olup bi ­ tenleri gözetleyen ve i lgililere bildiren kişi» anlamında kullanılan bir ıerim. Grev G. sü gibi . .Askerlik terimi olarak G. «kara, hava ve denizden gelmesi muhtemel tehlikeleri gözleyen ve gördüklerini be­ lirli bir haberleşme sistemi ile gerekeniere duyuran asker» anlamına gelir . .Askeri birlik ve tesislerin yakın emniyetinin sağlanm:ısınd.ı zaruri bir unsurdur. Kullandış maksatlarına göre, «kara G. sü», «hava G. sü», «kıyı G. sü», «trafik G. sü» v. b. adlar alır. G. lük hizmeti, muharebe gözedemesinin unsurların­ dan biridir. Muharebe isıihb.ıratının bir parçası o lan mu­ harebe gözedemesinin amacı, muharebe sahasının sürekli olarak ve sistemli bir şekilde gözedenmesi sureıiyle, taktik kara harekatı için zamanında bilgi edinmekıir. Gözeıleme, her türl ü hava şanlarınd.ı gece ve gündüz devam eder. Muharebe gözeılemesi, hava keşfi dahil, muharebe saha�ı gözetlernesi için mevcut bütün unsurların birleşimidir. Bu arada muharebe gözetlemesi, topçu ateşinin idare ve kont­ rolünde de önemli bir rol oynar. Muharebe gözetlernesi sağlayan asıl unsur «gözeıle­ yici» lerdir. Bu gözetleyicilerin içinde bulundukları a'keri teşkiller hava kuvvetleri keşif birlikleri, kara kuvvetleri havacılık birlikleri (uçaklar ve helikopterler) , kara ve de­ niz kuvvetleri keşif birlikleridir. Bundan başka, silahlı kuv­ vetler (kara, deniz, hava ve j andarma kuvvetleri ) birlikle­ rinden gözedeme için görevlendiri len diğer unsurlardan da faydalanı lı c. Muharebe gözetlernesi için gerekli teçhizat ve malze­ me, zamanımız ilim ve teknoloj isinin en i leri gelişmelerin­ den yararlanarak meydana getirilmiştir. Bunlar, Tanrı ver­ gısı olan insan gözünden başlayarak, optik ve elektronik alanda ( çeşitli dürbün. fotog raf, ra d a r v . b. ) birçok alet ve cihaziarı kapsar. Gözedeme sonuçlarının i lgili veriere ulaştırılması modern bir haberleşme ve ulaştırma sistemine dayanır. Gözetierne hizmetinin yapıldığı yer «gözetleme yeri»

42

GÖZCO - GÖZE TEORISI de I ve V. Ordu' larda ve Çanakkale cephesin­ de h i z m e ı g ö r e n ( 1 9 1 4 - 1 9 • 5 ) G. , 1916 da tekrar Gülha­ ne Hastahanesindeki hocalığına d 3nmüş ve b� tarihi tıp müessesesi Gülhane Askeri T ı p Akademisi (b. bk ) hi­ line geldikden sonra da burada göz profesörü ve akademi komutanı ( müdürü ) olarak 28 yıl şerefli eğitim ve yö­ netim hizmetleri gör­ müştür. 1944'te Gülha­ ne Tıp Akademisi göz N. İ. GÖZCÜ profesörlüğü ve Gülhane Müdürlüğü vazifesinde iken emekliye ayrılan Tabip Tümgeneral G. , 194 5 - 1946'da İstanbul'dan milletvekili seçilmiştir. 1 929'da Türk Ofta lmoloj i Cemiyetini kur­ muş ve üç ayda bir « Türk Oftalmoloj i Gazetesi » ni çıkarınağa başlamış olan G., Türk göz doktorluğunun yurt ­ içi ve yurıdışı ıanınmlSına ve gelişmesine büyük çapta hizmet etmiştir. Türk Tıp Encümeni, Türk Tıp Cemiyeti, Türk Oftalmoloj i Cemiyeti, Türk Hekimleri Dostluk ve Yardım Cemiyeıi, Ankara Ofıalmoloi i Cemiyeıi, Ege Göz Tabipleri Derneği ve Türkiye Göz Bankası gibi tıpla ilgili kuruluslarımızda kurucu, başkan veya faal üye olarak bü­ yük yardımları geçmiş olan G. , orij inal çalışmaları ile of­ talmoloj i alanına yeni buluşlar da getirmiştir. Trahom pan­ nüsüne bleu de methylene'in tesirli bir i laç olduğunu G. ortaya koymuştur. Trahom panoüslerinin sık nükslerinde ıüberkülin tedavisi, ülküs rodens ve distrofik keratit'lerde A vitamininin mevzii olarak tatbiki, göziçi yabancı cisim­ lerinin çıkarı lmasında Volkınann elektro emanı'na küçük elektro eman uçlarının eklenmesi modifikasyonu, glokom' · da kısmi sempaıekıomi düşüncesiyle muhiti geniş iridekto­ minin müsait tesirinin tesbiti, Dr. Huliısi Behcet ( b. bk. ) ile beraber Behcet Hastalığının göz belirtisini teıkik ve müşahede etmek, G. nün ünlü ve önemli çalışmaları ara­ sındadır. 34 yıl içinde 94'ü Türkçe ve 8'i Fransızca olmak üzere 102 makale, broşür ve kitap yayımlamış bulunan G. n ün başlıca önemli eserleri şunlardır : Gülhane ıeririyatrnda •



GÖZCÜ adını alır. Gözetierne yerleri, mevcut ortama eldeki imkin­ Iara göre, en basit saha tahkimatı ılirlerinden en dayanıklı beton ve çelik tesis tiplerine kadar çeşitli biçim ve yapı· dadır. Barış zamanında sınır ve kıyı boylarının gözedenmesi için gözetierne kulelerinden faydalanılır. Bu kuleler, her milletin kendi faktörlerine göre, çeşitli yükseklik ve tipte inşa edi len ahşap, beton ve çelik yapılardır. GÖZCO, Niyazi İsmet ( İstanbul 1884 - İstanbul 23 Temmuz 1 965 ) , Türk doktoru, göz hastalıkları profesörü, tümgeneraL Babası deniz makina kolağası İsmet Bey, an­ nesi Vasfiye Hanımdır. Tahsilini sırasiyle D.irüttedris te ( 1894 ) , Fitih Askeri Rü�diyesinde ( 1 898 ) , Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisinde ( ı 90 1 ) ve Askeri Tıbbiye Okulunda ( 1 907 ) tamamlamıştır. Gülhane H astahanesi Göz Kliniğin­ de asistan ( 1 907 ) ; yine Selanik ve Manasıır askeri hasta­ hanelerinde asistan ( 1909) ; 3 5 . Alaıı 4. Taburunda askeri tabip olarak çalışan G. , 1 910 yılında Gülhane Askeri Has­ tahanesi Göz Servisi şefliğine getiri lmiş ve 1 9 1 3'te bu kli­ niğin hocası (profesörü) ı.iyin edilmiştir. I. Dünya Harbin-.

336 337 luı sömestrisinde verilen emraz - r ayniyye dersleri [İstanbul, 192 1 ] ; Göz /rengisi [İstanbul, 1 924] ; Trahom tedavisi ve trahomla mürade/e ( İkinci Milli Türk Tıp Kongresi'ne Rapor) [Ankara, 1 927] ; Kürük Ithhat memur­ /arına mahsus trahom ve sair göz sari hastairkları el kitabı [Ankara, 193 1 ] ; Gülhane Askeri Trp Akademisi Ankara Trp Fakültesi'nden ayrılırken düıündüklerim [İstanbul, •

195 1 ] .

GÖZE ( Fr. Cellule) [Biyol.] : bk. HÜCRE. GÖZE BILIMI ( Fr. Cyıologie) [Biyol.] : bk. SİTO­

LOJİ. GÖZE BÖLÜNMESI ( Fr. Division cellulaire) [Bi­ yol.] : bk. HÜCRE BÖLÜNMESi. GÖZE TEORISI ( Fr. Theorie cellulaire) [Biyol.] : bk. HÜCRE NAZARİYESİ.

GÖZELI - GÖZLO DEVLET ÜRETME ÇlFTLİÖl

43

GÖZELİ ( eski adı : İr ingil } , Elazığ ilinin Sivri ce )ere ı oo m ye kadar yakla�tırdılar. İleri yakla�tırılan bu ilçesine bağlı bir bucak. 22 köyü ile birlikte bucak nüfusu kuvvetin örtüsü altında yeniden iki piyade taburu, bir kısım 5 843 ( 1 965 ) tür. Bucak merkezinin nüfusu 779, denizden dragon alayları ve Rus gönüllüleri hücum mesafesine yana�­ yüksekliği ı 575 m dir. Bucak arazisi Hazar Gölünün güney­ tılar. Önce Türk kara ve Jeniz topçusunun ve sonra da batı kenarındaki Sivrice'nin bansında olup, çok yeri dağlık ( ı 800 - 2 000 m ) , bir kısmı dalgalı düzlük ve tepeliktir. piyadelerinin açtıkları ateşlerle Rusların hücumu durdurul­ Hayvancılık ve tarım geçim kaynaklarıdır. Elazığ - Malatya du. Pe�inden karşı hücumı geçi lerek Ruslar geri atı ldı lar. Rus sağ kolunun Türkler tarafından püskürtülmesi asfal t yoluna ı2 km lik iyi bir yol ile bağlıdır. İlçe merke­ zi olan Sivri ce' ye 26 km lik bir toprak yol i le bağlıdır. Bk. üzerine, Ruslar geride topladıkları kuvvetl erle merkez ve sol kanattan iki hücum daha yaptılar. Bu hücumları da S İ VRİCE. Türklerin karşı süngü hücumu ile benaraf edi ldi. Bunu GÖZ · KAPAKSIZ KERTENKELE (Ablepharus) mütaakıp Türkler karşı taarruza geçti ler. Taarruz önce [Zoo.] : bk. ABLEFARUS. Türk süvarİleri tarafından yapıldı ise de, Rus ihtiyatları Türklerin bu taarruzunu karşı ladı lar. Dört saatlik bir GÖZLEllE MERCECI ( Fr. Oculaire ), bir optik muharebeden sonra topçu ve süvarİ lerinin himayesinde Rus ilette göze en yakın olan mercek veya mercekler sistemi ; piyadeleri 4 km geriye çekildi ler. Türk komutanı Serdar - ı mikroskopta gözümüzü dayadığımız mercek. G. M. ve cis­ Ekrem Ömer Paşa, çekilen Rus kuvvetlerini takibe lüzum me yakın o lan mercek cisim merceğidir (bk. MiKROS­ görmedi. KOP). Çeşitli tiplerde gözleme mercekleri vardır. Bunlar Sonuç : B u muharebenin kayıpları : Ruslar 420 ölü, yapışık bul unmayan iki mercekten Yapılmı� olabilir. 300 yaralı. Türkler : 103 şehit, 298 yaralıdır. Türk şehitle­ GÖZLEVE MUHAREBESI, 1 8 5 3 - ı856 Osmanlı · ri arasında çok cesur ve tecrübel i tümen komutanlarından Rus savaşında Kırım Y .ırımadasının batı kıyı larındaki Göz­ bi ri olan Selim Paşa da vardı. leve dolaylarında, Türk - Rus kuvvetleri arasında 1 7 Şubat Rusların Gözleve'deki yenilgileri, Petersburg'da yan­ 1 8 5 5 tarihinde yapı lmış bir muharebe. Bu muharebenin ya­ kılar yaptı. H.ısta olan Çar I. Nikolay üzüntüsünden öldü. pıldığı yerin adı bazı Türk ve yabancı eserlerinde Kozlov, Yerine II. Aleksandr geçti. Kırım'daki Rus kuvvetleri ko­ Eupatoria şeklinde geçer. mutanı Prens Mençikov görevinden alındı. Başkomutanlığa 14 - 18 Eylul 1 8 54 tarihinde Gözleve'ye çıkan Fransız, general Gorçakov getirildi. İngiliz ve Türk kuvvetleri, kıyı boyunca güney istikametin­ Bu muharebeden sonra Ruslar Gözleve'ye taarruz ede­ de ilerlemi�ler, Alma, Balıklava, İnkerman muharebelerini mediler. Yalnız bucasını gözetlernek üzere bir miktar süvarİ yaptıktan sonra Sivastopol'u kuşatmışlardı. Gözleve i kmal bıraktılar ve buradaki kuvvetlerini daha doğuya aldılar. üssünün korunması i çin pek zayıf bir kuvvet bırakmı�lardı. Müttefik devletler düzenli olarak Gözleve üssünden personel Ruslar Sivastopol"da kuşatı lan birliklerini kurtarmak ve Kı­ ve malzeme ikmalierini yaptılar. Aldıkları bu kuvvetlerle rım'a çıkarılmış müttefik kuvvetleri imha etmek maksadiyle 9 Eylulde Sivastopol'a son taarruzu yaptılar ve şehri dü­ Perekop - Bahçesaray yoluyle devamlı olarak takviye kuvvet­ şürdüler. leri getiriyorlardı. Müttefik devletler, RusLırın Sivastopol'a GÖZLÜ DEVLET ÜRETME ÇİFTLICt, Devlet takviye kuvveti geti rmelerine engel olmak ve kendi hareket Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğüne bağlı bir müessese. üsleri Gözleve'yi emniyette bulundurmak maksadiyle Pere­ Kurulu� kanunu ı Mart 1950'de yürürlüğe girmiştir. kop Bahçesaray yolunu kapamaya karar verdiler. Bunun 1 2 Şubat 1937 tarih ve 3 1 30 sayılı kanunla Ziraat için Türklerin Rumeli ordusundan üç tümenlik bir kuvveti V ekiJetine bağlı olarak Zirai Kombinalar teşki latı kurulmuş· Gözleve'ye çıkardılar. tu. Bu te�kilitın geli�mesi ile Konya ilinin mülki sınırları İki tarafın durumu : Türk ordusu : Komutan : Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa. Kuvveti : üç tümen ( ikisi Türk, birisi Mısır tümen i ) . Kuvvesi : 20 000 muharip (piyade) , bir mik­ tar süvari, 18 batarya ( 1 08 top ) . Ayrıca 4 5 kadar Türk - İngiliz gambotu. Rus ordusu : General Herelov. Kuvveti : 24 piyade ta­ buru, 29 süvari bölüğü, 400 kazak, 105 top. Kuvvesi : 30 000 piyade, 3 000 süvari, 105 top. Rusların muhtemel taarruzlarına kar�ı Türk kuvvetle­ rine Gözleve �ehrinin kuzey dolaylarında (yel değirmenleri ve mezarlık) savunma tenibi a ldırılmıştı. Ruslar, Türk sa­ vunma mevzilerine 1 6 Şubat 1 8 5 5 akşamı karanlıktan ya­ rarlanarak 700 m ye kadar sokuldular. Türklerin savunma mevzilerini ate� alnna alabilecek 76 adet toplarını mevzi­ lendirdiler. Ruslar, 17 Şubat sabahı saat 6 da sisli bir havada topçu hazırlık ate�i yaptıktan sonra üç grupa ayrılmı� bir halde Türk savunma mevzilerine �u �ekilde saldırdı lar : Önce Rus sağ kolu (grupu ) cephesine rastlayan mezar­ GÖZLÜ DE VLET ÜRETME ÇİFTLiGiNDE HASAT lık duvarlarından yararlanarak iki piyade taburlarını T ürk •



-

44

GÖZLÜ DEVLET ÜRETME ÇİFTLfC�t

GÖZLÜ DEVLET ÜRETME ÇİFTLiGiNDE MERİ · NOS SÜRÜSÜ

-

GÖZLÜK

Çiftliğin hayvancılık subesi faaliyetleri ise, sığırcılık, koyunculuk, tavukçuluk ve arıcılık şeklindedir. Bunlardan sığırcılık, ıavukçuluk ve arıcılık yalnız çevre çiftçilerine örnek olm:ık, görgü ve bilgi lerini artırmak bakımından ya­ pılmaktadır. Koyunculuk ise daha geniş tutulmaktadır. 4 000 b:ış merinos ve merinos melezi ana koyun üzerinde çalı­ şılmaktadır. Tavukçulukta leghorn ve new - hampshi re cinsleri üze­ rinde çalışılmakta olup ı 000 baş kadro vardır. Ayrıca 86 fenni kovaola arıcılık yapılmıktadır. Çifdikte kendi tarım alet ve edevatlını ve i şlerin müsaadesi nispetinde çevre çiftçilerinin alet ve edevatını onarmak İçin bir areiye de vardır. Çifdikte 55 aile ikamet etmekte ve devamlı olarak 250 işçi çalışmaktadır. GÖZLÜ K : G. camları binlerce yıl önce Roma'da, Çin'de büyürücü mercek şeklinde kullanılmıştır. İlk defa bugünkü m:ınada G. 1 3 17 yılında Floransa'da yapı lmıştır. G. ler optik veya profi laktik olarak kullanılırlar. G. cam­ ları çeşitli m:ıteryalden yapılır. Son zamanlarda kırılmaz materyal kullanılmaktadır. Optik maksatla kullanı lan G. ler görmeyi normale ge­ tirmek üzere yapılmış şeffaf kırıcı merceklerdir. Çeşitli camlardan rapılabilirler. Mercekler sferik ve silindicik ol­ mak üzere iki kısımda toplanabilir. Sferik merc·ekler, bir veya iki yüzü bir kürenin p:ırçası olan , bütün meridyenle­ rinde ışığı aynı derecede kıran merceklerdir. İki türlü sfe­ rik mercek vardır. Konveks sferik mercekler, tabanları bir­ birine yapışık iki prizmı gibi kabul edilebilirler. Bundan dolayı ortası kalın, kenarları ineedi r. Bu mercekler yaklaş­ tır�cı ve büyütücüdürler. Konveks mercekler hipermetrop ve prespiyop gözlerde kullanılır. Sferik mercek(Prin ikinci grupu konkav merceklerdir. Tepeleri bi rbiri i le birleşen iki prizmadan meydana gelmiş gibi kabul edi lebilirler. Bundan dolayı ortası ince. kenarları kalındır, uzaklaştıncı ve küçülıücüdürler. Miyop gözlerde kullanılırlar. Si lindrik mercekler ise bir silindirin kendi aksına paralel kesi lmiş bir parçasıdır. Bunlar da konveks ve kon­ kav olarak ikiye ayrılırlar. Silindirin aksına paralel olarak gelen ışınlar kırılmadan geçerler. Aksa dikey olarak gelen­ ler i se, merceğin konveks veya konkav oluşuna ııöre küçül­ tücü veya büyürücü bir tesir gösterirler. Bu tip G. camları asıigmatizmada kullanılır. G. ler, ünifokal (bir mesafeye göre ayarl ı ) , bifokal (iki, yani yakın ve uzağa göre aya rlı ) veya trifokal (üç mesafeye göre ayarlı) olabilir. Son olarak, tedrici değişen ve her türlü mesafeden görme kusurunu düzt:lten multifo­ kal G. ler vardır. Bunlar refraksiyon kusuruyle birlikte prespiyop olan şahıslarda başarı ile kullanılır.

içinde, Sarayönü ilçesine bağlı Özkent, Gözlü, Kolukısa, Başkuyu, Karabıyık, Çeşmeli ve Kuyulusebi l köyleri arasın­ da 290 000 dekar arazi üzerinde kurularak 1942'de faaliyete geçmiştir. 1 950 yılına kadar Tarı m Bakanlığı Zi rai Knmbinalar Dai resi Reisliğine bağlı bi r zirai kombina şeklinde çalış­ mış, 1950 yı lında Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdür­ lüğü kurulduktan sonra 54 33 sayılı kanuna istinaden Dev­ let Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğüne bağlanarak faa­ liyetine devam etmiştir. Çiftlik, Konya'ya 80 km uzaklık­ tadır. Çifdikte yıllık yağış ortalamasının 290 mm civarın­ da olması, sulama imkanlarının bulunmaması dolayısiyle bu şartlara uygun kuru tarım (dry · farming) şeklinde hububat ziraatı i le bilhassa hayvancılığın koyunculuk bölümünde faa­ liyet gösterilmektedir. Diğer tarım kolları ise çevreye örnek olmak bakımından yapıl maktadır. Çifdikte her yıl 85 · 90 bin dekar buğday ile 8 bin dekar arpa ekilmektedir. Dekar verimleri buğdayda 170 kg, arpada 250 kg dı r. Çifdikte bulunan tabii çayır mera­ ların çok zayıf bulunması sebebiyle her yıl program dahi­ linde suni çayı r mera ve yonca korunga tesisleri kurulmak­ tadır. Bugün işletmede 20 bin dekar verime geçmiş suni çayır mera ile 2 500 dekar kıraçta yonca ve korunga tesisi vardır. Çifdikte bağ bahçe şu­ besi yalnızca kı raç ağaçlaması yönünden faaliyet göstermek­ tedir. Bugüne kadar 2 000 dekar kıraç ağaçlaması yapıl­ mıştır. Müessese çiftçi lerle iş birliği yaparak her yıl 100 200 bin dekar civarında söz­ leşmeli buğday ekimi yapmak­ ta, bu sözleşmeli çifıçi lerden alınan iyi evsafta hububatı da tohumluk ameliyelerine tabi tutarak tohumluk halinde ha· GÖZLÜK : 1,3 : hipermeırop (göz yuvarlağı kısalmış) ; 2,4 : miyop (göz yuvarlağı uzamış) zırlamaktadır. •

G ÖZLÜK - GÖZYAŞI Bazı göz hastalıklarında görmeyi temin etmek için yüksek kudrette lensler ku llanılır. Bunlar büyürücü lensler, teleskopik G. lerdir. Profilaktik, yani koruma gayesi ile kullanılan G. ler ise, kullanı lan yere göre değişir. lşığa karşı renkli camlar, endüstride kullanı lan kırı lmaz G. camları, kar G. leri, kay­ nak G. leri gibi çeşitler sayı labi lir. Kontakt lensler (temas camları ) , ileri derecede astig­ mat, hipermetrop, miyop ve keratokonüsıe optik maksaılarla, yanıkiarda yapışıklık mey­ dana gelmesini önleyerek koruyucu maksatla kulla­ nılan mercek veya camlar­ dır. Prensip olarak ilk de­ fa 1827'de ortaya atılmış, fakat teknik i lerlemeler sayesinde son yıllarda ya­ pılmıştır. Kornea ile cam arasında ince bir tuzlu su Teleskop gözlüğu tabakası bulunur. Bu suretle kornea korunmuş bulunur. Optik ve estetik bakımlar­ dan G. lerden üstündür. - Ü. E. GÖZLÜKLÜ ÇALI BÜLBÜLÜ (Zoo. ) : bk. BÜL­ BÜLLER. GÖZI.Ü KLÜ YILANLAR (Fr. Serpents iı lunettes) , zooloj ide kobra veya naj a adiyle tanınan yılanların halk arasında kullanılan adı. Bk. KOBRA. GÖZLÜKULE, Tarsus'un güneydoğusunda bi r höyük, en eski Tarsus. 22 m yüksekliğinde, 300 m uzunluğundadır. Amerikan bilim kuruluşları adına Hetıy Goldman tarafın­ dan 1934 yılında başlanan kazıların i lk safhası 1 938'e, ikincisi 1 947'den 1 949'a kadar sürmüştür. G eski Çukur­ ova medeniyetlerinin aydın lanmasında, eski büyük medeniyet bölgeleri arasındaki yerinin tayininde birinci derecede önemli bir merkezdir. G. , XIX. yüzyılın ortasında yabancı antikacıların usulsüz kazı larına ve ı92 1 'de Fransız birliklerinin tahkirnar işlerine sahne olmuştur. G. nin son medeniyetini temsi l eden Türk - İslam çağı, sağlam yapıları, caddesi, medeniyerin safhalarını tarihlendir­ ıneye yarayan Selçuklu ve Abbasi sikkelerinin varlığı ile aydınlanmıştır. Bunun­ la beraber, bu devcin asıl şehri bugünkü Tar­ sus'tur. Roma şehri, bu­ günkü Tarsus'un yerin­ de kurulmuş olmasına rağmen, G. de de He­ lenistik Çağ ile Roma Çağının büyük harabe­ leri gün ışığına çıkarıl­ mıştır. M. Ö. I. yüzyı­ lın sonlarından başla­ yan Roma Çağı, M. S. V. yüzyıla kadar devam e t m i ş t i r. Heleniscik Çağ, M. Ö. I V. yüzyı­ lın sonundan I I . yüzyı­ lın ortasına kadar var­ Gözlükule kazılarından çıkarı­ lan bir Asur tabieti lığını korumuştur. .



45

G., üçüncü medeniyet katını temsil eden Demir Ça­ ğında kuvvetli bir surla tahki m edilmiştir. Bu çağ M. Ö. ı 100 - 520 yılları arasına rastlar. Bu çağda G. i le Kıbrıs ­ Suriye arasındaki kültür münasebetleri çok kuvvetlenmişıir. Asur kralı Sennaherib zamanında, Asurlular tarafından işgal edilen ve Asur hakimiyetine giren G. de çivi yazılı Asurca tabietler de bulunmuştur. M. Ö. 1 650 - ı 1 00 arasını kapsayan Geç Tunç Çağını, Eski Hitit ve Hitit İmpa•aıorluk Çağları temsil eder. Çu­ kurova'da Hitit İmparatoı luk Çağı medeniyeri mahalli bir özellik göstermiş olmasına rağmen, G. de Orta Anadolu üslübundaki büyük bir mabedin bir kanadı, çeşitli bina grupları, çivi yazı lı ve hiyeroglifli Hitit mühür baskıları, özellikle Hitit kralı I I I . Hatuşiliş'in karısı Putuhepa'ya ait mühür baskısı ile Kizvatna kralı İşputahşu'ya ait olanı anı lmağa değer. Burada arazi bağışına ait çivi yazılı Hitit tableri ile Hitit üsl übunda kristal bir heykelcik de bulun­ muştur. Bu çağda G. , Orta Anadolu'ya bağlıdır. G. Orta Tunç Çağı ( 2000 - 1 650) nda Kuzey Suriye'nin tesiri altın­ da kalmış olmasına rağmen, Orta Anadolu i le de kuvvetli kültür bağları kurmuştur. M. Ö. 3000 - 2 1 00 yılına tarihlenen Eski Tunç Çağın­ da, G. bi r taraftan Kuzey Suriye i le, bir tarafran da karayolu ile Batı Anadolu (Troia) medeniyetleri i le de çok yönlü iliş­ kiler kurmuştur. Bu kültür alışverişlerine rağmen, bu çağ­ da yerli, Çukurovalı özelliğin i klybetmemiştir. Eski Tunç Çağının altında başlangıç tarihi bilineme­ yen, fakat M. Ö. 3000 yıllarında sona eren Kalkolitik, yani İlk Maden Cağını temsil eden çeşitli yapı katları vardır. G. nin ana toprak üstüne kurulmuş olan en eski me­ deniyetini, mi lartan 5000 yıl sonra başlayan Neolitik Çağ cemsil eder. Bütün Çukurova'ya yayıldığı anlaşılan bu medeniyet safhasında da G. nin hem Konya bölgesinde ge­ lişen Neolitik medeniyede hem de Kuzey Suriye'dekilerle münasebete giriştiği anlaşılmaktadır. G. den çıkarı lan eser­ lerin hepsi Adana Müzesinde sergi lenmektedir. - T. Ö. GÖZNE, İçel ilinin Merkez ilçesine bağlı bir bucak. 12 köyü i le bi rlikte bucak nüfusu 8 32 ı ( 1965 ) dir. Bucak meı kezinin niifusu ı 433, deni zden yüksekliği ı 030 m dir. Sucağa bağlı Evei li köyü ı 750 nüfusludur. Mersin'in ku­ zeybarısındaki bucak arazisi dağlık, akarsulada derin kazıl­ mış, ormanlık bir alandır. Hayvancılık ve tarım yapılır. GÖZY AŞI : Gözyaşını meydana getiren Iakrimal bez­ ler tarafından G. kanalları yoluyle göz küresinin ön kısmına salgı lanır. Diğer taraftan lakrim:ıl glanta yardımcı Krause ve Wolfring bezleri de salgıya katılır. Hafif alkali, steri l ve berrak bir sıvıdır. İçinde az miktarda sodyum klorür, eser halinde diğer tuzlar ve albüminden başka bakterilerin gelişmesine mani olan lizozim deni len bir ferment de bu­ lunur. Bazı göz hastalıkları ve ilaçlar G. terkibinde deği­ şiklik yapabi lir. Normal bir kimsede esasen az olan bu sekresyon uykuda daha da azalır. G. kornea ve konj oktiva kaypaklığını sağlar ve küçük yabancı cisimlerin korneaya yapışmasını önler. Korneanın şeffaflığı epitelin devamlı bir şekilde G. ile ısianmasına bağlıdır. G. azlığı, G. bezinin hastalıkları, ameliyatla çıkarıl­ ması veya kanalların tıkanm:ısiyle meydana geldiği gibi, sinire vuku bulacak travma ve ameliyatlarında veya A vita­ mini eksikliğinde de görülebilir. G. azlığı bazen menopoz devrine girmiş kadınlarda, tükürük bezleri sekrosyonunda azalma ve kronik eklem ilıihaplariyle birlikte görülür. Has-

GÖZYAŞI

46

tatar gözlerindeki bat· ma ve kuruluklardan şikayet ederler. Kornea ve konjonktivanın satıh tabakalarında anormal bir desküamasyon var­ dır. Koyulaşarak mu­ koid bir hal alan sek­ resyon ve epitel dökün­ tüleri yer yer kornea üzerine yapışabilir. G. nın tam yokluğunda ise epitel dejenere olarak kornea bulanık bir hal GÖZY AŞI : 1. üst G. kanalı, 2. alır. Tedavi için kuru­ G. torbası, 3. G. burun kanalı, luğa karşı serum fizyo­ 4. G. noktası, 5. alt G. kanal ı loj ik damlatı lır, A vita· mini ve ösıroj en hormonları verilir. Gerekirse punktumlar korerize edilerek azalmış olan G. nın gözde k:ılması sağlanır. Ya[arma : G. sekresyonunun arıması ( Iakrimasyon) ndan veya drenaj ın bozulması (epifora) ndan ileri gelir. Sekres­ yon artması bazı buru., ve göz (konj onktivit, keratiı ) has· tahklarında görüldüğü gibi, gözü irite eden dış tesirler (toz, duman, göz ve kuvvetli ışık) ve psişik sebeplerle (gülme, ağlama ) husule gelebilir. Tedavileri sebebe göredir. GÖZTAŞI (bakır sülfat, Fr. Vitriol bleu, Alm. Blaustein, mavi vitriol ) , CuSO, 5 HıO. Molekül ağırlığı 249,7 1 , susuz CuSO, molekül ağırlığı 1 59,63 d ür. Genel olarak kristal suyu ihtiva etmeyene CuSO,, bakı r sülfat ve 5 mo! kristal suyu ihtiva edene G. denir. Susuz bakır sül­ fata G. denmediği gibi , çözeltide ele G. ndan bahsedilemez. Sulu bakır sülfat çözeltisinden oldukça sağlam, şeffaf, iri mavi renkli triklin G. kristalleri ayrı lır. Yoğunluğu 2,3 olup 3 kısım suda yavaş yavaş çözünür. Sulu çözelti de Cu + + iyonlarının mavi rengini gösterir. Alkolde çözünmez. Çözünürlüğü sıcaklık yükseldi kçe azalı r. Bakır sülfatın sudaki çözeltisi kuvvetli asit reaksiyonu verir ve lezzeti metalikti r. Gliserinde zümrüt veşi l i renkte çözünür. G. ısıtı ldığında 4 mo! kristal suyu kolayca uz · klaşır. 5 mol su ise ancak 250" de buharlaşır ve geriye CuSO, dan ibaret beyaz bir toz kalır. Bu toz, su ile tekrar CuSO, 5 H,O vererek rengi mavi olur. Sülfürik asidin bakır oksit veya bakır sülfür filizlerine etkisi ile elde edilir. Kullanı lma yerleri : Bakır sülfat çözeltisi kireç sütü ile karıştırılarak Bordeaux karışımı adı altında insektisid olarak, su dPpolarında yosunları hertaraf etmek üzere ve elekırolitik kaplama banyolarında kullanılır. Yüzme havuzlarında bakterileri öldürmek üzere suya G. ilave edi l ir. ·

·

GPU ( Rusça Gosudarslvennoe politireskoe uprat�lenie [Devlet Siyasi Dairesi] adının kısaltması ) , Sovyet siyasi polis teşkilatı. Başlıca vazifesi devletin tesbit ve tayin et­ tiği «yol " un dışına çıkan her türlü muhalif düşünce ve faaliyetleri takip etmektir. Diktatörlükle idare edilen devletlerde (Sovyetler Bir­ liği ve benzeri devletlerde) muhalefet yasaktır, muhalif olanın yok edilmesi (vücudunun ortadan kaldırılması ) kaide­ dir. Her türlü hak ve hürriyetler ( insan hakları ) inkar edilir. Fert, devletin gösterdiğinin dışına ne düşüncesi ile ne de hareketleri ile çıkamaz. Böyle bir rej im, ifadesini

GRACCHUS tek partide bulur. Parti her şeyin üstündedir. Fertleri ve kurumları parti yönetir, şekillen dirir. Partinin en yakın yardımcısı «siyasi polis» teşkilatıdı r. Fertlerin düşünce ve faaliyeıleri bu teşkilatın murakabesi altındadır. İfade edi l­ mesi yasak olan düşünceler veya girişilmesi mahzurlu sayılan hareketler bu yoldan takip edi lir. Bu maksaıla Sovyet Rusya"da 20 Aralık 19ı 7'de kuru­ lan ilk siyasi polis teşki latının adı Çeka (b. bk. ) idi. Bu teşkilat kısa zamanda o derece korkulu hale gelmişti ki adını duymak bile insanlara ürperti veriyordu. Bir ara Ve­ çeka ( VseroJJiyskaya rrezvıraynaya komiJJiya [ B ütün Rusya'· yı kapsayan olağanüstü komisyon] ) adını alan bu teşkilat, özel bir kararname i le kaldırı lmış, yerini GPU almıştı ( 2 Şubat 1922 ) . Sovyet anayasasında yer alan, baskısını devam ertiren ve halkı sindiren bu teşkilat, hükumet kontrolünde gösterilmek ve halka daha mülayim görünmek gayesi ile 1 934'te NKVD ( Narodnry Komisarial Vnutrennr!J Del [ İ ç İşleri Halk Komiserliği] ) adını almış, fakat siyasi polis teş­ kilatı vasfını muhafaza etmiştir. Te•kilatın yetkileri huduısuzdur. Durumu şüpheli görülen kimse bu teşkilat tarafından sorgusuz sualsiz tutuk­ lanır ve teşki latın kendi mahkemesinde muhakeme edilir. Teşkilat ölüm kararı vermekte serbestcir. Bu teşkilat, 10 Temmuz 1 934 kararnamesi ile «çalışarak uslanma (eğit· me) kampları» vey a kısaca «çal ışma kampları» adı ile bili­ nen ve halen de mevcut olup milyonlarca ( 6 mi lyon ) in­ sanın esir hayatı yaşadıkları kampların idaresini de sağla­ maktadır. GRAAF, Reinier de (Biyogr. ) : bk. DE GRAAF, Reinier. G R -\AF. Robert Jemison Van de (Biyogr. ) : bk. V AN DE GRAAF, Robert ]emison. GRAAH [gr_, h ] , Viihelm Augustus ( K o p enhag 1 793 Kopenhag ıS63 ) , Danimarkah gemici, kişif, karıo­ graf ve arkeolog. İzlanda ve Grönlanda kıyı larını teıkik etmiş ve bucaların 1-aritasını yapmıştır. Grönlanda'da Nor­ veçlilerin eski yerleşme yerlerini araştırmıştır. GRACCHUS [grqkkus] , eski Roma'da, Sempronius ailesinden gelen halk menşeli bir asiller soyunun sanı. Bunlardan konsul Tiberius Sempronius G. un oğulları olup Roma iç savaşiarına adı karışan ikisi önemlidir : ı . Tiberius Sempronius G. (M. Ö. ı 62 1 3 3 ) , so­ nuncu Pön savaşlarında hizmet gördükten sonra ı33 yılında halk lribunus'luğuna seçi len G. , Roma köyl üsünün iktisadi çöküşünü devletin geleceği bakımından teh likeli görerek büyük kısmı asi l toprak ağalarının elinde bulunan devlet arazisi (ager publicus) nin yeni bir plana göre dağıtımını tasarlamış, Senatonun muhalefetine rağmen kimsenin 500 iugera ( aş. yu. ı2 500 ar) dan fazla devlet toprağı nı işle­ yemeyeceğini ve geri kalan arazinin aile başına 30 j ugera düşmek üzere topraksız köylüye dağıtılacağını öngören bir kanun çıkarmıştır. G. , iktidarda kalabilmek için anayasaya aykırı olarak ertesi yıl için de lribunus'luğa adaylığını ko­ yunca, bazı senatörlerin yönettiği bir ayaklanma sırasında 300 kadar taraftarı i le birlikte k ı l ı çtan geçirilmiştir. 2. Gaius Sempronius G. (M. Ö. ı 53 1 2 ı ) , ı . nin erkek kardeşidir. Ağabeyinden .>n yıl s : n ra halk lribunus' luğuna seçilmiş, onun eseri olan toprak kanununu destek­ lemiş, fakat bu arada asillerin mentaaılerini ön planda tu· tarak onlara en verimli toprakları ayırmıştır. Fakat halkın hoşnutluğunu kazanmak için, onlara ucuz tahıl dağıtımını •



·



GRACCHUS - GRAF, Arturo öngören bir kanun çıkarmış, şövalyeler sınıfını kazanmak ıçın de, o zamana kadar yalnız senatörlere mahsus olan j üri üyeliği hakkını bunlara da tanımıştı r. Taraftarlarınca 122 yı lında da tribunuı seçi len G. , İtalya dışındaki Roma­ lıları, bu arada Kartaca'daki leri, Iunonia sömürgesine yer­ leşti rmeyi ve İtalya'lı müııefiklere Roma vatandaşlık hakkı vermeyi tasarlayınca, artan bir muhalefetle karşılaşmış ve ertesi yıl tribunuı' luğa seçilmemiştir. Yeni konsul Lucius Opimius'un Iunonia sömürgesinin kuruluşuna dair olan kanunu geçirmemesi üzerine kargaşalık çıkmış, bu ayaklan­ ma sırasında G. taraftarları yenilmiş, G. ise intihar etmiştir. CRAClOSO [ ita. grarioıo, İsp. gralbfoıo ] , bir mü­ zik aletini hafif ve zarif tarzda çalınayı ifade eden İtal­ yanca musiki terimi. Daha cok allegro G. , andante G. gibi bir musiki parçasının usul veya ölçüsü terimlerinde ortak­ laşa yer alır. CRAClOSO [ g ralb io ı o ] (ispanyolca = zarif < Lat. gratioıuı ) İspanyol komedisinde bir soytacı tipi. İspanyol piyeslerinde pek eski olan bu tip XVII. yüzyı la kadar sür­ müştür. Torres Naharro, XVI. yüzyıl başlarında, komedinin esas entrikasına G. ile hizmetçi kız arasında gelişen ikinci bir entrika katmıştır. Sonra Lope de Vega, eski tiyatronun bu budala tipini hareketli ve hoş bir role çevirmiştir. GRACQ [ grak ] , Julien (doğ. Saint Florent - le - Vi­ cil, Maine - et - Loire 1 9 1 0 ) , Fransız yazarı. Zengin tasvir ve remizlerle dolu olan eserleri sürrealizmin tesirinde kal­ mıştır. Goncourt armağanı kazanmış olan Le Rivage deı Sirteı (Sirı' let kıyısı ) [ 1 95 1 ] ile Un Balcon en /oret (Or­ manda bir balkon ) [ 1 958] de yazar, iç yaşanıı larla dış olayların biıbirini tamamladığı bir roman konut] , Fransa'da, Moselle depart· manında, Metz şehrinin 10 km batısında bir kasaba. Nüfu­ su 375 ( 196l) tir. Fransızlarla Prusyalılar arasında geçen G Rezonvil le ( 1 6 Ağustos 1870) ve G. Sainı Privat ( 18 Ağustos 1 870) meydan muharebeleri, Fransızların yenilgisi ve Metz müstahkem mevkiinin kuşatılması ile sonuçlanmışttr. GRAVENHAGE, S' [ ı !> ra/i nh q g i ], La H aye şehrinin Felemenkçe adı. Bk. LA HAYE. GRAVES, Lea [le gra v ], Fransa'da, Gironde depart­ manında Bordelaio'nın bir bölgesi. Garonne'un sol kıyısında, La Galle'de, Blanquefort ile Langon arasında, birikimi şekil­ lerinden meydana gelmiş tir. Ünlü bağları ve otlakları :vardır. •

.



·

.

GRAVES

.

[greyllz], Robert James ( Dublin ı 796



Dublin 1 8 5 3 ) , iriandalı doktor ve tıp profesörü. Basedow hastalığı (b. bk. ) nı i lk olarak tarif etmiştir. Bundan dolayı bu h a st a l ı ğa G. h ast a lığı da denilmektedir.

67

GRAVİMETRİ

GRAVES, Robert von Ranke G. (doğ. Wirobie­ don ı895 ) , İngiliz şiir, münekkit ve romancısı. Ünlü tarihçi Von Ranke'nin torunudur. Oxford Üniversitesi nazım sanatı profesörlüğünde bulunmuştur ( 1 96 1 ı 966) . G. , en büyük şöhretini, sağlam bilgil ere dayanan ta­ rihi romanlarıyla sağla mıştır. •



Ba§hca eserleri : Poems (Şiirler) [toplu şiirleri, ı965] ; Claudius, God and hiı Wife Messalina (Claudius, Ulu İmparator ve karısı Messali na) (roman, ı 934] ; King jesus ( Kral İsa) (roman, ı946] ; Colleaed ıhort ıtories (Toplu kısa hikiyeler) ( ı 964 ] ; Good bye to all thal ( Hepsine elveda ! ) (oıobiyografya, ı929] ; The Greek mythı ·

( Y unan mitleri ) [2 cilt, 1 960] . GRAVESANDE

( grq11isandi ] . Willem Jacob'a

(Bois - le · Duc 1 688 Lei­ den ı 742 ) , Hollandalı fi­ zikçi. On dokuz yaşında iken yazdığı Essai sur la perspectille ( P e r s p e k t i f üzerine deneme) i le mes­ leğe girmiştir. G. , Leiden Üniversitesinde matematik ve astronomi, son ra da fel­ sefe profe sörü olmuş. Ga­ li lei ve Newton'ın fikirlerini yaymışnr. Katı cisim­ lerin di latasyonunu göster­ mek için adını taşıyan hal­ kayı bulmuş, ilk heliostat'ı yapmış ( ı n o ) , hava bo­ şaltma makinelerini ıslah etmiş ve cisimlerin çarpış­ masına dair bir teori hazıılamıştır. •

GRA V ESAN DE HALKASI

İngiltere' de. Kent kontlu­ güney kıyısında bir şehir. Nüfusu 5 1 400'dür Kı lavuz kaptanlar Londra'ya giden ge­ milere buradan binerler. G. de kağH fabrikaları, otomobil lastiği ve kablo sanayii va rd ı r. GRAVİMETRİ ( Fr. Gravimetrie) , fiziğin, yer çeki­ mi alanının şiddetini inceleyen bölümü. Kimya : tanılarla yapı lan kantitatif analiz. jeo/izik : yer çekimi alanının düşey bi leşeninin, ince· tenecek bölge üzerinde munıazam şekilde tayin edi lmiş n ok· talarda sistemarik olarak ölçülmesine dayanan bir maden a raştırma metod u. G. , yer alıında az veya çok yoğun küt· Jelerin bulunmasından ileri gelen yer çekimi şiddetindeki değişiklikleri Ortaya koyar. Böylece, maden araştı rmalarında, demir filizleri gibi özgül ağırlığı yüksek olan maden filiz­ , lerinin, petrol araştırmalarında ise, tortul teknelerin dibini teşkil eden daha kesif eski taş kemerlerini meydana çıkar­ mak mümkün olur. Eş çekimde eğri lerin tayinini s ağlayan gayet hassas G. ler kullanılmaktadır. jeodezi : yer çekiminin ölçülmesi ve bunun tatbikatı ile uğraşan bir dal. Clairaut, yeryüzünde yer çekiminin arz d ai resi farkiarına uyarak . değiştiğini ve dünyanın yassılığının bu değişikliğe göre hesaplanabileceğini göstermiştir. Stokes i se, j eoidin şeklinin, mü�ihede yoluyle tesbit edilen yer çekimi değerleriyle h es ap l an arak bulunan bir satıh ü zerindeki teo­ rik yer çekimi değerlerinin kıyaslanmasından elde edilebile­ ceğini ispatlamıştır. Şu halde G. , dünyanın şeklinin tayi­ nine yarayan dotaylı bir visı tadı r. Verdiği sonuçlar, yer kabuğunun araştırılmasında bi ri nci derecede önem taşır. GRAVESEND f grııyzend] , ğunda, Thames Nehri ağzının

68

GRA V İNA, Gian

Vincenzo

-

GRAZ

CRA VI 'IlA. Gian Vincenzo (Roggiano, Cosenza

GR \Y [grey} , Stephen (aş. yu. 1 67 0 · Londra 1736), hukukçu su ve ya z arı . 1 6R9'd.ın İngi liz fizikçisi. X V I I I . yü z y ı l ın en büy ük elektrik bilgin­ i t i baren Kardinal Pignaıel li'nin s e kre te r l i ği n i yapmış, 1 699' le r i n d e n d ' r. İ zole ed i l m ek şartiyle naklt:dici cisimlerin, elek­ d.ı Rom.ı'd.ı hukuk profesüı ü olmuştur. Aı cadia Akade­ ı ri k le yüklenebi leceğini i spat e t m i şti r ( ı 727 ) . Nakledi cil i k misi n in ku• ucularından olup bu edebi derneğin tüzüğünü prensib:ni keşfetmek ( 1 7 2 9 ) suret i y l e enerj i n i n uzağa nakli kendisi hazı rlamıştı r. Ragion poerica ( 1 708 ) adlı eserinde kon usund.ı ilk tecrübeleri yapmıştır. Te'sirle elekırikleme usu­ şiir sana n n d a reform yJpılmasını savunmuş ı ur. G erek Ba· lünü de G . keşfetmiştir. Büyüte� ( perıavsı z) ol.ırak kullanı lan rok üsl iıbunun aşı ı ılıklaı ına, gerek Fransız kl.isi k tiyaırosuna bir su damlasiylt: yapı lan müşahedeler de onun bu l u ş ud ur. karşı idi. Roma hukuku k o n usu n d a k i Originum i11ris civilis GRAY [ � rey } , Tlıomas ( Londra 1 7 1 6 - Cambrid g e libri /res ( lu� ci vi le'nin menşei hakkında üç k i tap ) 177 1 ), İngil i z şai ri. Üniversi­ [ 1 7 0 !1 · 1 7 1 3 } adlı eseri İtalyan hukuk t:irihinin teessüsüne te tah silin i Eton ve Cambrid­ hizmet etmiştir. ge'de yaptıktan son ra Horace Walpole ile dosr olmuş ve GRAVITATION : bk. GEN EL ÇEK iM. onun la Fran sa ve İtalya'yı do­ GR-\ V(1R, ( Fr. G ravu re), k ızı (gravür) tarzı veya l a ş m ı ş t ı r. Cı m!:ıri dge'e yerle­ sanatı , ağaç veya maden levha üzeri ne kazı l a rak (gravür) şerek hayatın ın geri kalan kıs­ veya taş ü z e r i n e yağlı kalemle iş lenerek (l itografya) baskı mını klasik eserleri, tabii i l i m ­ ile elde edilen resim, şekil veya yazı. Bk. ESTAM PE. leri ve arkeoloj i ı i i n cel em � k ­ G R A V ' ER ( Fr. Gr u y t re ), İsviçre men şe'li, tekerlek le geçirmiştir. Romamizm:n habercisi sayı lab: Iecek zarif ve biçi m'nde ve içi ,ı:öz güz olan bi r pey n i r ç eşi d i . G . in yapt iışı şöyledir : Kısmen kaymağı alın mı ş inek s ü t ü bi r k a z a n d :ı 3 � o m � l an k ol ik bazı güzel ş i i rler ı şt · r. E e g )' 11/'rillen in a C v e ı,ıtıla rak içine m :ı y a k a t ı l ı r . S ü t katı l a ş ıı k t a n sonra 5 � 0 - yazm Cou ,ılry Church)'ard (Bir k ı r 57 ° C s ı c ak l ık t a sav rularak p i ş i ri l i r, b i r bezin içi n e alınır ve k i be�i melarlığınd.ı yazıl m ı ş Thomas GRAY b:ı s k 1 1· a konularak süzülmeğe b ı r ak ı l ı r. 24 s a H süzülen pey­ ağr ı) [ 1 7 44 ı 7 50} a d l ı eseri nir t uz l . ı n ı r ve so ğ u k bir m:ıhzene gü türül ür. Bu r:ı d .ı kuru· üsliıb ahen g i , d u y g u ve • as vi rle r in dokunaklı sadel 'ği bakı­ yan ve kabuk bağlayan peynir bu de fa sıcak bir mahzene mınd m d : k k a t e değer. G. in m J rt zum eserleri küçük hacim­ aktarılı r ; peynir burada mayalaşarak G. gözleri de:ı ilen d e olm ıki .ı b�r:ı!:ı�r. İn:;'liz şiirinin gelişm�sind� pek büyük deliklt'r me• dana gel i r. Bund.ın son ra peynir yin e soğuk bir önem u ş ı r . Buna çok çeşi tli konuları ele ala n The Lellers mahztnde d:nlen meğe bırakılır ; bu d i n l en me sırasınd.ı pey· o/ Thoma.r Gray (T. G. in M ek t u pl a rı) [ 3 c i l r , 1 900 · nirin kabuğu z a m .ı n zaman tuzlu su ile oğulur. 1 2 } ' i ek lemek gertk i r. GR \ Z [gra 0 J . A v us t u rya 'd a Stei rmlrk L 1 n d ' 1 nın mer­ GR \Y [g r e; J . A sa ( Sa u q uo i t , New York 1 8 1 0 C a m b r i d g e, .Massachusetts kezi. A l pl e r ' i n yubrı ke:ıarınd.ı, Graz bölgesinin kuzey havzasında. .Mur Neh rinin iki kıyısı üzer:iıde kurulmuştur. 1888 ) . Ame r i k a lı botanikçi. Denizden y ük s e k l i ği 3 65 m, nüfusu 25 2 000 ( ı 967 ) dir. Harvard ve Cambridge Üni­ Stei rm Jrk ve K a r n ıen i ç i n ye t k i l i b i r Lan d Yüksek Mahke­ versitelerinde p r o f � s ö rl ük yan­ mesi ve b i r Land M a h k e m e si vardır. Ün iversitesi 1 5 8 5 'te m ı şt ı r. Bi lhas>a memleketinin kuru lmuştur. Yübek Tekn i k Okulu, Müzik ve Tem s i l i Sa­ çiçek leri, b: tki lerin coğrafi n a ıtı r Akade m : s i , sanat ve m e s l ek okul ları, kütüphaneleri •e

1664 - R:.ıma ' ı 7 ı S ) ,

İt alya n

·

dağı lı}ı ile meşgul olmu� t ur. E se r l e r i : E! ement of Botan y (Boıan ' ği n unsurla rı) [ 1 8 3 6 } ; The Flora o/ North A merica ( Kuzey Am ri ka biıkiltri )

müzeleri, d � v l e t a rş i v i , operası ve t i ra t rosu, va;:on v e çel i k tezgah ları, otomobil san ayii (Sıeyr Dai m l e r - P u ch ),

i nşaat

·

[ 1 838 . 1842 } . GR \ Y

[grey·} ,

( Barnesvi lle

·

Eli sha

1 8 3 5 Newton­ ville, .Massachusetts 1 90 ı ) , Amerikalı miıcid. Telgraf ' e tel efon un gelişmesi konusun­ da bi rçok ymili kler getirm:ş. telefonu kendisinin bulduğu­ nu d a hi iddia etmiş ı ir. Fakat uzun ve çetin bi r dava so n u­ cunda, Ameri ka Bi r l eş i k Dev­ leı leri Yüksek Mahkemesi ha­ kem e başvurarak telefonun icadında öncı:l! ği Alexan dı:: r Graham Bel i (b. bk. ) e ta n ı · mıştı r. 1888'de G. , ya zı lı me· rinie r i tel aracılığıyle uzağa na k le d en bir teleotograf ciha·

zının patentini almıştır.

meydan ve şehrin yüzyıldan kalma saat kulesi

GRAZ : Şeh r i n eski böl ü m ünde bir

E.

GRAY

sembol ü sayılan

XV.

GRAZ - GRECO

veya EL

GRECO. Dominikos

69

kağıt. cam, ayakkabı, deri, tek sti l , şapb ve kurşun kalem düşünülm:işse de, bilhassa transatiantik kablo döşeme işle­ fabrikaları, büyük bi ra imı Lith:ıneleri vard ı r. Güneyinde rinde yararlı olmuştur. Thalerhof h:ıva meydını bulunm_ı ktad ı r. Mu r'un duğusund:ı G R F. \T E X U .VI \ [ greyt eks1f mi veya egZif 'lli ] , Batı saat ve çan kulesiy le Sch lossber;; ( 4 7 3 m yüksek likte bir Aı lantik'ıeki Bah�mı a J � b r grupunun Exumı ( b. bk ) ta­ dolom!ı ) görülür. Bunun günerdoğu ramıcındı eski şeh i r kımının en büyüğü. İngilizlere: aid olan bu ad:ıdı bi r Ame­ i l e Mu r Nehrinin öbür kı; ı ;ına kadır u zanan d�ha reni rikan deniz üssü va rd ı r. Halk, hayv:ıncı lıkla geçinir. Exuma şeh i r kesim leri yer alır. Eski şeh i rde Gotik kaıt-dral ( ı 4 3 8 . adalarının nüfusu 3 44J ( 1 9 6 3 ) n r. ı 462 ) , L � ndhaus ( 1 5 5 7 - 1 5 6 5 ) . l l . Ferdinand'ın anıt - kabri GRE \T I N \ G U \ [greyt in-tgu_a ] , Batı Atiantik'teki ( ı 6 ı 4 ) . si lah koltksironuyle Devlet Askeri Müzesi ve Jo· Bah:ım:ı adılar grupunu:-ı g'ine� bölüm:.inde, Inagııa ad ını anneum Müzesi ( ı s ı ı ·d e kurulmuştur) bu lunur. Şeh rin b:ıtı banliyö leri olan Eggenberg ve Gösting'de Barok tarzınd:ı ı:ım·an i k i adının b:iyüğ:i. Uzun luğu 8 ) km. g �nişliği 40 km dir. Inagua adalarının nüfusu ı 24:J ( 1 '.16 3 ) ur. iki saray görülür. G RE.\T !o- M O K Y M O lı NTAINS [greyt J m uj- ki mar; n­ Orta Çağda şeh rin adı Ba i risch Graerz idi . G. 1 28 ı 'de kral Rudolf'tan şehir hakları n ı almış. 1 379 ve 1 5 64 p l la· tin; ] , Ameri ka Bi rleşik Devletlerinde, App;ılachians d .ı ğla­ rındı Hab,burg' ların memleket lerini taks' m ettikleri sı rada rında bi r dağ zinciri. Kuzey Carol ina i le Tennessee sını rı Avu sturya'dıki Stt'i r hattının merkezini teşkil etmiştir. I l . boyunca uzanı r. Yüks�kliği 2 024 m d i r. Çeşitli biık ileri ve Dünya H:ırbi sır:ı,ınd:ı yapılan hava h iicuml:ırı son ucunda balra gi rmemiş ormınları ile tanınm•ştır. G. dıki evlerin % 3 2 si h:ırap olmuştur. GRECO f g rf �o} v e ya EL GRECO, ( ! sp = Yunanlı) GR \ZI-\NI [gra0yqııi] ,

Rodol fo, Neghell i mark i s i

(Filettino, Frosinone eyaleri ı 8 8 2 - Romı ı 9 5 5 ) , İıalran m:ıreşali. ı 9 ı 3 ' ıe Libya'da, son­ ra I. Dü ıra Hırbi'nde İtalyan cephesinde savaşmış, Fizan ve Gi renaica'd:ı başarı göstermiş­ ve ı 9 3 0 ' d :ı bu bölgelerin genel valisi olmuştur. Hıbeıistan ın i sti lası ( ı936) sırasında Som:ıli cephesi kumutanlığındı bulu· narak mHeşa lliğe vükselmiş ve Badoglio'd:ın sonra H:ıheşis­ tan kral naibi olmuştur. ı940' •a R. GRAZIANI Libya'daki birliklerin başına geti rilmişse de, İngi lizlere mağliıb olarak bozulan birliklerini El Ageyla üzerine geri çekm:şıir. ı94 3 ' te Mussolini'nin cumhuriyetçi hükiım :tinde Mi l l i S:ıvunm:ı Bakanlığına ge­ tirilmi�tir. 1 94 5 'te bir İtalyan m ılıkemesi tarafından 2 0 yıl sürgüne mahkiım edilen G. , ı 9 5 0'de serbest bı rakılmış ve neo - faşist temayüllü İtalyan sosyal hareketine katılmıştır.

Do ru i n i kos Theoko ropulos

( Kd nd iye çevresi, Gi rit aş. yu.

1 54 ı T-ıledo, İspınya 1 624 ) , Yu nan ası l lı İsp:ın vol rc:> adlı eserini kopya etmi şti r. Michelangelo ve Tintoretto'nun te'si rleri görülen i lk resimlerinde, Venedik okulunun hu•usi­ GR.\ ZZI�I [grqtıj!niJ . Anton f'rancesco ( Floransa yerlerinden sayı lan renklen i m anlayışı içinde sıcak renkleri ı 5 03 - Floransa ı 584 ) , İtalyan kullınan ivi bir ressam o!Juğunu belli etm'ştir. Roma'd:ı yazarı. Kültürlü ve nüktedan bu lundui?u döneme aid eserleri arasınd ı Giulio Clovio'nun bir tüccar olan G . , Umidi ponresi (Nıpoli M:izesi ) i le «Körün iyi leşmesi» ( Dresden Akademisinin kurucularınd.ın Müzesi ) anı l ı r. ( ı 540) olup kendisine Lasc:ı G. nun asıl sanat hayatı Toledo'ya yerleşmesinden lakabı verilmiştir. C r u s c a son ra başlar. Bi linmeyen sebeplerle muhtemel olarak 1 5 7 5 ' re ( b. bk. ) Akademisini de o İtılya'dan ayrı lmıştır. I l . Felipe'nin G yu F scorial Sarayı kurmuştur ( ı 582 ) . l\Iizahi dekorasyon ianna devam etmesi için çağırmış old uğu veya sanatçının İsp.ı nya'ya gelmesinin bu sarard:ı çalışm:ık is­ şii rler. Le Cene ( Akşam re­ re,;inden doğduğu ve belki de «Il. felipe'nin rüyası» ad­ mekleri ) [ aş. yu. ı 5 4 0 ] ad lı lı tablosunu bu dönemde yaptığı tahmin edi lmektedir. Bun­ 2 2 hıkayeden müteşekkil bi r dan son ra G . . S:ınro Dom'ngo M:ınasıırına bir mihrab ar­ demet kaleme almıştır. ı 5 8 2 kalığı resmi yapmık üzere Toledo'y:ı çağrı lmış ( ı 5 7 7 ) ve yı lında yedi tane de komed i yazmıştır. Toledo Katedrali başıahibi Cısıi lla' l ı Don Diego tarafından G R E A T E \STE R N korun muşrur. ll. Fe! i pe de ri İ sp ınya'sının gerçek kalbi olan A. GRAZZINI Toledo'nun mistik havasiyle sanatçının kafasında yaşayan di­ [greyt isıım] ( ing. = Büyük Doğulu ) , demir saçtan yapı lmış, yelken l i ve buharlı bir ni hayaller arasınd.ıki esrarlı yakınl ıklar. çevren i n atmosferi İ ng i li z gem i s i . Dev r i n i n en büyük gemisi olarak inşa edil­ ve m mzarasiyle çabuk byn ı ş m ış, onu Yened i k te'si rinden miştir ( 1 8 54 - 1 8 5 8 ) . 2 0 7 m uzun lıığund:ı, davlumbazlariyle kurtararak üsl iıbuna kişilik kazandırmısur. ı 586'da Sanro ­ 36 m genişliğinde, ı 8 m yüksek liğinde idi ; ı ı 000 heygi r Tome (Toledo) K: lisesine yapmış olduğu «Or� a ! Kon ru'n•·n gücünde sekiz makinası vardı. G. E. , yolcu gemisi olarak göm ül üş ü» kompozisyonu, kendi üsliıbunun karakteristik bir

70

GRECO

veya

EL GRECO, Dominikos

-

GREEN, Ge orge

York ) ; «Toled'l manzarası» ( Casa Greco, Toledo) ; Antonio Cavarubias'ın portresi ( Louvre Müzesi) sayılabilir. GR�DOS, SI� RRA DE, İspanya'da Sierra de Gua­ darrama'nın devamı olup Taj o ve Duero nehi rleri vadileri­ ni ayıran dağ sırası. Çıplak ve kuru olan bu dağların en yüksek noktası Pico de Almanzor (2 592 m) dur. Daha sulak ve yeşil durumdaki güney yamaçlarında Yusıe Manas­ tın yükselir. V. Karl 1 5 56'da bu manasııra çekilerek orada ölmüştür.

EL GRECO : «Toledo» (Metropolitan Müzesi, New York. ) örneği olarak tanınmakıadır. Ayrıca Il. Felipe'nin ısmarladığı «�t. Mauritius'un din uğrunJa can verişi » ( Escorial) tablosunu yapmı�tır. Eserlerinde aşırı deformasyonlardan gelen akademik kaidelere aykırı nispetsizlikleri, göz bozukluğu, ihtiyarlık, Bi­ zans sanatı himaları gibi düşüncelere bağlayanlar da olmuş­ tur. Fakat çoğu elestirmeci ler bunların sebep lerini, sanatçının mistik dünyasında ve bu dünyada fizik kanunlarının geçer­ sizliği inanışında bulmaktadır. Aşı rı derecede uzay an, dün­ yadan ayrılır gibi geri len ve kıvranan figürlerle ifade ıodi­ len esrar ve iman, G. nun hayatına karışmış iki unsur ol­ muştur. Fırtınalı havada yapı lmış Toledo manzaraları, por­ treleri ve iiiesini gösteren kompozisyonlar gibi birkaç eseri dışında, hepsi dini konulu olan resimlerinde üsliıbunun bu karakteristik hususiyeti yer almıştır. Hür mizicına ve II. Fe­ Jipe'nin gözünden düşmesine rağmen, birçok kilise ve ma­ nasıırların siparişleri eksi lmemiş, bu istekleri karşılamak için başka sanatçılar (oğlu Joge Manuel [ 1 578 - 1 63 1 } , Fran­ cisco Proboste ve Luis Tristan ) ın yardımına başvurmuştur. Filozof, bilgin, mimar, heykelci ve eşsiz bir sanatçı olarak G. nun hayatı ve eserleri X X. yüzyıl yazar ve sanatçıları tarafından büyük ilgi ile karşılanmıştır. Oturduğu ve eser­ lerini yaptığı, bugün de G. Müzesi olan evi ( Casa Gre­ co) nin kitaplığında bulunan eserlerden anlaşıldığına göre, Homeros'u, Euripides'i, Hı ristiyanlığın ilk devirlerinde ya­ şamış büyük din adamlarını, Petrarca, Vitruvius ve Alber­ ti'yi okumuş, geniş kültürlü bir sanatçı olduğu anlaşılmak­ tadır. Bugün modern resmin öncüsü sayılan G. , modern res­ samların absrre araştırmalarına birçok meselelerde hayret verici bir şekilde ışık tutar. Başka eserleri arasında : «fsa'­ nın vaftizi» (Prado Müzesi ) ; «Çarmıha geriliş tabloları» ( Louvre ve Prado müzeleri ) : «Tes lis» ( Prado Müzesi ) ; «Sı. Ildefonse& (Illescas) ; «Apokalypsis tasavvuru» (Zuloaga Müzesi ) ; «Toledo'nun planı» (Casa Greco, Toledo) ; «Xl. Louis'nin portresi» (Louvre Müzesi) ; «Eli göğsünde centil­ men» ( Prado Müzesi ) ; «Ölümden sonra diriliş» ( Prado Müzesi ) ; «Toledo manzarası» (Metropolitan Müzesi, New D.

GREELY [g r}li } , Adolphus Washington (New­ buryport, Massachu·e'de g revi ve lu k avıı y:ıs:ık etmi ş t ir (md. 72 ) . Bun u •akiben, 1 947'de yürürlüğe gi ren 5 0 1 8 s .ı yı lı İşçi ve İş v ere n Sendikaları ka­ nu ·u ile s end ikalar a grev ha k kı tanınmamış, sadece, işçi­ l e re Borç l a r Kanununa göre « takı m mukaveleleri yap m ak» hakkı veri lmişti r. Ta'ti l . i Eşga l Kan unundan s onra, Tu rkiye' de g rev hakkı i l k d e fa 8 T.-mmuz 1 96 1 tarih ve 3 3 4 say ı l ı T . C . Ana y a s ası i l e tanınmıştı r. A n ayasa ' n ı n 46. m .ı dde s i, çalışan l a rın ve işveren lerin, önceden i z i n alm:ıksızın sendi ka ku rmak, 4 7 . m :ıddesi i se tarafların grev ve Iok avt yapmak hakkına sah i b olduklarını belirtmiş ve b u hususların özel ka n u n l a r l a d üzen l eneceği zikr ed ilmişt i r. Anayatih­ dam şartlarının gel i ş t i r i lmesi veya muhafazası ile i lg i l i sendika tek l i flerini i şvereni n k a b u l etmemesi h a l i nde söz konusu o l u r. Toplu sözleşme müzakerelerinde taraflar bu hususlarda anlaşamad ığı takd i rde, g rev veya lokavt gibi mücadele vasıtaları i l e karşı ta rafa d i lekleri n i kabul elii r­ rneğe ç � l ış ı l ı r . Ülkemizde, ikıi ,adi ve mesleki gayesi bulun­ mayan grevler kanun d ı ş ı d ı r. Si yasi grevlerle sempari grev­ leri de yasaktır. Mesela, devletçe, i l özel i darelerince veya beled i yelerce b i r karar alınmasını veya a l ı n mı s bir kararın de�i ş ı i r i l mesini veya kald ı rı l masın ı sağlamak maksad ı i le hareket eden g revciler. meslek dışı b i r davranışıa bulunmuş o l u r l a r v e hapis v e para cezası i l e ıecziye edi li rler. Ka­ nuni grevde, iki temel unsur vardı r. Bi rincisi top l u görüş­ me yap ı l mı ş o lması, ikincisi de uzlaşıı rma safhasından ge­ ç i l m i ş olmasıdır. İşçi teşekkü l ü , toplu görüşmeye taraf olan ve uzlaşıı rma safhalarına kaıı lan ıeşe:: k kül vasfında olmak şartı i le, ancak, i şçilerin işi topluca v e bi rlikte terk etmeleri hususund.ı karar almaya yetki l i d i r. Bu kararı veren işçi te· şekkülünün top lu görüşmeye baş iayabi lmesi için, i şyerinde veya iş kolunda i[çilerın çoiiun/uğunu temsi l etmeye yetkili bulunması lie­ rinde d ikil e n hayvancrk, bunları bi biri ardınca k r sa l ı ı p uzaltarak bir bilya gibi döner. G. H. , b ı ki se l vt y� hayvan­ sal canlı orgınizmalarla beslenirler ; bazı ları çürükçüld ür ; bi r cinsi de bir ıer/iksi hayvanı ( paramfcium) ü z e r inde geçici a �alak bir hayat süre r. G . H . n ın yakalad ığı av çok büyük olursa, aynı cinsten bir�ok fc ı ı l e r birbirlerine sarıla rak bi r « ı ü k eıim bi rliği» me}·d ana g et i r ir le r. ı m m c;a· pındaki Acıinosphaerium, G. H. nın iyi ta n ın a n b i·r c i n sid . r . GÜNEŞ K RA L (Fr. Roi Solei l), Fransa kralı XIV. Louis ( b. bk. ) ye veri len ünvin. GÜNEŞ KÜLTÜ ( Fr. Culıe solai re ; İn g. Sun • or­ ship), ipıidai medeniyetlerin biraz ilerlemiş olanlarında rast­ lanı lan bir mezhep ki, a vcı l ı k ve balıkçı lık evrelerindeki iptidai kavimlerde az gelişmiş veya hiç var olmamış, tarım· cı kavimlerde en önemli gelişimine ulaşmıştır. Eski D ünya­ n ı n Mısır, Babil, Pers ve Kuzey Hint medeniyetlerinde bu me zhe p önemli bir yer tutmuştur. Japon lar, yüzyı l l a r bo­ yunca imparatorlarının doğrudan doğruya ay tanrısının kız kardeşi olan güneş tanrısı Ameterasu'dan indi klerine inan­ ro ı şiarsa d:ı, bu mezhep Uzak Doğu'da önemli bir g e l i şme gösıermemiştir. Ancak, ef s a n eye göre B u d d h a ' n ı n ve Peru İnka'lar ı nı n kökeni de güneştir. Mısırlılar güneşi tanrı Ra veya Ro ile, sonra da, aynı zamanda ölülerin ve d irilişin tanrısı da olan Osiris ile bir sayrnışlardır. Akhenaton'un saltanatı sırasında, güneşin ışıoları monoıeist nitelikte yük­ sek bir dinin sembolü olmuştur. E ski Yunanistan'da Apol­ Ion tanrı - güneş sayılmış, fakat klasik Yunan devrinde ye·



GüNEŞ MECMUASI rini tanrılaştırılmış güneşren başka bir şey olmayan He lios ' a bı rak m ı ş t ı r ve b u sonuncu, Zeus gibi büyük tanrı ları soğu r­ m u ş ı u r. Yen i Dünyada ise güneş mezhebi ya l n ı z A m e r i k a B i r i eşik Dev l e t l e r i n i n ı a r ı mc ı güneybatı ve güneydoğu k e ­ s i m l e ri n de , y ü k s e k M e k s i k a meden iyetlerinde, O r ta Ameri­ ka'da ve And Da ğ la r ı bö lgesi nde, k a v i m l e r i n hayatında önemli bi r yer t u ı m uı ı u r. İ n san l a r ı n güneşi bir tapma konu­ su ola ra k a l m a l a r ı , onun ı şı k kaynağı old uğu kadar aynı zamanda hayat kaynağı a am ı ş t ı r.

da

olduğunu anlamalarından sonra

b şl

GÜNEŞ MEC'WUA SI, 1 O cak - ı E k i m 1 927 tarihle­ a r asmdd İ s t a n b u l 'd a ya y ı m ia n m ı ş 1 5 gün l ü k bi r san at ve ede b ir a t d e rg i s i . Mesu l m ü d ü r ü O r ha n Serfi O ı lıon ( b. bk. ) d ur. Dergi ancak 1 7 say ı ç ı k m ı ş t ı r. Doiha çok edtbi yazı ve ş i i rle re, Batı ve Doğu edebiy a t l a r ı nd an yapı lmış tercüme­ lere yer veren de r gi n i n baş l ı ca yaza r l a r ı a r a s ı nd a şu i s i m ler vard ı r : Ce n a p Şa habedd i n , O r h a n Seyfi ( O rhan ) , Midlıat Cema l ( Kı ı n r ay ) , Yusuf Z i r a ( O rraç } , F a r u k Nafiz (Çam­ l ı bd ) , Necdet Rüştü ( Efe ) . F a i k A l i ( Ozan soy ) , E n i s Behi ç ( Koryü rek ) , Y a h y a Kemal ( B eyaı l ı ) , Ahmed R�fi k ( A l tı n a y), A b d - - Iha k H a m id ( Ta r han ) , Y a h y a Sai m ( Oza noğ l u ) . Selimi İ z zet ( Sedes ) , E rc ümend E k re m ( Ta l u ) , Semiha Cemal, Ziya Göka l p , Abd u l la h Cevd et ( K a r l ı d .ı,i: ) . S.ıbri E sad ( Si y a v u � ­ � i l ) , Os m a n CemJl ( Kayııı l ı ) , S .ı l ı h Zt k i (Akıad, Fev zi L u ıfi ( Ka r a o s mano ğl u ) , 1\l ü n i f Felı i m, Ct l a l Esad ( A rseven ) , A l i C.in i p ( Yöntem ) . F i z ı l Ahmed ( Avkaç ) . İ s m 1 i l Habip ( Sevü k ) . H a l i l N i meıu l l a h l ÖL t ü ı k ) , H üsey i n R ı faı. Kimu­ ran Şerif ( S a r u ) , E k rem Reşid ( Rey ) . Sad ri Edhem ( E rıem ) , Cehi l S.ihi r ( E rozan ) , İbrah i m A l a ed d i n ( Gövsa ) , S u ud Ke­ m a l edd i n (Yeıki n ) , Reşad N u r i ( G ü n r e k i n ) , c� m i l S ü l ey man, Ş ü k ü fe Nihai ( Başa r ) , Fuad Hulusİ ( D e rni r e l l i ) , Melımed Rauf, E m i n Recep v. b. Derginin Süleyman Nazif ve M üft üoğlu Ah med Hik­ met için çıkarılan s ayıları bi l h a ssa ü z e ri n d e d u rul a cak d e­ ğ e rded i r.

ri

G ÜNEŞ MECMUASI

GüNEŞ PUSULA SI - GÖNEY AFRİKA CUMHURİYETf GÜNEŞ PUSULASI (Fr. Compas solaire ) , kutup bölgesinde pusula yerine kullanılan bir alet. Bölümlere ay­ rılmış bir yatay dairenin üzerinde bir saat makinesinin yar­ dımiyle güneşin günlük gidişini takibeden küçük bir teles­ koptan ibarettir. GÜNEŞ SAATI ( Fr. Cadran solaire ; İng. Sundial ) , zaman ölçmek için kullanılmış olan en eski alet. B u ilet­ tin dayandığı esas, güneşin doğudan batıya doğru ilerleme­ siyle birlikte cisimlerin gölgelerinin de bir yandan ötekine yer değiştirmeleridir. G. S. nin en azından M. Ö. 2000 yılından itibaren kullanılmaya başlamış olduğu sanılıyor. Bu çeşit saatierin ilk tanımını Kalde'li müneccim Berossus (doğ. Babil, M. Ö. 330) yapmıştır. Berossus'un G. S. , ke­ nan ile yere oıunulmuş, içi boş bir yarım küre veya kub­ be idi. Bu kubbenin merkezine tesbit edilmiş olan küçük bir boncuğun gölgesi, kubbenin çevresinde çizilmiş ve ı 2 eşit bölüme ayrılmış olan bir çemberin üzerinde yürür­ dü. Böylece gün ı2 eşit bölüme bölünmüştü. Bu saat-

1 93

GÜNEY'de Belediye ve civarı

G. ilçesi arazisi Büyük Menderes ırmağı'nın yukarı kesimindedir. İlçe toprakları bu ırmağın her iki yakasın­ daki yüksek düzlüklerle bunları çeviren tepeleri içine alır. Büyük Menderes, bu Neoj en devri tabakaları ile örtülü düzlükler içine derince gömülmüşıür. Burada Akdeniz ikli­ minin etkileri azalmış, daha çok bir iç bölge iklimi özelliği belirmiştir. İlçecin geniş düzlükleri tarım ve hayvancılık alanlarıdır. Yetiştirilen başlıca ürünler arasında tahıl, tütün gelir. Bağcılık mühim yer tutar. İlçede dokumacılık, halıcı­ lık da bir geçim kaynağıdır. Koyun, keçi, sığır beslenir. Kasahada her hafta pazar kurulur. G. kasabası, Denizli'ye 76 km uzaklıkta olup buraya iyi bir yol ile bağlıdır. Kasabadan kuzeyde Eşme demiryolu isıasyonuna 4ı km lik bir yol uzanır. Güneyde ise Sa­ GÜNEŞ SAATİ (Cepte kullanılmak üzere yapılmıştır) rayköy isıasyonuna bağlı bulunmaktadır. Güzel görünüşlü !ere, mevsime göre değişıikleri için «geçici saatler» denil­ ve bakımlı bir kasaba olan G. de, park, koruluk, düzgün miş, «eşit saatler» in tesbit edilmesi ancak ı400 yılında yollar, çarşı ve pazar yeri, orta ve ilkokullar vardır. saatin icad edilmesiyle mümkün olmuştur. XVII. yüzyıldan GÜNEY AFRIKA BİRLICt (İng. Union of South itibaren güneş saatleri pek az kullanılmıştır. G. S. , kadran denilen bir ayna ile bir dikme (Yun. Afrika, Afrikaans dilinde : Unie van Suid - Afrika ) , ı 91 0 stylos ) den bileşikrir. Ayna dön parçaya bölünmüştür ve yılında güney Afrika'da Ümit Burnu Sömürgesi (Cape Co­ bölme çizgileri pusulanın dört isıikamerini gösterir. Yatay lony) , Naıal, Orange Nehri Sömürgesi (Orange River Co­ G. S. nde ayrıca saatler, yarım saatler, çeyrek saatler işaret­ lony) ve Transvaat'dan meydana gelen ve Britanya Com­ lenmiş bulunur. Dikme, yassı bir metal parçasından ibarettir monwealth'ine dahil olan bir birlik. G. A. B. , ı961 yılın­ ve aynanın merkezine kuzey kurbunu gösterecek şekilde tes­ da Commonwealıh'ten tamamiyle ayrılarak müsıakil bir bit edilmiştir. Güney yarım kürede kullanılan güneş saatle­ devlet olmuştur. Bk. GÜNEY AFRiKA CUMHURİYETİ. rinde bu dikmenin güney kurbunu gösterecek biçimde tes­ GÜNEY AFRIKA CUMHURİYETİ (Afrikaans : Re­ bit edilmiş olması gerekir. publiek van Suid - Afrika, İng. Republic of South Africa) , Güney Afrika'da bir devlet. Yüzölçümü ı 2 2 ı 042 km', GÜNEŞ TANRlSI (Mit. ) : bk. HELiOS. nüfusu ı6 236 000 dir ; bunların 3 milfondan fazlası beyaz­ GÜNEŞ YILI (Fr. Annee solai re) : bk. TAKVİM. dır. Başkenti Pretoria'dır. Başlıca şehirleri : Johannesburg, GÜNEŞLİ (eski adı : Muncusun) , Kayseri ilinin Durban, Port Elizabeth, Germiston, Bloemfontein, Pieter­ Merkez ilçesine bağlı bir bucak. ı5 köyü ile birlikte bucak maritzburg'ıur. G. A. C. Cape ili, Natal ili, Serbest Oranj e nüfusu ı3 1 93 ( ı 965 ) , bucak merkezinin nüfusu ı 022, de­ devleri ve Transvaal illerini içine alır. Walvis Bay toprağı nizden yüksekliği ı ı 5 0 m dir. Bucak arazisi, Kayseri ova­ Cape i line bağlıdır. Güney sının kuzey kenarında olup, bir yamaç ile yukarı düzlüklere batı Afrika ise G. A. C. nin çıkılır. Tarım ve hayvancılık geçim kaynaklarıdır. Halkın vesayeti alunda bulunur ve bir kısmı Kayseri'ye çalışmaya gider. Kayseri - Sivas şose­ fiilen onun tarafından ilhak edilmiştir. Fakat toprakları sine bir yol ile bağlıdır. Bk. KAYSERİ. içinde iç toprak ( enclave) teş­ GÜNEY : bk. YÖNLER. kil eden Basutoland ve Swa­ GÜNEY, Denizli iline bağlı bir ilçe. Nüfusu ı 5 4ı4 ziland, İngiltere t a r a f ı n d a n ( ı965 ) , yüzölçümü 534 km', i lçe merkezinin nüfusu 7 4 ı 6, idare edilir. Yapısı bakımından G. A. ilçeye bağlı köy sayısı 1 8 , kasabanın denizden yüksekliği 850 m dir. G. ilçesi ı948'de, belediyesi ısSO'de kurulmuş­ C. toprakları, esas iribariy le, tur. İlin kuzey bölümünde bulunan ilçenin Manisa ve Uşak eski topraklar ( terrains an­ GÜNEY AFRiKA ilieri ile sınırları vardır. ciens) dan ibaret olup, bunun CUMHURİYETİ ARMASl

i94

GÜ NEY AFRiKA CUMHURİYETİ · =· =>:>::: ?"· ·-···! _./ /

_,

.

\

·,;.

��������..-----.::---ı�rti '

\'

i

-AFRiKA \ � ..

· ·�,

r

""

-:--...,-,, --·'t- -s .. "'

-

o

,..,

..;:

� ... ....

"

...,

....

\

....

�:--ı----l, , "" ..

GÜNEY AFRiKA kenarları yükselir, ortası da kuzey - batıya ve Kalabari leğeni­ (cuvette) ne doğru meyilli geniş yayialar teşkil eder. Gü­ neyde dağlık kenar özel olarak geniş ve girifttir. Doğuya doğru dağlar çok zarif ve haşmetli bir görünüş alır. Bura­ daki Drakensberg sıra dağları 3 000 m ye kadar yükselir. Cumhuriyetin en büyük nehri olan Oranje bu bölgeden çıkar. İklim ve bitki dünyası bakımından G. A. C. çok açık bir tenazür yokluğu karakteri göstermektedi r. Doğu bölümü yazın alize ve muson rüzgarları tarafından getirilen yağmurlada iyice sulanır. Batı bölümü ise çok daha kuru olup Atiantik kıyısı boyunca çöl karakteri alır. İklim tropik ve subtropik tiplerine bağlıdır. Bu bakımdan yalnız Ca­ pe'in iklimi ve bitkileri Akdeniz karakterini taşır. Nüfus bakımından da aynı tezada karşılaşılı r ; batıda km• başına 1 insan düşer ; güney ve doğuda ise bu rakam 1 - 10 ara­ sında değişir. Son 50 yıl içinde nüfus % 140 artmıştır. Bunların % 19'u beyaz, geri kalanı zencidir. Beyazların üçte ikisi Boer üçte biri de İngiliz asıllıdır. Boer'lar, Hollandalı ve Fransız asıllı olup, Felemenkçeden türemiş olan Afri­ kaans (b. bk. ) dilini kullanırlar. % 3 Hintli de vardır. G. A. C., ırk ayırımının en kesin olduğu bir ülkedir. 1867'ye kadar bütün bu bölge geçimini hayvan yetiş­ tirmekle sağlardı. 1867'de elmas, 1885'te de altın bulun­ duktan s onra zengin bir madencilik bölgesi biline gelmiştir. Susuzluktan dolayı tarım pek geli§merni§tir ve hayvancılık

CUMHURİYETİ ana geçim kaynağı olarak kalmıştır. Sığır, koyun, keçi, ta­ vuk ve domuz yetiştirilir ; sardal ya, ringa ve balina avcılığı Atiantik boyunca gelişmektedir. Yetiştirilen bitkiler arasında mısır başta gelir, sonra buğday, arpa ve sorgo gelir. Bütün maden ocakları ürünlerinin en mühimmi altındır. Değer iti­ bariyle % SO'ini teşkil eder. Dünya altın ürününün % 30 - 40 ı G. A. C. nden gelir. Endüstri çok gelişmiştir. Güç kaynakları mühimdir, yılda 30 000 ton kömür elde edi lir. Demir filizleri de önemlidir. Pelindaha'da bir atom reaktörü uranyum kulla­ nır. Otomobi l montaj fabrikaları, gemi yapım tersaneleri, yiyecek maddeleri ve tekstil fabrikaları da vardır. G. A. C. nde 170 000 km uzunluğunda yol vardır, fakat bunun ancak 30 000 i her mevsimde kullanılabilir. Demir yollan­ nın uzunluğu 2 1 500 km dir. Ülke her ne kadar az gelişmiş sayılabilirse de, insan başına gelir 1 962'de 2 100 Fransız frangı idi. Bu seviye aşağı yukarı İtalya, Avusturya, Japonya, AI­ çak Ülkeler ve Batı Almanya'nın seviyesiyle mukayese edi­ lebi lir. Yalnız beyazların ortalama geliri ise, dün y ada beşinci olup, İsveç'ten başka bütün Avrupa milletlerinin­ kinden yüksektir. Cumhuriyetin nüfusu, bütün kıtanın nü­ fusunun 1/ 1 5 olmakla beraber, kıtanın gelirinin 1/5 ini elde eder, yini ferdi seviye kıtanın öbür ü lke l erine göre üç mislidir. Beyaz - zenci anlaşmazlığının sebeb olduğu bulı­ rana rağmen, ülke refiha ulaşmıştır.

GÜNEY AFRIKA CUMHURİYETİ

195

Ingilizce edebiyat : Bu edebiyat Thomas Pringle ( 1 789 - 1834) ın 1828 ve 1834'te yayımladığı şiirlerle baş­ lar. Bunların en sevilenleri Ajar in tbe desert (Ta uzakta çölde) ve Bechuana boy (Bechuana erkek çocuğu) dur. Victor Sampson, William Scully, A. V. Hal, A. S. Cripps, King!­ ley Fairbridge ve F. C. Slater XIX. yüzyılın ve XX. yüzyılın ilk çeğreğinin başlıca şairleridir. Roy Campbell ( 1 90 1 - 1957) en büyük şair sayılır. F/aming Terrapin (Alevli kaplum­ bağa) [ 1 924] adlı eseriyle meydana çıkan Campbell, ro­ mantik bir şair ve güçlü bir hicivcidir. Roman, Olive Schreiner ( 18 5 5 - 1920) in The Story of an A/rican Farm (Bir Afrika çifliğinin hikayesi ) [ 1 883] ile başlar ; burada ma­ cera ve tehlikelerle dolu bir geçmiş tasvir edi lir. W. C. Scully'nin Ka/ir Storieı (Kafre hikayeleri ) [ 1895] ile açı­ lan çığır, çeşitli ırklar arasındaki çatışmalar konusuna da­ yanır. R. R. R. Dhlomo An A/rican Tragedy (Bir Afrika Faciası) [ 1 928] ile, i lk sesini duyuran zenciler arasındadır. Şimdiye kadar edebiyana en büyük ün yapmış olan zenci Peter Abrahams (doğ. 1919) tır : I am not a free man (Serbest bir adam değilim) [ 1 954] romanında hayatını an­ latmıştır. G. A. C. çok mükemmel hikayeciler de yetiştir­ miştir. Smith The Lill/e Karoo (Küçük Karoo) [ 192 5] ile en çok sevilenler arasına girmiştir. G. A. C. nin milli marşının Die Stern (Ses) başlıklı güftesi C. ]. Langenhoven· tarafından 1918'de yazılmış ve M. L. Villiers tarafından bestelenmiştir. G. A. C. nin bayrağı üç yatay yoldan ibaret olup, en üstteki portakal rengi, ortadaki beyaz, en alttaki ise mavi-

GÜNEY AFRiKA CUMHURİYETİ : Pretoria'da «Voonrekker» anıtı Tarih : Birinci devre ( 1910 - 1939) : Cape, Natal, Oranje ve Transvaal topraklarını bir federasyon halinde birleştirmek için önce de ortaya atılmış olan fikri, Güney Afrika yüksek komiseri Lord Selborne 1907'de Boer Har­ bi'nden sonra Boer'larla İngilizleri barıştırmak için tekrar ele alarak 3 1 Mayıs 191 0'da Güney Afrika Birliğini kur­ muştur. Birliğin iki resmi dili vardı : İngilizce ve Fele­ menkçe (bu dilin yerine 1 925'te Güney Afrika'da ondan türemiş olan Afrikaans dili geçmiştir) . 1 9 1 0'dan beri ırk problemi ön planda idi : Beyazlar bir azınlık, zencilerle Hintliler (bun ları 1 906'da Gandhi müdafaa etmiştir) ço­ ğunluğu teşkil ediyorlardı. Sonuç olarak renkli ırkın hakları daraltılmış ve ayırıma tabi tutulmuştur. Birlik, 1919 - l920'de Milletler Cemiyetinden, eski Alman sömürgesi Güney - batı Afrika mandasını almıştır. 1939 - 1945 devresi : II. Dünya Harbi'nde milliyetçi lider Herzog başbakan olarak, parlamentodan birliğin taraf­ sızlığını ilan etmesini istemiştir. Başarısız kalan bu taleb İngiltere'den ayrılma hareketinin başlangıcı sayılabilir. 1 9391948 devresinde başbakan olan Mareşal Smuts, Nazi taraf­ tariarına karşı savaşmak zorunda kalmıştır. 1945'ten 1954'e kadar ayrımcılık hareketi gittikçe gelişmiştir. 1955'te bir referandum ile Birlik, İngiltere Commonwealth'inden ayrıl­ mıştır. 3 1 Mayıs 1 961 'de bağımsız G. A. C. iian edilmiş­ tir. Birinci cumhurbaşkanı C. R. Swart 196l 'de seçilmiştir. Edebiyat : Ülkenin. edebiyatı iki resmi dilde, İngilizce ve Afrikaans dilinde yazılmıştır. Bk. AFRİKAANS ve AF­ RİKAANS EDEBiYATI.

GÜNEY

AFRİKA

CUMHURİYETİ : Cape Town'da

b.iı ticarethAne

196

GÜNEY AFRiKA CUMHURİYETİ

GÜNEY AMERİKA DİLLERİ

istikametinde saldırıya geçerek Boer generali Louis Botha'yı yenmiş, 3 1 Marrta Johannesburg şehrine girmiş, 5 gün sonra da Güney Afrika Cumhuriyetinin başkenti olan Pretoria İngilizler tarafından alınmıştır. Portekiz'e aid doğudaki dağlık bölgeye geçmiş bulunan general Botha ordusu Eylül ayında İngi liz kuvvetlerine teslim olmuş, bundan sonra Güney Afrika Cumhuriyeti de İngilizlerin fii len eline geçmiş, adı Transvaal olmuştur. Boer ordusunun kılıç artıkları dağ­ lara çıkarak gerilla harbine başlamışlar, fakat GÜNEY AFRiKA CUMHURİYETİ : Protacia'da hükümet binaları 1 902'de onlar da silahlarını teslim etmişlerdir. dir. Beyaz yolun üzerinde üç küçük bayrak vardır. Bu bay­ Böylece 95 000 Boer askeri 200 000 kişi lik İngiliz ordusunu raklardan ortadaki Oranje bağımsız devletinin, solundaki üç yıla yakın bir zam:ın uğraştırmıştır. İngilizlerin (Union ]ack ) , sağdaki de Transvaal'ın eski 31 Mayıs 1902'de imzalanan Vereeniging Andiaşması Vierkleur bayraklarıdı r. gereğince Boer'Iar İngiltere kralı VII. Edward'a bağlılık ye­ GÜNEY AFRIKA DAMANI (Zoo. ) : bk. KIRSIÇA­ mini etmişler, sömürge dışındaki harp esirleri yurdlarına dönmüşler ve savaşa katılan Boer'Iar için kovuşturma ya­ NU.-iSI (Procavia ) . pılmamıştır. 1 906'da İngiltere'de Liberallerin iktidara gel­ GÜNEY AFRIKA HARBİ, Hollandalı yerleşmecile­ mesi üzerine Transvaal ile Oranj Müstakil Devleti'nde so­ rin güney Afrika'da kurdukları Orani Müstakil Devleti rumlu hükümetler kurulmuş, okullarda Hollanda dilinin (Oranj e Vrysatsat) ve Güney Afrika Cumhuriyeti (b. bk. ) okutulmasına ve mahkemelerde de bu dilin kabul edi lmesi­ adındaki Boer (Ho!. = çiftçi ) cumhuriyetleri i le İngiltere ne başlanmış ve bu iki cumhuriyette savaş yüzünden mey­ arasında çıkan savaş ( 1 899 - 1902 ) . Boer Harbi de denilen dana gelen maddi hasarlar 1 5 milyon İngiliz lirasıyle taz­ bu savaşın sebebi, önceden Hollanda'dan gelip buralara yer­ min edi lmiştir. 1 9 10'da iki cumhuriyet, Güney Afrika Bir­ leşmiş olan Boer'larla çoğu İngiliz olan Uitlander (Ho!. = liği (Unie van Suid - Afrika) nin muhtar vi layetleri olmuş­ yabancı ) lar arasındaki kıskançlık ve bunun yarattığı düş­ tur. Bk. BOER HARPLERİ. manlık olmuştur. Boer'lar İngilizlerin te'siri altına gi rmernek GÜNEY AFRIKA MANGOSU (Zoo. ) : bk. MANGO. için Güney Afrika Cumhuriyeti ile Oranj Müstakil Devle­ ti'ni kurmuşlardı. 1 884'te Güney Afrika Cumhuriyeti top­ GÜNEY ALIÇUR DACLARI, Doğu Pamir'de, Ta­ raklarında altın bulununca bölgeye kütle halinde Uitlander cikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin Dağ Badalışan akını başladı. İngilizlerin kendi yöneti mlerine karışmaları Muhtar Bölgesi (Gorno - Badai:Jşanskaya Avtonomnaya Ob­ ihtimalinden endişe eden Boer'Iar, başkanları Paul Kruger'in last' ) nde bir dağ sırası. Uzunluğu aş. yu. 140 km, en yük­ önderliğiyle, Uitlander'ları siyasi haklardan yoksun bırakan sek tepesi 5 706 m dir. G. A. D. , Aliçur ırmağı i le Zorkul kesin tedbirler aldılar. Nitekim, çıkarılan bir kanuna göre, ve Pamir ırmağı arasında su bölümü çizgisini meydana iki cumhuriyetten birinde 50 yıl yaşamamış olan bir kimse getirir. Yamaçlarında köklü buzul izleri vardır. Bu dağlar vatandaş sayılmıyordu. Uitlander'Iar bu kanunu protesto et­ daha çok çöl bitkileri i le kaplıdır. tiler ve bu hareketlerinde İngiltere tarafından da desteklen­ GÜNEY ALTAY DACLARI, Altay Dağları'nın gü­ diler. Bu protesto silahlı bir ayaklanma şeklini aldı ve Uit­ neyinde, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde ve lander'Iar 1 896'da Jameson Akını denilen bir hareketle Bo­ er'Iarın üzerine yürüdüler. ]ameson ile akıncıları yenilgiye Rus Sovyet federatif Sosyalist Cumhuriyetinin Güney Altay uğradılarsa da, Boer'larla İngiltere hükümeti arasında ba­ il ( kray) inde bir dağ sırası. Uzunluğu aş. yu. 1 30 km dir. rışçı bir çözüme varılamadı. 1899 yılı ekiminde harp i lan En yüksek yeri ( Çin'de Çağırtan Dağı ) 3 871 m dir. Bir ke­ edildi ve bu savaşta iki Boer cumhuriyeti İngiltere'ye karşı simi Sovyetler Birliği i le Çin arasında sınır olarak uzanan bu dağların yamaçları 300 - 700 m ye kadar çöl bitkileriyle birlik oldu. kaplıdır. 2 000 m ye kadar çam ormanları vardır. Daha Harbin başında Boer'Iar büyük başarılar kazand ılar ve yüksek yerlerde ise dağ çayırlıkları uzanır. G. A. D. nda Ladysmith şehrini kuşatmalariyle N ata! sarnizonundaki 12 000 buzul alanları aş. yu. 1 16 km2 dir. İngiliz askerinden pek çoğu şehirde mahsur kaldı. Fakat GÜNEY AMERIKA (Coğ. ) : bk. AMERiKA. İngiliz generali French (ki sonradan Ypres Kontu olmuş­ tur) Boer' ların güneydeki Ca pe sömürgesine doğru i lerleme­ GÜNEY AMERIKA DILLERI, Amerika Kızılderi­ lerini önlemiş ve Lord Methuren kuvvetleri de batı doğrul­ lileri dillerinin üçüncü bölümü (öbürleri : 1. Kuzey Amerika tusunda Kimberley'e ilerlemiştir. Sonra, 1 900 yılına kadar dilleri, 2. Meksika ve Orta Amerika dilleri ) . G. A. D. de­ İngilizler biteviye yenilgiye uğramışlar, o yılın Ocak ayın­ nilen bölüme, Anti) Adalarında konuşulan yerli diller de da Lord Kitchener'in getirdiği taze kuvvetler durumu İngi­ girer. Antillerden güneydeki Ateş Eli'nin ucuna kadar ser­ lizlerin lehine çevirmiş ve 27 Şubat 1 900'de Boer generali pili bulunan bu 783 dil, 109 dil ailesi meydana getirir. Cronje'nin kuvvetleri Oranj Müstakil Devletindeki Paarde­ Güney Amerika, dil çeşitliliği bakımından dünyanın en zen­ berg'de Lord Roberts'in kuvvetlerine teslim olmuş, ertesi gin kara parçasıdır. Fakat bu 1 09 dil ailesinden birçoğu, gün de İngilizler aylardan beri sürüp giden Ladysmith ku­ çok kere ölü olmak üzere, tek bir dille temsil edilmiştir. şatmasını kaldırmayı başarmışlardır. 1 3 Mart 1 900'de Lord Buna karşılık, çok yaygın ve hala canlı olan bazı dil aile­ Roberts, Oranj Müstakil Devletinin başkenti Bloemfontein'a leri de vardır. Bunlardan Kiçua ailesine giren Kiçua (b. bk. ) girmiş ve böylece bu cumhuriyet İngilizlerin eline geçmiş­ dili, Columbus'tan önce Güney Amerika'nın başlıca mede­ tir. 1900 Mayıs'ında Lord Roberts kuzeydeki Vet ırmağı niyet ve edebiyat (Columbus'tan sonra da 01/anta adlı piyes

'

GüNEY AMERİKA DİLLERİ - GüNEY AVUSTRALYA bu dilde yazılmıştır) , İnka devletinin de resmi dili olmuş­ tur. Bu dil, merkezi Peru olmak üzere, Bolivya'ya, Ekua­ dor'un güney, Şili ile Arj antin'in de kuzey sınırlarına kadar yayılmıştı. Bugün 3 000 000 kişi bu dili konuşmaktadır. G. A. D. nin bugün yaşamakta olan öbür başlıca aile­ leri, kuzeyden güneye doğru şunlardır : Arawak (hep dağı­ nık olarak, Antiller, Guyana'lar, Venezuela, Kolombiya, Brezilya, Peru, Bolivya, Şili, Paraguay) ; Kar i b (Karab De­ nizi adaları, Yel - Üstü ve Yel - Altı adaları, Venezuela, Guyana'lar ve adacıklar halinde Kolombiya, Peru, Brezilya) ; Çibça (Kostarika, Nikaragua, Panama, Kolombiya, Venezue­ la, Ekuador ve Peru, dağınık olarak) ; Tukano veya Betoya (Kolombiya, Ekuador, Peru, Brezilya sınır bölgele­ ri ) ; Guahibo (Kolombiya - Venezuela sınır bölgeleri ) ; Pano (Brezilya, Bolivya) ; Ayınara (Güney Peru, Batı Bolivya, Kuzey Şili ) ; Tupi - Guarini (adacıklar halinde, Guyana'lar, Venezuela, Brezilya, Uruguay, Paraguay, Arj antin ) ; ]e [ Z e] (Doğu Brezilya) ; Çikito (güney - doğu Brezilya) ; Karaya ve­ ya Karaca ( Kuzey-doğu Arj antin ) ; Bororo (Doğu Brezilya) ; Matako - Maka (Kuzey - doğu Arj antin) ; Maskoi (Batı Para­ guay) ; Guaykuru (Paraguay - Arj antin sınır bölgeleri ) ; Araukan (And Dağları'nın orta bölgesi, Arj antin - Şili ) ; Puelçe (Orta ve Güney Arj antin) ; Çon (Güney Arj antin, Patagonya, Ateş Eli ve Ona Adası ) ; Alakaluf ( Şili'nin güney ucu) ; Yahgan (Şili'nin güney ucundaki adalar) Gü­ ney Kutbu'na en yakın olarak konuşulan yerli dildir. G. A. D. nin tipi ve yapısı için bk. AMERiKA DiL­ LERİ. -- A. D. GÜNEY ANYUY DACLARI, Sovyetler Birliğinde, Çukça Milli Çevresinin IJabarovsk el (kray) inde ve Ya­ kutistan'da, Büyük Anyuy (uzunluğu 632 km) ile Küçük Anyuy (571 km) ırmakları arasında uzanan bir dağ. GÜNEY ARAPÇA, Sami dillerinin batı dalının güney kolunun güneyin güneyi bölümünden bir dil grupu. Sami di llerin gürrey kolu, güneyin kuzeyi ve gün eyin güneyi ola­ rak ikiye ayrı lır : A. Güneyin kuzey i veya Kuzey Arap : ı . Arap - öncesi (Proto - arabique ; Lil]yiin, Dedan, § emüd [Thamüd] , Şafa, hepsi Hicaz'dan Şam'a kadar uzanan bir alanda ; bk. KUZEY ARAPÇA) , 2. Arapça (Kur'an Arapçası, öncesi ve sonrasıyle birlikte) ; B. Güneyin güneyi veya Gü­ ney Arapça : ı. Asıl Güney Arapça veya l_iimyeri (veya Ye­ men!, Yoktan! ) , 2. Habeşistan Sami dil leri (Eski Habeşçe veya Ca'az dili, Yeni Habeşçe, Tigrinya, Tigre, Amhar, Gafat, Argobba, Hariri, Gurage). Genel olarak G. A. de­ nildiğinde l_iimyeri grup anlaşılır (Habeşistan Sami dilleri için bk. ESKi HABEŞÇE, AM HAR DİLİ, HABEŞİSTAN DiLLERİ ve öbür diller). Bu anlamiyle alınan G. A. , tarih bakımından eski ve yeni çağiara ayrılır. Eski G. A. , Arabistan Yarımadası'nın güneybatı bölümünde, yani bugünkü Yemen ve Güney Ye­ men (b. bk. ) devletlerinin kapsadığı alanda, M. Ö. VIII ­ M. S. V - VI. yüzyıllar arasında, bir yazıt dili olmuş ve . özel bir alfabe ile yazılmıştır. Başlıca anıtları, su baraj ının yıkı lmasını anlatan uzun Miirib yazıtı, l,:Iada�an yazıtı ve tarihi bilgi veren Şirwiih yazıtıdır. Eski G. A. başlıca altı lehçe veya ağıza ayrılır : ı . M e' in i : Yemen'in esk i dilidir. Eskiliği M. Ö. VIII. yüzyıla kadar çıkar. Kızıldeniz'le Uromin Denizi arasında bir ticiret dili olmuş ve kuzeye de sarkarak Ken'in - Aram halk topluluklariyle de ili�kisi bulunmuştur. 2. Se ba'i : Me'iniler egemenliklerini kaybettikten son­ ra, onların kuzeyinde kullanılmış olan dildir. MeŞhur Şeba'

19 7

melikesinin dili budur. Me' in dili kadar kuzeye -yayılmamış, fakat uzun zaman tutunabilmiştir. 3. lfimyerl : Sebi' dili ile savaşmış ve M. S. VI. yüz­ yıla kadar Yemen'de tutunabilmiştir. 4. 'Awsani : güney - batıda kullanılmış olan bir dildir. 5. �at abiini : güney · batıda, Aden'in kuzeyinde kullanıl­ mıştır. 6. lfat/ramawti : güney - doğuda, bugünkü I:Iağramiiwt (b. bk. ) bölgesinin kıyılarında kullanılmış, fakat yazıt bırak­ mamıştır. Bu lehçe veya ağızlardan 'Awsani, l):atabani ve l_iağ­ ramiiwti, kıyı bölgesinde Ummin'a doğru sıralanmış eski dillerdi. Bıraktıkları yazıdar az sayıdadır. Eski G. A. , VI. yüzyıla kadar yaşayabildikten sonra İran akınına uğramış, VII. yüzyı lda da asıl Arapça bu eski lehçeleri ortadan kaldırmıştır. Yeni G. A. ise bugün birkaç lehçeye ayrılmış olarak l:fağramiiwt i le Ummin arasında ve adalarda konuşma dili olarak yaşamaktadır : ı . M ehri : başlıca lehçedir. Kıyıda Me h re bölümünde konuşulur. Oldukça yaygın ve mühim bir dildir. 2 . �a ra wi veya Gravi : kıyıda Me h ri lehçesinin doğu­ sunda, dağlık bir bölgede konuşulur. Skawt"i, Şahari, lfak ili , E�ki/i denilen alt lehçeleri vardır. 3. Harsuri ile B otahad : biraz daha doğuya doğru konuşulur. Mehri dilinin birer lehçesi sayılabilecek kadar ona benzerler. 4. Minhali : Mehri i le bugünkü l,:Iağramilwt Arapçası, yani Güney ve Kuzey Arapça arasında geçiş dilidir. 5. So�ojri : Afrika'ya bağlı Sokotra Adalarında ve bun­ ların yakınlarında bulunan adalarda konuşulur. G. A. lehçelerinden Seba'i, Kur'!in Arapçasına en ya­ kın olanıdır. Arapçada olduğu gibi Seba' lehçesinde de 3. şahıs zamiri ile fiilin illi (kausatif) şekli h esasına göre iken, Me'in ve l):atabiin lehçelerinde, Akkadcada da olduğu gibi, ı esası vardır : meseli, «onlar» anlamına Seba' humu, Arap hum ( u ) , fakat Me'in ve l):atabiin sm, Mehri ıen, Akkad. [Unu (ti) ; «adamak» anlamına Seba' ha�naya, fakat Me'in ve l):atabiin !aknaya. Bundan başka, Seba' 1 mj, Arap ıama'un, fakat Me' in Jmh ( = sema, gök) gibi bazı farklar da vardır. Genel olarak, G. A. ile Arapça arasında kelime hazi­ nesi bakımından da benzerlikler ve farklar vardır : mesela, öbür Sami dillerinde bulunmayan G. A. 'hi, Arap. 'ah/ ( = ahali, halk) ; G. A. bn, fakat Arap. min ( = . . . den ; öbür Sami dillerinde. de mn esaslı ) ; G. A. !im ( = sanem, heyket ; öbür Sami dillerinde de !im esaslı ) , fakat Arap. !anam. Me'in ve l):atabiin lehçeleriyle Akkadca arasında görülen benzerliklerden çoğu, bunların birer «çevre» ( Fr. peripherie) dili olmasiyle açıklanabilir. Bk. M. Höfner : Altıiidarabiırhe Grammali k, 1 943 ; C. Conti Rossini : Chreı­ tomathia Arabira Meridionalis Epigraphira, 1 9 3 1 ; N. Rho· dokanakis : türlü incelemeler, Viyana Akademisi , 191 5 1933. - A. D. GÜNEY AVUSTRALYA ( İng. South Australia ) , Avustralya Birliği'ne bağlı b i r devlet. Büyük Avustralya Koyu'nun kuzey ve doğusunda bulunmaktadır. Yüzölçümü 984 300 km2, nüfusu 1 090 723 ( 1966 ) tür. Başkenti Ade­ laide (dış mahalleleriyle birlikte nüfusu 726 930) şehridir. G. A. kıyı boyunca batıda NuHarbor ovasını ve güneyde kuru tahıl tarımı yapılan Eyre yarımadasını içine almakta­ dır. Derinlemesine kıyıya giren Spencer ve St. Vincent ·

198

GüNEY AVUSTRALYA - GÜNEY KUTU P

Körfezlerinden başlayarak 900 m ye kadar yükselen Flinders sıra dağları kuzeye doğru uzanmaktadır. Bu dağlar güney­ doğuda Murray lrmağının döküldüğü bölgeye ve volkanik Gambier Dağı'nın bulunduğu araziyi Eyre Gölü'nün de­ nizlere akınıısı olmayan ve az yağışlı olan tuzlu havzasın­ dan ayırmaktadır. G. A. kuzeyde Musgrave dağ sırasına, batıda ise Victoria Çölünün ortalarına kadar uzanmaktadır. Kuzeyin ıssız topraklarında ancak zaman zaman aş. yu. 2 000 yerli ve melez yaşamaktadır. Beyaz ırktan olan halkın içinde Avustralya'nın diğer bölgelerinde olduğundan daha az nispette İrlanda asıllılar ve daha büyük nispette İngiliz asıllılar bulunmaktadır ; Alman göçmenleri de buraya göç etmişlerdir. G. A. devletinin başlıca yerleşme ve iktisadi hayat bölgesi, daha mühim olan güney - doğusudur (bütün nüfusun % 60,8 i burada bulunmaktadır). Buğday, meyve ve üzüm yetiştirilmektedir ; çevredeki bozkır bölgelerinde en önemli iktisadi faaliyet koyunculuk ve sığırcılıktır. G. A. da sanayi Spencer ve St. Vincent körfezlerinde bulunan şe­ hirlere münhasır kalmaktadır : Whyalla şehrinde ağır sanayi gelişmiştir ( lron Knob"tan gelen demir cevheri burada işlenınektedir ). Port Augusta şehri, Leigh Creek'ten gelen maden kömürüyle çalışan büyük bir elektrik fabrikası olan bir ticaret merkezidir ; şehrin ı75 km kuzey · batısında Woo­ mera roket atış meydanı bulunmaktadır. Port Pirie şehrinde Broken Hill'in kurşun - çinko - gümüş cevheri ve Radium Hill'in uranyum konsantre'leri işlenmektedir. Adelaide şehri ticaret, ulaştırma ve sanayi merkezidir. Kıyıları ı802"de İngiliz kaptanı Flinders tarafından keşfedilmiş olan G. A. , Avustralya'nın diğer federal devlet­ lerinden farklı olarak, menşei bakımından İngiliz Devlet Kilisesinin uygun bir fiyat karşılığında toprak satan bir bahçeli evler kooperatİfine dayanmaktadır. G. A. 1836'da bağımsız bir sömürge olarak teşkiiatlanmış, birkaç buhranlı yıldan sonra ı856"da muhtariyetini elde etmiş ve ı900'de Avustralya Birliği'ne girmiştir. GÜNEY BALICI ( Lat. Piscis austrinus ) , Kova Bur­ cu'nun altında yer alan, zodyak'ın 1 2. takımyıldızı. Yaklaşık 22 saat ı5 dakika açılımda toplanmış olup eğimi - ı 5 • dir. Takımın başlıca yıldızı olan ı,3 kadirdeki Fomalhaut, Ekim başlarında orta kuzey enlemlerden seyredenlere, saat 2ı do­ laylarında, güney gökküresi ufku üzerinde görünür. G. B. nın öbür yıldızları sö n ük tür. GÜNEY BEYELAND (resmi adı : Zuid - Beveland) , Hollanda'nın Seeland ilinde, Oosterschelde ile Westerschel­ de arasında bulunan bir ada. Adada G. B. Karıalı bulun­ maktadır. GÜNEY CAROLINA (Coğ. ) : bk. CAROLINA, Gü­ ney (South Carolina) . GÜNEY ÇİN DENİZİ, Büyük Okyanus'un bir kenar denizi. Güney Çin, Hindiçini, Borneo ve Filipin Adaları arasında uzanır. Derinliği 4 000 m yi geçmektedir. GÜNEY ÇUY DACLARI, Altay Dağları'nın güneyin­ de, Dağ Altay Muhtar Bölgesi (Gorno - Altayskaya Avto­ nomnaya Oblast' ) nde bir dağ sırası. Uzunluğu ı 20 km dir. En yüksek dağı 3 9 ı 2 m dir. Bu dağlar birçok buzullarla örtülüdür. Tespit edilen ı30 buzulun alanı aş. yu. ı4o km" dir. Yamaçları 2 200 - 2 400 m ye kadar taygalarla kaplıdır. Daha yukarılarda ise dağ çayırlıkları ve buzulları uzanır. GÜNEY DENIZI ( İsp. el Mar del Sur ; Fr. Mer du Sud ; Alm. Südsee ; İng. South Sea) , ilk İspanyol kaşiflerin-

den Bilbao'nun ı 5 1 3'te Pasifik Okyanusu'na verdiği ad. Kı­ zılderililerin anlattığına göre Panama berzahını aşarak Pa­ sifik kıyılarına varan bu kaşifler, Okyanus sularında yelken açarak, Yeni Dünya'nın daha güney kıyılarında bulunması ge­ reken zengin ülkelere kolayca ulaşacaklarını umuyorlardı. GÜNEY GEORGIA [(5dya} (İng. South Georgia), Antarktika yakınında bir ada. Çok katlanmış ve Silür dev­ riyle Mesozoik zamanında meydana gelmiş kütlelerden mü­ teşekkil olan ve güney kutup dairesinin biraz kuzeyinde subantarktik iklimde bulunan bir ada. Yüzölçümü 4 ı43 km", nüfusu de 360 ( ı95 ı ) tır. Başlıca koyu ve limanı Grytviken"dir. Kıyıları fiyordlardan müteşekkildir ; adanın ıçını çok buzullu olan dağlık arazı kaplamaktadır. Paget Dağı'nın yüksekliği 2 804 m dir. İklimi nemli, çok sis li ve fırtınalıdır (ortalama sıcaklıklar : Şubat 5,2•C, Temmuz 2,2°C ; ortalama yıllık yağış ı 485 mm dir) . Bitki örtüsü, tussockpolsterleri, tundralar ve yosunlardır, hay­ vanlar alemi ise deniz kuşları ve horturolu fok balıkların­ dan ibarettir. Bu adaya koyun, ren geyiği ve tavşan getiril­ miş ve yetiştirilmektedir. G. G. , Antarktika kıtası dolayla­ rında yapılan balina ve fok balığı avı için mühim bir üstür. G. G. ı904'te Büyük Britanya'ya ilhak edilmiş (bu, Arj antin tarafından tanınmamıştır), ı908"de idari bakımdan Falkland Adalarına bağlanmıştır (Falkland Islands and De­ pendencies) . GÜNEY HAÇI (Lat. Crux ; Fr. Croix du Sud ; İng. Southern Cross) , Güney yarımkürenin bir takımyıldızı. Açı­ lımı, yaklaşık, ı2 saat 20 dakika, eği limi - 60° dir. G. H. , çok parlak olan dört yıldız ile daha az parlaklıktaki yedi yıldızın çizdiği bir haç şeklindedir. Haçın, tepede Gamma ve tabanda Alfa yıldıziariyle temsil edilen dikey kolu güney kutup istikametindedir. Delta ile Beta ise haçın yatay kol­ larının uçlarındadır. Bunlardan Gamma yıldızı koyu turun­ cu, diğerleri mavimtırak beyaz renktedir. Teleskopla bakı­ lınca, Alfa yıldızının çift olduğu görülür ; bu yıldızın dün­ yamızdan uzaklığı 220 ışık yılı olarak tesbit edilmiştir. Al­ fa ı ,0 5 ; Beta ı,50 ; Gamma ı,6ı ; Delta 3,08 kadirdedir. Samanyolunda görülen karanlık kısım aş. yu. G. H. nın içi­ ne düşer. GÜNEY IŞICI (Aurora Australis) [Jeofiz.] : bk. KUTUP IŞIGI (Aurores polaires) . GÜNEY KAZAKISTAN BÖLGESİ, Kazakistan Cumhuriyeti'nde bir bölge. ıo Mart ı932 tarihinde kurul­ muştur. Yüzölçümü 00 400 km", nüfusu 866 OOO"dir. Mer­ kezi Çimkent (b. bk. ) tir. GÜNEY KORE (Coğ. ) : bk. KORE. GÜNEY KÖY, Antalya'nın Gündoğmuş ilçesinin Gü­ zeldağ bucağına bağlı bir köy. Eski Çağa aid Antiokhia ad Oragum şehrinin kalıntıları buraya yakındır. Bu harabeler, batıda bir kaleyi ve bunun ı km kadar doğusunda bir yapı grupu kalıntılarını içine alır. Bu iki nokta arasındaki burnun üzerinde bir mezarlık vardır. GÜNEY KUTUP (Fr. Pôle du Sud ; Alm. Sud po! ; İng. South Po le) : 1 . Bir gökcisminin Güney Kutbu : gökcismi ekseninin, yüzeyi i le kesiştiği nokta ki, bakı­ lınca, gökcisminin bir saat ibresi yönünde döndüğü görülür. Bu anlamda, mesela Samanyolu'nun G. K. u denilir. Kar­ şıtı Kuzey Kutup (b. bk. ) tur.

GÜNEY KUTUP

-

2. Yerkürenin Güney Kutbu : Güney yarımkürenin ekvatordan en uzaktaki noktası ve bütün meridiyenlerin kesiştikleri nokta. Bu noktada yalnız bir tek yön vardır : kuzey yönü. Güney ve Kuzey kutuplar, dünya üzerinde gün ve saat bölümleri bulunmayan tek iki noktadır. G. K. ta Güneş 23 Eylülde doğup 2ı Marrta hatarak yılı, G. K. gecesi ve G. K. günü olmak üzere iki zamana böler. 3. Gök Güney Kutbu : Yer ekseninin G. K. dışına doğru uzatıldığı düşünülebilirse, bu eksenin gökküre ile birle§tiği nokta. 4. Güney Kutup yerçekimi : bk. YERÇEKİMİ. � - Güney Kutup bölgesi veya Antarktika : G. K. u çevreleyen kıta ile bu kıtayı çepeçevre saran G. K. denizi. Bk. ANTARKTİKA.

GÜNEY ORKNEY [;7rkni] ADALARI veya YENİ ORKNEY A DAI,ARI ( İng. South ürkney Islands) , Gü­

ney Kutup Dairesinin biraz kuzeyinde, subantartik iklimde bulunan takımadalar. Yüzölçümü 622 km2 dir. Bitki örtüsü bakımından fakirdir. En büyük adalar Coronaıion ve Laurie adalarıdır. Laurie adasında Arj antin'in bir meteoroloj i is­ tasyonu vardır. G. O. A. ıs2 ı 'de Powell ve Weddel tara­ fından keşfedilmişıir. ı908"de, Güney Georgia (b. bk. ) ile birlikte idari bakımdan Falkland Adalarına bağlanmışlardır. Arj antin de G. O. A. üzerinde hak iddia etmektedir. GÜNEY OSET MUHTAR BÖLGESİ, Gürcistan Sovyet Sosyalisı Cumhuriyetinde muhıar bir bölge (oblası' ) . 2 0 Nisan ı922'de kurulmuştur. Merkezi Sıalinir kasabasıdır. Nüfusunun büyük çoğunluğunu Oseı (% 69) ve Gürcü (% 27) ler meydana getirir. Halkın büyük bir kısmı koyun ve keçi beslemekle geçimini sağlar. Ev sanatları da geliş­ miştir. GÜNEY RHODESIA (İng. Soutlıern Rhodesia) ve­ ya RHODESIA, Güney Afrika' da, İngiltere'ye bağlı bir sö­ mürge. Yüzölçümü 390 622 km2, nüfusu aş. yu. 3 857 466 (ı 96 ı) dır. Başkenti Salisbury' dir. Rhodesia, Limpoo ve Zam­ bezi arasında bir yüksek plaıodur ( ı 200 - ı 600 m ) . Doğuda 2 500 m ye kadar yükselen bir dağ vardır. İklim, deniz üs­ tünde yükseklikten dolayı subtropikaldir. Madenciliğin büyük ekonomik değeri vardır : krom (dünya üretiminde 2 . ) , altın (6. ) , asbesı ( 3 . ) . Kömür, endüstrinin değerini artırmaktadır. Tarım alanında büyükbaş hayvan, mısır, tutun, fıstık, pamuk yetiştirilir. Ülke, demiryolu i le Güney Afrika ve Mo­ zambik'e bağlıdır. Rhodesia, Dominion anayasasına benzer; bir muhıariyetle idare edilen bir sömürgedir. İngiltere Tacı bir vali tarafından temsil edilir. İktidar, kanun yapıcı meclisin elindedir. Burada 50 beyaz, ı5 Afrika­ lı üye bulunur. Hükumet bu meclise karşı sorumludur. Ku­ zey Rhodesia'nın 24 Ekim ı 964'ıe bağımsızlığını i lan etme­ sinden sonra, G. R. Rhodesia adını almıştır. Buradaki be­ yaz azınlık, beyazların hakimiyeti alıında bağımsızlığı elde etmeye çalışmaktadır, ll Kasım ı 965'ıe G. R. tek taraflı ola­ rak bağımsızlığını ilan edince, İngiltere ile gergin bir durum hasıl olmuştur. İngiltere'nin ekonomi k tedbirleri şimdiye kadar verimsiz kalmıştır. Jan Smith hükümeti «kanunluluğa» geri dönmeyi reddeımiştir. Bk. RHODESIA. GÜNEY SA�ALJNSK (Rusça adı : Yujno - Satıa­ linsk) , Salplin Adasının güney - doğusunda, Rus Sovyet Federaıif Cumhuriyetinin Salplin bölge (oblası' ) sinde bir şehir. Nüfusu 86 OOO'dir. Kağıd ve gıda maddeleri fabrika­ ları vardır.

GüNEY TİROL

1 99

GÜNEY SANDWICH [s.,ndwiç} ADALARI (İng. South Sandwich lslands ) , Antarkıika'nın kıyıları yakının­

da bulunan, kısmen volkanik ve yerleşmeye elverişsiz olan ı6 ada. Büyük Britanya'ya bağlı olan Falkland Islands De­ pencies'e ilhak edi lmiştir. Arj antin de bu adalar üzerinde hak iddia etmektedir. G. S. A. nın doğusunda Şubat 1 926'da Alman Meteor Keşif Kurulu tarafından Güney Atlas Ok­ yanusunun en derin yeri (Güney Sandwich Çukuru, derin­ liği 8 260 m) bulunmuştur. GÜNEY SHETLAND [I�tllnd} A DALARI (İng. South Shetland lslands) , Güney Kutup dairesinin biraz kuzeyinde, subantarkıik iklim kuşağında bulunan ve 500 km den daha uzun bir sıra teşkil eden ıakımadalar. Yüzölçümü 4 660 km2 dir. Dağlık ve çok buzulludur. Bu adalarda pek az bitki (yosun ve likenler) yetişmekıedir ve büyük pengu­ en kolonileri vardır. G. Sh. A. , Güney Sandwich Adaları'­ nın tabi olduğu idareye göre yönetilir. En mühim ada Decepıions adasıdır. GÜNEY TACI (Ut. Corona ausıralis), 4. kadirden, küçük ve soluk bir takımyıldiz. Yay burcunun başlıca yıl­ dızlarının hemen güneyindedir. Kuzey - batı köşesi Samanyo­ lu'na düşer. Bu yı ldız grubu, 4 5 ° kuzey enlemde, güney gökküresi ufku üzerindedir. ıo• daha ileride tam ufuk çizgisi üzerine i ner. GÜNEY TİROL (Alm. Südıirol, resmi İta. adı : Trentino - Alıo Adig e ; Al m. Trenıino - Tiroler Eıschland) , İtalya'da muhtar bir bölge, Tirol'un, Brenner geçidinin gü­ neyindeki kısmı. 26 Şubat 1 948'de kurulmuştur. Yüzölçü­ mü 1 3 6 1 3 km', nüfusu 826 200 ( 1967 ) dür. Genel dilde Südıirol adı şimdi yalnız Bozen ey aleti için kullanılmaktadır. Kuzey sınırını Öıztaler ve Zillerıaler Alplerinin gü­ neydeki tepeleri, batı sınırını da Ortler ve Adamella - Pre­ sanella grupları teşkil eder. Bu gruplar Orta Alplere bağlıdır. Judikarien ( İıa. Giuidicaria ; Adamelio'nun doğu tarafında bir vadi bölgesi) in doğusunda Güney Alp­ lere bağlı kireçli Alp bölgesi uzanır. Bu bölgenin en garip şekilleri G. T. dolomitlerinde bulunur. Kuzey kısmı (Bo­ zen, İta. Bolzano eyaleıi ) hemen hemen tam olarak Alman­ lada meskundur. Güney kısmı (Trient, İta. Trentino eya­ leıi ) hemen hemen tam olarak İıalyandır. Dolomit vadile­ rinde, Sella grupu çevresinde Ladin'ler yaşar. Faşist iktidarı idaresinde başlayan İraiyaniaştırma politikası sonucunda, Bo­ zen ( Bolzano) ey aletine İ talyan işçileri özel surette devamlı olarak gelerek yeni endüstri müesseselerinde iş bulmuşlar­ dır. Burada Almanca konuşan nüfus yüzdesi gittikçe azal­ mıştır : 1 9 1 0'da %96 dan 1 967'de % 5 5 , 4'e gerilemiştir: En mühim iskan yerleri, en büyük ekonomik değer taşıyan ve ana yolların geçtiği başlıca bölgeler Etsch ve Eisack ırmakları vadileridir. Daha yüksek yerler, Alpler böl­ gesine bağlıdır. B üyük vadilerde, Brixen ( İta. Bressanone) ve Meran (İıa. Merano) ın ötelerine kadar, üzüm ve mey­ ve yetişir. Bozen ve Meran çevresinde madencilik ve taşıt endüstrileri gelişmiştir. Ekonomik değer taşıyan iki unsur da su gücü ve turizmdir. Tirihçe : Alplerin başlıca sırtının her iki yanında Tirol ülkesinin teşekkülü VI. yüzyılda Brenner geçidinin güneyindeki bölgenin Bavyeralılar tarafından iskaniyle baş­ lar. Saint - Germain Andiaşmasının neticesi olarak G. T. 1919'da İtalya'ya verilmiştir. 1 9ı9 - ı920'de verilen muhta­ riyet vaadlerine karşı olarak bölge, eyalet olarak, merkezci İtalyan devletine katılmıştır (önce buna Venezia Tridentina

200

GÜNEY TİROL - GüNEY YEMEN CUMHURİYE Iİ

adı verilmiş, 1 926'da da Bolzano ve Trentino provincia'ları denmiştir ) . İtalyanların, İtalyanlaştırma gayretlerine karşı redbir olarak Hitler, Mussolini i le 23 Haziran 1 939'da Berlin'de bir n üfus mübadele anlaşması i mzalamıştır. Buna

göre halka Alman vatandaşlığını seçmek hakkı verilmiştir. l l . Dünya Harbi'nden sonra Avusturya Bozen'i İtalya'dan istemiş, fakat elde edememiştir. 1 946'da Avusturya i le İtalya arasında yapılan anlaşmada İtalya G. T. e muhtariyet ver­ miş, Almancanın kullanı lmasına izin vermiş ve ülkeyi terk edenlere İtalyan vatandaşı olarak hakkını tanımıştır. Bu anlaşma 10 Şubat 1 947 tarihli İtalyan barış andlaşmasına katılmıştır. Fakat muhtariyet yasası ( 1 948 ) nın yarattığı bölgede 48 üyelik bir Bölge Parlamentosu ve bir başkan ve 6 assessor (yardımcı ) dan kurulu bir Bölge Komisyonu vücuda gelmiştir. Bunlarda İtalyanlar çoğunluktadır. Bu­ nun dışında, eyaletlerin her biri için birer eyaler parlamen­ tosu ve eyaler komisyonu, bir de başkan vardır. Fakat bütün mühim problemler İ talyan çoğunluğunun kararına bağlıdır. Bozen provinciasında iki dillilik tanınmıştır. G. T.'­ lu çocuklara Almanca öğretilir. Memurların çoğu İtalyandır. Andiaşmanın tatbiki, Almanca konuşan halkın en çoğunu siyasi bakımdan temsil eden G. T. Halk Partisinin protes­ tolariyle karşılaşmıştır. Ocak 1 961 'de bir sosyalist partisi kurulmuştur. G. T. de 1 961 'den sonra terrorist suikastlar yapılmıştır. İtalya ve Avusturya arasında görüşmeler yapıl­ mış, fakat 1 968'e kadar bir netice alınmamıştır. GÜNEY ÜÇGENİ ( Lk Triangulum australe) , açılımı yaklaşık 1 6 saat, eğimi -65 ° olan bir takımyıldız. 2. ve 3. kadi rden olan üç yıldız, köşeleri belirl tiği için üçgen şekil gayet iyi seçilir. Geri kalan yıldızlar soluktur. GÜNEY ÜLKELERİ (Fr. Territoires du Sud ) , Cezayir Salıra'sında eski b i r idar1 bölge. Bu bölge Ain - Sefra ve Ghardaia ülkeleri, Vahalar (!es Oasis) ve Touggourı'tan meydana gelirdi. GÜNEY VICTORIA ÜLKESI (İng. South Victoria Land ) , Antarktika'da bir bölüm. Doğu Antarktika'mn bir

bölümü olan bu b ö 1 g e, Ross Denizi'nin batı kıyı­ larını 1 50° i le 1 70° doğu boylam arasında içine alır. Güneydeki sınırını 70° gü­ ney enlem teşkil eder. Do· ğuya doğru, çok kesintili dağlık bölge olarak yalçın bir yamaçla Ross . Denizi'­ ne ve Ross Schelfeis ( raf buzu) e düşer. Batıya doğ­ ru da iç buz plaıosuna ka­ rışır. En mühim kıyı sıra­ dağları kuzeyden güneye doğru şunlardır : Prince Albert sıradağları (3 962 m) ve Markham sıradağları (4 572 m ) . Vadi buzulları kıyıya veya raf b u z u n a doğru iner.

���;�. �ll/M .. _ .. . ..

'-

Yağışlı bölge Vaha ziraa t i

huriyet - i Cenubü'l - Yemen eş - Şaabiyye) : Ağustos ve Ekim 1967 arasında Güney Arabistan Federasyonunun 17 sultanlığı, Milli Kurtuluş Cephesi (NLF = National Liberation Front) kuvvetlerinin i stilasına uğramıştır. Sultanlar tahtlarından in­ diri lmiş, tahtlarından feragat etmiş ve kaçmışlardır. Aynı zamanda FLOSY ( Front for the Liberation of Occupied So­ uth Yemen = İşgal altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesi ) NLF'a karşı bir iç harb yapıyor ve İngi liz kuv­ vetlerini ve sivi lleri Aden'de büyük tehlikelere düşürü­ yordu. Kasımda Birleşik Arap Cumhuriyeti (UAR, United Arab Republic) FLOSY'ye yaptığı yardımı kesti ve ordu­ nun yardımıyle NLF bütün ülkede kazandı. Sonuncu İngi liz askerleri Aden'i 29 Kasımda bıraktı, 30 Kasımda G. Y. C. i lan edildi . Bayrak : ufki kırmızı, beyaz, siyah olmak üzere bi rbi­ rine eşit üç şerit bunların üzerine, gönder tarafında, orta­ sı kırmızı yıldızlı açık mavi bir üçgen. Yüzölçümü aş. yu. 1 60 300 km2 olup nüfusu aş. yu. 1 , 5 milyon olarak tahmin edi lmektedir. Başkenti : Medinetül - Şaab (eskiden el - İttahad ) , Başlıca şehirler : Aden (nüfusu 250 000 ) , Şeyh Osman ( 30 000 ) , Muka­ lela (25 000), Little Aden (Küçük Aden, 9 500) ( 1968 ) . Kamaran adası (Kızıldeniz, 1 8 0 km', 1 9 1 5 - 1 967 yılların­ da İngiliz işgalinde idi ) . 1967'de yerliler G. Y. C. nde kalmak i stediler. Perim Adası, ilk olarak, 1 738'de Fransızlar tarafından işgal olundu. 1799'da, İngi lizler reşmen i lhak ettiler ; fakat, aynı yıl, yine terk ettiler. İngilizler tarafından Ocak 1 8 5 1 'de tekrar işgal edildi ve sonraları bir kömür alma i stasyonu olarak kullanıldı. Kasım 1967'de, yerliler G. Y. C. nde kalmak i stediler. Eğitim : Federasyon ve Protektora'da 314 ilkokul, 38 ikisi arası ve ikinci derecede okul ve hüki'ımetçe idare edi len 5 öğretmen yetiştirme merkezi vardı. Bunlardan başka, yardım gören veya görmeyen 1 6 i lkokul ve 22 ikisi arası ve ikinci derecede okul bulunurdu. Aden'de 13 000 kişilik 1 1 4 sinema vardır ( 1965 ) . Maliye : Para birimi : Güney Arabistan dinarıdır

SUUDI

A R A '\} I S T A N

' '

Vadiler

/

1 ,' 1

-�

_,w{!/f­ �i��ö'Seyyun''

/

' / Şihr YEMEN

Haura Mukalle

1 '..

GÜNEY VIET NAM •

(Coğ. ) : bk. VIET - NAM.

GÜNEY Y E M E N CUMHURİYETİ (Cum·

GÜNEY YEMEN CUMHURİYETİ

1

1

1

Mehri

GüNEY YEMEN CUMHURİYETİ - GÜNEYBATi AFRİKA

201

Havan/ık : Kenya ile (Tanzania ve Uganda'ya uzat­ (SAE) ; bu, ıoo fils'e ayrılır. Sterling'in kıymetindedir. Akçeler : 50, 25 fils'lik akçeler vardır. Ayrıca, 5 ve ı di­ malar) , Bombay, Fransız Somalisi, Bahreyn ve Addis Ababa ile ı 2 hava yolu vardır. narlık, 500 ve 250 fils'lik kağıd paralar kullanılır. Bütçe : 3ı Martta biten mali yıllar için Federasyon GÜNEYBATI AFRİKA (Afrikaans : Suidwes - Africa, bütçesi şu miktarları gösterir : İng. South - West Africa) , Güney Afrika Birliği tarafından idare edilen Kunene ile Oranj e arasında uzanan eski bir Gi d e r y 1 ı 1 G e ı i r Alman sömürgesi (Deutsch - Süd - Westafrika) . Yüzölçümü 3 697 868 ı962 - ı993 3 734 530 824 295 km', nüfusu 526 004, bunların 73 464 ü beyazdır. ı963 - ı964 8 238 98 ı 8 596 637 Başkenti Windhoek'tir. ı964 - ı965 ı o 563 998 10 779 377 G. A., denizden ı 000 - 2 000 m yükseklikte bir yayla­ 1 965 - ı966 1 3 834 732 1 3 840 452 dır. Güneyde kumlu Kalahari tabakalariyle örtülüdür. Ülkenin en yüksek noktası olan Omatako 2 680 m dir. Oranj e ı966 - ı967 18 967 184 ı8 675 725 ve Kunene'den başka bütün ırmaklar yağmur mevsimi dışın­ Savunma : G. Y. C. nin bağımsızlığına kadar ordunun da kurur. yayianın iklimi, kuru kıta iklimi olup, sağlığa talim ve teçhizi için İngiltere sorumlu idi. Aş. yu. 10 000 elverişlidir. Kıyı boyunca hemen hemen hiç yağmur yağmaz. askerden meydana gelen ordu, Sovyet yardımı ile tekrar Ancak kuzeyde tropik iklim hüküm sürer. Hayvanlar dün­ kurulmaktadır. Bütün İngiliz subayların hizmetine ı Şu­ yası, insanların iskanı yüzünden geriye atılmıştır. Her yerde bat ı968'de son verilmiştir. pars, sırtlan ve antilop bulunur ; arslan ve zürafaya ancak Donanma : İngiltere'nin verdiği 3 inshore (kıyı içi ) kuzeyde rastlanır. Çekirge akını bazen felaket halini alır. mayın toplayıcı ( mine sweeper) sından ibarettir. N ü/us : Yerliler birkaç boya ayrılır. En eksi yerliler Haı>a kuvveti : ı967'de kurulan hava kuvvetinde te­ Buşman (Buschmann) ve Bergdamara'lardır. Bunlar avcı ve mel teçhizat olarak 24 uçak ve hafif helikopterler, 6 Bea­ devşiricidirler. Kuzeydeki çapa tarımı yapan Ovambo'larla ver hafif muharebe uçağı vardır. ülkenin ortasında yaşayan ve ı904 - ı905 ayaklanmasında İstihsal : Zi raat halkın başlıca geçim kaynağıdır. pek çok ölü veren Hererolar Bantu zencileri grupuna bağ­ Geniş ölçüde gıda maddeleri istihsal edilir. Bunlar arasında lıdırlar. Mamaland'daki Hottentot'lar, muhtemel olarak, tip en mühimleri sorgum, susam ve dandır. Buğday ve arpa da itibariyle çok değişmiş Hami'lerdir. Gerek Hererolar, gerek yüksek yerlerde çok yetiştirilir. İhracat için II. Dünya Hottentotlar kendilerine ayrılmış olan topraklarda göçebe Harbi'nden beri yetiştiri lmeye başlanan bitkiler gittikçe olarak yaşar ve hayvan yetiştirirler. Beyazların sayısı ı920' değer kazanmaktadır. Abyan longstaple cotten (bir pamuk den beri iki kat artmıştır. Bunların çiftlik leri bölgenin türü ) , ülkenin en mühim ihracat maddesidir. Az yağ­ özel karakterini teşkil eder. mur yağdığından, tarım ge­ niş ölçüde verimli vadiler­ le alüvyonl u ve eski usul­ lerle sulanan ovalara mün­ hasırdır. Bunların yerine modern makineler ve porn­ palar geçmektedir. Daimi tahsisli sulama sistemleri planları ilerlemektedir. ""' "' ... Ticaret : Aden'in ti­ t-' careti başlıca gemiden ge­ > miye nakil ve antrepodan ibaret olup liman, çevre­ Vl ,... deki ü lkeler arasında bir dağıtım merkezi ofarak ça­ o lışmaktadır. Transit ticareti başlıca pamukJu, t a h I J, k a h v e, büyük ve küçük deri ler ve ucuz istihlak malları ticaretidir. Nakliyat : Coğrafi du­ rumunun elverişli olmasın­ e ·"ii -.... dan dolayı Aden eskiden dünyanın en çok çalışan Vl petrol verme limanlarından biri idi : ayda 550 gemi ile iş görürdü. "' Yolları : Aden'in ı4o mil yolu olup, bunların ı27 mili asfaltlanmıştır. Kayıtlı motörlü taşıtların GÜNEYBATI AFRİKA sayısı 1965'te ı6 789 idi.

1

ı

202

GÜ NEYBATI AFRİKA - GONTEKİN, Re§ad Nuri bucak arazisi dağlık ve çok inişli çıkışlıdır. Burada köylerin mahalleleri vardır. ,Geçim kaynağı tarımdır. Rize'nin hemen doğusundan ayrılan 7 km lik bir yol G. ya uzanır. Bk. RİZE.

MÜ.

GÜNEYBATI AFRi KA : Hükumet merkezi Windhoek'tan bir görünüş Devlet ve hukuk i[leri : G. A. , 17 Aralık 1920'den beri manda bölgesi olarak Güney Afrika Birliği tarafından idare edilmiştir. ı924'te Walvis Bay (kıyının ortasında bir liman ) de idari bakımdan G. A. ya katılmıştır. ı945'ten sonra Güney Afrika Birliği, G. A. yı Birleşmiş Milletler Teşkilatı,n ın vasiliğine tabi tutmayt reddetmiştir. ı925 tarih­ li anayasayı değiştiren ve ı949'da çıkan kanuna göre G. A. , Güney Afrika Birliği'nin bir i li olarak idare edi lir. Ekonomi : Tarım (özel olarak mısır) ancak suni sula­ ma yapılan çiftliklerde gelişmiştir. Halk tarımdan çok hay­ van yetiştirmekle geçimini sağlar. U/afltrma : Demiryolu şebekesi (2 403 km, bunların 567 km si eski Otevi yolunun dar hattıdır). I. Dünya Har­ bi'nden sonra Upington yolu ile bu şebeke G. A. B. şebe­ kesine bağlanmıştır. Ülkenin ekonomi bakımından mühim parçaları 5 ı48 km lik otobüs yollariyle ulaştırmaya açıl­ mıştır. Eğitim : Beyazlar için 64 resmi okulu vardır ( ı 965 ) . Bunların öğrenci sayısı ı6 602'dir. Yerliler v e renkliler için ise, 428 okul (27 87 1 öğrenci ) açılmıştır. GÜNEYBATI DEVLETİ (/dm. Südwest - Staat) , Almanya Federal Cumh uriyeti'nde, Baden - Württemberg Land (b. bk. ) ının eski ve resmi olmayan adı. GÜNEYBATl TÜRKÇE : bk. TÜRKÇE.

GÜN · GECE EŞİTLİCİ (Ast. ) : bk. GÜN DÖNÜ-

GÜNGÖRMÜŞ, Trabzon ilinin Maçka ilçesine bağlı Esiroğlu bucağının merkezi. Denizden yüksekliği 160 m dir. Esiroğlu bucağının nüfusu 9 4 ı 3 ( 1965 ) , köy sayısı 1 6, bucak merkezinin nüfusu 669'dur. Bk. TRABZON, MAÇKA. GÜNLÜK (Fr. Encens), günlük ağacı (Styrax) reçi· nesinin sarı damlalar halinde kurutulmasiyle elde edilen, biraz sertçe, özel kokulu, acı lezzetli bir sakız. Ağacı en çok Hindistan, Arabistan ve Somali'de yetişir. G. elde etmek için ağacın kabuğu yarılarak reçinesi akıtılır. Adaçayı, ödağacı ve benzeri bitkiler gibi, G. de ha­ vayı değiştirmek ve özel bir koku yaymak için eskiden evle­ rimizde, bilhassa mevlid v. b. gibi toplu ibadetler sırasında, cenazelerde, bazan içine sakız da katılarak tütsü olarak ya­ kılırdı. Hıristiyanlar G. ü yalnız kiliselerde ve belirli ibadet törenlerinde kullanırlar ; sert kokusunu hafifletmek ve gü­ zelleştirmek için de aselbent, mürrüsafi, tarçın ve lavanta çiçeği gibi maddelerle karıştırırlar. Eski Mısırlı lar, Babilliler, Persler, Yunanlılar ve Ro­ malılarda da ibadet sırasında kötü ruhları ürkütrnek için G. yakılması idetti. Musa yasaları (Huruç XXX, 7) ise İsrailoğullarına aynı maksatla G. tütsüsünü emreder. Bu­ nunla beraber, sinagoglarda G. yakılmaz. Eski Hıristiyanlıkta da paganizmden gelme bu adet yoktu ; ancak V. yüzyıl son­ larına doğru, Roma İmparatorluğu aracılığı ile kilisdere girmiştir. G. , ak G. {erkek G. ) ve kara G. {dişi G.) olmak üzere iki çeşittir. Değişik ağaçlardan elde edilen bu cinsler· den ikincisi pek makbul sayılmaz. Muğla i linde ve civarındaki bazı ormanlarımızda G. elde edilen ağaçlar varsa da, toplama masraflarının yüksek­ liği, buna karşılık değerinin düşüklüğü ve isteğİn azlığı sebebiyle geniş ölçüde üretim yapılmamaktadır. GÜNLÜK ACACI {Bot. ) : bk. SIGLA AGACI. GÜNÖTE {Astr. ) : bk. GÜNBERİ. GÜNS {Coğ. ) : K O SZEG.

GÜNTEKİN, Re�tad Nüri { İstanbul 1889 - Londra GÜNEYCE, Rize i linin İkizdere i lçesine bağlı bir bucak. İki köyü i le birlikte bucak nüfusu 4 ı95 ( 1965 ) , bucak 1956) , Türk roman, hikaye ve piyes yazarı. Askeri dok­ merkez inin nüfusu 2 640, denizden yüksekliği 775 m dir. torlardan Nuri Bey'in oğludur. İlk ve orta öğrenimini İs­ Rize'nin güneyindeki dağlık yerlerde bulunan bucak arazisi, tanbul'da ve babasının derelerle çok parçalanmış, derin vadiler a çılmış olduğundan vazife ile dolaştığı de­ inişli çıkışl ı bir biçim gösterir, köylerin birçok mahalleleri ğişik Anadolu şehirle­ bulunur. Geçim kaynakları, tarım ve biraz da hayvancılıktır. rinde yaptı. İzmir'deki Rize - İkizdere arasında uzanan ve Erzurum yoluna ulaşan Fransız Les Freres oku­ kara yolu buradan geçer. Bk. İKİZDERE. lunu bitirdikten sonra, GÜNEYDOCU ASYA GÜVENLİK ANDLAŞMASI İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk TEŞKİLATI : bk. SEATO. Edebiyatı Bölümüne gi­ GÜNEYDOCU TÜRKÇE : bk. TÜRKÇE. rerek, 1912'de me'ziın oldu. Me'murluk haya­ GÜNEYİK (Bot. ) : bk. HİNDİBA. tına edebiyat öğretmeni GÜNEYSU, Rize i linin Merkez i lçesine bağlı bir olarak başladı. Anado­ bucak. ıs köyü i le birlikte bucak nüfusu ı6 884 ( 1965 ) , lu ve İstanbul lisele­ bucak merkezi olan Ulucami köyünün nüfusu ı 4ı4, deniz­ "rinde on beş yıllık bir R. N. GÜNTEKiN den yüksekliği 500 m dir. Rize'nin güney - doğusunda bulunan öğretmenlikten sonra,

GONTEKİN, Re §ad Nuri

-

GONTHER,' Albert Karl Ludwig Gotthilf

maarif müfettişliğine getirildi. Bu arada, birçok hika­ yeler, piyesler, romanlar ve mizahi yazılar yazdığı gi­ bi, 1924'te, «Kelebek» adlı bir mizah dergisini çıkaran­ lar arasına da katıldı. 1939 seçimlerinde, Çanakkale'den milletvekili seçildi. Bu görevde bir devre kaldıktan sonra, tekrar maarif müfettişliğine geçti ve başmüfettiş oldu. 1 947'de, «Memleket» isimli, günlük bir gazete çıkarınağa başladı ise de, kısa bir süre sonra, başkasına devretti. 1950 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Unesco temsilcisi ola­ rak Paris'e gönderildi ve bu görevde iken emekliye ayrıldı ( 1954). Bundan sonra iki yıl kadar İstanbul Şehir Tiyat­ roları Edebi Heyeti'nde vazife alan G. , akciğer kanserin­ den tedavi edilmek üzere gittiği Londra'da öldü (7 Aralık) . G . , yazı hayatına I. Dünya Harbi sonlarında başladı. İlk eserleri hikaye ve tiyatro nevilerine aidtir. l91 7'de ba­ sılmış olan EJki Ahbab adlı hikayesi, yayımlanan ilk eseri­ dir. Bunu Rum - Gençlik ve Güzellik ( 1919) ve Roçild Bey ( 1919) adlı hikayeleri ile H ak iki Kahramanlar ( 1 9 1 9 ) adlı i l k piyesi takib etti ve, nihayet, Gizli El ( «Derisaadet» gazetesinde tefrika : 1920, kitap halinde basılış : 1924 ) adlı eseri ile ilk roman denemesini de yaptı. Ancak, romancı olarak ilk şöhretini, bu denemeden iki yıl sonra yayımla­ dığı Çalıkulu («Vakit» gazetesinde tefrika ve kitap olarak basılış : 1 922 ) i le yaptı. Aslında İJtanbui Kızı adlı bir pi­ yes olarak yazılmış olan bu eserini o günün şartları içinde oynatma imkanını bulamayan yazar, onu roman haline ge­ tirmek kararını aldı ve bu karardan Çalıkulu doğdu. Bu romanın yazara sağladığı şöhret, başka bir roman daha yazmasa da, bütün ömrünce romancı olarak tanınmasına yetecek bir genişlikte oldu ve, teknik yönden oldukça zayıf olan bu romanını çok aşan birçok romanlar daha yazmış olmasına rağmen, adı « Çalıkuşu Yazarı » ola­ rak kaldı. Umumiyede oıobiyografik bir roman tarzında yazı lmış olan Çal1kuJu'nun bu büyük şöhrete ulaşmasının başlıca sebebleri arasında ; konuşma diline tamamiyle uyuşu, üslubunun samimi liği, kahramanının sevimliliği, vakasının değişik Anadolu şehir, kasaba ve köylerinde geçişi ve böy­ lece Türk roman okuyucusu için yeni olan çevreleri ve ya­ şayışları tanırması ve cazib santimantalizmi gösterilebilir. Yazarın, tamamiyle mizacından gelen, bu sevimli ve ince santimantalizmi daha sonra yazdığı birçok romanlarında da devam etıirdiğini görmek mümkündür. Ancak, bunun, ya­ zarı tamamiyle ferdiyetçi bir çerçeve içinde kalmaya mah­ kum edememiş olduğunu da belirtmek icab eder. Nitekim, bu sanıimanıalizmin Dudaktan Ka/be [ 1 92 5 ) , Ak1am güne1i [ 1 926) ve Bir Kadın Düımarıı [ 1 927) gibi Çalıkulu 'nu hemen takib eden ve daha çok ferdierin şahsi hayatlarını konu alan romanlarında derinliğine yer almasına karşı­ lık ; bunlardan sonra yazdığı ve daha çok sosyal olaylara yönelen romanlarında ikinci p landa kaldığı görülür. Bunun içindir ki, şöhretini yapan ilk romaniarına bakarak, G. i sadece hislerin ve bilhassa aşk duygularının tatlı üsluplu bir aniatıcısı olarak kabul etmek tamimiyle hatalıdır. Çün­ kü romanlarının büyük çoğunluğunda vaka çok değişik sos­ yal çevrelerin (şehir, kasaba, köy, me'murluk ve bilhassa öğretmenlik hayatı) ; mi lli adet, gelenek ve görenekierin ; dini inançların, batı! inanışların ve siyasi olay ların üzerine oturtulmuştur ve yazar, hislerin tahlilinde olduğu kadar, sosyal çevrelerin ve olay ların tahlil ve tasvirinde de büyük bir başarı göstermiştir. G. de kolaylıkla görülebilecek en belli vasıf, müşa­ bede kudretindeki büyüklüktür. Kuvvetli ve tenkidci bir

203

zekanın desteklediği bu vasıf ince bir hassasiyetle de bir­ leşince, yazarı, ister istemez, tatlı bir lirizmin kuşattığı sağlam bir realizme götürmüştür. Gerçekten, G. in bütün eserlerinde, karakter tahlillerinden her türlü olayların tesbit, tasvir ve tahliline kadar, her şeyin tam bir realizmle veril­ diğini görmek daima mümkündür. Bu büyük kudreti saye­ sindedir ki ; hafızalardan kolay kolay silinemeyecek kuvvetli ve gerçek karakterler yarattığı gibi ; sosyiil çevre ler ve olay­ lar üzerinde tamimiyle müşahedeye dayanarak yaptığı tasvir ve tahlilleri ile de okuyucuyu onlar üzerinde düşünmeye sevk edebilmiştir. G. in eserlerinde müşahedenin ön planda gel­ mesi, onun, bilhassa ele aldığı sosyal olaylardan hükme git­ mesini önlemiş ve neticelerin çıkarılmasını okuyucuya bırak­ tırmıştır. Romanlarında çok değişik sosyal çevrelerin ve olayların yer alışında ise, şüphesiz, öğretmenlik ve bilbasa müfettişlikle Türkiye'nin hemen her tarafını gezip görmüş olmasının payı büyüktür. G. in 1908'den sonraki Türk romanında üslubunun samimiliği, sevimliliği ve tahkiye kuvveti bakımından da ön planda gelen yazarlar arasında bulunduğu tereddüdsüz olarak söylenebilir. XX. asır Türk romanında mü�tesna bir yeri olan G. in, yukarıda kaydedilenler dışında, en tanınmış roman­ ları şunludır : Damga [ 1924) , Yeıil Gece [ 1 9 18 ) , Acımak [ 1 928), Yaprak Dökümü [ 1 930), Kızılcık Dalları ( 1 932), Gök Yüzü ( 1935), Değirmen ( 1 944), MiJkinler TekkeJi [ 1 946), Kan DavaH ( 1 960) . Yazı hayatına hikaye ve piyes yazmakla başlayan G. , romana geçtikten sonra hikayeyi yavaş yavaş bırakmışsa da, tiyatro çalışmalarına sonuna kadar devam etmiştir. Roman­ larındaki muhteva, dil ve üslub hususiyetlerini hemen ay­ nen taşıyan küçük hikayelerini, Tanrı MiJafiri [ 1927] , Sön­ mÜJ Yıldızlar ( 1 927), Leyla ile Mecniin [ 1928), Olağan İ[ler [ 1 930) adları altında toplamıştır. Daha çok zamanı­ nın hafif Fransız komedileri tarzındaki piyesleri arasında ise, başlıcaları şunlardır : Hançer [ 1920). EJki R ii ya [ 1 922) , TaJ Parça11 [ 1 926). Ağlayan Kız [ 1 947) , Balıj eJir Muha­ JebeciJi [ 1 953 ) . Tanrı Dağı Ziya/eti [ 1955), Bu Gece Ba1ka Gece [ ı 956). BaLı eserlerinde Cemi! Nimet ( Harabe/erin Çiçeği, 1 9 1 8 ) ve Hayreddin Rüştü (Hakiki Kahramanlar, 1 9 1 9) ve mizahi yazılarında da Yıldız Böceği, Ateş Böceği ve Ağustos Böceği takma adlarını kullanan ; roman, piyes, biyografi ve inceleme olmak üzere kırka yakın tercüme ve adapte eserin de sahibi olan G. in, bunlardan başka, maarif müfettişliği sırasında Anadolu'da gezdiği yerlere aid imiba­ larını anlatan Anadolu Notları [ 1936) adlı bir eseri i le, FranHzca - Türkçe ReJimii Büyük Dil Kılavuzu ( İ smail Hami Danişmend, Ali Süha Delilbaşı ve Nurullah Ataç ile birlikte ) ( 1935, 3 ci !d) da vardır. GVNTERT [gijntirt], Hermann (Worms 1886 Heidelberg 1 948) , Alman İndogermanisti. 1 9 1 3 yılında Rostock'ta doçent olan G. , 1 92 1 'de Rostock'ta, 1926'da da Heidelberg'de profesör olarak çalışmaya başlamış, etimoloj i ve kültür tarihine dayanarak İndogermenlerin ana yurdunu tesbite çalışmıştır. Genel linguistik (dil bilimi ) alanındaki başlıca eseri Grundfragen der SprachwiuenJcha/t (Dil bi­ liminin ana meseleleri) [ 1 9 2 5 ] tır. GVNTHER [gıfntir] , Albert Karl Ludwig Gotthilf

(Esslingen, Württemberg 1830 - Londra 1 9 1 4 ) , Alman asıllı İngiliz zooloğu. Sürüngenler ve balıklar üzerindeki araştır­ malariyle tanınmıştır. 1875 - 1 895 yıllarında British Mu-

204

GÜNTHER, Albert Karl Ludwig Gotthilt

' seum'un zooloji bölümünün başında bulunmuştur. Başlıca eserleri : Cata/ogue o/ the Colubrine Snakeı (Colubridae familyasından yılanların kataloğu) [ 1858] ; Catalogue o/ the Batrachia Salientia (Salientia takımından kurbağagillerin kataloğu) [ 1 858] ; Cata/ogue o/ Fiıheı (Balıklar kataloğu) [ 1859 - 1870] ; Repti/eı of BritiJh India (İngiliz Hindistan'­ ındaki sürüngenler) [ 1864 ] ; The Gigantic Land - TortoiJeı (Dev kara kaplumbağları ) [ 1877] ; Introduction to Study of FiJheı (Balıkların incelenmesine giriş) [ 1 880] ; Reportı on the Shore - Fiıheı, ete. o/ the Voyage of the Chal/enger

( «Challenger» korvetinin dünya gezisinde kıyı balıkları v. b. üzerine edindiği bilgiler) [1887 - 18881. GÜNTHER [g�ntir ] , Hans F. K. (doğ. Freiburg, Batı Almanya 189ı ) , Alman antropologu. Önce Jena'da, daha sonra Berlin ve Freiburg'ta profesörlük yapmıştır. G. ın çok yayılmış olan eserlerinde kesin i lmi neticeler sık sık kuzey ırkını idealleştiren fazla bir değer takdirine bağlan­ mıştır. Onun, meseleleri basitleştirerek tetkik etme tarzı Avrupa ırkları biyoloj isinin karmaşık meselelerine ancak kısmen uygun gelmektedir. GÜNTHER [g!fntir] , lgnaz (Altmannstein, Yukarı Pfalz 1725 - München ı 775 ) , Alman heykeltıraşı. 1743 - 1750 yılları arasında München'da ]. B. Straub'un öğrencisiydi. 175 ı - 1 7 5 2 yıllarında Mannheim' da P. Egeli'in yanında çalışmış ve 1 7 5 3'te birinci armağanını kazandığı Viyana Akademisi'ne devam etmiştir. 1754'ten itibaren München'da bilhassa kiliseyle i lgili sipariş verenler için çalışmıştır. Ya­ ratıcı gücü, Egeli'in sanat hissiyatını G. R. Donner'ın plas­ tik sanatının şekil güzelliğiyle birleştirmiştir. Zamanının asaleti ve şirinliği, onun eserlerinde en yüksek ölçüde şahsi bir şekil almıştır. GÜNTHER [g!fntir] , Johann Christian (Striegau, Silezya 1694 - Iena ı723 ) , Alman şairi . SefaJet içinde ya­ şamış ve ölmüştür. İkinci Silezya Şiir Okulu'nun te'siri al­ tında olup halk ve üniversite öğrencileri, şarkılarından il­ ham alarak, aşk şiirleri ve içki sofrası şarkılarından yeni yeni ifade şekilleri bulmuştur. Bunlar, duyguların ifadesine dayanan lirik şiir sanatında değer kazanmıştır. Eserleri ı9301937'de yayımlanmıştır. GÜNYÜZÜ, Eskişehir ilinin Sivrihisar ilçesine bağlı bir bucak. 1 6 köyü ile birlikte bucak nüfusu ı2 568 ( ı 965 ) , bucak merkezi olan Kozağacı köyünün nüfusu ı 975, denizden yüksekliği 895 m dir. Sivrihisar'ın güney - doğusunda uzanan bucak arazisinin bir bölümü tepelik ve dağlık, bir bölümü düzlük olup buradan Çardaközü çayı geçer. Tarım ve hayvan­ cılık geçim kaynağıdı r. Afyon - Ankara ve:Eskişehir - Ankara yollarına 30 km lik bir yol ile bağlıdır. Bk. SİVRİHİSAR. GÜNZ [güny] , Tuna nehrinin bir güney kolu, uzun­ luğu 75 km dir. Kempten dolayiarından çıkar ve Günzburg civarında Tuna'ya dökülür. GÜNZ [ güny ] BUZ DEVRI (Aim. 1 Günz - Eiszeit ; Almanya'da, Günz Nehrinin adından ) , Alpler'in Dördüncü Zaman'a aid en eski buzullaşma devirlerinden biri. Bazı j eologlar Günz öncesi b i r buzullaşmanın da varlığını kabul etmektedir. G. B. D. nin, Villafrancha ve Calabria de­ virleriyle çağdaş olması mümkündür. Bu devrio varlığı, nis­ beten yeni çökeltilerin altında kalmış bez parçalarından veya yayialar üzerindeki iri kum serpintilerinden anlaşılmaktadı r. GÜNZBURG [ g � n y burg ] , Federal Alman Cumhuri­ yetinin güney bölümünde, Bayern (Bavyera) devletinin

-

GÜRAN, Naımi Ziya

Schwaben yönetim bölgesinde, Günz ve Tuna ırmak­ larının birleştikleri · yerde bir şehir. Tarım pazarları, bira, pamuklu dokuma ve makine fabrikaları ve Rokoko tarzında bir kilise ( ı 7 3 5 ) vardır. Rönesans üslubund.ıki ka­ lesi XVI. yüzyıldan kalmadır. Nüfusu ı 1 000 dir. GÜRAN, Nazmi Ziya ( İstanbul ı881 · İstanbul 1937 ) , Türk ressamı. Dahiliye Nezireti muhasebecisi Ziya Bey'in oğludur. İlk öğrenimini özel Şems ül Maarif Mektebi (İs­ tanbul ) nde yaptıktan sonra Mülkiye'ye gir. miş, babasının ölüm yı · lına rastlayan 1901 'de, bu o k u 1 u bitirmiştir. Daha küçük y a ş t a n r e s m e düşkünlüğünü önlemek için babasının aldığı tedbirler, bu isteği durduramamış, HoN. z. GÜRAN ca Ali Rıza (b. bk. ) dan ders alarak resme başlamıştır. Mülkiye'yi bitirince de Sa­ nayi - i Nefise (şimdiki Güzel Sanatlar Akademisi) ye girmiştir ( ı902 ) . Warnier, Valeri ve Oskan Efendi'den ders almış, okulu bitirdikten sonra Paris'e gitmıştır ( 1908 ) . Paris'te kısa bir zaman Julian Akademisinde Mareel Bachet ve Royer'in derslerine devam etmiş, 1 909'da Güzel Sanatlar Okulunda ressam Cormon (b. bk. ) un atelyesine girerek 191 3'e kadar orada çalışmıştır. Almanya ve Avusturya müzelerinde incelemeler yaptıktan sonra İstanbul'a dönmüştür. Aşırı derecede bir tabiat sevgisi, seçtıgı konuların hemen hepsinde lirik bir anlatımla açıklanmıştır. G. , İstanbul'un çeşitli semtlerini, surlar dışı, Üsküdar, Boğaz'dan, Ada'dan birçok manzaralar, dikkate değer portre ve natürmort ve kompozisyonlar da yapmıştır («Harf inkılabı» ). Sarı, mor, mavi renklerle sağ­ lanmış ışıklı görünüşler, eşyanı n rengini ve biçimini erite­ rek bütün motiflerin üzerini nemli bir buğu gibi örterek, dinlendirici bir havayı resimlerine getirmiştir. Türk resmin­ de empresyonist bir ressam olarak tanınmış olan G. , Batı empresyonistlerinin ehemmiyetle üzerinde durdukları ve Poin­ tilliste'lerin daha da ileri götürdükleri ışık ve renk problem­ lerine yaklaşık bir tarzı benimsemiş, renkli noktalar halinde bir çalışma tarzı yerine geniş fırça vuruşlarının yan yana

N. Z. GÜRAN : «Manzara»

GÜRAN, Nazmi Ziya - GORANl, Molla Şemseddin konmasiyle meydana gelen daha değişik bir tarzı resimleri­ ne uygulamıştır. Günün değişik saatlerinde yapılmış resim­ lerindeki ışık, mavilik içinde eriyen bi r güneşin, duygulu bir anlatımı olarak kalmıştır. G. ömrü boyunca daima dev­ let hizmetinde çalışmış, sırasiyle me'mur, öğretmenlik, maa­ rif müfettişliği, 1918'den 1 92 1 'e ve 1 923'ten 1 927'ye ka­ dar da iki defa Sanayi - i Nefise Mektebinde müdür olmuş ve burada öğretmenlik de yapmıştır. G. , üyesi bulunduğu Güzel Sanatlar Birliği'nin Ankara ve İstanbul'da açtığı sergi­ Ierle İnkılap sergilerine katılmış, Güzel Sanatlar Akademi­ si'nde de özel bir sergi düzenlemiştir ( 1937 ) . Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde eserlerini bir araya toplayan bir sa­ lon, onun adını taşımaktadır. Eserleri arasında : «Haliç • ; «Köy Kahvesi», kendi portresi (kalemle desen ) ; «Kandilli Sırtlarından», «Göksu» ; «Boğaziçi» ; «Sein Nehri» (Paris) ; «Luxembourg Bahçesi •> (Paris) ; «Han İçi» ; kızının portresi ; «Beyaz Güller» ; «Kurbağalıdere» ; «Tahtakale'de bir Sokak» ; «Sonbahar» ; «Adada Çamlar» ; «Kır Kahve si» ; «Langa Bos­ tanı» ; «Fabrikalı Manzara» ; «Harf İnkılabı» (kompozisyon ) vardır. - R. E. GÜRAN, Refik (İstanbul 1 873 - 2 1 Şubat 1 963 ) , Türk tıp doktoru, profe­ sörü ve parJamenteri. ilmi­ yeden Hoca Mehmed Rakım Efendi'nin oğludur. T ı b Fakültesinden doktor çık­ tıktan sonra b e ş e r i ve hayvanı bakteriyoloj i ve bulaşıcı hastalıklar üzerin­ de ihtisas yapmış bulunan G. , fakültenin bakteriyo­ loj i profesörü o l m u ş t u r. A y n ı zamanda İstanbul Hıfzıssıhha M ü e s s e s e s i müdürlüğünü yapan G . , R. GÜRAN III. seçim devresinde ( 2 Ekim 1927) Bursa'dan milletvekili olmuş ve VII. devre ( 1 94 3 ) sonuna kadar parlamentoda hizmet görmüştür. Tıp atanında aşıların kolaylıkla hazırlanmasına yarayan özel bir cihaz gibi bazı buluş ve metotları da olan G. ın başlıca eser ve ıravayları şunlardır : Bakteriyoloji Dersleri [2 cild, İstanbul, 1919] ; Yağurt Amilleri Hakkmda Bakteri­ yo/oji T etkikatı ve T ürk Basili [Dr. Şadi ile Türk hasili adı verilen bu mikrop G. tarafından keşfedilmiştir ; İstanbul, 1924] ; Bakteriyoloji [ ı . kısım, İstanbul, 1 928] ; İstanbul'da ilk Bakteriyo/ojihfme Tarihi Hakkında [İstanbul, 1 947]. GÜ�ANİ, Molla Şemseddin Alımed b. İsmail

( 14 1 6 - 1488 ) , Osmanlı bilgini ve Şeyhülislamı. Irak'ta Şehrizor'a bağlı Güran kasabasının köylerinden birin­ de doğmuştur. İlk öğrenimini memleketinde yaptıktan sonra, zamanın usullerine uyarak tahsilini tamamlamak üzere Bağdad, Diyarbakır ve Hasankeyf'te çeşitli bilginie­ rin derslerini takip etti. Onyedi yaşında iken Şam'a geldi ve bir yıl sonra Kahice'ye giderek İbn. Hacer el - Askalani'nin Buhari üzerindeki derslerini takip etti. Bu tarihlerde artık epeyce bilgisi olan ve fesalıatı ile tanınan G. , Memliık ileri gelenlerinin önünde yapılan tartışmalara katılarak ün yaptı. Az sonra, onu Berkukiye medresesi fıkıh müderrisi olarak görmekteyiz. 1438'de Melik el - Zahir Çakmak hü­ kümdar olunca, bu Memliık beyi ile olan eski yakınlığının faydasını gördü, o tarihe kadar fakir, hatta çok fakir bir kimse iken gittikçe zenginleşti. Birkaç kere evlendi ve bo-

ı os

şandı. Kendisine bir yandan hükümdarıo dostu olmasından, bir yandan da bilgisinden ötürü tuhaf bir gurur geldi. Bu yüzden, İmam Ebiı Hanife'nin toıunlarından olan Mevlana Hamideddin ile olan bir tartışmada, Hazret - i İmam'a küfee­ decek hale geldi. Bunun üzerine yapılan muhakemede suçlu görülerek, Şam'a sürüldü. Burada iken, izinsiz, hacca gitmek için yola çıktı. Tür - i Sina'da yakalanarak, bu def'a da Fırat ırmağının ötesine sürgün edildi. Bu arada hacdan dönmekte olan Osmanlı bilginlerinden Molla Yegan i le karşılaştı ve onun aracılığı ile Osmanlı hükümdan II. Murad'a takdim edildi . Sultan Murad onun kültürünü göz önünde tutarak, geçmişine bakmayarak, hemen Bursa'da kendi eseri olan kaplıca medresesi müdenisliğine tayinini yaptırdı. Ayrıca, padişahın arzusu üzerine, G. de Hanefi mezhebini kabul etmişti. Bir süre sonra ise padişah, G. nin sağlam karak­ terine bakarak, onu Manisa sancak beyi olan oğlu Şehzade Mehmed'in hocalığına tayin etti. G., bu suretle, unutul· maz bir isim olarak Türk tarihine geçti. Talebesi Şehzade Mehmed onun elinde yetişti ve Türk tarihinin en büyük kahramanlarından biri olacak karakteri kazandı. Fatih, hü­ kümdar olunca hocasına vezirlik teklif etmişse de, o bunu kabul etmediğinden kazaskerliğe getirildi. İstanbul'un fethinde bulundu ve talebesinin en güç anlarında onu destekledi. Fatih'te zaman zaman görülen yılgınlık alamet­ lerini geçiştirerek, savaş azınini arttırdı. Kazaskerliği sıra­ sında müstakil olarak hareket etmesi, kimseye danışmadan tayinler yapması, nihayet Fatih'i bazı tedbirler almaya mec­ bur etti ve hükümdar hocasını kırmadan Bursa evkafını düzenlemek yetkisi ile onu Bursa kadılığına gönderdi. Ancak, bu görevde de fazla kalarnadı ve padişahın bir fermanını şeriata uygun görmeyecek yınması üzerine, azledildi. Bu muameleden kırılan G., hac bahanesi ile Os­ manlı topraklarını terk etti ise de, az sonra 1457'de tekrar İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. Mora seferinde olan pa­ dişah, onu tekrar Bursa kadılığına tayin etti. Bir süre sonra meşhur tefsirini tamamlayarak Fatih'e ithaf etti ve bunun üzerine şeyhülislamlığa getirildi. Sekiz yıl bu görevde kaldı ve uzun süren bir hastalıktan sonra öldü. Kendi adına yap­ tırdığı ve son yol genişletilmesinde kaldırılan medresenin mihrabı önüne defnedildi. İstanbul'da bir semte adını verecek kadar tanınan G. , Osmanlı din bilginleri arasında sağ!am ve sarsılmaz bir ilim haysiyetine sahip, az yetişir kimselerden biri­ dir. Bazan l üzumsuz gurura kapıldığı ve tefahhur ettiği görülürdü. Ancak, bu halleri rütbe ve mevkice kendinden ileri olanlara karşı olur, hükümdarları adları ile çağırır, kendinden küçüklere yardım eder, şefkat gösterir, onların i lerlemelerini sevinçle karşılardr. Hocalıktan resmen ay­ rıldığı halde, özel olarak talebe yetiştirmekten geri kal­ mazdı. Elde ettiği büyük serveti hayır işlerine harcamış, 4 cami, darülhadis ve hamam yaptırmış, öldüğü zaman 180 000 akçalık bir borç bırakmış ve bunu ll. Bayezid öde­ mişti. G., çeşitli alanlarda kıymetli eserler bırakmış bir bil­ gindir. Eserleri halen yazma halinde bulunmaktadır. Bunlar ıefsir alanında Gayetü'l - mesani fi'te/siri kelam ür - rabbani ; Hadiste Buhari'nin şerhi olan el - Kevserü'l - cari ila riyazi Sahih - el - Buhari, kıraat ilminde Kei/ü'l - esrar an kıra'ati eimmeti'l - ahyar, fıkıh sahasında Levami' ül - gurer /i şer hi fevaidi'l - dürer i le Blidurü'l - levami ve ayrıca De/'u! - bitflm an vak/i h e mz e , Risaletü'l - vela v e sadece adı bilinen eş - Şafiye'dir.

İstanbul fethi dolayısı ile kaleme aldığı Fetihname bu alanda yazılanlar arasında pek üstün bir yer tutar. AyrıCil şiirleri de vardır. - İ. P.

206

1

GU RCİSTAN

GÜRCISTAN (Yuna:tı ve iitincede I berya, · İverya, İvisya ; Arapçada Curzar, Curya, Kurc, Al - Kurc ; Avrupa­ lılarda Georgie ; Rusçada Gruzya ; Türkçe ve Farsçada Gürcistan ; Gürcülerde ise, efsanevi cedleri Kartlos'a izafet­ le. keııdilerine v erdikleri Kartvel adından Sakartvelo), ba­ tısında Kafkasya üıkesi, kuzey - doğusunda Dağıstan, güney ­ doğusunda Azerbaycan, güneyinde Türkiye ve Ermenistan ile hududlanmış, başşehri Tiflis olan Sovyetler Birliğine bağlı bir ülke. Karadeniz kıyıları ile Riyon havzası dışında çok dağ­ lık bir ülke olan G. , 69 500 km1 dir ve Abazaların yaşadığı Abhazistan (8 600 km•, 400 000 nüfus, merkez Sohumkale) ile, Acarların yaşadığı Acaristan ( 3 000 km1, 242 000 nüfus, merkez Batum) olmak üzere iki muhtir cumhuriyete ve Osetlerin yaşadığı Osetistan (3 900 km1, 96 000 nüfus, mer­ kez Stalinir) denilen bir muhtar ülkeye ayrılmıştır. Asıl G. , Tiflis ve Kütais eyaJetlerinden meydana gelmiştir. 4 800 000 ( 1 968 sayımı} olan G. nüfusunun % 61 i Gür­ cü, geriye kalan % 39 u Rus, Türk, Ermeni, Çerkez, Abaza, Acar, Oset ve Çeçendir. 2 450 000 Gürcü nüfusun çoğun­ luğu Ortodoks, bir kısmı Müslüman, birazı da Katoliktir. Müslümanların ( 700 000} 300 000 i Türktür. Kartvel adının Gürcülerin ilk ana yurtları olarak alınan ve Chaldeia (Kalde} ile ilgili sanılan Kardu'dan geldiği iddia edi lmektedir. Buna göre İberler, Chaldeia ­ Urartu camiasma dahil iken M. Ö. VI. yüzyılda Van böl­ gesinden çıkarıldıktan sonra, kendilerinden önceki kavim­ leri kısmen kuzeye sürerek ve kısmen de onlarla karışacak, Kafkasya'ya yerleşmişlerdir. M. Ö. VI. yüzyılda bugünkü G. ın Kartvel olmayan kavimler i le meskun güney - batı bölgesi İranlılara vergi vermekle beraber, İberya'dan tamamİyle ayrı ve müsıakil bir devlet hilinde bulunuyordu. M. Ö. I. yüzyılda Roma ile Pontos Krallığı arasında cereyan eden savaşlar neticesinde, İberya Romalılar tarafından zaptedildi. III. yüzyılda İran ile Roma arasında savaş sahnesi haline gelen bu memleket, IV. yüzyılda Bizans ile İran arasında taksim olundu. Az sonra : İranlılar bütün İberya'ya hakim oldularsada 563'te G. in batı kısmını kaybettiler. Bu devirlerde, belki Gürcülerden de önce, bu bölgeye külliyetli miktarda Türk unsurunun gelip yerleştiğini görü­ yoruz. O zamanlar ve daha sonraları, doğu Avrupa'nın ha­ kim nüfusunu teşkil eden muhtelif Türk boyları, buraya bazan akıncı ve bazan da müttefik sıfatı ile geliyor ve memleketin yaylak ve kışiağa elverişli taraflarında oturu­ :YOrlardı. M. Ö. VII. yüzyıl ortalannda vuku bulan İskit akın­ larından sonra, Türklerin kuzeyden G. a akını daha vazılı ve sistemli bir şekil almıştır. Gürcü vak'anüvisleri, daha İskender zamanında. (M. Ö. IV. yüzyıl) Kur Nehri boyuna Bunturki ve Kıpçak isminde, iki Türk kavminin gelip yer­ leştiğİnden bahsetmişlerdir. Ermeni müelliflerinin Hun, Bizanslıların Sabu adını verdikleri Türklerin V. yüzyılın sonları ile VI. yüzyılın ilk yarısı arasında, i lk önce Bizanslıların ve sonra İranlıların müttefiki olarak, bütün güney Kafkasya ile Pontos ve doğu Anadolu'yu istila ettikleri malumdur. Daha Arap hikimiyeti devrinde Anadolu'ya kadar yayılan Hazar Türklerinin VII. yüzyılın ilk yarısında Cebu Hakan ve oğlu Sat'ın kuman­ dası altında Tiflis'i işgal ettiklerini Gürcü, Ermeni ve Bi­ zans müellifleri müttefikan kaydederler.

Umumiyede Arap hikimiyetine tekaddüm eden yıl­ larda Sisanilerden Keykubad devrinin sonlarına doğru Arran (kuzey Azerbaycan) , Sisecan ve Vaspurakan ile bir­ likte G. da Hazarların ve onlara akraba olan Türklerin elinde olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Araplar bütün bu ülkelere «Hazarlar memleketi» demişlerdir. G. , Selçuklular devrinde bile Hazarlar memleketi'nin bir kısmı addedil­ mekte devam ediyordu. 643'te başlayan Arap hakimiyeti, Erneviierden Hişam b. Abdul - Malik ( 724 - 743 ) devrinde kuzey ve güney Kaf­ kasya bölgelerinin kimilen fethiyle devam ederken, Güney Kafkasya, 728'de Arap kuvvetlerini yenen Hazarların tek­ rar hakimiyeti altına girdi. Hazar hakimiyeti 764 - 765 yıl­ larında Kür ve Aras boylarını, Tiflis'i ve G. ın yedi san­ cağını içine alacak kadar genişledi. G. daki Arap hakimiyetinin zaafa uğraması, başında bir Hazar prensesi ile evlenmiş ve kral Il. Leo unvanını almış bir Abaza prensi bulunan ve 800 tarihinden itibaren Hazar Türklerinin yardımı ile Bizans'ın hakimiyetinden kurtulup müstakil bir devlet haline gelen Abhazistan dev­ letine yayılma imkanı vermişti. Abhazi stan'ın en parlak devri olan 850 - 950 yılları arasında Gürcülerden Mingrel, İmeret, Kartli ve Kahet aşiretlerinin memleketleri de Abha­ zistan'a ilhak edildi. X. yüzyıl sonunda Abhazistan'da kral hanedam sona er ip hakimiyet sıhriyet dolayısı ile Bagrat ­ oğullarına geçince III. Bagrat ( 980 - 1014 } Abhaz ve Kartiiierin kralı unvanını aldı. IV. Bagrat Tiflis'i de, Müslümanlardan aldıktan sonra kendisini «Abhaz, Kartli, Kah ve Ran'lıların kralı» i lan etti. 1049'dan i tibaren G. a Selçuklular girmeye başladı. Alp Arslan 1064'te Nalıçivan yolu i le memleketin içlerine kadar girip kral Bukrat b. Geyureg'i sulha ve kızını kendisi ile evlendirmeye mecbur etti. 1 088'de Tiflis de zaptedildi. Selçukluların saltanat kavgalarından i fa'ilün) , 2. müstef'ilün ve müstefi'lün ( > mütef'ilün = mefa'ilün ) , 3. mef'ulatu ve 4. fa'ilarün ( > fa'ilatün ) . Şu vezinlerde gö­ rülür : medid, basit, rezec, remel, seri', münserih, hafif, müktezeb, müctess ve mutedarik. BABOMAY, Kuril takım adalarından biri. 1945'ten beri Ruslarca işgal edilen bu adayı Japonlar geri istemek­ tedirler. BABOOB [habub] ( Meteor. ) [Ar. = kum fırtınası) , Çad v e Sudm'da görülen şimşek veya yı ldırımlı bir kum fırtınası. Bu fırtına doğudan batıya doğru kayar. H. da normal olarak güney - batı muson (mousson ) unun üzerinde bulunan harmattan (b. bk. ) ıo ansızın yere doğru çökerek musonun altına geçtiği anlaşılıyor. BABOR ( Eski Çağ tarihi), Asurluların ülkesine sü­ rülen 10 kabilenin yerleştirilmesi bahsinde Gozan ile bera­ ber sözü geçen bir nehrin adı. Eskiden bunun, Chebar'ın eski adı olduğu tahmin ediliyordu, fakat bugün bu faraziyeden vazgeçi lmiştir. Bu nehrin, Eski Çağ yazarlarının bahsettiği ve hala Habur adını taşıyan, Aborrhas (veya Chaboras) nehri olduğu şüp­ hesizdir. Bu nehir, bugün Doğu Suriye'de bulunan bir nok­ tada Fırat'a karışır. Çivi yazıtlarında bu ad Habur biçimin­ de geçer. BABRA (Oued) , Batı Cezayir'de bir nehir. Uzun­ luğu 240 km dir. Oued el Hammam adı altında Sayda dağ­ larından çıkar, Oued Sig nehrine dökülür. BABSBURG ŞATOSU [asıl şekli : Habichtsburg = aladoğan şatosu], İsvi çre'nin Aargau kantonunda, ]ura Dağ-

HA BSBURG ŞATOSU larının kollarından birinde ve Aare Nehrine hakim bir noktada ( 5 1 3 m) bir şato. Şato, muhtemel olarak 1020'de Strassburg piskoposu Werner tarafından inşa edilmiştir. BABSBURG'LAR, Avrupa'nın (ve bi lhassa Avustur­ ya'nın) en eski ve en büyük hane.ianı. Mensupları önce Roma - Germen (Alman) İmparatorluğu tahtında bulunmuş­ lar ( 1 273 - 1438 ve bazı aralıklarla 1438 - 1 806 ) , İspanya kralları olmuşlar ( 1 5 16 - 1700 ) , Avusturya imparatorluğu ile Macaristan kral lığını ellerinde tutmuşlardır ( 1804 - 1867 ; 1867 - 1 9 1 8 ) . Habsburg adı 1 020'de İsviçre'de Aargau kan­ ıonunda inşa edi lmiş olan Habichtsburg'tan gelir (Alm. Habicht = aladoğan, burg = kale). Bu kal eyi Strasbourg (Alm. Strassburg) pi skoposu Werner inşa ettirmıştır. Werner, H. hanedanının kurucu;u olmuş ve I. Werner adını almıştır. H. lar asıl XIII. yüzyı lda kuvvet sahibi oldular ( 12 50'de Hohenstaufen hanedamndan İmparator ll. Friedrich'in ölümü sonunda) . Varisieri civar bölge­ leri, Luzern beyliğini, yukarı Alsace ( Alm. Efsass) i le Zürich konduğunu da alarak topraklarını genişletmişlerdir. Büyük lnterregnum (hükümdarsız çağ) dan sonra H. lardan Rudolf ( 1273 - 129 1 ) imparator ve Almanya kralı olmuştur. 1278 Marchfeld zaferi ile Avusturya, Styria (Atm. Steir­ mark), Camiola ( Alm. Krain) da H. topraklarına katılmıştır. Mütaakıp yıllarda, XIV ve XV. yüzyıllarda, İsviçreiiierin İstikiale kavuşmaları sonunda H. lar buradaki topraklarını kaybetmişlerse de, Avusturya'ya iyice yerleşmişler ve «Avus­ turya hanedanı)) adını almışlardır. Veraset bölünmeleri so­ nunda H. hanedam yeni toprak kayıplarına uğramışsa da, 1439 - 1493'te başa geçen Styria'lı Friedrich, İmparator Friedrich adını alarak H. topraklarının bütünlüğünü em­ niyet alıına almıştı r. Bu arada ayıncılık hareketlerine girişen yan ailelerin sönmesiyle artık taht varisieri arasında yalnız H. lar kalmıştır. Bundan sonra mesut evlenmeler devri açılmış ( «Tu, felix Austria, nube)) = Mesut Avusturya ile evleneceksin ) ve H. hanedam Avrupa'nın en zengin imkanlara sahip olan ailesi olmuştur. Maximilien, Bur­ gonyalı Marie ile evlenerek Hollanda'yı ve Felemenk'i imparatorluk topraklarına katmış ( 1477) ; Güzel Phi lippe de Deli ]uana ( Jeanne la Folle) i le evlenerek 1496'da Castilla ve Arag6n'a sahip olmuştur. 1 5 2 1 'de ise Ferdinand, Anna ile evlenmek suretiyle imparatorluk topraklarına Bohemya ve Macaristan'ı eklemiştir. H. ların en geniş ya­ yılması V. Karl ve kardeşi Perdinand zamanındadır. Perdinand tahttan feragat edince Avusturya hanedam ikiye ayrılmıştır. Daha eski koldan olan II. Fe li pe, Hol­ landa, Felem•nk, Milano, Sicilya krallıklarını ve İspanya'yı almış, daha yeni olan kol., imp aratorluk ünvanını muhafaza

HABSBURG'LAR - HABTE .. WOLD, Akilu

ı ı

I.

I. Friedri ch,

( 1 3U



1

V.

ll.



I l. Albrecht r-------------�·�----------------------�i ın.

Lad islaus Postumus

IV.

Albrecht

Karl (1. Carloa ) tahttan feraıı;at lll.



dukas ı

III. V,

73 1 2 9 1 ) 2 8 1 30 8 )

Albrech t 1 ( 1 9

Avustu rya

1 32 6 )

( 12

Rudolt

265

t1 e l i pe

t Alb r echt ı

V.

A lbrec h

1

1

( ll.

( .1 5 1 9

eden

Fel i rıe 1 ıv . Fel i rıe 1 II. Carlos

.Albrecbt



14 38

Friedrich

14 39)

(lll.

I.

Fel irıe

I.

II.

l

( 1 564

Maximih an

i

Rudol f ( 1 5 7 6

1



ı.

1 6 12 ) J oaeph



c

Frle drl h

Madmllian

1556) 11.

1

1

I. •

..

Leopold

Ernst

( 149

1

(Juana

3

J

( 1 55 6

1

' K nrl ı

Fe rdinand ı

ın. Ferdi nand 1 ı.

Leopold

VI.

( 1 705 . 1 7 1 1 )

Maria

J oaeph

n.

( 1 765 . 1 79 0 )

u.

lll.

Franz

L

1

Leopold

Ford i n a n d ( Fcrdinando) , Tosc a n a dukası

,

U. Leopo d ! 8 59'da tahttan fe ragat etti ı Ludw l g Ferdinand

r-----....1---""'1

1 5 64 )



1

( 1 63 7



1 65 7



( 1 657

Karl 1.

63 7 ) )

( 1 619

1 705)

( 1711 1

;



174

( 1 740

F n n çois

M n ri e .

( 1 79 0 . 1 792 )

1



There sia

Loı-ru i n e " l i n.

1 4 93

evl i )

Fe rd i nan d

n.

6 12 - 1619 )

)



1519)

ile

1576)

Matthiu

1440



Fra!lsa



0)

1780) ,

ile

ev l i

A ntoi n ette, kırali çe•i

Ferd i n a nd ı Frn n z ( Fr a n cesco) Moden a duk21sı ı Franz 1 8 59'da tahtı kaybetti

IV.

V,

Ot to

I•

.

1 ( 1 9 1 6 • 1 9 1 8 ), tahtındon oldu

Karl

___________ _____

HABSBURG'LARIN ŞECERESİ

ederek Alsace'ı, Suabya ve Avusturya dukalıklarını, Bohem­ ya'yı ve Macaristan'ın kalan kısımlarını hükmü altında tut­ mu�tur. H. ların Macaristan'a sarkınaları ve Balkanlarda dahi menfaatlerinin belirmesi, Viyana'nın Osman lılar tarafından kuşatılması ( 1 683 ) ndan sonra başlar. 1700'de eski kol­ ları sönünce Viyana'yı başkent yapmış olan H. lar, Hollan­ da'yı, Milano, Napoli ve Sicilya kral lıklarını da almışlar ve Macaristan'ın tamamını işgal etmişlerdir. 1703'te imza­ lanan Leopoldina kararı ve bilhassa 1 7 1 3 'te imzalanan Arneli Karar ( Fr. Pragmatique Sanction) ile içine Bohemya ' e Macaristan'ı d a almış olan imparatorluk topraklarının bö­ lünmezliği kabul edı lmiştir. Bununla beraber, VI. Karl'ın ölümü ( 1740) büyük bir buhrana yol açmıştır. Kızı Maria Theresia, Silezya'yı kaybetmekle zararı önlemiştir. Arşİdüşe­ sin evlenmesi ile ( 1736) H. hanedanının adına Lorraine ( Lothringen) de katıldığından H. lar Fransız ihtilali devresini kolaylıkla atlatmışlardır. Hollanda terk edilmişse de, İtalya'ya (Lombardiya, Venedik krallığına) iyice yerleşmişlerdi. Mu-

kaddes Roma İmparatorluğunun sonunun geldiğini sezen II. Franz, 1804'te kendisini Avusturya imparatoru i lan etti rmiş­ tir. Esasen bu sırada Almanya'da Prusyal ı larla rekabet haline gelen H. lar, bundan sonra Balkan iara dlha fazla sarkmış­ lardır. Macarların di renenesi ise imparatorun küçük oğlu Franz Joseph'in imparator ve hal ( 1 867 ) olarak ad alması ile neticelenmiştir. 1 8 59'da İcalva'dan, 1 866'da Almanya'dan kovulan H. lar, Orta Avrupa bölgesine yerleşmişlerdi r. H. lar bu bölgede son bulmuşlardır. Kasım 1918'den sonra, son hükümdar I. Karl bir naipten başka bir şey değildi. Bugün H. lardan I. Otto kalmıştır ve halen Avusturya - Macaristan tahtına taliptir. HABTE WOLD, Akilu, Teslıafi Teezaz ( doğ. 191 2 ) , Habeş devlet adamı. Paris Hukuk Fakültesi ve Si­ yasi İlimler Okulunda okumuştur. 1936 - 194 1 yılları arasın­ ·

da imparator

Haile

Sel:isiye'yi

Pari s'te

temsil etmişti r.

1942'de imparatorluk Mührü Bakanı yardı mcısı olmuş, 1943 - 1949'da Dış İşleri Bakanlığı yapmıştır. 1958'den sonra Başbakan olmuş, 1966"dan sonra ayrıca İç İşleri Bakanlığını da üzerine almıştır.

266

HABO veya HABOS

HABO veya HABÜS (Kuzey Afrika hukuku) : bk.

VAKIF.

-

HAC

Kabe (b.bk ) yi ziyaret etme. Bu, yüce H. dır ( haccü'l ekher : 11/ 1 9 1 ) . Kurban Bayramı dışındaki Kabe ziyaretine de küçük H. (haccü l asgar) veya umre ( b. bk. ) denir ( Hamidullah, s . 1 096) . H. devrinde, fakat Arafat'ta vakfe edi lmeden yapılan Kabe ziyaretine de umre denir. Kadınlar, yakınlarından bir erkek refikarinde H. eder ve ihrama girmez. Yüzleri ve elleri açık kalır, fakat vücud­ larının diğer kısımlarını örten, ekseri beyaz renkte kıyafet giyerler. Diğer H. şartları, kadınlar ve erkekler için a ynıdır. Kur' an,

HABUR, i k i akarsuyun adı. Mardin bölgesinden do­ ğan ve Fırat'a karışan H., Büyük H. adı ile, Dicle'ye dökülen Habur ise Küçük H. adiyle anılır. Küçük H , kaynaklarını II. Zaman sonu - III. Zaman başına aid karışık kütlelerden yapılı, 3 2 5 5 rakımlı Çiyayrişk Dağının güneye dönük ya­ maçlarından alır. Bu kısımda, Faraşin deresi adı i le anılan akarsu, Beyıüşşebap ilçesini geçtikren sonra, sağdan Everek, Derekin dereleri, soldan senklınalleri takiben gelen kollada birleştikten sonra sınırımrzı terk eder. Memleketimiz dahi­ lindeki uzunluğu 65 km olan H. , eski peneplen sarhı eği­ mine uygun olarak, çok kere 850 900 m lik kapızlar içinde köpükler saçarak akar. H. ile kollarının bizde kalan kısımlarında, rej im özel­ liklerini gösterecek akım ve seviye ölçü istasyonları kurul­ mamıştır. Akarsuyun aşağı kesimindeki Zaho ( I rak) kasabası köprüsüne yerleştirilen seviye ölçeğinin rasatları ise, çok kısa sürmüştür. Bu sebeple, H. Irmağı akımının yıl içinde­ ki değişiklikleri kesinlikle bilinmiyor. Bununla beraber, H. un aynı yüksek bölgeden dogan B üyük Zap gibi, kar ve yağmuda beslendiği Nisanda kabarıp Ekimde çekildiği söy­ lenebilir. ·

HABUR ÇAYI ( Coğ. ) : bk. HABUR. HAC (Ar. niyet, ziyarete niyet), bütün günah­ ları ve bazı harekerleri kendine haram sayınağa niyet ederek ve bu kararın işareti olarak ihrama girerek (başı ve ayağı çıplak olarak, iki ak peştamala bürüne­ rek) bütün diğer hacı lada beraber, Ku rban Bayramı are­ fesinde, Mekke'nin 20 km kadar doğusundaki Arafat ovasın· da «vakfe» de durup ibadet ermek ( vukuf ) ve Kurban Bayramında M escidü 1 - Hara m ( Kur' an, 11/191 : bütün gü nah ların ve bazı hareketleri n ya a veda haccı esnasında, Peygam­ berin konakladığı Arafar ovasındaki Namira adlı yerde şimdi bulunan mescid yerde kaya şeklinde temsil edilmektedir. Peygamber, Sami kavimlerinin kadim usulünde kovmak işareti olarak, İblis'in timsaline yedi çakıl arn. Sonra, İbrahim'in yaptığı rivayet edild iği gibi, Peygamber de burada kurban kesti. Peygam­ berin görüşünde kurban kesrnek H. ın vazgeçilmez bir şartı sayılmıyordu. «Hediyeleri» ( kurbanlığı ) olmayanlar, İslam H. ında ekseriyette idi. Bunlar, ayete ( 1 1/196) uyarak, H. dan evvel iki ,ıı ü n ve H. dan sonra yedi gün oruç tuttular. A ncak, H. esnasında oruç tuıulmadı. F.ı kirlerin kurban eti ile doymak fırsatını bulduğu Kurban Bayramı'na «yemek ve içmek günleri» dendi. Kurban kesmeye ancak Kurban Bayramında ve H. esnasında izin verildi ( Kur'an, XXIV / 33). Kabe muvacehesinde olmadan, başka yerde, mesela türbeler önünde kuıban kesmek, İslamiyetıc günahtır ( Arif, Bin bir hadis, Kahi re, H. 1 3 1 9, h. 656). Mina'da da halka hitap eden Peygamber, orada olanların orada olmayanlara, Arafar ve Mina'da söylediği şu hususları tekrar etmelerini isıedi : A l · aha sadakat şarttır. Putperestliğe ve vahşete dönmemelidir. Can. mal, şeref gibi insan haklarına, kadınların, esirlerin, çocukların haklarına hürmet edi lmelidir. Zulmetmemek ve zulme tahammül er-



H. ı», Hazret - i Muhammed'in gösterdiği menasi k ile, nesil­ den nesile bugüne kadar her yıl tekrar edildi. İslamiyet dün­ yaya yayıldıkça, birçok illerden. yalnız başına veya kafi­ Ielerle, uzak yerlerden yaya yürüyen veya taşıtlara binmiş, hacılar gelrneğe başladı. Bunların ihrama girmesi için, Ha­ rem hududunda ayrı yerler tayin oldu. Hilafet merkezin­ den veya diğer büyük şehirlerden çıkan kafi leler, H. esna­ sında d�ğişen Kabe örtüsü (kisve) nü de geıi rirlerdi. Türk Memluklerinden Bıybars, 1 27 l 'den beri, hacılarla birlikte deve ü•tünde mahfe gönderrneğe başladı. Mahfe içinde Kur'an girmekte idi. Şimdi de mahfe, Mısır'dan git· mekredir. Yolculuk şartlarının kolaylaştığı devrimizde, ha­ cılar, otobüs ve uçak ile de H. a varmakta ve sayıları her y ı l çoğalmakıadır. Son yıllarda hacı sayısı bir buçuk mil­ yona yaklaşmıştır. Türklerin haccı : Orta Çağ hacılarının batıralarında (bk. E.Esin, Mecca. s. 1 62 . 170) ve Geschichte der Stadt Mekka ( Leipzig, 1891 ) adı alıında Wüsıenfeld'in neşreıtiği ve H. l l l. yüzyıldan Osmanlı devrinin ba . ına kadar uzanan Arapça metinlerde, Selçuklu ve erken Osmanlı devirlerinde Türk hacıları hakkında bilgi vardır. Türk hacıları, bazen Suriye, bazen Mısır kervanına katılırdı. I l . Bayezid'in hediye ettiği 1504 tarihli Kabe anahtarı, muhtemelen bir mahfe ile gitti (E Esin, Mecca, res. 86). T ü r k müverrihleri ( Eyyiıb S a b r i, Mir'at . i Mekke, İstanbul, H. 1 302, s. 861 877 ) Türkiye'den «kisve» gönderilmesini ve Sürre Alayı ve Emini ile İstanbul'dan mahmel yol­ lanmasını 1 5 1 7 'de ilk Türk halifesi olan Yavuz Selim'e arfedeı ler. Türk mahmeli dörtköşe o I u p tepesinde ehram şeklinde sivri kubbe ve bunun üstünde gümüş top bulunurdu. Mahmel içinde H i c a z fakirlerine sadaka giderdi. Kisve ise, Hi lafet Osmanlılara geç­ tikten sonra bile, b a z e n ovası Mısır'da yapıldı. Ancak, I. ·

HAC : Haccın i lk mensek'i Arafat

272

HAC - HACAMAT

HAC : Mini'da kurulmuş hacı çadırlarının bır köşeden göninüşü Ahmed devrinde, H. 1 0 1 8 (M. 1 609) de ve Napoleon'un Türk halk edebiyatında H. harıraları pek canlıdır. H. Mısır'ı işgal ettiği yı llarda, kisve İsıanbul'dan yollandı. 1 243 (M. 1 8 2 7 ) ririhli bir ilahi mecmuasında Yunus Em­ Türk Sürre Alayı, başra Sürre Emini, Türk hacı ları ve re'ye atfedi len (bk. E. Esin, Lebbeyk, İstanbul, 1967) bir mahmel ile bi rlikre Kabe'yi ravaf ederdi. Şimdi Türk hacı­ i lahi şöyle başlar : ları, bayrağımız arkasında, kafile şeklinde ilerler. Tavif Rümdan çıktım yürüdüm errikleri Kibe'nin, H. 1 039 (M. 1629) da yapılan son tamir Mum olup ıüzdüm, eridim ve yeniden inşası Türk eseridir. Suudi Arabisıan hükumeti­ Şükür Hakka yüzler ıürdüm nin kral Faysal devrinde yaprırdığı son beş yıllık tamir ve Server Nebi, ne güzeldi Hac yolları ! i laveler, Kabe'nin çevresini çuk geliştirmiştir. Ay doğarken çıktım yola Kitab . ü menfuikü'l hac adlı Türkçe H. harıraları pek çoktur. Hacı ve Derviş Mehmed Edib b. Mehmed'in Salavat getirdim dile ı 68 2 tarihli eserini Bianchi I 8 l 6'da İstanbul'da yayın ladı. Gel bile, gidelim bile ! Nabi'nin yine 1 68 2'de yazdığı Tuh/etü'l Haremeyn'i de Server Nebi, ne güzeldi Hac yo:larr ! E. Esin şiirin H. harı ralarıdır. İslam dini dııJında hac : Din ve iyin maksatlarıyle mukaddes yerlere yapı lan ziyaret. Bu ziyaret çoğu zaman grup halinde, dualada ve her rahatsızlığa katlanarak yapılır. Dua­ nın, bazı mukaddes yerlerde daha tesirli olduğu inancına da­ yanır. H. gezileri ne eski Yunanlı larda Romalı, Mısırlı, İranlı ve Hindlılerde rastlanır. Yahudiler bazı bayramlarda Ku­ düs'e, Hıristiyanlar da bilhassa M. S. IV. yüzyı ldan btri Fılistin'e ve azizierin mezariarına H. gezileri yaparlar. HACAMAT, bir aleıle veya sülükle, tıbbi lüzum ve zaruretlere göre, vücudun değişik yerlerinden kan alma. H. , daha çok tarak biçiminde, vücutta sathi bir sıra çizik­ ler husule getiren bir aletle yapılır. Bu çizikler üzerine boynuz veya bardak çekilir. Kuru boynuz, hastalık olan nahiyeye yakın dıra hayvancılığın da yürütüldüğü i lçenin idari ve eko­ nomik merkezi rolünü 7 1 76 nüfuslu Hadım görür. HADlM VE tC DIŞ ETME : E neme, üreme bakımın­ dan lüzumlu bir organın kesilmesi veya ıahribi yolu ile bir ferdın kısırlaşıırılması. Bu ameliye insan, hayvan ve bitki lere tatbık edi ltbilir. En çok erkeklere tatbik edi lirdi. Hadım etme insanlar için, eneme hayvanlar ve birkiler için, iğdiş etme de özel olarak aılar i�in kullanılır. HADlM ALİ PAŞA (Biyogr. ) : bk. ALİ PAŞA,

Hadım. HADlM CAFER PAŞA (Biyogr.) : bk. CAFER PAŞA,

Hadım. HADlM GÜRCÜ MEHMED PAŞA (Biyogr. ) : bk.

Mehmed Paşa, Gürcü. HADlM HASAN PAŞA (Biyogr. ) : bk. HASAN

PAŞA, Hadım.

HADlM MESIH PAŞA (Biyogr. ) : bk. MESiH

PAŞA, Hadım.

HADlM SINAN PAŞA ( Biyogr.) : bk. SiNAN PAŞA,

Hadım. HADIMI (asıl adı : Ebu Said Muhammed Hi dım i ; H ,dım, Konya 1 70 1 - Hadım 1 762 ) , Nakşıbendi ta­

HADIMKÖY, İstanbul i linde, Çatalca i lçesine bağlı Boyalık bucağının merkezi. İsıanbul · Edirne demiryolunun 5 1 . km sinde bir istasyondur. Askeri birlıkler sebebiyle nü­ fusu ( 1 965 : 8 279) kabarık görünmektedir. HADI, Allah'ın adlarından biri. «Hidayete erdi­ ren, doğru yol gösterenıo> manalarına gelen kelime. Şıi mez­ hebine mensup emirlerin de sevdiklerı ve kullandıkları bir lakapıır. HADI, Bayrimi Melimilerinden ( Hamzavilerden) şiir. Hicri 1 0 3 5 ( 1 62 5 ) Rebiü levvel ' inin 2 1 . Pazar günü vefat eden ve İstanbul'da Davud Paşa Camii civarındaki Şah Sulıan Mescidi avlusunda medfiım olan Bayrimi Mdamilerinden şiir Lamekani Hüseyn'e tam bir vefat tarihi söylemesi bakımından aynı yola mensup olduğu anla­ şı lan ve belk ide Lamekini'ye mensup bulunan bu şiirin, İsıan­ bul'da Süleymaniye kütüphanesıne mülhak Halet Efendi kitap· ları arasında 800 No. da kayıdlı bulunan ve H. 1 04 4 ( 1634 1635 ) te tertip ed ilmiş olan bir mı:cmuada şiirleri vardır. Vahdet · i Vüciıd'u, gerçekten de pek şai rane bir tarzda terennüm eden , arüzu kudrede kullanan bu şiirin hal ter­ cemesi hakkında kı:sin bir bilgiye sahip de�iliz. Şeyhi'nin Şakaik zeyli'nde ve Enisii'J - müsamirin'de bulunan ve H. 1018 ( 1609) de vefat eden Edirneli Kadı Ahmed Çelt:binin Hadi malılisını kullandığı mukayyetse de, bu zaıın H. 1 0 3 5 ( 162 5 ) de vefat eden Lamekani'ye vefat tarıhi söyleyeme­ yeceğini yazmak bile fazladır. Salim, Sefiyi, Rami z, Beliğ ve Fetin tezkirderinde H. 1 140 yahud H 1 1 4 3 ( 1 7 2 7 1 73 0) ' te vefat eden müde rı i s Abdü'l H. olmasına da iht i m a l yoktur. Bu bakımdan H. nin bil tercemesi meçhiılümüzdür ( A. Gölpınarlı, Melami/ik ve Melami/er, İstanbul 19. H, s. 80, 88 - 89) . - A. G.

HADI ( 1 360 - 1 38 4 ) , dördüncü Abbasi halifesi (bk. ri katına mensup murasavvıf ve alim. Babası müderris Hacı ABBASİLER ) . Üçüncü halife Mehdi (b. bk. ) nin oAludur. Mustafa Efendi, annesi Hediye Hanımdtr. Buhara'dan Ana­ Babasının ölümünden sonra yerine geçmiş ( 1 3 8 3 ) , fakat dolu'ya gelen ve Fahrü' l Rum unvanını alan bilgin, şair ancak bir yıl kadar halıfı:lık ettikten sonra öldürülmüştür. ve murasavvıflar yetiştirmiş köklü bir ailenin ev!adıdır. Yerine kardeşi Harun · ür Reşid ( b. bk ) halife olmuştur. H. , ilk tahsilini babasından elde ermiş, 10 yaşında HADI ATLASI (ATLASOV) (Simbir 1 875 - Solovki Kur'an'ı ezberleyerek hafız olmuştur. Babasından Arapça, Farsça gramer, akaid i diniye ve usul · ü felsefe gör­ 1 940 ? ) , Kazan'lı din, siyaset ve i lim adamı. Babası i mam dükten sonra , 1 72U'de Konya'ya gelerek Karatay Medre­ olan H. A. , ilk tahsilini babasının mekıebinde yaptıktan sesine yazıl mımr. Buradan 1725'te idizet ( Jiploma) almış, �onra Buva Medresesini ikmal etmiş, Arapça ve Farsça, da­ hocası İbrahim Efendin. n ıavsiyesi ile İstanbul'a gelmiş ha sonra da Rusça ve Almanca öğrenmişıir. 1 90 2 de bugün­ ve Kazahadi Medresesinde yüksek tahsilini tamamlamıştır kü Tataristan'daki Büg ü l me kazasına bağlı Elmet köyüne ( ı 7 2 8 ) . Dört ka tır yükü kitap la HaJım'a dönen H. , baba- imam olarak yerl eş mi ş ti r. XIX. yüzyılın ortasında Rusya •

295

HADI ATLASI - HADI MUHAMMED

artık bir tarihçi olarak ıanındı. Altın Ordu Tarihi üzerinde de çalışınağa başlamıştı. - A. T.

içindeki T ü r k l e r arasında b a ş 1 a y a n ve XX. yüzvılda gelişen «usul - i cedid» (ıalim ve terbiyede yenilik) eeceyanının t a r a f t a r ı olarak şöhret kazan· mış, açtığı rnekceplerde bu usulü tatbik etmiş ve eserleriyle de bu yolu müdafaa ettiği gi . bi, «usul · i kadim» e k a r ş ı da Ahırzaman

HADI BEY, Yen iköylü Udi ( İstanbul ? · İstanbul 1 9 1 7 ) , Türk ilihi ve şarkı bestekin. Tarabya Camii hatibi ve imamı Haşim Efendi'nin oğlu ve müzisyen Hacı Faiz Beyin b rdeşidir. Adiiye Nazırı Ali Rıza Paşa'nın hi­ mayesiyle genç yaşta Rej i'ye girmiş ve bey'iye müfetıişli­ ğine kadar yükselmiştir. Şeker hastalığından ölen H. B. Karacaahmed'e babasının yanına gömülmüştür. Kışın Üskü­ dar'da Ahmediye'de, yazın Yeniköy'de otururdu. Musikide, Yeniköylü Hasan Efendi'nin talebesi ve Fehmi Tokay'ın ho­ casıdır. İyi bir hanende idi. Gaygaylı okuyuşıan nefret eder­ di. İlahileri çok güzeldir. Günümüze gelen eserleri 2 şugl, 8 ilihi ve 10 şarkıdır.

insanı, İdil Boyu, Meklep ve M o l l a gibi

HAOi ATLASI

est rler yazmıştır. Rusya'nın 1 904 1 905 savaşında Japonya'ya yenilmesi üzerine başlayan meşrutiyet devrinde H. A. Samara viiiye­ cinden ikinci Duma (Rus Parlamentosu) va mc:bus seçil­ miş ve Türk asıllı 35 mebustan biri olarak Rus hükumeti· nin müstemlekecilik siyasetine karşı mücadelesi i le tanın­ mıştır. Çara karşt yayı mlanan beyannameye imza atması ve hükumetinin Müslüman Tüı kleri Ruslasıırmayı hedtf tutan 3 1 Mart tarihli kanun !iyi hasını şiddetle ten ki d ed ert k Yeni Nizam ve Ulemamız adında bir eser neşeetmesi üze­ rine ıakıbua uğrayarak bir ay hapiste yatmıştır. Bundan sonra kendisini ilmi araştırmalara vermiştir. 1 9 1 7 Rus ihtilalinden sonra, H. A. yine siyasi hayata atılmıştır. 1 · 17 Ma} ıS 1 9 17'de Moskova'da toplanan Bi­ rinci Rusya Mü�lümanları Kongresi'nde � ok faa l rol oyna­ mış, en areşii hHipler arasında yer almış, hatta bütün Rus· ya Müslümanları i çin müfıü olarak gösterilen adaylar ara­ sında da adı geçmiştir. Sonra Kazan ve Ul a'da tertiplenen kongeelere katılmış, Ufa'daki Millet Meclisine mebus seçil· miş ve Kazan'da i lan edilen «Milli Medeni Muhtariyet» oturumuna katılmıştır. Bolşevik ihtilıili. H. A. n;n milli gayelerine uygun değildi. Dahi li harp esnasında birkaç defa yer deği ştirmiş ve 1 920'de Baku'ya gelerek Şark Milletleri Kongresi'ne de katı lmıştır. Sonra Bügü l ıne'ye dönerek lisede Almanca ve tabıat dersleri öğretmenliği yapmıştır. Bolşevik idaresi önce ona dokunmamışsa da, 1929'da hapsedilerek Moskova'ya götürülmüş ve sonra Solovki (Be­ yaz Deniz'de bir ada) ye sürülmüşıür. 1 940"ta H. A. yi ora­ da görenler olduğuna göre, o tarihten az sonra ölmüş ol ­ ması mümkündür. Samimi bir Türkçü milliyetçi olan H. A. nin ilmi eserleri tarih ve dille ilgilidir. Orenburg şehrinde neşredi · !en «Şi'ıra» mecmuası tarafından 1 909'da tertiplenen Til yarışı ( Dı ! yarışı ) na katılan H. A. , bu müsabakada Bir Türk Kadınının Oğluna öğüdü başlık lı yazısı ile birinciliği kazanmıştır. Bu müsabakanın esas şartı, yazıların saf «Türk· çe�> olması idi. H. A. nin yazısı, konu bakımından da son derece sürükleyicidir (Bu yazı A. N. Kurat tarafından iş­ lenerek önce 1932 'de «Azerbaycarı Yurt Bilgisi» nde, sonra da 1966'da Re[id Rahmeti Arat İçin adlı kitapta yayınlan­ mıştır) . Tarih sahasında ilk eseri, Sibir Tarihi ( 1912] dir. Süyüm B ike (Sevi m Hatun ) [ 1 9 1 2 ] adlı kitabında Kazan Hanlığının son hükümdarlarından olan Süyüm Bike'nin traiik hayatını canlı ve milli hisleri kamçılayan bir usli'ıpla anlatır. Kazan Haniiğı [ 19 1 3] adlı büyük eseri ile H. A. , •

·

HADI MUHAMMED ABDÜL SELIMZADE ŞİR­ VANI (ası l adı : Ağa Mehmet ; Sirvan 1 879 19 19) , Azeri •

şairi. İlk tahsi lini mahalle mektebinde görd ükten sonra, Azer­ baycan yazarlarından Abbas Sehhet'in babasının mektebine devam etmiştir. Tüccar olan babasının erken ölümü, annesi­ nin başka bir adamla evlenmesi gibi sebepler H. yi aile geçin· dirrnek mecburiyeti karşısında bırakmış olmasına rağmen, Mi rza Aliekber Sabir ve Abbas Sehhet gibi aydın hem$ehri­ lerinin teşvikiyle Usul · i Cedid adındaki nispeten modern mektepte tahsiline devam etmiş, Azerbaycan roplum hayatını yavaş yavaş sarmaya başlayan yerli ve milli tiyatro hayatiy­ le de i lgilenmeye başlamıştır. H. bu rnekcepteki tahsili sırasında devrin yazarlariy­ le, şairleriyle de tanışmış, Sirvan'ın hatırı sayılır aydın nesiine mensubiyeti dolayısi y le az zaman sonra, milli kül­ tür harekatını dile getirecekler'in başına geçmiş, bu edebi türün ve san'atın yerleşmesine çalışmıştır. Çok genç yaş­ larında, muhitin , gerici lerine karşı giriştiği şiddetli müca­ dele, şiirin iiievi hayat şartlarından ileri gelmiştir. Ço­ cukluğundaki kimsesizliği, acıklı ve yoksul hayatı, ruhun­ da ümitsizliğe yol açmış, onu mücadeleci yapmıştır. İ lk hamiderine taassuba karşı mücadeleyle başlayan H., hayatına bir düzen vermek amacİyle öğretmenliğe inti· sap etmiş, vaktiyle kendisine tahsil imkanlarını sağlayan hocasının daveti üzerine Heşterhan ( Astrahan ) a gitmiş, hocasının mektebinde öğreımenliğe devam etmişti r. Zaman zaman geçim sıkıntı larını karşılamak üzere, bakkallık ve gazete redaktörlüğü de yapmıştır. ı 906'da Baku'ya gelerek Ali Bey Hüseyinzade'nin çıkardığı haftalık Türkçe «Feyu­ zaı» adlı dergi ailesine incisap etmiştir. Ali Bey'in Türkçülük ideolojisi hakkındaki prensiple­ ri genç H. nin ruhunu kamçılayacak kadar etkili idi. Artık H. şiirlerinin temelini milli isıiklal ve vaıancılık cephesinde kurmaya koyulmuşıur. Ali Bey Hüseyinzade'nin Türkçülük tesirleri ile birlikte, Türkiye ihtililcilerinden «Feyuzat» ta melce bulan E. Kemal'ın düşünceleri, az zaman içinde H. yi o kadar büyülemi�tir ki, kalemiyle milli mücadeleye atılmış­ tır. Mi lli isıikiili terennüm eden şiirleri, Tüıkisıan ve Hindistan gibi uzak ülkelerde Fars diline tercume edilerek, Kalküta'da basılmıştır. «Feyuzat» ın kapanması üzerine H. , Ahmed Ağaoğlu'nun çıkardığı «İrşad» gazetesi ailesine katıl­ mıştır. Daha sonraları «Taze Hayat», «Ttrakki», «İkbal» gibi gazetelerde de çalışmıştır. H. nin bu ilk devir ş iirleri, Nainık Kemal tesirinde olup, idealist bir hürriyet ve uhuvvet aleminin doğuşu­ nu terennüm etmekte idi. Ana gayesini istiklal fıkri teşkil ettiğinden şiirlerinde hep bu yoldaki mücadelesine sadık

296

HADI

MUHAMMED - HADICE

kalmıştır. Bu mücadelede Ağaoğlu .Ahmed, Haşim Bey Ve­ zirli, şiir Sabir gibi yazarlar, kendisini desteklemişlerdir. İran inkı lap bart ketlerini teşvik ve ıebci l yolunda yazdığı İran Hürriyet Kahraman/arı, İranit Kard eılerim ve S ergü­ ze;t · i İran adlı şiirleri vatanperlık ruhunu dile getirmiştir. H. nin bu şi irlerindeki kahramanlar, şan lı insanlar adı altında ebedi leşmişıir. H. , şiiılerindeki mücahitleıe «in­ san» adını yakışıırmı ş ve onlardan istıklil ve hürriyet mü­ cadelesi yapmalarını beklemişıir. H. ana vatanı .Azeıbaycan ın hürriyet ve isıikiili için çalışırken, insanlık fikrinden ilham alarak, İran Azeıbaycanının da hür ve mesut olmasına çalı şmıştır. Varani şiirlerinde terennüm ettiği istiklalin bir ucunun Tüıkiye'de inkişaf ettiğini gören H. , 1910 tarihinde İst.ınbul"a gelmiştir. Burası fikrinin gerçekleşmesinde en çok umut beslediği bir Türk merkezi idi. Ona göre, Türkiye'de başlayan milliyetçilik ve hürriyet mücadelesi sönmt yecek, tersine dığer Türk yurtlarının kurtuluşuna da ışık tutacaktır. İstanbul'da da matbuat alemine katılmış, «Şahbal», «Rebah» «Mehtab» gibi dergi lerde şiirler yayınlamışnr. Rej imin tu­ tumundan habersiz bulunan H. , yayınladığı «Kadın hürıiye­ ti» hakkındakı şiiri yüzünden, Selanik'e süıülmüş, bir ihbar üzerine casuslukla suçlandırılmış, hayatını kazanmak için harnallık dahi yapmıştır. Fakat bu kadarı da kafi gelmemiş, Yunan ve Bulgar polislerine teslim edilmiştir. Bunlardan çektiği zulüm ve işkence, kendisini idama kadar götürmüş­ se de sonunda kurtulmuş, inkılapçılığına devam etmiştir. H. nin bu ağır şartlar alıında geçen hayatı şiirlerinde yer a lmamıştır. Manevi gıdasını teşkil eden hürriyet, istiklal, vatan aşkı gibi tcmler üstün gelmiş ve H. bu ideal uğrun­ daki ahır hayatından şikayetçi olmamıştır. H. nin Türkiye devresindeki şiirlerinde ve üslubunda zamanın Türk şairle­ rinin tesiri inkar edi lt'mez. H. ye vatan aşkını aşılayan Na­ mık Kemal olmuştur. Hümanizm ve sulhseverlik Tevfik Fik­ ret'ten alınmıştır ; felsefi düşünceler ve bolca yabancı kelime kullanma gayreti de .Abdülhak Hamid'den geçmiştir. H. nin kendine has tarafları da vardır. Bunların başında bir türlü sükunet bulmayan «isyankar ruhu» gelmektedir. Sürııün haya­ tında zulme ve işkenceye boyun eğmeyen H., 1914 "te .Azerbay­ can'a döndükten sonra 1914 - 1916 yıllarında 1 . Dünya Har­ bine katılan gönüllü Türk askeı lerinin yaşayışını görmek amacıyle Karpat cephesine gitmiş, burada uzunca bir müddet kalmıştır. H. nin şiirlerinin «leitmotiv» i vatan ve millet sevgisi olmuştur. Onun ideal fikir ve inancına göre, vatandaşın ve ferdin değeri ve büyüklüğü, vatanına, milletine karşı besle­ diği temiz ve karşılıksız sevgisindedir. H. edebi tarz ve nevi, hatta üslubu bakımından eski klasik şiir mektebine bağlı kalmakla beraber, fikir ve konu yönünden modern .Azerbaycan edebiyatı içinde kalmıştır. Bu bakımdan hayal­ perest bir romantik şiir edasiyle değil, kaleminde ve şiir­ lerinde memleketi nin bütün hayat cephelerini gerçek bir görüşle aksettirmiştir. H. nin kitap bilinde yayınlanan başlıca şii rleri şun­ lardır : FirdöıJii İlhamat [ 1 9 1 8 ) ; Şüku/e - i Hekmet [ l9 14] ;

piyade kurmay yüzba­ şısı olarak birineilikle bitirmiştir . .Almanya"d3 öğrenimini tamamlayan H. , 1 892 yılında kur­ may yarbaylıkla İstan­ bul'da Genel Kurmay Başkanlığı 4. Şubede gö­ revli iken, Harboku­ lu ve Harb Akademi­ leri birleştirilince, bu­ rada stratej ik coğrafya dersi öğretmenliği yap­ mıştır. 1 912 B a I k a n Savaşı"nda, Başkomutanlık Kurmay Başkan­ lığına a t a n m ı ş t ı r. 6 Ocak 19 14'te G e n e I Kurmay Başkanlığı gö­ revinde iken E n v e r HADI PAŞA Paşa taraf ın dan Birinci Ferik (Korgeneral) liğe yükseltilmişse de, birçok general­ leele birlikte emekliye ayrılmıştır. 1 ı Eylul 1 9 1 9 - 8 Şubat ı 920 tarihleri arasında, tek bakanlık halinde birleşti rilen Ziraat va Ticaret Bakanlığı'na getirilmiştir. H. P. , 3 1 Tem­ muz 1920 - 1 1 Eylul 1920 tarihleri arasında da Maarif Na­ zırı olmuştur. Tevfilc: Paşa'nın «müstakil bir devlet mef­ hOmiyle kabil - i te" lif» bulunmadığını yazarak imza etme­ den döndüğü Sevres Muihede�i (b. bk. ) ni, lO .Ağustos 1920'de imzalayan bedbabıların başında H. P. bulunuyordu. 21 Eylul - 21 Ekim 1920'de, ikinci defa Ziraat ve Ticaret Nazırı tiyin edilen H. P. , 1930 yıllarında Arnavutluk'ta oturuyordu.

HADI SEBZEYARI ( 1 797/1778 - 1 878 ) , İran'ın ta­ nınmış fı lizoflarından ve şiirlerinden biri. Devrinin ta­ nınmışlarından Molla H üseyn'in taltbesidir. Hocası ile bir­ likte gittiği Meşht d"de beş yıl kadar kalmış ve bu müddet içinde öğrenimin � devam ermi$tir. Oradan İsfahan·a gitmiş ve bu �ehirde kaldığı yedi yıl içinde Molla .Ali Nuri'nin derslerine devam etmi$tir. Daha sonra Mekke'ye gitmiş, hacı olmuştur. Hac dönüşii yerleşt;ği Sebzevaı 'da gençlere ders vermeye başlamış ve bu dersler ölümüne kadar devam etmiştir. 1 878'de, ders vermekte olduğu bir sırada ani olarak ölmüştür. Gömüldüğü Meşhed k.ap•sı dışındaki mak­ berinin üstüne sonradan bir türbe yapı lmıştır. İnançlannı ve fikirlerini Amir al - Hik ma adlı eserin­ de toplamıştır . .Asrar, aynı zamanda Hadi'nin mahlisıdır. Bu mahlis i le yazdığı şiirlerini bir divanda toplamıştır. HADİCE, Peygamberin ilk eşi. Kurey$'ten Huvey­ Ied"in kızı olan H. , ailesi tarafından, kendisi ile kardeş çoğuğu olan Varaka İbn Nevfet ile sözlü kılınmakla bera­ ber, Nevfel çokça yaşlı bulunduğu için, onunla aralarında Aıkr Möhteıem yahut Ana Ku>ağr [ 1918] ; El11aht İntibah evlilik viki olmamıştı r. H. , önce, Ebiı Hale ile evlenmiş ve bundan Hint ve Hile adında iki çocuğu olmuştur : Koyahut insanlarm Tarihi Fa>ialarr [ 1 9 18 ] . - .A. C. casının - muhtemel olarak - ölümünden S"nra Mahzum kabiHADI PAŞA (Bağdad ? - Berat 1932), Türk gene- lesinden .Atik İbn A bid i le evlenen H. nin bu evF likten rali ve devlet adamı . .Abdülhadi diye de adiandınidı- de bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir ki, onun da adı Hint'· ğı malumdur. 1882 yılında, Haıbokulu'ndan teğmen rüt- tir. Erke� ve kız olarak Hint adlı iki evlat annesi sıfatı besiyle çıkan H. , 20 Temmuz 188�'te Harb Akademileri'ni ile ona Ümmü Hint künyesi verilmiştir.

ı

HADICE

-

HAD1KA

297

Bu ikinri eşının de ölümü üzerine Hz. Muhammed 9. Hadice Sultan b. II. Mahmud ( 1 6 Eylül 1825 ile hayatını birleşıirmişıir. Bu sırada Peygamber 25, H. 40 19 Aralık 1 R42), 1 7 yaşında bir genç kız iken ölmüştür. yaşlarında idi ler. Ancak başka ri vôyeılere ve H. nin Hı. 10. Hadice Sultan b. V. Murad (5 Mayıs 1870 · 1 3 Muhammed'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere alu c:o· Mart 1 938 ) , V. Murad'ın ( 1876) büyük kızıdır. 68 yaşında cuğu doğduğuna bakı lı rsa, daha genç yaşta bulunduğunu Beyrut'ta ölmüştür. 2 Eylül 1901 'de Damad A li Vasıf Paşa kabul etmek yerinde olur. ile evlenmiş, ayrılmış, Meşrutiyet'te i lk sultan evlenmesi Bu evliliğin tarihlere geçmiş hikayesi vardır : Tah i re olarak ı Mayıs 1909"da Damad Raüf Hayri Beyt fendı ile diye de adlandırılan H. , ticaretle uğraşan zengin bir dul· ikinci i2d vacını yapmıştır. Bir oğl u ile bir kızı vaıdır. du. Fı lisıin'e yollanan kervanlar arasında onun malları di­ Güzelliği ile meşhurdu. Enişresi Gazi Osman Paşazade Da­ ğerlerinden çok fazla idi. El · Emin şöhretiyle anı lan Hz. mad Müşir Kemaledd .n Paşa i le 5evişmiş ve paşanın zevcesi Muhammed"e H. , bir esir hizmetçi rtfakaıinde. malları Naime Sulrandan ayrı lmasına sebep olmuştur. Çok güzel başında girmesini ve buna karşılık yüklüce bir meblağı tek piyano çalardı. Batı musikisin de bazı parçalar bestelemi ştir. lif etti, Peygamber malları Busra . d t yüksek bir değerle Bu 10 sultan dışında. çok küçük yaşta ölmüş, aynı sattı ve bütün kazancı tam olarak mal sahibesine verdi. adı taşıyan daha birkaç H. S. la imparatorluk prensesi H. de ona, normalin iki kan bi r ödemede bulundu. Sonra sayılmayan biı kaç Hadice Hanım · Sultan �ardır. da bu çok beğendiği insana derin bir sevgi duyarak onunla HADIDI ÇELEBİ ( Ferecik ? · İstanbul 1 5 3 3 ) , XVI. evlendi. yüzyıl Türk şai r ve ıarihç !erinden. Bazı kaynakların ken­ H. çok merhametli idi. Daima yoksullarının yardı· disinin de demirci olduğunu kaydeıtiği ( Tuhfe . i Nai/i, s. mına koşardı. Vahy geli p de İslam dini orıa . a çıkınca ilk 2 66 ; Osmanlr Miiel/ifleri, lll, s. 45 ; H.ımmer, Devleti - i olara k Müslüman lrğı kabul eden H. olmuştur. Müslüman· !ara zulüm edildiği yıl lard.ı o, daima kocasını teselli ermiş, Osmaniye Tarihi, I, s. 32 ; Tezkire · i Sehi. s. 10 1 ) H. , bundan dolayı tari hçiler tarafından Veziretü's sıdk deyi­ Edi rne civarındaki Ferecik kasabasında bir demi ceinin oğlu mi ile tebcil olunmuştur. Ölümü hicretten üç yıl önce 1 O olduğundan H. mahlasını kullanmımr ( Osmanlr Miielli/­ Ramazan tirihinded 'r. Mekke"de Hacun mezarlığına gömül· leri, I I I , s. 4 5 ; Şerere - i Osmani I l, s. l l O ; Laıifi tez. 127 ; Kamus al - a'ltim I II, 1 934 ) . Önce kasabanın hatı bi olan müştür. Bugün de mezarı ziyaret yeridir. ve geçimi için demi rcilik de yapan H. , Zeyniyye tarikan HADICE SULTAN, Osmanoğullarından birçok impa­ (b. bk. ) na mensnpıu. Sonraları ilim yoluna girmiş ve mü­ derris olmuştur. Kaside ve gazelleriyle ün salan H. , I. Sul­ ratorluk prenseslerinin adı : ı . Hadice Sultan b. II. Murad (doğ. 1 425 ? l . tan Osman'dan Kununi Sultan Süleyman'a kadarki Osmanlı 1440'ıa 1 0 . İsfendiyar ( Gndaı) hükümdan İsfendiyacoğlu tarihin i Şehname tarzında kaleme a lmıştır. Kanuni tahta çıkınca 0 520) yazı lmaya başlanan ve 1 530 (H. 937 ) da Damad Ebü'l · Hasan İsmail Beyle evlenmiştir. tamamlanan Tarih . i Al - i Osman veya Şehname . i Al · i 2. Hadice Sultan b. II. Bayezid ( 1465 ? - 1 500 ? ) . Osman adlı manzüm taribin Tarii'JJevarih'e kaynak olduğu 1 4 8 1 veya 1483'te ö len Vezir Darnacl Müderris Kara Mus · bazı kezkire ve tarihçilerce belirıi lmekıedir. rafa Paşa i le evlenmiştir. Eserde mevcud (Milli Kıb. MFA. 303 - 304) : 3. Hadice Sultan b. I. Selim l ı498 ? · 1 582), 1 5 12'· Kitahrn hatmi tarih . i N ebinin ye doğru Sultan · zaJe Damad Mehmed Beyle evlenmiş. Dokuz yüz otuz yedi Hhrinin lı üçük yeğeni l l l . Murad zamanında P4 yaşlarında ölmüştür. 80'ini geçtn birk aç Osmanoğlundan biridir. Meşhur Vezir · i kaydı. bu manzum tacihin 1 5 30 (H. 937) da tamamlandı­ azam Makbul İbrahim Paşa ile ikinci dda evlendiği rivayet ğını doğrulam ıkıadır Id, Hammer ve Naili'nin verdıkleri edilegelmişse de, bu rivayet bugün kabule şayan görülme­ tarihierin haralı olduğu anlaşı lıyor. Kitabın orijinal nüsha­ ları, Esad Ef. (Süleymaniye Kıb. ) Nu. 208 1 ; Ali Emiri mekteJir. Kanuni 'nin kız kardeş' dir. 4. Hadice Sultan b. Şelızade Bayezid b . I. Sü· Ef. manzum eserler ( Millet Kıb ) Nu. 1 3 17 ; T. 127 ; leyrnan (doğ. 1 549 ? ) , Kanuni'nin ö ldürülen oğlu Şthzade (Üniversite Kıb ) T. 1268 ; ( Berlin Krallık Kıb. = König­ liche Biblioıhek) Nu. 76'da bul unmaktadır. Bayezid in kızlarındand.r. Kim'nle evlendiği bi linmiyor. HADİKA, aynı adla iki devre ( haftalık) ve üçüncü 5. Hadice Sultan b. III. Melımed (doğ. 1 5 90 ?) , Vezir Damad Mirahur Mustafa Paşa ile Kasım ı 604'ıe ev­ devre (günlük) olarak yayın lanmış Türk gazetesi. Meyve bahçesi manasına g• !en H. , .Aş ir Efendi tarafından çıkarıl­ lenmiştir. mış ve Matbaa - i Fünün - u Harbiye - i Şahane'de basılmaya 6. Hadice Sultan b. IV. Melımed ( 1 662 ? 9 Mayıs 174 3 ) , 81 yaşlaı ında, yrğeni I. Mahmud devrinde ölmüştür. başlanmıştır. H. nın idare merkezi, başlangıçta Galata'da 9 Temmuz J 675'te ll. Vezir Damad Musahi b Mustafa Paşa Okçu Mu�a Caddesi'nde idi. Sekiz sahife olarak çıkan ve i le, onun ölümünden az sonra da ı 690'a doğru Sadı azam kendisini «mairi f ve sanayi 'den bahseder fünün gazetesi)) olarak tannan H. nın ilk sayısı 6 Şubat 1 2 8 5 ( 1868 ) tari­ Darnacl Enişte Hasan Paşa ile evlenmişıir. hinde yayınlanmıştır. 29 Ocak 1 286 ( 1 869) ya kadar devam 7. Hadice Sultan b . III. Aiımed (20 Kasım 1 7 1 9 · t:dc:n birinci seri, 5 l sayıdan ibarettir. İ kinci seri yine 1738 ) , 19 yaşında ölmüştür. 1734'ıe Kapdan r Derya Vezir «hafta l ı k» olarak 5 Mart 1 287 ( 1 870) tarihinde yayınlan­ Damad Hafı z Ahmed Paşa ile evlenmişıir. maya başiarnışıır ki, öncekinin bir devamı olduğu, hidro­ 8. Hadice Sultan b. III. Mustafa ( 1 5 Hazi ran j en hakkındaki kimya tefrikasında rastlanan kayıddan da 1766 - 10 Temmuz 1 822), 29 Nisan 1 784'ıe Darnacl Vezir anlaşı lmaktadır. Bu serinin i lk 10 sayısının da Harbokulu Seyyid Ahmer Paşa ile evlenmişıir. Şeyh Galib'in ve Mel­ Matbaası'nda b.ısıldığı görülmektedir. l l ve 12. sayıları ise ling'in koruyucusu olan III. Selim'in kız kaıdeşi sulran La Turquie Maıbaası'nda bası lmışıır. H. nın, 9 Kasım 1 289 ( 1872) tiribinde Tasvir - i Efkir Matbaası'nda basılmaya budur. ·





298

HAD1 KA

-

HADIS

başlanan ve 56 gün ( 29 O cak 1 789 ) ( 187 3 ) süreı «gün­ g•mber'in sözleri biline getirildi. Hatta birtakım yeni lük» üçüncü seri yayını da ömürsüz olmuştur. Bu devrede inançlar veya prensipler üzerine yeni H. ler ortaya çıkarı ldı. siyasi bir hüviyet kazanan gazetenin başyazarlığını Ebüzziya Bunun neticesi olarak Allah ile insan arasındaki münase­ Tevfi k üzerine alınmıştır ( F. A. Tansel, Ebüzziya maddesi, bftlere iid birçok hususlar için H. ler ortaya çıkarılmış İslam Ansi k l . I V , s. 100 ) . Namık Kemal'ın Gelibolu'dan oldu. gönder diği Hürriyet - i E/karr Biz İ ıtemezsek Zelil 0/maz­ Peygamber'in ölümünden sonraki ilk çağlarda, Müs­ d,k, Acaba İstanbul"dan Niçin Asker ve Vergi Alınmaz, lümanlar arasında birçok meıeleler üzerinde büyük icıihad Meslek Fikri v. b. makalelerinin de bası ldığı H. , 56. sayı­ farkları ortaya ç ık m ı ş t ı. Taraflar, kendi görüşlerini, Peygam­ sından itibaren, iki ay ta·il ed ilince, 1 5 Mart 1 873'te Ebüz ­ ber in hüküm veya kararlarına bal( lamaya çalışmakta idı ler. ziya Tevfik, «Sirac» ı çıkarmaya ba�lamıştır. - F. T. Fiki r ler ve görüşler ancak bu suretle hak kazanmakla idi. Pey­ gamber'in «sünnet» ine aıd olmak üzere birb · rinin aksi ma­ HADİKA - t MAARİF, bafralık edebi dergi. ı Mu­ hiyetteki H. ler, bu suretle meydana gelmiştir. Bu sebep­ harrem 1 299 ( Kası m 1 88 l ) da, Maarif Nezaret - i Celilesi ten Peygamber'in «sünnet» i hakkında H. !erin bir kısmı Te' l i f ve Tercüme Dai resi'nden İmadedd ın Vasfi Bey'in güvenilecek haberler sayılamaz. «maarifin ilerlemesine dair her nevi i lim ve fenden bahse­ H. uydurmak saygısızlık sayılmış ve kınanmıştır. Sa­ dtn» diye tanıttığı ve haftalık olarak çıkaı maya başladığı dece dini ve ahlaki prensipler malıiyerindeki sözlere karşı bu edebi dergi de kısa ömürlü olmuştur. - F. T. bir az daha müsamahalı davranılmışıır. HADİKAT'ÜS SÜEDA (Edeb. ) : bk. FUZÜLI. İslam dünyasındaki inanışa göre, bir H. in gerçek sa­ yılabilmesi için, onun, aralıksız bir şekilde sözlerine inanı­ HADİMÜ'L . HAREMEYNİ'Ş . ŞERİFEYN ( Tar. ) : lır kimselerden nakitdilmiş bulunması şarttır. Bunun için, bk. HALiFE. İslam bi lginleri çok ciddi araştırmalara ı;:irişmişler, H. i HADIS, dini veya dini olmayan tebliğ veya rivayet. nakle len lerin yaşadığı zam ını ve yeri, birbi rleri ile olan Sonradan İ s l am Peygamberinin ve sahahelerinin «fiil ve ka· münasebt tlerini, gerçekiere karşı olan meyil derecelerini, vii» lerine ai d haber manasını almıştır. sözleri tam bir doğrulukla nakletmeye gayret edıp etmedik­ Araplar, İslamiyem·n önceki hayatlarında atalarının lerini dikkatle araşıırmışlardır. Fakat bütün bunlara rağmen, eski «ö ı f» lerini takip etmeyi bir fazi let sayarlardı. Müş· H. in ara rivayetçiterine ne ölçüde inanılın ısı gerektiği hu­ ri k lik devrine i d bu örf» ler İslamiyetten sonra yer ini Pey­ susunda bütük fikir ayrılıkları olmuş, bazı ları tarafından gamber'in ve sahabelerinin hal ve hareket lerinin örnek tu­ sözleri mutlak şekilde inanı lınaya layık görülenler, diğer bir tulması şeklini aldı ve bundan sonra bu hususta bilgi top­ kısım i çin P• k inanılınayacak ve ha tti ba zan yalancı dahi Ianmaya gayret edildi. sayılmı şlardır. Bu yolda i lk kaynak, Peyg a mber ' in sözlerini kr ndi­ Bu husustaki tartışmalarda nakledicilerden çok, H. in sinden işiten ve hareket ve davranışlarını göz leri ile gören muhtevası müh i m sayı lmıştır. Bu sebeple, nakillerin doğru sabaheler olmu 1ıur. Sonraları, bu husustaki bi lgileri saha­ olup olmadığı hususu incelenirken, gerçekte, H. !erin zihin­ beden öğrenmiş bul unan Paygamber"den sonraki ilk nesil · lui karışıırı c ı mahiyetleri ıartılmıştır. den ( ıabi'un ) , daha sonra ise, bu ilk nesil ile doğrudan Hicret'in II ve I II. yüzyıllarında, ibadet usülü ve doğruya m ünasebette bu lunan ların (tabi'ül - tabi'in ) riva­ iıikaı esasları ile en mühim cemiyet meseleleri kararlı bir yeı lerinden faydalanı lmaya başlanmıştır. B u tarz, bir müd­ şekı l alınca H. nakledicileı in hemen çoğunun sözlerinin det böy lece nesi lden nesle devam etmiştir. doğruluk dereetleri ile naklettikleri H. !erin değerleri üze­ H. ler, birçok nesi ller boyunca, şahsi nakiller şeklinde rinde bi r fikir b i rli � i meydana gelmiş oldu ve zaman kalmıştı r. Bu sebepten, her tam H. , iki kısımdan meydana ilerledikçe. tartışma konusu olan hususlar bile, öyle büvük gelir. Birinci kısım, H. in m uhtev as ı nı sıra ile birbirlerine bir arneli ilıı:i uyandıramaz hile geldi. Hatta aralarında nakletmiş olan kimselerin adlarıdır. Bu k ı >ma, haberin doğ­ büyük aykırılıklar bulunan H. ler dahi, ustaca tefsirler ile ru ve sağlam olduğunu bildiren esas minasına gelmek üze · birbirleri y le bağdaı ı r bir hile getirildi. Bu suretle, bir H. in re «isnad » denir. İkinci kısım ise, nakltdılen haberin asıl reddedilmesi, ancak, pek mecbur kalınınca baş vurulacak son bir redbir sa y ıldı. muhıevasıdır. Buna ise «meın» ( meıı n ) adı verilir. Bununla beraber, İslam bilginlerince bütün H. ler aynı Peygamber hayatta iken hüküm süren dini fikir ve adetler, ölümünden sonra değişi kli klere ı•ğramal tan kur­ değerde sayılmamış, H. ler çeşitli yönlerden birtakım sınıf­ tulamadı. Bununla beraber, İslimda, mürninler için Pey­ Iara ayırılmışur. H. ler, önce «sahih», «hasan» ve «za if» adları ile ıza mber ' in ve eski İslam camiasının «sünnet» inden başka gerçek bir düsıur olamayacağı düşüncesi değişmedi. Fakat üçe ayrılırlar. Doğru olarak kabul edilmesinde hiçbir bakım· bu durum, bir müddet sonra, H. !erin kasten değişıirilme­ dan mahzur bulunmayan H. !ere «sahih» ( = sağlam) denir. lerine yol açtı. Bu suretle Peygamber'in gerek sözleri gerek Mutlak surette «sahih» sayılmayacak olanlara «hasan» ( = hareketleri, yeni devrio düşüncelerine uygun bir şekle sokul­ güzel), muhtevası yönünden ciddi renkidiere imkan veren mak istendi. Böylelikle istenilen gayeye uygun düşecek ve nakledenlerden biri veya biıkaçı şüpheli sayılanlara da H. ler ortaya çıkarıldı. Bu H. lerde, o sırada hangi türlü «zaif» adı verilir. hareket veya düşünce �ekli uygun bulunuyorsa, o, Peygam­ Bir başka sınıflandır m ada, H. ler «mudrec"', «meırük» ber'in şmi�ıir. Ertesi yı l W. Cullens'in .Ma­ leria medica ad lı eserini Al­ manraya çevirmiş, k i n i n i n sağlam bir vücutta kul lan ı l ­ ması ile elde edilen b elirtileri dikkate alarak, benzeri araz­ ları gösteren bir hastayı teda­ S. Ch. H AHN E MANN vi meındunu kullanm ı şt ı r. Bu müşahede snoucu H . , ted avide « benze r likler ka nunu» diye anılan ve binakım hastalıkların, sağlam bir vücutta benzeri belirti leri meydana geti ren ilaçlarla tedavi edilebi leceği similia similibus curaııtur veya curenıur nazariyesini ortaya atmış ve savunmuştu r . H , bu yeni prensiple­ rini 1 7 96'da C. W. H ufeland'ın «Journal» inde yayın lamış ve dört yıl sonra da küçük dozlada ilaçla r ın ku' lanı lmasında tesbit edılen tesir miktarını ve tedavi gücünü meydana çıkar­ mıştı r. En tanın m ı ş eseri olan Organon der r.1tionellen Heil­ kunde [ 1 8 1 0] de i leri sürdüğü ve «homoeopaıhy» dediği naza­ riyesini savunmuştur. Reine Arzneimittellehre [6 cild, UH ı ] kitabında ise sağl.ım vücuda birçok ilaçlar tatbiki tecrübe­ lerinin sonuçları rafsilatı i le verilmiştir. 182 1 'de çıkarlar ı zarar görenler tarafından Lei pzig'i ıeıke zorlanan H . , An­ halı · Köıhen dükünün daveti üzerine Köıhen'e ı· e r leşm i şıi r . 1 4 yı l sonra Paris' e göç ederek ölümüne kadar orada hekim­ lik etmiştir. Hatırasına hürmeıen Leipzig ( 1 8 5 1 ) ve Köthen ( 18 5 5 ) de hevkelleri dikilen H. ın diğer mühim eserleri şun lardır : Fragmenla de viribus medicamentorum positivis [ 1 809] ; Die chronischen Krankheiten [ 1 8 28 1830]. •

H�İDA'LAR, Amerika Kızılderililerin 1en bir oymak. Bunlar Kanada'ya bağlı Kraliçe - Clıarlotte (İngiliz Kolombi­ yası ) takım adalarında yaşarlar. Fok, balina ve balık avcılı­ ğiyle ve mryve toplamakla geçinen H. lar, XIX. yüzyılın sonlarına kadar müreffeh bir gıup teşki l etmişlerdir. Yont­ malada süslenmiş büvük evleri ve dev yüksekliğindtki totem direkleri, san'at sahasında haklı olarak şöhret kazanmıştır. HAlDAHABAD ( İng. Hyderabad ) ( Coğ . ] : bk . HAYDARABA D. HAlDINGER U ı�ydingir ], Wilhelm von (V i yan a 1795 Dl.lrnbach, V ı yana dolayı 187 1 ) , Avusturyalı mine· ralog ve ıeolog. 1 8 tO'ta Viyana sarayının, eski paralar ve madencilik kısmı na iid mineraller koleksiyonu müdürlü•

318

HAIDINGER,

\Vilhelm von

-

HAtTI CUMHURİYETİ

ğüne atanmış ve ı 849'da kurulan devlet jeoloj i kurumu­ nun ilk müdürü olmuştur. H. ın yönetimi altında «Avus­ turya Monarşisinin j eognostik haritası» hazırlanmıştır. H. , l 8 i 5'te «Mineraloj i El Kitabı» nı yazmıştır. H. Mcrceği 'ni icat eımişıir. HAIG [heyg} , Doug­ las, Earl of ( Ed i nburgh 186 1 · Londra 1 928 ) , İ ng i li z mareşalı ( 1 9 1 7 ) . 1898'de Sudan sefe­ rine, 1 899 - 1901 y ı llarında da Güney Afrika seferine ka­ tı lmıştır. 1 909 ı 9 1 0'da da H indistan ' da Genel Kurmay Başkanı olmuştur. I. D ü n ya Harbinden önce I. İ ngili z Ko­ lordusuna kumanda e t m i ş, ı 9 1 4 ' ün sonundan itibaren I. Orduya ve 1 9 Aralık 19 1 5 'ten :ıir Do uglas HAIG itibaren de Fransa'daki İngiliz silıihlı kuvvetlerine kumanda etmiştir. Eseri : Sir D. Haig' s Dispatcbes (D. H. in te l graf l a n ) [ 1 919}. HAİK, Kuzey Afrika'da erkekler ve kadınlar tara­ fından kullanılan bir gi vecek. 10 arşın ( 6,80 m) boyunda, 3 arşın ( 2,04 m) eninde, dıkdöıtoı;en şeklinde bir bez par­ çasından ibaret olan H. in çeşiılui vardır : 1 . Er ktkiere mahsus olan H. yünden yapılır. Doğru­ dan doğruya çıplak vücuda sarılır veya asıl elbıse gibi kullanılır. 2. Ü s t H. i ipek ile yün i pliğindendir. Bir zarif­ Jik alimeti olarak, şehi rliler asıl elbiselerinin üzerine giyer­ ler. 3. A lelade be z veya pamuk dokumasından yapılan ve izar denilen dıkişsiz kumaş parçası olaı ak ku ley Afrika'da kabile kadınlarının büründükleri bir örtü lür. 4 . Daha çok şehirli kadınlar, ev dışında asıl elbi seler inin üstüne de H. giyerler. H. , kuzey Afrika ' d a tl tezgahlarında dokunur. Lyon ( Fransa) dokuma fabrıkaların .Ja kuzey Afrika için hum>i surette dokuna n ipekten ve yönden H. ler pek makbuldür. Bunlar, dokunduğu ye r olan Lyon dahıl, hi çbir yeı de satılmaz. HA'İL, Su u di Arabi>tan'da. kuzey NeciJ de Cebel Sam­ mar'ın meı kezi. Nüfusu ta hminen 30 000 ( 1 96 1 ) dir. Bağ­ dad - Mekke hac yolu üzerinde öreden beri mühim bir nok­ ta olan H. , Tüı k ida ı esi z am a n ı nd a doğudan gelen hac yolunu kontrol ederdi . I R9 1 - 1 902 yılları a rasında H. Ara­ bi 'tan çölü n ü n tek merkezi idi. 1 92 1 'de V ahab i l e rin eline geçmekle ehemmiyeıinı kaybe · mişıir. H. in büyük modern binaları, okul ları, hastahaı; eleri ve oldukça elverişli mahalli hava alanı vardır. Ancak ı�bii kaynakları olmad ığından Raşidi hamdanının suna ermesi üzerine H. önemini kaybetmiştir. HAİLE SELASSİE ( Birog•. ) : b k. HA YLE SELASSİE. HAlMOS ( Lar. Hıe mus) . Eski Çağda Balkaniara ve­ rilen ad. HAIN AHMED PAŞA ( Biyogr. ) : bk. AHMET PA­ ŞA, Hain. HAINAUT (Coğ. ) : bk. HENEGOUWFN. HAINAUT FRANÇAIS [enq /r4.ırJ . Fransa ' da bir bölge. Geniş vadilerle kesilm i ş bir yayialar memlekeıidir. Genel yatımına d ı k ey olarak akan iki nehri va dır : Escauı ve Samb re ; Engeme, Ar denne dağları çemberi s ı n ı rına do­ ğudan batıya doğru alçal ı r Barı H•inauı, zt:ngin tarımı ba­ kımından Cambresis'e benzer. Denain yukar ı sında kömür havzası uzanır ; Escaut vadi si bir endüstri şeridi ni mey­

çelik, metalürji ) . Doğu Hainaut'da Escaut Nehrinin sağ sahili ormanlar ve korular sayesinde tamamiyle yeşildir, memleketin bu kısmı Thierache'r hatı rlaıır ( �ığır yetiştiri l­ mesi, meyva ağaçları ) . Koruluk lar, bilhassa Sambre Nehri­ nin dağ salıili boyunca çok yoğundur. Buralarda .Ardenne engemesi meydana çı kar. Sambre Nehri boyunca Aulnoye'­ dan Belçika sınırına kadar uzanan kısımda endüstri sektörü yayılınışıı r : meıalürji, kuzeyin kömürünü, Escaut'nun çelik ve demirini kullanır. Fakat bu endüstri topluluğu stratej ik (Sambre vadi si eski bir isti la yolu olmuştur) ve ekonomik ( Fransız taş köm ü r ü rı ü Charleroi [ Belçika ] kömürünün cekaberinden kurtarmak arzusu) sebeplerle nispeten yüzüstü bırakı lmışnr. Bunun için bu son sekıör, dökme demir ve çel ik ürerimi için teç h i z edi lmemiş ol u p daha çok metalür­ ı i k hazır mamüller işlenmesıne hasredi lmiştir. HAINISCH [h .yni[ } , M ichael ( Aue bei Gloggnitz 1 8 58 - Viyana 1 94 0 ) , .Avusturya Cumhurbaşkanı. Hukukçu ve i ktisatç ı olJn H. , sosyal politika konularında yazılar yazmıştır. Avu�ıurya kadınlar hareke· inin önderi Marianne H. ( 1 8 3 9 - 1 93 6 ) in oğlu olan H., 1 920 - 1928 yıllannda Avusturya'nın ilk cumhurb ış kanı olmuştur. 1929 1 930 yı l­ larında ticaret bakan l ığı yapmıştır. D. e Landf/u(h/ (Köy­ den kaçış) [ 1 9 24] adlı eseri tan ı nmışt ı r. HAİ PHONG [hqy/png} . Kuzey Viet - nam' da, Çin Hindi ,ıanı 'nda, Vic:t - nam'ın kuzeyinde, Sonğ - ka Nehrinin delta sında. Thai Bi n h Nehrinin bir kolunun sağ kıyı•ında, denizden 3 2 km uzaklı k ta bir şehi r. Nüfu,u 370 000 ( 1 9 65) dir. 1 8 74 ' ı e kuı u lan H.. b ü y ü k dok laı ı ve gemi inşaat tez­ galıları, çim�nıo fabı ikalm, ipek ve pamuk ipliği fabrika­ larıyle bi r modern sehir ! i r. Hanoi'a giden dem i ryolunun

dana getirir

marşının adı La Dessalinienne'dir.

-

,

(taş kömürü, kimya

endüstrileri, demir ve





·

HAİ - PHONG

başlangıcıdır. Tongking'ın başlıca Jimanı olan H. limanı >Üratle kuınla dolmıkta olduğundan, Along Kört ezi huyun­ ca yeni bir liman p roj e s i hazı r l an m ıştır. HAITHABU [hq) tabu} (Alman arkeolojisı ) , 804'ıe Sliesıhop, 850'de de Slıaswi, h adı ile anı lan •e ticarete mahsus bir ü kan yeri. Şimdiki s.hleswig şehri karşısında, Schlei körfezinin kıyısında bulunuyordu. HAİTİ CUMHURİYETİ ( resm i adı : Republique d'Hait i ) , Atlas Okyanusunun batı bö l ü münde, bu okyanus­ Ja Kara ip Dm izi arasında yer alan Hispaniula ( veya H ai ri) adasının ü ç t e bir oran ı n d a k i b l t ı bölümünü kaplayan devlet. Y ü z ö l ç ü m ü 27 750 k m', nüfusu 4 674 000 ( 1 968 ) , b a ş kenti Port - au - P r in ce ( nüfusu 250 000 ) tir. 1964 'ıe H. C. bay­ rağındaki mavi (bk. BAYRAK) �iyaha çevcil ,.,iştir. 1 804'­ te İmparaıorluk bayrağındaki renk de siyahtı. H. C. milli



HAİTİ CUMHURİYETİ ur,

ı.

Coğrafya : Ülke dağlık-

� -- --1

fakat kıyı ovaları ve çöküntü alanları sulandıkları zaman ve­ rimli topraklar halini alır. Gü­ neydeki uzun ( 2 5 0 km yi aşkın ) Tiburon yarımadasını Hotte ma­ sifi ile bütün adanın en yüksek . noktası (2 680 m) nın yer aldığı Selle masifi oluşturur. Kuzeydeki yaı ımadayı meydana getiren dağ­ H A İTİ ARMASI ların yüksekliği 1 000 m yi geçmez. Bu iki bölge arasında yer a l an daha küçük masi fler

ı_�:__ ı ı

ı

3 19

lettir. Fakat nüfusun büyük kısmı Creole (b. bk. ) dilini kullanır. Büyük çoğun luğun dini, 1 860 anlaşmalarına göre Kat.>lik ise de, köylük yerlerde Afrika'nın Vodu dini de yaşamaktadır. Ülkenin iç böl ümlerinde kahve yetiştirilir (yıllık ihracat : 30 000 ton ) . Öıeki ürünler şeker kamışı, agav, pamuk. muz ve kakaodur. Ülkede şeker sanayii ve büyük ölçüde bo k s i t üretimi de vard ı r. Anti ller bölgesinde gitgide d .. ha mühim bir iktisadi rol oynamaya n amzet olan H . C. , şimdilik, adada işleyen seımayelerin üçte ikisine sahip bulunan Amerika Birleşik Devletlerinin te'siri alım­ dadır. 2. Tarih : H. C. 1 844'te Hisparı iola adaqnın i k i �yrı

"( o n u r AdoıS'ı Môl� Sı. 1"\i ola•

Port

·

• d� · Paix

\..__

nriquill�

J< A R A Y I P L E R

DENIZI

'Beata Burnu

ve DOMİN iKA devlete bölünmesiyle oluşmuş, 1 847 1 849 yıllarında bir cumhuriyet, 1 849 - 1 8 5 9 yıllarında bir imparatorluk (I. Faus­ tin İmparatorluğu) olarak yöneti lmiş, sonra devletin başın· da birbirini hızla izleyen fakat hiçbiri bir reform programı ilan edemeyen cumhurbaşkanları bulunmuştur. 26 Temmuz 1 9 1 5'te başkan V. G. Sam'ın öldürülmesi, daha önce ( ı 898 ) Dominika Cumhuriyeti (b. bk. ) ni de vesayeti altına almış bulunan Amerika Birleşik Dev letlerin in müdahalesine yol açmıştır. l l Kasım 1 9 1 6 tarihli a n t l aşma ile sağlama bağ ­ lanan Amerikan vesayeti ( a skeri işga l, m a l i yen i n ve ekono-

HISPANI OLA ADASI : H AİTİ

Artibonite Irmağı i le kol ları ve Saumatre gölü tarafından parçalanmış durumdadır. Nüfusun büyük çoğunluğunu sö­ mürge devri kölelerinden türemiş olan zenciler meydana getirir. Melezierin çoğu şehirlerde oturur. Beyazlar ancak I. Dünya Harbinden sonra mülk sahibi olma hakkını elde eımiş lerdir. H . C. , Amerika'da Fı ansızca konusulan tek dev-

HAİTİ : Ba�kentte Arap üshibunda yapılmış demir kapısı



HAİTİ : Zenci tipleri

3 20

minin kontrolü) 1934 yılına kadar sürmüş (askeri işgalin sona ermes i ) , 1918, 1935 ve 1 94 6 yıl larında da demokrasi yönünde gelişen anayasalar çıkarı lmıştır. Ordunun siyasi bir rol oynamak zorunda kaldığı Kasım 1 949 kargaşaları sonun· da cumhurbaşkanı seçilen albay Magliore, Amerika ile iş birliği siyasetini gürmüş (mali yard ı m ) , Aralık 19�6'da istifa etmiştir. Karışıklı klaıla dolu bir aradan sonra dev let başkanlığına geti rilen Duvallier, gergin bir durumu karşıla· mak zo r unda kalmış ( sıkıyöneti m, 1958 ) , Vodu topl umunun kudretini hesaba kaımak, Kilise ile çatışmak, Port · au · Prince başpiskoposunu tutuklamak ve Fransız misyonerlerini ülkeden kovmak durumunda kalmıştır. Duvallier'nin dikta· törlük rej i mi Temmuz 1964 anayasası ile hukukileşıirilınişıir. HAJD Ü - BIHAR [hndü - bih,,] , Macarisıan'd.ı. Ru·

man va sınırı boyunca uzanan bi r il !'\üfusu 5 1 0 OuO ( 1 962 ) dir. Başkenti Debrecen (b. bk. ) dir. HAJDUSAG [b,ıyduşag ] , Maca r istan ' da Nagykunsag (b. bk . ) bölgesinin doğu bölümüne veri len ad. Macaristan'· da Türk hakimiyetine karşı savaşmış olan h ajdu " lar X V I I . yüzyılda bu hölgeye ye ı le� ıirilmiş, bunun üzerine bölge Hajdu�ag ( = hajdu'luk) adını almıştır. H. da hayvancı lık gelişmişıi r. Bundan başka, buğday, mısır, çavdar ve ŞPker pancarı yetişıirilir. Bölgenin en büyük şehri Debrecen ( b. bk. ) dir. HAJD Ü BÖSZÖRMENY [hndiihöıörm ifi] , Macaris ­ tan'da şehir. Haj Hı - Bıhar idari oölümünde, Tuna - Tisza ova sının kuzey · doğu kı s mı nda bir ş ehir. Nüfusu 30 000 ( 1967 ) dir. Eski Haidu'lar bölgesinde eski bir köy şeh ı i olup sana yii ziı aate dayanır.

HAJE [hqye] , bi r yılan sinden olan bu yılanın i l mi adı Naja haj e ' d i r. Bütün Af­ rika"d.ı. yaygındır. H. , Mısırlı hokkab. zların kulladık ları yı­ lan o 1 u p, fi ravunların e�ki başlıklarının uraeus denilen süsünü ıqkil ederdi.

ı

HAiTi CUMHURİYETİ - HAKANİ

türü. Na i a

vt-ya

Kohra

cin­

HAK, deği ş i k yerlerde ve yıllarda günlük, haftada iki gün veya on beş günde bir olarak çıkmış Türk gaze­ H A ] E teleli : a. İlk sayısı 3 1 Ağustos 1 899'da Kahire'de, on beş günde bir olarak yayımlanmaya başlamış olan H. gazetesi, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeri'nin yayın organı idi (bk. GENÇ OSMANLı FlRKASI ) . b . 1909 - 1 9 1 2 yıllarında Selanik'te haftada iki defa yayın lanan H. gazetesinin mes'ul müdıirü ve yazarı Mehmed İzzeddin Bey 'dir. c. 14 Mart 1 9 1 2 tarihinde İs tanbul'da, aynı zamanda başyaz a rı bulunan Süleyman Nazif (b. bk. ) tarafından ya­ yınlanan günlük «siyasi, ed e b i , içtimai» H. gazetesi, po­ litika ve san'at hayatımızda mühim bir yer tutmuştur. İm · tiyaz sahibi ve mes' u l müdürü Cemi! Mahmud Bey olan H . ga zetesini n yazarları arasında, o yılların ve san ' at, fikir hayatımızın sonrak i yıllarında d a ün kazanmı ş simaları yer almış bulunmaktadır : Abdülhak Hamid, Köpı ülüzade Mehmed Fuad, Ah med Rasim, Ct!al I\ uri, Abdullah Cev­ det, Midhat Cemal, Haşim Nahid, Selim Sabit, Cevad Sami, Hamdullah Subhi, Şehabeddin Süleyman, Ali Canib ,

Cenab Şehabeddin, Ah med Refik, Ahmed Kemal, BaM Tevfik, Haydar Ri fat, Aya ndan Besarya Efendi, Erkan - ı Harbiye Miralayı Perıev, Halı! Halid, Süleyman Paşazade Sami beyler, Zöhrab Efendi, Salalı Ci mcoz. eski Gümülcüne Mebusu Arif, Abdurrahm:ın Ad i l , Ali N usre t , Faik Ali, Mustafa Subhi, A bdülfeyy az Tevfi k, Ebüz z iya Tevfik beyler ve Avandan Manastı ılı İsm:ıil Hakkı, eski Şeyhülis­ lam Miısa Kazım efendi ler. 3 Mayıs 1 9 1 2 t a r ihinde 5 1 numaralı H. gazetesi ile her c uma ilıi.ve olarak verilrneğe ba ş lanan sekiz sahifelık edebi ve i lmi ilaveye ise, gazereye yazanlardan birçoğu dış ı nda şu yazarla r da karı lıyoelardı : Avni tade Hasan Tah­ sin, Mehmed Cavid, Mehmed Raı.. f , Kazım Nami, İsmail Müşıak, Müfid Ratib, Ahmed Ağaoğlu, Ah m ed Hikmet Müftüoğlu, Emin Bülend, Tahsin Nahid, Celat Sahi r, Hü­ seyin Daniş, Hüseyinzadc: Ali, Süleyman Saib, Süleyman Nesib, Ömer Seyftddin, B.ıkteriyolo_,�; Osman. Uzun ömürlü olmamakla beraber, H. gazetesi ve edebi i lavesinde o yıl ların en mühi m polit i ka ve san ' at mest lelerine, t konomik konularına en yetkili kimselerin blemiyle dokunulduğu görülmektedı r. Bu arada Halıi. -kıi.r Zabiıan Grupu (b. bk. ) adı ile beyanname dağıran ve ı ehdid mektupları gönderen bi ı kaç meçhul zab i tin teşki l eıtiği gizli ihti lal komi tesi ıasl•ğına karşı açılan kampanya, dikkati çeken örneklerdendir ( bk. Süleyman Nazif, Kılıçlı siyaut, 2 5 Temmuz 1912, Nu. 1 3 3 ) . - F. T.

HAK ( A r ) kişiye ai d olan varlık ; kişinin yapa­ bileceği davranış ; (Hukuk) ki�ilere tanınan davranı� im­ kanı, davranı� yeıkisi. H. lar •ki bölü'Tlde toplanır : a. Objektif H , toplum h•yatını düzenley e n kuralların bütünü. b. Subjektif H. , ob­ jektif hukuk kural larının ki�ilere tanıdığ ı yetkiler. Hakkı h u zur (Huzur hakkı ) : Resmi veri özel ku­ ruluşlarda ytıki lı organ lar ( yönetim kuıulu, haysiveı divanı, genel kuru l ) ı mey Jana getiren üyelc:re her toplanıı için verilen ücret. HAKAN, �adişahlar i ç i n kullanılan bir ulul u k unvanı. « B üyük han» vey a «h•nlar ham karşı ı ğı olarak, yani bir nevi «imparatoı » manasında k ullanılan H. , T ür � çe kağan kelimesin den ıı el i r. Tüı klerde H. lık pek eski çağlardan beri vaıdır. Türk H. ları, d iğer bütün hanların büyüğü ve başı 5ayılmış­ lardır. Türk milleti için H. lık mevkii, pek yüce bir rütbedir. En eski çağlarda Türkle r, H. larını yer yüzünde Tanrı'nın vekili gibi sayarlardı. Bu i ıibarla d a H. a karşı büyük say­ gı beslerlerdi. H. , bütün milletin babası sayılırdı. Bu un­ van Osmanlı Türklerinde de son padişaha kadar devam etm i ştir. Bk. KAGAN. HAKANI ( 1 1 26 ? - 1 199 ?), İran şairlerinin en büyük­ ler inden biri. Doğum tarihi kesin olarak bilınmemekıedir. En yakın tarihler 1 1 26 ve 1 1 27'de ıopl.ınmaktadır. Doğum yeri olarak da, umumiyede Gence göste r ilm i şti r. Şirvan'ın meıkezi olan Şamahi'nin Malharnlü kasabasında doğduğunu yazan eserler de vardır. Amcası, güzel konuşması ile dikkatini çeken H. yi yanın a alıp öğrenimi i le meşgul olmuş, on:ı Arapça iiğret­ mi� ve bu yol d an Arap di linin en güzel eserlerini okuma­ sını sağlamıştır . Daha sonra tefsir, hikmet, tıp, hey'er gibi ilimlerle de meşgul olm uş t u r. H. , bu öğrenim devresinde şiir yazmaya da başlamış t ı . İlk m ah lıi. sı Hakayiki idi. ••

HAKANt H. henüz genç bir çocuk iken, Ebü'l - Ala Geneevi'­ nin Şirvan'a gelmesi üzerine, bir müddet ona çıraklık ede­ rek şiir yolunda ilerlemeye çalıştı. H. malılasını kullanma müsaadesini de ondan aldı. Bu suretle, hemşehrileri tara­ fından Dülgeroğlu diye adlandırılan H. , yavaş yavaş şöhret sahibi olmaya başladı. Hocası, kızını da kendisine verdi. Fakat H. uzun zaman geçimini rahatlıkla sağlayamamış hatta babasının yardımı i le geçinmiştir. Bu hale düşmesinde hocasının da rolü vardır. Bu sebepten H. Ebü'J . Ala aley­ hine hicviyeler de yazmıştır. O devirde kaside, revaçta olan bir nev'i idi. H. de bu yola girmekten geri kalmadı. Azerbaycan hakimi Selçuklu kumandanı Toğan Yürek'in oğlu Rükneddin Muhammed için bir kaside yazdı. Daha sonra da Harezmşahlı Alaeddin Atsız'a bir kaside gönderdi. Bu kaside, Atsız'ın saray şairi olan Reşideddin Vatvat'tan güzel bir medhiye ile cevap al­ dı. Fakat H. nin Alaedd in Atsız'ın yanında bir mevki elde etmek isteği gerçekleşemedi. Bu sıralarda ilk koruyucusu olan amcasını kaybetti. Onun için birkaç mersiye yazdı. Yine bu sıralarda Selçuklu hükümdan Sultan Sencer'in sarayına girebilme teşebbüsü de nceicesiz kaldı ve H. , çıktığı seyahatten üzüntülü bir hal­ de memleketine döndü. O sıralarda Hakan - ı Ekber Minuçihr, Bakiltan sed­ dini yapmıyordu. Bu fırsattan istifade edip kendisine iki kaside yolladı. Fakat ondan da iyi bir kabul görmedi. Bu­ nun üzerine Irak Selçuklularının sarayına girebilme ümidi ile yeni bir seyahate çıktı. Mekke'ye kadar uzayan bu seya­ hatin hatıralarını, İran edebiyatının ilk manzum seyahatna­ mesi olan Tuhfetii'l - Irakeyıı adlı eserinde tafsilıitlı bir şekilde anlatmıştır. H. Bağdad'a geldiği bir sırada halife tarafından kabul olundu. Halife, şaire k atiplik teklif etti. Fakat bilinerneyen sebeplerle H. bu vazifeyi kabul etmedi. İşte bu sıralarda şaraptan ve diğer günahlarından tövbe ederek hacca gitti. Peygamber'in mezarı başında duydukları, Tuh/etü'l­ lrakeyn'in en parlak sayfalarını teşkil eder. Ebü'l - Ala'nın 1 1 59'da ölümünden sonra, H. nin, hü­ kümdarın sarayına girmeye muvaffak olduğu görülmektedir. Artık şair, hükümdar ailesinin arasına karışmış gibidir. Yıllık 30 000 dirhem bir tahsisatı vardır. O da kasideler yazmakla buna mukabelede bulunmaktadır. Bu arada civar emir ve sultaniara da ka�ideler göndermekte ve onlardan da caizeler almaktadır. Minuçihr'in ölümünden sonra, H. nin talihi yine dön­ müştür. Yerine geçen Ahistan b. Minuçihr zamanında pa­ rası kesilen şair, iki üç yıl kadar yine sıkıntılı bir hayat geçirmiştir. Bu hadiselerden bir müddet sonra, H. , bir müddet hapis hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Hapsedilmesinin se­ bebi hakkında kesin bir bi lgi yoktur. Ancak, bazı mısrala­ rından isyan i le suçlandığı anlaşılıyor. Ayağı zincirli ola­ rak 7 ay kadar hapiste kalmıştır. Şii rin, ikinci bir hac seEerinden dönmesinden sonra, 1 176'da, 20 yaşiarına gelmiş olan oğlu Reşideddin öldü. H. bu acıyı unutamadan, şeyhi ve üstadı Umadeddin Mu­ hammed'in ölümü haberini aldı. H. , hayatının sonlarına doğru gittiği Gence'de, İran edebiyatının en büyük mesnevi şairi ve ü s tad ı Nizami (b. bk. ) ile tanıştı. Şair, ızrıraplarla dolu hayatının son günlerini Teb· riz'de tamamladı. Ölümünden bir müddet önce, hayatının

321

yadigarı, sır ve dert ortağı saydığı karısını kaybetti. Daha sonra da, kuvvetli bi r ihtimal ile 1 199'da öldü. Tebriz'de gömüldü. H. nin manzum eserleri arasında en mühimi Diııan'ı· dır. 1 7 700 beyitlik divanında kasideleri, terci'leri, kıt' aları, gazelleri, rübaileri ile Arapça şiirleri vardır. Doğu yazma­ ları bulunan hemen bütün kütüphanelerde bir veya birkaç nüshasına tesadüf edilen Diııan'ı basılmıştır. Şiirin Irak - ı Arab, Irak - ı Acem, Hac ve Şam seya­ hatlerinden bahseden Tuhfetü'l - lrakeyn, küçük bir mesne­ vidir. 1 1 57'de 40 gün içinde yazılmıştır. H. nin divanında, hem de birçok yerde, nazmı i le birlikre övündüğü nesideri olarak bir miktar mektubu ile Tuh/etii 1 - Irakeyn adlı eserinin mensur mukaddimesi kal­ mıştır. İran tezkirecilerinin hemen hepsi, H. yi büyük bir şair olarak kabul etmekte birleşınişlerdir. Bir k ısım İranlılar, daha da ileri giderek, güzel üslubun H. ile sona erdiği fikrindedirler. Bazıları da H. nin yeni bir tarz icad ettiği ve bu alanda tek kaldığı düşüncesindedirler. H. nin genç yaslarından itibaren elde ettiği bilgiler, her an temas halinde bulunduğu dış alem kadar şuurunda bulunmaktadır. Bu itibarla, şiirlerine konu olan alem, bu ikisini de içine alan bir alem idi. H. , bu iki alemi birleş­ tirmede müstesna bir hüner göstermiştir. H. , şiirlerinde, bildiği ilimiere aid ıstı lahiarı kulla­ nıp onlarla çeşitli san'atlar yapabilmiş bir şairdir. Bunların içine İslami eserlerden olduğu gibi, ihtida etmiş bir kadın olan annesinden öğrendiği Hıristiyanlığa aid unsurları da katmak lazımdır. Mesela divan•nda İsa adı 200 kere geçer. Meryem adı da çok kullanılmıştır. İşte, bütün bu sebepler­ den dolayı, H. nin şiirini herkesin kolayca anlaması müm­ kün değildir. Bunun la beraber, divanında bu şekilde olma· yan, daha tabii ve derin bir hassasiyecin mahsulü olan şiir­ ler de vardır. H. nin şiirlerinde rastlanan konular methiye, fahriye, mersiye, hikmet, aşk ve dünyayı yermedir. Methiyede, hik· mette ve yerınelerde H. , İran şairlerinin hepsinin üstünde görülmektedir. Bu hususu kendisi de övünerek ifade etmiş­ tir. Aşk, divanında pek büyük bir yer tutmaz. Ailesine karşı duyduğu sevgi, çocuklarına karşı olan şefkati, mu­ taassıp ve koyu bir Sünni olan H. nin hayatında mühim bir yer tuttuğu için, aşk maceraları içinde bulunması müm­ kün görülemez. Bu sebepten H. deki aşk, fikri bir aşkı hikaye etmek veya bir güzellik tasvirini yapmaktan pek ile· ri gidememiştir. H. nin şiirlerinde görülen belli başlı hususiyeder şun­ lardır : Kasidelerinde kısa vezinleri daha çok kullanmıştır. Ka· sidelerinin hemen hepsi, alışık olduğumuzdan çok daha uzun­ dur. Methiyelerinde terkib - i bend şeklini de kullanmıştır. Gazellerinde, gazelle ilgisi olmayan mersiyelere rastlanır. Fakat divanında, bugünkü gazel tarifine uygun pek çok gazel örneği de vardır. İran edebiyatında gazele son şek­ lini vermek şerefi H. ye iiddir. H. , kendisini İran edebiyatının en büyük şaırı ola­ rak kabul eder. Harezmşah Tökife göndeıdiği bir şiirde : «Bugün şiir pek çok, ama bu takımın öncüsü benim !» de· mektedir. Yine bir başka şiirinde : «Söz iklimi için benden iyi padişah yoktur. Yer yüzünde şiirlerin hükümdarlığı bana teslim edildi» der.

32i

HAKANİ

-

HA KAS

3. maddesi mucibince gazete, haber aj ansları neşriyatı ve belli aralrkla rla yayınlanmış diğer bütün bası lmış eserlerin sahibi veya mevkuıe olmadığı takdirde naıiri hakkında 10 000 liradan 25 000 liraya kadar ağır para cezası hükmo­ lunur. İ demekte ve oğullarına «marım gibi olunuz» diye olunursa, davi ve isnatta bulunan şahıs hakkında verilmiş vasiyet etmektedir. Mar Manihai�tlerde «üsıad, mürşid• ceza düşer. demektir. Kırgızlar 840 yılında Uygur Hakanlığını yıkıp İsnat ispat olunmadığı takdirde, fiile Türk Ceza Ka­ on ları Moğoli stan'dan çıkardı lar. 94 2'de Moğol ırkından nunıı nun 840. maddesinde yazılı cezalar, yarısı kadar artırı­ olan Hıtay (Kitan) lar Moğolisıan'ı işgal ettikten sonra Kır· larak hükmolunur. Ayrıca, mevkute, yani Basın Kanununun gızlar eski yurtlarına döndüler. XIII. yüzyıl başlarıoda bü-

H. nin şiirleri, daha hayatından başlayıp bütün İslam dünyasında büyük şöhret kazanmıştır. Şiirin bu şöhreti ve onun la birlikte te'siri, yüzyıllar boyunca hiç eksi lmeden de­ vam etmiştir. HAKANI MEHMED BEY (ölm. İstanbul 1609), Türk şiiri. İstanbullu olan H. nin doğduğu tarih gibi. ba­ basının kim olduğu da belli değildir. Kayn•klarda birbirini tutmayan adlar babası olarak gösterilir. Hayatı hakkında da fazla bir bi lgi yoktur. Sancak beylii:!i ve Divan · ı Hümi­ yun . ı Sultani 'de muhasebeci lik yaptığı. gençliğinde bir aşk macerası geçirdiği ve sonra hacca gittiği, İstanbul'da öldü­ ğü bilinmektedir. Mezarı Edirntkapı'da Mihrimalı Camii haziresindedir. H. nin üç eseri bulunmaktadır. Bunlardan en şöhretlisi Hilye 'sid i r Hi/ye, Peygamber hakkında mesnevi tarzında yazı lmış bir eierdir. Arlızun fiılitün fii lirün fiilün vez­ niyle kaleme alınmıştır. Yüksek bir edebi değeri olmama· sına rağmen, konunun kutsiyeti dolayısıyla bir zamanlar bü­ yük ün kazanmıştı. Ziya Paşa Hilye'yi «mucize» kelimesiyle vasıflandır­ mış, Mualli m Naci de, eserin mevzuundaki kursiyetren dolayı H. yi İran şiiri Hakani'ye üstün olarak göstermiştir. H. nin ikinci eseri divinıdır. İstanbul kütüphanelerin­ de yazma nüshaları vardır. Üçüncü eseri olan Mi/tah · ı Fiituhat, manzum bir eser­ dir. Bunun da İstanbul kütüphanelerinde yazma nüshaları var­ dır. Eser müfıeilün failün veznivle yazılmış uzun bir mes­ nevidir. Bu kitap Cığalazide Sinan Paşa'ya ithaf edilmiştir. .

·

HAKAS

tün Yeni sey havzası Moğol İmparatorluğunun bir eyal e ri oldu. Kırgız beyler i ne I X. yüzyılda Aco den i liyordu. Moğol dev rinde i se Kırgız fe odaller i ne İ nal d t nilmiş oldu ğ u anlaşıl · makıadır. X V I - XVII. yüzyı llarda H. ülkesi Kalmuk - Oyra t Han lı.ıi;ına haraç verrneğe mecbur olmuştur. B u devirde Kır­ gız adı n ı taşıyan boyun büyük k ı s mı dağ ıldı. XVII. yüzyıl ı n baş larında Ruslar H. ülkesini işgale başladı lar, XIX. yüzyı lda bütün Yenisey kaynakları Rus sömürgesi oldu (bk. S İ BİRY A). H. ların en verimli topraklarına Rus kolonisıleri isklin edildi. Rusya'da patate< ile kenevir yağından başka gıda görmeyen Rus mu j i kleri H. ülkesinde ekmek, et, tereyağı yedi ler. Rus hakimiyeti yerleştikren sonra yerliler f akir l eşıi. Bu g ünkü H. Muhıar Eyaleıi, 1 930 yı l ında kurul­ muştur. Kuzeyde ve doğuda Krasnoyar, batıda Kemerovo eyalet leriyle, güney · batıda ve güneyde Altay Dağları ve Tuva Muhıar Eyal e r i ile s ı n ı rdaş ı ı r . Y üzö lçümü 6 1 400 km' dir. H. Eyaleri 8 bölgeye ayr ı lm ı m r . 2 şehri ve 1 3 kasaba­ sı vardır. Yuk s ek d a ğları Kuzne�k Aladağı, Abakan ve S ayan Dağlarıdır. En büyük ırmağı Yenisey ve ona dökülen Abakan, Taşııp, Askıs, Uybat, Çu lım ı rm a k ları d ır. H. ül­ kesin n n üf u s o ı , 1 9 39 sayımına göre, 2 7 5 100 kişi olup bu­ nun an c ak % 1 6,8 ini yerli H. Türkleri ıe�kil eder. H. ülkesi nüfusunun % 1 6,8 ini teşkil eden Türk un s urunun büyük boyları Sagay, Kaç. Koybal, B elrir ve Kl71 1 ad larını taşı rlar. Bunlardan Sagay ile Kaç'lar H. bir l iğinin esa sını teşkil ederler. Rus isı i lasınd a n önce Şor boyu da bu H. zümresine dahi ldi. Bu boy şimdi Şoriya ( b. bk. ) adı ile bir Türk eyaleri teşki l ediyor. Dil ve kültür : H. ül k e > inde M. Ö. V . yü z y ılda dem i r kullanı ldığı . tunç san 'annın çok inkişaf ettiği, tarımda sun'i sulama tatbik edı ldiği son yıllarda yapı lan kazılar ve aı aşıı rmalarla an laşılmıştır (bk. TAGAR KÜLTÜRÜ ve TAŞTlK KÜLTÜRÜ) . H. ül k es i nde Kırgızların ve Kök Türklerin hakim oldukları çağlarda bırak tık ları eski Türk harf l er i y le yazı lmış k i ııi belcr yüz elli yı ldan beri durmadan meyd ına çı ka ­ rılma kıaJı r. Büyük Türk imparatorlukları dağı ldıktan ve kültür merkezleri batıya ve güneye kaydıktan sonra Yenisey havzasındaki Tür k boy la r ı kendi alınyaıılariyle baş başa kalmış! ı r, küçük boy lar bey (feodal ) lerinin idaresinde dağı lmışlard ı r. XVI. yüzyılın son l • rında İslam kültürü­ n ün ya� ı lması n� bi r tarafran Ruslar, diğer tarafran Kalmuk ­ Oyratlar engel olmuşlardır. Rusların get i rdiğ i H ı r i sti y a n l ı k, Kal m u k ların Bud d h i z m i , kül t ü r bakı mından H. ları n haya­ tına te'>i r ed e memi ş t i r. H. lar eski Şamanizm ( b. bk. ) d ı ninde ve e s k i isıihsal taı zlarında d i renmişlı:rd i r . H. lehçesi Türk di linin Uygur grupuna d ıhildir. Bu l e hçeyi 58 000 kişi konuşur. H. lar çarl•k devrinde zorla kabul e ıı iril en Rus harflerini, Rus İ h ı ı la l inden sonra b ı rak ı p Larin alfabesini kabul erıiler ve 1 939 yıl ı na kadar bütün yayın la rını Latin harfleride yaptılar. 1939 yılında Sovyet hükumeti Çarlık devrinin mirası olan Rus harflerin i tekrar kabul etmeleri için z o rlad ı . O tarih ren itibaren H. lar Rus harflı:riyle öğret im yapm a ktad ı r lar. H. ların halk edebıyaıı zengindir. Kahramanl ı k des· ran ları. h i k aye ler, masal lar, ata sözleri ( ta k pak ) , halk şar­ k ı ları ( • rlar) gibi halk edt biyaıı mahsulleri birçok etnog­ rafyac ı lar, Tü. kologlar, ta r ı h ve folklor meraklıları ta­ rafından toplanmış, inct:!enmişıir. Bu k onu üzerine en önemli çalışmalar Casuen, Radloff, Verbi�kiy, Katan o v ta·

323

HAKEM

-

afından yapı lmıştı r. H. dest an larının yalnı z r.. u s ça tercüme­ Titov · u d a anmak gerektir. Titov H. destan­ l arı üzerine ilk ç al ı ş a n eınografya yazarıdır. H. lehçesinin k elime hazinesi, ortak Türkçe kök ve kelimelerden meydana gelm i ştir : aza iJ ( = ayak ) ; p as ( = baş) ; kizi ( = k i şi ) ; suğ ( = ıu) ; çüs ( = 100) ; çal- ( = yar­ mak) ; pir ( = bi r) ; min ( = ben) ; sin ( = sen ) . . . gibi . E > ki Türklerin d i l hu s u si v etlerini saklamış olan H. ların dil ı nde bilhassa hayva n cılı k terminolo j is i zengindir. Mima­ fih H. lehçesinin k e l ime hazinesinde komşu dillerin te'siri de göze çarpar. Bu ba k ı mdan bilhassa Moğol dilinin ıe'siıi büyüktür. H. lehçesinde Çince unsurlar da vardır. H. ların halk edebiyan ve eınografyası alanında büyük Türkolog W. Radloff ' un hizmeti çok b ü yüktür. On un Proben r

lerini veren V.

der Volkslitteratur der tiirkisrhen Stamme Süd - Sibiriens

( Güney Sibirya Türk boyla rını n halk edebiyatı örnekleri ) [ l l . cild ] , 1868 de yayın landı. 22 hi k aye - destan ihtiva eder ; b unla r dan 20 destan manzum olup a n cak 2 h i k a ye mem ur­ dur. Bu destanlar 2 1 964 mısra ihtıva etmektedir. Bu des­ tan - hikayelerden başka halk ş arkıla rı da vardır. Yine bu 6r­ n ek 'lecin IX cildi de Yenisey havzası Türk boylarının halk edebiyandır ki H. ların Sagay boyundan ol a n ünlü Türkolog Katanov tarafından toplanm ı ş t ır. H ların Castren tarafından toplanan halk edebiyatı örnekleri akademisyen Anton Schi ı f­ ner tarafından Almancaya tercüme edilerek yayınlanmıştır. Bu e serde 1 5 destan vardı r . 1927'den i tibaren H. Sovyet edebiyat ı epeyce ile r ledi. EyaJet idaresinin organı olan «Kızıl Aa!» (ağı!) gazetesinin neş rine başlandı . H. dılinde kitaplar yayınlandı. Şiir ki­ tapları, okullar için yazılan kitapl a r çıkt ı . M. S. Kokov H. dilinde i lk dramı yazdı. Bu dram 1942"de yayınlandı. A. İ.

BAKATA ( Coğ. ) : bk. FUKUOKA. BAKAYIKÜ'L - VAKA Yİ', ilk sa yısı 2 Eyl u l 1 870' te htanbul "da yayınlanmaya başlamış, «umiımun menafii için her nev'i hav adisıen bahseder gazete». Sahibi Rüşdi ve Filip Efendi görünen ve «haftada beş defa Çiçek Pa­ zarı'nda Cemiyet - i İlıniye · i Osmaniye Maıbaa s ı ' nda çı ka­ rı ld ı ğı» belirıiltn H. V. , 4 Aralık 1873 t a r i hine kadar ı 381 sayı çıktıktan sonra lağ,edilmişıir (Rüzname - i Ceı i­ de - i Havadis, Nu. 2 33 7 , 9 Kanunuevvel, 187 3 ) . Gazetenin başyazarlığını çok kere Kemal Paşazade Said ( U sı ı k S a i d ) Bey ( 1 848 192 1 ) yapmıştır. H. V. de, Eslaj yazarı Faik Reşad B eyin Muhasebe - i edebiye başlığı ı le ç ı kan yazısı, Namık Kemal ile mekıuplaşmaya, yazışmaya sebep olmuştur ki, edebiyat tarihimiz için değer taşımak­ tadır. Nitekim, o ta rihlerd e Magosa'da bulunan Namık Ke­ mal için makale gönd e ri lmeğe değer H. V. den ba ş ka gazete olmadığı belirtilmektedir (bk. Fevziye Abdulla h Tansel , Na­ mık Kemal'in Mektup/art, l, 2 6 1 - 262 ) . ·

HAKEM (Ar. ) [ H uk . l , anlaşmazlığın halledilmesi ıçın seçilen tarafsız kişi. H. tayini, kanun veya sözleşme ile olur. Devlet daireleri arasınıılaki anlaşmazlıkların H. yoluyla halledilmesi kanun gereğidir. Bu anlaşmazlıkları hallede­ cek H. leri de kanun tayin eder. Özel kişiler arasındaki H. tayini şekli de sözleşme ile tesbit edılir. S ö z leşmede H. seçilmesi hakkında hüküm yoksa , H. i hak i m seçer ; hüküm varsa , o tatbi k edi lir. Sözleşmeye göre bir taraf H. i seçer, diğer tarafa bıldirerek ondan H. ini seçmesini ister. E ğer karşı

3 24

liAKEM

seçemezse, o zaman mahkemeye baş vurulur. Bu durumda öbür tarafın H. ini de haki m seçer. H. kararı anlaşmazlığın halledilme>ini belirten karar lardır. Bu kararlar, salihiyeıli mahkeme)· e verili r ; mahkemece iki tarafa tebliğ edilir. H. kararlarına karşı Yargıtay·a baş vurulabi lir. Ka­ rarlar süresinde temyiz edilmez veya Yargıtayca tasdik edi­ lirse kesinleşir, ondan sonra tatbik edi lir.

taraf H. i

HAKEM (Sp �r) , bir spor dalında mücadele eden ra­ kipleri, oyun kaidelerine göre idare eden, anlaşmazlıkları hal­ leden, verdiği kararla r la bir müsabaleayı disiplin ve otorite altında tu rarak sevk ve idare eden ki�i . Her spor dalı ayrı bir hususiyet taşıd ı ğından H. in du­ rumu da o spor dalına göre deği�iklık arz eder. Bir müsaba le ayı bazan, sayıları yüz hine varan seyirci­ lerin sahalarda seyreııikleri ve milyonlarca insanın da raclyo ve TV kameralarını n b ışında takip etıikleri düşünülürse, H. liğin ehemmiyeti daha iyi anlaşı l mış olur. İşin güçlüğü, müsabalcanın, oyun lcaidelerini 13yı­ kiyle bi lmeyen seyi rciler ve oyunculardan kurulu bir j üri önünde yapılma�ı ve daima kazanmak arzu�u i le dolu bu insanların, H. in haklı kararları karşısında bağırıp isyan et­ meyi, hırçınlaşıp iıiraz etmeyi alışkanlık haline getirmiş ol­ malarıdır. İşte H. böy le zor şartlara rağmen. bir maçın mes"u liyetini üzerine almış, şartlar ne olursa ol sun, müsa­ baleayı tam bir dürüstlük, ehliyeı ve vicdan huzuru içinde idare edeceğine inanmış kişıdir. H. in oyunda bir ihlili müteakip tarafları, şahiılı:-ri, bi lirkişiyi dinleme ve kitap karıştı rmadan san iyenin onda hiri içinde karar verme kabi­ liyetine sahip olma bakımı n dan tam ve mükemmel bi r şekil­ de yetişmiş olması lazımdır. H. ve yan H. ler, salahiyel ve görev konu < u nda lüzumlu i< birliğine uyarak hareker eder­ ler. Yan H. ler, topun oyun harici olduğu zamanları, korner, avuı atışı ve taç atı�larında hangi takımın hakkı olduğunu işaret etmekle vazifelidirler. Bundan başka, oyunun idiresin­ de H. e yardımcı olurlar. Yan H. )erin yalnız görevleri vardır ve bu görevler ancak H. in kararlarına uymak şarıiyle yerine geıiril . r. Aksi halde H. , bir yan H. in görevine son verebi­ lir ve yerine bir başkasını tayin edeLilir. Ovunun başlıca mes'uliyetini taştyan H. in, oyun kai­ dlerine , oyunculara karşı kullanacağı salihiyeıleri vardır. Bu selıihiyetler, biri « ceza verme salihiyeti», diğeri «oyun üze­ rindeki salihiyeı» olmak üzere iki çeşittir. Ceza salihiyeti, oyunun geçici olarak durdurulduğu veya topun oyun dışı ol­ duğu zamanlarda yapı lan hatalada ilgilidir. Bu takdirde H. o oyuncu veya oyunculara ihtar verir veya oyundan çıkarır. Fakat takı mlar aleyhine bir teknik cezaya hükmedemez. H. in oyun üzerindeki sa lihiyeıi ise, oyunun başladığını bildiren işareti üzerine yapılacak nizami bir vuruşla başlar. Topun oyunda olması ve yapılan hatanın oyun sahası içinde bulun­ ması h i l lerinde H . bu salihiyetiyle oyuna hakim olmaya çalı­ şır. Bu halde hacalı oyuncuya vereceği disiplin cezasından ayrı olarak, o oyuncunun mensup olduğu tak•m aleyhine tek ­ nik bir cezay a da hükmedebilir. H .. ceza vermek le hata yapan oyuncunun takı mı lehine bir hareket yapmış olacağına kana­ at getirirse, ceza vermekten de vazgeçeb lir. Futbolda bu bil, avantaj olarak adlandırılmaktadır. Oyunu avanıaj a bı­ rakan H. , farz ettiği avantaj netice vermediği takdirde kara­ rınJan dönmeyecek, fakat hatalı oyuncuya lüzum gördüğü müdahaleyi yapabılecekıir. Bir H. in bu salihiyeıleri dışında, oyunun müddetınİ hesaplamak, sayıları kaydetmek, kaidelere aykırı bir hareket yapıldığı zaman oyunu durdurmdk, hava şartlarının, seyircilerin, idareci ve antrenörlerin veya başka

sebeplerio oyunun devamına imkan bırakmaması bilinde oyunu durdurmak, ıehir veya tatil etmek gibi görev ve sa13hiyeıleri vardır. H. in, müsabakaların teknik sonuçları hak­ kındaki kararları k a ı ' i ve nihai olmakla beraber, m i lletlerarası kaidelere aykırı hareket edi ldiği sabit olduğu takdirde ilgili mercilerce haklarında lüzumlu soruşturma ve inceleme ya­ pılır. Futbol H. yönetmeliğinin 30. maddesi, fuıbol H. ola­ bilmek için şu vasıfları aramaktadır : Türk vatandaşı olmak ; vücut yapısı düzgün ve sağ h m olmak ; iv i ah lik ve hareket sahibi olmak ; yaşı 20 - 30 arasında olmak ; en az orta veya muadili okul mezunu olmak ; geçimini sağlayacak bir iş güç sahibi olmak ; teşkilitça 3 ay dan fazla bir ceza almamış olmak ; klüplerden birinde, H. klüp ve birlikleri yönetim kurullarında görevli veya antrenör, menacer ve monitör bulunmamak. Federasyonlar her yıl münasip gördükleri yerlerde kurs ve semin e rler açarak maçları idare edı:-cek kişilere lüzumlu bilgileri ve oyun kaidelerini öğretirler. Futholda bu husus, futbol H. y önetmel i ğinin 28. m>ddesi gereğince uygulanır. Bölgelerde açılan namzet fuıbol H. kurslarında kursiyerler aılt>ıik deneme, sözl ü ve yazı lı sınaviara tabi ıuıulurlar ; kazanan namzetler en az bir, en çok üç mevsim saha dene­ melerine tabi tutularak resmi ve özel maçlarda orıa ve yan H. olarak görev alırlar. Bu süre sonunda Bölge H. Komi­ tesinın vereceği referans üzer i ne H. !ere Merkez Hakem Komitesi karariyle H. lisansı verilir. Fuılıol H. yönetmel iği hükümlerine ıı:öre, memleketi­ mizde H. ler üç sınıf ra ıoplanı rlar : bölge H. leri ; milli H ler ; bevnelmi lel H. ler. Bevnelmi lel H. ler UEFA ve FİFA olmak üzere iki sınıfıır. Bölge H. leri, bölgelerde mer­ kez H. komitesince açılan kurslarda yeıiştirili rler. Bölgeler­ de en az 5 yıl H. l i k yapan lar içinde başarı ları müsaiı gö­ rü len ler mi lli H. liğe terfi ettirilmek üzere bölge H. komitelerince Merkez H . Komitesine teklif edilirler. Bunlar Merkez H. Komitesince veya görevli müşahiıler tarafından denemeye tabi ıuıulurlar. Millerlerarası H. l iğe yükselebii­ rnek için ise, en az 5 yıl müddetle bilfiil milli H. lik yap­ mış olmak gerekmektedi r. Futbol hakemliğinin tarihıesi : H. liğin başlanıncı 1 880 yılına rastlar. Futbol oyunu ilk defa İngilıere"de belirli kai­ delere bağlanmış ve oyunu idare etmek üzere bazı kim­ seler görevlendirilmiştir. Önceleri, her iki ayrı sahayı ayrı ayrı iki H. idare etmiş ve saha dış ·nda da bu iki H. in anlaşmazlıklarını nihai karara bağlayan. sayıları kaydedip zamanı ölçen bir H . bulunmuştur. 189 1 y ılında umpire denilen dışarıdaki H içeri alınmış, saha i çin d eki iki H. de taç çizgileri boyunca görevlendirilmişlerdir. Daha sonra H. ler bir sisıeme bağlanmak suretiyle oyuna yeni bir veçhe ve­ rilmiş ve 1 904 yılı nda bugünkü diyagonal sistemin iptidai bir tarzı tatbik sahasına konulmuştur. Bu sisıeme göre, yan H . ler o rta çizginin taç hatları i le kesiştiği noktalardan, aksi isıikameıe ve biri sahanın sağındaki, diğeri solund•ki köşegenleri ar� sında koşarak, her bi r orıa çizginin taç haıcını kestiği kendi tarafındaki nokta, kendi koştuğu istikametteki köşe gönderi ve bu yarı sahada bulunan kalenin tam arıa­ sındaki mevhum noktanın teşkil ettiği üçgenin içinde bulunan sahayı kontrolleri alıında bulundururlar ve bu sa­ ha dahilinde vuku bulan hadiseleri H. e işaret ederlerdi. H. de bu iki üçgenin dışında kalan kısmı kontrolu alıında bu­ lundururdu. Ancak, bu da yetersiz görüld üğü iç n 1 930 yı­ lında Sir Stanley Rous tarafından ıslah edilerek bugünkü diyagonal sisıem, modı:rn şeklini almı�tır.

325

HAKEM - HAKIKAT

HAKEM, I. (ölm . 822), Kurtube Erneviierinin üçün­ !isi reisliğinde ve müdürlüğünde bulunmuş, bu şirkette fay­ cü hükümdaır. I. H. , fakibierin isıekieri ve onların reisieri dalı hizmeıler görmüştür. Il. Abdü lhamid zamanında bili olan Yahya b. Yahya'nın kışkırımaları ile ayaklanan halka rütbesi alan H . E . , hesap işlerinde çok başarılı bir kimse karşı, 20 yı l kadar süren uzun mücad e lesi ile tanınmıştır. idi. Üsküdar'da Fenai Dergahında gömülüdür. Kurıube ve Merida'da çıkan ilk ayaklanmalar kısa zamanda HAKIK ( Min. ) : bk. AKİK. basım ldıktan sonra, müsıahkem Tulaytula (Toledo) nın HAKIKAT ( Din ) , �özlükte «bir şeyin zaıı, mahiyeti, istiklal davasına kalkışması da, !!liıhtedi vali Armus'un bir tabiatı, gerçek tarafı» anlamlarına gelen Arapça bir kelime. oyunu ile neticesiz kalmıştır. 8 1 4 veya 8 1 7 bahar · nda Kur· Felsefe ve tasavvufta , Arap belagaı ilminde, Kur'an ı Kerim tube'de meydana gelen ikinci bir ayaklanma ilkinden çok ıefsirinde, İslam hukuk ve akiidinde terim olarak da kul­ daha şiddetli olmuştur. Bu umumi ayak lanma sonunda, lanılmaktadır. şehrin güney varo�u H. in ordusu tarafı ndan tamamen yakı· Kur'in · ı Kerimde «Hak» tabiri 227 y erde geçtiği !ıp yıkılmış, ahalinin hüyük kısmı öldürülmüştür. Sayı ları halde, aynı kökten gelen H. kelimesine rastlanı lmaz. H a dis ­ 60 000 kadar tahmin edi len geı i kalan halk ise İspanya'dan lerde bu kelime bir kaç yerde geçmektedir : « İ slamın H. i», tehcir edilmişlerdir. Tehcir edılenler Mısır, Girit ve Fas'ta «ıakvanın H. i», «imanın H. i» gibi. Hazreti Muhammed'in yerleşmi�lerdir. Harıse'ye olan : «Her hakkın H. i vardır. İmd i senin imi· Bu iç karışıklıklar ve mücadtleler, en çok, H. in dış n ının H. i nedir ? » hitabı nda, «bir şeyin mevcud ve sabit düşmanlarının işine yaramıştır. A s ıurias ve Galicia kralı oluşu» anlamında kullanılmıştır H. , söz ve fii l lerde de ll. Alfonso, bundan faydalanarak yurdunu güneye doğru ol abi !ir : «Onun sözü H. tir», yani a s ılsız deği 1 , doğrudur ; durmadan genişletmi ş ıir. O sıralarda Aquiıania kral naıbi «falanın fiili H. tir.», yani hilisanedir, içıendir. «Dünya ba­ bulunan Louis de Barcelona'yı zapretmek i mkanını elde tı!, ahiret H. tir» ke!amında ise «baki, gerçek» anlamına etmiştir. gelmektedir. HAKEM, II. (ölm. 976 ) , Erneviierin dokuzuncusu İslam hukukunda ve akaidinde H. , «konulduğu, tah­ ve Kurıube'nin ikinci halifesi. El · Münteşir bi'llah Iakabı sis edildiği anlamda kullanı lan lifızdır» diye tarif edilir. ile tanınmıştır. Casti l la Le6n kral ı I. Sancho ve Navarra Mesela ıa/at kelimesi aslında «dua» anlamına tahsis edilmiş­ kralı Garcia'ya karşı başarılı savaşları vardır. 966'da N o r­ tir. «Namaz» anlamına kullanı lması ise mecazidir. H. ve man'ları Rio de Silves üıerinde yenmiş ve onların isıila bunun karşıtı olan mecazın İsl�mi ilimlerde mühim yeri emellerine sed çekmiştir. F.ttımilerden el · Mu'izz ile müt· vardı r. Bu konulara müsıakil eserler bile tahsis edi lmiştir. tefiki Tanca İdrisilerine karşı açtığı savaş, H. in amirali Eşyanın H. i, «akli H.» ve H. i Muhammediye gibi tarafından Tanca'nın ele geçirilmesi (972 ) ve kumandanı rabiriere bi lhassa ıasavvufi eserlerde sık sık rastlanır. tarafından da İdrisilerin esir edilip Kurıebe'ye gönderi l­ ( Fe!. ) [Yun. aletheia, aletheı, L aı. veritaı, veru m } , mesi (974 ) ile sona ermiştir. felsefenin temel kavram'anndan biri. H. , nesnelere aid olan II. H. san'aı, ilim ve maarif sahalarında cemiyetine ve bizim ampirik olarak kavradığımız bir vasıf olmadığı büyük faydalar sağlamıştır. Esasen kendisi de değerli bir gibi. kendi basma var olan, real olan bir şev de değildir. bilgin idi. 400 000 kadar kitaptan meydana gelmiş zengin H. , bil g iye aid bir özelliği, teorik bir bilgi değerini gös· bir kütüphane kurmu�tu. Kurtube medresesi, bu suretle ıerir. Felsefe tarihi içinde H. üzerine şu teori tiplerinin Mağrib'de İslam ilminin en büyük merkezi derece�ine çık· bulunduğu görülebi lir : mıştı r. Bu medrese riyaziye, hey'er ve tıp kollarında büyük ı . Adae q uatio (uygunluk) teorisi (correspondence gelişmeler kaydetmiştir. teorisi) : Bu, en eski H. kavrayışlarından biri olup, buna HAKEM B . SA'DÜ'L AŞIRA, Güney Arabistan'da gö P, H. yargı ile i lgilidir. Var olan hakkında bir idd;ada yaşayan bir kabile. Bu kabıle Tihama'da Eb u Ariş yakınla ­ bulunan bir yar,ıtı, bu iddiaya karşılık olan bir şey var sa, rında yaşamakta idi. Hükümdarları Abdü'l - Cedd torun· H. ur (Arisıoıeles, Meı. IV 6,1 0 1 1 b 26) . Buna göre, H. sonradan yargıya katı ları bir yüklem olur. Bu H. teorisine larıd ı r. ıkolastik'te de rastlanır : Veritas e •t adaequalio inte/leerus HAKEMÜ'L HAK EM, Allah'ın adlarından biri. el r ei (hakikat, zihin ile nesnelerin uygun luğudur) . Burada HAK - ERENLER (Tasavvuf), Türk Siıfileri ve bil­ da H. deyince anlaşılan şey, bilgimiz i le nesneler, yani bil­ hassa Mevlevi leı le Bektaşiler arasında «gerçek erenler, ger­ gimizin obje'leri arasındaki uy.,unluktur. Leibni7'e göre de, çeğe ulaşmış veliler» anlamına kullanılır. Teri mdeki Hak, H. önf'rmeler (propo•itions) in şe y ler i le uygunluğu (cor­ «Allah» anlamına olmayıp «gerçek, doğru» anlamına gelir. respondance) ndan ibarettir lNouv. Ess. IV, ch. 5, 1 2 ) . Bu Bektaşi gülhanginde «H. E. dirlikıen, birlikten ayırmaya» uygunluk teorisine göre, bir önerme veya anlam, ancak ona karşılık olan bir şey, bir olgu va rsa ve bir durumun şeklinde geçer. ne olduğunu açıklıyorsa, H. tir. Mesela «şi mdi burada yağ­ HAKI, M. Behzad (Biyogr. ) : bk. BUTAK. mur yağıyor» önermesi, gerçekren şimdi burada yağmur HAKI EFENDI ( Hüseyin Haki ; Kandiye ? - İ sıan ­ yağıyorsa, ancak H. olabilir. Çağımızda B. Russel da The bul 1887 ) , Boğ.tziçi'nde ı şl eyen Ş i ı keı - i Hayriye vapurcu­ Problemi of Phi/oıophy ( Felsefe problemleri ) sinde H. i luğunun kurucularından. Aslen Giridi olan H. E. , Kandi­ uygun luk (corresponde n ce ) olarak kavrar ve uygun luk de­ ye'li Mehmed Emin Efendi'nin oğludur. Gençliğinde Mı· vince de önerme ve olgu elemanları arasındaki bir aynılaş­ sır'a giderek Mehmed Ali Paşa'nın hizmetinde bulunmuş, tırmayı anlar. 2. Uyum (coherence) teorisi : Bu görüşün temsilcileri, sonra da kızı Zeyneb Hanım ın kethudaiı olmusıur. Birkaç di l bilen H. E. nin, Te/emaque'ı Framızcadan Türkçeye çe­ Bradley, Joachim ve Blanshard'dır. Bu teor i ye göre de H. önerm"ler ile ilgilidir. Bir öneernenin H. i, o öneernenin virerek Sadrazam Yusuf Kamil Paşa'nın meşhur olan tercümesine esas hazırladığı söyl e n ir. H. E. , Şirket · i Hay­ bir sistemli, b•ğlamlı önermeler büıün'ünün zorunlu bir riyeni n ilk kurulu'undan itibaren kırk yıl kadar idare mec- üyesi olmasına dayanır (Joachim, The Na111re of Truth) . ·

·

süslü ı·

3 26

HAKIKAT - HAKIKAT EHLİ

Böyle bir önerme, si stemli, ihenkli bir bütün'ün zorunlu elemanlarından biri olduğu sürece hakı katıir ve hakikat olarak kalır. B. Blanshard'a göre bir önerme, bu ahenk ne kadar tamsa, o ölçude H. olur. Bu öneerneler bütün'ü de, içine aldığı elemanları gerekti ren bir bütün olmalıdır. 3. Pragmatik H. teorisi (W. James, ]. Dewey) H. i, hayatta iş görmesi, tatmin etmesi olarak açıklamak ister. Bu anlayışa göre, bir öneernenin H. i, bilirnde ve hayatta işe yaramasına dayanır. 4 . Metafizik H. görüşü. Bu anlayışa göre, H. düşün­ celerin mutlak varlık, mutlak gerçeklik ile olan uygunlu­ ğudur. Mesela böyle bir H. kavrayışını Efliıun'da bulmak­ tayız. Ona göre, idea'lar hakiki gerçeklikler ve öz'lerdir. Bir düşünce, bir anlam, idea'sına uygun olduğu, ona katıl­ dığı derecede H. olur. � - Ontolojik H. görüşü. Bu görüş, yukarıda işiret edilen H. an layışla r ndan bel li bir yönden farklıdır. Yuka· ndaki H. ani ·yı�larında H. d :yince bi lgi ile, önermeler ile ilgili bir değer, bir hususiyet anlaşılıyordu. Ontoloj ik H. teorisi ise, H. i varlığın bir hususiyeti , vasfı olarak kavramak ister. Bu görüşe göre H. , varlığın bi lgiye olan uygunluğu­ nu ifade eder. Meseli «hakiki altın» deriz. Bu ifide, d r ­ ğerlendirmek istediğimiz maJdeye ( metale) i i d b i r hususiyeti gösteri r. Bu «hakiki altın» ifadesi ile demek istediğimiz şey şudur : «Hakiki altın» olarak vasıflandırdığımız metal, gerçekten altın olarak düşündüğümü.t şeye uygundur.

ı

veya muayyen bir grup suçlar hakkında genel af çıkarıldığı halde, bizı kimselerin «Hayı r ben af i stem yorum. Benim takibatımı durdurmayın. Mutlaka tamamlayın. Çünkü ben böyle bir suç işlemedim. Suçsuzluğumun ortaya çıkıp ilan edılmesini istiyorum. Eğer suçlu olduğum meydana çı karsa, en ağır cezaya uzıyım» dı ye feryat et tiğine sık sı k rast­ lanmJsı boşuna değildi r. Bu b.ıkımd•n hak dağıracak organ­ laı ın, yani mahkemderin, hukuk kaidelerinin, yan i kanunla­ rın çiğnenmesi halinde, evvela bunun doğru olup olmadığı­ nı, yani suçun veya haksız fii lin işlen i p işlenmtdığini, başka bir deyişle hukuki bakı mdan H. i orıaya çıkarması lazımdır ki, hak yerini bulsun. Bu şeki lde adaleri gerçek­ leşti rmek çok güç ve o derecede şerefli, ama mes'uliyeıli bir iştir. Bu yönden hakimierin çok dikkatli davranmaları, hiçbir haur ve gönüle bakmadan, hiçbir korkuya veya tesire kapılmadan sanık olar .ık karşıları na geeiri len şahsın ve­ yi şahısların suçlu olup olmad ı k larını, suçlu dtği lse onları bu şaibeden kurtararak hakiki suçluları ortaya çıkarmaları gerekir. Fakat iş bu kadarla da bitmez. Yapı lan tahkikat sonu­ cunda, gerçek suçlu orıaya çıkarsa, kanunu tatbik duru­ munda olan ki mse veya ki mseler i,in önemli bir vazife daha bahis konusu olmaktadır. O da, hiçbir te'sire kapıl­ maksızın, hiçbir tehdid ve baskıya kulak veı meksizin, suçlu hakkınd.ı kanunun hükmünü doğru ve tam olarak tatbik etmektir. Böyle hareket eden hakim millet nazarında muh­ reremdir. Aksine hareket eden kanun adamlarını, adaleti dağıırnak görevini yüklenenleri halk daima nefret ve linetle anar ve bir gün mutlaka onlardan hesap sorar. Bu gibi kimseler, yaptıkları kanunsuzlukların manevi sorumluluğunu yüklendikleri gibi, hesabını mutlaka vermek durumu ile kar­ şı karşıya bulunurlar. Mesela bir hikimin, açıkça suç işlemiş, veya mutlaka tevkifi gereken bir suçl uyu veya sanığı tah­ liye etmesi veya hakimierin dokunulmazlığını sorumsuzluk gibi anlayarak, kanuna ayk ı rı bir şe ki lde heraat ettirmesi yahut herhangi bir savcının şu veya bu siyasi ideolojinin te'siri alıında kalarak, muayyen suçları işleyen ler hakkında takibat ve tahkıkata girişmemesi, aynı şeki lde hoş olmayan, hatta çir kin d.ıvranışlardır. Bunlar halkın adalete olan güvenini, kanuna, hukuk devletine karşı itimadını sarsar­ lar. Onun için hukuku tatbı k etmek durumunda olan yargı merci ierinin hiçbir şahsi veya si va i te'sir altında kalmak­ sızın, hiçbir tehdid ve korkuya aldırmaksızın tarafsızlık ve ağırbaşlılıkla kanunu herkes hakkında e�it olarak tatbık etmeleri icap eder. Hukuk i lmi bakımından da H. in önemi büyüktür. Hukuk bi lginlerinin kanunları, hukuk mtfhumlarını, büyük bir doğruluk ve tarafsızlık içinde yorumlamaları, her­ hangi bir hukuki mesele hakkı nda fikirleri sorulduğu zaman, vicdanına ve gerçeğe aykırı mütalaa ve fetva vermemeleri la­ zımdır. Çünkü maddi ve manevi tehdid ve baskı alıında da olsa ilmi ve vicdani kanaanndan başkasını ifade etmemek ,ıı: e rekir. Aksi takdirde hukuk bi lgini zulme ve gözyaşiarına sebebiyet vermiş ve ilmin hay>iye ini ayaklar altına almış olur.

(Huk. ) : Hukuk gerek ilim, gerek tatbikat olarak daima hayatla iç içe bulunm.kıadır. Kanunlar daima hayatın sosyal ve teknik icaplarına cevap verebilecek şekilde değişen şartları ve yeni terakkileri takip etmek mecburiye­ tindedir. Hayatın ve şanların gerisinde kalan hukuk kaide­ leri cemiyetin ihtiyaçlarına cevap verebilme kabiliyetini kay­ betmiş olurlar. Onlar adeta donmuş buz kalıplarından ibiret bulunmaktadı rlar. Hukukun gayesi, H. i arayıp bulmak, gerçeği ortaya çıkarmak suretiyle adaleti temin etmektir. Çünkü hukuk başlı başına bir gaye deği ldir. O sadece vasıtadır. Esas ga­ ye adaleti gerçekleştirmektir. Adaleti gerçekleştirmenin vası­ tası ise hukuk, yani hukuk kaideleri, kanunlardı r. Hukuk bir vasıta olduğuna göre, gayenin elde edilmesi, yani ada­ letin gerçekleşmesi, H. in ortaya çıkması için bu vaSI 'ayı kullanmak durumunda olanların çok dikkatli bulunmaları ikıiza eylemekıedi r. Kanun lar, yani vasıralar ne kadar mükem­ mel olurlarsa olsunlar, onu kullanmak durumunda bulunan kimselerin niyetleri kötü ise, o şahıslar adi l deği lse, kötü niyetli ellerde bunlar birer zulüm vasııası olmaktan ileri geçemez. Bu iyi kanunlar nihayet vasıra durumunda olduk­ ları için kötÜ ellerde, 7Ulme afet ofan hukukçuların ellerinde, H. i, gerçek suçluyu veya hakiıyı meydana çıkaracak yerde hakiıyı haksız, haksızı haklı ilin eder. Mazliımu zalim, zalimi mazliım yerine koyar ki bundan büyük adaletsizlik düşünülemez. Hukukta adaletin gerçekleşmesi. H. in ortaya çıkarıl­ ması ve bu�un ilin edilmesine bağlıdır. Bazan veyl çok defa olabilir ki, bir suç işlenmiştir. Bu suç amme vicdanını incitmişti r. Bunun suçlusunun bulunmasını halk i sıer. V.e HAKİK .\T ERLI ( Tasavvuf) : Hakikat. «bi r şeyi n çok defa, doğru veya yanlış bir kimse suçlu zannedi lir, gerçek varlığı» manasına gelir v e mecaz karşılığıdır. Bir yani sanık durumuna düşer. İşte böy le durumlard.ı H. in söz, anlamına tam uygun söylenirse, o sözün vasfı hakikat mutlaka ortıya çıkarılması, haki ki suçlunun bulunması, o o lur. Fakat anlamından başka bi r an'am kasredilirse, anla­ suçu işlemed iği hllde kendisine iftira edi len ve halk vicda­ mında mecaz vard ı r. «İmanın in�an o lması gerek» >Özün­ nında mahkiım edilmek istenen kimsenin suçsuz olduğunun deki ı lk inıan, gerçek manasındadır, ikinci inıan, «insanlığa ortaya çıkarılması zaruridir. Bu yüzden herhangi bir suç mahsus olgunlukları kazanmak» manisına mecazdır.

HAKlKAT EHLİ Vahdet - i vücuda inanan sufilerce şeriatın «iç yüzü» hakikattır. H.ılcikatin «dış yüzü» de şeriattır. Sufiler şeriatı, «kulluğa boyun vermek, Tanrı buyruklarına uymak», haki­ kati de «her şeyin, Mutlak varlığın zuhuru olduğunu bi l· rnek, bu bi lgiyi görüş, görüşü de oluş haline getirm�k. izafi varlığı gerçek varlıkta yok edip gerçek varlıkla var olmak» tar7ında tarif etmişlerdir. Şeriattan hakıkaıe ulaşmak için aşılacak manevi yola «tarikat» demişler, hakikaıe varanla­ rın, şeriat hükümlerini korumalarına, her şeyi yerli yerin­ de görüp ona göre hareket etmeye ise «marifeı» adını ver­ mişlerdir. İbahaya, yani her şeyi mübah görmeye düşmeyen sufiler, şeriatsız hakikatİn elde edılemeyeceğini, hakikatsiz şeriatın da makbu l olmadığrnı söylemişler, şeriatın, Tanrı'­ nın halka teklifini kabul etmek, hakikaıin ise, halkta Hakk'ın tasarıufunu idrak etmektir demişlerdir. Şeriat, tarikat, ha­ kikat ve marifete «Dört Kapı» da denir (Risaletü'l Ku­ ıeyriyye, s. ::i6, 183 - 187, Ta'rifat, s. 61 · 62 ) . Mevlana Ce­ Jaleddın (H. 672, 127 3 ) , Memeııi"nin V. cildinin dibace­ sinde şeriatı, «yol gösteren bir muma», tarikatı «onunla yol almaya», hakikati «varılacak yere varmaya», şeriatı «kimya bilgisine», yani «bakın altın yapmayı öğrenmeye, hekimlik tahsil etmeye», tarikatı «bu bilgileri tatbik et meye», hakikaıi, «bakırın altın olmasına, hastanın iyileşmisine» benzetmekte ve ölümden sonra şeriat ve tarikatın kalmayacağını, hakika­ tİn zuhur edeceğini söylemekıedir (Reynold A. Nicholson bas., Leyden, 1933, s. 1 - 2 ) . H. E., sufilerce, hakikare erenlerdir. Bunlara «Ehlullah, Allah Ehli olanlar, Erenleı » de denir. Kümeyl b. Ziyad ( H. 83, 702 ) ın Hz. Ali'den hakikati sor­ ması ve onun cevapları, son cevabının da, «hakikat ezel sabahında doğan, ışıkları birlik varlıkları üstüne düşen bir nurdur» olması, sufi lerce pek önemli sayılmış, buna dair birçok şerhler yazılmıştır ( Ma'sum Alişah, Taraik - u/ Ha­ kaark, Muhammed Ca'fer Mahcub tas!ıihiyle, H. , 1 3 39, II. 48 - 8::i, I. ::i6 - 64 ) . Bektaşilerde talip, yani tarikata girecek kişi, rehber tarafından meydan (b. b k.) ın ortasından babaya götürü! ürk en bu dörc kapıya, her adımda şu suretle selam verilir : «Es se!amü aleyküm şeriat erenleri, Es selamü aleyküm tarikat pirleri, Es se!amü aleyküm hakikat şahları. Es selamü aley· küm marifet Hmilleri» (Erkan - name ) . H E. , sufilerce marifet makamına gelmedikçe cezbe alemindedir ve kemale ulaşmamıştı r ; onun için bu makamda durulmaması, mürşi­ din saliki, yani gerçtk yolcusunu hemen buradan geçirmesi, marifet makamına ulaştırması gerektir. Marifete eren, ilk üç makamda da tahakkuk eder. - A. G. HAKIKAT - İ MUHAMMEDIYE (Tasavvuf) : Varlık birliği ( Vahdet - i vücut) ni kabül eden sufllere göre mut­ lak Varlık, yani her çeşit taayyünden, vasıftan, addan mü­ nezzeh olan Tanrı, zatı bakımından idrak edi lemez : zirında bütün sıfatlar bulunmakla beraber taayyün etmemiştir. Ahadin·et ( Birlık ) denen bu alemde, Mutlak Varlık'ın zu­ hura olan meyli bütün yaratıkların, Tanrı'nın bilgisinde sa­ bi t olmasına, bu da onların önce kuvvet, sonra da madde halinde zuhuruna sebep olmuştur. Yaratıkla•ın Tanrı bilgi­ sinde sabit oluşu, ilk taayyündür ; ancak bu, zamanla ka­ yıtlı deği ldir, her zaman böyledir. Bu bakımdan da alem, zata nispetle sonradan olmuştur ; zuhur bakımından ise önü sonu yoktur. Bu ilk taayyüne H. M. denir ki Hz. Muham­ med, bu aleme mazhar olduğundan ilk olarak onun nuru yaratı lmış, Hinat da onun için halk edilmiştir, denmiştir. Bu inanç, önce kaba zihidlik tarzında beliren tasav­ vufa, Yunan felsefesinin te'sirinden meydana gelmiştir. Yu-

ı

-

HAK İ M

327

nan felsefesini İslamileşti ren ve hukema denen İslam filozoflarına göre, yaratıcı kudretten bir tek aktif kudret meydana gelmiştir ki buna «büt ün akıl» manasma aklr kül/ denir ve onlarca, birden, ancak bir meydana gelebilir. Aklı küll, pasif bir kabiliyer olan ne/si kül/'ü meydana getir­ miş, bu ikisinden dokuz gök ve bunların aktif ve pasif kabiliyetleri, yani akıl ve nefisleri meydana gelmiştir. Gök­ lerin dönüşü, dört unsuru ( ateş, hava, toprak, su) ve bunların tabiatiarını ( sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlık) meydana çıkarmış, göklerle unsurların birleşmeleri, cansız­ ları, bitkileri, canlıları ( maden, bitki, hayvan) var etmiştir. Mutlak olgunluk olan varatıcı kudret, kainat gibi noksan bir varlığı meydana getirmekten münezzehti r, ondan yalnız Aklı küll meydana gelmiştir ( E!:ıu Ya'kub - ı Secistani, Kelfü'l - mah•ub, ll. makaleden itibaren, Henry Gorin bas. Tahran 19t9, S. 14 ve devamı, Nasır - ı Husrev, Ruıenayl ­ Name, Divan'la bir arada, Seyyid Hasan Takizade'nin ön­ sÖ7Ü ve Aliekber Dehhuda · nın notları ve Mücıtba Minavi'­ nin rashihi ile, Tahran 1 304 - 1 307 Şemsi - Hicri, s. 5 1 8 5 2 3 ) . İsmaililer tarafından yayılan bu i nanç, rasavvufu yoğurmuş, Aklı küll'e karşı lık, tasavvufta Mutlak Varlığın i lk taayyünü, yani zuhura olan meyli, bi lgisinde bütün eş­ yanın sabit oluşu nazariyesini meydana getirmiştir ki H. M. budur. Sufilere göre, Hz. Muhammed'den önceki peygamber­ ler, Hz. Muhammed'den feyz almışlar, bu mazhariyer, Hz. Muhammed'de kemalini bulmuştur. Ondan sonraki velilerin de hepsi gene bu makamdan, derecelerince feyiz alırlar. Ancak, şeriata uyan sufi lerce bir velinin son makamı, Ka­ dem - i Nebi'dir, yani manevi bak• mdan en üstün dereceye varınca başı, Hz. Muhammed'in ancak ayağına erişebilir. Bu makama da her zaman bi r tek veli mazhardır ki ona, «değirmen taşının mili» anlamına Kutup denir ( Ta'ri/at, Istılah kitapları ) . - A. G. HAKİKATÜ'L BAK A YlK (Tasavvuf) , Ahadiyyet alemine verilen bir ad. Hazretü'l - Cem ve Hazretü'l - vücut da denen ve bütün sıfatların, zatta zuhur etmeden bulun­ duğu alemden sonra Vahidiyet adı da verilen i lk taay­ yün alemi , Hakikat - i Muhammediye ( b. bk . ) gelir ve bu alem, 7atla madde alemi arasında bir geçit (berzah) kabul edilir ( Ta ri/at , s. 62, Hakikat - i Muhammedite). - A. G. HAKtKI KAR ( Ti c.) : bk. KAR. HAKIKI ŞAHlS (Huk. ) : bk. ŞAHlS. HAKİK I ZARAR (Tic. ) : bk. ZARAR. HAKİKİYYÜN (Fel. ) : bk. GERÇEKLİLİK. HAKIM (yeni ter. Yargıç ; Fr. Juge), kelime kar�ılığı olarak «hüküm veren» demektir. Eski hukukumuzda H. , nas arasında vuku bulan davaları yasalara göre halletmek için Ulülemr - o devre göre padişah - tarafından nasb ve tayin olunan zattır. Teşkilat - ı Esasiye kanununda H., niza ve ihtilafları hukuka göre kaza yolu ile halletmek için devlet tarafından nasb ve tayin olunan kimsedir. 196 1 Anayasasında ise. H. i n bağımsızlığına daha belirli v e daha keskin çizgiler içinde yer verilmiştir. H. , hüküm veren kişi olduğuna göre, hükme varmak için mükemmel bilgisi yanında hak, doğruluk ve takdi r ölçü­ lerinde üstün lük göstermesi gerekir. Adli mahkemeler, Yargı­ tay, idari mahkemeler Danıştay merıebesinde son söz yerle­ rini bulur. Anayasa Mahkemesi en üstün mevkide bulun-

HAKİM - HAKIM SüLEYMAN ATA

3 28

HAKiM : 1932'de yanan İstanbul .Adli re Sarayında bir ağır ceza hey'eti. maktadır. Bu mahkeme, yasama organlarının anayasaya aykırı düşen kanun çıkarmaları halinde bunları anayasa düzenine getirmekte ve aynı zamanda devletin en yüksek temsilcilerini gerekıiğinde yargılamaktadır. H. )erin teminatı konusu Türkiye'de de benimsenmiş­ tir. H. ler için ayrı kanun konulması ve H. )erin özlük işlerinin yürütülmesi için de Yüksek H. ler Kur ulunun ku­ rulması yoluna gidilmiştir. Türk milleti adına yargı erkini kullanan H. !erin, iktidarın te'sirinden uzak kalmak için de­ netimi, bu kurula verilmiştir. Bir toplum ihkakı haktan uzaklaştığı ölçüde medenilik vasfına yaklaşır. Mükemmel H. in yerinde hükümleri, toplu­ mu bu seviyeye ulaştıracak kuvvettir. HAKIM, Mehmed Efendi ( İstanbul ? - İstanbul 1770) , Türk tirihçisi ve şiiri. Kafesdar Bıçakc;ı Emir Çe­ lebi'nin oğludur. Es'ad Hoca'dan .Arapça ve Farsça, .Abdi Efendi ile Suyolcuzade Necib Efendi'den hat öğrendi. Sadiret Mektubi Kalemi'ne (başbakanlık özel kalemi) halife (kitip yardımcısı ) olarak girdi. Derece derece yükselerek 4 Mayıs 1753'ıe vak'anüvis oldu ve uzun müddet bu gö­ revde kaldı. Küçük ruznameci iken 25 Ekim 1770'te öldü. Haydarpaşa'ya gömüldü. Sezii, İsmail Hakkı, .Abdullah Kaşgari gibi ünlü mutasavvıflardan da faydalanan ve malı­ lisı olan Hakim adıyle tanınan Mehmed Efendi, Nakşibendi idi. Şiirlerini toplayan Divan'dan başka, 1 5'e yakın eseriyle devrinin mühim bilginlerinden sayılmaktadır. Eserlerinin çoğu üç doğu dili edebiyatina aid şerhlerdir. .Asıl ününü Tarih'i ile yapmıştır. Vasıf'ın kaynaklarından başlıcasını teşkil eden bu eser, İzzi'nin bıraktığı yerden başlar. 1 7 5 3 1756 yıllarını içine alan 4 yıllık resmi imparatorluk tari­ hidir. Eserleri yazma halindedir. HAKIM Bl EMRILLAH ( 585 - ? ), altıncı Fatı­ mi halifesi. Hakim bi - Emriilah'ın tahta çıkmadan ön­ ceki adı Ebu .Ali el - Mansur idi. Bir Hıristiyan anadan dünyaya gelen el - Mansur'a, babasıoın ölümü üzerine biat edilerek Hakim bi - Emriilah ünvanı verildi ve ölen hüküm­ daıın vasiyeti gereğince vasiliğine tevaşi (hadım edilmi�) köle Barcavan tayin edildi. Önceleri Barcavan, ordu başku­ mandam Mağribi ibn .Ammar'a nüfuzunu tanıtamadı . .An­ cak kumandanın onadan kaldırılmasından sonradır ki Bar­ cavan, mutlak bir nüfuz sahibi oldu. Bu nüfuz ile büyük bir gurura kapılan Barcavan, hü­ kumet idaresini gevşettiği gibi, bir zevk ve safa hayatına -

da daldı. Bu yüzden, vasiliğini yapmakta olduğu hülı:üm­ darın tahsil ve terbiyesiy)e dahi meşgul olmamaya başladı. Hatta birtakım gülünç ünvanlar takarak onu incitti. Fakat bütün bu davranışlarını, sonunda hayatı ile ödedi. H., idareyi tamamen eline aldıktan sonra, bir yan­ dan İsliıniyetin bazı emirlerini son derece dar bir anla­ yış i le tatbik ettirirken, bir yandJn da, Sünni inanc;lara bağlı olan halk arasındı Şii - ismiili mezhebinin yayılma­ sını teşvik etmeye başladı. içkiler ile bazı yiyeceklerin yasaklanması, kadınlara iid nizarnlar hakkında çıkardığı fermanlar, açıkça Sünniler aleyhine idi. İstibdat ve zulme olan meı•linin en büyük kurbanları ise devletin başlıca i leri gelenleri olmuştur. Bu yüzden, o devirde yüksek mevki sahibi olanlardan eceli ile ölenler adeta yok gibidir. Bu hareketler, sonunda isyanların doğmasına yol açtı. Büyük gü�lüklerle önlenen bu isyanlar sonunda halife, Sün­ nilerle uzlaşmaya mecbur kaldı, İsmii li mezhebi ile ilgili ibadetleri kaldırdı ve açıkça Sünniliğe meyletti. Fakat daha sonraki fermanlarında bazan Sünniliği bazan da İsmaililiği tutar göründü. Halife H., binakım te' sirler altında, 1017' de uluhi­ yetinin ilin edilmesine razı oldu. Bunun sonucu olarak dini meseldere karşı büyük bir müsamaha göstermeye baş­ ladı. Bu yoldaki cezai hükümleri de kaldırdı. Fakat huzursuzluk önlenemiyordu. Nitekim büyük bir ayaklanma oldu. H., emrindeki zenci askerlerle korkunç bir inıikam hareketine girişti. Çarpışmaların devam ettiği ve başkentte karışıklığın arttığı bir sırada, 2 3 Şubat 102 1 günü gecesi H., esrarengiz bir şekilde kayboldu. Başkent bu surecle kunulmuş oldu. H. in kaybını, öldürülmesi veya kaçırılması ihtimaline bağlayanlar vardır. .Ancak bu rolda kesin bir hüküm verile­ memiştir. Mısır'dan kaçmış olması en kuvvetli ihtimaldir. H., taassuba varan bir din vecdi ile istibdadı nefsin­ de toplamış bir hükümdardı. Buna rağmen şahsi ahlikı ve debdebeden uzak yaşayışı ile tebaasına örnek olmuştur. Dualarda adının en sade bir şekilde anılmasını isteyertk, o zamana kadar sürüp gelen birtakım ululamı sözlerini yasak etmiştir. HAKIM ET - TIRMIZI, Ehıi Abdiilah Muham­ med İbn Ali (ölm. H. 320/932'ye doğru) , tanınmış ha­

disc;i, kelimcı ve sufi. Tirmiz şehrindendir. Yazdığı eserler Tirmiz ahalisinin görüşlerine aykırı olduğ•ı için kifir sayıl­ mış ve vatanından sürülmek durumunda kalmıştır. Sürülü­ şünü takiben gittiği Belh halkı kendisine hürmet etmiş, fikirlerini iyi karşılamıştır. Eserlerinden otuz kadarı mev­ cud bulunmaktadır. Bunlardan Nevadirii'/ - Uıul /1 Ma'ri­ /eti .Ahbari'r - Reıul ile Hatmii'/ - Eı•/iya basılanlar arasın­ dadır. HAKIM SÜLEYMAN ATA ( ölm. 1 186), .Ahmed Yesevi'nin müri clerinden. Yesevi'nin üçüncü ve Türkler arasında en tanınmış halifesidir. Manzümelerinde Süleyman, Kul Süleymam Bakırgani, Hakim, Hakim Süleyman, Hakim Hoca, H.tkim Hoca Süleyman adlarını kullanmıştı r. Eserle­ ri Türkistan'da ve bilhassa yakın zamanlara kadar kuzey Türkleri arasında çok okunmu�tur. Buna rağmen, hayatı hakkında birtakım efsanelerden başka bilgimiz yoktur. H. S . .A. hakkında yazı lmış, yazarı bilinmeyen Hakim .Ata Kitabr adlı eserde verilen bilgiye göre, .Ahmed Yesevi, Süleyman"ı mektebe gider gelirken Kur'an'ı öteki çocuklar gibi boynuna asmayıp başının üstünde taşıdığını görmüş ve

HAKIM SüLEYMAN ATA bu taşıma şeklini beğenerek öğrenimi ile uğraşmaya başla­ mıştır. Bu suretle on beş yaşiarına kadar Yesevi'nin yanın­ da Kuran öğrenimi yapan Süleyman, Yesevi'nin müridi olmuştur. Süleyman'n Hakim Ata adını alması, şöyle bir h adise­ ye dayandırılmaktadır : Ahmed Yesevi bir gün, talebelerini odun toplamak üzere ormana gönderiyor. Dönüşte yağınura tutulan ıalebelerin odunları ıslanıyor. Bu sebepten ateşlen­ meleri mümkün olmuyor. Sadece, yağmur sırasında elbise­ sini çıkarıp odunları örtmüş olan Süleyman'ın odunları )'a· nıyor. Yesevi, bu hakimane davranışından dolayı Süleyman'a Hakim lakabını veriyor. Ve ağzına üflemek suretiyle de kendisine feyiz nuru sunuyor. Süleyman, bundan sonra hik­ metler söylemeye b • şlıyor. Kısa bir müddet içinde olgunluk derecesine yükselen Süleyman, Yesevi'den «icazet» alıyor. Üstadının öğüdü ile bi r deveye binen Süleyman, hayvanın başını serbest bırakıyor. Deve, Türkistan'ın güneyine dğru bir müddet gittikren sonra, nihayet Binava mahallinin arka­ sında duruyor. Bütün zorlamalara rağııı e n yerinden ayrılmı­ yor. Sadece b a ğ ı rıyor. İşte bu yere bundan dolayı Bakı.rgan ( = bağı ran ) adı verilmiştir. Burası Buğra Han'ın otlağı imiş. Çobanlar yabancı saydı kları için Süleymın'ı boğmak istiyorlar. Fakat civarındaki ağaçları n dalları birden ve her taraftan uzayıp yol ları kapatıyor. Bu suretle çobanların ha­ reketlerini önlüyorlar. Çobanlar d urumu Buğra Han'a haber veriyorlar. Buğra Han, Süleyman'ın, Yesevi'nin müridi ol­ duğunu öğrenince, ona dokunmuyor. Ayrıca kız ı nı kendisine nikahlayıp Süley man'ı damat ediniyor. Kendisi de Süley­ man'a mürit oluyor. Bu suretle adı yayılan Süleyman'ın etrafına toplananların günden g ü ne artması ile Bakırgan şehri meydana geliyor. H. S. A. nın üç oğ lu d j nyaya geliyor. Onlar da babaları gibi velilerden sayılıyorlar. Bılhassa küçük oğlu Hubbi Hoca ke-

HAKiMiYET -

-

HAKİMİYET - 1 MİLLIYE

3 29

sahibi olup yaşlı kadınlar tarafından takdis edilmi ş tir H. S. A. , halk arasında, şey hi Ahmed Ye sev i kad ar ün salabiimiş değildir. En çok kuzey Türkleri arasında ve da­ ha çok halkın dini duygularına tercüman olan eserleriyle tanınmıştır. Edebiyat alanında, Ye s evi' n in ilk ve en tanınmış mu­ akkibi olan H. S. A. nın eserleri. gerek ruhu gerek vezni ve şekli ile, Yesevi'nin Divan - ı hikmet'indekilere çok benzer. H. S. A. san'atta, tasavvufra Yesevi'nin şahsiyetine uymuştur. H. S. A. ya ai d olduğu kabul edilen ve halk arasında çok yayılmış bulunan eserlerden biri Bakrrgan Kitabldır Pek çok yazma nüshası bulunup ilk defa 1846'da Kazan'da basılan bu eser, Süleyman ınkilerd en başka kimselerin şiir­ lerini de içine alan bir mecmuadır. Eserde H. S. A. ya aid 44 manzüme ve 2 manzum hikaye bulunmaktadır. İkinci eser .Ahrr Zaman Kitabr'dır. 16 sayfalık küçük bir risale olarak ilk defa 1847'de Kazan'da bası lmış olan bu kitap, Kıyamet gününün belirtileri ve kısaca tasvirinden meydana gelmiş bir eserdir. Üçüncü eser Hazret - i Meryem Kitabr'dır. 8 sayfalık küçük bir eser olan bu kitap, i l k defa 1878'de Kazan' d a basılmıŞ'Ir. Konu, İsa'nın annesi Meryem'in ölümüdür. H. S. A. , bu konuyu güıel bir de s tan şekline sokmuştur. H. S. A. ya iid olduğu sanılan bu eserlerin en eski yazmalarının zamanı mıza kadar gel mediği sanılmaktadır. Bu sebepten bu e s erler hakkındaki bilgi ler, daha çok, bunların kuzey Türkleri arasında yazılmış nüshalarına dayanmaktadır. HAKIMIYET (Siyaset) : bk. EGEMENLiK. HAKIMIYET . l MILLIYE (kuruluşu : Ankara, ı o Ocak 1 920 ) , Türk Milli Müc • delesi ve İnkılabı yıllarında, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) nın liderlik ettiği milli ha­ reketi yürütürken, fikir, görüş ve kararlarını yaymak, da-

ramet

İ MiLLiYE (Sene

.

.

ı,

Sayı

ı)

330

HAKlMlYET - 1

MİLLlYE - HAKKAK'LIK

vasını savurım•k üzere çıkarttığı gazete. H M. , Atatürk'ün daha önce Sivas'ta hafr. Iık olarak çıkarttığı « I rade · i Mil­ liye» ( b. bk. ) gazetesinin bir deva mı sayı labi lir. Anadolu ve Rumc:-li Müdafaa - i Hukuk Cemiyeri ( b. bk. ) Hey" et - i Tem�iliyesi 27 Aralık 1 9 1 9"da Sivas'tan Ankara'ya gelince, ilk sayısı l O Ocak ı920 tarihinde, 28 X 42 cm büyüklüğürı­ de ve dört sahife halinde Vi layet Matbaası"nda basılan H. M. , önce haftada iki, üç gün, sonra Cumartesiden başka her gün ve nihayet günlük o larak yayınlanmıya başlamıştır. Gazetenin kPndi adına bir maıbıa kurup gelişmesi, ancak 6 Subıt 192 L "de sağlanabilmiştir. Şim !iki Ulus Meydanı 'nda, İş Bankası karşısındaki Koç Hanı yerinde bulunan yine Koçzad�·ye aid eski ahşap bir han içind ! H. M. Matbaası kurulmuştu. Buhranlı savaş y ı llarınd1 çeşitli engeller ( kıiğn­ sızlık v. s. ) karşısında dahi boyunu küçültmek ve sahifele­ rini azaltmak suretiyle yayınma aralıksız devam eden H . M. , Çankırı Caddesi'nde yeniden yaptı rı lan büyük binasına ı4 Şubat ı926"da taşınmış ve yeni makinelerle basıtmaya başlamıştır. H. M , ı Aralık ı928"den bu yana yeni harf­ lerle çıkmıştır. Gazetenin Ulus adını alması ise ı6 Ekim 1935 t.irihindedir. İlk zaman larda H. M. de yayın lanan yazıların alıına imza konulmamıştır. Bu imzasız makalelerin çoğu Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) tarafından dikte edilmek suretiyle yazdırı lmışur. Gazet(nin doğuş sebebini, turacağı yol u ve Türk Mi l U Mücadelesi"nin, Türk İnkı labı"nın manasını belirten Hakimiyet - i Milliye başlıklı ilk başyazısı da Mustafa Ke­ mal Pa�a (Atatürk) tarafından aynen not ettirilmiştir. Ata· türk'ün milli hakimiyet anlayışını Türk Cumhuriyeti tarihi­ ne geçiren bu mü him yazıda aynen şöyle denilmektedir : «Bugünden i'tibaren mevkii imişara çıkan ve sütunlarında bütün Anadolu ile onu alakadar eden muhiderin ahvill ve hadisatını ihtiva edecek olan gazetemize bu ismi tesadüf olarak vermedik. Gazetemizin ismi, aynı zamanda takip edeceği tar i k - ı mücahedenin de nev' i dir. Şu halde diyebi­ l iriz ki (Hakimiyet - i Milliye) nin mesleği, milletin müda­ faa - i hakimiyeti olacaktır.» 7 Haziran ı929"da Matbu:ıt ve istihbarat Müdüriyet - i Umumiyesi kuruld ukran sonra bir süre, Matbuat ve İsrih­ b.irat umum müdürleri aynı zamanda H. M. nin başyazar­ lığını yapmışlardı r. Bu sıfaıla H. M. de Hamdullah Subhi Tanrıöver ( 7 Haziran ı 920 - ı9 Ağustos 1920 ) , Hüseyin Ragıb Baydur ( 1 2 Mart ı92 1 - 3 ı Ekim 192 ı ) , Ahmed Ağa­ oğlu ( 24 Kasım 192 1 - l l Ağustos ı92 3 ) nun başyazı ları yayınl..nmıştır. At.ıtürk, ı ı E kim 1923'te gazetenin idaresi­ ni Recep Peker'e, 12 Ağustos ı 924 'te Sii rt Milletvekili Mahmud (Soydan ) a ve 30 Temmuz ı93 ı 'de ise Bolu Mil­ letvekili Filih Rıfkı (Atay ) ya vermiştir. ı939"dan sonra H. M. doğrudan doğruya Cumhuriyet Halk Partisi'nin kon­ trolüne geçmiştir. Bk. ULUS.

sadık kalmış, İslam - Türk milli kültürü ıçın büytik feda­ karlıklarda bulunmuş, Türki stan yurtseveri idi. Fakat Rus emperyalisıleri, Çarlık devrinde olduğu gi bi, 1918 ihtilalini müıeakıp bolşevik Ruslar da onu propaganda vasırası ola­ rak elde etmeye çalıştılar. H. kızıl ların propaganda aleti oldu. Bununla beraber, Özbek güzel san'atlarına çok önemli hizmetleri olmuştur. 1926'da Özbekistan halk şiiri unvanını kazanmıştır. H., 1929 yılının 18 Mart günü Fergana'nın en dindar bi r köyünde «Ailahsızlar Cemiyeti» kurmak için çalıştığı sırada halk tarafından öldürülmi.i ştür. HAKKAKBAŞI FENNI EFENDI ( Biyogr. ) : bk. FENNl EFENDi .

HAKKAK'LIK, muhtelif kıymetli taş nev'ileri (zümrüt, yakut, firiııe, yeşım, topaz, akik, necef, inci . . . ) , ışlenebılir maden cin >leri (altın, gümüş, bakır, pirinç . . . ) ve bazan tahta üzerine, erkek ( kabartma) veya di�i (oyma) olarak, yazı, resim veyahut tezyini şekiller kazma san'atı. Meımer cin�inden taşlar üzerine, erkek veya dişi oy­ malar yapmaya da hakk. denir. Lakin bu işle uğraşanlara hakkak denilmez, taşçı veya taş ustası adı verilir. Yani hakkik adı ince, küçük ve san'atlı hakk ile uğraşanlara alem olmuştur. Hakkaklar, eski para kalıpları, madalya, kalıpları, «şemseıP> tarzı eski cild kalıpları ve eski matbaa haıfi kalıp­ larını hazırlamakla beraber, imza yerine herkesin mühür kullanmak mecburiyerinde olduğu geçmiş yüzyıllar boyunca, en çok mühü r hakketmekle tanınmışlardır. Tari hte, en eski medeniyetleıden itibaren hakk san'atı­ nın nümünelerine rasılanır. Bizde de, bilhassa X V I . yüzyıl­ dan bu yana gitti kçe tekamül etmiştir. F •liya Çelebi Seya­ hatname's ' n Je (I, 5 7 5 ) , XVII. yüzyıl ın münıesipleri üç grupta anlar . ım. ktadır : A. Esnaf - ı hakkakan : Dükkan 3 � . nefer 1 0 5 'tir. Pir­ leri, Hakkiik Abdullah - ı Yemeni'dir. Bunlar da, dükkin­ lırında akik - i Seyl.ln, piriıze taşı hakkederek ubür ederler. B. Esnaf - ı mühürkünan : Pirleri Hazret - i Osman' dır. 80 nefer, 35 dükkindı r. Bunların Murad Han asrındaki ileri gelen ustaları Mahmud Çelebi, Rıza Çelebi, Ferid Çe­ lebi nam kimillerdir ki, bir mührü yüz kuruştan beş kuru­ şa kadar yazarlar, vüzeri mühürlerini de bunlar kazır. C. Esnaf - mühürkünan - ı sim haykel : Bunlar, gümüş mühür ve tılsımat kazır başka bi r esnafıır. Akik - i Yeme­ niyi kazıyamaılar. Pirleri, Hazret - i Ükkase'dir . . . ( Eski­ den, esn.ıf zümrelerinin, kendilerini, mesleğin piri olarak, ekseriya bir İslim büyüğüne bJğlamalm geleneği vardı ) . Bu izahatıen, o devirde, mühürcülükle uğraşanların ay­ rı, sair hakk işleriyle uğraşanların da ayrı bir zümre olduğu anlaşılıyor. Ancak, daha sonrası için, bu şekilde tasnif ya­ pan bir mehazımız yoktur. Hakk işiyle uğraşanların hepsi ( mühürcüler de dahi l ) bir arada mütalaa edilmektedir. Dığer san'at erbabında olduğu gibi, H. ların da bir HAKİMİYYE ( Din) : bk. TARIKAT. reisi vardır ki, serhakkik (H. başı ) ünvanıyla anılır ve HAKİMZADE, Hamza (takma adı : Niyazi ; Ho­ meslek mensupları arasından seçilip onların ihtiyaç ve inti­ kand 1 889 - 1 929), Özbek yazarı, bestekarı ve ressamı. İ lk zamını temin ederlerd i. H. Çarşısı da e�kiden İstan­ tahsilini ikma! ettikten sonra medrese derslerine devam et­ bul'un Beya2ıt semtinde idi. miştir. Çağatay edebiyatı ve çağdaş Türkistan ve Azerbay­ H. lar, yaptıkları eserleri, kağıt üzerine basarak, nü­ can edebiyatı üzerinde çalışmıştır. 16 yaşında iken Nevai miıne mahiyetinde saklarlar, müşteri leri bunlardan, ken­ tarzında şiirler yazmaya başlamıştır. 191 ı - 19n yıllarında di leri için örnek seçerlerdi. Böyle defterlere H. mecmuası yeni usülJe mekıep açarak eği tim hizmetine başlamış ve i lk veya H. defıeri den ir. okul kitapları yazmıştır. 1 9 1 8 - 19 1 9 yıllaıma kadar H. se­ Hakk ameliyesi, çelik kalem yardımıyle yapı lır. Ancak, lefleri olan Fırkat ve Mukimi ( b. bk. ) geleneklerine geçen yüzyılın mariıf H. larından olan, Ermeni asıllı

331

HAKKAK'LIK - HA KKARİ Benderyan'ın kıymetli taşlar üzerine yaptığı hakk işlerinde, çinkografıye benzer bir usulü, kendi icadı olarak tatbik ettiği ve bu buluşunu gizleyerek kimseye öğreımeden ölüp gitııği bılinir. H. lar, kazıdıkları mühürlere ekseriya ufacık bir imza ve tiirih koymuşlardır. Eserle rinin, yazı ci hetinden gü• elliğini temin için, hüsnühat i le meşgul olan ları da var d ı r. Biyografileri pek bilinmemekle beraber, yetişen mühim H. lar bu imzalar sayesinde ismen olsun malumumuzdur. Bunlar da, dığer bazı san"at erbabı gibi, hakiki isim yerine ekseriy:ı mahlas ku llanmışlardır (Aşki, Azmi, Hüsni, Misli, Resmi, Sırri, Yümni gibi ) . Çinkografi metodu ile ki işe alınmaya başlanması, H. ın sönmesine, hele mühür yerıne imzi aderinin yayılması, ta­ mamen ortadan kalkmasına sebep oldu (bk. MÜHÜR ve .

.



MÜHÜRr ÜLÜK ) .

HAKKAKZADE OSMAN BEY ( Biyogr. ) : bk. OS­

MAN BEY. HAKKARİ, memleketi mizin güney - doğu ucunda, İ. an ve Irak"a komşu bi r il. Yüzölçümü 9 5 2 1 km', nüfusu 6 1 2 9 ( 1 965 ) dur. Adını Van Gölü güneyinde yaş•yan H. aşİre­ rinden almıştı r. 1 876 - 1888 yılları arasın:ia vilayet ikı:n, bir ara ( 1 888 - 1 93 5 ) Van'a bağlanan H. , bu tarihten sonra, yeniden viiiyer haline getiri lmiştir. Bu i lin en biriz hususiytıi, ortalama yüksekliğinin fazlalığıdır Güney-doğu Torosların, Habur I rmağını takıben, hissedilir derecede yükselmesinin bir neticesi olarak, il top­ raklarının büyük kısmı (% 60'ı ) 2 500 m nin üstündedir ve 900 m den aşağı kısırnlara rastlamak hemen hemen imkan- · sızdır. Batıda Habur, doğuda Şemdinan'da nispi bir alçalma gösteren Güney· doğu Toroslar, Cil o Dağına doğru bir kab beyi andıracak şekılde yükselir. Kubbenin doruğuna otur­ muş bu lunan Reşko Tepesi (4 1 68 m ) , Büyük Ağrı ve Süp­ han'dan sonra, yurdumuzun üçüncü yüksek doruğudur. Güney · doğu Torosların bu kısmı, takriben Beyıüşşe-





b Morknl

0 ııoo •

bab · H. · Gevaroki Dağı · Karadağ'dan geçen bir eğrinin kuzeyinde gövde, bu çiz5inin güneyinde kenar bölge ol­ maı< üzere, birbirine Jehimlenmiş iki yapı elemanından müıeşekkildir. Gö vde kısmı, yaşı (II. Zaman sonu · III. Zaman başı) ve tabiatı (kumtaşı, konglomera, kalker, yeşil kütleler) farklı kütlelerden yapılmı ştır. Bu bölümde, gövdenin ke­ nar bölge üzerine sürük lend iği kısımlar dışında, gevşek kıvrımlar hakı mdi r. H. kuzeyi ndeki Çiyayrışk Dağı, Kara­ dağ, gevşek kıvrımların anıiklinallerine tekabül eder. Gevar Ovası i se bir senklinaldir. Daha eski kütlelerin ( 1. Zaman ile II. Zaman başla­ rı ) saıha çıktığı kenar bölge, İran'ın Zağro� Dağlarında olduğu gibi, çok kere batı . doğu. nadiren kuzey - batı . gü­ ney · doğu yönünde birbirine paralel anıiklinorium ( küme anti klinalleı ) ve senklinoriumlariyle (küme senklinaller) donmuş, dalgalı bir denizi andırır. Bu anıikiinat veya anıi­ klinorium'lardan başlıcaları, kuzeyden güneye doğru Cilo ­ Gevaroki ; Tanin Tanin - Güherç - Berida, Gü van · Serdolu ­ Sarnur Gare, Zavink - Çukurca, Şerndinan batısında ise Sa­ lara, Garanda ve Mengole'dir. Bun'ardan Güyan Gare an­ ıiklinoriumu, kuzeyden gelen itmeterin ıe'siriyle kırılmış -ve birbirini örten balık pulları gibi, Zavink - Çukurca antikli­ nali üzerine kaymıştır. Kenar bölgede bu tip kıvrımlar, daha doğrusu kırık kı vrımlar göze çarpar. Alp han ketleriyıe vücut bulan bu kıvrımlar, aşınarak III. Zamanın sonlarına doğru hafif dalgalı bir ova görünüşü (peneplaine) nü kazanmışlaı dır. IV. Zaman başlamadan önce, bölge, kıvrılmaksızın yükselmeye başlayınca, bu gün izlerine ı 500 - 3 000 m lerde rastladığımız eski dalgalı satıh, güney-ba­ tıya doğru meyillenmiş, sakin akmakta olan akarsular yükselme ve çarpıtmanın te" si riyle bu saıha gömülmeye koyulmuşlardır. Büyük Zap, yükselmenin azami değerine ulaştığı saha yı. penep­ len meyiline uygun, fakat kıvrım isıikamederine ve rev şekılde, anıesedan bir boğazia geçmiştir. Ancak Büyük Zap'ın kolu

Bucak Meded

- Il anın + + + hçe RNn

Nilru •klıfl K•• ...,.



� - ı O Jdol

� 11 - ıHı,ı

nrrn HHl

"· 20 ."' %1 · 30 ..,.

HAKKARi : Nüfus sıklığı

·

ı

HAKKARİ

33 2

olan Nehil Çayı, onun kadar kudretli olmadığından dolayı Gevar senklinalini takip etmek mecburiyetinde kalarak, hiç değilse 40 km boyunca ters yönde akmış, Irak düzlüklerine kavuşmak için Şerndinan Suyu, Habur'a ulaşmak için Ra­ pozik Deresi senklinallerinden faydalanmıştır. Bu günkü man­ zara, esas itibariyle akar,uları , ı 000 - ı 500 m derinliğindeki kaprz ( kanyon ) !ara hapseden, düzleşmeden öneeye a d bir kısım antiklinalleri tekrar meydana çıkaran, bazan de eski senklinallerin asılı kalmasına yol açan (Sümbül Dağı tü­ nemiş seklinali) son epirojenik hareketlerin eseridir. IV. Zamanda ikiimin soğuması ve yağışların arımasiy­ le birlikte, dağların 2 800 m yi aşan tepelerinde buz yalak­ ları (cirque) teşekkül etmiş, bu yaLıklardan taşarak va­ diler boyunca 2 000 m ye kadar inen buzullar, topografya­ nın yüksek kısımlarını tıraş etmişlerdir. O sırada Cilo Dağı buzullarının uzunluğu ı o km yi bulmaktaydı. İkiimin za­ manla ısınması karşısında, kar sınırı dağların dorukları­ na doğru çekilerek, 3 500 m de duraklamıştır. Halen Ci­ lo Dağının Reşko tepes;nde, 2 800 m ye kadar sarkabilen, 4 km uzunluğunda buzullar vardır. Kalkerierin geçirimlili­ ği yuzünden Cilo Dağlarında pek görünmeyen sirk gölleri­ nin en güzelleri ise, Sat Dağlarında bulunur. H. yüksek bölgesi, komşu Irak plaıolarına nazaran faz­ la yağış (Hakkari 757,7 mm ; Şemdinli 97 5,8) alır. Da� ların yüksek kısımlarında yağış 2 m yi bulur. Fakat güney - batı rüzgarlarını kesen dağ sıraları gerisinde bu miktar (Yük­ sekova'da 5 59,7 mm) hayli azalır. H. bölgesinde yıllık ya­ ğışların büyük kısmı (% 40 - 42) i lkbalıara isabet eder. Bu haliyle bölge, kış yağışlarının galebe çaldı,Rı Akdeniz i le yaz yağışlarının ağırlaştığı E rzurum - Kars bölge�i arasında bir geçiş karakteri a rz eder. İlkbalıarı sıcak (Ankara Tem· muz ortalaması 23,2 ° , H. 2 5 ° ) ve kurak bir yaz takip eder. Arkadan Eylül sonu - Mayıs başına kadar 7 ay süren kış basıırır. Bazan 2 m yi bulan kalın bir kar örtüsü top­ rağı örter. Kar, yüksek tepelerden yazın da kalkmaz. H. kışları (Ocak ortalama sıcaklığı - 5,7 • ) , Sivas (Ocak or­ talaması - 4 ° ) ve Erzincan'dan (- 3.7 " ) daha soğuk geçer. Yağış rej imi ile H. bölgesi akarsu ları nın akım deği­ şiklikleri arasında, az çok bir uygunluk vardır. Nisanda azami değerine ulaşan yağışa, kıştan arta kalan karların erimesinden meydana gelen suların eklenmesiyle ırmaklar ekseriya Mayısta taşar. Büyük Zap'ın Mayıs akımı ı o ı o m1/sn dir. Çoğu yıllarda kar örtüsünün ortadan kalktığı, buharlaşmanın şiddetlendiği kurak yaz boyunca ı rmakla rın

HAKKARİ 'den bir görünüş

suyu azalarak Ekimde asg•ri değerine (Büyük Zap'ın bu ayda ortalama akımı ı ı 2 m1/sn) iner. Bu halleriyle H. akarsuları, kar ve yağmuda beslenen ırmakların bütün hu­ susiyetlerine sahiptirler. Doğu Anadolu i le Irak arasında daha yağışlı bir saha olarak beliren H. bölgesi aslında ormanlıktır. Derinlere gömülmüş kuytu vadi lerde çınarlar, ceviz ağaçları aıasına karışmış Antep fısıığı gibi, bozulmuş Akdeniz iklimine has biıki lere rastlamak mümkündür. Daha yükseklerde me­ şeler, yabani elma ve armut ağaçlariyle bir arada bulunur. Soğuğa karşı daha dayanıklı olan ardıçlar, 2 400 m den itiba­ ren ormanın üst sınırına kadar tırmanır. Kuraklığa kendini alışıırmış bulunan ardıçiarın yukarısında tabii çayırlar baş­ lar. Büyük ölçüde tahribe uğrayan bu ormanların kalıntı­ larına, halen bölgenin daha çok batısında rastlanır. Bu arızalı bölgede, tek katlı ve düz damlı, taştan ya­ pılmış birkaç evden müreşekkil yerleşme merkezleri, sulana­ bilir vadi tabanları i le yamaçlardaki düzlüklere sığınmıştır. Biıbirinden uzak mahallelerden kurulu köylerin ortalama nüfusları 72 1 (Uludere köyleri ) ile 388 (Şemdinli köyleri ) arasında değişir. Köyler kadar il ve ilçe merkezleri de tenha sayılır. Bundan 50 - 60 yıl önce 20 dükkanlı çarşısı ve ca­ m; i ile 4 600 nüfuslu gerçek bir kasaba olan H. şimdi 500 - 600 nüfuslu bir köy durumundadır. Fakat belediye sını rlarına alınan 8 mahalle sayesinde, 1 9ı;5 nüfusu istatistikierimize 6 129 olarak geçmiştir. Bölgenin tenba­ lığı hakkında bir fikir vermek üzere H. i li nüfusu tamamının (83 932 kişi ) , sadece Adapazarı kasabasında oturanlardan (86 ı 24 kişi) daha az olduğu söylenebilir. Bu durum bi raz da yakın ticihim;zdeki göçlerin eseridir. Çünkü i l dahilinde, evvela yaşamakta olan kalabalıkça bir Nasturi kütlesi, I. Dünya Harbi'ni takiben bu toprakları terk etmiş ve bu savaş sırasında bir ara İran Azerbayca­ nı üzerinden Rus saldırısına uğrayan H Iiierin bir kısmı, kom,u i l iere sığınmıştır. Geri dönenler arasında dağ ve yamaç köylerinde oturanlar, kendilerine ova ve vadilerde yeni yerleşme yerleri kurmuş ve bu yüzden terk edilmiş olan eski dağ köyleri zamanla harap olup gitmiştir. Çok arızalı olan H. i linin ancak % 6'sında (5 867 he) tarım yapılabilmt ktedir. Yazların kurak geçmesi, atmosfer nemi i tibariyle fakir, yüksek yerlerdeki şiddetli buharlaşma stbtbiyle, esasen dar olan bu ekim alanlarından mahsul kaldırılabilmesi sulamaya b�ğlıdır. Halen bölgedeki tarlala­ rın % 89'u sulanmaktadır. H. tarım a lanlarının büyük kısmı (% 70) tahıla tahsis edilmiştir. Kışların erken gelip geç sona ermesi dolayısıyle . bitki devresinin kısa olduğu bu bölgede, yazların hayli sıcak geçmesi, tahıl grupu içinde buğdaydan sonra ikinri sırayı işgal eden arpanın 2 450 m yükseltiye kadar çıkma­ sına fır,at verir. Soğuklara arpa kadar dayanıklı olmayan buğday, daha aşağı lara iltica etmiştir. İlin kuzey bölümü (Yüksekova, H. merkez ve Beytüşşebap) buğday istihsali ( 1 96R'de 1 842 ton ) nin % 88'ini verir. Buğday gibi arpa üretiminde de Yüksekova başta gelmektedir. Bu kısım, aynı zamanda H. nin öneml i bir mısır ve d arı istihsal bölgesidir. H. mısır istihsali ( 1968'de ı 063 ton) nin % 82'si, darısının ( ı 968'de 42 ı ton ) % 78'ini elde eden bolııe halkı, ekmeğini mısır - dan karışığı undan yapar. Fakat üretilen tahıl, ihtiyacı karşılamadığından kom­ şu illerden tedariki cihetine gidilir. Bu alanda, Orta İklim

HAKKARl kuşağının kuzey sınırına kadar sokulabi len patates ekimi de ehem miyet ka1anır. H. de patates istihsali ( L968 'de 492 ton ) nin yarıdan çoğu (% 5 5 ) nu Beytüşşebap, H. Merkez ilçesi ve bilhassa Yüksekova sağlar. İlin kuzey bölümünde, ekonomik hayatın ağırlık mer­ kezi hayvancı l ı ktır. Tarım sahasının gen işleyip yt k par e bir hi! aldığı Yükseko\'a'da, çift sürmede insana yardımcı olan sığır ( 27 205 baş ) ve manda ( ı 840 baş) sayısı aı tar. H. nin y egane traktörü de buradadı r. Gevar ovası dışındaki yerlerde kışın devşiri len dallada ahırlarda beslenen. yazın yaylalarda otlayan davarın hususi bir yeri vardır. H. ko­ yununun (630 470 baş ) % 67'si, kıl keçisinin ( 292 740 has) ise % 53'ü bu bölgede beslenir. Ancak, ulaitm güç­ lükleri yağ, peyni r, deri gibi hayvani ürünlerin mahallinde sarfını gen kr ı rmekted i r. Bir yandan küçük ve dağınık tarlalardan kaldırılan mahsülün yetersizliği, öte yandan hayvani ürünlerin ulaşım güçlüklerinden dolayı layıkıyle değerlendirilememesi, bu bö­ lümde nüfus sıklığı (km' başına 4 - 10 kişi ) nın Türkiye or­ talamasının çok altında kalmasını izah eder. Tarım alanları­ nın genişlediği ve hayvan sayısının arttığı Yüksekova'da bu değer 20'ye çıkar. Akarsutarla daha fazla parçalandığı, bu yüzden de Irak düzlüklerinin, ırmaklar boyunca içecilere sokulma imkanını bulduğu güney kısımda durum değişi r. Tahıl ve patates ekimi mevcudiyetini muhafaza etmeklt: beraber, kuzeydeki önemini kaybeder. Güneyin daha alçak ve daha sıcak vadi­ lerinde pirinç (bi lhassa 140 ton luk üretimiyle H. istihsali­ nin yarıdan çoğunu sağlayan Çukurca ) ve meyva hakim du­ ruma geçer. Şemdinli, H. nin en çok elma, erik, dut yeriş­ riren ilçesidir. Ta rımın çeşitlilik kazandığı güneyde davar sayısı da azalır. Kuzeyin kı l keçisi, burada yerini tiftik l:eçisine bı ra­ kır. Şemdinli ı 500 m yi aşmayan platolarda otlayan tiftik keçisinin büyük kısmı ( l l 3 14 baş ) nı besler. Karlı çeltik ekimi sayesinde Çukurca'da nüfus sıklığı ( km1 başına l l - 1 5 ) artar. Çeşitli sebze vt• meyve yetiştiren Uludere merkez bucağında ise azami değerine (km• ye 20 30 kişi ) ulaşır. Zirai ve hayvani ürünlerin yererince değer­ lendirilemediği Şemdinli i lçesi gene tenhadır. H. de dağlık kütlenin, güney - doğu Toroslara kenar kıvrımların eklenmesiyle genişlemesi, yükseltinin fazlalığı, bölgeyi içine girilmesi güç, yol şebekesi bakımından fakir bir alan durumuna düşürmü�tür. Çok kere yüksek boyunlar, sık sık sel ve çığ tehlikelerine maruz, dar tabanlı derin va­ diler, yollar iç i n elverişli değildir. Van'ı H. üzerinden Çu­ kurca'ya bağlayan 163 km lik kamyon yolu, 3 000 m lik bo­ yunlardan aşmak mecburiyerinde kaldığından kışın kardan kapanmakta, nakliyat yaz mevsiminin ancak birkaç ayında yapılabilmektedir. H. nin soğuk mevsimde Van i le bağlantı­ sı, daha kuytu olan Zap vad is i ni takiben i lerleyen bir pa­ tikayla sağlanıısa da, bazan bu yol da g eçi t vermemekte­ dir. HARiTA İ Ç İ N bk. B İ T LİS. - T. Y. Tarih : H. bölgesi ve i linin adı, burada yaşayan 1 2 Pınyanış ve 1 2 Arıuşi ( Hertuşi ) oym ığı birliği 2 4 oymaklı Akara (Akan, Hakıiri ) bo y u n un 639 yı lında ilk İslam Araplar geldiği sırada Habur ve Yukarı Zap başlarında kalabalık oluşlarından, Hakariyye ( Hakkariyye) diye tanın­ malarından kalmadı r. Bu Dicle Akara ( Akan, Hakari ) larının adaşı ve boy d a şı , 109 km lik Akara (Hakari )

333

Çayında adı yaşayan oymağıdır. B ugün H. de Merkez bucağı ile Yüksekova'nın Oramar bucağında birer köy, hala Akar ( Akan ) biçiminde anı lmaktadır. Karabağ'da Zengezor Yayiağından doğarak Aras'a karışan Berküşet Çayının bir kolunun üzerindeki sancağa, buradaki eski oy­ mağın haıırasr ile 1 593 Gence Eyaleti ıahrir defterinde Hakari deni ldiği gibi , 1 887'de İstanbul'da basılan Kara­ bağlı Mir Hamza Nigari'nin Türkçe divanında hep Hak­ kari lrmağı denilmektedir . H. bölgesi, Türkiye'nin dağlık, sarp ve yolsuz böl­ gesi olduğundan, tari h boyunca burada şehir kurulamamış­ tır. Küçük ve sarp kalelerde kışiayan boy ve oymak bey­ leri , komşu devletlere t abi kalarak, 1 847 yılına kadar bey­ liklerini sürdürmüşleıdir. H. bölgesi, 1054'te Selçuklu idaresine girmiş, sonra Musul Aıabekleri ( l l27 - 1 262) buraya hakim olmuştur. Atabek İmadeddin Zengi 1 142'de A.şib Kalesi yerinde İmadiyye şehrini kurup, ordu kışiağı yaptı. 1 262 ' de İlhanlı lar'a bağlanan ve Abbasi ler'den gel­ diğini ileri süren H. bey leri, Moğol ( Uygur ?) yazısı i le temli knameler alıp, beyliklerini yaşattı lar. 1 349'da Kara­ koyuo lu Bayram Hoca H. ye sahip oldu. Üç yıllık Calayırlı işgalinden sonra 1 366'da yine Karakoyunlular'da kalan H. yi, 1 387'de tabi kılan Timur, Van kalesinde teslim al­ dığı H. hakimi İzzeddin Sir Beye altamga ile ülkesini ver­ mişti. 1405'ıe yine Karakoyunlular'a geçen H. , sadakaıle onlara bağlanmıştı. Akkoyunlu Uzun Hasan'ın gönderdiği Sofi Halil ile Aralışah beyler, 1468'de H. beylerini kırıp Dümbüllü Türkmenleri yerleşti rerek bölgeye hakim old ular. Çölemerık'ıeki en güzel san'at eseri olan Meydan Medresesi, 1472'de biten Akkoyunlu yapısıdır. 1468'de H. beylerinden Gülabi oğlu Esedüddin adlı bir genç Mısır'a kaçarak, Kölementerin hizmeti ne girmişti. 1496'da Akko­ yunlular içinde büyük karışıklıklar çıktığı sırada, Diz (Gevar) bölgesinden Mısır'a işçi olarak giden Nasturilerin yardımİyle gizlice H. ye gelen Esedüddin, bir Şenbe (Cu­ martesi ) günü Nasturi leı le onların kı lığında taraftarlariyle bi rlikte Diz Kalesine girip, baskınla Dümbüllüleri kırıp kovarak, böhzeye hakim oldu. Zafer gününün hiıırasiyle onun süialesine Şenbolar denildi. Esedüddin'den sonra oğlu Zahid B ey, Gevaş ile Aktamar'a da sahip olup, 1 503'te Safevi lerden menşur alarak tibi oldu. Zahid'in oğulların­ dan Seyyid Mehmed Vastan'da, Melik Bey Çölemerik'e 4 km güneyde k i Bay Kalesi 'nde hakimdi. Büyük oğlu Zeynel, Bay'ı baskınla alınca, Melik Bey Vastan'a kaçtı. Az sonra Seyvid Mehmed, Bay Kalesini ele geçirip, 1 545'te bütün H. ye hakim oldu. 1 534 Haziran'­ ında Van'l a birlikte Osmanlılara i taat eden H. bölgesi, 1 5 3 5 Eylulünde yine Safevi iere bığlandı. 1 548 Ağustos'­ unda Van feıhi sırasında Osmanlı lara ita• t eden Seyyid Mehmed Bey'e Hakari (Herıuşlu} i le Pınyanış (Beyrüş­ şebab - Vastan ) sancak ları, raki bi Hasan Beye de Mah­ mudi (Hoşap - Saray ) sancağı «ocak lık» verilerek, Van EyaJetine bağlandı. Serkeşliği görülen Seyyid Mehmed i le bir oğlu 1 5 50'de idam edilerek H. bölgesi yeğeni Zeynel Beye ocaklık verildi. Bay bozulduğundan, Çö­ Iemerik Kalesi'ni merkez edinen Zeynel Bey, burayı imar ile 18 km güney - barıdaki Dize ( Üzümcü} köyün­ deki simli kurşun ve başka yerdeki üstün vasıflı kü­ k ürt ocaklarını işleııirdi. Bütün isıihsali Van'da işlenen H. dtki bu madenlerden, 1 5 7 1 'de Trabzon üzerinden İstan­ bul'a ı 000 kantar «a'la saf kükürd»ü Zeynel B ey gönder­ mişıi. Yararlıkları

görülen Zeynel Beyin dileğiyle Albak

334

HAKKARi - HAKKI, lspartalı, M ustafa

( Başkale) sancağı, oğlu İbrahim'e verilmişti. 1 58 3 Tebriz Seferi sıras ı nda Merend'de şehid olan Zevnel Beyin yerine oğlu Zekeriya Bey geçti. XVI I. yüzyılda Van Eyalerine bağlı olan H . böl g e sind e n Hakkari ve M.ıhmudi «hükumet", Ko rur ile Şaıak ( Çaıak ) ve Möküs sancakları «ocaklık» idi, Hepsinin «haracları, Van Kulu'na aHim bağlanmış»tı ; Vastan, Gevaş, Norduz, Albak ve İmadiye'yi de i çine alan H. deki 16 «nahiyt »den 20 000 k ı l ı ç ( atlı asker) çıkardı. Son «ocaklı» H. beyi Şenbolu Nurullah i le Cizreli Bedirhan beyler bi rleşerek 1 84 3'te Tiyari ve 1846'da Tuhum nahiyelerindeki Nasıurileri kırıp yağmaladılar. Os­ m•n Paşa 1 84Tde gelip her ikisinin «ocakLk» h•kkını kaldırdı, devlete yardımcı olan Şembolu İt>eddin Şir'i Ciz· re'de ikameıe memur kı ldı. 1853'te Ruslar Türklere savaş açınca, Dağı stan'da Şeyh Şamil ile inibatı bulunan Şerndin­ Iili ( Büyük) S• yy id Tahi, düşmana karşı ci had ilan etmiş­ ti. Ölünce karde?i Şeyh Salıh. Azer b>ycan ve Türkiye Kürılerini Ruslada savaşa teşvik eııi. Fa kat, Van Valisi Selim Paşa'ya düşman olan Cizre'deki menkup İzz�ddin Şir'i Ruslar elde ederek, isyan ç ı ka m ı lar. Yezidi ve Nas­ tu rilerle birleşen İaeddin Şir, 1854'te Musul ve Biılis'e kadar işgal ile yağınada bulundu. «Başıbozuk lar» k uman danı Diy�rbekirli Hacı Timur lı.ğa ile gönüllüler 1 8 � 5 ilk­ baharında asi leri tenki l etti ler. 1 865'ıe Van Sancağı içinde H. nin A lbak, Çölemerik, Gevar, Beyıüşşebab, Çal · Tiyari, Şerndinan ve Ko rur adlı kazaları, büyük Erzurum Vila yeri'ne ba.iHandı. 1 875'te Van Vi1iyeti kurulunca, bunlar da oraya geçti. 1878'de Korur, İ ran'a veri ldi. 1880 1896 ara­ sında Mah mud i (Saray ) ve İmadiye kazaları da H. San­ cağına hağlıydr. Çö l e m er i k'i n Koçan i s kö y ünd e ki Mar Şem'ün lakaplı paırik �üıaıesine bağlı Nasıuri ( Asu ıi) H ı ri stiyanlar, 1 9 1 0 y ı l ların d a 3 � OOO'den çok olup, beş oymağa ayrılırdı. I . Dünya Harbi'nde R uslar, 2 4 Mayıs J 9 ı 5 'te Çölemerik'ı iş­ gal edince, 1:-laziranda Mar Şem' un'u Hoy'a götii rdüler. Onun emriyl e bütün Nasıurileri isyan enirip, silih landı ra­ rak Türk ordusuna karşı kulland ılar. Bu yüzden 1 9 ı 5'te H. İ s l i m ları , Rus ve N a s t u r i mezaliminden kaçıp doğı larak, çok perişan oldu lar. 1 8 ı 8'de 1 5 Ma)lsta Çöle m e r ı k, 2 3 Mayısta G evar (Yüksekova) k urıu lunca, komşularına ih a net eden isi Nasturi ler, bol silahiariyle U r m i y e bö lgesine çe­ kildi. Mütarekeden son ra. e�ki köylerine yerleşmek icin, si lahsız İsiimiara sald ııdı ıar. Bunun üzerine Vali Hadar ( Vaner ) Bey ida resindeki Türk kuvvetleri Nasıu ril�ri kov­ du. Şemdinlili Şeyh (Küçük ) Tihi ile Şıkak lı Simıko ( İs mail Ağa ) , XV. Kolordu kumandanı Kazım K arabe k ir le i ş birliği ederek, Mi lli Mücadeleye çok hizmet eııi l�r, E rmeni ve l"asturilerin sokulmasına engel oldular. 1 9 1 9 E rzurum K ongresinde H. Sanc?ğını Van'ın iki müme s sili temsi l edi­ yordu. ı 926'da Mu ml i le birlikte H. nin beş bölgeciği de sınır dışında k ı ldı ; Çölemerik, Gevar, Şerndinan adlı üç kazalı H. Viliyeı i kuruldu. 2885 sayılı kanunla 1936'da H . Vilayetine yeniden düzen veri ldi. Eski Çölemerik, Dağgü l ü Mahal lesinde olup, Bulak Düzü'nde i l yapıları v e çarşısı ile Yeni H. kurulup gelişmektedir. - M. F. K . •

İki sürede geçen H. Y. sözüy se «şüphesiz olarak gerçek, gerçeğin ta kendisi» manisındadır. Bu iyederin tefsirinde, bütün müfessi rler birleşmişlerd i r, a ralarında bir ayrılık yok­ tur. Sufi lere göre ise i l m - el y a k ı yn , akla dayanan la r ın, ayn · el yakıyn, bi lgi sahibi olanların, H. Y. ise maarif er­ babının, yani Allah kaıından kendilerine i lham edi len lerin inancıd ı r ( Risa!etü'l - Ku1eJ riyye, Bulak, 1 284, s. 108). On­ lar, yakıynı, keşif ve i lham olarak kabul ederler (s. 108· ı ı o). Onlarca H . Y. , kulun, «Tan ı ı ' da y o k olması», yal­ nız bilgiyle değil, bilgi, görgü ve h i ! bakımından «Tanrı ile var olmak» maka m ı n a e r me s i d i r. İlm - el yakıyn, şeriatın dış yüzü. ayn - d yakıyn, şeriat hükümlerine öz doAruluğu ile riayet, H. Y. ise bu hükümlerde Tan rı'yı görmektir (Seyyid Şeri f · i Cürcani, K iıa b - 1 Ta' ari/at, İs t anbul 1 300 s. 62, ı n , Yakryn maddesi ) . İbn Arabi 'nin El - Füllihatü 1 - Mekki­ }e sinde geçen ıerimlerin toplanmasından meydana gelmi ş ol .. n J,ır/ahal'ıa da değişik bir anlaıışla aynı şeyleri görü­ yoruz ( Ta'ri/"t sonund a ki bası m. s. 6). Türk sufile r i n den Hacı Bayram - ı Veli (b. bk. ) . bu üç mertebeyi daha açık olarak bir şiirinde «bilmek, bulmak, olmak» sözleriyle anl. rmakradı r. Varlık birliği ( Vahdet - i v ü cud) ne inanan sufilerce, var! ğın Tanrı'ya mahsus olup ilemin ve ilemdekı lerin var­ lıklarının , Mutlak'ın va r l ı k ın zuhuı undan haşka b i r şey ol­ madığına inanmak bakım•ndan, her şevin Tanrı zuhuru ol­ duğunu bil m t k İlm · el yakıyn, bu bil,ı.!inin görüş haline gelmesi Ayn - el yakıyn, bu görüşün oluş haline gelmesi i se H. Y. di r. - A. G. HAKKI, lspartalı, Mıısta ra ( ii le adı : A ğiarcızade veya Ağlarcazade ; lsparıa ı 867 - İ5tanbul 5 Şubat 1923 ) ,

Türkçenin sadeltşıi ril mesine çalışmış b i r fi­ kir. san'aı ve politika adamı. H. , orta halli bir dokumacı ai lesinin, Isparta lı lı.h med Ağa'­ nın oğludur. I s p a rta ( o günkü adıyle H a m i d i bad ) da medrese ıahsil i gören H. , ı 3 yaş ı n d ı hifız ol m u ş tur. 1883'ıe ls pa rta Rü�diyesini bi­ r inci likle bi riren H , devlet di i re lerinde ki­ ıibet vuifesi ıle çalış· maya başlamıştır. Çok okuyan ve kendi kendiJ . M. HAKKI sini yetişti ren H . . Fransızca ve Farsçayı Türkçeye e•er çevirecek kadar öğrenmiştir. Kaıip olarak gi rdiği Menafi Sandığı, Ziraat Bankası haline gelince ( ı 892 ) , H. nın da önce bu bankanın Konya, Şim şübelerinde vazife görmesi istenmiş, 1896 Nisanında Tica­ ret ve Nafıa Nezareıince Suriye, Beyruı ve Kudiis'ıeki Zi­ raat Bankası şübe ve sandıklarını ıefıişe gönderi lmiştir. Bir buçuk yıl son ra merkeze al ı n an H. , İstanbul'a yerleşince HAKK · EL YAKIYN (T as avvuf ) , Yakıyn, «şüphesiz yazı hayatına kaıılmış, özel okullarda Türk çe ve edebiyat bilgi, ölüm» manasma gelir (Kamüs terc. III. Bu la k, ı 250, öğretmen liği yapmış, öte yandan İstanbul Hukuk Fa külte­ s. 72 1 ) . Kur'an'da «ölüm» manisında geçer. XXXVII. si'ni bitirmeyi başarmışrır. 1 905 - 1 908 Meşruıiyetinden son­ sürede de «doğru haberıt manasma gelir. «İlın - el ya­ ra siyasi h a ya ta giren H . , Meclis - i Meb'ü,in'ın ikinci ve kıyn» ve «aynel yakıyn» sözleri de «gerçek olarak, şüphe­ üçüncü devrelerinde ( 19 ! 2 - 1918) Isparta'dan milletvekili siz bir halde bilmek ve gözle görmekıt m anal a rı n ı verir. seçi lmi ş ti r.

HAKKI, lspartalı, Mustafa İlk yazı hayatına Kon va Vilayet gazetesi ile Bursa'­ daki «Fevaid» ve Feraizci zade Şakir'in çıkardığı « N ilüfer » gibi taşra gazete ve dergi lerinde başlayan H. , İstanbul'da haftalık «Resimli Gazet e », «İkdam» ( 1 898 ) , Şuray - ı Üm­ met» ( 1 908 ) , «Sı rat - ı Müstakim» ( 1 909 - 1 9 1 0 ) , «Türk Derneği» ( 1 9 1 1 ) , Kon) a'da «Babalık» ( 19 1 1 - 1 9 1 2 ) , «Ta­ n i n » ( 1 9 1 2 - 1 9 1 3 ) , «Türk Yurdu» ( 1 9 1 2 - 1 9 1 6 ) , «Tercü­ man - ı Hakikaı» ( 1 9 1 3 - ı 6 ı :; ) , «İslam Mecmuası» ( 19 161 9 1 7 ) , «Sebi lü'r - Reşad» ( 1 9 1 8 - 1919) gibi dergi ve gaze­ telerde yayın faaliyetlerine devam eımi ştir. Bu yazıları arasında imla ve Türkçe öğretimi konularına da geniş yer veren H. , Dilim.:z iıindeki hurda [eyler' e ve harflerimizin tJ I!ıh ı 'na dikkati çekmiş ve Türkrenin sadele[ririlmesi hak­ krnda has b r h d / " ler kaleme almıştır. 1 6 Şubat 1 9 1 2'de Daıül­ fünun Konferans Salonu'nda toplanan Harf Islahçıları Kong­ resi 'nde dikkate dı>ğer bir konuşma yapmıştır. 1 9 1 6'da Ma­ arif N ezaretine Ustil - ü im la risalesi v e imiJmızın u.ıtilü üzerine adlı raporunu sunan H. , 192 l 'de imla değişikliği için vekalette kurulan encümene de görüş ve düşüncelerini bildirmiştir. Meclis - i M, b'usan'daki açık ve ileri düşün­ ce li, cesur � onuşmaları tel'ki yaratan H. , mücadel�den yıl­ mamıştı r. Mi ladi takvimin kabu lü yolunda da çabası görü­ len H. , hayatının son yıllarında ileri derecede şeker hasta­ lığına yakaland ığı için Bezm - i Alem İnas Sultanisi (Kız Lisesi ) nde aldığı ( 2 5 Kasım 1 9 1 9) Türkçe ve edebiyat öğretmenliği i le bir kenara çeki lmek istemiştir. 23 Ağustns 1922'ye kadar devam edebildiği bu öğr• tmenlik, onun son resmi vazifesi olmuştur. Samimi ve ateşli bir Türkçü olan H. , Cumhuriyetin ilanını duyamadan ölmüştür. Merkez­ efendi Mezarlığında gömülüdür. HAKKI BEY, İbrahim [ Üsküdarh } , ( M i ori/Mora 1822 - İstanbul 1895 ), Türk şairi. Boğaz nazırı adı ile de ta­ nınan, Kumbaralıaşı İsınail Paşa'nın oğl udu r. Baba,ı bir aralık gözden düşerek 1827 den 1 84 2'ye kadar Gdibolu'da ik ame­ te memur edi ldiği için ancak bu tarihten sonra İstanbul'a gelebildi. De-fter- i Hakan i 'de ve Evkaf Nezaretı'nde memur olarak çalıştı. 1 873'te bir akıl ha•talığına tutularak emek­ liye ayrıldı. 1885'te tt krar iyileşti i�e de, bir gözü sakat kaldı. Bu sebeple « Kör Hakkı» ve İstanbul'a geldikten sonra h�p Üsküdar'da oturduğu için de «Üsküdarlı Hakkı» olarak tanını r. Eski tarzda yazı lmış ve oldukça büyük bir hayal gü cü taşıyan şiirlerini bir di van halinJe yayımhm ştır. Şiir­ lerini daha çok N d ' i yolunda yazdığı için Ntf i - i zaman olarak adlandırılmışt[.ID J.

B U H ARA H ALISI

( Türkmen)

. �\ 1(' '1

·r· · •· '

1

.lı

,,

ı ,·

I S I'lVH ){ V � n

HAKKI ŞİNASf PAŞA mütehassıs kadrosuna ve Şişli Çocuk Hastahinesi'ne tayin edilmiştir. 1 904'te albay bulunan H. Ş. P. , II. Abdülhamid'e verilen bir i urnal üzerine Bursa'ya, sonra Konya'ya sürül­ müş, 1 908 Meşrutiyet İnkılabı üzerine İstanbul'a dönerek Deniz Hastahanesi başhekimi olmuş, 1 9 17'de amiralliğe yükselmiştir. 1 9 1 � 'te Varşova Tıb Kongresi'ne kanlan ve .Almanya, .Avusturya, İsviçre sanatoryumlarını tetkik eden H. Ş. P. , 1 9 1 6'da Kütahya, İzmir ve Bursa'da sanatoryum yerlerinin araştırılması ve tesbiti için vazifelendirilmiştir. İstanbul Belediye Meclisi reis vekili iken Büyük Millet Meclisi'nin 2 ve 3. devresinde İstanbul'dan, 4. döneminde Erzurum'dan, 5 ve 6. dönemlerinde yine İstanbul'dan mil­ letvekili seçilmiştir. Sosyal faaliyet ve hizmetleri ile de tanınmış olan H. Ş. P. , cerrahi profesörü Şinasi Hakkı Arel'in babasıdır . HAKKI TARlK (Biyogr. ) : bk. US, Hakk ı Tarık. HAKLUYT [h.,klut], Richard ( Londra 1 ��2 - Lond­ ra 1616), İngiliz coğrafyacısı. Oxford'da okumuştur. 1 583 1 �86'da Fransa'daki İngiliz büyük elçisi Sir Edward Sraf­ ford'ın yanında çalışmıştır. 1 603'te Westminster Kilisesin'­ de görev almıştır. Fransa'da iken Peter Martyr'ın De Orbe Novo ( Yeni dünya hakkında) adlı eserinin ve Laudonniere'­ in Florida Seferi hikayesinin açıklamalı bir baskısını yayın­ lamıştır. En büyük eseri The Prindpa/ Navigalions and Dis­ roveries o/ the English Nation (İngiliz milletinin başlıca deniz seferleri ve ke ş ifleri) adı altında çıkmıştır ( 1 589 ; yeni bas. � cild, 1 809 - 1 8 1 2 ) . Eser, İngilizlerin keşif seya­ hatlerini ve deni z lerdeki faaliyetlerinin hikayesini kapsar. H. un eserleri çok değerli bir bilgi kaynağıdır. Yazıları: İngiliz sömürgeciliğini ve keşiflerini teşvik etmeyi amaç edinmişd r. H., Güney Virginia Ortaklığı'nın üyesi idi. 1846 yılında Londra'da kurulan H. Socie ry , onun adını almıştır. H. Society, eski gezi ta s vir ve hi k ayeleri yay ınlamaktadır. HAKODATE, Japonya'da Hokkaido adasının güney kıyısında bir liman şehri. Nüfusu 243 000 ( 1 965) dir. Uzun zaman Hokkaido adasının başşehri olmuş iken sonradan yerini Sapporo almıştır. Honshu adasına feribotla bağlıd ı r. H. 18 54'te Birleşik .Amerika ticaretine, 1 857'de ise dün­ ya ticare c ine açılmış, 1934 yılında büyük bir yangında ha­ rap olmuş, fakat yepyeni bir şehir olarak kurulmuştur. Baş­ lıca sanayii balıkçılıktır. Balık, pirinç, kükürt, de i ni ve süresini de bilmek gerekir. Hele dokunmakta o l an H. nın bir ç eşit rengi tü· kenecek olursa, eksik olan ipin tamamlanması için bir mik­ tar d a ha i p boyanmak ister. Boyacı ustalığını i�te burada gösterir. Yeniden boyanacak olan parçanın rengin i dokun­ mu, o lan ipin rengine tuttu• mak gerekir. Yeni boyanacak olan parçanın az açık veya az koyu olma�ı. H. nın renginde bic kesiklik yapar. Bu da H. nın değerini çok düşürür. Bazı H. larda görülen kes i klik ve aynı rengin birbirini tut­ maması, ip boyamanın iyi yapı l mamış olmasındandır. Eski ve yeni rengi birbirine tutturmak için şaşı lacak kudrete sahip ustalar vardı. İpler boyanı rken sık sık büyük bir dayakla ip ke l epleri n i karışıırmak lazımdır. Ustabaşı kazan­ da kaynamakıa olan ipıen küçük bir parçasını kuıutur. Işı­ ğa tutar veya elinde bulunan eskiden boyanmış parça ile onu buruşturur. Renk tutuyorsa, hemen ipler kazandan çı­ karılır. Tuımuyorsa, bir parça daha kazanda kaynaıılır. İpler çıkarıldıktan sonra soğuk su ile yık a n ı r . H. nın iske­ leti olan eriş tellerinin iki başı da boyanır. Argaç da bo­ yanır. Çok kere bunla rın rengi kırmızıya boyanır. Renge parlaklık vermek için boya kaLanına bir parça şap atarlar. Rengin solmaması için de neft y a ğı atılır. Her H. tüccarı­ nın bir boyahanesi vardır. Boyacı lar da tatlı bir kırmızı yapabi lmek için kırmızı boyaya bir miktar sarı katarlardı. Koyu sarı bir n nk elde etmek için bir miktar kırmızı ka­ rı�tırı lırdı. Mavi rengi elde etmek için bir parça kahve rengi, bir miktar da mor boya karışıırılır. Bunun için çivit de kullanılırdı. Siyah boya için ipler önce pı rnal yaprağı ile bi rlıkıe kaynatılır. Bulunursa, ceviz yaprağı da bu işi görürdü. Ondln sonra bir miktar zac-ı Kıbrıs denilen siyah boya atılır. Bazı eski seccadelerde ve H. larda siyah renk­ teki ipin öbür renkteki ipierden daha ön ce . çüıüyüp dökül­ mesine sebep bu boy a nın te s i ri d i r. Dakunacak olan H. nın boyuna göre yere ölçülerek aralıklı iki kazık çakılır. Kazıkiarın araları H. ların boyun­ dan 15 20 cm geniş tutulur. Bu 1 5 20 cm f a z lalı k ta n H. nın iki başında kilim ve s a ç a k doğar. Dokunacak olan H. •



368

liALI

ve

HALICILIK

nın enine göre kaç tel konacaksa, ô kadar tel, eriş yuma­ ğından kazık iara dolanır. Dolamak için bi r adam elinde ağı r eriş yumağı ile tel sayısınca bzıkların arasında gider gelir. Ka7ıkların arkasında birer çocuk yere oturur. Knığa ta kılmış olan teli daha önce takılmış olan tt le bağlar. Böylelikle telierin karışmasına meyJan verilmemi ş olur. Kazıkiara eriş dolama işine H. dökme denir. Bu iş bittik­ ten sonra bu iskelet boyanır, ku rutulur. Tezgaha gerilir. Tezgah bürük bir çerçevedir ; küçüğü olabi lir. Tezgahın yüksekliği 2 m kadardır. Eni 2 m den 4 5 m ye kadar gidebilir. Tezgahı n iki yanında 4 - 5 cm kalınlığında iki kalas bulunur. Bu kalasların alt kısmında yerden 30 - 3 5 c m yüksekliğinde büyücek birer delik vardır. Kalasların yukarı başlarında da hilal şeklinde oyulmuş i ki uçkurluk bulunur. Bu iki kalas tezgah çtrçevesinin yanlarını teşkil eder. Çerçevenin ale kısmını teşkil eden yuvarlak bir ağaç merdane vardır. Bu ağacın iki başı yandaki kalastan alun­ daki delikiere geçiri lir. Çerçevenin üst kısmını da yine böy­ le yuvarlak bir ağaç teşkil eder. Bu ağacın iki başı kalas­ Iann ucundaki bilale konur. Yuvadak ağaçların her iki ucuna yakın birer delik açılmışcır. Bu delikiere burgu ve yau denilen iki ağaç parçası sokularak H. nın iyi gerilmesi temin edi li r. H. nın argacını atabilmek için telleri çapraz bir duruma getirmeye yarayan bir de kücü denilen bir ağaç parçası vardır. Bir de varangelen denilen uzunca tahta parçaları bulunur ki bunlar iskeletin, yani dikey telierin arasına sokulmuştur. Kazıklardan çıkarılan eriş yığını iske­ let boyandıktan sonra önce tezgahın üst tarafındaki yuvar­ lak ağaca ıakılır. Yavaş yavaş telleri açarak ağaç döndürü­ lür ve bu ağaca sarılır. Saçak denilen bu eriş kelebinin ale tarafı da alt ağaca, yani ahcaki merdaneye takılır. Artık H. nın iskeleti kurulmuş olur. Tezgah zeminden 40 - 50 cm lik bir çukurun içine yerleşti rilmiştir. H. dokundukça alt mer­ daneye sarılır. Dokuyucu k adınlar ayaklarını bir çukura sar­ kıtarak çalışıdar veya bağdaş kuıarlar. H. nakışla1 1nı işiornek iki ı ürlü olur : ı. Eski usulde H. nın usta başısı olan kadın, H. nın enini boyunu bi­ lir. H. ya ne kadar zemin, ne kadar kenar suları yapılaca­ ğını kendi kafasında ölçer, konacak olan nakışları da ona göre tasarlar. Nakışlarda çarpıklık. tenazursuzluk olmama­ sına dikkat eder. Usca kadının eskiden beri dokunmakta olan bir örneğin bütün na kışları ezberindedir. Onları H. nın geniş­ liğine göre kondurur veya bir H yı örnek yapar. E ski doğu H. ları hep bu şekilde yapılmıştır. 2. Dokunacak olan H. nın nakrşları kağıt veya tahta üzerine yapılmış olur. Bu da iki ıürlüdür. Birinci türlüsü son 4 5 - 50 yıl öncesine kadar tatbik eJilen u�uldür. Bu usule göre dokunacak olan H. nın döıcte biri veya bütünü bir Hğıc üzerine renkli olarak res­ medilir. Kağıdın boyu ı o veya 20 cm i geçmez. Bunu bir çerçeve içine koyarak işçilerin karşısına asarlar. Usta kadın, re�imdeki bir nakı şın ne kadar yer tutması lazım geleceğini yine kendi kafasında tasarlar. Etrafındaki işçilere ona göre emir de verilir. Bu çeşit ö ı neklerden H. dokumak pek ko­ lay değildir. Karşılıklı olarak iki çiçekten biri büyük. biri küçük olabi lir. Bazan da H. biter, resimdeki nakışların bir kısmı için yer kalmamış olur. Bu gibi aksaklıklara meydan vermemek için çok dikkat etmek gerektir. Bu usulde H. yapmak Uşak'ta bugün dahi devam etmektedir. H. resimle­ rinin bir türlüsü de son yılların buluşudur. Daha doğrusu Doğu H. Ortaklığı'nın icadıdır. Yapılacak olan H. nın resmi kağıc, mukavva üzerine mm hesabı ile dörcgenlere ayrılır. Her top, her çiçek H. da yer tutacaksa, o kadar d örtgene ·

o çiçek resmedilir. Artık bunda tenazursuzluk, çarpıklık olamaz. Hem de en acemi çıraklar bile useaya sormadan istenilen nakışı istenilen büyüklükte yerine kondururlar. Is­ parta H. ları bu usulde dokunmakıadır. Isparta'da H. resmi yapan gençler yetişmişıir. Fakat bu resiınciler eski Türk zevkine uygun resim yapmamakca, Avrupa'dan sipariş üze­ rine vaktiyle gelmiş olan resimleri tak lit etmektedirler. Ori­ jinal Türk motifleri pek az görülür. Türk H. cılığının eski değerini kazanmak için standart bir tip yaraırnak lazımdır. H. mızın asaleti kaybolmak üzeredir. Kazım Dirik, H. resmi işinin bir san'at akademisine verilmesini yazmıştır ki çok haklıdır. Çünkü H. da nakış onun çehresidir. Halbuki ori­ j inal Türk motifleri boldur. Çin iler, havlular, peşkirler, eski tavan nakışları, müzelerdeki ve camilerdeki H. lar yeni re­ simcilere pek güzel kılavuz olabilir. H. ları yıkayarak satışa çıkarma ışı yenidir. Eskiden böyle bir şey bilinmezdi. Bu iş Doğu H. Ortaklığı'nın ica­ dıdır. Hala birçok bölgelerde H. lar yıkanmadan satışa çı­ karı lır. Dokunmuş olan H. büyük H. merkezlerine getirilir, orada eksiği gediği varsa düzeltilir, taşkın ilmeler varsa, kesilir kırpılır, büyük süpürgelerle �üprülür, temizlenir, daha sonra dürülür. Bugün gerek Ispaı ta'da gerek İz­ mir'de H. yıkaiLa yerleri bulunur. Her ne kadar yıkama işi az çok H. yı örseliyorsa da, rengin parlaklığını temin etmektedir. Yıkama işinin bir faydası da, ipierin boyanma­ sında bir hile varsa, meydana çıkarm1sı ve böyle boyası hileli olan H. nın dışarıya gönderilmem�sidir. Yıkama işin­ de kullanılan başlıca madde kireç kaymağıdır. Sudkoscik gibi kimya maddeleri de katılır. H. yı yıpratmamak için bu işi ustalıkla yapmak gerekir. Gerek Türkiye'de gerek Türkistan'da H. !ara canlı insan ve hayvan resmi yapılmaz. Sünni olan Tüıkler böyle bir şeyi günah saymışlardır. İslamlıkcan önceki devirlerde bu gibi şeyler yapılmıştır. Orta Asya'dı mezarlardan ve kumlar al­ tından çıkarılmış olan parçalarda bu çeşit resimler görülür. Bu resimler arasında bir kuşun bir geyiği pençeleri arasına aldığı görülmektedir. Türkler bu çeşit nakışı Anadolu'ya dı geıirmişler, fakat pek az kullanmışlardır. Eski bir Anadolu seecadesinde iki hayali kuşun iki geyiği pençeleri arasına al­ dığı görülür. Eski bir Anadolu H. sında insan ve at resim­ leı i bulunur. Bununla beraber. bu çeşit resimler H. da pek az yapılmıştır. İran'a gelince : İran H. larında insan v� hayvan resimleri bol bal nakşedilmiştir. Eski Türk H. la· rında ve dokumalarında görülen bir kuşun bir geyiği par· çalarnası yolundaki motiflerin Çin dokumalarında görülen ej derha resimlerine bir yakınlığı olsa gerektir. Bir kuşun bir geyiği pençesi arasına aldığı yolundaki resim Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır. Halı nastl dokunur ve i/me nastl i/miklenir : Tezgaha takılmış olan erişler, tezgahın üst merdanesini döndürenk saz teli gibi iyice gerdirilir. Her işçi kadına 5 5 çift tel sa­ yılıp verilir. Eğer kadın çalışkan ve usta ise, daha çok tel alabilir. Bu sefer 82 çift tel almış olur. 55 çift tellik mik­ clara yer denir. Bir tek i lme iki telin birbirine bağlanma­ sıyle yapılır. 5 5 çift i lme bu surttle hesap olunur. İki ilme bir çifıtir. 55 çiftlik bir yerde 1 10 ilme bulunur. Türk ilmesi : İ şçi ileceği ipin ucunu eline alır, iki telin arasına sokar. Soldaki telin arkasına dolaşurarak önünden çıkaıır. Bu sefer sağdaki telin önünden geçi­ rir, arkasından dola�tırır. Uçları önde birleştirir. Hemen yumağa bağlı olan ucu keser, bu suretle bağlanan uç­ ları yavaşça öne doğru çeker. 55 veyi 82 çift teli do!-

HALI

ve

HALICILIK

durur. Buna sıydım veya sıyırdrm derler. Sıydım dolunca varangeleni hareket ettirir, telleı in arasına yatay olarak aegacı yerleştirir, kirkir adı verilen bir tarakla aegacı dö­ ver. H. çok ince olacaksa, bir tek argaç atılır, az kaba ve orta tip olacaksa, iki yahut üç argaç atılır. Bir işçi kısa günlerde 40 sıydım yapabilir. Uzun günleıde 50 - 60 yapıla­ bilir. Kırkir ne kadar çok vurulursa, H. o nispette sağlam ve kemikli olur. İşçinin alacağı para sıydım hesabı ile yapılır. Buna da haftalık denir. İlmeler ilindikten ve sıydım tamam olduktan sonra, işçi eliyle ilmelerio uzununu düzeltir. Buna siftme denir. Siftme hem ilmeleri pekiştirir hem ilmeleri düzeltir. Bu iş de bittikten sonra sındı adı verilen öıel bir makasla taşkın uçlar kırpılır. Böylelikle H. nın yüzünde girimi ve çıkımı bulunmamasına çok dikkat edilir. H. do­ kunurken işçilerin elleri makin e gibi işler. Argaç atılmasa H. halı olmaz. Birtakım şeritlerden ibaret bir nesne olur. Argaç ilmeleri biıbirine bağlar. H dokumak kolay bir iş değildir. Türk kızları alışmışlardır. Türküsünü söyleyerek hiç başka bir yana bakmadan işleri­ ni yaparlar. Bazı zamanlarda hepsi birden coşarlar. Bir ağızdan bir türkü tuttururlar. Bu içli sesler dalga dalga dışanlara kadar taşar. H. dokundukça yükselir. Dokunmuş olan kısım alttaki merdaneye sarılır. Yukarıdaki merdane­ den de teller boşandırılır. Sinne düğümünün nasıl yapıldığına gelince : İşçi ilinecek olan ipi eline alır, soldaki telin önünden ve arkasından do­ laştırır. Önden çıkarır. İpi keser, böylelikle ilme yalnız sağ daki telin önünden ve ardından bağlanmış olur. Soldaki telin ancak ardından dolaşmış bulunur. İlme ipi bu düğüm­ de bir kere iki telin arasından geçer. Türk düğümünde ilme ipi iki kere telierin arasından geçiıilir. Usta bir işçi günde 12 000 i lme iltbilir. Çıraklar 5 000 ile 8 000 ara­ sında iler. H. nakışlı olmayıp da düz renkli olursa, daha çok ilme yapılır. Orta Asya'da aile san'an halinde başlamış olan H. gide­ rek çok mühim bir ticaret malı olmuştur. Elde bulunan parça­ lara bakılacak olursa, Eski Çağ H. ları bugünkülere kıyasla hem dokunuş hem nakış hem boya yönünden şaheser denile­ cek kadar yüksek bir san'at mahsulüdür. Elden çıkanı ayniyle geri getirmek kolay bir iş değildir. Yapılabildiği kadar e�ki örnekleri bulup çıkarmak, boyaları düzeltmek, pamuk ve yün meselesini yoluna koymak, işi yeni baştan ele almak gere­ kir. Biz birkaç yönden H. cılığı korumak zorundayız. Orra Anadolu'nun toprakları verimsizdir. Yağmurları azdır, tar­ laları gübresizdir. Buralarda toplanmış olan halka iş bul­ mak gerekir. Bundan başka, Orta Anadolu'nun yapağıları kıllaşmıştır. Çul, kilim, H. gibi şeyler yapılabilir. İnce dokumaya yaramaz. Eski İzmir H. ları (İzmir'de hiçbir zaman H. dokunmamıştır. H. ların satış yeri ve ihraç edilenlerin de merkezi İzmir olduğundan böyle denilmiş) Uşak ve Gördes seccadeleri, dünyaca büyük bir şöhrete sa­ hipti. Sipariş üzerine H. yapmak ve daha çok kazanmak hırsı yüzünden eski H. tipi, nakışı ve boyası unurulmuştur. Kendi hususi vasfını bozmamış olan Yağcı Bedirler oyma­ ğının yaptığı seecadeler bugün bile piyasalarda kapışılmak­ tadır. Halının ticari durumu : Dünyaca H. nın en büyük pazarı yakın vakitlere kadar İstanbul id! · İstanbul'da hanlar ve depolar bulunurdu. Orta Asya'nın, Iran'ın, Anadolu'nun H. ları burada satılırdı. I. Dünya Harbi'nden sonra bu pazar .

369

dağıldı. İstanbul 3 ve 4. hasarnağa düştü. Orta Asya ve Kafkas H. larını Ruslar ellerine aldılar. İran H. larının mühim bir kısmı da yol değiştirerek Basra Körfezi'ne gitti. Oradan da Londra'ya yöneldi. İstanbul'dan sonra da Ege bölgesi H. larının piya­ sası İzmir idi. Orası da eski haraketliliğini kaybetmiştir. I. Dünya Harbi'nden önce H. yüzünden yurdumuza 7 mil­ yon sarı lira girerdi. H. dokunan kasabalardaki zengin­ lik ve refah hep bu yüzdendi. Türk H. ları uzun yıllar H. piyasasına hakim idi. İngiltere, Fransa, Hollanda, Avus­ turya, İskandinavya ülkeleri Türk H. larının baş alıcıları idi. H. işlerinde yapılan bazı hileler, yolsuzluklar yüzün­ den H. cılığımız sarsıldı. Daha sonra da 1929'daki ik­ tisadi bulıran geldi. Bu da çok önemli bir darbe idi. I. Dünya Harbi'nden sonra H. alışverişi biraz krmıldadı. 1927'de Uşak'a H. yüzünden banknot para olarak 2,5 mil­ yon girmiştir. Dokunan H. miktarı da 450 000 m idi. II. Dünya Harbi H. yapımını durdurdu. Hele meşhur İngi­ liz perhizi H. pazarını büsbütün kapattı. Bugün gerek Uşak'­ ta gerek Niğde, Kırşehir, Bor, Kayseri gibi yerlerde doku­ nan H. lardan dış ülkelere bir tek H. saulmamaktadır. Türkiye'de H. tezgahlarının ve işçilerinin sayısı kesin olarak söylenemez. Sıra gelir tezgah artar, işçi çoğalır. Yaz kış mevsimleri bu işe hayli tesir yapar. Modern halıcılık ve halıcılığın geleceği : H. işleri az çok çağımızın icaplarına uymuş ise de, tam anlamı ile günün tekniğine ve ihtiyaçlarına uymamıştır. H. ipi eskidef!, el ile, kirmanla, çıkrıkla bükülürken bugün bu işler makine ile görülrr;ektedir. Makine ipi ile yapılan H. lar daha düz­ gün olmaktadır. Büyük H. merkezlerinde, Uşak'ta boya işleri de hayli ilerlemiş, birtakım yenilikler yapılmıştır. Fakat do­ kuma yerlerinde esaslı bir düzenlenmeye doğru gidilmekte­ dir. İran'da, Tebriz'de dokuma yerleri az çok ısiahat gör­ müştür. Türkiye'de de Hereke, Isparta, Konya ve Uşak bu yönden daha ileridedir. Tezgah yerlerinin soğuktan, sıcaktan, rutubetten korun­ ması, işçinin durumu, sağlığı, gündeliği sağlam esaslara bağ­ lanmalıdır. H. cılık artık bir aile san'an olmaktan çıkmış, ticar! ve iktisadi bir ehemmiyet kazanmıştır. Büyük H. mer­ kezlerinde H. işleri fabrikasyon halini almalıdır. Fabrikasyon şeklinde işçinin durumu her gün göz önünde bulunur. H. nın ipinde ve boyasında hile yapılamaz. İşler daha düzenli bir hale girmiş olur. Ayrı ayrı iş gören H. cılar birleşmeli, büyük ortaklıklar vücuda getirilmelidir. Avrupa'nın her yanında ve Amerika'da H. ticareti ile uğraşan birçok İraalı taeider vardır. Türk H. tüccarlarının da alıcının ayağına gitmesi gerekir. Türk H. sının eski şöhretinden faydalanarak propagandasını da yapmak lazımdır. Büyük salonları döşemek, merdivenlere sermek, odala­ rın tabanına döşemek, rutubetten korunmak, duvarları süsle­ mek için H. ya, kilime ihtiyaç vardır. Fakat bu ihtiyaç gün­ den güne şekil değiştirmektedir. Amerika'da naylon iplerin­ den makinada H. yapımına başlanmıştır. San'atseverler için el işleri her zaman değerini kaybetmeyecekrir. H. bugün 3. derecede bir ihtiyaç metardır. Odayı ve salonu rutubetten koruyacak birçok buluşlar meydana çıkmaktadır. H. lüks eşyadan sayılmaktadır. Onun alışverişi büyük servete dayanır. Savaş yıllarında ve savaştan sonra gelen yıllarda H. yapımı ve alışverişi durur. Bir memlekette işçi daha karlı bir İl

ı

3 70

HALI

ve

HALICILIK - HALİÇ

bulursa, çok yorucu olan H. işinde çalışmaz. Bu takdirde de riyle boşaltıldığı, vadi yamaçlarının daha yayvan ve daha ha­ uzun yı llar Anadolu halkını geçindirecek fabrikalar ve iş sık olduğu, coğrafi minadaki haliç'ten biraz farklıdır. İstan­ yerleri açamayız. Halkı alışmış oldukları bir işle uğraştırmak bul Haliç'i, hakikaıte. nispeten yüksek, ak a rsu t arla derince ve Ona Anadolu ya p ağ ı larını işlenmiş hale gerirmek gerektir. yarı lmış eski bi r küılede, vadi ağızlarının deniz isıilıisı gör­ Aralardan beri sürüp gelmiş olan ve dünyaca tanınmış bulu­ mesiyle vücut bulan Ria tipi bır kıyı şeklidir. n an bu nefis san'an öldürmek en b ü yük bir suçrur. H c ı l ı ğı İlk İstanbul, iyi bir iç liman olan H. in güneyinde, Boğa­ yaşatmanın bir faydası da Türk zeki ve kabi liyetini yaş � ı ­ zto giriş kapısını kontrol edebilecek bi r yerde bulunan maktır. B A. Saray Burnu Yarımadasında kurulmuştur. Bu iskan merke­ HALİ, Arabisran'da, Konfude'nin güneyinde, Hi caz zinin zaman la gelişmesi, gittikçe genişleyen halkalar halin­ ile Yemen sınırında, Vadi Aşr üzerinde bi r şehir. Marsa de, ı eh ri Marmara ve H. yönünden gelecek saldırılara karşı Hali adını raşıyan küçük bir limanı ile Ra's Hali adlı bi r emniyete alan yeni surların inşasını icap ettirmiştir. Marma­ burnu vardır. Eskiden şehrin adının H. b. Ya'kub olduğu, ra kıyısındakilerin aksine, H. in 5 km uzunluk ve 10 m işlek bir limanı ile güzel binaları ve muhteşem bir camii yükstklikıeki eski surlarından, bize fazla bir şey i ntikal et­ miş değildir. bulunduğu ibn Baııuıa tarafından belirtilmiştir. Vadi düzlüklerinde fabrikaların, yamaçlarında işçi ev­ I.IALİB'LER (Yun. Khalybes ; Yun. khalyps = (eli k ) , lerinin her geçen gün hızla yük . eldiği, rüzgarlara karşı ka­ Küçük Asya'da yaşayan, demiri işlemekıtki mahareıi ile palı kıyı l arında tersanelerin kurulduğu H. , Alibey ve şöhret bulmuş ve çeliği Yunanlılara tanıtan bi r millet. Kağıthane derelerinin taşıdığı molodarla dotmaya başla­ Kroisos (Cresus) zaman ında Karadeniz'in güneyinde yer­ mıştır. Bu yüzden şeh i r h Htı gemileri, Eyü p ' t en sonra, ça­ I eşmişle r di mura saplanmanıak için, ağır seyretmek zorunda kalmak­ T. Y. HALIDURTON [h�lib1rt1n] , Thoma s Chandler tadırlar. ( 1796 186) ) , İngiliz asıllı Kanadalı tarihçi ve mizalı ya­ Tarih : İlk Çağda Khrysokeras ( = Altın boynuz) zarı. 1820'de avukatlığa başlamış. sonra hakim olmuş· olarak, Bi za ns devrinde ise sadece Keras ( = Boynuz) ola­ tur. 1856'da bu vazifeyi bırakıp İng i l tere'ye dönmüştür. Ka · rak adlandırı l an H. , dünyanın en güvenilir tabii liman­ nada'da hakimlik e ı ıiğ i sı rada HJlifax'ıa yayınlanan bir larından biri olarak taıihte ün kazanmıstır. Bu ad ona gazereye Sam Slick, rakma adı ile yazılar yazan H. , mi z ahç ı l ı ğı nı ortaya k oymu ş tur 1826'da mahalli par la menıoya milletvekili se­ çilen H. , iktidarın kötü id a resi n den dolayı S I SLi karşısına çıkmış ve bir ara reformcu bir par­ tinin başkanl ı ğını yapmıştır. Edindiği ıercübe­ Ierle bi lhassa Amerikan ( Yankee) tüccarlarını yenen H. , Amı:ıikan mizahçı lığının kurucusu­ dur. Yazılarında bir edebiyat dili olarak orta Amerikancayı i lk kull1nan yazardır. 18 59'da İngiltere Parlamenıosuna Launcesıon mil letve· ki li o I a r a k girmiştir. Başlıca eserleri : The -

.

.

-



.

Clorkmaker or S.ıyings and Doings o/ Samuel

(Saarçi veya Slickvi l le' li Samuel S li c k'in sözleri ve yaptıkları) [ 1 837 1840].

SIirk of Slhk11ille

B EY O G L U

w



HALICZ ( Coğ.) : bk. GALİÇYA.

HALİÇ, Saray Burnu Yarımadası üzeri· ne yayılmış isklin sahasiyle Beyoğlu ve deva­ mındaki yerleşme alanları arasına sokulan bir iç liman. Uluoluğu takriben 8 km, en geniş yeri ( Kasımpaşa Cibali arası ) 700 m dir. H. i n dik ya m açla r ı, onu çevreleyen düz­ lüklerle tezat halindtdir. Değişik yaştaki kül­ teleri keserek, güneyden ( 1 2 5 ) kuzeye doğru tedricen yükselen bu düzlükler, l l l . Zamanda teşekküllerini tamamı. mı ş aş ın rı sarı h laıının kalınrılarıdır. Yukarı ve orta kesimlerinde, fay hatlarını takip eden Alibt'y i le K a ğıt h ane de­ releri, bu düzlüklere oldukça derin bir şekild e gömülmüşleıdir. Her iki derenin ağız kısmı, Bronz Çağı sıralarında, karanı n alçalması veya deniz seviyesinin yükselmesi n eti cesi sular al­ tında kalmıştır. Böylece teşekkülünü tamamla­ yan H. , şekil iıibariy le, dereler tarafından $etirilen enkaz ( alüvyonlar ) · ın gelgit akıntıla· .

F AT I H

E M i N ÖNÜ M

A R M A R A H A L

İ Ç

HAL İÇ boynuza benzeyen biçiminden olduğu kadar, bir bereket · boynuzu gibi kıyıları ve arkasının verimli topraklarının ürünlerini kolay lıkla dışarı akıttığından dolayı verilmi ıtir, denilir. Mileıos'lu Hesykhios'un kanaatine göre, bu ad, baş­ tanı ı Zeus i le İo'nun kızları ve Byzas'ın annesi Keroessa'­ dan gelmektedir. Bu da Byzantion (b. bk. ) un kuruluş ef­ sanesi ile ilgilidir. H. e dökülen iki akarsu, onun kuzeye kıvrılan dip ucunu, gerideki arazinin içer ilerine doğru uza­ tır. Bunlardan güneydeki Alibey deresi evvelce Kydaros, diğeri Kağıthane deresi ise Barbyzes olarak adlandırılmıştı. H. e ayrıca Hasköy ve Kasım Paşa dereleri de dökülür ve bu akarsuların hepsi de ufak dere ve sel yataklarından beslenirler. Çok erken çağlarda İstanbul'un ilk iskinının, gemile­ rin rahatça girebildikleri ve her türlü rüzgara karşı korun­ muş olan bu tabii !imanın dibinde, iki akarsu arasındaki toprak parçasında yapılmış olabileceğine de ihtimal veri le­ bilir. Her iki kıyısı ufak koylar, çıkınnlar ile işlenmiş ve yeşillikler ile kaplı olan H. , Byz:ıntion şehri geliştikçe ehemmiyet kazanmıştır. II. Theodosius zamanında 4 l 2'den i'ıibaren şehrin .Ayvansaray'a kadar genişlemesi ve H. kıyısı surlarının da buna göre uzatı lınasına rağmen, H. in güney kıyısı daima iskele ve liman arazisi hüviyetioi muhafaza eımiştir. Hatta Roma ça�ından sonra şehrin Marmara kıyı­ larındaki !imanları, lodos rüzgariarına açık olduklarından, ihmale uğrayarak H. tercih edilmiştir. Bunun sebebi, H. in denizciler için emin bir sığınak olması kadar, düşman hü­ cumlarına karşı da emniyetli olmasında aranılmalıdır. Sur­ ların dı$ında, H. in yukarı bölgesinde ise Bizans devrinde Kosmidion denilen bir yer vardı. Azizlerden Kosmas ile Damianos için burada kurulan şöhretli bi r manastırdan do­ layı böyle adlandııılan bu yerin, bu günkü Eyüp ile surlar arasındaki tepe üzerinde olduğu tahmin edilir. H. in ağzın­ da, kuzey kıyısında ise geriye doğru yükselen bir tepenin ereğinde incir ağaçları ile kaplı Sykai kasabası kurulmuştu. Şehrin XIII. bölgesini teşkil eden bu kasaba sonra Galata ( b. bk. ) olmuştur. Kasım Paşa deresinin ağzında olduğu tahmin edilen Eksartysis denilen yerde ise Bizans devrinde gemiler donatılıyordu. Her hilde H. in kuzey kıyı�ındaki tepelerde bazı manastıdar vardı. Buraların o devirde or­ manlık olduğu, Hasköy ile Kağıthane arasında .Armamentareas'ıa III. Mikhael (84 2 - 867) in ava çıkmasından anlaşılır. Gerideki iki akarsuyun üzerinden geçi�i sağlayan birer köprünün de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan Kameloge­ phyra (= Deve köprüsü) adı v e r i 1 e n Kağıt hane dedesi üstünde idi ve başın­ da, her halde bu akarsuyun H. e kavuş­ tuğu yerde Hagios Theodoros kilisesi ile sarayı vardı ki, 922'de Bulgar akın­ cıları buraya kadar iıımişleı di. Bizans devleti, H. in girişini Saray Burnu'nda Kentanadon burcundan, Ka­ raköy'de Kastellion ton Galatau ( = Galata hisarı ) na gerilen bir zincir ile kapattığından yüzyıllar boyunca H. e düşman gemileri girememiş, buradan şehre büyük bir t e h 1 i k e gelmemişti, Şehrin H. kıyısındaki surları 698 ve 7 1 3'te tamir görmüş, 838 - 841 yılları a r a s ı n d a İmparator T h e o p h i 1 o s bunları büyük ö 1 ç ü d e elden geçirt-

371

miştir. VII - VIII. yüzyıllardaki Bizans - .Arap savaşların­ da, .Arap donanmasının H. e girip giremediği anlaşda­ mamaktadır. 668 - 669 yıllarındaki kuşatmada Ebiı Eyüp el - Ensari'nin şehadeti olmuş ise de, H. e girilcliğine dair bir bilgi yoktur. 674 - 680 yıllarındaki uzun kuşatmada ise, kışları .Arap donanmasıııın .Arvad adasına çekilmesi ve yaz­ ları yeniden İstanbul önüne gelmesi, H. e girilemediğini isbat eder. Mesleme bin Abdü'l Melik'in kuvvetleri 7 1 5 7 17' de tekrar kuşattığında ise, Süleyman idaresinde gelen donanma, leon'un zinciri kaldırmasında bi r savaş bilesi sezerek, H e girmekten kaçınmıştır. Halbuki şehrin H. ta­ rafındaki surları hem yalınkat hem de fazla yüksek olma­ dıktan başka, önlerinde baştan kara edecek gemileri tehli­ keye düşürecek akıntı ve rüz�ar tehlikesi yoktu. Nitekim 1203'te Bizans'ı kuşatan Dördüncü Haçlı seferi ordusu, 6 Temmuz'da önce zincirin bağlandığı Galata hisarını ele ge­ çirmiş ve Venedik donanınası H. e girmiştir. Bir yandan da şehir H. in üstünden kusatılarak, bir kale haline getirilen Kosmidion manasrın alınmıştır. H. surlarına yanaşan Ve­ nedik gemileri, Bizansidar hesabına isteksizce Vare� (üc­ retli kuzey li asker) ler tarafından savunulan suıları kolayca aşarak şehre girmişlerdir. latinler ile Bizansidar arasında anlaşmazlık çıkıp (bk. HAÇLI SEFERLER İ ) , 1 204 yılı başlarında şehir yeniden kuşatıldığında H. te bazı çarpış­ malardan sonra ı Ocak gece yarısı Bizanslılar içlerinde yanıcı maddeler dolu olarak tutuşturulmuş gemileri Vene­ dik donanması üzerine koyvermişlerse de, Venedikliler ka­ yıklardan çengeller atarak ateş gemilerini H. in ağzına ka­ dar çekmişler ve buradan da akıntıya bırakarak Marmara'nın ortasına doğru uzaklaştırmışlardır. Bizanslılar H. ten hücu­ mu önlemek için, surların yukarı kenarlarını kalaslar i le yükseltmişlerdir. 12 Nisanda çıkan sert poyraz fırtınası iki Haçlı gemisini kıyıya iyice yanaştırmış, hatta birinin bo­ doslaması bir burca dayanmıştır. Böylece burca atiayan Haçlılar, buradan kolaylıkla şehre girebilmişlerdir. İstanbul 1261' de tekrar Bizans idaresine geçtiğinde H. tarafı surları VIII. Mikhael ve 1 347 - 1 3 54 yılları arasında da İoannes VI. Kanıakuzenos tarafından tamir ettirilmişıir. 1453'te Türk donanması zincir yüzünden H. e girememişıir.

HALİÇ'te Yağkapanı I skelesi

HALİÇ

372 18 Nisan günü miş, an cak dik

zincir zorlanmışsa da, ba şarı elde edi leme­ mermi yollu top çu ateşi ile Galata'yı aşıra­ rak H. teki Bizans ve .Avrupa gemilerine zarar verrneğe çalışılmıştır. Fakat bunlar Ceneviz devletine aid Galata kıyısına sokulduklarından bu atış bir fayda sağlamamıştır. Marmara'da cereyan e den, Tüı kler için basarısız 20 Nisan deniz çarpışmasında yaralanan dört Hıristiyan gemisi, H. ten kaptan Trevizano idaresinde çıkan iki kadırga tarafın ­ dan çt:kileıek H. e al ı nmıştır . Bu durum karşısında Fatih Mehmed, H. e hakim olabi lmek için, buraya donanmasının bir kısmını karadan geçirmeyi düşünerek 70 parça kadar gemiyi Dolmabahçe'den 22 23 Nisan gecesi kızaklar üze­ rinde çektirerek, Galata'nın arkasından Kasımpaşa'da H. e indirtmiştir. Bizanslılar ve mümfikleıi .Avrupalılar bu kü­ çük deniz ku vv etini imha için bir baskın hazırlamışlarsa da, bu ıeşebbüs bir buçuk saat içinde tam bir mağlubiye t i le sona ermişti r. Ayrıca 23 N i san ııünü, H. in yukarı ucunda Kumbaralıine Defterdar aıasında ( ?) büyük fıçılar ve kayıklar yan yana bağlanıp üzerleıine kalaslar döşenmek sureti , le Zağanos Mehmed Paşa tarafından bir nev'i tombaz köpıü kurulmuştur. Toplar i le koıunan ve üzerinde yan yana beş kişinin yürüyebi leceği kadar ge'liş olan bu köprü­ nün bir resmi, İstanbul muhasarasını tasvir eden eski hir Fransız minyaıüründe görülebilir. 3 Mayıs ' ta Bizanslılar iki Tüık gemisini batıımışlar, Hıristiyan donanınası ise Galata'­ nın dibine Kasımpaşa deresi ağzındaki koya sığınmıştır. H. ten hücuma geçileceğini tahmin eden Bizanslılar, donan­ malarını yeniden nizama sokmuslar ve 3 Mayıs'ta bir Türk gemisine benzetilmiş bi r k adırga H. ten çıkarak yardım ge­ tirecek olan Amiral Loredan' ı aramış, fakat bulamadan dönmüştür. Bu da H. in yukarı bölgesinin Türk kontrolün­ de olmasına karşılık, ağız kısmının hala Bi zans ve mütte­ fiklerinin kontrolünde kalabildiğini gösterir. Nitekim 1 6 - 2 1 Mayıs günleri arasında dışarıdaki Türk donanmasının zincire karşı yaptığı bütün zorlamalar neticesiz kalmıştır. Donanma içerideki filodan bir yardım da görmemiştir. Şehrin alındığı büyük hücumda H. ten ıaarruz eden Türk kuvvetleri fazla bir başarı gösıermemiştir. Kara tarafından şehre girildikten sunra H. teki gemiler surların dibine baştan kara etmişler ve buradan da �e h re gi r i i m iştir . İlk olarak H. tarafında Odun Kapısı denilen kapıdan içeri girildiAi kabul edilmek · ıedir. Donanma erleıinin hepsi şehre yayı ldıklarından, şehir­ dekilerden kaçmak isteyenler kolayca H. teki Hıristiyan ge­ milerine sığınmışlar, Vened ikli Diedo kumandasındaki bu gemiler zincin kesrnek su retiyle H. ten dışarı çıkmışlar ve şehrin fethinin ertesi günü uygun bir poyraz rüzgarı i lt: denize açılmı şlardır. İçeride kalan beş Bızans gemisi ile biıkaç Cenova ve Aneona gemisine el konulmuştur. Türk idiresinde H. , devletin en büyük harp ve ticaret limanı olarak geli�miştir. Surların kapıları önünde iskeleler yapılmış, H. te ka rşıdan karşıya geçiş i se, Bizans devrinde de olduğu gibi hafıf, özel biçimli kayıklar ile sağlanmış, hatta bunların ücret narhları munı.. zam tarifeler ile te s bit edilmiş tir . H. in iki yakasının bir köprü ile bağlanması düşünülmüş ve ünlü İtalyan sanatkarı Leonaıdo da Vinci (b. bk. ) modern uzmanların görüşüne göre tat bi ki imkansız bir köprü projesi hazırlamışsa da, bu, tasarı olarak kalmış­ tır. Sonraları Michelangelo'nun d.ı yine böyle bir tasarı ile ilgili olarak davet edı ldiği, fakat kendi sinin gelmediği bilin ir. XV. yüzyıl sonla rına ka dar Gelıbulu"d.ı olan Türk donanma ana üssü, XVI. yüzyılda H. e alın m ıştır. Bu da H. in chemmiyeıini artırmıştır. Kasımpaşa deresi önündeki ·

·

koy, H. teki Türk tersanesin in merkezi olmuş ve pek yakın tarihlere gelinceye kadar da öyle kal m ıştır. Burada Fatih'in ilk tesisleri kurduğun ı dair kesin bir bilgi yoks a da, I. Se­ lim zamanında Cafer Paşanın aynı yerdeki bizı tesisleri genişlettiği bilinmektedir. Büyük tersane Kanuni Süleyman devrinde ve bilha � sa Güzelce KaÜ ile K a s ı m p a ş a arasında, 75 000 m• lik bir saha işgal etmektedir. Tarihi bir değeri olan üç kuru havuzu ve iki inşa kızağı vardır. Havuzların boyu : Derinliği Genişliği Boyu No. 1 3,50 m 20, 1 3 m ı 1 1 8,00 m ı0,50 m 1 6,00 m 83,00 m 2 9,56 m ı6, B m 3 ı 5 3,00 m Tersanenin inşa kızaklaı ı 80 m boyunda, 3 000 D. W. tonluk saç teknelui inşa td �bilecek kapasitededir. Tersanede saç ve köş• bent atelyesi, malcine atelyesi, oksijen imalithinesi, dökümhane, muangozhane, elektriK atelyesi ve müıeaddiı yardımcı areiyeler vardır. Ayrıca, ter­ sane içincle, bu ve benzeri diğer iş yerlerine eleman yetiş­ tirmek amaciyle kurulmuş 300 mevcudu bir Orıa Sanat Okulu bulunmaktadır. Gemi sanayiinde teknoloj inin ilerle­ mesi ve iş kapasitesini n artması dolayısi le daha yüksek ka­ litede elemanlara ihtivaç hisseden Denizci lik Bankası, bu oku lu son birkaç yıl içinde Erkek San'at Enstitüsü biline getirmiştir. H. T. , bugün modern tesisleri, tarihi havuzları, mü­ hendis, memur, teknisyen ve işçiden mürekkep 2 OOO'in üzerinde personeli ile memleketimizin gemi sanayii alanında önemli bır yer tutmaktadır. Yerli ve yabancı g�mi lerin havuzlama ve her türlü tamir işlerini yapmakta olan bu tersanı:de. 19H yı lından i'tibaren ymi �emi ve deniz taşıtlarının inşasına da başlan­ mı�ıır. Tersanede bugüne kadar inşa edilen teknelerden bazıları şunlardır : Ltanbul s�hir Hatları hletmesi için : ·e medh yollu bi r kasidesinde ( 2. b · 3. b) ve bi r kıt'asında da ( 57. b) böyle bir nisbet iddiası yoktur. Riıseni, Giilşeni, Gülşeni'­ nin oğlu Ha y ili Ahmed, onun oğlu Safveti Ali've andığı . şii rlerde de böyle bi r şeye rasılanmıyor. Safveri Ali'nin ölü­ münden bahsetmediğine göre, o sağken Hileıi ölmüştür ve bu soy zinci ri, d i . in ın sonund .ı ki kerebeden meydana çık­ mıştır ; ancak büıün bu açık deli liere bakı lırsa, di-anı ya­ ıan Derviş Ahmed'in kaydı, bel oğullarını değil, yol oğul­ larını göstermektedir ve buna nazaran Haleti, önce İbrahim Gü lşeni'nin oğlu Harili Ahmed " e, ondan sonra da Safveıi Ali ye imisap etmiştir. Divand.ı amcasının adının Hasan ol­ duğunu bildirdiğine göre ( 6 1 . b), Haleti "nin adının Hasan olduğu ri va eti de bu b eyinen çıksa gerektir. Kudretli bir şair olduğu di vanınd .ı n anlaşılan Haleti'nin kurduğu yol un hu s u s iyeıl e rini bilmiyoruz. İkinci kol, Cema ! iyye koludur. Hacı Halife denen Ama syalı Cemaleddin · i Aksariyi tarafından kurulmuştur. -





421

ı

·

HALVETIYE

422

Sirvanlı Yahya'nın halifesi Erzincanlı Muhammed Bahaed­ din'e intisap eden ve bir aralık İstanbul'a gelip Koca Mus­ tafa Paşa'da cami, medres.-, hamam ve imaret yaptıran Ce­ m!leddin, H. 899 ( 1494 ) da Şam'a üç konaklık bir yerde lilmüştür. Bu koldan, Merzifon'un Borlu kasabasından yetişen ve Cemal · i Halveri'den sonra Koca Mustafa Paşa'da şeyh olan, «Risalet"ül İhvan» adlı devran ve sema'nın şer'an bela! olduğuna dair .Arapça ve Türkçe iki risalesi bulunan Sünbül Sinan Yilsıf tarafından Sünbülirre kolu kurulmuş­ tur. Koca Mustafa Pasa'da ayrı bir türbede yatan, şiirleri de bulunan Sünbül Sinan, 936 ( 1 �30} 'da vefat etmiştir. Gene bu koldan, ( H. 1 0 48 1638} .Ahmed' u! · Ha­ rlyy'il - Assali tarafından .Assaliyye, Mekke'de ölen Muham­ med'ül - Bahşivy'ül Halebi ( H. 1098, 1 687) tarafından Bah­ şiyye kolları k urulmuşıur. .Aynı koldan, Kastamonu'nun Taşköprü kamanoğulları zamanında ilk H. Bursa'da I. Murad tarafından yaptırılmışur. Fakat Osmanlı çağı Tüıkiye'sinin en büyük H. ları, İstanbul'un fethinden sonra yapılmaya başlanmıştır. Bizzat Fatih Sultan Mehmed 5 H. yaptırmıştır ki bunlar sırasıyla : .Ağa H. , Asaplar H. ı, Ebuveka H. , Eyüb H. ı ve Çukur H. dır. Türklerin H. a ve dolayısivle temizl iğe verdikl•ri öne­ min derecesini anlamak için, Eviiyi Çelebi'nin, eserinde kaydettiği bazı rakamları hatırlamak yerinde olur. Eviiyi

HAMAM

HAMAM : Afyon'da Gedik Ahmed Paşa Hamarnı'nın dış görünüşü Çelebi, Bursa'daki hususi H. ların sayısını 3 000 olarak kaydetmiştir. İstanbul'da i se büyük halk H. l a r ının sayısının 1 68 olduğunu yazmaktadır. İstanbul'daki hususi H. sayısının 4 536 olduğunu kaydeımt si ise, Türklerin, İstanbul'un çe�iıli bol sularından nasıl faydalanmaya çalı�ııklarrnı göstermek· ıedi r. Halk için yapılmış Türk H. la r ı süsten ve lüksten uzak yapılardır. Bu yapı ların ası l hedefi temiı liği sağlamak· tır. Türk halk H. ları çift olduklaı ı yerlerde, daimi olarak, biri kadınlara, diğeri erkeklere ayrı lmıştır. Tek oldukları yerlerde ise, kadınların ve eı keklerin H . ı kullanma zaman· ları bel i r l i günlere ayrılmış ve günler, H. kapılarına asılan renk lı havlular ile bel irti lmiştir. Bu H. 'ların çoiiu sulranlar veya ha y ı r sahibi varlıklı kimseler tarafından hayrat olarak ya ptı rı lm •srı r.

4 25

Türk halk H. larında soyunma yerleri ile ılık ve sıcak mahalleri n birtakım hususiyeıleri vardır : H. a ıtelenler bir rüzgarlıktan geçtikten sonra soyunma yeri ( c arnekin ) ne gelirler. Buradan H. ın ikinci kı smı olan yer ( soğukıuk) e geçilir. Bu kısım, vücudu daha içerdeki sıcak kısma alışm­ mak i dndir. Burada lüzumu kadar durulduktan sonra üçün­ cü kısma ( sıcaklık) gelinip yıkanılır ve aynı yol ile came­ kana dönülür. Camelcan, umumiyetle, ı sıtılmayan bir yerdir. Soyunma yerinin duvarlarının çevres;nde do l aşan 100 . ı 20 cm boyunda taştan veya tahtad.ın bir seki üstünde sedir bulunur. Soyunma yerinin genişliği ise 1 ,50 . 2,�0 m ara­ sındadır. H. ın bu kısmında, süs mahiyeıinde, fıskıyeli bir ha v uz vardır. Soğukluk kısmında, duvar kenar larında alçak mermer sedirler bulunur. Külhandan çıkarak iç H. a geçen kanallar, döşeme alılarında ve duvar içlerinde dolaşarak soğukluğu da ısııırlar. Fazla sıcağa dayanamayanların burada yıkanma­ J.rı da mümk ündür. A•ıl yıkanma yerinde ( sıcaklık ) , umumi bir yıkanma yeri ile tek yıkaoma yerleri vaı dır. Bu yerin duvarı kenarları yer­ den 20 cm bd.ır yüksektir. 70 · 100 cm arasınd.tki mermer

ı- -

H AMAM : Dolmabahçe Sarayı'nda padişaha mahsus hamamın içi sedirlerle çevri li dir. Bunların üzerinde sıcak ve soğuk su tesisleri �ulunan mermer kurnalar vardı r. Tek yı k anma yer­ lerinin kapıları yoktur. Çoğunlukla havlu ile örtülürler. HAMAM : A yas ofya veya Haseki Hamarnı'nın planı H. ı ı sıtma tesisleri, yapının arka tarafında bulunur. (Glück'ten ) Türk H. larının H. kısmı duvarları çok dayanıklı Türk saray H. ları ise ince zevkler ile işlenmiş ve şekilde yapılır. Kemer ve k ubbelerin malzemesi her zaman süslenmiştir. Bu H. larda, ince oymalarla süslü mermer kur· tuğladı r. Soyunma yeri kubbelerinin dışı kurşun i le örtülüdür. nalar ve bu kurnala ı a sıcak ve soğuk su akıtan altın ve Büyük H. larda, kapıların iç ve dış çerçeveleri Türk motif­ gümüş musluklar, soyunma yerlerinde altın ve gümüş k ak· leri ve stalaktitlerle süslenmiş mermeı taştan yapı lır. Renkli malı sedider vardır. H. ortasında i se sultana aid yıldız şek· mermerle olanlar da vardır. Soyunını yerinde döşeme çoğun­ linde bir yıkanma yeri, bu hususi yıkanma yerinin kenarla· lukla mermerdir. Ortadaki havuz i se mermerden oyulmuş ve güzel Türk motifleriyle işlenmiştir. Büyük H. larda ca­ rında ise, gözdelerinin hücreleri bulunur. mekan duvaı l.m üzerind e ki pc:nce elerin kenarları da mer­ merle kaplı olur. İç H. kısmında döıeme ve duvar kapla­ maları, sütunlar, kurnalar için çoğunlukla mermer kullanıl­ mıştır. Türk H. ında duvar, her zaman taşıyıcı unsur olmuş ve üst kısıml.ırı umumiyede bir korniş ile nihayet bulmuş· tur. ,Pencerelc:r, soyunma yerlerinde bir veya iki sıra olarak yapılmış, alı sıradakilere demir veya tahta parm akl ı k kon­ muştur. Sütunlar, umumiyetle, duvardan biraz uzakta bulunur. Sütunlar ve duvar kısımları arasındaki açıklıklar Tüık miHAMAM : Ayasofya Hamarnı'nın yan t a raftan görünüşü

426

HAMAM

--

HAMAMIZADE, İhsan

de, fırınlada mutfaklarda ya­ şar ve buralarda ekmeği unu, deriyi, kağıdı ve hatta kumaş ve tahtayı kemirerek zarar­ Iara sebep olur. Temas ettik­ leri şeylerde fena bir koku bırakırlar. B/atta cinsi Blaıtida familyasına, bu da Orthoptera takımına girer. Bizı bilginler, ayrıca H. böcekleri için Blat­ laria adlı bir takım kurmuş­ lardır. HAMAM ÇAYI, E g e bölgesinde, Gediz'in güneyin­ deki dağ gruplarına d a h i 1 Doğu Hamam böceği bulunan Kumalar D •ğından HAMAM : Büyük bir kadınlar hamarnı (Blaıta orienta lis ) çıkan 105 km uzunluğu ndaki marisinde her zaman kemerle bağlanmıştır. Kemer şekilleri çayın adı. Büyük Menderes Nehrini besleyen çaylardan arasında en çok kullanılan sivri kemerlerdir. biridir. Türk H.'ında en mühim yer k ubbedir. Kubbeler dört HAMAMATSU, Japonva'da, Honşu Adasında, Şid­ veya sekiz köşe üzerinde yapı lır. Fakat kubbe, içten ve dış­ tan, her zaman küre şeklindedir. Bazı küçük H.'ların kub­ suoka eyaletinde bir şehir. N ü fusu 393 000 ( 1965 ) dir. Çay ziraati yapılı r ; tekstil fabrikaları vardır. belerinde yumurta şekline de rastlanı r. Türk H.'larında ışık, tepeden u fak cam gözlerle sağ­ HAMAME veya HAMMANET, Tunus'un doğu kıyı­ lanır. Işık H.'ın her ye r ine eşit miktarda dağılır. sında, H. Kö rfezi üzerinde bir şehir. Nüfusu l l 600 ( 1966) H.'ın dışı, mesela Yunanlılarda old uğu gibi, renkli d ü r. Kü ç ük ve eski bir şehirdir. Açık hava tiyatrosu, na­ tezyinat ile süslenmez, daha çok te k renk ile yetinilir. Türk renciye çiftlikleri vardır. Pla! şehridir. H.'ının dışı renkten çok yapı maddeleri ile te'sirli hile HAMAME - t NUH [Ası.]. bir takım yıldızının adı. getirilmek istenmiştir. Güvereine benzediği için bu ad verilmiştir. Türk mimarisinde hakim olan sideliktir. Hıristiyan Avrupa san'at• ndaki hüzün ve kas v et Türk mimarisinde gö­ HAMAMELİS, iki çeneklilerinden Hamamelidacae fa­ rülmez. Dış te'sir olarak asilee ve yapıda mantık göze çar­ milyasınd.n, yaprak ve kabukları tı pta kullanılan, Kuzey par. Türk mimarisinin esas vasfı ola n m i lli karakter bu Amerika'da ve Uzak Doğuda yetişen, sarı çiçekler açan, �ekilde korunmuştur. Yine Türk yapıl (l rında ahenksizlik 4 - 5 m yüksekl i kte bir a ğaççık . Bitkinin küçük ve basit ya­ ve ze vk eksikliği gibi kusu r lar görülmez. Türk yapıları pıda olan çiçekleri rüzgirla tozlaşmaya uygun özelliktedir. tabiat ile tam bir ahen k içindedir. Tü r k milletinin bu mi­ HAMAMIZADE, İhsan (Ortahisar, Trabzon 1884 mari husiısiyetleri, H.'larında da mevcuttur. İ s tanbu l l l Mayı s 1 9 t8 ) , XX. yüzyılın son divan şiirlerin­ Hamam Bohçası : H. takımının sarıldığı bohça . den Hifız Ahmed Efendi'nin oğludur. Hamam Nalını : H.'larda kullanı lan y ük s ek ayaklı Trabzon'da, sırasıyle Sübyan Mektebini, Islihane Mer­ nalın. Bunların sedef kakmalı, gümüşlü ve işlemeli olanları kez İptidaisini, Trabzon R üs d i ye ve İdadi sini birinei l i kle da vardır. bitirdıkten sonra emlak Hamam Odası : E ski büyük konaklardaki husi'ısi ve arazisini idare et­ H. ların soyunma oda ları. Bir k a pı i le H. ın soğukluğuna mesi h asebiyle özel su­ geçilen bu odalar ca me ka nlı olduğu için bu yere camagah­ rette şiir ve edebiyat, tarih ve kitabiyar ve tan bozulma çamekan odası da denirdi. folklorla meşgul olmuş­ Hamam Ustası : Kadın H 'larında ayrı bir ücret tur. Daha sonıa yine karşılığında, m ü ş t eri leri y kayan kadın H. ustası'na «natır», sırasiyle a s a le t e n ve eı kek H. larındaki erkek yıkayıcı H. ustası'na da «ıc:llik» vekaleten Trabzon İda­ denilir. di ve Sultanbinde ede­ Hamam Takımı : H.'da kullanılan peştamal, havlu, biyat, ki tabe, Trabıon kese, tas, tarak v. b. Askeı i Rüşdiyesi i le Er­ Hamam Taeı : H . 'da kumadan su alarak ve üste hk Öğretmen Okul un­ dökülerek yıkanınağa yarar, geniş ağızlı, bakır, gümüş gibi da Osmanlı ve İslam tarihi öğretmen ve mü­ midenlerden yapı lmış bir kab. dürlüklerinde, d a h a HAMAM BÖCECt ( b/atta) , düz kanadlıardan bir sonra da resmi Trab­ böcejin adı. Binden çok türü vardır. Böceklerin en hızlı zon Gazetesi yazarlı­ koş an larından olan H.' nin bi rkaç türü dünyanın her yerin- ğında b u l u n m u ş t u r. İ. HAMAMizADE

1

HAMAMlZADE, İhsan 1923'te Yüksek Ticaret Mektebi'nde Türkçe muhaberat ve neşeiyat öğretmenliği, Darüşşafaka, Menbaul irfan, Kaba­ taş ve İstanbul Erkek Liseleri ve İstikili Lisesi i le Bakırköy Bezezyan Okulunda Türkçe ve edebiyat öğretmenlikleri yaptıktan sonra 1924'te tekrar Trabzon Yüksek Ticaret Okulunu te'sis ederek okulun öğretmen liğini ve müdürlüğü­ nü ya p mı ş v e daha son ra İstanbul'a naklederek yine Yüksek Ticaret Mekttbi Türkçe muhaberat ve neşriyat öğretmenliği ile Galatasaray l i s es i n d e Türkçe ve tdebiyat öğretmen liği yapmıştır. İstanbul'da çıkan birçok gazete ve dergilerde mensur ve manzum y azı l a r yazmış, birçok eserler bırakmış­ tır : Katip, Yohuluk.ta, Tüccar Ka;ibi, Türk Edebiyalı Nu­

HAMARUYE

427

bının verilmesine yol a ç mıştır. XVIII. yüzyılda yayılan AufkHirung (Aydınlanma) a karş ı cephe almış, ve duygulara ve inanca dayanan bir felsefeyi savunmuştur. XV III. yüzyıl sonunda Alman düşüncesine büyük bir tesir yapan H., Fransa'dan gelen rasyonalizm ve klasisizme karşı cephe al­ mı�. b ö y l t l i k le Herder ve Goe ı he' y e �alışma sahası açmıştır . Şiir dilini «insan oğlunun ana dili • olarak vasıflamıştır. E serleri : Socratisrhe Denkwürdigkeiten (Sokrata dair ve dik­ kare değer �eyler) [ 1 759] ; Kreuzzüge eines Philo/ogen (Bir filologun Haçlı Seferleri) [ 1762].

HAMAR, Muhammed İbnü'al (ölm. 1273 ) , Gır­ nata'nın ılk hükümdan ve Allıamac sülalesi ( 1237 - 1492 ) nin k urucusu. Yahya ibn Mazar'ın yeğeni ve ordunun leu­ rnandam olan H. , bu sırada Arj ona, Baza, Guadix ve Jaen'ı zaprederek Jaen'de kendini kral ilin ettirmiş ve bu şehirlere loj a ve Allıama şehiı lerini de ilave etmiştir. Kuv­ veti gündrn güne anan H. 12 4 2 ' de, Ramazanın son günle­ rinde büyük bir ordunun başında G ı rn a r a ' ya gir miştir . III. Fernando, Jaen'i muhasara ederken, H. ın generali Hi sn ­ Bulullos'u Gırnata civarında mağlup etmiştir. Bundan sonra H. , Hıristiyan ların yaptıkları taarruzları önlemeğe ça !ış­ mıştır. Az sonra Ca s rill a kralı III. Fernand o ile bir itt;fak akdine muvaffak olarak kendini bu kralın vasalı i lan etmiş ve ona yardım etmiştir. Fernando'nun ölümünden sonra, X. Alfonso i le yeni bir ittifak akdetmiş ve isyan etmiş olan bazı valilerin, sülilesini tahttan kovma1arını önlemek için, en büyük oğlu Muhammed'i halefi i lan etmişti r. Asi vali­ lerin gizlice, Hıristiyan hükümdarın yardımıodan favdalan­ dıklanndan şü p helenen H. , Fas sultanı Ebu Yusuf'un yar­ HAMAMlZADE İSMAİL DEDE : bk . DEDE­ dımı nı i stem i ş tir. Ordusunun başında asilere karşı yürürne­ EFENDİ. ğe hazı rlanırken, ansızın hasralanmış ve ö l müşt ür. H. sanat HAMAMlZADE ÖMER EFENDI (ölm. İ • tanbu l ve ilmin büyük bir· koruyucusu olmuştur. 1768 ) , rei s ü lküttab. Kethüda katibi odasında yetişerek iki HAMARDABAN, Buryat Moğol Muhtar Cumhuriye­ defa bu kitabette, Şehremanetin'de ve Y eniçeri kiraberin­ ti'nde sıra d.ığlar. Baykal Gölün ün güney ve güney - doğu de bulunan H. Ö. , 1764'te Yağlıkçızade Mehmed Emin kıyısı boyunca, Dzon - Murin Irmağı vadisinden doğuya doğ­ Paşa nişancı olunca, reisülküttab tayin edilmiştir. H. Ö., ru, Selenga lımağı ağzının bulunduğu bölgeye kadar uzanır. 1767 yılında Kaşif Emin Efendi ölünce, sadiret kelhü­ Uzunluğu 350 km, genişliği 30 km dir. Batı kısmında bu­ dalığına getirilmiş. 1768'de hasta lan a rak ölmüştür. Atik lunan en yüksek tepesi 2 384 m di r . Katlanmış gneis, bil lur­ Ali Paşa'da gö mü l üd ür . laşmış arduvaz, kalker ve bazalttan meydana gelmiş H. ı n HAMAN K u r'an 'da adı Fir'avun ile birlikte geçen yamaçları derin ve dar vadilerle kesilmiştir. Su bölümü ve Musevi düşmanı olarak bilinen İranlı vezir. Her ikisi çizgisi aşınmışt ı r. Eski buzlanma izlerine rastlanı r. Kuzey de, Mus a ' nın doğmak üzere olduğunu öğrenince. bütün er­ yamaçları yüksek köknar ve stdir ormanlarıy le güney ya­ kek çocukların öldürülmesini, sadece kız çocukların yaşa­ maçları ise iğne yapraklı çeşidi çam ağaçlarından mürekep masını tavsiye etmişlerdir. Musa peygamber ortaya çıkınca ormanlarla kaplıdır. Yamacın alt kısımlarında ormanların da, kendisini yalancılıkla suçlamışlardır. Ne Kur'an tefsir­ yanında step bitkileri de görülür. Yüksekliği 2 000 m yi lerinde, ne de Arap ta r ih ç i lerinin eserlerinde. H. ın şahsi­ geçen yerlerde dağ ve tundra bıtkileri bulun u r. yeri ve r o l ü hakkında hiçbir HAMAROS LİMANI ( Coğ . ) : bk. AMAROS LiMANI. bilgi bulunmamaktadır.

mune/eri, Di,,an - ı İhsan, Hamsinaml', Bilmeuler, Baba Salim, Ticari Muhaberal, Ticari Nrıriyal, Trabzonda İlk KilaPft ( Kitabi Harndi Efendi ve Ya y ı n la r ı ) , V/ Olsun Diye, 6mer Hayyam Rubailui adlı eserle ri yayımlanmıştır. Bunlardan başka, Edat/ar, Manztımeler, Trabzon Şttirleri, H. Ailesinin Tarihçesi, Mezarlar ve Hal Terctmeleri, Trab­ zon Basını Matbaa ve Kütüphane/eri, Trabzon Mani/eri, Gölge/er, Divançe - i Yaran , Trabzon Ağzı, Rize Ağu, Os­ mau/ı Türkçesinin Kaideleri, Fatih Camii Şeri/i Haziresi, Trabzon Şehrinde Osmanlı Kitaheleri, Türk Rubaileri, Şair Yaıar adi, Hayalt ve Şiir/eri, Vatan ve Cumhuriyet Kasi­ J de/erinın TahmiJi, Trabzon Masalları, Türkçe Gramer, Gii­ listan Terremesi, Divan - ı Nedim ve Divan - ı İhsan'dan tarama/ar, istanbul ve Çevresinde bau Cami ve Tekke HazirelerindeU Mezar Kitabeleri, Şair Figani, Hayatı ve Şiir/eri, Hatıralar, Divan - ı lhsan'rn Nesre Çevrilmesi, Iiirk Edebiyatı Numuneleri ( I I . ciJJ) . adlı eserleri basılmamıştır.

HAMANN [ h q m a n ] , Johann Georg (König)berg

1730 - Münster 1788), Alman filozofu ve yazarı . Ömrünü Königsberg'te geçirmiş, ve son ­ ra, kısa zaman F. H. }acobi ve Prenses Gallitzin'in teşkil ettikleri bi r l i kte bulunmuştur. Yazılarının kahinlik karakteri -ye a n laş ılm ası nın güçlüğü, ken­ disine «Magus des Nordens» (Kuzeyin p eyg amberi ) li.ka-

HAMARUYE ( Jjumareweyh ). Ebu'l - cey� b. Tolur (864 ? - Şam 895 ) , Mı,ır'da kurulan ilk .Müslüman - Türk devletinin ikinci hükümdarı. Tolunoğulları (Ar. Beni - To­ lun) hanedam (868 - 905 ) nın ilk hükümdan Ahmed b. Tolun ( 835 884) un oğludur. Babasının ölümü üzerine 20 yaşında iken devletin b 1şına geçmişti r (884 ) . Hüku m­ dar olunca, babasının zamanında i syan ettiği için hapsedil­ miş olan kardeşi Abbas'ı öldürttüğünü yazan kaynakların yanında , bu hadisenin daha önce (882) vuku bulduğunu kaydeden kaynaklar da vardır. H. , Ahmed b. Muvaffak ile, Şam'da yaptığı iki muharebede yenilmiş ve Mısır'a dönmeye mecbur olmuştu. Halife Mu'temid'in ölümünden sonra I. Mu'tezid ünvanıy le halife olan Muvaffak' ı , kıy•

]. G. HAMANN

428

HAMARUYE - HAMBURG

metli hediyeler gönderek tebrik eden ve karşılığında hil'at, kılıç ve taç alan ve Mısır eyaJetinin idaresi 30 yıl için kendisine terk edı len H. , kızı Katru'n - Necla'yı d.ı. henüz 14 yaşında iken halıfeye veımiş (893 ) , muh t eşem bir alay ve kıymetli ç eyi z lerle Mı sı r'dan Bağdad'a göndermiştir. l l (v e ya 1 2 ) yı l h ü k ü met sürdükten son ra, hacleme­ leriyle cariyelui tarafından Dımışk'ta öldürüle n H. nin naşı Mısır'a getirilerek babasının türbe�i yanına gömülmüştür. HAMATH (Tar. Cog) : bk. H AMA HAMAVEND X I X . yüz y ıl ı n 2. yarısında Musul'un güneyinde Dicle sahilleıini devamlı olarak yağma etmeleri ile tanınmış bir Kürt aşi reti. Bu b ö lgeye I ran'ın gü neyinden göç ederek gelmişlerdir. Tüıkler, bu yagmacı Küıt aş;re tini, üzerlerine birkaç sefer yapmak suretiyle itaaı altına almışl a rdır. HAMAYLI DAC, Batı Toroslar'da Teke yöresinde 1750 m } ü ks e kliğinde bir ddğ. HAM BA, A l i Baş (Tunus 1 8 79 - İstanbul 30 Kasım 1 9 18), Tunus isııkiali için Fransızlada müca­ dele etmiş hürrıyeı mü­ cahidi. H. , liseyi Tu­ nus'ta biıirdıkten sonıa Fransa'ya giderek Paris Üniversiıesi H u k u k Fakülıesinde y ü k s e k tah>i lin i tama mlamıştır. Yurd �na dönünce kısa bir süre Sadıkiyye Ko­ leji müdüıü o 1 a r a k milli eğitim kadrosun­ da çalışan H. , daha sonra avukat lığa başla­ mış ve basın hayatına at ı larak Tunus gaze­ lı.. B. HAMB/ı.. tesini çıka rmı ş tır. 1 !18 1 yılında Fransızlar Tunus'u resmen işgal etmiş­ lerdi. Mü�lümın Tüı k kardeşlerinin adi l idarelc:ı i yerine başlayan Fransız ba,kısı ve sömürg ecili ğ i , Tunuslu aydınlara büyük acı verdi. İslam ülke lerini yabancı boyundurugundan ve keyfi idareden kurtarmak için, mücadeleye atıl.ı.n Tunu�­ lu ilk mücahitlerden ikisi H. ve Salih Şerif, İ·lim ale­ mindeki birçok istik'al hareketlerini destekleyen Em ' r Ars­ lan i le Cenevı e'de temasa geçmişlerdir. Hürriyyet mücade­ lesi yolunda halkı ve gençliği her fırsatta uyandı ran ve teşkilaıtandıran H. nın gizli ve a ç ık davranışları, Fransızları ku�kulandırm•ştır. 1 9 1 1 Mar t ında tramvay iş\ilerini greve teşvik suçu i le yargılanan H. , sürgün cezasına çarptırı lmış ve sınırdışı edi lmiştir. İstanbul'a .ıı e len H. , üsıadı Emir Arslan 'ın da do,tu olan Enver Paşa tarafından yard ım gör­ müş ve U mür - u Şaı ki ı e M ü dürl üğüne getiri lmiştir. Bu vazifede sadakaıla çal ı ş an H. , sömürgeci dev l et l ere karşı gizli teşkilat vasıtasıvle savaşmış ve böylece kı • a ömrünü y•lnız T u nus'un ve Tüı kıye'nin selam.-ti için harcamışıır. Mondros Mütarekesini n i m ,alandığı gün bir kalb krizi sonun­ da vefat eden H , Beşikıaş'ra Yahya Efendi Tekkesi civarına gömülmüştür. Tunus Cumhuıbaşkanı Habib Bu rgiba 1 1 Nisan 1957'de yapılan bir törende, 8 Nisan 1 938 tarihinde sömürgecilerle mücadelede canlarını feda etmiş kahra­ manların aziz hatı r aları nı anarken, bu yolda büyük şeref ,

payı olan H. 'yı hatıriatmış ve mezarının Tunus Hürriyet Şehitliği'ne nakledı lmesi lüzumunu belirtmiştir. Bu i s tek, 7 Nisan 1962 ,ıtünü, Türk Hük ü me r i taıafı n dan yer i ne getiril­ m i ş ve içinde H.'nın k emi lc: 1eri bulunan sanduka. Yeşilköy'­ de, Türk H.lva Kuvvetlerine aiJ bir askeıl uç ağa törenle konularak bir Tüık hava üstsubayı refakatinde Tunus'a götürülmüştür. - F. T. HAMBA(;H [hqmbahJ , Batı Alm anya nın Rht in land­ '

H.ı.rdt Dağı'nın doğu yamacında, Nc:usıadt şehrinin güneyinde bir kasaba. N ü fu su 4 400 ( 1967 ) dür. Burada 27 Mayıs 1832'de Hamhacher Fest ( H. yortusu) adı al ı ınd a tarihe giren bir gö teri y ap ılmı � tır. Binleıce dinleyici kar; ısı!!da hatipler Almanya nın birleşmesini ve bu­ na demokratik ve c umhuriyet çi bir anayasa verilmesi ni istemişlerdir. Bu gösteri Bundest.ı.g ( Parlamento) da �ert tepkilc:re yolaçmış, 2 8 Haziran 1 832'de basın hürriyeti kal­ dırılmış ve H. ı öreni n i tertip edenler hapstdi lmiştir.

Pfalz eya l etinde,

'

HAMBEL, Ah med bin muhammed bin (Biyogr.) :

bk. AHMED bin muhammed bin Hanbel.

ı- -

HAMBELI (Tasavvuf. ) : bk. HANBELI. HAMBURG [hq mburg, hqmburh ] , Batı

meydana ,geti ren devletlerden biri ( r esmi adı : Freie und Hıns.. sıadt -ı:ımmmmrırımmı H.ımburg ) ve bıınun başkenti olan şeııir. Elbe Nehrinin Kuzey Denizine aktJğı yere yakın bir nokta dadır. Yüzölçümü 74 7 km', nüfu­ su 1 84 1 000 ( 1967 ) 'dir. H. , Ber­ lin'den sonra /ı.. l manra'nın ikinci büyük şehri ve dünyanın en bü­ ı yük limanlarından b i c i d i r. St. M i� h ae l � K i r che, ı 32 m yüksek. d e k ı D er Grosse M i c hel adını 1 ığın HAMBURG (armd) ıaşıyan kulesi ile �ehrin sembolü haline gelmiştir. Diiier kilis e ve tarihi bi.ıaları şunlardır : Jakobiki rche, Kaıharinenki rche ( 1 380 - 1426) ; Bı r ;a (aş. yu. 1 8 t O ) ; Beledi ve Sarayı ( 1 886 - 1 909) ; Chile­ haus (Şili Evi ) ( 1920 - 1923) ; Shellhaus ( 1029 - 1 93 1 ) . H. , şu işleri ve b a ı kç ı l ı kla ilgili Alman makamlarının merkezidir. Şeh i r Oberland e�gericht ve landgericht mah­ kemeleri. ünivers i te s i, H. Dün y a Ekonomisi Arşivi, Tropik Hastalıklar Enstitüsü, Devlet Tababer Toplum Ekonomisi (Gemeinwirtschafı ) Akademisi, Münakalat /ı.. lc ade� isi Al­ man Deniz asırı En ı iıü ; ü Alman Elekıra n sinkrotonu, Mu­ siki ve Gra f i k Sanatlar Yuksek Okulu, m ü hendisl i k okul­ ları, birçok özel okullar (özd olarak gemi personeli ve gemi inşaatı okulları ) Almanya'nın en eski operası ( 1 678) , birkaç tiyatrosu, müzeleri, kütüphaneleri fılm aıelyderi, neş­ eiyat evleri, Devlet /ı.. rşivi, planetari um, rasathane, geo - fizik ve meteoroloı ik ra (hain cani haydut rolü 1 a da Büyük İs­ mai l çıkıyordu. Agavni ve Araıik adında iki kadın da bulduk. Bir orkesıra takımı i le Aksaray' d ı Şekerci Soka­ ğı'nJaki ı iyatroda ilk def'a ıuluıt oyununu verdik, çok iş yaptık. Haftanın muayyen gün lerinde Aksaray'da tiyatro oynuyor, diğPr gün lerde Çavu�'un bağında Harndi ile orıa­ ovununa devam ediyorduk.» Küçük İ >mail'in bu sözleri ı ari h teki iki yıllık fa rk hariç. hemen hemen « Hava! » der­ gisinin 1 2 Ekim 1 875 tarihli sayısında « Kavuk lu H. nin A� saray'da Zuhuri kolu tiyatrosu açtığı, Ged k Paşa Tiyat­ rosu repertuva Pndaki Pinti Hamid ( TeodLir Kasap, 1 83 5 1 905) piyesindt n bozma Hasis zengin komedisini oynadığı Güllü Ag .. p'un büklımere imtiyazona tecavüz edi ldiği iddia­ siyle şikayette bulunduğu » hakkında çıkan h aberle benzer­ lik içındedir. H. , ayrıca Beyoğlu'nda Kule Kapısı'nda Pirinçd'nin gazinosunda. Güllü Aııop'tan ayrılan Fasulyaciyan'la da bir müddet çalışıp Çıng�rak komedisini oynamışt ı r . Bu eserlerin dışında rol oldığı eserler şunhrdı r : Zor Nik!!hı ( Moliere ; A. Vefik Pasa) ; İ1kili Memo ( Mo'iere, Teodor Kasap) ; Köyiii Kib.m (Moliere, A. Vefik Pa$a : Pirpiri Kıbar bası l­ mamıştır. Sahneye koyan lar tarafı ndan adı deği�ıi rilmişıir). H. nin Köylü k; barı komedisinden yarattığı kaba adam tıpin­ deki başansı tıpkı Kavuklu'daki başarısı g·bi emsalsizdi. H. , 1908 Meşruıiyetinden sonra da bir müddet hem orıaovunun•. h• m ı u l u u tivaı roi İs­ let Güzel San'atlar Akademisi ) ni ku r m uş tur ( 1 883 ) . Bu te­ mai l Bey'in oğludur. mel teşebbüslerinin yanında, resim müzemizin çekirdeğini Darü'l - m a a r i f ve teşkil eden çalışma ları da yer almışt ı r. Uluslararası ün yapmış Mahrec - i a k I a m' d a okuyarak 187 1 'de dip­ san' arçılarıo eseri e· i nden kopyalar yaptırmış, bunları Türk loma alan H. B., Fatih müderrislerinden Şakir ve Bingazili Şeyh Ah­ med Şervan Efendi'nin derslerine devam etmiş­ tir. Hariciye mektubi kalemine, i m t i h a n l a Kuleli Askeri i'dadisi k iraber öğretmenliğine giren H. B. , daha sonra Altıncı Daire Belediye kontrol başkatibi oldu. Aksaray'da Medrese - i edebiye adlı bir özel okul açan H. B., yıllarca bunu idare etmiştir. Daha son­ ra Ma ı b uat - ı dahiliye (iç ba sın) sansür me'murluğuna getirilen H. B., buradan Maarif Meclisi üyeliğine naklolun­ muş ve Meşrutiyet i linında emekliye ayrılmıştır. Türk, Arap ve Fars edebiyatlarını iyi bilen H. B.'in şiir külliyatı bası lmamışsa da, gazete ve dergi lerde birçok şii r leri çık­ mıştır. Muallim Naci «Tercüman - ı H a kikat » ' r n edebiyat bölümünü idare ederken ona, hikmet yolunddki yazılarıadarı ötürü Nazımü' l - hikem unvanını verdiğinden, H. B. ede­ biyatçılar arasında bu adla anılmıştır. Ayrıca, onu diğer Hamdi'lerden ayırmak için de, birçok gazeller tahmis erei­ ğinden kendisine Harndi - i muhammis denilmiştir. Çamlı­ ca'da ölen H. B., Selimi Dergahı haziresi n e göm ü lm ü şt ü r. BAMDİ BEY, Oamaa (İstanbul 1842 - Eski Hisar, O. HAMDİ BEY : Silih satıcm (Türk Oca&ı, Ankara) HAMDİ BEY, Ahmed (ölm. İstanbul 1909) , Tür­ kiye'de ilk modern ec­ zahaneyi açan T ü r k farmakoloğu. A v r u p a tek n ' ği ile modern ec­ zacılığı Türkiye'de yal­ nız Rum, Ermeni ve Musevi eczacılar yapar­ ken, Türkler M ı s ı r Çarşısı'nda akıarlık edi­ yorlardı. İlk defadır ki 1895 - 1896 tarihlerin­ de H. B. , İstanbul'da Zeyrek Yokuşu'nun alt başında modern Türk eczahanesini açmıştır. H. B.'den sonra Türk­ ler arasında modern ec­ zacılık gelişmiş ve EdA. HAMDİ BEY hem Pertev Aksaray'daki, Mehmed Kazım Beşiktaş'taki eczahaneleri kurm u şla rdı r . H. B. , Türk gençlerinden çırak, kalfa yetişti rerek mesleği­ nin Türkler arasında yayı lmasına çalışmış ve i lk olarak bazı yerli hazır ilaçlar da yapmıştır. H. B. , sonraları Vezneciler civarında ve en son Şehzadebaşı'nda Lerafet Aparımanı'nın altında büyük ecıahanesini kurmuştur .

434

HAMDİ BEY, Osman

ressamlarının eserleri ile birlikte o zamanki Sanayi - i Nefi­ se Mektebi'nin büyük salonunda sergilemiştir ( 1 9 1 5 ) . Bu ufak müzenin 1 9 1 5'te aldığı şekli görerneden ö lmüş r ür. Bu eserler bugün dağınık bir halde bulunmaktadır (Halil Et­ hem, Elvahı Nakıiye Koleksiyonu, 1 924 ) . H. B . , batı resim ve tekniğinin Türk resmi n de uygu­ landığı ilk dönem ressamlarının son kuşağı içinde yer alan çağdaşları arasında çeşitli yönü olan bir sanatçı olarak ta­ nınmıştır. Arkeoloi i alanındaki bi lgisi de resimden da­ ha az olmamış ı ır. H. B. , çağdaşları gibi, geleneğe bağlı, görüneni resirole aniatma amacını güden obj ekı if bir görüş içinde eserler vermişti r. Akademik bir ifade ile işlenmiş konular, teknik uygulamada . şahsi bir an lam kazanmıştır. Form ve renk, eşyanın yapısını ve hususiyecini bozmadan ve bunlara bir şey de katmadan, oldukları gibi gösteri lmiş, ayrıntıların çokluğu tablonun bütününde değer almıştır. Işık­ gölge ile sağlanmış biçimlerde eşyanın kendi rengi kulla nılmıştır. Türk resmine konuyu getirmiş olan H. B., işledi�i kompozisyonlarda so•yal hayatımızın güzel ve çekici yönle­ rini seçmiştir : göz kama ş tı ı an giyecekler, çini ler, fildişi işler, kı l ı ç, m'ğfer gi bi �ilahlar, Türk ev içleri, tablolarının başlıca hususiyecini teşkil eder ; figü r lü kompozisyonlarında çoğunlukla ke n d i sini m o de l o l arak almışt ı r. H. B. arkeoloji alanındaki başarı la rıyle de yurt dışına taşan bir ün kazanmıştı r. Müze - i Hümayun (Arkeoloj i Mü­ zesi, İstanbul ) müdürlüğüne tayin edilen ( 188 1 ) H. B., Çi­ nili Köşk ' te üst ü ste yrğılı duran eserleri i lmi tasnife gö­ re yeniden düzen lemiş ve kazılardan çıkardığı birki Mısırca : Koş) dil topluluğudur. Eski Kuş i dillerden yal­ nız, eski çağlarda Mısır'ın güney - doğu bölgesinde konu­ şulmuş olan Meroe dilini biliyoruz. Yeni Kuşi diller, So­ mali'ye kadar yayılmış olup hali ya�amaktadırlar. HAMlD (Edeb. ) : bk. TARHAN, Abdülhak Himid. HAMlD b. el - Abbas Ebu Muhammed (837 · Va­ sit 923 ) , Abbasiler devrinde halıfelerin en kudretli maliye me'murlarından biri. 9 1 8 yı lında vezir olmuş ve naiplik yapmıştır. Yürüttüğü mali siyaset, Bağdad'da ayaklanmalara yol a(mış, bu yolda kullandığı şiddet, sonunda düşme>ine sebep olmuştur. Yeni vezir i le oğlundan gördüğü hakaret ve eziyetler dolayısıyla Vasit'e gitmiş ve orada, muhtemel olarak zehirleornek suretiyle ölmüştür. HAMlD BEY ( İstanbul ı776 · İstanbul ı832 ) , Rei­ sülküıtab. Doğramacızade Abdullah Efendi'nin oğludur. Önce Arnedi odasına devam ederek Hacegan'dan olmuştur. ı8ı ı yılında Baş Muhasebe payesiyle İngiltere'ye elçi tayin edilmişse de, sonra bundan vazgeçilerek odaya devamı em­ redilmiştir. ı 8 ı 3'te Küçük Tezkireci olan H. B. , yedi ay sonra Sadrazam Hurşid Paşa'yı kızdırdığından Bolu'ya sürül­ müştür. ı 8 ı 5 'te Silahdar Katibi tayin edilmiş, Preveze me­ sele�inden ötürü me'muriyeıle Yanya'ya yollanmış, döndük­ ten sonra ı 8 1 8'de Akki'ya gönderilmiştir. Oradan gelince de Canib Efendi ile birlikte Rusya ile akdedi lecek muahe­ denin görüşülmesi için vazifelendirilmiş ve Nişancı tayin edilmiştir. ı820'de Canib Efendi'nin yerine Reısülküttab olmu�sa da, Rus elçisi ile münaka�asında ihtilaflı sınır me­ selesini düzeltmek için i leri sürdüğü hal �ekli, Halet Efendi tarafından kabul edi lmediğinden ı82 l 'de azil ve Sivas'a sürgün edilmi�tir. Hilet Efendi'nin idamından sonra affa uğrayan H. B. , İstanbul'a gelerek, sürgüne gönderilen Reis Arif Efendi'nin yerine tayin edilmiştir. ı828 yılına kadar Büyük Ru zn a m eci likte, Defter Emin liğinde ve Ba� Muhase­ becilikte bulunmuş, ı829'da aziedilmiş olarak yalısında otu­ rurken, Orduda Kethudalık ve Reis vekili vazifeleriyle Şum­ nu'ya gönderilmiş, aynı yıl içinde İstanbul'a getirilerek ikinci defa Reisülküııab olmuş ve ı830 yılında vazifeden ayrılmıştır. Laleli'de Koca Ragıb Paşa Kütübhinesi bitişiğİn­ deki mezarlığa gömülmüştür.

HAMİD BEY, lsmiil (İstanbul ı86ı - ı93 ı ) , mo· dern muhasebe öğretiminin ve modern matbaacılığın ku­ rulmasında ve gelişmesinde büyük emeği bulunan b .i r Türk öğretmeni. ı883 'te Mülkiye Mek tebin i bitirdikten sonra, çeşitli illerde maarif müdürlüklerinde ve diğer idare kade­ melerinde hizmet etmiş, ı89) yılında Matbaa - i .Amire ruznameciliğine tayin olunarak İstanbul'a gelmiştir. Bu göre­ ve ek olarak Hamidiye Ticaret Mekteb - i .Alisi'nde muha­ sebe muallimliğinde ve ı906 - ı908 yıllarında aynı okulun müdürlüğünde bul unmuşıur. Bu sırada, Rumeli'de okullar açılması vazifesi ile Manasıır ve Yanya vilayetlerine gönderil­ miştir. Resmi vazifeyle Avrupa'da bulunduğu sırada I. Dün­ ya Harbi nin çıkması üzerine, ancak ı92 t 'de memlekete dö­ nebilmiştir. ı923'te Galatasaray Lisesi'nde hesab - ı ticari ve usul - ü defteri muallimliğine tayin olunmuş, emekli}' e ayrılmasından sonra, şahsi teşebbüsü i le H. Matbaası'nı kurmuştur. Bu sıfatla, Harf İnkılabında, yeni harflerle i lk kitabı basan kişi olmuştur. Muhastbe dersleı i ile ilgili ola­ rak, Mu/assal Usul - ü D e/l eri ve Malumal - l Ticariye adlı eserleri yanında, ikisi tercüme olmak üzere, dört eseri daha vardır. IIAMID BEY, Kızılaycı : bk. KIZILAYCI HA­ MİD BEY. HAMİD EFENDI, Mahmud [ Çivizide dimidı )

( Konya ı494 - İstanbul ı 577) , 1 1 1 . Sultan Mu rad Han devri Şeyhülislamlarından. Osmanlı İmparatorluğu'nun ı5. Şeyhül­ islamı olan H. E. , Yenişehi r kadısı Mehmed Efendi'nin oğludur. Şeyhülisam Çivizade Muhiddin Efendi (b. bk. ) ye damad olduğu için bu adla anılmıştır. Tahsilini Konya'da tamamladıkran sonra ı 5 t 6'da İ stanbul'a gelerek, Çivizade v. b. gibi o çağın ilim alemindeki üstadiara inıisab etmiş­ tir. En çok Sultaniye müderrisi Kadri Efendi'den faydalanan H. E. nin ı 522'de Kadri Efendi'ye tezkirecilikle başlayan devlet vazifesi ı 547'de Manisa Müftülüğü ile devam etmiş, ı 548'de ise Şehzade Med•esesi müdenisliğine getirilerek Bursa, Kütahya ve İstanbul'da uzun süre dersler vermiştir. ı 549'da Şam, ı 5 50'de Mısır kadısı tiyin edilen H. E. , iki yıl sonra aziedilerek İstanbul'a dönmüştür. Az bir zaman içinde Bursa ( 1 5 54 ) ve İstanbul kadılığına ( ı 556), Ru­ meli kadı - askerliğine ( ı 5 57 ) verilen H. E. , on yıl kadar bu mühim vazifede bulunmuştur. Avusturya'ya karşı açı lan seferlere katılan H. E. , Szigeı. a r seferinden dönüşte Bel­ grad'da, içkiye düşkün ll. Selim'e : «Şarabı babanız mer­ hüm kaldurmuşlar idi, nolayki sizün zaman - ı şerifinüzde dahi memnü olaydı !» dediği için ı 566'da emekliye ayrılmış ve ancak yedi yıldan fazla bir süre sonra, Ebussuüd Efen­ di'nin vefatında fetva yetkisi kendisine verilmiştir ( ı 574) . H . E . , 3 yıl, ı ay, 2 4 gün Şeyhülislamlıkta bulunmuştur. ı 577'de vefat edince Ebü Eyyüb - il - Ensari civarına gömül­ müştür. En meşhur eseri Fetavayi - Ham idiyye'dir.

HAMİD FAHRİ, Kurmay Süvari Albayı (Edirne ı88 1 - El - Hasa - Zered Vadisi «Katrani» 25 Ocak ı91 8 ) , I. Dünya Harbi'nde Tafile (Suriye) harekeıinde �ehit düşen Türk kahramanlarından. Babası, 1877 - 1878 Türk - Rus Harbi'nden sonra Kdfkasya'dan Edirne'ye göç etmiş o l an Yusuf Ağa, annesi Havva Hanım'dır. Türkiye')'\: kabulleri­ nin şükranı olarak adı Abdülhamid konulan H. F. , küçük yaşta babasını kaybedince, annesi ile birlikte Bilecik'in Sö­ ğüt ilçesine bağlı Kavalça köyüne iskin edilmişlerdi r. İlk tahsilini Edirne Sanayi Mektebi'nde, orta ve lise tahsilini Edirne Askeri Rüşdiye ve İdadisinde birineilikle tamamla-

HAMİD FAHRİ

HAMlDE BANO BEGOM

yan H. F. , 1 M a r t 1 899'da Harb Okulu'na girmiştir. Harbiye ve E r k a n - I Harbiye'de Atatürk'ün yakın sınıf arkadaşlarından biri bu­ lunan H. F. , süvari sınıfına ayrıldı ve 1 90 t Ekiminde teğmen rüt­ besiyle mezun olarak 2. Ordu emrine v e r i I d i ( s i c i 1 numarası : Sv. 1 3 1 7 - 4 ) . 22 K a s ı m 1 9 02'de üsteğmenliğe ve 29 Aralık 1 904'te mümtaz süvarİ yüzbaşı­ lığına yükselerek Se­ rez'deki 7. Süvarİ Ala­ HAMİD FAHRİ yının ı . B ö 1 ü ğ ü n e gönderi ldi . Dokuz ay sonra Edirne'deki 8. Süvarİ Alayının 3. Bölük komutanlığına tayin edi ldi. 12 Temmuz 1909'da müsabaka imtihanını kazanarak Almanya'da, Münsıer'da 1 3. Süvarİ Alayında ve muhtelif süvari okullarında sıaj ve eği tim gördü. 1 5 :Nisan 1910 tarihinde Kalender adlı bine­ ğiyle katıldığı yarışlarda AlmanlarJan gümüş sürahi ve üs­ tün dereceler kazandı. Gazetelerden, bir Türk satın alma hey' etinin Rusya ve Macaristan'a hareketini öğrenen H. F. , yerli hayvanlarımız lehinde ve yurdumuzda cins hayvan yeriştirrnek hususunda gönderdiği rapor la bu hey'eıin Türkiye'ye geri dönmesini sağladı. 9 Ekim 191 t 'de Al­ manya' dan yurda dönerken pek çok Avrupa memleketlerini, müze ve san'at merkezlerini gören, 1 9 t 0 Bruxelles, 191 ı Londra ser.!lilerini incelemiş bulunan H. F. , Almanca, Fran­ sızca ve İngi lizce bildiğinden, beraberinde yüzlerce kitap getirmiştir. Köstence'den vapurla İstanbul'a dönünce, Sela­ nik'te 26. Süvari Numune Alayı'na komutan muavini veri ldi. 1 5 Kasım 1 9 1 1 'de binba�ılığa yükselerek l l . Kolordu'ya bağlı Van'daki 23. Süvarİ Alayı'na tayin edildi. Vekil ola· rak bu alayın komutanlığını yaptı. Kürt eşkıyanın tepeten­ ınesi meselesinde Müşir Osman Paşa ile uyuşamayan H. F. , Balkan Harbi patlayınca, gönüllü olarak nakil ve tayinini istemiştir. İstanbul'a alınarak Seli miye Kışiası'ndaki Mardin Süvari Tümeni'nin yetiştiri lmesine me'mur edildi. Mastak'ta­ k i Süvarİ Küçük Zabit Mektebi müdürlüğü ile birlikte, Yıldız'da 20. Süvarİ Alayı komutanlığında bulundu. 1 5 Ey­ lul 1913'te Büyük ve Küçük Komuta Kursu süvarİ öğret· menliğine tayin edildi. 20 Temmuz 1 914'te 27. Süvarİ Alay komutanlığına atandı. 1 3 Kasım 1914'te Yeşilköy civarında· ki Rus anıtını yıkan milli kuvvetiere komuta etti. ı. Dünya Harbi başlarında 27. Süvarİ Ala yı ile Edremit ve Ayvalık civarında bulundu. 14. Piyade Alayı ile Çanakkale, Anafar­ talar muharebelerine katıldı. Başarıları üzerine Harb ve Gü­ müş Liyakat muharebe madalyaları ve bir yıl seferi kıdem zam­ mı ile taltif edi lmiş, 1 Mart 1917'de yarbaylığa yükselmiştir. Gelibolu'da Başkomutanlık ihtiyat! 26. Tümen'e komutan tayin edilen H. F. , Rumanya cephesindeki hizmetlerinden ötürü Muharebe Gümüş İmtiyaz madalyası ve bir yıl sefeıi kıdem zammı kazanarak albaylığa yükselmiş, Diya rbakır civarındaki 48. Piyade Tümen komutanlığına tayin edilmiş­ tir. H. F. , Tafile harekatı sırasında 30'dan çok subay ve '50 kadar erin Kerek üzerinden çekilmelerini bir destan kahr aman i ı lı ile sağladıktan sonra, 25 Ocak 1918'de şehit

43 9

düşmüştür. Mezarının Arnman'da iken, daha sonra Şam'ın Kuneytre kazasına nakledildiği söylenmiştir. HAMID HAMZA PAŞA (ölm. Arafat 1769) , Osmanlı sadrıizamlarından. Bazı kaynaklarda «Şehri», yani İstanbullu gösteri li rse de, Kayseri'nin Develi kazasındandır. Sadiret Mektubi Kalemine devam ederek kitabet tahsil eden H. H. P. , Ragıp Paşa'nın mektupçuluğu sırasında başhalife ( 1 730 ) , on yıl bu vazifede kaldıktan sonra mektupçu ( 1740) ve 1755 yılında da Rei sülküttab olmuştur. Aynı yıl Sadiret Kethudalığı'na ve Defter Emirliği'ne, 1 7 57 yılında aziedilmişken ikinci defa Sadiret Ketbudalığına geti rilen H. H. P. , 17 58'de muamelesinde görülen gev­ ştkL k sebebiyle tekrar azledilmiştir. 1759'da Büyük Ruznıi­ meci, Çavuşbaşı, 1 760'ta tekrar Sadiret Keıhu::lıisı olmuşsa da, yine azledilmiştir. Ragıp Paşa tarafı ndan kendisine Ni­ şancılık ıevcih edi len ve 1 762'de Vezirlik rüıbesi ile Kubbe­ ni�in olan ve kendisine Setanık sancağı verı ten H. H. P. , Ragıp Paşa rahat�ızlanınca Kaymakam (Sadrazam vekili ) tayin edi lmiş ve Paşa'nın ölümü üzerine de Sadrazam nasbo· lunmuştur (8 Nisan 1763 ) . Korkak ve kuşkulu olması yüzün::len Hüki'ımetin ve Dıvanın işleri aksayınca, yedi aylık sadrazamlıktan sonra, ı Kasım 1 763 're azledilmiştir. Kandiye Muhafızlığına ve aynı yıl Girit' e ve 1766 yılında Mora muh�ssıllığına tayin olunan H. H. P. , ı 768'de tekrar Girit' e ve ı 769'da Cidde ve Ha beş eyalerine nakledilmiş ve aynı yıl Arafat'ta ölmüş ve Gureba mezarlığına gömülmüştür. HAMID SADI ( Biyogr. ) : bk. SELEN, Hıimid Sıidi. / HAMID VEHBI (Biyogr. ) : bk. VEHBi, Hıimid HAMİDABAD (Coğ. ) , 1891 yılında Isparta sancağına verilen ad. Bk. ıSPAR rA. HAMİDABAD (Coğ. ) , Sivas i line bağlı İmranlı i l­ çesinin eski adı. Bk. İMRANLI. HAMIDE BAN(J BEGÜM ( 1 527 - 1604 ), Hind - Türk İmparatorluğu hüki'ımdarlarından Hümayun Şah (b. bk. ) ı n eşi v e ı . Ekber Şah (b. bk. ) ın annesi. Hayır v e haseni­ tından ötürü H. B. için, ölümünden sonra Hind tirib ierin­ de kullanılan unvan Meryem Mekanı'dır. Çeşidli kaynak­ larda ve Hiimayiinname'de Ahmed Cami soyundan ve Mir Baba Dost (Ali Ekber ? ) un kızı, kendisine Mah Çicem diye hitab eden Hoca Muazzam'ın abiası olduğu belirtilen H. B. , hı sı mı bulunan Hümayun Şah'a : « . . . öyle birine varacağı m ki elim onun yakasına varabiisin ; elimin ettğine bile varamayacağını bildiğim birine varmak i stemiyorum» diyerek kırk gün kadar direnir, zorluk cıkarır. Nihayet, 1 54 1 Ağustos'unda, Patr'da evlenirler. Nikahları, ulemHan Mir Ebu'! - Baka tarafından kıyılan Hümayun ve H. B.' nun ilk eviadları Ekber, 6 Ekim 1 542'de Örnerkut ( Amr Kut) ta dünyaya gelmiştir. Kandahar, Askeri'nin elinde bulun­ duğu sırada, oraya yaklaşan Hümayun, Askeri'nin baskını ile geri çekili r ; karısı H. B. ve 30 kişi ile İran'a sığınır ( 1 54 2) . Fakat henüz süt ana kucağındJki oğlu Ekber, Askeri'nin eline geçer. Hümayun'la birlikte birçok çetin çöl seferlerinde hazır bulunan H. B. , kocası ile bazı dini ziyaretler de yapmış, ceddi Ahmed'in makberesinin bulunduğu Cam şehriiıe de gitmiştir. 1 5 54'te Sebzvar'da bir kız çocuğu doğuran H. B. , oğlu Ekber'i ancak 1 5 Kasım 1 545'te görebilmiştir. H . B. , a z sonra Mah Çu­ çek'i ortak olarak kabule mecbur kalmıştır. 1 5 56'da koca­ sının öldürülmesinden sonra Ekber tahta geçirilince H. B. , Gülbeden ve hanedandan diğer birkaç hatunla birlikte,

440

HAMIDE BANO BEGOM

HAMiDE BANÜ B EGÜM : Ekber'in doğumu dolayı­ siyle yapılan bir şenlik (yüzü örtülü kadın H. B. olmalıdır) oğlunun hükümdarlığının ikinci yılında ( 1 557) , onun yanı­ na gitmiştir. Delhi, Agra v. b. gibi şehi rlerde birçok hayran bu­ lunan H. B. Hacdan dönerken, Haremeyn ahilisinden 300 kişiyi beraberinde Delhi'ye getirmiş ve Arap Saray adlı imiretini yaptıracak, Hindisıan'a göç eden bu Müslümanlara iş ve gelir sağlamıştır. H. B. , Delhi yakınındaki Hümiyun Şah Türbesi'nde gömülüdür. HAMIDELI (Coğ. ) , Isparta sancağının eski adı. Bk. ISPARTA. HAMIDI (İsfahan, 1439 - 40 - - ? ) , Fatih Sultan Mehmed'in Musahip'lerinden olup, kasideleri ile ün almış Türk şairı. Fatih'in Acem şair, alim ve murasavvıflarına verdiği kıymeı, onları hi mayesi sebebiyle, soyca Türk olan H . , saray çevresinde nüfuz ve ehemmiyet kazanmak için kendisini Acem olarak tanıttığından Hamidi - i Acemi, Hamidi - i İrini diye anılır. 1 . Hayatı. H.' nin muhtelif şii deri, bilhassa Haıb - i Hal adlı mesnevisi sayesinde tahsil ve hayanna dair �peyi bilgi edinmekteyiz. Ruhunun, Vahdeı Burcu'ndan başlayarak Çarh - ı Atlas, Zuhal, Müşteri v. b. manevi alemlerde «seyr» den sonra Kevn ve Fesad alemine (dünyaya) erişip, Anasır - ı Erba'a'dan g�çerek nihayet ruh - ı hayvini merte­ besine sefer ettiğini anlatan H. , d oğuşunu, böylece, tasav­ vuftaki Ka vs - i Nüzul felsefesine dayanmak suretiyle ifade etmiş oluyor. Daha sonra nefs - i insini mertebesi'ne eriş­ miş, Rabbini ilimleri tahsil sayesinde insan oğlunun mecazl dünyasında Allah'ın binlerce nurunu sezmeğe başlamıştır. Babası, onun tahsil görm�sini isıediği için, «her babtan ilim, fazl ve idab» bilgisi edinmişse de, kaderine şiirlik

-

HAMlDl

düşmüştür ( Külliyal - 1 D i van - 1 Mevlana Hamidl, 5. 23 36) . İsfahan'da doğup (H. 843 ) yetişen, önce Şirvanşahlar Sarayı'na inıisab eden H. (Fuad Köprülü, Edebiyat Ara[­ l ı r malarl , s. 1 39), burada şiiriere kıyınet verilmediğini gör�rek, dostlarını perişan halde bırakıp sefere çıkmış, her şehirde bir yıla yakın bir «kemal sahibi» n : n h izmetinde bulunmuş, otuz yıl süren bu seyahaıi sırasında birçok yer­ leri gezip dolaştıktan sonra, gariplerin himaye olunduğu Anadolu'ya gelmiştir ( K. D. M. H. , s. 1 36 v. d. , 1 67 ) . Acem ilim, şaır, doktor v e muıasavvıfların iltifat görüp himaye edildiği H. 864 ( 1459 - 1460) 'de Fatih'in sarayına intisabla, kendisini Acem olarak göstermiş ve ona Musahib olmuştu. Hakkındaki medhiye ve gazellere alıunlar, hatta bir gazel için on altun ihsan eden bu nüktedan padişah, bu tarz şiirlerinden dolayı H.'ye her yıl beş köle, at ve hil'at İhsanında bulunuyor, ömrü yirmi yıla yakın bu ni'­ metler içinde geçiyordu. 88 1 ( 1476) 'de Keffe'nin fethi üzerine yazdığı ka ride için hil'atlardan başka, iki cariye de ihsan olunmuştu. İhtiyat�ızlık ederek bunlar yerine, «erizi, bir çift öküz balışetse idiniz de köşeme çeki le idi m» demesiy­ le Fitih'i gücendirdiğinden, I. Murad'ın ıürbe ve imareti şeyh­ l i ği vazifesi ile Bursa'ya gönderilmesi emredi lmiş, bunu kabul etmemek isıemişse de, devlet büyüklerinden birinin, padişah kahrıodan çekinilmesi Iazım gt"ldiğini söylemesi üzerine Bursa'ya gitmiştir ( Ayn. eır. , s. 14, 37 - 4 1 ) . Kendisini çe­ kemeyenlerin haset ve iftiraları yüzünden, İskenderiye fethi sırasında gönlü gamlı, gözü yaşlı halde Sultan 'dan uzak bulunduğundan dert yanan H. , ettiği k üstahlıktan pişman, fakat yeni vazifesinden memnundu. Bu sırada yazdığı kaıi­ de'lerinin hemen hepsinde, çektiği vicdan azabından şika­ yetle, Fatih'ten afvedilmesini di ler. Yine kendi şiirlerinden, Murad l.'ın türbesini her gün zi1 aretle Kur'an okuduğunu, mevcut oıuz Hifız'dan herbirinin günde birer cüz okuduk­ larını, Kur'an'ı yanlış okuyarak sayfaları çeviren küçük h i­ fızlardan memnun kalmadığını, kısacası, bu vazifesindeki çalışmalarını öğr�niyoruz ; kendisini ziyarete gelenlerden, İmaret'in nasıl idare edildiğinden, çevresinde memnunluk uyandırdığından da bahseder. Köleleri, kadın ve çocukları, dostları Mısır'a, veya Acem diyarına gitmesini söylemişler­ se de, o, Fatih'in mülkünden ayrılmak istememiş, haline kanaat ve sabırla bir yıl Bursa'da beklemişıir. Sonunda, Padişah'ın yakında sefere çıkacağını, kendisine ordusunda Mülazimlik verildiğini bildiren emri alır (Ayn. eır. , s. 4 1 - 54 ) . Bundan sonraki Kaıide'lerinde, Terd - i bend v. b. şiirlerinde Konya sahrasında Gevele Kal'asr'nın ve Kon­ ya'nın, Agriboz'un fethi, Edirne'ye geli�leri, bayram, rama­ zan ıebrikleri, bahariyeler, Midilli ve Eflak'in fethi, Arna­ vudluk seferi, Keffe'nin, Karaman Kal'ası, Yemen'in fethi, v. b. ordu'nun İsıanbul'a dönüşüne kadarki hadiseler yer alı r ; bu arada Fatih'in kılıcını, oıağını, atını, kasr ve ordu­ sunu, yaptırdığı hamamları tasvir eden medhiyeleri de az değildir ( Ayn. eır. , s. 54 - 323 ) . Hayarına dair bilhassa kendi şiirlerinden faydalanarak bilgi edindiğimiz H.'nin 875 Cemada l l . ( 1470) 'de doğan Aziz Mahmud (,iyn. eır. , 5. 1 5 8 ) , hemen bütün kaynak­ larda hayatından ve eserlerinden bahsedilen ve devrinin ta­ nınmış şairlerinden Celili (S. N. Ergun, Türk Şairleri, c. II. , İst. , 194 1 , s. 948 ) olmak üzre iki oğlu vardır. Şiiri­ mizin ne zaman, nerede öldüğü mes'elesine gelince, bu hu­ susta bilgi edinmek şimdilik mümkün olamadı. 2 . E•er ve Husıisiyetleri, Şöhreti. H.'nin çoğu Farsça, birkaçı Arapça, azı Türkçe şiirlerini içine alan D i ­ f!an'ının kendi el yazısıyle, Fitih'e sunduğu iki yazması ele

HAMlDl

·

- HAMİDİYE ETFAL HASTAHANESi

geçmiş olup, fotokopisi basılan nüshanın sonundaki kayid­ den H. 886 Ramazam ortalarında (Kasım, 148 1 ) tamam­ Iandığı anlaşılıyor. Bir nüshası kitapcı Raif Bey'de bulunan Farsça Fal - Name (başka adı Cam - 1 Suhangüy ) , yirıe kendi el yazısı i le olup Fatih' e sunulmuştur. Manzum Tevarih - i Al - i Oıman'ı ise henüz ele geçmemiş bulunuyor. Pek de iyi hatrac olmamakla beraber, çağdaşlarınınkiyle karşılaştırı­ lınca işlek ve pişkin yazısı olan H. , Fatih'in emriyle ve kü­ tüphanesi için istin�ah ettiği Delayilü'l - İ'caz, Iıtrlahat, M ü/· redat - 1 İ b n BaJiar adlı eserlerin yazma işinin sona ermesi münasebetiyle tarih'ler düşürmüştür ; bunlardan, henüz ele geçmeyen ilk ikisinin tamamlanması H. 867 ( 1 462 - 63 ) , b i r nüshası Kayseri Umiımi Kütüphanesi'nde Raşid Ef. yaz­ maları arasında mevcut Mü/redat - i İbn Bayta r'ın ise 868' dedir (Ayn. esr. , s. 338 v. d. ) . H. 'nin eserleri arasında mühim olanı, tertip ba kımın­ dan biraz karışık sayabileceğimiz, 530 sayfa tutan Divan'ı­ dır ; dağınık sözleri toplamakian tevbe ettiğini söylemesi de, bunu tertipierken epey i sıkı ldığını anlatır ( Ay n. eJ r. , s. 528 ) . Divan'ı, hayatıyle yakın alakası dolayısıyle yer yer üzerinde durduğumuz Medhiye'leri, HaJb - i Hal - Name ad­ lı mesnevisi dışında Gazel, Krı'a, Mu'amma, Rüba'i, Mu­ vauah'larını içine alır. Tari h kıt' aları'nın çoğu, kasideleri gibi bilhassa kendi hayatı, Fatih'in zabtettiği yerler, yeni yaptırdığı hisar ve kervan - saraylar v. b. ile alikalıdır. Teb· rizli bir şiiı le karşılıklı söylediği bir Mu'amma'sı da bulu­ nan H.'nin bu tarz şiirleri, yakından tanıdığı, bazıları çok mühim kimselere dair fikir verdiğinden kayde değer. Sayı­ ca az olmayan rüba'i lerinde, bu nazım şeklinin başlıca hu­ siısiyetini teşkil eden felsefi fikirlere hemen hiç yer verme­ miştir. Bunlardan onikisini, Fatih'in, iç ve dı şını tasvir et­ tiği orağı, beşini kılıcına nakşedilmek için yazmış, H. 872 ( 1467 68) tarihini göstereni, orağının kapı sına nakşedil­ miştir ; hamam v. b. tasvirlerini içine alan rüba'i'leri de yok deği ldir. Muvauah'ların :la da, ele aldığı mevziılar ba­ kımından hemen bütünüyle krt'a, mu'amma ve rüba'i lerinin hususiyetlerini görürüz. H.'ııin Divan'ı, yalnız kendisinin hayat ve husiı�i}·etlerini deği l, Fatih devrine dair muhtelif hadiseleri, Türkler'den başka Arap, Acem, Hind alim, şair, mutasavvıf, miısıkişinasları, doktorları, din adamları ve şeyh ler, san'at sahipleri v. b. hakkında çok miihim notları içine ald ·ğından, Fatih devri üzerinde çalışanlar için mu­ hakkak gözden geçirilmesi lıizım gelen bir kaynak sayıla­ bilir. Şiirin baştan sona kadar ahenkli, "selis, san'at l ı, tek­ rarlarddn uzak, renkli, her sözünün yerinde kullanılmasına tarafdar olan H.'nin, bir gecede Fatih'i medih yollu uzun Kaside, Terkib - i Bend yazıvermesi, Yalıidi'nin Bursa'dan yolladığı Gaze/'ini hemen cevaplandırması, in,anı şaşırtacak ölçüde nekadar çabuk şiir söyleyebildiği husiısiyetini ortaya koyar (Ayn. esr., s. 19, 274, 1 80, 527 ) . Fatih'in medhinde De/ter - ü Divan düzdüğünü, zaferiere aid şii rlerinin çoklu­ ğu yüzünden kend ısine «şai r - i fethiye - giı», «şair . i medhi­ ye h v an• denildiğini söyleyen bu veliıd şaire ün kazandıran muhtelif nazım şekilleriyle yazdığı medhiyeleridir (Ayn. esr., s. 264, 267 ) . Nazirelerinin çoğu, tuttuğu bu yolu rü'yasın­ da bile görmeyen Selman'ın ka•idelerinedir ; bu meıhur Acem şairine Fatih'in emriyle yazdığı Terkib - i Bend'i de vardır ( A yn . esr., s . 1 20, 1 24, 1 29. 1 35, 285 ) . Şiirlerinden beyitler naklettiği Zahir Faryabi'ye de nazireler yazdı (Ayn. esr., s. 98, l l l , 1 2 1 ) . Beğendiği başka Acem şairleri bil­ hassa Sirazlı Hafız, bir Muamm,fsına Fatih'in ad ve ün·

44 1

vanlarıyle cevap verdiği Cimi'dir (Ayır. esr., s. 342, 525, 528, 474, 487 ) . Şiirlerini Tebriz bülbüllerinin önünde oku­ duklarını söyleyerek kendisini öğen H.'nin bir gecede yaz­ dığı kasideye naziresi olan Kabiıli ( Kül/iyat - 1 Divan - 1 Me vlana K:ıbuli, İst., ı 948, s.178 v. d.), Sehabi . rakrir et­ tiği Hadis'le- de yüz. yanlış bulunduğundan, cahi lliğinden dolayı hicv ettiği Vahidi hakk ındaki ölüm tarihlerinden onlarla dostluğu da anlaşılır (K. D. M. H. , s. 429, 340, 5 24 ) . Artık çok yaşlandığını söylediği Ali ' Udi 'nin, şiirle­ rini Rast makamında çaldığına dair mühim notu (Ayn. esr., s. 5 24 ) , eserlerinin miısiki toplantılarında kazandığı şöhreti de göstermektedir. B ibliyografya. Fuad Köprülü, 1925 - 1926'da basılan Meddahlar, 1 934'de n eşeedilen Ozan adlı makalelerinde faydalandığı, Fatih devri siyasi ve ed�bi hayaıı için mühi m bi lgileri içine alan Hamidi Divan'ına dikkati çekmiş, bir nüshasının Tari h - i Osman i Encümeni, ötekinin İstanbul Arkeoloj i Müzesi'nde bulunduğundan, İbrahim Aczi'nin bir yazması İ. Ü. Kütüphanesi nde mevcut Karaman tarihi'nde verdiği oldukça geniş bi lginin Necib Asım'ın İ kda m'daki Mechu/ B ir Şair : Mn/la Ham idi başlıklı makalesinde bula­ sa edi ldiğinden, H.' nin, sanı 'dığı gibi hiç de bi linmeyen bir şair olmayıp, Belig'in Güldeste'sinde oğlu Celili'ye dair bilgi, 'Ata Tarihi'nde (İst., c. V., 1 292, s. 160 . 224) şiir­ lerinden seçi lmiş parçalar bulunduğundan bahsetmişti r (Ede­ biyat Ara[ltrmalarr, Ankara, 1966, s. 1 39, 200, 377 ) . T. O. Encümeni'ndtki Divan'ı bu gün Türk Tarih Kurumu Kü­ tüphanesi'ndedir ; İsmai l Hikmet Ertaylan tarafından foto­ kopisi Kül/iyat - 1 Di va, - 1 Mevla na Hamidi adıyle, baş kısmına Hamidi - i İ s/ rha n i ve Eıerleri başlıklı araştı rmanın ilavesiyle (S. VI + 92) basılmışt ı r ( İst., 1949) . İ. H. Er­ taylan, zikretmemekle beraber, F. Köprüiii'nün yukarıda kaydettiğimiz notlarından (Krş., s. 3, 8, 1 0 ) , başka kay­ naklardan, bilhassa H.'nin Divan'ından faydalanmıştır. Bu yazınada değil, İ. A. Müzesi'ndeki nüshada bulunan mühim şiirinin neşri ve tahlili için bk .. Ahmed Ateş, «Fetihten Az Son ra Bir İJtanbul Tasviri», Fatih ve İstan bu l , c. I., nu. ı . , İst., 1953, s. 2 v. d . Biz, büıün bunlardan başka, madde dahilinde kaydettiklerimizden anlaşılacağı üzre, bilhassa Hamidi Divanr'nı tedkik suretiyle elde ettiğimiz notlardan faydalandık. - F. A. T. BAMIDI MÜSLİM ÇELEBİ (Biyog. ) : bk. MÜSLİM ÇELE Bİ, Hamidi. DAMİDIYE (Coğ. ) , Kastamonu iline bağlı Azdavay ilçesinin eski adı. B k. AZDAVAY. DAMİDIYE (Coğ. ) , Adana iline bağlı Ceyhan ilçe­ sinin eski adı. Bk. CEYHAN. HAMIDIYE ( Coğ. ) , Zonguldak iline bağlı Devre k ilçesinin eski adı. Bk. D E VREK. DAMİDIYE (Coğ. ) , Balıkesir ilinin Kepsut ilçesine bağlı Durak bucağının eski adı. Bk. DURAK. HAMIDIY E (Coğ . ) , Niğde iline bağlı Ulukış l a ilçe­ sinin eski adı. Bk. ULUKlŞ LA. HAMID IYE ÇARŞIS I : bk. ŞAM. HAMID IYE ETFAL HASTA BANES I (Şi§Ii Çocuk Basıah inesi ) , II. Sultan Abdülh amid tarafınd an yaptırıl­

nıış, modern bir tıp okulu hizmeti de görmüş buluna n ün l ü Türk hastaha nelerin den biri. II. Sultan Abdülh amid'in kızı Hadice Sultan 'ın ölümü üzerine padişa h, bir çocuk

44 2

HAMIDIYE ETFAL HASTAHANESI - HAMiDIYE KRUVAZ ÖRO

vay caddesinden hastahaneye yolun başlangıç nokra9 - 1 042 ) . kardeşi Il. İdris el - A'Ii - bi'llah ( 1 042 - 1046 + 1 0 5 3 ) , · I . İdris'in oğlu I. Muha'll med el­ Mehdi - bi 'llah ( 1 046 - 1 0 5 2 ) . I. İdris'in küçük oğlu III. İd ri s el - Muvaffak - bi'llah ( 1052 - 1 0 5 3 ) , yukarıda anılan el - Kaasimu"I - Vasık ( 1054 - 1 055, I l . Kaasim el - Müs­ ıi'li bi'llah sanıyle), 10. melik olarak Il. İdris'in oğlu I l . Muhammed ( 1054 - 1 057 ) . 41 yıl lık Malaga melikleri­ nin sonuncusu olan bu zatın kızı Zeyde, Kastilya kralı VI. A lfonso ile evlenmiş, Elisabeıh adını almış, 1095'te ö lmüş ve çocukları olmuştur. Bu suretle 19 yıl el - Cezire prenslik, 4 1 yıl Malaka krallık, 19 yıl da Kurtuba impa­ ratorluk tahtını işgal eden H.'ler son bulmuştur. ll. Muhammed'in kardeşi Emir .Abdullah, onun oğlu Emir Muhammed, onun oğlu da büyük coğrafya bilgi­ ni eş - Şerifü'l - idrisi Ebu - Abdullah Muhammed ( 1 100 ı L 66) 'dir. Bk. İDRISİ. H.'lerin yerine Muvahhid hane­ danı geçmiştir. HAMMUR�Bİ (M. Ö. 1728 - 1 686) , kanunlarıyle meşhur Babil kralı. M. Ö. 2000"den sonra Babil'e gelen Ken'anlı tabakaya bağlı idi. Siyasi hedefi, M. Ö. 1950'den sonra birçok önemsiz küçük devlet halinde parçalanan Ba­ bil'i tekrar birleştirmek idi. Bu hedefe, Larsa kralı Rims Sin"i yendikren sonra erişmiştir ( M. Ö. 1700 ) . H. , Babil hukukunu tedvin için yapı lan e n büyük te­ şebbüse adını vermiştir : Codex Hammurabi. Bu eser Sumer dilindeki Urnammurun ve Lipiıiştar'ın ve .Akkad dilindtki Bilama'nın kodeksieri gibi eski kanun kül liyaıına dayan-

·

H.AMMUR.ABİ

HAMMURABİ - HAMSE

453

makla beraber, zenginlik ve düzen bakımından onlardan Türk makam ve usulleri i le yazılmış i lahilerinden başka, 1 8 çok üstündür. Çivi yazısını kullanan bütün dillerdeki ko­ Perner Kar - ı nakıt, beste, semai ve şarkısı zamanımıza deksler Codex H. nin değeriyle mukayese edilemez. Codex kalmıştır ve H. un yüksek bir bestekar olduğunu gösterir. Hamparsum notası : bk. NOTA Y AZlSI. H. nin aslı, 2,25 yüksekliğinde olup 1902'de Susa'da keş­ fedilen ve şimdi Louvre'de bulunan bir diyorit sütunudur. HAMPDEN [hqımpdln] , John (Londra 1 595 - Thame H. , kanun alanındaki bu faaliyetinden başka, idareci 164 3 ) , İngiliz si y aset adamı. Hükümdarların keyfi siyaseti­ olarak da çok önemli ve büyük faa liyeılerde bulunmuş, eko­ ne karşı cephe alarak sh 'p money ( = gemi parası ) vergi­ nomi ve kültür bakımından da mükemmel bir me'mur küt­ sinin ta h sil i ne engel olmuştur ( 1637 ) . Büy ük İhtar ( Grand lesine dayanarak ülkesini yüksek bir seviyeye eriştirmiştir. Remonstrance) ı yazanlardan biri olup, iç savaşta Cromwell HAMP [a] , Pi erre ( asıl adı : Henri Bourillon ; Nice (b. bk. ) ın ordusunda çarpışmışnr. 1876 - Le V e sinet 1962 ) , Fransız yazarı . .Aşçı ve Chemin HAMPSHIRE [hqımpıir] , İngiltere'nin güneyinde, de fer du Nord Kumpanyasında me'mur olarak çalıştıktan Manş Denizi kıyısında bir kontluk. Nüfusu 1 336 794 ( 1961), sonra Nafia Okuluna girmiş ve mühendis olmuştur. Na­ yüzölçümü 4 273 km• dir. Me r kezi Wi n ch ester' d ır. türalistlerin izınde yürüyen bir gerçekçi olarak, meslek­ HAMPSTEAD [hqımpstld] , Londra'nın kuzey - batı­ leri inceleyen birtakım romanlar yazmıştır. La Peine des hommes ( İnsanların gücü) genel başlığı altında çıkan sındaki banliyölerden biri. Şehir merkezinden 6 km mesa­ bu romanlar, 12 ci ld tutar. Bu arada ay rıca Enqu etes diye fedeki bu semtin nüfusu 98 90 0 'dür. Uzun süre hukukçu­ lar, sanaıkarlar ve yazarların tercih ettiği bir yer olmuştu r. adlandırdığı araştırmalar yayınlamıştır [5 cild]. Bu eserler HAMPTON COURT [hqı mptln k.Jrt], G reater Lon­ Gueules noires (Kararmış yüzler) [ 1 938] ; En passant par la Lorraine ( Lorraine'den geçerken ) [ 1 947] gibi eserlerdir. İkin­ don'ın güney - batısındaki kraliyer şarosu. Thames kıyısında ci bir seriyi de Gens ( İnsanlar) genel başlığı altında çıkar­ ve güzel bir park içinde bulunmaktadır. Kardinal Wolsey mıştır. Bunlar Bra11es Gens de Fran.e ( Babacan Fransızlar) tarafından 1 526 yılında VIII. Henry'ye armağan edi lmiş [1939] ; Gens de Ca!ur (İyi Yürekli İnsanlar) ( 1 94 1 ] dür. olan H. C. , II. George devrine ka d ar kral konağı olarak kalmıştır. İnşa ettiren de Kardinal Wolsey'dir. l l l . Wi lli­ HAMPARSUM LİMONCUYAN (Keman i Baba ; İ s­ am'ın iradesiyle Ch. Wren 1689"dan i'tibaren bu eski Tudor tanbul 1768 - H a s k ö y şarosunun onarımı ile meşgul olmuştur. Şato halkın ziyare­ İstanbul - 1839), Erme­ tine açıktır ve burada kraliyer resım koleksiyonunun bazı ni asıllı bestekar ve kısımlarıyla değerli goblenh:r vardır. nota mucidi . Harputlu HAMRİN, Cebel, I rak'ta bir dağ sırası. Dicle'nin Serkis'in oğludur. Be· doğusunda, kuzey - batıdan güney - doğu ya uzanarak, Zag­ yoğlu'nda Ağa Camii ros'un dağ önü alüvyon ovası ile Mesopotamya ovası ara­ yakınlarında, Çukur So· sında 300 km uzunluğunda bir sed teşkil eder. Dicle, kaktaki bir evde doğ· Şatt'ül - Adaim ve D i ya l a nehirlerinin açmış oldukları dar du. Ailesi fakirdi. İlk vadiler H. dağlarını keser. tahsilden sonra bir ter­ HAMSE, biri Güney Azerbaycan'da, diğeri de İran'ın zinin yanına çırak girdi. Fars eya l et i nde olan iki idari bölgenin adı : Pek zengin ve tanın­ Azerbaycan H.'si, doğudan ve güneyd�n Kazvin ve mış, aynı zamand a mu· Hemedan eyaletleri, batıdan Afşar ve Gerrus sancakları, sikisever b i r Ermeni kuzey - batıdan Azerbaycan ve kuzeyden Gilan eyalerleri i le iiiesi olan Düzyan'lar çevrilmiştir. İdare merkezi Zencan (Zengan ) şe h ridir. Vila­ tarafından himaye edi l­ yet, çok eski çağlardan beri çeşitli Türk boylarının yaylak d i. Onların Kuruçeş­ ve kıştak hayatları için çok uygun ve elverişl i bir saha ol­ me'deki sarayımsı yalı­ muştur. Azerbaycan H.'si, tamamen Türklerin yaşadıkları Ianna d evama başladı HAMPARSUM LİMONCUYAN bi r bö lgedir. Esas kürleyi, Şahseven adı altında toplanan ve mu�iki öğrendi. Mevlevihanelere ve Ermeni kiliselerine Türkler meydana getirir. Bunların en önemli kolu Afşarlar­ gitti. Beşiktaş Mevlevihanesi'nde kudümzenlik yapan Büyük dır. Bunlardan başka, ayrı kabile adı taşıyan Türkler de Dede İsmail Efendi ile tanıştı. Ders aldı ve teşvik gördü. vardır. Usan lu, Mukaddem, Bayar, İnanlu, Hudabendelü, III. Selim'in huzuruna kabul edi ldi ve bu padişahın Çekni, Yılmaç, Tırpah lu ( Torpah l u = Toprak l u) gibi. teşvikiyle meşhur n otasını icad etti (bk. NOTA YA· Sisaniler devrinde kuzey ve güney Azerbaycan'ın çe­ ZISI ) . Kiliselerde muzısyen olarak hizmet etti. Yaptığı şitli yerlerine yerleştiri len veya o toprakları ele geçirerek nota dolayısıyla kıskan ç lıklara maruz kaldı. Hasköy'deki yerleşen Ak Hun ve Kaçarların da d a hil bulunduğu Ağa­ evinde musiki dersleri verdi. 71 yaşında öldü ve Beyoğ­ çeri ler ile Sabı r Türkleri de V ve VI. yüzyıllard a bu top­ lu'nda Surp Agop E• meni mezarlığına gömüldü. 6 çocuğu raklara gelip yerleşmişlerdir. oldu. Biri, neyzenlikle tanınmış Zenop Lımoncuyan'dır. Sisaniler devrinde Nuşirvan, Türkleri Kuzey Azerbay­ H. , kemandan başka biraz tanbur da çalar, aynı za­ can'dan boşaltmak veya hiç değilse bu bölgede Türk ço­ manda iyi okurdu. XVIII. yüzyıl Türk k lasi kl eri n i III. Se­ ğunluğunu a 'altmak için türlü çarelere baş vurmuştur. lim'in emriyle yaptığı nota ile 6 defter halinde yazdı. Bu Türklerin güney bölgelerine sürülüp onların yerlerine Fars­ defterlerd en 4'ü kaybolmuştur, 2 si elimizdedir (İstanbul ların getı rilmesi, işte bu tarihi Fars siyasetinin neticesidir. Belediye Konservaıuvarı Kütüph ane si No. I. 6 1 7 ve İsıan­ Sisaniler den sonra, Arap hakim i y eti devrinde, H. ve bul Belediye Kütüphanesi) . Fakat ondan alı n mış ve y azıl ­ çevresind e Türk unsuru yeniden artmaya başlamıştır. Tür­ mış defterler vardır. H. notası, Batı notasının kesin yerleş­ kistan' d an gelen Türkmenler Güney İran ile birlikte He­ mesine kadar çok tutulmuştur. Ermenice, fakat emsali gibi medan, Kazvin ve H. bölgelerine yerleşmişlerdir.

454

HAMS B

Gazneli Sultan Mahmud ve oğulları zamanında, Tür­ kistan ve Hora san taraflarından kalkan ve Selçukluların öncüleri sayılan Oıiuz Türk leri, hüyük tor lu luk lar halinde .Acem Irak'ı, Rt y, hfahan, Hemedan ve bütün Azerbaycan'ı t llerine ıı:eçi r m i ş ler ve gelenler i n büyük çoğun luğu buralar­ da yerle$ip k.ılmrşlardır. Bu bölgelerde Türk unsurunun gittikçe artmakta olduğunun ıaı ihi delillerinden biri de, Selçuklular zamanında Rey, Hem• dan, Kazvin, Cehel ve Deylem taraflarında ve Ba�dad'dan .Azeı bavcan'a giden yol üzerinde Türkçe adlar taşıyan şehir, kasaba ve kale sayısı­ nın çok luğudur. Oğuz Türklerinin ıtüneyden .Azerbaycan'a akın etme­ leri Ctlaleddin Harezmşah devrinde d�ha çok arımıştır. Bu bölgedeki Türk nüfüsu. Moğol lar devrinde en yüksek sevi­ yesine çıkmıştır. H. de, bu devirlerde Türklerin yeı leşıiği böl,ıo:elerin en önemli lerinden biri olmuştur. Ekbt r \e Zencan şehirleri arasındaki Sultaniye şehri bu de•irde kurulmuştur. .Ayrıca, bu ş• hrin kuzeyinde 35 kadar Tüı k köyü meydana gelmişti r. Bu Türk çoğunluğu. birçok yerlerin adlarının da Türkçeleşmesi neticesini vermiştir. 18 I 3 'teki Gülisıan Barışı ile Kuzey .Azerbaycan han­ lıklarını n Rusya'nın hakimiyeti altına girmesi ve Rusların daha güneye inebi lmek için fırsat gözlemeye başlamaları üzerine, Ftth Ali Ş•h Kaçar, 1826 - 1828 savaş iarına hazır­ lanırken, bu bölgeye büyük önem vermişti. Sulıaniye'yi, Sulıanabad adı ile yen'den kurarak buraya bir kale y•p­ tı ıdı. 1826 savaşı başlarken, .Abbas Mırza Kaçar, 65 000 kişılik oı dusu ıle burada toplanmıştı. Fakat 1828 de İran'ın imzaladığı Tüı kmençay b.ı ı ışı ile, İran hükümeıi H. üze­ rindeki büıün faaliyetlerin i sona erdirdi . Bugünkü H . vi layeıi bölük ve 1-ölükat adı altında 7 sancağa ayrı lmıştır. Sancak lar Zencan, Zencan - Çay, Ek­ ber - Çay. İc - Çay, Engüran, Tarumat ve Hudabendelü'dür. Vı la eıit'ı merkeli olan Zencan'ın nüfüsu 20 000 kadardır. .Azeıbaycan·ı İran'a b.ığlayan Tebriz - Ka zvin demiryolu da buradan g•çer. H , II. Dünya H.ıı bi'nden sonra Tebriz'de kurulan muhrar .Azerbaycan hüku meti i le Tahran hükümeti arasın­ da anlaşma7.lık konum olmuştur. Tebriz h ük lımeti H.'yi, Kazvin ile Hemedan'a kadar, Azerbaycan'ın ayrılmaz bir bölümü sayarak kendine bağlamış ve bu bölgeyi savunmaya karar vermişti. Fars H . 'ne gelince, resmi taksimata göre burası, Fars eyaJetinin 8 vilayetinden biridir. Fakat eyaleıin merkezi bu­ lunan Şi raz'dan çok uzakta olması d·•layısıyle. fiilen müstakil denebilecek bir haldedi r. 14 sancağa ayrı lmıştır. Nüfüsu 2 � 0 000 - 300 000 a rasındadır. Bu vilayetin de büyük çoğun­ luğu Turkıür. T ürklerin büyük çoğunluğu da, Fars eyaJe ti­ nin dığer bi rçok vilayetlPrinde de yine çoğunluk halinde bulunan K•şkay Türklerinin bir koluna mensup olan lardır. HAMSE (Ar. = beş ) , İran ve Tüı k edebiyatlarında, umumiyetle, beş me;neviden vücuda gelen ve bir san'liıkar tarafından yazılan mecmualara verilen ad. Bu manada ı lk olarak, Penf - genf adı ile beş mesnevi kaleme alan Niza­ mi - i Geneevi (ölm. H. 597/ 1 200 ) tarafından kullanılmıştır. Onun H. si Rusrev ii Şirin, Ley/i vii M ecn ı. n , He/t - peyker, lskendername ve Mahzenii'/ - esrar adlı eserlerden meydana gelmiştir Ondan sonra Husrev · i Dihlevi ( L 2 5 3 - 1 3 2 5 ) Şirin ii Hu.rrev, Mat/au'/ - envar, Mecnun ii LeJii, .Ayine - i i ıken­ deri ve Heıt behi[t'ten mürekkep bir H. yazmıştır. Onu da Hacüy i Kirmani ( 1 290 - 1 3 n ) mesnevilerinden kurulu H. siy le takip etmi�tir. •



.Abdurrahman Cami ( 14 1 4 - 1492 ) nin He/t - evreng'i­ nin bir kısmını teşkil t:den H. si şu mesnevi leıi i�ine alır : Tuhfetii'/ . ahrar, Sübhatü'l - tbrar, Yuıuf ii Züleyha, Leyli ı ii Mec n u n ve Hıredııame - i isl:.enderi. Afrıca Hat fi (ölm . 1 5 l l ) nin, Hi lali ( ölm. D 2 9 ) nin. Feyz.i ( 1 547 - 1 5 9 5 ) nin ve daha birkaç şaırin H. leri olduğu bilinmtktedır. Tıirk edebiyatında H. edebi nev'inin ilk ünlü şahsiyeti Çağaray şairi Mir Ali Şir Nevai (b. bk. ) olmuştur. Onun Nızami ve Husrev rarzında tertip ettiği ve 14ıı4'te tamam­ ladığı H. si, aş. yu. 64 OuO beyi t tutmaktadır. Bu H. nin ilk mahsulü Hay reı ii / - ebrar'dır. Dığerleri de Perbad ii Şi­ rin, Leyli vii Mecnun, Seb'a - i Seyyare, Sedd - i İıkenderi'dir. Nevai, H. sinde çok beğendiği kla.ik İran edebiyan­ nın ince ve yüksek hayallerini, Türkçe olarak ifade ederktn kendilığİnden de çok şeyler katmış, milli ve sosyal hayattan da buraya canlı levhalar t kiernesini bilmiştir. Abdurıahman Cami'nin, onun H sinin N , zami ve Huiı ev'inkilere bile üstün o lduğunu söylemesinde m ubalaganın payı bulunsa bile, bu H. de milli gayeye uygun bir plan tasavvur edil­ dığini söylemek yanlış olmlyacıktır. İranlı üsıadlar bu nevi­ den eserlerinde olayların akışındaki ttferı uaıa fa zlaca yer verdikleri halde, Nevai böyle yapmamış, daha çok san'at ve ibda gücünü göstermek i stemiştir. .A vrıca, sırası duşıükçe devlet idaresi hakkında da görüşlerini telkin etmek gayrt:tini gösıermıştır. Osmanlı edebiyatında H. sahibi oldukları şuara tezki­ releri ve diğer kaynak larda kayded i len şairler bir hayli ol­ dukları halde, bunlardan, H. leri elde bulunanlar azdır. Bizde ilk H. yazanlar Il. Bayezid ( l48 l - 1 5 1 2 ) devri şair­ lerınden Çakeri ile .Akşemseddinıade Hamdullah Harndi ( 1449 ı 503) dir. Çakeri'nin H. sini te� kil t:den eserler şun­ larddn ibarettir : Yuıu/ v e Züleyha, Leyla ve Mecnun, Va­ mtk ve Azra, Hiiın ve Nigar, Siibe;/ ve Nevbabar. Şöhreıli muıasavvıf Ak şemseddin'in en küçük oğlu olup hemen bütün hayatı Göynük'ıe geçen Hamdullah Ham­ di'nin H. si i se şu mesnevi lerden meydana gelmistir : Yuıu/ ve Z üleyha, Le)la ve Mecnun, Tubjetü'l - uuak, Kl)'a/etııame ve M. viid. O smanlı edebiyatında H. !erin alıın çağı XVI ve XVII. yüzyıllarda yaşanmıştır. 30 kadar eser sahıbi bulunan Lamii Çelebi ( 1472 · 1 532) nin H. kaleme aldığı şüphesiz olmakla beraber, mesnevilerinin sayısı beşin çok ü�tünde bulundu­ ğun Jan, bunlardan hangilerinin H. ye girdığini kesin olarak sövlemek güçtür. Bununla beraber şu beş mesneviyi burada belirtmekte mahzur yoktur : Vam tk ve Aıra, Vay ıa u Ramin, Mak.ıe/ - i H iiı eyin , Şehre - engiz, Ab ıal ve S .�la m • n . Hami­ dizade Ce !ili (ölm. ı �36) nin de H. teşki l etmek üzere bilinen mesnevileri şu şeki lde sıralanmıştır : Hıurev ve Şirin, Leyla ve M ecn u n, Gii/ - i Sad - berg, Cevher - n a m e ve Yu­ suf ve Züleyha. Yıne XVI. yüzyılın tanınmış mesnevi san'atçılarından Kara Fat!i (ölm. 1 563) n n H. sin in şu eserlerinden kurulu olduğu bi linmekte ise de, bunların hepsinin değil, yalnız bazı larının yazmaları kıiı üphanelerde bulunabi lmekıe iir : Gül ve Bülbül, H ii ma ve H ii may ti n , Leyla ve Munun, Lüccetii'/ ­ eırar, Nah/israrı. Buna mukabil Dukak inzade Taşlıcalı Yah­ ya (ölm. 1 57 5 ) nrn H. sine gi ren beş mesnevinin hepsi de İstanbul kütüphanelerinde mevcut olup şu başlıklar la adlan­ dı rılmışlardır : Genciııe - i RJz, Kiıab - i Uıu/, Şah ve Ge­ da, Yusuf ve Züleyha, Giii[en - i Envar. XVI. yüzyı l şairleıi arasında beş mesnevi sah ibi ol­ dukları bilinen, fakat eserlerinin tamamının veya bir kısmı­ nın adlarından başka yazma nüshalarına kütüphanelerde •

HAMSE - HAMSUN, Knut tesadüf edilmeven H . cilerden şunları d a kaydedece,2iz : Be­ hişti (ölm. 1 569) , Fıkrı (ölm. 1 574 ), Muidi (ölm. 1 58 5 ) . . . XVII. yüzyı lda ise en tanınmış H. üstadı Nev'izade Aıai ( 1 583 - 1 63 5 ) olmuştur. Onun, edtl·iyatımızın belki en başarılı H. örn� ği durumunda olan mesnevi leri şunlardır : Nefhatü'l - ezhar, Sohbetü'l - ekbar, SaHname, He/t - hu·an, Hılyetü'l - e/kar. Bunlardan Sakiname'nin bir adı da Alem­

nüma'dır. Sadece bu eserin İ>tanbul kütüphanelerinde otuz dört nüshası bulunduğu düşünülürse, Nev'izade'nin m�sne­ vilerinin ne kadar yaygın olduğu kolavca anlaşı labı lir. Hil­ yetü'l - e/kar müstesna, diğerlerinin de İstanbul'daki nüsha sayısı otuz civarındadır. Bu sonunneral Frank R. McCoy, Tuğg. Geor­ ge Van Horn Moseley gibi generallerin, askeri doktor, mü­ hendis ve deniz subaylarının da dahil bulunduğu 15 askeri personel içinde Binbaşı Şekerciyan, Üsıeğmen H. Kaçador­ yan ve yine m'syonun tercüman v. b. gibi 3 1 yardımcı personeli arasında da Aram Kojessar, Dikran Sericanyan, Dik Ohanesyan gibi Ermep i unsurların bulunmasına rağ­ men, General H. ın Türkler lehinde bir yargrya vararak objektif bir rapor vermesi, onun, şahsi çıkarını hiçe sayan dürüst bir insan olduğunu açıkça göstermektedir. Ameri­ ka'daki Ermeni vatandaşların propagandalarına, Ermeni asıllı misyon mensuplarının çabalarına, Wilson'ın önergesinde açıklanan Hıristiyan Ermeniterin savunulmasına ve «Chi­ cago Tribune»da yer almış 28 Ağustos 1 9 1 9 d.rihli Paris menşeli bir habere göre kurulacak Ermenistan'da askeri Amerikan mandası idaresi başına General H. ın geticileceği kararına rağmen, bu hakbilir Amerikan generali, Türklerin hak ve hukukunun çiğnenmesine taraftar olmamıştır. Gent-ral H. başkanlığındaki Ermenistan'la i lgili Ame­ rikan Askeri Hey'eti, Anadolu ve Kafkaslar'da 30 gün sü-

ren inceleme ve araştırmalarda bulunmuştur. Vapurla fsıan­ bul'a gelmiş olan hey'et, Bağdad Demiryolu ile Adana'ya varmış, burada iki gün kalarak Tarsus ve Mersin'i ziyaret etmiştir. Daha sonra H.tleb üzerinden trenle Mardin'e ve oradan otomobille Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas, Er­ zincan, Erzurum, Kars, Erivan ve Tiflis'e gidilmiş, oradan da trenle Baku ve Batum'a geçilmiştir. Hey'er üyeleri ara­ balada Ulukışla'dan Sivas'a, Sivas'tan Samsun'a, bilhassa Merzifon'a da uğramışlar, Trabzon'dan Erzurum'a, atlarla Horasan'dan Bayazıd'a, Erivan'dan Nahçivan'a gelmişlerdir. Anadolu'yu bir baştan bir başa, Kafkasları yukarıdan aşağı ve doğudan batıya dolaşan ve inceleyen hey't t, dönüşte Ba­ tum'dan Trabzon ve Samsun'a gelmiş ve bütün bu bölge­ lerdeki pek çok yerli ve yabancı kimselerle temas etmiştir. Bu arada birtakım Türk, Ermeni, Rum, Kürt, Gürcü, Rus, Acem, Yahudi, Arap, İngiliz ve Fransız şahıslar, tem­ silcilerle, şehir ve bölgelerin i leri gelen eşrafı ve çeşitli ku­ ruluşların, mücadele hareketlerinin liderleriyle konuşmuş, temas sağlamıştır. Bu tanışma ve görüşmelerin tarih ve Türkler için tn önemlisi, 20 Eylul 1 9 1 9'd a Sivas'ta �izli­ ce vuku bulan 3 saatlik Mustafa Kemal Paşa General H. görüşmesidir. Bu görüşmede H.'ın Mustafa Kemal Paşa'dan sorduğu soruların başlıcaları şunlardır : ı . Kuvva - yi Milliye'nin başlangıç teşkilatı ve bugün­ kü kuvvet derecesi ve şumulü. 2. Gayri müslim unsurlar ve bilhassa Ermeni ler hak­ kındaki görüşünüz. 3. Muavenet ve müzaheret hakkındaki fikriniz. 24 Eylul 1 9 1 9 tarihinde Mustafa Kemal Paşa tarafın­ dan General H. a verilen uzun ve etraflı muhtırada ise : eKendileriyle çok uzun bir zaman bir arada yaşadığı­ mız gayri müslim vatandaşlarımız (Ermeniler, Rumlar, Ya­ hudiler v. b. ) hakkında en iyi niyetlerle samimi duygular beslemekten ve onları da bizimle tam bir eşitlikte düşün­ mekten başka bir görüşümüz ve hissiyatımız yoktur.• c Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu dokuinin hiçbir şekilde yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fik­ rin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapi­ talistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır. Türk milletinin bu dokuine karşı hiçbir temayülü olmadığının ve hatta lüzumu halinde mü­ cadeleye hazır olduğunun» aynen belirtildiği sabittir. Gene­ ral H.'ın, Mustafa Kemal Paşa'nın bu izahlarından mtseleyi tamAmen kavradığı ve samimi bir güven ile Türkiye'den ayrıldığı 9 Ekim 1 9 1 9 günü Samsun'dan, «Martha Washing­ ton• gemisinden yolladığı çok samimi yazıdan da anlaşıl­ maktadır. Nitekim H.'ın Ba�kan Wilson'a ve Senato'ya ver­ diği rapor, Türkiye'de Ermeni meselesi i le i lgili gerçek durumu ortaya koymuş ve Amerikan Senatosu'nun 1 Haziran 1920 günkü oturumunda 23'e karşı 5 2 oyla kabul olunarak mesele Türklerin lehine sonuçlanmıştır. H. , Amerika'ya döndükten sonra Texas'ta Camp Tea­ vis'de bulunan II. Tümen'in komutanlığına atanmış ve bu­ rada Genel Kurmay I l . Başkanlığı'na getirildiği 1 9 2 1 yılına kadar vazife görmüştür. 1922 Aralığında Genel Kur­ may II. Başkanı iken emekliye ayrılmıştır. 1 942 yılı Tem. muz'unda, emekli listesinin korgenerallik sırasında bulu­ nan H. , ı Ocak 1923'te RCA (Radio Corporation of America) idlre hey'eti başkanlığına getirilmiştir. Daha son­ raki yıllarda birçok müh i m Amerikan şirket ve teşekkülleri·

. • •

HARBORD : Amerikan

Senatosu'na sunulan Yakın rapor

Doju'daki durum ve Ermeni meselesi ile ilai l i

HARBORD, James Guthirie - HARÇ nin asli veya fahri başkanlığına seçilen H., kara, deniz kuv­ vetlerindeki eski hizmetlerinden ötürü kendi milletinden ve Fransa, İngiltere, Belçika, İtalya, Panama ve Filipinler gibi birçok yabancı dost memleketten şeref madalyaları almıştır. 20 Ağustos 1947'de ölen H. , Ariington Milll Mezarlığı'nda gömülüdür. Washington'daki Library of Con­ gress'in yazmalar bölümünde mevcut Türkiye ve Atatürk'le de i lgili elyazması askeri batıralardan başka, H.'un başlıca yayın lanmış eseı leri şunlardır : Leaves /rom a War Diary ( Harb hamalarından yapraklar) ( 1 92 5] ; Amerha in the World War (Dünya Harbinde Amerika) ( 1 933] ; The Ame­ rican Army in France 1 9 1 7 1 9 1 9 (Amerikan Ordusu Fran­ sa' da, 1917 1919) ( 1 936]. HARBORNE [barbourn] , William (ölm. Great Yar­ mouth, Mundham, No �fo ik 9 Eylul 1 6 1 7 ) , İngiliz dip­ lomau, ticaret ve politika adamı. III. Murad'ın pidişah­ lığı zamanında Kraliçe Elizabeth tarafından Türkiye'ye gönderilen ilk İngiliz elçisidir. 1 572'de Yarmouth'taki icra memurluklarından birine tayin edilmiş, 1 575 'te Yarmo­ uth'dan Parlarnemoya temsi lci seçilmiştir. 20 Kasım 1 582'de Windsor mahreçli bir atanma emri ile H. , resmen Türkiye bölgesinde Kraliçe Elizabeth'in elçiliğini veya aj anlığını yapmak üzere vazifelendirilmiştir. 1 Temmuz 1 578'de Londra'dan hareketle Lehistan üzerinden kara yolu ile İstanbul'a gelmiş, seyahati sırasında Lehisıan, Buğdan ve Eflik'taki ekonomı k şartlar ve siyasi durum hakkında fi­ kir edinmiştir. Lehistan'da Tüı k elçisi sıfatıyla bulunan Ahmed Çavuş ile birlikte yolculuk ederek 28 Ekim 1 578 ta· rihinde İstanbul'a varmışlardır. H., Babıili ile temaslarını ve kendisine verilen id zet · i hümiyun'u, Divan tercümanların­ dan Macar asıllı Mustafa Çavuş aracılığı i le sağlamıştır. H. İstanbul'a geldiği zaman Osmanlı İmparatorluğu tahtında III. Murad ve Sadaret makamında ise Sokullu Mehmed Paşa bulunuyorlardı. H. ile ilk defa başlayan Türk · İngiliz iliş­ kilerinde Sokullu'nun mühim rolü olmuştur. 1 579'da H. ile Mustafa Çavuş arasında imzalanan anlaşma sonucu, İn· giltere'de ilk Türk kumpanyası kurulmuştur. H. , 13 Ağus­ tos 1 588'e kadar İstanbul'da 63 ay İngiltere'yi temsil etmiş­ tir. Bu müddet i çinde İngiliz kumpanyalan ve ticiı leri ya­ rarına, o zamana kadar Fransız, Vtnedıkli, Polonyalı ve Alman ticiriere tanınmış ticaret haklarından çok daha fazla imtiyazlar elde etmiştir. İngiliz uyruklu kimseleri hapisren kurtarmış ve gelecekte bütün Doğu Akdeniz kıyılarında sefer yapacak İngilizlerin seyahat emniyetini sağlamıştır. H. , dönüşünde Lehistan ve Hamburg'da kalarak 1 580 Ara­ lığında İngiltere'ye gelince, Mundham (Norfolk) a yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar burada kalmıştır. Eserleri : 1 . 1 588 d e İstanbul'dan Londra'ya yaptığı sevahatİn tafsi­ litı ; Hakluyt'un Büyük Seyahatler koleksiyonunda basıl­ mıştır. 2. 1 577'de başlayıp 1 588'de biten Grand Signior'un Dominion'larına münasebet kurmayı sağlamak için on yıl süren dış seyahatlerim. 3. Elçi liği ile i lgili birçok mektup­ ları ve resmi yazışma dokümanları, British Museum'da Lans­ downe ve Oxford'da Bodleian Kütüphanesi Tanner yaz­ malar bölümlerinde bulunmaktadır. HARCAMA (Ar. haıc) , umumiyede «sarf etme» an­ lamında kullanılır. Devletin, kamu hizmetlerini görmek •



veya yanrım yapmak

maksadiyle yaptığı

masraflar

ve

kat·

landığı mali külfetler H.'dır. Gerek iktisadi devlet teşek· kül lerinin gerek hususi işletmelerin, işletme konusunu teş­ kil eden faaliyetlerde bulunmak (hizmet veya inal İstİhsal etmek) i çin katlanmak zorunda oldukları masraflar, zararlar,

48 3

maddi minevi fedakarlıklar H. kavramı içine girer. Bu bakımdan, H. masraf (gider) kavramını da içine alan ge­ niş bir mina taşır. HARCE, Libya çölünde güney viha gruplarından biri­ nin adı. H. , kuzeyden güneye uzanan 1 50 km boyunda ve ortalama 20 km genişliğinde bir büyük vadidir. Yakın zaman­ lara kadar H.'ye pek güç gidilirdi. Bir müddetten beri ise, 1 60 km Jik dar hatlı bir demiryolu, vihanın bugünkü idare merkezi H. kasabasını dış aleme bağlamaktadır. 191 0'da vihanın nüfusu 7 000 kadardı. Başlıca ticaret kaynağı hurmadır. 70 000 civarında hurma ağacı vardır. Mısır'ın en iyi hurması H.'den elde edilir. HARClRAB (Ar. - Far. ) (yeni ter. Yolluk] . çalıştığı yerden görevli olarak başka bir yere gönderilen veya tayın edilen memur ve hizmetliye yol masraflarını karşılamak üzere verilen para. Harcırab Kan u n u , genel bütçeye bağlı dairelerle katma ve özel bütçeli (köyler hariç) idareleri n ve bunlara bağlı sabit ve değişik sermayeli kurumların, özel kanunlara göre kurulmuş bir kısım banka ve teşekküllerle sermayesi­ nin yarısından fazlası bunlara iid ıeşekkiıl ve kurumların memur ve hizmetiiierine ve aile fenlerine verilecek H.'a iid hükümleri ihtiva eden kanun. HARÇ, sınai ve ticari bir karakter taşımayan amme hizmetlerinden faydalananların, bu hizmetler karşılığı olarak ödedikleri para. ı. İdari H.'lar : Kamu idareleri tarafından yapılan belli hizmetler karşılığı alınan paralardır. Mahkeme ve pa­ saport H.'ları gibi. İdari H.'lar, a. Alınan H. karşılığında bu H.'ı ödeye­ nin şahsına mutlaka bir hizmet yapılması, b. Genellikle ıhtiyiri olması bakımından vergilerden farklıdır. 2 . Vergiye benzer H.'lar : Resmi ve yarı resmi vasıfta­ ki ekonomik ve sosyal kuruluşların yaptıkları hizmetler karşılığında bu hizmetlerden direkt ve endirekt bir şekilde faydalanan veya faydalanacak olanlardan çeşitli adlarla aldık­ ları paralardır. Bu tip H.'ların vergiye benzerliği cebrilik karakterin­ den, H. ile olan ilişkisi ise bir kıyınet karşılığı oluşundan doğmaktadır. Sosyal güvenlik veya sosyal sigortalar teşkila­ nna belirli oranda kanuni iidat ve primierin belli zaman­ larda ödenmesi mükellefiyeti gibi. HARÇ ( Fr. Mortier) , kurola kirecin veya kumla çimentonun su ile karıştırılmasından meydana, gelen ve binl yapımında kullanılan halita. H.'lar el veya makine i le ya­ pılır. El ile yapıldığında malzemeler, ufki bir saha üzerine yayılır ve bir kürek veya tarakla karıştırılır ve su ili ve edi­ lerek H. haline getirilir. Makineli i'milde, karıştırıcı (ma­ laxeurs) ve ezici (broyeurs) makineler kullanılır. H.'ın dozaj ı, ekseriyl bağlayıcı malzeme (kireç veya çimento) rtin kg ile ifade edilmiş ağırlığının kuru kurnun m• hacmine olan nisbeti olarak ifide edilir. Bu dozaj , kullanılan bağlayıcı malzemenin mahiyeti ve H.'ın kullanma maksadına göre deği­ şir. Ortalama H. için, bağlayıcı malzemenin ağırlığı 350 - 450 kg dır. Normal dozaj a nazaran daha çok bağlayıcı malzeme kullanılarak yapılan H.'lara yağlı (gras), baglayıcı malze­ mesi az olan H.'lara ise yağsız ( maigre) H. adı verilir. Bahçe ziraatında toprak, kum ve gübre karı§ığına da

yetiştirilecek bitkinin isteğine göre birbirin­ den farklı olarak hazırlanır. Birçok .aksı çiçeklerinin ye­ tiştiri lmesinde H. içine yaprak çürüntüsü, funda topralı ve komposto da katılır. H. denir. H.,

484

HARÇ

-

HARDING,_

H.'ın karakteristikleri ıunlardır : Ezilmeye karşı mu­ kavemet, yapışkanlık, suyu geçirmezlik ve hacmin sabitliği. Bunlar, bağlayıcı malzemenin kalitesine, kurnun mahiyetine, dozaja ve başka şartlara b.ığlıdır. HARDAL (Sinapis), Turpgiller (Cruciferae) famil­ yasından, tohumları baharat olarak kullanılan bir bitki cin­ si. Bitkinin acı ve yakıcı lezzette olan tohumlarından, ezil­ mek ve sirke ile karıştınlmak suretiyle, et yemeklerinde baharat olarak kullanılan H. macunu yapılır. Başlıca beyaz ve siyah H. olmak üzere iki cinsi vardır. HARDAL ESANSI (Fr. Essence de moutarde syn­ thetique) [Eczacılık] , i çinde en az % 97 allilsenevol (Ca H, NCS, M. t. 99, 1 5 ) bulunan bir cins sentetik esans. H. E. , berrak, renksiz veya sarımsı renkli, keskin ve göz ya­ şartıcı kokulu, ışığı şiddetle kıran ve polarize ışığa dokun­ mayan bir sıvıdır. H. E. buharı çok tahriş edicidir ve ak· ciğerler için pek tehlikelidir. Eczahanelerde ayrı bulundu­ rulan ilaçlardandır. HARDAL GAZI : bk. DİKLORDİETİL SÜLFÜR. HARDAL KA�IDI (Fr. Papier moutarde, Sinapis­ mes en feuilles) [Eczacılık], bir yüzüne, yağı alınmış siyah hardal tozu sıvalı kağıt. Hardal tabakası kağıda sıkı ya­ pışmış olmalıdır. HARDAL TOHUMU, Siyah ( Fr. Moutarde noire ) , siyah renkli, yuvarlak, ı - ı , 5 mm çapında b i r cins tohum. H. T. kokusuzdur ; fakat su ile ezilirse hardal esansı gibi kokar. Tadı önce hafif ekşimsi, sonra keskin yakıcıdır. Hardal kağıdı (b. bk. ) yapmakta kullanılır. H�RDANGER FJORD, Norveç'in güney - batısında,

Sir

John

BARDEN [hqrdin], Maximilion (as d soyadı : Wh­ kowski ; Berlin 1861 - Monıana, Ver mala, İsviçre ı927 ) ,

Alman yazarı. 1892 - 1923 yılları arasında haftalık «Die Zukunft» (İstikbal) dergisini yayınlamış ve bu dergi Je Kayzer II. Wilhelm ile mücadele etmiştir. Bismarck'ın ikti­ dardan düşmesinden sonra takip edilen yeni politikaya kar­ şı Prens'in bir mücadele aleti olmuştur. ı 906 yılında Prens Philipp Eulenberg ve diğer saray erkanına karşı akisleri olan davalar açmıştır. I. Dünya Harbi'nden sonra radikal sosyalizmin savunucusu olmuştur. H. aynı zamanda kuvvetli bir edebiyat tenkitçisiydi. Edebi tenkitlerini Köpfe (Başlar) [ 1 910] adlı eserinde toplamıştır.

BARDEN [hqrdn] , Sir Arthur (Manchester 1865 Londra 1 940) , İ n g i . l i z kim­ yageri. Ö ğ r e n i m i n i Manc­ hester v e E rlangen'da yap· tıktan s o n r a 1 888'de Manc­ hester' da ö ğ r e t i m üyeliği­ ne ve ı897'de Londra Üniver­ sitesine biyokimya profesörlü­ ğüne tayin edilmiştir. Şekerin canlı hücreler tarafından kul­ lanılmasını tetkik etmiştir. Ta­ hammur (fermentation ) meka­ nizması, enzimler ve vitamin­ ler hakkındaki çalışmalarıyle 1929 yılında Nobel k i m y a armağanını kazanmış ve bunu S. A. HARDEN H. von E u ler - Cheipin i 1 e paylaşmıştır. ı 9 L 2'de «Biochemical Journal• mecmuasını çıkarmaya başl.ımıştır. BARDENBERG, Friedrich von { Biyogr. ) : bk. NOVALIS. HARDENBERG [hqrdinberg]. Karl August (Essenrode. Hannover 17 50 - Cenova 1822), Prusyalı devlet adamı. 1804'te Prusya dı�işleri bakanı olmuş, 1807'de Napoleon'un i ş t e n çekilmesini istemiştir. 1810'da kançılar olan H. , kendisini Prusya'nın ıslahına v e r m i ş, köleliği kaldırmış, asılzadelerin !onca (corpora­ tion) ların vergi sahasındaki imtiyazlarını kaldı rmış, b i r arazi vergisi ve ilıtira heratı ihdas ederek derebeylik hak­ HARDANGER FJORD larının para karşılığında geri K. A. HARDENBERG Kuzey Denizi kıyısında, uzun bir fjord. Karaların içine alınabileceğini ilin etmiştir. ıoo km den fazla sokulur. H. F. un kenarları yer yer ı 000 Viyana ( 1 8 1 5 ) , Aachen ( 18 1 8 ) , Troppau ( 1820 ) , Laibach m den yüksek kayalada kaplıdır. (bugün Lj ubljana) ve Verona ( 18 2 2 ) kongrelerinde PrusBARDECANUTE [ht!rdikinyift] ( ı o ı9 ? - ı o42 ) , Da­ ya'yı temsil etmiştir. nimarka ( 1 035 - ıo42) ve İngİlıere ( 1040 - ı o4 2 ) kralı. B�RDING, Cari Ludwig (Lauenburg 1765 - Göttin­ Babası II. Canute (b. bk. ) , annesi Normandiya dukası I. gen 1834 ) , Alman astronomu. 1803'te küçük Juno gezege­ Richard'ın lıızı Emma'dır. ıo28 yılında ki-al naibi tayin nini keşfetmiş ve Göttingen Rasathanesi müdürlüğüne tayin edilmiş ve ı03 5'te babasının ölümünden sonra Danimarka edilmiştir. Atlas nof!tJJ caelestis {Yeni gök adası) [1808 tahtına geçmiştir. İngilıere krallığını üvey kardeşi Harold'a ı823] adlı eseri tanınmıştır. bırakmaya zorlandığı için, büyük bir donanma ile İngiltere'­ HARDING [hqrdi, ] , Sir Joh n (doğ. Yeovil, So­ ye gitmiı, fakat Harold daha önce öldüğü için ı 04 0 yılında Ingiltere kralı olmuş ve İngilizlere karşı çok zilimce dav­ mersetshire ı896), İngiliz mareşali ve Kıbrıs v!lisi. ı 942'de El - Alemeyn'de 7. zırhlı tümene kumanda etmişti r. Sonra ıanmıştır. •

HARDING,

Sir John

İtalya'da Alexander'ın genel kurmay başkanı olmu5tur. 19�2'de İngiliz İmparatorluğu Genel Kurmay Başkanlığına tAyin edilmiş, sonra da Kıbrıs valiliğine getirilmiştir ( 19�� 1957) . 1958'de Lord unvAnını almıştır. HARDING [hqrdiv ], Warren Gamaliel (Bi oo m i ng Grove, Ohio 1 86� San Fran­ cisco 192 3 ) , Amerika Birleşik Deviederinin 29. b a ş k a n ı ( 1 92 1 1923 ) . 1 9 1 5 yılınd a n i'ıibaren Cumhuriyetçi Par­ ti'nin senatörü olan H. , 1920 yılında W. Wilson'ın reform hareketi ve I. Dünya Harbi'n· deki siyasetinin muhaliflerin ­ den biri olarak başkan seçil­ miştir. Cumhuriyetçi Paıti tes· kilatının büyük iktisad i men­ faaıterinin koruyucusu ve ya­ W. G. HARDING yıcısı olarak b!zzat bir siy a si görüş sahibi olmaksı z ın Hughes, Hoover ve Mellon gibi kabilivttli bakanların yardımıyla bu yıllardaki e konomik gelişmeye önayak olmuştur. HARDINGE [hqrding] , Charles ( Londra 1858 . Lond­ ra 1944 ) , I. Penshurst Baronu ( 1910), İngiliz devlet ada­ mı ve I. Lahor Vikontu Henry Hardinge'in torunu. Dün­ yanın çeşid i ülkelerinde uzun yıllar süren diplomaılık ha­ yatından sonra 1904 yılında Büyük Britanya İmparatorlu­ ğu'nun St. Petersburg büyük elç i l i ğ ine tayin edilmiştir. 19061910 ve 1916 1920 yı lları arasında H. dev let müsteşarlığı görevlerinde bulunmak suretiyle E. Grey'in müşavi r liğini yapm•ş ve VII. Edward'ın diplomatik sevahiderinde kendi­ sine refakat etmiştir. 19 lO ve 1916 yılla r ında Hindistan kral naipliği görevini ifa ed er ken, Benızal eyaleeinin böl ün­ müş durumunu ortadan kaldırmış ve Yeni Delhi'yi kur­ muştur. 1920 1 923 arasında Paris büyükel ç isi iken İngiltere ile Fransa arasında münasebetlerin kesilmesi tehlikesini önlemiştir. Eserleri : Old Dip/o mary (Eski diplomasi) [1947] ; My Indian Years (Hindistan yıllarım) [ 1 948]. HARDOUIN - MANSART [ardw� - maw] . Jules : bk. MANSART. HARDT veyA HARD, HAARDT, BART [ = orman], Fransa ile Almanya arasında bir bölge. Güneyinde Zaberner Steige, batısında Wesıri ch , kuzeyinde de Saar Nahe Herg­ land bölgeleri vardır. Kalmit adını taşıyan en yüksek tepesi 673 m dir. Ormanlarından isıifade edilir. Rhein ovasına bakan dik yamaç ve tepelik bölgesinde meyve yetişir, bağcı­ lık yapılır. Bölgede Reichsveste Trifels, Hamhacher Scbloss gibi bilçok eski kale ve şato vardır. BARDUN (Agama sıellio) , Sürüngenler (Reptilia) ·



·

·



·

--ı

-

HARDY,

Oliver

485

sınıfının Pullu sürüngen ler takımının Agamagiller (Agami­ dae) familyasından bir sürüngen türü. Bk. AGAMA. H�RDWAR veya GANGADWARA, Hindistan'ın Ut­ tar Pradesh eyaletindeki şehirlerden biri. Ganj (Ganga) Nehri'nin Siwalikler'den çıktığı yerde bulunan bir Hindu hac yeridir. 12 yılda bir kuılanan büyük dini bayramlar sırasında H. ı ziyarete gelen hacı adaylarının sayısı 2 3 mil yonu bulur. •

HARDY [ ardj ] , Alexandre (Paris 1 � 70 ? - Paris 1632) , Fransız tiyatro yazarı. Çok verimli bir yazar olan H.'nin ancak otuz dört piyesi yayınlanmıştır. H. trajedi ve traj ikarnedi ler yazmıştır. Didon se sarriliant (Kendini kur­ ban eden Dido) [ 1 603] trajedi , La /orre du sang (Kanın kuvveti ) ve Elmire (kadın adı ) ise traj ikomedidir. Trajedile­ rinde Aıisto'ya atfolunan kaidelere riayet etmiş, traj ikomedi­ lerinde Shakespeare'in ve romantik tiyatronun serbest tekni­ ğini kullanmıştır. HARDY [hqrdi], Godfrey Harold

Cambridge 1947) , İ n giliz matematikçisi. 1920 yılında Ox­ ford'da ve 1931 yılında da Cambridge'de profesör olan H., matematik analiz ve rakam nazariyatı konularında otori­ teydi. Eserleri : A Course o/ Mathematirs (Bir matematik kursu) [ 1 9 1 �. 7. bas. 1938] ;

(Oxford 1877 -

The General Theory o/ Dirirh­ /et'ı Series (Dirichlet sıraları­

nın genel teorisi ) [ 19n, M. Riez ile birlikte] ; S ome Fa­ mous Problemi of the Theory o/ N u m b t r s, in Partiru/ar Waring'ı Problem (S a y ı l a r

G. H. HARDY

teorisine ai-i bazı meşhur problemler, özel olarak Waring problemi) [ 1920] ; Inequalities (Eşitsizlikler) [ 1 934] . HARDY [hqrdi] , John George (Sotteville, Rouen, Fransa 185 1 - Viyana 1914 ) , İngili z mühendisi ve mucidi. H., 1 878'de Londra'daki Vacuum Brake Company'nin Avru­ pa müdürlüğüne tiyin edilmiş ve trenlere mahsus müstakil tek adalı emme frenini icat etmiştir. HARDY [hardi] , Oliver Hardy ; Atlanta, Geor­

gia 1 892 - Hollywood 19�7) , Amerikan ak­ törü. Birkaç yıl sahnede komedi oyuncusu olarak çalıştıktan sonra Hal Roach (b. bk. ) i le bir anlaşma yaparak beyaz perdeye geçmiş , 1926 yılında Stan Laurel (b. bk. ) ile birleşerek Lau­ rel - H. çiftini meydana getirmiştir. Laurel ile H. , sesli sinemanın i lk on yılında en komik çift olarak ün yapmış­ lardır. Filimlerinde fi. zikl farklılıklarından ya-

O.

(asıl adı ; Oliver Norvelle

HARDY : S. Lawel ile

HARDY, Oliver

486

-

HAREKET DUYUMLARI

rarlanmı;lardır. H. çok ;i;man ve uzun boylu Laurel ise çok zayıf ve kısa boylu idi. Bk. LAUREL, Stan. HARDY [hqrdi], Thoma1 (Upper Bockhampton, Dorset 1840 - Max Gate, Dor­ set 1928 ) , İngiliz şiiri ve ya­ zarı. Bir duvarcı ustasının oğ­ ludur. Dorchester ve Lond­ r a 'da mimari eğit i mi gören H. i lk romanını 1868 'de yaz­ mış, f a k a t bastırmamıştır. 187l'de bir cinai hikaye olan Deıperate Remedieı, 1872'de köy ve kı r hayatını işlediği

vletleri nin Paris, Kahire, Beyrut, Tahran ve Lon­ dra elçiliklerinde kiriplik etmiştir ( 1929 - 1 935 ) . Daha sonra Wa shington'da merkez teşkilatında çalıştırılan ( 1935 - 1 939) H. , Kahi ce ve Cidde'de 2. katiplik vazifesi görmüş ( 1944194 5 ) , bu arada, Milletlerarası Kuruluşlar hakkında düzen­ lenen Dum barıon Oaks görüşmelerinde Amerika Birleşik Devletleri grubunun mü ş avirliğ i ni yapmıştır. 1 945 - 1 949 yıllarında yeniden Wash i ng ıon'da merkez teşk i latında vazife­ lendirilen H. , 1946'da Londra'da ilk top l an ı ısı nı yapan Bir­ leşmi ş Milletler Asamblesi'ne Amerika Birleşik Devletleri delegasyonu si)'a>i müşiviri olarak katılmıştır. National War College ( 1946 - 1947) de ve Nepal ( 1947) 'de vazife gören H. , Suudi Arabistan ( 1950 - 1952 ) , Lübnan ( 1952 195 3 ) , Under the Greenwood Tree Yemen v e Mısır'da ( 1 956 - 1959) Amerikan büyük elçisi ol­ romanla rı yayınlanmış 1873 ' te muştur. Amerika Birleşilc: De v letleri Dışişleri Bakanlığı A Pair of Blue Eyeı ( B i r çift Siyasi İ ş ler Müsıeşar - yardımcısı tayin ed i len' H. , 196 1 '· mavi göz) ıefrika halinde çık­ de Türkiye'ye büyük elçi olarak gönderilmiş ve 1965 yılına mıştır. 1874'ıe büyük roman­ kadar Ankara'da vazife görmüştür. Türkiye'den dönü$ünde larının i lki olan Far /rom the Th. HARDY Dışişle ri Bakan yardımcılığına atanan H. , daha sonra WaMadding Crowd ( Ç ı I g ı n shington' daki Middle East Instiıu ·e müdürü olmuş ve üni· kalabalıktan u zak) ad l ı e� erini yazmı ş tı r. Emma Gifforr'l.ı evlenmiş ( 1 874) , fakat karısının aklt versite profesörlüğüne getirilmi � tir. dengesizliği yüzünden mutlulukları uzun sürmemiştir. Buna HARE [ h a- r] , Robert (Philadelphia 1781 - Phila­ rağmen, 1 9 1 2 'de karısının ölümünden sonra, H. en iyi şiir­ delphia 18,8), Amerikan kimyacısı. 18 t 8'den 1847'ye kadar lerinde onu anmışm. Pennsylvani a Üniversitesinde kimya profesörü olarak çalış­ H. bir köy çocuğu olduğu için tabiatı, küçük köy mış ve endüstride ve kim y a tahlilinde ilk olarak civa kato· toplumunun hayatlarını dile getirmiştir. dunu kullanmıştır. Bilhassa oksijen ve bidroj enli lehim ale­ 1878'de kaleme aldığı The Return o/ the Native adlı tinin mucidi olarak ün kazanmıştır. eserinde Egdon Heath, çok haşin ve insanlara karşı eski tanrılar kadar ilgisiz olarak tasvir edilmıştir. The Mayor HAREKAT-I MILLIYE REDD-t İLHAK ve RED­ of Caıterbridge (Ca • terbridge belediye başkanı) [ 1 886) ve D t İŞGAL HEY'ETLERI, Milli Mücadele başlarken, The Woodlanderı ( O rmanlıkt a yaşayanlar) [ 1887] adlı eser­ yurdun düşmanlar tarafından i ş gal ve i lhakını protesto lerinde şehir hayatını yermişıir. Teu o/ the Durhervilleı ermek ve bu n a karşı durmak, mani olmak için sivil ve as­ [1891] adlı eserinde eski düzeni çok traj ik bir şekilde yık­ ker varanseverler tarafından kurulmuş, silahlı kuvvete de m ı ş tı r. Son romanı olan Jude the O bJ(ure [ 1896] adlı ese­ sahip, mahalli mi lU mücadele teşekkülleri (bk. REDD - İ rinde geleneksel köy insanının acı kaderini dile geti rmiştir. İLHAK HEY'ET · İ MİLLİYESİ) . H. hayatı boyunca şi ir yazmasına rağmen ilk kitabı HAREKE (Ar. = hareket) , Arap yazısında vokalleri Wemıx şi irleri adıyla 1898'de yayınlanmıştır, 190 I 'de ikinci şiir kitabı oliın Paıt and Preıer.t ( D ü n ve bugün) çıkmış ve belirtmek için harf lerin üstüne veya altı na konulan özel bu arada şiir alanında en büyük epik eseri olan ve Napoleon işaretiere verilen ad. savaşlarını anlatan The Dynaıtı'ı hazırlamı ş ve 1901, 1904 Yazı si stemleri yalnız konsonları gösteren harflerden ve 1908 )' ıllarında üç bölüm olarak basıırmıştır. Daha sonra meydana gelmi ş olan Araplar, bilhassa Kur'an'ı doğru oku­ be� � ii r kitabı daha yazmıştı r. yabilmek maksadiyle vokalleri belirtmek üzere VIII. yüzyıl ­ H. , hem şiir hem d e roman alanında büyük başarı da harfierin ü nünde (a ve u için ) ve altında (i için) bir· sağlayan nadir k i şilerden biridir. Dorset'teki hayatın bü­ takım işaretler kullanmaya başl � dıla r . H. adı verilen bu tün gerçeklerini göz önüne sermesi, t a bi ata olan sevgisini, yardımcı işaretler şunlardır : fetha (Osm. iiıtiin ) , kısa a mizahi yeteneklerini ve diyaloglardaki başarısını belinmiştir değerinde ; keıre (Osm. eıre ) , k ı sa i değerinde ; zammi ki, bunda şiir yönünün büyük rolü olduğu bi r gerçekti r. (Osm. ö�re) , kısa u değerind e. HARE [ ha-r] Raymond Arthur (doğ . Marıinsburg, HAREKET (Mu s.) : bk. KONTRAPUNT. Wesı Virginia 1 90 1 ) , Ameri­ kan d i plomatı . 1924'ıe A. B. HAREKET DUYUMLARI (Kinestetik duyumlar) Grinnell College'den me'zun (Psik . ) , organ v e kaslarımızın hareketlerine ba ğ lı deri kas olan H. , İstanbul'daki Robert ve oynak yerlerin du y uml a rı. Bu duyumlar aracıyla insan Kolej 'e tayin edilmiş ve bura­ kendi bedeninin durum ve hareketlerini kavrar. Kinestetik da dört yıl öğretmenlik et­ duyumlar, bize. kaldırdığ ı mız nesnelerin ağırlık ve dirençle­ miştir ( 1 924 - 1927). rini de bildirirle r ve bizde mekan tasavvurunun meydana 1926 19 2 7'd e D o ğ u gelmesinde önemli bir rol oynarlar. Kinestetik duyumlar Akdeniz bölgesinde Amerikan Ticaret Odaları temsilciliğini ayrıca estetik için de ö n em li di r. Ein/iihluflg (baş ka sı nın ruhi de yapan H. , bu tarihten son­ nziyetin e uyabilme kabiliyeıi ) adı verilen estetik duygunun ra diplomatik kariyere girmiş temelinde de bu kinestetik duyumlar bulunur. Her hareket ve İstanbul'da muavin konso­ idraki, aynı hareketin yapılması için bizde bir uyarım mey­ losluk v a z i f e s i gördükten dana getirir ve bu da nesneleri, objeleri içten yaşayarak 'onra ( 1927 - 1929), Amerika R. A. HARE kavramamızı mümkün kılar. ,

Birleşik D e



,

-

-

,



HAREKET ORDUSU - HAREKET - I ARZ MADALYASI HAREKET ORDUSU, 3 1 Mart Vak'ası ( 3 1 Mart "1 325 - 1 3 Nisan 1 909 ; b. bk. ) üzerine, bu silahlı ve kanlı ayaklanmayı bastırmak için Selanik ve Edirne'den İstanbul'a gelen askeri kuvvetin adı. «Çarpışan tarafların duygularıoa dokunmasın, herkes tarafından benimsenebi lsinıt düşünce­ siyle, yürüyüş ha.linde bulunan askeri biriikiere Fransızca cmouvement» minasına gelen Hareket adını koyan, H. O.'nun ilk komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa maiyetinde kurmay başkanı bulunan Kolağası Mustafa Kemal Bey (.Atatürk) "dir. İstanbul"daki kanlı irtica olayiarına aid ilk telgraf Selanik'e, İsmail Canbola t imzası ile çekilmiştir. II. Meşrutiyet İnkı!abı"nı yapan politikacılar, eserlerinin yı­ kılmak tehlı kesi ile karşılaştıklarını anlayınca, hemen en şid­ detli tedbirleri almak lüzumunu duymuşlardır. İttihatçıların ileri gelenleri, 3. Ordu Komutanı Mahmud Şevket Paşa'yı inandırarak, ayaklanmayı askeri bir kuvvetle basıırmaya ka­ rar vermişlerdir. Şark Şömendöferler İdaresi ile yapılan temaslar da müsbet sonuçlanmıştır. Mahmud Şevket Paşa, Edirne'de bulunan 2. Ordu Komutanı Salih Hulusİ Paşa 1 ile haberleşerek, onun da desteğini sağlamıştır. Başlangıçta H. O. komutanı bulunan Hüseyin Hüsnü Paşa'nın imzası ile, Kurmay Başkanı Kolağası Mustafa Kemal Bey tarafın­ dan kaleme alınmış bi rer telgraf İstanbul halkına ve Kur­ may Başkanı .Ahmed İzzet Paşa'ya çekilmiştir. Bu telgrafla H. O. , isyancılara ve İstanbul halkına isteklerini bildirmiş­ tir. İlk günden beri 3. Ordu Komutanı ve Rumeli Genel Müfettiş Vekili sıfat ve yetkisiyle duruma hakim olan, H. O. nu emri altında bulunduran Mahmud Şevket Paşa ile Harbiye Nazırı Edhem Paşa arasında da karşılıklı tel­ graflar çeki lmiştir. Salih Hulusİ Paşa da 2. Ordu'nun gö­ rüşünü · Mebusan Meclisi'ne bir telgrafla bildirmiş, bunun bir suretini de Mahmud Şevket Paşa'ya yollamıştır. Hüseyin Hüsnü Paşa kumandasındaki kuvvetler 1 5/16 Nisan 1909 gecesi Selanik'ten hareket etmişlerdir. Bunlara Edirne'den Şevket Turgut Paşa kumandasında bir tümen daha katılmıştır ki, bunun kurmay başkanı da Kolağası Kazım Karabekir'dir. Mahmud Şevket Paşa Selanik'ten 2 1 Nisan 1 909 tarihinde ayrılarak H . O . karargahına gelmiş, emir ve kumandayı fiilen eline almıştır. Mahmud Şevket Paşa, H. O. nun, siyasi partilerin nüfuzundan ayrı, tam manası ile askeri bir kuvvet olduğunu göstermek istemiş ve bu yolda azimli davranmıştır. Hüseyin Hüsnü Paşa, ka­ rargahında rütbe ve kıdem esasına göre bazı yeni tayinler yaptırmıştır. Halkalı Karargahı'nda hasralanan Kolağası Mus­ tafa Kemal Bey'in de daha sonraki hareketlerde adı duyul­ mamıştır. Mahmud Şevket Paşa, 22 Nisan 1909'da Yeşilköy'e geldiği sırada, İstanbul'dan birçok .Askeri Tıbbiye, Harbiye ve Mühendishane öğrencileri, apoletlerini sökecek er kıya­ fetinde H. o. na katılmışlardır. isıanb.ıl'da telaşianan na­ ıırlar, Topçu Periki Hurşid Paşa ile ulemadan Halis Efen­ di'yi Mahmud Şevket Paşa'ya göndermişler ; Meşı utiyet'in mahfuz, hükümetin duruma hakim olduğunu bildirmişlerse de, bu teşebbüs hiç dikkate alınmamıştır. İstanbul'dan kaçıp kurtulan mebuslarla .Ayan Meclisi üyelerinden bir kısmı da Yeşilköy'de Klüp binasında top­ lanmışlar, .A yan Reisi Said Paşa'nın başkanlığında, Meclis- i Milli'yi teşkil etmişlerdir. Bu Mılli Meclis, H. O. ile fikir biriiSinde olduğunu, Ordunun halka bildirdiği gaye ve mak­ sada aykırı her davranışın suç sayılacağını ilan etmekle işe başlamıştır. Donanma da H. O. na yardımcı olarak Yeşil­ köy açıklarında demirlemiş, Hüseyin Rauf (Orbay) karaya çıkmış ve H. O. ile temas k urmuş tur .

487

H. O. nun İstanbul üzerine yürüyüşü başialadığı za­ man kolbaşlannda komutan olarak Hürriyet kahramanı En­ ver Bey (Enver Paşa ; b. bk. ) , Kurmay Bnb. .Ali Fethi Bey (Okyar ; b. bk. ), Kur. Bnb. İsmail Hakkı Bey ( bk. H.AFIZ HAKKI P.AŞA), Kur. Bnb. .Ali Hikmet Bey (Org. .Ayer­ dem) , Kur. Bnb. Muhtar Bey gibi zamanın tanınmış de­ ğerli subayları bulunuyordu. H. O. nun kuv�eti 25 piyade taburu, 7 sahra, 2 cebel bataryası, 10 süvari bölüğünden ibaretti. H. O. nun şiddetli saldırıları karşısında, asilerin kumandanı, askeri planları yoktu . .Ancak sığındıkları yerlerden savunma halinde vuru­ şuyorlardı. H. O. , yerine göre mitralyoz, top gibi ağır silahlar da kullanıyordu. Karşılıklı çarpışmalar sonunda H. O. , 24 Nisan'da Sirkeci, .Aksaray, Edirnekapı cihetle­ rinden fstanbul'a girmiş, İstanbul ve Beyoğlu bölgelerini ele geçirmiş, Yıldız'daki 2. Tümen ve Sultan Hamid'in şahsına bağlı «silahşorlar» dan ibaret muhafız kuvvetleri, Hakan'ın mukabele istemeyip bütün saray kapılarını kapat­ urması ve işi oluruna bırakması üzerine, Yıldız da kolay­ ca H. O. nun eline geçmiştir. Bu arada öncü müfrezesi ku­ mandanlarından Kur. Bnb. Muhtar, Taksim'den Harbiye'ye doğru ilerlerken, avcı askerlerinin bir kurşunu ile şehid düş­ müş ve büyük törenle Hürriyet - i Ebediye Şehitliği'ne gö­ mülmüştür. H. O. , sayıları on bini bulan asi askerlerin silahla­ rını toplayarak, ayaklanmanın kanlı safhasını kapatmıştır. 2.5 Nisan 1 909"da Divan - ı Harb - i Örfi kurulmuştur. Üç daireye bölünen Sıkıyönetimin başında Tophane Nazırı Hur­ şid Paşa, Topçu Livası Hasan Rıza Paşa ve Nazif Paşa bulunmaktaydı. Bu sırada Yeşilköy'de bulunan Mebus­ lar ve .A yan, halkın alkışiarı arasında İstanbul"a dönmüşler ve yine .Ayan Reisi Said Paşa'nın başkanlığında müzakere­ lere başlamışlardır. .Ayasofya'daki Meclis binasında toplanan 240 milletvekili ve 34 senatör içinde tereddüt edenler çoktu. Bazıları, Sultan Hamid'e tahtından feragat etmesi teklifinin yapılmasını istedilerse de, İttihatçılar buna yanaşmadılar ve Talat Bey"in te'sirli gayreti ile Meclis, .Abdülhamid'in hal'ine karar vermiştir. Ayan Meclisi üyesi ve padişahın yaverlerin­ den Korarnİral Gürcü .A rif Hikmet Paşa, Meclis · i Mebusan üyesi Draç milletvekili Jandarma Tuğgenerali .Arnavud Es' ad Toptani Paşa, Ermeni Katolik cemaatinden senatör .Aram Efendi ve Musevi cemaatinden Selanik milletvekili Emanuel Karaso Efendi'den kurulu bir hey' et, Meclis · i Mi lli adına, Sultan .Abdülhamid'e tahttan indirildiğini bildirmiştir. Ye­ rine, V. Sultan Mehmed adıyle, Veliabd Mehmed Reşad Efendi tahta çıkarılmıştır (27 Nisan 1909). O gece H. O. kumandanlarından Hüseyin Hüsnü Paşa, .Albay Galib ve Kur. Bnb . . A li Fethi (Okyar) beylerden kurulu bir hey'er .Abdülhamid'e, Selanik'e naklolunacağını Ordu adına · Hüs­ nü Paşa tarafından saygılı bir tavır ve düzgün bir dille - bil­ dirmiş, Çırağan Sarayı'nda kalmak ve muhafaza edilmek isteği reddolunan .Abdülhamid, o gece yarısı 38 kişilik maiye­ tiyle birlikte ve Bnb. Fethi (Okyar) Bey'in muhafazası altın­ da hususi bir trenle Selanik'e hareket ertiriimiş ve 28 Nisan akşamı Selanik'e varan tahttan indirilmi� sultan, burada .Alatini Köşkü'ne yerleştirilmişıir. H. O. nca kurulmuş üç Divan - ı Harb - i Örfi ve be� Tabkik Hey'eti tarafından 3 1 Mart Vak'ası ile ilişiği gö­ rülen asker, sivil bütün ihtilalciler muhakeme edilmiş ve elebaşıları şiddetle cezalandırılmışur. - F. T. HAREKET - 1 ARZ MADALYASI, Türkiye'de olan yer sarsınıısı münasebetiyle

1 89� yılında ihdas olunan

488

HAREKET - İ ARZ MADALYASI - HAREM AÖASI

Büyük mutfak sellmlıkta bulunurdu, fakat ekseriya H'. bir madalya. İki ayn boyda çıkanlan bu madalyalann kor­ deliları yukarıdan aşağıya doğru y�il ve beyaz yollu olup, in de ayn mutfağı olurdu ve o mutfakların aşçıları d1 küçük tipi 2 cm genişliğinde idi ve dört yeşil, üç beyaz kadın olurdu. çizgisi vardı. Büyük tipin kordelisının genişliği ise 3,5 cm Konak ve saraylarda H.'de ve selimlıkıa mutlaka iki olup altı yeşil, beş beyaz çizgi bulunuyordu. Kordelinın hamam bulunurdu, büyük evlerde H.'de mutlaka bir her iki kenarında da kırmızı iplikler vardı. H. A. M. altın, hamam yapılır, selimlık halkı için civardaki bir çarşı ha­ gümüş ve bakır olmak üzere üç çeşitti. mamından faydalanırlardı. U�aklardan biri külhancılık hiz­ HAREM : İslim toplum hayatında ve kadınların ya- meti göıürdü. Binada hamam külhanları selimlıkta olurdu. H.'in ve selimlığın bahçeleri de ayrı olurdu. H. ve selimlıklı evlerin, konakların yakın geçmişte gazetelerde görülen satış veyi kiri ilinları çok kıymetli vesikalardır ; o ilinlarda ekseriya büyük ev ve konak sahi­ binin isimleri de toplum içinde mevkileri de kayıtlı olduğu için ayrıca bir kıymet taşırlar. Üç örnek alıyoruz : Ev. Salkımsöğütte Hazine · i hassa mektupçusu Semihi Beyin evi : Haremde üst katta 4 oda ı sofa, ı cihannümi, ı hamam ve cimekin, alt katta 4 oda, ı sandık odası, maltataşı döşeli ı teşkil, ı kiler, ı sarnıç, ı çamaşırlık, 800 arşın harem bahçesi ; selimlıkta aldı üstlü 4 oda, ı uşak koğuşu, ı tütüncü odası, ı ayvaz odası, selimlıktan kullanılır ı kigir mutfak, ı geniş taşlık, ı 000 arşın se­ limlık bahçesi, ı Iimonluk, ı havuz, ı aşçı odası, ı kiler, ı odunluk kömürlük, 8 hayvan alır ı ahır ve samanlık. HAREM'de bir oda : Tandır başında oturan kadınlar (Eski bir gravürden) Konak. Mahmudpaşa civarında miliye muhasebecili­ bancı erkeklere karşı şer'an tarif edilmiş şekilde örtüome ğinden emekli Harndi Efendinin konağı : Hacernde üst katta ( tesettür) ye, mecbur olduklan devrede, çatısını.n altında ai­ 4 oda, ı büyük sofa, ı sandık odası, ı ki ler, orta katta 4 leye mensup olmayan ve çeşitli hizmetler gören erkeklerin oda, ı sandık odası, alt katta 2 oda, ı kiler, ı kigir ha­ de yaşadığı, barındığı büyük evlerde, konaklarda ve saray­ mam ve hamamın cimekin odası ; selimlık ta üst katta 4 larda kadınlara mahsus olan daire. H. , dilimize Arapçadan oda, ı büyük sofa, alt katta ı kahve ocağı, kigir mutfak, alınmış bir kelime olup «zevce» anlamında da kullanılır. üstünde aşçı odası, geniş ahır, üstünde samanhk, meyva ağaçh Sadece H. denildiği gibi, H. Dairesi de denilir ; pidişahlara 2500 arşın bahçe, çi çek bahçesi, havuz, limonluk, sokak mahsus köşklerde de, sahilsaray ve saraylardaki H. daireleri kapısı yanında arabalık. Yalı. Kandiliide Osman Bey yalısı : Harem ve seliın­ de Harem - i Hümiyiin adını taşır. Büyük evler, konaklar ve saraylar Aile hizmetindeki hkta ı9 oda ; haremde ı salon, kigir hamam ve hamam yabancı erkeklerin (erkek aşçılar, aşçı yamaklarr, uşaklar, cemikinı, kigir mutfak, ı kiler, ı ciriye odası, harem bah­ ayvazlar, kihyalar, vekilharçlar, erkek çocuk lalaları, kitip­ çesi ve bahçede havuz ; selimlıkta ı bahçe, limon luk, ha­ ler, arabacılar, kayıkçılar, seyisler, bahçıvanlar, efendi tara­ vuz, 4 kayık alır ı kayıkhine ; bahçede arka tarafta 3 uşak fından himiye altına alınmış genç erkekler, iiieye intisap odası, ı kahve ocağı, 6 hayvan alır ahır, arabalık, mutfak, etmiş şeyhler, dervişler, buluğ çağını idrik etmiş köleler, bir havuz ve havuz yanında 3 odalı selimlık köşkü, köşkün günlük misifirler, gece yatısı misifiı leri, diyar garibi misi­ kahve ocağı. firler) bulunduğu, yaşadığı kısma da selimlık denilmiştir. «Ceride - i Havadi s » ( 1 276 - 1 277/18 5 9 - 1 61 ) gazete­ H.'le selimlık arasındaki bağlantı kısma da Mibeyin sindeki bu ilinlar Türkiye'de H.'in yaşadığı devrede, bir ismi verilirdi. büyük ev, konak halkının ne kadar kalabalık olduğunu ay­ dın olarak gösterir. ( Bir saray H.'i, H.'i Hümiyiin için hk. TOPKAPI SA­ RAYI ) .

O devrede H . ve sel3mlık diye ayrılmamış orta halli aile meskenlerin· de hiç olmazsa sokak ka­ pısı yanında b i r erkek misafir odası ve bir uşak odası bulunurdu. HAREM

HAREM : Hamam kısmı (Haldiin

Simavi

Koleksiyonu)

ACASI,

eskiden saraylarda ve bü­ yük konaklarda haremle selimlık arasında hizmet gören hadım. H. A. , baş­ ka erkeklere mahrem sayı­ lan ve kadınların bulun-

HAREM AÖASI

-

489

HAREZM

duklan yerlere rahatlıkla girip çıkabilirdi. Çok eski zaman­ HAREZM, Türkistan'ın en eski kültür bölgelerinden lardan beri tatbik edilen bu adet, Osmanlı saraylarında da biri. Bu bölgede İslamdan önce ve İslam Türk devrinde devam etmiştir. H. A. umumiyede Arap olurdu. Eski Çağ­ Harezmşahlar devleti hüküm sürmüştür. larda Roma'da ve Doğu' da, Orta Çağlarda .Abbasi ve Mem­ Harezm (Hit�e) Hanlığı ( 1 5 1 1 . 1 920 ) . Timur İm­ l�k saraylarında da H . .A. bulunurdu. paratorluğu'nun parçalanmasından sonra, Özbek Türkleri Osmanlı saraylannda Harem - i Hümayun'da bulunan H. bölgesini de işgal etmişlerdi, Özbek Türklerinden İlbars H . .A. , saraya Mısır valileri tarafından gönderilir, bunlar­ 1 5 1 1 'de H.'de bağımsız bir devlet kurdu. Bu devlet bağım­ dan kabiliyer gösterenler yüksek mevkilere çıkandır, mühim s•zlığını 1873'e kadar muhafaza etti. Rus Çan Petr (Petro) vazifelere tayin edilirdi. H. yoluyla ve Amuderya üzerinden Hindistan'a girme emrini Osmanlı sarayında H. .A. müessesesinin kaldırılması verdi. 1 7 1 6 · 1 7 1 7'de Bekoviç - Çerkaskiy komutanlığında H.' e için zaman zaman bazı teşebbüslerde bulunulmuş, fakat tat­ 6565 asker göndermişti. Bekoviç - Çerkaskiy hanlık başkenti bik edilememiştir. III .Ahmed zamanında, Sadrizarn Şehid Hive'ye girmişti. H. hanı Şir Gazi Han, Rus askerlerinin Damad . A li Paşa, 1 7 1 5 yılında Mısır ve havalisinde Habeş­ evlerde kalmalarını istemiş ve hepsini imha ettirmişti. Rus­ lerin hadım edilmemeleri için Mısır valisine bir hüküm lar 1839'da Perovskiy komutanlığında tekrar hücum etmiş­ göndermiş ise de, bir yıl sonra ölümü bu hükmün tatbikini ler, fakat bu sefer de Ruslar için mağlubiyetle sona ermiş­ tir. Rus ordusu 1 873'te Orenburg, Kafkasya (Hazar Denizi) durdurmuştur. ve Taşkent taraflarından H.'in işgali için cepheler açmıştı. HAREMEYN (Ar. = «iki harem» ) , İsliının en bü­ Rus askerleri ciddi savaşlardan sonra 29 Nisan 1873'te yük iki mabedi olan Kabe're ve Peygamberin Medinedeki Hive'yi işgal etmişlerdi. Hanlık 18 .Ağustos "1 873're Rusla­ Cimi'i (Mescidü'n - Nebevi ) 'ne verilen ad. Her iki mabedde rın barış şartlarını kabul etmek zorunda kaldı. Hanlık top· ve belirli sınırlar içinde et­ raklarından 76 km' lik bir bölüm ün Rusya'ya aid olduğu raflarındaki bölgede, her türlü Ruslar tarafından ilin edilmiş ve hanlık Rusya'nın kontrolü günah işlemek, savaşmak, kav­ altında yaşamağa başlamıştır. ga etmek, ne suretle olursa 1 9 1 7 ihtilalinden sonra H. Hanlığında Rusya hakimi­ olsun insan öldürmek, zararlı yetinden kurtulma hareketleri ciddi leşri. 25 Kasım 1 9 I 8'de olanlar dışında hayvan öldür­ hanlıkla Cuneyd Han önderliğinde Sovyet Rusya askeri mek, ağaç kesrnek gibi hare­ kuvvetleri arasında muharebe başladı. 9 Nisan 1 9 t 9'da ketler tahcim edilmiştir (haram Kızıl Ordu'nun Tört kol şehrindeki garnizonuna hanlığı kılınmısnr). Halifelere Hadi­ işgal ermesi için hazırlık yapması emri verilmişti. Kızıl mü'! haremeya (= İki haremin Ordu 25 Ocak 1 920'de hanlığın başkenti Hive şehrini işgal hizmetkan ) adı verilirdi (bk. etti. Bu askeri hareketi Ruslar «H. halkının ihtilili» diye HAREM - İ ŞERİF, HACC, ilan etmişlerdi. Çünkü Ruslar'la birlik hareket etmiş bir KA"BE, MEKKE, MEDİNE) . grup H.'li vardı. 1 Şubat 1920'de hanlık sistemi kaldırıldı. Haremeyn Muhtere· Böylece bu Türk devleti Rusya'ya bağlanmış oldu. meyn piyelilerine mahııuıı Harezm H•lk Cumhuriyeti : Kızıl Ordu H.' i işgal niı2an ( İng. Order of the ettikten sonra Rusya idarecileri iç ve dış siyasi sebeplerle Clergy - Fırst class - Mullas of H.'i hemen Rusya'nın bir parçası haline gerirmemişlerdi. the Honored Holy Cities ­ Hanlık kaldırılınca yerine H. Halk Cumhuriyeti'nin kurul­ Mecca and Medina), Sulran duğu ilan edildi. Hükumet idaresi Genç Hiveliler'e veril­ .Abdülmecid zamınında ( 1 839 miştir. Çünkü H.'de Komünist Partisi üyeleri yoktu. Şubat 1861 ) kabul edilmiş nişanlar1920'de H. Halk Cumhuriyeti Hükumeti seçildi. Bu cum­ H.AREMEYN NİŞ.ANI dan biri. huriyetin ilk Cumhurbaşkanı Pehlivan Niyaz Hacı Yusuf HAREMEYN VAKIFLARI : bk. V.AKIFL.AR. ve başbakanı .Ahun Salimoğlu olmuşlardı. 1 3 Eylul 1 920'de Sovyet Rusya ve H. H. C. hükumetleri arasında 24 madde­ HAREKETLI MAKARA (Fii.) : bk. M.AK.ARA. lik bir muahede imzalanmıştır. Bu muahedenin birinci HAREMHAB, Horemhab (Yun. Harmais) , Mısır maddesinde Rusya Hükumeti H. H. C.'nin bağımsızlığinı kralı ( 18. sülale) . M. Ö. 1 333 - 1 306 yıllan arasında hü­ tanımıştır. H. H. C. Hükumetinin milli siyaset yolunda küm �ürmüştür. Tut - enkh - Amun ve Aya'nın idaresi altın­ devam ermesi Rusların hoşuna gitmiyordu. Bu sebepten da H. , başkumandan ve başbakan idi. Nofretetes adında Hive şehrindeki Kızıl Ordu Garnizonu, Mart 1 92 t 'de Cum­ bir prensesle evlenen ve .Amarna devresinin karışıklık­ hurbaşkanı Pehlivan Niyaz'ı ve hükumetini tevkif etti. H. larından sonra tahta çıkan H. , dış politika sahasında, iler­ 2. Kurultayı 1 5 Mayıs 192 l 'de .Ata Mahdum'u Cumhurbaş­ leyen Hititlerle mücadele etmiş, içeride idare ve ekonomi kanı seçmiştir. Ruslar 28 Kasım 1 92 1 'de .Ata Mahdum ile sahalarında reformlar yapmış ve böylece Mısır'ın kalkınma­ hükumetini de tevkif ettiler. .Ata Mahdum 1922'de hapis­ sına yardım etmiştir. haneden kaçarak Sovyetler aleyhinde dövüşmekte olan mü­ cahitlere katıldı . .Ata Mahdum'un tevkifindtn sonra hüku­ HAREM İ ŞERİF, Kabe'ye verilen ad. Kur'an'da Kabe, Mescidü'l Haram adını da taşımaktadır (bk. HACC, met H.'li komünistlere verildi. 17 Ekim 1923're Halk KABE, MEKKE ) . Harem adı ve hususiyetleri, Medine'­ Cumhuriyeti tabiri yerine H. Sosyalist Cumhuriyeti adını de Peygamberin Mescidine de teşmi l edildi (bk.-MEDİNE) . kabul ettiler. H. Komünist Partisi ( 1 920'de kurulmustu) , Harem sınırları, i ki cami'in bulunduğu Mekke ve Medine Moskova'nın emrine uyarak Mart 1 924'te H . H . C.'ni liğv şehirlerini ve etrafianndaki bölgenin bir kısmını da içine etme kararı aldı. 29 Eylul 1924'te 5. H. Kurultayı toplan­ mıştı. Sovyet Rusya'nın Hive şehrindeki siyasi temsilcisi alır. •







490

HAREZM - HAREZM TÜRKÇESI

Bilı: Kurultay Binası'nı lı:ızıl askerlere işgal ettir mi ş ve Kurultaydan H. H. C. 'nin ortadan lı:aldınlması için karar almasını istemişti. Kurultay, Cumhuriyet'in ortadan kaldınl­ dığına karar vermek zorunda kalmıştır. Kasım 1 924'te H. toprakları, Özbekistan ve Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri arasında taksim edilmiş ve bu yolla H. , Sov­ yetler Birliği sınırları içine alınmıştır. Moskova 1 3 Eylul 1920'de imzalanan ve iki tarafın yetkili organlarınca kanun olarak tasdik edilen anlaşmayı yalnız Rusya menfaatleri lehine çiğnemiştir. Böylelikle bir zamanların meşhur H.'i 1924'ten sonra bir vilayet h4line getirilmiştir. Harezm Vilayeti : H. devletinin topraklarının bir kısmı Taşhavuz viiivetine ( Türkmenistan) , bir kısmı Kara Kalpakistan viliyetine, bir kısmı da Özbekistan'a verilmişti. Öıbekistan·a verilen topraklar üzerinde ı 5 Ocak ı 938'de H. Viiiyeri teşkil edilmiştir (4 500 km1 ) . Urgenç şehri viii­ yerin merkezi olmuştur. Böylelikle H. 'in eski merkezi Hi­ ve'nin de tiribi ehemmiyeti yok edilmiştir. Bugünkü J.l. V.'nde pamuk, pirinç, ipek ve meyve yetiştirilmektedir. Çırçır fabrikaları da kurulmuştur.

yüzyılda Saray ve Kırım da bu çalışmalara katılmıştı. Hl­ rezm'den birçok bilgin, şiir, yazar ve sanatçılar Altın Ordu topraklarına göç ederek Harezm'de kul l an ıl a n Türk yazı dilinin Altın Ordu sınırları içinde yay ı lma s ına yol açınış­ Ia rdı (Altın Ordu'da konuşulan Türk lehçesi, H. T.'ne

benzemeyen yerli bir Kıpçak lehçesi idi ) . Moğol hakimi­ yeti Harezm bölgesinin etnik yapısında da birtakım deği­ şikliklere sebep olmuştur : Doğudan mühtelif Türk etnik gruplarının batıya gelip yerleşmesi üzerine Harezm'de yaşa­ y an birtakım Oğuz ve Kıpçak boyları güneye, batıya veya kuzey - batıya çekilmişlerdir. H. T., Ka rah anl ı (Hakaniye) Türkçesinden Çağatay Türkçesine bir geçiş evresi teşkil eder. Orta Asya Türk yazı birtakım dönemlere ayrıldığı ilk olarak A. N. Samoyloviç dili­ nin tarafından tesbit edilmişti (K iıtorii literaturnogo sredne­ aziatıko - tureckogo yaztka. Sbornik Mir Ali Sir. Leningrad, ı928) . Kutb'un Hiiırev ü Şirin 'ini ve Hirezmi'nin Muhub­ betname'sini dil bakımından karşılaştıran Samoyloviç, Orta Asya Türk yazı dilinin üç döneme ayrılabileceğini ileri sürmüştür : ı . Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi veya Kaşgar Türkçesi dönemi ( XI - XII. yüzyıll ar) ; 2. Oğuz - Kıpçak dönemi ( XIII - XIV. yüzyıllar) ; 3. Çağ at ay dönemi ( X V ­ XX. yüzyıl başları) . Samoyloviç'in yapmış olduğu bu tasnif dil t arihi verilerine uymakla beraber, H. T.'nin t eşekkü lü n­ de Oğuz - Kıpçak unsurlarının ro l ünü büyütmüştür. Samoy­ loviç, h enüz Mu'inü'l - mürid ve Nehcü'l - /eradiı gibi eser­ lerin varlığından habersizdi. Bu unsurlara rağmen, H. T. ana çizgileriyle bir «doğu» lehçesidir. Karahaa lı ve Çağat ay lehçeleri gibi. Oğuz - Kıpçak baskısı, daha ço k Oğuz ve Kıpçak lehçelerine aid birtakım kelimelerin kullanılmasın­ dan ileri geçememiştir. F. Köprülü, İslim Ansiklopedisi'nde çıkan Çağatay edebiyatı maddesinde, Samoyloviç'in bu ta s­ nifini kabul etmeyerek, Harezm sahasında yazılan eserl eri n dilini «Çağatayca» saymıştır. H. T.'nin grameri b u gün e kadar yazılmamıştır. Çün kü bu bölgede yazılan eserlerin büyük bir kısmı ele geçmemiştir. Bu sebeple, C. B rodc elman n ' ı n Grammatik der iı/amiırhen Literaturıprachen Mitte/aıienı ( Le i d en, 1954 ) adlı eseri nde de H. T.'ne l ayı k olduğu yer verilememiştir. H. T. döneminin birinci eseri Kııaıü'l - enbiya adlı dergidir. KtJaı - i RabguzJ adiy le de anılan bu eseri Nisı­ reddin b. Burhaneddinü'r - Rabguzi'ye borçluyuz. Rabguzt, bu eseri H. 7 10 ( ı 310) 'd a Ribat - i Oğuz'da Moğol emiri Nasıreddin Tok Buğa adına Farsçadan Türkçeye çevirmişti. Bu eseri n birçok yazmaları vardır. KtJaJ - i Rabg azi' ni n en g üveni li r yazması ( Londra yazması) K. G r8n bech tarafın­ dan 1948'de yayınlanmıştır (Rabgb uzi, Narrationeı de pro­ phetiı. Kopenhagen 1948, Monumenta Linguarum Asiae Majoris I V ) . Bu eserin Londra yazması Jakob Schinkewitsch tarafından gramer gramer bakımından işlenmişti (Rabgüziı Syntax : MSOS, 1926) . Harezm'de H. 7 1 3 ( 1 3 1 3 ) 'te yazı lmı � olan Mu'in!J'/ ­ mürid de H. T.'ne aid bir eserdir. Bu eserin bilinen tek yazması Bursa'da Orhan Kütüphanesindedir. Muhtemel olarak Harezm'li olan .Altın Ordu şiiri Kutup, Tınıbek Han ( 1 3 4 1 · 1 3 4 2 ) ve karısı Han Melek Hatun adına Hüırev ü Şirin adlı bir eser yazmıştır. Niza­ mi'nin aynı addaki mesnevisine dayanan bu eserin yazması Paris'te bulunmuştur ( Biblioth�que Nationale) . Bu yazma H. 78:5 ( ı 3S3 ) 'ıe yazılmı�tır. Kutb'un bu eseri .Ananiasz

HAREZM TÜRKÇESI, Orta Asya edebi Türk dili­ nin XIII. yüzyıldan başlayarak Harezm'de ve Sırderya'nın aşağı kesim'nde Karahanlı Türkçesinden meydana gelen lehçeye verilen ad. Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi ile H. T. arasında ses bakımından binakım farklar vardır. Eski ' (açık e) sesinin i (veya 1 ? ) ye çevrilmesi, eski d sesin­ den gelen ô sesinin y'ye çevrilmesi, -ğ c-.:> - g ak k u sati f ekinin kalkması gibi . . . H. T. adının doğuda da belirli bir lehçeye ad olarak kullanıldığı Ali Şir Nevii'nin Mec.i­ liıü'fi - nefa'iı adlı eseı inden anlaşılıyor. Nevii bu eserinde Harezmli bilgin Hüseyin Harezmi'nin H. T. ile ( Harizmife Türk ti/i bile) şerhler yazdığım belirtmiştir. H. T.'nin XIV. yüzyılda büyük bir gelişme gösterdiğini biliyoruz. XIV. yüzyılda H. T. yalnız dar anlamiyle Harezm'de ve aşağı Sırderya bölgesinde değil, Altın Ordu devletinin baş­ ka kültür merkezlerinde ve bilhassa Altın Ordu'nun başşeh­ ri Saray'da kullanılıyordu. Bu geniş sahada kullanılan bu d i l in kesin bir birlik sağladığı düşünülemez. H. T.'nde es­ ki ve yeni biçimlerin birtakım yerli lehçe özellikleriyle karışması tabiidir. Bu dil evresi Timurlular devrinde sona ermiş, yerini Çağatay lehçesi almıştır. Bk. ÇAGATAY DİLİ. Harezm bölgesi Sırderya'nın aşağı kesimiyle birlikte daha Moğol çağından önceki devirlerde Kaşgar yanında ikinci bir edebi merkez olarak önemli bir yer tutuyordu. Bu bölge XI - XII. yüzyıllaıda Oğuz ve Kıpçak boyları tarafından Türkleştirilmişti. Türk dili bu bölgede gittikçe artan bir önem kazanıyordu. Muhammed b. Kays (b. bk. ) , Harezmşahların r n sonuncusu olan Celaleddin (ölm. 1 2 3 ı ) adına Tibyanü'/ - lugati't - Türki ala /iıanü'l - Kank/i adlı bir sözlük yazmışrı. Harezmşahlar devletinin bilhassa son yıllarında bütün Harezm sahasında Kanglı'ların mioen ve maddeten çok büyük bir önem kazandıklarını biliyoruz. Bu sebeple, Muhammed b. Kays'ın bir Kanglı sözlüğü yazması çok tabiidir. Harezm sahazı ve Sırderya'nın aşağı kesiminde uzanan topraklar Altın Ordu çağında da önemini muhafaza etmişti. Bu bölge uzun süre siyasi bakımdan da Altın Or­ du'ya bağlı kalmıştı. Bu bakımdan Moğol akın ı bu bölge­ de İsiimi Türk edebiyatının gelişmesine engel ol amamıştır. XIII. yüzyılın sonlarına doğru Harezm'de ve aşağı Sı rder- l ya bölgesinde kültür faaliyeti yeniden canlanmışt ı . XIV. Zaitczkowski

tarafrndan yayınlanmı�, işlenmi�tir.

HAREZM TüRKÇESI

-

HAREZMI

491

Hlrezmi (b. bk.) 'nin muhtemel olarak Sığnak'ta Mehmed Dentat konsonlara gelince : Kelime başlarında t - sesi Hoca Bey'in sarayında yazmış olduğu !lfubabbetn�me de bu kalmıştır. Oğuzcadan alınan dudak biçimi Nehçü/'l - /eradis'• döneme girer. Bu eserin iki yazması vardır. Bunlardan biri te kullanılmışt ı r . Ekierde dlt sesleri yan yana görülür. Uygur yazısİyle H. 835 ( 1432) 'te Emir Celaleddin Firuz Eski - � -, � ( < - d -, - d) sesi saklanmış, fakat ara­ Şah adına yazılmıştır. Arap yazısİyle yazılmış olan ikinci sıra anık y'ye �evri lmeye başlamış tır : t �er ( = ever) , a �ak yazma ise XVI. y ü zyıldan kal m ad ı r . ( = ayak ) , bo � ( :: boy), kii �egü ( = güvey) , kı. �ruk ( = H. T.'nin en büyük eseri N ehc ü '/ fe radis 'tiı; Bu eserin kuyruk) ; ı.l ( = in ek) , u6 - ( =uymak) , u lı · ( = uyu mak ) . yazarı (Mahmud b. Ali ? ) Nehcü"/ - feradis'i 1 358'den önce Kelime içlerinde Jr v e q sesleri saklanmıştır. Ancak, Harezm'de veya Saray'da yazmıştır. İs ranbul' d a Yeni Cimi'· f/ sesi biz ı hillerde f ya çevrilmiştir (a!?sak [ = aksak] ) . de bulunan yazması üzeıinde 1926'da A. Ztki Yelidi (To­ Kelime başla rında y - sf sine rastlanır : y1gaç ( = ağaç), gan) d u rm u ş t u r . Yazmanın tıpkıbasımı Türk Dil Kurumu y1gla - ( = ağlamak) , yinçii ( = inci). tarafından yayınlanmıştır [ 1956]. H. T.'ndı: 1 sesi arasıra düşmüştür : keltür - veyl H. T . ' ne iid belge ve eserler daha çok Arap yazısİyle o/tur - gibi biçimler yanında ketiir- veya otur - biçimleri de yazılmıştır. Fakat Uygur harfleriyle yazılmış yazmalar da geçer. vardır. Çoğul ekieri : - lar/ - ler. H. T.'nde k u llanılan vokaller : a, e, (� ? ) , ı, i, o, ö, ismin hal l eri : ı. Geniti f : -niT/, y uvarlak vakallerden ll, ü. sonra · nliT/ ; 2. Akkusatif : -m, 3. şahıs iyelik ekinden sonra H. T.'ni Orta Asya Türk yazı dilinden ayıran belli ·nt vey a yalnız -n ; 3. Datif : - qa/ -ke, - g:ı/ - ge ; 4. Lokatif : başlı fon e tik ve morfoloj i özelliklerine gelince : · da/ · la ; 5. Ablatif -dm (veya -tm) ; 6. İ nstru mental : · n, İlk hecede e > i : Eski T ü rkçede kullanılan e sesi Ka­ ·tn, -un ; 7. Ekvatif -ça ; 8. Direktif : -ra, ru, -garu/ - gerü. rahanlı Türkçesinde muhafaıa ed i l m i şs e de, H. T.'nde bu iyelik ekieri : tekil ı. şahıs - ( 1, u ) m, 2. şahıs - ( t, sesin yerine daha çok i ( � ? ) kullanıldığı göze çarpıyor : u ) T/, 3. şahıs - (s) ı ; çoğul ı. şahıs - ( l) mız, - umuz, 2. ş a­ eıit - > i[it-, yel > yil. hıs - (t) T/ıZ, - ( u ) , uz, 3. şahıs - /art. H. T . ' nd e dudak benzeş mesi (labialisation ) , dudak Karşılaştırma : -rak/ - re k. Sayılar : bir, ik ( k ) i, üç, konsonları yanında geçer : savu k ( = soğuk) < so ğı k, yavuz tört, beJ , h�t. bi[, altı, yet (t ) i, , �t (t ) i, yit (t ) i, sek­ ( = kö t ü) < yab 1 z, ya v1z. (k) iz, tok ( k ) uz, on, yigirmi, ot ( t ) uz, k1rk, e/lig, i/lig, Dudak benzeşmesi daha çok birtakım ekierde göze a/tm1[, yetmiı, seksen, toksan, yiiz, yüz yigirmi, bet yiiz, miT/ , hezar ( < Far. ) . Sıra sayıları -nf ( l ) , üleştirme sayı­ ç a rp a r : -1m > - um : yem - üm ( = y emeğ i m ) ; ev - iim ( = evim) ; ni T/ > -nu" : a na m · nu" ( = an a m ın) ; kim - niiT/ ( = ları ise - ar ekieriyle yapılır. Belgisiz sayılar : köp, öküt, kimin ) ; ta m · nu" ( = d u varın) ; ka rındaı1m - nu" ( = kar­ te/im ( = çok) ; az, qar, bir qaç, niçe, bar ( ı ) , barça, qa­ deş im i n ) ; IP < ·NP : tap - up ( = bu l u p ) ; rapup ( = ça­ mug, ltgme, tegme bir, tüke/. Edatlar : a. Nominatifle kullanılan adadar : ara, asra, pıp) ; e v · üp ( = acele edip, ev ip) ; -ltğ > -/uğ : ima m . luk bir/e, bile, çag/1g, ya,llg, irre, öze, sart, u,ar, sayu, tapa, ( = i m a m lık) ; · Iğ > -uğ : sevüg ( = a ş k) ; ·tnf > -Nnf : se­ v Ünf ( = sevinç) ; · tn· > · N n · : sevün- ( = sev inmek) ; If > taparu, teg, t�g. tig, ÜfÜn, üze, üzre ; b. Datifle kulla­ nılan edatlar : k arJ U, tegi, tegrü, tig rü, utru ; c. Ablatifle ·Nf· : yap · 111· ( = yapı ş m ak) . kullanılan edatlar : a lın, a1nu, hllıka, berii, b�rü, b�sre, burun Vok al uyumu, Türkçe kelimelerde tamamİyle kaideye lin, narı, oza. ÖT/ , ÖT/in, ötrü, özge, sofl, SOT/ra, taJ . (rak ) k1 uygundur. Buna karşılık, Arapça ve Farsça kelimelerde · Ka­ Zamider : şahıs zamirieri : men, sen, biz, bizler, siz, rahanlı Tüı kçesinde ve Ç a ğ atayca da olduğu gibi - kalın sizler. h aret zamirieri : bu, ol, uıbu, UJOI. Soru zamirieri : konson lu t kler kullanılır : din - ga ( = dine) ; kajir ga ( = kim, ne, n�, ni, ni[e, neme, nime, neke, ntteg, nere, nerük, kifire) ; ka/ir - lık ( = kifirlik ) . neliik, qayu, qaçan, qanı, qança, qanda, qayda, qandın, D udak uyumuna uyan ekler : ı . İ yelik ekieri : -ımi-um, qaydın. -ır/·NT/ , ·tmız/ -u muz, ·lT/IZ/· UT/uz ; 2 . ntT/ I · n U T/ genitif eki, Fiil çekimi : Şimdiki zaman : -a (-u, -yu) turur + 3. -m l-un instr u m e ntal eki ; 4. Geçmiş zaman : -d1m /-dum, şahıs zamiri : bara turur men , bara turur sen, bara turur ; -dıu/-duT/, -dtT/IZ/ du,uz/ -dUT/IZ ; 5. Emir : -ıT/I·uT/ , ·IT/IZ/ bara turur miz, bara turur siz, bara tururlar. U T/ tZ ; 6. ·IP ( a n ) /- u p ( an ) , 7. -l tğ /- /u ğ ; 8. -llk/-luk ; 9. Di'Ji geçmiş : -dım/· lim : aydım, ayd1,, aydı, ayduk, -m/-suz ; 10. -ığ/-Nğ ; l l . · tml-um ; 12 -ıı-/·UJ· ; 1 3 . -ık/ aydiT/IZ, ayd1/ar ; kördüm, kördiiT/, kördi, kördiik, kördiiT/ÜZ, -uk ; 14. - ıl-1-u/- ; 1 5 . - m /-un- ; 1 6. -11-/-ut- . kördt l e r. Bunların yanında dudak uyumuna uymayan ek l e r de Miş'li geçmiş : -m11 + şahıs zamiri : bo/mıı men, vardır : ı . Üçüncü şahıs iyilik eki : - ( s ) ı ; 2. -nı ve - m bolmu1 sen, bolmıı, bo/mıJ miz, bolm11 siz, bolmışlar. akkusatif eki ; 3. · dm abiarif eki ; 4. Geç m iş zaman üçüncü HAREZMI ( X IV. yüzyıl ) , Doğu Türk edebiyatın ın şahıs : -dı ; 5. Emir · iil ; 6. - m11 ; 7. · iınfa ; 8. p ; 9 . en başarılı ve en ünlü şiirlerinden biri. Hayatı hakkında bi­ 1 : ko nt · 1 ( = k omşu ) ; 10. -m rı! · u np ; 1 1 . · lı. Dudak uyumu konusunda ·tn(/ Unf ve -dij-dü gi­ linenler sadece Muhabbetn a me adlı mesnevisinden öğreni len­ bi e ki e rd e kararsızlıklar da vardır : um · Inf N um-unf leıden ibarettir. Hac için Harezm'den ayrılarak Mehmed Hoca ( = ümit) ; Üf·inf N Ü f ·Ü nç ( = üçüncü ) ; ög-di "" ög -dü Bey'in yanına gelen ve onun isteğiyle bir müddet yanında kalıp eserini yazan H.'nin mahlisından ve eserinin dil özellıklerin­ (= ö v dü) . Konsanlar : H. T. Karahan lı Türkçesi n e benzer. � ( ; ) den bir Harezm Türkü olduğu sanı lmaktadır. Muhabbttna­ me'sindeki bir beyİtte eserini Seyhun kıyılarında yazdığım v e fl sesleri artık y ve v'ye, çevrilmeye başlamıştır. söylemektedir. Farsça ve Türkçe şiirlerinin ünü yalnız Hi· H. T.'nde b sesi saklan ınakla beraber ( ubarla- [ = ıs­ ma r lamak] , ya/bar- (yalvarmak] veyl ya!/lar - ) , b > v de­ rezm'de değil, Altın Ordu'da da yayılmış olan H.' nin bu şöh­ ğişmesine de rastlanır : karabaı c-.:> karavaı ( = halayık ) . reti sAdece yaşadığı coğrafi salı ayı aşmakla kalmamış,aynı za­ manda devrini de aş arak müteakıp y üzyıllara k_adar uzanmı ş tır. Toprak ve yaprak gibi kelimelerde p sesi kalmıştır. ·



·

·

·



·

·





·

4 92

Nitekim, Lerafetname şiiri Hacendi'nin MuhabbetnJme'den saygı ile bahsetmesi, XIV. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Seyf Sariyi adlı bir şiirin de H."nin Türkçe bir gazelini mecmuasına alıp ona bir nazire söylemesi, Muhabbetname'­ nin bizı parçalarına İstanbul'da Millet Kütüphanesi'ndeki bir mecmuada rastlanması, Şahruh devrinin nüfuzlu kişile­ rinden Emir Celaleddin Firiiz Şah adına 1430"da Uygur harfleriyle yazılmış bir mecınuada yine H."ye tesadüf edil­ mesi, British Museum"daki Muhabbetname nüshasının XVI. yüzyıla aid olması ve nihayet Ali Şir Nevii'nitı Mizanü'I ­ Evzan'ında Muhabbetname adında bir besteden söz edil­ mesi H."nin şöhretinin ne derece geniş bir sahaya yayıldığını ve ne derece devamlı olduğunu gösterir. H."nin Çağatay edebiyatında önemli bir yer tutan Mu­ babbetname mesnevisi, mefi'ilün, mefi'ilün, fa'ulün vezniyle yazılmış l l küçük nameden meydana gelmiştir. Eserde ayrı­ ca kıt'a adiyle bazı gazeller, Farsça bizı parçalar da vardır. Klisik nazım tekniğini çok iyi bilen H. , zengin bir hayal gücüne sahi p bir san'atkiıdır. - A. N. A. HAREZMI, Ebii Abdullah Muhammed b. Ahmed

b. Yusuf

1

HAREZMl - HAREZMŞAHLAR olması bakımından çok değerlidir. Bu kitapta H. «altı ör­ nek» dediği birinci ve ikinci dereceden denklemlerin ispat­ sız çözüm yolunu vermiştir. Bundan başka, H." nin Kirabii'I­ muhtasar fi'l bisabii'l bindi adlı hesaba aid bir eseri de vardır. Bu eserin Cambridge Üniversitesinde Latince bir tercümesi bulunmuştur ( Agoritmi de numero indoru m ) . }ohannes Hispalensis ( X I I . yüzyıl) tarafından Utinceye çevrilen Liber a/ghorisımt de practica arismerrice adlı şerh de H."nin Arapça aslı bilinmeyen bir eserine dayanmak­ tadır. Bu şerh H. "nin hesap kitabını daha açık bir hile koymuştur. H."nin bu eseri bugün kullanılan sisteme, yani lO'ar l O'ar sayıp yazmak ve 9 'dan sonra rakamın sağına bir O (sıfır) koyarak bir lO'lar hinesi vücuda getirmek sis­ temine temel teşkil etmiştir, Bu sisteme Hind sistemi, ra­ kamlara da adı verilmiştir. Daha sonra bu sistem Arap sistemi, rakamları adını almıştır. H. "nin astronomiye iid birtakım eser ve çalışmaları da vardır. HAREZMI, Ebii Bekr ( 93 5 - 993 ) , Arap yazarı. Ba­ bası Hirezmli, annesi Taberistanlıdır. H. , tanınmış bir mektuplar dergisi olan Resai/"in yazarıdır. İlim ve irfanını Bağdad ve Haleb gibi merkezler­ de ilerletmiş, Buhara, Nişapur gibi şehirlerde bulunmuş ve maceralı bir hayat vaşamııtır. Yazdığı bir hicviyeden dolayı Nişapur'da bir müddet hapiste yatan H. , Horasan sultanı ve bir Simani veziri hakkındaki küfür ve hakaretler ile dolu hilviyeler yazması üzerine tevkif edilmiş, bunun sonunda mallarının elinden alınması ve dilinin kesilmesi cezasına çarptırılmışıır. Fakat hapisbineden kaçarak Curcan'a gitmiş, bir müddet sonra da malları geri verilmiştir. Şöhretini şiirlerinden çok rnekrupları ile ka zanmıştır. Bu mektuplar akıcı, zarif ve sık sık yapmacığa kaçan bir üslup ile yazılmıştır. Bu sebepten mektupları ıarih veyi hi! tercümesine dair belgeler olmaktan çok, edebi birer örnek vasfını taşımaları yön Unden değerlidirler.

( X. yüzyılın ikinci yarısı ) , esk i bir İslam ansik­ lopedisi olan Matatihii'l - ulum'un yazarı. Bu eser zamanının İslim ilmi ve kültürü hakkında bilgiler vermekte olduğu için büyük bir değer taşır. H. , Nişapur'da Samanoğullarından II. Nuh'un sara­ yına mensup idi. Bu önemli eserini hükümdarıo veziri Ebü'l · Hasan Ubeydullah'a ithaf etmiştir. Kitabından, idari bir me'muriyeti de olduğu anlaş•lan H."nin bir nisbeti de el · Belhi'dir. Bu bakımdan Belh'te doğmuş bir Türk olması da mümkündür. H. , Horasan'da çok bulunman dolayısıyla Doğuyu iyi bilmekte id i. Bu sebepten birçok konuları vakıfine işle­ mi ş tir. Eserinde ilimleri yerli ve yabancı olarak ikiye ayır­ mıştır. Birincisinde fıkıh, keUm, sarf ve nahiv, kitlbet usulü, aruz, şiir ve tarih yer almıştır. Fel . B u k onu 1923 - 1928 yılları arasında Türk basınında ve Büyük Millet Meclisinde sık sık tarıışılmıştı. Meclis'te 1924 yılı bütçesi konuşuluıken İzmir Milletvekili Şükrü S a racoğlu, 25 Şubat 1924 Perşembe günü Utin harflerini savunmu�tur. Ali Seydi (Latin huru/u lisanımrzda kabil - i tatbik midir? İsta nbul 1 92 -l) , Köprülüzade Mehmed Fuad Har/ m esele si •Milli Mecmua», 1 Kanunuevvel 1926, VII, 75 sayı ) Avni ( Başman ) (Latin har/leri meselesi, «Hayat » 30 Kanunuevvel 1926,1 ,�. sayı ) , Zeki Yelidi ( Togan ) ( Türk­ lerde h ars buhranı «Türk Yurdu», Kanunuevvel 1 926, IV, 24. sayı ) , Abdullah Battal (Harflerimizin müda/aasr. İstan ­ bul, 1926), Avram Galan d (Arabi har/leri teraHimize mani değildir. İ stanbul, 1927), Halil H alid Bey (b. bk. ) (Latin huru/u tJe hakk ı k elam «Tevhid - i e f kar» 8 Mayıs 1 927). . . gibi birtakım yazarlar bu kon u daki düşüncele­ rini bildirmişlerdi. Saracoğlu, Maarif Vekili olarak 27 Şubat 1928'de Meclis'te, tezini tekrar savunmuştur. Bu yolda sağlam bir adım olarak Meclis 24 Mayıs 1 928'de m ı lleılerarası rakamları kabul etmiştir. M. Necati Beyin Maarif Vekilliği zamanında Heyet - i Vekile 23 Mayıs 1 928'de bir Dil Heyeti seçmiştir. Bu heyet Falih Rıfkı (Atay), Fbıl Ahmed (Aykaç) . Ruşen Eşref ( ünaydın) , Ra­ gıb Hulusi (Özden ) , Ahmed Cevad (Emre), İbrahim Grandi (Gramay), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Mehmed Emin (Erişirgil) ve Mehmed İhsan (Suııgu) dan kurulmuştu. İlk toplantısını 26 Haziranda yapan bu heyet , alfabe ve gramer konusundaki raporunu Ağustos ayı başında Atatürk'e ver­ miştir. Bu rapora dayanan Atatürk, 9 Ağustos 1928 Perşembe akşamı İstanbul'da Sarayburnunda verdiği bir nutukla H. İ.' na girişmişti. Atatürk bu nuıkun da yeni harfiere aid düşünce­ lerini açık olarak belirtmiştir : «Arkadaşlar, bizim ahenkdar zengin lisanımız yeni Türk harfleri y le kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran aniaşılmayan ve anlamadığımiz işareı lerden kendimizi kurtar­ mak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Anladığımızın Asarına yakın zamanda bütün kainat şahid olacaktır. Buna katiyeıle eminim. » Atatürk'ün bu nutkundan sonra alfabe seferberliği ilan edilmiştir. İbrahim Necmi (Dilmen) ll Ağustos 1928'de Dol­ mabahçe Sarayında açılan alfabe dersleri öğretmenliğine ge­ tirilmiştir. Başöğretmen olarak Atatürk de Rumeli, Karadeniz ve Orta Anadolu bölgelerinde belediye salonlarında ve mey­ danlarda ders vermiştir. Bu derslerden sonra Atatürk görüş ve inıuıçlarını aniatmıştı : •Arap harfleriyle hiç yazmak, oku­ mak bilmeyenierin Türk harfleriyle derhal ünsiyet etmiş olduklarını gördüm... ıt «Yüce Türk milletinin, hayırlı oldu­ ğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesin de bu kadar yüksek §UUC ve intikal, bilhassa istical göstermekte olduğunu &ör­ mek benim için cidden çok büyük saadettir.»

von

495

1 Kasım 1928'de 3. seçim döneminin 2. toplantı yrlı­ nın 1. oturumunda çalışma yılını açan Atatürk, H. İ. üze­ rinde de durmuştu : « ... Büyük Türk milleti cehaletten az ernekle kısa yoldan, anqık kendi güzel ve asil diline uyan böyle bir vasııa ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir... Hiçbir muzafferiyetİn haııralaıiyle kıyas kabul etmeyen bu muvaf­ fakiyetİn heyecanı içindeyiz ... Yüksek ve ebedi yadigarınızla büyük Türk milleti bir nur alemine girecektir.» 3 Kasım 1 928'de 1353 say ı lı kanunla Arap harfleri yerine Litin esasından alınan «Türk Ha r fleri» kabul edil­ miş, böylelikle H. İ. başarılmışırr. H� RFANG ( İ s v eç ç e), koyu benekli, beyaz tüylü bir çeşit büyük kukumav (b. bk. ) . Uzak k u z e y d e yaşar. Kar H. ı (Nyctea scandiaca) lem­ ming ' le ri avlar ve takriben dört yılda bir güneye doğru hicret eder. HARFAZ

BARINÇ.

( Coğ. ) : bk.

HARFF, Arnold, Rit· ter (Şövalye) von (doğ. aş.

yu. 1471 ), A 1 m a n seyyahı. Köln çevresinde, Wedburg'da oturan Jüli c h asılzade soyuna HARFANG mensuptur. 1496 - 1499 yılları arasında Avrupa, Afrika ve Asya'da bir seyahate çıkmış ve üç yı l sü ren bu seyahatten döndükte n sonra Aşağı Rhein lehçesiyle bir seyahatname yazmıştır. H. , bu seyahatinde İtalya, Suriye, Mısır, Arabistan, Etyopya ( H a beşista n ) , Nubya, Filistin, Türkiye, İspanya ve Fransa'yı dolaştığınr söyler. Ancak. onun bütün bu ülkeleri gerçekten görüp gör­ mediği kati olarak bilinmiyor. Habeşistan, Hindistan, Sokot­ ra ve M ad a g askar hakkında verdiği bilgileri ya Marco Po! o (b. bk. ) dan ya da başka seyyahlardan almış olabile­ ceği sanılmaktadır. H.'ın gerçekten görmüş olduğu ülkeler hakkında verdiği güvenilir bilgiler ise dikkate değer. Onun yapmış olduğu uzun seyahatin asıl amacı Kudüs'ü ve diğer mukaddes yerleri ziyaret olduğu halde, o bununla yetin­ memiş, başka ülkelere de uğramıştır. Gittiği yerlerde şöval­ yeliği bir yana bırakarak halkın arasına girmiş, bilhassa tüc­ carlada temas kurmuş ve casıladığı Almanlardan gördükleri ülkeler hakkında bilgi toplamıştır. H.'ın o zamanki Kahire hakkında verdiği bilgiler hala büyük bir değer taşımaktadır. H. bir yandan doğ u n un hususiyederine hayran olurken, öte yandan çağının şövalyelik görüşüne uvgun olarak endüstri, san'at, tarih, politika, coğrafya ve tabiat bilgileriyle ve dil­ lerle ilgilenir. Kültür tarihi bakımından büyük bir önem taşıyan H. seyahatnamesi E . von Groote tarafından Köln'de yayınlanmıştır ( 1 860) . H. Doğuda yapmış olduğu seyahiıi esnasında Suri­ ye'den sonra Adana, Karaman, Larende, Konya, Bursa üze­ rinden İstanbul'a gelmiş ve burada Sultan ll. Bayezid ' in huzuruna çıkma imkanını bulmuştur. Bu bakımdan H. , eserinde Türkiye ve İstanbul hakkında şahsi müşahedelerine dayanan bi lgiler de vermıştir. Ayrıca 50'den fazla Türkçe kelime ve kısa cümle tesbit etmi ş ve bunların Almanca karşılıklarını da göstermiştir. Onun verdiği Türkçe (ve Arapça) dil örnekleri Hans Stumme tarafından i ş lenmi ş tir (Das .Arabiuhe und das TürkiHhe bei Ritter Arnold

Har// . Festschrift für Ernst Windisch. Leipzig, 1914).

von

HARFOS - HARİClLER

49 6

HARFOŞ, Baalbek emtrleri ailesi. Bunların iktidarı ellerine geçiri�lerinin şekli ve zamanı hakkında bilgi yok­ tur. Osman lı Türkleri zamanında bu şehirdeki hakimiyet­ leri ı 839 Tanzimat Fermanı ile başlayan ısiahat hareketle­ rine kadar devam etmiştir. HARGEISA [harg �ysa] , Somalia'da, Etyopya (Habe­ şistan) sını rına yakın bir şehir. Nütiisu mevsime göre 25 000 45 000 arasında değişir. HARGHITA [hargita] (Rumence adı : Muntii Har ghitei ) , Rumanya'da, Doğu Karpatlarda bir volkanik dağ. Eır yüksek tepesi ı 80ı m dir. Bu bölgede yedi sönmüş krater ve biı kaç kaplıca vardır. HARGRAVE [hqrgreyv]. Lawrence ( Greenwich ı 850Sydney ı 9 1 5 ) , İngi liz asıllı Avustralyalı öncü uçuş pilotu. ı884'ten sonra Sydney'de uçak modelleri ile tecrübeler yap­ mıştır. Bu modeller saat makinaları, lastik motorları veya tazyikli hava motorlariyle işliyordu. ı889'da, buhar veya tazyikli hava ile işleyen, yıldız şeklinde çarklı bir motor icat etmiştir. ı893'te icat etmiş olduğu hücreli veya kurulu uçurtmalariyle ün kazanmıştır. A. Santos - Dumont bu ica· da dayanarak iki katlı uçaklarını yapmıştır ( 1906). HARGRAVES [hqrgreyvz] (yanlış olarak Har grea ­ ves ) , James (Stanhill, Lancasbire ı740 - 1750 - Noning­ ham ı779) , İngiliz dokumacısı. ı764'te «spinning j enny» adını taşıyan dokuma makinesini icat etmiştir. HARGREAVES [hqrgreyvz] , James (Hoarstones, Lancasbire ı834 - Widnes ı9ı 5 ) , İngiliz kimyageri ve sa­ nayicisi. Sabunların imalini mükemmelleştirmiş, ı873'te, asit kloridrik'i imal için yeni bir ameliye ve sodanın elek­ troliz yolu ile imalini i cat etmiştir. Hargreaves ameliyesi : ı870 veya ı873'te icat edi­ len bu ameliye ile, havanın oksijenini, pirit fırınlarından gelen anidrit sülfürik' i ve su buharını, 400 - 500° ısıda, sofra tuzu veya potasyum kloride te'sir ettierne yolundan sodyum sülfatı veya potasyum sülfatı ve asit kloridrik elde edi lir. HARGUŞI, Ebu Sa id (Nişapur, Harguş ? - Nişapur 1016), hastahine ve buna benzer hayır müesseseleri kur­ roakla tanınmış ve saygı kazanmış bir yazar. Hac dolayısıy­ la Bağdad ve Mekke gibi şehirlerde bulunmuştur. Üç eseri vardır. Bunlardan birincisi Peygamber'in hayatına iid ha­ disleri bir araya toplayan 8 cildlik Şere/ü ' J Musta/a'dır. İkincisi Kitabü'J Bi[ara ve'J nizara /i ta' birü'J rü 'ya, üçün­ cüsü ise siifilik mesleği üzerine olan Tehzibü'J esrar'dır. HARBARİYAS ( Carcharodon carcharias ; Yun. kar­ k harias = köpek balığı) , köpek balıklarının en korkunçların­ dan bir tür. Geniş ağızlı, hançere benzeyen büyük ve çatal dişli, her türlü balığa hücum eden vahşi ve obur bir balıktır. HARHARİYASGİLLER ( Carchariidae) , Omurgalı hayvanlardan Balıklar sınıfının Köpek balık ları takımının Yıldız omurlular alt takımına giren bir familya. H.'in deri­ leri şeffaf, solungaç yarıkiarı ve dişleri küçüktür. Hemen hemen bütün denizlerde yaşarlar. Yavru!.ırını doğuruı lar. Harhadyas (b. bk. ) , öz köpek balığı, pamuk balığı gibi tüıleri tanınmıştır. BARI, Mata (Biyogr. ) : bk. MATA HARI. BARI RÜD veya BERI RÜD, kısmen İran - Mga­ oistan, kısmen de Mgan - Sovyet sınırını meydana getiren ·



bir nehir. Uzunluğu aş. yu. ı 000 km dir. Sovyet Türkme­ nistan'ından da geçen ve burada Tedyen adını alan bu nehir, Kuh - i Baba'dan çıkar, batıya doğru akar ve birçok vahaları suladıktan sonra kuruyup yok olur. Eski zamanda Areos veya Arius, bazen de Okhos adını taşırdı. HARİB, Güney Arabistan'da bir bölgenin adı. Eski Arabistan'ın y üksek kültür merkezlerinden biri olan H. , Vadi Ayn'ın mecrası üzerindedir. H.'in idare merkezi Vadi Arn ile Vadi Mukbal ara­ sında bulunan Derb el - Ali'dir. H. halkının büyük kısmı şerifler, yani Peygamber neslinden gelenlerdir. HARICI İSKONTO : bk. İSKONTO. HARICI KAMBIYO : bk. KAMBiYO. HARICILER, Müslüman lığın Peygamberin ölümün­ den sonraki yıllarda ortaya çıkan kelami mezheplerinden birinin adı. El - muhakkimetü'l - uli, Nasibiye şeklinde de adlandırılan H. in zuhuruna sebep olan hadise, mez· hepler tiribinden bahseden eseriere göre Ali ile Muaviye arasındaki Sıffin savaşıdır. Ali b. Ebi Tilib, Muaviye ile arasındaki iktidar geçimsizliğinin halledilmesini iki hakerne bırakmaya razı olmuştur. İşte sonradan tarihte H. adıyle anı lan grup bu anda ortaya çıkmış ve «Allah'ın Kitabı ile değil de, hakemierin hükmü ile sonuca varmak dine aykı­ rıdır ve sapıklıktır, hüküm vermek ancak Allah'a muhsus­ tur» görüşünü ortaya atmıştır. Ali'nin hakem konusundaki görüşünü beğenmeyenler ondan ayrılmışlar ve Haı iira adlı yerde toplanmışlardır. Halife Ali b. Ebi Tilib, bunların yanlarına gelerek nasi­ hatte bulunmuş, hareketlerinin muhasebeonra Biberach'da yasarnağa başladı. H. , «Yeni inşa» adını verdiği organik inşa tarzının yaratıcısıdır. Yapıları : Berlin - Zehlendorf'taki konutlar ( 1926) ; Berlin - Siemensstadr'taki konutlar ( 1929 - 1930) ; Berlin'de Badenweiler'da, Tutzİng'de ve Biberach'da evler. Yayınları : Wege zur Form ( Biçime Giden Yollar) [ 1 925, Die Form, ı. sayı ] ; Neueı Bauen (Yeni İnşa) [1947] ; Geometri' und Organik (Geometri ve Org a nizma) [1951 ] ; Vom neue11 Bauen (Yeni İnşa üzerine) [1952]. HARINGTON [hqrınglin] , Sir Charles (Chichester 1872 - 1940) , İngiliz generali. 1 892 yılında Kral'ın Liver­ pool alayına atanan H. , Güney Afrika Haıbi'ndeki başan­ lanndan sonra çeşidli kurmaylık hizmetlerinde vazife gör­ müş ve I. Dünya Harbi patlayınca, Fransa'ya giderek Ge­ nel Kurmay kadrosunda çalışmıştır. Başarı ve kabiliyeri sonucu sür'atle yükselen H. , 1916 Haziranında tuğgeneral rütbesiyle 2. Ordu Kurmay başkanlığına getirilmiş, 1918 Nisanında Kraliyer Genel Kurmayı İkinci Başkanı olmuştur. 26 Eylul 1920'de Gen. George Francis Milne'nin yerine, İstanbul ve Karadeniz bölgesindeki İngiliz, aynı zaman­ ad İ'tilif Devletleri Kuvvetleri Başkomutanı tayin edil­ miştir. 8 Kasrm 1 920'de İstanbul'da vazifesine başlayan H. , daha ilk günden i'tibiren Mustafa Kemal Paşa'ya büyük önem vermek zorunu duymuştur. Nitekim, Rumhold'un 20 Ocak 1921 tarihli raporunda da : «H. , Mustafa Kemal'i bir çeteci saymanın faydasız olduğu fikrindedir» denilmektedir. H. , 13 Haziran 192 1 'de Bnb. Henry ve Sturton adlı iki subayı inebolu'ya göndererek, Mustafa Kemal Paşa'yı bir torpito ile İstanbul'a gelmeye ve kerıdisiyle Boğaziçi'nde işgal ettiği yalıda barış esaslan üzerinde anlaşmaya davet etmiştir. Bu haberciler, İngilizlerin, Türk istiklilini tam olarak kabul ettiğini ve Yunanlı ların topraklanmı:zdan çıkarılacaklarını, başka meseleler üzerinde de tartışma ya­ pılabileceğıni söylemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'a gitmeyeceğini, H. un inebolu'ya gelip o sıra orada bulunan

HARINGTON : Mudanya'da

fsmet Paşa