İnönü Ansiklopedisi / Türk Ansiklopedisi (cilt 26)

Citation preview

••

TURK

ANSİKLOPEDİSİ ClL T XXVI

M!LLİ

EG!T!M

BASIMEV!

-

ANKARA

1977

TÜRK ANSİKLOPEDİSİ

YILMAZ OZTUNA

Başredaktör

Redaktörler Yardımcılar

: Prof. Kenan AKYÜZ, Prof. Dr. Hasan EREN, Tekin ERER,

Zeynep KORKMAZ, O:ıfuan

YÜKSEL.

Prof. Dr.

: Caiilbe KURT, Dr. Vedat ÖRS, Dr. Hamza ZüLFIKAR, Dr. CaJıit KAV­ CAR, Dr. lsmrul PARLATIR, Şaıhap GENSOY, Mehmet SEZGlN, Meh­ met ER!LTER,

Mualila DEMlRHAN,

Ns e lilhan ÖÇTEN,

Tomris

TE­

VETOGLU, Buğra SOFU O GLU, Ahmet ÖÇTEN, Aıhmet KANSU, Bey­

ıhaın DEMIRTAŞ, Gillıer öNAL, Sevıim EMEKL!, Meliha TUÇ.

YIRMI ALTINCI ClLTTE YAZlLARI BULUNANLAR

Nliıhal ATSIZ, Avni Refik BERKMAN, Ecz. Uğur D ERMAN, Öz DOKUMAN, Em. Aml. Vehbi Zd ya DüMER, Yk. Müıh. Enver ED!GER, Prof. Dr. Hasan EREN, Prof. Dr. Muhar­ rem ERG!N, Mehmet ER!LTER, Dr. Salaılıattin IÇL!, Ziya lSHAN, Prof. Dr. Re§at IZ­

BlRAK, Yk. Müıh. Yavuz KANSU, Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN, Rıza KARDAŞ, Av. Dr. Ergin KORUR, Nuri KORUR, Cazibe KURT, Filiz ORTAÇ , Dr. V,edat ÖRS, Oamit OZTE LL!, Yılmaz OZTUNA, Dr. !smail PARLATIR, tsrnet PARMAKSIZOGLU, Dr. Fet­ hi TEVETOGLU, Ekrem üÇYIGIT, Orhan YüKSEL.

21. CILTTE DÜZELTILMESI GEREKEN BAŞLlCA YANLlŞLAR 273.

sayfadaki ı·esim Karagöz'ün değil Hacivat"ın resmidir.

22. CILTTE DÜZELTILMESI GEREKEN BAŞLlCA YANLlŞLAR Sayfa

Sütun

Sabr

2 31

339 402

Yanlıt

Doğru

recc ive r ıtıma

receiver ısıma

474. sayfadaki LAPO, LAPONYA, tAP'LAR maddeleri 473. sonra gelecek.

sayfadaki LAPLACE DÖNÜŞÜMÜ maddesinden

23. CILTTE DÜZELTILMESI GEREKEN BAŞLlCA YANLlŞLAR Sayfa

Sütun

Sabr

Yanlıt

Doğru

274 275

2

3 27-28

tü rkle rin istidlal ( dolayısıyle anlama) o rnitiho rynque plarypu• robbif

tü rlerin istidlalden (dolayısıyle anlama) yararlanılır o rnithory.nque plat ypu s rabbit

ı7 18 58

472 472 473

24. CILTTE DÜZELTILMESI GEREKEN BAŞLlCA YANLlŞLAR Sayfa

Sütun

Sabr

9 60 60 463

2 ı

42 5 48 ı4

Yanlıt

Doğru

1552 Mea l is - i ayan c eddin münekkı

ı525 Meclis - i ayan ceddim münekkıd

25. CILTTE DÜZELTILMESI GEREKEN BAŞLlCA YANLlŞLAR Sayfa

Sütun

39 220 337 404 452

2 ı 2 2

Sabr

( Sayfa üstü yazısı) 51

44 6

Yanlıt

Doğru

Müctecip Uchisar samanyolu' muzdan sını rlarda t atı r

Müstecip Üçhisar samanyolumuzda sını rlamada tatı

26. CILTTE DÜZELTILMESI GEREKEN BAŞLlCA YANLlŞLAR Sayfa

Sütun

250 343 357 357 357 357

2 2 2 2 2

ı

Sabr

Yanlıt

Doğru

20 47 25 30 35 53-54

0,92612736 m2 B rachipo d geçirmek ııey Müslümanları Abhülhamid

0,83612736 m2 Brachiopod geçirmem e - k ııeye Müslümanlar'ı Abdülhamid

85. sayfadaki Osman Salahaddin Dede Efendi, 84. sayfadaki Osman Salahaddin Dede devamıdır. 217. sayfadaki Oyun Havası maddesi 213. sayfada Oy rot Tura, Havası maddesinden son ra yer alacaktır.

Efendi

maddesinin

209. sayfadaki Oyuncak maddesi de Oyun

o ORHUN YAZlSI,

kıt"ada

tarih

bilinen

geniş

boy unca

Hk

Türk

sahalara

gittikleri y�rlerde bir çok k ültür merkezleri mişler,

temas ettikleri çevrelere göre

alfabeler

/ll.ıni,

kullan mışlardır.

Nitekim

Brahmi. Arap, Siirya11i,

alfabelerini

Türkler'in

kullanmış

kat az veya çok kullanılan �en iş

ölçüde kullan ı lar.ıık

haline gelmiştir.

larında kullanılmış, Uygur

yaz ı s ı

Orhun

çeşitli

Göktiirk,

Soğd,

Uyguı·,

Erm eııi, Rum, Latilı, olduklarını

Türkler'in

Türk

Sl.ıı· Fa­

içinde dört tanesi

umumi

Uygur,

görüyoruz.

milli

Arap ve

yazı

diJ·inin

alfabeleri Latin

al­

kullanılan,

sonra

yazısına

bırakınağa

başlamıştı r.

da

Uzun

lanılan bu i k i •yazıdan sonuncusu yazı

olarak

uzun

zaman

yazılan

Türk

ültkeleri nde

bin

müddet yan

da

üçüncü

yana k u l ­

umumi

milli

sene t k ullanı iJıktan

sonra

1928"de yerini dörd üncü ve son milli alfabe olan Lat in asıllı Tü�k

yazı sına bırorkmıştır.

Orhun

yazısının

Türk yazı

bir ·kaç asır kullanıl d ı ğı abidelerinden görülen,

ilk

İ slamiyetten

fakat

Uygur yazısı ise, İ slamiyeıle bi rlikte, yer i n i Arap asıllı Türk

bir

dilinin

başlangı cı nda en az İlk olarak Orhun

anlaşılmaktadır.

i ki asır öncesine ait Yenisey kitabelerinde

son ra en müte-kamil şekilleri n i Orhun

abidelerinde

ası r­

bulan bu yazının milad ı n ilk asırlarına kadar çıkmış olacağı

sonra onun yerini umumi yazı olarıdc İ slami•yet"ten önce en geniş ölçüde

tahmin edilebilir. Hatta son zamanlarda Türokistan Türk ilim

alm ı ştı r.

yazısı

meydana getir­ yazılar,

fabeleridir. Giiktürk veya

Türkler,

çe�itli

bu alfabelerin

Bunlar Güktü�k,

Üç

alfab..-si.

yayı lan

merkezlerinden,

bu

yazı

ile

yazılm ı ş

milattan

çok

öncesine

ORHUN YAZISI - ORINOCO

2

ait Türkç e bazı kaya yazılarının bulunJu,i\una da ir, henüz kesinle�memiş iddia ve h ı berler g elm i ştir. Şimdilik 5. asırla 9. asır arasında Yenisey kitabelerinde, Orhun abidelerinde ve diğer kitabelerJe, ve: kağıt üzerinde, kitap halinde Orhun ya zısının .kullanıldığı bir v3.'on, 3 bugle, 1 k on trha s

2 h a rpe,

1 piano,

danıl, trampt-t ve ziller.

k ronı :ıt i k timbale'ler ,üçgen, büyük

Impressionniste'ler, küçük or·kestraları tercih ettiler ve romantiklere karşı tam bir t epki göstermiş oldular. İ şt e Ciau­ de De!:ıuss y ' n i n

Prflude i I'Apres-m i d i d'Un Faune' unda kullandığı o rke str a: yaylı sazlar, 3 fl üt , 3 ob ua, 2 ( ıııç.;�) kl a rn � t, 2 fagot, -1 k or, 2 h:ırpe, vurma sazlar (battcries). ·

4

ORKESTRA - ORKESTRASYON

Modern musiki ise, imprcssionnisme'e tepki göstererek, daha büyük orkestralarda daha iyi ifade kudreti olduğunu savundu. Fakat hiç bir zaman Berlioz - Richard Strauss eko­ lü gibi ifrata kaçmadı. İşte Strawinsky"nin le Sacre du Prin­ temps'ı (1913): yaylılar, 5 flüt, 5 obua, 5 klarnet, 5 fa.got, 8 kor, 5 trompet, 5 trombon, 2 tuba, 4 timbale, diğer vurma sazlar. Aynı bestekarın Petrouchka'sında (ı911) kullandığı orkestrası daha zengindir ve yukandakine ilaveten harpe, pia­ no, celata, :ıcylophone ve çanbr vardır. XX . asrın en biifük bestekin ol'all Strawimı!cy, bu suretle, ockestranın, eserin rıi­ huna tabi olacağını göstermiştir. Çağdaş bir bestekirın, 1906 doğumlu Shostakovitch'in le Siege de leningrad'ında kullan­ dığı orkestra ise şudur: yaylılar, 3 flüt, 3 obua, 4 klarnet, 3 fagot, 4 kor, 3 trompet, 3 trombon, ı tuba, 2 harpe, ı piano, ı xylophone, vurma sazlar.

Çağdaş büyük orkı:stralarda yaylılar şöyledir: ıo - ı2 1. kem:ııı,ı 8- ıo 2. kem:ı.n, 6 - 8 viola, 6- 8 violonsel, 4- 5 kontr­ has, cem'an .ll- 4.3 yaylı saz.

Orkestralarda her saza, nota pupitre'leri dahil olmak üze­ re, a�gari ı m2 yer ayrılmak lazımdır.

S:ızların durumu çok değişiktir. Belirli bir konuş yoktur. Yalnız, aynı sazlarla aynı çeşitten sazların bir arada bulun­ duru�masına çalışılır.

Bir de askeri musiki'de kullanılan "harmonie" ve "fan­ fare" orkestraları vardır. Her ikisi de yalnız vurma sazlar ile nefesliler'den müteşekkildir, yaylılar bulunmaz. Bu ikisinin farkı, harmonic'de tahta nefesliler'in de mevcudiyeti, Eanfa­ re'da ise yalnız bakır (madeni) nefesliler'in olup, tahta ne­ fesliler'in olmayışıdır. Aşağıda her iki topluluk için verilen mis:ıller, büyük hey'etlere mahsustur. Daha küçük çaptakiler­ de saz sayısı ve çeşidi azdır (Aibay C. Dupont'un L'OrrheJire d'Hamwuie et I'OrrheJire de Fa11fare adlı eserinden alınmış­ tır) :

!15 kişilik büyük bir harmonie: I - Tahta nefesliler: ı küı;ük flüt do, 4 büyük flüt, 2 obua, ı cor anglais, 2 fagot, ı kontrfagot do veya kontrhas sarrusophone do; II - Anche'­ lılar( embouchure'lüler) : 2 küçük klarnet li b, 2 küçük mi b klarnet, 2 si b klarnet, ı si b klarnet (I.), 4 si b klarnet (I I.), -l si b klarnet (III.), 2 mi b alto klarnet, 2 si b bas klarnct, 2 kontrhas klarnet, ı si b soprano saksafon, ı mi b alto saksafon, 2 si b tenor saksafon, 2 mi b bariton saksa­ fon, ı si b bas saksafon; III - Cuivres clairs (parlak ma­ deni nefesliler): 5 do trompet, 2 si b cornet a piston, 4 fa cnr (1., II., III. ve IV.), 4 trombon; IV - Saxhom'lar: ı küçük mi b bugle, 2 I. bugle, 2 ll. bugle, 2 mi b alto, ı ba­ riton, I I. si b bemol, 3 II. si b has, 1 mi b kontrbas, 3 si b kontrbas, 2 telli do kontrbas; V - Percussion (vurma saz· lar): ı timbale, 3 büyük davul, ziller.

60 kişilik büyük bir fanfare: ı mi b sopranino saksa­ fon, 2 si b soprano saksafon, 2 mi b alto saksafon, 2 si b tenor saksafon, 2 mi b bariton saksafon, ı si b bas saksafon; ı soprano sarrusophone; 3 do tromp�t. 2 mi b ıveya fa trom­ pet; 3 si b cornet; 4 fa cor; 4 trombon, ı bas trombon; 2 küçük mi b bugle, 4 I. bugle, 4 II. bugle; 3 mi b alto, 2 si b bariton, 2 I. bas, 5 II. bas, ı mi b kontrbas, 4 si b kontr­ has; ı timbale, 2 büyük davul ve ziller.

Başka tür orkestralar da vardır: yaylılar'ın bulunmadığı, piano bulunan caz orkestrası; dans musikisi çalan dans or­ kestrası; eksotik orkestralar (Fr. orchestre exotique) bunlar­ dandır. Bu sonuncular, Uzak Doğu ve Afrika'nın ilkel saz top-

luluklarına bcnzetrel ( yel-

altında

uzun kanatl ı bzika bir çe�t

deniz kuşunun ( frigate) sivri

u çl u ıkanatları vardır, bu sayede hafif kanat çırpmalarla saat­

lerce uçabili r

ve

g öze çok hoş görünen

manevralar yaparlar.

nışlanyla çok uzaklara seyahat edebilir. Albatroslar ve mar­ tıların kanad ı uzun ve dardır, bu sayede sı•k sık kanat çırp­ madan dalgaların üzerinde uçabilirler. Ö te yandan arıkuşu o

derece hızlı ka n a t çırpar ki, çiçeklerin havada, old uğu ye rde du r abil ir. Kuşların uçuş hızı c i ns ten

balözünü emeııken,

cinse çok değiş.ir. Kuşların

uçuş hızını tesbit et m ek güçtür. Güçlük çıJc:aran imil lerden bi ri yere göre ·k uşun hızının hava eeceyanlarının etkisi altın­

da olmasıdır. Saatte 40 km ·h ızla uçan bir .k uş, eğer saatte 60

km hızla es e n bir rüzgarı aı:Xasına alırsa saatte 100 lcm hızla

uçabilir. Aynı kuş saatte 60 km hızla esen rüzgira karşı uça ­ cak olsa,

o

zaman hızı saatte 20 km ye düşer. Bütün güçlüık­

I e re rağmen, yapı lan çalışmalar sonunda bazı kuşların yaıkla­

ş ı k olarak aşağıda gösteri len hızlarla uçabi ld iJderi tesbit ed il­

mi ş t i r :

ORNİTOLOJİ 15 - 30 km/saat

Küçük ötücü kuşların çoğu, serçeler ve çit lc u şla r ı .

30 - 50 km/saat

30 - 60 ·k m /saa t 60 - 100 km/ s aa t

.Ard ı ç •k uşu, sığırcık gibi birçok orta bü­ :y ük Jü.k te kuşlar ve b ü y iiık kuşlardan, ba­ Jı.k çıl, pel �k an ve martı lar. Birçok orta ve k ü çük boy ku ş la r ; bazı cins güvercin, sığırc ıklar. : .Atmaca, yaba n ördeği, yaban kazı ve evci l güvercin.

Münakaşalı olmakla birlikte daha büyük hızlar da tes­ bit e d i lm i ş t ir : Mesela altın ıleartalın clalış h ı z ı s aatte 2 i0 km' dir.

Uotf me.rafesi : En uzun uç u ş mesafeSoi rekoru .Ark ti!c bölgesinde ya,ayan bir çeşit deniz k ı rl angıcına (arrtiı- tem) aittir . .Bu hayvan .Aı:ıktDk"teki yazl ığından, .Antarti-ka ' d ak i k ı ş­ l ı k y e rin e gitmek için, b i r mevsimde 12 ()()() km kadar yol a l ı r . Uzak me sa fe l i bazı u ç u şlar büyük bir sü r' a t l e gerçekleş­ t i rilir. Mesela K anada'da i ş are t l ene n ma v i ık u y r u:k l u ö rd eık ç eş i d i 30 g.ü n sonra 6 000 km u z ak l ı kta, Venezuela'da bulun­ m uştur. W a l e s'd e ya:k alanara.'lc 5 000 kın ' d en fazla uzaklıktalmrü boyunca d evam e d e r. Birçok ·k uşlarda, arkada -kuyruğun un tam karşısında yağ bez­ l er i vard ı r. Bu b ez le r i n yağlı ifrazat ı n ı n tüyleri iyi durumda bulun d urmay a yaraması m uhte m e l d i r . Gerçekten birçok kuş­ lar bu bezeleri gagalar, başlarının oraya sürer ve b 1>y lece sanki -ifrazatı v ücutlarının her tara.fına yaymayı isterler. Ba­ zıları da, kuşların arada bir k aza i l e yuttuğ u bu yağın bir D v i t :ım ini �aynağı o l duğu n u s1>ylemeokte::Lir. Ö te y an d a n güvercin ve papağan g ibi kuşlarda bu ·bez e l e r yoktur ve bu ha yv anlarda D v ita m in i eksikliğin i bel irten iraz görü lmez. K u�lar, gagalarıyla yaptıkları temizliğe paralel olarak sık sı k da banyo ederler. Kara ku ş ları giiğüslerini suya d o­ kund uraraık, başlarını suyun i çine sokarak vücutların ı ı s latır. Ördek ve m a rtı gibi zaten sularda yaşayan kuşlar da, su g eç ir m ey e n t üyl-e rine rağmen, yine de yüzme s ırası n d a ban­ yo ederler. Bazı kuşlar ıslak ç i m en l erd e , hafif bir yağmur çisintisinde veya bir bahçe fıs.kıyesınden yararlanarak banyo e d e r . Tropiı�c ormanlardaki .k uşlar ağaçların ıslak yaprakların­ dan y a rar la na rak ban y o ede rler . Diğer taraftan evcil tavuk ve bir cins tarla kuşu gibi k uş l ar banyo , i çin s u y eri n e topraktan faydalanırlar. Kuru t oprağ a gi>mülüp her t a raflarını toza bul ar, sonra kalkıp çırpına rak t:>zları uçurur, böylece, tüylerini temizlemiş ol ur­ lar. Bu ş üphe si z sıhhatli bir t emiz l enm e yolu değildir ama, yine de t üyl erin düzene soku lmasında yardımcı olur. Serçe gibi bazı ·k uşlar hem toz, hem de su ba ny os u y ap ar. Kuşl ar, güneş banyosu da yapar. Kanatlarını gerere k, güneş in sıca�< ışınlarından ya rarla n arak kendilerinden ı;e çmi ş gibi bi r süre hareketsiz ka lırl ar. Di11le11 me.. rqu m a t'e k r ı uykusu: Küçük ıkuşların çoğ u gün:lüz saatlerini fa a l i y et l e geçirir, pek fazl a dinlcnmezlcr ; bazı l arı ise arada bir tü n ey er ek d inlenir. Diğer taraftan b ü ­ yük kuşlar saatlerce k ı p ı r d am adan dururLı r ; atmaca tüne.�i n­ de, b a l ı k çı ! bir su birikintisinin ık enarında, ördek s u y un üs­ tünde. Birçok k uşların goruşu, geceleyin o ·k adar zayıftır ki, bunlar geceyi harekets iz geçirirler. Baykuş, bazı çeş it balık­ çıHar ve ç o ban a l d at a n ıkuşu gibi b a zı l arı y sa , gündüzün din­ lenir, geceleyin avlanırlar. .Avını bulmak için sürekli olarak dalışlar yapan karabatakların t üylerinin su geçirmezliği pek iyi o1madığından, bunların arada bir karaya çıkıp kanatlarını gerere!c kuruttukları görülür. K uşl ar, geceyi, g ünd üz leri beslenme-k için bulundukları çevrede geçirirler. Serçe y u v a s ı n da , çalı bülbülü bir ağaun dalında, bir çeşi t y e l k ova n kuşu da okyanus su larında gece­ ler. Kuşlar gündüzün tünedikleri yerde de u y u r lar . .Atmaca veya .karga bir bir ağacı n yüksek dallarında deniz kı rlangıcı d a k u nı sal da geceler. Ö te yandan daha çok yerde d ol a ş a n bazı bıld ı rcın çeşi tleri, uyumak için ağaç d a l l ar ı terci h eder. Amerika' dak i karatavuk ve sığırcıklar bütün gün y e r d e bes­ lenip,

ağaç d a l l a r ı n d a tünedikten sonra geceyi geçi rmek ıçın

kedi kuyruğu s ağ i ı k i a r ı n a gid erler.

vuklarında t ün er .

.Ağ a ç kaka n l a r ağaç ko­

14

O RN İTOLOJ İ

İn giltere kuşları : Üstte solda: kızıl gergedan veya nar bülbülü ( Eritacus rubecula) , sağda : saka kuşu ( C arduelis Carduclis) , ortada solda : yalı çapkım veya iskele kuşu ( Aicedo Atthis) , ortada: tarla kuşu (Aiauda arvensis ) , sağda : ispinoz ( Fringilla coelebs ) , altta solda: martı

karatavuk ( Turdus merula )

(La rus

can us) , altta sağda:

ORNİTOLOJİ

Kuzey Amerika kuşları : Ustte solda: büyük mavi balıkçı! (Ardea herodias) , Üstte sağda: mavi kestane kargası ( Cyanoc:itta cristata) , ortada sağda: ağlayan kumru ( Zenaidura macroura ) , altta solda : ötü cü bir çeşit serçe

( Melospiza melodia) , altta sağ da: bir çeşit yaban ö rdeği ( Anas platyhynclıos)

15

ORNİTOLOJ İ

16

Kuzey Amerika kuşları : Üstte solda: ispinozlar ailesine giren sorguçlu bir çeşit kut ( Richmondena Cardinalis) , Üstte karatavuk

sağda: Swainson şahini ( Buteo Swainsoni ) , ortada

(Agelaius p hoeniceus) , altta solda:

Baltimore san

solda: kızıl

asma kuşu

sağda: büyük sorguçlu bayku, ( Bubo virginianus)

(lcterus

kanatlı bir çeşit galbula ) , altta

ORNİTOLOJİ

17

Egsotik kutlar : Üstte solda: kükürt rengi aorguçlu papağan ( Kakatoe galerita) , Üstte ortada: Swainson papağanı

(Trichoglossus haematod moluccannus) , sağda: toko tukanı

( Rhamphastos

toco ) , ortada

büyük san asma kutu ( Gymnomystax mexicanus) , altta solda : altın sülün ( Chryaobophus pictus) , ortada:

taçlı turna

(Balearica pavonina ) , aağda: büyük flaman ( Phoenicopterus ruber roaevs)

.

.

O RN ITO LOj l

18

Az rastlanan egsotik kuşlar : Üstte solda: papuç gagalı kuş ( Baleeniceps rex) , Üstte ortada: kızıl kaya horozu

( Rupicolo) , sağda:

Hi nd konutkanı

( Eulabes religiosa) ,

altta solda : gök tavuk ( Porphyrio ) , altta sağda:

Marabu

ortada solda : ( Leptoptilus

Hartlaub turakosu, crumeniferus)

ORNİTOLOJİ Kuılar g;ı s ı n ı

uyurken

genel likle boynunu

arkaya

bükerek ga­

tüylerinin arasına gümer; Jeylek gibi bazıları ·ise ga­

gasını göğüs tüylerine gömer. S u üstünde uyuyan su kuşları

19

larından tohum ların içini açma.kta yarar !Jnı rlar. Ba l ı kçı ! g i bi kuşların

uzun, ga:g ası

on l ara,

ve

baJı.k

yardımcı o l ur.

kurbağa

avlamakta

genel l ikle bir yüzme d urumunu mu-hafaza eder, ancak başla­

Gaga çeşitlerin de bir ·b aşka adaptasyon ş ek l i d e ördekle­

r ı n ı geri çev,i rip gagal arını sırt teltıklerinin arasına gömerler.

r in yassı gaı,galarıd ı r . Ördek gagasının girintili çukıntılı olan

Karadaki ürdekler bacaklarını karıniarına doğru ç ekerek gö­ ,Aüs üstü uyurl ar. Birçok :kuş l a r tek aya-k üzer i n d e uyur. Bu

d a n akıp gitmes i n i

d i kkat çekicidir.

yangozla.r ağızda kalır. Bazı deniz kuşlarının ga.gaları d a ben­

pozi syon bilhassa

uzun baca-k l ı

su kuşlarında ve leyleklerde

Dalda tüneyen k u 5 l ar h i çbir kuvvet harcamadan parmak­ brını ğın

dalı

sukın ı ş d u rumda tutabi l i r l er. Bunun sebebi, haca­

eği l mcsiyle

bazı

sinirleııin

kendi l iğinden

.k ı ş

uykusun:ı. yatıp

yatmadığı

y ı l lardan

beri

tartışma kon usu olmaktayd ı . Orta Çağ' da serçelerin ve başka bazı .k uşların, kış yaklaşınca su birikintiler.inin d ibindeki ça­ ın urlara göınül üp kış \·ard ı .

uyıkusuna

.yattıklarına dair bir

inanç

Bilgiler ilerldikçe

kuşların, kış mevsiminde gözden kaybo l uşunun göçler dolayısıyle olduğu anlaşı ldı . Diğer ta­ raftan arıkuşu gi.�i bazı kuşların kış aylarında ve soğuk ha­

v.ılarda bir uyuşuk l uk d u rumuna g i rdiği görülmüştür. Ni hayet

1 948

y ı l ı n d a Amerika'daki

bir

çeşit çobanalda­

tan kuşunun gerçe�den kış uykusuna yattığı tesbit edilebild i .

Bu hayvanlardan b i r i Colorado çii l ündeki kanyonun d uvarın­ daki

bir oyu�c i ç i n d e uyuşuk

sonraki

çekten

y ı l l arda

yapı lan

durumJa bulunmuştu.

m ü ialıedeler

bu

sağ l a r . B u l üz umsuz m a d delerin kenarlar­ dan dı şarı atılmasına -karş ı l ı k böceıkler, tohumlar, küçük sal­

zer yapıdadır. Gagaların, kuşları n yaşadı·k ları bölgeye, ya� ayı ş tarz ı na, al dıkları besiniere göre dah:ı. birçok çeşitleri vard ı r .

gerilmesi

ve d a l ı .tu tan ayak parmaklarının d urumunu kuvvetlendirmesidir. K u ş l a r uyku zamanında, uyan ıklık zamanından dah:ı. ço�; top­ lu h a l d e bulunurlar. Kuşların

kenarları, ağza doldurdukları suyun ve ince çamurun kenarlar­

kuş

Daha

türünün

ger­

k ı ş uykusuna ı•attığı n ı ve bu sürenin 80 ,e:ün olduğu­

n u kesin ola ra.�c ortaya çııkard ı .

Kuşların beslenme adetl eri ve yol ları da ç o k

d e d i r . İ l k bakışta kuşlara karşı iyi korunmu5 görünürler. Ama birçok kuşlar bun lardan

besin

olara·k faydalanmanın

s ı n ı bekler, açıldığı anda a t ı l ı p bağ kas larını keserek hayvanı çaresiz bı ralcır. Kargalar, cevizleri kırabilmek i çi n , yüksekten sert bir zemin üzerine bı rak ı p çatlatırlar. Pel ikan l ar suya da­ l ıp aviarını a l t tarafı c:.-pli olan gaga larına a l ı r l a r .

Duyular Görm e

:

Kuşların gürüş kabiliyeti insanlarmkine benz er .

B un u n l a beraber bel l i başl ı iki fark vardı r . Birincisi kuşlar­ dan çoğun un üç boyutlu görememesidir. K uşların gözü, baş­

larının iıki tarafında ol·d uğund:ın insan ı n ve başkuş gibi bazı kuşların üç boyutlu görmesine karşılık kuşlar çevreyi hem iki oynatmak

z orundadırlar.

p ı s ı dolayısıyle tamamen net ve

şayan bir çeşit papağan mantar, Arktik'te yaşayan bir ba�ka

g1irür.

Bazı ları bitkiyi d oğrudan doğruya yer. B a z ı ocuşlar d oğrudan

rak, yumru ve çi çeklerin nektarını yerl er. Yeni

Gine'de ya­

çeşit kuş d a l i·ken yer. Diğer taraftan birçok kuşlar da bit­

yiyecek beslenir. Kuşların sol ucan, yumuşakça, kabuklu,

örümcek, m ür ekk ep balığı, tkurbağa, kertenkele, memeli ılıay­ yiyere.!c beslenir.

Bazı

kuşlar

da

hem b i tki h e m h ayvan yiyerek beslenir. Bir

kısım

kuşların

çeş.itli besinlerle beslenmelerine kar­

ş ı l ık, baz ı l arı sadece bir tek çeş i t besin a l ı r . Bazı larının yiye­ cek s ı n ı r ı daha geniştir. Kanat ve ayak yapı ları m uhtelif kuşların besinlerini bel irl i bölgelerde aramak K arabatakl a r, yaban ördekleri besinlerini

zorunda bıraokır. bulmaık için suya

dalar. Besinin alınmasında asıl imi! gagadır. Kuşların gagaları

son derece çeşididir. Alakarga ve .karganın gagaları çeşitli iş­

ler görmeye el ve r i ş li ga:g aların tipik ör neğ idir. Büyükl ükleri

sağlam ve e l veri ş l idir. Küç-ük m emelileri ö l d ürecek fınd ı k ve­

sairey.i

kı racak kadar kuvvetl i ,

küçük

böceıkleri

kadar da sivridir. Bazı ötücü kuşların gagası, biicek leri toplamaya elveriş l i şek i l de

toplayacaık

yapraklard a:ki

küçüktür. Öte yandan

sinek vs. .i le beslenen kuşl arın gagası bunları yatkalamaya uy­

g un şekilde yassı ve gen i ş t i r ; baz ı larınmki tohumları ıkıracak kadar kuvvetli olur. Böcek

itibariyle

monoküler

a l ı n l arının tam karşısında

la beraber, binoküler giirüş, avını .koval ayan kuşlar için çok

d oğruya tohum ve meyvaları yerken, baz ı l arı da kök, ot, yap­

vanlar veya ba�ka kuşları

Esas

görüşü o lan kuşlar ara s ı n ::l a b i l e,

önem lidir.

çoğu biicek yer, yine birçoğu

n

boyutlu ·hem d e perspeıktifsiz g1irür. Deri l i ği görebi lmek için

başları nı

y;ın m a J d eleri organik hale getirmek i çin bitk i l ere muhtaçtır .

beslenen başka hayıvaoları

yolunu

bulmuştur. Midye yiyen kuş lar, hayvanın kabukl arını aralama­

binaküler olarak görebildiık leri bir alan vard ır. Sınırlı olmak­

Bnleıım e : Kuşlar d a d iğer hayvanlar gibi organik olmı­

kiyle

çeş i d i d i r .

Salyan:ı:ozların ve yumu şakçalar ı n vücudu s e r t kabu!dar i ç i n ­

p eşin de

ağaçları delen ağaçkakan­

ların gagası ·keski gi-bidir. Et yiyen iri ·kuşların kıvrık gagası

e t i parçalamaya elveri� l i d i r . Papağan ların d a ktWvetli ve kıv­ rık gagaları olduğu halde bunlar tohum yer ve kıvrık gaga-

Diğer önemli fark d a ık uşun gördüklerinin, gözünlin ya­ i n san anca·k görüş Bazı

alanının küçük

kuşlar, b i l hassa geceleri

detay l ı olmasıd ır. Halbuki bir •k ısmını net olarak uçarl ar tıpkı

insan gibi

bütün bir renk spektrumunu görürler. Bazıları, gece kuşları­ nın i n frared ışıoları dolayısıyle, aviarın ı ken d i l iğinden ı şık­ lı

bir kaynak olara..lc giirebi ld i.k lerini d e idd i a etmişlerse de

bu iddia ciddi bir temelden ma·h rumdur. Baykuşlar tam ka­ ranl ıık içinde de aviarını bulurla r ; bun u çok kuvvetl i olan işitme duyguları n a borçl udurlar.

in san ı n gece görüş üne nisbetinin

Baykuşun

gece görüşünün

100'ün 10'a nisbeti kadar

kuvvet l i olduğu tahmin edilmektedir. Bunu, bayk uşlar, insa·

nın dolun::ıy ı şığı nda @Ör.d üğünü, yıldızların ı şınında görebilir­ ler, şeklinde de ifade edeb i l iriz. Gündüz kuş l a r ı n ı n ise, gece ·kuşlarının aksine, gece görüşleri çok kötüdür. İşi111ı e ;

Kuşların �şitm e

d uygusu da

çok

kuvvetlidir.

Muhtemelen saniyede 230 siklden 10 yahut daha fazla kilo­ s itk l e kadar olan

sesleri d uyabilmektedirler. Tecrübeler bir

tavuğun yalnız sesini d uyarak görünmeyen bir yerdeki civci­

vin yerini, köpek veya ked i kadar sıhhatle tayin edebildiğini gösterm iştir. Saman l ı k l arda yaşayan yarasaların da tam karan­ l ı kta, farenin çıkardığı çok hafif sesten yararlanarak yerlerini tayin ettikleri tesbit edilmiştir. Amerika ' da b u l unan ve oilbird denen bir gece kuşu, de­ rin mağaraların karanlıklarında yaşamakta,

uçartken

sesin

bulmaktadır.

y a nk ı l a n n d an

faydal:ınara:k yolunu

s üperson ik ses çıkaran :yarasaların yol bilir.

çıkardığı Bu,

bulmasına benzetile­

ORNİTOLOJİ

20

ORNITOLOJI : S u kenannda yauı bir tat Üzerinde kuluçkaya Di/!.er duyuLır : Koklama d uygusu k uş l a rın

çoğunda iyi

gel i ş mem iş t i r. Uçması olm ıyan kivi krin, solucanları, görerek değil ko k la ya r a:k buld ukları söylen i r . Tad alma d uyg u su m uh­ tel if kuşlarda, m uhtelif derecelerde gelişmiştir.

bazı cins besinleri özell ikle tercih gaganın bir rol oynadı�ı karşı d uyg usuzd ur.

Bazı kuş lar,

ederler. D(>kunma organı

anla�ılmaktaJ ı r . Ayak, d okunmaya Üreme

Ferdin ha ya tını devam ettirmesi için besin alması ne de­ rece önemliyse, cinsin varlığını d cHm ettirebilmesi için de ürem e o d er ece önemlidir. Üreme, kuşlarda, y u m u rtl am a, ku­ l uçka ve ya·vruların büyütülmesiyle ol ur. Bunların süresi ötücii k u şl arı n çoğunda sadece birkaç hafta iken, a lbat r os gibi kuş­ larda bir yıla yakın d evam eder. Bazı ötücü k u ş l a r art arda b irk aç yumurtlama d önemi g e ç i r i r, sonra aylarca d inlenirler. Albatros ise her ço.ğalma dönemi arasında bir y ı l h a tta daha fazla zaman bırakır.

Üreme menimi : Kuşların dinlenme süresini takib eden belirli bir üre-m e mevsimi vardır. Her cinsin üreme mevsim i kendine göred ir; ancak 12 ayda bir üreme mev s i m i kuraldır. Bunun tek istisnası Ascension a d asın d a yaşayan b ir çeşit de­ niz kuşudur ; bu hayvanın üreme şekli 9 ayd ı r .

Üreme mevsim i besin b u l m a im-kanının ço:k o l d uğ u mev­ simlere rastlar. Mutedil iklimlerde bu, genel l ikle i l•kbaharın ileri aylarında başlar. Besinin bollaştığı mevsim yavruları ko­ layca bes l em e im!





5

1

4 -

3

-

2

1

'-

ORTA öGRETIM

ı

k

-ı...J

37

ORTA SEKİZLİ - ORTAKÖY ORTA SEKIZLl, Türk Musi.kis i ' nde kullan ı l m ı ş 4 2 . ' s i . Kaba çargah i l e çargah arasındaki seki z l i . PERDELER (Y. Ö . )

sekizlinin Krş.

ORTAÇ, Yusuf Ziya

( İstanbul

İ s ta n b u l

1 895

belgesi

aldı.

İz­

borçlarından dohııy ı yalnız

(T.K. MJ . 296 ) . Or­

il•e sor.umlu :b ulunan O . ' t ı r

hüküm

olmadrkça sermayesi 500 000 T.L. den aşağı olamaz (Md . 2 72 ) .

Ticaret Baıka.nlığının izni i lıe kurul ur

,.n

ni yabancı okul l arda s ürdürdü. Bunun yanı sıra de�g i l er de çı­

az

beş ıkurıııc u sunun

m ukavelesiyle

ü ç .kişilik bir

1923 yılında,

ile biri Dkte

olan ve

payl•a rı böl ünnııüış

�lıe sıon ırlandırılm ı ştır -(;Md . 269 I I ) . Özel kanunlarda

İstanbul'a döndü. Öğretmenl iği­

0l'han Seyfi

c ) A11onim O . : Bir unvana sahip, esas sermayesi bel ir­

ve

t.ıık ların sorum l ul uğu, taahhüt etmiş okl uıkları sermaye payları

mit S ul tanisi'nde başladı . Sonra

karmaya başlad ı .

bir �şletmeyi bir ticarct unvaoı

amanyle ıkunulan

işletmek

malv:rrlığı

öğretmen l ik

İl:k görevine

Ticari

ve şirket al acaık l ı l arına karşı bitkaçının sorumluluğu sınırlaınmam ı ş ve d iğer ortaık veya ortaklann sorumJ.u l uğu bel irli bir sermaye ile sınırlanm ı ş olxn O . ' t ır ( T.K. Md . 243 ) .

li

tird i . Darülfün un'da sı nava gi­ d ı şarıdan

h) Koma11diı O . :

ortakl ardan bir veya

minden sonra Vefa ldadisi'ni bi­ rerek

(T.K. M d . 153 ) .

s ın ı r l aınm :blll ı Ş olaın O . ' t ı r

altı nda

ORTA TAŞ DEVRI : bk. TAŞ DEVRI.

1967 ) , şair ve yazar. İ J.k öğreni­

ortvk larJan hi çbirinin sorum l u Luğu şitket alaca.kl ı l arın:ı karş ı

( Md . 2 73 ) . Pay sahibi

bul urnn a sı

bel iııtilmiş

( Md . 22 7 ) .

şarttır

veya ,�;enel

kurulca seçilmiş

Esas

en

az

yönctim �urulu bulıun ur ( Md . 312 ) .

d ) Limi1ed O . : İ·kıi veya daha fazla ;ı::erçek veya hükmi

" Aık­

bir tica·rct unvanı al•tında kurulup ortakları­

baha"

adlı mizah dergisini çı­

şahıs tarafıınodaın

kard ı .

1946 - 1950

nın 9orumluluğu ıkoymayı taahJıüd ettiıkieri sermaye ard 'lar, Tuscia kontluğu ve kil ise devleti­ nin eline geçmiştir. Orta Çağda şehrin adı Urbitentum, son­ radan da U.rbs Vetus olmuştur. VI. yüzıyı ldan beri piskopos­ luk.tur. Lombard'larca za.ptedildiğinden beri (606) bir kontım

meııkez idir. 1527'de papa VII.

Clemens, Roma'run yağma

edilmesinden sonra ( Sacco di Roma) altı ay O.'da oturmuş­ tur. (V. Örs ) ORWELL

[ ,ı u ·el] , George ( asıl

Motihari, Hindistan

adı

1903 · Londra 1950 ) ,

:

Eric Blair;

İngif,iz yazarı.

1 922'den itibaren Hindistan poli·s teşkilatında çalışmış, ama İngiliz sömürgecilik metodlarına protesto olarak bu işinden ayrı lmıştır. Bir otelde bulaşıkçı olara·k çalışmış, serserilik et­ İspanyol iç harbin­ miş, öğretmenlik de yapmıştır. 1936'da de cumhuriyetçilerio tar;ıt'ında savaşmı �tır. Yaz a r olaraık sos­ yal haksızlıklara karşı protesto yazılarıyle kendisini tanıtmış­ tır. Ko� ünizmi kaıbul etmiş, sonra bundan gittikçe uzaklaş­ tehlikesinde ol­ mış.tır. Insanların, hürriyetler·ini by.betmek duklarını görerek totaliter düşünce ve yaşayış şekillerine kar­ şı dünyayı uyarmak istemiştir. Bu .bakımdan en çolc etki ıya­ pan eseri son yazdığı 1\illeleen - eighıy - four ( Bin dokuz yüz

ORWELL, George seksen dört ) a d l ı karamsar romamdır. Bu eserinde gelecek­ teki •insanları, özel ·h ayatlarının en gizLi köşe ve bucaklarına ka·dar gözetleyen, baskı altında tutan ve idare eden bir wr­ ba devlet teşkilatını tasvir eder. Başka eserleri : Romanlar : The ı -ict�r'.r dauglıter ( Papaz yardımcısının kızı ) ( 1935] ; Keep the A.rt>idi.rtra flying ( As­ pidistra [bir b�tki ] 'nın uçmağa devam etmesini sağlayın ) [ 1 936 ) ; The road to Wiga11 Pier ( Wigan dalgaıkıranına gi­ den yol ) ( 1937) ; Comi11g up for air ( Sol umak iç·in yüzeye çı•karken ) ( 1939) ; Animal farm ( H ayv an çiftl iği ) ( 1945) ; d enemeler : Do u·11 and out i1ı PariJ a11d Lo11don ( Paris ve Londra'da beş parasız) ( 1 933) ; Burmese days ( Birma!ll}' a 'da geçirdiğim gün ler ) ( 1934) ; Homage lo Catalatıia ( Katalun­ ya'ya saygı ) ; l11side the Wbale ( Ba l ina balığının karnında) ( 1 940) ; The E11glish people ( İ ngi l i z mi I leti ) ( 1 9t 7 ) ; Sboo­ thıg an elephant ( F i l avında ) [ 1950) . (V. Ö rs ) OSAKA, Japonya'nın jlcinci obüyüık şehri ve aynı adla anı lan i dari -bölgenin mel1kez·i. Nüfus u : 2 681 ()()() ( 1973 ) . Şehir, O . ıkıörfezinde Yodo nehrinin del tasındadır v e Ja­ ponya'nın ·iki.oci endüstri v e ticaret me�kezidir. Deniz sevi­ yesinden yiiık.sekliği azdır. Del tanın kol ları ve kanal lacia öy­ lesine .kesiJmi.ştir ıki şehrin çeşitli kısımlarını birbirine bağ­ l amaik için �üızlerce ıköprü yapmak .gerekmiştir. Batı Japon­ ya'nı n çıok eskiden :beri oiflkan edilen yerlerinden birini teş•k il eder. Asırlardan beri (eskiden K Naniwa d iye anılıyord u ) Nara v e Kyoto gibi önem li i ç şehirlerin l imanı d urum unday­ d ı . Güneydeki Saıbi'nin gelişmesi O.'nın büyümesini kont­ rol altına aldı.

-

OSCAR

53

nt-hri çevresindeki ovada toplanmıştır. 0., birçok şehirlerden meydana gel en bir endüstri çenberinin ( ı.ı milyon nüfus ) mer­ kezi d urumundadır. OSAKA, Hondo adasının güney - batısında, Japon . İ ç Denizi'nin doğusunda bir idari bölge. Yüzölçümü 18 ()()()

km2'dir.

Y oJ o v e Yamato nehirlerinin meydana

getirdiği delta

ovası böl�enin topraklarını teşkil eder ; ıb urası alçaık sıradağ­

larla çevri l idir. İ dare m erkezi Japonya'nın •vkinci büyük �ehri olan O.'dır. O. şehrinin çevresinde Sakai, Fuse, Kishiwada, ve Kaizub gibi uyd u, ikame! şehirleri leşekikül etmiştir.

OSBORNE [ ,nbin ] , S ir Thomas (Kiveton, Yerkshi­ 163 1 - Easton, Northamptonshire 1 7 12 ) , Danby kontu, Car­ m arthen markisi, Leeds dukası, İngiliz devlet adamı. Ateşli bir ·kralcı olarark parlamentoya 1 665' re girmiştir. 1668'de balı­ riye hlznedarı, 1 673'te de özel konsey üyesi olmuş ve "Cabal" hükumet inde İ ngiltere Yüksek Haznedarı o larak Clifford ' un yerine geçmiştir. 1673 - 1678 yıllarında İ ngiltere'yi idare etmiştir. 1677'de Prenses Mary ile Oranj 'lı William' ı n evlenınesini sağlamıştır. Geniş ö lçüde rüşvet idaresini kur­ ffiU5 ve Avam Kamarası'nda bir "Saray Partisi" teşkil etmiş­ tir. 1 679'da Oates'ın i hbarı üzerine düşmüş ve beş yıl Londra Kalesine ·hapsedilmiştir. 1689'da w.i llem (William) 'ın İn­ giltere tahtına çıkmasına alet olmuş ve pratik bakımdan 1 ?96'ya kadar ülkeyi başbakan olarak i dare etmiştir. (V. Ors ) re

OSC'LAR v e y a OSK'LAR ( Lat. Osci ; Yun. Opikes ; Fr. Osque) , eski İ talya'da yaşayan bir millet. O . - Umbria dil grubuna bağlı olup, en yakın akrabaları Samnit'lerdir. Bk. OSK - UMBRIA D İ LLER İ . Samnitler'jn dili Oskça adını taşır.

O . 'lar Campania'da ·yaşarlard ı . B urada, çok es-ki zaman­ lardan beri Yunanlı lar' ın İ talya kıyılarında ıkurduJcları sö­ mürgelerin kültür ebkisini almışlardır. O.'lar bu şehirleri ( me­ sela Cumae şehrini ) kısmen kendi ellerine geçirdiler. Roma­ lı lar'ın Campania'ya girmeleri üzerine �.'lar bunlarla karı ­ şacak mjJii benliklerini kaybetmişlçrdir. Birçok yazıtlar ve sikkeler (M. Ö. lV - I. yüzyı l ) b ır akm ışl ardır. Buralarda O. yazısı ve d i l i görülür. Atellan oyunları 0.' dan kalmıştır . (V. Örs )

OSAKA : Bankalar semti

1583'1e şehirde ıkuvvetlıi bir kale yapıld ı ; 1868 yangının­ dan ıbü.yıiik haısar gören ıkale sonradan betonarme olarak ta­ mir edildi. Kale bııogün şehrin me�kezinde bulunmaktadır. Zaten önemli bir ticari mer·kez olan şehir 1 87 l ' den itibaren modern ticari hayata dönerek endüstriye yönelmiş, ülkenin en büyük pamuldu tekstil mer·kezi olmuştur. 1895'te n üfusu 50 000 olan O.'nın n üfusu 1940'ta 3 2 50 O()()' e çıkmış ve Tok­ yo'dan sonra ikinci d uruma yükselmişti. N üfus daha sonra azalmaya başlamıştır. II. Dünya Sa'll a şı'nda büyüık hasar gö­ ren şehrin n üfusu 1960'ta 3 011 000 idi . merkezi olan O . 'daki Hala biiıyüık ıbir pamuk l u tekstil

endüs1rilerin ıb aşlıcaları metal ( çeloiok ) , m akine, kimyevi maddeler, gemi, elektrikli ühazlar ve çimentod ur. Şehrin ticari merkez,i kale civarında endüstri merkezleri de Yodo

OSCAR, A. B. D.'nde, Sinema Aıkaıdemisi tarafından ( Motion P.icture Acaıdemy) ıher yıl �inemacıl ığın çeşitli alan­ larında dağıtılan müıkUatların adı . 1927'de Holywood'da ıku­ rulan akademi çok çeşidi dallarda müka.fat verir ; müıka.fat sayı·sı her yıl d eği şi r. Akademi başlıca şu alanlard a müıka.fat vermektedir: En oiyi aılctıör, en iyi aıktris, en iyi film, en iy.i yardı mcı aktör, en iyi yardı mcı aktris, en iyi yabancı film, en i}li dökü.m anter, en .i}'i kostüm dizaynı vs. vs . Ancak bütün bunlar arasında d ünya sinemacılığı için en önemli olanları en iyi aiktör, en oiıyi aıkıtris ve en iyi filmdir. 1927'den itibaren bu dallarda O. ·kazananların listesini veriyoruz . San' atkıiriarın adının altında tkendilerine O. :kazandıran filmin orijinal adı yazılıdır.

1 92 7 . 1 928 Aktör : Emi! Jennings (The Wa y of All Flesh ) A ktris :

Jane! Gaynor ( Seventh Heaven )

Film : Wings (Paramount)

OSCAR

54 1 928 - 1 929 Aktör : Warner Baxter ( In Old Arizona) Aktris : Maııy Pickford ( Coq u e tte) Film : Broadway Melody (M. G. M.) 1 929 - 1 930 Aktör : G eo�g e .Arlıiss (Dio;raeli ) Aktris : Norma Shearer (The Divorce) Film : All Quiet on the Western Front (Univ.) 1 930 - 1 93 1 Aktör : Lionel Barııyrnore ( Free So u l ) Aktris : Marie Dressler (Min and Bil l ) Film : Cimarron (R. K. 0 . ) 1 93 1 - 1 932 Aktör : Frede.ııiıc March (Dr. Jelcyll and Mr. Hyde) Wal l ac e Bee ııy (The Ghamp) a Alıtris : Helen Hayes (Sin of C l a udet ) Film : Grand Hotel (M. G. M. ) Walt Disney (Miokey Mouse) 1 932 - 1 933 Aktör : Charles Laughton (Private Life of Henry VIII ) Aktris : Katherüne Hepburn (.Morning C l ory ) Film : Cavalcade ( Fox) 1 934 Aktör : Clarıke Gable

( It H append One Night ) Aktris : Claudette Colbert ( acynı fi lm ) Film :

It Happened One Night (Columbi a )

1 935 Aktör : Victor McLaglen ( The Informer) Aktris : Bette Davis ( Dangerous ) Film : Mutiog on the Bounty ( M. G. M . ) 1 936 Aktör : Paul Muni ( Stoııy of Louis Pasteur) Aktris : Luise Rainer ( The Gre at Zi egfe l d ) Film : The Great Ziegfeld (M. G. M . ) 1 937 Aktör : Spencer Tracy (Cap bi n s Courageous) Aktris : Lui.se Ra in e r ( 'the Good E arth ) Film : Life of Emile Zola (Warner) 1 938 Aktör : Spencer Tra c y ( Boys Town ) Aktris : Bette Davis (Jezebel ) Film : You Can't Take it W�th You (Columbia) 1 939 Aktör : Robert Dona t ( Goo dbye Mr. Chip-s ) AkJris : Vivien Leigh ( Gone With the Wind ) Film : Gone with the Wind (Selzniak InternJtional )

1 940 Aktör : James Stewart ( The Philadelphia Story) A kt ris : Giııger Rogers (Kitty Foy l e ) Film : Rebecca ( Selznick In ter. ) 1 94 1 Aktör : Gary Cooper (Se�geant Yo �k ) Aktris : Joan Fontaine ( S usp icion ) Film : How Green Was My Valley (20 th Century Fox) 1 942 Akl ör : James Cagney ( Yankee Doo d le Dandy) Aktris : Greer Garson (Mrs. Miniver) Film : Mrs. Miniver (M. G. M.) 1 943 Aktör : Paul LUkas (Wa.tclı on the Rihine) Aktris : Jenirifer Jones (The Song of Bernadette) Film : Gaısahlanca (Wamer B ro thers ) 1 944 Aktör : B i ng C rosıby ( Going My Way) Aktris : Ingnid Be rg ma n ( G as ligıht) Film : Going My Way ( Paraınount) 1 945 Aktör : Ray Mi l land

(The Lost Weeıkend) Aktris : Joan Crawford

( Mildred P i e rce ) Film : The Lost Weeıkend ( Paramount)

1 946 Akıör : Frederic March (Best Y ea.ııs of O ur Lives ) Akıris : Olivia de Havilland ( To Each His Own) Film : The B es t Years of Our Lives (Goldwyn, ,RKQ) 1 947 Aktör : Rıonald Golman (A Double Life) Aktris : Loretta Young (The Faımer's Daughter) Film : Gentleman's Agreement (20tıh Cent. - Fox ) 1 948 Aktör : Laurence Oliv,ier ( H a m l et ) Aktris : Jane Wyman (]ohnny Belinda) Film : Haıın l et, Two Cities Filf (Universal International )

1 949 Aktör : Brodericık Crawford (All the Kings Men) Aktris : Olivia de H av i l l and ( The He i ress ) Film : All the Kings Men ( Colwnhia)

1 850 Aktör : Jose Ferrer (Gyrano de Be.ııgerac ) Aktris : Judy Hollidaıy ( Bom Yesterday) Film : All Ahout Eve ( Twentieth Century - Fox )

OSCAR 1 95 1 Aktör : Humphrey Bogart ( l1he African Queen ) AktrİJ : Vivian Le:ıgh (A streetcar Named Desire) Film : An Amer. ic a n in Pari s (•M. G. M . ) 1 952 Aktör : Gary Cooper ( High Noon ) Aktri.r : Shirley Booth ( Come Back Little Sheba ) Film : Greatest Show on Earth ( Cec il B . Den Mille, ( Paramount) 1 953 Aktör : William Halden ( Stalag 1 7 ) Aktris : A udrey Hepburn ( Roman Hol iday) Film : From Here to Eternity ( Colomb ia ) 1 954 Aktör : Marlan Brando ( On the Waterfront) Aktris : Grace Kelly ( The Countty Gir!) Film : On the W.ıterfront, Hori­ zon ( American Corp. Columbia) 1 955 Aktör : Ernest Brognine ( Ma r ey ) A ktris : Anna Magnani ( The Rose Ta ttoo ) Film : Marty ( Hecht and Lan­ cesters Steven - Production U. A.) 1 956 Aktör : Y:ul Brynner (The King and I )

Aktris : In•g rid Bergman (An.ıstasia) Film : Around . th e World ın 80 Days ( Michael Todd Co . U. A . ) 1 957 Aktör : Alec Guiness ( The Bridge on the River Kwai) Aktri.r : Joannc Woodward ( The Three Faces of Eve ) Film : The Sridge on the River Kwai ( Col umbia ) 1 958 Aktör : David Niven ( S ep ar .ıte Taıbles) A ktris : Susan Hayward (I Want to Live) Film : Gigi (Arthur Freed Prod ., M. G. M. ) 1 959 Aktör : Charlton Heston (Ben - H ur) Aktris :

S imone Sig noret ( The Room eat the Top ) Film : Ben·Hur (M. G. M.) 1 960 Aktör : Burt Lancaster ( Eimer Gantry) Aktris : Elaaheth Taylor

(ıButterfield 8)

1 962 Aktör : Gregory Pecık ( To Kill a Mockingbird ) Aktris : Anne Bancroft ( The M i rad c Wonker )

Film : Lawrence of Ar ab i a ( Columbia )

1 968 Cl iff Robertson ( Charly ) Aklı'i.r : Katherine Hepburn ( The Lion in Wintery ) , Barbara Streisand ( Funny Gir ! ) Film : Ol iver 1 969 Aktör : John Wayne ( True Grit) Aktris : Magıgie Smith ( The Prime of Miss Jean Brodie) Film : Midnight C owıboy

1 964 Aktör : Rex Harrison ( My Fair Lady) Aktris : Julie Andrews ( Mary Popp i ns ) Film : My Fair L ady (Warner Bross )

1 970 Aktör : George C. Scott ( Patton) - redded ildi Aktris : Glenda Jadkson ( Women in Lo>ve) Film : Patton

1 965 A ktör : Lee Marvin ( Cat Ballou) Aktris :

J ulie Gh ristie (Darliıııg )

Film : The Sound of Music ( 20th Century-Fax ) 1 966 Aktör : Paıul Soofi eld

( A Man For All Seasons) Aktris : ELizabeth Ta-ylor

1 96 1 Aktör :

Wolf)

( J udgement at Nuremberg) Aktris : Sophia Loren (Two Women) Film : West S ide Story (United Artists)

-1.ktri.r : Katherine Hepburn ( G uness Who' s Coming to Diner) Film : In the Heat of Night

Aktör :

1 963 Aktör : Sydney Poitier ( Lilies of the Field ) Aktris : Patrioia Neal ( Hud ) Film : Tom Jones ( Woodfal l Prod . U. A. Lopert Pictures )

Film .· The Apartment ( Mirisch Co. U. A . )

Maximilian Schell

55

(Who's Afraid of

Vügina

Film : A Man For All Seasons ( Colwnbia)

1 967

Aktör : Rod Steiger ( In the Heat of the N ight)

1 97 1 Aktör : Gene Haokman ( The French Connecti on ) Aktris : Jane Fonda (Klute) Film : The French Connection 1 972 Aktör : Marlon Brando ( The G odfa ther) reddedildi Aktris : Liza Minelli ( C.ıbaret) Film : The Gadfather

OSCAR

56

OSGOOD, William Fogg

1 975

1 973

Aktör :

Akıör : J ack Leınmon

(Save the Tiger) Akiris :

Glenda Jackson (A Touch of Class ) Film :

Jack Nich:ılson (One Flew Over the Coclcoo ' s Nest) Aktris :

Louise Flether (One Flew Over the

The Sting

Cuckoo' s Nest

1 974

Film :

Aktör :

One Flew Over the

Art Carney ( Harry and Tonto)

Cuclroo's Nest)

Aktris :

1 976

Ellen B urs.tyn (Ai ice Doesn't Live Here Anymore)

Aktör :

Peter Finch Alıiris :

Film :

Faye Dunaway

The Godfatıher ( II. Kısım )

Film : Roclcy

OSCILLATION ( Fr., "ossilasyon" ok. ) , ihtiziz, titreşim. Bk. TiTREŞiM. Osciller = ihtiziz etmek, titreşmek, mecizen: çınlamak. Oscillographe = titreşim ölçen alet. Os­ cillateur = elektrik titreşimini ölçen alet. Oscillant, e = tit­ reşen nesne. Osdilometre = .nabız titreşimini ölçen alet. Os­ cillogramme = oscillographe'da his ı l olan titreşim çizgileri . Oscillatoire = titreşime iit. (Y. Ö . ) OSEP ( Hinende Üaküclarlı Hoaep Ebeyan) ( 1 8 7 3 16.XII. 1959 ) , Ermeni asıllı Tür:k bestekarı . İstanbul'da Üs­ küdar'da doğdu. 51 yaşında 1924'te Tü�kiye'den çıkıp Fran­ sa'ya yerleşti. 86 yaşında Reims'te öldü. Paris yakınlarında Montmorency'ye gömüldü. Ağabeyi rahib Apraham Ebeyan, kardeşi m üzisyen Kapriyel Ebeyan ( b. bk. ) 'dır. E rmen i diai musikisini de bilirdi. Şehremini Vezir Rıdvan Paşa ve Mi­ beynci Rigıb Paşa taraflarından 1908'den önce himaye edili­ yordu. Hanendelik ve ıhocalıık yapıyordu.Bir güfte mecmuası yayın. lamıştır: Ne1' e-i Dil yahiid Şarkr Mecmllasr, 320 s.+ek. (Y. Ö . ) OSET'LER veya OS'LAR ( Oaet

Gürcüce lar, Rusça

dilinde : lron'lar;

Qwsethi ; eski Rus kaynaklannda : Yası = Yas­ Oset !nstsı = Oaet'ler, Almanca Oaaeteiı, Oaaen ) ,

Kalikasya'nın orta hölümıünde yaşayan dağlı toplul uğa verilen ad. O.' ler b�ün Kuzey Oset Mubtar SOYyet Sosyalmst Cum­ huriyeti ve Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin· Gü­

ney Oset Muhtar .Bölgesi topraıkiarında otururlar. Toplam nü­ fusları 413 000 ( 1959 ) 'dir. O.'lerin büyük çoğuniuğu Kuzey Osf't Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nde toplanmıştır. O.'ler daha ,çok çiftçilik ve hayvancıl ııkla uğraşırlar. Eslci çağlarda O.'ler Alan adıyle anı lıruşlardır. Romal ılar O.' lere Alani, Bizaıııs l ılar ise Alanoi adını vermişlerdir. Eslki Arap ve Fars kaynaklarında da Alan' lardan 5Öz edilmiştir. Moğol aikınından sonra İslim kaynaklarında Ala11 adının ye­ rini As adı almıştır. Köken bakımından Alan'ların bir kalıntısı olan O.'ler e91c i ·sosyal yapılarını ana çi;ııgi leriyle saıklamışlardır. O.' lerin bi.iıyıük çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan, bir kısmı da Sünni Müslümandır. Ancaık, buna rağmen O.' ler eski inançlarını da cuhlifaza etmişlerd-i r.

Oaet dili ve edebiyab. Oset d i l i Hint - .Awrupa dil­ lerinin İran koluna bağlı kler'e ait bölümü istinsah edilen bu kitap daha sonra Raif Yelkenci tarafından Almanlar'a satılmış ve Il. Cihan Savaşı sonunda ortadan kay­ bolmuştur. Ya bombardımanlar sırasında mahvolduğu, yahut Ruslar tarafından alınıp götürüldüğü tahmin edilebili r . O."ın ehemmiyeti bu ·k itabın müellifi olmasındandır. Ki­ tap, müellifin ''unvan' ' adını verdiği sekiz bölümden ibaret olup eksi•ktir. Kaybolan nushada i lk üç bölümle dördüncü bölümün bir k ısm ı vardır. Tarih kısmı üçüncü bölüm olup d iğerleri menkabelerden ve hurafelerden ibarettir .

Tarih bölümü 25 sayfa ·k adar olup Türkler ' in ataları h ak· kındaki bilgileri destan mahiyetindedir. Tarihi kısımları yan­ l ıştır. Osmanlı tari·h i hakkındaki satırlarında da mühim yan· lı şlar vardır. Dede Korkut hi.kiyelerine benzeyen parça ile Alokoyunlular hakıkındaki bi r.kaç satırı m ühimdir. O. herhalde Doğu Anadol u Tür.kler' indendir. Kİtaltında adlam11 zikrettiği dört kişiden üçü Doğu Anadolu' l udur. Tevarl!J -i Cedld . i Mir'aı - i C ih a n , me ı i n ve ıranskripsi­ yon olarak tarafımdan 1%1'de 84 sayfal ı k bir k i tap halinde yayınlanmıştır. (N. Atsız)

OSMAN AC A (öl . İstanbul 1840 ? ) , Türk beste· karı. Muhtemelen Enderün'dandır. Zamanımıza gelen eserleri : ı . Dügi!h Aıksaık Semii (Gel · ey sa.bi, o güi-i hoş · n ümiyı söyl e şel tm) , 2. Hüzzam - ı Cedid Alksa-k Semii ( Heviy-i aşk ı ta' lim . eyliyen mürg-i çemenden sor ) , 3. N ikriz Aıksak Se­ mii (Merimım saıima bilmez, bil i r, ol m ihım neden sonra ) , 4 . Nihivend Düyeık Şar.kı ( Gördü&üm anda seni ey nev · cu­ van ) , 5. Rihatfezi Devr-i Revin Şarkı (Görünce ben/o l ur zülf-i d ü-tisı n) . (Y. Ö. ) OSMAN BEY ( Hammami - zade Ü aküdarlı Hacı N eyzen ) ·(öl. 1890 ? ) , Türk ilahi bestek:irı . Kaadir'dir. Şey­ hi meşhur Osman Şems Bfendi'dir. Hacı Fiiık B ey 'den musiki öğrendi. Hayli talebe yetiştirdi . Veliahd Mehmed Reşad Efen­ di'ye (V. Mehmed Reşid ) mensuptu. Bu yüzden Haleb'e sü­ rüldü ve orada öldü ve gömüldü. Hacca gitmişti. İ yi ney­ zen ve hanende idi. Ağa Hamarnı'nın sahibi o l d uğu için "Hamm im i · zade" denmiştir. Talebesinden biri Yu!'>uf Dağ­ seven'dir. (Y. Ö. ) OSMAN BEY (Tanburi BüyÜk) ( 1816 · l .X.l885 ) , büyük Türk saz eserleri be stekirı . XIX. asrın e n büyük saz eserleri bestekarıdır. Tüıık ıMusihsi'nin en lbüyii..lt bir kaç peşrev bestelkinndan biri olan O. B., İstanbul'da doğdu ve İstanbul'da 69 .yaşında öldü. Beşi.ktaş'ta Yahya Efendi hazi­ resine gömüldü. Bestekir Musihib-i Şehryari Tanbüri Nu­ man Ağa'nın torunu ve bestekar Musihib-i Şehryiri Tanruhi Zeki Mehmed Ağa'nın hüyüık oğludur. Tophane'de babasının evinde doğdu. ÇocUkken padişahın musahibi olan ·babasının ricası üzerine Il. Malıın ud ( 1808 · 1839) tarafından Enderün-ı Hümiyün'a alındı. Burada tahsil ve terb iye gördü, musiki öğrendi. Tanbüru balbasından değil, kendi kendine öğrendiği için, tanbur üslübu !klasik Tüı>k tanıbur t av rını temsi l etmez. HalbUki İsaok'.tan ve babas ı Nlıman Ağa'dan tanhur öğrenen Zoki Mehnıed Ağa, devrinin büyüık t a nb o ri s i idi, fakat k i nı ­ seye ders vernıczJ i . Doğduğu zaman 40 yaşında olan babası

OSMAN BEY (Tanburi Büyük)

Zeki Mehmed Ağa, O. B. 30 yaşında iken öldü. O. B., En­ derün'da önce hanende olarak parlad ı . So n r a hanendeliği bı­ rakıp sazendel iğe geçti . 10 yaşında 1826'da hanende m ülazıını olan O. B., ertesi yıl çocuk olduğu ıh alde " çavuş" payesiyle ve arkadaşları Bü­ yük Ri f at Bey ve H aşim Bey'le beraber ıh inendeliğe yükseldi. 30 y a ş ı nda �ke.c baıb asının ölüm ü üzerine hıi n endeli ğ i bıraktı . Ser · sizende oldu ( 1846) . Sultan Abdülaziz devrinde d e ( 1861 . . 1876) ser · sizendeliık görevine devam etti v e ıı.işan al­ d ı . Mev l evi idi. Galata Mevlevihanesi'ne deva:m eder ve mu· kaaobelelerde muntazaman tanobur ·Çalardı . İ htiyarlığında beyaz çenber sa:kallı ve beyaz bıyıık l ı idi. Bir çok talebe yetiştirdi. Biri, Şeyh Celaledd in .Oede'dir. Rind, taubali, fevkalade nük­ tedandı. Göğüs hastal ığından öldü. Şef�k. Atı·f, Re fik adlı 3 oğl u ile bir kızı h l d ı . Pcşrev vadisinde yeni bir yol açmış, bestelediği peşrevlerin hepsi tutwnuş ve o makamlardan da­ ha iiııcc çal ı n a n pcşrevl eri unut turnıuştur. S,ız scnı :i i k r i , peş­ r ev l e r i derecesi nde deği ldir. Giizel şarkılar da be�tclenıiştir.

OSMAN BEY (Tanburi Büyük)

76

Zarif, lirik, çok zevkli peşrevleri zamanımıza geld ilkçe, piya­ sanın tesir.iyle bozulmuş ve çiçeklenmiştir. En tanınmış eseri Nih3ıvend peşrevidir. Çokseslilendiril­ miş

( Radeıgl i a )

ve

zaman ımıza

kadar

en

me�hur Nihivend

peşrevi olaraık ık ��;lınıştır. Hümayiin, Hü.zzam, Yegih, Saha, Nişaburek, Maye, Revnaknüma, Nühüft, Mihur - Biiselik, Tarz-ı Nevin peşrevleri de, birinciliıklerini muhafaza etmiş­ lerdir. Maıhur ve Şedd-i Arahan peşrevlerini Cemi! Bey'in­ kiler, Seogiıh peşrevini Yusuf Paşa'nınki, Uşşak peşrevini Tat­ yos' unki, Hicazkar peşrevini keza Cemil" inki gölgelemiştir. (Y. Ö . ) OSMAN BEY (Tanburi Küçük)

( 1825 ?-1900 ? ) , Türk

saz eserleri bestekarı ve tanbıirisi. Yukarıdaiki O. B."den ayır­ mak için "KüçUk" denmiştir. Büyiiık Osman Bey'e bu tak­ d irde ayrıca "Büyiik" demiıye l üzum yoktur. İstanbul"da doğ­ muş ve arnı yerde 75 yaşlarında ölmüştür. Çok iyi tanbiiri idi. Şeyh Celileddin Dede'ye o da tanbur öğretmiştir. İhtiyar­ lığında pos beyaz bıyııklı ve kısa beyaz sakallı .idi. Nişihiirek Saz Semaiısi, Tü&: saz mus.ikisinin şaheserlerinden biridir. Za­ manımıza çok az eseri gelmiştir: 1. Devr-i Kebir Eve Peş­ revi ve 2. Saz Semiisi, 3. Nişaıburek Saz Semaisi, 4. Segah Saz Seınaisi. (Y. Ö . ) OSMAN B. AFFAN, Ebi'l - Aa b. Ome:yy e , Ebu Ab­ dullah, Zi'n N ureyn (576 ? - 656 ) , uçuncu halife. Hz. Pe}"gamber'e iki defa darnacl olmakla ona ne kadar ya·kın ol­ duğunu ispatlayan Hz. O. Taif'te doğmuştur. Doğum tarihi üzerine kesin bir bilgi yoktur. Şehid edildiği vakit yaşının 82, 88, 90 veya 95 olduğu rivayetleri mevcut olmakla en er­ ken 561, en geç de 574 yılında doğmuş olması gerekir. Ge­ leneğe göre, Ebrehe'nin saldırısından, yani Fil yılı olayından altıncı yılda doğmuş olduğu kabıil edilir. Buna göre de 575 veya 576 tarihi en yakın doğum yılı olmaktadır. Zengin ve Kureyş'in asil ailelerinden Ümeyyeler'e (Emevi ) mensub olan babası Mfin ile Rebialar'dan Urve'nin oğlu olma:k la Mekke oligarşisinde daha doğduğu andan itibaren sayılı bir yeri ol­ muştu. Babası Affan, İslam'dan önce Şam'a veya Umeysa'ya yaptığı bir ticaret yolculuğunda ölmüş veya maktul d üşmüş, O.'a büyük bir servetle güçlü bir ticarethane bırakmıştı . 0., genç yaşta sahip olduğu bu imkanı daha da geliştirdi ve Mekke'nin en büyük firmalarından birinin sahibi oldu. 33 ya­ şında iken Hz. Peygamber, Erkarn'ın evine (Dar-ı Hayzuran ) çekilmeden önce ıMüslümanlığı kabul etti . Onun İsiama ge­ lişi aristokrat Mekkelileri bir kat daha çileden çıkarttı. Bun­ dan sonra 0., Hz. Peygamber' i özellikle mali bakımdan des­ tekledi. ·Peyıgamber'in işareti ile köle olup Müslüman olan kimseleri satın alarak azad etmek suretiyle Müslüman toplu­ l uğun fertlerinin hür kişilerden oluşmasında Hz. Ebu Bekr ile birlikte büyük masraflar ihtiyar eyledi. Ebu Leheb ile ka· rısı Ümmü Cemil'in gelinleri Rukıyye ( Rukayya) ile Ümmü Külsum'u kovarak Peygamber'i ..Je ailesini tahkir etmelerine karşılık, Rukıyye ile evlenerek Hz. Muhammed'e güvey girdi. 0., Peygamber'in izniyle eşiyle birlikte Habeşistan'a göç eden­ lerin arasında bulundu ve Peygamber'in Medine'ye hicretin­ den önce bu şehre gelerek onu karşılad ı . Peygamber'in Medi­ ne döneminde karısı Rukıyye'nin hasta olması yüzünden lca­ tılamadığı Bedir savaşı dı şında, onun bütün faal iyetlerine, gazve ve seriyyelerine iştirak etti. Maamifih Peygamber, Bedir gani metierinden o:a payı n ı ayırmış olduğu gibi, zaferin ka­ zanıldığı gün ölen kızı Rukıyye'nin yerine ona öteki kızı ·

-

OSMAN B. AFFAN

Ümmü Külsum'u vermekle O.'a verdiği önemi belirtmiş ol­ du. Bu sebepledir ki, Hz. O., Zi'n - nıireyn ( iki nur sa­ hibi) sanıyle tanınmıştır. O., Hz. Ebu Bekir ve Ömer devir­ lerinde her iki h a l ife n i n de iç ve dış politikaları ile cihid faaliyetlerini desteklemişti. Onun, Hz. Ömer' in ölümü üzeri­ ne yaptığı tavsiye gereğince teşkil edi len Şura· da ·halile ola­ rak seçilmesinde bu siyasi ve idari kanaatlerinin te' sir i olduğu doğulu ve batı lı tarihçiler tarafından hemen hemen ittifakla kabul edilir. Şura'da halife seçme yetkisini son turda üstle­ nen Abdurrahman b. Avf üzerinde Hz. Peygamber' in Mekke fethinden sonra büyük bir ali - cenaplıkla Ümeyye ailesine gösterdiği ihtimam neticesinde, hemen hemen bütün fertle­ riyle Medine'ye yerleşmiş bul unan Ümeyyeler'in de n üfuz­ larıyle bu seçimde etkili oldukları söylenmektedir. Buna kar­ şılık Ehl-i Beyt'in ve Haşimiler'in böyle bir tesinüd göstere­ memeleri sonunda Hz. Ali seçilmedi. 645 yılı ekim ayının 27 veya 28. cumartesi günü Hz. O. üçüncü halife olarak işe başladı. On iki yıl süren bi lafeti gelenekçi tarihçiler tarafından ikiye ayrılır. Onun ilk altı yılında siret-i Örneri üzere hareket et­ tiği, yani Hz. Ömer'in poliükasını izlediği için başarılı ol­ duğu kabUl edilir. İkinci altı yı lında ise, yaşlılığın da ver­ diği zaafla devletin önemli mevkılerine kendi ailesinden bazı kimseleri tayin etmesi, Arnmar b. Yisir, Ebu Zer-i Gıfari ve Abd ullah b. Mes' ud ile diğer büyük sahabeter tarafından git· tikçe oluşturulan dindar (Selefiye) grubunu karşısına alması, Ebu Bekr devrinden beri süre gelen fütuhatla pek zenginle­ şen Medine halkının ve askerlerin bazı haklarını kısıtlamaya kalkışması, Hz. Peygamber'in vakfetmiş olduğu Fedek vadisi ile Medine çarşısını (Mehrevez) sır katibi Mervan b. el ­ Hakem ile kardeşi Haris'e üleş olarak vermesi, en son da sır katibi olarak seçtiği yeğeni Mervan'ın te'siri altında kal­ ması, İslam devleti içinde muhalif grupların doğmasına, hat­ ta silahlı mücadelenin başlamasına sebep olmakla başarısız sayılır. Geleneksel inanca göre, Hz. O.'ın hilafet alametlerin­ den olan Hz. Peygamber' in yüzüğünü bi'r-i a ris'e (kuyu) dü­ şürüp kaybetmesi ondan İli.hi yardımın kaldırıldığının işare­ ti olup, İslam devletinde anarşi de bu olaydan sonra başgös­ termiştir. Gerçekte O., Hz . Ömer'in politikasını aynen uygu­ lamıştır. •B u sa.vaşçı politika ile doğuda Arap orduları Rey, Nişapur, Istahr, Isfahan, Taberistin, Faris ve Toharistin üze­ rinde giriştikleri seEerler sonunda ıMaveraünnehr sınırlarına kadar bütün İran'ın fetbini tamamladılar. Son Sisini hüküm­ dan Yezdicert'in telef edilmesiyle de İran'ın mukavemetini kökünden ·kırmış oldular. Azerbaycan üzerine yürüyen Arap orduları her ne kadar Berdaa ve Errecan'ı ele geçirmişlerse de, Hazar ·k uvvetleri karşısında pek başarıl ı olamadılar. 651'de Selman b. Ebi Rebia Belencer' de Hazar Türkleri karşısında yeniidi ve öldürüldü. Şam valisi !Muaviye ise, K ıbrıs fetbini tamamladı. Bk. KIBRIS. Mısır valisi Amr b. el - As da 646' ­ da İskenderiye'yi fethetmekle Mısır'ı kesin olarak İslam d ev­ letine katmış, 650'de ise İskenderiye'den kalkan İslam donan­ ması Mazıyk' ı (Kapıdağı/Cebelü Arvad ) işgal ederek İstan­ buı - u tehdid edecek kadar bir üstünlük göstermişti. Bunun üzerine İmparator III. Konstans, 655'te hazırladığı bir donan­ ma ile karşı taarruza geçmiş, bu defa Abdullah b. Ebi Serh komutasındaki İslim donanması Lycia kıyılarında Phonix'te ( Fenike) Zatii' s - Savari - Serenter Savaşı'nda Bizans donan· masını tamamiyle imha etmişti. Bunu Tunus'ta Sabatala za­ feri ile Habeşistan saferi takip etmiş, bütün bu askeri faali­ yetler Hz. Ömer' in cihid politikasının bir eseri olmuştu. Ka­ zanılan zaferler büyük servetierin toplanmasına yol açmış, =

OSMAN Medine, tarihinde görülmemi� bir refaha kavuşmuştu. Ancak, O."ın yine Hz. Ömer'in koyduğu idari tedbirleri uygulama safhasında onun kadar kudretli bir şa.hsiyete sahip olamama­ sı, ihtilafların da ·kaynağını teşki l etti. Ömer, "ikti" ( ülüş) sistemini geliştirirken, eyafetlerden elde edilen gel ir fazlala­ rını, ganimet artıklarını da İslam imparatorluğunun merke­ zinde toplamayı ilke edinmişti. Bundan ma·ksat, sadece ak­ raba ve sahabeleri zengin etmek değil, Hz. Peygamber'in bütün müslümanları devlet nimetlerinde ortak kılan iştirakçi ilkesinin tersine, ·B izans ve İran imparatorluklarında olduğu gibi, disiplinli bir merkezi idare sistemi koymaktı. Hz. mütecinis Ömer' in bu görüşte Peygamber'e ters d üşmesi, olmayan ve her zaman ferdiyetçi, hatta anaeşik davranışlara müsait bulunan Arap kabile topluluklarını doğu ülkelerinde öteden beri görülen mutlak bir idare sistemi altında ve disip­ lin i çinde tutmak istemesi ma'zıir görülebilir. O. da idari an­ layı şta aynı politikayı gütmek istedi. Ne var ki, Ömer kadar güçlü olmaması, bu .konuda akrabalarına fırsat ve imkanlar vermesi hoşnutsuzluğu arttırdı . İdarede alınan ve eyaJetlerde yöneticiler üzerinde ters tepkilere sebep olan tedbirler yanın­ da, 650'de Kur'an-ı K erim 'in kesin tesbiti de olumsuz etkile­ re yol açtı . Özellikle Ermeniye seferinden sonra Huzeyfe'nin Kur'an'ın okunmasında Iraklılar'ın "biz onu Ebıi Mıise' I ­ Eş'ari'den öğrendik, bizim okuyuşumuz doğrudur" Suriyeli­ ler'in ise "biz Mıkdid'ın öğrendsiyiz, bizimki doğrudur" şek­ Iinde anlaşmazJı.klara düştüklerini ileri sürerek Kur'an'ın yeniden ve tek nüsha olarak tesbit edilmesi teklifini benim­ sedi. Yine Zeyd b. Sabit başkanlığında Abdullah b. Zübeyr, Said b. el - .As ve Abdurrahman b. el - Hiris' ten teşekkül eden komisyon, Hz. Hafsa'nın evinde muhafaza edilen Kur'aız nüs­ hasını esas alarak bu işi yerine getirdi ( Bk. KUR'.AN ) . Böy­ lece, merkezi idare, eyaJetler üzerinde dini sultasını da kuv­ vetlendirmiş ve Halife ilahi vahyin yegane muhafızı olarak otoritesini te'sis etmiş oldu. Eyiletlerdeki diğer nüshalar imhi ' edildiği gibi, bundan sonra Halife'nin, muhalefete kalkışan­ ları ilahi hükümleri çiğnemek, sakatlamak veya tahrib et­ mekle i tharn etme i mkanı d a doğmuş bulunuyordu. O."ın gi­ riştiği bu iş sonunda meydana gelen nüsha üzerinde o günden günümüze kadar birkaç müsteşrik hariç, hiçbir İslam mezhe­ bi veya· dini lideri herhaırgi bir itirazda bulunmadığına göre, bu büyük işlem d ürüstlükle ve tam bir doğrulukla yapılmış­ tır, demektir. Ama, bununla Hz. 0., Hz. Ömer'in başlatmış olduğu mutlak devlet biçimine yeni bir unsur katmış ve o an­ dan 3 Mart 1924 tarihinde Hilifet' in ilga edilişine kadar sü­ re gelen İslam devlet otoritesinin ilahi ilkesini koymuş bu­ lunmaktadır. Mali, idari ve en son dini alanda alınan bu ted­ birler Medine'de büyük salıibeler arasında tenkidlere yol aç­ tığı kadar, eyaJetlerde de ciddi muhalefetiere sebep oldu. Sa­ hibeler O."ı devlet idaresinde h emen hemen yalnız bı raktı lar. Ama ona karşı açıkça bir m ücadeleden de kaçındı lar, fakat bir yandan da eyaJetler halkını kı�kı rtmaktan geri kalmadılar. İ lk hareket Kıife'de görüldü. Hac'tan dönen Kıife valisi Said b. el - .As' ı 655 haziranında Hz. Ali'ye sonsuz bir inançla bağlı olan Malik el - tEşter yanındaki 1 000 kişilik bir kuvvetle şehre girmekten alıkoydu. 0., KUfelilerin arzusu üzerine dindar cephenin tanınmış liderlerinden Ebıi Muse' I - Eş' ari'yi valiliğe getirmekle Kıife'deki geııginliği giderd i. Ama Ümeyyeler'in te�ikı ile Ebıi Zer-i Gıfiri'nin mescidde bayıltılıncaya kadar dövülmesine göz yumdu. Bu olay Kıife'de yeniden kargaşaya yol açtı . Bunun üzerine 0., Muaviye, Amr b. el - .As, İbnü Ebi Ser h, Said b. el - .As ve Abdullah b. Amir gibi kendi ak-

B.

AFFAN

77

raba ve tarafl ısı olan valileri Medine'de toplayarak muhalefete karşı ne gibi tedbirler alınması üzerinde görüştü. B unların kimi savaşlara ağırlık verilmesini, kimi ücretierin artırılmasını, kimi de önde gelen muhaliflerin öldürülmesini önerdiler. Gö­ rüşmelerden kesin bir sonuç alınamad ı . 0., sır katibi Mer­ vin · ı n da telkin i ile baş kaldıranlara karşı birlikler sevk et­ meye ve bunların ücretlerinin kesilmesine karar aldı. Bu ha­ ber yayı lınca Fustat, ıMasra ve Kıife'de büyük kaynaşmalar baş gösterdi. Mısır'dan Muhammed b. H uzeyfe, Basra'dan Hakim b. Cebele, KUfe'den de Eşter b. el - Hiris kumanda­ sında toplanan ku' Q dtôka ( 1 362)

�";-.., ('

�> ()

"-,;l:?�:mı '

ı'an�Joıu

.:.#'. _ ��� o • ..

.

_

;;,

Tımova

0



..,_

-;:,u·� $ � " Q6

. '-�b' usin, II. .Abdülhami:.l tarafından açıldı ( 1 7 Ara l ı k 1908) . 275 milletvekili seçilmi�ti. Bunların HO' ı Türk, 60' ı .Arab, 25'i .Arnavut, 2'si Kürd, 48' i Gayrı Müslim (23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, bir Romen ) idi. "31 Mart Vak'ası" denen 13 Nisan 1909 alayında, İt­ tihadçılar'ın İstanbul'daki 1. Ordu'ya - padi�aha çok sadık diye - itimad etmiyerek Selanik'ten III. Ordu'dan getirttik· leri nişancı taburları, "şeriat istemek" sloganı ile ayaklandı. Subaylardan bir l ideri bile olmı yan bu ayaklanmanın tertipçi­ leri çeşid idir. Padişahın hiç bir i lgisi yoktur. Fakat II. .Ab­ d ülhamid tahttan indicilmiş (27 n i san) ve maksatların en büyüklerinden biri hıisıl olmuştur. Il .Abdül•h amid'in yerine kardeşi Sultan Reşad, "V. Meh­ med" unvanıyle tahta geçirildi. 1911 sonuna kadar - bazı ıs­ yanlara ve birçok tatsız olaya rağmen - oldukça iyi giden durum, birden kararmıya başladı. Libya için Türkiye - İtalya savaşı çıktı ( 29 Eyl ül 191 1 - 15 Ekim 1912 ) . Bugünki Tür­ kiye'den iki defadan fazla büyük bir ülke olan Libya'ya İtal­ yanlar'ın iini taarruzu, Türk imparatorluğunu artık 1922 so­ nuna kadar bitmiyecek on bir yıllık feliketli bir savaşlar dev­ resine soktu. Balkanlar'ın karışması Bab-ı Ali'yi Libya'yı İtJ!ya'y:ı bırakmak mecburiyeline d üşürd ü . .

8 Ekim 1912'de Balkan Sava�ı patladı . Bulgaristan, Sır­ bistan, Yunanistan kral lıkları ile Karadağ prensliği, Rusya'nın desteği ile Türkiye'ye taarruza geçtiler. Savaş, hiç beklenme­ dik şekilde Osmanlı imparatorluğu aleyhine seyretti . Subayla­ rın İttihadçı ve Haliskir diye ikiye ayrıldığı, feci askeri ve diplomatik hataların yapıldığı savaşı Türkler kaybetti. En bü­ yiik hata, biribirler,ine Türk'e düşmanlıklarından fazla düşman olan 4 Balkan devletciğinin, imparatorluğun d ünki vilayetle­ rinin birleşmesine büklımetin mini olmayışı idi. Bu birleşme olduğu takdirde bile Türk ordusunun düşmanı kolayca ezme· si icab ediyordu. D ü�man, yı ldırım harbiyle Çatalca'ya kadar geldi. Adriyatik sahil lerinden Meriç'e çekilen Türkler, orada bile tutunamadılar. Yanya, İşkodra ve Edirne kaleleri kendi­ ni destani şekilde savundu. Şükrü ·Paşa, 5 ay, 5 gün kuşat­ maya dayandıktan sonra, Ed irne'yi açlıktan Bulgarlar' a tes· l i ın etti (26 Mart 1913) . Savaş patlayınca kim kazanırsa ka­ zansın toprak değişikliğine rıza göstermiyeceklerini i ' " n e.l�n Büyük Devletler, beklenıniyen Tiirk hazimeti karşısınd:ı, iş­ gal edilen toprakların Balkanlılar'a terki için Bab-ı Ali'ye her türl ü baskıyı yaptılar. Bu suretle imparatorluğun iki kanadın· dan bi ri, Batı Türkü'nün iki anayurdunun ikincisi, Rumeli,

1 16

OSMANLI İMPARATORLUGU

5 50 yıl sonra terk edild i . Milyonlarca göçmen gene yolları doldurdu ve yüz binlereesi harcand ı . Savaşın en ateş li dem­ lerinde ittihad ve Terakki ' 'Bab-ı Ali Baskını" (23 Ocak 1913) denen darbeyle hüki'ımete el koydu. Fakat partiden bi­ rini hükümetin başına geçirmekten çekinerek, tarafsız sayı lan Mahmud Şevket Paşa'yı sadrazam yaptı . Büyü� Türk yağmasında Balkanlı müttefikler birbirkr:y. le anlaşamadı l ar. İttifakın en büyük gücünü teşkil eden Bul­ garistan üzerine y ürüdüler. İlk savaşa katılınıyan Romanya krallığı da Bulgaristan' a taarruz edince, bu devlet pes etti. Bu şekilde yağmadan arslan payını, tahminierin aksine, Bul­ garistan değil Yunanistan ve Sırhistan aldı. Buna "İkinci Balkan Savaşı" denmektedir. Bulgarlar' ın boşalttığı Edirne'yi Türkler, bu sırada geri almışlardı. 5 asırdan fazladır Türk yurdu olan Rumeli'nin kaybı ile ve Türk'ün Adriyatik'ten Meriç'e çekilmesiyle neticelenen Balkan Harbi, bütün Türk tarihinin en büyük facialarından biridir. Milyonlarca şehit verilerek, milyonlarca altın harca­ narak yurd edinilen büyük bir ülke elden çıkmış, Türkiye ar­ tık - taht şehri İstanbul ' un bu kıt' ada bulunması dışında ­ hemen hemen Avrupa devleti olma sıfatını kaybetmiştir. Sa­ vaştan, galip Balkan devletcikleri, şu kazançlarl:ı çıktı lar: Bulgaristan 25 257 km2 toprak ve 98-l 000 nüfus ( o zam'lnki nüfus ) , Yunanistan 55 919 km2 toprak ve 1 859 000 niir ,ı ;, Sırhistan . ( sonraki Yugoslavya) 41 873 km2 toprak ve 1 492 000 nüfus, Karadağ 5 590 km2 toprak ve 161 000 nüfus. Ay­ rıca 25 734 km2 genişliğinde, 800 000 nüfuslu bir Arnavut­ luk, Türkiye' den ayrıldı. Balkan harbinden evvel ve sonra Balkanlar'ın durumu şöyleydi : Bulgaristan 96 345 kın2'den 121 602 km2'ye ve 4 338 000 nüfustan 5 322 000 nüfusa, Yu­ nanistan 64 895 km2' den 120 060 km2'ye ve 3 041 000'den 4 900 OOO ' e, Sırhistan 45 427 km2'den 87 300 km2'ye ve 3 000 OOO ' dan 4 492 OOO ' e, Karadağ 9 427 km2'den 15 017 km2'ye ve 2 74 OOO' den 435 OOO ' e. Savaştan önce 4 Balkanlı müttefi­ kın toplamı 216 058 km2 ve 10 854 000 n üfustu ; gene savaş­ tan önce Türkiye'nin yalnız Avrupa toprakları (Girit hariç) 176 300 km2 ve 7 828 000 idi ve bütün Osmanlı imparator­ l uğu 7 231 239 km2 ve 55 189 000 nüfuslu idi ( Mısır, Sudan ve diğer tabi ülkeler dışında 38 019 000 ) .

Savaştan Türkiye 167 312 km2 toprak ve 6 582 000 nüfus kaybıyle çıktı . O zamanki mülki teşkilata göre 7 vilayet ( eyilet) ve ayrıca Edirne vilayetinden 2 sancak ve Sisarn ada­ sı kaybedildi. Kaybedilen eyaletler Selanik, Manastır, Koso­ va (Üsküb ) , İşkodra, Yanya, Cezair-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları, yani Asya Ege adaları ) , Girit idi. Bu eyaletlerde 33 sancak ( i l ) ve 1 58 kaza 1 ( ilçe) bulunuyordu. Sadrizarn ve harbiye nazırı Mahmud Şevket Paşa, bir si'ıikasdle öldürüldü ( l l Haziran 1913) . Süikasdi ittihadçı­ lar yapmamışlar, fakat yapılmasına göz yummuşlardı . Bu su­ retle doğrudan doğruya iktidara geldikleri gibi, süikasdi ba­ hane edip belli başl ı muhiliflerini idam ettiler veya sürdü­ l er. 33 yaşını doldurmamış bir kurmay yarbay, Enver Bey, harbiye nazırı oldu. Damad Enver Paşa, ord uyu düzenlemek için büyük tedbirler aldı. İttihadçı olmıyan binlerce subayı ordudan çıkardıysa da, bir yıl içinde kudretli bir ordu mey­ dana getirmeye muvaffak oldu. Ancak böyle bir orduyu bir yıl bile ayakta tutamıyacak, Çanakkale ve Sarıkamış'ta daha 1915 yılı sona ermeden harcıyacaktı . Kapitülasyonlar ilga edildi (9 Eylül ·1914 ) . Bu sırada Cihan Savaşı başlamış, fa­ ka�ürk imparatorluğu henüz hlrbe girmemişti.

Cihan Savaşı'nın başında dünya siyasi dengesi şöyleyd i : Eheınıniyet sırasıyle Büyük Devletler' i İngiltere, Almanya, Birleşik Amerika, Fransa, Rusya, Japonya, Avusturya, İtalya, Türkiye ve Çin teşkil ediyordu. - Bütün sömürgelerle be­ raber - İngiltere'de nüfus 1900 ile 1915 arasında 382 milyon­ dan 461 milyona, Almanya 66 m ilyondan 79 milyona, Birle­ şik Amerika 86 milyondan l l l m ilyona, Fransa 76 milyon· dan 84 milyona, Rusya 133 milyondan 181 milyona, Japonya 56 milyondan 78 milyona, Avusturya - Macaristan 45 milyon· dan 52 milyona, İtalya 33 milyondan 38 milyona, Türkiye 57 milyondan 29 milyona ( ikinci rakamda Mısır hari ç ) , Çin 238 m ilyondan 398 milyona, dünya nüfusu ise 1 491 000 000 ' ­ dan 1 782 000 OOO ' a geçmişti. Büyük Devletler' i n toplam nü· fusları bu 15 yıl arasında 1 282 000 000'dan 1 41 1 000 000'a, d iğer devletlerinki ise 209 000 000' dan 371 000 000 ' a yüksel­ mişti. Dünyada yüz binin üzerinde nüfuslu şehir sayısı bu 15

yılda 288'den 402'ye, bunların i çinde m ilyonu geçenler 17'den 25'e, yarım milyonla bir milyon arasındakiler 30'dan 50' )'e, yüz binle yarım milyon arasındakiler 241'den 3 77'ye geçmiş­ ti. 1915'te İngil tere'de ( bütün sömürgelerle) yüz binin üzerin­ de şehir sayısı 90, Birleşik Amerika' da 59, Rusya' da 39, Al­ manya'da 37, Çin'de 26, Fransa'da 22, Japonya'da 16, İtalya'­ d a 15, Türkiye'de 13, Avusturya'da ll, İspanya'da 10, Holan· da'da 10, Brezilya'da 6, geri kalan diğer bütün devletlerde ise 48 idi. Büyük şehirlerin durumları şöyleydi : Londra 7,3 milyon, New York 7,1, Paris 4,6, Berlin 3,8, Essen (Büyük Essen ) 3,3, Chicago 2,5, Viyana 2,2, Petrograd ( Leningrad, eski Petersburg) 2,1, Tokyo 2,1, Philadelphia 2, Buenos Ayres 1,8, Glasgow 1,5, İstanbul 1,4, Hamburg 1,4, Osaka 1 ,4, Bir­ ıningham 1,4, Manchester 1 ,4, Liverpol 1,4, Boston 1 ,3, Hankeu 1,3, Kalküta 1,3, Rio 1,1, Bombay 1, Şanghay 1 milyon. Tür­ kiye'nin İstanbul' dan sonra gelen büyük şehirlerinin 1915 nü­ fusları : İzmir 400 000 , Şam 300 000, Haleb 2 40 000, Beyrut 168 000, Bağdad 156 000, Erzurum 144 000, Edirne 135 000, Afyon 114 000 , Manisa 108 000, Kudüs 101 000, Bursa 100 000 , Musul 100 000 . Ayrıca Türk İmparatorluğunda 50 100 bin nüfuslu 23 şehir vardı ( 13'ü bugünki Türkiye sınır­ ları içinde, IO' u d ı şında ) . Birinci Cihan Savatı v e İ mparatorluğun sonu ( 1 9 1 4 - 1 9 1 8) : 1 908 - 1914 arasında 6 yılda Türkiye İmparatorluğu, yarı yarıya denilebilecek şekilde dağılmıştı. Son olarak 1914 so­ n unda Türkiye, Cihan Savaşı'na girince, İngiltere de Mısır, Südan ve Kıbrı s'ı ilhak etti. Bu şekilde imparatorluğun elin­ de savaş sırasında bugünki Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Yemen, Suüdi Arabistan (Necd kısmı hariç ) devletlerini teşkil eden ülkeler kalmıştı. O devir Türk basınında "Harb-i Umümi" denen Birinci Dünya Savaşı, o ina kadar cihan tarihinin benzerini görme­ diği genişlikte bir savaştır. Savaşın sebep ve menşe'leri pek eski ve pek girifttir. Almanya'nın denizlerde ve sömürgelerde İngiltere ile rekabete kalkışması, böyle bir şeye tahammül ederniyecek yapıda olan an'anevi Britanya siyasetinin ne ba­ basına ol ursa olsun Almanya'yı ezmek istemesi, Birinci Cihan Savaşı'nın başlıca sebeplerinden biridir. Fransız - Alman reka­ beti, Fransa'nın Alsace - Lorraine'i 40 yıldır unutamaması, gittikçe devleşen Almanya karşısında kara Avrupası'nda ikinci dereceye düşmesi de, mühim sebepler arasındad ır.

OSMANLI İMPARATORLUGU Rusya'nın Uzak Doğu'da Japonya tarafından d urdurulma­ sından sonra yeniden Balkan s iyasetine sarıl ması, Boğazlar' ı ele geç irmek için zemin hazırlamak istemesi, durmadan kü­ Türkiye ve Avusturya - Macaristan çük Balkan devletlerini imparatorluklarına karşı kışkırtması, meselenin doğu cephe­ � i n i açıklar. Nitekim Avrupa siyasi çevrelerinde Balkan Sa­ va�ı. d ünya savaşının gerçek öncüsü olarak telakk ı y edilmiştir. Bir yandan Almanya - Avusturya - İtalya'nın, öbür yandan İngiltere - Fransa - Rusya'nın birbirlerine karşı grupla�maları, zaten dünyayı şüpheli bir geleceğe doğru i tiyord u. Avusturya­ Macaristan Veliabdi'nin Bosnasarayı'nda bir Sırp tedhişçisi tarafından öldürülmesi bu imparatorluğun Sırbistan'a, onu koruyan Rusya'nın da Avusturya - Macaristan'a savaş açma­ sıyle sonuçlandı. Böylece, bir cihan savaşı için ortam teşek­ kül etti. Avusturya'nın müttefikı olan ve Slav' lı�ın Cermen'­ l iği ezmesine müsaade etmemesi tabii bulunan Almanya, Rus­ ya'ya ; Rusya'nın müttefikı olan ve bu devleti yenen bir Al­ manya'nın Avrupa' da hakimiyet kuracağından korkan Fransa, Almanya'ya sava� açtı . Bel çika'nın tarafsızlığını ve bütünlü­ ğünü garantilemiş, esas en Fransa ile Rusya' nın müttefikı ve Almanya'nın düşmanı İngiltere de, Almanya ve Avusturya'ya harb ilin etti. İngiltere'nin kıt'a savaşındaki rolünü küçüm­ siyen Almanya, yıllardan beri savaş planını Rusya ve Fran­ sa'yı yıldırım harbiyle ezmek üzere hazırlamıştı . Bunun için kuzeyden Belçika'yı çiğniyecek Fransa'ya girmek icab ediyor­ du. Böylece Belçika ve Lüksembuııg da, daha savaşın ilk günlerinde Merkezi imparatorluklar'ın karşısında ve Mütte­ soydaşı Sırbistan'ı fikler' in yanında yer aldı. Karadağ da, yalnız bırakmadı . ·B ütün bunlara rağmen Almanya ve Avus­ turya, Birleşik Amerika savaşa katılmasaydı yenilmezlerdi . Hele İngiltere i ş e karışmasaydı, yahut İtalya, müttefikleri Al­ manya ve Avusturya'ya i hanet edip Müttefikler yanında sa­ vaşa girmeseydi, Almanya ve Avusturya'nın z aferi kesin olur­ du. Ancak İngiltere savaşa girdikten ve İtalya, Almanya ­ Avusturya yanında savaşa katılacağına tarafsızlığını ilan edip niyetini bell i ettikten sonra, Almanya-Avusturya için zafer şansı kalmamıştı. Ancak zararsız veya az zararlı bir netice tahmin edilebilirdi. Fakat aşağıda anılacak Marne başarısızlığından sonra, bu netice ·b ile tehlikeye girmiş ve Müttefikler'in harbi kazanacağı aşağı yukarı, daha savaşın başlangıcında anlaşıl­ mı ştı. Hiçbir devlet, bu çapta bir savaşın yıllarca süreceğine ih­ timal vermedi. Birkaç ayda biteceğini hesaplıyan askeri ve siyasi mütehassıslar az değildi. Türkiye'nin savaşa girip Rus­ ya'nın boğulmasına ve sonıırıda yıkılmasına sebeb olması, İn­ giliz başbakanı Lloyd George' un ded iği gibi, savaşı başlı ba­ şına iki yıl uzattı . Dünya tarihinde ilk defa olarak .bu savaş boyunca akı l almaz askeri kuvvetler karşı karşıya geldi. İttifak Devletleri (Merkezi İmparatorlukla r) : Almanya 40 kolordu ( 109 tü­ men + l l süvari tümen i ) , Avusturya - Macaristan 16 kolord u, Türkiye 63 tümen (9 or :l u ) , Bulg.ıristan 15 tümen çıkardı . Bu kuwetlerin karşısına, dengesiz şekil i c: �u Itilif Devletleri (Müttefikler) çıktı : Fransa 21 kolordu ( il� tümen + 10 sü­ varİ tümen i ) , Rusya 37 kolord u ve ayrı t a l !J süvari tümen i, İngiltere ve sömürgeleri 50 tümen, Birlı:�:k A:nerika 42 tü­ men, İtalya 45 tümen, Belçika 6 tümen, Sırhistan 19 tümen, Romanya 25 tümen, Karadağ 3 tümen, Yunanistan 10 til ınen, Portekiz 5 tümen. Bu suretle aşağı yukarı I ttifak Devletler: ·­ nin 246 tümeni, ttilaf'ın 441 tümeni karşısında kald ı . Daha anlaşılabilir bir hesapla, bu savaşta ltilaf dev l.:·tler inin 42,7 milyon askeri silah altına aldıklarını, bunun karş ı s ı :ı J a iu:.

117

fak Devletleri'nin 22,9 milyondan fazla asker çıkaramad ıkları­ nı söylemek yeter. Aşağı yukarı her İttifak askeri, iki İtilaf askeriyle vuruşmaya mecbur kalmıştır. Japonya, Avrupa kara savaşına katılmamış, ancak büyük donanması ile deniz hareka­ tına girişmiştir. Aş:ığıda verilen tablolardan, daha iyi bir fikir ed inmek m ümkin:lir : 1 . Nüfus : Ittifak devletleri : Almanya Av. - Macaristan Türkiye Bulgaristan

79 000 000 55 000 000 29 000 000 5 300 000 168 300 000

ltilü devletleri : İngiltere Rusya A. B. D. Fransa Japonya İtalya Belçika Portekiz Romanya Sırhistan Yunanistan Karadağ

461 000 000 181 000 000 lll 000 000 84 000 000 78 000 000 38 000 000 16 000 000 15 000 000 8 000 000 5 000 000 5 000 000 435 000

ı 002 435 000 Savaşa giren iki taraf devletlerinin nüfus toplamı 1 1 70 735 000' i bulmaktadır. Merkezi İmparatorluklar'a harb ilan eden, fakat fiilen savaşa katılınıyan sürüyle devlet, bu tablolarda bahis mevzuu edilmemiştir. Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan ve daha bir çok ülke, İngiltere'nin ; Fas, Cezayir ve daha bir çok sömürge de, Fransa'nın nüfus­ larına dihildir. II. Silih altına alınan asker m iktarı : I ttifak dwletleri : Almanya Avusturya - Mac. Türkiye Bulgaristan

l l 000 000

7 800 000 2 900 000 1 200 000

22 900 000 ltilaf deyletleri : Rusya İngiltere Fransa İtalya A. B. D. Japonya Sırhistan Romanya .Belçika Yunanistan Portekiz Karadağ

12 000 000

8 900 000

8 400 000 5 600 000

4 750 000 800 000

750 000

750 000 300 000 250 000 100 000 50 000 42 700 000



OSMANLI İMPARATORLUGU

118

İki taraftan cem'an 65 600 000 askerin anla�ılmaktadır.

sava�a k a tıldığı

III. Orduların um um i zayiatı ve ölenler ( ilk sü tundaki rakamlar umumi zayiatı, ikinci sütundakiler bu zay i a t i ç inde dahil olan ölüleri göstermektedir) : 7 300 000

Almanya Avusturya · Mac. Türkiye Bulg aristan

7 000 000

ı 050 000 270 000

- ---

Rusya Fransa İngi l tere İtalya Sı rh istan Romany a A. B. D. Bel çika Portekiz Yunanistan Karadağ Japonya

İki tarafın um u mi t opl a mı

ı 950 000 ı 200 000 400 000 90 000

15 620 000

3 640 000

9 1 50 000

30 000 20 000 1 000

ı 700 000 1 390 000 910 000 650 000 450 000 3·i0 000 ı20 000 ıoo ooo ıo ooo ıo ooo 3 000 300

22 861 000

5 683 300

38 -ısı oorı

9 323 300

6 300 001

3 190 000 2 350 000 740 000 540 000 320 000 180 000

40 000

:

Yukarıdaki rakamlara s i v i l lulktan

z a y iata

uğuyanlar

da­

hil değildir. Yalnız sivil halktan - ba;t.ı a ç l ı k ve salgın has­ tal ık olmak üzere - çeşitli sebepl erden ölenlerin 10 milyonu geçtiği hesaplanmaktadır.

Muazzam dü�man kuvvetlerine karşı Almanya, büyük bir güç � s terdi. Pek iyi yetiştirilmiş, s!lahlandırılmış, son derece iyi ikmal edilen kuvvetli t ümenleriy!e, çok üstün d üşman kuvvetlerine kaqı doğu ve batı cephelerinde sava�tı. Dünya­ nın kesin şekilde en g ü çlü askeri devleti olan Almanya'nın sava�ın ilk ayl a rı nda genelkurmay ba�kanı ( fi ilen başkuman­ dan) Org eneral von Moltke idi. Sonra yerine Orgeneral ( Türk mare�ali) Von Falkenhayn getirildi. Ağustos ı9ı6'da o da değiştirildi. Mareşal von Hindenburg genelkurmay başkanı, Orgeneral Lüd en dorff da yard ı mcısı oL! u .

V. Fransız Ord usu'nu tamamen bozan Almanlar, Paris yolunu tutm a kta g e dkın ediler. Lüksembul'g, Belçika ve Ku­ zey Fransa i1gal ed:Idi. Bu y ı ldırım sava�ı, Fransız ve İngi­ l izler'in yıllardan beri hazırla:l ıkları sava� planlarını tatbika fırsat vermedi. Üstünlük Almanlar' ın eline geçti. Fr ansız · İn­ giliz . Bel çika k uv v etleri , panik halinde kaçıyorlardı .

6 - ı2 eylülde ( 19ı4) Marne ırmağı ü z erin d e yapılan kanlı çarpışmalar, Paris' e 30 40 km kala A lmanlar' ı d urdur· du. ıBu da, Fransa'nın yıldırım savaşıyle hertaraf edilmesi planını suya düşürdü. Böylece 43 yıllık Alman genelk u rmay planları, milyonu geçen müttefik orduları tarafından akim bırakıldı. "Hatasız kurmay" vasfını kaybeden von Moltkc ( Büyük Moltke'nin yeğenidir ) , Kayzer tarafından değiştirildi. ·

İşte Türkiye'nin savaşa katılması bu tarihi dönüm nok­ tasından, Marne muhareb e lerinden sonra oldu. O zamana ka­ dar Almanya, muhtemel bir savaşta, yıldırım harbiyle Fran­ sa'yı tasfiye ettikten sonra bütün gücüyle Rusra'ya yüklene­ ceğine bütün dün yayı inan d ı rmı �tı . Fakat Marn� mulurebele-

rioden sonra, böyle bi r şeyin olamıyacağı, savaşın belirsiz bir süre için ve Almanya'nın aleyhine olarak uzayacağı, kesin �ekilde anla�ıldı. Bunu anlamıyan, yalnı z Enver Pa�a oldu. Cihan denizlerine, bütün iktisadi imkanlara sahip büyük dev­ letlerle Türkiye'yi h iç de lüzumu yokken savaşa atan En,·er Plşa. Meclislere, hükümdara, ·h ükiımete haber vermeden, do­ nanmaya Rus limanlarını bombardıman emrini veren Enver Paşa. Tarafsız kalması, Türkiye'ye sonsuz nimetler temin edecekti. Bir d e fa Boğazlar'ı tarafsız da olsa kapatacağından, Rusya gene boğulacaktı. Dünyanın savaştan bitkin ç ıktığı ı918'de Türkiye, zinde, hiç yıpranmamı� bir ordu ile, Yakın Doğu ve Balkanlar'ın münaka�asız şekilde en güçl ü devleti olacaktı . Akı l almaz insan ve servet harcamıyacaktı. ı922'ye kadar süren ve düşman sürülerini Ankara yakınlarına getiren, yüzlerce Türk şehir v e kasabasının mahvolmasıyle neticelenen facialar olmı yacaktı . imparatorluk cebren tasfiye edilmiy ecek­ tL ı945'ten sonra İ ngil tere ve Fransa nasıl imparatorl uklarını kendi iradeleriyle tasfiye ettilerse, Türkiye de öyle yapacaktı . Bu tarihlere kadar Irak, Suiıdi Arabistan petrollerinden fay­ dalanacaktı. Bir çok Türk ülkesi de şüphesiz bu tasfiyede ya­ bancılara geçmiyecekti. Birinci Dünya Savaşı, bütün cihan tarihinin en m ühim hadisesidir. Gerçi ate ş kudreti ve tahribat bakımından İkinci Crhan Savaşı, i lkini geride bırakmıştır. Fakat dünya düzenine getirdiği değişiklikler, birincisinden fazla değildir. Bu sa va� . o zamana kadar tahmin ve tahayyül dahi edi­ lerniyecek büyüklükte askeri kuvvetleri karşı karşıya getirdi . Büyük insan kitleleri, bir cephede yığıldı. Kuvvetler i k i ta­ rafta denge •h alinde olduğu iç in , yıllarca siperlere kakılıp kal­ dı. Bu şekilde büyük orduların tahkirnal içine yerleşip birkaç km, ·h atta m lik yerler için milyonlarca cephane sarfetmeleri, o zaman a kadar görülmemiş bir şeydi. Daha önceki her han­ gi bir savaştl, Birinci Dünya Harbi'nin kızgın bir şekilde ge­ çen bir kaç günü içindeki kadar cephane harcanmış deği ldi. Uçak, tank, zırhlı, motörlü vası talar, dev toplar, zehirl i gaz, amansız denizaltı savaşı, havadan şehirlerin (bu arada İst:ınbul'un) bombardımanı, bu harbin getirdiği yeniliklerdir. Savaştan sonra d ünyanın siyasi haritası değiştiği gibi, on­ dan çok daha fazla, toplumların bünyeleri tahavvül etti. Sa· vaşın felaketlerinden faydalanan komünizm gibi, her türlü in­ �an haklarını inkar eden kanlı bir rej im, Rusya'ya yerleşti. Başka bir kaç ülkede r erleşmesine de ramak kaldı. Milletler, adeta kolektif bir çılgınlığa kapıldılar. Yüzlerce yıllık monar­ şiler yıkıldı. Osmanoğulları, Habsbuıglar, Hohenzollernler, Romanoflar gibi ebedi sanı lan hanedanlar, iktidardan düştü. Savaştan memnun çıkmayan devletlerde, büyük ölçülerde teş­ kilatianmış faşist d iktatörlükler türedi. Almanya, İtalya, İs­ panya, Macaristan gibi devletlerde görülen bu diktatörlükler, hem komünizme, hem de liberal d emokrasilere karşı, amansız bir düşmanlık gösterdiler. İktidar, cihan tarihinde asla görül­ m emiş bir şekil ve kudrette te k şahısta toplanabildi. Komü­ nist olsun, faşist olsun bu diktatörler, tarihin akla gelebile­ cek en büyük müstebidlerine, mesela firavunlara rahmet oku­ tacak bir zulüm gücü iktisib edebildiler. Buna r ağm e n, insanlığın demokrasiye güveni eksilmedi, arttı. Demokrasi, d aha iyi uygulandıktan, sosyal adalete daha ağırlık verdikten başka, kendine yeni sahalar da buldu. Sa­ vaştan sonra İngiltere, dünyanın en büyük ve kudretli devle­ ti h a l i n i , eskisinden daha çok e l d e etti. Bugiin say ı l .ırı lfiO kadar olan müstakil devletin tam ü çte biri, İngil tere ' ye baJ:I ı

OSMANU İMPARATORLUGU i d i . I. asırda R o ma, XV I . asırda Osmanlı imparatorlukları neyse, o hale geld i . Dünya nüfusunun en büyük kısmını, ş u veya bu şekilde, idare veya nüfuzuna t:ibi k ı l d ı . Ancak aynı y ı l larda, ,B ritanya imparatorluAunda, 6 kıt'aya yayılan, Roma ve Osmanl ı imparatorluklarından sonra tarihin gördüğü bu üçüncü devam l ı cihan devletinde, i l k gerileme, hatta çözülme alimetleri belird i. İngiliz emperyalizmine karş ı umumi bir nefret uyandı. Afrika ve Asya devletlerinin çoğu sömürge ha­ line getirilmi�ti. Afrika'da yalnız Liberya, Asya' da ise sade­ ce Türkiye, Japonya, İran, Siyam ve kı smen Çin, sömürge olmaktan yakalarını kurtarabildiler. İki savaş arası ( 1918 1 939 ) , sömür-geciliğin altın çağı olmasa bile, en büyük saha­ lara yayı ldığı devir olarak tarihe geçti .

Yüzlerce yıllık rej imierin bir anda iskarnbil kağıdı gibi yıkılması, toplumların ruhi durumunu değiştird i . G ele n e k v e adetlc.·rin mühim bir kısmı bırakı l d ı , hatta inkar ed ildi. İn­ sanlar nezaket ve terbiyelerini kaybedecek duruma geldi ler. Bu bulı r a n dan İkinci Cihan Savaşı çıktı . Eski aileler büyük darbe yediler ve bütün dünyada ser­ vetlerini, şuradan buradan türeyen şahıslara bıraktılar. Bu bilhassa Türkiye gibi asaletin olmadığı ülkelerde müşahede edilen bir i çtimai ·hadise şeklinde tecell i etti. T;ıraflar, milyonlarca zayiat verdiler. Dünya, mühim bir aydın tabakadan yoksun kaldı . Bu arada Türkiye'nin zayiatı korkunç oldu. 19ll'den 1922'ye kadar devam eden savaşlar­ da, yüz binlerce Türk öld ü ; en iyi yetişmiş, Doğu ve Batı kül­ türlerini nefsinde birleştirmiş bir gen.ç nesil yok oldu. Bil­ hassa Çanakkale, bir yedek subay savaşı halinde, onbinlerce Türk ayd ınını yok etti. Türkiye bu gerçek aydınların kaybın­ dan çok ağır bir darbe yemiş oldu. İctimai sarsıntı, uzun za­ man h:ılledilemiyecek derecede m ühimdi. Tüı:kler, 2 200 y ı l l ı k tarihlerinin en büyük topyekun fe­ laketine maruz kaldılar. Bu sava5 sonunda, Türkiye'nin hiç­ bir zaman istila yüzü gö rmemiş en değerli toprakları, Ana­ dol u'nun içerilerine kadar, tahrib edildi . Esasen yeter derece­ de kötü olan Türk ekonomisi, savaştan tam bir yıkım halinde çıktı . Asrın başlarında SO - 100 bin n üfusa erişmiş Anadolu şehirlerinde n üfus yarının çok aşağılarına düştü. Nitekim 192i'de yapılan sayım, ancak 13 648 000 nüfus gösterdi. Birinci C ihan Savaşı, Türk mil letinin askerlik değerini ve manevi gücünü bir defa daha ortaya çıkarmaktan d a geri kalmadı . Bu savaşta kazan ı lan bazı başarılar, başta Çanakka­ le olmak ü zere askerlik tarihinin mühim olaylar i çinde yer a l ı r. Türk orduları Çanakkale' de, Kafkasya' da, Galiçya' da ( Polonya) , Makedonya'da, Dobruca'da, Y e men' d e, Hicaz'da, Libya'da, Sina ve Filistindc, Irak' ta, İran'da vuruştular. B a ş ta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cevad Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Ali İhsan Paşa, Es'ad Paşa, Şehzade Osman Fuad Efendi (Paşa ) gibi üstün değerde birkaç kumandan d ı ­ şında, Türk orduları, kendilerine layık kumandanlardan mah­ rumdu. 9 Türk ordusunun ancak bir ikisi m uktedir ellerdey­ J i . Kumanda heyeti bazan, tamamen aciz subaylardan m üte­ şekkildi. Teçhizat çok eksikti. Mahrumiyeder büyüktü. Eğer Alman ve Avustur)'a - Macar orduları derecesinde m ükemmel tcchiz edilebilseydi, Türk silahlı kuvvetlerinin ba�arısı bü­ yük olurdu. Türkiye'nin savaşa girmesi üzerine İngiltere, Mısır - Su­ dan ve Kıbrıs üzerindeki Türk hakimiyetinin son bulduğunu ilan etti. Lozan m uahedesi ile bu ülkeleri Türkiye kesin şe­ kilde bıraktığını kabul etti. Dünyada, sanayi, ziraat ve ticarette büyük bir gerilik, bazı ülkelerde geçici bir yokluk hisıl oldu. Bazı bölgeler, ,

­

,

1 19

n üfu,t.ın adeta boşald ı . Şeh irlerin hepsinin nüfusunda d ü­ şüklük görüld ü . Yalnız Birleşik Amerika, savaştan büyük bir zenginlik ve refahla çıktı . Fak:ıt d ünyanın en büyük kısm ı , ilerleme hızından çok şeyler kaybetti.

Savaştan yenik çıkan dört devletin uğradığı bakaretamiz

ve so n derece haksız muamele, İkinci Cihan Savaşı'nın ger­

çek sebebini teşkil etti. Bu haksız muameleye karşı yalnız Türkler baş kaldırd ı . Almanlar, Avı.ısturyalılar, Macarlar ve Bulgarlar, baş eğd i. Bu devletlerin en değerl i toprakları el­

lerinden alınd ı . Harbin s o n günlerinde "hakaan-ı sabık" denilen I I . Ab­ d ü lhamid ( 10 Şubat 1918) ve 4 ay, 23 gün sonra da kardeşi V . Sultan .Mehmed ReşaJ Han (4 Temmuz 1918) öldüler. II. Abdülhamid'in cenaze merasimi muhteşem oldu. Artık kendisini takdir etmeye ve anlamaya başlayan İttihad çı lider­ ler katıldığı gibi, halk, harbin en acı günlerinde, devrinde huzur, refah ve sulh içindeki yaşadığı eski hükümdarıo ar­ d ından samimi gözyaşları d ü k t ü . 10 yılda ortam, bu derecede değişmişti. 30 Ekim 191 8 Mondros mütarekesi harbe son verdi. Ar­ tık Türkiye tarihinde yeni bir safha başlad ı . 16 Mart 1920'­ de Müttefikler'in İstanbul' u işgal etmesi, Meclis-i Meb' usan'ı cebren dağıtması ve bir·çok milletvekilini Malta'ya sürmesi, Türk imparatorluğunun taht şehrini fiilen İngiliz n üfU.Zuna geçirdi. 23 Nisan 1920'de İstanbul'dan kaçabilen milletvekil­ lerinin iştirakiyle Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa'nın baş­ kanl ığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi açı l d ı ve Milli Mücadele'yi yönetıniye başlad ı . 1920, hatta 1 9 1 8 sonundan itibaren, imparatorluk ve cumhuriyet dönemleri tari·hi, biri­ birinin içine girer. 1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatı ilga etti. Ağabeyi Sultan Reşad'ın yerine geçen sonuncu padişah VI. iMehmed Vahideddin, yalnız ha­ life sıfatıyle kaldı ve 16 kasım gecesi İstanbul ' u terk etti. Yerine son velialıd-i saltanat Abdülmecid Efendi, halife ol­ du. 3 Mart 1924'te Türkiye Büyük Millet Meclisi, halifeliği de kaldırdı . II. Abdülmecid, 101 . ve sonuncu İslam halifesi olarak bütün hanedan'la beraber Türkiye d ı şına çıkarıldı. Bu arada 29 Ekim 1923'te yeni rej ime ad konularak cumhuriyet ilan edilmişti. Osmanoğulları'ndan gelen hükümdarlar, ErtuArul Gazi'­ den VI. Mehmed'e kadar (I. Süley man ve Sultan Musa da dahil edilmek üzere) 39, yalnız halife olan Il. Abdülmecid ile 40 kişidir. Bu suretle saltanatları 1231' den 1924' e kadar 639 yıldır ( son 1 yıl, 3 ay, 14 günü sadece hilafet) . "Halife" sıfatıyle İslam'ın başı titrini ise 407 yıl, 6 ay, 5 gün yalnız 30 kişi taşımıştır. 632 yılında baş lı yan halifelik müessesesi 1924'te son bulmuş, Osmanoğulları'ndan sonra müessese de­ vam edememiş, böyle bir sıfatı taşıyacak manevi ve maddi gücü haiz ,h içbir şahıs ve hanedan bulunamamıştır. Saltanatın düşmesi ile, Türkiye tarihinin üçüncü d evresi kapanır ve içinde bul unduğumuz üçüncü devre, Cumhuriyet devri başlar. 2500 yıllık bir Türk tarihi vardır. Türkiye devleti ise 900 y ı l l ı ktır. Selçuklu devresi "Birinci imparatorluk", Osman­ lı devresi "İkinci imparatorluk" devirlerini teşkil eder. Üçüncü devre olan Cumhuriyet devri yarım asrı henüz geç­ miştir ve daha çok yenid ir. Sel çukoğul ları'nın ve Osmanoğul­ ları'nın hayret edilecek derecede mütevazı şarttarla işe baş­ ladıkları hatırlanırsa, içinde yaşadığımız üçüncü devrenin i s ­ tikbali hakkında ç o k iyimser düşünebilmek ümidinde hak l ı ol uruz. 900 y ı l da b i r Türkiye Milleti yaratılmıştır k i , Tiirk milletinin en biiyük ve şerefli parçasıdır.

120

OSMANLI İMPARATORLUGU

Il. MEDENiYET TARİHİ Paditah :

Osmanlı devrinde hükümdua halk daha çok "padi şah" demi�tir. Avrupalılar "sultan", saray halkı daha çok "hunkıir'' demi�tir. Devletin mutlak temsilcisi idi. Du sıfatı, şeriatle, ya­ salarla ve kanunlardan daha güçlü olan gelenek, örf ve adet­ lerle kayıtlı idi. Daha önceki herhangi bir Türk imparatorlu­ ğundan daha fazla, imparatorluğun birliğinin senbolü idi. Pa­ di�ah olmaksızın bu birliğin muhafaza edilemiyeceği kanaati kesin inanç h.'l.l indeydi ve tamamen gerçekçi bir inançtı . Padi�ah, aynı zamanda halife'dir. Yani dünya Müslüman­ ları'nın en büyük lideri. Bu sıfatı, 1 5 1 6 yılının 29 ağusto­ sundan beri resmen kul l anmı�tır. İran' daki Türlç hanedanla­ rı, Safevil er, Avşarlar ve Kaçarlar ise, " �ab" unvanı il e be­ raber bütün Şii Müslümanlar'ın başı olduklarını i leri sürmü�­ lerdir. Osmanl ı - İran sava�larının j eopolitik sebepler dı�ında bir büyük sebebi de bu halife - imam çekişmcsidir. Osman l ı Cihan Devleti, tarihteki diğer cihan devletleri gibi, çeşitli ülkeleri çeşitli statülerle idare eden bir siyasi te�ekküldür. Bir çok mahalli hanedinı yerinde bırakmış, bun­ Ian tabiiyet yoluyle devlete bağlamıştır. Padişah, pek çok hükümdarın, metbiıu, hatta metbiıunun metbiıudur. Bu ba­ kımdan da Osmanlı birliğinin devamı için rolü, hayatidir. Padişah, eski Türk hakanları gibi, hükümranlığını doğ­ rudan doğruya Tanrı'dan alırdı. Feth ettiği topraklarda, kı­ lıcının hakkı olarak saltanat sürerdi. Abbasi halifeleri gibi "Tanrı'nın Gölgesi" idi. Fakat firavun lar veya sezarlar gibi bizzat "tanrı" değildi, yahut eski Türk hakanları gibi "Tan­ rı'ya benzer" de değildi. İslam dini, böyle sıfatları kesin şe­ kilde yasaklıyordu. Yasa ve gelenek bağlarıyle, sanıldığından daha fazla kayıt altı ndaydı ve bir çok istediğini, bu istekler son derece şahsi olsa, şahsından başka kimseyi ilgilendirmese bile yapamazdı. Ekserisi çok ileri fikirli, hatta inkılapçı ol­ malarına rağmen, ya istedikleri inkıliip veya reformları çok dikkatli tatbik etmişler, yahut bu yolda - II. Osman ve III. Selim gibi - baş vennişlerdir. XX . asrın komünist veya fa­ şist diktatörlerinin mutlak davranışlarının bir kısmı bile pa­ dişahlarda mevcut değildi. Ancak her şey, padişah adına yapılırdı . Padişah adına yapılan her şeyin devletin yüksek menfaatlerine uygun bu­ lunması ve bu irade karşısında akan suların durması lizımdı. Nazari olarak her şey padişaha aitti. Gene nazari olarak her şeyden padişah mes'uldü. Padişahın, Osmanoğlu olması, yani baba tarafıodan Os­ man Gazi'nin sulhünden gelmesi şarttır. Önce umiımiyetle padişahın büyük oğl u babasının yerine geçmiş, XVII. asır sonlarında hanedinın en yaşlı şehzadesinin padişah olması kaidesi kesinlik kazanmıştır. Osmanoğulları hinedinından gelen, babası Osmanoğlu (padişah veya şehzade) olan imparatorluk prenslerine "şeh­ zide" ve imparatorluk prenseslerine "sultin" denir: Şehzide Mehmed, Ayşe Sultan gibi. Tanzimat'tan itibaren şehzadelere "efendi" denmiştir: Şehzade Ahmed Efendi, Yeltahd-i Salta­ nat Yiısuf İzzeddin Efendi. Tahta çıkan padişahın annesi hayatta ise derhal "vilide­ sultin" ili.'l edilir. Protokol de padişahtan sonra ikinci gelir ve gerçek ana - imparatoriçedir. Padişah eşl eri birden fazla old�arı ii;in imparatoriçe sayılmazlar. Bunlara önce "ha­ seki" (bir kaçına "haseki - sultan" ) , XVIII. asır başlarından itibaren "kadın - efendi" denmiştir: Hurrem Haseki - Sultan,

Gülniış Haseki, Müşfika Kadın - Efendi . . . isiarn'dan önce Türk imparatoriçesi (katun/hitun ) yok olmu5, yerini padişah annesi almıştır: Kösem Mahpeyker V:ilide - Sultan. Padişahın ba5lıca h ükümranlık alimetleri şunlardır :

H111be : Cuma namazı kılınan camilerde hatib'in, padi­ ş.ıhın adını hutbe okurken anmasıdır. Sikke : "Sikke" denen madeni ( altın, gümüş veya bakır) paranın üzerinde padişahın adının bulunmasıdır. Tab/ : "Davul" demektir ve eskiden beri Türkler' de sal­ tanat alametlerinden biridir. Tabi vurularak mehter - bine'nin belirli zamanlarda ( mesela sabah, ikindi, akşam ) , belirli yer­ lerde ( kaleler, padişah ve vali sarayları önü, meydanlar) kon­ ser vererek halka askeri musiki dinletmesi, hükümranlığa delalet eder.

Sancak : Bayrak ve sanc:ık, açık şekilde istiklil ve hü­ kümranlık alimetidir. Fakat tek ba,ına istiklal a limeti de­ ğildir ; çünkü tam müstakil olmıyan devlet ve eyaletlerin de bayrakları olabilmekted ir. Bayrak ve sancak, kesin şekilde kutsaldır. Bayrak ve s1ncağa hakaret, padişaha hakaret suçu ( lese - majeste) .i Je aynı değerdedir, suçların en büyüğüdür ve failine sadece ölüm cezası verilir. Yere düşürmemek, d üşma­ na bırakmamak, minevi haysiyetine d okunacak bir duruma sokmamak için, ölüm dihil, her türlü fedakirlık ve tedbir göze alınır. Osmanoğlu padi�ahının binedan rengi al'dır ve Selçukoğulları'ndan geçmi�tir. Ay senbol ü de Göktürkler'e, belki Hunlar'a çıkmaktadır (yıldız, yenidir) .

Tuğ : Sancağa yakın bir saltanat alimetidir. At kuyru­ ğunun bir mızrağa geçirilmesinden ibarettir. Kuyruk beyazdır ve milli renge, al'a boyanmıştır. Türkler'de iki bin yıllık bir sal­ tanat senbolüdür. Padi�ahın ardından 7 veya 9 tuğ götürülür. Vezirlerin tuğları, padişah tarafından, onun adına hareket edebileceğini göstermek için verilir. Sadrizama 5, vezirlere 3, beylerbeyilere 2, sancak beylerine bir tuğ verilirdi.

Hiimayun 11e Şahane kelimeleri : Padişaha ve onun tem­ sil ettiği Türk imparatorluğuna ait her şey bu kelimelerle anılır : Sancağ-ı hümiy(in. asikir-i şihine, harem-i hümiyiın, donanmay-ı hiimiyiın, orduy-ı hümayiın, sefer-i hümayiın, melrteb-i mülkiyye-i şihine... Kılıf alayı : Hıristiyan hükümdarların tae; giyme töreni­ ne kar�tlıktır. Padi�aha saltanatının ilk cuma günü Eyüp Ca­ mii'nde kılıç kuşatılmasıdır. Ciilus bahıiıi : XVIII. asır ortalarına kadar orduya - rütbelerine göre - altın dağıtmasıdır.

padi�ahın

Bifll : Cüliıs ( tahta oturma) sırasında ilk gün, hükümdi­ rıo ileri gelenlerden bir çeşit sadakat yemini almasıdır. Haz­ ret-i Ebu - ·Bekir zamanından beri gelen bir törendir. Mdyede : Padişahın belirli protokol içinde bütün ileri gelenlerin bayram tebriklerini kabiılü törenidir. Selamlık : Padişahın her cuma günü bir camide cuma namazı kılmasıdır. Daha çok askeri bir törendir, yalnız ca­ mi içindeki kısmı dinidir. Huzlira kabi;/ : Hiç kimseye uygulanını yan eo yüksek protokolle, padi�ahın, belirli kimseleri kabiıl edip konuşma­ sıdır. Sal1a1raJ kaytğr : Hükümdarıo Boğaziçi'nde 26 çift kü­ rek, 3 altın yaldızlı fener, al renkl i yelken, kalın altın yal­ dızlı tekne ile dolaşmasıdır. Bu vasıfları taşıyan s:ındal, sa­ dece padişaha ·mahsustur.

OSMANLI İMPARATORLUGU Padi�ah en çok neye ehemmiyet verirdi ? Bunun ceva bı tektir: ordusunun zafer ve başarısına. Her şey buna bağlı idi. Gazi olmasa padişa.h olmazdı . Osmanoğulları olmazdı. Türkiye, imparatorluk olmazdı. ·Belki hali Anadolu'da iki düzine beylik halinde yaşıyorduk ·( bugünki Arab ü lkeleri gi­ bi ) . Padişah, devletin en zengin adamıydı . Kanuni Sultin Sü­ leyman'ın y ıl l ı k geliri b ug ü n ki paramızla ı2,5 m i lyar n. i d i ki, g a n ime t i erden gelen b e şte bir padişah hissesi, bediye ve peşke�ler bunun d ı şında y dı . IV. Murid, öl üm ünde hazi­

nesinde bug ü nki parayla ı,5 mil y ar TL. altın para bırakın ı ştı

ve g üm ü ş para bu meblağın dışınd:ıydı . Sonraları p a d işah ge­ liri d ü şmü� t ü . XVIII. asır so n larınd a y ı l d a b ugü n ki par a y la 3 4 m ilyar TL.' na düşmüştü. Bu parayı padişah, saray mas­ raflarına, saraya bağlı birliklere, hayır ve b ayınd ı r lık eserle­ rine harcar, bir çeşit telif ücreti olarak ilim ve s an ' at adamla­ rına, yazariara dağıtırdı. Saraylar ve sar a y eşyasına dokuna­ maz ıve satamaz, sadece oturur ve kullanırdı. Zira saraylar ve içind e biriken akıl almaz değerde mücevher ve eşyalar, padi­ şahın şahsi malı değildi . Padişahtan p ad iş a ha geçen milli ser· vetler di. ·

Saray :

Padiş ahın oturduğu sara y i ara "sa r a y-ı hüm iyu n " d enirdi. En ünlüleri Topkapı Saray-ı HümiyCınu, bugünki Topkapı Sarayı Müzesi' dir. 699 ()()() m2 (0,7 km2 ) bir ara· zi üzerinde kurulmuştur. ı640'larda içinde 40 ()()() kişi yaşıyordu. •B atı'da olduğu gibi kitle bilinde bir büy ü k yapı değildir. Eski Türkler'deki gibi pavyonlardan, köşkler d en müteşekkil, tabiate yakın, bahçeler içinde bir manzCımedir. Padişahların ikinci sarayı olan v e Topkapı Sarayı'ndan da geniş (3 000 {)()() m2 = 3 km2) bulunan Edirne Saray-ı Hü· m ly unu da böyleydi ( b ug ün çok az bir kısmı kalmıştır) . ·

"Eminit-ı Mukaddese" denilen kutsal eminetler, Topka· pı Sarayı'nın Hırka-ı Saadet Diiresi'ndedir. Yavuz Sultan Selim Hin'ın Mısır fethinden İ stanbul'a döndüğü 25 Tem­ muz ı5ı8'den, ·halifeliğin ilga ed ildiği 3 Mart ı924 gününe kadar 405 yıl, 7 ay, 9 gün, bir dakika, bir saniye ara veril­ m eksiz in, bu diire d e Kur'in okunm uştur. Yahya Kemal, bir ya z ı s ı n d a bu m ehibetli geleneği "Türk devletinin minevi te­ mellerinden biri" �k linde tavstf eder. Hayli yağma edilmesine rağmen bugün de Topkapı Sa­ rayı, Mukaddes Eminetler, Hazine dairesi, Çin porselenleri , yazma kitap lar bakımından, dünyada emsalsizdir. Dünyanın en zengin Çin porseleni koleksiyonu Çin' de değil, buradadır ve yalnız bu koleksiyonun değeri m i lyarlara ulaşmaktadır.

Saray, 3 kuma ayrılır : H arem-i H ümiyCın, Ender Cın -i Hü miyCın, Bi rtın -i H üm iy un . Harem , padişahın ailesi ve bin· lerce kadın hizmetkirla yaşadıjı kısımdır. EnderCın, sarayın iç teşkilitıdır. Tanzimat'tan sonra Mibeyn-i HümiyCın deni· !en BirCın da, dış teşkilatı. En ilgiye değer kısım Ender un ' d ur . Zira burada bir saray üniversitesi vardır ki, 4 asra yakın devam etmiş, imparatorluğun en büyük devlet ve ordu adam· !arını, san ' atki rlarını yetiştirmiştir. Yalnız mosiki kısmı, gü· n ü m ü zün en büyük konservatuarları kadar b üyük teşkilatlı bir y ük sek m osi ki okulu id i . •

.Mekteb-i EnderCın' da, bir çeşit askeri terbiye içinde ye­ tiştirilen ve ekserisi Top kap ı Sarayı dışındaki orta dereceli saray okullarından gelen gençlere, s ubay rütbeleri ve y ü ksek m :ı a ş v e r i li rJ i . B u n l a r b i r taraftan bel i r l i sa ray ve padişalı h izmetleri yaparlarken, bir taraftan her türlü spor ve atıcı lık

121

öğrenir, ince saray protokolüne s okulur ve ilim ve san'at tah· sil ederlerdi. Arabca ve Farsca mesbCıri idi. E nderCın ' un en yüksek dairesi, His Oda idi. Burada sayıları 40 ile dondu• rul m uş , fakat g e r ç e k te 32 ili 42 arasında oynamı ş y ük sek de· recel i genç subaylar, en yüksek de v let h izm e ti, s ta j ı yapa r l iı. r ­ d ı . Diğer 6 daireden (sınıf veya fa k ül te ) çok daha az men· subu va rdı . Bu Oda'nın başı olan hisodabaşı, Enderlın-i liü· miyun'un en büyük amir i idi ve protokolde yeri vezir (ma· reşa! ) derecesindeydi. His Oda'ya kadar y ü kselen her subay, padişaha şahsen takdim ed i li rd i . Diğer Enderun dairelerinde böyle bir şey y ok t u . Padişah, diğer diirelerin ancak i mi d er i n i ve m ü d e rr i sleri n i ( kuman dan ve p rofesö rler i ni) tanırdı. Bu te,k ili t , ı833'te II. Mahmud'un rad ik a l inkılipları sırasında lağv edildi. Birtın k ı sm ınd a ki en mühim görevli ise, daha çok pro­ tokol işlerin i n en b üy ü k imiri olan çavuşbaşı idi ki, Tanzi­ mat' tan sonra "mibeyn-i hümiyun müşiri" denmiştir ; Avru­ pa s a rayların d aki marechal de la Cour' un karşılığıdır. Ça­ vuş, kapıcıbaşı, müteferrika denen padişah yiver ve emir su· bayları ( ki sayıları yüzlerce idi ) , B i r tı n ' d a görevl i idiler. İ mp a ra to rl uğu n en büyük as keri bandosu olan Mehter · h ane - i Hikaani de, S ar ay teşkilltına bağlı idi. Sa r a y doktor· larının bulunduğu hekimbaşı d ai r esi, eh emmiye tl i kısımlardan bir diğeri idi . Sarayı ve padişah his bahçelerini m uhafaza ed en h as sa alayına "bostancı ocağ ı " denirdi. Dostancıların sayısı ı595'te 4 OOO ' i aştı ve sonra d üşmeye başladı. Kumandanları "bostan­ cıbaşı" denen generald i . 300 haseki, bu ocağa bağlı idi. Pa­ di şah ı n saray dışındaki yakın h izmetlerin e b akan muhif ızl a rdı .

Sarayın ihtiyaçları için padi�a bağlı fabrika ve atölye· ler vardı ( saray dışında) . Mesel! ı755 yılında sara ya h el va y apa n "h elvaciyin-ı hissa" nın sayısı 6 usta ve ıoo kü s ur kalfa idi. Böyle saray i ç in çalışan 23 hassa yoğurtçu ve süt­ çüsü, 3 ı hassa s ebz ec is i , 17 h a s s a kasabı, 24 hassa sakası, 23 hassa si m i tç i si ve akla g elebilecek her t ü rl ü meslek erbabı mevcuttu.

Ma tbah - ı Am ire, sarayın mutfak teşkilatıdı r ve XVII. asır ortalarında burada ı 3 70 kişi çalışmaktadır. Burada Sa· ray halkının yemekleri pişerdi. Hanedan mensuplarının mut· fağı ayrı ve Harem'de idi, buna "nıatbah-ı hümiyCın" denirdi. Padişahın ve en yakınlarının y em ek yedikleri 12 çok üstid aşçının çalıştığı ayrı m utfağın adı ise "kuşhine" idi. XIX. asırda Türk yemek san'ab ve zevkı zirvesine çıkmış, ı908'­ den sonra bozulmıya başlamıştır. Sarayın yiyecek masrafı mu· azzamdı. XVII. asır ortalarında yalnız et mas ra f ı yılda bu· günki para il e 30 milyon n. tutuyordu. Diğer maddeleri, buna kıyis ediniz. ı595'te sarayın mutfak masraflarının ye­ kCınu bugünki riyiçle 945 milyon TL.'nı buldu ve XVII. asırda bu meblağ da aşıldı. ı683' ten itibaren, muntazaman d ü şmiye baş ladı . Saray d a yen i l enler, çeş i tli yerlerden gelirdi. Mesela XVII. asır ortaları nda Mısır' dan 36 000 "kile" piri n ç, 2 SOO k i le nohut, 3 4ı2 kile kelle şekeri ( kesme şeker), Ef­ lik'tan ( G üney Romanya) 20 000 koyun, ı9 245 kile bal, l l 547 kile ba lmumu, 400 kile tuz, Keşan'dan 7 698 ki le no­ hut, Bağdan'dan (Moldavya) ı 283 kile bal, İstanköy adasın­ dan ı 7 962 kil e l i mon , turunç ve kavun, Sakız adasından sa­ kız, İ skenderiyye yoluyle Hindistan'dan kırmızı ve k ara bi­ ber, kakuule, tarçın, zencefil, karanfil, safran gel ird i . Diğer ge lenleri bunlarla kıyas ediniz. P;ı d işalıa bağ l ı has alı ı r l :ı ra " ı s tabl-ı a m i re" denir,J i . Ba·

ş ı nd a halkın

"imrahor" dediği emir-i ihur denilen g ener a l

122

OSMANLI İMPARATORLUGU

bulunurdu. Padişaha ait 60 000 kadar binek atı ve 600 kadar seyis vard ı . Son derecede yüksek şecerel i 200 kadar hayvan, padişah ve yakın adamlarına ayrılnııştı. Padişaha ait binlerce m ücevh�rli koşumun bulunduğ u "raht h a zin es i bu teşkilata ba,i:lı idi. Fransız gezgini Baudier, bu hazinede gördüğü bir tı:k koşumun yalnız dizgin ve kolanındaki m ücevherlerin d e­ �cri n i - bugünki paramızla - I 125 000 000 TL. olarak kay­ deder. "

Ni hayet sarayın, "fil - h:in�", "arslanhane" yonlara ayrı lmış hayvanat bahçesini de anmak pavyonlar, halkın ziyaretine açıktı . Padişahlar hayvanları satın almazlardı. Kendi lerine ecnebi kümdarlardan gelen hediyelerd i .

gibi ayrı pav· icab eder. Bu teşhirdeki bu veya tabi hü­

Devlet : Pax Ottomana, Pax Romana'dan sonra, d ünyaya yeni bir d üzen getirmek iddiasında bul unmuş ve bunu geniş şekilde gerçekleştirmek için asırlarca uğraşmı ştır. Pax Ottomana'nın Türkçesi "Nizam-ı Alem" yani "Cihan Düzeni" dir. Büyük Fransız tarihçisi Michelet şöyle dı:r : "Bir krallık ne demektir ? EyaJetler arasında sulh ! Ya bir imparatorluk n e demektir ? Krall ıklar arasında sulh ! " . B u cihan hakimiyeti v e barışı mefkuresi Osmanlılar'a Eski Türkler' den mirastır. Alp Er Tunga'yı, M. Ö. VII. asırda yaşıyan bu Türk hükümdarı nı Xl. asırda bile (18 asır sonra) "Aj un Beği" yani "dünya h ükümdarı" olarak anan Türkler, Osmanlı hakaniarına aynı manada "Padşah-ı Ci­ han = Cihan Padişahı" demişlerdir. Hakan, İslami idealle de birleştiri lmiş, yalnız milli birliğin değil, aynı nizam-ı alem'in de senbolü sayılmıştır. D ünyanın tamamı Osmanlı hakanının hükümranlığında olmasa bile bu böyledir. Zira hakan, en güçlü devletin hükümdarıdır ve bu devletin rızası olmaksı­ zın d ünya düzeni tabiatıyle ınümkin değildi. Roma impara­ torları da bütün d ünyayı ele .� eçirememişlerdi ama, Pax Romana, ancak Roma'nın rızası ile m ümkindi . PaJişah, bu nizam-ı alem'i, Osmanl ı devlet anlayışını temsil eder. Canlı bir sancak, bayrak veya tuğ gibidir. Onun için akıl almaz haşmetle:rin içine tıkılmış, en karışık proto· koliere sokulmuştur. Onun içindir ki, padişaha itaatsiziikten büyük hiç bir suç yoktur. Belki Allah'ın tek olmadığını söy­ lemek ancak daha büyük suçtur. Zira padişaha itaat olma­ yınca, d evlet çözülmiye başlar. Değil Nizim-ı Alem, milli birlik bile bozulur. Padişahın isminde toplanan bu derecede kesin merkezi devlet otoritesi olmasaydı , imparatorl uk ol· ınazdı. Okyanuslar arasında uzanan, h�r türlü iklimde her çeşit insanla meskun olan muazzam Osmanlı imparatorluğu, haberleşme aracının at, nihayet güvercin olduğu devirlerde, başka türlü yönetilemezdi . Devlet, yalnız manevi güç ve çok akıllıca yapılmış yasa­ larla ayakta tutulmuyord u. Dünyanın en güçlü ordu ve do· nanması, en m üreffeh toplumu, büyük bir iktisadi kudrete ve maliyeye dayanıyordu. Asırlar boyunca Osmanlı Devleti, iktisadi bakımdan, kendi kendine yeterl i dünyanın belki tek devleti idi. Avrupa'nın en nüfus l u devleti olan Fransa'nın dış ticaretlerinin % 50'si Türkiye ileyd i . Asırlarca Avrupa'nın ticaretıc en ileri devleti olan Venedik, hiç olmazsa 1 620'1ere kadar Türkiye' den yalnız altın para karşılığında bugünki r:iyi çle 12,5 milyar TL.'Iık mal satın alıyord u ve takas sure· tiyle satın aldıkları bu meblağın dışında idi. XVI. asır son· larında i mparatorlukta tedavül eden altın \' C gümüş paranın hugiinki değerinin ÇC'yrck tril yon (250 000 000 ()()() TL.) ohl u­ ğunu tahmin ediyorum .

Şimdi, Asya tarihinin en büyük m ütehassıslarından biri olan çok salahiyetli bir tarihçinin, Fransız Akademisi'nden Rene Grousset'nin, bazı satırlarını nakletmek istiyorum. Şöy· Ic d i yo r (La F,ue de I' Asie = Asya'11111 Çehresi, Paris, 1955 s. 49, 50, 52, 55, 56, 62, 63, 1 16, 12{)) :

"Türk m i l letinin sürcklili_.:i, vaktiyle kurulmuş ahengin· den gel ir. İnsan ve toprak arasında 9 asır süren bu metin uyuşma, bu alıengin delilidir. Anadolu toprağı ile Ti'ırk mil· Jetinin dehası, kaynaşmı ştır. "Tiirk ırkı, Eski Dünya'nın demir ırklarından biridir. Bu ırk, bilindiği gibi, Orta Asya menşe'lidir; Sibirya ucla­ rında, Orta Moğolistan'da o derece sert olan bu iklim lerde, daha tarih sahnesine çıkışının ba5langıcında kıvamını bul­ muştur. "Türk ırkının iki karakteri barizdir : Dir taraftan fizik sağlamlığı ve dayanıklı lığı, ırkan yok edilemez vasıfta olmas ı , diğer taraftan çeşitli manevi iklimiere kendini uydurabitme kaabiliyeti . . . Türkler, daha tarih sahnesine çıktıkları zaman, hirikulide ve hayran bırakıcı bir seviyede güzel san'atlarda san'atına tesir ederek bu ilerlemişlerdi. Türk san'atı, Çin san'atı yepyeni bir hile getirmişti . . . V. asırda, Çin san'atının yükseldiği derece, insanlığın tanıdı�ı en yüksek derecede dini san'atlardan biri olarak, Türkler'in eseridir. "Eski Dünya'nın demir ırkı demiştik... Bu ırkın çarpıcı karakteri, yönetmiye ve kumanda etmiye olan l iyetidir; bilhassa karmakarışık olan halkları derleyip lamak hususundaki teşkilat kaabi liyeti, tarihte yalnız lılar'la m ukayese edilebilir . . .

Fatih Sultan Mehmed harb kıyafetinde ( N . Sevin'den alınmıttır)

ikinci kaabi­ topar· Roma­

OSMANLI İMPARA TORLUGU " Modern, bugünki Asya milletlerinin hepsine, mi l let ve devlet olmayı Türkler öğretmişler, onları Türkler te:ıkilat­ l andırmışlardır. Hepsinde, Türkler'in birleştirici, basit hale irci edici te'sirleri görül ür. Hepsinde "Türk Düzeni"ni bu­ luruz. Zaten devlet ve hükuınetin minası, Türkler'e göre, sa­ dece "düzen"dir . . . "O:;manlılar, tarihin e n şaşırtıcı

maceral arından birini

temsil ederler. . . O derecede ehemmiyet kazanmışlardır ki, Türk ırkını yalnız Osmanlılar' ı n temsil ettiği sanılmıştır. Deb:.lel:ıeleri, tarihin en büylik destJnlarından biridir. Yeni bir kıt' ayı, Amerika'yı insanlığa ve d ünyaya açan İsplnyol Conquistadore' larına benzerler. 6 Osmanlı asrı, Türk ırkının ıneziyetlerinin en büyük şahididir ... "Bi;: tarihçi için, Bursa ve İstanbul'un hayran bırakan

123

Bir büyük t.uihçinin ta h l i l i

,

buraJa sona eri y o r .

Diğer Batılı tarihçiler de farklı ş e y �öylenıezl er. İngiliz tarihçisi Lord Kinross, 197.1 ' te Book and Book ma11 dergisine yazdığı bir mablede şöyle der : "Osmanlı İmparatorluğu, Roma İmparatorl uğu kadar büyük, hemen hemc-n onun b­ dar geniş

bir

sahaya

yayı l m ı ş ve onun

mevcudiyetini d evim ettirmiştir" .

iki

katı

bir

müdJet

·B ir cihan devletinin tarihteki rol ü elbette cihanşünıul d ür. Osmanlılar olmasayd ı tarihin akı şının nasıl olacağı, tasavvur bile edilemez. Herhalde Do.i;u Karadeniz, bütün Marmara bölgesi ve bu arada tabii İstanbul, bugün H ı r i stiy:in ve H ı ­ ristiyan hakimiyetinde olurdu. Sel çuklular nasıl Haçl ı l a r ' ı Anadol u'dan atm ı ş ve bütün İslam alemini onlara karşı sa­ vunup kurtarmı şlar, Memlukler nasıl Doğu Akdeniz' deki son

camilerini, Türk şiirinin ince insani güzelliğini ihmal etmek,

Haçlı devletlerini de ortadan kaldırmışlarsa, Osmanl ı lar da

imkansızdır. Bunlar, bizim m ii�terek Batı medeniyetimizin malısul leri arasında m ütalaa edilmek icab eder . . .

bütün Kuzey Afrika'yı bu şekilde savundular. Osmanlı lar ol­

"İspanyol imparatorl uğunun tasfiyesi 1598' de Il. Felipe'­ nin ölümüyle başlar ve 1 713'te Utrecht Anlaşması ile bir asır içinde sona erer. Osmanlı İmparatorl uğunun tasfiyesi ise, 1699'da Karlofça Anlaşması ile başlar, fakat 220 yılda, 1920'lerde tamamlanabilir. "Ama XIX. asırda Batı'nın Asya'ya teknik üstün l üğü, bütün bu tabioyu bozmuş, hatta Asya'nın eski manevi gücü­ nü bile sarsmıştır."

Kanuni Sultan Süleyman 35 yaşında büyük üniforması ile ( 1 530)

masaydı bugün Fas, Cezayir, Tunus ve Libya, tıpkı End ülüs gibi, tıpkı Latin Amerika gibi, birer İspanyol ülkesiydi . İmparatorl uğunun �·öküş asırlarında bütün İslam alemi­ nın ümidi İstanbul' du. Türk büyüklerinin adı, bütün İslam aleminde doğan çocuklara verilirdi. Abdüllıamid, Osman (Gazi Osman Paşa ) , Enver, n ihayet Kemal (Atatürk) adları böyledir ve milyonlarca çocuğa verilmiştir. 1918 topyekun fe­ l iketinden sonra Batıl ı emperyalistler, son İslam devleti ola­ rak Türkiye'yi de sömürgeleştirmiye kalkı ştıkları zaman, İs­ l:lm ve Türk dünyasında tepki büyük olmuştu. Türkistan

Kanuni Sultan Süleyman'ın ihtiyarlığı ( 1 560'Iın)

1 24

OSMANLI İMPARATORLUGU

T ürkl er i, 1878'Je d oğ up Gazi O s m a n Paşa'ya n i sbetle ad ve­ ri len -BuMra Cumhurba�kanı Osman Hoca el i y l e 100 000 000 r ubl e (S milyon altın) toplamış, bunun 10 m i lyonunu Le n in a l akoymu ş , 90 milyon u nu Ankara'ya yollamı ştır. Hindistan Müs l ümanl a r ı yarım milyon altın, son Mısır hı divi II. Ab­ bas Hilmi Paşa 900 000 a l tı n ı, Ankara'ya göndermişlerdir. Bunlar, Türk Milli Mücadelesi'ne y a p ı l a n dış tcberriıların en mühim l erid i r ve satınalma gücünün çok yük s ek olduğu 1920 yı lı n da büy ük par a la rdır. Müstevl i Yunanlı'yı ise, bir çok zengin Av r up a devleti desteklemiştir. Hükumet :

Osmanlı devletinde başbakana vezır-ı az am = en büyük, ulu vezir", sonradan sad razam denmektedir. Hü­ kiımctin başıdır. Padişahın mutlak veki lidir. Seferde orduya kumanda ederse "serdar-ı ekrem" sıfatın ı alır ve sefer müddetince padiş,ıha eşit bütün yetk il e ri kullanır. Dev­ l e ti n her türlü işinden sorumlu en yüksek görevlidir. Silahlı kuvvetler, ordu ve donanma, doğrudan doğruya ona bağ l ı \'C ona karşı soru m ludur. Kendisi yalnız padi ş aha hesap verir. Padişah gibi yasa ve geleneklerle kayıtlıdır. "Divan-ı Hü­ ma y iın" denen bak a nl a r kurulunun kararını aldıkt a n sonra uygulıyabileceği gib i , sonradan Divan ' a izah etmek şamyle re'sen de karar verip tatbik edebilir. 1839'a kadar, mahkeme kararı almaksızın, devletin yükse k menfaatleri için, re'sen i d a m emri verebilir ( vezir, bir dereceye kadar beylerbcyi paye­ sindekil er için padişahın tasvibini alm ı ya me cbu r d u r ) . Sadrazam olmak için h i ç bir kayıt, neseb, tahsil şartı yoktur. Vezir payesine yükselmiş devlet adam l ar ı arasından padişahça seçilir. Sadrizamın İslam d i n ind en olması şarttır. Vezirliğe k adar ge l ebi l en her Mü s lüman vatandaş için sadi­ ret y o l u açıktır. Çoğu mütevizı m enşe' l i , k ö yl ü vatandaşlar­ dır. Yüksek ve zengin ailelerden gelenler daha azdır. Yani o ça,ii d aki A vrupa sist emin e tamam en a yk ırı b ir si stem d ir. Tanzimat'tan önce, hele klasik devirde sadrazam tahsisatı m uazzamdı . Tanzimat' ta çok indirilmiştir. 1876'dan son ra gelen sı.dr.izamların m a a ş ları ayda 250 ila 1 SOO altın aras ı n ­ dad ı r . Sadrazamlardan 36' s ı padişah kızları sultanlar ile evlene­ cek "Djmid-ı H az ret-i Şeyhryari" olmuslardır. En çok ikti­ darda üian sadrhamlar Çan dar l ı - zade I. Hali l Hayreddin Paşa ( 1364 - 1387) (22 yıl, 4 ay) ve oğlu Çandarlı-zade .Ali Paşa'dır (19 y ı l , 10 ay, 27 g ün ) . 1320 - 19!!2 arasında 215 sadrazam iktidara gelmiştir. Bunların içinde birden fazla sa­ direte geçenler çoktur. Osmanlı imp arator l uk hükiımetine "Divan-ı Hümiyiın", s onradan "Bih-ı .A l i " denmiştir. Başkanı sadrazamdır ve üye­ leri belirlidir. Fatih'ten itibaren padişahın hükiımet toplantı­ larına başkanlık etmesi y as aklanmı ş , devlet ve h ük üm et baş­ kanl ıkl arı kesin şekilde ayrılmıştır. Divan-ı Hümayiın karar­ larının temyizi, değiştirilmesi m ümkin değildi, mutlak karar­ lardı. Bugünki hükümetlerin çok üzerinde salihiyetlerle teç­ hiz edilmişti.

Divan-ı Hümayiın'da sayıları um iımi ye tl e 5 o l an, bazan 8'e k ad ar çıkan "kubbe ve z irler i " vardı ve "2. vezir, 3. ve­

zir. . . " diye kıdem s ıra s ı na göre yer a lıy orlard ı . 2. v ezi r, tabii

sadiret namzedi idi. F ak a t padişah, sadrazamı, diğer kubbe ve eyaJet vez irleri arasından da seçebilirdi. Eyilet vali leri olan beylerbeyilerin bazı larına - bey lerbeyili kten bir üstün pa ye o l a n - vezir r ü th es i veri l ird i ki, hugiinki mare�a l rüt­ besine eş i t t i r . H ükiımetin diğer üyeleri şunlardı : Ka pdan-ı

IV. Mebmed 38 yaıında tahtta büyük ünifonna.sı ile ( 1 680)

derya ( deniz bakanı ve deniz kuvvetleri komutanı ) , kihya bey veya sadiret kedhudası ( içişleri bakanı ) , yeniçeri ağası (ye­ niçeri ocağı komutan ı ) , Rumeli ve Anadolu kazask e rler i ( ş ey hulis!amın iki yardımcısı ) , nişancı (devlet bakan ı ) , başdef­ terdar (maliye bakanı ) , reisülküttab ( d ışişleri bakanı ) . Dev­ l e t i n sadrazamdan sonra ikinci b üyük gö revl is i olan şeyhu­ ­

lislam, Diva n üyesi değildi. Hem eği tim, hem adalet, hem vakıflar, hem diyanet işleri bakanı olan şeyhulislim, ayrıca bir div.in kurardı . Tanzimat' tan sonra ş eyh u l is l am, ikinci üye olarak hükiımete alınmıştır ama, o sırada artık eski sa!ah i ­ yetlerinin haylisini kaybetmiş bulunuyordu. Divan-ı H ümayiın'un yargı yetkisi vardı. Kararları tem­ yiz edilemiyen ve oracıkta İcra edilen en yüksek imparator­ l uk mahkemesi olarak da çalışabilirdi. Hükiımet müza kerel eri kapalı celse halinde olduğu halde, davaya açık celsede ba­ kılır. Divin'a getirilmiş davaları, hukuk adamları olan Ru­ meli ve Anadolu kazaskerleri i d a re eder ve hukuk usullerini uygular ; karar, hükumet kararları gibi e kseri ye tin re'yi ile alınır.

Di van - ı Hümayiı n zabıtlarını 100 divan katibi tutard ı . Mühim görevdi ve devlet hizmetinde yükselrnek için başlıca yo ll a r dan biriyd i . Yeminli katiplerdi. Vesikalarda tahrifat yapman ı n cezası ida m d ı . Müzakereleri d ı şa rıya duyurmak da çuk defa öyle.

OSMANLI İMPARATORLUGU

125

vesika, Romanya'da 210 000 aded mevcuttur. Kudüs Fransis­ ken t:ı r i b ti manasııcı arşivi gibi akla gelmedik bir yerde bile :! 6 hatt-ı h ümayiın u i le d e v l e t i n H ı rist i y a n ve Miısevi ta!>' ası da sivil m em u r iy e d ere g e ti r il m iy e ba � la n d ı . İ m para t or ­ l uğun hayatının son üç çe yrek asnnda, a z ı nl ı kl a rda n pek çok b ü y ükel ç i, nizır, v a l i , vezir görül ür. A ske ri rütbe verilenler de v ar d ı r. Fakat asla b i r l i k k um a n d a n ı s ub a y olamamı şlar­ dır. H a rb o kul l ar ı n a a l ı n m am ı ş l a r d ı r .

142

OSMANLI İMPARATORLUGU

flmiyye 11n1f1 :

Osm a n l ı d üzeninde devlet giirevl i s ine "askeri " dcıı i lın(:k­ tedir. Bu kelime sonr ada n, yalnız muh a rib sınıfa tahsis eclil­ miştir. O d � vird e sadece devlet memuru demekti. Diğer va­ tan d aşla r gibi vergi ödemezd i . Buna karş ı l ı k, devlete h izmet e d erd i . Hizmeti karşılığında ma aş, vakıf gel iri veya dirlik alırdı. Klasik Osmanlı devrinde devlet görevl isi, ü ç sı n ıfa ay­ rılırdı : Muhirib sınıf ki, yalnız ordu ve donanmadan ibaret değildi, ey a J et ve sancakların mülki idaresi de b u sınıfın el indeyd i . Mülki idarenin si,·il l ere geçmesi, Tanzimafla baş­ lar. •Bu sınıfa " seyfiyye" ( seyf = kı l ı ç ) denirdi. İkinci sınıf kalem iyye idi, sonradan mülkiyye sınıfı denm iştir. Sivil sı­ nıftır, fakat imtiyaz bakımından askerlerden hiç b i r farkı yoktur. Başlıca m al iye, Mriciye ( d ı ş i şleri ) , yazışmalara ait b ü t ün işler ( nişancılık) bölümlerine ayrılırd ı . Bu i şler, ka­ lem iyye veya mülkiyye sınıfının elindeydi. Üçüncü sınıf, il­ miyye id i . Bütün din işleri, adalet ve eğitim, bu sınıfın elin­ deyd i . Bu sınıfa "ulemi" ' ve ' " ulemay- ı r ü s lım " " da denirdi. Hepsi ilmi rütbe sahipleri idiler. Fakat i l i m , bu s ını f ın te­ keli n d e değildi. Başka sınıflardan ve devlet görevlisi olmı­ yanlardan d a çok bilg in yetişmiştir. Bu üç sınıftan birin d en d iğerine geçmek tamamen im ka n­ sız değilse de çok zordu. Zira eğ i timler i , apayrı id i . İlmiyye sınıfının bir hu s us ı y et i, yüksek öğrenim diploması olmıyanın, bu sınıfın en alt k ademes in d e bile yer a l m aması idi. Mutlaka yüksek derecel i m edreseyi bitirmek icab ed iyordu. Diğer iki devlet görevl is i sınıf, yani s u b a ylar ve m ü l ki sınıf için ise, bir tahsil mecburiyeti yoktu. L i yakat es a sl ı . Tanzimat"tan önceki d üz en b u id i. İ l m iyye sınıfı için Arapea bilmek mec­ buri idi. Meraklılar J"arsca da öğrenirlerd i . Mülkiyye - kale­ miyye sınıfı için hem Arapc:ı, hem F a rsc a ş artl ı . As ker i sı­ nıf için Türkçe bilmek yeterli idi. An c a k korsan ve a kı n cı sınıfından olanlar en az b i r, çok defa b i r kaç yabancı (bil­ hlssa Avrupa ) dili konuşurlardı . Bu üç sınıf aras ı nd a k i di­ ğer bir husiısıyet, i lmiyye ve kalemiyye - mülkiyye sınıfından gelenlerin yüzde doksan nisbetinde Türk asıllı olm a l a rı d ır . Bu sı n ı fl a rda Gayrı Türk Müsl üman kavimlerden o l an lar bi­ le çok na dird ir. Askeri sınıfta ise XV. asr ın ortalarından itibaren 2 asır k a dar devşirme menşe"li olanlar ağırlık ka­ zanmışlard ır. Tamamına yakın Türk olan askeri sınıflar bu 2 asırd a akıncılar, korsanlar, azablar ve tımarlı sİpahisinden ibare tti. Ulema, Hıristiyan dinindeki eleege değildir. Hakimler ve p eafesö rler hey'eti d i r . Orta ve yüksek öğretimin tamama yakını, malıkernelerin tamama yakını ve büyük camiierin i daresi,

t amam en bu sınıfın el indedir. Küçük camilerde imam olmak, i l kokul öğretmeni olmak i çin, u lema sınıfından olmıya yani yüksek dereceli medrese bitirmeye ! üzüm görülmemiştir. Ul em i sınıfının kontrolü d ı şın d a bu l un an ba şlıca y ük s ek öğretim müesseseleri, Saray-ı H ü m a y lın ' da k i Enderun Mek­ tebi ile, bazıları birer akademi ş ekli nd e teşkilatianmı ş der­ gih lar ( büyük tekkeler) idi. Ceza davalarının devletin poli­ tikası ile i lgili olanları da ulemi sını fının kontrolü dışında, padişa hın, h ü klım etin ve onl ar ın eyiletlerindeki temsilcileri­ nin elinde idi. Buna karşılık bütün ş eh i r v e k as a ba la rı n be l e d iye teşkilatı, ulemi sınıfının eli nd e id i . B i r be ld en in kad ıs ı , aynı zamanda o bel d eni n bel edi ye başkanı i d i ve yetkiler; bugünkilerden çok fazla idi. Tanz i m a t' a kadar ilmiyye sını­ fı nı n yetki ve .görevleri ana çizgileriyle bö y led ir. Tanzimat ile sivil görevliler, hem asker sınıfının , hem u le m a sınıfının ­

Kanuni'nin teybulialamlanndan Kemal Pata·zade Ahmed Şemseddin Efendi

görevlerinin büyükçe k ı s ı m ları nı devr:ılmışlar, idare si v i l l eş­ tirilmiştir. Zira ulemi sı nıfı da, cübbe ve sarıkiarı ile, ünifor­ m a l ı bir sınıftı . Üstelik kend ilerine idam cezası tatbik e d i l e­ rnemesi bakımından, asker sınıfından daha i mt i yazlı id i l e r. Ulema sınıfının başı, ş ey h ulisl am efend i idi. De-v letin, sa draz a m d an son ra i k i nci g ö re v lisi idi. Din i şleri, mahalli idareler, vakıflar, eğitim ve kül t ür müesseseleri ve mahke· meler, onun emir, kontrol ve yetkisinde idi. Fakat bu mües­ seselere yüksek görevli tay in etme yetkisi şeyhulislimın değil, sadrizamın idi. Şeyhulislimın en yüksek görevi ise, fetva vermekti. En büyük müftü idi. Önceleri azledilemez, hayat boyu ta y in edilirlerdi. 1589'dan itibaren, onlar da aziedile­ bilen memurlar arasına girdil er. 1425' te ku rul an bu m ü es se ­ sede 5 a sı r i çinde 131 şeyh ulislam gelip g e çmiş t i r ( 1 75 tayin ) . Şeyhulislamın iki yardı mcısı, Rumeli ve An a d ol u kazas­ kerleri idi. İkisi Divan-ı H ümayiın üyesi yani bakan idiler. En yüksek haki m l er bunlardı. Şeyhu lislam, Divan üyesi değildi. Divan-ı H ümayun'da sadrizamın sağında 2. v ez i r, onun ya n ında 3. vezir, s ad ri z am ı n solunda Rumeli k az a skeri , onun y an ı nda Anadolu kazaskeri otururdu. Kazaskerler ay· rıca haftada 5 defa makamlarında yüksek dav a lara bakarlar· d ı . Rume l i cihetindeki kad ı lar Rumeli, Anadol u ( Asya ) ci­ he tin d ekiler de Anad olu kazaskerine bağlı idiler. Ulema sınıfının bunca g ö rev i içinde belki en m ühimmi ad a le t t i r . Muhakeme mutlak şekilde açık, alenidir. Bu biı

OSMANLI İMPARA TORLUGU

143

Eık:ıt kad ı ' d :ı vicdan yoksa ne ol acak t ı r ? Böyle bir k ad ı ' y ı ş i fa h en veya yazılı olarak o bölgenin en bü)'i'ı k m ü l k i ami rinc, yani sancak beyi veya bizzat b eylerbe· yine ş ikayet etme hakkı vardır. Mülki amirin böyle b i r şi· kayeti alt etme hakkı tanınmamıştır. Mutlaka m üfettiş tah · kikatı yaptırılır. Bi lerek veya rüşvetle h aks ı z h ükmettiği anla­ �ı l:ın kadı'n ı n istikbali mahvolur. Sistem biiyle işleti l miştir. Fakat aslında bu d a bugünki anlayışımıza göre sağlam bir t�myiz yol u değ i l d i . Zira sancak beyi ve be ylerbeyinin kad ı ' · yı az l etın e, cezalandırma ve onun kararını değiştirme yetkisi yoktur. Kad ı ' nın amiri, ya Rumeli, ya Anadolu kazaskeridir. Bu i k i efendi de İ stanbul'da oturmaktadır. Cürm-i me ş h u t. olmadıkça, koca bir eyıilet beylerbeyisi, biı l uk bir vak'a ilçe kadısına müdahale etmemekted ir. Devlet güvenl iğini il· gilendiren bir olay olmadıkça, beylerbeyinin kadıyı tev kif yetkisi yoktur ve bu, Osmanlı tarihinde çok na d i rd ir . Ü ste· lik mahalli zabıta, tamamen ·kadının emrindedir. Zira kadı, o be ld e!'l i n hem belediye b a ş kanı dı r, hem de kaza kadısı ise, ilçenin başı, yani kaymakamıdır. Bütün aksaklıklarına rağmen, klasik Osmanlı adalet sisteminde daha iyi bir yol bulunama· mıştır. Bulunması da o günün u l a ş tırma imkanları ve im· para torluğun akıl almaz genişliği gibi sebeplerle, mümkin değil di . Mülki · askeri anı i riere k a d ı üzerinde yetki verilse, adaletin bağımsızlığı zedelenecekti. Kadı, üzerindeki ufak tefek kayıtlardan da uzak tutulsa, vicdansız bir M.kim d uru· muna d üşmesi kolaylaşacaktı . Fakat en çok örf ve adet, bü­ yük rol oy n am ı ş ve adaletin iyi i şlemesini sağlam ı ştır. h a l k ı n topl u lı� l cl e

l l . Abdülhamid devrinde ( 1 876

1 909) §eyhulislam efendi yazlık büyük üniforması ile •

g eti ril en bütün hukuki mevzuları bildiği iddiasında değ i l d i . Du da d iğer b i r prensiptir. Onun i çin kadı, göreceği davanın konusunu en i y i bilen b i r veya prensıptır. Kadı, önüne

bir k aç ehl·i vukufu y anınd a bul undurur. Onların söyleyecek· l eri ile kayıtlı değildir, vereceği hükümde müstakildir. Fakat bu eh l -i vukufun söyledikleri de adli si c il l e geçiri lmek mec­ b u r i yeti vardır. B u şekil d e kadı 'nın tarafsızlığı, bir kat d a h a teminat altına alınmış olur. Kadı'nın bul und uğ u yerin müf· tüsü, kadı'nın i stişare edeceği kimselerin başında ge li r. Da· vada taraflardan biri olsun, kadı olsun, müftü n ün fe tv a s ı n ı i st eyebil i r, buna hakları vard ır. Ancak kadı, hükmünde fet· va i l e de bağ l ı deği ldir. Bunun sebebi şudur : Müftü, dini, dini görüşü temsil ve tesbit etmektedir. Kadı i s e, devlet oto· rite ve m e n faa tinin temsilcisidir. Osmanl ı düzeni budur. Ku· ru hukuk kalıpları için devlet menfaatinin ihlal edilemiye· ceği prensibi h a ki md ir. Zira hukuk kalıpları da, her şey gibi , devletin ayakta d u rması ile kaimdir ve devletin ayakta durması içindir. Kadı 'nın h ükmün ü n temyizi, pratik bakımdan, imkansız denecek derecede m üşkildir. B i r kad ı 'nın verdiği kararı an· cak İ s t a n bul' d ak i kazaskerler yahut Divan-ı H ümayiın (Ba· kanlar Kuru lu ) temyi z edebilmekted ir. Bir imparatorlukta b u iş çok zordur. Ka·h ire'deki veya Budin'deki bir vatanda· şı n o zamanın imkiniarı ile İstanbul'da temyiz davası aç· ması, hiç de kolay bir iş değildi . B u bakımdan adalet için en büyük teminat, k a d ı 'n ı n vicdanıdır. Bugün de b öy ledir.

Kadı'nın, medresenin y üksek kısmından diptomalı olma· sı ş a r t t ı r. Tahsilsiz sadrazam olmak kaabildi. En küçük k a· ziya kadı olunamazd ı . Belirli bir suçu olmaksızın azledile­ mezdi . Ti c a r et yapması yasaktı. :Borç alıp veremez, hediye kabiıl edemez, umumi ziyafetlerde bulunamazdı. S a drizarn dahil hiç kimse, devlet güvenliği ile ilgili olmıyan bir kadı kararını değiştiremezdi. Klasik devi r Osmanlı im pa ra torluğ u 2 SOO k a d a r ilçeye ayrı lmıştı. "Kaza" denen ve sınırları bugünkilerden çok daha geniş olan bu ilçelerin mülki ve beledi amiri ve hakimi ka­ dı idi. Her kaza bir kaç nahiyeye ayrılmıştı. Nahiyenin ba­ şında nahiye m ü d ü r ü, belediye başkanı ve hakim olarak niib bul unurdu. B u naibler, kaza kad ı sına karşı sorumlu idiler. Sancak me rk ez l erind e "molla" denilen büyük kadılar bul u­ nurdu. S:ın cak, bugünki il'dir. Bunlar, kazi kadılarının hiç bir şek!lde amiri değillerdi. Yalnız sancak merkezinin bele· diye başkanı ve başhakimi idiler. S anc ak merkezinde sancak beyi denilen tümgeneral veya orgeneral bulunduğu için, san· cak kad ıları, k az a kadı larının aksine, mülki amir değillerdir. EyaJet k a d ı lar ı , büyük mollalard ı . Bunlar da eyaJet merkezi o la n şehirde hükmederlerdi . Eyaletin başında beylerbeyi deni­ len org�neral veya mareşal vard ı . Müftüler, o mahallin İslam mezhebinden o l d u k la rı hal·

de, kadı ların hepsi Hanefi, zaten Türk asıllı idi. Ama dava­

cı, davasının Hanefi h ukukuna göre değil, Şafii, Maliki ve­ ya Hanbeli sistemine göre görülmesini istediği takdirde, ka· dı, bu isteğe uymaya m ecb w d u. Fakat Hanefilik en liberal mezhep olduğu için bu istek çok yapılmaz, Şafii ve Miliki t a b' a bile davasının Hanefi sistemine göre görülmesini is· terd i. Hütün bu özetten anlaşıldığı gibi kadı, bir din adamı değildir. Dinin temsilcisi değildir . Mü lki s al!hiye tl eri de ta­ şıyan bir hakimdir. O beldenin d i n temsildltri, müftüsü ve cami a dam la rı d ır .

1 44

OSMANLI İMPARATORLU GU

Osman l ı d üzeninde hemen tevzi edilm iyen :da lct, ada­ l etsi z l i k s.ıy ı l ı rJ ı . Osma n l ı adaleti n i n h ı z l ı y.ı r,ı; ı &ıki şöhrcti bütün dünya�a ilc lıiru da r i y J z i y)'at ( ım tt-m a t i k ) ' ı ii,i:;-

233

retmen l i k için yeter karşılayan bir Darülmuallimin' in her halde, medreseJen çok farklı olamayacağı tabii idi. İ şte bu hal ve şartlar içinde, öğretmen yetiştirmek üzere açılan bir mü­ essesenin, hayatı, tabiatı müşahede ve incelerneyi hedef tutan bir zihniyetten uzak olduğu, dolayısıyle Avrupa'Ja görüldüğü gibi Osmanlı İ mparatorluğu'nda eğitim mes'eleleri üzerinde düşünmüş filozoflar ile okul sistemlerinJe tes ir bırakan mü­ tefekkirler de yetişmediği için, rühu i tibariyle medreseden kapamayacağı da açıkca anlaşılmaktadır. Nitekim, Darül­ muallimin öğrencisi de, sabahları cami dersine devam eden ve öğretmenliğe teşvik için kendilerine aylık verilen, medre­ se öğrencisinden ibarettir.

Aslında Darülmualliınin'in meJreseden çok başka bir öğ­ retim metodu takib etmek, öğretim alanı-nda Türkçe'ye Jaha fazla yer ayırmak, aynı zamanda, Arapça ve Farsça'dan zi­ yade hayatta gerekecek pratik bilgilerin öğretimini yapacak öğretmenler yetiştirmek maksadına göre kurulmuş bir mües­ sese olması lazım gelirken, Rüşdiyelere yeni ruh vermek is­ teyen ve böylece Arapça ve Farsça'nın kısa kesilmek suretiyle, bir an önce müsbet ve dünyevi bilgilere geçilmesini düşünen, Darülmuallimin'in de kurucuları arasında bulunan Kemal Efendi'nin dinsizlikle suçlanmasına ve hatta bu yüzden bir formül bulunarak, onun Avrupa'ya gönderilmesine sebeb olan zihniyetin ölçüleri içinde, atılan adım önemli olsa da, bu yıllar için, bu müessesenin muhtevası itibariyle büyük ye­ nilikleri sinesinde barındumasına imkan olamayacağı çok tabii idi. Bununla beraber, Dariilmua//imin, şekike de olsa, sonra­ ki yeniliklere bir başlangıç teşkil eden ve aynı zamanda İ m­ p:ıratorluk maarifinin büyümesine ve gelişmesine -köprü olan bir kuruluştur. Nitekim, Dariilmua/limin'-in açılmasından sonra ancak Riiıdiyye'lerin çoğaltılması yoluna gidilmiş olmasının chem­ rniyeti aşikardır. Kısa süre içinde 1852 yılında vilayetlerde ( 1 5'i Rumeli'de, 7'si Anadolu'da, 3'ü Adalar'da) 25 okul açılmasına İ rade çıkmış olması ve sonra da Kız Riitdiyyeleri'­ nin açılmasına başlanması ( 1 858) önemli adımlardır. Böyle­ ce bir yandan Riitdiyye'lerin sayısı arttırılırken, başka yönden de Sıbyaıı okullarının çoğaltılmak yolu tutulmuştur. Bununla beraber, Dariilmua//imiıı'in açı lışını takib eden yirmi yıl zarfında bu kuruluşun ne i çinde, ne de dışında öğre t men yetiş­ tirme konusunda bir hareket görülmemektedir. Esasen, Ke­ mal Efendi'nin 1850 yılında Avrupa'ya gönderilmesiyle, bu davanın hamisiz kaldığı, 1868 yılına kadar da Kemal Efendi ( Paşa) de dahil olmak üzere, altı nazır değiştiği ve diğer maarif işleri üzerinde d urulduğu hilde, Dariilmrullimiu'e el atılmamış ve ilk kurulduğu şekl iyle devam edip gitmiştir. 1824 fermanını te'yid eden ve ilköğretimin mecburi ol­ duğunu ve herkesin altı yaşına basan çocuğunu okullara yaz­ dırması gerektiğini, bu hususun hükümetçe d e takib ve kontrol edileceğini bildiren resmi bir beyannamenin 23 Ma­ yıs 1868' de yayımlanması da bu konud:ı mühim bir merhalc olarak telakki edilmek lizım gelir. Zira, artık Sıbya11 okulları için de, öğretmen yetiştirme ihtiyacının, ilk modelinin açılışınJan tam yirmi yıl geçtik­ ten sonra, duyulmuş olduğunu görüyoruz. Saffet Paşa'nın nazırlığı zamanında, Şüra-yı Devlet Maarif kısmı Rt:isi Kemal Paşa'nın �ayretleriyle 15 Kasım l !l68'de İ stanbul'da önce bir Deı·let lı1= ı

Yüksek Öğretmen Okulu

( 1975 -

1976)

Ankara Kız Sanat

B i



'

ı'

"6

�!

Yüksek Öğretmen

(1975- 1976)

; � ı

� - :

]

Yüksek Öğretmen

(1976-

0

E

1977 )

ı

z � ı'

Okulu

Okul u



--

ıi' !ı i

1 1

--

�!

1

· ::,

"" � "' z

... c "' "'

!

i

ı

1

ı

,

...,

::: i1'

cxı

...,

""





1 J

cı::ı

'



---

--- ---

1

1 ı

! ! '

ı ! 1

1

!

i

ı

ı ı ıı

ı' ı 1 l

----�----�--� ' ----�---�----�--�----�---

Konya Kız Sanat 9

ı

ı

r:!

Ankara Erkek Sanat

,

1

� � .§ ıli ı:

�-+

---

,!





Yüksek Öğretmen

----· 1 ------

8

+



--

İzmir Erkek Sanat 7

1 ,ı

1

ı

� -· ,i �,1 �

- ı --------- 1 �������� --

Ankara Ticaret ve T ri m Yüksek Öğretmen

0\ 1

, ��ı�,�,�--7,�,--+,��----· � , �

( 1946- 1947)

---- 1 ----------- ı--� -3

� j � i i

E

: :ı ......

:g � � -

ı

1

ı1

-+----

---

1

1

1

Toplam

9127 844

ÖGRETMEN YETİ ŞTİRME KBRU MLARI

-

DİN EG İTİMİ GENEL MÜDÜRLÜGÜNE BAG LI YÜKSEK İSLAM ENS'f.İTOLERİ

( 1976 - 1977 öğretim durumu)

S ı ra No.

Ensti tünün adı

1 - İstanbul E .

Açılış

Öğretmen sayısı 439. G.

tarihi

Kadrolu

19. 1 1 .1959

34

ı

245

ÖKSÜZ A ŞlK

Asistan sayısı

Mukavele li

Öğrenci sayısı

15

868

7.8.1962

25

2

16

571

16.12.1965

16

8

lO

463

25.8. 1966

23

6

5 - Erzurum E.

30.7.1969

9

6 - Bursa E.

25.9. 1975 7.9.1976

117

2 -

K ony a

E.

3 - K ay s er i E.

4 - İ zm i r E.

7 - Samsun E. Toplam :

15

532

5

7

240

7

2

14

214

3

13

9

149

37

86

3037

co

ÖKALIT ( Fr . cucalite ) , bir maden. Kalsiyum, sod­ yum, demir, mangan ve seryum ' un mürekkep silikozirkonatı .

ÖKE, Mim Kemal ( İstanbu l 1884 - İ stanbul 1955 ) , askeri hekimlerimizden. İlk v e orta öğreniminden son ra As­ keri Tı bbi y e ' y e devam etti. Daha sonra Gülhane hastahanesi­ ne as i stan ol ara k gird i . O sı ralarda pat l ak veren Tür k - İta l ­ yan, Balkan v e I. Dünya savaşiarına hekim olarak katıldı . O r du d a büyük gö re vl er başardı. K ur t ul uş Savaşı'nda da ope­ ratör olarak yer aldı. Bu baş arı lar ı ndan d ol ayı kendisine İ s­ tikl:il madalyası verildi . Savaş sonrasında Gülhane ha s ta h an e­ sindeki görevine yeniden döndü. Bu a rada tıp alanında d a iki e s er yazd ı : Kartn Cerr.ıhiJi [ 1935] , Şiriirii ve edebiyat [1939] . ÖKLID : bk. EUKLEIDES.

ÖKROMATIN ( Fr. euchrom atine ; Yun. eu = i yi , renk'ten ) , m itoz esnasında normal olarak spiral­ leşen ve bu halden bundan fa rkl ı olarak, tekrar çıkan kromo­ zom kısmı. Mitoz'un s onund a tekrar spiral şeklini kaybetme­ yen ve böylece fazl ar arasında gözden kaybolmayan kroınozom parçalarına Heterokromatin adı verilir. Ö. ve Heterokromatin k i m ya bakımından birbirinin aynı olup b unl arı birbirinden ayırma çoğu zaman çok güçtür. Genel olarak g en ' l ere, Ö.'de faal gözü ile ba k ı l ır . Heterokromatin'de ise genler faal i ye ts iz kal ı rlar. kh rom a

=

ÖKSANTINIK [ euxanthinique] ASIT, öze llikl e tuz­ ları ile t an ı l an , sentetik olarak y ap ı lab i l en ve çift gl ukuron asitten meydana gelen bir organik asit. Form ü l ü : C 1 9 H18 010 + 3 H2 O. Tuzlarından en ö neml i s i magnezyum tuzudur. Bu madde, m ango yaprakları ile özel surette beslenen Hint inek­ Ierinin sidiğinde bulunur. Toprak kaplar içinde toplanan inek s i d iği , ısıtılınca Ö. A .'i n magnezyum ( ve k a l s iy um ) tuzu, sarı bir madde ha.Iinde çökerir. Bu çö ke et i süzülüp kurutula­ rak Hint sarısı veya Piuri adı al tında değerli bir sarı boya o l a rak satılır. Bir inek ortalama olarak günde 50 g r Püuri verir. Fakat mango ya p rağı yiyen in ekl ec i n kısa bir süre için­ de hastalandığını gören Hin t h ü k um eti , son 20 y ı l içinde bu boyanın ü retim i ni ö nl emeye ça l ı ş mak ta d ı r. (N. K or u r ) ÖKSANTON [ euxanthon ] bir dioksiksantin .

(Yun. ksanthos

=

s ar ı ,

)

Ö., H in t sarısı denilen boyada bul unmaktad ı r. Cisim açı·k s;ı r ı iğneler meyd a n a get i r i r . Bunların ergime noktası 240•c.

ı

OH- C.H,

/ " C.Ha '\_ /

OH

o

d ir. Ksanton Hint sarısında serbest olarak bul un d uğ u lfibi öksantinik ( e ux an thin i q ue ) asit şeklinde de bulunur. Bu uit Ö. yh u kuron i k asitle e s ter t arz ı n d a bir le ş mes iy le meydana gel­

miş sayılır. (A. R. Bekman )

ÖKSE OTU ( Lat. v i sc um , Yun. iksos = ökse ) { Bo t .] , L o rant h aceae fam i l yası nı n bir ci n si olan Viscum'a bağlı olan Ö. O. ( V i sc um a l bum ) , parazit ol ar ak birçok ağacın (en çok elma ağacının ve n ad i r olarak meşenin) üzerinde yaşar. Sap­ l a rı ikili ç at all anm a l arl a büyür ve b irbiri karşısında h!sıl olan, kalın v e klorofil bakımından z engin yapraldar taşır. Çiçekleri küçük bir c i ns l id i r . Meyveleri tek tohum taşıyan, beyaz, yuvarlak ve yapışkan usareli meyveci.klerdir. Bazı kul­ lar ( mes . ardı ç ku1ları, Fr. grive ) Ö. O. meyvel erin i çok se­ verler ve gagalarına yapı ş an veya yuttukları tohumları bel­ ka ağaçlara taşıyarak Ö. O'nun yayılmasına yardım ederler. Ö. O. ile üzer i n de geliştiği ağaç arasındaki m üna sebet, pa­ ratizm olmakla beraber, s emb iyoz (b. bk. ) 'a da benzetilebi­ l i r, çünkü kışın ağaç y aprak l ar ın ı döktükten sonra, kendi yap­ raklarını kışın da tutan Ö. 0., onu taşıyan aAacı klorofil fonksiyonundan fayda l a n dı r ır . Bununla beraber, bir ağacın üzer i nd ek i Ö. O . ' l arı çağalırsa &!aç sararır, onu kurtarmak için Ö. O . ' lar ını üzerinden toplayıp süt veren ineJdere ye­ dirmekte fayda va rdı r. Ö. O.'nun y apra k ları yüksek tansi­ y onu azaltmak için kull anı l ı r. Meyvelerden Ökse ( Pr. glu) taşıyan ve kuş tutmak için ku llan ı l an yapı1kan madde çıka­ r ı l ı r. Hıristiyan ülkelerde, Noel'e doğru Ö. O. sa tı lı r ve cv­ leri süslemek için k ul lanı l ır . Gallia'lı Keltler Ö. O.'nu me­

ş el erd en dini törenle toplarlardı . Yaprak l arın ı n daimt ye,il olması, bu bitkinin ol ağan ü s t ü hassalara sahip olduAu inan­ cını d oğurmuştur.

ÖKSENIT ök.ıenft n iy obi y um ( veya t anta l ) ve titan tu z l a r ı n dan mey dan a gelen top rak . Norveç'in güoey.iade pegmatit yata klarında bulunur. Yoğunluğu 4,6-5. Bilelimin­ d e ortalama ola rak % 25 titanik asit ve % 25-30 niyobiyum vey a tantal asidi vard ır. (N. Korur)

Türk

ÖKSÜZ AŞlK (Atık Ali Ökaüz Decle) ( - 1 6 1 0 ) ) , saz şiiri ve bestekarı . Adı "A l i " d ir . "Öksüz", "Öksüz

ÖKSÜZ AŞlK - ÖLÇÜLER

246

.Aşık", "Öksüz Dede" mahl as l arı yle çok güzel halk ( a şı k ) �ı şürler !azmışbr. Askerdir. III. Mura d -( 1574 - 1595) dev­ rınde hem Iran, bem de Alınanya cephelerinde savaşmıştır. Muhtemel en Rumelili ve Tuna boyundandır. Donanmada da bulunduğu anl aş ı l ıyor . lı.li .Ufki Bey, güfte ve bestesi kendi­ sine ait bir H ü seyn i Düyek Türkü'sünün n otas ı n ı v eriyor : Geze geze Akdeniz'in yüzünde ( koşma, 4 k ı t a ) . (Y. Ö . )

ÖK� (Burbanec:ldin, Neyzen) ( 1904 - 1975 ) , Türk neyzeni. Is ta nbul da d oğd u, 69 yaş ın da İzmir'de öldü. Nail Ökte'nin ( aş. bk. ) büyük oğl u ve İzzeddin Ökte'nin (a�. bk. ) ağabeyi. Neyz� Halid Dede'den ney öğrendi. Radyol ard a , Konservatuar Icra Hey'eti'nde ney çaldı. Türk Mıuikiıi Der­ beraber 36 sayı giıtni lı.v �at iKaanWıi Fi·kret Kutluğ i l e yayı nl adı .(ls ta:? bul, Kasım 1947 - lı.ral ı k 1950, a y lı k , 26 sahife) . (Y. 0.) '

'

Ökte (lzzeddin, Tanburi) ( doğ . 191 1 ) , Türk tanbur virtüozu. İstaııbul'da doğdu. Nail Ökte'nin (aş. bk.) kü çük oğ­ ludur. iKendi kendine tanbur öğrend i . Fevkalade bir müzi­ kalite .ile çalmakla tanındı. Radyo l ard a ve Konservatuar İcra Hey'eti'nde, piyasada çaldı. Bir ara lı.nkara Radyosu'nda mü­ dür m uavin i oldu. Ankara'ya yerl eşt i . Tanınmış sahne san'at­ ka.rı Mel ek Ökte (Kastamonu, 1919) i le evlidir. Bir Yürük Sofyan Ni.kriz Medhal'i vardır. (Y. Ö . ) ·

ÖKTE (Melek) •(doğ.

Kastamonu 1919 ) , tiya tro san'atçısı. İlk ve orta öğrenim i n d en sorua Devlet Kon serva ­ tuvarı'nı bitirdi ( 1941 ) . Oyunculuk h aya tı n a atıldı. Devlet tiyatrol arınd a çalıştı. Önce cAnkara Devlet Tiyatrosu'na girdi, .

sonra Istanbul' a gitti. Orada da tiyatro üzerinde çalıştı. Oyun­ üne ka­ vuştu . .Bir ara İzmir Devlet Tiyatrosu'nda çal ı ş t ı , aynı zaman­ da yöneticiliğini de yürüttü. S an 'a tçı bugüne kadar bir çok oyunda görev aldı. Bunlardan birkaçı şunlardır: MiifeJJi;, culuktaki üstün kabiliyeti s ayes in de kısa zamanda

Köıe Baıt, Size Öyle Geliyorsa Öyledir, Bizim Şehir, Saimnın Ölümü, Knod, Dön Bana Şiba, Kefiler Adaıt, .lfrzu Tram­ flayt, Bernarda .lfbltlmn E11i. Bu son eserde Ö., .!ı.yten Gökçer'in yerine oynadı. (İ. Parlatır)

ÖKTE ( Nail, Odi) ( 1884 - 1963), Türk müzisyeni. istanbul'da Cihangir'de doğdu. Hazine-i Hassa me'­ murlarından Hasan Efendi ile Cemile Hanım'ın oğl ud ur Jı.b.. l ası ıBelkıs Hanım'a kaan iııı öğreten hocadan uda başlıyacak musikiye girdi. Devle t l i man l arı m uri.kı p l ığı nd an emekl i o l ­ d u . Bakırköy' de Yenimahalle'de 79 yaşında öldü. B akırköy' de Kart altepe ye göm ül d ü . Oğulları Burh aned d in ve İzzeddin Ökte'dir (Y. Ö.) .

'

ÖKÜZ

: bk. SlCIR.

ÖKÜZ, Zodyak üzerinde bir takı myı ldızı olarak Boğa (Lat. Taurus) Burcu diye an ı lı r . Boğa burcu Zodyak'ın ikin· ci burcudur. Koç ile İkizler burçları arasında yer alır ; çok eski den beri bilinen bir burçtur. Tevrat' ta, muhtemelen bu burcu teş kil eden Hyades ·(b. bk. ) ve Pleiades (b. bk.) adlı iki y ı l d ı z. lruınesine a t ı f yapılmaktadır. Eldebaran (Fr., İng. .Aldebaran ) yıldızı b u burçtadır ıve H yades yıldız. kümesinin başlıca unsurudur ( bk . lı.LDEBlı.Rlı.N ) . Hyades kümesinin Eldebaran dışındaki birçok yı l d ı z. , ortak hareket eden bir grup meydana getirirl er . Bu yı l d ız l arı n hareketinin incelen· mesi uzaklıkları ha:kkı·nda kesin bir bilgi vermektedir (güneş­ ten uzaklıkları 130 ı sık yılı ) . ·Eidebaran'ın kend i s i de dev bir yıldızdır. G ün eş ten 80 ı ş ık yılı uzakta b ul un ur Yengeç nebulası Boğa burcıındadır. .

ÖKÜZ BURCU : Gaz. halinde bir kitle olan bu nebularun M. S. 1054 te bir nova, yani yıldız parçalanması sonucu m eydan a geldiği tah· min edilmektedir. Fotoğraflar bu neb ul anın yıldan yıla yayıl­ dığını göstermiştir. S aman yo l u' n un Boğa burcu civarındaki y ap ı s ı çok karısıktır. Tamamen yıldızsız, karanlık kısımların yanında, bulanık kısunlara da raslanmaktadır. Günes Ö. burcunda 20 Nisandan 20 Mayı s' a ka­ dar bulunur. Bu burcun adının çeşitli k ayn akl ar ı vardır: ı . Zeus (Jupiter) , kr a l lı.genor'un kızı Europe'yi kaçırmak için şeklini aldığı boğa ; 2. G iri t kral ı Minos'un eşi Pasiphae'nin sevgis i n i kazanıp Minotauros'un babası olan boğa ; 3. Ze us' un inek haline getirdiği kral Naldos kızı Jo ; 4. Mı sı rl ı l arca bu burç lı.pis öküzünü temsil ederdi ; 5. İbraniler bund a al tı n d avac ı görürlerdi . '

:Astroloj ide Ö . Verıus gezegenin etkisi altındadır. Bu burç doğurganlığı ve yaratıcı kuvvetleri temsil eder. Ö., etkisi al t ı n da d oğan adama çekingen, zor kızan, ama kı z ınca şiddete baş vuran bir karakter verir; bu burçta doğanlar aynı zaman­ da çalışkan ve sabırlı ol url ar.

ÖLÇÜ, Usul : "Bu eser Devr i Hindi ile ö l çü lm ü ş ­ tür". - Ölçü çizgisi : notada h er usul birimini d iğer i n den ayıran ufki ç izgi Türk Musikisi'nde büyük usulleri terkib eden küçük usUller, kesik (noktalı ) ölçü çizgisi ile gösterilir ve ancak büyük us ul ün bittiği yere asıl ölçü çizgisi çeki l ir . Krş. DOZÜM ve NOT.!ı. YAZISI. Lat. tactus, Fr. mesure İng. bar, lı.lm. Ta k t , it. misura, İsp. medida, compas, Port medida, İ ng. bir de: measure. Usullemek, ölçüye sokmak ve almak: Fr. mesurer, İng. to mea s ure, lı.lm. Messen, Tak­ tieren, it. misurare, İsp. acompasar, medir, Port. medir, com­ passar.- Ölçülü, usule uygun : Fr. mesure, bien mesure, en mesure, İ ng . measured, lı.lm. im Takt, it. misurato, ben mi­ surato, a tempo, İsp. compasado, al compas . Bk. bi r de : BATI MUS İK İSİ n de DOZÜMLER ve USULLER. (Y. Ö.) -

.

:

"

ÖLÇÜLER, her türlü öl çme işinde ku l l an ılan birim­ Beşeri münasebetlerde, bilhassa ilmi bilgilerin kaza­ nılmasında ve tatb ik ı nd çok büyük önem taşırlar. Lord Kel­ vin şövle dem i şti r : "Bahsettiğ iniz şeyi öl çebiliyor ve bunu

lerdir.



24 7

ÖLÇÜLER rakamlarla ifade edebiliyorsanız, o hususta bir şeyler biliyor­ sunuz d em ekt i r ; ama eğer iil çemiyor, rakaml a r l a ifade ede­ miyorsanız, o zaman, o konundaki bi lg i n i z kifayetsiz ve za­ yıftır" (Pop11lar Let'111res and lfılresses) . İnsanlar en eski çağlardan beri ölçme ihtiyacını d uymu�lardır. İlk ölçüler tabii uzunluk ve ağırlık esaslarına dayanıyord u . Mesela bir ayağın uzunluğu, bi r karışın geniş­ liği, baş parmağın kalınlığı, bazan da deniz kabukları­ n ı n ağırlığı veya mısır, buğday, darı tanelerinin ağırlığı öl­ çü birimlerini teşkil ederd i . Bu birimler çok geniş sınırlar içinde değişirdi. Uzunluk ölçüleri arasında dünyada en faz ­ la yaygın olan (llbit idi ve dir�kten orta parmaAın ucuna kadar olan uzunl uğa tekabül ederdi. Ayak, önceleri bir insan ayağının uzunluğu idi. Sonradan hükümdirın veya kabile reisinin ayağının uzunluğu es as alındı. Zamanla ayak uzunlu­ ğu standard hile gel di . Türkiye'de d e bu uz u nl uk "kadem" diye anılırd ı . Bütün ölçüler son yüzyı llarda tamamen ilmi bir hile geld i .

Metroloji : Metroloj i Ö. i lmidir. Ö.'in her cinsi bu ilmin sınırları içine girer. Bir toplumun düzenli bir ticaret yapab i lm es i için düzenli bir uzunluk ve ağırl ık Ö.'i s i s temi kurması ve bunu tatbik etmesi laz ı m dır. Bu bakı md an , birçokları metrolojinin üç an a kemiyyet olan uzunluk, kitle ve zamanın ölçüsüyle sı­ nırlı olduğun u ve a l an , hacim, yoğunluk, ivme, kuvvet, ba­ sınç, enerji ves a i re gibi kemiyyetlerin zaten bunlardan çıktı­ ğını ·kabiıl ederler. Anca,k ş üm u llü bir ölçü sisteminin, yuka­ rıda adı geçen üç ana unsurdan başka hiç olmazsa üç ana unsuru daha ihtiva etmesi gereki r ; bunlar sıcaklık ve sıcak­ lıkla ilgili kemiyyetler, elektrik ve manyetik kemiyyetler ile fotometrik kemiyyetlerdir.

mektedir. Kitle birim i vaktiyle m uayy en ş artl ard a muayyen bi r hacim kaplayan suyun kitlesiydi ; şimdi ise muayyen bir platin - iridyum s i lind i ri n i n kitlesidir. Zaman biriminde uzun m ü dd et bir tabiat hadisesi esas alınmış, hararet ve pratik ola­ rak öl çme g ay eler iy le suyun ka y n a m a noktası g ib i esaslara göre değerlendirilmiştir. Aslında hiçbir ölçü tam sıhhatli değildir; tecrübi bir hata daima olur. Tecrübi hatalar tesadüfen veya sistemli ola· rak meydana gelmektedir. Tesadüfen olanlar ölçme s ı ra s ı nda ­ ki şartlarda ( sıcaklık gibi ) meydana gelen deği�liklerden doğar. Bunların ölçmeyi ne derece etkilediği istatistik tahlil­ lerle anlaşılır. Bir ölçü prensip olarak bu tip batidan uzak olsa bile yine de sistem l i b ir hatadan t a m am en izide olaaıı­ yabilir. Bundan d a izide olabilmek i ç i n bir ölçmenin muhtelif metodlarla ve mümkünse m uhtelif laboratuvarlarda tekrar edilmesi gerekir. Eğer hepsinden aynı sonuç e l d e edil irse bu tip hata i h t im a l i ortadan kalkm ı ş olur.

6/rii sta11dardlarl : Bir uzunl uk standardı, muayyen şart­ larda maddi bir standard çubuk üzerindeki birbirine paralel iki çizik arasındaki mesafe olarak tarif e d i leb i l i r. Aynı şey tabii b ir fenomene veya standarda atfen de y ap ı labi lir. Mes el a İ ngi liz ölçüsü yarda, eldeki standardıı:ı haribiyyete uğraması halinde, Londra enleminde ve deniz seviyesindeki rakka s lı bir saatin, saniyeyi vuran ra kkasın ın uzunluAu olarak kabUl edi!· mi ş t i r ( 1824) . Metrenin de aslında dörtte b i r yer meridyeni­ nin on milyonda birine e ş i t olması gerekiyordu ve önce platin bir sta nd ard ( l e metre des archives) ile temsil ed il mi şt i . Son­ radan % 90 p lat i n ve % 10 iridyumdan y apı l an milletlerarası metre prototipi, 1889' da bunun yerine uzunluk standardı ola­ rak kabiıl edildi.

Kemiyyel

Birim

ı960 yılındaki on birinci Ağırlıklar ve Ölçüler Genel Konferansı, metreyi lı:rypton - 86 atom un radyasyonuna göre tarif etti . Tabii bir standard esasına dayanan bu t a rif yıllar boyu süren çalışmalardan sonra yapılmıştı . Bu y eni standardın ıoo 000 OOO' da I ' i n e kadar röprödüksiyonunu yapmak müm­ kündü.

Uzunluk

metre (m.)

Kitle

kilogram ( kg . )

Y apı lan incelemeler, ı845'te yapı l an bronz yarda standardının

Zaman Termodinamik hararet Elektrik akımının ş idd et i

saniye ( see. ) Kelv i n dereces i (K• )

lşıklılık şiddeti

candela (mum) (cd . )

Bunun sonucu olarak, 1954 yılında toplanan ağırlık ve Ölçüler Genel Konferansı altı ana kemiyyet ve bunların bi­ rimlerini şu şekilde tesbit etti :

Meteeye paralel olarak

arnper ( amp . )

0 , 9 ı 44 meteeye

Birimler t'e slandardlar : Ö.'den bah�derken birimler ve standardlar arasındaki farka d.iklı:at etmek gerekir. Bir lı:e­ m i yy eti ölçmek demek, onun, aynı cinsten olan ve o çeşit başka kemi yyete olan nis be t i n i bulmak demektir. Aslında bi­ rim mücerret b ir mefhumdur ve maddi standardiara veya ta­ olarak bilinen önceden

tesbit

edilmiş

(yılda ı in çin milyon da

ka sebep lerden 36 inçlik İng i l iz yardası ı963 yı l ı nda kanunen



birimi

değişiklik yapı ldı .

ı l/2'si kadar) takallüs ettiğini orta ya koym uşt u. Bu ve

her 23 yılda ı 000 000 ' da ı kı s ı m

1887'den beri b u altı temel kemiyyet üzerinde standard­ lar k urmak üzere birçok milli l a bora tuvar lar tes i s ed ild i . Metr ic Conven ti on s ayes inde 1875' te kurulan milletlerarası metrik teşkilAtın, Paris yak ın l arı nd a ki sevres'de bulunan Milletlerarası ırl ı klar ve Öl ç üle r Bürosu, ölçü standardları­ nı mi ll etl eraras ı koordine etmekle görevlidir.

kemiyyetin

yardada da

bir

bii bir fenomene göre tarif edilmeden faydalanılamaz ; esasen her iki usule de başvurulmuştur. Esk i d en metrik sistemde uzunl uk birimi metal bir çubuk ü zerind ek i iki işaret arasında­ ki kı s ı mdı ( ı889 - ı960 ) . Şimd i ise özel bir spektrum ( tayf) ha ttında, m uayyen bir dalga uzunl uğu sayısına tekabli l et·

(veya 1 i nç

=

25,4 mm) eşit

baş­

o l arak tarif

edildi. Kitle birimi kilogram, genellikle bir desimetre küb su­ yun muayyen ş artlar al tındaki kitlesi olarak tarif edilir. İlk metal nümunesi de XVIII. y üzy ıld a yapı lmış olan le kiloı­ ramme des archiv eld i r . Bu nümune s om platinden bir silin­ dirdir. D aha sonra bu standard değiştirilmiş, ı889'da, y ük­ sekliği çapına eşit platin - iridyum alaşımdan yapılan bir si­ l i nd i r kilogram s t and a rdı kabiıl ed il m iş t ir .

İng il iz ölçü sisteminde ise po11nd ( senbolü /b.) yani lib­ re 1844' te platin bir s i l i nd ir biçiminde imi! edilmiş, ı poun d, 1883'te 0,4535924277 kg. olarak tesbit edilm işt i . Bu ka rş ı l ı k Milletlerarası Ağırlıklar ve Ölçüler Bürosu'nun işbi r l iğ iyl e tesbit ed ilmi ş b u l un uyord u . Ancak 1898'deki bir kanunla bir l ibren in yuvarlak değeri 0,45359243 kg. (1 kg. = 2,2046223 lb.) olarak kabiıl edildi. Daha sonra, ı 922'de ı libre 0,453592343; ı933 ' te 0,453592338 kg. olarak tesbi t edildi. Nihayet ı959'da hem A. B. D. hem İngiltere'de libren in

ÖLÇÜLER

248

karıdığı 0,45359237 kg. olarak kararlaştırıldı lementosu ı963"te bunu k anunlaştırdı .

Aiırbldar

ve

İngiltere par­

Ö. :

.Ağırlıklar ve Ö. tarihöncesi menşe' Ierinden bu yana aralıksız inkişaf etmektedir. Kullanılan birimler, tarih çağ· larında gruplaşmıı ve eski medeniyetlerin üstünlük devirle· rinde sistemler haline gelmiştir. Bu birim grupları Babilonya sistemi, Ptoleme devrinde Mısır'da kullanılan Philateria sis· temi (Pergamum'daki Philaterus'a izafeten ) , Eski Yunan'ın Olympic siştemi ve Roma sistemidir. Bunlar hakkındaki bi l­ giler, müzelerdeki arkeolajik koleksiyonlardan, eski kayı tlar• dan, mimarlık eserlerinden ·(meseli pira rn i dier ve tapınaklar) ıelm ek te, ancak eldeki malzeme yine de kifayetsiz olduğundan aynı konu üzerinde kifayetsiz, karışık tefsirler yapılabilmek · tedir. Çün k ü çok eski yapıların, yahut müzelerdeki eşyanın hassas bir şekilde incelenmesi her zaman makul sonuçlar vermektedir. Meseli müzedeki bir nümunenin tam sanıldığı yere ii t olmaması mümkün olabildiği gibi, bunu dikkatsiz bir iKinin standardiara uymadan yapmış olması da mümkündür. öte yandan birimler ve standardların ticaret amacıyla bir sınırdan ötekine geçmiş olması da araştırma çalışmalarını güçleştirmektedir. Babilonya'da kullanılan çift - "cubit" ölçüsünün uzunlu­ !unun ( 1 OOO ' d e 2 d ahi lin d e) eski Babilanya'nın bulunduğu bölgede saniyede bir defa vuran sarkacın uzunluğuna eş i t olduğu bilinmektedir. Bu durum, bunca eski bir tarihte sarkacın ilmt olarak bilindiğini mi gösterir ? Yoksa bir çift · cubit'in böyle bir sarkacın uzunluğu esasına göre mi bulun· duğunu ifade eder ? Yoksa bu, düpedüz bir tesadüf müdür ?

Öyle

sörünüyor ki, tarih öncesinde kullanılan ölçü bi· rimleri doğrudan d oğruy a. insan v ücudunun kısımlarından alınmıştır .(mesela ayağın uzunluğu, baş parmağın genişliği ve Jı:olun ön kısmının uz unluğu) . .Ancak bu kabasaha birim· ler de herhalde kullananların ihtiyacına göre farklılık gös·

termekteyd i . Sonra, günün birinde bir kabile şefi, kendi ka­ btlesinin toprakları iç inde kullanılacak olan birimlerinin, ken­ di 'YÜcudunun ölçülerine göre olacağını ilin ettiği zaman, b ­ rimler biraz daha birbirine benzeyen h ile geldi. Daha da sonra fizik standardlar tapınaklarda veya başka, emn iyetli yerlerde s akl anm aya başlad ı .

i

İlk tarih çağların da arazi Ö.'i ve astronomik Ö. i ç in da· ha sı hhatli uzunluk birimlerine ihtiyaç hisıl oldu. Mısırlılar, sınırlarının şeklini çizmek iç in bu alanda çalışmalar yaptılar. İlk ağırlık birimleri de deniz k abukl ularının kabuklarından veya tohumlardan m eyd ana geliyordu. Hacim birimlerin ise keçi deris i, sepet ve benzeri şeyler teşkil ed iy ordu.

i

Bilinen ilk uzunluk birimi "ayak"tır. Ayak, önce her­ lıangi bir insanın ayağının uzunluğu, daha sonra da belirli bir kimsenin ( meseli reis veya kral ) ayağının uzunluğu olmuştur. Zam anla ayak ölçüsü gelişmiş ve Eski Yunan ve Romalı l ar' ın kullandı,!;ı ölçü haline gelmiştir.

Eski çağl arda kullanılan, Tevrat ve İncil bakımından önem taşıyan b iri m, birçok eski milletierin kullandığı "cub i t' tir. Cubit, dirşeğin s i vri yerinden orta parmağın ucuna ka­ dar olan m es afedir . cm. kadar olan cubit çe­ ıitli yer ve zamanlarda muhtelif değişiklikler göstermiştir.

Genellikle 45



Yine eski bir uzunluk ölçüsü olan "parmak" ( İ ng. inch, Fr. pouce) beş parmağın genişli ğ iydi. Roma s i stem i nde 1/12 ayak olarak tarif edilirdi .

Mil, eski Romalılar zamanında 5 000 ayak uzunluğun­ daydı . Roma işgaliyle İngiltere'ye geldi ve bir süre aynı �­ kilde kullanıldıktan sonra ( I. Elizabeth zamanında) kesin bir şekilde 5 280 ayak olarak tesbit ed ildi .

Metre sistemi : Metre ve kilogram üzerine kurulmuş olan milletlerarası desimal bir ağırlık ve ölçü sistemidir. Bu sistemin esası ı79l'de Paris'teki İlimler Akademisi ( Academie des Sciences) tarafından, Fransız Millet Mecl isine sunulan bir raporla or­ taya çıkmıştır. Desimal bir sistem hakkında ilk teklifi yapan Fransız Gabriel Mouton'dur. Mouton, ı670'de yeryü zü çen­ berinin bir dakikalık yayının uzıuıluğunu esas alan desimal bir sistem tekl if etti. 167l'de Jean Pucard, d aha sonra da diğerleri buna benzer sistemler teklif ettiler. Yukarıda bahsedildiği gibi metre sisteminin uzunluk bi­ rimi olan metre yeryüzünün bir meridyen dairesinin dörtte birinin on milyonda biriydi. Bu maksatla yapılan jeodetik ölçme Fransa'da Dunkerque'te ve İsp a nya'da, Barselona ya· kınında Mount - Jouy arasındaki bir yay üzerinde gerçekleş­ tirilmi�ti. Platin uel u standard bir metre (metre des arehives) yüzyılın büyük kısmı boyunca ·k ullanılan metre idi. Metre sisteminin kitle birimi olan gram en yoğun hal­ deki (4 C " ) bir santime tre küb saf suyun kitlesine e�it ola­ rak kabul edilmiş, platinden yapılan bir silindir ( le kilog· ramme des archi v es) 1 000 gramlık standard olarak ilin edil­ mişti. Hacim ölçüsü litre her kenarının uzunluğu bir desimet­ reye ·( 1 dm = 0,1 m) eşit olan bir kübün hacmine e�it ola­ rak tarif ediliyordu. Alan ölçüsü olan

ar,

kenarları on metre olan bir kareye

Bir metre kübe eşit olan ster de diğer bir h a ci m ölçü­

eşit olarak tarif edilmişti. süydü .

Bu birimlerin muhtelif a l t ve üst katları Yunanca ön ekler getirilmek suretiyle ifade ediliyordu. ı958 ve ı962'de Latince ve Yunanca ilave ön ekler kabul

edilmiştir. ı967

yılında resmen tesbit edilen ön ekler şunlardır

On ek tera giga mega ki lo becto deca deci centi milli micro nan o pico femto atto

:

Kat

ı 000 0 00 000 000 1 000 000 000 ı 000 000 ı ooo ı oo

10

Metre sisteminin birçok ülkelerde

o, oı o, ooı

O, 1

0, 000001 o, oooooooo ı o, oooooooooı 0,0000000 1 o, 00000000000000 1

resmen kullanılmaya

başlaması uzun yıllar almış ; Türkiye'de de cumhuriyetin ila­ nından sonra gerçekleşmiştir. Jeodezistlerin sürekli gayretleri sonucunda 20 Mayıs 1 R75'te Mil l etlerara s ı Ağ ı r lık ve Ölçüler

ÖLÇÜLER a n a b i r i nıleri yarda

249

( yard ) , paund ( poun d ) ve ga­

Bürosu milletlerarası bir a n l a ş m a y ap ıl m ı ş ve büro, Paris'in yakınlarında, Sevres'deki milletleraras ı arazide kurulmuştur.

Syste m )

Milletlerarası Ağırlık ve Ölçüler Bürosu'nun ilk işi metre ve kilogram için yeni standardlar yapmak oldu. B üro­ yu tanıyan ülkelere dağıtılmak üzere standardlar yapıldıkça iğin ne derece önemli olduğu anlaşıldı ve o tarihten itibaren ci dd i araştırmalar yapılmaya başlandı. Daha sonra bu millet­ lerarası büro, ağırlık ve ölçülerin dı şında elektrik ve foto­ metri alanında da a raş tırm al ar yapmak üzere çalışmalarını ge­ nişletti ; sonra bun l a ra termometri ve ba rom et ri d e ka tıl d ı .

İngiliz yardası (The British imperial yard ) 1878"de özel bir bronz çubuk içine gömülmüş altın pulların üzerine çizil­ miş iki ince çizgi arasındaki 62.00 ° F açıklık olarak tarif edilmiştir. Bu bronz çubuk "ı numaralı standard yarda" ola­ rak bilinir.

ı889 yılında yapılan ilk genel konferansta mil letlerarası büronun standardlar imi! etmesi ve bunların m ukayesesini yapması tasvib görd ü ; metre ve k il ogra mla ilgili terimler üzerinde yeni tarifler kabul edildi. Daha sonra çeşitli çalış­ malar yapıldı. Ve metre ı960 yılında yapılan Umumi (Mil­ letleraras ı ) Ağırlıklar ve Ölçüler K o nfer a nsı'n da krypton 86'nın turuncu - kırmızı h a t d alga uzunl uğunun ı 650 763,73"­ üne eşit olarak kabul e d il di . Kilogram, muayyen bir p lat i n - iridyum standardının kit­ lesidir. Milletlerarası kilogram prototipi Milletlerarası Ağır­ lıklar ve Ölçüler Bürosu'nda muhafaza edilmektedir. İlk ki­ logram imi! edildi8i zaman bir desimetre küb suyun hacmini ı OOO OOO'da 1 kısma varıncaya kadar ölçmek mümkün de­ ğildi. Bu yüzden bir desimetre lcüb suyun izami yoğunluğun­ da işgal ettiği hacim tam tarnma bir kilogram gelmiyord u. ı964'teki ı2. Genel ·(Milletlerarası ) Ağırlık ve Ölçüler Kon­ feransı'nda, litre, tam tamına O,OOı metre kübe eşit ol arak yeniden tarif edildi.

Metre sistemi her medeni ülkede mecburi veya ihtiyari olarak kullanılmaktadır. Birleşik Devletler'de, ı886'da, bu sis­ temin kullanılması kanuni hile getirilmiştir. Metre sistemi­ nin İn g i ltere' de ticarette kullanılmasına ı864 ve ı878' de izin verilmişti. ı 897'de bu durum kanuni hale getirildi. 1960 yı­ lında toplanan ll. Genel ( M il l e tl er ar a s ı ) Ağırlıklar ve Öl­ çüler Konferansı, orij inal metre sistemi birimlerini olduğu kadar ilim dünyasında kullanılan başka birimleri de benim­ sedi. Bu, MKSA .(metre, kilogram, saniye, amper) sisteminin genişletilmiş şekliydi. Adına Millet leraras ı Birimler Sistemi dendi SI olarak kısaltıldı. Ingiliz •i•temi : İngiliz ağırlık ve ölçüler sistemi m uhtelif menşeleri olan birimlerin zamanla d eğişip gelişmesiyle meydana çıkmış, bu birimlerden çoğu Roma istilisı sırasında, Britanya'ya sokul­ muştur. Nisbeten eski olan bazı standardlar da hili mev­ cuttur. Misal olarak VII. Henry devrinin Winchester kilesiyle I . Elizabeth zamanının hundredweight'ini göstereb ilir i z . Bun­ lar ve diğer standardlar Londra'da Westminstcr'deki Jewel Tower'de muhafaza edi lm ektedi r .

İ ngi l i z Ö. sistemi ı960"l arda da İ n g i li z c e konuşan ülke­ lere yayılmasına devam etmiş, a n c ak ı975' ten it i ba ren tedricen metrik sisteme d önül m es i p la nl a n m ı şt ı r .

XIX. yüzyılın başlangıcında Büyük Britanya'daki ağırlık ve ölçü -b irimleri, aşağı yukarı bugünkü değerlerine eşit şe­ kilde tesbit edilmiş bulunuyordu . ı834' teki parlamento yan­ gını sırasında pound ve yarda standardları tahrib olunca yeni standardların yapılması için i lm i çalışmalar ve araştırmalara başlandı ; bu maksatla ilmi laboratuvarlar k uruldu ve yapılan çalışmalar sırasında bi r leşt i ri lm iş bir ağırlık ve ölçüler siste­ mi m eyd a n a geti ri l d i . İ n g i l i z s i stem i n i n ( Br i t i < h Inıpe r i a l

l on ' d u r (gal lon ) .

İngiliz pound'u •(The British imperial pound ) , ı ,35 inç boyunda ve ı,l5 inç çapında saf platinden silindirin kitlesi olarak tarif edilir ve Büyük Britanya'da kullanılması kanuni olan tek pound'dur. Bazan " avoirdupois pound" olarak da zikred ilir. Troy poundu, troy ounce'u ile as ve üst katları müstesna olmak üzere d iğer troy ağırlıklarıyle birlikte ı879'da ortadan kaldırılmıştır. Troy ounce' u altın, gümüş, platin ve kıymetli taşların alım satımında kullanılır. İngiliz galoou (The British imperial gallon) ıo pound ağırlığında ve 62 F0 sıcaklıktaki saf suyun, 62 F 0 havada barometrik basınç 30 inç cıva olduğu zamanki ağırlığıdır ve bu ağırlık pirinç ağırlıklarla tesbit edilecektir. Bu tarif, pi­ rinç ağırlıkların yoğunluğunun belirtilmemesi bakımından ek­ santimetre siktir. Ancak resmi mukayeselerde bu yoğunluk kübe a,ı43 gr. olarak alınır. İngiliz yardasının alt ve üst katları alışılmış A. B . D. sistemindeki benzeri birimlerinkiyle aynıdır. İngiliz poundu ı6 oz. (ounce) veya 256 drams yahut 7 000 grain'e bölünür. 4 pound, ı stone'a; 2 stone, ı çeyreğe ·(one quarter) (28 li bre) ; 8 stone ı hundredweight' e ( cwt) ( 112 libre) ; 20 cwt, ı tona (2 240 libre) eşittir. Yukarıda tarif edilen İngiliz galonu 2 77,42 inç kübün karşılığının hesaplanmasıyle bulunmuştur. Hem sıvılar hem de katılar için hacim ölçüsü olarak kullanılır. İngiliz galonu 4 quarts, yahut 8 pints, yahut 32 gills yahut 160 sıvı ounces (oz.) olarak bölünür (.A. B. D. galonu ı28 sıvı oz. olduğuna göre, İngiliz sıvı ounce ' u, A. B. D. sıvı ounce'undan küçük demektir; öte yandan başka İngiliz hacim birimleri karlılık­ ları olan Amerikan birimlerinden büyüktür) . 2 galon bir peck, 8 g a l o n ı kile ( bushel ) , 8 kile ı çeyrek (quarter) eder.

Suaklık, basmr ve ;yer rekimilıilı etkileri : Herhangi bir stand ardın boyutları sıcaklığın etkisiyle değişebileceğine göre uzunluk, alan, hacim ve kapasite ( istiab) standardlarının han­ gi sıcaklıkta kullanılacağının belirtilmesi lazımdır. Standard sıcaklıktan başka sıcaklıkta kullanıldığı takdirde geni1leme emsal rakamının da sösterilmesi gerekir. En çok kullanılan sıcaklık standarddı 0°C (32 F 0 ) 'dir; metre sistemi proto­ tipieri ve ikinci derecede metrik standardlar için bu sıcaklı k esastır. Ö. i ç in kabiıl edilen milletlerarası hararet standardı ise ı6,67°C'dır ( 62 F 0 ) . =

.Atmosfer basıncı değişrkliklerinin uzunluk standardiarına etkisi son derece azdır. Mesela 710 mm ili 790 mm arasın­ daki basınç değişikliği metre prototipinin uzunluğunda anc ak 0,00005 mm ' li k bir değişiklik yapmaktadır. Bu bakımdan at­ mosfer basıncındaki değişiklikler uzunluk ölçmelerinde dik­ kate alınmaz. Diğer taraftan atmosfer basıncındaki değişiklik­ ler olsun havanın sıcaklığı ve nemliliğindeki değişiklikler ol­ sun ki tlelerin mukayesesİnde önemlidir. Bu bakımdan, ağırlık­ ların tarifinde bu noktalar dikkate alınır. .Ağırlık ve ölçü iş­ lerinde kullanı lan standard h a va bası ncı o · c h a ta re t tek i 760 m ın cıva basıncıd ı r. Ö.'de yer çekiminin etkisi ancak hassas uzunluk ölçme­

l e r i n d e d ikbk a l ı n ı r ; çünkü ü l ç ü a l eti ü zerindek i yer çeki-

250

ÖLÇÜLER

minin bir şekil bozukluğuna sebep olması müm k ü n dür. Me­ seli prototip metre ç ubuğunun uzunluğu destekierin d urumu

ÖLDÜRME

belirtilen şekilde başka türlü düzenlendiği zaman hafifçe değişmektedir. Bunun sebebi, çubuğun yer çekimine göre hafifçe yay l anm a s ı d ı r .

çekimindeki deği�ikliklerden ileri gel ir . Diğer taraftan e� i t kollu teraziler de aynı şekilde kitle değil, ağırlık karşılaştır­ ması yapar . .Ancak bunların tablası aynı yer çekimi etkisi altında bulunduğundan s on u ç olarak bunlarla endirekt bir k it le karşılaştırması yapılmış olur.

Y ay l ı bir terazi, kitle yerine ağırlığı gösterdiği ıçın, böyle yaylı teraziye asılan muayyen bir kitle, yeryüzün ün muh· telif yerlerinde ayrı ayrı ağırlıkları gösterir. Bu fark, yer

Birleşik Dev l et ler " de kullanılan an a birimlerle, metrik sistemdeki karşılıkları şöyledir :

ı ı ı ı

yarda (yd.) pound ( l ibr e ) ( lb.) galon (gal . ) b u she l (bu.)

i n ch ( in.) foot ( fut = ayak) ( ft . ) r od mil ·(mi. ) in. kare ft. kare ı yd. k a re ı rod kare ı acre (ac.) ı mil kare ı in. küb ı ft. küb ı yd . küb ı grain ı avdp. oz. ı (kısa) cwt. ı ( kı s a ) ton

ı ı ı ı ı ı

Kartılıklar :

= 0,9ı44 m . = 0,45359237 kg. = 3, 785306 l itre 35,2381 litre

ı m.

= 25,4 mm. = 0,3048 m. 5,0292 m . = ı,609344 km. = 6,45ı6 an2 = 0,09290304 m2 0,926ı2736 m2 = 25,29285264 m2 = 0,40468564224 ha. = 2,589988110336 km2 = ı6,387064 cm2 = 0,0283ı6846592 ms = 0,764554857984 ms = 0,0647989ı gr. = 28,349523ı25 gr. = 45,359237 kg. = 0,90718474 metrik ton

ı ı ı ı ı ı ı ı ı

=

ı kg. ı litre ( 1 . ) ı litre

= ı,0936ı 3 2 , 2 0462 3 = 0,264ı 79 0,0 83 78 =

=

Sık sık kullanılan diğer A. B . D. Ö." inin kar�ı l ı kları şöyledir :

=

=

ı

ı

mm. m. m. km . an2

an2 m2

m2

ha. km2 an3 m3 m3 gr.

ı ı ı ı gr. ı kg. ı metrik ton

2

yd . !b. gal . bu.

0,3937006 in. = 3,28084 ft. = o , ı 988388 rod . 0,62ı37ı2 mi . = o, ı550003 in . kare = ıo, 7639ı in. kare = ı,ı95990 yd. kare = 0,03953686 rod kare = 2,471054 ac. = 0,386ı022 mil kare = 0,06ı02374 in. küb = 35,3ı467 ft. küb = ı,30795ı yd. küb = 15,43236 grain = 0,03527396 avdp . oz. = 0, 02204623 ( kısa) cwt. = ı , 1 023 l l (kısa) ton =

=

(NOT : Verilen rakamlar, tam kesin k.arıtltklardır) . Yukarıda verdiğimiz ana birimlerin İngil iz ölçüsündeki katlılıkları ş unlardır :

ı yd. ı l b. ı gal. ı bu.

= 0,9ı44 m . (tam k ar�ıl ı k ) = 0,45359"237 kg. (tam kar�ı lık) = 4,545963ı l itre = 36,37 litre

Bu iki kar�ılıkl ar takımı

incelendiği

zaman �u sonuçlar

görülür :

ı A. B. D. yd.

ı A. B. D. gal . ı A. B. D. lb.

ı A. B. D. bu.

= ı İngiliz yd .

=

ı İngiliz lb.

= 0,83267 İ ng i l iz gal .

ı , 20095 A. B. D. ga l .

= 0,9689 İng i l iz b u .

ı İngiliz gal .

=

ı İngiliz bu.

=

ı ,032 1 A. B. D. bu.

Türkiye'de kullanılan bazı eski Ö . ' in bugünki karşılıklar ı : Ağırlık

ı ı ı ı

m. .k.g. litre litre

ı didıem.

=

= 4,8ıO gr.

ı okka ( 400 dirhem )

= ı283 gr.

ı batman (6 okka )

=

7,698 kg.

ı kantar (44 okka )

=

56,452 kg.

1 çek i

=

225,80R kg .

(4 kanlar)

3,207 gr.

ı,093613 yd. 2,204623 lb. 0,2200 gal . 0,02750 bu.

Uzunluk

ı parmak ı arşuı ı kadem ı endize ı fersah ı merhale

22,ı6 cm. 68 cm. 33 cm . 60 cm . = 3 deniz mili 45 km (yaklaşık)

= = = = =

Alan

ı dönüm

= ıooo m2

ı eski d ön üm

= 9ı8,672 m2

ı evlek

= 2500 m2

ı yeni dönüm ı m is k aa l ( ı,5 dirhem )

= = = =

= 229,5 m2 ( O. Yüksel )

ÖLDÜRME ( eski ter. katil) , bir kimsenin h aya tına son verme fiili. Ö., Türk Ceza Kanununun "Eşhasa karşı cürümler" adını ta�ıyan dokuzuncu babında hükme bağl an ­ ın ı � t ı r. Bk. ADAM ÖLDÜRME. (E. Kor u r )

ÖLENG

ÖLENG (aaiır kef ile) veya ÇİNGE ( yahut : Çine bu da sağır kef'le), XV. asır Türk - Çağatay klasik ve halk musiki - �iirinde bir �kil. Halk �iirinden ve musikisinden klasik çevreye ge çm i � ti r . Güftesi arıiz ' un "müfteilun failat müfteilun ıfailit" vezni ile yazılırdı. Her mısraı m üteakıb "yıir yıir" terennümü gelirdi. Bestelenrnek üzere yazılan şiir ş ek i llerindend ir . (Y. Ö . )

ÖLMEZ O TU { Fr. Immortelle = ölümsüz ( çiçek) ; Lat. Xeranthemum annuum) [Bot.) , Bileşikgiller (Composi­ taceae) familyasına bağlı bir cins. Bunun beş türü Akdeniz bölgesinde ve Ön Asya'da yaşar. Çiçekli renkte olan çiçekler, kuruduktan sonra da taze iken sahip oldukları görünüşü muhafaza ederler. Bu sebeple bu çiçekler çelenk yapımında kullanılır.

ÖLÜM, potansiyel hayatın kaybı ; bir hayat sistemin· de yeni moleküllerin yapılabilmesi kabil iyetinin ortadan kalk· ması . Memeli organizmalarda şu kriteriere göre kolaylıkla teşhis edilir: kalb ve nabzın durması, solunurnun kesilmesi, kornea refleksinin yokluğu, kandaki oksijensizlik yüzünden m eyd ana gelen mavimsi renk (cyanosis ) . Bu durum daha çok ağız ve dudak mükozası ile tırnak diplerinde kendini gösterir.

Organ nakillerinin gittikçe artması, dikkatleri insanların Ö.'ü konusun a toplamı� bulunmaktadır. Günümüzde, kalb atı�ı emaresi olmıyan, artık nefes almıyan, bazı tenbihlere cevap verm iyen kimseleri hayata döndürmek imkin dahiline girm i�tir. Bu bakımdan sağlam organı alırup da bir ba�kasına takıl acak olan kimsenin ölüp ölmediğini kesinlikle tesbit etmek için yen i kriteriere ilıtiyaç vardır. Bu yeni kriterler arasında elektroansefalografi yoluyla beyin faaliyetinin dur· duğunun tesbiti (beyin dalgalarının alınamaması ) ve beynin o ks ijen istihlikinin durması vardır. Klasik Ö. işaretleri de şunlardır: Algor m ortis, yani Ö.'den sonra vücut sıcaklığının azalıp kaybolması . Bu hıilin hızı dış sıcaklıkla ilgilidir. Eğer çevre sıcaklığı b ilinirse Ö.' den s onra geçen zaman kolaylıkla hesab edilebilir. Rigof mortis, yani Ö. sertliği. Ö.'den sonra iskelet kaslarında, bil­ h as sa baş, ense ve ayak kaslarında görülen katıla�a. Uvor mortis, yani cesedin �ağı gelen kısımlarında meydana gelen morarma. Bu morarma, dol�ımın durması üzerine, kanın yer çekimi etkisiyle a�ağı taraflarda toplanması sonucu meydana gelir. ·

Bir memelinin organizmasını

meydana getiren başlıca dolaşım sistemi, solunum sistemi, sindirim sistemi, bo�ltım s istemi ve ba�ka destek sistemler. Genellikle bu sistemlerin bir veya birkaçı geri dönü�ü mümkün olmıyan (irreversible) deği�ikliklere uğra· maksızın kısmen zarar görmüş olabilir. Ancak tabir caizse bu sistemler arasında da bir "hierarchy", bir silsile-i meritib vardır. Bazıları, diğerlerinden daha önemlidir. Mesela ke­ miklerin büyük bir kısmı ebediyyen kaybedilebilir yahut bir böbrek saatlerce çalı�mayabilir. Ama, mesela kalb gibi bir organ, birkaç dakika durursa geri dön ü� ü mümkün olmıyan deği�ikli·kler meydana gelir. Kalb durduğu anda dolaşım d u­ ru r ve ba�ta oksijen olmak üzere, hücrelerin temel maddeler­ den mahrum kalışı diğer organların Ö.'üne yol açar. unsurlar

�unlardır:

Sinir sistemi,

Dokulann Ö.'ü :

Bir memel in in vücudundaki her doku, fonksiyonuna uy­ gun bir şekil ve tarzda tanzim edilmi�tir. Bütün dokular kan hücreleri, taşıyıcı ka� ve destek d oku hücreleri, sinir hücre-

ÖLÜM

251

vesaire gibi çok çeşitli hücrelerden meydana gelir. Bu· nunla beraber, her organ ( özel bir fonksiyonu olan dokular grubu) genellikle, faaliyet gösteren bir temel hücre tipinden yapılmı ştır. Mesela kalbin temel hücresi tekallüs eden bir hücresiyle birlikte kas hücresidir ve binlerce benzer kalb çalışarak kanı bütün dola�ım sistemine pompalar. Karaciğer hücresi temel vücut proteinlerinin sentezini yapar. Akciğer­ deki hücreler oksijen ve karbon diyoksi alışveri�ini sağlar. Sindirim sistemi hücreleri önce protein, lipid ve karbonhid­ ratları küçük parçalara böler, sonra bunları dolaşım sistemi­ ne t�ır. Endocrin organların hücreleri de dokuların faaliye­ ti n in tanziminde önemli olan muhtel if hormonları salgılar. leri

Her doku binlerce hücreden meydana gelir; bir organın gerekli çal ı�mayı yapması için bunların küçük bir kısmı ka­ fidir ; diğerleri yedekte bulunur. Bunun en mükemmel ör­ neğini böbreklerde görürüz. Bir hastalık sonunda biri al ın ­ dığı zaman, diğeri bütün görevi yüklenerek vücut faaliyetle­ rinin devam etmesini sağlar. Aynı şekilde akciğerlerden biri, sindirim sisteminin büyük bir kısmı, dalağın tamamı, nazari olarak karaciğerin üçte ikisi, ve ilave hormon vermek şar­ tıyle endokrin organların çoğu, organizmada gözle görülür bir kötü çalı�maya meydan vermeden alınabilir. Bununla beraber dokular kendilerini yenileme kabiliyeti bakımından dikka ti çekecek değişiklikler gösterir. Hematop­ cietic sistemin, gastrointestinal ve genitourinary ·(aro - geni · ta! ) sistemi hücreleriyle deri hücreleri sürekli bölünme ha­ lindedir. Ciddi bile olsa, bu dokularda meydana gelecek bir hasar, s ür ' a tl i ve tam bir yenilenmeyle eski haline gelir. İkinci bir grup dokuda ise, hücreler sürekli olarak yenilen­ memektedir; ancak gerekli tenbi.lı yapılırsa yenilenebilirler. Bunlar arasında karaciğer, akciğer, dalak, böbrek, kemik ve bağ dokusu hücrelerini sayabilir iz . Üçüncü grup d okuda ise hücreler nidiren yenilenir ki, bunları n en bü yük misali kalb ve beyindir. Bu organlardaki ölen hücreler yenilenmez, ancak yerlerine bir nedbe dokusu yahut, beyinde olursa, yerine cycstic bir bo�luk gelir. Dokuları kendi kendilerini yenileme kabiliyederine gö­ re olduğu gibi, kendi kendilerini tahrib etme d urumlarına göre de derecel enir ler . Kan dola�ımı, irretJersible �kilde du­ runca, bazı dokulardaki harabiyet diğerierinkinden fazla olur. Gen el l i kle geni� ölçüde protein sentezi yapma kabiliyerinde olan d ok ular diğerlerinden d ah a fazla harabiyete uğrarlar. Bu gibi h ücrel erd e bulunan ve "cathepsin" denen hyd royt ic proteolytic enzimler harabiyette büyük rol oynarlar. Buna kar�ılık bazı dokular da düşük metabolizmalarına bağlı ola­ rak çok yavaş harab olurlar. Deri, kas, kemik, kan damarları dokuları bu gruba girer. Böylece dokuların ölümünde, hasar gören yerin birinci derecede önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Kendilerini ağır ağır yenileyen organlarda meydana gelecek mahalli bir fizik trauma, kendisini çabuk yenileyen organlarda meydana gelecek teaumadan çok daha ciddi zararlar verir. Hücrelerin Ö.'ü :

muhtelif imiller vardır. Hücrelerin Ö . ' üne sebep olan Bunların başında bakteriler ve virüsler gelir. Bakteriler ya doğrudan doğruya hücrenin metabolizmasına müdahele ederek veya bazı bile�imlerin ( mesela deoxyribonuclease) faaliyetini engelleyen toksinler çıkararak endirekt yoldan öldürücü etki­ lerini gösterirler. Virüsler ise hücre d uvarını aştıktan sonra şu üç yoldan bi riyle hücrenin h ayat ı n a müdahele ederler :

252

ÖLÜM

Bazı virüsler saklı kalır ve hücrenin metabolizmasını gözle görülür derecede etkilemez. Bazıları, tümörlerde görü ldüğü gibi hücre böl ünmesini tahrik eder ve n i h ayet bazıları da me· t a bolizm a y ı etkileyerek hücrenin Ö.'ne sebep o l u r l a r . Hücrelerin Ö.'ünün b ir ba�ka sebebi de beslenme b ozu k· luklarıdır. Vitam in , ba�lıca amino asidler ve yağ asidleri· nin noksanl ı 8 ı n ı bu arada sayab il i ri z . Hücreler, görünüşe göre zaten mevcud olan daha basit degrade moleküllerden, mucleic asidierin sentezini yapabilmektedir. Karbonhidratlar da kolay· ca sentez edilebil m ekted ir ; ancak bunların ikmalinin yetersiz olması hücrenin enerji gerektiren reaksiyonlarını önler. Memeli organizm a l ardaki birçok hastalık, hormon kifa· yetsizliği veya dengesizliğinden ileri gel ir. Ensülinin hiç ol· ma m ası , enerj inin çevrilmesi için hücrede bulunması lazım olan glükoz yokluğundan çabucak Ö.'e sebebiyet verir. Aynı �ekilde pitüit, adrenal, tiroid yahut d iğer endokrin guddeleri· nin salgıladığı h orm on l ar ı n olmaması h ü cre metabol izmasın­ da büyük bozukluklara sebep olur ve sonunda hücrenin Ö.'üne yol açar.

Ergin organizmalarda hücrelere zarar veren ba�lıca se· heplerden biri de ya�lanma ameliyesidir. Bir insan ya�ı iler­ ledikçe, genel görünü�ünde deği�iklikler olur. Buna kar�ılık hücrelerindeki deği�ikliğin pekaz olması çok ilgi çekici bir paradokstur. İnsana yaşlı gö rünü� ün ü veren şeyin ba�ında ge· Jen ler su m uhtevasındaki deği�iklik, d e rin i n esnekliğini kay­ betmesi, kan damarlarının belirli hile gelmesi vesaired ir. Bu· nunla beraber hücreler mikroskopla incelendiği zaman l ipoch· rome pigmentinin varlığı gibi anormalliklere arasıra rastlanır. Genellikle çekirdeğin yanında olan bu pigment, kalb, karaci· ğer ve adrenal dokusunda görülür, an orm a l bir mahsulü veya normal vasatın yüksek bir yoğunlaşmasını gösteriyor ol abi li r .

Yaşianma ame l iy esi n i n bir kısmı arteriosclerosis, ve da· calan damar cidarına paralel olarak oksij en ve besin ikmali­ nin azalması olarak tasvir edilebilir. Daha ileri yaşlarda go· nacl'ların yaptığı hormon da muhtemelen ya�Janmayı etki­ lemektedir.

Hücre metabolizmasının ayakta kalabilmesi birbiriyle iJ. gili b i rçok mutavassıtlara bağlıdır; hücrenin esas unsurlarından herhangi birinin tahrib i ( ister m ucleic asi d, ister su, ister, karbonhidrad yağ veya protein olsun ) diğerlerinin de harabi­ yetine yol a çm akta ve sonuç olarak hücre ölmektedir. Hücre· n in . zarar görm eye en müsait yerinin sentezlerin yapıldığı kı­ sım olduğu sanılmaktadır. Bundan sonra h ücrenin enerji arne­ liyesi de dahil birçok reaksiyontacına katılan maddeleri gelir. Bu m ad del er diphosphopyridine nucl eoti de ( DPN ) koenzimi, trip hosphop yr id ine nucleotide (TPN) ve A koenzimidir. Hücrenin harabiyete uğramasındaki en önemli f a k t ö r kendi kendini düzenleyen m ekan izm an ın bozulmasıdır, çünkü hücreni n tamirini bu sistem kontrol al tında tutar (bk. HA­ YAT, ÖMÜR) . (S. İçli) Hukuk bakımından Ö. :

Toplumda kişilerin birbiriyle olan ilişkilerini düzenleyen medeni kanun (MK) i le, borçlar kanunu (BK) Ö.'Je ilgili maddeleri ihtiva eder. Bu iki kan unun yanı s ı ra birçok özel kan u n da da Ö. ile i lg il i hükümler yer a l m ış t ır. Genel ola­ rak canlı lar içinde insanların Ö.'ü h uk u k i sonuçlar do.ihuur. Hayvan ve bitkilerin Ö. lıil inde çok istisnai durum larda bazı hukuki sonuçlar m eydana gelir. Ceza kanunlarında J a Ö.'le ilgili

hükümler b u l u n ur .

Ancak h u n l .ı r,

Ö

o l .ı y ı n ı n

hukuki

sonuçlarını değil de, suç niteliğini düzenler. Buna göre, Ö.'le sonuçlanan fiil ve durumlarda suçl ulara, kanunlarda y a­ zılı cezalar ver i l ir. MK ve BK'nda hak sahibi ve süjesi o l ar a k insan alınmış­ tır. Kişinin kazandığı haktarla yü klen diğ i borçlar ancak o ki· şinin varlığıyle kaaimdir. MK'a göre, her şahıs ana r ah m i ne dü�tüğü andan itibaren medeni haklardan istifade etmeye baş· lar. Bunun tabii sonucu da, k i ş ile rin hayatı, Ö. ile sona eri n ­ ce, hukukun kendilerine verdiği haklardan istifade yetk is inin n ih a ye t bu lm a s ı dır. Şahüyelin J O IIU : MK'un 27. maddesi "şahsiyet çocuğun sağ olarak tamamİyle doğduğu andan b a� l a r ve ölümle niha­ yet bulur" demektedir. Kişiler, yasaların gösterdiği durumlar­ da, med en i haklardan istifade ederler ve yine yasalarla be­ lirlenmi� biçimlerde bu hakları kullanırlar. MK'un 9. madde­ si "medeni hakları kullanmaya salihiyetdir olan kimse, ikti­ saha da, iltizima da ehildir" diyerek ki�ilerin yasalarla belir­ lenmiş haklarının yine be lir l i yollarla kazanabileceğini, her tür! ü bo rç ve y ü k ü m lü l ük altına girebileceğini göstermektedir.

MK'da açıkça be l i rl enen bu durum ki�inin Ö.'ü ile son bulur. Ö. olayıyla canlılığını kaybeden kişi, k an uni hakları kullanamayacağı gibi yük ü ml ül ük ve borç altına da giremez. Bazı durumlar d ı ş ınd a medeni haklardan da istifade edemez. Kişinin Ö. ' den sonra h ang i h akların mirasçılarına intikal ede· ceğini yine :MK açıkça göstermiştir. Hukuk açısından bir hakkın k ullanıl m as ı için kişinin ha­ yatta olması şarttır. MK'un 28. maddesi, bir hakk ı n kulla· nı lmasının, bir kişinin Ö.' üne bağlı olması halinde ne gibi durumların doğabileceğini göstermiş ve hakkı kullanmak için, bir ki ş i n in ölmüş olduğunun isbatını da, bu durumu iddia eden şahsa yü k lem işt ir .

Ahval-i ıahıiyyede değiıiklik : Ö. olayı ki ş i n in "ahvil-i şahsiyyesinde" önemli değişiklikler doğurur. Ahvil-i ş ahs iyye bir kişinin bütün hu k uki durumlarını beli rleyen sicil kayı tl a· ndır (MK mad. 35) . Bu sicil kay ı tlarında kimlerin ve nasıl tutulacağını devlet yasalarla gö sterir .

Önce h er Ö. olay ı n ı n veya b ulunan her ölünün, en ge� on gün içinde nüfus memurluğuna bildirilmesi şarttır (MK mad . 41 ) . Ki ş in i n nüfus kütüğüne "ölü" k ayd ı n ın işlenmesiy­ l e bir takım hukuki s onuç l ar doğar. Mal varlığı, mirasçıları­ na intikal eder; bazı yükümlülükleri düşer. Yine kanun l arl a belirlenen durumların dışında medeni haklardan istifade ve bu h akl arı kullanma yetkileri de son bulur.

Hakiki 6. : Hukuk bakımından, hakiki Ö. bi r kişinin cesedinin ölü b ul unm as ı hilidir. Ancak b az ı durumlarda, ki­ ş i ni n cesedi b ul un m ayabilir fakat sağ o ld uğun a dair de hiç bir belirti yok t ur . MK bu durumu da "gaaiplik" ba�lığı al­ t ı nd a düzen lemi ş ti r.

Kişinin Ö.'ü, ancak nüfus s ici l l ind ek i kayı tlar la i s bit olun ur (MK mad . 29) . H a kiki Ö. hilin d e, durum hem en nü­ fus sicilline işlcnir. Ancak bu kayı tl ar ı n doğruluğuna karşı da iddiada bulunulabilir. Yine .MK'un 29. maddesin in i k inci fık· rası nda, n üfus sicillinde kayıtların bulunmaması veya mevcut kaydın doğru olmaması halinde keyfiyetin herhangi bir delil­ le isbit ol unabileceği belirti lm i ş tir . Birlikte Ö. ka,-ineıi : Ö. olayının en önemli soo ucu mira· sın, k an un i veya mansup mirasçıla.ra intikalidir. Bunun için Ö . olayının kesi n lik kazanması kadar ne z am a n meydana gel· d iğinin tesbiti de ön em l i d ir . Hakiki Ö . halinde, ol a yı n isbatı a ç ı k t ı r . Ancak b i r b i r lerine m irasçı olan k i ş i l eri n b u l un m a s ı

253

ÖLC M hal inde, Ö . olayının zamanı d a mirasın nas ı l v e n e biçim taksim edileceğinin hesaplanması bakımından büyük önem ta�ır. Bu gibi durumlarda birlikte Ö. karinesi uygulanır. MK' un 28. maddesinin ikinci fıkrası, ''hangisinin evvel veya son· ra öldüğünü tayin mümkün olmaksızın ölenler, bir a nda öl· müş sayılı rlar" d iyerek birlikte Ö. karinesini koymuştur. Bu· na

göre,

hangisinin

önce öldüğü

kesin

tesbit

ed ilemiyorsa,

ölenler birbirlerine mirasçı olurlar. 6:e karine : Bir kişinin öldüğü halde cesedinin bulun· maması hıili de MK'ca d üzenlenmiştir. Bu duruma Ö.'e ka· rine kuralı uygulanır. MK Ö . karinesini şöyle d üzenler : "ce· sedi bulunmayan bir kimse ölümüne muhakkak nazariyle ba­ kılmayı icab edecek ahval içinde ·k aybo lmuş i se, o kimse ha· kikaten ölmüş addolunur " .

Bazı durumlarda ve olaylarda, kişilerin cesetleri bulun­ mamakla birlikte olayın biçiminden o ki ş i l erin öldüğü kabul edilir. Bir uçak kazasında veya bir yere çarpıp batan bir gemi· den, olayın tarzına göre hiçbir canlının kurtulmadığı anlaşı· labilir. Bu gibi durumlarda, kişil e rin cesetleri bulunmasa bile, ölmüş sayılırlar ve durum ahval-i şahsiyye sicillerine işlenir. Gaaiplik hali : K işin in �ahsi ahvalini değiştiren önemli olaylardan biri de o kişinin "gaaip " olmasıdır. Bu durumu düzenleyen MK'un mad . 31 ve sonra gelen maddeleri, ne gibi durumlarda kişilerin gaaip olduğuna karar verilebilece­ ğini ve bunun için izlenecek yolları açıkça belirlemiştir.

Cesedi bul unmayan fakat Ö.' üne muhakak nazarıyle ha­ kılan bir ki�inin nüfus kayıtlarına Ö . karinesine göre, ölü kaydı i�lenir. Ancak Ö. olayı muhtemel görülen bir d uru � ­ da, bir kişiden uzunca bir zaman haber alınamazsa veya O. tehlikesi içinde kaybolursa, o kişi için ahval-i şahsiyye sicil­ line gaaip kaydı i�lenir. MK'un 31 maddesi hangi hillerde n üfus kayıtla r ına gaaip kaydının i�leneceğini göstermiştir. Buna göre, bir ki�i için gaaip kaydının işlenmesi ancak mahkemeden g �� iplik kararının çıkarılmasına bağlıdır. Ancak, o kişinin O.'iyle bazı haklar kazanacak olan kimselerin mahkemeye ba�vura· rak hakimden o kişinin gaaipliğine karar vermesini istemeleri şarttır. Bu davada, MK ayrıca yetkili mahkemeyi de göster· miştir. Buna göre, yetkili mahkeme, gaaibin Türkiye'deki son ikametgahının l:ıakimidir. Eğer gaaip Türkiye'de asla ikamet etmemişse, nüfus sicill inde mukayyet bul unduğu ve bu kay ı t da yoksa, babasının kayıtlı ol duğu mahallin hıiki· midir (MK mad. 31 ) .

Gaaiplik irin 111 ul : MK' un 32. maddesi uyarınca bir kimsenin gaaipliğine karar verilebilmek için Ö. tehlik esinden en a�ağı bir yıl geçmesi gerekir. Ö. tehlikesi olmayan hal ler· de, gaaipten be� yıl haber almamak �artı vardır.

Bir kimsenin gaaipliğine karar verilmesini isteyenler, yetkili mahkemeye başvurduktan sonra hakim, zaman şartının gerçekle�p gerçekle�mediğini araştırır. Kanunda öngörülen bir ve beş yıllık süre dolduktan sonra, gaaip hakkında gerek· Ii bilgi ve haberleri verebilecek kişilerin olup olmadığına bakar. Bunun için d e bu kişiler usul dairesinde ilin edilen bir tebliğ ile davet edilirler. Bu ilinın süresi bir yıldır. Bu süre içinde gaaip ortaya çıkarsa veya öldüğü tarih kesinlikle anla�ılırsa, gaaipl ik durumu d üşer. Bu d urumda gerekli işlem yapılır. MK'un 34. maddesi ilinın sonuç vermemesi halini dü­ zenler. Buna göre, ilan semeresiz kaldığı takdirde, hakim gaaiplik kararını verir ve bu karar o kişinin nüfus kayıtla· r ı n a işlenir (MK 43 ) .

bu k a y ı tla r d a bir hata ol ursa veya gaaiplik kara· kayı tl arın bel irli usullerle tas h ihi yo· da g idi l ebilir.

Eğer rında

y a nlı ş l ı k varsa,

Miras Btıkrmmda11 Ö.: Miras Ö. ile a ç ı l ı r ( MK mad . 51 i) . MK ay r ıca , Ö. o l a yınd a n sonra mira sın miras ç ı l a r ara­

luna

nası l taksim edileceğini ayrı ntı lı olarak belirtmiştir. "Ölüme bağ l ı tasarrufları" 1) v a s i y etn a m e 2 ) m i · ras sözleşmesi olarak ikiye ayırmıştır.

sında

MK

Bir kimse MK'un e mred i ci h ükümleri saklı kalmak �ar­ tıyle, öldüğü zaman mailarına dilediği biçimde t a sa r ruf ede· bilir. Bunun i çin vasiyetname veya miras sözle�mesi d üzen· lernesi yeterlidir. MK , kimlerin kanuni mirasçı olabilecekle­ rini ve bu kaniıni m irasçıların mahfuz hisselerinin miktarla­ rını açıkça göstermi�tir. Bir kişinin Ö. üyle vasiyetn amesi veya m iras sözleşmesi açılır. Bu konuda yetkili mahkeme, m üteveffanın ·(ölünün) son ikametgahı mahkemesidir. Hakiki 6 . halinde miraslll artlmaır : Hakiki Ö . halinde yani bir kimsenin cesedinin bulunması halinde ah val-i �ahsiy· yeyle ilgili işlemler yerine getirilir ve miras açılır. Ancak bir kimsen in cesedinin bul unmaması halinde ise Ö . karinesi ku· ralı uyg ulanır. Buna göre, cesedi bulunmamakla birlikte bir kimsenin Ö.'üne muhakkak nazariyle bakılacak durumda kay· bolması üzerine o kimse ölü sayı lır ve nüfus kayıtlarına ölü kaydı düşülecek, MK 'nun gösterdiği yetkili mahkemece mi· rası açılır. Hakiki Ö. ile Ö .'ne karine hallerinde, bir kimsenin ah· val-i �ahsiyyesinde meydana gelecek değişiklik bir ölçüde ba­ sit i�lemlerle yapılabilir, ve mirası olduğu kadar vasiyetna· mesi ve miras sözleşmesi de son ikametgahına bağlı hakimcC" açılır. Gtıaiplikre miraslll afllmaır : Bir kişinin gaaipliğine bük· medilmesi halinde mirasçıları, kendilerine intikal eden mirası iktisab edebilmeleri için bir teminat göstermekle yükümlüdür· ler. ·Bu mecburiyet, mirası iktisab eden mirasçılardan veya mirastan vasiyetname veya miras sözleşmesiyle yararlananlar· dan daha önce bir hak sahibinin ortaya çıkması ihtimalinden ileri gelmektedir.

Hatta belirli kaniıni yeıllar ve usullere başvurulduktan sonra gaaipliğine hükmedilmiş bir kişinin ansızın çıkagelmesi ihti m alinin bulunması üzerine, m irasa vaz' ı yet edenlerin m irası iade edecekleri h ususunda teminat göstermeleri MK'ca ernee­ dici h üküm olarak belirtilmiştir. MK'un 526. maddesi, böyle bir durumu düzenlemekte· göre, teminat, gaaiplik hükmü Ö. tehlikesi içinde gaaip olma sebebiyle alınmış ise, be� yıl ve çoktan beri ha· ber alınmamaktan gaaiplik hükmü alınmışsa on beş yıl için gösterilir. Aynı maddede bir d e, bu teminatın gaaibin 100 ya· şına basacağı zaman için azami had olarak gösterilebileceği yazılıdır. d i r . Buna

Sürenin hesaplanması ise şöyledir : Bu beş yılın başlan· gıcı mirasa vaz'ıyet edildiği günden ve on beş yılın başlangıcı ise gaaipten alınan son haber tarihinden başlar. Gaaibin ortaya flkmasr halinde miras : MK h ükümlerine göre mahkemeye ba�vurulup bir kimse için gaaplik kararı alın· dıktan ve mirası açıldıktan sonra gaaibin çıkagelmesi halinde de bazı hükümler düzenlenm i ş tir. Bir kişinin gaaipliğine hük· medilmesi halinde bile bir süre sonra gaaibin çıkagelmesi mümkündür. Bu durumda gaaibin haklarının zayi olmaması için MK bazı t edbi r ler a l ma yı u yg u n b u l muştu r .

254

ÖLÜM - ÖLÜM VADİSl

MK' un 527. maddesi uyarınca, mirasa vaz'ıyet edenler, gaaip olan ki�i ansızın ortaya çıktığı zaman, mirası gaaibe ge­ ri vermekle mükelleftirler. MK'un 526. maddedeki teminat da zaten bu amaçla konulmu�tur. Ancak, gaaibliğine hükmedil­ miş bir kişinin mirasına vaz ' ı yet edenler hüsniniyet iddiasın­ da bulunabilirler. Kimler mirasçı olabilir : .MK' un 524. maddesi, kimlerin mirasçı olabileceğini göstermi�tir. A.nyı maddenin ikinci fık· rası da bu hükmün tersini, kimlerin mirasçı olamıyacağını be­ lirlemi�tir. Buna göre, cenin sağ olarak doğarsa mirasçı olur. Ana rahmine dü�en cenin, sağ olarak doğup bir an ya�a­ dıktan sonra ölse, kendisine dü�en miras hakkı, mirasçılarına intikal eder.

Bir gaaibin mirasçı o lması hali : Uzun bir zaman kendi­ sinden haber alınarnıyan veya mahkeme kararıyle gaaipliğine hükmedilmiş bir kişi de mirasçı olabilir. Bu durum, Ö. ola­ yıyla hayatı son bulan ve cesedi bulunan kimsenin durumun· dan farklıdır. Haki:ki Ö. halinde veya Ö. karinesine göre hakk ında işlem yapılıp nüfus sicllline ölü olarak kaydı dü�ü­ len bir kişi iMK gereğince mirasçı olamaz. Öldüğü için bütün medeni baklardan istifade yetkisi sona erer.

Ancak bir kimsenin gaaip olması halinde durum deği­ şiktir. MK gaaibin bir gün çıkagelebileceğini dü�ünerek, bak· larının ziyana uğrarnaması i çin sıkı hükümler getirmi�tir. Bu hükümlerin başında, gaaibin mirasına vaz'ıyet edenlerin, gaa­ ip olan kimsenin lehine gösterdikleri teminat gelmektedir. ·Bundan başka MK bir gaaibin mirasçı olabileceğini de belirtmi�tir. ıMK'un 528. maddesi, "mirasın açıldığı gün hayat ve memitı isbat edilemeyen gaaib mirasçının hissesi, mahkeme tarafından resmen idare ettirilir" diyerek gaaip olan bir ki­ şinin de tıpkı hayatta olan bir kimse gibi mirasçı olabilece­ ğini göstermi�tir. MK'un 522 . maddesi miras açıldıktan sonra ölen bir mi­ rasçının haklarını d üzenler. Bu durumda, miras Ö. haliyle müteveffanın mirasçılarına geçer. .Aynı durum, müteveffanın Ö.'e bağlı tasarruflardan, va­ siyetname veya miras sözle�mesi düzenlenmesi halinde de ge­ çerlidir. MK' un 523. maddesine göre, bir kimse, vasiyetna­ me veya miras sözle�mesi d üzenleyen vasiyetçiden önce ölür­ se, vasiyet olunan mal yine terekeye intikal eder. ıMK' un 529. maddesi ise bir gaaibin aynı zamanda hem mirasçı :hem de (miras bırakan ) olması halini düzenleyen hüküm getirmiştir. Kanun : "Bir gaaibin mirasçıları, onun maliarına vaz'ıyet imini aldıktan sonra, o gaaibe bir miras intikal ettiği zaman, bu mirasın kanunen kendilerine teslim edilmesi lizım gelenler, ayrıca bir gaaiblik hükmü almaksızın, teslim talebinde bulunabilirler" demektedir. Buna göre, bir kişi için ınahlreıneden gaaiplik hükmü bir defa alınmakta ve bu hüküm, o gaaibe bir miras intikal ettiği zaman da hukuki bakımdan geçerli olmaktadır. Böylece bir gaaibe intikal eden bir miras, doğrudan o gaaibin miras­ çılarına intikal eder. Bunun için ayrıca, mahkemeye başvura­ rak, belirli usuller sonunda, gaaiplik hükmü almak gerekmez. Ö. halinde mallarm hazineye inlikali : Bir kimsenin hiç­ bir mirasçısı yoksa, Ö. ile bütün malları hazineye intikal eder. Bu hüküm, gaaipliğine hükmedilmiş kimseler için de geçerlidir.

Bir kişinin Ö.'ü üzerine kanWıi yollarla mirasçıları ara­ n ı r da hiçbir kan Wıi veya mensup mirasçısı çıkmazsa, mal ları

hazineye intikal eder ·(MK mad . 448) . .Aynı d urum o kişinin gaaip olması bilinde mallarının hazineye intikal edeceğini belirten MK'un 530. maddesinde de yer almıştır.

:Ancak, MK'a göre, hayat ve memitı bell i o lm ay ıp da malları on yıldan beri mahkemece idare edilen kimsenin gaaip­ liğine, bu defa hazinenin talebiyle hükmolunur. Yine MK'un 530. maddesinin ikinci fıkrası, gaaibin an­ sızın çıkagelmesi halinde hazinenin, gaaibe karşı soruml u ola­ cağını göstermektedir. Mirasçılar, nasıl gaaibin ansızın çıka­ gelmesi halinde mirasın iadesi için teminat vermek zorun­ daysalar, hazine de aynı durumda sorumlu tutulmaktadır. Borçlar Kanununda Ö .'iin hukuki sonuçlart : MK'da be­ lirtilen "ıBir kimsenin iktisaha da, iltizima da ehil olması" durumu sonucu ancak hayatta olanlar, hukukça geçerli i�lem yaparlar, bazı hakları kazanıp bazı borç ve yükümlülük altı­ na girerler. Hak kazanıp borç altına girmenin bir yolu da sözleşmedir. BK'na göre, sözleşmeye tarafların uymaları ge­ rekir. Sözleşme ancak taraflardan •birinin Ö.' üyle sona erer. Bununla birlikte, bazı durumlarda, sözle�menin tarafiara yük­ Iediği borç, Ö. ile mirasçılarına intikal edebilir.

.BK'nun 347. maddesinde düzenlenen hizmet akdi, ışçı­ nin Ö.' ü ile sona erer . .Ayrıca i�in mahiyeti gereği, edimin ye­ rine getirilmesi, taraflardan birinin şahsi maharetine bağlıy­ sa, o kişinin Ö. halinde akit soo bulur. Ö. ile sona eren sözleşme, eğer sağ kalan tarafa bazı zararlar verirse, bu zararlar ölenin mirasçılarından talep edi­ lemez. Ancak bazı özel durumlarda ıMK, sözl�meden doğan bazı yükümlülükterin müteveffanın mirasçılarına intikal ede­ bileceğini belirtmi�tir. Usul hukuku bakımından da Ö. olayı bazı sonuçlar do­ ğurur. Eğer bir divi açılmı�sa, davacının Ö.'ü üzerine miras­ çıları açılan davaya devam edebilirler. Ancak bu davanın, da­ vacının �ahsından doğan hususlara taalluk etmemesi gerekir. ıMaddi Ö. olayıyla rütebilirler. davalar, Ö.

ve manevi tazminat davaları açıldığı takdirde mirasçılara intikal eder, ve mirasçılar, diviyı yü­ Ki�inin cinsiyet, yaş ile ilgili durumlarıyla ilgili olayı ile düşer. ·(Ö. Dokuman )

ÖLÜM V.A.Disl (D-th Valley) , .Amerika Birle�ik Devletleri'nin California eyiletindeki kurak ve sıcak bölge. Inyo'daki bu bölge Birle�i·k Devletler'in ba�ka her yerinden daha sıcak ve daha kurakbr. Doğuda .Amargosa sıradağları­ nın parçası olan dağlar, batıda Panarnint sıradağları arasında kalır. Vadi tabanının 1400 km2 kadar bir bölüm ü deniz yü­ zeyinin altındadır; Badwater'in 7,5 km kadar batısında bu­ lunan bir nokta da kıt'anın en alçak yeridir ( 9,250 m.) . Yaz sıcaklığı sık sık so•ca yakla�ır. En fazla 57"C tesbit edil­ mi�tir. Yıllık yağış ortalaması 5 sm kadardır. Sıcaklığa ve kuraklığa rağmen, bölgenin bilhassa yüksek kısımlarında muh­ telif bitkiler ve hayvanlar yaşar. Bitkilerin başında kaktüsler gelir; kı� sonlarında ve ilkbaharda yıllık bitkiler de görülür. Vidide yaşayan memelilerin başlıcaları tilki, fare, sincap ve tavşanlardır. Ku�lar ve çe�itli kertenkeleler de bölgede yaşa­ maktadır. Tarihöncesi at, antilop ve et yiyen hayvaniara ait ayak izi fosilieri bulunmuştur. ·

Beyazlar tarafından ilk defa 1849'da görülen vadi 1933'te milli park biline getirilmiştir. Ö. V. adı California'ya giden göçmenlerin, burayı geçerken uğradıkları güçlükler dolayısıy­ le, bu ilk ziyaretçiler tarafından verilmi�tir. (O. Yüksel )

ÖMER I.

B. HATIAB veya HAZRET � İ ÖMER

ÖMER I . B . HATrAB veya HAZRET-İ ÖMER ( Mek:ke 591 ? - Medine 644 ) , İkinci Halife. Çahar Yar-i Gü­ zin'in ve Aşere-i Mübeşşire'nin seçkin kişi lerinden. İslam imparatorluğunun askeri zaferieric birlikte temellerini atan kimse. Müslüman devlet adamları arasında efsaneleşen ada­ let sahibi, Hıristiyan tarihçilerince de Müslümanların Aziz Paulus'u. Hz. Ö., Mekke oligarşisinde o kadar önemli sayıl­ mayan Ad iy h. Ka'b ailesine mensuptu. Annesi tarafından zengin ve nüfuzlu Ma.hziım ailesiyle ha.Aiantısı vard ı . O, Mek­ ke ileri gelenleri aruında sesini Ahdülmuttalib'in ölümünden sonra duyurmaya başlamış ve bu sitenin sifaret ( bir çeşit el· çilik) görevini yü:klenmişti . ıMüslümanl ık ortaya çıktığı v a kit, 26 yahut 30 ya şl arın da bulunuyordu. Mekke d üzenini sarsao bu yeni dine, onun yayıcısı Hz. Muhamıned'e ve bu dini kabul eden m ü ' m inlere karşı çok hırslı ve kinli idi. Geleneğe göre yeni dini cereyan hakkında çok sert tenkidler yaparken, onu dioleyenlerden birinin, "önce kendi soyunu beri tutu", ili ta­ rı üzerine, İ sliını kabul etmiş olan kızkardeşi Fatıma {Ami­ ne) ile enişlesi Said b. Zeyd'in evine gitti. Bütün bırsına rağ­ men dinled iği birkaç ayet-i kerimenin ( söylentiye göre bun­ l a r Mlısa kıssası ile i li � ili ayetlerdir) te'siri altında kalarak Müslümanlığı kabUl etti. 40. Mü slüman olan Hz. Ö.'in yeni dini topluma katılmasiyle Müslümanlık büyük güç kazanmış oldu. Öyle ki o güne kadar gizlilik içinde gelişmeye çalışan Müslümanlık, onun İslim ol uşuyla ortaya çıkarak, açıkça ya· yılmak imkinını bulmuş oldu. Bundan sonra Hz. Ö., Hz. Peygamber' in yanında onun en kuvvetli dayanaklarından ve müşavirlerinden biri oldu. Peygamber'in bütün gazvelerine katıldığı halde Hz. Ö., bizzat askeri bir kişiliğe bürünmemiş· tir. 0., gerek Peygamber' in sağlığında, gerek ondan sonra yeni dini devleti d üzen l ern ede başarılı bir devlet adamı ola­ rak be l irir. Hudeybiye mütarekesinde, Mek:ke'nin fethi üzeri­ ne ·müşriklerin affı konusunda d ah a sert tedbirler istemekle, fi kir bakımından Peygamber'le çalışmıştı . Peygamber'in eşleri· nin { Ümınühat·ı m ü'minin) hak ve imtiyazlarının tesbitinde, eşleriyle olan ili�ilerinde onun Peygamber'i etkilediği sa· bittir. Hayatı boyunca mal, para, mevki hırsı, kı skançlık gibi beşeri d uyogulardan uzak yaşayan Hz. Ö., kızı Hafsa'yı Resü­ l ullah'a vermekle, onun kayın pederi de olmuştu. Gerek Mek· Ice, gerek Medine dönemlerinde Hz. Ebu Bekr ve Ebu Ubey­ de b. el Cerrih i le içten gelen bir dostl uk kurmuş ve İsla­ mın bu üç büyüğü, bir site dini d urumunda bulunan Müslü­ manl ığı al em şüm u l bir din haline getirmişlerdir. Ebu Bekr'in halife seçilmesinde, S a ' d b. Ubade'nin evindeki toplantıda, daha önce Gadir-i Hum'da Hz. Ali y i vasi olarak tanıyıp teb· rik ettiği hilde ( bk. ONİKİ iMAM ve İSNA AŞERİYYE ) , Ebu Bekr'e bi a t edilmesini yine, Ebü Ubeyde il e birlikte Hz. Ö., sağlamıştı. Onun Peygamber'in ölümünden az önce 7 ha· ziran günü kalem ve kağıt isteyip tavsiyelerini yazılı olarak bildirmek arzusunu engellemesi, tenkid edilen başlıca hare· ketlerinden biridir. Fakat hummanın etkis iy l e salim b ir vasi· yette bulunmasının imkansızlığı ile Hz. Ö.'in bu isteği en· geliemiş olması m ak u l gözükmektedir. Peygamber' in ölü­ münde ise Hz. Ö., ilk ve en şiddetl i tepkiyi gösteren kişi oldu. Onca, Peygamber ö lemezd i . O d a Müsa aleyhisselam gi· bi Allah ile buluşmak üzere kaybolmuştu . Peygamber'e kim öldü derse onu paralaya c a.Aını şiddetle söyl üy ord u . Hz. Ö.'in bu feverinını ancak Hz. Ebu Bekr akla yatkın sözleriyle tes­ kin edebilmiştir. Hz. Ö., Ebu Bekr' in iki yıl süren hilafetin­ de yine aynı d iğergamlıkla onun müşavirliğini yaptı . Ebu Bekr hastalandığında yerine Hz Ö.'i gösterd i. Onun halifeliğine tek muhalefet kapalı olarak Hz. A l i 'd en ve ensarıo meşruiyet ta.

'

255

rafl ısı grubundan geldi şeklindeki rivayet yanında, Sünni me­ tioler buoun tam tersini söylemektedirler. Ebü Bekr'in kapalı olarak bir seçim yaptığını söylemesi üzerioe, Hz. Ali'nin Ö.' d eo başkasına riz ı olmayız dediğini, olur te'minatını alın­ ca da Ö . ' i o yanına gidip onu ilk tehrik edenin Hz. Ali ol­ d uğun u belirtmektedirler. Hz. Ö., böylece 23 Ağustos 634 g ü ­

nü İslam d evletinio başına geçmiş oldu. Önceleri Allah'ın re­ slılünün halifesinin halifesi ( Halifet halife!' ir - Raslıli'llah) gibi teoratik bir unvin ile anılırken, daha sonra Emirü'l ­ mü'minin (müminlerin - Müslümanların ba şı veya beyi) gibi daha laik bir unvan taşımıştır. Hz. Ö., iktidara geldiği zaman, daha önce, Ebü Bek r ile birlikte disipline ettikleri bedevi Müslüman cengaverler Suriye üzerinden Bizans'a, Irak üze­ rinden de İran'a karşı savaşa sevkedilmiş bulunduklarşndan,

mak ve onları d isipline etmekten öteye bir te şebbüste bulun­

Hz. Ö., bu kalabal ık ve da.Aınık birlikleri kontrol altında tut­

mad ı . H i ç bir zaman İslim or du l a rı başında zaferler kazanan

bir komutan olarak gözükmek arzu ve bırsını d uymadı. Aske­ ri zaferierin şerefini d aima komutaniarına bıraktı . Ama, bun­ lardan kendisini gurura kaptıranları, merkezin emirlerine ku­ l a k asmayanları, zafer sarhoşl uğuna kapılanları da hemen bir kenara çekerek duruma açık örneği Halid b. unutulması, kurnaz ve beyr b. el - Avam gibi

daima hikim olmayı bildi. Bunun en el - Velid'in bir kenara itelenmesi ve teh l i kel i Amr b. el · As' ın ise ez - Zü· bir s a lıibeni n kontrolü altında tutul­

ması gelir. Onun İslim ordusunda uyguladığı bu politika b em büyük zaferierin kazanılmasını, Bizans İmparatorluğ u nun To­ ros Dağları 'na kadar Asya'dan ve bütün Kuzey Afrika'dan çeki lmesini, hem de İ ran İ mp a ratorluğu'nun yıkılmasını sağ­ '

lamıştır. Zaferierin getirdiği ganimetler, fetbedilen ülkelerden toplanan gelirler, Hz. Ö., için yeni bir sosyal d üzen i kurma zorunluluğunu da ortaya çıkarmış bulunuyordu. Daha Ebu Bekr zamanında devlete verilen sadaka, zekat gibi gelirler ve mallar bir depoda korunmakta idi . Hz. Ö., halife olunca bu depoyu devletin hukuk işleri ile görevlendirdiği ( Kadi'l · ha· l ife) Hz. Ali başkanlığınd a bir hey'ete saydırmış ve bu gelir ve malların defterlerini tutturmaya başlamıştı . B u küçük bey'et daha s on ra İslim devletlerinde görülen beytü' l - mil ( b. bk. ) kurumunun çekirdeğini teşkil etmiştir. Büyük fütiıhat, geniş toprakların yönetilmesioi gerektirince Medine site devletinde

kendiliğinden bir bürokrasinin meydana çıkmasına kaynak ol­ du. ·Bu memurlar ki tlesine yön verecek üst kadernede bir yö­ netici gurubu da ortaya çıktı. Daha sonra yine bütün İslam devletlerinde görülen, yönetirnde hükümdirın yardımcısı olan kurul doğdu, ( bk. DIVAN) . Hz. Ö., naas ve sünnetiere da­ yanarak, gerektiğinde bunları kendi anlayışına göre de geniş· Jeterek imparatorluğunun Arap, Mevali ve Reiya grupların· dan oluşan üç tabakasına da gelirlerinin belirli oranlarında ıver­ giler koydu (bk. FEY, H.AıRAC, CİZY·E, SADAKA, ZEKAT) . Bu vergi gelirlerini toplamak i çin her vilayete müstakil vergi memurları gönderdi ( bk. AMİL) . Ö., bu m em urları devamlı kontrol altında tutuyor, Hac mevsiminde onları toplıyarak, Cabiye meclisi denilen toplantılarda denetliyordu. Peygamber'in ölümünden sonr a irtidad etmiş olan Arap kabilelerinin tekrar birleş tiril m esinde çekilen zorluğu bizzat yaşamış olduğundan, bu kahileleri fetbedilen topraklarda İslam imparatorluğunun m uhafızları, hikim ve askeri sınıf olarak teşkilatlandınnayı öngörmüştü. B u k ar a ra uyularak bütün Müslümanlar, eli silih tutan herkes, hbile kabile, aile ordu defterlerine kaydedil­ mişlerdi. Bunlar fetbedilen şehir ve kasabalara yerleştirildiler. Ayrıca H z Ö . , ordu - şehirler de kurd u. Irak'ta Basra il e Ku-

256

ÖMER I. B. HATIAB

veya

HAZRET , İ ÖMER

fe, Mısır'da Fustat bu ordu - şehirlerin ilk örnekleri oldular. Fethedi k·n ülkelerde meydana getirilen bu teşkilat, Abbasiler'e kadar devam eden köklü bir kuruluş oldu. İslam ordularının başında bulunan komutan ise, hem işgal kuvvetleri komutanı, hem halifenin sivil ve askeri genel valisi, aynı zamanda da İslam dininin temsilcisi durumunda idi. Sadece vergi işleri doğrudan doğruya halifeye bağlı imiller tarafından yürütülü­ yordu. İslam hakimiyetine giren halkın yeni dini kabul etme­ leri başlangıçta beklenmiyoıdu. Kur'an da zaten d inde zor­ lamayı yasaklarnıştı (Bakata, Il, 256) . Ama, İslim dioi beklenmed ik bir şekilde mağlublar arasında yayılınca, hakim Arap tabaka yanında yeni bir sınıf ol uşuverdi. Bunlar fi'ili ( ipso facto ) olarak Arap sayılıyor, kendilerini koruyacak bir kabi leye intisab ediyorlardı ( bk. MEVALl) . Böylece Hz. Ö.'in kurduğu impJratorlukta Müslüman iki sınıf meydana gelmiş oldu. Bunların dışında eski dinlerinde kalan kitleler, ehlü'z · zimme, cizye, harac v. b. vergileri ödemekle yükümlü idiler. Kendi şahsi hukuklarını, işlerini ve yaşadıkları ortamı belki öncekinden daha hür bir bi çimde korudular. Hıristiyanları piskoposlar, Mecusileri dilıkanlar daha geniş yetkilerle Müs­ lüman hakimler önünde temsi l ettiler. Hz. Ö., bütün idiline tedbirlerine rağmen politikasında Arapların üstünlüğü ilkesini daima göz önünde tuttu. Öyle ki, Arap yarımadası onun için sadece Arapların yurdu olmalıyd ı . Bu anlayışla hatta Peygam­ ber'in kalmalarına müsaade ettiği Yahudileri ve Hıristiyan azınlığı dahi Arabistan d ı şına çıkarmakta tereddüd etmedi . Mekke v e Medine haremlerini çevredeki evleri istimlik ede­ rek genişletti, duvarlada çevirterek, basit saz gölgelikler yeri· ne mermer sütunlara dayanan revaklacia süsledi. Hz. Ö., kurduğu imparatorluğun genişleme sürecinin tam ortasında ve hayatının en olgun yaşında 23 Kasım 644'te bir s uikasd sonunda öldü. Adet edindiği şekilde, her yıl bizzat başkanlığını yaptığı Hac'tan dönüşünde, K iıfe (Basra ) valisi Mugıyre b. Şu'be'nin Medine'de bulunan kölesi İranlı Ebu­ Lu'lu' Firuz, efendisinden istenen verginin fazlalılığından ötü­ rü şikayetini bildirmiş, fakat Hz. Ö., bu müracaatı reddetmiş­ ti. Ertesi gün halife sabah namazını kıldırmak üzere mes­ cide geldiği zaman, İranlı, intikam hissiyle ona bir kaç han­ çer darbesi indirdi. Hz. Ö., bu darbelerin te'siriyle o gün ve­ fat ederek, cennet hazları içinde iki sevgilisine kavuştu. Ce· nazesi Hz. Peygamber'in ayak ucuna ve Ebu Bekr'in kabri yanına defnedilirken de İslam imparatorl uğunda yeni bir dö­ nem başlamış oldu. Öldürülmesini birçok tarihçiler Hz. Ö.'in disiplininden ve istibdidından bıkmış olan sahabenin yahut Mekke'nin eski aristokratlarının teşviki ile bu kölenin şuur· suzca yaptığı görüşündedirler. Gerçekten de ııj lu Ubcydul­ lah'ın bu anlayışla, katilleri yargıiatmadan katiefinesi de buna bir delil olarak gösterilebilir. Hz. Osmin'a karşı muhalefette bu olayın propaganda unsuru olarak kullanılması da sözü edi­ len açıklamayı te'yid eder mahiyettedir. Hz. Ö., 12 yıl süren hilafetinde biribiri üstüne gelen sorunlarla uğraşmaktan, yeni imparatorluğun askeri, idari ve mali çatı sını inşa etmekten, devlet başkanlığı .problernine eğilememişti. Ömrünün böyle bir ecel-i kazi ile de son bulacağını bilemediğinden, en sev­ gili ve güvendiği dostu Ebu Ubeyde de bir süre önce Şam'da vebidan öldüğünden, ölüm yatağında hayatta bulunan "Aşe­ re-i Mübeşşire" den ve Icendi oğlundan altı kişilik bir seçim komitesi ( bk. ŞÜR.ı\ ) teşkil ederek, yerini alacak kimsenin tayinini onlara bırakmak zorunda kaldı. Uzun boylu, çelik iradeli, fazilet salıibi ve ıealist bir karaktere sahip olan Hz. Ö., kendisini hiç bir zaman Peygamber'in yerine koymamış ve bu telakkiyi s ür' at le hertara f etmiştir. Ama, bütün icr:ıat

ÖMER II.

ve faaliyetinde sünneti temel alınış ve her karaıında Peygam­ ber yaşasayd ı nasıl hareket ederdi sorusu tedbirinin dayanağı olmuştu. Şiddetli zühd ve takvası, insanlardan kendisi gibi yaşamalarını isteyecek derecede sert davranışlarda bulunması· na sebeb olmuştur. Onun içindir ki, Hz. Ö., kendi zamanın· da sevilmekten çok çekinilen bir kimseydi. Sonraki devirlerde ise onun fazi letine hayranlık ve sevgi duymak biçimine dö­ nüşmüştür. Hz. Ö., iridesinin Allah' ın iradesi olduğu kanı· sında idi. Şu olay bunu belgelemektedir : Şam'da çıkan vebi salgını üzerine oraya gitrnekten kaçınan Hz Ö.'e, Ebu Ubeyde b. el - Cerrih, Allah'ın takdirinden mi kaçıyorsun diye sorun· ca Hz. Ö., evet, Allah'ın takdirinden Allah'ın takdirine kaçı· yorum cevabını vermişti. Ehl-i sünnet onu dini ve ahiiki fazi­ letierin en büyük örneği olarak tebcil eder. Ehl-i Şia' da farklı görüşler vardır. Ebu Bekr ile onun hılafetini redd edenler, Rifıza (b. bk. ) adı ile tanınrnışlardır. 24 fırkadırlar. Bunlar­ dan Navusiyye Hz. Ö.'i tekfir etmekte, Mugiriyye ise, onun Hz. Ali'nin hakkını gasbettiği için el - Haşr ( LIX, l6) iye· tinde belirtilen şeytan olduğunu iddia etmektedir. Ebc.. riyye'ye 1 gelince, Hz. ö. ile birlikte Ebu Bekr'in de halifeliğini, Hz. Ali'nin bu makamı onlara terk etmesine dayanarak kabul eder. ( İ . Parmaksızoğlu)

ÖMER ll. (Ömer b. Abdülaziz, Ebu Hala b. Mer· van b. el Hakem) ( Medine 682 · Şam 720 ) , Emevi Mervini halifelerinin dördüncüsüdür . .Babası Abdülaziz b. Meı­ vin, annesi Hazret-i ömer'in toruou Ümmü .Asım idi. Medi· ne'de doğdu. Babası Mısır valisi iken orada büyüdü. Öğre· nimini tamamlamak üzere Peygamber'in şehri Medine'ye gön­ derildi. Burada Enes b. Malik, Abdullah b. Cafer b. Ebi · Tilib ve Saidü'l - Müseyyeb'den hadis okudu. Babasının 704'te ölümüne kadar Medine'de kaldı ve ondan sonra amcası Hali­ fe Abdülrnelik'in çağrısı üzerine Şam'a gitti. Abdülmelik'in kızı Fatıma ile evlendirildi. 706'da Hicaz valiliğine tayin edildi. Pek adil bir idare kurrnakla onun valiliği sırasında öteki Emevi valilerin zulm ünden kaçan herkes Medine ve Mekke'ye göç ederek Ö.'in himayesine girmekte idi. Bu bil Irak valisi Haccic' ın itirazlarına yol açınca, Ö., görevinden alındı ise de değer ve itibarı unutulrnadı . Nitekim 71Tde Süleyman'ın vasiyeti üzerine iki kardeşi Yezid ve Hişim'ın itirazlarına bakalmaksızın ulemidan Reci'nın planı sonunda halife seçildi. Ö.'in devri büyük fütuhat devri olmamıştır. Halife olur olmaz İstanbul kuşatmasını kaldırttığı gibi, gerek Afrika, gerek Sind ve Orta Asya'da İslimiyet'i kılıç gücüyle yaymak yerine iyi ve adil bir idare kurmak ve propagadanda yolunu seçti. Bu yolla bilhassa Derberiler ve Sind ahalisi ara· sında Müslüman ' lığın yerleşmesini sağladı. Zamanında sadece Pirene dağlarını aşan rnücihidlerin Nacbonne' u feth ederek burada güçlü üsler te'sis ettikleri görülür. Öte yandan İslam imparatorluğu sınırları içinde yaşayan ve Müsl üman olmayan halka gösterdiği atıfet, bu dinin, Musevi, Hıristiyan ve Ateş ­ perestler arasında geniş ölçüde yayılmasına yol açtı . Bu gi­ bi Müsl üman olmayanların harac ve cizyelerini ilk fetih yıl· larındaki ölçülere indirttiği, kilise ve mabedlerinin korunma­ sını sağladığı halde, Müslümanlığın bu kitleler arasında daha geniş ölçüde yayı ldığına şahid oldu. Bunun sonunda Müslü­ manlar'dan ve mevili'den vergi alınmaması ilkesi yürürlükte bul unduğundan devlet gelirlerinde büyük azalmalar görüldü. Ö., bu zor durumda dahi eski yönteme yani Arap olmayanlar· dan, Arab'a yabancı kavimlerden vergi alınması kararına dön­ •





enedi. Sadece arizi-i emiriyye'nin mülk biline getirilemeycce­ ğine dair bir yasa kabul ederek feth edilen toprakların fatih·

ÖMER II.

ÖMER EFENDi (Bosnalı)

!erin e l i ne geçmesine engellemi� oldu. Bu bakımdan dedesi Hazret-i Öm er' i n koyduğu ilkeleri dahi aşmakla Müslüman olan veya ol mayan bütün tab'asının sevgisini kazandı. Aynı zamanda kendi a i l esine •(Emevi ) ra k ip olan eski ailelerin gasbedilen hakl arını da .iade etti . Hazret- i Peygamber'in şahsi mülkü olan :ve Hz. Osman zaman ında Emeviler'e mal edilmiş bulunan Fedek arazisini onun kanuni mirasçıları bu­ lunan Hazret-i Ali torunlarına seriye verdiği gibi, Abdül­ melik'in el koyd uğ u Talha'nın Mekke'deki mallarını da .iide e tt i rd i. Öte yandan Muaviye z am anından beri adet olan hut­ bel erd e Hazret-i Ali'nin linetle anıl masını da yasakladı . Bu adil tutwnu d evr in d e, Hariciler'i bile yola getirmiş ve iki buçuk yıl ı bulmayan ılıılafeti bütün ülkede tam bir güven ve huzürun sağlanması i le geçmiştir. Ö., 720 de kısa bir rahat­ sız l ı kta n sonra öldü. iBir söylentiye göre, onun Emevi gele­ neklerin e ters d üşen davranışiarına tahammül edemeyen kendi iiiesi tara fınd an bir köleye zehirletilmiştir. Cenazesi Deyrü Sim'in'a defn ed i ldi . Ona duyulan saygı o kadar büyüm ü�­ sı rasında bütün Emevi mezarları tü ki, Abbasiler'in z afe ri

saldırıya uğrarken, kimse Ö.'in kabrine tecavüz etmemişti. ö. i öven ve seven İslam tarihçileri onu Hulefa-yi Rişidin'­ den, geç yetişmiş bir halife olduğu :kaniatini taşırlar. Gerçek olan Ö. in ge n ç liğ in de Medine'de bilgin hadiseHer elinde sadık ve temiz bir M ü s l üman olarak yetişticilmiş olması ve bi r de ded esi Hazret-i Ömer'in menkabelerine harranlık de­ recesinde bağ lı olarak onu kendisine örnek almış bulunması­ dır. Bunun .içindir k i bazı tarihçiler onun gerçeğin gerekle­ rini d üşünm eyecek kadar hayiller peşinde koştuğu iddiasın­ dad ır l ar. Ö., Sa h f kasabasını inşa ettirdiği gibi, Bizansl ılar'ın eline düşen Malatra' yı da 1 00 000 e s ir karş ı l ığı geriye a l ­ mıştı . (İ. iParmaksızoğlu) Ö MER (Atık) .(ölm. 1 707 ) , XVII. yüzyıl saz şaırı. Konya'nın G ez lev i (Hadım ilçesi ) köyündendir ( yeni adı : Korualan). Adli ve Derviş Nihini takma adlarını da k u llan­ mıştır. G enel li kle şiirlerinde kendi adını kullanır. Öğrenimi­ ni Konya'da y apm ış, Şerifi adındaki medrese kültürü almış bir şiirden san'at dersleri görmüştür. Arapça ve Farsça'yı orta derecede bilmekted ir. Şiirlerinde hifız olduğunu, asker­ lik yapbğını, birçok i ş lere girip çıktığını anlatır. Uzun bir ömür süren Ö.'in İ stanb u l 'da Yemiş i skelesinde türbesi ol­ duğu söylenirse de bugün yoktur.

İmparatorluğun her yanı n ı dolaşan Ö. orta bir medrese öğrenimi söımü ştür. Divan edebiyatı etki s inde öteki halk şiir­ lerinden fazla kalmı ştır. Şiirlerinde daha çok ad1z veznini kullanmıştır. Açtığı bu çığır yüzünden halk şiirine faydadan çok urarı o lm uştur. !Büyük üstat tanınd ığ ı için çağdaşları ve sonraki çağlarda onun g ibi yazmak moda haline gelmiştir. Günümüze kadar gelen mecmua ve cönkl erde en çok yer ona verilmiştir. Onun açtığı bu d i van şiirini taklid yüzünden saz şiirinin eski saflığı ıve d i l i bozulmuştur. Arüz ile yazdıkların­ da pek çok teknik batilar vardır. Kalem şuarası denilen bu tip şiirlerde aynı hatalar görülür. Aşıkların piri olarak tanınan Ö. iki bin kadar şiir bırak­ mıştır. Türk edebiyatı, bu kadar çok ya z an az şair tanır. Hece lle söylediği şiirleri daha başarılıdır. Meydan sazı de­ nilen işık sazını d a çok iyi çaldığı biliniyor. rak Konya Mevlini iM üze s i ve i s t anb ul

Şiirleri birçok kere taşbasması ile basılmıştır. Yazma ola­ Yahya Efendi kü­ tübhineleri n üs h ala r ı en zenginlerindendir. Yen i Türk harfle­

ri ile Sadeddin Nüzhet b a s t ı r d ı : Aıık Ö m er, Hayall ı'e Şiir-

25 7

leri, 1936. Bu kitapta bulunmayan pek çok ş i iri cönklerde gö­ rü l m e kted i r . (C. Öztelli)

ÖMER BEY ( Naııuh Pata - zade) ( "Ömri") (ölm. 1658 ) , Türk devlet adamı, bestekar, şair, bilgin ıve hattatı . Mahlası "Ömri" dir. İstanbul'da doğdu. Vez ir- i azam Damad Güm ülcineli Nasüh Paşa'nın ( idamı : 17.X.l614) oğ­ l u d ur. I. Ahmed'in iKösem Mahpeyker Viiide - Sultan'dan ola n büyük kızı Ayşe Sultan ( 1605 - 1656), 6 izdi vacı n ın ilkini Na­ süh Paşa ile yapmış, fakat bu nikih süri kalmış, Sultan henüz çocuk olduğu i çin, zifif olmamıştır. E nder ün 'da tahsil ve ter­ biye gören Ömer Bey, dergih-ı ili kapıcıbaşılarından, yani p a dişah mabeyncilerinden, sonra Di van - ı H ümayün hicega· nı ndan yani hükümet kitiplerinden, yükselerek Orduy-ı Hü­ mayun ni s an c ısı :( devlet ba k an l ığı müsteşarı ) olmuştur. Bu sıfat la Sadrazam iKöprülü - zade Fazı ! Ahmed Paşa'nın Al­ manya (Uyvar) ve Venedik ( Girit) seferlerine katılmıştır. Ölümüne d üşürülen 3 beyidi tarih kı t'asının son tarih mısraı şöyledi r : Yazdı bin Mushaf-ı ömre ketebe ih meded ( 1068 ) . Bilgin, şair, nisir, müzisyendi. Konağı kültür adamlarının toplantı yeriydi. Nüktedan, zarif bir adamdı. Devrinin mü­ him hattatl arındandı. Sülüs ve nesih'i Tophaneli Mahmud Efendi'den meşk etmişti. İyi bir binende ve m usiki bi lg ini idi. Es'ad Efendi, 22 kadar bestesi o l d uğ unu yazıyorsa da, bu rakam, diğerlerinde olduğu gibi, Es'ad Efendi'nin dinleyip bildiği parçaların sayısıdır. Ömer Bey, Es'ad Efendi ' d en .iki nesil evvelinin bestekarı olduğu i çin, bestelerinin sayı s ının çok daha fazla olduğu muhakkaktır. Zamanımıza eserlerinin biç­ biri gelmemiştir. (Y. Ö . ) ÖMER EFENDI (Bosnalı) (XVIII. tarihçisi. Aslında Bosna'nın Çavuşoğulları

yüzyı l ) , Türk ailesine mensUb

olan Ö. E., Hır vatistan sınırı üzerinde bulunan Novi-i Atıyk' de doğmuş olduğundan, bazı kaynaklarda Novil i olarak tanı­ tılmaktadır. Öğrenimini Saray - Bosna ve İstanbul'da tamam l a­ dıktan sonra memleketine döndü. Bosna eyaletinde m üderr.is­ lik, niibl ik, sonra kadılık gibi görevlerde bulundu. Slata kadısı bulunduğu sırada 1736 - 1739 Osmanlı · Avusturya s a ­ vaşı başlad ı . Bu sa v aş sırasında Bosna beylerbeyisi Hekimoğlu Ali Paşa, :Bosna serhaddinin seraskerliğini de ü stlenin ce, eyi· let halkının ülkenin savunmasını desteklemesini sağlamak üzere karargahında .iaşe işlerini, asker toplama, yol açma ve köprü kurma v. b. hizmetleri yürütmek için eyiletin bütün kazalarının kadılarını toplamış, onlardan sivil bir istişire meclisi meydana getirmişti. İşte bu meclise ü ye olan Ö. de, savaş sırasında, Hekimoğlu Ali Paşa karargahına akseden olay­ l a rı, alınan kararları, vukubulan çarpışma l arı bir tadh çe ola­ rak k a l eme almış :ve böylece Türk tarihçileri arasına katılmış­ tır. Eserini daha s onr a İbrahim Müteferrika, Bosna muharebe­ leri i l e ilgili olarak devlet merkezine gönderilen raporların ı şığı altında derlemiş, Abdtl-i Gazavat der - Diyar-I Bosna adı altında 1i41'de yayın lamıştır. 1293 ·(M. 1876 ) ' te ikinci defa •

A lıı·al-i Gazadt-1 B os11a der - Zama11-1

Hekim oğltt Ali Paıa

adıyla İstanbul'da yayınlanan

bu eserin yazmaları hakkında bk. A. Sırrı Levend, Gazavat Name/er, Ankara, 1956. Ömrünün son larına doğru bilid-ı sitte payesine yükselen Ö. E .'nin memleketi olan Nov i ' de 1153 (M. 1740) yı l ın d an sonra öldüğü söylenmektedir. Eseri, son olarak Kirnil Su •

tarafından sadeleştirilerek ve incele n erek baskıya h azırl a n mış ve Kültür ıBakanlığı'nca yayı nlanması kararlaştı rılmıştır. (İ. Parmaksızoğlu )

258

ÖMER EF E N D i ( Derviş, Tokatlı, Gülşeni)

ÖMER EFENDi ( Dervit, Tokatlı, Gülteni) ( 1 5 4 5 } . 1630 ? ) , Türk bestekarı . İstanbul"da doğdu ve 85 yaşlarında burada öldü. Babası Tok:ıtlı'dır. Kendisinin de Tokafta do­ ğup küçük yaşta İstanbul"a gelmiş olması m uhtemeldir. Gül­ şeni, Es'ad :Efendi'nin kaydı doğru ise aynı zamanda Mevlevi idi. Hanendelikle büyük şöhret yaptı ve sarayın ser - hanendesi oldu. Çok yaşlı olduğu halde IV. Murad'ın •( 1623 - 1640 ) da ser - hinendesi idi. IV. Murad kendisine "peder" derdi. Ev­ liya Çelebi, şahsen tanıdığı ve musiki öğrendiği bu ııatın Kaanuni'nin Sigetvar seferinde ( 1566 ) bulunduğunu ve .çok yaşlı öldüğünü yazıyor. İ brahim Gülşeni 'nin halifesi idi. 8 padişah devrinde yaşadı . Pek çok tale!:ıesi oldu. Vehbi Osman Efendi, bunlardandır. Devrinin büyük bestekarlarındandı. Ay­ nı zamanda . G ül şeni dergahı zakiri idi. Zamanımıza yalnız 3 hineli bir d ini Sakıyi Eve Peşrevi gelmiştir ki "Zakir Sa­ kıyli" diye anılır. Bunu hem Ali Ufki, hem de yarım asır sonra Kantemir, ayrı ayrı notaya almı şlardır. (Y. Ö.)

ÖMER EFENDi ( Kaanüni) (ölm. 1900 ? ) , Arab asıl­ lı Türk müzisyeni . 1865'lerde Kahice'den İ stanbul"a gelerek, Türk Musikisi'nde çok uzun zamandan beri terk edilmiş kaan ün ' u tekrar İstanbul"a soktu. Kaanüni Edhem Efendi ,.e Ziya Paşa, onun talebesidir. Bu suretle XIX. asır sonlarında kaanün, Türk Musikisi'nin başlıca aletlerinden biri haline geldi. Zamanımıza şu eserleri kalmı ştı : Muhammes Karcığar Peşrevi, iBayati ve Nev - Eser Saz Semai leri, Zavil Düyek Şarkı (Ey Padşah-i genc-i nür, medhiye, 2 kıt"a) . (Y. Ö . ) ÖMER HALIM BEY EFENDi ( Prens, Dam&d) ( 16.11.1898 - 1954 ) , Türk müzisyeni ve üdisi. Kavalalı ( Mı­ sır) hinedinındandır. Sadrazam Prens Mehmed Said Halim Paşa'nın ·( 1864 - 192 1 ) küçük oğl u ve Prens Abdülhalim Pa­ şa' nın (b. bk. ) torunudur. ·İ stanbul"da Yeniköy'de doğdu ve burada 56 yaşında öldü. 1912'de Sultan Reşad'ın büyük oğlu Şehzade Dr. Mehmed Zıyaeddin Efendi'nin ( b. hk. ) büyük kızı Behiyye Sultan'la nikahland ı . Ertesi yıl boşandılar. Zifif olmadığı için izdivaç, s üri kaldı . Sultan, Prens' ten 2 yaş kü­ çük ve henüz çocuktu. Sonra Prenses Emine Tosun'la ( 1903 ) 1972'de evlenip 1932'de ayrıldı. 1936'da amca kızı Prenses Emine Hanımefendi ( 1899) ile evlenip ertesi yıl ayrıldı (Pren­ ses Emine'nin 3. izdivacı ) . Prens Ömer Halim, İstanbul"da hayatını geçirdi ve çocuğu olmad ı . Ağabeyi Prens Mehmed Alıdülhalim ( soyası : Türkkan) ·(29.111.1896 - 25.1. 1960 ) tan­ büri, kemini, kemençeci ve violonselist idi. İstanbul"da Yeni­ köy'de babasının sarayımsı yalısında d oğd u ve burada 64 ya­ şında öldü. Asri Mezarlık'a gömüld ü. Evlenmed i . Zengin kü­ tüphanesi ölümünden sonra satıldı . (Y. Ö . ) •

ÖMER HALVETi (Şeyh) (ölm. 1.397 - 1398 ) , Hal­ veti tarikatinin (b. bk. ) ilk piri sayı l ı r. Maamafih kaynaklar­ da Ebheriyye veya Sühreverdiyyeden inşiab eden Halvetiyye'­ nin ilk piri olarak 750 hicride ( M . 1349/1350 ) ölen İbrahim Zihid-i Geylani de gösterilmekted ir. Ö. H.'nin tam künyesi Siricüddin veya Zahidüddin Ebü - Abdullah Ö mer b. Ekme­ lüddin-i Geylani el - Halveti' dir. Geylan'ın E hcin kasabasın­ da doğan Ö. H.'yi amcası K utbüdd in Şeyh Muhammed yeti ş­ tirmiştir. Sühreverdiyye'den olan bu zat ona dini bilgilerle birlikte tasavvufu d a öğretmiş ve tarikat adalı ını talim ettir­ İ brah im Zahid-i Geylani'nin miştir. Ö. H.'nin amcasının müridierinden olması d i kkate alınırsa, Halvetiyye'nin ilk pi­ rinin Şeyh İbrahim'in olması gerekir. Ayrıca Halveti zikrinin de yine bir söylentiye göre İbrahim Zahid-i Geylani tarafın­ dan tesbi t ed ilmiş olması bu görüşü k u n·etlendimıektedir.

-

ÖMER

HULOSl EFENDi

Ancak, Ö. H., ilk defa Halveti nisbesini kullanan bir pir olarak tanınır. Ö. H., aıncası nd;ın ayrı ldıktan sonra bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere Tc!:ıriz, Bağdad, Şam ve Kahice'ye gitti. Bu şehirlerdeki ünlü mutasavvıflarla tanıştı, ilmi gö­ rüşmelerde bulundu ve Mekke'ye giderek orada bir süre müşavir olarak kaldı. Calayırlı hükümdan Şeyh Üveys Da­ had ı r Han'ın daveti üzerine Irak'a gitti. Şeyh Üveys'in 1376'­ da ölümü, onun da Irak' tan ayrılarak Horasan'a geçmesine sebeb oldu. Herafta Zeynüddin-i Hafi dergahında yerleşti ve Halveti 'liği yaymaya başlad ı . Kısa zamanda çevresinde geniş halk kitlelerini t op lamayı başard ı . Ö. ıH.'nin ölüm tarihind� .-ıe ihtilaf vardır. Bir söylentiye g1ire 750 Hicri' de ölmüştür. Ama, onun Herat'a gelişi 1376'dan sonra olduğuna göre bu sürlenti gerçek sayılamaz. ( i. Parmaksızoğlu) ÖMER HAYYA M : bk. HAYYAM.

ÖMER MORASANI (ölm. 1600 ) , Türk bestekarı . Ho­ rasan Türkmenleri'nden olup İstanbul'a gelmiş olacaktır. Ali Ufki' de "Horasani" yerine "Zıbari " gibi bir şey yazılmıştır. Şu eserleri zamanımıza gelmiştir : B.:ıyati Peırel'i I ( Sakıyl ) , Bay.ıti Perred I I (Devr-i Kebir) , B.ıJ•.ıti Peırel'i 111 (Düyek ) ve Bay.ıti S.ı:: Sem.iisi. (Y. Ö . ) ÖMER HULOSI EFENDi, da iki şeybulislamın ad ı .

Osmanlı

İmpara torluğu'n­

1 . Ömer Hulüsi Efendi, Sanıani . zade ( İstanbul 1727İ stanbul 1812 ) , Osmanlı Devleti'nde 94. şeyhulislam olup, 1745 yılında İstanbul kadısı olmuş ve 1750 yılında ölmüş bu­ Efendi'nin oğl udur. l unan Samani - zade Hasan (Hüseyin) İlk öğrenimiııı.i babasının yanında yapm ış ve 1749 yılında Şeyhulislam İsmail Efend i - zade Es' ad Efendi'den ilmiyye rütbesinden olan "rüüs" u elde etmiştir. Devr-i mediris ede­ rek tarik-ı kazaya İzmir .;kadılığı i le başlamış, 1784'te, Kahice kadısı olmuştur. Mısır valiliğinin o günkü anaeşik durumuna ve valileri İcraatta bulundurmayan Kölemen mütegallibelere rağmen, tabiatındaki sertlikten de yararlana.rak bunlara karşı halkın haklarını korumasını başarmıştı. 1 785'te Mekke kadısı oldu. 1790'da İstanbul kadılığına getirildi. Ertesi yıl Anado­ lu payesini ald ı . 1 794' te ise bi ' ! - fi'il Anadolu kazaskeri oldu. 1790'da Rumeli payesini alarak ertesi yıl Rumeli kazaskerli­ ğine tayin edildi. 1801 tarihinde de şeyhulislamlığa getirildi. kendisinden önce Harndi - zade :Mustaf.ı Bu görevde iken Efendi'nin giriştiği medreselerin ıslahına, tarik-ı ilmiyyeni n ehil kimselere açılmasına ve bu görevleri birer geçim kapısı yapan kişileri temizlerneye kalkı ştı. Dürüstlüğü, hak v e ada­

leti savunması hus üsiyle kendi meslekdaşları arasında pek çok d üşman kazanmasına sebeb old u. Ö te yandan S ultan III. Se­ lim' in giriştisi ısiahat projelerini de destekliyor ve bu gibi yenileşme çabalarını küfür sayan ulema ile mücadele ediyor­ du. S ultan Selim'in onu görevinden alması, kendi akıbetini hazırlayanlar için engeli kc-ndi eliyle ortadan kaldırmak gibi oldu. Ö. H. E., görevden alınınca Beylerbeyi'nde bulunan ya­ lısına çekildi. 1807'de Kabakçı olayı başacıya ulaşıp Sultan Selim hal'edilince, ısyanı hazırlayanlar arasında bulunan Şeyhulislam Ataullah Efendi'nin azli Kabakçı Mustafa tara­ fından istenmiş, Valide Sultan da bunu tasvib ederek Atıl­ uilah Efendi yerine Ö. H. E.'yi ikinci defa şeyhulislamlığa getirmişti. Ancak, onun gibi namuslu ve işini bilen bir ada­ m ı n şeyhulislam olması ilmiyeden olsun, a skeriyeden olsun çıkarcıların işine gelmediğİnden bu defa Sekbanbaşı Mustafa Ağa'yı tahrik etmişler, o da U odabaşını, Ağa kapı sına ça-

ÖMER HU LOSl EFENDi

-

ÖMER LU TFl PAŞA (Serdar - ı Ekrem)

ğırmak ertesi sabah Süleymaniye a d usunda ufak bir nümayiş­ ten sonra Ö. H. :E . 'nin azli için Saray-i lıüınay una gitmişti. Sultan IV. Mustafa Ö. nin aziini her ne kadar kabul etmek istememiş ·ise bwıa imkan bulamad ı . İ stanbul'da evi bulun­ madığından damadı Mekki . zade Asım Efendi'nin konağında kalan Ö. ye Ataullah Efendi'nin yetiştirmelerinden Reisül . küttab vekili Halet Efendi gönderi lecek kendisinden bir isti· fa mektubu alındı. Tekra.r yalısına dönen Ö. H . E . ,22 eylül 1810'da üçüncü defa meşihat makamına gt:tirildi. Ancak, ar­ tık yaşlanmış, yaşland ıkça d a daha zor geçinilen, sert bir ih­ tiyar olmuştu. Sultan Il. Mahmud bu temiz insan ı n gün l ün ü alarak, onwı 12 haziran 1812'deki istifasını kabul etti . Ö. H. E.'nin görevden ayrılmasından en çok rüşvet veya ara· cı }'Oluyla bir görev kapma heves:nde olanlar sevind iler. Ö. H . E. ise, kısa bir süre sonra 22 ekimde veLıt etti. Cen:ı· zesi Otl ukçu yokuşu başında yaptırd ığı Kal enderlı.1ne bahçe· sine defnedilmiştir. Burada ayrıu b:r o m i , F.i t i h civarınd:ı da bir mescit inşa ettirmişti.

2. Ömer Hulusi Efendi, Dağıstanlı : U l emaden Abd ull:ıh Efendi'nin oğludur. Usulüne giire medrese eği timini t:ım:ımladıktan sonra, "rüus"luk almış ve devr· i medaris ederek Edirne müftiliğine yükselmişti. Meşriıtiyetin ilinından sonra İstanbul payesini al d ı . 1 9 I .' r te Anadolu payesine, 1914 te de fi'len Anadolu kazaskerliğine getirildi. Az sonra Rum­ eli payesiyle Mahkeme-i Te:ııyiz-i Şer' iyye d airesi reisi oldu. 1918'de İzzet Paşa kabinesinde şeyhulislam olarak görev aldı ise de 14 gün sonra istifa etti. Ali Rıza Paşa kabinesinde evkaf- ı hümayun naz ı rı olarak bul undu. Sessiz ve pol itika­ dı şında kalmayı tercih eden Ö. H. E . 'nin Edirne' de bast ı n i ­ dığı "Beyanat-ı Fetava-yi Ömeriyye f i ' t . Teraikkı ' l . Aliyye" adlı bir fet\':i mecm uası vard ı r . (İ. Parmaks ızoğ l u ) veya HÜSAM ÖMER HÜSAMEDDIN EFENDI MOLLA veya A TlF . ZADE ( İstaınbul 1 i99 1871 ) , Sultan Abdülaziz devri şeyhulislamlarından biri. Ö. H . E . , Sul­ tan III. Selim zamanı ulemasından Cemal Efendi'nin oğlu­ d ur. Vefa'd,_ zengin bir ·kütüphane kurmuş bulunan Reisü'l · küttib Atıf Efendi de büyük dedesi olduğundan Atıf . zade diye tanınmıştı . ilmiye sınıfına mensub olduğundan 1 80-1'te daha beş yaşında iken "Rüus-i h ümayCın" tevcihine m azhar olarak "beşik uleması" arasına katı lmıştı. Daha sonra usulü­ ne göre müderrislik dereceleri a l d ı . 1 R.t8' de kendisine Sela­ nik ·kadılığı ile taşra hizmeti veri l d i . Bilad-i erbaa mevleviyye­ tini • ( bk. MEVLEVİYYET) almadan daha yüksek bir paye olan "Mekke" rütbesini ald ı . Evk:ıf m ü fetti ş l iğ i w:kaletine getirildi. 1849'da Edirne vilayeti yeniden teşki l cJilirken, bu viiiyetİn Meclis-i Kebir üyeliğine tayin edild i . 1850'de aynı şekilde Bwsa vilayeti Meclis-i Kebir üyesi oldu. "İstanbul" payesini aldı. istanbul'a dönü şünde ise, .Mecl is-i Kebir-i Maa­ rif üyeliğine tiyin edildi. Eski kazaskerlerden Rüşdi l\Iolla'nın başkanlığında teşkil edilen Meclis-i İ lmiyye'ye ( Encümen-i Da­ niş) İstaınbul kadısı Tahir Efendi, Ratip Bey ve C�vdet Efen­ di ( Paşa) ile birlikte seçil d i . 1 859' d a An:ıdolu ve 1R6l'de Rumeli kazaskeri oldu. Şeylıulisl:im Mehmed Sideddin Efcn­ di'·n in Meclis-i V ü kela'da yolsuzlukl:ırı ve urgunsuzlukl:uı söz ederek m ün akaşalar açması üzerine, 1 863'te Fuad Paşa'nın ikinci sadaretinde, iyi huyl u ve yumuşak baş l ı ileri gelen ulema arasından şeyhulislamlığa tercihan seçilmişti. Gerçekten de üç yıl kadar s iiren bu görevinde Meclis-i Yükeli'da mü�kilat çıkarmadığından, gerek S ultan Abdülaziz, gerek na· zırbr ve sadrazamlar t:ırafı ndan t u tulup sevilm i ş t i . Mecburi süreyi doldwunca resmi hap ıtan kesin o l a rak ayrı l d ı . Öm·

259

rünün sonunu yalısında sakin bir şekilde tamamlad ı . 187l'de ö lünce cenazesi Üsküdar'd a dedesinin yaptırmış olduğu hazi· reye defnedildi. Ö. H. E., halim Ye selim tabiatıyle kendisini sevdiren, İcraatında fevkahidelik görülmeyen bir şeyhulislam olarak tanınmıştır. Tarih ·ve ensab ( soy bilgisi ) üzerinde de­ rin ve gen i ş bilgiye sahip olduğunu Cevdet · Paşa, Tezakir a d l ı escri.'l dc bel i rtmekted i r . ( İ. P:ırmaks ı zoğl u )

ÖMER LUTFİ EFENDI ( Bodrumlu) ( Bodrum 1817 · İstanbul 1897 ) , II. Sultan Abdülhamid devri şeyhulislamla­ rımLın. Bod r um i l çesinin Sancl i nı a küründe doğmuştur. Ba· bası Hacı Mchmed Efend i rençberliklc ıığra�makta idi. İlk öğrenimini memleketinde yaptıktın son ra İstanbul ' a gelip Ak· şehirli Ömer Efendi'den ü,L;ren i ın ini tamamlayarak icazet al­ d ı . 1850'de "rüus" imtihanını kazanara-k "i btidii-i Mric" pa· yesiyle müderris o l d u . Usulunc ,ı; Ü1'e m üderrislik payeleri ala­ r:ık i l i m ve fazileti i l e ken d i s in i tanıttı . 1 86l 'de Şehıide Yu­ suf İzzeddin Efend i'n i n i>ğretmen l iğine tiiyin edildi. 1865'te Tophine m üftiliğine, bir y ı l sonra da B ilad-i hamse mevleviy­ yetine y üksel tildi (bk. MEVLEVİYYET) . 1 868'de Dir-ı Şu­ ra-yi Askeri m üfti liği ile Meclis-i İntihib-ı H ükkimişşer'i üyeliğine tayin edildi. B u sırada "Haremeyn" payesini aldı. 1869'da ise "İstanbul" payes iyle değerlendirildi . 187l'de de Meclis-i Tedkikat-ı Şer'iyyc üyeliğine g�tirildi ve o günlerde Anadolu kazaskerliği payesine y üksel ti ldi. 29 Aralık 1889'da Kamil Paşa'nın sadiretinde şeyhulisliml ığa tayin edildi. Tem­ muz 1 89l'de Maks udiye Hin'ı davasını fı rsat bilerek, "mak· sud" sözünün A rapça'd a "muracl" anlamına geldiğini, bwı­ dan da Murad Han'ın ymi, S u l tan V. Murıi d'ın kasdedildiği­ n i j urnal eden .Meşihat Mektupçusu Cemaleddin Efendi, S ul· tan Abdülhaınid üzerinde korkunç bir vesvese yaratmıştı.

Padişah bu j urnal üzerine lı ükumete derhal işten el çektirmiş, nazıriarın herbirini birer vilayete tayin ederek istanbul' dan uzaklaştırmış, Sadrazam Kamil Paşa ile Ö. L. E . de kendi evlerinde güz a l tına alınmışlard ı . Böylece resmi hayatı sona eren Ö. L. E . , 22 Nisan 1897 günü vefat ederek, Çamlıca'da yeniden inşa ettirdiği cami haziresine defnedilmiştir. Ö. L. E . ' nin bilgisi ve fazileti, devrinin uleması arasında tek sayı· lacak bdar üstündü. Arapçayı da, pek iyi bil iyordu. Yazma halinde Arapça bir Akaaid şe,.hi ile Hayali' ye Miinevvihat adı ile yaptığı matbu bir haşiyesi vard ı r. ( İ . Parmaksızoğlu )

ÖMER LUTFi PAŞA (Serdar-ı Ekrem ) (Piaşki/ Hırvatistan 1806 . İstanbul 18i 1 ) , XIX. ıyüzyılda "serdar-ı ekrem" unvanını alan iki Türk komutanından biri ( öteki için bk. ABDÜLKERİM NADiR PAŞA) . Macar, Hırvat karışığı bir a i l eye mensuptur. Müslüman olmadan önce taşıdığı ad, Mahaylo Latos idi. Öğrenimini Avusturya

imparatorluk Harb

Akadem isi'nde Subay olarak

tamamlam ı ştır. Avusturya ordu­

sunda gürev aiJıktJn kısa bir süre

sonra,

1828' dt> Osmanlı

Devleti Jıiznıctine

gird i . Rab-ı

Seraskeri ' d e alay emini o l arak görev ald ı . Bu s ı rada dinini değiştirerek Müslüman olup

Ö. L. adını taşımaya Yabancı dil san'atını

başlad ı .

bilmesi, askerlik

Avrupa' da öğrenmiş

bulunması sür'atle terfi ini sağ-

ÖMER LUTFI PAŞA (Serdar-ı Ekrem)

2 60

ÖMER LU TFİ

PAŞA ( Serdar - ı Ekrem ) ÖMER RÜŞDl

!adı. Bir ara Veliahd Abdülmedd Efendi'nin öğretmen liğinde bulundu ve mirlivalığa kadar yükseldi. 1 840' t:ı yapılan ten· sikatta rütbesi miralaylığa indirildi. 184l'de Kavalalı Mehmed .Ali ıPasa'nın boşaltmış bulunduğu Lübnan'da Osmanlı idare­ sini yeniden te'sis etmek üzere Serasker Sırkatibi Mustafa Nu­ ri Paşa'nın maiyyetinde Beyrut'a gitti . 18-!2'de Sultan Abdül­ mecid'in de izlediği bir manevrada,- komutanlardan birinin açıkça yaptığı hatayı kendini tutamayacak manevra alanına girip düzeltmesi ile Padişihın dikkatini çekti ve eski rütbesi kendisine iade edildi. Daha sonra ferik oldu. 1848 Macar İhtilili'ı:ı1n Eflik'e sirayet etmesi ve Rus kuvvetlerinin Avus­ turya İmparatorluğu'na yardıma kalkışması üzerine Bükreş'e sönderilmiş bulunan Fuad Efendi'ni.n {Paşa) isteğiyle düzen­ lenen kuvve-i seferiyye başında Eflik'e girdi. Eflak'in geçici olarak işgalini başarı ile yürüttüğünden rütbesi müşirliğe yük5elti1di. ;Eflak'in tahl iyesinden sonra Rumeli müşiri ola­ rak Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Yarımadası'ndaki kuv­ vetlerinin komutanı oldu. 1852'.de ilk Karadağ :İsyinı'nı ba­ şarı ile bastırdı. Rus Çarlığı ile bir savaş ihtimali başgösterin­ ce ordusunu Şurrınu 'da topladı. Padişah' tan aldığı ferman ge­ reğince ıMernleketeyn'e girmiş bulunan Rus ordularına karşı harekata g irişti. Bu savaşta Rus ordusunun faal iyetini dikkat­ le izleyerek tili çarpışmalar için birliklerini şuraya buraya dağıtmadı. Hatta Silistre'yi müdafa' a eden meşhur Musa Paşa'nın irodat istelderini de b u sebeple dikkate a lmadı ve Paşa'nın onun hila kifir kaldığı yollu yazıl ı hakaretlerine gü­ lüp geçti. ö. L. P., Mlısa Paşa'nın Silistre'yi düşmana tes­ lim etmiyecek bir yürekte olduğunu gayet iyi biliyordu. Ha­ z.ırladığı kuvvetlerle, Ruslar' ı n Vi din üzerinden sarkara k, Sırhistan hatta, Makedonya Hıristiyan ahilisi ile birleşmele­ rini engellernek maksadı i le Tuna'yı geçti ve Rus ordusunu 1853'te Olteniça ( Ol tenita ) Muharebesi'nde ağır bir bozgu.na uğrattı. Bu sur.etle Vidin ve Kalafat'ı tahkim etmek fırsatını elde ettiği gibi, ertesi yıl kazanılan Çatana .Muharebesi ile de Ruslar'ın Memleketeyn'i boşaltmalarını Ye kuvvetlerini Prut ırma&ı arkasına, Besarabya'ya çekmelerini sağladı . Bu arada .Avus t urya ordusunun müdahil olarak Memleketeya'in Boğ­ dan kesimini işgal etmesi sonunda Ö. L. P.'nın Ruslar'la te­ mAsı kalmadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun m üttefikleri olan Fransa, İngiltere ve Piyeınonte kuvvetleri bu durumda Kırım yarımadasında Sivastopol kalesini hedef olarak seçmek zo­ runda kaldılar. Ö. L. P. da Türk kuvvetlerini Ferik Rüstem Paşa koroutasında Yama'dan Gözleve'ye nakletti. 1855'te gönderilen bir ferman üzerine "sardir-ı ekrem" unvanıyle �ırım'a geçti. Daha sonra İngiliz Vilyams Paşa'nın ısrirı üzerine ordusu ile Batum'a çıktı ve Mangırliye'de karargahını kurdu. Rus kuvvetlerini İngur ırmağı boyunda yenmesine ve Kütayis'e kadar ilerlemesine rağmen Kars'ın düşmesine engel olamad ı . Paris andla�masında.n sonra Kürdistan ıslahalına me­ mur edildi. Irak ve Hicaz ord uları müşirliğinde bulundu. Bir ara Bağdad vililiğini de üzerine aldı. İstanbul'a dönünce iki defa serasker ıkaymakarnlığında bulundu ve 1862'de patlak veren Hersek İsyinı'nı bastırmaya, asilere yard ım eden Kara­ da& kuvvetlerini tenkile memur oldu. 1866'da Girid İsyinı'nı bastırmakla görevlendirildi. Asi leri Apokron ve La�it'te ye­ nilgiye uğrattı ; fakat, icraatı Avrupa devletlerince hoş karşı­ lanmadığından geriye çektirildi . 1 868'de İst:uıbul ' a döndü. 1869'da Hassa Ordusu müşiri oldu. İki yıl sonra mayıs 1871'de vefat ederek cenazesi, Eyüp'te defnedildi. Modem teknik bilgilerle teçhiz edilen T:.·l'

� ;/;, t.....\... ,.,.: . . t"



...,�-

t. ,.�.,• .....!- � , ,..."'!' J"):.

-'A" ,: ,ı :. •

� -.: ••

. u!.c'���- ::.:� �., � :�,.) -=...: ;: ...4L....

büyük

uya n dı rm ı �

edebiyatımızda

:.� . • •:.ı \ . -

geni�

ve ve

tartı �ma aç-

ÖMER SEYFEDDIN : el yazısı ile bir manzumesi

·

Makale, cidden mühim ve yepyeni görü�ler getir-iyordu.

ayırm ı�tı r . Yazıda, önce, dil meselesi ele alınıyor: "Eski Asla konu�ulmayan, Latince ve İbranice gibi , yalnız kendisi ile me�gul olanların zevk ve idrakine taallük eden bir �ey ! . . Size bunun tarihini çabucak çizelim . Biz, Asya' dan garbe, An ad ol u' ya hicret e tın i� iz . Din ve edebiyat bize Arabi ve Farisi öğ retm i � . Hatta, bir zam an lar, resmi l isin ı m ız Farisi olduğu gibi, bi r pidi�ihımız da Arapçayı bize umünıi ve milli bir !isan olmak üzete kabül ettirm eğe kalkmış. H i cr et im i z i n ilk asırlarında Arabi ve Farisi birçok kelimeler l i s a n ım ı z a girmi�. iBunun :kat'iyyen zararı yok. U­ kin edebiyat, san'at ve d o layı sı yl e tezeyyün fikri :Arabi ve Fari si kaideler de getirmi � . Türkçe muvizenesini gaaib etmi,. Tabiata muhal if ve son d er ec e sun' i bir hal kesıb etmi ş. Fa· kat, nasılsa, yine aslını, esası olan fiil ler ve s igal arın istikli· ! ini muhifaza etıni�tir. i�te bu istiklildir ki bugün bize Türk· ç ey i tekrar eski s i fi y et ve s uh ületine, tabi i l iğ i ne irci etmek ümidlerini veriyo r" d i yerek esk i dil i n ne olduğu üzerinde duran yazar, onun geçmişini ve uğradığı değqikl iji ve bu d eğiş i k l iğe sebeb olan etkileri sıralıyor. Gene de, bu deji�en dil, b ün yes inde bazı esas un s u rl ar ını saklamasını bilmiştir. Ya za r, bu unsurlardan hareke t etmek ister. Arkasından ede­ b iyatımı z ın durumuna geçen yazar, onun bir ta.klid edebiyat olduğunu belirtir. Bu devreyi de ikiye ayırır : .ı. Şarka Doi· ru, 2. Garb e Doğru. Önce "Şarka Doğru" meselesini açıkla­ yan yazar, bu konuda Dh•in edebiyatını tmkid eder. Yazar­ Adı Yeni Lisan olmakla beraber, edebiya-ta da geni� bir yer

!isan nedir ?

ların, Türkçe divanlar yanında, bir de, �öhret ve iktidar ka­

z an m ak için Farsça d iva n lar yazdıklarını belirtir, bununla da,

o edebiyatın "gayr- ı mi l l i " o ld uğ unu i leriye sürer. Arkasın· d a n , "Milli E d eb i y a t" ın ne olduğun u anlamala çalı�ır. Tan· zirnit edebiyatında görülen yenilikleri ve eski edebiyatı

sa­

Fünün edebiyatını da tamamiyle t a kl i d ç i bir edebiyat olara:k va s ıfl an dırır. ÜsteliC, S ervet- i Fünlıncuları Tanzimat e d ebiy a tı ile ba�lamı� olan dil­ de s id ele�m e hareketini durdurmakla suçlar. Fecr-i Atı Topluluğu'nu i se, yeni bir �ey getirememekle ithim eder. On l arın da, Servet-i Fün ün cul arı taklid ettiklerini ileriye s ü rer . Ancak, aynı nesilden oldukları .için, kendi saflarına çekme dü�üncesi ile onl ar a yüklenmez: "Evet, ümidimiz on· lardadır. iEskilerin hep.si öldü. Dünküler felce uğradılar. Ar· tık, yegane nasibleri ö l üm d ür . Eski listint yaılllan b11giJn 'Bugünküler'indir. On la r ı n dünküleri ta:klid etmekten vazgeç· tikleri dakika, hakiki bir fecr olacak; onları n sayesind e, yeni bir J is i nl a terennüm olunan milli bir etlebiyal doğacaktır" . vunanların

azaldığını

söyler.

Sei'Vet-i

Ö. S. o güne ka d arki Türk edebiyatını kısaca öıetledik· t e n ve t enki d ett ikten sonra sözü, üzerinde asıl durmak iste· diği " d il " meselesine ge ti rir. Mi ll i bir edebiya t yaratabi lmek için, önce, milli bir d i l yaratmanın ş art olduğunu ileriye sürer. Eski l isi n ın hasta olduğunu "Hastalıklar'' ba� lıjı al· tında

belirtir.

Osmanlıca'nın

yabancı kelime

ve

kaidelerle

yüklü bulunduğunu, bundan dolayı da onu kimsenin anla· madığını, basılan ki tapları n ise pek az okund uğunu, bu du­

ru md a okuma zevkınİn yaygınl�amadığını, 30 milyonluk bir memlekette bir gazetenin 30 000 nüsha satamadığmı belirttik· ten sonra, dilde bir "tasfiye" h areketinin zarüri old-uğunu i leri ye sürüyor. Ancak, bu tasfiye hareketinde mütereddiddir. " Tasf i ye hareketini yapabilmek için, Türk Derneği'nin pe�i· ne ta kıl ıp, Orta. As ya' d ak i ırkda�larımızın yanına mı döne· J i m ?" sorusuna: "Hayır ! " renb ı n ı verir. iBöylece, eski Türk l ehçelerinden yen i kel imeler yapı lmasını istemez. Ayrıca,

ÖMER Türkçede

y erle�mi� o l an

.Arapça

ve

Farsça

kel imelerin

SEYFEDDİN de

atı l am ıyacağı nı söyler ; üstelik, aruz yerine h ec e ' n i n d e kuila­

çesi en tabi i

n ı l am ayacağı nı savunur. "Konu�tuğumuz !isan, İstanbul Türk­ bir l i s ind ı r" diyerek, yapılacak tasfiyenin esası­ nı a ç ı kl ar . iKli�ele�mi� ve terimle�mi� terkibierin dı�ında ka­ lan ve s ı rf san'at yapmak için k u i i anı l an bütün tertibierin atılabileceğini söyl eyere k, yazı dili ile konuşma d i l i n i birle�­ tirmenin en t utarlı yol o l d uğ u üzerinde ısrarla d urur. Arka­ sından, tasfiye hareketinin h a ngi esaslar dahilinde yapılabile­ ceği .k onusuna geçer. Dilde y e rl e ş m i ş yabancı terkibler i l e te ri m m i:h iyeıt in d ek i terkibiere dokunulam ayacağını, çünkü on­ ların terk i b v a s fın ı kaybed erek bir tek kavram haline geld ik­ Ierini belirtir. S on ra da, tasfi y e için, şu üç noktayı göz önün­ de bulundurmak gerektiğini s öy le r :

1. Arabi ve J"a r i si ·kaidelerlc yapı lan bütün terkibler terk olunacak. Tekrar ed el im : Fevkalade, hıfzıssıha, darb-ı mesel, sevk-ı t abi i g ib i kli�e olmu� �eyler müstesnL . 2. Türkçe cem' ( ç ok l uk ) editından başka, kat' iyyen, ec­ "İhtima.I:it, mekatib, n ebi cem' ed atl a rı kuilanılmayacak : me'mılrin, h a s tegin " yazacak ye rd e "�htimiiier, m ekt ebl er, me'murlar, hastalar" yaz acaks ı n ız . Tabii "kainat, inşaat, maa­ liyyat, aıhlik, müslümin" gibi klişe haline gelmişler müs­ tesni... ı

3. Diğer Arabi ve Fa ri s i edatları d a atacaksınız. "Aya, m i n, an, ender, bi, beriy, bi, na, t e r, çe, çend, zehi, ali, fi, keenne, gih, kir, g i n, isi, veş, ver, n i k, yar" gibi edatlar teriı: ol un acak ; ancak tekeilüme geçmi�, temamiyle Türkıçel�mi� olan "amma, � iy ed , �ey, :ke�ke, lakin, naşi, he­ min, hem, henüz, ya n i" gibi l e ri kuiianılacak. Unutmayalım ki, terk olunmasını arzu ettiğimiz b u edatlar kuilanılsa bile terkib k a i d el eri gibi l i s a nın tekeilüme giren "san' atk:ir" g ibi ke l im eleri s erbestçe s öy l e r ve yaz abi l i r i z " . Bu şekilde madde haline gelmemi� ancak, belli esaslar dahilinde yer alan bir nokta da, Türkçeye g i ren yaba n c ı kelimelerin kendi gra­ merierindeki h üvi ye t le ri ile değil, Türk ç en i n yapısına gö r e kullanılması meselesidir. Bu ke l im e l er in , a rt ı k , y ı i l arca kuiia­ n ı l a kullanıla Türkçenin malı olduğu inancındadır. Yazar, makalesinin s on und a, bu hareketin t am am en milli bir h are­

ez,

ket olması s ebebiyl e, buna milletçe katılmanın g ereğ i üze­ rinde durur, bütün aydın gençleri bu uğurda çalışınağa di,·et eder. Gen e Yeni IJıan · ( Gen ç Kalemler, sayı : 2 ) adlı i k i nc i yazısında Ö. S., ilk yazısında eksik kalan noktaları t ama m l a ­ dığı g ib i , bizı noktalarda da a ç ık l ay ı c ı bi l g i l e r veriyor. Bi­ rinci

m a ka l e d e yer almayan bir husus ol arak, Yeni Li san ha­ reketinin sadece bir di l meselesi olmadığı, onun aynı z aman­ d a s os y al bir divi olduğu üzerinde de d u r uluy o r : "Fakat Yen i Lisin, Türkler i ç i n, sade bir e d eb i ya t meselesi değildir. O, her � eyd en evvel, bir !isan, bir hayat meselesidir. Ş üphe­ s iz ki, kılı ç bi r ihtilal yapar ; o ihtilalin arkasından b i r inkı­ Ub d oğ uran , ancak "kalem" dir. 1 0 Tem muz 1324/23 Tem­ muz 1908 ile ya�amağa nasıl büyük bir hakkı olduğunu gÖ!teren milletimiz, henüz bir şey olmamıştır. Anadolu, bu

zavallı toprak hala harabdır,

hala

ma ar if nedir,

bilmiyor ;

dünkü Iisinsa, onu kurtaramaz ; çünkü ona yabancıdır, veya yaba ncı kalacaktır" der>ken, o dönem i ç i n o l d uk ç a yen i ve

i l eri bir çıkı� yapan Ö. S., e s ki nesillerin bu harekete karşı muk:ıvemet göstel'melerini tabii bulur. Ancak, yeni lisanın

y akı n d a bu

taplar.ın okullara gireceğ i n i , yrni n es i l l erin b u d i l e sahib ç ı ­ h ı z l a geli�eceğini savunarak

kacağını i l er iy e sürer.

d i lle

yazılmı ş

ki­

Bu arada,

Ö.

S . ' in

çelişleiye

dü�tüğü

bir noktaya

265

dokun·

bu i kinci makalesinde, "Milli Ede· biyat" kavramı üzerind e geniş bir açıklam a y ap m ak i sti yor . Önc e, "milli ! i s a n " t eri m i n i y en id en ele alıyor. " ( m il l i ) ta'­ b i r i nd en bizı Iisin bi l m ez g a z etec il eri n, po l i ti kac ı l arı n anla­ dığı m a' ni yı murad etmiyorum. Onlar, miilet kelimesini ( ka­ vim) m a' n a s n d a kullanıyorlar. . . Bizce millet, siyisi bir nü­ fuza, yan i bir .(devlet kuvveti ) 'ne malik bir cemiattir. Bi­ n a en al eyh , ·(Osmanlılık) mutlaka bir milletdir. Fakat Türk, Rum, Kürd, Arnavud, Bulgar, Ermeni unsurları gibi Osman­ o l un an heye tler bire r lı m il i etin i n ict i m a i b üny es i n e a ih i l

makta fayda var. Yazar,

ı

m i l le t d eğ i l , b ir ( k av i m ) · d en i ba rett i r. Os m anl ı s i yase t i , b i r c

kibi bir cürm, bi r ciniyettir. Lisin ve ed ebiyi ta gelince, bun­ m i i li

s i y as e t t i r ; k a vm iy ye t es a s ı n a mü s teni d b i r s iya s et ta'­

l a r ancak '( kavmi) olabilirler. Osmanlı lisinı, (Türk Iisinı ) '·

d ı r . Osmanlı edebiyatı, · ( Türk edebiyatı ) 'dır. Fakat Osman l ı

miiieti, (Türk milleti) değildir. Osmarılı mil le t i, Türk mil­ let i de dahil olduğu hi.lde, b ir çok kavimleri mü ş temildir. iBir T ü r k , siyasi hayat i'tibirıyle, Osmanlıdır; fakat ictimii hayat i ' t i ba rııy l e Rumdur, Arnavuddur, Arabdır, Ermenidir" derken bu­ görüş le k arş ım ız a ç ı k ıy or . Milliyet ve edebiyat konuları üzerind e dikkate değer olan bu d ü ş ün ce l eri n bazı çelişen nokta l arı nı da gözden ka­ ç ı rm am a k gerekir. Eğer edebiyat, mill i tabiri'Yle bir araya ge· Iemi yors a ilk m a ka l e d e "milli edebiyat" ti:biri neden lruila· n ı l m ış t ır ? "Kavmi e d ebi y a t" d em ek g erekird i . Millet tibi· rinden bir milletler topl ul uğ u anlamını çıkal'mak, Batı kültürü i l e yakından ilg i l i olduğunu ileriye süren bir topluluk için, yad ı rg an acak bir husustur. çünkü, iBa tı , xvnı. yüzyıidan b a ş l ayar ak, bugün kullandığımız minida, bir m il l i yet bvia­ mına eri şm i � ti . Mi ll iye t fikri bize Batı'dan geldiğine göre, yazarın ora d ak i milliyet kavramını b i lm es i gereki r . Burada dikkat edilecek nokta yazarın, o g ün k ü siyasi şartlara bailı bulunduğunu, yani Osmanlı İmparatorluğu'nu dağıtacak bir m i ll i y e t anlayışına yana�mak istemediğini açıkça belirtmi� ol­ masıdır. Yer y er ed ebiyatın s i y ase t l e ilgili bulunm ad ığ ın ı be­ lirten Ö. S . , g en e de siyisi te'sirler altında kalarak, milli ed e ­ biyatın açıklanmasında, k en d i ke n d i ne ç e l i şki v e d ü $m ekten g er i k alm am ı ş t ır . Bu husus bir yana, r--------------. g en e l o l ara k de ğ erl en dirildiği anda, Ö. S. Osmanlıcanın Türkçe�----------------_. I e � m csinde ve d i l in kenÖMER SEYFEDDIN : imzuı di benliğini kazanmasında öncülük görevini yüklenmi� bir yazardır. Bu görü�ler·ini p ek i� t i rmek için de, hikayelerinde, oldukça Türkçe bir dil k ul lan mı �, bunu -y ap ark en de hiç bir zorlama­ ya girmcmiştir.Okuyucunun karşısına g a ye t tabii v e canlı bir anlatımla çıkm ıştır. llğer onun T ü rk edebiyatındaki yeri h i ­ kayeci olarak belirlenmi�se, veya o Türk hikiyeciliğinin ön­ cüsü sıfatım kaz a nm ı ş s a, bunlarda anlayışının payı büyüktür. O, y al n ı z bizim edebiyatımızın hikaye .üstadı olarak ka l ma­ mı�, Batı diJlerine de çevrilen eserleri ile ününü yaban c ede­ gün k ü miUiyet an l ayı ş ımı zd an fark lı bi r

ı

ı

Eserleri : Eıhab-ı Kehfimiz ( 1 9 1 8 ) , Harem '( 1918 ) , E/rıiZ Be.'l ,( 1919 ) , Yalnız Efe ( tefrrka, Büyük Meaniıa, 1 9 1 9 ) , Yiilmk. Ökıeler ( 1932 ) , Gi;;/i l'rf.lbed ( 1923 ) , Bah111 r ı·e Kelebekler ( 1 92 7 ) , Beyaz La/e ( 1938 ) , Aıil - zade/tr biyat çevrelerine de d uyurmuştur.

266

��\; · ika, Rusya (mucit sertifikası ) , İsviçre, İspanya, Avustral.ya v e İsveç. ( 0 . YiiJcsel ) •

PATHt, Cbarlea (Chevry Cossigny, Seine . et - Mar­ Monte Carlo 1957 ) , Fransız fonograf ve sinema ·

ne 1863

·

PATİNAJ oncusu. İkis-i de mühendis olan P. ve kardeşi EcnjJe P., Hen­ r i Lioret i l e birlikte Fransa'da fonograf endüstrisini kurup ( 1 894) geliştirdiler. P. Joinvil le'de ilk film fabrikasını kur­ du · ( 1905) . Fra!lsa'da 1909'da, Amecıika'da 1910'da sinemalar açtı. Bütün dünyada sinemanın ge11?mes·ine ç alışt ı . İki P . kar· deşin 1896'da kurduğu Societe Freres P. (P. Kardeşler Derne­ ği ) 'den 1940'da Paris'tc: doğan dernek, P. Cinema, Societe Nouvelle P.C.S.A. adı!lı taşır ve 1030 i?çi kullanır. (V. Örs) ( Fr. patinage, İng. ice skating) , tabanına PATINAJ özel olarak çel ik bir altlık tutturulmuş pabuçlarla buz üzerinde kayma san'a-t ı. P.'ın çok eski bir geçmişi vardır. Tarihi en azından VIII. yüzyıla kadar uzan­ maktadır. Bugünkü P.'ın menşeinin ilkel İskandinav­ ağaçtan yapma yalılar' ın kar pıtbuçlarından gdmiş olması muhtemeldir. İlk patentler kemikten yapılıyor­ d u . Sığır ve geyik kemik­ leri, hatta koyun veya da­ ha bü)"ük hayvanların ke­ mikleri d üz bir kayma ze­ mini elde edilineeye kadar şekiilendiriliyor sonra bunlar,

(sıçrama figürü)

sırımlarla ayağa bağlanarak üzerinde kayılıyordu. Bu çeşit patenin en eski örneği İsveç' te Bjorko' da bulunmuştur. Bjorko, VIII. - X. yüz­ yıllarda gel·işmiş bir şehirdi. Londra'da da 1841 yılında uzun­ luğu 25 cm'den biraz fazla olan ve hayvaın kemiğinden ya­ pı lma bir paten teşhir edilmiştir. Bu kemiğ·in bir ucunda pateni başpamuğa tutturacak bağın geçirilmesine yarayan bir de deli k vardı . Buz

P.'ı

XV .

yüzyıl­

da Avrupa'da yaygınlaşmış,

Brueghel XVI. yüzyılda P. resmini yapmış­ tır. Başka kudretli ressam· ların da çeşitli P. figürle­ rini yapan kayakçıların re­ simlerioi yapması P.'ı ölüm­ süzleştirmiştir.

yapanların

P.'da

metal patenierin

ne zaman kullanıldığı keSlin olarak

bilinmiyor ; ancak

Holanda"da çok eskiden ba· sılan kitaplarda metal pa­ ten görülmektedir. Yalnız patenierin buza gelen sathı çok enliydi . XIX. yüzyılın ortalarına kadar doğruya buzla

doğrudan

PATINAJ : Artisti k patinaj (havaya kaldırma figürü)

temas eden bu metal kısım önce ağaç bir

temele oturtulur, sonra paten bütüniyle ayağa bağlan ırd ı . Bu ıiş için sırım kullanılırdı. 1800" lerden sonra paten yapımında deği �klikler oldu . 1850'de tamamı çel·ikten yapılan paten ler kullanılmaya başlandı.

PATİNAJ - PATLAYICI MADDELER

433

PATINAJ : Artiati k patinaj (ölüm dairesi figürü) Daima kışın yapılan P., mekanik soğutmanın keşfi ve dondurulmuş pistlerin yapılmasıyla Avrupa ve Amerika'da ge­ niş ölçüde yaygınlaştı ve her mevsim yapılan bir spor hil-ine girdi. Mekanik soğutmalı ıilk kapalı P. pisti, 1876'da Londra' ­ da açılan ve Gladarum adını taşıyan pisttir. Bu i lk buz pisti 7 m x 1.2 m boyutlarmdaydı . .Amerika'dak!i ilk kapal ı P. pisti de 1879'da New York' ta, Madison Square Garden'de açı l d ı . Bu pistin yüzölçümü 552 m2 idi. Buz gösterileri : Biraz gelişmeye başladıktan sonra P . 'dan bir gösteru ııın s uru olarak faydalanılmaya başlandı. İlk zaman­ ların amatör buz :karnavalları, zamanla yerini profesyonel buz gö9terileriıne bıra.ktı. Patinaj san'ztçı ları, parlak ışıklar, gös­ terişlıi kost üm ler, özel bir m us.i!ki ve yönetirole halkı büyüle­ ıneye başladılar. XX . yüzyıldaki bu gelişmeıııi n hala hatırla­ nan öncü ·şovlarından "lces Follki leri hiç bir zaman yasak etm ez . Tam tersine lcıü­ çük ç o cuk lar ı n gastro - a n te rit ( m iğde bağırsak iltihabı ) ' leri­ ne karşı su lu P. kullanılır, y a n i çocuğa süt yerine k ayn amı ş su ( ş e k er l i v ey a ş eker siz) içirilir. Hafif P. iki e lem anı içine a l ı r : 1) besleyici yiıyecek payının biraz veya geniş ölçüde kı­ s ı t l an mas ı ; 2 ) >bazı y i yecek maddelerinin verilmemesi. Mesela sütlü P.'de sütten ba Ştka yiyecek maddelerinin hepsi yasak edilir. Klorürsüz P.'de, hemen ·hemen y iyec ek ler i n h epsi n e izin vard ır, a n eaik tuz yasaktır. Şeker hastalarının P.'inde, okarhon h i d rat l a r az:ıltılır. Az otem i k ' J e r P.' inde, etli veya azo t­ l u maddeler bwkımından zengin yem ekl er azal tılır. Maksat, bu d urumların hepsinde, hastaya, kuvvet ve beden yap ı m ı i htiyaçlarını göz önünde tutarak, ona zarar vermeyecek y iye ­ ce k l er ve rmekt i r . Eskiden, gerek tıbda , g er ek baytarlıkta P. ve kan a l m a geniş öl çüde kul lanı lırd ı . Modern görüşlere göre bu iki te­ davi yönteminin önemi azalmıştır. Hayvanların hayret uyan­ dırıcı iç güd.üsıü, hastalık dur.umunda onları kendiliğinden P.'e götürür. Yemeok isteği yine kendini gösterince, hayvan­ Iara y iy ec ek \ ermeli, ama mikdarı tedricen artırmalıdır. B a zı ev ·kö p ek l er i bu bakımdan içgü d ü l e r i n i kısmen kaybetmi ş ti r . hastalıklar durumunda b unl a ra P. vey a G a st ro en tes t i na l yarı P. uygulanıaık y eri n d e o l u r . ·

PERI, Jacopo ( Roma 1 56 1 - Floransa 1633 ) , İ ta l y an k omp ozitör ü . Medici' lerin sarayında musrki idare memuru ol ­ m uştur. G. Caccini ile beraıber Floransa musiki ekoHiniin bü­ yük ü sdad arı ndan biridir. İlk operayı onun yazm ış olduğu ri­ vayt:t ed i l ir. Bu doğru o l mas .ı da P., h e r ha l de operanın kuru­ L u l arından biri d i r .

bu

büyük koluna P. S. dm.ir. Kcıban baraj gölünün o lu şm as ından sonra P. S. ve Munzur Çayı'nın birl�e yer ind e değişikHk olmuş, P. S., Dankent bucağı güneyinde bu büyük gölün bir girintisine dökülür olmuş, Munzıur Çayı d a Mazgirt ile Çiçek­ l i bucağı arasındaıki göl girin tis ine dökülme-ye ba ş l am ı� t ır. P. S.'nun yağış alanının çok yeri, yılda 500 - 600 mm y ağ ı � alan bir bölgededir. Buradaki yüksek dağlık yerlerde ise hem yağış daha çok, h em de ekseriyetle kar şeoklindedir. Her yıl kar kalınlığı bu dağlarda 30 - 50 cm'yi bulur, hatta geçer. B u karlar, iLkbahar boyunca eri diğ i nden , bu mevsimde çay k a barır, ırına:k görünüşü ahr. Yaz boyunca ve güz başların­ da kurak bir mevsim sürmekle beraıber, dağlardaki .karların erimektc olması ve birçok su kaynalclariyle beslenmesi sebe­ biyle P. S. çoıklukla kuruyacaık duııuın a gelmez, en çekilmiş old·uğu zaman da k ı sa �ürer (bk. MURAT IRMAGI, MUN­ ZUR ÇAYI, FIRAT) . (R. İzbı.radc: )

PERIBACASI,

y üksek Liği

30 - 35 m'yi bulabilen çak­

l ukla kule biçimli, bazılarının tepesinde bir de başlığı bulunan yer b içim l er i . Biribiri ardınca kuleler biçiminde yanyana bu­

lunan bu gar i p göriin üışlü � ek.i ller, kumlu ve taneli, yumu­ şa!k ç a taşlardan oluşmuş tababiarın bulunduğu yerlerde, yağ­ mur su la rı n ı n süpürme tarzındaki aşındırmalariyle doğmuştur. Peri•bacaları, bu kule gibi biçimlerini sağnak yağmurların ye­ ri süpürüreesine aşınkalıntılarıdır. i·k i eski kulesi de vardır. Biri "Vesoo e " adını t�ıyan ve bir Gallo - Romalı Vesuna mabedinin kalıntısıdır. öteki de XIV . yüzyıldan kalmadır, "Mataguerre" adını taşır. "Sain t - Fr o n t"

adını

taş ı yan

katedrali

( 1 1 2 0 - 1 150' den

sonra) istavroz şeıklindt! beş kubbeli bir binadır.

PERIBACASI : Nevtehir ile ÜrgÜp arasında arazi atınımından meydana celen peribacalan Günümüzde artık oturulma.yan bu g ibi yerler, turizm bakımın­ dan büyük değer kazanmı�lardır. Vol kanik tüf yığınlarının önemli yer hıttuğu İç Juıadolu'da, özell ikle Ürgüp'ün Göre­ me ıyoö res iıy l e Aksaraıy'ın Selime köyü çevresinde çok ilgi çeki­ ci ıve dünya ölçüsünde turistik eheınmiyeti bulunan p er ib aca ­ ları yöreleri vaırdır (il](. GÖRE.ME) . (R. İzbırak)

PERIDE CELAL { d oğ. İstanbul 1916), günümii2 ro­ mancılarından. İlık öğrenimini H aydarp a �a İ lıkokulu ve Sam­ sun Orta Ok u l u ' n da tamamladı. istanbul'da Saint Pulcherie Fransız

okuluna

da

devam

et ti .

Sonra

yazı

hayatına

PtRIGUEUX : Bir görünüt

atıldı . Edebi çevrede ilkin h.ikiyeci olarak tanınd ı . İlk hika­ yesi "Yedigün" d ergis in d e çıktı. Daha sonra "Son Posta" ve "Cumhuriyet" gazeteler in d e küçük hikayeler y a zmağ a başladı (1935) . Sonradan roman türüne geçti ve sürek l-i olara:k ro­ m an yazdı. Edebiyatımııda popüler roman türünün yaygınlaş­ masını sağlaıyan kadın yazarlarımızdan biri olan P. C., konu­ larını genellikle aşk ve serüven üzeri n d e yoğunla�tırdı. Son zam anl arda gene ro m an yazmağa devam et m ekted ir . Eserler.i : Sötwı Altv ( 1 938 ) , Yaz Yağmuru ( 1940) , Ana - Kız ( 1941 ) , Kızıl Vazo ( 1941 ) , Ben Vurmadım ( 1942 ) , Atmara ( 1944) , Aıkrn Doğuıu ( 1944) , Yıldız Tepe ( 1945), Dar Yol ( 1949), Üç Kadının Romanı ( 1 9 54 ) , Krrkrnrr Kapı ( 1959), Riiyalar Evi ( 1963 ) , Gerenin Urundaki [frk ( 1963 ) , Giiz Şarkw ( 1967) , Evli Bir Kadının Gü1zlüğiinden ( 1971 ) . ( İ. Par l atı r )

"Sain t - E tienne" kilisesi ( XI - XII. y üzyı l ) teknavis ( sa­

lon ) ' l i ol up, eskiden üç kubbel i idi, 1577'deki ta hripten son­ ra iki kubbesi

kalmı�tır. Bu iki kilise

Aqu i tanya ' yı karak­

terize eden kubbeli kiJiselerin başlıca örnekleridir. P.'nün esk i yakasında "Barriere" sarayı (X. - XVI. yüz yıll ar ) vardır. Bu bina,

hala göze çarpan Roma kalıntıları üzerinde yüksel ir.

Y�kınında Rom al ı l ar'dan kalma bir

ev

ile XV . - XVIII. yiiz ­

yı l l a ııd an kalma orta sınıf evleri bulunur. P., Romalılar ça­ ğında "Vesımna Pe t rJ cor i orum " adı verilen eski "Perigord" kontluğunun ba�nti idi . P.,

1360 - 1369 arasında

İngi l i z l er ' in el·ine dü�tü. XVI.

yüzyı lda Fransız protestanlarının üssü idi. (V. Örs)

PtRIGORD, bir Fransız eyaleti

olarak, Guienne ve bir kısmını te�kil etmiş eski bir bölge. K uz ey d e Angoumois, doğuda Li m ousin ve Quercey, güneyde Agenais ve Bazadais, b a tıd a Bordelais ve Saintange'la sınırlıydı. Bugün, Doııdogne dep a.r tm an ı y l a Lot - et - G a ronne' ­ un bir kısmın ı teş k i l eder. P . ; B eya z P. ve Si y a h P. di ye iki kısma ayrılmı�tı . Birincinin ba şk enti Perigueux, d iğednink.i S arla t i d i . Roma i m p a r a to r luğu zamanı nda Aq u i ta i n a Seeun­ da'ya katıldı. VIII. yüzyıldan itibaren önce Aquitaine dülde­ rine, sonra İngi ltere krallarına bağlı bir derebeyliık oldu, kendi kontları tarafından i d a re edildi. XV. yii1ıyıld a kontluk Or­ leens düklerine ge ç ti . XVI. y üz yı l d a d 'Albert ailesi geldi ve taht ara z i s i olarak IV. Henri'ye geçti . ( 0 . Yüks e l ) Gaskonya askeri h ü k ü m e ti n i n

PERİHEL

(Alm. Perih el1 e,

Fr. Pe rih e l i e ; Yun. perr

= ç evres i nd e, helios = güne�) . bir g ezegen i n yörüogesinin gü­

neşe en yakın noktası ; gezegenin bu n ok tad a bulunduğu za­ man. Aksi : aphel = yörüngenin gün �ten

en

uzak noktası .

Kepler Kanunları'nın bi r�ncis i n e göre, bir gezegen güne­ şin ç e v res inde bir e l ips çizer. Güne� bu dips i n odaklarının birindedir. İğrinin güneşe en yıtkın noktası ve büyük eksenin zirvesi P. adını alır. P. ' in d ur wrıunu ve zamanını bu lm ara yarayan

problem "Kepler problemi" ad ını t� ı r. Güne� çeki­

minin etlcisi a l tı nd a P.'lerin boşl uk ta sabit kalmaları gerekir . Ancak, öbür ;gezegenlerin etkisi de güne�inkine karı�tığından,

PtRIGUEUX [ Perigö ] Fransa'nın güney-batısında bir �bir. Dordogne eyaJe t in in merkezi . Şehir, Isle nehrinin kena­ rında, denizin 105 m yüksekliktedir. Nüfusu 40 100 ( 1 968) '

yörünge iyinde bulunduğu yüzeyde yerin i değiştiriır. Bunu he­

Roma

( kuy�klu y ıl d ı z ) ' l e r P.' lerine yak l a ş ınca pa r l am ağa ba ş l a r l a r .

dür. Katolik p i skoposluktur. Müzesinde

tar i h Ci n eesi

ve

sap tam ak i çin P.'in bi iinm esi gerekir. Bu h areket bilhassa, gü­

ne� en yakın dönem Merkür için önemli boyuttad ır. Kornet

PERİKLES PER1Kq:s (M. Ö. SOO'den az sonra - 429 ) , Xanthip­ pos'un oğlu ve Atina' l ı devlet adamı . 463" te s iya s et hayatına atılmış ve d ikk ati üzerine çek­ mıştır. Önce, Kirnon'un basmı olan ve Areopagos"un azaltınaya bağlan d ı .

çalışan

gucunu

önderi

geliriiierin Jüri

tılmalarını sağlamak için, bö yl e

devletin

kimselerin hont"

(4S7) .

olaibilmelerini

sağl ad ı

.

yandan da Iran'a karşı,

öbür

PERIKLES : Kreailaa'an .. gore (M. Ö . 430)

h ey keı·ıne

iki cephel i bir genişleme politikası izledi. Bu politika, büyük

yıkıl d ı . İran'la yapılan "Kallias" barışında ( 449) ve Isparta ile yapılan "Otuz yıllı·k " ' barışında (446 - 44S ) Atina'nın denizde hakimiyetini kabtil etti rmeği başard ı . Hemen hemen her yıl yeni bir generalin seçilmesi başarı lar kaz and ı·k tan soıı:ra

karşıısında, kazanmış olduğu otoriteye dayanarak, "halkın mu­ temed i ' "

sıfatİyle Atina'nın muk:ıdderatını

Thouk}'dides bu id areyi şöyle anla:tır:

idare etti. Tarihçi

"Sözde bir d emolcras i

idi ; g er çekte 'birinci adamın idaresi". 44S' ten sonraki barış yıl­ larında P., "Atina Deniz İtrifa:kı"nı tam a nl am iyl e Atina'nın bir aleti biline getirrn eğe çalıştı . Atina'yı d a kültür baıkımın­ d an Yunanistan'ın bir r.umaralı şehri y ap tı . Çevresine topla­ dığı büyüJc san' atka:rlar ( İ-k t in os , Phidias, Mnesikles ) 'ın yar­ d ı m İ y l e Akrepolis'in binalarını meydana g et irdi. S oph ok l es yaık ı n arkadaşı idi. Atina''Ya �elmiş o l an feylesof Anaxago ras ve Pr ot ag o ras P.'in i çinde yaşadığı an'anevi a t m osferi teşkil edenler arasında idiler. Bu çağa P. çağı denmiştir. P., Ispar­ ta ile �kinci bir çatışmarun m ukadder olduğunu kabul edi­ yord u. P. Atina'yı ·iyi hazırlanmış olarak (llZ'UO duvu 460 - 44S'· d a yapıldı) Peloponnes Harbi'ne soktu. Atina'yı kasıp ka­ vuran vebaya rağmen P.'in h arp planı başarılı oldu. Ne var ki, P., v ebaya tutuldu, .öldü. Kresilas'ın P. büsbütün bir­ çok kopyası vardır. Thoukydides' in P .'e atfettiği nutu:klar uydurma.dır, faıkat P . '·i , mükemmel şekilde karaJkterize edet­ ler. Ploutarkhos, P.'in biyoğrafisini yazmıştır. P.'in ikinci eşi Mi llezya'lı Aspasi a id i .

(V. Örs)

PERIM ( Ar. adı Mey\ım veya güney - batı

1... ö şesinde,

1 799 - 1801

;Babü'l - Mendeb

muhafazadan ibarettir. Aynalar birbirine paralel, fakat mu:lıfazan ı n dksenine göre 4s• eğ j:kt ir . Böyle bir P. b ü­ yütmez ve niŞan almak için fayda sağlamaz . Görüş açısı da muhfazanın basit geometrisiyle sınırlanmı·ştır. Bu tip P.'lar Il. Düıı:ya Savaşı'nda tanldıarda ve başka z ırhl ı ar açl arda ge­ ni� ölçüde kullanılmış ve mahfuz bi r yerde o l d uğ u halde ara­ cını kullanmasına, nişancı ve komutanın etrafı görmesine imkan vermiş tir . Tank P.'ları yanlarına basit ıbir n işan teles· kobu lconduğu zaman nişan almakta da kullanılabilir. Tarel P.'larr : P . ' l ar zırhlılarda ve kruvazörlerde top ta­ veya z ır h lı kaptan kulelerıine yerleştirilir. Engelsiz bir görüş sağlanabilmesi için tare�in biçimi v e yapısı 3 m k ad ar bir P. uz unluğuna ihtiyaç gö s tereb i l i r. İ ki aynalı basit

reti'erine

bir P.'un görüş açısı dar olacağından bu g.ibi P.'larda teles­

kopik

bir opti:k �istem kullanılır. Bu sayede hem hedef hüyü­

tülmü.ş hem d e

geniş bir görüş aç ıs ı sağlanmış olur.

Tipiık bir tareıt P. ' unun optik büyütmesinin yaklaşık ola­

rak 10, gör.üş alanı açısınd an d a 4 ° ila 6 ° olması lazımdır. Baıkacak kim�in göreceği görüntünün parlaklığı bütün sis­ temin ışık �irgenliğine 11ınların

ve

bağlıdır.

fazlalığına

baJcıs merceğinden çıkacak olan

Genell.iıkle ç ıkı ş merceğinin S

olması günd üzün yeterli bir görüş sağlamaktadır. Gece­

mm

l eyin

ise da h a fazla

ı ş ın a ihtiyaç

ol duğund an

Mehun ) , Arabistan'ın boğazında bir ada.

ve 18S7 - 1967 yıllarında İ ng i ltere' ye ait

kinlerin başlıca gelir kaynağı b al ı lcçı l ı kt ır . PERisKOP (Yun . "etraf" an l am ı nd a peri ile " tedkik et­ anlamında skopein'den, Fr. Periscope, İ ng . Periscope ) , kara v e d eni z savaşlarında, denizaltı gemilerinde, siperde veya zırh adeasında ol unduğu yahut suy:ı da l ı ş d urumda bulunul­ duğu halele etnfı görmeye yamyan optik ciha z . Nükleer araş-

7-

8 mm'lilc

bir çapa ihtiyaç olur.

Denizalli P.' u

:

Denizaltılarda kullanılan P. ' l ar esas iti·

bariyle taret P.'laırına benzer, ancak denizaltının özel durmuu b a3um ı ndan bazı yönlerd en değişir. Denizaltı P.'u, taret P.'·

una göre

çok

daha uzundur, ayrıca en üs tteld bir metre ka­

da r kısmın ç-ok inceltilmiş olması ger eki r . Bunun dışında yüık­

s ek

ve al ç aık opli'k büyütmel eri n sağlanabilmesi de gereklidir. Bir denizaltı :P.'unun bütün uz\Ulluğu

idi. Şimdi G ü ney Yemen H alk Cumhuriyeti'ne bağlıdır. Sa­

mek"

reaıktörün

celeyebilmekted i r .

Bunun

Yüzölçümü 1 3 •km 2, nüfusu aş. yu. 300 ( 1962 ) 'dür. 6S m'ye kadar yükselen ad a, sönmüş bir v olkan ı n yarım daire şeklin­ deki kraterinde iyi bir liman teşkil e der . P.,

nükleer

ç i minde bir

"ark­

P . , d ı ş siyasette bir yandan I spar ta ve m ütt efi·k l er i ne,

bir

En basit tel esk.op iki a yna sı olan dikdörtgen prizma bi­

sınıfına bağlı olan

( Zeınginler ) ,

da

mümkün olmaktadı·r.

kendilerine

tazminat vermesini k arar la ş tı rd ı .

Üçüncü gelir

adamları

Birinci ayna veya prizma ı ş ı n l arı d ikey -bir m uh a fa za i çinde aşağı yansıtır, diğeri de tekrar yatay h a l e ge�irerek �zle görebilmeyi sağlar. Sırasında görüntüyü büyütmek, çok geniş bir a çıyı bir defada görebil­ mek, m üm·kün o l m ak tad ı r . .Ayrıca bir çapraz çizgi vasıtasıyle çok kompleks olahilen teleskopik optik sis temler sayesinde hedefi tam 1e Sibit etmek, ayrıca çeşitli ilavelerle h ed efi n me­ s afesin i , hareket hızını tesbit etmek, fotoğrafını çekmek

üyesi olmalar ı nı ve iy i n l e re ka­ hallerde

il iın

l a r ı n yönünü değiış tirmeye yarar.

Ephialtes"e

biricik

çalı şan

çalışmasını, P. sa.yesinde emniyetli bir uuklıjtan görerek in­ Bir P . ' un optik elemanları arasında iki ayna veya yan s ı­

Ephialtes bir katilin

demokratlarıcı

tırmalarda

471

lıcı prizma bul unur. Bun la r bakılacak olan yerden gelen ışın­

kurbanı olunca ( 461 ) , P. radikal o l du . Düşük

PERİSKOP

büyük bir

12 m'yi geçebilir.

kısmı P. maksimum uzunluğuna eriştiği

zaman d emzaltının gövdesinin d ışında bulunur. Denizaltı ge­ misi dalmış durumda ilerlerken P. büyük bir basınç altında kalır. B u

balkımdan P.' un basınca dayanacak kada r büyük ol· ması, buna k ar şı l ık teknenin sür'atini de etk i l ern e m es i lazım­ dı r. P. boru&u yapının boyuna göre I S i l a 20 sm ol m ası bu ş art ı sağlar. Bu borunun paslanmaz bir metaloen en mükem­ mel bir yuvaırladdıık, düzgünlük ve çap bakım ı nd an üniform olarak im al edilmesi lazımdır. Ancak bu s ur etl e hem diıkey ekseni etrafında dönmesi hem yükseltilip al çalabilmesi sağla­ nır. P.'un üst ucunda, 60 i l a 90 sm uz un l uğund a bir kısım vardır; bunun üstünde nisıbeten biraz ge n i ş bir kafa bulunur. Bu giriş penceresidir. Bu son kısımdaki tübün düşman tar a ­ fından görülmeyi önlemeok için son derece d ar olması lazım­ d ı r. Bu k ı smın çapı genel l ikle 5 sm" den daha az o l u r .

PERİSKOP - PERON, Maria Estela (lsabel) Martineı

472

P. tUbünün bütün eklemlerinin, üst borunun ve P . " un teleneye bağlanan kısmının hem tamamen -su geçirmez, hem de b üy ü k 6U ba s ıncı n a dayanacak ş ek i ld e yapılması gerekir. Peris­ kıobun d ö nd iirülmesi bakan kimse ta·rafından bakış kısmının iki yanındaki •kollar vasıtasıyle yapılır. P."un alçaltılıp yüık­ sdtilmesi bir düğmeye basmakta çalışan bir elektrik tertihatı vasıtasıyle ol ur. Kul la n ıl an büyü tme 1 1/2 ve 6'lıktır. Birincisi bak an lcim­ seye normal bir görüntü hissini verir. Bu 'k ısmın görüş açısı 30 ° - 40 ° 'dir. Daha fazla b üy ütme ler, bakan k im seye hedefi çok d aha teferruatlı gösterir ama, bu defa görüş açısı 30° ıg o 'ıye düşer. (0. Yük s el )

PERIZA.D ÇELEBI ( - 1 750 l ) , Türk saz e s er l er i bes· tekin, m u ht emelen tanburi . H amparsum - Manylü, köy sayısı 38, bunlardan 22 köyıiin nüfusu ı 000 ı 500 ve da­ ha ·çok, köylerin mahalleleri var, ilçe merkezinin nüfusu 6 6ı6 ( ı97S) 'dır. Daha önce Ordu merkez ilçesine bağlı Vona adiyle buca3c: iken, ı94S'te ç•lcarılan bir kanunla ve P. adiyle ilçe du­ rumuna getirilmiştir. Me11kez ve Doğanlı olmak üzere iki be­ kıdiyesi vardır. İlçe toprakları Ordu batl$ında:ki yarımadayı iıçi­ ne alır, güneye doğru da biraz solrulur. -

P. ilçesi yarımadası, denize doğru ıs km ika.dar uzanan dağ­ lıılı:, tepelik bir çııkıntıdır. Doğu - batı genişliği de lS km'dir. Yarımadanın güneyinin ortasındaki Sakar-at tepesi 73S m'ıyi bulur, buradan kıyılara doğru arazi alçala.rak uzanır ; ancak, •kıyı yakınlarında bile 200 - 300 m' lik yükseldikler sıralanır. Yarımada iç·in bir su bölümü a l an ı olan bu tepeoden birçok ık­ re! er, derin vidiler açmış bulunarak denize inerleor. Koçboynu­ zu adiyle anılan dönemeçli .yolboyu bu yörededir. Yarımadanın kuzey ucunda Yosun Burnu, Çapraz Burnu, Çam Burnu ile Ça­ ka iskelesi alanındaki koıy, doğu kıyısında P. Koyu (eglciden Von a limanı denitdi ) gibi giııintiler vardır. Ana çizgileriyle bu yarımada derlitopl ud ur. Arazi hemen bütüniyle Üst Kretase

volkanrk fasiyesl i örtülerden oluşmuş bi r yapı gösterir. Bunun

PERŞEMBE altında daha es ki tablikalar buluıunak· tadır. Burad a yer yer bazalt ve killi tüflerl e blok tüfler vardır. Dere boy­ larında alüvyonlu vadi tahanları, kıyı boyunda ikumsallar uzanır. Yeraltı suları, kıyı boyunda, ı - 2 m de r inl ikte· dir. Volkanik arizi de s u kaynaıkları vardır. İl çe arizi s i, Karadeniz kıyı d ep­ rem bölgesi içinde olup, Kuzey Ana· sarsıntılarının dolu deprem alanının d a etkisi altındadır.

475

PERTEK



Üçe topra:lcları ıl ım l ı ve bol yağıoş­ lı Doğu K ar a d en iz kıyı yakını bölü­ münün bir

parçasıdır. Her

mevsi m

yağışlıdır (en ç ok güz, kış ) . Yazın d a

yağış olur. Güneş lenm eni n en çok o l ­ duğu ay hazirandır. Arasıra kar yağ­ dığı olursa da yerde kalmaz. Kışlar ,. -�.._,..,""--""'·'.;;... ılık, yazl:ır serindir. Deniz suyu sıcaklığı .Ağustosta 25"C'ı bulur, hatta geçer. Bazı yıllarda Ocakta sıcaklığın -5 •ca kadar düştüğü olur. Hafif meltem rüzgarları eser. Burada kışın da yeşil ıka­ lan �r ve çeşitli ağaç soyları ( kızılağaç, süııgen, meşe, kes­ üne, kayın, taflan .. ) yetişehilmiş, fundalıklar geniş yer tut· mU§tur. Nüfusun yoğun olması sebebiyle tabii bitki örtüsü yerini tarım bitkilerine, fındık bahçelerin e bırakmış, orman ve koruluklar yii:ks eok yerlerde ve dik ya:m�larda yer yer kal­ mıştır.

Ü çe toprakl ar ı , çok yerinde, fındık bahçeleriyle örtülü­ dür. P.'ruin, başta fındık üretimi ve satı'Şl olmalk üzere ( fın­ dık kırma fahrikaları ) , mısır, meyve, sebze yetiştirmede ve balılkçıhlcta ( kooperatİf var) gelişmiş bir ekonomisi vardır. FındıJk, bu rad a işlenerek satışa hazırlanır. Köylünün ö nemli üretim ve tiiık�im maddesi mısırd ır. Soya fasulyesi de elde ed ili r. Köylerde fındık üretimi ve çeşitLili:k gösteren tarımın yanında ahır ve aile harvancıl ığı na da yer verilmiştir ( ı 9 000 sığır, 6 000 koyun, ı 500 manda ) . Yeti şti ci ci n i n ihti-yacından fazlası, kasaplık hayvan olarale satılır. .Alı şver i ş , en çok, Or­ du'ya b ağlıdı r . İlçe me�kezi P. (eslci adı Vona) , yarımadanın doğu kı­ yısında, ba t ı

ve

kuzey rüzgirl arına karşı old ukça kapalı bir

koyun kenarında, bir tepenin eteğ.inde kurulmuş, kıyıda geliş­ miş gü ze l bir ıkasa:badır. Nüf-usu ı 92 7' de ı 705 iken, ı 970' te

6 3 1 2 ' yi bulmuş, daha da gelişerek Ordu şehrin-in bir banliyö­

sü d urwnuna gelmiştir. Elektriği, içme ve kullanma suyu, par­ k ı, imar planı, düııgün y olları ve yapıları, l isesi, san'at oku­ ilkokulları, i-şlek bir çarşısı, pazarı vardır. Perşembe · Medreseönü belediyesi adiyle yeni bi r belediye da­ ha kurulmuştur. Kıyıda bulunuşu, t�istik yerlerinin ve plaj­ l ar ı nın güzelliği d-olaıyısiyle bu semt hızla gelişme yoluna gir­ miştir. Kıyı boyunca işitık karayolu geçer. Betonarme yapılı bir iskelesi, Kı şlaönü balıkçı barınağı bulurunaktadır (bk. ORDU) . (R. İzbı raık) lu, ortıaokulu,

PERTEK, Tunceli iline ba,ilı bir ilçe . Yüzölçüm ü 947 km2, nüfusu 23 290 ( 1975 ) , nüfus yoğunluğu 24, %85 ' i köy ­ Iii, ÜıÇ bucağı ( .Akd ernir, Dere, Pınar lar ) , 40 köyü vardır. Köylerin çoğunun nüfusu 250 · 400'dür. Bucak merkezleri de birer köy d uru m und ad ır. İlçe m erkezini n nüfusu 4 ıoo ( 1975 ) ' d ü r . İ l çe m e r kez i 1 846 ' d a , şimdi Mazgirt i lç e si n i n bucağı obn

PERŞEMBE : Bir görünüt .Akpazar ( esıki adı Çars-aııcak ) 'a nakl edilmiş, ı927'de yeniden il çe me.ıikezi olmuştur. P., E l az ı ğ iline bağlı iken, ı936'da kurulan Tuncel ı iline bağlanmıştır. Bugün bu ilçenin Elazığ jli ile olan s ı n ırı nda 55 k.m boyunca Ke'ban baraj gölünün bir bölümü uzaıı:ın aktadı•r. Bu kesıim, Keıban barajının lcurulma· sından önce Murat Innağı 'nın buradaıki vadlsi idi. İ l çen i n Murat lrmağı kJYıl ar ındaıki ı3 köyü ve ilçe merkezinin bir· kısım verimli roprakları, Keıhan baraj göl alanı içinde kalmış­ tır. Bugünkü durumiyle P., bi r göl kenarı ilçesidir. İlçenin kuzey çevresinde ise, d ağ l uk Mazgirt, TunceLi merke z , Hozat, Çetruşkcızak ilçeleri vardır. İlçemn orta k09i m i 900 ı ıoo m yüılcseokl iğ ind e, baraj gö­ lüne doğru ehimli dalgalı düzlıii:kleri verimLi alü'V'}'onlarla Ör· tülüdür. Vol·kan& arazi de vardır. İlçenin kuzeyinde Sakaltu· t an ve SüpiM'geç Dağı ( ISıO m) yiiıkseL ir. Bu dağlık yerl er kristalin kalkerler ve memıerlerden, yer yer � ve y en i vol· kani:k ol uşuld ardan , Eosen flıişlerinden bir yapı gösterir. •

İlçede kış lar soğuk geçer. Yaz ayl ar ı ise dağlık yerlerde se!lin ve ılımlı, göl çevresinde sıcak o lur . Süpürgeç Dağı'nın güney eteklerindeıki çukur a riz i , kuzey rüz-gariarına kapalı ol­

d uğun dan oldulcça ılımlı ve meyve

yeti�esine pek e lve ri şli

bir ikJ.im husU5iyeti taş ı r . Turfanda sebze ve meyveler Erzu.

rum ve Elizığ'a gönderilir. Dağlı k yerlerde otlaklar vardır. Buralarda m�likler de olduikça çoktur. İ l çed e bir kurşun maden·i alanı vardır.

Başlıca geçim kaynakları sebzecil-ik ve meyvecililc ile ta­ hıl (buğday, arpa) ve h ayvancı l ı k (koyun, keçj, sığır)'dır. Eskiden P. bah çeleri nd e iyi cins dıut ve kayısı yetiştirilirken, s on raları

başka meıyvelere de

(armut, elma, badem, ceviz,

erik, kiraz ) çeik yer ve ri l m i ş ; bağlar da yetiştirilm i ştir. İlçe­ de yalhani menengliç ağa ç l ar ı n a aşı yapılarak .Antep fıstığı üre·

tilmes.i işine de girişilmiştir. İ lç e meııkezi P., Keban baraj göLünün (� Murat vidi· sinin) kureyıiııde, Süpürgeç Dağı'nın güney eteıklerindeki düz­ c e yerlerde �erpi!miş, yeşill ikler aras111 d a güzel bir kasaba­ d ı r . Yiiıksekliğl ı 025 m' d i r . Nüfusu 3 627 ( 1970 ) 'dir. Elekıtrik ene r}i s i ı965 1973 d önemi n de dize! motoru ile sağlanmış, bağlanara� devam l ı sistemine 1 973'te Hazar hiro · e l ektrik gc.>ti r i l m i ş , enerj i alm ı ftır. Kasahan ı n i çm e s u y u kürrklerl e •

4 76

PERTEK - PERTEV MEHMED PAŞA

PERTEK :

Genel görünüt

imar planı var­

Nahcevan seferinden dön-üşü sırasında, lS!»' te, Sokullu Mch­

dır. Belediye 1926'da kuruJmuştur. Turi stik otel ve lokanta­

med Paşa'nın yerine Rumeli Beyleıbeyi oldu. 1555' te ise, Kub­

lar yapılmaıkta.dır. Orta

be V ezi rliğıi ' n e

1970'te su şebekesi bitirilmiştir. ve

Kasabanın

ilkokulları vardır.

P . ' in eslci yeri ni n Murat vidi.si kenarında, Kale olaraıle

alınarak, Dördüncü Vezir tay.in edil d·i . Şeh­

zade Selim ile kardeşi

Bayez·id arasında

baı-gösteren

anlaş­

yerde bulundu8u anlaşıLına.ktadır. Ş i mdiki kasabadan

mazlclcta, Amasya sancağına gitmek istemeyen B a yez id'i ikna

5 km kadar uza:kta bulunan bu kale, bir kayalık tepe üze­ rinde kurulmuşt-ur. Kale, kapısından kaleye doğruca giı:ıile­ cek şeıkilde yapılmı.ş tır. K alenin yakın çevresi, Keban baraj gölü alanında kaLdığından, buradaki camün kalıntılarının şim­ d�kıi kasaba;ya t aşı nm as ı n a çalışılmaktadır.

ve babasının tavsiyelerini bildiirmek ü z ere Şehzade'nin yanına

anı lan

P. kasabası, Elazığ ' ı Tunceli'ne bağlaoyan işlek karayolu­

uğrak yeri olmuştur. Buradan günde

gönderilen P., Sivııihisar'da Biıyeııid i l e buluşm uş, fakat bu buluşmadan beıklenen SOlliUÇ alınamamışt ı .

Bayezid, kardeş i

Selim'e saldırı�a geçmiş ve 1 562'de Konya önünde bozguna uğrayınca,

İran' a

kaes.i y anına gömüldü. .Ancak,

hükümet

haldca, on un

Harem-i hiim�ün'a

1826 yı lınd a Sul­ 1829'da

bir eııkcık evlad vermekle, kad ı nefendi' l erd en oldu. Oğl u Şehzade .Abdülaziz'in 1861 y ı l ı nda Osmanlı tahtına c ü­

pidişaha

l usu üzerine de, Suay gelene!klerine göre, Viiide S u l tan ola­ rak en y ükseic m evkı'e

çıkmı ş bulundu. iP.

dis ı Tihir Paşa - zade Hüseyin

kedhu­

V. S. 'ın,

Hasib Bey ile .Abdülaziz'in

cii lüsu s ı ras ınd a Fuad Paşa'ya "oğlwnda isti'dad ve gayret vardır. Yeni oülüs etme!kle, ımnür-ı devlete layıkı ile vi:kıf d eğil d ir . Kendine tevdi

ederim. Hilleri

ma'lüın olan vükela­

nın el ler.in e bırakmasın. Devlet 't'e milletin meniii 'ine hizmet edebilecek cihetleıe

sevk etsin"

diyer ek

gönderdiği haber,

onun uyanık ve akıllı bir kadın olduğunu göstermektedir . .Ama fazl a müısrif, daha

doğrusu

paraya ve mücevherata haris olu­

şu, P. V. S . ' ı n ikinci bir Tarhan Valide olarak Osmanlı ta­ r ih i ne

.geçmesine

engel

olmuştur.

Ma.ınifih,

oğlu

üzerinde

daima oüfuzlu bir anne hüviıyetini her z am an muhi.faza et­ miştir. Nitekim, Sultan .Abdülaziz'in hal' edildiği an, ilk dü­

nice ola­

şündüğü husüs, bımdan sonra annesinin geçimi nin

cağı olduğu gib i , hal' sabahı d a " ... aslanımı hal' ettiler. Mu­ rad Efendi cillüs etti . El - :hiilcmü li'llih Cenib-ı Hakk ' ın em­ ri böyle imiş" diyerek oğlunu uy&ud an uyand ı ran ı n kendisi o l ması , bu nüfüzun 15 y ı ll ı:k saltanat süresince devam ettiği­ nin delili.d.ir . Sultan Az iz ' in hal '.inden sonra Dol mabahçe S a­ raıyı ' nd a Ffrz altında tutulan P. V. S., oğlunun feci şekıi.lde ölümünde, epeyice hakarete uğrad ı . Ölümünden sonra ortaıya çıkan ve dikte ettirdi8i anlaşı ­ lan Sergıüzeşt-name adlı hit ı ra l a rı nda, oğlunun cesedi üzenine

kapanmı ş

ağ l ıyor.ken ,

Nazif adlı bir

subayıo, onu cesetten

miibtela olduğu h astalığın nüıks etmesi üzerinıe füc'eten öldü­

a y ırarak kulağındaki küpesini ve e l indeki yiizüğü zorla gasp

ğünü duyurma.k lüzımnunu görmü�tür. Yin e, S ultan Mahmud'­

ettiğini söyler. .Aıyrıca yaşınaıksız ve feracesiz Sarayın karakol

bul·un an

un P. P. muball efatının müsadere edilmesine izin vermemesi,

meyd anın d a

hatta y ı ll ı k 46 000 k uru ş luk zeimetini Ski oğ luna

ihsıarı ları ile yetişen vıükeli ve rical-i devletin de

timıesi,

tahsis

et­

kaıbrini H az i neden veroi8i para i l e yıtp tırtması bu

kll}'lmetli vezirin gadren öldürulmüş olduğunun delil l eri olaraik ifade ediLir. P. P., XIX. yüzyıl Osm anl ı H a r�ciyesinin parlak şa!hsiyetlerinden biridir. Osmanl ı devletinin müstak i l bir po­ Litilka güııın esi, Rusya' ya karşı devamlı olarak mü t eyaık.k ı z bu­ lunması kana atini taş�yan P., Yunan isyanı ve bu nun la bir­ likte kendini gösteren Rus, İngiliz

ve

Fr an sı z siyasi baskıları,

öylece

bırakıldığını,

orada

ve

oğlunun

bu m anz a­

rayı duygusuzca '!ileyr ettiktel'ini anlatır. Gerçekten, P. V. S.'ın hal'den i!Wbaren büyük

bir � geçirdiği, hele S u l tan Aziz'in

ölümü anında perişan olduğu Dr. Melincen'iıı onu Sarayın bir odasına aldırarak tedavi etmeğe ça l ışması n d a n anlaşılmak­ tadır.

Viiide S ultan ' ı n

bu

s ı rad 1 sar:f

Aziz'in intihar ett iği inancında düren ben old um .

olanlarca

etti8i sözler, Sultan ".A!h !

Oğlum u öl­

Bana doktor değil oellid lazım" dediğini

askeri müdihaleleri s on und a Osmanlı Devleti'nin bün­

ileriye sürerek, malkas meselesine işiret etmektedirler. Öldıü­

,esindeki zaaf yüzünden seçtiği bu politikada ısrar edemerniş

rüldüjüne ·İ nananlar ise, onun "Oğlumu şehid ettiler, beni de etsinler. Bana tabi> gerekmez" dediği iddiasındadırlar. Sultan

hatta

olması ve sonunda işi bu devletlerin iridelerine tıes l i me mec­

bur kalma sı onun vatanseverliğine eksiklik getiımez. Nakşi şeyh lerind en .Ali Behçet E fen d i ' n i n mürid ierinden olan P. P.,

Aziz' in na'şı kaldırıldıktan sonra, P. V.

S. ve onun

en

ya­

kınlarından olup Sul tan Aziz'in ikballer inden bui unan Tiryil

PERTHE�

PERTEVNİYAL V ALİD E SU LTAN

479

Hanım yalısınd-uı. alınarak ve yan l a rı na birer cariıye katılarak bir araba ile Topkapı Sarayı'na gönderildiler. Burda ve daha sonra nakl edild:i�leri Orta.lcöf Sarayı'nda birer odaya haps edildiler. Sultan Aziz'in ve kendısinin topladığı parayı ve zorlandı lar. Tahta cüliıs eden Sultan müceıvheni.tı teslime Darnacl Nuri Paşa ile yeni V. Murad'a Başınabeynci olan Valide Sultan Şevkefza Kadı nefendi'nin cül us sırasında el koy­

d uklarından başka, Mahmud Celaleddin Paşa'nın Mir'dt-t Ha­ �ikal'le bildirdiğine göre, Beşiktaş Sarayı'ndaki hazineden 7 399 665 altınlık esham ve tahvilat ile 85 000 Osmanlı altını çıik tı . Mücevheratı ise, Sultan V. Murad'ın 1 000 000 altın li­ rayı bulaııı borcuna mahsUben, sarraf Hiristaki'ye devr olun­ du. Eshıiıın ve tahvilat mali.yeye verildiği halde, 85 000 altın Sultan V . Murad'ın cülu;; masrafları için, Saray'da alakonul­ muştu. P. V . S., Abdülhamid'in cülusuna kadar, huzursuzluk içinde kaıldı. Yeni hiillciiındar, kendisini tesel l i etti. Sultan Hamid'in annesi Tirimüjgan Kadınefendi ve anneliği Peresttı Kadın ile hem aynı kabileden olmak, hem de Esına Sultan sarayıında kapı yoldaşı bulunmak dolayısı ile, Peresılı K.,. dın'ın öLümü üzerine Valide Sultanlık görevini :yeni den ii&t­ lenmek yolunda yaptığı teşd:ıbüs, S ulta n Hamid tarafından nezaketle di·kkate alınmadı. 1883'te ölen P. V. S., Aksaray'­ da inşa ettirdiği cami'l karşısındaki t ürbes in e göm ül d ü . Oğ­ lunun saltanatı sür es.in� pek debdebeli bir hayat süren P. V. S., hayratı ile tanınmıştır. Eşi Sultan II. Mahmud adına yaptırdığı Ma•hmlıd� Mektebi, iki k at l ı olup alt lcatı Mek­ teb-i sıbyan, üst katı da Rüşdiıyy e olarak inşa edilmişti. 1911 Abaray yangınında harah olan okul, bir süre, Sineklihakkal'­ daki bir kıona.kta öğretime devam etti . I930'da, m ütevel l i Osman Bey tarafından, betonanne olarak 17 dersliıkli bir or­ ta.dkul haJin.de yeni.den yaptırıldı . Az sonra liseye çevri·len bu okula, Bakanlar Kurulu kararı ile, Pertevniyal Lisesi adı ve­ rildi. Bu okulun yanında İtaLyan mimarı Mentani'nin inşa etti8ıi Valiıde Caımi'i ise, 1768'de Hacı Mustafa Efendi'nin yaptırıp da yanmış bulunan cami arsasında kurulmuştur. Kar­ maşık stil � planların u}"gulandığı bu cami, Çırağan Sara­ yı'nı andırır. Muvakkıt-hane ve Vıilide Sultan Türbesi, Ak­ saray Gaddes.i'nin genişletiLmesi sırasında, cami'in avlusuna taşınmıştır. Küçük fakat kııymetli yazmaları ihtiva eden P. V. S. kütüphanesi ise, ya:kın tarihlerde, Süleymaniye Yazma­ lar Merkezi'!le nakl edil m i ş t i r . (İ. Parmaksızoğlu) PERTH, 1 ) İskoçya'da, Orta İskoçya çukur ovasında, ay­ nı adı veya "Pertilıslıire" adını taşıyan kontl uğun merkezi. Tay nehrinin ağzında kurulmuştur. Nüfusu 41 400 (1967) 'dür. Onnanla kaplı tepeler arasında bulunan şehir merkezi ana is­ tasyon, iki park ve m•hir arasında uzanır. Nehrin üzerinde 1715'de bir köprü yapıldı. P., önemli demiryolu ve yol kav­ şağı üzerindedir. Limanı da onu hyı geıniciliğinin bir mer­ kezi haline getirmiştir. Zirai iç topra;klarının ihracat merkezi olması ona milletlerarası önem vermiştri. Çeşitli endüstrilere sahiptir. Boya, makina, taşıt, dokuma fabrikaları ; basımevleri ve cam işleyen fabrikaları vardır. P.'ın bir kitaplığı, bir tablo k oleksiyonu, bir müzesi, bir de tiyatrosu vardır. Tarih :

"Berth a "

adı

a ltı n da Romalılar'ca

k urulan is­

kin ye r i LJ06'da resmen şehir, 1210'da da ler a l iy et şehri ilan

edilmiştir. 1437'ye ka d a r İslroçy:ı kra l lar ı n ı n,

parlamenton un

PERTH : St. George'• Terrace

ve yüksek yargıtaıyların meııkezi olmuştur. Gotik üs l ub unun son yı l l ar ına ait olan Saint John Kilisesi'nin bazı kısımları XIII. yüzyıllll başlarından kalmadır. Saint Nimian Katedrali 1850 - ·1890' da yap ı lmıştır . 2) P. Kontluğu. İskoçya kontlu1darının yüzey bakımın­ dan dörd·ünciisüd ür. Yüzölçümü 6 458 km, nüfusu 125 000 ('1967) 'dir. Kontluk Kuzey Denizi kıyısından orta dağlık böl­ gıre doğru uzanır. Bu bölge kuzey - batıda kontluğun toprak­ larının 2/3' ü,ıü ol uşturur. Güney-doğu düz ıve çukurdur. Bu­ rada ziraat gelişmiştir. Buğday, çavdar, arpa pancar ve pa­ tates yetiş tiri l ir. bü3) P., Batı Avustralya'nın merkezi ve biricik yük şehridir. Bütün Avustralya'nın beşinci şehri olup nüfusu 449 SOO •( 1966 ) 'dür. Federe devletin nüfusunun % 47,5 ' i burada toplaıunıştır. P.'in toprakları 62 km'yi kaplar ve Swan Rrver neNirun ağzını içine alır. P. ülkenin siyası, ekonomik ve manevi hayatının merkezidir. Bir anglikan bir de katolik başpiskoposu vardır. Üniversitesi ve birçOk yii.ksdt okulu mevcuttur. 1945'ten beri endüstrisi gelişmiş olup çelik ür e t ir. Bu suretle 1829'da kurulan P., ülkenin büyük şehirleri arasına girmiştir. (V. Örs) ( Rudolstadt 1772 P� RTHES, Frieclricb Chriatoph Gotha 1843 ) , Alman kitapçı ve yayımcısı, Johann Georg Justus P. (b. bk. ) 'in yeğeni. 1796'da J. H. Besser ile birlikte Hambu!'g'ta bir kit:ıpçı dükkan ı kurdu. Buna Almanya'da ilk gerçek "Sortimentsbudıhandlung" ( çıkan kitapların numune­ lerini toplaıya.n ve sipariş alan kitapçı düWnı) gözü ile ba· kılır. 1810 - l8lı1 yıllannda yaıyımcı olara:k çılıştı ve "Das Vaterl andisclıe Musauın" (Yurt müzesi) başlılclı dergiyi çı· kardı. Hamburg senatörii olaraıle Napoleon'a karşı d ireruneye katıldı ve sonunda İngiltere'ye kaçmak zorunda kaldı. 1814'te Hamburg'a döndıü. 1822'de Hamburg'taıki firmadan çekilerek Gotha'da bir yayınevi kurdu. Bu kuruluş P.'in oğlu "Fried­ rich Andreas P. AG" (Anonim şirlcet) adı altında idare edil"Deutsche Verlags . Anstalt" miş ve 1922'de Stu.ttga rt'taki birleştirilmi1tir. P., Matthias ( Alman Yayın Enstitüsü) ile Cladius'un kızı ile evlenmişti. Çağıın birçok ünlü yazarl arın ın ya!kın arkadaşı olan P., b un l a r da n birkısmının eserlerini yayın­ l ad ı. Başlıcaları : J o han r. es tJon Miiller, Gentz, Aılam Miiller, J. Görres, E. M. Arni, Niebuhr, Ranke, Savigny ı•e Schlegel kardeıler giıbi ayını

zamanda

"Börsenverein der Deutschen

Buchhandleıl' (.Alman Kitapçıları Borsa Birliğ i ) 'in leurucula­ rı ar a s ı n da bul unan yazarlardır. (V. Örs)

PERTHES, Johantı Georg - PERU

480 P t: RTHES, Jobann Georır ha

1 8 16 ) ,

fsullu P. (].

( Rudolstadt

P . " in coğrafya yayın enstitüsü)

gin aliiv:yonlu topraıkiarda tarım yapılır. Dağhk kısmın geniş­

adı altında bir

liği güneyde 400 km'y! geçer ; kuzeyde de 250 kın'ye yakla­

·

yayınevi kurmuştur. Bu kurul uş coğrafya ve kartografya alanda­

A.. S t i e' l er, E . von Sydow ve H . Wag­

ki eserlerle ve bilhassa

ner, H. Berghaus, K.

büıyıük

Spruner von Merz ve P. San.ghans'ın

atlasları ve H . Haack'ın okullara maılısus d uvar harita­

larıyle

bütün

ün

dünyada

ı855'ten itibaren

kazanmıştır.

"Petennanns

çıkamııştır.

başlığı

Genealogiuhe

Nihayet

Bunlardan

başka

Geographiohe Mitteilungen"

( Petemıann'ın coğrafi bild iı:ileri )

altında

biı

Tauhenbiit:her

jik el kitapları ) genel başlığı altında asılzade

dergi

( Jenealo­

ailelerine dair

eserler yayınlamıştır. Bunlar arasında Golhaiseher Ho/kalen­ der ( Gotha saray talwimi ) [ ı 763 - 1945} ile Gothaiuhes iahrbut:h (Gotha yıllığı ) [ 1926'dan beri } , 'un ayrı birer yeri vardır. Goth.ı'd aki bu kuruluş devletleştiri lerek 1953' te V. E. B. Hermann Haat:k Geographit:h kartographiuh Ansıalı Got­ lıa (Gotha'da Herman Haack coğrafi ve kartografid< enstitüsü) adını almıştır. O zamandan be-ri Justus P. yayınevi d e Daı:ms­

(V. Örs)

tadt (Federal Almanya ) 'ta yerleşmiştir.

PERTI, Giacomo Antonio

( Bologna 1661 - Bologna ginneden

( ad ) . Ondokuz ya­

şında iken Bologna' daki San Petronio kilisesinde kendi eseri olan bir Missa Solemnis'i icra etmiştir. İmparator

I. Leopold

kendi o.rkestra şefliğine seçmiştir. İmparator IV. Karl zama­ nında

bu mevkıine

tedralinde orkestra

ilaveten

şefi

müşavir olmuştur. Bologna

ka­

seçilen P. özel olaırak kilise musilci­

24

sinde şöhret kazanmıştır. 24 opera ve

oratoro yazm ıştır.

(V. Örs ) Güney Amer.ika'nın batı

sahilinde bir

devlet.

Kuzeyde EIGvador ve Kolamıbiya, doğuda Brezilya ; güneıy-do­ Brez.ilıya, güneyde Şil.i,

Büyük

batıda

Okyonus ile

sı­

nırlıdır. Resmi hesaplara göre yüzölçümü ı 285 215 km2'd.ir. komşularıyla

P.'nuı:ı

sebep

olan

sın ırları

çok uzun

anlaşmazlıklara

olmuştur. Koloni çağında, düzenli bir şekilde tarif edil­

p6k

meyen sınırlar bu ül keler büyüik

bir

öneml;i bir mesele teşkil etmiyordu, ama,

bağımsız önem

1 7 77'de San

185l'de

P.

ile

ol unca

taşımaya

sınırları

sınırların

başladı.

Ildefonso

Brezilya

kesinlik

Y:ukarı yeniden

kazanması

Amaııaıı

muahedesiyle

arasında

1909'-da bu defa Boli�-ya'nın

bölgesi

tayin

gözden

edildi.

geçirildi ;

da katılmasııyle yeniden

düzen­

l endi. Ekvador'la olan ve bir asırdan fazla süren sınır anlaş­ mazlığı

da ancak 1942'de halledilebildi. P.,

yüı.ö1ç.ümü:y.le Güney Arner�kıl'nın sonra

gelen

( 1 974

tahmini ) , başkenti

üçüncü

biiıyük

bugünkü

Brez.ilya

ülkes.id ir.

ve

büyük

Arj antin'den

Nüfusu

ı 5 400 000

Lima'dır.

teşkil

eder.

mua zz am

Kabaca

dağ sis­

kuzey-kuzey-ba­

biriyle tamamen tezat halinde üç mıntakaya ayırır: 1 5 ili 160 nin, yüksek l ıiylaların Burasını

ve

derin vidilerin bulunduğu şerit ve

dağların doğusunda başla.yan, kısmen

gerçek ,

Ecuadorean yakınındaıki §eridi QCSldür. ama

6 000 m'yi

yüksdkl.iği

Arnaz.on

küçük bir

sıca.k,

Cord i llera

geçen

da8[am

rastlanmaz .

Dağlar

yer

s6kLikten deniz

seviyesine düşer.

Sierra denen bu bölgeyle

Ceia de la Montana ( Montana'nın kaşı ) adı

d ı r ; buraya da veril�r.

Sahil bölgesi : B u bölgenin rımadasından

hemen

hemen

Şili

güney

kısmı

Paracas

ya-

sınırına

kadar

yüksek

bir

duvar görüoüşündedir. Paracas'tan bir sahil şeh·r! olan Trujil­ lo'ya kadar olan şeritte sahil sıradağı yoktur ; perakende te­ pelere ve ii'dalara raslanır.

Vadi taban larındaki alüvyonl u top­

Iii'kiarda şeker kamışı, pirinç, alfalfa, pamuk yetiş.tirilir. Tru­ j il lo'nun

kuzeyinde

kalan

kısmın genişLiği .160 km'yi

tarım potansiıyeLi

önemli

olmakla

geçer.

birlikte,

asıl

yüksek yayla

( al-

önemi Talara civarından elde edilen petroldedir.

Sierra : Güney tiplano) ra

P .'daki

puna veya

doğuda Cordillera Oriental

Occidental

ile

çevrilmiştir.

( Real ) , batıda Cordille­

800 km uzunluğunda

Burası

160 lrm gen.işliğıinde büyük bir havza teşkil eder. Güneyinde, 3 814 m yük�eklikte Titicaca gölü

vardır. Bolivya ile pay­

laşılmış olan gölün uzunluğu 200 genişliği 56

km; ortalama

derinliği 30 m, en der·in yeri 270 m'dir. Göle yaıkın yerlerde arpa,

quinua

(quinoa ) , patates yetiştirilir.

Bu bölgen.in batı

büyiiık şehir Puno'dur. Çevredeki dağ­ 5 000 - 6 000 m arasında değişir (Coropuna

kısmı çayırlıktır. Başlıca

6 6 1 7 m ) . Bölgede sık sık deprem olur. zeyi.ııd e eski l ıiklarını

dağlada

D ah a kuzeyde Da'ha kuzeyd e

irnparator­

çevrili bu muhteşem yaylada kunnu şlard ı .

Sierra'nın

2 000 m 'ye yaklaşan l e r vardı-.

Altiplano'nun ku­

Cuzo şehri vardır. İn-kalar büyük

sarp

orta

kesimi

uçurumlar,

vahşi

boğazlar,

bizan

sa.rp tepelerle kaplıdır.

Puna denen kııs ım yer alır. Burada çeşitli göl ­

En

büyüıkieri 2 2 , 5 kım'ye 9,6

kım

boyutlarındaki

Junin (GhiMhaicocha) gölüdür. Mantaro nehri bu gölden çı­ karak güneye akar, quinua

yeti�·rilir.

burada

madencilik

Puna'nın

kuzeyinde

yapılır, tenha

patates

ve

Cord illera

de

Hua')lhuash yer alır. Daha kuzeyde dağlar Gordıillera Negra ve Goı:'un fethi onun n üf Uz un u bir kat daha arttırdı. Kılıç Arslan ise, P.'nin sağladığı nüfuzdan endişe ediyor, tahtının, ha·tti hayatının tehlikede olduğu kanaatini taşıyordu. Bu du­ rumda, vez.ir ile sultanın arası iyice açıldı. S i nop fethinden sonra Moğol komutanının Kayseri'd�ki karaı:ıgihında buluş­ zaman, P., sultanı Memliık hiiOOüm d a r ı Baybars ile İşıbirliği yapına:lcla suçlayınca, Kıfı.ç Arslan "İğc.i, sarhoş mu­

-tukları

sun ?" demi ş ; P. de ona "Evet, seniri kötü tutumun beni sar­ hoş etti . Seni BUI�gUrlu zindanından çı•karıp ben sultan yap­

tım" direrek aradaki bağları iyice ıkopannıştı. Az. sonra şehir dışındaki ıhir

m e s i red e düzenlenen

şölende, Moğol komutanı­

nın izni ile, Kılıç Arslan kaldığı çadırda kirişle boğularak

PERVARi

-

Mel i•kü'z · zihir Bayha rs'ı bir Anadolu seferine ilmi et m el eri üzerine, emrindek i Selçuk l u Ye Moğol birlikleri ile, M ı s ır or­ dusunu Elhistan' da k a rşı l ad ı . 127/'de vuku bulan bu çarpış­ mada, Ba-ybars ezici bir zafer kazandı . P. ile sava�tan çıka­ bilenler, Tokat'a ıkadar çeki lm i � lerdi. 2 mayısta Kayser.i'ye gi­ ren Sultan Baybars, P. ile teması sağladı jse de, Baybars' a i timad ı kalmayan P., yanında bulunan küçiiık sultanla, Bay­ bars'ın yanına gitmekten kaçınd ı . Ama, Elbistan bozgun u Moğollar ve hele .A:baga Han üzerinde çok kötü etkiler hi­ sıl etmişti . Baıybars'ın Suriıye'ye dönüşünden sonra Anadolu'­ ya gelen Abaga Han, bu bozgunun öcünü 200 000 Anadol u Türkü'nü öldürmekle almış oldu. Olaylar böyle ters yönden gelişirken, İlhan katında P. ha�kında da güvensizlik belirti­ leri ·kend ini gösterdi . Elobistan s av aş ı n d a yerini bırakıp kaç­ mış, savaştan sonra da İlhan' ı n yanın:ı gitmemiş olan P.'nin de suçlu sayılarak öl dü r ü lm e si .Moğol beylerince ı s r a r l a i ste­ nince, Abaga Han onu 2 Ağustos 1277'de Aladağ' da öldürt­ tü. Mezarı ıkayıptır. Tokat' ta, 181 1 yılına kadar çalışan i•ki katlı bir dirü��ifi ile müridi bulunduğu ünlü Şerh Fahrüd­ din-i Iraıki adına yaptırdığı bir ribat'ı vardır. Ayrı ca, Merzi­ fon'da da bir cami yaptırmıştır. Sinop kalesi ve l1ükme bağ ­ ladığı 12 kale Sultan IV. Kılıç A r sla n tarafından fethi mü­ teakıb ken d isine üleş olarak verilince, bu yörenin yönetimini oğl u Mu'inüddin .Mehmed Bey'e bı rakm ı ı t ı . Böyl ece, Sinop ve çevresinde 1 2 6 7 1 332 yılları arasında hükümran olan ve Per­ vine Oğulları adı ile tanınan bir beylik doğmuş oldu. Meh­ med Bey, babasının öldürülmesinden s on ra da Moğollar'a si­ dık bir ''asal olmuş ve 1269'da ölünce yerini oğlu Mes' iıd almıştır. O da, İlhanlı imparatorluğu ile hoş geçinme siya­ setini güdecek, ülkesini korumayı ba�ardı. 1298' de, bir gün, Sinop'ta gezintiye çıktığı s ı rada Ceneviz korsanları tarafın­ dan K efe'ıye k a ç ı c ıld ı ve ağır bir fidye ödemek suretiyle ül­ kesine dönebildL 1300'de ölümü üzerine, yerine oğlu Gazi Çe­ lebi geçti. Denizciltkte mehireti ile tanınan ve ilk Türk de­ n i z ciler i arasında Sıl!yılan Gazi Çelebi, Trabzon Rumları v e Cenevizliler ile Karadeniz'de başarılı sava·şlar yapmıştır. Son zamanlafında Kastamonu hükümdarı Candar Oğlu Süleyman Paşa'nın himiyesine giren Gazi Çelebi 'nin oğl u olmamıştı. Bu yüzden, 1 322 'de ölünce, Pervine Oğulları devl etini bir süre kızı yöıı e tt i . Ama C a ndar Oğlu Süleyman, oğl u İ-bra­ him Şih'ı Sinop Beyliğin e t ayi n edince, 1332'de, Pervine Oğulları Beyfiği tarihe ·karı şmış oldu. Sinop ve çevresine bir süre Hitun İ li denilmesinin sebebi, Ga zi Çelebi'nin kızın­ dan ileriye gelmektedir. P., ayrıca, Sinop'ta da b:r medrese ·

inşa ettirmi�tir. O, Il. Keyhusrev'in kızlarından biri ile evli bulunduğu giıbi, kendi kızlarından birini de Sultan Il. Mes'­ iıd'a vermi�ti. Mevlevi gelenekler-ine göre, Mevlini Celiled­ din-i Riımi ile de yakın ili�kileri olmuştu. Mevlini Fihi ma­ fih adlı eserini P.'ye ithif etmi�tir. Kudretli bir devlet ada­

mı olan P.'nin öldürülü�ü ile Anadolu'da Selçuklu sultan­ l ığının haı!cimiyeti kesinliıkle son bulmuş, bundan sonra geli­ şen fi' Ji Moğol istila ve idaresi ile, siyasi olduğu kadar, eko­ nomik ve sosyal bulıranlar ve medeni sukut, gittikçe şiddet­ fenerek Anadolu Türk devletinin dağı lmasın a yol açılmıştır.

(İ. Parmaksız.oğlu) PERVARI,

Siirt if.ine bağlı ilçe. ( 1975 ) ,

Y ü z ö lç ümü

1 459

öld.ürüldü. P., onun yerine, 2,5 yah u t 6 yaşındaki Gıyiseddin

km2, nüfusu 22 761

III. Keyhustev'i hükümdarlığa getirdi. Böylece, Aksaray'dan itiıbaren Doğu Anadolu'nun mutlak hikim i durumuna gelen P., Anadolu'dan Mısır'a iltica eden emir ve beylerin Sultan

1cöylü, 1ıöy s ay ı s ı 37, bir bucağı (Doğanca) var ; köylerin ço­ ğu 300 · SOO nüfuslu ; i l çe merkezi P.'nin n üfusu 4 054

( 1975 ) ' dü r .

P.

nüfus yoğunluğu

16, % 90'ı

e s k i ilçelerdendir. Kuzeyinde Şirvan ilçesiyle

PERVARi - PESARO

PERVARI

:

4 85

Genel ııörünüt

Bitlis'io Hizan i l çesi, ·b a t ı s ı nd a Eruh, güney i nd e Şirnak il çe­ leri, d oğusunda Van ' ı n Çatak ve Mard in'in Beytüşşeb ap il­

bir sırtta kuruLmuş

çe(e.ri vard ı r .

liği

İ l çe araz isi, dağiLk ve sarp yerleri çok, del'in vadilerin bul unduğu yiilksek bir bölgeded i r . Güneyindeki dağlık bölge ( 2 9.t3 m) ve doğusund aıki Kör kandil Dağı (2 831 m ) başlı­ ca yiikseıkl iklerdir. Güneydeki dağlık ·bölge kıvnmlı ve yer yer kınimalara uğramış Üst Kretase - Paleosen ile Orta, Alt Lütesiyen

Eosen,

oluş uklarından

bir yapı gösterir. Bu

şuklara Kermav, Midyat, Gercüş adları

olu­

verilmiştir. B u olu­

ş ukların 'kalker yapılı yerlerinde lcars!Vk yeryüzü şekilleri doğ­ muştur. P.'nin b ulunduğu yer ile kuzey çevresinde ise, çoğ u metamorfik taşlar d urumuna gelmiş bul unan Paleozoik ve bu

İ lçe merkezi olan P., B otan Çayı'nın sol k ıy ı s ı n a yakın

tan Çayı gömülmüştür. Yılın çol: z aman ı nd a bir ırmak gö­ ( eski

adı

göre ortalama aıkımı

Billoris)

b�on

saniyede 200

Çar­ şısı, orta ve ilık okulları vardır. İ çme ve kullanma suyu künk­

lerle getiriLmiş �yi sulardır. Kasahada 1970'ten beri elektrik enerj isi bulunmaktadır. P. Siirt'e, 123 km uzunl uğunda stabili­

ze bir il yol u ile ıbağlı d ır. Kasa ba, bu yolun son noktasında­ dır. Buradan ötelere ve köylere geçilmesi güç topra:k yollar

uzanır. Kışın bu yol lar kar ile kaplandığından, gidiş . geliş güçleşir, hatta zaman zaman kesildiği de olur.

PERZERİN,

çok yerd e ·yüksek

olduğundan, kı şlar

soğuk,

PESARO, Kuzey İ talya ' d a

z ini n yar ı s ı m e r ' a ( otl:ıık ) d ı r ( 475 000 d eka r ) . Bunun yanın­ d a tarım da vard ı r . Ekilen yerler bütün arizinin ancak % 14'­ üdür. En çok huğday ve arp a eki l ir. Sadece v a d i t e ri n kuytu ise, bü tün arizinin kaıOOn , H l ı i d ­

r:ıj en atoml arını ı,>Ö sterir, n d e herhangi b i r y ı yı

ifade

h i l i nd .:•'c i

vi

e:ler) ;

bunlara

d-oym u ş )

"naften'ler"

pozitif tam

denir.

Meşblı

z encir hidrokarbon moleküllerine

form ü l ü : C0 H2 n + 2 ) "parafin' lcr"

adı

veril i r .

sa­

( işba

( k imye­ Bunların

htr ikisi d e re.ıktif deği l d ir. Meşbiı olmıyan halka hidrokar· boo tarına da · · rılefin' ler" ' (kimyevi formü l ü : C n H2 n ) denir. hidrokarbonların her iki sınıfı da, hidroj en

Meşbiı olmıyan

PETROL : Petrol arama uçağı

atomları n ı n

aracı lığına lüzum göstermeden, başka maddelerle

doğr.udan d oğruya birle�irler, bunun sonucu ola rak çok reak­

Hem z enc i r hem halka hidrokariıon moleküllerinin

Jı.p bükülerek sedimanter tabakal arı yerin derinliklerine gömme­

tiftirler.

si, bunlardaki organik kalıntıların, basınç ve sı caklığın et k isiy ­

her iki sinin de ilaveleri {yahut radikal leri ) olabilir. Bunların

le ayrışması P.'ün teşelııkü lüne yol açmıştı r . Tabii gaz ve ma­

başl ıcaları

den kömürü gibi organik maddelerden meydana gelen P . ' e ' 'fo­

metil (CH3 ) , eti! (C2H 5 ) v e propil ( C 3 H , ) ' d i r . M:ılekü l l erinde, her elemana ait atom sayısı aynı olduğu h a l ­

sil" yağı da den eb ilir . Diğer ta rafta n P., gene11i�e "mineral" '

d e , iç y ap ı ları bakımından farklı

�ünkü yer altında·ki sedimanter kaya­ lar, yahut ku:nların arasındaki boşluklarda b u l unduğundan m i ­

mers)

yağı olarak düşünülebilir, nerallerle de bağlıdır.

Ham P . ' d e, gaz halindeki maddelerden, asfalt ve para f in

fizik

v ar dı r .

Gazlar,

birleşimlerin

içinde

Ç'Qk

yüksek basınç yüzünden

erimiş

d urumdadır,

daha

ancak yeryüzüne

kınca .buharJaşırlar. Aynı şek i l de pa rafi n de ham P . ' de erim i ş d urumdadır, o d a yeryüzünde soğutularak ayrıştırı lır. Fizi,k

bakımından

ham

P.,

m uhtelif

kaynama

dereceleri

olan birleşimlerden meydana gelir. Bunlardan izafi ağırlığı az olanlar, gazlar atmosfer bas ıncı n ın altında kaynar ; izafi ağır­

l ı k bakımından hemen bundan �onra gelen kısım norm a l d e benzin olarak damıtı lır ki, bu k ;ım 30 ° ila 20 •C' d a kaynar. 140• ila 300 • c arasında kayn ay ·. n kı sım kı saca gazya.� ı de­ diğimiz

( kerosene ) ,

lambalarda

-.. s .

kullanılan yakı tı meyda­

ka}·naya n kısım gaz - oile ol arak bir zamanlar yakıt gazı imalatında bundan fay­

na getirir. !JOO•C'ın üstünde bilinir ; çüakü

dalanılırd ı . Geriıye kısmını

teşkil

eder.

kalan

en

Dize!

ağır ıkısım

yağları

ve

birbirlerinden farkl ı ­

Teknoloji : Araf/ırma : Mo d e r n

P.

en-:lüstrisi

1859'da başlad ı .

En­

d üstrinin ilk yarım asır içindeki P . araştırmal a r ı yeryüzünde görülen s ı z ınttiara göre yapıl ıyor, sızıntıların bul unduğu böl­

gede açılan ·kuyulardan P. elde ediliyord u . Pennsylvania, Kaf­ kasya, Romanya,

İ r a n , Birmanya

ve

S u mat ra ' d aki P. a l an l arı

bu �ekilde açılmıştır. Duha sonra jeolojik araştırma tekniği gel iştiril miş ve 1950"lere ·kadar bu yolla ve nihayet j eofizik yollarla P.

araştırm a l arı ya-p ılmı�tır.

Jeoloj ik araştırınalar toprağın yapısı dikkate alınarak yü­

r ü tülü r . Jeologlar XX. yüzyılın başlarından itibaren, nereler­ de

P.

aramanın uygun olacağını gösteren haritalar

başlad ılar. P. mesamatlı

yapmaya

(gözenekli ) ve masarnatsız sediman­

ter tahakatarın s ı ra ile üst üste bulunduğu yerlerde oluyordu. Kireç taşı, kum taşı, dolomit gibi mesa m a tlı kaya la r, P. için

ısınınada

kullan ı l an

depo vazifesi görürler. Mesamatlı kaya içindeki P . bir basın ç

P .'d e bulunma oranı , bölgesine göre değişir.

Kimyevi özellikleri : Ham P.' deki başlıca

a ral ı kla rda n sızarak bir kuyunun d ibinde biriıkir. Kil ve alçı taşı gibi mesamatsız, s u geçİrıni­ sonucunda çatlaklardan ve

yen tahakalar P .'e tuza.k vaz.ifesi

görür

ve deposundan

çdilec6k şekilde birleştirmektedir. 1 930"

ne ıJronan Houdry ameliyesi, sadece daıha yüksek k a l i te l i ben­

zin

d:ilia

Polimerizasyon,

Benzinin kalite�ini bel irtecek çeş i t l i unsurlar V J rdır : Sa­ başlaması,

meden, ta l ep, isti'hsal edilen benzin mildarını a�aya başladı .

dana getirdiği mamüller,

etme a rn e l i yesi modern

ve

ni daha hafif benzin mol ekülleri haline geti r mektedi r ; po l i ­

rarette moleküller ayrışmaya başlarlar. •1900'lerde

sağlamıştır.

y en i d e n teşk i l çalışmasını

m a l z em e daılıa da bol o l d uğ u i ç i n , po l i m erizasynn a üstün tu­

mo l ekriil er yapının yeniden d üzenlenmesidir. termal,

ve

iyi

merizuyon ise ba z ı larda

kısımda ayrılır.

Crackiııg,

Po l im erizas y o n refinerilerin daha

Cr ac kiırg metod u en ağır gaso{)i] yahut ağır yakıt molekülleri­

yeniden

Orada da en ağır kısımların d ı ş ınd a kalanlar buharlaşır. Ağır veya hafif makine yağlar ı ,

l eştiri lmesidir. B u u s u l ün en büyük mahzuru ge n i ş i i l ç iide sarfedilmesidir.

hidrojen

kimya

rinin

( p ro·

kul la nılı r .

ma d del eri nin

p lastik teki başl ıca kullanı l ı ş ı

polipropilen, polistiren ile alkid, vio il v e fenoHk görülür. Plastikl er,

endüstrisine

yarısını

faydalı

kullanm aya

1970" lerden

bü tün h idrokarbon

başlam ıştır.

itiharen ham

Bunlardan

petro­

maddele­

sonra

da

PETROL n ay l o n , Jacron, a set a t r.ıyon, sentetik

kauçuklar,

l eri,

k �pl amalar gel ir.

d eterj anl ar,

Arz

P.

critgen ler,

koruyucu

azot gi: bre­

ve talep :

m im u lleri nin

her

P. n i sbeten muayyen ve

yerde

k u l l a n ı lmasına

genelli·kle,

ın ünvezi yerlerde b u l unmaktad ı r . Tipik bir y ı l

ya petrol istihsalinin

beşte dördünü A.

z u e l a, K üveyt, Sulıdi Arabistan,

kar�ı l ık,

ham

çöl, orman, bataklık gi:bi

İran ve

B.

olan 1963'te d ün · D., Rusya, Vene­

Irak sağl amı5tı .

S a va ş ı ' nd an sonra ondan fa z la ülke P. müs­ t;ı;hsilleri arasına katı ldı ; o zamana kadar ümit verici görülmi­ yen Afrika topraklarında ( B üyük Sahri v e Libya'da z eng i n, Nijeııya, Angol a ve Gaboıl'da küç.ük mikyasta) P. bu l undu . Çok masraflı ar a � t ı rm alard a n sonra, 1962'de Avustralya'nın Queen s l a n d ını ntakasında ticari değer taşıyan P. çıktı . II.

Dünya

Tarihi olarak, en çok P. isti:hsal eden firma nı n kuyu başındaki fiyatı, P. fiyatına esas alınır. XX. y üzy ıl ı n başla­ rında A. B. D. d ü n y an ı n en fazla P. is t ih sil eden ülkesi ol­ duğu d ev i rl e r d e ham P. iç i n tem e l fiy a t önce Pennsylvania, sonra Texas i d i . B a �ka yerlerdeki ham P. fiyatları, taşıma şartlarına göre, A . B . D. fi yatınd an d�a az veya d ah a çok o l aralk ayarlanırdı . 1920'1erde V enez ue l a P.'ü Avrupa piya­ sasına g i r erk en , fiyatı A. B. D.'nin Mdksiıka. kö rfez in d eki fiıyatlarına göre ayarland ı . Or t a Doğu P.'ü piıyasada görülme­ başlayınca onun da fiyatı Meksika Kö rfez i ' n d ek i fiyata göre a y ar l a n d ı . II. D üny a Savaşı'ndan sonra Orta Doğu P.'ü h ı zl a bollaşmaya ba şla d ı önce Batı Avrupa pazarlarında, son­ ra da Amerika' n ı n doğ u kıyı larında gö rü ldü . 1958'de A. B . D. y ı l da 80 000 000 ton P. i thal e d iyo rd u ( g ünd e 1 600 000 vari l ) . ye

,

1960'ların ortasında en çok P . yığılm a s ı Orta Doğu'da idi, aıynı zamanda kuyu başına alınan ham P. or an ı da çok yüksekti. Bunun sonucu olar� Or ta Doğu, d ünya piyasasına hakim oldu. Ana p az ar la rd an uzak o lm a sı n a rağmen, sahil avantaj ı , taırker nakliyatının ilerlemesi Orta D oğu P.'ünün önemini art t ı r d ı .

Karalar v e memektedir.

denizierin altındaki

P.'ün bü t ün hacmi bili ne­

P. endüstrisi, buna karşıl ı k " isbat edilmiş re­

k avramını getirmiştir. Bu, ekon om ik olara•k ve m evc ut i sliılısal edilebileceği belli olan ham P. demektir. Komünist ülkeler de dahil o lm ak üzere d ünyan ı n isbit edil­ miş reverzi 1963' te 300 000 000 000 varil (40 000 000 000 ton) i d i . Bu, 1960 ' 1 ar d a ki talep seviyesinde 37 y ı l l ı·k ihtiyacı kar­ ş ı laıvacak m �k t a rd a d ı r . Halbuki talebin 1980' lerde iki m is l in e çıkacağı, 2000 y ı l ı n d a ise 1 962 ' dek i talebin üç ka tın a ç ıkacağı zerv"

usüllerle

tahmin

edilmektedir.

Mamullerin istihlaki : İ s t ihl i k edilen P. mimullerinin ile bunları k ul la nan l a r tarafından ödenen fiıyat kıs­ men ham P.'ün orijinal fiya tı n a ve buna il ave edilen taşıma, damıtma, pazarlama m a s r a.flar ın a ; kısmen de kullananların ihtiyaç oranına ; ihmal edilerniyecek kadar da ithal, satış ve başka ve ııg ile re bağl ı d ı r . mikdan

,

I l . Dünya Savaş ı 'ndan sonra endüstrileşme hız lan mı ş, bu­

olarak P . i s tih l a k i artmıştır. Esasen, en d ü strini n iJ.k g ü nle r i n d en bed bütün d ü nyan ı n P. i h ti y ac ı durmaksızın art­ maktadır. II. Dünya Savaşı'nın �onunda 1 960 ' l a r ın başına ka­ d a r P. ihtiyacındaki ortalama y ı l i rk artış % 7 kadard ı . An­

5 01

mimullerinin kaynağı olarak, P.'ün almış bul unma:ktadır.

P. endüstrisinin dört önemli cephesi vard ı r : Ham P.'ün ve çe şi t bıkımından son derece değ i şi k l ikler arzetmesi ; zaman zaman ortıeya ç ı ka n kaynaklar; başlıca P. mamullerine karşı vaki olan taleplerdeki değişiklikler ( aslında R u s ya ha­ riç , P. 'k ul lanan bütün üLkeler büy ük ithalitç ı lardı r ) ve m i l ­ letle rar as ı ticaret alanında yer değiştiren büy.ük P. hacmi.

kal i te

veya mıntakadaki top l am pazar talebinin kom­ P. tiplerinin akışını taıyin ed en çok müıhim bir iın il d i r . Ra.fineri işlemlerinin maliyeti de buna bağlıdır. Bunun en Ugi çekici ö m eğ in i A. B. D. v e Hindistan Bir

ülke

pozisyonu,

m uh te l i f ha.n

vermiştir.

1960' ların

Kaynağm muhafa::a.s r : Bir kuyu ka z ı l ıp da ticari değeri mikdarda P. bulununca, müstahsil, azami is t ihsali sağ­ l am aıya bakar. Ancaıle bütün müstaıhsiller aynı şeyi J.iişıüniir ve o şekilde hareket ederse ham P. mikdarı bi rd en yükselir, .bu da fi yatl ar ı n düşmesine sebep olur. Aynı şekilde bir P. k u y us un d an r ez eııvu arı nd a, aşı rı ist ih s a l yüz ü nd en P.'ün eko­ nomik şekilde çek i l m esin i s ağl ayan tabi i bası nç s ür'a tle d üş er . O halde fiya t l ar ı n d e111g ede durmasını ve k ay n akl arın muha­ fazasını sağlamak gerekir. Ham P. istihsalinin tahd id i, P en nsyl-va n ia ' d a P. bul unmasından yed i yıl s on r a 1866'da tat­ bik e d ilm iş tir O z am an dan beri muh te lif tahdit teklifleri yapılmıştır ; Orta Doğu'da P. i s tihs a l eden ülkelerle Venezuela (bu ü lkel er 1960'ta kurubn OPEC · Organization of Uetro­ leum E:ıcporting Co untri es - üyesidir) da buna dahi l d ir . Bu­ nunla bcralber OPEC t� d i d e gitmeden fiyat sevi·yesini karar­ .

lı tutmanın yo l l arını aramaktadır. Birle�ik Devletler'deki sınırlama ise ba şk a bir güçl·ük do­ ğuml uş t ur . A.

B.

ü l ke l e r d e

petrok i mya

D., P. yatağının, toprağın yüzünün s�ihi­

ne ait olduğu b i rk a ç ülkeden biridir. Bunun dışında ka l an çoğunda P. devlete a i tt i r

y.ı ıı a ş m am ı ş l a r d ı r .

bazı

kullan­

o l acak

bir

Ayrıc.1

Devletler' in

misallerde

yerlerin pek

a r t ı ş g \ i s tc- rııı i yccek t i r .

Birleşik

Muhtelif P. mamul lerine karşı ol a n taleplerin çeşitliliği açıkça görıülmekted ir . P. ra.finerilerinin sayısı çok yuksel m i ş t ir (günümüzde hemen her ül•kede bulunmak­ tadır ) . Bunların istiılısal ettiği mam u l l er ve m a h a ll i pazarların talebi milletlerarası P. ticaretin i yoğunlaştırmaktadır. Meseli 1962'de ·B at ı Avrup a'n ın 235 000 000 ton tutan P. mam ul l e­ ri ihtiıyacı için, 300 000 000 to n tutarında ham P. ve P. mi­ mulünü Batı Avrupa'.ya geti rm ek ıveya oradan götürmek ya­ hut B a tı Avrupa ülkeleri arasında ta ş ı m ak icab etmiştir. bu

za m an l a azalacağı tahmin ed i l m ek ted i r . Çün­ ha�ka y ak ıtl a rd a n P.'e dönüş d�ha az olacak ; çok gel i şmi ş ü lkel erdek i motor y:ık ı t ı ihti yacı e skiden olduğu gibi çığ g�bi

cak bu nisbctin

başlarında

dığı bütün P. mamullerinin yarısını benzin teşkil ediyordu; aynı süre içinde harcanan gazyağı or anı ancak % 5 i d i . Hin­ distan'da ise k ul l a nı l a n benzin, bü·tün ·P. m am ul l e r ini n ancak altıda birini te�kil etmekteydi ; g azyağ ı ise Hindistan için çok ön em l iy d i ve kullanılan P. mim ul l erini n % 30 'un u te�il edi­ yor d u. Aynı şekilde Jap onya ' d aki fuel-oil istihli:ki, bütün P. istillı l akinin yarısı n ı teşki l e ttiğ i hal d e, Av u straLya' da bu mik· dar yedide bir idi. Muhtelif P. ınim ul l er i ne karşı olan talep­ l erdeıki değişikliğin iLgi çekici b i r örneğini de Fe dera l Al­ manya v erm i ş tir . ıl963' te fuel-oil talebi, beş y ı l içinde beş katına çıkmış bul unuyord u ; halbuki aynı süre içinde, ülkenin bütün P. m iın ul l eri n e olan toplam talebi, bunun ancak yarıs ı kadar )'Ükselm iş ti . İ ng iltere' de dize! yakıtı ve gasoil için olan t alep beş yıl i ç i n de iıki misline çıkmış, buna karşılık benzin ih tiyac ı aneaik bunun yarısı kadar artmıştır.

na paralel



yerini şimd iden tahii gaz

fından h ibi

ve

t a:h d i t devlet tara ­

düzenlenmektedir. Ama Am eri k a ' d a P. k uy uları n ı n sa­

olan

mal

sahi p ler i, Son r.ı

isHhsal lerini eksiltıneye

1 935 y ı l ı n d a n

i tiba ren

kolıey k o l ay tahdit

i ş inin

50 2

PETROL

tatbikıne ba ş l am ı ş tır . bı;. tahdit şöyle yapılmaktad ır. A. B. D. Bürosu (U. S. Bureau of Mines) mevcut fiyata göre bir sonraki ay için ne kadar ham P."e ihtiyaç olacağını tahmin etm�e. iLgili devletlerin hissesine ne kadar düşeceği bu devletlere bildirilmekted ir. Mesela üçte bir n i sbe t i n de bir taıhdit konmuşsa, her müsta:hsil azami istihsil hacminin dörtte hiri kadar az P. çıkarmaktadır. Küveyt ve Suudi :Arabistan'daki şiııketler d:ııh a çok yeni P. kuyuları açmamak suretiyle bi r çeşit tahdicle uyma•ktadırlar. Suudi Arabistan'ın bütün ist�h­ sali son derece ve rimli 200 kuyudan sağlanmaktadır. Birleşik Devletler' de, kuyu başına günlük i st ih sa l ortalama ı2 var il­ dir. ıBu rakam Suudi Arabistan'da kuyu başına 5 700 varile yü ksel m ekted i r . Ma denl er

Tarih :

P., çok eski çağlardan beri muhtelif şekillerde elde e d i lm ekte d i r . Arkeoloj�k araştırmalar, Mezopotamya 've İran'da bitümün harç yerine kullanıldığını gösıteımiştir. Ay­ rıca m ücevıher ve m ozay ikl er için bağla y ı c ı eleman olarak kul­ lanıldığı giıbi b ıç aık namlularını kabzaya tutturmakta da kul­ lanılmıştır. Gamiler ziftlenir, yollar yapılırdı . P. ayrıca, tıbbi maksatlarla da k ul l an ıl ıyord u . Herodotos (ıM. Ö. V. yüzyı l ) , Tarih'inde .(VI. ki tap, 119. kı s ı m ) , zamanında P., bitüm ve tuzun nasıl elde edildiğini anlatmaktadır. P. sızıntılarının kul­ lanılması H er od otos' t an çok önceki zam anl ara (M. Ö. 3000 yıllarına) kadar uzanır. O devirde Sümerl il er, Asurlular ve B ci>i lonyalı l ar bitümden faıydalanmışlardır. •İranlılar'ın neft ( naft) sözü bam P."ü hem de b i raz cia­ mıtılmışını ifade ed i y or du . Bizdeki neft y�ğr aynı esasa bağ­ lıd ı r . Neft, asırlar boyunca yakaca k olarak kullanıldığı gibi ipekli ve diğer dokumaların temizlenmesinde, tıpta kullanıl­ mıştır. Yanıcı bir madde olması bakımından P.'ün askerlik­ te de k ul l anı ş alanı bulduğuııı u görüyoruz. B üyük İ sken d er, Timur ve Nadir Şaıh, dܧmanlarının fillerini üııkütmek i ç i n yanar P. kullanmışlardır. Hıristiyanlığın ilk sıralarında Arap la r muhtelif usulleri geliştirdiler ve bunu İspa!l'ya yoluyla Avrupa'ya soktular. Çin'de M. S. III. yü z yı l d a tuz i ç i n kuyu a çı l ıtik en P."e r ast­ landığından bahsedilir. XII. yüzyılda ise d erinl iğ i ı 000 m'ye yaklaşan kuyular açılmaktaydı. Çiniiierin kuyu açma metodu Hıristiyan misyonerler tarafıadan tasvir edilmiş ve ba ş k a ta­ ra fl ar d a:ki m e tot la r ı etkil em i ş ti r . XIII . yüııyıl Çin yazmala­ rında da Birmanya'daıki P."den bahsedilir. Baku P . " l e r in i n ise çağına göre ticari denecek ö lç üd e iş­ letildiğ i ni ı21ı - 73'te kuzey İran'da seyahat eden Marco Pol o nakletmektedir. Baku'deki P. ticareti daha sonraki yüz­ yıllarda yaşayan yazarlar tarafından da anl a tı lmı ş tır. Modern P. endüstrisinin b a ş l am a s ı ise XIX. yüzyı l ı n ya r ıs ı na ra stlar . İ skoçya ' d a , James Young, ı850'dc P. için bir damıtım şekl.i gel iştirdi . Emekli bir demiryolu kondüktörü olan Edwin Drake ı859 ağustosunda Birleşik Devletler'in Pennsylvania eyaJetinin Tituwille şehrinde ilk P."ü bul d u ; bu, m o d ern P. en d üstris i n i n başlangıç tarihi olarak kabul edilir. Drake'in kuyusu tamamlandıktan sonra çevrede büyük bir P. arama yarı şı ba ş l ad ı . Drake'in P. kuyusunu a çtığ ı zaman yılda yak­ laşık 2 000 var i l olan A. B. D. ham P. istihsali, ı863'te 3 000 000, ı874' de 14 000 000 var i l e yü:kseldi . ı86ı yılınd a tahta variliere doldurulan P. yüklü ilk gemi Atlas okyonu s u­ nu aşarak İ ng il tere' ye geldi. ı870' te, r afi ner i ler, tanker kam­ yonları ve pipe - line'lar yeni endüstrinin belli başlı özelliği o lm ay a başla d ı . XIX. yüzoyılda P. alanında en büyük geliş­ me, A. B. D. ve Rusya'da oldu. I . Dünya Ha rbi baş­ lad ığı z a m a n bik bu iki ü l ke P. pira s a s ı m t.ımamt-n hikim-

di. İndonezya, Romanya ve Meksika'da biraz, İ ran'da da pek az P. elde ediliyordu. Savaştan hemen önce

de Venezuela'da

çok büyük ölçüde P. bulunmuştu. Savaş sırasında, Rus P."ü düııya piyasasından çekilince, Karayili h avz as ı ve Orta Doğu büyük önem kazand ı . Daha sonraları dünya P. endüstrisi A. B. D., Ka r ay ibl er , Orta Doğu ve İ ndonezya gi:bi yüksek ver im vaadeden sahalara yöneldi . Afrika ve Avrupa'nın üze­

rinde durulmadı. II. Dünya Savaşı ' ndan sonra yeni rezervie­ rin keş.fiıyle Orta Doğu P. alanında hızla yükselmeye başladı. A. B. D . "nin d.Ü!l'yanın en büyük P. miistaıhs il i olmasına rağmen, dahili istiılıliki pele fazla olduğundan dü!l'ya piyasa­ sındaki önemi azaldı. P. var l ığının yüzyıllardan beri bi l i ndiğ i Rom ao ya ' d a ı903'te 41ı2 000 ton P. elde edilir.ken, bu rıtkam bir yıl sonra ı 848 000 tona çıktı . I . DÜ!l'ya Savaşı'nın s onl arın a doğru istiılısal SOO 000 ton civarına d ü ş tü. II. Dünya Savaşı'ndan son ra Sovyet etkisine giren Romanya'daki P. i s tihsal i , ı960·­ lardan itibaren yılda ı2 000 000 ton kadardır.

Venezuela ı928'den itibaren dünya P. almıştı. Yeni kuyular açılııyor, istihsal N i tekim y ı l l ık istiıhsal ı920'de 67 000 170 000 000 t ona yükseldi ve ancak Rusya, alarak Veııez uela'yı geçti . ye ri

İstilisalinde �kinci gittikçe artıyor d u . iken, 1963 ' te ı961' d e ikinciliği

ton

Rusya, XX. yüzyılın baş ında, A. B. D. il e birlikte, dün­ ya P."ünün yarısını üretiyord u . ı90l'de Hazar denizindeki Apşeron ya rım� dasınd a bulunan zengin P. yatakları Rusya'­ nın istiılısalini bi rd en ll 700 000 tona çıkararak Ameriık a'yı geçmesini sağl ad ı . Ayn ı yıl A. B. D. ancak 9 SOO 000 ton P.

İstilisal

e d ebi lm işti .

Zaten ı90l'deki bütün düoyanın P.

i st ihsal i 22 900 000 ton o l d uğ un d an

1 700 000 tonluk kısmı

dünyanın ba�a yerlerinden elde ediliyor demeıkti. Baku P. s ah a l arının barikulide gelişmesinde İ sveçli Robert ve Ludwig Nabel kardeşlerin büy-ük katkısı olmuştur. Baku sahasındaki ilk .verimli kuyuyu onlar açmış, işçilerinin menfaatine teşeb­ büslerde

bulunmuş, A. B. D.

tipi boru hattını geti .rmi� ,

katariarına P. tankları yerleş­ tirmişlerdir. Ludwig Nobel ı 87 7 ' d e bir de i s tim l i tanker yap­ tırmış, Hazar denizinde sefere koym uştu . ı883'te Hazar denizi çevresindeki deıniııyollarında artıle P. yakan l okomotifierin çek­

rafinerHer kurnıuş,

demiryolu

t iği tren ıleatarları dolaşma:ktaydı . Yabancı sermaye Bakü P."­ ler i nin zirveye götü.rüyordu. Ancak ı917'deki komünist ihti­ lili, istiılısal i bir d en d üşü rd ü. II. Dün ya

Savaşı'ndan önce

Rusya P. is t vh s a l i alanında yeniden ilerlemiş ve A. B. D. ile Venezuela'nın

ar d ı nd an

üçüncü sırayı

alm ı ş tı. Yıllı.k istilı­

sali 274 000 000 ton idi. Orta Doğu'da ilk P. endüstrisi I . Dünya Savaşı'ndan ön­ ce İ ran' d a kuruldu. Asıl P. yatakları

ı908'de bulundu ve

bölge çok geçmeden yapılan 2ı 7 km' l ik bir boru hattı ile

sonra İran'da Meseld-i Sü l eym an P. sahaları bu lun du . Ül kenin ı937'­ deki yıllık istrhsali ı o 000 000 tonu geçmiş bulunuyor ve dünya P. İstilisalinde dördüncü g el iyordu. İ stih sal ı950'de 32 000 000 tona yüksel d i . Musaddık'ın P."ü milli l eştirme po l i ­ Ab a da n ' a bağlandı. S ı.'\· a ştan

gib i, yeni ve çok zengin

tikası sırasında istihsalde büy üok azalma olduysa da 1954'ten

sonraki anlaşmalarla

durum

32 000 000 ton olan istihsal

düzeldi.

Halbuki

1950'de

1954'te 22 000 000 ton a düşmüş

bulunuyord u. 1950'de ise İran' ı n P. i s tihs a l i 52 000 000 tona ç ı ktı

ve

ondan

sonra

·da .h ızla yüks e lı n ekt e deıvam ett i .

PETROL Orta · Doğu P.'len ı. Dünya Sava�ı'ııdan sonra araş t ı rı l ­ maya ve istilısale başlaını�sa da aslında II. D üny a Savaşı'ndan sonraki çalışmalarla dil n ya P. alanında söz sahibi olmu�tur (Orta Doğu P.'lerinin ı. Dünya Saıvaşı sırasındaki ve daha sonraki durumu için aşağıda Tü rkiye Petrolleri kıwına ba­ kınız) . .I938'de dünya P. i s tib sa l i 274 000 000 ton iken, Orta Doğu petrolleri bunun ancaıle 15 000 000 tonluk kısmını te�-

503

kil edioyord u. Il. Dünya

Sava �ı 'n d an

sonra

Türkioye,

Küveyt,

S uüdi Araıbistan, Bahreyn, Katar, Mısır, Suriye v.s. ü lkele r­ de büıyü:k P. araştıl'maları yapıldı. B ugü n Orta · Doğu dünya­

n ı n en büyük P. müstah s i l i d i r . 1 962'deki resmi

tahminlere

göre bölgedeki P. re z e rv i dünya petrol rezervinin % 611l'ini teşkil eden 194 000 000 000 va r i l olarak tahmin ediliyordu.

DÜNYA HAM PETROL İSTİHSALİ1 (·1 000 ton olarak )

1950

1960

1970

1973

19742

3 800 285 200 10 296

27 480 384 080 1 4 125

69 954 533 677 21 877

100 1 1 7 514 297 27 415

97 000 494 850 27 000

2 980 4 850 78 140

6 075 8 100 148 690

7 225 l l 071

193 209

3 410 9 498 175 388

9 000 8 700 156 000

40 360 2 050 80

4 050 390 2 680

80 3 460

990 9 160

8 009 191 3 450 1 128 1 620 19 969

8 284 10 706 3 410 2 191 1 472 21 434

8 300 10 000 3 500 2 200 1 350 21 200

30 6 650 32 260

350 47 480 52 065

3 461 76 600 191 663

3 602 99 371 293 908

3 500 95 000 301 000

Suüdi Arabistan Küveyt

26 620

Küveyt Tarafsız B öl ge si

17 290

61 090 81 860 7 270

176 85 1 137 397 26 724

364 675 138 255 27 415

412 000 112 000 28 500

1 560 1 640

2 250 8 210

3 834 17 257 33 288 4 306 1 7 169

3 410 27 495 62 525 1 1 047 14 457

3 400 24 700 68 000 12 000 14 200

2 370

3 600 130

4 350 16 404 77 4 500

5 52 1 8 367 38 5 300

5 800 7 500 40 5 300

315 250 125

440 360 530

6 809 486 750

7 199 409 968

7 300 400 1 000

Brunei Japoı:ııy a

6 450 4 340 350

20 560 4 690 510

42 102 6 916 750

66 407 1 1 685 703

71 500 10 000 65

Avrupa : Avustu.ııy a Batı Almanya

1 600 1 120

2 440 5 560

2 798 7 536

2 579 6 6 38

2 300 6 300

Ho landa İngil tere

700 40

1 920 90

1 919 s-ı

1 43ı1

1 600

89

90

Fransa İtalya İsp anya Norveç Danimarka

120 B

2 260 1 990

2 308 1 408 156

1 255 1 040 765 1 575 135

1 100 950 1 900 1 650 100

Kuzey Amerika ; Kanadas A. B. D.3 Meksika Karayibl er : Trinidad Kolaınbiya Venezuela

Gii11ey Amerika ; Brezilya E� ad or Peru Boli'V}'a Şili

Arjantin

Orta · Doğ11 : Tü .ııkioye Irak İ r an

Baıhreyn Kat a r Ebü Daibi Dubai Unun an

Suriye Mısır İsrail Sina

450

Uzak · Doğu ;

Hindistan Pakistan B i rm anya İ ndonezya

PETROL

5 04 Afrika (Mrm harir) : Cezayir

8 630

80

Tun u s

L iby a G

8 SO 70 880

ve Kong o

aıbon

Angola N i j erya

OkyanuJya : Av u str a l y a KomüniJt ülkeler : S. S. C. B.

49 000

47 253

5 1 1 5.!

4 151

3 878

4 000

159 201

lOt 5!16

77 000

H60 5 066

9 651

1 3 000

8 112

8 500

53 420

101 306

1 1 2 000

8 292

1 8 188

l i 900

3 7 soo

U8 000

352 667

!27 250

!57 000

Rom anya Y ugo sl aıvy a Macar i st a n P olonya

4 100

1 1 500

13 377

H 200

U 200

no

ı 040

2 85.!

3 392

500

1 21 5

1 937

1 990

175

195

42 4

330

soo

Arn av utl uk

395

600 200

1 199

2 100

2 400

334

1 90

ı so

50

140

2 03

1 70

1 60

200

B ulg ar i stan Çekos l ov

a.kya

60

2 00

5

20

so

65

ı 090 680

2 336 153

2 847 849

2 870 260

Doğu Almanya

Çin Tahmini dünya ihtihsal i f

538 470

I ) Ham P. ve taıbii gaz SI'V ı l a rı . 2) M'J'l!f..lı:at t a!h mi nler .

Kanııd,.a

3)

ve A.. B.

D. ıçın verilen 1970 - 1974 rakam­

ları hütiıicı · hidrokarbon sıvılarını içine almaktadır ve bu ba­ kımdan,

·

iiı ü nhas ı ran ham P.

r ak a m l arı n ı

ifade

eden

daha

önceıki rakamlarla kesin bir mu..lı:ayese yapılamaz .

Vari l

4)

ölçüsünü metrik tona

yısıyle tahminlerde geniş ölçüde

çevirme g ü çl ükleri dola­ değişiklik olmaktadır.

Bu

badc:ımdan mesela ham P.'ün öııg ül ağırlığı 15, s • c hararette, 0,78 (Amerikan Petrol Enstitüsü'nün ciz iıbe miyarına göre) olduğuna göre bir metrik tonda 8,08 varil var demektir. Di­ ğer taraftan

mi:kyasın öbür ucunda, baş-ka bir miyara göre öııgül ağırlık 0 ,98 ' d ir . Bu durumda bir metrik tonda 6,43 varil var demektir. Genellikle Orta - Doğu P.'·ünde bir metrik ton 7,5

varil almaktadır. Mganistan, Benıgaldeş, Küba, Mo­

ğolistan, Fas, Yeni Zelanda, Tayvan ve Tayland de yapılan k ü ç ük

öl çüd ek i

gibi

ülkeler­

i s t i h sal hesab a ka t ı lm am ı şt ı r .

(0.

Y ük se l )

P. yataklarının bulun­ duğu ve türlü bö lge l er im izd e P.'ün mevcut olduğu son 35 yı ll ık araştırmalarla anlaşılmıştır. Memleketimizde P. arama­ larına i l k sahne olan yerin, 1887' de, şimdi'ki İskenderun ilçe­ si nin

Uluçınar

mı ş, 1900 ' de a ç ı l a n bir k uyuda, 89 m nın biraz aşağısında P. bulunmuş, bu o zamana kadar yapılmış denemelerin en verim­ lisi olmuş, tuluınba ile günde 2 ton P. alınmış, 190l'e kadar 47 ton ·P. ç ıkarı l m ı � , ver.im in azlığı ileri sürülerek bu k uy u terkedilmiştir. B u şirketçe, 1906 yılına kadar bu yörede ku­ y ul ar açılmış, OHgosen flişi i çine g ir d ik l er i sa nı l an kuy ul ar­ d an y eter i nc e b e l i r t i el d e edi l em em iştir .

Birinci Dünya Hami'nden önceki y ı l l a rda bu harp içinde Yakın Doğu P.'lerinin önemi b e l i­ r i nce, Tü rki y e t opr akl a rınd a da, yabancı kişiler ve şirketlerce P. aramaları yapılmı ş ; ş irket l er, isteklerini da.'ha iyi olarak dü�nüleni yapmak ü z er e , Twkish Petroleuro Company'yi 1914'te olu şt ur m u ş , bunda ort akl ı k oranları % SO Anglo ­ P ers i an, % 2 5 Royal Dutdı, % 25 Deu t oh e Bank olarak dü­ şünülmüş, bu sıralarda büyük harp başlamıştır. Bu ha rbi n ve hemen sonrasında da,

sona erdiği

Tü rkiye ' de

( esıki Arsuz )

zengin

bucağına

bağlı

Çengen

köyü

( şimdiki

adı : Keıpirce) arazisinde old uğu, bazı kişilere .bir imtiyazın da ver i l diği , bilgimiz kesin olmamakla beraber, bir Alman - .İngiliz fi rm a sının 10 kadar küçük sondaj yaptığı, ancak, işletmeye elveri1li olmadığı düşüncesiyle daha sonra:ki yıllarda bırakıldığı

anlaşılmaktad ır.

1892'de,

Tekirdağ

ilinin

Şarlııöy

ilçesinin Mürefte b ucağın d a Gazidcöy dereleri boyun­ da lbazı k i ş i l erce P. lro'kus u seızildiği ve İstanbul'dan gelinerek

bazı ufak sondaj lar yapılma•k istendiği, anca.k işe başlanama­

-bilinmektedir. Fakat 1898'de Romanya'dan g e tir ti len iş­ çilerle Gaziköy çevresinde 108 m'ye inen bir kuyu açıldığı, Sarköy'deki türlü yerl e rde d e 70 - 80 m d erin l ikte yer yer dığı

ve tabii gaz be l ir ti l er i ne rastlandığı bilinmektedir. 1899'da European Petroleum Compa111 ' nin Lond ra'dan g e t i r t t iği b i r jeıologa bu bölgen in etüdü yapt ı r ı l -

kuy u la r a.çı ldığı, bazı P.

1918 yılı

ile Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu

1923 yılı arasındaki sürede de, kısmen işgaal k uvvetleri, ku­ men de Kuvi-�i Mi l li t u ma l a r ı na

Türkiye'de P.:

3 SOO

2 000

yye müzaheretiyle ufak ölçüde P. araş­ gi r i ş i l m i şti r . Bu arada, 1916 - 1917'de Rus iş;gaali

altındaki Doğu

il lerimizin türlü yerlerinde P. aramaları ya­

Muridiye Hçe sind e şimdiki Uluşar köyü veya Kürzot) yöresinde g a l er i l er açılarak, Van göLünde işleyen gemileri besieyecek kadar P . elde edil­ mi ş t i r. Buradaki P.'den daha önce, Türk l erce de y a r ar l a n ı l ­ mıştı r. pılmış, ( eski

b un l ard an adı Körzu t

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, P.'ü a r a ş t ı rm a işi dev­ l e tç e ele alınmış, bazı yaban c ı uzmanlar çağırılmış, Mürefte, Çıralı, Tercan, Hasankale, Boyaıbat ve d ah a başka yerlerde P. aranmıştır. 1926'da 792 sayıl ı P. k a nun u çıkarılmış, bitüm ve P. a r a ş t ı rılm a sı hakkı hükıimete v eri l m i ş tir . Bu tarihten 1933 yı l ı n a kadar çoğu ya'bancı uzmanlarca, bunların bir kıs­ m ı ile birlikte çalışmak üzere Türk elemanlar (H. N . Pamir,

A. Mal i k, iK. L ok m a n , E . Ta şm a z, Z. K irm an , B. Cutay, S. Atabek gibi ) bu çalı şmalarda bulunm uşlardır. P . araınaları iı;in önemli b i r aşama olara.k, l933 ' te 2 18 9 sayılı kanun çı karılm ış, dar bir ·kadro i l e P. a r a m a ve iş­ letme i d a res i k u r u l m u ş , e rtesi yıl Mard in' in Hasbirin m ev­

k ı inde 1 327 ın ' l i k �ir kuyu a \· ı l nı ı � . Lı b t P . ' l: r a , ! l a n m a m ı � -

505

PETROL - PETROLO}İ t ı r . P. arama teşki latmın y etm ed i ğ i a n la şı lı nca , 19.3 5' te 2804

y o l ' a uzanan bir boru h a tt ı ( uz unluğ u 4 9 4 km, çapı 46 cm,

say ı l ı kanunla

p, basma gücü günde ıo 000 t on ) dö�eme çalışmalarını ı963'­

"Maden T ek n ik ve Ar am a Enstitüsü" ( MTA) kurularak P. arama ve işletme idaresi de b u kuruluşun içe­ risine alınmı ş ; hu a r ad a Güneydoğu Anadolu'da P. arama i şlerine ağırl ık verilmiş, Ramandağı (b. bk. ) P . ' ü üzerinde d u r u l a r ak son d a j işlerine girişilmiş, açılan baz ı k uy u l a rd a n verim el d e edilmiştir ( 1937 - 1950) . Daha so n ra Garzan P. a l anı bul unmuş, ı954'e ıkadar P. aramalarına 84 m i l yo n lira sa r f ed i l m i ş ise de, üretim 58 000 ton u (o zamanki i h t iy a cı n 'Ir lı' sı ) geçmemiştir. Güneydoğu bö lg em i z , P. arama ve çı­ kaıma ç al ış ma l arı n ı n ağırl ık merkezi olmuş bulunmakla be­ raber, Trakya ( M ü refte ) , Van (Kürz o t ) ile Adana ve Ha ta y bi.i lgelerinde de P. a r am a işleri y ap ı l m ışt ı r. Türkiyede, daha sonraki y ı l la rd a da, türlü bölgelerde yerl i ve y aıba n c ı şirketlerce ve b un l a rı n ortaklaşa çalışmala­ riyle da P. ara�tırma, ç ı k arma ve değerlendirmeleri yapılmış­ tır. Söııgelişi : ı969'da 5 şirket Türkiye'de P. so n d a j l a r ı yap­ m ı ştır: 1 ) T ü rk i ye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO ) , 2 ) N . V . T u rk s Sh ell , 3 ) Nortıh American International ine. - Aladdin Middle E a s t Oil Ltd ., 4) Tr a n s World O i l Ltd . - Aladdia Middle East O i l Ltd., 5) E rs an Petrol Sanaıyi i Anonim Şirketi. Yıl içinde 42 so n d aj k uyu s u açılmış (topla­ mı ıo7 000 metre) , y a:k l a şıık olarak 3,6 milyon t on ham P. elde edilmiştir (TPAO ı ı33 522 t on, Ersan 50 824 t on , Mo­ bil 608 377 ton, Shell 1 830 469 ton ) . P. aramaları günümüzde de sürmektedir. ı977 yılının i lk yarısında sondajlar yapılan Diyari>akır yöresinde, Güneykaya - 5 adı verilen yerde 2 530 m d eri n l i.k te P. bulunmuştur. Yi ne , ı976'dan beri zaman za­ man faa l iy e tte buluno MTA Sismik ı ( Hora adiyle de anı l ­ mıştır) a d l ı Türk P. gemisi, Ege Denizi'nde P. a r a m a l a r ı yap­ m ı şt ı r .

Cumhuriyetin başlangıcında ( 1923 ) Tü rk iy e, tek r af i ne ­ r i s i b i l e b u l u nmaıy a n , P.'ü ve ürü n leri n i d ı şarıdan sağlayan bir ülke olmuştur. İ kinci Dünya Harbi'ne ( ı939) k a d a r bir mi l l i P. şirketi k u rm a ger eğ i d uy u l mam ı ş , ı940'da P. tük eti ­ mi s ad ece ıoo 000 ton olmuştur. Türk i ye hükUıneti ı954'te t op raık i ar ı n d a P. bulunduğuna iyice inanmış olarak bu alan­ d a yeni girişimiere atılma gereğini duymuş, bu tarihlerde akarya.kıt tüketimi ı milyon to nu g eçmi ş , b ir k an unl a P. k ay n akları n ı n değerlendirilmesi, özel g ir i ş im i ere bırakılmış-t ır. Bu tarihten 6327 sayılı kanunla "Türkiye Petrolleri Anonim Ortakl ığı " ( kısa adı : TPAO) ıso milyon lira sermaye ile kurulmuştur. Görevi, Türkiye'de P. işlemlerini yü r ütm ek , P. ve ürünlerini a l mak , s atm ak ve d ağı tm a k, gereğinde ba�ka ü1kelerdeki böyle ş irke tl e re katılmaktı . Ortaklığın sermayesi ı972'de ı , 5 m i lya r lirayı bulmuştur. TPAO, ö nceler i sadece Diyarıba:kır ve Siirt çevrelerinde aramalarını sürdürmü�, son­ r a l arı bu aramalar bü t ün ü l key e ve karasuları alanlarına da y a y ı l m ı ş tır . Günümüze kadar çeşitli sondaj ların toplamı bir milyon metreyi geçm :ş, 520' den çoğu TPAO'na, 320'si ö tek i ş i rket l ere ait olmak üzere 840 kuyuyu bulmuş, P. üretimi hızla artmış, ;�ünümüze kadar bu m ik d a r 30 mi l y on tonu geçmiştir Bu arada 1 702 sayılı P. r eform u kanunu, daha ön­ ceki kanunun P. kayna·k Jarının i ş leti l m e si n i özel teşebbüse vermesi t a r t ışm a l a r a yol açmış, bunun için b u kanun "P. k a yn a k la r ı n ı n :n i l l i nıenfaatlere u}"gun olraJc, hızlı, sür ek l i ve etkili bir ş ek i l d e artması, geliştirilmesi v e değerl endiril­ mesi" şekl inde belirtilmiştir. P. alanları sayısı 30, ham P. ü retimi 3,4 mi lyon ton olmuştur.

Üret i l e n ham P.'ün i�lenmesi için Batman' da kurulan rafinerinin

yetm e d i ğ i

.ın l a ş ı l ı o o ,

ş i rket,

B a t man' J .ı ı ı

Dö r t ·

te b a şl a t m ış, ı966'da işletm eye açılmı ştır. Ortaklık, 3. beş y ı l l ı k p lan dönem inele ( 1973 ı977) el in d e k i rafinerileri ge­ l i şt i rm e yanında, Irak ve İ ran P . ' l er in i Türkiye yoliyle Ak­ d en i z e ulaştıracak boru hatlarının döşenmesi işlerine de eğil­ m i ş ; bun lardan Irak - T ürk i y e P. boru hattı ı977'de gerçek­ leşmiştir. Bu P. boru h a t tı G ün e ydoğ u An a do l u böl ges in i boydan b o y a geçmekte, 340 k m ' si Irak toprakları nda, 64ı km'si Tü r ki y e' de olmak üzere 98 1 k m uzunlukta bul unmakta ve Yumurtalık term inal inde son bulmaktad ır. ·

Rafiıı eriler : Gerek yurt içinde elde edilen, gereks e dı­

alınan ham P . ' ün ta sf iy e s i gere·kmiş, bunun için de i h t iya cı zamanla çok b e l i rg in o l ar a k ken d in i gö sterm i ş t i r . T ürk iye ' d e ilk rafi n eri ı930 y ıl ın d a sadece 40 t o n fg ü n k apa s i tel i olarak İ stanbul ' d a "Türk Neft S an a yii A. Ş." tarafından kurulmuş, ı934'de çalışmasını durdurmuş, 1940' d a Maden Teknik ve A ra ma Enstitüsünce satın alınarak Siirt'te Maymune Boğazı'nda monte edilmiş, böylece Ranıan P . ' ü nü (h. bk. ) işlemeye başlamı�tır. Da.h a so n ra Garz an bölges in de ki P. y ata k la r ı n ı n da b u l un m a s ı üzerine bu rafine­ ri Batman' a (b. bk. ) taşınmış, burada 330 000 ton/yıl ham P. i şl e m e k a.p a.; i tes in e yük s e l mişti r . ı966' da ve ı970'te yapı l an ek y at ı r ım l ar l a bu rafineri b üfij t ül mü ş , kapasitesi ı ıoo 000 to n /y ı l a u l a şm ışt ı r . şarıdan

rafineri k ur m a

İkinci P. : af iner isi, ı 000 000 ton /y ıl kapasiteli olarak, ı961'de İ.PRAıŞ · ( İ stanb u l Petrol Rafinerisi Anonim Şirketi) a d iy l e ve C a l tex ortaklığı ile İ zmit'te kurulmuştur. Şirket he­ men ek yatırımlara girişerek kapasiteyi 2 200 000 ton /y ı l a çı­

karmış, ı970'te ise daha büyüyerek 5 500 000 ton, ı975'te yıl­

da B 000 000 ton ham P. işler duruma gelmi�ir. Üçüncü raf in er i , Mersin'de 2 900 000 ton/yıl k apa s ite li ve Mobil Shell ve BP ş i rketl er in in katıldıkları ATAŞ (Anadol u

Petrol Rafinerisi)

i şl e t mey e

giımiş, bu rafineri

ı969'da ek

t e s i s lerle kapasitesini 4 400 000 ton/yıla çı•karmı�ır. Dörd üncü rafiner·i, İz m ir ' d e " A l i ağa Ra f in e ri s i " a d i yle, 1972' de 3 000 000 ton/yıl •kap a s itel i ol ar ak iş l emey e başlamış,

1 976'da ek tesislerle ·kapasitesi 4 500 000 ton/yılı bu l m u ştur . Ayr ıc a Kahram anmara ş ' ı n Narlı yö re si n de kurulan bir özel rafineride ya:kın bölge P. alanında üretilen ağır ham P. Böylece, i ş l en e r ek fuel - oil ve asfalt elde edilmeıktedir.

Tü rk iy e ' d ek i rafiner i l erin ham P. işleme kapasiteleri, yakla­ ş ı k, ı8 milyon ton/y ı l ı b u l mu şt ur ( Holanda'da 77, Batı Al­ m a n ya ' d a ı26, İ ran'da 30, İ t a ly a ' d a 17ı ) . P. rafinasyon sonucu e ld e edilen akaryakıtlar dışındaki artık ü rün l er , g übre den kauçuğa rk a d a r, çok çeşitli üriinler elde edilen petrokimya (b. b k . ) sanayiinin ham maddesi olm uşlardır. Şimdi İç A n adol u ' da ve Doğu K ar a de n i z bölg es in de de, iki r af in eri d a h a k u r u l mas ı işleri ve planlamaları durumu be l i r m i ş t i r . Türk P.' ünün satışı, biri devlet kuruluşu olan 5 iş l e tm e ve

k u r ul u ş ç a yapılır: P. Ofisi, Mobil Oil, Shell, BP P.'leri

Anonim

Şirketi ve T ü r k P. ve M a d e n i

Yağlar şirketleri. (R.

İ zob ırak) PETROLOJI ( Kaya�·b ilim ) , kayaçiarın her çe�it. bile­ ş i m lerin i v e ö z e l l i k l e r i ni n incelenmt:sini, d oğ a l tarihini, a s ı l l a r ı n ı . hu,ı;ünkii şart!.ırını, dt i 'l ) n i n 'l''·, i f i k :i:ı•. ııı : iizı:riııe) [ lll'l·l ] . ( V. Ürs)

PHAISTOS ( Yen i Yun. festos) , Girit adasının orta bölümünün g üneyin d e sarp bir tep e üzerinde Minos'a ait bir saray. İt a ly a n arkeol og larc a 1900' den ber i bu sarayın yerinde kazı y a p ı lm ak �a dı r. M. Ö. aş. yu. 2000 ' den kalma bir sarayın temeli bulunmuştur. Bu tem el i n üzerinde, Minos devrinin en parlak zamanı olan M. Ö. }ı.VII. y üz yı l d a ikinci bir saray yapıldı .