İnönü Ansiklopedisi / Türk Ansiklopedisi (cilt 17)

Citation preview

••

TURK AN SİKLO PEDİSİ CİLT XVII

ANKARA 1969

-

MİLLİ EG!T!M BASIMEV!

TÜRK

ANSİKLOPEDİSİ

Ansildopedi Kurulu:

Dr. Fe thi TEV ETO G LU ; Prof. Kenan AKYÜZ ; Enver ESENKOVA.

nedaktörler

A. DlLA ÇAR , Baş redaktör; Prof. Dr. Hasan EREN; AfJf OBAY.

Mütercimler

Dr. Vedat ÖRS; Ziya lSHAN; Cemil Ziya ŞANBEY.

Idare Işleri

Perihan Ç ELE B I ; Necla AKTAN.

Uesim Işleri

R e fik EPlK.i\IAN.

Harita - Klişe

Milli Eğitim Basımevi Müdürlüğü (Lstanıbul).

Fotoğraf

Film- Ra d y o - Televizyon ile E ğ itim Merkezi

(Ankara).

ON YEDINCI CILDIN YAZILARINI HAZlRLAYANLAR

Te'lif :

Emek . Alb . C ihat AKÇA K AYALIOGL'C' , Prof. Necati AKDER, Abdullah AKER, Prof. Ke­ nan AKYÜZ, Öğr. Yz b . Sırrı ALTI PA RMAK, Doç. Dr. Orhan ASLANOGLU, Doç. Dr. Hüse yin ATAY, ÖZal AYSAL, Cezmi BAŞAR, Prof. Dr. Bekıir Sıtkı B AYKAL, Prof. Dr. Avni Refik BEKMAN, Nezihi B I LG E, A. DI LA ÇAR, Emek. Amiral Vehbi Ziya DÜMER, Korg. C ema l ENGlNSOY, Refik EPlKl"\IAN, Prof. Dr. Enis ERDIK, Prof. Dr . Hasan EREN, Enver ESENKOVA, Prof. Dr. Semavi EYI C E, M. Ali GEDIK, Beşir GöGÜŞ, Dr. Rasih Gü V EN , Doç. Dr. Vedad !ÇöZ, Prof. Dr. Halil INALCIK, Ziya lSH AN, Prof. Dr. Re­ şat I Z BIRAK, Remzi KARAMAN, Prof. Dr. Kamil KARAMANOGLU, Prof. Mehmet KA­ RASAN, Prof. Dr. Nusret KARASU, Prof. Dr. Safa KARATAY, Nusret KARCIOGLU, Meliha KAV AK, Prof. Dr. Abdullah K IZI LIRMAK, Yzıb. Behiç KO NAR, Nu ıı i Refet KORUR, Ergin KORUR, Doç . Dr. Yaşar KUTLUAY, Veli Behçet KURDOG LU, Prof. Dr. Hasibe :NIAZIOGLU, Alb. Raşit METEL, Afif OBAY, Emek. Gnl. Yahya OKÇU, Dr. Gültekin ORANSAY, Prof. Dr. N im et ÖZGÜÇ , Prof. Dr. Tahsin ÖZGÜÇ, Nejat ÖZÖN, Cahit ÖZ­ TELLl, Aytaç öZTüRK, lsmet PARMAKSIZOGLU, Harun RIZATEPE, Refik Ahmet SE VENGlL, Emek. Gnl. Sel im SUN, Kemal Sahir SUNAR, Yük. Ziraat Müh. tsrnail Baha SÜRELSAN, Yük. Müh. Hakkı SÜRÜCÜ, Nazım ŞANIVAR, Fevziye Abdullah TANSEL, D r. Fethi TEVETOGLU, Prof. Dr. Şe ra fettin TURAN, Prof. Dr. Mümtaz TURHAN, Şev­ ket TÜRKYILMAZ, Halil ULUÇ, Prof. Dr. Feridun Nafiz UZLUK, Aytekin ÜLGER, Müs­ tecip ÜLK Ü SAL , Yük. Müh. Cemalettin ÜNER, Doç. Dr. Turgut VARD AR, Prof. Dr. Fehmi YAVUZ. ­

Tercüme :

DlLAÇA R, Prof. Dr. Hasan EREN, Enver ESE NKO VA, Süreyya GÜ­ D r . Rasih G üV EN, Ziya ISHAN, Aydemir NOYAN, Afif OBAY, Prof. Yaşar ÖNEN, Dr. Ergun ÖN EN, Dr. Vedad ÖRS, B u rh a n ÖZORAN, Cemi! Ziya ŞANBEY, R ukiy e TU­ .MEN, Aydoğan TUNCER, Cevdet YALVAÇ.

Fırat ARGEŞO, A. NAY,

Iktihas :

Perihan Ç EL EB I.

MADDE SONLARlNDAKI

A. A.

YAZAR ADLARININ AÇIKLANMA SI

N. A.

=Necati AKDER

A. K.

=Abdullah KIZILIRMAK

H. A.

= Abdullah

Y. K.

=

B. S. B. = Bekir

=Hüseyi.n

AKER ATAY

Sıtkı

BAYKAL

A. D.

= Agop

DILAÇAR

V. D.

=Vehbi

DÜMER

E. E.

=Enis ERDIK

H. E.

=Hasan

1. 1. 1.

EREN

S. E.

= Semavi

V.

=Vedat

H. R.

EYICE IÇÖZ

= Halil

INALCIK

= Re�at

IZBIRAK

A. o.

Yaşar KUTLUAY

H. M.

=Hasibe

G. O.

= Afif OBAY

Y. Ö.

1.

P.

T. Ö.

MAZIOCLU

=Gültekin =

Ya�ar

ORANSAY

ÖNEN

=Tahsin

ÖZGÜÇ

= larnet

PARMAKSIZOCLU

R. A. S. =Refik

Ahmet SEVENCIL

K. S. S. = Kemal Sahir SUNAR F. T.

F. A. T. = Fevziye =Fethi

Abdullah TANSEL

TEVETOCLU

Sedat

TOKGÖZ

R. K.

=Remzi

KARAMAN

S. T.

=

K. K.

=Kamil

KARAMANOCLU

M. T.

= Mümtaz TURHAN

M. K.

= Mehmet

T. V.

=Turgut

KARASAN

VARDAR

f FRANSIZ EKVATOR AFRİKASI ( Fr. Afrique ­ ı:iquaıoriale française, kısalıması : A 1i. F ) , Afrika'da, 1 9 1 0 - 1 9 � 8 yılları arasında federasyon halinde birleştiri len Gabon, Orta Kongo, Oubangui - Chari ve Çad Fransız top­ raklarını içine alan eski genel idare. Başkenti Brazzaville (b. bk. ) dir. . .

FRANSIZ FASI (Fr. le Maroc françai s): Fransa Fas ile 1 767 de k oruma ve ticaret mahkemelerine ait kaza hakkı antiaşması imzalamışn. Bu antlaşma 1 863 te imzala­ nan Tanca antlaşmasiyle daha kesin bir şek i l almıştı. Fran­ sa buna dayanarak Fas'ta hakimiyetin i genişletmeye çalışmış­ tır. İtalya ile 1 900 de, İspanya ve İngi ltere ile 1 904 te bu hususta antlaştıktan sonra, 1 90 5 te Almanya'nın muhalefeti ile karşı laşmıştır. 1 906 da toplanan Algeciras konferansı Fas'ı pratik bakımdan milletlerarası kontrol altına sokmuş­ tur. Mareşal lyautey 1 907 de Uj da'yı, 1 907- 1 908 de de Be­ ni Snassen dağ çemberini işgal etmişti r. Fransızlar 1 907 de Ca­ sablanca bölgesine girmiş, Ma v lay Hafiz milli duyguya daya­ narak ( 1 908· 1 9 1 2 ) kardeşini tahttan indirmiş, fakat kendi hasımiarına karşı Fransızlara dayanmak zorunda kalmıştır. 1 9 1 1 de cereyan eden Agadir hadi sesinden sonra Fransa ile Almanya arasında bir antlaşma yapı lmış ve Fransa Fas'ta ser­ best kalmı ş tır. Fransa Mavlay Hafı z'a bu himaye antlaşma­ sını zorla kabul etıirdikten sonra ( 30 mart 1 9 1 2 tarihli Fas antlaşması ) İspanya'ya bir kuzey bölgesi (Rif ) , bir de güney bölgesi ( İfni ve Tarfaya) vermi ştir ( 27 kasım 1 9 1 2 ) . I. Dün­ ya Harbinde Lyautey, Fas'ı n içini tutmuş ve bazı ayaklanma­ ları bastrrmış ve Fransız idaresin i sağlamlaşnrmıştır. Lyautey 1923 sonlarından itibaren Fransız bölgesini sükunete kavuş­ turmuş ve ülken in mali, zırai ve ekonomik gelişmesine çalış­ mıştır. Rif't e Abdülkecim İspanyol ordularını yenmiştir ( 1 92 1 ) , ancak 1926 da Fransızlada İspanyollar karşısında mağlup olmustur. Yukarı Atlas Berberi'lerı nin Fransızlar& karşı di renmesi 1 9 3 3 - 193-l e kadar sürmüştür. lyautey ( 1 9 1 2 1 9 2 � , ilk genel vali ) nin isteğine rağmen himaye usulü yerine doğrudan doğruya Fransız idaresi geçmiştir. Fas sul­ tanının ancak dini yetkisi kalmış ve sultanı Paris hükumeti seçmiştir. 12 ağustos 1 9 1 2 de tahttan çekilmek zorunda bırakı lan Mavlay Hafız'ın yerine kardeşi M avlay Y usuf geç­ miştir ( 1 9 1 2- 1 9 27 ) . Sömürge bölgesine büyük sermayeler yatır ılmışnr. Geniş ölçüde yapılan bayındırlık işleri (lıman­ lar, yollar, demir yolları, maden ocakları ) ü lkenin ekono­ misine başka şekil vermiş ve şehirlerin bayatını ve z ihniy e­ tini değiştirmi şıir. .

1 929 krizinin etkisi altında küçük orta s ınıf muhale­ fet yapmağa başlamış, bir komünist partisi ortaya çıkmıştır. 1 934 te bi r Comiıe d'Action Marocaine ( Fas hareket komi­ tesi ) himaye antla�ma�ının tatbıkini istemiştir. Bu komııe 1937 de ikiye bölünmüşıür. Allal el - Fasi'nin liderliğinde İstiklal partisi ( 1 943 ) ve El Wazzar. i 'nin Jiderlığinde Parti democratique de l'Independance ( 1 946) doğmuştur. Il. Dünya Harbinde y eni laiye uğrayan Fransa'oın Fas'taki du r umu sar•

sılmışıır. İspanya Tanca'yr işgal etmiştir h940 - 1 94 � ) . par­ ti ler bağımsızlık istemişlerdir. Sultan V. Muh a mmed ibn Yu­ suf ( 1 927 - 1 961 ) Anfa'da Roosevelt ile görüşmüş ( 1 94 3 ) ve 1 944 te ilk defa olarak Fransız genel valisinin kararlarını reddetmi şlerdir. Sulıan, Tanca nutkunda ( 1 947) ülkenin bağım­ sızlığı nr istemiştir. Fransa Fas'a enerj ileriyle ün yapmış vali­ ler ( General J uin, 1 947 - 1 95 1 ve general Gui llaume, 1 9 5 1 19�4) tayin etmiş, 20 ağustos 1 9 5 3 te sultanı tahttan indiemiş ve yerine Muhammed ibn Arafa'yı tah­ ta çıkarmıştır. Ayaklanmanın geneliesrnesi üzerine V. Muhammed'i önce Korsika'ya, sonra da Madagaskar'a süren Fransa hükumeti, ağustos 1 9 � � te geri gelmesine izin ver­ miştir. Önce Fransa 3 mart 19�6 da, sonra İsp a n y a 7 nisan 1 9 � 6 da Fas'ın bağımsızlığını tanımıştır. Fas temmuz 1 9 5 6 da Birleşmiş Milletiere girmiştir. Ağustos 1 9 5 7 d e Fas krallık olmuştur. Mart 1 961 de ölen V. Muhammed'in yerine oğlu II. Hasan tahta çıkmıştır. •

FRANSIZ FELSEFESI : Orta Çağda Fransa'da üni­ versitelerin kurulması, İslam filozofları yolu ile Ari�to fel­ sefesinin bilinmesi ile birarada olmuştur. Paris Üniversite­ sinde okunan fehefe gibi, konuşulan dıl, okuyan öğrenciler ve okutan üstatlar da milli olmaktan ziyade milletlerarası bir kimlik taşıyordu. Üniversitenin çevresine Latin Mahallesi {Quartier Latın) denmesi, herkesin Latince konuşmasından ileri geliyordu. Büyiık skolastik üsıadarından ancak Abelard Fransızdır. A lbertus Magnus Alman, Aquınaslı Thomas İtal­ yan, Duns Scott İciandalı idi. Felsefe öğretimi Aristo'ya dayanıyordu. Bu üstatların felsefelerinin esası, Hıristiyan dogması ile Yunan felsefesini uzla�tırmaktı ( bk. FELSEFE ) . Rönesans, Fransa'da İtalyan etkisi i l e başlamıştır. 1 5 30 da kurulan College de France'ıa ıtalyan üstadar ders veri­ yordu. İliınierde yeni buluşlar felsete düşüncesini eıkılıyor, skolasıık ı le Arısto'ya karşı, yeni ılının ve aklın otoriıesı ka­ bul edıliyordu. Rabelaıs ıle Montaıgne skolastık eğitımin baş­ lıca tenkıtçıleri ve rasyonalizmın savunucuları olmuşlardır. XVII. yüzyıl rasyonalizmi F. F. nin bugüne kadar süregelen bir temel özellığini teşkıl etmiştir. Descarıes'ın ge­ tirdığı felsefe inkılabı ı le rasyonalizm en yüksek noktasına ulaşmıştır. Felsefede akıl dan başka otorı te tanımamak, her şeyi aklın kıstasına vurmak, apaçık bilinmeyen hıçbir ş eyi gerçek olarak kabul etmemek, bütün davranışlarda, «dünyada en iyi paylaşılmış şey olan sağduyu» dan ayrılmamak, kar­ teziyen felsefenin temel ilkeleridir. Gerçek F. F., gerçek Yeni Çağ felsefesi gibi Descarıes'Ja başlar. DisroNrs d1 la miJhod1 ilk defa bir milli dilde ( Fransızca) yazılmış bir felsefe eseridir. Bu geleneği, sonraki yüzyıllarda başka dil­ ler filozofları da takip etmiştir. XVII. yüzyıl bu bakımdan da bı r devrim çağı olmuştur. XV lll. yüzyıl telsefuı, pozitif i limierin etkisi altında, ihtilal öncesi ve ihtilal süresince hikim olan sıyasl bulıranın etkisi altında, daha çok tenkiıçi, maddeci, ıh u lalci bir fel­ sefe olmuştur. Volıaire, Montesquieu, Rousseau gıbi, Dide-

2

FRANSIZ FELSEFESI - FRANSIZ GİNESİ

rot ve d' Alemben de ihtilalin hazırlayıcısı olmuşlardır. E•t:yt:/opedie bütün insan bi lgilerini ve çağın fikirlerini bir arada toplamışrır. Böylece, «aydmltk» veya «ttıkJar» felse­ fesi ( Fr. la phılosophie des lumi�res ; Alm. Aufklarungs­ philosophie) , yeni rasyonalizmin en mükemmel ifadesi ol muştur. XIX. yüzyılda, ihtilal i le son bulan tenkitçi ve in kircı rasyonalizme karsı, ilkin, toplumun birıcik mümkün temelini Hıristiyanlıkta gören bir felsefe geleneğı (De Mais­ tre, Bonal ; Lamennais) ; sonra toplumu yeniden düzenlemek isteyen filozoflar geleneği ortaya çıkmıştır ( Fourier, Saint­ Simon, Auguste Comte ) . 1 848 fel sefede de yeni bir yöne! me yaratıyor : Taine, Condillac felsefesini yeniden canlandı· rıyor Renouvier ve Cournot'da Kanı'ın etkileri görül üyor. Claude Bernard, Descarıes'ın metodunu, tıpta ve fizyoloj ide tatbik ediyor. Yüzvılın sonuna doğru ihti lalin etkilerinden oldukca uzaklaşan felsefede, klasik meseleler yeniden önem kazanıyor. Ravai sson, Lachelier ve Boutroux ile yeni bir spiriı üalizm hareketi başlıyor. Bergson'un sezgici (intui­ tionnisre) spiritüalizmi XX. yüzyılın felsefesi oluyor. Posi· tivizmin ilim içinde eritrneğe çalıştığı felsefe, böylece, yeni bir hayat hamlesi ( elan viral) kazanıyor. Bergson ile ilim­ de, ahlakra, dinde, metafizikte bütün kavramlar yeni baştan bir cevizvondan geçiyor ve yüzyı lımız bir felsefe yüzyılı oluyor Öte yandan da, XIX. yüzyılda Kantizm ve poziti­ vi7m ile başlavan i limierin tenkidi. XX. yüzyılda ilmin de­ ğeri ve bunun insan kaderi ndeki rolü üzerine düşünceler ile endişeler getiriyor. Poincare. Duhem, Meyerson, Brunschvicg büyük bir ilim felsefesi hareketinin öncüleri oluyorlar. İki harp arasında başlayan ve II. Dünya Harbinden sonra, yeni bir hümanizma olarak edebiyat, roman ve tiyatro yolu ıle büyük kütlelere seslenen exi stentialısme (varol uşçu­ luk ) , belki . yüzyılın en ori jinal felstfesi dir. Kierkegaard ile Nietzsche'den etki lenen bu felsefenin Fransa'da başlıca tem­ silci leri. Gabriel Ma reel ve Jean Paul Sartre'dır. Bu felsefe­ nin ağırlı k merkezi , asıl insanın kendi kaderi , hürriyeti, bir kelıme i le hayatı. mevcudıyet (e:ıı: i stence) idir ve onun için bu adı almıştır (bk. FELSEFE : Exi stentialisıne) . Bu fel sefe hareketlerinin yanında Emile Bıebier, Albert Rivaut gibi, felsefe tarihi üstatiarını da Fransız çağdaş felsefesi arasında saymak gerekir. Bk. TÜRK TEFEKKOR TARİHİ. - M. K.

FRANSIZ

GINESI

( Fr. Guinee françai se ) : 28 eylül 1 9:58 de yapılan plebisitle Fransız topluluğu ( Com­ munaute française) ndan ayrılma kararını almış ve 2 ekim 1959 da bağımsızlığına kavuşmuştur. O taribe kadar F. G., Fransız Batı Afrikasının bir kısmını teşkil ediyordu. Sekou Toure cumhurrei si olmuştur Sovyetler Birliğine meylettiği sanılan Toure, aralık 1 961 de Sovyet büyük elçisini ülkenin iç işlerine karışma suçundan dolayı kovmakla. kendi yoluna gitmek isıediğini göstermiştir. 1960 ta F G. , frank bölge­ sini bırakmıştır. Doğu Bloku, komün ist Çin ve Cuablanca grupuna bağlı başka «ıhtilalci» Afrika ülkeleriyle kurduğu ekonomik iş birlığı ( 1 96 1 ) sonuç vermeyince 1 960 tan sonra üç yıllık bır plan üzerinde çalışılmış ve komünist tarafıar­ l arını n ve başka memnun olmayanlar ın tertip ett i ğ i gösteri­ lere rağmen Toure Batıya yaklasmış. fakat Doğu i le olan ilgilerini kesmemiş ve «olumlu tarafsızlık» tan vazgeçmemiş­ tir. Tersine olarak, rekabet halinde olan Darü'J . beyda ve Mon­ rovia gruplarını birbirine yaklaştırmağa çalışmıştır. 1 962 de Fransa Gine münasebetleri d üzeimi ştir. Katolik kilisesi ile Gine arasında çıkan bi r anlaşmazlık, mart 1 962 de Afrıkalı Başpiskopos Çidimbo (Tchidimbo) nun tanınması ile son ·

bulmuştur. Ü lkenin 3 000 000 nü f u sunun ancak 26 000 i Katolik idi ( 1 962 ) . A n a yasav a göre, cumhurbaskanı aynı zamanda hükumet başkanı olup üyeleri kendisi tarafından tayin edi len bir ka­ bineye dayanır. Anayasa ırk farkları tanımaz. Egemen lik hak­ larının «Afrika Birleşik Devletleri» nin kurulması gayesiyle üstün organizmalara verilmesine anayasa izin verir. Resmi dil Fransızcadır. Gelenekeel hukuktan gayri Müslümanlar için İslam şeriatı kabul edilmi ştir. Bağımsızlığa kadar kaza işleri sıkıca Fran sa'ya bağlı idi. Nii/us : 3 000 000 ( 1 960 ) . Bunların 9 000 i Afrikalı değildir. Yerli nüfus da ırk bak ı mı ndan çok çeşitlidir ( Ful, Malinke, Susu ... ). F. G nde hakim din İsl amiyettir (% 6 2 ) . Doğum nisprti çok yüksektir ( % 6 ) , fakat ö l ü m ni speıi d e yüksek ( % 4 ) olduğundan yıllık nüfus arıışı ancak o/o 2 dir. Büyük şehirler ( 1 960 ) Conakry ( l l 2 500 ) , Kan kan ( 2 9 100) ve Kindı a (25 000) dır. Okuma yazma bilmeyenler büyük bir problem teşkil eder. 1959 1 960 ta 487 i lk okul (öğrenci sayısı 84 000 ) ; 1 9 orta ve teknik okul (öğrenci sayısı 5 360 ) , 4 öğreımen okulu (884) vardı. 1962 de özel okullar devletleşıirilmiştir. ·

Eko•omi: Para birimi Gine frangıdır. Nüfusun en büyük kısmı ( % 90) tarımla uğraşır. Başlıca ürünler : pirinç 3 1 9 000 ton ; manihot 374 000 ton ; p a tates 1 2 6 000 ton ; mısır 60 000 ton ( 1 960 ) . Ülkede 1 , 5 milyon sağır vardır. Muz, Hındistan cevi zi ve kahve başlıca ihracat mallarıdır ; madenler bundan sonra yer alır. Madenci lik gi tti kçe geliş­ mektedir. Güç kaynakları ve yeraltı servetleri endüstrinin kurulması için çok elverişlidir, fakat sermayesizlik bu geliş­ meye engel olmaktadır.

Dtt lifarel : 1 961 de ihracatın o/o 1 3 9 u Federal Al manya'dan. % 1 2,2 si Fransa'dan, o/o 1 1.6 sı Sovyetler Birli­ ğinden, o/o 5 , 1 i Amerika Bi rleşi k Devletlerinden, o/o 4,4 ü İngi ltere'den gelmiştir. İhracat yapılan ülkeler şun lardır : o/o 28.2 Fransa o/o 7 , 1 Sovyetler Birliği, o/o 3,6 İngi ltere. En önemli ihraç malları (1961) Ton Alüminyum oksidi

462 901

El mas

Milyon Gine frangı 7 147 ı 913

Muz

59 401

Kahve Hindistan cevizi Bo k sit Şam fıstığı

ı 607

2 1 17

577

18 6:52

650

3 5 1 578

608

7 983

414

Demir filizi

:518 142

394

Başka mallar

34 462

865

Toplam

ı

4,5 236

n 175

Ekonomi planı ( 1 960 - 1 963, 38 milyar Gine frangı ) ya­ tınml arının büyük kısmı ulaştırma, tarım ve endüstri i$leri­ ne aittir. Endüstrinin gelişmesi için bi rçok tesi sle r öngörül­

müştür

( elektrik

fabrıkaları, kereste fabrikaları, deri tabak­

lama tesisleri, soğutma tesisleri ve mezbahalar) . Ekonomik gelişmeyi sağlamak için Gana'dan 10 000 000 sterling ; Fe­ deral Almanya'dan 7 5 000 O'lO mark ; Amerika Birleşik Dev­ leılerinden l l milyon dolar ; Sovyetler Birliğinden 2 3 1 mil­ yon ruble ; Çin'den 1 00 milyon ruble ; Polonya'dan. Demok­ ratik Alman Cumhuriyetinden ve Yugoslavya'dan 5 er m i l­ yon dolar, Çekoslovakya'dan 10 milyon dolar kredi al-

FRANSIZ GİNESİ - FRANSIZ İHTİLALl mı�tır : 6 nisan 1 962 tarihinde kabul edilen bir kanunla dr1 sermayenin ülkeye gel mesi teşvi k edılmi�tir. Ula111rma : Conakry limanının dearet hacmi ( 1 960) 1 . 1 2 milyon ton idi. Özel bir demir yolu Conakry"yi Fria'ya bağlar ( 1 35 k m ) . 7 500 km lik yollardan ancak 1 50 km sı katcanlı (asfaltlı) dır. lıfi//1 savunma : F. G. nde ordu kurulmaktadır. Cum­ hurbaşkanı başkumandandır.

FRANSIZ GUYANASI ( Fr. Guyane françaisl') , Fran­ sa'nın, Güney Amerıka'nı n kuzeydoğu kıyı sında uzanan bir denizaşırı departmanı . Yüzölçümü 91 000 km2, n üfusu 34 000 ( 1 966 ) dür. Başkenti Cayen ne'dir. Bataklıkir bir deniz kıyısında uzanan bir ovanı n gü­ neydoğusunda yer alan eski bir masif 700 - 800 m ye kadar yükselir. Ekvator iklimı büyük ormanın yayılmasına imkin ve­ rir. Irk bakımı ndan çok karı�ık olan nüfus Cayenne'de ve kıyı boyunca birikmiştir. İç topraklarda 600 - 700 kadar yerli yaşar. Tar ı m ürünleri (manyok, mısır, pirinç, şeker kamışı) ve hayvancılık ülkeyi beslerneye yetmez. Yera l u yılda 700 kg dan fazla altın verir. F. G. önemli altın yedeklerine sahip­ tir. Cayenne'ın kuzeydoğusunda bir uzay aletleri üssü kurulmaktadır. Tarihçe: Cavenne 1 637 de bir Norman ortak l ığı tara­ fından kurulmuştu r. 1 664 ten itibaren Compagnie de la Fran­ ce equinoxiale (Tropikal Fransa Ku mpanyas ı ) adını taşıyan ortaklık tarafından sömürge kurulmuştur. Az sonra Com­ pagnie des Indes occidentales (Amerıka Kumpanyası ) bunun yerine geçmiştir. Portekız i le Fransa arasında çıkan bir sınır anlaşmazlığı, Utrecht an laşması (17 1 3 ) ile çözülmüştür. XVIII. yüzyılda bi rkaç yerleşme teşebbüsü )"apı lmıl, fakat iklim yüzünden sonuçsuz kalmıştır. Vali Malouet, bölgede Hol landairiarın metotlarına ııöre sağ l ık şartlarını sağlamava çalışmışt ı r ( 1 7 7 6 1778). 1 794 ten 1805 e kadar F. G. poli­ tik mahkumları n sürgün yeri olarak kullanı lmıştır (Bu usu­ le guillotine seche [=kuru guillotine) adı veri lmiştır) . 1809 da Po rtekiz tarafından alınmış, lakin 1 8 1 4 te tekrar Fran­ sa'ya verilmiştir. Köleliğin kaldırı lması ( 1848 1 849) 12 000 köleyi hür kı lmış, fakat tarımı yıkmışnr. 1 8 5 2 den 1 94 5 e kadar F. G. n ı n kürek cezası i ç i n kullanılması ona fena bir ün kazandırmıştır. 1946 da F. G. denizaşırı departman ilin edilmiştir. ·

FRANSIZ GONEY ARAZILERI VE ANTARKTI­ KASI ( Fr. Terres AustraJ,.s et Anıarctiques Françaı ses ) . Madagaskar'la Güney Kutbu arasında, Yeni Amsterdam (Nouvelle - Amsterdam) ile Saint- Paul adalarından, Crozet takımadalarından, Kergülen (Kerguelen ) adalarından, An· tarktika k ıtasında da Ad elie Arazisi (Terre d'Adelie) nden meydana gelen Fransız sömürgeleri idare birliği. 1 9 5 5 yı lın­ da kuru lmuştur.

FRANSIZ HINDISTANI ve)'a HlNDİSTAN'DAKI FRANSIZ SÖMÜRGELERI, Hindistan kıyılarına serpişti­ rilmiş olup bir Fran sız sömürgesi teşkil eden ülkeler. Yüzölçümü 5 1 3 k m1, başkenti Pondichery idi. F. H. başlıca beş yönetim çevresi (circonscription ) ile sekiz ticari acenıa­ lık bölgesi (comptoir) ne ayrılmıştr. Bu yönetim çevreleri : Coremandel kıyısında Pondichery ve Kirikil, Ganga deltası n· da Chandernagor, Orissa kıyısında Yanaon ve Malabir kıyısında Mahe idi.

Tarihçe : F. H. nın doğuşu, Fransız bakanlarından Col­ bert ( 1 664 ) tarafından Doğu Hındistan Kumpanyası (Com­ pagnie des Indes Orientales) nın kurulması ile başlar. Bu

3

kumpanya, ülkede : Surat ( 1 668 ) , Pondichery ( 1 674) , Chan­ dernagor (1686 ) , Mahe ( 1 7 2 1 ) , Kirikil ( 1 738 - 1739) , Yanaon ( 1 7 5 1 ) ticaret acentahklarını kuı muştur. Bu tarihlerde Hindistan'daki siyasi çözülme, ticaret mübadelelerini güven­ siz bir hale sokmuştur Fransız sömü rge idareci si ve Hindistan Kumpanyası genel başkanı Fran sız Dupleix, İ ngi liz kum­ paoyasına üstün gelmiş, Madras'ı ele geçirmiş ( 1764 ) , Hay­ clarabad ve Cornatic üzerinde himaye (protectorat) yönetimi kurmuştur. Fransız subaylarından Lally - Tollendal'rn Pon­ dichery'de uğradığı yenilgi ( 1 76 1 ) , Chandernagor, Pondi­ chery, Kirikil, Mahe ve Yanaon şehirleri dışında kalan bütün Fransız topraklarının kaybına sebep olmuştur. 1 848 den itibaren bu şehirlerin yönetimi bir valiye, 1939 dan İtı ba­ ren de Fransa'nın bır özel temsilcisine verilmiştir. Chander­ n aııor 1 9 5 2 de Hınt Bi rliğine geçmiş, geri kalan topraklar ise 1954 te fiilen bu birliğe bağlanmıştır. Fransa" nın bu top rakları bı rakma andaşması 1956 da imza edilmiş ve 1 963 te Parlamento tarafından onaylanmışıır.

FRANSIZ IHTILALI, Fransa'da 1789 yılında halk ve burj uva sınıflarını n krala ve zadegana karşı ayaklanması ile başlayıp ı 799 yılında Napoleon Bonaparte'ın Birinci Cumhuriyeti deviren hükumet darbesiyle sona eren ve dünya ölçüsünde önemli siyasi ve sosyal sonuçlar yaratan hareket. Bu hareketin dotaylı sebeplerinin en önemli lerinden biri, XVII ve XVUI. yüzyıllarda Fransa'da kapııalizmin ve dış ticaret hacmının alabi ldiğine gelişmiş olmasıydı. ihtilal bir dereceye kadar, Fransa'nın geri kalmış bir ülke olma­ sından değil, mevcut siyasi ve sosyal düzenin, ülkenin hızlı geli�mesine ayak uyduramamı� bul unmasından ileri gelm ıştir. Yeni teşekkül etmiş olan burj uva sınıfı, güçlü olan ıktisadi durumu ile siyası ve sosyal alanlarda yapması gereken etki­ yi Eskı Rejimin dondurulmuş düzenınde yapamıyordu. Kral XIV. Louis mutlakıyet rejimini sağlamlaştııma k amaciyle feo­ dalitenin köklerini kazımış ıdiy se de, bu Oıta Çağ diızeni­ nin dı� şekil ltri yine de yaşamaya devam edıyor ve köylü­ yü gitgide daha çok kızdınyordu. Fransa hala imtiyazlı sı­ nıflar ( zadegin ve rubban ) tarafından yönetilmekte idi. Bu sınıflar, gelırlerinin azalması oranında imtıyazlarını kötüye kullanma yollan ıcat etmekte, bunun yükünü de üretici sı­ nıflar çekmekte idi. Hoşnutsuzluk, yepyeni sınıf olan sanayi i�çilerin i de sarmaya başlamıştı. Eski Rej imde bu sınıfın biçbir yeri yoktu. Köylülere gelince, onlar daima sefaler içinde ya�amı�Iardı ve feodalue düzeninin kalıntıları tarafın­ dan sömürülmesi bu sınıfı çok hırpalıyordu. ı 789 yılında bazı vilayetlerde hili köleler vardı. Köylülerin küçük bir azınlığı toprak sahıbi idi, fakat büyük çoğun luk, i�lediği toprağın sahibi olmayan orıakçılar durumunda bulunuyordu. Bunlar toprak ağalarına derebeylik aidatı verirler, kralın vergi mültezımlerinin insafsız işlemlerine maruz kalırlar, angarya çekerler, askerlık ederler, kilıseye öşür öderler ve daha başka yükümler alunda ezılirlerdi. Köhne tarım me­ totları ve memleket içi gümrük vergileri zaman zaman kıt­ Iıkiara yol açar, bundan da hububat tıcaıeti yapan muhtekir­ ler yararlanırdı. İktisadi bakımdan devrini yaşamı� bir dü­ zen olan Eski Rej imin temelleri bir yandan da Akıl Çağı­ nın peygamberleri denilebilecek olan yazarlar tarafından sar­ sılmakta idi. Diderot ile E,,,,/opedie, ilmi materyalizm doktrinini yayıyor, Locke ile Monıesquieu anayasalı İngiliz d üzeninin iyiliklerini anlatıyor, Condorcet i lericilık dinini vazediyor, Jean - Jacques Rousseau da devrio dü�üncesinin oluşmasına halk egemenliği dogması ile doğrudan doğruya

FRANSIZ

4

yol açıyordu. Fizyokradar (b. bk. ) ın öne sürdükleri ve Turgot tarafınilan girişilen iktisadi reform ( 1774 - 1776 ) , imtiyazlarının hiçbirinden vazgeçmek istemeyen zadegan ile

ruhhan tarafından yürümez hale getirilmişti. İhti lilin doğrudan doğruya olan sebebi. devlet mali­ yesinin içine düşmüş bulunduğu çıkmazdı. Maliye bakanı Nec­ ker pek büyük olıan devlet borçlarını azaltmak için, boşuna, masrafları kısma tedbirleri almıştı. Amerikan ihtilaline Fransa'nın da katılması borçları artırmış ve Necker'in halefi Calonne, imtiyazlı sınıfları devletin mali yükünü taşımaya yardım ederek iflası ön lemeye çağırm ı şsa da, ilgililer bu daveti reddetmişlerdi Calonoe'dan sonraki maliye bakanı De Brienne'in devlete para sağlamak için giriştiği vergi re­ formu ıeşebbüsleri Paris Parlamentosunun şiddetli muhale­ feti ile karş ılaşmış ve bu parlamento bir Etaıs Generaux ( ruhban, zadegin ve ücüncü sınıf) meclisinin toplanmasını tal ep ve elde etmiş, seçim emri 1 787 de çıkmış ve 1 6 1 4 ten beri i l k defa olarak Etaıs Generaux meclisi 5 mayıs 1 789 da Versailles'da t oplanmı ş tır . XVI. Louis'nin ve yeni den iş başına getirmiş olduğu Necker'in başlıca gayeleri, yapmak istedikleri umumi vergi reformu konusunda bu meclisin rızasını elde etmekti. Ayrıca zadegan, ruhhan ve halk sınıflarından her birinin mevcut düzenden şikayetlerini bildirmeleri istendi Bunun üzerine vilayetlerden tümen tü­ men «defter», yani şikayet listesi geldi ve iyiden iyiye an­ laşıldı ki millet , Etaıs Generaux meclisinden mali reform­ lardan başka ve daha ziyade, köklü siyasi ve sosyal rtform­ lar beklemekte idi . Burj uva sınıfını temsil eden Siey�s'in yayımladığr ve bütün milletin okuduğu bir broşürde, halk sınıfı ile milletin fiilen aynı şey olduğu i leri sürülü yordu.

Bundan sonra Etats Generaux meclisinde her sınıfın toplantılarını ayrı olarak yaparak kendi adında bir oy belietmesi mi ( bu usulde ruhhan ile zadeitin üçte ikilik bir çoğunluk kazanabilirdi ) , yoksa üç sınıfın topl antılarını bir arada yaparak her tl'msilcinin şahsı adına oy beli etmesi mi (bu u sulde halk sınıfı çoğunluğu elde t'debilirdi) gerektiği tartışıldı.

XVI. Louis bu konuda tereddüt gösterince halk sınıfı temsi lci leri krala meydan okurcasırıa 17 haziranda kendilerini Milli Meclis olarak ilin ettiler ve yaptıkları bir davet üzerine de bi rçok ruhhan sınıfı üvesi ve biraz da asılzade onlara katıldı. Kral Meclisin toplantı yerlerini ka­ pattırınca da temsilciler bir çeşit tenis oyunu oynamaya mahsus kapalı bir salonda toplandılar ve bir anay asa yapı lıncaya kadar oradan ve birbirlerinden ayrılmamaya yemin

BASTlLLE'İN ZAPTI

İHTILALİ ettiler ( « Sermen ı du Jeu de Paume)) ) [20 haziran] . Kral 27 baziranda temsilcilerin i steğine boyun eğerek Mi lli Mec­ lisi tanıdı, fakat aynı zamanda Versai lles'ı asker i birliklerle kuşattırdı ve başında kraliçe Marie Antoinetıe'in bulunduğu bir saray hizbinin erkisiyle Necker'in görevine son verdi ( ll temmuz) . 1 4 ıem m uzda, Paris'ıe, gazetl'ci Desmoulins (b. bk.) in kışkırtmalarına uyan bir halk toplu luğu ayaklanarak Basrille hapi shanesini isıili etti. X VI. Lou i s yeniden Necker'i iş başına gerirdi ve Paris şehrini yönermek üzere kurulan Komün yöner imi n i tanıdı. B u sırada milli muhafız alay ı Marq uis de La Fayeıı e ' in emrine verildi. 14 temmuz­ da baş layan şiddet h a reketleri çok geçmeden bütün Fransa'­ ya yayıldı. Köylüler şaıoları yakırorlar, işledikleri toprak­ l arın sahipl,.rine zulüm ve işkence yapıyorlar, hükumet ise aciz durumda bu hallere seyirci kalıyordu. 4 ağu s ıosı a Mec­ listeki zadegan ve ruhhan s ınıfları temsi lci leri kendili kle­ rinden bütün imtiyazlarından vazgeçiyorlar ve böylece bir gecede Fransa'nı n bütün feodal yapısı onadan kalkıyordu. Köklü değişiklik ıaıafıarı klüpler ve özellıkle Jacobi n'Jer Paris'te güçleniyorlardı. Bu sırada sarayda ihtilale karşı enırikalar çevril­ diği haberleri de dolaşıp duruyordu. 5 ekim 1789 da Paris'te büyük bir halk topluluğu, belki de radikaller­ den Orle a n s dukası Louis Phili ppe'in krşkırımalariyle, Versailles'a yürüdü. Muhafı z alayı komutanı La Fayette kralla kraliçenin hayatlarını güçlükle kurtardı ve on l arı Pa­ ris' ıeki Tuileries sarayına gönderdi. Meclis yeniden Paris'e taşınmıştı ve XVI. Loui s fii len Komün yöneriminin elinde esir durumundaydı. Meclisin lideri durumunda bulunan Honore de Mi­ rabt'au, kralın zaafının yol açmak üzere olduğu anarşıyı önlemek amaciyle yürü t me organını güçlendirmeye çalıştıysa da, bunu başaramadı. Artık Kurucu Meclis halini almış bu­ lunan Meclis ise aksi yönde ç al ı şı y or, yürütme organının yerkilerini alabildiğine kısan bir anayasa haz ı r l ı y ordu. Kral, İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisini is temeye istemeye kabul etti. 1791 de tamamlanan anayasa, tek mecli sle yöne­ time dayanan sınırlı bir monarşi yaratıyordu. Meclisin Kiliseye karşı aldığı tedbi rler, sonuçları ba­ kımından en ağır olan ıedbi rlerdi. Kilisenin topraklarına el konuluyor ( 1 789 ) . din ta ri k atları kaldırılıyor ( 1 790) ve ruhban, bükilmetin deneti a ltındaki bir Meden i Ruhban Ana­ yasasın a yemin ermeye zorlanıyordu ( temmuz 1790). Bunu pek az din adamı kabul etmiş, ö zellikle çok dindar bölge­ lerde olmak üzere karı ş ı klıklar çıkmış , XVI. Louis de bu reformları kabul etmek zorunda kalmakla beraber kendi ibadet hürrivetini kaybetmenin yarattığı bir öfke ıle uyuşuk ­ luğundan silkin mişti. Birçok pren s ve ası lzade y abancı ül­ kelere kaçm ı ş ı ı. K ral da onlara katı lmayı ve yabancı dev­ letlerden vardım sağlayarak otoritesini yeniden kurmayı tasarladı. 20 - 2 1 temmuz 1 7 9 1 de girişilen bu kaçma teşeb· büsü Varennes'de yarıda bırakıırılmış ve kralla kralıçe zelil bir durumda Paris ' e getirilmiş. kral anayasayı kabul etmiş­ ti. Yasama mecli�i 1 ekim 1 7 9 1 de toplanmıştı. Bu mec­ liste sağ kanadı aynı zamanda kabine üyeleri olan Feuillanı' lar meydana getiriyordu ; temsilci lerin çoğu orıadandı ve bunların bütün meseleler karşısındaki teredd ütlü ve karar­ sız tutumları, ]acobin'ler tarafından ve onlardan türemiş olan G irondi n ' ler ile Cordelier'ler tarafından sömürülüyordu. Jacobin'ler gittikçe güçleniyordu. Hürriyet, Eşitlik, Kardeş­ lik sözleri parola halini almıştı. İhtilalciler işçi kıyafetini

FRANSIZ IHTILALI

-

benimsemişlerdi, başlarına da yeni devri sembolleştiren kır­ mızı bir serpuş geçiriyorlardı. Fakat ihtililin yabancı ülke­ lerde kazanmış olduğu sempati bu sıralarda yerini nefret duygusuna bırakmaya başlamıştı. Dışarıdaki mülteciler Av· rupa saraylarını Fransa olayiarına müdahale etmeye kışkır­ tıyorlardı. Fransa'da da kralcılar Eski Rej ime dönme çaresi olarak bir harp çıkmasını istiyorlardı : harp F. İ ni dış ülkelere yayabi lecek, aynı zamanda Fransız vatanının istilaya uğraması tehlikesi karşısında bütün millet birlik olabilecekti. Feui l­ lant nazırlar düştü ve onların yerini Girendin'ler aldı. 20 ni san 1 792 de Avusrurya'ya harp i lan edildi ve böylece F. İ. i savaşları baş lamış oldu. Savaşın başlangıcındaki başarısızlıklar ve kralın ihaneti söylenti leri 1 792 yılı 20 h aziranında halkın ayaklanmasına ve 10 ağustosta da Tuileries sarayına saldırarak İsviçreli muhafı zları ö ldürmesine yol ac;tı. Kral ailesinin sığındığı Meclis, XVI. Louis'yi tahttan indirdi ve Millt Konvansiyon ( Convendon Nationale) adiyle yeni bir meclis seçilmesine karar verdi. Bu sırada Danton ile Matat'nın nüfuz ve tesiri altında bulunan Paris Komünü, bütün asayiş sorumlu­ luğunu üzerine a ldı ; kral taraftarlarının kütle halinde tu­ tuklanmasın a başlandı ve bunu 2 3 eylul günlerinde tutuk­ luların katliamı takip etti. Fransa'nın her yanında halk hapishandere saldırarak yüzlerce tutukluyu öldürdü. 2 ı eylul ı 792 de Konvansiyon Meclisi i l k toplantısını yaptı ve derhal monarşiyi liğvederek Birinci Cumhuriyeti kurdu ve kralı vatana ihmet suçu ile yargılamaya koyu ldu. ·

XVI. Louis'nin hüküm giyerek idam edi lmesi ( ocak 1793 ) , özellikle Vend�e bölgesinde olmak üzere kralcıların ayaklanmasına ve İngiltere'nin savaşa katılmasına yol açtı. Konvan siyon yönetimi dış savaşları kudretli bir elle yürüttü, fakat kendi i çinde Girond in'lerle Montagnard'lar (Jacobin '· ler ve aşırı sol ) arasında bir mücadele sürüp gidiyordu. Sonunda, özell ikle o sıralarda Jacobin'lerin lideri durumunda bulunan Ma rat ile Robespierre'in çabaları sonucunda Giron­ din'ler kesin yenilgiye uğradılar (haziran ı 793 ) . Bir cum· huriyet anayasası yapıldı. fakat hiçbir zaman uygulanmadı ; Amme Emniyeti Komitesi ve ihtilal Mahkemesi gibi organ­ Iara dayanan bir diktatörlük kuruldu ve Terör (Terreur) devri başladı. Binlerce kralcı, Girondi n ve sadece şüpheli kimse gi­ yotinin bıçağı a ltında can verdi. Kraliçe Maric Antoinette'in idam edilmesi (ekim 179 3 ) nden sonra Robespierre kendi saf­ larında da kurbanlar aramaya girişti ; i lk kurbanlardan biri Orl�ans dukası oldu. Bu katliamı sınırlamayP çalışan Danton da idam edildi. Terör devrinin ekonomi alanındaki iş leri, fiyatların ve ücretierin tespit edilmesi , Assignat'lar denilen enflasyona uğramış paranın tedavülünün sert müeyyidelerle zorlanması gibi şeyler oldu. Terör devrinin son aşırılıkları Konvansiyon Meclisini korkuttu ve 9 Termidor (27 temmuz ı 794 ) d arbesi yapıldı ve Robespierre idam edi ldi (28 temmuz) . İki medisli bir yasama organına dayanan Direktuvar ( Directoire) yönetimini kuran yeni ı 795 anayasası, ekim ı 795 ayaklanmasının bastırılmasından sonra yürürlüğe girmiştir. Direktuvar yönetimi bir suistimaller, yetkisizlik, mali iflis ve devamlı entrikalar devri ol:nustur. Babeuf (b. bk. ) ün tasarladığı fantastik komünist komplosu henüz hazırlık dev­ resinde i ken benaraf edilmiş, fakat 4 eylul ı 797 hük umet darbesi, Direktuvar yönetiminin yeniden sola doğru yönel­ mesi sonucunu doğurmuştur. 1 799 da Fransız ordusunun uğradığı başarısızlıklar Fransa'yı felaketin eşiğine getirmiş, fakat İtalya seferi

FRANSIZ MUSIKISI

5

kahramanı Napol�on Bonaparte Mısır'dan dönmüş ve ordu ile birçok hükumet üyesinin desteklemesinden yarar l anarak 19 kasım 1799 da Direktuvar yönetimini de\"i rmiş, Konsüla ( Consulat) yönetimini kurmuştur. Krallığın Bour­ bon'lar tarafından yeniden kurulduğu Restorasyon ( Restau­ ration ) devrine kadar ( 1 8 14 ) , Fransa'nın gerçek yöneticisi Napol�on o lmuştur. F. i., ı795 yılında başanya ulaşmamış bir ihtilal m an­ zarası göstermiş ve ı 8 1 5 te de onadan kaldırılmış gibi gö­ rünmüş olmasına rağmen büyük sonuçlar doğurmuş olan bir harekettir. Fransa'da burjuva ve kapitalist sınıfları hakim kuvvet olarak teessüs etmiş, feodalite düzeni bütün bütün ortadan kaldırılmış, Napoleon Kodu, yani kanunname�i ile adalet düzeni kurulmuş ve Paris şehri Avrupa'daki l iberal düşüncelerin merkezi halini almıştır. ilkin İhtilil savaşları, sonra d a Napoleon savaşları Avrupa'nın eski yapısını sars­ mış, milliyet fikirlerinin ortaya çıkmasını hızlandırmış ve modern ve topvekun savaş çağını açmıştır. Sanat ve edebi­ yat alanlarında da Romantizm kuvvet kazanmıştır.

FRANSIZ KIYISI (İng. French Shore), Newfoud­ land'ın kuzeybatısında ve kuzeyinde, güneybatıdaki Cape Ray burnundan St. John burnuna kadar uzanan topraklar, ki ada kıyılarının beşte biri kadarını kapsar. 1 7 1 3 te New­ foundland. Fransızlar& tanınmış olan bazı haklarla birlıkte İngi lizlere de özel likle karada balık kurutma hakkını ver­ mişti. Sınırları ı 783 te tespit edi lmiş olan bu topraklar, XIX. yüzyılda İngiltere ile Fransa arasında sürtünmelere yol aç­ mış. Amerikan balıkçıları da bu kıyılarda güc;lüklere uğra­ mışlardır. Bütün bu anlaşmazlıklara 1 909 yılında bir kon­ vansiyonla son verilmiştir. FRANSIZ KONGOSU (Fr. Congo français veya Ouest - Africain = Afrika Batısı ) , Fransız Ekvatoryal Afrika­ sının Savorgnan de Brazza tarafından incelenen topraklarına 1 897 den ı 9 1 0 a kadar verilen ad.

FRANSIZ MUSIKISI : Halk musikisi, kavim ve ge­ lenek ayrılıklariyle etkilerin çeşitliliği dolayısiyle Fransa'nın değişik yerlerinde mahalli özellikler gösterir. Mesela kuzey­ batı Fransa'da Breton'ların ezgileri çokluk hüzünlü, hatta sert ve vahşice, günevbatı Fransa'da ezgiler ve oyun havaları Bask etkisiyle daha ritmiktir. Genellikle kuzey Fransa'da daha ağırbaşl ı ve dint havada, güneyde ise şen, şairane ve içli olan halk musikisi, zaman zaman sanat musikisinden (mesela XII. yüzyılda troubadour, trouvere ve j ongleur musikilerinden ) parça ve üslup almı s, buna karşı l ı k çok daha büyük ölçüde sanat mosikisine ezgi, kalıp, çalgı ve üs­ lup vermiştir. Mesela en meşhurları L'homme arme (Si lahlı adam) olan birçok halk ezgi si, XIV ve XV. yüzyıllarda Dufay'dan Palestrina'ya kadar sayısız besteci tarafından missa ve kilise moretlerinde tenor (c;antus firmus) olarak kullanılmıştır. Halkın dansları ve oyun h avaları özellikle XVI - XVII. yüzyıllarda Fransız saraylarının i lgisini çekmiş, branle, courante, bourree, gavotte, loure, menuet, passepied, rigaudon ve volta gibi havalar, önce saray eğlencelerine, sonra sanat musikisinia çembalo ve orkestra süitlerine gir­ miştir. Ayrıca XVII. yüzyıl başından beri Kanada'ya akta­ rılan Fransız halk musikisi orada yeni bir musiki kültürü­ nün temeli olmuştur. Teksesli dini musiki : Orta Çağ Fransa'sındaki din evrimine uymuş, V ve VI. yüzyıllarda yaşayan özel Gal şanı (b. bk. ) , P�pin ( 7 5 2 768 ) zamanında yerini Roma şanı (bk. GREGOR ŞANI) na bırakmış, Metz katedrali bu ·

6

FRANSIZ MUSİKİSİ

ven i musiki tarzı nın başta .ııe len merkezi o l mustur Burada v�zı lmış nota derıı:ılerincle g1irülen neum (h hk ) ler . ö el bicimleri dolayı�iyle uriht' Mell neumleri adiv l e gec;misr•r. I 1C. vüzvılrla Limoıı:ts'daki Sa i n t Marti a l manasrın •equen­ tia Cb . bk. ) nın gelişme�inde önı-mli hir rol ovnamış, bu gel işme Adam de Saint· Victor (öl m 1 1 92 ) un eserlerivle en vük�ek noktasına erişmistir. Bü,·ülc Karl (76R- Rt4) za­ manından ka lmış Luince söılü birk�ç dini ezgi. F M. n in olduAu k�d1r A lman mu�iki sinin de en eski ürün leri savı la· bi l i r Provenç a l dil indeki en f'slci f'Z�i i�e X yüzvıldan kalmış olup Ho·a vos die vera ra iıun sözleriyle başlar Ru ezıı:iden a z son ra yanıtılmış ve biri Danya l pey,ııa mbıori, öreki Akı l l ı Rakireler ile Ahmak Ba kireler'i ( sponsuz oyun u ) konu alan iki dini oyun da günümüze geleb i l miş en eski örnekler arasındadır.

Tekseı/i dindttt musiki'nin önem kazanması, aş yu. 1 1 00 yıl larında Gii nev Fransa (Provence) da erkeklerine trobador. k•dın l•rına trobai ritz ( bk. TROUB ADOUR) denen ve çoiiu asil kişioifu l l a rı olan sai r - musi kici lerin faa l iyetle­ riyle ba�la r. Be l l i bashla rı G u ii!Aume de Poitou (b. bk. ) Jaufr� Rudel (as. y u . 1 1 50) . Marcahru (h blc ) B,.rnard de Ventadour (b. hk ) Gira ur de Bornelh (XII yüzyıl 2. y a rısı ) , PPire d ' Aivergne (b. bk. ) . Berrrand de Born (b. blc. ) . Pei re Vidal (b. bk. ) . G1ucelm F�idit (ölm. aş. yu. 1220), PPi re l{aimon de Tol o za (b blc ) , Pei re Cardena l (b. bk ), Arnaut Daniel (as. vu 1 200) . Raimbaut de Va· queiru (h. bk. ) , Folqtıet de Marsei lle (ölm. 1 2 3 1 ) Raimon de Mi rava l (b. bk ), Aim,.ric de Pegui l lan ( 1 205 - 1 275 ) ve Guiraut R;quier (h hk. ) olan �anarçıların, çoAu zam� n joıı:lar (bk. JONGLEUR) ın caldığı viola ( kemane) , ha rp. ci ster veya vieiJ,. a rone (çarklı keman ) eşl iğinde canzo vey• vers ripi ezgi l erle sövledikleri kamuya hizmet (•irvenre) çekişme (jeu parril. yakı nma ( p l an ch veya planh ) ve gün doğnşu (alba) ş i i rleri, kuzey Fransa'nın langue d'oil'inde de taklit ed i l erek XII. yüzyıl ortalarında trouvere ( b bk ) !erin ortaya çılcma•ına yol acmıstır. Blondel ele Nesle (h. bk ) , Conon veya Quesnes d e B�rhune ( b k B�THUNE) Gace Brul� (XII. vüzvı l son u ) Guv de Coucy (ölm. belki 1 20 3 ) . Navarre k ralı IV. Thibaut ( b. b k ) . Col in Muset ( X I I I yüzyı l son ları ) , Perrio d' Anp;ecourt ( aş. y u . 1 2 5 0 ) , ]ı-han Bmel (ölm. 1 2 7 2 ) . Rutebeuf ( 1 2 5 0 · 1 285 ) ve Adam de la Hal le (b. hk. ) gibi trouvere'lerin k u l landıklarr chanson rotruenge. rondeau, virelai ve baliade gibi ezgi biçi mleri, sonraki yüzyı l larda gel işen türlerin, özel likle moretin kayna­ ğı ol muş, trobador ve trouvere'ler ayrıca XII XIV. yüzyı l Almanya'sında görülen Minneslinger ve Meistersinger (b, bk.) !ere örneklik etmişlerdir. Bu arada gelişen önemli türlerden biri de estampida ( b. bk ) dır.

Çoksesli muıiki ok u lları 'nın i lki aş yu. 1100 1 1 50 yıllarında güney Fransa'nın Li moges şehrindeki Saint Martial manasnrında ortaya çıkmış, sequentia ve tropus alanlarında çalışarak organum ( b. bk. ) tekniğine yeni açılar kazandırmıştır. Limoges veya Saint Marti a l oku l u (b. bk. ) adiyle anılan bu hareketin hemen ardından l l 70 1 1 80 yıl­ l arında Paris'te Notre Dame kilisesinde beliren okul, önce usta Uonin (b . bk. ) zamanında 2 sesli (duplum ) ve çok işlemeli organumlardan meydana gelen Magnus liber organi de gradali et de aııtiphonario ( Missa ve officium saatleri icin büyük organalar kitabı ) yu yaratmış, P�rotin ( b. bk. ) zamanında bu organumlardan birkaçına 3. (triplum) ve hatta 4. ( quadruplum) sesler ilave edil miş, kısa bölümleri yerine •



·

·



kullanılabi l ecek yeni chusula ( biris) lar yaratılmış, clausula­ lara veni ,özl· r k•tı)A r ak motPt •ürü ortava konmuş, h•psi de ranrus firmu- (1-. bk.) kullanan bu rürl,.r d ı ş ı n da, avrıca canrus fi rmu�u olmayan. Latince si\zleri çoklu k dini konu la rı isleven crınducrus'lar bestelenmi şti r ( hk. NOTRE DAME OKULU) . XIII yüzvıl orrasrnd a faaJivet göstı-ren Francon (b�zel fyorı] (Dan. Ktj ser Fran z Josephs Fj ord ) Doğu Gıönlaoda'da bir­ çok koliara ayrı lan bir fj ord. 1 870 y ı l ı nda Julius Payer (b. bk. ) tarafınd - n keşfedilmiş ve adlaodırılmışur.

FRANZ - JOSEPH - LAND ( Fridri of Nansenland, Rus. Z emlya Fran�a İosifa da denirdi ) : bk. LOMONO ­ SOVl AN D. FRAPIİ. [/rapyf'] , Leon ( Paris 1 863 - Paris 1 949 ) , Fran sız yazarı. Yoksul bir mahallenin ana okulundaki ço­ cukların hayatını anlatan La Maternelle { Ana okulu) [ 1 904] adlı romanı ile Gonco u rt armağanını kazan mıştır. Bu ro­ man, bir piyese ve bir sinema fi lmine konu olmuştur. FRASCATI [fraıkqıi] , İtalya ' da, Roma provincia'sın­ da, Albani d a ğların ı n ku z ey e ceğinde bir şehir. D enizden

·

FRASCATl : Mondragooe viiiasının önden görünüşü

FRASCATI - FRAUENFELD yüksekliği 320 m dir. Nüfusu ı:> 800 ( ı965 ) dür. Sayfiye yeri olarak olağanüstü güzel likıe viiiaları ( Villa Aldobran­ dini, Villa Falconieri ) vardır. B u son vi lla eskiden Alman sanaıkarları ve bilginleri için bir dinlenme yeri idi. Bir Camaldoli (b. bk ) manastı rı, bir de Groııaferraıa ma­ nasıın ( abbaye ) vardır. F., I I Dünya Har binde büyük ha· sara uğramıştır. F. şarabı dünyaca tanınmıştır. F. yakınında Romalıların, viiialariyle tanınmış olan Tusculum şehrinin kalıntıları vardır.

FRASCH [/raı] , Herman (Gaildorf, Würtıemberg ı 8 5 ı - Paris ı 9 1 4 ) , Alman asıllı Amerikalı kimyacı. Phila· delphia'da eczacılık okumuş, petrollerin arıtılmasiyle ilgi· lenmiş ve desülfürasyon ( bir ürünün kükürtten ve sülfür­ lerden arııı lması ) için bir ihıira heratı almıştır. Başlıca keşfi , Louisiana kükürt yataklarındaki kükürdün toprakta eritilmesinden ibarettir. Amerika Birleşik Devletlerinde kükürt sanayii bu usulle gelişmeye başlamıştır. FRASER [/r�yzir] , Kanada'da ( British Columbia ) bir nehir. Uzunluğu ı 200 km dir. Kanada'nın Kayalık Ddğ­ larından çıkan F. , ı 000 m yükseklikteki Fraser plaıosundan geçtikten sonra, kıyıda uzanan dağ zincirinin ı80 k m lik kanyon'unu aşar ve ı 200 km sonra Georgia boğazına dö­ külür. F. önemli bir som balığı yaıağıdır. FRASER [h•yzir] , Peter ( Fearn Ross ı 884 - Wel­ lington ı950 ) , Yeni Zelanda siyaset adamı. 1 9 ı 0 da Yeni Zelanda'ya göç etmiş, İ şçi Partisi lehinde mü· cadele e ı m i ş, Temsi lci ler M e c 1 i s i n e girmiş, Sosyal Demokrat Parti başkanı olmuş­ tur ( ı 9 ı 8 ) . Sağlık, eğitim ve güvenlik bakanlığı görevleri ( ı 9 3 5 - ı 940) nde bulunduktan sonra başbakan o 1 m u ş ı u c ( ı 940 - ı949 ) . ı 9 4 3 te dış iş­ leri bakanlığı görevini de üze­ rine almış, bu unvan la Yeni Zelanda'nın savaş gayretlerini idare etmiştir. Milli Parti i k tidara gelince muhalefete geç­ P. FRASER miştir. FRASER ADASI [/r�yzir] (Great Sandy Isiand da denir ) , Avusıralya'da, Queen sland kıyısında bir ada. Uzunluğu 1 30, genişliği 30 km dir. FRASER OF NORTH CAPE [/r�yzir iv n.:JrUJ keyp], Bruce Austin Fraser, I. Baron (doğ. Londra ı888 ) , İ ngiliz amiralL ı 94 3 - ı 944 yılları arasında İngi l i z donanınası komutanlığı yapmış, Nord burnu savaşında bu­ lunmuştur. Fransa bu savaşta Almanların 9 da Reyran üzerindeki Malpasset baraj ının yıkı lmasiyle F. ün aşağı semtleri harap olmuş ve 400 kişi ölmüştür. ı9�6 dan beri F. , Fransızca konusan zenci Afrikası ülkelerinin ordu subaylarını yetişti· ren okulun merkezi olmuştur. Cnaeus Julius Agricola, Sie­ yes ve M. A. Desaugiers burada doğmuşlardır.

FR�JUS [ /rei.tf ı ] (Col de F. ) , Batı Alplerde, Mont Cenis ( İta. Monte Cenisio) nin batısında, İtalya · Fransa sınırında bir g e ç i ı. Yüksekliği 2 � 2 8 m dir. F. alundan Mont Cenis demiryolunun b ü y ü k tüneli geçer. FREKANS ( Fr. Frequence) , t i t r e ş i m hareketi yapan bir par­ çacığın saniyedeki tam titreşimlerinin s a y ı s ı. Periyot veya devir sü­ resi, bir tam titreşimin s ü r e s i olduğundan F. = ı 1 periyot ( yani FREJUS : Roma amfiteaırını n F = 1 /T[ıiueşim] olur. harabeleri F. birimi hertz, sikl!s [saniye] ) veya cycle saniye = kilosik l saniye veya titreşim saniyedir. Daha büyük F. birimleıi olarak kilosikl saniye ve megasikl saniye de kullanı lır : ı kilosikl saniye = ı 000 �iki saniye, ı megasikl saniye = ı 000 000 sikl saniye. Meselı\ şehirlerimizde kullanılan alternatif akımın F. ı �O kilo•ikl sanivedi r. Normal olarak işitilebi len bir ses dalgasının F. ı kabaca 20 kilosikl saniye ile 20 000 kilosikl saniye aralı­ ğında bulunur ve buna işitilen F. lar adı verilir. Ses veren borularda ve titreşen tellerde titreşimierin mümkün olan en küçük F. ına veya ana s es in F. ına, ana P. adı verilir. Özel olarak, radyo yayın devrelerindeki bobin ve anıenle· rin F. larına tabii P. denilir. Salınım aevresinin direnci kü· ı çük olursa, bu F. ın değeri f = ı;; ,,r 1/L C olur. Burada '

-

C sığa ve L, self

kaısayısıdır. Bir salınıcının ). Oambda) dalga boyu, f F. ı ve v yayılma hızı arasındaki bağıntı

A. = v T = v/f dir. Işık ve elekıromagneıik dalgalar i çin v = c = �00 000 km saniye = 3 X 1 08 m saniye olur. Me· seli Ankara radyosunun uzun dalga servisinin dalga boyu 1 648 m ve F. ı 1 8 2 kilosikl saniyedir. Kısa dalgaları için

33

FREKANS - FREN aynı değerler : Kısa � a lga 1 9,74 m için F. 9 465 k i losikl saniye ; kısa dalga 3 1 ,70 m iç i n F. 15 195 k i los i k l sani ye. Rad o o F. ları değerlerin e göre çe. şitli sınıflar ( bandlar) a a y r ı l m ı ş t ı r : Or­ ta F. lar, yük se k F. lar, çok yü k sek F. lar v. b. - E . E.

FREKANTATİ F { L ar. Fre qu en­ tati vu s ; Fr. F r e q u e n t a ı i f ) , b i r hareketin tekerrürünü an latan fii l şekli Fr. aspect ) , t ekerrürlü fi i l : ıepin mek, debelenmek, ıepreı mek, f1rprnmak g i b i.

Bu fii l lerden bazı ları a�ırı l ı k anlamı da ifad e eder : /ıkırdamak, J/Ztfd,ın mak. ini/demek, lingirdemek g ı bi. Bazıları da o eylemle i lgi li ses ; n taklidi ile üretil­ mıştı r : çaıırdamak, guruldamak, gınr· damak, horu/damak g ı bi.

FREMIET [/remyd , Emmanuel ( Paris 1 8 24 · Paris 1 9 1 0 ) , Fran sız hey­ kelcisi. Heyk e l ci Rude'ün v eğ eni ve öğ­ rencisi olan bu sanaıçının en tanınmış eser­ leri Paris ' i n Place des P t ram i des mey· danındaki atlı Jean­ ne d'Arc h e y k e l i ( 1 874 ) i le yine Pa · ri s' teki Alexandre ­ III köp rüsünün sü· tunları ü s t ü n d e k i gruplardır.

17

18

� 14 16

10

ll

12

Hidrolik merkez pompası: ı . Ön t e kerle k lere gi der ; 2 ve 3. İrca va yı ; 4. Yağ g i ri şi ; 5. Merkez pompa la�tiği ; 6. Pı ston ; 7. Toz Iastiği. Hidro· lik fren ı;istemi: 8 Yağ haznesi ; 9. Fren peda l ı ; 18. Fren pabuç ları ; 19. Bakır hıdrolik borusu ; 20. Hid r olik fren hortumu. Fren. silindiri : 1 0 . Toz l a s tiği ; 1 ı . Piston ; 1 2 . Teker lek fren sı l i ndir lastikleri ; 1 4. Yay ; O T O M O B İ L

F R E N i

1 5 . Hava ıapası ; 1 6. Y�ğ giri ş i ; 17. Piston

[/remin �l ] , Ma r ti n ( Paris 0 67 Paris 1 6 1 9 ) . F ransız res­ samı, desinatötü ve gravürcüsü. Ressam Mederic F. nin oğ­ ludur. 1 592 de İtal­ ya'ya giderek orada kaldığı uzun vıllar içinde gravürcü ThoE. FR�MINET : «Jeanne d'Arc» massin ve şair Mat hurin Regnier ıle dost olmuş, Michelangelo'nun eserleri ni incelemiş ve Parmegianino ' nun erkisınde kalmıştır. Fransa'ya dönüşünde IV. Henri'nin ressamı olmuş, büyük oğluna resi m dersleri vermi ştir . F. , Fonı a i n ebl e au okulunun ressamları arasında yer a l mıştır. 1 608 de kralın emriyle Fonıaınbleau şatosundaki Chapelle de la Triniıe"nın dekorasyon işlerinde görevlendirilmiş, bu çalışmalar ancak XIII. Louis devrı nde bırmiştır ( 1 6 1 3 ) . F. ayrıca Abbaye de Harbeau nun O 793 te yıkılmıştı) dekorasyonlarını da yapmı�tır.

FREMINE T ·

FREN ( Lar. Frenum ; Fr. F r ein ; Alm. Bremse ; İng. Brake ) , hareket ye t e n eğ i bulunan b ır mekanik biıtünün hızını kesrneğe veya bunu d urdurmağa varayan bir a raç. F. in rolü, enerj iyi alıp ı sıya dönüş t ürme yolu ile bir hareketi yavaş latma veya durd u rmadan ibarettir. F. ler iki g rupa ayrılı r ; cihaz frenlerı ve tecrübe frenler i . C ı ha z F. leri, bir mekanı k büı ünün yardımcı organlarıdır. En basit tipi, at arabalarında görülen tespıt pabuç larıdır ki günü ­ müzde bunun ye rine kızaldı veya pabuçlu F. kullanılır.

Tel F levyeli bir pedala ba�ılma kla geri len bir telden iba­ rettir. Tel. ding i l ba ş l ığı ü zerine bir veya iki defa sarı ldık­ tan sonra kızağa takı lır ve böylece sür ücünün etkisini artı­ rır. Şeritli, davlumbazlı veya çeneli F. le r, genellikle, pnö­ matik, hidrolik veva mekanik kumandalardır. Magneıik F. ler ise. dönen org • nlara Foucault akımları ( b. bk. ) indükler. Otomobi l F. leri, sürücünün ayağ ı altındaki bir pedal ile harelret ettiri lir ve dörı ıekerleği birden etki ler. Taşıt durduğu zaman harPketini önlemek için bir levye ile idare ed ı len ikinci bir F ( el F. i ) de vardır. Otomobi l lerde çeneli ve d ı skli F. ler kul lanı lır. Yeni tip otomobi llerin ön tekerleklerinde diskli, arka teker lekleri nde ise çeneli F. var­ dır. B ü ı ü n bu F. ler hidrolik tertibatlıdır ve sıvı l a r ı n az cok ram olarak sahip ol­ duğu sıkıştırı lmaz Iık hassasına daya­ nır. Motosiklet F. leri davlumbazlı tip­ tendir ve F. gücün_ de denge sağlanma7 sı için tekerlek gö beğinin ortasında Tekerlek fren sistemi : 1. El freni yel alır. kablosu ; 2. El fre n i pabuç it ici. Ra ffael lo : « B orgo van­

gını» ( 1 5 14 - 1 5 1 7 ) ; 6. «Ayin dansı» { Pompeii civarında) ; 7. Michelangelo : 8. A. Bourdelle : «Leda»

«İnsanın yaradı lışı» { 1 508 - 1 5 1 2 ) ;

39

FRESK - FREUD, Sigmund necek resim o şekilde parçalara ayrılarak hazı rlanmalıdır ki her parçava rastlay � resmin b i r günde biri r i l mesi ve çalışma sırasında sıvan'Wı yaş kalması sağl ansın. Çal ışma sı­ rasın d a çizgi, boya ile örtülebi lir. F. çivi si adı veri len bir nevi si vri kalemle harcın içiıc de çizginin izlerini bulmak mümkündür. Bu su retl e her parçanın ç i 1g i si n i kontrol et rnek k ahi l olur. F. ressamları çoğun lukla renk leri çanaklar içinde hazırla mış l a r d ı r. S uda y•yılan, top ' a n may�n (azur, outremer, noire de charbon ) renk lerin i çine y�pışkan b i r madde karmak faydalı olur. Bazı ressa mlar yumurta akı ve sarısını ayrı avrı veva her ikisini bi rden kul lan rnışlardır. Esası demir bi leş i k leri olan bütün renkler F. e elverişlid i r ( kobalt rn ıv i s i , zümrüt yeşi li, kvbalt yeşi l i ) . Dikkat edi l­ mesi icap eden renkler ( kadmiyum sarıları, kırmızılar, kızıl knk boyası, cramoisi = koyu k ı rmızı ) . a y rıca, outremer rnavisi, areş kırmızısı da F. için tehlı kelidir. Tabii F. ile derrempe (tutkallı boya ) usuliyle yapı lmış olan resimlerin temizlenmeleri bir değildir. Detrempe, su ile tem i zlen mez , renkler çıkar. Tabii F. sudan bozulmaz, bu işlem sü n geri suya batı rarak yapılır, resmin üzerindeki tozları kaldırmak için e kmek içi kullanı lır. Herhangi bir sebep le F !erin üzeri kireçle örtüldüğü çok görülmüştür. Bu şeki lde örtülmüş F leri meydana çıkar­ mak için değiş i k usu ller vardır. F. in üzerine ıslak bir ki­ ğır konur. Kuruyunca kaldırılır. Ki reç kağıda geçerek birlikte kalkar veya özel bir çekiç i le hafif hafif vurularak kireç tabakası F. in üzerinden kaldırılır. Bu iş için duvarcı ma­ lası, yassı bıçak, p a let bıçağı da kullanılır.

FRESNAY [ /rend (asıl soyadı : Laudenbaclı ) , Pierre (doğ. Pari s 1 897 ) , Fransız aktörü. 1 9 1 5 yı lında Comedie Française'de aktörlük görevine başladıktan sonra, 1 927 de bu işten çekilmisrir. 1 9 2 1 de sinema akrörlüğüne baş layan F., Yvonne Printemps i le evlenmişıir. Başlıca film leri : «La grande i l lusion» ( B ü y ü k kuruntu, 1 9 3 7 ) ; « L e cor­ beau» (Karga. 1 943 ) ; «Le vo yageur sans bagage» ( Bagaj sız yolcu, 1 94 4 ) ; « Mon sieur Vin­ cen t» ( Bay V. , 1 947 ) ; «Dieu a besoin des hommes» ( Tan­ rının in sanlara ihrivacı vardır. 1 9 5 0 ) ; t masa ; N. Sağa sola dönebilen açı lı tabla ; O. Divizör ( bölme aygıtı ) ; P. Geur punta ; Q. He li s kanallar i ç i n çark dona · nımı ; R. İ lerleme ayar kolu ; S. Masa düşey �yar te keri ; T. Tabla yatay ayar tekeri ; U. V id alı masa mili ; W. Tabla ana mili

Normal F. makinesi, masaya benzeti l ebi­ len döküm bir kaide üzerindeki metıl tabladan, tablanın orta sındaki delikten çıkan bıçak taşıyı­ cısı milden, işlenen parçayı belli konumlarda hareket ettirebilmek için gerek li tertibaııan, F. nin hareketini sağlayan tertibat ile tehlikeler­ den korunma aparatlarından meydana gelir. Bazı malj nf ile cesur güzel kadın lngebi ö rg arasında geçen bir İsianda aşk hikayesi. 1 300 yılı civa ­ rında yazı lmış ol ması muhtemeldir. F. ro m an t ik karakterde, fakat S kald kı taları b a kımından zengin bir destandır. İsveç· Ii şair Esaia s Tegner bu de s tanı Frithiofs saga başl ı ğiyl e yeniden işlemiştir [ 1 8 2 5 ] .

FRIEDBERG ( fridb erg ] veya FRIEDBERG IN DER WETTERAU, Batı Almanya ( Hesse) d � . Fran k furt'­

un kuzeyi nde, Wet · terau bölgesinin es k i merkezi. N ü f u s u 1 6 000 dir. Makine yapıını ve gıd a sa· n ayi i gelişmişdir.

FRIEDE B U RG [tıJJebım]. Hans Georg von ( Strasbourg 1897 Flemburg 1 94 5 ) , Alman amirali. 1 94 5 t e amiral Karl Dö· n i tz (b. bk. ) in ye­ rine ge�miş. gene­ ral Alfred Jodi ( b bk. ) i l e bi r l ikte, Re­ ims'te Wehrmacht'· FRI E DBERG : Belediye bina sı ı n tesl i m anlaşması ve katedral nı imzalamış (7 mayıs 1 94 5 ) , birkaç gün sonra da i ntih a r etm i ştir.

FRIEDEK - FRIEDBERG ( Coğ. ) : bk. FRY DEK­

M IST E K .

FRIEDEL [JriJ�I] , Charles ( S trasbourg 1 8 3 2 - Mon­ tauban 1899 ) , Fransız kimyacı s ı ve mineraloğu. Özel lilde organik kimya alanında çalışmaları vardır. 1877 de Amerikalı

Crafes ile birl i k te, yan zincir !erin benzenik ç ekirdeğe bağ­ lanmasını mümkün k ı lan bir �entez genel metodu düşünmüş ve bu konuda bir eser yazmı ş tır. Fen Fakültesinde okutulan Cours de chimie organique ( O r g anik k i mya dersleri ) adın­ daki k i tabı iki bölüm olarak yayımlanmıştı r : S erie gra ue (Yağlı veva alifatık seri ) ve S erie aromatique ( A r o ın a t i k seri ) [ 1 886 -fı 8 8 7 ] . F. , atom teorisi ile atomların işaretlcn· mesinin ilk kesin taraftarların­ dandı r.

C. FRI EDEL

Friedel - Crnfts [Jridf!l - kraftı] reaksiyonu veya sentezi, 1877 1 8 9 0 yıllarında Fran sız ki myacısı Charles Frie­ ·

del ve Ameri kalı kiıny� cı James Mason Crafes rarafından bu­ lunmuş olan sentez usulü. Bu usulde haloj en al ki l ler, asit klo­ rürleri ve buna benzeyen m addeler katalizör gö revini yapan susuz alüminyum klorür yanında benzol veya diğer aromatik hidrokarbonlar üzerine etkilend i r i l i r. O zaman a l k i l ler pa rça­ lanarak HCl verir ve aromatik hid roka rhon lara ek l eni r. Ör­ nek C6 H6 + Cı Hs C l � C6 H; - Cz Hs + HCl veya C Ha - c6 Hs + cı co cb Hs � CH, - c6 H, - co - c6 Hs + HCL Bu tepk i me, o rganik kimyada birçok . maddele­ rin sentezi için kullanılır.

FRIEDEL - C.RAFTS REAKSIYONU veya SEN­ TEZI : bk. FRI EDEL, Charles.

FRIEDLAND [ !rJ iland ] ( yeni ad ı : Pravdinsk ) , Prusya'da , Kaliningrad (Königsberg) ın güneyd oğ usunda bir şehir. F. d a Napole ;ın, Lannes'ın yardımından faydalanarak general B ennigsen'in Rus birlik lerini yenmiştir.

FRIEDLANDER [!rJ ilendir ] , Max Jncob ( B erlin 1867 - Amsterdam 1 9 5 8 ) , Alman sanat tarihçisi. Berl in'in çe�itli müzeleri n de müdürlük etmiş, 1 938 den iti baren Ams­ terdam'da yerleşmiştir. Eski Alman res m i ve grafiğinin araş­ tırı lmasında birçok yazıları ve bu lduğu eski e�erlerle hi zmeti vard ı r. A yrıca, Flaman resmi üzerine bir temel eseri bulu­ nan F. , Berlin'deki k oleksi y o n ların zenginleşti · i l mesinde çok yararlı ol muştur. Eserleri : Mefılerwerke der hollandiJchen Malerei des 1 5 . und 1 6 . ]ahrhunderl auf der AuıJtellung in B r ügge 1 902 ( ı 902 Brugge sergisindeki X V ve X VI. y ü z y ı l lara ait Flaman resmi ş a h eserle r i ) [ ! 903) ; Der Holzıchnitl ( Tahta oy m ac ı l ı ğ ı ) [ 1 9 1 7 ) ; P. Bruege/ ( a d ) [ 1 92 1 ] ; A. D ürer (ad) [ 1 92 1 ] ; A. Altdor/er ( ad ) [ 1 9 2 3 ] ; M. Liebermann (ad ) [ 1 9 2 4 ) ; Die altniederlarıdiıche Malerei (Eski Flaman res m i ) [ 1 4 ci lt, 1 9 2 4 1 9 3 7 ) : Von KunJI und Kennerscha/1 ( S a n at ve u z m anl ı ğa dair) ( 1 946] ; EJ.ıayı über Litrıdıch�ftıma/erei ( Man zara re ssam lı ğı üzE rine dene­ meler) [ 1 94 7 ] . ·

FRIEDLANDER [/• / llendir] BASlLI, gram testi ile boyan ınavan , fakat alk� l i k bo y a l ada kolayca boyanan, kı sa ve k a p s üllü basil. 37° ye yakın bir ı sıda her ort a m­ da üretilebi lir, şekerleri etki ler, fakat peptonlarla birleserek indol vermez, çoğu zaman diplobasil biçiminde olmak üzere b irç ok intanlarda gör ü l ü r (bron kopoömonide, plörezide, menen i itte, perikar d t ı te, otitte ve özellikle çoğu zaman dif­ teri hasili ile birlikte bulunduğu p södomambranöz ani inler­ de) . Alman hekimi Karl Friedlander ( 1 847 - 1887) ın adiy­ le anılır.

44

FRIEDLINGEN

FRIEDLINGEN [/r}Jiingin] , B a t ı Alm1nya ( Baden ­ Würıtemberg ) da , Rhein ırmağının saP, kıyı sında, Basel şehrinin ku zeyinde. H üningen ( Fr. Huningue ) ın karşı sında bir yer. Vi llars, F. d a Al man kuvvetlerine karşı bir zafer kazanmıştır ( 1 4 ekim 1702 ) . FRIEDMANN [/r}dman ] . Hermann ( Bialystok 1 8 7 3 · H�idelberg 195 7 ) , Alman filozofu. 1 906 · 1930 yıl larında Finlanda'da, 1930 yılından sonra Londra'da endüstri temsi lcisi olarak çalışmış, harpten sonra Heidelberg're tabi i ilimler fel sefesi fahri profesörlüğünde bulu nmuştur. Felsefes i, elle tutulabilen bir dünya manzarasına karşılık, gözle görülen dünya manzarasının morfoloj ik bir idealizmini savunmuştur. E serleri : Die Konvergenz der O rganismen ( Organ izmalarda amaç bi rliği ) [ 1 904] ; Die Well der Formen ( Şekiller dün· yası ) [ 1 930] ; Wissensrha/1 und Symbol ( İl i m ve sembol ) [ 1 949] ; Sinnı·o/le Odyssee ( Anlam dolu yolculuk) [ 1 950]. FRIEDREICH {frliraı h] HA STALICI, omuri liğin bazı bölümlerinin yozlaş � asın dan ileri gelen ve genetik kö­ kenli olması muhtemel bulunan sürekli bir hastalık. Alman anaıomo - patolo j i sr i Nikolaus Friedreich ( 1 8 2 5 1 8 8 2 ) tara­ fından ayırt edi l miş olan bu hastalığın özelliği : hareketlerde koord inasyon bozuk lukları, kiriş reflekslerinin yok olması, beslenme bozuklukları ve daha doğrusu üyelerde meydana gelen biçim bozulmaları ( özel biçimde çukurlaşmış ayak tabanı, ki foskoliazis [ kyphos(o/iaıis : bel kemiğinin arkaya ve yana doğru eğri lmesi] ) . Bu hastalığı oluşturan lezyonlar, omutiliğin üst kordonlarında ve beyincik yollarında yer alır. Çok zaman bir aile hastalığı olarak ra�danılan F. H., ço­ cukluğun ikinci evresinde veya erginlik çağında başlayıp genel olarak yıllar boyunca derece derece gelişir. ·

FRIEDRICH [/r}drih] , I. [ Barbarossa ( = Kı zıl sa· kal)] (Waiblingen 1 1 2 2 Kalykadnos 1 1 90 ) , Germen impara· ıoru ( 1 1 5 2 - 1 190 ) . I I I . Koncad'ın yeğeni ve ha lefidir. İm· paraıorluk nüfuzunun yeniden Almanya'da yerleşmesine ça­ lışmakla işe başlamıştır. Sak· sonya eyalerinin heratını ver· diği Heinrich der Löwe ( Ars­ lan Heinrich) nin imparaıorlu ğa kafa tutması üzerine timar­ larını elinden almıştır ( 1 1 8 1 ) . Nüfuzunu İtalya'ya d a yaymak için giriştiği seferlerin i lkin· de Roma'da imparatorluk tacı giymiş ( J 1 5 5 ) , fakat papanın iktidarı nı dini liderlikle sıoır layarak dünyevi i ş ler alanında imparatorluğun bağı msızlığını I. F RIE D RI C H sağlamak i s ı e m e s i, pa pa­ lık la arasını açmıştır. 1 1 5 8 de Milano ile Lombardi a'yı zaptetmişse de, Kuzey İtalya şehirlerinin pıpalıkla birleşmesi ( 1 167) üzerine İtalya'dan çekilmek zorunda kalmıştır. 1 1 74 te tenipiediği yeni bir sefer, Legoano yeni lgisi ( 1 176) i l e sonuçlanmış ve F. , Vened i k barış antlaşmasını kabule mecbur olmuştur. Bununla beraber, Toscana, S p oletı.t duka lığı ve Aneona uç eyaleri üzerindeki nüfuzunu devam et· tirmişıir. ·

ı 189 da III. Haç l ı seferini yöneten F. , Si lifke yakınıo· daki Göksu nehri (Kalykadnos) nde yıkanırken kalp sekıesi n· den boğulmuştur. Bir halk efsanesine göre, dünyaya dönmek

FRIEDRICH ıçın O rta Ç:ığ Alman şö nlyeliğ inin beklemekted ir.

yeniden can lanmasını

FRIEDRICH [/r/Jrih] , II. ( lesi, Aneona eyaleri I 1 94 Fiorenıino şatosu, Pugli � 1 2 5 0 ) , Sicilya ve Kudüs kralı ( 1 1 971 2 5 0 ) ve Germen imparatoru ( 1 2 2 0 · 1 2 50 ) . VI. Heiorich von Hohensıaufen'ın oğ ludur. Zeki ve kültürlü, islami i l i mlerde derin bilgi sahibi olan F. , za­ manının en orij inal kişilerin· den biri idi. 1 2 1 6 da Romalı· lar kralı ve 1 2 2 0 de de Roma'· da impa rator ilan edilmiştir. Lombacdia B i rliği i le bozuşmuş ve papa IX. Gregorius tara fı ndao afo roz edi lmiştir ( 1 227). Buna rağmen Haçlı seferine katılmış, Kudüs'ü almış ve burada kendini kral i lan ettirmiş 11. FRI EDRICH ( 1 2 2 9 ) , San Germano barışında papalıkla anlaşmıştır ( 1 2 30 ) . Bununla beraber. Alman bevlikleri ile Lombardia yeniden ayak lanınca, Cortenuova'da galip gelmiş ( 1 2 3 7 ) olmasına rağmen, şehirlerle papalığın tekrar ittifak etmesine engel olamamıştır. IX. Gregorius ta­ rafından bir daha aforoz edilen ( 1 2 3 9 ) F. , papanın çağrı­ sına giden kardinalleri denizde yakalatarak ( 1 24 1 ) dini mec­ lis ( konsi l ) in toplanmasını engellemiştir. S ıinı Louis'nin himayesi alunda 1 24 5 te Lyon'da bir konsil toplayan IV. Innocenıius, imparatoru tahttan indirtmişıir. F. in ölümünde İtalya ve Almanya anarşi içinde idi, fakat Melfi anayasası ( 1 2 3 1 ) , Sicilya'yı modern bir devlet haline getirmiş bulu­ nuyordu. ·

FRIEDRICH [/r}drih [ Güzel ] (Atm. F. der Schöne, ( 1 286 - 1 3 3 0 ) . Almın gayri meşru kralı ( 1 3 1 4 1 33 0 ) . Karl Albrecht'in oğludur. 1 308 den itibaren Avusturya dukası olan F. , 1 3 14 seçi minde Bavyera' l ı Ludwig'e rakip çıkmış, fakat 1 3 22 de Mühldoıf yakınındaki savaşta yenilecek esi r düşmüştür. 1 3 2 5 te i se Ludwig, devleti onun la ortaklaşa yönetecek bir hükumet p rensipi üzerinde anlaşmışur. ·

FRIEDRICH [/r}drih] , III. ( 1 4 1 5 - 1 493 ) , Germen imparatoru ( 1 440 - 1493 ) . 1 424 ten itibaren V. Friedrich un· vaniyle Steiumark ve Karnıen dukası idi. 1440 ta, yeğeni II. Albrecht'in yerine kral olmuş ve 1 4 5 2 de Roma'da im­ paratorluk tacını giymişıir. Yukarı ve Aşağı Avusturya'yı miras olarak almıştır. F. , tembelliği ve kararsı;dığı yüzün · den hükumeti Alman tarihinin en zayıf idaresi haline ge ıirmişıir.

FRIEDRICH [fr/Jrih ] III. ( 1 8 3 1 1 888 ) , Alman imparatoru ve Prusya kralı. İmparator I. Wilhelm'in oğlu· dur. 1 8 5 3 te İngiliz prensesi Victoria ile evlenmiş ve onun derin tesiri altında kalmıştır. Liberal tutumu sebebiyle Bis­ marck'ın iç politikasına karşı idi. Daha tahta çıktığı zaman (9 mart 1 888) gırtlak kanserin den ağır hasta bulunuyordu. ,

-

FRIEDRICH [ /r}drih ], IV. [ Cebi d-:ılik ] ( Aim. Friedriclı IV mit der leeren Tasche 1 3 8 2 1 4 3 9 ) Avus­

t urya ve Tyro l dukası. İsviçre kanto n l a r ı ıı ı n egemenliğini tanımıştır. ,

FRIEDRICH [/r}drih] . I. ( 1 6 57 - 1 7 1 3 ) , Prusya kralı ( 1 701 - 1 7 1 3 ) , Büyük Seçmen Prens (der Grosse Kurfürst) Wilhelm ( 1 640 - 1688 ) i n oğl u, 1 688 den itibaren Branden-

45

FRIEDRlCH - FRlEDRICH, Caspar David burg seçmen pren si. ı7oı de König i n Preussen ( Prusya'da kra l ) unvanını almıştır. ı 694 te Halle Ü niversitesini kur­ m uş, Lei bniz'in tavsiyesi üzeri ne de ı 700 de Berli n İ limler Akademisini meydana getirmi�tir. Pufen dorf'u tarihçi olarak, Schlüter'ı de mi mar ve heykcltıraş o larak Berlin sarayına getirmiştir.

FRIE DRICH, II. [ Büyük ] ( Alm. F. der Grosse ; Berlin ı 7 1 2 Potsdam ı 786 ) , Prusya kralı ( ı 740 ı786 ) . Edtbi v e fıkri k•biliyetleri yüksek bir prens iken babasının sert eğiti minden ted i rgin olaü F. , 1730 da İngiltere'ye kaç­ ınağa teşebbüs etmişse de, başaramamı ş, tutuklanarak Küstrin kalesine hapsedi lmiştir. Daba sonra, babası ile barışmış gö­ rünerek onun baskısı altında, B raunschweig - Wolfenbüttel p rensesi Elisabeıh ile evlen meğe razı olmuştur. Rheinsberg şaıosunda yaşadığı sıralarda ( 1 736 - 1740 ) , icraatçı, şeref ve şöhret düşkün ü tabiatma uymavan Aufklarung ( Aydın­ lanma) çağının insani idealle riyle beslenmiştir. Bövlece F .. i d areyi eline aldıktan kısa bir zaman sonra, eski veraset hak­ larını bahane ederek Si lizya harplerini çıkarmış ( ı 740 ) , neticede Siliz7a'nın büy ü k bir parçası i le Glatz konduğunu ele geçirmiştir ( 1 74 5 ) . Kısa süren barış yılların­ da F. i, Potsdam'daki Sans· Souci şarosunda, seçkin dost· ların, özellikle Voltaire'in mec­ lisinde edebiyat ve felsefe B ÜYÜK (II.) FRIEDRICH sohbetlerinde buluruz. Dış politikada, Avusturya rekabeti ve Fransa ile dip· lomatik yakın laşma devam etmektedi r. Ancak F. , Rus teh­ likesi karşısında Fransa - Avusturya düşmanlığına güvenerek İngiltere - Han n over ile Westmioister tarafsızlık antiaşması nı imzalarken ( 1 7 5 6 ) , ezell Fransız - İngiliz cekaberi n i he­ saba katmamıştır. Nitekim bu antlaşma, Frans:ı.'nın Avustur­ ya ile ittıfakına yol açmıştır. Rusya ile Saksonya'nın da harp hazırlıklarına başlarnaları üzerine F . . inisi yati fi elinde tutmak için savaşa girmiştir ( Yedi Yıl Harbi ) . Cesareti, azmi, yüksek stratej ik bilgi si, öte yandan da çariçe E l i zaveta'­ nın ölümü ( 1 7 6 2 ) üzerine Rusya'nın harpten çekilmesi, Prus­ ya'yı bir felaketten kurıarmıştır. 1763 ten itibaren F. , harp­ ten zarar gören ülkesini kalkındırmağa çalışmış, ı 772 de ise, Rusya'nı n Polanya'yı i lhaka kalkışması halinde doğabi­ lecek bir harbi önlemek gayesiyle Polanya'nın taksi m i n i d üşünmüş, bunun sonucunda payına Danzig ve Thorn dı­ şında kalan Batı Prusya ile çevresi düşmüştür. İmparator Maximilian'ın ölümünden sonra ise, Bavyera'lı ]oseph'in Güney Almanya'da tehlikeli bir durum yaratması, Bavyera Veraset Harbi ( ı778 ı 779) ne vol açmış. bunu ı785 te Hü· kümdarlar Birliği ( Fürstenbund) nin kurulması takip etmiştir. İç poli tikada F. , babasının mutlak idaresini devam ettirmiş, ihtisas daireleri ( Fachdepartments) kurarak mer­ keziyetçi liği kuvvetlendirmiş, ziraat ve zanaatçı l ı k alanla­ rında iskin yerleri kurarak 5 7 000 den f.ızla ailenin yerleş­ tirilmesini sağlamı;i, özellikle dokumacılığı teşvik etmiş, dev Jet tekeli ve esaslı bir vergi sistemi sayesinde hazinenin gelirini artırmış, birçok kanallar açurmış, adalet mekaniz­ masında önemli bir reforma girişmiş ( Corpus I uris Frederi·

canum, 1 7 4 5 - ı7 5 1 ) , muvazzaf ordu mevcudunu 83 000 den ı88 000 e çıkarmış ve askeri eğitimi Avrupa'nın hiçbir devletinde görülmemi ş bir seviyeye yüksel tmişti r. F. , Slltana· tının ilk zamanlarında din ve inanç hürriyetini ilan etmekle beraber, i l k eğitimi ki lise okullarına bağlamııtır. F. , Fran sız edebiyatını iyi bi lir, eserlerini çoğunluk Fransı zca yazardı. Müziği sever, flüt çalar, besteler yapardı. Halk arasında der alte Fritz ( Koca Fritz) diye anılırdı. Başlıca eserleri : Conıiderationı ıur /'hat preıent du (orpı po/itique de /'Europe ( Avrupa siyasi te�kı laıının bugünkü durumu üzerine düşünceler) [ 1 738] ; Histoire de mon lempı ( Zamanıının taribi ) [ 1 746 ] ; HiJtoire de la Guerre de ıept anı ( Yedi Yıl Harbi tarihi ) [ 1 7 6 3 ] . Eserleri CE u tJres de Frederir le Grand ( Büyük Friedrich'in eserleri ) adı altında ]. D. E. Preuss tarafı ndan yayımlan mıştır [ 3 1 cilt, ı846 . ı 8 n ] .

FRIEDRICH [/r} drih] , I. (Treptow, Pomeranya 1 7 5 4 Stu ttgan ı 8 1 6 ) , birinci Württemberg kralı ( 180 6 . ı 8 ı 6 ) . 1 797 de duka, 1 806 da da kral olmuştur. Napoleon 'un Avus· turya·ya karşı mütttfiki olup, Pressburg ( Bratislava) antiaş­ masında ( 1 8 0 5 ) Schwaben'daki Avusturya'ya bağlı toprak­ ların büyük bir kısmını almıştır. Kral old uktan sonra Rhein Konfederasyonuna gi rmiştir. Metternich ( Avusturya ) ile yap­ tığı Fulda andaşması sonucunda kral unvanı tanınmıştır. ı 8 H de Alman konfederasyonuna girmiştir.

FRIEDRICII [ /r } irih ] [Bilge] ( A i m . F. der weise ; Torgau 1463 Lochau ş a tosu 1 5 2 5 ) , Saksonya seçmen pren­ si ( 1486 - 1 5 2 5 ). E rkek kardeşi ile birlikte hüküm sürmüş, Prusya devletinde bir reform yapmak i çin çalışmış, fakat I. Maximilian'ın ölümü ( 1 5 1 9 ) nden sonra kendisine teklif edilen imparatorluk tacını geri çevirmiştir. F. , Wittemberg Üniversi tesinin kurucusudur. Hocası Luther'in doktrinini açıkça benimsememişse de, i çinden ona katı lmıştır. Luther'­ in Worms'a kaçmasını sağlamış ( ı n ı ) ve kendisini Waıt­ burg şatosund a gizlemiştir. Reformasyon hareketinin ası l yayılışına ilk i mkan veren onun siyasetidir. Hiç evlenmemiş olan F., sarsı lmaz bir adalet duygu­ suna sahip, dini bütün bir insandı. ·

FRIEDRICH [/r} irih ] , V. ( 1 596 - Mainz 1 63 2 ) . Pfalz ( Palatinat) seçmen prensi ( ı 6ıO ı 62 0 ) . Winteıkönig ( kış kralı ) olarak adlandırılmıştır. İngiltere kralı I . James'i n da­ madı olmuş, «Protestanlar Birliği» nin başına geti rilmiş ve 1 6 1 9 da Bohemya tacını kabul etmiştir. Weisser Berg yenil­ gisi ( 1620) nden sonra sürülmüş ve Hollanda'ya kaçmıştı r. Mirası olan toprakları tahrip olunmuş, seemenlik Savyeralı I. Maximilian'a verilmiştir. Oğlu Karl Ludwig, 1 648 de 8. seçmenliği ve ailesine ait toprakların bir kısmını tekrar elde etmiştir. ·

FRIEDRICH [/rldrih] , II. ( 1 633 1708 ) , Hessen­ Hamburg Landgraf'ı ( ı 68 ı - 1 708 ) . Hamburg prensi adiy­ le tanınır. İsveç albayı olarak katıldığı Kopenhag savaşı ( 1 659) nda bir hacağını kaybetmiş, 1 670 - 1 678 yılları ara­ sında süvari generali olarak Brandenburg büyük seçmen prensinin hizmetinde bulunmuş ve Fahıbellin meydan mu­ harebesi (28 temmuz 1 67 5 ) nde yararlık göstermiştir. H. von Kleisı (b. bk. ) ın Prinz Friedrirh 11on Hombt�rg ( Hom­ burg prensi Friedrich ) adlı piyesinde çi zdiği karakter tas­ viri, onun tarihi kışiliğine aykırı düşer. ·

FRIEDRICH [/r} Jrih], Caspar David (Greifswald 1 774 Dresden 1840 ) , Alman ressamı. Memleketinde roman·

46

FRIEDRICH, Caspar David - FRIEDRICH WILHELM, III. FRIEDRICH WIL HELM [/rjdrih vf/helm], I.

tik manzara ustası olarak ta· n ı nmı�tı r .Alman müzeleri ile Praha ve R i g a müzelerinde e serleri vardır. •

·

FRIEDRICH [/ı}:lrih]. ( .Augusıenburg, Christian



1 7 6 5 - .Augusten !:ıurg 1 8 1 4 ) , S c hle > wig Holsıe i n d u k a s ı . 1 790 d a n i t i b a ren Danimarka'· da yüksek öğretimi yönetmi� tir. Fakir d üşmüş ve a ğ ı r hasta olan S c h i ller ( b. bk. ) e beş yıl süreli maaş bağlatarak Caspar D. FRI EDRICH büyük şairin bayatını k urtarmıştır ( 1 79 1 ) . 1806 da kr a l VI. Friedrich'in Holsrein'ı Da­ nimarka'ya i lhak etme t asavvuruna engel olmuştur. 1 8 1 0 da İ s v eç tahtı üzerindtki h a klar ı ndan feragat etmiş t i r . ·

FRIEDRICH [ fr} :lri h] , Johannes (doğ. Leipzig

1 893 ) , .Al man doğu b i lg ini. 1 936 da Leipzig'de profe sör olan F. , bugün Hür Berlin Ü niversitesinde çalışmaktadı r. Başlıca eserleri : Staalsverlriige Jes Halli - Rei�hes ( lj atti devletinin antlaşmaları ) [ 1 926 - 1 930] ; Die hethitis,he Bru(hsıücke Jes GilgameJ(h · Epos ( G ı lg amı � destanının H it itçe parçaları) [ 1 929] ; Kleinasialiuhe Spra(hdenkmaler (Küçük .Asya d i l anıtlar ı ) [ 1932] ; Ein/ührung ins Urarlai· uhe ( Ura r ıuca y a giriş) [ 1 9 3 3 ] ; Hethitiuhn Elemenlar­ bu'h ( Hititçe k ı lavuzu ) [1, 1 940 ; I I , 1 946] ; Phöniziuh­ puniuhe Grammalik ( Feni k e - Pun gramer i ) [ 1 9 5 1 ] ; Helhi­ liu/m Wörlerbu�h (Hitit sözlüğü) [ 1 9 5 2 v. s . ] .

FRIEDRICH KARL [/r}drih karl] ( Berlin 1828 Klein . Glienicke, Po ı sdam 1 8 8 5 ) , Prus y a pren si, İ mparator I. Wilh e l m ' i n erkek kard e ş i n i n oğlu. Schleswig Holsıein' da harp ha reketlerini yöneımi� ve 1866 tarihli .Alman Haı binde ordu kumandanhğı etmiştir. 1 870 te Vionville ve G rave l oııe savaşlarını yapmı� ve Meız'i teslime zorlamı�tır. Bunun üzerine generallikten feldmare�alliğe yükseltilmi�ıir. ·



FRIEDRICH WILHELM [fri:irih vf/helm] ( 1 62 0 1 688 ) , Brandenburg büyük seçmen pr ensi ( 1 640 - 1 688 ) . Müsttbit b i r idare kurmuş, Diyet Meclisi temsilcilerinin muhalefetini kırmış, devamlı bir ordu meydana geti rmiş­ tir. 1 648 de .Arka Pomeranya'yı, Cammin'i, Halberstadt'ı , Minden'i almış, Magdeburg d u ka l ığ ı üzerinde h a k sa· hibi olmuştur. Bu duk a l ı k 1680 de kendi sine geçecektir. 1 6 5 5 1 660 İsveç Polonya ha· bine katıl ması, Polonya'Jı ıımar beylerinin Doğu P r usya üzerindeki hakimi yetine son vermiştir. Brandenburg'a sar· kan İ sveçlileri Fabrbellin yakı· nında y enmi �t ir ( 1 675 ) . Fran sız Huguenoı' larından bi r ço ğunun Brandenburg'a sığınma· sı yüzünden XIV. Louis hü· kiımeıi ile arası açılm ı şt ı r. De· nizaşırı emellerini gerçekleş· tirrnek ve Batı Afrika'nın .Al· tın Kı y ı ları nda k i sömürgeleri korumak gayesiyle bir öze l donanma meydana get i rmiştir. 1683 te k u r u l an Gross Frie· drichsburg kalesi, bu planın F R I E DR I C H ·

bir neticesidir.

( 1 688 1 74 0 ) , Prus·t a kral ı ( 1 7 1 3 1 740 ) , I . F r i r d ri ch ' i n oğ lu. D e v l e t i n i rea l i zm , ikti· sat ve y a r a ı ı c ı bi r ruhla idare etm i ş • i r. Ordu devletin merkezi haline gelmiş, maliye büyük bir ı i tizlıkle düzen len· miş ve devlet memurları görev· lerine bağlılık ruhu içinde ye­ tiştiri lmiştir. Salzburg'dan ko vulan Protestan ları D o ğ u I. F RI E DRICH WI LHELM Pru sya' da yerle�ıirmi�. kuzeyde İsveç'e kar� ı sava�mı� ve 1720 de Doğu Ön Pomeranya'yı (Sıeıtin) kazanmı şt ı r.

W I L H E L M

FRIEDRICH WIL HELM [ /rJ:irih vf/helm] . II.

( Berlin 1 744 - Berlin 1797 ) , Prusya kral ı ( 1786 1 7 97 ) , II. ( Bü y ük) Friedrich'in yeğeni. Babası Prens .August Wi lhelm 1 7 5 8 de ölünce taht mirasçısı •

olmuştur. Fransız ihtil aline karşı düşmanca tutumu, onu I l . FRI EDRICH WILHELM .Avus turya ile Reichenbacb anJa�masının i mzasına götürmüştür ( 1 790 ) . Polonya'nın pay­ laşılmasında çı kan anla�mazlıklar üzerine Basel barışını imzalamışıır. İç politikada, merkezci liğe ve Büyük Fr iedri ch'in rasyonalizmine karşı bir tutum gütmü�tür. Sanat ve i li m çalı�malarıoı te�vik eden F . W. , sevgililerinden ve mis· tisizmden aldığı etkilerle, esasen zayıf k i ş iliğin i n damgasını devlete basmıştır.

[/r}drih vf/helm] . III. 1770 · Berlin 1840 ) , Pru sya kralı ( 1 797 · 1 8 40 ) , I I . Wilhelm'in oğlu. Tahta ge çince selefieri zamanındaki göz· de ve meıres düzeniııe hemen son vermiştir. Görevine bağlı, fakat mütereddit ve ukala ta­ bi a tl ı olan F. W., P r us y a'n ı n o günkü iç ve dı� siyasetinin ağır şartlarına cevap verebilecek çapta bir kral deği ldi. 1 806 harbi fela k et i nd en sonra F. W. , korka kor ka Reform si ya· setine razı olmuş. ancak Re form hareketinin yarım kalması onun suçu değildir. Dış poli t ik a da . yurtseverlerin Napoleon'a kar­ şı h a z ı r l ıksız bir savaş mace· r as ı na at ı l malar ı n ı ö n l emiştir. l l l . FRIEDRICH WILHELM 1 8 1 3 ıe Hürri yet H a r b i n i , «Mi llerime ! » (An mein Volk ! ) bi tabesiyle açarken bile i s · teksizdi, siyasi a k ış l a sürüklenmişti. 1 8 1 5 ten sonraki iç ve dış siyasetinde Metternicb'e ayak uy d u r mu� ıur. O zam a nki Prusya si y asetinin bir zaferi olan Prusya . .Almany a Güm­ rükler Birliğinin kuruluşunda dahi F. W. in i lgi payı yok­ tur. Buna karşılık, Luıher'cilerle Protestanların birleşmesi FRIEDRICH WILHELM

( Poısdam

,

onu

pek memnun etmi�tir.

FRIEDRICH WILHELM, III. - FRIES, Jacob Friedrich FRIEDRICH WILHELM [fr}drih vjlhelm} . IV. ( 1 795 - 1 8 6 1 ) , Prusya kralı ( 1 840 - 1 861 ) , I I I. Friedrich Wilhelm'in oğlu. Zarif, nüktedan ve çok kültürlü bir insan olan bu kral, aşırı mu­ h afazakar ve sofu bir zi hniyete sah' pti. 1 848 i ht i lalinin bas­ kısı altında Prusya'da meşruıi bir krallık i d a r e s i kurmuş, Frankfurt Mi lli!Meclisi tarafın­ dan kendisine tevcih edilen Alman imparatrırluğu tacını geri çevirm i ştir. Akıl hast alı­ ğına uğraması üzerine, kardeş i I . Wi lhel m naipl iğe getiri!· miştir ( 18 5 8 ) . F R I E D R I C H WI LIV . FRI E DRIC H WILHEL M HELM [fr}drih vjlhelm] ( Pots-

dam 1882 Hechingen 1 95 1 ) , P r u s ya prensi, Almanya ve­ liahdı ( Kronprinz ) , Almanya imparatoru II. W ı lh e lm'in büyük oğlu. I. D ü n y a Harbinin başında V. Alman ordusunun ba­ şına geçm iştir. Adı, 2 1 ş ubattan 1 2 temmuz 1 9 1 6 ya kadar süren Verdun savaşına özel olarak bağ lı kalmıştır. Babası 1 9 1 8 de tahttan feragat edince, o da babası gibi Ho llanda'­ ya çekilmiş r ir.

FRIEDRICHSHAFEN [/r/Jrihıhafirı } . A l man ya'da, Würtıemberg Land'ında, Tennang Kreis' ında, Constance ( Aim. Bodensee) gölünün kuzey k ı yısında bir şehir. Nüfusu 29 000 dir. Denizden yüksekliği 400 m dir. Romanshorn'a bir feri­ bot servisi y le bağlıdır. Alman federal deniz yo l larına ait bir d emiryolu tamir fabrikası ve bir gemi tamir kızağı vardır. Lise, erkek ve kız me s lek okulları, dişli çark fabrikası, motor yapı m evi ( Maybach) ve metal, deri, kimya maddeleri ve ıek�til endüstri leri vardır. Turizm gelişmişıir. z,.ppelin

FRi hDRICHSHAFEN'DAN BİR GÖRÜNÜŞ

güdümlü balon fabrikası ve Dornier u çak fabrikası 1945 ten sonra sökülmüşıür. Tarihçe : 1 8 1 1 de Buchhorn şehri Hofen manasııcı ile birleştirilerek W ürttemberg kralı Friedrich'e göre F. adını almıştır. Buchhorn'un ad ı ilk defa 838 d e geçer. 1 2 1 5 t e şehir hakları almış v e 1 2 1 5 t e imparatorluk şehri olmuş­ tur. Benedictusçular manastırı, ona ait, XVII. y üzyılın son­ larında y apılm ı ş Barok kilise ile beraber 1 824 1 8 3 0 d a b i r saray haline getirilmiş ve Württemberg krallarının say­ fiyesi olmuştur. II. Dünya Harbi nde şehir büyük hasara uğramıştır (% 4 0 ) . •

FRIEDRICHSTHAL (frjdrihııai] , A lmanya ' da, Saar bölgesinde, Saarbrücken Kıeis'ında bi r şehi r . Nüfusu 1 7 000

47

dir. Çevresinde maden kömürü çıkarılır ; cam sanayii geliş­ m i ştir .

FRIERN BARNET [ fr4yirn bqrnil] L o ndra ' nın kuzey banliyösün de ( Midd lesex ) bir semt. N ü f u su 29 200 dür. FRIES [f,i, J , Elias Ma gnus ( Fermsj ö. Sma l and 1 794 Uppsala 187 8 ) , İ sveçl i boran i k ç i . 1 8 5 1 yılından itiba­ ren Uppsala Üniversitesinde bo ta n i k p ı ofesörlüğü y ap m ı şt ır . Eserlerinde 2 770 mantar türü tespit etmi ş tir . Bu eseı ler sporlu bitkilerin sınıflandırılma sında esas olarak kullanı l­ mıştı r. •

FRIES [friı } , Hans ( F r e i b o urg aş. y u . 1465 - Be r n ? aş. yu. 1 5 1 8 ) , İ sv i ç re l i ressam. İsviçre'de geç Gotik sana­ tının en tanınmış temsi lcile­ rinden biridir. Eserleri : « Sı. Franciscus'un kızgın demirle damgalanma s ı » ( München ) ; «Ioınnes Apokalypsis (b. bk. ) inden vizyon (görüntü) » (Zü­ rich ) ; «St. Anıonius'un kera­ meti» (Freiburg, Franci scusçu­ lar kilisesi, 1 506) ; «Meryem'· in hayarından sahneler» ( Basel, 1 5 1 2 ) ». FRIES [friı} , Jacob Friedrich ( B arbv, Sakso n y a

1773 Jena 1 84 3 ) , Alman fi. lozofu. He i delber g ( 1 8 0 5 ) ve Jena ( 1806) üniversitelerinde profesörlük e t m i ş t i r. 1 8 1 91 824 yılları arasında siyasi se­ beplerle öğretim üyma 1 5 3 1 ) basmışlardır.

FROUDE [ /rüd }, James Anthony ( Dartington 1 8 1 8 Salcombe, Devon 1 894 ) , İngi liz tarihçisi. Önce Car­ dinal Newman'ın, sonra Tho mas Cariyle'ın yakın arkadaşı olmuştur. En önemli eseri, İngi liz Reformasyonunun çok parlak bir üslupta yazı lmış, dar Protestan görüslü bir tarihi­ dir. Başlıca eserleri : Hiıtory of England from the Pal/ o/ Wolsey to the Defeal of the Spanuh Armada ( Wolsey'nin düşmesinden İ spanyol Arm1da [dona nma) sının bozgununa kadar İngiltere tari hi) [ 1 8 � 6 1 870) ; Shorl Studies on Greal Subiem ( B üyük konular üzerine küçük etüdler) [5 cilt, 1867 1883 } . ·



FROUDE [/rüd] . William (Dartin gıon, Devon 1 8 1 0 Si monstown, Ümir Burnu sö mürgesi 1879 ) . i n � i l i z mühen­ disi. Sıvılar mekan iğindeki benzeş im kanunu ( loi des sirnili­ tudes ) nu, yer değişti ren bir cismin karşılaştığı di rencin deney alanında incelenmesine ille uygulayan F. o lmuştur. Tecrübe tezgahında motor momentleri (couples - moteur) ni ölçrneğe yarayan bir çeşit hidro l ı le fren ( 1 8 5 8 ) de F. un icadıdır ( F. freni ) . FROWARD [/·�ird] BURNU, Güney Amerika'da, Magalhies ( Magellan ) Boğazının kuzey kıyısında bir burun. Amerika kıtasının en güneyindeki burnudur. FRÖBEL [/rpbil] , Friedrich ( Oberwe · ssbach, Thü­ ringen 1 7 8 2 - Marienıhal l 8 5 2 ) , Alman pedagogu. Die Men­ J(henerziehung ( İnsan eğiti mi ) [ 1 8 16) adlı k= rabında açık­ ladığı metotlar, Pestalozzi'nin fikirlerinden mül hemdir ve gayesi , çocukta yetenekierin dengesi ni sağlamaktır. F. , 1 8 3 7 de Blankenburg ( Thuringen ) da Kindergarten ( Çocuk bahçesi ) adiyle küçük çocuklar için bir oku l açmı ştır ki bu tarz eğitim kurumlarının ilki olmuştur. Maksadı, açık havada beden hareketleri, oyun lar ve sarkı lada çocukların gelişme· sini sağlamaktı. Bu eğit- m sistt-minin çocuklara tanıdığı geniş hürriyet, birtakım itirazlara, hücumlara yol açmış ve

54

FRÖBEL, Friedrich - FRUNZE

iş, dinsizlik eğ i l imleriyle suç­ lamaya kadar varmı ştır. Bu y üz­ den bu eğitim sis temi 1 8 5 1 de Prusya i l e Sak sonya'da yasak­ lanm ı ştı r . F. ın «Kindergarten» ı Türk okul larında i l k olarak 1 9 1 0 da Ha}·darpaşa ( lsıanbu l ) da açı lan Osman lı İ t t i h a t Mektepleri adındaki okulda ilk öğretim öncesi bir sınıf halinde uygulanmış ve bu sı­ nıfa, okul çağına gelmemiş kız ve erkek çocuklar alınara k

monika (Gitar ve akoıdeon) [ 1891] adlı şiir k i tabını ya yımlamışıır. Viiemiand «ezgi» lerini kapsayan bu kitapta en tanınmış şii rleri yer almıştır. Nya dikter ( Yeni ş i i r 1 e ı ) [ 1 894] adlı eserinden sonra

1 896 da Sıiink or b /likar ( P.ı.­ rı l n lar ve p a r çalar) adlı k i tabı çı kmıştır. Uppsala'ya sürgüne gönderi lmeden önce Nytt orh gammalt (Yeni ve eski) [ 1 897 ] F . FRÖBEL

ve Gralıtank ( Kutsal kaptan patırtılar) [ 1 898] adlı eserG. FRÖDING lerini vermiştir. Bütün bu eser­ leriyle F., İsveç edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak tanınmıştır.

FRUCTIDOR [ /riiktid!]r ] ( Lat. /rurtus = yemiş + Yun. dôron = vergi : yani «yemiş veren ay» ) , Fı ansız Cum­ huriyet takviminde 12. ay. Resmi takvi me göre, 18 veya 19 ağustosta başlayarak 16 veya 17 eylülde sona erer.

FRUJ;:LA, I. (722 768 ) , Oviedo kralı ( 7 5 7 - 768 ) , Asturias kralı I. Alfçınso ( Katelik Alfonso ) nun oğlu. Ayaklanan Galicia'Jı lara ve Baskiara karşı savaşmış ve bir katil tarafından öldürülmüştür. Pontuvium ( Galicia) da Araplara karşı büyük bir zafer kazanmıştır. •

FRUG, Semen Grigor'eviç ( Bobrovıy Kut 1 8 59 Petersburg 1 9 1 6 ) , Yahudi ası l l ı Rus şair i. Şiirleri nde, en çok, Yahudi lerin Ru sya'da çektiği ıstırapları dile getirmiştir.

�FRÖBEL OYUN VE ÇALIŞ MA ARAÇLARI günümüzün ana oku llarındaki programlara göre eğitim ya­ pılmışıır.

FRÖBEL [ /rpbil ] , Julius (Griesheim, Thüringen 1805 - Zürich 1893 ) , Alman yazarı ve politikacı sı. Liberal eği limli olan F. , 1 848 de mebus seçilerek Cumhuriyetçi Par­ tinin idarecileri arasına girmiş, Robert Blum ile birlikte Avusturya imparatoruna karşı bir direnme hareketi tertipie­ diği için Viyana'da tutuklanarak ölüm cezasına çarptırıldık­ tan sonra affedilmiş, Blum ise kurşuna dizilmiştir. 1 8491 8 5 7 yıl larında Amerika Birleşik Devletlerinde yerleşmiş, sonra Avrupa'ya dönerek 1 1167 de «Süddeutsche Presse» gazetesini çıkarmıştır. İ zmir'de ve Cezayir'de konsolosluk etmiştir ( 1 8 7 3 - 1 8 8 9 ) .

FRQDING, Gustav ( Ais ter, Viiemiand 1 860 Stock· holm 1 9 1 1 ) , İ sveçli şair. Uppsala'da okumuş ( 1 880 - 1 88 3 ) , fakat üniveısiteyi bitirmemi ştir. 1 8 9 1 1 894 yı llarında «Karl­ stadstidningenıt gazetesinde çal ı şmış, 1889 1 890 da Görlitz (Almanya ) te sinir hastalıkları kliniği nde tedavi edilmi ştir. Almanya'da Brandes'in tesiri altında İngiliz ve Alman liri k şairlerini tanımıştır. İ sveç'e dönünce Gitarrr orh draghar·

·

FRUGQNI, Carlo Innocente (Cenova 1 692 - Par­ ma 1768 ) , İtalyan şairi. Farnese'lerin hizmetinde bulunmuş, Arcadia Akademisi ( bk. AR CA DI A ) üyesi olarak şiirde Cornante Eginetico takm.ı. adını kul lanmıştır. Her şekil ve konuda patetik bir üslupla şiir yazan F. , hayatı boyunca devrinin en büyük şairi sayılmıştır. Arcadia Aka­ demi sinin üçüncü dönemine, onun adına göre «Fru­ goniani smo» denilmiştir. Eserleri : Rime ( Kafiyeler) [ ı 734] ; Opere poetirhe ( Şiir k ülliyaıı ) [ ı o cilt, 1 779] ; Poesie ırelle (Seçme şii r ler ) [4 cilt, 1782 - 1 7 8 3 ] . FRUIN [/röyn] , Robert Jakobus (Rotterdam 1 8 2 3 Leiden 1899 ) . Hcllandalı tarihçi. 1 8 60 - 1893 yılları arasında Leiden'da profesörlük etmiştir. Başlıca eserleri : Tien j aren 11i1 den larhtigiarigen oorlog 1 588 bis 1 598 (Seksen yıl­ lık harpten on yıl, 1 5 88 - 1 598 ) [ 1 8 5 7 - 1 8 58] ; Geuhiede­ nis der slaatsin.ıte//ingen in Nederland lot den va/ der re­ publiek ( Hollanda devlet kurumlarının cumhuriyet i n düşü­ şüne kadar tari h i ) [ 1 90 1 ] ; Verspreide gesrhri/ten ( Çeşitli yazılar) [ 1 899 · 1 90 5 ] ; De tarhtigiarige oorlog ( Se k s en yıllık harp ) [ 1 908 - 1 909] . FRIJ!'lDSBERG, Georg von (Mindelheim 1 4 7 3 Mindelheim 1 5 28 ) , Alman gen erali. 1 5 27 de imparatorluk ordularını Roma'ya karşı sevk etmiş ve Lankdsknecht' ler ala­ yını k urmuştur.

FRIJNZE ( eski a dı : Piııpek ) , Sovyetler Birliğine bağlı Kırgızi stan cumhuriyetinin başkenti. Nüfusu 2 1 7 000 dir. Kırgız dağları etekleıinde bulunan şehirde, gıda endüs­ trileri (şeker fabrikaları, et ve meyva kon serveci liği ) , ıarım makineleri yapımı, mobilyacılık, tütün işletmeciliği, ecza maddeleri üreıimi vardır.

FRUNZE, Mihail Vasileviç - FTALEİN BOYALARI FR1}NZE, MiJ}ail Vasil'eviç (Türki stan 1 8 8 5 · Mos­ kova 1 92 5 ) , Sovyet askeri komiseri. 1 9 1 7 de B eyaz Rusya'· da bolşevik kuvvetlerini reşki latlandırmı ş, 1 9 1 8 de Mosko­ va So vyet askeri komiserliğine tayin edilmiş. Türkista n'dııki Ak Ordu kalınularına karşı askeri harekin yönermiş ( 1 9 1 9 ) , Ukrayna v e Kırım'da Vrangel orduları i l e çarpışmış ( 1 920 ) , 1 9 2 1 - 1 922 kış aylarında özel görevle Ankara'da bulunmuş, 1 924 re savunma komiser yardımcıl ığına geıi rilmiş, sonra genel kurmay başkanı ve Moskova Harp Akademisi müdü­ rü, hava ve deniz işleri komiseri olmuştur. Fronl i lı/ v voyn" buduJ0ego (Geleceğin harbinde cephe ve geri hizmet· ler ) [ 1 924) adlı eseri tanınmıştır.

FRU S KA GORA [ frttıka g pra ] (Sırpça ; Almanca adı : Frankengebirge) , Hırvat · Sloven ada masifinin en doğudaki grupu. En yüksek tepesi 5 39 m olup, grupun u zun· !uğu 60 km dir. Yamaçları ba)ka ağaçlarla karışık kayın ormaniariyle kaplıdır. Kuzey ereği ile Tuna arasıııdaki ovada Srij emski Karlovci şarabı ile ün yapmış bağlar ve eski Pet· rovaradin ( Sırp. , Alm. Pererwardein, Mac. Pererv arad ) ka­ lesi bulunur. FRÜKTOZ ( Fr. Frucrose) (meyva şekeri, levüloz,

cı - akroz, CHa OH (CHOH ) a . CO CHı O H ) , beyaz, zor billiirlaşan, tatlı bir toz veya �urup olup su, alkol ve gli­ serinde kolay çözü l ür. Özgül ağırlığı 1 ,67, erime noktası 7 5 ° dir, Fehling çözeltisini indirger, sola döndürü r ( bk. OPTİK AKTİFLİK) ve bunun için levüloz adını alır. F. maya vasııası ile üzüm şekeri ( glikoz) kadar kolavlıkla mayalanır. İnsan organizması F. u üzüm şekeri gibi değer­ lendirir. Çok miktarda F. tansiyonu yükseltir ve nabzın atı· şını azaltır. Bu şeker kanda üzüm şekerinden daha çabuk yakı lır. Bunun için şeker hastası olanların şeker aynası F. alındıktan sonra esaslı olarak daha ağır çoğalır. İnsan kanı normal olarak % 0 . 5 - 5 mg F. kapsar. Damara F. enj eksi­ yonu )'apıldığı zaman kan alkol aynası önemli miktarda düşer ve hasta çarçabuk ayılır. F. tabiatta bulunan tek ke· tozdur. Bu şeker serbest ve glikoz ile karışık olarak ( balda ve tatlı meyvaların çoğunda, meseli eriklerde, elmalarda) bulunduğu gibi, kamış şekerinde, roffinozda v. b. bazı şe· kerlerde bağlı olarak bulunur. Olgun domateslerde ve bazı sıcak memleket meyvalarında F. tek şeker türüdür. Bu şeker daha çok gli koz ile karışık olarak bulunur. Üreli/meıi : Nişasraya benzer bir polisakkarid olan inalinden 100 gr alınarak 250 cm3 su ve 0,5 cm3 derişik hidroklorik asitle birlikte bir benmaride 30 dakika ısıu lır ve sonra hidroklorik asit 1,5 gr sodyum karbonat ile nötür­ lenerek vakumda 60 ° de şurup kıvamına gelinceye kadar buharlaşnrı lır. Yahut 7 litre su, 700 g r kamış şekeri ve 1 4 cm3 derişik hidroklorik asitten ibaret b i r çözelti 60° ye ısıtılarak üzüm şekeri ile F. a ayrılır ve sonra buzla soğu­ tulan sıvıya azar azar ve devamlı olarak karışurarak 420 gr toz kalsiyum hidroksir eklenir, ayrılan kalsiyum frukrat, C H 0 6 Ca ( O H ) a H2 O basın ç alunda süzülür, su ile ka­ rıştırı larak bir bulamaç haline gerirlir ve n i hayet bulamaca COı gazı gönderi lir. O zaman kireç ve serbest F. meydana gelir. Çözülen F. , çözülmeyen kireçren süzülerek ayrılır ve süzünrü, vakumda 60 ° de bir şurup halini alıncaya kadar buharlaşnrı lır. Teknikte F. bu u sul ile üreti lir ve mesela tatlı landırmak ( F. glükozdan daha tarlıdır ) , şeker hastala­ rında yumuna akı maddesini azaltmak, kemorerapörik pee­ paratlar veri ldiği zaman ka r aciğeri korumak için kullanıl­ dığı gibi, verem hastalarına kuvvet ilacı olarak da verilir. ·



rej isörlük yapmışur:F. ın dram­ ları akıcı mısral arla yazı lmış u r ; bol i maj lar ve derin dü­ şünceler ihtiva eder ve bazan zengin bir kelime ve m a n a ha zinesi sayesinde romantik i roni deni l�bi lecek bir hayat görüşü ifadesini bulur. Tutu· munun kökleri Shakespeare'· den metafizik şairler ( meta· physical poeıs) e, T. S. Elior'a ve }. Anoulh'a kadar uzanır. Başlıca eserleri : The Firslborn ( İ l k d o ğ a n ) [ 1 946] ; The C. F R Y La.J,·s Nol for Buming ( Ya­ kı lacak kadın değil) [ 1 947) ; Vtnus O bserved ( Görülen Venus) [ 1 948] ; A Sleep of Prisoners ( Mahkumların uyku· su) [ 1 95 1 ] .

FRY [fraJ1. Elizabeth (kızlık adı : Gurney ; Norwicb 1 780 Ramsgaıe 1845 ) , İngiliz hayırsever kadını. Quaker tarikatından olup 1 8 1 7 de kadın cezalıların ıslahı için bir kadın birliği kurmuşur. 1820 de }osepb Fry i le evlenmiştir. F. ı n çalışmaları kadın hapis· lerinin ıslahına yol açmı�tır. ·

FR Y DEK . M i S T E K [/r/dek mis t e k ] (Aim. Frie-:­

dek - Friedberg) , Çekoslovak­ ya'da Silezya ( Çek. Slezsko) bölgesindeki Moravska Ostra· va idare bölümünde, Ostravice ırmağı üzerinde, Slezska Ost­ rava şehrin i n g ü n e y i n d e k i F ı ydek şehri ile, Ostravice"nin karşı yakasında bulunan MisE. F R Y tek şehrinin biıleşmesinden meydana gelmiş bir ikiz şehir. Denizden yüksekliği 3 1 5 m dir. Nüfusu 26 500 dür. Kalite· siyle ün yapmış demir endüstrisi ile dokuma ve pamuk ipliği fabrikaları vardır.

FRYXELL [/rüks �/] . Anders ( Edsleskog, Dal sland 179� - Stockholm 1 88 1 ) , İsveçli tarihçi. 1 8 3 5 te Sunne ( Varmland ) de rahip olmuş ve kendisini tarih araştırmalarına vermiştir. Başlıca eseri : Beriillei! er ur svenska hislorien ( İsveç tarihinden hikayeler ) [ 1 900 - 1904 ] . 1772 ye kadar gelen bu tarih, kısmen Almancaya çevrilmiştir. FTALAZİN ( Fr. Phtalazine) , hidrazin"in fralik dialde­ bit üzerine etkisinden elde edilen CH = N

·

FRY [/raJ], Christopher ( doğ. Bristol 1907 ) , İngi­ liz dram yazarı. Önce öğretmenlik, daha sonra artiselik ve

ss

c6 H 4

/ "- cH = N

formülünde kimyasal bir bileşik.

FTALEİN BOYALARI ( Fr. Colorantes phtaleines) , trifenilmetandan yapılan türlü kimyevl boyalaca verilen genel ad. Bu boyaların başında fenol ftalei n ( b. bk. ) , flüor­ essein ( b. bk. ) , eozin ( b. bk.) bulunur. Bu üç boya da kırmızı renktedir. Bunların yanında eskiden ipek boyamak için çok kullanılan ve verdikleri renk, sarıdan kırmızıya

56

FTALEİN BOYALARI - FTANİT

kadar değişen ve boyadıklan kuma�lara flüorışı l özelliği veren safranin, floksin ( phloxine) adlı boyalar da vardır. Safranin, k imyaca dibromdini ıroflüoressein, floksin ise ret rabromtettaklorflüoressein'dir. Büıün bu boyalar ışığa karşı dayanık sız olduğu için bileşimieri ndeki flüoressein'deki re­ zorsin artığının iki OH ı yerine N ( CıNs h kökü konularak güneş ışığına karsı çok daha dayan ı k l ı boyalar elde edilir ki, bunlar rodaminler adını alır ve ipeği güze l gül kırmızısı rengine boyatlar. Gal l i k asidin susuz fıalik asit ile 1 90 200° san tigratta ısıtılması ile elde edi len gallein adlı boya da bir fıalein boyasıdır ve azo boya ları gibi alüminyum ve krom tuzları ile menekse renginde, ış ığa dayanıklı boya !akları meydana getirir. Gallein, deri ş i k sülfürik asit ile eı­ kilen i rse, anırasen yeşili veya Coerulein adlı bir boya elde edilir ki, bi r fıalein boyası olan bu madde, alüminyum ve krom tuzları ile pamuğu taze zevtin rengine boyayan bir boya lakı meydana getirir. Bu boya da ışık ve sabuna karşı dayanıklıd•r. Fakat son zamanlarda sentetik o larak elde edilen ve ışığa karşı pek çok dayanıklı olaıt indantren bo­ yalan ve benzeri yeni boyalar yüzün den F B. önemlerini hemen hemen kaybetmiş durumdadı r.

FTALEİNLER ( Fr. Phraleines ) , fta lik asit anhidri din fenellerle yoğun laştırı lması sonucunda meydana gelen türlü maddelere verilen gen el ad. Burada fıalik a•it anhid­ ridin bir karboksil grupunun oksijen atomu yerine iki tane bir değeriiieli fenol arııkiarı geçer ve para hidroj eni karbo ıı atomuna bırakılır. Böylece en basit fıalein olan fenolfıalei­ ni meydana gelir. Fenolfıalein, fıalik asit anhidrit ı le feno­ lün derişik sülfüri k asitle etki lenmt>si nden elde edilir. Renk­ siz billurlar halinde olan ve 2�0 ° de ergiyen bu madde, alkali lerde k ırmızı bir renkle çözülü r ve bu çözeltiden asit· lerle tekrar renksiz olarak ayrılır. Cismin alkalimerride en­ d ikatör (gö sterge) olarak k u l lanılması, alkalilerle meydana gelen bu renk deği şimine dayanır. Kondensasyonda fenol yerine rezorsin kul lanı lırsa, rezorsin fıaleinin iç anhidridi olan fluoressein meydana geli r ( bk. FLÜORESSEİN ) . Fenol fıalein suda erimez, alkolde erir. Sürgün ilicı olarak da kullanı lır. FTALİK ASİT, benzol - o - di karbon ik asit, C6 H4 ( COO H h . türlü boya ların ü reti lmesinde kullan ı lan önemli bir bileşik. Bu asit, orto durumunda kaı bonlu iki kenar zinciri kapsayan birçok benzol türevlerinin son oksiıleme ürünüdür. F. A. teknikıe büvük miktarda, özellikle endigo ve dığer bazı boyaların üıetilmesi için nafta linin civa sülfat yanında tüten sülfürik asitle ısmimasında meydana gelir. Civa sülfat burada oksij en ileten bir konıakt maddesi ola· rak etki yapar. Oksitlemede sülfürik asit anhidrit kükürt dioksit haline indirgenir : SOs �

ı

_

?

Oı + S02 . Sonuncusu

kontakt usulü i le tekrar SOs e dönüştürülür. Bundan ötürü naftalin, dolaylı olarak havanın oksijeni ile F. A. haline oksitlen ir. F. A. parlak levhacıklar halinde billiirlaşır, sıcak suda oldukça kolay çözülür, ısıtıldığı zaman su ayırara k F. A. anhidri de dönüşür.

FTALİK ASİT ANHİDRİT ( Fr. Acide phtalique anhydride) , uzun parlak iğneler meydana geti ren bir madde. F. A. A. fosfor penta klorür ile tepkimeye girerek fıalil klorür, Ca H• 02 Clz verir. Bu klorür için önce ışığı kır masından ve morötesindeki soğutmadan oldukça emin bir surette aşağıdaki formüllerden si metrik olan I n umaralı formülü türetilebilir. Cisim alüminyum kloıür ile etkilenile-

rek asimerrilc II formü lündelci bir i zomer modifikasyonuna dönüştürü lebi lir. Her iki şekil valnız fiziksel farklar d eğil, belki kimyasal farklar da gösterirler. Asimetrik II klorürü gayakol ve asenaften ile V fnlidi gibi hiçbir renk reaksiyo­ nu göstermezse de, si metrik I s ekli fıalaldehiı gibi bunlarla yeşi limsi sarı çözeltiler verir. Madde deği,imi bakımından iki ftal klorür a rasında d i tiyokarbaminik asidi n tuzları üze­ rine olan etkilerinde daha büyük farklar görü l ür. Simetrik I şekli koyu sarı kükürt lü, lll formülünde ürünler verdiği halde, asimeırik II formülü IV tipinde bileşikler verir. Her ı ki fıa lil klorür, çinko tozu ve a�etı k asiıle V fıalidine, benzol ve alüminvum klorürün etkimesinde ftalofenon veya difenil ftalıde ( V I ) dönü�ür.

FTALIMID, C6

/ co '\. H, '\_ / NH, co

amonyağın ftalik

asit anhidrit ( ( b. bk. ) üzerine etkisinden üreti len bir madde. Bu cisim bir yandan antranilik asidin bir yandan da primer alifatik anin lerin ve primer amino asi tlerinin E. Fischer'ın değiştirdiği Gabriel metodu ile elde edilmesi bakımından önem lidir. E. Fi scher'ın yaptığı değişiklik yardımı ile dia­ mino asitleri de ü reıilebi lmiştir. Bu metoda göre, primer alifatilc aminler aşağıdaki �ekilde elde edilir : F. alkolik porasla fıalimid potasyum, 4 H, Cı Oa : NK verir. Bu cismin haloj en alkillerle yaptığı tepkime sonucunda potasyum yerine alkil geçer. Bu şekilde meydana gelen alkil ftalimid­ ler tüter HCl ile ı sıtılınca ftalik asiıle primer arnine ayrılır. •

FTALİMİDİN ( Fr. Phtalimidine ) , fıalimid (b.:bk.) in bileşi mindcki hidroj enin çıkarılması ile elde edilen C. H6

/ co , " / NH

CH2 formülünde bir organik madde. 1 50 ° santigratta ergir.

FTALONİTRİL ( Fr. Phtalot.ıitrile) , ftalik a sidin, formülü H, ( CN ) a olan dinitri line verilen ad. 1 4 1 ° san­ tigratta ergiyen katı bir cisimdir. Maden lerle (bakır, nikel v. b. ) birlikte kızıl derecede ısıtrlacak olursa, ftalosiyanin adını alan karmaşık tuzlar meydana getirir. Yapdışla rı por­ fırİn grupuna giren doku boyalarını andıran bu karmaşık tuzlar, hava ile aksideme i çin en güçlü katalizörlerden sa­ yılır.

4

FTALtlREİD ( Fr. Phtalureide) , formülü

/ co 4 H, '\_

NH

CO - NH

" /

CO

olan ftalik asidin d iüreidine veri len ad. Ftalürik asidin ısmiması ile elde edi lir.

FTALVRIK ASİT (Fr. Acide phtalurique) , monoü­ reit - ftalik ten meydana gelen, COOH-C6H, - CO-NH­ CO-NH 2 formülünde bir asit. Üre ile ftalik asit anhidridin birlikte ısıtılması ile elde edilir. FTANİT ( Fr. Phtanite ) , silisli, tortu şeklinde ( sedi­ manıer ) , çakı ile çizilemeyen, yarı saydam, küçük levhacık­ lar şeklinde meydana gelen bir kaya türü. Rengi koyu gri, esmer veya kara olabilir. F. taşla dösemek için iyi bir gereçtir. Eski sağlam silisli dip çamurları F. ten meydan a gelmiştir.

57

FUA veya FUVVA - FUAT PAŞA FUA veya FUVVA ( Ar. Fuwah) , Aşağı Mısır'daki Kafr · el - Şeyh i linde, Nüfusu 2 1 300 dür.

Nil'in batı kolu üzerinde bir şehir.

FUA, CEBEL, doğu Cezayir'de, Tunus sınırı yakının­ da, Cebel Onk'un kuzeyinde bir dağ masifi. Burada tabii gaz yatakları vardır.

FUAD, I. Ahmet (Kahire 1 868 - Kahice 1 936) , Mısır kralı. Hidiv İsmail'in oğlu olan F. , 1 9 1 7 de kardeşi Hüseyin Kemal'in yerine geçmiştir. Öğrenimini İsvi çre ve İtalya'da yapmış, 1 908 de batı metotla­ riyle öğreti m vapan bir üniver­ site kurma, ilim kongre ve derneklerine başkanl ı k etme ve Fransa'nın Insc riptions et Bel­ tes Letıres akademisine ortak üye seçilme yolu ile aydın bir kral ü n ü kazanmıştır. 1922 de kral unvanını alan F. , Mı­ sır'ın bir dereceye kadar libe­ ral bir rej ime kavuşmasından yana olan İngi ltere ile uyuş­ ma halinde hüküm sürmeye I. F U A D çalı şmış, böy lece Vafd partisi ile savaşma d urumunda kalmış, 1928 de bu partiyi siyasi hayattan uzaklaşı ı rmıştır. FUAD, II. ( doğ. Kahire 1 9 5 2 ) , son Mısır kralı. Ba· bası Faruk ( b. bk. ) un tahtından vazgeçmesi üzerine 1 9 5 2 de kral olmuş, 1 9 5 3 yılında Mısır'da cumhuriyet rej imi kurulması üzerine kra l l ığı sona etmiştir.

FUADJN [ Eczacıl ı k ) , antimon - III - cirokatekin - sod­ yum sü lfonat i zotonik çözeltisi. Acısız olarak kaslara zerk edi len bu ilaç, Mısır'da çok yaygın olan bilharziyoz (b. bk. ) ve leishmaniyoz'a karşı son derece tesirlidir. F. , 1 9 2 9 da Alman kimyacısı Schmidt tarafından sentez yoluyle elde edi lmiş ve eski Mısır kralı I. Fuad'ın adı verilmiştir. Bu­ nun potasyum tuzu, veteriner hekimlikte Antimozan - vet. adiyle kullanılır. FUADİYE ( Ar. Foad i ya ) , Aşağı Mısır'da eski bir il. Şimdiki adı Kafr - el - Şeyh' ı i r. FUAR TIYATROLARI : bk. TiYATRO : Panayır

tiyatrola rı.

FUAT [ Kııdıköylü Tamburi ] ( Biyog. ) : bk. SOR-

GUÇ, Fuat.

FUAT BEY, Ali ( 1 8 67 - 1 9 3 5 ) : bk. ALİ FUAT BEY. FUAT BEY, Ali (ölın. 1 885 ) : bk. ALİ FUAT BEY. FUAT BEY, B e ş i r ( Biyog. ) : bk. BEŞİR, Fuar.

FUAT BEY [ Büyük ] ( lstanbul ? - 1 88 3 ) , Osman l ı saray adamlarından. Abdüla ziz'in başkarini (baş mabe­ yinci ) olarak ün kazanmıştır. Mahlulat katibi Hasan Efendi­ nin oğludur. Enderundan ye­ tişmiş ve Abdülmecit zamanın­ da saraya girmi ştir. 1 8 7 1 de Alı­ dülaziz'in başkarini i ken, bir yıl sonra azledi lmiş, evinde oturmaya mecbur bırakılmıştır.

FUAT BEY (Büyük)

Uzun yıllar evi nden çıkmavan F. B. i, eni ştesi Fuat Beyden ayırmak için Büyük F. B. rlenmiştir.

FUAT BEY, Mehmet (Alanya - 1 8 5 5 - 1 9 3 5 ) , sa­ ray hizmetlerinde çalışmış, çesitli yerlerde kaymakamlık yapmış olan Hüseyin beyin oğ l udur. F. B. özel hocalardan ders almış, rüşti yede okumuş ve Bab - ı Ali k a le ml erinde yeıişmiştir. Sırasiyle Şura - yi Devlet üyeliği ve başkatipliği yapmış, 1 9 1 1 de dahiliye müsteşarı olmuş, 1 9 1 9 da ernekliye ayrılmışıır. Bir şiir mecmuasiyle Gördiiklerim, isiuiklerim ve ıöylediklerım adlı bir hatıra kitabı varsa da, henüz yayım­ lanmamısıır. Kadın yazarlarımızd ın Makbule Leman'ın eşidic. FUAT BEY, Mehmet ( I stanbul 1 8 5 9 . 1 92 5 ) , Tü ı k yaıar v e gazeteci si. Diyarbakır merkez mutasarrıfı İsmai l efendinin oğludur. Adana rüştiyesinde ve Istanbul'daki Iisan mekıebinde okuyan F. B. , Istanbu l'da ve diğer i llerde k ü­ çük memurluk yaptıktan sonra maliye mektupçusu, Divan - ı Muhasebat başkatibi olmuştur. Baba Tahir'den önce Artin Asaduryan ile birlikte «Mal umat» gazetesini kurmuş, «İk­ dam» gazetesinde birçok yazıları çıkmıştır. Fatih'teki Millet Kütüphanesinde bir ara hafız i kütüp o larak çalışmıştır. Eserleri : Franıızcadan Tiirkçeye yeni /ligal ; Ramazan ; Tarih­ çe · i Oımani ; Uıul - i kitabet - i reımiye. ·

FUAT BEY, Yahya Reşat (Biyog. ) : bk. YAHYA REŞAT, Fuat Bey.

FUAT PAŞA [ Müşir] ( Mısır 1 8 3 5 - Istanbul 1 93 1 ) , Müşir Hasan Paşan ın oğludur. İ l k öğrenimini Mısır'­ da, orta öğrenimini Istanbul'da yaptıktan sonra, baba­ sının yeniden Mısır'da görevlendirilmesi üzerine Ka­ bire Harp Okuluna girmiş ve buradan süvari teğ­ meni olarak çıkmıştır. Mısır ordusundaki hizmet yılla­ rında sırası ile rütbe alarak miralay (albay) l ığa yükselmiş­ tir. Bundan sonra 1 869 da I s­ ta nbul' a alınmış ve Askeı i Şu· rada görevlendiri lmiştir. 1 872 de mirliva (ıuğgeneral) olmuş, Kerkük ve Arnavutluk'taki ayaklanmaları basurmışur. Bundan sonra F. P. nın sefer hayatı ve hi zmetleri baş­ l amı ştır. Önce 1876 da Sırp ve Karadağlı lara karşı a ç ı I a n savaşta Karadağ et phesinde bulunmusıur. Hen üz barış ya­ pılmamış i ken başlayan 1 877Müşir FUAT PAŞA 1 878 Osmanlı · Rus Harbin­ de Tuna Ordusuna alınmış. ferik ( tümgeneral ) rüıbesine y ük­ selmiştir. Önceleri süvari tümeni ve sonradan Tuna Doğu Ordusunda 2. piyade t ümen komutanı olarak katıldığı mu­ harebelerde Balkan dağları nın kuzeyinde ve Ti rnovo ile İs­ li mye ( Bu lg. S liven ) arasında bulunan Elena mevkiincieki Rus kuvvetlerini mağlup etmiş ve E lena kahramanı diye ürı kazanmıştır. Faka: Tuna Doğu Ordusu tarafından sıkı takip ha rekatı yapılmadığı için Ruslar uğradıkları bozgun­ dan kurtulmak imkanını bulmuşlar ve harp, mağl ubiyetimiz­ le son a ermişti. Savaş bittikten sonra F. P. gösterdiği yarar­ Iıklardan dolayı nişaola ta lıi f olunmuş ve 1878 de müşir ( mareşa l ) Iikle başkomutan vekiliiiiine tayin edilmiştir. Bu harpten sonra bir süre padişah yaverliğinde (ya-

58

FUAT PAŞA - FUOEYL veya EL - FUZEYL

ver - i ekrem ) ve Avusturya, Rusya büyük elçiliklerinde bulunmuş olan F. P. , Abdülhamid'in i daresini tenkit etti­ ğinden ve Sadrazam S:ıit Paşa i l e birlikte padişahı hal et· mek i stedikleri yolundaki i snat dolayısiyle Istanbul'da rakip edi lmeğe baş landı. Bu sırada h:ıfiyeler tarafından evi gö­ zetlenirken kendi adamları i le hafiyeler arasında çıkan bir çarpışma yüzünden paşa, askeri mahkemeye verildi. Mah · keme paşayı idama mahkum eıti i se de, sonradan padişah bu cezayı hafifJetmiş görün mek i ç i n değiştirdi. F. P. rüıbe ve nişanları alınarak Şam'da oturmaya mecbur tutuldu. Böy­ lece Şam'da 6 yıl kaldıkran sonra 1 908 Meşrutiyetinin ilanı üzerine I sraobul'a geldi ve Mecli s · i Ayan üyeliğine seçi ldi . Balkan Harbinde Bulgar ordusu Çatalca çizgi sine da­ yandığı zaman Çatalca mevziinin gerisinde lstanbul'u savun· mak üzere şehrin batısından geçen yeni bir savunma mev­ ziinin tesi sine çalıştı. I . Dünya Harbi sırasında, 1 9 1 5 te Almanya ve Avustur· ya'yı ziyaret etmek üzere gönderilen heyetin başkanı olarak Berlin ve Viyana'ya gitti. İsıiklil Harbi nde yaşının i lerlemiş olmasına rağmen Milli Mücadeleyi imkiniarı ni speıinde desteklemekren geri kalmamıştı. Özell i k le Sivas Kongresinin, Sadrazam Damat Feri t Paşanın mil let ve memleket için çok tehlikeli si yase­ tini padişah Vahderrin'e açıklayan muhrırasını padişaha ver· miş ve Damat Ferid'in dü$mesinde erkil i olmuştur. Araklığı, sava şlardaki cüret ve cesareti ve vazife ha· yatında fikirlerini çeki nmeden söylemesi ile tanınmış oldu­ ğundan Deli F. P. adiyle anılır.

FUAT PAŞA, Hasan (ölm. Istanbul 1 9 1 1 ) , geomet· riye ait eserleri ile tanınmış öğretmen. Zağanoslu' Sefer Pa­ şanın torunudur. 1 8 7 3 te Harbiyeden piyade mülizımı olarak mezun olmuş, emekli olduğu tarihe kadar askeri okullarda ve diğer okul larda matematik okutmuştur. Eserleri : Hende· se · i muı.ıttaha, Hendese - i miiceııeme, Hendese - i reımiye, Hendese - i murakkama, Arneli hendese, Rnm - i halli. FUAT PAŞA, Keçecizade İzzet ( Biyog. ) : bk. KE· ÇECİZADE, İzzet Fuat Paşa.

FUAT PAŞA, Keçecizade Mehmet ( Biyog. ) : bk. KEÇECiZADE MEHMET FUAT PAŞA.

FUAYE ( Fr. Foyer < Lat. focus = odak ) ı. Tıp : Vücutta bir hastalığın oluştuğu veya yerleşıiği yer ; mevzii bir lezyonun bulunduğu yer ; akciğer F. si : Bu organda,� mevziileşmiş konj estyon işaretlerinin bulunduğu alan ; bir apsede irinin oluştuğu yer. 2 . Tiyatro : Perde aralarında seyircilerin durahileceği geniş salon veya hol. Tiyatroda bir F. bulundurma usulü ilkin XVIII. yüzyı lda Bordeaux şehrindeki Grand Theitre'da yaratılmış, XIX. yüzyılda da Paris'teki Theitre Française'de bir F. meydana getirilmiştir. Operalarda dansözlerin sahneye girmeden önce ıopluca durdukları ve son kas yumuşatma hareketlerini de yapabildikleri dans F. leri ressamiara ve özellikle Degas'ya tablo konusu olmuştur. Resim için bk. DEVLET TiYATROSU.

FUCHS {fukı] , Lazarus ( Moschin, Posen 1 8 H Berlin ı902 ) , Alman marematikçisi. Heidelberg ve Berlin üniversitelerinde profesörlük ermiş, lineer diteransiyel denklemleri üzerinde · çalışarak bu konuda bir teorem kur­ muş, yine üzerinde çalıştığı ve sonradan F. fonksiyonları adı verilen bazı transcendant fonksiyonlar, elliprik fonksi­ yonlar teorisini genelleştirmesini sağlamıştır. ·

Fuclıs fonksiyonları : Deği şen üzerinde iyice belirli bazı sübstiıüsyon lar yapıldığı zaman değişmez kalmak sarriy­ le tanımlanan bazı ıranscen­ dant fonksiyonlara Fransız ma­ tematikçisi Hen ri Poincaıe ( b. bk. ) nin verdiği ad. ( a, b, a', b' reel olmak üzere, ab' - ha = I az + b şartiyle z değişenini n a' +b' z sübsritüs;onları, Poincare ' n i n F . grupu a d ı n ı verdiği bir grup meydana getirirler. )

FUCHS DENKLEM­

L. FUC H S

LERI ( Mar. ) : b k . FUCHS, fonksiyonları. FUCHSIA (Bot.) : bk. KÜPE ÇİÇFGİ. FU CİK [/uçik] , Julius ( Smfchov, Praha ı 903 Ber­ •

lin 1 943 ) , Çek gazetecisi ve edebiyat ten kitçisi. Komünist milirantı olan F. , Naziler tarafından tutuklanarak ölüm cezasına çarprırı !mıştır. Bulunduğu hapishaneden, başına gelenlerin hikayesini yazarak sayfa sayfa göndermiş, bu ya­ zılar toplanarak Reporta% pıana na opratce ( Sehpa altında yazılmış ıöpoııaj ) [ 1945) başlığı altında yayımlanmıştır.

FUCINI [/uçfni] , Renato veya NERI TANFUCIO ( Monreıorondo, Massa Marirrima ı 843 Empoli 1 92 1 ) , İtalyan yazarı. Neri Tanfucio adı, R. F. adının bir anagra­ mıdır. Eserlerin -:l e Toscana köylülerini çok canlı olarak tasvir etmiştir. Eserleri : Cento sonetti in tJernacolo pisano ( Pisa lehçesinde yüz sone) [ 1 872) ; Le 11eg/ie di Neri ( Ne­ ri'nin gece oturumları ) [ ı884) ; All'aria aperta ( Açık ha­ vada ) [ 1887] . Bunlardan başka, harıra kitapları da yazmış · tır : Napo/i a occhio nu do ( Çıplak gözle görülmüş Na po l i ) [ ı878) ; Acqua pasıata (Geçmiş sula r ) . ·

FUCINO [/uçfno] GÖLÜ (Lat. Fucinus lacus) , Orta İralya'da, Abruzzi yaylasında ayağı olmayan bir göl. Eski Çağda sık sık su baskıniarına sebep olurdu. İmparaıor Claudius, Traj anus ve Hadrianus ve nihayet II. Friedrich ( 1 240) i n bu gölü kurutma teşebbüsleri başarısızlığa uğra­ mışttr. Ancak ı 8 5 ı - ı 8 7 5 yılları arasında yapılan kurutma çalışmaları sonunda gölden ı 7 500 ha ekime elverişli saha kazanılmıştır. FUÇOV ( İng. Foochow) veya MİNHOU, Çin'de Fukien eyaJetinin başşehri. Nüfusu 620 000 dir. Min nehrini n ağzının kuzeyindedir. F. , çay, ipek, kereste, pirinç için çok iyi bir pazar teşkil eder. Eskiden çok iyi durumda olan ki­ fur istihsali son yıllarda geri lemiştir. FUDEYL veya EL - FUZEYL b. İyaz Ebu Ali el · Fundini el Tilakanİ (ölm. Mekke 803 ) , Horasanlı muta­

savvıf. Harunü'rreşid zamanır.da yaşamıştır. Gençliğinde Ebi­ verd ve Serabs arasında eşkıyalık yapan F. , bir gün tesa­ düfen Kur'an'ın «İman edenler için Al lahın zikri önünde kalp le re huşu gelmek zamanı gelmedi mi ?» ayeti okunur­ ken duymuş, bu suretle doğru yola kavuşmuştur. Bu olay­ dan sonra Klıfe'ye gi derek hadis tahsil ermiş, daha sonra da Mekke'ye giderek ölümüne kadar orada kalmıştır. F. in fikir ve düşünceleri hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. F. hadis nakledenlerin en i timada l iyık olanla­ rından ve en fazla hadis nakledenlerden biridir.

59

FUDO - FUGGER FUDÖ (Japon mitoloj i si ) . Japonya'da halk Buddhiz minde bir tanrı. Fena ruh ları uzaklaştırmak gücüne sahiptir. F. , elinde bir kılıç tutan korkunç yüzlü bir yaratık olarak tasvir edilir.

FUER!STA, ispanyolca yeni bir teri m : antik Bask eyaletlerinin, Navarra'nın ve Aragon krallığına bağlı ü lke· !erin hürriyetlerini savunan «fuero» lar taraflısı anlamında kullanılır.

l ö 'nun emri ile yer adlarını ve efsanevi ataların faa liyetle

FUJ;:RO ( tsp. < Lat. foru m ) , mahkeme, kan uni düzen ki bu, gerek töre ge ,ek yazılı kanun olabilir. Bu kelime hem kanun dergisi, hem d e belge anlamında kul lanı lır. En eski F. lar F. Juzgo ( 694 ) , P. Real ( 1 2 5 5 ) ve P. Viejo de Caıtilla ( 1 3 56) dır. F. Juzgo 694 tarihli Lex Vi sigothorum (Visigotlar kanunu)un çevi r i sid ir. F. Viej o de eastilla asıl­ zadelere aiı kanunları içine alır. F. Real ve F. Viej o de eastilla XIX. yüzyı lda medeni kanunun derlenmesine kadar kısmen yürürlükte kalmıştır. Bask eyaletlerinin F. su da 1 876 ya kadar yürürlükte kalmıştır. Çeşitli eyalerleri n özel kanuniarına da F. adı verilmişti r (mesela Aragon'un 1 925 tarihli F. su ) . F. Je los Espano/n, ı 7 temmuz ı 94 5 tarih­ li İspanya anayasasına verilen addır. F. de Trabajo ise 9 mart ı 938 tarihli İspanyol çalışma anayasasıdır. Bk. İSPANYA.

FUDOKI, 7 1 3 yı lında, Japon imparatoriçesi Gemm­

rini göz önünde tutmak sure­ tiyle bazı ai lelerin topraklarını tespir ermek üzere düzen len­ miş olan eseriere veri len ad. Eski Japonya'nın illerine göre düzenlenen F. de coğrafi göz . lemler v e yerli inançlar var­ dır. Seki z F. den yalnız İzu­ mo iline ait olan F. b ü t ü n olarak bize kadar gelmi ştir.

FUEGO, T i e r r a del ( eoğ. ) : bk. ATEŞELİ.

FUEGO'LULAR, Güney Amerika'da Tierra del FueFuego'lulardan bir Alago ( İsp. = Ateşeli ) Şili 'ye ait kaluf Patagonya'da yaşayan bir topluluk. XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında seyyah ve sömürgeci ler tarafıodan yok edilmiştir. Üç kola ayrılıc­ Iardı ( Ona'lar, Yahgan'lar ve Alakaluf'lar) . Kısa boylu olup sert iklime rağmen çıplak yaşarlardı. Çiftçilikren habersiz kalmış olan bu topluluk, avcılık ve balıkçılıkla geçimini sağiard ı. FUEL OIL [/yifil oy/] veya FUEL ( İng. ) , koyu kahve renginde veya siyah, az çok yapışkan, sıvı bir yakıt. Ham petrolün damıtılmasiyle üretil i r. F. O. , her türlü yakıt ihtiyacı için kömür yerine kullaoılabilir. İstenifen kı­ vam verilmek üzere içine, petrol tasfiyesi nden kazanılan bazı yan ürünler. craking ve reforming işlemlerinin bırak­ tığı tortular, gas - oil katı lır. Evlerde ısınmak için kullanı­ lan F. O. , motor yakıtından ayırt edilmek için kırmızımsı renktedi r. F. O. ların hafif ve ağır yağlı olmak üzere iki çeşidi vardır. F. O. a mazot ( b. bk. ) da denir. FUENTE DE CANTOS (fu,nte tYle kqntos] , İspan­ ya'da, Badaj oz ili nde, Badaj oz'un güneydoğusunda bir şehir. Sierra Morena dağının kuzey eteğinde, denizden 606 m yük­ sekliktedir. Nüfusu lO 982 dir. Tarım endüstrisi vardır.

FUENTE OBEJUNA [/l!f n� e ovehifna] ( eski şek­ l i : Fuenleovejuna ) , güney İspanya'nın Andalucia bölgesin­ deki e6rdoba ilinde. Si erra Morena sıradağlarında. ı 7 639 nüfuslu bir şeh i r. Gümüşlü kurşun madenlerivle d e ran ınan bu şehir, özellikle Lope de Vega ( b. bk.) nın Fueııteovejuna adlı oyununun aksiyonunun geçtiği yer olarak ün kazanmıştı.

FUENTES [/w�ntes], Pedro Enriquez de Acevedo, conde de ( Fuentes kontu ) (Zamora I 5 n Milano 1 6 1 0 ) , ·

İspanyol generali v e devlet adamı. 1 589 da Lisbon' u İngi­ lizlere karşı korumuş, 1 5 95 - 1 596 da Hollanda'da vali lik etmiş, 1 600 den sonra da Milano'da vali olmuştur. Müspet idaresi ve kurnaz diplomasisi sayesinde zamanının en iyi devlet adamlarıodan biri olarak ün yapmışıır.

FUENTES DE ONORO [/w�ntes tYle ony9ro ] , İs panya'da, Portekiz sınırı yakınında, Salamanca il (provincia ) inde, Le6n şehri n e bağlı b i r köy. Nüfusu 8 0 0 dür. Mayıs 1 8 1 1 de Wellington kumao dasındaki İngi l i z ve Portekiz ordusu, Massena'nın kumandasındaki Fransız ordusunu bu· rada yenmiştir.

FUERTEVENTURA [/wertevent{lra] , Kanarya adala­ rıodan biri. Yüz ölçümü ı 722 km2 dir. Orejal del Asno tepesinin yüksekliği 8 ı 4 m dir. Nüfusu ı5 000 dir. Merkezi Puerıo de eabras'tır. FUFIA CANlNlA, LEX [leks fq/ia kanfnia] ( = Fufia eaninia kanunu ) , imparator Augustus zamanında esir­ lerin sayı bakımından sınıriandın iması konusunda çıkarılan bir kanun ( M. Ö. 2 ) . FUFIUS CALENUS [/qfius ka/fnus] , Quintus (ölm. aş. yu. M. Ö . 40), Romalı general. Gallia ve Ispania'da eaesar'a yardım etmiştir. Caesat'ın ölümünden sonra Anto­ nius tarafına geçmiştir. FUGA ( Mu s. ) : bk. FÜG. FUGA, Ferdinan do ( Floransa ı 699 - Roma ı 78 ı ) , İtalyan � iman. Pa pa XII. Clemens v e XIV. Benedictus'un mi­ marı olmuş, daha sonra Napoli kralı için çalışmıştır. Roma'da Consult;ı (ı 73 2 ) , Perroni ve Corsini ( 1 729 - ı 7 3 2 ) sarayları ile Santa Maria Maggiore kilisesinin cephesini yapmıştır.

FUG+TO { İta. = fugalanmıs ) , bütünüyle fuga kuru· luşunda olmayan bir bölümün fuga gibi baş layan kesimi. Sonat, senfoni, kooçerto gibi çok bölümlü çalgı eserlerinin hızlı bölümlerinde, özellikle Beethoven'da görülür. FUGGER [fqgir] , baoker ve zenginler yetiŞtirmiş olan bir Alman ailesi. Augsburg şehri yakınındaki Graben' ı o yer­ l ilerinden olan bu aile, göz kamaştırıcı zenginliğini ilkin Tyrol'den çıkan tuz ve gümüş ticaretine, sonra Macaristan'­ dan elde edi len bak ı r ticare­ tine. daha sonra da Habsburg hanedanının h i mayesine borç­ hıdur. Ai lenin en büyük üyesi II. Jakob ( l ikabı : Zengi n J. ; ı459 - 1 5 25) olmuştur İl k ola­ rak madenciliğe atı lmış, aynı zamanda baharat ticareti ile de ilgileomiştir. Ç o k büyük banka iş lerine girişmiş, Avus· turyalı Maximilian'a külliyetli m i ktarlarda borç para vermiş ve İspanya k r a 1 ı Carlos'un imparatorluğa aday lığını mali

J. F U G G E R

60

FUGGER - FUHUŞ

bakımdan desteklemiştir. Carlos imparator olduktan sonra F. a birçok imtiyazlar vermiştir. Maestrazgo'lar icar sözleş­ me•i ; İ spanya şövalyelik sınıflarının mal ları ; Almaden civa maddelerinin icarı ; Guadalcanal gümüş madenierinin icarı Papanın da bankeri olan Jakob F. , indulgentiae (kilisenin para karşı lığında günah bağışlaması) işine de karışmıştır. Augusbur�'ta yoksulları yerleştirmek için Fuırgerei adı altın da bir mahalle yaptırmı ştır. Her şeye rağmen, kamu oyu ona karşı dü,manlık göstermiştir. F. ların iş leri bozulmuş ve bankaları 1 607 de iflas etmi ştir.

FU Hİ, Çin mitoloj i ii nde, daima Ki u - Kua ile bir­ likte gösterilen, medeni leş•irici kahraman niteliğinde bir hü­ kümdar. Vücutları birer yılan kuyruğu i le sona eren bu iki mitoloj ik yaratık kuyruklarİyle birbirine dolanmış du­ rumda temsil edilirlerdi. F. ile Ki u - Kua evlenme törenle­ rini yaratmışlardır. FUHUŞ ( Fr. Prostitution ) , para veya başka değer­ ler karşılığında vücudunu, zaman zaman veya meslek ha linde, başkalarının cinsi duyularının ratminine sunma. Bu işi yapan kadın veya erkek olabi lir. Kendi cinsiyerindeki biri ile ya­ pı ldığı takdirde homeseksüel F. ( cinsi sapı klık ) , zıt cinsi yette olanlarla yapıldığı halde i se heterosek süel F. adını alır. Bu fiili işleyen kadına fah işe, kahpe veya kötü denir. Homoseksüel F. iki kadın arasında olduğu zaman sevicilik, iki erkek arasında olduğu zaman lütilik veya oğlancılık adını alır. Fahişeler, çoğunlukla, toplumun alt tabakalarından türer. Aşırı düşünüştü çevre teorici leri, F. un asıl sebebini fakirlikte bulurlar. Tek taraflı biyoloj ik determinizm ise F. u, irsi soysuzlaşma ve bedeni - ruhi başkala şmalar olarak niteler. Halbuki fahişelerin ancak üçte biri anormallik be­ lirti leri gösterir. Varlığı sanayie dayanan toplumda F. ikti­ sadi sebeplere bağlanabi lir : iş bulma durumu ve ücret sevi­ yesinin rolü önemlidir. Öte yandan, uygunsuz aile ve çevre durumları, iktisadi bunalım süreleri, kişinin mizacı, marazi istidar, kadın ve erkekte F. için gerekli şartları hazırlar. Cinsi temaslarda sık sık eş değiştirme alışkanlığı da ba­ zan F. a yol açar. Devamlı olarak bir tek eşle buluşma, sevgi veya geçici bir tutkunun yol açtığı tesadüfi temas ve merreslik gibi haller F. kavramına gi rmez. Ancak bu şart lar, zaman, çevre ve tördere göre daha dar veya geniş tu tulur. Bizden önceki düşünürler F. u insanların cinsi iştiha· sına bağlarlar. Antropolog lombroso ( 1 836 - 1 909) , «doğuş­ tan fahişeıt deyimini kullanır. Başkaları da erkeklerin öte­ den beri çok karılı lığa eğilimli (poligam) olduğunu kabul ederek F. u, insanların cinsi ve sosyal hayatının her zaman ve her yerde var olagelmiş bir tezahürü sayarlar. Günümüz­ de ise F. un, tarihin akışı i çinde doğup geliştiği tezi savu· nu lmaktadı r. Tarihçe : Korporarif düzenli avet ve devşirici toplu· luklarda F. a rastlanmaz. Çünkü cemaat töresi kadına karşı zor kullanmayı veya sarı lık bir zevk metaı gibi ondan fay­ dalanmayı kabul etmez. Yine, birçok milletlerde rastlanan evlilik öncesi birleşmeler F. olmadığı gibi, deneme evli liği, süreli evlilik, yardım evlenmesi, konuk ağırlama veya şenlik vesilesivle kadın · erkek birleşmeleri gibi müesseseler de F. sayılamaz. Avcı ların çiftçi uluslar, bun ların da göçebeler tarafından sindirilmesi sonucunda, sindi renlerin alt tabakalar üzerinde kurdukları cinsiyer üstünlüğü (yeniklere hakaret olarak kadıniarına zorla sahip olunması ) , gitgide o ulus

içinde sürekli bir davranış haline gelm iş ( Avrupa derebey­ lik rej iminde derebeyin cinsi öncelik hakkı : mesela i11ı pri­ mae no(IIIJ, yani evlenen bir kızla derebeyin ilk gece yat­ ma hakkı ) ve ataerkil si steme göre teşki latianmış mil letler­ de düzenli ve toplumca kabul edi len bi r müessese olmuş, böylece erkeğe veya kadına monoııam veya poligam evlilik şeki lleri dışında. evlilikten önce veya nikih dışı cinsi bu­ luşma imkanı sağlamıştır. Bu gelişmeyi, özellikle, kesin tek eşlilik ( monogami ) m üessesesi hızland ırmıştır. Böylece F. , Antik Çağın medeni poligam uluslarında yaygın bir meslek haline gelmiş, sos­ yal kademelenmeye göre, alt tabaka veya yüksek zümre fahi şeliği olarak ikiye ayrılmıştır. İyi bir eğitim görmüş eski Yunan hetaira'ları (Thais gibi, A•pasia gibi ) , eski Roma'· nın bonae'leri hep yüksek züm re fahişeleridir. Buna kar· şılık, meslek halinde yap · lan livata (pedlraıtie, oğlancılık) kötü görülürdü. Şu var ki livala, eski İran, Yunan ve Ro­ ma'da çok yaygındı. Eski İran'da güzel erkek çocu klar ha­ dım edi lerek kadın laştırılırdı ; Catullus ve Tibullus gibi Romalı şairler, «mahbup» !arına karşı duydukları aşkı bir kadın aşkı gibi tasvir ederler. Xenophon, seferlerde her as­ kerin yanında bir «erkek çocuk» götürmesine izin verildi­ ğini yazar. Sumerler, Babi lliler, Yahudiler ve Hintliler gibi do­ ğunun medeni uluslarının ibadet törelerinde F. , nefsini Tan­ rıya kurban etme sayılırdı ; mesela Maduk ve İştar tapınak­ larının köle kızlarının dokunulmazlığı vardı (bk. PHALLUS KÜLTÜ, HIERODUL'LE R, BAYADER). Mahrumiyet yolu ile nefis arzuları ndan arınmayı tel­ kin eden Hıristiyanlık doktrini, Batı Orta Çqğı başlangı­ cında F. u, önceleri, hayli engellemiş ise de. tamamİyle orta­ dan kaldıramamış, sonunda «gerekli bir kötülük» olarak onu savunmak zorunda kalmıştır ( Aurelius Augustinus [saint Augustin], Aquino'lu Thomas [saint Thomas d' Aquin]). Daha sonraları, özellikle Haçlı seferlerinden itibaren gittikçe yaygınlaşan F. , şehirlerin gelişmesi, ordu ve para sistemi­ nin kurulması ile bi r ticaret haline getirilmiş, aş. yu. XIII. yüzyıl sonlarından itibaren bir düzene sokulup «genel ev­ ler» çerçevesi içinde toplum meslekleri arasına alınmıştır. Rönesanstan itibaren, önce İtalyan saraylarında, sonra Fransa'da, Almanya'da ve daha başka ülkele rin aristokrat çevrelerinde, eski Yunan heleira'larına benzeyen bir kibar fahişeler ( Fr. courtisanes) sınıfı meydana gelmiştir. Kadın dostluğu moda halin e gelen XVIII. yüzyılda F. , gerek nizarniara uygun olarak tescil edi lmiş özel evlerde ( Fr. maisons de j ouissance ; Alm. Freudenhauser) gerek sokak­ larda alıp yürümüştür. XIX. yüzyı lın endüstrileşme hareketleriyle birlikte F. da, özellik l e cazip yaşama i mkiniarı vadeden modern bü­ yük şehirlerde geniş bir ya)gınlık gösterir. Devrio madde­ ciliği F. u da etkilemiştir. Fahişelerin % 80 90 ı meslekle· rini «bağımsız» olarak yürütmekte bunları genel evlerde bir nizarn altında toplama çabaları boşa gitmektedir. Genel ev yöneıkileri ile muhabbet teliiliarı ve kadın tüccarları yanında yeni bir meslfk daha türemiş ve önem kazanmış­ tır ; bu, balık denilen ve fahişenin hem dostu, hem ko · ruyucusu, hem de sömürücüsü olan adamdır. Günümüzde ise F. yeni şekiller almış, sokak, meyhane, kahve, park, otoban, hamam, call - girls ( İng. = telefonla çağrılan kız) v. b. fahişeliklerine bölünmüştür. Meslekten fahişeler­ den başka, bir de fırsat düştükçe bu işi yapan kadınlar zümresi türemiştir. ·

FUHUŞ İki dünya harbi i çinde ve bu harplerden sonra F. un yaygınlaşma sebep leri , büyük ordu üslenmelerine, çok sayı­ daki iş�al kuvveılerine bağlanabi lir. Yine, devcin şartla­ riyle ilgili olmak üzere, açhğın, kad ın fazla lığının ve yurt­ larından kaçanların, şehirler ve memleketlera rası yol l ara dökülen gençliğin (bunlar arasında erkeklerin sayısı da hayli kabarı knr) sebep olduğu bir F. vard ı r ki etkenierin orta­ dan kalkmasiyle yavaş yavaş i l k hızını kaybeımekıedir.

Fuhu§ ile mücadele : H. E llis, Blaschko, Bloch ve M. Hirschfeld gibi psikolog ve seksologlar, F. ve bunun etkenleri üzerinde araştırmalara girişirken, sosyal reform harekeıleri de, başta kadın ıeşekkülleri olmak üzere, fahişe· )erin bu ayıncı çirkin damgadan kurtarılarak yeniden top­ luma kazandırılması yolunda gayret ler sarf etmiş lerdir. Özel­ likle İngiltere'de doğan ve Josephine Butler tarafından ıem· sil edi len abolisyonist hareketin, nizami F. un ve fahişelerin genel evlerde toplanarak tesci li usulünün kaldırılması, genel evlerin yasaklanması, fahişelrre mesleklerini serbesıçe yürüt­ me hakkının tanınması, sağlık kontrolü usulünün tesisi yo· lundakı istekleri çoğu memleketlerce kabul edilmiş, son za­ manlarda ( 1 949) Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından da desteklenmişıir. Bu gaye ile birtakım sosyal yardım ku ruluşları meydana getiri lmiştir : yardımcı eğitim, işçi konut­ ları, kadın yurtları, düşkün kadı nlara mahsus ve dini kuru­ luşlarca yöneti len barınaklar, tehli keli durumdaki kadınları ve gençleri koruma ıeşkiliıı gibi kuruluşlar bun lar arasın­ dadır. Öıe yandan, önleyici tedbirlere özel bir önem veril· miştir : ahlikça düşük ailelcre çeşi tli yol lardan koruyucu yardım sağlanması, düşrneğe eğilimli kadınların «seçi lmiş aileler» yanına yerleştiri lmesi, kötü yola teşvik eden lerle mücadele, cinsi hayata tabi i yoldan girmeyi sağlayan özel cinsi eğitim gibi. Kanuni tedbirler arasında ise, I. Dünya Har binden sonra, İngiltere, Almanya, Hollanda ve kuzey ülkelerinde fahişelere karşı cezai kovuşturma açı lması, bun­ ların ahlik ve sağlık zabı ıası tarafından kontrolü ve genel evlerde toplanma ve tescil ( vesika ) mecburiyeri gibi kanuni hüküm lerin kaldı rılması sayılabi lir. Bütün Almanya ve Avus turya'da ancak halkı rahatsız edici şekilde yapılan F. kanuni takibata uğrar. İsviçre'de F. , 1 942 den beri tamamiyle ser­ best bırakılmıştır. Fransa'da ise 1 946 dan bu yana genel ev· ler ( maisons de tolerance) yasaklanmış, vesika usulü kaldı rılmış, sadtce s.ğlık. kontrolünün sağlık bakan l ığınca tutu­ lan fişlere göre sağlanması öngörülmüştür. Halkı rahatsız edici F. cezai hükümlere bağlanmıştır. 1 960 tan sonra ise, fahişeleri ayıncı bir muameleye tabi tutan sağlık kontrol ü v e f i ş usulü de kaldırı lmıştır. Çeşitli şekillerde yapı lan ra­ hatsız edici F., zabıta mahkemelerince takibata uğrayan hafıf suçlardan olmakla beraber, önlenmeleri için alınan bütün tedbirler tesirsiz kalmaktadır. Birleşmiş Mi lletler Teşkilarınca F. konusunda alınan karar ( 1 949) ın tatbikatta olumlu so · nuçlar verebi lmesi, sadece kovuşıurma ve sağlık kontrolü yolundan mümkün olmayıp, törelerde derinliğine bir refor­ mun gerçekleşmesine bağlıdır. İslim dini F. u şiddetle yasaklar. Nur suresinin 2. iyetinde, «zini ile ziniyenin ( yani F. yapan eı kekle kadının ) her birine yüzer değnek vurulması ve bu cezanı n ibret için aleni olması» emredi l i r. Evli oldukları halde F. yapan­ ların recim edilmesi (taşlanarak öldürülmesi) hakkında Kur'an 'da hüküm yoktur ; ancak bu konuda i ( m a · ı - ümmel (din ali mlerinin kararı ) bulunduğu i leri sürülür. Kanuni'­ nin kanunnamesinde F. , suçlunun servet duru muna göre

61

para cezasiyle ( 1 2 paradan 10 kuruşa kadar) cezalanırken, genç kızlacia erkekleri baştan çıkaran lar için hadım cezası öngörülmektedir. Memleketi mizde, şeriat kanun larının kesin olarak yü­ rürlükte bulunduğu 1 908 inkrlibından önceki mutlakiyet devrinde F. ağır bir suçtu. Esasen İsl:lmlık, «taaddüd . ü zevecat» ( poliga m i ) a, bunun dışında da halayıkların i sıif· raşına izin verdiği için F. bir derece önlenmişti. Istanbu l'­ da toplan mış olan aristokrasiye mensup erkekler, başta pa· dişah olmak üzere, esir tüccarlarından satın alınan cariye­ ler arasından beğendik lerini oda l ı k adı alıında i sıifraş ( Ar. = yarağına alma) edebi lirdi. Hatta bunlardan olan ço­ cukların nesebi sahih sayılırdı. Yeni Avrupa prens ve hü­ kümarlarının yarı resmi meıres rej imi bizde şeriat hükmü ile meşru hale getirilmişti. Bu odalıklar, sonra, sahibi tara­ fından azat edilir veya uygun bir erkeğe nikihlanarak «çı· rak» çıkarrlırdı. Ancak, bütün bu imkin iara rağmen F. büsbütün ortadan kaldırılamamıştı. Büyük şehirlerde, özel­ likle Istanbul'da yarı gizli F. yerleri vardı. Bu yerler, Istan­ bul' da, genellikle Galata ve Beyoğlu gibi Hırısıiyan azınlık larla yabancıların kümelendiği semtlerde bulunur ve «ser­ maye» leri Rum, Ermeni, Yahudi gibi yerli azınlıklarla Kıp­ tilerden olurdu. Bir İslam kadınının böyle bir yerde bulun­ masına izin verilmezdi. İmparatorl uğun son zamanlarında, adı geçen semtlerde açılan balozlar ve kafeşantanlar da bu türlü uygunsuz kadınların barındığı yerlerdi. Bunun dışında, Istanbul yakasında daha gizli F. yatakları da yok değildi. Bunlardan bazı imtiyaziılan ( mesela •Acemin evi» g ibi ) , nüfuzlu kimselerin koruduğu, arisıokrasiden tanınmış kişi­ lerin devam ettiği, zabıtaca bilindiği halde dokunulmazlığı olan F. evleri idi. Koruyucusu gözden düştüğü zaman bu evler basılarak kapatılusa da işleticisi yeni bir nüfuzlu «efendi» edinip tekrar açıırmada gecikmezdi. A n cak, bu ev­ lerdeki kadınlar genellikle bel irli kişi lere aitti ve başkaları­ na kiralanamazdı . Çoğu evli barkir olan zenginler oraya birkaç günlüğüne, h ıtıi daha uzun süre ile kapanırlar, sev­ dikleri kadınla baş ba şa adeta karı . koca hayatı sü rerlerdi. F. evleri için şehrin tenha yerleri seçilir, eırafın şüphesini çekmekten son derece sakınılırdı. Özellikle mahalle deli kan­ lı ları ha yönden uyanıktı : şüpheli ev ler, başta i mam ve bekçi, mahalleli tarafından basılır, kadın ve zamparası ağır hakaredere uğrardı ( Ahmet Rasim, Fuhı - u - alik ) . Homoseksüel F . ( Fr. pederasıie = livata ) a gelince,

Kur'an, birçok yerlerinde bu cinsi sapık l ığa değinir ve So­

dom ( Lut kavmi ) un ikıbetini ö rnek gösteri r. Böyle bir suç işleyen her iki erkeğin de cezalanmasını da erneederse de Eski Ahil (3. kitap, Musa XX, 1 3 ) te yakı larak öldürülme ceza sı öngörülmesine kaışılık, Kur'aw 'da cezanın ne ol acağı açık­ lanmaz ve pişmanlık halinde suçluların affı bildirilir. Osmanlı devletinde bu sapık idetin ll. Bayezid dev­ rinde başlamış olduğu ri vayet edi l i r (B. Stern, Geuh/e(hls­ leben in der Tiirkei [Türkiye'de cinsiyet hayatı ) [Berlin 1 903] ) . Ancak, şeriat kanunlarının yasakları sebebiyle kadı­ nın ortada görünmemesi yüzünden memleketimizde yüzyıllar boyunca çok yaygın bir hal a ldığı muhakkoktır. Pasif pe­ derastie ( oğlanlık) toplumca ayıp savı lmakla beraber, aktif pederasıie ( oğlancı l ı k ) ye genel likle göz yumulmuşıu ; o ka­ dar ki bu sapıklık n ice divan şairimize ilham kaynağı ol· muş, bir çeşit erotik edebiyatın gelişmesine yol açmıştır (bk. EROTiZM ) . Büyük şehirlerde geıı ç erkek sunan özel evler ( i mam evleri ) , «oğlan hamamları» vardı. Sefere çıkan

62

FUHUŞ

-

veya sürgüne giden yüksek bir memur, seyahat güçlükleri ve kaç · göç sebebiyle eşini yanında göıüremeyeceği için, gulim veya nflı : deni len genç bir erkeğin maddi ve manevi arkadaşlığına baş vururd u. Ancak Hürriyeııen, özel­ likle Cumhuriyetten sonra, kadının yavaş yavaş toplum hayatına karışmasr, okullarda ka rma eği time yer verilmesi sayesindedi r ki bu kötü alışkanlık da onadan kalktı. Saraylaıda, zengin kono k iarında harem ve selimlık dairelerinin ayrı olması, kadınlar arasında da homoseksüel eğilimlerin gelişmesine yol açmı ştır. Aslında «sevicilik�> pek o kadar ayıplanmazdı. «Sevici» hanımlar gayet zarif, nükıe· dan, ekser şair mizaçlı kimseler olduğu için bunlara saygı gösterilir, fakat kıılarla genç evli kadınlar bunların meclis­ lerinden uzak tutuluedu ( Ahmet Rasim, Hamamcı ü/. /et) .

1 908 inkılibından sonra, belirli semtlerde genel evle­ rin açılmasına, vesikaya bağlanmak şarıiyle din farkı göze· tilrneksizin her kadının bu evlerde sermayelik edebilmesine izin verildi. Cumhuriyetten sonra bu rej imde önemli yenilik, sağlık kontrolünün sıkılaştırılması olmuş•ur. Memleketimiz Birleşmiş Milletierin F. konusundaki 1 949 tarihli konvan­ siyonuna katılmış olmakla beraber, yurdumuzdaki özel şart· lar d i kkate alınarak genel ev lerin yasak lanması ve vesika usulünün kaldırılması henüz mümkün olamamı ştır. Emniyet Gen el Müdürlüğü bünyesindeki F. la ve F. yüzünden bu­ l aşan zühre v i hasıalıklarla mücadele tüzüğü ise, mücadele­ nin ağırlığını toplum sağlığı konusunda toplamış olması, sosyal mücadeleye pek az yer vermesi, önleyici ve koruyucu tedbirlerin k i fayetsizliği, hele insan hürrivet ve haysiyetiyle bağdaşmayan hükümlerin yer almış olması sebebiyle günü­ müzün şarılarına cevap vermekten uzaktır.

FUKİEN, tirilmiş, 1 2 3 3 te rabipliğe baş lamıştır. Shin Kokinıhü [ 1 205] ve Shincho K uı ensh ü [ 1 2 34 ] adlı şiir an ıoloj ilerini mey­ dana getirmiştir. Haııat olarak da ün kazanmıştır.

FUJI · YAMA [/uci yama] veya FUJI - SAN [/tfci Jan ] , Japonya' da, Tokyo'nun 100 km güneybatısıoda bir ya­ nardağ tepesi. Japonya'nun en yüksek dağı ( 3 776 m) olan F. , şeklindeki tenasüp ve azameıi sebebiyle Tanrıların ( Gü­ neş'in) durağı savılarak tebci l edi l i r. Her yıl, 20 remmuz ile 20 ağustos arasında yüz binden fazla hacı bu dığa nrmanır. Bu tarihlerde F. nın doruğundaki karlar erimişrir. Yanardağın krareri 600 m çapıoda ve 200 m derinliğindedir. Son püskür­ me ı 707 yı lında olmuştur. Kraterin kenarında bir tapınak, misafirhaneler ve bir meteoroloj i ista syonu, dağın ereğinde ise beş göl vardır. F. adeta Japonya'nın bir sembolü olmuştur. Japon ressamları (özellik le Hokusai ) estamplariyle boya - resimle-

FUJ[EDA [/ucieda] , Japonya'da, Honshü ( Shizuoka) ili adasını n merkezinde bir şehir. N üfusu 54 800 dür. Ta­ rım ürünleri (meyva, çay) pazarı olarak tanınmıştır. FUJI · SAN (Coğ ) : bk. FUJ I · YAMA. FUJISAWA [/ucisava] , Japonya'da Honşu ( Honsh ü ) adasında, Sagami koyunun kuzey kıyısında, 146 000 nüfuslu bir şehir. Tarım ürünleri paza rı olarak tanınmıştır. XIV. yüzyıldan kalma bir Buddhist tapınağı vardır.

FUJIWARA [/ucivara], eski ve asil bir Japon ailesi. Ailenin kurucusu Nakaıomi Kamatari, VII. yüzyı lda yaşa­ mıştır. İmparator sülilesi ile F. ai lesi arasında birçok evleomeler olmuştur. Böylece F. lar saray asılzadeleri ara· sında en yüksek mevkie çıkmıştır. 8 5 8 den itibaren F. ların başları hemen hemen hiçbir direnme ile karşı laşmadan hü· kumeti idare etmişlerdir. Bunların arasında F. Michinaga [Miçinaga] ( 944 1 0 2 7 ) en önemlisidir. X II. yüzyılda i k· ticlariarını Taira ve Minamo· to'Jaıa teık etmek zoruoda kalmışlaıdır. Bununla beraber, Şogun' lar devrinde de impa­ ratorluk sarayında büyük bir rol oynamağa devam etmişler­ dir. İmparatoriçenio seçilebil­ diği beş aileden biri F. !ardır. ·

FUJ[WARA [/ucivara] , Sadaie veya Teika ( l 16ı 1 24 1 ) , Japon şairi. 1 202 y ı lın­ da Şiir Dairesi üyeliğine ge-

S.

FUJIW.AR..A

F U J I-Y A M A rinde bu dağa sık sık yer verirler. Vazolarda, küçük kutu­ larda ve başka Japon işi süs eşyalarında da F. nın resmi görülür.

FUJU - FUZE [/ucu · /uze] (Japonca = ne al, ne de ver ) , Japonyalıların Buddhist Horke iarikatının bir koluna vedleo ad. 1 595 te kurulan bu kol, 1 6 1 4 te Hı ristiyanlıkla birlikte yasak edilmiş, fakat 1876 da tekrar ortaya çıkmıştır. FUKESHÜ [/ukeıü], Japonyalı ların Buddhist Zeo tarikatının XIII. yüzyılın ortalarında bir Çinli rahip tara­ fından kurulan bir kolu. Bu kol, bir hata yüzünden sü­ rülmüş, fakat sürgün yerlerinden kaçmış olan samurai ( asılzade) )ırın bir sığınağı haline gelmişti . 1 868 de yasak edilmiştir. FI}KİEN, Çin'in güneydoğu kıyısında, Formeza ( T'ai wan ) adasının karşısında bir eyalet. Yüz ölçümü 1 20 000 km2, nüfusu 12 m ilyondur. Bu eyalet, asıl Çin'den güneybatıdan kuzeydoğuya uzanan 2 100 m yüksekliğe erişen sıra dağlarla ayrılmıştır. Bu sebeple, F. de ayrı lehçeler ge­ lişmiştir. EyaJet Min ve Kiulung ırmak lariyle gerideki top­ raklara bağlanır. Bu toprakların çayı ve keresıesi ihraç edi­ lir. Başlıca şehri Fuçu, başlıca limanlan da Amoy ve Fu­ ninğ'dir. Formeza'yı kı tadan ayıran boğ JZ F. boğazı adını taşır. •

FUKUİ - FULBRIGHT, James William FUKUI, Japonya'da Fuku i ilinin başşehri. N üfusu 1 60 000 dir. İpek dokumacı lığı merkezidir. Ağaç ve deri i ş leri yapı lır. FUKUOKA, Kyuşu adasında, Fukuoka ilinin başşehri. Nüfusu 7 1 7 000 d i r. Japonya'nın R uhr bölgesi sayılan Şi kuho'nun meıkezidir. Büyük bir hava alanı vardır. FUKUROKUCU (Japonca = talih, uzun ömür ) , sem­ bol karakterli Çin Tao tasvirlerine bağlanan Japon mut­ luluk tanrısı. Çok uzun bir kafatası olan bir ihtiyar şeklin­ de temsil edilir. Çoğunlukla yanında, uzun örnrün sembolü olan turna kuşu ile kaplumbağa vardır. FUKUSGİLLER ( Fucaceae ) , başlıca tipi Fucus olan esmer su yosunları familyası. Bu fami lya nın bi l inen yirmi alu cinsi ve üç yüzden fazla türü vardır. Talieri çok hüc reli olan bu w y osun ları nın silindir biçimli k ısımları sapla­ ra, ya s sı kısımları ise yapıaklara benzer. B u ra ller, dallı hudaklı emici köklerle kayalara yapışır. F. yumurralarla çağalırlar ; döllenme, ral in dışında ve deniz suyu içinde meydana gelir : bi rçok erkek hücreler yumurta hücre ;inin etrafını sa rar ve bunlardan biri yumuna ile biri eşineeye kadar onu dönd ü rürler. Başlıca ci n sleri : Himantali, Furus veya deniz yasunu ( varuh ) , Pelveti, S�trgas v. b. dir. FUKUŞİMA ( İng. Fukushima ) , J a p o nya'da Fuku· şima i linin başşehri. Tokyo'nun kuzey inde bir ipek doku· macı lı ğı merkezidir. Nüfusu 149 000 dir. FUKUYAMA, Japonya'da, Honshü adası ( H i roshima ili) nin kuzeyinde, Ashida delıasında bir liman şehri. Nü­ fusu 161 000 dir. Pamuk ve kauçuk sanayii vardı r. FUKUZAWA, Yukichi (ösaka 1843 - Tokyo 1901 ) , Japon yazarı v e eğiti mcisi. Eğitime liberal bir hümanizma­ nın sokulmasına karşı direnen geleneklerle savaşmış ve 1 868 de Tokyo'da Keiô üniversitesini kurmuştur. «Ji j i shim· pô• gazetesini kurmuş, eğitim konusunda eserler vermiştir. Gaku mon no su!ume ( Bilgiye giriş) gibi. FUL (Jasminum sambac, Far. Yasemin, Fr. Jasmin d'Arabie ) , Zeytingiller ( Oleaceae ) familyasının Jasminum cinsinden bir bitki türü. Bizde katmerli yasemin veya Mısır yasi'ınini de denir. Tırmanıcı bir bitkidir. Dalcıkları tüylü, yaprak sapl a rı kısa ve yukarı doğru sertçe dönük ; yapraklar karşılıklı veya üçlü, sağlam dokulu, parlak ve hemen hemen ıamamiyle tüysüz, yumunamsı elipıik veya geniş karınlı yumurta biçiminde, uçları y a iyice sivri veya ıamamiyle yuvarlak, kenarla rı tırulsız, göze çarpacak kadar damarlıdır. 3 - 12 çiçekli gruplar halinde olur ; çanak yaprakları düz ve dışarı fırlak, kenarları ıüylü .--- ----- ----­ veya bazan tamamİyle tüysüz, taç borusu 1 , 5 cm uzunluğun· da, taç yaprakları yumunamsı uzun veya yuva rlaktır. Vatanı Hindistan' dır. F. ün çiçekleri beyaz olur, fakat solunca er­ guvan laşır. Özellikle don ol· mayan m emleketle r de her za­ man çiçek verir ve açık havada bırakılabilir. Güzel, b a y g ı n. sinici bir koku yayar. Doğu L------­ F U L Hindistan'da evlerde ve tapı-

63

naklarda yerlere serpi lir, koku vermek için çaya katılır ; bi rçok türünün kökleri, yaprakları ve çi çekleri i laç olarak da kullanılır. Yurdumuzda en güzel F. ler İstanbul adalarında yeti şir.

FULAR ( Fr. Foulard ) , çok yumuşak, i nce, ekseriya desenli atlas veya gipür ( Fr. guipure) ile bi rieşebi len iptkli kumaş. Dokumasında çözgüler ham ipekten, atkılar ise yine tabii ipek veya ipek dökünıülerinden bükülmüş tiredendir. F. , elbiseli k veya garnitür olarak k ullanıldığı gibi, kravat, şal veya mendi l yapı mına da yarar.

FULBE, FELLATA veya PÖL'LER, B at ı Afrika' da, Nigeria ve Kamerun'da yaşayan bir ulus. Ful ( Pöl) dilini kul­ lanan ve F. ler ile aynı ekonomik düzende olan zenci F. ler de katı lır�a, 4 5CO 000 kadar nü· ,....,.-----�-·,....,,�= fusları vard ı r. Senegal'den Çad gölüne kadar bütün Sudan böl gesi ne yayı lmışlardır. Etnik asıl­ ları belli ol mamakla beraber, Büyük Sahra'nın zenci ve beyaz göçebelerin den antropoloj ik bakımdan farklıdırlar : boy ları 1 ,74 m, yüz çizg i leri i nce, bu­ runları düz v e ya k ı vrık (hiç­ bir zaman yassı olmaz) olup tenleri, çeşitli perdelerde ba­ kır renginden siyaha kadar deFULBE'lerden bir tip ğişiktir. Göçebe olanları, yerli Zenci köylerinde öküz v e koyun çoba n lığı ederler. Yerleşik olanlarında melezlik karakteri daha fazla ııöze çarparsa da, etni k asıllarının şuurunu hiçbir zaman kay betm ezler. Bugün büyük çoğunluğu İ s!aml ı ğı kab u l etmiş t i r. F. terin Zen ci Batı Afrika'sının tarihi ve sosyoloj isi üzerinde tesirleri büyük ol­ muş tur.

Tarih : Gelenekleri bakımından göçebe olan F. ler Senegal'de yerleşmişlerdi. X l . yüıyıl son larında içlerinden bazıları doğuya doğru göçmüş ler ve çeşitli bölgelere yerleş­ mişlerdir. Öbürleri göçebe kalmışlar ve İslamlığı kabul et­ mişlerdir. Bunlar kendi lerini Zencilerden üs t ün gördükleri ve bunların hegemonyasını kabul etmedi kleri i ç i n zaman zaman ayaklanarak efendilerinin topraklariyle sürülerini zap­ retmi şler ve Ful (Pöl) devletl:ri k urmuşlardır. B ö y lece XIV. yüzyılda meydana gelen Macina devleti, El - Hac Ömer ta­ rafından 1862 de yakılıp yıkılmış, sonr:ı Fransa tarafından alınmıştır ( 1 889 1 893 ) ; aş. yu. 1 7 2 5 re kurulan Futa · Ca­ lon ( Fe. Fouta - D j alon ) , yine Fransızların eline geçmiştir ( 1 888 1 896). Nigeri a'da 1 804 te bir Müslüman devleti ku­ rulmuş, 1 8 8 5 te İngilizlerin hükmüne girmiştir. Adamaua'da bir Ful ( Pöl) krallığı meydana gelmiş ( 1805 - 1 848 ) , kral Adama'nın ölümünden sonra Almanlarla İngilizler a rasında bölüşülmüştür. Böylece 1 901 de F. )erin bütün topraklarına Avrupalılarca el konulmuş bulunmaktadır. ·

·

FULBRIGHT [/Jflbrayı] . James William ( doğ. Sum­ mer, Mentana 1905 ) , Amerikalı politika adamı. 1945 te Demokrat Partiden senatör seçilmiş, II. Dünya Harbinden kalma stokların yabancı ülkelere satı larak elde edilecek pa­ ranın u luslararası kültürel deği şimlerde kul lanılmasın ı ön­ gören F. k a nu n u ( ı ağustos 1 946) nu hazırlayıp kabul ettir­ miş, Senato dış işleri komitesi ba�kanı olarak dış iş leri ba­ kanı Foster Dulles'ın Çin politikasına şiddetle karşı çıkmış ve Kore, Viet - nam ve Formeza üzerinde bir anlaşmaya

64

FULBRIGHT, James William - FULLER, Marie - Louis

varma şartiyle Çin Halk Cu m huriyeti ile o 1 a n ilişki lerin normalleştirilmesini i stem iştir. Fulbright burau ( tn g . Fulbright Scholarship ) : Ame­ rika Birleşik Devletleri hü­ kiimetince, başka ülkelerde öğrenim veya öğretim yapmak isteyen değerli kişi lere verilen bir burs. Bu bursun veri lme· sinin amacı, Amerikan millfti ile öteki milletierin bi rbirleri­ ni daha iyi tanıyabilmeleridi r, Burslar her yıl : ı. Dış ülke]. W. FUL BRIGHT lerde yüksek öğrenim yapmak, öğretmenlik etmek, konferanslar vermek veya yüksek sevi­ yede ilmi araştırmalar yapmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarına, 2. Amerika Birleşik Devletlerinde bu nitelikte çalışmalar yapmak isteyen yabancı ülkeler uy­ ruklarına verilir. F. bursu programlarını Amerika dış işleri bakanlığı yürütür. Bu programlardan yirmiyi aşkın ülke faydalanmaktadır. Bu ülkelerin li stesi, bir önceki programın tamamlanıp bir yenisin e başlanılması vesilesiyle her yıl değişir.

F I}LDA, Almanya'da Werra ile bir leşerek Weser ır mağını vücuda getiren bir ırmak. Uzun luğu ı 5 4 km dir.

F I}LDA, Batı Almanya ( Hessen ) da, Fulda (b. bk. ) ır mağı üzerinde ticaret merkezi bir şehir. Nüfusu 47 000 dir. Barok üsliibunda bir büyük kilisesi vardır. 744 te St. Bonifa­ tius'un bir çömezi tarafından kurulan Benedicıu sçular ma­ nastı rı, bütün Orta Çağ bo yunca süren bir ün kazanmış­ tır. ı 752 de bir pi skoposluk merkezi olan F. da 1 7 3 4 - ı803 a c a s ın d a bir üniversite de vardı. F. , dokuma ve makina endüstrilerine, kauçuk, emaye eşya, ampul ve termometre fabrikalarına, çok gelişmiş el sanatiarına sahiptir. Şehir ll. Dünya Harbinde bombardı manlarda büyük hasara uğra · mıştır.

Fl}LDA, Ludwig (Frank­ furc am Main ı 862 Berlin 1 9 39 ) , Alman yazarı. F. özel­ likle komedi yazarı ve tercü­ meci olarak Alman sahneleri nin reperıuvarındaki klasik ve FULDA : Genel görünüş v e katedral modern dramın zengin leşmesinde rol oynamıştır. Eserleri : Der Taliıman (Tılsım) [ l 8 9 2 ] ; Jugendfreımde ( Gençlik dostu) ( ı 897] ; Die Zwillingıch weı­ ler ( İkız kız k ardeş ) ( 1 900] ; Maıl wade ( M a s k a c a d ) [ 1 904] ; Herr und D i e n e r ( Efen d i i le u ş a k ) [ 1 9 1 0 ] . Moliere, Cavalo:ti, Rosıand, Beaumarchais. lbsen ve Shakes peare'den tercümeler yapmıştır. •

FULG�NTIUS, Fabius Planciades ( V I. yüzyı l ) , La­ tin g ramer bilgini ve yazarı. Afıika'da doğmuştur. E serleri :

Expoıitio ıermonu rn antiquo­ rum ( Eski kelimelerin açıklan ması ) ; De aelatibuı mundi el ho m in i ı (Dün;·anın ve insa­ nın tarihi üzerine ) ; Mytholo­ gicarum ve Mytho/ogicon libri l1l ( Mi toloj i ve m;toloj i hak ­ kında üç kitap ) ; Expoıitio Virgı/ianae continentiae ( Ver­ L . F ULDA gilius'a ait önemli açıklama ) . F. arasıra Ruspe piskoposu Fulgentius ile birleştirilmişse de, bu birleştirme bırakılmıştır.

FULHAN (flf llm ] , Londra'da. Thames ırmağının ku­ zeyinde uzanan bir semt. Nüfusu 1 2 2 000 dir. Eski bir pis­ koposluk sarayı ( XVI. yüzyıl) vardır. Sanayi ( motör, bira, duvar kağıdı. tütün ve bisküvi ) gelişmişrir. 1 67 1 de John Dwigbt tarafından kurulan seramik fabrikasının mamulleri büyük ün kazanmıştır. FULICA ATRA (Zoo. ) : bk. S U TAV UGU.

FULLA (Germen mit. ) , eski Germenlerin bir tanrı­ çası. M;rseburg büyü formülünde, F. nın, Frigg'in kız kar­ deşi olduğu söylenir. Nordik geleneğe göre i se aynı tanrı­ çanın hizmetçisidir. FULLER [fı?lir] , John (Chichester 1 878 - Falmouth ı 966), İngiliz generali ve askeri nazariyatçı sı. I. Dünva Harbi sırasında tank kullanma uzmanı olan F. , Caml-ırai üzerine yapı lan ( kasım ı 9 1 7 ) zırhlı h ücumu teşki latiandı c­ mıştır. ı 926 da İngi l i z imparatorluk Kurmay Başkanlığına kaıılmı�ıır. ı 9 > 3 te fiı li hi zmetten ayrılarak, kendini askeri yazar olarak eleştirmeciliğe vermiştir. ı 9 3 5 - 1 93 9 yıllarında Habeşistan 'da ve İspanya'da harp muhabirliği yapmıştır. 11. Dünya Harbinde, İngiliz ve Amerikan basınının en çok dikkati çeken kroni kçi terinden biri olmuştur Eserleri : Tankı in the Greal War 1 91 4 - 1 9 1 8 ( 1 9 ı 4 ı 9 ı 8 Büyük Harbinde tanklar) ( 1 920] ; War and Weıtern Civi/ization 1 8 3 2 1 93 2 ( Harp ve Batı medeniyeri 1 8 3 2 - ı932) [ ı 93 2 ] . •

·

FULLER [/If/i r ] , M a ri e - Louis (Loie adiyle tanın­

mışıır ; C h i c a g o, Fulle r s b u r g ı ı; 62 Paris 1 928 ) . Ame­ rikalı arıist. Şahsi bir dans ( yılan dan­ sı, kelebek d a n s ı , ateş dan sı ) düşün müş, dalgalı ve ha fif elbiseler üzerin· de renkli proj ek­ siyon ku l l a n m a k su retiyle gönül çe kici sonuçlar elde etmistir. Başlangıçta güçlüklerle karşı laş­ masına c a ğ m e n 1 892 de Paris ( Fo­ B e r g e r e) te lies parlak ba ş a c ı I a c k a z a n m ı ş t ı r. •

M. - L. P U L L E R

FO LLER, Marie .. İ.ouis

Uluslararası sergi de temsiller v e rmi ş ( ı 900 ) , sık sık Av­ rupa ve Amerika'da turneye çıkmıştır. Kendi kurduğu okul ile birlikıe Chaıelet ( Paris'te ti yatro) de büyük bir başanya ulaşmıştır ( 1 9 14 ) . Yeniden bulduğu ışık taıbikatı ile icadını gel i şıi rerek I. Dünya Harbinden sonra sanat alanıı:da ken dini göstermiştir.

FULLER [/lfllr] . Sarah Margarel, Marchioness Os­ aol i ( Cambridgeport, Massachuseııs 1 8 1 0 1 8 5 0 ) , A merikalı ya­ zar ve eleştirmed kad•n. New England transsendanıalistlerin den olan F. , Ralph Waldo Emerson ile birlikıe «The Dial» adlı edebi bir dergi yayı mlamış, Women in the Nineteenth Century ( X I X. yüzyı lda kadınlar) ·adlı bir kiıabında. ka­ dın lara ad alete uygun imkanlar sağlanmasını isıemiştir. He nüz kücük çocukken eski dilleri ve klasik edebiyatı okumuş, babasının ölü münden sonra da öğreımen lik yaparak ailesini geçindi rır.işıir. «New York Tribune» gazeıesinde edebi eleş­ tirmecilik yapmış, 1 84 5 te bu gazetenin muhabiri olarak Av· rupa'ya giımi ş, Marki Angelo Ossoli ile e vlenmiş, 1 8 4 8 ih tilali sı rasında i ıalya'da bulun­ duğu günlerde bu ü l ken in ba ğıınsızlığı için ııirişi len müca d�leye yardımcı olmak isıe­ miş, Roma'nın zapıedilmesin­ den sonra kocasiyle bir likıe İtalya'dan ayrılmış, Ameri ka'ya dönüş yolculuğunda, New York devletine bağlı Fire I s 1 a n d adası açıklarında, deniz kaza­ sında küçük çocuğu ve kocası ile birlikte boğulmuşıur. S. M. FULLER FULLER (fii/Jr] , Thomas ( Norıhampıon shire 1 60 8 Londra 1661 ) , İn i l i z ıarihçisi. Ö lümünden sonra yayım !an an coğrafi - birografi k ansiklopedisi kıymeıli bilgiler­ le doludur. Ba şlıca eserleri : History o/ the Holy Warre ( Haçlı seferleri r ari h i ) [ 1 64 3 ] ; The Holy Stale and the Profane Stale ( Mukaddes dev let ve dünyevi dev le• ) [ 1 64 2 ] ; History of the Worthies of England ( İngiltere eşrafı ta rihi ) [ 1 662] .

FULYA

65

başlı başına bir dil ai lesi meydana geıırır. Eskiden Brezil ­ ya'nın Pernambuco bölümünde geniş b i r alan kaplamış olan F. dil ailesi bugün Aguas Bellas şehrinde konuşulan Carnij6 dil ine sıoırlanm ı şıır .

FULTO N Uttllin ] , John ( S a i n t P.. u l, Minnesota 1 899 · New Haven, Conne c tic uı 1960 ) , A merikan fizyoloğu.

Merkezi sinir sisteminin işleyişi üzerine çal ı ş ınaları vardır. Başlıca eseri : Physio/ogy o/ the Nervous System (Sinir sis­ teminin fi zyoloj isi) [ 1 9 3 8 ] .

FULTON [ /If/l in ] , Robert ( Liıtle Briıain, Pennsyl­ vania 1765 · New York 1 8 1 5 ) , Amerikalı makine mühendisi. 1 798 de i lk pervaneli denizaltısını yapmıştır. Önre «Nau­ ıulus», sonra «Nauıi lus» adı veri len bu g e m i , çok i lgi uyandırıcı denemelere rağmen önce F ransa, sonra İngiltere tarafından redded i lmişıir. 1803 te Seine ı rmağı üzerinde bir küçük buhar lı gemi yüzdürdük­ ıen sonra, 1807 de Hudson ır· mağında « Cle ı mo n ı » adını t a ş ı y a n böyle bir gemiyi hizmete koymuştur. Bu gemi New York ve Alb;lny arasında düzenli bir şekilde iş lemiştir. R. FU LTON 1 8 1 5 te ilk Amerikan h a r p gemi sini yapmakla görevlendirilmiştir. Bu yüzen baıaryaya «Demologos» adı verilmiştir.



FULLER - MAITLAND [ lif/ir motllnd ] , John Alexander ( Londra 1856 C a rnforth 1 9 3 6 ) , İngiliz musiki ·

tarihçisi. «The Times» gazeıesine musiki eleştirmeleri yaz­ mış ( 1889 1 9 1 1 ) , Folksong Society'yi kurmuş tur ( 1894 ) . Eserleri : English Mu sic o/ the Nint!leenth Century ( X I X . yüz yıl İngiliz musikisi) [ 1 902 ] ; The Age of Bach and Handel (B. ile H. çağ ı ) [ 1 904] ; The Music o/ Patry and Stan/ord (P. i l e S. un musikileri ) [ 1 934] . ·

FULLERTON [ llfllrtln ] , Lady Ge o rgian a Char­ lotte (Tixall Hall, Staffordshiıe 1 8 1 2 - Bornemouıh 1 88 5 ) , İngi liz kadın romancısı. Lord Granville'in kızı olan F. , kocası Alexander F. ile birlikıe 1 846 da Kaıolık olmuş­ tur. Roman ları sosyal ve dini problem i erin çok sti lize edil· miş ıasvirleridir. Başlıca eserleri : El/en M iddieton ( kadın adı ) [ 1844] ; Grant/ey Manor ( G. şaıosu ) [ 1 847] ; Lady Bird (ad) [ 1 8 5 2 ] ; Li/e o/ St. Francis o/ Rom e ( Romalı St. Fraocesco'nun hayatı) [ 1 8 5 5 ] ; Too Strange Not To Be True (O kadar acaip ki doğru olamaz) [ 1 864] .

Fl}LNIO, Güney Amerika Kızılderililerinden bir oy­

mak ve bunların konuştuğu lehçeler topluluğu. Bu lehçt!eı

R. PULTON 'ın «Clermonı» gemisi

FULVIA (ölm. M. Ö. 40 ) , Romalı kadın, Mi lon'un hasını o İ an Clodius'un karısı. Sikyon ( Yunanistan ) şehrinde ölmüşıür. Cicero'ya karşı aşırı d�recede kin gütmüşıür. Daha sonra Marcus Anıon ius ile evlenmişse de, Marcus Anıooius onu terk etmiştir. F. , Ocıaviu�·u Marcus Anınnius'a karşı kışkırımış ve 4 1 de Perusia savaşının çıkmasına yol açmıştır.

FULVIUS FLACCUS Uttlvius /lqkkus], Quintus (ölm. aş. yu. M. Ö. 201 ), Romalı general. Capua'yı kuşat· mış- ve almıştır ( 2 1 2 2 1 1 ) . ·

FULVIUS NOBILIOR, Marcua (M. Ö. II. y üzyıl ) , Romalı �onsul. 189 da Aiıolia Birliği ile savaşmış, Ambrakia ( Epeiros ) yı zapteımi�ıir.

FULYA ( Lat. Narci ssus j onquilla ) , Nergisgiller ( L at. Amaryllidaceae) famil y ası nd a n, Amaryllis cinsinden çok zarif ve dayanıklı bir bitki türü. Boyu 50 cm kadardı r ; sapı ile yaprakları aş. yu aynı uzun luktadı r ; yaprakları parlak koyu yeşi l , çok dar ve sazımsıdır ; bir sapıa 2 - 4 yaprak bulu­ nur. Çiçeği güzel k okuludur. Sı lindir biçimli taç borusu zarif ve u ıun ( 1 , 5 ,m) olup yeşilimsi sarıdıı. Tacı �ok kısa

66

FULYA - FUNDA

(2 cm den az) , kadeh biçiminde ve sarı renk· li olup yaprak kanaılan ıırtıllıdır. Erkeklik or· gaoı ve boyuncuk biraz dışarı çık • kn r . Vatanı Güney Avrupa ve Ak­ deniz ülkeleridir. Bk. NERGiS ve ZERREN FULYA BALICI (Myliobatis aquila, Fr. Mourine) Köpek balık­ ları türünün Fulya balı· ğıgiller (Myliobatidae) familyasından bir balık türü. Uzwıluğu ı, ı,52 m olup kamçı gibi uzun kuyruğu altında, kuyruk sokumundan çı­ kan testere biçimli ke­ mikten bir uzantısı var­ dır. Çarpınca yaralar. 6 7 yavru doğurur. Akdeniz, Atiantik ve Avustralya denizlerinde yaşar. Suda uçar gibi gittiği için bazı batı dillerinde su kartalı ( Fr. aigle de mer) adiyle tanınmıştır.

FUNCHAL'dan bir görünüş

F U L Y A

FULYA BALICIGİLLER ( Mylio':- atidae) , Omurgalı lardan Balıklar sınıfının Köpek balıkları türünün Örtülü omurlular (Tecıospondyli) alttakı m ına giren bir familya. Göğüs yüzgeçleri büyük, enieri boylarından geniştir. Kuy­ rukları kamçı biçimindedir. Sırt yüıgeçi bir tek olup diken­ lidir . Fulya bal ı ğı (b. bk. ) türü tanınmıştır. FUM · EL · GERZA, Cezayir'in Baına departmanında , Biskra'nın batısında, El · Abyad vadisinde bir yer. Burada. ı s 000 hektar toprağın sulanmasım sağlayan, 35 milyon m3 su toplayan bir baraj ve bir yeralu hidroelektrik sa n tralı vard ı r .

FUN veya FUNG, ticaret re kullanı lan bir Japon tar­ tısı. ıo rin = ı F. = 0 , 3 7 5 gr ; ıo F. = ı Mo ( momme) . FUNABASBI [fımabaıi]. Japonya' da, Honshü (Honşu) adasında. Chiba (Çıba ) ilinde, Tokyo körfezinin kuzey kıyı­ sıoda bir şehir. N üf usu 1 14 900 ( ı962 ) dür . Sanayi bakımın­ dan zengin bir yerdir. FU - NAN, Çin Hindistanında eski bir lj mer krallığı.

Il. yüzv ı l ( ? ) dan M. S. IX. yüzytl başlarına kadar Tonle

Sap ile güney Mekong bölgeleri arasında hüküm sürmüştür. Kambodia ( Kambuj a) pre o sl ı ğinin önce metbuu, VI. yüz­ yılda i se vasalı olan F. krallığı , IX. yüzyılda Angkor hü­ kümdarları tarafından kendi ülkelerice katılmıştır.

FUNCHAL [/urıql] , Poııekiz'e bağlı Madeira adasıo· da bir şeh i r, Madeira adasının başkenti. N ü f usu 39 000 ( 1 962 ) dir. Kral Maooel üslubuoda bir ka ı edrali vardır. Önemli bir liman olup tanınmış bir turizm m erkezidir.

FUNCİ'LER, XVI. yüzyılda , Nil'in bir kolu olan Gök Nil ( Bahrü'l - Az r ak) in sol kıy ı s ı nda bir imparatorluk kurmuş ve Nubya'lı birçok kabilevi hakimi yeti altına almış olan bir Nil kavmi. F. ler , Habeş leıle çok karışmış melez zencilerdir ve Müslüman olmakla birlikte bir sürü feıişizm uygulamalarına bağlı k a lmı ş lardı r. XVIII. yüzvılda bir Ha­ beş ordusunu bozguna uğraımışlar, ı830 da Mısır'ın hakimi­ yeti altına girmişlerdir. FUNCK BRENTANO [ fufl k br eranç }, Frantz (Luxemburg 1862 · Paris 1 947 ) , Fran sız tarihçisi. Zarif ve güçlü bir üslupla bi rçok tari h e seri yazmıştır : Legendes el ar(hives de la Eastille ( Bastil­ l e kalesi lej anıları ve arşivleri ) [ 1 898 ] ; Le drame des poisons (Zehir fac i ası) [ 1 899] ; L'a/ /aire du (o/lier ( Gerdanlık olayı ) [ ı 901 ] ; L'andtnne France : le Roi ( Eski Fran sa : Kral ) [ ı 9 1 2 ] . •

·

FUNDA ( Lat. Erica, Fr. B r u y e r e ) , Fuodagi l· ler fami lyasından bir bitki cinsi. Çoğu Güney Afrika'· da bul u nan 500 ü a ş k ı n türü F. FU N C K . BRENTA.NO vardı r. Makilerde ve çorak yerlerde yetişi r ; ancak bir türü nemli toprakları sever. Bun­ lar, yarı ağaçlık veya ağ�ççıklardır, ağaçlaştıkları seyrek görülür. Dar ve u zun, gittikçe sivrilen, çoğu zaman sık halka düzenli, yaz kış dökülmeyen yaprakları, canlı renkli, demet düzeninde dörtlü çiçekleri, bu çiçeklerin de çan, or­ tası şişkin testi veya silindir biçimli taçları ve sekiz erkek­ lik organı vardı r ; içi göz göz kapsüllü bir yemiş verirler. Birçokları süs bitkisi olarak kullanılır. Baş lıca türleri : Güney ve güneybatı Avrupa'da yeti­ şen Erüa (inerea'nın pembe veya m en e kşeye çalan çiçekleri vardır. Yeşilimsi çiçekli özel bir tür olan Eri(a uop.ıria, 2 . 3 m yü k sekl i ğe kadar varır ve süpürge yapımında kulla· nılır. Korsika ve Cezayir'de bunun köklerinden pipo haz· nesi yapılır. Ağaç hal i n deki F. nın odun u kızıl renkte olup ciliya elverişlidir. Akdeniz ülkelerinde, Kafkasya'da ve Doğu A.frıka'da yetişen E•ira arborea, d a l l ı budaklı bir çalı veya boyu 1 5 20 m ye varan bir ağaç ş eklinde olup piramit biçimli, güzel kokulu beyaz çiçekler verir ; bunun keı estesi (bruyer ağacı) mobi lyacılık ıa kul l anı lı r . ·

FUNOA

FUOCO,

Çürümüş F. yaprağı, sa pı ve çiçeğinden oluşmuş F. toprağından çiçek bahçeci liğinde yararlanılır FU NDA SIÇANI ( Lat. Ocıo· don degus ; Şili'deki adı : degu ; Fr. Ocıodonıe de Cumming veya degus ) , Kemiriciler ( Roden ıia ) takım nırı Seki zdişligiller (Ocıodon ıidae) famil­ yasından, Güney Amerika ( Şili ve Peru) da bulunan, fareye benzer bir kemirici. Azı dişleri 8 bi çiminde mine kıvıımları gösıerir : Adını bu özelli kten almıştır. Çok sayıda yavru yapar. Boyu 1 6,5, kuyruğu 10 cm dir. Ocıodonıidae familyasının örnek ıipini ıeşki l eder. FUNDA TAVUCU (Cathetu­ rus larhami ; Fr. Talegalle ) , Tavuk­ sular ( Galliformes ) takımının İri ayaklıgiller ( Megapodi idae) familya­ FUNDA : a. Alt yap­ sından oldukça büyük, kara tüylü, rakçık, b. Çiçek, c. kafası ve bovnu kı smen çıplak ve Başçı k göz alıcı şekilde renkli bir kuş. Uzun­ luğu 80 cm d ir. Yeni Gine'de ve Avustralya'nı n kuze yinde yaşar. Bu grupa gi ren bütün kuşlar gibi, kuluç­ kaya yaımazlar.

( Lar. Ericaceae) , Ericales takımından, büıün FUND A SIÇANI yer yuzune yayı lmış 1 300 türü b u I u n a n bir bitki familyası. D ö r t ı e uçun­ den fazlası Güney Afrika'da yetişir. Bunlar, çiçeklerinde eıkeklik ve dişilik organları birarada bulunan ve birbirin­ den çok f a r k l ı büyüklükte olan, kış yaz yaprak dökmeyen FUNDA TAVUGU çalı, yarı ağaççık veya ağaç­ çıklardır. Birçok F. süs bitkisi olarak kullanılır : Funda, Azalea ( açelya) ve Rhododendron ( kaımerli zakkum) cinsleri gibi. FUNDACILLER

FUNDUKİSTAN, M. S. VII. yüzyılda Afganistan'ın güneyinde kurulmuş olao bir Buddhist manasıırı. F. da bu lunan resim ve heykeltıraşlık eserlerinde İran ve Hindistan erkisi göze çarpar.

FUNDY [ /q ndi ) , Kanada'nın güneydoğusunda, 300 km uzunluğunda ve 300 m derinliğinde bir körfez. Gelgirin burada gösıerdiği kuvvet (normal yükselme l O - 14 m, mak­ simum 2 1 m) ve bunun erozyon erkisi ile ün kazanmışıır. Gelgit gücünden faydalanan bir elektrik fabrikası vardır. Başlıca limanı St. }ohn'dır. FUNGI

( Bot. ) : bk. MANTARLAR.

FUNG'LAR, Nubya (İngiliz - Mısır Sudanı ) da bir· çok kabilelerio meydana getirdiği bir topluluk. Bunlar Ak Nil kıyılarındaki Sulluklar veya onlarla aynı ırktan olan yarı zenci kavimlerdir. F. ların ranınmalan, XV. yüz­ yılın sonuna doğru doğu Sudan'ın önemli bir kısauru zap-

67

Maria Srambilla, Softa

termeleri ve Sennar sulranlığını kurmaları ile başlar. F. hükümdarları, kabilenin büyük leri ile Sudan Araplan ara­ sında akrabalık kurarak menşelerin i Araplara kadar götür­ müş ve bununla da övünmüşlerd ir. Buna rağmen hüküm· darların çoğunun adları Arapça deği ldir. Senna r sulıanlığı­ nın kurucusu Arnara Dunkas 1 505 ten 1 5 34 e kadar hüküm sürmüştür. F. sülalesi 1789 a kadar devam eımiş.ı ir. 1 789 dan sonra hükümdar lığı Hamac kabilesi ele geçirmiş ve Mısırlıların buraları zaprettiği tarihe kadar saltanat Hamac' ların elinde kalmıştır.



F. sulıanlığının sınırları XVIII. yüzyı lda, kuzeyde üçüncü şelaleden güneyde Gök Ni l üzerindtki Fazogli'ye, doğuda Kızıldeıı iz'den baııda Ak Ni l'e ve Kordofan'a ka­ dar uzanıyordu. Bu aıazi doğrudan doğruya Sennar hüküm· darlarının idaresi alıında o l up, yalnız F.ızogli ile Kuzey Sudan'ın özel reisieri vardı . Bunlar F. un cizyf'güzan idiler. F. lar sultan lığı kurmadan Müsl ümanlığı kabul ermiş oldukları halde, puıperesı adeılerini muhafaza etmi şlerdir. Arapça yalnız yüksek tabaka arasında konuşulmaktaydı. Şimdiki F. lar Sennar eyalerinin zenci ahalisinden iba­ rettir. Dar Fung deni len toprakları doğuda Habeşisıan sınırından baııda Ak Nil'e kadar u zanır. Şimdiki F. ların şeyhleri eski F. sülalesinin ahfadındandır. Bu sultanlık en yüksek devrinde bile medeniyeıçe pek ilerleyememiş, hükümdarlarının İslami i limlerle i lgisi, saray­ Iarına birkaç Arap bi lginini davet etmekren ileri gideme· mişıir. FUNGUS (çoğulu :

Fungi) [ Bor. ] : bk. MANTARLAR.

FUNK, Casimir ( Varşova 1 884 · Albany, New York 1 967 ) , Alman biyokimyacısı. Kepeği çıkarılmış pi rinçle bes­ lenme neticesinde vücut için lüzumlu bir maddenin noksan kalması yüzünden beriberi hasıalığının meydana geldiğini, bu hastalı k üzerinde 1 9 1 2 1 9 1 3 yıllarında yapıığı incele­ meler sonunda ortaya ko 7muş, bu maddeye «vitamin» adı verilmiştir. Vitamin eksikliği nden doğan h• sıalıklar (aviıa­ minoses ) , korurıma çareleriyle tedavi yolları üzerinde pek çok çalışmaları vardır. Başlıca eseri, Die Vitamine (Vita­ minler) [ 1 924] dir. ·

FUNK, Walte r (Tra­ kehnen 1 890 Düsseldorf 1 960 ) , Alm1n iktisaıçısı ve politikacı­ sı. 1 937 de Alman Reich'ı i k­ tisat bakanı, 1 9 39 da ise ek görev olarak Reichsbank baş­ kanı olan F., harp maliye ve ekonomisinden sorumlu turu larak Nürnberg mahkemesi tarafından ömür boyu hapis ce­ zasına çaıpıırılarak S panda u'· da hapsedilmiş ( 1946 ) ise de, 1957 de serbest bırakılmışur.

W.

F U N K

FUNTUMIA (yerli dildeki adı : o/ımtum ) , kauçuk veren bir ağaç. Kamerun, Gine ve Fildişi Kıyısında yeıişti· rilir. Apocynaceae familyasına bağlıdır. F. nın boyu 20 - 30 m dir. Deniz çam (pin maritime) larından yapıldığı gibi, kabuğu yarılarak kauçuk sıvısı elde edilir. FUOCO [/uçko] , Maria Brambilla, Sofia ( Milano 1830 Caraıe Lario, Como 1 9 1 6 ) , İtalyan dan sözü. Sanat hayatına henüz on beş yaşında iken Gisel/e bale�iyle atılmış, Paris operasında iki yıl çalışmıştır. Bütün bir varyasyonu ·

68

FUOCO, Maria Srambilla, Sofia - FURGON

topuklarını yere değdir meden başarabilir, parkurda baş döndürücü bir hızla dönerd i . Mesleğinin en yüksek başarısını Calarirta ou la /ille du bandil ( C. veya haydutun kızı ) balesi ile kazanmıştır.

FURETIERE [/üriJ f' ]. Antoine ( Paris 1 6 1 9 Paris 1 688 ) , Fransız yazarı. Le Ro,an bourgeois ( Burj uva roma nı) [ 1 666] adlı eserinde. adiiye dairesi ile küçük burjuvazinin tutumunu tasvir eder. Eısai d'un dictionn:zire universe/ (Ge nel bir sözlük denemesi ) [ 1 684] adlı eseri, akademi üyele· rinin hazırlamakta oldukları sözlükten önce çıkmıştır. Bu eserleri, 1 662 de seçilmiş olduğu akademi üyeliğinden çıkarılmasına sebep olmuştur. F. , buna birtakım yergilerle ce vap vermiştir. Modern ve eski Fransı zca keli melerle ilim ve sanat terimlerini kapsayan DiCiionnaire universel ( Genel sö,Jük) [ 1 690] adlı eseri, ölü­ münden iki yıl sonra Hollan· da'da yayımlanmıştır. ·

FURGAÇ, Ahmet Iz zet ( Nasliç, Manasıır viliyeıi

1 864 - Istanbul 193 7 ) , ma reşa I . Görice mutasarrıfı H a y d a r A. FURETI�RE Beyin oğludur. 1 878 yı lında Manastır idadisine girmiş, 1 8 8 1 yılında Harbiye Mekıebine ya­ zıl mıştır. 1 884 yılında Harbi­ ye'yi b i rineilikle biri rmiş ve erkan - ı harbiye sınıfiarına ay­ rılmışıır. 1 887 de erkan-ı harbiye mekıebini tamamlayan Ahmet İzzet, kurmay yüzbaşı olarak Golız Paşa (b. bk. ) nın maiye· tine veri l miştir. 1 89 1 de kıta staiı için Almanya'ya gönderi l · miştir. İki yıl Almanya'da k a l· mış ve staj ı n ı Kaiser'i n Husar s ü v a r i alayında yapmıştır. A. İ. FURGAÇ Almanya'dan döndükten sonra, Suriye ve Filistin'in muhtelif yerlerin de görev almış ve yeni askerlik kanununu tatbik eııirmiştir. 1 3 1 3 ( 1 897 ) Dömeke ve Çatalca muharebelerinin plan­ larını hazırlamakta büyük emek sa rf etmiştir. Ancak, kazandığı basanlara raAmen Abdülba 'll i t tarafından fazla bir i lıi fata mazhar olmamıştır. Fikirleriodeki hak duyguları dolayısiyle Abdülbamid'e j urnal edilmis ve damgalanmışıı. Verilen jur nallardan ötürü sorguya çeki lmiş, verdiği cevaplar padi şah tarafından incelenmiş, bu yüzden de Şam redif fırka (tümen ) sına verilmek suretiyle Istanbul'dan uzaklaşıırılmıştır. 1902 yılında Havran'da Cebel Druz fevkalide ko­ mutanlığına ve 1 903 yılında da Yemen'deki bir i syaoın bas· tınlmasına gönderilmiştir. 1 90 5 yılında mirliva (tuğgeneral ) lığa terfi ettiri fmiş ve Yemen'de 3,5 yıl kalmıştır. Trabulusgarp harbi esnasında yine Yemen'de isyan eden İmam Yahya'yı tedip maksadiyle Yemen' e gönderilmiş­ tir. Ahmet İzzet Paşa, İmam Yahya ile imzaladığı bir an­ laşma ile uzun süre bir sükünet devri açmıştır

ı

Balkan Harbinin felakeıli devresinde ve Balkan harbi­ nin 2. safhasında ordunun idaresini eline a l a r a k Osmanlı O rduları başkomutanı olmuştur. Mahmut Şevket Paşa (b. bk . ) n ı n katlinden sonra harbi ye oazı ı l ığına tayin edi lmiştir. Enver Paşanın harbiye nazırı olmasının i stenmesi üzerine evine çekil · m i ş v e i k i y ı l evirı de oturmuştur. I. Dünya Harbine girmemize taraftar değildi. Bu yüzden başlangıçta görev almamışsa da, 1916 da Kafka s et pbesi I l . Ordu kumutan lığına ve bunda n sonra da Kafkas Orduları Grupu komutanlığına getiri lmiştir. Rusya'da Bolşevik ihıilıilinin çıkması üzerine bu cep­ hede muhartbeler önemini kaybetmiş ve Ahmet İzzet Paşa, Sad raıam Talat Pdşa i le birlikte Brest Litovsk barış müza­ kerelerine katı lmıştır. ·

I. Dünya Harbi yeni lgi ile bitip m�mlt ket her yan­ dan işgale uğrayınca ve Talat Paşa da i stifa edip İııi h l ! ve Terakki iktidardan düşünce, yen i padişah V I . Mthmed ( Vah­ deddin) i n ısıarı ile harbi ye nazırlığı uhdesinde olmak üze­ re s1drazamlığı kabul etmi �ti. Damat Ferit Paşamn Mondros müıarekesini imza edecek heyete başkan yapılmak i stenme si ve padişahın bu konuda ısrarı. kabi nede bulunan İııihatçı ba kanlardan maliye nazırı Cavit Beyle Ali Fethi ve Havri beylerin uzak­ lasıı rılmalarını eecldetmesi üzeri ne bu görevden istifa eı­ misıir. 1 9 mayıs 1 9 1 9 da Mu�tafa Kemal Paşa Samsun'a çık­ uğı gün Ferit Paşanın ikinci kabinesinde vükeli meclisine me· mur edilen Ahmet İzzet Paşa, sandalyesiz nazır ol musıur. Fakat bu tayinden memnun olmamış ve bunu beli rımişti. Tevfik Paşa üçüncü defa sadrazam ol unca Ahmet İzzet Paşa, bu kabinede haı biye nazırı olmuştu. Bu sırada I. İnönü zaferi kazanı lmıştı. Ank ara'da Milli Hük ü met kurulmusıu. Ankara ile Istanbul arasındaki anlaşmazlığı halletmek üzere, Ankara'va iki I stanbul nazırını n gönderi lmesi kararlaşınca, bu görev Ahmet İzzeı Paşa i le bahriye nazırı Salih Paşaya veri lmişti. Bi leci k'te Musıafa Kemal Paşa ile gör üşen iki nazrr, Mustafa Kemal Paşa ta rafından Ankara'ya götürü). müşlerdi. Bir süre Ankara'da mi safi r edi len nazırlar, Isıan­ bul'a dönmek isterlerken, l ;tanbuldakiler de bu durumu me· rak ediyorlardı. Ahmet İzıet ve Salih paşalar Ankara'dan dönüşte görevlerinden istif.ı. edeceklerini vadederek ayrı lmıs· )ardı. Fakat I sıanbu l'a dönüşlerinde bu imkanı bulamamış­ lardı. Ahmet İzzeı Paşa, memleketin değerli bir komutanı ol­ ması itibariyle Mi lli Mücadeleye diğer arkadaşları gibi zama· nında katılabil i r veya Anadolu'da oturma yı ıercıh edebi lirdi. On un Istanbul'daki hizmeti kendi vasfı ile müıena�ip değil­ di. l sııanbul'da kalmak istemesindeki ısrar ı, askeri ve siyasi hayatını gölgelemişıi.

Ahmet İzzet Paşa, nazik kibar, vatansever ve mert bir askerdi. Emeklilik bayatı büyük bir geçim zorluğu içinde geçmiştir.

FURGON (Fr. Fourgon ) , yolcu yüklerinin konulma­ sına ayrılmış kapalı vagon. Trenin baş tarafında, tender ile lokomotif arasında, ani bir durmadan veya bir çarpışmadan ileri gelebi lecek serı sadrneleri yumuşatmakla görevli bir şok F. u bulunur. Şeftren ( Fr. chef de ırain = tren amiri) bu F. da durur. Eskiden tren lerin aıkasına da geridf'n gele­ bı lecek sadrneleri yumuşatmak i ç i n b ; r F. daha konulur, bu frenci ) bulunur ve F. da bir ga rdfren ( Fr . garde frein tehlike anında daimi fren düzenini işltıen kolu çevirirdi. ·

=

69

FURGON - FURON, Raymond Böyle bir frenci bugün özel· likle yük tren lerini n son va­ gonlarında bulunur.

Eserleri arasında 1 909 Meclis - i Mebusanına iıhaf edilmiş Hürriyet marır, orkestra için Tüı-k marır, piyano için Türk rapıodiıi, Mevleviler ve Niıaburek başlıklı parçaları, Ayın on dördü ve Bebek gibi türkü düzenlemeleri ilgi toplamışıı.

FURIA'LAR ( Lar. F u­ riae ) , Roma mitoloj isinin ga­ zap

öc ıanrıçaları. Rol leri,

FUR'LAR, eski İngiliz - Mısır Sudanının batıdaki eyaJet l eri nden biri olan Dartur ( b. bk. ) da yaşayan bir zenci u l u �u. Hayvan yetiştirirler. Tarım ve endüstri hen üz iptidai­ dir. Dericilik ve demi rcilikıe kab : liyeıleri vardır. Sayıları 800 000 ( ı 954) dir.

Yunan lıl arın Eri nys'lerininki­ nin aynıdır. Bk ERİ N YS'LER. ve

FIJRIUS, Marcus Bi· baculus, Cremona'lı şair. Va­

FURLONG [/lri"V] . İngiltere'de kullanılan bir uzun ­

leri us Caıo'nun ö ğ r e n c i s i, Caıu l l us'un dost u, Caesar'ın ve F U R I A Ocıavianus'un çağdaşıdır. F. un en kud retli tarafı, alaylı ve yermeli şiirlerinde görülür.

FURIUS CAMILLUS [furiuı kamil/uı] . Marcus . ( M. Ö. V. yüzyıl soııu · as. yu. 36 5 ) . Romalı general. Eırusk· larla savaşmış ve Vei i 'yi zaptermiştir ( 396) . Hayat hika­ yesitfsanelt şmişıir. Oğlu general Lucius ( M. Ö. IV. yüzyı l ) . sonradan mahmuzlarının şekli Roma h i tabet kürsülerine biçim verecek olan Latin gemilerini tahrip ettikten sonra Antium'u zapteımişıir. FIJRKA BOCAZI, İsviçre Alplerinde, yukarı Rhône vadi si ile Urseren (Reuss) vadisi arasında, 2 436 m y üksek

luk ö lçüsü = 20 ı , 1 7 m (40 pole, 220 yard veya 660 feet) . 8 F . = 1 mil.

FURNEAUX [ /�r n�] ADALART, Tasınanya'ya bağlı

takıınadalar. Bass boğazı n ı n ağzında ve doğu ıarafındadır. Flinders. Barren ve Clarke adalarından meydana gelen F. A. , İngiliz denizeisi Tobias Furneaux tarafından keşfedilmiştir ( ı 773 ) . Koyun yeıişıiri lir.

FURNES (Coğ. ) : bk. VEURNE.

FURNESS [ f�rn iı] , Morecambe Bay kıyısındaki Lon­ ca shire kontluğuna bağlı bir yarıınada. Burada bakır cevheri ve arduvaz tabakaları vardır. F. 1 1 27 de kurulan ve bugün hili kalıntıları görülen Ci sıercien manasıırma izafeıle bu adı a l mıştır.

FURNIVALL [f�rnivl/] , Frederick James ( Egham, Sur ı ey 1 8 2 5 Londra 1 9 ı O ) , İngi liz filoloğu Eski İngi lizce m�tinlerin yayımianınasında çığır açmış olan F. , Early En­ g l i sh Text Society ile Chaucer S )cietv'nin kurucu �udur. F. , ayrıca. New Engliıh D ictio n ary 'nin yazarları ndandır. ·

FURON [/ürq] , Raymond ( doğ. Beaumont - le Ro­ ger, Eure ı898 ) , Frans ı z j eoloğu. Par i s Fen Fak ültesini bitird i kren sonra Paris Tabii İ l i m ler Milli Müzesinin j eolo j i laboratuvarında asi stan l ı k ermiş ( ı 92 ı - 1 92 2 ) , Afganistan'da incelemelerde bulunmuş ( 1922 ı925 ) , Afganistan'ın j eoloj isi konusunda b:r doktora tezi vermiş ( 1 926 ) , Fransız Baır Afrikasında j eolog olarak çalışmış ( ı 927 - 1 928 ) , Fkvator Afrikasında j eoloj i ve madenci l i k konularında araştırına lar yapm• ş ( 1 930 - 193 1 ) , Tahran Üniversitesinde j eoloj i p rofe­ sörlüğünde bulunmus ( 19 3 5 - 1 9 3 7 ) ve Fransız Ginesinde maden araştırmaları yapan bir heyete başkanlık ermiştir ( ı 94 1 - 1 942 ) . Fas, Tunus ve Portekiz'de bulunmuş ( 1 942 1 960 ) , bu arada Tü rkiye'de hidroj eoloj i konusunu incelemiş ( 1 9 5 1 19�2 ) , 1 9�6 da Denizaşırı İlimler Akademisi (Aca­ demie des Sciences d ' Outre mer) üveliğine, 1 961 de de Fransa }eoloj i Kurumu başkan lığına seçi lmişıir. 1 96 1 den beri Paris Fen Fııkültesi j eoloj i k ürsüsü profesörüdür. ·

F U R K A

B O G A Z I

liğinde bir boğaz. Trafiğe elverişli bir kara y olu bulunan bu boğazın altındaki bir rünelden Furka Oberalp dağ treni geçer. •

FURLAN DİLİ, Friuli ' de kullanı lan bir Yeni Latin dili. Kuzeydeki Karn lehçesi ( Karnisch) i le ova lehçeleri ne ayrı lır. FURL� NI, Enrico ve­ ya Hen ri (aş. yu. 1 870 . aş. yu. 1 9 4 0 ) , İtal v alı piy�nist ve

besıeci . Hayarı n ı n büyük kıs­ mını Istanbu l'da geçirmiş, pi­ yano için Toccaıa'siyle 1 886 da mi llerlerarası Paris yarışma­ sınd:t ı. armağan kazanmış, Milli ün baş l ı k l ı marşını ı 932 yılı eylülünde D o l m a b a h ç e sarayında verilen özel bir kon­ serde Aıaıürk'e dinletmişıir.

E.

F U R L A N I





Baslıca eserleri : L' Afghaniııan ( Afganistan ) [ 1 926] ; Comribuıion a l'etude geologique et geomorpho/ogique de I'Afghaniılan (Afganistan'ın j eoloj ik ve j eomorfoloj i k ince­ lenmesine katkı) [doktora tezi , 1 926] ; La Perıe ( İran ) [ 1 937 ; Türk. çev. Galip Kemali Söylemezoğlu, 1 94 3 ] ; Inıroduçtion a la glologie el a /'hydroglologie de la Tur­ quie ( Türkiye j eoloj i�ine ve hid roj eoloj isine giri ş ) [ ı 9�3] ; Manuel de prehiıtoire genera/e (Genel tarih · öncesi el ki tabı ) [ 1 956] ; . La pa/eoglographie (Eski coğr a f ya ) [ ı958] ; Le probleme de /'eau danı le monde ( Dün yada su problemi) [ ı 963] ; FoJJileı vivanleJ (Yaşayan fosil ler) [ ı 966} ; La Terre esi · elle une mine in lp u i.rable ? ( Yer tükenınez bir ınaden ocağı mıdır ? ) [ ı 967] .

70

FURPHY, Joseph

FURPHY [/Ir/i] , Joseph (ıakma adı : Tom Col­ lins ; Yarra Glen, V i cıoria 1843 Cloremonı, Queensland 1 9 ı 2 ) , Avustralyalı hika1eci. Baş larıgıÇta yol ameleliği, çi ft­ ·

çiıık, yün rücc a r l ığr yapmış

olan F.

,

ş i i r ve h a k i k a t i

karış­

urarak realisı bir şekilde öküz çobanlarının hayHını tasvir etmiştir. Surh is Li/e ( Hayat böyledir) [ ı 903 ] adlı eseri günlük şeklinde yazılmıştır. Bu eserde eski zamanlar tasvir edi lmiştir.

F\• RTUM ( la ı. ) , esk i Roma hukukunda : yabancıya

ait taşınabilir bir eşyanı n izinsiz a l ınma�• ; sonraki anla mın· da : hakkı olmadığı halde bir eşyanın maliki tavrı takınma. İusıinianos tarafından eşva hırsızlığı, kullanma hırsızlığı, mülkiyet hırsızlığı Cfurtum rei , usus, po•sessionis) olmak üzere üçe b'il ünmüş olup hı rsızlık, emniyeti kötüye kullan­ ma ve aldatma vakıalarını kapsar.

FURTW ANGLER [/1frlvenglir ], Adolf ( Freiburg im Breisgau ı 8 5 3 · Atina ı907 ) , Alman arkeoloğu. ı 878 1 879 Olympia kazı larına katılmış, Berlin müzeleri müdür yardımcısı olmuş ( 1 88 0 ) , München Üniversitesi profesörlü· ğüne ve bu şehirdeki antik eserler koleksivonları müdütlü· ğüne geti ri lmiş ( ı 894 ) . Aegina, Amyklae ve Orkhomenos'ta kazıla ra girişmiştir ( ı9oı - 1 907 ) . F. , en eski Yunan mede­ niyeti devirlerinin aydıolaulmasına katkıda bulunmuş, dak· tilioloj i ( üzerleri kazılmış eski değerli taşlar bilgisi ) yi ye­ niden canlandırmış ve M. Ö. V ve IV. yüzyıllar heykelci· Jiği tarihi üzerinde birçok yeni görüşler kazanmıştır. Mo· dern «eser kopyeleri eleştirmeciliği» ve «ş1heserler araştır· macılığı» nın kurulmasında F. öncülük etmiştir. Başlıca eserleri : Mykenische Vasen (Mykenai vazoları ) [ ı 886] ; Mtisterwerke der griechischtn Plastik (Yunan heykelciliği. nin şaheserleıi ) [ ı893] ; Die antiken Gemmen ( Eski kazılı taşlar) [ 3 cilt, 1 900] ; Grierhis ch 1 Vasenmalerei (Yunan vazo resimci liği ) [ ı 900] . FURTW ANGLER [/1frtvenglir] , Wilhelm ( Berlin 1 886 - Ebersteinburg sanatoryumu, Baden Baden 1954 ) , Al· man orkestra yönetici si ve bestedsi. 1 9 ı 5 te Bodanzky'nin yerine Mannheim Operası mü· dürü, ı 920 de R. Strauss'un yerine Berlin Devlet Operası orkestra konserleri yöneti c isi, 1 922 de A. Nikisch'in yerine Ber­ lin Filarmonisi ile L e i p z i g Gewandhaus orkestrasının yö­ neticisi olmuş, iki dünva haı bi arasında Almanya'nın en önem· li orkestra yöneticisi olarak tanınmıştır. Plaklarla tespit edi lmiş olan Beethoven, Schu­ mann, Bruckner ve Brahms yoru ınları, romantik bir anla· W. FURTWANGLER yışı yansıtır. ·

FURUGUDDİN, Muhammed Mehdi ( doğ. Tebl'iz 1808 ) , İran'lı şair. Küçük yaşından başlayarak büyük bir öğrenme ·i sıeği ile meşhur şabsiyeı l erin, bu arada hükümdar

ailesinden Ferruh ( Firdevsi'nin Şehname'sindeki Feridun'un likabı) mahlisı ile şiirler yazan Feridun Mirza'nın hizme· tinde bulunmuş, bu sebeple Furug i Ferruhi unvanını al mıştır. Tahran'da devlet işlerinde önemli görevlerde bulu­ nan F., Arapça ve Farsça şiirlerini Tezkiratii'l 1e ba b ( Genç· lik hatıraları ) adlı eserinde toplamıştır. ·

-

FUST, Johann

FURY (fyifri] ve HECLA [h�kli] BOCAZI, Arkıi k Ameri ka'da, M:lvi lle yarı madası ile BuHinland arasında bir boğaz ( sund ) . 1 8 2 2 de Parry tarafından ke� fedilmiştir. Fl)SA ( Laı. fundere = saçmak ) {Mus. ] , ölçek li yazı ( b, bk. ) 'da semiminima'nın yarısı veya üçte biri değerinde bir noıa i şareıi. X VI yüzyılda yerini sekizlik ooraya bırak­ mıştır.

FUSAN, Kore'deki Pusan limanının Japonca adı. Bk. PUSAN.

FUS�RO, güney İtalya' da. Naı:oli yönetim bölgesinde, Cumes ( lat. Cumae) yakınında, iki kanalla denize açılan bir deniz kulağı. İ stiridye yetiştirmede kullanılır.

FUSCH (fuı] VAD İ S İ (Alm. Fuscher Tal ) , Avus­ ıurya'da, Yüksek Tauern'lerde, Salzack'ın sağ yanında bir vadi. Uzunluğu 24 km olup, Bruck'ta denizden yüksekliği

F U S C H

V A D İ S İ

752 m de sona erer. F. V. , Glockne-r caddesinden başlayarak Fusch köyü (807 m ) , Perleiten (ı ı 5 0 m ) , Fuscher Törl ( ı 230 m) ve Hochtor (2 575 m ) üzeri nden Yukarı Möll'­ deki Heiligenblut'a ulaşı r. Sağ yandaki bir vadide maden suyu i l e meşhur Bad Fusch ( ı 230 m) vardır.

FUSE, Japonya'da, Honshü adasının güneyinde, Ö sa­ ka ilinde bir şehir. Nüfusu 230 000 dir. Sanayi meı kezidir. Metallürj i, plastik m1ddeler, kauçuk ve s�ramik fabri ka ları vardır. FUSHIKI [ /u ı ik i ] , Japonya'da Takaoka şehrinin limanı.

FUSHIMI [/u1imi] , Kyoıo (b. bk. ) nun güney varo­ şuna verilen ad.

FUSIN�TO, Arnoldo ( Schio, Vicenza ı 8 ı 7 · Veıona ı888 ) , İ talyan şairi. F. nun vatan şiirleri 1 840 1 8 50 yılları arasında Veneto'da cere}·an eden olayları hicivli bir şekilde aksetıirir. Lo studente di Padova ( Padova'lı öğrenci) gibi epik şiirleri, halka mal olmuş şiirlerindendir. ·

FUSS [/us ] , Nicolas ( Basel ı 7 5 5 · Peıersburg 1 8 l 5 ) , İsviçreli maıema•ikçi. Bernoulli'nin öğrencisi olan F. , Euler tarafından Rusya'ya çağrılarak orada yerleş miştir. Küre geo­ meırisi (gc!omeırie de la sphere) ve diferansiyel denklemler üzerinde çalışmıştır. FUST, Johann (ölın. Paris 1466 ) , Mainz'lı bir Al­ man. Guıenberg (b. bk. ) e ödünç para vererek işine orıak olmuş, sonra 1 4 5 5 ıe a leyhine alacak dava sı açmıştır. Bu dava kendisine bazı menfaatler sağlamış olacak ki çok geç-

71

FUST, Johann - FUTBOL meden damadı Peter Schöffer ile kendi adına bir matbaa kurmuştur. Bu matbaada, bas ı mevinin firma adını taşıyan ilk kitap bası lmıştır (Pıalterium Moguntinum. ı 4 5 7 ) . F. un ölümünden sonra müesseseyi Schöffer yüı ütmüştür. Matbaa· cılığın ilk devi rlerinin en önemli tesislerinden biri idi.

FUSTANJJ:LLA ( İta. , Yun. ) , Yunan milli erkek kıyafetini n bir parçası : belden sıkılara k tutturul muş, diz kapaklarına kadar inen, beyaz yünlüden geni ş pl i l i etek lik . FUSTAT, El, Mısır'ın Araplar tarafından fethedil me­ sinden sonra 642 yılında askeri kamp olarak kurulmuş olan bir şehir. Bugün Kahice şehrinin sınırları içindedir. FUSTEL DE COULANGES [/uıtfl di kul'fi] , Numa Denis ( Pdris ı 8 3 0 - Massy ı889 ) , Fransız ıarihçisi. ı 86ı ­ ı 870 te Strasbourg" da, ı 8 7 5 - ı 880 de de Sorbonne ( Pari s) da profesö r olarak çalışmıştır. Devletin, dini k uvvetlerinden itibaren geliş i mini ön plana almıştır. Başlıca eserleri La (İle anrique ( Antik devlet ) [ 1864 ] ; Hiıtoire dn in ı t itu ­ tionı politiqueı de l'andenne Fran(e ( Eski Fransa pol itik kuruluş larının tari h i ) [6 cih, ı 888 - ı892 ] .

FUSUMA, Japonya'da bir ne v i sürme yan duvar. Say­ damsız ve bazan resi mli Hğıc­ N. D. FUSTEL DE COU la kaplı yivler içinde hareket LANGES eden ve kaldı rılarak çıkarılabilen bu sürme duvarlada evin iç bölmeleri bi rbirinden ay­ rılır. FUŞAN ( C oğ . ) : bk. FAÇAN.

FUŞUN ( İ ng. Fushun ) , G üney Man çurya'da bir Çin şehri . Nüfusu 270 000 dir. Çevresinde zengin taş kömürü yatak ları vard ı r. ı 936 da istihsal 9,5 milyon ton idi. Gaz bakımından zengin olan kömür, Antung üzerinden gemi lerle ihraç edilir. FUT, Rus uzunluk ölçüsü. ı F = 30,4794 cm.

Fl)TA, La, bol orman l ı Etrusk Apeninleri üzeri nde bir geçit. Yüksekliği 903 ro dir. Via Cassia ve Bologna ­ Floransa yolu F. dan geçer. Fl)TA CALON ( Fr. Fouta Djalon ) , Afrika'da, Gi­ ne'de dağlık bir bö lge. Denizden yüksekliği ı 200 m dir. Bol vadilere sahip olan F. , ormanlar ve otlak larla kaplıdır. H�lk, Mande ve Fulbe (b. bk. ) lerden müteşekkildir. F. ı884 te Fransızların idaresine geçmiştir. Zengi n demir yatakları vardır. •



Fl}TA - TORO, Afrika' da, Senegal ı rmağ ının sol kıyı­ sında bir bölge. Ziraat ve hayvancılıkla geçinen Müslüman­ ların oturduğu bu yerler d e XV · XVI II. yüzyıl larda üç Ful · be sü lalesi hüküm sürmüştür. Onlardan son ra Abdelkadar Toro adında melez bir imam teokratik bir cumhuri yet kur­ muştur. Ülke, ı 860 yılında Fransız ha k i m i y e t i a ltına gir­ mi ştir. FUTBOL ( İng. Football = ayak topu) : Bugün dün­

yanın her yanında en popüler spor olara k kabul edilen F. un ilk defa hangi ta rihte ve hangi ülkede oynandığı kesin olarak bilinmemektedir. Birtakım anıtlardan ve eski eserler-

den anlaş ıldığına göre, Milittan 2 500 yıl önce Çin askerleri, yere çakılı iki direk arasında topu geçirerek idrnan y apar· larmış.

Divan - ü Lugat - it - Türk'te Türklerin tepük denilen bir nevi F. aynadıkları kayıcl ıdır. Tarih i Timur adlı eser­ de de kuzu derisinden doldurulmuş topların el değmeden, ayak ve baş mari fetiyle muayyen bir alanda oynandığı, buna da t epük oyunu denildiği belirti lmektedir. Harunü'r Reşid zamanında Araplar, I •J iius Caesar zamanı nda Romalılar top oynarlard ı. ·

·

Ayak topu İngi ltere'ye Romalı lei yonerler tarafından götürü lmüştür. Fransızlar bunun Normanlar tarafından İngiliz adalarına sokulduğunu iddia ederler. İngiltere'de çok yayılan bu oyun, ı 3 14 tarihinde kral II Edward'ın bir emriyle ya­ saklanmıştır. Bu emirde şöyle denilmekted ir : «Büyük bir topla, şehir içinde büyük gürültü yapıldığı ve tan rı göster­ mesin , bi rçok kaza, facia, hasara sehebiyet verebileceği gö­ rü lerek, ranrının ve kralın adına şehir içinde top oynarıma­ sını yasak ediyoruz. Emirlerimizin aksine hareket ederek top oynayacaklar en şiddetli şekilde cezalandırılacaklardır.» Fakat ı 6fl0 de II. Charles . topa merak sarmış ve kendi kur­ duğu bir takımla Albema rle duka lığının ekibini karşı laştır· mıştır. Başlangıçta F. iki köyün aynı sayıdaki gençleri ara· sında sabahın erken saatlerinden itibaren oynanmaya baş lar ve güneş battaeaya kadar sürerdi. Karanlık basınca, topun bulunduğu yere bir işaret konur, ertesi gün, oyuna kaldığı yerden devam edilirdi. Daha sonraları oyun yeri ve top küçültülmüş, oyuncu sayısı da 20 30 arasına indirifmiş ve oyun süresi taraflar arasındaki anlaşma ile tespir edi lmiştir. ·

XIX. yüzvılda Cambridge Üniversitesi öğrencileri, yal· nız kaleci lerin topu el i le oynayabilecekleri usulunü tatbike başlamışlardır. F. ı 874 te Almanya' da, ı 8 7 5 re Hollanda' da, ı 876 da Danimarka' da, ı882 de İsviçre'de, 1 890 da Çekoslovakya'da (o zamanki Avusturya - Macaristan ) , ı 894 te Avusturya' da, ı895 te Macari stan ve Türkiye'de oynanmaya başlanmıştır.

Futbol nasıl oynanır ( Milletlerarası oyun kaidele­ ri ) : F. ı 840 yılına gelineeve kadar herhangi bir kaideye da­ yanmadan oynanırdı. ı 840 ta ]. C. Thring ilk kaideleri or­ taya koymuş, ı848 de Cambridge'de yapılan bir toplantıda, sahanın büyüklüğü, kalelerio boyu, ofsayt ve ceza vuruşları gibi hususlar tespit edilmiştir.

ı882 de Britanya adalarının 4 federasyonu, İngiltere, İskoçya, Wales ( Gal ) ve Kuzey İrlanda temsi lcileri toplana­ rak bütün dünyada ortak kaidelerin tatbiki hususunda an­ laşmışlardır.

Bu suretle F. kaidelerini uygulamava ve değiştirmeye yetkili yegane kuruluş o l an International Board kurulmuş oldu. Sonradan bu kuruluşa Avrupa'dan da iki üye alındı. F. oyununun esasını teşkil eden milletlerarası oyun kaideleri ı 899 yılında kabul edilmiş ve ı 938 yılında yeni­ den yazılarak bugünkü haliyle yayımlanmıştır. O günden bu yana her yıl toplanan International Board. esas kaide­ lere d okunmadan sadece bazı rili değişiklikler yapmaktadır. Mi l letlera rası oyun kaideleri ı7 madde içinde toplan­ mıştır : ı. O y un sahası, 2. Top, 3. Oyuncu sayısı, 4. O y un· cuların giyimi, 5. Hakem, 6. Yan hakemler. 7. Oyunun sü­ resi, 8. Oyunun başlaması, 9. Topun oyun içinde ve dışıoda olması, ıo. Gol atma, 1 1 . Ofsayt, ı 2 . Favuller ve fena hare-

72

FUTBOL

keder, ı 3 . Se rbest vuruş, ı4. Penaltı, ı 5 . Tae; atışı, ı6. Kale vuruşu, ı 7. Köse vuruşu. ı. Oyun sahası : Di kdörtgen biçiminde olup uzun luğu en çok ı20, en az 90 m ; genişl iği en çık 90, en az 45 m dir. Mi llerlerarası maçların oynanacağı sahaların ebadı en çok ı ı o X 7 5 , en az ı o o X 6 4 m olacakur. Oyun sahası, kalınlığı 1 2 cm yi ıı:eçmeyen açık çizgi­ lerle bel i rtilecek ve her köı eye yüksekliği ı , 5 0 m o 1 an köşe gönderleri dikilecektir. Kale d i reklerinden itibaren alınacak 5 . 50 m lik uzun­ lukların kale çizgisine parelel 3 bir çi zgi i le birleştirilme­ sinden meydana gelen sahaya kale s ahası . yine kale direk­ lerinden itibaren kale çizgisi üzerinde alınacak ı 6 . 5 0 m lik mesafeleri n kale çizgisine p � ralel 3. bir çizgi i le birleştiril· mesinden mey.Jana gelen sahaya ceza sahası ( pena ltı ) denir. Kale çizgi sinden penaltı nokıas•na kadar olan uzaklık ll m dir. İki kale di reği arası 7,32, kale yüksekliği 2,44 m dir. 2 . Top : Bir topun ağı rlığı en çok 4 53, en az 396 gr dır. Çevresi i se en fazla 7 1 , en az 68 cm d i r. Top yuvarlak ve d ı ş k ı l ıfı meşinden olacak. yapısında F. cular için tehli keli hiçbir madde bulunmayacaktır. 3. Oyuncu sayısı : Biri kaleci olmak Ü7ere ı ı er kisi­ dir. Oyun esnasında hakerne haber vermek kaydiyle kaleci, diğer oyuncularla yer değiştirebi l i r. Bir takım, biri kaleci o lmak üzere en az 9 oyuncu i le maça başlayabilir ve oyun devamınca bun u ll e çıkarabi lir. Bir takım, sakadanma ve çıkarma gibi sebeplerle sahada 6 oyu ncu i le kdmı�sa, mü· sabaka hakem tarafından tat i l edi lecektir. 4. Ovun cuların giyimi : Bir oyuncunun normal giy i­ mi, bir faoila gömlek, kısa pantolon, c;orap ve ayakkabıdan ibarettir. Kaleciler d iğer oyunculardan ayrı renkte bir forma giyecektir. Ayakkabılara konulacak ı skara ve kranponların kalınlığı ı 9 mm den fazla olamaz. Ayakkabılarda rakip oyunculara zarar verebi lecek herhangi bir maddenin bulun­ ması yasaktır. 5. Hakem : Bir oyunu idare etmek için bir hakem ve iki yardımcıya ihtiyaç vardır. Hakem, oyun ksidelerini tatbık eder ve münakaşalı noktalar üzerinde karar verir. Bu kararlar nihaidir ve değişmez. Hakemin yetkisi oyun sahası­ n a girdiği andan itibaren başlar ve oradan ayrılınca­ ya kadar devam eder. Hakem, sayıları kay­ 1 1 -. 110 dedecek, oyun süresini he­ saplayacak, kaidelere aykırı bir hareket tespit ettiği anda oyunu durduracak, yapılan hataya göre oyun­ cuya ihtar verecek v e y a onu sahadan çıkaracak, ha­ va durumu, seyirci müda­ halesi veya başka sebepler yüzünden oyunun durduJ ,_ _. rulmasını lüzumlu sayarsa, oyunu tehir veya tati l edecek ve maç sonunda yerkiJi makama etraflı bir rapor .. gönderecektir.

ı

rarlarına tabi olmak şartiyle, topun taça, avuta, koroere çıktığı anları işaret ederek, bun l arın hangi takım tarafı n­ dan atıla cağı nı gösterecek ve ofsayıları da işaretleyece krir. Müsabaka hakemi, yan hakemin işaretlerine uymağa mecbur değ • ldir. 7. Oyunun sü resi : Resmi F. müsabakası, 4 5 er daki ka­ Iık iki eşi ı dönem ( devre) h ılinde oynanır. Dönem arasında teamül olarak azami ı5 dakilcalık bir din len me payı vardır. Her iki dönemde sıkatianma veya herhangi bir sebeple kay­ bolan zaman hakemin takdi rince hesapla narak dönem sonu­ na ilive edilir. Her iki dönemin bittiği anda bir penalrı olmuşsa, bu vuruş nericeleninceye kadar hakem oyun zama­ nını uzatır. 8 . Oyunun başlaması : Oyun, hakemin vereceği d üdük işaretiyle, orta çizginin merkezinde duran topa rak i p yarı sahaya doğru yapılacak bir vuru�la başlar. Bu anda her iki takım eleman ları, daha önce para atışı ile tavin edi len ken­ di yarı sahalarında ve toptan en az 9, 1 5 m uzaklıkta bulu­ nacaklardır. Top, kendi çevresi kadar bir uzaklığa gel meden oyun­ da addedi lemez. Topa ilk vuruşu yapan, top başkası tara­ fından kullanı lmadan ikinci defa oyııayamaz, oynadığı tak­ dirde aleyhine iki vu ruşlu bir seıbesr atış cezası veri lir. Sayı kaybeden takı m her golden sonra aynı şekilde oyuna tekrar başlar. Başlaını vuruş unun mutlaka i leriye doğru yapılması lizımdır. Geriye yapı ldığı takdirde yapan oyuncuya ihtar veri lir ve başlama vuruşu tekrarlattı rı lır. 9. Topun oyun i çinde ve dışında olması : Top, kale veya taç çi zgi lerini havadan veya yerden geçmiş veyahut hakem tarafın dan durdurulmuş ise, ovundışı addedi lir. Top, kale d i reklerine veya köşe gönderlerine çarpıp saha i çine düşerse ve oyun sahası içinde bulunmak kaydiyle hakerne ve yan hakerne c;arparsa, ovun içindedir. ı o. Gol atm ı : El veya kol kulla nı lmadan , topun ta­ mamı kale direkleri aras ından üst di reği n alundan kale çiz­ gisini geçtiği takd irde bir ıı:ol kazanılmış olur. Ş ayet top kale çizgisini geçmeden önce dı şarıdan bir müdahaleye uğ· rarsa, hakem oyunu durduracak ve hakem atışı yapacaktır. Tııc �isi

!



ı:

r

___

6. Y a n hakemler : Hakemin yardımcıları olup iki kişidir. Hakemin ka-

110 · 80 -' '�==========���==========� •

F U T B O L

S A H A S I

FUTBOL B i r gole engel olmak için dışarıdan giren bir seyirci, topa dok unamazsa ve top da kaleye girerse, hakem buna gol ka­ rarı verecekti r.

l l . Ofsayt ( İng. offside) : Ofsaydı n ana kaidesi, top oynadığı anda rakip kale çizgisine toptan daha yakın bulu­ nan bir oyuncunun oyun dışı ( ofsayt) sayı l masıdır. Ancak, ofsa y t sayı lan

bir

oyuncunun

tecziyesi için

o oyuncunun

aşağıda belirtilen üç faktörden birini yapması lizım:lır : a. Oy un üzerinde bir avantaj kazan mık niyeti ; b. Otu na mü­ d ıhalesi ; c. Rakip oyuncu ya engel olması. Bu sayı lanlardan birini yaptyor53, ofsayt sayılmaktan çıkar, yani tecziye edi lmesi gerekir. Of sa ydın istisnaları : Taç atışı, hakem atışı, avut atışı top son oynandığı anda rakip kale çizgi siyle kendi ara�ında iki rakip oyuncu varsa veya yine top son oynandığı anda ve korner atışının ilk pozisyonlarında ofsayt olmaz. Bun­ dan başka, bu topu bir rakip oyuncu oynamışsa, ofsayt ka­ idesi cari deği Idi r. 1 2 . Favul ( İng. foul ) ler ve fena hareketler : Bir F. cu aşağıdaki 9 hareketten birini kasıda yapıyorsa, takımı aleyhine d i rekt bir serbest vuruşla tecziye edilecektir : a. Tekme atmak yeya buna teşebbüs etmek, b. çelme takmak veya önüne a rkasına kambura yatara k düşürmeğe teşebbüs etmek. c. rakibin üstüne sıçramak, d. şiddetli ve teh likeli şuj yapmak, e. arkadan şarj yapmak, f. vurmak veya vur­ ınağa teşebbüs etmek, g. rakibi tutmak, h. rakibi i rmek, i . topu elle oynamak. Bir oyuncu hakemin tehlikeli kabul ettiği şeki lde oy­ narsa, meseli kal( cinin tuttuğu topa ayakla vurmağa ıeşebbüs ederse, top uza kta iken iki takıma mensup iki oyuncu bir birlerine bi lerek çarparlarsa, bir oyuncu rakibine bilerek engel olursa, o oyuncu aleyhine endirekt ( i k i atımlı ) bir serbest vuruş cezası verilir. 1 3 . Serbest vuruş ( frikik ; İng. free kick) : Vuruşlar i k i türlüdür : a. Direkt vuruş ( tek atıml ı ) , b. Endirekt vu­ ruş ( i ki atımlı ) . Direkı vuruşla doğrudan doğrura gol yapı labi lir. En­ di rekt vuruşta i se top ba,ka bir oyuncu tarafından aynan­ madan gol yapılamaz. Her iki vuruşta da rakip oyuncuların 9. 1 5 m uzaklıkta bulunması şarttır. Bunun tek istisnası, ceza sahası içinde veri len bir endirekt serbest vuruşta uzaklık 9, 1 5 m den az ise oyuncuların kendi kale çizgisi üzerinde bulunabilmeleri keyfiyetidir. 1 4. Fenaltı ( İng. penalty) : Kaleyi m üdafaa eden bir oyuncuya, top oyunda iken favuller ve fena hareketler bö­ lümünde söz konusu edi len 9 hareketten birini kasten yap­ tığı takdirde penaltı cezası veri lir. Bu, kale sahasına l l m uzaklıkta olan penaltı noktasından yapılır. Kaleci topa vu­ ruluncaya kadar kale çi zgisi üzerinde durmak mecburiye ıindedir. Kale)•i müdafaa eden takı m . penaltı ksidesini i h ­ lal etmişse v e sayı kaydedilmemişse. vuruş tekrarlal' ı r. H ü c u m eden tarafın kaidelere aykırılığı halinde i se ihlal eden takım aleyhine iki atımlı bir serbest vuruş verilir. 1 5 . Taç (İng. touc h ) atışı : Topun tamamı yerden ve­ ya havadan taç çizgisini a ştığı hallerde son defa temas et­ tiği oyuncunun rakibi tarafından topun çizgiyi geçtiği nok­ tadan, her iki el kullanı lmak ve baş üzerinden geçiri lmek suretiyle sahaya atılmasıdır. Atışı yapan, başka bir oyuncu topla oynamadan, ikinci defa topa müdahale edemez. Taç atışından doğrudan doğruya bir gol kaydedi lernez. 16. Kale vuruşu ( avut ; İng. out) : Topun tamamı hü cum eden tarafın bir elem-ını tarafından - iki kale direği arasındaki kısım hariç olmak üzere - havadan veya yerden

1

73

kale çizgisini geçirilmişse, o kaleyi müdafaa edenler bir kale vuruşu kazanmış olurlar. Bu vuruş iki atımlı olduğu için d oğrudan doğruya bir gol k ızanılamaz. Vuruş yapı lıncaya kadar rakip takıma mensup oyun cula " n ceza sahası d ı ş ında olmaları şarttır. 17. Köşe vuruşu ( korner ; İng. corn er ) : Topun tama­ mı, ka leri miidafaa eden bir eleman ta rafı ndan - i k i k a l e direği arasındaki kısı m hariç olmak üzere - havadan veya yerden kale tarafındaki saha çizgisini geçi rildiği takdirde hücum ed en takım bir korner kazanmış olur. Korner tek atımlı bir vu ruş olduğundan doğrudan doğruya bir gol kay­ d�di lebilir. Vuru'u yapan oyuncu , top başka bir oyuncu ta­ rafından aynanmadan ikinci defa topla oynayamaz . oynadığı takdirde i b iilin vuku bulduğu noktadan a l eyhine iki atımlı bir serbest vuruş cezası ver i l i r. Futbol sistemleri ve taktikleri : Sistem, bir oyun anlayışı, taktik is: bu anlayışın sahada uygulanış şeklidir. Dünyada bel l i başlı iki F. sistem i vardı r : ı. H ücum sistemi, 2. Müdafaa si stemi. 1 8 1 0 dan 1863 e kadar oynanan F. da herhangi bir sis­ tem yoktu. 20 oyuncunun hepsi de forvet ( İng. forward ) ti. Kalede bir seyirci bulunur ve topun gol ( İng. goa l ) olup olmadığını te!pit ederdi. 1 863 - 1 872 y ı l ları arası nda ka lede duran seyi rci 1 ı. eleman sayı lmış ve kaleci ( İng. goal kee­ per) adını almış . yine bu tarihlerde bek ( İng. back) ve haf ( İng. half) tabiri F. diline girmiştir. Böylece saha ; kaleci, müdafi ler, haflar ve torvetler olarak dört çeş it oyuncu ile paylaşılmıştır. Zamanla bu da yetmemiş, açıklar ( İng. o uıs:de) , orta akıncı, içler ve santrhaf ( İng. center half) adlarını alan oyuncular yeni bir iş birliğine gitm ' şlerdir. Bu iş birliği F. un ilk taktiği diyebı leceğimiz m etodu meydana getir­ miştir. Metot : Bunu önce İskoçlar, sonra da İngi lizler tatbik etmiş, bilibare Orta Avrupa'da büyük bir revaç bulmuştur. Bu tarz takti kte, btkler i çieri ( İng. inside ) , haflar açık ları kontrol ederler. Ancak, bek lerden biri ileride, d iğeri i se geride oynar. Orta haf, rakip santrfor ( İng. center fot ward ) u mark e ettiği gibi, hücum ıarı tanzimle de mükelleftir.

WM : Arsenal klübü meneceri Herbert Chapman' ı n buluşudur. Bu taktiğe W M ad ı n ı n veril mesine sebep, 1 0 oyuncunun sahada b u i k i haı fi belirtecek şeki lde d i zilmesi­ dir. Bu, bir nevi adam adama oyun tarzıdır. Çünkü i ki bek açıkları, iki hıf i çleri, orta haf santrforu kontrol etmekte, ayrıca içler, saha ortasın a doğru geri leyecek yan haflara yardımcı olarak yarı haf gibi vazife görmektedir. İçler ve yan haflar arasındaki bu iş birliği WM nin sihirli dörtgeni adiyle orta sah•yı kontrol a l rına a lmış ol maktadır. Takım hücuma geçtiği zaman saha umumi yede üç oyuncuya kaldığı için iki açık santrfor, gertktiği vak it yer deği ,tirerek muhı elif yerlerden rakip k aleyi zoı layacak lardır. WM, 1 93 3 ten 1 9 5 0 yılına kadar her memleketin oyun karakterine uyan ufak değişiklik lerle tatbik edilmiş, özellikle zayıf takımhr tarafı ndan benimsenmiş ve hatta bundan son­ ra ortaya çıkan bi rçok takti k lecin de esasını teşkil etmiştir. Sürgü ( Verrou ) : Bu taktiği n mucidi Alman m i l li rakımı oyuncularından Karl R a ppan'd ır. Rappan, İsviçre'nin Servette klübünde antrenör old uğu zaman bu taktiği uygu ­ lamıştır. Sürgüde oyuncul arın sahada k i dizi lişleri şöyled i r : Kaleci nin önünde volan, orta haf ( İng. half back ) de­ ni len bir bek ( 2 numara ) bulunur. Bunun önünde üçlü bir geri hat vardır : 4 , 3 ve 6 numaralar : 3 numaralı bek, rakip sa ntrEoru marke eder, 4 ve 6 numaralar ise açı kları kontrol altında tutarlar. 5 numara bunların i lerisinde ve sahanın

FUTBOL

74

Brezi lyalılar b u t a k t i k 1 e 1 9 5 8 ve 1 962 de d ü n y a şampiyon luğunu elde et­ m işlerdir. Bunda saha dört ayrı bölüme ayrı lmışrır. Bu bölümler içinde görev alan elemanlar yer müda­ faası yaparlar. Tak ı m baskı altında bulun urken her mü­ dafi kendi bö lümü içine gelen rakibi ıutmakla gö­ revlidir. Bu d u rum 18 çiz· gisine gel inceye kadar de­ vam eder. Bundan son ra adam adama mukaj ba�lar. Şayet rakip forveı lerden bi ı i kendisini marke eden i aşm ışsa, diğerleri, kademeli olarak onun önüne geç rneğe çalı ş ı r lar. 4 2 4 ün dizilişin­ de geride 4 lü bir bek çiz­ gi si, ona sahada 2 haf ve ileride ele 4 forvet bulunur. .Ancak açıkların geri çekil· mesiyle, orrada yine 4 lü bir haf çizgi si ıeşekkül eder ve milli futbol takım ı i leride çift sanıefor hüviye­ riyle iki eleman kalır. Bu sanırforlardan meseli sağdaki, sağ açık mevkiine deplase olması halinde geride bulunan sağ açık ortaya girer, soldaki de d�plase durumunda ise gerideki sol açık ortayı doldurur. 4 3 3 : 4 - 2 - 4 ün tadil edilmiş bir şeklidir. Özellikle son dünya kupasının getirdiği bir yenilik olarak kabul edilmekted ir. Her türlü taktiğin başarı sağlaması için bunu tatbik edecek kabiliyetıe elemanların bulunması şarttır. Nite· kim İngiliz milli rakımı meneceri Aif Ramsey, son dün­ ya kupası hazırlıkları sı rasında, 4 2 - 4 üzerinde dururken, kadrodaki elemanların 4 - 3 - 3 e daha yatık olduğunu görmüş ve böylece İngiltere'yi dünya şampiyonu yapmıştır. Memleketimizde 4 - 3 - 3 taktiğini önce m i ll i takım anırenörü E�fak Aykaç, dah ı sonra Fenerbahçe anırenörü Coşkun Öza rı, Beşiktaş antrenörü Spaj ic ve Gü n düz Kılıç çalıştırdıkları takımiara uygulamışlard ı r. Türkiye'de futbol : Memlekeıimizde ilk F., 189� te İzmir'in Bornova semtinde oturan ve ticareıle uğraşan İngi­ liz gençleri tarafından oynanmıştır. Giraud, Whittall ve Charnand ai leleri Türkiye'de ilk F. oynayan lardır. 1 897 de ise I stanbul'daki jngi lizler F. oynamaya baş· Jamışlardır. Bunun öncülüğünü de avukat Henry Pears ile Lafonuine kardeşler yapmışlardır. F. oynayan ilk Türk ise Fuat Hü s ü Kayacan'dır. 1 897 1 899 yılları arasında İzmir ve Istanbul'da otu­ ran İngilizler, aralarında karşılıklı müsabakalar yapmışlardır. Tüı kiye'de ilk F. klübü 1899 da Istanbul'da Siyah Çoraplılar adı altında kurulmuştur. Bu klüp 1 901 de Ka­ dıköy Futbol Klübü adını almıştır. Bk. FENERBAHÇE SPOR KLÜBÜ. -

19 Mayı s stadında Tunus'u 4 - ı yenen Türk orrasında hem hücuma yard ı m eder hem de biraz geri oynayan i çierden biri ile beraber rakip iç ieri marke eder. Forvet 4 oyuncudan kurulmuştur. Sürgün ün başlıca özelliği, müdafaayı sağlam tuımasıdır. Çünkü her yana koşan 2 numara sayesinde, kale, bazen 6 7 oyuncu ile müdafaa edilmektedir. ·

Diyagonal : WM den ilham alınarak düşünülen bu tarz oyunu 1 9 5 8 yılına kadar Güney .Amerika ve .Avusturyanın, özell ikle Brezilya'nın büyük takımları ıaıbik etmişlerdir. Bu sistemde oyuncular sahaya soldan sağa veya sağdan sola diyagonal çizgiler halinde yayılırlar. Beton kontratak : Yine WM den mülhem defansif taktiklecin değişik bir şeklidir. Başlıca özelliği betoncu adı verilen bir forvet elemanının, müdafilerin arkasında ser­ best olarak vazife görmesidir. Bu b�ş oyuncunun önünde 4 bek bulunur : 2. hat. Bunlar karşı tarafın 4 forvetini marke ederler, bu 4 bekin ilerisinde ise orra sahayı kontrol eden ve top taşıyan oyunculardan kurulu 3. hat vardır. Son, yani 4. hatta vurucu ve golcü elemanlar yer alır. •

Oyunun zevkini bozan bir taktik olduğu için pek re­ vaç bulmamışrır.

Catenaccio : İlk önce İtalya'nın Milano takım ı ıara· fından taıb;k edi lmiş bir ıakıikıir. Sürgünün daha k oyutaş tırılmış şeklidir. Geride boş bir sanırhaf, onun önünde üçlü ve yakın markaj yapan bir bek hattı vardır. Bu dört oyuncunun ileri sinde üç orta saha . elemanı ve üç forvet bulunur. Bu üç orta saha el emanından biri top toplama ve dağıt ma vazifesiyle mükellef, geri açık veya sanıefor gibi çalış· makıadır. Eskiden üç forvet devamlı olarak i leride kalırdı, bugün ise bunlardan bazen biri, bazen de iki si geriye yard ı m et· mektedir. Bu rakıikte başarı sağlamak için sürat, tekni k ve kondi syon m ükemmeliyeti şarttır. 4 2- 4 : İlk önce Güney Amerika'da tatbik edi lmiştir. •

-

ı







ı:ı

·

Bundan önce 1 900 yılında hmir'de Rumlar, Panionios ve Apollon, E rmeni ler de Dork k lüplerini kurmuşlardır. Bunları da I stanbul'da Moda ve Rumlar tarafından kurulan Elpi s klüpleri takip etmiştir. 1 904 te Kadıköy, Moda ve Elpis klüpleri i le İngiliz

FUTBOL

ı

75

kının ilk merkez heyeti ku­ rulmuştur. Ancdk, bu cemi­ yeti n çalışmaları lstanbul'a münhasır kalmış ve Istan­ bul'un kurtulu�una kadar esaslı bir faaliyet göstere­ memiştir. Cumhuriyetin ilinını müıaakı p hükumet, idrnan i w fakının bütün yurda ıeş­ m i li yolunda yapı lan teklifi kabul etmiş ve 1 924 olim­ pi yatları i ç i n lazım gelen ödeo eği de vermiştir. I stanbul'da bir kamp açı l mış ve Fin landa"dan gü­ reş an treoörü Raul Peter ile İngilıere'den F. anıret örü olara k Bili An ter davet edilmişlerdir. Türkiye idrnan Ce­ miyeıleri ittifakı 1 3 nisan 1923 te yaptıılı roplanuda, Tiirkiye Futbol Federasyo­ Istanbul'da oynanan Manchester Arap. ginı, ci n s ) , La ı . gen us, Got. kuni, fakat Sanskr j4naiJ ( canal? ·

..

Kl i.

k alnı

......

O R H O ıt

Ine"

t•lı ı l ler

K .alın

Sı.il.el Ma•••

Y E N I S E Y V E T A LA 5

la ct

)ı( f • •• le

K a l ı

•••


Akkad. gamalu, gamlu ) , Arap. gamai N camal ( > Osm. Türk. cemel) ; buradan d a Yu­ nanca ( kamelos) ve Latince ( came/us} yoluyle Avrupa dil­ lerine geçmiştir : İng. camel, Alm. Kamel, Fr. chameau v. 1 R A Araıni

/

r.ı.ı-ı

·-·

,



N

f S • i cl • k

S.nıl1

-(a

Oıud•

a.,••



.:>

V Y C U R Sand1

'

__.

Orı•d•

J

.....

......

""""6" e:u.,

.....



·-

..ı-

Uygur alfabesinde g nin �ekillenmesı b Harfin adı da aynı yolu takip etmiştir : Fen ike gimel, İbr. grmel. Samerra gaman, Sürya n. gama/ ""' g6mal, Arap. gim N cim, Yunan. gamma, modern Avrupa d i llerinde de ge, ci, ii v. b. Harfin şekli de bugüne kadar r kıvrıklığı­ nı muhafaza etmektedi r. Romalı lar, Yu.,an K harfinin yerine C kullandıkları için, G harfini ufak bir değişiklikle C harfinden türetmiş­ lerdi r. Arapçada harfinin ses değeri g den c ye kayın­ ca, İran lılar � i c sesi için kullanmışlar, öbür taraftan ken­ di g leri için, Arapçada ince k değerinde olan ( .:r ) harfi­ ne baş vurmuşlardı r. Bu harfttki kolun altına ve üstüne birer çizgi eklemişler, i k i nci çizgi altta olan şekl i ( d') ince k değeri, ikinci çizgi üstte olan şekli ( .!!' ) de g se­ si için kullanmı �lardır. Osmanlıca da bu yolu tutmu�tu r ; yaln ız bizde ( .!!' ) harfi g den baska y , " v e ğ için d e kul lanı lmıştı r : Osman lıcada mesela gel ( J f" ) , kim ( ,._ r ) , eyer ( }'ı ) , eğer ( ./'ı ) ve deniz ( ( �r' ) harfi i le yazılırdı. «Yumu�ak» ( ğ ) için bk. G ve GAYN ( t ) .

.i;;;

) kelimeleri hep veya «okunmaz» g

Kök Türkçede g sesini yazı ile göstermek için, biri kalın seslerle, öbürü de ince seslilerle olmak üzere i ki ay­ rı işaret kullanılmı�tır. Bunların prototipi henüz tespit edi­ lememiş olmakla beraber, bunlar akrofoni ( b. bk . ) yolu ile yerli resi m - yazıdan çıkmış olsalar gerek. Szekely MacarMıml

Na.sturi





Ibrani



Hrihmt

/1

Türklerde kullanılan başka g ler

1lbe1



G - GABAIN, larının X V I . yüzyılda kul land ıkları :,ılfabedeki g d e Orhon Yeni sey y azı sistemine bağlıdır. Uygur a lfabesinde kullanı­ lan g, Orta İ rancanın Soğ d a k kolunda kullanı lan Sami asıl­ lı g şeklinderı geliştirilmiştir. Aynı zamanda hem g yi, hem k yi, hem de h yi gösterir. Xl. yüzyı lda •Kutadgu Bilig» i yazmak için kullanılan Uygur alfabesindeki g ler klasik Uy· gur g sinin bozuntu laı ı d ı r. Aynı devirde Manihai Türklerin kullandıkları g ler de Süıyani ( Sami ) ası llı bir alfabenin malıdır. Avnı şey Nasturi - Sürvani g si için de söylenebilir. Yalnız, Manihai ve Sürvani alfahelerinde g, Y ( f ), k, *· h, !J sesleri için ayrı birer harf vardır. Brilhmi alfabesi he­ ce yollu ( sy l labique) olduğu için , ga, gha ( ayrıca ka, kha, *a) ve ga heceleri ayrı ayrı harflerle gösteri l i ı d i . Yokali düşürüp sadece g ok uırnak kin, önceki harfin üstüne ufki bir çizgi, g esaslı haıfin üstüne de bir nokta konurdu. Brihmi alfabesi Hint ası llı olduğu g i bi, Türkçeyi yazmak için nadiren kul lanılmış olan Tıbet alfabesi de Hint ası llı­ dır. Tibet alfabesinde g esaslı harf de ga hecesini gösterir ; voka l i düşürmek için harfin sağ üst köşesine bir nokta konur. A. D. Türk -

fonetiği : Türk di yalektlerinde g sesi, genel

olarak, Ana Türkçedeki g nin devamıdır. Ancak Ana Türkçede bu sesin yalnız kelime içinde ve kel ime sonunda kullanıldı.ih anlaşıl ıyor. Bununla beraber, bugünkü Tür k diyalektlerinde g sesi kelime ba ş ları nda da kul lanı lır. An ca k , bu kelimelerdeki g- sesleri eski ve asli k sesine çıkar : gök < kök ; göz < köz ; güç < küç ; geç < keç ; göl < köl ; gümüı < kümüı v. b. gibi. Bunlara benzer ikinci l g- lere Türkmencede de rastlanır : Türkmence gör- ( < kör ) ; glJbek ( < köbek ) ; gemi ( < kemi) ; glJk ( < kök ) Fakat Anado­ lu Türkçesinden farklı olarak kölege ( = gölge ) , köyrıek ( = gömlek ) ve kiJI ( = göl ) gibi kelimelerde k- sesi kal­ mıştır. Azeri Türkçesinde de kelime basındaki k seslerinin g ye çevrildığini biliyoruz. Bunun gibi, Kumukça, Balkarca, Kara Kalpakça . . . gibi diyalektlerde de k- sesinin arasıra ötüm kazandığı malumdur : Balkarca gebe k ( = kepek ) ; giji ( = k iş i ) , Kara Kalpakça güz ( = güı ) , gürek ( = kürek ) , giimüı ( = gümüş ) v . b. Yukarıdaki örneklerden anlaşılacağı gibi, Türkçede k- sesi birçok kelimelerde ötüm kazanmıştır. Ancak, Ana Türkçedeki k- seslerini n bir kısmı öbür Türk diyalektlerin­ de olduğu ıı:ibi Anadolu Türkçesinde de saklanmıştır : Eski Türkçe kiil � Türkçe kül ; Eski Türkçe k ök C".> Türkçe kök ; Eski Türkçe k ürk C".> Türkçe k ürk ; Es k i Türkçe kiıi N Türkçe ki[i v. b. Esasen öbür Türk diyalektlerinde de k­ sesi kelime başlarında normal olarak aynen kalmıştır. Türkçede g i le başlayan kelimelerin büyük bir kı smı yabancı dillerden gelir. Örnek ler : gül ( < Far. ) , günah ( < Far.), güverte (< İ ta ) , gübre ( < Rumca), gerdek ( < Far.), güğüm ( < Rumca ) v. b. Türkçede kelime başında g- sesinin bazı hallerde düş­ tüğü göze çarpar : üveyik ( = yaban güv ercini ) ( < güveyik ) , epelek ( < *kepelek > kelebek ) v . b. Türk di yalektlerinde g sesi yanında «yumuşak ge» ( ğ ) harfiyle yazdığımız bir s e s de vardır. Bu ses Türkçede ke­ limelerin başında hiç kullan ı lmaz. Bu sese kelime sonların­ da yalnız bir heceli keli melerde rastlanır : Türkçe ağ, bağ, iğ, sağ, yağ v. b. gibi. Yumuş • k ge sesi normal olarak keli­ me içinde kullanılır (ağır, bağır, sağır, sığır ) . Bu ses eski g sesı nin karşılığıdır. Türkçe kurbağa, kaplumbağa, losbağa kelimelerinde geçen bağa kelimesi eski kaynaklarda baka biçiminde kulla• . .

.

• . •

99

Annemarie voıı

nı lır. Çağdaş diyalektlerde de bu biçim yaygındır. Kı pçak diyalektlerinde buna benzer birçok örnekler vardır : yağa ( < yaka) , bağır ( < bakır) , çağır ( = şarap) ( < çakır) v. b. Türkçede k elime sonunda g- sesi ğ ( > v) ye çevril­ miştir : ög- > öğ- ( > öv- ) ; tög- > döğ- ( > döv- ) ; sög- > J Öğ­ ( > söv- ) v. b. Türk ç e gök ( < kök ) kökünden gelen göğer­ kelimesi de bu kurala uymuşıur ( göğer- > göıer ) . Yalnız «anne» anlamına gelen Eski Türkçe ög kelimesinin sonun­ daki -g sesi Türkçede -k ye çevri lmiştir ( öksüz ) . Türk diyalektlerinde y - sesinin arasıra -g - ye çevrildi­ ği göze çarpar : Eski Türkçe kidiz (= keçe ) C".l Altayca kis ( < *kiyiz) C".> Tarançı kiğiz ( < kiyiz) ; Eski Türkçe eder ( = eyer) C".> Türkçe eyer "-' Tarançı eger ( < *eyer ) . Bu kelime Anadolu ağızlarında da eğer biçiminde kullanılır. Rumeli ağızlarıoda ise eğer bi çimi yanında eger biçimi de tespit edilmiştir. ·

lmla : Türkçede g sesi kelime sonunda yalnız yabancı kelimelerde kullanı lır : Türkolog, paıolog, katalog Dili­ mizde kelime son larında ötümlü konsonların bir kısmı ötüm­ süzleştiği için g sesi de -k ye yaklaşan, fakat büsbürün ·k olmavan g değerini kazanır. Bu sebeple, yabancı dillerden gelen kelimelerdeki -g sesi -g okunur. H. E. . • •

·

·

-

o

G, sayı işareti olarak eski Romalılarda g 500, G 400 000 ; e�ki Yunanlı larda ise y 3, ,y 3 000 sayısını anla­ tırdı. G ( Mus. ) ; ı. Sol (b. bk ) perdesinin Alman ve İn­ giliz sistem lerindeki adı. Bk. SOL ANAHTARI ; 2 ( X IX. yüzyıl başından beri ) : sol majör akoru. Küçük g harfi sol mioör akorunu gösterir. 3. ( Fr. gauche = sol kelimesinin kısaltması) : m. g. ( main gauche) = sol die. G, Mason ların alev saçan yıldız dedik leri ve ışınlarla cevrilmiş beş kollu yıldızın ortasına koyd ukları mukaddes harf. İngilizce God ( = tanrı) kelimesinin ilk harfi olduğu sanılmaktadır.

g, tartı ölçüsünde ağı rlık birimi ve gramın sembolü. Ağı rlıkta şiddet ve hıziandırma bildirir. - ı o�' veya ı milyar değeri belirten ve Yunanca önek olarak kullanı lan «giga• kelimesinin sembolü.

Ga, Gallium'un sembolü. GA veya AKRA, Afrika'da, Altın Kıyısında, özellikle kıyı şehri Akkra ( b. bk. ) dolaylarında yaşayan bir Sudan lı zenci soyu. GAAL [gal] , Jozsef (NagyJ.. aroly 1 8 1 1 - Pest 1866 ) , Macar yazarı. Szirmay llorıa (ad) [2 ci lt, 18 36] adlı ıarı hi romanı tanınmıştır. Pe/eskei rı8tarius ( Peleske noteri ) adlı oyunu 1838 de temsil edilmiştir. 1 843 1 848 yılları arasında laj os Kossuth'un çıkardığı «Pesti Hirlap» gazetesinde ça­ lı�mışnr. •

GAB, Sur iye'de, Homs ve Hama yayiaları ile Asi, Amuk ve Afrin ırmaklarının meydana getirdiği çöküntü ara­ sında yer alan bir bölge. 8 km genişliği ve 50 km uzunluğu olan ve batıdan Cebel - i Ansariye i le, doğudan da Cebel i Zaviye ile sınırianan bu bölgeyi Asi ırmağı sular. -

GABAA (Tar. , Coğ. ) : bk. GİBEA. GABAIN [Fr. gab?, Alm. gabqyn] , Annemarie von (doğ . Mörch ıngen 1 90 1 ) , Alman Türkoloğu. Berlın Üniver­ sitesinde Sinolog O. Fcan ke (b.bk. ) nin yanında çalışmış, onun derslerine ek olarak Türkolog Wilhelm Bang (b. bk. )

ıoo

GABAIN, Annemarie von

-

Franz Xaver

GABAL'LER ( Lar. Gabali ; Fe. Gabales ) , eski Gal­ lia'-:la yaşamış Kelt soyundan bir ulus. Caesar zamanında (M. Ö. I. yüzyıl orraları ) Arvern' Jer ( Lat A rverni) i n ko ·

ın derslerine de devam etmiş· tir. Turfao kazıları (b. bk. ) nda bulunan Uygur yazmaları üzerinde

GABELSBERGER,

çalışan Bang, onun

Sinoloj i bilgi sinden yaradan· mıştır. Uygurca yazmaların iş· Jenmesi, Bang i le G. ara�ın· daki ortak çalışmalar sonunda gerçekleşmişrir. Bu yazmal arı Bang, G. He orrak bir çalışma yaparak Tiirkische Tur/an · Texle (Türkçe Turfao merin· leri ) adı alunda yayımiarnıştır ( 6 bö lüm, 1929 · 1934 ) . Analy· A. von GABAIN liuher Index zu den /iin/ ersten Stüeken der liirkiuhen Tur/anlexle (Türkçe Tur· fan metinlerinin ilk beş bölümüne ait tahlili endeks) [ 1 93 1 ] adlı eser de bu ortak çalışmaların bir ürünüdür. Bang'ı n ölümü ( 1 934 ) , G. in Uygur yazmaları üzerin· deki çalışmalarını aksarmamışrır. Berlın Akademisindeki eski Türkçe yazmaların işlenmesine büyük bir gayretle devam eden G. , bu seride yeni yayınlar yapmıştır (VIII, 1 9�4 ; IX, 19�8. W. Wioter ile birlikre ; X, 1 9�9. T. Kowalski ile birlikte ) . Bunlardan başka, F. W. K. Müller'ın Uigurica adlı eserinin IV. kitabını da yayımiarnıştır [ 1 93 1 ) . G. in Eski Türkçe ve Uygurca alanında birçok çalışmaları daha vardır : Uigurische Studien (Uygur araştırmaları ) [«Ungari· sche }ahrbücher», 1930, W. Bang ile birlikte] ; Die uigu­ rische Überselzung der Biographie Hiien · lsangs (Hüeo- tsang biyografisioin Uygurca c;evi rmes i ) [ 1 9 3 � ] ; Briefe der uigu· rischen Hiien . lsangs - Biographie (Uygurca Hüen ısaog biyografisinin yaprakları ) [ 1 938] ; All - liirkiuhes Schri/lum ( Eski Türk edebiyarı ) [ 1 9�0) ; Die Frühgeschichte der Uiguren (Uygu rların ilk tarıhi ) [ 1 9 � 2 ] . G . in Eski Türkçe v e Uygurca alanındaki e n büyük eseri A/ttürkisthe Grammalik (Eski Türkçe grameri ) [ 1 94 1 , 2 . bas. 19� 0) tir. «Eski Türkçe» alanındaki bu çalışmaları yanıoda G. çağdaş Türk diyalekıleri üzerinde de durmuştur. Onun bu alanda yazdığı en büyük eser, Özbekçe grameri ( 6zbekiuhe Grammalik, 1 94 � ) dır. Philo/ogiae Turcicae Fundamenla'da da muhtelif yazıları çıkmışrır : Das Al11ürkische (Eski Türk· çe) [I, 19�9) ; Die Sprache des CoJex Cumanicus (Codex Cumanicus'un dili ) [1, 19�9) ; Altlürkiuhe Schreibkullur und Druckerei (Eski Türk yazı kültürü ve basımı ) [ll, 1 964] ; Die alttürkische Litera/ur (Eski Türk edebiyatı ) [ll, 1 964] ; Die komanische Litera/ur ( Kuman edebiyatı ) [Il, 1964 ] . B unlardan başka, Handbuch der Orienlalalislik'te de Türk diyalektleri üzerine yazıları vardır. G. 1 9 3 � 1 937 yılları arasında A nkara'da Dil ve Ta rih Coğrafya Fakültesinde Sınoloj i profesörü olarak çalış· mıştır. Ankara'dan ayrıldıktan sonra Berlin Üniversiıesınde Türk dili ôğıetimıoi üzerine alan G. , II. Dünya Harbinin soouna kadar bu görevde kalmıştır. Harbin sona ermesi üzerine Hamburg Üniversitesinde Türk dili profesörlüğüne tayın edilmışıır. Uygurca alanındaki çalışmalariyle büyük bir ün ka· zanmış olan G. , 19�7 de T ürk Dil Kurumunun muhabir üyelıgıoe seçilmiştir. H. E. •

·

·

-

GABAL�S (XIII. y üzyı l ) , Bizans'lı bir soy. Dördün· cü Haçlı seferlerınden sonra ( 1 204 ) ortaya çıkan kargaşalıkta bu soydan gelen arkhoo Leon , Rodos ve Kyklad" larda ba­ jımsız bir prenslik kurmuştur.

ruduğu

G.

ler, sonraki

adı Gevaudan ( Gabalen•is pagus)

olan Aqui taine (Günev Fransa) de yerleşmişler, Anderitum (bugün : Javols) ve Mimatum (bugün : Mende) gibi şehir· ler kurmuşlardı. Strabon·a göre, G. ler gümü� madenieri işle· tirlermiş. Arvern 'Jer k ralı Vercingetorix'in Ro ına'ya karşı ayaklanmasında bunlar da savaşmışlardı.

GABAON (Tar. , Coğ. ) : bk. GİBEON. GABARDAN [gabardq] , Gaskonya'da bir konıluk. 1 1 34 yılında Bearn i le birleşmiştir. GABARDIN ( Fr. Gaba rdine) , düz apreli, çozgusu en iyi kaliteli yün ipliğinden ve atkısı pamukt2n olan sık ve çapraz dokunmuş bir kumaş çeşidi. Su ve rüzgar geçi r· mediği için, en çok pardesü, yağmurlulc, spor ceket, kayak panrolonu v. b. giyim eşyası yapımında kullanı lır. G�BE, Dora (doğ. Harman lık, Tolbu !J i n ili 1 886), Bulgar kadın şairi ve yazarı. Cenevre ve Grenoble'de ede­ biyat ve sanat tarihi okumuşrur. 1 9 1 0 da edebiyat tarihc;isi Boyan Penev ile evltnmiştir. 1906 yılından itibaren şiir ve hikayeler yazmıştır : Nyakoga ( Bi r zamanlar) [hikayeler, 1 924) ; Zemen pil (Dünya yolu) [şiirler, 1 928) ; Mi/falivi geı oi ( Sessiz kahramanlar) [büyük hikaye, 1934]. G. çocuk· lar için birçok kiraplar yazdığı gibi, Polcadan birçok tercü­ meler de yapmışrır. GABELENTZ [gqbileny ] , Dans Conon von der (Aitenburg 1 807 Tbüringen, Lemnitz çiftliği 1874 ) , Alman dilcisi. Saksonya · Alıenburg devleti hizmetine girmiş ( 1828 ) , Weimar Büyük Dukalığı Eyaler Meclisi «Marschall» i ( 1 847) olmuş, Altenburg devleti başbakanlığında bulunmuş ( 1 848· 1849 ) , bundan sonra «Landschaft» ( ortaklık esasına göre kurulmuş. toprak sahiplerine ipotek karşılığı mali yardım sağlayan kredi müessesesi ) başkanı olmuştur. Müstesna bir dil kabiliyeıi sayesinde, bürün dünya dilleri, özellikle Doğu Asya dilleri üzerinde ibrisas sahibi olmuştur. Başlı ca eserleri : Elemenis de la grammaire man:ühoue (Mançu grameri un· surları ) [ 1 8 3 3 ] ; Beitriige zur Sprachenkunde ( Di l ilmine karkılar) [ 1 8 :12 ) ; Sse · sch u, Sch u · king, s,hi - king in mandschurischer Ü bersetzung (S e şu, Şu · king ve Şi - king'· in Mançu d ilindeki çevirmeleri ) [ 1 864) . •

.

GABELENTZ [gqbllen(! ] , Dans Georg Conon von der ( Poschwiız, Altenburg 1840 · Berlin 1893 ) , Alman dil­ cisi. H. Gabelenrz (b. bk. ) i n ortanca oğludur. Adiiye mesleğinde c;alışrıktan sonra Leipzig Üniversitesine profesör ( 1878) ve Berlin Üniversitesi Doğu Asya dil leri ve genel lengüstik kürsüleri profesörü ( 1 889) olmuşrur. Çince öğre· timinde bir temel kitap olan Chinesische Grammalik (Çin grameri ) [ 1 88 1 ) i yazmışrır. Konunun, ön yargıdan uzak, geniş görüştü ve toplu bir şekilde incelenmesiyle yeoi ufuk· lar açmış bir eser olan Die Spra,hwissenscha/1, ihre Au/ga­ ben, Melhoden und bisherigen Ergebnisse (Dı! ilmi, görev· leri, metoılan ve �ım d i y e kadar verdiği sonuç l a r ) [ 1 89 1 ] yi kaleme almışrır. Die Verwandscha/1 des Baskisehen mil den Berbersprachen Norda/rikas ( Bask dilinin Kuzey Afrika Berber dilleriyle akrabalığı ) başlıklı eseri ölümünden sonra [ 1 894) yayımlanmı�rır.

GABELSBERGER [ gqbils bergir ], Franz Xaver (München 1798 Münehen 1 849) , A lman stenografı. Bavyera •

GABELSBERGER, Franı Xaver iç işleri bakanlığında memur olan G. ın bulduğu bir kısa yazı si stemi, Alman stenografisinin esasını teşki l etmişıir. Bu sis­ tem birçok dil lere uygu.Janmış­ ur. G. bir h e s a p m ıkinasının da bulucusudur. Eserleri : Arı­ /eilung zur deutuhen Rede­ zeichenkunst o:Jer Sten ogra­ phie ( Almanca vazı işaretleri sanatı veya stenografiye giri: ) [ 1 8 24 ] ; Neue Vervol/kom­ mungen der deutuht11 RedeF. X. GABELSBERGER zeichenkunst (Almanca yazı işaretleri sanarında yeni ilerlemeler) [ 1 84 3 ] .

GABERONES, Güney Afri ka'da, Botswana devleti (eski Bechuanaland 1 2 300 dür.

protektorası ) nin

başkenti .

Nüfusu

Botswana, İngi liz Mi lletler Topluluğuna b1ğlı bir Güney Afri ka devletidi r. Büyük kısmı Kalabari çölü üze­ rinde bulunan 570 000 km2 yüzölçümündeki ül kede göçebe hayvancı l ı k yapılır. N üfusu 5 4 0 000 dir.

G�BES, Tunus'un güneyinde bir şehir. Valilik baş­ kentidir. Nüfusu 24 400 ( 1 966) dür. G. körfezinin üzerinde,

-

GABLONZ AN DER NEISSE

101

. GABIN, karşılıklı taahhütleri ihtiva eden bir akiııe, bir tarafın ed imi i l e diğer tarafın edimi arasında aşırı bir nispeısizlik bulunması. Bu ni spetsizlik daha ağır taahhüde girişmiş olan tarafın darda kalmasından, düşüncesizliğinden veva tecrübesizliğinden yararlanmak suretiyle sağlanmış ise, zarara uğrayan taraf akdin yapıl masından itibaren bi r yıl içinde mukaveleyi feshederek vermiş olduğunu geri isteye­ bilir ( Borçlar Kanunu, 2 1 . madde ) . Hi lesiyle G. e sebebiyet vermiş olan taraf, bundan başka, zarara uğrayan tarafın diğer zarar ve masraflarını Borçlar Kanununun genel i lkelerine uygun ola rak tazminle yükümlüdür. GABIN [gab�] , Jean ( asıl soy adı : Moncorge, doğ. La Vi l lene 1 904 ) , Fransız sinema oyuncusu. G., kuvvetli bir karakter oyuncusudur. Baş lıca filmleri : «Maria Chapdelaine• ( kadın adı ) [ 1 934] ; «Güzel ekip» [ 1 936} ; «B üyük hayal» [ 1937] ; «İ nsanda c a n a v a r» [ 1 938] ; «S i s 1 e r rıhtımı» [ 1938] ; «G ü n e ş doğuyor» [ 1939] ; «Pa rmak lıklar ötesin­ de» [ 1950] ; «Gece benim ül­ kemd ir» [ 1 95 1 ] ; « Z e v k » [ 1 95 2 ] ; «Hakikat daki kası» [1952 ] . GABJ NIUS, Aulus (Sa­ lona M. Ö. a ş. yu. 100 - 47 ) , Roma'lı consul. Plebs (aşağı halk tabakası ) ın i ktidarını a r­ tı rmış ve Pompei us için dik­ utörlük iktidarını senatoca kabul ettirmiştir (67 ) . Suri­ ye'de proconsul (va l i ) olmus ( 5 5 ) ve devlete ait paraları zimmetine geçi rdiğ inden dolayı sürülmüşıür.

]. GABIN

GABIROL, Solomon ben Yehuda ibn (Biyog. ) : G A B E S : Tipik mınıara eski Tacapae şehrinin yuinde kurulmuş olan G. in palm iye korusu meşhurdur. Balıkçılık geli�mi şti r. Azotlu gübre sa­ nayii vardır.

G�BES veya SIRTE KÖRFEZI ( Syrtis Minor ) , güney Tunus'ta, kuzeydeki Sfaks li manı i l e güneydeki Ctrbe ada sı arasında uzanan bir köıfez. Ona Çağda S udan'dan ge­ len kervan ların vardığı öneml i bir yer o lan bu körfezde bu­ gün özelli kle ba lıkçılık yapılmaktadır.

G�BII (Tar. , Coğ. ) , eski Latium'da, Roma'nın ku­ zeydoğusunda, Volscus'lar (Volsci ) ın ülkesinde, Gabinia gö lü yanında bir şehir. Burada bulunan ve Gabii'li Diana adı verilen bir heykel Louvre müzesindedir.

GABILLON [gabi>q] , Ludwig (Güstrow 1.828 · Vi­ 1 896) , Avusturyalı aktör ve rej isör. Viyalia'daki Burgtheater'de calışmış, kara kter rolleriyle tanınmıştır.

yana

GABILLON [gabi) q] . Zerline ( kızlık adı : Würz. burg ; Güstrow 1 8 3 5 Meran 1 8 9 2 ) , Ludwig G. un karısı. 1 8 5 3 ten itibaren Burgtheater'de salon kadını rollerine çık­ ·

mıştır.

bk. İ BN İ CEBRON.

GABLE [g�ybl] . Clark (Cadiz. Ohio 1901 · Ho llywood 1960 ) , Amerikalı fi lm aktö rü. Hoyrat ve au lgan tipleri tem­ sil etmiştir. Fi lmleri arasında «Bounty gemisinde ayaklan­ ma» ( Charles Laughton ile C. GABLE birlikte) [ 1 935] ; « Rüzgar gibi geçti» [ 1 939] ; «Vahşi Missouri ırmağı çevresinde» [ 1 95 1 ] başta gelir. GABLENZ [gqblents] , Cari · August Freiherr von ( Erfurı 1893 - Züricb 1 942 ) , Alman havacısı. Güney ve Kuzey Atlantik'te, Parnit'de ve Uzak Doğu'da keşif ve ince­ leme uçuşları yapmıştır. II. Dünya Harbinde B lindflug (kör uçuş ) okulları müdürü ve hava nakliyatı şefi idi. 1 94 1 den itibaren tuğgeneral olarak Alman Devlet Hava Yolları bakan lığında planlama dairesi şefi olarak çalışmıştır. G. , özel likle ulushrarası hava trafiğinin gel işmesinde ve uçuş cihaziarının kör uçuşlarda kullanılmasında çok yararlı ol­ muştur. İ sviçre'de bir deneme u çuşunda ölmüştür. GABLONZ AN DER NEISSE (Coğ. ) : bk. J.AB­

LONEC N.AD NISOU.

102

GABO, Naum - GABON

G�BO, N a u m

( asıl soyadı : Pevsner ; doğ. Bryan sk 1 890 ) Rus heykelci si. Ressam ve heykelci A n t o i n e Pevsner ( 1 886 - 1962) in kardeşidir. M ü n c h e n Üniversitesinde t a h s i 1 görmüş, kübi zmin tesi­ riyle heykelciliğe yönel­ miştir. 1 9 4 6 dan !:eri Ameri ka Birleşik Dev­ letlerinde yaşamaktadır. G., büvük b i r ineel ikle çalışır, ıabiaı kopyacı lı­ ğınd�n tamamİyle uzak kalarak metal, cam, suni maddeler ve nylon ipli­ ğinden şekiller yaratır. ,

selüloiı ve maden, Museum of Modern Aıt, New York)

GABON (Fr. R�publique Gabonaise) , Ekvator Afri ka­ sında bir devlet (cumhuriyet ) . Yüzölçümü 267 667 km2, nü­ fusu 473 000 ( 1 967) dir. Başşehri Librevi lle (nüfusu : 4 5 689). ikinci şeh ri de Port - Gentil (nüfusu 25 000) dir. Resmi dili Fransızcadır ; yerli diller Ba,ıu grupuna bağlıdır. Bayrağın­ da yukarıdan aşağıya ufki yeşil , sarı ve mavi olmak üzere üç çeşit vardır. Coğrafya : G. , kuzeyde Kristal dağları ile güneyde Du Chail l u ve Aşango dağ ları a rasından geçen Ogooue ırmaFemandn Poö Adası

G 1\BON : Dr. Al be rı Schweiızer"ı,ı Lambarene yakının­ da ku rduğu ha•tahane

ı

ğı havzasında uzanı r. Batıda bu dağ çemberieri ile deniz ara­ sında ovalar, doğusunda yayialar vardır. Ekvator iklimi h ü­ hüm süren G. , büyük ormanlada kaplıdır. Nüfu s toplulu­ ğunu önem•enmeyecek derecede p ;gme' l er, Negri l' ler, Fang'­ Ju, Pahuin'ler ve Bakota'lar teşkil ed�r. Memleketi n . gelir kaynağı, uzun zaman mahun, abanoz ve okoume (G. da

Gabon arınası

........-- Demiryolu o

11111 111111

M ayumba

·

Telefelik

ı QO k rn

G A B O N

yetişen bir ağaç) ormanları ile kahve ve kauçuk ağaç­ ları ve Du Chai l l u dağla­ rından elde edilen altın ve elmas madenieri idi. Fakat birkaç yıldan beri Port ­ Gentil yakını nda Poinıe ­ Clairette ve Ozouri petrol­ leri i le Munana'da uran­ yum ü reti mi ve özellikle manganez maden yatakları­ n ı n i ş letilmesine başlan­ mıştır. Tarih : G. k ı y ı s ı 1484 te Portekiz'li Diogo Cam tarafından keşfedil­ miştir. Uzun zaman kara Afri kalılarla Porıeki zli ler arasında ticaret merkezi ol­ mu�tur. Fransız sömürge­ ciliği bu ticaret iş lerinin önüne geçmek için teşeb-

103

GABON - GABRIEL, Jacques .. Ange Fran sız Arkeoloj i En stitüsü müdürlüğünde ( 1 930 - 1 94 1 . 1 94 5 - ı 9 5 6 ) ve College de France İslami Doğu sanatları tarihi profesörlüğünde ( ı 94 ı 1 9 5 3 ) bulunmuşştur. Halen Col le�e de

France fa h ı i pro ·

fesörü ve Institut üyesidir.

GABOR [ g4bor ] , Zsa Zsa ( Sari ) ( doğ. Peşte ı 9 2 3 ) , Macar menşeli Amerikan akıri si. Önce Viyana'da opereılerde oyna mıştır. ı 94 1 yılında Hol­ lywood'a . gelmişti r. Bu ı han Bdge ile e v lenmiş, sonra ay­ rılmışlard ı r. Başlıca filmleri : «Li l i » ; «Moulin Rouge», « B u , büyük a ş k mı idi ? » ; « B i z esa­ sen evli deği liz ki » ; «Mi llet­ ler balosu» ; «Dolandırıcılar kralı•.

Ön Asya'da ve Doğu Ak deniz bölgesinde birçok ilmi çalışmalara katılmış olan G. , A. GA BRI E L Türk hükumeti tarafın dan Ana­ dolu'da arkeoloj i araştırma lariyle görevlendirilmiş ( 1 926· 1 9 30 ) , ayrıca Avrupa memleketlerinde ineı-lerne gezi lerinde bulunmuştur. Bir kısmı memleketimizde (Ankara ve Istan­ bul ) olmak üzere, çeş itli Avrupa şehirlerinde üniversiteler içi ve dışı konferanslar vermiştir. Arkeoloj i ve mi mari ko­ nuları nda pek ı;ok eserleri, makaleleri ve i nceleme yazıları bulunan G. in bu yayınları arasında Türkiye i l e ilgili olan· ları önemli bir yeki'ın tutar. «İslam Ansiklopedisi» yayın la­ rında da çalışmaları olmuştur ( 1 946) . İtalyanca «Encyclope­ dia univers�le dell'arte» (Evrensel sanat ansik lopedisi) nin X. cildindeki Scuole Ottomane (Osmanlı sanat okulları) mad­ desi [ ı 959] onun kaleminden çıkmışıı r. G. son vıllarda An­ kara Üniversitesi Di l ve Tarih Coğrafya Fakültesi fahri profesörlüğü payes;ni almıştı r. Başlıca eserleri : La citl de Rhodes ( Rodos sitesi ) [ı cilt, 1 930] ; Monuments turCJ d'Anatolie ( Anadolu'daki Türk anıtları ) [2 cilt, 1 9 3 1 - ı 93 4 ) ; Voyages ar 'a : Türkçe sen > Gacal s' an ; Türkçe gitmek > Gacal gitm'a v. b. Sorguçların dilinde de buna benzer özellikler vardır.

GAÇİNA ( 1 92 3 · 1 929 yıllarında Trotsk, 1929 - 1 944 yılları nd� da Krasnogvardeysk ad i yle anıl ;ışıır ) , Sovyetler Birliğinde, Leningrad'ın günevbatı sında bi r şehir. Nüfusu 20 000 dir. II. E kaıerina ' nın, gözdesi G. Oclov için 1 766· 1 7 8 1 yıl larında yapılıp 1 790 da gen i şletilen b i r şaıonun çevresinde gelişmiş olan bu şehir, sonradan çarların yazlık oturma yeri, 1 9 1 7 ihıil i linde de Kerenskiy ordularının saldırıya geçtikleri ver olmuştur. Müze haline geti ri lmiş olan şaıo l l . Dünya Harbinde çok hasara uğramışsa dıı, için d eki koleksiyonlar ( Waııeau, Lancret, Hubert, Robert, Jouvenet ve Falconeı'nin eserleri ) kurtarılmıştır. GAD ( İbr. = mutluluk) , Yakub'un oğlu. Ürdün öte­ sinde, Galaad ülkesine yerleşmiş olan 12 İsrail boyundan birine bu kahramanın adı verilmiştir. GAD, bazan erkek bazan da dişi olarak bilinen ve fonksi,onu Yunanlıların Tykhe'sininki gibi olan bir tanrı. Pal myra (Tedmür) tanrıçası G. , arslanlar arasında oturur durumda temsil edilmişıir. GADAMES veya GADAMIS, Libya'da, Cezavir sını­ rı yakınında bir vah a şehri. Deni zden yüksekliği 350 m dir. Nüfusu 8 000 ( 1 9 H ) dir. Kervan yollarının merkezidir.

GADARA veya GAZER, Doğu Ürdün'de Helleni stik çağa ai ; bir şehir (bugün : Ümm ü Keys ) . M. Ö. 80 - 63 yıl larında Yahudilere, 63 30 yıllarında Dekapolis (b. bk. ) e, M. Ö. 30 dan M. S. 4. e kadar Herodes'ler devletine bağlan­ mış, bundan sonra yine bağımsızlığa kavuşmuş, 66 da ayak­ lanan Yahudiler tarafından t ahrip edilmiştir. Kalıntı ları, Yarmuk ırmağına hakim dağla rda, Mukes köyü yakınında­ dır. ljirber Cadur, tiyatro, ve su kemeri gibi kalınıılar şeh­ rin eski önemini belirtir. Bu önemi kısmen Yarmuk vadisin deki kaplıcalara borçlu idi. •

·

GADAY, Hindi st a n 'ın Maysur ( Mysore) bölümünde, Goa'nın doğusunda bir şehir. Nüfusu 76 . 6oo:dür. Bir pamuk pazarı o lan bu şe­ hi rde pamuklu do kuma. deri ve i laç fab rikaları vardır. GAD DARE, bir çeşit kesici si­ lih. Arapla r ıara · fından kul lanılan cenbiye (b. bk. ) ye benıeyen bu sili hın, her iki ıarafı keskin bir k a m a gibidir. Bele v e aı ların eyecine takıl· mak s ur etiyle taşı ­ nır.

y ıllar ı nda tan ı n mı ş tı r) nin oğl u dur. Gioıto'nun öğrencisi olan

G., Floransa ' da Sanıa Croce'de ve Pisa'da San F rancesco'da güzel freskler meydana ge t irmiştir.

GADE [g��i] . Niels [Wilhelm] (Kopenhag 1 8 1 7 Kopenhag 1890 ) , Dan imarkah besıeci. Keman ve biraz da giıar ile p iyano dersi almış, bunun dışında kendi ken­ dini yetiştirerek Kopenhag saray orkestrası üyesi olmuş, yazdığı op. 1 uverıürün 184 1 de armağan kazanmasİyle bes­ teci olarak di kkati çekmiş, kralın verdiği bursla 1843 te Leipzig'e giderek Mendelssohn ve Schumann ile dostluk kur­ muş, Mendelssohn'un yardım­ cısı ve onun ölümünden son­ ra halefi olarak Gewandhaus konserlerini yöneımiş, 1 848 de Kopenhag'a dönerek orgculuğa ve orkesua yöneticiliğine baş Jamışur. Kayna r ası }. P. E. Hacımann gibi milli üslupta eserler vermiş, 8 senfoni, 7 uverıür, ı k e man konçerı o su ve çeşitli kom ve o 1 a musi kisi eserlerinden başka !: i li oyna n an Napo/i [ 1 842) ile Et Folkesagn ( Bir halk efsanesi ) [ lRH] balelerinde iş birliği yapmıştır. N. GADE GADES veya GADES ( Pun dilinde : G.ıdi r ) , Cadix şehrinin anti k adı. Bk. CADIZ. Gades boğazr : Cebelitarık boğaz ı nın eski adı. GADİRÜ'L - HUMM, Mekke ve Medine yolu üzerinde, vadi içinde, bir kayn ağın meydana getirdiği baraklık göl . Cuhfa'dan üç Arap m i l i uzaklıkta bulunan bu gö l . ağaçlık i çinde idi. İçinde bir de peygamber camii olan gölün halkı Yakut zaman ında az mi ktarda Huzaa'lar ve Kinane' lerden meydana gelmişti . Hz. Mu h ammed ' i n Ali için söylediği «Ben kimin mevlisı isem, Ali de o n un mevlisıdı ı » sözün ü burada söylediği rivayet edilmektedir.

GADOLINIT ( Fr. Gado l i n i ıe ) , Y2 Fe [O Be Si Oslı. zifı gibi siyah ve sert bir mineral olup sertliği 6 . 5 , yoğun­ l uğu 4 4,7 d i r. Bu mineral Y ( Ytteı biyum) dan başka, çoğu zaman diğer binakı m nadir topraklar ( seryum, lanıan, nesd­ yum ve erbiyum gibi) ihtiva eder. G. lerin çoğu toryum ihtiva etmeleri dolayı siyle radyoakıifrir. G., Nor v e ç (I veta nd'­ da ağırl ı kları 300 kg a kadar olan k ri s t a ller halinde) te, Texas'ta, nadir olarak da A lmanya'da Riesengebirge'de ve Harz'ta bulunur. G. , Eckeberg tarafı ndan F i n landalı kiro­ yacı Gadolin'e oi spetle adlandırılmışıır. Gadolin 1 749 da bu mineealde Yııer toprağı nı ke � f H m i ş ıi r. ·

'

G�DDI, Tad deo (P 1 o r a n s a 1 300 - F 1 o r a n s a 1 366 ) , İtal yan res­ sam ı . G i otto'nun arkadadası o 1 a n İtalyan ressamı ve mozaikçi G a d d o Gaddi ( 1 3 1 2 · 1 3 3 3

105

T . GAD DI : « Meryem Ana'nın Elisabeth'i ziyaret etmesi»

GADOLINYUM ( Fr. Gadolinium) [sembolü : Gd] , metalik bir element olup nad i r t o prakl a rdan biridir. Atomik ağı r l ı ğı 1 5 6 9, izoıop larınınki 1 5 6, 1 � 8. 1 5 5, 1 57, 1 60, 1 54, 1 5 2 d ı r. E lementi n atom n umarası ( te r t i p sayısı ) 64 tür. Gd, bileşiklerinde lll d eğerli , tuzları renksizd i r. Bugün yak lasık olarak % 99 saflık derecesinde metalık Gd elde edi leb; l i r. 1 6 km ka lınlığındaki en üst ta bakayı teşk i l eden arz kabuğu, aş. yu. % 1/2 000 G.:l bi leşi kleri ihtiva eder. Böy lece, tabi· atta Gd a an ı imon, platin, iyod, gümüş ve helyumdan daha sık rastlanır. Gd, 1880 de Marignac tarafından keşfedilmiş olup adını Fin kimyacısı Gadolin' in adından almıştı r. ı gr Gd oksidin fiyatı 1950 de aş. yu. 98 lira idi.

106

GADSDEN - GAFENCU, Grigore

GADSDEN [g.,dzdin] , Amerika Birleşik Devletlerin­ de, Alabam:ı'da, Bi rmingham'ın kuzeydoğusunda, merallürj i merkezi olan bir şehir. Nüfusu 5 5 7 0 0 dür. GAEDE

[g�di ] ,

Wolfgang

( Lehe 1 878 München 1 945 ) , Alman fizikçisi. Karlsruhe Üniversitesi profesörlü ğünde bulun muş ( 1 9 1 9 1 93 4 ) , bugünkü yüksek vakum tek­ niğinin temellerin i kurmu�ıur. Kendi adiyle anılan civalı dönme hava ıulumbasını bulan ve 1 90 5 re bunu ıslah eden, kapsüllü tulumbayı, özellikle m olek üllü hava tutumbasını ( 1 9 1 2 · 1 9 1 3 ) . önce döner şekilde, sonra da 1 9 1 4 - 1 9 1 5 te di füzyon tulumbası şeklinde imal eden de G. d i r. ·



GAEHLER [ g,/i, ] , Sigurd D e ( X V I I I . yüzyıl ) , ilk Türkiye - Danimarka ticaret an laşması" ı sağ layan Dani­ markalı devlet adamı ve temsilci. Kral V. Frederik tarafın­ dan 1 7 5 2 de lstaııbul'a gönderi len G. , ancak 14 ekim 1 7 5 6 d a I I I . Sultan Osman i l e Danimarka kralı V. Fredetik ara­ sında bir anlaşma imzalanmasını başarmıştır. Anlaşma, Tür­ kiye ile Danimarka arasındaki dostluğun gelecekte de de­ vamı lüzumunu beli rtmekte ve iki ülke ara�ındaki ticaret için çok dikkate değer kaideler koymaktaydı. Anlaşmanın X I I . maddesine göre, her iki devlet birbi rlerinin vatandaş­ larını hapsetmeyectklerdi. 1 7 5 8 yılı oca k ayında «Venska­ beı» ( = Dostluk) ve «Vesuvi us» ( = Vesuvio) adlı iki Danimarka ticaret gemisi, «Neprun» ve «I sland» savaş gemi­ leri n fakarinde Isıanbu l'a geldiler. Gemilerdeki ticari eşya, Dan i marka koloni lerinden getirilmiş biber, şeker, Hint muslini, ipek li kumaş, kürk, bez, kağıt, kurşun, çinko ve demirden ibaretti . Gemiler Istanbul'dan ayrı lmadan G. , fevkalade temsilci liğe tayi n ed ildi. Bu sırada Danimarka dışi şleri bakanı bulunan Kont Bernsıoff, Türk iye ve Orta D lğuya bir ilim h eyeti gön Jermiştir. Bk. DANİ MARKA.

GAEL [ İ rlan. Gaedheal , İskoç. Giidhea l , İng. ok. geyl] DI LLERI, geniş anlamda, İrlanda'da, İskoç'ta, Man adasında, Batı İskoçya'nın kuzey ada larında konuşulan leh­ çele rle temsil edilen Kelı dilleri kökünden bir kol ( hk. K E LT DİLLERİ ) . Bu kola men sup olan Keltlere Gael'­ ler den i r . Dar anlamda i se, İskoç'ra kullamlan Kelı lehçe­ lerini anlatı r ; bun lara E rse ( İng.) de denir ki aslında İrcedir. Bu an lamdaki G. D. n i konuşanların sayısı, İskoçya'da ya pı­ lan 1 8 3 1 sayımına göre, 1 36 000 olup bunlardan 7 069 u bir dil kon uşur. G D. nin en eski an ııı, IX. yüzyı la ait Book of Deir 'd e k i birkaç cümleden ibareı tir ve eski Iceeden pek az farklıdır. Bugün hala Ulsıer ( İ rlanda) de konuşulan lehçe bunlara pek yakm dır. GAEL [ İng. Gaelic, ok . g�ylik] EDEBIYATI : Bu edebiyat, İrlanda yazı dilinin daha önceki şekline çok yak­ laşan bir dil kullanmıştır. Sayıları hayli kabarık olan barde ( Kelt oza n ı ) şiiı leı i ve Ossian bal/ade' lan, XVI. yüzyı lda James Macgregor tarafından fonetik i m l a ile yaz ı l mıştır. Yüksek İ skoçça yazan daha yeni şa i rler arasında ve Os si an şair i Macpherson dışında en tanınmı şları : Mary Macleod ( aş. yu. 1 6 1 5 - 1707 ) , A. MacDonald (aş. yu. 1700 - 1 760 ) , dini şiirler yazmış olan D . Buchanan ( 1 7 1 6 - 1 768 ) , ıabiat şii rleri MacDonald'ınki lerinden aşağı kalmayan Duca n B a n Maclntyre ( 1 724 1 8 1 2 ) , aşk şii rleri ve taş lamalariyle ün a lmış ve Bob Donn diye bi linen Robert Mackay ( 1 7 1 4 1 778 ) dir. George Campbell Hay i se, günümüzün büyük bir şairidir. Gael'lere ait halk masalları Campbell tarafından yayımlanmıştır (Popu/ar Ta/es of the Weıt High/ands [ Batı yüksek ellerine ait halk hikayeleri ] , 4 cilr, 1 890 - 1893 ) . ·

Yüksek el ierin aşk ve sihi r şiirlerini i se A. Carmichael deriemişti r ( Carmina Gade/i(a, 1 900, yeni has. 1 928 1 940 ) . ·

GAEL [geyl] LIGASI ( Tar. ) , Gael d ı lini v e kültü­ rünü yeniden canlandı rmak amaciyle 1893 te Dublin'de ku­ rulmuş olan mil liyeıçi bir dernek. Douglas Hyde' ın yönettiği ve Padhraic Pea rse'ın ruh verd •ği bu derneğin başarısı İrlanda'daki millivetci lik hareketine yeni bir renk vermiş ve etkilerini Sinn Fein ( İr. = Biz kendi miz) parti si üzerinde de göstermiştir. GAEL [geyl] LER veya GOlDEL [ İng. gpydll, yerli dilde : g.,dil] LAR ( Tar. ) , M. Ö. I. binyı l ortasında ve sonunda Büyük Bri tanva adalarının barısında ve kuzeyba tı­ sında yaşam · ş ve bir G. dili kullanmış olan bir kavim ( Bu­ günkü İrlanda lı lar da kendilerine G. adını verir ler ) . G. !erin bu bölgeleri istiU. etmelerinin aş . yu. Brittonik Keltlerin i sti lası ile çağdaş olduğu, ancak G. lerin daha güneydeki bölgelerd en ve başka yollardan gelmiş oldukları sanı lır.

GAES �TLAR ( = Mı zraklılar ) , M. Ö. 2 3 6 - 222 yıl· larında İ talya'da ııörülmüş olan bir boyun adı Bazı tarihçı­ ler bunların Kelt, bazı ları i se Germen soyundan olduğunu kabul eder. GAJ;:TA, Orta İtalya'da, Larina prnvincia'smda, G. körfezi üzerinde bir şehir. Nüfusu 20 600 dür. Petrol tasfi­ yehaneleri vardır.

Tarilıçe : G. Roma i mparatorluğunun önemli liman­ lanndan biri idi. M. S. IX - X I I . yüzy ı l larda rdah içinde bi r dukalık teşkil etmiştir. 1 1 40 ta şehir Sicilya krallığına bağlanmıştır. Önemli bir müstahkem mevki olan G. , Bour­ bon'ların sonuncu kalesi olmu� tur. Papa XI. Pius 1848 de buraya sığınmıştır. G. 1 8 5 1 de tesi lm olunca fki Sicilya krallığı sonra ermi�tir. GAETANO, Aleardo ( Biyog ) : bk. ALEA&DI, Aleard o.

GAETANO DI THIENE [gaet4no di ty � ne ]

Cajetanus ; ası l adı : Tomm a ao de Vio ; Gaera 1 4 69 Napoli 1 5 1 8 ) , İtalyan kardinali. 1 5 1 8 de Aug�burg'a papanın legaıus ( temsi lcisi ) u olarak girmiş ve Luther"i, kurduğu mahkeme önüne çağırmıştır. Rabipliği yeniden düzenlemek için en çok İtalya ve İspanya'd ı yayı lmış olan Theatin'ler (Theatin i ) tarikatını kurmuştur ( 1 5 24 ) . B k . THEATIN' LER. ( Laı.

GAETUL'LAR ( Lar. Gaetuli ) : ı. Neolitik ve Kalko­ litik çağlarda, Libya'da ve Doğu Salıra'da yaşamış olan bir göçebe kavim ; 2. Tarih çağları nda, eski Libya'da yaşamış, Hami asıllı bir kavi m. Bu Serberiler Numidya kralı Ju­ gurtha ile birleşerek Romahiara karşı savaşmışlar, M. Ö. 6 yılında bu kralın sonradan Gazetulicus likabiyle anılmış olan Cornelius Cossus Lentulus tarafından yenilmesinden sonra Roma ordusuna yardımcı birlikler sağlamış lardır. GAFAT, bugün hemen hemen unutulmuş olan bir Hami Sami dili. Amhari diline oldukça yakın olan bu dil, Habeşisıan'daki dağlık Gocam bölgesinin güneybatısında kullanılmıştır. •

GAFENCU [gaffnku ] , Grigore ( Bükreş 1 892 - Paris 1 9 57 ) , Rumen siyaset adamı. Tahsilini İsviçre'de biıirmi1tir, I.

107

GAFENCU, Grigore - GAGA Dünya Hubine hava yüzbaşısı olarak kaıı lmıştır. Harpten son­ ra ga zeıeci liğe başlamış, «Revi sta Vremii» dergisini çıkarmış, sonra Orient · Radio ( Ra d or) basın ai ansını kurmuştur. «Argus• günlük i ktisat gazetesinin mü Jürü olmuştur. 1928 de Mi lli Köylü Partisi üyesi olarak mebus seçilen G , 1 9 2 8 - 1 929 y ı l ları nda dış i� leri ba kanlığı genel sekreteri olmuştur. 1 929 - 1 930 arasında lu li u Maniu kabinesinde dış iş leri bakanlığı müsteşarlığına ge t iril e n G , 1 930 da başbakanlık müsteşarı olmuş t ur . 1 9 3 2 de tekrar dış iş leri bakan lığı müsıeşaılığına gelmi ş. 1 9 3 3 te sanayi ve ticaret bakan l ığı müsteşarı olmuştur. Kral IL Carol'un diktatö rlüğe yönel mesi üzerine Iuliu Maniu'nun 1 9 3 3 te hükumetten çe­ kilmesi üzerine G. da tekrar gazeıeci liğe dönmüş ve «Tim­ pul» gazetesini çıkarmıştır. 1 937 yılına kadar bu gazetenin müdüılüğünü yapmıştır. 1938 yılı aralık ayında kral Carol G. yu dış isleıi bakanlığına tayin etmiştir. Haziran 1 940 ta G . bakanlıktan alınmış, ağustos ayında Moskova'ya elçi gönderilmiştir. Burada hazi ran 1 94 1 e kadar kalmıştır. II. Dünya Harbi içinde İsviçre'ye yerleşen G. , Sovyetleıin Rumanya'yı işgali üzerine memlekeıine dönmemiş ve burada milletinin isıikiali için faal iyet göstermiştir. Bu arada Pre/i­ mi11aires de la guerre a I'Est ( Doğuda harbin hazı rlık ları ) [ 1 944] adlı eserini yayı mlamıştır. Daha sonra Demiers iours .ie I'Europe ( A vrupa'nın son gün ler i ) l l 946] adlı ikinci ki tabı çıkmışıır. Bu kitap G. nun ı uıtuğu günlük hanralara dayanı r. Her iki kitap 1 93 9 - 1941 olaylarını incelerken bil­ h a ssa S ov y et Alman ilişkilerinin iç yüzünü de o rtaya koyar. G. 1 946 da Paris barış konferansında gayri resmi hür Ru men heyerinin b1şkanlığınr yapmışıır. Bu heyet gerçek R u­ men menfaatlerini korumaya çalışmışsa da, görüşlerini o günkü şartlar içinde kabul etti rememiştir. Rumanya'nın, kurtuluş sava şını yazı ve sözle Baıı merkezlerinde devam etti ren G , Avrupa ve Amerika gazere ve dergilt rine yazı yaşmışıır. l l k asım 1 947 de Bükreş'te k u rulan mahkemede gıyaben 20 yıl hapse mahkum edilm i ştir. En büyük Rumen ni şanl.ırı yan ında Fransa'nın Legion d'Honneur G rand Cro ix nişanına da sahipı i. G. s i yasi müşahede ve tecrübelerine dayanarak Avru­ pa birliğini gerçekleştirmek için uğraşmış, ki tapları nda bu mevzuda Rus tehd idine sık sık d ı kkati çekmiştir.

Allahtır diyen bir adamı mı öldüreceksini z ? Ovsa size Rab­ binizden belgelerle ırelmi ş t i r, eğer yalancıysa yalanı kendi­ sinedir . . . » (28. ayet ) , « inanmış o l a n adam ded i ki, ey mil le­ tim, doğrusu ben sizin için Nuh mil letinin, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu g i b i , peygamberleri yalan­ layan top l u l u kların uğrad ı k l arı bi r günün benzerinden kor­ kuyorum» ( 3 0. ayet ) , «O inanan kimse dedi ki, ey mil le­ tim, bana uyun, sizi doğru yola eriştireyim» ( 3 8. ayet ) , «Al lah o a d amı . kurmak istedik leri tuzaktan korudu, kötü azap Firavun'un adamlarını sardı>> (45. ayet ) anlamındaki ayetlerde zikredi len «inanmış kişi» den bahsetmesi sebebiy­ ledir. Gafir «m a ğ firet eden, bağı şlayan» anlamına gel i r. Sureni n hemen başında «Gafir ez · Zenb» ( «günahı bağış­ layan ) ifadesiyle Allahtan bahsedi lir. G . suresi denmesinin sebebi de bu ifadedir (3. ayet ) . Ayn ı ayeıre Allah'tan «Zi et · Tavi» diye bahsedi ldiği için sure Et - Tavi ad i yle de ad­ lan dırıl mıştır. Bu ifade «Luıfu bol olan. fa d l s1 hibi» şek­ linde Türkçeleştirilebilir. İbn Abbas ve C3bi r b. ez · Zeyd'in rivayetine göre, bu sure 39. su re o1an Ez - Zümer'den hemen sonra n azil olmaya başlamıştır. - Y. K.

GAFSA, güney Tunus' ta, Sfax - Tozeur demiryolu üze­ rinde bir vaha kasabası Nüfusu 2 4 300 dür. I lıcaları , hur-

·

GAFFARİ, Alım e d b. Muhammed (ölm. Daybul, Sind 1 5 67 ) , İ ranlı yazar. Şafi i fakibierinden imam Necmed­ din Abdülgaffar'ın soyundan gelir. Babası Rey kadt sı ve şairdi (ölm. 1 5 2 7 ) . Kendisi de kadı olan G. , L Tahmasp'a ithaf eııiğı ( 1 5 5 2 ) Nigaris1a11 adlı bir kr s s a lar mecmuası ile Nusah - i (aha11 - ara adlı manzum bir tarih yazmıştır ( 1 564 ) . GAFFKY [g4jki] , Georg Tlıeodor August ( Hanno·

ver 1 8 59 - Hannover 1 9 1 8 ) , A lman bakıeriyologu. 1 867 de H i n d istan ' da salgın hasta lıkları ara şıırmak ü-zere kurulan bir heyeti idare e tmişıir . 1 888 de G iessen Üniversi tesinde profe sör olan G. , ı cıo4 ten itiba ren Berl in'de Bulaşıcı Hastalık­ lar Enstitüsünde Ruberı Koch (b. bk. ) un halefi olarak ça­ lışmış u r. G., tifus mikrobunu münferi d e n üretmeyi başar­ mı ş tır.

GAFİR, Kur'a11'da 40. surenin bir adı Genellik le El - Mii'mi11 suresi adı verilen bu sureni n diğer adı da Et · Tav/ ' dir. Ayetlerinin tamamı Mekke devrinde nazil o lmuş­ tur ve 8 5 a d ettir. Bir önceki Ez - Zümer su resi gibi, burada da genellikle kıyamet günü ve ahiretten bahsedi l mektedir. EJ · Mü'min adının verilmesi, «Firavun ailesinden olup da inandığı nı gizleyen bir adam ( mü' min ) dedi ki : Rabbim

GAFSA :

Genel görünüş

ma l ıkları ve zengin f o s f a t yatakları ( 1 950 ü r e t i m i 1 5 2 5 000 ton) var­ dır. Antik Çağın Capsa'sı olan G. , zengin yera lu bu· lunıulaıiyle Üst Pa­ leolit i k çağın bi r kültür grupuna adı­ nı v e r m i ş t i r. Bk. CAPSA KÜLTÜRÜ.

B��);-

G A G A ( Fr. kuşlarda-��

kap l u m b a ğ a l a r d a ajzız yerini tutan or­ gan. Çenekleı ke­ mikten olup, boy­ nuz m a d d e s i n d e n kılıflarla kaplıdır. Si vri veya keskin olan G . , avı veya yemi t utup kesme· ğe yarar. G. nın şekli çoğu zaman belirli bir beslenme rej imine b a ğ l ı d ı r.

ı . Ördek, 2 . Gergedan calao, 3. Kana l, 4. Güverc i n , S . Çaprazgaga. 6 . Papağan, 7 . Gagalı memeli ( ornitorenk ) , 8. K ara ağaç­ kakan 9. Calao bucorvus, 10. De­ ve kuşu, 1 ı. Calao rhinolax, 1 2 . Büyük saka kuşu (pelikan)

GAGA :

108

GAGA - GAGALI BALINA

Ağaçkakanın sivri uçlu uzun G. s ı , ağaçların kabuğu­ nu delerek böcekleri aramağa yarar. Çobanaldaran kuşu­ nun huni biçimindeki G. sı. uçan sinekleri tutmağa yarar. Ördeğin G. sının hem kenarları hem dili d i ş l i olduğundan, su dibi çamurunda avianan hayvancıklar sular aktıkıan son­ ra bu filırede kalırlar. Kolubrinin G. sı bir boru şeklinde­ dir ve kuş bunun la çiçeklerin balozönü emer. Büyük saka kuşu (pelican) nun G. s ı nın alıında ram manasiyle bir ye­ deklik torbası vardır. Yırtıcı kuşların, papağanların , tohum yi y en serçegi l lerin G. ları kuvvetli ve keski n olduğun dan tehlikelidi r. Calao adını taşıyan, Afo:ika ve Asya'da yaşayan kuşların G. ları lüzumundan fazla büyük ve ağırdır.

GAGA ( Mus. ) , dudaklar arasına alınan ucu ince ve ya ssı olduğu için biçimi ku ş gagasına benzeyen çalgı ağız lığı. İki çeşidi vard ı r . Klarinet ve saksofon ailelerinde kul lanılan G. ( Fr. bec, İng. beak, Alm. Schnabel ) tek kamış· !ıdır Bir yüzü kesi lip düzleştirilmiş, buraya kamışran bir halkayla kıstırılmışıır. Belirli bir flüt ailesinde kullanı lan G. (Fr. bec, İng. fipple mouthpiece, Atm. Schnabel) ka­ mışsızdır. Bi r ucu tıkaç ( Atm. Block ) i l e kapatı lmış, bu ukaca bir oluk ( A t m Kernspalte, İng. flue) açılmıştır. Üflenen hava olukran geçip karşısında bulunan deliğin kes­ kin k enarına çarpacak ti t re ş meye başlar. Deli ğ i n keskin ke­ narına kama (Atm. Aufschnittkante, Aufschnitt) denir. Bk. AGIZLIK, GAGALI FLÜT. ­

·

.

.

GAGAKU, geleneksel Japon musikisinin beş çeşidin­ den biri. Adı «litif musiki» anlamına gelen bu sanat. Ja-

GAGAKU : ı. Yama r o goıo, 2. H içiri ki, 3 Kagura ­ bue, 4. O r ek i , 5. K oma - bue, 6. Şo : a. önden görü­ nüş, b. yandan görünüş ·

pooya'da günümüze gelebilmiş olan musikilerin en eskisi olup önceleri valnız imp uatorluk sarayında muhafaza edi l­ miş, ancak X X. yüzy ılda verilen konserlerle halka da dio le­ ti lmiştir. B i ri impara torun katı ldığı resmi ve dini törenler­ de, öteki impı rato rluk sarayının dan � l ı eğlencelerinde kul­ lanılan iki dılı vardır. Ö ıel çalgı ları üflemelerden Hiçiri­ ki, Kagura bu e O;tki, Koma bue ve Şo, tellerinden Şo - no koto ( bk. KOTO ) , Yamato ­ goto ve Biva, vur­ malarelan San - n o ­ ısuzumi, Şoko, Tai­ ko ve Kakko' d u r . Çalgı ların ve ses­ lendirilen musikinin bir kısmı M. S . V. yüzyıldan bu · yana Çin, Hindi stan, Ko­ re ve Man çurya'dan alınmadır. ·

,

·

-

GAGALI BA­ LINA ( Hyperoo­ ampu t l at u m ) , Balinalar ( Cetacea ) takımının Gaıı:alı balinagi ller (b. bk. ) familyasından b i r memeli ıüıü. Uzun· luğu 6 9 m olup sırt yüzgeçleri kü­ çükıür. Sırtı koyu kül rengi · kara, kar nılaçık kül rengi ak· tır. Kuzey · Atiantik Okyanusunda yaşar. don

GAG AKU : Taiko çalan bi r çalgıçı

·

·

GAGAKU : 1. San no - tsuzıımi, 2 . Şoko, 3 . Taiko, 4. Kakko, 5 . Biva ·

Gagalı balina

GAGALI BALİNAGİLLER - GAGAVUZ TÜRKÇESi GAGALI BALİNAGİLLER (Ziphiidae ) , Omurgalı hayvanlardan Memeliler (Marnmalia) sınıfının Balinalar (Ce­ tacea ) takımının Dişli balinalar (Odontoceıi ) alt takımına gi ren bir familya. Ağızları gap;a gibi uzun olan G. B. in alt çenelerinde ı - 2 diş vardır. Gagalı balina (b. bk. ) türü tanınmıştır. Atiantik Okyanusunda yaşarlar. GAGALI FLÜT (Airn. Schnabelflöıe, Fr. Flute a bec) ağızlığı gaga ( b. bk. ) olan flüt. Çal ınır�en dosdoğru öne tutulduğu için dikine flüt ( Pr. fluıe droite) lerden sayı lır. Belli başlı çeşitleri için bk. FLAGEOLET, GALOUBET, OK ARINA, TATLI PLÜT. GAGALI MEMELI (Ornithorhynchus anatinu s) , Tek delikliler ( Monotremata ) takımının Gagalı memeligiller ( b. bk. ) familyasından bir memeli türü. Parmakları deri ile birbirine bağlı olan ve iyi yüzen G. M . n i n vücudu yumu· şak tüylerl e kaplı­ dır. Ürernek i ç i n çukur içine iki yu­ murta bırakır ve k u · luçkaya yatar. Avus­ tralya ve Tasrnanya ı rmaklarında yaşar, Gagalı memel i eti yenir. GAGALI MEMELIGİLLER ( Ocnithorhynchidae ) , Omurgalı hayvanlardan Memeliler ( Mammalia ) sınıfının Tek delikliler (Monoıremata) takımına giren bir familya. Ağızla­ rı ördek gagasına, yapıları köstebeğe btnzer. Vücudu yumuşak tüylerle kaplıdır. Yumurtlarlar. Gagalı memeli (b. b k.) türü tanınmıştır. GAGAMSI ÇlKINTILAH ( Fr. Apophyses coronoi­ des ) , biçi m leri kuzgun gagasına benzetildiği için böyle ad­ landırılmış olan bazı kemik çıkınıılan (Yun. kor6ne = kuz· gun ) . insanda G.Ç. iki çifıtir. Bunlar, dirsek kemiklerinin yukarı önlerinde bulunanlar ile şakak kemiği · üstçene kemi­ ği eklemlerinin önünde bulunanlardır. GAGARİN, eski bir Rus prens ailesi. ivan Sergeeviç ( ı 8 ı 4 . ı 88 i ) , Paris'te Katoliklğe geçmiş, }esuit olarak Ortodoks Slavlar arasında Kaıoli kliği yaymak amaciyle çalışmıştır. GAGARİN, Yuriy Alekseeviç ( Smolensk bölgesi ı934 . Vlad imir mevkii ı 968 ) , Sovyet hava subayı ve astro· notu. Uzayda ı saat 45 dakikalık bir uçuş yapmış olan ilk insandır. G. , «Vostok» ( Doğu) adını taşıyan ve dünyaya en fazla uzaklığı 302 km, en az uzaklığı ı 7 5 km olan bir yörüngeye oturtulan 4 7 2 5 kg ağırlığındaki bir yapma uydu ( suni peyk ) içindeki ilk uzay yokuluğunu yapmıştır. G. , bir uçuş denemesi sırasında, Mos· kova'nın 2 5 0 km kuzeydoğu­ sundaki Vladimir m e v k i i n e düşerek ölmüştür. GAGAVUZ TÜRKÇE Sİ, kuzeydoğu Bulgari sıan 'da, Rumanya ( Dobruca) da, Mol­ davya Sovyet Sosyalisı Cumhu· riyeıinde ve Ukıayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde konu-

Y. A. GAGARİN

1 09

şulan bir Türk diyalekti. Eskiden bu diyalekt yalnız Bulgar topraklarında (Varna çevresinde) konuşuluyord u. Dobruca'da da Gagavuz yerleşmeleri vardı. Fakat Gagavuzların XVIII. yüzyı l son iariyle XIX. yüzyıl başlarında Besarabya'ya göç ederek yerleşmeleri üzerine G. T. daha geniş bir alana ya­ yılmıştır. Orta Asya'da, Kazaki sranda'da Gagavuz yerleşme­ lerine rastgelinir. Gagavuzların siyasi bakımdan birkaç devletin sınırları içinde kalması, G. T. nin birçok koliara ve ağıziara ayrıl· masına yol açmıştır. Mamafih bu kol ve ağızlar arasında birçok ortak çizgiler göze çarpar. G. T. nin ağızlan arasın· daki ayrı lıklar daha çok kelime hazinesi alanında kalmıştır. Bulgar Gagavuzları, güçlü bir Slav ( Bulga r ve Rus) ve Ru­ rnen erkisi alıında kalmışlardır. G. T. , yaşayan Türk diyalektlerinin güneybatı (G. J. Ramstedt'e göre : güney) veya Oğuz bölümüne girer. Türk diyalektlerinin bu bölümünde Anadolu ve Rumeli ( veya Balkan ) Türkçui, Azeri Türkçesi, Türkmence ve Güney Kırım Türkçesi de yer alır. Bütün bu diyalektleri konuşan Türk kollarının Oğuzlardan geldiği kabul edilir. Bu sebeple, bu bölüme Oğuz diyalektleri ( L . Ligeıi ) adı da verilir. Polonyalı Türkolog T. Kowa' ski'nin yaptığı bir sınıf· lamaya göre ( (Leı Tı�rcı el la lang11e t11rt s de la 811/g:ırie d11 N ord · Esi. Krak 6w, ı 9 3 3 ) , G. T. Tuna Türkçesi ( Pr. turc danubien ) nin bir koludur. Ancak, daha çok coğrafi duruma dayanan bu sınıflama N. K. Drni triev veya }. Ne­ meıh gibi Türkologlarca reddedilmiştir. Bu ıerim yerine Balkan Osmanlıcası ( Airn. Balkanosmanisch ) adı da teklif edilmiştir (G. Doerfer) . Dinleri Ortodoks Hıristiyan, dilleri Türk olan Ga ga­ vuzlar, komşu Slavların etkisi alunda kalmışlardır. Bu etki dil alanında da göze çarpar. Konsonların palaıalleşmesi Slav etk i siyle izah ed i lebilir. Gagavuzcada cins bildiren -ka (veya -yka) ekinin kullanı lması da bu etkiden gelir (örnek : Gag. baldtıka N Türkçe baldız ; Gag. kom[ı�yka N Türkçe komıu ) . Bunlardan başka, dt/ ( = değil ) kelimesinin zarf olarak kul­ lanı lması veya da edatının «ve• anlamında kullanı lması da Slav di llerin in etkisinden gelir. Bütün bunlara ek olarak, G. T. nin sözdizimi de Slav sentaksına uyrnuşıur. Gagavuz­ canı n kelime hazinesinde yabancı un surlar ( Bulgarca, Rusça, Rumence, Yunanca) da büyük yer tutar.

Gagavuzcanın yapısı : Vokali zrn : Anadolu Tüı k çe­ sinde o lduğu gibi, Gagavuzcada da sekiz vokal kullan ılır (a, ı, o, 11 ; e, i, ö, ü). Gıgavuzcada uzun vokal ler de var · dır. Bu di yalekııe kullanılan uzun vokaller iki grupa ay ı ı l ı r : ı . Asli ( etymologique) uzunluklar : Gag. az ( = a z ) ; arı ( = yaban arısı ) ; af ( = aç, tok olmayan ) ; garga ( = karga ) ; yarın ( = yarın ) ; kaz ( = kaz) ; kar ( = kar) ; dör11 ( = do­ ru) ; kör ( = kor ) . A ncak, Gagavuzcada bu uzun vokaller Tü ı kmencedeki gibi bir sistem teşki l etmezler. 2. lkincil uzunluklar : Gag. aç ( = ağaç ) ; arı ( = ağrı) ; d1Jr11 ( = doğ­ ru) ; az ( = ağız ) ; J /r ( = sığır) ; ı ii k ( = soğuk) : dii- ( = doğ- ) . Yabancı ( A rapça, Farsça) kelimelerdeki uzun vokal· ler de muhafaza edilmi� tir : Gag. alem ( < Ar. ) ; musa/ir ( < Ar. ) ; ıade ( < Far. ) ; taze ( < FH. ) ; ziJr ( < Far. ) . Gagavuzcada ses uyumu bütün kelimelerde muhafaza edilmiştir. Bizde elma ( ""' alma) kelimesinde bu uyum bozulmuşsa da, Gagavuzcada keli menin asli biçimi saklan· mıştır (alma) . Buna ı ağmen. Gagavuzcada arasıra ses uyu­ mu bozulmuştur : Gag. ayne ("'-' ayna) ; ane ( N ana) ; y11v1 (c-J ) U va) ; orle (N orta) ; yare (""' yara ) . G 1gavuzcada t, f , ı, y seslerinin yaoında ses uyumunun bozulduğu göze çarpar :

1 10

GAGAVUZ TÜRKÇESi

Gag. kızı/dk (= kızı/cık ) ; çibuk ( N flbık, çubuk ) ; çi/ı­ ( "' çık- ) ; arıin (� arıın ) ; çarıi l "-> çarıı) ; yil ( N yıl) ; yi/an (N yılan ) ; yildız ("-' yıldız) ; yimırta, yimurta (cxı yu­ murta) . Anadolu Türkçesinde olduğu gibi, Gagavuzcada da o ve ö sesleri keli mPnin yalnız hi rinci hecesinde kullanılır. G. T. nde e, o, ö vokalleri, ğ , y, v (/) sesleri ya­ n ında i, u ve ü ye çevri lir : Gag. iı ( < eı ) ; ihali ( < ehali, ahali) ; di';il ( < değil) ; yidi ( < yedi) ; buaz ( < boğaz) ; buynuz ( < bo ynuz) ; duv ( < doğ- ) ; yunga ( < yonga) ; ku­ van [= arı] ( < kovan ) ; suvan ( < soğan) ; " ülak ( < oğlak ) ; gü/ge ( < gölge ) ; gürümre ( < görümre ) . Türkçe öfke keli­ mesi öfke veya üjke bi çiminde kullan ı l ı r. Buna karş ı l ı k, Türkçe güzel ( < göze/ < : göz ) kelimesinde ö sesi saklan­ mıştır ( Gag. göze/ ) . Nitekim Anadolu ağızlarında da göze/ biçimi kullanılır. •

.



Gagavuzcada e, i, ö, ü vak a l lerinden önce y- sesinin türemc si yaygın bir ses olayı olarak göze çarpa r : Gag. yebe ( N ebe ) ; yekmek ( "-> ekmek) ; yel/i ( N elli) ; yeniıle ( ," enijte ) ; ye;-kek ( "' erkek ) ; yeslıi (N e!ki) ; yel ( N et ) ; yev ( N ev) ; yiri ( N iğri, eğri) ; yöküz ( N öküz) ; yördek (co.;; ördek ) ; i8süz ("-' ö.e s üz) ; yüç (= üç) ; yüzüm ( cxı üzüm ) . Buna karşılık, birçok kelimelerde başı� k i 1· sesi düşer : Gag. edi [ = 7] ("-' yedi) ; e/peze (cxı 1elpaze) ; eIken ( = yelken) ; eni ( "" yeni) ; eıil ( = yeıil) ; ing e ("-' ymge) ; ük ( "' yük ) . Anadolu ağızlarında olduğu gibi , Gagavuzcada da /- ve r- sesleı iyle başlayan kelimelere bir vokal geti rilir. Buna karşı l ı k, hirçok kelimelerin ı. hecesin­ deki vakaller düşer : Gag. b (i) lezilı ("' bi/ezik ) ; b ( u ) lamaç ( "' bu/ama, ) ; b ( ı ) rak- ( N bırak- ) ; kra (N kırağı) ; t ( i ) raı ( c:..:ı tıraı ). B i rçok kelimelerde ı- veya i- seslerinin düştü ğü gör ülür : (ı)ııla-, (i) jit-, (i) çin gibi. Kon sonantizm : G. T. kon sonanıizm bakımından Anado lu Türkçesine benzer. Gagavuzcada i. y, !J sesleri çok kul la­ nılmaz. Kelime başlarında h ve !J sesleri sık sık düşer : Gag. afta ( "' ha/ta) ; akikat ( '-" hakikat) ; ani ( "' hani) ; açan ( N haçan ) . Buna karşılık birçok kelimelerin başına h­ sesi getiri l i r : ha1i (,...., ayı) ; hambar ( N ambar) ; hat ( "' at ) ; hateı ( N ateı) ; havd ( N avcı ) . Gagavuzcada h sesi birçok kelimelerde f ye çevrili r : Gag. /oroz ("-> horoz) ; kii/af (N lıü/ah) ; sarfoı ("-> sarhoı) ; ta/ta ( "" tahta) ; ıofum (N to­ hum ) . Türk diyalekı lerinde kullanılan r sesi Gagavuzcada n ye çevril miştir. Kelime sonlarında -z sesi ötümsüz ( sourd) olarak kul lanılı r : o/mas (N olmaz ) , stmis ( N semiz ) , U(US (N U(uz ) . Kelime başlarında Anadolu Türkçesine göre bir­ çok farklar göze çarpar : Gag. darl· ("-' tart- ) ; dal {"-> tat) ; ta (cxı daha) ; to/u (= dolu ) ; pin · ( "' bin- ) . Gagavuzcada türlü assimilasyon, disimilasyon, epentez, metatez olayianna da rastlan ır. Epenıez örntği olarak lıutrak (N kuralı ) ve peıint ("' Peıin ) kelimeleri veri lebi l ir. Metatez örneği ola rak da baryak ("' bayrak ) , kirbit ("' kibrit ) , sorna ( N son­ ra) kel imeleri gösterilebilir. Kel i me i çinde düşen konsonlar, vak allerin uzamasma yol açar : Gag. söra (N sonra) ; kara ­ ( /il"' karanfil) . Morfoloj i : Bütün Türk diyalekt lerinden farkl ı olarak, Gagavuzcada · ka ( cxı ylıa) dişi! eki kullan ı l ı r : Gag. bal­ dtska (= baldız) ; komıuyka ( = komşu kadın ) ; çingeney­ ka ( = çingene kadın ) ; kar�gözka ( = kara gözlü kadın ) . Türk diyalektlerinde kelimelerde cins farkı gözetilmez. B u bakımdan Gagavuzcada b u özellik Slav dillerinden gelmiş­ tir. G. T. nde i si m çekimi Anadolu ( ve Rumeli) Türkçesi­ ne benzer. Yalnız, Gagavuzcada datif yerine akkusatif kul·

-

GAGAVUZ'LAR

!anılı r : Bu yollar nereyi gideytır. Gel burayi. Düıünüyor nereyi gitsin. Bunun gibi, akkusatif yerine de datif k ullanı l ı r : Kapuya açmadı. KarıJ tna beklesinler. Gagavuzcada d ttif i le lokarif de karışmışıır : Geçirsin öte yanda. Tükürmüı bu­ nar içinde. Gagavuzlar din bakımından Hıristiyan alemine bağlı olmalan sebebiyle, Slav, Rum ve Rumen dillerinin derin tesiri alıında kalmışlardır. Bu tesir Gagavuzcanın kelime hazinesine birçok yabancı kel imelerin gi rmesine yol açmış­ tır : Gagavuzca ay ( = mukaddes) < Rumca ; ayazma < Rum­ ca ; anahtar < Rumca ; daska/i ( = öğretmen ) < Rumca ; fe ­ ner < Rumca ; karanfil < Rumca ; keremit < Rumca ; k/isa < Rumca ; papaz < Rumc.ı ; vaftiz < Rumca ; daskal ( = öğret­ men ) < Rumca ; kopi/ < Rumence ; mamaliga < Rumence ; porta ( = kapı ) < Rumence ; birn ik ( = ta hsi ldar ) < Bul­ garca ; çinovnik ( = memur ) < Bulgarca ; danak ( = ver­ gi) < Bulgarca ; dogovor ( = anlaşma ) < B ulgarca ; çorl ( = şeytan ) < Rusça ; lıayunçu ( = kayınbirader ) < Bulgarca ; ktrçmar ( = meyhaneci ) < B ulgarca ; zakon ( = kanun ) < Bulgarca ; zapoved ( emir ) < Bulgarca v. b. =

Slav ( Bulgar, Rus ) , Rum ve Ru men dilleri nin tesi ri Gagavuz diyalektine yalnız birtakım kel i meler vermekle kalmamış, fonetik, morfoloj i ve sen taks bakımından da kendisini göstermiştir. Slav tesiri özellikle G. T. nin sentak­ sında büyük değişiklikler meydana getirmiştir.

Yazı : X I X . yüzyıl sonunda ve XX. yüzyıl başların­ da Rus misyonerleri tarafından Gagavuzlar için ya)" ımlanan kitaplarda Rus (Slav) alfabesine dayanan bir yazı sistemi kullanılmıştır. Rumen toprak la rında yaşayan Gagavuzlar da Rumen alfabesine dayanan özel bir yazı sistemi kullanmış­ lardır. Moldavya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin Sovyetler Birliğine bağlanması üzerine Gagavuz yazısı ele alınmış ve 30 temmuz 1 9 5 7 de yayımlanan bir kararla Gagavuzca i çin Rus alfabesine dayanan bir yazı sistemi kabul edi lmiştir. Besarabya Gagavuzlarının dili iki kola avrı l ı r : Ceadir Lunga - Comrat diyalekti ve Vulcineşti diyalekti. Yazı dili Ceadir - Lunga - Comrat diyalektine dayanır, fakat Vulca­ neşti diyalektini n bazı fon etik özellikleri de göz önüne alınmıştır. - H. E.

GAGAVUZ'LAR, kuzeydoğu Bulgaristan' da, Ruman­ ya ( Dobruca) da, Moldavya Sovyet Sosyal ist Cumhuriyetinde ve Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyet ( eski Besaraby a ) in­ de yaşayan bir Tü rk kavmi . Eskiden G. ları yalnız kuzey­ doğu Bulgaristan'da otururlardı. XVIII. yüzyılın soniariyle X I X. yüzy ı lın başlarında G. ların bir kısmı Besarabya'ya göç etmiştir. Orta Asya'da, Kazakistan'da da G. yerleşme­ lerine rastgelinir. G lar Orta A sya ve Kazakistan'a Besa­ rabya'dan göç etmi şlerdir ( 1 908 - 1 9 1 4 ) . G . lar toplu olarak kuzeydoğu Bulgaristan'da, Dobruca'da, .ıı ü ney­ batı Ukrayna'da ( İzmail ve Zaporoj 'e bölgeleri ) , güney Moldavya'da ( Comrat, Ceadir Lunga, Kangaz [Congaz] , Taraclia, Vulcineiti «rayon)) ları ) yaşarlar. Dağınık olarak da Balkan yarımadasının birçok yerlerinde G . l ara rastlanır. Bu sonuncular kendilerine daha çok Sorguf veya Surguç adını verirlerse de, G. adını da kullanırlar. ·

Eski bir sınıflamaya göre, G. lar Tuna G. ları ve Be­ sarabya G. ları diye i kiye ayrı lır. Tuıı a G. ları i se Bulgar G. ları ve Rum G. ları diye ikiye bölünür. Bulgar G. !arına karşılık Karadeniz kıyı sındaki G . lar saf ( «hası l » ) G. lar sayılır.

lll

GAGAVUZ'LAR - GAIDARI Eski bir açıklamaya göre, Gagavu: adı Gök O ğu: 1 adından gelir. Bu açıklamayı kabul etmeyen Paul Wiııek, bu adın Keyk/Jvus adından çıktığını i leri sürmüştür ( «Ne zaman ki, yeni kazanı lan cepheni n daimi mevzi olarak tutu lmasına karar verildi, Kolorduya öyle bir bölgeyi emniyet ettim ki, bu, mevziin kilidi idi. Bütün Ordunun bulunduğu hatta durabilmesi. Türklerin güven li eline veri­ len bu ki Jidin koı u nmasına bağlı idi. Kolord u, bu görevi de pek iyi başardı.» «Böylece Türkler, eski ve şerefli sancaklarına yeni taçlar ekleyerek ü lkelerine dönüyorlar Fakat, onların sadece bu radaki kahramanca savaşmaları değil, belki ondan daha ziyade, sadık silih arkadaşlığımızın ölümsüz izleri üç büyük mi lleti n geleneklerine kadar kök salacakıır. 12 000 Türk kah· ramanının kanı, G. toprakları üzerinde boş yere akmamışıır.» ·

GALİEV, Sultan (Kazan 1880 ? · Moskova 1937 ) , Türk milliyeıçisi. Sömürge ihtilalinin i l k teorici lerindendir. Sovyetlerin ifadesi ile G. diye tanınan , aslında Kazan Tatar· larından Müslüman bir Türk olan Mir Said Sultan Ali oğlu, başlangıçta 1 9 1 7 ihtilalini bütün Asya Müslümania­ rına yaymak bulyası ile Stalin'in başkanlık ettiği Milliyet/" Halk Komiser/iği'nde Molla Nur Vahid ile ve ondan sonra çalışmıştır Bütün İslam · Türk ülkelerinde yaşayanları, Çar­ lık rej imi alıında ezilmiş tek bi r sınıf halktan ibaret dern G. ler, sistemli ola­ rak kurnardan, fuhu�tan, uyuşturucu maddelerden ve end.üs· tti aleminden haraç alarak gelir sağlayan karmaşı k kuruluşlu teşekküllerdir. Bu tipte bir caniler kumpanyası içinde yer alan bi r G . , ü stünden aldığı emir le soygunlar yapan, para sızdıran, adam öldüren bir haydut olabileceği gibi, gang'ın faali yetlerini planlayan, zengin bir hayat süren ve gazete sütun lariyle mahkemelerde pek seyrek adı geçen kişi ler de olabilir. G ler, Amerika Birleşik Devletlerinde yeraltı teşkilat­ larınca giri şilen gayri meşru i çki ticareti ve dağıtımını kon­ trol altına almak üzere ı920 lerde bükilmetin açtığı şiddetli savaş ve koyduğu genel içki yasağı sırasında milletlerarası bir heyecana konu olmuştur. ı920 1930 yılları arasında özellikle New York ve Chicago şehirlerinde işlenen 2 000 i aşkın öldürme vakası G. çeteleri savaşına mal edilmiştir. Bu cinayetlerio çokluğu ve işlenme tarzındaki özellikler G. liği meşhur etmiştir. Genel olarak bu haydutluklar, önce­ den bürün ayrıntı lariyle prova edilir, uygulanmaları ise arabaların çalınması ve kamufle edilmesinde, cinayet si lah · larının bütün teşhis imkanlarını önleyecek şeki lde tertiplen­ mesinde, kurbanların hile ile müdafaasız bir duruma düşü­ rülmesinde ( mesela bir G. , arkadaş ları ateş açarken, kur­ banın elini sıkacakmış gibi yap arak onun s i l aha davranma­ sına engel olması gibi ) , cesedin ortadan kaldırılmasında ince tekniklerin kullanılmasını gerekti rir. En ünlü G. ler arası çarpışma, 14 şubat ı929 da Chicago'da geçmiş ve «St. Valenıine günü katliamı» adiyle anılmıştır : kati ller, resmi polis memuru kılığına girerek rakip çeıe mensupla­ rından yedisini bir garaj da sıkıştırmış lar ve bir duvar önün­ de el lerini yukarı kaldırıp teslim olmaya zorlamışlar, sonra da üzerlerine ateş açarak hepsini öldürmüşlerd ir. Bu tip cinayetierin inceden ineeye plan lanması ve canilerin ma­ halli siyasi liderler üzerinde nüfuz sahibi olmaları sebebiyle, failierin teşhisi ve takibata uğraması pek nadir görülür, hele mıhkum edi ldiklerine hemen hiç rastlanmaz. Mesela Chicago' da ı 927 - 1930 yılları arasında işlenmiş bu cinsten 227 cinayetten ancak ikisinin faili bulunarak mahkum edi­ lebilmi ştir. G. ler, Amerika' da, 1920 lerde, önceki ve sonraki devirlerde görülmedi k bir serbestlik iç inde yaşamışlardır. Meşhur G. !erin düğün lerine ve cenazelerine başta gden bazı siyaset adamlarının da katıldığı görülmüştür. Srar/.ıe� Al (Yüzü yaralı Al) likabiyle anılan Chicago'lu G. Alphonso Capone'nin, 1920 - 1930 dönemi sonlarında, yılda 20 milyou ·

146

GAN GSTER - GANGTOK

doları aşan bir geliri ; sedan tipinde yed i tonluk bir zırhlı otomobili ; Ch icago'nun büyük ote l lerinden birinde, özel bar­ ları. asansörleri , duvarlar içinde gi zlenmi $ içki depoları bulunan 50 odalı b i r dai resi ; Flori da'da bir viiiası ve çeşitli faaliyet d a l larındaki işlerini y ürüten 2 5 memurun çalıştığı bir bürosu vardı. 1 920 - 1 9 3 3 içki yasağı döneminde G. liği n kazandığı önem bu teşkilatın gücünün çok daha önceki zamanlarda kurulmuş olduğu. yasağın kaldırıl ma�ından sonra ise faaJi yetlerinin daha geniş çapta ve daha ustaca örgütlendiği gerçeğıni un utturmamalıdır. Nicekim daha 1850 lerde New Yoı k'ta, 1870 lerde ise Chicago'da can ilerle bazı siyaset adamları arasında sistemli bir iş birliği kurulmuştu ve bu hal olağan say ı lmakta idi. G. !erin seç i m kampanyala rında sağladıkları yardımiara ve seçmenleri tehdi t ederek baskı altında tutmalarına karşı lık, bazı politikacılar, bunları mah­ kemelerde koruyor, işletti kleri kumarhanelerle fuhuş yatak­ Ianna göz yumuyordu. « Koruma» ki svesi alıında ve bomb i rk'ine bağ l ı bir ilçe merkezi. Nüfusu 12 700 ( 1948 ) dür. Kuşkonmaz yetiştirir ; karton, düğme ve kooserve fabrikaları vardır. Kuruluşu çok eskidir, ı ı ı ı de- köydü ; X I I I . yüzyı l başlarında şehir hukuk una sah i p oldu ; XII. yüzy ı l sonundan beri Brandenburg (Alt­ mark) a bağlıydı ve X I V. yüzyılda Hansa şehirleri birliğine üye oldu. Eski sur kalıntı ları, Meryem Kilisesi ( X I I I , XV ve XVII. yüzyı l lar) , Gotik sonu üsliıbunda yapılmış Ni­ kolaus Kilisesi ve 1 5 26 1 5 5 2 de inşa edilmiş olan Belediye konağı, eski anıtları a rasındadır. •

GARDEN [gqrdln] , Mary ( Aberdeen ı877 · Aber­ deen ı 967 ) , İskoçyalı soprano. Paris'te Madame M. Marchesi'­ den ve Fugere'den ders almış, 1 900 yılında Rioıon opera­ sında L ouiıe'de, Leroux'nun La Reine Fiamella'sında, Er­ l anger ' nin Aphro iite'inde, R. Strauss'un Salome'sinde, ı 902 de de Debussy'nin Palleaı tl Meliıande'ında ba ş arılı roller almıştır. GARDEN OF T H E GODS [gqrdin iv tMı g"dz ] ( İ n g. = T a n r ı l a r Bahçesi ) , Amerika B i rl e şik Devletlerinin Colorado eyaleıfnde 140 hek­ M. GARDEN tarlık tabi i park. İçinde, za· manın tesiriyle parçalanarak acaip şekiller almış kumtaşı tabakaları vardır.

GARDA GÖLÜ : ! kıyıda Ri va kasabası ise amfiteatr biçiminde buzultaşlı küıleler le çev ı i lidir. Kıyı la· rıodaki Akdeni z iklimi ve Akdeniz bitki örtüsü sebebiyle sık sık gidilen bir sayfiye yeridir.

GARDA DE FER (Tarih) : bk. DEMİR MUHA­

FIZLAR.

GARDAYA, Cezayir'in Sahra bölümünde, Vahalar ( Oasis) departmanında, arrondisman merkezi olan ve vaha­ lar ortasında yer alan bir komün. Nüfusu 48 1 00, komün merkezinin nüfusu ı5 050 dir. G. , Mzab vadisine bakan pitoresk bir şehirdir. Komünde büyük ölçüde hurma yetişti· rilir ve çeşitli dokumalar dokunur.

GARDı;:L, Maximilien ( asıl adı : Gardel 1'AintS ; Mannheim 1741 - Paris 1787 ) , Fransız bale dansçısı ve koreo· grafı. Paris Operasında dansçı, sonra Naverre'de bale öğret­ meni olmuştur. Birçok yeni baleler vücuda getirmiştir. Kar­ deşi Pierre G. (b. bk. ) de Paris operasında dansçı ve dans uzmanı olmuştur.

GARDE N OF THE GODS

GARDEN REACH [gqrdin riç ] , Hindi stan ( Batı Bengal) da, Ganga ı rmağının bir kolu olan Hooghly üzerin· de bir liman. Nüfusu 1 38 000 dir. Dokumacılık ve dericilik gelişmişıir. GARDENIA (Fr. Gardenia ; Alm. Gardenie ; İng. Cape Jasmin e ) , Kökboyasıgiller familyasından, çoğu Eski Dünya tropiklerinde yetişen 100 kadar türü bulunan çalı görünüşlü bir bitki cinsi. Süs çiçeği olarak limonluklarda yetiştirilir. Derimsi yaprakları, güzel kokulu, sarı veya be-

GARDENIA

tesi arkeoloj i profesörlüğüne tayin edi lmiş, 1 929 1932 yıl· larında Helleni c Society'nin başkanlığı nda bulunm uştur. Başlıca eserleri : A Handbook of Greek Srulpture ( Yunan heykel sanatı el kitabı ) [ 1 896 1 897] ve Anrient Atht ns (Eski Atina ) [ 1 902 ] .

yaz renkte b ü y ü k çiçekleri vardır. Adı, İngiliz hekim ve botanikçisi Alennder Gar­ den'ın adından alınmışıır.

lon

153

GARFIELD, James Abram ·

·

GARDESCU (gird�sku],

( 1 862 - 1 9 2 9 ) , Rumen generali , eski Harp Oku lu ku­ mandanı. R oz bouil roman o - rll so - turc ( Rumen - Rus · Türk harbi ) [ 1 902, 1 906, 1 9 1 0 ] adlı bir eseri vardır.

GARDIMAU, Tunus'ta, Suk - el · Erba ilinde, Mecerda GARDENIA ı rmağı vadisinin Rebka ova­ sında açıldığı yerde bir komün. Nüfusu 2 700 dür. Dolayların­ da Thuhurnira kolonisinin harabeleri ( tapınaklar, ı l ı calar v. b. ) vardı r. GARDINER [g4rdnir ] , Samuel Rawson ( Ropley, Hampshire 1829 - Londra 1 902 ) , İng i l i z tarihçisi. 1 894 te Oxford Üniversitesi profesörü olmuşrur. Baş lıca eserleri : History of England 1 603 - 1 64 2 ( 1 603 1642 yıl ları İngil­ tere tarihi ) [ 1 0 cilt, 1863 - 1 884] ; History of the Great Civil War 1 642 · 1 649 ( 1 642 1 649 Büyük iç savaş tarihi ) [4 cilt, 1886 - 1891 ] ; History of the Commonwcalth and Proteelorat� ( İngiltere Milletler Topluluğu ve himaye al· tındaki milletler) [ 3 cilt, 1895 - 1 90 1 ] . •

·

GARDINER [gqrdnir] . Sir Alan Henderson ( doğ. Eltham 1 879) , İngiliz Egiptoloğu. Mısır dil bilgisine dair bi rçok eserler yazmıştır. Bunların en önemlisi Egyptian Gram m:ır ( Mısır dili grameri ) [ 1 927] dir. Genel dil bilgisi problemlerini The Theory of Speech and Language ( Konuş· ma ve dil teori si ) [ 1932] adlı eserinde araşıırmıştır. G. , Mısır edebiyatı, hukuk tarihi ve idare tarihine dair bi rçok anıt ( metin ) ları yayımlamıştır. GARDINER [gqrdnlr] , Stephen ( Bury Saint Ed­ munds 1483 ile 1493 arasında · Whiteha ll 1 5 5 5 ) , İngiliz rahibi ve politikacı sı. 1 5 28 de Kral VIII. Henry'nin nikahının feshedilmesi için Roma'ya gönderi lmiş, fakat bunu başa­ ramamışıır. 1 5 3 3 te Papa'ya karşı VIII. Henry'nin ıarafını tut­ muş, fakat Katolikliğe sadık kalmıştır. IV. Edward onu hap­ settir miş, fakat Mary Tudor kançılar yapmıştır ( 1 5 5 3 ) . GARDIZI ( Biyog. ) : bk. G E 'tDiZl. GARDNER [g4rdnir ], Ava (doğ. Smithfield, Kuzey Caroline 1 9 2 2 ) , Ameri kalı sinema yıldızı. İskoç · İrlanda asıllı olan G. , sistemli bir çalışma yapmadan 1 94 1 de be­ yaz perdede görünmüş ve beklenmedi k bir başarı kazanmış­ tır. Sonra Hollywood'un en çok beğeni len yıldızl arından biri olarak başlıca şu filmlerde rol almışıı r : «Öldürenler», «Yuvarlak masa'nın şövalyeleri», «Singapu ı » , Pandora ve Uçan Hollandalı», «Kiliman­ caro'nun karları», «Mogambo», « Yalın ayaklı kontes» ( G. ın şaheseri ; Joseph Mankiewicz'in filmi, 1954 ) , « Bhowani kav­ şağı», «lguana gecesi» v. b.

GA R D N E R [ g�rd n i r ] Ernest A r t h u r (Clap:on ,

1 862 Maidenhead 1 939) , İn­ giliz arkeoloğu. Megalopolis ve Naukratis kazılarına katıl· dıktan sonra, Londra Üniversi·

A. GARDNER

G.ARDONYI [g�rdolfi] , Geza (Ag a rd, Fej e r 1 8 6 3 Eger 192 2 ) . Macar yazarı. 1882 - 1 887 yılları arasında muhtelif köylerde öğretmenlik ya pm% 1 888 de gazeteciliğe başlamış­ tır. 1 8 9 1 - 1 897 yıllarında Peş­ te'de kaldıktan sonra 1 897 de Eger'e çeki lmiştir. Başlangıçta köy hikayeleri yazmıştır (A Pö· hölyek eleleböl ( Pöhöly'lerin hayatından ) [ 1895] ; Az en /alum ( Köyüm) [ 1 898, 2 cilt] . Göre Gabor blr6 tir könyvei (Muhtar Gabor Göre ağamızın kitapları ) [ 1 895 - 1 899, 10 cilt] adlı eseriyle ün kazan­ mıştır. Fakat asıl ününü daha çok tarihi romaniarına borçG. GARDONYI )udur. Az e g ri csil/agok (Egri yıldızları ) [ 1 90 1 ] adlı romanı bu alanda yazd ığı i lk eser· dir. E gri ( Mac. Eger) ka lesinin Türkler tarafı ndan kuşatı I· masını zem i n olarak alan bu romanda bir Macar askerinin aşkı ve kahraman lıkları a n latılmıştır. Ol•yın bir kısmı Is­ tanbul'da geçer. A lathatatlan ember ( Görün meyen insan ) [ 1 902, Türkçe çev. 1 946] adlı romanında B i zans l ı bir kö­ lenin gö >.ü i le Attila devrini tasvir etmiştir. Az I rten rabjai ( Tanrının köleleri) [ 1 908] adlı rom ın ı Maca r edebiyaıının e n gü7.el tarihi romanlarından biridir. Bunlardan başka, G. ic;timai romanlar da yazmıştı r. : Az a hatalma ı harmadik ( Üçüncü kud retH 1 903 ; Türkçe çev. 1 946] ; Az öreg tekin­ tetes ( İzzetlü ihtiyar) [ 1905] ; Abel es Eszler ( Abel ve Eszter) [ 1 907 ] . Küçük hi kayeler de yazmış olan G . . t ; yat­ ro alanında da eserler vermiştir. En tanın m ı ş oyunu A bor ( Şarap ) [ 1 90 1 ] adlı halk piyesidir. Macar edeb i y atında klasik bir yaur olarak tanınmış olan G. nin eserleri muhte· lif Avrupı d i llerine çevrilmiştir. GARDTHAUSEN [gqrth@zin] . Viktor ( Kopenhag 1843 - Leipzig 1 9 2 5 ) , Alman yazarı. 1877 - 1 9 2 1 yılları ara­ sında Leipzig Üniversiıesi profesörlüğünde bulunmuştur. Başl ıca eserleri ; Griechis che Paliiographie ( Yunan paleo­ grafisi) [ 1 879, 2 cilt ; ı. cilt : Das Burhwnen im Alıertum und im byzantis chen Mittelalter ( Eski Çağda ve Bizans Orta Çağında kitap, 1 9 l l ) , 2. cilt : Die Schrift, Vnier­ sehri/ten und Chronologie im Altertum und im byzanıischen Mille/alter (Eski Çağda ve Bizans Orta Çağında yazı, imza­ lar ve kronoloj i, 1 9 1 3 ) ] ; Augustus und Jeine Zeit ( Augus­ tus ve devri ) [3 cilt, 1891 - 1 904] ; Das aile Monogramm ( E �ki monogramlar) [ 1 924} ; GeırhichtJwiJJen.rrhaft in Selbstdarıtel/ungen ( Bi yografyalar yönünden tarih ilmi ) [ 1 9 26] . GARFAGNANA [ gar/alfqna ], İtalya'da, Toscana'da, yukarı Serchio bölgesi nde güzel ve verimli bir vadi.

GA RFIELD [ �qrfiild] , James Abr a m ( Orange, Ohio 1 8 3 1 - Elberon, New Jersey 188 1 ) , Amerika Bir­ leş i k Devletlerinin yirminci başkanı. 1 8 5 6 - 1 8 5 9 yıl larında eski diller profesörlüğü etmiş, 1 8 5 9 da Ohio senatörü olmuş, Lincoln'ın güttüğü davayı benimsemiş, 1861 - 1863 yılların-

15 4

GARFIELD, James Ab ra m - GARIOA

da k u z e y ordusu saflarında çarpışmış, 1863 ıe temsilciler meclisine girmiş, Cumhuriyeı­ çi Partinin l i deri olmuş, güne­ yin i marı ve zenci haklarının korunması ile i lgi li s i y a s i prog ra m ı uygulamış, 1880 de Ohi o'dan federal senaıör se­ çilmiş, aynı yıl de �leı başkan­ lığına getiri lmiş, fakat 188 1 yılı 2 temmu zunda, memuriyet i steğini reddettiği bir ricacı tarafından vurulmuş, on bir hafta sonra da ölmüştür.

]. A.. GARFIELD

GARGA : bk. KARGA..

GARGALLO [ gargqlyo ] , Pablo ( Mael l a, Zaragoza 1881 - Reus. Tarragona 1934 ) . İspanyol heykelcisi. Mad­ rid'de, Barcelona'da, 1 902 den başlayarak da Paris'te çalış­ mıştır. «Marc Cba­ gal l'in p o r t r e s i» [ 1 934 ] ve tunçtan yapmış o1d uğu «Peygamber» [ 1 934] adlı eserleri, soyut sanaıın ve «saydam» denilen heykel sana­ tının b ıbercileri ol­ makla birlikte, «Su­ dan çıkan kız» [mer­ mer, 1 9 2 2 ] a d 1 ı heykelinin ü s I iı b u neo - klasisizme ka­ çar. GARG�NO, Monte ( La r . Gar­

ganus Mons) , İ ıal­ ya'da, Puglia böl­ gesinde, A.dria De­ nizi kıyısında, kal­ P. GARGA.L LO : «D.ınsöz» kerli yüksek bir burun. Monıe Calvo'dan ı 056 m uzaklıkıadır. Boksiı yatak­ ları vardır.

GARGANTUA (Edeb.) : bk. RABELAIS ve FISCHART. GARGARA (Fr. Gargarisme < Yun. gargarisma) , ağızda ve bağazda dolaştmlmak ve yutulmamak üzere hazır­ l anan ve etkisini birkaç saniyelik bir temasla oluşturan sıvı iliç. G. genellikle, bal, şurup ve gliserin gibi bir madde i l e tatlılaştırılan, büzücü, yu m uşatıcı , antiseptik nitelikte prensipierin bir çözeltisinden ibarettir. Soğuk veya sıcak o lmak üzere özel likle ağız boşluğu ve yutak hastalıklarında k u llanılır. G. nın yuıak üzerine olan etkisi, içinde bulunan iyot ve esans gibi uçucu maddelerle meydana gelebilir. GARHWAL [garvql] , Hindi stan'da, Himalaya'larda, Siwa lik d�ğ çemberinin kuzeyinde (Utıar Pradesh ) bir böl­

ge. Nanda Devi ( 7 820 m ) en yüksek tepeyi teşkil eder. Bölgede bulunan Bad ıi o ilth ve Ked i! rn il ı h tapınakları sık sık ziyaret edi lir.

GARIBALDI, Giuseppe ( Nice 1 807 - Caprera adası '

1882 ) , İtalyan hürriyet kahramanı. Önce deniz subayı olan G. , 1834 yılında Mazzini ayaklanmasına katıldıktan sonra

siyasi mülteci olarak Fransa'ya sığınmış, İtalya'da ö I ü m e mahkum edi lmesi üzerine de Güney Amerika'ya g itmiştir. Burada Rio Grande del Sul ve Montevideo Cumhuriyetleri· nin hizmetinde Brezilya'ya kar­ şı savaşmıştır. 1848 de tekrar İtalya'ya dönen G. , Lombar­ dia'da bir gönüllü alayı i le A.vusturyalı lara karşı savaşmış, daha sonra da Roma'da ihti­ lil hükümetiniı:ı k u r d u ğ u G. GARIBALDI birliklerde görev almıştır. 1849 yılı şubat ayında Roma'da cumhuriyetin ilin edilmesi üze­ rine bu rej imi Fransı7lara karşı savunmuşsa da, bir defa daha Amerika'ya göç etmek durumunda kalmıştır . 1 8 5 3 te tekrar memleketine dönmesine izin v erilmiştir. G. bundan sonra bir süre çiftçi olarak Caprera adasında çalışmıştır. 1 8 5 9 da bir Alp avcı alayının kumandanlığını alan G. , 1 860 ta Cavour'un yardımı i l e «Bin kişi seferi» ni yapmışıır. Kısa bir süre i çinde bütün adayı ele geçirdikten sonra kı­ taya geçmiş ve kuzeyden yaklaşan Piemontelilerle birlikte Bourbon hile i miye rini yıkmışıır. G. 7 kasım 1860 ta kral ll. Vittorio Emanuele'nin yanında Napali'ye girmiştir . G. boş yere iki defa Vat i kan ' ı yeni kral lığa i lhak etmeyi dene­ mişti r. 1862 de A.spromonte çevresinde Piemooteliler, 1 867 de de Mentano yakınında Fransız birlikleri tarafından mağ­ liıp edilmiştir. 1 866 y ı l ı n da bir gönüllü alayı i l e Güney Tyrol 'de Avusturya'ya karşı savaşmış ve 1870 te ise iki oğlu ile birlikte yeni Fransız cumhuriyetinin yardımına koşmuş­ tur. Kısa bir süre için Nice milletvekili o larak Fransız paılamentosuna da kaıılmışıır.

G. , Cavour, ll. Vitto r io Emanuele ve Mazzini'nin yanında İtalyan Ri sorgimento'sunun önemli şahsiyetlerinden biridir. Başarı ve şöhretini gönüllü birliklerini sevk ve ida­ redeki kabi liyetine borçludur. G. seferlerini siyasi durumu göz önüne almaksızın yapardı . Bu durumda çok defa kendi kralının birlikleriyle karşı karşıya gelmişıir. Z i ra 1 8 5 9 da kendi doğduğu şehir olan Nıce'i Fransa'ya terk eden kralı bir türlü affetmemiştir. İç politika me�elelerinde kral ile Mazzini arasında kararsız kalmış . fakat nihayet İıalyan par­ lameııtosunda aşırı solu tutmuştur. G. nin ve oğlu Ricciotti ( 1879 - 1. 9 1 5 ) nin gönül l ü birliklerinin üyelerine kıyafetlerinden dolayı «Kırmızı Göm­ lekliler» veya cG. ciler» adı verilmiştir.

GARIGLIANO [garilyqno ] , A.ş ağı iıalya'da bir nehir, Liri (b. bk. ) nehrinin aşağı kesimi. Uzunluğu 38 km dir . G. , A.bruzzi bölgesinden çıkar ve geniş bir delta ile Gaeta körfezine dökülür. Nehrin aşağı kesimi, Latium ile Cam­ pania arasında sınır teşkil eder. GARİN, Nikola:r Georgieviç ( asıl soyadı : Miha:r­ lovski:r ; Petersburg 1 8 5 2 - Peıersburg 1 906 ) , Rus ya;arı. Asıl mesleği m üh endi s li k olan G. , romanlarında kendi hayatının hikayesini anlatmıştır. Delslvo Temt ( Te ma ' nın çocukluğu ) [ 1 892 ] ; Gimnazislt ( L i seli l er) [ 1 893] ; S111dmlt ( Üni versite öğrencileri ) [1895] ; lnienerı (Mühendisler) [ 1 908 } .

GARIOA ( İng. Government and Relief in Occupied A.reas adının

kısaltılması ) ,

işgal

altındaki

bölgelerin

155

GARIOA - GARMISCH PARTENKIRCHEN hayati ihtiyacı olan ithal maddelerinin finansmanı için Ame· rikan işgal kuvvetleri tara fından Amerikan mali imkanla riyle kurulmuş bir fon. Marshal l planı yürürlüğe girince bu fon Marshall yardımına devredil � işıir. Almanya Fe­ deral Cumhuriyetine yapılan ithalat için sağlanmış olup başlıca yatırım maksatlarına tahsis edilmiş bulunan Alman markı karşılığı değerlerin yönetimi Marshall planı yönetimi içine alınmıştır. G. ın yaptığı ikıisadi yardım, 1 94 � - 19H yılları ara· sında 2, 13 milyar doları bulmuştur. 27 şubat 1 953 tarihli Amerikan - Alman anlaşmasroda bu paradan bir kısmının geri ödenmesi öngörülmü)tür.

GARIP veya AŞlK GARIP ( XVI. yüzyılın ikinci yarısı ) , Türk saz şair i. Hayatı hakkında kesin bilgi yoksa da, onun hayatı etrafında meydana gelen Aıık Garip hikayesi­ nin özeti şöyledir : .Aşık G. in babası Hoca Ahmet Tebriz'de büyük bir tüccardı. G. pek genç yaşta iken babası ölür, büvük bir ser­ vet bırakır. Tebriz'in kırk ünlü serseri dolandı ııcısı, asıl adı Resul olan G. i baştan çıkarıp bütün servetini yerler. Resul beş parasız kalır. Birçok sanatlara girer çıkar, her yerden kovulur. Son olarak bir saz şairi aşıka çırak olur. Bir süre sonra rüyasında Hızır, G. e seveceği kızın resmini gösterir, aşk dolusunu içirir. Bundan sonra güzel saz çalıp şiirler söylemeye başlar . .Aşık G. hem sevdiğini aramak hem de ekmek parası kazanmak üzere anası ve bacısı ile birlikte Tiflis'e gelir. Burada zengin bezirgan Hoca Sinan ile tanı şır. Sevdiği kız Hoca Sinan'ın kızı çıkar. Kızı babasından ister. Fakat kız için istenen «başlık» çok olduğundan gur· bere çıkar, bu parayı elde etmeye çalışır. Bir süre Erzu­ rum'da kalır. Sonra Haleb'e gider. Burada kendisini paşa­ ya sevdirir, iyi kazanç sağlar. Bu arada G. in sevgilisi Şah Sanem, zengin akrabalarından Şah Veled'e nişanlanır. Bir süre sonra Şah Velet iş için Haleb'e gider. Kendi rakibi olduğunu bilmeden, Şah Velet'le sevgilisine bir mek­ tup gönderir. Şah Velet, G. in rakibi olduğunu, mektubu Sanem'e verirse kendisiyle evlenmekten vazgeçeceğini anlar. G. in ölüm haberini götürmeyi ıasarlar. Bir gömleği kana bulayarak, haramiler tarafından öldürülmüş G. in gömleği diye götürüp gösterir. Sanem bu acı habere inanmak i ste· mez, uzun bir süre için mühlet ister. G. in anası bir bezirganla oğluna haber salar. G. he­ men yola çıkar. Hızır'rn yard ımı ile düğünün son günü çı· kagelir. Kendini tanııır. Düğün halkından bir kısmını ken­ di tarafına çevirir. Sonunda Şah Velet de razı olur. Sanem'· le G. i evlendirirler. Şah Velet de G. in hacısını alır. Nazım-nesir karışık, tam halk hikayesi karakteri gös teren bu hi kayenin türküsüz olarak (kara hikaye ) XVI. yüzyılda�meydana geldiği, XVII. yüzyılda son şeklini aldı­ ğı sanılmaktadır. GARIP HICAZ. durağı dügah = la, güçlüsü büsey­ ni = mi olan ve çoğu zaman acem = fa yerine eve = fa diyez, çargah = do yerine hicaz = do diyez perdelerini kullanan makam. Yapısındaki özd kürdi = si bemol sesi 24 perdeli ses sistemine uymadığı için bazı nazariyeciler tarafından varlığı kabul edilmeyen bu makam, XX. yüzyılın 2. çeyreğ i nde Bimen Ş e n , Artaki Can dan, Sadettin Kaynak, Mustafa Nafiz Irmak, Haydar Tatlıvay, Zeki Duygulu v. b. tarafından kullanılmış, sonra unutulmuştur. Bk. HiCAZ AİLESİ.

GARIPNAME (Edeb. ) : bk. GARiP.

GARİZIM, Filistin'de, Sichem yakınında bir tepe. İbrani dininden ayrılan Sameriye'liler aş. yu. M. Ö. 330 da orada bir tapınak yapınışiarsa da, M. Ö. 1 08 de ]cannes Hyrcanus tarafından temeline kadar y ıktırılmışıır. GARLAND [gqdind] , Hamlin ( West Salem, Wis­ consin 1 860 - 1940 ) , Amerikan yazarı. Önce çiftlik işçisiydi ; sonra 1893 ten 1 9 1 6 ya kadar Chicago' da. ondan sonra New York'ta yaşadı. G. Amerika'nın orta batısında öncülerin ve sokaktaki insanların yaşayışını gerçekçi olarak tasvir eden Middle - Border serisiyle tanınmıştır. Eserleri : Main ­ Trave/led Roads ( Belli başlı geliş geçiş yol ları ) [ 189 1 ] ; A Son o/ the Middle Border (Orta Sınır [ Minnesota, Wis­ consio, Nebraska ve Dako · ta' lar o v a s ı sınırı] dan bir oğlan ) [ 1 9 1 7 ] ; A Daughter of the Middle Border ( Ona Sınır'dan bir k ı z ) [ 1 92 1 , Pulitzer armağanını kazanmış­ tır, 1 922] ; Bark Traillers H. GARLAND from the Middle B o r d e r ( Ona Sınır'dan gerisingeri göç edenler ) . •

GARLAND [gqrlind], Judy ( as•l adı : Frances Gumm ; doğ. Grand Rapids, Michigan 1 92 3 ) , Amerikalı sinema yıldızı ve ses sanatkirı. İki buçuk yaşında i ken abiası ile sahneye ·çıkmış ve «Jingle Bells» korosuna h aıılmışıır. 12 yaşında Chicago'da yine abiası ilk şaıkıcı ve ak tris ala­ rak sahnede rol almış, aynı yıl Metro - Goldwyn - Ma yer ortaklığı ile mukavele imza­ lamıştır. Rol aldığı b a ş I ı c a fi lmler şunlardır : «Broıdway melodisi», «Oz s i h i r b a z ı», «Paska lya geçit resmi», «Mis­ sissippi melodisi », «Yeni bir y ı l d ı z doğuvor» ( sonradan k�ndi siyle evlenen Sid Luft i le birlik•e 19�4 ) , «Şarkıya d e v a m edebili rim» ( 1963 ) . 19�0 d e hastalanarak sık sık istirahate çekilen G. , 1 962 1 963 yıllarında konserler ver· ]. GARLAND miş, 1964 te de kızı L i z a Minnelli ile birlikte ikili bir konser terıiplemiştir. ·



GARLI (Coğ. ) : bk. MAGRİ B. GARMİRYAN EFENDI, Karnik ( Beyoğlu, Istanbul 1 872 - Istanbul 1 947) , Ermeni ası llı Türk bestecisi. İyi bir kanun ve kemençe çalıcısı olarak tanınmış, � peşrev ile �O kadar Şarkı, kanto ve marş bestelemişıir. Rum notası denen notayı iyi bildiğinden başka bestecilerin şarkı larını da ncıa­ ya almış, Bimen Şen ( b. bk. ) in bütün eserlerini yayımla­ mıştır.

GARMISCH PARTENKIRCBEN [g4rmiı Pifrtinkir­ ğln] , Batı Almanya'nın Bavyera bölgesinde bir şehir. Nü­ fusu 27 000 dir. München'ın 87 km kadar güoeybatısında, Zugspitze dağının eteklerinde yer alan bu şehir, Bavyera

15 6

GARMISCH PARTENKIRCHEN - GARO 1 544 - Le Mans 1 590) , Fran­ sız trajedi şaırı. Klasisizme kayan yedi ıraj edi meydana getirmiştir. Başlıca eserleri : Porcie, epouse de Brutus (Bru­ tus'uo karısı Porcia ) [ 1 568] ; SUecie ou /es juives (Zede­ kiye veya Musevi kadınlar) Cı 593 J ; Bradamante ( ad ) [ 1 582 ) .

GARMISCH PARTENKIRCHEN Alplerinin başlıca turizm ve kış sporları merkezidir. 1 936 kış Olimpiyat oyunları bu şehirde yapı lmıştır.

GARNATA (Coğ. ) : bk. GIRNATA. GARNETT [gqrnet] , David ( doğ. Brighton 1892), İngiliz romancısı ve yayımlayıcı sı. İnsanları ve hayvan ları, kültürü ve tabiatı acayip (grotesque) roman ve kısa hika­ yelerinde hicvi ve ıoı;luluğu eleşıi rme maksatlariyle birbir­ leriyle mukayese etmiştir. Baş­ lıca eserleri : Lady int o F o x (K a d 1 n t i 1 k i o 1 u n c a) { 1 922] ; A Man in the Zoo (Hayvanaı b a h ç e s i n d e bir adam) [ 1 924] ; The GrauhoP · pers come ( Çekirgeler geli­ yor) [ 193 1 ] ; Pocahontas (ad) [ 1933 ] ; Beany - eye ( Fasulye gözlü ) [ 1 935] ; War in the D. GARNETT Air (Havada harp) [ 1 94 1 ] . GARNETT [gqrnet] , Richard ( Lichfield 1 8 3 5 Hamsıead 1 906), İngiliz yazarı . British Museum ( Britanya Müzesi ) da kitaplık müdürü olmuş, zarif denemeler bırak­ mıştır. Eleştirici olarak da ün kazanmıştır. Başlıca eseri : The Twilighl of the Gods (Tanrı ların çöküşü) [ 1 888]. GARNIER [ garniyf ] , Charles · ( Paris 1 8 2 5 - Paris 1898 ) , Fransız mimarı. Bilgi ve görgüsünü artırmak üzere Roma'ya gitmek i cin 1 848 de Ro ma armağ:ınını almış olan G. , Dampierre şaıosunda Luynes kilisesini yapmış, 1860 ta Paris şehri mimarı olmuştur. 1 875 te temeli atılan Paris Opera­ sının, Monte Carlo ve Vi ıtel gazineları ile Nice rasathane­ sının mi marıdı r. Geleneksel üsliıba uygun bi rçok binalar yapmıştır. GARNIER [ garniytt ] , Freres, Paris' te bir Fransız yayınevi. 1833 te kurulmuştur. Bu yayınevi edebi çocuk kitap­ ları yanında klasik edebiyat, çağdaş edebiyat ve t e k n i k alanda kitaplar yayımlar ve lüks baskı lar yapar.

GARNIER [garniyf J , Robert (La Fert� · Bernard

C . GARNIER

GARNIERİT ( Fr. GarR. GARN IER nieriıe ) , H' ( Ni , Mg ) 3 Si 2 On. Sağlam, renkleri zümrüt yeşilinden gri yeşile kadar değişen kütleler teşkil eden bir nikel filizi olup '7o 4 - 2 5 nikel ihtiva eder. Buna göre, bu filiz nikelin e n değerli bir ilk maddesi olup formülüne göre bileşimi değişik bir nikel magnezyum silikamr. Serdiğı 2 - 4, yoğun luğu 2, 2 - 2 , 7 dir. G . , bu minareli Yeni Kaledonya'da bulmuş olan Fransız mühendisi Jules Garnier ( 1 839 - 1 904 ) nin adiyle ad lan d ın !mıştır. GARNİZON ( Fr. Garnison) , bir askeri yer ve bu yerde devamlı olarak oturan birlik, karargih ve kurumlar ile askeri okullar. Türk askeri iç hizmet kanununda G. : «içinde ve civarında yerleşmiş kıta, karargih veya askeri kurum bulunan yerlere denir» diye tarif edilmiştir. Bu keli­ me müstahkem bir mevkii ve bucanın muhafazası ile görevli bulunan birlikler için de kullanılmıştır. G. ların sınırları, G. komutanlıklarınca tespit olunur ve bunda genel olarak şehir ve kasabaların belediye sınır ları esas tutulur. Her G. da en büyük rütbeli kıta komutanı ( kıta ko­ mutanı yoksa kurum amiri ) o G. un komutanıdır. Komutan G. da bulunan tekmi l kıta, kurum ve askeri okulların di sip­ lin amiridir. Şayet bir G. da tümen ve tümenden büyük bir komutanlık bulunursa, G. komutanlığı görevini yapmak üze­ re oradaki kıta komutaolarından biri G. komutanı olarak tayin olunur. G. komutanlarının kendi kıta görevlerinden başka, çeşitli gö revleri vardır : G. daki birlik ve kurumların disip­ lin ve morallerini yüksek bir seviyede tutmak ; G. daki bir­ lik, kurum ve personelin idari ve loj istik desteğini sağla­ mak ; birlik ve kurumların eğitim ve atış alanlarını, alarm ve toplanma yerlerini, su kenarındaki G. larda yüzme saha­ larını tespit etmek ; askeri binalar ile silih, mühimmat ve malzeme depolarını emniyet ve muhafaza alunda bulundur­ mak ; yangına, sel baskınına, depreme, casusluğa karşı ted­ birler almak ; ihtilal ve ayaklanmalarda özel kanununa göre hükiımete, gerekli kuvvetlerine yardım etmek, milli bayram· larda ve törenlerde gerekli askeri kuvvetleri teniplemek. GARO, kuzeydoğu Hindistan'da, Assarn'ın G. dağla­ rında y � ş:ıvan Bodoların en i lkel boyu. Sayıları aş. yu. 250 000 dir. Bodo'ların aralarında anaerkil olanı yalnız G. !ardır. Her biri dışarıdan evlenmeli ( egzogam) iki sınıfa bölünmüş 12 grupa ( Ave'ler ise 3 g rupa) ayrılmışlardır. G. ların kazık temelli evierden meydana gelmiş köyleri ırmak yakınında bulunur. Ormanların yakılmasiyle elde edilen aç­ ma tarlalarda, ovalarda sabanla i şlernek suretiyle pirinç ve pamuk yeti ştirilir. G. lar ölülerini yakarlar, onları anmak için üzerlerine oymalar işlenmiş direkler ve üzerinde k ur­ ban kesilen taşlar dikerler. Tannlara ve hayaledere inanır­ lar. Eski çağlarda kafa tası avcılığı da yaparlardı.

GARO TEPELERİ

-

G�RO TEPELERI ( İng. Garo Hi l l s ) , kuzeydoğu Hindi stan'da, Batı Assarn'da ı 500 m ye kadar yükselen ormanlık bir dağ sırası. Kömür ve petrol bakımından zen­ gindir. GAROFALO, Benvenuto da (asıl soyadı : Tisi ; Garofalo, Ferrara ı 48 1 - Ferrara 1 5 59 ) , İtalyan ressamı. Venedikli sanatçıların ve Raffaeııo·nun etkisi altında kalmış ve Ferrare prenslik konağını süslenmiştir. GARONNE ( Fransa' da departman ) : bk . HAUTE GA­

RONNE.

GARONNE [garpn], güneybatı Fransa'nın en büyük ırmağı. İspanya'da Pirene dağlarının arasında bulunan, Val d' Arans (denizden yüksekliği ı 870 m ) vadisinden çıkar. Uzunluğu 650 km dir. Bunun 460 km si gemi ulaşımı için elverişlidir. G. Pont - du Rois'nın (Fransa sınırında) fevka­ lide muhteşem boğazlarında ve Saint - Beat yakınında kuzey Pirene dağlarını yarar. Nihayet Toulouse dolılylannda ku­ zeybatıya doğru yönelir ve tulum biçimiminde sığ bir ağızia Gironde adı altında Atlas Okyanusuna dökülür. Soldan Armagnac'ı n heyelin konisinden akan suların büyük bir kıs­ mını alır. Sağ tarafından ona Pirenelerden Salar ve Ariege, Massif Central dağlarından ise Tarn, Lot ve Dordogne ırmakları dökülür. G. un taşması korkunç olur ( ı930 da olduğu gibi ) . Küçük deniz gemileri Castets'e kadar G. un yukarıianna çıkabilirler. GARP (Coğ. ) : bk. MAGRİB. GARP OCAKLARI : XVI. yüzyılda Osmanlı İmpa­ ratorluğuna katılan Cezayir, Tunus ve Trablusgarb'deki yeniçeri ocaklarının (bk. YENİÇERİLER) zamanla kudret­ lerini artırarak idareyi ele almaları dolayısiyle bu üç eyaleri birden ifade için ku llanılan bir deyimdir. Ifrikıyye ve Mağrib (b. bk. ) adlariyle anı lan kuzey Afrika kıyılarındaki yerli devletlerin, eski kuvvetlerini kay­ bederek parçalanmağa yüz tutmaları, XV I. yüzyıl başlarından itibaren batıdan Portekizli lerle İspanyolların, doğudan da Türklerin bu bölgeye nüfuz etmelerine imkan hazırlamıştı. Böylece, batı Akdeniz havzasındaki devletlerin en güçlüsü olup Afrika kıyılarını da ele geçirmek i steyen İspanya ile, Mısır'ı da zaptettikten sonra artık doğu Akdeniz'in hakimi sıfaıiyle orta Akdeniz bölgesine doğru ilerlemeye devam eden Osmanlı İmparatorluğu, lfrikıyye ile Mağrib'de karşı karşıya gelmişlerdi. Bu yüzdendir ki Cezayir, Tunus ve Trablusgarb'in Türk idaresi altına girmeleri, her i kisi de Akdeniz'de üstünlük sağlamak i steyen Osmanlı İmparatorluğu ile İspanya arasındaki mücadelenin en önemli dönemini teşkil eder. Neticede, daha ı 5 ı 6 da Oruç Reis'le Cezayir' e ayak basan Türkler, yerli beyler ve yerli halktan bir kısmının da yardımını sağlayarak rakip İspanyolları bu bölgeden çıkarınağa muvaffak olmuşlar ve ı 5 5 ı de Trablusgarb'i, 1 5 74 te Tunus'u kesin olarak ele geçirmişlerdir. Osman lı İmpratorluğuna katılan diğer yerlerde olduğu gibi, bu üç Afrika ülkesinde de, başlangıçta klasik eyaler teşkilatı kurularak buraları saliyaneli birer beylerbeyilik halinde doğrudan doğruya merkeze bağlanmışlardı. Daimi bir savaş alanı olan bu denizaşırı eyaletlere yeni çeri ocak­ larından bir miktar muhafız da gönderi l m i ş ri. Hem idari hem de askeri otoriteyi temsil eden beylerbeyinin icra için kullandığı · kuvvet, batı Anadolu'dan gelen askerlerle sayıları gittikçe artan bu ocak lardı. Bunların kendi ocak menfaatlerini korumak için Ağa Divanı veya Yeniçeri Divanı

GARP OCAKLARI

15 7

denilen özel bir teşkilat ları vardı. Yeniçeriler dışında, Akde­ nizdeki deniz savaşlarında önem l i bir rol oynayan Reis Taifası da ey aletlerin idaresinde varlıklarını duyuran i kinci bir zümreyi teşkil ediyorlardı. Ancak, zamanla nüfuzlarını artıran yeniçeri lerle denizci lerin idareyi kendi ellerine geçir­ meleri, Cezayi r, Tunus ve Trablusgarb'de klasik beylerbeyi l i k sısteminin sona erinesine sebep olmuş v e artık G. O. adiyle anılan bu üç ülkede, önceleri birbirini andıran fakat sonra­ dan büyük bı r farklılık gösteren idari gelişmelere yol açmıştır. G. O. içinde en önemlisi olan Cezayir'in idaresinde dört dönem göze çarpar. Barbaros Hayrettİn Paşa (b. bk.) ile başlayan beylerbeyilik, 1 587 de Reis TaHası 'nın içlerinden birini üç yıl süre ile Pata olarak idarenin başına getirmeleri üzerine, eski kudretini kaybederek eyaletle imparatorluk merkezi arasındaki i lişki leri devam ettiren bir makam halini almıştır. Paşalar devri ı659 a kadar devam etmiş ve reisie­ rinin nüfuzunu kıran ocaklılar bu tarihte kendi ağa' larını başa geçirmeğe muvaffak olmuşlardır. Ancak, bu dönem çok kısa 'Jlmuş ve reisierin ı 67 1 de tekrar iktidarı ele almaları ile dayı/ık devri başlamıştır. İlk daydar denizciler tarafından seçildiği halde, bir süre sonra yeniden kuvvet kazanan ocak­ lılar seçimi kendileri yapmağa ba�lamışlardır. Cezayir'in Fransızlar tarafından işgal edildiği ı830 yılına k adar sürecek olan bu son dönemde, artık beylerbeyilik makamı tamamiyle ortadan kalkmış, ülke üzerindeki Osmanlı hükümranlığı, yeni seçilen dayıya hil'at ve ferman göndererek onun me­ muriyetini tasdik etmekten ibaret kalmıştır. Böylece, hukuken Osmanlı topraklarından sayılan ve Osmanlı İmparatorlu­ ğunun Akdeniz'de giriştiği deni z savaş iarına katılan Ceza­ yir'in dayıları, zaman zaman bağı msız bir devlet başkanı gibi hareket etmek, hatta yaban cı devletlerle ayrı ayrı ant­ laşmalar imzalamak imkanını bulmuşlardır. Tunus ocağında i se beylerbeyilik dönemini dayı/ık devri takip eder ve o da yerini yerli bir hanedanın idaresine bırakır. ı n4 te baş layan beylerbeyi lik, yeniçeriterin isyan edip kendi bölükbaşılarından birini üç yıl için dayr seç­ meleri üzerine artık eski mutlak otoritesini kaybetmiştir. ı 594 ten ı 705 e kadar devam eden bu dönemde, önceleri daydar seçimle iş başına getirilirken, daha sonraları Osman lı hükümeti, denizci lerden birini veraset suretiyle dayı tayin etme yoluna gitmiştir. Dayılığın irsen imikal eder bi r hal almasına kadar da Tunus' ta, Osmanlı İmparatorluğunun temsi lcisi olan beylerbeyi ile emlrü'l - evtan denilen ve kara kuvvetleri komutanı demek olan bey ( sancak beyi ) ve da­ yılar arasında bir nüfuz mücadelesi sürüp gitmiştir. Nihayet ı705 te Hüseyin b. Ali, hem beylerbeyi hem de bey olarak iktidarı şahsında toplayınca, ı 8 8 1 Fransız isıi lisına kadar süren Hüseyni sütilesinin idare dönemi başlamıştır. Tarablusgarb'e gelince : burada Cezayir ve Tunus'tan farklı bir durum göze çarpar ve merkeze bağlı bir Osmanlı eyaleri olarak başlayan idare şekli, daydığı takiben bir Türk ailesinin irsi hakimiyeti dönemini de aştıktan sonra ge­ ne eyaler olarak baş langıç devresine dönüşür. ı 5 5 ı de kurulan beylerbeyilik sistemi, ı 609 da dayılı k u sulünün Trablusgaı b'de de kabu lü ile eski otoritesini kaybetmiştir. 1 7 1 ı de i se Karamarıl ı Ahmet, hem dayı hem paşa olunca Karamarılı ailesinin hakimiyeti başlamıştı r. ı 8 3 5 e kadar devam eden bu dönemde bey/ik, irsen hep Karamanlı aile­ sine geçmekle beraber, bir bey'in ölümünden sonra yenisi, ulemanın fıkri ve halkın tasvibi de alınarak askerler tara­ fından seçiliyor ve seçimin Osmanlı padişahı tarafından

158

GARP OCAKlARI -

GARRAF MUHAREBELERİ

tasdik edilmesi gerekiyordu. G. O. ndan Cezayir'in elden çıktığını gören Osmanlı hükumeti , doğu Akdenizde tutuna­ bilmek için kuzey Afrika'daki hakimiyetini kuvvetlendiemeği zaruri görmüş ve 1 8 3 5 te Karamanlı ailesinin idaresine son vererek Trablusgarb'i tekrar bir eyalet olarak merkeze bağ­ lamıştır.

GARRAF MUHAREBELERİ, I. Dünya Harbinde ( 1914 - 1 9 1 8 ) I rak cephesinde, Türklerle İngilizler arasında, Kiitülamare civarında cereyan eden seri halindeki muhare­ belerden biri. Bağdad'ın 180 km kadar güneydoğusunda Dicle'den çıkan ve bu nehri Fırat'a bi rleştiren Şattülhay ­ Şattülga rraf veya sadece Garraf denilen kanalın iki yanında yapıldığından bu adı almıştır. G. M. 25 ocak ı9ı7 günü, her bakımdan üstün İn­ giliz kuvvetlerinin taarruzlariyle başlamış ve aralıklı olarak 10 gün sürdükten sonra 3 şubat ı 9 1 7 de Türk kuvvetleri­ nin daha batıda bulunan E lban mevziine çekilmesiyle sona ermiş tir. Tüık askerinin son derece kısır imkanlar içinde yap­ mış olduğu bu kanlı muharebe, eşi az görülür bir sehat, kahramanlık ve fedakirlık örneğidir. Irak harbinin bundan önceki safbasında İngilizler, Dicle ve Fırat nehri boyunca ilerleyerek bir yandan Bağdad önlerine, bir yandan da Nasıriye'ye kadar gelmişlerdi. Ancak ı 9 1 5 güzünde Selman Pik meydan muharebesinde yenilgiye uğramışlar ve Türk ordusunun takibinden kurtulamayacak Kiitülamare'de mubasara ve esir edilmişierdi (7 aralık ı 9 1 5 29 nisan 1 9 1 6 ) . Bu tarihten sonra İngilizler yeni bir ileri ha reket için büyük çapta askeri hazırlık yaparak Irak'taki kuvvet-

lerini 1 9 1 6 aralığına kadar 45 500 tüfek, 3 500 kılıç ve ı 74 topa, savaşçı er sayısını da 95 000 (geri hizmettekilerle beraber ı6o 000) e yükselttiler. Bu miktar muharebelerin arifesinde daha da arttı. Türkler ise iki kolordularından birini ( 1 3 . kolorduyu) Ru s ilerlemesini durdurmak üzere İran'a göndermişler ve Irak'ın savunmasını, kuvveti ı o n ı tüfek v e 50 toptan ibaret Albay Kizım Karabekir komuta­ sındaki 18. kolorduya (45, 5 1 ve 52. tümenler) bırakmış­ lardı. 18. kolordu, kuvvet azlığı sebebiyle cepheyi daraltmak ve İngilizlerin kuşatmasından korunmak için Dicle güneyin­ deki Sin ve Beyti İsa mevzi lerini boşaltarak, buradaki kuv­ vetini daha batıdaki Kiit mevzilerine çekti. Bunlar, biri Kiit varımadasının kuzeydoğusunda İmamı Muhammed, diğeri de güneyde Şattülhay kanalının iki ya­ nında hazırlanan Garraf mevzileri idi. Garraf mevzii, 3 km derinlik ve 6 km genişlikte olup her iki kanadı Dicle neh­ rine dayalı ve üç hat balinde tahkim edilmişti. Savunulması 4 5 . tümene verilmiş olup kanal doğusurıdaki kısmı 40. piya· de alayı (1 300 tüfek , 2 makinalı tüfek, 5 bomba topu) , batısındaki kısmı takviyeli 3. piyade alayı ( ı 6 3 7 tüfek, 6 makin alı tüfek, 4 top, 4 bomba topu ) tarafından tutulmuş­ tu. Topçu desteği Dicle kuzeyindeki bataryalar tarafından sağlanıyordu. İngilizler hazırlıklarını tamamladıktan sonra bu Türk mevzi lerini batısından kuşatarak düşürmeye çalıştılar. Fakat bir sonuç alamadı lar. Bunun üzerine İngiliz başkumandanı General Maude, Türkleri Dicle güneyinden atmak için malıdut hedefli taarruzlar yapmaya karar verdi. Bunun ilki,

6

imam-ı

M u h a m met

\ 4 1 � / GARRA.F MUHARE BELERİ

Tü r k l e r I n g i l i zler

GARRAF MlJHAREBELERİ - GARRETT, George William

Imiını Muhammed mevziine yapıldı v e l l günlük bir mu· harebeden sonra, 17 ocak 1 9 ı 7 de tükeornek durumuna gelen birliğimiz geri alındı. İngilizler, bundan sonra dikkatlerini Garraf mevziine çevirdiler ve 3 �ubat 1 9 ı 7 ye kadar buraya dört taarruz yap· nlar. ı. Garra/ muharebesi ( 2 5 ocak 1 9 1 7 ) : imiını Muham­ med mevziinin dü�mesinden sonra 3. İngiliz kolordusu ( B v e 14. tümenler = 24 tabur) Türk mevziine 300 m y e kadar yaklaştı. İki gün öncesinden ba�layan ve 1 00 topla yapılan bombardıman 25 ocak sabahı son �iddetioi buldu. Siperler· de erlerle subayların birçoğunu toprak alunda bırakan bu ate�in himayesinde, 40 ve 39: İngi liz tugayları, kanalın iki yanındaki Türk sİperlerine bücuma geçtiler. Doğu Garraf mevziine hücum eden 40. tugay, birinci savunma hattının kanala biıi�ik olan 800 m lik kesimini ele geçirdi. Gönde­ rilen küçük bir ihtiyat ve takviye kuvvetiyle dü�man ikinci hat önünde durdurulabildi. Geceleyin bir taburla yapılan kar�ı ıaarruz ba�arıh olamadı. Bunun üzerine çok kayıp ve­ ren birinci haıtaki birliklerimiz ikinci savunma hattına alındı. Bundan sonra dü�man, Garraf'ın batısındaki mevzie de saldırdı. İngiliz 39. ıugayı birinci hatıa girdi ise de, öğleden sonra yapılan birkaç kar�ı taarruzla geri atıldı. .Ancak, İngilizlerin Garraf'ın doğusundaki birinci hattı i�gal etmeleriyle batıdaki birinci hat yan ate�ine uğradı. Bunun üzerine birliklerimiz burada ileri karakol birlikleri bırakarak ikinci hatıa çekildi. 2. Garra/ muharebesi (26 ocak 1 9ı 7 ) : İngilizler, 26 ocak günü öğleye kadar Batı Garraf mevziini yeniden bom bardırnan ettikten sonra, bir tugaydan fazla bir kuvvetle ta· arruzlarını yeniledi ler. İngilizler yalnız i leri karakollarımızın bulunduğu ve onların da taarruzdan önce çekildiği birinci hatıa kolayca girdiler. İkinci hatta yapı lan taarruzla dü�mana ağır kayıp verdirildi . Garraf'ın iki yanındaki Türk birlikleri de ağır kayıplara uğramı�tı. Hatti 3. alay bir bö­ lük seviyesine inmi�ti. Gece doğudaki 40. alay (bir tabur ve üç makineli ıüfek hariç) Garraf'ın batısına geçirildi. 3 . Garra/ muharebeıi ( 1 �ubat 19ı 7 ) : İngilizlt-r 5 günlük bir aradan sonra, ı �ubatıa taarruzların ı yenilediler. Mevzi kar�ısındaki kuvvetlerini de 30 tabura çıkardılar. 3 1 ocak sabahı ba� layan bombardıman, ı �ubat sabahı daha da �iddetlendi ve öğleye kadar sürdü. Bombardıman sırasında, İngiliz birli kleri kanalın her iki yanındaki Türk sİperlerine hücuma geçtiler. Garraf'ın doğusunda bulunan bir taburluk kuvvetimiz, kanlı bir mücadeleden sonra, 105 ki�i ile üçüncü savunma hattına çekilmek mecburiyerinde kaldı. Garraf'ın batısına yapılan taarruz ise ba�arı lı olmadı. Düşman, zayıf mevcutlu 8 Türk taburu ile savunulan mevziin bazı kısımla rına girebiidiyse de, 2 tabur ile yapı lan kar�ı taarruzla sİper­ lerden geri atıldı. Kiit kasabası civarındaki topçumuzun ate�i İngiliz birliklerine ağır kayıplar verdirdi. Fakat topçu cepha­ nesi de bitmek üzereydi. ı - 2 şubat gecesi, büsbütün eri­ mi� olan Garraf'ın doğusundaki 40. alaya mensup tabur deği�tirildi. Garraf'ın batısındaki Türk birlikleri de yeni gelen 2 taburla takviye edildi. İngilizler de 2 tümene ili­ ve olarak bir tümenlerini daha bu cepheye getirdiler.

4 . Garra/ muharebesi (3 �ubat 1 9 ı 7 ) : Kesin sooucu bir türlü alamayan İngilizler, sİperlerde hareket etmek im­ kinını dahi ortadan kaldıran bir topçu ate�i himayesinde, bütün cephe boyunca yeniden hücuma geçtiler. İ lk hamlede ikinci battın 200 m lik kesimine girdiler. Bu arada dü�-

159

man Garraf'ın doğusundan birliklerimizi yandan ve topçu­ su ile mevzi gerilerini ate� alunda tuımakta idi. Birçok defalar yapılan pek kan lı kar�ı ıaarruzlarla dü�manın si­ perlerden atılmasına çalı�ı ldı. Fakat mevcutların azalması ve erieri yöneltecek subayların çoğunun kaybı ile siperler geri alınabiidiyse de elde ıutulamadı. Büyük zayiat dolayı­ siyle, yapılacak kar�ı taarruzlardan bir netice alınması şüp­ heli ve bir ba�arısızlık halinde üçüncü hattın da elden �ıkması mümkün görülüryordu. Bu sebeple, birliklerimiz Elhan hattına alındı. Garraf'ın doğusu da boşalularak buradaki kuvvet batıya geçirildi.

.Aralıklı olarak 1 O gün süren bu muharebelerde Türk­ ler �ehir ve yaralı olarak 1 2 7 subay, 3 593 er, İngilizler ise 6 500 ki�i kavbetıiler. Türklerin kaybı mevcutlarına göre son derece yüksekti. G. M. nde Türk birlikleri, çok üstün düşmana kar�ı sava�mı�lar ve kar�ı ıaarruzlar yapmı�lardı. Topçu cephane· sinin son derece az olması, Türk piyadesinin himayesini yetersiz kılıyordu . .Ayrıca, kafi miktarda takviye kuvveti de alınmamı�ıı. Bu yüzden sonraki Elhan ve Beşara muharebe­ leri de kaybedilerek İngilizlerin Bağdad önlerine kadar gelmeleri mümkün olmu�ıur.

GARRETT [g;ırfll] , George William ( Londra 1 8 52New York 1 902 ) , İngiliz asıllı, denizalu gtmisi mucitlerin· den biri. Dublin'de Trinity kolej inde okumu�. Manchester mekanik enstitüsünde öğretmenlik yapmı�tır. Bu arada ilim, sanat, fiziki coğrafya, kimya ve yüksek matematik sertifi­ kalarını almıştır. Daha sonra Güney Kensington müzesinin ilim ve sanat dalında çalı�mış ve müzenin Eski Çağ tari­ hine ait vesikalarından istifade edeı ek dinin derinliklerine nüfuz etmi�tir. i lahiyat fakültesini bitirdikten sonra Man­ chester kilisesinin ruhani liderliğine tayin edilmi�tir. Bu arada ha� a sızmaz hücrelerde, kendisi de içinde olduğu halde, beraberine aldığı ku�, tav�an ve yanar mum ile aza­ lan havanın etkisi üzerinde incelemeler yapmı�. neticede dal­ gıç elbiselerine konulan kimyevi bir madde ile su alunda 6 saat kalmayı başarmı�. üzerinde çalıştığı denizaltı tekne­ sinde de bu hususu kullanmayı düşünmüştür. 1 879 da Birkenhead'de Cocbran fabrikalarında «Re­ surgam» adlı denizaltı gemi sini yapmış, f a k a t bu tekne fırtına tesiri ile demirini ta­ rayarak batmıştır. Daha sonra İsveç'te Nordenfelı top fab­ rika•ı ile ortak ola ı ak 64 ka­ dem uzunluğunda ı numaralı «Nordenfelı» denizaltı gemisi­ ni inşa etmi�rir. Bu geminin 1885 yılının ağustos ayında yapılan denemelerine T ü r k temsilcisi de davet edilmiştir. Daha sonra O s m a n I ı hükumeti, adı geçen firmaya 100 kadem uzunluğunda 2 adet denizaltı gemisi sipari� etmiş ve 2 3 ocak 1 886 da yapı. lan sözle�me ile 2 ve 3 numa­ ralı «Nordenfelt» denizaltı ge­ mileri htanbul'da Valide Ta�-

G. W. G.ARRETT

i 6o

GARRETT, George William

-

kızaklarında monte edilmi�tir. Dalı� denemelerine 5 �ubat 1887 de başlanılmış ve 22 man 1 888 de «Ab.:lü lhamit» ve «Abdülmecit» adı ile ilk iki denizaltı gemisi Türk donan­ masına katılmıştır. Padişah tarafından fahri binbaşılık rütbesi verilmiş olan G. in yaptığı 4 numaralı «No rdenfelt» deniz· altı gemisini Ruslar satın a lmış lardır.

GARRETT, Joio Baptista ( Biyog. ) : bk. ALMEI

DA - GARRET, }aa o Baptista.

GARRICK [g.,rik] , David ( Hereford 1 7 1 7 - Londra 1779 ) , İngiliz aktörü. 174 1 den iti baren Londra sahnelerin­ de aynadıktan sonra, 1747 - 1776 yı llarında Drury . Lane Tiyatrosu müdürlüğünde bu­ lunmuştur. Traj ik ve komik rolleri ustalıkla başaran G. , özellikle Shakespeare'in eserle­ rinde ün kazanmıştır. Eserleri : Lying Va/et ( Yalancı ( uşak [ 1 747] ; Miss in Her Teens ( Çiçeğ i burnunda hanım kız) [ 1747] ; C/:ındestine Marriage ( Gizli evlenme) [Colman ile birlikte, 1 766] ; Irish Widow (İrlandalı dul) [ 1772]. GARRISON [ g.,risi n] , William Lloyd ( Newbury D. GARRICK pan, Massachusetts ) 1804 New York 1 879) , Amerikalı insansever. «The Li berator• dergisiyle ve American Antislavery ( Amerika kölelik düş­ manı birlik) i le beraber 1 8 3 1 den itibaren tam bir taassup ile köleliğin yok edilmesi için savaşmıştır.

GARSTANG [gqr.ıtı:eng] , John ( Biackburn, Lanc�n­ shire 1 876 Beyrut, Lübnan 1 9 5 6 ) , İngi liz arkeoloğu. Oxford Üniversitesinde matematik ve astronomi okurken arkc oloj iye merak sarmı�, İngiltere'deki Roma devri kalıntılarını incele­ miş ve 19 yaşında iken Roman Ribche.ıter ( Roma devrin­ deki Ribchester) [ 1 89 5 ] adlı bir rapor yayımlamıştır. 1 899 da Mısır'a giderek arkeolog Sir Wi l liam Flinders Petrie'nin yanında çalışmıştır. 1 902 de Liverpool Üniversitesinde Mısır arkeoloj isi fahri konferansçı sı, 1 907 1 94 1 yıllarında arkeo­ Joji metotları ve tatbikatı profesörü olmuş. 1 9 1 0 - 1 9 1 4 yıllarında da Yukarı Mısır'daki Meroe şehri kazı larına ka­ tılmıştır. Bu yıllarda The Third Egyptian Dynasty (Üçüncü Mısır hanedan sülilesi ) [ 19 1 1 ] ve A Short Hi.ıtory of Egypl (Muhtasar Mısır tarihi) [Newberry ile birlikte, 1 9 1 1 ] adlı kitapları çıkmıştır. Bu arada İngiliz dilcilerinden Archibald H. Sayce, G. ın dikkatini Anadolu arkeoloj isine çekmiş, o da 1907 de Boğazköy'de Alman lardan Hu.ıı o Winckler'ın yapmakta olduğu kazıları in­ celemiş ve 1 9 1 0 da The Land of the H i 1 t i 1 e .ı ( Hitit'leri n memleketi ) adlı bir eser ya­ yımlamışnr. 1 9 1 5 te Çek bilgi­ ni Bedrich Hrozny, Hitit me­ tinlerini çözdükten sonra, G . kendi eserinde düzeltmeler ve katmalar yaparak onun 2. bas­ kısını The Hit:ite Empire : hi.ı­ lory, geography and monu­ ments (Hitit imparatorluğu ta­ rihi, coğraf�ası ve anıtları) ]. GARSTANG [1929] bqlıjiyle yayımlamı,_ ·

·

GARSUDDİNOGLU, Muhyiddin tır. G. ın Notes to an Index o/ Hittite Geographical Names ( Hitit coğrafya adları indeksi üzerine notlar) [ 1 92 3 } adlı eseri de bu alana aittir. I. Dünya Harbinden sonra G. Filistin'de kazılar ya­ parak İ srail oğullarının Kenan diyarına girişlerinin kronoloj isini tespit etmiştir. Orada Te l ü ' l - Keda (İbr. Hazar) nın bir Hyksos kampı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Aşkalan ( 1 920 - 1 92 1 ) ve Eriha ( Jericho, İbr. Ye­ ri}Jö, Ar. Er - Rihi) harabelerinde kazılar yapmış, 1930 da bi lhassa Eriha'yı incelemiş, raporunu aynı yılda Jericho başlığiyle Palestine Exploration Fund Quarıerly Statements serisinde yayımlamış, ertesi yıl da aynı konu ile ilgili ola­ rak foshua and Judges (Ahd - i Atik 'teki Yeşu ve Hakimler kit�pları) i çıkarmıştır. G., Eriha kazı larını 1930 - 1936 yıl la­ rında da devam ettirmiş ve buralardaki Tunç ve Cilalı taş çağlar ı kalıntı larına kadar inmiştir. Filistin'de siyasi durumun değişmesi üzerine G. Ana­ dolu'yu ele almıştır. 1 908 ve 19 L 1 yıllarında zaten güney sınırı­ mııda Sakçe Gözü mevkiinde kazı lar yaparak Hititlere ve daha eski tabakalara ait birçok kalımılar ortaya çıkarmıştı. ll. Dünya Harbinden sonra Mersin yakını ndaki Yümük Tepe mevkiinde kazı lar yaparak Hitit müst.ıhkem mevkile­ rinden Cilalı Taş çağı tabakaianna kadar inmiştir. Prehistorir Mersin (Tarihten önceki Mersin) [ 1 9 5 3 ] adlı kitabı bu kazıların mahsulü olmuştur. G. 1947 - 1 948 yıllarında Anka­ ra'daki Britanya Akeoloj i Okulu ( British School of Archaeo­ logy ) nun birinci müdürü, 1 949 dan ölümüne kadar da baş­ kanı olmuştur. - A. D.

GARSUDDINOCLU, Muhyiddin (ölm. H. 982/ 1 5 7 5 ) , hekimbaşı. Babası Şehabeddin'den türlü ilimler öğ­ renmiş, bi lginierin medı sierine devam etmiş, Abdülkerimza­ de'den mülizemet şerefi ni ihraz ederek İçel medreselerinde birkaç paye kazan mış, sonra sulıanın hassa tabipleri arasına girmiş, H. 976/ 1 568 de Kaysunizade'nin ölümü üzerine he­ kimbaşı olmu�tur. I I. Selim'in şehzadesi Mehmed'in öğret­ menliğine tayin edilmiş, şehzadenin ölümü ( 1 57 2 ) üzerine yalnız hekimba�ıl ıkta kalmıştır. Kaynakların ifadesine göre G. , riyazi ilimlerde meş­ hurdu. Heyetle astro!oj ide de büyük mahareti vardı. Talihinin kuvveti ile izzet, şeref, zengin lik, şöhret sahibi olarak riya­ sete ferasetle erişmiş, tabipler sınıfına başkalarının yardı­ miyle girmiştir. Tedbirleri eceli tacil eylerdi. Sıvı türünden ilaçları bir insanı bir saatte zehirlerdi. G. nun ricasiyle ll. Selim tarafından Istanbul kadısına yazılmış 98 1 / 1 5 7 3 tarihli hüküm son derece ilgi çekicidir. Bu bükümde gerek Istanbul gerek diğer yerlerde cerrah, tabip, kahhal olarak birtakım kimselerin gezip tababet euik­ leri, fakat bilgisizliklerindm ötürü hastalara zarar verdikleri yeri lmekte, bu gibilerin hekimbaşı tarafından bizzat imtihan edilerek liyakatsizlerin tababet iceasından men edilmeleri ke­ sin dille bi ldirilmekte, emrin sicilde kaydedilmesi, aslının hekimbaşı elinde bırakılması emredilmekte idi. Gençliğinden beri şarap içen padişah, sonradan tövbe etmi ş, hatta i laçlarına alkollü maddeler karıştımlar diye her türlü tedaviyi reddeylemişti. G. ndan yüz çevirerek eski hekimbaşılarından Mustafa Çelebi'yi çağırtarak : «Kişi dos· tunu böyle mi yoklar» deyip nabzını göstererek ağlamışur. Filhakika padişahın dimağı kuvvetli keyif verici ze­ hider buharına müpteli olmakla �air baştaki azaya dahi

GARSUDDİNOÖLU, Muhyiddin rehavet gelmekle sersam marazı itacı lazımdır» demesi üze­ rine günlerce onunla tedavi edi l m i ştir. Topkapı Sarayında yeni yapılan hamarnı gezerken da­ ha önce bir şişe şarap içen II. Selim'in ayağı kayıp mermer­ ler üzerine düşmüştür. Bir tarafı tutmayan padişahı yarağına götürmüşler, ll gün sonra H. 928/1 684 te ölmüştür. Bura­ da hastadan hemen kan almak gereki rken G. , birtakım pomatları yara ve bereterin üzerine sürmekle vakit k aybet­ miştir. - F. N. U.

G�RŞİN, Vsevolod MilJ ayloviç ( Voronej 1 8 5 5 - Pe­ tersburg 1 888 ) , Rus yazarı. 1877 Türk - Rus Harbi (Doksan­ üç Harbi ) ne gönüllü olarak katılmış, yaralanarak ordu­ dan ayrılmıştır. İlk hikayesi olan Çelıre dnya ( Dört gün ) [ 1 877] da savaş alanında ken­ di haline t e r k edi lmiş bir yaralının durumunu anlatmış · u r . Aualea prinreps [ 1 880] adlı hikayesinde erkekçe sava­ şan bir hürriyet mücahidi tipi­ ni çizmiştir. Krasnıy u.velnk ( Kırmızı çiçek) [ 1883) adlı ranınmış hikayesinde b ü t ü n insanların ı sıı rabını çekmek i steyen asil bir deli tipi yararV. M. GARŞİN mıştı r. Hayatının sonunda A. P. Çe!Jov"dan önce Rus edebiyatında küçük hikaye türünün en güzel örneklerini vermiştir. G. bir sinir hastalığına yakalan­ mış, yüksek bir merdivenden atlamak suretiyle hayanna son vermiştir.

GARTER, Order of the : bk. DİZ BAG I ŞÖVAL­

YELİGİ.

GARTH [ gaıl-b ], Sir Samuel ( Bowland Forest, Yorkshire 1 66 1 · Londra 1 7 1 9 ) , İngi liz şair ve heki mi. Boileau"dan ilham alarak yazdığı The Dispensary ( Yoksul­ lar eczahanesi ) adlı komik hiciv destanı ile ün kazanmıştır. GARTNER [gqrlnir] , Theodor ( Vi yana 1843 - lnns­ bruck 1 92 5 ) , Avusturyalı Romanisr. Retoroman dili üzerin· deki araştırmalariyle tanınmıştır. Başlıca eserleri : Die Gröd­ ner Mundarl ( Grödnertal lehçesi ) [ 1 879] ; Riiloromaniuhe Grammalik ( Retoroman grame ri ) [ 1883] ; Handbuçh der riiloromaniuhen Spraçhe und Lileralur ( Retoroman dili ve edebiyatı el kitabı ) [ 1 9 1 0 ] . GARTO K ( Çince adı : H o t a k 'o ) , Tibet'i n batı ucunda, Keşmir sınırı yakınında bir şehir. Nüfusu 1 5 200 dür. G. , barı Tibet yolu üzerinde bir ticaret merkezidir. •



GARUDA, Hindu mitoloj isiode başı, kanatları, pen­ çeleri i İe k � rtala, vücudu ve hacakları ile insana ben­ zeyen bir kuş veya yarasa. Yüzü beyaz, kanatları kırmızı, vücudu altın rengiodedir. Hindu panteonunda tanrıların, tanrıçaların üzerlerine binip gezdikleri hayvanları vardır. Mesela S iva'nın üzerine binip gezdiği hayvan Nandu adında bir tosundur. Müzık ve güzel sanatlar ve zenginlik tanrı­ çası Lakşini "nin üzerine binip gezdiği hayvan tavus kuşu­ dur. Tanrı Vişı:ıu ve KışJ:].a'nın üzerine binerek d ünyaya indikleri hayvan G. dır. Kuşlar veya tüylüler kralı olarak tanı­ nan G. , aynı zamanda tannların habercisidir. G. nın annesi Dakka'nın kızlarından biri olan Vinata, babası Kaşpaya"dır. G. yılanların büyük düşmanıdır. Bu düşmanlık anasından ka l­ mıştır. Çünkü anası, kendisinden büyük olan ve aynı

-

GASCOGNE

161

kocayı paylaştığı yılanların anası Kadru ile kavga etmı şu. G. doğduğu zaman çok güzel ve parlak bir görünüşe sa· hipıi. Tanrılar onu yanlışlıkla Ateş tan rısı Agni zannetti ler ve ona taptı lar. G. nın Sampari adlı bir oğlu ve Unnati veya Vinayaka adlı bir karısı vardı. G. n ı n Kadru"dan anasının hürriyetini satın alabi lmek için tanrılardan ölüm· süzlük şarabı Arnrita'yı çaldığı söylenir. T�nrı İndra hır­ sızlığı meydana çıkarır. G. ile korkunç bir savaşa girişir ve savaş sonunda İodra'nın yıldırımdan silahı parçalanır. Amrita tekrar bulunur. G. nın birçok isim ve sıfatları vardır. G. nın doğuşunu anlatan Garut/a - purluJa, Pançalanira hikayelerine de konu olmuştur. Tanınmış bir hikiyede iki dülger tahtalardan bir G. yaparak Tanrı Viş!].u'nun kıyafetine girerler, sevdikleri bir kızın evine uçarak giderler. Kızın ebeveyni, gelenlerin tanrısal kişiler olduklarına inanır ve kızlarını verirler. Bu hikayeye dayanarak uçağın ilk olarak Hintliler tarafından bulunduğu da iddia edi lmektedir.

GAR US İKSİRİ, ana maddeleri tarçın, safran v e Hint cevizi olup mide i lacı olarak kullanı lan b i r iksir. İdrar söktüren ve öksürük kesen terpin iksiri de G. İ. ile hazır­ lanmış bir terpinol çözeltisinden ibarettir. GARVIN, James Louis ( Birkenhead 1 868 Beacons­ field 1 9 4 7 ) . İngi liz gazetecisi. 1 900 den beri «Daily Tele­ graph» gazetesinde Joseph Chamberlain'in koruyucu güm­ rük programını savunmuş ve «Observer» ın ( 1 908 1 942 ) sahibi olarak Muhafazakar Partinin tutumunu ( 1 9 1 4 ten önceki silahianma politikasında ve 1 9 1 9 Versailles antlaş· masının reddedilmesinde) zaman zaman etkilemiştir. ·

·

GARY [uri] , Amerika Birleşik Devletlerinde, Chi· cago çevresinde, Michigan gölü kıyısında, Indiana eyaletinde bir sanayi şehri. Nüfusu 178 300 dür. 1 904 te US Steel Corporation ( A. B. D. çelik işletmesi ortaklığ ı ) vasırasiyle ağır sanayiin yeni bi r merkezi olarak kurulmuştur. G. de büyük yüksek izabe fırın ları ve çelik fabrikaları vardır ; bunlara gölün y ukarı taraflarından gemilerle demir filizi, güneydoğu ve güneyden de demiryoluyle kömür getirilir. Petrol tasfiyehaneleri de vardır. GARZAN (Coğ. ) : bk. YANARSU. GARZAN ÇAYI, Dicle nehrine kuzeyden karışan büyük kollardan biri. Uzunluğu 200 km dir. Kaynağını Muş

güneyindeki dağlardan alır. Geniş bir alanın sularını toplar. Yaz aylarında bile oldukça büyük bir çay görünüşündedir. Bk. DiCLE IRMAGI.

GAS LIFT [ İ ng. g�s li/1] ( İng. = gazla yükseltme) , ham petrolunu kendiliğinden dışarıya vermeyen petrol ku­ yularının dibine basınçlı gaz verme yolu ile perrolu yer yüzüne çıkarma tekniği. GASCOGNE [gaskpıt ] ( Fe. ; Lat. Vasconia ; bizde yaygın şekli : Gaskonya ) , güneybatı Fransa'da tarihi bir yöre. Batı Pireneler vadileriyle Garonne nehri (Toulouse'un altı ) ve Atlas Okyanusu arasında yer alır. Eski başkenti Auch kasabasıdır. G. adını, XII. yüzyılda Pirenelerden inecek ül­ keyi isıila etmiş olan Basklar ( Lat. vascones) dan almıştır. Frank devleıi zamanında yerli dukalar tarafından yöneıilen yarı bağımsız bir ülke idi. Kendi dukalarını n soyu tüke­ nince G. , 1 0 5 2 1 0 5 8 y ıllarında Aquitani a (Fr. Aquitaine) dukalığına bağlanmış ve bir daha bundan ayrılmamışur. 1 1 54 - 145 3 yılları arasında İ ngilizlerin işgalinde kalmış, sonra geri alınmıştır. Günümüzde G. adı, yalnız Gascon lehçeleri konuşu­ lan alana verilir ki, Bask ülkesi dışında, sınırları yukarıda •

162

GASCOGNE - GASPIRALI İSMAİL BEY

belirtilen bölgeyi kapsar. G. Orta Çağda ünlü ırubadurlar ( ozanlar ) , daha sonraki çağ larda da pek çok lehçe yazar ları yetiştirmi ştir.

GASCOGNE KÖRFEZI ( Coğ. ) : bk. GASKONYA KÖRFEZi ( Biscaya köıfezı ) . GASCOIGNE [.ır.,ık.:�yn ] , George ( Cardington 1 5 39 . Beroack, S tamford n77 ) , İngiliz şairi. İtalyancadan çevirdiği iki dram ve bir şiirli hicviye ile yeni çığır açmış, lirik şiirleriyle de Speoser'a rehberlik etmiştir. Başlıca eserleri : A H undred sundrie Flowers (Yüz çeşitli çi çek ) [ 1 H 3] ; The Steel Glass (Çelik cam) [ n76] . GASGA'LAR, eski Anadolu'nun kuzey bölümünde yaşamış ve Kızı lırmak ağzı bölge�inde hüküm süren .l)atti krallarını durmadan uğraşıırmış olan dir kavim. GASHERBRUM [g4ıerbrum] veya GUSHARBRUM, 7 800 m yi aşan ve dört tepeyi içine alan Karakoruro dağ ları. En yükseği G. I veya Hidden Peak ( 8 068 m ) tir. GASKELL [g.,ıkil] . Elizabeth Cleghorn Steven· son, Dame ( Chelsea UHO Holvbuın, Hampshire 1865 ) , İ n­ gilız kadın yazarı. 1 8 3 2 de Mancheqer'de bir Protestan rehibi ·

ile evlendi kten sonra işçi sınıfı· nın sefaJetini göımek i mkanını bulmuş ve bunu Mary Barton (ad) [ 1 848] adlı romanında anlatmıştır. Dickens (b. bk.) tarafından «Household Words• gazetesinde iş birliğıne çağrıl­ mış, eo iyi romanı olan Cran­ /orJ (yer adı ) [ 1 58 3 ] adlı ro­ maoıoı bu gazetede yayımla­

2. Manevi hak ve kıymeıler üzerinde kanun ve yetki dışında tasarruf etme. ismin, makamın , tica•et unvanının, memuriyetin, resmi kıyafet, rütbe. alamtt ve i şaretlerinin G. · ı gibi. Medeni Kanun, Ticaret Kanunu v e Ceza Kanununda bu fiilieri yasaklayan hükümlere yer verilmiş bulunmakradır.

G�SPAR, Gra J iani (ölm. 1 620) , Hı rvat asıllı Buğ­ dan beyi. Paros ve Ndxos dukası unvanını almışıır. Os­ man lı devleti tarafından Buğdan beyi tayin edi lmiştir ( 16191629 ) . Beyliği sırasında Transi lvaya prensi Bethlen Gabor (b. bk. ) un uzaklaştırı lmasında çalıştığı için tahtından uzak­ laştırılmış, fakat Lehistan'a kaçmıştır. Ancak Lehlilerle yapılan savaşta Türklerin galip gel mesi üzerine G. dağlara kaçmış ise de, Branişte köyünde yakalanaıak öldürülmüştür. GASPARKI [gasp q ri] . Pietro (Ussita, Perugia 1 8 5 2· Roma 1934 ) , İtalyan kardına li ( 1907 ) . 1898 den itibaren Papah k hükumeti dış işlerinde başpi skopos olarak çalışmış, 1 9 14 - 1930 arasında müste· şarlık etmiŞtir . Kılise hukuku alanında eserleri olup Codex luris Canonıti ( Kilise hukuku kanunnamesi ) nin hazırhyıcı­ sıdır. Papalığıo dış münase­ beılerinde siyasi görev ler al­ mıştır. GASPE [gaJ P�] . Kana­ da'nın Quebec eyaJetinin St. Lawrence halici ile Chaleur koyu arasında bir yarımada. Seyrek nüfuslu olan bu yarı­ Kardinal G tı.SPARRI madanın kuzev kıyısı yakınında Shickshock dağları ( ı 2 1 1 m ) uzanır. G. de ormancılık v e balıkçı tık geliş miştir.

mış, ayrıca şu e•erleri vermi ş­ tir : Ruth (ad) [ 1 8 5 3 ] ; North

and South ( Kuzey ve güney) E GASKELL [ 18 5 5 ] ; L i / e o/ Charlotle Brome (Charlotte Bronte'nin hayaıı ) ( ı 8 n ] ; Syl11ia's Lo11ers ( Sylvia'nın asıkları ) [ 1 863] ; Wi11es and Daugbters ( Kadın­ lar ve kızları ) [ 1 866] .

GASKONYA KÖRFEZI ( Fr. Golfe de Gascocne ; eski adı : Biskaya körfezi ) , Aılas Okyaousuoun Fran­ sa'dakı G.uonne ırmağı havzası kıyıları ile İspanva kıyıları arasında yer alan bölümü. Fransa'nın Landes ve Charente bö lııeleri önünde körfezin derinliği ya v aş yavaş ve düzen li olarak artar. İspanya açıklarında i se derin likler çabucak 2 000 m yi bulur ve bu durum Cap Breton ( Landes depart­ manı ) açıklarına kadar, nispeten dar olan garip bir deniz çukuru halinde sürüp gider. Denizin gelgit harekeılerinio yol açtığı akımılar dışında, körfezio Fransız kıyı ları açı­ ğındaki akıntısı, kuzeyden güneye doğru ve saat yelkovanının hareketi doğrulıusunda olmak üzere za)'lf bir akımıdır. ·

GASP : ı . Menkul veya gayri menkul bir malı malik veya zilyedinin izni olmadan zaptedeıek onun mal üzerinde tasarruf etm•sine engel olma. Malın sahibi G. eyleminde bulunana karşı yerine göre Medeni Kanun gereğince men, iade ve istihkak davaları açmak veya gayri menkule tecavü­ zün men'i hakkındaki kanunda belirti len idaıi makamlara müraacat yoluna gidebıleceği gibi, ayrıca failio Ceza Kanu ounun : H 3 - 5 1 5. maddeleri gereğince cezalandırı lması için savcı lığa baş vurabı lir. Ayrıca bk. FUZULt İŞGAL, GAYRİ MENKULE TECAV ÜZ.

GASPIRALI İSMAIL BEY (Avcı köy, Bahçesaray, Kırım 1 8 5 1 · Kırım 1 9 1 4 ) , Tüık ve Müslüman ların uyan­ malarına hi zmet etmiş gazeteci, pedagog ve Türkçü fikir adamı. Babası, 1 8 1 0 da Yalta civarındaki Gaspıra köyünde dünyaya gelmi ş olan Mustafa'dır. Bu sebeple İsmail Bey, Gaspıralı ( Rusça : Gasprin skiy ) soyadını almıştır. Anasının adı Fatma'dı r. G. , 1 8 54 te Akyar (Sivasıopol) savaşı sırasında aile­ sivle Bahçesaray'a yerleşmiş ve 10 yaşın a kadar orada kal­ mıştır. Eskiden beri önemli bir Türk merkezi olan bu şeh­ rin evleri, sokakları, Türk gelenekleri ve yaşayışı, hmail Beyin çocukluk hatıralarını teşkil eder. Onun ilk öğretmeni Hacı İ smail Efendidir. G. , 10 yaşında Akmescit ( Simferopoi' ) Rus orta oku­ luna, 1 2 yaşında Voronej Rus askeri okuluna verilmiş, bu­ radan Moskova askeri lisesine nakledilmişıir. Bu li sede ya­ şatı lan İslavcı lık i d e a 1 i ve Türk düşmanlığı G. da büyük tepki yapmış ve onu Türk mil­ liyetine derinden bağlamıştır.

Bunun üzerin e Girit muhare­ besine gönüllü olarak katılmak üzere okulundan kaçmış, Odes­ sa'dan Isıanbul'a giden vapura binmek üzere iken yakalanmış

İ. GASPIRALI

GASPIRALI İSMAİL BEY ve Kırım'a geri gönderilmiştir. Bu olaydan sonra okula gitmemişıir. G. , 17 yaşında iken Bahçesaray'da Mengli Giray Han tarafından yaptırılmış olan Z incidi medresede Ruşça öğretmeni oldu. 1869 da Yalıa yanındaki Dereköy Türk okuluna öğretmen olarak gitti ve 1 8 7 1 de tekrar Zincidi medresedeki öğretmen liğine döndü. Burada eski okutma usulünü tenkit için muıaassıp hocalar ve öğrenciler kendisi­ ne düşman kesildiler. Bu yüzden medreseden ayrıldı. G. , 1872 de Paris' e gitmiş, orada iki yıl kalmıştır. Orada Rus yazarı Turgenev ile ıanışmış, onun mü•veddele­ rini temize çekmiştir. Aynı zamanda Fransızca - Rusça ter­ cüme işleriyle uğraşmış, Fransa'da gördüklerini ve bunlar hakkındaki düşünce ve eleştirmelerini A vrupa medeniyetine bir nazar - ı muvazene adlı broşürde toplamış ve bunu 1 302 de Istanbul'da Ebüzziya maıbaasında bastırmışnr.

1 875 te Kırım'a dönen G. , 1 879 da Bahçesaray belediye başkanlığına seçildi ve dört yıl çalı ştı. 1 879 da Türkçe gazete çıkarmak için Rus hükumetine baş vurdu ise de reddedildi. 188 1 de Genç Molla ıakma adiyle Rusça «Tavrida» gazetesinde Rusya Miis/iimanları seri yazı larını çıkarmıştır. Bu yazı larında, Ruslaştırma siyasetini kastede­ rek : Rusyada yaşayan Müslümanları Ruslaştı rarak tek bir Rus milleti meydana getirmeni n imkanı var mıdı r ? diye soruyordu. Buna imkan olmadığını deli lleriyle i spat ederek Türk münevver lerini de uyarıyordu. G. , medreselerin, okulların ve okutma usulünün ıslah edilmesi gerektiği düşüncesini i leri sürd ü. Kendi buluşu olan Usul - i cedid ( Yeni usul) alfabesi ve okuıma usulü bütün R usya Türkleri arasında kabul edildi. 1 903 yılında yen i usul okullarının sayısı beş bini buldu. G. nın üzerinde durduğu meselelerinden biri de Türk lehçelerinin birleştirilerek sadeleştirilmesi ve ortak Türk edebi dı linin yararılması idi. Bu m a k satla 1 906 yı lında Rusya Müslümanları üçüncü kongresinin toplanmasını sağladı. Bu kongrede Rusya'daki Türk ilk okullarının 4. sı­ nıfında ortak Türk edebi dili ile yazılmış kitapların oku­ tulması kararlaştırıldı. Bu edebi dil, Istanbul ağzı n a çok yakın olacaktı. G. bu gayesini gerçekleştirmek için 10 ( 2 3 ) nisan 1 88 3 tarihinde Bahçesaray'da «Tercüma n » gazetesinin ilk sayı sını yayımladı. O tarihte Rusya'nın her tara fında Kırım Hanlığının Rusya'ya bağlanmasının 100. yıl dönümü kutlanıyordu. G. , aynı günde, tam yüz yıl karanlık ve ümitsizlik içinde yaşamış olan Kırım Türklüğünün ilk ışı­ ğını yakıyordu. 300 nüsha olarak çıkmağa başlayan «Teıcü· man», G. nın olağanüstü zekası ve kabiliyeri sayesinde, kısa zamanda bütün Türk dünyasına yayıldı ve sürümü 20 000 e yükseldi. G. , Türk okullarının onarımını yapmak, öğretmen­ lerinin ücretlerini ödemek ve zeki fakir çocukların yüksek okullarda okumalarını sağlamak için Kırım'ın bütün şehir, kasaba ve köylerinde Cemiyet - i Hayriyeler kurdurdu. Bun­ ların gelirleri hamiyeıli Türkler tarafından bağış yoliyle sağlandı. İsmai l Bey çalışmalarında iki engelle karşılaş•ı : Çar memurları ve muıaassıp yobazlar. Fakat eşsiz zekası, kuv· vetli taktiği, tükenmez sabrı ve mi lleıvekilliği sayesinde iki dü5manını da yenmcğe muvaffak oldu. G. , Türk milletinin yetiştirdiği ender idealistlerden biridir. Bütün hayatını Türklüğün cehalet ve taassuptan kur­ tulup yükselmesi uğrunda harcamış, düşüncelerini Dilde, fikirde, isle birlik sözleriyle ifade etmiştir.

GASSANl'LER

ı63

«İndimde Şark meselesi demek, maarif meselesi de­ mekti r » diyen G., 1 893 te Türki sıan'a, 1 907 ve 1908 yı lla­ rında Türkiye'ye, Mısır'a ve Hindistan'a seyahatler yaparak konferanslar vermiş, zamanın i leri gelenleri i le konuşmuş, Türklerin ve Müslümanların uyanmaları ve okumaları için gayret harcamıştır. G. nın siyasi gayesinin temeli, milli şuurunu bulmuş Türk birliğinin kuvvetine dayanıyordu. Bu birliğin en sağ­ lam unsuru da dil birliği idi. Bu birlik korunduğu sürece Türklüğün parçalanmasına imkan bulunmayacağı inancında idi. G. , Türk alemin in tck bağımsız devleti olan Türki­ ye'ye çok bağlı idi. Rusya'ya ve onun güttüğü saldırgan siyasetine karşı «Tercüman» gazetesinde Türki ye'yi açıkça savunmuştur. Fiki rlerini her zaman Türkiye'deki Türkçü ve inkılapçı arkadaşiariyle paylaşmaya ve yaymaya çalışmıştır. 1 909 yılı son larında İstanbul'a gelen G. , gençliğin ve aydın ların coşkun gösterileriyle karşı lanmıştır. Onun Şehza­ debaşında verd iği kon feran sta Yusuf Akçura gibi ideal ar­ kadaşları ve damadı Azerbaycanlı Nasip Bey Yusufbeyli bulunmuştur. G. pa raya, mevkie ve şöhreıe hiç değer vermeyen bir idealisı örneği idi. Onun için tek şerefli vazife, millettaş­ larını ve dindaşlarını uyandırmak ve kalkındı rmak yolunda mücadele ermek ve çalışmakıı. 1 9 1 2 de Istanbul'daki Genç Türklerin kendisine Mec­ lis - Ayan üyeliği teklifini reddetmiş, Bahçesaray'daki mat­ baasının başında kalmayı tercih etmiştir.

GASQUET [gaskf], Joach im ( Aix - en - Provence 1873 - Paris 1 92 1 ) , Fransız şairi. G. nin klasisizme kaçan lirizmi taşra konularını canlandırır. Eserleri : Arbres el /es venii (Ağaçlar ve rüzgarlar) [ 1 90 1 ] ; Les cha:ıl r seru/aires (Dini şarkı lar) [ 1 903] ; Les Hymnes ( ilahiler) [ 1 9 1 8 } . GASSANI'LER, Suriye'de hüküm sürmüş bir hane­ dan. Buraya Yemen'den gelmi şlerdi ve monophysit ( bk. MONOPHYSISME) Hırisııyan i diler. Bizansir iara bağlı olan G. ler, onların sınırlarını İran lılara ve Hira Lahmi­ lerine karşı kor umakla görevliydiler. Fenike, Filistin ve Havran bölgeleri G. !erin hükümleri a ltında idi. Yunan medeniyeri ile temaslarından dolayı Lahmilerden yüksek b i r seviyede oldukları halde belirli bir merkezleri yoktu. Arap şai rleri, Cabiye şehri ile beraber Cevlan toprak­ larını ve bazan da Dimeşk civarındaki Cillik'i onların hü­ kumet merkezleri · olduğunu söylerler. Bu hanedanın tarihi, Arap tarihinin en karanlık de­ virlerinden biridir. Arap tarihçilerinden birçoğunun verdiği bilgi ler karışıkhklarla doludur. Bir kısım tarihçiler ise bir­ kaç hükümdar adı söylemekle yetinmişlerdir. Araplar ara­ sında dolaşan �öylenıi lere göre, G. ler güney Arabistan'da yaşayan Azd kabilesinden meydana gelmişlerdir. Bu k abile, Yemen su bendi yıkıldıkıan sonra borasım terk ederek ku­ zeye doğru göç etmiştir. Daha sonra Azd'lardan bir kısmı Amr b. Amir Muzay kiya'nın başkanlığı altında Suriye'ye gitmiş ve buradaki Gassan gölcüğü çevresinde yerleşmiştir. Azd kabilesini n bu bölüğü, adı geçen bölgede uzun süre oturduğundan, adiarına da G. denmiştir. Hamza ve İbn. Kuıeybe'ye göre, onları Suriyl''ye sevk eden Amr b. Amir'in ıorunu Salabe b. Amr'dı r. Amr'ın oğlu Cafna, bu sülalenin kurucusu sayılmakıadır. G. ler i l k zamanlarda oranın Roma phylarchuslarına ve Salih kabilesinden Zaca'ime'ye yıllık haraç verirlerdi. Fakat sonraları bu haracı ödemedikleri için Salih kabileleri ile aralarında savaş çıkmı§, bu savaşta

164

GASSANl'LER - GASTEIN

Zaca'ime'yi yenmişler ve sınırlarını Hira Lahmilerine karşı korumak şartiyle Bizans imparatoru Anastasios tarafından saltanatları kabul edilmiştir.

BADGASTEIN

Bir süre sonra yeniden Kosıantıniye'ye kaçarak Hıristiyan­ lığa dönmüştür.

GASSENDI, Pierre ( asıl adı : Gassend ; Champter­ cier, Digne, Provence 1 5 92 - Paris 1 65 5 ) , Fransız filozofu ve tabi at bilgini. Aix Üniversitesinde ilahiyat ( 1 6 1 3 ) ve fel­ sefe ( 1 616) , College de France'ta matematik ( 1 64 5 - 1 648) profesörlüklerinde bulunmuştur. Filozof olarak yeni tabii ilimierin tesiri alıında kalmıştır. Skolastik Arisroculuğa karşı ve Epikuros felsefesine dayanan bir mihaniki dünya görüşü ( yüksek bir gaye olmaksızın , bütün olayların ancak kuvvet ve sebeplerin tesiriyle meydana geldiğini savunan fel­ sefe ; mekanisı görüş, viralisı görüşün zıddıdır) nü temsil eder. G. nin atom nazariyesi, Descartes'ın korpüsküler ( Fr. corpusculaire) evren tasavvuru ile az çok çelişme halindedir. G. a•omların Tanrı tarafın­ dan yaratılmış olduğu ve sayı­ larının sonsuz olmadığı dok­ trinini savunmakla, teorilerini Kilise dogmalariyle bağdaşurP. GASSENDI mağa çalışmıştır. Eserleri : Animadversiones in decimum Jibrum Dio·

Bu hanedanın en önemli hükümdan ve monophysit kilisesinin ateşli savunucusu olan el · Haris b. Cabale'dir. Bu hükümdar 529 yılında İustinianos tarafından Suriye'nin bütün Arap kabilelerine reis seçil erek kendisine imparator­ dan sonra en yüksek derece olan phylarkhos ve parrikios unvaniarı verilmiştir. Aynı yı lda Samiri ayaklanması seferine Bizanslılarla birlikte katılmıştır. Bu hükümdarıo zamanı­ nın çoğu Hira hükümdan III. Munzir'e karşı savaşmakla geçmiştir. 5 2 8 yılında onu yenmiştir. Aş. yu. 10 yıl sonra Dimeşk ile Palmyra ( Tedmür) arasındaki Strata denilen bir arazi yüzünden aralarında anlaşma zlık çıkmış ve 5 4 1 yılında el . Haris, Belisados kumandasındaki Bizans ordusu ile bir­ likte Mesopotamya'da savaşmış, fakat belirli bir başarı ka­ zanamamıştır. Dönüşte Bizans ordusu ile beraber dönmeyip başka bir yoldan Suriye'ye geldiği için imparatora ihanetle suçlanmıştı. Bundan sonra 544 yılına doğru Munzir ile aralarında yapılan bir savaşta oğullarından biri el Munzir'e esir düşmüş ve el - Munzir tarafından el - Uzza tanrıçasına kurban edilmiştir. 5 5 4 te Kinnesrin bölgesindeki el - Hiyar'· da yapılan savaşta el - Haris savaşı kazanmış, el - Munzir ise bu sırada öldürülmüştür. El - Munzir'in yerine geçen oğlu Amr, bir süre sonra babasının öcünü almak için Suriye'ye akınlar yapmıştır. Bu durumu imparatora bildirmek ve alı­ nacak tedbirleri konuşmak için el · Haris 563 te Kostanrı­ niye ( Istanbul) ye gitmiştir. Bu sırada yerine geçecek kim­ seyi tayin için de impararorla görüşmüşrür. ·

El - Haris'in yerine oğlu el - Munzir geçtikten biraz sonra İran Araplarının Gassan topraklarını isıila etmişler ve kuvvetli bir ihtimale göre el - Munzir onları yenmiştir. Babası gibi kuvvetli bir monophysit olan el - Munzir'i imparator tutmamış, aksine onu öldürtmeğe çalışmıştır. Bunun üzerine el - Munzir imparator İustinianos'a 3 yıl itaat etmemiştir. İran Araplarının Doğu Roma topraklarına yeniden saidırmaları üzerine Bizanslılar, el - Munzir'e barış teklifinde bulunmuşlar ve birçok görüşmelerden sonra R usafe'de bir anlaşma imzalanmıştır. İmparator İustinianos'un ölümünden iki yıl sonra ( 580 ) , el - Munzir, iki oğluyle birlikte Kos­ taonniye'ye gitmiş ve imparaıor Tiberius tarafından törenle karşılanmıştır. Ayrıca kendisine hakik i bir taç da giydiril­ miştir. El . Munzir aynı yılda Hira'ya bir akın yaparak şeh­ ri yakıp yıkmış, fakat bütün bu başarıları onun aleyhindeki genel güvensizliği silememiştir. Anatolia valisi Mauricius ile birli kte yapmış oldukları akında, düşmanla gizli bir an­ laşma yaptığına dair suçlamalardan dolayı Suriyeli Magnus onu yakalamağa memur edilmiştir. Dımeşk ile Tedmür ara­ sındaki bir köyde yakalanarak Kostantıniye'ye götürül müş­ tür ( 58 1 ) . Bundan sonra el - Munzir'in diğer oğlu ve kar­ deşleri, el · Nurnan'ın idare etti�i bir ordu ile Bizans top­ raklarına girerek şehirleri yakıp yıkmışlardır. Sonunda bunlar da Suriyeli Magnus'un askerleri tarafından yakalanarak Kos­ tanrıniye'ye göıürülmüşlerd ir. E l - Munzir ve el - Nurnan'ın esaretlerinden sonra Suriye'de birçok karışıklıklar meydana gelmiş ve her kabile kendilerine ayrı ayrı başkanlar seçmiş­ tir. Dimeşk'in ve Kudüs'ün İ ran şahı Hüsrev Perviz ta­ rafından zaptı ( 6 1 3 - 6 1 4 ) ile G. devleti çökmüş görün mek­ tedir. Arap söylentilerin e göre, G. lerin son hükümdan Cabale iı. Eyham'dır. Yermuk · savaşında imparaıorla birlikte Müslümanlara karşı sava rş, fak at imparaıorun yenilerek kaç­ �� ması üzerine halife Omer'e sığınarak Müslüman olmuştur.

veya

,

genis Laerlii qui esi de 11ila, moribus placiliJque Epicuri

(Diogenes Laertios'un, Epikuros'un hayatı, töreleri ve öğre­ tileri hakkındaki 10 kitabıf'a d ai r tenkitler) [ 1 649) ; De 11ila moribus el tioclrina Epicuri ( Epikuros'un hayatı, töre­ leri ve öğretisi üzerine) [ 1 647) ; Synlagma philosophiae Epicuri (Epikuros felsefesinin özeti ) [ 1 649) ; Op era omnia ( Bütün eserleri ) [6 cilt, Lyon 1 6 5 8 ) .

GASSER [g�sir] , Berbert Spencer ( Platteville, Wisconcin 1 888 - New York 1963 ) , Amerikalı fizyolog. İş arkadaşı Erlanger ile birlikte sinir tellerinin vücuttaki gö­ revlerine göre ayırt edilmesi alanında ,yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel tıp armağanını almıştır ( 1 944 ) . GASSER [gqıir] GANG­ LİON U ( Tıp ] , trigeminus siniri yolu üzerindeki bir çu­ kurcuk içinde bulunan sinir boğumu. Adını, Avusturyalı anatomisı Johann Lorenz Gas­ ser ( 1723 - 1765 ) dan almıştır.

GASSET ( Biyogr.) : bk. ORTEGA Y GASSET.

H. S. GASSER

GASSİ, EL, Cezayir'in sahra bölümünde, Oasis (Va­ halar) departmanında, Büyük Doğu Ergi kesiminin sınırı yakınında ve Hasi Mesaud petrol üretme merkezinin güney ­ güneybatısında bir yer. Zengin petrol yataklarının işletildiği bu yer Hasi Mesaud'a bir boru hattı ile bağlıdır.

ı

GASTEIN [gaslqyn] veya BADGASTEIN [ balgas­ lq m ] , Avusturya'da, Sa lzb urg Lan d ' ı n da. G a · tein vad ı s i n de, �ifalı s ulariyle tanınmış bir kasaba. Den i zden ' yükstk liği 1 08 3 m, nüfusu 6 000 ( 1958 ) dir. 8 5 ve 63 m y üksek lıkten düşen iki şelilesi ve Salzach'ın bir kolu olan Ache ı rmağı

GASTEIN

veya

BADGASTElN - GATAFA N

165

hipotez niceliğindeki G. cinsini kapsayan Gastraeda'ları ya­ ratmıştır. Buna göre, Gastrea protozoerlerin ceddi olmak gerekir.

GASTR (Q) .

:

bk. MiDE, KARlN.

GASTROPODA (Zoo. ) : bk. KARlNDAN AYAK·

LI LAR.

GASTEIN'dan genel görünüş buradan geçer. G. , millederarası bir kış sporları merkezidir. Müzesi vardır. 2 491 m yükseklikteki Graukogel dağı eteklerinden fışkıran ı 5 kaynarcası ile dünya şöhretine ulaşan G. , yılda 40 - 50 bin hasta çeker. St uberkogel (2 245 m) dağına tır­ manan bir dağ treni vardır. Vadinin eteğinde, Hofgastein (869 m, nüfusu 4 000) ve Dorfgastein ( 8 2 3 m, nüfusu ı 1 4 3 ) kasabaları, vadinin yukarı larında, iki eski boğazın ve Tauern demiryol u tünelinin ağzında bulunan Böckstein ( I 149 m) durağı yer alır. G. ın adı VII. yüzyılda geçer ; şifalı sulan ile ilk olarak 1 3 50 tarihlerinde tanınmıştır.

GASTEIN [g4s1ayn] veya GASTEINERTAL [gas­ tqynirtal} , Avusturya'da, Alp sisteminin birer bölümü olan Hohe Tauern ve Niedere Tauern sıradağları sınırında, Salı· ach ı rmağının sağ kolu olan Bach çayının suladığı vadi. Badgastein ve Hofgastein kaplıcaları bu vadidedir. Avusturya imparatoru ile Pru sya kralı, 14 ağustos 1 865 te Dukalıklar Savaşını sona erdiren anlaşmayı burada imzalamışlardır.

GA STER, Moses ( 1 8 5 6 1 9 39 ) , Yahudi asıllı Rumen dil bil,ı;d � i, folklorcusu ve edebiyat tari hçisi. 1 8 8 5 te Ruman­ ya'dan İngi ltere'ye hicret etmiş ve orada Londra !ıaşhahamı olmuştur. Rumen dilini ve folklonınu incelemiştir. 1929 da Rumen Akademi si şeref üyeliğine seçi lmiştir. Eserleri : Die nirhtlateinischen Elemenle im Rumiiniuhen (Rumencede Latince olmayan unsurlar ) ; Literalur.J popu/ara romana ( Rumen halk edebiyatı ) [ 1 882 ] ; Crestoma1ie romana ( Rumen antoloj isi ) [2 cilt, 1 89 1 ] , Romanian Bird and Beası Stories ( Ruroen kuş ve hayvan hikayeleri ) . ·

GASTOUt [gas/u�] . Amedee ( Paris 1 8 7 3 Clamart, Paris 1 94 3 ) , Fransız musiki araşıırıcısı. Kilise musikisi ve özel likle Gregorius şanı üzerinde derinleşmiş, Schola Canto­ rum ile Katolik ÜniversitesiAde bu konularda ders okut­ tuktan başka, «Revue du Chant Gregorien» i çıkarmış ( 1 896 - 1 905 ) , Paris Milli Kütüphanesi Bizans musikisi yazmalariyle Konservatuvar ve Opera kitaplıklan katalogla­ rını hazırlamış, dini musiki konusunda araştırma kitapları yazmıştır. •

GASTRAEA TEORISI, protozoerlerden meıazoerlere bir geçiş şekli bulmak için 1868 de Haeckel'in ortaya attığı teori. Haeckel, bu amaçla yapısı gastrulanınki gibi olan

GASTR()LA ( Lat. = midecik) , Çok hücreliler ( meta­ zoerler) in döllenmiş yumurtasının üçüncü gelişme evresin­ deki durumu. Çok hücreiiierin döllenen yumurtası birbiri ardınca segmantasyon denilen ve morula ile blastulanın oluşmalariyle sona eren bir sıra bölünmeye uğrar. Sonra morfoj enezin , yani biçim alma evresinin en önemli bir aşa­ ması başlar : bunda, aralıklar değişip düzene girer ve embri­ yo'nun çeşitli bölgelerini birbirinden a yıran hücre hareketleri meydana gelir. Bu hareketlerden biri de o zamana kadar yüzeyde olan bazı hücre kümelerinin derinlere gitmesi biçi­ minde olur ve böylece ektoderm denilen bir dış yapraktan endoderm denilen bir iç yapraktan ve mezoderm denilen bir orta yapraktan (veya bunun primer mezanşim denilen bir taslağından) bi leşik olan G. mevdana gelir. Eski bağırsak ( arkenıeron ) dışarıya blastopor bölümü ile açılır. GAŞİYE ( Ar. = örtü, perde) , at eyerinin altına örtü­ len sırmalı veya şeridi örtü. Bugün Türkçede haıa ( = eyer bellemesi) biçiminde kullanılır. Selçuklular ve Memlüklular zamanında hükümdara mahsus G , saltanat alimetlerinden biri sayılır ve hükümdarıo önünde taşınırdı. Ayrıca Arap­ çada «kıyamet, cehennem ateşi» anlamlarına da geldiği için birinin başına bir fetaket geldiği zaman G. kelimesi kulla­ nı lır. G. , Kur'an'da «cehennem ateşi veya rüz · i ceza» an­ lamlarında kullanılmıştır. GAT veya GATH ( İbr. gath = cendere) , Filistin'de beş şehir ( Pentapolis) birl ;ğinden biri ( Bugün İsrai l devle­ tinde, Falluca'nın güneydoğusunda : Irak el - Menşiye ) . Calut ( Goliath) un memleketi idi. G�TA, Cabo de, Akdeniz'de, İspanya'nın güney sa­ h ilinde bir burun. Doğusunda Almerfa körfezi uzanır. GATAFAN, güney Arabistan'da yaşamış iki Arap aşi­ reti . Bunlardan biri G. bin Sa'd b. Malik b. Haram b. Cuzam'a, diğeri ise G. b. Sa'd b. Kays b. Avlan'a bağlıdır. G. ların en önemlileri bu sonunculardır. Kays G. larının otlakları Heyher'den Salma dağlarına kadar uzanmakta idi. G. lar Yesrib çevresinde oturan Aşca'lar ile toprakları Şa­ rabba ve Rabaza çevresinde yayılmakta olan Zubyanlar, Abs'ler ve yine iki kısma ayrılan Begiz' Jer olmak üzere iki büyük kota ayrılmışlardı. Hasafa b. Kays Aylan kökünden gelen kabileler ile güneyde bulunan Sulaym ve Havazin aşiretleri ile komşu idi ler. Husafa ile G. ların tarihi VI. yüzyılın ortalarından başlar. G. ların ilk rei si Zuhayr b. Cazima olup melik un· vaniyle anılırdı. Buna Havazin'ler bile haraç verirlerdi. Bu melik Havazin'lilerden biri tarafından öldürülecek katil, aşiretinin bağımsız reisi olmuştu. Zuhayr'ın oğlu Kays ise yalnız Abs'lerin reisi olarak halef durumuna gelmiştir. Buna karşılık Zubyan' lar, ondan daha k uvvetli olan Huzayfa b. Bedr'i seçmiş lerdir. Kays, babasının öcünü almak için epey uğraşm•ş, fakat bu sırada çıkan «at yarışı savaşı» yüzünden bu uğraşmalarına ara vermiştir. Savaş sırasında Zuhayr'ın katili olan Halid, Lahmilerin yanında misafir iken öldürül­ müştür. Haris, G. !ara sığındı ise de, G. lar tarafından ka-

166

GATAFAN - GAUBERT, Philippe

bul edilmedi. Daha sonra gi�lice onların içine girdi. Bu sırada yanlı�lıkla oğlunu öldürdüğü için el - Nurnan'ın kini· o i bu a�iret halkı üzerir• e çekti. Aynı zama nda Huzayfa ve diğer a�iret rei sierinin Abs'ler tarafından öldürülmesi üze­ rine G. sovundan bütün a�iretler bi rle�ti ler. Bu sebepten yerlerini bi rçok defa lar değiştirmek zorunda kalan Abs'ler sonunda Amir b. Su"sa"a"lara sığındılar. Aynı zamanda Zubyan'lar ile Tamim"ler birle�erek a�i retler arasındaki savaş birbirine karı�tı ve bir tek harp durumunu aldı. Daha sonra Abs'ler ile G. lar barı�tılar. G. lar birbirleriyle birleşince Harafa'lara savaş açtılar. Fakat bu savaş. bir meydan sava�ı olmaktan ziyade çete mubabereleri �eklini alarak, ancak Peygamber zamanında sona erdi. Bu sava� sona erdikten sonra hicreıin ikinci yılında G. lar Peygamber'in kuvvetlenmesine karşı Sulaym'l arla bir­ le�erek Medine'ye sefer açn larsa da, Karkaratü'l - Kur'da yenildiler. Sulavm'lar ile G. lar çe�iıli yerlerde Peygamber üzerine akınlar yaptıiarsa da, hepsinde yenildiler ve sekizinci yılda Sulaym' ların Müslümanlarla birle�meleri üzerine G. lar da onlara katı ldı. Fakat Peygamber'in ölümü üzerine Abs'lerin ne Faza­ ra'lerin reisi Uyayna b. Hisn'in tesiriyle verdikleri sözden dönerek �ehre hücum etmi�lerdir. Yaptıkları iki akın da Ebubekir tarafından önlenince kendi soylarından Müslüman olanları öld ürmü�lerdi r. Usama'nın Suriye'den dönmesi üze­ rine Ebubekir üzerine tekrar saldıra ra k G. ları Rabaza böl· gesinden çıkarmıştır. Sonunda tekrar Müslüman oldularsa da, kendi soylarından olan Müslümanları öldürenler idam eJilmi�tir. G. a�ireti on dördüncü yılda Sa'd b. Abi Vakkas'ın ordusuna girerek Cemel vakasına katı lmışlardır. 36 yılında ise Ermenilerle birlikte Abbasilere kar�ı Zab sava�ında sa­ va�mı�lardır.

GATAIA [gıtqya] , Rumanya (Transilvanya) da, Ti­ mi� - Torooral ilinde bir i lçe merkezi, İ l i a Lugoj - Jamul Mare hattında demiryolu kav�ağı. Buradan Anina, Re�ita (ağır sanayi merkezi ) ve Buziaş'a yollar ayrılır. ·



GATES [geyts] , Caleb Frank (Chicago 1 8 5 7 - Den­ ver, Colorado 1 946) , Amerikalı eğitimci. Chicago ruhı,an seminerini 1 8 8 1 de bi tirmiş, aynı yıl sonunda Türkiye'ye gelerek 1 894 e kadar mi syoner olarak çalı�mıştır. 1 894 te Harput'taki Amerikan Fırat Kolej i ( Euphrates Col lege ) nin müdürlüğüne getirilmiş, 1 897 de Knox College'den i lahiyer doktoru, 1899 da da Edinburgh Üniversitesinden hukuk dok­ toru (L. L. D . ) payelerini almı�, 1 902 de görevinden ayrıl­ mıştır. 1 903 te Istanbul'daki Robert Kolej (Robert College) in müdürlüğüne geçen G. , 1932 yılına kadar bu kolej i idare etmi� ve felsefe profesörü de olmuştur. G. , 28 mil­ letten öğrencisi bulunan Robert Kolej 'de Türk dostu olarak, dirayetini özellikle Balkan ve I. Dünya Harpleriyle müta­ reke yıllarında göstermiştir. Tevfik Fikret onun gününde Robert Kolej in Türk dili ve edebiyatı kü rsüsünün başında bulunmuştur ( 1 896 - 1 90 1 , 1 908 1 9 10, 1 9 1 0 - 1 9 1 5 ) . G. in Not lo Me Only : a Hal/ Century in Turkey (Yalnız bana değil ; Türkiye'de yarım yüzyıl ) [ 1 940] başlıklı otobiyog­ rafik bir eseri de vardır. Oğlu Caleb Frank G. Jr. ( doğ Istanbul 1 903 ) , Oxford ve Princeton üniversitelerinde idari görev almış, aynı zamanda tarih profesörü de olmu�tur. ·

GATES [geyls] , Horatio ( Essex, İngiltere 1728 New York 1806) , Amerikalı general. Bağımsızlık Sava�ında

kuzey ordusu ba�ında Saratoga'da İngiliz generali Bur­ goyne'u yenmi � ( 1 778 ) , George Washington'ın yerine başko­ mutan olmak için çareler aramı�. bu yüzden onun la bozu�­ muş, 1 780 de G ü n ey Carolina'daki Campden"da Cornwallis tarafından yeni lmiş, yerini general Greene'e brrakmıştır.

GATESHEAD [g,yıshed], Büyük Britanya adasının England bölüm ünün kuzeydoğu kesiminde, Durham kontlu­ ğunda, Tyne ırmağr üzerinde, Newcastle şehrinin kar�ısında bir �ehir. Nüfusu 103 000 dir. Metall ürj i, bira ve kağıt sa­ nayii vardır. GATHA'LAR, Zuathustra (Zerdüst) dinine ait ilahiler dergisi. Avesla ( b. bk. ) nın bölümlerinden biri olan Yama'nın en eski parçalarından meydana geti rilmi ştir. Eski Pers dili­ nin karde�i olan Zend dilinin en eski şekli G. larda bulun­ maktadır. Bazı G. ların Ahaimenid sülalesinin ilk hükümdar­ ları zamanından kalmış olabileceği ve i çlerinde Zarathustra'­ nın hayatı üzerine tarihi veriler bulunabileceği kabul edil­ mektedir. GATOW [gqt6], Berlin - Gatow, Batı Berlin �ehri­ nin 8. idari bölgesi olan Spandau ( b . bk. ) un bir bölümü. Batı Berlin hava alanı, �ehrin merkezinden 1 0 km güneydo­ ğuda bulunan G. dadır. G. A. T. T. , İngilizce General Agreement on Ta­ riffs and Trade [ = c�niril igrfminl :ın lifri/s ind lreyd] adı­ nın kısa lıması. 1 947 de Cenevre'de imza edilen bu antlaşma, gerçekte gümrük politikasını düzen leyen geçici bir antlaş­ madır. 1 9 5 5 te kurulan Ticari İş Birliği Te�ki latı (Organi­ sation de cooperaıion commerciale, O. C. C. ) ile takviye edilmi�tir.

GATTERMANN [ gqtirman ] , Ludwig ( Goslar 1860 - Freiburg 1 920 ), A lman ki mya �eri. Göttingen, Heidelberg ve Freiburg'ta kimya profesörü idi. Çalı�maları : Azotometre ile Bomba fırı n ının icadı ; klor lu azot, silisyum ve bor bi le�ikleri üzerinde ara�tırmalar ; G. sentezi ; Sand­ meyer'in diazo reaksiyonunun genişletilmesi v. b. Die Pra­ xis des organisehen Chemikers ( Organik kimyagerin el kita­ bı ) [ 1 894] adlı eseri tanınmı�tır. Gattermann sentezi : aromatik aldehidlerin karbon monoksit ile hidroklorik asitten ibaret bir ktrışımdaıı elde edilmesi. Bu rada bakır - I - klorür ile alüminyum klorürden ibaret iki katalizöre ihtiyaç vardır. Mesela, toluolden p ­ tolylaldebide varılır.

GAT' U N [gatttn], Panama kanalı bölgesinde, Gıtun gölü üzerinde bir şehir. Panama kanalı üzerinde büyük bir baraj da vardır. GATWICK [gtflwik], Londra hava limanı. İngiliz ba��ehrinin güneyinde bulunan G. , �ehre demiryolu ile bağ­ lıdır.

GAUBERT [gob�r] , Philippe (Cahors 1 879 - Paris 194 l ) , Fransız bestecisi, fl ütçüsü ve orkestr a yöneticisi. Paris Konservatuvarı nda Taffanel, Caussade, Leroux ve Lcnepveu"nün öğrencisi o l m u s . 1 9 1 9 dan 1 938 e kadar Kon­ servatuvar Konserleri Derneği orkestrasını yönetmiş, aynı zamanda 1 9 ı 9 da konservatuvara flüt öğretmeni, 1 920 de Paris Opera'sına orkestra ı. yönetici si tayin cdilmi�tir. Daha çok orkestra ve oda musikisi takımları i çin yazdığı eserle­ rinde geleneklerden pek ayrılmamış, ayrıca flüt için eğitim eserleri yayımlamı�tır.

GAUBIL, Antoine

-

167

GAUGUIN, Paul

GAUBIL [g.,hf/] , Antoine ( G.ı.il lac 1 689 - Pekin 1 7 5 9 ) , Fransız misyoneri ve Sıoologu. 1 7 2 3 te Çin'e gön­ derilmiş ve orada 36 yıl kalmıştır. İmparator Yuogcinğ ve Kien lunğ G. e yakınlık göste ı miştir. Peki n kolej mü­ dürü olarak Petersburg ve Paris ilim akademilerinin muha­ bir üyesi olmusıur. Şu · king adlı tarih kitabını tercüme et­ miş ve yayımiarnı ştır : Tra ite historique el (ritique de /'aj­ lronomie (hinoise (Çin astronomisi üzerinde tarihi ve ten ki di araştırma ) ; Hiıtoire de Genl(his(afl el de loule la dynaslie de Mangoux ( Çingiz Han ve bütün Moğol hükümdar so­ yunun tari h i ) [ ı 739) ; Hisl,?ire de la dynaslie des Thang (Thang hükümdar soyunun tarihi ) . ·

GAUCELM FAIDIT [g 61 �l m /edf] (Uzerche 1 1 8 5 aş. yu. ı 2 2 0 ) , Limousin'li ozan (troubadour) . 1 202 1 204 te IV. Haçlı seferlere katılmıştır. 14 ünün yazılı metni bulunan 65 destanı Maria de Venıadour (ölm. 1 2 2 2 ) a ar­ mağan edilmiştir. ·

GAUCHER [gol�] . Ernest ( 1854 1 9 1 8 ) , Fransız heki mi. 1 902 de deri ve sifilis hasta lıkları klinik profesör­ lüğüne tayin edilmiş, ı 9 1 0 da Tı p Akademi si üyeliğine se­ çilmiştir. Başlıca eserleri : Traile rheorique el pratique des maladies de la peau ( D( ri hastalık ları teorik ve pratik ana kitabı ) [ ı 8 5 5 ] ; Traite des maladie.r de la peau ( Deri has tatıkiarı ana kitabı ) [ 1 895) ; T raile de la syphillis (Sifilis ana ki tabı ) {ı 899] .

A. GAUDI Y CORNET : Barcelona'da Casa Mila



Gaucher hastalığr, lipidler metabolizmasındaki bir bozuklukra::ı i leri gelen ksantomatosis (xamhomatoris = yağsı maddeler birikmesi yüzünden deride sarı renkte küçük ve yassı lekeler halinde plaklar oluşması ) hastalığının bir çeşidi. Ayırt edici özel liği dalakıa serebrosi d'ler toplan­ ması yüzünden bu i ç organın aşırı derecede irileşmesidir (bk. SE RE BROSİD ) . GAUCHO [gqu ç o] (Araukan di linde Cau(hu ) , çoğu kızılderili melezler (meıis) den ibaret olan bu insanlar önceleri , özellikle Arjantin'de pampaların yarı vahşi sa­ kin leri ve kaçakçı ları idiler. Snoraları büyük hayvan yetişıi rici lerin hizmetine çoban olarak girmiş lerd ir. Son onyıllar­ dan beri G. lar tipinde insanlar önemli derecede azalmışıır. G. lar pervası zca binici l i k hünerleriyle silahlarını en bü· yük hüner ve nişancı lıkla kullanırlar. G. lar İ spanyollara ka eş ı bağımsızlık mücadelelerinde ve Arj antin dikıaıörü Rosa'nın taraftarları olarak siyasi bir rol oynamışlardır. X IX. yüzyılın ikinci yarısında Arj antin edebiyarı nda G. ları mi lli tip olarak idealleştiren bir akım kendin i göstermiştir.

GAUCHO

GAUDI Y CORNET [g att di i korn�t ] ,

Antonio

( Reus 1 8 5 2 - Bareelona 1926), İspanyol mimarı. G. , Orta Avrupa'daki yeni üsluba paralel olarak Yeni Katalan mimari tarzının yaratıcısıdır. En ranınmış eseri, 1882 de başlanan ve hali tamamlanmamış olan Barcelona'daki Sagrada fami­ lia büyük katedralidir.

GAUDIN [god? ] . Emile ( X IX. yüzyı l ) , ı 872 de padişahın fermanı ile Bükreş'e gelen ilk Fransız konso Josu. Fransız ihıilili hükumetinin güvendiği Jacobin'ler­ dendi. laşi şehrine yerleşmişti. 1796 da görevinden alın-

dı. Marariarta Polonyalılar arasında enırikalar yararmak gayesini gütmüştür.



GAUGAM LA, Dicle'nin doğusunda, Musul'un ku­ zeydo.ilusun da, Erbi l'in kuzeybatı sında antik bir yer. Bü­ yük İskender, Daravavahuş idaresi a ltındaki İranlı lara karşı meşhur meydan muharebesini burada yapmıştır ( M. Ö. 3 3 ı ) G. muharebesi İ ran imparatorluğunun yıkılmasına yol açmıştır. GAUGUIN [gog!] Paul ( Paris 1 848 - Aıuona, Mar­ quises adaları 190 3 ) , Fransız ressamı. B i r gazetecinin oğlu­ d u r. X I X . yüzyı l sonunda empresyonizme karşı olan üç sa­ natçıdan ( Ce ıanne. Van Gogh, GJugin) biridir. Bu üç res· samdan her biri değişik yollarda b ugünkü resmin gelişi min­ de büyük bi rer öncü olmuşla rdır. G. üç yaşında, ai lesi ile birl ikte atalarının memleketi olan Peru'va gitmiş ( ı 8 5 1 1 8 � 5 ) , o radı feminist v e sosyalist bir yazar olan büyük annesi Flora Tristan Moscoso'nun yanında ilk ve son göre­ ceği sakin bir hayat geçirmiştir. Fransa'ya dönüşünde Orte­ ans'da kalmış ( 1 8 5 5 - 1 865 ) . 1 6 yaşında Havre - Rio ara­ sında iş leyen bir ticaret gemisinde tayfa ve denizci olarak askerfiğini yaptıktan sonra, Paris'te bir bankaya girmiştir ( ı 87 ı ) . Danimarkah karısından beş çocuğu olmuştur. Mun­ ıazam bir hayata kavuştuğu ve para kazandığı bu dönemde empresyonist ressamların tabloları n ı satın alarak koleksiyon yapmağa ve Pissarro'nun rehberfiği ile amatör olarak resme başlamış, ilk olarak bir manzara resmin i de bu sırada sergi­ lemiştir ( ı876 ) . Karı sının memleketlisi Pissarro'nun aracı­ lığiyle empresiyonisıler grupuyle tan ışmış ve grupun 1 879 daki dördüncü sergisine ve sonra da ı 880, 1 8 8 1 , ı 882 yıllarında açtıkları öteki � er· gi terine de katılmıştır. 1 8 8 1 deki sergiye verdiği «Yama yapan çıplak kadın» tablosu •ile dikkati üzerine çeken G. , büs· bütün resme devama karar vererek işinden ayrılmış ( ı 883) ve bir süre Rouen'da kaldık tan sonra, karısı ve çocukları ile b i r 1 i k t e Danimarka'ya dönmüştür ( 1884 ) . Burada bir işe g i r m e s i için harcanan

P. GAUGUIN (otoporıre)

1 68

GAUGUIN, Paul - GAUL, August

gayretler boşa �ıkınca, karısından ayrılarak oğlu Clovis ile birlikte Paris'e dönmüş, afiş asıcılığı yaparak ge�imini sağ­ lamak zorunda kalmıştır. 1 886 yılında Pont - Aven'de Emile Beroard ile tanışan G. , ertesi yıl Panama'ya, sonra da dos­ tu ressam LavaJ ile birlikte Maninik (La Martinique) ada­ sına yaptığı bir yolculuktan son ra yine Pont - Aven 'e dön­ müş ( 1888 ) , daha önce Paris'te tanıştığı Van Gogh'un �ağ­ rısına uyarak tekrar Arles'e gelmiş ve birlikte �alışmışlardır. Fakat aralarında ge�en bir tartışma sonunda ölümden kur­ tulunca, oradan Pouldu ( Bretagne) ye dönmüştür ( 1 889· 1890 ) . G. , etrafında toplanan sekiz ressamlık b i r grupun ( Pont - Aven Okulu) saygılı bir şefi olmuş, Emile Bemard'­ la birlikte bölmecilik (cloisonnisme) ve terkip ve telif�i lik ( synthetisme ) in esaslarını koymuştur. Renk ve bi�ime sembolisı bir anlatım kazandırmayı hedef alan bir doktrine inan�la bağlı olarak «sanatı gözle aramak ve kafanın büyü· leyici gücüne sırt çevirmek» ile küçümsediği empresyonizmle bağlarını koparmışıır. Formüle ettiği sentezinde : kitle ha­ linde formlar, derinlik tesirinden arınmış, yüzeyde duran bir renk sürüşü, formları birbirinden sert konturlada ayır­ ma, ışıksızlık ve gölgesizlik, �izgi ve renk te abstrak siyon, tabiat karşısında bağımsızlık yer almıştır. Bu dönemde ge­ lişen üslubu, Barok unsurlardan sembolisı i lhama ve ol­ duk�a primitif bir duyguya yönelmiş, renklerin zengin mo­ dülesi, kompozisyon unsurlarını ve figürleri �evreleyen �iz­ giler, faydalı ve dekoratif tarzda sadeleştiri imiş manzara resimlerinde bölmeci lik ve terkip�iliğin güzel örneklerini vermiştir : «Yakup i le meleğin savaşı» [ 1 888] ; «Tepe üze­ rinde dikili h aç» [ 1889] (Güzel Sanatlar Müzesi, Bruxelles) ; «Sarı İsa» [ 1 889] ; «Güzel Angele» [ 1 889] ; •Günaydın Mösyö Gauguin » [ 1 889] (Güzel Sanatlar Müzesi, Praha) bu döneme ait eserleridir. «Sanat kendini semboller i�inde ifade eden mil-

Jetlerarası bir dildir» diyen G . in sanatında i lkel safiyet, genellik, sağlamlık yer almıştır. Süresiz sadeliğe giden eserlerinde, önceleri Bretangne'ın arkaik toprakları, pri­ mitif havası, orada oturanların rüyal ı karakterleri, �evrenin kederli atmosferi yer almış ve Breton tepelerindeki dikili ha�ların asil, saf ve primitif sanatiyle büyütenmiş ve onlar­ dan ilham almıştır. Sonraları da okyanus tabiatının ve insan­ ların özelliklerini, pi ıoresk ve ekzotizmden yardım bekle­ meden, saf bir d i lle eserine iş lemiştir. 1 890 - 1891 de Paris'­ te �ok sıkı ntılı geçerı hayatı sem'Jolist yazar ve şairlerin ara ­ sında geçmi ştir (Verlaine, Moreas, Mallarme ) . Hôtel Drouet (müzayede salonu) nin başardığı otuz tabloluk bir satıştan sonra Tahiti'ye giden G. , orada yeriiierin hıyatını yaşamış, d il lerini öğren miş ve gittikçe anan bir gü�le çalışmalarına hız vermişı ir. Bu dönemde «I raro te Oviri» [ 1 89 1 ] ( Min­ neapol is ) ; «Ne vakit evieniyorsun ?» [ 1 892] (Basel ) ; «Tahi­ tili kadınlar» [ 1 89 1 ] ( Louvre) ; «Tahiti manza raw> [ 1 8 9 1 ] v e ayrıca Noa - No.: adlı Tahiti'ye a i t bir�ok hatıraları bir araya getiren bir günlüğü de gravür ve sulu boyatarla süs­ lemiş, ağa� panolar üzerine acaip figürler yontmuştur. «Aşık olunuz, mesut olacaksınız». Hasta ve çaresizlik içinde miras işleri i�in Paris'e dönen G. ( 1893 ), Degas'nın tavsiyesi üzerine Durand - Reul galerisinde açtığı sergide Tahi ıi'den yaptığı tabloları sergi­ lemiş ve bunu Hôıel Droueı'de a�ı lan başka bir sergi takip etmiştir. Genç Nabi'ler (bk. NABİ'LER) üzerinde büyük etki yaratan, ilgi roplayan bu başanya rağmen, bu sefer temelli olarak Tahiti' ye dönmüştür. Tahiıi'ye bu ikinci gelişi ( 1 895 ) , birçok yıpratıcı ha­ yat şartları i�inde geçen ömrünün birka� yıllık son merha­ lesini teşkil eder. Hastalık, sefalet, parasızlık, Paris' li dost­ lardan ayrı lma, terk edilmişlik, yerli otoriteleri n baskısı, hapse girmek, kızı Aline'nin ölümü gibi kendini öldürmeye kadar götüren acılara rağmen, bu son dönem içinde en gü­ zel ve en olgun eserlerini vermiştir . «0 .-ana Mari a», «Hina'­ da şenlik», «Never More» [ 1 897] ( Courtauld Enstitüsü, Londra) ; «Nereden geliyoruz ? Kimiz ? Nereye gidiyoru z ? » [ 1899] ( Boston ) «Nave, nave Mahana» [ 1896] ( Hoş gün­ ler ) , ( Lyon Müzesi ) ; «Vairamuıi» [ 1 897] ( Louvre) ; «Kır at>> ( 1898 ; Louvre) ; «Kırmızı �i çekli göğüsler» [ 1 899] (Metropolitan Müzesi, New York ) ; «Piaj da süvariler» [ 1 902] (Essen Müzesi ) , ayrıca kendinden birçok portreler, fetişli natürmortlar yapmış, hicviyeler y azmış, Maori mede­ niyeti üzerine notları . Tahiti figür leriyle süsl ü seramikler, okyanus sanatından mü lhem ağa�tan birçok eşyalar son dev­ reye ait eserleridir. G. kısa süren bir dönemde başından geçen sıkıcı olaylardan kurtul abi lmek için buradan kaçarak Marquises adalarının en ıssızı olan Fatu­ Hiva'ya g itmiş, orada Atuona köyünde yalnı zlık i�inde öl­ müştür.

GAUHATI

[g�hqti] ,

Hindistan (Assam) da, Brah­ maputra ırmağı üzerinde bir şehir. Nüfusu 100 700 dür. As ;am'da Büyük Briıanya yö· netiminin calıkimat yeri olan bu şehir, bugün bir ticaret mer­ kezidir. Üniversitesi vardır.

GAUL [g�l] . August P. GAUGUIN : «Kır at» ( Louvre Müzesi, Paris)

( Gross Auheim 1869 - Berlin •

A. GAUL : «İnsansı maymun»

P. GAUGUI N : " T a lı i t i ' l i k a d ı n " .

( M etropol i t a n l\luseıı n ı n f , \ r t , N e w Y o rk )

GAUL, August - GAUPP, Robert 192 1 ) , Alman heykelcisi. Almanya'da zamanının en hayvan heykelleri sanatçısıdır. 1895 - 1 897 yılları R. Begas'ın Berlin'de yaptığı i mparator Wilhelm lışmalarına katılmış ve bu anıtın arslan heykelleri çalışmıştır.

tanınmış arasında anın ça· üzerinde

GAULLE [gol] , Charles de ( doğ. Lille 1 890 ) , Fran­ sız devlet adamı. Saint - Cyr askeri okulundan mezun olmuş ( 1 9 1 2 ) , 1. Dünya Harbine katılmış, Douaumonı'da yara­ lanarak esir düşmüş ve kapatıldığı lngolsıadt kalesinde La Diuorde rhez 1' en nemi ( Düşman içinde ıefrika) [yayımı : 1924] adlı eserini yazmıştır. 1 9 2 1 de Saint - Cyr'de harp tarihi öğretmenliğine tayin edil­ dikten sonra 1 9 2 5 te Mareşal Petain'in asbaşkanı bulunduğu Yüksek Harp Şurası üyeliği­ ne getirilmiştir. Bu sıralarda Lt /il de J'epee ( Kılıcın ağzı ) [ 1 9 3 2 ] , La Franre el son ar­ met ( Fransa ve ordusu) [ 1 938) adındaki eserlerini yayımlamış­ tır. Vers l'armee du metier ( Meslek ordusuna d o ğ r u ) [ 1 934] başlıklı kitabında i se bir ihtisas ordusunun kurulmaC. de GAULLE sını öngörmekıe ve bu orduda zırhlı kuvvetiere en başta yer vermekte idi. 1 937 de albay­ lığa yükselen G. , II. Dünya Harbinde 4. zırhlı tümen ko­ mutanı iken Moncornet'de ( 1 7 mayıs 1 940) ve Alberville önünde (28 mayıs 1 940) Alman ilerleyişini durdurmuş, ge­ çici olarak tuğgenerallikle görevlendirilmiştir. Reynaud ka­ binesinde Milli Savunma müsıeşarlığına getirilmiş (6 haziran 1 940 ) , P eıain'in müıareke i stemesi ( 1 6 haziran ) üzerine Lond ra'ya geçmiş, 1 8 haziranda meşhur çağrısını yayımlaya­ rak, harbe devam edilmek üzere bütün Fransızları kendi safında yer almaya davet etmiş, yenilgiyi kabul etmeyen asker i le sömürgeleri desteklemek üzere bir İmparatorluğu Savunma Konseyi ( Conseil de Delense de I'Empire) (ekim 1 94 0 ) , Cezayir şehrinde general Giraud ile bir Fransız Milll Kurtuluş Komitesi ( 1 94 3 ) kurmuş ve bir yıl sonra bu ko· miıeyi Fı ansız geçici hük umeti i lin etmiştir (25 ağustos 1 944 ) . Fransız başkentinin kurtuluşundan sonra Paris'e dönen G. , Kurucu Mecli s tarafından hükumet başkanlığına seçil­ miş ( 1 3 kasım 1 94 5 ) , fakat «parti oyunları» ndan müıeessir olarak görevinden istifa etmiştir (20 ocak 1 946 ) . IV. Cum­ huriyet anayasasına karşı olan G. , Fransız Halkı Topluluğu ( Rassemblemenı du peuple français. R. P. F.) partisini kur­ muş ( nisan 1 947 ) , 1 9 5 3 mayısında ise resmi politika haya­ tından çekilmişıir. Cezayir ayaklanması ( mayıs 1 9 5 8 ) üzerine devlet baş · kanı Coty ( b. bk. ) tarafından yeni bir hükumet kurmakla görevlendirilen G. , bir idari reform hazırlamış ve denizaşırı Fransası halkına ana vatan la yeni bir formül alıında i ş bir­ liği teklifinde bulunmuştur. Bu formül, Commuıı aute ( dev­ letler birliği ; bk. COMMUNAUTt ) dir. 2 1 aralık 1 958 de G. , Fransa cumhurbaşkanı ve Communauıe başkanı seçil­ miştir. Parlamentoda «Yeni Cumhuriyet için Birlik» ( Union pour la nouvelle Republique, U. N. R ) parti sine dayanan G. , aldığı kararları, daima referandumlara giderek kabul etıirmeyi başarmıştır. G. , bağımsızlı!a kavuşmuş bulunan

169

Afrilcalı devletlerle iş birliğine dönük bir poli tika izlemiş, milli savunmada reform hareketi ( force de frappe = vu­ rucu güç) ne girişmiş, Avrupalı mil letlerarası kuruluşlara katı lmıştır. Cezayir'e karşı uyguladığı «kendi kaderini ken­ disi tayin etme» ( auıo determination ) siyaseti �vian anlaş­ ması ( mart 1 962 ) ve Cezayir'in bağımsızlığı ile sonuçlan· mıştır. Büyük bloklar karşısında bağımsızlık politikası güden G. , Çin Halk Cumhuriyetinin Fransa tarafından tanınma­ sını sağlamış ( 1 964 ) , az gelişmiş milletiere iktisadi yardım taraflısı olmuştur. ·

G. , 1 966 yılında Sovyetler Birliğine ( 2 0 haziran ­ Adis - Abeba, Foom - Penh, Numea, Tahiri ve Guadelup ( ağustos · eylül ) a resmi ziyaretlerde bulunmuştur. 1 967 haziranında patlak veren üçüncü İsrai l ­ Arap harbinde İsrail'i suçlayan G. , bu devleti saldırgan i l in etmiştir. Temmuz 1 967 de Quebec'e yaptığı bir resmi ziya­ ret sırasıoda Kanadalı Fransızların kurtuluşu lehinde konuş­ muş, Rumaoya'yı ziyareti sırasında patlak veren buhran (mayıs 1 968 ) üzerine Parlamentoyu fesh etmiştir. G. , mem­ leketimize de resmi ziyarette bulunmuş ( 2 5 - 31 ekim 1 968 ) ve Cumhuriyet bayramı tören lerine şeref misafiri olarak katılmıştır.

ı temmuz) , Cibuıi,

Memoires ( Hiııralar) [ 1 9 54] başlıklı bir kitabı vardır.

GAULTIER [goty�] . Denys ( aş. yu. 1 603 - Paris 1672 ) . Fransız lavıa virtüozu ve bestecisi. Genç yaşta Paris'e yerleşerek başkentin salonlarında çok gözde tutulan bir san­ atçı olmuştur. Bütün Avrupa'nın lavta mosikisine XVIII. yüzyıl ortalarına kadar etki yapmış, hatıa ezgi i le armoniyi kırık uygutarla gerçekleştirdiği için kırıktı Ü > i u p ( Fr. stile brise) denen yazı tekniği Chambon nie res, d' Anglebert ve Froberger'ce çembalo ve org musikisine de aktarılmıştır. Kendisi gibi lavıa vi rtüozu ve besteci o l an kuzeni Enne­ mond G. ( ö lm. 1 65 1 ) ile akrabası olduğu sanılan Jacques G. ( XVII. yüzyıl) den ayın edilmek için Genç G. ( G. le Jeune) veya Parisli G. (G. de Paris) denen Denis G nin lavta için yazılmış eserlerine çağının yazma ve basma nota dergi lerinde pek sık rastlanır. GAUMATA ( Biyogr. ) : bk. GOMATA.

GAUMONT [g.1 mq] , Leon ( Paris 1 864 - Saiore · Ma ­ xime 1 946 ) , Fransız mucid i v e sanayicisi. 1 8 5 5 t e fotografı daha canlı göstermek i çin renkli fotograf cihazı yapmıştır. Lumiere kardeşlerin icadından sonra sinema makinesi yapmı ş ve filim yapımında kullanı lan sanayi makineleri meydana getirmiştir. İlk sesli ( 1 902 ) ve renkli ( 19 1 2 ) sinemanın esa­ sını bulmuştur. Charles PaıM ile birlikte Fransız sinema sanayiinin b ü ı ü n dünyada yayılmasını sağlamıştır. GAUPP [gqyp], Robert Eugen (Neuenbürg, Würı­ temberg 1 970 - Stuırgart 1954), L. GAUMONT Alman akıl hastalık ları he· kimi. 1906 . 1936 yıllarında Tübingen Üniversitesinde pro­ fesör, 1 945 - 1 948 yıllarında ise Stuttgart Üniversite5inde sosyal konular raportörü idi. G. , çocuk psikoloj isi, intihar­ lar, katliam psikoloj isi, alkolizm, c'nsiyet problemleri ve öj enizm ( ırk sağlığı) alanlannda araştırmalarda bulunmuş-

1 70

GA UPP, Robert

-

GA USS, Cari Friedrich

tur. Başlıca eserleri : Zur PJy (hologie des Mauenmordeı (Katliam psi koloj isine dair) [ 1 9 1 4 ) ; W ege und Ziele psy(hiatriuher Forı(hung ( Psişiatri araştır malarının yolları ve hedefleri ) [ 1 906) ; Pıychologie des KiTJdeı ( Ç o c uk p;i­ koloj i si ) [6. bas. 1928) ; Über den SelbJtmord ( inıihara dair) [2. bas. 1 9 1 0) ; Daı ıexuelle Problem vom pıy(holo­ giuhem Standpuwkt ( Psikoloj i açısından cinsiyet problemi) [ 1920) ; Ermüdung und Erholung (Yorulma ve dinlenme) [ 1 920) .

GAUR, Bengal"ın Müslüman vali lerinin ve sonra k i krallarının 1 1 911 1 5 39 yı lları a rasında hü ku met n>erkezi. Ganga'ın ı ssız bi r sol kolu ü zerinde bulunur. 1 5 7 5 teki veba salgınından sonra G. har a p olmuştur. Bugün yalnız cami lerio ve şehir kapılarının harabeleri kalmışıır. ·

GAUR veya GAVUR ( Orduca gav = ö küz) [Zoo. ) , Hind i stan'da yaşayan bir yaban öküzü ( B ibos gaurus) . G. hafifçe rümsekli olan cıdağusuoa kadar yü k sekliği ı m yi bulan iri bir hayvandır. Kulakları küçük, boy­ nuzları ay biçiminde kalkık, ayakları k i r 1 i ak renkte, burnu por­ rakal rengine k a ç a n kah ve r e n g i d i r. Bu öküz k u zeybarı Hindis­ ran'da, Ganga ovasın­ da, Himalaya eteklerin · G AUR ÖKÜZÜ de v e özellikle orman­ lık ve dağlık bölgelerde yaşar. GAURA veya GAWRA, Asur'da, şimdiki Musul"un kuzeydoAusunda bir yer. 1 93 1 - 1 9 � 8 yıl larında burada kazı­ lar yapı lmıştır. 25 m yüksekliğinde bir yamaca sıralanmış olan G. harabelerinde, kesin tisiz olarak birbiri ardınca sıra · laı.mış yirmi altı iskin düzeyi tesp it edi lmiştir. Bu düzeyler, Neolitik ( Halaf öncesi ) çağından ba$layarak ljurri devri (M. Ö. Il. binyıl ortası) ne k•du yaşamış olan insanlara aittir. GAURIS�NKAR, Himalaya dağla rında bir tepe ( 7 1 4 5 m ) . 1 904 yılına kadar yeryüzünün en yük­ sek tepesi olan Mounı Everest ile karıştırılı­ yordu.

G A U S [ g4H ı ] , Wilhelm (değ. 1876 ) , BASF ( B adi sche Ani­ lin und Sodafabrik) in eski başkanı. 1 n d i g o sentezinin, Haber· Bosch usulünün, k l o r a l k a l i elektrolizinio, f o s g e n GAURISANKAR sentezinin, m e t a n ve azottan siyanhidrik asidin senrezinin v. b. çalışmaların yapılmasında hizmeti geçm i ştir .

GAUSS [g�ı] . Cari Friedrich ( B raunsc hweig ı 777 - Görıingen 1 8 5 5 ) , Alman marematikç i si ve astronomu.

1 807 den itibaren Götringen rasathanesi müdürlüğünde, Göt­ tingen İlimler Akadem i si üyeliğinde ve profesörlüğünde bulunmuştur. G. , 1 896 da daha öğrenci iken çemberin bölünmesi teorisini bulmuş ve ı 799 da Helmstedt'te dokro-

rasını, «cebirin temel kuralı» konusunda bir rez yazı sı ile vermiştir. 1 800 de, Kızıl Yu­ mu rta paskalyası tarihinin he­ saplanmasında kullanılar: G. formülünü bulmuş, 1801 de gezegenlerin yörüngelerinin hesaplanması için yeni b ' r iş­ lem ortaya koymuş ve böylece, G. Piazzi'nin aynı yıl içinde keşfermiş olduğu Ceres geze · geninin yerinin tayinini sağla · mıştır. G. , sayılar teorisi koc. GAUSS nusunda k i te m e l eseri olan Diıquisitioneı arithmeticae ( Aritmeti k tartışmalar) yi de bu suda yayımlamışrı r. G. un matematik alanında, özellikle sayı­ lar teorisi, yüksek cebir, çözümler ve eli pt ik fonk s iyonlar ko­ nusundaki araştırmaları temel kurucu niteliktedir. Eukleides ­ dışı geometri ve çok boyurlu hacımlar geemeteisi kon usun­ daki araştırmalarına ise ancak mektuplarında işaret etmiştir. G. , asrronomi, yer çekimi ve arazi ölçü mleri ile i lgili çalışma lan etrafıoda yeni ve genel değerde metotlar geliş­ tirmiştir. Fransız ma tematikçisi Le Gendre ( 1 8 5 2 1 8 3 3 ) dan ayrı olarak, e n küçük kare metodu n u geliştirmiş, fakat bunu ilk defa Theoria motuı (orporum ({Zieıtium ( Gök cisimlerinin devi m i teorisi ) [ 1 809} adlı eserinde açıklamış­ tır. G . , güneş aynas ı ( heliostrop) nı bulmuş, yüksek j eodezi meseleleri ( 1 844 - 1847) ü z erinde arasıırmalarda bulunmuş­ tur. Fizik a l anında W. Web er ile birlikte yer çekimi büyük­ lerinin ölçümü için usul ler ve araçlar geliştirmiş ve b un lar, her i k i bi lgin tarafından altı ciltlik Resultate auı den Beoba(h­ tungen des magnetiuh t n Vereinı ( Magf\etik Araşıırma­ lar Birliğ i nin gözlemlerinden alınan sonuçlar) [ 1 8 37 - 1 8 4 3 ) a d l ı eserde açıklanmıştır. Fiziksel mutlak ölçü sisteminin G . tarafından ispa t lanması ( 1 8 3 2 ) , el e ktromagoetik re lg ra­ f ın bulunması ( W. Weber ile birlikte, 1 8 3 3 ) ve Sonuçlar kitabının I V. cild i nde yavı mlanmış bulunan potansiyel reo · risi kuralları da bu çalışmalar alanına gi rer. Bunların dı­ şında, yine G . tarafından tanı mlanmış bulunan asgari etki prensipi ve !,unun geometrik - optik sistemler için önemli sooucu olan Diopteriuhe UnterJu(hungen ( Oiopterik araş­ rırm ıla r) [ 1 8 38 - 1 84 1 ) da belirıilebiiir. ·

G. un eserleri toplu olarlle Göttingeo İl i mler Kurumu tarafından yayım ' anm ı ştır ( 1 2 cilt, 1863 1 9 3 0 ) . ·

Gauu ( F r . Gauss ) ,

Alman matemarikçi si Cari Friedrich G. un adına kullanılan E. M. C. G. S. birimler sisteminde ma g netik alan ( H ) şiddeti veya m � gne ı ik i n diksiyon ( B ) birimi. Bir magne r ik alanda ( 1 ) kutup biri mi üzerine etki eden kuvvet 1 din olursa, magnetik alan şiddeti 1 G. olur. B magoetik indiksiyonu için de eskiden ve şimdi yine G. kullanılır. M. K. S. A. sisteminde B nin birimi Weber/m1 dir. 1 Weber/mt = ı o •

G. eder. 1 9 3 2 de Pari s'te toplanan elektrik kongresince G. , magneti k iodüksiyooa ve q, resred ( b. bk. ) magnerik alan şiddetine tabsis edilmiştir.

Gauee ve,.-a Codazzi denklemleri : bir yüzeyin bi­ rinci ve ikinci mertebeden magnitüd'leri tarafından sağlanan denklemler. Bir yüzeyin Codazzi denklemi veya Mainardi Coddazzi bağıntıları şunlardır : bap,y - bay' j5 = O

GAUSS, Cari Friedrich

-

171

GAUTIER, Judith

B u «tensor» denklemi iki bağımsız bağıotıyı temsi l eder. bıı z

-

bzı . ı -

bu, ı = O ve

b2 ı.-ı = o

Yüzeyin Gaues denklemi :

R a afly = bo.y b ay - bay bafl

dır. Burada R aa fly Riemann - Cristoffer tensorudur ve birinci mertebeden temel magnitüd ler cinsinden ifade edilmiştir.

Gauss eğrisi, kartezyen koordinatları ile denklemi ,-x2 y= olan eğri. Gaues kanunu ( E lektrikte ) : kapalı bir yüzyıldan geçen elektrik alanı akese ile bu yüzey içindeki

elektrik ....

oranındaki bir bağıntı : Elektrik alan sidd eti E nin bir kapalı yüzeyden gefen toplam akeıe (f/JE ) , bu yüzey ifindeki Q toplam elektrik yiikümün 1 /EO katına esitlir. f/JE = 1 /EO Q Burada EO , boşluğun dielektrik ıabiti (b. yükü

f/JE = !fs •

bk.) dir.

E · ds olduğundan Gauss kanunu, M. K.

-+

-+

S. A. birimler sisteminde EO /fs E



-+

ds = a, E. S. C. G. S.

birimler sisteminde !fs E · ds = 4 7t Q şeklinde yazı lır. Fransızca ilim kitaplarında Gauss kanununa Gauu teoremi adı da veri li r. Burada //s, bütün yüzey i çin alınacak integral demektir. ds, bir yüzey elemanıdır. Gauss kanunu ( İstatistikte) , bir büyüklük birbiriyle ilişkisiz pek küçük değişmeler gösteren çok sayıdaki sebep· !erin etkisine uğradığı zaman, sonuçlar ortalamanın hemen çevresinde toplanır ve sonra , merkezden uzaklaştıkça da­ ha hızlı olarak küçülen bir frekansla simetrik olarak dağı­ lırlar. G. K. nun dikkate değer özel liği, orlalamau i le tipik inhirafı ( sapm a s ı ) bilindiği zaman, tam kesinlikle tayin edilebilmesindedir. Gauss yaklaşıklığr ( Fr. Approximation de Gauss) : bir küresel aynanın, cismin aynı olan net bir görüntü vere­ bilmesi için bazı şanların gerçekleşmesi . Bu şartlar gerçek· leşmezse nokta, bir cismin görüntüsü bir nokta olamaz. Bir aynanın net bir görüntü verebi lmesi için : ı . aynanın açık­ lığının küçük olması, 2. ci smin asal elesene yakın olması başlıca önemli şarrlardır. Bir konkav ( çukur) aynada, ışıklı noktadan aynaya düşen ışının, aynada yansıdığı noktaya ait normal ile mer­ kezden geçen ışın arasındaki açı a olsun. Aynanın optik merkezi başlangıç noktası olarak alındığına göre, cismin ve görüntüsünün merkezden olan uzaklıkları x ve x' olursa, 2 Cos ıı ı + _ı_ --=-=.:..:.. olur. Aynanın açıklığı küçük R x x' olursa, a açısı da küçük olacağıodan Cos ı:ı = ı yaklaşıklığı 2 ı şeklini = kabul edilir ve yukanki formül __ + I R X alır. Bu zaman aynanın G. yaklaşıklığı ile kullanıldığı söy­ lenir. Ayna ve merceklerdeki cisim - görüntü uzaklığı formülleri, G. yaklaşıklığı ile bilinen basit şekillerini alır (R = aynanın yarıçapı ) . -+

·

-+

_ _

_



Gauss teoremi ( Fiz. ) : bk. Gauss kanunu.

GAUSTA [g � sla] , Güney Narvee'in Telemark böl­ gesinde en yüksek dağ ( ı 883 m). Bu dağda bir rasathane vardır.

GAUTHIER - VILLARS, WILLY.

Henri ( Biyogr. ) : bk.

G A U S T A

D A G I

GAUTHIOT [gotyp] , Robert ( Paris 1 876 · I. Dünya Harbi, batı cephesi 1 9 1 6 ) , Fransız d i lcisi. Pari s'te Antoine Meil let'nin öğrencisi olarak genel İndogermanistik ve İra­ noloj i alanlarında yetişmiş, Sinolog Paul Pelliot'nun Orta Asya arkeoloj i araştı rmaları seferine ( M i ssion Pelliot en Asie Centrale, ı 906 - 1 909) katılmıştır. G. , bu araştırma­ lardan çıkan Soğdakça ( sogdien ) metin leri çözüp incelernek işi ile görevlendirilmiş, o da bu işi başarara k Soğdakçanın ilk gramerini 1 9 1 3 - 1 9 1 4 yıl larında hazırlamıştır. Bu gra­ merin fonetik kısmı, G. nun ölümünden sonra A. Meil let'­ nin önsözüyle Euai de gram­ maire ıogdi,mne, I. (Soğdak grameri denemesi, I. ) başlı ,ii ı ile 1 9 1 4 - 1 9 2 3 yıllarında ya­ yımlanmıştır (bunun morfo­ loi j , sentaks ve sözlük bölüm­ lerini ihtiva eden II. cildi ay­ nı başlıkla 1 929 da Emi le Bmv e n i s t e [b. bk.] tarafından R GAUTHIOT tamamlanarak yayımlanmıştır ) . G . nun başka bir önemli eseri L a fin d e mol e n indo euro­ peert ( Hint - Avrupa ana dilinde kelime sonu) [ 1 9 1 3 ] adını taşır. G. nun, « Journal Asiatique» te, «Memoi res de la Saci­ ete de Linguistique» te ve « Bulleti n de la Socieıe Linguis­ tique» te gerek genel İndogermani stik (Verner kanununun tonla ilgisi v. b. ) gerek İranoloj i ve Finno - Ugristik alan ın­ da değerli yazıları çıkmıştır. Bunlardan La phrase rıominale en /inno - o ugrien ( Pin - Ugor dillerinde nominal cümle ) [ 1 908] , Une verıion ıogdienne du Veuarıtara iataka ( V. j . nın Soğdakça tercümesi ) [ 1 9 1 2 ] , L e ıiitra du religieux Ongl1ı - longı (Uzun - tırnak denen ruhbanın sütrası ) [ 1 9 1 9] ve Le ıiitra deı (auses el des effets du Bon el du Mal (Ha­ yır ve Şerrio sebep ve neticeleri sütra s ı ) [P. Pel liot ile bir­ likte, yayımı 1920 - 1 928] anılmaya değer. •

GAUTIER [ goly � ], Armand ( Narbonne 1 8 3 7 Cannes 1 920 ) , Fransız kimyacrsı. Karbi lamin, ptomain ve lökomain' leri keşfetmiştir. 1 889 dll İlim Akademisine üye seçilmiştir. GAUTIER [goty� ] . Judith ( Paris 1 8 50 - Dinart 1 9 1 7 ) , Fransız kadın yazarı. Theophile G. ( b. bk. ) nin kızı olan bu yazar, daha gençliğinde Çinli bir öğretmenden Uzak Doğunun dü�üncelerini ve medeniyetini öğrenmiş, Judith Walter takma adiyle yayımladığı Le livre de iade

172

GAUTIER, Judith

GAVARNI, Sulpice .. Guillaume Chevalier

(Yeşim taş ı ) [ 1 868] · adlı ese­ r i n d e Ç i n s i i r 1 e r i n­ den b i r adaptasyon vermiş­ tir. Eserleri : Le dragon im­ perial ( i mparatorluk arınasın­ daki ej der) [ roman, 1 869] ; L'usurpateur (Gaasıp) [ 1 875, bu eser son radan La /ille du So/ei/ ( Güneşin kızı ) adiyle yayı mlanmıştır} ; Le ieu de /"amour et de la mort ( Aşk ve ölüm oyunu ) [ 1 876} ; Poemes de la /ibe/lu/e ( Kız böceğinin şiirleri ) [Japoncadan çevirme, ]. GAUTI ER 1 88 5 ] ; Le vieux de la mon­ tagne ( Dağdaki ihtiyar) [ 1 893] ; Koun' Atonou (ad) [ 1 898] ; Le paravent de soie el d' or (Altın sırmalı ipek paravana) [ 1 904] ; Les parfums de la Pagode ( Pagodanı n güzel kokular ı ) [ 1 9 19] ; L a marchande d e sourires ( Gülüm­ seme satan kadın) [oyun, 1 888} ; La Barynia (ad) [oyun, 1894] ; La tunique merf)eil/euıe (Sihirli gömlek ) [oyun, 1899] ; La /ille du Ciel ( Göklerin kızı ) [Pierre Loti ile birlikte, 1 9 1 1 ] ; Le �ollier des jourı ( Günlerin gerdanlığı) [hatıralar, 1 9 1 2 ] ; Le deuxieme ( İkinc i ) [hatıralar, 1903] ; Le troisieme rang du �ollier (Gerdanlığın üçüncü sırası ) [haııralar, 1 909] . G. , Caıulle Mende� (b. bk. ) ile evlen­ mişse de, ondan çabucak ayrılmıştır. G. , Gencourt Akade­ misinin ilk üyelerinden biri olmuştur. •

GAUTIER [goty�] . Theophile(Tarbes 1 8 1 1- Neuilly- sur­ Seine 1872 ) , Fransız şairi ve sanat eleştirmecisi. Ressam ola­ rak hayata atılan G., edebi romantizme katı lmış ve bu hareke­ tin tarihini de yazmıştır : Hiıto­ ire du romantiı me ( Romantizm tarihi ) [ I 87 2 , Türkçe çev. Nec­ det Bingöl, 1 967 ] . G. 1840 yı­ lından başlayarak şiirler yaz mıştır. Bu şiirlerle G. Parna�se (b. bk. ) hareketinin öncüsü olmuştur. 1 8 5 2 de Leı Emaux et Cameeı \Mineler ve kakmalar) [son bas. 187 2 ] . Virıüozluğa dayanan bu kısa mı sralar, res­ samı karakterize ( den renk T. GAUTIER duyusu ile kuyumcunun yont­ mada gösterdiği sabrı lirik şiir sanatına geçirir. G. , Made­ moiıelle de Maupin ( kız adı ) [ 1 8 3 5 ] adlı romanın da, sanat­ kirların sosyal ve ahlaki bağlardan serbestliği için savaşır. Bu romanın ön sözü La preface de M/le de Maupin [G. Matore bas. , 1 946] J.'art pour l'art (Sanat sanat içindir ) hareketinin ilk program yazısı olup şiir sanatının politik ve human iter maksatlada kötüye kullanı lmasına karşı ilk yazılan yazıdır. G. , tiyatro ve san,, t ·leşıirmesine ait yazı larını Hiıtoire de /'art dramatique en F;· .nce ( Fransa'da sahne sanatının tarihi ) [ 1856 ve sonraki yı llar] başlığı ile çıkaımı�tır. G. , Baudelaire'in arkadaşı, teşvikçisi ve bi ri n c i yorumcusu ol­ muştur. Başlıca eserleri , yukarıda sözü geçenlerden başka : Poe­ ıieı �o mpleteı ( Şiirler) [ 1 832] ; roman ları : Les /euneı­ France ( Genç Fransızlar ) [ 1 8 3 3 ] ; Le �apitaine Fracaue ( ad ) [ 1883 ] ; Le roman de la momie ( Mumyanın romaoı) [ 1 8 58] ; gezi yazıları : Tra los monte; ( Dağların

arkasında) ve sooradan Vayage en Eıpagne (İspanya'ya yol­ culuk) [ 1 843 } . G. 1 8 5 2 de I stanbul'u, 1 8 58 de de Rusya'yı ziyaret etmiştir. Bu yolculuklarının izienimlerini Constanti­ nop/e ( Istanb u l ) [ 1 8 H ] , L'Orient (Doğu) [ 1 8 7 7 ] ve V ayag e en Ruuie ( Rusya gezisi ) [ 1867} adlı kitaplarında top­ lamışnr .

GAUT'LAR ( Eski İsland. Gautar, Eski İng. Geataıı, İsveç. Götar), kuzey Germen kavmi. İ l k önce M. S. VI. yüzyılda Jordanes tarafından kendi lerinden Gautigoth'lar olarak bahsedilir. İlk zamanlarda G. lar Svear' ların yanında İsveç'in ikinci büyük halk grupunu teşkil ediyorlardı. Ka­ vimler göçü zamanında Batı İs veç'te bir G. devletinin var­ lığı şüphelidir. O zaman Hygelac adlı bir krıı l ın idaresi alıında Kuzey Denizinde savaş seferlerine katı ldıkları sanıl­ maktadır. Beowulf'ta büyük bir rol oynamışlardır. İ sveç'in bir bölgesi olan Götaland, adını muhtemel olarak G. lardan almıştır. İsveç kralının unvanı bugün de hali «İsveçlilerin, G. ların ve Wend'lerin kralı» dır. GAUVIN ( Edeb. ) : bk. GAWAN. GAVAN [gav.n , Eugcme Henri (ölm. 1 889) , Fran· sız mühendisi. 1 867 yılında mayıs ayında turist olarak Is­ tanbul'a gelmiş ve Galata'yı Beyoğlu'na bağlayan en kes­ tirme yol olarak yüksek kaldırımı yaya olarak çıkmış ve bu yokuşu günde 40 000 kişinin çıktığını göz önüne alarak bir yeraltı tüneli yapımı fikrini orıaya atmıştır. Bu fikrini ger­ çekleştirmek üzere 1 869 da tekrar Istanbul'a gelmiş ve 42 yıl süre ile bu işin imtiyazını almıştır. Fransa'da bu iş için sermayedar bulamayınca bir İngiliz ortaklığı ( The Metropo­ litan Rai lway of Constanıinople from G,llata to Pera) kur­ muş ve ı 70 bin İngiliz lirası sarfiyle tünelin yapımını üç yılda sona erdirmiştir. Bu tünel 1 7 ocak 1 8 7 5 te törenle açılmıştır. G. ı n bu tünelle ilgili p roj esi Pari�'ıe çıkmıştır :

Chemin de fer mltropolitain de Conıtantinople, 011 tumzel de Con rtantinople. Projet d'unt nouvelle vi/le el d'un nouveau port de commerce a Constantinople ( Paris, 1 8 7 6 ) . Ayrıca Proiet de diıtribution d'eau a Conıtantinop/e [ 1 869] adlı bir çalışması da vardır.

da den ir, Pari s İ 804 - Paris 1866 ) , Fransız desinaıörü ve litografyacısı. Önceleri memur olarak çalışmış, boş vakitle­ rinden faydalanarak ç i zgi çiz­ rneğe başlamıştır. Birçok yılla­ rını Tarbes'ta geçiren G. , 1 8 2 9 da takma adını almıştır. Çizgileriyle ilgi uyandıran G. , Emile de Girardin'in ç ı kar­ dığı «La mode• gazetesine yap­ tığı karikatürleri ve yarattığı karnaval elbiselerinin orij inal­ fiği ile tipik örnekler vermiş , «Artiste», «Silhouette» gazete· lerinde değişik çalışmalarından sonra, «Charivari» gazetesinde P. GAVARNI duygu hususunda k a d ı n ı n desiselerine ait bir seri desenler yapmıştır [ 1 8 37] : «Fiört yapanlar», «Kadınların politikası» , «Korkunç çocuklar». Yaşama zorluğu içinde kalan G. , durumunu düzeltmek ümidiyle Londra'ya gitmiş ( 1 8 4 7 ) , orada geçirdiği birçok yıllar içinde, lüks ve sefaleıin sosyal çatışmaları n ı belirten iliüstrasyon taslakları çizmiş, 1 848 inkılibında Pari s'e döne­ rek çalışmalarına devam etmiştir : «İş ortakları», «Politika

GAV ARNI, Sulpice - Guillaume Chevalier (Paul

GAVARNI, Sulpice .. Guillaume Chevalier -

GAVSl, Neyzen Şevket

173

GAVEAU [gavp J . Fransız piyano fabrikası. Joseph G. ( 18 24 1 90 3 ) tarafından Paris içinde kurulan küçük bir atelye olarak işe başlamış, oğlu Etienne G. ( 18 72 - 1943) zamanında Paris yakınlarındaki Fontenay - sous - Bois tesis­ lerine geçmiş ( 1 896) , ayrıca şehrin en önemli konser salon­ larından olan G. salonunu hizmete açmıştır ( 1 908 ) . Piyano yapımına getirdiği tek yeni lik, duvar piyanoları için 1 848 de dilli mekan izma ( Fr. mecani que a James) veya G. meka­ nizması (mecanique Gaveau) denen ve çok geçmeden bütün dünyada eski süngülü mekanizma ( mecanique a balonnettes) nın yerine kabul edilen buluştur. Bugün Eıienne G. nun oğulları Mareel ve Andre'ni n yönetiminde bulunan fabrikada her çeşit piyanodan başka. çembalo, klavi kord, epinette ve virginai' Ier de yapı lmaktadır. -

GAVIA GEÇİDİ ( İıa. Passo del Gavi a ) , İtalya'da, Alp dağlarında, Va kamonica ile Veltlin arasında bul unan şose üzerinde 2 6 5 2 m yüksekliğinde bir geçit. GAVLE [yqvli] ( eski adı : Gefle) , Orta İsveç'te, Gastrikland'd t bir idari bölgenin başkenti. Nüfusu 47 600 dür. Dokuma, porselen ve kimya sanayii, tütün , bira fabri­ kaları vardır. Gastrikland, Halsingland ve Dalarna bölgele­ rinden gelen demir filizi, odun ve kereste G. da gemilere yüklen i r. P . GAVARNI : «Yavrum, makul olmak !azım» tarihi», «Thomas Vireloque'un hoş sözleri». G. ömrü bo­ yunca gerçekler içinde yatan ilgi çekici yönleri iğneleyici bir göıü�le incelemiş ve usta akıcı bir çizgiyle ifade etmiş­ tir. Sayısı sekiz bine varan eserlerinin alt yazıları hayal zenginliği ile tanınmıştır. Büyük bir serbestlikle i�lediği bu eserlerinde G. litografya tekniğinin en güzel örneklerini de vermi�tir.

GAVARNI SİRKİ, Fransız Pirene'lerinde, Gavar­ nie (Hautes - Py�enees departmanı) nin güneyinde bir sirk

GA VOTTE [gavpt] ( Fr. ) , çiftierin SJra halinde dizi­ lerek oynadığı bir Fransız dansı ve bunun orta hızda iki vuruşlu havası. XVII. yüzyıldan aş. yu. 1830 a kadar Paris'­ in saray eğlencelerinde ve balolarında, bugün de yalnız Bretagne, Provence ve Pays Basque'ta görülen bu dansın adı Dauphine'deld Pays de Gap halkının adı olan gavoıs'dan veya çaprazlama turnalar ( Les grues croisees) G. unun adım­ larından biri için Orta Fransa'da kullanılan gavaud terimin­ den türemiş olabi lir. XVI. yüzy ı l sonlarında branle (b. bk. ) i le bir çift oluşturan, XVII. yüzyılda Versailles sarayınca benimsenen G. u Lully opera - balelerinde, önce d'Anglebert ile Couperin, sonra da Pachelbel ve ]. K. F. Fi scher süitle­ rinde kulla nmışlardır. Şen ve sevimli olan ezgisi genellikle ölçünün son yarısından veya çeyreğinden başlar ve iki böl­ mesinden her biri ikişer dtfa çalınır. ]. S. Bach'ın süit ve partiralarında G. u rondo (b. bk ) biçimiyle kaynaştırdığı veya bir musette (b. bk. ) ten sonra tekrarladığı vardır. GAVRİL PAŞA ( Biyogr. ) : bk. KRISTEVİÇ, Gavrail. GAVRJLO, VI. (asıl a:lı : Djordje Dozic ; Vruj i­ ca, Karadağ 1881 - Belgrad 1 9 5 0 ) , Sı rhistan patriği ( 1 938 den itibaren ) . 1 9 1 1 de Raska - Prizren metropoliri olmuş, 1 9 1 3 - 1 9 1 5 yıl larında da Pec (Tüıkçe adı : İpek) meıropo­ litliği etmiştir. 1920 - 1938 de Karadağ ve kıyı bölgesi met­ ropoliri olmuştur. Karadağ'ın Sırbistan'la birleşmesi ( 1 9 1 8 ) v e Sarp Ortodoks K i l : sesin in kurulması için çalışmı ştır. II. Dünya Harbinde Almanya'da (Dachau ) hapsedilmiş, 1 946 da Yugoslavya'ya dönmüştür.

G A V A R N I

S İ R K İ

(b. bk. ) . Pau akarsuları vadisine kapalı geniş bir amfiteatr te�kil eder.

GAVAZİ, Mısır' da ya�ayan ve ya�ayışları Çingenele­ rinki gibi olan göçebe insanlar topluluğu. Kadınları çengi­ lik ederler. GAV - ÇANC, Çin kaynaklarına göre, H'yunğ - nu' la­ rın kuzeyinde yaşayan Cü - şı (b. bk. ) kavminin Cü - �i'lar sonrada.n G. adiyle ta.nınmışlardır.

bir kolu.

GAVRILOVI C [gavr!loviç], A n dra (doğ. Svilaj nac, Sırhistan 1864 ) , Sırp yazarı. Tarihi romanlar, gezi yazıları yazmıştır. Sırp Edebi yat Cemiyeri (Srpska Knj i zevna Zadru­ ga) nin kurucuları arasında yer almıştır. Eserleri : Pisma o kniiZevnosti u Slov enaca (Sloven lerde edebiyat üzerine mek­ tuplar) [ 1 89 5 ] ; Sv. Sava (ad) [ 1 900] ; Dositiie Obrado vit (ad) [ 1 900] ; Isto rita srpske i hrvatsk e kniizevnosti (Sırp ve Hırvaı edebiya r ı tarihi ) [4 kitap, 1 9 1 0 1 9 1 3 ] .

GAVSI, Neyzen Şevket : bk. ÖZDÖNMEZ, Neyzen ·

Şevket.

1 74

GAVUR

GAWAYNE

GAVUR, Ar. ka/ir kelimesinin Türk�ede halk arasında kullanılan şekli . Başka kökten geldiği hakkında rivayetler varsa da, kesi nlikle tespit edi lmiş deği ldir. Dini anlamın­ dan ayrı olarak da Tüı kçede bazı deyimlerde de kullanılır : «G. inadı tutmak», «G. luk etmek» gibi. Aslında «bir söz veya hareketten dolayı dinden çıkmak• demektir. Di limizde Müslüman olmayanlara verilen bi r addır. Bk. KAFiR. GAVUR DACLARI ( Coğ. ) : bk. AMANOS DAG­ LARI.

GAVURKALE, Ankara'n ı n fO k m güney · güneyba­ tısı nda, eski Ankara - Polatlı tabii yolu iizerinde bir kale. Derin vadiden yükselen dik kireçtaşı bloku üzerine, ilk önce, Hitit imparatorluk çağında ( M.Ö. 1450 - 1 200) 2,50 3,00 m kalınlıkta, iki kuşak hali nde anıtsal bir kale inşa edilmiştir. İ ri bloklarla k uru duvar tarzında kurulan bu ka· lede sahte kemer li bir mezar odası ve onunla i lgili mu­ kaddes mahaJ i h kalıntıları korunmuştur. Üzerine kalenin kurulduğu kayalığın dik güney cephesinin doğu kısmına •

G A V Y A L süngersi bir tümsek bulunan büyük boy bir timsah. Ganga ırmağı G. ı ( Gavialis Gangeticus) ile Schlegel G. ı (Tomi s­ toma Schlegeli ) bu tirnsabın en tanınmış iki türüdür. Hint­ Iiierin medula dedikleri Ganga G. ının uzun luğu bazen 6 m yi aşar. Hindistan ırmaklarında pek çok bulunan bu hay­ van i nsanlara saldı rmaz, leşlerle ve belki de uzun burnu ile çamurlar içinde avladığı balıklarla beslenir. Her çene­ sinde 50 tane kadar olan dişleri düzenli aralıklıdır. G. , Gavialidae familyasının tipidir.

GAWAIN AND THE GREEN KNIGHT, Sir [Jir gqwin ina Ill i grln nayt], XIV. yüzyılda yazılmış uzun ve manzum bir Arth ur romanı. Arthur efsanes i ndeki Yuvarlak Masa şövalyelecinden G.ıwain üzerine yazı lmış hikaye· !erin en tanınmışı olan bu eserde, Gawain ile esra­ rengiz Yeşi) Şövalye arasındaki baş kesme pazarlı ğı yer almaktadı r. Yeşil Şövalye, Arthur'un sarayına gelerek şöval­ yelere meydan okur : O akşam onun başını koparabilecek, fakat bir yıl sonra da onun tarafından kendi başının ko­ parı lmasına razı olacak birini er meydanına çağırır. Bu şartı yalnız Gawain kabul eder ve Yeşil Şövalyenin başını koparır. Bu heriki başını yerden alır ve bir yıl sonra için Gawain'e kendi şatosunda r andevu vererek çıkıp gider. Bir yıl sonra Gawain Yeşil Şövalyenin şatosu na gider, orada iyi karşılanır, fakat şaıo sahibinin Yeşi l Şö valyeden başka biri olmadığını anlayamaz. Şatonun hanı•ıı ı Gawain'i baştan çıkarmayı denerse de, başara maz, yalnız Gawain, kadının verdiği koruyucu bir tıl­ sımı kabul eder ve onu Yesil Şö valyeden gizler. Baş ko­ parma 7amanı gelince Gıwain irkilmez, Yeş i l Şövalye de onu sadece hafifçe yaralayarak canını esi rger ve bu kadarcık yara­ lamayı da Gawain'in tılsımı gizlemiş olmasından dolayı ya­ par. Bütün bu düzen, kral Arthur'un şövalyelerinin onur duygularını ve cesaretlerin i sınamak için kurulmuştur. Bk. GAWAN.

GAWAN, GAWAIN, GAWEIN [gqweyn] veya WALWEIN ( Fr. Gauvain ) , Fransız ve Alman edebi yatla­

GAVURKALE : Çarpışan iki kral Hitit üslubunda, kabartma olarak işlenmiş iki tanrı, oturan üçüncü kadın tanrıya doğru yürümektedir. G. , Orta Ana-lolu'da Hitit hakimiyetini takip eden Phryg çağında da iskin edilmiş, bu çağda surlar Hitit dev­ rindeki kadar azamedi olmamakla beraber, kale sahasını ge­ nişletmiş ve içerideki yapıların sayı sı artmıştır. Kale içi nde Phryg çağının kalıntıları üzerinde Roma ­ Bizans devrinin varl ığını gösteren izler vardır. G. nin hemen doğusunda, vadide Paleolitik çağa ait birkaç alet de bulunmuştur. - T. Ö. GAVYAL (Hintçe ghaviyal) [ Zoo. ] , Hindi stan'da yaşayan, dar vücudu, ince ve uzun burnunun üst ucunda

rında işlenmiş olan Kral Arthur (Alm. Artus) destan kolu­ nun başlıca kahramanlanndan biri. Yuvarlak Masa şövalye· lerinden olan Gawin, Kral Arthur'un yeğeni, Gaheris i le Gareth'in kardeşidir. İlk olarak, Geoffroy of Monmouth'ın History of the KingJ of Britain ( Britanya kralları tarihi) adlı eserinde Walwain veya Walwanius adiyle, ondan sonra da hemen bütün destanlarda karşımıza çıkar. Gawan cesareti, hanımların hizmetindeki fedakirlığı, haklı davalara baş koy­ ması ile kusursuz bir şövalye öroeğiJir. Wolfram von E •chenbach'ın Parzival adlı manzum roman ında Gawan, Par­ zival'a nispetle yaşama arzusu ile dolu parlak bir şövalye­ dir. Von E schenbach ' ı n esinlendiği Fransız ozanı Chreıien de Troyes'nın Perfeval'indeki şövalye Gauvain tipi ise Hıristi­ yant karakterdedir. Heinrich von dem Türlin'in Krone (Tae;) sinde asıl kişi Gawan'dir. Kelt efsanesi nin kahramanları arasında Gawan'a tekabül eden kahramanın adı Gwalch­ mai'dir.

GA WAYNE (Edeb. ) : bk. GAWAl N.

175

GAWLER DAGLARI - GAYBE GAWLER [g?lır] DA�LARI ( fng. Gawler Range ) , Güney Avustralya" da, Eyre yarımadasının kuzeyinde bulunan, hemen hemen birki örtüsü olmayan bir granir dağ sırası. Yüksekliği 600 m yi aşar.

ğini bilmez. Evdeki olaylar onun için G. sayı lır. Nisa sure­ sinin 33 ve Yusuf suresinin 5 2 . ayetleri bu anlamdadır. b. Duyutarla bilinebilen, fakat bilinmesi gelenek h a lin­ de olan şeyler de G. sayılır. Geçmişe ait olayları biçbir şey okumadan bilme ve ilim kaideleri dışında olan gelecekteki GAY [gey] , John ( Barnstaple, Devon 1 68 5 · Londra olayları bilme bu cins G. lerdir. Hud suresinin 49 ve Sebe 1 7 3 2 ) , İng i liz şairi ve yazarı. Sarayda çalışmış ve önce suresinin 14. ayeti bu anlam d adır. sevimli idiller [Rural Sporls (Kır oyunları ) , 1 7 1 3 ] , daha c. Akıl ile bilinip, fakar duyutarla bilinmeyen şeye de sonra mizahlı ve hicivli Rokoko desranları yazmıştır : The G. denir. Evliya suıesinin 49. ayetinde zikredilen G. den /an (Yelpaze) [ 1 7 1 3] ; Trivia ( Önemsiz seyler) [ 1 7 1 6] ; maksat, görülmeyen ve beş duyu ile algılanmayan, fakat akıl The Shepherd's Week (Çobanın hafta sı) [ 1 7 14 ] . G. kome­ yolu ile b i linen Allah k a stedilmekredir. diler de yazmıştır. En iyi bi d. Duyular ve akı l ile kavramlmayan G. ise iki kısım­ lin en yazıları, Pables (Ma sallar) dır. Birinin bilinmesi mümkündür. Bakara sure sinin 2. aye­ [ 1 728] ve The Beggar's Ope­ tinde «Gaybe iman» meselesinde hem akıl hem duyu ile ra ( Dilencini n operası) adlı bilinmeyen, ahiret, cenner, cehennem, sevap ve azap ve haşre şarkılı hicivli komedisidir. Bu iman olduğu bildiıilmektedir. Bunlar ancak vahy i le bilinir. son esere Po/Jy (ad) başlıklı Cin suresinin 26. ayeri bu anlamdad • r. Diğeri, bilinmesi '" bir i lave de yazmı s r ır. imkansız olan G. dıı k i bu, Allah'ın zau, hakikati an lamı­ The Beggars O p e ' a, nadır. Bunun bilinip bilinmemesinde ihrilaf varsa da, ağır Dreigroschenopu ( Üç kuruş basan raraf bilinemeyeceğidir. Murasavvıflar da Allah'ın operası ) ba şlığı alunda Serıold zaunın ve hakikarinin bilinemeyeceğine inanırlar. Buna Brecht tarafından yeni bir şek­ Gaybü"l - Huviye ve Gaybü" l - Muılak, el · Gaybü" J . Meknun le konmuştur. Masalları La (gizli G.) ve el · Gaybü'l Mesun ( saklı G.) derler. On lar Fontaine"in ü �lubunda yazı l· ancak bil inmesi mümkün olan, fakat akıl ve duyutarla bilin­ mışrır. Eserleri 1 797 de top l u meyen G. ı keşf ve ilham yolu ile bild i klerini iddia eder ve ]. GAY olarak yayımlanmıştır. bu anlamdaki G. ı bilmenin küfıü guektirmediğini savu­ GAYA, Hindistan'ın kuzeydoğusunda, Bi har ilinde, nurlar. Parna'nın güneyinde bir şehir. Nüfusu 1 5 1 100 dür. Bir Tasavvufta bir de «ricalü"l - gayb» diye on kişi zi kre­ tarım ürünleri pazarı olan bu şehirde ipekli ve pamuklu dilir ki, tam huşu içinde, sessiz olup Rabman olan Allah'ın kumaş ve tak üretilir. G. , Hindistan'ın mukaddes şehi rle· tecellisi onlara daimidir. - H. A. rinden biridir. VI. yüzyılda S llkyamuni'in öğretilerini bu­ GAYB VE RİCAT ( Mezhepl e r ) , itikadi İslam mez­ rada . yaymış olduğuna inanılır. S akyamuni"nin daima alıın­ heplerinde; özel likle Şiiliğin Galiye yahut Gulat d r nilen •

da orurmuş olduğu incir ağacı yak ı nında inşa edilmiş olan tapınağını her yıl 300 000 i aşkın Hintli ziyaret eder.

GAYA CIENCIA [gqya JfenJia] ( eski Provençal di linde = mutlu hüner) , Toulouse başozanlar okulu (kuru­ luşu : 1 3 2 3 ) nun, özellikle Hz. Meryem'i ululayan şiirlerine verilen ad. GAYAKOL ( Fr. Gaiacol veya gayacol ) , pirok ateşin"in monometil ereri, 32 C0 d e eriyen keskin koku lu sert bir billur Guaiad.n ağacının katran ruhu ( kreozor) ndan elde edilir ve antiseptik olarak kullanılır. GAY�L, Kuzey Hindimn'da yaşayan ve: gaur ( b. bk. ) denilen yaban öküzünden daha küçük bir cin s yaban öküzü. Boynuzları dik olan G. evcilleştirilebilir.

G A Y B ( Ar. ) , «gözle görülmeyip beş duyu ile algı lanmayan ve bilinmeyen şey» de­ mektir. Yerde i ç i n e girilip g i z 1 e n i 1 e n çukura da G. denir. G. ı dörr çeşide ayırmak mümkündür :

GAYAL YABAN ÖKÜZÜ

a. Beş duyu i le bilinen şeyin bir zaman süresince bilin· memiş olmasıdır. Bu, her gün olağan şeylerden sayılır. Her· hangi bir nesnenin bir an önce bilinmezken bir an sonra bilinmesinde, bilinmediği zamanki duruma G. denir. İnsan evden çıkı n ca, eve dön ünceye kadar orada ne eeceyan etti-

bölümünde yaygın bir dokuinin adı. Kelime «gözden kay­ bolmak, görünmez olmak ve bi lahare tekrar dönmek» anla­ mına gelir. Adı geçen mezhepler grupunda, mezhebin lider ( i mam) i herhangi bir sebeple ortadan kalknğı zaman, taraf­ tarları onun ölümünü kabul ermemekre, onun ölmc:diğini, «gaip olduğunu. i leride bir tarihte tek rar dünyaya geri ge­ lerek düşmanlarından intikam alacağını, haksı zlıkla dolmuş olan yeryüzünü adaletle dolduracağını» iddia etmekted irler. Genellikle kabul edi len görüş, bu dokrrinin ilk Hıri stiyan mezhepleri ara sında yayg ı n olan ve İsa'nın şahsiyeri i le i lgili bulunan Doseıizm ( Doc e,ism) i n İslam dünyasında yayılması ile başladığıdır. Zamanımııda yaşayan mezheplerden sadece Şii İsnaaşeriye ( Onikiciler ) tarafından temsil edi lmektedir. Bu mezhebe göre, on ikinci imam Muhammed el - Mehdi, Samarra şehrinde H. 260 yılında bir serdaha girmiş ve oradan çıkmamıştır. Arandığı zaman bulunamayan bu imarnın her­ hangi bir gün «mehdi» olarak dünyaya dönecc:ğine ve cemaa­ tinin başına geçeceğine inanmak şarmr. - Y. K.

GA YBE, gabe kökünden g�lir ve gayb g;bi mastar­ dır. G. ve gayb kelimeleri sözlük anlamında bi rleşirlerse de, G. den daha çok sayı ve defa anlamı çıkmaktadır. G. yi gıybet i le karıstırmamalıdır. Gıybet, ha"' is - i şerif re anlatıl­ dığı gibi, bir kimseyi arzu etmediği şekilde anmakrır. El · Cevheıi, gıybetin hem igtiyab hem de gabe'den mastar olduğunu naklermektedir. G. nin isim olarak anlamı, herhangi bir şeyin yer düzlemi h i z.a s ı n da n görülmeyecek şekilde içine girip gizleneceği çukuıdur. Bu kelime tasavvufr veya «Dana» ve diğer motor ve yelken iileele orduya ait siJah, cephane ve diğer savaş malzemesini, Tuapse veya Baturo'dan Tıabıon'a ve buradan da Samsun, inebolu ve diğer batı limania rına taşı mış, Kütahya - Eskişeh i r muhare­ belerine ıakaddüm eden günlerde III. Kıfkas tümeninin batıya naklinde büyük hi zmetleri dokunmuştur. İtilaf dev­ Jetlerinin zırhlı, k ruvazör ve muhripleri i le kontrol altında bulundurulan ve 26 mart 1 92 1 tarihinde de Yunanlılar ta­ rafından bütün Karadeniz kıyısının askeri abluka altına alındığr ve yakalanacak subay ve eriere konan muamelesi yapılacağı ilin edilmiş olmasına rağmen ne Karadenizin müthiş fırunaları, ne de düşman donanmasının devam l ı kontrolleri bu küçük gemivi faaliyetinden alı kovabi lmiştir. Kahraman personel, insan kuvvet ve kudretinin üstünde gayret sarf ederek Kurtuluş Savaşı süresince cephenin ihti­ yacı olan binlerce ton top mermi�i, makinalı rüfek ve mer­ misini ve diğer savaş malzemesini doğudan batıva cepheve yakın limanlara nak letmişıir. 1 9 2 2 de Rum�nya - I stanbul boğazı nakliyarına hücum görevi alan G. G. , 6 ekimde de Amasrs'dan hareketle düşman muhriplerinin sıkı bir şekilde karakol eı tikleri I stanbul boğazının açığı n a yol vt'rmi ş ve 7 ekim saat ı ı de bağazın 60 mil kuıeyinde 2 200 ton kereste, 1 5 0 to'l karpit yükü i le Kösıence'den boğaza gel­ mekte olan 2 000 ton luk «Urania» adlı Yunan şi lebini zapt ve müsadere ederek Erl'ğli'ye ve oradan da Trabzon'a gön dermiş ve milli hükumet makamiarına teslim etmi ştir. G. G. bu başarısı ile Türk deniz harp ta rihinin Kurtuluş Sa­ vaşı safhasına yen i bir sah ifeve de Gazal adiyle birli kte Yüzbaşı Nazmi, Ka�if. Yusuf, Üsıeğmen Sabri ve Asıeğml'n Seyfettin adlarını da beraber yazdırmıştır. «Urania» gemisi sonradan «Samsun» adiyle Türk bahriyesinde uzunca bir süre kömür gemisi olarak kullan ı l mıştır.

GAZAL OTU

( !Jictamnus

albus) : Sedefotugi ller

( Rutaceae) familyasından çok yıllık bir bitki türü. Bitki bir metre kadar yüksek l i kte, tüysü ''yapraklı, ç i çekleri pembe ve kovu pembe damaılı veya beyaz renktedi r. Bitkinin ken­ dine has bi r kokusu vard ı r. G. O. tabii ola­ rak Akdeniz çevresi ül­ kelerinde, Kafkasya'da, Kuzey Çin'de ve Kore'­ de yeti şir. Kültür bit· khi olarak başka mem· leketlerde de yeıişıiril­ mekıed ir. Memleketi­ m i zde de kıyı bölgele cimizde yeıişmektedi r. Bitkinin oısu k ı s m ı, yaprakları ve kökü es· kiden tıpta kullanılmış· ıır. Birkini n bileşimin­ de Diktarnin alkaloidi, sapanin ve uçucu yağ­ lar vardır. Oısu kısım. larından Htrba Di&tam· ni albi. yapraklarından G!ıZAL OTU : ı . Çiçek li sür­ Folia Dirtamni albi ve gün, 2. Kapsül meyvası köklerinden Radix Dir-

-

ısı

GAZANFER

lamni albi eczaları elde edi lir. Her üç ecza özel l i kle kadın hastalıklarında emenagog (adet söktürücü ) , karminatıf gaz söktürücü ve epi lepsi ( sara) ye k arşı kullanılmıştır. Yaprak­ larının terletici özelliği vardır. Rusya'da çay gibi içilir. K. K.

GAZALI, Mehmet ( Bursa 1 466 Mekke I B 5 ) , Sur­ salı şair. Baba sının adı Durmuş'tur. Şiirlerinde G. mah lasını kullanmışsa da, çağd ışlan arasında Deli B i rader d iye tanın­ mıştır. Med rese ıahsili yapan. bu arada Mevlana Muhyeddin Acemi'den ders a lan G . , müderris olarak Bursa'da Bavezid Paşa m edresesinde çalıştıktan sonra Man i sa'ya Şehzade Kor­ kut'un ned i m i Piyale Beye inıisap ederek şehzadenin şaha­ detine kadar onun meclislerinde bulunmuş, eğlence arkadaşı olmuştur. Sonra Bursa Geyikli Baba tekleesinde şeyh olmuş, tekrar müderris olarak S i v rihisar, Akşehir, Amasya'da çalışıp sonunda ayda ı 000 akçe ile emekli olmuştur. Sadrazam İbrahim Paşaya Cername adlı 3 ı bevtlik bir arzuhal yazarak bir mescit ve bir tekke yapıırmak için para istemiş, dileği kabul edilince bunların gelirleri n i karşılamak gayesiyle bir havuzlu hamam da yaptırmışıır. Fakat çıkan dedi kodular yüzünden bir süre sonra sadrazam burayı yıkcırmtk zorun· da kalmış, G. de Kapiuraname adlı manzumesini yazarak, Mekke'ye g i d i p yerleşmiştir. Oradan lstanbul'a bir mektup göndermiştir. Bu mektubun Eyü mü? redifli manzum zeyline Zati ve Ru'll i Eyüdür redifi ile cevap vermi şlerdir. G. laubali mizaçlı, zevk i n e düşkün, fakat iyi kalpli bir insandı. Kapalı haya ttan hoşlanmazdı. Bu yüzden mü­ derri slik hayatına intibak edememiş, bir ara tasavvuf yoluna ni yet etmişse de, huzursuz ve istikrarsız yaradılışı yüzünden bundan çabuk vazgeçmi şt i r. G. , hezel leri, mersiyeleıi, tarihleri. h ici vleri, sufiyane terci leri ile ün yapmıştır. Cername, Kapiuraname ve Me.Ue mektubu tanınmıstır. Gazel leri, teıcileri, Şehıade Korkut ve İskender Çelebi için yazdığı mersiyeleri samimi, fakat iıinasızdır. ·

GAZAN, Mahmut ( ı 27 1 - 1 304 ) . İlhan lı hükümdarr. Babasr Argun ve Su ltan Geyhaıu zamanında Horasan, Ma­ zenderan ve Rey vilayetlerin i idare etmiştir. Buddha dininde yetişmiş, fakat tahta geçmeden az önce kumandanı Nevruz kendisine İstimiyeri kabul eııirmi şti r. Resmi dini İslam olan impa ratorluğunda hayır kurumları , camiler. medreseler yap· uran G. , devletini bi r Moğol gibi yöneterele ülkesinin ve kendisinin güvenliği için tehlikeli gö rdüğü k i m seleri yok etmekten çekinmemiştir. Vezi ı i Sadeddin el · Savi'nin bütün görevlerini üzerine alıp ülkede ıek söz sahibi kişi olmuş, maliveyi düzelımiş. sikkelerin üzerine eskiden olduğu gibi büyük hanın değil, Allah'ın inayeri ile sulıan olduğunu yaz­ d ı rmıştır. Devrinde refah artmış, devlet geliri 2 ı oo tümen ( üç milyon ) e çıkmıştır. Ana dili olan Moğolcadan başka birkaç dil bilen G., tabii i limler, tıp, ki mya, astronomi ve birçok el sanatları i le uğraşırdı. Tarih bilgisi derindi. Reşidü'ddin Tarih · i Gazani adlı e•erini hükümdarının bilgisinden faydalanarak yazdığım söylemi ştir. G. askeri başanlar kazanamamıştır. Doğu sını rlarını Asya'dan gelen alcınlara karşı koruyamadığı gibi, Suriye'yi de zapıedememişti r. GAZANA veya GAZAVA, İ ran'da ve Hindistan'da kullanılmış olan, ı rupi değerinde eski bir gümüş sikke. GAZANFER (939 veya 940 - Ramle 979 ) , Hamdani­ lerden Musul emiri Uddaıü'd - Devle Ebu Taglip Pazlullah b. Nasrü'd - Derle'nin likabı. Büveyh oğullarından Muizzü'd-

182

GAZANFER

Dev le 967 de ölünce onun yerine geçen Bahriyar üzerine hücuma geçmiş, fakat kardeşleri ile arasında anlaşmazlık çıkmıştır. 969 da babalarının ölümü üzerine G. in kardeşle­ rinden Hamdan ile İbrahim, Bahriyar'ın tarafın ı tutmuşlar, fakat üçüncü bir kardeş olan el - Hüseyin G. e bağlı k almış­ tır. G. , 970 yılında Harran 'ı zapredince Bahriyar ile ban­ şarak O 'l U D kızı ile evlenmiştir. Bu arada kardeş i Hamdan'­ dan da Mardin'i almıştır. Fakat 975 yılında Bağdad'ı ele geçiren ve babası Rüknü'd - Dev le' nin ölümü ile Bahriyar'ı lrak'ı boşaltmağa zorlayan Bü veyh oğullanndan Azudu'd­ Devle, G. in karşısına güçlü bir hasım olarak çıkmıştır. Bu durum karşısında Hamdan, Bahriyar'ın yardımı i le kardeşi G. i Musul'dan çıkarabHeceğini zannetmiş, fakat G. , Bağ­ dad'ı geri almak için Bahtiyar'a yardım vadedince Hamdan, Bahriyar tarafından tutuklanmıştır. Bunun üzerine Azudu'd­ Devle ile yapılan savaşta Bahriyar esir düşerek öldü­ rülmüş, G. ise ancak kaçarak kurtulabilmiştir. Hamdan, Azudu'd - Devle ile anlaşma teşebbüsünde bulunmuş ise de, galip hükümdar, bu önemli mevkii Hamdanilere bı rakmağa razı olmadığından onun bu teşebbüsü boşa gitmiştir. Diğer tarafran G. , Bardas Skleros'a sığınmış, fakat onun Bi­ zanslı kumandan Bardas Pbokas ile savaşması ve yeni!· mek üzere olması sebebiyle, aynı zamanda Azudu'd · Dev­ le'nin Meyyafirikin ve Amid"i işgal etmesi üzerine Şam'a çeki lerek Patımilerden el - Aziz bi'llah'ın yardımını isıemek mecburiyerinde kalmıştır. El-Aziz bi' Ilah, G. e güzel vaad ler­ de bulunarak onunla ilgilenmiştir. G. Mısır askerinin kendi­ sine yardım etmesi için boşuna uğraşı rken Müferric b. Dagfel b. el - Cerrah ile bozuşmusıur. Bu zat Patımilere bağlı görün­ mekle beraber, Ramle ve Kuzey Pilistin'e hakim bulunuyor­ du ve bu topraklarda yerleşmiş bulunan Beni Ukerl'i çıkar­ mağa çalışıyordu. Bundan faydalanmak i steyen G. , Beni Ukeyl ile birleşerek Müferric b. Dagfel b. el - Cerrah üze­ rine yürümüş, fakat Remle civarında yapı lan muharebede esir düşerek öldürülmüştür.

GAZEL ( Ar. = kadınlarla işıkane yarenlik etme ) . ilk beylinin mısraları birbiriyle kafiyeli, sonraki beyitlerin birinci mısraları serbest, ikinci leri ise ilk beyit i le kafiyeli olup genel likle 5 - 1 5 beyitlik, aşk ve şarap konusunu iş le­ yen bir nazım şekli. Araplarda, Hicretin i l k yüzyılından beri bu anlamda kullanıldığı bi linirse de, G. in o zamanki şPkli ve özellik­ leri hakkında kesin bilgimiz yoktur. Eski Arap yaza.rlan G. yerine daha çok tagazzül (G. söyleme) terimini kullan­ mışlardır. Arap şairlerinin divanları nda bazan babü'l - ga­ zel veya b.ibü'l - nesib adında bir bölüme rastlanmakıa ise de, bu ayırımın çok sonraki tarihlerde bu divan ları konu­ lara ve şekiliere ıı:öre bölümler e ayırmak i steyenlerce yapıl­ dığını gösteren belgeler vardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Araplarda G. diye &f· rı bir edebi tür yoktur, ancak aşk ve kadından bahseden kaside şeklinde şiirler vardır. Bir kasidenin başında geçen bu türlü bir şiire nesib denilmekted i r ve böyle bir şiirde aşk ve kadından, şair�n bu kadınla olan i l işkisinden başka, tabiat güzelliklerinden de söz edilmektedir. Yine kaside tarzında yazılmış bir şiir, sadece kadını ve aşk acı larını konu edinmişse buna teıbib dtnirdi. G. terimi i se arasıra neiib yerine kullanılmakta, bazan da kadın ve aşktan söz eden kaside şeklindeki uzun veya kısa ( 2 beyinen 2 5 bey­ te kadar) müstakil şiiriere G. ve bu türlü şiirler söylerne­ ğe de tagazzül denilirdi. Bunlar, kasidelerde olduğu gibi, bestelenerek musiki eşliğinde çağrılırdı.

GAZEL İran edebiyatında i se, daha i l k devirlerden itibaren G. sözü geçer. Ancak bu devir şairlerinin G. lerinin bugün­ külere benzeyip benzemediğini bilmiyoruz. Çünkü Saman l· ler zamanından bize tam olarak hiçbir divan intikal etme· mişti r. Sonraki devir iere ait divanlardan ise elimizde pek az G. vardır ; bun lar, medhiye bölümü bulunmayan nesib'­ lere benzer. Bu edebiyat nazariyedieri de G. ile nesib ve teşbib"i karı ştırmaktadır. Berthels, G . e i l k olarak Sadl ( ö lm. 1 29 1 ) nin bağı m u z şeklini verdiğini söyler ( Persid­ ıkaya poezi,a v Bu!Jare. Leningrad, 1936) ise de, G. in ba­ ğımsız şeklini alması Sadi"den en az yüz yıl öncesine ka­ dar gider ( İran lı şair Hakani Şirvan i [ölm. 1 199] nin bu­ günkü tarife uyan G. leri vardır) . Bu tarihlerden sonra ar­ tık, ilk beyti musarra' ( mısralar aralarında kafiyeli ) , vezin ve kafiyesi aynı olan 5 - 12 beyitlik şiiriere G. denilmekte­ dir. Daba uzun olanlarına kaside adı verilir. Konusu aşk ve şaraptır. Son beyitte şair, bir münasebet düşürerek kendi adını bi ldirir. G. , Hindu edebiyatında da çok sevilen bir nazım şeklidir. Türk edebiyatı ise G. i İran edebiyarından almış, fakat divan şairi beyider arasında konu bakımından birlik tanımamıştır. Her beyit hemen hemen müstaki ldir. Muallim Naci, l ıt ılahat - ı edebiye ( Istanbul, 1 307) sinde G. i ; «ay­ n ı vezin ve kafiyede 5 - 15 beyitlik aşk ve şarap şiiri• di­ ye tarif eder. G. in, mısraları birbiriyle kafiyeli olan ilk beytine matla', şairin mahlisını bildirdiği son beytine de makta' adı verilir. Matla'dan sonraki beyte hiim - ii matla', malıla'dan önceki beyte hiiın - ü makta' , G . in en güzel beytine ise ıah beyil veya taç heyil den ir.

İ ranlılarda Hifız (özellikle Alman edebiyatında Schle· gel, Leuthold, Rückert v. b. gibi şairlerce taklit edilmiştir) , divan edebiyatımııda ise Naili, Nabl, Fuzu l i , Baki ve özel­ likle Nedim G. türünün üstatları sayı lı rlar. Tanzimat şair­ leri de G. yazmışlar, Nedim ile başlayan konu birliğine daha da çok önem vermislerdir. Ancak Tanzimatçılar, kla­ sik G. şekline sadık kalmakla beraber, aşk ve şarap gele­ neğinden, Nedim'in o şuh ve şakrak üslubundan ayrıla rak daha ziyade felsefi, ahiiki ve içtimal fikirlere, rindce ta­ hassüslere, memleket meselelerine, hürriyet tutkusuna yer vermişlerdir ; özellikle Ragıp Paşa, Hersekli Arif Hikmet, Mua llim Naci ve Namık Kemal bu korı uları işleyen şai rler arasındadır. Servet-i Pünun ve Fecr - i Aıi edebivarları G. i tamamiyle bırakmış l ardı r. Yahya Kemal'in ince lirizmiyle yeni bir ruh ve yeni mefhumlar kazanan G. , neo - klasik bir hamle i çinde edebi yatımıza kendini bir kere daha kabul ettirdikten sonra tarihe mal olmuştur.

GAZEL ( Mus. ) , geleneksel Türk sanat musikisinde okuyucunun G. türünden bir şiiri irticalen ezgileyerek söy­ lemesi . İrticali ve genellikle usul vurulmadan söylendiği için taksim ( b. b k. ) e, sanatçıya i rticai u stalığını ve ses gücünü gösterme fırsatını verdiği i ç i n k adans (b. bk. ) a benzeyen G. in, önceleri fasıl sırasında çalgılardan birinin eşliğiyle bir veya iki G. beyti söylenmesi biçiminde baş ­ ladığı sanılmaktadır. XX. yüzyı lın i l k çeyreğinde Hafız Sami, Musullu Hafız Osman, Hafız Aşir, Hafız Burhan Sesyılmaz ve Hafız Yaşar Okur gibi gazelhan (G. okuyu­ cusu) ların plağa okudukları G. ler, bu türün elde bulunan en üstün örnekleri sayılır Bugün daha çok bir şarkı (b. bk. ) nın içinde meyandan sonra okunan ve biter bitmez nakarata geçilen kısa G. )ere, özellikle çalgıların usulü be.•

GAZEL - GAZI AHMET BEY, Tacüddin Ahmed Gazi

l i rtti k leri tempolu G. lere beıtelem e k vey'l okunduktan olmadığı halde, H. S. Ar e ! ve Y. K. Beyatlı'nın söLleri

rastlanmaktadır. G. i önceden sonra notaya almak göremek 1 947 - 1 949 da Fuzu li, Nedim üzerine 51 G. besıelemişıir.

GAZELLA (Zoo. ) : bk. CEY LAN. GAZEL BOYNUZU (Lotuı cornicu/atuı ) , Bakl ag i ller ( Papilionaceae) familyasından �ok yıllık bi r bitki türü. Ça yırlaıda, bağ ve bah � elerde yetişen, 20 · 40 cm boyunda, yatık gövdeli , a z d a llı , sarı çi � e k l i , boynuz şeklinde meyvalı bir yem bitki sidir. Bitkiye G . B. adının veril mesi meyval a­ rının boynuza benzeme sindendir. Bitki bütün Avrupa'da, Ku z ey R usya' d a Asya'nın ı lım lı bölgelerinde, Kuzey ve Doğu A fri k a 'da, Avustural y a ' da yetişir.

GAZEL OTU (Bot . ) : bk G A Z AL OTU. GAZ � S veya GAZA, Theodöros ( Selan i k 1 398 - San

Giovanni a Pi ro, Calabria 1 47 5 ) , Yunan bi lgini. 1 447 de Ferrara'da Yunanca profesörü, 1450 de de Roma ' da fel sefe profesörü olmuştur. Yunanca yazıları Latinceye çevirerek ve Venedi k'te çıkan Y un a nca grameri i le Yunancanın batı dün­ yasında yayılmasına hizmet et m i ş ti r .

GAZETE ve GAZETECILIK : bk. BASlN. GUETE ABONESİYLE SİGORTA ( Huk. ) : bk. SİGORTA.

GAZETTE DES BEAUX - ARTS [gaz�t de bozqr]

( Fr. = G li z el sanatlar gazetesi ) , Paris'te 1 8 5 9 da Charles Blanc tarafından kurulmuş olan aylık re s imli bi r s anat d erg i si .

GAZ ETTE, La [ la gaz�t ] . Fra nsa ' da resmi monarşi organ ı olan ve 1 6 3 1 de Te op h ra ste Renaudoı tarafından yayım lanan bir gazete. 1762 de «G azette de France>'> adı ile çıkmaya devam etmiş ve 1 9 1 4 te yayınını durdurmuştur. GAZETTE DE LAUSANNE, LA [la gaz�t di /ozqıı] ( Fr. = La u s a nne gazetesi ) , İsvi ç r e ' de 1804 ten beri yayım·

!anan bir gazete. 1 8 5 6 dan itibaren günlük gazete olarak �ıkan ve İsviçre'nin Fransız d i li konuşulan bö lümünün li­ beralizm geleneklerine bağlı olan bu gazete, çağdaş büyük ba s ının nüfuzlu organları arasında yer almaktad ır. GAZİ ( Di n. ) : bk. Z AHiR.

GAZİ, Müsl üman lard ı d ü ş manl a savaşan veya savaşmış olan kimse, ö z ellikle savaş ( gazve ) ın komutan ı . G . un v a n ı H z . M u hamm ed zamanından beri kullanıl­ maktad ı r. G. lık ve şeh i tliğ i n ma nevi değerleri, Hz. Muham­ med ıarafı �dan ümmeıine �eş i t l i z am anl a r da hadislerle bi l­ diri lmi ştir. İ l k Mü s lüm anla r ufa k tef e k i stisnalar d ışında hep b i r l i k te savaşa katı ldıkları ndan G. u n v an ı ö z e l olarak verilmez, bütün Müslüman lar G say ı l ı r dı. Müslü manlığın i leri devi r lerinde i se s a v a ş l a r a katı lmayan Müslü­ manlar çoğ a l m ış ve G. lik unvanı da özel olarak veril meye başlanm, ş tır. Aslında bir savaştan sağ dönen her Mü slü man G. dir. İslam h ü k ü m cl a r la r ı da fertler gibi savaşlara katıldık­ larından onlar da G. unvanın ı alı rl..rdı. Sonraları bunlar zaman larındaki savaşlara katı lmadıkları halde katı lanları tems i l ettikleri, manevi varlık lariyle on ların başında sayıl­ dıkla r ı için yine G. unvanını al m ışlardır. Osmanlı padişahları ilk devirlerde İ slam hükümdarları gibi savaş lara katılmışlar ve G. unva n ı n ı almışlardır. Fakat sonra ları umumiyede savaşlara gi rmemişler, buna rağmen kazanı lmı ş savaşın şerefine aynı un v anı almışla r d ı r. Osmarı lı padişahlaıına G. l i k fetva ile veri lirdi. En son G. l i k unvanını alan ll. Ab diilh am i d'e bu paye Şeyhül­ islim Hay ru l l a h Efendi t ara fı n d a n verilmiştir. Bk. GAZA. GAZI, I. ( 1 9 1 2 - 1939) . Irak kralı. İlk Irak kralı I. Paysal (b. bk. ) ın oğlu olup 1 9 3 3 te kral olmuş, 1 93 9 da

183

bir otomobil kazasında ölmüş, II. Paysal adıyle dört yaşındaki oğlu geçmiştir.

yerine

GAZI, Seyfeddin ( 1 1 07· Musul 1 1 4 9 ) , Zengi ( b. bk. ) nin oğlu ve Musul a t a b e y i ( 1 1 46 - 1 149) . Atabey Zengi, 1 14 6 da adamları tarafından öldüıülünce bunların i 1 e r i gelenleri ve bu arada vezir Cevat Isfahani, askeri Alp Arslan b. Mahmud tarafına geçi rmeğe çalışmışlardır. Fakat bu teklifi askerin bir kısmı I. GAZi kabul etmemiştir. Bu teklifi kabul e t me y e n ler Zengi'nin oğl u Nureddin ile Suri ye'ye, diğer kısmı ise Zengi'nin temsilcisi olan ve Musul'da ku­ mandan bulunan Zeyne-:ldin Küçük'ün yanına gitm i şl e rdir. Fakat A l p A r s la n ' ı n kend ine gü veni olmadığını anlayınca Şehrzur'da bulunan Zengi'nin d i ğer oğlu S. G. ta rafı n a ge­ çerek onu Musul'a çağ ırmış l a rdı r . S. G. bu d aveti kabul ederek Musul'a gelmiş ve Alp Arslan'ı esir almıştır. S. G. bundan sonra atabevliği Musul ile Diyar · i Rebia'da idare etmiştir. Bir aralık Haç lı lar Şam'ı işgal edince o r a halkı tarafından yardıma çağrılmış, fakat g i dinceye kadar Hıris­ ti y an şö va l v eler yen i t ere k kaçmış la r dır. S. G. n i n Musul'da bir medrese yaptırmış olduğu söy· len i r. Ölümünden sonra yerine Kurbeddin Mevdud ( b. bk. ) geçm i ş t ir . GAZI, Seyfeddin (ölm. Muml 1 1 76) , Musul atabeyi ( 1 1 70 - 1 1 8 0 ) . Babası Kurbeddin Mevdud ( b. bk. ) un ölümün­ den sonra büvük kardeş olarak atabeylik makamına İ madeddin Zengi 'nin g e çmes i lazım gelirken, hükümet işlerini idare eden Fah reddin Abdü'l Me s i h'in yardımı ve Timurtaş'ın kız ı olan anasının nüfuzu sayesinde bu makama S. G. geç ­ miştir. İmadeddin, atabeylik makamını ele geçirmek için a mcası ve k a yın babası olan Nureddin'den yardım i steyerek Musul ü z e rine yürümüştü. Nureddin, Rakka, Nusaybin ve Sincer'i almış, fakat Musul önüne gelince hü k ümdarl ı ğı S. G. ye bırakarak İmadeddin'e ya lnız S i ncer ' i vermiş ve ı.nlaş­ ma yapm ı şt ı . Nuredd in ölünce ( l l 74) S. G. Har ran . Nusay­ bin, Rakka, Urfa, Habur ve Saruc şehirlerini almıştır. Bunun ü zeri n e Salihaddi n ile savaşmak zorunda kalmış, Salihaddin Hama civarında yapılan savaşta Musul askerini geriye ka­ çırmıştır ( 1 1 65 ) . S. G. e rtesi yıl Suriye emirleri ile Sali­ haddin üzerine yürü rıı ü ş ise de, Tell'ül · Sultan savaşında yenilerek tekrar kaçmıştır. Bundan sonra ölümüne kadar Mu s ul ' dak i d u rumunu mu h a fa za etm i şt i r. Ö lümünd en sonra y erine k a rd eş i İzz eddin M es 'u d g eçm i şt i r. ·

GAZI AHMET BEY, Ticüddin Ahmed Gazi (ölm . 1 39 1 ) , Batı Anadolu kıyılarının açılışında önemli faa­ l iye tler i olan bir T ü r k komut9nı, G. , Mente şe oğulları (b. bk. ) ndan İbrahim Beyin oğludur. Babasının ölümünden sonra ( aş. yu. 1 360) kard e şl e ri Musa ve Mehmet beylerle bi rlikte babasının ülkesi üzerinde beyliğini devam ettirmi ş , öz e llikle M armari s kı y ı la r ında meydana getird i ği donanma ile Ege denizinde Türk hakimiyetinin başlangıç safhasında değerli h i zmet l erde bul u nm u ştur. Babası İbrahim Beyin ölümünden sonra bir süre için ağabeyi Musa'yı uluğ beğ olarak tanımak zorunda kalmış ve babası zamanında kendisinin hakim bulunduğu Meğri ve

184

GAZİ AHMET BEY, Ticüddin Ahmed Ga:z:i - GAZI GİRA Y, II.

Marmaris'le yerinmek mecburiyeri ile karşılaşmıştır. Musa Beyin 1 3 5 5 tarihinde ölümü üzerine, Menteşe beyliği konu­ sunda kardeşi Mehmet Beyle miicadeleye girişmiş, 1 37 5 te Milas ve Beçin ( Peçin) i ele geçirdi kren sonra Muğla'ya doğru uzanmış ve Milas Muğla yolu üzerinde hulunan Es­ kihisar (b. bk. ) ı da bu tarihlerde zaptetmiştir. G. in en so­ nunda Balat ( Miletos) ı da ele geçirdiği ve bu su retle Men­ teşe bevliğinin tamamına hakim olduğu kabul olunmaktadır. G. , doğu Akden iz politikasına da karısmıştır. Kıb­ rıs'ta üslenen Haçlılara karşı Mısır Memluk sultan­ ları ile birlikte cephe almış, 1 3 65 te İskenderiye'nin ku rta· rılması için 200 kadıegadan müteşekki l bir donanmayı Mı­ sır hükumeti emrine tahsis ermiş, bu yüzden de aynı yıl Kıbrıslı ların Aydın ve Menteşe kıyı larına giriştikleri bir hücumla karşılaşmıştır. Cihat ve fetih yolundaki azimli ça­ lışmaları ile Murabıt fi sebi li'llah ve Emirü' lkebir unvan vanlarını taşıyan G. , denizlerdeki başarı larından ötürü de Sultanü's - sevahil lakabı ile anılmaktadır. Bunun yanında Milas, Eskihisar, Balat ve Beçin'de yaptırdığı cami , medre­ se, imaret ve mevlevihanelerle de hakim olduğu bölgede Türk kültürünü yaymak ve ülkesini onarmak azminde olan kültürlü bir idareci olarak tarihe intikal etmiştir. - İ. P.

GAZI AŞlK HASAN ( XVII. yüzyı l ) , Türk saz şairi. Tarihi kaynaklara göre, G. A. H. Temesvir' l ıdır. Eserleri ve ünü XVIII. yüzyı l son larına kadar Osmanlı imparatorluğu­ nun uelarında unutulmayan bu şair, cengaver bi r derviş idi. Uc savaşlarında şiirleriyle gazileri ve uc halkını teşci eder­ di. Uc savaşiarına ait türküler yazan şair, II. Viyana kuşat· masını takip eden bozgunlarda sava ş lara katılmı ş ve türkü­ leriyle uc halkının duygularını dile getirmiştir. 1 686 da Budin'in düşmesi üzerine aruz ile yazdığı siir, imparaıorlu· ğun her yanında ve hatta şehzadelerin meclislerinde okun­ muştur. 1 688 de Belgrad'ın düşmesi üzerine aruz ile divan biçiminde bir Belgrad tüıküsü yazdığı gibi, hece ile kotma biçiminde bir Temesvar ıüıküsü de kaleme almıştır. 1 695 te II. Mu stafa Lugos kalesini aldığı sırada, orduda bulunan şairi yanına çağı rtarak şiirlerini sazla çaldırmış, çok takdir ederek paralar vermiş ve Temes' a r' ın gönülliyan - ı yemin ocağından 40 akçe yevmiye teksüt akçesi ihsan etmiştir. 1 699 dan sonra artık gazi lik hayatından çekilen şair, Te­ mesvir çevresinde bir köyde tarlasında karpuz yetiştirmekle uğraşmışnr. Ölünceye kadar iki yılda bir hacca giden bu şairi Bekta şi �eleneği kendi evliyalan arasına almış ve ona birtakım menkıbeler i snat etmiştir. - H. E. GAZI ÇELEBİ, Sultan Altunbaı� (ölm. Sinop 1 3 2 2 ) , Sinop'ta hüküm sürmüş bir Türk beyi. Anadolu Selçuklularından II. Gıyaseddin Mesud'un oğludur. Babası­ nın Moğollara esir ' olması üzerine İlhan tarafından Sinop ve çevresine hükümdar tayin edilmiştir. Pervaneoğullarından Mühezzibüddin Mesud'un ölümünden sonra Sinop'u elde eden G. Ç. , cesaret ve atılganlığı sayesinde çevre memle­ ketleri de alabi lecek kudrette iken İlhanlıları kızdumamak için daha ziyade deniz savaşlarını tercih ederek gemiler yaptırmış ve Ruslara, Çerkezlere, o zaman Frenklerio elinde bulunan Kefe'ye akınlar yapmıştır. Söylentilere göre, bir gün atta geyik avlarken bir ağaca çarpacak ölmüştür. Me­ zarı Sinop'ıadır. Bk. PERVANEO�ULLARI. GAZI GİRAY, I. , H. 930/M. 1 5 2 3 - 1 5 24 te altı ay kadar Kırım ham. Kırım beyleri ile babası I. Mehmet Gi· ray Hana karşı isyan ederek onun katline sebep olduktan sonra kasım 1 5 2 3 te hanlığa getirilmiştir. Osmanlı padişahı onun

hanlığını tanımamış ve Kırım beylerinin başı Şirin'lerden Memiş Beyle anlaşarak G. G. ın a mcası Saadet Giray'r han tayin ermiştir ( mayıs 1 5 2 4 ) . G. G. boşuna mukavemeıe ça­ lışmışsa da, Memiş Beyin tava ssotu ile Saadet Giray Hanın kalgayı olmayı kabul etmiştir. Fakat üç ay sonra katiedil­ miştir ( ağustos 1 5 2 4 ) . - H. İ.

GAZI GIRAY, II. ( lakabı : Bora ; 1 5 54 - Akmesçit 1 607 ) , birincisi 1 588 1 � 96, ikincisi 1 5 96 - 1 607 de olmak üzere iki defa Kırım han ı . G . G. ilkin 1 5 78 de İran lılara karşı Osmanlı ordusuna yardıma giden Kırım Hanlığı yar­ dımcı kuvvetleri başında yaptığı savaş larda kendini göster­ miş ve Özdemiroğlu Osman Paşanın teveccühünü kazan­ mıştır. 1 58 1 de İranlılar eline esir düşmüş, onlarla iş birliği teklifini reddettiği için Alamut kalesine hapsed i lmiştir. 1 58 5 te hapisten kaçmağa muvaffak olmuş ve Özdemir­ oğlu ordusunda İranlı lara karşı tekrar savaşlara katılmıştır. Özdemiroğlu'nun ölümü üzerine Istanbul'a gelmiş ve gidip Yanbolu'da yerleşmiştir. Cesaretini ve bağlılığını takdir eden padişah, onu mayıs 1 588 de Kırım hanı yaparak donanma ile Kırım'a göndermiştir. Kırım beyleri bu tayine karşı koymamışlar ve G. G. kolaylıkla tahta oturmuştur. O sırada Kırım tahtı için Murat Giray'ı destekleyen Rus çarı, Kırım'ı tehdit et­ mekte idi. G. G. Lehistan ve İs veç ile ittifak müzakereleri­ ne başlamış ve 1 59 1 de ordusu i l e Moskova yakınlarına ka­ dar i lerlemiştir. Osmanlı lar kendisini Habsburglara karşı Macaristan'a çağırdığı için de çarla barış imzalamıştır. Çar, her yıl 1 0 000 ruble vergi ve defter ile tespit edilen hedi­ yeleri (tıyıt ve bölek ) göndermeği taahhüt etmiştir. Macaris­ tan'da Gyor (Alm. Raab) kuşatmasına iştirak etmiş, 1 594 te isi Eflak beyini itaat altına sokmuştur. Onun, Buğdan'ın Kırım hanzadelerinden birine verilmesi teklifi htanbul'da so­ ğuk karşıianmış ve reddedilmişti. 1496 seferine bizzat gelme­ yecek kalgay Feth Giray'ı göndermişti. O sırada Kırım'ı Ka­ zak lar tehdit etmekte oldı;,.ğundan Gaziki rman kalesini yaptır­ mağa başlamıştı. Nihayet padişahın ısrarları üzerine 1 5 98 de Macari stan'a gelip Osmanlı ordusuna katılmıştır. O kı şı Zombor'da geçirmişti. Sili stre eyalerinin kendisine arpalık olarak verilmesi teklifini Osmanlı hükumeti sert b ir şekilde reddetmiştir. Bütün ısrarlara rağmen 1 599 kışında Macari s­ tan'da kalmamıştır. Habsburglar onu Osmanlı lardan ayırmak i ç in yılda on bin altın vermeği teklif ettiler. G. G. ancak 1 602 de tahtının tehli keye düştüğünü görünce tekrar Maca­ ristan'a gelmeyi kabul etmiştir. Kışı Peçuy ( Mac. Pecs) da av, eğlence ve şiir yazmakla geçiren G. G . , ertesi bahar Kırım'a dönmüştür. Koloısvar'da G. G. elçi leri imparatorun elçileriyle buluşarak barış için mü zakerede bulunmuşlar, fakat bir netice alamamışlardı. G. G. , Osmanlı · Habsburg harbi ( 1 593 - 1 606) bo­ yunca askeri ve siyasi bakımdan birinci planda rol oyna­ mıştır. Barı ş imzalandıktan sonra padişah Anadolu'da Ce­ lililere karşı on bin asker göndermesini istemiş, han küçük bir kuvvet göndermişti. Ertesi yıl da Sirvan üzerinden İran'a hücum etmesi emredilmiştir. Çok geçmeden G. G. vebadan ölmüştür. Veliaht yaptığı ve Kırım beylerinin han ilin ettikleri oğlu ve kalgayı Toktamış Giray'ı Istanbul tanımamıştır. Kırım hanlarının en büyüklerinden olan G. G. , kendi zamanında hanlık kuvvetlerini daima emrinde görmek i sıe­ yen Osmanlı hükumeti ile bağımsız hareket etmek isteyen Kırım aristokrasisi arasında dengeyi koruyabilmiştir. Onun

GAZİ GİRAY, II. - GAZİ ORMAN ÇİFTLİGİ zamanında hanlık, Osman lılarla her zaman daha sıkı iş bir­ liği yapmış ve hanlığın kültür hayatında ve teşkilatında da Osmanlı tesiri bu devirde k uvvetlenmiştir. Çerkez köleler­ den seçilen kapı ağası ( eş i k ağası veya başağa) , Osmanlı­ lardaki vezi r - i izim gibi devlet işlerinin mutlak vekil i durumuna yükselmiş v e hanın şahsına bağlı bir a t l ı tü/enkfi bölüğü teşkil edilmiştir. Aynı zamanda büyük bir sanatkir olan G. G. , Kırım edebiyatında ve Osmanl ı divan edebiyatında müstesna bir yer tutar. Farsçada, Kırım ve Çağatay Türkçesinde, Osman­ beada nazım ve nesir sanatına hakkıyle hakim olan G G. , samimi ve kolay bir üslüpla yazardı. Gazayi veya Han Gazi malılisını kullanırdı. Divan şiirinde yepyeni bir şey olarak kahramanlık hislerini terennüm etmiş ve bu şiiriere birçok nazireler yazılmıştır. Eserleri, bir divançe (faksi mi lesi : İ. H. Ertaylan, Gazi Giray Han, Hayatı 111 eserleri.! I stanbu l, 1 9 5 8 ) , Çağaray lehçesinde Gül ii Bülbiil adlı bir mesnevi, bugün kayıp bulunan kahve ve şarap arasında bir münazara ve muhtelif münşeat mecmualarına geçmiş olan birçok mektuplardan ibaretti r. - H. İ.

GAZI GİRAY, III. , ocak 1705 - mart 1707 arasında Kırım hanı. Ocak 1 699 da IL Devlet Giray tarafından nu­ reddin ( nuradin ) mevkiine getirilen G. G. , sonra Nogay­ larla birleşerek kardeşine isyan etmiştir. Fakat babası Selim Giray 1702 de han olunca, onu kalgaylığa getirmiştir. Babası­ nın ölümünde o, han tayin edilmiştir ( ocak 1 7 05 ) . Babıili­ nin barışçı siyasetine rağmen İsveç - Rus harpleri sırasında Rusya a leyhine bir siyaset gütmüştür. G. G. , Nogayların doğrudan doğruya padişahın emri altına alınmasına da karşı koymuştur. Bu sebep lerden aziolunmuş (mart 1 707 ) , Ka­ rinabad'da ikamete memur edilmiştir. Orada mayıs - haziran 1 708 de 36 yaşında ta undan ölmüştür. - H. İ. GAZI GIRAY, Mehmet Bey ( Biyogr. ) : bk. Gİ RAY MEHMET BEY, Gazi.

GAZI HAN, Melik Suhrab Han Dodai Beloç'un oğul larından biri. Bunlar Şah Hüseyin Langih ( 1 469 - 1 50 2 ) zamanında Makran'dan Multan'a gelmi ş ler v e orduya yap­ tıkları değerli hizmetlerden dolayı Sind nrhri ile Çi nab'ın birleştikleri noktan ın altında bir yere yerleştiri l m işlerd i r. Beluç reisierinden Mi r Çakur Rind ile Suhrab oğulları ara­ sındaki i lişki ler in gergin olması sebebiyle, beriki ler daha kuzeye gitrneğe mecbur kalmışlardır. Şer Şah zamanında Suhrab oğul larının Sind boyund �ki toprakları tasdik edi! miş ve Dera İsmail Han, Dera Feth Han, Dera G. H. şe· birlerini kurmuşlardır. Bundan başka, G. H. Dod ai Nev­ vabların Mi rrani kolunu kurmuştur. G. H. Çuratta'da öl­ müştür. GAZI HASAN PAŞA ( Biyogr. ) : bk. HASAN PAŞA, Cezayirli Gazi.

GAZI İBRAHIM ETHEM PAŞA ( Biyogr. ) : bk. ETHEM PAŞA, Müşir Gazi İbrahim.

GAZI MİYAN, Hintl i veli. Onun ıadi adı veri len ev­ lenme günü şen l i k leri , halkın sevdiği bir bayramdır. Batı Hindistan'ın kuzey yerlerinde onu Gazııeli Mahmud'un ye­ ğeni Salar Mesud ( doA. 1 0 1 4 ) ile bir tutarlAr. Halk riva­ yetlerine göre, Salar Mesud'un mezarı XIV. yüzyılda bulu­ narak kemikleri çıkarı lmak i stenmiş, bu sırada birçok ola­ ğanüstü hadi seler mevdana gelmiştj r. G. M. adına Hindistan'ın birçok yerlerinde halk tara­ fından şenlikler düzenlenmektedir. Bu cümleden olmak üzere

1 85

Gasyari'de baysakh ( nisan - mayı s ) ayında G. M. şerefine bir panayır kurulur. Bu oanayırda Deffa li d i lenci l eri ucuna at k ı l ları ve ren k l i bezler bağ lanmış bir bambu sırığının etrafında şarkı söyleyerek oynarlar. Başka bir rivayere göre G. M. , Delhi hükümdarların­ dan birisinin ordusunda çalışmış bir kumandanın oğludur. Oitlu Madar, Pathan rei sierinden birinin ordusuna girmiş, efsanevi kahramanlık lar göstermiş ve Hindulara olan kini ile tanınmıştır. G. M. ın adı, Hindistan askerleri arasında kah­ raman lık sembolüdür ve savaş narası olarak kullanıl­ maktadı r. Söyleatilere göre bu kahraman, düğünü sı rasında bi r düşman baskınına uğramış ve onları püskürıürken öl­ müştür. G. M. ölünce, düşman tarafından onun düğün bayrakları ile arınaları alınmıştır. Deffal i dilenci leri tara­ fından yapılan hareketlerin, bu velinin anma şenliğini temsil ettiği sanılmaktadır. Cays (mayıs - haziran ) ayının ilk pazarı Salar Me­ sud'un Bahraiç'teki mezarında büyük törenler · yapı l ı r. Sun i le Ganga sularının karıştığı yerin yakınında bulunan Mu­ nir'de de G. M. için aynı törenler yapılır. Doğu Bengal'de G. M. şenlikleri muteber sayılmadık­ ları halde, hemen her köyde bu veli için yapılmış ziyaret yerleri vardır. Bu 7iyaret yerleri, ortasında bir toprak yığını bulunan bir tekkeden iba retti r. Gerek Hindular gerek Müs­ lüman lar, ailelerinde hastalık çıkııkça bu tekkclere koşmak­ ta, çiçek, süt ve tatlıdan ibaret adaklar getirm ektedirler.

GAZI

MUHAMMED ( B i yogr. ) : bk. KAZİ MU­

HAMMED.

GAZI MUSTAFA

KEMAL

( 3i yogr . )

bk. ATA­

TÜRK, Kemal.

GAZI ORMAN ÇIFTLitl ( yeni adı : Atatüık Orman Çiftliği ) , Atatürk' ün, Cumh u riyetin ilinını mütaakıp .Ankara civarında kurduğu örnek çı fılik. Atatüı k bu maksada devrio i l i m adamlarına toprak temini hususunda emir vermiş, fakat tabiatın cömert davranmadığı Ankara şartlarında uygun bi r çiftlik yeri bulunamamışıı. Uzman ların müralilarına karşılık Atatürk, eskiden tamamiy l e sazlık ve bataklık olan bugünkü çiftliğin yerinde ı srar ediyor ve yabancı uzman ları n : « Burada ya sabır veya para tükeni rı> sözlerine : «B uraları biz ıslah etmezsek, kim yapaca k ? » cevabını veriyordu. Ni tekim Abidin Paşanın eşi Faika han ımdan satın alınan 20 000 dönüm­ lük arazi i le 5 mayıs 1 9 2 5 te çiftliğ i n ilk çekirdeği doğmuş o luyordu. Daha sonra saıın a l ı nan Balgat, Etimesgur, Ça­ kırlar, Macun, G ii vercinlik, Tahar ve Yağmurlubaba çiftlik­ leriyle 1 20 000 dönüme çıkarılan çiftlik arazisinde : a. Tarla kültürleri ; b. Bağ - bahçe kültürleri ve orman park ları ; c. Hayvancılık ve hayvanat bahçesi ; d. Ziraat sanatları, e. Ticaret - idare ; f. Hesap işleri ; g. Hukuk müşavirliği şu­ beleriyle faaliyet başlamıştır. Bir yandan halka hilesiz, nefis gıda maddeleri sağ lamak, çevre çiftçileriyle sıkı iş birliği yaparak hayvancılık, bağcı lık, sebzecilik. meyvacıl ı k gibi tarım kollarını teşvik ermek, damızlık hayvan, tohum, fide ve fidan i htiyaçlarını karşılamak, üreticinin mal larını değer­ lendirmek, halka gezecek ve dinlenecek yerleri sağlamak, hayvana! bahçesi ile de halkın hayvanlar alemi görgüsünü artırmak amaciyle faaliyetine devam ederken, bir yandan da bu hizmetleri n daha şumullü gerc;ekle�mesi için ünite geli­ şimlerine çalışılıyordu. Ürünlerin değerlendiril mesinde başlangıçta birer ima­ lithane olarak faaliyet gösteren üniteler ; bira fabrikası,

186

GAZI ORMAN ÇIFI'LİÖI ve

-

GAZI ORTA ÖÖRETMEN OKULU

EGITIM ENSTİTÜSÜ ......,.

....�. ,.�....� . r'! t ), mesela «uyu­ mak» anlamına Avest. xuap-, Pehl. xu/tan, Yeni Far. Xu/­ tan, G. xo/lmün, fakat Keşei Xut, Kohrudi Xüt. Kelime sonu ·r'nin muhafaza edi lmesinde de G. , Yeni Farsçanın yanında yer alır, mesela «baba» anlamına Avest. ve Pehl. pitar, Yeni Far. padar, G. per, fakat Kaşani pei, Nayini pi. Bazı hal lerde G. , Yeni Farsçadan daha arkaik şekiller gösterir, mesela «pazar» anlamına Pehl. va l iir, G. vi/iir, fakat Yeni Far. baziir. Yeni Farsça birçok yerlerde - as'ı -ih'e çevirmiş olmakla G. den daha çok değişim geçirmiş bir tip olarak önümüze çıkar ; mesela, sırasiyle «büyük» ve «kısa» anlam· !arına G. mas, kas, Yeni Far. mih, kih. Fakat genel olarak G. ile Yeni Farsça ara sındaki farklar büyük değildir : me­ sela, sırasiyle «gün», «çabuk», «dudak», «ekmek» ve «rüz­ gar» anlamlarına Yeni Far. rllz, züd, Iab, niin, biid, G.

203

ğı (Darıca, Hereke, Mollafeneri) vardır. G., Cumhuriyetten ön­ ce kurulmuş eski kazalardandır. G. ilçesi, Kocael i yarımadası­ nın doğu bölümünün çok yerini içine alır. Bu arazi İzmit körfezinin kuzey kıyı larından kuzeye doğ ru yükselir, yer yer düzlük, tepelik, dalgalı arazi görünüşünde bulunur. En yüksek yeri olan Gazi ler Dağı tepesinin yüksekliği 3 1 � m dir. G. kasab ısı, Dev on devri tabakalarının çok yer t uttu · ğu, 1 00 - 1 50 m yüksekliğinde, denizden 3 - 4 km kadar içeridedir. Kasabanın su ihtiyacı kaynak ve kuyulardan sağ­ lanmıştı r. G. ve çevresi eski yerleşme yerlerindendir. Şim­ diki G nin 2 km kadar güneydoğusunda , haritalarımızda Anibal Tepesi adiyle geçen 182 m yüksekliğindeki koruluk tepenin yakınında Eski Çağda Libyssa şehri bulunuyordu. Bu­ rası, Romalılarla uzun savaşlar yaptıktan sonra buraya gel­ miş olan Kartaealı kumandan Hannihai ( Anniba l ) in intihar ettiği ( M. Ö. 183 te) ve mezarının ( iri taş blokları yığınıısı halinde) b ulunduğu yerdir. Önce Bithyni krallarının hükmü a l unda bulunmuş olan G. , Bizanslıların elinde kalmış (D.t­ kibyza şehri ) , Orhan Gazi zamanında da Osmanlı devletine geçmiştir. Çarşı, bazı resmi daireler ana cadde üzerindedir . G. de eski Türk eserlerinden Mustafa Paşa camii, Orhan Gazi ve İlyas Bey camileri , Çiftehamam, çeşmeler vardır. Fatih Sultan Mehmet 3 mayıs 1 4 8 1 de G. yakınlarındaki ordugahında ölmüştü. G. de yazlar kurak ve sıeak, kışlar gerideki tepelik­ lerde serıçe olur, fakat denize dönük ol an yamaçtarla kıyıya yakın çukur yerler kuzey rüzgariarına karşı korunmuş oldu-

·

rüf. zid,

fa,, niin, vad. - A. D .

GEBZE ( eski adları : Gegbuze, Gebize ; Libyssa, Dacybyza , Dacibyza, Dakibyza ) , Kocaeli il ine bağlı bir ilçe. Nüfusu 3 3 674 ( 1 96� ) . yüzölçümü 732 km2, ilçe mer­ kezinin nüfusu 9 269 dur. Merkez bucağından başka 3 buca-

GEBZE : Kasaba yakınında Hannihai'in mezarının bulunduğu söylenen tepe ( gerideki ağaçlık yer) ğundan daha ılılctır. Bu yerlerde zeytinlikler, bağlar, meyva ve sebze bahçeleri, tütün yetiştirilen yerler çok yer tutar. Tepel;k arazide ise buğday, arpa, yulaf yetiştirilir. Istanbul · Ankara asfalt şosesinin ve demiryolunun geçtiği G. çok işlek bir yer::lir. Demiryolu istasyonu 3 km uzağındadır. Darıca (b. bk. ) ya iyi bir yol ile bağlıdır. 3 km uzaklıktaki Eskibisar iskelesinden de faydalanılır. G. nin güneybatı sına doğru uzanan üçgen biçimli yarımada ile bunun daha doğu ve batısı, son yıllarda Tür­ kiye'nin başlıca sanayi alanlarından biri olmuştur. Hereke dokuma fabrikası ile Darıca çimento fabrikasından sonra , bu bölgede çeşitli fabrikalar ve büyük imalathaneler kurul­ muştur. Bu kuruluşlar arasında tarım makinesi sanayii, kam­ yon ve kamyonet fabrikası, kimya, şişe ve cam, plastik eşya, çelik döküm ve makine, çivi, tarım ilaçları, yağ filtre fabri k a l a rı v. b. vardır. - R. İ.

GEBZELİ ŞEYH CEMAL ( XVIII. yüzyıl ) , ilahi bestecisi ve şairi. Şiirlerinde Şeyh Cemali mahlasını kullan­ mıştır. Bir hüseynt ilahisinin yalnız sözleri günümüze kadar gelebilmiştir.

204

GECE - GECE KELEBEKLERİ Z e n ıt

GECE ( Fr. Nuit, Lar. Nox ) , Gün karar­ masının sonu ile gün ağarmasının hasJangıcı arasında kalan zaman aralığı. G üneş, ufukta battıktan sonra gökyüzü bir süre daha aydınlık kalır. Buna gün karar­ ması ( tan olayı ) denir. Gün ağarması ise aynı olayın simetriği, güneş doğmıdan önceki hava aydınlaninasıdır. Her iki olay günlük hayatı i lgi lendirir. Onun için asıronomide G. tarifi •güneşin baımasiyle doğması ara sındaki · zaman aralığı» olarak yapı lır.

-

_

2 2 Haz i r a n

Güney

Kuae y

G nin süresi gözlem yerinin coğrafi en­ lemine ve me vsimlere bağlıd•r. Ekvatorda G. ler daima ı 2 saatti r. Kuzey enlemlerinde kışın G. ler ı2 saatten kısadır. Enlemler büyüdükçe kı· salık artar. Kuzey kutbu yöresindeki ülkelerde

2ı marrta ı2 saat olan G. süresi her gün hız­ l a azalır, güneşin doğma ve batma noktaları

GECE : Şekil 2 ufkun kuzey noktasına doğru kayar. Mesdi VARDÖ ufkunda (enlem ep = + 70°) 21 marrta gece ve gündüz Norveç'in kuze}·inde bulunan Vardö şehrinin yayları ; 2 2 haziranda gündüz yayı (gece yayı yok ) eniemi yaklaş' k olarak 70 ° dir. Burada yaza doğru hızla kısalan G. ler 2 ı mayısta yok olacaktır. Bu tarihte tir. Böylece b u tarihle 2 ı mart arasında 6 a y boyunca uf­ güneşin deklinasyonu (ekvarordan olan açı sal uzaklığı ) 20° kun altında kalacaktır. Gece ve gündüz yaylan : Güneşin görünürdeki gün­ kadardır. 2ı haziranda 2 3 ° 27' ya yükselen deklinasyon 2 ı lük hareketinde gök küresi üzerinde çizdiği dairenin ufkun ıemmuzda yine 20 ° y e inecek ve sonra güneye doğru i lerleyecek tir. Buna göre, 2ı mayısta Vardö ufkunun kuzey noktasında altında ve üstünde kalan oacçaları (Aynı tarif yıldızların doğan güneş, güney yönünde yükselerek i lerleyecek ve sonra günlük hareketinde de kullanılır) . 2 1 mart ve 2 3 eylülde güneş göğün ekvator düzle­ kuzey noktasına inecektir. Onun ufkun üstünde çizdiği gün· lük daire her gün biraz daha yukarı kalkacak, 2ı haziranda minde bulunur. Onun için bütün enlemlerde G. yayları kuzey noktasının 3° 2 7' üstüne eriştik ten sonra tekrar inme­ gündüz yayiarına eşit olur. Halbuki 22 hazi randa güneşin N 23° 27' kuzeydedir. ye başlayacaktır. Büylece iki ay Vardö'de G. olmayacak, 2 ı çizdiği günlük daire ekvatordan E göre, kuzey yarım kürede bulunan bir yerin ufkunun Buna temmuzdan sonra baş layan kna G. ler hızla uzayacak, 2 1 altında kalan yay daha küçüktür ( Şek. ı ) . eylülde ı 2 saa t olacaktır. Uzama 2 ı kasıma kadar sürecek Günlük daire yayiarına göre bir yerin ufkunu çi zmek ve bu tarih ile 20 ocak arasında devamlı G. olacaktır. için göğün kuıbundan aşağı doğru kuıupla ep açısı yapan bir Yerin kuzey kutbunda G. süresi 6 aydır. 2 ı marrta düzlem geçirmek gerekir. Burada ep, o yerin enlemidir. Böyle ufkun kuzey noktasından doğan güneş günlük daireler çize· bir şekil üzerinde mevsimlere göre güneşin günlük daireleri rek, her gün ufuktan biraz yükselecek ve bö ylece 2 3 ° 27 ' ya çi :ı ili rse, G. ve gündüz yayları kolayca görülebilir ( Şek. ı çıkacaktır. Bundan sonra günlük daireler yavaş yavaş ufka ve 2 ) . Bu gibi şekillerden de anlaşılacağı üzere, G. ve günyaklaşacak, 23 eylülde ufuk dairesini yalayarak alta inecek· i

ı

2 2 Hnlran

21 Mart

düz yayları eniemiere ve mevsimlere bağlıdır. Enlemleri 90 ° - E = 66° 3 3' dan yüksek olan yerlerde G veya gündüz yaylarının olmadığı gün ler vardır. Yerin kutuplarında ise 6 ay SÜ· reyle ya G. ya da gündüz yayları görülür.

Gece gündüz e§itliği : G. ile gündüz sürelerinin eşit olması. 2ı mart ile 23 eylülde güneşin görünürdeki günlük dairesi ekvator düz­ leminde bulunur. Göğün ekvator dairesi ile gözlem yerinin ufuk dairesinin her ikisi de mer­ kezden geçtiği için birbirlerini eşit parçalara bölerler. Onun için bu tarihlerde güneşin çizdi­ ği dairenin ufkun üstünde ve altında kalan par­ çaları birbirine eşittir. Bu parçalardan her biri ız saate karşılıkur. A. K. -

GECE BALIKÇILI (Nycticorax nycti­ corax) [Zoo.] : bk. BALIKÇILLAR. GECE : Şekil ı Ankara ufkund a ( enlem ep = + 40 ° ) 2ı mart ve 22 haziranda ge­ ce ve gündüz yayları ; P = Göğün kuzey kutbu E = 23° 27'

GECE KELEBEKLERİ ( Fr. Papillons nocturnes) : bk. LAR.

KELEBEK,

PULKAN ATLI­

GECE KONTROL SAATLERİ - GECEKONDU GECE KONTROL SAATLERI (Teknik) : bk. KON­ TROL SAATLERi.

GECE . KRALIÇESI ( Selenkere11s grandiflorRs ) , Adasçiçeğigiller ( Cactaceae ) familyasından bir bitki türü. Vatanı Jamaika ve Batı Hindistan olan bu bitki, beyaz bü­ yük çiçeklecinden dolayı süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. Bitki sürünücü ve tırmanıcı gövdelidir. Bitki alkoloit ihtiva ettiğinden kalp hastalıklarında kullanılmaktadır. GECE KUŞU (Zoo.) : bk. BAYKUŞ, YARASA. GECE MA YMUNU ( Aotus trivirgatus ; Fr. Dourou­ couli ; Nyctipitheque) [Zoo.] : bk. MAYMUNLAR. GECE SAFASI (Mirabilis) , Gecesafasıgiller (Nycta­ ginaceae) familyasından bir bitki cinsi. Bu bitki cinsinin 60 kadar türü vardır. Çoğunluğu Kuzey Amerikanın orta bö l­ gelerinden Peru'ya veya Şili'ye kadar olan bölgelerde yetişir. Bir türü de ( Mirabi/is himalaira) Batı Himalaya ve güney­ batı Çin'de yetişir. Türleri çok yıllık veya yıllık bitkilerdir. Çoğunlukla aynı bitki

üzerinde çok sayıda çeşidi renkli

çiçekleri bulunur. Çiçekleri gece açar, yani akşam güneş batarken açmaya başlar, sabahleyin g ü n e ş do­ ğunca kapanır. Çiçek­ ler gece kelebekleri ta­ rafından tozlanır. Bu cinsin türleri, özellikle Mirabi/is ialapa, kalı­ tım (genetik) deneyle­ rinde Cacl Correns ta­ rafından kullanılmakta­ dır. Vatanı Meksika olan bu türün, aynı bit­ ki üzerinde kırmızı, be­ yaz, sarı çiçeklerinden dolayı süs bitkisi ola­ rak park ve bahçelerde çok yetiştirilir. 60 - 100 cm yüksekliğinde olan bitkinin, yaprakları yu­ varlak veya kalp şeklin­ de, karşılıklı veya sar­ mal dizilidir. Kökleri müshil (pürgatif) ola­ GECE SAFASI rak kullanılmıştır.

GECE SAFASIGILLER (Nyrtaginareae) , cins ve

2 05

ülkeleri başta olmak üzere şehirlerin çevrelerinde değil, merkeziere yakın yerlerinde de yapıldığı görülmektedir. G. kelimesinin İngilizce karşılrğı «O vernight Built House» dur. Yağmurdan sonra kısa bir sürede yerden biten mantarlar gibi çoğaldığı için bunlara «Mushroom Houses» da denilmektedir. Burada İngilizce «Slum», Almanca «Elendviertel» denilen ileri ülkelerdeki kenar mahalleleri ile, bizde ve öteki geri kalmış ülkelerde görülen G. semderi arasın­ daki farkı kısaca belirtmek gerekir. Batı ülkelerinde bugün de yer yer rasdanan kenar mahallelerindeki konudar yapıl­ dıkları zaman yüksek standardı ve o günün ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte idiler. Buralarda oturanlar zamanla şehirlerin kenarında kurulan banliyölere, bahçeli evlere ta­ şındılar. Taşradan şehre gelenler ise boşalan bu konurlara yerleştiler ve eskiden bir ailenin oturduğu konut biriminde birkaç aile barınmağa başladı. Bunların öteki özelliği, baş­ kalarının mülkiyet hakkına tecavüzün söz konusu olmama­ sıdır. Eski Ankara'nın bazı semtlerinde. Istanbul'un Galata, Aksaray, Fatih ve Beşiktaş sernderinde de batıdaki örneklere benzer G. mahal leleri vardır. G. ile ilgili istatistik bilgileri büyük bir ihtiyada kar­ şılamak gerekir. Tanımlar arasındaki fark yanında, G. yap­ manın kanunlarla yasak edilmiş olması, sürekli olarak yıkıl­ ma tehdidi altında bulunmak, arsalara tapu verme ile ilgili olumlu veya olumsuz haberler yüzünden gerçek saklanmak­ ta, yerine ve zamanına göre yüksek veya düşük rakamlar ortaya çıkmaktadır. İkinci beş yıllık kalkınma planının hazırlanması sı­ rasında kurulan Konut Özel İbtisas Komisyonunun raporun­ da 1 966 yılında Türkiye'deki G. sayısı 465 000 olarak tabmin edilmiştir. Aynı rapora gö r e, G. la rda 2 000 000 dan fazla insan barınmaktadır. Bu rakamlar şehirli n üfusumuzun % 20 sinin G. larda oturduğunu gösteriyor. Türkiye'de G. su olmayan hiçbir il ve belediye yoktur deni lebi lir. Ancak, bunların çoğunluğu Ankara, Istanbul, İzmir gibi büyük şehirlerimizin belediye sınırları içinde veya yakınındadır. Mesela, imar ve İskin Bakanlığının topladığı son bilgilere göre, Türkiye'deki G. ların % 29,9 u Ankara' da, % 1 9,4 ü I stanbul' da, % 1 1 ,6 sı İzmir'de bulunmaktadır. Görüldüğü üzere bütün G. ların % 60,9 u yalnız bu üç şehre düşüyor. Istanbul Belediyesinin 1950 de yaptırdığı bir araştır­ maya göre, bu şehirde 10 binden az G. vardı (8 2 3 6 ) . Şim­ di bu sayı 65 000 e yükselmiştir. Ankara'da ise 1950 de 12 000 olan G. sayısı bugün 1 00 000 i aşmıştır.

ot, otsu veya ağaççık ve ağaçlar. Çiçekleri erdişi veya bir cinsli, çiçeklerinin taç yaprakları değişik renkli bitkilerdir. Bu familyadan memleketimizde yetişen yerli bir cins ve tür yoktur. Fakat cins ve türlerden bir kısmı bahçe ve parklar­ da, evlerde süs bitkisi olarak çok yetiştirilir.

G. , şehirlerin çekme gücü sonucu olarak şehirlere, özellikle sanayileşen büyük şehirlere akın edenlerin, iş sağ­ ladıkları bu şehirlerde oturmak lüzum ve zarureti sebebiyle yapılır. Şehirlerde kendilerini bekleyen zorluklardan, iş imkin­ lan hakkında obj ektif ve yeterli bilgisi olmayan yurttaşlar, daha önce gidenlerin, yakınlarının bilgisinden ve görgüsün­ den örnek alırlar.

GECEKONDU : G. kelimesi II. Dünya Harbinden ön­ ce yalnız Ankara'da, imar nizamlarına aykırı olarak, baş­ kalarına, özellikle kamuya ait olan arsalar üzerinde bir ge­ cede yapılan derme çatma konudar için kullanılmıştır. II. Dünya Harbi içinde ve onu takip eden yıllarda G. yapımı Istanbul, İzmir başta olmak üzere hemen bütün iliere yayıl­ mıştı r ; bugün de hızını kaybetmeden sürüp gitmektedir. Bu türlü konudarıo Kuzey Afrika, Güney Afrika, Uzak Doğu

Konu, şehirlerimiz açısından ele alındığında şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz. Yurdumuzda, Cumhuriyetten bu yana modern şehireilik ilkelerini yansıtan imar kanunla­ rı, tüzük ve yönetmelikleri çıkarılmıştır. Bunların i l ki An­ kara için 1 928 de çıkarılan özel bir kanundur ( 1 3 5 1 ) . Bü­ tün bu konularda konudarın, dükkin ve mağaz�ların, okul­ ların, hastabanelerin, devlet dairelerinin, parkların nere­ lere . ve nasıl yapılacağı, yolların ne kadar geniş olacajı

türlerinin çoğunluğu Amerika'da yetişir, 28 cinsi ve 2 5 0 ka­ dar türü bulunan, karşılıklı

basit yapraklı ve tam kenarlı

206

GECEKONDU

hakkında hükümler vardır. ı957 de çı karılan 678 5 sayılı imar Kanuniyle resmi ve özel bütün yapı lar ruhsara ve ta­ mamlandıktan sonra da oturma iznine tabi tutulmu�tur. Yapı ruhsarı almak için aranan belgelerin başıoda arsanın tapusu yer alır. Hukuki durum böyle iken Ankara'da G. semtlerinin çığ gibi büyüme�i de bir gerçtk olarak ortada bulunuyor. Modern şehircilikte, şehirleri yeşil şeritlerle kuşatmaktan söz edilmesine karşılık, .Ankara bir G. ku�ağı ile sarılmıştır. Istan­ bul, İzmir, .Adana, Bursa, Samsun, Erzurum . . . da bu durum­ dan kurtulmuş sayılmaz. Elektrik, hava gazı, su, okul, sağlık, yol, kanalizasyon, park, çocuk bahçesi ... ihtiyaçlarının kar�ı­ lanması bakımından da �ehirlerin plana göre geli�en kesimi ile G. semtleri arasında bir çeli�me var, demektir.

Ge(ekonJu(u/uğu kamfl/ayan sepep/er : A. Köyden ıeh­ re gör : Bütün ileri ülkelerde şehirli çok, köylü azdır. Bizde de gelişme, şehirli · köylü oranının şehirli lehine artması yö­ nündedir. Herkes hayatında değişiklik istiyor. Ula�tırma, haberle�me alanında geli�meler yüzünden dünyada olup bi­ tenleri köylü ve kentli en kısa zamanda öğrenmekte, kendi payiarına da isteklerde bul unmaktadır. İ$ imkanlarının, sos· yal, kültürel, ekonomik alanlardaki geli�melerin �ehirlerde toplanması yüzünden, kendi küçük ve dar çevresinde i ste­ diklerini elde edemeyenler �ehirlere ko�uyorlar. Türkiye'de bu iç göç, .Ankara ve batısı yönünde olmaktadır. B. Arsa konusu : Yurtta�ı G. yapmağa zorlayan sebep­ l er arasında arsa spekülasyonunun önemli payı vardır. Şehir­ lerdeki topraklar özel ki�ilerin veya kamu tüzel ki�ilerinin malıdır. II. Dünya Harbi ile birlikte ve onu takip eden günlerde, ba�ta para kıymetindeki hızlı düşü� ( enflasyon) "olmak üzere türlü sebeplerle arsaların değeri yükselmi�tir. Mesela ı 9 2 5 yılında .Ankara Belediyesine 4 milyon m2 top­ rağı ucuz bedellerle istimlik yetkisi veren 583 sayılı kanun, Büyük Millet Meclisinde taıtı�ılırken bir millet veki li : «Bir· kaç yıl önce Ankara'daki toprakların dönümü 25 lira iken �imdi 75 liraya yükselmi�tir» diye yakınmıştır. Bugün bu toprakların yalnız bir m2 si için ı 000 liranın birkaç katını ödemek gerekmektedir. Konutun maliyetinde arsa bedelinin önemi büyüktür. İ�te, G. cu yüksek arsa bedeli ödeme gü­ cünden yoksun olunca kendisine ait olmayan topraklar üze­ rinde yaptığı yuvada barınmanın yollarını aramaya itilmi� ve bu işi kendilerine meslek edinenler türemiştir. Arsalar üzerindeki verginin çok dü�ük olması, arsa sahiplerini inşaata zorlayacak müeyyidelerin bulunmaması da eklenince belediye ve imar sınırları içinde pek çok boş arsa dururken, şehirler G. kuşağı ile sarılma yoluna girmiştir. Çıkarılan kanunların daha çok özel kişilere ait arsaları koruması sebebiyle G. cular hazineye ve ba�ka kamu tüzel kişilerine ait arsalara yönelmi�lerdir.

C. Genel bir konut politikasının yok/uğu : Günümüze kadar yurdumuzda ilke ve amaçları açık olarak belirtilen bir konut politikası kabul edilip uygulanmamıştır. Ankara'­ da 22 yıl süre ile ( ı 929 - ı 95 ı ) memurlara verilen mesken tazminatından başlamak üzere işçi, memur, subay konutları için çıkarılan kanunlar, alınan tedbirler, bu arada kat ve daire mülkiyetinin kabulü hep dikkati başka yönlere çeke­ rek, köklü bir konut politikasının kabulünü geciktiren se­ beplerd en birkaçıdır. Sağlam bir konut politikasının bulunmaması yüzünden herkes gücünün yettiği ölçüde bu durumdan faydalanmak yolunu tutmu�tur. II. D ünya Harbinden bu yana yurdumuz­ da ( ı ) lüks ve spekülatif, ( 2 ) G. olmak üzere iki küme

konutun yapıldığı söylenebilir. Gerçek ihtiyaç ise bunların ortasında yer a lması gereken sosyal konutlardır. Ankara'daki Yenimahalle, konut politikası bakımından başarılı bir örnektir. ı 949 yılında burada belli nitelikteki ihtiyaç sahiplerine, metre karesi ı l i radan arsa ve elveri�li şartlada kredi verilmiştir. İki yıl içinde inşaata zorlamak suretiyle bir Yenimahalle ortaya çıkmıştır. Ge(ekondu önleme tedbirleri : G. culuğu kamçılayan sebepleri bir bütün olarak ele almakla G. önlenebi lir . .Ana­ yasamızın 49. maddesinde yurttaşın sağlık hakkı, konutun kamu görevleri arasındaki yeri belirtilmiştir : «Devlet, her­ kesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağl amakla ödevlidir. Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçla­ rını karşılayıcı tedbi rleri alır.» imar ve İskan Bakan lığının hazırladığı Mesken Kanu­ nu Tasarısının ı . maddesinde kanunun ilk iki amac:ı şöyle sıralanmıştır : a) «Bir kamu hizmeti olarak yoksul veya dar gelirli ailelerin konut ihtiyaçlarını karşılayacak, belli nite­ likte kiralık veya mülk meskenleri yapılmasını, b) Isiaha muhtaç ve tasfiyesi gereken mesken topluluklarının ıslah ve tasfiye edilmesini » temin etmek . .Anayasa'nın, G. ların üstünde bir standart öngördüğü ve Mesken Kanunu Tasarısında sözü edilen belli niceliğin buna göre yorumlanması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. . • .

Sonuç : Şehirleşmemimizin başlangıcında bulunuyoruz. Hali nüfusumuzun % 71 i ı o 000 den az nüfuslu yerlerde oturuyor. Önümüzdeki yıllarda köyden şehre olan akının daha da hızlanması, ı985 yılında yalnız şehirli nüfusumu­ zun 33 mi lyona yükselmesi beklenmektedir. G. problemi tek başına ele alınarak çözülemez. Şim­ diye kadar bu alanda yapılanlar çok yetersizdir. Yurt ölçü­ sünde dengeli bir yerleşme, «bö lge plancılığı» başta olmak üzere teşkilitlanma, arsa, kredi, yapı malzemesi konuların­ da tutarlı bir politi kanın yokluğu, kamunun sağladığı geliş­ me ile mülkünün değeri artanların şehirleşmenin masrafia­ rına çok az katkıda bulunmaları, konut problemini her geçen gün çözülme sınırından uzaklaştırmaktadır. Hukuk : imar ve yapı işlerini düzenleyen kanun ve nizarniara bağlı olmadan ve kuruldukları arsa veya arazi sahibinin rızası alınmadan inşa edilen izinsiz yapı (G. Ka­ nunu, 2. madde) . ı926 tarihli Türk Medeni Kanunu başkasının arsası üzerinde inşaat yapılması halini ( 648 - 650. madde) hükme bağlamış bulunuyordu. .Ancak, bu hükümterin yetersizliği karşısında 2 290 sayılı ve 543 ı sayılı kanunla tadilli bele­ diye yapı ve yollar kanunu çıkarılmış, daha sonra 6ı88 sayılı bina yapımını teşvik ve izinsiz yapılar hakkındaki kanun ile 678 5 sayılı imar kanunu yayımlanmıştır. Bu ka­ nunların da ihtiyacı kar�ılayamadığı görüldüğünden ayrıca 775 sayılı ve 30 temmuz ı 966 tarihli G. kanununun hazır­ lanmasına lüzum hası l olmuştur. Lüzumu halinde belediyeler G. ıslah ve tasfiye bölge­ leri içinde bulunan veya bu kanun hükümleri dairesinde yeniden te�kil edilecek önleme bölgeleri içine rastlayan özel mülkiyetteki arazi ve arsaları ve bunlar i çinde yapı vey a sair herhangi bir tesis bulunduğu takdirde bu yapı ve tesis­ leri bu kanunda belirtilen gayelerde kullanılmak üzere, imar ve İ skan Bakanlığının izni ile, sahipleriyle anlaşarak satın alabilir veya kamula�tırabilir (G. kanunu, 5. madde) . Be­ lediyelerin mülkiyetinde olan veya bu kanun uyarınca bele­ diyelerin mülkiyetine geçmesi gereken arazi ve arsalar üze-

GECEKONDU - GEÇİRGEN LİK rinde b u kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılıp tespit edi lmi� G. ları konut olarak kullananlar ( sahip veya kiracı ) , 27. maddedeki �artlara uygun olarak yeni konuda­ rını yapıncaya kadar G. ları yıktırılmaz ( 2 1 . madde ) . Ancak bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra belediye sınır­ ları i çinde veya dı�ında belediyelere, hazineye, özel idarele­ re, katma bütçeli dairelere ait arsalarda veya devletin hüküm ve tasarrufu altında yapılacak G. lar belediye ve devlet zabı­ tası tarafından derbal yıktırılır ( 1 8. madde) . Önleme böl­ gelerindeki arsalar öncelikle G. ların ı slah ve tasfiyesi sebep­ leriyle açıkta kalacaklara ve konutsuz vatanda�lara verilir ( 2 5 . madde) . Kendilerine arsa tahsis edilenlerle G. sunu ı slah edeceklere imar ve İskin Bakanlığı, belediye ve diğer kurumlarca teknik, ayni yardım yapılır ve konut kredisi sağlanır ( 27. madde ) . Bu kanun gereğince belediyeler tara­ fından tahsis olunan arsalar, yapılar ve arsalar üzerinde yapılan bina ile meydana gelen ta�ınmaz mallar, tahsis tari­ hinden itibaren 20 yıl süre i çinde devir ve temlik oluoamaz, rehin ve diğer ayni baklarla kayıtlanamaz, satı� vadi sözle�­ mesine, taksim ve satış suretiyle �uyuun gideri lmesine konu olamaz, haczedilemez, ve i�gal olunamaz (34 madde) .

GECIKME ( Fr. R etard , retardement, Alm. Vorhalt, İng. Suspension, ,. retardation) [Mus. ] , armoni deği�iminde pa·tilerden birinin veya birkaçının önce üst veya alt kom�u sesi i�ittirdikten hemen sonra çözülerek ( bk. ÇÖZÜLÜM) asıl sesi işittirmesi. Böylece asıl armoni ile kısa süren bir disonans meydana getiren G. sesi, önceden işittirme ( b. bk. ) , geçit nota ( b. bk. ) , nota cambiata (b. bk. ) v e ecbappee (b. bk. ) dekinin tersine, ölçünün kuvvetli za­ manına rastlayan ar­ moni dı�ı bir sestir. Bu ses bir önceki arınoni­ de de aynı partide işi­ tilmi�se G. ye hazırlan­ Bağlı notayla hazırlanmış bir mış G. (Aim. vorbereigecikme teter Vorhalt, İng. pre­ pared appoggiatura ), ba�ka bir partide işitilmişse yarı hazırlanmış G. ( Aim. halbfreier Vorbalt) , eğer biç yoksa serbest G. ( Alm. freier Vorbalt) denir.

d

GECIKME FAIZI (Tic. ) : b;.. FAİZ. GEÇER AKÇE ( İng. Legal tender ; Alm. Kurantgeld ; Fr. monnaie reelle) , bir devlet içinde, kanun hükümlerine gö­ re, bir borçlunun alacaklısına borcunu ödemek için kullanabi­ leceği, alacaklının da kabul etmek zorunda bulunduğu para cinsi. Gerek İngiltere'de, gerek Amerika Birleşik Devletle­ rin �e altın akçeler, üstünde gösterilen değerlere göre, her miktar için G. A. sayılırlar. Bizde XV.

yüzyıldan

sonra paranın birçok türleri

tedavüle çıkarıldığı için, her biri özelliğine göre adiandı­ tılmış ve bunlardan birine de G. A. denilmiştir. 1 3 26 tarihinde ilk basılan para altı kırat ağırlığında idi. Daha sonraları bu paranın ağırlığı ve karışımındaki değerli maden miktarı

değişeirildiği için, «züyuf akçe•,

«kalp akçe», «kırpık akçe», «kızıl akçe» ve «geçer akçe» gibi her birinin içindeki değerli m 'den miktarına ve ağtr­ lığıaa göre adiandın idığı görülür. Bunlardan mesela kızıl akçe, bakın daha çok olan akçedir. G. A. sözü bugün mecazi anlamda kullanılmaktadır.

veya

GEÇİRİMLİLİK

207

GEÇİCİ ANAYASA, 27 mayıs ı 960 ihtilalinden son­ ra Milli Birlik Komitesi tarafından ı 924 tarih ve 49 1 sa­ yılı Teşkilit - ı Esasiye · Kanunu'nun bazı hükümlerinin kal­ dırılması ve bazı hükümlerinin değiştiri lmesi hakkındaki kanun başlığı altında yayımianmış olan ı2 haziran ı 960 ta· rihli kanun. Bu kanun gereğince eski Türkiye Büyük Mi l­ let Meclisine ait hak ve yetkiler yeni Büyük Millet Mecli­ sinin kuruluşuna kadar Milli Birlik Komitesine devredi l­ miştir ( ı . madde) . Eski iktidar sorumlularını yargılamak üzere bir Yüksek Soruşturma Kurulu ve Yüksek Adalet Divanı kurulacaktır ( 6. madde) . Bu kanun altında imzası bulunan başkan ve üyelerden ibaret bir Milli Birlik Komi­ tesi teşkil olunmuştur (9. madde) . Milli Birlik Komitesi­ nin başkanı, aynı zamanda devletin ve bakao lar kurulunun başkanıdır ( ı 7. madde) . Bakanlar, Milli Birlik Komitesi üyeleri veya 27 mayıs ı 960 tarihinde herhangi bir siyasi partiye kayıtlı olmayan vatandaşlar arasından seçilir ( 2 ı . madde) . Milli Birlik Komitesi bakanları her zaman denet­ leyebilir ve görevinden çıkarabilir. Görevinden çıkarılan bakanın yenisini devlet başkanı tayin eder (4. madde ) . G . A . , 3 3 4 sayılı ve 9 temmuz ı 9 6 1 tarihli Yeni Türkiye Cumhuriyeti anayasasının kabulü ile yürürlükten kalkmıştır.

GEÇİCİ (AKlCI) BALIKLAR : bk. BALlKLAR. GEÇİM (Ekon. ) : bk. İKTİSAT. GEÇİMSİZLİK, eşler arasında birlikte yaşamayı çe· kilmez hale getirecek şiddetli bir anlaşmazlık ve uyuşmaz­ lık bulunması. Türk Medeni Kanunu G. i bir boşanma se· bebi sıtymıştır. G. halinde e� lerden her biri bo�anma dava­ sı açabilir. Ancak G. e daha çok kendi kusuriyle sebebiyet veren eşin davası reddolunur (Medeni Kanun, 1 34. madde) . B u takdirde dava açma hakkı ancak daha a z kusurlu eş tarafından kullanılabilir. GEÇİRGENLİK veya GEÇİRİMLİLİK ( Fr. Per­ meabilite < Lat. per = arasından, içinden, meare = geçmek) [Fiz. ] , içinden bAşka cisimler (gaz, sıvı, akı) geçebilen cisimlerin bu özelliği : ı. Magnetik geçirgenlik : bir maddedeki magnetik indüklenmenin onu yaratmış olan in­ dükleyici magnetik alana olan oranı. Magnetik G. , elektrik­ teki elektrik iletkenliğinin magnetizmadaki eşdeğeridir. Elektromagnetik C. G. S. ( santimetre, gram, saniye) siste­ minde magnetik G. , boşluk için birime e�ittir ; hava ve ferromagnetik olmayan maddelerin çoğu için birim civarın­ dadır ; ferromagneti k maddeler için i se çok büyük ( birkaç bin ) olabilir. Bu G. ile magnetik alınganlık (k) arasında­ ki bağlantı rasyonalize sistemde ıı = ı + 4 1t k formülü ile, rasyonalize olmayan sistemde de ı.ı. = ı + k formülü ile ifade edilir. 2 . Kütle geçirgenliği (Petrol) : Bazı tortul kütlele­ rin sıvıları veya gazları sızdırma özelliği. Petrol kuyula­ rının sürekli olarak petrolle dolması ve dolayısiyle kuyunun verimliliği , kuyunun içinde açılmı� olduğu hazne kütlenin G. derecesine bağlıdır. Bu konudaki G. birimi drasi (dracy) dir. 3. Hidrolojik geçirgenlik : Kütlelerin suyu geçir­ me özelliği. Bu G. çok nispidir. Toprakta bitki yokluğu ve kütle katmanlarındaki çatlak, kırık ve yarıklar G. i artırır. Tersine, çok geçirgen olmakla birlikte suya doymuş bir kütle geçirimsiz hale gelir. Kalkerler en geçirgen kütlelerdir.

208

GEÇIRIM ÖLÇER

veya

PERMEAMETRE

GEÇIRIM ÖLÇER veya PERMEAMETRE (Fr. Permeam�tre) : ı . Fizik : demir, çelik v. b. 'gibi bazı mad­ delerin magnetik karakteristik lerini tespit etmeye yarayan cihaz ; 2. ]eoloii : bir toprak nümunesinin geçirgenliğini ölçmeye yarayan alet. GEÇIRİMSİZLEŞTİRME veya EMPERMEABİLİ­ ZASYON ( Fr. Impermeabilisaıion ) , bazı kumaşları ve de­ rileri su geçirmez veya hem su hem hava geçirmez hale getirme. Bu i şlemin üç çeşidi vardı r : dokumayı bir kauçuk veya plastik tabakası ile kaplama, dokumanın liflerini su geçirmez bir madde ile emprenye etme, liflerin su geçme özelliğini gideren kimyevi bir dönüştürme yapma. Sanayide kullanılan dokumalar için kauçukla veya plastikle astarlama ( tersinden kaplama) usulü uygulanır. Astarlama maddesi olara k parafin, bazı sentetik bal mum­ ları, pişirilmiş keten yağı ( muşambalar için ) ve katran (büyük örtüler için ) da kullanılır. Bu astarlar yalnız su­ yun değil, havanın da geçmesini önler. Liflerin emprenye edi lmesi usulü elbiseler için en uygun alanıdır. Bu, liflerin ü zerine erimez ve su çekmez bi r madde yayma yolu ile yapı lır. Liflerin kimyevi bi r dönüşüme uğratılmaları usu­ lü nispeten pahalı olmakla birlikte etkisinin sürekli olması bakımından en iyi sonuç verenidir. Bunda, mesela velan gibi sentetik bir madde kullanılarak sellülozun yapısı de­ ğiştirilir ve böylece onun su çekme özelliği yok edilir.

GEÇİRİMSİZLİK ( Fr. Impermeabiliıe), bir kütlenin veya bir yer veya yeralu tabakasının, sızma sularının geçi­ şine karşı koyma özel liği ki, bazı şartların varlığına veya yokluğuna göre derecelenir. Bitki ler bir toprağın G. ini arnrır. Kil (arj i l ) , suyun geçişine en elverişsiz olan bir kütledir.

GEÇIŞİM DASINCI veya OSMOS DASINCI ( Fr. Pressian osmotique ) , yarı geçirgen bir bölmeden yalnız eri· ticisi geçebilen bir çözeltinin o bölme üzerine yaptığt basınç. Çözünmüş bir cismi gaza benzeten çözeltiler teorisinin Van't Hoff tarafından yapılan uyg•ılanmasına göre, G. B. , yani bir çözeltinin yarı geçirgen bir bölme üzerine yaptığı basınç, çözeltinin yoğunluğu ile orantılıdır. Çözünmüş ds­ min elekırolitik çözüşümünün söz konusu olmad •ğı bütün hallerde yapılan geçişim ölçmeleri de bu sonucu teyit et· miştir. Buna göre, G. B. çözeltinin hacım bi riminde bulu­ nan moleküllerin sayısiyle orantılıdır ve bu büyüklüğün ölçülmesi, çözünmüş cismin molekül kütlesinin hesaplanma­ sını sağlar. Arrheniu� teorisine göre, elekrrolitlerin iyonik çözüşümü moleküllerin sayısını ve dolayısiyle G. B. nı artı­ rır. Deney de bu sonucu teyit etmiştir. GEÇİŞLİ ( Fr. Transitif, eski ter. Müteaddi) [Dil.] , gösterdiği i ş başka b i r varlık üzerine geçen (fiil ) . «Maran­ goz tahtayı kesiyor. Boyacı duvar.ı boy11yor.» cümlelerinde kes tn ek, boyamak fiilieri G. dir ; çünkü iş birinde lahta'ya, öbüründe d11var'a etki yapıyor. Fiillerden bir kısmının gös­ terdiği işin tabiatı gereği olarak başka bir varlık üzerine etki yapması, fiilieri gefiJii ve gefiısiz diye ikiye ayırmak lüzumunu ortaya çıkarmıştır. G. deni len fiilierin etkisini alan varlık cümlede nesne (b. bk. ) adını alır. Bu öğe, geçişli fiillerle kurulan cümle­ ler için asli öğe değerindedir ; çünkü nesne kullanılmazsa, cümlenin anlamı çıkmaz. Bu ihtiyaçla Türkçede cümlenin kendi fiilinden türetilmiş if nesne ( objet syntaıı:ique) ler de kullanılır : Ekin ekmek, sor11 sormak, yem yemek ( insan­ lar için : yemell yemek) ıibi. Cümlede G. fiilin etkisini alan

-

GEÇİT

öğe i smin yalın (taı kırmak) , i (lfll · ı kırmak) hallerinde olabilir. Yalın halde olanlar, gösterdiği varlık bakımından genel anlam verdiği için belirsiz, -i halinde olanlar ise belli varlık gösterdiği için belirli nesne adını alır. -e halinde nesneler isteyen G. fiiller de vardır : «Kurşun hedef · e değdi. Otomobil ağaf a çarptı. Mflsa · ya vuruyorum.» Bazı cümlelerde hem -i, hem -e hallerinde nesneler kullanılır : «Elim i masa · ya vuruyorum. Kırbat: ı hayvan a vurdu. Ev · i komı11 · ya sattım.» gibi. •









Geçişlilik, fiilin nesnesine göre aldığı durum olduğu için ayrı bir falı ( bk. BİNA) sayılmalıdır. Ayrıca döniiılii, iıteı, etlirgen ve old11rgan (bunlara bk. ) çatılı fiiller de geçişlidir. Dönüşlü fiilin nesnesi, kendi öznesi ; işteş fiilin nesnesi öbür özneler (bunlarda nesneler · ile edatiy le kulia· nılır : Çocuklar birbirleri ile dövüşüyorlar) dir. Fiilierin ettirgen veya oldurgan çatıya geçirişleri de geçişli duruma getirilmeleri demektir. Bazı fiilieri cümledeki durumuna göre G. veya ge­ çişsiz sayarız. Mesela basmak, bflsltrmak fi i l ieri aslında G. olduğu halde «kıı baılı veya baıtırdı» sözlerinde «geldi» anlami yle geçişsizdir. Bk. BİNA, CÜMLE, ETTİRGEN, FİİL, GEÇİŞSİZ.

GEÇİŞME veya OSMOS ( Fr. O >mose < Lat. oımo­ sis < Yun. os mos = itici güç ; osis = d un m ) : ı. Fizik :

aralarında yarı geçirgen bir bölme bulunan değişik yoğun­ lukta iki sıvının birbirine geçmesi olayı. Bazı bölmeler bir çözeltinin suyunu geçmeye bırakıp onun içinde çözünmüş olan maddeyi bırakmazlar ; buna göre bölmenin bir yanında saf su, öte yanında da bir çözelti bulunursa, yalnız saf su bölmeden geçerek çözeltiye katılır ve bu olaya endo ımoıiı denilir ; şayet ara bölme tam bir ayırma safllayacak nitelikte olmazsa, bazan çözeltiden sif suya doğru da bir geçiş olur ve buna exosmoıis denilir.

2 . Elektrik : bir elektrik akımının etki�iyle, bir sıvı­ nın gözenekli bir bölmeden geçmesi. 3. Biyoloj i : G. olayı, sıvıların ve çözünebi lir tuzların hücrelerin zarlarından geçmesinde önemli bir rol oynar. Fakat normal olan G. şartları dışında, bazı maddelerin geçtikleri de görülür ; bunun sebebi canlı hücre çeperinin polarize olmuş ve dolayısiyle seçici (selektif) hale . gelmiş olmasıdır.

GEÇİŞSİZ ( Fr. Intransiıif, eski ter. Lazım) [Dil. ] , gösterdiği i ş başka bir varlığa geçmeyip özne üzerinde ka­ lan (fii l ) . «Çocuk 11y11yor. Adam düıiindii. Hayvanlar koı•· yor.» cümlelerinde 11y11mak, Jiiıiinmek, lloımak fiilieri başka­ sına geçmemiş, özne üzerinde kalmıştır. Bu sebeple, G. fiiller cümlede nesne istemez : bunların kurdukları cümleler, yukarıdaki örnekler gibi yalnız özne ile yüklernden meydana gelmiş olabilir. Fiilin başka varlığa geçmemesi, etkinin özneye dön­ mesi demek değildir. Aslında geçişli (b. bk. ) olup da er­ kisi özneye dönen fiiliere dönüı/ii adı verilir : Dövünmek (kendi kendini dövmek ) , giyinmek ( kendi kendini giydirmek ) gibi (bk. Fİ İL) . G. fiillerden bir kısmı, cümlede kendi fiilinden - iı ekiyle türemiş bazı kelimeler alarak geçişli fiil şekli göste­ rirler : «Öyle bir Vllfll/ vurdu ki», «Sefil bir yaıayıı yaşı­ yor», Jiiıiiniiı düşünmek, yaı yaşamak, 11yk11 uyumak, bağı­ rtı bağırmak gibi. Bk. BİNA, CÜMLE, FİİL, GEÇİŞLİ.

GEÇİT (Coğ.) : bk. BOYUN.

GEÇİT GEÇIT ( Fr. Passage) [Mus. ] , bir musiki eserinin herhangi kısa parçası. Genellikle önemli musiki düşünceleri ( bk. KONU, MOTİ F ) kapsamayıp daha çok seslendierne ustalığı göstermeye yarayan inici veya çık ıcı bir figür dizi­ sinden oluşur ve figürünün çeşidine göre gam G. i ( İng. scale passage) ve kmk

uygu

G. i ( İng.

209

GEÇKI

defa milli bayram ve resmi tatil günleri, bölgesel önemli olaylar, milli veya milletle rarası spor yarışmaları v. b. do­ layısiyle düzenlenen tören lerde yapılır. G. R. nin askerlik alanında geniş bir uygulama yeri vardır. Bugün

arpeggio passage)

gibi adlarla anılır. Kadans (b. bk. ) larda sık görülen G. lerden musiki değeri taşımayan ve yersiz kullanılanlar için R . Schumann Pauagenkram (G. bırtıpırtısı ) sözünü kullan­ mıştır.

GEÇİT HAKKI ( eski ter. Mürur hakkı ) , bir yer malikinin başka bir gayri menkulden geçmesini sağlayan ir�ifak hakkı. Umuma ait yola çıkmak için yeter geçidi bu­ ' unm�yan gayri menkul sahi bi, yeter li bir tazminat ödemek şarıiyle, komşularından kendisine geçmek için uygun bir yer bırakılmasını isteyebilir. Bu bakkın tayininde gayri menkulün e•ki yol durumu, yolun en az külfeıle nereden açılabileceği gibi hususlar ile tarafların karşılıklı menfaat· leri göz önünde tutulur ( Medeni Kanun, 67 1 madde) . Dai­ mi olarak tayin olunan G. H. nın tapu siciline kaydı lazım· dır ( 672 madde) . GEÇİT NOTASI ( Fr. Note d e passage, Alm. Durch­ gangstoo , İng. Passing ıone) , iki armoni arasında bulunan ve bu armonilerin birer sesi arasında diyaıonik veya kromatik ikili adı­ miyle bir ezgi bağlan­ tısı kuran armoni dı şı ses. İnici veya çıkıcı Çıkıcı kromaıik geçit notası o labilir ve gecikme (b. bk.) nin tersine zayıf vuruşta işitil:iiği için disonans etkisi uyandırmaz.

ı

GEÇİT RESMI, genel anlamda, düzenli bir toplulu· ğun belirli bir olayı kuılamak maksadiyle, belli bir yerde selimlanacak kimsenin önünden geçerek yaptığı gösteri. Çok

a skeri

alanda G. R.

t er i m in i n

yerini g enel

olarak tö ren geçişi almıştır. Bu anlamda kullanılan diğer bir terim geçit ıörenidir. Tören geçişi, genel olarak, milll bayram ve- resmi tatil günlerinde tertiplenen töreniere katılan askeri bi rlikler, genel kurmay başkan lığı tören talimnamesi ve silahlı kuv:vet­ ler protokol yönetmeliğine göre yapılan karşılama ve uğur­ Jama tören lerine iştirak eden şeref k ıtaları, i lgili komutan­ lıklarca verilen direkrif çerçevesinde denerlenen v eya tatbi­ kat ve manevralara katılan askeri birli kler tarafından yapı­ lır. Ayrıca, alaya sancak verme töreni, sancağa madah•a takma töreni, alay gününü kutlama töreni ve her gün yapı­ lan akşam yoklaması gibi özel askeri törenler bir tören geçişi ile sona erer.

GEÇİTLİ (eski adı : Livin ) , Hakkari ilinin Merkez ilçesine bağlı bir bucak. Bucağın nüfusu :) 230 ( ı96:) ) , bu­ cak merkezi olan G. nin nüfusu 8 1 9 dur. Denizden yüksek­ liği ı 700 m dir. Bucağa bağlı 8 köv vardır. Bucak aıazisi Hakkari il merkezinin batısında, yüksek dağlık bir yerdedir. Başlıca geçim kaynağı hayvancılık ve tarımdır. Hakkari'ye bir araba yolu ile bağlıdır ( bk . HAKKARi ) . GEÇKİ ( Fr., Alm , İng. Modulation ) [Mus. ] , musiki akışı içinde bir makam veya tonaliteden bir başkasına geçil­ mesi. Uğrama ( b. bk. ) da ara makam veya tonalireye pek kısa süre dokunulduktan sonra hemen gene terk edilmesine karşılık G. de yeni makam veya tonalite bir karar ( kadans) ile pekiştirilir. G. yapılırken iki makam veya tonalitenin ortak seslerinden veya akodarından yararlanılır ve ayrılıkları belirtilir. Mesela tek sesli musikide rast makamındaki bir eserde diziyi değişti rmeden dügih ( la ) sesi geçici olarak durak işlemi görmekle ne­ va makamına, durağı de­ ğiştirmeden segih (koma bemollü si) yerine k ü r d i ( bakıye bemollü si ) ve çar­ gih (do) yerine hicaz ( ba­ kıye diyezli do) sesleri kul­ lanılmakla nihavend maka ­ mına geçilebileceği gibi, her iki değişiklik birden yapı larak hicaz makamına da varılabi lir. Çoksesli mu­ sikideki G. de iki tonalite­ de iki ayrı anlamı bulunan düğüm uygıısu ( İng. pivot chord ) ndan yararlanılır. Meseli do majörde I. ba­ samak uygusu olan do sol mi uygusu olarak ka­ bul edilir ve arkasından V ve I. basamak uygulariyle •

·

bir kadans gösterilerek sol

A t a t ü r k

b i r

g e ç i

r e s m i n i

t a k

p

e d e r k e n

majöre geçilmis olur ( No­ ta ı ) . U ygun un basir bir çevriyoruro ( Alm. Umdeu­ tung, İng. re - inıerpreta­ tion ) u ile sağla ' an bu gibi

ZtO

GEÇKİ

H a r p

-

O k u l u

GEÇMIŞ ZAMAN

b i r

diyatonik G. lerde kromatik gidişler (mesela Nota 2 : do - do diyez değişmesiyle do maj örden re majöre, N ota 3 : re - re diyez deği�mesiyle do maj örden mi maj öre) bulunabilir. Düğüm uygusu tonalitelerin birinde veya her ikisinde kro· matik olarak değişticilmiş bir uygu (mesela bir Napoli altılısı ) ise kromatik G. den söz edilir : Mesela do maj örün kromatik olarak değişticilmiş uygularından fa . re bemol . la bemol Napoli alniısı IV. basamak uygusu sayılarak la be­ mo) majöre kromatik bir geçişin düğüm uygusu olabilir (Nota 4 ) . Eğer çevriyorumda seslerden bir veya birkaçı­ nın enarmoniği alınırsa, geçişe enarmonik G. denir ( Nota ' te do majörün la bemol sesi la maj örün sol diyez sesi olmuş) . Eşit aralıklı yedirimin uygulanmaya başladığı aş. yu. 1 700 yılından i tibaren çoksesli musikide geniş ölçüde kullanılmaya başlayan G. , romantik ve özellikle geç roman­ tik musikisinin temeli olmuş, sık sık birbirinden çok uzak tonalitelere geçme göreneği sonuoda atonaliteye yol açmış­ tır. Türkiye'de durak değişticilerek yapılan G. ye eksen de-

g e ç i t

r e s m i n d e

ğişimi, maj örden minöre veya tersine geçişe tür değişimi diyenler vardır. - G. O.

GEÇMIŞ ZAMAN (Fe. Pass6, eski ter. Mazi ) , [Dil.] fiil çekiminin gösterdiği, şimdiki zamandan öneeye ait za­ man. Fiil, içinde bulunduğumuz simdiki, ileride yaşanacak gele(ek zamanlar ve G. Z. olarak üç zaman gösterir.

Türkçe G. Z. -di"li geçmiş ve -mi{ li geçmiş kipleri ile anlatılır. -di"li geçmiş kipi, olayı konuşanın kesin olarak bildiği, kesinlik (muayyen mazi ) anlamı verir ; kip eki, fiil gövdesinden sonra gelen ·di ekidir : «Dün yağmur yağ - dı. Kiıabı benden al - dı - nız. Komşular bize gel - me - di ­ ler» gibi. · mis"li geçmiş kipi ise, olayı konuşanın başkasın­ dan işittiği (Söylediklerine göre dağlara çok kar yağ - mıs) veya olayın geçişinden bilgisiz bulunduğu ( Bir de baktım ki kar yağ - mı s ) , şüphelilik (gayr - i muayyen mazi) an­ lamları verir ; kip eki, fiil gövdesinden sonra gelen -mis ekidir. · mi{ li geçmiş şeklindeki fiiller, sonlarına, ek - fiilin geniş zaman III. tekil kişi eki olan -dir alarak kesin 2 bükümlü cümleler kurar : «Türkiye'de Cumhuriyet 29 -e& -e& ekim 1923 taribinde kurul­ # U' y6 y6 muştur.ıt gibi . do: ı do: ı 4 Türkçe basit zaman­ re: V I I so l: I V y l y6 lı fiil kipleri, t aşıdığı za­ man ve t a r z anlamı ne 3 4 s olursa olsun, G. Z. içinde ifade edilebilirler. Fiilieri uu xr � -e u u -e .... -e G. z. a atış, ·di' li ve -mis' li u geçmiş zaman kiplerinin an­ ,. , , "" v•• lo ' .. V lamlarına paralel olarak yapılır. Basit zamanlı kip­ GEÇKİ : Notalar : ı . Do maj örden sol majöre diyaıonik geç ki ; 2 . Do maj örden re ma­ lere, kendi kip eklerinden sonra -idi eki getirilirse, jöre kromatik gidiş li diyatonik geç ki ; 3. Do maj örden mi maj ö re kromatik gidiş li diya­ olayın geçmişte olduğu ve tooik geçki ; 4. Do maj örden la bemol maj öre kromatik geç ki ; '· Do maj örden la maj öre bunu konuşanın görüp bilenarmonik geçki

ı

'4 i

i

4 i i a1:: 1: L ,. m�:,.

: #:;

i

li i

ll ı 1{! ��! "'�'�v• vı

� § ll i

:

#i #[

ll

tt81fJ � # § v'.

ll

GEÇMIŞ ZAMAN diği anlamını veren «hikaye bileşik zamanı » meydana gelir : «gel - di idi, gtl miı idi · niz, gel · me/i idi - ler» gibi. Emirden başka bütün kipler hikaye bileşik zamanı ile kullanılarak G. Z. anlamı alabilir. Yine basit zamanlı kipiere · imiı eki getirilirse, olayın geçmişte olduğu, fakat konuşanın bunu görmediği, kesin bilmediği anlamını veren «rivayet bileşik zamanı» meydana çıkar : «gel - iyor imiı - sin, bil - me/i imiı - im, ol - atak - mıt sm. di'li geçmişle emir­ den başka bütün kipler, «rivayet bi leşik zamanı» na girerek G. Z. anlamı alabilir. Şimdiki zaman (yap - ıyor - u m ) ve geniş zaman {-yap - ar - ım ) kipleri de, kullanı ldıkları cümlelere göre G. Z. an lamı verebilirler : Dün gece hırsız camı kmyor ( kır· mış ) , içinden eşyaları alıyor ( a lmış ) » , «Her yıl gelir (gel­ d i ) , benden ücretini alır (aldı ) ». Bk. ÇEKiM, FİİL, Z A· MAN. •



GED [ged] , William (Edinburgh 1 690 Edinburgh 1 749 ) , İngiliz matbaacısı. Harfleri diziimiş bir sayfa yazı üzerine alçılı bir madde dökerek o sayfanın kalıbını çıkar­ mış, sonra bu kalıba ergimiş kurşun ve anıimon karışımı dökerek basım kalıbını hazırlamıştır. Lord Stanbope tara­ fından tekrar ele alınan bu usul, stereotipi ( sabit harfli kalıplarla basma) usulünün yaratılmasına yol açmıştır. GEDA MUSLU ( XVI. yüzyı l ) , Türk saz şairi. Ceza­ yir Ocağına bağlı olduğu ıı n laşı lan bu şair Hicri 1 0 1 8 yılında Cezayir gemilerinin bir İspanyol kalyonunu ele ge­ çirmeleri üzerine l l heceli iki manzume söylemiştir. GEDAI [ Beşiktaşlı ] (ölm. 1 887 1 88 9 ) , Türk saz şairi. Istanbul'da doğmuş olan bu şair şiirleriyle memlehtte büyük bir ün kazanmıştı. Şiirleri Sadettin Nüzbet ( Ergun) tarafından yayımlanmıştır ( Beıikta(lı Gedai. Istanbul, 1933). ·

GEDANIT (Fr. Gedanite) , Polonya'da, Gdalısk ( Lat. Gedania) şehri dolaylarında bulunmuş olan bir fosil reçine çeşidi. GEDAREF, Sudan'ın Kassala ilinde, Habeşistan sınırı yakınlarında, Atbara ırmağının bir kolu üzerinde bir şehir. Nüfusu 23 000 dir. Ancak Mehdilerin ayaklanmasından son­ ra meskiın bale gelmiş olan bölgede ağaç zamkı, kahve, tütün, susam ve Hint darısı (sorgho) üretilir. Şehir, demir­ yolu ile Sudan limanına, Seonar'a ve Kosti'ye bağlıdır. GEDDES [udiz], Norman Bel ( doğ. Adrian, Michi­ gan 1 883 ) , Amerikalı mimar ve biçim ressamı. Amerika'­ nın en ünlü tiyatro sahnelerinin dekorianna yeni bir biçim verm;ş, 1 927 de sanayi alanında çalışmaya başlayarak ev eşyaların ı, radyo malıfazaları­ nı ve uçak içierini yeni zevke göre çizmiş, ilk aerodinamik traosatlanıiğio taslağını yap­ mış, . 1 939 - 1 940 New York dünya fuar ındaki «Futurama» sergisini düzenlemiştir. GEDDES [ g �dis ] Sir Patrick (Pertb 1 8 :1 4 - 1 9 3 2 ) , iskoçyalı biyolog ve sosyolog. ,

Londra, Aberdeen, Edinburgh, Dundee _ ve Bombay'da profe­ sörlük etmiştir. Eserleri : Cities in E11olution. (Evrim halindeki

-

:i ı i

GEDfK, Namık

şehirler) [ 1 9 1 3] ; The Li/e arıd Works of Sir ]agadis Chan­ dra Bose (Sir Jagadis Chandra Bose'un hayatı ve eserleri ) [ 1 920].

GEDEGERE, Amasya'da Vezirköprü'nün eski adı. Gf:Df:LITE ( Plastik ) : bk. JEDELİT. G�DEON (M. Ö. XII - XI. yüzyı l ) , Beni İsrail'li bir hakim. Madiani'leri mağliıp etmiş ve onların kendi kar­ deşlerini öldürmüş olan iki kralını öldürmüştür. GEDIK, Osmanlı toplumunda ve yaşayışında, ekono­ mik alanda önemli bir hukuki kuruluş. Önceleri teamül ile başlayan ve sonraları ferman ve kanunlarla sağlanan G. ler, taşınmaz (gayri menkul) mallar gibi işlem gör­ müştür. Hukuk bakımından G. , meslek hürriyetini ihlil eden bir müessesedir. Çünkü G. bazı yerlerde de çalışma, meslek edinme veya belli bir meslek ve sanatı yapma hakkı birta­ kım şahıslara verilmekte idi. Bu suretle belli iş yerlerinde, meslek ve sanat nevilerinde bir tek - el, imtiyaz yaratılmış bulunuyordu. G. sahibi müsaade etmedikçe G. e verilmiş bulunan yerlerde veya meslek ve sanatta başkaları çalışa­ mazdı . G. alınabilir veya saulabilirdi. Boş olan G. ler aynı sanatı yapmakta bulunan kalfalara ve çıraklara verilirdi. G. bir ferman ile ihdas edilir ve satın alınabili rdi. Bu ferman­ larda G; hakkının şumulü ve G. sahibinin hak ve görevleri tespit edi lirdi. Bir yerde mülkiyet hakkı i le G. hakkı ayrı ayrı kim­ selerde olabilirdi. G. hakkı sahibi, mülkiyet hakkına sahip olan kimseye bu hakka karşılık bir kira verirdi. Mülkiyet hakkı sahibi kiranın artıcılmasını talep edemezdi. Bu itibar­ la da G., mülkiyet haklarını bazı ahvalde tahdit eden hukuki bir vakıa idi. G. ekonomik bakımdan bir tekel karakteri taşıması itibariyle ticaretin gelişmesine, fiyatların serbest rekabetine ve mallarda kalitenin düzelmesine engel teşkil etmekteydi. Ayrıca, mülkiyeti başkasıoda ve G. hakkı başka bir şahısta olan bina gibi gayri menkul mallarda bakım ve ıslah imkanı görülmemekte idi. Serbest rekabet, meslek edinme ve mülkiyet haklarını tahdit eden G. ler nizarnname ve kanunlarla ilga edılmiştir. A. A. GEDIK (Coğ. ) : bk. BOYUN. GEDIK, Namık ( Üsküdar 1 9 1 1 · Ankara 1 960 ) , De­ mokrat Parti iktidarının son iç işleri bakanı. Arapkir eşra­ fıodan Gedikzade Kişif Beyin oğludur. 1930 yılında Kaba­ taş Lisesinden mezun olduktan sonra Istanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine girmiş ve 1 9 3 6 da hekimlik diptomasım almıştır. Öğrenciliği sırasında uzun süre Tıp Talebe Cemiyeti genel sek reterliğini yapmıştır. Fakülteyi bitirdikten sonra bir süre Adana'da sıtma savaşın­ da bulunmuş, yedek subaylık görevini

Dersim barekinnda

yapmış, Çine ilçesinde dön yıl hükiıme: tabipliğinde bulun­ duktan sonra i h tisasını Hay­ dar Paşa Numune Hastahane· sinde tamamlayarak ı 948 de i ç hastalıkları mütebassısı ol­ muştur. Aynı yıl Muğla Mem­

N. B.

GEDDES

leket Hastahanesi iç ha�tal ık­ ları mütehassıslığına t a y i n edilmiş ve bir süre s o n r a

N. GEDIK

2 12

GEDIK,

Namık

-

GEDIK

da aynı hastahanenin başhekimliğine getirilmiştir. 1 9 5 0 de Haydar Paşa Numune Hastahanesi verem paviyonu mütehas sıslığına tayin edilmişse de, 1 4 mayıs 1 9 5 0 seçimlerinde Ayd ın milletvekili seçilmesi üzerine bu görevden ayrılmıştır. ı 9 54 ve 1 9 5 7 seçimlerinde de yine Aydın'dan mil letvekili seçi len G. , Ege bölgesi parti müfettişliğin i yapmış ve 1 9 54 mayısında da i ç işleri bakanlığına getirilmiştir. 1 9 5 5 te Istanbul'da cereyan eden 6 - 7 eylül hidi seleri üzerine istifa etmiş ise de, bir süre sonra Demokrat Parti Meclis Grupu başkan lığına, 1 9 5 6 yılı sonunda ikinci defa ve 1 9 5 7 miletvekili seçiminden sonra da üçüncü defa iç iş leri bakanlığına getirilmiş ve 27 ma­ yıs 1 960 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. 27 mayıs 1 960 ihti lalinde tevkif edilmiş olup, mevk uf bul unduğu Harp Okulunda 29 mayıs 1 960 tarihinde kendisini pencereden atmak suretiyle intihar ettiği Milli B i rl . k Komitesinin 30 mayıs 1 960 günü öğle ajansında radyoda verdiği tebliğden öğrenilmiştir. Nişı 16 haziran 1 960 tarihinde Ankara'da toprağa verilmiştir. Yüksek Soruşturma Kurulu tarafından yapılan tahkikat sonunda G. in hiçbir gayri meşru serveti bulunmadığı hükme bağlanmış ve ilin edi lmiştir. Şiir ve hikayelerinde Namık Kişif adını kullanan G. in elliden fazla şiiri ve Nur Dağı'nın etek/eri. Akar su, Sazlar

ve kurbağalar, Or eıiz, Me,hul eser, Tövbe, Bademler fifek­ teyken adlı hikayeleri vardır. Şiir ve hikayelerinin bazıları

1 9 3 2 1 9 3 3 yıllarında «Servet - i Fünun» mecmuasında yayım­ lanmıştır. Edebi hayatı, başlangıçta Milli Edebiyat devrindeki şiir anlayışına bağlıdır. Aynı şiiı lerde zaman la daha Avrupai şekiller ve Faruk Nafiz tarzı sövleyişin i zleri belirmiştir .

GEDİK AHMET PAŞ ' (Biyogr. ) : bk. AHMET PA­ ŞA [Gedik].

PAŞA TİYATRÖSU

lanılmış, böylece seyircinin ilgisi sağlanmıştır. Bu yolda hazırlanıp oynanan ilk yerli eser Leyla ve Mecnun masalı­ dır ( 1 869 ) . G. P. T. nda oynanan ilk telif eserin yazarı, o zaman yüzbaşı olan Üsküdar karakol komutanı Kayserili Mustafa Efendidir. Güllü Agop Leyla ve Mecnun konusu­ nun tiyatro eseri olabilmesi için perde ve sahne bölümle­ riyle ilgil i planı haz ı r lamış, Mustafa Efendi sözleri yazmıştır. Bu piyes ilk defa 1 869 yılı ocak ayı içinde oynanmıştır. G. P. T. n u destekleyen ilk adam, Ali Beydir. Dilimizi doğru konuşabilmeleri için Ermeni sanatçılara ders vermiş, çevirdiği veya adapte e ttiğ ı piyesleri bu sahnede oynatmıştır. Türk tiyatro yazarı yetişmesini, oyaanacak eserlerin çoğal­ masını sağlamak için ga zetelere ilin verilmesini de Ali Be­ yin öğüdediği sanılır. Güllü Agop'un bu ilim gazetelerde 4 mayıs 1 869 günü çıkmıştır. G. P. T. na kimi bu ilin üzerine, kimi daha sonra katılan Türk asıllı aktörler Ahmet Necip, Hamdi. İsmai l, Mehmet Vamık, Mehmet Edip, Selim, Hüsnü Edhem, İ b rahim cfendil erdi r. G. P. T. müdü:ü Güllü Ag op , 1 870 te hükumetten on yıl sü r eli suflörle oyun oyaatma imtiyazı almıştı. Böylece Türkce eser oynayacak ikinci bir tiyatro kurulmasını, seyirci sayısının dağılması n ı ön lemiş oluyordu. 25 kaslm 1 870 ten 1 8 7 1 yılı ni san ayı sonuna kadar oynanan eserler arasında tan ınmış , tan ınm•mış ya z a rla r ın telif eserleri oynandı. Gü­

ruh - i insan nalmtır her an, Tosun Aga, Keyhuırev Şahrn adaleti, Yarabhi ı ük ür so/ra kuruldu, Hürmüz Bey, Leyla ve Met:nun , Ceylan ile Azime piyesleri bu aradadır. Moli­ ere' d � n cevrilmiş olan Tabib - i aık komedisi. Kukanr karı, Richli eux'nün Sergüzeıl'i, Nikotimos'un kızı Bernarl yahut

GEDİK PAŞA TİYATROSU, Türk dilinde sürekli olarak temsı ller veren i lk sahne tesek­ külü. Bu çalışmalar 1 8 68 yılından 1 884 yılına kadar sürmüştür. Türk soyundan aktörler ilk defa bu tiyatroda sahneye çık­ mışlar, tiyatro yazarlarımızın eserleri ilk S o k a k defa bu tiyatroda oynanmış, Türk sahne oyuncuları bu eserlerde rol almışlardır. Tat l ı k u!ju Tiyatro binası, I stanbul'da Çarşı­ o kapı'dan Bayezid'e doğru gidi lirken sol­ da, Gedik Paşa semtine doğru inen so­ kakta, sol taraftaydı. Cumhuriyetten son­ ra buraya Istanbul Belediyesince Tiyatro sokağı adı verilmiştir. 1 8 60 ta yapılan salaşta yabancılar zaman zaman çeşidi hünerler göstermişler, 1 868 de salaş yık­ tırıla rak abşap bir tiyatro binası yaptı­ o c: nlmış, Türk dilindeki oyunlar burada oynanmıştır. ctJ Binaya öteden beri Osmanlı Tiyat­ ..:L rosu (Tıyatro - yu Osmani) deni liyor­ o du. Bu tiyatroda ilk defa Türk di linde (/) piyesler de oyaanacağı 3 ocak 1 868 tarih­ li gazetelerde ilin edi lmiştir. Yine ocak ayı içinde Türkçe olarak sahneye konulan Cesar Borgia piyesinin Asya kumpanyası tarafından oynandığı belirtilmiştir. Daha önce Ermenice temsiller veren bu - -- - - - --T i ı:� a tro k a p ı s ı topluluğun başı Güllü Agop (bk. AGOP, Güllü) tu. G. P. T. nda verilen Tilıkçe temsiller, uzun yıllar onun yönetiminde devam etmiştir. Oynanan ilk birkaç eser yabancı dillerden çevrilmiş piyes­ lerdir. Bunların ilgi uyandumadığı gö­ e d i k p a ş a c a ddes i rülünce halk hikayelerinin tiyatro hali­ ______ ______ ne g e t i r i l i p a y n a n m a s ı n a başGedik Paşa Tiyatrosunun yerini ve binanın içini gösterir kroki

ı ı ı

�-------G

__

__ __

l

Ku mk apıl

_ ____

GEDIK PAŞA TIYATROSU

213

çe metni n üzerinde d üzeltmeler yapmıştır. Eser Alberto ve Dikran Çuhaciyan (b. bk.) efendi ler tarafından bestelenmiştir. Ahmet Midhat'ın Eyvah adındaki telif tiyatro eseri de ilk defa 1873 yılı mart ayı içinde oynanm·şıır. Namık Ke­ mal'in olaylar yaratan Vatan yahut Siliıtre adındaki eseri ı nisan 1 8 73 günü akşamı oynandı. Teodor Kasao Efendinin Moliere'in L'avare adındaki eserindan adapte ettiği Pinti Ha­ mit piyesi aynı yıl nisanın 6. günü sahneye konuldu. 1 8 7 3 yılının önemli olaylarından biri G. T . P . n d a edebi komiteni n kurulmasıdır ; Nuri ve Haleı beyler bu i ş i n öncüsüdür. Ali Beyle Namık Kemal de bu işe katılmış, tiyatro yöneticisi Güllü Agop'la birlikte beş kişi lik komite bir yandan değer­ siz veya dili bozuk eserleri yazma, yazdırma, faydalı olacak yabancı dildeki eserleri dilimize çevinme işini üzerine al­ mıştı. ı nisan 1873 günü akşamı oynanan Vatan pive �i. seyircilerin coşkun gösterilerde bulunmasına, gece oyundan son r a sokaklarda gösteri yapmalarına sebep olmuştur. Namık Kemal, e•erin oynanması biter bitmez, halkın şiddetli alkış· tarla yazarı sahneye cıoğırmaları üzerine locasından ayrılarak sahneye değil, sokağa çıkmış, evine girmişti. Seyirci lerden bir grup onu görmek üzere «İbret» gazetesine gitmişler, yazarı orada da bulam'lyınca onu öven bi r yazı yazıp gazereye bırakmışlardı. Bu olay üıerine padişah Abdülaziz' in emriyle «İbret» gazetesi kapatı lmısıı. Namık Kema l «İb­ ret» gazetesinin ilavesi olarak bu kararı belirten bir yazı ya· yımlamışıı. Fakat ertesi akşam G. P. T. nun bir odasında şe­ refine verilen ziyaferre tutuklanarak hapsedilmiş, birkaç ar­ kadaşiyle birlikte sürgüne gönderi lmişlerdi. G. P. T. ndaki edebi komite böylece dağılmış. başka bir edebi lromite de kurulmamıştır. Ti•aıroda oynanacak ererlerin daha önce sansür ed ilmesi usufü de o yıl konul­ muuur. 1 8 7 3 1874 mevsimi öteden beri oynanan eserleri tekrarlamakla sona ermıştır. G. P. T. yöneticisi 1872 yılından başlayarak birkaç yıl üst üste tiyatrosundaki idareci leri n, sanatçı ların adlarını, o yıl oynanacak eserl,.ri belirten broşürler de yayımlamıştır. Tiyatronun Türk asıllı oyuncul arından Ahmet Necib'in son­ raları ki tap olarak basılan ldb.ır ve ilebal adındaki piyesi, ilk olarak 1 874 1 8 7 5 mevsiminde sahneye konulmuş, tek­ rarlanan Tayyarzade piyesinin de Güllü ve Ahmet Necip efendilerin eseri olduğu broşürde açıklan mıştır. Şemsetıin Sami'nin Beıa eseri de ilk olarak o yıl oynandı. Molie re'den Ahmet Vefik Paşanın adapte ettiği Zor nil>!zh'ı, Ali Beyin adapte eıttği Ayyar H,mza ve