Ana Brittanica Genel Kültür Ansiklopedisi Cilt 15 (Har-Hor)
 9757760013

Table of contents :
AnaBritannica veya Ana Britannica, Ana Yayınevi tarafından üretilen ve 5 Kasım 1986 tarihinde Türkiye'de yayınına başlanan ansiklopedi.4 yıl boyunca 64 sayfalık fasiküller halinde yayınlanmıştır.

Citation preview

AnaBritannica GENEL KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

THE UNIVERS1TY OF CHİCAGO

Encyclopadia Brilannica'nın hazırlanmasına katkıda bulunan üniversite danışma komiteleri: AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ_____________________ Chicago Üniversitesi Hcllmul Frıtzschc. Başkan Jack D Cowan Donald W. Fiske. Başkan Yardımcısı Mıhaly Csıkszcnimıhalyı Edward Anders Jack Halpcrn Ene P Hamp

Saundcrs Mac Lane Janct D Roulcy

AVRUPA______________________ Leıden Üniversitesi (HOLLANDA) Hans Daaldcr. Başkan Floransa Üniversitesi (İTALYA) Mauro Cappcllcl ti

Mas Planck Biyofizikse! Kuma Enstitüsü (ALMANYA) Manfrcd Eıgcn

Ruhr üniversitesi. Mas Planck Kömür Araştırmaları Enstitüsü (ALMANYA) Gunthcr VVılke

Madrid Özerk Üniversitesi (ISPANYA) Pedro Schuartz

Sosval Bilimler Yüksek Okulu (FRANSA) Marc Augd

Yem Lizbon Üniversitesi (PORTEKİZ) Fernando Gıl

Jacques Bcrsanı. Sekreter

Marburg Üniversitesi (ALMANYA) Ot(ned Madclung

AVUSTRALYA________________________________________________________________________________ Avustralya ülusal Üniversitesi Brian D. O Anderson. Başkan John Douglas Rıtchic

Melbourne Üniversitesi VVarren A Bcbbınglon Gcoffrcy Blaıney Frank Grahum Lılllc

Adelaıde Üniversitesi Robert Eugene Bogncr

La Trobe Üniversitesi Ene E Joncs

Sıdney Ünı versıtesi David R Fraser Dame Lconıc Judith Kramcr

Ban Avustralya Üniversitesi Charles E. Oxnard

BİRLEŞİK KRALLIK

Cambndge üniversitesi Sir Bnan Pıppard. Başkan Sır Georffrcy Ehon Kurt Lıpstcın Sir John Lyons

Londra Üniversitesi Maurice Cranston Donald Gunn MacRae David Alfred Martin Donald M. Nicol

Edinburgh Üniversitesi lan G. Steuarl C. Bame Wılson

Ozford üniversitesi Uue W. Kitzingcr C. Anthony Slorr Sir Keıth Thomas

KANADA______________________

Ingiliz Kolumbıvası Üniversitesi Wıllıam E Frcdcman. Eş-Başkan Sımon Fraser Üniversitesi J E Bcrggrcn Pcter Kennedy Eduard McWİıınney Grant Suale

Sussez üniversitesi H Chnslopher Longucl-Hıggıns

- - Toronlo üniversitesi A Edward Safanan. Eş-Başkan Calvin C Gotlıcb A Douglas Tushıngham

Montreal Üniversitesi Françoıs Duchesneau

Victoria Üniversitesi Donovan W. M. Walcrs Waıerloo Üniversitesi Frederıck R W. McCourl York Üniversitesi John T Saysvell

ENCYCLOPAEDIA BRİTANNİCA, INC.

IMPRIMATUR

'76*

Bu ansiklopedi, büyük bölümüyle Encyclopaedıa Britannica çevirisinden ve editörlerce hazırlanmış ek bilgi ve maddeler­ den oluşmuştur, tçenği Encyclopaedıa Britannica. İne. tara­ fından incelenmiş, yansız, önyargısız, doğru vc geçerli olduğu ve Encyclopaedia Britannica’nın geniş ve kapsamlı bir ansik­ lopedi için koyduğu standartlara uygunluğu onaylanmıştır.

AnaBritannica GENEL KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

Cilt 15

HÜRRİYETİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

ANA YAYINCILIK A.Ş. VE E N C YC i. O PA EI) I z\ B RITANNICA, INC. İŞBİRLİĞİ İL E Y z\ Y I M 1. z\ N M z\ K T A D I R

Encvclopsedla Britannica (Chicago)

Robert P.Gwinn Yönetim Kurulu Başkanı

Peter B.Norton Başkan

Fred H.Fıgge, Jr. Başkan Başyardımcısı

AnaBrilannica (İstanbul)

Nazar Büyüm Yönetim Kurulu Başkanı

Sadun Sönmez Genel Müdür

Dr.Cihan Belen Genel Müdür Yardımcısı

Eneyeloptrdia Brilannica

First Edition 1768-1771 Second Edition 1777-1784 Third Edition 1788-1797 Supplcment 1801 Fourth Edition 1801-1809 Fıfth Edition 1815 Sixth Edition 1820-1823 Supplcment 1815-1824 Sevcnth Edition 1830-1842 Eighth Edition 1852-1860 Ninth Edition 1875-1889 Tenth Edition 1902-1903

Eleventh Edition © 1911 By Encyclopaedia Britannica, Inc. Twelfth Edition © 1922 By Encyclopxdia Britannica, Inc. Thirtecnth Edition © 1926 By Encyclopxdia Brilannica, Inc. Fourteenth Edition © 1929, 1930, 1932, 1933, 1936, 1937, 1938, 1939, 1940, 1941, 1942, 1943, 1944,1945,1946, 1947, 1948, 1949, 1950, 1951, 1952, 1953, 1954, 1955, 1956, 1957, 1958, 1959, 1960, 1961, 1962, 1963, 1964, 1965, 1966, 1967, 1968, 1969, 1970, 1971, 1972, 1973 By Encyclopxdıa Britannica, Inc.

Fıftcenth Edition © 1974, 1975, 1976, 1977, 1978, 1979, 1980, 1981, 1982, 1983, 1984, 1985, 1986, 1987, 1988, 1989, 1990, 1991, 1992,1993,1994 By Encyclopıdia Britannica, Inc. © 1994 By Encyclopxdia Britannica, Inc.

Copyright under International Copyright Union Ali rights reserved under Pan American and Universal Copyright Conventions by Encycloprdia Britannica, Inc. AnaBritannlca

© 1986,1992,1993,1994 Her hakkı saklıdır. Yazılar vc görsel malzemeler, izin alınmadan, tümüyle ya da kısmen yayımlanamaz, kullanılamaz. Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, onbeş günlük, aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak gösterilerek kullanılabilir. ISBN 975-7760-01-3

93.34. Y.0012 3 Ana Yayıncılık vc Sanat Ürünlerini Pazarlama Sanayi ve Ticaret A.Ş. Büyükdcre Caddesi, Üçyol Mevkii, 57, 80725 Maslak, İstanbul

Yapım vc Baskı: Hürriyet Ofset Matbaacılık vc Gazetecilik AŞ, İstanbul R. Oldcnbourg Graphischc Betriebe, Münih

AnaBritannica

Ana Yayıncılık AŞ Adına Sahibi Nazar Büyüm

EDİTÖRLER KURULU Philip W Goctz, Başkan Encyclopcrdia Britannica Genel Yayın Yönelmeni, Chicago Prof Dr.Çiğdem Kağıtçıbaşı Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Dr Andrcw Mango BBC Fransa ve Güneydoğu Avrupa Yayınları Eski Müdürü, Londra Prof Dr.Ilhan Tekeli Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara Prof Dr.Nur Yalman Harvard Üniversitesi, Cambrıdge (ABD)

DANIŞMA KURULU Prof Dr Çiğdem Kağıtçıbaşı, Başkan, Doç. Dr Murat Belge. Prof Dr Şerif Mardin. Prof Dr Ilhan Tekeli GENEL YAYIN YÖNETMENİ Dr Gürel Tözün GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ Cenap Nuhrat

YAYIN KURULU Dr.Gürel Tüzün, Başkan, Mehmet Aközer. Haşan Kuruyazıcı. Cenap Nuhrat. Ayla Ortaç YAZI KURULU Aydan Bulutgıl, Fahrettin Çiloğlu. Nurettin Elhüseynı, Çiğdem Karabağlı. Muhittin Karkın

YAYIN KURULU SEKRETERİ Hûsnıye Özdemir

REDAKSİYON KURULU Atilla Aksel. Engin Alçora. Vesile Buket. Alay Eriş ARAŞTIRMA Nalan Barbarosoğlu, Uğur Canbilen. Gülay Eriş, Şevki Evrendilek, Celal Kolay. Sema Koksal, Eray Oral

DİL VE YAZIM DANIŞMANLARI Ömer Asım z\ksoy. Memet Fuat

GÖRSEL MALZEME Şükran Ayyıldız, Haydar Çalkın, Ferda Erentürk, Mustafa Kaşıkçı, Erol Taşkent ARŞİV Yasemin Eraygcn, Uygur Erol YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Çiğdem Karabağlı

YÖNETİM SEKRETERİ Özcan Akkan

SANAT DANIŞMANI Bülent Erkmen

TEKNİK DANIŞMAN Yücel Üzmen TEKNİK KOORDİNATÖR Sefa Esenycl bilgi İşlem

Derya Koroğlu, Danışman, Hakan Goncnlı BİLGİ İŞLEMDİZG1 Mustafa Balaban, Saliha Bilginer, Alı Türkmen, Demet Yılmaz

DÜZELTİ Nur Arıkan, Selçuk Onur. Nurettin Pirim, Ecmel Tanyel, Eyüp Yıldırım TİCARET MÜDÜRLÜĞÜ Nusret Şumlu, Müdür Mehmet Altuntaş, Gürsel Geyik, Zerin İçli, Alaattın Okurcan, Adnan Saatçi,Gülten Sadef, Aliye Şimşek MUHASEBE MÜDÜRLÜĞÜ Rana Rendantiyen, Müdür Nılgün Aydın, Alihan Ereörnek, Olcay İşık, Sema işçen, Soner Ünlüer

GENEL HİZMETLER Filiz Erol, Mustafa Turan

ANABRITANNICA'NIN HAZIRLANMASINA VE YAYIMINA KATKIDA BULUNANLAR

DANIŞMANLAR Dr. Turan Akay, Prof.Dr. Erdem Aksoy, Doç Dr. Ömür Akyüz, Prof.Dr. Ali Alpaslan, Prof.Dr. Necla Arat, Prof Dr Zeki Aslan, Prof Dr Ülkü Azrak, Prof.Dr ismet Baran. Prof.Dr. Cem Behar, Dr. Halil Berktay, Dr Kurşat Bozkurt. Prof.Dr Önder Bilgi. Doç Dr. Çetin Bolcal, Doç.Dr Reşit Canbcyll, Prof.Dr. Nezihi Canıtcz, Prof.Dr. Cevat Çapan. Doç Dr Yanız Çotuk, Doç.Dr. Jale Erzen, Doç.Dr Caner Fîdaner. Memet Fuat, Doç.Dr. Semra Germaner, Prof. Gönül Gökdoğan. Doç Dr Güney Gönenç, Prof.Dr Dinçer Gülen. Suna Güler, Doç.Dr. Osman Gürel, Prof.Dr. Bozkurt Güvenç. Doç. Özer Kabaş, Fikret Karakava, Doç Dr. Dursun Koçer, Hayim Eliyezer Kohen, Mangcli Kiokosky, Doç Dr Nurettin Meriç, Atılla Odabaş, Prof.Dr Eren Omay, Prof Dr. Oğuz Onaran, Prof Dr. Oğuz Oyan, Prof.Dr Avla ödekan. Ahmet Özalp, Sarper Özsan, Kevork Pamukciyan, Ali G. Pasiner, Dr. Mehmet Rifat, Prof.Dr Kemah Saybaşıh. Selim Somçağ. Dr SotiriTataridis, Prof Dr. MctinTunccl, Dr. T. Bcdırhan Üstün. Doç Dr. Ayşegül Yüksel YAZIM VE ARAŞTIRMA Prof Dr Haluk Abbasoğlu, Erhan Acar. Seyit Ali Ak. M.Nuri Akbayar, Renan Akman, Burçin Aktan, Prof. Filiz Ali, Erdal Alova. Dr Şahin Alpay. Dr. Üstün Alsaç. İbrahim Altınsay, Çağatay Anadol, Fahri Aral, Emme Özden Ankan, Prof Dr Güven Arsebük, Hilmi Artan, Dr. Oruç Aruoba, Dr Zeynep Aruoba. Haşan Ataol, Itır Ay. Osman Bahadır, Levon Bahkçıoğlu, Haluk Banşean, Taciscr Belge, Murat Buket. Nurtan Bulutgil. Sema Bulutsuz, Cüneyt Cebenoyan, Doç.Dr. Nur Centel, Doç Dr Tankut Centel. Binnur Çakır. Vural Çakır. Vedat Çakmak. Raşit Çavaş, Sevda Çavaş, Besim Çeçener, S. İnci Çclıkkıran, Dr. Feride Çiçekoğlu, Yusuf Çotuksöken. Özden Dilek, Prof.Dr. Ali Dinçol, Kemal Doğan, Kemal Durmaz, Ayşe Efe, Peri Efe, Dr Levent Efe, Alev Er, Oktay Etiman, Sermin Evrendilek. Şevki Evrendılck. Yaşar Gedikoğlu, Ülgc Göker. Dr. Ergun Gökten, Dr. Orhan Gölbaşı, Alper Görmüş. Doç Dr Adıl Güner, Nurdan Gürbilek, Kcrcmcan Gûrses, Roza Hakmen, Doç Dr. Şükrü Hanioğlu, Prof.Dr Doğan Hasol. Dr. Levent Kayaalp, Zühal Kayaalp, Dr.Mine Kazmaoğlu. Zeynep Kınık, Remzi Hakan Kır, Orhan Koçak, Ahmet Kotil, M. Sabrı Koz, Sema Koksal, Yavuz Kösemen. Murat Kural. Turgay Kurtsny, Prof Dr. Nilüfer Kuruyazıcı, Dr. Şule Kut. Dr Gün Kut, Ertuğrul Kürkçü, Ardaş Margos, Doç.Dr. Banş Mater, Taccttin Ncciboğlu, Tan Oral. Dr Baskın Oran, Semih Orcan. Doç.Dr Sinan Ömcroğlu, Muzaffer Öktcın, Metin Övet. Doç.Dr. Mehmet Ozdoğan, Ülkü Özen. Dr. Şirin özesen. Koral Özgül. Rüya Özkalkan, Doç.Dr Yılmaz Özkan, Sedef Özturk. Dilek Paksoy, Ayşegül Parmaksızoğlu, Gülın Pazaroğlu, Hılda Hülya Potuoğlu, Doç Dr. Yavuz Sabuncu. Necdet Sakaoğlu, Yurdanur Salman. Dr Nail Sathgan, Şebnem Sayhan, Erhan Sertbaş, Prof.Dr Veli Sevin. Işık Sırman, Tank Sipahi. Gun Soysal, Prof.Dr. Sinan Sönmez, M.Halim Spatar, Şen Süer, Doç.Dr. Sabri Sümer. Cemal Süreya, Doç Dr. Gencay Şayian, Doç.Dr. Ataman Tangör, Özkan Taner, Doç Dr Bülent Tanör, Emin Tannyar. Dr Uğur Tanyeli, Dr. Iştar Tarhanlı, Yrd Doç.Dr. Turgut Tarhanh, Melek Taylan, Sabn Tekay, Aygen Tezcan, Prof.’ Dr. Zafer Toprak, Meltem Tulgar, Sevgi Tuncer, Doç.Dr Mete Tunçay, Kemal Tunusluoğlu, Harun Turgan, Dr Aydın Uğur, İnci User, Oral Ülkûmen. Özer Üstel. Galip Yalman. Fusun Yaraş. Nuran Yavuz, İsmail Yerguz. Ayfer Yıldınm, Doç.Dr Nccmi Yüzbaşıoğlu, Nccmi Zeka

DESTEK HİZMETLERİ Davut Akbayır. Cansel Aksel, Huriye Alpdoğan, Mehmet Altun, Ömer Arakon, Mehmet Atay, Mehmet Babacan, Serap Banadır, Şöhret Ballaş, Ahmet Birsin, Murat Cankoçak, Nazan Ciniç, Bülent Coşkun, Fatma Çaylak, Münevver Çaylak. Hatice Çelebi. Seyhun Çehk, Ergül Çetin. Nuray Çobancaoğlu. Kevser Çoruh. Yavuz Dalar. Rıza Doğan. Canan Duran, Gönül Engin, Sevinç Engin, Elif Erim, Dursun Eser, Hatime Eser, Serpil Eyidoğan, Gül Genç, Erdoğan Geyik, Gürsel Geyik, Levent Gcylan, Ercan Güngöroğlu, Kamile Gürgül, Dursun Hatko, Mahmurc İleri, Suphi İlen, Derya Yücel Inccsağır, Hüseyin Karayılınaz, Kralbi Kardeıı, Kudret Koksal. Ülkü Nugay, Cengiz Okatan, Hakkı Oran. Meltem öneş, Celal Özcan, Songül özdemir, Nimet özdemir, Dilek Ozdinç, Şermin Özturk, Muazzez Pervan, Birol Sancar, Gürhan Sodan, Mustafa Şahin. Nurten Şenay, Elvan Şenlen. Ali Şimşek, Aliye Şimşek, Hilmi Şimşek, İbrahim Şimşek, Gül Şirin, Ayten Targan, Akif Toprak, Şahika Tosuner, K. Tülin Turan, Ali Türkmen, Nihal Uygur, Sermet Üncl, Emre Ünsev, Kadir Ünver, Dahta Yazıayan, Ayşe Yetmen. Nuriye Yıldırım, Filiz Yıldız, Gülay Yılmaz

ANSİKLOPEDİNİN DÜZENLENMESİNE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR Madde başlıklarının yazımı Latin alfabesi kullanan ülkelerdeki kişilerin, doğal oluşum­ ların ve kentlerin adlan kural olarak özgün yazımlanyla veril­ miş, bu yazımda Türkçede kullanılmayan ayırt edici işaretler dc korunmuştur. Türkiye’de yaygın biçimde bilinen adın özgün addan farklı olması durumunda (Londra/London, Brükscl/Bruxelles örnekle­ rinde olduğu gibi), yaygın olarak bilinen ad kullanılmıştır. Latin alfabesi kullanmayan ülkelerdeki kişi, doğal oluşum, kent ve kurumlann yazımında kural olarak, sözkonusu alfabe­ lerdeki harflerin Türkçedeki fonetik karşılıklarını temel alan transkripsiyon yöntemi uygulanmıştır. Kiril alfabesi ile yazılmış özel adlann Latin alfabesi ile yazımında, bir alfabedeki harflerin öbüründeki alfabetik karşı­ lıklarını temel alan transliterasyon yöntemine başvurulmuştur. Çince kökenli sözcüklerin Latin harfleriyle yazımında, günümüzde yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanan Pinyin sisteminden yararlanılmış, eskiden kullanılmakta olan WadeGiles sistemine göre yazımlan gönderme maddesi olarak düzen­ lenmiştir. örnek: A-pao-chl bak. Abaoji Abaojl Çince sözcüklerin okunuşu konusunda okura yardıma olmak amaayla, her iki transkripsiyon sistemindeki hccelcnn nasıl okunacaklannı gösteren tablo Çin dilleri maddesinde verilmiştir. Kişi adlan kural olarak önce soyadı, sonra ilk ad olarak verilmiş, ikisi birbirinden virgülle aynlmıştır. Osmanlı döneminin ünlü kişileri ilk adlanna göre sıralan­ mış, lakaptan ayraç içinde büyük harfle verilmiştir Örnek: Abdullah Cevdet Abdullah Efendi (YENİŞEHİRLİ) Uzakdoğulu (Çinli, Japon, VietnamlI vb) ünlü kişilerin soyadı önce, ilk adı sonra verilmiş, bunlar virgülle aynlmamıştır. örnek: Abe Isoo A be Masahiro Kişi adlannın kullanılmayan parçalan soyadını izleyen virgülden sonra ayraç içinde verilmiştir ömek; /talto, (Hugo) Alvar (Henrik). Soyadı soyluluk unvanı ile ilgili olan kişilerde soyluluk unvanı, kural olarak kişinin soyadından sonra ayraç içinde verilmiştir, ömek: Aberdecn (4.Kontu), George Hamilton-Gordon Alba (3.Dükii), Femando Alvarcz de Toledo y Plmentel Günümüzde varlıklannı başka bir adla sürdüren tarihi yerleşim yerleri bugünkü adlanyla verilmiş, geçmişteki özgün adlan gönderme başlığı olarak düzenlenmiş, bugün var olmayan­ lar ise geçmişteki adlannda verilmiştir. Yön belirten sıfatlar özgün adın bir parçası ise özgün yazımıyla verilmiş, değilse Türkçcleştirilmiştir (East Lanslng, East Chicago, ama East Africa değil Doğu Afrika). Eğitim vc sanat kurumlan ile uluslararası kuruluşlann adlan, çeviri anlam kaybına neden olmuyorsa Türkçeleştinlerck maddeler Türkçe başlık altında verilmiş, özgün yazımlar gönder­ me başlığı olarak düzenlenmiştir. Bu tür kurum ve kuruluşlar metin içinde de başlıktaki biçinılcnyle yer almış, ayraç içinde bilinen özgün kısaltılmış ad verilmiştir, ömek: British M ustum Musco Naclonal de Histöria bak. Ulusal Tarih Müzesi Ulusal Tarih Müzesi Şirketler kural olarak özgün adlannda verilmiş, gerektiğin­ de ayraç içine Türkçe çevirisi konmuştur. Metinlerde öykü, şiir, makale, resim, heykel, şarkı gibi yapıtlar (“ ") işaretleri arasında ve resim, heykel dışında kalanlar özgün yazımlanyla verilmiş, yayın tarihlen ile Türkçe çevirileri ayraç içine alınmıştır. Yapılar kurul olarak Türkçe verilmiştir.

Bütün öbür yapıtlar özgün adlanyla ve italik olarak yazılmış, yayım tarihlen ile Türkçe karşılıktan ayraç içine alınmıştır. Türkçeye çevnlıp yayımlanmış yapıtların adı italik olarak, yayım tarihi dc ayraç içinde cn sonda verilmiştir, ömek: Fri Felt (1905; özgür Çayırlar) Leyendas de Guatemala (1930; Guatemala Efsaneleri. 1967) Metinlerde, kişilerin doğum ve ölüm yerleri yaşadıktan çağdaki özgün adlanyla, bütün tanhler miladı takvime göre verilmiştir.

Alfabetik sıralama Ansiklopedide yer atan kişi, yer, kavram ve kuramlara ilişkin maddelerin başlıktan Türkçe alfabetik sırada verilmiş. Türkçe alfabede bulunmayan harfler Latin alfabesindeki sırala­ rında alınmıştır. Bu sıralamada kesme işareti ('), aksanlar ve öbür ayırt edici işaretler dikkate alınmamıştır. İki başlık arasındaki tek fark bir ayırt edıa işaret ise, bu işaretin olmadığı başlık sıralamada öne alınmıştır. Tireli (-) sözcükler iki ayn sözcük olarak alınmış ve ilk sözcüğe göre sıralanmıştır. Bir sayı ile başlayan başlıklar, sayı açık olarak yazılmış gibi alfabetik sıraya konmuştur. Sayının başlığın sonunda olması durumunda, sıralama küçük sayıdan büyüğe doğru yapılmıştır. “Mac", “Mc" ya da “M *" ile başlayan özel adlar “Mac" olarak alınmış vc adın “Mac"ı izleyen parçasına göre sıralan­ mıştır. McCarey, (Thomas) Lco MacCarthy Adası M’Clure Boğazı McCoy, Sir Frederick Aynı biçimde yazılan başlıkların sıralanması kişiler, yerler, kavram, kurum ve nesneler biçiminde yapılmıştır. Aynı adı taşıyan kişiler hükümdarlar, papalar, azizler ve öbür kişiler biçiminde sıralanmıştır. Yazımlan aynı olan hükümdarlar ülke­ lerine göre gruplanmış ve her ülke içinde tahta çıkış sıralanıra göre, öbür kişiler ise doğum tanhlerine göre sıralanmıştır. Yazımı aynı olan yerleşim yerlen ülkelenne göre gruplan­ mış ve her ülke içinde yönetim binmlen sıralamasındaki yerlerine göre büyükten küçüğe doğru sıralanmıştır. Alfabetik sıralama harf değil, sözcük esasına göre yapılmış­ tır. Bir ya da daha çok harften oluşabilen sözcük kendisinden sonra gelen sözcükten bir boşlukta aynlmıştır. Bu sıralamada tire (-) vc bölü (/) işaretleri de boşluk olarak değerlendirilmiştir. Nokta (.) sözcüğün parçası sayılmış ve alfabetik sıralamada Z’dcn vc onu izleyen (&) işaretinden sonra alınmıştır. a cuppdla A-cheng A-erh-chin Shan a posteriori bilgi A vitamini A&P A. Kadir AA Aachcn

Göndermeler Gönderme maddeleri, okurun herhangi bir madde metnim daha iyi anlamasına, o konuda daha fazla bilgi edinmesine yardıma olacak biçimde düzenlenmiştir. Bir metinde geçen ve ansiklopedide ayn bir başlık olarak bulunan sözcük ya da özel ad bu açıdan önem taşıyorsa, arkasına (* ) işareti konmuş, tamamla­ yıcı vc ck bilginin hangi başlıklar altında bulunacağı metin içinde yu da sonunda aynca belirtilmiştir. Okurun konuyla ilgili bilgilere kolayca ulaşmasını sağlamak amaayla, bir sözcüğün ya da özel adın farklı yazımlan da gönderme başlığı olarak düzenlenmiştir.

KISALTMALAR AB ABD ADC AFC AG age AM AO AŞ ay BAE bak.

has. baş. BG

bit. BK BM

Bşk. C

e. Cia Cie

Co. cm çev. çiz.

Limited Şirket (İsveççe: aktielbolag, aktıelbolaget) Amerika Birleşik Devletleri Alman Demokratik Cumhuriyeti Almanya Federal Cumhuriyeti Anonim Şirket (Almanca: Aktiengesellschafı) adı geçen eserde Genlik Modûlasyonu Anonim Ortaklık Anonim Şirket aynı yerde Birleşik Arap Emirlikleri bakınız baskı, basım başlangıç tarihi Beygir Gücü bitiş tarihi Büyük Britanya vc Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı Birleşmiş Milletler Başkan Cclsius cilt Şirketi (İspanyolca: Companıa; İtalyanca: Compagnia Portekizce: Companhıa) Şirketi (Fransızca: Compagnie) Şirketi (İngilizce: Company) santimetre çevin, çeviren

çizim için bakınız doğumu dakika D.C. District of Columbia dB desibel der. derleyen, derleme dev/da dakikada devir Doç. Doçent Dr. Doktor emk elektromotor kuvveti Ens. Enstitü, Enstitüsü co evlenmeden önce es evlendikten sonra eV elektron Volt etk. etkin olduğu yıllar F Fahrcnhcit Fak. Fakültesi FM Frekans Modûlasyonu ft foot, fcct fl-lb foot-librc gai galon geç. geçici sonuçlar GmbH Limited Şirket (Almanca: Gesellschaft mit beschrânkıer Haftung) gr gram GSMII Gayri Safı Milli Hasıla GSYİII Gayri Safi Yurt İçi Hasıla H. Hicri hu hektar har. harita için bakınız hd hüküm sürdüğü dönem Hz. Hazreti İne. Şirketi (İngilizce: Incorporaıed) ly ışık yılı İÖ İsa'dan ûncc İS İsa'dan Sonra Jr. Junior K Kclvın karş. karşılaştırınız kg kilogram KG Komandit Şirket (Almanca: Kommandiı Gesellschajt) kHz kilohertz KK Limited Şirket (Japonca: Kabıqıkı Kaya) km kilometre km/uuıt saatte kilometre kol. koleksiyon Kol.Şrt. Kollcktıf Şirket(l)

d. da

Konı.Şrt. Ktp. k\V k\V-sa Ltd. Ib

İt m m. mbH mg MHz MW Mij mi'sa

ml mm

no. NV op. or

ö. örn. ös ÖSSC pA pH PLC Prof. Rcv. rcs.

S. s.

sa SA

SFSC

sn SpA SS

SSC SSCB

St. Sta. Ste. sür. Şb. tab. tah. TAO TAŞ TBMM TC ty ü. v.

Komandit Şirkct(ı) Kütüphanesi kilovvatl kilovvatt saat Limited libre litre metre madde Limited (Almanca: mit beschrânkıerHaftung) miligram megahertz megavvatt Şirketi (Hollandaca: Maatsehappij) saatte mil mililitre milimetre numara Limited Şirket(Hollandaca:Naamlozc Vennoolsehap) opus ons ölümü örnek, örneğin ölümünden sonra özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Limited (İtalyanca: per Azioni) asitlik-alkalılik faktörü Kamu Limited Şirketi (İngilizce: Public Limited Company) Profesör Reverend resim için bakınız Aziz, Azize, Kutsal (özgün dilinde: Saint,San, Santo, Santa. Sanı') sayfa saat Anonim Şirket (Fransızca:SociMAnonyrnc; İtalyanca: Socıelâ Anönima; Portekizce: Sociedade Anönima; İspan­ yolca Sociedad Anönima) Sovyet Federe Sosyalist Cumhuriyeti saniye Limited Şirket (İtalyanca: Sacieıâ per Azioni) Azizler, Azizeler, Kutsal (İtalyanca:Santissimo, Sanlissima) Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Aziz, Azize, Kutsal (özgün dilinde: Saint, Sanki, Sıtıl) Azize (İtalyanca: Santa) Azize (Fransızca: Sainie) sürüyor Şubesi

tablo için bakınız tahmini Türk Anonim Ortaklığı Türk Anonim Şirketi Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti tarihi yok ünlendiği, ürün verdiği dönem vaftizi vb ve benzeri vd ve devamı vö ve öbürlen yy vvall y. yaklaşık Yar.Doç. Yardımcı Doçent Yar.Prof. Yardımcı Profesör yay. yayımlayan yay.haz. yayıma hazırlayan yazm. elyazması yb yenilenmiş basım yık, yıkılmıştır yük. yükseklik yy yüzyıl

hnrman döveni, el dovini olarak da bilinir, eskiden tahıl dövmede kullanılan ilkel el aleti 1-2 m uzunluğundaki ağaçtan bir sap ile buna sırım ya da kayışla bağlan­ mış daha kısa bir sopa bölümünden oluşur 19. yüzyılın ortalarına kadar kullanılan harman dövenlerinin yerini daha sonraları ağır taş dövenler, ardından da mekanik dövenler ve harman makineleri almıştır Ayrıca bak. döven. harman makinesi, çeşitli tahıl türlerinin ve tohumlarından yararlanılan bitkilerin tane­ lerini sap ve samandan ayırmada kullanı­ lan mekanik dövme aygıtı İskoçyah değir­ menci Andrcw Mciklc’ın 1788'de patentini aldığı ilk harman makinesi içi dişlilerle donatılmış bir tamburdan oluşuyordu Tam­ bur döndükçe dişler bitkiyi ezerek dövüyor­ du. 1837'dc ise ABD’de Hiram A. ve John A. Pıtts, harman makinesini atlarla çekilen bir biçcrbağlann yanına ekleyerek ilk birle­ şik hasat ve harman makinesini geliştirdiler. Buhar makinesinin icadından sonra ise bü­ yük vc sabit harman makinden yapıldı. 20. yüzyıl başlarında da ayn harman ve hasat makinelerinin yerini biçerdöverler aldı

Harmancık, Ege Bölgcsı’nde, Bursa ilme bağh ilçe ve ilçe merkezi kasaba Eskiden Ornancli'nc bağh bir bucak olan Harman­ cık, 19 Haziran 1987 tarihli vc 3392 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır. Harmancık Belediyesi 1973'te kurulmuş­ tur. Nüfus (199ü) ilçe, 12 149, kasaba, 3.210

siyle sert esen bir alize rüzgârıdır Yaz aylarında, okyanustan gelen soğuk güney­ batı musonu rüzgârlarıyla karışarak yakla­ şık 900-1.800 m arasında değişen yükseklik­ lere çıkar Harmattan ile muson arasındaki etkileşim. Afrika’nın batı bölgelerinde ka­ sırgalara yol açar

Hnrmcnsen, Jacobus

Jacoh

bak

Armınius.

hnrnıin, /Xkdenız bölgesinde yetişen üzer­ lik (Pcganum hamınla} bitkisinin tohumla­ rında ve bir Güney Amerika bitkisi olan Banisteriopsis caapi'de bulunan varsam ya­ ratıcı (halüsino)en) alkaloit Indol türevi bir bileşik olan harmin, etkisini beyin dokusun­ da bulunan ve sinir uyarılarını taşıyan scrotoninın işlevini engelleyerek gösterir Doğada serbest olarak bulunursa da klorur tuzu haline dönüştürülebilir. Her ıkı halde dc kristal yapısındadır. Alfabetik sıralama sözcük esasına göre yapılmıştır.

Harmodios ve Aristogeilon (ö. İÖ 514), yaygın bir efsaneye göre Pcisistratos tiranları­ nı öldüren Atmalı soylular Tyrannoktonoi

harmandalı, Ege Bölgcsı’nde. özellikle İzmir vc Manisa yörelerinde yaygın olan, türkülü zeybek oyunu Oyunun figürle­ rinde zeybeklerin yiğitlikleri ve efece tavırlan simgeleştirilir. Erkekler tarafından vc genellikle tek kişiy­ le oynanır. Bergama vc Çanakkale yöresin­ de de ilört kişiyle oynanan dörtlü harman­ dalı vardır. Bazı araştırmacıların harmanda­ lının cn özgün biçim saydığı dörtlü harman­ dalı figür, ezgi vc ritim yönünden tek kişivle oynananlardan farklıdır. Ağır ntımli bir oyun olan harmandalı genellikle davul zur­ na eşliğinde oynanır. Zuma yerine bazen klarnet de çalınır.

harmani, harmaniye olarak da bilinir, OsmanlIlarda erkeklerin giydiği bir tür pe­ lerin. özellikle askerlerin kullandığı harma­ ni, bedeni bütünüyle sarar, omuzlardan bacaklara doğru sarkardı Kukuletalı olan­ ları da vardı. Kaput bezinden yapıldığı gibi, haki ya da lacivert renkli çuhadan da dikilirdi Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasın­ dan (1826) sonra kurulan Asakır-i Mansure-i Muhammediye subayları arasında çok yayılmış, kullanışlı olduğu için kaputa yeğ­ lenmişti. harmanlama, iplik üretiminde, değişik türden ve değişik uzunluk, kalınlık ya da renkteki elyafin birleştirilmesi işlemi Har­ manlama, eğirme işleminden önce ve mal­ zemeye dayanıklılık gibi özellikler kazan­ dırmak, pahalı elyafı ucuz elyafa karıştıra­ rak maliyeti düşürmek ya da özgün renk ve dokuma özelliği sağlamak amacıyla yapılır

harmattan, Büyük Sahra'da özellikle kış aylarında kuzeydoğudan ya da doğudan esen sıcak ve kuru rüzgâr. Topladığı büyük miktarlardaki toz bulutlarını Atlas Okyanu­ sunun üzerine, yüzlerce kilometre açıklara kadar (aşır. Sık sık uçakların uçuşunu engelleyen bu toz bulutları gemilerin güver­ telerine de çöker Harmattan, Gine Körfezinin kuzey kıyısı üzerindeki alçak basınç merkezinin de etki­

Harmodios ve Aristogeilon. mermer heykel; Ulusal Arkeoloji Müzesi. Napoli Alınan Aıı Rajozcetö İne

(Eski Yunancada “tiran öldürenler”) adıyla anılan bu ıkı soylu, içki içilirken söylenen şarkılarda kenti tiranlardan kurtaran kişiler olarak anılmış, agorada heykelleri dikilmiş vc soylarından gelenlere prytancton'a (kent sarayı) serbestçe girip çıkma hakkı tanın­ mıştı. Oysa efsanenin tarihsel açıdan doğru­ luğu büyük ölçüde tartışmalıdır. Thukydıdes, Peloponnesoshılarla Almalı­ ların Savaşı (2 cilt. 1950-58) adh yapıtında, suikast nedeninin, Tiran Hippıas'ın kardeşi Hıpparkhos’un. Aristogeilon un genç arka­ daşı Harmodios'a sarkıntılık etmesi olduğu­ nu belirtir. Harmodios ve Aristogeilon bunun üzerine, başka birkaç kişiyle birlikte, Panathenaia'daki (514) silahlı geçit töreni sırasında Tiran Hippias ile kardeşi Hipparkhos’u öldürmeyi tasarlarlar. Ama suikastta yalnızca Hipparkhos'u öldürebilirler; olay sırasında Harmodios da ölür. Aristogeilon

1

harmonik aktarma

ise yakalanır vc işkenceyle öldürülür Bu olaydan sonra iyice zalimleşen Hippıas'ın uranlığı dört yıl daha sürer

Harmonia. Yunan mitolojisinde, Thebaı efsanesine göre Ares ile Aphrodıte’nm. Samothrâke (Semadırck) efsanesine göre Zeus ile Plcıad kırdan Elektra nın kızı Harmonia vc Kadmos. butun tanrıların onurlandırdığı bir törenle evlenirler Dü­ ğünde Kadmos ya da tanrılardan bin. Harmonıa’ya bir elbise ve Hcphaıstus'un yaptığı bir gerdanlık hediye eder. Bu ger­ danlık, Harmonıa’ya sahip olan herkese uğursuzluk getirir; Amphıaraos, Enphyle, Alkmaion. Fhcgcus ve oğullarının ölümüne yol açar Sonunda Harmonia vc Kadmos da yılana dönüşürler harmonia, çoğul harmoniai. Eski Yunan müziğinde ses dizisi. Gunumuz araştırmacı ları arasında henüz kesinlik kazanmamış bir kavramdır Öncclen yalnrzca Eski Yunan müziğinin üç temel tetrakordundan bin olan ve dörtte bir tonlardan oluşan enharmonıkon türü (genos) diziler (öbürlen khromatıkon genos ve dıatonıkun genos) için kullanıldı. Daha sonra Dorya dizisini, ardından da öteki modlan kapsar hale geldi Platon, çeşitli /lurmonıa’lann elik çağnşımlan üzerinde durdu ve bunlan çeşit­ li etnik grupların adlanvla andı (Dorya, Fngya, Lıdya dizilen gibi) Anstıdes Quıntilianus (Ansteıdes Koıntılianos) Peri Musikes adlı yapıtında dızılenylc birlikte altı harmonia örneği venr. Ama bu yapıt dızılenn kullanıldığı dönemden çok sonra yazıl­ mış olduğu için yanlışlar içerebilir Gerek Yunan kuramcılan. gerekse çağdaş araştırmanlar harmonia sözcüğünün anla­ mını sonradan ortaya çıkan kavramlarla karıştırmıştır. Harnıonıa'\ar kullanımdan kalktıktan sonra bazılarının adlan onlann yerini alan tonos (çoğulu lonoi), yanı aktanm dizilerine venldı. Belki de /id/rnonuı'larla daha sonraki (y. İO 4 yy) tonos vc oktav dizilen arasındaki tek benzerlik aynı halk adlarıyla anılmalarıydı. Hurmonıa’lann uyandırdığı kabul edilen duyguların bir ölçüde dizilerin üç temel ses perdesi (tiz, orta ve pes) içindeki göreli konumlanndan kaynaklandığı kabul edilebilir

harmonik aktarına, bilmen vites düzeneklenndcn farkh bir ilke temelinde, 1950 lerde geliştirilen mekanik hız değiştirme aygıtı Dairesel bir ayna dişli ile bunun içinde donen ince, esnek bir dışlı halkadan oluşur Basit bir harmonik aktarmanın başhca üç organı çizimde gösterilmiştir. Ayna dışlının ıç bölümündeki dişler, esnek halkanın dışın­ daki dişlere geçer Esnek halkanın dış sayısı daha azdır ve bu nedenle etkin çapı ayna dişininkinden daha küçüktür Dalga ürete­ ci, esnek halka içinde dönen ıkı makarayı birbirine bağlar, makaralar döndükçe, bas-

Harmonik aktarma

harmonik bölme

2

tıklan bölümlerde halkanın esneyerek dişle­ rinin ayna dişlinin dişlerine geçmesini sağ­ lar. Ayna dişli sabitken, motordan gelen dönme hareketini aktarma düzeneğine ile­ ten dalga üreteci saat yönünde döndü­ ğünde, hareketi çıkış miline ileten esnek halka ayna dişinin içinde saatin tersi yönün­ de ve çok daha düşük bir hızla döner. Giriş hızının çıkış hızına oranı ayna dişlide­ ki diş sayısı ile esnek halkanın diş sayısı arasındaki farka bağlıdır. Yüksek oranlı klasik vites düzeneklerinden daha hafif, daha küçük ve daha verimli olan tek kademeli harmonik aktarmalarda 320'ye 1 gibi yüksek hız oranlan elde edilebilir; çok kademeli bileşik harmonik aktannalarda bu oran 1.000.000’a 1 gibi yüksek düzeylere ulaşır. Harmonik aktarmalarda ayna dişli, esnek halka ya da dalga üretecinden biri sabit tutulurken, öteki organlar giriş ve çıkış elemanı olarak kullanılabilir. Harmonik aktarmanın başlıca üstünlükle­ rinden biri, hareketi kapalı bölmelerin için­ den iletebilmesidir. Esnek halkanın dişleri uzun, sıkıca kapatılmış, uzun bir esnek borunun merkezine yerleştirilebilir. Böylecc borunun içinde dönen dalga üreteci, esnek halkayı biçimlendirerek çevresindeki ayna dişlinin yavaş bir hızla dönmesini sağlar. Vida sisteminden yararlanarak dön­ me hareketini doğrusal harekete çeviren harmonik aktarmalar ise nükleer reaktör­ lerde kullanılır; bu düzeneğin yardımıyla, hava geçirmez biçimde sıkıca kapatılmış boruların içine yerleştirilen kontrol çubuk­ tan, reaktör başlığının içinde, mekanik bir değme olmaksızın hareket ettirilebilir. Oto­ matik kasa makineleri ve döner televizyon antenleri gibi basit donanımlardan son dere­ ce gelişkin uzay sistemlerine kadar bir dizi alanda harmonik aktarmalardan yararla­ nılır.

harmonik bölme,

uyumlu bölme olarak da bilinir, izdûşümsel geometride bir AB doğru parçasını harmonik olarak bölen C ve D noktalannın belirlenmesi (bak. çizim), içten ve dıştan aynı oranda, içten bölme oranı CBIAB, Afi’nin uzantısı üzerindeki BDIAD

Dördüncü harmonik noktanın izdüşümse! olarak bulunması

dıştan bölme oranına eşit olacak şekilde yapılır. Harmoniklik teoremi, bir doğru parçasını dıştan bölen nokta verildiğinde, içten bölen noktanın yalnızca izdüşümsel yöntemle (yalnızca doğruların kesiştirilmesi yoluyla) bulunabileceğini ifade eder. Bu amaçla önce AB tabanı üzerine herhangi bir üçgen çizilir, sonra D dış noktasından bu üçgenin kenarlarını iki noktada kesen her­ hangi bir doğnı çizilir. Oluşan dörtgenin köşeleri birleştirildiğinde, bu köşegenlerin kesişme noktası ile üçgenin tepesini birleşti­ ren doğru, AB doğrusunu istenen oranda bölen C noktasında keser. Dördüncü noktanın yerinin bu çizimdeki ilk üç doğrunun seçiminden bağımsız olması nedeniyle bu çizim izdüşümsel geometride büyük önem taşır. Bir doğru üzerinde bulunan dört nokta arasındaki harmonik

ilişki, bu doğru başka bir doğru üzerine izdüşürüldüğünde korunur.

harmonik çözümleyici bak. dalga çözüm­ leyicisi harmonik fonksiyon, herhangi bir nokta­ daki değen, bu noktanın çevresindeki her­ hangi bir çember üzerindeki değerlerinin antmetik ortalamasına eşit olan iki değiş­ kenli matematiksel fonksiyon (fonksiyonun bu çemberin içinde tanımlı olması koşuluy­ la). Bu ortalama içinde sonsuz sayıda nokta bulunduğu için, fonksiyon, sonsuz bir topla­ mı ifade eden integral yardımıyla bulunur. Fizikte harmonik fonksiyonlar, bir bölgede, örneğin sıcaklığın ya da elektrik yük dağılı­ mının bölgenin her noktasında sabit bir değerde kalmasına karşılık gelen denge koşullarını tanımlar. Harmonik fonksiyonlar, Laplacc denkle­ ) * min^ sağlayan fonksiyonlar olarak da tanımlanabilir. Bir harmonik fonksiyonun belirlediği yüzeyin dışbükeyliği sıfırdır; bu nedenle dc bu fonksiyonların, tanımlandık­ ları bölge içinde maksimum ya da minimum değer almamak gibi önemli bir özelliği vardır. Harmonik fonksiyonlar analitiktir; bir başka deyişle bütün türevleri vardır ve sonsuz sayıda terim içeren ve kuvvet serisi olarak adlandırılan polinomlarla ifade edi­ lebilirler. Ûç boyutlu uzaydaki kütlcçekimı vc elek­ trik alanlarının, ayrıca magnetik alanların ya da bazı akışkan akışı türlerinde oluşan alanların incelenmesinde küresel koordinat sistemi (uzaydaki bir noktanın konumunun, koordinat merkezinden uzaklığıyla (rl ve astronomide olduğu gibi yükseklik ,91 ve açıklık [p] açılarıyla belirlendiği koordinat sistemi) kullanıldığında küresel harmonik fonksiyonlar ortaya çıkar. İki tür küresel harmonik vardır: 1) Kan küresel harmonikler, R„(x,y,z), bir kürenin içindeki bütün noktalar için bir değen bulunan n’inci dereceden özel polinomlardır; 2)yüzey küresel harmonikler,S,t(U,

Fund »o Ed«nn>fud am Mam AJınanya (afi) Konınkbpk Muscutn y-oor Schonu Kuntlan, Ajivûhj. Bop deniz uçağıyla 10 4 73 m ye çıkarak yükseklik rekorunu kırdı ıkı Portekizli subay yüzbaşı S Cabral ve Koramiral G Couttuno Ingiliz yapımı fan e, tıp t>ı demz uçağıyla Lizbon dan Ro de Janeno ya kadar uçuAa' bakaç kez usoıek yakıl ikmali yaptıkları bu uçuyla Güney Anas Okyanusunu aşan vk pkınar oldular General A'ıU-arn Mı’chcS Curtıss npı bu yanış uçağıyla dünya hız rekorunu saatte 35673 Km yo çıkardı ABD Kara Kuvvetleri pilotlarından Kelly ve Macready Liberty l>p» moroıla donatılmış 1 2’ monoplanıyia No * York tan San Oego ya kadar durmaksızın uçarak uk Kasıntısız kıtaaşırı uçuşu gerçckieşiırdiler F1 ansızlar rar alından de geçirildikten sonra Oumudo olarak adlandırılan Alman zuplıt» L 72‘ Akdeniz uzonnden Kuzey Alnka ya bir dizi uçuş gerçekleştirdi Teğmen A J kVdiıam ABD Deniz Kuvvetlerinin Curtıss tıpı y anş uçağıyla dünya hız rekorunu saatte 426 56 km ye çıkardı ABO Kara Kuvvoılon nn Oougiass bpı aort uçağı dünya çevresini dolaşmaya gnıştı Bunlardan >lusı yolda kayboldu öteki ıkıâı No * Orleans ile Chcago 42 152 Km lık yolculuğu tamamladılar ABO hara Kuvvetlen Havacılık Dairesi nden Teğmen J A Macready yükseklik rekorunu 10 571 m ye çıkardı Alman zeplini LZ • 112612RI 13)' Almanya dakı Fncdrıcnsfıalen don havalandırılarak Lakenuısl e gduruldu burada ABO Deniz Kuvvetlen no teslim edilen zeplinin adı tos Angeles olarak dog.ştırıidı Italyan dene yarbayı do Pmeoo ve lekmayonı tok motorlu Savoıa tıpı den uçuş yaptılar 'Bremen' aoh Alman Jurkers tıp mcroprarHa Allaş Okyanusu vk kuz doğudan büirya aşddı Charles Kngstçru Smın ,e uç luşıhk ek.p -SoutNem Cıoss adh FoKKer bp uçaklaCakforma dakı Oaktand dan navaianaıa» Fıonokı-u ve Fıy Adalaı ■ üzerinden Avustıar,a Canı Sydney e kadar vçturar Amerıa Caıhart Godon ve Stu'iz un yoneırrvnoe», “Fnondsrup agu morsûpanıa Attaa Okyanusunu aşan * vadin navaçı ondu Gıat^eopdın adi'hava gdıiksı 23 yolcusuyla burada Almany a Oakı F nearçrvsrrafcn uer ABD de Nc * .fuTsey deki Lakeharsı o kadar uçtu ABO Kara Kuvvetten rtm -Quosik>v Uaık" ad» K» *eı C 2 tıp uçaQ‘ .ıx havaca yakıt nau uoremes-n ger çekleş: irerek Los Arıgeies uzvrnde 150 saat 40 dakika uçtu Klarnet ve YV alken Spokane Sun Doü adı. BuZıl bp te» motorkı monopiama lAasrvngkyı dakı Spokrane den hav aranarak 115 saat 45 daruka suren ux kesintisiz Kıiaaşuı g«3rş donu» uçuşunu gerçekıeşt.rd.au bu arada 11 kaz Nıiioıı yoıul .kmaiı yapıAsı GrafZoppeuı dünya çenesune dolaşan -K hava gomısıoklu Bu arada Frradıt/tshalen ve Tokyo arsa ndaki 11 >68 km Kk yolu durmaksız.ı-ı uçarak kesintisiz uzaklık rekorunu kırdı Deniz yarbay Byrd ve uç krş.sk nvZV Ford tıp uç adet motorla dûnalitm.ş FtoyoBennert aılkmcnoprania Güney Kutbu nu aşı rar Kngs'pd Srrvtn Soumorn Crasa la dravyamn çevresen Joraş:. Oenz yüzbaşı Apoao Soucek dun, a yu«j5'e değin Bresen’ de sürgün yaşadı. Yergili şiirlerini, Ktest ha vel borovsky

79

Havran

Svaltho Vladıma (1876; Azız Vladımır’in Vaftiz Edilişi) adh yapıtında toplamıştır havlu kumaş, değişik boylarda, sağlam, uzun ve düzgün, ama kimi zaman da hanı vc işlenmemiş iplikten dokunan havh kumaşla­ rın ortak aaı. Gri, ağartılmış, kabartmalı, düz ve çapraz dokunmuş ve süslü türleri vardır. En kaba türüne Rus havlusu denir Çözgü olarak çoğunlukla keten iplik kulla­ nılır; dolgu olarak da keten, jüt ya da keten ile jüt karışımı ipliklerden yararlanılır Ço­ ğunlukla tafta (düz), kimi zaman da dimi (çapraz) dokuma yoluyla üretilir Havlu kumaşlara kimi zaman kenar süslen yapılır; beyaz ya da doğal renk tonlannda ya da boyanmış olarak hazırlanır. Havlu, per­ de, bornoz, giysi gibi ürûnlenn yapımında kullanılır.

havlupüskülü, Hycirangeaceae familyası­ nın Deutzia cinsinden süs bitkisi olarak yetiştirilen çeşitli çah türlennın ortak adı. Çoğunun anayurdu Asya’dır. Karşılıklı di­ zilen dişli yapraklan, dallann ucunda sal­ kımlar oluşturan beyaz çiçeklen ve çok sayıda küçük tohum içeren kapsül tipi mey­ veleri vardır. Anayurdu Japonya olan Deutzia gracilıs park ve bahçecilikte değerli bir havlupüskü­ lü türüdür. havra bak. sinagog Havran, hauran olarak da bihnir. Suriye' nin güneybatısında. Hermon Dağından (Ğebelü’ş-Şeyh) güneydoğudaki Ürdün sınırına kadar uzanan bölge. Kayalık ve hemen hemen tümüvle ağaçsız olmasına karşın, verimli topraklardan oluşan bir düzlüktür. Bunun yanı sıra yeterli miktardaki yağış da bölgeyi buğday üretimine elverişli kılmıştır. Yetiştirilen öbür ürünler arasında arpa, fasulye ve pancar yer ahr. Havyan. IS 106 ya değin Nebatiler ve Romalılar arasında bö­ lünmüş durumdaydı. Bu tanhte. Auranıtıs Eyaleti olarak Roma yönetimine girdi vc hızla gelişmeye başladı. 2-3. yüzyıllar ara­ sında yayılan Hıristiyanlık, 7. yüzyılda Islamın yaygınlaşmasına değin en önemh dm oldu. Bugün nüfusun büyük çoğunluğunu, 1711 ve 1860’ta bölgeye Lübnan’dan göç eden Dürzıler oluşturur Bölge toprakları­ nın büyük bölümü Der’a valiliği (muhafaza) sınırlan içindedir. Der’a, izra ve Bostra (Busrü’ş-Şam) gibi başhca kentlenn tümü de Helenistik dönemde kurulmuştur.

Havran, topraklarının bir bölümü Marma­ ra Bölgesi’nde, daha büyük bölümü Ege Bölgesi sınırlan içinde kalan, Bahkesır iline bağh ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçü­ mü 559 knr olan Havran ilçesi kuzeydoğuda Balya, doğu ve güneyde İvnndi, güneybatı­ da Burhaniye, batıda Edremit ılçelen. ku­ zeyde de Çanakkale iliyle çevrilidir. İlin güneybatı kesiminde yer alan Havran topraklan, batıdan doğuya doğru daralan Eoremiı-Havran Ovası ile bu ovaya kuzey ve güneyden çeviren dağlardan oluşur Ovayı kuzeyden Kaz Dağı, güneyden de Madra Dağının uzantılan sınırlandırır EdreınitHavran Ovasını suladıktan sonra Edremit Körfezinde denize dökülen Havran Çayı, Kaz Dağının güney. Madra Dağının kuzey yamaçlanndan doğan derelerin birleşmesiy­ le oluşur. Ovayı iki yandan kuşatan dağlann üstü yoğun diziler biçiminde uzanan orman­ larla kaplıdır. Edremit Körfezinin öteki ilçelerinde oldu­ ğu gibi, Havran'da da temel ekonomik uğraş zeytinciliktir. 1984’te. meyve veren 840 bine yakın ağaçtan 20.788 ton zeytin

Haırani, Ekrem

80

alınmıştır. Yağlık zeytin üretilen ilçede zey­ tinyağı ve sabun imalathaneleri vardır. Zey­ tin dışında ilçenin ova kesiminde az miktar­ da mandalina, pamuk, incir ve şeker pancarı gibi ekonomik değeri yüksek ürünler, daha kıraç ve engebeli iç kesimlerde ise tahıl ve baklagillerle üzüm yetiştirilir. Balıkesir ilin­ de ilk kez Havran'da mandalina bahçeleri kurulmuştur. Buradaki deneme olumlu so­ nuç verince ilin öteki elverişli yörelerinde de mandalina üretimine başlanmıştır. Hayvan­ cılık, ek gelir sağlayan ikincil uğraş niteliğin­ dedir.Doğal yapının elverişli olmasınedeniyle analık gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Eğ­ inir, Halaçlar ve Karaoğlanlar köylerinde demir ocaklan vardır. Havran yöresinde yerleşimin tarihi eskidir. İlçede antik Aurcliane ve Thebe kentlerinin kahntılan vardır. Doğal güzellikleriyle ünlü antik kentin Troya’yı ele geçiren Akha komutanı Akhilleus tarafından tahrip edil­ diği söylenir. Osmanh döneminde Balı­ kesir'le aynı tarihi paylaşan Havran 1926’ da Edremit’e bağh bir bucak, 1957’dc dc ilçe yapılmıştır. Ovanın en alçak kesiminde. Havran Çayı kıyısında kurulmuş olan Havran kasabası, Balıkesir’i Edremit Körfezinin güney kıyı­ sını izleyerek İzmir’e bağlayan karayolu üzerindedir. Balıkesir kentine 78 km uzak­ lıkta bulunan kasaba 1943 ve 1953’tekı depremlerde büyük hasar görmüştür. Thebe ve Aureliane’nin kalıntılarından başka Temaşalık köyü yakınında bir Roma hamamı­ nın kalıntısına rastlanmıştır. Havran Belediyesi 187O'te kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 25.711; kasaba, 8.878.

Havranı, Ekrem (d. 1910, Hama, Sunye), radikal siyaset adamı ve köylü önderi. IÎ. Dünya Savaşı’ndan sonraki 20 yıllık dönem­ de Suriye’nin siyasal gelişmelerinde belirle­ yici bir rol oynamıştır. Radikal görüşlere yönelmesi doğrudan ki­ şisel deneyimlerinden kaynaklanıyordu. Bü­ yük toprak sahiplerinin Suriye köylülerim sömürmesine duyduğu tepki sonucunda Havranı, çıkarlarını militanca savunmaları için köylüleri ayaklandırma çabasına girişti. Aralık 1949'da Edip Çiçekh’nin askeri bir darbe ile iktidarı ele geçirmesinden sonra, köylülerin çıkarlarım savunarak rejimin ideolojik sözcülüğünü yaptı. Ama, Çiçekli 1951'dc tüm siyasal partileri yasaklayınca Havrani’nin de rejimle ilişkisi koptu. 1952 sonlarında, Arap birliğini ve sosyaliz­ mi benimseyen Baas Partisi rain önden Mişel Eflak ile birlikte Lübnan’a kaçtı ve yurt dışında da onunla işbirliğine girişti. İkisi. Şubat 1954'te Çiçekli'nin devrilmesin­ de önemli bir rol oynamadılarsa da Baas Partisi, onlann etkisi altında giderek gerek Sunyc’nin, gerek Arap dünyasının siyasal yaşamında etkin bir öğe durumuna geldi. Havrani ve Eflak, 1958 ae Sunye ile Mısır' ın oluşturduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti' nın (BAC) kurulmasıyla sonuçlanan geliş­ melerde de etkili oldular Havrani, BAC’nin başkan yardımcısı ve Sunye yönetim bölgesi yürütme konseyi başkanı oldu. Baas önderleri Suriye’nin siyasal yaşamını önemli ölçüde etkileyebile­ ceklerini sanıyorlardı, ama parti giderek güç yitirmeye başladı. Aralık 1959'da Havranı ile önemli devlet görevlerindeki öbür Baasçılar BAC hükümetinden toplu olarak istifa ettiler. 1961’dc Sunye BAC'den ayrıldı, Havrani de yeni kurulan Suriye Parlamentosu'nda milletvekili oldu. Daha sonra Havrani Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdulnâsır'ın diktatörce politikaları­

na karşı çıktı ve Nâsır’ı, çevresinde Arap birliğinin kurulabileceği tek kişi olarak gör­ meyi sürdüren Eflak'tan giderek koptu. Sonunda yeni bir parti kurdu; Eflak da, Havrani'nın Baas Partisi’nden ihraç edildi­ ğini duyurdu. Mart 1963'tcki asken darbe­ den sonra Havrani tutuklandı. Sonradan serbest bırakılmasına karşın, Suriye siyasal yaşamındaki önemini yitirmiştir.

Havre, Lc, Fransa'nın kuzeyinde, Yukan Normandiya planlama bölgesinde (n'gıön dc prograrnme), Seine-Maritıme ilinde (dipartement) liman ve kent. Manş Denizi kıyısın­ da, Sen Halicinin sağ yakasında yer alır. Karayoluyla Roucn'ın 85 km batısında, Paris'in 216 km kuzeybatındadır. Lc Havre. Fransa kralı I François'nın (hd 1515-47) Havrc-de-Grâce adını verdiği lima­ nı yaptırdığı 1517'yc değin küçük bir balıkçı kasabasıydı. Liman Kardinal Richcheu (1585-1642) ve XIV. Louıs (hd 1643-1715) dönemlerinde genişletildi vc tahkim edildi. XVI. Louis döneminde (hd 1774-93) ise büyük gemilerin barınmasına uygun hale Şetirildi. III. Napolğon döneminde (18521) yapılan çalışmalarla daha da geliştirildi. II. Dünya Savaşı sırasında Anvers ve Ostende’nin düşmesinden sonra Belçika hükü­ meti kısa bir süre için Le Havrc’a taşındı. II. Dünya Savaşı sırasında kentteki yapıla­ rın neredeyse dörtte üçü yıkıldıysa da, sonradan hepsi yeniden inşa edildi. Kent merkezindeki Belediye Meydanı, Avrupa’ nın en geniş meydanlarından biridir. Ayak­ ta kalan birkaç eski yapıdan biri olan Notre-Dame Kilisesi (16İ-17. yy) II. Dünya Savaşı’nda hasar görmüş, ama 1970’lerdc onarılmıştır. Saint-Joseph Kilisesi ilginç bir betonarme yapıdır. 1944'te yıkılan eski mü­ zeden kurtarılan sanat yapıtlan, 196Tde açılan yeni müzeye taşınmıştır. 19. yüzyıl ressamı Eugdne-Boudin ile 20. yüzyıl ressa­ mı Raoul Dufy’nin resimlen de bu müzede sergilenmektedir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden inşa edilen ve 1970' lerin başında genişletilen Lc Havre. Fransa'nın Marsilya'dan sonraki ikinci büyük limanı, Paris'in de dış limanı­ dır. II. Dünya Savaşı öncesinde Kuzey Amerika ile Avrupa arasındaki yolcu taşı­ macılığının bcllibaşh merkezlerinden biriy­ ken, havayolu taşımacılığının ağırlık kazan­ ması nedeniyle bu konumunu yitirmiştir. Lc Âavre’dan Ingiltere ve İrlanda'ya düzenli feribot seferleri yapılır. Limandan ithal edi­ len malların başında pamuk ve kahve gibi tropikal ürünler ve akaryakıt gelir. Limanı kentin doğusundaki rafinerilere bağlayan petrol boru hatları, arıtılmış petrol ürünleri­ ni Paris bölgesine taşır. Ayrıca yakınların­ daki Antifer'de petrol depolama tesisleri vardır. Kentin öteki kesimlerinde kurulan çok sayıdaki yeni sanayi tesisinde çeşitli makineler ve otomobil üretilir. Geleneksel ıp ve kereste imalatı da sürmektedir. Nüfus (1990) belediye, 196.000.

Havrü’l-Fekkan, hurûl fekkan, havr fekkan ya da fekkan olarak da bilinir, BAE’yc oağh Şerce Emırliği'nde liman ken­ ti. Umman Körfezinin karşısındaki Umman Burnunun doğu kıyısında yer ahr. Liman ve hinterlandı el-Fuceyrc Emirliği’ni iki ana bölgeye ayırır. Doğal bir koy (Arapça havr) ûzennde bulunan Havrü’l-Fekkan, daha ortaçağda önemli bir limandı. Uzun süre direndikten sonra 1507’de Portekiz Hindistam’nın genel valisi Afonso de Albuquerque'ye bağh kuv­ vetlerce ele geçınldı. Sonraki iki yüzyıl boyunca, Portekizliler, Ummanlılar ve kan­ lılar arasında çeşitli çarpışmalara konu olan kent, sonunda Umman denetimine girdi.

Muskat ve Umman sultanının müttefiki Şerce şeyhi, sultanın Afrika'daki toprakla­ rında bulunmasından yararlanarak 1832’dc Havrü’l-Fckkan’ı vc çevresindeki Şemailiyc bölgesinin büyük bölümünü ele geçirdi. Daha sonra bölge, Ateşkes Kıyısı’nın (bu­ gün BAE) geri kalan bölümüyle bırhktc Ingiliz protcktorasına girdi. 1952'dc İngilte­ re, el-Fuceyrc'yi bağımsız bir devlet olarak tanıyınca, Şcmailiyc'nin büyük bölümü clFuceyre’ye geçti; ama Havrû'l-Fekkan top­ raklan Şercc’ye bağlı kaldı. Havrü’l-Fekkan' ın bitişiğinde cl-Fuccyre’nin yanı sıra batı­ da Resü’l-Hayme Emirliği’nin küçük bir bölümü, güneyde de, Umman Sultanhğı'nın üzerinde hak öne sürdüğü tartışmalı bir bölge vardır. Havrü’l-Fekkan, BAE’dcki birkaç doğal limandan biri vc Şerce'nin cn iyi limanıdır. Ama, başka bölgelerle bağlantısının azlığı ve siyasal nedenlerden ötürü limanın geniş­ letilmesi için çok az yatınm yapılmıştır. Modernleştirme çabalan daha çok Basra Körfezi kıyısındaki başkent Şcrcc’dc yoğun­ laşmıştır. Gene de, BAE'nin bağımsızlığını kazandığı 1971’de, Şerce Emirliği’nin en işlek limanı Havrü’l-Fekkan’dı. Umman Körfezi ve Umman Denizi üzerinden Hindis­ tan ile Pakistan limanlarına yoğun biçimde altın ve lüks eşya kaçakçılığı yapılıyordu. Bugün ise limanda bir çimento ve boru fabrikası bulunmaktadır. 1964’tcn sonra Şerce, “Havrü’l-Fekkan" damgalı posta pullan çıkararak satışa sun­ du. Ama pullann yasal geçerliliği olmadığı için emirliğin bir gelir elde etmesi söz konusu değildi; zaten pulların hemen he­ men tümü koleksiyonculara satılmak üzere basılmıştı. 1972’de Birleşik Arap Emirhklen Posta İdarcsi’nin kurulmasından sonra, emirlikler ve bağımlı bölgeler pul basmadı. Nüfus (son sayım) kent, 1.547; dış toprak­ lar, 2.280.

Havsa, Marmara Bölgcsi’nin Trakya kesi­ minde, Edime iline bağh ilce ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçümü 545 km2 olan Havsa ilçesi doğuda Kırklareli ili, güneyde Uzun­ köprü ilçesi, batıda Merkez ilçe, kuzeyde de Süloğlu ilçesiyle çevrilidir.

Havsa’da Sokollu Mehmed Paşa (Kasıtn Paşa) Küllıyesi'nde arastanın dua kubbesi vo cami. 1576-77, Edirne Cengiz Cıva

İlçe topraklan, Ergene Irmağının çevresin­ deki geniş düzlüklerin bir parçasını oluştu­ rur. Ergene İrmağına katılan derelerin sula­ dığı bu geniş alan çok verimli, bazı yerlerde hafif engebelidir. Doğal yapının elverişliliğinin yanı sıra ge­ rekli ulaşım bağlantılarının kurulmuş olması tanmın gelişip çeşitlenmesini sağlamıştır. Trakya'daki öteki ilçeler gibi Havsa da ağır hkh olarak İstanbul pazannı bitkisel ve hayvansal ürünleriyle besleyen bir tanm merkezidir. İlçede (anma dayalı bazı sanayi dallan da kurulmuştur. Başlıca bitkisel ürünler buğday, ayçiçeği, şeker pancan, üzüm, pinnç, arpa, kolza, kavun ve karpuz­ dur. Buğday vc ayçiçeği üretimi yütsek düzeydedir. İlçede en çok koyun beslenir;

üretilen peynir ve öteki süt ürünleri İstan­ bul’a gönderilir. Havsa’da hayvansal ürün­ leri işleyen tesisler yanında yag, un ve dokuma fabrikaları da vardır. 1361’dc I. Murad'ın (Hüdavendigâr) Osmanh topraklanna kattığı yöre II. Mehmed' in (Fatin) vezirlerinden Mahmud Paşa’ya has olarak verildiği için Havass-ı Mahmud Paşa adıyla anıldı; Havsa adı da buradan türedi. O sıralarda küçük bir köy olan yerleşme, Sokollu Mehmed Paşa’nın sadra­ zamlığı sırasındaki bayındırlık çalışmalarıyla gelişerek bir kasaba niteliğini kazandı. 19. yüzyıl sonlarında Edime vilayetinin Merkez sancağına bağlı bir kaza merkeziydi. Kurtu­ luş Savaşı sırasında Yunanlılarca işgal edilen yerleşme Cumhuriyet döneminde önce bu­ cak, 1954'te dc ilçe yapıldı. Havsa kasabası Edirne kentine 27 km uzak­ lıktadır. Genellikle hayvansal ürün ticareti yapılan kasabada bir devlet hastanesi var­ dır. Kasabadaki cn önemli tarihsel yapıt, 1576-77'dc Sokollu Mehmed Paşa’nın. ölen oğlu Kasım Bey adına Mimar Sinan’a yap­ tırdığı külliyedir. Başlangıçta iki kervansa­ ray ile cami, medrese, imaret, birer çiftehamam, tekke, köprü ve arastadan oluşan külliyeden günümüze ancak cami, hamam, dua kubbesi ve çeşme ulaşabilmiştir. 1752 depreminde yıkılan kervansaray 5 bin at, deve, katır alabilecek genişlikte ve 120 ocaklıydı. Havsa Belediyesi 1941'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 27.900; kasaba. 9.237.

havuç (Daucııs carota), maydanozgiller (Apiaceae) familyasından, ikiyıllık otsu bitki ve bu bitkinin sebze olarak değerlendirilen kökleri. Anayurdunun Afganistan ve komşu ülkeler olduğu sanılır. ÂBD, Avrupa ve

Havuç (Daucvs carota) KennoVı ve O'onda Fonunek

E0 İne

öbür ıhman ülkelerde yaygın olan yabani havucun, buğun tarımı yapılanın atası oldu­ ğu düşünülür. Akdeniz yöresinde Hıristi­ yanlık öncesi dönemlerde, Çın ve kuzeybatı Avrupa'da ise 13. yüzyılda havuç tarımı yapılmıştır. 20. yüzyılda karotenin (provitamin A) değerinin anlaşılması karotcnce zengin olan bu bitkinin besin kaynağı olarak önemini artırmıştır. Bugün ılıman kuşakta büyük miktarlarda havuç tanını yapılmak­ tadır. İkiyıllık bir bitki olması nedeniyle havuç, ilk yıl toprak üzerinde dik rozetler oluşturan ince parçalı yapraklar ve toprak altında etlenerek gelişen bir kazık kök ile buna bağh ince yan kökler oluşturur; ikinci yıl ise yaprak rozetlerinin içinden 60-100 cm uzun­ luğunda dallanmış çiçek saplan çıkar. Ana ve yan dallann ucunda pembemsi beyaz renkli çiçeklerin oluşturduğu çiçek kümelen

(bileşik şemsiye) bulunur. Sarımsı gri renkli vc dikenli tolıumlan vardır. Besin maddelerini depolayarak etli ve yumrumsu bir görünüm alan kökler renk ve biçim açısından oldukça çeşitlilik gösterir; uzun ya da küre biçimli, sivri ya da kül uçlu, turuncu, beyaz, san ya da mor renkli olanlanna rastlanır. En iyi gelişmeyi verim­ li, derin vc gevşek topraklarda gösteren bu serin iklim bitkisi. ılıman iklimlerde de yetişir. Havuç makineli tanma en uygun sebzelerden biridir. Taze havuçlar düzgün, lekesiz kabuklu, sıkı vc gevrek etli olur; parlak turuncu renk yüksek karoten içeriği­ ni gösterir. A, C, Bj ve B? vitaminlerince zengin bir ürün olan havuç çiğ olarak ya da pişirilerek tüketilir. Tohumlarından halk ara­ sında gaz söktürücü, idrar artına, âdet getirici ve mide ilacı olarak yararlanılır. Türkiye'de 1960'larda 20-25 bin ton dolayında gerçekleşen havuç üretimi 1980'lenn başında 80 bin tona, 1989'da 178 bin tona ulaşmıştır Sert ve geniş özlü yerli havuç çeşitleri yerine, özü ince vc daha yumuşak yabana çeşitlenn yetiştirilmeye başlaması piyasa talebini yük­ selten etkenlenn başında gelir Beypazan havuçlan gibi 80-100 cm uzunluğa crişebilen koni biçimli yerli havuçlar söküm güçlüğü yaratarak işçilik giderlerini artırdığı için kum havucu denen 10-20 cm uzunluğunda, küt uçlu, silindir biçimli çeşitlere ağırlık verilmiştir.

havuç sineği (Psila rosae), Dipıera (çiftkanathlar) takımının Psilulae familyasından sinek türü. Havuç sinekleri ince yapılı, uzun duyargalı, kahverengimsi ya da sanmsı renktedir. Dişiler yumurtalanm havuç, ke­ reviz ve benzen bitkilerin köklerine bırakır. Bırakılan yumurtalardan sekiz gün sonra çıkan larvalar kök içine girerek tüneller açar. Gelişimini 3-4 haftada tamamlayan larva, toprak içinde pupa evresine girer. Yaklaşık bir hafta sonra pupadan çıkan erişkinler birden fazla döl verir. havuz, tabanı ve duvarları yalıtılmış, içi su dolu çukur. İçinde su binktinnekten balık yetiştirmeye, yüzmekten çevre düzenine kar­ ıcıda bulunmaya kadar çeşitli amaçlarla yapılır Havuza ilişkin en eski bilgilerle Roma uygarlığında karşılaşılır Romalılar hem çevreyi güzelleştirmek amacıyla bahçe ha­ vuzları, nem de hamamların içinde kapalı mekânlarda yer alan sıcak ve soğuk sulu yüzme havuzlan inşa ettiler. Ama Roma mimarlığında bahçe havuzlan henüz bahçe tasarımının bütünü içinde önemli bir öğe olarak yer almıyordu. Buna karşılık ha­ mamlardaki yüzme havuzlan boyut ve tasa­ nın açısından olduğu kadar, işlev bakımın­ dan da yapının önemli öğelerindendi. Eski Roma’da hamamlardaki soğuk su havuzları­ na naıatio, bahçe havuzlarına piscina denir­ di, ayrıca içinde çok sevilen deniz savaşı oyunlannın (naunıachia) yapıldığı dev ha­ vuzlar da vardı. Ortaçağda manastırlarda keşişlerin gıdası­ nın önemli bir bölümünü oluşturan balıklan canlı saklamak için küçük havuzlar yapılır­ dı. Ortaçağ sonlarında bahçe havuzları da inşa edilmeye başladı. İslam dünyasındaysa 16. yüzyılda İran’da ve Hindistan'da gittikçe önem kazanan bahçe tasarımında, birbirle­ rine kanallarla bağlanan, sığ vc fıskiyeli havuzların yer aldığı simetrik şemalar çeliş­ meye başladı Bunlann en ilginç örnekleriy­ le Agraaa Tac Mahal'de ve Lahor'dakı Şaleman Bahçelen’nde karşılaşılır. Osman­ lIlarda en ilginç havuz örnekleri Topkapı Sarayı Haremi’nde III. Murad’ın yatak oda­ sı olan Havuzlu Köşk’ün zemin katındaki Cariveler Havuzu, gene aynı yapının hemen önündeki yaklaşık 18 m x 32 m boyutlann-

81

havuzbalıgı

daki büyük havuz ve Bağdat Köşkü ile Revan Köşkü arasındaki terasta bulunan fıskiyeli havuzdur. OsmanlIlarda kaplıca ha­ mamlarında göbek taşının yenne bir sıcak su havuzu yapılması da çok yaygın bir uygulamaydı. Barok sanatla birlikte Avrupa'da havuz tasanmı da gelişti. Örneğin Roma’da Bernıni'nin Navona Meydanı ndaki Dört Irmak Çeşmesi (1648-51) vc Niccolö Salvı’nın 1762'de tamamlanan Trevi Çeşmesi, Avru­ pa dillerinde adlannın çeşme olarak geçme­ sine karşın, gerçekte birer havuzdur. Çok sayıda heykelle bezenmiş bu tür meydan havuzlan 17. yüzyılın ıkına yansında bütün Avrupa’da yaygınlaşmaya başladı. Gene ay­ nı yüzyılda Versailles Sarayı'nın bahçelenndeki ünlü peyzaj mıman Andre Le Nötre’un tasarladığı havuz düzenlemelen, barok çev­ re anlayışının en yetkin örneklendir Tek­ nolojideki gelişmelerle yüksek bısınç elde edebilme olanaklannın sağlanması sonucu, bu dönemdeki havuzlarda fıskiyelere de geniş yer verildi. 19. yüzyılda havuz tasanmında bir yenilik görülmemekle birlikte önemli teknik geliş­ meler izlenir. Örneğin Sir Joseph Paxton’ın Chatsworth'te yaptığı havuzların birindeki, suyu 80 m yüksekliğe fışkırtan fıskiye, bu gelişmelerin bir ürünüdür. Bu yüzyılın sonİanna doğru birçok büyük Avrupa kentinde sıcak ve soğuk sulu kapalı yüzme havuzlan ortaya çıktı. 20. yüzyılda ise modem mimar­ lık anlayışı içinde suyun çevre düzenlemesi içinde bir mıman öğe olarak kullanılması tutumu iyice yaygınlık kazandı.

havuzbahğı (Carassius auratııs). japonbauöı olarak da bilinir, Cypnnıdae familyasın­ dan, Doğu Asya kökenli, havuz ve akvar­ yumlarda yaygın biçimde yetiştirilen süs balı­ ğı. Genel olarak havuzbahğı adı daha dayanık­ lı ve doğal görünüşüne daha yakın soylar için, japonbaîığı adı ise akvaryum koşullarına

Havuzbahğı (Carassıus auratus) W S P»n Ere Hoiiunfl

uyarlanmış çok çeşitli biçim ve renk özellik­ leri taşıyan soylar için kullanılmaktadır Sazana (Cyprirıus carpio) benzemekle bir­ likte bıyıksız olan bu türün Çinliler tarafın­ dan evcilleştirilme tarihi Song hanedanı dönemine (960-1127) değin uzanır Havuzbahğının doğal renklen yeşilimsi kahverengi ya da bozdur Ama renklen siyah, alaca, san. beyaz ya da gümüşsü beyaz, kuvruk yüzgeci üç parçalı, gözlen fırlak ya da uzun sırt yüzgeci bulunmayan birçok örneğine rastlanır hu aynksı örnek­ ler üzerinde yüzyıllar süren seçme ve çiftleş­ tirme çahşmalan 5-10 cm uzunluğunda 125'i aşkın soy ortaya çıkarmıştır Yaygın tanınan soylar arasında kornet çok uzun kuyruklu, aslanbaş ın başh, teleskop fırlak gözlü, tülkuyruk uzun ve sarkık çili kuyrukludur

Hana

82

Havuzbahklan hem bitkiler, hem küçük hayvanlarla beslenir Havuz ya da akvaryu­ ma alınanlara salyangoz gibi yumuşakçalar, supircsi, sivrisinek larvaları, böcekler ve öbür yiyecekler verilebilir. Dişiler yumurtalarını ilkbahar ya da yaz aylarında döker. Üreme mevsimi yaklaştık­ ça renklen canlanır. Dışılenn kamı büyür, erkeklenn solungaç kapaklannda. sırtında ve göğüs yüzgeçlerinde kabartılar belirebi­ lir. Su bitkilerine yapışan yumurtalar yakla­ şık bir haftada çatlar. Bakım altında 25 yıl kadar yaşadıktan gözlenmişse de ortalama ömûrlen çok daha kısadır.

yeğlenir. Sombalığının kırmızı yumurtası ile kefal gibi öbür balıkların yumurtaları da kimi zaman havyar adı altında satılır. Ala­ balık yumurtalan, mersinbalığının yumurtalannı andırması için mürekkepbahğı boya­ sıyla boyanır.

Havza, Karadeniz Bölgesi'nın orta kesi­ minde, Samsun iline bağlı ilçe vc ilçe merke­ zi kent. Yüzölçümü 793 km2 olan Havza ilçesi doğuda Kavak, güneydoğuda Lâdik ilçeleri, güney ve güneybatıda Amasya ili, batıda Vezirköprü, kuzeyde Bafra ilçele­ riyle çevrilidir. Havza, Kuzey Anadolu Dağlanndan Canik Dağlannın yüksekliğini büyük ölçüde yıtinp basıklaştığı bir kesimde yer alır. İlçe

Havva bak. Âdem ile Havva

havvaanaeli (Anastalica hierochuntıca), turpgiller (Brassicaceae) familyasından bıryıllık bitki. Anayurdu Asya’nın batısıdır. Saplı yapraklan ve küçük beyaz çiçekleri

sanayi sitesi kurulmuştur. Kentin başlıca sanayi kuruluşları olan un fabrikaları Ters­ akan Çayı kıyısında, ürünün depolandığı Toprak Mahsulleri Ofisi'nin (TMO) siloları da demiryolu hattının kenarındadır. Kente vc yakın çevresine hizmet veren devlet hastanesi halkın da katkısıyla yapılmıştır Havza’da bugüne ulaşan en eski tarihsel yapılar, İÖ 1 - İS 2. yüzyıllara tarihlenen Çamyatağı (eskiden Lerdügc) köyündeki tümulüslerdır. Kentin kuzeydoğusunda bu­ lunan Çamyatağı köyündeki kazılarda orta­ ya çıkarılan beş tümülüste elde edilen bu­ luntular Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Büyük Hamam ya da Sadi Paşa Hamamı olarak da adlandırılan Kızgözü-Aslanağzı Kaplıcası bir Bizans yapısının yenne 1256'da yapılmıştır. 1256’da inşa edilen Mustafa Paşa Camisi. Yorgüç Paşa­ zade Mustafa Bcy'in 1429’da yaptırdığı Havza İmareti, gene 1429’da yapılan Musta­ fa Bey Türbesi ve Küçük Hamam (Şifa Kaplıcası) kentteki öbür tarihsel yapılardır Havza İmareti 1938-40 arasında onarılarak Atatürk Kütüphanesi adıyla hizmete açıl­ mıştır. Havza Belediyesi 1870'te kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 62.564; kent, 17.962.

havza, dağlarla ya da yükseltilerle çevre­ lenmiş alçak, düz; daire ya da elips biçimli Havza'dan bir görünüm AnacJoU; Yayıncılık Arçrvi

Havvaanaeli (Anastatıca hierochuntica) V-DIA SCALA Art Resource'ES İne

vardır. Kurak mevsimlerde bitkinin meyveli dallan içe doğru kıvrılarak top biçimini alır Bu biçimde yıllarca bozulmadan saklanabi­ len bitki ancak suya konduğunda tekrar bir el gibi açılır. Anadolu'da, havvaanaelinin doğumu kolaylaştıncı bir etkisi olduğuna inanılır.

havyar, tuzda korunan mersinbalığı yu­ murtası. Balık yakalandıktan hemen sonra yumurtalan aynlır ve bu yumurtalar ince bir elekten geçirilerek büyüklüklerine göre gruplanır, aynca yabancı yağ ve dokulardan temizlenir. Daha sonra bozulmaması ve tadının oluşması için yumurtalara yüzde 4-6 oranında tuz eklenir. İran'da tuza ek olarak boraks da kullanılır. En nitelikli havyarlar, Rusça “hafifçe tuzlanmış" anlamına gelen malassol sınıfındandır. Taze havyar 0°C-7°C arasında saklanır; kimi zaman pastörize edilerek daha etkili biçimde korunur. Dünyada tüketilen gerçek havyarın hemen tümü eski Sovyet cumhuriyetleri ve İran’da, Hazar Denizi ile Karadeniz’de yakalanan balıklardan üretilir. Havyar, yumurtaların büyüklüğüne ve işle­ me biçimine göre sınıflandırılır vc yumurta­ ların elde edildiği mersinbalığı türüne göre adlandırılır. Mersin morinasından (Hııso huso) elde edilen ve en in taneli havyar olan belu^a siyah ya da gri renklidir; daha ince taneli oseirova havyan grimsi, gn yeşil ya da kahverengi, cn küçük taneli sevruga havyan ise yeşilimsi siyah renklidir. Sterlad ya da çuka (Acipenser ruthenus) adıyla bilinen mersınbalığının ahin rengindeki yumurtala­ rından yapılan cn değerli havyar eskiden yalnızca Rus çarının sofrasında bulunurdu. Ezilmiş ya da olgunlaşmamış yumurtadan yapılan daha düşük kaliteli payusnaya hav­ yan daha fazla tuzlanır ve sıkıştırılır; bu havyar çeşidinin tadı daha keskin olduğun­ dan kimi zaman ötekilerine oranla daha çok

alanının büyük bölümü, dağlık ıç kesimleri Samsun'un kıyı kesiminden ayıran, üzerinde bazı tepelerin bulunduğu büyük bir plato niteliğindedir, ilçe topraklarının sularını, Amasya kenti yakınlarında Yeşihrmak’a ka­ tılan Tersakan Çaya ve kollarıyla Kızılırmak’a katılan Akçay’ın başlangıç kollan toplar. İlçede en önemli ekonomik etkinlik tarım­ dır. Amasya Şeker Fabnkası'nın açılmasıyla Havza'nın tarımsal üretiminde şeker panca­ rı ön sıraya çıkmıştır. İlçede ayrıca buğday, arpa, ayçiçeği vc tütünle az miktarda elma, mısır, baklagiller ve şeftali yetiştirilir. Şeker pancan üretiminin artması ilçedeki sığır Besiciliğini ve hayvansal ürün verimini geliş­ tirmiştir. Çcltek köyünde linyit ocaklan vardır. Bu ocaklardan çıkarılan linyitin asıl yalaklan Amasya'nın Suluova ılçesındedır. İlçe topraklarında kaplıca suyu kaynaklan da vardır. Havza kentindeki kaplıcaların sodyum bikarbonath suyu 52°C’dır. Havza'nın İS 10'da Romalılann yönetimi­ ne girdiği ve Galatıa Eyaleti’nc bağlandığı bilinmektedir. Bizans, Danişmendli ve Sel­ çuklu yönetiminde kalan yöre 1. Bayczid (Yıldınm) tarafindan ele geçirıldiysc dc daha sonra Canik beylerince paylaşıldı. 1418'de Osmanlı topraklarına katılan Hav­ za, Rum (Sivas) vilayetinin Amasya san­ cağına bağlı bir kazaydı. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında karargâhını Samsun’ dan sonra kısa bir süre için Havza'ya taşıyan Mustafa Kemal’in (Atatürk) bura­ dan resmi kuruluşlara vc yetkililere gönder­ diği bildin Havza Genelgesi(’) adıyla anılır. İlçe merkezi Havza kenti ilçenin güney kesiminde yer alır. Bölgenin Orta Karade­ niz Bölümü'nü İç Anadolu’ya vc Türkiye' nin öteki kesimlerine bağlayan AnkaraSamsun karayolu kentten geçer. İl merkezi Samsun'a karayoluyla 81 km uzaklıkta olan Havza, demıryoluyla Samsun kentinin yanı sıra Amasya, Sivas gibi merkez­ lere de bağlanır. Kent, ulaşım olanakla­ rının elverişli olması nedeniyle yakın çevre­ sindeki tarım ürünlerinin toplandığı canlı bir ticaret merkezi niteliğindedir. Bu nedenle küçük sanayi de gelişmiş ve kentte bir küçük

yüzey şekli. Aynca bak. su toplama havzası; yüzey şekilleri.

Havza Genelgesi, Batı Anadolu’daki Yu­ nan işgalinin başlangıcında, Mustafa Kemal’ in (Atatürk) işgale ve Mondros Mütareke­ sine karşı direnişin örgütlenmesi için asken ve mülki yöneticilere gönderdiği genelge (28 Mayıs 1919). Mustafa Kemal’in 9. Ordu müfettişi olarak Anadolu’ya geçtiği günlerde özellikle İzmir ve yöresinde halk Yunan işgaline karşı şiddetli gösteriler düzenliyordu. İtilaf güçle­ rinin Mondros Mütarekesi hükümlerini de çiğneyen uygulamaları hoşnutsuzluğu iyice artırmıştı. Mustafa Kemal 28 Mayıs 1916’da Havza'da bulunduğu sırada, tüm vali ve mutasarrıflar ile kolordu komutanlarına bir genelge göndererek, halkın yabancı işgaline karşı tepkisinin hemen değerlendirilmesini ve desteklenmesini istedi. İzmir’in ardından Manisa vc Aydın’ın da işgal edilmesinin gelecekteki tehlikeyi açık­ ça ortaya koyduğu vurgulanan genelgede, bu duruma derhal son verilmesinin bütün uygar uluslarla büyük devletlerden beklen­ diğini göstermek amacıyla büyük vc heye­ canlı mitingler ve ulusal gösteriler düzenlen­ mesi, bu hareketlerin bütün kasaba ve köylere kadar yaygınlaştırılması, bütün bü­ yük devletlerin temsilcileri ile Bfibıûli'yc etki­ leyici telgraflar çekilmesi, gösterilerde ağır­ başlılığın titizlikle korunması, Hıristiyan halka karşı saldırılardan ve düşmanca tu­ tumlardan sakınılması isteniyordu.

Hawaii, ABD’yı oluşturan eyaletlerden biri. Büyük Okyanusun ortasında, San Francısco’nun 3.857 km batısında volkanik bir adalar grubunun üzerinde yer alır. Baş­ kenti Honolulu'dur. Polinezya kökenli olan ilk Havvaililcr(’) buraya İS 400 dolaylarında, büyük olasılıkla Marquesas Adalarından geldiler. Bunu yak­ laşık 400-500 yıl sonra Tahıtı'den gelen ikinci bir göç dalgası izledi. Takımadayı keşfeden (1778) ilk Avrupalı sayılan Kaptan James Cook buraya Sanovvich Âdalan adını verdi. 1796’da I. Kamchameha takımadanın tümüne egemen oldu. Adalar 19. yüzyılın büyük bölümünde hem Sandwıch Adalan, hem de en büyük ada Havvaii dolayısıyla Havvaii Adaları adlarıyla anıldı. 1820’de

83

Hawaii

Hawaii

84

Nevv England'dan gelen ilk misyonerler buraya ulaştı ve Batı etkisi altında bir değişim sûrca başladı. 1840'ta çeşitli Ame­ rikan vc İngiliz yasalan örnek alınarak hazırlanan bir anayasa kabul edildi. ABD, Fransa ve İngiltere Havvaii Kralhğı’nın ba­ ğımsızlığını tanıdıysa da İngiltere ile Fransa adalar ûzennde egemenlik sağlamayı amaç­ layan girişımlennı sürdürdüler 1851'de de

Hawari'nln başkenti Honolulu'daki Ata Wai yat limanı vo Diamond Burnu H»rb & OoroUTy McLaugıtn-Anrona Pholograptıc Assoc-oas ine

Kral İH. Kamehameha. Havvaii'yi ABD koruması altına soktu. 1887'dc ABD Pcarl Harbor’da bir deniz üssü kurma ayrıcalığını elde etti. Havvaii ve ABD’de geniş bir çevre, ekonomik çıkarlan nedeniyle adalann ABD topraklanna katılmasından yanaydı. Ama Başkan Cleveland ve başkaları buna karşı çıktılar. 1893'te ABD’li büyük şeker şirket­ lerinin kışkırttıkları bir darbe, krallığın dev­ rilerek Havvaii Cumhuriyeti’nin kurulmasıy­ la sonuçlandı. Yeni yönetim ve ABD 1898’de adalann ABD’ye ilhakı konusunda anlaştılar. Havvaii 1900'de ABD topraklan­ na katıldı. Takımada ABD Deniz Kuvvetleri’nin Pasifik Donanması için önemli bir üs oldu. Japonlann 1941’de Pearl Harbor'daki askeri tesislere düzenledikten saldın ABD’ nin 11. Dünya Savaşı’na girmesine yol açtı. Havvaii ]959'da ABD’nin 50. eyaleti oldu Havvaii'yi oluşturan sekiz büyük ada ite 124 adaak, batık bir volkanik dağlar zincirinin tepeleridir. Jeolojik bakımdan görece genç alanlarda arazı kubbe biçimindedir; daha yaşlı alanlarda ise mağaralar, derin vadiler ve kıyı ovalarının kabarcıklar biçiminde belirdiği çok dik vc keskin oluklu kayalıklar bulunur Yüzey şekillen genellikle dik oldu­ ğundan az sayıda su birikintisi ya da göl vardır. Tropik kuşakla yer almasına karşın Havvaii' nin iklimi ılımandır. Honolulu'da yıllık onalama sıcaklık 22°C ile 26°C arasında değişir. Dağlık bölgeler özellikte kış aylannda önemli Ölçüde daha serindir. Yağış mik­ tan büyük farklılıklar gösterir Yılda 12.344 mm yağış alan Waıatealc Dağı dünyanın en yağışlı yendir, öte yandan Puako'da yıllık yağış miktarı 250 mm’den azdır. Yerli Havvaililenn nüfusu 1778'de yaklaşık 300 bin iken 1853’c gelindiğinde 70 bine düşmüştü. 1980'dc Havvaili ve yarı-Havvaıli halkın toplam nüfusa oram yalnızca yüzde 12, cn büyük etnik topluluk Japonlann payı ise yüzde 25 olarak hesaplanmıştır. Eyalet nüfusunun çoğu Oahu Atlasında yaşar. Nü­ fusun yaklaşık yüzde 6O’ı Honolulu kentin­ de, yüzde 20 kadan da kentin çevresinde toplanmıştır. 1980’lerde Havvaii'deki nüfus artış hızı ABD ortalamasının ıkı katından fazlaydı Havvaii ekonomisinde tarımın ağırlığı sür­ mektedir. Eyalet, şekerkamışı üretiminde ABD’de ilk sırada yer alır. Ananas da

önemli ticari ürünlerden biridir. Kocadan vc mısır üretimi yaygındır. Takımadada önemli sayılabilecek yeraltı kaynağı yoktur. Havvaii'deki başlıca sanayi işletmeleri bir petrol rafinerisi, bir demir-çelik fabrikası, ıkı çimento fabnkası ve bir alüminyum çekme fabrikasıdır. Adalarda yetiştirilen besinlerin konservelenmesi dc önemli bir etkinliktir. Ama Havvaii ekonomisinin cn büyük işkolu tunzmdır Federal savunma harcamalan da ikinci büyük gelir kaynağını oluşturur. Okyanus üzennde yapılan taşımacılık Havvaii'nin can damandır. Eyaletin başlıca li­ manı Honolulu’dadır. Eyalette üç büyük havaalanı vc 6.000 km’yi aşkın karayolu vardır. Demiry olu yok denecek kadar azdır. Honolulu, Büyük Okyanus ve halklarına özgü yapıtların sergilendiği Bcmicc P. Bishop Müzesı’yle ve 19. yüzyıl sonu vc 20. yüzyıl başlarını yansıtan bir modem sanat koleksiyonunun sergilendiği ünlü Honolulu Sanat Akadcmisi'yle dc ünlüdür Belediye­ ye ait Honolulu Uluslararası Merkczi’nde tiyatro, konser vc spor salonları bulunur. Giderleri federal hükümetçe karşılanan Doğu-Batı Arasında Kültürel ve Teknik Deği­ şim Merkezi dünyada benzeri olmayan bir eğitim kunımudur. Havvaii'de İngilizcenin yanı sıra Japonca vc Çince günlük gazeteler de yayımlanır. Yüzölçümü 16.760 km2'dir. Nüfus (1990) 1.115.274.

Havvaii, ABD’de Havvaii'deki Mauı Adası­ nın güneyinde volkanik ada vc il (founty). Büyük Ada adıyla da bilinen Havvaii, takım­ adanın cn büyük (10 414 km:) ve jeolojik açıdan en genç adasıdır. Adalar zincirinin güneydoğu ucunda yer ahr. Adadaki cn önemli yüzey şekli, lav oluşumlu sırtlarla birbirine bağlanan beş yanardağdır. Bunlar­ dan Kılauca, dünyanın en büyük etkin yanardağıdır. Üçgen biçimindeki adada do­ ruğu çoğu zaman karla kaplı Mauna Kea Dağı, sisli yaylalar, okyanus kıyısı boyunca kayalık uçurumlar, tropik kıyı bölgeleri, lavlarla kaplı geniş alanlar, eğreltiotu ve bambu ormanları yer alır. İl merkezi Hilo doğu kıyısının iç kesimlerinde kurulmuştur, öteki önemli kentler Kailua-Kona, Honaunau ve Waimea'dır. Başlıca ekonomik et­ kinlikler şeker imalatı, turizm, büyükbaş hayvancılık, orkide yetiştiriciliği ve kahve işlemedir Nüfus (1990) 120.317.

Havvailiter, iki büyük göç dalgasıyla Havvaii’ye yerleşmiş Polinezyalılann soyundan gelen Yerli halk. Göç dalgalarından birincisi bir olasılıkla İS 400 dolayında, Marquesas Adalarından, İkincisiyse 9. ya da 10. yüzyılda Tahiti'den geldi. Kaptan James Cook 1778'de adaları keşfettiğinde sayıları 300 bin dolayında olan Yerli nüfus günümüze değin 10 binin altına düştü Bununla birlikte adalarda yan Havva­ ili sayılabilecek kalabalık bir melez nüfus yaşamaktadır. Havvailiter, dillerinin benzeştiği Yeni Ze­ landa Maorilcri gibi esmer tenli, düz ya da dalgalı siyah saçlı, iri ve düzgün yapılıydı. Yönetici sınıf genellikle kendi içinde evle­ nirdi. Çokkanlılık ve çokkocahlık özellikle şefler arasında uygulanmaktaydı. Toplum­ sal unvan genellikle ana tarafından geçi­ yordu. Havvaililerin ahupuaa adı verilen arazi birimleri genellikle kıyıdan dağın tepesine doğru uzanır ve burada yaşayanların çevre sular üzerinde de haklan bulunurdu. Bir ahupuaa içinde denizden balık, kumsaldan hindistancevizi, vadiden temel gıda olan kulkas kökü, alçak yamaçlardan yam, yer elması vc muz, dağdan odun elde edilirdi. İkinci bir yönetsel bölüm, bazen alıupuaa'yd bağımlı, bazen bağımsız olan iliydi. İli

içinde de kuleaııas adı verilen küçük alanlar vardı. Buralarda yaşayanlar belirli deniz, su ve dağ ürünlerini kullanabilirdi. Açık deniz balıkhanelerinin yanında, bazı­ ları günümüzde bin yaşında olan vc kıyıyı bir yarım daire biçiminde çevreleyen bahk havuzlan vardı. Akıntıların suladığı teras­ larda kulkas yetiştirilirdi. Su kullanımına ilişkin haklan belirleyen aynntıh sistemler geliştirilmişti. Bir fatihin ya da tahta yeni çıkan bij kralın yeniden toprak dağıtımına giriştiği sıkça görülürdü. Metal işleri vc çömlekçilikle uğraşmayan, yük hayvanlan da bulunmayan Havvailiter, taş, odun, deniz kabuğu, diş ve kemik gibi malzemelerle alet ve silah yaparlardı. El sanatlarında çok ustaydılar. Tüy işleri (giysi, başhk vc kahili) eşsizdi. Evlen tahta çerçe­ veli, saz damlı, taş zeminleri hasırla kaplıy­ dı. Yere açılan, imu adı verilen çukurlarda sıcak taşlarla yemek pişirilir, ama balık vc başka pek çok yiyecek çiğ tüketilirdi. En iyi besinlerin çoğu kadınlar için yasaktı. Erkek­ ler genellikle yalnızca bir malo (kuşak), kadınlarsa tapa (yaprakların ya da liflerin işlenmesiyle yapılan bez) giyerlerdi. Aynca hem erkekler, hem de kadınlar bazen omuzlanna bir tür pelerin takarlardı. Erkekler denizcilik, balıkçılık ve yüzmede çok ustay­ dı. Takvim yıllan 20 Kasım’da başlar, 12 kamer ayı ite bazen bir ek aydan oluşurdu. Havvailiter sporcu olarak da çok başanhydı. Sık sık spor yanşmaları düzenler, bazen değişik adalann şampiyonlan kendi aralannda yarışırlardı. Aynca dalgalı denizde sörf, yüzme, güreş, boks, okçuluk, dar kayaklar üstünde ayakta durarak denizde ilerlemek, bovvling ve koşu gibi sporlarla uğraşırlardı. Sık sık kumar oynar, awa *|) (kava[ ve ti köklerinden yapılmış uyuştu­ rucu ve mayalanmış içkiler içer, damıtılmış içki kullanmazlardı. Hem çalgılı hem çalgı­ sız müzikten hoşlanan Havvailiter vurmalı, telli ve nefesli çalgılar kullanırlardı. Ağızla değil burunla flüt çalarlardı. Hula adh danslannın pek çok türü vardı. Çiçekten sever, boyunlanna ve başlıklarına çiçek dizilen takarlardı. Havvailiter hitabete, şiire, tanhc, öykücülüğe, şarkı söylemeye, bulmacalara, atasözlerinc düşkündü. Yazıları olmadığı halde, her türlü bilgilerini bu amaçla eğitil­ miş kişiler aracılığıyla saklar ve yeni kuşak­ lara aktarırlardı. Havvaililerin, belli belirsiz dc olsa bir öbür dünya inancı vardı. Dört büyük tanrıyla (Kane, Kanaloa, Ku ve Lono) sayısız küçük tanrıya inanırlardı. Onlara göre hayvanla­ nn, bitkilerin, yerlerin, mesleklerin, ailele­ rin vc başka her türlü nesne ya da gücün özel tanrılan ve melekleri vardı. Her yer tas tapınaklar ve tahta putlarla doluydu; dinsel tören yapılmadan hemen hemen hiçbir işe girişılnıezdi. Rahipler vc büyücüler güçlü Kişilerdi. Önemh durumlarda insan kurban edilirdi. Havvaililerin örgütlenmesinde siyasal ve dinsel sistemler iç içe geçmişti. Avrupahlann keşiflerinden önceki son dönemde Ha­ vvaii topluluklarında soylular ve rahipler gittikçe zorbalaşmıştı. Önemli bir bölümünü karmaşık ve ezici tabuların oluşturduğu yasalar halkın, özellikle de kadınların üze­ rinde ağır bir baskı aracıydı. 1820'lcrden sonra Hıristiyan misyonerlerin gelişi yönetimin bir ölçüde liberalleşmesini sağladıysa da Batıkların taşıdığı hastalıklar Yerli halkı zayıflattı vc büyük bölümünü yok etti. Yönetici aile giderek daha cok Amerikalı misyonerler, yabancı işadamları vc toprak sahiplerinin etkisi altına girdi İlk kez 1851'de Çin’den, 1868'de de Japonya’ dan sözleşmeli tarım işçileri geldiler. Za­ manla yerli Havvailiter azınlığa düştüler.

Ha w es, Josiah Johnson bak Southworth, Albcrt Sands vc Hnvvcs, Josiah Johnson Havvkc (Tovvton), Edvvard Hnvvke, 1. Baron (d. 1705, Londra - ö. 17 Ekim 1781, Sunbury-on-Thamcs, Surrcy, İngilte­ re). İngiliz amirali. Yedi Yıl Savaşı sırasında (1756-63), 1759'da Fransa’daki Ouiberon

1. Baron Hawfca, F. Cotesün yağlıboya çalışmasından ayrıntı; Ulusal Denizcilik Müzesi, Greenwich, Ingiltere Naltonal Muhlime Musoum, Gteen*ıch inlere

Körfezinde kazandığı deniz zaferiyle Fran­ sızların İngiltere'yi işgal planlarını sona erdirmiştir. Havvkc donanmaya 1720'dc ka­ tıldı. Avusturya Veraset Savaşı’nda (174048) Fransızlara karşı başarıları nedeniyle tuğamiralliğe yükseltildi. Ekim 1747’de, Bretanya kıyısı açıklarındaki bir harekâtta altı Fransız savaş gemisini ele geçirdi. 1759’da Fransız donanma üssü Brcst'ı ab­ luka altında tutan filonun komutanı olarak Hawke, destek kuvvetlerinin Kanada'daki Fransız ordusuna ulaşmasını engelledi vc Ingilizlerin Kanada’yı ele geçirmesinde ya­ şamsal bir rol oynadı. Fransızlar karşı saldın olarak İngiltere'yi işgal etmeye karar verdi­ ler. Bresfteki Fransız donanması bu planın uygulanabilmesi için çok gerekliydi. 14 Ka­ sım 1759'da Fransız amirali Conflans kontu Hubert de Brıcnne, Havvke’un ablukasında­ ki bir açık noktadan yararlanarak, işgal için kuvvet toplamak amacıyla Brest’ten yola çıktı ve Fransa kıyılan boyunca güneydoğu­ ya yöneldi. Altı gün sonra, Havvke’un 23 fiemıdcn oluşan filosu Conflans’ın 21 gemiik filosuna yetişti ve onu Quiberon Körfezi­ ne sıkıştırdı. Üç saatlik bir çarpışma boyun­ ca vc sonrasında dokuz Fransız gemisi tah­ rip edildi ve Fransız birliği yeni bir saldınya geçemeyecek duruma getirildi. Hawke bu çarpışmadan sonra deniz hizmetinden aynldı. 1766-71 anısında Deniz Kuvvetleri birin­ ci lordu olarak görev yaptı. 1776'da baron oldu. Meslek yasamı R. F. Mackay'in Admiral llawke (1965; Amiral Havvkc) adh yapıtında anlatılmıştır.

Huvvke, Robert (James Lee) (d. 9 Aralık 1929, Bordertovvn, Güney Avustralya, Avustralya), AvustralyalI işçi önderi ve 1983-91 arasında Avustralya başbakanı. Batı Avustralya Üniversitesi’nacn hukuk diploması aldıktan sonra, Rhodcs bursuyla O.xford Üniversitesi’nde üç yıl eğitim gördü. Kısa bir sûre Canberra’daki Avustralya Ulusal Üniversitesi’nde araştırma iktisatçısı olarak çalıştı. 1958’de, ülkedeki örgütlü işçi hareketinin üst organı olan Avustralya İşçi Scndıkalan Konseyi’ne (ACIU) girdi. ACIİJ’ nun başkanı olarak çalıştığı 1970-80 ara­ sında, toplu sözleşmelerin hakem kurul­ larında sendikalar yararına sonuçlanmasını sağlayarak başarılı bir sendikacı olduğunu kanıtladı, öğrenciliği sırasında Avustralya İşçi Partisi’ne (ALP) üye olan Havvke, partinin çeşitli kademelerinde görev aldık­ tan sonra 1973-78 arasında partinin genel başkanlığını yaptı. 1980'de İşçi Partisi’ndcn

narlamcntoyagırdığindc ülke çapında ün kazanmıştı. 1983'tc parti lideri seçilen Havvkc, bir ay sonra yapılan seçimlerde partisine Liberal Parti karşısında ezici bir zafer ka­ zandırarak Avustralya başbakanı oldu Başbakanlığı sırasında Avustralya işçi sen­ dikalarının tek bir ücret sözleşmesi konu­ sunda anlaşmalarını sağlayarak iş barışı ortamını geliştirdi. Enflasyon oranını düşür­ meyi başardı ve ABD ile yakın ilişkileri korudu. Aralık 1984'te kendi isteğiyle yapı­ lan erken seçimlerde yeniden başbakanlığa seçildi. Açıksözlülüğü ve çekici kişiliğiyle halk arasında sevilen bir lider olmayı sür­ dürdü. 1987 seçimlerinde İşçi Partisi'nin yeniden çoğunluğu kazanması üzerine Havvke üçüncü kez başbakan oldu. Ama ekonomik durumun kötüleşmesi sonucunda 1990 se­ çimlerinde partinin çoğunluğu büyük ölçüde zayıfladı. Aralık 1991'de ALP'nın parla­ mento grubu Havvke’u parti liderliğinden ve başbakanlıktan düşürerek yerine Paul Keating’i getirdi.

85

Hawkins. Coleman

bulundu Denizcilerin tehlikeli durumlar­ dan kurtuluşunu Tann’nın lütfuna bağlama­ dığı için eleştirildi.

Havvking, Stephen VV(illiam) (d 8 Ocak

1942, Oxford. Oxfordshırc, İngiltere), göre­ lilik kuramı ile kuvantum mekaniğinden yararlanarak patlayan kara delikler kuramı­ nı geliştiren İngiliz kuramsal fizikçi Aynca uzay-zaman tekillikten üzerinde çalışmalar yapmıştır. St. Alban Okulu ndan sonra Oxford‘dakı University Collcge vc Cambridge'dekı Trinıty Collcge’da öğrenim gören Havvkıng. Gonvılle'de ve Oxford’dakı Caius ICollege’ da araştırma görevlisi seçildi. Havvkıng 1960'lann başlannda, tedavisi bulunmayan bir hastalık olan amyotrofik lateral skleroza yakalandı. Hastalığın giderek ağırlaşan etkisi­ ne karşın çalışmalannı sürdürdü. Havvkmg'ın çalışmalan genel görelilik ku­ Havvkesbury Irmağı, Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde ırmak. George ramı konusunda, özellikle de kara delikler Gölünün kuzeyinde Avustralya Cordillera- fiziğinde yoğunlaşmıştır. 1971'de, büyük sı'ndan kaynaklanır; kuzey ve doğu yönle­ panamadan sonra 1 milyar ton kadar kütle­ rinde 472 km aktıktan sonra Brokcn Körfe­ ye sahip olmasına karşın yalnızca bir proton zinde Tasman Denizine dökülür. 21.730 km: kadar yer kaplayan çok şaşıda cismin oluş­ genişliğinde bir alanı akaçlar. Kaynaklandı­ tuğunu öne sürdü. Mini kara delik olarak ğı dağlık yörede VVollondilly adıyla anılan adlandınlan bu cisimlenn devasa kütlelen ırmak, Nattai ve Nepean ırmaklarıyla birleş­ ve çekim güçlen görelilik yasalanyla, çok tikten sonra Warragamba, Grose İrmağıyla küçük boyutlan ise kuvantum mekaniğiyle birleştikten sonra da Havvkesbury adını alır. açıklanabilirdi. 1974'te Havvkıng, kuvantum Bu noktadan sonra 160 km boyunca mende­ kuramından kalkarak, bu dclıklenn enerji­ resler çizerek ilerler, Colo'yla birleştikten lerini tüketınceye ve en sonunda patlaşınca­ sonra tuzlu bir akıntıya dönüşür. Kıyısında­ ya değin temel (atomalli) parçacıklar saldı­ ki kentler arasında Camden, Penrith ve ğını ileri sürdü. Havvkıng'ın çalışmalan, VVindsor sayılabilir. Irmak boyunca güzel eskiden bilinemez olarak kabul edilen kara manzaralı birçok vadi vardır. Verimli alüv­ deliklerin özelliklenni kuramsal olarak be­ yon ovalan sık sık taşkınlara uğrar. Koloni­ lirleme çabalarına hız kazandırdı. Çalışmanin ilk valisi Kaptan /\rthur Philıp’m keşf­ lan, bu kuramsal özellikler ile klasik termo­ ettiği ırmak Lord Havvkesbury'nun onuruna dinamiğin ve kuvantum mekaniğinin yasala­ rı arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu için de bu adı almıştır. önem taşır. Fiziğe kalkılan nedeniyle birçok ödül ka­ Havvkesvvorth, John (d. 1715? - ö. 16 Kasım 1773, Londra, İngiltere), İngiliz ya­ zanan Havvkıng 1974'te Royal Socıety’nın zar. Parlamento görüşmelenni Gentleman’s en genç üyesi oldu ve 1979'da Cambridge Magazine adh dergi adına izleyen Samuel Üniversitesi’nin Lucas Kürsüsü'nc getirildi. Başlıca yapıttan, The Large Scale Struciııre Johnson’dan sonra bu görevi üstlendi. Düz­ yazı üslubuna büyük ölçüde öykündüğü of Space-Time (1973, G.F.R Ellıs'le birlik­ te; Uzav-Zaman'ın Büyük Ölçekli Yapısı), General Relativity: An Einstem Centenary Survey (1979; Genel Görelilik; Doğumunun Yüzüncü Yılında Einstem Değerlendirmesi), Superspace and Supergraviry (1981; Üstünuzay ve Üstünçekım), The Very Early Unıverse (1983; Evrenin İlk Dönemi) vc A Brıef History of Time: From the Big Bang to Black Holes’dur (1988; Zamanın Kısa tari­ hi. 1989). Havvkıng’e 1982’deC.B E. (Commander of the Bntish Empire) nişanı veril­ miştir.

Havvkesvvorth, Sir Joshua Reynolds'ın portre çalışmasından James VVatson’ın yaptığı bir oymabaskı Bnlish Musoum Londra. taloÇıol J R. Fıeeman S Co Ud

Johnson’la birlikte The Adventurer adlı der­ giyi kurdu. Her iki yayın organı için şiirler ve makaleler yazdı, oyuncu ve yönetmen David Garrick için oyunlar uyarladı, aynca özgün oyunlar kaleme aldı. Kendisine aşırı güvenen tutumuyla Johnson gibi birçok dostunu küstürdü. İngiliz Deniz Kuvvetleri tarafından, James Cook’un keşif gezileriyle ilgili bir derleme hazırlamakla görevlendiril­ di. Ama An Account of the Voyages Underlaken m the Southern Heınisphere (1773; Güney Yarıküredeki Yolculuklann Bir Dö­ kümü) başlığıyla hazırladığı metin yetersiz

Havvkins, Coleman (d. 21 Kasım 1904. St. Joseph, Missoun - ö. 19 Mayıs 1969, Nevv York kenti, ABD), ABD'li caz müzıkçisı. Doğaçlamadaki ustalığıyla, eskiden yalnızca bir yenilik olarak görülen tenor saksofonu cazın en popüler çalgılanndan bin durumu­ na getirmiştir. Dört yaşında piyano, yedi yaşında viyolon­ sel, dokuz yaşında da saksofon çalmayı öğrendi. Daha 20 yaşına gelmeden profes­ yonel oldu. En başarılı çalışmalanndan bir bölümünü 1923-34 arasında Fletcher Henderson'ın büyük topluluğuyla birlikte ger­ çekleştirdi Bu topluluktan ayrılarak Avru­ pa turnesine (1934-39) çıktı. ABD’ye dön­ dükten sonra modem caz akımlannı destek­ leyen birkaç tanınmış müzıkçıden bin oldu Havvkıns, karmaşık annonı şürüşüşlen konu­ sunda tam bilgiye sahip ilk caz saksofoncu-

Hanklns, Sir John

86

lanndandı. Ben \Vebster ve Chu Bcrry gibi swing döneminin büyük saksofoncularından başka Sonny Rollins ve John Coltranc gibi önde gelen modem cazcıları etkiledi. Lestcr

Colernan Hawkins. y. 1943

Young ortaya çıkana değin tenor saksofon­ da Hawkins'in derin ve yoğun tonu ile hızlı vibratolu üslubu belirleyici oldu. Young’dan sonra bile birçok yorumcu onun üslubuna bağlı kaldı. Hawkıns caz tarihinin en güçlü doğaçlamacılanndan biriydi. Coşkulu ve ateşli üslubunu yaşlandığında bile korumayı başardı. 1939'da orkestraya uyarladığı “Body and Soul" adlı parça en beğenilen yapındır.

Havvkins, Sir John, havvkyns olarak da yazılır (d. 1532, Plymouth, Devon, İngiltere ö. 12 Kasım 1595, Porto Riko açıklarında denizde). 16. yüzyıl İngiltere’sinin önde gelen denizcilerinden biri olan donanma komutanı. İngiliz donanmasının yeniden in­ şa edilmesinde önemli rol oynamıştır. Ünlü İngiliz amirali Sir Francis Drake’in akrabasıydı. Başlangıçta Afrika’yla ticaret

Sir John Hawkıns, kimili bilinmeyen bir sanatçının portre çalışmasından aynntı, 1591, Kent Sanat Galerisi, Plymouth. Ingiltere Crfy M Gafiary Pl^nouPı

yapan Hawkıns, çok geçmeden ilk İngiliz köle tüccan oldu. Batı Afrika’daki Gine' den İspanyollara ait Batı Hint Adalarına

köle taşıması, yabancıların izin almadan kolonileriyle ticaret yapmalarını yasaklamış olan İspanyollarla arasında çatışma çıkması­ na yol açtı. Hawkins'in 1562-63 arasında Londralı tüc­ carların kurduğu bir birlik adına yaptığı ilk köle ticareti seferi çok kârlı olunca, arala­ rında Kraliçe 1. Elizabeth’ın dc bulunduğu saray çevresinden bir grup ikinci bir sefer düzenlemesi (1564-65) için kendisine para sağladı. Hasvkins’in Drake ile birlikte çıktığı üçüncü sefer (1567-69) ise başarısızlıkla sonuçlandı. Antillcr'de kölelcn sattıktan sonra gemilerini onarmak ve su almak için Meksika’nın Veracruz kenti açıklarındaki San Juan de Ulûa’da demirlemek zorunda kalan Hawkins, limanda bir İspanyol filosu­ nun saldırısına uğradı. Saldın sırasında filo­ sundaki altı gemiden yalnızca kendisinin ve Drake’in komutasındakilcr kaçmayı başara­ bildi. Bu olay İngiltere’yle İspanya arasında uzun yıllar sürecek çatışmalann başlamasına ve sonunda iki ülke arasında savaş çıkması­ na (1585) neden oldu. İspanyollardan öç almak için harekete geçen Havvkıns, Ispanya’nın İngiltere büyük­ elçisinin güvenini kazanarak, Ingiliz Katolıklerinin İspanyolların yardımıyla Elizabeth’ı tahttan indirip yerine İskoçya kraliçesi Mary Stuart'ı geçirmeyi amaçlayan bir kom­ plo düzenlediklerini öğrendi. Ridolfı Kom­ plosu (1571) olarak bilinen bu olayı hükü­ mete bildirmesinin ardından, komploya ka­ rışan İngilizler tutuklandı. 1577’de kayınpederi Benjamin Gonson’m ferine donanma haznedarhğına getirilen Iawkins, 1589’da bu görevine ek olarak donanma denetçiliğini de üstlendi. Donan­ madaki güçlü konumundan yararlanarak eski kalyonları yeniden inşa ettirip, ağır silahlarla donatılmış daha hızlı gemilerin yapımına başlanması için çaba gösterdi. Kuruluşuna katkıda bulunduğu bu yeni ve hızlı İngiliz donanması, 1588'de İspanyol Armadaşı’nı yenilgiye uğratmayı başardı. Savaşta İngiliz donanmasının üçüncü komu­ tanı olan Hawkins, bu görevi sırasında “sir” unvanıyla ödüllendirildi. Savaşın ardından, Amerika'dan dönmekte olan hazine yüklü İspanyol gemilerinin yolunu kesmek için Asor Adalarının denizden abluka altına alınmalarını öngören, dönemine göre ol­ dukça ilginç bir strateji geliştirdi. Hawkıns 1595’te Drtıke’le birlikte tspanyollara ait Batı Hint Adalarına bir saldın düzenlemek üzere 27 gemiyle denize açıldı. Porto Rıko’ya yapılan başarısız saldından bir gece önce öldü.

Havvkins, Sir Richard, hawkyns olarak da yazılır (d. y. 1560 - ö. 18 Nisan 1622, Londra, İngiltere), İngiliz denizci ve serü­ venci. Observaıions in His Voyage İnlo the South Sea (1622; Güney Denizindeki Yolcu­ luk Gözlemleri) adlı yapıtı, Ehzabeth döne­ minde denizlerdeki yaşamın en iyi anlatım­ larından biridir. Ünlü denizci Sir John Havvkins'ın ilk evlili­ ğinden doğan tek oğluydu. 1582’de amcası William'la birlikte Batı Hint Adalarına doğ­ ru yelken açtı 1585’tc Sir Francis Drake’in, Antıl Denizinin İspanyol ticaret gemilerinin seyrettiği kesimine baskın biçiminde düzen­ lediği seferde donanma gemilerinden birine komuta eni. İspanyol Armadası’na karşı girişilen harekâtta (1588) kaptan olarak görev aldı. Haziran 1593’te "Daınty" adlı gemiyle, daha küçük ıkı geminin eşliğinde Plymouth’ dan yelken açtı. Büyük Okyanusa gelme­ den öteki iki gemiden ayrıldı. Şubat 1594’te Havvkins Maıdcnland adını verdiği kara parçasına rastladı; burası bir olasılıkla iki yıl önce John Davis’ın keşfettiği Falkland Ada­

larıydı. Valparafso’da dört gemiyi yaktıktan sonra kivi boyunca ilerledi, Callao açıkların­ da altı Ispanyol savaş gemisiyle karşılaştı. Bunlann üstesinden geldiyse dc 22 Haziran’ da Paita’nın kuzeyinde başka iki İspanyol gemisiyle üç gün süren bir savaş sonucunda yaralanarak teslim olmak zorunda kaldı. Önce Lima’da, 1597’den 1602’ye değin de Ispanya’da tutuklu kaldı. 1602’dc 3 bin sterlin tutarındaki fidyesi ödenince serbest bırakıldı. İngiltere’ye dönüşünde “sir" un­ vanı aldı, Plymouth belediye başkanı ve Earlamento üyesi seçildi. Beş yıl Dcvon'daı donanmanın komutan yardımcılığını yap­ tıktan sonra 1608’de, korsanlara göz yum­ duğu gerekçesiyle tutuklanarak para cezası­ na çarptırıldı. 1620’de Cezayirli korsanlara karşı girişilen başarısız bir seferde komutan yardımcısı olarak denize açıldı.

Havvks, Hovvard (VVinchestcr) (d. 30 Mayıs 1896, Goshen, indiana - ö. 26 Aralık 1977, Palm Springs, California, ABD), ABD’li sinema yönetmeni. Ürün verdiği geleneksel film türlerinde tutarlı bir kişisel üslup geliştirmiştir. Hollyvvood’un cn ünlü oyuncularının rol aldığı filmlerinde etkileyi­ ci bir atmosfer yaratmayı başarmış, göz hizasından çekim yaparak izleyiciyle yalan­ lık kurmuştur. 1922’de Höllyvvood’da yönetmenliğe başla­ madan önce profesyonel otomobil yanşçısıydı. İlk önemli filmi olan A Girl in Every Port'lan (1928; Her Limanda Bir Sevgili) sonra kendisine uluslararası ün sağlayan The Dawn Patrol (1930; Şafak Devriyesi), Only Angels Have Wings (1939; Melekler Kanatlıdır) ve Hatarı! (1962; Vahşi Avcı) gibi serüven filmleri; Scarface (1932; Alkapon), To Have and Have Not (1944; Sahip Olmak ve Olmamak), The Big Sleep (1946; Birleşen Kalpler / Büyük Uyku) gibi polisi­ ye filmler ve Red Rivcr (1948; Kızıl Irmak / Kanlı Nehir), Rio Bravo (1959; Kahraman­ lar Şehri) vc El Dorado (1967) gibi ıvestem filmleri çekti. Havvks’ın yönettiği serüven, polisiye vc western filmlerinin kahramanlarının çoğu tehlikelerle karşılaşmayı soğukkanlılıkla gö­ ze alan profesyonellerdir. Tıvenıieıh Century (1934; Yirminci Yüzyıl), Bringing Up Babv (1938; Bebek Yetiştirmek) vc His Gır! Friaay (1940; Cuma Kızı) gibi komcdilennde ise genellikle bir kadın yüzünden kendi­ ne güvenini yitiren farklı kahraman tıplen yaratmıştır.

Havvksınoor, Nicholas (d. y. 1661, East Draylon ?, Nottinghamshire - o. 24/25 Man 1736, Londra, İngiltere), İngiliz mimar. Sır Chnstophcr Wren ve Sir John Vanbrugh ile birlikte çalışmış, bu yüzden de özgün barok üslubuyla (ek başına tasarımını yaptığı kilise

Nicholas Havvksmoorün tasarımını yaptığı Easton Noston'ın doğu cephesi, 1700-02 A.F Koısllno

ve öteki kurumsal yapılar uzun süre gözden uzak kalmıştır. 1679’da VVren’in yanında çalışmaya başladı ve bir ölçüde onun siyasal nüfuzunun yardınuyb

mesleğinde ilerledi. Londra'daki St. Paul Katedrah'nin (tamamlanışı 1711) yapımın­ da Wrcn’c, Yorkshire'daki Hovvard Şatosu'yla (1699-1726) Oxfordshirc’daki Blenheim Sarayı'nın (1705-16) yapımında da Vanbrugh’ya yardım etti \Vrcn ölünce (1723) VVestminster Abbey’nin başmiman oldu ve kilisenin 1734-45 arasında yapılan batı kulelerini tasarladı. 1692'dcn başlaya­ rak da Oxford Üniversitesi’nin çeşitli yapıla­ rını tasarlamıştı. Londra ve VVestminster kentleriyle bunla­ rın yakın çevresinde kilise yapımını yürüte­ cek Elli Yeni Kilise Komisyonu oluşturulun­ ca Hawksmoor Ekim 1711’de komisyona atanan iki mimardan biri oldu. Bu görevi sırasında birkaç kilise yaptı. Bunlardan Limehousc’daki St. Anne (1714-30), St. Georgc-ın-the-East (1714-29), Spitalfields' deki Isa Kilisesi (1714-29) ve St. Mary VVoolnoth (1716-24) kiliseleri barok üslupta dâhi olarak kabul edilmesine yol açtı.

Havvkvvood, Sir John, İtalyanca lakabı Zekâlı) (d. y. 1320. Siblc Hedingham, Essex, Ingiltere -ö. 16/17 Mart 1394, Floransa), 14. yüzyılda İtalya’ daki savaşlarda 30 yıl boyunca önemli rol oynayan paralı asker ve komutan. Bir sepicinin oğluydu. Askerliği seçtikten sonra, İli. Edsvard’ın Fransa’yla sürdürdü­ ğü savaşlara katıldı; büyük olasılıkla Edyvard’dan şövalye unvanı aldı. Fransa’yla İngiltere arasındaki savaşa geçici olarak son veren Brdtigny Antlaşmasının (1360) ardın­ dan, paralı askerlerden bir birlik oluşturarak Piza’nın hizmetindeki paralı İngiliz askerle­ rinin kurduğu Beyaz Bölük'e katılmak üze­ re İtalya'ya gitti (1363). Ocak 1364’te Pıza' daki İngiliz paralı askerlerinin başkomutan­ lığına seçildi. İngiliz yaylarını ve İngilizlerin Fransa’da geliştirdiği taktikleri kullanan Hawkwood, hafif zırhlar ve silahlar taşıyan askerlerini hızla hareket ettirebilmesi, piya­ delerine ustalıkla komuta etmesi ve birlikle­ rinin disiplini dolayısıyla büyük ün kazandı. 1372-78 arasında değişik tarihlerde hem papanın, hem de Milano dükünün hizmetin­ de çarpıştı. 1377’dc Milano dükünün evlilik dışı kızıyla evlendi. Ertesi yıl Floransa birliklerinin başkomutanı oldu. Ama Flo­ ransa Cumhuriyeti’nin hizmetinde çarpış­ madığı dönemlerde başka müşteriler adına

rildiği gibi tıpta geniş bir kullanımı olan C vitamininin daha kolay vc daha ucuza üretil­ mesi dc olanaklı hale geldi. Haworth 1947'dc “sir" unvanı aldı.

Hawthornc, Nathaniel (d. 4 Temmuz 1804, Salem, Massachusctts - ö. 19 Mayıs 1864, Plymouth, Ncw Hampshire, ABD), ABD’li romancı ve öykü yazan. Alegorik vc simgesel öykülerde ustalaşmış, özellikle The Scarlet Leıter (1850; Kızıl Damga, 1963/AYzrZ Harf, 1975) ve The House of the Seven Gables (1851; Yedi Çatılı Ev, 1959) ile ünlcnmiştır. Gençliği. 17. yüzyıldan beri Salem'de yaşa­ yan varlıklı ve saygın bir ailenin katı Pünten

giovanniacuto (Keskin

savaşlara katılmayı sürdürdü. 1382’de papanın Romagna’da (Ravenna yakınlarında) kendisine verdiği topraklan satarak Floransa’da çeşitli mülkler edindi. Dokuz yıl sonra da onursal Floransa yurttaş­ lığına kabul edildi. 1394'te, son yıllannı geçirmek üzere İngiltere’ye dönüş hazırhklanna başlayıp İtalya'daki mallarını sattı, ama dönüş planını gerçekleştiremeden öldü

Huvvorth, Sir (VValter) Normun (d. 19 Mart 1883, Chorley, Lancashire - ö. 19 Mart 1950, Birmingham, İngiltere), İnğiliz kim­ yacı. Karbonhidratlann ve C vitamininin kimyasal yapılannı aydınlatıcı çalışmaları nedeniyle 1937 Nobel Kimya ûdülü'nü İs­ viçreli kimyacı Paul Karrer ile paylaşmıştır. 1912'de St. Andrevvs Ünivcrsitesi’nde ça­ lışmaya başlayan Havvorth, İngiliz kimyacı­ lar Sir James Irvine ve Thomas Purdie ile birlikte basit şekerler, nişasta ve selüloz gibi çeşitli karbonhidrat bileşikleriyle ilgili araş­ tırmalar yaptı. Hauorth ve çalışma arkadaşlan basit şekerlerin düz bir zincirden cok, halkalı bir yapısal özellik gösterdiğini bul­ dular. 1925’te, kimya bölümünün başkanı olarak Birmingham Ünivcrsitesi’ne ğeçen Haworth çalışmalarını C vitamini üzennde yoğunlaş­ tırdı. Haworth’un askorbik asit adını verdiği bu maddeyi 1934’te bireşimsel olarak elde etmesiyle, ilk vitamin bireşimi gerçekleşti­

Nathaniel Havrthome, Mathew Brady’nin bir fotoğrafı Granger Coüecuon Now York

geleneği içinde yetişti. 18. yüzyılda Salem'in öteki aileleri Çin’le ticaret yaparak zengin­ leşirken, Hathome'lar (Nathaniel, yazmaya başladıktan sonra soyadına »v’yi ekledi) yoksullaştı. Nathaniel’in babası kaptandı; kocası bir yolculukta ölünce anne Elızabeth Mannıng Hathome, iki kızı ve dört yaşında­ ki Nathanıel’le birlikte varlıklı kardeşlenilin yanına taşındı. Havvthorne'un çocukluğu ve ilk gençliği Mannıng’lerin Salem'deki evin­ de ve Scbago Gölü kıyılanndakı Raymond’ da (Maine) geçti. Dört yd Brunswıck’teki Bovvdoın College’da okuduktan sonra 1825’te Salem’e döndü. Sınıf arkadaşı Hen­ ry Wadsworth Longfellow çok geçmeden Amerika'nın gözde şairi olurken Hawthorne neredeyse 12 yılını “üçüncü kattaki kasvetli odasında” okuyarak ve yazarlıkta ustalaşmaya çalışarak geçirdi. İlk yapıtları. Okulda yalnızca kompozisyon derslerinde üstün başan göstermiş, yazar olmaya karar vermişti. Okulu bitirince Fansnawe (1828) adh ilk romanını kendi parasıyla yayımladı. Sonralan kendisine ya­ kıştırmayarak bütün kopyalarını yok etme­ ye çalıştığı roman popüler doğaüstü melo­ dramla okul yıllarındaki duygu ve deneyimle­ rinin amatörce bir karışımıydı. Ama Hawthome kendi üslubunu, yaklaşımını ve konu­ larını bulmakta gecikmedi. “The Hollovv of the Three Hills" (Üç Tepenin Çukuru) ve “An Old NVoman’s Tale” (Yaşlı Kadının Öyküsü) gibi belirgin biçimde kendine özgü öykülerin ardından I832'dc en önemli öykü­ lerinden “My Kinsman, Majör Molineux” (Akrabam Binbaşı Molineux) vc “Roger Malvin’s Burial"ı (Roger Malvin’in Cenaze­ si), 1835'te de büyücülük öykülerinin hâlâ en güzellerinden sayılan “Young Goodman Brown" (Genç Goodman Brown) yayım­ landı.

87

Hawthorne, Nathaniel

Bir süre Boston’da dergilere ısmarlama yazı yazdıktan sonra Boston Gümrük Bınası’nda iş buldu. Ha.camalannı iyice kısıp biriktirdiği parayla d.ı Massachusctts, West Roxbury'dckı Brook Çiftliği Tanm Koope­ ratifine kurucu ortak olarak katıldı Böyle­ ce, bir yandan el emeğiyle geçimini sağlar­ ken bir yandan da yazmaya zaman ayırmayı umuyordu Okul arkad.ışı Horatıo Bndge’ın parasal yardımıyla basılan, Twıce-Told Tales (1837; Bilinen Öyküler) adlı, kendi adıyla yayımlanan ilk kitabıyla üne kavuştuysa da, sürekli gelir sorununu çözemedi. 1842'de ise yalnızca yazarak yaşamını sürdürebilecek gelire kavuşarak yıllardır nişanlı olduğu Salemlı komşusu Sophia Peabody'yle ev­ lendi. Concord villan. Evlendikten sonra genç çift Concord'da yaşamaya başladı. Hauthome sonraları yaşamının en mutlu dönemi olarak niteleyeceği üç yılı burada geçirdi. O sırada Ralph Waldo Emerson, Henry Thoreau. Bronson Alcott ve Ellery Channıng gibi ünlü yazar vc düşünürler de Concord oaydı ve kasaba transandantalizmin merkezi ol­ muştu. Havvthome ise Concord yıllarında "The Celestıal Railroad" (Kutsal Demiryolu) ve “Earth’s Holocaust" (Yeryüzünün Yanıp Yıkılışı) gibi transandantalizm karşıtı öykü­ ler yazacak kadar katı bir Pürıtendi. Olgunluk dönemi yapıttan. Havvthome ai­ lesinin ve borçlarının gittikçe büyümesi üze­ rine 1845’te mutlu kır yaşamına son vererek Salem’e döndü. Gümrük Binası'nda müfet­ tiş olarak çalışmaya başladı. Başkanlık se­ çimlerinden sonra yeni yönetimin işbaşına gelmesiyle işinden atılan Hawthome birkaç aylık yoğun bir çalışma sonunda, başyapıtı Kızıl Damga'yı yazdı. Kaderin oyunları, kendi güçlü ve zayıf yanlarının iç içe geçmışliği ve Pünten topluluğun ahlak anlayışı yüzünden ayn kafan ve ancak öldükten sonra mezarda birleşen iki sevgilinin öykü­ sünü anlattığı romanın kasvetli havasında Havvthome’un, annesinin ölümü karşısında duyduğu üzüntünün de payı vardı. Roman­ da kullandığı mezarlık, hapishane ve gül simgeleri içinde mezarlık giderek ağırlık kazanmıştı. Hawthome. yapıtın kendisini yansıtmadığını düşünerek bir sonraki kita­ bında daha mutlu bir hava yaratmaya karar verdi. Kızıl Damga, olanca kasvetine karşın o güne değin yazdığı bütün kitaplardan daha çok satıldı ve Havvthome’un yazarak geçin­ me umutlarını yeniledi. Saİem’dcn artık dönmemek üzere ayrılmaya karar veren Havvthome, Lenox'a yerleşti ve kuşaklar boyu taşıdıkları lanetten, sonunda sevgi yoluyla kurtulan Pyncheon ailesinin öyküsü­ nü anlatan öteki önemli yapıtı Yedi Çatılı Ev'i yazmaya başladı Hawthome’un Lenox'ta geçirdiği 18 ay başlangıçta venmlı ve mutluydu. 1850-51 sonbaharını ve kışını kapsayan beş aylık hızlı bir çalışma sonunda yazdığı Yedi Çatılı Ev’in aldığı olumlu eleştiriler cesaretini daha da artırmıştı. Twice-Told Tales'ın ıkı yeni baskısını hazırladı; ıkı de çocuk kitabı yazdı. Berkshire’da dost olduğu Herman Melville, Mosses from an Old Manse (Eski Bir Papazcvinin Yosunlan) adlı yapıtı için yazdığı eleştiride Hawthome'u, anlam de­ rinliği açısından Shakespeare'lc karşılaştır­ dı; Moby Dick (1851; Beyaz Balına Moby Dıck, 1964-1985) adh ünlü yapıtını da Hawthome’a adadı. The Piazza Tales (1856; Veranda Öykülen) adh yapıtındaki bazı bölümlerde Havvthome’un etkisi görülen Melville sonralan Havvthome ile aralannda-

Hawlhome araştırması

88

ki dostluğun tek yanlı olduğunu düşünmeye başladı; The Piazza Tales'in giriş bölümün­ de bu ilişkiyi düş kırıklığıyla ele alacak vc uzun şiın ĞlareTdc Hawthomc'u gövdesiz sarılgan bitkilere benzetecekti. Havvthome. Boston yakınlarındaki VVest Newton’a taşındıktan sonra bir çocuk kitabı ile Brook Çiftliği düşünden uyanışını temel alan Bltıhedale Romance'i (1852) yazdı. Daha sonra, seçim kampanyası için yaşamöykûsünü yazdığı eski dostu Franklin Pıcrce başkan seçilince Havvthome da Livcrpool’a (Lancashirc) konsolos olarak atandı (1853). Son yıllan. Ömrünün son 11 yılında Hawthomc eski yaratıcılığından gittikçe uzaklaş­ tı. 1857‘de sona eren konsolosluk görevi yazacak zaman bırakıyordu, ama o yaptığı gezilerle ilgili not almakla yetiniyordu. Yeni bir aşk öyküsü yazmaya karar vererek. Ingiltere'de bir deniz kasabasına çekildi vc The Marble Faım'u (1860; Mermer Faun) yazdı. İtalya gezisi sırasında tuttuğu notlar­ dan yararlanarak yazdığı bu alegorik roma­ nında insanın Cennct’tcn kovuluşunu ele aldı; aym temayı önceki yapıtlarının çoğun­ da arka planda kullanmıştı, ama doğrudan ve düşünsel düzeyde ilk kez burada işli­ yordu. Son döneminde İngiltere notlarından ya­ rarlanarak Our Oİd Home (1863; Eski Evimiz) adlı duyarlı yapıtını vc bir dergi için “Chiefly About \Var Matters" (Savaş So­ runları Üzerine) adh yazısını tamamladı; eski öykülerine benzeyen The Dolliver Ro­ mance'i de yazmaya başladı. Son iki yılında hızla yaşlandı, arkadaşı Pıerce'le birlikte çıktığı gezide, uykusunda öldü. Değerlendirme. Havvthome Amerikan edebiyatında kendisinden sonra da uzun süre yaşayan simgesel aşk öyküsü geleneğini başlatmıştır. Suçun evrensel olduğunu var­ sayan ve kişinin seçimlerindeki karmaşıklığı ve belirsizliği irdeleyen yapıtlan, başla Melville, Henry James, Flannery O'Connor ve Robert Penn \Varren olmak üzere birçok yazan doğrudan etkilemiştir. Çeşitli yazarlann yanı sıra VVilliam Faulkner'ın yapıılannda da Havvthome’un tarzını ve bakış açısını anımsatan yönler bulunabilir. En iyi öykülerindeki ve özellikle Kızıl Damga daki ruhsal vc ahlaksal dennliğe. çok az Ameri­ kalı yazar ulaşabilmiştir. Türkçede Ejderhanın Dişleri (1946). Boğa Başlı Canavar (1947), Üç Altın Elma (1960), Alım Yapan Kral (1962) ve “Boş Davul” (1965, Uç Usla Yazardan Üç üzün Masal içinde) gibi yapıtlan yayımlanmıştır. ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI Bitmemiş romanlar Seprimius Fellon (1872), Doctor Gnmshatve’s Semt (1883, Doktor Gnmshaue'ın Sırn), The Ancestral Footstep (1883; Geçmişin Ayak İn), öykü The Snotv-lmage, and Other Tales (1851; Kar İmgesi ve Başka öyküler). Çocuk kitabı Grandfaıhrr's Chaır (İMİ; Büyükbabanın Koltuğu), Famous Old l'eople (İM); Ünlü Yaşlılar), Liberty Tree (1841, özgürlük Ağacı), Biographical Slories for Chıldren (1M2; Çocuklar İçin Yaşamftykûlerı), A Wonder Book for Giriş and Boys (1851; Kızlar vc Oğlanlar (çın Harikalar Kitabı), Tangle ood * Tales for Giriş and Boys (1853; Kızlar ve Oğlanlar için Tanglcvvood öyküleri). Yaşambykûsü Life of Franklin Pıerce

(1852; Franklin Pıerce'ın Yaşamı) Otobiyografi. Passages From ıhe American Note-Books of Nathaniel Hawthorne (1868, Nathaniel Hauthorne'un Amerika Deftcnnden Parçalar), Passages frorn the English Note-Books of Nathaniel Han thome (1870, Nathaniel Hawthorne'un İngiltere Defterinden Parçalar), Pas­ sages from ıhe French and Italuın Note-Books of Nathaniel Ha thorne * (1871, Nathaniel Havvthorncün Fransa vc İtalya Defterlerinden Parçalar)

Havvthome araştırması, 1927’dc, ABD' deki Ciccro (Illinois) kentinde VVcstern Electric Company Inc.'e bağh Havvthorne

Fabrikalarında çalışan işçiler arasında yürü­ tülen sosyoekonomik araştırma. Bir grup kadın işçi arasında yürütülen araştırmada, işçilerin çalışma saatleri, ücretleri, dinlenme süreleri, çahsma düzeni, bağh oldukları denetim ve danışma koşullarında, bir yıl boyunca belli değişiklikler yapıldı. Amaç, çeşitli değişkenlerin işçilerin verimi üzerin­ deki etkilerini saptamaktı. O güne değin, işgücünün yalnızca ahnıp satılan bir mal olduğuna inanan pek çok işletmeci ile ikti­ satçının temel kaygısı ücretler vc çalışma süreleriydi. Havvthome araştırmasında ise, toplumsal ve psikolojik öğelerin, işçiler üzerinde ücretlerle çalışma saatlerindeki de­ ğişikliklerden daha etkili olduğu sonucuna varıldı.

Havvtrey, Sir Ralph (George) (d 22 Kasım 1879, Slough, Buckinghamshire - ö. 21 Mart 1975, Londra, İngiltere), iktisatta sonradan “çarpan" adıyla anılan kavramın yaranası İngiliz iktisatçı. Eton ve Cambridgc’de matematik öğreni­ mi gördü. Çalışma yaşamını kamu görevlisi olarak sürdürdü. Altın standardına istikrarlı bir dönüş doğrultusunda düzenlemeler yap­ maya çalışan 1922 Ccnova Konferansı’nda belirleyici rol oynadı. Cambridge’i bitirdik­ ten sonra iktisat üzerinde çalışmaya başladı. Pek az akademik görevde bulunan Havvtrey 1928-29’da Harvard’da ders verdi, 1947-52 arasında Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitûsü’ndcki Piçe Uluslararası İktisat Kûrsûsü'nde profesörlük yaptı. Havvtrey, ekonomik dalgalanmalar konu­ sunda salt parasal bir kuramı savunur. Buna göre para arzındaki değişmeler, beklentile­ rin değişmesine ve stokların yeniden ayar­ lanmasına yol açar. Havvtrey’nın kuramında toptancıların ve perakendecilerin elindeki mal stoklan belirleyici önem taşır. Bu stok­ lar faizler karşısında aşın duyarhdır; banka faiz oranlan stoklarda değişmelere yol aça­ rak iktisadi etkinlik düzeyini etkileyebilir. Havvtrey'nin çözümlemeleri iktisatta bir­ çok önemli yeniliğe yol açtı. Paranın miktar kuramındaki nakit dengesi yaklaşımının öz­ gün bir biçimini geliştiren Havvtrey buna bir gelir yaklaşımı da ekleyerek Keynes'in çö­ zümlemelerine öncülük etti Daha sonra “çarpan” adını alan kavramı 1931'de geliş­ tirdi. Toplam ulusal yatırımdaki bir değiş­ menin, toplam ulusal gelir üzerindeki etkisi­ ni belirten bu katsayı Keynes’in kuramında temel bir önem kazandı. Gerçekten de Keynes Treatise on Money (193ü; Para Üzenne İnceleme) ve General Theory of Employmenı, Inlerest and Money (1935-36; İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi, 1969, 1980) adlı yapıtlarını yazdığı dönemde Havv­ trey'nin görüşlerinden önemli ölçüde etki­ lendi.

Hay, John (Milton) (d. 8 Ekim 1838, Salem, Indıana - ö. 1 Temmuz 1905, Newbury, Nevv Hampshire, ABD), 1898-1905 arasında ABD dışişleri bakanı. ABD’nin büyük devletler arasına girdiği dönemde ülke diplomasisini başarıyla yönlendirmiş, özellikle Çin’e yönelik Açık Kapı Politika­ sında önemli rol oynamıştır. Sprıngfield'de (Illinois) hukuk öğrenimi gördüğü sırada, geleceğin ABD başkanı Abraham Lincoln'la tanıştı. 1861-65 arasın­ da Başkan Lincoln'ın özel sekreterliğini yaptı. Çeşitli Cumhuriyetçi yönetimler dö­ neminde de Avrupa’da birçok diplomatik görevde bulundu. New York Tribüne’da beş yıl süreyle başyazı yazdıktan^sonra dışişleri bakan yardımcısı olarak devlet görevine döndü (1879-81). Hay. VVilliam McKinlcy'nin başkanlığa se­ çilmesinin ardından ülke çapında ün kazan­

dı. Önce ABD’nin İngiltere büyükelçisi, sonra da dışişleri bakanı olarak görev yaptı. İspanyol-Amcrikan Savaşı'nı sona erdirmek üzere Paris’te sürdürülen barış görüşmeleri­ ne katıldı (1898). Filipinlcr’in tümünü savaş ganimeti olarak elde tutma yönündeki tarih­ sel kararın alınmasında ve böylece ABD’nin

John Hay U S Sal Corps

başlıca emperyalist ülkelerden biri konu­ muna gelmesinde belirleyici oldu. Hay. özellikle Doğu’nun nüfuz bölgelerine ayrılması eğilimine karşı çıkan Açık Kapı Politikası’yla ün kazandı. 1899’da ilgili altı ülkeye birer nota göndererek Çin sınırlan içinde bütün ülkelere eşit ticaret haklan tanınmasını önerdi. Çin’deki Boxcr Ayak­ lanması (1900) sırasında gönderdiği ikinci bir genelgede de bütün ülkelerin Çin’in toprak vc yönetim bütünlüğünü korumada işbirliği yapmasını istedi. 1901'de Hay’in yürüttüğü görüşmeler so­ nunda İngiltere’yle ikinci kez imzalanan Hay-Pauncefolc Antlaşması, Panama Kısta­ ğı üzerinde bir kanal yapma yetkisini yalnız ABD'yc veriyordu. Bundan iki yıl sonra Hay, Panama’nın bağımsızlığı vc kanal yapı­ mının başlatılmasıyla sonuçlanan diploma­ tik girişimlerde Başkan Thcodore Roosevelt'e yardıma oldu. Hay diplomatik ve yönetsel görevlerinin yanı sıra edebiyat yeteneğini de sergileme olanağı buldu. Pike Coıınty Ballads and Other Pieces (1871; Pike Baladları ve Başka Parçalar) adh kitabı ile The BrcadAVinnen (1883; Eve Ekmek Getirenler) adh romanı edebiyat çevrelerinde olumlu karşılandı John G. Nıcolay ile birlikte kaleme ahp derlediği Abraham Lincoln: A History (1890; Abraham Lincoln: Bir Tarih) ve Lincoln’ın tüm yapıtları (Complele \Vorks, 1894) yıllarca tarih alanında standart kay­ nak olarak kullanılmıştır.

Hay-Bunau-Varilla Antlaşması, Panama Kanah konusunda ABD ile Panama arasın­ da imzalanan antlaşma (18 Kasım 1903). Bu antlaşmayla ABD, Panama'da yeni kurulan yönetime verdiği mali yardım ve koruma güvencesi karşılığında, kıstak üzerinde ka­ nal yapma yetkisini tek başına elde etmiştir. ABD daha önce de Hay-Herrân Antlaşması'yla (22 Ocak 1903), Panama’yı denetim altında tutan Kolombiya’ya aynı koşullan önermişti. Ama Kolombiya hükümeti, hem ulusal egemenliğinin çiğnenmesi anlamına geldiği gerekçesiyle, hem de tazminatı ye­ tersiz bulduğu için bu öneriyi geri çevirmiş­ ti. ABD hükümetinin örtülü onayıyla ve ABD donanmasının yakın sularda bulunma­ sının da desteğiyle Panama 3 Kasım 1903’te Kolombiya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. VVashington, D.C. bundan üç gün sonra yeni Panama devletini fiilen tanıdı Philippe Bunau-Varilla 18 Kasım’da Pana­ ma hükümetini temsilen VVashington,

D.C.’de ABD dışişleri bakanı John M. Hay da toplumsal ve siyasal reform önlemlerim ile görüşmeye oturdu. Antlaşma uyarınca, yasalaştırmayı başaramadılar 1947'dc Bus­ kanal yapımı için kıstak üzerinde 16 km tamante, Halk Partisi’ni yasadışı ilan etti. uzunluğunda bir şerit süresiz olarak ABD' General Manucl Odrfa’nın Bustamante'yi ye bırakılıyordu. ABD’nin bu Kanal Böl- devirmesi üzerine (1948), Haya 1949'da gesi’ni yönetme ve silahlandırma yetkisi Lima'daki Kolombiya büyükelçiliğine sığın­ olacaktı. Buna karşılık Panama’nın bağım­ dı vc 1954'te Meksika’ya gitmesine izin sızlığı ABD tarafından güvence altına alını­ vcnlcnc değin burada kaldı. Odria'nın dev­ yordu. Aynca ABD Panama’ya antlaşma­ rilmesinin ardından Peru'da anayasal hükü­ nın onaylandığı tarihte 10 milyon dolar vc met yeniden kurulunca 1957'de ülkesine dokuz yıl sonradan başlamak üzere her yıl döndü. 1962’de yapılan başkanlık seçimle­ 250 bin dolar vermeyi üstleniyordu. Antlaş­ rinde Haya, Apnsta Partisi’nın adayı oldu. ma her iki ülke tarafından 1904’te onaylan­ Başlıca rakipleri ise Odrfa ile Fernando dı. Panama Kanah'mn yapımı 1914'te ta­ Bclaünde Tcrry idi. Kıran kırana geçen bir seçim kampanyasının ardından, başkan se­ mamlandı. Daha imzalandığı tarihten başlayarak za­ çilmesi için gereken üçte bir oranında oyu man zaman antlaşmanın yorumuyla ilgili kıl payı kaçırdı Seçim sonucunu belirleme uyuşmazlıklar ortaya çıktı ABD’nin Pana­ yetkisi olan Kongre’de, Apnsta, çoğunlukta ma Kanal Bölgcsi'nde Panamalılara karşı olmamasına karşın, en güçlü parti durumun­ ayrımcılık uyguladığı öne sürüldü. 1978'dc, daydı. Ama Haya’nın iktidara gelmesini ABD’nin Panama Kanal Bölgesi ile kanal engellemeye kararlı olan ordu 18 Temmuz 19o2’dc iktidara el koydu, haziran seçimle­ üzerindeki bütün denetimi 2000’de Panama' ya devretmesinin koşullarının ayrıntılarını rini iptal etti vc 1963 yılı ortasında 'yeni seçim yapılacağını belirtti. Söz venlen tarih­ saptayan iki yeni antlaşma imzalandı. te (Haziran 1963) yapılan seçimler. BelaünHay-Paunccfote Antlaşması, İngiltere ile de’nın zaferiyle sonuçlandı. ABD arasında yapılan iki antlaşmaya (190001) verilen ortak ad. Bunlardan İkincisi Hayagriva (Sansknt dilinde “At Boynu”), ABD’nin, Panama Kanah'nın uluslararası Tibet Budadığında, “Sekiz Korkunçlar” denetimini kabul etme zorunluluğunu kal­ olarak adlandınlan koruyucu tannlardan dırmıştır. ABD dışişleri bakanı John Milton biri. Aynca bak. dharmapala. Hay ile İngiltere büyükelçisi Lord Pauncefote arasında, Clayton-Buhver Antlaşma- Hayakasva, S(amuei) I(chiy^) (d. 18 sı’nda (1850) değişiklik yapılması amacıyla Temmuz 1906, Vancouvcr, İngiliz Kolumbiyası, Kanada - ö. 26 Şubat 1992, Greenbrae, yürütülen görüşmelerin ardından, 5 Şubat Califomia, ABD), ABD'li bihm adamı, 1900'de birinci Hay-Pauncefote Antlaşması üniversite rektörü ve Califomia senatörü imzalandı. Senato, ABD’nin önerilen kanal üzerindeki haklarını kısıtladığı gerekçesiyle antlaşmayı onaylamayı reddetti. Her iki hü­ kümetin dc onayladığı ikinci antlaşma ise (18 Kasını 1901), 1850 aeki antlaşmayı kesin olarak geçersiz kılıyor ve ABD’ye bu konu­ da serbestlik tanıyordu. Aynca bak. ClaytonBulvver Antlaşması.

Haya de la Torre, Victor Raül (d. 22 Şubat 1895, Trujillo - ö. 2 Ağustos 1979, Lima, Peru), Perulu siyasal kuramcı ve eylemci. 1924'ten başlayarak ülkede radikal muhalefetin sözcülüğünü yapan Aprista Partisi’ni kurmuş ve önderliğini üstlen­ miştir. Zengin bir ailenin oğlu olan Haya, 24 yaşında San Marcos öğrenci Federasyonu’ nun başkanlığına seçildi, öğrencilerin işçi­ ler için lıulk üniversiteleri diye bilinen gece okulları oluşturmalarına öncülük etti. Ge­ rek konuşmalannda, gerek yazılarında sol görüşleri savunmasına karşın, diktatör Augusto Legufa önderliğindeki rejimle çatış­ maya girmekten kaçındı. Ama Peru’nun, tsa'nın Kutsal Yüreği’ne adanmasını protes­ to amacıyla 23 Mayıs 1923'te bir kitle gösterisi düzenleyince sınır dışı edildi (9 Ekim Haya, Mı‘xico'da sürgündeyken 7 Mayıs 1924'te, Aprista hareketi diye bilinen Ame­ rikan Halkçı Devrimci İttifakı'nı (APRA) kurdu. Legufa hükümetinin düşmesinin ar­ dından 1931’de Aprista’nın başkan adayı olarak seçimlere katılmak amacıyla Peru’ya döndü. Sert tartışmalarla geçen seçimleri, Peru oligarşisinin desteklediği Albay Luis M. Sâncnez Cerro kazandı ve Haya hapse atıldı. 1933'tc Sânchez Cerro’nun öldürülmesiyle hapisten çıkan Haya 1934-45 arasında Peru' da gizlenerek yaşadı. Ama yeraltı etkinlik­ leri ve yazılarıyla büyük ün kazandı. 1945’te Halk Partisi adını alan Aprista Partisi, başkanlık seçimlerinde Josö Luis Bustamante y Rivero'yu destekledi. Bustamante y Rivero başkan oldu vc hükümetin denetimi fiilen Haya’nın eline geçti. Ama, Kongre’ deki yandaşlan, tutucu muhalefet karşısın­

89

Hayalet Dansı

tör olduktan sonra I973’te, düzeni sağlama görevini tarnamladtğım öne sürerek emekli­ ye aynldı. Üç yıl sonra Cumhunyetçı Partiden ABD Senatosu'na seçildi ve bir dönem görev yaptı.

Hayalar bak. Uahayalar hayalet, ölmüş bir kişinin, ölüler ülkesinde yaşadığına ve bir biçime bürünerek yaşayan­ lar dünyasına dönebildiğine inanılan ruhu ya da görüntüsü. Hayaletlere inananlar, ölmüş bir kişinin ruhunun canlı bir varlık biçiminde ya da bulutsu bir görünümle

Hayalet ve büyücüler, W. Raphael "m The Astrvtoger ot the Nmeteerth Century'öen alınmış bir illüstrasyonu B/ılnh Musoun Londra, tacûrat R 9 f

Hayakawa APAVıdo VVortd Pholos

(1977-83). Anlambilim konusunda sıradan okura hitap eden yazılarıyla ve 1968 öğrenci olaylarında San Francisco Eyalet Yüksek­ okulu (bugün San Francisco Eyalet Üniversi­ tesi) rektörü olarak sert davranışıyla tanın­ mıştır. Manıtoba, McGill ve \Visconsin üniversite­ lerinde öğrenim gördü. \Visconsin Üniversi­ tesi’nde, Illinois Teknoloji Enstitüsü’nde, Chicago Üniversitesi’nde ve San Francisco Eyalet Yüksekokulu'nda İngilizce ve dil dersleri verdi. Language in Action (1941; Kullanımda Dil; yb Language in Thought and Action, 1949; Düşüncede ve Kullanım­ da Dil) adlı ilk kitabında Alfred Korzybski’ nin anlambilim kuramlarını basit bir dille ele aldı. Daha sonra uzun yıllar aynı konuda ders ve konferans verdi; yazı yazdı. San Francisco Eyalet Yüksekokulu’nda öğrenci ayaklanmalarının başlamasının ar­ dından 1968’de rektör vekilliğine atanan Hayakawa göreve başlar başlamaz, protes­ tocu öğrencilerin aşırılıktan olarak nitelen­ dirdiği eylemlere karşı kesin bir tavır aldı. Bu davranışıyla yurt çapında solcu öğrenci­ lerin düşmanı olarak ün saldı ve eylemci muhafazakârlığın simgesi oldu 1969’da rek­

ortaya çıkabileceği gibi başka biçimlere de bürünebileceğim belirtirler Hayalet mana, insan ruhunun bedenden ayrılabıldığı ve bedenin ölümünden sonra ruhun varlığını sürdürebildiği gibi çok eski bir düşünceye dayanır Birçok toplumda, cenaze törenleri­ nin, hayaletlerin yaşayanları rahatsız etme­ sini engelleyeceğine inanılır. Hayaletin bulunduğu yerle hayalet arasın­ da, vicdan azabı, korku ya da şiddetli bir ölümün dehşeti gibi geçmişten gelen güçlü bir duygusal bağın olduğu düşünülür Haya­ letin ele geçirdiği kişilerin de hayaletin mutsuz geçmişiyle ilişkili ya da bundan sorumlu olduğuna inanılır Hayaletin kendi­ ni hayallerle, nesnelenn yer değiştirmesiyle ya da ganp ışıklarla belli ettiği, boşluktaki kahkaha ve çığlıklarla, ayak ya da al sesle­ riyle, müzik aletlerinin kendiliğinden çalma­ sıyla duyurduğu kabul edilir

Hayalet Dansı, 19. yüzyıl sonlarında ABD’nın batısında kendi geleneksel kültür­ lerine yeni bir biçim vermek isteyen Yerlile­ re özgü iki kültün ortak adı Her ıkı kült dc Batı Nevada’da Kuzey Payutlar arasında, yakın gelecekte ölülerin gen döneceğim, beyazlann kovulacağım. Yerli topraklannın ve besin kaynaklannın gen venleceğım, eski yaşam biçimine dönüleceğim bildiren bilin yalvaçlardan kaynaklandı. Yalvaçlann ruh­ lar dünyasından öğrendikten dans ve şarkılan tekrarlayarak Hıristiyan öğretisine ben­ zer biçimde Yerlilere ya da beyazlara karşı

Hayalhane-i Osmani

90

savaşma)! yasaklayan bir ahlak düzenine sıkıca bağlanarak bu geleceğin daha da yakmlaştınlacağına inanılıyordu. Birçok dansçı kendilerinden geçerek gördükleri düşlerde ölülerden yeni şarkılar öğrenmişler ya da Hayalet Dansı törenleriyle şifa bul­ muşlardı. İlk Hayalet Dansı 1869’da büyücü \Vodziwob'un (ö. y. 1872) çevresinde gelişti, 1871 73’te California ve Oregon kabilelerine yayıldı. Bu hareket kısa sürede yok oldu ya ela başka kültlere dönüştü. İkinci Hayalet Dansı, Wodzıwob'un yardımcısı Tavibo’nun oğlu Wovoka’nın çevresinde gelişti. Wovoka, çiftliklerinde çalıştığı Presbitcryenlerden, Mormonlardan ve Yerli Shaker Kilisesi'nden etkilenmişti. Ocak 1889’daki bir güneş tutulması sırasında Wovoka, düşünde öldüğünü, gökte Tann'yla konuştuğunu, yeni dansı ve binyıl bildirisini öğretmekle görevlendirildiğini gördü. Çeşitli Kabileler­ den çok sayıda Yerli, \Vovoka'dan bunlan öğrenmek için geldi. El ve ayaklarında kendi açtığı yaralar, onun Yerlilere gönde­ rilmiş yem bir Mesih ya da Hz. İsa olduğu inancım güçlendirdi. Böylece Hayalet Dansı Mıssoun İrmağı. Kanada sının, Sierra Nevada ve Kuzey Tesas’a kadar yayıldı. 1890‘lann başında Siu Yerlilerine ulaştı. 1890 sonlarında yanlış olarak bu kültle ilişkilendirilen Siu ayaklanması Güney Dakota’da Wounded Knee’de, Wovoka'ya inanarak "hayalet gömleklerin” kendilerini korumasını bekle­ yen Siulann katledilmesiyle sonuçlandı. Koşullann değişmesiyle İkinci Hayalet Dansı da tarihe Karıştı, ama 20. yüzyılda az sayıda kabile arasında varlığım sürdürdü. Her iki kült de geleneksel şaman dininin yeniden biçimlenmesini sağladı, gelecekteki Hıristiyanlaşma ve beyaz kültürüyle bütün­ leşme süreçlerine hazırlık işlevini gördü.

Hayalhane-i Osmani Kumpanyası, Ka­ vuklu Hamdı'nin Aksaray Yeşil Tulumba' da 1875’te kurduğu tiyatro topluluğu. Ortaoyunu ancak açık havada ve yalnızca Slın birkaç ayında oynanabiliyordu. KavukHamdı, arkadaşlarıyla birlikte ortaoyunu metinlerini sahneye uyarladı, eskiden yanın­ da çalıştığı Güllü Agop’un repertuvanndaki oyunları tuluat olarak bu toplulukla sahne­ lemeye başladı. Üç yüz kişi alan kumpanya salonunun bir sıra da locası vardı Güllü Agop, suflörlü oyun tekelini elinde tuttuğu halde, Kavuklu Hamdi'nin oyunları suflörsüz ve tuluat tiyatrosu biçiminde oynandığı için bu tekel yıkılmış oldu. Topluluğun bu döneminde Çıngırak, Pinti Hamıd, İşkilli Memo, Madam Angot'nun Kızı gibi çeşitli uyarlamalar sahneye kondu. Bazı oyunlara bir İtalyan orkestrası eşlik ediyordu. Toplulukta Kavuklu Hamdi’nin Îam sıra Küçük ve Büyük İsmail, Püzant, ahir, Penız gibi sanatçılar da görev alıyor­ du. Sonraları Kel Haşan da Şenzadcbaşı’ndaki bir tiyatroda Âşıklar, Rüyada Taaşşuk, Kır Kahvecisi, Gelin Odası, Çifte Köy Dü­ ğünü gibi oyunları sahnelediği, Hayalhane-i Osmani Kumpanyası adlı bir topluluk kur­ du Bu toplulukta da Agâh, Touon, Büyük Asım, Küçük Virjin vc Küçük Amclya gibi oyuncular yer aldı Hayali Bey, asıl adı meiimed, lakabı uekAr (d. Vardar Yenicesi [bugün Yunanis­ tan] - ö. 1557, Edirne), Osmanh divan şairi. Bâki’den önceki dönemin en güçlü şairi memi

sayılır. Düzenli bir öğrenim görmedi. Genç yaşta şiir yazmaya başladı. Kalenderi şeyhi Baba

Ah Mest-ı Acemi’nin yanında yetişti. Ka­ lenderi dervişleriyle gezginci bir yaşam sür­ dü. Dönemin ileri gelenlerinden saygı gör­ dü, maddi bakımdan da desteklendi. Bu olanaktan da yararlanarak kısa sürede pek çok ürün verip üne kavuştu. 1. Süleyman’ın (Kanuni) koruması altına girdi. Padişahın kendisine gösterdiği yakınlık, dönemin öte­ ki şairlerini kıskandırdı. İskender Bey vc İbrahim Paşa’nın idamlanndan sonra göz­ den düştü. Sadrazam Rüstcm Paşa döne­ minde sancakbcyliği aldı vc saraydan ayrıl­ dı. Zengin iç dünyasını güçlü imgeler vc kendine özgü söyleyişlerle birleştiren Hayali Bey klasik şiirin cn yetkin örneklerini ver­ miştir. Tek yapıtı olan Divon'ında (1945, yay. haz. Ah Nihad Tarlan) kasidelerinin yanında başarılı gazeller de yer ahr.

da sık sık aşın duygusallığa kaçmakla birlik­ te gerçekçi ve doğrudan üslubuyla bu yanını dengelemeyi başardı. II. Dünya Savaşı son­ rasındaki güçlüklerle dolu yaşamı yansıtan Daim taun (1948; Kentin Göbeği) vc Ukigunıo (1949) gibi öyküleriyle ününün doruğu­ na ulaştı. Aşın çalışmadan kaynaklanan ani bir kalp krizi sonucunda öldü.

Hayaşi Razan, asıl adı

hayaşi nouukatsu, Budacı adı doşun (d. Ağustos 1583, Kyoto ö. 4 Şubat 1657, Edo [bugün Tokyo], Japonya), Japon bilgini. Oğlu vc torunuyla birlikte, Yeni-Konfüçyüsçü Çinli filozof Zhu Xi’nın düşüncesini Tokugava şogunluğunun (1603-1867) resmî öğretisi durumuna

Hayali Küçük Ali bak. Küçük Ali aıd Han'ın ölümü üzenne. yerine Haydar Mirza'nın soyu Duğlatlara dost olmayan Abdürraşid geçince ülkeyi terk etmek zorunda kaldı 1529-30’da Bedchşan'da kendilenne karşı savaştığı Timurlulann safına geçti. 1541'de Keşmir'i ele geçirerek orada bağım­ sız bir yönetim kurdu. Sıkkclennı önce Nadir Şah, daha sonra da Hümayun adına kestirdi. Bir yerli ayaklanması sırasında öldürüldü. İyi bir edebiyat öğrenimi gören Haydar Mirza, eski hükümdan Abdürraşıd’ın adın­ dan ötürü Tanh-ı Rajıdı adını verdiği yapıtı­ nı, Keşmir’de hüküm sürdüğü sırada yaz­ mıştır. Yapıtın, kendi başından geçenler ile dönemindeki olaylan anlattığı ıkına bölü­ münü 1541-44 arasında, Tuğluk Timur'un tahta çıkmasından (1347/48) başlayarak Ça­ ğatay hanedanının tanhını anlattığı birinci bölümünü ise daha sonra 1544-47 arasında kaleme almıştır. Önce Farsça yazdığı bu kitabını daha sonra Türkçeye çevirmiştir. Çağatay Türkçesıyle manzum olarak yazdı­ ğı bir Hint öyküsünün Türkistan Türklerine uyarlaması olan Cıhannû/na adh bir yapıtı daha vardır. 1528 kışında, Said Han'la birlikte katıldığı Bedehşan ve Tibet seferin­ de kötü hava koşullan nedeniyle Bedehşan' da kapalı kaldıklan sırada yazdığı ve Ocak 1533'te tamamladığı bu yapıtının uzun önsö­ zünde, sefer sırasında başlanndan geçenler ile Moğolların yaşamından ve avcılığından söz etmiştir. Haydarâbad, Hindistan'ın güneyinde, Andhra Pradesh eyaletinin ortakuzey kesi­ minde il (district). Dekkan Platosunda yer ahr. Yüzölçümü 200 knf olan ılın kırsal kesimleri 1978'de K. V. Ranga Rcddy ıh adıyla aynlmış olduğu için Haydarâbad'da kentsel yerleşim daha yaygındır İldeki 200'ü aşkın sanayi kuruluşu arasında doku­ ma tezgâhlan, kibrit, cam vc kıl fabnkalan önem taşır. Yönetim merkezi Haydarâbad kentidir. Nüfus (1991) 4.280.261. Haydarâbad, Hindistan'ın güneyindeki Andhra Pradesh eyaletinin ve Haydarâbad ılının merkezi kent. Dekkan Platosunda, Musı İrmağı üzennde yer alır Kutbşah sultanlarının beşincisi olan Muhammed Kuh Kutbşah tarafından yaklaşık 1591’de Golkonda Kralhğı'nın başkenti ola­ rak kuruldu. Kentin, merkezine inşa edilen Cihar Mınar Camısi'nın çevresinde gelişme­ si tasarlanmıştı. Büyük açıklıklı kemerlen ve dört minaresiyle Hınt-lslam üslubunda büyük bir mimarlık ürünü olan bu yapı.

Haydarâbad

94

Kutbşah döneminin başyapıtlarından bin sayılır. Bir başka önemli cami olan Mekke Mescidi ise daha sonra yanılmıştır. Kutbşahlar dönemi boyunca güzelliği ve zenginliğiy­ le ünlenen kent 1685'te Moğolların eline geçti. Kentin yağmalanıp yıkılmasıyla so­ nuçlanan Moğol istilasını, AvrupalI büyük devletlerin Hindistan'ın içişlerine kanşması

Haydarâbad'ın eski kent bölgesindeki Ohar Minar Camisi, Andhra Pradesh. Hindistan

izledi. 1724’te Dekkan’m Moğol genel valisi Nizamûlmülk (Mir Kamereddin). Asaf Cah unvanıyla bağımsızlığım ilan etti ve Haydarâbad'ı Nizam hanedanının başkenti yaptı. Asaf Cah'ın kurduğu devlet bundan sonra Haydarâbad Nizamhğı adıyla anıldı. 19. yüz­ yıl boyunca kenti yeniden inşa eden Nizam hanedanı, eski kenti Musi İrmağının öbür yakasına geçecek biçimde kuzeye doğru genişletti. Daha kuzeyde yer alan ve Haydarâbad'a Husain Sağar Gölü üzerindeki 1,6 km'lik bir setle bağlanan Secunderabâd ise İngilizlerin sürekli askeri merkezlerinden biri olarak gelişti. Günümüzde bir gezinti yeri olarak kullanılan bu set, Haydarabâdlılann övündükleri bir yapıdır. Sonraki yıllar­ da kente Hindu ve Müslüman üsluplarının güzel bir karışımını sergileyen pek çok yeni yapı eklenmiştir. Kentteki Hindu ve Müslüman toplundan, Nizam hanedanı döneminde uzun süre dost­ luk içinde yaşadılar. Hindistan'ın bağımsız­ lığını kazanmasından (1947) hemen sonra fanatik Müslüman grubu olan Razakarlann eyalet içinde ve kentte yol açlıktan gerilim Hindistan hükümetinin müdahalesiyle gıdenldi. 1948'de Haydarâbad'ın bir eyalet ola­ rak Hindistan'a bağlanması sağlandı. 1956’da eyalet ikiye aynlarak Telugu dilinin konuşulduğu bölgeler eski Andhra eyaletiy­ le birleştirildi. Haydarâbad ise böylece oluş­ turulan Andhra Pradesh eyaletinin merkezi oldu. önemli bir ticaret merkezi olan Haydarâbad'da sigara ve tekstil üretiminin yanı sıra hizmet sektörü dc gelişmektedir. Kentin iyi düzenlenmiş bir ulaşım ağı vardır. Delhi, Kalküta, Bombay. Madras ve Bangalorc

larıyla çevrelenmiştir. Kentin cn tipik özel­ liklerinden biri de, sıcak yaz aylarında deniz rüzgârlarından yararlanmak için evlerin te­ pelerine yerleştirilen bne/gir'lerdir (rüzgâr tutucu). Kentte bir hastane, belediye park­ ları, hayvanat bahçesi, stadyum vc birkaç edebiyat demeği vardır. İndus Irmağında ulaşımı sağlayan bir tekne geçidinin dc bulunduğu Gulam Muhammed (kotri) Ba­ rajı ırmağın akışını düzenler. Bağh 32 okulla birlikte 1947’de Karaçi’dc kurulan vc 1951'de Haydarâbad’a taşınan Sind Üniver­ sitesi İndus İrmağı kıyısında yer alır. Kent­ teki öteki eğitim kuruluşlan arasında birçok devlet okulu, Liyakat Tıp Okulu vc uzman­ laşmış meslek enstitüleri vardır. Haydarâbad ilçesi, kentin bulunduğu tepe­ lik bölüm dışında, İndus Irmağının doğu yakası boyunca uzanan verimli bir alüvyon düzlüğündedir. Tanm büyük ölçüde kanal sulamasına dayanır. Başlıca ürünler dan, covar (kocadan), pirinç, buğday, pa­ muk, yağlı tohumlar vc mangodur. Evlerde deri işçiliği, sırlı çanak çömlek, çini vc lake üretimi yapılır. Haydarâbad kentinin kuze­ yindeki Hala’da susi (çizgili pamuklu ku­ maş), kuzeydoğusundaki Nasirpur’da da khe (pamuklu battaniye), susi vc anguçah (pamuklu kumaş) üretimi yaygındır. Bölge­ nin en önemli tarihsel alanı, Hala’nın 6 km doğusunda, sufi velilerinden şair Şah Abdüllatif in türbesi ile eski bir Budan stııpa mn yer aldığı Bhit Şah’dır. Yüzölçümü 87,7 km2 olan Haydarâbad ili Haydarâbad, Pakistan'ın Sind Eyaleti'ndc Dadu, Haydarâbad, Badin, Sanghar, Thar il. ilçe ve ilçe merkezi kent. Parkar yc Tatta ilçelerini kapsar. İl, güney­ Haydarâbad kenti İndus İrmağının hemen batıda İndus İrmağının Umman Denizine doğusunda. Ganco Takkar Sırtının en kuzey­ döküldüğü yerdeki bataklık dehasını, ortadeki tepesinde yer ahr. Pakistan'ın üçüncü kuzeyde Indus’un verimli alüvyon ovasım ve büyük kenti ve önemli bir ulaşım merkezi­ doğuda Büyük Hint (Thar) Çölünün bir dir. Peşaver ve Karaçi'yc demiryolu bağlan­ bölümünü içine ahr. Nüfus (1981) kent. tısı olan kent, sınırdaki Khokhropar ve 751.529; (1981 geç.) metropoliten alan, Munabao kemlen üzerinden gene demiryo1.045.000; ilçe, 2.080.000; il, 7.103.000. luyla Hindistan'a bağlanır. Haydarâbad Nizamhğı, eskiden Hindis­ Kent 1768'de, Sınd'in ermiş yöneticisi Gutan'ın ortabatı kesiminde egemenlik kurmuş lam Şah Kalhora tarafından antik devlet. Haydarâbad Nizamhğı’nın kurucusu Nizamülmülk (Mir Kamereddin) 1713-21 arasın­ da Hint-Türk imparatorlarına bağh olarak aralıklarla Dekkan genel valiliği yapmıştı 1724’te Asaf Cah unvanıyla, bu kez fiilen bağımsız bir hükümdar olarak yeniden ge­ nel valiliğe geldi ve Haydarâbad’da Nizam hanedanını kurdu. Asaf Cah’ın 1748’de ölmesinden sonra ardılları arasında çıkan taht kavgasına Ingiliz vc Fransızlar da karış­ tı. Asaf Cah'ın üçüncü oğlu Salabet Ceng Fransız kuvvetlerinin dc yardımıyla tahtı ele geçirerek Kuzey Sarkarlar’ı (bugünkü Andhra Pradesh eyaletinin bazı illerini kapsayan Haydarâbad daki büyük kale, bölge) Fransızlara kiraladı. Sind Eyaleti, Pakistan Fredenc Cmw>ge< Moncy PaKTCf Agency EB İne Ceng’in küçük kardeşi Nizam Ali 1761’dc ağabeyini tahttan indirdi ve Mysore (bugün Nirun-Kot kentinin kalıntıları üzennde ku­ Karnataka) bölgesini tehdit etmeye başladı ruldu. Adını Hz. Ali'nin lakabı Haydar’dan 1765’tc Kuzey Sarkarlar'da kâğıt üzennde alan kent, Kalhoraların ardılı Talpur hü­ bir devlet kuran İngilizler, Haydarâbad kümdarları döneminde Sind’in başkenti ol­ kuvvetlerini püskürterek Nizam Ali'yi koru­ mayı sürdürdü. Kent yakınlarındaki Miani ma altına aldılar, böylece bölgeyi yeniden ve Dabo savaşlarından sonra 1843'te İngiliz­ ele geçirdiler. 1767’de kısa bir süre Mysore lerce kuşatılınca başkent Karaçi'ye taşındı. hükümdarı Haydar Ali’nin yanında yer alan 1853’tc belediye olan Haydarâbad önemli Nizam Ali, Masulipatam Antlaşması’yla bir ticaret ve sanayi merkezidir. Ekonomik (1768) İngiliz egemenliğini kabul etli etkinlikler arasında dokumacılık, şeker, çi­ 1778’den sonra İngiliz askeri gücü yöreye mento, cam, sabun, buz, kâğıt, çorap vc yerleşti, ayrıca takviye kuvvetleri gönde­ plastik üretimi başta gelir. Kentte ayrıca rildi. tabakhane ve bıçkıhaneler vardır. İşlemeli Nizam Ali Han 1795’tc Berar’ın bir bölü­ ipek, altın ve gümüş işleri ile lake üretimi de müyle birlikte bazı toprakları Marathalara yaygındır. Kentteki önemli tarihsel yapılar arasında Kalhora ve Talpur hükümdarları­ kaptırdı. Bunun ardından Nizam Ali'nin Fransızlara yanaştığını gören İngilizler, böl­ nın mezarları, Sind’in eski emirlerine ait gedeki takviye kuvvetlerini artırdılar. Ni­ saraylar vc 1782'dc kurulmuş bir kale var­ zam Ali de bu kuvvetlerin harcamalarını dır. Kentin sık dokulu eski mahalleleri, yeni karşılamak üzere 1792 ve 1799’daki toprak gelişen yerleşim alanları ve sanayi kuruluş­ kazananlarını İngilizlerc devretti.

kentlerinin yanı sıra Ajanta vc Ellora gibi tarihsel yerlere dc demir ve hava yolu bağlantısı vardır. Kent içinde ulaşım taksi­ ler, motorlu ve bisikletli çekçekler vc özel araçlar ile banliyölere işleyen otobüs vc trenlerle sağlanır. Öncclcn Haydarâbad’da Madras Ünivcrsitesi'ne bağlı iki okul vardı. 191S'dc bugün Hindistan'ın cn iyi üniversitelerinden biri olan Osmania Üniversitesi, 1974'tc dc Hay­ darâbad Üniversitesi kuruldu. Kentte aynca bir tanm üniversitesiyle birkaç araştırma vc eğitim enstitüsü bulunmaktadır. Amenkan Araştırma Merkezi vc Alman Doğu Araştırmalan Enstitüsü gibi bazı özel kuruluşlar da kentte etkinlik göstermektedir. Kent, başta devlet destekli tiyatro, edebi­ yat vc güzel sanatlar akademileri olmak üzere kamu ve özel kültür kuruluşlan bakı­ mından oldukça zengindir. Halka açık bir salon olan Ravindra Bharati'de dans ve müzik şenlikleri düzenlenir. Salar Cung Mûzesi’ndc ise ender yeşim, mücevher, resim ve mobilya örneklerinden oluşan ben­ zersiz bir koleksiyon sergilenmektedir. Kentteki eğlence vc dinlence alanlarının başında özellikle Sccunderâbad'daki sayısız park ve bahçe ile geniş yürüyüş alanları sayılabilir. Hayvanat bahçeleri ile üniversi­ tenin botanik bahçeleri dc halkın sevdiği piknik alanlarıdır. Futbol ve kriketin gözde olduğu kentte bir koşu alanı da vardır. Nüfus (1991) kent. 2.991.884.

Batı sınırları dışında, İngilizlerin egemenli­ ği ya da denetimi altındaki topraklarla çevrilen nizam 1798'de ülkesini İngiliz koru­ ması altına sokan bir anlaşma yapmak zo­ runda kaldı. Böylece İngiliz korumasını kabul eden ilk nizam oldu, ama iç işlenndc bağımsızlığım korudu. 11. ve III. Maratha savaşlarında (1803-05, 1817-19) İngilizlerle ittifaka giren nizam Bcrar’da toprak kazandı. 1853’te Nizam Nasıriiddevlc, Haydarâbad’daki İngiliz kuv­ vetlerinin giderlerini karşılayabilmek için Berar'ı İngiliz Doğu Hindistan Kumpanya­ sına devretmek zorunda kaldı. İngilizler 1918’de Nizam Mir Osman Ali'ye “Yüce Ekselansları" unvanım verdiler. Hin­ distan’daki İngiliz yönetimi, Haydarâbad’ın kötü yönetilmesi durumunda müdahale et­ me hakkını korudu. Böylece Haydarâbad' da banş sağlandıysa da bölge genel olarak azgelişmişlikten kurtulamadı. Hindistan Yarımadası 1947’de paylaşılınca Haydarâbad Nizamlığı bağımsızlığını yeni­ den kazanmak için harekete geçti. 29 Kasım 1947’dc Hindistan’la imzaladığı bir yıl süreli moratoryumun ardından bölgedeki Hint kuvvetleri geri çekildiyse de sorun çözüle­ medi. Hindistan, Haydarâbad’ın da ülke topraklarına katılması için ısrarlı davranın­ ca, Haydarâbad nizamı Büyük Britanya krah VI. George’dan yardım istedi. 13 Eylül 1948’de Haydarâbad, Hindistan kuvvetle­ rince işgal edildi ve dört gün içinde Hindis­ tan’a bağlandı. Bunu izleyen bir askeri ve geçici sivil hükümet döneminin ardından Mart 1952’dc seçimle işbaşına gelen yasama meclisine dayalı bir yönetim oluşturuldu. 1 Kasım 1956’da Haydarâbad eyaletinin varlığı sona erdi. Telangana Yaylasındaki bölgeleri Andhra Pradesh’e, Kannada dili­ nin konuşulduğu bölgeleri Mysore’a, öteki bölgeleri de Bombay’a bağlandı. Berar ise daha önceden Madnya Pradesh’e bağlan­ mıştı. Haydarâbad nizamları, çoğunluğunu Hindulann oluşturduğu bir halk ûzennde hü­ küm süren Müslüman bir hanedandı. Hinduların Marathalarla, Mysore'la ya da Av­ rupalI devletlerle ittifak kurarak İslam aris­ tokrasisinin egemenliğine son vermek için hiçbir girişimde bulunmamış olması, Nizam hanedanının önemli bir başansıdır.

Haydarilik, 13. yüzyılda Kutbeddin Hay­ darın kurduğu tarikat. Melamilikten doğan bütün öbür tarikatlar gibi aşk ve cezbe yoluyla Tanrı'ya ulaşma temeline dayanır. Buna göre, insan benliğinden kurtularak dünya ve ahiret endişelerinden uzaklaşırsa gönlünde Tann sevgisi uyanmaya başlar. Ozü gereği Tann yolunda bulunan gönül, pisliklerden arındırılarak aşkla doldurulur­ sa, cezbe-i Hak (Tanrı çekimi) kendini gösterir. Böylece gerçeğe, yani Tanrı’ya ulaşılır. Haydarilikte Tann sevgisinin yanı sıra Hz. Muhammed ve onun soyuna (ehl-i beyt) duyulan sevginin de önemli yen vardır. Haydarilerin kulaklanna taktıkları halka biçimindeki küpe Hz. Ali’ye duyulan sevgi ve bağlılığın, başlanna giydikleri 12 dilimli külah da On İki İmam'ın göstergesidir. Haydariler sohbete dc büyük önem verirler. Bunlara göre sohbet canlann birbiriyle kay­ naşması, çokluk içinde birhge (kesrette vah­ det) ulaşması anlamına gelir, ilgili kaynak­ lar Haydarilerin sakallanın kestiklerini, bı­ yıklarına dokunmadıklannı, perçem bıraktık­ larını belirtir. Bileklerine ve ayaklarına de­ mir halkalar taktıktan, omuzlanna demir çıngıraklar astıktan bilinmektedir.

Haydarpaşa Askeri Hastanesi, tam adı GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ HAYDARPAŞA EĞİTİM hastanesi. İstanbul’da sağlık kuru­

mu. Türkiye'deki en eski askeri hastaneler­ dendir. 1845’tc Sultan Abdûlmecid'ın iradesiyle yaptırıldı. III. Selim'in vezirlenndcn Hay­ dar Paşa'ya ait bir arazide kurulduğu için onun adım aldı. 187U’ten sonra. Tıbbıye’yi bitiren askeri hekimler için bir uygulama okulu olarak kullanıldı. Burada iki yıl staj yapan askeri hekimler orduya atanıyordu. 1876'dan sonra, ordu hastanelerinin eczacı gereksinimini karşılamak için hastanede pratik eczacılık kurstan başlatıldı. I881'dc eczacı ve cerrah yetiştirmek üzere hastane bünyesinde bir okul açıldı. Bu okuldaki kurstan bitiren eczacılara “Haydarh" ya da “Haydan" denirdi. Okul 1890'da kapandı Haydarpaşa Askeri Hastanesi cerrahı ala­ nındaki gelişmiş çalışmalarıyla tanınıyordu Örneğin Kastamonu yöresinde burun amputasyonu görülen frengili hastalann burada ameliyatla tedavi edildiği bilinmektedir. 1913’te, Almanya’dan gelen Dr. Provatchequı ile Roche de Lima, Haydarpaşa As­ keri Hastanesi’nde, o güne değin hakkında kesin bilgi edınilemeyen tifüs hastalığı üze­ rinde çalıştılar. Tifonun bir türü olduğu sanılan hastalığın bitle bulaştığını kanıtla­ mak amacıyla maymunlar üzerinde deneyler yaptılar. Bu çalışmalara dönemin ünlü he­ kimleri Dr. Hüsameddın Bey ve Tevfik Salim Paşa da (Sağlam) katıldı. Haydarpaşa Askeri Hastanesi I. Dünya Savaşı sırasında (1914-18), özellikle Çanak­ kale’den gemilerle getirilen yaralıların teda­ vi merkezi oldu. 1935-39 arasında binadaki onarım çalışmaları nedeniyle hastane dört yıl Selimiye Kışlası’nda hizmet verdi. Ekim 1985’te Gülhane Asken Tıp Akademısi'ne bağlanarak Gülhane Asken Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi adını aldı. Akademi öğrencilerinin staj yaptıklan has­ tane, her türlü sağhk hizmetinin vcnldiğı tam teşekküllü bir sağhk kurumudur.

Haydarpaşa Garı, İstanbul'da, Haydarpa­ şa limanında, Asya yakasının banliyö hatlanyla Anadolu'ya dağılan demiryolu ağının başlangıç noktasında yer alan, Oııo Ritter ve Helmut Cuno adh iki Alman mımann yaptıklan tren garı. Orta Avrupa barok

Haydarpaşa Garı, 1908-10, İstanbul Hakan Goranu

mimarlığından. Alman Rönesansı ve yeniklasik gibi üsluplardan alınmış öğelerin bir arada Kullanıldığı seçmeci (eklektik) bir yapıdır. 1906’da yapılmaya başlamış, büyük yolcu salonu 19Ö8 de bitirilerek açılmış, öbür bö­ lümleri 1,5 yıl sonra tamamlanmıştır. Deniz kıyısında olduğu için temeli, çakılan kazıklann üstüne oturtulan yapı daha sonraki eklemelerle büyütülmüştür. Planı, bir kolu daha kısa bir “U” harfi biçimindedir. Dört katlı kütle, basamaktın bütün ön cephe boyunca uzanan merdivenli bir platformun üstünde yükselir Zemin kat yolcu bekleme salonlarına ve gişe hollerine ayrılmıştır. Tam ortada, birbirlerine geniş açıklıklı ke­ merlerle bağlanmış dört büyük ayağın yer

95

Haydn. Joseph

aldığı giriş holü bulunur Deniz tarafındaki ıkı büyük kapıdan girilen bu görkemli hol. yapının bütün enini kaplayarak obur cephe­ de peronlara açılır Üstteki uç katta, bir koridorun iki yanına büro odaları dizilmiş­ tir. Taşıyıcı sistemi çelik karkas olan yapının duvarları tuğladandır; cephesi Bilecik'ten getirilmiş san gri renkh Lefke taşıyla kap­ lıdır. I Dünya Savaşı sırasında Anadolu'ya gön­ derilmek üzere garda depolanan cephane­ nin 6 Eylül 1917'de bir sabotaj sonucunda patlamasıyla büyük ölçüde hasar gören Hay­ darpaşa öan, çatısı dışında özgün biçimine uygun olarak onanlmıştır. Daha önce ol­ dukça sivri üçgen kesitli olan çatı, bu kez kırıklı olarak inşa edilmiştir Yapı son kez 1976-83 arasında onanlmıştır.

Haydn, (Franz) Joseph (d 31 Mart 1732, Rohrau - ö. 31 Mayıs 1809. Viyana, Avustur­ ya), Avusturyah besteci Klasik müziğin 18. yüzyıldaki gelişiminde belirleyin rol oynamış, yayh çalgılar dörtlüsü ile senfoni

Haydn, Thomas Hardyhın portre çalışmasından aynnlı, 1791; Kraliyet Müzik Okulu koleksiyonu, Londra Rcryal Coteç» ol Musc Londra

biçımlennın yerleşmesine katkıda bulun­ muştur. Gençlik yılları. Kendi halinde bir ailenin ikinci çocuğuydu. Babası tekerlek yapımcı­ sı, annesi evlenmeden önce köy bcylennın evinde aşçıydı. Haydn'ın olağanüstü müzik yeteneği ortaya çıkınca gerekli müzik eğiti­ mini alması için yakındaki Hamburg kentin­ de okul müdürlüğü ve koro şefliği yapan kuzeninin yanına gönderildi Haydn altı yaşını bile doldurmadan ayrıldığı baba evi­ ne, çok seyrek ve kısa ziyaretler dışında dönmedi. Hainburg'da kilise korosunda şarkı söyle­ di; çeşitli çalgıları çalmayı öğrendi ve temel müzik eğitimi gördü. Ama kuzeni yoksuldu, maaşı, büyüyen ailesini ancak kın kıtına geçindirmeye yetiyor, Joseph kendi deyimiy­ le, “yemekten çok dayakla" büyüyordu Gene de güçlü ve huzurlu kişiliğiyle zor koşullara dayanmayı bildi Sekiz yaşına geldiğinde yaşamı tümüyle değişti. Hamburg'u ziyaret eden Stephansdom'un (St. Stephen katedrali) müzik yö­ neticisinin dikkatini çekmesi, Vıyana'nın bu en önemh kilisesinin korosuna çağrılma­ sıyla sonuçlandı. Ailesi de hem eksik­ siz bir müzik eğitimi görmesine yarayacağı, hem de yatıh koro okulunda hiç masra­ fı olmayacağı için öneriyi kabul etti. Haydn 1740'ta büyük umutlarla Viyana'ya gitti. Okulda dokuz yıl kaldı. Sürekli olarak koroda söylediğinden olağanüstü pratik bil­ gi edindi, ama kuramsal eğilim görmediğin­ den düş kırıklığına uğradı. Yaşam koşullan

Haydn, Joseph

96

da Hainburg’dakinden çok farklı değildi; korodaki yükümlülüklerini yerine getirmek için gene çok çalışıyor, kötü besleniyordu. Zamanla sesi zayıfladı; iyice bozulunca da katedral korosunun ona gereksinimi kalma­ dı. Bir başardığı bahane edilerek okuldan atıldı. Üç eski gömlekle bir ceketten başka varlığı ve beş parası olmayan Haydn, 17 yaşında başının çaresine bakmak zorunda kaldı. Bir süre müzikçı arkadaşlarından birinin tavanarasındaki odasına sığındı; danslarda ve serenatlarda çalgıcılık ederek, pazar ayinle­ rinde org çalarak, çok düşük ücretle müzik dersleri vererek geçinmeye çalıştı. Bir yan­ dan da başta Cari Philıpp Emanucl Bach’ın besteleri olmak üzere müzik yapıtlan ve bellibaşb kuramsal kitaplar üzerinde çalışı­ yor, kendini eğitiyordu. İyi bir rastlantı sonucu İtalyan besteci ve şan öğretmeni Niccolö Porpora’nın dikkatim çekti ve şan derslerinde eşlikçi olarak çalışmak üzere onun yanına girdi. Porpora ise özel hizmeti­ ni de görmesi karşılığında Haydn'ın bestele­ rim düzeltti. Canla başla çalışan Haydn gelişme gösteri­ yordu. Sonunda bazı soylu öğrenciler edindi ve onlar aracılığıyla AvusturyalI müziksever Kari Joseph von Fümberg’le tanıştı. Onun esinde oda müziği çaldı ve gene orada çalan müzikçiler için ilk yaylı çalgılar dörtlüsünü yazdı. Meslek yaşamı boyunca, geliştirdiği

bu türde 80 kadar yapıt besteledi. İlk düzenli işine de 1758’de Fümberg'in tavsiyesiyle kavuştu; Bohemyalı Kont Ferdinand Maximilian von Morzin'in müzik yöneticisi ve bestecisi olarak işe alındı. Haydn ilk senfonisini, kontun Batı Bohem­ ya’daki Lukavec malikânesinde çalan 16 kişi­ lik orkestra için yazdı. İlk denemelerinde alışılmış kalıpların pek dışına çıkmamakla birlikte yaratıcı melodileri geleceğin büyük ustasının özelliklerini taşıyordu. Esierhâzy dönemi. Parasal sıkıntıya düşen von Morzin orkestrayı dağıtmak zorunda kalınca Haydn kısa süren bu görevinden ayrıldı. Ama çok geçmeden yapıtlarını von Morzin’in şatosunda dinlemiş olan Prens Pâl Antal Esierhâzy'den bir çağrı aldı. Esierhâzy’ ler Avusturya İmparatorluğu’nun en var­ lıklı ve en nüfuzlu ailelerinden biri, müzik ve güzel sanatların da önde gelen koruyucu­ larıydı. Prens Pâl Antal’ın Viyana’nın yakla­ şık 48 km dışında, Eisenstadt’taki şatosunda düzenli olarak çalan orkestrası seçkin yo­ rumculardan oluşturulmuştu. Müzik yöneti­ cisi yaşlandığından prens, pek tanınmamış biri olan Haydn'ı şef yardımcılığına getirdi. 1 Mayıs 1761'de imzalanan sözleşmeye göre yaşlı yönetmen kilise müziği ile ilgilenecek, Haydn ise orkestrayı yönetecek, şarkıcıların günlük provalarını yönlendirecek, bestele­ me işinin büyük bölümünü üstlenecek, mü­ zik kütüphanesinden, çalgılardan ve müzik personelinden sorumlu olacaktı. Haydn bü­ tün görevlerini hakkıyla yerine getirdikten başka bestelen kopya edenlenn çahşmalanna nezaret edecek, kendi klavyeli çalgılannın akordunu yapacak zamanı da buldu. İnsan ilişkilerinde başanh, akıllı, iyi huylu bir yöneticiydi. Emnnde çalışanları prensin hizmetindeki öbür üst görevlilere karşı ko­ ruyor, hem yöneticiler, hem dc çalışanlar arasında seviliyor, sayılıyordu. Haydn 1766’da Estcrhâzy sarayının müzik yöneticisi oldu. İyi yorumculan bir araya getirerek prensin müzik topluluklannı ge­ nişletmeyi, niteliklerini yükseltmeyi başar­ dı. 1762'dc ağabeyinin ölmesi üzenne aile­ nin başına geçen Prens Mıklös'tan da büyük destek gördü. Çok çalışmaktan, büyük tasanlannı gerçekleştirmekten mutluluk duyan

Haydn, Prens Mıklös’a yaklaşık 30 yıl hiz­ met etti. Bu arada ava çıkıyor, balık tutu­ yor, açık hava etkinliklerinden hoşlanıyordu. Prensin şatosunda gezginci tiyatro topluluklannca sahnelenen seçkin yazarlann yapıtlannı izleyebiliyor, prensle birlikte sık sık Viyana'ya gidiyordu. Viyana’ya gidiş gelişlerinde Mozart ile arasında yakın bir dostluk doğdu. Mozart’ tan 24 yaş büyük olması hiç sorun yaratmı­ yor, birbirlerinin çalışmalarından coşku du­ yuyorlardı. Dörtlü yazmayı ondan öğrendi­ ğini belirten Mozart "sevgili dost’üna altı dörtlüden oluşan olağanüstü bir dizi yazdı. Haydn'ın müziğinde dc genç arkadaşının etkisi görülüyordu. Haydn katı davranmıyor, yeni düşüncelere her zaman esneklik göste­ riyordu. Mozart’ın tersine Haydn sağlığında uluslar­ arası üne kavuştu. Bestelen bütün Avrupa’ da çalınıyor, Avusturya, Almanya, Hollan­ da, Fransa ve İngiltere’de basılıyordu. Haydn birçok Avrupai müzikseverden sipariş aldı. Ispanya’daki Câdiz kenti için Die Sıeben Worıe des Erlösers am Kreuze'yi (Kurtancmın Haçta Yedi Sözü), Napoli kralının siparişi üzenne lira orvanizata de­ nen çalgı için besteler ve 1785-86 yıllannda ısmarlanan Paris Senfonilerinı (No. 82-87) yazdı. Haydn’ın özel yaşamı meslek yaşamına benzer bir gelişme göstermedi. Sevdiği kız manastıra kapanmış, Kont von Morzin'in yanına yeni girdiği sırada kızın ablasıyla evlenmeye zorlanmıştı. Evliliği ne mutlu­ luk, ne de çocuk getirdi. Kansı geçimsiz, kendinden başkasını umursamayan bir ka­ dındı. Müzikten anlamıyor, kocasının çalış­ malarına önem vermiyordu. Başka kadın­ larla ilgilenen Haydn’ın genç mezzosoprano Luıgia Polzelli ile yıllarca süren bir aşk ilişkisi oldu. Ingiltere dönemi. Miklös 1790'da öldü; oğlu Prens Antal müziğe ilgi duymadığından saray müzikçilerinin çoğunu işten çıkardı. Haydn ise işinin başında kaldı ve maaşını aldı. Yerine getirmesi beklenen bir görev yoktu; dilediğini yapmakta özgürdü. Ama Esierhâzy sarayındaki uzun yıllardan sonra artık farklı bir yaşam biçimini denemek istiyordu. İki çekici teklif almıştı Biri Napo­ li kralından, İkincisi İngiltere'den gelen kemancı ve konser düzenleyicisi Johann Pctcr Salomon’dandı. Salomon Haydn'dan çok yüksek ücret karşılığında, Londra’da düzenleyeceği konserlerde bestecinin yöne­ timinde seslendirilecek altı yeni senfoni ve 20 daha küçük beste istiyordu. Aynca Lon­ dra'daki Kıng's Theatre için besteleyeceği yem bir İtalyanca opera için de 300 sterlin öneriyordu. Çok iyi eğitilmiş büyük bir orkestrayla çalışmanın, 18. yüzyılın büyük müzik merkezlerinden birinde yaşamanın ve bağımsızlığın büyük bir deneyim olacağını düşünen Haydn İngiltere önensinı kabul etti. Haydn, başta Mozart olmak üzere dostlannın uyanlannı dinlemeyerek Londra’ya doğru yola çıktı. Ömründe ilk kez Avustur­ ya dışına çılayordu. 1 Ocak 1791’de vardığı Ingiltere'de başanh ve yüreklendirici 18 ay geçirdi. Yeni izlenimleri, tanıştığı seçkin müzikçiler ve kendisine gösterilen hayranlık yaratıcılığına güç kattı. Haydn'ın Londra’ya ilk ve ikine gelişi dolayısıyla yazdığı senfo­ niler en iyi orkestra yapıtlan oldu ve İngiliz dinleyicilerinin kalbini fethetti. Haydn Mit dem Paukenschlag (Sürpriz), Die Uhr (Saat), Mililar-Sympnonie (Askeri Sen­ foni) gibi adlar takılan bu senfonile­ ri yönetirken, İngiliz müzik tarihçisi Charles Burney'nin sözleriyle, “dinleyicile­ ri elektnk gibi etkiler, neredeyse çılgınlığa varan bir coşku yaratırdı”. Kıng’s Theatre için bestelediği operanın oynanmasına izin

verilmedi. Ama Haydn bundan maddi kay­ ba uğramadığı gibi pek rahatsızlık da duy­ madı. İngiltere’de gerek ünlülerin, gerek kral ailesinin el üstünde tuttuğu Haydn Temmuz 179!’dc Oxford Üniversitcsi'nden onursal müzik doktoru unvanı aldı. Gallcr prensinin vc York dükünün önünde çaldı. Prens Estcrhâzy, İmparator II. Franz’ın Frankfurt am Main’da yapılacak taç giyme töreninde yer almasını isteyince Haydn Ha­ ziran 179z'dc Londra’dan ayrıldı. Yolda uğradığı Bonn’da 22 yaşındaki Beethovcn’la tanıştı. Viyana’da ona ders vermesi karar­ laştırıldı. 29 Temmuz’da Viyana'ya vararak İngiltere'de kazandığı parayla Gumpcndorf ta bugün Haydn müzesi olarak kullanılan esn aldı. Haydn Viyana’da çok kalmadı. İngiltere’ deki hayranlarının ısrarı üzerine Ocak 1794’tc Londra’ya döndü vc 15 Ağustos 1795’e değin kaldı. Krallık ailesinden birçok kişi İngiltere'ye yerleşmesi için çaba gösterdiyse de Estcrhâzy ailesinin önderliğindeki değişiklik yüzünden Haydn buna yanaşma­ dı. Yeni prens Miklös II, Haydn’ın yöneli­ mindeki eski orkestrayı yeniden oluşturmak istiyor, besteci de bu görevi üstlenmek zorunluluğunu duyuyordu. Kuşkusuz, bu kez eskisi kadar ağır görevler yüklenmeyccekti. Aynca, prensin kış aylarını Viyana’da geçirme düşüncesi dc çok çekiciydi. Londra' dan geride pek çok dost bırakarak, ama 768 şayia müzik yazmış ve çok para kazanmış olarak aynldı. Son Esierhâzy ve Viyana dönemi. 1791’de Handel için Londra’da Westmınstcr Abbey' de yapılan anma törenine katıldığında Haydn onun oratoryolanndan, bunlann uyan­ dırdığı saygıdan çok etkilenmişti. Oratoryo bestelemeye karar vererek Handel için ha­ zırlandığı söylenen bir libretto buldu. Viya­ na'ya yerleşip Prens Esterhâzy’nin yanında görevine yeniden başladıktan sonra, sözleri Baron Gottfried van Swieten tarafından Almancaya çevrilen Die Schöpfung (Yaratılıp) oratoryosu üzerinde çalışmaya başladı. Lib­ retto, John Milton’ın Paradise Lost'u (1667; Kaybedilmiş Cennet) ile Kitabı Mukaddes' in Tekvin Kitabı'na dayanıyordu. Haydn dindardı ve sanat yaşamı boyunca Katolik Kilisesi için çok güzel Latince missalar yazmıştı. Oratoryoda Tann’ya şükranlarını Almanca dile getirebilecek, aynı zamanda da büyük hayranlık duyduğu doğa güzellik­ lerini müzikle betimleyebilecektı. Ömrünün en mutlu birkaç yılını oluşturan çalışma döneminden sonra oratoryo Nisan 1798’de [irensin sarayında seslendirildi ve dinleyicieri büyüledi. Ardından halka sunulduğunda da aynı etkiyi yarattı. Bu tarihten sonra üst üste ve büyük başarıyla seslendirilen Yaratı­ lırın geliri bestecinin isteği üzerine haşır kuramlarına bağışlandı. Bu başarıdan yüreklenen Haydn bir ora­ toryo daha yazmaya karar verdi. 1801'e değin üzerinde çalıştığı ikinci oratoryosunun librettosu James Thomson’un (1700-48) The Seasons (Mevsimler) adh şiirinin van Sweıten tarafından yapılan Die Jahrzeiten adh Almanca çevirişiydi. Libretto Haydn'a doğa olaylarını müzikse! tür resimlen gibi sunma olanağını verdi. Sarayda seslendirildiğınde soprano sololarını Avusturya ınıparatoriçesinin söylediği oratoryo gerek bu, gerek sonradan saray dışında seslendinlişinde bü­ yük başan kazandı. Haydn son döneminde, koruyucusu Esterhâzy için altı missa yazdı; olağanüstü güzel yaylı çalgılar dörtlüleri besteledi ve 1797'de Avusturya ulusuna "Gott erhalte Franz den Kaiser" şarkısını armağan etti. Şarkı yüzyıl­ dan uzun bir zaman “Avusturya Marşı", daha sonra Almanya’da da “Deutschland, Deutschland über alles" sözleriyle ulusal marş olarak kullanıldı Çeşitli adlar altında

İngilizce sözcüklerle günümüzde dc bir Pro­ ABD), ABD’li hız koyucusu. 1960-68 ara­ testan ilahisi olarak söylenen şarkı o kadar sında dokuz atletle birlikte 100 m’de 10 tutulmuştu ki, Haydn Opus 76. No. 3 sn’lik dünya rekorunun sahibiydi. İmparator Dörtlüsü nde bunu bir çeşitleme Henüz bir çocukken, boks eğitimi gören teması olarak kullanmaya karar verdi. kardeşi Erncst ile birlikte koşmaya başladı. Son yıllarında Avrupa’nın dört bir ya­ Jacksonvillc’dcki Matthew W. Gılbcrt Hıgh nında onurlandırılan Haydn bundan mutlu­ School'un Amerikan futbolu ve atletizm takımlarında yer aldı Tallahassec’dcki üni­ luk duyuyordu. Stockholm, Amsterdam, versite yıllarında (1960-64) bu iki dalda spor Petersburg vc Paris müzik derneklerinin onursal üyesi oldu. Yaratılış Paris'te yapmayı sürdürdü vc Amerikan futbolu ilk seslcndirildiğindc Fransızlar Haydn onu­ takımının topla koşmada, koşarken pas runa bir altın madalya çıkardılar. Doğdu­ yakalamada vc sayı kazandırmada cn başa­ ğu Rohrau köyünde onuruna bir anıt di­ rılı oyuncusu oldu. 1963’tc 100 yardada kildi ve Haydn bunu görmek mutluluğuna dünya rekoru kırdı. 1973’c değin beş atlet daha aynı dereceyi elde etti. 1964 Tokyo erişti. Viyana kenti ona altın Salvator MaOlimpiyat Oyunlan'nda dünya rekoruna eş dalyası’nı ve onursal hemşerilik verdi. bir derece yaparak 100 m’de altın madalya Haydn'tn 76. yaş günü Vıyana'da görkemli bir kazandı. Hız koşuculuğunu bıraktığı konserle kutlandı. Onuruna şiirler okundu, 1965'ten sonra 10 sezon boyunca Dallas salon alkışlarla çınladı ve koltukla salona Covvboys takımında yan adam (wide reciegetirilen yaşlı Haydn ayrılırken Beethoven ver) olarak profesyonel Amerikan futbolu diz çökerek eski öğretmeninin ellerini öptü. oynadı. 1979’da uyuşturucu satma suçundan Sonraki koşullar Viyana'da bu tür olaylara Texas’ta beş yıl hapis cezasına mahkûm olanak vermedi vc Haydn bir daha halkın edildiyse de 1980'de şartlı olarak serbest önüne çıkmadı. Napoleon orduları Viyana’ bırakıldı. ya savaş vc yıkım getirdi; Haydn'm evi yakınlarına da bir top mermisi düştü. Ama sonunda Napoldon, Haydn’m evinin önün­ Hayes, Helen, asıl adı helen hayes brown de bir şeref kıtasının nöbet tutmasını emret­ (d. 10 Ekim 1900. Washington. D.C. - ö. 17 Mart 1993. Nyack. New York. ABD), 20. ti. Bu tarihten sonra fazla yaşamayan Haydn' ın resmî cenaze töreninde katafalkın yüzyıl ABD tiyatrosunun en sevilen oyun­ cularından. Sinema, radyo ve televizyon­ önünde kordon oluşturan kent milislerine Fransız askerler de katıldı. Viyana'nın seç­ daki çalışmalarıyla da övgü toplamıştır. Tiyatro yaşamı beş yaşında başladı. İlk kinleri gibi, yüksek rütbeli Fransız subaylar da müzik dünyasına bunca katkıda bulunan olarak Shakespeare’in A Midsurnmer Night's Drcam (Bir Yaz Gecesi Rüyası) dâhiye saygı duruşunda bulundular.

Hayek, Friedrich A(ugust von) (d. 8 Mayıs 1899, Viyana - ö. 23 Mart 1992, Freiburg im Breisgau, Almanya), Avus­ turya doğumlu İngiliz iktisatçı. Tutucu gö­ rüşleri ve Kcynes’ın refah devleti anlayışına yönelttiği eleştirilerle ünlüdür. 1974’te Noocl Ekonomi Odülü’nü isveçli iktisatçı Gunnar Myrdal ile paylaştı. Viyana Üniversitesi’nde botanik profesörü olan August von Hayck’in oğluydu. Aynı üniversitede önce hukuk ve psikoloji, ardın­ dan da iktisat öğrenimi göraü. I923’te dok­ tora çalışmasını tamamladı. 1923-24'tc Nevv York Ûniversitesi'ndeki çalışmalarının ar­ dından 1927’de Avusturya İktisadi Araştır­ ma Enstitüsü'nün müdürü oldu. 1931’de Londra’ya giderek Londra Üniversitesi’nde ve Lonaon School of Economics'te çeşitli görevler aldı. 1938'de İngiliz yurttaşı oldu. 1952-62 arasında Chicago Üniversitesi’nde, 1962-70 arasında Almanya’daki Freiburg Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı. Ay­ rıca Salzburg Üniversitesi’nde de ders verdi. Hayck’in tutucu görüşüne göre devletin serbest piyasadaki denetimi ya da müdaha­ lesi enflasyon, işsizlik, durgunluk ve çökün­ tü gibi iktisadi hastalıkların yalnızca daha da artmasına yol açar. 1944’te The Road lo Serfdom (Köleliğe Giden Yol) adlı yapıtın­ da, parça parça gerçekleştirilen ılımlı re­ formların ve devlet işlemlerinin kaçınılmaz olarak Hitler gibi diktatörlere kapıyı açan ulusal yıkımlarla sonuçlanacağını öne sürdü. Hayck’in öteki yapıtları arasında Prices and Prodııctiorı (1931; Fiyatlar ve Üretim), The Püre Theory of Capital (1944; Saf Sermaye Kuramı), The Constitution of Liberty (1960; Özgürlüğün Anayasası), Law, Legislaıion, ana Liberty (1978; Yasa, Yasama ve özgür­ lük), Unemployment and Monetary Policy: Government aş Generator of the Busi­ ness Cycle (1979; İşsizlik ve Para Politikası: İktisadi Dalgalanmaların Yaratıcısı Olarak Hükümet) ve The Faıal Conceit (1988; ölümcül Kibir) sayılabilir.

Hayes, Bob, asıl adı robert lee hayes (d. Aralık 1942, Jacksonville, Florida,

20

97

Hayes. Isaac Israel

seçilmişti Televizyonun ilk yıllarında ekra­ na da çıkmaya başladı ve 1952'de bir Emmy Ödülü kazandı Aynca sinema oyunculuğu da yaptı ve Arrowsmıth (1931).A Farevvell to Arms (1932; Silahlara Veda). Oscar Ödülü kazandığı The Sın of Madelon Claudet (1932; Madelon Claudct'nın C-jnahı). yardımcı oyuncu dalında ıkına Oscar'ını kazandığı Aırport (1969; Havaalanı) gibi birçok fîlmde rol aldı. 1926'da oyun yazan Charles MacArthur (ö. 1956) dc evlenen Hayes'in oğlu James MacArthur da (d 1937) tiyatro, sinema vc televizyon sanatçı­ sıdır. Hayes’in otobiyografik yapıtları ara­ sında A Gıft of Joy (1965. Sevinç Armağa­ nı), On Reflectıon (1968. Düşünce Üzcnnc) ve Anita Loos ile birlikte yazdığı Ttvice Över Lightly (1971) sayılabilir

Hayes, Isaac Israel (d. 5 Mart 1832. Chcster County. Pennsylvanıa - ö. 17 Aralık 1881, Ncw York kenti. ABD). ABD’li

Isaac Hayes L>wary ol Ccngıesı «asrtngtnn □ C

Helen Hayes Kraliçe Victoria rolünde E9 İne

oyunundaki Peaseblossom gibi rollerle sah­ neye çıktı. Daha sonra çeşitli genç vc saf kız rollerinde başan kazandı. Yetişkin olarak rol aldığı oyunlardan bazıları Bemard Shaw’ un Caesar and Cleopatra (1925; Sezar ve Kleopatra), Frank Craven'ın Animal Kıngdom (1932; Hayvanlar Krallığı), Laurence Housman'ın Victoria Regina (1935), Anita Loos’un Happy Birthday (1946; Mutlu Yıl­ lar), Mary Ellen Chase’in Mrs. McThing (1952), Thorton VVilder’ın The Skin of Our Teeth (1955; Her Şeye Rağmen!Ramak Kal­ dı), Tennessce VVılhams’ın The Glass Menagerie (1956; Cam Kırıkları!Sırça Kümes), Jean Anouilh’un L^ocadia oyununun çeviri­ si Time Rernembered (1957; Anımsanan Zaman) oyunlarıyla Eugene O’NeiU’in A Toııch of the Poct (1958; Şair Ruhu) vc Long Day's Journey into Night (1971; Gün­ den Geceye) oyunlarıydı. 1955'te New York kentindeki Fulton Tiyatrosu’na Helen Hayes Tiyatrosu adı verildi. Bu bina 1982’ de yıkıldı ve ertesi yıl, Broadvvay'deki Little Theatre onun adını aldı. 1930’dan başlayarak radyo oyunlarında yer alan Hayes 1940’ta en iyi radyo sanatçısı

hekim vc kâşif. Kuzey Kutbu'nun çevresin­ de açık denizlenn varlığını kanıtlamaya çalışmış ve bölgeye çeşitli seferler düzenle­ miştir. Pennsylvania Üniversitesi’nde tıp öğreni­ mini tamamladıktan (1853) sonra IS45’tc Kanada'nın kutup bölgesinde gemılenyle birlikte kaybolan İngiliz kâşif Sır John Franklın’ı aramak üzere Eltsha Kent Kane komutasında Kuzey Kutbu'na düzenlenen sefere cerrah olarak katılmaya karar verdi. Kane’ın sefer heyeti 31 Mayıs 1853'te “Advance” adlı gemiyle Nevv York kentinden denize açıldı. Gemi kışı Grönland'ın kuzey­ batı kıyısı açıklarındaki Kane Havzasında, buzların arasında sıkışmış olarak geçirdi Bu süre içinde yakınlardaki Ellesmcre Adasına (bugün Kanada'nın Kuzeybatı Toprakların­ da) çeşitli keşif gezileri düzenleyen Hayes Mayıs I854’ıe Grinnell Toprağı olarak bili­ nen bölgeyi keşfetti. Ağustos I854’te Grönland'ın batı kıyısındaki Upemavik’e ulaş­ mak amacıyla yaptığı yolculuğu An Arctıc Boat Journey (1860; Kuzey Kutup Bölgesin­ de Bir Gemi Yolculuğu) adlı kitabında anlattı. Hayes Temmuz 1860’ta komutasındaki “United States” adlı uskunayla Kuzey Ku­ tup bölgesine doğru yemden denize açıldı. Kışı “Advance"ın buzlar arasında sıkıştığı noktanın biraz güneyinde geçirdi 1861 ilk­ baharında kızaklarla kuzeye doğru ilerleme­ ye başladı. Sonunda 80° kuzey enleminin yalnızca biraz kuzeyine geçerek Grönland’ı Ellesmcre Adasından ayıran Kennedy Ka­ nalına girdiği halde, burayı “açık kuiup

Hayes, Patrick Joseph

98

denizi” sandı. 1869’da Kuzey Kutbu'na üçüncü bir sefer düzenleyen Hayes, bu yolculuktaki gözlemlerini The Lan d of Desolation (1871 ve 1872; Yalnızlık Ülkesi) adlı kitabında ayrıntılarıyla anlatmıştır.

Hayes, Patrick Joseph (d. 20 Kasım 1867, Ncw York kenti - ö. 4 Eylül 1938, Monticcllo, New York, ABD), Katoliklcrin sosyal yardım etkinliklerini, Katolik Yardım Der­ neği adlı merkezi bir örgütün çatısı altında birleştiren (1920) Ncw York başpiskoposu ve kardinal. Washington, D.C.’dc Amerika Katolik Üniversitesi’™ bitirdikten sonra St. Gabriel kilise bölgesi papazlığı göreviyle New York kentine gitti. Daha sonra Piskopos John Farley’nin sekreteri (1895), başpiskoposluk danışmanı (1903), New York kentindeki başpiskoposluğa bağlı ilahiyat hazırlık okulu Cathedral College'ın ilk başkanı (1903) ve Kardinal Furley’nin yardıma piskoposu (1914) olarak görev yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında, ordu ve donanmadaki bütün Ka­ tolik ibadethanelerinden sorumlu silahlı kuvvetler piskoposluğuna getirildi (1914). 10 Mart 1919’da, New York'un beşinci başpiskoposu oldu. Papa XI. Pius tarafın­ dan 1924’te kardinalliğe atandı.

Hayes, Ruthcrfbrd B(irchard) (d. 4 Ekim 1822, Delaware, Ohio - ö. 17 Ocak 1893, Fremont, Ohio, ABD), ABD’nin 19. başkanı (1877-81). İç Savaş sonrasında Güney'dekı Yeniden İnşa uygulamasını sona

Rutherlord B Hayes. 1877 übrary ol Congresj Wosl»ngton, D C

erdirmiş ve yönetimde yeni standartlar oluş­ turmaya çalışmıştır. Tartışmalı electoral college (seçmenler kurulu) oylarıyla ilgili karar vermek amaayla atanan Yüksek Mahkeme yargıçlarının ve Kongre üyelerinin oluştur­ duğu olağanüstü bir komisyonun kararıyla görev üstlenen tek başkandır. Hayes, İç Savaş (1861-65) öncesi yıllarda Cincinnatı’de başarılı bir avukat olarak bir­ çok davada kaçak kölelerin savunmasını üstlendi. Bu arada, venı kurulan Cumhuri­ yetçi Parti'ye üye oldu. Birlik Ordusu’ndaki askerlik hizmetinin ardından Kongre üyeli­ ğine (1865-67) ve Ohio valiliğine (1868-76) seçildi. Hayes, 1875’te üçüncü dönem için valiliğe seçilmek amacıyla sürdürdüğü kampanya sırasında, altına dayalı sağlam para yan­ lısı görüşleriyle ulusal çapta ün kazandı Ertesi yıl. Cumhuriyetçilerin ulusal kurul­ tayında başkan adayı seçildi. Lekesiz geçmişi ve ahlaki değerlen vurgulamasıyla, Başkan Ulysscs S. Grant’ın (1869-77) yöne­ timiyle ilgili yaygın yolsuzluk suçlamalan karşısında çok farklı bir görünüm yaratmayı basardı Ama ekonomik çöküntü, Güney' deki köklü Yeniden İnşa uygulamalanna karşı Kuzey’in tepkisiyle birleşerek Hayes’ in rakibi Demokrat aday Samuel J. Tilden’

ın kamuoyunda güçlenmesine yol açtı. İlk sonuçlar electoral college’da Demokratlan» zafer kazandığını gösteriyordu. Ama Hayes’ in kampanyasını yürütenler Güney Caroli­ na. Florida vc Louisiana'daki sonuçlara itiraz edince bu üç eyaletten iki farklı seçim sonucu bildirildi. Hayes-Tıldcn Olayı adıyla anılan bu sorun karşısında bulunan çözüm, Haycs’in onaylamamasına karşın, sekizi Cumhuriyetçilerden oluşan 15 kişilik bir Se­ çim Komısyonu’nun kurulması oldu Komis­ yon, tüm tartışmalı oylannHaycs'cait olduğu­ na karar verdi. Böylece Hayes 184’e karşı 185 oyla seçimi kazanmış oldu Uzlaşma görüşmeleri sırasında ılımlı Gü­ neylilere gizlice verdiği sözleri tutan Hayes, hâlâ işgal altında tutulan bölgelerdeki fede­ ral birlikleri geri çekti. Böylece Yeniden İnşa dönemim (1865-77) sona erdirdi. Ay­ nca eski Konfederasyon’daki (Güney) se­ çimlere kanşmayacağına söz vererek beyaz Demokratlann Güney'dc yeniden üstünlük kazanmasına yol açtı. Güneylileri federal görevlere getirdi, Güneş’in geliştirilmesi için mali kaynaklar ayırdı. Bu politikalar Stalvvartlar olarak adlandınlan tutucu bir Cumhuriyetçi grubun tepkisini çekti. Kamu örgütlenmesinde reform yapmak amacıyla işe almalarda siyasal tercihlerin yerine taraf­ sız bir sınav uygulamasını getirmesi Stalwartlann tepkisini daha da artırdı. Sonuçta, iki Cumhunyetçinin New York gümrüğün­ deki üst düzey görevlerinden uzaklaştırılma­ sı üzerine Hayes'le New York senatörü Roscoe Conkling arasında sert bir mücadele başladı. Hayes, 1877’deki büyük demiryolu grevle­ rinde eyalet valilerinin isteği üzerine grevci­ lere karşı federal ordu birliklerini kullandı. Hayes yönetimi, 1873’te kaldırılan gümüş paranın yeniden basılmasını isteyen Güney ve Batı'nın sürekli baskısı altındaydı. Birçok kişi bu öneriye enflasyon doğuracağı gerek­ çesiyle karşı çıkıyordu; Hayes de altın stan­ dardını savunan Doğu eyaletlerinin yanında yer aldı. Hâzinenin külçe gümüş almasına olanak veren ve gümüş dolan yeniden yasal para durumuna getiren Bland-Allison Yasası’nı (1878) veto etti. Ama Kongre bu vetoyu geçersiz kıldı. Hayes yalnızca bir dönem başkanlık yapma isteğim yineleyerek 1880 seçimlcnndc aday­ lığını koymadı. Emekliliğinde özellikle ce­ zaevlerinde reform ve Güneyli Siyah gençli­ ğe eğitim olanaklan gibi insancıl sorunlarla uğraştı.

Hayes Irmağı, Kanada’da, Manitoba eya­ letinin kuzeydoğu kesiminde ırmak. Manitoba'nın orta kesimindeki birkaç gölden doğduktan sonra 500 km boyunca kuzeydo­ ğu yönünde akar. Göller arasına dağılmış kayalık ve buzulların aşındırdığı tepelerden oluşan Kanada Kalkanını geçtikten sonra York Factory’den Hudson Körfezine dökü­ lür. Adını Hudson Körfezi Kumpanyasında çalışan Sir James Hayes’den alan ırmak, Nelson Irmağıyla birlikte bu kumpanyanın York Factory'deki limanından Winnıpcg Gölüne ve bölgenin iç kesimlerine uzanan önemli bir ulaşım yoludur. En büyük kolu olan Gods Irmağının beslediği Gods Gölün­ de, 1920'lerden 1942’ye değin altın çıkarıl­ mıştır. Hayfa, İbranice hefa, İsrail’in kuzeybatı kesiminde, Akdeniz kıyısındaki Hayfa Kör­ fezi üzerinde yer alan Hayfa Bölgesi’nin (İbranicede Mehoz Hefa) merkezi, ülkenin başlıca limanı. Hayfa’dan söz eden en eski metin Talmud’dur (y. İS 1-4. yy). İlk Hıristi­ yan ilahiyatçılardan Euscbios, kutsal metin­ lerde adı geçen tarihsel yerler arasında Hayfa’dan Sykaminos olarak söz eder.

1100’dc Haçlıların eline geçen kent Caiphas adını aldı. 1799’da kenti Napoldon ele geçir­ di. Mısır valisi İbrahim Paşa 1839’da Hayfa' yı aldıysa da özellikle İngiliz kuvvetlerinin baskısıyla 1840’ta Osmanh Dcvleti'nc bırak­ mak zorunda kaldı. 1918’dc Ingilizlerin işgal ettiği Hayfa 1922’dc Filistin’deki İngiliz mandasına bağlandı. Hayfa, stratejik konumdaki limanı vc ge­ lişmiş sanayi kuruluşlarıyla 1948-49 Arapİsrail Savaşı’nda tarafların başlıca hedefle­ rinden biri oldu. Siyonistlcrin askeri örgütü Haşana ile Arapların kentin denetimini ele geçirmek için giriştiği çarpışmalar 22 Nisan 1948’dc Arapların teslim olmasıyla sona erdi. Savaş öncesinde Hayfa’da yaşayan 50 bini aşkın Araptan yalnızca 3 bini sonradan İsrail yönetimi altında kalmayı seçti. Gene dc Hayfa bugün Müslüman ve Hıristiyan Araplarla (sonradan çoğunlukla Marunılcr) Bahailerin de yaşadığı kozmopolit bir kent görünümündedir. Körfezdeki liman kesimi dışında kent Karmcl Dağı üzerinde kurulmuştur. Yerle­ şim ve iş bölgeleri yamaçlarda yer ahr. Kentin seçkin mahalleleri vc birçok otel körfezin tümüne egemen durumdaki dağın tepesindedir. Kentin aşağı vc yukarı kesim­ leri metroyla birbirine bağlanır. İngiliz mandası döneminde yapılan derinsu limanı 1933’te açılmış ve İsrail devletinin kurulmasından sonra genişletilmiştir. Yöre­ deki başlıca sanayi etkinlikleri demir-çelik, gıda işleme, gemi yapımı (küçük savaş gemileri, bahkçı tekneleri), kimyasal mad­ de, dokuma ve çimento üretimidir. Hayfa’ daki petrol rafinerileri 1939’dan bu yana etkinlik göstermektedir. 1934’de kurulan buharlı elektrik santralı İsrail'in bu tür ilk tesisi olmuştur. Hayfa’da 1959'da işletmeye açılan metro da ülkedeki tek örnektir. İ912’de kurulan ve 1924’te öğrenime açılan İsrail Teknoloji Enstitüsü’nün vc Hayfa Üniversitesi’nin (1964) yeni kampuslan Karmel Dağının yamaçlarında kurulmuş­ tur. 1954’te geniş bir deniz müzesi açılmış­ tır. Kentteki parklar ve bahçeler arasında en ünlüsü, Bahai tarikatının kurucusu Mirza Hüseyin'in oğlu Abdülbaha’nın türbesinin bulunduğu İran Bahçelcri'dir. Hayfa, Babai­ liğin uluslararası merkezidir. Nüfus (1990) 223.600.

Hayford, John Fillmore (d. 19 Mayıs 1868, Rouscs Point, Ncw York - ö. 10 Man 1925, Evanston, Illinois, ABD), izostazı (dengelenme) kuramını geliştiren ABD'li inşaat mühendisi. Hayford’un kuramına göre Yer üzerinde değişik yoğunluktaki kayaç malzemeleri dü­ zenli bir dağılıma sahiptir ve bu nedenle yerkabuğunun Yer’in iç bölümleri üzerinde­ ki basıncı da eşit bir dağılım gösterir Hayford, izostazi ve kûtleçekimi sapmaları üzerine yaptığı incelemelerden ızostatik dengelenme derinliğinin 60 ile 122 km ara­ sında değiştiğini saptadı ve Yer’in biçiminin elipsoit olduğu sonucuna vardı. Yer’in biçi­ mi üzerine yaptığı bu saptama 1924’tc Ulus­ lararası Jeodezi ve Jeofizik Birliği tarafın­ dan kabul edildi. Geodeıic Astronomy (1898; Jeodezik Astronomi) adh bir yapıtı bulunan Hayford, 1889’dan 1909’a değin aralıklarla ABD Kıyı ve Jeodezi Araştırma­ ları Kurumu’nda çalıştı, daha sonra Evanston’daki Kuzeybatı Üniversitesi Mühendis­ lik Okulu'nun yöneticiliğini üstlendi.

Hayırpur, Pakistan'ın Sind eyaletinde. Sukkuriline bağh kent vc ilçe. İlin merkezi olan kent, İndus Irmağının 18 km güneşin­ de, Mir Vah Kanah üzerinde yer ahr. Talpur ailesinin Hayırpur kolunun kurucusu Mir Sohrab Han tarafından 1783’tc kuruldu

vc Kuzey Sind emirlerinin merkezi oldu. Bir ulaşım merkezi olan Hayırpur, dcmiryoluyla Pcşavar ve Karaçi'yc, karayoluyla oa Sukkur vc Karaçi'ye bağlanır. 1947’de Pa­ kistan'ın kurulmasından sonra bölgede sa­ nayi gelişmeye başlamıştır Başta ipekli ku­ maş olmak üzere dokumacılık, dericilik vc halıcılık önemlidir; kentte şeker ve un fabri­ kaları da vardır. Görülmeye değer yerler arasında birkaç park ile emirlerin yaşadığı saray sayılabilir. Kentte ayrıca, iki hastane, kütüphane, stadyum vc Sind Üniversitcsi'ne bağh iki yüksekokul vardır. Sind Ünivcrsıtesi'nin Şah Abdüllatif kampusu 1975'te ku­ rulmuştur. Hayırpur ilçesinin yüzölçümü 15.587 km2’ dir. Eskiden bir prenslik olan ilçe, İndus Irmağı kıyısındaki verimli taşkın ovasını ve Büyük Hint (Thar) Çölünün uzantısı olan

99

liam Covvper'ın Yaşamı) adh yapıtı modem yaşamöykûsü anlayışının ilk örneklenndcndır

Hayıt (Vitex agnus-castus) AJ Hurtr/ EB ine

Dallanndan senet yapımında vc kumaş boyamada yararlanılan bitkinin meyvelen idrar artına, gaz söktürücü vc yatıştırıcı olarak kullanılır.

Hayley, VVilliam (d. 29 Ekim 1745. Chiehester. Sussex - ö. 12 Kasım 1820, Fclpham, Chichester yakınları, İngiltere). İngiliz şair ve yaşamöykûsü yazan. Oldukça varlıklı bir kişi olan Hayley, daha çok dönemin ünlü sanatçılarıyla kurduğu

Hayırpur ilçesindeki Kot Dici arkeolojik alanı, Pakistan Frcdenc Ohrıngo», Nancy Palmeı Agcncy~EB İne

doğudaki kum tepelerini içine ahr; ilin kuzeydoğusunda kireçtaşı tepeler uzanır. Sulama, İndus İrmağı üzerindeki Sukkur Barajı'na bağh kanallarla yapılır. Başlıca tanm ürünleri pirinç, buğday, dan, pamuk, yağh tohum, hardal, nohut ve tütündür. Ayrıca mango, hurma, elma ve nar yetiştiri­ lir, at ve eşek beslenir. Çöldeki natron yataklanndan sodyum karbonat elde edilir. Küçük aile işletmelerinde, el tezgflhlannda battaniye ile pamuklu ve ipekli kumaş doku­ nur. Hayırpur emiri, Sindli Kalhora haneda­ nının düşmesinden sonra iktidan ele geçiren Talpur ailesinin (Beluci) bir üyesidir. Hayırpur, 1832’de İngiltere tarafından resmen tanındı. İngiltere 1843’te Sınd'i ilhak ettik­ ten sonra da Hayırpur'un siyası varlığını sürdürmesine izin verdi. Ekim 1955'te Pa­ kistan’a bağlanan Hayırpur’a ilçe statüsü verildi. Hayırpur kentinin 24 km güneyindeki Kot Dici önemli bir arkeolojik alandır. İndus Vadisi uygarlığına (y. İÖ 3000) ve öncesine özgü temel yerleşim katları ortaya çıkarıl­ mıştır. Burada taş aletlerle çanak çömlek yapan, yerleşik ve belirli bir toplumsal örgütlenme gösteren toplulukların yaşadığı da kazılardan anlaşılmaktadır. Toplulukla­ rın bağh oldukları etnik gruplara ve dil ailelerine ilişkin bilgi yoktur. Nüfus (1981) kent, 61.447; (1981 geç.) ilçe, 981.000.

hayıt (V'/re.r agnus-castus), mineçiçeğigiller (Verbenaceae) familyasından, Avrasya kö­ kenli aromatik çalı. Anadolu’da da yaygın olarak bulunur. Yaklaşık 5 m yüksekliğe kadar büyüyebılen bu bitkinin alt yüzünde beyaz tüyler bulunan el biçiminde beş-yedi parçalı yapraklan ve mavimsi-leylak renkli çiçeklen vardır. Yaklaşık 3 mm çapındaki kırmızı küre biçimli meyveleri keskin koku­ lu ve acımsıdır

Haymana

Hayley, William Haines'ın portre çalışmasından H.R. Cook un yaptığı bir oymabaskı, 19 yy Man$o0 Coüecıcn

dostluklarla tanınır. Bu tür dostlan arasında romantizm öncesi dönemin büyük şairi, ressam ve tasarımcı \Villiam Blake, şiirle­ rinde yurtseverliği ve dine bağlılığı işleyen 18. yüzyıl İngiliz şairlerinden VVilliam CowRer vc ressam George Romney sayılabilir. kusursuz nesnelen betimlemeyi yeğleyen Romney’nin portre ressamlığına saplanma­ sına yol açarak onu olumsuz yönde etkile­ miştir. Hayley, kitaplannı resimlemesini istediği VVilliam Blakc'i 1800’de Felpham’dakı mali­ kânesinde yaşamaya çağırdı. Ama Blake'in engin düş gücünü kavramada yetersiz kalma­ sı, aralannda giderek artan bir sürtüşmeye yol açtı. Blake, Hayley’nin bu tutumunun sanatçı bütünselliğini yok edeceğim ve ken­ disini basit bir oymabaskı sanatçısı düzeyine indireceğini kavrayarak 1803’te Londra'ya döndü ve Hayley’i ölümsüzleştiren yergi dolu şu dizeleri yazdı: Senin dostluğun sık sık yüreğimi acıya boğar.

Arkadaşlık hatınna, düşmanım ol.

Hayley’nin denemden, 1774 sonrasında çağdaşlarına yandığı mektuplar ve didaktik E The Triu/nplıs uf lemper'da (1781; :'in altı oymabaskısıyla birlikte 1803; Öfkenin Zaferleri) yer alan şiirleri, 18. yüzyıl edebiyatının kıvraklığını ve duyarlılığını yansıtır. Gene Blake'in resimlediği üç ciltlik Life... Of \Villiam Conper (1803-04; VVil-

Hayman Adası, Avustralya'da. Oueensland'ın kuzeydoğu kıyısı açıklarında. Mer­ can Denizindeki VVhitsunday Boğazının ku­ zey gınşinde ada Cumbcrland Adalannın en kuzeyde olanıdır. Kıyıya yakın, mercan­ larla çcvnli bir ada olan Hayman'ın uzunlu­ ğu 3 km. genişliği 2,5 km, yüzölçümü 390 nektardır (3.9 km2). Kıyılarında 60 m yük­ sekliğinde kırmızı granit yarlar vardır Or­ manlarla kaplı tepelerde yüksekliği 250 m’yi bulur. Büyük Set Resifinin en ünlü dinlence yen olan Hayman'a anakarada, 50 km güneybatıda yer alan Proserpıne’dan heli­ kopterle, Shute limanından ise motorlu teknelerle ulaşım olanaklıdır 194I'dc ulusal park yapılan ada. kuşların koruma altına alındığı bir bölgedir

Haymana, İç Anadolu Bölgcsı’nde. Anka­ ra iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçümü 2.976 km2 olan Haymana ilçesi kuzey ve kuzeydoğuda Gölbaşı, doğuda gene Gölbaşı vc Bala ilçeleri, güneydoğu ve güneyde Konya ili. batı ve kuzeybatıda da Polatlı ilçesiyle çevrilidir. İlin güney kesiminde yer alan ilçe toprakla­ rı genel olarak bir plato niteliğindedir. Cihanbeyli Platosunun bir devamı olan ve yer yer ova. yer yer yayla özellikleri göste­ ren platonun bazı kesimlerinde, yüksekliği 1.400 m’yi bulan dağlar yer ahr. ilçe toprak­ larının büyük bölümünü, yüzölçümü yakla­ şık 2.000 km2 olan Haymana Platosu(’) oluşturur. İlçe Ankara ilinin başta gelen tanm mer­ kezlerinden biridir. Bitkisel ve hayvansal üretim, ilen teknikler kullanılarak modem yöntemlerle yapılır. İlçenin venmlı ve geniş düzlüklerinde başta buğday, arpa, şeker pancan ve baklagiller olmak üzere çeşitli tarla bitkileri yetiştirilir. 1984'te üretilen buğday miktan 250 bm tona yakın, arpa miktan ise 70 bin tondan çoktu. Bir hayvanahk merkezi olan Haymana'da çok sayıda koyun yetiştirilir. Sığır besiciliği de yapılan ilçenin merinos koyunu varlığı, ıl toplamının dörtte birine yakındır, ilçe topraklannda manganez yataktan vardır Tedavi kurumu ve konaklama tesıslenyle bölge çapında önem taşıyan Haymana Kaplıcası( *) 1.300 m yükseklikteki bir tepenin üstündedir. Eski bir yerleşim yeri olan Haymana. Hitit, Frig, Pers, Roma ve Bizans yönetimlerine girdi. 1127'de Anadolu Selçuklulan tarafın­ dan ele geçirildi. 14. yüzyıl ortalannda Osmanh yönetimine giren Haymana, Anka­ ra Savaşı'ndan (1402) sonra kısa bir süre Timur egemenliğinde kaldı. 1. Selim (Ya­ vuz) döneminde kesin olarak Osmanh top­ raklarına katılan yerleşme. Yaban, Hamam, Yabanhamam adlarıyla anıldı. 1884’te An­ kara sancağına bağh bir kaza olan Hayma­ na’nın merkezi PolatlI'nın Sivri köyüydü. Kaza merkezi 1887’de eskiden Yabanha­ mam adıyla anılan bugünkü yerine taşındı. Kurtuluş Savaşı sırasında Haymana yakınla­ rına kadar gelen Yunan kuvvetlen, 12 Eylül 192l'de geri çekilmek zorunda kaldılar Haymana kasabası, Haymana Platosu üze­ rinde, Babayakup Deresi kıyısında kurul­ muştur. Kırsal nitelikli yerleşmede, küçük ölçekli sanayi ve ticaret işyerleri de bulunur. Kasaba, il merkezi Ankara'ya 59 km uzak­ lıktadır. Bizans döneminde Therrna adıyla önemli bir yerleşme merkezi olan kasabada Bizans yapı kalıntılan vardır Kasabanın kuzeydoğusundaki Çayırlı köyü yakınında

Haymana Kaplıcası

100

bulunan Gâvurkalc Kaya Kabartması vc mezarlar Hititlerden kalmadır. Haymana Belediyesi 1887'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 55.527; kasaba, 9.144.

Haymana Kaplıcası, İç Anadolu Bölgcsi’nde maden suyu kaynağı. Ankara'nın güneydoğusunda, Haymana kasabasındaki tepelik bir alanda yer alır. Bikarbonattı ve karbon dioksitli sulardandır. Kalker yapılı bir tepecikten kaynaklanır. Yöredeki çö­ küntü alanında yüzeyden görülmeyen hınk­ lardan (fay) sızan sulann geçirimsiz kayaçlar arasından kaynak noktasına doğru çıktığı sanılır. Sıcaklığı 44°C olan Haymana Kaplıcası'nın suyu oldukça boldur. İçildiğinde sindirim sistemine yaptığı olumlu etki nedeniyle sof­ ra suyu olarak şişelenmesi önerilmiştir. Ban­ yo için kullanıldığında dolaşım ve solunum sistemlerini olumlu yönde etkilediğine ina­ nılır. Roma ve Selçuklu dönemlerinde de işletilen Haymana Kaphcası’nda bir fizik tedavi kuruluşu vardır. Haymana Platosu, İç Anadolu Bölgesi’nde, Ankara’nın güneyindeki dalgalı düzlük­ lerden oluşan geniş alan. Vadiler tarafından derince yarılmış olan platonun yüksekliği, 1.000-1.250 m arasında değişir. Plato üstün­ de çok yüksek olmayan bazı dağlar düzensiz biçimde dağılmıştır. Bunlardan Çal Dağı (1.400 m) ve Mangal Dağı (1.450 m) gibileri Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara çevresinin savunulması bakımından önem taşımıştır. Plato yüzeyi, Eosen (y. 54-38 milyon yıl önce), Oligosen (y. 38-26 milyon yıl önce) vc Pliyosen (y. 7 - 2,5 milyon yıl önce) bölümlere ait tortullarla kaplı bir aşınım alanıdır. Haymana Platosunun batı kesimi­ nin sulan Temürözü, Acıöz, Çoraközü ve Hatırlıözü adlı küçük akarsulann birleşme­ siyle oluşan Ihcaözü aracılığıyla Sakar­ ya’ya gider. Plato üzerinde Samsam Gö­ lü ve Kurakçöl gibi küçük kapalı havzalar da vardır. Doğal bitki örtüsü step görünümün­ dedir. Platoda cn çok buğday vc arpa ekilir. Şeker pancan üretimi sonradan girmiştir. Meyvecilik ve sebzecilik geçimlik düzeyde­ dir. Platoda eskiden yaygın olan üzüm bağlannın büyük bölümü harap olmuştur. Ankara-Adana karayolu Haymana Platosu­ nun doğusundan geçer. Haymarket Olayı, haymarket ayaklan masi olarak da bilinir, Chicago’da gösteri yapan işçilerle polis arasındaki şiddetli çatış­ ma (4 Mayıs 1886). 1 Mayıs’ın uluslararası işçi günü olarak benimsenmesine temel ol­ muştur. Amenkan İşçi Federasyonu (AFL) 1 Ma­ yıs 1886’da sekiz saatlik işgünü için genel

de polisin greve müdahalesi sırasında altı kişi öldü. Bunun üzerine Haymarket Meydanı'nda bir protesto mitingi yapılacağı bil­ dirilerle duyuruldu. Bir polis birliğinin mi­ tingi dağıtma girişiminde bulunmasına değin protesto toplantısı barışçı biçimde sürdü. Bu sırada, kimliği hiçbir zaman saptanamayan birinin attığı dinamitin patlamasıyla yedi polis öldü. Bunun üzerine polisler kalabalı­ ğa ateş açtı. Olayın ardından gazeteler vc polis kamuoyunu işçiler aleyhine kışkırttı. August Spics vc anarşist eğilimli yedi işçi önderi, kimliği bilinmeyen katille işbirliği yaptıkları gerekçesiyle, ama katille bağlantı­ ları asla kanıtlanmaksızın cinayet suçundan hüküm giydiler. Spıes ve üç arkadaşı 11 Kasım 1887’de idam edildi; bir sanık intihar etti; öteki üç kişi Illinois valisi John Peter Altgeld tarafından 1893'tc bağışlandı. Vali­ nin bu davranışı kamuoyunda büyük tepki yarattı. AFL 1888’dc, sekiz saatlik işgünü kabul edilinceye değin 1890’dan başlayarak her yıl 1 Mayıs’ta gösteriler düzenlenmesini kararlaştırdı.

haymatlos bak. vatansız Haynau (Baronu), Julius (Jacob) (d. 14 Ekim 1786, Kassel, Hcssen-Kassel - ö. 14 Mart 1853, Viyana), askeri alandaki başarı­ larıyla olduğu kadar acımasızlığıyla da ünlü AvusturyalI general. 1801’dc Avusturya ordusuna girdikten son­ ra Napoleon Savaşlan’na katıldı. Viyana

Haynau, Fritz Kriehuber'ln bir oymabaskısından aynntı Hoeresgesc/ıchtbches Mıoeum Viyana

Kongresi’nden (1814-15) sonra da ordudaki görevini sürdürdü. 1848-49 Devrimi sırasın­ da İtalya'da çarpıştı. İtalya’da bulunduğu sırada, Brcscia’da patlak veren bir ayaklan­ mayı çok sert biçimde bastırması, askeri yetenekleriyle kazandığı saygınlığa gölge düşürdü. 1849’da komutasındaki bir birlikle Macaristan'a giden Haynau. cephede gene başanlı olduysa da pek çok kişinin eleştirdi­ ği yöntemlerini kullanmayı sürdürdü. 1850’de görevden ayrıldıktan sonra çıktığı Avrupa gezisinde Londra ve Brüksel'de kötü ünü yüzünden halkın sert tepkisiyle karşılaştı.

Haync, Robert Young, (d

‘Chicago’da Anarşistlerin Mahkemesi", Louis uasaelin'in Harpor's VVeek/yöo yayımlanmış bir çizimi Lıbrar, ol Cüngrekj WMhınQlcx>. OC

grev ilan etmişti. 3 Mayıs’ta Chicago’daki McCormick Harvesting Machine Company’

10 Kasım 1791, Colleton District, Güney Carolina - ö. 24 Eylül 1839, Ashcville, Kuzey Carolina, ABD), ABD’li avukat ve siyasal önder, özellikle Danicl VVebster'a karşı Güney eyaletlerinin sözcüsü olarak, eyaletlerin fe­ deral yasatan iptal edebilmeleri görüşünü savunmasıyla (1830) ünlüdür. 1823'te ABD Senatosu'na girdi. Kısa süre­ de Güney eyaletlerinin vc eyalet haklan öğretisinin savunucusu olarak tanındı. Webster’la yaptığı tartışmada, lederal ana­ yasanın eyaletler arasında bir anlaşma oldu­ ğunu ve anayasal anlaşmaya aykırı olacağı düşünülen federal yasalann herhangi bir eyalet tarafından iptal edilebileceğini savun­ du. 1832'de, eyaletlerin federal yasatan

iptal yetkisini savunan Güney Carolina gru­ bunun üyesi olarak, federal gümrük yasalannın bu eyalette geçersiz olduğunu vc bağ­ layıcılığı bulunmadığını ilan eden bir yasa­ nın çıkanlması için çalıştı. Aynı yal Senato’ dan ayrıldı. Güney Carolina valiliği (183234) vc Charlcston belediye başkanlığı (183437) görevlerinde bulundu. 1837-39 arasında, tamamlanamayan Louisville, Cincinnati vc Charleston Dcmiryolu’nu yönetti.

Haynes, Elwood (d. 14 Ekim 1857, Portland, indiana - ö. 13 Nisan 1925, Komoko, İndiana, ABD), ilk otomobillerden birini geliştiren ABD’li mucit ve sanayici. 4 Temmuz 1894’tc Komoko’da 1 BG'lik, tek silindirli bir araba yapan Haynes, aracıy­ la saatte 11 km’lik hıza ulaşmayı başardı. Bugün VVashington, D.C.’deki Smithsonian Institution’da korunmakta olan Hayncs'in aracı, var olan en eski ABD yapımı otomo­ bildir. Edgar ve Palmcr Apperson ile birlikte Komoko’da Haynes-Apperson Company’yi kuran Haynes 1898’de otomobil üretimine başladı. 1902'de Apperson’lann ortaklığa son vermesinden üç yıl sonra şirketin adını Haynes Automobile Company olarak değiş­ tirdi, ama 1925'te üretime son verdi. Mühendislik ve kimya öğrenimi gören Haynes, tungsten krom çeliği (1881), krom ve nikel alaşımı (1897) ve krom ile nikel alaşımını (1900) da kapsayan çok sayıda alaşım buldu. 1911’de paslanmaz çeliği ge­ liştirdi vc 1919’da patentini aldı. Alüminyu­ mu otomobil motorunda ilk kez kullandı.

Hayrabolu, Marmara Bölgesi’nin Trakya kesiminde, Tekirdağ iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 1.035 km2 olan Hayrabolu ilçesi doğuda Muratlı ilçesi, gü­ neydoğu ve güneyde Merkez ilçe, güney vc güneybatıda Malkara ilçesi, batıda Edime, kuzeyde de Kırklareli illeriyle çevrilidir. İlin kuzeybatısında yer alan ilçe Ergene Havzasındadır. Batı kesimlerini Ganos (Işıklar) Dağının alçak olan kuzeybatı uzan­ tıları engebelendirir. Bunun dışındaki alan­ lar ise çok parçalanmamış vc yer yer dalgalı düzlüklerden oluşan bir plato niteliğindedir. İlçe topraklarının sularını Ergene Irmağının önemh kollarından Hayrabolu Deresi top­ lar. Ganos Dağının kuzeye bakan yamaçla­ rından doğan bu akarsu genellikle kuzeye doğru akarken doğudan ve batıdan aldığı kollarla beslenir. Hayrabolu, Tekirdağ ilinin önemli tanmsal üretim merkezlerinden biridir. İlçede tanma dayah bazı sanayi kollan da gelişmiştir. Verimli, sulanabilen vc ekime elverişli tanm alanlarında başta sanayi bitkileri olmak üzere çeşitli tarla ürünleri yetiştirilir. Ula­ şım bağlantılarının elverişli olması nedeniy­ le, bitkisel ve hayvansal üretimi tümüyle pazara açılmıştır. İlin en çok şeker pancan ve ayçiçeği üreten ilçesi Hayrabolu’dur 1984'te 24.690 ton şeker pancan, 38.707 ton ayçiçeği üretilmiştir. Buğday üretimi de önemlidir (1984’te 79.198 ton). Hayvancılık Trakya'daki tüm ilçelerde olduğu gibi Hay­ rabolu'da da gelişmiştir. Sığır ve koyun besiciliği yapılır. Çok miktarda peynir üreti­ lir. Un, bitkisel yağ ve tarım araçları üreten işyerleri vardır. Yörede yüzey araştırması dışında arkeolo­ jik çalışma yapılmadığından, tarihine ilişkin bilgi azdır. Roma döneminde Kanopolis adıyla kurulduğu sanılan yerleşme, daha sonra Bizans egemenliği altına girdi 1358'de Osmanlı topraklarına katılan yöre uzun süre Osmanh ordularının kışlak yerle­ rinden biri oldu. Hayrabolu 19. yüzyıl sonla­ rında Edirne vilayetinin Tekfurdağı (Te­ kirdağ) sancağına bağh bir kazaydı.

Balkan Savaşı sırasında Bulgar işgalinde, Kurtuluş Savaşı’nda da 23 Temmuz 1920'dcn 14 Kasım 1922'yc değin Yunan işgalinde kaldı. Hayrabolu kenti, aynı adlı derenin batısın­ da kurulmuştur. Kuzeyden geçen Edirncİstanbul karayoluna 26 km'lik bir yolla bağlı olan Hayrabolu, il merkezi Tekirdağ’a 52 km uzaklıktadır. Kentteki küçük sanayi sitesinde daha çok tarım alet vc gereçleri yapan işyerleri yerleşmiştir. Anca kentte çok sayıda un ve bitkisel yağ fabrikası vardır. Hayrabolu’daki en önemli tarihsel yapı, 1499’da yapılmış olan Güzelce Haşan Bey Camisi’dir. Hayrabolu Belediyesi 1869’da kurulmuş­ tur. Nüfus (1990) ilçe, 45.640; kent, 16.923.

seferde kazandıkları başarıdan sonra, Ak­ deniz'de ün saldılar. Bu arada gerektiğinde bu devletin dc desteğini sağlayabilmek ama­ cıyla, Osmanlı hükümdarına armağanlar gönderdiler. I515'tc I. Selim’c gönderdikle­ ri armağanlardan ötürü iki kalyonla ödül-

Hayrat, Karadeniz Bölgesi’nde, Trabzon iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Ofa bağlı bir bucak olan Hayrat, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır. Hayrat Belediyesi 1969’da kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 20.506; kasaba, 4.168. Hayreddin (ü. 15. ve 16. yüzyıllar), Os­ manlI mimar. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. 11. Bayezid döneminde (1481-1512) mimarbaşı olduğu sanılmaktadır. İstanbul' da Divanyolu’ndaki Sinan Paşa Türbesi’nin karşısında, Mimar Hayreddin Mescidi'nin yanında gömülüdür. 1484-88 arasında Edir­ ne'deki II. Bayezid Külliyesi’ni yapmıştır. II. Bayezid’in 1501-06 arasında İstanbul'da yaptırdığı ve Osmanlı mimarlığında klasik dönemin ilk örneklerinden sayılan II. Baye­ zid Külliyesi de birçok kaynakta Hayreddin’ in yapısı olarak anılmaktadır. Ama bazı uzmanlar bu yapının mimarının Yakup Şah bin Sultan Şah olduğunu ileri sürmüşlerdir. Amasya’da Şcmseddin Ahmed’in yaptığı 11. Bayezid Külliyesi’nin de (1482-86) Hayreddin’in yapısı olduğunu ileri sürenler vardır. Hayreddin sütun yükseklikleri, kalınlıkları ve aralıkları arasında bulunması gereken oranları kurallara bağlamış, böylece bir yapının bütünü ile tek tek öğeleri arasında ilişki ve oranlara uyum ve denge getirerek Osmanlı mimarlığında klasik dönem üslubu­ nun öncüsü olmuştur.

Hayreddin Paşa hiarbaros), asıl adı iuzjr (d. 1473/76, Banova köyü, Midilli Adası - ö. 4 Temmuz 1546, İstanbul), Osmanlı denizci. 1533-46 arasında kaptanıderyahk yapmış, bu süre içinde Akdeniz’in Osmanlı egemen­ liğine girmesini sağlamıştır. Babası Yakub Ağa adh Eceovah (Gelibo­ lu) bir tımarlı sipahi, annesi ise Katalina adlı bir Hıristiyan’diT. Oruç, Ilyas ve Ishak adlı üç kardeşi vardı. Yaşamının ilk yıllarına ilişkin bilgi bulunmayan Hızır'ın 15. yüzyıl sonlarında kendi adına gemi işleterek ticaret yaptığı, bu sırada Rodos Şövalyeleri’ne tut­ sak düştüğü bilinmektedir. Tutsaklıktan kurtulunca, Ccrbe Adasını üs edinen ağabeyi Oruç Reis gibi, korsanlığa başladı. Teke (Antalya) sancakbeyi Şehza­ de Korkud'un verdiği bir gemiyle Ege ve İtalya kıyılarını ve rastladığı ticaret gemile­ rini vuruyordu. Ancak Osmanlı hükümdarı I. Selim (Yavuz), kardeşi Şehzade Kor­ kud'un denizyoluyla ülke dışına çıkmasını önlemek için bütün kıyılara gemi giriş ve çıkışını yasaklayınca, Hızır da Cerbe Adası’ na giderek ağabeyi Oruç’la güçlerini birleş­ tirdi. İki kardeş, Hafsi hükümdarı IV. Ebu Abdullah Muhammed’e başvurarak Halkü’l-Vadi (La Goulette) limanını kendilerine sığınak olarak vermesini istediler. Elde et­ tikleri ganimetin beşte birini Hafsi hüküm­ darına vermek koşuluyla buraya yerleşme izni aldılar. 1513'te birlikte yaptıkları ilk

Hayreddin Paşa, Nlgâri'nin bir minyatürü; Topkapı Sarayı Müzesi. İstanbul Aza Gûi®r

lendirıldiler. Ağabeyleri İshak’ın da kendi­ lerine katılmasıyla yaklaşık 30 gemilik bir filoya kavuştular. 1516-17’de Ispanyollara karşı giriştikleri kara vc deniz savaşları sonunda Tencs. Tümsen ve Oran’ı ele geçi­ rerek Cezayir’e egemen oldular. İspanyolların yardım çağrısı üzerine Al­ man imparatoru V. Karl'ın (Şarlken) gön­ derdiği donanmayı da etkisiz kılan Hızır ve İshak kardeşler Oruç Reis’in Cezayir sultan­ lığını kabul ettiler. Oruç'un İspanyol kuşat­ masına karşı Tlimsen'i savunurken yarala­ narak ölmesi (1518) üzerine, Cezayir sultan­ lığı ve Oruç'un “Barbaros’’ sanı Hızır’a kaldı. Kendisine karşı oluşturulan İspanyol-Arap cephesini alt etmek için güçlü bir destek aramak zorunda kalan Hızır, 1519’da I. Selim’e dört gemiyle birçok tutsak vc arma­ ğanlar göndererek buyruğuna girmek istedi­ ğini bildirdi. 1. Selim, Hızır Reıs’e emirlik beratıyla birlikte çok sayıda silah, gemi ve asker gönderdiği gibi Anadolu'dan istediği kadar asker toplama izni de verdi. Hızır'ın Osmanlı buyruğuna girmesinden rahatsız olan Tümsen ve Tunus’un Berberi emirleri Cezayir halkını ayaklandırmaya çalıştılar. Hızır 1519’da ayaklanma girişimini bastırdı­ ğı gibi V. Karl’ın desteklediği müttefik filosunu ve Tunus sultanının ordusunu ye­ nilgiye uğrattı. Ancak bir yandan Cezayir’ deki kalelenn yeni ayaklanmalar sonucu tek tek elden çıkması, öte yandan da askeri ve mali gücünün zayıflaması sonucunda Şerşel’e çekilerek yeniden korsanlığa baş­ ladı. Hızır 1520-25 arasında Avrupa kıyılarını vurarak büyük ganimetler elde etti. Bu başarılan üzerine kendisine katılan Türk korsanlanyla 40 gemilik bir filo oluşturdu. Cezayir’de yemden üstünlük sağladı. 1530’da. Cezayir kıyılanna yakın bir ada olan ve Ispanyol üssü durumundaki Penon'u aldı ve Cezayir limanını yaptırdı. Elde ettiği ganimetlerden bir bölümünü Osmanlı hûkûmdan 1. Süleyman’a (Kanuni) gönderdi. 1531’de Şerşel’e baskın yapan Cenovah komutan Andrea Doriu'va büyük kayıplar

101

Hayreddin Paşa

verdirerek çok sayıda tutsak ve yüklü gani­ met elde etti. 1532'de bir yandan Tlımscn emırıyle uğra­ şırken öte yandan da Ispanya'da Katolik yönetime başkaldıran Müslumanlara destek verdi. Gönderdiği 15 gemiyle 70 bin Müslümanın Kuzey Afrika'ya geçmesini sağladı O sırada Andrea Dona’nın büyük bir filoyla Mora Yarımadasına yönelmesi. Patras vc İnebahtı'yı alması Osmanlı hükümdan I Süleyman'ı kaygılandırdı. Bir ferman gön­ dererek Hızır’ı İstanbul'a çağıran I Süley­ man, bayanlarından ötürü kendisine “Hay­ reddin'’ sanını verdi Onu vezirlik rütbesiyle kaptanıderyalığa getirdi (1533). Hayreddin Paşa, Mayıs 1534'tc Batı Akde­ niz'e açıldı. İtalya’nın Ccnova, Elba. Sicilya kıyılannı yağmaladı. Ardından, çıkan karı­ şıklıklardan yararlanarak Tunus'u işgal etti. Tunus'un Osmanhlann eline geçmesinden kaygı duyan V. Kari, Mayıs 1535’tc Andrea Dona komutasındaki donanmayı, Hayred­ din Paşa’nın bulunduğu Halkü'l-Vadi’yc gönderdi. Hayreddin Paşa, uzun bir direniş­ ten sonra Cezayir'e çekilmek zorunda kaldı. Orada sağladığı ek güçlerle Mınorka ve Mayorka adalannı ve İspanya kıyılannı vurdu. Cezayir'den ailesini alarak İstanbul'a döndü. 1536-37’de Akdeniz'e yem seferler düzenleyen vc Korfu ile Bnndısı'yı alan Hayreddin Paşa, I. Süleyman’ın buyruğuna uyarak Ege vc İon Denizindeki Venedik adalanna yöneldi. Cerıgo (Çulha), Egın. Keos (Mürted) ve Naksıa'yı (Nakşa) vergiye bağladı. 1538'de Kerpe ile öteki bazı adalan ve Girit'in Hanya kıyılannı vurdu. Osmanlı donanmasının adalan birer birer ele geçirmesinden telaşlanan Avrupa dev­ letten, büyük bir donanma hazırlığına gınşti. 1538’de Papalık, Venedik, Cenova, Por­ tekiz, İspanya ve Malta'nın katılmasıyla oluşan 600 savaş gemisi ve yardıma gemiler­ den oluşan donanma, Andrea Doria yöneti­ minde Adnya Denizinde toplandı. Y üz yir­ mi çckdın ile Andrea Dona’nın karşısına çıkan Hayreddin Paşa, önce müttefik do­ nanmasını açık denizde savaşmaya zorla­ mak istedi. Bunu sağlayamayınca güçler arasındaki büyük dengesizliğe karşın şiddet­ li bir saldırıya geçti. Zayıf Osmanlı donan­ masının saldırabilcccğını ummayan Andrea Doria, savaş tarihinin en büyük yenilgilerin­ den bınne uğradı. Preveze Oenız Savaşı(’) olarak bilinen bu haşandan sonra Akdeniz' de egemenlik tümüyle Osmanhlann eline geçti. 1541’de Fransa kralı I. Françoıs’nın 1. Süleyman’dan yardım istemesi üzerine Fransa kıyılarına giden Hayreddin Paşa 20 Ağustos 1543'te, V. Karl'ın müttefiki Savoie’ lann elinde olan Nice'ı aldı. Enesi yıl İstanbul'a dönen Hayreddin Paşa yaşamının geri kalan ıkı yılını Beşiktaş'taki yalısında geçirdi. Uzun süren bir hastalıktan sonra da öldü. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Seyvıd Muradi'ye yazdırdığı Gazavat-ı Hayreadin Pa­ şa başlıklı anıları Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıratı (1973) adıyla yayımlan­ mıştır.

Hayreddin Paşa (Tunuslu) (d. 1819, Kaf­ kasya - ö. 28 Ocak 1890, İstanbul), II. Abdûlhamıd döneminde siyasal yaşamı önemli ölçüde etkileyen Osmanlı sadra­ zamı. Küçük yaşta Kafkasya’dan İstanbul'a geti­ rilerek reisû'l-ulcma ve nakıbü’l-eşraf Kıbnslı Tahsin Bey'e satıldı. İstanbul’da özel öğrenim gördü. Daha sonra Tunus vahşi Ahmed Paşa’ya satılarak Tunus'a götürül-

Hayreti

102

dû. Burada din öğrenimi gördü, Fransızca ve askerlik dersleri aldı. Tunus ordusunda görevlendirildi, 1843'tc kaymakam (yarbay) rütbesiyle Tunus vali yardımcısı oldu. 1850'dc mirliva (tuğgeneral) rütbesiyle Tu­ nus süvan birliklerinin komutanlığına geti­ rildi. 1852'de Paris'e gitti, orada Fransa ile Tunus arasındaki anlaşmazlıkları çözmek amacıyla üç yıl süreyle görev yaptı. 1855’te ferik (korgeneral) rütbesine yükselen Hayreddin Paşa 1857’de Tunus deniz kuvvetleri­ nin başına getirildi. 1861’de eyaletin meclis-i âli reisi oldu. 1863’te diplomatik görevle Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Prusya’da bulundu. 1871'dc “vezir-i müba­ şir” sanıyla Tunus’un borçlarının temizlen­ mesiyle görevlendirildi, iki yıl sonra “vezir-i ekber” sanıyla Tunus hariciye müdürlüğüne atandı. Tunus beyi Sadık Paşa ile anlaşmazlığa düştüğü için istifa ederek Paris’e yerleşen Hayreddın Paşa, II. Abdülhamid tarafından İstanbul’a çağrıldı ve İslah-ı Maliye Komis­ yonu başkanlığına getirildi (1877). Aynca Ayan Meclisi üyesi ve vezir yapıldı. Kısa sürelerle Şûra-vı Devlet ve Meclis-i Fevk­ alade başkanhktannda bulunduktan sonra 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında 4 Aralık 1878’de sadrazamlığa atandı Hayreddın Paşa'nın Türkçcsinın yetersizli­ ği ve sadrazamlığın yetkilerim artırmaya çalışması, dönemin ağır koşullanyla birleşerek devletin öteki ilen gelenlerinin ona karşı tutum almasına yol açtı. Gene de 1878 Berlin Antlaşması'nın hükümlennin Os­ manlIlar yaranna yumuşatılması için sonuç aha girişimlerde bulundu. Başta yargı örgü­ tü olmak üzere devletin çeşitli kurumlannda reform adımlan attı, yolsuzluktan önlemeye çalıştı. Bağımsızlığa nazırlanan Mısır hıdivi İsmail Paşa’yı etkisizleştirdi Ama Hayreddin Paşa’nın kendi yetkilenni artırma yö­ nündeki çabalan yalnız devlet ileri gelenle­ rini ve ulemayı değil, II. Abdülhamid'i de rahatsız etti. Önerileri giderek daha az benimsenir oldu. Gerçek amaanın bir Arap devleti kurmak olduğu yolundaki jurnaller üzenne 29 Temmuz 1879'da sadrazamlıktan çekildi. Hayreddin Paşa, geniş kültürüyle sivil ve asker yöneticiler arasında seçkin bir yer edinmişti. 1875’te Türkçeye çevrilen, ama bir jurnal yüzünden toplatılarak yasak ya­ yınlar arasına alınan Arapça yapıtı Akvamü'l-Mesâlik fi Ma'rifeıt Ahvai'l-Memâlik'le (1868) gezip gördüğü Avrupa ülkelerinin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılanna ilişkin gözlemlerine yer verdi. Fransızcaya da çevnlen bu yapıtta Osmanlı Devleti’nin Islami yapısıyla Avrupa ülkelerinden aynldığını, ama adalet ve hürriyetin korunama­ ması nedeniyle devletin zaafa düştüğünü vurguladı. Bu zaafı gidermek için, padişahın şenat hükümlerine uyup uymadığını denet­ lemenin zorunlu olduğunu savundu. Ama bu amaçta mutlaka millet meclisi gibi bir kurumun gerekmediğini, aynı görevi ulema ve Meclis-ı Vükela'nın da (bakanlar kurulu) üstlenebileceğini öne sürdü Heyet-i Mebusan'ın toplanmasını isteyen Tanzimat aydın­ larından aynlan Hayreddin Paşa, bunun için koşulların henüz olgunlaşmadığını ileri sür­ dü, meclisin toplanmasını cn çok gayri müslimlerin savunduğuna dikkat çekti. Ekonomik atanda da Avrupa ülkelerinin gözde akımı liberalizme yakın görüşler sa­ vundu.

Hayreti, asıl adı mehmrd (d. Vardar Yeni­ cesi |bugûn Yiannıtsâ, Yunanistan] - ö. 1535, Vardar Yenicesi), yalın vc kolay anlaşılır bir dille yazan Osmanh divan şairi.

Yaşamı konusunda fazla bilgi yoktur. Mev­ levi şairlerinden Yusuf Sincçâk’ın kardeşiy­ di. Düzenli öğrenim görmedi. Bir sûre İstanbul'da kaldı. Hayah ile dostluk kurdu. Ünce Gülleni tarikatına girdi; daha sonra da Bektaşîliği benimsedi. Sunduğu kaside karşılığında Sadrazam İbrahim Paşa'nın çok küçük bir bağışta bulunmasına içerleyerek Rumeli'ye göç elti vc oradaki serhat beyleri­ nin korumasına girdi. Vardar Yeniccsi’nde bir tekke yaptırdı. Yaşamının sonuna doğru gözlen kör oldu. Şiirlerini halkın beğenisine uygun ve sanat kaygısı gütmeden kaleme alan Hayreti’nin /»İran'ında (1981) vahdet-i vüaıt (varlığın birliği) inananı dile getiren gazeller önemli yer tutar. Aynca Vardar Yenicesi ile Belgrad'ı ve bu kentlcnn güzcllcnni betimleyen iki şehrengizi ünlüdür.

Hayri, asıl adı

mehmed hayrullah (d. 186İ3, Harput - ö. 1910, İstanbul), Osmanh divan şain. Harput’un tanınmış bilginlerin­ den Haa Mahmud Efendi’nın oğluydu. Harput’ta Yusuf Kâmil Paşa Medrescsi'nde öğrenim gördü. 1875’te Evkaf Nezareti Mektubi Kalemi’nde çalışmaya başladı. Çe­ şitli mahkemelerde kâtiplik vc başkâtiplik yaptıktan sonra Dersim mektupçuluğuna yükseldi (1885). Musul (1899) vc Diyarbakır (1900) mektupçuluğunda, Ergani (1905) vc Dersim mutasarrıflığında bulundu. Şiirlerini Hatıra-i Ahd-i Şebab (1885) adh yapıtta toplayan Hayri'nin “Sinemde bir tutuşmuş yanmış çerağ olaydı”, dizesiyle başlayan bestelenmiş gazeli ünlüdür.

hayriyc altını, gazi ya da sandiku olarak da bilinir, bir Osmanlı altın parası. 1829 vc 1830'da, II. Mahmud’un (hd 1808-39) tahta çıkışının yıldönümlerinde 40, 20 ve 10 ku­ ruşluk olarak basılmıştır. 11. Mahmud döne­ mindeki reformlara (örn. Vaka-ı Hayriye) “iyi iş” anlamında “hayriye” denildiği için bu altın paralara da aynı ad verilmiştir. Hayriye altınının ana birimi 20 kuruşluk “tekli” idi. Bunun iki katı değerinde (40 kuruşluk) olana “çiftli”, yansı değennde (10 kuruşluk) olana da “yarını altın" deniyordu. Hayriye altını 1829'da ülkenin başlıca mer­ kezlen otan İstanbul, Edirne, Bağdat ve Mısır’da basıldı. Ön yüzünde ortadaki daire içinde “durube fı Edirne 1223”, bu daireye teğet çizen oval biçimli üç kenar dairesinde dc "Gazi Mahmud Han” yazılıydı; bu sözcüklenn arasında birer yıldız örgesi vardı. Arka yûzünd.- ortadaki dairede padişahın “Adli” mahlasını da içeren tuğrası, kenar çerçevelerinde de “sultan-ı selatin-ı zaman" yazısı yer alıyordu. Halk bu kenar çerçeve­ lerini sandığa benzeterek hayriye altınlarına “sandıklı” adını verdi. Adli allınından(*) daha düşük olarak 22 ayarda çıkarılan hayriye altınıyla hâzineye 40 bin keselik bir ek gelir sağlanması amaç­ lanmıştı. Bu, sikke ayarının vc ağırlığının düşürülmesi yoluyla devletin bütçe açığını kapatma önlemlerinin sonuncusu olmuştur,

hayriyc tüccarı, 1775-1876 arasında Os­ manh dış ticaretini yönlendiren ayrıcalıklı Müslüman tüccarlara verilen ad. 18 yüzyılda Osmanh dış ticareti “gemi reisi”, “kapan hacısı" adı verilen sermayedarlann elindeydi. Varlıklı Müslüman iş­ adamlarının ithalat ve ihracata ilgi duymaya başlamasından sonra III. Selim (hd 17891807) iki ayn gedik (iş tekeli) öngören bir ferman çıkararak dış ticareti hayriye ve Avrupa tüccarlığı biçiminde ikiye ayırdı. Avrupa tüccarlarına yalnızca Batı ülkelenyle ticaret ayncalığı tanınırken, hayriye tüc­ carlarının Avrupa'nın yanı sıra Hindistan ve Uzakdoğu ülkeleriyle de ticaret yapmasına izin verildi. Dış ticaretin kolay ve çabuk

yürütülebilmesi amacıyla imtiyaz beratı alan hayriyc tüccannın iki ortağına da ayrıcalık tanınıyordu. Ayrıcalıklar "yol emri", "ajanlık", "otur­ ma izni" vc "para tahsilinde öncelik" alanlahndaydı; bu ayrıcalıkların karşılığı olarak yüzde 2 oranında vergi alınıyordu. Aynca ithal mallardan yüzde 3 amediye; reftiye ve öbür vergiler olarak da yüzde 2 alınıyordu. Ülkedeki taşıma ve ahm satımlarda ise iskelelerde yüzde 9 amediye, İstanbul'dan taşraya çıkanlan mallar için yüzde 3 reftiye ve daha düşük oranlarda gümrük vergisi öngörülmüştü. Hıristiyan Avrupa tüccarlan yurt dışına çıkanlması yasak mallan ahp satamazken nayriyc tüccarlan gemi kirala­ yarak ya da kendi gemileriyle bu tür mallann taşımacılığını, ahm ve satımını yapabilirler­ di. Yabana iskelelerdeki şehbenderler de hayriye tüccarlanna yardımla yükümlüydü. Şehbenderler ve bunlarla çalışan “muhtar” lar hayriyc tüccarlan arasından seçilirdi Hayriye tüccarlığı gediklerinde boşalma ol­ duğunda şehbenderlik heyetinin tanıklığıyla seçim yapılırdı. 19. yüzyıl başlannda İstan­ bul’da 40, İzmir, Şam, Halep ve Kıbns’ta da 10'ar gedik vardı. Ülkenin başlıca ihtiyaç maddelerinin ahm satımıyla uğraşan hayriye tüccarlan, mer­ kezlerde vc iskelelerde ticaret bürolan, mağaza ve depolar açıyor, gemi çahştınyorlardı. Dürüst ve güvenilir olmaları önemse­ nen bu tüccarlarla ilgili şikâyetler vc atacak davalan, ticaret mahkemelerinde gizlilik içinde görülür, ticari saygınlıklannı sarsacak durumlarla karşı karşıya kalmamalanna özen gösterilirdi. Şer’i konularda ise Umur-ı Nafıa müftüsü yetkiliydi. Kapitülasyon iliş­ kisi bulunan devletler ile hayriyc tüccarlan arasındaki uyuşmazlıklar ise ahidname hü­ kümlerine göre çözülürdü. Devletin savaş vc bunalım dönemlerinde hayriye tûccarlanna başvurması ve yardım istemesi doğaldı. Hayriye tüccarlığı 1876’da Avrupa tüccarlı­ ğıyla Dirlikte kaldırıldı.

Alfabetik sıralama sözcük esasına göre yapılmıştır.

Hayrullah Efendi (d. 1817, İstanbul - ö Aralık 1866, Tahran), Osmanh tarihçi ve devlet adamı. Hekim Abdülhak Molla’nın oğlu, şair ve oyun yazan Abdülhak Hamıd Turhan’ın

Hayrullah Efendi, Şeref Akdık'in bir tablosundan ayrıntı Ana Yayıncılık A/çrvı

babasıdır. Babasının yönlendirmesiyle önce din öğrenimi görerek müderris oldu. Daha sonra, yeni kurutan Mir'at-i Mekteb-i Tıbbıye’de okudu. I842'de İzmir kadısı olduktan sonra tümüyle tıpta ve doğa bilimleriyle ilgilenmeye başladı 1848'de Maarif ve Zira­ at meclisleri üyeliğine getinldi. Hekimbaşı oldu; Mekâtib-ı Umumiye Nezareti ile Maa­ rif Nezareti’ndc yöneticilik görevleri üstlen­ di. Büyükelçi olarak gittiği Tahran'da öldü.

Tıp, tanm ve doğa bilimleri gibi konularda çok sayıda kitap çeviren Hayrullah Efendi' nin cn önemli yapıtı Tarih-i Dcvlet-i Aliyye-i Osmaniye'dir. Osmanhlann atalanndan başlayarak 1622'yc değin gelen bu çalışma­ da, Hammcr-PursgtaH’ın Geschichte der Osmanisehen Reiches'inden (1827-32; Osmanlı Devleti Tarihi, 1983-86, 1-15. cilt) başka Fransızca yapıtlardan vc çeşitli Türkçe kay­ naklardan yararlanmıştır. Alışılmış yöntem­ lerin dışında, Osmanlı tarihini dünya tarihi­ nin önemli olaylan, bireyleri ve bunlarla ilişkileri açısından ele alarak inceleyen yapı­ ta, sonradan Ali Şevki 1622-48 arasındaki olaylan iki cilt olarak toplayıp eklemiştir. Yapıt 1856-75 arasında 18 cüz (cilt) olarak basılmıştır. Hayrullah Efcndi’nin öteki ya­ pıdan Beyt-i Dihkani (1848), Mesâil-i Hik­ met (1849), Avrupa Seyahatnamesi ve LÛgat-i Tıbbiye'dir (1839-51).

Hays, Arthur Garfield (d. 12 Aralık 1881, Rochester, Nevv York - ö. 14 Aralık 1954, Ncw York kenti, ABD), ABD’li avukat. 1920'lerde özgürlüklerle ilgili birçok ünlü davada sanıklan genellikle ücretsiz savun­ muştur. Hays, 1902'de Columbia Üniversitesi'ni bitirdi. Aynı üniversitede lisansüstü öğreni­ mini, 19O5'te de doktora çalışmasını tamam­ layarak New York barosuna kabul edildi. 1914-15’te Londra'da uluslararası hukuk alanında çalıştı. Savunma avukatı olarak katıldığı duruşmalar arasında Clarence S Darrow’la birlikte girdiği Scopes Davası (Dayton, Tennessee, 1925), ırk ayrımcılığıy­ la ilgili Sweet Davası (Detroit, 1925), Ame­ rican Mercury gazetesiyle ilgili sansür davası Î Boston, 1926), Sacco-vanzetti Davası Boston. 1921-27) ve Scottsboro Davası Alabama, 1931'den sonra) sayılabilir. Hays Reichstag (Parlamento) binasını yakmakla suçlanandan savunmak üzere 1933’te Alman­ ya'ya gitti. 1912'dcn sonra Amerika Mede­ ni özgürlükler Birliği'nin (ACLU) genel danışmanlığını yaptı. 1924'te İlerici Parti' nin Ncw York eyaleti başkanı oldu.

Hays, VVilI H., asıl adı william harrison (d. 5 Kasım 1879, Sullivan, Indiana ö. 7 Mart 1954, Sullivan, Indiana, ABD), ABD'li ünlü siyaset adamı. 1922-45 arasın­ da Amerikan Sinema Yapınıcılan ve Dağıtımcılan’nın (MPPDA; sonradan Amerikan Sinema Birliği) başkanlığını yapmıştır. Ku­ ruluşun sansür dairesi üzerindeki geniş etki­ sinden dolayı, bu daire Hays Bürosu olarak tanındı. Siyasetle yakından ilgilenen bir avukattı. 1918’dc Cumhuriyetçi Parti’nin Ulusal Ko­ mite başkanı oldu. 1920 başkanlık seçimle­ rinde \Varren G. Hardıng'ın, evinden yürüt­ tüğü başarılı kampanyaya öncülük etti. Er­ tesi yıl posta genel müdürlüğüne getirildi. 1922’de, Hollyvvood'da bir dizi skandalin ortaya çıkması üzerine, önde gelen film sanayicileri bağımsız bir kuruluş olarak MPPDA’yı oluşturdular. Amaçlan yö­ netimin filmlen sansür etme tehditlerine karşı koymak ve kamuoyunda film sanayisihays

ne destek sağlamaktı. MPPDA’nın başkan­ lığına getirilen Hays, tanınmış bir politikan ve Prcsbiterycn Kiliscsi’nın önde gelen bir üyesi olarak kuruluşa saygınlık kazandırdı. Hollywood'da bir kara liste hazırlanmasına ve sinema sanatçılannın sözleşmelenne ah­ laki koşullar konmasına ön ayak oldu. Sine­ ma ahlak ölçütlerini aynntılı biçimde düzen­ leyen ve 1966’ya değin vûrürlükte kalan Yapım Yönetmeliği’nin (1930) hazırlayıcıla­ rı arasında yer aldı.

hayvan, morfolojik ve fizyolojik yapıların­ daki bazı ayrımlara dayanılarak bitkilerden ayırt edilen bir grup canlının ortak adı. Hayvanlan bitkilerden ayıran sınır, özel­ likle ilkel ve basit canlılar düzeyinde belir­ sizdir. Bitki vc hayvan arasındaki en temel ayırt edici özellik hücre çeperlerinin yapısın­ da ortaya çıkar. Bitkilerin hücre çeperinin bir karbonhidrat bileşiği olan selülozdan oluşmasına karşılık hayvanlann hücre çepe­ ri ya yoktur ya da azodu bir bileşikten oluşur. Hayvanlarda hücre çeperlerinin gö­ rece esnek olması çokhücrelı hayvanların büyümesini az ya da çok engeller. Çokhücrelı hayvanlar vücut yapılarının düzenle­ niş biçimiyle dc bitkilerden ayrılır. Temel besinleri karmaşık ve kolay çözülemeyen büyük moleküllü maddeler halinde oldu­ ğundan hücre içine doğrudan alınamaz. Bu nedenle, genellikle tüp ya da küre biçimin­ deki hücreler besinleri ortaklaşa emmek üzere besin boşluklarının çevresinde dizi­ lidir. Hem hayvanlar, hem bitkiler yaşamak için besine gereksinirler ve su ile inorganik tuzlan dış ortamdan doğrudan alırlar. Ama hayvan hücresi temel besinlerinden karbon­ hidrat ve proteini ancak canlılann ürünü olan karmaşık yapılı organik maddelerden emebildiği için, her hayvan geniş anlamıyla öbür hayvan ve bitkilenn asalağıdır. Hayvanlar genel olarak inorganik ya da basit organik maddeten karbonhidrat ve ÂLEM: METAZOA (üstün yapılı hayvanlar)

Altâlem: Puraroa

fil um Pohfera (süngerler) Alülem: Eumctazoa (ilumlar

Mesozoa Cnidana (ya da Corlenterata (knidlilcr)

Clenophoru (ktcnoforlar) Plaryhelmınlha (yassısolucanlar)

Neınertea (ya da Rhynchocoela) Acanıhocephala (dıkcnbaşlılar)

Aiclıebnuua (yuvarlaksolucanlar) Priapulidu Annelida (halkalısolucanlar)

Tardigrada Onychophora Arthropoda (eklembacaklılar) Mollusca (yumuşakçalar)

Bryozoa (ya da Eaoprocta) (yosunhayvanlan) Phoronida

Brachiopoda

Sipuncula

Chaetognaıha (kıliıçenclder) Echıura

Echinodermata (dcrısıdıkcnliler)

103

hayvan davranışı

yolojık özelliklerinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesi, evrim süreçlerindeki büyük belirsizlikler de göz önüne alınırsa hemen hemen olanaksızdır. Ama sürekli araştırma­ lar ve elde edilen bilgilerin ışığında canlıları iki âleme (bitkiler ve hayvanlar) ayıran geleneksel sınıflandırma tümüyle terk edile­ rek dört ya da beş âlemden oluşan sınıflan­ dırmalar geliştirilmiştir. Bu sınıflandırmalar bakteriler, virüsler, tekhücrebler, algler, cıvık mantarlar ve mantarlar gibi bir hücreli ya da basit yapılı canlıları üstün yapılı bitki ve hayvanlardan ayırmaktadır. Üstün yapılı hayvanlann toplandığı Metazoa âleminin birçok uzman tarafından kabul edilen sınıf­ landırması filum düzeyine kadar yanda gostenlmiştir. Bu blumlardan birkaçı kapsadıkları hay­ vanlann bazı temel aynmlanna dayanarak birçok filuma aynlmaktadır. Örneğin bazı sınıflandırmalarda Rotifera. Gaslrotncha. Kmorhyncha, Priapuliaa, Nematoda, Afematomorpha sınıflan filum düzeyine yüksel­ tilerek Aschelmınthes'in yerim alır. Hayvan gruplan hakkında aynntılı bilgi için bak. yandaki tabloda adı geçen Olum­ lar. Aynca bak. büvüme; evcil hayvanlar; evrim; gelişme; hayvan davranışı; öğrenme

hayvan coğrafyası bölgeleri. zoocoCratya bölgeleri olarak da bilinir, zoocoğrafya uzmanlannın ayırt edici hayvan varlığını temel alarak tanımladığı altı ya da yedi yeryüzü bölgesi. Bu bölgeler ile bitki coğ­ rafyası )bölgelenmnf * sınırlan arasında bü­ yük benzerlik vardır Hayvan coğrafyası bölgelen genellikle okyanus, sıradağ ya da çöî gibi doğal sınır­ larla birbirinden aynlır. Bunlar, bürün Av­ rupa’yı. Afnka'nın Büyük Sahra kuzeyinde­ ki kesimini ve kabaca tropik bölgelere kadar bütün Asya'yı kapsayan Palearktık bölge(’); Asya'nın tropik güney ve güneydoğu kesimini kapsayan Oryantal bölge(’); Afri­ ka'nın Büyük Sahra güneyindeki kesimini kapsayan Etiyopyen bölge( )*; Yeni Gine Aaası ve Malaya Takımadalarının bir bölü­ mü de Avustralya’yı kapsayan Avustralyen )*; bölge( Kuzey Amerika'yı kapsayan Nearktık )bölge( *; Ona ve Güney Amerika'yı kapsayan Neotropıkal bölge( ) * ve .Antarkti­ ka'dır Aynca bak. biyocoğrafya (harita) Eskiden Sibirya ve Alaska arasında bulu­ nan kara bağlantısı nedeniyle hayvan varlığı bakımından önemli benzerlikler gösteren Palearktık ve Nearktık bölgeler bazen Holarktık bölge adı altında birleştirilir Öte vandan, Holarktık. Oryantal ve Etiyopyen bölgelerdeki hayvan varlığı öbür bölgeler­ den çok daha birbirine yakın özellikte oldu­ ğu için bazı uzmanlar bu bölgelen bir üstbölge içinde toplar ve smıflandırmalannı aynı düzeyde aynm gösteren ustbölgeler biçiminde yaparlar Böyle bir sınıflandırma­ da Neogeâ (Neotropıkal bölge), Notogea (Avustralyen bölge). Metagea (Holarktık, Oryantal ve Etiyopyen bölgeler) ve Antark­ tika üstbölgeleri yer abr

Hemıchordata (yarımkordahlar) Pogonophora

Chordala (kordalılar)

Will H Hays 8cno KuntUanvnbr^un Oosdon loloÇ'al G R&r/okJ Lfcp.'r

nizm" Üzenne Mektup), Holzvege (1950; Orman Yollan), Einführung in die Metaphysik (1953; Metafi­ ziğe Giriş), Der Feldneg (1953; Tarla Yolu), Votrâge und AufsĞtze (1954; Söylevler vc Makaleler), H'ar heisst Denken? (1954; Düşünmek Ne Demektir?), Aus der Erfahrung des Denkens (1954; Düşünme Deneyiminden), IVaı İst das-dıe Philosophie? (1956, Nedir Bu Felsefe?, 199ü), Zur Seinsjrage (1956; Varlık Sorunu Üzerine), Der Satz vom Grund (1957; Temellendirme İlkesi), İdenindi und Dıfferenz (1957; Özdeşlik ve Farklılık), Unlenvegs zur Sprache (1959; Dil Yolunda), Der Ursprung des Kunshverkes (1960; Sanat Yapıtının Kaynağı), Nietzsche (1961, 2 cilt; Nictzsehe), Die Frage nach dem Ding: Zu Kanış Lehre von den transzendentalen Grundsützen (1962; Şcy'i Soran Soru: Kanl ın Aşkın Temel ilkeicn öğretisi Üzerine), Kanış These über das Sein (1962; Kant'ın Varlık Üzerine Savı).

Üniversitesi (Ruprecht-Karl Üniversitesi), Almanya’nın en eski yükseköğretim kuru­ luşudur. 1907’de kentin yakınlarında bulu­ nan ve 400 bin yıllık olduğu sanılan "Heidclberg çenesi" adlı çenekeıniği fosili, üniversi­ tenin Jeoloji-Paleontoloji Enstitüsü’nde ko­ runmaktadır. Heidelberg konut ağırlıklı bir yerleşme vc bir üniversite kenti olmakla birlikte, 11. Dünya Savaşı'ndan sonra fabrika sayısı bü­ yük artış göstermiştir. Başlıca sanayi ürünlen makineler ve duyarlı ölçü aletleriyle den, tütün ve orman ürünleridir. Ama kentin en önemli ekonomik etkinliği turizmdir. Hei­ delberg Şatosu'nu her yıl milyonlarca kişi ziyaret eder. Nüfus (1989 tah.) 131.429.

Hcidelbcrg çene kemiği,

mauer çene ke­ olarak da bilinir, 1907'de Almanya’da, Heidelberg’in 10 km kadar güneydoğusun­ daki Mauer'de büyük bir kum yatağında bulunmuş ve kesin tanımlaması yapılama­ mış insan çene kemiği. Yaklaşık 400 bin yıllık olduğu sanılmaktadır. Sıcak bir ikli­ min hüküm sürdüğünü gösteren fil vc gerge­ dan fosilleriyle bir arada bulunmasına daya­ narak Pleyistosen Bölümün (y. 2,5 milyon10 bin yıl önce) ortalarında, buzullann yer yer çekilmesiyle oluşan ilk ara dönemlerin birinden kaldığı öne sürülebilir. İnsansı maymunlardaki gibi ortasında çene çıkıntısı bulunmayan aitçene kemiği kalın, yukan kıvrılan iki kolu ise neredeyse yüksekliği kadar geniştir. Çenenin iriliğine oranla ol­ dukça küçük vc insana özgü yapıdaki dişler parabolik bir diziliş gösterir. Köpckdişleri ile birinci küçük azıdişleri arasında boşluk yoktur. Büyük azıdişleri günümüz insanın­ daki azıdişlcrinden biraz daha iridir. Hiçbir benzerine rastlanmayan bu fosili sınıflandır­ mak oldukça güçtür. Heidelberg çene kemi­ ğini taşıyan insan, başlarda Homo heidelbergensis diye adlandırılmış ve sonraları Hotno ereetus'un Avrupa’daki bir örneği olarak değerlendirilmiştir. Homo ereetus'a ait olduklan varsayılan Montmaurin aitçene kemiği (Fransa) ile Ternifine fosilleri (Ceza­ yir), bilinen öbür fosiller arasında Heidel­ berg çene kemiğine en çok benzeyenlerdir. miği

Heidelberg Kat eş İzm i, çeşitli Reform kili­ selerince benimsenen inanç belgesi. Pfalz Kilisesi yöneticisi Caspar Olevianus ile Hei­ delberg Üniversitesi ilahiyat profesörü Zacharias Ursinus’un 1562’de hazırladığı metin 1563’te Pfalz Kilisesi'nin yıllık sinodunda onaylanmıştır. Heidelberg Katcşizmi, Pfalz Kilisesi’nde yenilenmeyi tamamlamaya çalışan III. Fri­ edrich'in (Dindar) yönettiği reform progra­ mının parçası olarak hazırlandı. Friednch, Jcan Calvin'i izleyen Reformcu çizgiyi be­ nimsemesine karşın, hem Reform grubuna, hem de Philipp Melanchthon’un ılımlı Lutherci grubuna karşı çıkan katı Luthercileri dc içine alacak biçimde Protestanlar arasın­ daki çatışmaya son vermek istiyordu. Fried­ nch, Heidelberg Kateşizmi’nın de bu yol­ da bir uzlaşma temeli oluşturacağını umu­ yordu. Heidelberg Kateşizmi'nin yazarlan, daha önce kendilerinin ve başkalarının kaleme aldığı benzer metinler temelinde herkesin benimseyebileceği bir metin hazırlamaya çalıştılar. Kutsal ayinler konusunda elden geldiğince Melanchthon ve Luther’in konu­ muna yaklaşmayı amaçladılar. Tartışmalara yol açan kader öğretisi üzerinde çok durul­ madı. Heidelberg Kateşizmi'nin gücü ve çekiciliği, düşünsel ya da dogmatik bir metin olmaktan çok, uygulamaya ve ibadete dönük olmasından geliyordu. Almanya’daki Protestan gruplar arasında bir uzlaşma sağlayamamakla birlikte geniş çevrelerce kabul edilip kullanılan metin 25'1 aşkın dile çevrildi.

tikleri, Alman düşün yaşamı üzerinde daha doğrudan ve kapsamlı bir etkide bulundu­ lar. Yapıtlarıyla Almanların kendi tarihleri­ ne daha çok ilgi duymalarını sağladılar, Alman filolojisi ve ortaçağ edebiyatıyla ilgili çalışmaların temelini attılar. Ayrıca ulusal bilinci vc yurtseverliği güçlendirerek, Napoteon’a karşı ayaklanma için elverişli bir zeminin hazırlanmasına da yardımcı ol­ dular.

Hcidelbcrg Üniversitesi, Almanca tam adı RUPRECırr KARL-UNivERsrrÂT heidelberg. Al­ manya'nın Heidelberg kentinde devletçe des­ teklenen yükseköğretim kurumu. 1386'da Paris Üniversitesi örnek alınarak Elektör I. Ruprercht tarafından kuruldu. Üniversiteye bağlı ilk birim (1389) Cistercium tarikatının yüksekokuluydu. Üniversitenin kiliseden bağımsız ilk yüksekokulu üniversite rektör­ lüğünce 1390'da kuruldu. 17. ve 18. yüzyıl­ larda Almanya’daki dinsel ve siyasal çalkan­ tılar döneminde üniversitede bir gerileme oldu. Ama 19. yüzyıl başlarında Elektör Kari Friederich’ın yaptığı geniş çaplı düzen­ lemelerle saygınlığını yeniden kazanan üni­ versite bir bilim, hukuk ve felsefe merkezi durumuna geldi. Günümüzde de üniversite­ ye bağh ilahiyat, hukuk, tıp ve felsefe fakülteleri vardır. Aynca üniversiteye bağh Gık çok kurum ve lisansüstü kurs ile fakülte inikleri hizmet vermektedir.

Heidenheim, resmî adı heidenheim an der Almanya'nın güneybatısında, BadenAVürttemberg eyaletinde (Land) kent. Schwaben Jurası’nın doğusundaki Brenz Ir­ mağının üzerinde yer alır. Bir Roma yerleş­ mesi üzennde kurulan kente 1356’da berat verildi. 605 m yüksekliğindeki bir tepenin üzerinde bulunan, yıkıntı halindeki Hellenstein Şatosu, kente egemen durumdadır. Şatoda bir müze vardır. Heidenheiın’da 1723’ten beri geleneksel çoban yarışmaları yapılmaktadır. Başlıca sanayi ürünleri du­ yarlı ölçüm aletleri, takımlar, makine, kumaş ve çimentodur. Nüfus (1989 tah.) 48.497. brenz,

Hcidenstam, (Cari Gustaf) Vcrner von (d. 6 Temmuz 1859, OLshammar - ö. 20 Mayıs 1940, Övralid, İsveç), 1916 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan isveçli şair ve

133

Heijermans, Herman

Heidenstam’ın yeni bir İsveç edebiyatı oluşturulması yönündeki çabalarını yansıtan yapıtları arasında şiirlerini topladığı Dikler (1895) ile Nyadıkter (1915) sayılabilir Yaz­ dığı birçok tarihsel romanın en önemlileri iki ciltlik Karolinerna (1897-98) ve Folkungairâdet'ûr (1905-07). 20. yüzyıl başlarında okurların ilgisini giderek yitiren Heıdenstam, yaşamının son 25 yalında hemen hiçbir şey yazmadı.

Heifetz, Ja.scha (d. 2 Şubat 1901. Vilna [Vilnius], Litvanya - ö. 10 Aralık 1987, Los Angeles, California, ABD), özenli yorumu ve teknik ustalığıyla ünlü Rus asıllı ABD'h kemancı. Adı müzikte neredeyse yetkinlikle eşanlamlı kullanılır olmuştur. Uç yaşında keman derslerine başladı. Altı yaşındayken Fclix Mendelssohn'un Opus 64 Keman Konçertosu n\s çaldı. Dokuz yaşında Rusya’da Petersburg Konservatuvan'na gi­ rerek seçkin kemana ve öğretmen Leopold Auer’in öğrencisi oldu. Berlin'de ilk kez dinleyici karşısına çıktığı 1912’de ünlü yö­ netmen Arthur Nıkiscn. Heıfetz'i Berlin Filarmoni Orkestrası eşliğinde Çaykovski’ nin Opus 35 Re Majör Keman Konçertosu nu çalmaya davet etti. Heifetz 12 yaşında Avrupa'yı dolaşarak konserler vermeye baş­ ladı. 1917 Devrimi üzerine Sibirya yoluyla Rus­ ya’dan kaçan Heifetz, ABD’de ilk kez 1917'de Camegie Hall’da dinleyici karşısına çıktı. 1925’te de ABD vatandaşlığına geçti. Avrupa'da. Ortadoğu, Yakındoğu ve Avus­ tralya’da konserler verdi. Johann Sebastian Bach, Antonio Vivaldi ve 20. yüzyıl Fransız bestecisi Francis Poulenc’in yapıtlarını ke­ man için yazdı. Çağdaş müziği özendirmek için aralarında Sir VVilliam Walton ile Louıs Grucnberg’in de bulunduğu modem beste­ cilere keman konçertoları ısmarladı. 1962’de ders vermeye başladığı Los Angeles'taki Güney California Ünıversıtesi’nde I975'te Jascha Heifetz Müzik Kürsüsü ku­ ruldu. 1972'den sonra konser vermeyen, I975’te geçirdiği bir omuz ameliyatından sonra da televizyon ve radyo programlarına katılmayarak yalnızca derslerini sürdüren Heifetz son kez Fransız televizyonu için hazırlanmış bir belgeselde (1974) halkın karşısına çıkmıştı. Heijermans, Herman (d. 3 Aralık 1864, Rotterdam - ö. 22 Kasım 1924, Zandvoort, Hollanda), didaktik ve doğalcı yapıtlarında burjuva ikiyüzlülüğünü eleştiren Hollandah romancı. İş yaşamındaki başarısızlığının ardından Amsterdam'da gazeteciliğe başladı. Koos

Heidenstam, J. A. G. Ackanin yağlıboya çalışması, 1900; Bonnıer Koleksiyonu, Stockholm Svenska PonratUıiu.ot, Stockholm

Hcidelbcrg

romantikleri,

Alman ro­ mantizminin ikinci evresine bağlı şairler. 1806’da Heidelberg'de bir araya gelen gru­ bun öncüleri arasında Clemens Brentano, Achim von Amini ve loseph von Görres önemli yer tutuyordu. Grubun yayın organı kısa bir süre çıkan Zeiıung für Einsiedler'di (1808). Arnim ve Brentano'nun yayımladığı Des Knaben Wunderhorn (1805-08; Çocu­ ğun Büyülü Borusu) adlı halk şarkıları derlemesi, bu okulun özelliklerini yansıtır. Alman romantizminin birinci evresini tem­ sil eden Jena romantiklerinin tersine, ku­ ramsal ve eleştirel çalışmalardan çok, örnek yapıtlara ağırlık veren Heidelberg roman­

yazar. Edebiyatta fantezinin, güzelliğin ve ulusal temaların yeniden canlandırılması temelinde doğalcılık karşıtı akıma öncülük etmiştir. Sağlığının bozulması nedeniyle gençliğinin büyük bir bölümünü, çeşitli Akdeniz ülkele­ rinde geçirdi. Güney ülkelerinin fablları ve Doğu felsefesiyle zenginleştirilmiş ilk şiir yapıtı Valfart oçh vandrıngsâr (1888; Göç ve Gezgin Yıllar) İsveç'te büyük başarı kazan­ dı. I889'da yayımladığı “Renüssans" başlıklı denemede doğalcılığa vc İsveç’te kısa bir süre etkili olan gerçekçiliğe karşı çıkışının nedenlerini ortaya koydu.

Hoijermans, Jan Toorop'un mamboya çizimi, 1914 IconogracNsch Buteau laney

Heike monogatari

134

Habbcma takma adıyla yayımladığı Kamer!jeszonde (1898; Küçük Günah) adh roma­ nında, toplumda geçerli cinsellik anlayışını şiddetle eleştirdi. Allerzielen (1905; Bütün Ruhlar) adh oyununda “düşmüş" bir kadı­ nın dışlanması konusunu ele aldı. Tiyatronun sağladığı olanaktan Berlin’de çalışırken kavrayan Heijcrmans, Amstcrdam’a dönünce kendi tiyatrosunu kurdu. Balıkçılann sömürülmesin! islediği Op hoop van zegen (1901; İyi Umut) ve aynı temayı madencilerle ilgili olarak ele aldığı Glück auf (1911; İyi Şans) siyasal içeriği güçlü oy unlan arasındadır. Diamantstad (1904; Elmas Kenti) adh romanında da Amsterdam'daki elmas kesicilerinin yaşamını ger­ çekçi bir yaklaşımla yansıtır. Samuel Falkland adıyla yergili skeçler de yazan Heijcrmans, ironiden yararlanmadaki ustalığını Dc wijze kater (1917; Akılh Erkek Kedi) oyununda da göstermiştir.

Heike monogatari (Heike’nin Öyküsü), or­ taçağ Japon kahramanlık destanı. Sayı­ sız oyun, şiir ve öyküye kaynaklık eden ya­ pıt, Japon edebiyatında İlyada destanının Batı edebiyatındaki yerine eş bir konumda­ dır. 1190-1221 arasında dilden dile dolaşan geleneksel öykü ve şiirlerin, adı bilinmeyen bir yazar tarafından, yaklaşık 1240’ta tek bir epik şiir biçiminde bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Destan biva (kısa saplı Japon lavtası) eşliğinde şarkı olarak söylenmek üzere manzum düzyazı biçiminde yazılmış­ tır. Konusunu, Taıra (Heike) ve Nİinamoto (Genci) ailelen arasında yıllarca süren ıç savaş oluşturur. Japonya'nın en ün­ lü efsane kahramanı Minamoto Yoşitsune' nin savaşlarıyla aristokrat samurai savaş­ çılarının kahramanlıkları da destanda anlatı­ lır. öykünün ana teması, Taira ailesinin trajik çöküşüdür. Bir çanın çalışıyla, karam­ sar bir havada başlayan destan, saraydaki soyluların ve birçok savaşçının yanı sıra yedi yaşındaki imparatorun da boğulduğu, Taira ailesinin çöküşünü ilan eden Dannoura De­ niz Savaşı’yla (1185) sürer. Ardından, im­ paratorun annesinin daha sonraki yaşamı anlatılır; destanın sonunda, imparatoriçe uzak bir manastırda ölürken, başlangıçta olduğu gibi gene çanlar çalar. Destanın tümüne, insanlann değişken yazgısı karşı­ sında duyulan Budacı bir şüphecilik ege­ mendir. Heilbronn, Almanya’nın güneybatısında, BadenAVürttemberg eyaletinde (Land) kent. Neckar Irmağı kıyısında yer ahr. Bağlarla ve Schwaben ormanlanyla çevrili­ dir. Eski bir Roma yerleşmesinin üzerinde kurulan kentin adından ilk kez 741 tarihli kayıtlarda söz edilir. Karolenj prenslerinin Heilbronn’da bir sarayı olduğu bilinmekte­ dir. Heilbronn 1281’dc özgür imparatorluk kenti oldu. İlk adı Heihgbronn (Kutsal Pınar) St. Kilian Kilisesi'nın ana aharının altından kaynayan pınardan gelir. Kent II Dünya Savaşı sırasında büyük hasar gör­ müş, ama tarihsel yapıların çoğu sonradan onarılmış ya da yeniden inşa edilmiştir. Bunların başında benzersiz bir kulesi olan, gotik ve Rönesans üsluplarında inşa edilmiş St. Kilian Kilisesi ile 1580’de üzerine ilginç bir saat yerleştirilen belediye sarayı gelir. Toton Şovalveleri’nin malikânesi (Alman Evi) yıkıntı halindedir. Aralarında Neckar Irmağı kıyısındaki Dıebsturm ya da Götzcnturm un da bulunduğu çok sayıda eski kule ise hâlâ ayaktadır. Meyvecilik, sebzecilik ve bağcılığa elveriş­ li, verimli topraklara sahip bir bölgede

bulunan Heilbronn aynı zamanda önemli bir ticaret merkezidir. Kentin limanında Ren vc Neckar ırmaklan arasında çalışan cemilere yükleme yapılır. Kentte şarap, madem eşya vc makine üretilir. Nüfus (1989 tah.) 112.279.

Heilbronn, Alfred (d. 28 Mayıs 1885, Fürth, Bavyera - ö. 17 Mart 1961, Münster), Alman botanikçi, Türkiye’de tıbbi bitkilerle ilgili modern araştırmalara öncü­ lük etmiştir. 1909’da Münih Üniversitesinin Doğa Bi­ limleri Fakültesi’ni bitirdi. 1912’de Münstcr Üniversitesi’nde botanik bölümünde do­ çent, I919'da profesör oldu. 1933’te çağnh olarak Türkiye’ye geldi. Ordinaryüs nrofcsör sanıyla İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Fakültesi Farmakobotanik ve Genetik Ens­ titüsü müdürlüğüne getirildi. Bu enstitüde genetik vc farmakobotanik, aynca İstanbul Universitesi’ne bağh Tıp Fakültesi ile Ecza­ cı Mektebi vc Diş Hekimliği Yüksekoku­ lumda botanik dersleri verdi. 1940’ta Ko­ deks Komisyonu üyeliğine getirildi. Anado­ lu’nun çeşitli bölgelerinde yaptığı araştırma gezileri sonunda elde ettiği örneklerle İÜ Fen Fakültesi Herbaryumu'nun temelini attı ve zenginleşmesi için çaba gösterdi. 1955’te fakültedeki görevinden emekli ol­ duysa da İÜ Eczacı Okulu’ndaki derslerini sürdürdü. Yayınlanyla Türkiye florasının tanınmasına büyük katkıda bulundu. Aralık 1956’da görevli olarak Münstcr Üniversitesi’ne gitti vc orada öldü. Sitoloji, genetik ve farmasötik botanik alanındaki araştırmalarıyla tanınan Heilbronn’un Türkçede yayımlanan yapıtları arasında İspençiyari Nebatat. Angiospermlcrin, Bilhassa Tıbbi Nebatların Sistematiği (1940), Nebat Biyolojisi (1943, 2 alt) ile Pnncipia Gcnelica. Kalıtını Biliminin Temel Anlamlan vc Temel Vakıaları (1947, Kossvvig ile birlikte) sayılabilir.

Heiler, (Johann) Friedrich (d. 30 Ocak 1892, Münih - ö. 27 Nisan 1967, Münih), dinler tarihi üzerine araştırmalarıyla tanınan Alman yazar. 1919'da Katoliklikten ayrıla­ rak Lutherci oldu. 1920’de Marburg Üniver­ sitesi’nde din felsefesi profesörlüğüne geti­ rildi. Manastır sisteminin yeniden kurulma­ sıyla birlikte Katolik geleneğin sürdürülme­ sini öngören akıma öncülük etti. Hıristiyan birliğinin savunucularından olan Heiler, papalıktan bağımsız olmayı savunan Fransız Kilisesi tarafından piskoposluğa atandı (1930). Dos Gebe! (1918, 1923; Dua) adh yapıtında duanın en ilkel biçimlerinden mistik tefekküre kadar gelişmesini kapsamlı tarihsel bir bağlamda çözümledi. Der Katholizismııs, seine Idee und seine Erscheinung'da (1923; Katoliklik, Düşünce Yapısı ve Onaya Çıkışı) özellikle 16. yüzyıldaki Karşı-Reform hareketini eleştirdi.

Heilong Jiang bak. Amur İrmağı

Heilongjiang, VVade-Gilcs yazımında hei Çin'in Kuzeydoğu Bölgesi’nin (eskiden Mançurya) en kuzeyinde yer alan yönetim bölgesi (sheng). Kuzeyde ve doğu­ da Heilong vc \Vusuli ırmakları boyunca Rusya Federasyonu, batıda İç Moğolistan Özerk Bölgesi, güneyde Jilin yönetim böl­ gesiyle çevrilidir. Doğal yapı. Heilongjiang yönetim bölgesi geniş Mançurya Ovasının yarıdan fazlasını kaplar ve üç yanında orta yükseklikte yaşlı sıradağlar uzanır. Orta kesiminde bulunan Songhua-Nen İrmağı ovasını, batıda Büyük Hinggan Sıradağları, kuzeyde Küçük Hınggan Sıradağları, doğuda Laoyc vc Zhangguangcai dağları kuşatır. En uzun ırmağı olan Amur'un (Heilong) 1.890 km'hk yukan ve orta bölümleri uluslararası sınır işlevini gö­ lung chiang,

rür. En büyük kolu Songhua İrmağı ise başlıca suyolunu oluşturur. Sert geçen kışlar 5-8 ay sürer. Yazlar kısa olmakla birlikte yağmur mevsimine denk düştüğünden pek çok yörede ıhman iklim ürünlerinin yetişti­ rilmesine olanak sağlar. Nüfus. Nüfusun onda dokuzundan fazlası­ nın Çinli olmasına karşın, Mançular, Koreli­ ler, Müslümanlar, Moğollar, Dağurlar (Dahuer), Ovınkılar (Ovvcnke), Hıcılar (Hezhc) ve Ciırcisılar (jierjisi) gibi bazı önemli etnik topluluklar da vardır. Tibetliler, Ruslar ve Yakutlar daha küçük toplulukları oluşturur. Yönetim bölgesinin güneyine da­ ğılmış bulunan Mançular en kalabalık azın­ lıktır. Kültürel bakımdan Çinlilerce özüm­ lendiklerinden yaşam biçimleri Çinlilcrinkini andınr; özellikle eski soylular ile okumuş kesimler arasında evlilik yaygındır. Sovyet Devrimi’nden sonra yöreye göç eden pek çok Rus kadını Çinlilerle evlenmiştir. Bun­ lar daha çok Harbin'dc ve Amur Irmağı boyunca uzanan kasabalarda yaşarlar. Ekonomi. Heilongjiang yönetim bölgesin­ de sanayinin gelişmesi, çok sayıda köylüyü özellikle beceri gerektirmeyen inşaat işlerin­ de çalışmak üzere kentlere çekmiştir. En büyük sanayi merkezi ve aynı zamanda bir demiryolu kavşağı olan Jiamusi’de (Kıamusze) harman dövme vc ekim makineleri, biçerdöverler, madencilikte kullanılan ma­ kinelerle elektrik ve telekomünikasyon do­ nanımı imal eden işletmeler vardır. Burada bulunan Çin’in en büyük kâğıt fabrikaların­ dan birinde hem yurtiçi tüketim, hem dc ihracat için üretim yapılır. Jiamusı’nin 70 km kadar doğusundaki Shuangyashan’da kömür, kereste, inşaat malzemeleri, madeni eşya ve gıda maddeleri üretilir. Yönetim bölgesinin ikinci büyük kenti ve eski merke­ zi Qiqihar’da (Tsitsıhar) bir düzineden fazla makine yapım fabrikası ve son derece geliş­ miş bir gıda sanayisi vardır. Bugünkü yönelim merkezi ve en büyük kent olan Harbin, Kuzey Mançurya’nm en işlek ulaşım ve iletişim merkezidir. Doğrudan demiryolu hatlanyla eski SSCB demiryolu ağına vc Japon Denizi kıyısına, Güney Mançurya Demiryolu’yla da Çin ve Kore demiryolu ağlarına vc Büyük Okyanus kıyısına bağla­ nır. Sanayi makineleri, takım tezgâhlan, tarım makineleri, kimyasal madde, gübre, dokuma, kereste ve inşaat malzemeleri iş­ letmelerinin bulunduğu bir ağır sanayi kenti olmanın yanı sıra mühendislik ve uygulama­ lı bilimler alanında önemli bir eğitim merke­ zidir. Tarih. Mançurya’nm kuzeyi, 19. yüzyıla değin birkaç ilkel göçebe kabilesinin yaşadı­ ğı gelişmemiş bir bozkır vc ormanlık böl­ geydi. Amur Irmağı üzerinde 165ü’de bir kale inşa eden Rusların 1858’de yeni ilhak­ larla genişlettikleri topraklar üzerindeki egemenliği 1917’ye değin sürdü. Sovyet Devrimi’nden sonra Bolşevikler, Çin’e oir dostluk jesti olarak Mançurya’nm kuzeyin­ deki özel ayrıcalıklarından vazgeçtiler. Hei­ longjiang Mançurya’nm Japonlarca işgaline (1931) değin Çin denetiminde kaldı. II Dünya Savaşı'nın sonunda Ağustos 1945'te Mançurya’ya giren Sovyet birlikleri daha sonra çekilerek bölgeyi Halk Kurtuluş Ordusu'na bıraktı. 1960’taki Sovyet-Çin anlaş­ mazlığından sonra, 17. yüzyıldan beri iki ülke arasında zaman zaman çatışmalara sahne olan uzun sınır boyunca sık sık sınır çatışmaları çıktı. Heilongjiang, 1969’da İç Moğolistan Özerk Bölgesi'nden ayrılan Hulun-Buir Bir­ liği yönetsel bölgesini de kapsar. Yüzölçü­ mü 460.000 km2’dir. Nüfus (1990) 35.214 873.

heilotes bak. helotlar

İlcim, Albert (d. 12 Nisan ]849, Zürich ö. 31 Ağustos 1937, Zürich, İsviçre), İsviç­ reli jeolog. İsviçre Alnlcri’nde yaptığı ince­ lemeler sonucunda buzul hareketlerinin, yüzey şekilleri vc jeolojik yapı üzerindeki etkilerine vc dağoluşumu süreçlerine ilişkin bilgilerin gelişmesine önemli katkılarda bu­ lunmuştur. 1873’tc Zürich’teki Federal Politeknik Okulu'nun jeoloji bölümü başkanlığına ge­ tirilen Heim, iki yıl sonra da Zürich Üniversitesi’ne jeoloji profesörü olarak atandı. 191 l’c değin bu görevini sürdürdü, aynca 30 yıl sûreyle İsviçre Jeoloji Komisyonu’nun yöneticiliğini yaptı. 1912’de İsviçre’nin jeo­ loji haritasının hazırlanmasına yardım etti. Başlıca yapıtları, Untersııchungen über den Meclıanisnıııs der Gebirgsbıldııng (1878; Dağoluşumu Mekanizmalan Üzenne Araş­ tırmalar), Handbuch der Gletschcrkıınde (1885; Buzulbilim Elkitabı) ve Geologie der Schıveiz'dır (1916-22; İsviçre’nin Jeolojisi).

Heimdali, Eski İzlanda dilinde heimdallr, İskandinav mitolojisinde tannlann bekçisi. Parıldayan tanrı olarak adlandınlan Heımdall tannlann en beyaz tenlisidir. Asgardr’ın girişinde oturur ve orada Bifrost (gök­ kuşağı) köprüsünü korur. Kuşlardan bile daha az uyur. Yüz fersah uzağı görebilir, çayırlarda otların, koyunun üzerinde yünün büyümesinin sesini işitir. Cennet’te, yeryü­ zünde ve Cehennem’de duyulabılen “çan sesli” boynuz Hcimdall'dadır. Tannlann düşmanı devler, tannlar ve insanlar dünya­ sının sona erdiği Ragnarök’e yaklaştıklannda, Heimdali tannlan bir araya toplamak için bu boruyu öttürecektir. O sırada, Heimdall ve düşmanı Loki birbirlerini öldüre­ ceklerdir. Hcimlich yöntemi, soluk borusuna takılan ve hastanın solumasını engelleyen yabancı cismin gırtlaktan çıkanlmasına yönelik acil girişim. 1970’lerin başında ABD’li cenah Henry J. Heimlich tarafından geliştirilmiş­ tir. Heimlich hastanın gırtlağına takılan yiyecek parçalan ve benzer maddelerin çıkarılmasında geleneksel sırta darbe vurma yönteminin etkili olmadığını saptadı. Bunun yerine, gırtlağa katılan maddeyi hastanın akciğerlerinden sıkıştırılarak dışanya püs­ kürtülen havanın yardımıyla çıkarmayı önerdi. Heinılich’in geliştirdiği yöntem yal­ nızca hastanın gırtlağı yabancı cisimle tam olarak kapatıldığında, yani hasta konuşa­ maz, soluyamaz ve öksürerek yabancı cismi dışarı atamaz duruma geldiğinde uygulanır. Gırtlak tanı tıkanınaııuşsa nasta genellikle kendi çabasıyla yabancı cisimden kurtula­ bilir. Heimlich yöntemini uygulayacak kurtarıcı hastanın arkasına geçer, Kollarını karnın üst bölümüne sarar, ellerini hastanın kaburga kafesinin hemen altında birleştirir ve yum­ ruk yaptığı sol elini hastanın göbeği üzerine bastırır. Yumruğunu öbür eliyle kavrayarak hastanın karnını dört ani darbeyle yukarıya doğru bastırır; böylece akciğerlerdeki hava­ yı dışarı doğru zorlayarak gırtlaktaki yaban­ cı cismin yerinden oynamasını sağlar. Hasta bilinçsiz durumdaysa sırtüstü yatırılır ve darbeler üstten uygulanır. Hastanın karnına bastırma hareketleri yabancı cisim çıkarılın­ caya değin yinelenir. Heinıskringla (İzlanda dilinde “Dünyanın Gözü"), İzlandalI şair Snorri Sturluson’un 122ü dolaylarında ilk Norveç krallarına iliş­ kin sagalardan oluşturduğu derleme. Snom' nin nesnel yaklaşımı, gerçekçi psikolojik gözlemleri ve neden-sonuç ilişkisini, tümüy­ le doğru biçimde olmasa da tarihsel bir tutarlılıkla ele alması yapıtın önemini daha da artırmıştır. Derleme, Tann Odin’in soÇından gelen Norveç krallarının anlatıldığı nglinga sağa ile başlar. Snorri, Tann Odin i

tarihsel bir kişilik olarak ele ahr: Büyük bir fatih vc usta bir büyücü olan Odin, Karadeniz bölgesinden gelerek İskandinav Yarımadasına yerleşmiş, eski İskandinav şiiri vc büyüleri konusundaki bilgisiyle bu bölgeyi denetimi altına almıştır. Derleme, 16 Kralın yaşamının anlatıldığı bölümlerle sürer. Bu bölümlerde İskandinavlarm güçle­ nerek istilacı Vıkınglcr haline gelmesinden Hıristiyanlığı benimsemelerine, giderek yer­ leşik yaşama geçmelerine vc Norveç'teki krallıkların birleştirilerek tek bir yönetim altında toplanmasına değin olan dönem anlatılır. Yapıtın üçte bin, Norveç'in koruyu­ cu azizi olan II. Olav Harldsson’un hüküm sürdüğü 15 yıllık döneme aynlmıştır. Yapı­ tın en önce yazılan bölümü olan Azız Olav destanı (Ölavs sağa helga) vakayinamenin öteki bölümlerinin de merkezim oluşturur. Destanda Olav’ın, acımasız bir Viking akın­ cısından ağırbaşlı bir devlet adamına dönü­ şümü, krallığını yeniden kazanmak. Hıristi­ yanlığı yaymak ve adıl bir yönetim kurmak için savaşması anlatılır. Sonunda kral savaş alanında ölür ve tam öldüğü yerde gerçekle­ şen mucizelerden ötürü azizlik mertebesine ulaşır. Yapıtta, öbür kralların yaşamları genelliıkle kısaltılmıştır. En ilgi çekici olanları I. Harald (Sarışın), 1. Hâkon (İyi) ve 1. Olav’ın yaşamlarını anlatan bölümlerdir. Sagalarm tarihsel değen günümüzde tartış­ malı olmasına karşın,Snorri eleştirel bakışıy­ la önemli bir tarihçidir. Yapıtta çeşitli kaynaklardan yararlanmış olmakla birlikte, Snorri’nin temel kaynağı ilk sÂ.u/d’lann( ) * şiirleridir. Snorri’nin bu şiirleri, çağdaşı olan pek çok bilginden daha iyi anladığı söylene­ bilir.

Heinısoeth, Heinz (d. 12 Ağustos 1886, Köln - ö. 10 Eylül 1975, Köln, AFC), Alman felsefe tarihçisi. Marburg Üniversitesi'ni bitirdikten sonra 1923’te Königsberg Ünivcrsitesi’nde görev aldı. Çalışmalarını 1931’den sonra Köln Ünivcrsitesi’nde sür­ dürdü. 1950’den sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Kürsüsü’nde ko­ nuk profesör olarak dört yarıyıl ders verdi. 1956 da Köln Üniversitesi’nden emekliye ayrıldı. Seminerlerine bir süre daha devam elti. Felsefe tarihinin ayn bir disiplin niteliği kazanmasına önemli katkılarda bulunan Heimsoeth, çalışmalannı 18. yüzyıl sonrası felsefe akımlan üzerinde yoğunlaştırdı. Ycni-Kantçı okulun üyesi olarak Kant uzenne araştırmalar yaptı. Yapıllan arasinda Dit Methode der Erkenntnis bei Descartes und Leibniz (1912-14; Descartes ve Leibniz'te Bilginin Yöntemi), Die seclıs groben Themen der abendlândischen Metaphysık (1922; Batı Metafiziğinin Allı Büyük Konusu), Fichte (1923), Metaplıysik der Neıızeit (1929; Yeniçağ Metafiziği), Geschichtsphilosophie in Nicolai Hartmanns "Sysıemaıische Philosophie" (1942; Nicolai Hartmann'ın "Sistematik Felsefe"sinde Tarih Felsefesi), Hegels Philosophie der Musık (1964; Hegel' in Müzik Felsefesi) sayılabilir.

Hcimwehr (Almancada "Yurt Savunma Birlikleri"), 1. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Avusturya'nın çeşitli bölgelerinde, istilacı Yugoslavlan püskürtmek ve düzeni sağlamak amacıyla kurulan yerel örgütlere verilen ad. Tutucu kasaba vc köy sakinleri­ nin oluşturduğu Heimıvehr 1. ve 11. Dünya savaşları arasında Avusturya sağının en önemli temsilcisi olmuştur. Devletin birey­ ler yerine çıkar gruplarından oluştuğunu ilen süren, otoriter bir devlet anlayışını benimseyen Heirmvehr ayrıca güçlü krala, milliyetçi vc dinsel eğilimlere dayanıyordu Bazı üyelerinin İtalya’yı ve Benito Mussoli-

135

Heine. Heinrich

nı'yi kılavuz olarak görmesine karşın Heımnehrin bütünüyle faşist olup olmadığı ko­ nusunda tarihçiler arasında anlaşmazlık vardır. Yerel Heımwehr örgütlen arasında genel­ likle büyük farklar vardı Avusturya’nın doğusundaki bazı örgütler Hıristiyan Sosyal Parti yönetimine bağlıyken, batıdakılenn önderleri genellikle Nazi yandaşlanydı 1931’de Sicier ffeimnehr'inin düzenlediği “Viyana’ya Yürüyüş" başarısızlıkla sonuç­ landı. Ama 1933’te parlamentonun kapatıl­ masından sonra Heünnehr kuvvetlen illerde iktidarı büyük ölçüde ele geçirdiler. Şubat 1934’te de sosyalıstlenn sindirilmesinde önemli rol oynadılar. 1938’deki Anschluss’dan (Almanya ile bir­ leşme) sonra, Nazıler Heimnehr'i gölgede bıraktı. Bazı Heımnehr üyelen, daha “radi­ kal" sağ eğilimlerle ters düşünce Almanlara karşı çıktılar ve Nazılere karşı gelişen muha­ lefete etkin biçimde katıldılar.

Heine, Heinrich, tam adı chrlstian jo­ asıl adı harry heine (d. 13 Aralık 1797, Düsseldorf, Prusya - ö. 17 Şubat 1856, Paris, Fransa), Alman şair. Bııch der Lieder (1827; Şarkılar Kitabı, 1948, 1982) adh yapıtıyla uluslararası düzey­ de ün kazanmış ve etkili olmuş, son yıllannda yazdığı daha ağırbaşlı şıırlen de çok beğenilmiştir. Gençliği. Yahudi bir ailenin çocuğuydu. Babası yakışıklı, yumuşak huylu, başarısız bir tüccardı. Ö dönem için oldukça iyi öğrenim görmüş bir kadın olan anne­ si ise oğlunun geleceği konusunda hırs­ lıydı. Heine çocukluğunu Hamburg’da hann heinrich heine.

Heine, Moritz Oppenheım'ın yağlıboya çalışmasından aynntı, 1831; Hamburg Sanat Salonu Hamburger KunslhaHe

bankerlik yapan milyoner amcası Sa.omon Hcine’nin yanında geçirdi; cömertliği karşı­ lığında itaat bekleyen amcasıyla hep rahat­ sız bir ilişki içinde kaldı Düsseldorf Lisesi' ni bitirdikten sonra işadamı olması işlendiy­ se dc, sonunda amcasının üniversite eğitimi­ nin giderlerini karşılamaya razı olması üze­ nne Bonn, Göttuıgen ve Berlin ûıuversıtelenne gitti; daha sonra Götııngen'e döndü ve ancak geçebilecek kadar not alarak 1825'te hukuk öğrenimini tamamladı. Yasalara göre Yahudıler memurluk yapamadığından iste­ meyerek Protestan oldu. Ama hiçbir zaman avukatlık ya da devlet memurluğu yapmadı; amcasının parasıyla gittiği üniversitede de derslerden çok, şiir, edebiyat ve tanhle ilgilendi. İlk yapıtları. Amcasının kızı Amelıc’yc âşık olan, ama karşılık bulamayan Heine şiir yazmaya başladı ve birkaç yıllık bir sûre içinde yazdığı bu şiirleri 1807’de Şarkılar Kitabı’nda topladı. Romantik şiirden etki-

Heine 1840-43 arasında Fransız yaşamı, kültürü vc siyaseti üzerine bir dizi yeni makale yazdı; 1854’tc gözden geçirdiği bu lenmışti, ama çağın getirdiği yabancılaşmayı yazılan, Romahlann Paris'e verdikleri Lutcvc kaygılan aşmak için yaşamı ve dünyayı zia adıyla yayımladı. şiirselleştirmek gerektiği gibi romantik bir Bu yıllarda Heine şiir sanatından çok, inancı yoktu. Gocthe, Sebiller ve romantik­ güncel sorunlarla ilgilenmişti. İkinci şiir lerin ağırlığını duyurduğu, ama yaşanan kitabı Neııe Gcdichıc(\8W-, Yeni Şiirler) bu yeni gerilim vc çalkantılar içinde romantiz­ değişikliği yansıtıyordu. Kitabın, çoğunu min yetersizliğinin daha da iyi anlaşıldığı bir 1830-31 yıllannda yazdığı “Ncuer Frülıling" dönemde Heine, Almanya’da romantizm (Yeni İlkbahar) adlı ilk bölümünde Şarkılar sonrası bunalımın önde gelen temsilcilerin­ Kiıabı'ndakı aşk şiirlerim daha yapmacıklı den bin oldu. Şiir sanatı ile gerçeklik bir üslupla yineledi; aynca yaşamı boyunca arasında gördüğü karmaşık vc güçlü gerilim ilgilendiği balad türünde örneklere yer ver­ bütün yazarlık yaşamı boyunca düşüncesi­ di. “Verschiedene" (Çeşitli) adh ikinci bö­ nin ve yazılarının değişmez öğesi olarak lümde ise Paris’in şen kızlanyla girdiği kaldı. Yazdığı aşk şiirlerinde romantik mal­ geçici ilişkileri acıkh, kısa şiir dizileriyle zemeye yer veriyor, ama bir yandan da bu anlattı. Yapıtın “Zeitgcdichtc’’ (Günün malzemeye ve temsil ettikleri duygulara Şiirleri) başlıklı bir başka bölümünde yer kuşkuyla yaklaşıyordu. alan siyasal yergi niteliğindeki şiirlerin çoğu­ Bir bütün olarak bakıldığında Şarkılar nu ise Kari Mani’m çıkardığı Vonvârts adh Kitabı Hcinc'nın duygusallıktan uzaklaşma­ gazete için yazmıştı. Man ile I843’ün so­ sını vc sanatsal dehasını kavrayarak kendine nunda tanışmış, ailesini görmek için Alman­ saygı duymasını yansıtıyordu. Bir yandan ya’ya gittikten sonra da Deutscnland, Ein ustalıklı, bir yandan da şiirsel gerçeğe karşı \Vinlermârchen (1844; Almanya, Bir Kış kuşkulu olan bu şiirler, içerdikleri müzik Masalı) adh uzun manzum yergisinde ülke­ bakımından zaman zaman akıcı, zaman sindeki gericiliği şiddetle eleştirmişti. Sonra­ zaman da uyumsuzdu. ki yıllarda Heine, Man’la çok yakın olmasa Heine’nin 1820'lerde hızla ünlenmesinde, da hep arkadaş kaldı, ama düşlediği neşe düzyazı denemelerinin dc payı vardı. ve duyumsallık devrimiyle bağdaşma­ 1824 sonbaharında Göttingen'dcki dersle­ yan komünizme fazla yakınlık duymadı. rinden kurtulmak için Harz Dağlarında ge­ Man’la tanıştığı sırada yazdığı Atta Troll. ziye çıktı; bu küçük serüvenini dc hem Ein Sommemachtstraum (1843-45; Atta şiirsel düş gücünden, hem de keskin toplum­ Troll. Bir Yaz Gecesi Duşu) adlı uzun şiirde sal gözlemlerinden öğeler katarak övküleşgösteriş düşkünü radikalleri ve çağdaş siya­ tırdi. “Die Harzreise’’ (Harz Gezisi), dört sal şiirin hantallığını alaya aldı. ciltlik Reisebildcr (1826-31; Seyahat Tablo­ Heine’nin Paris'teki ilk yıllan en mutlu ları, 1945-48, 3 cilt) adh yapıtının ilk dönemiydi. Zengin amcasının çevresinde kitabı oldu. Yapıtta olgular, kurgusal öğe­ toplum dışı bir yaşam sürerken, burada ler, otobiyografi, toplumsal deştin ve edebi edebiyat dünyasının önde gelen adlarından polemiğin iç içe yer alması, sonraki yıllarda olmuş, çağının önemli kişileriyle tanışmıştı. başka yazarlann ona öykünmesine yol açtı 1834’te tanıştığı vc nedense “Mathilde" Heine bazı bölümlerde 1827’de İngiltere'ye adını taktığı Crescence Eugenie Mirat adh vc 1828'dc İtalya'ya yaptığı yolculuklardan eğitimsiz bir tezgâhtar kızla 1841 'de evlendi. esinlenmişti, ama en güzel bölüm sayılan Ama bu arada büyük sorunlarla karşılaşmış, “Idecn. Das Buch Le Grand"ın (1827; eleştirel ve yergıh yazıları yüzünden Alman Düşünceler. Le Grand Kitabı) konusu Heisansürüyle başı derde girmişti. 1835'in so­ ne'nin kendi iç dünyasına yaptığı yolculuk­ nunda Dieı (Meclis), bütün yapıtlarına ülke tu. Nükteli bir dille yazılmış kitabın dokusu çapında yasak koymaya kalktı. Çevresi sivil Hcinc'nın çocukluk anılan. Napokon’a polis kaynıyordu. Heine’nin gönüllü sürgün duyduğu aşın sevgi, mutsuz aşkın verdiği yaşamı zorunlu sürgüne dönüştü. 184Ö’ta ironik acı ve siyasal göndermelerle örül­ Paris’teki Alınan radikallerinin eski önderi müştü. Ludvvıg Böme’nin (1786-1837) son yıllan Sonraki yajarnı ve yapıtları. Temmuz üzerine zekice, ama ihtiyatsız bir kitap 1830'da Fransa'da devrim başlayınca Heine yazdı Sığ olarak nitelediği siyasal eylemci­ pek çok liberal ve radikalin yaptığı gibi lere karşı kendi gösterişsiz, ama derin tava­ Paris’e gitmedi; Almanya’da para kazandı­ nı savunması, bunu da aşın bir güven ve racak bir iş aramayı sürdürdü. 1831 ilkbahaacımasızlıkla yapması, bütün gruplan gü­ nnda Paris’e gitti ve ömrünün sonuna değin cendirdi. orada kaldı. Önceleri Saınt-Simoncu Hıristi­ Heine hiçbir zaman sefalete dûşmediyse yan sosyalizmini çekici buldu ve geçmişin de, hep parasız kaldı. 1844'te amcasının baskıcı ideolojilerini aşacak daha mutlu bir ölümünden sonra mirastan yoksun bırakılın­ topluma ulaşmak için tinselcilik ile duyum­ ca, bütün Avrupa’nın yakından izlediği şid­ culuk (ya da Nazarencilik ile Helenizm) detli bir miras kavgası başlattı. Dava, amca­ arasında yeni bir denge kuracak modern bir sının ailesine, onun yazılannı sansür etme öğretiye ulaşma konusunda umutlandı. hakkının verilmesiyle sonuçlandı; Heine’nin Yurttaş-kral Louis-Philippc döneminde anılannın büyük bölümü de bu yüzden Fransa'da gelişen sınırlı demokrasiyi ve gelecek kuşaklara ulaşamadı. Ama dertleri­ kapitalist düzeni gördükçe siyasal ve top­ nin en büyüğü gittikçe kötüleşen sağlığıydı. lumsal konulara ilgisi arttı. Fransa'daki yeni Anlaşıldığı kadarıyla zührevi bir hastalık düzen üzerine yazdığı bir dizi etkileyici sinir sistemini yavaş yavaş köreltiyordu. makaleyi Französiscne Zuslânde (1832; 1848 ilkbahanndan sonra belkemiği krampFransa'da Durum) adlı kitapta topladı. Da­ lannın verdiği acılar içinde kötürüm ve ha sonra Alman kültürünü ele alarak Die yarı kör olarak “mezarı olan yatağa" bağ­ Romantısche Schule (1833-35; Romantik landı. Bundan sonra yemden şiir sanatına Okul) vc “Zur Geschicnte der Religion und döndü. Acı dolu, küçümseyici bir tavırla, Phılosophie ın Deutschland’’ (1834-35; Al­ insanın kutsallığına duyduğu inancı yadsıdı manya'da Dinin ve Felsefenin Tarihi Üzeri­ ve dünyanın adaletsiz yönetimi konusunda ne) adh iki inceleme yayımladı Bu yapıtlar­ kavga edebileceği için kişisel bir Tanrı'yı da Almanya'nın o günkü durumunu ve benimsedi. Üçüncü şiir kitabı Roınanzcro yakın geçmişini eleştirerek ülkenin Reform, (1851) yürek parçalayıcı ağıtlar, insanlık Aydınlanma ve modern eleştirel felsefeye durumu üzerine kasvetli açıklamalarla dolu­ dayanan uzun dönemli devrimci potansiyeli­ dur. Günümüzde çoğu Heine’nin en iyi ne değindi Fransız okuru için tasarladığı bu şiirleri arasında sayılan bu şiirlerden derle­ kitapların önce Fransızcalan yayımlandı

Heinemann, \Villiam

136

nen sonuncu kitap Gcdichtc 1853 und 1854 (Şiirler, 1853 ve 1854) bir öncekiyle aynı niteliktedir. Heine yaklaşık sekiz yıl acı çektikten sonra öldü vc Montnıartrc Mezarlığı'na gömüldü. Değerlendirme. Heine’nin insanları rahat­ sız etme gücü, büyüleme vc harekete geçir­ me gücü kadar büyüktü. Çok az büyük şair, ülkesinde onun kadar geniş tartışma konusu olmuştu. Saldırgan yergileri, radikal davra­ nıştan ve pervasız yöntemleri yüzünden pek çok kişi tarafından yurdunu sevmeyen, yıkı­ cı ve hain biri olarak görüldü. Antisemitizmin güç kazanması da ona karşı açılan kampanyayı körükledi. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında çeşitli Alman kentlerin­ de Heine adına anıt dikme çabalan, ayak­ lanmalara yol açtı vc hükümetleri sarstı. Birçoğu bestelenen şiirleri halk arasında çok sevildiği için, Naziler bunlan hazırladıktan derlemelere almak zorunda kaldılar, ama altlanna “yazarı bilinmiyor” notunu da ek­ lediler. Heine yıllar boyu kendi yurdundan çok Fransa, İngiltere ve Amerika’da ünlüy­ dü. Heine’nin öbür önemh yapıttan arasında ilk şiirlerinden oluşan Gedichte (1821; Şiir­ ler), Abnansor ve \Villiam Ratcliff adlı trajedileri içeren Tragödien nebst eınem lyrischen Intermezzo (1823; Lirik Bir Intermezzonun Yanı Sıra Trajediler), çağdaş Alman edebiyatını konu alan Zur Geschichte der neuerçn sehönen Literatür in Deuıschland (1833; Almanya’da Yeni Edebiya­ tın Tarihi Üzerine), Der Salon (1834-40, 4 cilt; Salon), Der Doktor Faust. Ein Tanzpoetn (1851; Doktor Faust. Bir Dans Şiiri) ve Verrnischie Schriften (1854; Kanşık Yazılar) yer ahr.

Heinemann, NVilliam (d. 18 Mayıs 1863, Şurbiton, Surrey - ö. 5 Ekim 1920, Londra, İngiltere), İngiliz yayımcı. Kurduğu yayın­ evinde dönemin en seçkin roman ve oyunlanyla Avrupa edebiyatının en önemli yapıtlannın çevirilerini yayımlamış, klasik Yunan ve Roma metinlerinin ucuz basımlarını yap­ mıştır. İngiltere ve Almanya’da müzik öğrenimi görmesine karşın, yayımcı olmaya karar vererek bir İngiliz yayınevinde çalışmaya başladı. 1890'da Londra'da adını taşıyan yayınevini kurdu. Üç yıl sonra Sydney Pawling’le ortak oldu. Sonraki yıllarda büyük bir üne ulaştı Yayınevi Robert Louis Stevenson, Rudyard Kipling, Max Becrbohm, John Masefield, John Galsworthy, Joseph Conrad, H. G. VVells ve Somerset Maughum gibi yazarlann yapıtlarının yanı sıra Sır Artnur Pinero ve Maugham’ın oyunlarını da yayımladı. Sır Edmund Gosse yönelimindeki Heinemann Uluslararası Dizisi’nde Fransız, İspanyol. Alman ve İtalyan dillerindeki en önemli yapıtlar çevrilerek İngiliz okuruna ulaştırıl­ dı. Constance Garnett'in yayınevi için Fyodor Dostoycvski, İvan Turgenyev ve Lev Tolstoy’dan yaptığı çeviriler, 20. yüzyıl İngi­ liz roman ve öykü yazarlarını büyük ölçüde etkiledi. Henrik Ibsen vc Bjornstjeme Björnson’un oyunlarının İngilizce uyarlamalannı da yayımlayan Heinemann'ın yaşan dünyasına oir başka önemli katkısı da. Yunan ve Latin edebiyatı metinlerini, İngi­ lizce çevirileriyle birlikte ve uygun fiyatlarla okura sunan, birörnek basılmış Loeb Kla­ sikler Dizisi oldu.

Heinicke, Samuel (d. 10 Nisan 1727, Nautschütz, Saksonya - ö. 30 Nisan 1790, Leipzig), Alman eğitimci. Sağırların eğiti­ minde dudak okuma yöntemini savunmuş ve uygulamıştır.

Bir köy okulunda gördüğü yetersiz öğre­ nimden sonra orduya yazıldı. Askerliği sıra­ sında kitaplara düşkünlüğünü vc dil merakı­ nı doyurabilecek zamanı bulabildi. Latince vc Fransızca (iğrendikten sonra bu iki dilde ders vermeye başladı. Sağırlara konuşmayı öğretmeyi başaran isviçreli bir hekimin yaz­ dığı Surdtıs loquens (1692; Konuşan Sağır­ lar) adh yapıttan çok etkilendi. Yedi Yıl Savaşı (1756-63) sırasında PrusyalIlara tut­ sak düştüğünde dc bu etki silinmedi. Kaç­ mayı başardıktan bir süre sonra Hamburg’ daki Danimarka büyükelçisinin sekreteri oldu. Büyükelçi, 1769’da Heınicke'nin Eppendorfta bir öğretmenlik görevi almasını sağladı. Hcinicke’nin sağır çocukların eğiti­ mine yönelik büyük ilgisi burada ortaya çıktı. EppcndorFtakı çalışmaları ona büyük ün kazandırdı. Heinickc 1778’dc Almanya’ nın sağır çocukların eğitimini amaçlayan ilk okulunu kurdu. Ona göre dudak okuma yöntemi, öğrencilerin dili, öteki insanların da kullandığı biçimiyle konuşup anlamaları­ nı sağladığı için en iyi öğretim yöntemiydi İşaretle anlaşma yöntemine bakımlı kalın­ masına şiddetle karşı çıktı. Paris te sağırlara işaretle konuşma öğretmek amacıyla bir okul kurmuş olan Abbe de l'Epee’yi şiddetle eleştiren bir kitap yazdı (1780). Heinickc, dudak okuma yönteminin Avru­ pa'nın çok büyük bir bölümünde yeğlenme­ sini sağlayan öncü çalışmalarının yanı sıra, okuma öğretiminde fonetik yöntemi gelişti­ rerek vc somut deneyimlerin soyutlamalar­ dan önce öğretilmesini savunarak da eğiti­ me önemli katkılarda bulundu.

Hcinkcl, Ernst Heinrich (d. 24 Ocak 1888. Grunbach, Almanya - ö. 30 Ocak 1958, Stuttgart. AFC), II. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, roket motorlu ilk jet uçağının tasarımını vc yapımını gerçekleşti­ ren Alman mühendis ve sanayici. 1910'da yaptığı ilk uçağın bir kaza sonucu düşerek yanmasına karşın çalışmalarını sür­ düren Hcinkcl, 1. Dünya Savaşı başlamadan önce Berlin’deki Albatros Uçak Şirketi'nin baş tasarımcısı oldu. 1922’de, \Varncmünde'de Ernst Heinkel Flugzeugvverke’yi kur­ du Burada, 1930’ların başlannda sekiz kez dünya hız rekorunu yenileyen “İle 7ü"leri; tepkili motorlarla çalışan ilk uçak olan “He 176"lan; tûrbojet motorlu ilk uçak olan "He 178”leri ve II. Dünya Savaşı sırasında Al­ man Hava Kuvvetleri’nce (Luftıvaffe) yay­ gın olarak kullanılan, “He 111" ve “He 162" tipi jet uçaklarını üretti. Savaşın sonlanna doğru Nazilerin gözünden düşmesine karşın Müttefikler tarafından tutuklandı ve savaş suçlusu olarak yargılandı ama yargılama sonucunda serbest bırakıldı Şirketinin daf‘ılınası nedeniyle 1950'de bisiklet, motosiket ve küçük otomobiller üretmek için yem bir şirket kurdu

Heinlein, Robert A(nson) (d. 7 Temmuz 1907, Butlcr, Missouri - ö. 8 Mayıs 1988, Carınel, California, ABD), bilimkurgunun gelişkin bir edebi tür durumuna gelmesinde büyük katkısı olan ABD'li yazar. 1929'da ABD Deniz Akademisinden me­ zun olduktan sonra Deniz Kuvvetlerinde beş yıl görev yaptı. Ardından Los Angeles’takj California Üniversitesi’nde fizik ve matematik dallarında lisansüstü öğrenim gördü. 11. Dünya Savaşı sırasında Deniz Kuvvetlerindeki mühendislik hizmetinin dı­ şında, 1939'dan sonra hep yazarlık yaptı. İlk kitabı Rocket Ship Galileo’yu (1947; Roket Gemisi Galileo) çok sayıda roman ve öykü kitabı izledi. Bunlar arasında, Sixth Coluınn (1949; /Mtıncı Kol), The Man Who Suld the Moon (1950; Ay’ı Satan Adanı), The Green Hills of Earth (1951; Yeryüzünün Yeşil Tepeleri), The Pııppel Masters (1951; Kukla

Ustaları), Revolt ın 2100 (1953; 2100 Yılında İhtilal, 1977). Tıınnel in the Sky (1955; Gökyüzündcki Tünel), The Door ınto Sumnıcr (1956; Yaza Açılan Kapı), The Menace fronı Earth (1959; Yeryüzünden Gelen Teh­ like), Starshıp Trooper.s (1959; Yıldız Gemi­ si Süvarileri). Stranger in a Strange Land (1961; Tuhaf Bir Ülkedeki Yabancı), Famlıam's Freehold (1964; Farnham’ın Mülkü), The Moon Is a Harsh Mistrcss (1966; Ay, Hırçın Bir Kadındır). / Wıll Fear No Evil (1970; Hiçbir Kötülükten Korkmayacağım), Time Enough for Love (1973; Aşk İçin Yeterli Zaman), The Nurnber of the Heast (1980; Canavann Numarası) vc Friday (1982; Cuma) sayılabilir. Bilim ve teknoloji alanın­ daki deneyimini semantik, ekonomi, tarih vc sosyoloji bilgisiyle birleştirmesi Heınlein'ın yapıtlannı daha da ilginçleştirir.

Heinrich I, lakabı kuşçu heinrich. Alman­ ca heinrich der vogler (d y. 876 - ö. 2 Temmuz 936, Memleben, Saksonya), Sakson hanedanının (918-1024) kurucusu olan Alman krah. Doğu Frank (Alman) ordusunu güçlendirmiş, kentlerin gelişmesi­ ni desteklemiş, Lothringen'ı (Lorraine) ye­ niden Alınan denetimi altına sokmuş (925) vc Alman sınırlarını putperest saldırılarına karsı güvenlik altına almıştır Saksonya'nın Liudolfing dükü Otto’nun (Şanlı) oğluydu. Merscburg kontu Envin'in kızı Hathcburg'la yaptığı ilk evlilik, Hatheburg’un ilk kocasının ölümünden sonra ma­ nastıra girmiş olması nedeniyle geçersiz sayıldı. 909'da Vestfalya kontu Dıctnch in kızı Mathilde’yle evlendi. Heinrich ile Mathılde'nin büyük oğullan 1. Otto (Büyük) adıyla Kutsal Roma-Germen imparatoru oldu (962973). Heinrich, Thüringen toprakları konusunda Franken hükümdarı I. Konrad’la (903-918 arasında Alman krah) savaşmasına (912915) karşın, Konrad'ın son nefesindeki vasi­ yeti sonucunda onun vârisi oldu. Mayıs 919'da en etkin dört düklükten ikisi olan Saksonya vc Frankcn’in soylularınca Alman krah seçildi, öteki ıkı önemli düklük olan Schwaben ve Bavyera ise Hcinnch’in krallı­ ğını tanımadılar Heinrich, Almanya'yı tek bir devletten çok, bir düklükler konfederasyonu olarak nordu Saksonya'da gerçek, Franken' : biçimsel bir egemenlik sağladıktan sonra, Schwaben ve Bavyera'yı da konfede­ rasyona sokmaya çalıştı. Boyun eğmek zo­ runda bıraktığı (919) Schsvaben dükü Burchard'ın sivil yönetim üzerindeki denetimini sürdürmesine izin verdi. Bu arada Bavyera dükü Arnulf, Bavyera ve Doğu Frank soylu­ larının yaptığı bir seçime (919) dayanarak taht üzerinde hak iddiasında bulundu Kral, 921'de iki asken harekâttan sonra ArnulTu teslim olmak ve taht üzerindeki iddıalanndan vazgeçmek zorunda bıraktı. Bununla birlikte dük, Bavyera’nın tüm ıç yönetimini elinde tutmayı sürdürdü. Heinrich 925'te Lothnngen krah Giselbert'ı yendi vc 910’da Almanya'dan bağımsızlı­ ğını elde etmiş olan bölgeyi yeniden Alman yönetimi altına soktu. Lothnngen dükü olarak tanınan Giselbert, 928'de kralın kızı Gerberga ile evlendi. Macarlar 924'te Almanya’yı istila edince Heinrich. onlara haraç vermeye ve ele geçirdiği bir Macar şefini. Alman topraklanna dokuz yıl süreyle (924-933) saldınlmaması karşılığında serbest bırakmaya razı oldu. Kral, bu dönem boyunca surlarla çevrili kasabalar inşa ettirdi, eğittiği süvari birlikleriyle çeşitli Slav kabilelerini yenilgiye uğrattı. 928’de Brandenburg'da Hevellı, Meissen'de de Dalenıınzı kabilesini yendi. 929’da Bohemya'daki bir ayaklanmayı bas­ tırdı. Dokuz yıllık silah bırakışması 933’te

137

Heinrich II

sona erince, kral daha fazla haraç vermeyi reddetti. Yeniden saldırılarına başlayan Macarlan eğitilmiş süvarileriyle 15 Mart 933'te Rıadc'dc yenilgiye uğratarak Alman top­ raklarını tehdit altında tutmalarına son ver­ di. Kralın son harekâtı olan Danimarka'nın istilası (934) Schlesuıg topraklarının Alman devletine katılmasını sağladı Hcınricb'ın. kral seçildiği haben kendisine ulaştığında kuşlar için tuzak kurmakta oldu­ ğu için "kuşçu" lakabıyla anıldığı biçiminde­ ki öykü büyük olasılıkla bir efsanedir

Heinrich 11, AZİZ heinrich olarak da bili­ nir, Almanca sankt helnrich (d. 6 Mayıs 973, Albach ?, Bavyera - ö. 13 Temmuz 1024, Pfalz Grona. Götungen yakınlan. Saksonya; azizler listesine kabulü. 1146; yortu günü, 15 Temmuz. Bamburg BaşdiyaKozluğu'nda 13 Temmuz). IV Heınnch adıyla Bavyera dükü (995-1005), Alman kralı (1002'den sonra) ve Sakson haneda­ nından gelen son Kutsal Roma-Germen imparatoru (1014-24). Charlemagne'ın başlattığı ve 1. Otto'nun geliştirdiği polıtıkalan izleyerek, kilısevle devlet arasında işbir­ liğinin sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Ortaçağdaki dindar Alman krallannm en büyük "temsilcilerinden bindir. Bavyera dükü II. Heınricb'ın (Kavgacı) oğluydu. Babası, önceki ıkı Alman kralına

II. Heinrich. Bamberg Katedral indeki bir kapı heykelinden aynntı. y. 1235; Almanya Fcto ‘.U'tvg

karşı ayaklandığı için uzun yıllar Bavyera dışında sürgünde yaşamak zorunda kalmıştı. Önce Freisıng piskoposu Abraham’ın yanı­ na yerleşen genç Heinrich. daha sonra Hıldesheim Katedral Okulu'na girerek ora­ da eğitim gördü. Gençliğinin kilise çevrele­ rinde geçmesi, üzerinde güçlü bir etki bırak­ tı. Ocak 1002’de Kral III Ötto’nun ölmesi­ nin ardından tahta çıkmak için harekete geçti. Ama kendisini engellemeye çalışan güçlü bir muhalefet olduğunu dikkate ala­ rak Otto’nun yakınlannın koruması altında­ ki krallık armalannı ve öteki simgelen ele f»ecirdi Otto’nun cenaze töreninde, prensenn çoğunluğunun, kendisinin tahta çıkma­ sını istemediklerini ilan etmelerine karşın, Maınz başpiskoposu \Villigis'in yardımıyla haziranda kral seçilmeyi başararak taç giydi Ama krallığının ülkenin her yerinde tanın­ masını sağlamak için bir yıl daha mücadele etmek zorunda kaldı Öncelikle doğuyla ilgilenen Heınnch, ilk savaşını Polonya kralı 1 Boleslaw'la (Yiğit) yaptı. Başarılı geçen bu seferden sonra, İtalya'da krallığını ilan etmiş olan Ivrealı Arduino'va boyun eğdirmek amacıyla ansı­ zın İtalya’nın kuzeyine doğru yürüyüşe geç­ ti Sert ve kanlı çarpışmaıann ardından 15

Hcinrich III

138

Mayıs 1004’te Pavia’da kral olarak taç giydi. Ama Boleslaw'a karşı yeni seferler düzenle­ meyi tasarladığı için Arduino’yu kesin yenil­ giye uğratmadan ülkesine döndü. Siyasal gücünü pekiştirmeye Hıristiyanlığı yaymak­ tan daha çok önem veren Heinnch lOO3’te Hıristiyan Bolcslaw’a karşı Liutitia kabile­ siyle anlaşmış, kabilenin Elbe’nin doğusunda­ ki Alman misyonerlere karşı direnmesine göz Smmuştu. Almanya’ya döndükten sonra, bu bilenin desteğiyle Polonya’ya birçok sefer düzenledi. Ama sonunda Bolesfaw’la uzlaştı, 1018'de Bautzen'de imzaladığı‘banş antlaş­ masıyla iki ülke arasındaki savaşa son verdi. Geleneklere bağlı bir kral olan Hcinrich, Kutsal Roma-Gcrmcn İmparatorluğu tacını giymek amacıyla 1013’te yeniden İtalya’ya doğru yola çıktı. Doğrudan Roma üzerine sürüyerek 14 Şubat 1014’te Papa VIII. Bcncdictusün elinden imparatorluk tacım giydi. Mayısta İtalya'daki yönetim işlerini üstlenecek Alman görevliler atamak üzere ülkesine döndü. Bu arada 1020'dc Alman­ ya’ya gelip Heinrich’i ziyaret eden Papa Bcnedictus, ondan güneydeki Bizans güçle­ riyle savaşmak ve papalığı Lombard prens­ lerine karşı korumak üzere bir kez daha İtalya’ya sefer düzenlemesini istedi. Papa­ nın bu isteğini gönülsüzce kabul eden Heinrich, ertesi yıl düzenlediği seferde BizanslI­ ları ve Lombardlan yenilgiye uğrattıktan hemen sonra İtalya'dan çekilerek ülkesine döndü. Heınrich’ın başlıca amacı vc başarısı Al­ manya'da barışçıl bir krallık yönetiminin kurulmasını sağlamaktı. Temellerini 1. Otto'nun attığı, kralın piskoposlar ile pisko­ posluk topraklan üzerinde söz sahibi olması ilkesine dayanan yönetim sistemini geliştirip yerleştirmek için uzun yıllar yoğun çaba harcadı. Piskoposlara cömertçe bağışlarda bulunup topraklannı genişleterek, dinsel yetkilennın yanı sıra dünyevi yetkilerle dc donanmalarına yardıma oldu. Bu piskopos­ luklara sadık yandaşlannı atadı. Öte yandan ölümlerinden sonra topraklannın çocuklanna geçmesini engellemek amaayla, piskoposlann evlenmemesini ısrarla savundu. Böylece kazandığı yandaşlannın desteğiyle, iktidannı tehdit eden ayaklanmacı soylulara ve akrabalanna olan bağımlılığını gitgide azaltmayı başardı. Hcinrich’in en önemli başanlanndan biri de Bambcrg Pıskoposluğu'nu kurmasıydı. Yeni piskoposluğun kurulabilmesi için Mainz İrmağının seyrek nüfuslu yukan kesi­ mindeki kişisel topraklanndan büyük dilim­ ler ayırdı. Bu karar, Main bölgesinin orta­ sındaki Würzburg Piskoposluğu nun tepkisi­ ne yol açınca, 1007 sonlarında Frankfurt'ta toplanan bir sinodda yeni piskoposluğun kuruluşunu onaylatmayı başardı. Bambcrg piskoposu 1012'dc Hcinrich’in doğum gü­ nünde takdis edilerek göreve başladı. 1020'de papanın da ziyaret ettiği Bambcrg, kısa zamanda görkemli bir dinsel merkez durumuna geldi. Hcinrich ve karısı Kunigundc, kentte hem dinsel yaşamın, hem dc çağdaş skolastik kültür vc sanatın gelişmesine destek oldular. Heınrich hükümdarlığının son yıllannda Papa VIII. Bencdictus'la da anlaşarak, ül­ kesinde kurduğu dinsel ve siyasal düzeni onaylatmak amaayla Pavia’da bir konsil toplamak üzere harekete geçti. Ama bu tasarısını gerçeklcştırcmcdcn Temmuz IO24'te ansızın öldü, ölümünden IÜ0 yıl kadar sonra, kilise kaynaklı efsanelere dayanılarak Papa III. Eugenıus tarafından azizler listesine kabul edildi.

Hcinrich İH (d. 28 Ekim 1017 - ö. 5 Ekim 1056, Pfalz Bodfeld, Goslar yakınlan, Sak­ sonya), 1027-41 arasında VI. Hcinnch adıy­ la Bavycra dükü, 1038-45 arasında 1. Hcin­ nch adıyla Schvvaben dükü, 1039’dan sonra

III Heinrich’i iki başrahibin arasında betimleyen, kendi Incil'inden alınmış bir minyatür, y 1040; Üniversite Kütüphanesi, Bremen, Almanya Unr»ersıUlt5t»ölctnck. Biçmen Almanya

Alman kralı, 1046-56 arasında Kutsal Roma-Germen imparatoru. Sal hanedanının üyesidir. 11. yüzyılda Batı Kilısesi'ni arın­ dırmaya yönelik Cluny reform hareketinin güçlü bir savunucusu ve papalığa egemen olmayı başarabilen son imparator olmuştur. İmparator II. Konrad ile Schwabcnli Giscla’nın oğluydu. Üstleneceği görev için, ken­ disinden önce ya da sonra gelen tüm veliaht Eırenslerden daha iyi yetiştirilmişti. 1036'da ngiltere, Danimarka vc İsveç kralı Canute' un küçük kızı Gunhild ile evlendi. Canute kısa bir süre önce ölmüş olduğundan, bu evlilik hiçbir siyasal yarar getirmedi. Zayıf ve hasta Gunhild 1038'de, imparator Kon­ rad ise ertesi yıl öldü. Yirmi iki yaşında Alman kralı olarak tahta çıkan Hcinrich’in düşünceleri vc davranış biçimi görünüşte babasını andınvordu. Ama annesinin birçok yönlenni, özellikle dindar eğilimlerini ve kiliseye bağlılığını da almıştı. Tahta çıkması, önceki iki kralın tersine toplumda huzursuzluğa yol açmadı. Bütün gücüyle, Hıristiyan prensleri arasındaki sa­ vaşa son verme çabalarını destekledi. Ama izlediği politikalar her zaman barışçı değildi. Franken, Bavycra, Schwabcn ve Kârnten düklüklerini elinde tutarak babasının doğu­ da egemenlik kurma girişimlerini sürdürdü. Bunun sonucunda Bohemya ve Moravya’da egemenliği ele geçirmeyi başardı. Gücünün doruğuna ulaştığına biraz erken inanmaya başlayan Heinnch, dinsel alanda reform yanlısı tutumunu bu sıralarda açıkça ortaya koydu. Charlcmagne gibi bir teokrasi döne­ mini başlatmayı amaçlarken, bunun ancak papalık güçsüz olduğu sürece gerçekleştiri­ lebileceğini kavrayamadı. Gunhild'den çocuğu olmayan Hcinrich, 1043'tc Akitanya vc Poitou hükümdarı V. Guillaume'un kızı Agnes ile evlendi. Bu evlilikle öncelikle batıda barışı pekiştirmeyi ve Burgonya ile İtalya'da imparatorluğunun egemenliğini tam olarak sağlamayı amaçla­ mıştı. Cluny manastırlarınca savunulan kili­ se reformuna Agncs'in gönülden bağlı oluşu da büyük olasılıkla karanın etkilemişti. Heınrich ile Agncs'in ilk oğullan (sonradan İmparator IV. Hcinrich) Kasını 105ü'de doğdu. Onu Konrad ile üç kız izledi.

Hcinrich 1046’da Roma'ya ulaştığında, pa­ palık için birbirlcriylc mücadele eden üç aday vardı. Hcinrich’in Sutri’dc topladığı sinod onun isteğine uyarak, bir Alman olan Bambcrg piskoposu Suidgcr’i II. Clcmens adıyla papalığa seçti. Yeni papa aynı gün imparatora vc eşine taçlannı giydirdi. Ar­ dından Roma, imparatorluğa bağlı bir kent durumuna geldi, gelecekte yeni papayı seçe­ cek kardinaller meclisinin kararlannı belir­ leme gücü, dolayısıyla kilisenin denetimi dc böylece Alman kralının eline geçti. Sonraki yıllarda Hcinrich, bu yetkiyi kullanarak üç kez daha yeni papayı scçtirccckti. Normanlar Calabria’yı işgale başlarken Güney İtal­ ya’ya herhangi bir müdahalede bulunmadı; bu olayda yalnız bıraktığı Papa IX. Lco da Normanlar önünde yenilgiye uğradı. İktidarının artık sağlam temellere dayandı­ ğına inanan Hcinrich, dışarıda olduğu gibi içeride dc taşanlarının başanlı olacağını umuyordu. Ama bu beklentisi gerçekleşme­ di. Din adamlan arasında yandaşı bulunma­ dığı için, gerek Almanya'da gerek komşu topraklarda tasarladığı kilise reformlannı yürütemedi. İskandinav Kilisesi ile Saksonlann gitgide artan muhalefetiyle karşılaştı. Aynca hükümdarlığının büyük bölümünde, cezalandırmak yerine sürekli olarak bağışla­ dığı Yukan Lorrainc dükü 11. Gcoffroi’yla uğraşmak zorunda kaldı. 1054-55 yıllannda Bavycra dükü Konrad ile Kârnten dükü III. Vvelf geniş çaplı bir komplo düzenleyerek Heinrich’i devirmeye giriştiler. Hcinrich bu tehlikeyi büyük güç­ lükle atlatabildi. Macaristan’a kaçan Kon­ rad, bu ülkede Alman nüfuzunun sürekli zayıf kalmasına yol açacak ölçüde güçlü bir etkinlik kurdu. Direnişin zamanla sertleş­ mesine karşın Hcinrich ılımlı yönetimini sürdürdü. Ama belki de iktidannın zayıfla­ dığını fark ettiği için rasgele kararlar verme­ ye başladı. Miras aldığı düklükleri elde tutacağı yerde, bunlann yönetimini başkala­ rına bıraktı; bu arada vasatlarını yanlış seçiyor, sadakat göstermeyenlere karşı ke­ sin tutum almaktan genellikle kaçınıyordu. Saksonlan, kilise dışındaki güney Alman soylularını, ittifak halindeki Lorrainc ile Toscana’yı, gittikçe bağımsız konuma gelen papalığı vc serüven peşinde koşan Normanlan artık korkutamaz olmuştu. İmparatorun politikasına karşı çıkanlar, onun kiliseye aşırı hoşgörülü davranırken kilise dışındaki prenslere karşı düşmanca tutum aldığı kanısındaydı. Bu eleştirilerin bir bölümü, kilisede reform yanlılarınca da dile getirilmeye başladı. Hcinrich giderek kimseyi hoşnut edemez olmuştu. Asken gücünü artırmak için halktan zaten ağır isteklerde bulunmuştu; veraset yoluyla ve el koyarak topladığı gelirler de önemli bir düzeye ulaşmıştı. Onun döneminde impara­ torluğun zcngmleşmemesinin nedeni, serve­ tini dm adamı dostlannın isteklerini karşıla­ mak amacıyla kullanması ve kilise dışındaki soyluları yatıştırmak için düklükler bağışlamaşıydı. Bu koşullar altında borç alarak, mülklerini ipotek ederek, yüksek devlet ve kilise makamlarını para karşılığında dağıta­ rak bajka gelir kaynaklan bulmaya zorlan­ ması hiç de şaşırtıcı değildir. Kilise rütbele­ rinin parayla alınıp satılmasına son vermek Hcinrich gibi ilkeli bir hükümdar için bile güçtü. Bir yandan dinsel idealleri, bir yandan dj siyasal yaşamın katı gerçekleriyle yoğrulan Heinrich 1046’dan sonra tüm kazanınılannı (Almanya’nın kuzeydoğusu, Macaristan, İtalya’nın güneyi ve Lorraine) yitirdi. Kendi ürünü saydığı kilise reformu bile bir bölü­ müyle ona karşı dönmeye başladı. Bedensel hastalıktan da Hcinrich’in yönetiminin zayıflamasının etkenlerinden bin oldu

1045'teki ağır hastalığından sonra yerine kimin geçeceği konusunda görüşmeler baş­ lamıştı. Eylül 1056'da Goslar yakınlarındaki Bodfeld’dc, en sevdiği konutu olan impara­ torluk sarayında yatağa düştü, ölmeden önce, oğlu IV. Heinrich’in tahta çıkmasını güvence altına almayı başardı.

Heinrich IV (d. II Kasım 1050, Goslar?, Saksonya - ö. 7 Ağustos 1106, Lidge, Lorrainç), 1054'ten sonra Alman kralı, 1055-61 arasında VIII. Hcinnch adıyla Bavyera dükü, 1084-1105/06 arasında Kutsal Roma-Germen imparatoru. Gençliği. Babası III. Heinrich kiliseyi sıkı denetim altında tutmuş vc Roma’daki bir

IV. Holnnch, Ekketıardı hıstoria adlı yazmadan tezhip, y. 1113; Corpus Chrtstı College, Cambndge Corpus Ovıslı Cotano Cürtibndgo fotoğraf Courtauld Inslıtuto & Art Londra

anlaşmazlığı reformculardan yana çözmüştü (1046). 1050 Nocli’nde Alman prenslerinin bağlılık yemini etmelerinden sonra, küçük Heinrich lü51’in Paskalya Yortusu'nda vaftiz edildi. 17 Temmuz 1053’te Trıbur'da (bugün Trcbor, Almanya) adaletten ayrıl­ maması koşuluyla kral seçildi. 1054'te Aixla-Chapelle'de (buğun Aacheri, Almanya) taç giydi, ertesi yıl Torino markgrafının kızı Bertha’yla nişanlandı. İmparator Ekim 1056'da 39 yaşında öldüğünde, veraset hak­ kı ve hanedanın sürekliliği güvence altına alınmış durumdaydı Ama III Heinrich’in erken ölümü, oğlunun tüm hükümdarlığı boyunca sürecek nır değişim sürecim başlat­ mış oldu. Eski imparator, vasiyetinde Papa II Victor'u imparatoriçeyc danışman olarak atamış ve papa, imparatorluk sarayıyla prensler arasındaki bazı anlaşmazlıktan çözmüştü. Ama Victor'un ölümünün (1057) ardından, siyaset yeteneğinden yoksun olan imparatorıçe birçok önemli yanlış yaptı Sürekli bir danışmanlar grubunun önerilerini almak yerine, çok çeşitli etkilere boyun eğdi. 111. Heinrich’in 1055’te oğluna bıraktığı Bavye­ ra düklüğünü Sakson kontu Otto von Nordheıın'a vererek, krah önemli bir dayanaktan yoksun bıraktı. Schvvaben düklüğünü dama­ dı Kont Rudolf von Rheınfeld e, Karnten düklüğünü de Kont Berthold von Zahringen'e

verdi. Bu iki kont da sonradan IV Hcinnch’ in karşısında yer aldılar. III. Heinrich’in ölümü, İtalya'daki Alman nüfuzunun ve kralla reform yanlısı papalar arasındaki sıcak ilişkilerin dc sonu oldu Art arda iki papa, IX. Stcphanus vc II Nicolaus Alman sarayının etkisinden bağımsız olarak seçildiler; papalık seçiminde yem bir yön­ tem uygulamaya kondu (1059). Papalığın Kutsal Roma-Germen imparatorluğu’nun düşmanı sayılan Normanlarla kurduğu itti­ fak Alman sarayıyla ilişkilerim gerginleştir­ di. Bu gerginlik, papalığın iddiaları ve II Nicolaus’un Alman piskoposlara karşı uygu­ ladığı disiplıp önlemleriyle daha da arttı. Alman kralının o güne değin reformcuları desteklemiş olmasına karşın, ımparatorıçe kilise reformunun İtalya’daki karşıtlarıyla işbirliğine girişerek, reform yanlısı Papa II. Ale.xandcr ın yerine Parma piskoposu Cadalus’u (II. Honorius adıyla) karşı-papa seçtirdi. Ama Honorius'a yeterli desteği vermediği için Alexander görevini sürdür­ dü. İmparatonçc ülke içinde dc teslimiyetçi bir tutumla krallığın mülklerini gereksiz biçimde elden çıkararak kralın otoritesinin maddi temellerini zayıflattı, soyluların aç­ gözlülüğünü özendirdi. Artan hoşnutsuzluk sonucunda prensler Köln başpiskoposu Anno’nun önderliğinde Nisan 1062’de bir darbe düzenlediler. Kaisersvverth'deki bir saray toplantısı sırasında Anno 12 yaşındaki kralı kaçırarak gemiyle Köln’e getirtti. Heinrich Rhine Irmağına atlayarak kaçmak istediyse de bunu başara­ madı. İmparatoriçe Agnes naiplikten çekil­ di, yönetimi devralan Anno II. Alexander’ ın papalığını tanıyarak kiliseyle anlaşmaz­ lıkları çözdü (1064). Ama Anno baskıcı ve katı kişiliği nedeniyle Heinrich’in güvenini kazanamadı. Bu yüzden, şehvet düşkünü genç krala daha çok özgürlük tanıyan Bremen başpiskoposu Adalbcrt gittikçe daha etkili olmaya başladı. Ama Aoalbert kişisel servetini ölçüsüz biçimde artırmaya kalkı­ şınca, 1065’te reşit olduğu ilan edilen Heınneh tarafından 1066 başında saraydan ko­ vuldu Böylece kral, hiç hazırlıklı olmaması­ na karşın ülkeyi kendi başına yönetmeye başladı. Yönetimde üst üste gelen değişik­ likler, genç kralı olumsuz biçimde etkilemiş vc düzenli bir eğitim görmesine engel ol­ muştu öğretmenlerinin bencilliği, arkadaş­ larının sefahat düşkünlüğü ve kaçırılma olayının yarattığı sarsıntı Heinnch'i ergenlik çağında ahlakı bir bunalıma sürüklemişti. Aynca hanedanın bütün üyelerinde görülen iktidar tutkusu da sık sık pervasız ve düşün­ cesizce davranmasına yol açıyordu Heinrich üç yıl süren bir evlilikten sonra, 1069'da aniden kansı Bcrtha’dan aynlma karannı açıkladı Kilisenin saygın temsilcile­ rinin protestolun üzerine kararından vaz­ geçtiyse de bu aşırılığıyla reformculan karşı­ sına aldı. Aynca hükümdarlığı boyunca onu uğraştıracak çeşitli iç sorunlarla karşı karşı­ yaydı. Kraliyet mülklerini zorla artırma girişimleri Sakson köylü ve so^lulannın ayaklanmasına yol açtı. 1073’te Saksonlar anısında hızla yayılan bir ayaklanma nede­ niyle VVorms’a kaçan Heinrich, Bavyera'nın yem dükü IV. \Velf ve Schvvaben dükü Rudolf ile bir anlaşma imzalayarak ayaklan­ macılara dokunulmazlık tanımak zorunda kaldı. Ama sonradan imparatorluğun her yanından destek alarak Haziran 1075’te Saksonlann teslim olmalarını sağladı. Ayn­ ca bir yaşındaki oğlu Konrad'm varisliğim de prenslere kabul ettirdi. Tayin Çatışması. Bu ayaklanma Hcinnch' le papa arasındaki ilişkileri etkiledi. Mila­ no’da, kilisede reform isteyen ve halkın da desteğini kazanan Patarınolann seçtiği baş­ piskopos papa tarafından da tanındı Buna

139

Heinrich IV

karşılık Hcinnch kendi adayını Lombard piskoposlarına takdis ettirince II Alexander bu piskoposları aforoz etti. Önce dire­ nen Heinrich Sakson ayaklanması karşısın­ da 1073’te, yeni papa VII. Gregonustan Milano sorununu çözmesini isteyerek, pıskoposlan tayin yetkisinden de vazgeçmiş oldu. Patanno hareketini güçlendirmek amacıyla toplanan bir sinod Milano’da kilise dışı yetkililerce yapılacak her türlü din adamı tayinim yasakladı. Bundan sonra VII. Gregonus, Hcinrich'i kilise reformuyla ilgili her konuda kendi müttefiki olarak görmeye başladı. Ama Saksonları yenilgiye uğratan Heinrich kendisini güçlü hissedince papayla anlatmasını bozdu ve saray rahibim Milano başpiskoposu olarak atadı. Papa krala bir mektup göndererek tayın sorunu ûzennde görüşmeyi önerdi. Buna karşılık Heinrich 1 Ocak 1076’da VII Gregorius'u papalıktan azletti ve aceleyle \Vorms’a çağırdığı 26 piskoposu papayı tanı­ mamaları konusunda ikna etti. Böylece, görüşme yoluyla çözümlenebilecek bir tayın sorununu kilısc-devlet ilişkilerinde temelli bir çatışmaya dönüştürmüş oldu. Hemnch’ı aforoz eden VII. Gregorius, aynca krala bağlılık yemininin de geçersizliğini ilan etti. Bu. kralın tahttan indınlmesi anlamına geli­ yordu. VVorms toplantısınajcatılan ve sonra­ dan aforoz edilen birçok piskopos, bunun üzerine papaya boyun eğdiler; hemen ardın­ dan soylular da krala karşı çıktılar. Ekim 1076’da prensler Tnbur'da venı bir kral seçme konusunu görüştüler. Pleinnch seçi­ mi. ancak bağışlanmak için bir yıl içinde başvuracağına söz vererek erteletebildi. Son karan Augsburg’da papanın da davetli oldu­ ğu bir meclis verecekti. Ama Heınnch gizlice Kuzey İtalya’ya giderek Canossa’da VII. Gregonus'un önünde nedamet getirdi ve yemden kiliseye kabul edildi. Kral böyle­ ce muhaliflerim dinsel savlanndan yoksun bırakarak sayasal bir başarı kazanmıştı. Ama pişmanlık belirtmekle de papanın uygulamalanmn meşruluğunu kabul ederek kralın kiliseye eşit, hatta daha yüksek gele­ neksel konumundan vazgeçmiş oluyordu. Bu, kilise ve devlet arasındaki ilışkilen köklü biçimde değiştirdi. Gene de prensler, Heınnch'ın Augsburg’ da toplanacak meclisi hükümsüz kılarak tacını yitirdiğim ilan ettiler ve yerine Mart 1077'de Schvvaben dükü Rudolf u kral seçti­ ler. Bunun üzenne Heinnch Bavyera ve Schvvaben düklüklenne el koydu, buralarda yaşayan köylü ve kentlilerin desteğini ka­ zandı. Rudolfu ise büyük ölçüde Saksonlar destekliyordu. Almanya'daki kilise refor­ munu sürdürmeye kararlı olan Papa Vll Gregorius Mart 1080 sinodunda kilise dışı tayin uygulamasını bir kez daha yasakladı, Hcinrich'i yeniden aforoz ederek tahttan indirdi ve Rudolf u kral olarak tanıdı. Ama birçok soylu tayin yasağının, kilise ve ma­ nastırlar üzerindeki kendi haklarını da çiğ­ nediğini düşünerek papaya karşı çıktılar. Heınnch bu kez Gregorius'u gerçekten azletmeyi başararak Bnxen'dcki (Bressanone) bir sınodda Ravenna başpiskoposu Guıbert'i papa olarak seçtirdi. Rudolf un Ekim 1080'ue ölmesinden sonra da İtalya'ya gire­ rek amacına asken yollarla ulaşmayı dene­ di. 1081 ve 1082'dc Roma’ya düzenlediği saldırılar başansız olduvsa da Mart 1084'te kenti ele geçirdi III Clemens adıyla karşıpapa seçilen Guıbert 31 Mart 1084’te Heinricn’e imparatorluk taam giydirdi. Meşru papa Gregonus Salemo'ya kaçtı ve 25 Ma­ yıs 1085'te orada öldü. Heinrich kesin bir zafer kazandığını düşünerek Almanya’ya

Hcinrich V

140

döndü. Mayıs 1087’de oğlu Konrad’a krallık taam giydirdi, Saksonlarla banş yaptı, Clemcns’i benimsemeyen piskoposların yerine de kendisine sadık olanları getirdi. Almanya ve İtalya'da sonraki bunalımlar. Kilisede reform yanlılarının Güney Alman­ ya ve İtalya'da yeniden güçlenmesi üzerine Heinrich 1090’da bir kez daha İtalya'yı istilaya girişti. Ama 1092’de uğradığı yenilgi üzerine Lombardiya’da başlayan isyanlar, Lombardlann İtalya kralı saydıktan oğlu Konrad'ın da katılmasıyla genel ayaklanma­ ya dönüştü. Almanya’yla bağlan kesilen imparator İtalya’nın kuzeydoğusunda kıstı­ rıldı. Aynca 1087’de Bcrtha'nın ölmesi üze­ rine 1089'da evlendiği ikinci kansı Kievli Praxcdis de onu ağır biçimde suçlayarak terk etti. Hcinrich Almanya’ya ancak V. \Velfin 1095’te Matilde’den aynlması vc babası IV. Welfe de 1096'da Bavycra düklü­ ğünün yeniden fief olarak verilmesi üzenne dönebildi (1097). Zamanla gücünü pekiştiren Hcinrich Ma­ yıs 1098'de prenslcnn Konrad’ın yenne ikinci oğlu V. Heınrich’i kral seçmelerini sağladı. Ama papalıkla banşı gerçekleştiremedi. Önceleri Hcınrich’in III. Clemens’i (ö. 1100) desteklemesi anlaşmayı olanaksız kılı­ yordu. Papa II. Paschalis de (1099-1118) VII. Grcgorius'un reformlarını sürdürmek istediği için Heinrich ile anlaşmaya yanaş­ madı. Sonunda imparator, aforoz kaldırıldı­ ğı takdirde bir haçlı seferi düzenleyeceğini açıkladı. Sefere hazırlık olmak üzere soylu­ lar arasındaki tüm kan davalarını dört yıl süreyle yasakladı (1103). Ama kiliseyle anlaşma gerçekleşmeyince karışıklıklar ye­ mden başladı. 1104'te, babasını feda ederek kendi tahtını kurtarmak isleyen V. Heinrich Bavyerab soylularla ittifak halinde impara­ tora karşı ayaklandı. İmparator Köln’e kaç­ tı, ama Mainz'a gittiğinde oğlu tarafından hapsedildi. Aralık 1105’ıe oğlunun zoruyla tahttan çekildiğim açıkladı. Ama ardından Liöge’e kaçarak V. Heinrich’in ordusunu 22 Mart 1106'da Vise yakınında yendi. 7 Ağus­ tos 1106'da Liöge’de ansızın öldü. Cenazesi Speyer’e taşındı ve llll’de aile mezarlığına gömülünceye değin, takdis edilmemiş bir şapelde tutuldu. Muhalifleri bu uzun boylu, yakışıklı impa­ ratoru, din sapkınlarının başı zalim bir hükümdar olarak görüyordu. Oysa dostları­ na göre Hcinrich dindar, nazik ve zeki bir yönetici, çevresine din bilginlerini toplayan, sanatın ve bilimin koruyucusu eşsiz bir kraldı. Köylülerin, kentlilerin ve devlet görevlilerinin desteğini kazanarak soylulara karşı krabn konumunu güçlendirmesine karşın. Tayin Çatışması kralbğın papalık üzerindeki nüfuzunu zayıflattı. Bu nedenle tahtın geleneksel haklannı koruma girişi­ minde kesin bir başarıya ulaşamadı.

Heinrich V (d. 11 Ağustos 1086 - ö. 23 Mayıs 1125, Utrecht, Friesland), 1099’dan sonra Alman kralı, 1111-25 arasında Kutsal Roma-Gcmıen imparatoru. Sal hanedanı­ nın son üyesidir. İmparatorlukta gerçek banşı kurarak Flandre, Bohemya, Macanstan ve Polonya ile yapılan savaşlarda genel­ likle başanlı olmuş, babası IV. Heinrich ile papalık arasındaki Tayin Çatışmas>’nı( *) sürdürmüştür. IV. Heinrich ile ilk kansı Torinolu Bcrtha’ nin ikinci oğluydu. Babasının imparator olmasından sonra, Heinrich’in ağabeyi Konrad, Almanya kralı (imparatorluk veliahtı) seçilmişti Konrad'ın babasına karşı giriştiği başarısız ayaklanmadan sonra Heinrich Al­ man kralı unvanını aldı ve 6 Ocak 1099'da

taç giydi. 1104’te, babası ile papalık arasın­ daki çatışmada, Bavycrahlar ve Saksonyahlarla birlikte imparatorun karşısında yer aldı. Papalıkla uyuşmaya hazır bir kilise reformcusu olarak kilisenin de desteğini kazanmıştı. Sonunda babasını tutuklayarak tahttan çekilmeye zorladı (31 Aralık 1105). Ama babasının 7 Ağustos 1106’da ölmesine

V Heinnch'in (solda) 13 Nisan 1111 de Roma'da Papa II. Paschalîs'len imparatorluk mührünü alışı, y. 1114-25 yıllarına art bir Alman yazmasındaki tezhip; Corpus Christi College. Cambndge Corpus Cnrtflı Coaogo Cambndgo lotoû'ol Courtauö InsUruto ol Art. Londra

değin gücünden emin olamadı. Bu arada, Papa II. Paschalis’c elçiler göndererek, onu Almanya’ya çağırmıştı. Papanın kendisine piskoposların tayini konusunda tam yetki vermesi koşuluyla anlaşmaya hazırdı. Ama Eapa bu koşulu reddetti. Heinrich buna arşın Almanya’daki egemenliğini sağlam­ laştırmayı başardı. 1108'dc Macaristan’a, 1109’da Polonya'ya yaptığı seferler başarı­ sızlıkla sonuçlanmakla birlikte 1110'da Al­ manya'nın Bohemya üzerindeki sûzcrenliğıni yeniden kurdu. Aynı yıl, İngiltere kralı I. Henry’nin kızı Matilda (Mathildc) ile nişan­ landı, 1114’te de evlendi. Tayin yetkisi konusunda papayla bir anlat­ maya varmak Heinrich için çok önemliydi. Çünkü kilisenin yalnızca ruhani değil, dindı­ şı haklan da vardı. Heinrich lllO’da Roma’ ya giderek bir kez daha tayin hakkı talebin­ de bulundu. Papa, Heinrich’in bu talepten vazgeçmesi karşılığında, Alman kiliselerinin saraydan aldıktan tüm topraklan ve haklannı geri vermelerini buyurmayı önerdi. Hcinneh bu pazarlığı kabul ettiyse de Alman piskopos ve prensler razı olmadı. Bunun üzerine Heinrich papayı tutuklayarak tayin hakkını vermesi için baskıda bulundu. So­ nunda 13 Nisan 111 l’dc San Pietro Bazilika­ sında Kutsal Roma-Germen imparatoru olarak papanın elinden taç giydi. IV. Heinrich'ın başaramadığım başarmış olarak 7 Ağustos llll’de Spcycr’de babası için bir anma töreni düzenledi. V. Hcinrich, Almanya’da babasının politi­ kasını sürdürerek kamu görevlilerine (rninisteriales) vc kentlere ayrıcalıklar tamdı. Bu nedenle prenslerin düşmanlığını çekti. Çok geçmeden ayaklanmalar patlak verdi. Mainz başpiskoposu Adalbert, Yukan Ren Bölgcsi’nde çalkantılan körüklerken Sakson­

ya’da Supplinburg kontu Lothar'ın (sonra­ dan Kral III. Lothar vc imparator II Lothar) başlattığı ayaklanma 1115’tc, Hcinrich’in yenilgisiyle sonuçlandı. Kilise içinde dc Hcinrich’e karşı güçlü bir muhalefet oluşmuştu. Papa’nın Flcinrich’le anlaşmasına sadık kalmasına karşın, Roma’ da toplanan bir konsil, krala tanınan tayın ayrıcalığını geçersiz ilan etmişti. Almanya’ daki papalık elçilerinin aforoz edildiğini bildirdikleri Hcinrich sonunda Alman pis­ koposların desteğini de yitirdi. Ama 1115’te ölen Matilda’nın mirasım devralmak üzere gene dc 1116’da İtalya’ya gitti. Tayin sorunu üzerinde Curia Romana’yla sürdürdüğü gö­ rüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. 1118’dc, II. Paschalis’in yerine II. Gclasius’un papa seçilmesi üzerine Hcinrich karşı papa olarak VIII. Grcgorius’u ileri sürdüyse dc başarılı olamadı. 1118’dc Alman prensleri Heinrıch’c bir ültimatom göndererek, İtalya’dan dönmezse onu tahttan indirmekle tehdit ettiler. Heinrich siyasal ödün vermek zorun­ daydı. II. Gelasius’tan sonra papa seçilen II. Calixtus, Heinrich’e anlaşmayı önerdiğinde, Heinrich eksiksiz tayin yetkisi talebinden vazgeçmeye hazırdı. Ama bu pazarlık da sonuç vermedi. Sonuçta iç sorunların artma­ sı üzerine prensler inisiyatifi ele geçirerek Worms Konkordatosu’nu hazırladılar (1122). Kral, piskoposları tayin yetkisinden vazgeçmek ve kilise ilkelerine göre seçilme­ lerine razı olmak zorunda kaldı. Öte yandan Eda kralın seçimlerde bulunmasını, r alınamayan durumlarda sonucu belir­ leyecek bir oy kullanmasını, seçilen pisko­ posa mülk bağışlama hakkını kabul etti. Ama bu düzenleme yalnız Almanya için geçerliydi. İtalya ve Burgonya’da ise takdis mülk bağışlamadan önce gerçekleşeceği için kralın yetkisi bir formaliteden ibaret ola­ caktı. Heinrich’in bu anlaşma sonrasında prens­ lere ve özellikle Lothar’a karşı sürdürdüğü mücadele başarısızlıkla sonuçlandı. Bu ara­ da İngılizler ve Fransızlar arasındaki çatış­ maya da karıştı. İngiltere tahtının vârisinin ölümü, Heinrich’in karısı Matilda’yı vâns durumuna getirmiş vc bir Alman-Ingıliz imparatorluğu kurulması olasılığını doğur­ muştu. Ama Hcinrich, kayınbabasmı Fran­ sa’ya karşı desteklemekle birlikte hiçbir askeri başarı elde edemedi. Vâris bırakma­ dan ölen Heinrich’in yerine kilisenin de desteğiyle eski düşmanı, Saksonya dükü III. Lothar geçti.

Hcinrich VI, enrico olarak da bilinir (d. 1165 sonbaharı, Nijmegen, Felemenk - ö. 28 Eylül 1197, Messina, İtalya), Hohenstaufen hanedanından Alman kralı ve Kutsal RomaGermen imparatoru. Sicilya kralı II. Ruggiero'nun kızı Costanza'yla (Konstanze) evle­ nerek hem kendisinin, hem dc hanedanının füçünü artırmış, ama Kutsal Roma-Germen mparatorluğu tahtının babadan oğula geç­ mesini sağlayamamıştır. İmparator I. Friedrich'in (Barbarossa) oğ­ luydu. Haziran 1169’da Bamberg’de Alman krallığına seçildi, aynı yılın ağustosunda Aachen’da taç giydi. Ocak fl86’da Milano’ da kendisinden 11 yaş büyük olan Costan­ za'yla evlendi. I. Friedrich'in 1189 Paskalya­ sında Kudüs'ü Müslümanlardan kurtarmak amacıyla bir haçlı seferine çıkmasının ardın­ dan Heinrich imparatorluğun yönetimini üstlendi. 1189-90 yıllarında eski Bavyera vc Saksonya dükü III. Heinrich’in (Aslan) başlattığı bir ayaklanmayı bastırdı Costanza, üvey yeğeni Guglielmo’nun Ka­ sım 1189’da ölmesi üzerine, o sırada Sicilya Adasıyla İtalya Yarımadasının güneyindeki topraklara egemen olan Sicilya tahtının

vârisi durumuna geldi. Heinrich ise I. Friedrich’in Haziran 1I90'da haçlı seferinde öl­ mesinin ardından Heinrich’lc (Aslan) barış yaparak İtalya üzerine yürüdü. Nisan 1191’dc Papa III. Cclestinus'un elinden imparatorluk tacını giydi. Bu sırada bir Alman hükümdarının yöneti­ mi altına girmek istemeyen milliyetçi Sicil­ yalIlar, Costanza'mn kardeşi Ruggicro'nun

VI Heinrich, Petrus de Ebulo'nun Book in Honour ol Augustus adlı yazmasındaki minyatürden ayrıntı, y 1195-97; Burger Kitaplığı, Bern Ouıgerb-biıolhck. Ben lavıçro

cvhlik dışı oğlu Tancrcdi’yi Sicilya krallığına seçtiler. Sicilya Krallığı nı ele geçirmeye kararlı olan VI. Heinrich, imparatorluk tacım giydikten hemen sonra Napoli üzerine yürüyerek kenti kuşattı. Ama Heinrich (As­ lan) başkalarının da desteğiyle yeni bir ayaklanma başlatınca kuşatmayı kaldırarak (Ağustos 1191) Almanya'ya dönmek zorun­ da kaldı. Heinrich. ülkesine döndükten kısa bir süre sonra. Avusturya dükü V. Leopold’ün İngil­ tere krah I. Richard’ı tutsak etmesiyle, konumunu güçlendirecek önemli bir fırsat elde etti. Leopold’ün Şubat 1192’de Hein­ rich’e teslim ettiği Richard, serbest kalabil­ mek için krallığım Heinrich’e bırakıp onun vasah olmayı ve 100 bm gümüş marklık bir fidye ödemeyi kabul etti. Aynca Sicilya Kralhğı’nın fethine yardımcı olmak yerine, fidyeye ek olarak Heinrich’e 50 bin mark dana vermeye razı oldu. Ocak 1194’te imzalanan Vercelli Antlaş­ masıyla Lombardıya kentlerinin bağlılığını güvence altına alan Heinrich, Aslan Hein­ rich’in de kendisiyle anlaşmayı kabul etme­ sinden sonra (Mart 1194) Sicilya’ya bir fetih seferi düzenlemek için harekete geçti Şubat 1194’te ölen Tancredi’nın yerine çocuk yaş­ taki 111. Gugliclmo'nun geçmesinin yarattığı elverişli koşullardan da yararlanarak Mayıs 1194’te İtalya üzerine yürüdü önemh bir direnişle karşılaşmadan 20 Kasım'da Paler­ mo’ya girdi, 25 Arahk’la Sicilya krah olarak taç giydi. Heinrich 1195-96 kışında 50 kadar elektöre Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu tacı­ nın babadan oğula geçmesini kabul enirdi Nisan 1196’da toplanan \Vurzburg Meclisi’nde (Diet) elektörlerın çoğunluğu kararı unayladıysa da küçük bir azınlık karşı çık­ mayı sürdürdü. Ekim 1196'da toplanan Erfurt Meclisi’nde (Diet) karara muhalefet eden elektörlerin sayısı arttı. Heinrich so­ nunda oğlu Friedrich’ın Alman krallığına veraset değil seçim yoluyla gelmesini kabul etmek zorunda kaldı (Aralık 1196). 1197’dc yeni bir haçh seferi düzenlemek üzere İtalya'nın güneyine gitti Bu sırada Sicilya Kralhğı’nda kendisine karşı başlayan ayaklanmayı son derece acımasızca bastırdı. Aynı yıl Messina’da sıtmadan oldu Ölü­ münden hemen sonra Sicilya krah olan oğlu II. Friedrıch, sonradan Kutsal Roma-Gernıen imparatoru seçildi

Heinrich (VII) (d. 1211, Sicilya - ö. 12 Şubat 1242, Martirano, Calabria, Sicilya Krallığı), 1220'dcn sonra Alman krah. Kutsal Roma-Germen imparatoru II. Fricdrich’in oğluydu. Gençliğinin büyük bö­ lümünü Almanya'da geçirdikten sonra 1212'dc Sicilya krah, 1216'da Schvvabcn dükü oldu. Papa III Innocentıus, Heinrich' in Sicilya kralı olarak taç giymesini Sicil­ ya'nın imparatorluktan kopacağı umuduyla desteklemiş, Frıcdrich'ten de bunun için söz almıştı. Ama Nisan 1220'dc Frankfurt'ta Alman kralı (imparatorluk vcliahtı) seçilen Heinrich 8 Mayıs 1222’de koruyucusu Köln başpiskoposu Engclbert'in elinden Atx-laChapellc'de (buğun Aachen, Almanya) taç giydi 1225'te Engclbert'in öldürülmesi üze­ rine Almanya'da karışıklıklar arttı ve Fricdrich’le oğlu arasındaki ilişkiler gerginleşme­ ye başladı. 1231'de Heinnch Ravcnna’daki diet'e katılmayı reddetti. Worms'da Friedrich'in prenslere tanıdığı ayrıcalıklara karşı çıktı. 1232’de babasına boyun eğdiyse de 1233’te prenslere karşı bir manifesto yayım­ ladı, 1234’te de Boppard'da ayaklanma bay­ rağını açtı. Aralık I234'te Lombardlarla ittifak kurmayı başardıysa da 1235’te impa­ rator Almanya'ya ulaşınca az sayıda yandaşı da veliahtı terk etti. Heinrich, VVorms’a saldın girişimi dc sonuçsuz kalınca teslim oldu, Almanya’da bir süre hapiste tutuldu 1232’dekı yeminini daha önce bozduğu için Alman krallığı unvanının resmen gen alın­ masına gerek kalmadı. Genellikle Alman krallan arasında sayılmayan Heinnch, Apulia’daki San Felice’de, ardından da Martırano’daki (Calabria) bir hapishaneye gönde­ rildi. Burada, büyük olasılıkla intihar ede­ rek öldü. Heinrich VII (d. y 1269/74, Valencienncs, Hainaut - ö. 24 Ağustos 1313, Buonconvento. Siena yakınları, İtalya), IV. Heinrich adıyla Lüksemburg kontu, 1308'den sonra

141

Heinrich II Jasomirgott

Lucemburskğ adıyla tahta çıkarmasıyla Bo­ hemya tahtı Lüksemburg hanedanına geçti. Bu arada İtalya'ya bir sefer düzenleyen Heinrich. Ocak 131 l’dc Milano’da Lombardiya tacını giydi. Piemonte ve Lombardıya’ daki kentlere egemenliğini kabul ettirdikten sonra, ülkede banş ve adaleti sağlamak için harekete geçti. Papalık yanlısı Guelfolarla Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu' nu destekleyen Ghıbellinolar arasındaki çatışmalara son verip sürgünlerin toprakla­ rına dönmelerim sağladı. Ama ülkeye dö­ nen sürgünlerin çoğunu Ghıbclhno yanlıla­ rının oluşturması, Floransalılar ile Floransahlann müttefiki Toscana ve Romagna'dakı Guelfolar arasında kuşku ve hoşnutsuzluk yarattı. Heinnch Şubat 1311’dc başlayan kanşıkhklann ardından patlak veren Brescia Ayaklanmasını (Mayıs 1311) ancak eylülde bastırabildı. Mayıs 1312 başlannda Roma’ya girdiğinde kentin bir bölümü Anjou hanedanından gelen Napoli krah Roberto’nun birliklerinin işgali altındaydı. Buna karşın Heinnch. 29 Haziran’da papanın görevlendirdiği kardi­ nallerin elinden imparatorluk tacını giydi. Ağustosta Toscana'dakı Guelfo bırlıklennın üzenne yürümek üzere Roma'dan aynldı. Toscana’daki birkaç kenti ele geçirdiyse de Guelfolann bölgedeki en önemli kenti olan Floransa'yı alamadı. Bir süre kendisini destekleyen Pıza'da kaldıktan sonra. Ağus­ tos 1313’te Napoli'ye bir sefer düzenlemek üzere kentten aynldı. Siena’yı ele geçirme ginşiminin başansızhkla sonuçlanmasının ardından hummaya yakalanarak öldü ve Piza Katedrali'ne gömüldü.

Heinrich II Jasomirgott (d. y. 1114-d. 13 Ocak 1177. Viyana). Avusturya’nın ilk dü­ kü. Avusturya düklük düzeyine yükseltildi­ ğinde Kutsal Roma-Germen imparatoru I. Fnedrich’ten (Barbarossa) Privilegium Minus (sahibine özel ayrıcalıklar bağışlaya­ rak imparatorluğa karşı yükümlülükleri azaltan belge) alarak Babenberg hanedanı­ nın gücünü artırmıştır. Heinrich. 114ü’ta üvey kardeşi Alman kralı III. Konrad’dan kont unvanı aldı 1141’de kardeşi IV Leopold'ün ölümünden sonra ona fief olarak Avusturya markgraflığı (sınır kontu) bağışlandı. Heinrich’in, I142’de, Welf hanedanından gelen Bavyera ve Sak­ sonya dükü Mağrur Heinrich’in dul kansı

VII Heinrich (ortada) 1311 de İtalya seferi sırasında, bir yazmadan tezhip, y. 1320-40; Devlet Arşivi, Koblonz Foto Marburg

Alman krah, 1312'den sonra Kutsal RomaGermen imparatoru. Oğlunun Bohemya tahtına çıkmasını sağlayarak ailesinin konu­ munu güçlendirmiş, ama İtalya’yı ele geçir ine girişiminde başanh olamamıştır. Lüksemburg kontu 111. Heinrich’in oğluy­ du. I288'de babasının yerine geçti Kasım 1308'de Frankfurt'ta Alman krallığına seçil­ di. Ertesi yılın ocağında Aachen'da taç giyerek Luksemburg hanedanından ilk Al­ man kralı oldu Bohemya prensesi EIRka, eniştesi Kârntenli Heinrich’e karşı yürüttüğü taht müca­ delesinde Heinrich’ten gördüğü yardım kar­ şılığında, Heinrich’in oğlu Lüksemburg kontu Johann'la evlenmeyi kabul etti 30 Ağustos 131ü’da evlenen Johann ve Eliika, Alnıanlardan ve Bohemyahlardan oluşan bir orduyla birlikte Bohemya'ya doğru yola çıktılar. Alman-Bohemya ordusunun 19 Aralık 1310’da Prag’ı alıp Johann’ı Jan

Heinrich II Jasomirgott. Kari Mahlknecht in bir oymabaskısından aynntı Bdd Archr» Oslorrmcruocn* Na:ona't*tV>ocse* Viyan*

Gertrude’yle yapacağı evliliğin görüşmelenm 1142’de Konrad yürüttü. lİ43'te Heınrich’e Bavyera dukalığı bağışlandı. Aynı yıhn nisan ayında Gertrude'un ölümü üzerine, Mağrur Heinrich’in oğlu 111 Heınrich (Aslan) Bavyera düklüğü üzerinde hak

Heinrich X

142

iddia etti. Bunun üzerine III. Konrad, Heinrich Jasomirgott'u destekledi. Ama 1152’de Alman krah olan 1. Friedrich (Barbarossa) III. Hemrich’in yanında yer alarak 1154’tc Bavyera’yı ona verdi. Bu arada Bizans prensesi Thcodora ile evlenmiş olan Hcinricn Jasomirgott düklüğü bırakmayı reddetti. 1156'da bir uzlaşmaya varıldı. Buna göre, Heinrich Jasomirgott'un Bavyera üzerinde­ ki hak iddiasından vazgeçmesi karşılığında Avusturya düklük statüsüne yükseltiliyor, Privilegitım Mintıs’\a da Avusturya düklük hanedanına bazı özel ayrıcalıklar veriliyor­ du. Bu ayrıcalıklar arasında, düklüğün yö­ netiminin hanedandan erkek ya da kadın bir vârise geçmesi, vâris bulunmaması duru­ munda dükün kendi ardılını kendisinin ata­ ması da bulunuyordu. Aynca Avusturya dükü yalnızca Bavycra'da toplanan meclîs­ lere (d/er) katılacak, Avusturya’nın komşulanna karşı yapılacak asken harekâtlar dı­ şında, asker gönderme yükümlülüğü kaldınlacaktı.

Heinrich X, lakabı maGrur heinrich. Al­ manca heinrich der stolze (d. y. 1108 - ö. 20 Ekim 1139, Ouedlınburg, Saksonya), Welf hanedanından gelen Toscana markgrafı (sınır kontu), Bavyera dükü ve 11. Heınrich adıyla Saksonya dükü. İzlediği politika­ lar \Velf ve Hohenstaufen hanedanlan ara­ sında 100 yıldan çok sürecek bir düşmanlı­ ğın doğmasına yol açmıştır. 1126’da babasının ölümü üzerine X. Hein­ rich adıyla Bavyera dükü oldu. Mayıs

X Heinrich. bir oymabaskıdan ayrıntı Sıaa'.bcbe Gıaphacne SarrmKz^) MJmn

1127’de Alman krah (sonradan Kutsal Roma-Germen imparatoru) III. Lothar'ın kızı ve vârisi Gerirude’yie evlendi. Bundan he­ men sonra, Lothar'ı tahttan indirmeye çalı­ şan Hohenstaufenler ile Lothar'ın destekçi­ leri arasında süren savaşa katıldı. 1130'da Speyer’in ele geçirilmesinde önemli rol oy­ nadı. 1135’tc Hohenstaufenlerle banş yapıl­ masından sonra, Alman ordusuna bağlı bazı birliklerin başında, Lothar’la birlikte İtalya' ya gitti. Lothar Aralık 1137’de ölünce Saksonya Düklüğü Heinrich'e miras kaldı. Ama Man 1138'de Hohenstaufen hanedanından Al­ man kralı seçilen III. Konrad, aynı kişinin ıkı ayrı düklükte hüküm süremeyeceği ge­ rekçesiyle Saksonya Düklüğü'nü ona ver­ meyi reddedince kralla arasında anlaşmazlık çıktı Soruna çözüm bulma ginşimleri so­ nuçsuz kalınca Temmuz 1138'de Heinrich’in imparatorluk sınırlan içinde dolaşması ya­ saklandı. önce Saksonya, kısa süre sonra da Bavyera düklükleri elinden alındı. Bu karann ardından her iki düklükte de iç savaş başladı Heinrich Bavyera'dan çekil­ mek zorunda kaldıysa da Saksonya’yı ele geçirmeyi başardı Ardından Bavyera’yı al­

mak amacıyla Oucdlinburg da bir ordu top­ ladı. Ama ansızın hastalanıp öldü. Yerine oğlu Heinrich (Aslan) geçti.

Heinrich II, lakabı genç henry. Almanca heinrich der jungere (d. 10 Kasım 1489 - ö. 11 Haziran 1568), Braunschıveig - \Volfcnbüttcl dükü. Almanya’da Reform hareketi­ ni engellemeye çalışan başlıca Katolik prenslerden biridir. Her zaman Habsburg imparatorlarının sa­ dık bir yandaşıydı. Kendi bölgesinde Kato­ likliği canlandırmaya çalıştıysa da, Saksonyah Johann Friedrich (Âlicenap) vc Hcssen kontu Philipp (Âlicenap) karşısında yenilgi­ ye uğradı. Sonunda düklükten uzaklaştırıl­ dı. İmparator V. Karl’ın (Şarlkcn) 1547’dc Protestan Schmalkalden Birliği’ni yenilgiye uğratmasından sonra yeniden düklüğe dö­ nen Heinnch, eski çabalarını sürdürmeye çalıştıysa da pek başarılı olamadı. Kulmbach-Öayrcuth’un Protestan prensi II. Albreeht’i (Alcibiades) Sicvcrshausen Çarpış­ masında (1553) yendi, ama Katolik olan iki büyük oğlunu bu savaşta yitirdi. Bundan sonraki yıllan Lutherci vârisi BraunschvveigVVolfenbüttel dükü Julius'la çatışmayla geç­ ti. Ama sonunda Julius'la uzlaşarak yeni mezhebe bir ölçüde hoşgörüyle davranmaya başladı.

topraklar üzerinde yeniden kurdu. Gotland tüccarlarıyla, İsveç vc Novgorod prensleriy­ le antlaşmalar yaparak Lübcck’in bir ticaret merkezi olarak konumunu pekiştirdi 1160‘ta Oldcnburg piskoposluğu da Lübeck'e taşındı. Heinrich 1158 den sonra giriştiği birkaç seferle Obodrit Slavlannı kendine bağımlı kıldı. Böylccc bütün Mccklcnburg üzerinde egemenlik kurarak bölgenin Hıristiyanlaştınlması vc yerleşime açılması için gerekli koşullan hazırlamış oldu. 1160’ta Mecklenburg piskoposluğunun merkezi olan Schwcrin'c kent ayncahklan tanındı. Batı Pomeranya prensleri bile He­ inrich’in feodal egemenliğini geçici olarak tanıdılar. Danimarka krah I. Valdcmar, Baltık Denizi üzerindeki Rügen Adasını ele ?eçirincc, Valdcmar ile Heinrich arasında 171’e değin süren uzun bir savaş patlak verdi. 1171’de anlaşmazlık çözüldü ve Hcin-

Heinrich II (Saksonya Dükü) bak. Hein­ rich X

Heinrich III, lakabı aslan heinrich. Al­ manca heinrich der löwe (d. 1129/30 - ö. 6 Ağustos 1195, Braunschweig, Saksonya), 1142-80 arasında Saksonya dükü, 1156-80 arasında XII. Heinrich adıyla Bavyera dü­ kü Saksonya ve Bavyera dükü Heinrich (Mağrur) ile İmparator III. Lothar’ın kızı Gcrtrude’nin tek oğluydu. Mayıs 1142’de, Hohenstaufen hanedanının ilk Âlman kralı III. Konrad’m, babasından kopardığı iki düklükten biri olan Saksonya'yı yeniden ele geçirdi. 1147’de de 111. Konrad'ın Avustur­ ya markgrafı (sınır kontu) Heinrich II Jasomirgott’a bağışladığı Bavyera üzerinde hak iddia etti, ama 115İ’de bu düklüğü ele geçirme girişimi sonuçsuz kaldı. 1147 ya da 1148'de Zahnngen dükü Konrad’ın kızı Clemcntıa ile evlendi; bu evlilik 1162’de son buldu Hohenstaufen hanedanından kuzeni 1. Fri­ edrich 1152'de Alman kralı seçilince, Hohenstaufen'lar ile rakip Wclf hanedanı ara­ sında banş yapıldı 1154’te Fnedrich, Elbe Irmağı ötesindeki yeni piskoposluklara pis­ kopos atama yetkisini Hcınrich’e verdi; aynca Bavyera üzerindeki toprak isteklerini de kabul etti. Heinrich, Eylül 1156'da Ratisbon'daki düklüğü ele geçirdi. Bunun ardın­ dan Avusturya da Bavyera’dan ayrıldı, bir düklük durumuna getirildi ve Heinnch II Jasomirgott’a verildi. Buna karşılık Heinrich de 20 yıl boyunca I. Friedrich'i destekledi. Friednch'in ilk İtalya seferine (1154-55) büyük bir orduyla katıldı. Onun imparatorluk tacını giymesinden son­ ra Romalıların bir isyanını bastırdı. 1157’de dc imparatorun PolonyalIlara karşı giriştiği seferde yer aldı Friedrich’in ikinci İtalya seferi sırasında, 1160'taki Crema Kuşatma­ sında vc 1161'dc Milano kentlerine karşı yürütülen savaşlarda imparatora önemli destek sağladı. Heinrich, Bavyera’yı yeniden ele geçirme­ sinden bir yıl sonra Isar Irmağı üzerinde yeni bir pazar kurarak Münih kentinin temellerim attı. Ama asıl çabası Saksonya Düklüğü'nü, özellikle Elbe Irmağının öte­ sindeki topraklara doğru genişletmekti 1159'da Lübcck'i, kenti 1143'te kurmuş olan Holstein kontu II. Adolftan ele geçirdiği

III. Heinrich, mezarındaki kumtaşı figüründen ayrıntı, 1227; St. Blaslus Katedrali, Braunschwe>g Foto Marburg

rich'in kızıyla Valdemar’ın oğlu evlendiler. Heinrich bu yıllarda ayrıca, öteki ailelerin veraset iddialarını dikkate almaksızın, orta­ dan kalkmış bulunan çeşitli hanedanların mülklerine el koyarak Saksonya’daki konu­ munu pekiştirdi. Braunschsvcig'ı başkent yaptı; inşa ettirdiği kalenin önüne de ailesi­ nin simgesi ve egemenliğinin işareti olarak bir aslan heykeli yerleştirdi. Gururlu kişiliği ve topraklarını büyütme eğilimi, gitgide genişleyen bir muhalefete yol açtı. 1150’lerin ortalarından başlayarak bazı Sakson prensleri Heinrich’e karşı birleştiler. On yıl sonra, Brandenburg markgrafı 1 Albreeht (Ayı) ile Köln başpiskoposunun ön­ derliğindeki büyük koalisyon Heinrich için büyük bir tehdit haline geldi. Saksonya'da iç banş apcak 1168'de imparatorun müdahale­ siyle sağlanabildi. Bu sırada Heinnch gücünüp doruğunda bulunuyordu. 1168 başlarında İngiltere kralı II. Henry’nin kızı Matilda ile evlendi. He­ men ardından da Fransa ile İngiltere arasın­ da bir ateşkes sağlamak üzere 1. Friednch’in elçisi olarak bu iki ülkeye göndenldı 1172'de kalabalık bir kafileyle hac için Kudüs’e gitti, Konstantinopolis’te (İstan­ bul) Bizans imparatoru I. Manuel Komnenos tarafından büyük bir törenle karşılandı 1176’da İtalya’nın kuzeyindeki Lombardiya kentlerine karşı kendisinden yardım iste­ yen I. Friedrich’e karşı Heinrich gümüş madenleriyle birlikte önemli imparatorluk kenti Goslar'ın kendisine bırakılması koşu­ lunu öne sürdü Ama Friedrich bunları

vermeyi reddedince aralarındaki eski ittifak sona erdi. I. Fricdrich 1177'de Saksonya’da savaşın yeniden patlak vermesinden bir yıl sonra Almanya ya döndü. Hemen ardından da Sakson soylularının iddialarına dayanarak, Heinrich hakkında, kralın yaptığı barışı bozduğu gerekçesiyle dava açtı. 1 IHO’dc kralın sarayında suçlamaları yanıtlamayı reddeden Hcinrich’in elinden iki düklükle bütün imparatorluk/tefleri alındı İmpara­ tor bundan sonra Hcinrich’in eski toprakla­ rım parçalamaya girişti. Aynı yıl içinde Saksonya Düklüğü iki parçaya bölündü Köln ve Paderborn piskoposluklarının top­ raklan yeni Vestfalya Düklüğü adı altında Köln başpiskoposuna bırakıldı; Saksonya' nın doğu kesimi bir fief olarak Albrecht’in (Ayı) oğluna verildi. Bavyera Düklüğü ise Friedrich’in müttefiki Otto von VVittelsbach’a bırakıldı. Heinrich. Saksonya’nın kuzeyinde Friedrich karşısındaki konumunu bir süre için koruduysa da 1181 yazında burada da boyun eğmek zorunda kaldı. Braunschweig ve Lüneburg'daki aile topraklarını elinde tut­ masına izin verilerek birkaç yıl süreyle kayınpederi İngiltere kralı II. Henry'nin sarayına sürgüne gönderildi. 1185’te ülkesi­ ne dönünce Saksonya’da yeniden etkinlik kazanmaya çalıştı. III. Haçlı Scferi'ne katıl­ mayı reddetmesi ve Saksonya üzerindeki hak iddialarından vazgeçmemesi üzerine 1189’da bir kez daha Normandiya'daki kayınpederi II. Henry’nin yanına sürgüne gönderildi. Heinrich, I. Friedrich’in 1190'da ölmesin­ den sonra yeniden Saksonya’ya döndü, ön­ ce Almanya kralı VI. Hcinrich'i karşısında buldu, ama Temmuz 1190’da Fulda’da ara­ larında barış yapıldı. VI. Heinrich İtalya seferi sırasında çatışmayı yeniden baştanıy­ sa da 1194’te bir buluşmayla uzlaşma sağlan­ dı. Ertesi yıl Braunschsveig’da ölen Heinnch orada yaptırdığı katedralde karısının yanına gömüldü.

Heinrich raspe (d. y. 1202 - ö. 16 Şubat 1247, VVartburg Şatosu, Thüringen), Papa IV. İnnocentius’un Hohenstaufen haneda­ nını yönetimden uzaklaştırmak amacıyla Alman krallığına (1246-47) seçtirdiği Thü­ ringen kontu (1227-47). Ağabeyi Kont IV. Ludwig'in I227’de öl­ mesinin ardından, yeğeni II. Hemıann’ın kont olmasını engelleyerek yönetimi ele geçirdi ve Ludwig’ın dul karısı Sankt Elisabeth’i Thüringen sarayından kovdu Kontlu­ ğu zorla ele geçirmesine göz yuman Kutsal Roma-Germen imparatoru 11. Friedrich’e, Babenberg hanedanından Avusturya dükü II. Friedrich’in başlattığı ayaklanmayı bas­ tırmakta yardımcı oldu U236). Ertesi yıl 11. Friedrich’in oğlu IV. Konrad’ı Viyana’da Alman krallığına seçen 11 prens arasında yer aldı. Hcinrich’in 1238'de, çocuksuz Avusturya dükü Friedrich’in kız kardeşi Gertrude’yle evlenmesi, II. Friedrich’lc ilişkilerinin bo­ zulmasına yol açtı. 11. Friedrich’in Mart 1239’da aforoz edilmesi üzerine, papaya karşı mücadelesinde onu desteklemekten vazgeçmeyi düşündü. Ama o sırada II Friedrich’ı destekleyen Mainz başpiskoposu Sıegfried onu imparatora bağh kalmaya ikna etti. Bu nedenle 1240 ilkbaharında Heinrich de papa tarafından aforoz edildi. II. Fricdrich 1242’de Heinrich’i naip vekil­ liğine getirdi. Ama Heinnch bu görevi üstlenmek için hiçbir girişimde bulunmadı İki yıl sonra da II. Friedrich'ten desteğim bütünüyle çekli. Mayıs 1246'da, IV. Konrad’ ın tahttan indirilmesini isteyen papanın

buyruğuna uyan bir prensler meclisince Alman krallığına seçildi. Heinrich, subaylannın Konrad’a ihanet etmesinden yararlanarak Ağustos 1246’da onu Frankfurt yakınlarında bozguna uğrattı 1246-47 kışında, Hohenstaufen hanedanının Almanya'da en güçlü olduğu bölge olan Schsvabcn’i ele geçirmek için harekete geçti. Ocak 1247'de Ulm u kuşattıysa da kenti alamadı. Sefer sırasında hastalandı ve ertesi ay öldü.

Heinrich

von meissen

bak. Frauenlob

Heinrich vonMelk(ü. 1150), Alman edebi­ yatının ilk yergici şairi. Şiirlerini Orta Yük­ sek Almanca lehçesiyle yazmıştır. Avusturya’daki Melk Manastın'nın ruhban olmayan Benedikten bir üyesiydi. Keşişlere özgü geleneksel bir temayı işleyen Von des Tödes gehılgede (y. 1150/60; Ölümü Anış) adlı şiiri, o dönemde ortaya çıkan saray kültürünü saraya yaranmaya çalışmadan canlı ve vergili bir dille betimlemesi açısın­ dan yemlik taşır Heinnch, bu şıınnde şövalyeleri zina düşkünü ve kana susamış, soylu hanımefendileri küstah ve kibirli, aşa­ ğı sınıfları ise aristokratların taklitçisi olarak çizer. Vom Priesterleben (Papazca Yaşam Üzerine) adh bir başka şiirinde dünyevi bir yaşam süren papazlan alaya alır. Heinrich von veldeke (ü. 1185; Maastncht yakınlan. Aşağı Lorraine), Orta Yüksek Almanca ile yazan soylu şair Aineias'ın öyküsünü anlattığı Eneit adh yapıtı, ele aldığı konuya uygun bir sanatsal düzeye ulaşan ilk Alman saray destanıdır. Heinrich, Eneit'i Thüringen prensi Hermann’ın sarayında bulunduğu sırada ta­ mamladı. Yapıtta, doğrudan Vergilius’un Aeneis’inden yararlanmayıp, Roman d'Eneas adlı Fransızca yapıtı örnek almıştı. Ayn­ ca, anadili Flamancayı değil, Eilhart von Oberg'in Tristrant und /.ru/de’sindeki gibi Franken dilini kullandı. Fransızca ör­ nekten yola çıkıp Aineias ile Dıdo'nun öyküsünü geliştirerek Vergilius’un destanı­ nı, aşkın psikolojisini inceden inceye çö­ zümleyen bir saray romansına dönüştürdü. Gottfried von Strassburg ve VVolfram von Eschenbach gibi epik şairler yapıtlannda Eneit'i örnek aldılar. Yapıtın üslubu biraz bilgiççe ve geleneksel olmakla birlikte, ya­ lın, dolaysız ve akıcıdır. Heinnch ayrıca, Maastncht’ın koruyucu azizinin yaşamını ve mucizelenni konu alan Servatiııs (y. 1170) adh dinsel bir destan ve pek çok lirik şiir yazmıştır. Destanlannda olduğu gibi bu şiirlerinde de. Roman dille­ rindeki yapıdan örnek alarak saray edebiya­ tındaki yem akımlan Almancaya aktarmış­ tır. Felemenk sınınna yakın bölgelerin lehçe­ siyle yazdığı için, Felemenkliler Hein­ rich’i bilinen en eski şairlen olarak kabul ederler.

Heinrich Julius (d. 15 Ekim 1564, Schloss Hessen, VVolfenbüttel yakınlan, Saksonya ö. 20 Temmuz 1613, Prag),tiyatroyapıtlanyla tanınmış Braunschweig dükü. Erken ba­ rok dönem kültürünün temsilcisi olarak Alman tiyatrosunun gelişmesine önemli kat­ kılarda bulunmuştur Yapıtları, Elizabeth dönemi İngiliz tiyatrosunun etkilerini ve İngiliz tiyatrosundaki soytarı tipini Alman tiyatrosuna taşıyan eğilimi yansıtır Yetenekli bir araştırmacı, ilahiyatçı ve sanat koruyucusu olan Heinrich 1576’da Helmstedt Üniversitesi rektörü, 1578'de Halberstadl piskoposu, 1589’da da babası­ nın ardından dük oldu. 1592’de başta Tho­ mas Sackville olmak üzere bazı İngiliz oyun yazarlarıyla oyunculannı Wolfenbüttel’e ge­ tirdi ve sarayında bir topluluk oluşturdu Bu

143

Heinse, VVilhelm

topluluk için İngiliz geleneğinin etkisi altın­ da yazdığı Von eınem Mrthe (1593; Bir Hancı Üzerine), Von eınem Bıder und einer Bulerin (1593; İki Âşık Üzenne) ve Von einer Ehebrecherın (1594; Zina Yapan Bir Kadın Üzerine) adh ahlakı oyunlannda f;ündelik orta sınıf yaşamından aldığı konuan gerçekçi bir üslupla işledi Mutiakıvctçı yönetime inanan Heinnch Yahudiliğe ve cadılığa düşmandı Didaktik nitelikteki yapıtlannda ise toprak sahibi aristokrasinin ideolojisini aşılamayı amaçlıyordu. En ünlü tragedyası Von eınem Ungeralnen Sohn (1594; Şımank Oğul Üzenne) Hcınrich’in, o dönemde Almanya'da bulunan Ingiliz oyunculannın repertuanannm en belir­ gin özelliğini oluşturan dehşet vc suç sahnelennc düşkünlüğünü sergiliyordu Tipleme­ deki ustalığını yansıtan en iyi yapıtı Von Vincentio Ladislao (1594) adh komedide de Ingılizlerın oyun tarzının tipik öğelen olan abartılı dili ve göstenşçı tasarlan yergi konu­ su olarak başarıyla kullandı. 1607’de düklü?ü terk ederek Prag’a yerleşti ve imparator I RudolTun danışmanı oldu.

Heinse, (Johann Jakob) VVilhelm (d. 16 Şubat 1746, Langeuıescn. Ilmenau yakınla­ rı, Thünngen - ö. 22 Haziran 1803. Aschaffenburg, Frankfurt am Maın yakınlan). Alman romana ve sanat eleştirmeni. Coş­ kunluk akımı edebiyatının tüm özellıklenni

Heinse, kimili bilinmeyen bir sanatçının portre çalışması Bnüsfı MuSOvm. lorcra.

Freeman S Co Ltd

taşıyan yapıtlanyla romantiklen önemli öl­ çüde etkilemiştir. Erfurt’ta hukuk öğrencısıyken, romantik yazar Christoph Martin VVieland’la, onun aracılığıyla da VVilhelm Ludwıg Gleım'la tanıştı. Genç şairlerin koruyucusu olarak tanınan Gleım'ın yardımıyla Ouedlınburg' da bir ailenin vanuıda özel öğretmen olarak iş buldu. 177-i’te Düsseldorfa giderek ka­ dınlara yönelik İns dergisinde çalıştı. 178083 arasında İtalya'da dolaştıktan sonra ülke­ sine dönerek, Aschaffenburg’dakı Mainz Başpiskoposluğunun kütüphanecisi oldu. Heinse'nin ünlü romanı Ardinghello und die glilekseligen Inseln'in (1787; Ardınghello ve Mutluluk Adaları) kahramanı, bir Yunan adasında kendi ütopyasını kuran hayalpe­ rest bir sanatçıdır. Erotizmi ve estetik yaşa­ mı yücelten yapıt, romantik akımla birlikte ortaya çıkan Kûnsllerroman'ın (sanatçı ro­ manı) öncüsüdür. Ardinghello'da resmin oynadığı rolü bu kez müziğin aldığı ıkına romanı Hıldegard von Hohenıhal (1795-96; Hohenthal'h Hıldegard), müzik eleştirisine önemli bir katkı olarak kabul edilir. L’ber einige Gemilide der Dılsseldorfer Galene (1776-77; Düsseldorf Galensı’ndekı Birkaç Resim Üzenne) başlıklı eleştirel çalışmasın­ da Heinse, sanal yapıtlarının tanhsel ve ulusal koşullara bağımlı olduğunu vurgular ve Rubcns’e duyduğu hayranlığı dile getinr.

Hcinsius, Anthonie

144

Heinsius, Anthonie (d. 23 Kasım 1641, Dclft - ö. 3 Ağustos 1720, Lahey, Fele­ menk), Felemenkli devlet adamı. Holland eyaletinin danışman yöneticisi (1689-1720) ve Oranje prensi III. VVillem’in önde gelen Felemenkli danışmanı olarak, Felemenk

1639’da Yeni Ahit üzerine yazdığı bir yoru­ mun olumsuz eleştiriler alması, 30 yıllık başanlı meslek yaşamına gölge düşürdü. 1640’tan sonra çok az yapıtı yayımlandı. Aralarında Hcrodes infanticida (1632) adlı Felemcnkçe trajedinin de bulunduğu edebi yapıtlarına dayanarak bir yazı ustası, iyi bir zanaatçı olduğu söylenebilir; ama özgünlük ve zevkten yoksundur. Aristoteles’in PoetiÂa’sını (1611) yayımlaması, Fransız klasik tiyatrosunu derinden etkileyen yapıtı De tragoediae çpnstitııtione (1611; Trajedi Dü­ zenlemesi Üzenne) ve Fransız La Pleiade topluluğunun etkisini taşıyan Felemenkçc şiirleri (1616), Heinsius’a önem kazandıran çahşmalandır.

çabasına yöneltti. Bohr’un atom modeli, elektronların çekirdek çevresindeki belirli yörüngelerde klasik kurama uygun olarak dolandıkları görüşüne dayanıyordu. Aynca,

Heinz Company, tam adı n ı heinz com pany. inc . işlenmiş gıda üreten en büyük ABD şirketi. 1896’da “57 Çeşit" sloganını ortaya atan şirket, günümüzde dünyanın birçok yerinde yüzlerce tür ürün pazarla­

Anthonie Heinsius, Gerbrand van den Eeckhout'un portre çalışmasından LA. Claesens'in yaptığı bir oymabaskı tconogrophach Burcau. Lahey

Cumhurjyeti’nin Büyük İttifak Savaşı (168997) ve Ispanya Veraset Savaşı’nda (170114) Fransa’ya karşı giriştiği askeri harekâtla­ ra önderlik etmiştir. Burjuva bir aileden gelen Hcinsius, 1679’a değin Dclft’te avukatlık yaptı; daha sonra kentin eyalet meclisindeki temsilcisi oldu. İlk başta Stadhouder (vali) III. VVillem’in Fransa kralı XIV. Louis'ye karşı saldırgan muhalefetini eleştirdiyse de, 1680'lerin ba­ şında Louis’nin yayılmacı siyasetine karşı çıkmanın zorunluluğuna inandı. 1689’da VVillem’in ısrarıyla Holland’ın danışman yö­ neticisi olmayı kabul etti. Fransa’ya karşı Büyük İttifak Savaşı’nda VVillem ile Genel Meclis arasında arabuluculuk etti vc 1697’dc bir başka Felemenkli delegeyle birlikte Rijswijk’teki banş görüşmelerine katıldı. VVillem’in ölümünden (1702) sonra Genel Meclis üzerinde denetimini sürdüremedi ve İspanya Veraset Savaşı sırasında yöneti­ mi sen eleştinlere hedef oldu Muhalefet çevreleri savaşın asıl yükünü Felemenklile­ rin çekmesine karşın, Utrecht Antlaşmasıy­ la (1713) İngilizlerin daha büyük kazançlar sağladığını öne sürdü. Uzun yıllar dış sorun­ larla uğraşmanın ülkenin mali durumunu sarstığım gören Heinsius, 1713'ten sonra uluslararası alanda yeni yükümlülüklere gir­ memeye çaİLştı.

Heinsius, Daniel (Latince), Felemenkçc (d. 9 Ocak [Haziran?] 1580, Gent - ö. 25 Şubat 1655, Lcidcn, Fele­ menk), Felemenkli şair. Yaşadığı dönemde Eski Yunan ve Latin edebiyatı uzmanı olarak da tanınmıştır. Leıden’dc yaşadığı yıllarda eski dönemlere ilişkin klasik yapıtlan, şiirleri ve söylcvlen yayımladı. Hcsıodos’tan Nonnus’a kadar pek çok Latin şairinin vc Eski Yunan yazannın yapıtlan üstüne açımlamalar yaz­ dı. Verdiği dersler büyük ilgi gördü. 1614'te tarih öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü vc senato sekreterliğim birlikte yürütmeye başladı. Ayrıca yayımcılıkla uğraşan Elzcvir ailesine danışmanlık yaparak yayın politika­ sını belirledi. Dört Sınodu'nda aralarında yakın arkadaşı Grotius'un da bulunduğu İtirazcıların mahkûm edilmelerim destekle­ di. Böylece, mücadeleden başarıyla çıkan Kalvencılenn resmi desteğini kazandı Ama daniel heins

maktadır. Merkezi Pıttsburgh'dadır. Şirket 1869’da, sonradan ülke çapında “Turşu Kralı’’ olarak tanınan Henry John Heinz (1844-1919) tarafından Sharpsburg’ da (Pennsylvania) kuruldu. Daha çocukken gıda maddeleri satışına ilgi duyan Henry Heinz, 16 yaşma geldiğinde Pittsburgh’daki bakkallara mal satmak üzere kurduğu li­ monluk ve bahçelerde çok sayıda işçi çalış­ tırmaya başlamıştı. İki ortakla birlikte kur­ duğu ilk şirket yabanturpu hardalı üreterek pazarlama amacına yönelikti. Heinz 1875 paniği sırasında iflas eden şirketini 1876'da yeniden örgütleyerek yüzyılın sonunda ülke genelinde etkinlik gösteren büyük bir şirke­ te dönüştürdü. H. J. Heinz Company adını alan şirket 1905’e doğru ABD’nin en büyük turşu, sirke ve ketçap üreticisi durumuna geldi. 1919'da şirketin 6 binden fazla işçisi ve 25 fabrikası vardı. Henry Heinz aynı zamanda kurnaz bir pazarlamacıydı. Şirke­ tin turşularını tanıtmak amacıyla I900’de New York kentinde ilk ışıklı reklam düzene­ ğini kurdu. Zamanına göre ileri görüşlü bir işveren olarak, federal yönetimin çıkarmak istediği Saf Gıda Yasası’m destekleyen bir­ kaç gıda üreticisi arasında yer aldı. 1969’a değin şirketi yöneten Heinz ailesi daha sonra da en büyük hissedar olmayı sür­ dürdü. Şirket ketçap ve sirke gibi ürünlerin yanı sıra tonbalığı konservesi ve dondurulmuş yiyecekler dc pazarlamaktadır. Hubinger Company, Heinz'ın önemli yan şirketlerin­ den bindir Çeşitli ülkelerde fııbrikalan bulunan şirket İngiltere'deki başlıca hazır çorba üreticisidir.

Heisenberg, VVerner (Kari) (d. 5 Aralık 1901, VVürzburg, Almanya - ö. I Şubat 1976, Münih, AFC), 1925 re kuvantum me­ kaniğinin matris biçimini geliştiren Alman fizikçi vc felsefeci. Bu buluşu nedeniyle 1932’de Nobel Fizik Ödûlü’nü almıştır. Asıl ününü 1927’de yayımladığı belirsizlik ilkesi­ ne borçlu olan Heisenberg, felsefi çalışmalannı da bu ilkeye dayandırmıştır. Aynca burgaçlanmanın hidrodinamiği, atom çekir­ deği, ferromagnetizma, kozmik ışınlar ve (emel parçacıklar gibi konularda önemli kuramsal katkılarda bulunmuştur. Gençliği. Münih Üniversitcsi’nde Arnold Sommerfeld’in öğrencisi olan Heisenberg, 1923’te akışkanlarda burgaçlanma konusun­ daki teziyle bu üniversiteden doktor unvanı aldı. Çalışmalannı Göttingen Ünivcrsitesi’ndc Max Born’un, 1924 güzünden sonra da Kopenhag’daki Kuramsal Fizik Enstitüsü'nde Niels Bohr'un yanında sürdürdü. Bohr'un atom modeline duyduğu ilgi ve bu modelde gördüğü yetersizlikler, onu yeni bir model için kuramsal bir temel oluşturma

Heisenberg Edo Koenıg-Black Slar

modelin öngördüğü sonuçlarla deneysel bulgulan uyumlu kılmak üzere modele keyfi bazı kuvantum sınırlamaları getirilmişti. Bi­ limin o gün için ulaştığı noktayı simgeleyen ve yeni araştırmalan özendiren niteliğiyle Bohr modeli büyük bir başanyı ifade ediyor­ du. Ama yeni araştırmalardan elde edilen sonuçlan bu modelle uzlaştırmak gün geçtik­ çe daha da zorlaşıyordu. Heisenberg, tutulduğu saman nezlesi nede­ niyle Haziran 1925’tc çekildiği Helgoland Adasında önemli bir fizik problemini çözdü. Problem bir anharmonik osilatördeki dura­ ğan (kesikli) enerji durumlannın açıklanma­ sına ilişkindi. Bohr atomu ile büyük bir benzeşim içinde olan bu probleme Heisenberg’in getirdiği çözüm, atomun kuvantum mekaniğinin geliştirilmesine yönelik prog­ ramlı araştırmaların başlangıcını oluşturdu. Heisenberg bulgularını birkaç ay sonra Zeitschrıft für Physik dergisinde yayımlanan “Über quantcnthcoretische Umdcutung kinematiseher und mcchanischer Beziehungen” (Kinetik ve Mekanik İlişkilerin Kuvan­ tum Mekaniğine Göre Yeniden Yorumlan­ ması Üzerine) başlıklı makalesinde açıkladı Heisenberg'in problemi ele alış biçimiyle Bohr'un yaklaşımı arasındaki fark, Bohr'un görüşleriyle 19. yüzyıldaki görüşler arasın­ daki fark kadar büyüktü. Heisenberg belirli yörüngelerde dolanan parçacıkların varlığı görüşünü terk etmekten yanaydı (o güne değin ne bu parçacıklar ne de yörüngeler gözlenebilmışti); bunun yerine deneysel bulgularla doğrudan uyuşum içinde olan ve kuvantum koşullarını keyfi sınırlamalar so­ nucunda değil, kuramsal temellere dayalı olarak veren bir kuram koymaya çalışıyor­ du. Fiziksel değişkenlerin sayı dizileriyle gösterilmesi ve (Einstein'ın 19O5'te yayımla­ dığı görelilik makalesinden esinlenerek) de­ ğişkenlerin gizli, ulaşılamaz yapılan değil “gözlenebilir" (bir başka deyişle ölçülebilir) nicelikleri simgelemesi gerektiği kanısınday­ dı. Max Born bu sayı dizilerinin matns cebin kurallarına uyduğunu gördü. Born, Pascual Jordan ve Heisenberg yeni kuramı matrisler aracılığıyla ifade etmeyi başardılar, böylece yeni kuvantum kuramı bir matris mekaniği olarak ortaya çıktı. Kuramdaki her matns (bu matrisler genellikle sonsuz boyutludur) bir fiziksel değişken için olanaklı değerler kümesini belirliyor, bir matristeki terimler­ den de durumlann ve durumlar arasındaki geçişlerin olasılıktan üretilebiliyordu. Hel­ yum atomunun ikili tayfını (atomdaki iki elektronun spinlerinin paralel ya da ters paralel olmasına karşılık gelen iki farklı

atom türünün üst üste gelmiş tayfları) yeni la kullanımını etkin biçimde savundu ve matris mekaniği yardımıyla açıklayan Hei- I957’de Batı Alman ordusunu nükleer senberg, hidrojen molekülünün de böyle silahlarla donatma girişimine karşı çıkan ikili yapıda olması gerektiğini öngördü. bilim adamlarının öncülüğünü yaptı. 1954’te Başka fizikçilerle birlikte, birçok atom ve Avrupa Nükleer Araştırma Konsemolekül tayfını, ferromaenetizma olgusunu yı’nin (CERN) kuruluşunda çaba harcadı. ve elektromagnetik olayları inceledi. Yem Savaş sonrası yıllarında temel spınor denk­ kuvantum kuramının değişik biçimleri lemi (karmaşık vektör benzen nicelikler 1926’da Erwin Schrödingcr (dalga mekani­ olan spinorlardan yararlanarak maddenin ği) ve P. A. M. Dirac (dönüşüm kuramı) olanaklı bütün parçacıkh durumlannı betarafından geliştirildi. tımleyebılcn bir diferansiyel denklem) üze­ Belirsizlik ilkesi. Heisenberg 1927’de belir­ rinde çalışmaya başladı. Sezgilerine dayana­ sizlik ilkcsini(’) ortaya koydu. Bu ilke, ilk rak, böyle bir denklemin doğadaki bir dizi kez, Hcisenberg’in matris mekaniğini klasik temel evrensel bakışımı sergileyeceğini ve fiziğin alışılmış kavramlarıyla açıklamayı yüksek enerjili çarpışmalarda ortaya çıkan amaçlayan bir makalesinde yer aldı. Belirli çeşitli temel parçacıkları açıklayacağını öne bir enerji durumundaki bir elektronun ko­ sürüyordu. Bu çabalannda Hans-Peter Dürr numuna ilişkin koordinat q ve elektronun ve Cari Friedrich von \Vcizsâcker'den des­ momentumu (hızı ile kütlesinin çarpımı) da tek ve yardım gördü. Gençliğinde Ernst Mach'ın doğrudan etki­ p ise, Heisenberg (hepsi dc aynı belirli enerji durumunda olan) birçok elektron için sinde kalmış olmasına karşın Heisenberg, q vc p’nin birbirinden bağımsız ölçümlerle kuvantum mekaniği üzerindeki felsefi yazı­ ölçülmesi durumunda, larında Viyana Çevresi'ne bağlı bilim felse­ fecilerinin geliştirmiş olduğu Mantıksal Ol­ Aq • Ap> lı guculuğa şiddetle karşı çıktı. Ona göre etkin olacağını kanıtladı; burada&q, qölçümlerin­ gözlemle açığa çıkarılan şey mutlak değil, deki standart sapma; Ap, p ölçümlerindeki kuramla yüklenmiş (bir başka deyişle ku­ standart sapma; h ise Planck sabitidir ramla bağıntılı ve gözlemin bağlam kazan­ (/ı = 6,626176 x 10M joulc-saniye). Belir­ dırdığı) bir bilgiydi Uzay-zamanda cisimle­ sizlik ilkesi kuvantum fiziğinin tipik özellik­ rin nesnel hareketlerini ifade eden klasik lerinden biridir. Bu ilkeye göre, değişmeli mekanik ile elektromagnetizmanın her za­ olmayan (bir başka deyişle eşlenik) iki man geçerli olduğu, ama kuvantum mekadeğişkenden birinin ölçümü öbürünün ölçü­ niksel sistemlere uygulanamayacağı görü­ münü etkiler, örneğin konum ve momentu- şündeydi. Nedenselliğin tek tek kuvantum mun matris gösterimleri böyle iki değişken­ mekaniksel sistemlere değil, ancak matema­ dir. Belirsizlik ilkesinin taşıdığı büyük önem tiksel gösterimlere uygulanabileceğini, çün­ bütün bilim adamlarınca kabul edilmekte­ kü parçacıkların davranışlarının ancak olası­ dir; bununla birlikte bu ilkenin fiziksel lıklar çerçevesinde belirlenebileceğini savu­ anlamı günümüzde bile tartışılmaktadır. Bu nuyordu. ilke, bir kuvantum sisteminde alışılmış kla­ Heisenberg 1937'de Elisabeth Schumacher sik (tümleyici) tanımlar kullanılmasından mı ile evlendi, bu evlilikten yedi çocuğu oldu. kaynaklanıyordu, yeni türden bir kuvantum Fiziğin yanı sıra müziğe de derin bir sevgisi istatistiği ilkesimiydi. yoksa matematiksel vardı ve bu iki ilgi alanı arasında çok yakın modelin kimi özellikleri aracılığıyla kuvan­ ilişki görürdü. Nobel Fizik Odülü’nün yanı tum sistemlerinin bir niteliğini mi betimli­ sıra, Mas Planck Nişanı, Matteucci Nişanı yordu? Bohr bu ilkeyi bir kuvantum sistemi­ ve Columbia Üniversitesi’nin Bamard Ma­ nin tümleyici (parçacık ya da alışılmış klasik dalyası Nişanı ile de ödüllendirilmiştir. uzayda dalga olarak) betimlenmesi olarak Başlıca yapıtları, Die physikalischen Prinziele aldı, Heisenberg ise aynı ilkeyi kuvan­ pien iler (Juantenheorie (1930; Kuvantum tum sistemlerinin klasik sistemlerden farklı Kuramının Fiziksel İlkeleri), Physik der olan ve sezgilere dayanmayan nitelikleriyle Atonıkerne (1943; Çekirdek Fiziği), Kosilişkilendirme eğilimindeydi. nıische sirahlung (1943; Kozmik İşınlar), Bohr ve Heisenberg yeni fiziksel değişken­ Theorie der Neııtronen (1952; Nötron Kura­ leri ve bunların uygun biçimde olçülmelerı mı), Theorie des Atomkerns (1952; Çekir­ sürecim göz önünde tutan hır tümleyicilik dek Kuramı), Dos Naturbıld der heutigen felsefesi geliştirdiler, fizikteki ölçme süreç­ Physik (1955; Çağdaş Fizikle Doğa, 1968). lerine ilişkin bu yeni anlayış, ölçme eylemini Physik und philosophie (1958; Fizik ve gerçekleştirirken gözlenen cisimle etkileşi­ Felsefe, 1972), Einfilhrung in die einheitme giren, böylece de o cismi olduğu gibi lıche Feldtheorie der Elementarteılchen değil, ama ölçüme bağımlı bir biçimde (1967; Temel Parçacıkların Birleşik Alan ortaya çıkaran bilim adamının etkin rolünü Kuramına Giriş), Der Teil und das Ganze vurguluyordu. Aralarında Einstein, Schrö­ (1969; Parça ve Bütün) ve Schrilte über die dinger ve Louis de Broglıe’nin de bulundu­ Grenzen'dir (1970; Sınırların Ötesinde). ğu birçok fizikçi tümleyicilik felsefesine karşı çıkmışlardır Heisenberg belirsizlik ilkesi bak. belirsiz­ Sonraki yılları. 1927-41 arasında Leipzig lik ilkesi Üniversitesi’nde sürdürdüğü profesörlük görevinin ardından Heisenberg, dön yıl heka, hIke olarak da bilinir, Eski Mısır sûreyle Berlin’deki Kaiser \Vılhelm Fizik dininde, Güneş Tanrısı Ra'nın niteliklerin­ Enstitüsü’nün yöneticiliğini yaptı. Nazi reji­ den birinin kişileşmesi. Sözcük genellikle mine karşı olmakla birlikte açıkça direnme­ "büyü" ya da “büyü gücü" olarak anlaşıl­ di. II. Dünya Savaşı boyunca, çekirdek makla birlikte tam anlamı henüz aydınlatıl­ bölünmesini (fisyon) bulan bilim adamlann- mamıştır. 7/eAu’nın, güneş kayığıyla göklerde yaptığı dan biri olan Otto Hahn ile nükleer reaktör yapımı üzerinde çalıştı Nükleer silah yapı­ günlük gezintilerinde Ra'ya eşlik ettiğine mı konusunda etkin bir program geliştire- inanılırdı Ama heka sıradan insanlara da ınedi; bunun nedeni büyük olasılıkla tekno­ verilebilir ve onlar tarafından da kullanılabi­ lojik kaynakların yetersizliği ve kendisinin lirdi. Mısırlılara göre /ıcAu dan tannlann hoş­ bu konudaki isteksizliğiydi. Savaştan sonra nutluğunu kazanmak.-ulaşılamaz şeyleri elde Göttingen’de Max Planck Fizik ve Astrofi­ etmek ya da ölülerin bu dünyaya dönmesini zik Enstitüsü'nü kurdu, bu enstitünün yöne­ engellemek için de yararlanılabilirdi ticisi olarak çalıştı ve I958’de enstitüyle Hekube, Yunan mitolojisinde. Troya kralı birlikte Münih'e taşındı. II. Dünya Savaşı n­ Priamos'un kansı, Hektor'un annesi. Bazı dan sonra nükleer enerjinin barışçı amaçlar­

145

Hekatompylos

kaynaklara göre Fngya krah Dymas’ın kızı­ dır. Yunanlılar Troya'yı ele geçirince Hekabe tutsak edilir Öyküsünün birkaç türü vardır. Bunların çoğu Çanakkale Boğazın­ daki dağlık Kynossema (Köpek Anıtı) bur­ nuyla ilişkilidir. Eunpides’in Hekabe\\ne göre, en küçük oğlu Polydorvs, Trakya krah Polymestor’a emanet edilir ve onun yanında büyür. Yunanlılar ülkelenne dönerken Ge­ libolu Yarımadasına vardıklarında. Hekabe oğlunun öldürüldüğünü anlar Öç almak için Polymestor’un gözlerini kör eder ve ıkı oğlunu öldürür Daha sonra köpeğe dönüş­ türülen Hekabe’nin mezarı, gemiler için bir işaret noktası olur.

Hekataios (Mİletoslu) (ü. IO 6-5 yy. lonya). Eski Yunanlı yazar Bir tanh kitabıyla bir gezi kitabı yazmıştır. Pers istilası sırasın­ da lonyahlan Penslere karşı ayaklanmaktan vazgeçirmeye çalıştı. İÖ 494'te lonyalılar Penslerle anlaşma yapmak zorunda kalınca Pers satrabına gönderilen elçiler arasında yer aldı ve satrabı ikna ederek lonya kentle­ rinin yeniden eski yasal konumlarına kavuş­ masını sağladı. Bilinen iki yapıtından biri olan Genelogtaı (Soyağaçlanj ya da öteki adıyla Hıstoriaı (Tarihçeler), Eski Yunanlıların gelenekleri ve mitolojileri üzerine sistemli biçimde bilgi vermektedir; ama bu yapıtın çok az bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Öte yandan Ges penodos ya da öteki adıyla Perıegesis (Dünya Turu) adh yapıtından günümüze ulaşan parçaların sayısı 300’ü geçer. Bu yapıt bin Avrupa'yı, öteki Asya'yı (Mısır ve Kuzey Afrika'yla birlikte) kapsayan iki bölüm olarak yazılmıştır. Hekataıos. Eski Yunan tarihçileri için hiçbir zaman çekicili­ ğini kaybetmeyen coğrafya ve etnografya alanlarında genellikle öncü olarak kabul edilir. İÖ 5. yüzyılda yaşamış tarihçi Herodotos, Hekataıos'un yapıtını geniş ölçüde kullanmış, ama adından yalnızca eleştirecek bir konu bulduğunda söz etmiştir. Hekataıos’un yalın ama başanh üslubu, İO 1. yüzyılda yaşamış retorikçi Halikamassoslu Dionysios ve öteki eleştirmenlerden övgü almıştır.

Hekate, Eski Yunan dininin ilk dönemle­ rinde, büyük olasılıkla Anadolu’nun güney­ batısında Karya’dan kaynaklanan tanrıça. Hesiodos’un Theogoniasında kendisinden Titan Perses ile Astene adh nympha'nın kızı olarak söz edilir. Göğe, yere ve denize egemendir; günlük yaşamın mutluluklarını ve zenginliği o verir Hekate büyü işlerini yürüten baştannçadır Demeter’ın kızı Persephone'nın yeraltına kaçırıldığına tanık olur ve elinde meşaleyle aranmasına yardım eder. Hekateia denilen ve kapılarla yol ağızlarına dikilen sütunların kötü ruhlan uzaklaştırmak amacıyla kulla­ nıldığı sanılmaktadır Önceleri uzun giysili ve elinde meşaleyle tek bir beden biçiminde betimlenen Hekate daha sonra büyük olası­ lıkla, yol ağızlarında bütün yönleri görebil­ mesi için sırt sırta vermiş üç beden olarak betimlendi. Hekatompylos, Horasan’ın batısında, ilk­ çağda Part İmparatorluğumu yöneten Ar­ saldılar hanedanının (lö 247-İS 224) merke­ zi olan kent. İÖ 300 dolayında Selevkoşlann askeri karakolu olarak önem kazandı İÖ y 200’de Arsakh hanedanının başkenti oldu. Ortadoğu ile Çin arasındaki ticareti sağla­ yan İpek Yolu üzerindeydi. İran’ın günümüz­ deki Damgan ve Şahrud kentlen arasında kurulu okluğu sanılmakla birlikte kesin yen henüz belirlenememiştir Phnius. Strabon

hekimbaşı

146

raklannda demir, dolomit ve kireçtaşı ya­ takları vardır. Hekimhan’ın eski bir yerleşme kalıntısı ve Ptolemaios'un yapıtlarında Hekatompy- üstünde, Selçuklular tarafından kurulduğu sanılmaktadır. 16. a Osmanlı topraklos’tan söz edilir. lanna katılan He , Osmanlı dönchekimbaşı, reIsCtl-etibba olarak da bilinir, minde İstanbul’dan Bağdat’a giden kervan Osmanlı Devlcti’nde hükümdar ile sarayda yolu üzerinde bulunduğundan konaklama yaşayanların sağlığından sorumlu olan, en yen olarak önem kazandı. Mısır’dan Hısn-ı yüksek sağlık işlen görevlisi. Hekimbaşıhk, Mansur’a (Adıyaman) sürfilen Hakim bin hünkâr imamlığı, ordu kadılığı gibi seçkin Emrullah'm burada bir han yaptırmış olma­ görevlerdendi. Bu göreve 19. yüzyıla değin sından ötürü, yerleşmenin zamanla Hekim­ yalnızca ilmiye sınıfından kişiler atanmıştır. han adıyla anılmaya başladığı sanılmakta­ İlk hekimbaşı, II. Mchm.ed (Fatih) döne­ dır. 19. yüzyıl sonlarında Mamuretü’l-Aziz minde (1451-81) atanan İranlı Kutbeddm' (Elazığ) vilayetinin Akçadağ kazasına bağlı dı Enderun ilen gelenlerinden başlatanın bir nahiye olan Hekimhan, Cumhuriyet buvruğunda olan hekimbaşı, saraydaki etıb- öncesinde kaza yapıldı. ba-i hassa, cerrahm-i hassa ile kehhalbaşıHekimhan kenti, ihn kuzeyinde, Kunıçay’ nın, tabib-ı ruhani-i hassanın ve saray ecza- m doğu tayasında kurulmuştur. Malatya- Çecılannın âmiriydi. Padişah ve yakınlan için tinkaya demiryolu üzerinde bulunması ne­ Başlala Kulcsı’nde yazılan reçetelere göre deniyle giderek gelişen ve ilin Malatya ve ilaç hazırlanırken hekimbaşı da nezaret Battalgazi’den sonra üçüncü büyük kenti eder, ilacın konduğu kabı mühürlerdi. Bir otan Hekimhan, il merkezi Malatya'ya karagöresi de sağlık konulannda padişaha danış­ yoluyla 78 km uzaklıktadır. İlçedeki başlıca manlık etmekti. Aynca yemeklerde padişa­ tarihsel yapılar 13. yüzyılda yapılıp 16. hın yanında bulunurdu. yüzyılda onanlan Taşhan, 1661’de yapılıp Günde 500 akçenin yanı sıra kendisine 1815’te onanldığı anlaşılan Köprülü MehGelibolu, Aydın ve Serfiçe arpalıktan da med Paşa Camisi ve aynı tarihte yapıldığı verilen hekimbaşına, kış ve ilkbahar avaidi sanılan Köprülü Mchmcd Paşa Hamamı'dır. olarak kumaş verilmesi de bir gelenekti. Hekimhan Belediyesi 1884’te kurulmuştur. Padişah saraydan çıkacağı zaman hekimbaşı Nüfus (1990) ilçe. 42.467; kent. 13.612. da nöbetçi tabiplerle ataya katılırdı. Her yıl Nevruz’da anber, afyon özü ve kokulu Hckimoğlu Ali Paşa Çeşmesi bak. Kabataş otlardan nevruziye macunu hazırlatarak pa­ Çeşmesi dişaha ve saray ileri gelenlerine sürmesi de gelenekler arasındaydı. Yazışmalannı doğ­ Hekinan, Japonya’nın Honşu Adasındaki rudan sadrazamla yapan hekimbaşı ülkede­ Aiçı iline (ken) bağlı kent. Yahagı Irmağı­ ki tüm darüşşifa, bimarhane vc öteki sağlık nın ağzında, Çita Körfezinin karşısında yer kurumlanmn cerrahlanyla tabiplerini atar, alır. 1948’de Ohama, Şinkava ve Tarao İstanbul'daki tabip vc cerrahlann işyerlerini kentlerinin birleştirilmesiyle oluşturuldu. denetleyerek yetersiz gördüklerini kapattı- Ohama, Tokugava döneminde (1603-1867) nrdı. Teşrifatta en son sırada yer ahr, Edo’ya (bugün Tokyo) denizyoluyla pirine, törenlere sancaklı aba, örfi sank ile katılır­ tuz ve sake (pinnç rakısı) gönderilen önemli dı. Görevine yem atanan hekimbaşına önce bir limandı. İ700’de yerleşime açılan Şinka­ sadrazam, sonra darü’s-saade ağası hil’at va ise çanak çömlekleri ve kiremit üretimiy­ giydirirdi. Padişah ölünce hekimbaşı yasa le tanınırdı. Günümüzde, ulaşım araçtan gereği görevinden uzaklaştınlırdı. 1836’da, gibi modem sanayi ürünlennin yapımının hekimbaşılann ilmiye sınıfı yenne mülkiye yanı sıra geleneksel üretim etkinlikleri de sınıfından atanması, 1844’tc ise hekimbaşılı- sürdürülmektedir. Nüfus (1980) 62.021. ğın kaldırılarak yerine “ser tabib-i şehriyan” Hckla, İzlanda'nın güneyinde, başkent denen saray başhekiminin atanması öngö­ Reykjavfk’ın 110 km doğusunda etkin yanar­ rüldü. 1850'de Tıbbiye Nezareti kurulunca dağ. Adanın en geniş tanm bölgesinin doğu sertabib-i şehriyarinin görevi saray doktor­ ucunda yer alır. Deniz düzeyinden 1.491 m luğu ile sınırlandırıldı. yüksekliktedir. En büyük krateri yaklaşık 122 m dennliktedir. Eski çağlarda Cehen­ Hekimhan, Doğu Anadolu Bölgesi’nde, nem Dağı adıyla anılan Hekla, 1104-1970 Malatya iline bağlı ilçe vc ilçe merkezi kent. 14 kez püskürmüştür. En büyük Yüzölçümü 1.869 km2 otan Hekimhan ilçesi arasında 1300, 1766 ve 1947'de gerçekleş­ doğuda Arguvan, güneydoğuda Yazıhan, patlamalar miş, 1766'daki güneyde Akçadağ, batıda Darende ve Ku- yol açmıştır. patlama büyük can kaybına luncak ilçeleri, kuzeyde de Sivas iliyle çevri­ lidir. heksadekanol bak. setil alkol İlin kuzeyinde yer atan Hekimhan’ın top­ raklan engebeli ve oldukça yüksektir. Kuzey­ heksagonal sistem, altigen sistem olarak de Yama Dağının güney uzantılanndan da bilinir, kristal yapılanılın bulunabileceği Ayran Dağı, Hasbck Tepesinde 2.310 m’ye temel altı bakışım (simetri) sisteminden bin. yükselir. İlçe topraklannın batı kesi­ Bu sistemde kristal bileşenlerin yerleşim mim Akçababa Dağı ile Leylek Dağı (2.052 düzeni dön eksene göre tanımlanır. Bu m) engebelendırir. Ova düzlükleri, Fı­ eksenlerden uzunluktan eşit olan üçü, yatay rat’ın kollarından biri olan ve ilçe toprak- bir düzlemde bırbirleriyle 120°’lık açı yapar­ lanndan kuzcybatı-güneydoğu doğrultusun­ lar, uzunluğu farklı otan dördüncü eksen ise da geçen Kuruçay’ın vadisinin genişlediği bu düzleme diktir. Katı bir cisimdeki atom­ kesimlerde toplanmıştır. Bu düzlüklerden lar ya da atom gruptan noktalarla gösterilir kuzeyde yer atanlar hayvancılık, güneydeki­ ve bu noktalar çizgilerle birleştirilirse, orta­ ler ise bitkisel üretim bakımından önem­ ya çıkan kristal örgüsü düzenli biçimde yerleşmiş birim yapıların kenarlarını (aynt) lidir. İlçe halkının başlıca geçim kaynağı tanmdır. tanımlar. Heksagonal binm yapının ayırt En çok buğday, kayısı, arpa, elma, patates, edici özelliği, altı dönümlü tek bir bakışım soğan, baklagiller ve üzüm yetiştirilir Hay­ eksenine sahip olmasıdır; yani, bu eksenin vancılık açısından koyun vc kıl keçisi öncin çevresinde 6Cr ya da 120° döndürüldüğünde, taşır. Göçer aşiretler yazın sürüleriyle Yama yapının görünümünde bir değişiklik olmaz. Heksagonal sisteme sokulan birim yapı Dağının yüksek düzlüklerine çıkar. Köyler­ de hayvansal ürünlerin yanı sıra hah vc türlcnnden birinde, iki ek örgü noktası kilim dokumacılığı da yaygındır. İlçe top- (düğüm) bulunur. Bu yapı, iç açıları 60° vc 120’otan bir eşkenar dörtgen biçimindedir

Bununla birlikte bazı kristalbilimciler bu birim yapıyı ayn bir temel kristal sistemi olarak kabul ederfer ve roınbocdral ya da trigonal sistem olarak adlandırırlar. Hcksagonal sistem, maddelerde en az görülen temel bakışım sistemidir. Arsenik, kalsit, dolomit, kuvars, apatit, turmahn, zümrüt, yakut, zincifre vc grafit, heksagonal sistem­ de kristalleşen başlıca minerallerdir. Heksagonal sistemdeki tüm kristaller optik bakımdan tek eksenlidir; her kristal çift kınima özelliği gösterir vc ışığın her rengi için iki kırma indisi verir. Bunlardan biri optik eksene paralel, öteki diktir.

heksahedrit, yaklaşık yüzde 6 oranında nikel içeren, kübik biçimde yanlan ve izometnk kristal yapısı otan demirli göktaşları­ nın (siderit) ortak adı. Parlatılmış bir heksa­ hedrit yüzeyi asitle işlendiğinde, genellikle çok dar ve düz levha sistemlerinin varlığın­ dan kaynaklanan ve Neumann çizgileri de­ nen bir desen ortaya çıkar. Heksanedntler yaklaşık yüzde 92 oranında iri kamasit kristalleri içerir. İçerdiği öteki önemli mine­ raller troylit, şraybcrsıt ve plesittir.

heksakloroplatinik asit bak. kloroplatinik asit

heksaklorosikloheksan, benzen heksaklorûr olarak da bilinir, benzene ışık ekli­ ğinde klor katılması sonucu oluşan bileşik. Çeşitli izomerlerin karışımı biçiminde bulu­ nur. İlk kez 1825’te elde edilen bu bileşiğin sekiz izomerinden en zehirlisi olanY- izome­ rinin böcek öldürücü özelliği vardır. Tepkime sırasında oluşan heksaklorosiklo­ heksan izomerleri karışımının yüzde 2025'iniY- izomeri oluşturur; y- izomeri öbür izomerlerden daha çok çözündüğü bazı çö­ zücüler yardımıyla bu karışımdan özütlenebilir. DDT'den daha uçucu bir bileşik otan heksaklorosikloheksan böcekler üzerinde daha hızh ancak daha kısa süreli etki göste­ rir. Yaygın biçimde böcek ilacı olarak yarar­ lanılan bu bileşiğin kullanımı, sulara karışa­ rak belli bir orana (milyonda bir) ulaştığın­ da balıkların ölümüne yol açması ve pek çok yeni böcek ilacının üretilmesi gibi nedenler­ le 1960'larda gitgide azalmıştır.

heksakord, müzikte majör dizinin ilk altı tonuna (C-D-E-F-G-A) karşılık düşen altınotah örûntû Heksakord derecelerinin ad­ lan ut, re, mi, fa, sol ve /«'dır; bunlar solmizasyon(’) heceleri olarak da bilinir Bu heceler. 11 yüzyılda müzik öğretmem ve kuramcısı Arczzolu Guıdo tarafından düzenlendi. Ortaçağ vc Rönesans müzik kuramında yer alan ve şan öğretiminde büyük ölçüde kullanılan heksakord, şarkıcı­ ya şarkısını söylerken sesi kendi kendine bulabileceği değişmeyen bir perde ılışkılen düzeni vermesi bakımından değer taşıyor­ du. Müzik okumayı vc bir melodiyi öğret­ mede pratik bir yol olarak etkili oldu Sistemin tam bir oktavı kapsayan değişik biçimleri hâlâ kullanılmaktadır Heksakord sisteminin temeli, her heksakordun her zaman aynı basamakta (mi ile fa arasında) yalnızca bir yarım ses içermesidir Resmen kabul edilmiş müzik tonları gaınutu. Do majör dizisinin notaları ile birlikte Sı bemolü de içeren, iki tam oktav ile bir çeyrek oktavı kapsayan bir toplam diziydi Bu gamutu, bırbıriyle ortuşen neksakordtar bütünlüyordu. Heksakordun doğal, sert ve yumuşak ol­ mak üzere üç türü vardı. C'den başlayan doğal heksakordda (lıexachordum naturale), mi E. fa ise F’dir G'den başlayan sert heksakordda (hejcachordurn durum) mi B, fa ise c"dir. Fden başlayan yumuşak heks­ akordda (hexachordum molle) ini A'dır, ama

fa B bekar olamaz, çünkü B, bekar A'nın üstünde yarım ton değil bir tam tondur, dolayısıyla da fa B bemol olur. B bemol vc B bekar (ya da B natürcl) uı ile la arasındaki aynı perde ilişkisini koruyan, dolayısıyla da şarkıcıya sesini yönlendirmede her zaman yararlanabileceği bir perdeler dizisi veren heksakordlar sistemi içme oturuyordu Öğrenci gamutunu söylemeyi uı, re. mi. fa, sol, la dizisinin seslerini, söylendikleri bi­ çimde ezberleyerek öğrenir, şan alıştırmala­ rını yarım tonluk aralığın nerede bulundu­ ğunu kestırebilmcsıne olanak veren heksakord adlan ve dereceleriyle yapardı. Bu durumda hangi noktada yarım tonluk nıi-fa aralığının yapılacağını, müziğin B bemol mu Koksa B bekar mı içerdiğim bilirdi. Eğer B ckar söylemesi gerekiyorsa sert heksakordu. B bemol söylemesi gerekiyorsa yumu­ şak heksakordu kullanırdı. Gamutun yedi neksakordunu gösteren tablo aşağıdadır. Şarkıcı sert heksakordun dördüncü notası C /n'ya çıkınca, doğal heksakordun birinci notası olan C ufla aynı basamakta bulundu­ ğunu görürdü. Bu nedenle bu notanın tam adı C fa u/’dur. Bu durumda şarkıcı bu C'yi ut olarak alıp örtüşen heksakorda geçerek oradan devam etmeyi kendiliğinden düşü­ nebilirdi. Örtüşen heksakordun üst üste rastlayan notalarından yapılan bu aktarım işlemine değşinim ya da ses değiştirme (mutasyon) denir. Bu işlem şarkıcının, kar­ şısına çıkan herhangi bir nota dizisine solmızasyon hecelerini uygulama olanağı veriyor­ du. Aynca değşinim yapılacak cn iyi nota­ nın seçilmesinde müziksel bağlamın göz önünde bulundurulması gerekirdi. Aynca bak. gamut.

heksametros bak. altılı ölçü

Hcksapla (Yunancada "altıkat”). İskende­ riyeli Origcnes’in Filistin'de Caesarea'da (Horbat Kcsari) İS 245’ten önce derlediği Eski Ahit metni. Bu derlemenin özelliği, metinlerin karşılaştırılabilmesi için farklı İbranıce ve Yunanca metinlerin yan yana altı sütun halinde sıralanmasıdır Örıgenes. Mezmurlar ve öteki bazı kitapların bilinme­ yen kaynaklarından derlediği uç Yunanca metnim daha eklemiştir Aynca Scntuagınt’e (Eski Ahit’in Hıristiyanlık öncesi dönemde­ ki Yunanca çevirisi) ayrılan sütunda. İbranice ve Yunanca yorumlarda ortaya çıkan farklılıklara dikkat çekmeye yönelik bazı işaretler koymuştur.

Yirmi yılda tamamlanan vc 7 bin sayfadan oluştuğu sanılan yapıt. 600'lcre değin Caesarca'da korundu vc aralarında Vulgata çevirisini hazırlayan Aziz Hıeronymus'un da bulunduğu birçok araştırmacı tarafından başvuru kaynağı olarak kullanıldı Sonraki akıbeti bilinmeyen yapıttan günümüze yal­ nızca eski yazmalarda, çeşitli Kilise Babala­ rının alıntılarında ve Septuagınt'in bazı derlemelerinde yer alan parçalar ulaşmıştır. Yazıcıların sık sık önemli işaretlen yanlış kopya etmeleri ya da atlamaları nedeniyle Scptuagint metninde kanşıkhklar olmuştur.

heksilrezorsinol, askarit gibi yuvarlak ba­ ğırsak solucanları ve kancahkurtlara (örn Necalor americamts, Ancylostorna duodenale) karşı kullanılan, ağızdan alındığında bağırsak antiseptiği ya da solucan düşürücü olarak etki eden ilaç. Yapay olarak elde edilen ilaç ağız ve sindirim kanalı mukozası­ nı tahriş ederek bağırsak asalaklarının atıl­ masını sağlar; bu etki hastaya hafif bir rahatsızlık verebilir Heksilrezorsinol vücut yüzeyinde yerel olarak kullanıldığında da pek çok mikroorganizmaya karşı etkili olur heksojen bak siklonu

hektar (ha), metrik sistemde 1on) ile Nezpcrce ve Payette ulusal onnanan (idaho) arasında bölünür. Helis Kanyo­ nu, 268.000 hektara ulaşan çevresiyle birlik­ te I975'te ulusal dinlenme ve tatil bölgesi olarak düzenlenmiştir. Hellweg, Almanya’nın ortakuzey kesimin­ deki Kuzey Ren-Vestfalya (Nordrhcın\Vestphalen) eyaletinde (Lana) plato vc tarihsel koridor. Duısburg’dan PaJerbom’a kadar Sauerland’ın kuzey ucuna koşut bi­ çimde doğu-batı doğrultusunda uzanır Gü­ neyde Ruhr, kuzeyde de Lıppe ırmaklarıyla sınırlanır. Bölgenin merkezi. Ren Irmağı ile Teutoburg Ormanı (Teutoburger Wa!d) arasın-

Helmbrecht

154

daki tarihsel bir göç yolu üzerindedir; adı da bu yoldan gelir. Helhveg adı “Cchcnnem'e Giden Yor anlamına edebileceği gibi, “Halweg"den (Tuz Yolu) bozularak türemiş de olabilir. Gerçekten de bu koridor orta­ çağda doğudan gelen tuz yolunun bir parça­ sını oluşturmuştur. Günümüzde bu tarihsel yolu bir federal karayolu ve bir demiryolu battı izler. Helhveg, batı kesiminde Ruhr sanayi bölgesiyle çakışır; doğu yönünde ise verimli bir tarım bölgesi olan Soester Bördc içinden geçer.

Helmbrecht bak. Meicr Helmbrecht

Helmholtz, Hcrmann von, asıl adı

her(d. 31 Ağustos 1821, Potsdam, Prusya - ö. 8 Eylül 1894, Charlottenburg, Berlin), fizyoloji, op­ tik, elektrodinamik ve meteoroloji alanları­ na önemli katkılarda bulunan Alman bilim adamı ve filozof. 19. yüzyılın cn büyük bilim MANN LUDOTG FERDlNAND HELMHOLTZ

Helmholtz

adamlarından biri olarak kabul edilen Helmholtz, özellikle ortaya koyduğu enerji­ nin korunumu yasasıyla tanınır. Gençliği. Hdmholtz’un babası Potsdam Gyrnnanum’unda (lise) felsefe ve edebiyat öğretmeniydi. Ailesinin zengin kültürel or­ tamında yetişen Helmholtz. babasından kla­ sik dillerin yanı sıra Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğrendi; Kant ve Fichte’nın felse­ fesiyle ve bu felsefeye dayalı doğa görüşüyle yetişti. “Doğa felsefesi", 19. yüzyılın başla­ rındaki düşünürlerce, bilimsel sonuçların, doğanın gözlenmcsiyle elde edilen deneysel verilerden çok felsefi düşüncelerden elde edilebileceğini öngören spekülatif bir bilime dönüştürülmüştü. Helmholtz, sonraları, bu görüşü tümüyle yadsıyacak vc çürütmeye yönelecekti. Ama deneyciliği, babasından aldığı estetik duyarlıktan büyük ölçüde etki­ lenmiş, müzik ve resim onun bilim yaşamına önemli etkide bulunmuştur. Gymnasiuın'u bitirdikten sonra, 1838'de Berlin'deki Friedrich VVilhelm Tıp Enstitüsü'ne giren Helmholtz burada, ileride sekiz yıl askeri hekimlik yapma koşuluyla burslu olarak okudu. Enstitüde, o dönemin cn büyük fizyoloji bilginlerinden olan Johannes Müller’in yanında araştırmalar yaptı; fizik vc matematik bilgisini genişletti. Gene bu yıllarda piyano çalmayı öğrendi; piyano­ da kazandığı ustalık, ilende akustik üzerine yapacağı çalışmalarda kendisine çok yar­ dımcı olacaktı. 1843'tc tıp öğrenimini tamamlayan Helm­ holtz, Polsdam’da bir alaya atandı vc bir askeri cerrahın kızı olan Olga von Vcltcn ile evlendi. Görevinden arta kalan zamanlan kışlada kurduğu basit bir laboratuvarda

araştırma yapmakla geçiriyordu. Bilimdeki üstün yeteneğinin anlaşılması üzerine ordu­ daki zorunlu hizmetine son verildi; 1848'dc Berlin'deki Anatomi Mûzesi'ndc asistanlığa ve Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim üyeliğine atandı. Ertesi yıl profesörlüğe yükseltilerek Doğu Prusya'da Königsbcrg' deki (bugün Kaliningrad) Fizyoloji Enstitüsü’nün yöneticiliğine getirildi. I855'te Bonn Üniversitesinde anatomi vc fizyoloji profe­ sörü oldu, üç yıl sonra da Heidclocrg'c S Bu yıllar boyunca ilgisini fizyolojiden yönelten Helmholtz, 1871’de Berlin Üniversitesinde fizik profesörü oldu. 1882'dc kendisine asalet unvanı verildi. 1888'dc Berlin’de yeni kurulan Alman Ulu­ sal Bilim vc Teknoloji Enstitüsû’nün başına getirildi ve bu görevini yaşamının sonuna değin sürdürdü. Hdmholtz’un hemen tüm çalışmalarında doğa felsefesine karşı çıkışının izlerine rast­ lanır. Doğa felsefesi, 1780'lerde zaman, uzay ve neden-sonuç ilişkisi kavramlarının duyulardan kaynaklanmadığını, tersine, bunlann dünyayı kavramak için yeterli olan usun öznitelikleri olduğunu ileri süren Kant’ ın görüşlerine dayanıyordu Buna göre, us, dcncycilenn ileri sürdüğü gibi yalnızca do­ ğadaki düzeni algılamakla kalmıyordu; ter­ sine, birkaç yalın ilkeden dünya sistemini ortaya çıkarabilecek biçimde vc tannsal usun bir yansıması olarak algılar âlemini düzenliyor­ du. Helmholtz, bilginin tümüyle duyulardan geldiğini öne sürerek bu görüşe karşı çıktı. Aynca bütün bilimin, kendisinin gerçekliğin tümü olarak gördüğü madde. Kuvvet vc enerjiyi içeren klasik mekaniğin yasalanna indirgenebilir olduğunu vc indirgenmesi ge­ rektiğini savundu. Helmholtz'un doğa anlayışı, daha ilk çahşmalannda, Müller’in laboratuvannda dok­ tora çalışmasını yaparken yürüttüğü araştır­ malarda bile belirgindir. Biyologların çoğu gibi Müller de yaşam süreçlerini fiziğin vc kimyanın yasalanna indirgemenin hiçbir za­ man olanaklı olamayacağına inanmış bir vitalist (dirimselci) idi. Ona göre, canlı organizmada organizmayı oluşturan fizyolo­ jik parçalann toplamından öte bir şey vardı. Organlann fizyolojik çalışmalannı düzenle­ yerek, canlıya özgü uyumlu organik davra­ nışı ortaya çıkaran bir yaşam enerjisi bulun­ malıydı. Bu yaşam enerjisi deneysel araştır­ maya konu olabilecek bir şey değildi; bu nedenle de Müller, tümüyle deneysel bir fizyolojinin olanaksız olduğu sonucuna var­ mıştı. Müller’in laboratuvannda, aralannda de­ neysel nörofizyolojinin kurucusu Emil Heinrich du Bois-Rcymond ile sonradan insan gözü üzerinde uzmanlaşmış bir cerrah ola­ rak ün kazanacak olan Emst VVılhelm von Brückc'nın de bulunduğu genç bilim adam­ ları vardı Du Bois-Reynıond, Müller’in vitalizmıne karşı çıkarken, Helmholtz’un görüşlerini de aynen dile getirmiş oluyordu: “Brücke ile ben, bir organizmada genel fizyokimyasal etkilerden başka hiçbir etki­ nin bulunmadığı gerçeğini kanıtlamak üzere ant içtik". Helmholtz sinir lifleri ve sinir hücreleri üzerindeki doktora çalışmasına 1842'de bu anlayışla başladı. Kısa sürede daha kapsam­ lı bir araştırmaya, canlılarda vücut ısısının kaynağı konusuna yöneldi. Fransa’da o yıllarda çıkanlan bazı yayınlar, vücut ısısı­ nın başta karbon, hidrojen ve oksijen olmak üzere çeşitli kimyasal elementlerin bileşme­ siyle ortaya çıktığına ilişkin yerleşik kanıya gölge düşürür nitelikteydi. Justus von Licbig, 1842'dc yayımladığı Die Thierchernie öder die oreanisehe Chernie in ihrer Anwendun^ auf Plıysiologie und Paiholovie (Canlı­ lar Kimyası ya da Fizyoloji ve Patolojiye

Uygulanmış Organik Kimya) adlı yapıtında vücut ısısına ilişkin mekanik kurama yem­ den geçerlik kazandırmayı amaçlamıştı. Liebig bunu deneysel olarak göstermeye çalışı­ yordu; Helmholtz ise çok daha genel bir yol izledi. Matematik vc fizikteki büyük ustalı­ ğını kullanarak o çağdaki hiçbir fizyologun denemeye bile kalkışamayacağı bir işe giriş­ ti: Problemi, matematiksel ve fiziksel bir çözümlemeden geçirmek. Eğer vücut ısısı vücutta kimyasal tepkimeye giren bütün maddelerin oluşturdukları ısıların toplamına eşit değilse, bu, organizmada fizik yasalan­ na uymayan bir başka ısı kaynağının var olduğu anlamına gelecek, bu da vitalistlerin savını bütünüyle doğrulayacaktı. Helm­ holtz, böyle bir kaynağın var olması duru­ munda, bu ısıdan bir yolunu bulup yararlan­ mak olanağı sağlanırsa, bir devridaim maki­ nesi elde edilmiş olacağını düşündü. Oysa fizik, Fransız Bilimler Akademisinin 1775'te açıkça belirttiği gibi, devridaim ma­ kinesi kavramını tümden reddediyordu. Öy­ leyse vücut ısısı organizmadaki mekanik kuvvetlerden kaynaklanıyor olmalıydı. Bu görüşten yola çıkarak, Helmholtz, ısının tümüyle kuvvetlerden oluştuğu ve kuvvetin dc vardan yok edilemeyeceği sonucuna var­ dı. 1847'de yayımladığı (Jbcr die Erhaltung der Kraft (Kuvvetin Korunumu Üzerine) başlıklı makalesi hem fizyoloji, hem dc fizik tarihinde bir dönüm noktasını simgeledi. Fizyoloji açısından bu, bundan böyle canlı organizmalar için dc madde ve enerji denge­ leri kurulabilecek, onlar da fizik ve kimyadakine benzer biçimde incelenebilecek de­ mekti. Fiziksel bilimler açısından ise, Helm­ holtz’un makalesi, enerjinin korunumu ilke­ sini ortaya koyan ve en kesin biçimde ifade eden ilk makalelerden birini oluşturuyordu. Helmholtz 1850'de vitalizme büyük bir darbe daha indirdi. Müller, sinir akımını (impuls) deneysel olarak ele alınıp ölçülme­ si olanaklı olmayan yaşam fonksiyonlarına örnek olarak göstermişti. Helmholtz bunun mümkün olduğunu kanıtladı ve icat ettiği miyograf aygıtını kullanarak bu akımın hızı­ nın saniyede yaklaşık 27 m olduğunu belirle­ di. Akımın hızının bu derece düşük olması, sinir akımlarının gizemli bir yaşam gücün­ den değil, maddesel moleküllerin yerleşi­ mindeki değişikliklerden ileri geldiğini öne süren bilim adamlarının görüşüne güç ka­ zandırdı. Helmholtz'un en önemli buluşları arasında oftalmoskop vc oftalmomctrc sayılabilir (1851). Göz üzerindeki araştırmaları sırasın­ da, bu organın (vitalistlenn öne sürdüğü) tanrısal usun bir ürünü olduğu savıyla hiç de bağdaşmayan kusurlar içerdiğini belirledi Retinadan yansıtılan ışık ışınlarını odakla­ yarak retina dokusunun keskin bir görüntü­ sünü oluşturmayı başaran Helmholtz’un bu buluşa dayanarak geliştirdiği oftalmoskop günümüzde de göz hekimliğinde kullanılan en önemli aygıtlardan biridir. Retinadaki kılcal damarların bu yolla incelenmesi, heki­ me, yüksek kan basıncına (tansiyon) ve başka damar hastalıklarına ilişkin ıpuçlan sağlar. Oftalmometre ise gözün değişen optik koşullara sağladığı uyumun incelen­ mesini olanaklı kılar ve göz için uygun gözlük diyoptrisinin belirlenmesini sağlar Helmholtz’un göz üzerindeki araştırmala­ rım içeren Handbuch der ııhysiologischen Oniik (1856-67, 3 cilt; Fizyolojik Optik Elkitabı) çok kapsamlı bir çalışmadır ve uzun yıllar değerini korumuştur. Kitabın ikinci cildinde Helmholtz uzun bir süre üzerinde duracağı felsefi bir problemi ele alır; bu, Kant'ın zaman ve uzay gibi teınel kavramların deneyimle öğrenilmediği, bun­ ların, algılananların anlamlı olmasını ola­ naklı kılacak biçimde, zihin tarafından sağ-

(andığına ilişkin savıdır. Sorun, Müllcr’in “özel sinir enerjileri yasası" adını verdiği buluşuyla daha da karmaşıklaşmıştı; buna göre, duyu organları, nasıl uyarılmış olurlar­ sa olsunlar, ner zaman kendilerine özgü duyulan bildirirler”, örneğin gözüne yumruk vurulan bir kişinin bu olayın optikle hiçbir ilgisi olmamasına karşın “gözünde yıldızlar çakar". Burada gözün dış dünya hakkında doğru bildirimde bulunmadığı açıktır, çün­ kü gerçeklik yıldızlar değil yumruktur. Eğer durum böyleyse, duyularımızın dış dünyayı doğru olarak bize bildirdiklerinden nasıl emin olabiliriz? Helmholtz bu sorunu hem optik kitabında, hem de çok önemli yapıtlanndan biri olan Die Lehrc von den Tonempfindungen als physiologische Grundlage fûr die Thcorie der Musik (1863; Müzik Kura­ mına Temel Olarak Seslerin Duyumu Bilgi­ si) adh yapıtında inceledi. Duyumları duyu sinirleri ve anatomik yapılar (örn. içkulak) boyunca izleyerek duyu mekanizmasını açı­ ğa çıkarmaya çahşan Helmholtz’un bu çaba­ sında tam bir başarıya ulaştığı söylenemez; zihnin dış dünya hakkında nasıl bilgi sahibi olduğu problemi günümüzde bile tam bir çözüme kavuşmuş değildir. Helmholtz görme duyusunu ayrıntılı bir biçimde inceleyerek bu duyunun uzay kav­ ramını nasıl oluşturduğunu belirledi ve böy­ lece Kant’ın uzay kavramını çürütmüş oldu. Helmholtz’a göre uzay zihnin doğasında var olan bir kavram değil, öğrenilen bir kavram­ dı. Kant’ın, zihin uzayı üç boyutlu olarak kavradığı için uzayın zorunlu olarak üç boyutlu olması gerektiğine ilişkin görüşüne dc karşı çıkarak Eukleidesçi olmayan geo­ metrileri inceledi; bunların kavranmasının ve anlaşılmasının da alışılmış uzay kavramı kadar kolay olduğunu gösterdi. 1858’dc hidrodinamiğe ilişkin bir inceleme­ sinde akışkanlardaki ourgaçlt akışın mate­ matiksel çözümlemesini yapan Helmholtz daha sonra elektrik ve nıagnetizma konula­ rına yöneldi. Sonraki yılları. Helmholtz, Michael Faraday’ın ve James Clerk Maxwell’in elektrodi­ namik üzerindeki çalışmalarının önemini anlayan ilk Alman bilini adamıydı. Faraday’ ın uzaktan etki (uzaydaki iki cismin arala­ rındaki ortamda değişiklik yapmaksızın et­ kileşmeleri) kavramına karşı çıkarak Newton mekaniğinin temellerini sarsıyor görün­ mesine karşın, Faraday yasalarını matema­ tiksel olarak yorumlayan Maxwell, Newton Fiziği ile klasik mekanik arasında bir çelişki bulunmadığını göstermişti Helmholtz elek­ trodinamiğin matematiksel çözümlemesini daha da geliştirdi. Yaşamının son yıllarında elektrodinamiğin tümünü minimum sayıda matematiksel ilkeden oluşan bir kümeye indirgeme çabasına yöneldi; bunu gerçek­ leştirmek amacıyla tüm uzayı kapladığı ka­ bul edilen esirin mekanik niteliklerine gitgi­ de daha çok dayanması gerekti. Helmholtz bu çabalannda başarılı olamadı ama elektromagnelık etkilerin tümünü esirin, varlığı öngörülen niteliklerine bağımlı olarak belir­ lemeyi kısmen başardı. Öğrencisi Heinrich Herlz’ın 1888’de radyo dalgalarını keşfet­ mesi, Faraday, Max\vell ve Helmholtz’un kuramlarının deneysel doğrulanması olarak kabul edilmişti. Albert Einstein’ın özel ve genel görelilik kuramları esirin varlığı soru­ nunu fizikten silip atarak Helmholtz’un kuramlarını da yıkmış oldu. Helmholtz klasik mekaniğin sınırlarını ola­ bildiğince genişletmiş, böylece de klasik mekaniğin varabileceği en uç noktayı simge­ leyen bilim adamı olmuştur. 1894’te öldü­ ğünde fizik, X ışınlarının, radyoaktifliğin ve göreliliğin bulunmasıyla başlayacak bir dev­ rimin eşığindeydi.

Hclmhotz'un öteki önemli yapıtları. Popuİare wisscnschafılische Vortrâge (1865-76, 3 cilt; Bilimsel Halk Konferansları), Wıs tens­ elin ftlıchc Abhandlungen von Hermann Helmholtz (1882, 3 cilt; Hermann Helmholtz'un Bilimsel Araştırmalan), Vortrâge und Reden (1884 , 2 cilt; Konferanslar ve Konuşmalar), Vorlesııngen tiber die elektromagnetisehe Thcorie des Lichts (ös 1897, der. A. König ve C. Rungc; Işığın Elektromagnctık Kuramı Ûzenne Dersler) vc Vor­ lesungen ûber theorelische Physık'tır (ös 1897-1907, 6 cilt; Kuramsal Fizik Dersleri).

Hclminthosporium, özellikle nemli bölge­ lerde yetişen mısır, yulaf gibi buğdaygıl bitkilerinde yaprak lekesi hastalığına yol açan mantar cinsi (Deuteromycetes biçimsel sınıfı). Önce alt yapraklardan başlayan elips biçimli grimsi-yeşil ya da kahverengi lekeler giderek bütün yapraklara yayılır. Hastalık, mantar öldürücü ılaçlann püskürtülmesi ve dayanıklı bitki türlennin geliştinlmesiyle denetim altına alınabilir. Helmond, Hollanda’nın güneydoğu kesi­ mindeki Noordbrabant ilinde (provıncıe) belediye (gemeenteY Aa İrmağı ile ZuıdVVillemsvaart Kanalının kıyısında, Eındhoven'in doğusunda yer alır. Dokuma fabri­ kaları, demir dökümhaneleri ve makine fabrikalarıyla modem bir sanayi kenti olan Helmond'un belediye binası bir şatodadır (1402). Eski bir kilisenin içinde bulunan Konser Salonu’nda bir laterna koleksiyonu vardır. Kentin yakınlarında doğal yaşamı koruma alanlarıyla bazı şatolar yer almakta­ dır. Nüfus (1987 tah.) 63.909.

Hdmont, Jan Baptist van (d 12 Ocak 1580. Brüksel - ö. 30 Aralık 1644, Vilvoorde, Flandre), değişik gaz türlerinin bulun­ duğunu saptayan ve karbon dioksitı belirle­ yen Flaman kimyacı, fizyolog vc hekim. Helmont simyanın kimya bilimine dönüş­ mesine öncülük eden bilim adamı olarak kabul edilir Gizemci eğilimli olmasına ve bir filozof taşının (öbür madenleri altına çevirdiği varsayılan tılsımlı taş) bulunduğu­ na inanmasına karşın, \Villiam Harvey’nin ve Galilei'nin düşüncelerine saygı göster­ miş, dikkatli bir gözlemci ve titiz bir deneyci olmuştur. Yaşamın yalnızca su ve havadan oluştuğunu kanıtlamak için deneye başvur­ muş, tarttığı bir toprak kütlesinin içine söğüt tohumu ekip beş yıl yalnızca suyla beslediği ağacın ağırlığı 72 kg’ye ulaştığı halde, topraktaki kütle Kaybının yalnızca 60 gr kadar olduğunu saptamıştır. Yunanca khaos (kaos) sözcüğünden gaz terimini türe­ ten Helmont, katiların ve sıvılann yanmasıy-

155

Heloîse

ğûnû. vücuttaki her organın çalışmasını denetleyen bir mayanın bulunduğunu sa­ vunmuştur. Bedenin çalışmasını belirleyen bazı doğaüstü etkenlerin olduğuna inanma­ sına karşın, ilaçların hazırlanmasında kimya ilkelerine bağlı kalmış, örneğin sindirimde önemli rol oynadığını ve asit yapısında olduğunu belirttiği mide özsuyunun aşın asitliliğine karşı alkalilerden yararlanmıştır Helmont'un en önemli yapıtı Ortus medıcı/ifl'dır (ös 1648; Tıbbın Doğuşu).

Helmstedt, Almanya'nın ortakuzeyindc. Aşağı Saksonya (Nıedersachsen) eyaletinde (Land) kent. Braunschweig‘ın doğusunda yer alır. 9. yüzyılda kurulduğu sanılan kente 1050 de berat verildi. 1426'oa Hansa Birliği’ ne katıldı. 1490’da Braunschvveıg Düklüğü' ne bağlandı. Braunschweig dükü Julıus'un 1576'da kentte kurduğu üniversite 17. yüz­ yılda Protestanlann başlıca dinsel öğrenim merkezlenndcn bin durumuna geldi. 1810’da Vestfalya kralı Jeröme Bonaparte tarafindan kapatılan üniversite Göttıngen Üniversitesi'ne bağlandı. 1945'ten 1990’a değin AFC ile ADC ara­ sında önemli bir sınır kenti olan Helmstedt' teki en önemli yapılar Rönesans üslubunda­ ki eski üniversite binası Juleum (1592-97), 13 yüzyıl yapısı Stephanskirche (St. Stephan Kilisesi) ve 9. yüzyıldan kalma eski manastırdır. Başlıca ürünler arasında linyit, iplik, tuğla ve çeşitli makineler sayılabilir Nüfus (1989 tah.) 26.554. Helnaes Yazılıtaşı, 1860'ta Danimarka’da Fyn'de bulunan, rünık alfabeyle yazılmış.

Helnaes Yozılıtaşı Royal Damsn Mr»sıry tor Fcr®qn A?>x.-ı Kooennao

Helmont, C Onghena'nın bir oymabaskısı 0.bidhĞquo Boyala B/ıAsai

la açığa çıkan dumanın ayrı bir madde olduğunu belirtmiş, birçok gazı ve bu arada karbon dıoksiti ayırmıştır Fizyolojide mayalanmanın (fermantasyon) önemini vurgulayan Helmont, mayaların besinleri altı aşamada canlı ele dönüştürdu-

yaklaşık 2 m yüksekliğindeki anıt. Danimar­ ka tünleri denen harflerin kullanıldığı yazıt­ ların en eskilerinden bin olan Helnaes Yazılı t.ışı, yazıhtaşlarda karşılaşılan "(...) bu taşı (,..)’nın anısına dikti" biçimindeki yazıl kalıbının Danimarka’daki ilk örneğidir Yak­ laşık SOü'lerde yazıldığı sanılan yazıtta “Bu taşı Helnaeslilenn rahibi ve şefi olan Rolt, adamlarıyla birlikte denizde boğulan yeğeni Gudnıund'un anısına dikli. Aveır de yazdı" ibaresi yer ahr.

Heloıse (d. y. 1098 - ö. 15 Mayıs 1164, Paraclet Manastırı, Nogcnt-sur-Seine yakın-

hclotlar

156

lan, Fransa), ilahiyatçı ve filozof Pctrus Abaelardus’un kansı. Abaclardus’la ilişkisi, tarihin en ünlü acıklı aşk öykülerinden birini oluşturur. Heloîse’in amcası ve Chartrcs Katedrali rahipler kurulu üyesi Fulbcrt, yetenekli yeğeninin eğitimiyle Âbaelardus’u görevlendirdi (y. 1118). Birbirlenne âşık olan Hdloîse ve Abaclardus, Astralabe adı­ nı verdikleri oğullannın doğumundan sonra Paris’te gizlice evlendiler. Bu duruma çok öfkelenen Heloîse’in akrabalan Abaelardus'u hadım ettirdiler. Abaclardus bunun üzerine Saint-Denis Manastın’nda keşiş oldu, HtHoîse de Argenteuil’deki rahibe manastınna girdi. Argenteuil’deki manastınn dağıl­ masından sonra Abaelardus, Heloîse ile öteki rahibelere, kendisine verilen izinle kurduğu Paraclet cemaatinin mülklerini ba­ ğışladı. Heloîse bu manastırın başrahıbcsi oldu; öldüğünde de burada Abaelardus’un yanına gömüldü. Ama 19. yüzyılda her ikisinin de kemikleri Paris’teki Pûre-Lachaise Mezarhğı’na taşındı. Höloîsc ile Abaclardus'un birbirlerine yazdıkları mektuplar, ilişkilerini konu alan zengin edebiyatın önemli bir parçasını oluşturur.

hclotlar, Yunanca

heİlotes. Latince heloSparta'da devlet mülkiyetindeki serf sınıfı. Helotların etnik kökeni bilinmemekle birlikte, Sparta başkentinin çevresindeki Lakonia bölgesinin ilk sakinleri oldukları vc sayıca daha az olan Dorlann topraklarını istila etmesinden sonra kölclcştırildıkleri tahmin edilmektedir. İÖ 8. yüzyılda Spanalılann Messenia’yı fethetmesinden sonra Messcniahlar da helot konumuna düşmüş­ lerdir. Hclotlar bir anlamda devletin kölesiydiler; her helot toprağa bağlıydı vc belirli bir Sparta yurttaşının toprağını işlemekle yü­ kümlüydü. Efendileri helotlan ne azat ede­ bilir, ne de satabilirdi; aynca her helotun, efendisine ürün üzerinden sabit bir miktar ödemede bulunduktan sonra sınırlı bir mül­ kü edinme hakkı da vardı. Spartahlar sayıca az olduklanndan, hep helotlann ayaklana­ bileceği korkusunu taşırlardı. Ephoros'\ax(') da helotlan diledikten zaman öldürebilmek ve bunu yaparken din kurallannı çiğne­ miş olmamak için, her yıl göreve başlarken helotlara karşı savaş ilan ederlerdi. Spana gizli polisi Krypteia'nın görevi, Lakonia köylerinde kol gezerek, tehlikeli gözüken helotlan öldürmekti. Sparta'nın tutucu dış politikası da çoğu zaman Spartalıların helot ayaklanmasından korkmalanyla açıklanır. Çünkü savaş sırasında helotlar hafif silahlı birlikler oluşturarak efendilerine eşlik eder­ ler, bazen de donanmaya bağh teknelerde kürek çekerlerdi. Epaminondas’ın İÖ y. 370’te Messenia’yı özgürlüğüne kavuştur­ masıyla Sparta’da Mcssenıah helot kalmadı, ama Lakonia'da helot sistemi İÖ 2. yüzyıla değin sürdü. tes,

Hclou, Charles (Alexandre) (d. 25 Aralık 1912, Beyrut), 1964-70 arasında Lübnan cumhurbaşkanı. 1972'dcn sonra, Fransızca konuşulan ülkelerin oluşturduğu birliğin onursal başkanlığını yapmıştır. Beyrut'ta Cizvitlerin yönettiği bir kolej olan St. Jo­ seph Ünivcrsitesi’nde öğrenim gördü (191929). Gene Beyrut'taki Fransız hukuk fakül­ tesinde hukuk öğrenimini tamamladı. Ha­ lep'te Fransızca yayımlanan L'Eclair du Mm/(1932), Beyrut’ta da LeJour (1935-46) adh gazeteleri kurdu 1947'dc Vatikan’a büyükelçi olarak gitti Daha sonra değişik hükümet görevleri üstlendi, adalet vc sağlık bakanlığıyla (1954-55) eğitim bakanlığı (1964) görevlerinde bulundu

Hdlou, 23 Eylül 1964'tc cumhurbaşkanlığı görevine başladıktan kısa süre sonra Kahıre’de bir Arap zirvesine katıldı (Kasını 1964). Bu toplantıda, Arap ülkelerinin Filis­ tin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) desteklemesi kararını benimsedi ama FKÖ'nûn Lübnan da üslenmesine izin vermeye yanaşmadı. Bu konu Hdou’nun cumhurbaşkanlığı dö­ neminde gittikçe büyüyen bir sorun haline geldi. 1968-69’da Höloıı ve ordunun komuta kademeleri FKÖ’nün Lübnan’da üslenme­ sine karşı çıkarken, Müslüman başbakan Raşid Kerami üsleri destekliyordu. Arap devletlerinin vc Lübnanlı Müslümanların ağır baskısı altında kalan Hdou, cumhur­ başkanlığı görevinin sona ermesinden kısa süre önce, Kerami’nin eşgüdüm politikasını kabul ederek bunalımı atlatmayı yeğledi. Böylece FKÖ, Lübnan’daki mülteci kamp­ larında silahlı birlikler kurma hakkını elde etti. H61ou, 1979'da birkaç hafta süreyle devlet bakanlığı da yaptı.

Hclper, Hinton Rovvan (d. 27 Aralık 1829, Davie ili. Kuzey Carohna - ö. 9 Mart 1909, Washington, D.C., ABD), Amerikan İç Savaşı’ndan (1861-65) önce köleliğe karşı çıkan tek önemli Güneyli yazar. Kuzeylile­ rin düşüncelerini de büyük ölçüde etkile­ miştir. Yetersiz eğitimine karşın, 1857’de yayımla­ nan The bnpending Crisis of the South: How to Meet İt (Güney’i Bekleyen Bunalım: Mücadele Yollan) adh yapıtıyla kısa zaman­ da ün kazandı. Yapıtta, kölelik sistemine Siyah kölelerin sömürülmesinden ötürü de­ ğil. köle sahibi olmayan beyazlan güç du­ rumda bırakarak Güney’in ekonomik geliş­ mesini engellediği için saldınyordu. 19. yüz­ yılın başından beri köleliğe karşı Güney' den yükselen ilk protesto olan bu yapıt, hem Kuzey’de, hem de Güncy'de büyük tepki yarattı. Hclper, can güvenliği için Ncw York kentine yerleşmek zorunda kal­ dı. 1861’de Başkan Abraham Lincoln tara­ fından Buenos Aires’e konsolos olarak atandı ve 1866'ya değin orada kaldı. Helper köleliğe olduğu kadar Siyahlara da karşıydı. İç Savaş'tan sonra, Siyahların Afri­ ka'ya ya da Latin Amerika’ya sürülmesini savunan koyu ırkçı üç yazı yazdı. Sonraları Hudson Körfezinden Maccllan Boğazına kadar uzanan bir demiryolu inşa edilmesini savundu. \Vashington'daki siyasal çevreler­ de lobicilik vc dalkavuklukla geçirdiği yıllar­ dan sonra, yoksulluk içinde bir yaşam sürer­ ken intihar etti.

Helphand, Aleksander Israel (Lazarcvitseh) hak. Parvus Helpmann, Sir Robert (Murray), eski­ den iielpman olarak da yazılırdı (d. 9 Nisan 1909, Mount Gambıcr - ö. 28 Eylül 1986, Sidney, Avustralya), AvustralyalI dansçı, koreograf, oyuncu ve yönetmen. Bale, ti­ yatro ve sinema alanlarında çok çeşitli ürünler vermiştir. İlk kez 1923'te, bir müzikalde dansçı ola­ rak sahneye çıktı. Baterin Anna Pavlova'nın dansını izledikten sonra, onun topluluğuna katılarak Avustralya ve Yeni Zelanda’da turneye çıktı. Bir sûre Avustralya’da, J. C. Williamson'ın yönetimindeki bir toplulukta dansçı ve oyuncu olarak çalıştı. 1933'te öğrenim görmek için Londra’ya gitti. Aynı yıl Vic-Wclls (sonradan Sadlcr’s Wclls, bugün Kraliyet) Balesi'ne katıldı ve Nınctte dc Valois'nın Joh (Eyub) adh yapı­ tında önemli bir rol olan Şeytan'ı yorumla­ dı. Ertesi yıl, başdansçı oldu ve Valois'nın Haunted Ballroom'unda (Perili Balo Salo­ nu) dansçı Alıcia Markova'ya eşlik etti. 1935'ten sonra, başbalcrin Margot Fonteyn’e eşlik etmeye başladı. Helpmann ve

Fonteyn, özellikle II. Dünya Savaşı sırasın­ da çok tutulan bir ikili oldular vc birçok klasik yapıtı birlikte yorumladılar. Help­ mann 1950’dc Sadlcr’s Wclls’dcn aynldıysa da, zaman zaman konuk sanatçı vc koreo­ graf olarak toplulukla birlikte çalıştı. Helpmann aynca, korcografisinı kendisi­ nin yaptığı The Red Shoes (1948; Kırmızı Pabuçlar) vc Tales of Hoffman (1950; Hoffman’ın Masallan) adh bale filmlerinde dc dans etti. Koreograf olarak Helpmann, oldukça teatral bir anlatım taşıyan vc çoğunlukla şiddet öğelerine yer veren yapıtlar ortaya koydu. Hamlet (1942), insanı yönlendiren güdüler üzerine bir araştırmaydı. Hamlct'in ölümüy­ le başlıyan bale, daha sonra geriye dönerek Hamlet’in anılarını vc ölmeden önce aklın­ dan geçenleri ele alıyordu. Helpmann, Afiracle in the Gorbals (1944; Gorbal’lcrdc Mucize) ve Adam Zero (1946) gibi yapıtla­ rında olduğu gibi, Hamlet'tc dc başrolü üstlenmişti. 1965’tc Avustralya Balcsi'nin sanat yönetmenlerinden biri oldu vc 1976'ya değin bu görevini sürdürdü. Helpmann bale yaşamı boyunca, hem oyuncu, hem de yapıma ve yönetmen olarak bir yandan da tiyatroda çalıştı. İlk önemli başarısını 1937-38 sezonunda Shakespearc’ in A Midsumnıer Night's Dream (Bir Yaz Gecesi Rüyası) oyunundaki Oberon rolüyle kazandı. The Merchant of Yenice'deki (Ve­ nedik Taciri) Shylock rolü ve Hamlet'tekı başrol, oynadığı öbür Shakespeare rolleri arasındaydı. Helpmann ayrıca çok çeşitli filmlerde de rol aldı; One of Our Aircraft b Missing (1942; Uçaklarımızdan Biri Kayıp), Henry V (1944) ve Patrick (1978) bunlar arasındadır. 1950’dc Londra’daki Covcnt Garden’da Madanıe Bııtterfly operasını sah­ neye koydu. Aralarında Murder ın the Cathedral (1953; Katedralde Cinayet), As You Like İt (1955; Nasıl Hoşunuza Giderse) ve Duel of Angels’ın da (1960; Meleklerin Düellosu) bulunduğu çeşitli oyunlun yönet­ ti. 1973’tc Rudolf Nureyev ite birlikte Don Quijote'den (Don Kişot) uyarlanan bir bale filmini yönetti ve rol aldı. Hclpmann’a 1968'dc şövalyelik unvanı verildi.

Helsingen Sanomat (Fin dilinde “Helsinki Haberleri"), Helsinki’de yayımlanan günlük sabah gazetesi. Finlandiya’nın en büyük ve bir siyasal partinin denetiminde olmayan tek gazetesidir. 1889'da Eero Erkko tarafından PıUvâlehli adıyla kuruldu. 19O4'te yayımı durdurulduysa da birkaç ay sonra yeniden çıkmaya başladı. İlerici tutumu vc bağımsız-lıbcral politikasıyla çevresinde topladığı yazarlar, Finlandiya'nın Rus egemenliği altında bu­ lunduğu sırada bile (1917'ye değin) gazeteye canlı bir hava verdi. Erkko’dan sonra yönetimi oğlu Eljas Erkkonen devraldı. Gazete bağımsız yayınını onun ölümünden sonra da sürdürmeyi başardı. Hebüıgen Sanomat'ın, genellikle tarafsız ve önyargısız bir çizgi izleyen dış politika bölümü, dünya­ daki örneklerinin en başanh olanlarından biridir.

Helsingor, elsinore olarak da bilinir, Da­ nimarka’da, Frederiksborg ihnde (anıtskommııne) kent. Sjadland (Zcaland) Ada­ sının kuzeydoğu kıyasında yer ahr Oresund' un (Sund Boğazı) cn dar yerinde bulunan Helsingör'un, karşı kıyıdaki Halsingborg’la (İsveç) iki noktadan feribot bağlantısı var­ dır. 1200’lere değin bir ticaret merkezi olarak ün kazanan kent, 0resund’dan geçi­ şin ücretlcndirilmesinden sonra 1426’da be­ rat aldı ve ücretli geçişin kaldırıldığı 1857’ye değin sürekli zenginleşerek gelişti. 1574-85 arasında 11. Frederik, eski bir kalenin yerine, Felemenk Rönesansı tarzın-

daki Kronborg Şatosu’nu yaptırdı. Shakespearc'in Hamlct'indc Elsinore Şatosu adıyla anılan bu yapının tasarımı 17. yüzyıldaki bir yancından sonra IV. Christian tarafından değiştirildi. Şato, geçiş ücretinin toplanma­ sında önemli rol oynadı 1785-1922 arasında kışla olarak kullanılan yapı, 1920'lcrin son­ larında bütünüyle onarıldı. Şatoda zaman zaman Hamlet oyunu sahnelenir. Ziyafet salonu, şapel ve Kronborg Ticaret ve Deniz­ cilik Müzesi, Kronborg Şatosu’nun önemli bölümleridir. Kentteki tarihsel yapılar ara­ sında gotik St. Olai Kilisesi, eski bir Karmclit manastırı (1430) ve 1930’dan beri bir müze ile Hamlet koleksiyonunun bulunduğu kraliyet şatosu Marienlyst (y. 1587) sayılabilir. Helsingör, günümüzde bir ticaret vc sanayi merkezidir. Liman tesisle­ ri, gemi yapımı, kauçuk eşya üretimi ve

kentine rakip olarak kurdu. Başlangıçta Vantaa Halicinde yer alan Helsinki 1640’ta bugünkü yerine taşındı. 1710'da veba salgı­ nından büyük zarar gördü, 1713'tc bütünüy­ le yandı 18. yüzyılda Rus saldırıları kentin daha çok gelişmesini engelledi 1808’dc çıkan başka bir yangın kente bir kez daha zarar verdi. Finlandiya'nın 1809’da Rusya'nın egemen­ liği altına girmesinden sonra Çar 1 Alcksandr 1812'de grandüklüğün merkezini Turku'dan (Abo) Helsinki’ye taşıdı. Helsinki limanının açığındaki küçük adalar grubu üzerinde bir kale yaptırılınca (1848) bu yerleşim yeri daha güvenlikli hale geldi. Bu arada Helsinki'nin merkezi. Alman asıllı mimar C. L Engel'in etkisi altında bütünüy­ le yeniden inşa edildi Engel kentte birçok seçkin bina yaptırdı Bunlar arasında kamu

Kronborg Şatosu, Helslngor, Danimarka Fmz Hanio Ptıoio Rcsearcbors

turizm belli başlı ekonomik etkinliklerini oluş'urur. Kentin yakınında yazar Isak Dinesen’in (Karen Blixen) aile evi bulunmak­ tadır. Nüfus (1988 tah.) 43.193; (1990 tah.) belediye, 56 701.

Helsinki, İsveç dilinde helsingfors. Fin­ landiya'nın başkenti ve Uudenmaan (Uusimaa) ilinin (lıiam) yönetim merkezi. Finlan­ diya’nın en büyük limanı ve sanayi kenti olan Helsinki ülkenin güney kesimindeki bir yarımada üzerinde yer alır. Ballık Denizinin uzantısı olan Finlandiya Körfezine uzanan yanmada, doğal limanlarla dantel gibi işlen­ miştir. Helsinki, kara Avrupa'sı başkentleri­ nin en kuzeyde olanıdır. İsveç’ krah 1. Gustaf Vasa kenti 1550’ de, Finlandiya Körfezinin karşı yakasınd.ı yer alan Reva! (bugün Talinin, Estonya)

Helsinki Stadyumu ve Paavo Nurmi'nln heykeli Fmnısh Tounst Aiiocmtıon

yapılan, Helsinki Ûniversitesi'nın ana bina­ sı ile yapımı 1852'de tamamlanan ve Büyük Kilise olarak anılan Lutherci Katedral de bulunmaktadır. Bütün bu yapılar. Senato Meydanı'nın geniş alanını çevreler. Hemen yakında, Rus egemenliği dönemine özgü birkaç binadan bin olan uspenski Ortodoks Katedralı’nin küçük kubbeleri yükselir. Finlandiya, 1917’de Rusya'dan bağımsızlı­ ğını ilan etti. Bunu FinlandiyalI kızıl muha­ fızlarla, kenti işgal eden Rus birlikleri ara­ sında kısa ama kanlı bir iç savaş izledi. Durum kısa zamanda istikrara kavuştu ve Helsinki Parlamentosu 1919’da ilk cumhur­ başkanını seçti Bundan sonra Helsinki önemli bir ticaret, sanayi ve kültür merkezi oldu. Bu süreç ancak II Dünya Savaşı'yla kesintiye uğradı. Helsinki'nin ekonomik yaşamının ve geliş­ mesinin temelinde, kusursuz limanlan ve ülkenin iç kesimleriyle bağlantı kuran demir ve kara yolu ağlan yatar. Finlandiya’nın toplam ithalatının yansından çoğu Helsinki’ Jen geçer. Bununla birlikte, ihracatın an­ cak küçük bir bölümü Helsinki'yle bağlantı­ lıdır; büyük ihracat limanlan Finlandiya kıyılanmn başka kesimlennde yer ahr. Hel­ sinki’deki başlıca sanayi etkinlikleri arasın­ da gıda ve maden işleme, matbaacılık, dokuma ve giysi üretimi sayılabilir. Wârtsilâ tersaneleri ile Avrupa’da kendi türünün en büyük örneklerinden olan Arabıa Oy porse­ len fabrikasının ürünleri uluslararası ün kazanmıştır. Tiyatrolar, bir opera ve bale topluluğu ile birkaç senfoni orkestrası başkentin kültürel yaşamını sürekli canlı tutar. Helsinki'de her yıl, dünya çapında ün yapmış orkestra ve sanatçıların katıldığı zengin bir kültür şenli­ ği düzenlenir Kentteki müze ve sanat gale­ rilerinin yanı sıra öteki kültür yapıları ara­ sında Timo Penttilâ’nın tasarladığı bir nıo-

157

Helsinki Anlaşmaları

dern -kent tiyatrosu ile Alvar Aalto’nun yaptığı bir konser salonu yer ahr Kentin öteki mimari yapıtlan arasında 1952 Olimpi­ yat Oyunlan için inşa edilen Helsinki Stad­ yumu vc Eliel Saanncn’ın tasarladığı tren istasyonu (1914) sayılabilir. Helsinki Üni­ versitesi İskandinavya'daki en büyük üni­ versitedir. Nüfus (1990 tah.) kent. 490 693; (1989 tah ) metropoliten alan. 990.189.

Helsinki Anlaşmaları,

iielsInk! niha» se­ olarak da bilinir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı(‘) (AG1K) sonucunda imzalanan ve çeşitli alanlarda bir dizi anlaş­ madan oluşan belge (1 Ağustos 1975i. Arnavutluk dışındaki bütün Avrupa devlet­ leri ile ABD ve Kanada'nın imzaladığı senette, Avrupa’da II. Dünya Savaşı sonra­ sında belirlenen sınırların ihlal edilemezliği vurgulandı. Anlaşmaya imza koyan 35 ülke, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı göstermeyi; ekonomik, bilimsel, insanı ko­ nularda vc başka alanlarda işbirliği yapmayı taahhüt ettiler. Helsinki Anlaşmaları huku­ ki açıdan uluslararası antlaşma niteliği ve bağlayıcı değer taşımaz. SSCB, 1950'lerden beri. Avrupa'nın gü­ venliğine ilişkin bir konferans düzenlenme­ sini istiyordu. 1969’da Varşova Paktı’nın bu konuda getirdiği öneri. NATO tarafından da ilke olarak benimsenmişti. Ama elçilik düzeyinde hazırhk görüşmeleri Helsinki'de, ancak Kasım 1972'de başlayabildi. Sonraki aylarda belirlenen gündem, dört genel ko­ nuyu içeriyordu: 1) Avrupa'nın güvenliğine ilişkin sorunlar, 2) ekonomi, bilim, teknolo­ ji ve çevre konularında işbirliği, 3) insanı ve kültürel alanlarda işbirliği, 4) konferans hazırlıkları. Haziran 1973'te Helsinki’de dışişleri ba­ kanlarının bir araya gelmesinden sonra, bir anlaşma taslağı hazırlamak üzere Cenevre’ de komiteler toplandı; bu çalışmalar Eylül 1973’ten Haziran 1975’e değin sürdü. SSCB’nın temel amacı, sınırların ihlal edılmezliği ve devletlerin içişlerine müdahale edilmemesi üzerine sağlanacak güvenceler aracılığıyla, Avrupa'nın savaş sonrası statü­ kosu içindeki yerinin uluslararası düzeyde kabul edilmesiydi. Batı ise konferansı, insan haklarına saygı, Doğu-Batı ilişkilerinin ge­ liştirilmesi ve ülkeler arasında haber akışı­ nın serbestleştirilmesi gibi konulan günde­ me getirmek için bir fırsat olarak görüyor­ du. Helsinki’deki zirve toplantısında imzala­ nan Nihai Senet her iki görüşü de yansıtır Aynca toplantıdaki Akdeniz ülkelerinin baskısıyla senette, Akdeniz’de güvenlik ve işbirliğine ilişkin bir bölüme yer verilmiştir. Anlaşmalann, insan haklan ve özgürlükler hakkında içerdiği güvenceler, özel olarak da 111. Bölünı'ün insani sorunlar ve haber alma alanında getirdiği önlemler Doğu-Batı ilişki­ lerinde önemli bir konu oluşturmuş; özellik­ le ABD-SSCB yumuşama politikasının, 197ü’lerin sonlarında yerini giderek anan bir gerginlik dönemine bırakmasıyla bunla­ nn önemi artmıştır. Bu dönemde batı ülke­ leri, SSCB'nin iç muhalefeti bastırmasını gerekçe göstererek bu ülkenin anlaşmalann insan haklan bölümünü ihlal etliği yolunda suçlamalarda bulundular; SSCB ise bu so­ runların tümüyle içişlerine ilişkin olduğu konusunda diretti Helsinki Anlaşmalarıyla alınan önlemlere uygun olarak anlaşmalann sonuçlannı de­ ğerlendirmek amacıyla |977-78'de Bclgrnd’ da. 1980-83'te Madnd'dc, 1985’te Otıawa’ da izleme konferanstan toplandı. 198990’da Doğu Avrupa’da komünizmin çökme­ si vc ardından ıkı Almanya’nın birleşmesi

nedi

Holst, Bartholomcus van der

158

üzenne Soğuk Savaş’ın resmen sona erdiril­ mesi için Kasım 1990'da Paris’te ikinci bir AGİK zirvesi toplandı. Bu zirvede Paris ) * Şartıf olarak bilinen ortak belge imza­ landı

Helst, Bartholomcus van der (d. y. 1613, Haarlem - ö. 16 Arahk 1670, Amsterdam, Felemenk), 17. yüzyıl ortalannda Anıstcrdam'ın önde gelen portre ustalarından olan barok ressam. “Walenwccshuıs’ın Dört Naibi" (1637, Amsterdam, Walenweeshuis Yetimhanesi)

Van der Hetst'in yağlıboya ‘Kendi Portresi’, 1662; Sanat Salonu, Hamburg, Almanya KunsTna’e Harröjrg Afma^a

adh, bilinen ilk resmi genellikle ustası olarak kabul edilen Nicolaes Eliasz'ın yapıtlarıyla büyük benzerlik gösterir. Kısa sürede tanı­ narak genç yaşta etkili kişilerin portrelerini yapma ve önemh siparişler alma olanağını buldu. 1642’de Amsterdam belediye başka­ nı Andries Bicker ile ailesinin resmini yaptı. 1643’te ise, aralarında Rembrandt'ın ünlü “Gece Nöbeti" adh yapıtının da bulunduğu resimlerle süslenmiş bir salonda yer alan “Yüzbaşı Roelof Bicker, Teğmen Blaeuw ve Beraberindekiler” adh büyük grup por­ tresini bitirdi.

Helstein, Ralph (d. 11 Aralık 1908, Duluth, Minnesota - ö 14 Şubat 1985, Chica­ go, ABD), ABD’li sendikacı. 1946-68 ara­ sında Amerika Birleşik Konserve İşçileri (UPWA) adh örgütün başkanlığını yap­ mıştır. 1929'da Minnesota Üniversitcsi’nden me­ zun oldu, 1934'tc aynı üniversiteden hukuk diploması aldı. Hemen ardından. 1929 Bü­ yük Bunalımı'ndan sonra çıkarılan çalışmayasalanmn uygulanmasını gözetmek üzere federal hükümette görev aldı. 1936-43 arasında Minncapolis’tc avukatlık yapan Helstein, 1939’dan sonra yoğun bi­ çimde sendikal etkinliklerle ilgilenmeye başladı. 1939'da, Sanayi örgütlen Kongre­ sinin (CIO) kolu olan Minnesota Sanayi Sendikaları Konseyi’nin genel danışmanı oldu. Üç yıl bu görevde kaldıktan sonra 1942’de ÜPVVA’dan gelen benzer bir iş önerisini kabul etti. 1946’da bu sendikanın başkanı oldu. UPWA'nın başkanı olarak Helstein sendi­ ka üyelenne iş güvencesi ve daha iyi çalışma koşullan sağlamaya çalıştı. 1948'dc ABD’ deki büyük et konserve finnalannın çoğuna karşı sürdürülen uzun ve büyük ölçüde başansız greve karşın, UPWA Hclstcın'ın yönetiminde üye sayısını artırdı. Helstein

1948’de ClO’nun yönetim kumlunda da görev aldı. Arkasından, AFL-CIO’ya baş­ kan yardımcısı seçilerek 1969’a değin bu görevde kaldı. Bundan bir yıl önce UPWA, Kuzey Amenka Birleşik Mczbahacılar ve Kasaplar Birliğiyle (AMCBWNA) birleş­ mişti. Yeni örgütün de başkan yardımcısı ve özel danışmanı olan Helstein 1969’da bazı sendikal görevlerini bıraktı. Buna karşın AMCB\VNA’nın fahri başkanlığına getiril­ di. 1970'lcrde sık sık hberal-sol siyasal etkinlikler içinde yer aldı.

helva, genellikle un ve irmikle yapılan ve kullanılan malzemeye göre değişik adlar alan tatlı türü. Balkanlar ve Doğu Akdeniz’ den çıktığı sanılır. Tûrklcrin Anadolu'ya gelmeden önce helvaya benzeyen "kavut" adh bir tatlı yaptıkları bilinmektedir. Hel­ va Selçuklu ve Osmanh dönemlerinde dc sevilen bir tatlı olarak varlığını korumuş­ tur. Topkapı Sarayı’nda başta helva olmak üzere her türlü tatlının hazırlandığı. Helva­ hane-! Âmire ya da Helvahane-ı Mamure adh bir ocak vardı. Helva yaygın bir tatlı olmanın yanı sıra törensel niteliği de olan bir yiyecektir. Geçmişte loncalann düzenlediği ziyafet toplantılarının en sonunda ayn bir törenle J»işitilen helva yenirdi. Kış sonunda düzenenen helva sohbetlerinin en eğlenceli bölü­ mü ketenhclvası (tel helva) yapımıydı. Helvan ustaları ve helva yapımını bilen konuklar, içinde ağdalanmış şeker halkası vc un bulunan büyük bir bakır tepsinin çevresine toplanır ve bir dua okuduktan sonra yoğurma işlemine başlardı. Kandil vc ramazan aşanın son cuması gibi kutsal gün­ lerle ölüm, doğum, nişan, düğün gibi özel gün ve olaylarda helva yaparak dağıtma geleneği günümüzde de sürdürülmektedir. En yaygın helva türleri arasında unhelvası, tahinhelvası, irmikhclvası, peynırhelvası, susamhelvası vc kozhelva sayılabilir. Bu helva türleri kullanılan malzemenin yanı sıra pişirme yöntemi bakımından da bazı farklılıklar gösterir. Bunlann dışında çoğu saray mutfakları ile zengin konaklarında pişirilen gaziler helva­ sı, sabuniyye helvası. Reşıdiyye helvası, asu­ de helvası, helva-yı hakanı, lamuniyyc hel­ vası. helva-yı İshakiyye, helva-yı memuniyye, helva-yı leb-i dilber, tepsi helvası gibi helva türleri dc vardır.

Helvcsiyen Kat, Miyosen Bölüın'ün (y. 26-7 milyon yıl önce) ortalarında oluşan kayaç dizilerinin başhca bölümü vc kayaçlann çökeldiği zaman dilimi. Tortoniyen Ka­ tın üstünde ve Burdıgaliycn Katın altında yer ahr. Adını İsviçre'de (Latince Helvetia) saptanan yüzey oluşumlarından alan bu kata özgü önemli çökellcre Fransa’da da rast­ lanır. İsviçre’deki Helvcsiyen Kat çoğunlukla killi tortullardan oluşur Fransa’daki Helvesiyen kayaçlar ısc daha çok kabuksu yatak­ lar biçimindedir Tanıtıcı fosil faunası temel olarak yumuşakçalar) içerir. Helvetia Cumhuriyeti, Fransızca rCpub uEivfnouE. İsviçre'nin Devrimci Fran­ sa tarafından işgal edilmesinin ardından 29 Mart 1798’de ülkenin geniş bir kesiminde kurulan cumhuriyet. Nisan 1798’de Fransa' ya bağlanan Cenevre ile İtalya'daki Cisalpina Cumhuriycti’nc katılan Valtelhna, Chıavenna ve Bormio eyaletleri Helvetia Cum­ huriyetinin dışında bırakıldı. 1802'de Avus­ turya'dan aynlan Frickthal, Helvetia Cum­ huriyetine katıldı; Valais ise bağımsız bir cumhuriyet olduktan sonra 181ü'oa Fransa’ ya bağlandı. Helvetia Cumhuriyeti 18l)l’de Fransa’yla Avusturya arasında imzalanan Lunevılle Antlaşması'yla resmen tanındı uoue

Cumhuriyet yönetimi Fransa’daki Dircktuvar rejimi örnek alınarak oluşturuldu Ama hizipler arası çekişmelerin artması üzerine, Napolöon Bonapartc’ın aracılığına başvu­ ruldu. Bonapartc da hemen Arabuluculuk Yasası’nı (30 Eylül 1802; 19 Şubat 1803'te genişletildi) çıkararak Helvetia Cumhuriye­ tinin yerine yeni bir İsviçre Konfederasyo­ nu oluşturdu ve bu devleti Fransa’yla yakın ilişkiler kurmaya zorladı.

Helvetia İtikatnamcsi, İsviçre Reform Kiliscsi'ncc resmen benimsenen iki itikatname. Bazen aşın Lutherci olarak eleştiril­ mekle birlikte ulusal düzeyde ilk resmi Protestan bildirisi sayılan ve 11. Basel itikat­ namcsi olarak da bilinen I. Helvetia İtikatnamesi, 1536’da Strasbourg’lu Martin Bucer' in yardımıyla Heinrich Bullingcr vc öteki İsviçreli delegelercc hazırlandı. 1562’dc Bullingcr 30 maddeden oluşan uzun bir ilahiyat bildirisi yazdı. Daha sonra da göz­ den geçirerek vasiyetine ekledi. 11. Helvetia İtikatnamesi olarak bilinen bu bildiri İsviçre kantonlarının resmi inanç belgesi olarak I566'da yayımlandıktan sonra Pfalz’da ka­ bul edildi. Belge daha sonra İskoçya (1566), Macaristan (1567), Fransa (1571) vc Polon­ ya’da da (1578) tanındı. 11. Helvetia İtikat­ namcsi Holland ve İngiltere'de dc olumlu karşılandı ve giderek Protestan ilahiyatının en geçerli bildirilerinden biri sayıldı. II. Helvetia İtikatnamesi’nde Üçleme ve Hz. İsa’yla ilgili eski dogmalarla. Reform hareketinin vurguladığı, inanan tek ölçüsü olarak kutsal metinlerin kabul edilmesi, hukuk, İncil ve ibadette tasvir kullanılması­ nın mahkûm edilmesi gibi görüşler ele alınır. Ayrıca ilahi takdir, kader, kilise, papazlık vc ayinlere ilişkin Protestan öğreti­ len dc işlenerek eski ve yem bütün heretik akımlar mahkûm edilir.

Hclvetius, Claude-Adrien (d. 26 Ocak 1715, Paris - ö. 26 Arahk 1771, Vore, Collines des Perches, Fransa), Fransız felse­ feci ve nolemikçi. “Filozoflar” olarak bili­ nen Aydınlanma dönemi Fransız düşünürle­ rinin koruyucusu olmuştur. Hazcı bir anla­ yışla fiziksel duyumlann önemini vurgulayışı, ahlakın dinsel temellerine karşı saldırılan ve alışılmadık eğitim kuramı ile tanınır. Kraliçenin başhekiminin oğlu olan Helvdtius, 1738’dc kraliçenin isteği üzerine mültezimliğe (gelir toplamakla görevli bir ma­ kam) getirildi. 1751’dc evlenip görevinden ayrıldı vc Vord'dcki arazisine çeKİldi. Ora­ da, yaşamı ve yanıtlan üzerine Markı de Saint-Lambert’ın bir yazısıyla birlikte ölü­ münden sonra yayımlanan Le Honheur (1772; Mutluluk) adlı şiirini ve basılır basıl­ maz kötü bir ün kazanan felsefi yapıtı De l'esprit'yi (1758; Zihin Üzerine) yazdı. Kitap her nc kadar açıkça sarayın aracılığıyla basıldıysa da, dini temel alan her türlü anlak anlayışına saldırdığı için, özellikle XV. Louis’nin oğlu, veliaht Louis’nin büyük muha­ lefetiyle karşılaştı. Sorbonne üniversitesi kitabı lanetledi ve halk önünde yakılmasını istedi. “Filozoflar”m konumunu büyük öl­ çüde sarsan bu olay yüzünden Voltairc, kitabın basmakalıp, anlaşılmaz ve hatalı olduğunu söylemek zorunda kaldı. JeanJacques Rousseau da, yazarın gönül genişli­ ğinin, kendi ilkelerine ihanet etmesine yol açtığını söyledi. Helvdtius’tan söylediklerini geri alması istendi; o da üç kez, kitabını reddettiğini açıkladı. Bu yüzden “filozoflar ın ünlü Encycloptfdie'sinin basımı ertelen­ di ve Voltaire'in dc aralarında bulunduğu birçok düşünürün yapıtları yakıldı. Helvğtius bir yolunu bularak 1764’te İngil­ tere'ye, 1765'te de II. Friederich’in (Büyük) çağnsı üzerine Berlin'e gitti. Fransa'ya dön-

düğü yıl "filozoflar" yeniden saygınlıklarını kazanmışlardı; Helvdtius ise yaşamının gen kalan bölümünü Vord’dc geçirdi. Helvtîtıus, bütün insanların öğrenme konu­ sunda eşit yeteneğe sahip olduğunu savunu­ yordu. Bu inancı doğrultusunda. De L'homme (ös 1772; İnsan Üzerine) adlı kitabında, Rousseau’nun eğitim üzerine yazdığı £mile'c karşı çıkarak, eğitimin insan sorunlarını çözmede sınırsız olanaklar sunduğunu öne sürdü.

I Hclvetler, İÖ. 2. yüzyılda Germen halkla­ rının baskısıyla Almanya’nın güneyinden bugünkü İsviçre’nin kuzeyine göç eden Keli kökenli halk. Germenlerin baskısından kur­ tulamayan Hclvetler İÖ 61'de * ''.! örgeleri yönetiminde Galya’nın batısına göç etmeye karar verdiler. İÖ Mart 58'de 250 bin kişilik bir grup gemilerle yola çıktı. Bu dönemde Galya valisi olan Juhus Caesar. Helvetlerın bölgeye girmelerine izin vermedi ve onları Saonc Irmağı boyunca izleyerek Bıbracte(‘) yakınlarında yenilgiye uğrattı. Helvet kuv­ vetlerinin geriye kalan bölümü İsviçre'ye döndü. Augustus döneminde Helvetlerin toprakla­ rı Belgica’nın (Gallia Belgica) bir parçasını oluşturuyordu. Bu dönemde başkent Aventicum (Avcnchcs) Roma kolonisi (colonia) oldu ve Aouae Helveticae’deki (Baden İsviçre) ılıcalarıyla ün kazandı. İmparator­ luk döneminde Helvetler Alamanlara karşı Romalıların sınır kalelerini savunmakla gö­ revlendirildiler; ama 5. yüzyılın ortalarında geleneksel düşmanlarına boyun eğmek zo­ runda kaldılar. Helvctia sözcüğü ise İsviçre­ ’nin resmi adı olarak varlığını sürdürdü.

Helvidius Priscus (ö. İS 70-79), Roma imparatorunun yalnızca Senato’nun onayıy­ la hareket etmesi gerektiğini savunan Stoacı. Bir yüzbaşının oğlu olmasına karşın. Neron' un hükümdarlığı sırasında Senatoya gir­ meyi başardı. İS 70'te praetor (yüksek yönetici) oldu. Büyük olasılıkla, tahtın ba­ badan oğula geçmesine karşı çıkan görüşle­ rinden ödün vermediği için, İmparator Vespasianus'la çatıştı ve olum cezasına çarptı­ rıldı.

Helvius Cinna, Gaius bak. Cinna, Gaius Helvius Hchvingia, Helwingiaceae familyasından, üç çalı türü içeren cins. Anayurdu Asya’nın doğusu ve Himalayalar'dır. Her üç türün de basit yaprakları ve ilginç bir çiçeklenme

Helwıngia. meyve ve yapraklar İZıunfi Walan-E0 İne

biçimi vardır Bu ıkıevcıkli (erkek vc dişi çiçeklerin ayrı bitkiler üzerinde bulunması) bitkilerin çiçekleri doğrudan yaprakların üzerinden çıkar, çiçek sapları yaprakların ona damarı ile birleşmiştir. Erkek çiçekle­ rin küme oluşturmasına karşın, dişi çiçekler çoğu kez tek olarak ya da seyrek kümeler biçiminde bulunur

helyopoz, Güneş’i çevreleyen helyosfer bölgesinin sınır bölümü. Helyosfer. Güneş magnetik alanlarıyla vc dışa doğru hareket eden proton ve elektronlardan oluşan Gü­ neş gazıyla doludur Hclyopozun ötesinde Güneş zarfı bulunur; burası, helyosfer ile yerel yıldızlararası ortamın hidrojen atomla­ rı ve magnetik alanları arasındaki geçiş bölgesidir Konumu değişmekle birlikte helyopozun kuramsal olarak Güneş’ten 100 g b. (Yer’in Güneş’e olan ortalama uzaklı­ ğı) uzakta olduğu kabul edilir Hclyopozun biçimi, Güneş’in hareketi sonucunda oluşan yıldızlararası gaz rüzgârları tarafından belir­ lenir. Güneş sistemindeki tüm büyük geze­ genlerin yörüngesi, hclyopozun içinde kalır. helyosantrik sistem bak. günmerkezli sistem

helyostat, gündüşurücü olarak da bilinir. Güneş’in görüntüsünü yavaş yavaş döndü­ rülen düz oır aynayla sabit bir teleskopa ya da sabit bir doğrultuya sürekli olarak yansı­ tan astronomi aleti Geleneksel helyostatlarda ayna, gök kutbuna dönük olan ön yüzünün ortasından geçen bir eksenin çev­ resinde dönecek biçimde yerleştirilmiştir Motorla döndürülen aynanın dönme hızı, 24 saatte bir tam tur atacak biçimde düzenle­ nir; Güneş ışınlan aynanın yüzeyinden ku­ tup ekseni boyunca yansır Bu nedenle Güneş’in teleskoptaki görüntüsü sabit ol­ makla birlikte kendi çevresinde her 24 saatte bir döner. Telcskoplann Ekvator düzlemine yerleşti­ rilme zorunluluğunu ortadan kaldıran helyostatlann taşınabilir türlennden, özellikle tutulma olaylannın izlenmesinde yararlanı­ lır Güneş'in ve öteki yıldızların izlenmesin­ de ise daha çok bazı büyük ve sabit helyos­ tat modellen kullanılır. helyotrop, kantaşi olarak da bilinir, silis minerallerinden kalsedonun koyu yeşil renkli bir türü. Kütle içine dağılmış parlak kırmızı renkli jasp yumruları içerir. Bu nedenle helyotropun parlatılmış yüzeylerin­ de, koyu yeşil fon üzerinde kırmızı noktalar görülür; noktalar kan damlasını andırdığın­ dan, minerale kantaşi adı verilmiştir. Orta­ çağda çok tutulan bir taş türü olan helyo­ trop, heykellerde kahramanlığı simgeleyen öğe olarak kullanılmış, ama daha sonraları değerini yitirmiştir En bol elde edildiği yer Hindistan’daki Kathiyavar Yarımadasıdır Fiziksel özellikleri kuvarsla aynıdır (bak. silis minerallen [tablo]).

helyum (He), periyodik tablonun 0 grubun­ da (soy gazlar) yer alan kimyasal element Hidrojenden sonra ikinci en hafif element olan helyum renksiz, kokusuz, tatsız ve eylemsiz (tepkimeye girmeyen) bir gazdır. -268,6°C'de sıvılaşır ve ancak yüksek ba­ sınç (y 25 atmosfer) altında katılaşır 2,17 K in altında helyum-4 izotopu benzersiz özellikler kazanır: üstünakışkan durumuna geçer (ağdahlığı kaybolur) ve ısıl iletkenliği bakırınkının bin katı olur Bu durumdaki helyuma, normal akışkan helyum l'den ayırt edilebilmesi için helyum 11 adı verilir Kim­ yasal olarak eylemsiz olan helyum, bileşikler oluşturmaz ve molekülleri tek atomdan oluşur.

159

helyumla tarihleme

Helyumu I868’dc. Güneş’i çevreleyen gaz atmosferi üzerinde incelemeler yapan ve Güneş tayfında o güne değin bilinen her­ hangi bir elemente ait olmayan parlak çizgiler saptayan Pıerre Jansscn vc Joscph Norman Lockycr buldular ve adlandırdılar 1895’te dc Sır Wıllıam Ramsay helyumu, Ycr’dcn çıkandan kleveyit mineralinde bul­ du; Ramsay, mineralin tayfında beliren parlak san çizginin, Güneş tayfında sapta­ nan helyum çizgisiyle aynı olduğunu belir­ ledi. Evrende hidrojenden sonra en çok bulu­ nan ikinci element olan helyum yıldızlarda yoğunlaşmış durumdadır ve burada hidro­ jenden çekirdek kaynaşması yoluyla ürer Yer atmosferinin yalnızca yüzde Ö,0005'ını oluşturur vc demirli göktaşı (sıderıt) gibi bazı radyoaktif minerallerde ve mineral yataklannda az miktarlarda bulunur. Buna karşılık, ABD’de. özellikle Tesis. New Mexico, Kansas, Oklahoma. Arizona ve Utah’ ta çıkan doğal gazlarda yüzde 7,6'ya ulaşan oranlarda helyuma rastlanmıştır Kanada, eski Sovyetler Birliği. Güney Afrika vc Sahra Çölünde de bazı önemli helyum kaynaklan bulunmuştur. Helyum Yer'dc. radyoaktif bozunum sü­ reçleri sonucunda oluşmuştur. Daha ağır radyoaktif maddelenn çekırdeklcnnden sa­ lınan alfa parçacıktan, helyum-4 izotopunun çekirdektendir. Helyum, argon gazının ter­ sine, atmosferde bol miktarlarda toplan­ maz, Yer’in kütleçekımı kuvvetim aşarak yavaş yavaş uzaya yayılır. Yer’de eser mik­ tarda bulunan helyum-3 izotopunun, yine ender rastlanan hidrojen-3 izotopunun (trityum) negatif beta bozunumu sonucunda oluştuğu sanılmaktadır. Bu nedenle Yer’de bol miktarlarda bulunan helyum, iki kararlı izotopu otan helyum-4 (yüzde 99.99987) ile helyum-3'ün (yüzde 0,00013) karışımından oluşur. Yüzde 98,2 anlıktaki helyum gazı, doğal gazdan öteki bileşenlerin düşük sıcaklıkta vc yüksek basınç altında sıvılaştınlarak aynlması yoluyla elde edilir. Soğutulmuş ve etkinleştirilmiş odunkömüründen öteki gazlann soğutulması yöntemiyle de yüzde 99,995 anlıkta helyum elde edilebilir Hel­ yumdan. alüminyum gibi metallere örtülü kaynak yapılırken eylemsiz gaz atmosfen olarak yararlanılır. Aynca roketlerde, özel­ likle sıvı hidrojenli yakıt tanklannın basıncı­ nın artırılmasında kullanılır, çünkü sisi hid­ rojen sıcaklığında helyum gaz halim korur. Sıvı helyum, en soğuk madde olduğundan kriyojeni (düşük sıcaklıklar fiziği) atanında da önem taşır. Helyumun kandaki çözünür­ lüğü çok düşüktür; bu nedenle, yüksek basınçlı ortamlarda, örneğin tüple dalışlar sırasında ya da kesonlu inşaat çalışmaların­ da rahat solunum sağlamak amacıyla, oksi­ jenle karıştırılmış helyumdan yararlanılır Göktaşları ve knyaçlar helyum içeriği bakı­ mından çözümlenerek taıihlendınlırler. atom numarası atom ağırlığı erime noktası kaynama noktası yoğunluk (I alm, (TC) birleşme değeri elektronların yerleşimi

2 4.0Û26 yok C * -268,6 0,1785 gr/lıtrc 0 2 ya da Lr

helyumla tarihleme, uranyum-235, uranyum-238 ve toryum-232 radyoaktif izotoplarının bozunumu sırasında helyum oluşumuna dayalı tarihleme yöntemi Bu bozunum nedeniyle, helyum tutabilecek herhangi bir mineralin ya da kayacın hel-

Hemaçandra

160

yum içeriği zamanla artar, böylece helyu­ mun kendisinden önceki radyoaktif madde­ lere oranından jeolojik zamanın ölçülmesin­ de yararlanılır. Eğer kaynak izotoplar ölçü­ lürse yöntem, uranyum-toryum-helyumla tarihleme olarak; yalnızca alfa parçacığı salımı ve helyum içeriği ölçülürse, alfahclyum radyoaktif saati olarak adlandırılır. Alfa parçacıkları, kaynak izotopların çekir­ değinden salınan helyum atomu çekirdekle­ ridir. İzotop jeokronolojısinde kütle spektrometresi (tayfölçüm) tekniği uygulanmadan önce, jeolojik zaman ölçeklerinin hazırlan­ masında temel olarak helyumla tarihleme yönteminden yararlanılırdı. Ama helyum kayaçlardan önce atmosfere, sonra da evre ne sızdığından, bu teknikle çok eskilere giden tanhlemelcrin yapılması olanaklı de­ ğildir. Öte yandan radyoaktif saatleri etkisiz kılan ısıl olaylar, helyum radyoaktif saatleri­ ni de olumsuz yönde etkiler. Gene de helyumla tarihleme tekniğinin, Senozoyik (Yakın) Zamanın sonlan ile Pleyistosen Bölümde (y. 2,5 milyon-10 bin yal önce) oluşan kayaçlann ve minerallerin jeolojik yaşının belirlenmesinde etkili olacağı düşü­ nülmektedir; çünkü bu kayaçlar ve mineral­ ler daha öncekiler gibi karmaşık süreçlerden geçmemiştir vc bu nedenle içerdikten helyu­ mun tümünü korumakta olduklan sanıl­ maktadır. Mineraller ve kayaçlar gibi fosil­ ler de helyumla tarihlenebilir.

Hemaçandra, hemaçandra sure somaya da çangadeva olarak da bilinir, asıl adı çandradeva (d. 1088, Dhandhuka, Gucerat - ö. 1172, Gucerat, Hindistan), Caynacı Hintli bilge ve yazar. Guccrat’ın cn büyük krallanndan Siddharaca Cayasımha’ dan Caynacılar için ayncalıklar elde etmiş­ tir. Konuşma yeteneği ve geniş bilgisiyle Sıddharaca’nın ardılı Kumarapala'ya Caynacılığı kabul ettirmiş, böylece Gucerat’ta Caynacılığın yerleşmesini sağlamıştır. Birçok Hintli bilgenin doğumunda olduğu gibi Hemaçandra’nın doğumu sırasında da alametlerin görüldüğü, doğaüstü olaylar ol­ duğu anlatılır. Annesi, olağanüstü bir oğul doğuracağını bildiren 14 rüya görür. Cayna tapınağına götürülen çocuğun çok sayıda uğurlu işaret taşıdığını fark eden rahip Devaçandra, ailesini çocuğu kendisinin eğit­ mesine izin vermeye ikna eder. Çandradeva 1110'da Somaçandra adını alarak rahip oldu. 1125'te Kral Kumarapala’nın danışmanlığına getirildi ve Arhannılı (Cayna Siyaseti) adlı kitabını kaleme aldı. Aynca Sanskrit ve Prakrit dilleriyle ilgili gramer kitaplan, Hint felsefesi ve biliminin her dalında ders kitaplan yazdı. Şiirleri arasında Caynacı filozofların gözünden dün­ ya tarihini işleyen Sanskrit dilinde Trishastijalakapıırashaçarita (63 Ünlü Kişiliğin Ya­ şamı) adlı bir destan da vardır. Aynı zaman­ da mantıkçı olan Somaçandra'mn yapıttan Sanskrit bilimine yeni vc daha kapsamlı boyutlar getiren klasik çalışmalar arasında yer alır. Bütün yazılan Cayna öğretisiyle dokunmuştur. Açarya (öğretmen) mertebesine ulaştığı kabul edilince adını Hemaçandra olarak değiştirdi Yaşamının sonunda, Cayna gele­ neğine uyarak ölüm orucu tuttu.

çandra

hemanjiyom, derideki kan damarlarından kaynaklanan, doğuştan olma iyi huylu ur. Başlıca üç türü vardır. Şarap lekesi olarak da bilinen kılcal he­ manjiyom, kılcal damarların bir bölgedeki anormal kümelenmeleriyle oluşur. Oldukça

hematit, kantaşi olarak da bilinir, demir sık görülen bu oluşum lekeye benzer; yüzeyi Cûrüzsüz, sınırlan belirgindir. Rengi pem- (111) oksit (FcjOj) yapısında ağır vc görece cden mora, boyu vc biçimi bireyden bireye sert oksit minerali. Yüksek oranda (yüzde değişir; sıklıkla başın arkasında ve boyunda, 70) demir içermesi vc doğadaki bolluğu daha ender olarak da alında vc göz çevresin­ nedeniyle cn önemli demir cevheridir. Deği­ de görülür. Cerrahi tedavi genellikle iyi şik biçimlerde bulunan hematit, buna göre sonuç vermez. Zamanla daha az dikkat değişik adlarla anılır. Çelik grisi renkli çekmeye başlar; kimi zaman da yaşın ilerle­ mesine bağlı olarak derinin kalınlaşmasıyla gözden kaybolur. Çilek lekesi adı venlen basit hemanjiyom genişlemiş küçük kan damarlannın birleş­ mesiyle oluşan, tek başına ya da birkaçı bir arada bulunan kırmızımsı bir lekedir. Do­ ğuştan olmayabilir ancak yaşamın ilk birkaç haftasında belirgin hale gelir. Leke genişle­ yerek altıncı ay civarında tam büyüklüğüne erişir; üzeri ender olarak ülserleşir. Genel­ likle bir yaşından sonra küçülerek kaybolur. Hemen tüm olgularda erken çocukluk döne­ minde kendiliğinden iyileşme görülürse de kimi zaman tedavi gerekebilir. Ender görülen kavemli hemanjiyom kırmı­ zımsı mavi renkli, deri yüzeyinden kabank bir urdur; bağdoku ve yağ dokusu ile çevrili büyük kan damarlarından kaynaklanır. Ge­ nellikle deride, kimi zaman da mukozalar­ da, beşin ve iç organlarda görülür. Olgula­ Ingiltere'nin kuzeybatısında Cumbria ilinde rın tümünde doğumda gelişimini tamamla­ ele geçen böbrek biçiminde sıkı hematit mıştır; sıklıkla iyi huyludur ve bulunduğu Floyd R Getsınger-EB İne bölge ya da organlarla birlikte büyür. Kesin kristalli ve kaba taneli türleri metal parlaklıtedavisi yoktur; estetik amaçlarla ameliyat ğındadır vc ışıltılı demir cevheri olarak düşünülebilir. bilinir. İnce pullu yapıda olanlanna mıkah Hemans, Fclicia Dorothea, eö browne hematit denir. Yumuşak, ince taneli, top(d. 25 Eylül 1793, Livcrpool, İngiltere - ö. 16 raksı yapıda olan ve doğada en bol rastlanan Mayıs 1835, Dublin, İrlanda), İngiliz şair. hematit türü ise kırmızı aşıboyası olarak Doğa, çocukluktaki masumluk, yurt dışı adlandırılır. Bu türlerin arasında, genellikle gezileri, özgürlük, kahramanlık gibi roman­ böbrek biçiminde (böbreksi cevher) ya da tik temaları sürekleyici bir üslupla anlatan Lifli yapıda bulunan (kalenısi cevher) pekişik yapılı hematitler yer ahr. Kırmızı aşıboyası boya pigmenti olarak, bunun arıtılmış bir türü olan kızıl hematit ise düz camların perdahlanmasında kullanılır. En önemli hematit çekelleri tortul kökenli­ dir. Dünyada üretilen hematitin büyük bö­ lümü (yılda yaklaşık 75 milyon ton), Kuzey Amerika’da Supcrior Gölü yöresindeki tor­ tul yataktan sağlanır. Öteki önemli yataklar Brezilya’daki Minas Gcrais (hematit burada başkalaşım geçirmiş tortullar halindedir), Venczucla'dakı Bolivar Dağı, Labrador ve Ouğbec’tir. Korkayaçlann çoğunda ek­ lenti mineral olarak bulunan hematit, genel­ likle siderit, magnetit vc öteki demir mine­ rallerinin ufalanması sonucunda oluşur. Ay­ rıntılı fiziksel özellikleri için bak. oksit mineralleri (tablo). Felida Hemans, W E. West'm bir portresinden (1788-1857) W. Holl'ûn yaptığı oymabaskıdan ayrıntı Manioil Olc-cıcn

yapıtları büyük ilgi görmüştür. Yapıtlarında yaşamın karanlık yönlerini göz ardı ederek romantizmi basit ve saygın kıldı. Sekiz yaşından başlayarak 13'ünc değin yazdığı şiırlen içeren Poerru’la (1808; Şiirler) ya­ yımlanmaya başlayan yapıtları, 1816-34 ara­ sında her yıl bir ya da daha fazla olmak üzere, toplam 24 cilde ulaşmıştır. On dokuz yaşında Yüzbaşı Alfrcd Hemans’la evlendi. Yedi yıl sonra boşandı ve çok sayıda ürün vererek beş çocuğunun geçimini sağladı. Edebiyat dünyasında bü­ yük ün kazanan Hemans, Willıam Wordsvvorth ve Sir Waltcr Scott gibi ünlü yazarla­ rın hayranlığını kazandı. Çoğunlukla ayrın­ tılarla yüklü duygusal şiirler yazan Hemans, kısa şiirlerinde daha başarılıdır. Bunlardan başhcalan “The Landing of the Pilgrim Fathers" (Piigrimlerin Karaya Çıkışı) “Dirge” (Ağıt) ve ünlü yapıtı “Casabianca”dır.

hernatokrit, çeşitli hastalıklarda tanı koy­ maya yardımcı olan kan talihli işlemi ve bu işlem için kullanılan aygıtın ortak adı Parmak ucundan alınan kan, içinde pıhtı­ laşmayı önleyen bir madde bulunan özel tüpe konur. Tüp santrfüj aygıtında bir süre çevrildikten sonra içindeki kanın üç katma­ na ayrıldığı görülür: En altla alyuvarlar, ortada akyuvarlar ve trombositler, en üstte plazma. Bu katmanların kalınlığı hastalık olup olmadığı konusunda bir fikir verir. Alyuvar katmanı, kandaki alyuvar sayısının aşın derecede artmasıyla ortaya çıkan polısitemide çok kalın, demir eksikliği kansızlı­ ğında çok incedir. Akyuvar katmanı lösemi­ de kalınlaşır; plazmanın rengi sarılıklı hasta­ larda koyulaşır. Hernatokrit laboratuvar tanı yöntemlerinin en sık kullanılanlanndandır.

hematoloji, kanın yapısı, işlevi ve hastalık­ larını konu alan tıp dah. 17. yüzyılda ilkel, tek mercekli bir mikroskop kullanarak kan­ daki alyuvarları inceleyen ve büyüklüklerini bir kum taneciğiyle karşılaştıran Felemenkli Antonic van Leeuwenhoek, kanın bileşimi-

nc bilimsel bir açıklama getiren ilk bilim adamı oldu. 18. yüzyılda İngiliz fizyolog Willianı Hevvson alyuvarları ayrıntılı olarak tanımladı, lenf sistemini inceledi vc fibrinin pıhtılaşmadaki rolünü gösterdi. 19. yüzyıl­ da, kan hücrelerinin kemik iliğinde oluştuğu anlaşıldı; öldürücü kansızlık, lösemi vc bir dizi kan hastalığı tanımlandı. Kandaki hüc­ relerin boyanması için çeşitli tekniklerin geliştirilmesiyle birlikte hematolojide mor­ foloji dönemi başladı. 20. yüzyılın ilk yıllarında pek çok tıp öğrencisi kan hastalıklarında kanın yapısın­ da oluşan değişikliklerle ilgilehdi. O, A, B vc AB kan gruplarının bulunması, kan naklinde uygun olmayan kan verilmesi du­ rumunda ortaya çıkan komplikasyonların önüne geçilmesini sağladı. Hematokritf ) * işleminin kullanılmaya başlaması, 1932'de alyuvarlardaki hemoglobin düzeyinin vc alyuvar hacminin ölçülmesi kansızlık konu­ sundaki incelemeleri hızlandırdı. Hematolojide fizyoloji dönemi, 1920’lerde çeşitli besinlerin alyuvar yapımındaki rolü­ nün sistemli olarak araştırılmasıyla başladı. Bu araştırmalar, karaciğer özütünün öldü­ rücü kansızlığın tedavisinde yararlı olduğu­ nu, karaciğerde bulunan Bı; vitamininin kansızlığa karşı etkin bir madde olduğunu kanıtladı. Beslenme ve biyokimya alanların­ da buna koşut giden buluşlar ile ağır ve radyoaktif izotopların kullanılması, hemo­ globin yapımının vc hastalıklarda hemoglo­ bin yapısında ortaya çıkan değişikliklerin anlaşılmasına yardımcı oldu. II. Dünya Savaşı'ndan sonra hematolojinin ilgi alanı genişledi. Orak hücreli kansızlığın incelenmesi, normal bir proteinde molekül düzeyinde oluşan değişikliğin hastalığa özgü tüm belirtilerin temel nedeni olabileceğini ortaya koydu. Aynı dönemde protein ve enzim kimyası tekniklerindeki gelişmeler, hemoglobinin bireşinılenmesinde daha önce hiç fark edilmeyen birçok bozukluğun tanın­ masını sağladı; bu bozuklukların genlerle denetlendiği gösterildi. Özellikle kalıtımla f;cçen kansızlıklar üzerinde yapılan çalışmaar antropologlara önemli genetik bulgular sağladı. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana elektron mikroskopu kullanılarak ve biyokimya ala­ nındaki ilerlemelerden yararlanılarak yapı­ lan araştırmalar, lösemi ve lenfomalarda ışınımın, çeşitli kimyasal maddelerin ve virüslerin rolünün ortaya çıkarılmasına, kan hücrelerinin bireşinılenmesinde ortaya çı­ kan yapısal değişikliklerin daha ayrıntılı olarak araştırılmasına ve trombosıtlerin ve pıhtılaşma sürecinin incelenmesine olanak sağladı.

henıutüri bak. kan işeme . * Hembyzı Jan van, imbize olarak da yazılır (d. 9 Temmuz 1513, Gent - ö. 4 Ağutos 1584, Gent, Flandre), Felemenk'te İspanyol denetimine son vermeyi amaçlayan mücadele sırasında Gent'te Katolik eğilimli hükümeti deviren (1577) Kalvenci önder. Ryhove lordu Francis van de Kuthulle ile ünlü Kalvenci vaiz Petrus Dathenus'un des­ teğiyle, 28 Ekim 1577’de 2 bin kişilik bir birliği ve Kalvenci kent halkını Katolik komşularına karşı savaşta yönetti. Flandre genel valisi Aerschot dükü Phılıppe de Croy’u ve Gent’in bazı Katolik yargıçlarını tutuklattı, yerlerine 18 Kalvenciyi geçirdi Kendisi de belediye başkanı oldu. Kalvenci kent halkı Hembyze’nin desteğiyle, kilisele­ ri yağmaladı, dinsel heykelleri tahrip etti, altı keşişi yakarak öldürdü. Orange prensi ve Felemenk'in en önemli siyasal önderi 1. VVıllem bu eylemleri destekledi Ama 1578’de Hembyze Katolikliği tümüy­ le yok etmeye kalkışınca, ılımlı bir Kalvenci

olarak hem Katoliklcrc, hem dc Kalvencile­ re dinsel hoşgörü güvencesi veren prens ona karşı çıktı Aralık 1578’dc Lord Ryhovc'nın desteğiyle, Hembyzc’yi Katolik ibadeti üze­ rindeki kısıtlamaları kaldırmaya zorladı Ama Mart 1579'da, radikal bir Kalvenci olan Pfalz elektörü Johann Kasimir'ın des­ teğini alan Hembyze ayrılıkçı politikasını yeniden uygulamaya başladı. Bunun sonu­ cunda prens Gent’i işgal etti (Ağustos 1579). Hembyze Pfalz'a kaçarak Ağustos 1583’e değin orada sürgün yaşadı. Bu tarih­ te, Parma'nın Katolik dükü Kalvenci ordu­ yu yenilgiye uğratmış ve Flandre’da Ispan­ ya’nın denetimim yemden kurmuştu Hem­ byze Gent’e döndü vc kentin belediye baş­ kanlığına seçildi. Daha sonra, Hembyze ile Parma dükünün birbirlerine gönderdikten mektuplann ele geçirilmesi üzerine Gent ve çevresini yeniden İspanyol (Katolik) deneti­ mine almaya yönelik bir komplo ortaya çıkardı. Hembyze tutuklanarak yargılandı ve ihanet suçundan idam edildi Hembyze' nin kentin İspanyol güçlerince bir an önce ele geçınlmcsim amaçlayan davranışlanmn, belediye başkanlığını sürdürme çabasından kaynaklandığı sanılır

Hemdani, tam adı

ebu muhammed el-ha-

(d. 893 ?, San'a Yemen - ö. y. 945 ?), Arap coğrafyan, şair, dilci, tarihçi ve gökbilimci. Abbasilerin en [iarlak döneminin sonlarında verdiği yapıl­ an, İslam kültürünün en iyi ürünleri arasın­ da yer alır. Ensab ilmi alanındaki çalışmala­ rından ötürü “Nessab” lakabıyla anılmıştır. Yaşamının çoğunu San’a’da geçirdi, iyi bir eğitim gördü ve çok yer gezdi; ülkesini çok iyi tanıdı. Birçok siyasal çekişmenin içinde yer aldı. Bu nedenle bir kez hapse de atıldı. Ama hapisten çıkanlması için bazı kabilele­ rin ayaklanmasını sağlayacak kadar nüfuzluy­ du. Ön ciltlik ansiklopedik yapıtı el-lkliPin günümüze yalnızca 8. vc 10. ciltlen ulaşmış­ tır. El-iklil ve öteki yapıtı Sıfa Ceziretû’lArab (1884-91), Arabistan’la ilgili temel kaynaklardandır. Bunlarda Güney Arabis­ tan şiirinin değerli örneklerinin yanı sıra kabilelerin soylûtuğü, Arabistan'ın topo­ grafyası ve tanhı konusunda da birçok bilgi vardır. Hemdani’nin San’a'daki bir hapisha­ nede öldüğü söylenmişse de. bugün bu konu tartışmalıdır. SAN BlN AHMED EL-HE.MDANİ

Hemedan, Antik Çağda ekbatana. İran’ın kuzeybatısında il (astan) Doğu, güneydoğu vc kuzeydoğuda Tahran, kuzeyde Zencan, batı ve kuzeybatıda Kürdistan, batıda Bahteran ve güneyde Lûristan illeriyle çevrili­ dir. Yüzölçümü 19.784 knP’dir. Yöreye ilk yerleşenler, İÖ 8 yüzyılda Orta Asya’dan gelen Medlerdi Bugünkü il mer­ kezi Hemedan kenti Medlenn başkenti ol­ du Ahameniş hükümdarı II. Kyros (Kuraş) da imparatorluğunu buradan yönetti. İS 64Ü’larda Arapların eline geçen Hemcdan’ı 13. ve 14. yüzyıllarda Moğol istilacılar yağ­ maladı. 18. yüzyılda Hemedan ilinin büyük bölümünü işgal eden OsmanlIlar, İran hü­ kümetiyle yapılan bir antlaşma sonucunda 1792'de geri çekildiler. 1911-12 yıllannda, İran şahına bağlı birliklerle eski şah Mu­ hammed Ali'ye bağlı birlikler arasında savaş çıktı. Rıza Şah Pehlevi, 1920'lerin başlann­ da bölgeyi İran hükümetinin denetimine soktu. İlin kuzeybatı kesimi İran-Irak Savaşı sırasında İrak uçaklanmn saldırısına uğradı. Hemedan ili Zagros Dağlarının kuzeybatı kesiminin bir bölümünü ve ortalama yük­ sekliği 1.500-1.800 m olan bir dizi engebeli platoyu kapsar Elvend Dağında olduğu gibi, taneli ve kırmızı kavaç oluşundu topraklannın bileşiminde mika ve arduvaz bu­ lunmaktadır. Güneyde Basra Körfezine dö­

161

Hemedan

külen Kareh, yıl boyu akan akarsulardan bindir. Dağlarda meşe ormanlannm yanı sıra karaağaç, akçaağaç ve ceviz ağaçlan görülür. Koyaklarda kavak, söğüt, kızıl­ ağaç. karaağaç ve dişbudak ağaçlan yetişir Kent nüfusu çoğunlukla iranlılar vc Ermenilcrdcn, kırsal nüfus ise Eşeklu. Hacılu ve Hüdabendelu bovlanna bağlı Türklerdcn oluşmaktadır Yahudılcr Hemedan kentin­ de yoğunlaşmıştır. İldeki temel ekonomik etkinlik tanmdır: Arpa, mısır, yağlı tohum­ lar, pamuk, şekerkamışı, şeker pancan. patates, meyve ve sebze yetiştirilir. İlde elektrikli aletler vc elektrik malzemeleri, tuğla, seramik, metal eşya ve kılım imalatı ile gıda işleme sanayilenmn yanı sıra şeker, yün eğirme ve den işleme fabnkalan vardır Elvend Dağında altın ve kalkopirit yataktan bulunur; aynca antimon ile tuz çıkanlır Karayolları Hemcdan’ı Kazvın ile Bahteran'a, bir demiryolu hattı da ilin orta kesiminden geçerek Tahran'a bağlar. Nüfus (1986) 1.505.826.

Hemedan. Antik Çağda ekbatana İran’ın ortabatı kesiminde, Hemedan ilinin (onan) merkezi kent. Elvend Dağının (3.571 m) kuzeydoğu eteğindedır. 1.877 m yükseklik­ teki kent. Yukarı Kareh Irmağının geniş

Hemedan da bir park. Iran ıran Naıcnsi îouroi Organaaiıon

ve verimli ovasına egemen konumdadır. Kentteki Azeri azınlık nüfus içinde önemli bir oran oluşturur. Kentin kuruluşunun çok daha eskilere dayandığı bilinmekle birlikte, en eski kayıt­ lar ancak İÖ lOOO'lere değin iner Hemedan tarihte birçok adla anılmıştır. Asur döne­ minde Bit Daiukki olduğu sanılan adı, Medlenn egemenliğinde Hangmatana ya da ?\gbatana olmuş. Eski Yunanlılarsa kente Ekbatana adını vermişlerdir. Hemedan II Kyros (Kuraş) ve sonraki Ahameniş hü­ kümdarları döneminde Med başkentlerin­ den biriydi ve yazlık saray burada bulunur­ du Hemedan’ın biraz doğusundaki Mossala adh höyükte, eski Ekbatana kentinin kalın­ tıları vardır; ama bugüne değin hiç kazı yapılmamıştır. Bugünkü Hemedan kentinin bir bölümü de Ekbatana'nın höyükleri üze­ rinde inşa edilmiştir Kentin adına Kitabı Mukaddes’te de (Ezra 6:2) rastlanır. Kent. İS 640’larda Araplann eline geçti ve yalnızca ticari önem taşımasına karşın, bir­ kaç yüzyıl boyunca bir eyalet merkezi ola­ rak kaldı. 12. yüzyılın ikinci yarısında Sel­ çuklu başkenti oldu ve bu konumunu 50 yıl boyunca korudu. Olağanüstü bir alçı işçiliği örneği olan Kümbet-ı Alevıyan anıtmezarı bu döneme aittir.

Hcmcdan halısı

162

hemedan!

Hcmedan, 1220 dolayında Moğollarca yer­ le bir edildi. 1386’da da Timur tarafından yağmalandı ve halkı kılıçtan geçirildi. 17. yüzyılda bir bölümü onarıldı; daha sonra İranlIlar ve Osmanhlar arasında pek çok kez el değiştirdi. Yakın dönemlerde stratejik konumu dolayısıyla yeniden canlandı. İranIrak Savaşı sırasında İrak savaş uçaklarının saldırısına uğradı. Son yıllarda kent pek bir gelişme göster­ memiştir. Yaz aylarındaki güzel iklimi saye­ sinde bir tatil yeri olan Hcmcdan’da kışlar uzun ve sert geçer. Kentin içme suyu Şahnaz Barajı’ndan sağlanır. Bol miktarda tahıl vc meyve yetiştirilen Hcmcdan, Tahran-Bağdat Otoyolu üzerinde önemli bir ticaret merkezidir. İran halısı ticaretinde Kirman’ dan sonra ikinci sırada yer alır. Nüfus (1986) 272.499.

Hcmedan halısı, İran’ın batısındaki eski Hemedan (Ekbatana) kenti çevresinde yafıılan çok çeşitli el dokuması döşeme yaygıanna verilen adı. Eskiden ahm satımı ço­ ğunlukla Musul üzerinden yapıldığı için Musul halısı olarak da bilinirdi. Eski örnekleri pamuk çözgü üstüne Gör­ des düğümüyle yapılmış, her düğüm sırasın­ dan sonra bir sıra atkı ipliği atılmıştır.

(d. 969, Hcmcdan, İran - ö. 1008, Herat, Afganistan), Arap edebiyatında makamc adlı edebi türün ilk örneklerini veren yazar. Daha çok Bcdiüzzaman adıyla tanınan Hcmedani, dönemin Ahmcd bin Faris gibi ünlü bilginlerinden öğrenim gördü. 990’ dan sonra Cürcan'a giderek Ebu Sait Mu­ hammed bin Mansur’un koruması altına gir­ di. Nişabur’da dönemin önde gelen bilginlerinden Ebubekır Harizmi ile yaptığı halka açık bir tartışmayla genç yaşta adını duyurdu. İran vc Afganistan’da çeşitli yerle­ ri dolaştıktan sonra Herat'a yerleşti vc Hüseyin bin Muhammed cl-Huşnami'nın kızıyla evlendi. Hcmedanı’nin 52'si günü­ müze ulaşan 400 makamenin yazan olduğu sanılmaktadır. Düzyazı, uyaklı düzyazı (se­ ci) vc şiir kanşımı bir tarzda yazılmış olan makanıclcrin çoğu, övkûlen anlatan İsa bin Hişam ile define bulmak amacıyla sürekli gezen nükteli hatip ve yetenekli şair Ebu'lFeth el-İskender’ın karşılaşmalanm konu alır. Hemedani'nin makamelen. Makânıûı adı altında ilk kez 1881'de yayımlanmıştır. Aynca dönemin ileri gelenlennc yazdığı mektuplardan oluşan Mckıubat (1881) adh yapıtı ve küçük bir Divan’ı (1903) vardır.

Hcmedani, tam adı

ali bin şIhabeddIn bin

(d. 22 Ekim 1314, Hemedan, Iran - ö. 18 Ocak 1385, Kunar yakınlan, Keşmir), İranlı mutasavvıf ve ilahiyatçı. Kübreviye tankatının Keşmir’de yayılmasını sağlamıştır. Hcmedani, İranlı ünlü bir seyyidi (Hz. Muhammed’in soyundan gelen) ailenin oğ­ luydu. Derviş olarak Ortadoğu’yu baştan başa dolaştı. 1372, 1378 ve 1385'te Keşmir’e gitti. Kendisinin vc müritlerinin çabalanyla Kübreviye tarikatı Keşmir'de yaygınlık ka­ zandı. Hemedani'nin cn ünlü yapıtı Zahirelü'l-Miiluk siyasal ahlak üzerine bir araştır­ madır. Hemedani'nin Kulab’daki mezan müritlerince kutsal sayılan bir ziyaret ye­ ndir. MUHAMMED EL HEMEDANİ

Hcmel Hempstead, İngiltere’de, Londra' nın kuzeybatısındaki Hertfordshirc iline (county) bağlı Dacorum ilçesinde (dısırict) kent İlk kez 1539'da berat aldı. İngiliz kent plancılannın Londra'nın hızla artan nüfusu için yeni yerleşim alanlan açmak amacıyla tasarladığı sekiz yerleşimden biri olan yeni kent, 1947’de eski kentle birleşti. Gade Irmağı kentin doğal güzelliklerinden bindir. Büyük işyerlerinin yanı sıra kâğıt, elektrikli eşya ve hafif makine sanayileri kentin hızla büyümesinde önemli rol oyna­ mıştır. Nüfus (1981) 76.954.

Hcmcrocallis bak. güngüzcli Hemichordata bak. yannıkordahlar heınirnorfıt, hidratlı bazik çinko silikat (Zn4 Siz O? [OH]:-HıO) yapısında, önemli bir çinko cevheri olan silikat minerali, öncelcn smitsonit ile birlikte, kalanım ola-

Hemedan halısı. 19 yy sonlan, özel koleksiyon. Nevv York Prr«ato ccv'-ocbon Ncw Yer*. lo(oQr»t Olto E Kolon - EB İne

Düğüm ipliklerinde çoğunlukla doğal renk­ lerde devetüyû ya da devetuyü tonlannda boyanmış yün kullanılmış, bunlarla halının iki ucunda geniş birer bant oluşturulmuştur. Her köyün kendine özgü hazır modelleri vardı; ama genellikle yinelenen desenler vc “çubuklu madalyon” düzeni (bir “çubuk”la birbirine bağlanmış madalyonlar) uygulan­ mıştır. Yakın geçmişte üretilmeye başlayan oldukça kaba vc ucuz halılar nedeniyle son zamanlarda Hemedan adı anık İran halısını belirtmek için kullanılır olmuştur.

Hcmedani (Bepİuzzaman), tam adı

bedIüz-

ZAMAN EUUL-FAZL AHMED HİN EL HÜSEYİN EL-

Maptmi’den bir hemımorlıt örneği, Meksika Fb/d R

Eâ İne

rak adlandırılırdı. Sfalcritm dönüşüme uğra­ ması sonucu oluşan ikincil bir mineral olan hemimorfit, öteki çinko cevherleri ile birlik­ te kireçtaşı damarlarında ve yataklannda bulunur. Dünyadaki pek çok çinko made­ ninde dc hcmımorfitc rastlanır. Sibirya'da, Romanya’da, Sardinya’da, Belçika'da, ABD’de Nevv Jcrscy vc Montana’da iyi kristalleşmiş demetsi türleri elde edilir. Ay­ rıntılı fiziksel özellikleri için bak. silikat mineralleri (tablo).

Henıinge, John, heming, iiemminge ya da hemmings olarak da yazılır (d. v. 1556 - ö 10 Ekim 1630, Londra, Ingiltere),’Ingiliz tiyatro oyuncusu. Henry Condell ile birlikte Shakcspcarc’in oyunlarını içeren Birinci Folıo'yu (1623) yayına hazırlamıştır. 1603'te Kralın Oyuncuları adını alan tiyat­ ro topluluğunun önemli vc başarılı bir üyesiy­ di. Yirmi beş yılı aşkın süre topluluğun yöneticiliğini yaptı. Globe ve Blackfnars tiyatrolarının ilk sahiplerinden biriydi. Henry Condell ve Richard Burbage ile birlikte tüm meslek yaşamı boyunca Sfıakespcarc’le yakın ilişki içinde oldu. Shakcspearc, oyun­ larındaki 26 başoyuncu arasında yer alan bu üçlüye vasiyetnamesinde simgesel nitelikte andaçlar bırakmıştır. Heminge vc Condell, Birinci Folio'nun önsözü niteliğindeki yazı­ larında, yapıtı hazırlamalarındaki bir ama­ cın da, ölen arkadaşlarına sevgi vc saygıları­ nı göstermek olduğunu belirtmişlerdir.

Hcmingvvay, Ernest (Miller) (d. 21 Tem­ muz 1899, Oak Park, Illinois - ö. 2 Temmuz 1961, Ketchum, İdaho, ABD), 1954 Nobcl Edebiyat Ödülü’nû alan ABD’li roman vc öykü yazan. Yapıtlannın erkekliğe ağırlık veren havası ve kamuoyuna yansıyan serüven dolu yaşamıyla tanınır. Ava ve balıkçılığa düşkün bir hekim olan Clarence Edmonds Hemingvvay ile sanata ilgi duyan Gracc Hail Hemingvvay’in ilk oğullanydı. Chicago’nun banliyösü Oak Park'ta doğdu. Yaşamı vc yazarlığı, anne ve babasının farklı yönelimlerini birleştirmekle birlikte, ailesine ve doğduğu çevrenin gele­ nekçi ve kapah tutumuna kurşı bitmeyen bir başkaldırı olarak görülebilir. Devlet okulla­ nnda eğitim gören Hcmingvvay, lisede etkin vc başanh bir öğrenciydi. Yazmaya da lise yıllarında başladı. Ama yapıtlarında, doğ­ duğu ve öğrenciliğinin geçtiği Oak Park’ı ve onun temsil ettiği değerleri reddetti. Daha sonra yazacağı pek çok öyküde dc görülebi­ leceği gibi, Miclıigan'ın yukarısında, VValloon Gölü kıyısında ailesiyle birlikte geçirdiği yazlar, Hemingvvay için çocukluğunun en anlamlı dönemini oluşturdu. I917'de liseyi bitirdikten sonra, başına buyruk olabileceği bir ortamın özlemiyle, üniversiteye girme­ yerek Kansas kentine gitti Orada, yazarlık için değerli bir deneyim kazanmasını sağla­ yan, dönemin önde gelen gazetelerinden Sror’a muhabir olarak girdi. Gözündeki bozukluk yüzünden orduya girme isteği sürekli geri çevrildi. Sonunda Amerikan Kızılhaç örgütü’nde ambulans şoförü ola­ rak I. Dünya Savaşı'na katılmayı başardı 8 Temmuz 1918’de, daha 19 yaşında bile değilken, Fossalta di Piave’dekı Avusturyaİtalya sınırında yaralandı Kahramanlık ma­ dalyası alan ve Milano'da bir hastaneye yatan Hemingvvay, oradayken Kızılhaç’ta görevli Agnes von Kurovvsky adh bir hemşi­ reye âşık oldu. Ama Kurovvsky evlenme teklifini geri çevirdi. Bu dönemde yaşadığı olaylar Hemingvvay üzerinde denn bir ız bıraktı. ABD’ye dönerek evinde ve Mıchıgan’da bir süre dinlenip sağlığına kavuştuktan son­ ra yeniden yazmaya başladı. Bir süre Chica­ go’da değişik işlerde çalıştı, Hadley

Richardson’la evlendi ve The Toronto Starın dış haberler muhabiri olarak Paris’e gitti. Bu kentte yaşayan F. Scott Fitzgerald, Gcrtrude Stcin ve Ezra Pound gibi Ameri­ kalı yazarların önerileri vc yüreklendirmele­ riyle gazete yazılan dışındaki yapıtlarını da yayımlamaya başladı. Öykülerini bir araya getiren ve ilk önemli kitabı olan İn Our Times (Zamanımızda) 1925'tc Ncw York'ta yayımlandı. Ertesi yıl, kendisine ilk önemli başarısını kazandıran The Sun Also Rises (Gene Sabah Oldu, 1946/Güney dc Doğar, 1955, 1988/Ispanya Geceleri, 1955) adh ro­ manını yayımladı. Karamsar havasına kar­ şın parlak bir yapıt olan roman, ülkelenni terk edip Fransa vc Ispanya'ya yerleşen ve savaş sonrasının “Yitik Kuşak"mı oluşturan bir grup amaçsız insanı ele alıyordu ("Yitik Kuşak" Hcmingsvay'in küçümsediği, ama aynı zamanda ün kazandırdığı bir terimdir). Hemingsvay bu yapıtıyla, yaşamı boyunca bir yandan çok istediği, öte yandan kendisi­ ni rahatsız eden bir üne kavuştu. Savaş sonrası yıllarının büyük bir bölümü­ nü yazarak geçirdi. Bu arada birinci evlili­ ğinden bir, ikinci evliliğinden iki oğlu ol­ muştu. Paris’te oturmakla birlikte kayak yapmak, boğa güreşlerini izlemek, avlan­ mak vc balık tutmak için sık sık gezilere çıkıyordu. Yaşamının bir parçası haline gelen bu yolculuklar yazılarının çoğuna da kaynak oluşturdu. 1927’de yayımlanan Men \Vithout \Vorncn (Kadınsız Erkekler, 1960, 1971), özellikle de 1933'tc yayımlanan Winner Take Nothing (Kazanana ödül Yok, 1984) Hcmingway'in bir öykü ustası olarak ününü iyice sağlamlaştırdı. Ama A Farewell to Anns (1929; Silahlara Veda, 1954, 1988) en azından okurların gözünde, bu iki yapıtı­ nı da gölgede bıraktı. Hemingsvay’in İtalya’ dakı askerlik deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı Silahlara Veda, bir aşk öyküsüyle savaş serüvenini kasvetli ama lirik bir anla­ tımla iç içe geçiren güçlü bir romandı. Pek çok eleştirmen, Silahlara Veda'y\a birlikte Hemingvvay’in en iyi yapıtlarını verdiği parlak döneminin kapandığı kanısın­ dadır. Bu yargı fazla katı olmakla birlikte, Hemingvvay’in sonraki yıllarda bazı başarı­ sızlıklarla karşılaştığı ve daha seyrek ürün >.erdiği bir gerçektir. Avcılığa ve balık tutmaya çok zaman ayı. mış olmasının daha çok ürün vermesini önlemiş olduğunu ken­ disi de dile getirmiştir. Hemmgway’in yazar­ lığa daha çok zaman ayırmasını engelleyen etkenler arasında, bütün yaşamı boyunca savaşa duyduğu özel ilgi ve kişisel zevkleri­ ne olan düşkünlüğü de sayılabilir. Kitaplarında serüvenlerinin çoğundan ya­ rarlanmış olmakla birlikte, Hemıngvvay'ın yeni deneyimler edinme arzusu bu deneyim­ lere edebi bir biçim kazandırma isteği kadar güdüydü. İspanya sevgisi ve boğa güreşi (utkusu, bir spordan çok trajik bir tören olarak gördüğü bu olayla ilgili yetkin bir

Hemlngvvay. Yousut Karsh'ın bir fotoğrafı, 1959 Ka/6b Woodf>n Canip and Assocıalcs

yapıt olan Death in the Afternoon’u (1932; Öğleden Sonra Ölüm) doğurdu. Afrika'da katıldığı bir safariden sonra da. safari avcılı­ ğını konu alan Green Hdls of Africa' yı (1935; Afrika’nın Yeşil Tepeleri, 1955. 1984) kaleme aldı. Balık avına çıkabilmek için Florida'daki Kcy V/cst'tc bir cv satın alan Hcmingsvay, Küba açıklannda Gulf Stream' dc avlanabilmek için "Pılar" adh bir dc tekne aldı, önemsiz bir roman sayılan To Have and Have Not (1937; Ya Hep Ya Hıc, 1960. 1988) ekonomik bunalım sırasında Key West ve çevresinde geçer. Bu yıllarda Hemingvvay’ın toplumsal konularla ilgilen­ meye başladığı görülür. İspanya İç Savaşı'nın patlak vermesi üzeri­ ne, bu ülkeye derinden bağh olan Hcmıngway yeniden muhabirliğe başlayarak dört kez Ispanya’ya gitti. General Franco'nun ayaklanmasına karşı. Cumhuriyetçiler için Çara topladı ve kuşatılmış Madrid'de geçen he Fifth Column (1938, Beşinci Kol) adh bir oyun yazdı. Pek çok kitabında olduğu gibi bu yapıtında da, yazarın kendisi ve sonradan evlendiği gazcteci-yazar M art ha Gellhorn oyun kahramanlan için model oluşturmuştu. Ispanya’ya son kez gidip dön­ dükten sonra, Küba’da Havana dışında bir çiftlik satın aldı ve karısı Gellhorn ile birlikte bu kez Japon işgalini izlemek üzere Çin’e gitti. İç savaş ve banş döneminde İspanya’da edindiği deneyimler, ticari açıdan cn başarılı yapıtı olan For Whom the Bell Tolls (1940; Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 1946, 1987) adh romanı ile meyvesini verdi. Etkileyici bö­ lümlerle dolu bu güçlü yapıt, Ispanya İç Savaşı’na gönüllü olarak katılan, eylemin başarısızlıkla sonuçlanacağını bile bile Segovia yakınlarındaki stratejik bir köprüyü havaya uçuran vc sonunda ölüme terk edi­ len Amerikalı bir gerillayı konu alıyordu. Bütün yaşamı boyunca savaşın büyüsüne kapılan. Silahlara veda’da savaşın anlamsız­ lığını ve Çanlar Kimin İçin Çalıyordu sava­ şın doğurduğu arkadaşlığı dile getiren Hemingsvay, çok geçmeden II. Dünya Savaşı' na da katıldı. Uzun bir süredir, İspanya İç Savaşı'nın yeni bir dünya savaşının başlangı­ cı olduğunu düşünüyordu. Küba'ya döndük­ ten sonra, Küba'ya akın eden Alman casus­ larıyla Küba açıklanndakı Alman denizaltılannı izlemek üzere resmi makamlarca da onaylanan bir karşı-haber alma örgütü kur­ du. Küba hükümetinin onayladığı bir başka plan ise, kendi teknesi “Pılar" ile Alman denizaltılannın vurulmasıydı. Her iki operas­ yonu da başarıyla gerçekleştirdiyse de. dikkate değer bir başarı kazanmaması çok geçmeden duş kırıklığına uğramasına yol açtı Gerçek savaşa daha yakın olmak ıçm, bir kez daha gazeteci olarak Londra’ya gitti Kraliyet Hava Kuvvetleri ile birkaç kez uçtu ve Normandiya Çıkanııası’nda (6 Haziran I944'tc) Amerikan birlikleriyle birlikte Manş Denizim geçti. 4. Piyade Tümeni'ne bağh 22 Alay ile birlikte gittiği Normandiya' da ve Ardennes Savaşı’nda (1944-45) çok sayıda çarpışmada bulundu Paris'in kurtarı­ lışına da katıldı; orada bir gazeteci olarak bulunmakla birlikte, yalnız savaştaki cesare­ ti ile değil, askeri konularda, gerilla eylem­ lerinde ve özellikle bilgi toplamadaki uz­ manlığı ile profesyonel askerleri derinden etkiledi. Avrupa’daki savaş sona erince Hcmingway Küba’daki evine döndü. Üçüncü evliliği de daha öncekiler gibi sona erince, Londra'da karşılaştığı, kendisi dc muhabir olan ve yaşamının geri kalan bölümünü birlikte geçireceği Mary \Velsh ile evlendi. Küba'ya yerleştikten sonra yeniden ciddi bir biçimde çalışmaya başladı vc karısıyla birlikte birçok yolculuğa çıktı. Afrika’da bir safariye katıl­

163

Hemiset

dılar ve bu yolculukta geçirdikleri ıkı uçak kazasında yaralandılar. Hemıngway bu olay­ dan hemen sonra 1953’te The Old Man and the Sea (1952; İhtiyar Adam ve Deniz, 1953, 1985/YajZı Adam ve Deniz, 1965. 1986///mvflr Balıkçı, 1992) adh kısa roma­ nıyla Pulitzer Ödülü’nü aldı. Bu yapıtında, avladığı dev balığı köpekbalıklarına kaptı­ ran Kubah yaşh bir balıkçıyı konu alıyordu Bu yapıttan önce yazdığı, Venedik'te izin­ deyken ölen bir subayı anlatan Across the River and ınto the Trees (1950; Irmaktan öteye ve Ağaçların İçine, 1965. 1971/Irma­ ğın ötesi, Irmağı Geçmek, 1984) adh romanı ne kadar şiddetle eleştınldıyse. 1954 Nobcl Edebiyat Ödülü’nü kazanmasını sağ­ layan İhtiyar Adam ve Deniz adh yapıtı da o kadar büyük bir coşkuyla övüldü Hemingway. Küba Devnmı'nden sonra 1960 ta ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Idaho'dakı Ketchum'a yerleşerek çalışmala­ rım orada sürdürmeye çalıştı. Bir süre bunu başardıysa da, kaygılar içinde ve yakılmış bir halde Mınnesota’da Rochester dakı bir kli­ nikte iki kez şok tedavisi gördü. Ketchunı' daki evine döndükten iki gün sonra, av tüfeği ile yaşamına son verdi. Geride, bir bölümü sonradan yayımlanan çok sayıda elyazması bıraktı Paris’teki çıraklık dönemini anlatan A Moveable Feast (Paris Bir Şenliktir, 1975) 1964’te basıldı Hcmingsvay'in Antiller'deki Bimım Adasın­ da, savaş dönemi Havana’sında ve Alman denizaltılannın peşinde Küba açıklannda geçirdiği günlerde başından geçenlere daya­ nan, bırbınylc yakından ılımdı üç novelladan oluşan The Islands ın the Stream (Akıntı Adatan, 1972. 1985) 1970'te yayımlandı Eighty-eight Poerns'iyse (Seksen Sekiz Şiir) 1979’da basıldı. Hemingsvay 20. yüzyıl Amenkan yazarlannın cn ünlülerinden bin, belki de en ünlüsüdür. Avcılık, boğa güreşlen ve sava­ şın verdiği heyecanlan bütün boyutlanyla yemden yaratmayı amaçlayan yazılannda er­ kekliği ve cesareti öne çıkaran tutumu­ nun. gelişmiş estetik duyarlılığının ikinci filanda kalmasına neden olduğu söylenebiir. Genç denebilecek yaşta adından yaygın­ lıkla söz ettiren Hemıngsvay'in ünü. eleştir­ menlerin yapıtlanna addı biçimde eğilme­ siyle daha da güçlenmiştir

henıiselüloz, bitki hücrelerinin çeperlerin­ de selüloz ve pektinlerle birlikte bulunan bazı karmaşık karbonhidrat ya da pohsakantlerin ortak adı. Doğada sık olarak rastla­ nan bazı hemisclülozlar ksilan, uronık asit ve arabınoz moleküllerinden oluşur. Heınisct, Fas'ın kuzeybatısındaki Nord Ouest bölgesinde. 1973'te kurulan ıl ve ıl merkezi kent. İlin orta kesimindeki Fas Platosunun kıyısında, imparatorluk döne­ minden kalma Rabat ve Meknes kentleri arasında kurulu olan Hemiset kenti, yörede yaşayan Zemmur Berbenlennın ticaret mer­ kezidir. Hemiset ili. kuzeyde Kenıtra. doğuda Meknes, güneydoğuda Henifre. güneyde Hurıbga ve Scttat, batıda Ben Slımane ılı ve Rabat-Sale valiliğiyle çevrilidir. Yüzölçümü 8.305 knr’dir. Kuzeyindeki kumluk platoda ticari değer taşıyan mantar meşesi ve okalip­ tüs ormanları; yoğun tarım yapılan orta kesimlerinde başta buğday olmak üzere tahıl ve turunçgiller yetiştirilen, aynca ko­ yun besiciliği yapılan alanlar, güney kesimin­ de ise engebeli, vennısiz ve sık ormanlı plato bulunmaktadır Zemmur Berbenlen, Avrupa bodur hurma ağacı elyafından yap-

hemofili

164

tıklan hasır eşya, yün halı ve ahşap oyma eşya gibi el ürünleriyle ünlüdür. Aynca, bölgedeki katran çökdlcnnden kok kömürü üretirler. Zemmur Berberileri, dağlık ke­ simde yaşayan öbür Berben kabileleriyle birlikte. 18. yüzyıl ve 19. yüzyılın başlarında Rabat ve Meknes’teki Fılali (Alevi) beyleri­ ne saldınlar düzenlemiş ve aralıklı olarak başkaldın girişimlerinde bulunmuşlardır. Platoda kurulu Ulmcs kentinden, yakındaki kaynaklardan elde edilen madensuyu ihra­ catı yapılır. Nüfus (1982) kent, 38.840, (1988 tah.) il. 456.000.

hemofili, kanda pıhtılaşmayı sağlayan bir maddenin doğuştan yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan ve aşın kanama eğilimine yol açan kalıtsal hastalık. Hemofilinin klasik biçiminde eksik olan madde, antihemofiLik

Hemofilinin taşınması (A) Hemofdib baba ile sağlıklı annenin erkek çocuklannın tümü sağlıklı, kız çocuklannın tümü taşıyıcı; (B) sağlıklı baba ile taşıyıcı annenin erkek çocuklannın yansı sağlıklı, yansı hasta; kız çocuklannın yansı taşıyıcı, yansı sağlıklı

globülin (AHG) olarak da bilinen VIII. faktördür. Hastalık, hemen her zaman er­ keklerde görülürse de yalnız kadınlar tara­ fından taşınır ve eşeye bağh kalıtım özelliği gösterir. Hemofîlilı bir erkeğin oğullan nor­ maldir; hastalık belirtisi göstermeyen kızlan ise bu özelliği kendi erkek çocuklannın yansına hemofili hastalığı olarak, kızlannın yansına ise çekinik ya da gizli bir özellik olarak aktanrlar (bak. tablo). Hemofili çoğu kez bir aile hastalığı eğilimi gösterir. Hastalığın Avrupa'da bazı kraliyet aileleri içindeki varlığı bilinmektedir, özel­ likle çocukluk döneminde artan kanama ekilimi kansızlığa, hatta ölüme yol açabilir. Genellikle fark edilemeyecek kadar küçük darbelerden sonra deride ve yumuşak doku­ larda morluklar oluşur. Ağızda, burunda ve sindinm kanalında da kanama olabilir. Er­ genlik döneminde özellikle dizlerde, ayak bileklerinde ve dirseklerde şişme ve işlev kaybına neden olan eklem kanamalan orta­ ya çıkar. Hemofılili hastalara yaralanmaya yol açabilecek etkinliklerden kaçınmaları önerilir. Aşın kanama olursa, kanama böl­ gesine trombin gibi kanamayı durdurucu ilaçlar uygulanır ve taze kan nakli yapılır. Normal kanda bulunan ve hemofiliye karşı etkin olan bazı maddelerden elde edilen ilaçlarda kullanılır. Hemofili, plazma tromboplastin bileşeni (IX. faktör) ya da plazma tromboplastın öncülü (XI. faktör) eksikliği­ ne de bağlı olabilir. Christmas hastalığı ya da hemofili B olarak da bilinen IX. faktör eksikliğinin belirtileri klasik hemofilide or­ taya çıkanlardan farklı değildir Buna karşı­ lık, hemofili B her iki cinste de görülür ve sonraki kuşaklara aktarılır.

hemoglobin, çoğu hayvanın kanında, kansızlıkta olduğu gibi erken yaşta ölüme omurgalılarda alyuvarlarda bulunan vc do­ neden olmadığı gibi bireyin sıtmadan korun­ masına yardımcı olabilir. kulara oksijen taşıyan protein. Hemoglobin özellikle Kafkas ırkından gelenlerde bulu­ oksijenle kararsız, tersinir bir bağ ile birlenan hemoglobin D, kimi zaman da Afrikalı şcrcK oksihemoglobin adını ahr. Oksihcmoglobin parlak kırmızı, indirgenmiş he­ Siyahlarda görülür. Homozigot özellik gös­ moglobin ise morumsu mavi renklidir. Kan­ teren hemoglobin D hastalığında alyuvar yıkımı kansızlığa neden olabilir. Güneydoğu da, hemoglobinle kalıcı ya da yarı-kahcı Asya’da özellikle TaylandlIlar, Kamboçyalı­ bileşikler oluşturan maddelerin (örn. karbonmonoksit) aşın miktarda olması dokula­ lar vc Myanmarhlarda yaygın görülen he­ rın yeterince oksijen alamamasına neden moglobin E alyuvarların küçülmesine ve kansızlığa yol açar. Kimi heterozigot birey­ olur. Hemoglobin, alyuvarların öncülü olan ke­ lerde hemoglobin E vc Akdeniz kansızlığı mik iliği hücrelerinde oluşur. Alyuvarların genleri birlikte bulunur; bu dunımda ortaya yaşamı sona ennce hemoglobin dc parçala­ çıkan belirtiler oldukça ağırdır vc Akdeniz nır; açığa çıkan demir molekülü transferin kansızlığını andırır. Eskidünya’da yaşayan­ adı verilen proteinlerle kemik iliğine taşınır ların (örn. Çinliler, TaylandlIlar, MalezyalI­ ve yeni alyuvarların yapımında kullanılır. lar, Yunanlılar, Italyanlar) çoğunda var Hemoglobinin geri kalan bölümünden bili- olan hemoglobin H de Akdeniz kansızlığına rubin pigmenti oluşur. Safrada bulunan benzer bir hastalığa yol açar. Normal he­ bilirubin, bağırsağa geçerek dışkıya rengini moglobin A ile dölüt hemoglobini olan verir. hemoglobin F’nin pek çok değişik türünden Tctrahedral (dörtyüzlü) yapıdaki hemoglo­ başka hemoglobin G,J,K,L,N,O.P ve Q bin molekülü bir globin grubu ile bunun olarak adlandırılan anormal hemoglobinler çevresinde yer alan dört hem grubundan dc saptanmıştır, ama bunlar hastalığa neden oluşur. Molekülün ağırlığının yüzde 4’ünü olmazlar. demir içeren ve moleküle kırmızı rengini veren hem gruplan oluşturur. Globinin ya- hemoglobinopati bak. hemoglobin yapım Eısında bulunan iki çift polipeptit zinciri bozukluğu irbirinc bağlıdır; zincirlerden her birinin gelişmesini genlerde bulunan farklı odaklar hemokromatoz, doğuştan gelen bir meta­ bolizma bozukluğu nedeniyle bağırsaklarda denetler. Belirli sayıda aminoasit içeren zincirlerin yapısındaki herhangi bir değişik­ demir emiliminin artması vc vücuttaki çeşitli dokularda demir birikmesi ile ortaya çıkan lik anormal hemoglobin oluşumuna yol hastalık. Belirtiler arasında deride renk açar. değişikliği, diyabet, dalak ve karaciğer bü­ Hemoglobin, yapı bozukluklannın araştı- yümesi, kalp yetmezliği ile bitkinlik ve güç­ nlması ve insanın evrimi konulannda önem­ süzlük sayılabilir. li bilgiler sağlamıştır. Örneğin, ağır bir Belirtiler erkeklerde genellikle 35 yaşından kalıtsal hastalık olan ve alyuvarların oksijen sonra ortaya çıkar. Kadınlarda vücuttaki eksikliği nedeniyle orak biçimini aldığı orak hücreli kansızlıkta(’) hemoglobin S adı veri­ demir, âdet kanamasında vc gebelik sırasın­ len anormal bir hemoglobin türünün bulun­ da harcandığı için, dokularda demir birikimi duğu anlaşılmıştır. Bu bozukluğun özellikle ancak bu gibi işlevlerin son bulduğu meno­ pozdan sonra ortaya çıkar. Tedavide, vücut­ Afrika ırkından gelen Siyahlarda ortaya taki demirin yoğunluğunu azaltmak amacıy­ çıktığı ve Afrika'nın bazı bölgelerinde daha sık görüldüğü bilinmektedir. Dünyanın çe­ la damardan belirli aralıklarla kan alınabilir şitli bölgelerinde rastlanan öbür hemoglobin hemokromojen, demir içeren hem pig­ türleri, bilim adamlarının geçmişteki insan mentinin protein gibi maddelerle yaptığı göçlerinin izini bulmasına, yalıtılmış ve birbileşik. Başlıca hemokromojenler alyuvar­ biriyle kaynaşmış topluluklar arasındaki ge­ larda bulunan hemoglobin ile hayvan ve netik ilişkinin incelenmesine yardımcı ol­ bitkilerde yükseltgenmc işleminde yer alan muştur. sitokromlardır. Hemokromojen terimi sıklıkla, güçlü bir hemoglobin yapım bozukluğu, hfmoglo bazın etkisiyle değişime uğrayan globınle bInopatI olarak da bilinir, alyuvarlardaki hem molekülünün birleşmesi sonucunda hemoglobinin yapısındaki değişikliklerden oluşan hemoglobin türevleri için kullanılır. kaynaklanan hastalıkların ortak adı. He­ Bu bileşik, beklemiş kandan da elde edile­ moglobin yapım bozuklukları da, sıtma gibi, bildiğinden ve en scyrcltik çözeltisi bile Eskidünya'nın büyük bir bölümünü içine tanımlanabildiğindcn, herhangi bir lekenin alan geniş bir kuşakta yaygın olarak görü­ kan olup olmadığını belirlemekte kullanılır lür. Kanda düşük oranda anormal hemoglo­ bin bulunması bireyi sıtma hastalığının öldü­ hemoliz, alyuvarların yıkıma uğraması ya rücü etkilerinden koruyarak yaşam süresini da zedelenmesi ile içerdikleri hemoglobinin uzatabilir. Hemoglobin yapım bozuklukları­ serbest kalması. Normalde antikor alyuvara nın en önemlileri orak hücreli kansızlık(’) bağlansa da kandaki kompleman adh bileşe­ ve talasemi olarak da bilinen Akdeniz kan­ nin yokluğunda hücreyi zedelemez. Sağlıklı sızlığıdır *). Hemoglobin C, Nijer İrmağı­ vücutta, yaşlanan alyuvarların normal yakı­ nın kuzeyinde yaşayan Afrikalı Siyahlarda mı dışında hemoliz oluşmaz. Hemoliz ne­ daha sık görülür ve ABD’de yaşayan Siyah­ denleri arasında bazı kimyasal maddelerin, ların yüzde 2-3'ünde bulunur. Hem annede, zehirlerin ve mikroorganizmaların vücuda hem babada bulunan genin aktarılmasıyla girmesi, kan nakli sırasında kan uyuşmazlı­ ortaya çıkan hemoglobin C, yapım bozuklu­ ğının ortaya çıkması, anne ile dölüt arasında ğunun belirtileri arasında vücutta yaygın kan uyuşmazlığının neden olduğu ve yeniağnlar, sanlık, dalak büyümesi, hafif ya da doğanlarda görülen hemolitik hastalığı ile ağır olabilen kansızlık ve kanama sayılabilir. bazı kalıtsal alyuvar hastalıktan (örn. Akde­ Hastalık erken yaşta ölüme neden olmaz ve niz kansızlığı, kalıtsal sferositoz) sayılabilir. aynı coğrafi bölgede görülen orak hücreli Hemoliz, aşın sıcak ya da soğuk ve ses gibi kansızlıktan daha tehlikesizdir. Bazı toplu­ çeşitli fiziksel etkenlerin yardımıyla laboraluklarda bir tür seçme süreci sonucunda tuvar koşullarında da oluşturulabilir ve böy­ orak hücreli kansızlığa özgü hemoglobin lece bazı antiien-antikor tepkimden sapta­ S'nin, hemoglobin C'nin yerini alabileceği nabilir. Canlı için bir tür savunma mekaniz­ düşünülmektedir. ması olan tampon sistemleri, fiziksel etken­ Hemoglobin C, aynı tür iki kromozom lerin hemoliz yapmasını engeller; ancak, taşıyan homozigot bireylerde, orak hücreli aşın soğukta kalanlarda görülen ve geçici

soğuk hcnıoglobinürisi olarak bilinen hasta­ lıkta kanda hemoliz yapan maddeler oluşur.

Hdmon, Louis (d. 12 Ekim 1880, Brest, Fransa - ö. 8 Temmuz 1913, Chaplcau yakınları, Ontario, Kanada), Fransız yazar. Fransız kökenli Kanadalı öncü yerleşmecile­ rin yaşamını konu alan romanı Maria Chııpdçlainc ile tanınır. İngiltere’de birkaç yıl gazetecilik vc spor yazarlığı yaptı. 191 l’de Kanada’ya giderek çiftliklerde işçi olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde tamamladığı Mana Chapdelaine' de Oudbec’teki St. John Gölü bölgesine yerleşen göçmenlerin sert toprak ve iklim koşullarına karşı giriştikleri mücadeleyi ger­ çekçi bir dille anlatır. Hemon’un, Fransız kökenli KanadalIların yaşamını yüceltmek­ ten kaçınıp olduğu gibi yansıtması bazı eleştirilere yol açtıysa da, yapıt Kanadalı bölgeci yazarlar için örnek oluşturdu. İlk olarak 1914'tc, Paris’te yayımlanan Le Tcrnps'da tefrika edilen roman, 1915’tc kitap biçiminde yayımlanarak birçok baskı yaptı, bcllibaşh bütün dillere çevrildi. Hemon romanın başarısını göremeden bir tren kaza­ sında öldü. Nicole Deschamps, yıllar süren bir çalışma sonucunda 1980’de, Mana Chapdelaine'in Hömon'un özgün elyazmalanna dayalı yeni bir baskısını yayımladı. hemoroit bak. basur hemotoraks, göğüs kafesini ve akciğerleri saran plevranın katmanlarının arasındaki boşlukta kanlı sıvı birikmesi. Göğüs bölge­ sindeki yaralanmalarda özellikle büyük kan damarlarının zedelenmesi hemotoraksa ne­ den olur. Plcvra boşluğuna kanla birlikte hava da dolabilir; hemopnömotoraks olarak bilinen bu durum iç kanamaya ve aşırı miktarda kan kaybına neden olabilir.

Heınpel, Cari Gustav (d. 8 Ocak 1905, Oranıenburg, Almanya), Alman asıllı ABD’li felsefeci. Önceleri, mantık ve matematik önermele­ rinin, yalnızca dilin temel yapısını ortaya koyduğunu, Fiziksel dünyanın özünü betim­ lemediğini öne sûren Berlin mantıksal ol­ guculuk okulunun bir üyesiydi. Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi üzerine ABD’ye göç etti, Yale (1948-55) ve Princeton (1955'ten sonra) üniversitelerinde ders verdi. Bir yandan kuramsal bilimin niteliğini araştırırken, bir yandan da sosyo­ lojik kavramların kesinleştirilmesine katkı­ da bulundu. İngilizce yapıtlan arasında Fıındaınentals of Concept Fonnation in Empirical Science (1952; Deneysel Bilimde Kavram Oluştur­ manın Temelleri) ve Philosophy of Natural Science (1966; Doğa Biliminin Felsefesi) sayılabilir. Hempstead, ABD’nin New York eyaletin­ de, Nassau ilme (coııniy) bağh ilçe düzeyın-

dc yönetim birimi (lotvnshlp). Long Island’ ın ortabatı kesiminde 332 km-lık bir alanda kuruludur; 22 köyün yanı sıra Long Bcach(‘) kentini vc 34 bağımsız yerleşmeyi kapsar. İlçe toprakları, I643’tc John Carman vc Stamfordlu (Connecticut) Rcv. Ro­ bert Fprdham tarafından Yerlilerden satın alındı. İlk yerleşim yeri (bugünkü Hcmpstcad köyü) adını, İngiltere'de, Hertfordsnire’ daki Hcmcl Hempstead'den(‘) aldı. Hempstead I683'ten, Nassau ilinin kuruldu­ ğu I899’a değin Oueens iline bağlı olarak kaldı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra farklı görüşler doğrultusunda North (Kuzey) Hempstead vc South (Güney) Hempstead olarak ikiye bölündü. Daha sonra İROl’de yeniden Hempstead adını aldı. Yörede koloni döneminin izlerim taşı­ yan yapılar arasında 1665’(e Duke Yasaları Meclisi’nin toplandığı yer olan Cöoper Ficld; Hempstead köyünde, beratı I735’tc II. George tarafından verilen vc 1822'dc yeni­ den inşa edilen St George Kilisesi ve I644’te yapılıp I846’da yemden inşa edilen İsa'nın Birinci Presbiteryen Kilisesi; East Rockavvay Yolu'ndaki George Hcu/lett Evi (1660) ve Lavvrence'daki Kaya Bina (1776) sayılabilir. Hempstead'in kırsal niteliği, 1900’lerde yöreye tramvay gelmesi ve Long Island Demiryolu’nun ulaşmasıyla birlikte değişmeye başladı^ 1935'te Hempstead kö­ yünde Hofstra Üniversitesi kuruldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kentsel gelişim hızlandı; imalat sanayisi çeşitlendi ve Roosevclt Fıeld ile Imvood’da sanayi bölgeleri ortaya çıktı. Garden kenti yakınlarındaki Mitchel Fıeld, 1812 Savaşı’ndan sonra yörenin gelişiminde önemli rol oynadı. Hava üssüne dönüştüğü II. Dünya Savaşı’na değin de ordu eğitim merkezi olarak hizmet etti. Hava üssü 1961’de kapandı. Roosevclt Field ve Gar­ den Cıty’yı çevreleyen Hempstead Ovası, öncü havacılık etkinliklerinin merkezi oldu. Glenn Curtiss, "Gold Bug" adlı uçağıyla burada gösteri yapmış, Lindberg Paris’e kadar tek başına yaptığı uçuşu buradan başlatmış (1927) ve James Doolittle ilk "kör” uçuşu burada gerçekleştirmiştir (1929). 1936 Nassau İli Beratı’nda, tüzel kimlik verilmiş köylerin haklan korunurken, o tarihte tüzel kimliği bulunmayan yerleşme­ lerin tüzel kimlik edinme haklan reddedili­ yordu. Bazılan North Hempstead ile örtûşen büyük köyler arasında Valley Stream (1925), Rockville Cemre (1893; 1955’te burada Molloy College kuruldu). Flora! Park (1908), Garden kenti (1919), Freeport (1892), Hempstead köyü (1853) ve Lynorook (1911) sayılabilir. Tüzel kimliği bulun­ mayan yerleşmeler ise Balduin, Üniondal, Levittovvn, Roosevclt, Merrick, Elmoııt, Franklin Square, East Meadow, Oceanside ve \Vantagh'dır Yakınlardaki Nassau Eski Askerler Anısal Mcrkezi'nde çeşitü spor etkinlikleri düzenlenir. Nüfus (1982) 738.517.

Hcmşin, Karadeniz Bolgesi'ndc, Rize iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Pazar'a bağh bir bucak olan Ortaköy, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasa uyarın­ ca Hemşin adıyla ilçe yapılmıştır. Hcmşin Belediyesi I956ua kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 5.102; kasaba, 3.018.

hemşirelik, hasta, sakat ve yaralıların bakı­

Hompstead'deki George Hevvlett Evi. y 1660. Nevv York Moon

mı ve bunlann iyileştirilmesi için öngörülen Fiziksel, ruhsal ve toplumsal çevreyi oluştur­ mak amacını güden meslek dalı Hemşire­ ler hekim, hastabakıcı, sağlık memuru gibi öbür sağlık personeli ile ortak bir çalışma yürütürler; halkı, hastalıklardan korunma, aile planlaması, bebek vc çocuk bakımı.

165

hemşirelik

gebehk vc loğusalık konularında eğitir vc bu alanlarda yapılan çalışmalara katılırlar Tıptaki gelişmeler yeni uzmanlık alanlannın ortaya çıkmasına, bazı hcmşırelcnn özel bir eğitimden geçerek bu alanlarda uzman­ laşmasına yol açmıştır. Çoğu ülkede hemşi­ relerin üçte ikisi hastanelerde çalışır; bunla­ nn arasında genel hemşirelerden başka ağır hastaların ve acil vakalann bakımını üstle­ nen yoğun bakım hemşireleri, özellikle yem doğan bebeklere hizmet veren pedıatn hem­ şireleri. psikiyatri hemşırelcn ya da ameli­ yat hemşireleri gibi uzman olanlarda vardır Tarihi insanlar ilk çağlardan ben başkalannın duyduğu acılardan etkilenmiş, hasta vc sakatlan rahat ettirme isteği duymuşlardır Doğum, yaşlanma, ölüm ve Hastalıklara ilişkin düşünce vc davranışlar çağlar boyum ca hemşirelik ve tedavi yöntemlerinin geliş­ mesini etkiledi. Mısır. Hint. Çin, Aztek vc Eski Yunan uygarhklanndan kalan belge­ lerde yaralann dağlanması, yakı vc pansu­ man uygulanması, kınk ve çıkıklann sanl­ ın ası gibi yöntemlerden söz edilir İnsanlar arasında sevgi ve kardeşlik öneri­ siyle ortaya çıkan Hınstıyanhğın yayılması ile birlikte hasta bakımına karşı duyulan ilgi de arttı. Hıristiyanlığı ilk kabul edenler arasında evlerini hasta ve düşkünlere açan soylu Romalı kadınlar da vardı. Ortaçağda kurulan manastır tarikatlarının bazılan sağ­ lık hizmeti de venyordu. Haçlı seferlen sırasında kurulan St. Jean (Hospıtaher) tankatı. ikisi Kudüs'te olmak üzere pek çok hastane açtı. Özellikle doğal afetler sırasında halka sağlık hizmeti vc yardım götürülmesinin amaçlandığı bu hastanelerde akıl hastalanna da bakılıyordu. Bu tarikat­ lar. sağlık alanında çalışanlar arasında bir tür hiyerarşik örgütlenmeyle, gönüllü hiz­ met anlayışının temelinin atılmasına yol açtı. Hemşireliğin itici gücünü bilim ve dinden aldığı söylenebilir. 16. yüzyılda bilimdeki ilerlemelere koşut olarak toplumsal ve dinsel hizmetlerde de hızlanma görüldü. 1633'te kurulan St. Vıncent de Paul Rahibeleri tan­ ka» hemşirelere mesleki ve genel bir eğitim veriyor, onlann halkın sağlık konusundaki bilgilenmesine yardıma olmasını öngörü­ yordu. Hemşirelikte en büyük ilerleme, 19 yüz­ yılda Florence Nightingale'in öncülüğüyle başladı. Nightingale’in 1854’tc Kınm Savaşı’na gitmesinden önce ordudaki sağlık hiz­ metlerinin düzensizliği, askerlerin yaşadığı koşullann sağlıksızlığı, yiyecek kaynaklanmn ve hastaoakıcılann yetersizliği, yaralı askerler arasındaki ölüm oranının yüzde 50’nin üstüne çıkmasına yol açmıştı. Kınm’a giden hemşirelerin çabalan ve düzenli çalış­ maları bu oranı yüzde 2,2’yc düşürdü. Flo­ rence Nightıngale, hemşirelerin özel bir eğitim görmesi ve hemşireler ile hekimler arasında mesleki bir yardımlaşma olması gerektiğine inanıyordu Hemşire yetiştiren okullann hastanelerden bağımsız olmasını ve bu okullarda deneyimli hcmşırelcnn yanı sıra hekimlenn dc ders vermesini savundu. Hemşireler yalnız hastanede ve evde hasta­ ya bakmak üzere değil, hastalara ve aileleri­ ne sağlıklı kalmanın koşullarını da öğretmek üzere eğitilmeliydi Florence Nightingale'in yeni sistemi kurmasından kısa zaman sonra Ingiltere'de eski hemşirelik sistemi çöktü; bu hareket zamanla bütün gelişmiş ülkelere yayıldı. 20. yüzyılda hemşireler ile birlikte hemşire yardımcılan va hastabakıalann da sayısı arttı. Türkiye'de hemşirelik Hemşirelik Osmanh Devleti'nin son dönemlerine değin bir mes-

Henan

166

lek olarak yerleşmemişti. 20. yüzyılın başın­ daki savaşlarda, hasta bakımının yetersizliği nedeniyle yaralı askerlerin kurtanlamaması. yetkililerin bu alanda çalışmalara başlaması­ na yol açtı. Meclis-i Tıbbiyc-i Mûlkiye’nin başkanlığını yürüten Besim Ömer Paşa, 1911’de \Vashington. D.C.'deki Kızılhaç Örgütü Kongresi ne katıldıktan sonra geliş­ miş ülkelerin hemşireliğe verdiği önemi yakından gördü ve İstanbul'a dönünce Hilal-i Ahmcr Cemiyeti'nc başvurarak bir hemşire okulu açılması gerektiğini bildirdi. Aynı yıl, İstanbul'da Kadırga'da altı aylık bir gönüllü hemşire kursu açıldı; Türk kadınlan ilk kez Balkan Savaşı’nda hastane­ lerde hemşire olarak çalışmaya başladılar. I. Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’un işgali sırasında ABD'nin kentteki yetkilileri, ken­ di askerlerini vc mültecileri tedavi etmek amacıyla daha sonra Amiral Bristol Hasta­ nesi adını alan Amerikan Hastanesi’ni kur­ dular (1920). Türkiye’deki ilk özel hemşire okulu, bu hastanenin bünyesinde açıldı. Cumhuriyet döneminde kurulan ilk hemşire okulu 1925'te İstanbul’da öğrenime başla­ yan Kızılay Hemşire Okulu'dur. 1936’da okulun eğitim sisteminde ve yönetiminde değişiklik yapıldı; öğrenim süresi üç yıla çıkarıldı ve öğrenci olarak ortaokul mezun­ lan alınmaya başladı. 1943’te Erenköy'de, sonradan Tcvfik Sağlam Özel Hemşire Ko­ leji adını alan Verem Savaşı Hemşire Okulu kuruldu. Günümüze değin açılan hemşire okullan arasında Şişli Etfal Hastanesi ile Haydarpaşa Numune Hastanesi'nc bağh Hemşire-Ebe Laborant okulları (1946). An­ kara Doğumevi Hemşire-Ebe Laborant Okulu (1959). Florence Nightingale Hemşi­ relik Yüksek Okulu (1961) ve Hacettepe Ğniversitesi’nc bağlı Sağlık Bilimleri Yük­ sekokulu (1961) sayılabilir.

Henan, Wade-Giles yazımında HONAN.Çin’ in ortakuzey kesiminde küçük yönetim bölgesi (slıeng). Kuzeyde Shanxi ve Hcbei, doğuda Shandong ve Anhui, batıda Shaanxi, güneyde de Hubei yönetim bölgeleriyle çevrilidir. Henan'ın kuzeyinde bulunan, Çin uygarlı­ ğının Neolitik başlangıcına ait bazı önemli kalıntılar sistemli bir ilkel tanm kültürünün varlığını göstenr. Huang (San İrmak), \Veı ve Fen ırmaklannın birleştiği bu bölgede yaşayan ilk çiftçiler Çin uygarlığının da temelini attılar. Shang (.Yin) hanedanından (İÖ 18-12. yy) sonra İS y. 936’ya değin bölgeve bir dizi hanedan egemen oldu. Tang hanedanının düşüşüyle birlikte bölgenin merkezi durumuna gelen Kaifeng, Moğolla­ nn Kuzey Song hanedanını devirdiği 1126'ya değin bu konumunu sürdürdü. Kaıfeng'ın yerini alan Zhengzhou, günümüzde de yönetim merkezidir. Henan lopografik açıdan batıdaki dağlık kesim ve doğudaki ovalık kesim olarak ikiye ayrılabilir. Huang İrmağı da bölgeyi, altıda biri kuzeyde, altıda beşi güneyde kalmak üzere eşit olmayan ıkı parçaya böler. İrma­ ğın güneyinde kalan bölgede orta yükseklik­ te bir dizi dağ havzasından oluşan geniş ve yüksek bir alan uzanır Buradaki en önemli sıradağlar Xıonger ve Funiu'dur. Henan'da üç ırmak sistemi vardır: Kuzey vc kuzeydo­ ğuda Huang Irmağı, doğu ve güneydoğuda Huai Irmağı ve güneybatıda Tane ve Tao ırmakları. Henan ıklım açısından Kuzey Çın Ovası ile Yangtzc Vadisi arasındaki geçiş bölgesinde yer ahr. Kışlar çok soğuk, yazlar ise sıcak ve nemli geçer Birbirini izleyen şiddetli yağışlar ve kuraklıklar Yangtzc Va­ disine göre daha çok görülür. Geçmişte büyük kıtlıkların yaşandığı bölgede şiddetli

bahar yağmurlan ve bazen ortaya çıkan dolu fırtınalan da yıkıcı bir rol oynar. Yaz aylannda kuraklık zamanlarında görülen kum fırtınalan, kış fırtınalanndan dana kötü sonuçlara yol açar. Etnik bakımdan son derece türdeş olan Henan'ın nüfusu temelde Han Ren (Kuzey Çinli) çoğunluğuna dayanır. Kırsal nüfusun en yoğun olduğu yer, knr’ye 300-400 kişinin düştüğü doğu ovasıdır. Evlerin duvarlan genellikle çamur sıvalı ve damlan sazlarla kaplıdır. Halkın başlıca besin kaynağı bölgenin en önemli ürünü olan buğdaydır Henan aynı zamanda Çin’in en çok buğday ekilen ve üretilen bölgesidir. Başlıca gıda ürünleri kışlık buğday, darı, kaoliang (kocadan), soyafasulyesi, arpa, mısır, tathpatates, pirinç ve mercimektir. Sanayiye dönük en önemli ürünler ise pamuk, tütün, bitkisel yağlar ve ipektir. Henan, nitelikli çeki hayvanı sayısı bakı­ mından öbür yönetim bölgelerinin önünde yer ahr. Bu hayvanlann başta gelenleri eşek ve öküzdür. En önemli besi hayvanı domuz­ dur. Batıdaki dağlarda yetiştirilen keçi ve koşunlardan nitelikli et ve yün elde edilir. Henan, aynı zamanda Çin'deki en eski ipekböcekçilıği merkezlerinden bindir; dışanya önemli miktarda ipek satılır. Bölgede kömür ve demir cevheri de bulunur. Trak­ tör sanayisi imalat sektörü içinde önemli bir yer tutar. Zhengzhou, Çin'in en büyük iki ana demir­ yolu olan, Pekin-Hankou-Guangzhou hattı ile Çin'in doğu kıyısından en batıdaki Uygur Özerk Bölgesi'ne kadar uzanan Longhai hattının kavşak noktasıdır. Büyük miktarda yük vc yolcu taşıyan Pekin-Guangzhou Dcmiryolu'nun tümü iki hatlıdır. Bölgeden aynca büyük bir otoyol geçer. Yüzölçümü 166.800 km”dir. Nüfus (1990) 60.659.754.

Henbury Kraterleri, Avustralya’nın orta kesimindeki Kuzey Toprakları’nda, Henbury’nin 13 km güneybatısında yer alan çöllük bölgedeki Henbury Göktaşı Koruma Parkı içinde bulunan 13 göktaşı krateri. 1931'dc bulunan kraterler 1,25 knr’lik bir alana yayılmış durumdadır. Küme halinde düşen tüm göktaşlan gibi, buraya düşen göktaşlan da elips biçiminde saçılmışlardır. İki krate­ rin birleşiminden oluştuğu sanılan en büyük kratenn uzunluğu 217 m, genişliği 102 m, derinliği ise 15 m’dir. Öteki kraterlerin çapı 9-81 m arasında değişir. Büyük kraterler kayaç unu ve enmiş silis camı içerir. Alanda bulunan göktaşı parçalan üzerinde yapılan incelemeler sonucunda, bunların yaklaşık 85U°C'ye kadar ısınmış olduğu sap­ tanmıştır. Bu durum bir patlamanın oluştu­ ğuna işaret eder. En büyük üç kraterin patlamalarla, ötekilerin ise çarpışma sonu­ cunda oluştuğu sanılmaktadır. Göktaşı par­ çalan nıkel-demir bileşimlidır. Bazılarında saptanan aşın bozunum olgusu, olayın çok eski bir tarihte gerçekleştiğim göstermek­ tedir. Hench, Philip Showul(er (d. 28 Şubat 1896, Pittsburgh, ABD - ö 30 Mart 1965,

Hench Aıch>v luf Kunsl und Gucfucr.!® Benm

Ocho Rios, Jamaika), ABD’li hekim Ed ward C. Kcndall ile birlikte 1948’dc ronıatoıt artnt tedavisinde, sonradan kortizon adı verilen bir böbreküstü bezi hormonunu kullandı. Böbreküstü bezinin kabuk (korteks) bölgesinden salgılanan honnonlann yapısı vc biyolojik etkisi konusundaki çalış malanyla 1950 Nobcl Fizyoloji ya da Tıp Ödülümü Kendall ve Tadcus Reichstein ile paylaştı. Roclıcstcr’daki Mayo Kliniği’ndc çalıştığı sırada, artritli hastaların eklem ağnlanmn gebelikte ya da sanlık hastalığı sırasında azaldığını, hatta yok olduğunu fark etti. Artritte ilaç olarak kullanılacak bir madde arayan Hench ve Kendall, romatizma kö­ kenli rahatsızlıklann iç salgıbczlcrinden kay­ naklanan etkenlerim incelediler. Bu çalış­ ma sonucunda romatoit artrit tedavisinde hipofiz bezinden salgılanan bir hormon olan kortizon vc adrenokortikorop hormon (ACTH) kullanılabileceğini gösterdiler.

Hendek, topraklarının küçük bir bölümü Karadeniz Bölgesi, daha büyük bölümü Marmara Bölgesi sınırları içinde kalan, Sa­ karya iline bağlı ilçe vc ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 581 km’ olan Hendek ilçesi doğuda Bolu ili, güneyde Akyazı ilçesi, batıda gene Akyazı ilçesi. Merkez ilçe vc Söğütlü ilçesi, kuzeybatıda Ferizli, kuzeyde de Karasu ve Kocaali ilçeleriyle çevrilidir İlin doğu kesiminde yer alan ilçe toprakları­ nın büyük bölümünü Hendek Övası kaplar. Hendek Ovası, Adapazarı Ovasının (Akova) doğuya sokulan bir körfezi durumunda­ dır. İlçenin güneyindeki başlıca engebe, Samanlı Dağlarının doğu uzantılarıdır. İlçe, Marmara ve Karadeniz bölgeleri arasında bir geçiş alam niteliği taşıdığından çok yağış alır. Güneydeki Samanlı Dağlan ile kuzey­ deki Çam Dağı ormanlarla kaplıdır. Dağlann arasında uzanan plato düzlüğü dışında, ilçenin güneyinde ve Çam Dağının çeşitli yüksekliklerinde yaylalar vardır. Bunlardan en ünlüleri, ilçenin Karadeniz Bölgesi’ndc kalan küçük bir kesimindeki Dikmen ve Çiğdem yaylalarıdır. İlçe topraklanılın sula­ rım, Karasu’nun doğusunda Karadeniz'e dökülen Maden Deresi ya da Karacasu adlarıyla da anılan Karasu ile doğuda ilçenin doğal sınırını çizen Sakarya ve kolu Mudur­ nu Çayı toplar. Bu akarsular ve kollan boyunca irili ufaklı, verimli tanın alanları uzanır. Hendek, ilin ekonomik bakımdan gelişmiş ilçelerinden biridir. Verimli ve sulak topraklannda modern yöntemlerle tarımsal üretim yapılır. Bitkisel üretim çeşitlenmiş ve tümüy­ le pazara yönelmiştir. Yetiştirilen başlıca ürünler mısır, buğday, şeker pancarı, fındık, patates, elma, soğan ve az miktarda tütün­ dür. Ekonomik değerini yitirmiş olan Hen­ dek tütünü, eskiden harmanlara tat ve koku vermek için kullanılırdı. Ovalık kesimlerde sığır, yaylalarda ise koyun beslenir, ilde orman varlığı zengindir ve orman ürünlerim işleyen çeşitli atölyeler kurulmuştur; bunla­ rın başında mobilya atölyeleri gelir. Hendek yöresi, sırasıyla Bitınya, Roma, Bizans ve Selçuklu yönetiminde kaldı. 1320'de Osmanh topraklarına katılan yer­ leşme, 19. yüzyıl sonlarında İzmit bağım­ sız sancağının Adapazarı kazasına bağlı bit nahiyeydi. Kurtuluş Savaşı sırasında Düzce ) * Ayaklanmaları'ndan( etkilenen Hendek, Cumhuriyet’le birlikte kaza (ilçe) olarak Kocaeli iline, 1954’te de merkezi Adapazarı kenti olmak üzere kurulan Sakarya iline bağlandı. İstanbul-Ankara karayolu üzerindeki kent, il merkezi Adapazarı’na 32 km uzaklıktadır. Zengin bir hinterlandın ürünlerini topladı­ ğından kentte ticari yaşam canlıdır. Çok işlek karayolu da küçük sanayinin gelişmesi-

ni sağlamıştır. Bu gelişmenin sonucu olarak Hendek kenti, Adanazarı'ndan sonra ilin en büyük kentidir. Kentte orman ürünleri, çeşitli gıda maddeleri, tarım aletleri üreten, oto onarım ve bakımıyla uğraşan işyerleri vardır. Hendek Belediyesi 1907'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 60.268; kent, 23.397.

hendek açma makinesi bak. döner kepçeli kazı makinesi

Hendek Savaşı, Hz. Muhammed’in önder­ liğindeki Müslümanların Mekkelilere karşı Medine'de verdiği savunma savaşı (627). Bu savaşta kazanılan başarı Müslümanlara Mekkeliler karşısında saldırı üstünlüğü sağ­ lamıştır. 625’te 3 bin kişilik bir Mekke ordusu Medine yakınlarındaki Uhud’da dağınık Müslüman güçlerini yenilgiye uğratmıştı. Hz. Muhammed’in dc yara aldığı bu savaş­ tan sonra bazı Bedevi kabilelerini kendileri­ ne katılmaya ikna eden Mekkeliler, Mart 627’dc 10 bin kişilik bir güçle yeniden Medine önlerine geldiler. Hz. Muhammed, küçük çaplı akınlara alışmış Araplara ya­ bancı olan bazı taktiklere başvurdu. Uhud' dakı gibi düşmanı saldırıyla karşılamak verine, İslâmî yeni benimseyen Selman-ı Farisi’nin önerisine uyarak kent çevre­ sine bir hendek kazdırdı. Savaşın uzama­ sından ve olumsuz gelişmesinden kaygıla­ nan Bedevi kabileleri desteklerini çekince düzeni bozulan Mekkeli süvariler kısa süre sonra dağılmaya başladılar. Müslümanların düzenlediği bir karşı kuşatmayla Mekke ordusu tümüyle dağıldı. Hz. Muhammed, Medineli Müslümanlar vc Mekkeliler anı­ sında eşitliği sağlayan bu zaferden sonra. Mckkelılerin ticareti engelleyen bu düşman­ lıktan artık bıkmış olmasından da yararlana­ rak, 628'de Mekkclilerlc, Müslümanlara da­ ha geniş ayrıcalıklar kazandıran Hudeybiye Antlaşması’nı yaptı.

Hendcrson, ABD’de, Kentucky eyaletinin kuzeybatısındaki Hendcrson ilinin (couııty) merkezi kent. Indiana'daki Evansville’in İl km güneyinde, Ohio Irmağı üzerinde yer alır. 1784'te yerleşime açılan Red Banks’ı çevreleyen kent merkezi, 1797’de Transilvanya Arazi Kumpanyası tarafından kuruldu vc adını kumpanyanın kurucusu Richard Henderson'dan aklı. Başlangıçta tarımsal bir yerleşim olan Hendcrson ın ekonomisi sonraları sanayi, tarım (mısır, soya fasulye­ si, çiftlik hayvanları ve tütün), petrol ve kömür etkinlikleriyle çeşitlendi. 1810-19 arasında Henderson’da bir pera­ kende satış mağazası işleten ünlü doğa bilimci ve kuş ressamı John James Audubon adına, kentin 1,5 kın kuzeyinde Audubon Anısal Müzesi ve Eyalet Parkı kuruldu. 1960'ta Kentucky Universitesi’ne bağlı Henderson Community College açıldı. James C. Ellis Parkı ve Audubon Hipodroınu’nda yaz aylarında safkan at yarışları düzenlenir 1810'da kasaba, 1867’de kent olarak tüzel kimlik kazandı. Nüfus (1990 ) 25.945.

Hendcrson, ?XBD’de, Nevada eyaletinin güneydoğusundaki Clark ilinde (coıttıty) kent. Las Vegas ve Boulder kentlerinin arasında yer alır. Bölgede devlete ait bir magnezyum tesisinde çalışanların konut ge­ reksinimini karşılamak amacıyla, 1942'de Clark Dağının eteklerindeki çöl üzerinde kuruldu Adını Senatör Charles Belknap Henderson’dan (1873-1954) alır 11. Dünya Savaşı'nın sonunda tesisin kapatılmasıyla durdurulan projeyi daha sonra devlet satın almış ve magnezyum üreten tesisler özel şirketlere devredilmiştir. Bugün Nevada’nın en önemli sanayi mer­ kezi olan Henderson’da, ticari amaçlarla ve

savunma sanayisinde kullanılmak üzere titan­ yum vc çeşitli kimyasal hammaddeler üre­ tilmektedir. Kentin doğusunda Hoovcr Ba­ rajı vc Mcad Göhı Ulusal Dinlence Alanı yer alır. 1953'tc tüzel kimlik kazandı Nufus (1980 ) 64.942

Henderson, Alcxandcr (d 1583?. Crcich, Fife - ö. 19 Ağustos 1646. Edinburgh, İskoçya). İskoçya'da Presbitcrycn kilise yöneti­ minin korunmasını sağlayan dm adamı 1642-51 İç Savaşı sırasında İngiliz kralı I. Charles’ın yenilgiye uğratılmasında etkili olmuştur. 1612’de geleneklere aykırı uzlaşmaz tutu­ munun doğurduğu tepkiye karşın Fife’dakı Leuchars'da papaz olarak göreve başladı. Kısa sürede Presbıteryen uygulamalara uyum sağladı vc sonraki 25 yıl boyuna olaysız biçimde kilisedeki görevim sürdürdü Ama 1637'dc bir yıl önce çıkarılan kilise hukuku kitabını, ardından da I. Charles’ın hazırlattı­ ğı dua kitabını kendi kilise bölgesine sokma­ yı reddettiği için Edinburgh'a çağrıldı. Bura­ da itaatsizliğim cesaretle savundu ve bir önder olarak ün kazandı. Büyük ölçüde onun katkısıyla gelişen direniş 1638’de Ulu­ sal And’da anlatımını buldu; bunun sonu­ cunda aynı yıl Glasgow’da bir genel kilise meclisi toplandı. Henderson, meclis başkanlığındaki tutu­ muyla önderlik ününü artırdı ve kısa süre sonra Edinburgh’a gönderildi. Yerel Iskoç piskoposları ile İngiliz yandaşlarının Iskoçya

AJenander Henderson, Sir Antbony Van Dyck ın yaptığı sanılan bir portreden ayrıntı; y 1641 Pot»» Mornı iotoQıol Scc'iıan Nasoui Pervan Ganery. Et*ntxı»cn

Kılisesi’nın denetimim ele geçirmek için karşı karşıya geldiği Piskoposlar Savaşları’nı (1639, 1640) izleyen görüşmelerin baş kişisi oldu Birinci savaşın başında, halkın öz savunma hakkının meşruluğunu savunan Insiruclions for a Defensive Arıns'ı (1638; Savunma Savaşı İçin Yönergeler) kaleme aldı. 1 Charles, İskoç Kılisesi’nı İngiltere Kılısesı'ne bağımlı kılma savaşından yenik çıktı ve 1641'de Presbıteryen düzen Iskoçya’ da güvence altına alındı. Bunu izleyen iki yılı Henderson kiliseyi yeniden düzenle­ mekle geçirdi 1642’de Ingiltere’de iç savaşın patlak ver­ mesi üzerine Henderson İskoçların çoğun­ lukla krala karşı İngiliz Parlamentosu nun yanında yer almasını sağladı. 1643 Ulusal And'ıyla İskoçlar Parlamento’yu asken ba­ kımdan desteklediler ve Parlarncnto’ya da­ nışmanlık eden dinsel nitelikli SVestmınster Meclisi'nde temsil hakkı kazandılar Bu İngiliz meclisi, Britanya Adalarında kilise düzenini yeniden kurmakla görevlendiril­ mişti. Henderson İskoç din adamları Samuel Rutherford, Robert Baıllie ve George Gıllespie ile birlikle \Vestminster Meclisi'nde İskoçya Kilisesi lehinde vaazlar vererek propaganda yürüttü. İskoçya Kılisesi’nın John Knox'dan (y. 1514-72) sonra ikinci önemli adamı olan Hcnderson'ın yapıtlan arasında NVestmınster’daki meclis için hazırladığı The Bishops"

167

Henderson, Arthur

Doom (1638; Piskoposların Akıbeti) ve The Government and Order of the Church of ScotlancTın (1641; İskoçya Kılisesi’nın Yö­ netim ve Düzeni) sayılabilir

Henderson, Arthur (d 13 Eylül 1863. Glasgow. İskoçya - ö. 20 Ekim 1935. Lon­ dra. Ingiltere). İngiliz işçi Partısı’nı örgütle­ yen başlıca siyaset adamlarından bin Hazi­ ran 1929 - Ağustos 1931 arasında dışişleri

Arttı ur Henderson, 1931 Hurton Pdu»e L öıary

bakanlığı yapmış, 1934’tc Nobel Banş Ödülü’nü almıştır. Robert Stephenson’ın Newcastle upon Tyne'daki (Northumberland) lokomotif tesis­ lerinde dökümcü olan Henderson. Döküm­ cüler Sendikası’nın Nesvcastle şube sekrete­ ri oldu. Darlıngton, Durham ve Nevvcastle belediye meclislerinde Liberal Parti üyesi olarak görev aldı. 1903’te Darlington bele­ diye başkanı seçildi. Aynı yılın sonunda Durham'daki Bamard Castle’dan İşçi Parti­ si adayı olarak Avam Kamanısı’na girdi. Böylece ilk kez bir işçi Partisi üyesi hem Muhafazakârların, hem de Liberallerin adayı karşısında seçimlerde başan sağlıyordu. Henderson. seçkin bir konuşmacı olmamak­ la birlikte 1914, 1921-23 ve 1925-27’de Avam Kamarası’nda partisinin önde gelen yöneticileri arasına girdi. 1908-10 ve 1914-17 dönemlennde işçi Partisi genel başkanlığı yapan Henderson, 1911’den 1934’e değin parti sekreterliği görevim de yürüttü. Henderson. Avam Kamarası’ndaki İşçi Partili üyelenn çoğunluğuyla birlikte Ağus­ tos 1914’te İngiltere’nin I Dünya Savaşan­ daki tutumunu destekledi. Böylece o sırada İşçi Partisı’ndeki barışçı azınlığın önden Ramsay MacDonald’dan partinin parlamen­ to grup başkanlığını devraldı. Savaş döne­ minde H. H. Asquith’ın koalisyon hüküme­ ti sırasında (Mayıs 1915 - Aralık 1916) önce Eğitim Kurulu başkanı, daha sonra da devlet saymanı ve işçi sorunları konusunda genel danışman olarak görev aldı. Asquıth' ın yerine David Lloyd George geçince yeni başbakanı destekleyen Henderson, beş kişilik savaş kabinesinde sandalyeyiz bakan oldu 1917 yazında Rusya’ya gitti. Stock­ holm’de uluslararası bir sosyalist konferans toplanması yönünde Aleksandr Kerenskı’ nın devrimci geçici hükümetinin önerdiği planı kabul etti. Lloyd George önce bu öneriye katıldığı izlenimini verdiyse de son­ radan görüş değiştirdi Henderson bunun üzerine kabineden istifa etti (12 Ağustos). Henderson 1918 boyunca bütünüyle parti sekreterliğiyle ilgilendi Sosyalist reformcu Sıdney Webb'le birlikte parti tüzüğünün büyük bölümünü kaleme aldı Bu tüzük. İşçi Partisi’ni ilk kez seçim bölgelerinde etkili örgütlen olan açıkça sosyalist bir parti konumuna kavuşturdu İşçi Partisi altı yıl sonra ilk kez iktidara geldiğinde (Ocak-

Hcndcrson, Flctchcr

168

Kasım 1924) MacDonald hükümetinde Henderson içişleri bakanı oldu. MacDonald'ın 11. İşçi Partisi hükümetinde dışişleri bakanlığı yapan Henderson Millet­ ler Cemiyeti’ni hararetle destekledi. Mayıs 1931’de Dünya Silahsızlanma Konferansı başkanı seçildi. MacDonald Ağustos 1931’de bir ulusal koalisyon hükümeti ku­ runca, Hcndcrson dışişleri bakanlığından istifa elti. Artık bütünüyle silahsızlanma çalışmalarıyla ilgileniyordu; Nobel Barış Odülü'nü de bu çalışmalarından dolaya aldı. Son önemli görevini Temmuz 1933’te yerine getirdi. Paris, Roma, Berlin, Prag ve Münih'e (burada Adolf Hitler’lc görüştü) giderek silahların sınırlandırılmasına yönelik bir pla­ nı savunmaya çalıştı. Mary Agnes Hamilton'un kaleme aldığı Anhıır Henderson 1938’de yayımlanmıştır.

Hcndcrson, (James) Flctchcr (d. 18 Ara­ lık 1898, Cuthbert, Georgia - ö. 29 Aralık 1952, Nevv York kenti. ABD), ABD’li caz piyanisti. Büyük orkestra (big banıl) cazının öncüle cindendir Duke Ellington gibi Henderson da gördü­ ğü eğitim açısından çağdaşı Siyah müzikçilerdcn ayrılıyordu. Atlanta Ünıversitesi’nde kimya ve matematik okumuştu. 1920’dc lisansüstü öğrenimi için gittiği Nevv York kentinde profesyonel müziğe yöneldi. 1923’te başladığı orkestra şefliğini aralıklar­ la 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu sürenin büyük bölümü boyunca Louıs Armstrong, Coleman Havvkins, Roy Eldridge ve Chu Berry gibi büyük Siyah nıüzıkçiler için Hendcrson'ın orkestrasında çalmak bir övünç kaynağıydı. Henderson. doğaçlama ruhunu bozmadan yazılı düzenlemeler yapan ilk orkestra düzenlemecisi olarak önem taşır. Orkestranın bölümlerim kontrapuntal olarak ve solocu­ ya bir fon oluşturacak biçimde kullanmış; böylelikle 1930’ların bölümlere ayrılmış, dü­ zenli caz ve dans orkestralarının yolunu açmıştır. Bunların en ünlülerinden Benny Goodman orkestrasının başarısında, Goodman’ın sürekli orkestra düzenlemecisi ola­ rak önemli rol oynamıştır. Henderson, Lavvrence Joseph (3 Haziran 1878, Lynn, Massachusetıs - ö. 10 Şubat 1942, Cambridge, Massachusetıs, ABD), doğadaki asit-baz dengesini sağlayan kimya­ sal süreçleri bulan ABD’li bıyokimyacı. 1904’te Harvard Tıp Okulu’nda göreve başlayan Henderson, 1919-34 arasında biyo-

bazların vücut sıvılarına eklenmesine karşın nötr asit-baz dengesini koruyan bu tür kimyasal sistemlere fizyolojik tampon de­ nir. Bu sistemleri tanımlamaya yönelik ola­ rak Henderson'un geliştirdiği vc Danimar­ kalI biyokimyan Kari Hassclbach'ın da üze­ rinde uyarlamalar yaptığı denklem bugün Hendcrson-Hassclbach denklemi olarak anılır. Hcndcrson, The Fitness of ıhe Environınenl (1913; Çevrenin Uygunluğu) vc The Ordcr of ıhe Naıure (1917; Doğanın Düzeni) adlı felsefe yapıtlannda, gezegenin doğal çevre­ sinin yaşamın çelişmesi için çok uygun olduğunu savundu Aynca “maddenin eşsiz fiziksel özclliklcri”nin çeşitliliği sürekli ar­ tan kimyasal etkileşimleri kaçınılmaz kıldı­ ğını, böylece kimyasal evrim, yaşamın yara­ tılışı ve biyolojik evrimin rastlantıyla değil, Elanlı bir biçimde tasarlandığını düşündü. ir başka yapıtı ise Blood, A Stııdy in General Physıology'div (1928; Kan, Genel Fizyolojide Bir İnceleme).

Hcndcrson, Sir Nevile Meyrick (d. 10 Haziran 1882, Horsham, Susscx - ö. 30 Aralık 1942, Londra, İngiltere), 1937-39 arasında İngiltere'nin Almanya büyükelçisi. Başbakan Nevıllc Chamberlain'in Nazi Almanyası’yla uzlaşma politikasında rol oyna­ mıştır. Bazı yorumcular, bu uzlaşma politi­ kasında Hendcrson’ın Başbakan Chambcrlain’den daha etkili olduğu görüşündedir. Henderson 1905’te diplomat olarak göreve başladı. Ortaelçi olarak Mısır (1924-28), Fransa (1928-29) vc Yugoslavya'da (192935) bulundu 1935'tc Arjantin büyükelçisi olduktan sonra 1937’de Almanya’da görev­ lendirildi. Psikolojik açıdan son derece ger­ gin bir ortamda çalıştığı Berlin’de 1938 kışında ciddi biçimde hastalandı. Henderson, Hitler’in saldırgan politikasını haklı göstermek için öne sürdüğü iddiaları benimsemeye yatkındı. Fransa'nın I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da izlediği politi­ kaların ona ters gelmesi de bunda bir ölçüde etken oldu. Ayrıca Henderson, büyükelçi olarak bulunduğu ülkenin hükümetim eleş­ tirmenin nc kendisinin, ne de İngiliz hükü­ metinin görevi olduğuna inanıyordu Üste­ lik başta Hcrmann Göring olmak üzere önde gelen Nazilcrlc yakın ilişki içindeydi. Hitler’in bütün Avrupa’yı egemenliği altına almak gibi bir amacı olduğuna inanmadığı için, 3Û Eylül 1938'dc imzalanan Münih Anlaşması'nı destekledi Bununla birlikte, Almanya'nın Mart 1939’da Çekoslovakya'yı işgal etmesiyle düş kırıklığına uğradı. 1939 yazında, Hıtler’i Polonya'ya saldırmaktan ve İngiltere ile Fransa'yla savaşa girmekten vazgeçirmeye çalıştı. Savaş başlayınca İngil­ tere’ye döndü vc sağlığı gitgide bozulduğu için görev almaktan kaçındı. Henderson. I932'dc “sir" unvanı almış, 1937'dc ise kralın özel Danışma Kurulu üyesi olmuştur. Faılure of a Mission (1940; Başarılamayan Görev) adh kitabında sava­ şın hemen öncesindeki saldırgan Nazi politi­ kasına ilişkin izlenimlerini anlatır. Otobiyo­ grafisi Water Under the Bridges (Köprüle­ rin Altındaki Sular) ise ölümünden sonra 1945'te yayımlanmıştır. Hendcrson'ın Türkçede Hitler ile İki Sene (1940) adlı bir kitabı vardır.

La wrence Henoorson Umvefsa, Ajc'«.-ec totoû'B1 Fat»an Bach'ocn

kimya, 1934-42 arasında da kimya profesör­ lüğü yaptı. Vücut sıvılarındaki asit-baz nötr­ leşmesinin nasıl sağlandığını araştırdı. Kar­ bon dıoksit vc sudan, bikarbonatların eşli­ ğinde karbonik asit oluşumunun fosfat çö­ zeltileri dışında nötr asit-baz dengesini ku­ ran tek doğal sistem olduğunu buldu. Fizyo­ lojik süreçler sonucunda oluşan asitlenn vc

Henderson, Thomas (d 28 Aralık 1798, Dundcc, Angus - ö. 23 Kasım 1844, Edinburgh, İskoçya), İskoçyalı astronom 1831-33 arasında Ümit Burnunda kraliyet astrono­ mu olarak görev yapmış vc burada ilk kez bir yıldızın (Alfa Erboğa) ıraklık açısını (paralaks) ölçmüştür Bulgularını ise ancak 1839'da, Fricdrich Bcssel ve Fricdrich Struvc'un yıldız ıraklık açısı ölçümleri yaptıklannı ilan etmelerinden birkaç ay sonra açık­ lamıştır.

1832'dc Kraliyet Astronomi Derncfii’nin, 1834’tc Edinburgh'daki Royal Socicty nin vc 184O’ta Londra'daki Royal Society’nin üye­ liğine seçilen Hcndcrson, 1834’tc Ümit Bur­ nundan döndükten sonra İskoçya'nın ilk kraliyet astronomluğuna, Edinburgh Üniversitesi’nde astronomi profesörlüğüne vc Calton Hill Gözlemevinin yöneticiliğine atandı.

Hcndcsc-i Mülkiye Mektebi, İstanbul'da sivil mühendis yetiştirmek amacıyla açılan ilk Osmanlı okulu. 19. yüzyılın ikinci yarısında kara vc demir yolu yapımı gibi bayındırlık etkinliklerinin yaygınlaşması, denizciliğin gelişmesiyle bir­ likte teknik eleman gereksinimi de arttı 1875’te Galatasaray’da Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) bünyesinde açılan Mühendisin-i Mülkiye Muavinliği Mcktcbi’nden (Kondüktör Mektebi) başarılı sonuç alınamaması üzerine, II. Abdülhamid'in is­ teğiyle I884’te Hahcıoğlu’nda Hcndcsc-ı Mülkiye Mektebi açıldı. Mülkiye Mektebi, Mekteb-' Sultani ve Darüşşafaka mezunları­ nın sınavsız, buna karşılık askeri vc sivil rüştiye mezunlarının sınavla alındığı okulda üç idadi ÇIisc), dört âli (yüksek) sınıf vardı Okul sivil olmakla birlikte dersler asken hocalar ve subaylar tarafından veriliyordu. İlk mezunlannı 1888’de veren Hendcsc-ı Mülkiye Mektebi’ni bitirenlerin önemli bir bölümü sermûhcndis sanıyla vilayetlerde görevlendirildi. Okulun ilk mezunları ara­ sında Kemaleddin Bey gibi, sonradan çağ­ daş Türk mimarlığına öncülük eden kişiler de vardı. 1909’da Mühendis Mcktebı’ne (1944'tc İs­ tanbul Teknik Üniversitesi) dönüştürülen okul, Tophane Müşiriycti'ndcn alınarak Na­ fıa Nezareti’ne bağlandı. Ayrıca bak. Mü­ hendis Mektebi.

Hendeschane, Osmanlı döneminde teknik eğitim vc mühendislik eğilimi veren askeri okul. Osmanhlarda eskiden teknik eğitimin han­ gi kurumlarda yapıldığına ilişkin kesin bilgi yoktur. Ama 16. yüzyılda, Süleymaniye medreseleri arasında bir de Darülhendesc’ nin yer aldığı bilinmektedir. Aynı yüzyıl sonlarında dinsel inançlara aykırı düştüğü gerekçesiyle medreselerde hendese (geo­ metri) ve riyaziye (aritmetik) okutulmasına son verildi. Darülhendesc de bu gelişmeye bağlı olarak işlevini yitirdi. Askerliğin bir uzmanlık dalı haline gelmesi vc bunun için teknik eğilime gereksıpme duyulması üzerine, 17731c Tersane-i Ami­ re 'dc teknik eğitim ve mühendislik eğitimi veren bir okulun açılmasına karar verildi; kadırgaların çekildiği gözlerden biri bu iş için ayrıldı Gerekli araç gerecin bulunma sından sonra, Hendeschane denen okul öğretime açıldı. Hocalığa logaritma çalışma­ larıyla tanınan Gelenbevi İsmail Efendi getirildi. İstanbul'a gelen Fransız mühendis­ lerin de katkısıyla ou kuruluş kısa sürede gelişti. Ama bulunduğu yerin çalışmalar için yetersiz kalması nedeniyle, Tersane-i Amire zindanının yanında, günümüzdeki Camialıı yakınlarında bir mühendishane yaptırıldı vc okul 1776’da Mühcndishane-i Bahri-i Hü­ mayun adıyla yeniden düzenlendi. Bazı kaynaklarda ise okulun 1773 te Riya ziye Mektebi adıyla açıldığı, 1776’da Hendcsehanc-i Bahri-i Hümayun ya da Mühendishane-i Bahri-i Hümayun adıyla yeniden düzenlendiği belirtilir. Ayrıca bak Mühcndishane-i Bahri-i Hümayun Hcndricks, Thomas A(rıdrevvs) (d. 7 Eylül 1819, Zanesville yakınları, Olıio - ö 25 Kasım 1885, Indıanapolis, Indiana, ABD), uzun yıllar ABD siyasetinde etkin olmuş Demokrat siyaset adamı. 1885'te

Başkan Grovcr Clcveland’ın yanında baş­ kan yardımcılığı yapmıştır. 1843’tc baroya kabul edildi Siyasal yaşamı I848’dc Indiana yasama meclisine seçilmesiy­ le başladı. ABD Kongresi'nde (1851-55),

Hendncks LıOrary o< Conçrpîs

DC

komisyon görevlisi olarak ABD Genel Ara­ zi İdaresi’ndc (1855-59) vc ABD Senatosu’nda (1863-69) görev yaptı. 1873-77 ara­ sında Indiana valisi oldu. ABD İç Savaşı’nda (1861-65) Birlik'e (Kuzey) sadık kalmak­ la birlikte. Cumhuriyetçilerin önderliğinde­ ki askeri girişimlere ve savaş sonrasında Güncy’in Yemden İnşası programına birçok yönden karşı çıktı. Güney'de beyazlann üstünlüğünü savunanlara hoşgörüyle yaklaş­ tı, eski kölelerin gerek siyasal gerek ekono­ mik açılardan desteklenmesini amaçlayan bütün yasalara muhalefet etti. 1863’ten yaşamının sonuna değin Demok­ rat Parti içinde önemli rol oynadı. Tartışma­ lı 1876 seçiminde Samuel J. Tilden’ın yanın­ da başkan yardımcısı adayı oldu, ama özel bir Seçim Komisyonu'nun kararıyla kaybet­ ti. 1884’te yeniden aday oldu ve Cleveland’ ın yardımcısı olarak seçildiyse de görevi devralmasının üzerinden dokuz ay geçme­ den öldü.

Hendrix, Jinıi, asıl adı james marshall iiendrik (d. 27 Kasım 1942, Seattle, \Vashington, ABD - ö. 18 Eylül 1970, Londra, İngiltere), ABD’li blues ve rock gitarcısı. Elektrogitan çalışındaki yaratıcılıkla ünlen­ miş vc 1960'larda gençlik karşıt kültürünün simgelerinden biri olmuştur. Babası Siyah, annesi Çerokı Yerlilerindcndi. Gitar çalmayı kendi kendine öğrendi.

Hendnx ABC Ajans>

Lisede okurken yerel bir rhythnı and blues topluluğuna katıldı. 1962-65 arasında solo gitarcı olarak eşlik ettiği birkaç rhyihrn and nlues sanatçısıyla birlikte bütün ABD'yi dolaştı. 1966'da kendi topluluğuyla Nevv York kentindeki Greenvvicn Vıllage'da kü­ çük bir hayran kitlesi toplayan Hendrix,

İngiliz rock müzikçisi Chas Chandlcr’ın dikkatini çekti. Chandler, Hcndrix'ı Lon­ dra’ya götürerek basçı Noel Redding ve davulcu Mitch Mitchcll ile tanıştırdı. Birlik­ te The Jimi Hendrix Expcrience adlı toplu­ luğu kurdular. Hendrix bu toplulukla Avru­ pa'da kısa zamanda ünlendi ve adı ABD’de dc duyulmaya başladı. ABD'yc döndükten sonra 1967'oe Califomıa'da Montcrey Ulus­ lararası Pop Şcnliğı'ndc verdiği görkemli konser vc Are You Esperienced?(1967) adlı albümüyle bir anda rock yıldızlan arasına girdi. Electric Ladyland (1968) adlı albümü de 1960'lann cn etkileyici rock plaklanndan biriydi. Hendrix üçüncü Avrupa turnesi sırasında, yanlışlıkla aldığı sanılan aşın doz­ da uyuşturucunun etkisiyle öldü. Hcndrix rock üslubunda çalan olağanüstü bir blues gitarcısıydı. Uzun sololannın melo­ di dizeleri dönüşümlü olarak sürekli senkoplu. tiz perdelerde ya da ritmik yürüyen kalıplarda olurdu. Son derece yüksek bir sesin ve elektronik distorsiyonun kullanıl­ masıyla sağladığı artırımlı bir cümlelemesi vardı. Hendrjx'ın üslubu özgün ve hemen ayırt edilebilen duyumsal, egzotik bir nitelik taşıyordu.

heneken (Agove foureroydes), Agavaceae familyasından, çokyıllık bitki ve bu bitkinin lifi. Anayurdu Meksika olan ve Kolomb öncesinden bu yana yapraklarından dokuma lifi elde edilen heneken 19. yüzyılda

Heneken (Agave loarcroydes) Fo/man

169

Hengyang

rımla geçinen küçük bir köy olan Hcngelo, Tvvente bölgesinde sanayinin hızla gelişmesi sonucu büyümüştür. Tekstil ve metalürji sanayileriyle elektrikli eşya yapımı gelişmiş­ tir; tuz üretimi dc ekonomide önemli yer tutar. Bir demiryolu kavşağı olan Hengclo'da devlete ait bir tanm okulu ve büyükbaş hayvan pazan bulunmaktadır. II Dünya Savaşı’nda büyük zarar gören kent daha sonra yeniden inşa edilmiştir. Tvvıckcl Şato­ su (1347) kentin 5 km batısındadır. Nüfus (1989 tah.) 76.175; Enschcdc-Hengelo met­ ropoliten alanı, 250.189.

Hengist ve Horsa, Hengist, hengest ola­ rak da yazılır (sırasıyla, ö. y. 488; ö. 455?), Britanya'ya yerleşen ilk Anglosaksonlann efsanevi önderleri olan iki erkek kardeş. Ingiliz tarihçi vc ilahiyatçı Aziz Bcdc'yc göre, IS 446-454 arasında, Bntanya kralı Vortigem'ın yanında Pıktlcre karşı savaş­ mak için Britanya'ya gitmişlerdir VVıhtgıls adında bir Jütün oğullan oldukları söylenir. Anglosakson Vakayinamesi'nde. Kent'tekı Ebbsfleet’ten Britanya’ya girdikleri ve Horsa'nın 455'te Aegelsthrep’te (büyük olasılık­ la Aylcsford. Kent) öldürüldüğü yazar. Bede, Kent’in doğusunda Horsa'nın anısına dikilmiş bir anıttan söz eder. Aylesford yakınlarındaki Horstead de adını ondan almış olabilir. Vakayinamede aynca. Hengist'in 455’te hükümdar olduğu ve Bntonlara karşı savaştığı belirtilir. Gene burada verilen bilgilerden 488’de öldüğü çıkartıl­ maktadır. Eski Kent krallan soylarını doğ­ rudan Hcngıst’e dayandınrlarsa da, Kent'te hüküm sûren hanedan, Hengist’in oğlu Oeric'in lakabı Oısc’ten (Acsc) ötürü Öîsc'liler olarak anılır; Oeric. 488-512 arasında tek başına hüküm sürmüştür. Hengist, ünlü kahramanlık şiiri Beowuif *) da( Eotlar (büyük olasılıkla Jütler) adh kabileyle birlikte anılan Hengist adındaki kahramanla aynı kişi olabilir.

Küba’ya götürülmüş ve 1920'lere doğru ülkenin başlıca lif bitkisi haline gelmiştir. Yaprak elyafı! *) grubundan üçüncü önemh lif olan heneken lifi günümüzde en çok Meksika'da üretilir. Bitkinin yabani olanlarda 1,8 m’ye, tanmı yapılanlarda ortalama 0,9 m’ye ulaşan göv­ desinden dairesel bir küme oluşturan çok sayıda sapsız yaprak çıkar. Yapraklar mız­ rak biçimli, kenarlan dikenli, boyu en fazla 1,8 m, eni en geniş yerinde 10-15 cm ve grimsi yeşil renklidir. Yüksekliği 6 m’ye ulaşan çiçek sapı 7,5 cm büyüklüğünde kötü kokulu ve yeşilimsi beyaz renkli çiçekler taşır. Dikimden sonra 5-16 yıl içinde bitki her yıl yaklaşık 25 yaprak verir. Boyu normal uzunluğa ulaşan dış yapraklar dibe yakın olarak kesilir; silindirler arasında ezil­ dikten sonra etli bölümlerden lifler sıyrılır; açığa çıkarılan lif demetlen yıkanır, güneşte kurutulur ve fırçalanır. Beyaz ya da san renkli parlak lifler ortala­ ma 1,2-1,5 m uzunluktadır. Gerilmeye ve tuzlu sularda mıkroorganızmalann yol aça­ bileceği çürümelere karşı dayanıklılığı nede­ niyle heneken lifi tarımda ve gemicilikte yararlanılan ıp ve halatların yapımında kul­ lanılır. Yerel olarak üretilen kaba heneken dokumalan çanta, hamak ve ayakkabı taba­ nı gibi ürünlere dönüştürülür.

Hengstenberg, Ernst Wilhelm (d. 20 Ocak 1802, Fröndenberg, Prusya - ö. 28 Mayıs 1869, Berlin, Almanya), Protestan kiliselerinde ve özellikle dönemin ilahiyat fakültelerinde yaygın olan usçu turuma karşı geleneksel Lutherdliği savunan Alman ila­ hiyatçı. Bonn'da ve Berlin'de öğrenim gördü. İla­ hiyat profesörü olarak yaşamının büyük bölümünü gene Berlin'de geçirdi. lS27’de çıkardığı Evangelische Kircnen-Zeıtung adh gazeteyi 40 yılı aşkın sûre yönetti. Devlet kiliselerinin “inançsızlık" ve aldırmazlığına karşı kampanya yürüten bu gazete Reform sırasında tanımlandığı biçimiyle Lutherci öğretiyi savundu, ilahiyatta ve siyasette tutucuları bir araya getirdi. Hengstenberg. özellikle Eski Ahıt'ı konu alan birçok Kitabı Mukaddes yorumuyla ve Christologie des Alten Testamenıs (1829-35, 3 cilt; Eski Ahit'te Mesih öğretisi) adh yapıtıyla gelenekçi görüşlerini savundu. Tanhsel-cleştirel yorumlara ağırlık verilmesine karşı çıkarak. Eski Ahıt’ı İsa'nın gelişiyle gerçekleşen Mesih öngörüleriyle dolu bir Hıristiyanlık metni biçiminde okuma gele­ neğini sürdürdü. Büyük çoğunluğu sağlığın­ da İngilizceye çevrilen kitapları aracılığıyla İngiltere ve ABD’de etkili oldu.

Heng-yang bak. Hengyang

Hengyang, eskiden (I912've değin) hengzııou, Wade-Gilcs yazımında heng-vang ya da ıiENG-cııou. Çin’de, Hunan yönetim böl­ gesinin (sheng) ortagüney kesiminde kent. 11 düzeyinde bir belediye (s/ıı) ve Hengyang yöresinin (dıqu) yönetim merkezidir. \ıang

Hengalar bak. Tumbukalar

Hengclo, Hollanda'nın doğu kesimindeki Ovenjssel ilinde (provincie), Tvvente Kanalı üzerinde belediye (genteente). önceleri ta­

Hcnie. Sonja

170

İrmağının batı yakasında, Changsha’nın yaklaşık 180 km güneyinde, Xiang İrmağı ile Lci ve Zheng adh kollarının birleşme noktasının hemen güneyinde yer alır. Changsha ile Guangdong arasında İÖ 3. yüzyıl sonlarında inşa edilen eski posta yolu üzerinde bulunan Hengyang çok eski bir iletişim merkezidir. İS 224’te oluşturulan Lingchenc ili 257’de Hengyang komutanlığı­ nın (jun) merkezi oldu. Komutanlığın Hcngzhou yöresine dönüştürüldüğü 589’da ilin adı da Hengyang olarak değiştirildi. Ming hanedanı döneminde (1368-1644) ûstyöre (fu) yapılan Hengzhou, 1912’de il statüsüne indirildi, 1949'da da belediye oldu. Hcngzhou’nun bölgesel bir kent olarak taşıdığı önem, 1936'da Hankou-Guangzhou demiryolu hattının tamamlanmasıyla daha da arttı. 1937'de Çin-Japon Savaşı'nın pat­ lak vermesiyle Hengyang, Hunan’ın güne­ yinde bulunan Kuomintang askeri hüküme­ tinin merkezi oldu Bu dönemde kentin nüfusu Changsha ve Hunan’ın kuzeyinden gelen göçmenlerle daha da arttı. Aynca demir işleme atölyeleri gibi birçok küçük sanayi kuruldu. Bazı kaynaklara göre 1944’te nüfusu yanm milyona yaklaşan kent, aynı yıl Japon ordusunun işgali altına girdi ve çatışmalar sırasında büyük yıkım gördü. Tarihinin her döneminde bölgesel bir tica­ ret merkezi olan Hengyang, bugün güneyde Guangzhou, güneybatıda Guilin ve Guangxi Zhuang Özerk Yönetim Bölgesi’nin çeşitli yerlenne giden demiryollannın birleştiği bir kavşak noktasıdır. Xiang Irmağının hâlâ taşımacılıkta kullanılmasına karşın, dışarıya gönderilen bölgesel ürünlerin büyük bölü­ mü demiryoluyla taşınır. Hcngyang’ın mer­ kezi olduğu Hunan bölgesinin güneyi, 8. yüzyıldan beri kömür, kurşun, çinko, tung­ sten, kalay ve sülfür çıkarılan bir madencilik yöresidir. Hengyang'da kurşun ve kalay ergitme fırınlarıyla, madencilik makine ve aletleri, kimyasal maddeler, gübre, çiftlik ve sulama araçları üreten büyük fabrikalar vardır. Hengyang aynı zamanda, kuruluşu 9. yüz­ yıla değin inen bir akademinin yer aldığı geleneksel bir eğitim merkezidir. Kentte eski Budacı tapınaklarla cok sayıda eski anıt bulunmaktadır. Nüfus (1989 tah.) 459.200.

Henie, Sonja (d. 8 Nisan 1912, Kristiania [bugün Oslo], Norveç - ö. 12 Ekim 1969 Oslo’ya giderken uçakta), Norveç asıllı ABD’lı artistik patinaja. Art arda 10 yıl bayanlar amatör dünya şampiyonluğunu, aynca 1928, 1932 ve 1936 Kış Olimpiyat

Sonja Henle Pclorıal Parndo EB İne

Oyunlan'nda altın madalya kazandı. Aynı zamanda zeki bir işkadını olan Henie, hem profesyonel buz patencisi, hem de sinema oyuncusu olarak büyük başan ve senet edinmesiyle dc tanınır. Bale eğitimi gören Henie, baleye özgü bazı hareketlen artistik patinajla birleştirdi. Ar­ tistik patinajın alışılmış bir dizi düz hareket­ ten olağanüstü bir gösteriye dönüşmesinde belirleyici rol oynadı. 1936 Olimpiyat Oyun­ lan'nda kazandığı zaferin ardından profes­ yonel oldu. Hollywood İçe Rcvues'm (Hollywood Buz Revüleri) yıldızı olarak Avrupa ve Amenka’da turnelere çıktı. 1951-52 yıllannda kendi buz dansı gösterilerinin yapım­ cılığını üstlendi. Sinema oyunculuğuna baş­ ladığı ilk yıllarda (1937-45 arasında 10 Film­ de oynadı) filmleri en yüksek gişe geliri sağlayan birkaç oyuncudan biriydi. 1941’dc ABD vatandaşı olmadan önce iki kez evlendi. Sonraki yıllarda modem sanat koleksiyoncusu ve koruyucusu olarak ün­ lendi. Üçüncü kocası Norveçli armatör Nıels Onstad ile Oslo yakınlarında Sonja Henies og Niels Onstads Stiftelser adıyla bir modem sanatlar merkezi kurdu (1968).

Henifre, Fas’ın orta kesiminde, Ccntre Sud bölgesinde il (1973) ve il merkezi kent. Orta Atlaslar’ın güney bölümünün eteklerinde kurulu olan kent, Ümmü’r-Rabia Irmağı kıyısında, deniz düzeyinden 1.000 m yük­ seklikte yer alır. Eskiden Zayan (Berberi) göçerlerinin kolu Ait Affilerinin kışlağı olan yöre, Filali sultanı Mevlay İsmail'in 1688’de bir kale (kasba) ve bir köprü inşa ettirmesiy­ le stratejik önem kazandı. 19. yüzyılın sonlarına doğru kaıt (sultanın yerel Berberi kabilelere atadığı yönetici) Muha ü Hamu’ ez-Zayani burada önce bir pazar, daha sonra da Henifre kasabasını kurarak çevre­ deki topraklan yönetimi altına aldı ve sulta­ na karşı bağımsızlığını ilan etti. Fransız birliklennin 1914’te kenti işgal etmesine karşın, bölgede Fransız denetimi ancak kait'in öldürüldüğü 1921’de sağlanabildi. Henifre ili Ona Atlaslar’ın iki yamacını da içine alan 12.320 knr’lik bir alanı kaplar. Kuzeybatıda Hemiset, kuzeyde Meknes ve İfrane, kuzeydoğuda Bulman, güneydoğuda er-Raşidiye, güneybatıda da Beni Mellal vc Huribga illeriyle çevrilidir. Dağlann batı eteklerinde bol miktarda mantar meşesi yetişir, daha yükseklerde sedir ve çam ağaçlan bulunur. İl nüfusunun büyük ço­ ğunluğunu Tamasih dilini konuşan, dağlık kesimlerde kale içi (ksar) köylerinde yaşa­ yarak koyun besleyen ve düşük verimli tahıl yetiştiren yan göçebe Zayan Berberilcri oluşturur. Midelt kenti yakınlannda kurşun vc çinko yalaklan işletilir. Nüfus (1982) kent. 38.840; (1988 tah.) il, 419.000.

Henle, Friedrich Gustav Jacob (d. 15 ? Temmuz 1809, Fürth, Bavycra - ö. 13 Mayıs 1885, Göttingcn, Almanya), Alman patolog ve anatomi bilgini. Histolojinin gelişimine katkısı, ünlü Rönesans bilgini Vcsalius’un anatomiye etkisi ile bir tutulmuştur. Bonn vc Berlin üniversitelerinde ünlü fiz­ yolog Johanncs Müller'in öğrencisi olduğu dönemde insan epitel dokusu ile göz vc beyindeki bazı oluşumlann dağılımı ve yapı­ sıyla ilgili ilk tanımlamalan yayımladı von den Miasnıen und Contagien und von den miasmalisch-contagiösen Kranklıeiten (1840; Mikroplar ve Bulaşma ile MıkropluBulaşıcı Hastalıklar Üzerine) adlı kitabında, o döneme değin yaygınlık kazanmamış olan mikroorganizma ile bulaşma kuramını ele aldı. Hastalığı bulaştıran maddenin yalnız organik değil, aynı zamanda canlı olduğunu, hastalıklı bireyin vücudunda asalak bir ya­ şam sürdürdüğünü savunan bu kuram, mo­ dem epidemiyolojinin öncülerinden Röne­

sans bilgini Girolanıo Fracastoro tarafından ileri sürülmüştü, Henle hasta hayvanların dışkısında mikroorganizma bulunduğunu gözlemledi; ama bu mikroplanıl hastalığa neden olduğunu kanıtlayanındı. Zürich Ünivcrsitesi’nde anatomi profesörü olduğu sırada (1840-44) ilk sistemli histoloji kitabı olan Allgcmcine Anatomiç'yi (1841; Genel Anatomi), Heidclberg Üniversitesı’ndc anatomi ve patoloji dcrslcn verirken dc (1844-52) iki ciltlik Handbuch der rahonellen Pathologie'yi (1846-53; Ussal Patoloji Elkitabı) yayımladı. Bu yapıtlardan İkincisi, hastalıklı organları normal fizyolojik işlevle­ rine göre tanımlıyor vc modern patolojinin başlangıcını oluşturuyordu. Hcnlc’nin Göt­ tingcn Üniversitesindeki öğrencilerinden biri olan Robert Koch onun mikroorganiz­ ma kuramını kanıtladı.

Henle kulpu, sürüngen, kuş vc memeliler­ de böbreğin ncfronlannda(‘) bulunan vc içinden idrar geçen borucuklarm uzun, U biçimli bölümü. Henle kulpunun başlıca işlevi idrardaki su vc tuzun bir bölümünün kana geri emilmesini sağlamaktır. Tuz ve üre içeren idrar, kıvrımlı yakın borucuktan geçerken içindeki bazı madde­ ler (örn. glikoz, aminoasitler, sodyum bi­ karbonat) kana geri emilir; idrar daha sonra Henle kulpuna girer. Borucuğun aşağı inen bölümü suyu geçirdiği için. Kıvrım lıölgesinc ulaşan idrar kan plazmasından daha yoğundur. Aynca daha fazla tuz vc üre içerir. İdrar, çıkan bölümde ilerledikçe, çevredeki tuz yoğunluğu düşük dokular, tuzun yayınım (difüzyon) mekanizması ile borucuktan dışarı çıkmasına neden olur. Henle kulpunun bu bölümünde çevre doku­ lardaki tuz yoğunluğu ne olursa olsun boru­ cuğun duvan enerji harcayarak aktif taşıma yolu ile tuz atımını sağlayabilir. Sağlıklı bireyde idrardaki tuzun geri emil­ mesi vücudun gereksinimlerine göre düzen­ lenmiştir. Besinlerle ahnan tuz miktarı aza­ lınca idrarla atılan miktar da azalır; öte yandan vücuda giren fazla tuz da bu yolla atılır. Ayrıca bak. böbrek. Henlein, Konrad (d. 6 Mayıs 1898, Maffersdorf bei Rcichcnberg, Bohemya, Avusturya-Macaristan - ö. 10 Mayıs 1945, Plzcft, Çekoslovakya), Südct Almam siyaset ada­ mı. Almanya’nın Çekoslovakya’nın Südct bölgesini ilhak etmesi için çalışmış, II. Dünya Savaşı’nda Nazi işgali altındaki Çe­ koslovakya’da yönetici görevlerde bulun­ muştur. Bir ticaret akademisinde öğrenim gören Henlein, önce banka memurluğu, ardından jimnastik öğretmenliği yaptı. 1923’tcn 1933’e değin Çekoslovakya'da Alman Jim­ nastik Hareketi’nin başında bulundu 1933'te Südct Almanları Vatan Cephesi'nin önderi olarak ortaya çıktı; bu örgüt iki yıl sonra Çek meclisinin ikinci büyük partisi oldu. 24 Nisan 1938’de Südct Alınanlarının yaşadığı bölgeler için özerklik istediyse de bu girişiminden sonuç alamadı. 1 Eylül'de Hiller’lc görüştü. İki hafta sonra Südct bölgesinde patlak veren ayaklanma üzerine sıkıyönetim ilan edilince, Çek hükümetine sıkıyönetim kararının gen alınması için bir ültimatom verdi. Ültimatomu dikkate alın­ mayınca bu kez Südet Alınanlarına ait toprakların Almanya’ya bırakılması yolun­ da bir bildiri hazırladı. Yıkıcı etkinliklerde bulunduğu gerekçesiyle partisi kapatılınca tutuklanmamak için Almanya’ya kaçtı. Ora­ da Südet Almanlanndan oluşturduğu yan askeri gönüllü birlik “Freikorps", AlmanÇek bunalımının doruğuna yaklaşıldığı sıra­ larda sınır boylannda çatışmalara katıldı. Münih Konferansı’nda Südet bölgesi Alman­ ya’ya verildikten sonra, 1 Ekim 1938’de

Alman hükümetince bu bölgenin komiserli­ ğine (Rcichskommissar) atandı. Daha sonra Südetler bölgesinde bölge lideri (Gaıılcitcr) ve parti lideri (Reichsslatthaltcr) oldu. II. Dünya Savaşı’nın sonunda Müttefiklerin elinde tutsak bulunduğu sırada intihar etti.

Henley, William Ernest (d. 23 Ağustos 1849, Gloucester - ö. 11 Temmuz 1903, Woking, Londra yakınları, İngiltere), İngi­ liz şair, eleştirmen ve yayın yönetmeni. Yönetmenliğini yaptığı dergilerde 1890’lann

Hentey, Auguste Rodın'in bir büstü, 1886; Ulusa) Portre Galerisi, Londra Mabonal Portrait Galtory, Londra

birçok ünlü İngiliz yazarının ilk çalışmaları­ na yer vermiştir. Çocukluğunda geçirdiği verem hastalığı sonrasında bir bacağını kaybetti; öteki baca­ ğı cerrah Joseph Lister’in çabalarıyla kurtanlabildi. 1873-75 arasında 20 ay Edinburgh' da bir hastanede yatmak zorunda kaldı. Şair olarak ün kazanmasını sağlayan şiirleri­ ni burada yazmaya başladı. Hastane yaşamı­ nı anlatan serbest ölçülü, izlenimci şiirlerini A Book. of Verses Ö888; Bir Şiir Kitabı) adıyla yayımladı, öteki tanınmış şiirleri London Voluntaries (1893; Londralı Gönül­ lüler) ve İn Hospital (1903; Hastanede) adh yapıtlarında yer ahr. Hcnlcy'nin, Robert Louis Stevenson ile uzun süren dostluğu 1874’te hastanede bu­ lunduğu sırada başladı; Stevenson, Treasure hland Define Adası. 1939, 1985) adh ünlü romanındaki Long John Silver karak­ terini bir ölçüde Henley’den esinlenerek çizmiştir. Hastane dönemi sonrasında yemden hare­ ketli yaşama dönen Henley, geçimini yayın yönetmenliği yaparak sağlamaya başladı. 1889'da Edınburgh'da yayın yönetmenliğini üstlendiği Scols Observer, çıkardığı en başa­ rılı dergilerden biriydi. 189l’de Londra'ya taşınarak National Observer adını alan der­ gi, siyasal açıdan tutucu olmakla birlikle edebiyat alanında hoşgörülü bir anlayışı savunuyordu. Hardy, Snaw, \Vells, Barne ve Kipling gibi ünlü yazarların ilk yapıttan bu dergide yayımlanmıştır. Genç yazarları yüreklendirici ve koruyucu tutumuna karşı­ lık, ulaştığı ünü hak etmeyen kişilere karşı acımasızlığıyla tanınan Henley, T. F. Hendcrson'la birlikte Robert Burns'ün şiirleri­ nin 100. yıl baskısını da hazırladı. Bugün de önemim koruyan yapıt için yazdığı önsözde, daha önceki yaşamöyküsü yazarlarının Burns’ü idealize etme eğilimine tepki ola­ rak, ünlü şairin kişiliğindeki olumsuz yönle­ ri abartılı bir biçimde ele aldı. 1888’den sonra Louis Stevenson ile aralarının açılma­ sı ve evlendikten 10 yıl sonra doğan tek çocuğu olan kızının ölümü, Henley’nin son

yıllarının acı içinde geçmesine neden oldu Stcvenson'ın ölümünden sonra, onun “kirli çamaşırlarını ortaya serme" amacıyla yazdı­ ğı makale yüzünden ağır eleştiriler aldı

Henley Kraliyet Kürek Yarışı, İngilizce henley royai. regatia (İtalyanca regatta: "kürek" ya da "yelkenli yarışı"), İngiltere' de geleneksel kürek yarışları serisi. Her yıl Oxfordshirc'daki Henlcy-on-Thames'da temmuzun ilk haftasında düzenlenir vc dört gün sürer. İlk kez 1839’da yapılan yarışlar, 1851'dc Prens Albert'in koruyuculuğunu üstlenmesiyle Kraliyet (Royai) önekim aldı Yarışların parkuru 2.100 m'dir. Serinin en önemli yarışları, genellikle dünyanın en iyi sekiz tekh (her takımda sekiz kürekçi) takımlarının katıldığı Grand Challenge Ku­ pası (en eski kürek yarışı kupası, 1839) ile dünyanın önde gelen tek çifte yarışmaların­ dan biri olan Diamond Challenge Sculls'dır (1844). Çoğu, dünyanın her yerinden katıl­ mak isteyenlere açık olan ve değişik tarzda oluşmuş takımları kapsayan birkaç yarışma daha vardır. Amerikan Kürekçilik Birliği (1902), ABD’ deki üniversitelerarası yarışmaları özendir­ mek amacıyla her yıl sezon sonunda bir yarış düzenler. Amenkan Henley'yı denen ve parkuru Henley Kraliyet Kürek Yarışı gibi 2.100 m olan bu yarış dönüşümlü olarak Philadelphia ile Boston’da düzenlenir Ben­ zer bir yarışma olan Kraliyet Kanada Henley’yi 1903’ten bu yana her yıl Ontario’daki St. Catharines’de (1880e değin çeşitli yerler­ de yapılmıştır) düzenlenmektedir. Avustralya Henley’yi ise 1904'tcn beri Meiboume'da yapılmaktadır.

Henley-on-Thames, İngiltere’de, Oxfordshire iline (counry) bağh South Oxfordshıre ilçesinde (district) bucak (parish). Thames Irmağının sol yakasında, Chiltem Tepeleri­ nin eteklerinde yer alır Irmak üzerinde güzel bir taş köprü (1786) vardır. 1526'da kurulan eski kentte bir ortaçağ kilisesi ile geniş bir pazar caddesi bulunur. George üslubundaki binalar iyi korunmuş durumdadır. Günümüzde eski kent, ırmak kıyısında yer alan ve özellikle bir kürekçilik merkezi olarak tanınan tatil ve yerleşim bölgesinin alışveriş merkezi konumundadır. Çeşitli ülkelerden kürekçiler, 1839'dan beri yapılmakta olan Henley Kraliyet Kürek Yarışı için her yıl temmuz ayında burada toplanır. Nüfus (1981 geç.) 10.976.

Henne am Rhyn, Otto (d. 26 Ağustos 1828, Sankt Gailen, İsviçre - ö. 1 Mayıs 1914, Weiz, Stier, Avusturya-Macaristan), gazeteci ve tarihçi. Dünya kültür tarihi üzerine kaleme aldığı kapsamlı yapıtıyla Alman Kültür Tarihi (Kıdtıırgeschichte) okuluna önemli katkıda bulmuştur. Bern ve Cenevre üniversitelerinde öğre­ nim gördü. 1857-59 arasında Sankt Gailen' deki yerel bir okulda Almanca, coğrafya ve tarih dersleri verdi. Daha sonra bu kanto­ nun yöneticisi vc arşivcisi oldu. 1872'de Leipzig’c giderek Freimaurerzeiıung gazete­ sinin yayın yönetmenliğini üstlendi. 1879'da İsviçre'ye döndü ve bu kez Nene Zûrcher Zeilung’un yayın yönetmeni oldu. En önemli yapıtı, eski çağlardan 19. yüzyıl sonuna değin gelen sekiz ciltlik Allgenıeme Kıdturgescnichte'dir (1877-1908; Dünya Kültür Tarihi), öteki önemli yapıtı ise, iki ciltlik Kıdıurgeschichte des deulsehen Volkes'dır (1903; Alman Halkının Kültür Tari­ hi). İsviçre halkının, Yahudiliğin ve haçlı seferlerinin kültürel tarihlerinin yanı sıra tarihte kadının rolü üzenne de yapıtlar vermiştir. Henne am Rhyn'ın yapıttan, sıya-

171

henogami

sal vc asken konulara ağırlık veren gelenek­ sel Alman tanh yazıcılığına güçlü bir karşı çıkışı simgeler

Hennebique, François (d. 1842, NeuvılleSaint-Vaast - ö. 1921, Pans. Fransa), beton­ arme inşaat yöntemini geliştiren Fransız mühendis. Paris Dünya Sergısı'nde (1867) Joseph Monıer’nin demir kafeslerle güçlendınlmış betondan yaptığı saksıları ve tekneleri gören Hennebioue, inşaatlarda bu yeni malzeme­ den yararlanmanın yollannı aramaya koyul­ du. 1879’da önce katlann zemin bölümleri­ ni. daha sonra da tüm inşaatı betonarmeden yapmaya başladı. I892'de patentini aldığı yönteminde, betonarme blokların çekme dayanımını artırmak için, çember bilezikler­ le bağlanmış yuvarlak demir armatürlerden yararlandı. Sonraki yıllarda yöntemini daha da geliştirdi ve Paris'te, tümüyle kendi buluşuna dayah bir apartman inşa etti.

Hennig, VVilli (d. 20 Nisan 1913, Dürrhennersdorf. Saksonya. Almanya - ö. 5 Kasım 1976, Ludvvigsburg, AFC). canlıların sovoluş ilişkilerini temel alan sınıflandırmada kladistik (Latince cladoı “filizlenmek") okulun önde gelen kurucularından Alman zoolog. Ortak bir atadan türeyerek evrim sürecin­ den geçen canlıların aynı grup içinde sınıf­ landırılması gerektiğim öne süren kladistik okul yandaşlarına göre taksonomik sınıflan­ dırma, olabildiği ölçüde yalnızca soyağacı ilişkilerini yansıtmalıdır. Bu görüş canlıların taksonomik sınıflandırmasında soyağacı iliş­ kilerine olduğu kadar genetiksel ilişkilere de dayanan geleneksel evrimci sistematikten önemli ölçüde ayrılıyordu. Hennig bu yem yaklaşımının temellerini açıkladığı Grundzûge emer Theorıe des phylogenetıschen Systematik (1950; Fılogenetik Sistematiğin Ana Çizgileri) adh kitabında biyolojinin amaç ve yöntemlerim paleontoloji, jeoloji ve biyocoğrafya gibi bilim dallarıyla birleş­ tirmeye çalıştı. Zooloji doktorasını 1947’de Leipzıg Üniversitesi'nde tamamlayan Hennig, karasinek ve sivrisinek gibi böcekleri içeren Dıpıera (çiftkanatlılar) takımının larvaları üstüne Doğu Berlin’deki Alman Entomoloji Enstıtüsû'nde kapsamlı araştırmalar yaptı Çalış­ malarının sonuçlarını, bu konudaki temel başvuru kaynağı haline gelen Larvcnfonnen der Dipteren Ç1952; Diptera Takımının Lar­ vaları) adh kitabında topladı. Daha sonra çiftkanathlarla ilgili çalışmalarını takımın Yeni Zelanda'daki türlerim de içerecek biçimde genişletti. Bu çalışma ona biyocoğratya alanındaki bulgulara kladistik sınıflan­ dırmanın ilkelerini uygulama olanağını ver­ di. 1961’de ADC'nin Berlin Duvarı m örme girişimini protesto etmek için 1949'dan ben sistematik entomoloji bölüm başkanı olarak hizmet verdiği enstitüdeki görevinden istifa etti. İki yıl sonra AFC’ye geçti vc Stuttgart’ takı Eyalet Doğa Tarihi Müzesi'ne fılogenetik araştırma yöneticisi olarak atandı. henogami, bir aileden yalnızca bir kişinin evlenmesi geleneği. En klasik örneğine Hin­ distan’ın Tamil Nadu eyaletindeki Malabar' da yaşayan babayanh Namputin Brahmanlannda rastlanır Bu toplulukta Namputin kadınlanyla evlenme ve meşru çocuk sahibi olma hakkı yalnızca ailelerin en büyük oğullanna tanınmıştır. Mirasın bölünmesini engelleme ve meşru vârislerin sayısını sınır­ lama gereksiniminden kaynaklandığı sanı-

Hcnri I

172

lan bu gelenek, dinsel öğretiler ve rahgöçümü inancıyla da desteklenir. Hcnogami terimi bazen daha geniş anlam­ da, aileden yalnızca bir kişinin, evliliğini ailenin öbür üyelerini bağlamayan kurallara göre yapmak zorunda olması anlamında da kullanılır. Örneğin anayanh Garoslar ve bazı başka Hintli topluluklar arasında aile­ nin en küçük kızının miras vc ardıllık bakımından özel bir konumu vardı. Buna göre ailenin öbür kızlan kendi istedikleri eşi seçmede özgür bırakılırken, cn küçük kızın belirli bir akrabayla evlenmesi zorunlu tutu­ lurdu.

Henri I (d. y. 1008 - ö. 2 Ağustos 1060, Vitry-aux-Logcs, Fransa), 1026-60 arasında Fransa kralı. Hükümdarlığı ayaklanman vasatlara karşı savaşmakla geçmiştir. Fransa kralı II. Robcrt’in (Sofu) oğlu vc Capet hanedanının kurucusu Hugues Capet’nın torunuydu. Ağabeyi Hugucs’ün ölü­ münün ardından, daha babası hayattayken Rcims'de yağla kutsanarak kral ilan edildi (1026). Ama annesi Constance tahta küçük oğlu Robert’ın çıkmasını istediği için Kral II. Robert'in ölümünden (1031) sonra ülke­ de iç savaş başladı. Henri’nin Normandiya dükü Robert'le birlikte Burgonya'dan çekil­ mesinden sonra bu topraklar Robcrt’c veril­ di (1032). 1033-43 arasında, başta Blois'h Eudcs ve kardeşi Robert olmak üzere vasat­ larıyla savaşan II. Henn'nin hükümdarlığı boyunca kazandığı tek toprak parçası, baba­ sı II. Robert’ın imzaladığı bir antlaşma Îgereğince Fransa Krallığı sınırlan içine katl­ an Sens Kontluğu oldu. Hcnri, Normandıya dükü Guillaume'la (sonradan İngiltere krah 1. William) ayaklanman vasatlan ara­ sındaki Val-aux-Duncs Çarpışması’nda (ya da Val-ös-Dunes; 1047) Guillaumc'a destek oldu. Ama sonradan onunla sık sık savaştı ve 1058’de Varavıllc’de Guillaume karşısın­ da büyük bir yenilgiye uğradı. Öte yandan papalığın Fransa'nın içişlerine kanşmasına direnmeye çalıştıysa da. Papa IX. Leo’nun Reims’de bir konsil toplamasını (1049) en­ gelleyemedi. Henri’nin bir Rus prensesin­ den olan büyük oğlu Philippe, 1059'da Fransa kralı olarak taç giydi. Henri II, orlEans dükü (1547'ye değin) olarak da bilinir (d. 31 Mart 1519, SaıntGermain-en-Laye, Paris yakınlan - ü. 10 Temmuz 1559, Paris, Fransa), 1547-59 ara­ sında Fransa kralı. Huguenot’lara (Fransız Protestanları) uyguladığı yoğun baskılarla ülkesini ıç savaşa sürüklemiştir. Fransa kralı 1. François'yla Claude dc Francc'ın ikinci oğluydu. 1526’da ağabeyi

İl Henri, François Clouel nin bir portre çalışması, 1559; Pıttı Galensi, Floransa Anderjon-Art Rotouü mahkûm eden ünlü belgeyi (1277) hazırayan kurulun üyeleri arasında yer aldı. Gezerek dilenen tarikatlara şiddetle karşı çıkması (1282-90) Kardinal Beneddetto Cactanı (sonradan Papa VIII. Bonifatius) tara­ fından kınanmasına (1290) yol açtı. II Lyon (1274), Köln vc Compiegne (Fransa) konsillerine katıldı. Henn Aristotelcsçilik ile Augustınusçuluk arasında eklektik bir çizgi izledi. Ona göre Tanrı maddeyi, biçimden bağımsız var ol­

mak üzere yaratmış olabilirdi Üz ile varoluş, nıh ile yetilen arasında gerçek bir aşrım yoktu. Henri, usun istençle ilişkisini, hiz­ metkârın efendiyle ilişkisi gibi görüyor, vicdanın da usla asla aykın düşmeyen isten­ cin bir seçimi olduğunu öne sürüyordu Henri’nin yapıtlarına ulaşılamaması, ge­ nellikle tarihçilerin gözünden kaçmasına yol açmıştır. Ama Johannes Duns Scotus'un, çalışmalarını büyük ölçüde Hcnn’nin savlannı yanıtlamaya yöneltmesi, ortaçağda etik kuramının gelişmesinde önemli rol oynamış­ tır. Ockham’lı William vc Saint-Pourçainlı Durand gibi seçkin düşünürlerin saldınlanna karşın, Henn’nin yazılan 14-18. yüzyıllar arasında geniş bir okuyucu kitlesi bulmuş­ tur. 16. yüzyıl boyunca Meryem Ana'mn Hizmetkârlan adlı tarikat yanlış bir kanıyla Henri’yi resmî kilise bilgim olarak benimse­ miştir.

Henri, Robert (d. 25 Haziran 1865, Cıncinnati, Ohio - ö. 12 Temmuz 1929, Nr * York kenti, ABD). Ashcan okulunun( ) * kurucusu gerçekçi ressam ve ABD’nin en etkili sanat eğitmenlerinden biri. Kent görü­ nümleriyle tanınmıştır. Philadelphia'da Pcnnsylvania Güzel Sanat­ lar Akadenıisi'ndc vc Paris’te Güzel Sanat­ lar Yüksckokulu’nda eğitim gördü. 189I’de ABD’ye döndükten sonra Phıladclphıa’daki Kız Tasanm Okulu’nda öğretmen oldu Çarpıcı düşünceleriyle John Sloan, Evcrett Shinn, George Lüks ve VVilliam J. Glackcns gibi bir grup genç gazete ressamını Philadclphia basınına kazandırdı. Sonraları bu

‘Kendi Portresi", Robert Henri’nin yağlıboya çalışması, 1913; Chicago Sanat Enstitüsü Art Insuiulo ol Chicago

sanatçılarla Sekizler adıyla anılan bir grup oluşturdu. 1898-1900 arasında Paris’te kaldı ve resmi Salon da bir sergi açtı. Ardından New York kentine yerleşti ve burada Ne» York Gerçekçileri adıyla anılan Sekizlerim Ashcan okuluna dönüşmeden önceki tek toplu sergisini düzenledi (1908). 1913'ıe Armory Show’da yapıtlarım sergileyen Henri, 1915'ten 1928’e değin New York kentindeki Sanat Öğrencileri Birliğimde ders verdi. Çok hareketli bir yaşam sûrdu ve portre ressamı olarak birçok sanatçıyı etkiledi Sanatı yaşam sevgisinin bir anlatımı olarak görüyordu. Bu düşüncesini yansıttığı Th( Art Spirit (1923; Sanat Ruhu) uzun süre sanatçılarla sanat öğrencilerinin çok beğen­ dikleri bir yapıt olarak kaldı. Henri’nin “Kendi Portresi" (1913) gibi resimleri fırça işçiliğindeki üstün becerisini, canlı renklere olan düşkünlüğünü ve hareke­ ti gelip geçici ifadelerle yakalamadaki yete­ neğini yansıtır. Henri’nın Amerikan sanatı üzerindeki asıl etkisi resimlerinden çok. eğitim alanındaki çalışmalarıyla olmuştur

Genç kuşaktan birçok sanatçının akademik seçmecilikten (eklcktisizm) uzaklaşmasını ve modem kent yaşamını konu alan resimle­ re yönelmesini sağlamıştır.

Hcnri IV üslubu, IV. Henri'nin krallığı döneminde (1589-1610) Fransa’da sanat ve mimarlık alanında ortaya çıkan üslup. IV Hcnn bir sanat koruyucusu olarak özellik­ le mimarlığın gelişmesinde etkili oldu. Saraylarının çoğunda yeni düzenlemeler vc eklemeler yaptırdı; ama en çok başkent

ya Sc/’m'ini (Ulusal Meclis) toplantıya ça­ ğırmasını. ayrıca Sejm tarafından dönüşüm­ lü olarak seçilen bir grup senatörden oluşa­ cak bir kurulu düzenli biçimde toplamasını öngörüyordu. Tüzük. Se/rn'c kralın vârisi­ nin yanı sıra eşini de seçme hakkı tanıyor; kralın ordu vc yasama üzerindeki yetkisini kısıtlıyordu Ayrıca kral, Polonya’da dinsel özgürlüğü güvence altına alan Varşova SözIcşmcsi'ni dc (28 Ocak 1573) tanımak zo­ rundaydı. Tüzüğe göre kralın yükümlülük­ lerini yerine getirmemesi vc Hcnn Tüzüğü' ne saygı göstermemesi durumunda, soylu­ ların krala bağlılıkları da kendiliğinden sona erecekti. Hcnn Tüzüğü, I795'c değin Polonya'nın temel yasası olarak kaldı

Henrietta Marta, Fransızca

henriette(d. 25 Kasım 1609, Paris - ö. 10 Eylül 1669, Colombcs Şatosu, Paris yakınlan Fransa), Ingiltere kralı I. Charles’ın karısı. Kral II. Charles ile Kral II James'ın annesi

marie

Henri IV üslubunda Pont-Neuf, Sen Irmağı, Paris Docıment Gıraudon

Paris’in modernleştirilmesine ve güzelleşti­ rilmesine ilgi gösterdi. 16O3’te planlanan ve bugün adı Vosgcs Meydanı (Place des Vosges) olan Kraliyet Meydanı (Place Royale) onun kent düzenlemesi alanındaki ilen gö­ rüşlülüğünü ortaya koyan bir örnektir. Henri 1599'da da Pont-NeuTün yapımının yeniden başlaması için emir vermiş, ama özgün projedeki zafer taklarını ve küçük sıra evlen kaldırtarak planı basitleştir­ mişti. Pont-Neuf, Sen Irmağının iki yakası­ nı ortadaki ile de la Çilenin üçgen bi­ çimli burnu üzerinden birbirine bağlıyor­ du. Henri, adanın bu noktasında, alt katlan dükkân, üst katlan konut olan yapılarla çevrelenecek Dauphine Meydanı’nın (baş­ lanması 1607) yapılmasını öngördü. Bu mey­ danın ortasında çok geniş bir açık alan bulunuyordu. Modem kent planlamasının ilk başyapıtlanndan biri olan Dauphine Meydanı yapılarla sıkışmış bir kütle değil, kentin bütünü içine uyumlu bir biçimde yerleştirilmiş bir açık alandır. Bu dönemde ikinci Fontainebleau okulu­ nun etkisi yaygın olmakla birlikte, IV Henri üslubunun bu okulun resim anlayışıy­ la yakınlığı yoktur. IV. Henri üslubu daha çok, ayrıntılar arasında kaybolmayan bir insanın ileri görüşlülüğünü ve uygulanabilir projelerini yansıtan yapılarla tanımlanır.

Henri Tüzüğü, Lehçe artykuly henryPolonya soylularının (szlachla) hak ve ayrıcalıklar bildirisi (1573). 11 Mayıs 1573'te seçilen Valois’lı Henri’yle başlaya­ rak seçimle başa geçen tüm Polonya kralları monarşinin otoritesini ciddi biçimde sınırlaftan bu bildiriyi onaylamak zorunda kalmışardır. Kral 11. Zygmunt August Temmuz 1572'de ölünce, Anjou dükü Valois’lı Henri (sonradan Fransa kralı 111. Henri), Polonya tahtına seçilebilecek en uygun aday olarak görüldü. Ama Polonyah Protestanlar, Aziz Bartolomeus Yortusu Kıyımı'nda (23-24 Ağustos 1572) Huguenot’ların (Fransız Pro­ testanları) öldürülmesinde sorumluluğu bu­ lunan Katolik Henri'nin, Polonya kralı se­ çilmesi durumunda kendilerine baskı uygu­ lamasından çekiniyorlardı. Bu yüzden, kralı seçmek için toplanan soyluların kralın yetki­ leri konusundaki anayasal sınırlan da açıkça belirlemesini istediler. Sonuçta hazırlanan ve Henri Tüzüğü adıy­ la bilinen bildiri, kralın ıkı yıldır bir Polon­ kovvskie.

Henrietta Marta, Sir Anthony Van Dyck'ın bir çalışmasının yağlıboya kopyasından ayrıntı; Ulusal Portre Galerisi. Londra NalKzıal Pot Ganory Londra

Katolikliği sarayda açıkça sürdürmesi tepki­ lere yol açmakla birlikte, Ingiliz İç Savaşlan’nın ilk döneminde kralı kararlılıkla des­ teklemiştir. Fransa kralı IV Henri ile Marie de Medıcis’nin kızlanydı. Çocukluk yıllan siyasal entrikalar arasında geçti. Doğumundan altı ay sonra babası öldürüldü. Yedi yaşınday­ ken annesi Paris'ten sürüldü. 1625'te 15 yaşma geldiğinde Charles ile evlendi. Charles’ın gözde adamı Buckıngham 1 dükü George Villiers’ın küstahça tutumu önceleri kralla ilişkisini gerginleştirdi. Ama Ağustos 1628'de Buckingham’ın öldürülmesinden sonra Charles kansına gerçekten âşık oldu. İç savaş yaklaştıkça Hcnnetta Maria siya­ setle ilgilenmeye başladı. Parlamento yanlılannı devirmek için bir askeri darbe kışkırttıysa da bunda başanlı olamadı. Kral için papalık, Fransa ve Felemenk'ten destek sağlama çabalan birçok İngilizı öfkelendir­ di Ağustos 1642’dc savaş patlak verdiğinde Hennetta Maria Felemenk’te kocası için E ara topluyordu. Şubat I643’te Yorkshire'a ağlı Bndiington'da karaya çıktı ve Kuzey İngiltere'de kralcı hareketi yeniden canlan­ dırmaya girişti. Kralcılann durumu kötüle­ şince Temmuz 1644’te Fransa’ya kaçtı Bir daha hiç görmediği kocası 1649'da parla­ mentonun emriyle idam edildi. Henrietta Maria Paris'te bir süre Louvre'a, daha sonra da Palais Royal'e yerleştiyse de önemli bir siyasal etkinlikte bulunmadı. Glouccslcr dükü olan küçük oğlu Henry’yi Katolik yapma girişimi, büyük oğlu Prens Charles (sonradan Kral Iİ. Charles) ile arasını açtı. Chaillot'da bir manastır kura­ rak zamanının çoğunu orada geçirdi. II. Charles’ın tahta geçmesinden sonra Ekim 1660’ta Ingiltere’ye gitti ve kendisine yılda 60 bin sterlin maaş bağlandı. İngiltere’ye ıkı kez daha gittiyse de orada aradığı koşullan

175

Henrique

bulamadı, sonunda 1665’le Fransa’ya geri dondu vc yaşamının sonuna değin orada kaldı

Henriette-Anne (IngilitrelIi

Fransızca İngilizce henrietta anne of england (d. 16 Haziran 1644. Exctcr. Dcvon, Ingiltere - ö 30 Haziran 1670, Saınt-Cloud. Fransa), Orleans düşesi olan İnciliz prenses. Kayınbira­ deri Fransa kralı XIV Louıs'nın sarayında önemli rol oynamıştır Ingiltere kralı I Charles’ın kuçuk kızıydı Babasının 1649’da idam edilmesinin ardın­ dan sürgüne gönderilen annesi Hennetta Mana tarafından Paris'te yetıştınldı Karde­ şi II Charles’ın 1660’ta İngiltere tahtına çıkmasından sonra. 30 Mart I661’de Fransa kralı XIV Louis’nın kardeşi Orleans dükü Phılıppe de France’la evlcndinldı Eşcinsel olan kocası kendisiyle ilgilenmediği için Kral XIV. Louıs’yle kısa süren bir gönül macerasından sonra Guiche kontu Armand de Gramont'la evlilik dışı ilişki kurdu 1670’tc İngiltere'ye giderek, Ingiltere vc Fransa'nın Felemenklilere karşı ittifak kur­ ması için II. Charles’la yürütülen gizli gö­ rüşmelerde önemli rol oynadı. Bu görüşme­ lerin ardından ıkı ülke arasında Dover Antlaşması imzalandı. Hennettc Fransa'ya döndükten kısa süre sonra ansızın öldü. Kocasının bir dostu tarafından zehirlendiği yolunda söylentilerin yayılmasına karşın, tanhçıler apandisit patlamasından olduğu inanandadır Hennctte’in Orleans dükün­ den olan kızlarından Mane Louıse, İspanya kralı II. Carlos'la evlendi. Sonradan Sardınya kraliçesi olan öteki kızı Anne-Marie ise 19. ve 20. yüzyıllarda Ingiltere tahtında hak iddia eden Jacobusçulann ilk onderlen ara­ sında yer aldı. HENRİETTE-ANNE

D ANGLETLRRr .

Henrique, lakabı

kardinal kral henrioue. Portekizce henrioue o cardeal rei (d 31 Ocak 1512. Lizbon - ö. 31 Ocak 1580, Almeırım, Portekiz), Portekiz kralı (157880) ve Katolik din adamı. Kısa süren hü­ kümdarlığı sırasında veraset sorununu çö­ züp yerine geçecek bir vâris belırleyememesi, ölümünden sonra Portekiz tahtının Ispan­ ya kralı İL Felipe’nın ehne geçmesine neden olmuştur Portekiz kralı 1. Manucl'in oğluydu Genç yaşta din adamı olmaya karar verdi Sırasıy­ la Braga (1534), Evora (1540) ve Lizbon (1564) başpiskoposluklarına atandı ve 1545'te kardinal yapıldı Bir süre Portekiz Enkizisyonu’na da başkanlık etti Cizvıtlerin sadık bir destekçisi olduğundan 1558'de Evora’dakı Cizvit üniversitesini kurdu Çocuk yaşta tahta çıkan yeğeninin oğlu Sebastiâo'nun (hd 1557-78) 1568’de yöneti­ mi üstlenmesinden önce, bir süre kral naibi olarak görev yaptı Sebastiâo'nun Kasrü’lKebir'de (Fas) Magnplilerle yapılan Vadıu'l-Mehazın Savaşı’nda (Üç Kral Savaşı) ölmesinin ardından, 1578’de tahta çıktı Hiç evlenmemiş olan Hennque, veraset sorunu­ nu çözemeyince, kendisinden sonra naip sıfatıyla ülkeyi yönetmek üzere beş vali atadı. Ama ölümünden sekiz ay sonra İspanyollar ülkeyi işgal etti ve İspanya kralı İl. Fclipe kendisini I. Filıpe adıyla Portekiz kralı ilan etti.

Henriquc o navegador. Portekızcede de Nlzct henrioue. tam adı roRtEKiz prensi. VISELI DÜKÜ VC COV1LHÂ SENYÛRÜ HENRİOUE.

Portekizce

henrioue. infante de porfugal

DUOUE DE VİSEU, SENHOR DA COV1L1LÂ (d. 4

Mart 1394, Porto - ö. 13 Kasım 14ö0, Vıla do İnfante, Sagres yakınlan, Portekiz), Por-

Hcnriquc

176

tekizli prens. Koruyuculuğunda Madcira Adaları ile Afrika’nın batı kıyılarına keşif gezileri düzenlenmiş, Portekiz karavciası olarak bilinen yelkenli geminin yapımı ger­ çekleştirilmiş, haritacılık teknikleriyle de-

Hennpue o Navegador, Nuno Gonçalves'in yaptığı sanılan triptikten bir aynntı, y. 1465-70; Eski Yapıtlar Ulusal Müzesi. Lizbon Njoonai de Ar.e Anlığa Luben

nızcilik aletlerinde ilerleme sağlanmış ve deniz ticareti büyük ölçüde gelişmiştir. Gençliği. Hennaue, Kral I. Joâo ile Lancaster (Ingiltere) oükü John of Gaunt'ın kızı Phılippa'nın üçüncü oğluydu. Adını ilk kez Fas’ın Septe kentinin ele geçirilmesi sırasın­ da duyurdu. Kardeşleri Duarte ve Pedro ile

birlikte Kral Joâo’yu Fas’a bir sefer düzen­ lemeye ikna etti. O sırada ülkede başlayan veba salgınına ve kraliçenin de bu hastalık­ tan ölmesine karşın, Portekiz ordusu Tem­ muz 1415’te denize açıldı. Hazırlıksız yaka­ lanan Sente, Portekizlilerin bile ummadığı kadar kolay ele geçirildi. Hennque’nin he­ men Septe valisi yapılması, onun kuşatma sırasında kendim göstermiş olduğunu ortaya koymaktadır. Valilik görevi sürekli Septe’ dc oturmasını gerektirmiyordu ama, kentin savunulmasından Hcnrique sorumluydu. 1418'de, Fas'taki Fcz kentinin Müslüman yöneticileri, Ispanya’daki Granada Kralhğı’yla güçlerini birleştirerek Scpte’yı kuşattı­ lar. Henriquc destek güçlerle kentin yardı­ mına kontuysa da. oraya vardığında Porte­ kiz garnizonu saldırıp püskürtmüştü. Bu­ nun üzenne Granada Krallığı üzenne yürü­ meyi önerdi; ama babası banştan yanaydı ve Hcnnque’nin ülkeye geri dönmesi için kesir, emir verdi. Septe valisi olduğu için emri altında her zaman bir deniz gücü bulunan Hcnrique daha önce dc bazı küçük deniz scfcrlenne destek sağlamıştı 1418'dc, kendisine bağlı soylulardan Joâo Gonçalvcs Zarco ve Tnstâo Vaz Tcixcira, geçen yüzyılda Cenovah lann gittiği Madeıra Âdalanndan Porto Santo’yu vc kısa bir süre sonra da Madcira Adasını yeniden keşfettiler. Portekiz'e dönüşünde Henrique, Viscu dü­ kü vc Covilhâ senyörü oldu. 1419'da, Porte­ kiz'in güney ucundaki Algarve’nin valisi olarak saraydan ayrıldı. Denizcileri, harita­ cıları, astronomları, gemi vc denizcilik alet­ leri yapan ustaları, burada kendisi için yaptırdığı küçük sarayda topladı. Desteklediği seferler. 1420’ae 26 yaşınday­ ken papa tarafından, Portekiz'de Tcmplıer Şövalyeleri'nın yerini alan Mesih tarikatının

başına getirildi. Bu kominin sayesinde top­ ladığı paralar, bir amacı da Hıristiyanlığı yaymak olan büyük keşif girişimlerini önemli ölçüde desteklemesini sağladı. Hcnnque 1420'dcn başlayarak, öncclcn Fas’ın Atlas Okyanusu kıyılarını, daha son­ ra da Hindistan'a giden güney yolunu keş­ fetmek, oralarda Hıristiyanlığı yaymak vc ticareti geliştirmek amacıyla keşif gezilen düzenledi. 1425’tc uzun bir Avrupa yolculu­ ğuna çıkan ağabeyi Pedro, yaptığı çeşitli geziler sonucunda coğrafyaya ilgi duymaya başladı. 1428'dc Portekiz'e dönerken, Marco Polo’nun kitabının bir nüshasını da Portckizccye çevirterek Hcnriquc'yc götürdü. 1433’tc Kral Joâo ölünce, Duarte onun yerine geçti. Ağabeyinin hükümdarlığının ilk beş yılı boyunca Hcnrioue, gemilerini Afrika'nın daha güneydeki kıyılarına gön­ derdi. Bu dönemde elde edilen en önemli başarı, Gil Eanes’in önceleri denizcilerin gözünü korkutan söylentilerin üstesinden gelerek 1434'tc Bojador Burnunu aşmasıydı. Bunu izleyen yıllarda Henrioue'nin kap­ tanları Rio dc Oro'nun biraz dana güneyine indiler. Yeni keşfedilen Asor Adalarını da Henrique ve Pedro’nun emriyle kolonileştirmeyc başladılar. 1437'de Hcnrique ve küçük kardeşi Fcrnando'nun Tanca’ya düzenlemek istedikleri sefere Duarte gönülsüz biçimde onay verdi Tanca’ya saldıran Henricjue ile Femando bozguna uğradılar; Henrıquc'nin başarısız komutası sonucunda Portekiz ordusu, ancak Fernando’nun rehine olarak bırakılması karşılığında geri dönebildi. Henrique rehine olarak kendisini önermekle birlikte komuta­ nını yitirmek istemeyen ordu bunu reddet­ mişti. Femando 1443’te kötü muamele yü­ zünden Fez'de öldü. Duarte, Hcnriquc’nin ülkeye dönüşünden kısa bir süre önce, 1438'de ölmüştü, vârisi V. Afonso ise daha altı yaşındaydı. Pedro, Afonso’nun annesi Aragonlu Lconor'un sert muhalefetine karşın naipliği üstlendi Hcnrique, Pedro’nun naip olmasından hoş­ nuttu; kendisi yalnızca sarayına gen dön­ mek ve denizcilikle ilgili çalışmalarına yem­ den başlamak istiyordu. Lconor'un ülkeyi terk etmesiyle aile içinde bir ölçüde banş sağlandı ve sonraki on yıl boyunca Hcnrique ile Pedro uyum içinde çalıştılar. Ama evlilik dışı üvey kardeşleri Barcelos kontu Afonso, gen planda kalmaktan rahatsızlık duyuyor ve hep anlaşmazlık çıkarmaya çalışıyordu; sonunda bunu başardı. Bu dönemde naip Pedro'dan destek vc yardım gören Henrıque’nin keşif çalışmalın hızla ilerliyordu. Henrique’nin önde gelen amaçlarından biri, Portekiz ekonomisini güçlendirmek vc deniz yolculuklarının ken­ di kendini finanse etmesini sağlamak için, varlığını Septe'de öğrendiği Afrika'daki al­ tın yataklarını bulmaktı. Batı Afrika kıyıla­ rına gönderilen bir karavcla, I4-H‘de bu miktar altın tozu ve köleyle döndü; böylece Henrique'nin yararsız girişimler için pıra harcadığı yolundaki eleştiriler önlendi Henrique'nın adamlarından Diniş Dıas, 1445'te o dönemde Nil’in kolu olduğu sanı­ lan Senegal İrmağının ağzına ulaştı. Bir yıl sonra da Kaptan Nuno Tristâo. Gambia Irmağını keşfetti. 1448’de köle ticareti artık iyice geliştiğinden, Arguin Adasında bir kale ve depo yapılması gerekti. Bu yerleşme AvrupalIların kurduğu ilk denizaşırı ticaret merkeziydi. V. Afonso 1446’da yasal olarak krallık yetkilerim üstlendi. Genç kral, Pedro’nun kızı Isabcl ile evlenmiş olmasına karşın, kral naibi ile ilişkileri gene de kötüydü. Barcelos kontu Afonso da, kolay etki altında kalan genç kralı etkilemeye başlamıştı

Barışı sağlama çabasındaki Hcnriauc, Sagrcs’tcki sarayından ayrılıp kardeşi l’cdro ile yeğeni Kral Afonso arasında anlaşma sağla­ maya çalıştıysa da başarılı olamadı. İki taraf arasında silahlı çatışma kaçınılmaz hale gel­ diğinde Hcnriauc geri planda kalmaya çalış­ tı; ama sonunda kendini kralın yanında yer almak zorunda hissetti. Mayıs 1449'da rast­ lantı sonucu katılmadığı /Mfarrobeira'daki çatışmada Pedro okla vurularak öldürüldü. Aile içi kan davasının böylece sona ermesi­ nin ardından Hcnrique’nın Septe’ye sürgü­ ne gitmek istediği, ama kralın buna izin vermediği sanılmaktadır. Son yılları. Alfarrobeira'dan sonra Henrıquc, toplumsal yaşamdan bir ölçüde uzakla­ şarak, zamanının büyük bölümünü Sagres’ te geçirmeye başladı. Kral kendisine, Gine kıyılarına keşif ve ticaret gemileri gönderme hakkı tanıdı. Ara sıra Lizbon sarayında görülen Henrioue, yaşamının son 10 yılında gene deniz yolculuklarına destek sağladı Son olarak göreve yolladığı iki gemici Vene­ dikli Alvisc Ca'da Mosto (Cadamosto) ile Portekizli Diogo Gomcs, Cabo Vcrdc (Ye­ şil Burun) Adalarının bazılarını keşfettiler. Bazı kaynaklarda Hcnrique’nin adamları­ nın Sierra Leone’den 400 mil daha ötedeki Palmas Burnuna (Fildişi Kıyısı'nın açığında) kadar ilerledikleri belirtilir. Ama Henrıque' nin sağlığında güney yönünde Afrika kıyıla­ rında ulaşılan cn uzak noktanın Sierra Leo­ ne olduğu genellikle kabul edilir. V. Afonso, din uğruna savaşlar yapma konusunda çok istekli olmakla birlikte, keşif çalışmalanna fazla ilgi göstermiyordu. 1458’de Alcâcer Ceguer'e (bugün KasrükScghir) bir sefer düzenleyerek Fas’ı ele geçirme girişimlerini yeniden başlattı. Hennque de bu seferde kendisine eşlik etti. O zaman 64 yaşında olmasına karşın savaşta önemli başarılar gösterdi ve kent teslim olduğunda da halka çok yu m uşak davrandı. (Kral Afonso teslim koşullarını amcasına bırakmıştı.) Henrique, Alcâcer Ceguer’den döndükten iki yıl sonra öldü. Hcnrioue’yc İngilizlerce verilen "Denizci" lakabı, kendisi keşif için hiçbir zaman deni­ ze açılmamış olduğundan yanlış biçimde kullanılmaktadır. Henrique’nin asıl ünü de­ nizcileri destekleyip korumasından kaynak­ lanır. Büyük keşifler çağını vc Avrupa’nın denizaşırı topraklara yayılma politikasını Hcnrique'nin başlattığı söylenebilir.

Henry I, lakabı

(d. 1069, Sclby, Yorkshire, İngiltere - ö. I Aralık 1135, Lyons-la Foret, Normandiya), 1100-35 arasında İngiltere kralı. Babası I. \Villiam' ın (Fatih) yönetsel reformlarını sürdürerek tahtın konumunu güçlendirmiştir Ağabeyi 11. VVilham’ın bir av kazasında ölmesinden (5 Ağustos 1100) üç gün sonra kral ilan edildi, varlıklı Anglonorman ba­ ronlar ise, üc kardeşin en büyüğü olarak feodal gelenekler uyannea Normandiya’nın yönetimini üstlenen ve 1. Haçlı Sefen’nden dönmekte olan büyük ağabeyi Duk Robert Curthose'un başa geçmesini istiyorlardı. Henry, baronlara karşı geniş bir destek sağla­ mak için hemen harekete geçti. Bu amaçla keyfi vergi toplanmasına, kilise gelirlerine el konmasına ve önceki dönemlerde görülen öteki düzensizliklere son vermeyi öngören bir ferman çıkardı. Anglosakson kökenli Prenses Matılda ile evlenerek Iskoçyahlarla barışçı ilişkiler kurdu ve İngilizierin desteği­ ni kazandı. 1101’de İngiltere’ye giren Robert Curthose bazı güçlü baronları da kendi safına çekti. Ama çoğu Anglosakson kökenli öteki ba­ ronların ve sürgünden getirttiği Canterbury başpiskoposu Aziz Anselmus'un desteğini alan Henry, görüşmeler yoluyla bir uzlaş­ henry ıınAUCLERC

maya vanlmasını sağladı. Robert, Henry' nin Normandiya’dakı topraklan ve yüklü bir yıllık vergi karşılığında Ingiltere üzerin­ de hak iddia etmekten vazgeçti Robcrt’in kararsız yönetimi bir süre sonra Normandıya’yı kargaşalığa sürükleyince İn­ giltere’ye kaçan Norman kilise adamları

I. Henry, 14 yüzyıla ait bir yazmadan alınmış minyatür; Bnlish ijbcary, Londra Bmsn üoıary Lord>.ı

Henry'dcn düklüğü ele geçirmesini istedi­ ler. Öteden beri babasından kalan topraklan birleştirmeyi tasarlayan Henry, Norman baronlan vc komşu hükümdarlarla anlaşma­ lar yaparak durumunu sağlamlaştırdıktan sonra Robert’ın ordusunu Normandiya’nın güneybatısındaki Tinchebrai’de (bugün Tinchebray) bozguna uğrattı (1106) Tutsak düşen Robert yaşamının sonuna değin Cardiffdeki şatosunda hapis kaldı. Normandiya'da kilise haklarını savunan Henry, aynı dönemde İngiltere’de Canter­ bury başpiskoposuyla çatışmaya girdi. Kili­ se görevlilerinin atanması ve kilise mülkle­ rinden kaynaklanan anlaşmazlık papa, kral ve başpiskopos arasındaki sayısız mektup­ laşma ve tehditlerden sonra Tınchcbrai ÇarÎışması öncesinde bir sonuca bağlandı. 107'de Londra'da yapılan anlaşmaya göre Henry din adamlarını kralın ataması konu­ sunda ısrardan vazgeçerken, Anselmus da din adamlarının krala bağlılık bildirmesi konusunda gen adım attı. Böylece Londra anlaşması ve Tinchebrai'deki İngiliz zaferi Anglonorman topraklarına birlik ve huzur getirdi. Henry, sonraki yıllarda kızı Matilda’yı (sonradan İmparatonçe Mathilde) Kutsal Roma-Germen imparatoru V. Heınnch ile evlendirdi ve tek meşru oğlu William'ı tahtın vârisi ilan etti. Normandiya üzerinde­ ki egemenliğini tehdit eden Robert Curtho­ se'un oğlu VVilliam Clito'nun Fransa kralı VL Louıs, Anjou kontu Foulqucs ve yüksek vergilere tepki duyan Norman baronlarıyla ittitak kurarak Normandiya’nın doğusunda giriştiği iki saldırıyı püskürttü. Ardından baronlara boyun eğdirdi, oğlunu Foulques’ un kızıyla evlendirerek Anjou hanedanıyla yakın bir ittifak kurdu ve VL Louis’yi barışa zorladı. Henry’nin verasetle ilgili tasanlan oğlu NVilliam'ın Kasım 1120‘dc bir deniz kazasın­ da ölmesiyle bozuldu Bir sûre sonra İmpa­ rator V. Heinrich’in ölümü (1125) üzerine kızını İngiltere'ye geri çağırdı ve baronların vârisi olarak ona bağlılık yemini etmesini sağladı. Matilda 1128'de Anjou kontu Geoffroi Plantagenet ile evlendi ve sonradan II. Henry adıyla tahta geçen ilk oğlunu doğur­ du (1133). I. Henry’nin hükümdarlık dönemi İngilte­ re’de barışı, Normandiya’da da göreli bir istikran sağlamanın yanı sıra kişiye bağh ınonarşik yapıdan bürokratik bir devlete §eçişte önemli bir aşama oldu Gene bu önemde eski Norman yayılmacılığı yerini içeride krallık otontesini pekiştirmeye ağır­ lık veren bir politikaya bıraktı.

177

Henry II

Henry II, anjoitlu henry ya da henry plantagenet olarak da bilinir (d 1133, Lc Mans, Maıne - ö. 6 Temmuz 1189. Tours yakınlan. Fransa). 1154-89 arasında İngilte­ re kralı Hükümdarlığı sırasında Ingiltere'de krallık yönetimim güçlendirmiş ve Fransa’ daki topraklannı genişletmiştir İyi bir eğitim gördü H50'de Normandiya dükü, babası Geoffrey Plantagcnct'nın ölü­ mü üzerine 115l’de Anjou kontu, Fransa kralı VII. Louıs'den boşanan Eleanor'la yaptığı evliliğin ardından 1152’de Akıtansa dükü oldu II. Henry’nin kızı olan annesi Matılda'nın İngiliz tahtı üzerindeki hak iddia­ sını sürdürerek I I53’te Ingiltere’ye geçti. Kendisini vâns olarak ilan etmek zorunda kalan Kral Stcphen'ın ölümünden (1154) sonra herhangi bir muhalefetle karşılaşma­ dan tahta çıktı. Böylece Iskoçya'dan Pırencler'e kadar uzanan geniş topraklan tek bir taht altında birleştirdi. Hükümdarlığının ilk aylannda saray kâti­ bi (chancellor) Thomas Becket’ın de yardı­ mıyla ası baronlan sindirmeyi başaran Hen­ ry. öncelikle ıç savaş ve feodal beyler arasındaki çatışmalar nedeniyle sarsılmış olan krallık otontesini yeniden sağlayarak güçlü bir merkezi yönetim oluşturmayı he­ def aldı. Bu amaçla baronlar konseyi ve yerel yönetimden sorumlu şcnflık gibi An­ glonorman kurumlara işlerlik kazandırdı. Ardından kilise üzcnndckı krallık denetimi­ ni venıden kurmak için 1162’de Becket’i

II. Henry'yı (solda) Thomas Becket ile (ortada) tartışırken betimleyen, 14 yüzyıla ait yazmadan alınmış bir minyatür; Bntısh Library. Londra Bnton UtMir, LorKPa

Canterbury başpiskoposluğuna atadı. Baş­ langıçta kralı destekleyen Becket. bir sûre sonra kilisenin ayrıcalıklarını savunmaya başladı. 1164’te kilise mahkemelerinin yet­ kilerini sınırlamak amacıyla çıkarılan Clarendon Tûzûğû’nût ) * kabul eder göründûyse de bir yıl sonra Fransa kralı VII. Louis’ye sığındı. Kiliseye karşı baskıcı bir politikaya yönelen Henry, papaya bağlılığı da büyük ölçüde sınırlama yoluna gitti I170'tc en büyük oğlu Henry’ye tahtın ortağı olarak York başpiskoposunun elinden taç giydir­ mesi çatışmayı daha da anırdı. Aynı yıl içinde varılan uzlaşma çerçevesinde Ingilte­ re’ye dönen Becket’ın saray şövalyelerince öldürülmesi Henry’nin dışarıdaki konumu­ nu oldukça sarstı. Kiliseyle ortaya çıkan çatışma yargı siste­ minde başlatılan düzenlemelerle de ilgiliydi. 1166'da krala bağh gezici yargıçlar uranlığıy­ la ceza davalannı düzene koydu. Daha sonra arazi uyuşmazlıklannı da krallık yargı yetkisi içine alarak, saraydan mahkeme emn çıkarma yoluyla davalının jürili bir duruşmada yargılanmasını sağlamaya daya-

Henry 111

178

nan grand assıze sistemini kurdu. Öte yan­ dan askerlik hizmeti yenne bedel ödenmesi­ ni zorunlu kıldı vc özgür köylüleri silahlan­ dırarak yerel milis örgütlen oluşturdu. Henry döneminde gelenek hukukuna da­ yalı bir düzen kurulurken maliye vc hukuk meslekleri de büyük önem kazandı. Yönet­ sel alandaki düzenlemeler de parlamento­ nun onaya çıkışından önce feodal monarşi­ nin monarşik bir bürokrasiye dönüştürülme­ sinde etkili oldu. Henrv, 34 yıllık uzun hükümdarlığı sırasın­ da fetih, diplomasi ve iki oğlunun evlilikleri yoluyla Fransa’nın batısında geniş topraklar ele geçirdi. Aynca üç kızını çeşitli hanedan üyeleriyle evlendirerek Almanya, Kastilya ve Sicilya'da da büyük nüfuz sağladı. Kara Avrupa'sındaki bu ağırlığı ve Beckct olayı Fransa kralı VII. Louis ile zaman zaman çatışmaya girmesine yol açarken. Kutsal Roma-Ğemıcn imparatoru 1. Friedrich’le (Barbarossa) iyi ilişkiler kurdu. Friednch'ın Papa 111 Alcxander’la çatışmasında arabu­ luculuk rolünü üstlendi ve bu durumdan Yararlanarak papanın Becket olayına etkin biçimde katılmasını önledi. Henry’nin yönetimini sarsan en büyük tehdit aile içi kavgalardı. Kendisinden yaşça büyük olan Eleanor'la evliliği uzun süre uyum içinde geçti. Ama en büyük oğlu Hcnry’yi tahta ortak ettikten ve topraklarını öteki oğullan Gcoffrey, Richard ve John arasında bölüştürdükten sonra, gerçek oto­ riteyi elinde tutmaya yönelmesi, birbiriyle çekişme içindeki oğullannın başkaldırması­ na neden oldu (1173). Bu sırada İngiltere ve Normandiya’da baronlar da genel bir ayak­ lanma başlatmıştı. Beckct'in öldürülmesi ve yeni vergiler yüzünden güç durumda olan Henry, Normandiya ve Bretanya’daki olaylan yatıştırdıktan sonra İngiltere'ye geçti ve buradaki ayaklanmayı da Ağustos 1174'tc bastırdı. Öğullannı bağışlamakla birlikte onlarla işbirliği yapan Eleanor'u göz hapsin­ de tuttu. Henry’nin oğullan Henry ve Richard ara­ sında 1181’de Akitanya'nın yönetimi konu­ sunda ortaya çıkan çatışma yeni bir ayaklan­ maya yol açtı. Genç Henry’nin ölümünden (1183) bir yıl sonra bu kez Richard ve John karşı karşıya geldi. Geoffrey'nın ölümüyle (1186) yatışan olaylar, Henry’nin tahtı John'a bırakma girişimi yüzünden yeniden alev­ lendi. Richard ile Fransa kralı II Philippc ittifaka girdi. Henry bu kez yenilgiye uğra­ yarak öne sürülen koşulları kabul etmek zorunda kaldı. John'ın da karşı saflara geçtiği haberleri üzerine durumu daha da kötüleşti. 1189’da Tours yakınlarında öldü.

Henry (III) t'»l Ga'Ksry Londra

gerekli malt kaynaklan sağladı. Fransa krah VI. Charles’la yürütülen görüşmelerin Tem­ muz 1415'tc kesilmesi savaşı kaçınılmaz hale getirdi. Henry daha savaş hazırlıkları sırasında Kuzey Fransa'daki kent ve kaleleri sistemli bir biçimde ele geçirerek kalıcı İngiliz garnızonlanna dönüştürmeye ve çevre bölgeleri düzenli bir yönetim ve vergiye bağlayarak savaş giderlerini karşılamaya dayanan bir strateiı hazırlamıştı Sen Çarpışmasından (1416) sonra Ingiliz donanmasının Manş Denizinde elde ettiği kesin üstünlüğe kar­ şın, söz konusu stratejinin uygulanması bek­ lenenden çok uzun zaman aldı. Yedi yıl boyunca bütün enerjisini savaşa veren Hen­ ry genç yaşta yıprandı. Henry'nin karadaki ilk seferinde Harfleur'un alınmasından (Eylül 1415) sonra Agincourt Çarpışması kazanıldı. Büyük yankı uyandıran bu zafer, Henry’yi bir anda Avrupa'nın siyasal hakemi durumuna getir­ di. Kutsal Roma-Germen imparatoru Sigisınund 1416’da Henry’yi ziyaret ederek Can­ terbury’de İngiltere ile bir ittifak antlaşması imzaladı. Henry, Cenova’nın Fransa'ya sağ­ ladığı donanma desteğim çekmesi için Sıgısmund'un nüfuzunu kullandı. İki hükümda­ rın işbirliği 1417'de V. Martınus’un papa seçilmesini ve Büyük Bölünme'nin sona ermesini sağladı. Bundan sonra uzun ve çetin bir kuşatma savaşma girişen Henry, Normandiya’yı adım adım fethetti. Kuzey Fransa'nın başkenti Rouen Ocak I419’da düştü. Eylül I419'da Burgonya dükü Jean'ın öldürülmesi Burgonya'nın İngiltere ile itti­ faka girmesini sağladı. Bu gelişmeler üzeri­ ne Fransızlar 21 Mayıs 1420’de Troyes Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşmayla Fransa tahtının vârisi ve kral naibi olan Henry, 2 Temmuz 1420’de de Fransa krah Charles’ın kızı Cathenne ile evlendi Ama Melun ve Meaux kuşatmalannda sağlığı iyice bozulduğundan. 1422’de Vincennes Şatosu'nda hummadan öldü. Katı ve otonter kişiliğine karşın becerikli bir komutan ve yönetici olan Henry'nin zamansız ölümü, Fransa'daki başarıların pe­ kiştirilmesini önledi ve içende naiplere da­ yalı uzun süreli bir yönelime yol açtı.

Henry VI (d. 6 Aralık 1421, \Vmdsor, Berkshire - ö. 21/22 Mayıs 1471, Londra,

179

Henry VI

Ingiltere), 1422-61 arasında vc 1470-71 yıllannda İngiltere kralı Yönetimdeki yete­ neksizliğiyle Güller Savaşlan'nın çıkışında önemli rol oynamıştır Babası V Henry'nin ardından bir yaşında Ingiltere kralı, kısa bir sure sonra da anne tarafından büyükbabası olan VI Charles’ın ölümüyle Fransa kralı ilan edildi I437'de topraklarını tek başına yönetebilecek duru­ ma gelmekle birlikte, hiçbir zaman resmen naiplik gözetiminden çıkamadı, önceleri dik başlı bir çocuktu Sonradan kendini bütünüyle dinsel konulara vc kurduğu eği­ tim kuramlarına (Eton College. 1440-4); Kıng's College. 1441) verdi İçende izlenen politikaları Glouccstcr dükü Humphrey. Kardinal Henry Beaufort vc Suffolk dükü VVilliam dc la Pole gibi güçlü bakanların arasındaki çekişmeler belirliyordu 1449'da Suffolk’dan boşalan yere Somcrset dükü Lancaster’lı Edmund Beaufort ve taht üzennde hak iddiası olan Henry'nin kuzeni York dükü Rıchard aday oldu Bu arada Fransa'daki İngiliz egemenliği de giderek sarsılmaya başladı. Nisan 1445'te Henry'nin Fransa kraliçesinin yeğeni Margaret ile yap­ tığı evlilik çerçevesinde varılan ateşkese karşın, Normandiya vc Maıne'ın ardından |453'c doğru Guycnnc’dcki topraklar da elden çıktı. Henry’nin akli dengesini yitirdiği Temmuz 1453-Aralık 1454 arasında kral vekili (lord proleetor) olan York dükü Rıchard’ın başa geçme umudu. Edvvard'ın doğumuyla (13 Ekim 1453) bütünüyle ortadan kalktı. 1455 te Somerset’ın yemden işbaşına gelme­ si iki grup arasında çatışmayı kaçınılmazlaş­ tırdı Somerset’ın I. St. Albans Çarpışması’nda (Mayıs 1455) ölmesiyle York yanlıları üs­ tünlük sağladı. Ama Kraliçe Margaret'in York yanlılarının yükselişini engelleme ça­ balan 1459’da çatışmayı yemden alevlendir­ di. York yanhlan Temmuz 146U’ta Northampton’da Henry'yı tutsak aldı. Tahtın

VI Henry. kimliği bilinmeyen bal Academy ol Arta LoMra

çatışma içinde olan İspanya ve Fransa kral­ lıkları arasındaki rekabet bütün şiddetiyle sürüyordu. Ülkesini savaşa sokma konusun­ da kararlı olan Henry, deneyimli danışman­ larının öğütlerine uymayarak, tehdit anında olan papayı koruma gerekçesiyle, kayınpe­ deri Aragon kralı 11. Fernando'nun yanın­ da, Fransa’ya karşı savaşa girdi (1512). Henry’nin savaşta önemli bir başarı gosterememesine karşın, Surrey kontu Thomas Hovvard Fransa'yı destekleyen İskoçyalılar karşısında Flodden’da gerçek bir zafer ka­ zandı (1513). Fransa’ya yönelik ilk seferi düzenleyen Thomas \Volscy ise, kısa za­ manda kralın güvenini kazanarak 1514'te York başpiskoposu, ertesi yıl da kardinal ve adalet bakanı (lord chancellor) oldu Henry’, yakın dostu olan VVolsey’yc aynı zamanda devlet işlerini yürütme sorumluluğunu ver­ diyse de. yönetim üzerindeki denetimini koruyarak gerektiğinde \Volsey’nin uygula­ malarına müdahale etmekten hiçbir zaman vazgeçmedi. Bununla birlikte Wolsey, gücü­ nün doruğuna ulaştığı 1515-27 arasında, ülkenin iç ve dış politikasının belirlenmesin­ de birinci derecede söz sahibi oldu. Henry, Ingiltere’ye büyük bir üstünlük sağlayacağı düşüncesiyle, vVolsey'nın kendi­ ni papa seçtirmeye yönelik girişimlerine de destek verdi. Ama tıpkı Kutsal RomaGermen imparatoru I. Maximilian’ın ölü­ münün ardından (1519) kendisini imparator seçtirmek için gösterdiği çabalar gibi, Wolsey’nin bu girişimleri de sonuçsuz kaldı. Öte yandan Maximılian’ın yerine torunu V. Karl'ın (Şartken) imparator olması Avrupa' daki güç dengesinde büyük bir değişikliğe

yol açtı. İspanya, Burgonya, Felemenk vc Avusturya topraklarının V Karl'ın yöneti­ mi altında birleşmesiyle Habsburglar Avru­ pa'da üstünlüğü ele geçirdi V Karl'ın I525'tc Pavia'da Fransa kralı I Françoıs’yı yenilgiye uğratarak cn büyük rakibim dc saf dışı etmesinin ardından, İngiltere V. Karl'ın boy hedefi durumuna geldi Wolscy tam bu sırada aldığı zamansız bir kararla ittifak politikasını değiştirerek Ispanya'ya karşı Fransa’yı desteklemeye başladı. V. Karl'ın İngiltere'nin Felcmenk’le yürüttüğü kumaş ticaretini baltalamak için harekete geçmesi­ ne neden olan bu karar, ülke çapında ciddi tepkilere ve Hcnry'nın VVolsey’ye duyduğu güvenin önemli ölçüde zedelenmesine yol açtı. İç sorunlar Dış politika alanındaki geliş­ meler İngiltere'nin gücünün göstermelik ol­ duğunu ortaya koyarken, taht da halkın gözündeki saygınlığını yitirmeye başlamıştı. Henry'den artık sorunların çözümüne yöne­ lik somut adımlar atması bekleniyordu. Dönemin en büyük düşünürlerinden Sır Thomas Morc'un 1517'dcn ben Henry’nin danışmanı olması, aydın çevrelerin krala duydukları güvem korumalannda etkili olu­ yordu Ama More. çok geçmeden Henry' nin izlediği politikalar üzerinde hiçbir etkisi olmadığını anlamıştı Sınırsız bir güce sahip olan Wolsey’nın giderek artan hoşnutsuz­ luktan gidermek için aldığı önlemler, nüfuz­ lu kesimlerin yanı sıra yoksullann talepleri­ ni de karşılamaktan uzaktı VVolsey sonun­ da, gönülsüzce de olsa Parlamento'yu top­ lantıya çağırmaya razı oldu (1523). Ama Parlamcnto’nun onayladığı vergiler gereke­ nin çok altında kaldı. Ertesi yıl konan özel vergi ise, büyük tepkiler yüzünden Henry tarafından yürürlükten kaldırıldı. Henry, izlenen politikanın iflas ettiği ve yönetiminin neredeyse bütünüyle saygınlığı­ nı yitirdiği bir sırada, bütün dikkatleri üze­ rinde toplayan bir karar atarak karısı Cathenne'den ayrılmak için harekete geçli (1527). Henry’nin Cathenne’le otan evliliğinden er­ kek çocuğu olmaması ve 1516’da doğan kızı Mary (sonradan Kraliçe I. Mary) dışındaki bütün çocuklarının doğum öncesinde ya da sonrasında ölmesi, hanedanın geleceği açı­ sından büyük bir sorun oluşturuyordu. Hen­ ry bunun, Hıristiyanların erkek kardeşleri­ nin dul eşleriyle evlenmelerim yasaklayan din kuralını çiğneyerek işlediği büyük güna­ hın cezası olduğuna inanıyor ve bu günahtan bir an önce kurtulmak için Catherine'den ayrılıp büyük bir aşkla tutulduğu Anne Boleyn'le evlenmek istiyordu. Henry sonunda evliliğinin geçersiz sayıl­ ması için papalığa başvurdu. Ama Papa VII. Clemens, aynı zamanda V. Karl'ın halası olan Catherine’i boşayarak V. Karl'ın düş­ manlığım kazanmaktan çekindiğinden, ge­ rekli izni vermeye yanaşmadı. Böylece Hen3^'nin sorunu yasal yollardan çözme girişimi aha baştan sonuçsuz kaldı. Bu arada, iktidarda kalmanın tek yolunun Henry’nin boşanmasını sağlamak olduğunu gören \Volsey, bu amaçla çeşitli diplomatik girişimler başlattı. Sonunda papayı davanın İngiltere’ de görülmesine izin vermeye razı ettiyse de, kendisiyle birlikte davaya bakan Kardinal Campeggio’nun, papanın eniriyle I529’da davayı yemden Roma’ya almasına engel olamadı. Böylece tanı bir çıkmaza giren \Volscy, kısa bir sûre sonra görevden uzak­ laştırıldı. Rorna'dan kesin kopuş. Henry, davanın İngiltere'de görülmesi için Roma'yı zorla­ mayı sürdürmekle papalıkla bütün ilişkivi kesmek arasında bir türlü karar veremedi{'inden, \Volscy’nin görevden alınmasını izeyen üç yal boyunca izlenen siyasete lanı bir kargaşa egemen oldu Aynı dönemde Henry'nin gözüne girmeyi başararak hızla yük­

181

Henry VIII

selen ve Nisan I532‘de danışmanlar kurulu­ nun denetimim ele geçiren Thomas Cromwell, İngiltere Kılısesı'nın Rorna’dan ayrıl­ masına karar verilmesini sağlayarak bu kar­ gaşaya son verdi İngiltere Kilisesi ni, başında Tanrı nın yeryüzündekı temsilcisi kralın bulunduğu, runani işlerden sorumlu bir devlet kuruluşu durumuna getiren bu karar çeşitli sonuçlar doğurdu Henry’nin Ocak l?33'te Anne Boleyn’le evlenmesinin ardından, yem ata­ nan Başpiskopos Thomas Cranmer başkan­ lığındaki bir mahkeme Henry’nin ilk evlili­ ğim geçersiz ilan etti (Mayıs 1533). Eylülde dc Henry’nin Anne Boleyn’dcn Elızabeth (sonradan Kraliçe I. Elızabeth) adlı bir kızı oldu. Papanın karara misilleme olarak Henry’yı aforoz etmesi ise önemli bir yankı uyandırmadı Henry’nin İngiltere Kıhsesı’nın dünyevi önden durumuna gelmesi, yeryüzünde kral­ dan üstün kimse olmadığına dışkın inanana ve krallık yönetiminin Tann’nın yasalarına dayanması gerektiği görüşüne uygun düşü­ yordu. Ama bu gelişme Henry’yı önemli bir kişisel sorunla da karşı karşıya bırakmıştı. I521’de yazdığı Assertıo septem sacramentorum adversus Marrinum Lutherum (1521; Martın Luthcr’e Karşı Yedi Sav) adlı kitap­ ta Luther'i sert bir biçimde eleştınp Roma’ya bağlılığım dile getiren Henry. görüşten nedeniyle papalık tarafından “İmanın Savu­ nucusu" unvanıyla ödüllendirilmiş inançlı bir Hırislıyandı. Ama Roma'yla ilişkisini keserek hiç de benimsemediği Protestan Reform hareketini destekler duruma düş­ müştü. Bu nedenle, yem kurulan bağımsız İngiltere Kilısesi'mn dinsel inançlannı belir­ lemek ve gerçek dinin ilkelerim saptamak için yaşamı boyunca yoğun çaba harcadı. Papalığın üstünlüğü ilkesi dışında, Hıristi­ yanlığın temel ilkelerine bağlılığını korudu. Bununla birlikle, töz dönüşümü ve din adamlarının bekâr kalması gibi ilkelerin kilisenin dünyevi otoritesi ve insanın papaz­ ların yardımı olmaksızın kurtuluşa ulaşabi­ leceği gibi radikal görüşlerle yan yana yer aldığı, kendine özgü bir inanç sistemi oluş­ turdu. Reformlar. Cromwell'ın başdamşmanhk yaptığı donemde (1532-40). yönetimin izle­ diği politikalarda ilk kez tutarlılık ve bütün­ lük sağlandı. Cromsvell, 1536-40 arasında kapatılan manastırların mülklerini krallığa devrederek vc din adamlarına yem vergi yükümlülükleri getirerek Henry’nin gücünü artırdı. Kralın yasalara ve Parlamcnto’nun yasama üstünlüğüne bağh olduğu, uygula­ malarının yasalarla denetlendiği bir hukuk düzeninin temellen de bu dönemde atıldı Bu arada muhalifler üzennde uygulanan baskılar. Henry’nin aydınların ve düşünür­ lerin koruyucusu olarak kazandığı ünü yiti­ rerek kan dökücü bir hükümdar olarak tanınmasına yol açtı. İzlediği pohtikalan benimsemeyen More gibi bazı eski dostlannı, ihanet yasatan gereğince tutuklanan 50 kadar kişiyle birlik­ te idam ettiren Henry, henüz bir erkek çocuk sahibi olamadığından, hanedanın ge­ leceği için tehlike olarak gördüğü Pole ve Courtenav ailelerinden çok sayıda kişiyi de yurtdışında İngiltere aleyhine etkinlik gös­ terdikten gerekçesiyle öldürttü (1538-41). Kendisine tahtın vârisi olacak bir erkek çocuk doğuramayan Annc’ı 1536'da zina suçlamasıyla idam ettirdikten hemen sonra Jane Scvmour'la evlendi. Sevmour'un, oğlu Edsvard’ı (sonradan Kral IV. Edward) do­ ğururken ölmesinin (1537) üzerinden üç yıl geçmeden Kleve dükünün kız kardeşi Anne’le (Anne of Cleves) dördüncü evliliğim

Henry (IX)

182

yaptı. Crornwell’in Fransa vc Kutsal RomaGermcn İmparatorluğumdan gelebilecek tehlikelere karşı Avrupa’nın kuzeyindeki güçlerle ittifak kurma politikasının bir par­ çası olan bu evlilik de çok kısa sürdü. Tehlikenin ortadan kalkması üzenne Anne’i boşayan Henry, bazı kışkırtmaların da etkisi altında, bu evliliği hazırlamış olan CromHcll'i Haziran 154O’ta idam ettirdi. Hemen ardından 20 yaşındaki Catherıne Hovvard’la evlendi. Ama yeni kansını da, kendine sadık olmadığı gerekçesiyle ıkı yıl sonra öldürttü. Altına ve son evliliğini ise Catherine Parr’la yaptı Son yıllan. Ruh ve beden sağlığının gide­ rek bozulmasına karşın, Cromsvcll'ı öldürt­ tükten sonra siyasi kararlan tek başına almaya başlayan Henry, hükümdarlığının son yıllannda, krallığını yoğun mezhep çatışmalannın yarattığı parçalanma tehlikesin­ den korumak için büyük çaba gösterdi. Öte yandan 1542'dc V. Karl'la 1. François ara­ sında yeniden başlayan savaşta, Fransa’da toprak kazanma umuduyla V. Karl'ı destek­ ledi. Fransa’nın yanında savaşa girmiş olan İskoçya kralının 1542’de Solway Moss’da uğradığı yenilginin hemen ardından ölmesi üzerine, Iskoçya’yı egemenliği altına almaya yöneldi ve her iki tahtın vârisinin evlenmesi­ ni sağlamak için çeşitli girişimlerde bulun­ du. Ama Iskoçya’da yönetimin Ingiltere ile ittifak kurmaya karşı çıkan Fransa yanlıları­ nın denetimine geçmesi, bu tasarısının ger­ çekleşmesini engelledi. Öte yandan savaş ülkeye gerçek bir yıkım getirdi. Harcamaları karşılamak için iyi gelir getiren manastır topraklan satışa çıkarıldı; bu arada paranın değerinin düşürülmesi geçici bir rahatlama sağladıysa da, ekonomi­ nin daha da kötüye gitmesine yol açan yüksek bir enflasyon doğurdu. Henry, V. Karl’ın 1544'te Fransa'yla banş yapmasın­ dan sonra da anlaşmaya yanaşmayarak sa­ vaşı 1546'ya değin sürdürdü. Ölümünden önceki son yalı, dinsel huzursuzluktan gider­ meye yönelik çareler arayarak vc kendisin­ den sonra yönetimi denetim altına almalanndan korktuğu güçlü Howard ailesini yok etme çabalarıyla geçti. Henry yetenekli ve büyük bir devlet adamı olmamakla birlikle, Ingiltere'de güç­ lü vc otoriter bir devlet yapısının oluşmasın­ da, toplumsal ve dinsel reform yolunda ilk adımlann atılmasında önemli rol oyna­ mıştır.

Henry (IX) bak. York (Kardinali ve Dü­ kü), Henry Stuart Henry (OatlandslJ) bak. Gloucestcr (Dü­ kü), Henry Stuart henry, Uluslararası Birimler Sistcmı'ndc (Şl)özindükleme ya da karşılıklı indükleme birimi. Adını AlîD’li fizikçi Joseph Henry’ den almıştır vc h (ya da hy) simgesiyle gösterilir. Bir nenry, indükleme akımı sani­ yede 1 amper değiştiğinde 1 voltluk bir elektromotor kuvvet oluşturan kapalı bir devrenin ya da bobinin özindûklcme değen­ dir. Bir henry aynca, karşılıklı olarak yer­ leştirilmiş vc birindeki akım saniyede 1 amper oranında değiştiğinde, ötekinde 1 voltluk bir elektromotor kuvvetin oluştuğu iki bobinin karşılıklı indüklemesine eşdeğer­ dir. Ayrıca bak. indüktans.

Henry, Alice (d 21 Mart 1857, Rıchmond, Tasmanya - ö. 14 Şubat 1943, Melbourne, Avustralya), AvustralyalI gazeteci. Avus­ tralya ve ABD'de sendikacılık, kadınlara oy hakkı ve sosyal reformlar konusunda verdiği mücadeleyle tanınır

1884'tc Melbourne Argus vc Aıcsiralasıan da başladığı yazarlık yaşamını 20 yıl kadar sürdürdü. Bu arada bütün Avustralya’yı dolaşarak işçi sorunları. çocuklarla ilgili reformlar ve kadın haklan konusunda kon­ feranslar verdi. 1906’da ABD’ye giderek Avustralya’daki reform hareketleri üzerine konuşmalar yaptı. Chicago Kadınlar Sendi­ ka Birliği’nc girdi vc 191 l’dcn 1915’e değin bu birliğin yayın organı Life and Labor'ı çıkardı. Birliğin ABD'de yaygınlaştırılması için çalıştı ve kadınlann sendika hareketine uluslararası bir bakış açısı getirmeyi başardı. Henry, Joseph (d. 17 Aralık 1797, Albany, New York - ö. 13 Mayıs 1878, Washıngton. D.C., ABD), elektriğe ilişkin birçok önemli ilkeyi, bu arada temel önemdeki özindüklcmc olgusunu bulan ABD’li bilim adamı. Telgrafın gcliştinlmcsindc Samucl F. B. Morsc’a yardımcı olmuştur. 1829'da New York'takı Albany Akademi­ sinde elektromıknatıslar üzerinde çalışır­ ken bunlann tasarımında önemli gelişmeler sağladı. Demir çekirdeği yalıtmak yerine, sargılarda yalıtılmış tel kullanarak çekirdek üzenne çok sayıda sanm yerleştirmeyi vc böylece güçlü mıknatıslar elde etmeyi başar­ dı. Yale College için yaptığı elektromıknatıs

düktans birimi. Hcnry’nin onuruna, 1893 tc henry olarak adlandırıldı.

Henry, Patrick (d. 29 Mayıs 1736. Studley, Virginia - ö 6 Haziran 1799, Red Hill, Brookneal yakınında, Virginia ABD). Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ön safla­ rında yer alan siyaset adamı vc hatip Bağımsız Virginia’nın ilk valisi olmuştur. Kadastro memuru, albay ve Hanover ıl mahkamesı yargıcı olarak görev yapan İskoçyah John Hcnry’nin oğluydu On yaşına

Patrick Henry. Thomas Sully nın bir portre çalışmasından ayrıntı, 1815, Williamsburg Koloni Koleksiyonu Coiomai WıiharnGbufy COHKtrGn

Joseph Henry Snuinsofımn Inöiuton Wosh»nçion DC

946 kg kaldırarak o gün için bir dünya rekoru kırdı. Bu çalışmalan sırasında özindükleme ilkesini bulan (1832) Henry, bun­ dan üç yıl sonra da ilk elektrik motorunun tasanmını ve yapımını gerçekleştirdi. Konuyla ilgili ilk yayını yaptığı için, clektromagnetik indüklemeyi (magnctızmanın elektriğe dönüştürülmesi süreci) Michacl Faraday’ın bulduğu kabul edilir; ama Henry bu olguyu 1830'an gözlemişti. Henry 1831’de kendi tasannu olan bir telgraf aygıtını gerçekleştirdi ve 1,6 km uzaklıktaki iki yer arasında başarıyla çalış­ tırdı. 1832’de New Jerscy Collegc'da (sonra­ dan Princeton Üniversitesi) doğa felsefesi profesörü olan Henry araştırmalarını sür­ dürdü ve transformatörün çalışmasına iliş­ kin yasaları ortaya koydu. Elektrik akımının uzaktan indüklenebildiğini buldu vc güçlü bir elektrik boşalmasının etkisiyle 13 km ötedeki bir iğneyi mıknatıslamayı başardı. Bu deney radyo dalgalarının uzak mesafele-' re gönderilmesinin ilk uygulaması sayılabi­ lir. Henry aynca, termogalvanometre (ısı algılama aygıtı) kullanarak Güneş lekeleri­ nin Güneş yüzeyine oranla daha az ısı yaydığını belirledi. Henry 1846’da \Vashington, D.C.'deki Smithsonian İnslitulion'ın ilk sekreteri ol­ du. Bu kuruluşta gönüllü bir meteoroloji gözlemcileri ekibi oluşturdu. Bu çalışmala­ rın başarısı ABD Meteoroloji Dairesi’nın kuruluşunda önemli bir etmen oldu. Ameri­ kan iç Savaşı sırasında Liııcoln’ın önde Î;clcn teknik danışmanlarından biri olan 4enry, Ulusal Bilimler Akademısı’nın ku­ ruluşunda önemli rol oynadı ve bu kurulu­ şun başkanlığında bulundu. Elektriksel in­

değin yerel bir okulda sınırlı bir temel eğitim gördü Daha sonra Eski Yunan se Latin edebiyatı konusunda bilgili olan baba­ sından özel dersler aldı. Gençliğinde ıkı kez giriştiği dükkân işletmeciliği ve çiftçilik işin­ de başarısızlığa uğradı. 1754’te Sarah Shelton’la evlendi; giderek büyüyen ailesinin gereksinimlerini karşılamak amacıyla hukuk öğrenimine başladı. Kısa sûrede yetenekli bir avukat olarak kendini gösterdi 1760 la baroya kabul edilmesinden birkaç yıl sonra müşterileri ve kazancı hızla arttı Özellikle keskin zekâsını ve tartışma yeteneğini iyi kullandığı ceza davalarında başarılı oldu Anglikan rahiplerine tütün olarak verilen aylıkların üretim düzeyindeki yetersizlik ne­ deniyle piyasa değerinin altında nakit para­ ya çevrilmesini öngören bir koloni yasasının kral tarafından gen çevrilmesi Henry için önemli bir fırsat yarattı; aradaki farkı gen almak amacıyla açılan Parson Davası'nda (1763) üstün hitabet yeteneğini ortaya koy­ ma olanağını buldu Duruşma sırasında insanın belirli vazgeçilmez haklarla doğdu ğuna ilişkin doğal haklar öğretisini parlak bir biçimde açıklayarak dinleyiciler uzennde derin bir etki bıraktı İki yıl sonra koloni yasama organının alt meclisine seçildi Ko­ lonilerdeki belirli yayın ve belgelerin yasal bir damga taşımasını öngören Damga Yasa sı'na karşı çıktı ve kolonilerin İngiliz Parlamentosu'ndaıı bağımsız yasa çıkarma hakkı­ na ilişkin bir dizi önerge hazırladı Bu önergeleri savunmak amacıyla yaptığı ko­ nuşmaların birinde, “Caesar'ın Brutus’u. I Charles’ın Cronnvell'ı vardı 111. George'un da...” diye başlayan sözleri “İhanet! İha­ net!" çığlıklarıyla kesilince, konuşmasını "... bu örneklerden yararlanma şansı var Eğer bu ihanet oluyorsa, bunu en iyi biçim­ de kullanın" sözleriyle tamamladı Henry, sonraki 10 yıl boyunca İngiliz yönetimine karşı radikal muhalefetin etkili bir önderi oldu Koloniler arası işbirliğini geliştiren birinci Virginia Haberleşme Komıtesi'nin üyeliğim yaptı. 1774 ve 1775 Kıta kongrelerine delege olarak katıldı 23 Mart 1775’te, Rıchmond’da, St. John Kilisesi nde toplanan ikinci Virginia Kurultayı nda öz­ gürlüğün en buyuk savunucularından biri

olarak tanınmasını sağlayan konuşmasını yaptı. Ingiltere ile savaşın kaçınılmaz oldu­ ğunu belirttiği vc Virginia milis kuvvetleri­ nin Ingilizlcrc karşı çarpışmak üzere dona­ tılmasını savunduğu bu ateşli konuşmasını şu ünlü sözlerle özetledi: "Başkalarının han­ gi yolu izleyeceğini bilmiyorum; ama kendi hesabıma ‘ya özgürlük ya ölüm' diyorum." Önergeleri kabul edilen Henry, Virginia kuvvetlerinin komutanlığına getirildi. Ama Güvenlik Komitcsi’nin inisiyatifini kısıtladı­ ğım öne sürerek 28 Şubat 1776'da istifa etti. Ardından 1776 Virginia Kunıltayı'nın ilk eyalet anayasa taslağını hazırlamak üzere oluşturduğu komitede yer aldı. Aynı yıl seçildiği eyalet valiliğine 1777 ve 1778'de birer yıllık süreler için yemden seçildi. Böylece yeni anayasanın izin verdiği ölçüde görevini kesintisiz sürdürdü. Savaş dönemi yöneticisi olarak General George \Vashıngton’ı bütün gücüyle destekledi vc 1777'Jc George Rogers Clark’ın önderliğinde Illinois’a yönelik bir harekât düzenlenmesi cnınnı verdi. Henry’ ilk karısının ölümünden sonra Dorothea Dandrıdge'le evlenerek Henry ilin­ deki çiftliğine çekildi. Bir süre sonra yem­ den kamu görevine çağrıldı; 1780-84 ve 1787-90 arasında eyalet meclisinin önde gelen üyeleri arasında yer aldı. 1784-86 arasında bir kez daha eyalet valisi olarak görev yaptı. 1787 Philadclphia (Anayasa) Kurultayı’na katılmayı reddetti. 1788 Virgi­ nia Kurultayı’nda da ABD >\nayasası'nın onaylanmasına karşı çıktı. Sonraki yıllarda farkh değerlendirmelere yol açan bu davra­ nışının temelinde ilk tasarının gerek eyalet­ lerin, gerekse bireylerin haklarını koruma­ dığı korkusu ve Kuzey’in Mississippi Irma­ ğındaki gemi işletme hakkını Ispanya'ya bırakacağı kuşkusu yatıyordu. Bununla birlikte hazırlanmasında önemli rol oynadığı Haklar Bildirisi'nin kabul edil­ mesinden sonra, yeni federal yönetimle ilişkilerini düzeltme yoluna gitti. Aile so­ rumlulukları ve sağlığının bozuk olması nedeniyle, federal yönetimde önerilen bir­ çok üst düzey görevi kabul etmedi. 1799’da, eyaletlerin kendi başlarına federal yasalann anayasaya uygunluğunu belirleyebilmesini öngören Kentucky ve Virginia önergelerine muhalefet etmek amacıyla yeniden eyalet meclisi seçimlerine katıldı. Başanh seçim kampanyası sırasında, Amerikan birliği için etkili bir çağrı niteliğindeki son konuşmasını yaptı. Meclisteki yerini alamadan Red Hill’ dc evinde öldü.

Henry, VVilliaın (d 12 Aralık 1775, Manehester - ö. 2 Eylül 1836, Pendlebury,

1807’dc Edınburgh’da tıp doktoru olan Henry, sağlık nedenleriyle tabiplik yapama­ dığı için çalışmalarını kimya alanında yo­ ğunlaştırdı 1808'de Coplcy Madalyası'yla ödüllendirildi, ertesi yıl da Royal Socicty' nin üyeliğine seçildi Elemenls of Etperi•ncntal Chcınistry (Deneysel Kimyanın Un­ surları) adh yapıtı II kez basıldı. Henry. I836'da intihar etti

Henry VII Şapeli, Kral VII. Henry’nin 1503-19 arasında Robcrt Vcrtue'nun tasarı­ mına göre \Vcstminster Abbcy'nın doğu ucunda yaptırdığı şapel Ayrıca bak. Westmınstcr Abbey.

Henry Burnu *, ABD’de, Chesapeakc Kör­ fezinin güney girişinde burun Virginia eya­ letinin güneydoğusunda, Virginia Bcach kentinin Atlas Okyanusu kıyısında yer alır. Amerika’ya yerleşen ilk İngilizler, 26 Nisan 16O7'dc kıtaya buradan ayak basmış ve burna, dönemin Galler prensinin adını ver­ mişlerdi). Taştan yapılmış, haç biçimli Hen­ ry Burnu Anıtı, kolonicilerin karaya çıktığı yen belirtir. Koloni Dönemi Ulusal Tanh Parkı’nın içinde yer alan anıtın çevresinde, tarihsel Story Kalesi Askeri Yerleşme Alanı ve Seashore Eyalet Parkı vardır. 1791-92 yıllarında yörede inşa edilen Eski Deniz Feneri. ABD’de yapılmış ilk fenerdir Onun yakınında yer alan Yeni Deniz Feneri ise (1879-81) dünyanın en güçlü ışık veren fenerlerinden bindir. Fenerin ışığı denizden 48 m yüksekliktedir ve karaya 32 km uzak­ lıktan görülebilir. Henry Dağlan, ABD’de. Colorado Plato­ sunun bir parçasını oluşturan dağ sırası. Utah eyaletinin güneyindeki Garfıeld ilinde

Henry Dağlan önündeki renkli kıl oluşumları. Utah Da»xl MuoncSEB ine

(county) kuzeybatı-gûneydoğu doğrultusun­ da 64 km boyunca uzanır En yüksek doruğu 3.540 m'ye ulaşan Elldn Dağıdır. Adım A.BD’11 bilim adamı ve Smithsonian Institution'ın ilk sekreteri Joseph Henry' den (1797-1878) alan dağlar, jeolojik açıdan klasik bir lakolit oluşumlu dağ örneğidir. Colorado İrmağı yakınındaki Glen Kan­ yonu Ulusal Dinlence Alanı dağların bir bölümünü içine ahr.

Henry Draper Katalogu, İngilizce VTillıam Henry. James Lonsdale'in bir portre çalışmasından H Cousins'in yaptığı oymabaskıdan ayrıntı Bze8; Herblock’tan Günün Karikatürü), Straight Hcrbiock (1964; Dü­ rüst Herblock), The Hcrbiock Gallcry (1968; Herblock Galerisi). Hcrblock’s State of the Union (1972). Herblock Spccial Reports (1974; Herblock’tan Özel Haberler) vc Hcrbiock On AH Fronls (1980, Bütün Cephelerde Herblock) sayılabilir. block

men), Naughtv Marietta (1910; Haylaz Marictta), Sıvccthcarts (1913; Sevgililer), The Only Girl (1914; Biricik Kız) ve ilk kez Hcarts of Erin (1917; Enn’in Yüreklen) adıyla oynanan Eilecıı en iyi yapıdandır. Operetlerinin orkestra uyarlanıalan kusur­ suzdur. Aynca Natonıa (1911) vc Modelcine (1914) adh iki görkemli (granit) opera ile The Fail of a Nation (1916; Bir Ulusun Çöküşü) adlı filmin müziğini besteledi. Bi­ lindiği kadanyla bu, uzun metrajlı bir film için yazılan ilk özgün partisyondu. Yaşamı­ nın son döneminde revüler de besteleyen Hcrbcrt’ın en ünlü revüsü Zicgfîcld Follıes' dir.

Hcrbcrt, (Alfred Francis) Xavicr (d. 15 Mayıs 1901. Port Hedland. Batı Avustral­ ya - ö. 10 Kasım 19S4, Alice Springs, Kuzey Topraklan, Avustralya), AvustralyalI ro­ mancı ve öykü yazan. Kuzey Topraklan'ndaki yaşamı ve buradaki bcyazlann Avustralya Yerlilerine yönelik insanlık dışı uygulamalannı alaylı bir üslupla anlattığı Capricomia (1938) adlı romanıyla tanınır. Bir demiryolu mühendisinin oğlu olan Herbert, çocukluğunda pek çok Yerli tanıdı vc onlann dilini öğrendi. Melbourne Üni­ versitesi’nde eczacılık eğitimi görmesine karşın sonradan gazeteciliğe yöneldi. Bu arada gemicilik, maden işçiliği, pilotluk, dalgıçlık ve sığırtmaçtık gibi çeşitli işlerde çalışarak Kuzey Avustralya'yı dolaştı. 1935 te Danvin’de Yerlilerin denetçiliği gö­ revini üstlendi. Capricornıa'yı buradaki de­ neyimleri sonucunda yazdı. Aynca İngilte­ re'de de iki yıl kaldı ve çavuş olarak II Dünya Savaşı’na katıldı Herbert, ilk romanında büyük umut vaat etmesine karşın, bu başansını sürdüremedi. Seven Emııs (1959; Yedi Emu), Soldıers’ Wonıcn (1961; Askerlerin Kadınları) ve öykülerini topladığı Largcr ıhan Life (1963; Aslından Daha Büyük) gibi kitapları, ne okurlardan ne de eleştirmenlerden ilgi gör­ dü Herbcrt’ın karamsar dünya görüşünü şansıtan Poor Fcll_ow My Couniry (1975; Öenim Zavallı Ülkem), Capricomia' nın zenginliğinden ve canlılığından yoksun, da­ ğınık anlatımlı bir destandır. Herbert. Dısturbing Elemeni (Huzur Bozucu Unsur) adh otobiyografisini 1983'te yayımlamıştır.

hercaimenekşe, menekşegiller (Violaceae) familyasının Viola cinsinden, süs bitkisi olarak yetiştirilen ve kokulu menekşelerle yakın akraba olan bazı otsu bitki türlerine verilen ad. Kısaca "hercai” dc denen bu türlerin en yaygını Viola tricolor'dur Ana­ yurdu Avrupa olan V. tricolor biryıllık ya da

Hcrbcrt, Zbignicw (d. 29 Ekim 1924, Lwöw. [bugün Lvov, Ükrayna], Polonya), PolonyalI şair ve deneme yazarı. Babası Lwöw Üniversitesi’nde iktisat ders­ leri veriyordu. Herbert, Alman işgali sıra­ sında etkinliklerini gizlice sürdüren bir lise­ de okudu Aynı zamanda direniş ordusunda gizli eğitim gördü. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamladığı hukuk öğreniminin yanı sıra felsefe vc sanat tarihi okudu. Bu arada şiir dc yazıyordu, ama Polonya'daki top­ lumcu gerçekçilik döneminde (1949-54) bunların pek azını yayımladı Şiirlerini top­ ladığı ilk yapıtı Sırıma fwialta'yı (1956), Hermes, pies ı gtviazda (1957; Hermes. Bir Köpek ve Bir Yıldız) ile Slnditım przedmiotu(\96]-, Nesnenin İncelenmesi) adh kitaplan izledi. Şiirinin ana temasını biçimle olan ilişkisi vc acı çeken insanlara karşı duyarlılığı arasındaki gerilim oluşturu­ yordu Şiirleri çeşitli dillere çevrilen Herbert, Fransa vc İtalya gezilerinden yola çıkarak yazdığı denemelerini Barbarzyrica iv ogrodzic (1962; Bahçede Bir Barbar) adı altında toplamıştır

lıerbisit hak. ot öldürücüler

Hercaimenekşe (Viola tricolor) Krtty Konovt Root Rotojıcoa

kısa ömürlü çokyılhk bir bitkidir, pek çok melezi ve kültür çeşidi geliştirilmiştir Yük­ sekliği 15-30 cm arasında değişen bitkinin tabanından yüreksi ya da yuvarlak, gövde­ sinden ise oval yapraklar çıkar. Genellikle mavi-mor, san ve beyaz renklerin karışımın­ dan oluşmuş 2,5-5 cm genişliğinde kadifemsi çiçekleri vardır. Çiçeklerin beş taçyanrağından dördü üstte ikişerli çiftler halinde, kısa bir mahmuzu olan beşinci ise altta tek olarak bulunur. En iyi yetişme ortamı nemli vc serin iklimli zengin topraklardır. V. tricolor'tsn V. çorunla, V. lutea, vc V. altaica türleri ile melezlenmesi sonucu oluş­ muş V. niıtrockiana park ve bahçelerde yaygın olarak yetiştirilen bir lıcrcaımenekşe türüdür

Herculuneuın, İtalya'nın Campania bölge­ sinde, Napoli'nin 8 km güneydoğusunda, yaklaşık 5 bin nufuslu antik kent IS 79'da

)Pompci( ve Stabia(’) ile birlikte Vezüv * Yanardağının lavları altında kalmıştır. Gü­ nümüzde bir bölümünün üstünde Resina kasabası yer almaktadır. Eski kaynaklarda Herculaneum adıyla mi­ toloji kahramanı Herakles arasında ilişki kurulması, kenti Yunanlıların kurmuş oklu­ ğunu düşündürür. Ama İÖ 6. yüzyılın son­ larına doğru buraya yerleşmiş bulunan bir

Herculaneum'da Geyikli Evin bahçesindeki pergola itabın Government Tıavel Oltcc ENlî

Osk topluluğunun (cn eski Campania halkı) Yunan egemenliği altına girdiğini ve İÖ 4 yüzyılda Herculaneum’un Samnıtlerin eline geçtiğim gösteren tarihsel kanıtlar vardır. ÎÖ 89'da İtalik Savaşı'nda Süha’nın elçisi T Didius’un birliklerine yenik düşen kent bir Roma mnnicipium'u oldu. İS 62 ya da 63’tcki bir depremde kentteki birçok kamu sal vc özel yapı büyük hasar gördü. Bunlar daha bütünüyle onarılmadan Herculaneum İS 79’da patlayan Vczûv’ün püskürttüğü lavların altına gömüldü. Yapılan kazılarda çok az sayıda insan cesedine rastlanmış olması, Hcrculancumluların çoğunun, Pompeililcrin tersine, Napoli yönüne doğru ka­ çarak yanardağın saçtığı ateş vc küllerden kurtulmayı başardığını düşündürmektedir. Herculaneum’un konumu Pompei’den çok farklı olduğu için, kalınlığı 15-18 m arasında değişen bir tüf örtüsünün altında kalmıştı Kazı yapılmasını çok güçleştiren bu örtü sayesinde kent yağma edilmekten kurtuldu Toprağın özel nem koşulları da yapıların ahşap öğeleriyle mobilyaların yanı sıra, kumaş vc gıda maddelerinin de bozulmadan kalmasını .sağladı. Böylece, Antik Çağdaki günlük yaşam üzerine başka merkezlere göre çok daha aynntıh bilgiler edinilmiş oldu. Kente ilişkin anılar yüzyıllar önce kaybol- j muştu. Eldeki bütün bilgiler, kentin yerini tam olarak belirtmeyen eski yazılara dayanı­ yordu. 1709'da bir kuyu kazılması sırasında rastlantıyla bir duvar bulundu Daha sonra bunun Herculaneum tiyatrosunun sahnesi­ nin bir bölümü olduğu anlaşıldı 1738 de Napoli kralının isteğiyle düzenli kazılara başlandı; 1738-65 arasında, bazilika olduğu sanılan bir yapıdan çıkarılan görkemli re­ simler, bir grup portre büst, bir konutta ele geçen birçok tunç ve mermer yapıt Porticı Müzesi’nde toplandı. Eski Yunanca yazıl­ mış papirüs metinlerle dolu bir de kûtupha nesi bulunduğu için bu eve Paniri Evi (Villa deı Paniri) adı verildi. Napoli Ulusal Kütüp­ hanesi ndc bulunan ve ancak kısmen okuna­ bilen papirüslerdeki metinler Epıkurosçu felsefe konularını içermektedir. 1823'te, daha önce kullanılan derinlemesi­ ne kazma yöntemi terk edildi ve toprak en üstten kat kat kaldırılarak kazı sürdürüldü Bu yöntem Pompei'de başarılı sonuçlar vermişti. 1835’c değin, aralarında Argus Evi’nin peristil bölümü de olmak üzere, birçok ev gün ışığına çıkarıldı Bir sûre ara verildikten sonra 1869'da yeniden başlayan

kazılar 1875’c değin sürdüriildüysc de, alı­ nan sonuçların giderek verimsizleşmesi vc kazı alanında bulunan Rcsina kasabasının evlerinin engellemesi nedeniyle bu tarihte bir kez daha durduruldu. İngiliz arkeolog Charles VValdstcin, Herculancum’daki kazılara uluslararası bir nitelik kazandırmak amacıyla 19(M’tc çeşitli Avru­ pa vc Amerika ülkelerinden yardım topla­ maya girişti. İtalyan hükümetinden sağla­ nan fonlarla Mayıs 1927’dc çalışmalara yeni­ den başlandı. Yalnız II. Dünya Savaşı sıra­ sında ara verilen bu kazılarda eski kent üzerine ayrıntılı bilgi edinildi. Bugün kamu yapılarının bulunduğu forumun bir kenarını oluşturan geniş ana caddenin (decıımanııs) bir yanında kazılar sonuçlanmış, öbür ya­ nında hâlâ sürmektedir. Ana caddenin gü­ neyinde kalan yapı adaları (insıdae), bu caddeyi dikine kesen yolların (cardines) arasında düzgün bir doku oluşturarak dağlık bölgeye kadar uzanır ve bir surla sınırlanır. Soyluların evleri surun üzerinden körfez manzarasını alır. Konut bölgesinde zengin patrici evleriyle, gene güzel dekore edilmiş orta sınıf evleri ya da çeşitli dükkân ve atölyeler yan yana sıralanmıştır. Ortaya çıkanlan yapılar arasında, ortasın­ da büyük piscina'sıyıa (yüzme havuzu) bir palaestra (güreş ve beden eğitimi okulu) ile biri forumun bitişiğinde, öbürü kent kapısı­ nın dışında iki hamam bulunmaktadır. Bu ikinci hamam lavlardan bütünüyle korun­ muş olduğu için günümüze çok iyi bir durumda ulaşmıştır. Resina kasabasının bir bölümünün istimlak edilmesinden sonra tapınaklar, bazilika ve senato gibi kentin başlıca sivil vc dinsel yapılarının bulunması amacıyla yeniden baş­ latılan kazılar forum bölgesinde hâlâ sürdü­ rülmektedir.

Herculano de Cnrvalho e Araüjo, Alexandre (d. 28 Mart 1810, Lizbon - ö. 13 Eylül 1877, Santarüm, Portekiz), tarihçi, romancı ve şair. Joâo Baptista Garrett’le birlikte Portekiz'de romantizmin öncüsü olarak tanınır. Liberal bir tarihçi olarak ülkesinde, Victor Hugo’nun Fransa'daki ko­ numuna eş bir saygınlık kazanmıştır. Gençliğinde, kendini kral ilan eden naip Miguel’ın mutlakıyetçi yönetimine karşı gi­ rişilen ayaklanmaya katıldı; ama ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanınca önce İngiltere' ye, oradan da Fransa’ya sürgüne gönderil­ di. 1832’de, 1822-31 arasında Brezilya impa­ ratoru olan Pedro’ya bağh küçük bir orduy­ la birlikte Portekiz'e döndü. Pedro, Mıguel'i devirerek ülkede liberal bir yönetim kurdu. Bu siyasal değişiklikle birlikte büyük bir kültür reformuna gerek olduğuna inanan Herculano, şairliği bırakarak O Panorama (1837-39) adlı dergiyi yönetmeye başladı. Avrupa'daki edebi ve toplumsal akımlan yakından izleyen bu dergide, sonradan Lendas e Narrativas (1851; Efsaneler ve Vakayi­ nameler) adıyla iki ciltte toplanan tarihsel öykülerini yayımladı. 1840'ta Cortds (Parla­ mento) üyesi seçildikten sonra eğitimde demokratik bir reform için mücadeleye gi­ riftiyse de 1841’de, Costa Cabral’ın otoriter bir yönetim kurması üzerine siyasetten çe­ kildi. Ajuda Kraliyet Kütüphanesi'nın mü­ dürlüğüne getirildiği 1839’dan sonra, çok önem verdiği bir yapıt olan Histöria de Portugal (Portekiz Tarihi) üzerinde çalışma­ ya başlamıştı. Aynca, Sir VValter Scott'ın tarzında yazdığı tanhsel romanlarla bu türü Portekiz'de tanıttı. Histöria de Portııgal'ın ilk cildi 1846’da basıldı. Romantik tarih yazıcılığının en seç­ kin örneklerinden olan bu kitap, Portekiz’in 1279’a değin olan tarihini kapsıyor, orta

sınıfın kökenlcn ile yükselişine ağırlık venyordu. Herculano, özgün elyazmalan üzeri­ ne araştırmalarından elde ettiği bulgulara dayanarak çok sevilen bazı efsaneleri tersi­ ne çevirdi ve çağdaşlarını şaşırttı. Kutsal Ourique Çarpışması'nin olağanüstü bir yö­ nü olmadığını ve Hz İsa’nın ilk Portekiz kralına görünerek savaşın seyrim değiştirdi­ ği yolundaki inancın yanlış olduğunu ilen sürdü. Bu yüzden, vaizler ve basın tarafın­ dan şiddetle protesto edilince din adamları­ nı bilgisizlikle suçlayarak uzun bir polemik başlattı. Costa Cabral yönetimi, Herculano'nun da katıldığı Yemlenme hareketi tarafından 1851’de devrildi. Yem yönetimi karalamaya çalışan aşın tutucu güçlerle mücadele etmek için ıkı yeni gazetenin kurulmasına yardım eden Herculano, yazdığı makalelerle siyasal merkeziyetçiliğe ve kilisenin nüfuzuna karşı savaş açtı Bir Katolik ve inanmış bir Hıristi­ yan olmasına karşın, din adamlarıyla çatış­ ması sonucunda Ültramontanizmi (Papanın ulusal kiliseler üzerindeki üstünlüğünü sa­ vunan öğreti) liberal kurumlann başlıca düşmanı olarak görmeye başladı Da Ön­ cem e Esıabelecimento da Impıisicao cnr Portugarı (1854-59; Portekiz’de Enkızisyon' un Kökeni ve Kuruluşu Üzerine) bu dö­ nemde yazdı. Bu çalışmasında, o güne değin bilinmeyen belgelere dayanarak. “Yeni Hıristiyanlar"ın (din değiştiren Yahudiler) mülklerine Enkizisyon aracılığıyla el kon­ masında mutlakıyetçi krallık ile din adamla­ rının işbirliğini göstermeye çalıştı Manastır tarikatlarının yeniden kurulmasına karşı kampanya açtı ve resmî nikâhı savundu. 1871’den başlayarak Günahsız Doğum’a vc papanın yanılmazlığına ilişkin yem dogma­ ları açıkça eleştirdi Tanh çalışmasının dördüncü ve son cildi I853’tc yayımlandı. 1856'da, kişisel bir düş­ manının devlet arşivinin başına getirilmesi üzerine, Santarem yakınındaki Vale dc Lobos'a çekilerek çiftçiliğe başladı.

Herczeg, Fercnc (d. 22 Eylül 1863, Versecz-ö. 24 Şubat 1954, Budapeşte, Macaris­ tan), Macar romancı ve oyun yazan. 20. yüzyılın başlarında ülkesindeki tutucu milli­ yetçi görüşün edebiyatta önde gelen temsilcilerindendir Alman asıllı varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Hukuk eğitimi görmesine karşın, edebiyatı seçti ve daha 189fl’da yayımlanan ilk roma­ nıyla başarı kazandı. I895’ıe kurduğu Ûj Idbk, yarım yüzyıl boyunca Macaristan'daki tutucu üst ve orta sınıfların edebiyat dergisi oldu Herczeg'ın hafif bir üslupla kaleme aldığı töre romanları, ölçülü bir ironi ve mizahın yanı sıra, ulaşmayı amaçladığı tutu­ cu kitlede zararsız ama alışılmadık bir sar­ sıntıya neden olan toplumsal bir eleştiri de içeriyordu. Bu tür yapıtlarına en iyi örnek, akıllı bir annenin yedi kızını da evlendırişıni konu alan A Gyurkovics lânyok’lur (1893; Gyurkovic Kızları). Daha sonra yazdığı ciddi romanlarında Herczeg, tarihsel ortam­ ları kullanmıştır. Bu türdeki yapıtlarının en başarılılarından Az t’/et kapıya (1919; Yaşa­ mın Kapıları) Rönesans İtalyası'nda geçer. A hârom leşidir (1894; Üç Muhafız) ve Kek röka (1917; Mavi Tilki, 1957) adlı toplumsal komedileri eğlendirici bir dille, ustaca kale­ me alınmıştır. Tarihsel oyunları arasında üiıdııc (1904; Bizans, 1946) ve A hıd (1925; Köprü) dikkati çeker. Herczeg’ın Türkçede yayımlanan bir başka yapılı da Paganlardır (1945).

herdenıtaze, damkoruğugıller (Crassulaccae) familyasının. Sempervıvuın cinsim oluş­ turan, yaklaşık 40 kadar alçak boylu etli bitki türünün ortak adı Anayurdu Avrupa.

195

Hcrder, Johann Gottfried »on

Fas vc Batı Asya olan bu türler yaygın olarak kaya bahçelerinde ve saksılarda süs amacıyla yetiştirilir. Ana bitkinin çevresin­ de küçük nitkıcıklcr üreten bu türleri çoğalt mak oldukça kolaydır. Yaygın türlerinden bin olan S teelorum'un bahçecilikte değerli pek çok çeşidi geliştirilmiştir Botanikte ayrıca, bileşikgiller (Asteraceae} familyasında yer alan ölmezçıçek (Helichrysum) türleri de bazen herdemtazc olarak anılır Aynca bak. ölmezçiçek

herdemyeşi! orman bak. yaprakdökmeyen orman

Herder, Johann Gottfried von (d 25 Ağustos 1744. Mohrungen, Doğu Prusya ö. 18 Aralık 1803, VVeımar. Saksonva), zMman eleştirmen, ilahiyatçı ve filozof Coş­ kunluk akımının(') başlıca temsilcilerin­ den bin olarak tanh felsefesine ve kültüre yeni bir anlayışla yaklaşmıştır. Genç Goethe’yle bağlantısının da etkisiyle romantik

Herder. Gerhard von Kügelgenln yağlıboya çalışmasından ayrıntı, 1080, Tartu Devlet Üniversitesi Kütüphanesi ücvary ol Tartu Stato Urjvenuty

hareketin öncüleri arasına girmiştir. Soylu­ luk unvanını 1802'de almıştır. Yoksul bir ailenin oğlu olan Herder önce yerel okullarda okudu. 1762 yazından sonra Königsberg'de (bugün Kalımngrad) ilahi­ yat, felsefe ve edebiyat eğitimi gördü Bura­ da İmmanuel Kant’la ve Aydınlanmanın önde gelen eleştirmenlerinden Johan Georg Hamann’la yakın ilişki kurdu Kasım 1764’te ders vermek ve vaizlik etmek üzere Riga'ya gitti, ilk yapıtlarını orada yayımla­ dı. Bunlar arasında Uber die neuere deuische Literatür: Fragmenie (1767; Yeni Al­ man Edebiyatı Üzerine Metinler) ve Kriıische Wâlder, öder Betrachıungen dıe Wıssenschafı urıd Kimsi des Schönen betreffend (1769 ve ös 1846; Eleştirinin Ormanla­ rında ya da Güzelin Bilimine ve Sanatına İlişkin Gözlemler) başlıklı ıkı deneme kitabı da vardı. 1769 yazında Riga’dan Nantes'a yaptığı bir deniz yolculuğu sırasında kendi kişiliği vc geleceği üzenne derinlemesine düşünme olanağı buldu Aralıkta Paris’te tamamladığı Journal rneıner Reise mı Jahr 7769 (1769; 1769 Yılındaki Yolculuğumun Güncesi) adlı güncede, bu yolculuk sırasın­ da yaşadığı değişimin öyküsünü anlattı Eylül 177()’tc Holstein prensi Peter Frıedrıch NVılhelm’e eşlik ettiği Strasburg gezisin­ de Goethc'yle tanıştı Nisan 177İ’de saray vaizi olarak Bückeburg’a gitti Burada kaleme aldığı yapıtlar.

Heredia

196

coşkunluk akımının temelini oluşturdu. Herder’in romantizminde düşünmenin ara­ cı duyguydu; bu duygu dokunma duyusuyla karşılaştırılabilirdi. Görme duyaısu nesneleri belli bir uzaklıktan kavlarken duygu, bire­ yin kendi yaşama enerjisine tepki gösteren bir güç olarak kavradığı gerçekliği doğru­ dan algılayabiliyordu. Ama birey aynı za­ manda bir yaşama gücünün kendisini ona­ ya koyduğu bedeninin de farkındaydı. Kişinin, çevreye bağımlı olmadan onun ken­ disine kovduğu sınırlann farkına varmasıyla ortaya çıkan güçler dengesi içinde, bireyin bedeni bütünsel bir estehk yapıya dönüşü­ yor vc bireyin gerçeklikle özdeşleşmesi tamamlanıyordu. Herder, bu donemdeki yapıtlarından Plastik'le (1778) metafizik görüşlerini özetliyor, Abhandlung Über den Ursprung der Sprachc' de (1772; Dilin Kökeni Üzenne Dene­ me) ise dilin insan doğasından kaynaklandı­ ğını ilen sürüyordu. Herdcr’e göre bilgi ancak dil aracılığıyla oluşabilirdi. Birey ve dünya, duyguda birleşmekle birlikte, her sözcüğün nesnel anlamının kaynaklandığı amaçlı (bir nesneye yönelik) eylemlerde yeniden birleşmek üzere bilinç düzleminde birbirlerinden ayrılıyordu. Böylece daha ön­ ce duygu bağlamında özgüllüğü anlaşılmaksızın belirsiz biçimde algılanan şeyler açıkça belirleniyordu. Duygu ve düşünme böyle­ likle iç içe geçiyordu; bu birleşmeyi, aynı zamanda hem ses hem anlam olan sözcük sağlıyordu. Dolayısıyla bir şeyin taşıyabile­ ceği her anlam, onu kullananların özgüllüğünü ve bakış açısını yansıtan duygusal bir tutumu da içeriyordu. Sonuç olarak dilin yapısı insan doğasının gerçek bir görüntüsüydü. Dönemin psikologları çaba, duygu, bilgi gibi insan yenlerini özenle birbirinden ayırt ederken Herder insan doğasının birliğini vc bölünmez bütünlüğünü vurguladı. Bilinç ve idrak, yalnızca hayvansal bir temele eklen­ miş "daha yüksek" yetiler değil, nitelikçe benzersiz insani arzular ve duyarlıklar taşı­ yan, bir bütün olarak bireyin yapısının özel­ likleriydi. İnsanın içgüdüleri ve duyarlıkları düşünmeye bağımlı olduğuna göre insan bireyi “yaratılışın özgürleşmiş ilk ûyesi"ydi. Herder'in, bugünü ve gelecekteki olasılık­ ları değerlendirmek için geçmişten yararlan­ ma çabasından kaynaklanan tarih felsefesi dc bu dönemde biçimlenmeye başladı. Da­ ha önce Fragmentc'de, insan yaşamının dö­ nemleriyle benzerlik kurarak tipik bir tanh­ sel gelişme şemasını özetlemişti. Alman şiirinin o dönemdeki konumunu bu yöntem­ le belirlemeye çalıştı. Shakespcarc üzerine denemesi vc tarih yazımında usçuluğa karşı çıktığı Auch eine Philosophie der Geschichte zur Bildung der Menschheil (1774; İnsan Türünün Gelişimine İlişkin Bir Tarih Felse­ fesi Daha), tarihsel varoluşu, bireyselleşme ile tarihin bütünü arasındaki çelişkinin ürü­ nü olarak daha derinden kavrama çabasını yansıtan ilk yazılarıydı. Bu çelişki, tarihsel gelişmenin mantıksal temelini oluşturuyor­ du. Eğer ıkı güç çatışma halindeyse, bunlar­ dan biri kendi varlığını koruyarak bütünün içinden bireysel bir yapı olarak ortaya çıka­ bilirdi Ama bütün hiçbir zaman tek bir biçimle yetinmiyordu: Tarihsel felaketler, bütünün, zamanı geldiğinde yeniden dağıl­ mak üzere her şeye yeni bir biçim vererek kendini özgürleştirmesini sağlıyordu. Birey yalnızca bir son değil, aynı zamanda Tann’ nın aldığı ya da yadsıdığı kör. bağımlı bir araçtı. Filozof bile geleceği ancak geçmiş gelişmenin örüntüsünden yola çıkarak, gele­ ceğin koşullarını araştırarak görebilir ve ona karşı tutum alabilirdi.

Herder'in bu donemdeki öteki çalışmalan arasında, eski İbranı yanıtlannı konu alan Alteste Urkundc des Menschengeschlcchls (1774-76; İnsan Soyunun En Eski Kayıtları) ve zVı Prediger: Fûnfzehn Provinzialblâlter (1774; Vaizlere: Dar Kapsamlı On Beş Tez) sayılabilir. Özellikle önemli olan iki yapıtı Shakespcarc üzenne denemesiyle, Goethe ve coşkunluk akımının öncûlennden Justus Möscr'in dc katkıda bulunduğu bir bildin içinde yayımlanan “Auszug aus einem Brichvcchscl über Ossian und die Lieder alter Völkcr’’dir (1773; Ossian ve Eski Halkların Şarkılarına İlişkin Bir Mek­ tuplaşmadan Parçalar). Herder, Shakespcarc ve I lomeros üzerine çalışmalarında, gerçek şiirsel anlatımda, in­ san yaşamının bugüne değin gizli kalmış yönlennin dilin yaratıcı işleviyle ortaya çık­ tığını ilen sürdü. Aynca. şiir yeteneğinin eğitimle ilgisi olmadığını, bu yeteneğin en an vc güçlü biçiminin her ulusun uygarlık öncesi döneminde ortaya çıktığını savundu. Herder’in eski Alman halk şarkılanna, eski İskandinav şiiri ile mitolojisine, eski Alman gezgin şarkıcılannın yapıtlarına vc Luthcr’ın diline ilgisi de buradan kaynaklanıyordu. Herder, Goethc'nin yardımıyla 1776'da \Veimar’da önemli bir devlet görevine getirildi. Buradaki çalışmalarıyla genel bir morfoloji­ nin temellerini attı; böylece örneğin bir Shakespcarc oyununun ya da Yuhanna’nın İncil'inın. belirli bir tarihsel bağlamda orta­ ya çıkmak zorunda olduğunu göstermeye çalıştı. Herder’in yöntemi, çelişkileri sapta­ yarak onları daha yüksek bir birliğe kavuş­ turmayı öngörüyordu. Düşünürün, klasıkçilığe geçişini tamamladığı bu dönemin baş­ lıca yapıttan Vom Erkennen und Empfinden der Menschlichen Seele (1778; İnsan Ruhu­ nun Bilinmesi ve Duyumsanması Üzerine), Briefe, das Studium der Theologie betreffend (1780-81; İlahiyat Araştırmalan Üzerine Mektuplar), Vom Gcist der ebraisehen Poesie (1782-83; İbranı Şiirinin Ruhu) ve VolksHeder (1778-79; Halk Şarkılan) adlı derle­ medir. Herder, şiiri gerçeklikle başa çıkma­ nın bir yolu olarak görüyordu. Çağdaşlannın çoğu için eğitimin bir ürünü ya da bir eğlence aracı olan şiir Herder'e göre düşü­ nülmüş bir eylemden çok, duygu aracılığıyla yaşanan doğal vc tarihsel çevreden kaynak­ lanan istemsiz bir tepkiydi. Bu duygu insan ile dünya arasında görüntülerden çok, sesler­ de, vurgularda ve konuşmanın temposunda anlatımını bulan dinamik bir ilişkinin orga­ nıydı. Bu “duygu sesi", ancak insandan ve onu yaratan tarihsel çevreden koptuğu, kendi başına bir dünya oluşturabilecek ka­ dar bütünlendiği zaman sanat konumuna yükselebilirdi. Herder'in VVeimar’daki çalışmaları Zersirenle Blâtter (1785-97; Dağınık Tezler) ve yarını kalmış kitabı Ideen zur Philosophie der Geschichte der Menschheil'\n (1784-91; İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünce­ ler) doruğa ulaştı. Goethe'yle ilişkisinin ürünü olan ikinci yapıtında doğanın ve tarihin tek bir yasalar dizgesine bağımlı olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Topraktan insana uzanan gelişme çizgisinde, belirli biçimler ya da bireysel varoluşlar türeterek birbirini dengelemeyi amaçlayan bir güçler mücadelesi geçcrliydi. Aynı olgu, çekişen güçlerin bırbıriylc uzlaştığı toplum yaşamın­ da da bir “insanlık" yasası olarak gözlenebi­ lirdi. Herder Gott: etniğe Gesprâche (1787; Tan­ rı: Birkaç Söyleşi) başlığını taşıyan diyalog­ larda Ideen’in temelim oluşturan temel ön­ cülleri özetledi. 1800’de Einige Gesprüche über Spinozas System (Spinoza'nın Sistemi Üzerine Birkaç Söyleşi) adıyla ikinci baskısı yapılan bu yapıtta Lcibniz, Spinoza vc

Shaftcsbury kontu Aııthony gibi usçuların görüşlerini birleştirdi. Mali zorluklar, Fransız Dcvrinıi’ylc ilgili O ayrılıkları vc en önemlisi, çevresinde sinden daha üstün bir insanın bulunma­ sına dayanamayan aşın güvenli kişiliği Herder’i Gocthc'dcn uzaklaştırdı. Bu küskünlük, Herder'in Alman şiir vc felsefesindeki klasik akımın tümüne koyu biir düşmanlık besleme­ sine yol açtı. Briefe zıı Befördenıng der Humta K Broman

Root Rosourcos - E0 Inc

renkte çiçekleri olan çokyıllık hezaren türle­ ri arasında en çok bilinenler 30-100 cm yükseklikteki D. cashmerianum ve D. grandıflorum ile 180 cm yükseklikteki D. elarum'dur. Çiçekçilikte değerli olan pek çok melez hezaren çeşidi geliştirilmiştir.

hezaren mobilya, oturma ve sırt bölümlen bambu tirizleriyle örülerek oluşturulan is­ kemle, koltuk, kanepe vb mobilya.

BU İngiliz hezaren koltuğu, y 1680; Metropolitan Sanat Müzesi, Nevv York kenti Metropolitan Museurn ol Art Ne* York konlı 1923

Hezaren sözcüğü Farsçada “bambu" anla­ mındaki /ıızru/ı’dan gelmektedir. Hezaren mobilya ilk kez İS 2. yüzyılda Hindistan'da ortaya çıktı; aynca Çin'de de biliniyordu. Bambunun Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından Avrupa’ya getirilmesiyle 17. yüz­ yılın sonlanna doğru İngiltere ve Felemenk’te bambu mobilya moda oldu. Bunlar Restorasyon dönemi İngiltere'sinde yapıl­ mış, oymalarla süslü yüksek arkalıklı iskem­ leleri andınyordu. Fransa'da hezaren rejans dönemi boyunca daha gösterişsiz mo­ bilyaların yapımında yaygın olarak kullanıl­ dı. Bu eğilim XV. Louis döneminde de sürdü. 19. yüzyılın başlannda, Çin tarzının egemen olduğu mobilyalarla birlikte İngilte­ re'de gözden düştü. Thomas Sheraton The Cabinel Dictionary' de (1803; Mobilya Sözlüğü) hezarenin yataklann baş ve-ayak uçlanyİa, hafif, esnek,

temiz ve dayanıklı olması gereken her türlü mobilyada kullanılabileceğini yazıyordu. İn­ giliz mobilya üsluplarından esinlenerek ya­ pılan hezaren mobilyalar Almanya’da, Ispan­ ya’da ve Amerikan kolonilerinde de kulla­ nıldı. 18. yüzyılın başlannda Amcnka’da Virginia eyaletinde Wılliamsburg’daki mec­ lis salonu hezaren sandalyelerle döşenmişti. 19. yüzyılda Avusturya'da ünlü bükme ağaç mobilyalan yapan Michael Thonct de(‘) ürünlerinde hezareni kullandı. Modası hiç geçmeyen hezaren mobilya günümüzde de çok tutulmaktadır.

Hezekiel, İbranice yekezkel (ü. İÖ 6. yy başları), İsrailoğullannın peygamberlennden biri. Eski Ahit’tc kendi adını taşıyan kitabın bir bölümünün yazandır. Peygamberlik görevi Kudüs ve Babil’de İÖ 6. yüzyılın ilk 30 yılı boyunca sürmüştür. Hezekıel'in, yeni bir ahidin kaçınılmaz ol­ duğu yönünde Peygamber Yeremya'yla pay­ laştığı inanç ve Tann’nın bu ahdi kendisi ve kutsal adı uğruna gerçekleştireceğim vurgu­ laması Yahudi ve Hıristiyan ilahiyatı üzerin­ de derin etkide bulunmuştur. Hczekiel’in Kudüs’teki ilk kehanetten (y. 592'den son­ ra) yaklaşan şiddet ve yıkımın habercisidir; sonraki sözleri ise Babil’e sürgün edilen İsrailoğullannın umutlannı dile getirir İö 6. yüzyılın başlannda İsrailoğullannın elindeki son toprak parçası olan küçük Yahuda devleti de giderek güçlenen Babil İmparatorluğunca ortadan kaldınldı. İö 597’dc Kudüs fethedildi. Yahudi direnişi yemden başlayınca İö 587-586'da kent uzun bir kuşatmadan sonra yerle bir edildi. Bu ıkı yenilginin ardından, İÖ 582’de sağ kalan Yahudi nüfusunun en seçkin unsurlan toplu halde zorla Babil’e sürüldüler. Kudüs’ün ilk fethinden önce Hezekiel büyük olasılıkla Kudüs Tapınağı’nda görevli bir din adamıy­ dı. İÖ 597’de Babil’e götürülenlerle birlikte Kebar Kanalı üzerindeki (Nippur yakınla­ rında) Tel-abib'e yerleşti. Hezekiel Kitabı’mn başlangıcında Hezekıel’in peygamberlik görevinin “Kral Yehoyakin’in sürgünlüğünün beşinci yılında", yanı yaklaşık İÖ 592’de başladığı belirtilir. Tanhlenebilır son kehaneti de “27. yılda" yanı İö 57O’te gerçekleşmiştir. Hezekiel Kitabı'mn yorumcuları birçok konuda farklı görüşler savunurlar. Peygam­ ber sürekli olarak Yahuda ve Kudüs’te kalanlara seslendiği için bazı tarihçiler Hezekiel’in gerçekte peygamberlik görevini Kudüs’te sürdürdüğü ve Babıl ortamının öyküye sonradan eklendiği görüşündedir. Öte yandan bazı yorumculara göre Hezekiel fanatik, kibirli ve bazen saldırganlaşacak kadar hoşgörüsüz bir kişilik taşır. Ama başkalarına göre, seslendiği halkın sorunla­ rını ve kuşkularım yakından biten, çevresin­ deki yaşama karşı duyarlı, yetenekli, zihni çok yönlü işleyen biridir. Kişiliği hakkındakı bu karşıt görüşler bir yana, Hezekıel’in, özellikte adım taşıyan kitabın Yahudiliğin sürgünden sonra yeniden örgütlenmesiyle ilgili 40-48. baptan aracılığıyla, sonraki yüzyıllarda Yahudiliğin geçirdiği dönüşümü derinden etkilediği yolunda tam bir görüş birliği vardır. Hezekiel, öteki Eski Ahit kâhinlennden çok daha fazla simgesel eylemlerle, garip düşlerle ve vecd halleriyle ilışkilendinlmiştir. Bütün bunlardan ve “yüzüstü düştüm" (1:28) deyişinden Hczekiel’in kataleptik ol­ duğu sonucunu çıkaranlar da vardır. Kendi­ sinden önceki peygamberler gibi Hezekiel de Tanrı ite halkı arasındaki ilişkiyi bir kocanın onu aldatan kansıyla arasındaki ilişkiye benzetir. Bu nedenle Yahuda'mn yıkılışım, temelli bir sadakatsizlik yüzünden verilmiş bir hüküm olarak yorumlar.

241

hıçkırık

Hezekiel Kitabı, Eski Ahıt'ın başlıca pey­ gamber kitaplarından biri. Metinde verilen tarihlere göre Hezekiel peygamberlik göre­ vini Babıl e ilk sürgünün 5. yılında (İö 592) almış, görev süresinin çoğu sürgünde geç­ miştir. Hangi aşamalarla kaleme alındığı çok tartı­ şılmış olan kitabın son biçiminde uç tema egemendir: Yahuda ve Kudüs’e yönelik tehditler (bap 1-25), yabana halklara yöne­ lik tehditler (bap 25-32), kurtuluş ve umut kehanetleri (bap 33-44). Kitapta verilen tarihler, bu düzenlemenin kabaca Hezekiel’ in peygamberlik görevinin kronolojisiyle çakıştığını gösterir (ama bu düzenlemenin üçlü bir ahıret beklentisinin ipuçlarını da vermesi dolayısıyla bazı araştırmalarda gele­ neksel tarihlerin doğruluğu sorgulanmakta­ dır) Yahuda ve Kudüs’e yönelen tehditler Hczekiel’in peygamberlik görevi almasın­ dan (İÖ 592) Kudüs’ün düşmesine (İÖ 586) değin geçen döneme ilişkindir, yabana halklara yönelik tehditler Kudüs'ün düşü­ şünden hemen sonraki dönemle (iö 586585) çakışır; kurtuluş kehanetten ise bunu izleyen döneme aittir. Sonradan eklenmiş az sayıda parçayı ötekilerden ayırt etmek ola­ naklıdır, ama metnin büyük bölümünün gerçekliği kuşkusuzdur Kitap Babil sürgünlennin yaşamım anla­ mak bakımından önem taşır. İsraıloğullan. Kudüs'ten ve Yehova’ya ibadet edilebilecek tek yer olan Tapmak’tan uzaklaşınca bir inanç vc ibadet bunalımıyla karşılaşırlar. Hezekiel, geleneksel inançtan yaşatarak vc bireylerin birlik ruhunu güçlendirerek sür­ gündeki halkına destek olmaya çalışır. Ke­ hanetten Yehova’nın yalnızca Kudüs’te ol­ duğu inananın yıkılmasına büyük katkıda bulunur. Peygamber bireysel sorumluluğun önemini vurgular. Sebt gününde çalışmak­ tan sakınarak bu günün kutsallığının korun­ masını ister. Çünkü Sebt gününün kutsallığı Yehova’nın halkıyla ilişkisinin özel bir işare­ tidir. İsrailoğullan imanlarına sahip çıkar­ larsa ülkelerine dönecekler, İsrail yeniden kurulacaktır

hezeyan bak. sanrı hezliyat, hezeuyat olarak da bilinir, divan edebiyatında, alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türü. Genellikle kaba şakalara, taşla­ malara ve sövgülere yer veren hezliyat, mübalağa sanatını temel almasıyla hicvi andırır. Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir mazmun bulunur Konu şakayla karışık alaylı bir dille anlatılır. Bu türde çok yetkinleşen bazı divan şairleri özel hezliyat mecmuaları düzenlemişlerdir. Nev'ızade Atai, Bahayi-î Küfri (ö. 1660), Hevâyî (ö. 1715), Kânı, Sünni, Süleyman Faik (ö. 1837), Bayburtlu Zihni bu türün usta şairle­ rindendir. Tanzimat'tan sonra gelişme gös­ teren hezliyat, Cumhuriyet dönemi mizah dergilennde de (örn. Akbaba, Karagöz) vazgeçilmez bir yer kazanmıştır.

hıçkırık, göğüs boşluğu ile kann boşluğu­ nu birbirinden ayıran diyafram kasının bir­ den kasılması sonucunda ses tellen arasın­ daki açıklığın (glotis) istemdışı kapanması ile gerçekleşen ani soluk alımı ve bu sırada tipik bir ses çıkarılması Hıçkınğın birçok nedeni vardır; bunlann en önemlisi midenin aşın gerilmesidir. Mide yüzeyinin tahrişi, sinirsel kasılmalar ve çeşitli metabolizma düzensizlikleri de hıçkınk nedenlen arasın­ dadır. Halk arasında diyafram kasılmalarını kesintiye uğratarak haçkınk oluşumunu ön­ lemeyi amaçlayan birçok önlem geliştiril­ miştir; bunlann en iyi bilmeni kışının elin-

Hıdır

242

den geldiği kadar uzun bir sûre nefesini tutmasıdır Hıçkırık tedavi edilmese de birkaç dakikalık bir sûrede kendiliğinden geçer. Günler ya da haftalarca süren olgular bilindiği gibi, tıbbi kapılarda yıllarca süren hıçkırık olguları da bulunmaktadır. Çok uzun süreli ve ağır gidişli hıçkırık olguların­ da diyafram sinirine cerrahi girişimde bulu­ nulur.

Hıdır bak.

Hızır

hıdiv (Farsçada “büyük vezir”), HtDlv ola­ rak da yazılır, Kavalahlara mensup Mısır valilerine babadan oğula geçmek üzere 1867'de verilen resmî unvan. Önceleri yazışmalarda sadrazamlar için “büyük vezir” anlamında kullanılan hıdiv unvanı, 8 Haziran 1867’de, bir irade-i seniycyle (padişah izni) Mısır valisi İsmail Paşa’ ya “sadaret payesi”yle birlikte verildi. İs­ mail Paşa ilk Mısır hıdivi olurken, Mısır valiliğine de “hıdiviyet-i Mısır” dendi. İsma­ il Paşa’nın oğlu Tevfik Paşa (hd 1879-92) ile Abbas Hilmi Paşa da (hd 1892-1914) II. Abdülhamid’in fermanlarıyla hıdiv unvanını kullandılar. Ingilizlerin 1914’te Mısır’ı işgal etmesinden sonra Abbas Hilmi Paşa’nın yerine amcası Hüseyin Kâmil geçirildi vc hıdiv yerine sultan unvanı kullanılmaya başladı. Bununla birlikte Osmanh hükümeti Abbas Hilmi Paşa’yı 1922’ye değin hıdiv olarak tanıdı. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması’yla Abbas Hilmi Paşa’nın hıdivliği sona erdi.

Hıdiv Kasn, İstanbul’da Çubuklu semtin­ de, son Mısır hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın 20. yüzyılın başlannda yaptırdığı köşk. Bo­ ğaziçi’ne bakan bir tepede, geniş bir korulu­ ğun içinde yer alan yapı özellikle art nouveau üslubundaki bezemeleriyle dikkati çeker. Güney ve doğuya bakan, “L” harfi­ nin kollan gibi birbirine dik iki kanatla, bunların uçlannı birleştiren çeyrek daire biçimli üçüncü bir bölümden oluşur. Bir bodrum üstünde üç katı vardır. Zemin katta çeşitli salonlar, birinci katta yatak odalan, daha basık olan ikinci katta da hizmetli odalan yer alır. Çatının üstünde güney cephesinin batı ucunda, tepesinde bir man­ zara terası bulunan bir kule, doğu cephesi­ nin kuzey ucunda da bir cihannûma yük­ selir. Güney cephesindeki ana kapıdan ve giriş holünden geçilince görkemli bir hole ulaşı­ lır. Ortasında fıskiyeli büyük bir havuz bulunan bu hol yapının bütün yüksekliğini kaplar ve tepesindeki sekizgen biçimli bir vitraydan ışık ahr. Vitrayın üstü çatı hizasın­ da cam bir fenerle korunmuştur. Birinci kattaki yatak odalan bir galeriyle havuzlu orta holün boşluğuna bakar. Bu galeriyi zemin katta beyaz mermerden sekiz çift sütun taşımaktadır.

Hıdiv Kasrı'nın havadan görünümü, İstanbul Bayfam Do-'o/'An Link

vc kahramanlık konularındaki deyişleriyle tanınan âşık. Küçük yaşta Kuran’ı ezberlediği için Hıfzı adıyla anılmış, daha sonra o da bu lakabı mahlas olarak kullanmıştır. Şiir söylemeye 15 yaşında başlayan Hıfzî, Kağızmanlı Sezai’ den saz dersleri aldı. Önce Nakşibendilik, sonra da Kâdıriyc tarikatına girdi; bir sûre Hıdrellez, hizir-İlyas olarak da bilinir, her çiftçilik, müderrislik ve köy imamlığı yaptı yıl 5 Mayıs gecesi başlayıp 6 Mayıs günü dc Hıfzî, “Sefil baykuş ne gezersin burada" sûren geleneksel bahar şenliği. dizesiyle başlayan uzun ağıdıyla tanınır. Halk inanışında ölümsüz saplan Hızır( *) Yaşadığı yılların savaş ve sıkıntılarla dolu ve İlyas kişiliklerinin birbiriylc ilişkilcndiril- geçmesi şiirlerine de yansımış ve kahraman­ mesi, Hıdrellez kutlamalarının temelini lık duygularını dile getiren deyişler söyleme­ oluşturur. İnanışa göre Hızır ve İlyas 6 sine yol açmıştır. Aşk vc doğa konularında Mayıs’ta bir araya gelirler. Hıdrellez kutla­ da başanlı şiirleri bulunan Hıfzî’nın yanıtla­ maları bir bahar bayramı niteliği taşımakla rı, Z. Mahir Baranseli’nin Kağızmanlı Re­ birlikte zamanla Hızır’ın olağanüstü özellik­ cep Hıfzî (1965) ve Ensar Aslan’ın Doğu lerinden yardım sağlama inancıyla birleş­ Anadolu Saz Şairleri (1978) adlı kitapların­ miştir. da toplanmıştır. Hıdrellez'de, çeşitli eğlencelerin yanı sıra büyü özellikleri taşıyan bazı uygulamalara hılt bak. suyuk da rastlanır. Bunlar ya geleceği keşfetme amacına ya da çeşitli isteklerin gerçekleşme­ hıltan bak. dişotu sini sağlamaya yöneliktir. İlk gruba giren uygulamaların örnekleri, niyet çömlekleri hımış, yapılarda duvarların ahşap karkas ile kişilerin geleceğini, ağaca asılan hamurla olarak düzenlenip taşıyıcı öğeler arasındaki bolluk ya da kıtlık olup olmayacağını, soğan boşlukların tuğla ya da taş ve harçla doldu­ yapraklan ile talihin iyi mi kötü mü olacağı­ rulduğu yapım yöntemi. Hımış yapılar genel nı öğrenmeye çalışmaktır. Bütün bunlar, olarak geçme ya da ahşap çiviyle birleştiril­ doğrudan Hızır’ın ya da ondan doğaya miş kare kesitli tahtalarla inşa edilir. Dik­ sinmiş olan gizli bilici gücün insanlara gerçe­ meler birbirlerine yatay kuşaklarla bağlanır, ği bildireceği inancına dayanır. İkinci grup­ köşeler çoğunlukla çapraz payandalarla des­ taki uygulamalar ise Hızır’ın o gece dokun­ teklenir. Hımış yöntemi hem az katb köy duğu ya da bastığı bitkiler, ağaçlar, otlar ve evlerinde, hem de altı yedi kath kent ona ölümsüzlük kazandıran hayat suyuyla yapılarında uygulanmıştır. Bu yöntemin biraz değiştirilmiş bir biçimi yer yer günü­ ilgili olduğu düşünülen sular aracılığıyla müzde de kullanılmaktadır. Bu tür hımış zenginlik, sağlık, bereket, kısmet elde etme, eski ahşap çivili taban kirişleri, kötülükleri, hastalıkları ve zararlı güçleri yapılarda kovma amacına yöneliktir. Bunlara ömek kirişler ve kuşakların yerine hafif başlıklar, ve ince kirişlerin birbirine çivilenolarak paranın çoğalacağı inancıyla içine dikmeler mesiyle balon çerçeveler^) oluşturulmakta gümüş para konmuş bir kesenin bir gül ve cephelerine bezeme etkisi kazandırmak fidanının dibine gömülmesi ya da bir ağacın için duvar yüzeyi tahtalarla kaplanarak eski dalına asılması, ev sahibi olmak için çöpler­ strûktûrel biçim taklit cdilmeKtedir. den yapılan bir ev maketinin gül fidanının Hımış yapım yöntemi tarih boyunca ılıman dibine bırakılması, hastalıktan kurtulmak iklimli, ahşabın bol bulunduğu yerlerde amacıyla yeşillikler üzerinde yuvarlanmak, uygulandı. Çin’de ve daha ince bir işçilikle çiçek toplayıp suyunu içmek, bununla el yüz Japonya da yaygındı. 17. yüzyıla değin, yıkamak, bir alanda yakılmış ateşin üzerin­ özellikle ’da Almanya ve Fransa başta olmak den sırayla atlamak sayılabilir. üzere, kara Avrupa’sının bütün kuzey böl­ Hıdrellez’de düzenlenen törenler arasında gelerinde sivil mimarlıkta kullanıldı. İngilte­ genç kızların kısmetini açma amacı taşıyan­ re’de özellikle y. 1450 - y. 1650 arasında ların ayn bir önemi vardır. “Baht açma”, güney illerinde ve orta kesimlerde uygulan­ “bahtiyar", “mantıfar”, “martaval”, “eğri­ dı. Pompei’de, üst katlan hımış olarak inşa ce”, “niyet çıkarma", “mani çekme" gibi edilmiş birçok Eski Roma evi kalıntısına adlarla anılan ve yörelere göre bazı değişik­ rastlanmıştır. Anadolu'da da konut mimar­ likler gösteren bu törenlerin biçimi genel lığında çok yaygın olarak kullanılan hımışm olarak şöyledir: Hıdrellez’dcn bir gün önce özellikle Karadeniz Bölgesi, Orta Anadolu' hava kararınca, genç kızlar su dolu bir nun kuzey kesimleri ve Ege Bölgesi gibi çömleği gül fidanının dibine yerleştirirler. sayısız ilginç örneği bulunmakta­ Herkes bir niyet tutar ve yüksük, yüzük, saç yerlerde dır. Hımış yöntemiyle yapılan evlerin ço­ tokası, düğme, boncuk, madeni para ya da ğunda üst katlarda çıkmalar vardır. Tcınel buna benzer bir eşyasını içine atar. Çömle­ işlevleri strüktürel olan çıkmaların üst kat ğin ağzı mendille kapatılır. Yaygın bir inan­ mekânlarını biraz daha büyütmek ve dışa ca göre, o gece Hızır çömleğin başına gelip doğru daha geniş bir görüş açısı kazandır­ okur üfler, herkesin nasibim bırakır. Ertesi mak gibi yararları da vardır. Döşeme kiriş­ sabah erkenden bir araya gelen kızlardan lerinin uçlarının çıkma yapması, kiriş açıklı­ sesi en güzel olanı bir mani söyler. Aklı ğına binen yükü kısmen dengelemektedir. ermeyen küçük bir çocuk da kolunu su dolu çömleğe sokup rasgele bir eşya çıkarır. O Hınçak Komitesi, Ermeni siyasal örgütü. eşya kiminse söylenen maninin anlamına Doğu Anadolu topraklarının Osmanh Dev­ göre yorumlar yapılır. Bu işlem herkesin leti ilden ayrılması ve bu bölgede bağımsız eşyası bitinceye değin sürer. bir Ermeni devleti kurulması için mücadele Bu gelenek günümüzde Anadolu’nun dı­ etmiş, “Ermeni Sorunu”nu uluslararası ka­ şında Azerbaycan, Kırım, Balkanlar ve Or­ muoyuna duyurmak amacıyla yoğun şiddet ta Asya'da da yaşamaktadır. Rumi takvime eylemleri ve ayaklanmalar düzenlemiştir. göre ilkbaharın başlangıcı sayılan 23 Nisan Öğrenimlerini Cenevre’de sürdüren Rusya (Miladi takvimde 6 Mayıs) Hıristiyanlarca Ermenisi altı genç, “Türkiye Ermenistan!" da kutsal kabul edilir. Ortodokslarla “Aya olarak niteledikleri bölgenin bağımsızlığı Yorgi”, Katoliklerdeyse “Azız Georgius" için mücadele etmek amacıyla Ağustos (Süryaniler arasında Circis) günü olarak 1887’de bir araya geldiler. Bu gençler hem kutlanır. Fransa’da yayımlanan Ermeni gazetesi ArHıfzî (KaGizmanu), asıl adı RECEP (d. 1893, meııia'dun, hem de sosyalist akımdan etki­ lenmişlerdi; Rus sosyal demokrasisinin ünlü Kağızman - ö. 1918, Kağızman), aşk, doğa

Hıdiv Kasn 1937’dc İstanbul Belediyesi’nce satın alınmış ve 1953’tc onanlmıştır. O zamandan beri boş duran yapı 1983-84 yıllannda Türkiye Turing vc Otomobil Ku­ rumu Derncği’nce yeniden onanlıp otel, restoran ve çay salonu olarak düzenlendik­ ten sonra hizmete açılmıştır.

adlan Gcorgı Plchanov vc Vcra Zasuliç’Ie yakın ilişkileri vardı. Armenia’yı çıkaran ve Ermeni aydınlan üzerinde etkili olan Mıgırdıç Portukalyan’dan (1848-1921) umdukları desteği göremeyince, bağımsız örgütlenme yoluna gittiler. Venedik'teki Mehitarist Manastın’nın yardımıyla bir matbaa kurdu­ lar, Cenevre’de Hmçak (Ermcnicede "Çan") gazetesini yayımlamaya başladılar. Kısa süre sonra merkezini Londra’ya taşı­ yan örgüt 1890’da Hmçak Komitesi adını aldı. Osmanlı Devlcti’nden ayrılacak topraklar üzerinde sosyalist niteliği ağır basan bir Er­ meni devleti oluşturmayı amaçlayan komite merkez olarak İstanbul’u seçti. Örgüt yöne­ ticilerinden bazıları İstanbul’a geldi, ayrıca Doğu Anadolu'nun çeşitli yörelerine örgüt­ çüler gönderildi. Aynı yıl komite yeni kuru­ lan Ermeni örgütü Taşnakzutyun'a (Ermeniccdc “İttifak”) katıldıysa da Hınçak’ın sosyalist programı nedeniyle bu birlik bir yıl sonra bozuldu. Ermeni Patriği Matyos Izmirliyan’ın (1843-1910) etkin desteğine kar­ şın, Hmçak Türkiye’deki Ermeniler arasın­ da yeterli ilgiyi bulamayınca üyeler arasında gruplaşmalar ortaya çıktı. Nazarbekyan’ın başını çektiği sosyalistlere karşı olanlar ör­ gütten ayrılarak 1898’de İskenderiye’de Ye­ ni Hmçak Partisi’ni (Ermenice resmî adı Veragazmyal Hınçakyan Gusagtzutyun) kurdular. Başlangıçtaki programa bağlı ka­ lan Nazarbekyan grubu ise 1896'da Londra' da ikinci kongresini yaparak varlığını sür­ dürdü. Hmçak Komitesi 1890’dan sonra Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde şiddet eylemleri düzenledi, ayaklanmalar örgüt­ ledi. Erzurum (1890), İstanbul (1895), Sasun (1895) ve Zeytun'daki (bugün Süleymanh) olaylar çok sayıda kişinin öl­ mesi ya da yaralanması ve köylerin yakıl­ masıyla sonuçlandı. Zeytun olayından sonra Ermenilerce düzenlenen ayaklanma ve şid­ det eylemlerinde daha çok Taşnaksutyun örgütünün ağırlık taşıdığı görüldü, Hmçak’ m şiddet eylemleri önemli ölçüde azaldı. II. Meşrutıyet’in ilanından (1908) sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hmçak Komitesi arasında belirgin bir yakınlaşma oldu. Cemiyetin yayın organı konumundaki Tanın gazetesinde 19 Şubat 1910’da yayım­ lanan bir haberde, 1909’da resmî adı Sosyal Demokrat Hmçak Partisi (Ermenice Sotzyal-Demokrat Hınçakyan Gusagtzutyun) olan örgütün merkez komitesi, “örgütün hükümetçe resmen tanındığını" duyuruyor­ du. 1908 ve 1912’deki Meclis-i Mebusan seçimlerine katılarak meclise seçilen Hmçak üyeleri de oldu. Hmçak Partisi 1. Dünya Savaşı sırasında, Kafkasya’da OsmanlIlara karşı Rus ordusuna yardımcı olmak üzere Ermeni gönüllü taburlarının kurulmasına katkıda bulundu. Parti günümüzde de varlığını sürdürmekte­ dir. Ermenistan SSC'de yasaklanmış olan partinin Ortadoğu ülkeleri yanında Yuna­ nistan, Fransa ve ABD gibi Batı ülkelerinde de şubeleri bulunmaktaydı. Ermenistan 1991’de bağımsızlığını kazandıktan sonra bu

yasak da kalktı.

Hınçer, (Mehmet) İlisan (d. 14 Mart 1916, Konya - ö. 11 Kasım 1979, İstanbul), yayımladığı dergilerle Türk folklor çalışma­ larına büyük katkılarda bulunmuş araştır­

macı ve yazar. Ortaokul öğrencisiyken dedesinin aktar dükkânında çıkan yangında sağ bacağını yitirdi. Çok genç yaşta şiirle ilgilenmeye Başladı. Konya ve Eminönü halkevlerinde çalıştı. Mektepli, Ekokon, inkılâpçı Genç­ lik, Yücel, Yeni Türk, Yurt, Babacan, Yeni İstanbul, Radyo Magazin, Radyonun Sesi, İnci gibi gazete ve dergilerde yayımladığı

şiir, röportaj, inceleme ve tanıtma yazılarıy­ la adını duyurdu. 1940’ta girdiği İstanbul Bclediyesi’ndc çeşitli görevlerde bulunduk­ tan sonra 196İ'de Hesap İşleri Varidat Tahakkuk Müdürlüğü'ne getirildi ve ölümü­ ne değin bu görevde kaldı. Türklük Bir Yanardandır (1936), Türk İsterse (1937), İstiklâlimin Menkıbesi (1937), İnkılâp Türküleri (1942) adh kitap­ larda topladığı şiirlerinde yurt, ulus ve cumhuriyet sevgisini. Çoban Kızı (1946) adlı romanında da köy yaşamını ve Cumhu­ riyet Dönemiyle başlayan yenilikleri dile getirdi. Ayrıca Levha, İlan, Reklam, Pul, Afiş Mevzuatı (1960) ve Toplu Levha İlan Mevzuatı (1965) adlı kitaplarında, yürüttü­ ğü devlet görevine ilişkin yasa ve uygulama­ ları açıkladı. Kemal Akça ile birlikte Folklor Postası (1945-46. 1-19 sayı) adlı dergiyi, sonraki yıllarda Türk Folklor Araştırmaları!') der­ gisini yayımladı. Türk folkloru için zengin bir derleme ve araştırma arşivi durumuna gelen dergiyi 30 yıl boyunca çıkardı. Folklor Araştırmaları Kurumu, 1981’den beri her yıl folklor araştırmacıları ile çeşitli kurum ve yayın organlarına İhsan Hınçer-Türk Folk­ loruna Hizmet Ödülü vermektedir

Hınıs, Doğu Anadolu Bölgcsi’nde. Erzu­ rum iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 1.799 km- (1986) olan Hınıs ilçesi kuzeyde Tekman, kuzeydoğuda Kara­ yazı, doğuda Karaçoban ilçeleri, güneyde Muş ili, batıda gene Muş ili ve Tekman ilçesiyle çevrilidir. İlin güneydoğusunda, yüksek bir platoda yer alan Hınıs ilçesi. Hınıs-Varto çöküntü alanının kuzeydoğu kesimim kaplar. İlçenin en önemli akarsuyu. Bingöl Dağlarının do­ ğu ve kuzeydoğu yamaçlarından kaynakla­ nan Hınıs (Kocasu) Suyudur. Doğu-batı doğrultusunda akarak Hınıs Ovasından ge­ çen ve çeşitli akarsularla beslenen akarsu, ilçe sınırlan dışında Murat İrmağına katılır. ilçenin temel ekonomik etkinliği olan ve özellikle koyun ile sığıra dayanan hayvancı­ lık, geleneksel yaylacılık yöntemiyle sürdü­ rülür. 1980’lerde uygulanan bir proje çerçeve­ sinde yöredeki hayvancılığın geliştirilmesi, modem tekniklerin ve besiciliğin yaygınlaştı­ rması çalışmalan başlatılmıştır İlçede hay­ vancılık genellikle canlı hayvan ticaretine yönelik olarak yapıldığından et üretimi dü­ şüktür. Başlıca hayvansal ürünler süt. peynir, yün, kıl ve dendir. İlçe köylenndeki ilkel el tezgâhlarında halı ve kilim dokunur. Bitki­ sel üretim ikincil geçim kaynağı durumun­ dadır. Hınıs Ovasında buğday, şeker panca­ rı, patates ve arpa ile az miktarda çavdar, baklagiller, elma ve soğan yetiştirilir. Tarı­ mın yanı sıra Hınıs kentindeki ticareti de elinde tutan büyük toprak sahiplerinin bir bölümü Erzurum kentinde yaşar. İlçede işletilen linyit yatuklannın görünür ve muh­ temel rezervi 33 milyon ton olarak hesap­ lanmıştır. Hınıs’ın tarihine ilişkin yeterli bilgi yoktur. 19. yüzyıl sonlannda Erzurum vila­ yetinin Merkez sancağına bağh bir kaza olan Hınıs, 1916’dan 1918'e değin Rus kuvvetlerinin işgalinde kalmıştır. Hınıs kenti, dar bir çevreye ticaret ve hizmet sağlayan küçük bir yerleşim merke­ zidir. Kentin ana ulaşım ağıyla bağlantısı zayıftır. Düşük nitelikli bir yolla Tekman üzerinden Erzurum'a ve güneyde Varto üzerinden Muş’a bağlanır. İl merkezi Erzu­ rum’a 113 km uzaklıktadır. 1. Süleyman (Kanuni) döneminde onarılıp eklemeler yapıldığı bilinen yıkıntı durumun­ daki Hınıs Kalesı’nin İlhanh yapısı olduğu sanılmaktadır. Yörede aynca Kalecik ve Toprakkale kaleleri vardır. Eskiden yanın­

243

Hıristiyan Bilimi mezhebi

da bir medrese olduğu bilinen Hınıs LHucamisi, 1734’te Alaeddın Bey tarafından yaptınlmıştır. Hınıs Belediyesi Cumhuriyet ten önce ku­ rulmuştur. Nüfus (1990) ilçe. 45.514; kent, 16.005. Hınzır Dağları, İç Anadolu Bölgesı’nın Yukan Kızılırmak Bölümü'ndc dağ sırası. Kayscri'nin doğusunda yer alan dağların yükseltisi Uzunyayla(’) adıyla bilinen plato­ nun batısında 2.Mİ m'ye ulaşır Bir plato yüzeyini kapladığından yüksek bir dağ izle­ nimi vermez. Tortul kayaçlardan oluşur; kalker ve marnlar da yaygındır. Genellikle çıplak bir görünümü vardır Kuytu yerlerinde bazı çalılıklara ya da lekeler halinde orman kalıntılarına rastla­ nır. Yastık biçiminde kümeler oluşturan geven adh step bitkileri geniş yer tutar. Hınzır Dağlarının batısında yer alan Akkışla kasabası ve çevresindeki köylerde hay­ vancılıkla uğraşanlar yaz başlannda bu dağ­ lardaki yaylalara çıkarlar.

Hıristiyan

Bilimi mezhebi, İngilizce 1879’da ABD'de Mary Baker Eddy’nin( *J kurduğu mezhep. Hasta­ lara manevi yöntemlerle şifa kazandırma uygulamasıyla tanınan mezhebin bağlayan görüşleri Eddy’nin Science and Health with Key to the Scriptures (Kutsal Metinler’in Işığı Altında Bilim ve Sağhk) adh kitabında toplanmıştır. Mezhebe Bağlı 3 bin kadar cemaatin yaklaşık üçte bin ABD dışındaki 56 ülkeye dağılmış, üyeleri genellikle Pro­ testan geleneklerinin güçlü olduğu bölgeler­ de yoğunlaşmıştır. Hıristiyan Bilimi mezhebi 19. yüzyıl sonun­ da ABÖ’de, Darvinciliğin. Kitabı Mukad­ des eleştirilerinin ve laikleşme yönündeki öteki gelişmelerin Protestan gelenekçiliği­ nin doğaüstüne ağırlık veren yapısını sarstığı bir dönemde ortaya çıktı. 1866'da uğradığı bir kazadan sonra ilk şifa deneyimlerini geçiren Eddy Science and Health'] 1875’te yayımlamıştı. 1879’da 15 müridiyle birlikte Hıristiyanlığı başlangıçtaki biçimiyle ve kay­ bolan şifa öğesini yeniden kazandırarak canlandırmak amacıyla Hıristiyan Bilimi Kilisesi'ni kurdu. Ama akımın dengeli ve uzun erimli gelişmesi ancak Eddy’nin Boston’da bulunduğu 1882-94 arasında başlayabildi. Eddy’nin 1881’de kurduğu Massachusetts Metafizik Okulu’nda eğittiği öğrencilerinin sürdürdüğü şifa dağıtma çalışması bu geliş­ mede etkili oldu. Eddy, akımın yeniden örgütlenmesi amacıy­ la 1892'de Hıristiyan Bilimi Kılısesi'ni bu­ günkü Hıristiyan Bilimi Ana Kilisesi’ne dönüştürdü. Ardından bütün dünyada bu kiliseye bağh cemaatler oluşturmaya başla­ dı. 1895’te yayımlayarak sonraki 15 yıl boyunca geliştirdiği Church Manual (Kilise Elkitabı) kilise örgütlenmesinin temelini oluşturdu. 1910-30 arasında Hıristiyan Bili­ mi kiliselerinin sayısı 1.213’ten 2.400’e yük­ seldi. ABD Sayam Bürosu’nun 1936’daki bir raporunda Ana Kilise'nın ABD’deki üye savısı 269.000 gözüküyordu. Başka göster­ geler 1930 ve 1940’lar boyunca mezhebin büyümesinin yavaşladığını, ardından da üye sayısının bazı bölgeler dışında (özellikle Üçüncü Dünya ülkeleri) azaldığını göster­ mektedir. Hıristiyan Bilimi mezhebi, Hıristiyanlığın geleneksel biçimlerinden İsa'nın tannhğım (tanrısallığını değil) yadsımasıyla aynhr. İsa’nın yaşamını, bütün insanların paylaşnğı Tann’nın evladı olma özelliğinin biricik örneği kabul eder. Hıristiyan Bıhmı'ne göre insanın "İsa'nın bilincim" edinmesi, yanı christian Science,

Hıristiyan Cephesi

244

insanın gerçek tinsel doğasını kökünden kavraması oranında ölümlülüğün bütün zaaf vc kısıtlamaları aşılabilir. Bunun için, maddi görüntülerin ötesinde tinsel bir varlık düzle­ mine geçebilmek gerekir. Bu varlık düzle­ mi, öbür dünyada değil, insan yaşamında varlığı bilimsel olarak kanıtlanabilecek bir olgudur. Hıristiyanlığın kurtuluşu böylece ölümlülüğün bütün aşamalanndan kurtul­ mayı içerir. Hıristiyan Bilimi mezhebinin bazı üyeleri bütün zamanlarını şifa dağıtmakla geçirir; bunların listesi mezhebin başlıca dinsel ya­ yın organı Christian Science JoumaFda her ay yayımlanır. Düzenli okuma ve dua. mezhe­ bin sürekliliğinin ve mezhep üyelerinin, inanç yoluyla şifa dağıtmakta karşılaşılabile­ cek sorunların üstesinden gelebilmesinin temel koşulu sayılır. Bütün Hıristiyan Bilimi cemaatlerinin bu amaçla düzenlenmiş oku­ ma salonları vardır. Hıristiyan Bilimi mezhebi 19. yüzyılda ABD’de doğmuş ve bugüne ulaşabilmiş birkaç (Mormonizm. Yehova Şahitleri ve Yedinci Gün Adventistleri gibi) yerel mez­ hepten biridir. Amerika’da radikal Reform­ cu Protestan geleneğine bağlı pek çok dinsel grubun Hıristiyanlığı başlangıçtaki biçimiyle canlandırma eğilimini yansıtır. 20. yüzyıl başından bu yana Hıristiyan Bilimi yayınlarında mezhebin yöntemiyle şifa bulduğu bildirilen 50 bini aşkın olaydan söz edilmiştir. Bunların çoğu teşhis konula­ mamış rahatsızlıklar, duygusal sorunlar ve açıkça ya da büyük olasılıkla psikosomatik nitelikteki rahatsızlıklardır. Ama bildirilen olayların önemli bir bölümü de hekimlerce doğuştan ya da tedavisi olanaksız teşhisi konmuş hastalıklarla ilgilidir. Bu olaylara ilişkin yeterli dinsel ya da tıbbi değerlendir­ me yapılmamıştır.

Hıristiyan Cephesi, İngilizce christian front. ABD’de, 1938’den ülkenin II. Dün­ ya Savaşı’na katılmasına değin etkinlik gösteren Yahudi düşmanı, Nazi yanlısı örgüt. Antikomünist sloganlarla, Yahudi tüccarların boykot edilmesi için çaba harca­ yan örgüt, “Hıristiyan malı satın al" sloganı­ nı ortaya attı. Aynca New York kentinin belirli kesimlerinde, Yahudi olmayan tüc­ carların listesini içeren Christian lndex (Hı­ ristiyan Dizini) adlı rehberi yayımladı. Brooklyn’de yayımlanan haftalık Katolik dergi Tablet’in desteklediği Hıristiyan Cephesi, Michigan’daki Royal Oak’ta görev yapan ve radyoda düzenli olarak vaazlar veren Rev. Charles E. Coughlin’le de ilişki kurmuştu. Mayıs 1939'da New York’ta, örgütün para­ sal desteğiyle gerçekleştirilen Yahudi karşıtı bir toplantıda, Coughlin'in yayımladığı Social Justice adlı dergi dağıtıldı. Bu derginin Temmuz 1939'da yayımlanan sayısında da cephenin yayılma planı açıklanıyordu, öte yandan Chicago’nun Katolik kardinali Mundelein gibi din adamları bu Yahudi karşıtı gösterilere şiddetle karşı çıktılar.

Hıristiyan Demokrat Parti, İtalyanca democrazia cristiana (DC), İtalya'da, reform­ cu ve tutucu politikaları bir arada savunan siyasal parti. Hıristiyan değerlere bağlılık temelinde birleşmiş çeşitli kanatlardan olu­ şan parti 1945'ten bu yana İtalyan siyasal yaşamında önemli rol oynamaktadır. Sıcilyah papaz Luigi Sturzo'nun 1919’da kurduğu Italyan Halkçı Partisi'nin (PP1) devamıdır, örgütlülüğü ve disipliniyle hızla f'üçlenen PP1, 1926’da öteki siyasal partilcrc birlikte Faşistler tarafından kapatıldı. Hareketin önderleri II. Dünya Savaşı'nda İtalya’nın teslim olmasının ardından (1943)

Hıristiyan Demokrat Parti'yi kurdular. Bu parti dc kısa zamanda büyük başarı kazandı. 1945'tc başbakan olan parti başkanı Alcidc De Gasperi, sekiz yıl boyunca bu görevde kaldı. De Gasperi’nin 1947’de Sosyalistleri ve Komünistleri hükümetten dışlaması, İtal­ yan siyasal yaşamında dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra, merkez ve merkez sağ fıartilcrlc dört ortaklı “merkez” koalisyonar oluşturan Hıristiyan Demokratlar, koalis­ yonların anlaşmazlıklar sonucu dağıldığı dönemlerde de tek partili geçici hükümetler kurarak iktidarda kaldılar. Hıristiyan Demokrat başbakanlar, partinin sol kanadının güçlenmesi vc merkez sağ partilerin giderek tutuculaşması karşısında, 1950’lcrde “merkez” hükümetler kurma ko­ nusunda çeşitli güçlüklerle karşılaştılar. Bu dönemde pek çok Hıristiyan Demokrat, İtalyan Sosyalist Partisi’ylc (PSI) ittifaka dayalı bir “sola açılma” politikasını savunmava başladı. Bu politikayı yaşama geçir­ mek amacıyla yürütülen uzun çalışmaların sonunda, Hıristiyan Demokrat Parti'dcn Aldo Moro PSI’yle bir koalisyon hükümeti kurmaya başardı (1963). İki parti bu tarihten sonra birçok koalisyon hükümeti kurarak aralıklarla 1970‘lcrin sonuna değin iktidarda kaldı. Hıristiyan Demokrat Parti çoğulcu niteliğini korumasına karşın 1970’lerin so­ nunda gücünü yitirmeye başladı. Partinin tabanım genişletmek amacıyla İtalyan Ko­ münist Partisi’yle (PCI) uzlaşarak ortak bir hükümet kurmaya yönelik girişimler başlan­ gıçta sonuç verdiyse de 1979’dan sonra sürmedi. Öte yandan bir mason locasının hükümetle gizli ilişkileri olduğu yolundaki iddiaların skandala dönüşmesi partinin gü­ cünü daha da azalttı. 1985’te Hıristiyan Demokratlardan Francesco Cossiga cum­ hurbaşkanı, Amintore Fanfani de Senato başkanı oldu. 1987 seçimlerinden sonra Giovanni Goria başbakanlığa getirildi, ama 1988 bütçesinin parti içinden karşılaştığı muhalefet karşısında istifa etmek zorunda kaldı; nisanda yerine parti lideri Ciriaco De Mita geçti. De Mita da parti ıçı muhalefetin çabalan sonucunda önce parti liderliğini Amaldo Forlani’ye bırakıp sonra da başba­ kanlıktan istifa edince Temmuz 1989'da Giulio Andreotti( ), * 1947’den bu yana al­ tıncı kez başbakan oldu ve Nisan 1992’deki seçimlere değin bu görevini sürdürdü. Hıris­ tiyan Demokratlar bu seçimlerde uzun süre­ dir altına inmediği yüzde 30'luk oy oranını sağlayamadı, ama 1948'den bu yana olduğu ?bı birinci parti olma konumunu korudu. eni hükümeti PSI’den Giuliano Amato kurdu.

Hıristiyan Demokratik Birlik, Almanca CHRISTUCH DEMOKRATISCHE

UNION

(CDU).

Almanya'da ekonomik rekabetin düzenlen­ mesini ve dış politikada ABD'yle yakın işbirliğini savunan siyasal parti. II. Dünya Savaşı’nın ardından Batı'da Almanya Fede­ ral Cumhuriyeti'nin (AFC) kurulduğu 1948’den 1969’a değin ve 1982’den sonra iktidarda bulunmuştur. İki Almanya'nın birleşmesi CDU iktidarı döneminde gerçek­ leşmiştir. II. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'ten sonra Almanya’nın işgal altındaki bölgele­ rinde Hıristiyan Demokrat partiler kurul­ maya ve katıldıktan seçimleri kazanmaya başladılar. Bu partilerden biri olan CDU ülke çapında örgütlenmesini ancak Ekim 1950’ac tamamlayabildi. CDU'nun Bavyera'da örgütlenmiş olan Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) adlı partiyle Şubat 1947'de Königstcin’da kurduğu koalisyon, Ağustos 1949’da yapılan ilk genel seçimleri kazandı ve CDU önderi Konrad Adcnauer AFC'nin ilk başbakanı oldu. Ülkenin ekonomik du­

rumunun hızla düzeltilmesinde öncrnli rol oynayan Adcnauer önderliğindeki CDUCSU koalisyonu, 1950’lerdc yapılan bütün genel seçimlerde oyların çoğunluğunu aldı. Büyük ortaklarını CDU vc CSU'nun oluş­ turduğu koalisyon 1960'larda ciddi güçlük­ lerle karşılaştı. Almanya’nın Avrupa Eko­ nomik Topluluğu (AET) içinde Fransa'yla mı yoksa İngiltere’yle mi birlikte davranaca­ ğı, AFC ile Doğu Avrupa ülkeleri arasında­ ki ilişkilerde yumuşama ve sağ eğilimlerin güçlenmesini engellemede başvurulacak yöntemler gibi konularda koalisyonun bû yük ot taklan arasında görüş ayrılıkları çıktı. 1966 eyalet seçimlerinin ardından Hür De­ mokrat Parti’nin (FDP) hükümetten çekil­ mesi üzerine, CDU-CSU başlıca rakibi olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi’ylc (SPD) “büyük koalisyon” olarak adlandınlan kısa ömürlü bir hükümet kurdu. CDUCSU 1969’da yapılan genel seçimlerde 242 sandalyeyle en büyük grup olmayı başardı. Ama toplam 254 milletvekili çıkarmış olan SPD vc FDP’nin Sosyal Demokrat \Vılly Brandt başkanlığında bir koalisyon hükü­ meti kurmalanyla tarihinde ilk kez muhale­ fete geçti. 1982’dc FDP’nin hükümetten ayrılması üzerine CDU önderi Helmut Kohl CSU ile birlikte FDP’nin dc katıldığı yeni bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu Koalis­ yon, 1983 ve 1987 seçimlerinde de çoğun­ luğu sağlayarak iktidarını sürdürdü; iki Almanya’nın birleşmesi sürecinde de işba­ şında bulundu. Birleşik Almanya’da Aralık 1990’da yapılan ilk genel seçimlerde, özel­ likle Doğu'da başarılı olan CDU oyların yüzde 36,7’sini alarak eski ortaklarıyla bir­ likte iktidarım sürdürdü.

Hıristiyan Kardeşler, din adamı olmayan bir grup Katoliğin gençleri eğitmek amacıy­ la oluşturduğu, aynı yapıdaki iki ayn cemaa­ tin ortak adı. Fransa aaki Reims’de Azız Jean-Baptist de La Salle özellikle yoksul ailelerin erkek çocuklannı eğitmek amacıyla 1684'te Hıristiyan Kardeşler Okulları Enstitüsü’nü kurdu. Bu cemaat bugün dünyanın her yanında etkinlik göstermektedir. İlk ve orta okullar ile öğretmen okullanndaki eği­ tici görevlerinin yanı sıra kardeşlerin kolej­ lerde, tanm okullarında, yetiştirme yurtla­ rında ya da ıslah okullannda, teknik okullar ile ticaret ve meslek okullarında ve huzur eylerinde idari görevleri vardır. İrlanda Hıristiyan Kardeşler Okullan Ce­ maati ise 1802’de, İrlanda'daki Waterford' da kent tüccarlanndan Edmund Ignatius Rice tarafından kuruldu. Katolik okulian yasaklayan İngiliz yasalarıyla çok sayıda Katoliğin yoksulluğa ve cehalete itilmesi karşısında Rice, ülkesindeki yoksul erkek çocukların gereksinimlerini karşılamak amacıyla bu cemaati kurmuştu. Cemaatin etkinlikleri, piskoposluk bölgelerindeki gençleri eğitmek için yardım bulmaya çalı­ şan İrlanda kökenli piskoposlar aracılığıyla uzak ülkelere yayıldı. Bugün bütün dünyada akademilerde, ticaret ve endüstri okullann­ da ve kolejlerde öğretmenlik yapan cemaat üyeleri vardır. Kardeşler aynca yetimhane­ lerde, sağır, kör ve dilsiz okullannda da görev alırlar.

Hıristiyan Sosyal Birlik, Almanca christ uchsozjale union (CSU). Almanya'da giri­ şim özgürlüğünü, federalizmi ve Avrupa' nın Hıristiyan ilkeler çevresinde birleşmesi­ ni savunan tutucu siyasal parti. Çeşitli Katolik ve Protestan gruplarca 1946’da Bavyera'da kurulmuştur. CSU 1954-57 dönemi dışında, 1946’dan seçimlerde mutlak çoğunluğu elde ettiği 1962’ye değin küçük partilerle koalisyon hükümetten kurarak, bu tarihten sonra da tek başına Bavyera’da sürekli iktidarda

kaklı. Ülke düzeyindeyse Bavyera dışındaki bütün eyaletlerde seçimlere katılan Hıristi­ yan Demokratik Birlikle (CDU) yakın işbir­ liği politikası izleyerek bu partiyle birçok koalisyon hükümeti kurdu. 1949’dan sonra aralıksız Federal Meclis (Btındestag) üyesi olan Franz Joscph Strauss (1915-88), 1961'dc CSU başkanlığına seçildi. Strauss, CDU-CSU’dan oluşan federal koalisyon hükümetlerinde birçok kez bakanlık yaptı; 1956-62 arasında savunma, 1966-69 arasın­ da da maliye bakanlığı görevinde bulundu. CDU-CSU'nun başbakan adayı olduğu 1980 seçimlerindeyse ağır bir yenilgiye uğ­ radı. 1983 seçimlerini CDU-CSU’nun ka­ zanmasının ardından, FDP’nin de katılma­ sıyla kurulan hükümette beş CSU önderinin yer almasına karşın Strauss’a görev verilme­ di. 1987 seçimlerini de kazanan CDU-CSU iktidarını sürdürdü. İki Almanya’nın birleş­ mesinden sonra Aralık 1990’da yapılan ilk seçimlerde. CSU’nun oy oranının yüzde 9,8'dcn yüzde 7,1’e düşmesine karşın hükü­ met ortaklığı sürdü.

Hıristiyan sosyalizmi, Hıristiyanlığın top­ lumsal ilkelerinin yaşama geçirilmesini sa­ vunan çeşitli öğreti ve hafeketlere verilen ad. 19. yüzyılda genellikle, “bırakınız yap­ sınlar" (laissez-faire) politikasının bireycili­ ğine karşı, bütün halkın siyasal ve ekonomik çıkarlarının gözetilmesini öngören Hıristi­ yan görüşleri için kullanılıyor, amaçlan ara­ sında üretim araçlannın ve ticaretin devlet­ leştirilmesi gibi sosyalizmin bilinen hedefleri bulunmuyordu. Örneğin, Katolik sosyaliz­ minin sonul amacı feodal lonca düzenini andıran yeni bir korporatif sistemin kurul­ masıydı. Günümüzde Hıristiyan sosyalizmi terimi, sosyalizmin temel hedeflerini, Hıris­ tiyanlığın dinsel ve ahlaki inançlanyla bir­ leştirmeye çalışan hareketler için kullanıl­ maktadır. 19. yüzyıl başlarında Fransız düşünür Henri de Saint-Simon, öncelikle yoksulların kötü yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik “yeni Hıristiyanlık" düşüncesini açıkladı. Saint-Simoncular toplumsal ilişkilerde egemen olan bencilliğin ve uzlaşmaz çıkar karşıtlığı­ nın yerini dinin önderliğinde bir ortaklık ruhunun alacağına, bunun da toplumsal gelişmenin temelini oluşturacağına inanı­ yorlardı. Bu amaçla, sermayenin yalnızca kendi çıkarını düşünen kapitalistlerin elin­ den alınarak toplumun hizmetine sunulma­ sı, bunun için de miras hakkının kaldırılması gerektiğini ileri sürdüler. Böylece yoksulla­ rın sömürülmesinin son bulacağı kanısındaydılar. 1848'de Chartist hareketin uğradığı başarı­ sızlıktan sonra İngiltere'de ortaya çıkan bir akımın kurucuları ilk kez Hıristiyan Sosya­ lizmi terimini benimsediler. Saint-SimonAin öğrencilerinden Philippe-Joseph-Benjamin Buchez’nin yazılarından ve Fransa'da işçi üretim kooperatiflerinin ortaya çıkışından esinlenen John Malcolm Forbes Ludlow, din adamlarından da aldığı destekle, sanayi işletmelerinin örgütlenmesinde Hıristiyanlık ilkelerinin uygulanması için çaba harcadı. Fabrika ve atölyelerdeki kötü çalışma koşul­ lan ve yoksulların çektiği sıkıntılar karşısın­ da harekete geçen Ludlovv ve yandaşlan, Hıristiyanlığın toplumsal bakımdan tutucu yorumlannı ve sanayileşmede bırakınız yap­ sınlar politikasını şiddetle eleştirdiler. Re­ kabetin yerini işbirliğinin almasını savuna­ rak kooperatif hareketiyle güç birliği yaptı­ lar, işçilerin işletmeye ortak edildiği ve kânn paylaştınldığı birkaç küçük işçi üretim kooperatifine parasal destek sağladılar. İşçi Birliklerini Destekleme Konseyi’ni oluştur­ dular ve çalışan erkekler için 1854’te Lon­ dra’da bir yüksekokul kurdular. Hareket 1850’lcrin sonunda dağıldıysa da bazı üyeler

kooperatifçilik çalışmalarını sürdürdü. In­ 245 Hıristiyan yortuları giltere’de daha sonra da çok sayıda Hıris­ tiyan sosyalist örgüt kuruldu Fransa’da öteden beri var olan Katolik Icrın kameri takvimi uyarınca Paskalya, toplumsal hareketinin yanı sıra, 19. yüzyılın İsa’nın ölümünü ve dirilişini anmak üzere son yarısında Protestanlar arasında da Lud- ilkbaharın ilk dolunayından sonraki cuma, low’unkine benzer hareketler ortaya çıktı. cumartesi ve pazar günlen boyunca. Pente­ 1888’de kurulan Toplum Sorunlarının Uy­ kostes ise Paskalya’dan 50 gun sonraki gulamalı İncelemesi için Protestan Derneği pazar günü kutlanıyordu 4. yüzyılın üçüncü katı eşitlikçi bir sosyalizmi reddederken, çeyreğinde önce Kudüs’te, başlangıçtaki üç burjuva Protestanlık anlayışına da karşı günlük Paskalya'nın ilk günü Kutsal Cuma adıyla ayrı bir yortu olarak kutlanmaya çıkıyordu. Almanya’da 19. yüzyıl sonlannda gelişen Hıristiyan sosyalist akımlar şiddet başladı. Paskalya Yortusu’nun günü ise yanlısı antısemıtik hareketlerle ilişki içindey­ yalnızca pazar olarak belirlendi. Gene aynı diler. Saray vaizi ve Hıristiyan Sosyal İşçi yüzyılın sonlarına doğru. Pentekostes’ten Partisi’nin kurucusu Adolf Stöckcr antisc- önce İsa'nın Göğe Çıkışı'm kutlamak üzere. Paskalya’dan sonraki 40. gün yortu olarak mitik kampanyanın başını çekti. Stöckcr'ın saraydaki görevine 1893’te son verildi; erte­ benimsendi Yahudilikten kaynaklanmaksızın doğru­ si yıl da imparator Hıristiyan sosyalist dü­ şüncelerin savunulmasını yasakladı ABD’ dan Hıristiyan geleneğinin kurumlaştırdığı de romancı Henry James ile felsefen Wil- Noel ve Epıfanya ise daha başlangıçta her liam James'in babası Henry James, daha yıl değişmez tarihlerde kutlanıyordu. 3. 1849'da sosyalizm ve Hıristiyanlığın amaçla­ yüzyıla gelindiğinde, Tann’nın Mesih'in rının özdeş olduğunu ileri sürmüştü. 1889’da kimliğinde görünmesini kutlamayı amaçla­ ABD’de Hıristiyan Sosyalistler Demeği ku­ yan Epıfanya (Yunanca epıphaneur “görü­ nüş") yortusunun günü 6 Ocak olarak belir­ ruldu. 20. yüzyılın başlarında kurtuluşun toplumsal haksızlıkların giderilmesiyle ger- lenmişti. 4 yüzyılın ikinci çeyreğinde ise çeldeşeceğini savunan Toplumsal İncil Ha­ Isa'nın doğumu (Noel) 25 Aralık’ta kutlan­ maya başladı. Bu yüzyılın sonuna gelmeden reketi yaygınlık kazandı. Roma İmparatorluğumun doğu kesiminde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Hıristiyan özellikle Konstantınopolıs (İstanbul), Kasosyalizmi çeşitli biçimler aldı. Bazı Hıristi­ padokya ve Antıokheıa'da (Antakya) Noel yan Sosyalistler, sosyalizmin Hıristiyanlığın ile Epifanya arasındaki aynm belirlenmişti. mantıksal sonucu olduğunu ilen sürdüler. Bazıları da sosyalizmi bir din olarak gördü­ Böylece temel çerçevesi ortaya çıkan yortu takvimi, yıllık çevrimde belirli tövbe ve ler. Üçüncü bir grup, kiliseler ile örgütlü işçi ibadet dönemlerinin belirlenmesi, Isa'nın ve sınıfı arasında karşılıklı anlayış vc birlik Meryem Ana'nın yaşamındaki belirli olayla­ oluşturmaya çalıştı. Aralarında ilahiyatçı Paul Tillich'in de bulunduğu başka bir grup rın ötekilerden ayırt edilmesi ve azizlerin ise Marksist sosyalizm ile Hıristiyanlığın anılması amacıyla çok sayıda yortu gününün kökenlerini araştırarak bu iki öğreti arasın­ eklenmesiyle zamanla bugünkü biçimim al­ daki ilişkiyi ve ner ikisinde de düzeltilmesi dı. Doğu’da Paskalya’dan önceki sekiz haf­ gereken yanlışları saptamaya çalıştı. Gerek ta. Batı'da ise gene Paskalya’dan önceki 6.5 Marksizmi, gerekse Toplumsal İncil Hare- hafta Büyük Perhiz dönemi olarak belirlen­ keti’ni, insan doğasının ve siyasetin gerçek­ di. Batı'da Noel’den önceki dördüncü pazar lerini yeterince hesaba katmamakla eleşti­ gününden başlayarak Noel’e değin Advent ren Reınhold Niebuhr’un düşünceleri ABD’ (Noel Öncesi) Dönemi adıyla özel bir ibadet de 1930'lardan sonra Hıristiyan sosyalist dönemi belirlendi. Ortodoks Kilisesi en büyük yortu saydığı Paskalya’yı yortu takvi­ hareket içinde önem kazandı. özellikle N. Berdyaev’in yorumladığı biçi­ minin başlangıcı kabul ederken. Katolik Kilisesi yortu takviminin başlangıcı olarak miyle de Hıristiyan sosyalizmi, eski SSCB'dekı birçok rejim muhalifinin düşün­ Advent’ın ilk pazarını benimsedi. Günümüzde Katolik ve Ortodoks kilisele­ cesini önemli ölçüde etkiledi. rinin özel önem vererek kutladığı başlıca Hıristiyan yortulan, Hz. Isa'nın yaşamı­ ortak yortular şunlardır: Noel. Epifanya, nı, ölümünü ve dirilişini anmak, ondan Nur Yortusu (Hypapante; Meryem'in Ku­ kaynaklanan ve Hıristiyan azizlerinin yaşa­ düs Tapınağı'nda İsa'yı Tann'ya sunması ve mında anlatımını bulan erdemleri kutlamak İsa’nın Şımeon'la karşılaşması, 2 Şubat). üzere kilisenin belirlediği günler. Hurma Pazan (İsa'nın Kudüs’e Gınş Gü­ Yılın belirli gün ve dönemlerinin ibadet nü, Paskalya’dan önceki pazar). Kutsal Cu­ amacıyla kutsanmasını belirten yortu takvi­ ma, Paskalya, İsa’nın Göğe Çıkışı, Pente­ minin temelini, İsa’nın çarmıha gerildikten kostes, İsa'nın Nura Bürünüşü (6 Ağustos), sonra dirildiğine inanılan pazar gününün her Kutsal Haç (14 Eylül), Müjde Yortusu hafta Komünyon ayiniyle Tann’nın Günü (Cebrail’in Meryem’e İsa’nın doğumunu olarak kutlanması oluşturur. Yıllık çevrimi müjdelemesi. 25 Mart) ve Meryem’in Göğe düzenleyen başlıca altı yortu ise Noel. Epi- Çıkışı (15 Ağustos). Ortodoks Kılısesı’nde fanya, Kutsal Cuma, Paskalya, İsa'nın Göğe aynca Meryem’in Doğumu (8 Eylül) ve Çıkışı ve Pentekostes’tır. İlk beş yortu Meryem'in Kudüs Tapınağı'nı Ziyareti (21 Isa'nın yaşamındaki belirli olayları, sonun­ Kasım) büyük yortu günlen arasında sayılır. cusu ise Kutsal Ruh’un Havarilerin üzerine Katolik Kılisesi’nde ise Paskalya’dan önceki inmesini kutlamayı amaçlar. İlk ikisi her yıl Kutsal Hafta’nın perşembe ve cumartesi değişmez tarihlerde, ötekiler ise kameri günleri, sırasıyla İsa'nın Komünyon ayınım takvime göre değişen tarihlerde kutlanır. başlatması ve çarmıha gerildikten sonra Yahudi kökenli olan ilk Hıristiyanlar baş­ gömülmesi anısına ayn yortular olarak kut­ langıçta Yahudilikteki kutsal günlerin yıllık lanır. Aynca Pentekostes'ı izleyen ilk pazar. çevrimini benimsediler. Yahudi bayramları­ Kutsal Üçleme Yortusu olarak kabul edilir. nı/! en önemlisi olan Pesah (Hamursuz), Katolıklenn özel önem verdiği öteki büyük Hıristiyanlarca yalnız İsrailoğullannın Mı­ yortu günlen şunlardır: Komünyon’da kut­ sır’dan kurtuluşunu değil, daha önemlisi sanan ekmek ve şarapta İsa’nın bedeninin İsa'nın ölümden kurtuluşunu simgeleyen ve kanının gerçekten var oluşunu kutlamayı Paskalya yortusuna dönüştü Tanrı yasaları­ amaçlayan Corpus Chnstı (Kutsal Üçleme nın Hz. Musa’ya indirilmesinin anısına dü­ Yortusu'ndan sonraki perşembe). Azız Petzenlenen ve bir tür hasat şenliği olan Yahudi nıs ve Azız Paulus Yortusu (28 Haziran), bayramı Şavuot (Hamsın) ise Hıristiyanlıkta Azizler Yortusu (1 Kasım), Ölülen Anma Pentekostes yortusu biçimim aldı. Yahudı- Günü (2 Kasım), Günahsız Doğum Yortusu (S Araİık) ve Azız Yusuf Yortusu (19 Mart).

Hıristiyanlık

246

Lutherci ve Anglikan kiliseler Katoliklerin yortu takvimini temelde korumuşlar, ama değişmez tarihli kutsal günleri İsa’nın, Ha­ varilerin ve İncil yazarlarının yortulan. Başmelek Mikail Yortusu (29 Eylül) ve Azizler Yortusu’yla sınırlandırmışlardır. Luthcrciler aynca 31 Ekim’dc (ya da onu izleyen Jıazar gününde) Reform Yortusu’nu kutlarar. Öteki Protestan kiliselerinde yalnızca Pazar ibadeti ile Paskalya ve Pentekostes yortulan bağlayıcı sayılır, ama Kutsal Hafta’yı kutlayan Protestan kiliseleri de vardır. Çoğu Protestan topluluğunda, kilisedeki Noel kutlaması 25 Arahk’tan önceki pazar günü yapılır.

Hıristiyanlık, Hz. İsa’nın yaşamını, kişili­ ğini, öğretilerini ve tanrısal görevini temel alan din. Eski Ahit ile Yeni Ahit’ten oluşan Kitabı Mukaddes’i vahye ya da Tanrı esini­ ne dayalı kutsal metin sayar. Günümüzde bir milyan aşkın üyesiyle dünyanın en yay­ gın dini olan Hıristiyanlık Katolik, Orto­ doks ve Protestan olmak üzere başlıca üç kola bölünmüştür. Türkçcde Hıristiyanlık, Hz. İsa'nın adı dolayısıyla İsevilik, peygam­ berlik görevine başlayıncaya değin yaşadığı Nasıra kenti dolayısıyla Nasranilik adlarıyla da anılır. Hıristiyanlığın ilk dönemi. Hıristiyanlık Fi­ listin’deki Yahudi toplumu içinde bir akım olarak doğdu. İsa vc Havarileri birer Yahudiydi. Hıristiyanlara (Yunanca Hristıanos) göre İsa, İsrailoğullannın Hz. Davud soyun­

dan gelecek kurtarıcı bir kral olarak bekle­ diği Mesih’ten (Yunanca Hristos, İbranicc Manialı: "mcshedilmiş, kutsal yağla kutsan­ mış’’) başkası değildi. Ama Hıristiyan inan­ cının zamanla belirginleşen ayırt edici ilkesi­ ne göre Mesih, insan soyunun yazgısını vc kurtuluşunun bedelini bütünüyle üstlenmek üzere Tann’nın eksiksiz bir insan doğasına bürünüp bedenleşmesiydı. İncil metinlerin­ de doğrudan İsa’ya dayandırılan sözlerde bu özdeşleştirmeyi tartışmasız biçimde doğru­ layan bir öğreti bulunmamakla birlikte Hı­ ristiyanlık özgün kimliğini, b^şta Aziz Paulus olmak üzere Yeni Ahit yazarlarının vc ilk kilise önderlerinin İsa’nın yaşamı vc tanrısal göreviyle ilgili bu belirgin yorumuy­ la kazandı. Bu yorumun, geleneksel Yahudi öğretisiy­ le çatışan başlıca iki sonucu vardı: 1) Kurtu­ luş vc Mesih’in kurtarıcı özgörevi “seçilmiş bir halkla’’, İsrailoğullanyla sınırlı olmaksı­ zın bütün insanlığı, yalnızca insan olmak özelliğiyle herkesi içine alıyordu, 2) dinin özü, israiloğullanyla Tann arasındaki “eski antlaşma’’nın öngördüğü buyruk ve yasakla­ ra uymak değil, İsa’nın Tann sevgisini ve Tann iradesi doğrultusunda çektiği acılan paylaşarak, onun bütün insanlık adına Tann'ya sunduğu kurtancı kurbanla gerçekle­ şen “yeni antlaşma"ya katılmaktı. İsa'nın Incil’lerde kendi ağzından yer alan öğretisi, yaşamı. Havarilerine öğrettiği dua ve kutsa­ malar, çarmıhta ölümü, dirilişi ve dirilişin­ den sonra verdiği yönergeler bu çerçevede anlam ve bütünlük kazanıyordu. Hıristiyanlığın yeni bildirisi, İsraıloğullanndan ve Yahudilikten devraldığı bütün VIKJNGLEft

kutsal tarih geleneğini, evrensel kurtuluş tasarısının Mesih’in kurbanıyla tamamlana­ cak bir hazırlık evresi olarak “Eski Ahit’ biçiminde yeniden tanınılıyordu. Mesih, Es­ ki Ahit’te insanın günahkâr doğası üzerin­ de tanrısal bir yargı olarak sunulan şeriatı ortadan kaldırmamış, ama insanı kendi kur­ banı aracılığıyla Tann’yla barıştırarak şeria­ tın boyunduruğundan kurtarmıştı. Şeriatın yasak ve buyruklarının üzerinde artık “sevgi yasası” egemendi; çünkü sevgi, eksiksiz bir insan kimliğinde bedenleşen, insanlarla bir­ likte acı çeken ve onlar için kendini kurban eden Tann’nın kendisiydi. İsa'nın öğrettiği dua vc gizemli kutsamalar aracılığıyla onun kurbanına vc bcdenleşmcsinc katılmak, en üstün yasa olan sevgi yasasına katılmak dçmekti. İsa'nın yaşadığı dönemde, evrensel bir devlet olarak Roma İmparatorluğu’nun siya­ sal ve askeri örgütlenmesi çerçevesinde çok çeşitli bağımlı topluluklar tek bir uyruk­ luk konumuna indirgenmişti. Hıristiyanlığın yeni bildirisi, soyluların ayrıcalıklı devlet dini karşısında tek ve evrensel bir tinsel kurtuluş özlemi içindeki bu toplulukların, etnik farklılıkları aşan yeni vc bütünsel bir kültürel kimlikle kaynaşması eğilimine uy­ gun düşüyordu. Evrensel kurtuluş çağrısını benimseyenler, bu kurtuluşun gizemli mad­ di simgeleri sayılan ve İsa’ya dayandırılan kutsamaları, özellikle vaftiz ve Komünyon ayinlerini uygulamaya başladılar. Öte yan­ dan, Incil’lere göre Isa’nın “Göklerin Ulkesi'nin anahtarlarını’' teslim ederek Hıristi­ yan ruhbanlığının başına atadığı Havari Pctrus, Mesih’e inananlar topluluğu üzerinde 1100 e deO'H Hırısrıyanlıflın yayılması



I CoAîiantınus dûnomındc Roma Imporafoıluflıı y 306-337 Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, y 1000 Tanhler Hinsbyanh0ın kabul cddd'ûı tanhlorOır

m

DENİZİ

İRLANDA

•.

İTANYı

RUSYA ATLAS OKYANUSU

7B-TS5)

~r R Ab» K LA PjReım t ( Ör 606) A

ILONYALIl .(»«10341

HUNLAR

ALMANYA MORAVrı

ILAR

GALYA

KARADENİZ

İSPANYA

Krcıi-k Aryvı

makamı, hüseyni makamına hüseyni (mı) perdesi üzerine taşınmış hicaz dörtlüsü ekle­ nerek oluşturulmuştur. Hicaz dörtlüsü, ye­ den olarak hisar perdesini alır. Makamın adı da bu perdeden gelir.

Hisar, Ankara’da yayımlanan aylık sanat ve düşün dergisi. 16 Mart 1950’de Mehmet Çınarlı yönetiminde yayımlanmaya başladı. Eskiyi tümüyle yok sayan bir yenileşme anlayışına karşı çıkıyor, sanalın siyasallaş­ masına eleştiriler getiriyor ve dilde an Türk­ çe akımına karşı “konuşulan dil”den yana tulum alıyordu. İlk yazarlan arasında İlhan Geçer, Munis Faik Özansoy, Gültekin Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer gibi adlar vardı. Ocak 1957’deki 75. sayasından sonra yayımına uzun süre ara veren dergi, 1 Ocak I964'te yeniden çıkmaya başladı. Bu yeni yayın döneminde daha gelenekçi bir çizgi izleyen Hisarda yazı ve şiirleri ver alan pek çok yazar vc şairin arasında Feyzi Halıcı. Ümit Yaşar Oğuzcun, Bekir Sıtkı Erdoğan, Faruk K. Timurtaş, Nüzhet Erman, Yahya Benekay, Yavuz Bülent Bakiler, Sedat Üm­ ran, İbrahim Minnetoğlu, Tarık Buğra gibi imzalar vardı. Dergi Aralık 1980’deki 277. sayısıyla yayımına son verdi.

hisar bak. kale Hisar, Abdülhak Şinasi (d. 1883, İstanbul ö. 3 Mayıs 1963, İstanbul), Osmanlı toplumundakı seçkinlerin yaşamlarını, yitirilmiş güzel zamanların özlemi içinde, şiirsel bir dil vc özgün bir teknikle anlatan romancı. Türkiye'nin ilk edebiyat dergilerinden Hazi/ıe-i Evrak'ı (1882-^3) çıkaran öykü ve eleştiri yazarı Mahmud Celaleddin Bey in oğlu. Selim Nüzhet Gerçek'in kardeşiydi. Babası ona, hayranlık duyduğu ıkı şair olan

Abdülhak Şinasi Hisar. 1943 İta Çolıh Aıpvl

(1931-45). I945’te Uluslararası Barış Kongresi’ne katılmak üzere ABD’ye gitti. Dö­ nüşünde, sağlığı bozulunca görevinden ay­ rıldı. 1948’de İstanbul’a yerleşti ve ölümüne değin bu kentte yaşadı. Hiç evlenmedi. Daha lise çağlanndaykcn edebiyatla ilgi­ lenmeye başlayan Abdülhak Şinasi, 1921de Dergâh dergisinde “Kitaplar ve Muharrir­ ler" başlığı altında yazdığı eleştirilerle adını duyurdu. Aynca Yarın, İleri vc Medeniyet gazetelerinde de şiir vc eleştiriler yayımladı. Üumhunyet’ten sonra ise Ağaç, Türk Yur­ du. Ülkü ve Varlık dergileriyle. Milliyet ve Dünya gazetelerinde yazılar yazdı. İlk ro­ manı 1942’de Cumhuriyet Halk Partisi üçüncülük ödülünü alan tahini Bey ve Biz' dır (1941, 1978). Yapılın ana teması, tek bir gerçeği herkesin ayn ayn gördüğü düşüncesi­ dir. Yazar, temelde, her insanın bir sır olduğu görüşündedir. İnsan ne başkalarının ne de kendisinin tam olarak anlayabildiği gizemli ve çelişkili bir varlıktır. Bu nedenle de gerçek "ben"e varmak olanaksızdır. Ger­

hca.' OörtUau

dörtlüsü

343

hisbe

suz insanların yaşamlarını dile getiren Hi­ sar, bu çevrenin dışındaki yaşamı ise basit ve aşağı bulmuştur. Büyük ölçüde Fransız edebiyatçılarından, özellikle de Mauricc Barris ve Marccl Proust'tan etkilenen Hisar’ın kahramanlarının hemen hemen tü­ mü de dengesiz, çeşitli gariplikleri olan, içine kapanık, başarısız vc hayalleriyle avu­ nan kişilerdir. Yazar, olaylara değil, daha çok duygu ve düşüncelere önem vermiş, kahramanlan hakkında aynntılı fiziksel ve ruhsal betimlemeler yapmıştır. “Öykü" ola­ rak nitelediği romanlannda üsluba çok önem vermiş, sık sık araya girerek kendi duygu ve düşüncelenni açıklamaya ağırlık veren bir teknik kullanmıştır. Öna göre romanın kurallan vc belli bir tekniği yoktur Romanı tanımlamak olanaksızdır. Her ya­ zar kendi kurallannı kendisi getınr. Anı vc deneme türündeki yazılarını Boğaz­ içi Mehtapları (1943, 1978), Boğaziçi Yalıla­ rı (1954) ve Geçmiş Zaman Köşkleri (1956. 1968) adlı kitaplarda toplayan Hisar, İstan­ bul ve Pierre Lolı (1958), Yahya Ke­ mal’e Veda (1959), AJımet Haşim’ın Şiiri ve Hayatı (1963) adlı incelemeler dışında ıkı de antoloji hazırlamıştır: Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (1955) ve Geçmiş Zaman Fıkratan (1958, 1971).

Hisar Camisi, İzmir'de Çarşı içinde. Hisar Mcydanı'nda, 16. yüzyılda yapılmış camı Sonraki yaizyıllarda çeşitli değişiklikler ge­ çirmiş, bugünkü görünümüne 19. yüzyılda kavuşmuştur. Planı enlemesine bir dikdört­ gen biçimindedir. Bu dikdörtgen mekânın büyük bir kubbeyle örtülü orta bolümü ıkı yanda ikişer orta boy, gende de beş tane daha küçük kubbeyle örtülü, “U" biçiminde bir şahınla çevrilidir. Kuzey cephesindeki yedi kubbeli son cemaat yerinin ban ucunda tek şerefelı minare yer alır. Hisar Camisi’ nin kubbesinin ve büyük kemerlennın içi, pencerelen, mihrabı, mınben ve vaaz kür­ süsü zengin kalem işleriyle bezelidir.

hisarbuselik, Türk müziğinde bir bileşik makam. Hisar makamına buselik beşlisi

nuse/nı belisi

OvSe>A t»»rs-

Hisarbuselik makamının bileşimi Ana Yoyıncd'k Arçoı

çekten de Fahım Bey, kimilerine göre deli­ nin bin, kimilerine göre beceriksiz ve pısırık bir adam, kimilerine göre ahlaksız, kimile­ rine göre de temiz kalplı, saf bir insandır. Fahım Bey ve Biz, bazı eleştirmenlerce akıcı bir dil ve yetkin bir üslupla kaleme alınmış bir yapıt olarak nitelenmiş, öle yandan uzun betimlemeleri ve yinelemelerinden ötürü olumsuz eleştiriler de almıştır. Çamlıca'daki Eniştemiz (1944. 1978) adlı romanda, aile içinde Deli Enişte olarak anılan Hacı Vamık Bey’ın tuhaflıklarla dolu yaşamı anlatılır. Abdülhak Şinasi Hisar, bir başka romanı olan Ali Nizamı Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği'nin (1952) kahramanını ise kendi yakın çevresinden seçmiştir. Yaşamını çeşit­ li fanteziler peşinde koşarak ailesinin parası­ nı tüketmekle geçiren Alı Nizami Bey, annesiyle babasını yitirdikten sonra mirası kardeşiyle paylaşır. Payına düşen para ve mülkü kısa zamanda yitirince dünyadan elim eteğini çeker; Bektaşi şeyhi olmaya karar venr. Çamlıca’da, tekke yaptığı harap bir evde tek müridi Hüseyin Ağa’yla birlikte yaşarken çıldırarak ölür Rumelihisarı, Büyükada, Çamhca üçgeni içindeki varlıklı, gününü gün eden, sorum­

eklenerek elde edilmiştir. Seyre hisar gibi başlar, uygun bir geçkıden sonra buselik beşlisiyle karar verir

Hisarcık, Ege Bölgesi’nde, Kütahya iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Emel ilçesinin Merkez bucağına bağlı 24 köy, 19 Haziran 1987 tarihli ve 3392 sayılı yasa uyarınca birleştirilerek merkezi Hisar­ cık kasabası olmak üzere ilçe yapılmıştır. Hisarcık Belediyesi 1967’de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 16.120; kasaba, 4.144. Hisarlık, Kuzeybatı Anadolu’da, Biga Ya­ rımadasında Helenistik dönemle Roma dönemindeki liiunı kentinin kalıntılarının ortaya çıkarıldığı höyük 1822’de Charles Macıaren, Homeros’la geçen Troya'nın bu höyükle olduğunu ilen sürmüş, Heınrıch Schliemann’ın 1870-90 arasında yaptığı kazı­ lar da bu görüşün doğru olduğunu ortaya koymuştu. Aynca bak. Troya.

hisbe, İslam devletlerinde, önceleri kamu muhasebesini, sonrakin ise pazarlann de­ netimi. narhlandırma ve damgalama işlerim yürüten kurum. Bu addan türeyen ıhtı-

Hisday ibn Şaprut

344

*)sab( OsmanlIlarda tüm belediye hizmetle­ rini belirtir. Saygın kişilerin görevlendirildiği kurumun en büyük amirine muhtesib (ahlak denetle­ yicisi) adı verilirdi. Muhtesioin çeşitli yer­ lerde vekilleri vardı; bunların başlıca görev­ leri yolsuzluktan önlemekti. Muhtesib ve yardımcısı şurta (polis müdürü) vezir tara­ fından iltizam yöntemine göre atanırdı. Abbasilerde hisbe, Bağdat'taki kadılıktan son­ ra en önemli görev alanıydı. İlhanlIlarda da görülen bu kurum, Defterdari-i Memalik'e bağlıydı; kent ve kasabalardaki ürünlerin narhfandınlması, arşın ve terazi denetimle­ ri, suçlu esnafın cezalandınlması işlerine bakardı. Benzer örgütler Akkoyunlular ve Memlûklerde de vardı. Memlûklerin baş­ kenti Kahire'de nazır-ı hisbe denen ve Darü’l-Adl üyesi iki kişi görev yapıyordu. Birisi muhtesib-ı Kahire unvanı ile İskende­ riye dışındaki kıyı kentlerinin, öteki de muhtesib-i Fustat unvanı ile öbür kentlerin düzeninden sorumluydu.

yı Kartacahlardan aldıktan sonra ülkeyi bugünkü Andalucıa, Extrcmadura ve Leön' un güney kesimiyle Portekiz’in büyük bölümünü kapsayan Uzak İspanya (Hispa­ nia Ultcrior) ve bugünkü Ispanya’nın ku­ zey, doğu ve ortagüney kesimlerini kapsa­ yan Yakın İspanya" (Hispania Citerior) biçi­ minde iki eyalete ayırdılar. Augustus döne­ minde (İÖ 27 - İS 14) Yakın Ispanya’ya Tarraconensis adı verilirken. Uzak İspanya eyaleti de Lusitania (Portekiz ile İspanya' nın batı kesiminin bir bölümü) ve Baetica (Andalucia ile Extremadura'nın güney kesi­ mi) biçiminde iki ayn eyalet olarak yeniden düzenlendi.

Hispaniola, eskiden espanola Batı Hint Adalannın, Büyük Antiller’e bağlı ikinci büyük adası. Batı kesimi Haiti Cumhuriyeti’ ne, doğu kesimi Dominik Cumhuriyeti’ne aittir. 76.192 knr'lik bir alanı kaplar; uzun­ luğu yaklaşık 650 km, genişliği ise 240 km’dir. Açıklannda en büyükleri Gonâve ve Tortue (Torluğa) olan birkaç küçük ada yer ahr. Kristof Kolomb 1492'oe keşfettiği adaya La Isla Espanola adını verdi. Bu adın sonradan İngilizce söyleniş biçimiyle HispaHisday ibn Şaprut, tam adı hisday ebu niola'ya dönüştüğü sanılmaktadır. İspanya YUSUF BEN İSAAK BEN EZRA İBN ŞAPRUT. HASDAY sömürgesi olduğu dönemde başkentinden olarak da bilinir (d. y. 915, Ja6n - ö. 975, dolaya adaya verilen Santo Domingo adı Kurtuba (Cördoba), Ispanya), Yahudi he­ günümüzde de zaman zaman kullanılmakta­ kim, çevirmen ve siyaset adamı. Endülüs’te dır. Adanın tamamı bazen Haiti olarak da İbrani edebiyatının altın çağının başlaması­ anılır; Haiti admın Quisqueya adıyla birlik­ na katkıda bulunmuş, güçlü devlet adamı te, adanın yerli halkı Aravaklarca kullanıl­ kişiliğiyle pek çok önemli diplomatik görüş­ dığı öne sürülmüştür. Hispaniola, Antil meye katılmıştır. Denizinin kuzeyindeki elverişli konumun­ Hisday, Emevi halifesi III. Abdurrahdan dolayı. Ispanya'nın sömürgecilik döne­ man’ın saray hekimi olduktan sonra Arap minin başlarında Küba, Meksika, Panama dünyasında gitgide büyüyen bir ün kazandı, ve Güney Amerika'ya yayılmasında önemli zamanla fiilen vezirlik yetkilerini kullanma­ rol oynamıştır. ya başladı. Müslüman ve Hıristiyan hüküm­ Hispaniola bir dizi sıradağ, uzun vadi ve darlar arasındaki hassas diplomatik görevle­ ovalardan oluşur. Yüzey şekillen adanın rinde İbranice, Arapça ve Latince bilgisi ve kuzeyi ile güneyi arasında ulaşımı güçleştir­ ikna edici kişiliğiyle etkili oldu. Bu görevler­ menin yanı sıra değişik iklim koşullanna da den birinde, Bizans İmparatorluğu’yla bir yol açar. Adanın üçte birinde 450 m'nin antlaşma yapılmasını sağladı. Antlaşma do­ üzerinde olan yükseklik Dominik Cumhuri­ layısıyla Bizans imparatorunun halifeye yeti sınırlan içindeki Orta Cordillera'da gönderdiği armağanlar arasında Eski Yu­ 3.180 m’ye ulaşır. Orta Cordillera’da bulu­ nanlı hekim Dioskorides’in (ü. İS y. 50) nan Duarte Doruğu, Batı Hint Adalarının kaleme aldığı farmakoloji metninin bir kop­ en yüksek noktasıdır. Adanın batı kesimin­ yası da vardı. Hisday bu metnin Arapçaya deki tepelerin yüksekliği 1.220 m’yi, güne­ çevrilmesine yardıma oldu. Bir başka göre­ yindeki dağlann ise 1.635 m’yi bulur. Haiti’ vinde de, savaş halindeki Navarra ve Leön nin en yüksek kesimi güneybatıdaki yanm­ krallıkları arasında imzalanacak bir barış adadır. Dominik Cumhunyeti’nin güney­ anlaşmasının koşullannı hazırladı. Halifenin batısında bulunan Enriquillo Gölü (lago) 961’de ölmesinden sonra Hisday, Abdurrahhavzası deniz düzeyinin altındadır; gölün man'ın oğlu ve ardılı II. Hakem (hd 961yüzeyi ise deniz düzeyinden 150 m daha 979) için, de önemli hizmetlerde bulundu. aşağıdadır Başlıca akarsular Dominik Hisday İspanyol Yahudiliğinin altın çağının Cumhuriyeti'ndeki Kuzey Yaque (uzunluğu başlamasını sağladı. Bilimsel İbrani dilbilgi­ 200 km), Camu ve Güney Yaaue ile Haiti sinin ve İbrani şiirinde yeni bir tarzın sınırlan içinde kalan Artibonite dir. Adanın temellerini atan Menahem ben Sanık (y. kıyılan çok girintili çıkıntılı olmakla birlik­ 910-y. 970) ile Dunaş ben Labrat (y. 920-y. te, derin ve korunaklı demirleme yerleri 990) gibi önde gelen edebiyatçıları koruması azdır. Zaman zaman ortaya çıkan harikan­ altına aldı. Yahudi hukuku ile Talmud lar adada büyük hasara yol açar. (şeriat, geleneksel öğreti ve yorum derleme­ Hemen hemen koşut bir biçimde uzanan si) incelemelerini destekledi. Böylece, İspan­ dağ ve ovalar toprağın işlenişini belirleyen yol Yahudilerinin Doğu'daki Talmud aka­ önemli bir etkendir. Genelde ormanlarla demilerinden görece bağımsızlaşmasını sağ­ ladı. Hisday’ın, Yahudi Hazar kralı Yusuf'a gönderdiği ve Menahem ben Saruk'un kale­ me aldığı mektup tarihsel önem taşır. Gü­ ney Rusya'da yaşayan Türk kökenli Hazar­ lar İS 8. yüzyılın ortalarında Yahudiliği benimsemişlerdi. Hisday’ın mektubunun ve kralın ona gönderdiği yanıtın varlığından uzun süre kuşku duyuldu, ama mektuplar 16. yüzyılda hiç beklenmedik bir anda onaya çıktı. Pek çok tartışmadan sonra, her iki mektubun da özgünlüğü ve bilgilerin kesinliği herkesçe kabul edildi. Hispania, Roma döneminde İber Yarım­ adasına, daha sonraları Ispanya’ya verilen Latince ad. Romalılar İÖ 2061da Hispania'

Eski katedral ve Kristof Kolomb Heykeli. Trujillo, Dominik Cumhuriyeti E*ing

kaplı dağlık bölgeler seyrek bir nüfusu banndınr; bununla birlikte ovalardaki aşın nüfus yüzünden, başta Haiti’de olmak üzere bazı ormanlarda yeni tarım alanları açılmış­ tır. Başlıca tarımsal ürün olan kahve nemli dağlık bölgelerde yetiştirilir. Kalabalık nü­ fuslu kuzey ovalannda, özellikle dc La Vcga Real (Kraliyet Ovası) olarak anılan nemli doğu kesiminde kakao ve daha birçok troCik ürün elde edilir. Yaquc Ovasının yukan esimlerinde tütün, yan kurak alçak ovalar­ da pirinç, Haiti’deki Kuzey Ovasında şekerkamışı ve kenevir temel üründür. Ada­ nın güney ovalannda birçok yerde sulama­ dan yararlanılarak şekerkamışı ve pamuk üretilir; aynca çiftlik hayvanlarının otlatıldı­ ğı geniş çayırlar bulunur.

Hiss, Alger (d. 11 Kasım 1904, Baltimore. ABD), kendisini komünist casusu olmakla suçlayan Whittaker Chambers'la ilişkileri konusunda yalan ifade vermekten hüküm fiyen ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi. liss davası. Senatör Joseph R. McCarthy’ nin Dışişleri Bakanlığı’na komûnistlcnn sızdığı yönündeki sansasyonel suçlamalanna görünüşte maddi kanıt sağlamış, aynca so­ ruşturmada önemli görev alan Temsilciler Meclisi California üyesi Richard M. Nbcon' ın ünlenmesini sağlamıştır. Hiss, Johns Hopkins Ûniversitesi’ni 1926'da bitirdikten sonra Harvard Hukuk Okulu’ndan (1926-29) mezun oldu. Yüksek Mahkeme Yargın OÛver VVendell Holmes' un kâtipliğini yaptı (1929-30). 1933’te Baş­ kan Franklin D. Roosevelt döneminde dev­ let hizmetine girerek sırasıyla Tanm, Adalet ve Dışişleri bakanhklannda görev aldı. Roosevelt’ın danışmanı olarak Yalla Konferansı'na (1945) katıldı. Daha sonra Birleş­ miş Milletler (San Francisco Konferansı) geçici genel sekreterliği yaptı. 1946’da Carnegie Uluslararası Banş Fonu başkanı seçil­ di, 1949’a değin bu görevde kaldı. 1948’de, eskiden Washington, D.C.’dckı komünist bir yeraltı örgütünün kuryesi ol­ duğunu öne süren \Vhittakcr Châmbers, Hiss’i II. Dünya Savaşı’ndan önce aynı örgütün üyesi olmakla suçladı. Hiss'ın dak­ tilosunda yazılmış Dışişleri Bakanlığı belge­ lerini soruşturma komitesine sundu; aynca kendi çiftliğinde bir balkabağı içine saklan­ mış belge mikrofilmlerine (“balkabağı bel­ geleri") federal ajanların el koymasını sağla­ dı. Chambers’ın iddiasına göre belgelen kendisine Hiss vermişti. Hiss, önce Ameri­ ka’ya Karşı Etkinlikler Komitcsi’nde ilen sürülen suçlamaları reddetti. Châmbers aynı iddialan yasama gizliliği olan komitenin dışında da tekrarlayınca, Hiss tazminat da­ vası açtı. Komite o Aralık 1948'dc Chambers'ın yeminli ifadesini yayımladı. Buna göre Hiss, bir Sovyet ajanına iletilmek üzere Dışişleri Bakanlığı’na ait bazı gizli belgelen Chambers'a vermişti. Hiss suçlamayı derhal “kayıtsız şartsız" reddetti. Davayı kovuştu­ ran federal büyük jüri hem Hiss'in hem de Chambers’ın yeminli ifadelerini aldı. 15 Aralık'ta Hiss hakkında iki konuda yalan yere yemin etmekten dava açıldı: Binnası. Chambers’a herhangi bir belge verdiğini reddetmiş, İkincisi de 1 Ocak 1937'den sonra Chambers’la hiç görüşmediğini söyle­ mişti. 1949'daki ilk mahkemesinin sonunda jüri oybirliği sağlayamadı. 1950’de sona eren ikinci mahkemesinde ise suçlu bulun­ du. Beş yıllık hapis cezasının üç yıldan fazlasını çektikten sonra 1954'te serbest bırakıldı; suçsuz olduğunu savunmaktan vazgeçmedi. Hiss davası üzerine çeşitli kitaplar yazıl­ mıştır. Bunların en önemlileri, Ailen Weınsteın’ın Hiss’in suçlu olduğunu ileri sürdüğü Perjury: The Hiss-Chamners Case (1978; Yalancı Tanıklık: Hiss-Chanıbers Davası) adh kitabı ile John Chabot Smith’in temelde

lliss'i savunmak amacıyla kaleme aldığı Alger Hiss, the Trııc Story'ıhr (1976; Alger Hiss'in Gerçek Öyküsü).

Hissar, Hindistan’ın kuzeybatısındaki Haryana eyaletine bağlı il vc il merkezi kent. Hissar kenti, Batı Yamuna Kanalının kolu Sirhind’ın kıyısında yer alır. Tuğluklu hü­ kümdarı III. Firuz Şah’ın 1356'da kurduğu kent daha sonra Babürlülcrin önemli bir merkezi durumuna geldi. 18. yüzyılda terk edilen kent bir süre sonra İngiliz serüvenci Georgc Thomas’ın kuvvetlerince işgal edil­ di. Kent 1867'dc belediye statüsü kazandı. Dört kapılı bir hisarın çevrelediği kentte Finiz Şah’ın kalesiyle sarayının kalıntıları bulunur. Ayrıca, günümüzde bir Cayna tapınağı olan Cahac gibi çok sayıda eski cami vardır. Hissar, ilin başlıca demir ve kara yolu kavşağıdır. Önde gelen sanayileri çırçır ve el dokumacılığıdır. Kentte Kurukshetra Üniversitesi'ne bağlı birçok yüksek­ okul vardır. Hissar ili (6.331 knv) Büyük Hint (Thar) Çölünün kuzeydoğu kenarında yer alır. Kesintisiz bir düzlükten oluşan il toprakları­ nın güneybatısında Aravalli Sıradağlarının uzantıları yükselir. İldeki tek ırmak Ghaggar’dır; sulama Batı Yamuna ve Ghaggar kanallarıyla yapılır. Tahıl, pamuk, şekerka­ mışı ve yağlı tohum ekiminden sık sık ürün alınamadığı olur. Sığır besiciliği yaygındır. Hindistan’ın kuzey kesimindeki devlet üret­ me çiftliklerinin en büyüklerinden biri Hıssar’dadır. Nüfus (1991) kent, 172.873; (1981) metropoliten alan, 137.369; il, 1.469.534.

hisse senedi, bir anonim ya da sınırlı sorumlu şirketin, genellikle eşit paylara bölünen vc devredilebilir sertifikalarla tem­ sil edilen kayıtlı sermayesi. Sertifikalar şir­ ket ve hisse sahipleri arasındaki sözleşme ilişkisinin ayrıntılarını vermenin yanı sıra riskin bölünmesi, gelir ve etkinliğin de­ netlenmesi konularına da açıklık getire­ bilir. Ana sözleşmede tersi öngörülmemişse, pa­ yın senede bağlanması zorunlu değildir. Anonim ortaklık hisse senetleri nama ve hamiline yazılı olabilir. Ana sözleşmede tersi belirtilmemişse, hisse senedinin nama yazılı olması gerekir. Bedelleri tümüyle ödenmemiş paylar için, hamiline vazıh hisse senedi çıkarılamaz. Hisse senetleri ancak ortaklığın tescilinden sonra çıkarılabilir. Bir kıymetli kâğıt niteliğini taşıyan hisse senedi fıayın tedavülünü kolaylaştırır. Senede bağannıamış payın devri, alacağın geçirimi hükümlerine göre olur. Buna karşılık hisse senetleri, hamiline yazılı ise yalnızca teslim, nama yazılı ise ciro ve teslim, gerçek nama yazılı ise temlik beyanı ve zilyetliğin geçiril­ mesiyle devredilir. Nama yazılı hisse senet­ leri pay defterine işlendikten sonra ortaklığa karşı geçerlilik kazanır. Ayın karşılığı paylar anonim ortaklığın tescilinden başlayarak iki yıl dolmadan devredilemez. Türk Ticaret Kanunu'na (TTK) göre hisse senetlerinin itibari değeri 500 TL’den aşağı olamaz ve ancak lOO'er lira olarak yükselti­ lebilir. Ama mali bakımdan güç koşullar içindeki bir anonim orUıklık, durumunu düzeltebilmek için payların itibarı değerim 500 TL’den aşağıya indirebilir. Paylar iti­ bari değerlerinin üzerinde bir bedelle taah­ hüt edilecek biçimde de çıkarılabilir. Bu, ana sözleşmede ya da genel kurulun artırma kararında öngörülebilir. Bu farka agio ya da prim, paylara da agiolu paylar ya da primli paylar denir. Kâra ve tasfiye artığına katıl­ ma itibari değere göre saptanır. Bazı ülkele­ rin sistemleri itibari değerden yoksun paylar ya da kesirli paylar çıkarmaya olanak verir. Hisse senetlerinin piyasa fiyatları, yatırımcı­ ların kâr beklentilerine bağlı olarak dalga­

lanmalara uğradığından, genellikle itibarı değerden farklılık gösterir. TfK'ya göre her payın en az bir oy hakkı vardır; oysuz pay olmaz. Böylece hisse senedi sahipleri oy hakları aracılığıyla şirke­ ti denetleyebilirler. Oy hakkı olmayan özel hisse senetlerinin çıkarılmasına izin veren ülkelerde vardır. TfK’daki koşullara uygun olarak daha üstün haklar tanınan hisse senetlerine imtiyazlı paylar denir. İmtiyazlı paylar ana sözleşmede öngörülmüş olmalı­ dır; aynca imtiyaz konusuyla bağlı olduğu koşullann belirtilmesi ve imtiyazın paya bağlanması gerekir. Şirket sermayesini artırma yoluyla yeni hisse senetleri çıkanldığında eski hisse sene­ di sahiplerine öncelik tanınır Sermaye artı­ nını, anonim ortaklığın serbestçe kullanabi­ leceği yedek akçelerden ya da yeniden değerlendirme fonundan yapıldığında, yeni paylann bedelleri öz kaynaktan sağlanır. Sahiplerine bedelsiz olarak venlen bu payla­ ra yabancı hukuklarda “ücretsiz paylar" adı verilir. Aslında bu paylann özkaynağa daya­ lı bedelleri olduğundan, bu deyim pek yerinde değildir. Türkiye’de anonim ortaklıklann çıkardık­ tan hisse senetlerini borsaya kote etmeleri zorunlu değildir. Hisse senetlerinin halka sunularak satışa çıkanlması durumunda, Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerine uyul­ ması gerekir. Bu tür ortaklıklar ana sözleşme­ lerinde birinci temettü oranım göstermek zorundadır. Bu oran Sermaye Piyasası Kurulu’nun saptayacağı tutardan aşağı olamaz.

Histadrut, İbranıcedc genel işçi federas­ İsrail'de, kooperatif ve kolektif tanm-

yonu.

sal yerleşmelerle sanayi işletmelerinin bü­ yük bölümünde çalışan işçileri kapsayan işçi örgütü. 1920’de kurulmuştur. Ülkenin gö­ nüllülük temelinde etkinlik gösteren en büyük örgütü ve en önemli ekonomik kuru­ luşudur Histadrut, sendikal çalışmaların ötesinde işlevler üstlenmiştir. Özel sektörde çalışan üyelerinin ücret ve çalışma koşullarıyla ilgili sorunlarını çözmenin yanı sıra büyük sanayi ve kamu işletmelerini yönetir, kooperatif ve kolektif tanmsal yerleşmelerde pazarlama, kredi ve inşaat işlerinin yürütülmesiyle ilgi­ lenir. Aynca bağımsız bir sağlık hizmetlen ve sosyal sigorta sistemi vardır. Çok sayıda eğitim ve kültür etkinliğine de destek sağla­ yan Histadrut'un milli gelir içindeki payı yüzde 20’den fazladır. Histadrut’un en üst yönetim organı olan yürütme bürosu, üyelerin oylanyla belir­ lenen kongre delegelerinin seçtikleri yürüt­ me komitesi tarafından atanır. Kuruluşun­ dan beri örgütün yönetimine egemen olan Mapay, I968’de bazı partilerle birleşerek İsrail İşçi Partisi’ni kurmuştur. Histadrut Uluslararası Hür İşçi Sendikalan Konfede­ rasyonumun (ICFTU) üyesidir.

histamin, vücutta stres, iltihap ve alerji gibi durumlarda açığa çıkan organik madde Memelilerde hemen tüm dokularda, aynca öbür omurgalılarda, omurgasızlarda, mikroor­ ganizmalarda ve bazı bitkilerde de bulunur. Histamin dokulardan ilk kez l9U’de İngiliz bilim adanılan George Barger ve Henry H. Dale tarafından ayrılmıştır. Histamin, histidin dekarboksilaz enziminin histidin adlı aminoasitle tepkimeye girmesiy­ le oluşur; ması hücrelerindeki büyük tane­ ciklerde depolanır Bu gezici hücreler, do­ kuların yaralanmasında ya da örselenmesin­ de taneciklerin bir bölümünü hücre dışına çıkarır; böylece açığa çıkan histamin, vücut­ ta yaralanmaya ya da yabancı maddelerin girmesine karşı oluşan koruyucu yanıtta önemli bir rol oynar. Histaminin fizyolojik süreçlerdeki yeri çok incelenmiş olmasına karşın yeterince anlaşı­

345

histerektomi

lamamıştır. Vücutta birbirinden farklı bir­ çok etki oluşturur; mide sıvılarının, özellikle hipoklonk asidin salgısını başlatan en önemli etkenlerden bindir Aynca gebelik sırasında dölyatağı hareketlerinin denetlen­ mesine yardıma olduğu, dölüt ile annenin kan damarlarını genişlettiği belirlenmiştir Histaminin mast hücrelennden açığa çıkma­ sı, akciğer ve dölyatağı gibi organlardaki düz kas liflennin kasılmasına neden olur Bazı bitkilerin tüylerinde bulunan histamin, bu bitkilerin yapraklarına dokunanlarda de­ ride şişme ve kaşıntıya da neden olur Birçok an ve yabanansı türünün zehmnde de histamin vardır. Histaminin den içine şınnga edilmesiyle birlikte üçlü yanıt olarak bilinen tepkimeler başlar, önce dende bir bölge kızanr, sonra bu bölgenin çevresinde yayılan, daha parlak bir kızanklık görülür ve nihayet ilk ortaya çıkan kızartının üzerinde, içi sıvı dolu bir kabarak oluşur. Histaminin kan damarlan üzerindeki etkisi bu yanıta yol açarak iltihap ya da alerji vc anafilaksı gibi bağışıkıliK yanıtlannı başlatır. Histamin kan damarlannı genişleterek ve bağışıklık sisteminin etkin maddelerinin da­ mar duvarından dışarı çıkışını hızlandırıp bu maddelerin yara ya da iltihap bölgesine ulaşmasını sağlayarak bağışıklık yanıtlarına katılır Bu sûrean en iyi örneği yaralanmaya karşı vücudun gösterdiği bölgesel yanıt olan iltihapta görülür. Yaralanan dokunun mast hücrelerinden açığa çıkan histamin, çevre­ deki kan damarlarım genişleterek geçirgen­ liklerini artırır. Böylece akyuvarlar ve plaz­ ma proteinleri, kandan dokuya geçerek burada iltihabı yok etmeye çabşır, dokuyu besleyerek yarayı iyileştirirler. Saman nezlesi gibi alerji tepkimelerinde bağışıklık sisteminin aşın duyarlılığı sonu­ cunda vücuttaki zararsız yabana maddelere (antijenler) karşı yanıt gelişirse mast hûcrelennden bol miktarda histamin açığa çıkar. Mast hücrelerine bağlı olan antikorlar, anti­ jenlere bağlanarak, onlan zararsız hale getirmeve çalışır, ancak bu arada parçalanan mast hücrelerinden histamin çıkar. Histami­ nin serbest hale gelmesi burun akıntısı, gözlerde yaşarma ve dokularda şişme gibi belirtilere yol açar. Antijen-antikor tepkimesi, bireyin duyarlı olduğu bir antijenle karşılaştığında onaya çıkan şiddetli, anı ve genellikle ölümle sonlanan anafilaktik şoka da neden olabilir. Vücuda histamin şınnga edildiğinde ortaya çıkan belirtiler, anafilaktik şokun belirtileri­ ne çok benzer. Histamin vücutta 1,4-metilhistamıne dönü­ şür; bu madde ya olduğu gibi atıhr ya da atılmadan önce histaminaz enziminin etkisiy­ le içerdiği azottan ayrılır. Bu tepkimenin sonucumla oluşan imidazolilasetik asit, ge­ nellikle riboz türü şekerlere bağlanarak idrarla dışarı atılır. Antihistaminikler, histaminin vücutta ne­ den olduğu belirtilen gideren yapay bileşik­ lerdir. Histaminin etkili olduğu bölgelerde bu maddenin yerini alıp, başlattığı yanıtlan önleyerek etki ederler. Bak. antinistamımk.

histerektomi, dölyatağının tümünün ya da dölyatağı boynu dışında kalan bölümünün cerrahi girişimle çıkartılması. Dölyatağında ortaya çıkan miyomlar ya da kötü huylu urlar büyükse, hızla büyüyorsa, aşın kana­ ma ve ağnya neden oluyorsa ya da doku yıkımına uğruyorsa histerektomi gerektire­ bilir. Avnca sezaryen amehyatlanndan son­ ra enfeksiyon görülmesi, dölyatağı boynun­ da durdurulamayan bir kanamanın oluşması ve dölyatağı boynu kanseri durumlannda da histerektomi yapılır.

histerezis

346

histerezis, ferromagnetik bir cisimdeki, örneğin demirdeki mıknatıslanmanın, bu mıknatıslanmaya yol açan magnetik alanda­ ki değişmelere göre zaman gecikmesiyle oluşması. İçinden elektrik akımı geçirilen bir bobinde oluşan mıknatıslayın alan (mag­ netik alan şiddeti, H), bobinin ortasına yerleştirilmiş ferromagnetik malzemedeki atomsal mıknatısların bir bölümünü ya da

Magnetik histerezis halkası R T Weaner ve R L Solle Etementary Ciassıcal Prrysx:s (1965) Allyn and Bacon PuDUshıng Company

tümünü alan yönünde yönelmeye zorlar. Bu yönelme, malzemedeki toplam magnetik alanın (magnetik akı yoğunluğu, B) artması sonucunu doğurur. Yönelme süreci mıkna­ tıslayın alanın değişimine tam olarak ayak uyduramaz ve zaman içinde geri kalır. Mıknatıslayın alanın şiddeti giderek artırıl­ dığında, atomsal mıknatısların tümünün alan yönünde yönelmiş olduğu bir noktaya ulaşılır; bu durumda magnetik akı yoğunlu­ ğu (B) en yüksek değerine, bir başka deyişle doyma değerine erişir (bak. çizim). Mıknatısla'yıcı alan azaltılınca, magnetik akı yo­ ğunluğu da azalır; bu azalma da alan şiddeti­ ne (H) göre gecikmeli olarak ortaya çıkar. H. sıfıra indirildiğinde B hâlâ sıfırdan büyük bir değerdedir, bu değere artık mıknatıslan­ ma (artık magnetik endüksiyon, remanans) denir; sürekli mıknatıslar artık mıknatıslan­ ma değeri büyük olan malzemeden yapılır. B’nin değeri, ancak /Tnin belirli bir negatif değere ulaşmasıyla sıfıra iner; fî’nin sıfır olduğu H değeri “gideren alan” olarak adlandırılır. H’nin negatif yönde daha da artırılmasıyla akı yoğunluğu da yön -değişti­ rir ve atomsal mıknatısların tümü ters yönde yönelmiş duruma gelince doymaya ulaşır. Bu çevrim sürdürülürse, magnetik alan şid­ detine göre hep geride kalan akı yoğunluğu­ nun grafiği kapalı (halka biçimli) bir eğri oluşturur; bu eğri histerezis halkası olarak adlandırılır. Malzemenin mıknatıslanması ters yöne dönerken ısıya dönüşerek kaybo­ lan enerji histerezis kaybı olarak adlandırı­ lır; bu kayıp enerji histerezis halkasının alanı ile orantılıdır. Bu nedenle transforma­ törlerde kullanılan çekirdekler histerezis halkalarının alanı küçük olan malzemeden yapılır, böylece ısıya dönüşerek kaybolan enerji azaltılmış olur. Aynca bak. ferromagnetizma; magnetik alan; mıknatıs.

histeri, duyusal, ruhsal ya da harekete ilişkin çok çeşitli rahatsızlıklarla tanımlanan psikonevroz. öteki psıkoncvrozlarda oldu­ ğu gibi histeride de nerhangi bir yapısal ya da organik neden yoktur. Yunancaaa "dölyatağı" anlamına gelen hystera sözcüğünden türetilen terim, histerinin, dölyatağındaki işlevsel bir bozukluktan kaynaklanan, yal­ nızca kadınlara özgü bir hastalık olduğuna ilişkin eski çağlardaki görüşü yansıtır. Oysa histeri her iki cinste de görülmekte, gençler­ de daha sık gözlenmekle birlikte, çocukluk­ tan yaşlılığa değin yaşamın her döneminde ortaya çıkabilmektedir.

Kişiliği olgunlaşmamış vc zekâ düzeyi dü­ şük kişilerde histeriye daha sık rastlanır. Aynca bu hastalığın kültürel ve toplumsal koşullarla ilintili olduğu da söylenebilir. Sözgelimi, cinsel çekingenliğin ve cinsel istekleri bastırmanın ya da otonter aile yapısının daha az görüldüğü kültürlerde histeri olgularının azaldığı gözlenmektedir Balı toplumlannda da 19. yüzyıl hekimleri­ nin tanımladığı türden histeri olgularına daha az rastlanmaktadır. Günümüzde bu toplumlarda görülen psikoncvrozlann ço­ ğunda, histeri belirtileri öteki nevrotik bo­ zukluklarla bir arada görülür. Psikozlarda da tek tek histeri belirtileri ortaya çıkabil­ mektedir. Histennin duyu vc harekete ilişkin belirti­ len çok değişik biçimler alabilir; bozuklu­ ğun altında yatan bunaltının fiziksel bir belirtiye dönüştüğü histen tipine dönüştür­ me (konversiyon) adı verilir. Duyusal bo­ zukluklar, duyu yanılgılarından (parestezi) aşın duyarlılığa (hiperestezi) ve tam bir duyu yitimine (anestezi) kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturur. Vücudun tümünde ya da belli bir bölümünde görülebilen bu belir­ tiler, genellikle sinir sisteminin hiçbir anato­ mik dağılımına uymaz. Histeride ortaya çıkan bu tür duyu bozukluktan görme, işitme, tat ya da koku alma gibi özel duyuları içerebileceği gibi, belirli bir orga­ nik neden saptanmaksızın duyulan şiddetli ağrılar biçiminde de olabilir. Hareket yetisine ilişkin belirtilerse, tam felç, titreme, tik, kasılma ya da çırpınma (konvülsıyon) gibi çok çeşitli biçimlerde olabilir. Bu tür hastaların rahatsızlık duy­ duğu bölgelerin nörolojik muayenesi sonu­ cunda ise reflekslerin ve vücudun elektriksel etkinliğinin normal olduğu, elektrik uyanlanna tepki alınabildiği, kas ve sinir yapısında bir bozukluk bulunmadığı görülür. Hareket yetisinde görülen ve histerik kökenli olarak nitelenen öteki bozukluklar arasında konuş­ ma yitimi (afoni), öksürük, bulantı, kusma ve hıçkırık yer alır. Histerinin çok çeşitli ruhsal belirtileri de genellikle çözülme tepkileri adı verilen ge­ niş bir başlık altında toplanır. Kişinin kim olduğunu unuttuğu ve kendisine ilişkin hiç­ bir şeyi anımsayamadığı bellek yitimi nöbet­ leri bunlara en çarpıcı örnektir. Ayrıca uyurgezerlik ve çoğul kişilik olguları da, histeriye özgü çözülme tepkileri olarak ka­ bul edilebilir.

Histiaios (ö. İÖ 494/493), Pers kralı 1. Dareios’un hükümdarlığında Milctos kenti­ nin tiranı. İonyalılann Dareios’a karşı giriş­ tiği ayaklanmayı (İÖ 499-494) kışkırtmasıy­ la ünlüdür. Herodotos’a göre Histiaios, Dareios’un İskit seferi (İÖ y. 513) sırasında, Perslilerin geri dönerken geçecekleri Tuna köprüsünü yıkmamaları için öbür kentlerin tiranlarını ikna ederek krala büyük hizmette bulun­ muştu. Bu yüzden ödül olarak kendisine Trakya bağışlandı Ama Dareios, Histiaios’ tan kuşkulanarak onu Sus’a çağırdı ve fiilen tutsak etti. Histiaios’un damadı Aristagoras, Miletos hükümdarı olarak onun yerme geçti. Herodotos’un tartışmalı bir anlatısına göre Histiaios, Aristagoras’a gizli bir mesaj yolla­ yarak onu İonyalılar arasında bir ayaklanma başlatması için yüreklendirdi. Sonra da ayaklanmayı başarabileceği konusunda Dareıos’u ikna ederek Susatan ayrılma izni aldı. Ama Lidya kıyılarına vardığında, Histiaios’un sadakatinden kuşkulanan Satrap Artaphernes onu oradan sürüp korsan ola­ rak Byzantion’a (İstanbul) yerleşmek zo­ runda bıraktı. İonya donanmasının tümüyle yenilgiye uğratıhnasından (İÖ y. 495) sonra

Histiaios yeniden eski konumunu kazanmak için çeşitli girişimlerde bulunduysa da yaka­ landı vc Artaphernes tarafından Sardcs’te çarmıha gerdirildi.

histidin, bazı proteinlerin hidroliziyle elde edilen aminoasıt. Hemoglobinden çıkartılan histidin, hemoglobinin ağırlığının yaklaşık yüzde 8,5’ini oluşturur. Temel aminoasıtlerden biri olan histidin, ilk kez 1896’da elde edilmiştir. İnsan vücudunda bircşimlcncmcdiği için yiyeceklerle alınması gerekir. Mik­ roorganizmalarda riboz vc adenozin trifosfattan bireşimlenir. İnsan vücudunda alerjik tepkimelerde yer alan fizyolojik süreçlerde rol oynayan histamin, histidınin dekarboksilasyonu sonucun­ da oluşur.

histogenez bak. doku oluşumu

histoloji, dokubİlİm olarak da bilinir, bitki ve hayvan dokularının bileşimim vc yapısını özelleşmiş işlevleriyle bağlantılı olarak ince­ leyen biyoloji dalı. Histoloji ve mikroskopik anatomi terimleri bazen aynı anlamda kulla­ nılırsa da, bu alanlar arasında ince bir ayrım vardır. Histolojinin temel amacı dokulann hücre ve hücrelerarası maddelerden organ­ lara dek tüm yapı aşamalarındaki düzenini saptamaktır. Oysa mikroskopik anatomi, dokuların organ ve organ sistemleri (örn dolaşım ve üreme sistemleri) gibi daha geniş oluşumlardaki düzenleriyle ilgilidir. Histologlar araştırmalarında mikrotom ad­ lı özel bir kesici aygıt ile alınmış çok ince, neredeyse saydam canlı vücut doku örnekle­ rini incelerler. Doku kesitleri daha sonra çeşitli boyalarla boyanarak değişik hücresel bileşikler arasındaki yoğunluk farkları optik mikroskopta daha net olarak gösterilebilir. Optik mikroskop ile gözlenemeyen doku yapılanmasına ilişkin ayrıntılar elektron mikroskopu ile de incelenebilir. Doku örnekleri canlı vücuttan alındıktan sonra uygun bir kültür ortamında canlı tutulabilir. Bu yöntem özellikle belirli hücre tiplerinin kültüründe ve daha sonra da incelenmesinde ya da embriyonik organ taslaklarının büyüme ve başkalaşımlarının gözlenmesinde yararlıdır. Histolojinin özel bir dalı otan histokimya ise dokulardaki çeşitli maddelerin tanımlanması ile ilgilenir. histomoniyaz bak. karabaş hastalığı histon, genellikle hücre çekirdeğinde bulu­ nan ve nükleoproteinleri(’) oluşturmak üzere iyonik olarak dezoksiribonükieik asıl (DNA) ile birleşen basit alkali proteinler Histon molekülünün, genetik bilgi taşıyan DNA zincirinin bir parçasına bağlanmasıyla oluşturduğu birime nükleozom denir Bu birimlerdeki değişikliklerin, hücre bölün­ mesi sırasında kromatinin işlevinde ve fizik­ sel durumunda ortaya çıkan değişikliklerle, ayrıca genetik bilginin yeniden düzenlenme­ siyle ilişkili olduğu sanılmaktadır. Yaklaşık 1884’te Albrecht Kossel, kuşların alyuvar çekirdeklerinde suda eriyebilen ve özellikle temel aminoasitlerden lizin ve arginın bakı­ mından zengin histonlar bulmuştur. Timus ve pankreas en çok histon içeren organlar arasındadır. histoplazınoz, insanlarda ve hayvanlarda Hisloplasma capsulatunı türü mantarın ne­ den olduğu hastalık. Tavuk, güvercin, sığır­ cık ya da yarasalardan toprağa bulaşan sporlar, solunum ya da sindirim sistemi yoluyla vücuda girer. Enfeksiyon genellikle belirti yermeden geçiştirilir yu da kısa bir solunum rahatsızlığına yol açar. Ender ol­ makla birlikte hastalık retiküloendotelyal sisteme yayılırsa olum olasılığı çok yükselir

Yeryüzünün hemen her yerinde görülebilen hu hastalığa özellikle ABD'nın ortabatı kesiminde vc Mississippi Vadisinde çok sık rastlanır. Histoplazmoza en düşük direnci çocukların vc orta yaşın üstündekilerin gös­ termesine karşın, yapılan deri testleri hasta­ lığın sık görüldüğü bölgelerde nufusun yüz­ de 5O-8O’ınin bu hastalığı geçirmiş olduğunu kanıtlamaktadır. Amfoterisın B ile yapılan tedavi genellikle histoplazmoza karşı etkilidir.

ettiği kara orduları birkaç yıl üst uste Konstantınopohs'ı (bugün İstanbul) baskı altına aldılar. Ama Bizans topraklarında kalıcı bir başarı sağlayamadılar. Üstelik, 740'taki seferde ünlü Arap komutan Battal Gazi Akronion (Afyonkarahısar) yakınla­ rındaki bir savaşta öldürüldü. Endülüs valisi Abdurrahman cl-Gafikı'nın 732'dc Poitıcrs’de (bugün Fransa’da). Frank komutanı Charles Martel karşısında aldığı yenilgiyle birlikte Emevilerin Avrupa top­ Historia Augusta, Hadrıanus’tan Numcrıraklarındaki gerileme sureci de hızlandı. anus’a değin (117-284) Roma imparatorları­ Benzer bir süreç Kuzey Afrika'daki toprak­ nın (nugustı) yaşamöykülerini kapsayan der­ larda da yaşanıyordu. Emevilerin kendileri­ leme. Roma İmparatorluğumun tarihine ne baskı yaptığından yakınan Berberilerın ilişkin önemh bir kaynaktır. duyduğu hoşnutsuzluk. Haricilerin olumsuz Özgün adı bilinmeyen yapıtın günümüze propagandası ve uygulanan ağır vergilerle ulaşan biçimi eksiktir. Aslında, Hadria- daha da artmıştı Berbcnler sonunda Emevi nus'tan önce hüküm süren Nerva’nın ya da yönetimine karşı ayaklandılar Hişam’ın Traianus'un yaşamöykusüyle başladığı sa­ /41'de gönderdiği bir ordu da Berbcnler nılmaktadır. Yazarın kimliği vc derleme karşısında yenilgiye uğradı ve Emevıler tanhi de tartışmalıdır. Yapıtta 4. yüzyılın yalnızca Cezayir de üstünlüklerini koruya­ başlarında yaşamış olan altı yazarın adı bildiler. Hişam bin Abdülmelik, güneydeki Kelb ve verilmektedir. Ama, Hisloria'nın 4. yüzyılın sonlarında yazıldığına inanan bazı araştır­ kuzeydeki Kays kabileleri arasında denge macılar bu kaydın güvenli olmadığını ileri politikası izleyerek otoritesini korumaya çalıştı. Devletin malı politikasında düzenle­ sürerler. Yapıtta bilinçli bir pagan yaklaşım vardır. melere girişti, yem vergiler getirdi Bunlara Bir olasılıkla İmparator lulianus'un (hd dayanarak özellikle Suriye’de bayındırlık 361-363) paganizminden etkilenmiş olan ya­ çalışmaları yaptı. Hükümdarlığı sırasında zar ya da yazarların, Hıristiyanlığın giderek oğlunun vâris olarak belirlenmesi için çaba artan egemenliğine karşı koymaya çalıştık­ harcadıysa da, II. Yezid in yeğeni Velid’i (II. Vehd) vâris olarak kabul etmek zorun­ ları düşünülebilir. Yapıtın. Hadrianus'la Caracalla arasındaki da kaldı. dönemi kapsayan birinci bölümü, güvenilir Hişam bin (Muhammet!) el-Kalbi, tııu l kaynaklara dayandığından büyük tarihsel munzir olarak da bilinir (d. 747’dcn önce. değer taşır. Sonraki bölüm genellikle daha Küfe - o. 819/821, Küfe, Irak), eski Arapla­ az güvenilir olarak kabul edilir. rın geleneklerim, soy kütüklerini ve savaşla­ rını inceleyen bilgin historiyografi bak. tarih yazıcılığı Sözlü gelenekleri derleyerek yazıya geçi­ histosol, toprak sınıflandırmasındaki başlı­ ren ünlü bir bilginin oğluydu Yaşamının ca 10 türden biri. Ayırt edici özelliği öteki son yıllarında Bağdat’ta ders verdiği sanıl­ dokuz türe oranla, organik karbon içeriği­ maktadır Günümüze ulaşan yapıtlarından nin çok yüksek olmasıdır, öteki toprak el-Hayl (Atlar) ünlü atların kısa öykülerim türleri arasında kapladığı toplam alan bakı­ ve atlar hakkında yazılmış şiirleri kapsar; mından son sırada yer almasına karşın Ccmcretü'n-Ncseb (Soyağacı Koleksiyonu) histosol, kutuplardan tropik bölgelere ka­ İslam öncesi siyaset, din ve edebiyat konu­ dar, nemin vc çürüyen bitki birikiminin sunda çok önemli bilgiler verir; Kilabü'lzengin olduğu her iklim ortamında oluşur. Asııam (Putlar Kitabı) ise İslam öncesi Alaska, Finlandiya ve Kanada gibi nemli ve Arapların tanrılarını anlatır. Kitaba I-Assoğuk alanlarda olduğu kadar Florida ve nmzı'da İslam öncesi şiirlerden örnek parça­ Georgia gibi nemli ve sıcak alanlarda da lara da yer verilmiştir yaygın olarak görülür. Histosol türü toprakların işlenmesi özel Hişamiye, Şii kelamcılardan Hışanı bin yöntemler gerektirir. Akaçlama, orga­ el-Hakem’e (ö. 795-815 arasında) bağlanan nik madde bileşiklerinin ayrışmasını hız­ kelam öğretisi. Hişam bin el-Hakem, felsefe problemlerini landırarak toprağın hacminde önemh azal­ yoğun biçimde tartışma konusu etmesi ve malara ve yüzeyinde çökmelere yol açar. Toprak 40 yılda 3,7 m’lik bir çökme göstere­ Tann’mn bir cisim olduğunu öne süren ilk bilir. Ayrıca içerdiği organik maddeler, kelamcı olması bakımından önem taşır. herhangi bir nedenle kolayca tutuşarak ya­ Hişam’a göre Tanrı sınırlı ve sonlu bir nabilir. Bu tür toprakların ekime hazırlan­ cisimdir; uzunluğu, genişliği, derinliği, ren­ ması için basitçe sürülmeleri yetmeyebilir ve gi, tadı, kokusu ve dokunması vardır. En tohumların daha derin yarılmış toprağa ser­ yetkin biçime sahiptir ve boyu kendi karı­ şıyla yedi karıştır. Var olan şeylerin hepsi ya pilmesi gerekebilir. cisim ya da bir cismin eylemidir, yaratan salt Hişam bin Abdühnelik (d. 691, Şam - ö. 6 bir eylem olamaz. Başlangıçta mekân dışı .Şubat 743, Şam), Emevilerin onuncu halife­ olan Tanrı kendi hareketiyle mekânı oluş­ si (724-743). Hanedanın en zengin ve parlak döneminin sonlarında hüküm sürmüştür Halife Abdülmehk bin Mervan'ın oğluydu. Kardeşi 11. Yezid’in ölümü üzerine Ocak 724'te halife oldu. Tahta çıktığında Emevi­ lerin genişlemesi durmuş, Orta Asya, İspan­ ya, Kuzey Afrika ve Anadolu’daki bazı topraklar yitirilmeye başlamıştı. Bununla birlikte, Hişam’ın atadığı Nasrbin Seyyar’ın komutasındaki bir Arap ordusu, 737’de Türgiş saldırılarını durdurduğu gibi, Orta Asya’da Seyhun Irmağına (Sirderya) kadar ilerledi. Aynı dönemde Anadolu’da Bizans üzerine yeni seferler düzenlendi. Abdullah "Dûşen Yapraklar", Hişida Şunso'nun bir pano resmi, bin Ukbc ve daha sonra Abdullah bin Ebi Tokyo Ulusal Müzesi Meryem’in yönettiği donanına ile Hişam’ın Tokyo National Muscum oğullan Muaviye ve Süleyman'ın komuta

347

Hişida Şonso

turmuş, sonra da ona yerleşmiştir Tanrı de duyulur varlıklar arasında kimi yönlerden zorunlu bir benzerlik vardır Eğer böyle bir benzerlik olmasaydı, duyulur varlıklar Tanrı’nın varlığına kanıt olamazlardı Hışamiyeye göre bilgi Tann’mn ne kendisi, ne başkası, ne de bir parçasıdır, yalnızca sıfatıdır. Onun bilgisine ne kadim (oncesız) nc de muhdes (sonradan yaratılmış) denebi­ lir; çünkü sıfatlar tanımlanamaz Tanrı kul­ ların yaptığı işlen onlar yapmadan önce biliyor olsaydı, insanlann ne seçme özgür­ lükleri. nc de sorumlulukları olurdu

Hişamiye, 9. yüzyılda Hişam bin AmnşŞeybam el-Fuvati’nın sistemleştirdiği kelam öğretisi Bazı özellikleriyle, içinde yer aldığı Mutezile akımlanndan aynlır. Hışamiyeye göre Tanrı belli bir mekânda değildir, nerede ise sürekli orada bulunur Onun yaratması hareket etmesidir, ama bu hareket yer değiştirmek anlamına gelmez. Tann’mn sıfatları olduğu söylenemez ili­ nekler (araz) bir kanıtla bilinebilir; Tann' nın kanıtlan ise zorunlu bir kavrayışla bilin­ melidir Bu nedenle hiçbir ilinek Tann’ nın varlığının ya da Hz Muhammed in doğruluğunun kanıtı olarak gostenlemez Bundan dolayı Kuran ve mucizeler Tann’ nın varlığı ve peygambenn doğruluğu için kanıt değildir. Özgürlüğün savunucusu olan Hişam’a göre insan üzerinde tannsal bir denetimden söz edilemez, irade, istenilen eylemi zorunlu kılmaz, iman, Tann’mn buyurduğu ve onay­ ladığı bütün iyi edimlerden oluşur ve iki derecesi vardır: Tann'ya iman ve Tann hakkında iman Tann’ya imanın yokluğu küfürdür. Tann hakkında imanın kasıtlı ihmali küfür, ama kasıtsız ihmali fısktır Kuran, helal ve haramı bildirmez; insanlar bunlan yorumla çıkarmak zorundadır Hışamiyeye göre imamın varlığı dinsel değil, toplumsal bir gerekliliktir Bu da ancak toplumsal düzenin sağlandığı, kargaşanın olmadığı zamanlarda söz konusudur. Karga­ şa ortamlannda seçilen devlet başkanı, ihti­ lafa yol açacağı için yasal olamaz. Hişam’ın bu görüşüyle Hz. Alı nın halifeliğini geçerli saymadığı bildirilir İmam olmadığı zaman­ larda dinden dönenlerin öldürülebıleceğını söyleyen Hişam, bu yolda görüş bildiren ilk kişi sayılır Hişida Şıınso (d. 21 Eylül 1874, Nagano ılı ö. 16 Eylül 1911, Tokyo, Japonya), Japon ressam Arkadaşı Yokoyama Taıkan'la bir­ likte geleneksel Japon resminin yeniden canlandırılmasına katkıda bulunmuştur Tokvo’da öğrenim gördü; önce Çın kona ve tekniklerim kullanan Kano okulundan bir ressamın, daha sonra da lokyo Güzel Sanatlar Okulu’nda Haşimoto Gaho'nun öğ­ rencisi oldu. 1898’de Japon Güzel Sanatlar Akademisı'ne girdi. Burada Yokoyama Tai-

1909;

Hişikava Moronobu

348

kan'la birlikle geleneksel Japon çızımini Batı' nın izlenimci anlayışıyla birleştiren ve kü­ çümseyici morotai (bulanık, belirsiz) adıyla anılan üslubu geliştirdi. "Düşen Yapraklar” (1909) ve “Kara Kedi" (1910) en tanınmış yapıtlan arasındadır.

Hişikava Moronobu, kiçİbe olarak da bili­ nir (d. 1618. Yasuda - ö. 1694, Edo [bugün Tokyo], Japonya), Japon baskı ustası. Gün­ delik yaşamın geçici görünümlerinin betim­ lendiği Ukiyo-e (Geçici Dünyadan Resim­ ler) türünün ilk büyük ustasıdır. Taşralı bir nakışçının oğluydu Meslek yaşamına nakış desenleri çizerek başladı. 17. yüzyılın ortalarında taşındığı Edo'da ağaç baskı tekniğiyle öykü kitapları resimle­ di ve resimlerin seri üretilerek geniş halk kitlelerine ulaştırılabilmesi için bir teknik geliştirdi. Bir yandan da baskıyla çoğaltılamayacak resimler yaptı. Özellikle fahişeleri ve Kabuki oyuncularını konu alan resim ve baskılarında Edo halkının geleneklerini ve davranış biçimlerini betimledi. En önemli yapıtları arasında "Şen Mahalleler ve Kabu­ ki Tiyatrosu" adh rulo resim. “Yoşivara’nın Şen Mahallelerinden Sahneler” adh 12 tek yapraklık baskı (içimai-c) dizisi ve gene tek yaprak üstüne basılmış "Omzunun Üzerin­ den Geriye Bakan Dilber” sayılabilir. Başka Ukiyo-e ressamları gibi Moronobu da şunga olarak bilinen pornografik resimler yap­ mıştır.

Hita, Japonya’nın Küşü Adasındaki Oita ilinde (ken) kent. Hita Platosunun ortasında yer alır. 16. yüzyıl sonlarında bir şato kasabası olarak gelişti. Günümüzde platoda yetiştirilen pirinç, buğday ve sebzenin top­ landığı bir pazar merkezidir. Çevredeki dağlarda bulunan japonçamı ormanları kentteki ahşap ve mobilya sanayisi ile geıa (tahta takunya) yapımının temelini oluştu­ rur. Çömlek sanayisinde hâlâ 18. yüzyıl Kore teknikleri kullanılır. Kentin kuzeyba­ tıdaki Kita-Küşü ile ekonomik bağlan doğu­ daki Oita kentine oranla daha güçludür. Hita sakın ortamı ve çevre güzellikleriyle de tanınan gözde bir tatil kentidir. Mikuma İrmağında (gava) karabatak avlanır. Kent Mikuma İvintilerinden geçen deniz taşıttan için başlangıç noktasıdır. Nüfus (1985) 65.730.

hitabet, topluluk önünde ikna edici ve etkileyici konuşma sanatı. Dinleyici kitlesiy­ le kurulan ilişki ve alınan tepki anlık da olsa, hatip siyasal ya da toplumsal tanhin sözcülüğünü üstlenebilir ve konuşması geniş yankılar uyandırabilir, Hitabette, konuşmacı ve dinleyici kitlesi­ nin yanı sıra zaman, mekân ve öbür koşulla­ rın oluşturduğu bir arka plan, vücut hare­ ketleriyle de desteklenen bir söyleyiş biçimi, sesli olarak iletilen bir mesaj ve her zaman olmasa da hemen ulaşılan bir sonuç vardır. Martin Luther Kıng'ın 1963’te \Vashmglon, D.C.’de medeni haklar için düzenlenen kalabalık bir gösteride yaptığı konuşma, bir ulusun temel sorunlarının hitabet yoluyla anlatılmasına iyi bir örnektir Vaizlik yaptığı yıllarda geliştirdiği hitabet yeteneğini, ABD'deki Siyahlara daha geniş haklar veril­ mesi için kullanan Kine, "Bir düşüm var" deyişini sürekli tekrarlayarak milyonlarca insanı coşturmuştur Klasik dönemde hitabet sanatının kuram­ sal temeli sayılan retorik, sözcükleri etkili bir biçimde kullanma sanatıdır Hitabet, güzelliğe ulaşmayı ve haz vermeyi amaçla­ yan şiirsel ve edebi anlatımlardan farklı olarak, belirli bir mesajın iletilmesine yöne­

liktir. Güncel olduğu için dc. evrensel ve kalıcı olması gerekmez. Hatip, amaç vc tekniklen bakımından bilgilendirici ya da eğlendirici olmaktan çok. ikna edici olmaya çalışır, insanlann davranışlarını değiştirme ya da inanç vc tavırlarını pekiştirme amacını güder; dinleyicinin yargılarını değiştirir vc kitlenin psikolojisini kendi istekleri ve ilke­ leri doğrultusunda etkiler. Hitabette, usavurma. kanıt gösterme ve kitlenin vicdanına seslenmenin yanı sıra retorik tekniklen de kullanılır. Öncrmelen açıklığa kavuşturmak ve güçlendirmek için açımlamaya, dinleyici­ nin tepkisini artırmak için de ilginç olaylara vc örneklemelere başvurulur. Hatibin birinci sınıf bir mantıkçı olması gerekmez. Ama iyi vc berrak düşünme yeteneği, hatibin öncül ve çıkarımlann ne­ den ve sonuçlarını önceden görebilmesinde, analoji, genelleme, varsayım, tümdengelimli ve tümevanmlı usavunna gibi çıkarım yöntemlerini kullanmasında önemli bir rol oynar. Üstün bir konuşma yeteneği, aynı zamanda dinleyicilerin güdülerine, duygula­ rına ve alışkanlıklarına seslenmeyi gerektir­ diğinden, daha çok mantığa dayanan başarı­ lı tartışmacılar her zaman etkili birer hatip olmayabilirler. Hitabetin başarılı olabilmesi için güçlü bir duygusal üslup ve konuşma tarzı gereklidir. Ama duyguların usavurmayı tümüyle bir kenara ittiği, coşkulu sesle­ nişlerin yetersiz kaldığı vc zihinsel nitelikle­ rin ağır bastığı durumlarda hitabetten umu­ lan yarar sağlanamaz. Kusursuz bir hatip, nesnel ya da yansız olmaktan çok, güçlü ahlaksal kanıtlar öne sürebilen ve dinleyiciye kendine özgü bir üslupla seslenebilen biridir. Savunduğu dü­ şünceye bağlılığı, savlarını daha da güçlen­ dirir. İrlandalI hatip Daniel O'Connell, Fransız Mirabeau ve Robespierre, Ameri­ kalı Daniel Webster. Wcndell Phillips ve Robert G. Ingersoll, kişisel hitap tarzlarıyla ünlüdürler. İngiliz devlet adamı ve düşünür Edmund Burke’ûn temsil ettiği hatip tipi ise, geniş ilgi alanı ve evrensel tutumuyla göze çarpar. Burke’ûn, Amerika’daki kolo­ nilerden alınan vergiler, İngiltere ile koloni­ ler arasında sağlanacak uzlaşma, İrlanda’ya tanınacak özgürlükler, Hindistan’daki ada­ let sistemi ve Fransız Devrimi gibi konular üzerine tartışmaları, olgun bir düşünme ve çözümleme yeteneğini yansıtır. Konularını kapsamlı bir biçimde ele alan Burke, zekice genellemeleriyle dc dikkat çeker. Hitabet, genellikle hukuksal, siyasal ve törensel olmak üzere üçe ayrılır. Aristote­ les, bu üç hitabet türünü sırasıyla genos dikanikon, genos demegorikon ve genos epideikıikon olarak adlandırılır. Hukuksal hitabet çoğunlukla, bireyin suçla­ malara karşı mahkeme önündeki kendi özgür­ lüklerini savunmasına dayanıyordu. Yasalar gereği yurttaşların kendini savunmalarını üstlendikleri eski Atina’da en sık rastlanan hitabet türü buydu. Lykurgos, Demoslhenes, Hyperides, Aiskhincs ve Dınarkhos, Atina'nın Altın Çağı olarak bilinen İÖ 4. yüzyılda mahkemede ya da mecliste söz alan en büyük hatipler arasındaydı IÖ 1 yüzyılda Eski Roma mahkemelerinin önde gelen hatiplerinden Cicero, Batı dün­ yasının hitabet ve düzyazı üslubu üzerinde kalıcı etkiler bıraktı. Kötü bir yönetici olarak un salan Sicilya valisi Gaius Verres'e yönelttiği suçlamalarla, valinin sürülmesine yol açtı. Lucius Sergius Catılina’ya karşı yaptığı çarpıcı konuşmasında da, çözümle­ me ve mantık gücünü vc dinleyici kitlesini etkilemedeki büyük yeteneğini gösterdi. Ci­ cero aynca, despotluğun simgesi olarak gördüğü Marcus Antonius’a da 14 ağır suçlama yöneltmiştir. Sonraki dönemlerin ünlü avukat-hatiplcrı arasında, 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere’de kişisel özgürlüklerin

korunmasına vc hukuk sisteminin insani bir biçimde uygulanmasına katkıda bulunan Thomas Erskine dc vardır. Siyasal hitabet türünün en önemli adların­ dan biri, Atinalı asker vc devlet adamı Dcmosthcncs’ti. Dcmosthcncs. Peri korone (Taç Üzerine) adlı ünlü konuşmasında, Ati­ na’ya yaptığı hizmetlerden ötürü kendisine verilen altın tacı hak etmediğini ilen süren siyasal rakibi Aiskhincs'e karşı kendini sa­ vundu Halka yaptığı hizmetleri ve ilkelerini öylesine etkileyici bir biçimde dile getirdi kı. kendisi dc güçlü bir hatip olan Aıskhines bu yenilgi karşısında Atina'yı terk ederek Ro­ dos’a çekildi. Hitabetin üçüncü türü, bir kişi ya da olay üzerine gösterişli ve etkileyici konuşmalara ve panegyrikos'a (övgü) dayanan törensel hitabettir. Amacı bir kişiyi, davayı, olaya, hareketi, kenti ya da devleti övmek ya da yermektir. Eski Yunan’da, savaşta şehit düşenlerin cenaze törenlerinde yapılan ko­ nuşmalar çok önemliydi. Bunların en üstün örneği, İO. 5. yüzyılın belki de en yetkin hatibi plan Perikles'in Peloponnesos Savaşı' nın (İÖ 431-404) ilk yılında şehit düşenlerin onuruna yaptığı konuşmadır. Hitabetin bu üç türünde de başarılı olan Amerikalı hatip Daniel Webstcr, ABD Yüksek Mahkemesi’nde, aralarında Dartmouth College Davası (İ819) ile GibbonsOgden Davası'nın da (1824) bulunduğu 150’dcn fazla dava açtı; ABD Senatosu'nda Robert Young Hayne ve John Calhoun’la kölelik, serbest ticaret ve federal hükümete karşı eyalet hakları gibi konularda tartışma­ lara girdi. Aynca aralannda Thomas Jcfferson vc John Adams'ın da bulunduğu bazı kişilerin ölümleri dolayısıyla, bu kişileri öyen önemli konuşmalar yaptı. İkna etmeye yönelik konuşmanın Eski Yunan ve Roma retoriğinden sonra gelişen bir başka önemli türü dc dinsel hitabetti Cicero'dan sonra bin yılı aşkın bir süre boyunca önemli hatipler siyaset adanılan, hukukçular ya da askerlerden çok kilise üyeleri arasından çıktı. Bu gelenek Ycremya ve İşaya gibi Yahudi peygamberlerle. Hıristiyanlık döneminde ise Azız Paulus, öbür İncil yazarları vc onlan izleyen Tertullianus, Khrysostomos vc Aziz Augustinus gibi Kilise Babaları'yla başladı Kilise adamları konuşmalarında şiddetli polemik­ lere yer verdiler. Karşıt öğretileri çürütmeye ve cemaatlerinin işlediği günahlan açığa çıkarmaya çalışan kilise ileri gelenleri, z\nstoteles vc Ciccro’nun retorik ilkelerini be­ nimsediler. Ortaçağda Papa II. Urbanus'un 1. Haçlı Scferi’ne asker toplamak için yaptığı çağnlar, büyük destek gördü. Clairvaus ma­ nastırının başkeşişi Aziz Bcrnard’ın yaptığı etkileyici konuşmalarla da II. Haçlı Sefen için asker toplandı. 15. ve 16. yüzyıllarda papalığa karşı başkaldırı ve Reform hareke­ ti içinden Huldrych Zwingli, Jean Calvin, Hugh Latimer ve özellikle de Martin Luther gibi güçlü hatipler çıktı. Luther, Worms Mcchsi’nde de (Diet) sağlam bir mantığa dayanan içten ve cesur konuşmalarıyla dik­ kati çekti. 17. yüzyıldaki dinsel çekişmeler­ de, İngiliz Püriten Rıchard Baxter ve Fran­ sız Katolik piskopos J. B. Bossuet gibi güçlü hatipler; 18. yüzyılda İngiltere ve Kuzey Amerika'da Melodisi George \Vhitefield, Amerika'daysa Kongregasyonalisl Jonathan Edvvards ikna etine yetenekleriyle öne çıktılar. 19. yüzyılın hitabet yetenekleriy­ le ünlü vaizleri arasında Nevv York, Broollyn'deki Plymouth Kongregasyon Kilise­ si’nde köleliğe karşı çıkan ve kadınlara oy hakkı verilmesini savunan konuşmalarıyla adını duyuran Heııry Ward Beecher ile Uniteryanizmin Amerika’daki sözcüsü \Villiam ‘Ellery Channing sayılabilir

Hatip sezgileriyle dinleyicilerin korkuları­ nı, umutlarını ve eğilimlerini dile getirdiğin­ den, başarılı bir hitabet büyük ölçüde sesle­ nilen kişilerin durumunu yansıtır. Örneğin, Eski Yunan’da Perikles’in dinleyici kitlesi, köleler de içinde olmak üzere 200-300 bini bulan toplam nüfustan 30-40 bin yurtta­ şı kapsıyordu. Bunlar sanat, siyaset ve felsefe alanlarıyla yakından ilgili kişilerdi. Mecliste kendi davalarını kendileri takip ettiklerinden, tartışma yönetme ve yargıla­ ma yetenekleri gelişmişti. Konuşmacılar ve dinleyicilerin bir başka ortak yanı da Atina’ ya olan bağlılıklarıydı. Eski Roma’da Cicero’nun senato ve Forum'daki dinleyicileri, Roma'yı dolduran yüz binlerce köle ve yabancı içinde çok küçük bir seçkin tabaka oluşturuyordu. Forum'da tartışan ve sorun­ lara çözüm arayan kişiler, iyi bir eğitim almış, askeri, edebi ve siyasal deneyimleri olan yurttaşlardı. Cato, Catilina, Cicero, Julius Caesar, Brutus, Antonius, Augustus ya da başka hatiplerin yaptıklan konuşma­ lar, Roma yurttaşlarının gene Roma yurt­ taşlarına seslenen konuşmalarıydı. Hıristiyanlık dönemindeki dinsel hatipler ise, genellikle dine kazandırmayı umduktan yabancı bir dinleyici kitlesi karşısında konu­ şuyorlardı. Dinleyicilerle iletişim kurabil­ mek için, o dönemde büyük bir saygınlık kazanmış olan Eski Yunan ve Roma düşün­ cesine ve Kutsal Mctinlcr’in doğruladığı Yahudi düşünce ve geleneğine başvuruyor­ lardı. Reform dönemine gelindiğinde ise, Hıristiyanlığın dogmalan iyice kemikleşmiş­ ti; tartışmalann çoğu, herkesin yakından bildiği bir öğretiye dayanılarak yapılıyordu. Başlangıçta İngiliz Parlamentosu’ndaki üye­ lerin çoğu klasik eğitim almış aristokratlar­ dan oluşuyordu. Bu yüzden de, parlamento­ daki konuşmalar, Eski Yunan ve Roma düşüncesine yapılan göndermelerle doluy­ du. Ama zamanla bu konuşmalara günlük konuşma dili egemen oldu. İngiliz siyasal hitabetinin altın çağı olarak bilinen 18. yüzyıl sonlarında parlamentoya tanınan geniş özgürlük ve kamu haklannı savunma ve genişletme olanağı, siyasal hita­ betin güçlenmesi sonucunu doğurdu Bu dönemde baba oğul William Pitt, John VVilkes, Charles James Fox, Richard Sheridan, Edmund Burkc ve VViliiam VVilberforce Bbi başarılı hatipler yetişti. Macaulay, israeli, Gladstone ve 19. yüzyılın önae gelen öbür adlarının başlattığı ve geliştirdiği parlamento reformları, siyaset adamlarına seçim toplantılarında halka doğrudan ses­ lenme olanağım sağladı. Burke ve o döne­ min öteki devlet adamlan yalnızca Avam ve Lordlar kamaralarında ve seçim bölgelerin­ deki sınırlı sayıdaki seçmene seslenirken, sonraki siyasal önderler doğrudan halka seslenebildiler. 20. yüzyılda İşçi Partisi’nin yükselişi ve hükümetin halka daha yakın bir politika izlemesiyle, hitabet fazla hazırlık gerektirmeyen daha gösterişsiz bir görünüm kazandı. 18. yüzyılda parlamentodaki tartış­ malara egemen olan abartılı tavır, yenni daha doğrudan ve kendiliğinden bir üsluba bıraktı. Konuşma alışkanlıklarıyla birlikte, hitabetin dih de değişti. Eskiden aliteras­ yon, antitez ve koşutluk gibi retonge özgü tekniklerin kullanımı, iyi bir Latince ve Yunanca eğitimi almış kişilere yönelik ko­ nuşmalarda aşınya vardırılabihyordu. Bu anlatım tarzı yerini zamanla sıradan insanla­ rın kullandığı dile ve giderek radyo ve televizyonun sözcük dağarcığına uyum gös­ teren açık ve canlı bir üsluba bıraktı. Amerikan konuşma sanatı benzer bir geli­ şim gösterdi. Önce İngiliz hitabetinin tek­ nikleri kullanıldıysa da, daha sonra yerel konuşma dili egemen oldu. John Calhoun, Kongre’de Güney'i savunmak için yaptığı

konuşmalarda Yunan siyasal felsefesinden, sözlü kompozisyon ve sunuş yöntemlerin­ den büyük ölçüde yararlandı. Muhalifi Danicl VVebstcr'ın konuşması da, İngiliz hita­ bet geleneğine dayanıyordu Bu miras daha sonra, Ncw England’a, Batı’ya ve Güney’e yerleşmiş halkların geliştirdiği konuşma bi­ çimleri içinde özümsendi. Gettysburg'da Lincoln'dan önce konuşan hatip ve devlet adamı Edward Everett, daha önce Harvard Üniversitesi’nde Eski Yunan edebiyatı pro­ fesörüydü. Aynı kürsüye çıkan Lincoln ise, yerlisi olduğu Ortabatı’nın konuşma özellik­ lerini taşıyan ama kendine özgü bir belagat ile halka seslendi. 20. yüzyılda, II. Dünya Savaşı sırasında hitabet tekniklerini çok farklı biçimlerde ama aynı etkililikle kullanan ıkı önder ona­ ya çıktı. Adolf Hitler'in yenik ve bölünmüş Almanları bir fetih çılgınlığına sürükleme­ sinde hatipliği önemli oir rol oynadı öte yandan Vvinston Churchıll, Hıtler'den hiç de aşağı kalmayan hitabet gücünü, Ingiliz halkını direnmeye çağırırken kullandı, ikna edici konuşma önemini konıduysa da, radyo ve televizyonun konuşma biçimlerim büyük ölçüde değiştirmesi yüzünden, geleneksel hitabet kuramı birçok bakımdan geçerliliği­ ni kaybetti. Başkan Franklin Roosevelt in radyodan yayımlanan ev sohbetten, halka seslenen konuşmalannın en etkili olanlanydı. 1960 ABD başkanlık seçimleri sırasında John F. Kennedy ile Richard Nucon'ın televizyondan yayımlanan tartışmalarının, adaylann geleneksel anlamda hitabete en az başvurduktan zaman en inandırıcı olduklannı gösterdiği söylenebilir. Gene de hitabet, hatta geleneksel hitabet yöntemleri, ulusal ve uluslararası siyasal alanda günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Türklerde hitabetin Tanzimat'tan sonra başladığı kabul edilir Ama ilk hitabet ör­ neklerine Orhun Yazıtlan'nda rastlanmıştır. Alp Arslan, I Bayezid (Yıldınm), 1. Selim (Yavuz) askeri konuşmalanyla, Ömer Naci ve Hamdullah Suphi Tanrıöver Cumhunyet dönemindeki siyasal konuşmalanyla, Meh­ met Akif Ersoy da Kurtuluş Savaşı'nı des­ tekleyen konuşmalanyla en ünlü Türk ha­ tipten arasındadır. Türk siyasal hitabeti­ nin en önemli temsilcisi, Nutuk (1927; yb 1934) adlı yapıtıyla Mustafa Kemal’dir (Atatürk). Atatürk 15-20 Ekim 1927’de her gün altışar saat konuşarak 36 saatte tamam­ ladığı bu tarihsel konuşmasında, Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ku­ ruluş tarihinin yanı sıra, Tanzimat'la başla­ yıp kendi dönemine değin uzanan eski-yenı mücadelesinden toplumsal bir kesit vermiş ve bu mücadelenin nasıl kazanıldığını anlat­ mıştır. Ayrıca bak. belagat; retorik.

Hitachi, Ltd., Japonca kauuşİk.1 kaİşa Japonya’nın başlıca elek­ trikli araç ve elektronik donanım üreticile­ rinden. ülkenin en büyük şirketleri arasın­ da yer ahr. Merkezi Tokyo’dadır. 1910’da bir madencilik şirketinin tamir atölyesi olarak kuruldu. On yıl sonra şirkete dönüşerek bugünkü adını aldı. Sonraki yıl­ larda üretimini ve kârlannı artırarak hızla büyüyen şirket, I942’de ilk araştırma birimi­ ni kurdu. Bunu 11 Dünya Savaşı’ndan sonra, bilgisayar ve nükleer enerji alanında yaptığı araştırmalar izledi. Son yıllarda ise enerji tasarrufu sağlayan elektrikli araçlar üzerinde araştırmalar yapmaya başladı. Şirket, gelirlerinin hemen yarısını elektrik­ li ev araçlarıyla elektrikli makinelerden sağlar. Aynca, başta lokomotif olmak üzere çeşitli ulaşım araçtan üretir İletişim tekno­ lojisi alanında büyük bir patlamanın yaşan­ dığı 1970'lerde bu alana da giren şirketin bugünkü toplam satışlarının yaklaşık dörtte hİtaçI seİsakuşo,

349

Hitchcock, Sir Alfred

birini iletişim aygıtları ve elektronik dona­ nımlar oluşturmaktadır Şirket. Itcl Corporation aracılığıyla ABD' ye bilgisayar satmakta, aynca Avrupa ve Güney Amerika’ya da bilgisayar ihraç et­ mektedir. Amcnka, Avrupa ve Asya’nın birçok ülkesinde şubeleri vardır Toplam satışlarının yaklaşık dörtte bınru ihracattan sağlar.

Hitaçi, Japonya’nın Honşu Adasındaki İbenakı ilinde (ken) kent 1591‘de bakırın bulunmasından sonra kentte sanayi gelişme­ ye başladı ve Meici döneminde (İ868-1912) büyük ölçekli bakır ergitme tesisten kurul­ du Hitachi şirketinin 1920'den sonra elek­ trikli araç ve makine üretimine başlamasıyla sanayi etkinlikleri çeşitlendi. 1907-38 arasın­ da Hitaçi’nin nüfusu 10 kat arttı. Hitachi şirketinin Keihin Sanayi Bölgesı'ne buyuk zarar veren Kanto depreminin (1923) neden olduğu üretim boşluğundan yararlanarak hızla büyümesi, kentin de gelişip zenginleş­ mesine yol açtı. Hıtaçı, 11. Dünya Savaşı sırasında ?\BD bombardımanından büyük zarar gördüyse de kısa sürede eski gücüne kavuştu Kentteki maden ocağından elde edilen bakır, elektrik kabloları ve haddelen­ miş bakır urünlen yapımında kullanılır. 1960'ta tamamlanan liman ılın en büvûk ticaret limanıdır. Nüfus (1990) 202.145.

hitan bak. sünnet Hitanlar bak. Kitanlar

Hitay, ortaçağ Avrupa’sında Kuzey Çin’e verilen ad. Sözcük, İS 10. yüzyılda Moğolis­ tan'ın güneydoğu kesiminden göç eden ve Mançurya’nın bir bölümüyle Çın ın kuzeyini ete geçirerek bu topraklan 200 yıl elinde tutan yan göçebe Hitaylardan (Hitanlar) gelir. Moğollann Kuzey Çin'e Kitaı, Güney Çin’e ise Mangı adını vermesi Cengiz Han (ö. 1227) dönemi öncesine defim iner Rusçada Çin'e bugün de Kitay elenmektedir. Hitay adının Avrupa'ya Müslüman tüccar­ lar ya da 1246 ve 1254'te Moğollann eski başkenti Karakurum'u ziyaret eden iki Fransisken rahip aracılığıyla geçtiği sanılır. Ama Avrupa’da Hitay adının somut bir gerçeklik kazanmasını, 1275 dolayında Çin’i ziyaret eden Marco Polo (1254-1324) sağla­ dı. Avrupa'nın çok daha gelişkin bir kültür ve teknolojiye dayanan bu uzak ülkeye ilişkin bilgilen ortaçağ boyunca Polo'nun betimlemeleriyle sınırlı kaldı. Moğol ege­ menliğinin 14. yüzyılda yıkılmasından sonra Avrupalılann Çin'le bağlantısının kesilmesi­ ne karşın, ülkeye ilişkin öyküler süreeıtn Knstof Kolomb ve John Cabot Yenidünya' ya yolculuklannda, Hitay’a doğru yol aldıklannı sanmışlardı. Hatta Marco Polo'nun kitabını yanında bulunduran Kolomb, Amenka'ya ayak bastığında Hitay’a bitişik oldu­ ğu yazılan Mangı ye ulaştığına inanıyordu Çın ve Hitay’ın aynı ülke olduğu, Augustınusçu İspanyol rahip Marin ûe Rade'nın 1575’te ve Cizvit Matteo Rıccı'nin lö07'de vaptıklan yolculuklarla kesinlik kazandı; bu iki rahip, Marco Polo'nun yaptığı gibi, Çin'e Orta Asya’yı geçerek ulaşılabileceğini gös­ terdiler. Hituylar bak. Kılanlar

Hitchcock, Sir Alfred (d. 13 Ağustos 1899, Londra, İngiltere - ö. 29 Nisan 1980, Bel Air, Califomıa, ABD), genlım sinema­ sının en büyük ustası sayılan yönetmen Mizahi tatlar kattığı genlım nlmlen olağan­ üstü ilgi görmüş, Hitchcock adı ortalama izleyici için bir yıldızın adı kadar büyük

Hitchings, George Herbert

350

önem kazanmıştır. Kendisi, eğlendirmenin ötesinde bir amaç taşımadığını ısrarla belirt­ mesine karşın, eleştirmenler filmlerinde de-

Hrtchcock, 1979 Ara Güler

rin felsefi boyutlar bulmuş, onu sinema sanatının büyük ustaları arasına sokmuşlar­ dır. Genç sinemacıları da önemli ölçüde etkilemiş olan Hitchcock, 1979‘da Ameri­ kan Sinema Enstitüsü’nün Yaşamsal Başarı Ödülü’nü almış, ertesi yıl da Kraliçe II. Elizabeth kendisine “sir” unvanı vermiştir. Babası kümes hayvanlan ticaretiyle uğra­ şan Hitchcock Londra'da, St. Ignatius Col­ lege adlı Cizvit okulunda okudu. Daha sonra Londra Üniversitesi’nde mühendislik öğrenimi gördü. 1920’de, Famous PlayersLasky adlı ABD şirketinin Londra şubesin­ de sessiz filmlerin ara yazı tasanmlannı hazırlayarak sinema dünyasına girdi, ilk filmini 1925'te çekti. Ertesi yıl yönettiği The Lodger (Kiran), daha sonra Hitchcock adıy­ la özdeşleşecek olan gerilim türündeki ilk yapıtıydı. Blackmail (1929; Şantaj) ise ilk sesli Ingiliz filmi oldu. The Thirty-nine Steps (1935; 39 Basamak) ve The Lady Vanıshes (1938; Bir Kadın Kayboldu!Kaybolan Ka­ dın) gibi klasikleşmiş filmlerinin ardından İngiltere’den ayrılarak Hollywood’a yerleş­ ti. Oradaki ilk filmi Rebecca (1940; Rebecca), en iyi film dalında Oscar kazandı. Hitchcock bundan sonraki 30 yıl boyunca ortalama yılda bir film yaptı. Bu dönemde, gerilim yaratmadaki teknİK ustalığını çarpıcı biçimde gözler önüne serdi, örneğin Notorious'la (1946; Aşktan da Üstün), kalabalık bir salonun yüksek tavanına yerleştirdiği kamera, bütün salonu gösterdikten sonra görkemli bir inişe geçiyor, bu kamera hare­ keti ev sahibesinin avucunda tuttuğu ve öyküdeki gerilimin en önemli öğelerinden biri olan anahtarın yakın plana girmesine değin sürüyordu. Rope (1948; Ölüm Kararı! İp) adlı ilk renkli filmiyse, Hitchcock'ın başka düzeyde giriştiği bir teknik gösteriydi. Bir apartman dairesinde geçen ve bazıları­ nın süresi 10 dakikaya varan (kameraya yerleştirilebilen filmin süresi 10 dakikayla sınırlıydı) toplam 11 çekimden oluşan film, çekimler arasındaki ustaca geçişlerle, kesin­ tisiz tek bir çekimden oluşuyor izlenimi veriyordu. 1950’lerde Strangers on a Train (1951; Trendeki Yabancı), Rear Wmdow (1954; Arka Pencere) ve Vertıgo (1958; ölüm Korkusu) gibi filmlerde gerilim tekniklerini kusursuzlaştıran Hitchcock. 1960'larda yeni

bir üsluba yöneldi: Psycho'Ğa (1960; Sapık), başroldeki kadının sinema tarihinin en ünlü cinayet sahnelerinden birinde bıçaklanarak öldürülmesi filmin ilk üçte birlik bölümünde yer alıyor; The Birds'de (1963; Kuşlar) kuşları insanlara saldırmaya yönelten şeyin ne olduğu sorusu yanıtsız kalıyor; Torn Curtain (1966; Esrar Perdcsi/Yırtık Perde) ile Topaz’daysa (1969; Topaz) bir yandan klasik casusluk öyküleri anlatılırken, bir yandan da bu tür etkinliklerin yarardan çok zarar getirdiği yolunda güçlü karşı temalar işleniyordu. Frenzy (1972; Cinneti Kravat) ve Family Plot (1976; Aile Oyunu), Hitchcock’ın eski üslubuna başarılı bir dönüş yaptığı filmler oldu. Hitchcock, The Lodger'dan başlayarak filmlerinde çok kısa sürelerle görünmüş, bunu bir “Hitchcock gclcneği”ne dönüştür­ müştür. (Tamamı deniz ortasında bir can­ kurtaran sandalında geçen Lifeboat [1943; Yaşamak İstiyoruz] filminde bile gazetedeki bir reklamda fotoğrafları yer alır.) 1950’lerde ve 1960'larda, tümünü sunduğu ve bazı bölümlerini yönettiği birkaç televiz­ yon dizisi ününü daha da artırmıştır.Aynca adı bir dizi gizem öyküleri antolojisinde de yer alır. Yaşamım ve yapıtlannı konu alan çok sayıda kitabın en önemlilerinden biri John Russell Taylor’ın Hitch: The Life and Times of Alfred Hitchcock (1978; Hitch: Alfred Hitchcock'ın Yaşamı ve Dönemi) adh çalış­ masıdır. Ünlü Fransız sinemacı François Truffaut da Hitchcock’la yaptığı bir dizi söyleşiyi Le Cinima selon Hitchcock (1966; Hitchcock, 1987) başlığı altında toplamıştır. ÖBÜR

ÖNEMLİ

YAPITLARI

The Man

Who

Knew Too Much (1934, ikinci çevinm 1955; Tehlikeli Adam/Çok Şey Bilen Adam), The Secreı Agent (1936; Gizli Ajan), Suspicion (1940; Şüphe), Spellbound (1945; Öldüren Hatıralar), The Paradine Case (1947; Celse Açılıyor), Under Capriconı (1949; Kapri Yıldı­ zı), Stage Frıght (1950; Sahne Korkusu), Dia! M for Murder (1954; Cinayet Var), To Catch a Thicf (1955; Kelepçeli Âşık), the Wrong Man (1957; Lekeli

Adam), North by Nonhwest (1959; Gizli Teşkilat/ Zorlu Takip), Marnie (1964; Hırsız Kız).

Hitchings, George Herbert (d. 18 Nisan 1905, VVashington, ABD), Amerikalı far­ makolog. Gertnıde B. Elion ve Sir James W. Black ile birlikte, bazı önemli hastalıkla­ rın tedavisinde kullanılan yem ilaçlar gelişti­ rerek 1988 Nobel Fizyoloji ya da Tıp Ödülü'nü paylaştılar. Hitchings Ijsans ve lisansüstü eğitimini Washington Üniversitesi’nde tamamladı. Bi­ yokimya doktorasını 1933'te Harvard Üni­ versitesi’nde yaptı Aynı okulda 1939’a de­ ğin ders verdi. 1942'de girdiği Burroughs \Vellcome Laboratuvarlan'nda, emekli ol­ duğu 1975 yılına değin çalıştı. Hitchings ve önce asistanı, daha sonra da çalışma arkadaşı olan Elion Burroughs Wellcome’da birlikte yaptıkları araştırmalar sonucunda hastalık yapıcı birçok virüs ile mikrobun eşlenme ve öbür yaşamsal süreç­ lerini etkileyen yeni ilaçlar geliştirdiler. Löseminin denetim altına alınmasında önem taşıyan tioguanin ve 6-merkaptopürini (6MP) 1950’lerde buldular. 1957’de 6MP üzerinde çalışarak buldukları azatiyoprin adlı ilaç, ileri romatoit artrit ve öbür özoağışıklık hastalıklarında, ayrıca organ nakillerinden sonra doku reddi olaylarının önlenmesinde etkili oldu. Yeni ilaçları alopûrinol de gut tedavisinde kullanılır. Hitch­ ings vc Ehon tarafından geliştirilen öteki önemli ilaçlar arasında sıtmaya karşı pirimetamin; idrar yollan ve solunum sistemi iltihaplannda etkili olan trimetoprin ile virüslerin etken olduğu uçuğun tedavisinde ilk etkili ilaç olan acyclovir sayılabilir.

Hitit hiyeroglif yazısı, Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, İÖ 10-8. yüzyıl­ lar arasında Suriye’deki Hitit devletlerinde Luvi dilinin( ) * doğu lehçelerinden birinin

Hitit hiyeroglif yazısı, İÖ y. 900 BnUsh Musoum Londra

yazımında kullanılan piktografı (rcsimyazı) sistemi. (Çiviyazısının kullanıldığı ilk Luvi metinlerinin merkez lehçelerden biriyle ya­ zılmış olduğu sanılmaktadır.) Hitit hiyerog­ lifleriyle yazılmış yazıtlar, genellikle sağ üst köşeden başlar. Yazı sistemi ideogramlardan ve hecesel işaretlerden oluşur. Hiyero­ glif Hitit (ya da Hiyeroglif Luvi) dili, Helmuth Theodor Bossert ve Halet Çambel’ın katkılarıyla büyük ölçüde çözülmüştür Hi­ tit ve Mısır hiyeroglifleri arasında doğrudan bir bağlantı yoktur.

Hititçe, Hint-Avrupa dil ailesine bağlı Eski Anadolu dillerinin en önemlisi. Luvi, Lıdya, Likya ve Pala dilleriyle yakın akrabadır. Hititçe konusundaki bilgilerin çoğu Boğaz­ köy’de (Hattuşa) ele geçen arşivdeki 25 bin kadar çiviyazılı tablet ve tablet parçasından edinilmiştir. Konusunu dinden ya da başka alanlardan alan bu tabletlerin çoğu Büyük Hitit İmparatorluğu dönemine (İÖ 14501200) aittir. İmparatorluk döneminden kal­ ma kopyalarla günümüze ulaşan Eski Hitit dilindeki metinler (İÖ y. 1650- y. 1595) bugüne değin bulunan en eski Hint-Avrupa metinleridir. Hititler Kuşşara Krallığı döneminden baş­ layarak çiviyazısını, bunun yanında da hiye­ roglif yazısını kullanmışlardır. Boğazköy'de bulunan çiviyazısıyla yazılmış tabletlen 1915’te Çek Doğubilimci Bedfich Hrozny çözmüştür. Hititçedeki ve öbür eski HintAvrupa dillerindeki ad ve eylemlerin sonu­ na getirilen çekim eklerinin benzerliğinden yola çıkan Hrozny, Hitılçenin Hint-Avrupa dil ailesine bağlı olduğu sonucuna varmıştır Hititçenin gün ışığına çıkartılması, ilk HintAvrupa dillerinin ses sistemi üzerine önemli bilgiler edinilmesini sağlamıştır. Ayrıca bak Eski Anadolu dilleri.

Hititler, İÖ 2. binyıl başlarında Anadolu’ da ortaya çıkan ve İÖ 1340'larda Yakındo­ ğu’nun büyük bölümüne egemen olan antik Hint-Avrupa halkı. Karadeniz’in ötesinden gelerek Kızılırmak (Halys) boyunca ilerle­ dikleri ve yerli halklarla barışçıl bir biçimde kaynaşarak Orta Anadolu’ya yerleştikleri sanılmaktadır. Eski metinlerde Kuşşara krallarından ilk Hitit hükümdarları olarak söz edilmekle birlikte, son arkeolojik bulgu­ lar Hititlerin Hatti kökenli bu krallığı İÖ 18. yüzyıl sonlarında ele geçirdiğini göster­ miştir.

Eski Hitit Krallığı dönemi (İÖ 1650-1450) öncesindeki efsanevi Hitit hükümdarı Labarna ile ilgili bilgiler son derece sınırlıdır; bilinen en eski Hitit metinleri onun oğlu I. Hattuşili döneminden (İÖ y. 1650 - y; 1620) kalmadır. Hitit topraklarının Kızılırmak’ın güneyine doğru genişlemesi nedeniyle baş­ kenti Kuşşara’dan Hattuşa’ya (Boğazköy) taşıyan Hattuşili, Kapadokya seferinin ar­ dından Toroslar'ı aşarak Kilikya'ya indi. Daha sonra Amanos Dağlan üzerinden Kuzey Suriye'ye girdi ve Alalah ile Urşu gibi kentlen aldı. Bu arada güçlü ordulan vc müttefikleri olan Yamhad (bugün Halep) kentiyle karşı karşıya geldi. Hattuşili’nin sonraki yıllarda Anadolu'nun güneybatısındaki Arzava Krallığı’yla uğraş­ ması, güney ve güneydoğudaki Hitit toprak­ larının Hurri tehdidi altına girmesine yol açtı. Önceki yüzyılda Asurlann geçici ge­ rilemesinden yararlanarak Kuzey Mezo­ potamya ve Suriye’ye girmiş olan Hurriler, çok geçmeden Anadolu’da da önemli bir güç durumuna geldiler. Yeniden güneydo­ ğuya yönelen Hattuşili, uzun savaşlardan sonra Hurrilcri püskürtmeyi başardı. Kuzey Suriye'de Hurrifcrc destek veren Halep’e de boyun eğdirmeye çalıştı. Ama çabalan so­ nuç vermeyince geri döndü. Oğullanna güven duymadığından tahtını torunu I. Murşili’ye bıraktı. Hunileri kesin bir yenilgiye uğratarak Halep’i yıkan Murşili, Fırat Irmağı boyunca geniş çaplı bir sefere girişerek Babil’e ulaştı (İÖ y. 1595) ve Amori hanedanına son verdi. Babil’i kısa bir süre işgal altında tuttuktan sonra yağmalayarak geri çekildi. Böylece Mezopotamya’ya Hititlerle ittifak içinde olan Kassitler egemen oldu. Dönü­ şünde yakınlarının komplosu sonunda öldü­ rülen Murşili’nin ardından bir kargaşa döne­ mi başladı. Kilikya’yı ele geçiren Hurriler Kizzuvatna adlı bir krallık kurdu. Bu durum Hitit ordularının Kuzey Suriye kentleriyle bağlantısını kopardı. Hanedan çatışmalarını bastırarak denetimi sağlayan Telipinu (hd İÖ y. 1525 - y. 1500), sınırlarını güvence altına almak için Kizzuvatna ile bir antlaşma imzalamak ve Arzava üzerindeki hak iddia­ larından vazgeçmek zorunda kaldı. Öte yandan kendi adıyla bilinen bir kararname

çıkararak yeni bir hükümdarın seçiminde gözetilecek öncelikleri belirledi ve veraset sorununa kesin bir düzen getirdi. Telipinu Kararnamesi'nin bir başka ilginç yanı da, devlete karşı işlenen suçlara bakmak üzere pıınkııs adlı bir yüksek kurula yer verme­ siydi. Genellikle Eski Hitit Krallığı'nın son önemli hükümdarı sayılan Telıpinu’dan son­ raki Hitit tarihi büyük ölçüoe karanlıkta kalmıştır. Hititler bir yüzyıl kadar süren bu dönemin başlarında, Suriye’de Hurri ege­ menliğine son veren Mısırlılarla ittifaka girdiler. Ama çok geçmeden Suriye’de güç­ lenen Mitannilcr ile Mısırlılar arasında bir yakınlaşma başladı. Bu gelişme Hitit top­ raklarındaki iç karışıklıkları daha da hızlan­ dırdı. Hititlerin yeniden toparlanmasını yansıtan Büyük Hitit İmparatorluğu’nun (İÖ y. 1450y. 1200) kuruluşu III Tudhalıya’nın yöneti­ mi altında başladı. Onun oğlu Şuppıluliuma döneminde (İÖ y. 1380 - y. 1346) impara­ torluk en parlak çağına ulaştı. Öncelikle Hattuşa'nın savunmasını güçlendiren Şuppiluliuma, Toros geçitleri ve Kizzuvatna üze­ rinden Suriye’ye saldırma girişiminin sonuç­ suz kalmasından sonra, Fırat Vadisini izle­ yerek Mitanni kuvvetlerini arkadan çevirme yoluna gitti Büyük bir direnişle karşılaşma­ dan Mitanni başkenti Vassukkani’yi ele geçirdi ve Fırat’ın batısındaki kentlerin ço­ ğuna boyun eğdirdi. Mısır’ın herhangi bir müdahalesiyle karşılaşmayan Hitit ordulan güneyde bugünkü Şam yakınlanna kadar derledi. Başkentine dönen Şuppiluliuma, Mitannilerin Asurlarla ittifak kurma giri­ şimi üzerine yeni bir sefere çıktı. Büyük bir stratejik önem taşıyan Karkamış'ı da alarak denetimi sağladıktan sonra, Vaşşukani’de (Vassukkanı) Asurlara karşı tampon bir devlet oluşturdu. Bu sefer sırasında ŞupKiluliuma ile gizli yazışmalara giren Iısır kraliçesi Anhesenamen, kendisiyle evlenerek tahta oturmak üzere bir oğlunu Mısır’a göndermesini istedi. Ama genç prens Mısır sarayındaki rakip hiziplere bağlı askerlerce yolda yakalanarak öldürüldü. Şuppiluliuma'dan sonra genç yaşta tahta geçen II. Murşili (hd İÖ y. 1346 - y. 1320), Vaşşukani’nin Asurlu işgali altına gırmesı-

10 y. 1340'ta Büyük Hitit Imparatorluflu'nun toprakları ve önemli yerleşmeler S Ltr/d

Hokand PoofMs ol Anıtoha (19671 Thamoj and Huison

351

Hititler

ni önleyemedi Buna karşılık Arzava dakı ayaklanmayı bastırarak bölgedeki küçük krallıktan doğrudan Hitit yönetimine bağla­ dı. Aynı dönemde kuzeydeki dağlık bölge­ lerde yaşayan Kaşkalann Hitit topraklarına yönelik saldırılan addı bir boyut kazandı Kaşkalan sindirme görevim komutanların­ dan binne bırakan II. Murşili, Sunve’dc baş gösteren ayaklanmalarla uğraştı öldü­ ğünde ardılı Muvatalli'ye. bağımlı devletler­ le çevrili geniş bir imparatorluk bıraktı. Muvatallı döneminin (İÖ y. 1315-1282) başlannda Sunye’nın denetimi konusunda Mı­ sır’la başlayan çekişme, sonunda ıkı devlet arasında bir savaşı kaçınılmaz hale getirdi Orontes (Asi) Irmağı kıyısındaki Kades’te karşı karşıya gelen Hitit ve Mısır ordulan arasındaki çarpışmanın başlarında Hitit atlı savaş arabaİan Mısır kuvvetlennın merkezi­ ni geriden çevirerek güçlü bir saldınya girişti. Ama ana kuvvetlerden aynlmış bir Mısır birliğinin Hititlere beklenmedik bir yönden yüklenmesi çarpışmanın akışını de­ ğiştirdi. Antik dünyanın en büyük çarpışmalanndan biri sayılan Kadeş Savaşı (İÖ 1286), Mısır firavunu II. Ramses'ın kendisi­ ni galip ilan etmesine karşın, iki taraf açısından da kesin bir üstünlükle sonuçlan­ madı. Hititlerin Suriye'deki egemenliğini koru­ mayı başaran Muvatalli, kuzeydeki toprak­ lan kardeşinin yönetimine bırakarak ağırlı­ ğını güneydeki topraklara verdi. Onun ölü­ münü izleyen taht çekişmelerinin ardından başa geçen III. Hattuşili (hd İÖ y. 1286 - y. 1250), Asurlara karşı Mısırlılarla barışçıl ilişkiler kurmaya yöneldi. İÖ y. 1270'te Mısır’la imzaladığı karşılıklı savunma anı­ laşmasını pekiştirmek için kızını II. Ramses ile evlendirdi. III. Hattuşili ve onun oğlu IV. Tudhaliya dönemlennde yönetim ve din alanında çeşitli reformlar yapıldı; bu geliş­ melerde Hattuşili’nin kansı Puduhepa da önemli rol oynadı Bu arada batıda güçle­ nen Assuva ve Ahhıyava devletleri bu bölge­ deki Hitit egemenliğinin sarsılmasına yol açtı. İmparatorluğun son dönemiyle ilgili bilgiler sınırlı olmakla birlikte, birdenbire

Hitler, Adolf

352

başlayan çöküşün (İÖ y. 1193) Deniz Halklan(’) ve başka bazı istilacı kavimlcrin bu döneme rastlayan geniş çaplı göç hareketle­ riyle bağlantılı olduğu sanılmaktadır. Hitit İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla Orta ve Batı Anadolu’da ortaya çıkan boşluğu Frigler doldururken. Kilikya, Doğu Anado­ lu ve Kuzey Suriye'de Mitillerin yanı sıra, etnik ve kültürel bakımdan Hititlere yakın olan Luvilerin başında bulunduğu bir dizi küçük krallık ve kent devleti ortaya çıktı. Geç Hitit devletleri olarak bilinen bu ba­ ğımsız siyasal birimlerin en önemlileri Karkamış, Milid, Tabal, Kue, Til Barsibj Samal, Gurgum, Hattina ve Arpad'dı. İO 10. yüzyıldan sonra Kuzey Suriye'deki devletle­ rin çoğu Arami etkisi altına girdi. Asurlann İÖ 9. yüzyılda batıya doğru başlattığı istila hareketi. Luvi-Arami ittifakı nedeniy­ le kesin bir üstünlük getiremedi. Aynı yüzyı­ lın ikinci yansında Asurlann gerilemesiyle rahatlayan geç Hitit devletleri, IÖ 8. yüzyıl­ da Urartulann baskısıyla karşı karşıya kaldı­ lar. Urartulann çöküşüyle birlikte Anadolu’ da yeniden öne çıkan Asurlar İÖ 740-708 arasında bu devletten birer birer ortadan kaldırdılar. Boğazköy’de bulunan Hitit çiviyazısı tab­ letleri Hititlerin siyasal örgütlenmesi, top­ lumsal yapısı, ekonomik düzeni ve dinsel inançlan konusunda önemli bilgiler elde edilmesini sağlamıştır. Devletin en üst yöne­ ticisi, askeri önder ve yüksek yargıç olan Hitit krallan, aynı zamanda fırtına tannsının yeryüzündeki temsilcisi sayılır, öldükle­ rinde de tann katına yükselirlerdi. Temelde tanmsal bir yapıya dayanan Hitit toplumunda toprak ilişkileri bağımlılık ilkesi üzerine kuruluydu. Yöneticiler ve savaşçılar dışın­ daki halk kesimi özgür insanlardan, zanaat­ çılardan ve kölelerden oluşuyordu. Anado­ lu’da başta gümüş ve demir olmak üzere zengin maden yalaklan bulunduğu için, Hititlerin imparatorluk döneminde geliştir­ diği demir işleme teknolojisi bölgenin De­ mir Çağına geçişinde önemli rol oynadı. Yerel Anadolu tannlannın yanı sıra Suriye ve Hum tannlanna da yer veren Hitit dininin hoşgörülü bir çoklanncıhk anlayışı­ na dayandığı söylenebilir. İmparatorluk dönemi öncesindeki Hitit kültürünü yansıtan görsel sanat yapıtları son derece azdır. Buna karşılık imparatorluk döneminden kalma çok sayıda taş kabartma örneği bulunmuştur. Hum etkisinin izlerini de taşıyan bu kabartmalarda sağlam, ama incelikten uzak bir üslup görülür. Belirgin bir farklılık gösteren geç Hitit sanatında ise Hitit, Suriye ve Asur öğelerinin karışımı­ na dayanan bir üslup öne çıkar. Ayrıca yer yer Mısır ve Fenike izlerine de rastlanır. Gövdelerinin en şişkin yerinde bir kaburga bulunan, gaga ağızlı toprak kaplar tipik Hitit çanak çömlek örnekleri arasındadır. Genellikte daire biçiminde yüksek bir surla çevrili olan Hitit kentlerinde görkemli saray kalıntıları bulunmuştur. Hitit başkenti Boğazköy'deki^) ilginç sur ve tapınak kalıntıları imparatorluk dönemi­ nin mimarlık anlayışını yansıtır. Kentin dı­ şındaki açık hava tapınağı Yazıhkaya’da*) ki( kaya kabartmaları Hitit heykelciliğine önemli ölçüde ışık tutmaktadır. Gâvurkale( *) ve Fraktin Ânıtı’ndaki(’) kaya kabart­ maları daha çok arkeolojik açıdan önem taşır. İvriz Kaya Kabartması(’) Hititlerin yıkılışını izleyen dönemdeki gelişmeleri temsil eden en önemli anıttır. Zincirli Hö* yüğû( ) ve Karkamış’taki( ) * kalıntılar da bu dönemin sanat ve mimarlığını yansıtan önemli örnekleri oluşturur.

Hitler, Adolf, lakabı der führer (Almancada “Önder") (d 20 Nisan 1889, Braunau am Inn, Avusturya-Macaristan İmparator­ luğu - ö. 30 Nisan 1945, Berlin, Almanya), Alman siyaset adamı. Nazi Partisi’ne önder­ lik etmiş, 1933-45 arasında ülkeyi diktatör­ lükte yönetmiştir. Gençliği. Gümrük memuru Alois Hitler’in oğluydu. Çocukluğunun büyük bölümü Yu­ karı Avusturya'nın yönetim merkezi olan

Hitler, 1944 Cumhuriyet GlZOtesı Arşivi

Linz yakınlarında geçti. Başarısız ve tembel bir öğrenciydi. 1905’te ortaöğrenimini tamamlayamadan okuldan ayrıldı. Sonraki iki yılını, Linz’de çalışmadan geçirdi. 1903’te öten babasından 5 yal sonra annesi de ölünce, Viyana’ya giderek bir süre orada yaşadı. Çocukluğundan beri duyduğu sanat­ çı olma isteğiyle, iki kez Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavlarına girdiyse de başa­ rılı olamadı. Ardından, geçimini sağlamak için posta kartlan ve reklam afişten çizmeye başladı. İnsanlarla zor ilişki kurma, Alman olmayanlara, özellikte Yahudilere karşı hoş­ görüsüz davranma ve onlardan nefret etme, düş dünyasına sığınma gibi sonraki yıllarda yaşamını belirleyecek kişisel özellikleri de çevreden kopuk ve yalnız bir yaşam sürdüğü bu yıllarda ortaya çıktı. 1913’te Münih'e giden Hitler, ertesi yıl askerlik için Avusturya’ya geri çağrıldıysa da, uygun bulunmadığından orduya alınma­ dı. Düş kırıklığıyla geçen amaçsız yıllardan sonra I. Dünya Savaşı’nı coşkuyla karşıladı ve gönüllü olarak 16. Bavyera Piyade Alayı’ na Katıldı. Savaş boyunca ön saflarda çar­ pıştı, yaralandı ve gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle Demir Haç Nişanı aldı. Siyasete atılımı. Ateşkes imzalandığı sırada hastanede olan Hitler, ülkesinin yenilgisi karşısında büyük bir düş kırıklığına uğradı. Savaştan sonra, orduya bağlı olarak siyasi etkinlikleri izleyip rapor etmekte görevlen­ dirildi. Eylül 1919’da yeni kurulmuş olan Alman İşçi Partisi’ne girdi. Ertesi yıl parti­ nin propaganda sorumlusu oldu ve bütün zamanını partiye ayırabilmek için ordudaki görevinden ayrıldı. Aynı yıl partinin adı Nasyonal Sosyalist Alman işçi Partisi (Nazi Partisi) olarak değiştirildi. Bu yıllarda Weimar Cumhuriyeti kurul­ muş, savaş yenilgisi, olumsuz barış koşullan vc ekonomik sorunların yarattığı hoşnutsuz­ luğun etkisiyle Nazi Partisi’nin gelişmesine uygun bir ortam doğmuştu. Partinin ilk üyelerinden Emst Röhm’ün örgütlediği SA' lar (Sturmabteilung) hareketin güçlü oldu­ ğu izlenimini uyandırmak için şiddet kulla­ nıyor, sosyalistlerle komünistlerin toplantılannı basıyorlardı. Bu arada Hitler’in pro­ paganda yöntemleri ve saldırgan tutumu parti içinde tartışmalara yol açmaya başla­ mıştı. Ama partinin güçlenmesinin Hitler’e bağlı olduğunu gören parti yönetimi, onu Temmuz 1921 ’de sınırsız yetkiyle parti baş­

kanlığına getirdi. Hitler göreve başladıktan hemen sonra, kendi önderliğinde güçlü bir kitle hareketi yaratabilmek için partinin yayın organı Völkischcr Bcobachtcr'dc (Halkın Gözlemcisi) makaleler yazarak vc mitingler düzenleyerek yoğun bir propagan­ da etkinliğine girişti. Otc yandan, sonraki yıllarda ülke yönetiminde önemli görevler üstlenecek olan Alfrcd Rosenberg, Rudolf Hess, Hermann Göring vc Julius Strcichcr gibi Nazi önderlerini çevresinde toplayarak parti içinde güçlü bir kadro oluşturdu. Hitler, Nazi Partisi’nin giderek güçlendiği bu dönemde, Weimar Cumhuriycti’ne du­ yulan hoşnutsuzluktan yararlanarak yönetimi ele geçirebileceğini düşünüyordu. Bu konu­ da 1. Dünya Savaşı’nın ünlü komutanların­ dan General Erich Ludendorffun desteğini aldıktan sonra. Kasım 1923'te Münih’teki bir birahanede düzenlenen toplantıda yan­ daşlarına darbe planını açıkladı. Ama, Bira­ hane Darbesi olarak bilinen tasarısını ger­ çekleştirmek için ertesi gün başlattığı yürü­ yüş polis tarafından dağıtıldı vc Hitler arka­ daşlarıyla birlikte tutuklandı. Beş yıla mahkûm olmasına karşın yalnızca dokuz ay hapis yatan Hitler, Landsberg Cezaevi’nde oldukça rahat koşullarda geçen hapislik döneminde Mein Kamp/(1925-27, Kavgam, 1940, 1978) adlı iki ciltlik kitabının birinci cildini yazdı. Kitap, Hitler’in kendi görüşlerini ortaya koyduğu bir yapıt olmak­ tan çok, sağcı düşünür ve yazarların görüşle­ rinin özetlendiği bir derleme niteliğindeydi Birinci cildi “Die Abrechnung” (Ödeşme), ikinci cildiyse “National-sozialistische Bewegung" (Nasyonal Sosyalist Hareket) baş­ lığını taşıyordu. Hitler bu kitapta ırklar ve bireyler arasındaki eşitsizliğin doğal düzenin değişmez özelliği olduğunu vurguluyor, in­ sanlığın öncüsü olarak nitelendirdiği “An ırkı” yüceltiyordu. Ona göre insanlığın te­ mel birimi “halk”, en büyük halk ise “Al­ man halkı”vdı. Almanlar kendilerine “ya­ şam alanı” (Lebensraum) bulmak için doğu­ da Slavların topraklanna doğru yayılmak zorundaydılar. Devletin varlık nedeni halka hizmetti, ama Weimar Cumhuriyeti bu gö­ revi yerine getirememiş, halka ihanet etmiş­ ti. Demokratik yönetimlerin en büyük yan­ lısı da bireylerin eşit olduğu vc halkın kendi çıkarlannı koruyabileceği varsayımına dayanmasıydı. Mutlak yetkeye sahip olan Fûhrer halkın birliğini sağlayabilecek tek güçtü Fılhrer'dcn sonra, Hitler’in genellikle hare­ ket diye adlandırdığı Nazi Partisi geliyordu Nasyonal Sosyalizmin cn büyük düşmanı çökmekte olan liberal demokrasi değil, en­ ternasyonalizmi savunan Marksizmdı Marksizmden sonraki en büyük tehlike ise Yahudilikti. Hitler’in serbest bırakıldıktan sonraki ilk işi bölünmeler nedeniyle eski gücünü yitir­ meye başlayan partiyi yeniden örgütlemek oldu. 1929’da Almanya’nın savaş tazminat­ larını çözüme bağlayan Younğ Planı'na karşı Alman Ulusal Halk Partisi nin önden Alfrcd Hugcnbcrg’le ittifak kurdu. Bu itti­ fak, Hitlerin Hugenberg’in parti örgütü denetlediği basın organları aracılığıyla adını bütün ülkeye duyurmasını sağladı. Hitler bu dönemde, bir yandan güçlü bir sağcı hükü­ metin kurulmasını isteyen sanayi çevrelen­ ilin mali desteğiyle partisini güçlendirirken, öbür yandan da yürüttüğü propaganda çalış­ malarının yardımıyla dar gelirli ve işsiz kitleleri kendine bağlamayı başardı. Hükü­ metin iç ve dış politikadaki başarısızlıktan ve Hitler’in yürüttüğü propaganda etkinlik­ lerinin sonucunda Nazi Partisi 1930 seçimle­ rinde toplam 6 milyon oy alarak ülkenin ikinci partisi durumuna geldi. Bu yıllarda geçimini parti kaynaklanndan ve yazılarından aldığı paralarla sağlayan

Flitler, üvey kız kardeşi Angcle Raubal’ın kızı Gcli'ylc duygusal ilişki içindeydi. Gcli, Hitler'in baskılarına vc kıskançlıklarına da­ yanamayarak Eylül 1931'dc intihar etti. Hitler sonraki yıllarda Eva Braun adh Mü­ nihli bir tezgâhtar kızla yaşamaya başladı. İktidara gelişi ve diktatörlük yılları (J93339). Hitler, İ932’dc cumhurbaşkanlığı se­ çimlerine katıldıysa da Paul von Hinden­ burg karşısında seçilmeyi başaramadı. Aynı yıhn kasım ayında yapılan seçimlerde dc partisi oy kaybına uğradı. Bu yenilgilere karşın başbakanlık umudunu yitirmeyen ve iktidara gelebilmek için her durumdan ya­ rarlanmakta kararlı olan Hitler, bu yolda yoğun bir propagandaya girişti. Hindenburg sonunda sanayi çevrelerinin de baskısıyla, ülkedeki siyasal bunalımı çözmek için Hitler’i şansölyeliğe getirmek zorunda kaldı (Ocak 1933). Hitler’in iktidara geldikten sonraki ilk işi Reichstag'da (Parlamento) çoğunluğu elde etmek için, cumhurbaşkanını yeni bir seçi­ min gerekliliğine ikna etmek oldu. Seçim kararının hemen ardından çıkan Reichstag yangınının (27 Şubat 1933) sorumluluğunu komünistlere yükleyen hükümet, bu olayı gerekçe göstererek kişisel özgürlükleri kısıt­ ladı ve geniş çapta tutuklamalara girişti. Bu koşullar altında yapılan seçimlerde (5 Mart 1933) Nazi Partisi oyların yüzde 44’ünü aldıysa da salt çoğunluğu sağlayamadı. Ama Hitler, Merkez Partisi ve Alman Ulusal Halk Partisi’yle kurduğu ittifak aracılığıyla, hükümeti olağanüstü yetkilerle donatan ya­ sanın (Ermâchıigıtngsgesetz) Reichsiag'aan geçmesini sağlayarak, özlediği diktatörlük yönetiminin yasal temellerini hazırladı. Bu arada ordunun ileri gelenleri SA'lann etkinliklerinden huzursuz olmaya başlamış­ lardı. Ülkeyi tek elden yönetebilmek için ordunun desteğini almak zorunda olduğunu gören Hitler, 29 Haziran 1934’te SA birlik­ lerinin kurucusu Ernst Rohm ve yardımcısı Edmund Heines'i, ayrıca Gregor Strasser ve Kurt von Schleicher gibi siyasi muhalifleri­ nin birçoğunu tutuklatarak yargılanmadan öldürttü. Böylece ordunun isteği yerine getirilmiş oldu; komutanlar da Hindenburg' un ölümünden (2 Ağustos 1934) sonra Hitler’in şansölyelik ve cumhurbaşkanlığı görevlerini birleştirmesine karşı çıkmadılar. Bu tarihten sonra Führer and Reichkanzler (Almancada “önder ve Şansölye") unvanını kullanan Hitler, 19 Ağustos’ta yapılan ple­ bisitte oyların yüzde 90’ını alarak yeni göre­ vine başladı. 1933-45 arasında Almanya'da totaliter bir polis devleti kuruldu. Hitler, Kutsal-Roma Germen İmparatorluğu'nun ve Bismarck'ın Alman İmparatorluğu'nun vârisi olarak gör­ düğü bu devleti Üçüncü Reich olarak adlan­ dırıyordu. Devletin başlıca denetim araçlan Heinrich Hımmler’in yönetiminde birleşti­ rilmiş olan polis, istihbarat ve SS (Schutzstaffel) örgütleriydi. Bu dönemde basınla birlikte bütün eğitim ve sanat kurumlan parti denetimine alındı ve gençlerin Nazi ideolojisi doğrultusunda eğitilmesi için Hit­ ler Gençliği adh bir örgüt kuruldu, önce Katolik Kilisesi, ardından da Hitler Gençli­ ğinin etkinliklerine karşı çıkan Protestan Kilisesi baskı altına alındı. Nisan 1933’te Yahudiler kamu görevlerinden ve üniversi­ telerden atılırken, serbest meslek alanlarına girmeleri de engellendi. 1935’te çıkarılan Nûrnberg Yasaları ile Alman kanı taşıyan­ larla evlenmeleri yasaklanan Yahudiler he­ men bütün yurttaşlık haklarını yitirdiler. Bu baskılar, SS’lerin yönettiği Yahudi kıyımıyla (9-10 Kasım 1938) doruğuna ulaştı. Yahudilerin inal varlıklarına el kondu ve büyük bölümü gettolarda yaşamak zonında bıra­ kıldı.

Hitler'in asıl amacı, Kavgam'da. da belirtti­ ği gibi, Almanlara “yaşam alanı" sağlayabil­ mek için doğuya doğru yayılmaktı. Bu amacı gerçekleştirebilmesi için öncelikle I. Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan Vcrsaillcs Antlaşması’yla Almanya'nın silahlan­ ma etkinliklerine getirilmiş olan kısıtlamala­ rın kaldırılması gerekiyordu. Hitler ilk önce Almanya’yı, yayılmacı görüşlerine ters dü­ şen Milletler Cemiycti’nden ve Silahsızlan­ ma Konferansından çekti (Ekim 1933). Ertesi yıl Almanya'yla Polonya arasında bir saldırmazlık paktı imzalandı. Ocak 1935’te yapılan bir plebisitle Saarland bölgesi Alman­ ya'ya geri verildi. Hitler, aynı yılın mart ayında yeni bir ordu kurmak için hazırlıkla­ ra girişti. Batılı ülkeler Versailles Antlaşma­ sının açıkça ihlali anlamlna gelen bu olayı protesto etmekle yetindiler. Bu durumdan cesaretlenen Hitler, Mart 1936'da silahtan arındırılmış Ren bölgesini işgal etti. Ardın­ dan, Etiyopya’yı işgali nedeniyle Fransa ve İngiltere’yle arası açılmış olan İtalya’yla ittifak kurdu. Artık sıra yıllardan ben Almanya’yla bir­ leştirmek istediği Avusturya ve Çekoslovak­ ya’nın ilhakına gelmişti. 1937de Hitler bu isteğine karşı çıkan Hjalmar Schacht, Werner von Blombcrg vc Wemer von Fritsch gibi önde gelen komutan ve devlet adamlannı görevden aldı. Şubat 1938'de Avusturya şansölyesi Kurt von Schuschnigg'le Berchtesgaden’de bir araya gelerek ona Alman­ ya’yla Avusturya’nın birleşmesi planını kabul ettirmeye çalıştı. Schuschnigg, Hitler'in baskılanna boyun eğmeyerek, birleşme konu­ sunda plebisit yapmaya karar vennce de bu ülkeyi işgal etti. Ardından ikinci hedefi olan Çekoslovakya’ya yöneldi. Fransa ve İngilte­ re Eylül 1938‘ae toplanan Münih Konferan­ sımda Almanya’nın yayılmacı politikasına son vermesi koşuluyla Südet bölgesinin bu ülkeye bırakılmasını kabul ettiler. Ama Hitler Slovaklarla Çekler arasındaki çekiş­ meyi gerekçe göstererek 16 Mart I939’da Çekoslovakya’nın geri kalan bölümünü işgal etti. Ardından, Almanya’nın konumunu gü­ vence altına almak için SSCB’yle saldırmaz­ lık paktı imzaladı (24 Ağustos 1939). Alman birlikleri 1 Eylül'de Polonya’ya girince, İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş açtı­ lar. Böylece, II. Dünya Savaşı başlamış oldu. II. Dünya Savaşı. Savaş sırasında Alman ordularının izleyeceği ana stratejiyi Hitler belirledi. Almanlar savaşın başlarında bü­ yük başanlar elde ettiler. Alman birlikleri Nisan 1940'ta Norveç ve Danimarka’ya gir­ di. Ardından, Hollanda, Belçika ve Fransa işgal edildi. Çok geçmeden Hollanda ve Belçika teslim oldu. Ingilızler Dunkerque’i boşaltmak, Fransızlar da ateşkes istemek zorunda kaldılar. Hitler, Fransa'nın yenilgi­ sinden sonra İngiltere’nin işgali için bir plan hazırlanmasını emretti. Ama hava saldırıla­ rının başarısızlığı karşısında bu plan bir süre için ertelendi ve 1940 yazında SSCB’nin işgali için hazırlıklar başladı. Bu arada, Almanya’nın başarılarından yüreklenen Mussolini, İtalya’yı Almanya’nın safında savaşa soktu (10 Haziran 1940). Alman birlikleri Haziran 1941’de Sovyet topraklarına girdi. Şiddetli kış koşullan ve Sovyet askerlerinin güçlü direnişi nedeniyle başanya ulaşamayan bu saldın, Hitler'in komutanlanyla anlaşmazlığa düşmesine yol açtı. Japonların düzenlediği Pearl Harbour Baskını ndan (Aralık 1941) sonra ABD de savaşa girdi. Bu savaşı başlatırken ABD’nin gücünü hesaba katmamış olan Hitler, 1942 yılı boyunca çeşitli stratejik hatalar yaptı. Aynı yılın sonlanndakı Stalingrad ve el-Alameyn yenilgileri savaşın dönüm nok­ tası oldu. Savaş sırasında SS önden Hein-

353

hitogami

rich Hımmler’e işgal edilen bölgelerde “yem düzen" kurma görevi venlmış ve “Yahudi sorunu"nu ortadan kaldırmak için kurulan toplama kamplannda milyonlarca Yahudi öldürülmüştü. Alman komutanlar Stalıngrad ve el-Alameyn bozgunlanndan sonra Önin kaçınılmaz olduğunu düşünmeye ışlardı. Ama karargahını Doğu Prus­ ya’ya taşımış olan Hıdcr bu görüşe katılmı­ yor ve zafer düşlen kurmayı sürdürüyordu 1943'te İngilizler Kuzey İtalya'yı geri aldı­ lar. Aynı yıl Mussolini devrildi ve Müttefik­ ler İtalya yı işgal ettiler. Hitler in politikasının ülkeyi felakete gö­ türdüğünü gören bazı çevreler, 1943-44 yıllannda çeşitli suikast planlan hazırladılar Bunlann en önemlisi Albay Claus von Stauffenberg’in Hitler'in karargâhına dü­ zenlediği bombalı saldınydı (20 Temmuz 1944). Saldından küçük bir yarayla kurtulan Hitler'in sağlığı bu olaydan sonra bozuldu. 1945 başlannda Fransızlar ve İngilizler batı­ dan, Sovyetler de doğudan Alman topraklanna girmeye başladılar. Hitler ise artık sonunun geldiğim anlamakla birlikte Berlin' den aynknayı reddediyordu. 28-29 Nisan gecesi Eva Braun'la evlendi. Ardından cum­ hurbaşkanlığına Kari Dönitz'm, şansölyeli­ ğe ise Josepn Goebbels’in getirilmesini ön­ gören vasiyetini yazdırdı. 30 Nisan’da çevre­ sindeki Nazı önderleriyle vedalaştıktan son­ ra Eva Braun’la birlikte intihar etti. Cesetle­ ri, Hitler’in vasiyeti uyarınca Naziler tara­ fından yakıldı. Hitler'in konuşmalarını kapsayan Die Re­ den des Führers nach der Machrübemahme (1939; Hitler’in İktidara Geldikten Sonraki Konuşmaları) ile Hitler: Reden und Proklamationen (1962, der. Mas Domanıs; Hitler: Konuşmalar ve Duyurular) adh kitapların bazı bölümleri Türkçede çeşitli adlarıa ya­ yımlanmıştır.

Hitler Gençliği, Almanca hitler-jucend. genç erkekleri Nazı ilkelerine göre eğitmek ve yetiştirmek amacıyla Adolf Hitler’in 1933’te kurduğu örgüt. 1935’e gelindiğinde. Alman gençlerinin yaklaşık yüzde 6O'ı, Al­ man gençliğiyle ilgili tüm programlan yöne­ ten Baldur von Schirach ın önderliğindeki Hitler Gençliği içinde örgütlenmişti. 1 Tem­ muz 1936’da örgüt bütün genç “Ân" Almanlann katılması gereken bir devlet kuru­ mu haline gelmişti. On yaşına gelen her Alman çocuğu örgüte yazılıyor, hakkında, özellikle “ırksal anlık" bakımından soruşturma yapılıyordu. Gerek­ li nitelikleri taşıyan ve Genç Almanlar'a (Deutsches Jııngvolk) alınan gençler 13 yaşı­ na gelince Hitler Gençliğı’ne kabul ediliyor, 18 yaşında ise örgütten ayrılıyorlardı. Bu yıllar süresince bağlılık, arkadaşlık ve Nazı ilkelerine uyum konulannda katı bir yaşam sürüyor, ana baba denetimi ise en az düzey­ de tutuluyordu. Gençler 18 yaşına gelince artık Nazi Partisi'nin üyesi sayılıyor, en az 21 yaşına değin devlet işçi servisinde ve silahlı kuvvetlerde görev yapıyorlardı. Buna koşut bir örgüt olan Alman Kızlan Birlıği'nde de genç kızlar yoldaşlık, ev işlen ve annelik konulannda eğitiliyordu

hitoganıi (Japoncada “ınsan-tann"), Japon dininde tannsal bir varlıkla kâhin ya da şaman gibi onun yeryüzündekı aracısı ara­ sındaki yakın ilişkiyi öne çıkararak inancın belirli özelliklerini saptamak. Japon araştır­ macı Hon İçiro bir dinsel sistem olarak hitoganıi ile uci-ganu( ) * inana arasında karşıtlık kurar. Uci-gamı sisteminde bir tanrı belli bir aileden ya da coğrafi bölgeden gelenlere aitken, hııoganu sisteminde bir

Hittorf, Johann

tirme, kaldırma ve geri alma yetkisini de taşır. Bu yetki idari yargı denetiminden farklı olarak, astın takdir yetkisine dayalı işlemlerini de kapsar. Söz konusu denetim kendiliğinden ya da ilgili kişilerin başvurusu üzerine yapılabilir. Hiyerarşi, üstün emir ve direktiflerine ya da memurluk yükümlülük­ lerine aykın hareket eden astın disiplin cezasına çarptırılmasını da öngörür. Bunun­ la birlikte memur statüsüne ilişkin yasa hükümleri, disiplin suç vc cezalarını açık ve sınırlayıcı bir biçimde göstererek üste bu konuda geniş bir takdir yetkisi tanımamıştır.

354

tanrıya bağlı olmak kişisel imana dayanır. Tinsel varaklarla bu iki ilişki türü Japon tarihinde hep karşılıklı etkileşim içinde ol­ muştur. Hitogami türünün örnekleri arasın­ da Haçiman ın savaş. Sugavara Miçizane' nin de Tencin adıyla kaligrafi tanrısına dönüştürülmesi, Japon şenliluerindeki geçit törenlerinde vccde gelerek şarkılar söylenip dans edilmesi ve Japonya’nın bazı “yeni dinleri”nin karizmatİK önderliği benimse­ mesi gösterilebilir.

Hittorf, Johann Wilhelm (d. 27 Mart 1824, Bonn - ö. 28 Kasım 1914, Mûnster, Prusya), elektrik yüklü atomların ve mole­ küllerin (iyon) elektrik yükü taşıma sığaları­ nı ilk kez hesaplayan Alman fizikçi. Bu sığaların belirlenmesi elektrokimyasal tep­ kimelerin anlaşılması açısından büyük önem taşır. Hittorf ilk araştırmalarını fosfor ve selen­ yumun değişik fiziksel biçimleri (alotrop) üzerine yaptı. 1853-59 arasında elektrik akımının neden olduğu iyon hareketlerini inceledi. Elektroliz uygulanan çözeltilerin derişikliklerindeki değişmeleri ölçtü ve bu­ radan birçok iyonun taşıma sayılarını (göreli taşıma sığası) hesapladı; 1869’da iyonların yer değiştınnesine ilişkin yasaları yayımladı. Münster Üniversitesi’nde fizik ve kimya profesörü oldu, 1879-89 arasında da bu üniversitedeki laboratuvarlann yöneticiliği­ ni üstlendi. Aynca gazlann ve buharlann ışık tayflarını inceledi, gazlar içinden elek­ trik akımı geçişi konusunda çalıştı ve katot ışınlarının (elektron ışınlan) birçok özelliği­ ni ortaya çıkardı. Hiva Oa, Büyük Okyanusun ortagüney kesiminde, Fransız Pohnezyası'na bağlı Markiz Adalannın güneydoğu grubunda ada. 200 km2’lik yüzölçümüyle bu grubun en büyük adasıdır. Volkanik bir ada olan Hiva Oa, yükseklikleri yer yer 1.200 m’yi aşan dağlarla kaplıdır. Dağlar denize dik olarak indiğinden, adanın çevresinde kıyı düzlükle­ ri ve mercan resifleri oluşmamıştır. Hiva Oa, 1595’te İspanyol denizci Alvaro de Mendana de Neıra tarafından keşfedildi. 19. yüzyılda adada küçük çapta sandal ticareti yapılmaya başladı. Dağlarla kaplı olduğun­ dan Ahao Platosunun (300 m) dışında tarı­ ma elverişli olmayan adada yetiştirilen en önemli ürün kopradır. Kopra, Markiz Ada­ larının en büyük limanı ve yerleşim yeri olan Traîtres (Hainler) Koyu kıyısındaki Atuona'dan ihraç edilir. Fransız ressam Paul Gauguin yaşamının son iki yılını (1901-03) Hiva Oa’da geçirmiş ve Atuona’ya gömülmüştür. Nüfus (1977) 1.159.

Hive, Özbekistan’da Harezm yönetim bi­ rimine (oblast) bağlı kent. Ceyhun (Amu Derya) İrmağının batısında, Palvan Kanalı kıyısında yer alır. Güneyde Karakum, güneydoğuda da Kızılkum çölleriyle çevrili­ dir. Kentin adı ilk kez 10. yüzyılda yaşamış iki Arap gezgininin seyahatnamelerinde geçmekle birlikte, arkeolojik bulgular, tari­ hinin 6-8. yüzyıllara indiğini göstermekte­ dir. Kent, 16, yüzyılın ortalarında Hive Hanlığı’nın başkenti oldu. Hanlığın 1920’de Kızıl Ordu’nun yardımıyla devrilmesinden sonra yeni kurulan Harezm Sovyet Halk Cumhuriyetinin merkezi yapıldı. 1924’te Özbekistan'a bağlandıktan sonra politik önemini yitirmeye başladı. Çok sayıda çırçır atölyesinin bulunduğu kentte, halıcılık, na­ kış, ahşap ve taş oymacılığı gibi geleneksel el sanattan da önemini korumaktadır. İç

Hive'de pazar. Özbekistan BfOm toslad - Peter AmokJ

Kale olarak bilinen surlarla çevrili eski kentte saraylar, camiler, medreseler ve anıt mezarlar vardır. Nüfus (en son tah.) 26.000.

Hiwassee Irmağı, ABD’de ırmak. Georgia eyaletinin kuzey kesimindeki Towns ilinde (coıınty), Blue Ridge (Mavi Sırt) Dağlanndan doğar. Kuzey yönünde akarak Hayesvılle üzennden Kuzey Carolina’ya gi­ rer. Murphy'den sonra kuzeybatıya döner ve güneydoğudan Tennessee sınırlarına gi­ rerek Chattanooga’nın 50 km kuzeydoğu­ sundaki Chickamauga Göletinde Tennessee Irmağına kanşır. 212 km uzunluğundaki ırmağın üzerinde Tennessee Vadisi İdaresi’nce (TVA) inşa edilmiş üç baraj vardır. Bunlar Kuzey Carolina’daki Apalaş ve Hiwassee barajları ile Kuzey Carolina ve Georgia’daki Chatuge Barajı'dır. “Hiwassee" adının Çeroki dilinde “çayır” anlamına gelen sözcükten türediği sanılır.

hiyeratik yazı. Eski Mısır’da, 1. sülale döneminden (İÖ y. 3100 - y. 2890) İÖ 200'e değin kullanılan el yazısı. Oyma ya da boyama yazıtlarda kullanılan daha önceki resimsel hiyeroglif yazıdan türemişti. Ge­ nellikle kamış kalem ve mürekkeple papirüs üstüne yazılırdı. İşlek biçimli olduğu için de, kalemle yazılmaya sert çizgili hiyeroglifler­ den daha uygundu, önceleri yukarıdan aşa­ ğıya, daha sonra sağdan sola yazıldı İÖ yaklaşık 660’tan sonra dindışı yazışmalarda yerini demotik yazıya(’) bıraktıysa da, bir­ kaç yüzyıl daha rahipler tarafından dinsel metinlerin çoğaltılmasında kullanıldı.

hiyeroglif, Yunanca HtEROGLYPHİKOs (/neros: “kutsal” ve glyphikos: "oyma”), resim­ sel yazı sistemlerinde kullanılan karakterle­ rin her biri. Özellikle Eski Mısır anıtlarında rastlanır. Hiyeroglif simgelerin betimledikten nesneleri temsil ettikleri de olur, ama genel-

hiyalofan, potasyum feldispatın baryum bakımından zengin bir türü. Ayrıca bak. selsiyen. hiyalosiderit, olivinlerin forsterit-fayalit dizisinden bir silikat minerali. Ayrıca bak. forsterit-fayalit dizisi.

hiyaluronidaz, hiyaluronik asit ve kondroitin sülfat gibi karmaşık karbonhidratların hidrolizini katalizleyen enzimlerin ortak adı. Bu enzimler bazı böceklerde, sülükler­ de, yılan zehirinde, memelilerin bazı doku­ larında (örn. erbezi) ve bakterilerde bu­ lunur.

hiyasent,

yementaşi olarak da bilinir, değer­ li taşlardan zirkonun kırmızı, portakal ya da san renkli bir türü. Ayrıca oak. zirkon.

hiyerarşi, bir kuruluşta çalışan kişiler ara­ sında, astın üste bağımlılığına dayanan iliş­ ki. Merkezden yönetim sisteminde basa­ maklar arasında uyumlu bir işleyişi sağlama amacına yönelik olan hiyerarşi, aynı zaman­ da karar ve uygulamalara karşı başvuruların işlerlik kazanmasına yarar. Hiyerarşi öncelikle üstün asta emir ve direktif verme yetkisini içerir. Memur ken­ disi ile yasa arasına giren üstün emir ve direktifine uymak zorundadır. Ama üstün­ den aldığı emri anayasa,, yasa, tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse bu aykırılığa bildirerek emri yerine getirmekten kaçınabilir. Üstün yazıyla yineleyerek em­ rinde ısrar etmesi, verilen emre uymayı gerektirir; bu durumda emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç oluşturan emir, hiçbir bujimde yerine getirilmez; yerine fetiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. liyerarşi uyarınca üst astının yaptığı işlem ve eylemleri denetleme, gerektiğinde değiş­

Mısır hi Luksor,

yazılmış bir

yazıt.

Ara Gül®*

likle belirli sesleri ya da ses gruplarını ifade ederler. Hiyeroglif sözcüğü, Yunan-Mısu ilişkilerinin başlangıç döneminde, eski hiye­ roglifleri dönemin el yazısı demotik yazıdan(’) ayırt etmek için kullanılan Mısırca "tanrının sözleri" deyiminin Yunanca çeviri­ sidir. Çağdaş kullanımda sözcük Hitit, Ma­ ya ve erken Girit hiyeroglif yazılan gibi başka yazı sistemlerini de kapsayan daha geniş bir anlam kazanmıştır. Mısır hiye­ roglifleriyle bu yazılar arasında hiçbir dışkı yoktur. Mısır yazısından türemiş tek yan, Meroe dilinin yazısıdır. Mısır hiyeroglif yazısı bütünüyle resimler­ den oluşur, ama bunlann hangi nesnelen betimlediği her zaman anlaşılamaz. Okuna­ bilen en eski örnekler hiyeroglifin gerçek bir yazı gibi, yani ses değerleriyle kullanıldı­ ğını gösterir. Bu, Eskimolann ya da Amenka Yerlilerinin resim yazılanndakinden

farklı bir kullanımdır. Mısır hiyeroglif yazı­ sının kökenleri bilinmemekle birlikte, süla­ leler öncesi dönemin sonlarında (İÖ 3100’dcn hemen önce) ortaya çıktığı sanıl­ maktadır. Bu dönemde Mısır ile Mezopotam­ ya arasında ilişki kurulmuş olması, yazı kavramının Sümerlerden alındığını düşün­ dürür. Böyle bir alışveriş gerçekleşmiş olsa bile, işaretlerin kullanılma biçimleri arasın­ daki büyük fark her iki sistemin birbirinden bağımsız geliştiğini gösterir. Adlar ve birkaç başlık dışında en eski yazıtlar okunamamaktadır. Bunların birço­ ğunda, sonraki dönemlerden bilinen belirli hiyerogliflerin kullanıldığı görülmekteyse de, anlamları bütün olarak çözülememektedir. Ama bu örneklerde hiyerogliflerin, daha sonra olduğu gibi seslen tam olarak temsil etmediği açıktır. 3. sülale döneminde (İö y. 2686-2613) hiyeroglif yazısının birçok ilkesi kurala bağ­ landı. Bu sistem, İS 3-4. yüzyıllarda yerini Kopt dilinin ilk çeşitlemelerinden birine bırakmcaya değin hemen hemen hiç değiş­ medi. Kullanılan işaret sayısı bile 2 bin yılı aşkın bir süre değişmeden, 700 dolayında kaldı. İS 2. ve 3. yüzyıllarda Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla, Eski Mısır dini ile birlikte hiyeroglif yazısı da eski önemini kaybetti ve zamanla ortadan kalktı. Mısırlı Hıristiyanla­ rın Yunan alfabesinden uyarlanan bir yazı sistemini kullanmaya başlamaları, yerli Mı­ sır yazısının terk edilmesini hızlandırdı. Bilinen son hiyeroglif yazısı, İS 394 tarihli bir yazıtın üzerindekidir. Hiyeroglif yazısının dört temel ilkesi var­ dır. Bunlardan birincisi, bir hiyeroglifin yalnızca resimsel nitelikte kullanılabilmesi­ dir. Elini ağzına götüren bir insan işareti “yemek” sözcüğünü karşılayabilir, benzer biçimde “güneş” sözcüğü, merkezinde ufak bir çember bulunan daha büyük bir çember­ le temsil edilebilir. İkinci ilke, bir hiyerogli­ fin, resmin anımsattığından başka bir sözcü­ ğü temsil ya da ima edebilmesidir. “Güneş” işareti pekâlâ “gün” anlamında ya da Güneş Tanrısı Ra’nın yerine de kullanılabilir. “Ye­ mek" işareti de ağzı kapamayı anıştırarak daha kavramsal nitelikteki “sessiz" sözcüğü­ nü temsil edebilir. İçlerindeki ünsüzlenn aynı sırayla dizildiği başka başka sözcükle­ rin aynı işaretle temsil edilebilmesi üçüncü ilkeyi oluşturur, örneğin, Mısır dilindeki "erkek" ve “parlak ol” sözcüklerinin ikisi de aynı ünsüzlerle (/ıg) yazıldığı için, aynı hiyeroglifle anlatılabılir. Dördüncü ilkeye göre de hiyeroglifler hem tek tek ünsüzleri, nem de bunlann çeşitli bileşimlerini karşıla­ yabilir. Romalıların hiyeroglifleri anlayıp anlama­ dıkları tartışmalıdır. Yunanlıların ise anla­ madığı hemen hemen kesindir; çünkü onla­ ra göre hiyeroglifler ses belirten işaretler değil, daha belirsiz ve alegorik simgelerdi. Ortaçağdaki hümanist canlanma sırasında İtalyanlar bazı yem hiyeroglifler ortaya altı­ larsa da, bunun özgün Mısır hiyeroglifleri­ nin anlaşılabilmesine bir yaran olmadı. Hiyerogliflerin sesleri belirten simgeler ol­ duğu varsayımından yola çıkarak ilk çözme girişimim 1600'lerin ortalannda Alman bil­ gin Athanasius Kirchcr yaptı. Ama Kircher, temel aldığı varsayımın doğruluğuna karşın, yalnızca tek bir simgeyi doğru olarak tanım­ layabildi. 1799’da Rosetta Taşı’nın( *) bulunması, bu gizi çözecek son anahtarı sağladı. Rosetta Taşı’mn üstünde hiyeroglif, demotık yazı ve Yunan alfabesi olmak üzere üç ayrı yazıyla yazılmış üç metin vardı. Yunanca metinde, her üç metnin de birbirinin eşi olduğunun belirtilmesine dayanılarak çeviride bazı önemli ilerlemeler sağlandı. Fransız bilgin A. I. Silvestre de Sacy ve İsveçli diplomat

J. D. Akerblad demotik metinde birkaç özel ad tanımlamayı başardılar. Ayrıca Aker­ blad, birkaç işaretin ses değerlerini doğru olarak belirledi. Thomas Young adlı oir İngiliz de beş hiyeroglifi doğru olarak ta­ nımladı. Ama taşı tam olarak okumayı Jean-Françoise Champollion adh başka bir Fransız başardı Daha 16 yaşındayken Yu­ nanca ve Latinccden başka altı eski Doğu dilini de öğrenmiş olan Champollion, işaret­ leri birbirleriyle karşılaştırarak hiyeroglifle­ rin ses değerlerini saptadı Sonraki çalışma­ lar da onun bulduklannı doğruladı ve geliş­ tirdi.

hiyosin bak. skopolamin

Hizan, Doğu Anadolu Bölgesi'nde, Bitlis iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçümü 917 km2 olan Hizan ilçesi doğu­ da Van, güney ve batıda Siirt illeri, kuzey­ batıda Merkez ilçe, kuzeyde de Tatvan ilçesiyle çevrilidir. Hizan ilçesi, ilin güneydoğusundaki çok engebeli topraklar ûzennde yer alır öva denebilecek düzlükleri son derece az olan ilçenin en yüksek noktası. Gözeli Dağının Avaberhan Tepesidir (3.103 m). İlçe topraklannm sulannı, bu dağlardan kaynakla­ nan ve güneye doğru akarak ilçe sınırlan dışında Dicle’nin kolu Botan Çayına katılan dereler toplar. Akarsu vadilennde tanm yapılabilecek küçük ve kuytu bazı düzlükle­ re rastlanır. Dağlarda, geniş yer kaplayan yüksek düzlükler vardır. Doğal yapı nedeniyle ilçedeki başlıca eko­ nomik etkinlik hayvancılıktır. En çok koyun ve kıl keçisi yetiştirilir. Sürü sayısı yüksek olmakla birlikte, geleneksel yöntemler kul­ lanıldığından ve hayvanlar yeterince beslenemediğinden elde edilen hayvansal ürün miktan düşüktür. Kışı güneydeki steplerde geçiren, yazın ise kuzeydeki yaylalara çıkan göçebe aşiretler, bu mevsimlik göç hareketiy­ le ilçenin toplumsal ve ekonomik yaşamına önemli bir canlılık getirir. El dokumacılığı­ nın yaygın olduğu ilçedeki başlıca hayvansal ürünler peynir, yağ, bal, kıl, yün ve deridir. Çok az miktarda buğday, patates, ceviz, elma vc soğan yetiştirilir. Gökay köyünde bazı tarihsel kalıntılara rastlanmışsa da, yeterli arkeolojik araştırma yapılmadığından ilçedeki yerleşmenin tari­ hine ilişkin bilgi yoktur. Eskiden Karasusüfla ve Karasu adlarıyla anılan yerleşme, 19. yüzyıl sonlarında Bitlis vilayetinin Merkez sancağına bağlı bir kaza merkeziydi. Cum­ huriyet döneminde önce Bitlis iline bağh bir ilçe merkeziyken, I929'da Bitlis’in ilçe merkezi olarak Muş iline bağlanması üzeri­ ne bucak merkezi yapıldı. 1936’da gene ıl durumuna çetinlen Bitlis’e bağlı bir ilçe merkezi oldu. Bitlis’e 50 km uzaklıktaki kasaba, az gelişmiş ve kırsal nitelikli küçük bir yerleşmedir. Hizan Belediyesi 1936’da kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 43.790; kasaba, 4.798.

hizmet kusuru, kamu hizmetinin görülme­ si sırasında görevlinin işlediği kusur. İdare örgütünün çahşmalannın iyi düzenlenmedi­ ği ya da gereği gibi yürütülmediği durumlar­ da hizmetin yanlış, eksik, yetersiz ve kötü verilmesi kusura yol açar. Hizmet kusuru nesnel ve anonim bir nitelik taşıdığından, idari bir işlem ya da eylemden dolayı görev­ linin kusuruyla ortaya çıkan zarardan görev­ linin bağlı olduğu kamu tüzel kişisi birinci derecede sorumlu sayılır. İdare, personelini seçme, yetiştirme, yönetme ve gözetme konusunda gereken dikkat ve özem göster­ diğini kanıtlasa bile kusurun yol açtığı zaran tazmin yükümünden kurtulamaz. Bu neden­ le hizmet kusuru, Borçlar Kanunu'nun 55.

355

hizmet sözleşmesi

maddesinde düzenlenmiş olan, işçi ve hiz­ metlilerinin üçüncü kişilere verdiği zararlar­ dan dolayı çalıştıranların sorumluluğundan farkbdır. Türk idare hukukunda ıdan so­ rumluluğun başlıca nedenleri kamu hizmeti­ nin kötü ya da geç işlemesi ya da hiç işlememesi olarak belirlenir. Hukuka aykırı bir karann alınması ya da uygulanması nedeniyle ortaya çıkan zarardan da, hizmet kusuru nedeniyle o karan alan ve uygulayan idare makamı sorumlu tutulur Bununla birlikte zarara yol açan her kusur idarenin sorumluluğunu gerektirmez. 1dan yargı ıçtıhatlanna göre hizmet kusurunun idarenin sorumluluğuna yol açabilmesi için belli bir ağırlıkta olması gerekir. Tersi kanıtlanıncaya değin idarenin zarar verici bir eylemden sorumlu tutulmasını öngören kusur kannesi. Türkiye’de benimsenmemiştir

hizmet sektörü, ekonomide, elle tutulur maddi ürünler dışında her türlü yararlı çalışma vc etkinliğin üretildiği sektör. İkti­ satta ekonomik etkinlikler mal ve hizmet üretimi biçiminde iki geniş kategoriye aynlır. Tanm, madencilik, imalat sanayisi ve inşaat kesimi mal üreten sektörlerdir. Ban­ kacılık, haberleşme, toptan ve perakende ticaret, mühendislik ve hekimlik gibi mesleklenn tümü, kâr amacı gütmeyen iktisadı etkinlikler, tüketiciye dönük tüm hizmetler ile savunma ve yargı gibi bütün devlet etkinlikten ise hizmet sektörünün kapsamı­ na girer. Yüzyıllardan ben, özellikle dc 20. yüzyılın başından bu yana hizmet sektörünün dünya ekonomisindeki payı büyümektedir. Geliş­ miş ekonomilerde hizmet sektörünün ağırlık taşımasına karşılık azgelişmiş ülkelerde iş­ gücünün daha büyük bir bölümü tanm gibi “birincil” sektörlerde istihdam edilir. Eko­ nomik gelişmeyle birlikte hizmet sektörü­ nün gayri safî milli hasıla (GSMH) içindeki payı da anar. Bu anış, GSMH’deki büyü­ menin büyük ölçüde hizmet sektörünün genişlemesinden kaynaklanmasına bağlıdır. Hizmet sektöründeki büyümenin başlıca nedeni mal üretiminde makineleşmenin art­ masıdır. Makineler daha az işgücüyle daha çok mal üretilmesini olanaklı kıldığı için dağıtım, iş yönetimi, maliye ve satış alanla­ rındaki hizmet etkinlikleri görece daha fazla önem kazanmaktadır. Hizmet sektöründeki büyüme eğilimi aynca kamu sektöründeki büyük istihdam artışıyla da ilişkilidir.

hizmet sözleşmesi, taraflardan binnin ba­ ğımlı olarak bir ış görmeyi, öteki tarafın da ücret ödemeyi üstlenmesinden doğan söz­ leşme türü. Hizmet sözleşmesinin varlığı için, bir ış görme ediminin bulunması gere­ kir. Buradaki iş kavramı insanın iktisadi yönden iş olarak değerlendinlen her davra­ nışını kapsar ve karşı tarafın maddi ya da manevi bir gereksiniminin giderilmesini içe­ rir. İşverence üstlenilen ücret edimi, para biçimindeki asıl ücretin dışında eşya biçi­ minde ödemelerden dc oluşabilir. Hizmet sözleşmesini öteki sözleşme tiplerinden ayırt eden en önemli öğe, bağımlılık ilişkisidir. Hizmet sözleşmesine dayanarak çalışan işçi, işverenin emir ve talimatı altında iş görür. 1936 tarihli ilk İş Kanunu'nda hizmet sözleş­ mesi yerine “ış aktı" denmesi, Türk huku­ kunda bu sözleşmelenn ayn nitelikte sözleş­ meler olup olmadığı konusunda görüş ayrı­ lıklarına yol açmıştır. Büyük ölçüde Alman hukukunun etkisinde kalan bir görüş, ış aktınin hizmet sözleşmesinin ayn bir düzene bağlanmış özel bir türü olduğunu ilen sürer. Günümüzde hizmet sözleşmesi ile iş aktınin

hizmetlerin birleştirilmesi

356

birbirinden ayn sözleşmeler olmadığı görü­ şü yerleşmiştir.

hizmetlerin birleştirilmesi, çalışanların, aynı ya da değişik sosyal sigorta kuruluşları­ na bağlı olarak sürdürdükleri çalışma süre­ lerinin birleştirilmesi. Türkiye’de hizmetlerin birleştirilmesi yö­ nünde ilk adım, 1961’de çıkarılan 228 sayılı yasayla atılmıştır. Uygulamada ortaya çıkan aksaklıklar üzerine 1970’te yapılan köklü değişikliklerin ardından, 1983’te çıkarılan 2829 sayılı yasayla yeni ve farklı bir düzenle­ meye gidilmiştir. 2829 sayılı yasa uyarınca, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve özel sandıklara bağlı olarak geçen hizmet süreleri, ilgililerin sakatlık, yaşlılık ve ölüm durumları bakımından göz önünde tutulur. Hizmetlerin birleştirilme­ sinde yalnızca primi ödenmiş olan fiili hiz­ met süreleri hesaba katılır. Gerekli koşullan yerine getiren ilgiliye birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ve son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde en fazla süreyle bağlı olduğu kurumun, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise bağlı olduğu en son kurumun mevzuatına göre aylık bağlanır. Hizmetlerin birleştirilmesinde yabana ül­ kelerde geçen hizmetler de değerlendirilir. Türk işçilerinin Türkiye ile sosyal güvenlik sözleşmesi bulunan yabana bir ülkede ge­ çen hizmet süreleri, Türkiye’de belirli bir sosyal sigorta yardımına hak kazanması için beklemesi gereken sürenin hesabına katıla­ bilir. Yabana bir işçinin Türkiye’de geçirdi­ ği hizmet süreleri açısından da aynı olanak söz konusudur. Türkiye’nin Türk işçisi çalış­ tıran yabana ülkelerle bu konuda yaptığı ikili sözleşmelerde, işçinin her iki ülkede de sigortalı olarak çalışmış olması, yardım ya­ pacak ülkeye son geliş tarihinde çalışabilir durumda bulunması, birleştirilecek sûrele­ rin aynı zamana rastlamaması ve son çalışı­ lan ülkenin sosyal sigorta kuruluşuna başvu­ rulması gibi koşullar konmuştur.

Hjârne, Harald Gabriel (d. 2 Mayış 1848, Klastorp - ö. 6 Ocak 1922, Uppsala, İsveç), tarihçi, siyaset adamı ve yazar. İsveç tarih araştırmacılığı üzerinde etkili olmuş, aynca bu ülkede tutucu ve sağ-liberal düşünceye katkıda bulunmuştur. Uppsala Üniversitesi’nde öğrenim gördük­ ten sonra 1872’de öğretim üyesi oldu. Ger­ menlerin hukuksal ve toplumsal tarihi, Rusya tarihi, Rus-İsveç ilişkileri tarihi ve 17. yüzyıl İsveç tarihi konulannda araştırmalar yaptı. Hjâme’nin siyasal düşüncesi yıllar geçtikçe önemli değişikliklere uğramakla birlikte te­ melde tutuculuğunu korudu. Yurttaşların devlete karşı yükümlülüklerini vurgulayan Hjârne'ye göre siyasal temsil, yurttaşın an­ cak ulusa kişisel katkısı oranında devlet karşısında hak elde ettiği ilkesini yansıtmalıy­ dı. 1890’larda Muhafazakâr Parti’den ko­ parak sağ liberallere katıldı; toplumsal sını­ fına bakmaksızın bir yıllık askerlik hizmetini tamamlayan herkese oy hakkı tanıyan bir reform programı önerdi. 1903-08 arasında İsveç Parlamentosu’nun (Riksdag) ikinci meclisinde görev yaptı. Burada geçirdiği yıpratıcı yıllardan sonra gene sağa kaydı ve ıç reformlardan çok ulusal savunmanın ve dış politikanın önemini vurguladı. 1912-18 arasında Riksdag'ın birına meclisinde görev aldı.

Hjclm, Peter Jucob (d. 1746 - ö. 1813), 1782’de molibden elementini bulan isviçreli kimyacı.

Uppsala Üniversitesi’nde öğrenim gören Hjelm, 1782’de Stockholm’deki Kraliyet Darphanesi’nde ayar denetleme uzmanı ol­ du ve 1794’te İsveç madencilik bürosundaki kimya laboratuvarlannın yöneticiliğine geti­ rildi. Mineraloji, metalürji ve sanayi kimya­ sı alanlarında araştırmalar yaptı. 1781'de manganlı cevherlerden ayırdığı pik demir­ den üstün nitelikli çelik üretmeyi başardı.

Hjelmslev, Louis Trolle (d. 3 Ekim 1899, Kopenhag - ö. 30 Mayıs 1965, Kopenhag, Danimarka), dilbilimde glosematik(’) kura­ mını geliştiren DanimarkalI dilbilimci. Kopenhag Üniversitesi’nde başladığı karşı­ laştırmalı filoloji öğrenimini Litvanya’da (1921), Prag’da (1923-24) ve Paris’te (192627) dilbilgisi ve dilbilim alanlarında sürdür­ dü. Paris’te Saussure, Sapir ve Rus biçimcilerinin etkilerini taşıyan Principes de grammaire gtntrale (1928; Genel Dilbilim İlkele­ ri) adlı kitabını yazdı. 1931’de Kopenhag Dilbilim Çevresi’ni kurdu ve bu çevrenin yayın organı olan Açta Linguistica'ntn yöne­ timini Viggo Brondal ile birlikte üstlendi. 1932’de doktora tezi olarak sunduğu Essais balriaues'te (Baltık Dilleri İncelemeleri) Baltık dillerini tarihsel sesbilim açısından inceledi. 1935’ten sonra, glosematık adını verdiği özgün dilbilim kuramım geliştirmeye başladı ve bu kuramın temel ilkelerini H. J. Uldall ile birlikte yazdığı Art Outline of Glossematics'te (1936; Ğlosematiğin Ana Çizgileri) ortaya koydu. Dil yapılarının ke­ sin bir biçimselleştirilmesine ve Saussure’ün önerdiği biçim/töz, anlatım/içerik gibi kav­ ramların daha ayrıntılı olarak ele alınmasına dayandırdığı, bir çeşit “dil cebiri” olan glosematiğı Omkring sprogteoriens grundlaeggelse'de (1943; Dil Kuramının Temel İlkeleri) geliştirdi. Çağdaş dilbilimin en önemli yapıtlarından biri sayılan bu yapıt, Avrupa’daki anlambilim ve göstergebilim kuramlarını büyük ölçüde etkiledi. 1937’de Kopenhag Üniversitesi’nın Karşı­ laştırmalı Dilbilim Kürsüsü başkanlığına ge­ tirilen Hjelmslev’in öbür yapıtları arasında, 1943’te yazdığı ama ancak 1963’te basılan Sproget (Dil) ile 1959’da yayımlanan Essais linguistiques (Dilbilim Denemeleri) yer alır.

Hjerring, Danimarka’da, Jutland’ın kuzey kesimindeki Nordjyllands ilinde (amtskommune) kent. Eskiden Vendsyssel bölgesinin merkezi olan ve 1243'te berat alan Hjorring, günümüzde de bu bölgenin ticaret merkezi­ dir. St. Kathrine Kilisesi 1250’de inşa edil­ miştir; St Hans ve St. Olai kiliseleri ise 12. yüzyıldan kalmadır. Ekonomisi devlet des­ teğinde geliştirilen kentin başlıca ürünleri süt, bisküvi, beykın ve dokumadır. Kopen­ hag’daki bir askeri donanım merkezi 1971'de Hjorring’e taşınmıştır. Nüfus (1981) kent 23.697; (1982 tah.) belediye, 34.366.

Hlebnikov, Velimir Vladimiroviç, asıl adi

VİKTOR VLADİMİROVİÇ HLEBNİKOV (d. 9

Kasım 1885, Tundutov - ö. 28 Haziran 1922, Santalovo, Novgorod, Rusya), Rus gele­ cekçiliğinin kurucusu olan şair. Son derece kendine özgü bir dille yazılmış, anlaşılması güç şiirleri, Sovyet şiirim önemli ölçüde etkilemiştir. Birçok bilim adamı yetiştirmiş bir aileden gelen Hlebnikov, üniversitede matematik ve dilbilim öğrenimi gördü. Bu dönemde şiir dilinin yenilenmesi konusunda düşünceler geliştirdi. 1912 dolaylarında Vladimir Mayakovskı ile karşılattı ve ikisi, gelecekçi akımın en Önemli kişileri oldular. Gelecekçiler, simgeciliğin gizemci ve dar bakış açısına karşı çıkıyor, sanatın toplumsal bir araç olduğunu savunuyorlardı. Ama Hlebnikov, öbür gelecekçilerden farklı olarak bir tür gizemciliği sürdürdü;

bu, düşünce ve simgelerden çok, nesnelerle sözcüklere ilişkin bir gizemcilikti. Dili de­ neyci bir yaklaşımla ele alarak “mantık ötesi bir dil” geliştirdi ve şiirine canlılık katmakla birlikte, sıradan okurun güç anlayabileceği “yeni bir sözcükler dünyası” yarattı. Şairler için yazan bir şairdi; Hlcbnikov’un etkisinde kalan şairler, onun deneyciliğinden yarar­ landılar, ama daha rahat okunabilen şiirler yazdılar. Slav kültürüne hayran olan, Rusya’yı ve Rusçayı gerçekten seven Hlebnikov, Latin­ ce kökenli adı Viktor'u da Velimir olarak değiştirdi. Devrimden sonra adı unutulmaya yüz tuttuysa da, Mayakovski, Pastcmak, Mandelstam gibi sanatçıların yapıtları, etki­ sinin azalmadığını gösteriyordu. Novgorod ilinin uzak bir köyünde ölen Hlebnikov, II Dünya Savaşı’ndan sonra “biçimci” ve “yoz” olarak eleştirildi ve tümüyle unutul­ du.. Stalin’in ölümünden sonra yapıtlarının yeniden ilgi görmeye başladığı söylenebilir.

Hlinka, Andrej (d. 27 Eylül 1864, Starâ Cemovâ, Slovakya, Avusturya İmparator­ luğu - ö. 16 Ağustos 1938, Ruzomberok, Çekoslovakya), Slovak Katolik rahip ve yurtsever. 1920’lerde ve 1930'larda Slovakya'nın özerkliği için Çekoslovakya hükümeti­ ne karşı sürdürülen muhalefetin önderliğini yürütmüştür. 19O5’te küçük sanayi kenti Ruzomberok'ta rahipliğe başladı. 1906’da Macaristan parla­ mento seçimlerinde oradaki Slovak milliyet­ çisi adayları coşkuyla destekledi. Kasım 1906’da Slovaklan Macaristan’a ihanete yö­ neltmekten yargılanarak 2 yıl hapse mah­ kûm edildi. Ertesi mayıs ayında kilise cema­ atine yaptığı veda konuşmasının kışkırtıa bulunmasından ötürü bu cezasına 1,5 yıl daha eklendi. 24 Mayıs 1918’de Slovak Ulusal Partisi'nin Macaristan’a karşı tutum aldığı sırada dinci Slovak Halk Partisi'nin önden olan Hlinka, Çeklerle birlikten yana olduğunu özellikle vurguladı. Ama ertesi yıl birlik konusunda bazı kaygılar duymaya başladı ve Paris'teki banş konferansı için bir bildirge hazırlaya­ rak Slovakya’da plebisit talep etti. Ağustos 1922’ye gelindiğinde, Hlinka partisiyle Prag hükümetine karşı muhalefete girişmiş, bu tavrım da Zilina Memorandumu’nda dile getirmiş bulunuyordu. Hlinka bu belgede Çekleri Slovaklara verdikleri özerklik sözü­ nü tutmamakla suçluyordu. İddiasına göre TomâS Masaryk Mayıs 1918’de imzaladığı bir belgeyle bu sözü vermişti. Genellikle Pittsburgh Sözleşmesi olarak adlandınlan bu belge için Hlinka ısrarla Pittsburgh “ant­ laşması” adını kullanıyordu. Sonraki tarih­ lerde yapılan yönetim reformları ilişkileri bir ölçüde düzeltti. Hlinka, partideki yar­ dımcısı Joseph Tiso’nun Ocuk 1927'de Çe­ koslovak hükümetinde bir görev kabul et­ mesine izin verdi. Ama Macar ajanı olarak mahkûm edilen yardımcılarından Bda Tuka'yı görevden almayı reddetti ve 1929'da partisi tekrar muhalefete geçti. Böylece 1930’larda Slovak Halk Partisi Alman ve Macar muhalefetiyle birleşmiş oldu. Hhnka gerçek bir Slovak yurtseveri olmakla birlik­ te, onunki kadar temiz dürtülerle davran­ mayan Tiso ve Tuka gibi kişilerin etkisi altına girdi. Çeklere karşı artık fanatikleşen düşmanlığının, Slovak davasına asla yakın­ lık duymayan ve Çekoslovakya’yı yıkmayı amaçlayan Almanlar ve Macarlarca kulla­ nıldığını anlayamadı.

Hlothere (ö. Şubat 685), 673’ten sonra Kent kralı. Erconberht’in oğlu, kardeşi Egbert'in ardılıdır. İktidarı bir süre yeğeni Eadric’le (Egbert’in oğlu) paylaştığı anlaşılmaktadır; günümüze değin ulaşmış bir yasa derlemesi ikisinin de adını taşır. Bir çatışma sonucun-

da krallıktan sürülen ya da kaçan Eadric, Güney Saksonlardan oluşan bir orduyla geri dönmüş ve Hlotherc bu savaşta yenilgiye uğrayarak aldığı yaralar sonucunda öl­ müştür. Hlothere ile Eadric’in adını taşıyan yasa derlemesi, İngiliz toplumunun başlangıçtaki yapısına ilişkin en eski vc en önemli bilgi kaynaklarından bindir. Bu derleme, Hlothere'nin önceli I. Aethelberht’in (hd 560616) çıkardığı bilinen en eski Anglosakson derlemesinin genişletilmiş biçimidir. İlkel Germen toplumundaki örgütlenmeyi yansı­ tan derlemede, hizmetten değil doğuştan kaynaklanan bir soyluluk anlayışı yer alır; aynca kralın bakanı değil “Kent halkının yargıçtan” olarak nitelenen bir hukukçular sınıfından söz edilir. Suç bedeli olan para cezalan derlemede önemle belirtilir.

nnda Kazakların ele geçirdiği kale, Polon­ ya'nın İkinci Taksımi'ndc (1793) Rusya'ya verildi vc 1795'te kent statüsü aldı. OdessaLvov vc Çcrnovtsi-Korosten dcmıryollannın kavşağında kurulu olan bugünkü kentte hafif makineler, gıda maddeleri ve dayanıklı tüketim mallan üretilir. Başlıca eğitim ve kültür kuruluştan teknoloji enstitüsü, tiyat­ ro binası ve filarmoni salonudur. Nüfus (1989) 237.000.

Hmelnitski, Bogdan, tam adı

bogdan

(d. y. 1595, Çigirin - ö. 16 Ağustos 1657, Çigirin, Ukray­ na), 1648-57 arasında Zaporojye Kazakları­ nın önderi. Polonya yönetimine karşı örgüt­ lediği ayaklanma Dinyeper Irmağının doğu­ sundaki Ukrayna topraklannın Rusya'nın eline geçmesine yol açmıştır. Polonya’da öğrenim görerek Polonya or­ Hlutdaw (Birman dilinde “onay yeri”), dusunda OsmanlIlara karşı çarpıştı. Çigirin’ Myanmar’da yaklaşık 13-19. yüzyıllar ara­ deki Kazakların başına geçtikten sonra Polonya valisiyle çatışmaya girdi ve Dinycsında başta gelen hükümet kurulu. Yürütme ve yargı yetkilerini elinde bulunduran Hlııt- Eer Irmağının batısına yerleşmiş yan asken ir topluluk olan Zaporojye Kazaklannın daw, kralın başlıca yönetim organıydı. Zayıf krallara söz geçirebilen bu kurul güçlü kalesine kaçmak zorunda kaldı (Aralık 1647). Zaporojye Kazaklan arasında bir krallar karşısında da genellikle etkisiz kaldı. Uygulamada, Hlutdaw'ın onaylayıp tescil ayaklanma başlatarak, Kınm Tatarlannın etmediği hiçbir yasa geçerlilik kazanamaz­ desteğiyle Nisan 1648’de Polonya kuvvetle­ dı. Hlutdaw'm kararlannın bir listesi, göz­ rine karşı saldınya geçti. Bu yürüyüş sırasın­ den geçirmesi için her gün krala sunulurdu. da kazandığı zaferlerle Ukrayna’daki hoş­ nutsuz köylü, kasabalı ve din adamlanru da Bu kararlar çok ender olarak gen çevrilirdi. Hlııtdaw üyeleri wungyi (büyük sorumlu­ yanına çekti. Ayaklanmanın kitlesel bir luk taşıyanlar) olarak anılırdı. Bu üyeler nitelik kazanması üzerine asıl Polonya topasken düzenleme ve yönetim, bayındırlık, raklanna girerek Ekim 1648'de Lvov'u ele dış ilişkiler, hukuk sorunlan ve vergilendir­ geçirdi. 1649’daki yeni zaferlerin ardından Polon­ me gibi kendi uzmanlık alanlanna giren çeşitli hükümet işlevlerinin yönetiminde bi­ ya kralı Jan Kazimierz ile banş yaparak 18 reysel sorumluluk da üstlenirdi, önemli Ağustos’ta Zboröv Antlaşması'nı imzaladı. kararlar bütün kurulca ele alındığı için, bu Ukrayna’da fiilen bağımsız bir Kazak prens­ uzmanlaşmaya karşın hükümette ayn ba­ liği kurulmasını öngören bu antlaşma Polon­ kanlıklar oluşmamıştı. Her üyeye, Hlut- yalI soyluların yanı sıra feodal boyundu­ daw'ın gündemini denetleyen, onun tartış- ruktan kurtulmayan yandaşlarının da tepki­ malanna etkin olarak katılan ve kurula siyle karşılaştı. Bunun üzenne 1651 ilkbahaöneriler sunan bir wundatık (yardıma) ata­ nnda gene savaş açtı. Ama haziranda Beresnırdı. teczko Çarpışması'nda yenilgiye uğradı ve Hlutdaıv'ın başkent çevresindeki etkili ve eskisinden daha elverişsiz koşullar taşıyan istikrarlı otoritesi başkentten uzaklaştıkça yeni bir antlaşmayı kabul etmek zorunda zayıflıyordu. Hlutdaw, taşrada kendisinin ve kaldı. Ardından Moskova'dan yardım istedi kralın yetkilerini kullanmak üzere valiler ve 1654’te emnndeki Kazaklara Rus çan (myowun) atıyordu. Aleksey’e bağlılık yemini ettirdi (bak. Pere111. Ingiltere-Birmanya Savaşı'ndan (1885) yaslav Anlaşması). sonra bütün Birmanya İngiliz egemenliğine Anlaşmadan hemen sonra Ruslar Polonya’ boyun eğdi, kral sürgüne gönderildi, Hlut- ya savaş açtı. Aleksey ile yaptığı anlaşma­ daw da dağıtıldı. dan hoşnut olmayan Hmelnitski, Polonya ile savaş halinde bulunan İsveç’le gizli gö­ Hmelnitski, eskiden (1954'e değin) ka rüşmelere girişti. Kazaklan İsveç yönetimi­ menets podolskI, Ukrayna’da yönetim bi­ ne bağlayacak bir antlaşmayı gerçekleştir­ rimi (oblast). Volın-Podolsk Platosunda, mek üzereyken öldü'. güneyde Dinyester Irmağına doğru hafif bir Hmelnitski'nin Kazaklan özerkliğe kavuş­ eğimle alçalan 20.600 knr’lik bir alanı kap­ turmak için yürüttüğü mücadele, sonuçta lar. Doğal orman-step bitki örtüsünün he­ verimli Dinyeper topraklannın yıkıma uğra­ men tümüyle yok olması nedeniyle, yamaç­ masına ve Kazaklann Moskova egemenliği­ larda sel sularının aşındırdığı hendekler ne girmesine yol açtı. Dinyeper’in doğusun­ sıralanır. Ekonomi temelde tarıma dayanır; daki Ukrayna topraklannı ele geçiren Rus­ nüfusun yaklaşık dörtte üçü kırsal kesimde lar, adım adım Kazaklann özgürlüklerini yaşar. Ukrayna’nın başlıca şeker pancarı kısma yoluna gitti. yetiştirme merkezlerinden biri olan yönetim biriminde tahıl (özellikle kış buğdayı ve Ho, Gana'da, Volta ilinin ve Ho yönetim mısır), ayçiçeği, sebze ve tütün de önemli bölgesinin merkezi kent. Ak\vapinı-Togo ürünlerdir. Mandıracılık, domuz besiciliği Sıradağlarının güney ucunda yer alır. 18. ve meyvecilik özellikle Dinyester Irmağı yüzyıl oaşlannda Eve halkının batıya göçü vadisinde gelişmiştir. Yönetim biriminin sırasında kuruldu, öteden beri kakao tanmı merkezi Hmelnitski kenti dışındaki yerleş­ yapılan bölgede Almanların 1870’lerde kola meler küçüktür; bu kasabalarda temel uğraş plantasyonlan açmalan tanmı daha da geliş­ başta şeker üretimi olmak üzere tanm ürün­ tirdi. I957'de Adome’da inşa edilen ve leri işlemeciliğidir. Nüfus (1990 tah.) Ho'yu güneydeki limanlara bağlayan Volta 1.523.000. Köprüsü kentin ticari önemini artırdı. Bir pazar merkezi olan Ho’da yağ palmiyesi, Hmelnitski, eskiden (1954'e değin) eros- pamuk ve kakao yetiştirilir Kent, kıyıdan kurov, Ukrayna’da, Hmelnitski yönetim Kuzeydoğudaki Togo'ya uzanan ana karayo­ biriminin (oblast) merkezi kent. Güney lunun üzerindedir. Ho Teknik Enstitüsü Bug Irmağının yukarı kesiminde yer alır 1968’de kurulmuştur. Nüfus (1984 geç.) Polonya’ya ait bir askeri karakol olarak 15. 37.200. yüzyıl sonlarında kuruldu. 17. yüzyıl ortalaZİNOVİ MIHAYLOVİÇ HMELNİTSKİ

357

Ho Şi Minh

ho bak. hc

Ho-ch’uan bak. Hechuan Ho-fei bak. Hcfcı Ho Hsien-ku bak Hc Xıangu

Ho-kang bak. Hcgang

Ho-musubi,

kagutslçi

ya da

hi sokami

olarak da bilinir, Japon Şinto dininde ateş tanrısı. Annesi yaratın tanrıça îzanamı, Ho-musubi‘yi doğururken yanar Babası İzanagi de onu parçalara ayırarak yeni tanrılar yaratır. Ateş tanrısına, anlaştırın niteliğinden ol­ duğu kadar yıkınlığının yarattığı korkudan dolayı da saygı beslenir. Yem yılın başında hi-matsuri (ateş şölenlen) sırasında, törene katılanlar, tapınak rahibinin yaktığı yem ateşle tutuşturduktan meşalelen aile ocaklanna götürürler. Dinsel amaçlarla ateş yak­ manın geleneksel yöntemi bir ateş çukuru açmaktır. Ho-musubi için inşa edilmiş en ünlü tapınaklardan bin Kyoto yakınlannda Atago Dağındadır. Ho-nan bak. Henan

Ho-pei bak. Hebeı Ho-pi bak. Hebı Ho-shen bak. Heshcn

Ho Şi Minh, asıl adı nguyen that thanh. Quoc olarak da bilinir (d. 19 Mayıs 1890, Hoang Tru, Vietnam, Fransız Çinhindi - ö. 3 Eylül 1969, Hanoi). Çinhındi Komünist Partısı'nin (1930) ve Viet-Minh'in (1941) kurucusu. 1945-69 arasında Vietnam Demokratik Cumhuriycti’nin başkanı. Viet­ nam ulusal hareketine yaklaşık 30 yıl boyun­ ca önderlik eden Ho. Asya’da II. Dünya nguyen ai

Ho Şİ Minh. 1968 Marc Rıooud - Magnun

Savaşı sonrasında sömürgeciliğe karşı hare­ kelin başını çekenlerden ve 20. yüzyılın en etkili komünist önderlerinden bindir. tik siyasal etkinlikleri. Nguyen Sınh Huy adlı yoksul bir köy öğretmeninin oğlu olan Ho Şi Minh, Kını Lien köyünde büyüdü Çocukluğunun güçlükler içinde geçmesine karşın, 14-18 yaşlan arasında Hue kentinde­ ki bir lisede okuyabildi. Daha sonra Phan Thiet'te öğretmenlik yaptığı, ardından da Saygon’daki bir teknik enstitüde öğrenim gördüğü bilinmektedir. 191 İ de Ba adını kullanarak, bir Fransız buharlı gemisinde aşçı olarak iş buldu. Üç

Ho Şi Minh

358

yıllık denizcilik yaşamı boyunca Afrika’nın çeşitli limanlan ile ABD’nin Boston ve New York kentlerini gezdi. 1915-17 arasında Londra’da yaşadıktan sonra Fransa’ya geçti. Orada sırasıyla bahçıvan, sûpürgeci, garson, fotoğraf rötuşçusu ve fınn işçisi olarak çalıştı. Fransa’da geçirdiği altı yıl (1917-23) içinde etkin bir sosyalist oldu. Nguyen Ai Quoc (Yurtsever Nguyen) adını kullandığı bu dönemde, orada yaşayan VietnamlIlardan bir grup oluşturdu. 1919’da I. Dünya Savaşı' nı sona erdiren Versailles Banş Konferansı’ na katılan büyük devletlerin temsilcilerine sekiz maddelik bir dilekçe sundu; sömürgeci devlet Fransa’nın Çinhindi’ndeki uyruklanna Fransızlarla eşit haklar tanımasını istedi. Banş görüşmelerini sürdürenlerden bu iste­ me bir yanıt gelmediyse de siyasal bakımdan bilinçlenmiş pek çok VietnamlInın gözünde Ho kahramanlaştı. Bu arada Rusya’daki Bolşevik yönetimin başanlannın ve Lenin’ in antiemperyalist öğretisinin etkisiyle. Aralık 1920 de Sosyalist Parti’den aynlarak Fransız Komünist Partisi’ni kuran gruba katıldı. Yayımladığı Le Paria (Parya) adh gazetede Fransız ve İngiliz sömürgeciliğinin olumsuz sonuçlannı sergiledi. Bu yıllarda Fransız işçi sınıfının pek çok önderiyle tanışan Ho 1923 sonunda Mosko­ va'ya gitti. 17 Haziran-8 Temmuz 1924’te toplanan III. Entemasyonal’in (Komintem) V. Kongresi’nde etkin görev aldı, sömürge­ ciliğe daha büyük bir kararlılıkla karşı çık­ madığı için burada Fransız Komünist Parti­ si’ni eleştirdi. Kongredeki konuşması, sana­ yi işçilerinden çok, ezilen köylülüğün dev­ rimci rolüne ağırlık veren görüşlerinin ilk anlatımı olması bakımından önem taşı­ yordu. Ho Aralık 1924'te Ly Thuy takma adını kullanarak komünistlerin kalesi Guangzhou’ ya (Kanton) gitti. Burada Vietnam ulusal hareketinin ilk kadrolarını Vietnam Dev­ rimci Gençlik Birliği (Vietnam Thanh Nien Cach Menh Dong Chi Hoi) adlı örgütte birleştirdi; bu örgüt daha sonra Thanh Nien adıyla ün kazandı. Çın ordusunun komutanı Çan Kay-şek Nisan 1927'de Çin komünistlerini Guangzhou’dan sürünce Ho yeniden Sovyetler Birliği’ne sığındı. 1928’de Brüksel ve Pa­ ris’e, sonra Siyam’a (bugün Tayland) gitti; orada Komintern’in Güneydoğu Asya tem­ silcisi olarak iki yıl geçirdi. Yandaşlan ise Güney Çin’de kaldılar. Çinhindi Komünist Partisi'nin kuruluşu. Thanh Nien'in Mayıs 1929’da Hong Kong’ da yapılan toplantısında, Çinhindi’nde bir komünist partisi kurulması kararlaştırıldı. Vietnam kentlerinden Hanoi, Hue ve Sayf;on’da örgütlenmek üzere gerekli çalışmaar başladı. Siyam’dan dönen Ho 3 Şubat 1930’da partinin kuruluş toplantısına baş­ kanlık etti. Partinin başlangıçta Vietnam Komünist Partisi olan adını Ekim 1930'da Sovyctler’in de önerisine uyarak Çinhındi Komünist Partisi olarak değiştirdi. Siyasal yaşamının bu evresinde Ho, devrimci ey­ lemlere öncülük etmekten çok, bu eylemle­ rin örgütlenmesini sağlamak üzere çeşitli gruplan uzlaştırmaya çalıştı. Çinhindi Komünist Partisi'nin kuruluşu Vietnam'da şiddetli bir ayaklanmanın pat­ lak vermesiyle çakıştı. Fransızlar ayaklan­ mayı acımasız biçimde bastırdılar; Ho gıya­ bında ölüm cezasına çarptırıldı. Hong Kong'a sığındıysa da, Fransız polisi İngılizleroen Ho'nun geri verilmesi için gerekli izni sağla­ dı. Bunun üzerine Ho dostlarının yardımıyla Şanghay üzerinden Moskova’ya ulaştı. 1935’te Çinhındi Komünist Partisi’nin baş-

tcmsilcisi olarak III. Entemasyonal’in VII. Ekim’de uçakla Saygon’a geldi; birkaç gün Kongresi'ne katıldı. Kongre, Ho’nun da bir sonra onu güçlü bir zırhh birlik izledi. Uç süredir savunduğu Halk Cephesi politikasını ayda Güney Vietnam Fransızların denetimi­ onayladı. Çinhindi komünistleri bu politika ne girdi. Ho savaşı sürdürmekle görüşmeye uyarınca 1936'da sömürgeciliğe karşı tutum­ başvurmak arasında bir seçim yapmak zo­ larını yumuşattılar, “antıfaşist sömürgeciler" rundaydı. Sonunda görüşme yolunu seçti, le işbirliğinden yana tutum aldılar. Aynı yıl ama bir yandan da savaş için hazırlandı. Fransa'da Başbakan Ldoıı Blum'un Halk Ho Şi Minh’in stratejisi, Fransızların kuzey­ Cephesi hükümetinin kurulması, 1930'da de Çinlileri geri püskürtmesini sağladıktan çarptırıldığı ceza nedeniyle Ho’nun sürgün­ sonra, Vietnam’ın bağımsızlığının tanınma­ den dönmesine izin verilmemesine karşın, sı, Leclerc’in birliklerinin geri çekilmesi ve Çinhindi’nde sol güçlerin daha serbest çalış­ ülkenin birleştirilmesi yönünde Fransızlarla masına olanak sağladı. Blum hükümetinin bir anlaşma gerçekleştirmekti. Görüşmeler 1937’de düşmesinin ardından Çinhindi’nde Ekim 1945 sonlarında başladı. Ama Fransızbaskılar geri geldi, 1938’de de Halk Cephesi lar bağımsızlık konusunu konuşmayı redde­ tarihe karıştı. dince Ho açmazda kaldı. Düğüm mart II. Dünya Savaşı vc Vietnam Dcvleti'nin ayında çözüldü. Kendi payına Ho Şi Minh, kurulması. Ho 1938’de Çin’e döndü, birkaç yeni hükümete Viet Minh’den başka partile­ ay Mao Zedong’la birlikte Yan'an’da (Yerin de girmesini kabul etti. Bununla, Frannan) kaldı. 1940'ta Fransa’nın Almanya’ya sızlara karşı isteklerini daha geniş bir taba­ yenilmesi üzerine Ho ve yardımcıları Vo nın desteğine dayandırmayı amaçlıyordu Nguyen Giap ile Pham Van Dong bu Bu sırada Fransızlar da Çin askerlerinin durumdan yararlanmaya çalıştılar. Ho Şi çekilmesini sağlamak amacıyla Çin’e bir Minh (Aydınlatan Kişi) adını bu sıralarda diplomatik heyet yollamıştı. Çinlilerin çekil­ kullanmaya başladı. Ocak 1941’de Vietnam mesi sağlandıktan sonra Ho 6 Mart’ta Fran­ sınırını geçen üç önder, beş yoldaşlarıyla sızlarla bir anlaşma imzaladı Anlaşmaya birlikte mayısta Vietnam’ın Bağımsızlığı göre Vietnam “kendi hükümeti, ordusu ve İçin Devrimci Birlik (Viet Nam Doc Lap mâliyesi olan özgür bir devlet" olarak tanı­ Dong Minh Hoi) adh örgütü kurdular. Viet nıyor, ama Paris’in belirleyici olduğu Fran­ Minh olarak anılan bu örgütün kuruluşu sız Birliği’nin üyesi sayılıyordu. 12 gün VietnamlIlara özgü milliyetçiliğe yeni bir sonra Leclerc, sınırlı bir bölgede kalmak güç kazandırdı. üzere birkaç tabur askerle Hanoi’ye girdi Yeni örgüt Çin’deki Çan Kay-şek hüküme­ I. Çinhindi (Fransız Çinhindi) Savaşı tinden yardım istemek zorunda kaldı. Ama (1946-54). Anlaşma, her iki taraftaki aşın Ho’ya komünist olduğu için güvensizlik eğilimler için doyurucu olmaktan uzaktı Ho duyan Çan Kay-şek onu tutuklattı. Ho Şı Minh bir dizi konferans vermek üzere Çin’de tutuklu kaldığı 18 ay süresince HaHaziran-Eylûl 1946 arasında Fransa’da bu­ Eishane Defteri adh ünlü kitabını yazdı; lunduğu sırada Fransız hükümetiyle ikinci itapta klasik Çinceyle kaleme alınmış, me­ bir anlaşma yaptı. Ama Fransız ve Vietnam lankoliyle ve stoacı düşüncelerle devrim birlikleri arasında çıkan bir çatışmadan son­ çağrısını kaynaştıran kısa şiirleri yer alıyor­ ra bir Fransız kruvazörünün Haiphong ken­ du. Ho’nun arkadaşları, Güney Çin’deki tine ateş açması (20-23 Kasım 1946) üzenne savaş ağalarından Jiang Fakui’nin aracılığıy­ banş bozuldu. Yaklaşık 6 bin VietnamlI la, Jıang’ın Çinhindi’ndeki çıkarlarını Fran­ öldürüldü ve dostça bir çözüme vanlması sa’ya karşı destekleme vaadi karşılığında umudu yok oldu. Düş kırıklığına uğrayan, Ho’nun serbest bırakılmasını sağladılar. aynca sağlığı da bozuk olan Ho Şi Minh, 1945’te VietnamlI devrimcilere iktidar yo­ militan yandaşlannın misilleme isteklerine lunu açan iki olay gerçekleşti. Japonlar karşı koyamadı ve 19 Arahk’ta I. Çinhindi Çinhindi’ni bütünüyle ele geçirerek bütün Savaşı başladı. Fransız yöneticileri ya hapsettiler ya da Kuzey Vietnam’ın uzak bir yöresine sığı­ öldürdüler. Bundan altı ay sonra da ABD, nan Ho birkaç ay sonra Paris'le yeniden Hiroşima’ya atom bombası attı ve Japonya ilişki kurmayı denedi; ama kendisine önentam bir yenilgiye uğradı. Böylece Ho Şi len koşullar kabul edilecek nitelikte değildi. Minh ve Viet Minh en güçlü iki düşmanın­ 1948'de Fransızlar, Ağustos 1945'teki dev­ dan kurtulmuş oldu. rim üzerine tahtı bırakmış olan eski Annam Ho Şi Minh bu fırsatı iyi değerlendirdi. (Vietnam) imparatoru Bao Dai'yi ülkeye Birkaç ay içinde ABD askeri birlikleriyle geri göndermeyi önerdiler. Fransızlar Viet ilişki kurdu ve ABD’nin gizli bir istihbarat Minh’i zayıflatmak için Vietnam’ın gelenek­ örgütü olan Stratejik Hizmetler Dairesi'yle sel egemen sınıfını desteklemeye çalışıyor­ (OSS) Japonlara karşı işbirliğine başladı. lardı. Ama bu politika da başanh olmadı Viet Minh gerillaları da Güney Çin dağla­ Giap’ın komutasındaki Viet Minh ordusu rında düşmana karşı savaşıyordu. Fransız ve Bao Dai’nin birliklerini gerilla ve Vo Nguyen Giap’ın oluşturduğu komando terör taktikleriyle durdurdu. 1953’ün sonla­ birlikleri 1945 ilkbaharında Ho nun yöneti­ rına doğru kırsal kesimin büyük bölümü mi altında Vietnam’ın başkenti Hanoi’ye Viet Minh’in denetimine girdiği gibi büyük doğru yürümeye başladı. Japonların Müttekentler de kuşatıldı. Fransızlar 7 Mayo fikler’e teslim olmasından sonra komando 1954'te Dien Bien Phu’da kesin bir bozguna birlikleri 19 Ağustos’ta Hanoi’ye girdiler. uğrayarak görüşmelere başlamak zorunda Sonunda 2 Eylûl’de, Ba Dinh Meydanı'nda kaldılar. toplanmış büyük bir kalabalığın önünde Ho Cenevre Anlaşmaları ve II. Çinhindi (Viet­ Şi Minh ABD Bağımsızlık Bildirgesi'ni nam) Savaşı (1965-75). Sekiz ülkenin temsil­ anımsatan sözcüklerle, Vietnam’ın bağım­ cileri soruna çözüm bulmak üzere Mayıssızlığını ilan etti. Temmuz 1954'te Cenevre’de toplandılar Ama Viet Minh’in önündeki bütün engel­ Vietnam’ı, biri Ho Şi Minh’in, öbürü Bao ler temizlenmemişti. Müttefikler arasındaki Dai’nin yandaşlarından oluşan iki ayn fieyet bir anlaşma uyarınca, 16. paralelin kuzeyin­ temsil etti. 1956'da yapılacak seçimlere de­ de Japonların yerini Çan Kay-şek'in birlik­ ğin Vietnam’ın 17. paralelden geçen bu lerinin alması gerekiyordu. Daha da önemli­ sınırla ikiye ayrılması, bu tarihten sonra si. artık özgürlüğüne kavuşmuş olan Charles VietnamlIların birleşik bir hükümet kurma de Gaulle önderliğindeki Fransa, Vietnam’ lan kararlaştırıldı. ın bir oldubittiyle bağımsızlığını kazanmış Ho’nun Cenevre görüşmelerindeki etkisini olmasını kabullenmek niyetinde değildi; çok değerlendirmek güçtür. Görüşmelerde Ho’ geçmeden Vietnam üzerinde denetimini ye­ yu sadık yardımcısı Pham Van Dong temsil niden kurmaya girişti. General Leclerc 6 ediyordu. Viet Minh’in ülkenin ikiye bölün-

meşini vc savaş sırasında elde ettiğinden daha dar bir bölgenin denetimini kabul ederken gösterdiği ılımlı tutum, Ho'nun Fransa’yla 1946 anlaşmasını imzalarken izle­ diği çizgiyle çakışıyordu; ayrıca Sovyetler Birliği ve Çin’in baskılarına da bir yanıt niteliğindeydi. Ama bu esnek tutum Vict Minn in istediğini elde etmesini sağlamadı. Bu sırada bir oldubitti sonucunda kurulan Güney Vietnam ile ABD'nin, ülkenin bir­ leşmesini sağlayacak seçimleri belirsiz bir tarihe ertelemeleri Hanoi’nin aleyhine oldu. Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (Kuzey Vietnam) güneyin geniş tarım arazilerinden koparılmış yoksul bir ülkeydi. Ho ve arka­ daşları, güçlü müttefikleri Çin ve Sovyetler Birliği’mn yardımına başvurmak zorunday­ dı. Bu olumsuz koşullarda Ho Şi Minh yönetimi baskıcı ve totaliter bir nitelik kazandı. 1955-56’da girişilen tarım reform­ ları zorla ve baskıyla uygulandı. Ama Kuzey Vietnamhlar arasında yaygınlaşan adıyla Ho “Amca", Troçkistlerin ve burjuva milliyet­ çilerinin 1945-46’da partiden amansız bir biçimde temizlenmesine karşın büyük popü­ laritesini korumayı başardı. Yaşlı devlet adamı diplomaside daha şans­ lıydı. 1955’te Moskova ve Pekin’e, 1958'dc Yeni Delhi ve Cakarta’ya gitti. Güçlü sosya­ list müttefikleri arasında bir denge tuttur­ mayı, 1960’taki Moskova yolculuğu sırasın­ da aracılık yapmayı bile başardı. Eski alış­ kanlıklarıyla ya da belli bir tercih sonucunda Sovyetler Birliği’ne yakınlık duyuyordu ama Çin’in Asya devrimindeki öncü rolünün de bilincindeydi. Çin’in kıtadaki etkisini azalt­ mak için Sovyetler Birliği ile ilişkilerini kullanarak ve her şeyden önce Vietnam'ın haklarını korumaya özen göstererek iki büyük ülke arasındaki dengeyi ustalıkla korudu. Savaş yeniden başladığında her iki devletten de eşit ölçüde yardım sağladı. 1959’dan sonra Kuzey Vietnam yeniden savaşa girdi. Güney Vietnam’da Vietkong (Viet Nam Cong San) diye bilinen Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi güçleri, ABD des­ tekli Ngo Dinh Diem yönetimine karşı silahlı ayaklanmaya girişmişti. Eski Viet Minh savaşçıları olan Vietkong önderleri. Kuzey Vietnam’dan yardım istediler. Ho Şi Mınh’in önderliğindeki İşçi Partisi’nin (Lao Dong) Merkez Komitesi Temmuz 1959’da kuzeyde sosyalizmin kuruluşunun güneyle birleşmeye bağlı olduğunu karara bağladı. Bu politika İşçi Partisi’nin kısa sûre sonra Hanoi’dc toplanan üçüncü kongresinde de onaylandı. Kongre sırasında Ho Şi Minh Earti genel sekreterliğini Le Duan'a bıraktı. ievlet başkanlığını sürdürdüyse de bu ta­ rihten sonra etkinliği daha çok perde arka­ sında kaldı. Eski yandaşlan Pham Van Dong, Truong Chinn, Vo Nguyen Gıap ve Le Duan’ın yönlendirdiği hükümet üzerin­ deki büyük etkisini korumakla birlikte, yö­ netimle daha az ilgilendi ve halkın gözünde bir simge durumuna geldi. Hiçbir zaman Stalin, Mao, hatta Tİtaya benzer bir kişiye tapınma öğesine dönüşmeyen Ho’nun hal­ kın gözündeki kimliğini Ho Amca adı çok iyi yansıtır. Ho, her şeyden önce, bölünmüş Vietnam ulusunun birliğini simgelemiştir. ABD’nin 1965’te Kuzey'e karşı hava saldı­ rılarını başlatması üzerine ülkeyi kasıp ka­ vuran çatışmada da Ho kesin bir tutum aldı. 17 Haziran 1966’da halkına yaptığı çağrı Kuzey Vietnam davasının sloganı oldu. 15 Şubat 1967’de ABD başkam Lyndon Johnsoıı’ın özel mesajını, "bombaların tehdidi altında pazarlık yapmaya asla yanaşmayaca­ ğız” diye yanıtladı. Uzun sürecek barış görüşmelerinin ancak başlangıcını görebile­ cek kadar yaşadı. 20. yüzyıl devrimcileri arasında büyük dev­ letlerin sömürge düzenine karşı en uzun ve zorlu mücadeleyi Ho verdi. Bu mücadelenin

sonuçlarından biri, cn güçlü kapitalist ülke ABD'nin ulusal yaşamında derin bir bunalı­ mın patlak vermesi oldu. Marksist kişiliğiyle Ho, 1960'larda gelişen "ulusal komünizm" akımının öncülerinden biri olarak Tito'yla, devrimci mücadelede köylülüğün önemim vurgulaması bakımından da bir ölçüde Mao ZccJong'la karşılaştırılabilir.

Ho Şi Minh, Vietnam dilinde

dianh phö

hö ati minh.

eskiden (1976’ya değin), saygon Vietnam'ın cn büyük kenti. Eskiden Fransız protektorası Nam Ky'mn (1862-1954) ve Güney Vietnam'ın (İ954-75) başkentiydi. Mekong Deltasının kuzeyinde vc Saygon Irmağı (Song Gai Gon) kıyısında yer alır. Güney Çin Denizinden 80 km içeridedir.

Ho Şİ Minh den bir gece görünümü A9C Ajansı

Ho Şi Minh kentinin bulunduğu alan uzun yıllar Kamboçya Kralhğı'nın bir parçası olarak kaldı. Vietnamhlar bölgeye ilk kez 17. yüzyılda girdi. Fransa’yla ilişkiler Fran­ sız tüccar ve misyonerlerinin 18. yüzyılda bölgeye yerleşmesiyle başladı. Fransızların 1859’da ele geçirdiği kent, Vietnam impara­ toru Tu Duc'un da tanımasıyla I862'de resmen Fransız yönetimi altına girdi. Sonra­ ki yıllarda Nam Ky'mn merkezi olarak büyük bir liman kentine ve güzel villaların, görkemli kamu binalarının ve ağaçlarla çev­ rili bulvarların süslediği bir metropol kenti­ ne dönüştü. Bu arada kentten kuzeye ve güneye giden demiryolları inşa edildi. Ja­ ponların 1940’ta Saygon’u işgal etmesine karşın, Fransızların Vietnam’daki yönetimi I945’e değin sürdü. Kent II. Dünya Savaşı'ndan büyük bir zarar görmedi. Japonların 1945’te teslim olmasının ardın­ dan, Ho Şi Minh yönetimindeki Viet Minh örgütü Hanoi'de Vietnam'ın bağımsızlığını ilan etti. Saygon'da yapılan kutlamalar bir ayaklanmaya dönüştü. Fransız birliklerinin kentin denetimini ele geçirmesiyle I. Çınhindi (Fransız Çinhindi) Savaşı (1946-54) başladı. Savaş, Vietnam’ı güney ve kuzey olarak ikiye bölen Cenevre Konferansıyla 1954’te sona erdi. Güney Vietnam’ın baş­ kenti olan Saygon'un kültürel ve siyasal yaşamı, Kuzey Vietnam'dan gelen göçmen­ lerle daha zengin ve karmaşık bir yapı kazandı. 1960’lar ve 1970’lerin ilk yıllan boyunca süren II. Çinhindi (Vietnam) Savaşı (1965-75) sırasında Saygon, ABD askeri harekâtının karargâhıydı. Kentin bazı bö­ lümleri 1968'deki çarpışmalarda yerle bir oldu. 30 Nisan 1975'te Kuzey Vietnam kuvvetle­ rince ele geçirilen ve adı Ho Şi Minh olarak değiştirilen kent, yönetim merkezi olma özelliğini yitirdi Öte yandan kentin nüfusu­ nu vc ithalata bağımlılığını azaltmak ve ticari kuruluşları millileştirmek amacıyla yo­ ğun çaba gösterildi. 1975’ten sonra özel şirketlerin çoğu kapa­ tıldı ya da üretimlerine ara verildi. Ote

359

Hoa Binh

yandan kendine yeterlilik dkesıne dayalı yeni yatırımlara girişildi. Günümüzde devle­ te ait bir işletme, yerli malzemeden yapılan mobilya, halı, lake boya ve daha birçok el sanatı ürünlerim ihraç etmektedir. Fransız sömürgeciliği döneminden kalma çok sayıda Batı tarzı bina, Ho Şi Mınh'e o dönemde verilen Avrupa kenti görünümünü bugün de yansıtır. Vietnam Savaşı sırasında kentte bulunan lüks bar ve restoranların çoğu kapatılmıştır. 1912'de kurulduğunda Batılılar için bir toplumsal etkinlik merkezi olan şık Ccrclc Sportif bugün halk müzesi­ dir. Yirmi yıl boyunca Ulusal Meclis Binası olarak kullanılan eski opera binası ulusal tiyatroya dönüştürülmüştür. Saygon Üni­ versitesi Ho Şi Minh Üniversitesi adı altında yeniden yapılandırılmıştır. Tan Son Nhut Havalimanı ndan Vietnam Havayolları’nm ülkenin öteki kentlerine, Air France' in ise Paris'e düzenlediği tarifeli seferler yapılır. Nüfus (1989) 3J69.135

Ho Şi Minh Yolu, Kuzey Vietnam ve Vietkong birliklerinin Vietnam Savaşı (1955-75) sırasında Güney Vietnam. Laos ve Kamboçya’yla ulaşım ve haberleşmeyi sağlamak için kullandıktan yol. Dağlardan ve cangıllardan geçen çok sayıda patika­ dan oluşur. 1959'da Kuzey Vietnam yöne­ timi tarafından Çinhindi'ndekı ayaklan­ macıları desteklemek ve gereksinimleri­ ni karşılamak için kullanılmaya başla­ mıştır. Yolun Laos'takı Annam Sıradağ­ larının üst yamaçlannda, yaklaşık 480 km boyunca uzanan ve bir bölümü Fransız sömürgeciliği döneminden kalma bir dizi karayolu, patika ve keçiyolundan çeşitli gizli girişleri vardır. Vietnam’ın kuzeyindeki baş­ kent Hanoi'nin güneyinden başlayan ana­ yol, güneybatıya doğru kıvrıldıktan sonra Mu Gia Geçidinden geçerek Laos'un Khammouane iline girer. Buradan Laos’un doğu sının boyunca güneye doğru ilerler. Yolun bu kesiminde, çeşitli geçitleri ve sırtlan aşarak Güney Vietnam’la bağlannyı sağlayan en az dokuz tali yol ya da çıkış vardır. Bunlann en önemhlen Hue’nin gü­ neybatısında yer alan A. Shau'dakı vadi ile Khe Sanh'dadır. Ho Şı Minh Yolu’nun Sihanouk Yolu olarak bilinen büyük batı kolu, Laos'un güneyinde Boloven Platosunun doğu sını­ rından geçerek Kamboçya'nın kuzeydoğu­ suna girer. 1960'lann başında trafik yoğun­ luğu önemli ölçüde anan ve yeni patikaların açılmasıyla daha geniş bir alana yayılan yol. Vietnam Savaşı sırasındaki ABD bombardımanlanndan çok zarar görmemiştir. Annam Sıradağlannın doğusunda, yolun Vietnam sınırlan içinde kalan kesimi boyunca uzanan Truong Son (Annam Sıradağlan) Yolu’nun yapımına 1960'larda, kaplanmasına ise 1970’lerde başlanmıştır. 1974’e gelindiğinde Ho Şı Minh Yolu çevresinde hastaneler, yakıt tanklan, gizlen­ miş silah depolan ve cephanelikler bulunan, bazılan kaplanmış bir dizi yoldan oluşuyor­ du. Ho Şı Minh Yolu, Vietnam Savaşı boyunca Kuzey Vietnam birliklerinin başlı­ ca ikmal yolu olarak kaldı. Ho-t’ien bak. Hotan

Ho Yen bak. He Yan

Hoa Binh, Vietnam’ın ortakuzeyınde, Ha Son Binh ilinin (tınJı) merkezi kasaba. Hanoi'nin yaklaşık 75 km günevbatısında. Kara Irmağın (Song Da) kayışındadır. Kızıl Irmak (Song Hong) Deltasının güneybatı sınırlarını oluşturan bir platoda yer alan

Hoa Hao

360

Hoa Binh’de pirinç ve orman ürünleri tica­ reti yapılır. Nüfusunun büyük bölümünü Muonglar oluşturur.

Hoa Hao, tam adı phat giao hoa hao. Budacı reformcu Huynh Phu So’nun 1939’da Vietnam’da kurduğu milliyetçi ve yabancı düşmanı Yeni-Budacı gizli örgüt. Cao Dai mezhebiyle birlikte Fransız ve Japon sömürgecilere karşı silahlı mücadele­ yi ilk başlatan gruplardan biridir. Güney Vietnam’ın verimli Mekong Delta­ sında köylülere, kiracı çiftçilere ve tanm işçilerine dayanarak örgütlenen Hoa Hao, II. Dünya Savaşı'nda Japon işgali sırasında hızla gelişti ve güçlendi. Savaştan sonra hem Fransız sömürgecilerine, hem Ho Şi Minh’in önderlik ettiği Viet Minh hareketine karşı tavır alarak siyasal mücadelesini bağımsız bir güç olarak yürüttü. 1954’ten sonra Cao Dai yandaşlarıyla birlikte, ABD’nin destek­ lediği Başkan Ngo Dinh Dıem hükümetine karşı silahlı mücadeleye başladı, örgüt, Diem’in öldüğü 1963 öncesinde Güney Vi­ etnam’ın güney ve batısındaki bazı illerde denetimi ele geçirmişti. Hoa Hao üyelerinin birçoğunun 1960’lann sonlarında Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılmasına karşın, ör­ güt komünistlerin 1975’teki kesin zaferine değin Vietnam politikasında önemli bir güç olarak varlığını sürdürdü. Hoad, Lew, asıl adı levvis alan hoad (d. 23 Kasım 1934, Sidney, Avustralya), Avustral­ yalI tenisçi. 1950’lerde 13 önemli tekler ve çiftler şampiyonluğu kazanmıştır. Rakibi ve partneri Ken Rosevvall ile birlik­ te, 1953’te Avustralya’nın ABD’yi yenerek Davis Kupası’nı kazanmasını sağladı. Kupa karşılaşmalarında yenilmez bir çift oluştu­ ran ikili sayesinde Avustralya Davis Kupası’ m 1955 ve 1956’da da kazandı. Hoad ve Rosevvall, çiftlerde 1953’ün VVimbledon, Fransa, Avustralya ve İtalya tenis turnuva­ larında birinci oldular. 1956’da Hoad, VVimbledon teklerde Rosevvall’ı yenilgiye uğrattı. Avustralya ve Fransa turnuvaların­ da da teklerde birinci olmasına karşın ABD turnuvasında Rosevvall’a yenildiği için granşilem yapamadı. 1957’de VVimbledon tekler şampiyonluğu­ nu kazanan Hoad kısa süre sonra profesyo­ nelliğe geçti, Pancho Gonzales’ın turneleri­ ne katıldı. Ama oyun stili ciddi sırt ağrıları­ na yol açtığından 1960’larda tenisi bırakmak zorunda kaldı. 1970’lerde kısa bir süre yeniden turnuvalara katıldıysa da başarılı olamadı.

Hoang Lien Son, Vietnam’ın kuzeybatı kesiminde il (rin/ı). Yüzölçümü 14.852 km2’dir. 1976’da eski Lao Cai ve Yen Bai illeriyle eski Tay Back özerk bölgesinin Nghia Lo ilinin birleştirilmesiyle oluşturul­ muştur. Genelde dağlık bir yöredir. Kuzeyin­ de Çin’in Yunnan yönetim bölgesi bulunur. Kızıl Irmak (Song Hong) ve Chay Irmağı (Song Chay) ili kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda geçer. Kızıl Irmağın sol yakasını izleyen Haiphong demiryolu Çin sının yakınında önemli bir stratejik nokta olan il merkezi Lao Cai’dan geçerek Çin’e ulaşır. Hemen tümü ormanlarla örtülü olan dağlann yüksekliği 3.000 m’yi aşar. Başlıca tanm ürünleri şalgam, mısır, çay, Eirinç (özellikle Nghia Lo yakınlannda), avun, erik, şeftali, tatbpatates, fasulye, portakal, tarçın ve duttur. Devletçe ağaç­ landırma ve büyükbaş hayvan besiciliği programlan yürütülmektedir. İlde bir apatıt madeni vardır; Lao Cai’de bir karbür fabri­ kası bulunur. II nüfusunun yaklaşık üçte

ikisini Meo, Day, Yao, Tay ve Muong halkları oluşturur. Vietnanılılann 1930’da Fransız sömürge yönetimine karşı ayaklan­ ması ilin güneydoğusundaki Yen Bai kasa­ basında başlamıştır. Çin birlikleri 1979’daki sınır çatışmalannda ilin 40 km kadar içlerine girdikten sonra geri püskûrtülmüştür. Nüfus Ö9S9) 1.032.000.

Hoare, Sir Samuel (John Gumcy), 2. Baronet. 1944’tcn sonra chelsea vikontu templevvood olarak da bilinir (d. 24 Şubat 1880, Londra - ö. 7 Mayıs 1959, Londra, İngiltere), 1935 Hindistan Yönetimi Yasası’ nın yaratıcılarından İngiliz devlet adamı. İtalya'nın Etiyopya üzerindeki talepleri ko­ nusunda dışişleri bakanı (1935) olarak getir­ diği öneriler (Hoare-Laval Planı) tepkiyle karşılanmıştır. Oxford'da, Nevv College’da ve Harrovv Okulu’nda öğrenim gördü. 1910’da Chelsea’ den parlamentoya girdi, 1944’e değin bu seçim bölgesini temsil etti. 1915’te babası Sir Samuel Hoare’dan baronet unvanını devraldı. I. Dünya Savaşı şırasında subay olarak, Rusya (1916-17) ve İtalya’ya (191718) gönderilen heyetlerde görev aldı. Savaş­ tan sonra 1922’de Muhafazakâr hükümet­ lerde havacılık bakanı oldu. 1924'te İşçi Partisi’nin iktidara geldiği kısa dönem dışında 1929'a değin bu görevde kaldı, Ingiltere’de hava kuvvetlerinin kurulmasına katkıda bulundu. 1931’den 1935’e değin Hindistan’dan sorumlu devlet bakam olarak yeni Hindistan anayasasının oluşturulması ve savunulması gibi ağır bir görevi üstlendi. Bu amaçla parlamentoda 15 bin soruyu yanıtladığı, 600 konuşma yaptığı ve 25 bin sayfalık rapor okuduğu hesaplanmıştır. Hoare 7 Haziran 1935’te dışişleri bakanı oldu. İtalya-Etiyopya Savaşı patlak verdik­ ten sonra, Etiyopya topraklarının İtalya ile Etiyopya arasında paylaştırılması için Fran­ sız dışişleri bakam Pierre Laval’le birlikte Hoare-Laval Planı'nı hazırladı. Bu öneri hemen büyük tepki çekti ve Hoare'ı 18 Aralık 1935’te istifa etmek zorunda bıraktı. Hoare, Haziran 1936'da deniz kuvvetlen birinci lordu olarak yemden hükümete gir­ di. Mayıs 1937’de de Neville Chamberlaın hükümetinde içişleri bakanlığına getirildi. Münih Antlaşması’m hazırlayan iç kabine­ nin üyelerinden biri olarak, bu antlaşmanın en sadık savunucuları arasında yer aldı. Bu tutum, onun Nazizmi yatıştırma yanlısı ola­ rak tanınmasına ve bu nedenle saygınlığını büyük ölçüde yitirmesine yol açtı. II. Dünya Savaşı'nıo patlak vermesinden ve 1940'ta Churchill’in başbakanlığa getirilmesinden sonra Hoare’ın parlamentodaki görevi sona erdi. Savaş sırasında Ispanya'da büyükelçi­ lik yaptı (1940-44). 1944'te Vikont Temple­ vvood unvanını aldı, kısa süre sonra da kamu görevlerinden çekildi. Hoare’ın kitapları arasında The Foıırth Seal (1930; Dördüncü Mühür), Ambassador on Spccial Mission (1946; Özel Görevli Büyükelçi), The Unbroken Thread (1949; Kopmayan İplik), The Shadow of ıhe Gallows (1951; Darağacının Gölgesi), Nine Troubled Years (1954; Sıkıntılı Dokuz Yıl) ve Empire of ıhe Air (1957; Hava İmpara­ torluğu) sayılabilir.

hoazin (Opisthocomus hoazin), başta Orinoco ve Amazon havzaları olmak üzere Güney Amerika’nın sıcak bataklık bölgele­ rinde yaşayan kuş türü, önceleri GalTiformes takımına yerleştirilen hoazinler yumur­ ta akı proteinlerinin analizi sonucunda Cuculiformes takımının Cuculidae familyasının Crolonhaginae altfamilyasına alınmıştır. Uzunluğu 65 cm kadar, ağırlığı 1 kg’den azdır. Uzun bir kuyruğu ve tepeliği vardır. Üst bölümleri kahverengi çizgili, alt bölüm­

leri sarımsıdır. Çıplak yüz densi maviye çalar. Dişi vc erkeğin dış görünüşü aynıdır. Yetişkin kuşlar kısa mesafeler boyunca be­ ceriksizce uçabilir. Bataklık bitkileriyle bes­ lenen hoazinler besinlerini öbür kuşlar gibi taşlıklarında değil kursaklarında sindirir. Hoazinler çiftleşmek ve yavrulan birlikte büyütmek için 3-6 kuşluk gruplar oluşturur. Suya uzanmış bir dala yapılan derme çatma yuvaya 2-5 tane küçük, sarı üstüne mavi benekli yumurta bırakırlar. Yumurtadan 28 günde çıkan yavnılann kanatlannın büküm

Hoazin (Opisthocomus hoazin) Mur en Butler’m çizimi

yerlerinde ağaçlara tırmanmalannı sağlayan ikişer pençe vardır. Hoazınlerin olasılıkla Fransa’da Üst Eosen Bölümde (y. 54 milyon yıl önce) ve kesin olarak Kolombiya’da Üst Miyosen Bölümde (y. 26 milyon yıl önce) yaşadığı anlaşılmak­ tadır.

Hoban, James (d. y. 1762, Callan, Kilkenny ili, İrlanda - ö. 8 Aralık 1831, Washington, D.C., ABD), VVashington, D.C.’de ABD başkanlannın resmi konutu olan Be­ yaz Saray’ın miman. Meslek yaşamı boyunca Ingiliz George üslubuna bağlı kalmıştır. ABD’ye Bağımsızlık Savaşı'ndan sonra göç etti; önce Philadelphia'ya, sonra da Güney Carolina’ya yerleşti. Columbia’dakı eski Eyalet Meclis Binası'nın (1791; 1865’te yandı) tasarımını yaptı. Yapının cephesin­ de, L'Enfant'm Nevv York kenti için hazırla­ dığı ve pek çok yerde resimleri yayımlanan Merkezi Hükümet Binası projesini örnek almıştı. George VVashington’ın önerisi üze­ rine 1792’de başkente giderek başkanlık konutu için açılan proje yarışmasına katıldı Hazırladığı projeyle birinci olarak hem Be­ yaz Saray ı yapmakla görevlendirildi, hem dc ödül olarak 500 dolar ve Washington, D.C.’de bir arsa kazandı. Temeli 1793’te atılan Beyaz Saray’ın yapımı 1801’e değin sürdü. Hoban, 1812 Savaşı’nda( ) * zarar gören yapının yenilenmesini de yönetti Beyaz Saray’ın tasarımı, genelde Dublin'de­ ki Leinster Evi’nin ve James Gibbs’in Lon­ dra’da yayımlanan A Book of Archıtecıurt (1728; Bir Mimarlık Kitabı) adlı kitabındaki 51 No’lu levhada yer alan yapının ön cephe­ sinin etkilerini taşır. Hoban 1793-1802 arasında da, sVılliam Thomton’ın taşanını olan Capitol’un yapı­ mında denetim görevlilerinden biri olarak

çalıştı. VVashington, D.C.'de bundan başka Büyük Otel (1793-95), Küçük Otel (1795) vc Hükümet için yaptığı son iş olan Devlet vc Savaş Bakanlığı (1818) gibi yapılar ger­ çekleştirdi.

Hobart, Avustralya'da, Tasmanya'nın merkezi, en büyük kenti ve ana limanı. Eyaletin güneydoğu ucunda Dcrvvent Irma­ ğı halicinin (genişliği 3 km) batı yakasında ve denizden 19 km içerde yer alır. Avustral­ ya’nın en güneydeki kentidir. Kentin arka filanında, genellikle karla kaplı olan Wclington Dağı (1.270 m) yükselir. Halici 1798’de keşfeden İngiliz denizci Gcorge Bass çevreden çok etkilendi. Beş yıl sonra. Yeni Güney Galler valisi Philip Gidley King henüz Ingilizlerin denetiminde olmayan yörelere Fransızların saldırısını ön­ lemek amacıyla bir subayı Dcrvvent üzerin­ deki Risdon Koyunda bir yerleşme kurmak­ la görevlendirdi. Yerleşmeye o dönemin sömürgeler bakam Buckinghamshirc 4 kontu Robert Hobart onuruna Hobart Town adı verildi. Kent 1804’te Sullıvan Koyundaki bugünkü yerine taşındı. 19. yüz­ yıl ortalannda, okyanusun güneyinde yapı­ lan balina avcılığı için önemli bir liman durumuna geldiyse de, Tasmanya Adasının anakaraya göre kısıtlı olanakları kentin ge­ lişmesini engelledi. Hobart 1842'de kent. 1852’de belediye statüsü kazandı. Belediye 1857’de kentin bir parçası oldu. Hobart’ın gelgitten etkilenmeyen kusursuz bir derin su limanı vardır. Limanın yanı sıra kuzey ve kuzeybatı yönünde yalnız yük taşınan demiryolları ile Channel, Midland. Huon ve Tasman karayolları, ayrıca bir havalimanı kentin ulaştırma ve ticaret merke­ zi olarak gelişmesine katkıda bulunmuştur. Kentte elektrolitik çinko arıtma tesisleriyle (Risdon’da) kalsiyum karbür (Electrona’da), bakır, gazete kâğıdı, dokuma, şekerle­ me, mobilya, meyve işleme, motor ve boya fabrikaları vardır. Hobart'ta Anglikan ve Katolik kated­ ralleriyle Avustralya’nın ilk sinagogu (1843-45) yer alır. Tasmanya Üniversitesi (1890), Parlamento Binası (1834), eyalet kütüphanesi, müzesi ve sanat galerisi Hobart’tadır. Kentte aynca birçok yüksekokul kurulmuştur. Yöredeki eğlence ve dinlence merkezleri Wrest Point Casino (Avustralya’ daki ilk yasal kumarhane), Wellington Da­ ğı, Nclson Sıradağları ile kıyı sayfiyesi Bellerive’dir. Kentin oanliyöleri daha çok hali­ cin batı kıyısına yayılmıştır; doğu kıyısında­ ki banliyölerine Tasmanya (1965) ve Bowen köprüleriyle (1984) bağlanır. Nüfus (1990 tah.) 183.600. Hobart Paşa, tam adı

augustus Charles (d. 1 Nisan 1822, Leicestershire, Ingiltere - ö. 19 Haziran 1886, Milano), 1877-78 Osmanh-Rus Savaşı'nda Osmanlı deniz kuvvetlenne komuta eden İngiliz kaptan ve serüvenci. 1863’te albay rütbesiyle İngiliz Kraliyet Deniz Kuvvetleri’nden emekli oldu. Ameri­ kan İç Savaşı sırasında (1861-65) ablukaya karşın Charleston’a (Güney Carolina) savaş gereçleri taşıyan ve dönüşte pamuk getiren bir Konfederasyon (Güney) gemisinin süva­ riliğini yaptı. 1867’de Osmanlı Devleti'nin hizmetine girdi ve hemen liva amiral (tuğ­ amiral) rütbesiyle Girit’teki Bahriye Ana­ dolu Fırkası’nın komutanlığına getirildi. Gi­ rit’teki Yunan ayaklanmasının bastırılma­ sında başarı gösterince ferik amiral (oranıiral) rütbesiyle ödüllendirildi. Osmanlı-Rus Savaşı’nda Karadeniz’i bütünüyle denetim altına aldı. 1881'de müşir amiralliğe yüksel­ tilen Hobart bu göreve getirilen ilk Hıristiyandı. houarthampden

Hobbema, Meindert,

meyndert hobbema

olarak da yazılır, asıl adı meyndert lubbertszzoon)(v. 31 Ekim 1638, Amsterdam ö. 7 Aralık 1709, Amsterdam, Felemenk), Felemenk manzara okulunun en önemli barok ressamlarından biri. Bütün yaşamını Amstcrdam’da geçirdi. Jacob van Ruisdael'in öğrencisi vc arkadaşıy­ dı. İkisi birlikte gezilere çıkarak taslaklar yaptılar ve çoğunlukla aynı görüntülen be­ timlediler. Hobbema, Kasım I668'de Ams­ terdam belediye başkanının aşçısıyla evlen­ di. Karısının aracılığıyla belediyede küçük bir iş buldu. Sonradan uzun bir süre, bu işi kabul etmesiyle sanat yaşamının sona erdiği görüşü yaygınlık kazandı. Ama başyapıtı olan “Middelharnis Yolu" (Ulusal Galeri. Londra) adlı resmi 1689’da yaptığının anla­ şılması, “Brcderode Şatosu Ralıntılan” (Ulusal Galeri, Londra) adlı resminde de, temizlendikten sonra 1671 tarihinin ortaya çıkması onun resim yapmayı sürdürdüğünü ortaya koydu Hobbema ölümünden sonra, özellikle 18. ve 19 yüzyılda İngiliz koleksıyoncularca çok aranır hale geldiyse de, yaşamı boyunca çok az başarı kazandı ve yoksulluk içinde öldü. 20. yüzyılda ise Fele­ menk manzara okulu /çinde Ruısdael’den sonra ikinci önemli ressam olarak değerlen­ dirildi. Hobbema, doğayı bütün vahşiliğiyle be­ timlemeyi seven Ruisdael’in tersine, yoğun yeşilliğin egemen olduğu, içine köy evleri serpiştirilmiş, aydınlık ve sakin kır manzara­ larını yeğlemiştir. Manzaralarında özenle düzenlediği doğanın yumuşak kıvrımlarını ve birbiri içine geçmiş yeşillikleri ayrıntılı bir biçimde işlemiştir. Ruisdael’in dramatik manzara anlayışına bir yumuşaklık getir­ mekle birlikte, doğanın görkemini koru­ muştur.

Hobbes, Thomas (d. 5 Nisan 1588, WestKırt, Wiltshire - ö. 4 Aralık 1679. Hardvvıck ali, Derbyshıre, İngiltere), İngiliz filozof ve siyaset kuramcısı. Yeni gelişen liberaliz­ min ve o döneme özgü siyasal mutlakıyetçıliğin önemli kavranılan olan bireyin güven­ liği ve toplum sözleşmesi üzenne görüşlen vc yapıtlanyla tanınır. Gençliği. Hobbes’un papaz olan babası bir kavga sonunda ortadan kaybolunca, ailesi­ nin bakımını erkek kardeşi üstlenmek zo­ runda kaldı. Dört yaşında Westport’taki okula, ardından özel bir okula giden Hob­ bes, 15 yaşına geldiğinde Oxford’a bağlı Magdalen Hall’a girdi. Burada zamanının büyük bölümünü gezi kitaplan okuyarak ve haritalan inceleyerek geçirdi. 1608’de me­ zun olunca, kendinden birkaç yaş küçük Willıam Cavendish’ın (sonradan Devonshıre 2. kontu) özel öğretmenliğini yapmaya başladı. 1610’da öğrencisiyle birlikte Fransa ve İtalya’ya gitti. Bu gezisi sırasında O.v ford'da öğrendiği Aristoteles felsefesinin, gezegenlerin devinim yasalarını ortaya ko yan Johannes Kepler ve Galilei'nin buluşları karşısında giderek sarsıldığını gördü. Dönü­ şünde Eski Yunan ve Roma klasikleri üze­ rinde uzmanlaşmaya karar verdi. Bu çalış­ malarının en önemli ürünü olan Thukydides çevirisini, Aıina'dakine benzer siyasal çal­ kantıların yaşandığı 1629'da yayımladı. Ay­ nı yıl, Sir Gervase Clifton'ın oğluna eşlik etmek üzere yeniden yurtdışına çıktı. Felsefeye yöneliş. Hobbes’un ikinci Avrupa gezisi düşünsel yaşamında önemli bir dö­ nüm noktası oldu. Eukleides’ın StoikJıeıa (Elemanlar) adh yapıtını okurken, her bir önermede kanıtlan geriye doğru izleyerek bunlann doğruluklarını belirlemesi, felsefe­ ye ilgisini artırmada önemli rol oynadı. 1630’da eski öğrencisinin oğlu genç Devonshire kontu William Cavendish’e öğret­

361

Hobb«5, Thomas

menlik yapmak üzere Pans’e çağnldı Bu dönemde aydın çevrelerin bir toplantısında karşılaştığı “Duyu nedir?" sorusu, onu yem bir arayışa yöneltti Hobbes. bir yapıtında, kimsenin bu soruya açık bir yanıt veremedi­ ğini belirterek, o andaki düşuncelennı şöyle aktanr: “Maddi nesneler ile bütün parçalan her zaman durağan ya da değişmeyen bir devinim içinde olsaydı, nesneler arasında farklılaşma olmaz, dolayısıyla algılama da

Hobbes, John Mıchael VVngntın bir yağlıboya çalışmasından ayrıntı, Ulusal Portre Galerisi. Londra Nalcrai Ponrıt Ga*y UonCrs

olmazdı. Bu nedenle bütün nesnelerin var­ lık nedeninin devinimin çeşitliliğinde aran­ ması gerekirdi." Bunun üzenne devinimin tikelerini kavrayabilmek için geometnye yö­ nelen Hobbes, bu düşüncelennı, ilk felsefi yapıtı A Short Tract on First Pnncıples'da (tik İlkeler Üzenne Kısa Bir İnceleme) ortaya koydu. Genç Cavendish ile yaptığı üçüncü gezisi sırasında Avrupa’daki yeni düşüncenin tem­ silcileriyle tanışması, bilim vc felsefeye ilgi­ sini daha da artırdı. Böylece sürekli devinim konusuyla uğraşmaya başladı ve temel ger­ çekliğin devinim halindeki madde olduğu sonucuna vardı. Bu gerçekten yola çıkarak, geometrideki gibi kesin tanıtlayıcı kanıtla­ malarla, her şeyin doğasına ulaşma çabasına girdi. Bu görüşlerini, Paris’te Mann Mersenne’in çevresindekılerle, 1636’da da Galılei ile tartışma fırsatını buldu. Ardından Elementa Philosophia (Felsefenin öğeleri) anabaşbğı altında felsefi bir üçleme yazma­ ya karar verdi. Sonraki yıllarda yayımladığı bu yapıtlardan De Corpore'de (İ655. Cisim Üzenne) fiziksel fenomenlerin devinimle açıklanabilirliğini, De Honune'de (1658; in­ san Üzerine) insanın bilgi ve iradesine bağlı bedensel devinimleri. De Cive'de ise (1642; Yurttaşlık Üzerine) kurulu düzenden yola çıkarak toplumda uygun bir örgütlenmeyi ortaya koymayı amaçlıyordu Hobbes 1637'de İngiltere’ye döndüğünde ülkesini siyasal bir kanşıkhk içinde buldu ve felsefi üçlemesinin son kitabını önce yayım­ lamaya karar verdi Bu kitapla, tartışma konusu olan krallık yetki ve haklarının, o dönemde krala ait olduğu kabul edilen egemenliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermeye girişti. Bınncı bölümü insan üzenne, ikinci bölümü yurttaşlık üzenne görüşlerini içeren The tlements ot Law, Natural and Politic (Doğal ve Siyasal Huku­ kun öğeleri) daha yayımlanmadan 1640'ta yazma olarak çeşitli çevrelerde dolaşmaya başladı. Bu yapıtta, Hobbes’un ınsanlann ancak mutlak ve bölünmemiş bir egemen fjüce bağlanma ilkesi ûzennde anlaşmalanya banş içinde bir arada yaşayabilecekten görüşünün yanı sıra, sonradan De Cive ve Levtathan'da. yer alan birçok siyasal ve psiko-

Hobbes, Thomas

362

lojik öğretinin izlerine rastlanır. Bunun­ la birlikte Antik Çağ demokrasisinin dev­ letin kurumlaşmış ilk biçimi olduğunu, gü­ cünü bireyler arasındaki toplum sözleşme­ sinden alan demokratik yöneticinin yetkisini tümüyle bir ya da birkaç kişiye devrederek kendini ortadan kaldırmasıyla monarşi ya da aristokrasinin ortaya çıktığını vurgulayan yapıt, bu noktalarda Leviathan'dan önemli bir farkbhk gösterir. Hobbes’un bu görüşle­ ri o sırada devlet yönetimi konusunda çatı­ şan iki tarafın da (kral yanlıları ve kral karşıtlan) tepkisini çekti. Paris'te sürgün yıllan. 1640’ta mücadelenin kızışması üzerine güvenliğini sağlamak için Paris’e çekilen Hobbes, çok geçmeden In­ giltere’den gelen öteki kaçaklarla ilişkiye geçti. Yeniden Mersenne çevresine katıldı ve Descartes’ın Mtditationes de prima philosophia'sına (1641; ilk Felsefe Üzerine Meta­ fizik Düşünceler-, 1942, 1967) ve Dioptriçue'ine (Işık Kırılması) “itirazlar” yazdı. İ642'de yayımladığı De Cive'de, The Elements of Lavv'un ikinci bölümünün kanıtla­ malarını genişletti ve kilise ile devlet ilişkisi­ ni daha aynntıh bir biçimde ele alan, dinle ilgili bir sonuç bölümü ekledi. Hobbes’a göre Hıristiyan kilisesi ve Hıristiyan devleti aslında bir ve aynı kurumdu ve bu kurumun başı hükümdardı. Bu nedenle hükümdar kutsal metinlen yorumlama, dinsel anlaş­ mazlıktan karara bağlama ve toplumun ibadet biçimini belirleme hakkına sahipti. Hobbes sonraki dört yılını optik ve De Corpore üzerinde çalışarak geçirdi. 1646’da Pans’e sığınmak zorunda katan genç Galler prensine (sonradan II. Charles) matematik dersi vermeyi kabul etti. Sürgünlerle yakın ilişkileri doğa felsefesi üzerinde çalışmasını zorlaştırdığından, yeniden siyaset kuramına yöneldi. 1647’de De Cive’nın genişletilmiş ikinci baskısını, 1651'de İngilizce baskısını yayımladı. 1650’de ise The Elements of Law'un elyazması, Human Nature (İnsan Doğası) ye De Corpore Politico (Siyasi Toplum Üzerine) adlarını taşıyan iki bölüm olarak basıldı. Leviathan. Hobbes’un 1651’de yayımladığı Leviathan; or the Matter, Forme, and Power of a Commonwealth, Ecclesiasticall and Civil (Leviathan ya da Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Gücü) başyapı­ tı olarak kabul edilir. Hobbes bu yapıtın “Of Man" (İnsan Üzerine) ve “Of Commonwealth” (Devlet Üzerine) başlıklı ilk iki bölümünde daha önceki incelemelerinde ele aldığı konulan yeniden işler; “Of a Chnstian Commonwealth” (Bir Hıristiyan Devleti Üzerine) ve “Of the Kingdom of Darkness” (Karanlığın Krallığı) adlı son iki bölümünde ise kutsal metinler üzerine bir tartışmaya girer ve Katolikler ile Presbiteryenlerin, hükümdann haklanna meydan okuma giri­ şimlerini şiddetle eleştirir. Hobbes’un bir düşünür olarak kazandığı ünün temelinde, daha çok insanın kendi benıni ve çıkarlannı önde tuttuğunu savunarak insan felsefesine yaptığı katkılar yatar. Ahlak kuramı açısın­ dan genellikle yararcılığın bir öncüsü sayı­ lan Hobbes, ahlak kurallarına boyun eğme­ yi “barışçıl, toplumsal ve rahat bir yaşanı”ın aracı olarak tamamen dindışı bir temele oturtur. Ama doğa yasalarının Tann’nın buyruktan olduğunu da ekler. Hobbes, siyaset kuramında, önce banş ve güvenlik için gerekli koşulları çözümler, sonra da önerdiği toplum sözleşmesi çerçe­ vesinde bu koşulların yerine getirildiği ideal bir devleti oluşturma yollarını göstenr. Te­ mel kavramı, doğal hukuktan çok, temelde kendini koruma hakkı anlamına gelen doğal

haktır. Hiç kimse, kendi güvenliğine zararlı olacağını düşündüğü bir doğal hukuka göre hareket etmek zorunda değildir. Öte yan­ dan doğal hukuka genelde uyulmazsa barış sağlanamaz. Hobbes’a göre, doğal durumda insanın davranışlarını istek ve korku belir­ ler, bu yüzden de öteki insanlarla sürekli bir Çatışma içine girer. Honıo hornini lııpııs (insan insanın kurdudur) ilkesinin geçerli olduğu bu durumdan insanı kendi usu kur­ tarır. Çözüm, insanları korku içinde tutacak bir güç oluşturarak, herkese, öteki insanla­ rın da iyi davranacağı güvencesinin verilme­ sidir. Bu güç, her bireyin öteki bireylere, seçilen bir kişinin ya da meclisin, herkesin banş içinde yaşaması ve korunması için gerekli gördüğü her türlü buyruğu yerine getireceğine söz vermesiyle yaratılır. Bu yoldan başa geçmiş bir hükümdar, bütün uyruktan göreline son vermek istese bile başta kalabilmelidir. Hükümdann haktan en az yetkileri kadar mutlak olmalıdır; o yalnızca Tann’ya karşı sorumludur. Hü­ kümdar uyruklanna karşı adaletsiz olamaz, çünkü yetkilerini onlardan almıştır. Aynca hükümdar halkına herhangi bir sözleşmeyle de bağlı değildir. Leviathan'ın yayımlandığı sırada 1. Charles ölmüştü; kralcılar mücadeleyi tümüyle kay­ betmiş görünüyorlardı. Hobbes bu durumu göz önüne atarak Leviathan’ın sonunda yeni bir hükümdara boyun eğmenin meşru olaca­ ğı koşullan tanımlama yoluna gitti. Aslında bir uyruğun kendini korumayan bir hükümdan terk etme ve bu güvenceyi verecek bir hükümdara bağlanma hakkına sahip oldu­ ğunu öteden beri savunmuştu. Ama bu görüşün Leviathan'da yer alması, bundan, Ingiltere'ye dönüşünü kolaylaştırmak için yeni yönetimin gözüne girmeye çalıştığı sonucunu çıkaran saray danışmanlarının sert bir saldırıya geçmesine yol açtı. Sürgün­ deki saraydan uzaklaştırılan ve papalığı eleştirdiği için Fransız yetkililerce de kuşkuy­ la karşılanan Hobbes, Paris’te kendisine karşı hoşgörünün giderek azaldığını gördü. 1651 ’in sonunda İngiltere’ye dönerek Cromwell yönetimiyle uzlaştı. Felsefi tartışmalar. Hobbes bu sırada 63 yaşma varmış olmasına karşın, hâlâ dinçliği­ ni koruduğundan, bilimsel çalışmalarını bir çeyrek yüzyıl daha etkin biçimde sürdürdü. Leviathan'da, papayı desteklediği ve eski eğitim biçimine bağlı katarak topluma zarar verdiği gerekçesiyle üniversite sistemine yö­ nelttiği eleştiriler, Oxford’da düşmanlar edinmesine yol açmıştı. 1655'te De Corpore' yi yayımlaması, kendisine saldırmak için fırsat kollayan Oxford'daki öğretim üyeleri­ ni hemen harekete geçirdi. Galilei’nin mekanikteki başarılarının etkisi altında katan Hobbes, De Corpore'de bütün olguları ve hatta duyuyu cisimlerin devinim­ leriyle açıklıyordu. Doğa felsefesine a priori matematiksel yaklaşımından dolayı, deneysel-tümevamn yöntemini savunan Bacon’ dan bütünüyle ayrılıyordu. Hobbes’un en önemli muhalifleri, bu tür bir mekanisl metafiziğe karşı olan ve her ikisi de daha iyi birer matematikçi otan astronomi profesörü Seth Ward ile Arithrnetica İnfinıtorum’un (Sonsuzküçükler Hesabı) yazan John Wallis’di. Hobbes kendisine yöneltilen eleştiri­ leri Sis Lessons to the Professors of Mathematics in the Universiıy of Osford'da (1656; Oxford Üniversitesi Matematik Profesörle­ rine Altı Ders) yanıtladı. 1660’ta da altı diyalog olarak yayımladığı yapıtlarla yeni matematiksel analız yöntemlerine karşı saldınya geçti. Dialogus Physicus, şive de Natura Aeris’te (1661; Fizik ya da Havanın Doğası Üzerine Diyalog) De Corpore'nin tümdengelime dayalı yönteminin tersine, de­ neysel araştırmulan geliştirmeyi amaçlayan

ve 1660’ta Royal Society adını alan grubun öncülerinden Robert Boylc’a ve \Vallis’ın öteki dostlarına karşı ağır suçlamalarda bulundu. Sert ve kinci bir yanıt veren \Vallis, Hobbes’un Leviathan'ı Püritenlerin önderi Oliver Cromsvell'i desteklemek ama­ cıyla yazdığını ve zor durumda bulunan eski efendisini terk ettiğini öne sürdü. Hobbes bu haksız suçlamalara 1662'dc, Mr. Hobbes Considered in His Loyalty, Rcligion, Reputation and Manners (Bay Hobbes’un Sada­ kati, Dini, Ünü ve Davranıştan Ûzenne) başlığıyla yayımlanan bir mektupta yanıt verdi. Biyografik açıdan cok önemli bilgiler içeren bu metinde, “ayaklanma sırasında” kendisinin ve VVallis’in “küçük öykülerim” öylesine etkileyici biçimde anlattı ki Wallıs yanıt verme girişiminde -bile bulunmadı. Hobbes’un 1666’da yayımladığı De Prinapiis et Ratiocinatione Geornetranım (Geo­ metrinin İlkeleri ve Temelleri) yeni bir tartışma başlattı. Geometri profesörlerini küçük düşürmek için yapıtlanndaki belirsiz­ likleri ve yanlışlıklan göstermeyi amaçlayan bu kitabın ardından, Quadratura Circuli, Cubatio Sphaerae, Dııplicatio Cubfde (1669; Dairenin Karelenmesi, Karenin Küplenmesi, Küpün Çiftlenmesi) bu ünlü prob­ lemlere getirdiği çözümleri ortaya koydu. Ama bu çözümler Wallis tarafından hemen çürütüldü. 1678’de son olarak fizyolojik sorunlar üzerine diyaloglardan oluşan Decameron physiologicurn'u (Fizyolojinin 10 So­ rusu) yayımladı. Restorasyon. II. Charles’ın 1660’ta tahta geçerek monarşiyi yeniden kurması, Hob­ bes’a bir kez daha öne çıkma olanağını sağladı. Piskoposların ve adalet bakanının saraya alınmasına tepki göstermesine kar­ şın, kıvrak zekâsından ve nüktelerinden hoşlanan kral kendisine yılda 100 sterlinlik bir maaş bağladı ve portresini de saraydaki galeriye astırdı. Ama Avam Kamarası’nın 1666’da dine hürmetsizliğe ve ateizme karşı hazırladığı yasa tasarısı, Hobbes’u güç duru­ ma düşürdü. Yasa tasarısının gönderildiği komiteye Leviathan’ı da incelemeye alma talimatının verilmesi üzerine, 80’ine yakla­ şan Hobbes tehlikeli gördüğü bazı yazılarını yaktı. Daha sonra heretiklik yasasını incelemeye başladı ve araştırmalarının sonucunu üç kısa diyalogla ve An Historical Narration Conccrning Heresy and the Punishmenl Thereof (1680; Heretikliğe ve Cezasına İliş­ kin Tarihsel Bir Öykü) adlı bir incelemede açıkladı. Bu yapıtında soruşturma mahke­ mesinin kaldırılmasından sonra (kendisini yargılayabilecek) hiçbir heretiklik mahke­ mesinin kurulmadığını ve yalnızca Nıkaıa (İznik) Amentüsü’ne (325) ters düşen gö­ rüşlerin heretik sayılabileceğini ilen sürdü Parlamentonun heretiklik yasa tasarısını ge­ ri çekmesine karşın, Hobbes bir daha insan davranıştan ûzenne herhangi bir yazı ya­ yımlama izni alamadı. Son yılları. Ülkesinde birçok düşman kaza­ nan Hobbes, yurtdışında ise o sırada hiçbir İngiliz vatandaşının elde edemediği bir üne ve saygınlığa ulaştı. İngiltere’ye gelen he­ men her seçkin konuğun görüşmek istediği bir kişi olarak kaldı. Son yıllannda Eski Yunan ve Roma klasikleri üzerindeki çalış­ malarına döndü. Yer yer dokunaklı ve kendini beğenmiş bir anlatıma kaymaklı birlikte tatlı bir mizah havası taşıyan Latince otobiyografisini 84 yaşında yazdı. 1675’te “Conceming the Virtues of an Heroic Poem” (Bir Kahramanlık Şiirinin Erdemlen Üzerine) başlıklı canlı bir önsözle birlikte Odysseia'nın düzensiz uyaklı İngilizce çevire­ ni, ertesi yıl da ilyada'nın çevirisini yayımladı ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI The Questions Con ceming Liberty, Necessiry and Chance (1656; özgül-

lük, Zorunluluk vc Rastlantı üzerine Sorular), Dehemolh; Dialogue between a Phllosopher anıl a Student of the Common Laws of England (1681; Bir Filozof ile Ingiliz Gelenek Hukuku Öğrencisi Arasında

Diyalog).

Hobhouse, L(eonard) T(relavvny) (d. 8 Eylül 1864, St. Ivcs, Cornwall, İngiltere - ö. 21 Haziran 1929, Alcnçon, Fransa), libera­ lizmi toplumsal gelişme yararına kolekti­ vizmle uzlaştırmaya çalışan İngiliz sosyolog ve felsefeci. Sosyoloji anlayışını felsefe, psikoloji, biyoloji, antropoloji, dinler tarihi, ahlak ve hukuk alanlarına dayandırdı. Top­ lumsal değişmeyi, toplumun genel ilerleme­ sine katkısıyla ilişkisi bakımından ele aldı. Bilgi, ahlak ve dinler tarihini de toplumsal değişmeyle bağlantısı açısından inceledi. Oxford'da (1887-97) ve Londra Üniversiteşi’nde (1907-29) ders veren Hobhouse, Hür İşçi Sendikası'nın sekreteri olarak (1903-05) görev aldı, birçok işyeri anlaşmazlığında arabuluculuk yaptı. Manchester Guardian' da yazılan yayımlandı, Tribüne'ün siyasal yayın yönetmenliğini (1905-07) yürüttü. Dö­ neminde İngiltere’de yaygın biçimde savu­ nulan toplumsal kuramları sorguladı, bırakı­ nız yapsınlar (laissez-faire) ilkesine karşı çıktı; ona göre tek tek bireylerin gizilgüçlerinin değerlendirilebilmesi için belirli bir oranda evrensel işbirliği zorunluydu. Ama Hobhouse, önerdiği işbirliği türüyle yalnız­ ca bürokrasiye yol açarak ilerlemeyi engel­ leyeceği gerekçesiyle Fabian sosyalizmine de karşı çıktı. Hobhouse’ın yapıtlan arasında The Theory of Knowledge (1896; Bilgi Kuramı), felsefe­ sini eksiksiz biçimde sergilemeyi amaçladığı Development and Purpose (1913; Gelişme ve Amaç) ve The Principles of Sociology (Sosyolojinin İlkeleri) başlığı altında top­ lanmış dört kitabı The Metaphysical Theory of the State (1918; Metafizik Devlet Kura­ mı), The Rational Good (1921; Ussal Ya­ rar), The Elemenls of Social Justice (1922; Sosyal Adaletin öğeleri) ve Social Development (1924; Toplumsal Gelişme) sayılabilir.

Hoboken, ABD’de, New Jersey'nin kuzey­ doğusundaki Hudson ilinde (county) kent. Jersey ve Union kentlerinin hemen yanında, Hudson Irmağı kıyısındadır. Tam karşısında bulunan Manhattan Adasına demiryolu, fe­ ribot, karayolu, tünel ve metro ile bağlanır. Felemenkliler yöreyi 1630’da Lenni Lenape Yerlilerinden satın aldılar ve taş pipolarla tütün içen Yerlilerin Hobocan Hackingh (Pipo Topraklan) olarak adlandırdıktan yö­ reye Hobocan adını verdiler. Amerika’nın ilk bira fabrikası burada kuruldu (1642); 19. yüzyılın ortalanndan başlayarak bölgeyi kültürel bakımdan etkileyen Alman göç­ menler, büyük miktarlarda bira üretmeye başladılar. ABD’de ilk buharlı lokomotifin (1825) yapımcısı olan John Stevens I784'te Hoboken’i satın aldı ve daha düzenli bir hale getirdi; 187O'te kurulan teknoloji ensti­ tüsüne de John Stevens’ın adı verildi. 1. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’ya giden ABD birliklerinin büyük bölümü Hoboken Limanından yola çıktı. 1952’de New York Liman İdaresi, Hoboken limanını Nevv York limanının bir parçası olarak kullan­ mak üzere kiraladı. 1960'larda başlatılan örnek Kentler Programı çerçevesinde eski binalarının çoğu onarıldı ve kentin görünü­ mü büyük bir değişikliğe uğradı. Kentin başlıca sanayi dallan gıda işleme, giysi, kurşunkalem, mobilya, makine ve yüksek duyarlıklı aletler üretimi ile gemi yapımıdır. Nüfus (1990) 33.397. Hobsbuvvm, E(ric) J(ohn) (Ernst) (d. 9 Haziran 1917, İskenderiye, Mısır), İngiliz Marksist yakınçağ tarihçisi. Çalışmalannın konulan kapitalizmin yakınçağ tarihinden

emek tanhıne, köylülük ve eşkıyalıktan Batı Avrupa komünist partilerinin vc çağ­ daş kurtuluş savaşlannın tarihine kadar uzanan büyük bir çeşitlilik gösterir. Hobsbavvm’ın AvusturyalI annesi ile RusYahudı kökenli Londralı babası İskenderi­ ye'de tanışıp evlenmişler, daha sonra Viyana’ya (1919) ve Berlin’e (1931), Hıtler iktidara geldiğinde ise İngiltere’ye yerleş­ mişlerdi (1933) Kendisini I Dünya Savaşı sonrasının “Yahudi ona sınıf kültürünün bir kalıntısı" olarak gördüğünü belirten Hobsbawm, daha St. Marylcbone Grammar School'dakı öğrencilik yıllarında Marksizmi benimsedi. Cambridge Üniversitesi’ndeki King's Collegc’da tarih öğrenimi gör­ dükten sonra 1949-55 arasında aynı okulun fellow'lan arasında yer aldı 1947’de öğre­ tim üyesi olarak girdiği Londra Üniversitesi Birkbeck College'da 1970'te ekonomik vc sosyal tarih profesörü oldu. Bu görevinden 1982’de emekliye ayrılan Hobsbavvm Nevv York kentinde Nevv School for Social Rescareh'teki öğretim üyeliği görevini sürdür­ mektedir. Hobsbavvm daha Cambridge'deki öğrenci­ lik yıllarında İngiliz Komünist Partisi’nin (İKP) ünlü Tarihçiler Grubu'na katıldı. Sovyetlcr Birliği Komünist Partisi Yirminci Kongrcsi’nden sonra Stalinizmın tanhsel eleştirisinin yetersiz kalması ve Sovyetler’in Macaristan'ı işgali gibi nedenlerle Ç. Hill ve R. Hilton gibi yakın arkadaşları İKP’den ayrılırken, onlarla aynı kaygı ve eleştirileri paylaşmasına karşın, Hobsbavvm üyeliğini sürdürdü. Aylık Marxisrn Today dergisinin, kapandığı Aralık 1991'e değin yazı kurulu üyeliğini sürdüren Hobsbavvn, bugün De­ mokratik Sol Parti adını almış olan IKP’nin dönüşümüne katkıda bulundu. Bilimsel kariyerine daha çok İngiltere temelli bir emek tarihçiliği ile başlayan Hobsbavvm’ın ilk önemli yapıtlan, bir bel­ geler derlemesi olan Labour's Turning Point, 1880-1900 (1948; İşçi Hareketinin Dö­ nüm Noktası, 1880-1900) ile doktora tezi Fabianism and Fabians, 1884-191-Ttü (1950; Fabiancıhk ve Fabianlar). Bu yıllarda yazdı­ ğı ve işçi sınıfının gerçek yaşam deneyimini çok yönlü biçimde incelediği makalelerinin bir bölümünü daha sonra Labouring Men' de (1964; Emekçi İnsanlar) topladı. Post and Preseni dergisi ile Society for the Study of Labour History'nin yanı sıra The Journal of Peasant Studies dergisinin de kunıculan arasında yer aldı. Çağdaş azgelişmiş ülke­ lerden hareketle köylü toplumlanna, bu toplum ya da dönemlere özgü direnme biçimleri arasında gerçekten sosyal içenkli olup olmamaları bakımından ince ayrımlar güderek eğildi. Prirnitive Rebels (1959; İlkel isyancılar), Bandits (1969; Sosyal İsyancı­ lar, 1973/Haydutlar, 1990) ve George Rudö ile birlikte yazdığı Captain Swing: A Social History of the Great English Agricultural Uprisıng of 1830 (1969; Yüzbaşı Svving: 1830 Büyük İngiliz Tarım Ayaklanmasının Toplumsal Tarihi) adh yapıtları bu çabala­ rın ürünüdür. Revolutionaries (1973; Dev­ rimciler) derlemesi, Batı Avrupa komünist partileri. Üçüncü Dûnya’daki silahlı müca­ deleler ve Yem sol üzerine makaleleriyle, Hobsbavvm’ın çağdaş tanhçilık boyutunu içerir. En ünlü çalışması olan büyük dünya tarihi denemesinin üç cildi, sırasıyla The Age of Revolution 1789-1848 (1962; Devrini Çağı: 1789-1848, 1989), The Age of Capital 1848-1875 (1975; Sermaye Çağı 1848-1875) ve The Age of Empire 1875-1914 (1987; İmparatorluk Çağı 1875-1914) adlarını ta­ şır. Bunların yanı sıra, Industry and Empire (1969; Sanayi ve İmparatorluk, 1987) Bü­ yük Britanya'nın Sanayi Devrimi'nden emperyalizme uzanan hegemonya dönemini

363

Hoccleve, Thomas

konu alır. Doğu Avrupa'da 1989-90’da meydana gelen dönüşümün vc Sovyetlcr Bırliğı’nin dağılmasının beraberinde getir­ diği milliyetçilik dalgası konusunda duy­ duğu kaygılara ise, Nations and Nationalıjm since 1/80’de (1990; 1780'den Bu Yana Uluslar ve Ulusçuluk) yer vermiştir.

hoca (Farsça hâce: “efendi"), OsmanlIlarda ilmiye, eğitim, maliye vb alanlardaki görev­ lilere venlen unvan. Büyük Selçuklularda vezirlerin bir sanı da “hâce" ıdı Öbür Türk-İslam devletlerinde de hâce ve hoca sözcükleri bu anlamda kullanılmıştır. OsmanlIlarda, Fatih Kanunnamesi'ne göre şehzadeleri okutan müderrisler, şehzadenin padişah olması durumunda hünkâr hocası sanını alır ve serdar-ı ulema (bilginlerin başı) sıfatı ile ilmiye sınıfının önde gelenleri arasına girerlerdi. Bu düzenleme, 16. yüz­ yılda şeyhülislamın önem kazanmasına değin sürdü. 17.yüzyıl başında hünkâr hocalarına Hazınc-i Âmire'den aylık ödendiği gibi ar­ palık haslan da aynlıyordu. Hünkâr hocalannın oğullanna da, “mehadım-i sudûr-ı kiranf’dan sayılarak dahil müderrisliği pa­ yesi veriliyordu. Bâb-ı Deften denen Defterdarlık taki ka­ lemlerin başında da hoca unvanlı birer amir vardı. 18. yüzyılın sonlanna doğru Tersane-ı Âmıre'de geometn ve coğrafya bilenlere gereksinim duyulması nedeniyle açlan Hendesehane'ye atanan uzmana hoca unvanı verildi. Muhcndishane’de 1780’lerde yapılan düzenlemede de lağım ve humbara tekniklen için “muvazzaf hoca"lar atandı. Tersanede kalyon projelenin hazırlayan ve yapımım gerçekleştiren teknik elemanlara da “gemi hocası” deniyordu. Bu döneme ilişkin bel­ gelerde gemi mühendislerinin hoca olarak anddıklan, ama Müslüman olmayan mü­ hendislere hoca unvanı vcnlmcyerck kalfa dendiği görülmektedir. Mühendishane’dcki öğretim görevlilerinin ve uzmanların en kıdemlisi başhoca idi. Onun altında ise hoca-i evvel, hoca-i sani unvanları alan hocalar vardı. Bunlar, medrese vc ilmiye sınıfı dışında sayıldıklarından müderris ola­ mazlardı. Tanzimat döneminde sıbyan mekteplerin­ den darülfünuna değin her aşamadaki okul­ da görev yapanlara da bir saygı belirtisi olarak hoca denmiştir.

Hoca, Enver bak. Hoxha, Enver Hoca Sadeddin Efendi bak. Sadeddin Efendi

(HOCA)

Hocalar, Ege Bölgesi'nde, Afyonkarahısar iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Sandıkh’ya bağlı bir bucak olan Hocalar, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3o44 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır. Hocalar Belediyesi I972'de kurulmuştur Nüfus (1990) ilçe, 17.216; kasaba, 2.730.

Hoccleve, Thomas, occleve olarak da yazılır (d 1368/69, Londra - ö. y. 1450?, Souıhvvıck, İngiltere), İngiliz şair. Chaucer' ın çağdaşı olan ve ona öykünen Hoccleve’ m yapıtlan, edebi nıtehklennden çok, top­ lumsal tarihe ışık tutmasıyla büyük değer taşır. La Mâle Rdgle (1406; Erkek Yaşamı) adlı şiiri, bekâr bir adamın \Vestmınstcr meyhanelerinde sürdüğü yaşamı canlı bir üslupla yansıtır. Bilinen ilk şiiri, Christine de Pisan'ın Epıstre du dıeu aamours (1399; Aşk Tanrısının Mektubu) adh şiirinin, “The Letter of Cüpıd’’ (Cupido'nun Mektubu) adıyla 14O2'de yayımlanan çevirisidir. Hoccleve

Hocenl

364

14U’de De regimine principum adlı 13. yüzyıldan kalma bir yapıtı, Galler prensi Henry için The Regement of Princes (Kralla­ rın Yönetimi) adıyla uyarladı. Sıkıcı öğütler içeren bu yapıtta, Chaucer dokunaklı bir dille övülür. Chaucer'ın unutulmaması için şairin bir portresini de çizen Hocclevc, son yıllannda koruyuculan için şiir yazmayı bırakarak, dinsel içerikli şiirlere ve yaşadığı dönemdeki toplumsal bozukluklan eleştir­ meye yöneldi.

Hocent, eskiden (1936-90) lenİnâbad. Ta­ cikistan’da yönetim birimi (oblast). Yüzöl­ çümü 26.100 km3'dir. Kuzeyinde Seyhun Irmağının (Sirderya) geçtiği Fereana Vadisi­ nin güneybatı uzantısı, güneyinde de birbiri­ ne koşut uzanan ve doruklan 5.000 m’yi aşan Türkistan, Gissar ve Zerefşan dağlan yer alır. Türkistan ile Zerefşan Dağlan arasında Zerefşan Irmağı akar. İle kuru bir kara iklimi egemendir. En önemli sanayi dallan ipek ve gıda işlemedir. İlin kuzey ucundaki çok metalli cevher yalaklan işlet­ meye açılmıştır. Enerji, Seyhun üzerindeki Kayrakkum Hidroelektrik Santrah’ndan sağlanır. Seyhun Vadisinin en önemli ürün­ leri pamuk, meyve, üzüm ve ipek kozasıdır; Zerefşan Vadisinde ise tahıl ve meyve yetiş­ tirilir. Halıcılık ve nakış işleri günümüzde de önemini korumaktadır. İl merkezi Hocent kentidir. Nüfusun büyük bölümünü Tacikler ve Özbekler oluşturur; yörede aynca Ruslar ve Tatarlar yaşar. Nüfus (1985 tah.) 1.402.000.

Alsacc’ı kurtardı. Ama rakibi General Charles Pichegru tarafından hain olduğu iddiasıyla komiteye ihbar edildi. Mart 1794‘te tutuklandıysa da temmuz sonlarında Jakobcn rejiminin çökmesinden kısa sûre sonra serbest bırakıldı. Kasım 1794’tc Brest ordu komutanlığına atanan Hoche, 1793’tcn beri Vendde’de kralcıların önderliğinde sürekli ayaklanma halinde olan Katolik köylüleri sindirmeye girişti. Uzlaştırıcı bir politikayı benimseye­ rek, Şubat 1795’te çalışmalan sona erdirdi. Haziranda İngiliz gemileri devrim göçmen­ lerini Bretanya’daki Çuibcron Körfezinde karaya çıkarınca, Hoche istilacıları hızla etkisiz duruma getirdi. Vendde’nin denetim altına alınmasını Temmuz 1796’da tamam­ ladı. Hoche’un askeri zaferleri vc komutası al­ tındaki topraklann genişliği onu Fransa’nın en güçlü adamlanndan biri yaptı. Ocak 1797’de Ren Ordusu’nun komutanlığını üst­ lendi, 18 Nisan’da Neuvvicd’dc (bugün Almanya’da) Avusturyahlan bozguna uğ­ rattı. Böylece Almanya’da savaş sona erdi. Eylül başlannda Hoche’un ordusunun bir bölümü. Direktuvar hükümetinden kralcılan çıkarmak isteyen Napoldon Bonaparte kuvvetlerine yardımcı oldu. Hoche bundan kısa süre sonra karargâhında, bir olasılıkla zatürreeden öldü.

niş vc düz renk alanları elde etmesine olanak veren akrilik boyayı kullanmaya başladı. 1970’lcrdc, aralarında Grimin Kardeşler' den Altı Masal (1970) vc Mavi Gitar (\9T1) gibi kitaplar için yaptığı resimlerin de bulunduğu grafik çalışmalarım yayımladı İngiltcre^de East Sussex’teki Glyndeboume Operası, Fransa’daki Marsilya Balesi ve Ncw York'taki Metropolitan Operası için çeşitli giysi vc sahne tasarımlan yaptı 1979’da İngiltere’de grafik ürünleri, 1984’te ABD, Kanada ve Meksika’da sahne tasanmlan sergilendi. Kitaplan arasında Hock­ ney by Hockney (1976; Hockney Hockncy'i Anlatıyor), Travels with Pen, Pencil and Ink (1978; Dolmakalem, Kurşunkalem vc Mü­ rekkeple Geziler), Paper Pools (1980; Kâğıt Havuzlar), David Hockney Photographs (1982; David Hockney Fotoğraftan), China Diary (1983; Çin Günlüğü) ve Hockney Paints the Stage (1983; Hockney Sahneyi Boyuyor) vardır.

Hockney, David (d. 9 Temmuz 1937, Bradford, Yorkshire, İngiltere), İngiliz res­ sam, özgün baskı sanatçısı, fotoğrafçı ve sahne tasarımcısı. Tutumlu tekniği, parlak ışığa olan düşkünlüğü, pop sanattan ve fotoğraftan türettiği açık ve sıradan gerçek­ çiliği, sanatının en belirgin özellikleridir.

Hocent, eskiden (1936-90) lenİnâbad, Ta­ cikistan'da Hocent yönetim biriminin (ob­ last) merkezi kent. Verimli ve kalabalık Fergana Vadisinin girişinde, Seyhun Irmağı­ nın her iki kıyısında kurulmuştur. Orta Asya'nın en eski kentlerinden olan Hocent, Çin'den Avrupa’ya uzanan İpek Yolu'nun üzerinde yer alıyordu. 8. yüzyılda Arapla­ rın, 13. yüzyılda Cengiz Han’ın birliklerinin, 1866'da da Rusların eline geçti. Günümüzde Tacikistan’ın ikinci büyük kenti olan Hocent’te büyük bir ipekçilik tesisi vardır. Kentte aynca pamuk işleme ve konserve tesisleriyle bir eğitim enstitüsü, bir tiyatro ve bir müze bulunur. Nüfus (1989) 160.000. Kısaltmalar için cildin başındaki tabloya bakınız.

Hoco AİLESİ. 1199-1333 arasında art arda dokuz üyesi Japon şogunluğunun naibi (şık­ ken) olarak görev yapan ve bu dönemde ülkeyi fiilen yöneten aile. Adını, İzu ilindeki Kanogava Vadisinde bulunan küçük mali­ kâneden alır. Ailenin bilinen ilk üyesi Hoco Tokimasa (1138-1215) Japonya’nın asker yöneticisi Taira Kiyomori tarafından, sürgünde bulu­ nan Minamoto Yoritomo’nun gözetimiyle görevlendirildi (1160). Ama Yoritomo 1180'de Orta Japonya’daki Kanto bölgesin­ de Taira yönetimine karşı ayaklandığında Tokimasa da onun yanında yer aldı. Yorito­ mo 1189’da Japonya’da iktidarı eline geçir­

"Bay ve Bayan Clark, Percy ile", David Hockney'in akrilik çalışması, 1970-71; Tate Galerisi, Londra Anadolu Yayıncılık Arlıyı

Hoche, (Louis-) L aza re (d. 24 Haziran 1768, Versailles, Fransa - ö. 18 Eylül 1797, Wetzlar, Nassau), Fransız Devnmi Savaşlan sırasında 1793’te Avusturya-Prusya ordulannı Alsace’tan çıkaran ve Vendüe'deki karşı devrimci ayaklanmayı bastıran (179496) general. Saray seyislerinden binnin oğluydu. 1784’te muhafız alayına yazılmadan önce birkaç yıl Kral XVI. Louıs’nin ahırlarında seyislik yaptı. 1789 Devrimi’nden sonra da muhafız alayında kaldı, Eylül 1792’de yüz­ başı oldu. Fransa o sırada Avusturya ve Prusya'yla savas halindevdi. Avusturya Felemenkj’nin istila edilmesi sırasında (179293 kışı) kendini gösteren Hoche, Ekim 1793’te Kamu Güvenliği Komitesi'nce Moselle ordusu komutanlığına atandı. Yakışıklı ve atılgan Hoche yetenekli bir komutan olduğunu kanıtladı. Aralık 1793’te Landau (bugün Almanya'da) kuşatmasını yardık­ tan sonra, Avusturya-Prusya ordularını Ren’in öte yakasına çekilmeye zorlayarak

Bradford Sanat Yüksekokulu'nda (195357) ve Kraliyet Sanat Yüksekokulu'nda (1959-62) eğitim gördü. Bu sonuncu okul­ dan birincilikle (altın madalya) mezun oldu. Daha öğrencilik yıllarında uluslararası ün kazandı. 1960'larda İngiltere’de pop kültü­ rün gelişimi içinde önemli bir yere ulaştı. 196rde ABD’ye bir gezi yaptı; 1964-67 arasında lowa, Colorado ve Califomia üni­ versitelerinde ders verdi. Bundan sonra İngiltere ile ABD arasında sık sık gidip geldi. Los Angeles’ın yoğun ve göz kamaştı­ rıcı aydınlığından ve modem çizgilerinden büyük ölçüde etkilendi. Çoğu kez polaroid kamera ile arkadaşlarının, aydınlık, sessiz ve durgun mekânların, yüzme havuzlarının rasgele fotoğraflarını çekiyor, daha sonra bu fotoğraflardaki imgeleri yeni bir düzen için­ de tuvale aktarıyordu. Bu yöntemle gerçeği, yorum katmadan yansıtabiliyordu. Resimle­ rinde önceleri kullandığı kalın boya ha­ murundan da bu yıllarda vazgeçerek ge­

di, 1192’den sonra soğun olarak hüküm sürmeye banladı. Tokimasa, Kyoto ilinin yöneticiliğini üstlenirken kızı Masako da Yoritomo’yla evlendi. 1199'da Yoritomo ölünce Masako tahtın vârisi olan oğlu Yoriie adına yönetimi sürdürdüyse de Tokimasa, Yoriie nın koruyucusu ve fiilen naip oldu. Hoco ailesi, Yoritomo’nun kurduğu basit ama etkili yönetim mekanizmasını geliştirdi. Yoritomo, her ile askeri vali (şugo) ve toprak yöneticisi (cito) olarak kendi adam­ larını yerleştirmek için imparatordan izin almıştı. Bu görevlere atanan kişiler, Kamakura'daki şogunun özel askeri personeline (dokoro) karşı sorumluydu; dokoro şogu­ nun naibi tarafından yönetiliyordu. Dolayı­ sıyla Japonya’da yasaları, düzeni ve ülke gelirlerini naipler denetliyordu. Hoco ailesi naipliği tekeline alarak veraset yoluyla ken­ di üyeleri arasında kalmasını sağladı. Aile ve klan üyeleri 1247’ye değin atamalar yoluyla Japon illerinin yarısında egemenlik

kurdular. Hoco yönetimi gitgide otoriter bir biçim aldı; naiplik Hocoların aile meclisin­ den yönetilmeye başladı. Ailenin bu ölçüde § üçlenmesi, askeri sınıfların. I locolann kuruğu askeri yönetimin ya da şogunluğun (bakufu) getirdiği banş vc istikrar ortamın­ dan hoşnut olması nedeniyle kolaylaştı. Dengesiz davranışları yüzünden, genç Yoriic’nin şogun olması istenmiyordu Yoriic, Tokimasa'yı öldürtmek istediyse de sonun­ da kendisi sürüldü vc öldürüldü. 1219’da son vâris Sanetomo'nun öldürülmesiyle Ho­ co egemenliğinin önündeki son engel de kalkmış oldu. İmparator Go-Toba, 1221 ’de Hocolara karşı Japonya'nın batısındaki Tairalan ayaklandırdı. Ama bu ayaklanma başarısız kaldığı gibi, ayaklanma sonunda Hocolar binlerce malikâneye de el koyarak bunlan topraksız yandaşlarına ve dostlarına dağıttılar. Veraset sisteminin haksızlıkları yüzünden topraksız kalan birçok savaşçı Hocolara yakınlık duymamakla birlikte, on­ ların yönetimini açlığa ve mülksüzleşmeye tercih ediyordu. Bunlann sayısındaki yükse­ liş vc düşüşler bakufu'nun istikrarının gös­ tergesiydi. 13. yüzyıl sonlarına değin Hoco­ lar topraksız savaşçıların sayısını düşük tut­ mayı başardılar. 1205’tc Tokimasa’nın yeri­ ne geçen Yoşitoki 1224’te öldürüldü, yerine oğlu Yasutoki (1183-1242) geçti. İlk üç Hoco'nun naiplik dönemi Japonya’daki güç­ lü feodal yönetimin cn parlak dönemi oldu. 1222-23 yıllarında güvenilir kadastro kayıt­ lan hazırlandı; 1232'de silahlı sınıfın düzen­ lenmesi ve denetlenmesi için kısa ve uygula­ nabilir bir yasa çıkarıldı. 1221-32 arasında Yoritomo’nun kurduğu sistem Hoco ailesince zamanla güçlü bir özel yönetime dönüştü­ rüldü. Hem sarayla ve (kimi tahtta bulunan, kimi köşesine çekilmiş, kimi de manastıra kapanmış) hükümdarlarla, hem de bakufu sistemine son vermek isteyen büyük Kyoto aristokrasisiyle yakın ama dikkatli ilişkiler kuruldu. Kyoto’ya bir Hoco komutanı ile garnizon yerleştirildi, ama imparatorluk ai­ lesi ile soylulann mülkleri, gelirleri ve tö­ rensel işlevleri korundu. Nüfuzlu Budacı rahipler sıkı bir denetim altına alındı. Hocolann vasatlan vergilerini ödeyebilir durum­ da, banş içinde ve saraydan uzakta varhklannı sürdürdüler. Köylülerin özgürlüğü ve tasarruf hakkı korundu. Naipliğin gelirleri, neredeyse Kanto’nun tamamını kaplayan Hoco mülklerinden sağlanıyordu. Yasutoki 1242’dc öldü; ardından sırasıyla 1242’de Tsunetoki (1224-46), 1246’da Tokiyori (1227-63) ve 1268’dc Tokimune (1251-84) naip oldu. Tokimune’nin naipliği Hocolann son istikrarlı ve güçlü dönemi oldu. Tokimune, Kubılay Han’ın vergi talebini reddetti (1271). Sonuçta Moğollar, Çinliler ve Koreliler Küşü'deki Hakata limanına bir saldırı düzenledilerse de başanh olamadılar. 1281'de Küşü’yc ortaklaşa yöneltilen ikinci bir yoğun saldırı da geri püskürtüldü. Ama hem Hakata çevresindeki iki aylık savaşın, hem de 1294’te Kubilay ölünceye değin sürdürülen savaş hazırlıktan pahalıya mal oldu. Yirmi yıl boyunca Hoco gelirleri Japonya’nın savunma harcamalannı zorluk­ la karşıladı; vasatlardan gelen kaynaklar savaş harcamalannda tüketildi. 1284'te Sadatoki (1270-1311) naip olunca, kendini imparatorluk ailesinin iki nizbı ara­ sında tüm Japonya’yı bölmeye başlayan bir veraset çatışması içinde buldu. Yaşamının son 10 yılında Japonya’yı çekildiği manasın­ dan yönetti. Onun ardılı olan dokuzuncu ve son Hoco naibi Takatoki (1303-33), 1316’da reşit olunca zor bir dönemde devlet işlerini beceriksiz kişilerin eline bıraktı. 133l’de imparatorluk tahtının veraseti konusunda süregelen çatışma nedeniyle Takatoki, İm­ parator Go-Daigo’yu sürgüne gönderdi.

Sürgündeyken kaçan imparator, Hocolara karşı kolayca bir ayaklanma başlattı Takatoki’nin ihanet eden komutam Aşıkaga Takauci, Kyoto'yu ele geçirdi. Bakufu'nun kendi toprağı olan Kanto, Nitta Yoşisada’ nin önderliğinde başkaldırdı Hocoların ye­ rel nüfuz kazanmış kendi muhafız ve idare memurlarının bir bölümü de aileye karşı ayaklandı. Nitta, Kamakura'yı yağmaladı vc 4 Temmuz 1333'te son Hoco naibi intihar etti. Ama Hocolann attığı temel kalıcıydı Go-Daigo'nun girişimiyle kurulan sivil im­ paratorluk yönetimi ancak 3 yıl sürdü. Aşikaga Takauci 1336'da kendini şogun ilan etti. Ardından Yoritomo’nun yarattığı, Ho­ colann ise daha da geliştirdiği bir bakufu sistemi 1868'e değin Japonya’da hüküm sürdü.

Hoco Masako (d. 1157, İzu ili - ö. 16 Ağustos 1225, Kamakura, Japonya), Japon­ ya'nın ilk şogunu Minamoto Yoritomo nun (1147-99) kansı. Yoritomo’nun büyük ölçü­ de onun sayesinde başanya ulaştığı söylenir. Kocasının ölümünden sonra iktidarda bü­ yük ağırlık kazanmıştır. Yoritomo, ailesinin rakibi olan Taira klanınca başkentten sürülüp Masako’nun baba­ sı Hoco Tokimasa’nın gözetimine teslim edilince, Masako babasını ikna ederek Yorıtomo’yla evlenme izni aldı. Kocasının Japon­ ya'ya egemen olma mücadelesini destekle­ di. 1199'da Yoritomo’nun ölmesinden sonra rahibe oldu. Yoritomo’nun ardılı olan bü­ yük oğlu Yoriie 1204’te öldürüldü. Yonie’nin kardeşi vc Masako’nun ikinci oğlu olan Sanetomo şogun olarak onun yerine geçti. Ama gerçek iktidar naip Tokimasa’nın elin­ de toplandı. Ertesi yıl Sanctomo’yu öldürme girişimin­ de bulunulduysa da Masako onu kurtardı. Bu girişime katılan Tokimasa görevinden alındı. Masako’nun erkek kardeşi Yoşitoki naip ilan edildi; böylece iktidar dolaylı da olsa önemli ölçüde Masako’nun eline geçti. I219'da Yoriie'nin oğullarından bin Sanetomo'yu Öldürdü. Bunun üzerine Masako ile erkek kardeşi, Yoritomo’nun çocuk yaştaki küçük torununu şogunluğa getirdiler. Masa­ ko ölünceye değin iktidara egemen olmayı sürdürdü. Gücü öylesine büyüktü ki, kendi­ sine ama (rahibe) şogun denirdi.

Hoco Tokimasa (d. 1138, İzu ili - ö. 6 Şubat 1215, İzu, Japonya), Minamoto Yori­ tomo’nun Kamakura şogunluğunu kurması­ na (1192) yardıma olan savaşçı. İmparator, Kyoto kentindeki sarayında yalnızca bir simge olarak hükümdarlığını sürdürürken, Yontomo Orta Japonya'daki Kaınakura’da kurduğu askeri yönetim eliyle ülkede fiilen hüküm sürmüş, Yoritomo’nun ölümünden sonra da iktidar Hoco ailesine geçmiştir. Tokimasa’nın asıl aile adı Tairaydı. Ama daha gençliğinde bu adı bırakarak, ülkenin doğusundaki topraklanma adı olan Hoco adım aldı. 1160'ta büyük savaşçı Taira Kiyomori (1118-81) Minamoto Yoşitomo'yu (1123-60) öldürerek tüm Japonya’ya ege­ men olduğunda. Yoşitomo’nun küçük oğlu Minamoto Yoritomo, Japonya'nın doğusun­ daki İzu'da Tokimasa’nın gözetimine teslim edildi. Minamoto Yoritomo’ya büyük ya­ kınlık duyan Tokimasa, Yoritomo 1180 uc Kiyomon’ye karşı ayaklandığında onu des­ tekledi. Daha sonra kızı Masako'yu Yoritomo'yla evlendirdi. Yoritomo’nun zaferin­ den sonra Tokimasa. Yoritomo’nun şogun­ luğunu kurmasına yardım etti ve şogunun kayınpederi olarak büyük güç kazandı. I İ99oa Yoritomo’nun ölümünden sonra oğlu ve ardılı Yoriie’yi denetlemek amacıyla devletin önde gelen savaşçıları ile siyaset adamlarından oluşturulan bir meclisin başı­

365

Hoco Yasutoki

na geçti Sonunda Tokimasa IZtU’te Yonıe' yi öldürttü vc şogunluk Yonie’nin erkek kardeşi Sanetomo’ya geçti Sanetomo reşit olmadığı için oluşturulan naiplik (jıkkrn) makamına Tokimasa getirildi Bu arada Tokimasa’nın ikinci kansı. Sanetomo'yu tahttan indirerek yerine kendi da­ madını çıkarması için kocasını zorluyordu 12O5’te şoguna yönelik bir suikast girişimin­ de bulunulduysa da Sanetomo. Tokimasa’ nin kızı olan annesi Masako tarafından kurtarıldı. Bunun üzerine Masako ile erkek kardeşi Hoco Yoşitoki, meclisi toplantıya çağırarak babalarını istifaya zorladılar. Tokimasa’nın yerine naipliğe Yoşitoki geçti, böylece bu makam Hoco ailesinin tekeline girdi Naip­ likten alınmasından sonra kendini dine ada­ yan Tokimasa, yaşamının sonuna değin siyasete karışmadı.

Hoco Tokimune (d 5 Haziran 1251. Ka­ makura - ö. 20 Nisan 1284, Kamakura. Japonya), iki Moğol saldırısının püskürtül­ mesin! sağlayan şogun naibi Tokimune 1268’de naipliğe (jıkken) getiril­ diğinde 17 yaşındaydı. Bu sırada Çinri istila eden Kubılay Han, Japonların Moğollara vergi vermemesi durumunda adalan işgal edeceğini bildirdi. Şogunluktakı birçok kışı Moğollarla uzlaşmak istediyse de Tokimune Moğol tehdidine sert tepki göstererek bir istila olasılığına karşı Küşû’nün kuzeybatısı­ na asker gönderdi. Moğollar, Çinliler ve Korelilerden oluşan yaklaşık 25 bin kişilik bir kuvvet 1274’te Japonya’ya saldırdı. Dıştaki küçük adalar bu kuvvetlerin eline geçtiyse de, Moğol donanması fırtına yüzünden gen dönmek zorunda kaldı ve ana ada kurtuldu. Ardın­ dan Tokimune, bütün kaynaklarını Japonya’ nin batısını tahkim etmeye yöneltti. 1281 yazının başlarında gene Moğollar, Çinliler ve Korelilerden oluşan yaklaşık 140 bin kişilik kuvvet adalara saldırıya geçti. Ama bu kez Japon ordusunun tümünü karşısında buldu. Yaklaşık iki ay süren çetin bir savaştan sonra, Japon geleneğinde kamıkaze (kutsal rüzgâr) biçiminde adlandırılan bir tayfun istilacıların gemilennden çorunu yok elti, geri kalanları da Japonlar içıniolay bir hedef haline getirdi. Savaşta 1(MJ bin kadar istılaanın öldüğü sanılmaktadır Tokimune ülkesine bütün gücüyle hizmette bulunduy­ sa da, bu dönem boyunca büyük savaş harcamalan şogunluğu zayıflattı, 1199'dan beri Japonya’da hüküm süren Hoco ailesi çöküntü dönemine girdi.

Hoco Yasutoki (d 1183, Kamakura - ö. 14 Temmuz 1242, Kamakura. Japonya), yönet­ sel reformlarıyla şogunluğun 1868’e değin Japonya’nın başlıca yönetim organı olarak kurumlaşmasını ve Japonya’da Hoco iktida­ rının yaklaşık yüz yıl boyunca yerleşmesini sağlayan naip. 1185’te Minamoto Yoritomo'yla birlikte ortaya çıkan şogunluk makamı 1199’da onun ölümünden sonra naipliği devralan Yasutoki’nin büyükbabası Hoco Tokimasa ve babası Hoco Yoşitoki yoluyla Hoco ailesine geçti. Yoritomo’nun yalnızca bir simge olarak iktidarda kalmasına izin verdi­ ği imparator, 1221’de Hoco ailesine karşı bir ayaklanma başlattı. Şogun kuvvetlerinin ko­ mutanlığını üstlenen Yasutoki ayaklanmaalan yenilgiye uğrattı, Hocolann taht üzerin­ deki egemenliğim sağlamak amacıyla impa­ ratorun Kyoto’daki sarayının yakınında oir karargâh kurdu. Şogunlann yetkisi daha da artınldı, saray aristokrasisinin mülklenne el

Hoco Yoşitoki

366

konarak Hocolann sadık yandaşlarına dağı­ tıldı. Yoşitoki’nin 1224’te ölmesinden sonra na­ ipliğe geçen Yasutoki, kişisel gücünü artır­ mak yerme etkin bir yönetim sağlamak için gerekli kurumlan oluşturmaya çalıştı. Bu amaçla, amcasına yetki tanıyarak hükümet sorumluluğunu önde gelen iki Hoco arasın­ da paylaştırma geleneğini yerleştirdi. 1225'te devletin önde gelen savaşçılan ile yöneticilerinden oluşan bir danışma organı niteliğindeki Devlet Konseyi’ni (Hyocoşu) kurarak sorumluluk paylaşımının kapsamını genişletti. Hem manevi hem de askeri ikti­ darı ele geçirme iddiasıyla birkaç yüzyıldır Japon yöneticilerinin başını ağman savaşçı keşişlerin çıkardığı bir ayaklanmayı 1226’da sert biçimde bastırdı ve kendi iktidarını sağlamlaştırdı. Yasutoki 1232'dc çeşitli memurların işlev­ lerini tanımlayan, miras ve veraset koşulla­ rım belirleyen, yeni bir toprak sistemi oluş­ turan ve yargılamaların hakça yapılmasını sağlamak için yem düzenlemeler getiren bir yasalar bütünü olan Coei Şikimoku'yu çı­ kardı.

çorba, içki ve salatalara baharat olarak katılır. Çiçekli dal uçlarıyla yapraklanndan

ğünün yanlışsız olduğu görüşünü vurgulu­ yordu. Hodge, Kitabı Mukaddes'teki “olgulara" dayalı bir tümevarım ve tümdengelim ola­ rak tanımladığı ilahiyat yöntemiyle etkili olan kitabı Systernatic Thcology'yi (1871-73, 3 cilt; Sistemli İlahiyat) kaleme aldı. Aynca çok sayıda Kitabı Mukaddes yorumu yazdı. 1825'te kurduğu ve yaklaşık 150 makalesi-

Hodan (Borago otfıonalıs) A to 2 Boîancai Conecbon - EB İne

ateş düşürücü, idrar artına ve yumuşatı­ cı ilaç olarak da yararlanılan bitki, ay­ nca analıkta anlann beslenmesinde kul­ lanılır.

Hoco Yoşitoki (d. 1163, Japonya - ö. 1 Temmuz 1224, Kamakura, Japonya), 1199’dan 1333’e değin Japonya’yı yöneten Kamakura şogunluğunun gücünü pekiştir­ mesini sağlayan savaşçı. Naip olarak babası Hoco Tokımasa’nın yerine geçtikten sonra, bu makamı Hoco ailesinin tekeline aldı. Görünüşte Kyoto'daki imparatorun otoritesini tanımakla birlik­ te, Kamakura'daki şogun aracılığıyla ülke yönetimine egemen oldu. 1219’da şogunun öldürülmesi üzerine, bu göreve Kyoto’daki soylular arasında büyük saygınlığı olan Fuci­ vara soyundan küçük bir çocuğu getirdi. Böylece Kamakura’daki yönelimin impara­ torluk sarayı üzerindeki nüfuzunu daha da güçlendirdi Oğlu lehine tahttan çekilmiş olan eski imparator Go-Toba, yönetime karşı gelişen hoşnutsuzluklardan yararlanarak 1221’de Yoşitoki’yi devirmeye çalıştı. Cokyu Çatış­ ması olarak bilinen bu ayaklanmanın bastı­ rılmasından sonra, iki oğluyla birlikte sürgü­ ne gönderildi ve komutanlarından birkaçı idam edildi. Yoşitoki, sarayı denetlemek için Kyoto’nun hemen güneyindeki Rokuhara'da bir askeri karargâh kurdu. Hoco ailesi, o zamana değin Hoco nüfuzu dışında kalan Kyoto saray aristokrasisine ait mülk­ lerin birçoğuna el koyarak bunları sadık Kamakura hizmetlilerine verdi. Böylece Hoco yönetiminin temelleri güçlendirilerek şogunun ülkede kalıcı bir egemenlik kurma­ sı sağlandı.

hodangiller bak. Boraginaceae

hodan (Borago offıcınalıs), hodangiller (Boraginaceae) familyasından, yaprakların­ dan sebze olarak yararlanılan biryıllık otsu bitki. Anayurdu Akdeniz’in doğu kesimleri­ dir. Eski Yunanlılardan bu yana bilinen ve kullanılan bitki günümüzde de Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde, İngiltere’de ve kuzey Amerika'da yetiştirilir Yaklaşık 60 cm'ye kadar büyüyebılcn bu tüylü bitkinin yüzeyi pürtüktü büyük yap­ raklan vc parlak mavi renkli, yıldızsı çiçek­ lerden oluşan sarkık çiçek saikından vardır. Çiçeklerin tam ortasında kozalağı andıran bir biçimde sıralanmış beş tane parlak san erkekorgan bulunur. Bazen beyaz ya da pembe renkli çiçeklere de rastlanır. Hıyar benzen, ferahlatıcı bir tadı ve koku­ su olan bu bitkinin taze yapraklanndan yemek yapılır, kurutulmuş yapraklan da

Hodge, Charles (d. 27 Aralık 1797, Philadelphia - ö 19 Haziran 1878, Princeton, Nevv Jerscy, ABD), ABD’li tutucu Kitabı Mukaddes araştırmacısı, Kalvenci ilahiyatta "Princeton qkulu"nun önderi. Princeton Üniversitesi'nde öğrenimini ta­ mamladı; 1822’de aynı üniversitenin kutsal metinler profesörlüğüne getirildi 1826-28 arasındaki Avrupa gezisi sırasında dönemin ünlü ilahiyatçılarıyla tanıştı. Yeni düşünce akımlarına kesin biçimde karşı çıkarak tutucu Alman ilahiyatçısı Halle’lı August Tholuck ile kalıcı bir dostluk kurdu. 184ü'ta ilahiyat profesörü oldu, 1877’de emekli olana değin Prınccton’da ders ver­ meyi sürdürdü 1846’da bir yıl süreyle “Eski Okul" Presbiteryen Kilisesinin başkanlığını yürüttü Hodgc’un önderlik ettiği gelenekçi Kalvenci ilahiyatın “Princeton okulu" gibi bu kilise de Kitabı Mukaddes'in her sözcü­

Hodara, Menahem (d. 1869. İstanbul - ö. 1926, İstanbul), Türkiye’nin ilk deri histopatolojisi uzmanı olan Osmanlı hekim. Ken­ di adıyla anılan bir deri hastalığını tanımla­ mıştır. Yahudi bir aileden geliyordu. 1890’da Askeri Tıbbiye’yi (Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane) bitirdikten sonra uzmanlık öğrenimi için Hamburg’a gönderildi Bir süre de Vıyana’da çalıştı ve 1906’da İstan­ bul’a döndü. Kasımpaşa'daki Bahriye Merkez Hastanesi'nde (bugün Deniz Hastanesi) emraz-ı cildiye ve zühreviye hekimi olarak görevlendirildi Gerek bu görevi gerekse daha sonra getirildiği saray hekimliği sıra­ sında bilimsel araştırmalarını ve deneylerini yoğun bir biçimde sürdürdü. Bir tür ırichorrhexis noaosa olan “Hodara hastalığf'nı tanımlayarak uluslararası tıp literatürüne girdi. Salisilik asit, krızarobın ve iyodun, öğrencisi Hulusi Behçet ile birlikte de süblimenin deri üzerindeki etkilerim araştırdı. Çeşitli benlerin, donmaların ve süt çocukla­ rındaki kalça kası erimesinin histo-patolojisiyle, pıedra olarak bilinen hastalığı ilk o tanımladı. Bakteriyoloji uzmanı Ömer Fuad Bey'le birlikte den mikozlarım inceleyerek, dendeki mantar hastalığı ve deri aspergıllozu olgularının saptanmasına öncülük etti Araştırmalannın sonuçlan Fransızca ve Al­ manca olarak Avrupa’da yayımlandı. Ünlü dermatoloji uzmanı Unna, Hodara’yı “Al­ man vc Fransız tıp literatürünü yayınlarıyla zenginleştiren kişi" olarak anar.

Hodge, A. H. Ritchle'nin bir oymabaskısından aynntı Princeton Uruvefsıty Archrves

nin yayımlandığı Biblical Repertory and Princeton Review dergisinin yayın yönet­ menliğini 46 yıl boyunca sürdürdü.

Hodges, Johnny, asıl adı

john corncuus

(d. 25 Temmuz 1906, Cambndge, Massachusetts - ö. 11 Mayıs 1970, New York kenti, ABD), caz tarihinin en önde gelen alto saksofoncularından. Kendi küçük topluluğunu yönettiği 1951-55 arasındaki dönem dışında, 1928'den ölümüne değin Duke Ellington’ın orkestrasında çalmış, topluluğun en önemli müzikçilerinden bin olmuştur. Hodges kendi kendisini yetiştirdi Kısa sürelerle Lloyd Scott. Chick Webb ve Lucky Robcrts topluluklarında çaldıktan sonra Ellington'ın orkestrasına girdi. Alto saksofon­ da yakaladığı “tatlı” tınıyı ve doğaçlamaya dayalı parlak müzik duygusunu kesin, canlı, ritmik bir üslupla besleyerek 1930'lann ön­ de gelen cazcılarından biri oldu Baladlarda (“Vvarm Valley" en ünlü parçalarından bınydi) ve blnes türünde olağanüstü başanlışdı. Sahnedeki sakin, dikkat çekmeyen görünü­ münün yanında, güçlü müziğiyle incelikli bir biçimde öne çıkardı. Legato (bağh çalış), portaınento (küçük ses aralıkları arasında kaydırma) ve glissando’\nn (daha geniş ara­ lıklar arasında kaydırma) eşsiz bir biçimde kullanırdı. Ellington ile birlikte birçok plak doldurmuş, ayrıca kendi adına da birkaç albüm yapmıştır. hodges

Hodgkin, Sir Alan (Lloyd) (d. 5 Şubat 1914, Banbury, Oxfordshıre, İngiltere), İn çiliz fizyolog ve biyofizikçi. Uyanların sinir liflerinde iletilmesini sağlayan kimyasal sü­ reçleri bularak 1963 Nobel Fizyoloji ya da Tıp Ödülü'nü Andrevv Huxley ve Sir John Eccles’la paylaşmış, 1972'de "sir" unvanı almıştır. İngiliz Havacılık Bakanhğı'nda radarlar üzerinde çalıştıktan (1939-45) sonra. Canıbridge Üniversitesi’nde ders vermeye başla­ dı. 1945-52 arasında öğrencisi Andrevv Fıeklıng Huxley ile sinir liflerinin elektriksel ve kimyasal etkinliklerinin ölçümü üzerinde çalıştı. Bir tür ınürekkepbalığı olan Lolıgo forbesfnin dev sinir liflerine mikroelektrotlar yerleştirerek, uyarı iletimi sırasında sinir zarının yıkıma uğradığını ilen süren gele­ neksel kuramın tersine, sinirdeki potansiyel farkının dinlenme sırasındakinden daha faz­ la olduğunu gösterdi Hodgkin ve Huxley, sinir lifinin etkinliği­ nin, içinde bulunduğu çözeltideki sodyum

iyonlarının ve lifin içindeki potasyum iyon­ larının yüksek yoğunluğuna bağlı olduğunu biliyorlardı; deneylerden elde ettikleri so­ nuçlar 61942), sinir zarının, dinlenme evre­ sinde lifin içine yalnız potasyumun girmesi­ ne izin verdiğini, uyarılan sinir lifine ise

Sir Alan Hodgkin Godlroy Argont

sodyum iyonlarının da girebileceğini göster­ di. Hodgkin 1952-69 arasında Royal Society adına araştırma profesörü, 1970’ten sonra Cambridge Üniversitesi’nde biyofizik profe­ sörü, 1971’den sonra da Leicester Ümversitesi’nde rektör olarak görev yaptı. En önemli yapıtı Conduction of ihe Nerve İmpulse'Ur (1964; Sinir Uyarısının İletimi).

Hodgkin, Dorothy Mary Crovvfoot (d. 12 Mayıs 1910, Kahire, Mısır), Bı? vitamini­ nin yapışım belirleyen ve bu çalışmasıyla 1964 Nobel Kimya Odûlü’nü kazanan İngi­ liz kimyacı. 1929’da Oxford’da karmaşık yapılı büyük molekülleri X ışınlarıyla inceleyen Hodgkin 1934’te Camridge’de bir çalışma arkadaşı ile birlikte pepsinin ilk X ışını kınnım fotoğrafı­ nı çekti ve bir süre sonra da sterolleri inceledi. Hodgkin 1934’te Oxford’da kimya dersleri vermeye başladı, 1960-77 arasında Royal Society’de profesörlük, 1970’ten son­ ra Bristol Üniversitesi’nde rektörlük ve 1977'den sonra da O.vford’daki \Volfson College’da öğretim üyeliği yaptı. 1942-49 arasında penisilinin yapısal çözümlemesi üzerine çalışan Hodgkin, protein olmayan en karmaşık bileşiklerden biri olan Bu vitami­ ninin X ışını fotoğrafını elde etti (1948) ve bu vitaminin atomlarının düzenlenişini tanı olarak belirledi.

Hodgkin, Thonıas (d. 17 Ağustos 1798, Tottcnham, Middlesex, İngiltere - ö. 5 Nisan 1866, Yafa, Filistin), kendi adını taşıyan kötü huylu lenf dokusu hastalığını tanımlayan (1832) İngiliz hekim öğrenimini Edınburgh’da tamamladı Londraclaki Guy’s Hastanesi’nde Richard Bright ve Thomas Addison gibi ünlü hekim­ lerle birlikte çalıştı. Patoloji alanındaki en önemli başarılarından biri de 1827’de aort yetersizliğini tanımlamasıdır.

Hodgkin hastalığı, en sık görülen lenf dokusu kanseri. Hastalığın erken dönemle­ rinde bir ya da birden fazla lenf düğümünde ağnsız şişme, kimi zaman dalak, karaciğer ve öbür organlarda büyüme görülür. Ateş vc kaşıntıyı kilo kaybı, halsizlik ve bitkinlik izler. Ama, Hodgkin hastalığında tanı, an­ cak hasta dokunun (genellikle lenf düğümü) mikroskopla incelenmesiyle koyulur. Flastalıgın kesin nedeni belli olmamakla birlikte bakteriler, tekhücreliler ve virüsler gibi pek çok enfeksiyon etkeninin rol oynadığı düşü­ nülmektedir Hastalığın ilerleme derecesine bağlı olarak ilaç tedavisi, radyoterapi ya da ikisi birlikte uygulanır. Erken dönemde

tedavi edilen hastalann yüzde 90'ından çoğu acbilır. Hodgkin hastalığının ileri döerındc bile tedavi olasılığı yüksektir.

Hodgson, Ralph (d. 9 Eylül 1871, Yorkshıre, İngiltere - ö. 3 Kasım 1962, Mincrva. Ohio, ABD), İngiliz şair Modern insanın doğaya gittikçe yabancılaşması karşısında duyduğu tedirginliği dile getirdiği yalın ve gizemli lirik şiirleriyle tanınır. Londra'da gazetecilik vc daha sonra Fry's Magazine'de yayın yönetmenliği yaparken, George dönemi şairlerine (bak. George dönemi şiiri) katıldı Japonya’da Sendai Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı dersleri verdi. (1924-38). Daha sonra ABD'ye göç ederek, Ohio'da Mınerva dışında küçük bir çiftliğe çekildi. Şiirlerinin çoğunu, şiirde modernızmin doğduğu 1907-17 arasında yazdı, ama bu akım içinde yer almadı Sonraki yıllarda sık sık antolojilere alınan “The Bull” (Boğa) adlı şiinnın yayımlanmasıyla (1913) üne kavuştu Şiir kitapları arasında The Lası Blackbird and Other Lines (1907, Son Kara­ tavuk ve Başka Dizeler), Eve (1913; Hav­ va), Poems (1917; Şiirler), The Skylark and Other Poerns (1958; Tarlakuşu ve Başka Şiirler) ve Collected Poems (1961; Toplu Şiirler) sayılabilir.

Hodler, Ferdinand (d. 14 Mart 1853, Bem yakınlan - ö. 20 Mayıs 1918, Cenevre, İsviçre), 20. yüzyılın başlannda manzara resimleriyle dışavurumcu sanatçılan büyük ölçüde etkileyen İsviçreli ressam. On iki yaşında yetim kaldı. Thun’da, tunstler için manzara resimleri yapan bir

367

Hoe, Richard

benimsedi. Dışavurumcu yapıtlannın çoğu­ nu oluşturan manzara resimlerinde mistik doğa anlayışını ortaya koymakla birlikte, Fransız resminden büyük ölçüde etkilendi­ ğini gösteren duru bir kompozisyona da ulaştı.

HödmezÖvâsârhely, Macanstanın güney­ doğusunda, Csongrad ilinde (megye) kent Kanal haline getirilmiş Maros (Mureş)-Körös ırmaklarının geçtiği geniş ve düz ovada, Tisza (Tisa) İrmağının 6 Km kadar doğusun­ da yer alır 14. ve 15. yüzyıllarda canh bir pazar kasabası olan Hödmezövâsârhely, Osmanlı­ larca iki kez tümüyle yıkıldı 1700'dcn sonra yeniden inşa edildi. Sonraki yıllarda çeşitli toplumsal olaylara sahne oldu 1753’te ver­ gilen protesto eden çiftçılenn başlattığı ayaklanma, Pâl. Törö. Ferenc Petö ve György Bujdosö gibi önderlerin hapsedilmesiyle ya da idam edilmesiyle bastınldı. 1894'te Jdnos Szdntö Kovâcs’ın başkanlığında kuru­ lan sosyalist işçi eğitim grubu, aynı yılın 22 Nisan’ında kanlı sokak göstenlenne gınştı 1929'da da yaygın işsizlik büyük kitle göste­ nlenne yol açtı. Kentteki başlıca mıman yapılar belediye binası, Reformâtus (Kalvenci), ötempiom (Eski Kilise, 1723) ve Üıtemplom (Yeni Kilise, 1791-99) kiliseleriyle 18. yüzyıldan kalma, barok üsluptaki Rum Ortodoks kilisesidir. Geleneksel sanayiler çevredeki ovada yetiştinlen tanmsal ürünlenn işlen­ mesine dayanır; tahıl ve doğal elyaf (özellik­ le keten) işleme, mandıracılık, et mamullen üretimi ve den ayakkabı yapımı özellikle önemlidir. Çömlek ve seramik işlennde bölgesel gelenekler egemendir. Çoğu 1949’dan sonra kurulmuş olan modem sana­ yiler ise tuğla, betonarme, dokuma ve hafif makine imalatını kapsar. Adını 19 yüzyıl ressamlanndan Jânos Tomyaı’den alan mü­ zede arkeolojik ve tarihsel yapıtlar ile halk sanatı örneklerinden oluşan koleksiyonlar bulunur Aynca kemin adıyla anılan ve özgün, modem bir üslup geliştiren yerli ressamlar grubunun sınırlı renkler kullana­ rak çizdiği yalın manzara resimlen sergile­ nir. Nüfus (1987 tah.) 54.000.

Hodna Şotu, Cezayir’in M’Sila ve Betna illerinde (vılaye) tuzlu göl. Tel Atlasların­ dan Hodna Dağlarıyla ayrılır Hodna Ova­ sındaki kıraç bir çöküntünün tabanında ve deniz düzeyinden 390 m yüksekte yer alır. Kapalı bir su toplama havzası işlevini görür. Uzunluğu 80 km. genişliği 16 km'dır. Aşın buharlaşma nedeniyle su düzeyi sürekli de- ğişir ve çoğu kez kurur. Hodna Çöküntüsü §ahra Atlasları üzennde Ouled Nail Dağla­ "Kendi Portresi", Hodler in pano üstüne rıyla (güneybatı) Aurös Masifim bırbınnâen yağlıboya çalışması, 1891; ayıran bir kırık oluşturur. Çöküntü florası, Sanat ve Tarih Müzesi, Cenevre MuSie d Art el d Hısoro. Cendvro Yüksek Platoların kurak steplerim daha nemli ve ağaçlık Konstantin ovalarından ressamdan ders aldı. 1872'den sonra Cenev­ ayıran Sahra bitki örtüsünün bir uzantısıdır re’de, Fransız manzara ressamı Corot'nun Sulama işlen ve tanmla ilgili kalıntılar, arkadaşlarından Barthğlemy Menn’ın ya­ yörede Roma ve ortaçağ öncesine ait yerleş­ nında çalıştı, ilk dönem resimlerinde Corol’ melerin varlığını gösterir. Modem yerleş­ yu örnek aldı 1879’da Cenevre’ye yerleşti meler ise yalnızca güneybatıdaki Ebu Saade Bu tanhte artık gerçekçilik akımının ünlü (Busaade) ile kuzeydeki M'Sila’dır Artez­ Fransız ressamı Gustave Courbet'den etki­ yen su kaynaklanna karşın, yörede tanm ler taşıyan kitlesel, yalın portreler yapıyor­ gelişmemiştir. Hasi Mesud'dan gelen petrol du. Ama 1880’lerın ortalarında gençlik ve boru hattı Hodna Şotu'nun doğu ucundan yaşlılık, yalnızlık ve dalgınlık gibi kavramla­ geçer. rı sinıgeleştımıeye gittikçe daha çok yer verdiği konulu resimlerinde tutuk bir çizgi­ Hoe, Richard March (d. 12 Eylül 1812, sel stılizasyona yöneldi Aralarında “Gece” New York kenti - ö. 7 Haziran 1886, nın de (1&90, Sanat Müzesi, Bern) bulun­ Florence, ABD), ilk başanh rotatif baskı duğu bu tür vapıtlanyla bütün Avrupa’da makinesini geliştiren ABD’li mucit ve sana­ büyük bir ün kazandı Sonraki resimlerinde yici. Makine ustası olan İngiliz asıllı babası biri dışavurumculuk doğrultusunda, bin de Robert Hoe (1784-1833) New York kentinsimgesel olmak üzere, iki farklı anlatımı

Hoc, Robcrt

368

de, kayınbiraderleri Peter ve Matthew Smith ile birlikte R. Hoe and Company adh baskı makineleri fabrikasını kurdu. 1827’de bura­ da çalışmaya başlayan Richard, babasının ölümü üzerine de şirketin yönetimini üst­ lendi. Makineler konusunda babası gibi yaratıcı bir yeteneğe sahip olan Hoe. modem silin­ dirli baskı makineleri üzerinde çeşitli çalış­ malar yaparak bu makinelerin hızını, baskı miktarını ve niteliğini artırdı. Önce eski düz yataklı baskı makinelerinin kapak düzenek­ lerini baskı silindirleriyle değiştirdi, 1847’de de kendi adıyla anılan rotatif baskı makine­ sini yaptı. Aynı yıl Plıiladelphia Public Ledger gazetesi bu makineyle basılmaya başladı. Hoe, saatte 8 bin sayfa basabilen makineyi daha da geliştirdi ve kesintisiz bobin beslemeli rotatif makineyi icat etti. Kâğıdın her iki yüzüne de baskı yapabilen ve saatte 18 bin sayfa basabilen bu makiney­ le de New York Tribüne gazetesi basılmaya başladı. Hoe’nun makineleriyle gazete tiraj­ ları hızla arttı.

Hoe, Robert (d. 29 Ekim 1784, Hoes, Leicestershire, İngiltere - ö. 4 Ocak 1833, New York kenti, ABD), ABD’li baskı makinesi üreticisi. R. Hoe and Company’yi kurarak Samuel Rust'ın dövme demir çerçe­ veli baskı makinesinin patentini satın almış (1827) ve makineyi geliştirerek, “\Vashington” adı altında üretmiştir. 1803’te ABD’ye göç eden Hoe, iki yıl sonra kayınbiraderleri Matthew ve Peter Smith kardeşlerle ortak olarak New York kentinde Smith, Hoe and Company’i kurdu ve baskı aygıtları üretimine başladı. Şirket kısa zamanda gelişti ve baskı makinelerin­ deki ahşap çerçevenin yerine dökme demir çerçevenin geliştirilmesi gibi birçok yenili­ ğin ortaya çıkmasını sağladı. Hoe, Matthevv (1820) ve Peter’m (1823) ölümünden sonra şirketin adını R. Hoe and Company olarak değiştirdi. 1829’da, İngiltere’de bîapier’in geliştirdiği silindirli baskı makinesini ithal ederek aygıt üzerinde çalışmaya başladı. Bu makinenin Hoe tarafından geliştirilen türü kısa zamanda ABD'deki bütün İngiliz yapı­ mı baskı makinelerinin yerini aldı. Hoe, Isaac Adams’ın 1830’larda patentini aldığı buhar gücüyle çalışan baskı makinesi­ nin haklarını satın aldı ve üretimini gerçek­ leştirdi.

Hoechst Akticngesellschaft (Almancada “Hoechst Limited Şirketi"), Alman kimya­ sal madde üreticisi. Frankfurt am Main kentinin Höchst semtinde 1863’te kurulmuş­ tur. Başlangıçta boya maddeleri üreten şir­ ket, günümüzde dünyanın en büyük ilaç ve ilaç hammaddesi üreticilerinden biridir. Şirket 1863-65 arasında başlıca kurucuları Wilhelm Meister ile Eugen Lucius’un adını taşıyordu. Daha sonra kuruculardan Adolf Brüning'in adı da ötekilere eklendi. Kuruluş 1880’de limited şirkete dönüştürüldü ve bulunduğu bölgenin adı dolayısıyla zamanla Farbevverke Hoechst Akticngesellschaft (Hoechst Boyalan AG) olarak anılmaya başladı. 1925-45 arasında dünyanın en bü­ yük kimyasal madde üreticisi IG Farben'in parçasıydı. IG Farben’in 1945’te Müttefıkler’ce dağıtılmasının ardından Farbevverke Hoechst AG 1951'de yeniden kuruldu. 1970’te, gene IG Farben kartelinin eski Alman üyelerinden kimya şirketi Cassella Farbevverke Mainkur Aktiengcsellschaft'ın hisselerinin çoğunluğunu ele geçirdi. Bu­ günkü adını 1974'te aldı. 1987’de Amerika’ daki yan kuruluşu American Hoechst Cor­ poration, Amerika'nın en büyük yapay el­

yaf üreticisi Celanese Corporation'ı satın aldı. Şirketin Almanya’nın yanı sıra öbür Avru­ pa ülkeleri ile öteki kıtalarda bölümleri, bağlı şirketleri ve yan kuruluşları vardır. Değişik birimlerinde ilaç hammaddeleri, sentetik reçine vc boyalar, plastik madde­ ler, balmumu, sentetik iplik, organik ve inorganik kimyasal maddeler, gübre ve ta­ rımda kullanılan başka kimyasal maddeler, gazlar, boya maddeleriyle film ve baskı malzemeleri üretilmektedir.

Hoel, Halvor (Niclsen) (d. 4 Şubat 1766, Hedmark ili - ö. 5 Mart 1852, Hcdmark, Norveç), Norveç’te 19. yüzyıl başlarında siyasal yönetime karşı köylülüğü yönlendi­ ren ajitatör. Varlıklı bir çiftçi ailesinden gelen Hoel 1814’te Norveç’te ağırlığını üst sınıflar ile kentli nüfusun oluşturduğu parlamenter yö­ netime karşı çıktı, özellikle köylülüğün çıkarlarına aykırı gördüğü vergi politikasını eleştirdi. Ayrıca kırsal kesimin geleneksel kralcılığını sergileyerek, İsvcç-Norveç hü­ kümdarının rolünün güçlendirilmesini des­ tekledi. Hoel 1815’te Storting'e (Parlamento) seçildi, ama geçmişte işlediği bir suçtan tam aklan­ madığı için göreve başlayamadı. Köylüler arasındaki propaganda etkinliğini sürdürür­ ken, Norveç kentlerinden Trondheim’da Kral XIV. Karl’ın taç giymesi sırasında büyük köylü gösterileri ve karışıklıklar pat­ lak verdi. Hoel’in etkisiyle köylüler, vergile­ rin düşürülmesi, Norveç Parlamentosu’nun feshedilmesi ve İsveç-Norveç kralının ön­ derliğinde monarşik bir yönetim kurulması talepleriyle harekete geçti. Hoel, gösterileri onaylamamasına karşın olayları kışkırtmak suçundan 1826’da bir yıl hapse mahkûm edildi. Ama kral cezasını bir aya indirerek Hoel’e maaş bağladı.

Hoel, Sigurd (d. 14 Aralık 1890, NordOdal - ö. 14 Ekim 1960, Oslo, Norveç), Norveç’te iki savaş arası kuşağın en önemli temsilcisi sayılan romancı. İskandinav ya­ zarlara verilen bir öykü ödülünü kazandık­ tan sonra, matematik öğrenimini yarıda bırakan Hoel, büyük başarı kazandığı yergi romanı Syndere i sommersofda (1927; Yaz Günahkârları) psikanalitik terimlerin gelişi­ güzel kullanılmasını alaya alır. En dag i oktober (1931, Ekimde Bir Gün) adlı yapıtı kendisinin de Freud’un psikanaliz kuramın­ dan etkilendiğini gösterir. Mpte ved milepelen (1947; Kilometre Taşında Buluşma) adh yapıtında Nazi yönetiminin despotluğunu, insanların çocukluk dönemindeki kısıtlama­ lara bağlar. Çocukluğunu anlattığı Veien til verdens ende (1933; Dünya'nın Sonuna Gi­ den Yol) adlı romanı Norveç’te en sevilen yapıtıdır.

Hoess, Rudolf Franz (d. 25 Kasım 1900, Baden-Baden, Almanya - ö. 15 Nisan 1947, Auschvvitz [OSwiecimJ, Polonya), 1940-45 arasında Auschvvît'z toplama kampının Al­ man komutanı. Komutanlığı sırasında kampta 1-2,5 milyon kişi öldürülmüştür. I. Dünya Savaşı’nda görev yaptıktan sonra tutucu kliklere katıldığı için tutuklanıp haps­ edildi (1923-28). Dana sonra Nazi Partisi’ ne girerek SS (Schutzstaffel) oldu. 1934'te Dadıau toplama kampında görevlendirildi, 1940’ta Auschvvitz’in komutanlığına getiril­ di. Burada gaz odası ve yakma fırını teknik­ lerini sürekli geliştirdi. 1945’te Nazilcrin bütün toplama kamplarının müfettiş yar­ dımcısı oldu. 1947’de Varşova’daki bir Po­ lonya mahkemesinde yargılanıp Auschwitz’ te asıldı.

Hocvell (Baronu), VVoltcr Robert (d. 15 Temmuz 1812, Devcnter - Ö. 10 Şubat 1879,

Lahey, Hollanda), HollandalI devlet adamı ve parlamenter. 1830’dan 1860’lara değin Hollanda Doğu Hint Adalarında uygulanan sömürgeci Tarım Sistemi’nin (Cultuurstclsel) terk edilmesinde önemli rol oynamış, bu adalarda ekonominin otokratik vc keyfi yöntemlerle değil, parlamento tarafından denetlenmesini savunmuştur. İlahiyat öğrenimi gören Hocvell, 1836’ da rahip olarak Doğu Hint Adalarına gitti. Batavia’da (bugün Cakarta) Batavia Bilim ve Sanat Dcrneği’ni yeniden kurdu, Het Tijdschrift gazetesini çıkararak ağır sansüre karşın sömürge yönetimini eleştir­ meyi başardı. 1848’de bir siyasal toplantı düzenlediği için hükümetçe uyarıldı. Hol­ landa’ya dönerek parlamentoya girdi. Doktriner bir liberalden çok bir hümanist olan Hoevell, çeşitli siyasal görüşlerdeki insanla­ rı Tarım Sistemi’nin ahlak dışı olduğuna inandırmayı başardı. Keyfi bir kayırmacılık yerine yasal sözleşme düzeninin Hollanda' ya daha çok yarar sağlayacağını savundu. 1860’ta onun zorlamasıyla parlamento şeker ihalelerini yasallaştırdı. Böylece Hollanda' da liberal yönetimin ilk adımı atılmış oldu

Hof, Almanya’nın ortadoğu kesiminde, Bavyera eyaletinde (Land) kent. Saale Irmağı üzerinde, Franken Ormanı (Frankcmvald) ve Fichtel Dağlarının (Fichtelgebirge) ku­ zeydoğu eteklerinde, Çek Cumhuriyeti sını­ rı yakınında yer alır. Andechs-Meran düklerinin kurduğu ve ilk kez 1214 tarihli kayıtlarda adı geçen Hof 1319’da berat aldı. 1373’te Nürnberg’in Hohenzollern kontları­ na, 1792’de Prusya’ya, 1810’da da Bavyera’ ya geçti. Ortaçağ kiliseleriyle birlikte eski yapıların çoğu 1823’teki büyük yangından sonra yeniden yapıldı. Hof günümüzde tiyatrosu, senfoni orkes­ trası, koroları, müzeleri vc yüksekokullarıy­ la bir kültür merkezidir. Ayrıca Yukarı Franken’in kuzey kesiminin sanayi ve tica­ ret merkezidir. Kentte çeşitli dokuma, ma­ kine ve bira üretilir. Kuzey ve doğu yönle­ rinde yurtdışına bağlanan trafik 1945’ten sonra azalınca, kentin bir ulaşım merkezi olarak eski önemi kalmamıştır. Bununla birlikte doğu vc batı yönlerindeki trafik bugün de yoğunluğunu korumaktadır. Hof günümüzde önemli bir sınır noktasıdır. Nü­ fus (1989 tah.) 50.938. Hof Buzulu, İzlanda’nın orta kesiminde yaklaşık 40 km çapında büyük buzul. 944 km2 genişliğinde daire biçiminde bir alanı kaplar. Merkezinde 1.765 m yüksekliğe ulaşan buzulun eriyen suları Hdradhsvötn, Thiörsâ, ölfusâ ve Blandâ gibi birkaç ırma­ ğı besler.

Hofbauer, Clemens Maria (AZtzı. asıl adı (d. 26 Aralık 1751, Tasswitz, Moravya - ö. 15 Mart 1820, Viyana; azizler listesine kabulü, 20 Mayıs 1909; yortu günü, 15 Mart), Viyana’nın koruyucu azizi. Bir kasabın oğlu olan Hofbauer 1780’e değin babasının mesleğini sürdürdü. Viyana Ünivcrsitesi’nde öğrenim gördükten sonra 1785’te papazlığa atandı. Kuzey Avrupa'da Kurtuluşçular tarikatına bağlı manastırlar kurmakla görevlendirildi. 1788’de Varşova' ya yerleşti. Orada 20 yıl çalışarak İsviçre ve Güney Almanya'da tarikata bağlı ocaklar kurdu. 1808’de Napolöon’un Varşova’daki Kurtuluşçular cemaatini dağıtmasından ve üyelerini sürgün etmesinden sonra yaşamını Viyana’da sürdürdü. Orada da bir manastır kurdu ve hükümetin tarikatın ocaklarını onaylaması için çalıştı. Bu onay ölümünden kısa süre sonra verildi. 1914’te Papa Aziz X. Pius tarafından Viyana’nın koruyucu azizi ilan edildi. J. Hofcr’m St. Clement Mana Hofbauer (Aziz Clemens Maria Hofbauer)

johann hofuauer

adlı yaşamöyküsü 1926’da İngilizce olarak yayımlandı.

Hofer, Andreas (d. 22 Kasım 1767, Sankt

kimyada çok önemli bir yeri olan bu buluş, optik dönme özelliğinin açıklanmasına da yardıma olmuştur.

Van't Hoff, Halene Bûchmann'ın yağlıboya çalışmasından ayrıntı Iconographlsch Sızoau

Tirofer Lanöosmuseum Fordınandeum. Innsbnjck. Avusturya

Katolik Kilisesi’ne derinden bağlıydı. 1805’te Bavyera’ya bırakılan Tirol'ün yeni­ den Avusturya’ya bağlanması mücadelesin­ de milis komutanı olarak ün kazandı. 1808'de Viyana'ya gitti, planlı bir ayaklan­ ma çıkarmak için Avusturya birliklerim çağırdı. Avusturya’nın yardımıyla, Bavyerab ve İtalyan-Fransız işgal birliklerine karşı küçük ölçekli bir dizi harekâtta başarı kaza­ narak bütün Tirol’de ün saldı. Znaim (Znojmo) Ateşkesi'nden (Temmuz 1809) sonra Avusturya, Napoleon’a karşı giriştiği savaştan çekilmeye başladı ve Tirol'ü yeniden boşalttı. Ama Hofer, halkı ayaklanmaya çağırarak Innsbruck yakınla­ rındaki II. Isel Dağı Çarpışması’nda (Ağus­ tos 1809) Bavyerahlan yenilgiye uğrattı. Bu zaferin etkisiyle Bavyera birlikleri Tirol'ü terk etti. Hofer bundan sonra kendini Tirol başkomutanı ilan ederek Avusturya impara­ toru I. Franz'ın rızasıyla bir yönetim kurdu. Ama Franz, Schönbrunn Antlaşmasıyla (Ekim 1809) Tirol'ü Napoleon’a devrederek Hofer'i Fransız kuvvetleri karşısında yalnız bıraktı. Hofer karşı koymakla yeni düzeni kabul etmek arasında kararsızlık gösterir­ ken İtalyan-Fransız birlikleri bölgeyi kısa sürede denetim altına aldılar. Holer evinin yakınlarında yakalanarak Mantova’ya gön­ derildi ve Napolâon’un emri üzerine kurşu­ na dizildi. 1823’te kemikleri Innsbruck’a nak­ ledildi. Julius Mosen’in “Sandvvirt Hofer" adlı şiiri günümüzde de Tirol'ün marşıdır.

Hoff, Jacobus Henricus van’t (d. 30 Ağustos 1852, Rotterdam, Hollanda - ö. 1 Mart 1911, Berlin, Almanya), tepkime hız lan, kimyasal denge ve geçişme (osmoz) basıncı üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarıy­ la 1901’de ilk Nobel Kimya Odülû’nû kaza nan fiziksel kimyacı. Hollanda'da öğrenim gören Hoff, Bonn’da August Kekule’nin yanında kısa bir süre kaldıktan sonra Charles-Adolphe VVurtz’un Paris’teki laboratuvannda çalışmaya başladı ve burada Joseph-Achille Le Bel ile tanıştı. 1874'te Hoff ve Le Bel, birbirlerinden ha­ bersiz olarak, karbonun oluşturduğu dört kimyasal bağın bir tetrahedronun köşelerine doğru yöneldiğini buldular. Organik bileşik­ lerin üç boyutlu yapısının incelendiği stereo-

Hoffer, Erle

hiçbir sendikal etkinliğe katılmaması koşu­ luyla kaldırdı. Ama Hoffa bu kısıtlamaya karşı dava açtı; yaygın kanıya göre, sendikal harekette yemden nüfuz kazanabilmek için gizlice çalışıyordu. 30 Temmuz 1975’te Det­ roit yakınlarındaki bir banliyö restoranında esrarengiz bir biçimde ortadan kayboldu. Bu restoranda Teamsters Sendikası' nın New Jersey'li yönctıalerinden eski Maf­ ya üyesi Anthony Provcnzano ve Detroıt b gangster Anthony Giacalone’ylc randevusu olduğu ilen sürüldü. Her ikisi de Hoffa'yı gördüklerini reddettiler. Hoffa’ya bir daha rastlanmadı. 1982'de resmen “ölmüş” ilan edildi.

Leonhard yakınlan, Güney Tirol, Avustur­ ya İmparatorluğu - ö. 20 Şubat 1810, Mantova, İtalya Krallığı), Tirollü yurtsever, askeri önder ve halk kahramanı. Anayurdu­ nun Avusturya egemenliğinde kalması için iki yıl boyunca Fransa'ya ve Bavyera’ya karşı (1809-10) savaşmıştır. Hancı olan Hofer şarap ve sığır ticaretiy­ le de uğraştı. Habsburg hanedanına ve

Hoter, Placldus - Jacob Altmutter'in bir eskizi, 1809; Tirol Eyalet Müzesi Ferdinandeum, Innsbruck, Avusturya

369

1878-96 arasında Amsterdam Ûniversitesi'nde kimya, mineraloji ve jeoloji profesör­ lüğü yapan Hoff, 1884’te yayımladığı £tudes de Dynarnique chunique (Kimyasal Dina­ mik Üzerine İncelemeler) adlı yapıtında kimyasal kinetiğin ilkelerini ortaya koydu, tepkimelerin düzeninin belirlenmesine yö­ nelik yeni bir yöntemi açıkladı ve termodi­ namiğin yasalarını kimyasal dengelere uygu­ ladı. Hoff aynca çağdaş kimyasal ilgi (afinite) kavramım geliştirdi ve 1886'da seyrettik çözeltiler ile gazlann davranışı arasında bir benzerlik olduğunu gösterdi. 1895’e değin Arrhemus’un elektrolitlerin aynşması kura­ mı üzerine çalıştı ve 1896’da Berlin’deki Prusya Bilimler Akademisi’nde profesör ol­ du. Almanya’da Stassfurt’taki tuz yalaklan üzerine incelemeler yaparak kimya sanayisi­ ne katkılarda bulundu. 1887’de Alman kim­ yan VVilhelm Ostvvald ile birlikte etkili bir fiziksel kimya dergisi olan Zeitschrift fûr Physikalische Chemie'yi yayımlamaya baş­ ladı.

Hoffa, James R(iddle), lakabı jimmy hoffa (d. 14 Şubat 1913, Brazıl, Indiana - 30 Temmuz 1975’te Detroit yakınlarında Bloomfield Hills’de kayboldu), zamanının en tartışmalı sendıkaalanndan bin olan /ABD’ lı işçi önderi. 1957-71 arasında Amerika Sürücüler, Şoförler, Depocular ve Yardımcılan Sendikası’na (Teamsters Sendikası) başkanlık etmiştir. Indianah bir kömür işçisi olan babası öldü­ ğünde Hoffa yedi yaşındaydı. Ailesiyle bir­ likte 1924’te Detroit’e taşındı. On dört yaşında okulu bıraktı, birkaç yıl ambarcı olarak çalıştıktan sonra 1930’larda sendika­ cılığa başladı. 1940’ta Orta Eyaletler Sürü­ cüler Konseyi başkanı, L942'de de Michigan Kamyon Sürücüleri Örgütü başkanı oldu. 1952'de kamyon sürücülerinin uluslararası başkan yardımcılığına seçildi, beş yıl sonra Dave Beck’in yerine uluslararası başkanlığa getirildi. Bu sektörde çetin ve bilgili bir toplu pazarlıkçı olarak ün kazanan Hoffa, yönetim ve pazarlık işlenni sendikanın ulus­ lararası bürosunda başarılı bir biçimde mer­ kezileştirdi. ilk ulusal navlun taşımacılığı anlaşmasının yapılmasında belirleyici rol oynadı. Teamsters Sendıkası’nı ABD’nin en büyük işçi sendikası durumuna getirdi. Uzun süredir yeraltı dünyasıyla ilişkide olduğu bilinen Hoffa bir dizi kovuşturma­ dan kurtulmayı başardıktan sonra İ967’de Hi yanıltmak, sahtecilik ve komplo suçlaın hüküm giydi ve 13 yıllık cezasını çekmek için Lewisburg'da (Pennsylvania) federal cezaevine girdi. Cezaevindeyken Teamsters Sendikası başkanlığından çekil­ meyi reddetti, 1971'e değin bu konumunu korudu. Başkan Richard M Nı.xon Aralık I971’de Hoffa’nın cezasını 1980’e değin

Hoffer, Eric (d. 25 Temmuz 1902. New York kenti - ö. 21 Mayıs 1983, San Francis­ co, ABD), kendi kendim eğitmiş ABD'lı felsefe yazan. Yaşam, iktidar ve toplumsal düzen ûzenne yazılanyla ün kazanmıştır Yoksul bir aileden gelen Hoffer çeşitli güçlükler içinde büyüdü. Yedi yaşındayken

Hoffer Ara Güler

düşme sonucunda görme yeteneğim bir öl­ çüde yitirdi. On beş yaşında gözlen iyileşin­ ce yoğun biçimde okumaya koyuldu. Anne­ sini çocukken kaybetmişti; 1920’de babası da ölünce beş parasız, Calıfomia'ya gitmeye karar verdi. Sonraki 23 yıl boyunca göçmen tanm işçisi ve kol emekçisi olarak çalıştı. Okumayı hiç bırakmadı, tek varlığı kıtaplanna olan sevgisini yitirmedi. 1945 te liman işçileri sendikasına girdi, haftada yalnızca birkaç gün çalışarak kalan zamanını okuma­ ya ve yazmaya ayırdı. İlk kitabı The True Believer'da (1951; Kesin inançlılar. Kitle Hareketinin Anatomi­ si, 1978, 1980) kitle hareketlerinin niteliğiy­ le ve bunlan oluşturan insanlarla ilgili gö­ rüşlerini ortaya koydu. Kitap hem araştır­ macılar, hem de öteki okurlar arasında büyük yankı uyandırdı. Sonraki yapıttan arasında, etkileyici deyişlenni derlediği The Passionate State of Mınd (1955; Zihnin Tutkulu Hah), insanın toplumsal ve siyasal kanşıkbklar karşısındaki tepkılenm işleyen makalelerden oluşan The Ordeal of Change (1963; Değişim Sınavı), Workmg and Thınking on tne Waterfront (1967; Limanda Çalışmak ve Düşünmek), Refleaions on the Hıunan Condilion (1972; İnsanlık Durumu Ûzenne Düşünceler) ve Before the Sabbaıh (1979; Sebı Gününden Önce) sayılabilir Yazılan, hayran olduğu deneme yazan Montaigne'in etkisiyle genellikle iğneleme­ ler biçiminde kaleme alınmıştır. Kendi ken­ dini eğitmiş araştırmacılara ve işçi sınıfından çıkmış bir felsefeciye pek az rastlandığından Hoffer bir tür halk kahramanı oldu. 1967’ye değin dok işçisi olarak çalışmayı sürdürdü. Aynca televizyon programlanna kauldı,

Hoffman, Dustin

370

San Francisco Esaminer adlı gazetede köşe yazılan yazdı ve Berkelcy’deki California Üniversitesi’nde konferanslar verdi. Viet­ nam Savaşı'nı protesto edenleri eleştirmesi­ nin ardından halkın sevgisini bir ölçüde yitirdi. 1970’te toplumsal etkinliklerini bü­ tünüyle bıraktı. Hoffer’a 1982’de ABD’nin en yüksek sivil nişanı olan Başkanlık Özgür­ lük Madalyası venldi.

Hoffman, Dustin (d. 8 Ağustos 1937, Los Angeles, ABD), sinema oyuncusu. Amenkan sineması için alışılmışın dışındaki fizi­ ğiyle farklı tipleri başarıyla canlandırarak büyük ün kazanmıştır. On dokuz yaşında Santa Monica City College'daki öğrenimini yanda bırakarak tiyatro oyunculuğuna başladı. Pasedena Pİayhouse'da çalışmalara katıldı. Tiyatroda ilerlemek amacıyla 1958’de New York’a gittiyse de, uzun süre kötü koşullarda çeşitli

çıkardı. Rain Afiın’deki (1988; Yağmur Adam) rolüyle ikinci kez en iyi oyuncu Oscar'ını kazandı. S. Spielberg’ın 1991'dc çektiği bir Petcr Pan uyarlaması olan Hook (Kanca) filminde çok değişik ve ilginç bir Kaptan Hook kompozisyonu çizdi.

HofTman, Paul G(ray) (d. 26 Nisan 1891, Chicago - ö. 8 Ekim 1974, New York kenti, ABD), ABD’nin ve Birleşmiş Millctler’in uluslararası yardım programlarının başında bulunan ABD’li sanayi yöneticisi. 19U’de Studebaker Corporation'da çalış­ maya başlayan Hoffman, 1953’te şirketin yönetim kurulu başkanlığına getirildi. 1954’te Studebaker-Packard Corporation adını alan şirkette gene aynı görevi üstlendi. II. Dünya Savaşı sonrasında 1948’dcn 1950’ye değin, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’yle (OEEC) birlikte Marshall Planı’ nı (Avrupa Kalkınma Programı) yöneten ABD Ekonomik İşbirliği İdaresi’ne başkan­ lık etti. 1951-53 arasında Ford Vakfı başkanhğını yürüttü. 1956-57 yıllarında BM Ge­ nel Kurulu’nda ABD’yi temsil eden Hoff­ man 1959'da Birleşmiş Milletler Ekonomik Kalkınma Özel Fonu’nun (SUNFED) müdürü oldu. Fonun 1966’da Birleşmiş Mil­ letler Kalkınma Programı’yla birleştirilmesi­ nin ardından Hoffman 1972’ye değin bu programı yönetti. Aynca Encyclopi’dıa Britannica, Inc. ve Encyclopaıdia Britannica Educational Corporation'ın da müdürleri arasında yer aldı.

Hoffman, Samuel Kurtz (d. 15 Nisan 1902, Willıamsport, Pennsylvania, ABD), uzay araçlannda kullanılan roket motorları­ nın geliştirilmesine öncülük eden ABD’li roket mühendisi. Çalışmaları, kıtalararası ve orta erimli balistik füzelerin ilk biçimleri­ Dustin Hoflman Tootsie filminde, 1982 ABC Apmı

işlerde çalışmak zorunda kaldı. Sonralan televizyonda küçük rollere çıkmaya başladı. 1965'te The Joumey of the Fifth Horse (Beşinci Atın Yolculuğu) adlı oyundaki rolüyle Broadvvay dışındaki (Off-Broadway) en iyi oyuncu seçildi. Ertesi yıl E/ı? adlı oyamda yönetmen Mike Nichols’ın dik­ katini çekerek The Graduaie (1967; Aşk MevsimilMezun) filminde başrolde oynadı. Filmin kazandığı büyük başan sonucunda bir anda Amerikan sinemasının yıldızlan arasına girdi. 1969’da Midnight Cowboy (Geceyarısı Kovboyu) filminde çizdiği çok etkileyici Ratso tipiyle sinemadaki yenni pekiştirdi. Liftle Big Man (1970; Küçük Dev Adam) filminde, Yerlilenn kaçırıp bir Yerli gibi yetiştirdiği beyaz adamın yaşamını büyük bir başarıyla canlandırdı. Straw Dogs (1971; Köpekler), Alfredo Alfredo (1972; Şaşkın Damat), Papillon (1973; Kelebek), Lenny (1974), Ali The Pres idem's Men (1976; Başkanın Adanılan), Marathon Man (1976; Vahşi Koşu)Maratoncu), Kramer vs. Kramer (1979; Kramer Kramcr’e Karşı) gibi filmlerde çok değişik tipler çizerek Hollywood ölçülerinde yakışıklı oyuncu anlayışı­ na karşı bir örnek oluşturdu. 1980'de Kra­ mer Kramer'e Kargı'daki rolüyle daha önce üç kez aday gösterildiği en iyi oyuncu Oscar'ını kazandı. Sinema ve televizyon dünyasında ancak kadın kılığına girerek iş bulabilen bir erkek oyuncuyu canlandırdığı Tootsie'de (1982; Tootsie) kalıplaşmış ka­ dınsı hareketlerle değil de, yarattığı karak­ terin ince ayrıntılarını öne çıkaran yorumuy­ la ustalığını bir kez daha gösterdi. Arada tiyatro oyunculuğunu da sürdürdü. Arthur Miller'ın aynı adlı oyunundan uyarlanan Dealh of a Salesman (1985; Satıcının ölü­ mü) filminde de dikkate değer bir oyun

nin temelim oluşturdu. 1932-45 arasında hava taşıtları tasanm mühendisi olarak çalıştı. Daha sonra Penn­ sylvania Eyalet Üniversitesi’nde uçak mü­ hendisliği profesörü oldu 1949’da North American Aviation, Inc. (sonradan North American Rockvvell Corp.) şirketinin aerofizık dairesi itme bölümünün yönetimini üstlendi. Roket motorlarının geliştirilmesi­ ne önemli katkıda bulundu. 1958'de, “Sa­ türn V" uzay aracının ilk fırlatma aşamasın­ da kullanılan roket motorlarının geliştiril­ mesini üstlendi. 1960-70 arasında Rocketdyne bölümünün başkanlığını yürüttükten sonra uzay danışmanı olarak şirkette kaldı.

Hoffmann, E(rnst) Th(codor) A(madeus), asıl adı ernst theodor wilhelm hoff­ mann (d. 24 Ocak 1776, Königsberg [bugün Kaliningrad, Rusya] - ö. 25 Haziran 1822, Berlin, Prusya), yazar, besteci ve ressam, öykülerinde insanların yaşamını etkileyen doğaüstü ve uğursuz yaratıklara yer vermiş, böylece insan doğasındaki garip yanları ortaya çıkarmaya çalışmıştır Amcasının yanında büyüdü. Hukuk öğre­ nimi gördü. 1800'de devlet memuru olarak Prusya'nın işgalindeki Polonya’da çalışmaya başladı. 180Cda Napol6on’un Prusya'yı ye­ nilgiye uğratmasına değin bu görevinde kaldı. Dana sonra en büyük ilgi alanı olan müziğe yöneldi. 1813 dolaylarında, Mozart'a karşı beslediği saygının belirtisi olarak vaftiz adı VVilhelm’i Amadeus olarak değiş­ tirdi. Bamberg, Lcipzig ve Dresdende 1814'c değin yönetmen, müzik eleştirmeni ve tiyatro müzik yöneticisi olarak çalıştı. Aynı yıllarda Arlequin (1811; Soytarı) adlı bir baleyle Undine adlı bir opera besteledi; yazar olarak ün kazanmasını sağlayan dört ciltlik öykü kitabı Phantasiestûcke m Callots Manier'ı (1814-15; Callot Tarzında Düş Ürünü Parçalar) yazdı 1814'te Berlin’e gitti, 1816'da Berlin Temyiz Mahkemesi

yargıcı olarak yeniden devlet hizmetine girdi. Die EILciere des Tcufcls (1815-16, 2 cilt; Şeytan’ın İksiri) vc Lcbcnsansıchtcn des Katcrs Murr nebst fragmentariseher Biographic des Kapellmeistcr Johaııncs Kreisler (1820-22, 2 cilt; Erkek Kedi Murr’un Yaşa­ mından Görüntüler, Müzik Yönetmeni Johannes Kreislcr’in Taslak Halinde Yaşamöyküsüylc Birlikte) adlı iki roman ve 50‘dcn fazla öykü yazmakla birlikte, devlet memur­ luğunu sürdürdü. İki bölümlü Nachtslıicke (1817; Gece Öyküleri) vc Dıe Serapionsbrüder (1819-21,4 cilt; Scrapion’un Kardeşleri) adlı sonraki öykü derlemeleri çok tutuldu Öyküleri, 20. yüzyılın ikinci yansında hâlâ sevilerek okunmakta, sık sık yeniden yayım­ lanmaktadır. Hoffmann’ın bürokrat olarak sürdürdüğü günlük yaşam ile yapıtlannda yarattığı ideal dünya arasındaki karşıtlık birçok öyküsüne de yansımış, bunlarda insanlar sanatlarının kölesi haline gelmiştir. Düşsel peri masallanndan dehşet veren doğaüstü felaket öykü­ lerine kadar eşsiz düş gücünü ortaya koydu­ ğu yapıtlan, birçok opera bestecisine de esin kaynağı olmuştur. Die Serapionsbnider'deki öyküleri Wagner Die Meistersınger von Nürnberg (1869; Nürnbergli Usta Çalgıcı­ lar). Paul Hindemith Cardıllac (1926), Jac?|ues Offenbach da Les Contes a Hoffmann Hoffmann’ın Masadan) adlı yapıtlannda kullanmışlardır. Üstelik sonuncu yapıtta başkışi de Hoffmann’ın kendisidir Leo Delibes Coppclia (1870) balesini, Çaykovski Fındıkkıran (1892) bale süitini, Hoffmann’ ın öykülerinden esinlenerek yazmışlardır.

Hoffmann, Josef (d. 15 Aralık 1870, Pirnitz, Moravya - ö. 7 Mayıs 1956, Viyana, Avusturya), yapıtlanyla modem Avrupa mimarlığının gelişmesine önemli katkılarda bulunan Alman mimar. Viyana'da Otto Wagner'in öğrencisi oldu 1899’da, Viyana Sezessionu diye anılan ha-

Josef Hoffmann'ın tasarımını yaptığı Stoclet Evi, Brüksel, 1905-11 Foto Ma/ouıg

reketı başlatanlar arasında yer uldı. Viyana Sezessionu, art nouveau akımından etki­ lenmişti, ama \Vagner’in yaklaşımından da­ ha moderndi. Hoffmann bir yandan da Vıyana'daki Uygulamalı Sanatlar Okulu’nda ders veriyordu. 1903’te kuruluşuna katıl­ dığı, bir sanat ve el sanatları merkezi olan Viyana İşliği’nde yaklaşık 30 yıl yöneticilik yaptı. İlk yapıtlan arasında özellikle Viyana yakınlanndakı Purkersdorf Sanatoryumu (1903) önem taşır. Brüksel’de yaptığı Stoc­ let Evi ise (1905) başyapıtı sayılır. Yapının cephesinde kullanılan düz çizgilerin yanı sıra beyaz renkli kare ve dikdörtgen yüzey­ lerle de zarif bir anıtsallık yaratılmıştır Hoffmann, I914’te Köln’dc açılan Alman VVerkbundu Sergisi’ndeki ve 1934 Venedik Bienali'ndeki Avusturya pavyonlannı tasar­ lamıştır. 1920’de Viyana kenti mimarlığına

atanmış, 1924-25 yıllarında burada çeşitli konut uygulamaları gerçekleştirmiştir.

HofTnııınn, Max (d. 25 Ocak 1869, Homberg an der Efze, Hcsscn - ö. 8 Temmuz 1927, Bad Rcichenhall, Almanya^, Alman general. I. Dünya Savaşı’nda, hrich LudendorfTun ardılı ölarak Ağustos 1916’dan sonra Doğu Cephesi kurmay başkanlığını yürütmüştür. Ağustos 1914’te albay rütbesiyle 8. Ordu' da görevliyken, Rusya’ya karşı Tannenberg Çarpışması gibi ilk saldın planları­ nın hazırlanmasına katkıda bulundu. Savaş­ tan sonra, Ludendorff vc Hindcnburg’un başarı hanesine yazılan bu önemli Alman

Max Hoflmann, y. 1925 A/cFirv fût Kunst und Goschtchlo Borün

zaferinin, daha onlar savaş alanına varma­ dan planlandığını öne sürdü. Brest-Litovsk' ta (Aralık 1917-Mart 1918) Rusya ve Uk­ rayna’yla yapılan anlaşmalarda Dışişleri Bakanı Richard von Kühlmann’la birlikte Almanya’yı temsil etti. Bolşevıklcrin anlaş­ ma konusunda isteksiz davranmaları üzeri­ ne 16 Şubat 1918’de Rus-Alman ateşkesini iptal etti, İtilaf Devletleri Rusya ve Ukrayna topraklarında daha da ilerlediler Hoffmann savaştan sonra Fransız-Alman dayanışmasını savundu. Komünizme karşı çıktı ve Almanya’da Hohenzollem monarşi­ sinin tekrar kurulması için çalıştı. En önemli yapıtı Der Kricg der versâumten Gelegenheiten'dir (1923; Kaçırılmış Fırsatla­ rın Savaşı).

Avrupa ve İngiltere’de kısa bir süre varlıkla­ rını sürdürdülerse de sonunda yok oldular. Hoffmann’ın görüşleri özellikle Anabaptist reformcu Mcnno Sımons'u etkilemiştir

HolTmann, Roald (d. 18 Temmuz 1937, Z/oczöw, Polonya), kimyasal tepkime me­ kanizmaları üzerine gerçekleştirdiği çalış­ malarıyla tanınan Polonya asıllı ABD'li kimyacı Aynı konuda çalışan Japon kimya­ cı Fukui Keniçi ile 1981 Noocl Kimya Ödülü'nû paylaşmıştır 1949’da ailesi ile birlikte ABD’ye göç eden Hoffmann, Columbia Üniversitesi nde öğ­ renim gördü ve doktora çalışmasını 1962’de Harvard Üniversitesi’nde tamamladı Bura­ da Robert B \Voodward jle üç yıl birlikte çalıştıktan sonra 1965'te Corncll Ûniversitcsi'ne geçti. Woodward ve çalışma arkadaşlarının kar­ maşık Bu vitamini molekülünün bireşimin­ de (sentez) kullanmayı düşündükleri tepki­ me beklenmeyen bir yol izleyince Hoffmann bunu açıklama çalışmalarına girişti ve bu araştırmasıyla Nobel Ödülü’nû kazandı Hoffmann ve Woodward, atom halkalarının oluşması ve parçalanması tepkimelerinin bir­ çoğunun izlediği yolun, en çok değişikliğe uğrayan molekül yörüngemsılerinin mate­ matiksel olarak tanımlanmış bakışımlı yapı­ sına bağlı olduğunu buldular. Bir dizi mate­ matiksel ifadeyle açıklanan ve günümüzde \Voodward-Hoffmann kuralları olarak bili­ nen bu kuram, belirli maddelerden bazı halkalı bıleşiklenn kolaylıkla üretilmesine karşılık bazılannın neden üretilemedığine açıklık getirmiştir. Aynca halkalı bileşikler­ deki halkaların açılmasıyla oluşan ürünler­ deki atomların geometrik olarak düzenlenişi de böylece açıklanmıştır

HolTmann von Fallersleben, August Heinrich (d. 2 Nisan 1798, Fallersleben,

Braunschweig yakınlan, Hannover - ö. 19 Ocak 1874, Corvey Şatosu, Höxter yakınlan, Almanya), yurtsever şiirleriyle tanınan Alman şair, filolog ve edebiyat tarihçisi. Ünlü “Deutschland, Deutschland über al­ tes” (Almanya, Her Şeyin Üstünde Al­ manya) şiiri, 1. Dünya Savaşı sonrasında Alman ulusal marşının sözlen olmuştur. HofTınann, Melchior (d. y. 1495, Schwâ- Yun sevgisi ve dayanışma duygulanın dile bisch-Hall, Schwaben - ö. 1543/44, Strass- Setiren yalın ve etkileyici dizelerinin, o burg [Strasbourg]), Alman mistiği ve kilise önemin Alman öğrenci hareketinde önem­ dışı vaiz. Coşkulu bir ahiret öğretisi öne li bir yeri vardır sürerek Anabaptistleri( ) * desteklemiştir. Hoffmann, Göttingen ve Bonn üniversite­ Kürk ticaretiyle uğraşan Hoffmann, kili­ lerinde öğrenim gördü. 1823-38 arasında se/dışı Lutherci bir misyoner olarak da Breslau (Wroclaw) Üniversitesi’nde kütüp­ Livonıa (bugünkü Letonya ve Estonya), hanecilik yaptı. 1830’da aynı üniversitede İsveç ve Kuzey Almanya’da etkinlik göster­ Alman dili ve edebiyatı dersleri vermeye di. Canlı ve coşkulu çalışmasıyla, eğitim başladı, 1835’te de üniversitenin kadrosuna görmüş kilise adamlarının rakibi durumuna girdi I842’de Prusya hükümeti. Unpoliııgeldi. 1524’te NVolmar'dan (bugün Valmie- sehe Lieder (1840-41; Siyasal Olmayan Şar­ ra, Letonya), 1526’da da Dorpat’tan (bugün kılar) adlı yapıtının başlığına karşın siyasal Tartu, Estonya) uzaklaştırıldı. İki yıl Stock­ nitelikli olduğunu ileri sürerek Hoffmann’ı holm’de Almanlar arasında vaaz verdi. Da­ üniversitedeki görevinden aldı; ancak 1848ha sonra Danimarka kralı I. Frederik tara­ 49 Devrinu’nden sonra görevine dönmesine fından Kiel'de vaizlik yapmakla görevlendi­ izin verildi. 1860'ta Corvey Şatosu'nda Ratırildi. bor dükünün kütüphanecisi oldu. Hoffmann, Flensburg’daki bir görüşmede Hoffmann, 1848 devrimci hareketim hazır­ (1529) Lutherci Komünyon öğretisine karşı layan ilk ve en etkili şairlerdendi. Birçok çıkarak Martin Luther'in tepkisini çekti. şiirini de kendisi besteledi vc bu şarkılar Bunun üzerine Danimarka'dan kovuldu bütün Almanya’da söylendi. 184l’de yazdığı Strassburg'da Anabaptistlıği benimsedikten ve dönemin Alman liberallerinin ulusal sonra gerek Luthercılığin, gerekse Anabap- birlik isteğim dile getiren “Deutschland tıstlenn görüşlerinin ötesinde kendi öğreti­ Deutschland über alles", Hoffmann’ın halkuı lerini geliştirdi. Dünyanın sonunun 1533’te duygularım yansıttığı tipik bir yapılıdır İlk geleceği, kendisinin de Yeni Kudüs’ü kur­ dizedeki "Deutschland-' sözcüğü, Avustur­ mak üzere İsa'yla birlikte bulutlar arasında ya ulusal marşından alınan Haydn'ın müzi­ Strassburg'a gireceği kehanetinde bulundu. ğine uyacak biçimde yinelenir. Şiirin “Eımg153ü'da Hollanda’ya giden Hoffmann’ın keit und Recht und Freiheıt" (Birlik, Adalet yandaşları sonradan Melchiorcular olarak ve Özgürlük) dizelerine yer veren üçüncü adlandırıldı. 1533’te, Anabaptistlenn tepki­ kıtası, 11 Dünya Savaşı’ndan sonra da sini çektiği Strassburg'a dönmesi üzerine Federal Almanya'nın ulusal marşı olarak tutuklandı ve hapiste öldü. Melchiorcular kullanılmıştır. Hoffmann aynca, eski Ger­

371

Hofmann, Hans

men edebiyatı üzenne araştırmalanyla. ge­ niş bilgi sambı olan kararlı bir bilgin olarak tanınır Deutsche Phdologıe ım Grundnss (1836, Alman Filolojisinin Temelleri) adh yapıtıyla da, filoloji çalışmalanna değerli katkılarda bulunmuştur

Hofgastein hak. Bad Hofgasteın

Hofmann, August NVilhelm von (d. 8 Nisan 1818, Gıessen, Hessen-Darmstadt - ö 5 Mayıs 1892, Berlin, Almanya). Alman kimyacı Sır VVıllıam Henry Perkin ile birlik­ te anilin boya sanayisinin temelim atmıştır. Justus von Lıebıgin yanında öğrenim gör­ dü 1845'te Londra'da yem kurulan Kraliyet

August VVılhelm von Hofmann, E Hader'in bir yağlıboya çalışması, 1886 Afchrj lûf Kunsı und

3enn

Kimya Yüksckokulu’nun yöneticiliğine geti­ rildi. 1864'ıe Bonn'a gitti. Bir yıl sonra Berlin Üniversitesi’nde laboratuvar yöneti­ cisi ve kimya profesörü oldu. Bu üniversite­ deki öğretim üyeliği görevini ve araşurmalannı ölümüne değin sürdürdü. Çalışmalarım organik kimya alanında yo­ ğunlaştıran Hofmann, geliştirdiği basit yön­ temlerle kömür katranından benzen ve tolüenı ayırarak bunların nıtro ve amin türevle­ rini hazırlamayı başardı. Öte yandan, meulamın ve tetraetılamonynm bileşiklen üze­ rinde çalıştı ve bunlann yapısal özellıklen açısından amonyağa benzediğim ilen sürdü. Aynca formaldehiti, hidrazobenzeni, ızonıtril bıleşiklennı ve Auguste Cahours ile birlikte alil alkolü buldu Hofmann, daha sonra "Hofmann tepkimesi" olarak anılan, bir amitin amine çevrilmesine dayalı yönte­ mi ve buhar yoğunluklanndan sıvılann mo­ lekül ağırlıklannı saptamaya yarayan yönte­ mi geliştirdi. Llzun yıllar, 1867'de kurucular arasında yer aldığı Alman Kimya Demeğı'nın başkanlığım yaptı (1868-92).

Hofmann, Hans (d. 21 Man 1880, \Veissenberg, Almanya - ö. 17 Şubat 1966, New York kenti, ABD), Alman ressam ve 20. yüzyıl sanatçılar üzennde çok etkili olmuş sanat öğretmem Resmin biçimsel öğeleri­ nin psikolojik etkilerinin çözümlenmesinde öncülük etmiş, çeşitli doğaçlama teknikler üzennde deneyler yapmış, yapıdaryla ABD'de II Dünya Savaşı sonrasında geli­ şen soyut dışavurumculuğu etkilemiştir. Sanat öğrenimine 1898'de Münih'te başla­ dı 1904’te Paris'e yerleştikten sonra Henn Matisse ve Robert Delaunay'in resimlenndekı anlatımcı renk kullanımından etkilen­ di. 1914'ten sonra Münih'e gen döndü ve bir resim okulu açtı Rus ressam \Vasıly Kandinsky’nin soyut dışavurumculuğunu be­ nimsemeye başlaması da bu günlere rastlar. 1930’da ABD’ye yerleşen Hofmann New York kentindeki Sanat Öğrencileri Bırliğı’nde öğretmenlik etmeye başladı Ardından (kısa bir süre sonra ABD'nın en ünlü sanat okullarından bin durumuna gelen) Hans

Hofmannsthal, Hugo von

372

Hofmann Güzel Sanatlar Okulu’nu açtı. 1939’dan sonra dışavurumcu manzara ve ölüdoğalardan vazgeçerek bütünüyle yeni­ likçi bir soyut anlayışa yöneldi. Güçlü fırça vuruşları ve doygun renklerle belirginleşen bir üslup geliştirdi. “İlkbahar” (1940, Peter A. Rübel Koleksiyonu, Connecticut) adh yapıtı boya damlatma tekniğinin ilk kullanıl­ dığı çalışmalardan biriydi. 1958’de okulunu kapatan Hofmann. bundan sonra yalnız kendisi için resim yapmayı sürdürdü. Hofmann estetik kuramlarını yapıtlarıyla uygulama alanına geçirmiştir. Örneğin “Ka­ pı" (1960, Guggenheim Müzesi, New York)

Hans Hofmann. Arnold Newman'ın bir fotoğrafı, 1960 A/nold rie-ATnan

adlı resminde kırmızıyla sarının baskın, yeşilin ise çekinik özelliklerinden kaynakla­ nan bir ıtme-çekme gerilimi yaratarak bir mekân yanılsaması oluşturmuştur. Ölümün­ den önce California’daki Berkeley’de yapıt­ larının sergilenmesi için bir galeri bağışla­ mıştır. Türk ressamlardan Mahmut Cüda, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Cemal Tollu, Münih'te bulundukları dönemde Hofmann’ın öğrencisi olmuşlardır.

Hofmannsthal, Hugo von (d. 1 Şubat 1874, Viyana - ö. 15 Temmuz 1929, Rodaun. Viyana yakınları, Avusturya), şair, oyun ve deneme yazan. Lirik şiirleri ve oyunlannın yanı sıra, Richard Strauss'un operalanna yazdığı librettolarla da uluslara­ rası ün kazanmıştır. Bir banka müdürünün tek çocuğuydu. Viyana’da hukuk öğrenimi gördü. Ön altı

Hofmannsthal, Thea Stemheim in bir fotoğrafı, 1911; Şehitler Ulusal Müzesi, Marbach, Almanya Sebiller • Nabonaimusoum. Alman/a

yaşındayken Loris takma adıyla yayımladığı ilk şiirleri, düşsel nitelikleri ve büyülü çağrı­ şımlar yaratan dilleriyle geniş ilgi topladı. Ancak olgun bir şairin elinden çıkabilecek, büyük bir biçimsel ustalık ürünü bu şiirleri, onun yaşında bir gencin yazmış olması çoğu kişiye inanılmaz görünmüştü. Hof­ mannsthal zorunlu askerlik hizmetinden sonra akademik kariyer yapmak amacıyla Roman dilleri okudu. 1901’de evlendi ve serbest yazar olarak çalışmaya başladı. 1891-99 arasında, Maurice Maeterlinck’in durgun yapılı oyunları, Robert Brovvning’in dramatik monologları ve Alfred de Mussct’ nin proverbes dratnatiaues'mn (atasözüne dayanan kısa güldürü) etkisiyle Gestern (1891; Dün)t Der Tod des Tizian (1892; Tiziano'nıın Ölümü), Der Tor und der Tod (1893; Ahmak ve Ölüm), Das kleine Welttheater (1897; Küçük Dünya Tiyatrosu), Der weisse Fâclter (1898; Beyaz Yelpaze), Die Frau im Fensıer (1898; Penceredeki Kadın), Der Abenteurcr und die Süngerin (1899; Serüvenci ile Şarkıcı) ve Die Hochzeit der Sobeide (1899; Sobeide’nin Düğünü) gibi kısa manzum oyunlar yazdı. Şiirleri kadar başarılı olan bu kısa oyunlar, görünüş ve gerçeklik, geçicilik ve zamanın sınırlarını aşma, insan kişiliğindeki süreklilik ve deği­ şim gibi, Hofmannsthal’in sonraki yapıtla­ rında da sık sık ortaya çıkan temalara ilişkin lirik düşünceler içeriyordu. Ama 20. yüzyıl başlarında Hofmannsthal “Ein Brier’ (1902; Bir Mektup) adh denemesinde, katışıksız şiirsel biçimlere karşı çıktı. Bu deneme, yalnızca onun kişisel açmazının bir ifadesi değil, aynı zamanda 19. yüzyıl sonundaki estetik simgeciliğin içinde bulunduğu açma­ zın da gözler önüne serilmesiydi. Bu geçiş ve arayış sırasında Hofmannsthal, Elizabeth dönemi tiyatrosuyla klasik tra­ gedya biçimlerinden yararlanarak deneysel çalışmalar yaptı. Thomas Otvvay’in Yenice Preserv'd (1682; Kurtarılmış Venedik) oyu­ nunu Das gerettele Venedig adıyla uyarladı, sonradan Strauss’un besteleyeceği Elektra’ yı (ös 1930) yazdı ve Andreas (ös 1932) adlı romanına başladı; ama bu sonuncu yapıtı tamamlayamadı. Tiyatroya gittikçe daha çok ağırlık veriyordu. Son yıllarda Strauss' un Der Rosenkavalier (1911; Güllü Şöval­ ye), Ariadne auf Naxos (1912; Ariadne Naksos’ta), Die Frau ohne Schattcn (1919; Gölgesi Olmayan Kadın), Die âgyptische Helena (1928; Mısırlı Helena) ve Arabella (1933) gibi operalarının librettolarını yazdı. Cristinas Heımreise (1910; Cristina’nın Eve Dönüşü), Der Schıvierige (1921; Güç Adam) ve 1923'te sahnelenen Der Unbestechliclıe (1956; Rüşvetyemez) gibi Viyana lehçesiyle yazdığı ve konulan çağdaş Avus­ turya toplumunda geçen komedilerinde ah­ laksal sorunlan ele aldı ve gerçekçilikle üs­ tü kapalı bir simgeciliği ıç içe kullandı. Avrupa uygarlığının 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı bunalım ve çözülmeyle ilgili düşüncelerini Der Turın (1925; Kule) adh siyasal oyununda ve Batı kültürünün gelece­ ği konusunda kehanetler içeren çeşitli denemelennde dile getirdi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra ünlü tiyatro adamı Max Rcinhardt’la birlikte Salzburg Festivali’nin düzenlenmesine öncülük etti. Jederrnann (1911; Herkes) ve Das Salzburger grosse İVeltıheater (1922; Salzburg Bü­ yük Dünya Tiyatrosu) adh oyunları o zaman­ dan ben düzenlenen festivallerde her yıl düzenli olarak sahnelenmektedir. Hofmannsthal, Habsburg hanedanının çö­ küşü karşısında, bir yandan Avusturyalıhga daha sıkı sarılırken, bir yandan da Avrupa geleneğine bağlanmıştı. Gittikçe gelişen sa­ nat anlayışı içinde, ilk yapıtlanndaki inceliği ve aşkın güzellik duygusunu korumakla

birlikte, 20. yüzyıla ayak uyduramadı. Çe­ şitli yazılan Türkçede Seçme Yazılar (1950) adı altında yayımlanmıştır.

Hofmannsvvaldau, Christian Hofmann von (d. 25 Aralık 1617, Breslau |bugün Wroctaw] - ö. 18 Nisan 1679, Breslau, Silezya), Silezyah şair. İtalyan şair Giambattista Marino ve Giovanni Battista Guanni ile İspanyol Luis de Göngora’nın aşın

Hofmannsvvaldau, Phillip Kilian'ın bir oymabaskısı Hıstoria Pnoıo

barok üsluplarının Almanya’daki benzeri olan İkinci Silezya okulunun önde gelen temsilcisidir. Danzig’de (bugün Gdarisk) okurken tanış­ tığı büyük yazar ve kuramcı Martin Opitz' ten önemli ölçüde etkilendi. Uzun bir süre f>ek çok yeri gezdikten sonra 1646’da Bresau'ya dönerek yüksek rütbeli bir devlet memuru oldu ve ölene değin bu görevde kaldı. Dinsel ve dindışı konularda çok sayıda şiir yazdı. Bunlara erotizm ve abartılı bir anlatım egemendir. Hofmannsvvaldau’ nun şehvet dolu, abartılı üslubunu en iyi ortaya koyan yapıtı Heldenbriefe (1663; Kahramanların Mektupları), şiir ve düzyazı biçimindeki aşk mektuplarından oluşur. Öbür yapıtları arasında Grabschrıften (1643; Mezar Yazıtları) adh bir başka şiir kitabı ve Deutsche Übersetzurıgen und Gedichte (1673; Almanca Çeviriler ve Şiir­ ler) sayılabilir. Çevirileri arasında Guara­ ni'nin ünlü pastoral oyunu II pastor fido da (Sadık Çoban) vardır.

Hofmeister, Sebastian, lakabı oeconomus (d, 1476, Schaffhausen, İsviçre - ö. 26 Haziran 1533), Reform hareketinin başlan­ gıcındaki tartışmalarda dikkati çeken İsviç­ reli din reformcusu. Schaffhausen’de Fransisken tarikatına gir­ di. Daha sonra Paris’te birkaç yıl akademik çalınmalarını sürdürdü, orada 1519'da kutsal metinler doktoru unvanını aldı. 1520'de konferanslar vermek üzere önce Zürich’e, daha sonra da Konstanz’a gönderildi. İsviC­ reli Protestan reformcu Huldrych Zvvingli’ nin etkisiyle Luzern’de Reform öğretilerini açıkça savunmaya başladı (1522). Bunun üzerine kentten kovuldu. Schaffhausen’e döndükten sonra reform yanlısı tutumunu sürdürünce 1525’te bu Kentten de kaçmak zorunda kaldı. Sonunda Zürich’e gitti ve orada güvenlik içinde yaşadı. Birinci Zürich tartışmasına (29 Ocak 1523), başlangıçta başkanlığını da yürüttüğü ikinci Zürich tartışmasına (26-28 Ekim 1523) ve Bern tartışmasına (Ocak 1528) katıldı. Anabaptistlerin Zürich’teki toplan­ tılarında bulundu. Bern’de, Anabaptist ön­ derlerden Hans Pfistermeyer’in görüşlerim geri aldığı toplantıyı yönetti (19 Nisan 1531). Sankt Gailen ve Basel'de vaaz verdi; Martin Luther ile mektuplaştı.

Hofmcistcr, VVilhelm (Friedrich Bencdikt) (d. 18 Mayıs 1824, Leipzig - ö. 12 Ocak 1877, Lindcnau, Leipzig yakınlan), karşılaştırmalı bitki morfolojisinin öncüle­ rinden Alman botanikçi. On yedi yaşındayken babasının yanında yayımcılık işinde çalışmaya başladı. Bir yandan da botanikle ilgilenerek, kendi ken­ dini yetiştirdi. Üniversite eğitimi olmaması­ na karşın 1863’te Heidelberg Üniversitesi' nin botanik profesörlüğüne ve Heidelberg Botanik Bançesi yöneticiliğine getirildi. 1872'de Tübingen Ûniversitesi'nc geçti. İlk makalesini 1847’de yayımladı. İki yıl sonra çıkan "Die Entstehung des Embryo der Phanerogamen" (Çiçekli Bitkilerde Embriyonun Oluşumu) adlı yapıtında hücre oluşumu sırasında çekirdekte gözlenen olay­ lara ayrıntılı olarak yer verdi, aynca bitki embriyonlarının çiçektozu borusunun tepe­ sinde geliştiğini savunan kuramın doğru olmadığını kanıtladı. En önemli çalışması, çeşitli kriptogamlar (çiçeksiz bitkiler) arasındaki yakınlıkları or­ taya koyduğu ve açıktohumlulan kripto­ gamlar ile kapalıtohumlular (çiçekli bitki­ ler) arasına yerleştirerek bitki sistematiğin­ deki yerini doğru olarak belirlediği Vergleiehende Untersuchungen (1851; Karşılaşürmalı Araştırmalar) adlı morfoloji kitabıdır. Yo­ sun ve eğreltilerin yaşam çevrimlerinin dü­ zenli biçimde birbirini izleyen eşeyli ve eşeysiz evrelerden oluştuğunu saptayan da Hofmeister’dir.

Hofmeyr, Jan (Hendrik) (d. 4 Temmuz 1845, Cape Town - ö. 16 Ekim 1909, Londra), Kap Kolonisi’nde yaşayan Fele­ menk asıllı Güney Afrikalıların çıkarlarını temsil eden Afrikaner Bond adlı siyasal partinin önderi. Bir bağcının oğlu olan Hofmeyr, Cape Town’daki South African College’da öğre­ nim gördü. Daha sonra gazeteciliğe başladı ve başarılı bir gazeteci olarak adını duyur­ du. 1878'de çiftçilerin çıkarlarını savunmak amacıyla Çiftçileri Koruma Birliği'ni kurdu. Aynı yıl Stellenbosch temsilcisi olarak Kap Kolonisi Parlamentosu’na girdi. On altı yıl süren parlamento üyeliği boyunca Kap Kolonisi'nde yaşayan Felemenklilerin sözcülü­ ğünü ve önderliğini yaptı. Çiftçileri Koruma Birhği’nin 1883’te Afri­ kaner Bond adlı siyasal partiyle birleşmesini sağlayan Hofmeyr, partinin önderliğini üst­ lenerek güçlü bir siyasal konum elde etti. 1884'tekı kısa sureli bakanlık görevi dışında koloni yönetiminde görev almamasına kar­ şın, birçok kez koloniyi temsil etme sorum­ luluğunu üstlendi. İngiltere'yle ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiği görüşünü benimse­ dikten sonra 1887 ve 1894’te toplanan impa­ ratorluk konferanslarında önemli rol oyna­ dı. Yakın dostu Cecil Rhodes’un başbakan­ lığı sırasında (1890-95) hükümetin yayılmacı Eolitikalannı destekledi. Ama Güney Afria'da İngilizlerin yönetiminde bir federas­ yon kurmayı amaçlayan Rhodes’un, bu tasa­ rısı önünde bir engel olarak gördüğü Trunsvaal Cumhuriyetindeki Boer hükümetini devirmek için düzenlettiği Jameson Baskını'ndan (29 Aralık 1895) sonra Rhodeş’u desteklemekten vazgeçti. Darbe girişimini şiddetle kınayan Hofmeyr, İngilizlerle Boerler arasında çıkabilecek savaşı önlemek için çeşitli girişimlerde bulundu. Bu çabalan sonucunda Transvaal Cumhurıyetı’nin baş­ kanı Paul Kruger’ı İngilizlerle uzlaşmaya ikna ettiyse de Kap Kolonisi’nin İngiliz valisi Lord Milner anlaşmaya yanaşmadı Güney Afrika Savaşı’nın (1899-1902) baş­ lamasının ardından Avrupa’ya giden Hof­ meyr, savaştan sonra İngilizlerle Boerlcr arasında anlaşma sağlamak için yeniden

ülkesine döndü. Güney Afrika'daki koloni­ ler arasında birlik kurulması eğiliminin güç­ lendiği bu dönemde, kurulacak birliğin mer­ kezî değil federal bir yapı taşımasını ve Felcmenkçenin resmi dil olmasını savundu. Kendisine büyük sevgi besleyen Felemenk­ liler üzerinde güçlü bir etkisi olduğundan, hazırlanan birlik tasarısını İngiliz hükümeti­ ne sunmak üzere Londra’ya gönderilen de­ legeler arasında yer aldı.

Hofstadtcr, Richard (d. 6 Ağustos 1916, Buffalo, New York - ö. 24 Ekim 1970, New York kenti, ABD), ABD’li tarihçi. ABD tarihindeki siyasal, toplumsal vc düşünsel eğilimler üzerine yazdığı popüler yapıtlarla iki kez Pulitzer Ûdülü'nü kazanmıştır. Buffalo Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra (1937) doktora çalışmasını Columbia Üniversitesi’nde yaptı (1942). 1942-46 ara­ sında Maryland Üniversitesi’nde, 1946-70 arasında da Columbia Üniversitesi’nde ders verdi. Hofstadter, ABD tarihini yorumlarken toplumbilimden geniş biçimde yararlanmış­ tır. Birkaçı best-seller listelerine giren yanıt­ lan arasında The American Politıcal Traaition (1948; Amenka’da Siyasal Gelenek), The Age of Reform (1955, 1956 Pulitzer Ödülü; Reform Çağı), The ParanoidSiyle in American Politics(1965; Amerikan Siyase­ tinde Paranoyak Üslup), The Idea of a Party System (1969; Bir Parti Sisteminin Felsefesi) ve American Violence (1970; Amerikan Şiddeti) sayılabilir. Hofstadter Anti-Intellectualism in American Life (1963, 1964 Pulit­ zer Ödülü; Amerika’da Antientelektüelizm) adlı yapıtında ABD siyasal tarihinde etkisini uzun yıllar sürdüren Jackson de­ mokrasisinin eşitlikçi ve popülist düşüncele­ rinin aydınlara karşı köklü bir önyargı oluşturduğunu öne sürmüştür. Hofstadter’e göre bu düşünceler birçok ABD'hnin aydınFan yabancı seçkinlerin temsilcisi olarak değerlendirmesine yol açmıştır. Hofstadter, Robert (d. 5 Şubat 1915, New York kenti - ö. 17 Kasım 1990, Stanford, Calıfomia, ABD), temel parçacıklar üzeri­ ne gerçekleştirdiği araştırmalarıyla 1961 Nobel Fizik Ödülü’nü Alman fizikçi Rudolph Ludwig Mössbauer ile paylaşan ABD’li fizikçi. Bu çalışmasıyla, protonların

Hofstadter Slanlonj Uruvorıty Ntf*-s Sonnce

ve nötronların o güne değin bilinmeyen yapısının anlaşılmasını sağlamıştır. 1946’da Princeton Üniversitesi’nde dersler vermeye başlayan Hofstadter, çalışmalarını kızılötesi ışınlar, ışılilelkenlik, kristaller ve kırpışım (sintilasyon) sayaçları üzerinde yo­ ğunlaştırdı 1950-85 arasında ders verdiği Stanford Üniversitesi’nde doğrusal elektron hızlandırıcısının yardımıyla atom çekirdeği­ nin yapısını inceledi ve ölçümler yaptı. Bu araştırmaları sırasında protonlann ve nöt­ ronların çifte pion (pi mezonu) bulutuyla kuşatılmış merkezi, pozitif yüklü bir çekir­ değe sahip olduklarını buldu. Protonlardaki

373

Hogarth, David Georgc

bulutlann her ikisinin de pozitif yüklü olma­ sına karşılık, nötronlardaki iç bulut negatif yüklüdür; bundan ötürü nötronlar yüksüz, ya da net sıfır yüklüdür

Hofu, Japonya’da, Honşu Adasının Yamaguçi ilinde (ken) kent Japon Iç Denizi (Seto Naikai) kıyısında yer alır Kurgan dönemine ait Tarihöncesi kalıntılar ve mezarlar, yöre­ nin erken tarihlerden ben bir kültür merke­ zi olduğunu gösterir. Tokugava döneminde (1603-1867) önemli bir tuz yükleme limanı

Hofu'da Temman Tapmağı nın kapısı, Japonya Proıcs Pack - E9 İne

olan Hofu 1868’e değin Suo yöresinin (bu­ gün Yamaguçı ilinin bir bölümü) merkezi Konumunu korudu. Kobe ile Moci arasında­ ki demiryolu üzerinde yer almasına karşın sanayileşme yavaş gelişti. Günümüzde kent­ te tekstil, kimya ve gıda işleme fabrikaları vardır. Tuz çıkarımına 196O'ta son verilmiş­ tir. Kentteki Temman Tapmağı, imparatora komplo kurmakla haksız yere suçlanan (901) bilgin ve devlet adamı Sugavara Miçizane'ye adanmıştır. Nüfus (1990) 117.639.

Hofzinser, Johann Nepomuk (d. 6 Tem­ muz 1806, Viyana - ö. 1 Man 1875, Viyana, Avusturya), AvusturyalI illüzyonist. Ama­ tör olarak çalışmakla birlikte, özellikle oyun kâğıtlarıyla yaptığı el çabukluğuna dayanan hileler ve bu konudaki parlak buluşlarıyla, alanında en ünlü ustalar arasına girmiştir Avusturya dışına hiç çıkmayan Hofzinser. süslü kostümlere ve sahne düzenlemelerine önem vermemiş, gösterilerde yalınlığı savu­ nan ilk sanatçılardan biri olmuştur. Sırları­ nın da kendisiyle birlikte gömülmesini iste­ mesine karşın, Ottokar Fıscher, onun arka­ daşlarıyla yazışmalarını ele geçirerek bun­ lardan Kartenkûnstler (1910; Kâğıt Ustası) adlı bir kitap derlemiştir.

hogan, ABD’nin Arizona ve New Mexıco eyaletlerinde yaşayan Navaholann yaptığı kulübeler. Daireve yakın bir planı olan /toga/ı’lar, genellikle ağaç kütükleri ve ça­ murdan, ender olarak da taştan yapılır Çatı, ağaç kütüklennın bir kubbe oluştura­ cak biçimde kademeli olarak yerleştirilme­ siyle örtülür Daha sonra çatının tepesinde bırakılan yuvarlak bir baca deliği dışında bütün yanı çamur, tezek, bazen de otlarla sıvanır. Giriş genellikle doğuya bakar ve çoğunlukla bir battaniyeyle örtülür. Hogan'\dr, pencereleri ve ıç bölmeleri olmayan ilkel barınaklardır; içlerinde mo­ bilya ya çok azdır ya da hiç bulunmaz. Oturmak ve uyumak için, ateş çevresinde doğrudan toprak zemine serilen koyun post­ ları kullanılır. Hogarth, David George (d. 23 Mayıs 1862, Barton-upon-Humber, Lıncolnshire -

Hogarth, \Villiam

374

ö. 6 Kasım 1927, Oxford, Oxfordshire, İngiltere), İngiliz arkeolog ve diplomat.

Davıd George Hogarth Royal Geographcal Socıety

Oxford’daki Ashmolean Müzesi’nin yöneti­ ciliğini yapmış (1909-27), bazı önemli arkeo­ lojik alanlarda yapılan kazılara katkıda bu­ lunmuştur. 1900 dolaylarında. Sir Arthur Evans’ın Girit’teki Knossos'ta yaptığı kazılara yar­ dımcı olarak katıldı. 1904-05 yıllarında, antik Ephesos (Efes) kentindeki Artemis Tapınağı’nda yapılan kazıyı yönetti. Kazı sonuçlarını The Archaic Artemisıa of Ephesus (1908; Ephesos’taki Arkaik Artemis Tapınağı) adıyla yayımladı. 1911’de başladı­ ğı kazılarla da, Hitit uygarlığının önemli merkezlerinden Karkamış’m (bugün Suriye’ de) ortaya çıkarılmasını sağladı. Buradaki bulgularını 1914’te yayımladı. Osmanlı yö­ netimine karşı bir ayaklanma düzenlemesi için 1915’te İngiliz hükümetince Kahire’ye gönderildi. Orada T. E. Lavvrence ile birlik­ te çalıştı. 1919’da Paris Barış Konferansın­ da kurulan Ortadoğu komisyonunda İngiliz delegesi olarak bulundu. Bu yıllar boyunca Ashmolean Müzesi’nin Hitit ve Gint uygar­ lıklarına ilişkin arkeolojik koleksiyonlarının zenginleşmesini sağladı. Başlıca yapıdan Hittite Seals (1920; Hitit Mühürleri), Kıngs of ıhe Hittiıcs (1926; Hitit Krallan) ve gezi türündeki Wandenng Scholar in ıhe Levanı' tır (1896; Doğu Akdeniz’in Gezgin Bilgini).

Hogarth, William (d. 10 Kasım 1697, Londra - ö. 26 Ekim 1764, Londra, İngilte­ re), çağdaş karikatürün öncüsü sayılan İngi­ liz ressam ve oymabaskı ustası. Toplum yaşamından sahnelere yer verdiği yergili, mizahh ve öğretici oymabaskı ve resimleriy­ le ünlenmiş, portre ve tarihsel konulu resim­ lerde ise umduğu başanya ulaşamamıştır. Estetik konusundaki görüşleri resimden çok romantik dönem edebiyatım etkilemiştir. Gençliği. Öğretmenlik yapan Richard Hogarth’ın tek oğluydu. İki kız kardeşiyle canlı bir kent ortamında büyüdü. Babası klasik metinlerle uğraşıyor, yetenekli bir araştır­ macı olmakla birlikte yayımcılardan, kitap satıcılarından ve zengin koruyuculardan hak ettiği ilgiyi görmüyordu. Bu deneyim Hogarth’ın okumaya güvenini yitirmesine, bu­ na karşılık kendinden emin vc bağımsız bir kişilik geliştirmesine yol açtı. Çevresinde gördüklerini çabucak algıla­ yan, gördüğü tipleri çizmekten ve taklit etmekten hoşlanan bir çocuktu. Sık sık yakındaki bir resim atölyesine gitmesi de yeteneğinin gelişmesini hızlandırdı. Sanata yönelmesi babası tarafından ne engellenen, ne de desteklenen Hogarth 15 yaşında kendi sorumluluğunu üstlendi; bir gümüşçünün yanına çırak girerek altın ve gümüş üzerine arma kazımaya başladı. Burada fazla bir şey

öğrenemeden geçirdiği yıllar onu eğitimde alışılmış yöntemlerden uzaklaşmaya, kendi­ ni farklı yollarla eğiterek yitirdiği zamanı kazanmak için çalışmaya yöneltti. Özgünlü­ ğünü ve esnekliğini de büyük ölçüde bu pragmatik ve gelenek dışı tavrıyla kazandı. Hogarth çıraklık yıllarında eğlenmeye de zaman ayırdı. Çevresindeki insanların dav­ ranışlarını belli bir mizah anlayışıyla gözlü­ yor, tiyatro ve gösterilerden tat alıyor, Lon­ dra’da her yere girip çıkıyordu Dönemin yazar, müzikçi ve aydınlarıyla yakın ve içten dostluklar kuruyor, ülkenin kültür yaşamın­ da önemli rol oynayan eleştirel tasarlı orta sınıf aydınına yakınlık duyuyordu. Yirmi üç yaşındayken kendi dükkânını açtı ve St Martin Yolu’ndaki özel bir çizim okuluna gitmeye başladı. Bir süre öbür öğrenciler gibi heykel ve canlı modelden çalıştıysa da kopyacılığa hiç yatkın değildi ve çizimi en iyi günlük yaşama bakarak öğrenebileceğine karar verdi. İçten gelen bir gerçekçiliği vardı; biçimsel değerlere değil, anlatımcı değerlere önem veriyor, görsel belleğini güçlendirmek için geliştirdi­ ği yöntemleri kullanarak gördüklerini ve düşüncelerini ön çizim yapmadan doğrudan tuvale ya da kâğıda aktarabiliyordu. Avrupa sanatı konusunda çok çeşitli oymabaskı örneklerini inceleyerek edindiği derin bilgisi de gerçek yaşamdan esinlenen yaratıcılığını tamamlıyordu. Hogarth bu dönemde yaşamım kazanmak için firmaları tanıtıcı kart, bilet ve kitap resimleri için bakır oymabaskılar yaptı. Ki­ tap resimleriyle gittikçe artan bir üne ve düzenli bir gelire kavuştuysa da, babasını

'Ressam ve Köpeği", VVilliam Hogarth'ın yağlıboya kendi portresi, 1745; Tate Galerisi, Londra Taîc Gaite^y Lond/a

sömüren yayımcılarla karşı karşıya gelmesi­ ne yol açan bu işten hoşlanmıyordu. 1724'te barok üslubuna uzun zamandır hayranlık duyduğu Sir James Thornhill’in evinde açı­ lan çizim okuluna girdi. Resmî saray ressa­ mı ve “sir” unvanlı ilk İngiliz sanatçısı olan Thomhill’le ilişkisi de böyle başladı. Ho­ garth ulusal sanatı ve toplumun saygısını kazanmış sanatçı tipini temsil eden Thomhıll’in değerlerini paylaşıyor, eski ve yaban­ cı sanatçılara özel düşkünlük gösteren sanat uzmanlarını kınıyordu. 1724’tc yayımcılar­ dan bağımsız bastırdığı "Maskeli Balolar ve Operalar” (Burlington Gate) adlı ilk önemli yapıtında dönemin beğeni düzeyine saldırdı ve ömrü boyunca hiç ödün vermediği tavrını

ortaya koydu. Dönemin sanat koruyuculan arasında Burlington 3. kontu mimar Rı chard Boyle’un desteklediği güçlü bir grubun değer ölçülerini sorgulaması meslek yaşamı­ nın başında çok sayıda düşman edinmesine yol açtı. Hogarth 30 yaşma geldiğinde artık resim yapacak kadar yetkinleştiğine inanıyordu Bu dönemde aynı görüşü paylaşmayan ve bir resmini “bitmemiş" diye geri çeviren duvar halısı dokumacısı Joshua Moms'e karşı açtığı davayı kazandı. John Gay’in The Bcggar's Opera (Dilenci Operası) adlı oyu­ nundan esinlendiği “Dilenci Operası' (1728, Tate Galerisi, Londra) adlı tarihi bilinen ilk resmini de bu sıralarda yaptı “Dilenci Operası” Hogarth'ın tiyatroya ve gerçek yaşamla bağlantılı komik konulara duyduğu ilgiyi yansıtıyordu. Sahne, seyirci koltuğundan görüldüğü gibi betimlenmiş, gerçekçi ayrıntıya büyük önem verilmiş, başlıca oyuncularla seyircilerin portreleri de resme katılmıştı. “Dilenci Operası” Ho garth’ın sonraki öykülü resimlerinin olduğu kadar küçük, samimi grup portrelerinin de habercisiydi. Ünlenmesi. Hogarth Mart 1729’da birlikte kaçtığı Thornhill’in kızı Jane ile mutlu bir evlilik yaptı. İzleyen birkaç yıl içinde zarif Fransız rokokosunun vc Antoine VVatteau’ nun etkisindeki küçük grup resimlenyle ünlenerek varlıklı müşteriler kazandı Ama başlangıçta büyük bir enerjiyle yaptığı bu tür resimlerden çabuk sıkıldı ve kendi zevki için günlük yaşamdan komik sahneleri be­ timlemeye başladı. Gürültülü ve hareketli bir halk şenliğinin canlı kalabalığını betimle­ diği “Southvvark Panayırı” (1733, Lady Oakes Koleksiyonu), aynı zamanda yaşamın bütün ayrıntılarıyla kavranmasına dayalı yep­ yeni bir öykülü resim türüne yöneldiğini oe gösteriyordu. Tiyatrodan dost olduğu oyuncu-yönetici Davıd Garrick ve yazar Henry Fielding gibi Hogarth da sanatta dürüst bir doğalcılıktan yanaydı. 16. yüzyılın büyük Flaman ressamı Pieter Bruegel (Yaşlı) gibi yaşamın eğlenceli ve öğretici yanlarını orta­ ya çıkarmak istiyordu. Londra’da kötü yob düşen taşralı bir kızın öyküsü temelinde bir toplumun çılgınlığım ve acımasızlığını alaya alırken bundan bir ahlak dersi de çıkardı Geniş kitlelere hitap eden bu oymabaskıbnyla olağanüstü başarı sağlayan Hogarth böylelikle parasal vc sanatsal bağımsızlığını da kazandı. Birçok meslektaşının tersine yalnızca kendi eğilimleri doğrultusunda ça­ lışma olanağına kavuştu. Yapıtlarının kor­ san baskılarını önlemek için sanatçıların telif haklarını koruyacak bir yasa çıkarılma­ sına çalıştı ve 1732’de başladığı “Ahlaksızın İlerlemesi" adlı dizisinin sekizinci bölümünü Hogarth Yasası olarak bilinen bu yasa çıkmadan yayımlamadı (1735). Ertesi yıl Leicester Fıelds’deki eve taşındı ve ölümüne değin burada oturdu. Portre ve tarihsel konulu resimleri. 1734 te Thornhill ölünce Hogarth çizim okulunu ortak üretim temelinde yeniden düzenledi, okulu her türlü sanat tartışmasına ve dene­ mesine açık önemli bir merkeze dönüştür­ dü. 1735’te St. Bartholomevv Hastanesı’run yönetimine seçilince bu fırsattan yararlana­ rak binanın ana merdivenini "Bethesda Havuzu" ve “İyiliksever Saıniriyeli” adlı dinsel konulu iki resimle süsledi. Ama tarihsel konulu resimlerinde hiçbir zaman komik öykülü ve tür resimlerindeki kadar başarılı olamadı. 1740’ta yeniden portreciliğe yöneldi ve modellerini daha çok orta sınıftan seçti Arkadaşı Thomas Coram’ın oturur durum­ daki tam boy portresini ise büyük bir zevkle yaptı. Portrecılikte ölü aristokratik geleneğe içtenlikli bir gerçekçilik katan resim Avrupa

portrcciliğinin geleceği açısından büyük önem taşıyordu. Hogarth, resmi Coram'ın 1739’da kurduğu Yetimler Yurdu’nda açılan bir sergiye koydu. Başlangıçtan beri çalış­ malarına katıldığı kurumun binaları 1745'te tamamlandığında da meslektaşlarını kendisi gibi kuruma resim bağışlamaya çağırdı. Bu girişimiyle çağdaş İngiliz sanatına ayrılmış kamuya açık ilk sergi açılmış oldu. Sergi 1768'dc Kraliyet Akademısi’nin kurulmasıy­ la sonuçlanan gelişmede çok önemli rol oynadı. 1745 birçok bakımdan Hogarth’ın meslek yaşamının doruk noktasıydı. O yıl yaptığı ünlü “Ressam vc Köpeği” adlı kendi portre­ sinde ressamın pervasız, zeki yüz çizgileriyle sağlam yapılı köpeğinin bakışını muzipçe yan yana getirmişti. Shakespeare, Milton ve Swift gibi büyük İngiliz yazarlarının cilt cilt yapıtlarının da yer aldığı resim aynı zaman­ da sanatsal bir bildiri niteliğindeydi. Ho­ garth gene 1745'te iki yıl önce resimlerini tamamladığı, üst sınıfların evlilik törenlerini eleştiren “Modaya Uygun Evlilik” dizisinin baskılarını yayımladı. Oynıabaskıya dönüş. İzleyen birkaç yıl içinde Hogarth, Lincoln’s Inn avukatlarının ısmarladığı tarihsel konulu bir resim dışında daha çok oymabaskı yaptı. Bunlann çoğu halkın anlayabileceği nitelikte basit, öğretici baskılardı. 1751 tarihli “Bira Sokağı", “Cin Yolu” ve “Acımasızlığın Dört Evresi" ucuz olsun diye özellikle kabaca oyulmuştu. Bu dönemdeki belirsizlik ve doyumsuzluk duy­ guları ise en çok yanm kalmış resimlerine yansıdı. Bir çırpıda çizdiği birçok taslağında büyük resimlerinde gösteremediği başanya ulaşarak barok üslubun hareketli öğelerini ödün vermez bir gerçekçilik ve ustaca bir boya kullanımı ile birleştirdi. Sağlığında ilgi görmeyen bu çalışmalan ancak 19. yüzyılda izlenimciler tarafından ciddi olarak incelen­ di. Hogarth 1745 ve 1751 ’de iki kez yapıtla­ rını açık artırmaya çıkardı. Fiyatların çok düşük kalmasından duyduğu öfke vc üzün­ tüyle hayır işlerine yöneldi. Bir yandan da aldırmaz gibi davranıyor, gittikçe şiddetle­ nen sanat tartışmalarına katılıyordu. Sanat görüşlerini açıkladığı The Analysis of Beaury (1753; Güzelliğin Çözümlemesi) adlı kita­ bında bir yandan resim yapma konusunda pratik öğütler verirken, bir yandan da yerle­ şik sanat kurumlannı eleştirdi. Görüşlen özellikle öteki Avrupa ülkelerinde saygıyla karşılandıysa da kitap, muhaliflerinin sert eleştirilerine hedef oldu. Hogarth büyük boyutlu “Seçimler" (175458, Sir John Soane Müzesi, Londra) dizisin­ de son kez "tarihsel konulu komik resim" türünün değerini göstermeye çalıştı. I757’de III. Georgc'un resmî saray ressamlığına getirildikten sonra bazı portreler yaptıysa da son yıllan hastalık ve düş kınkhğı içinde geçti. “Sigismunda” (1759) adlı resmi geri çevrildi; “Zamanlar I” (1762) adlı siyasal içerikli yergili oymabaskısı kamuoyunda bü­ yük tepki yarattı. Sonuna değin tutkulu bir sanatçı olarak kalan Hogarth ölümünden birkaç ay önce yaptığı “Sayfa Sonu” ya da “Düşüş" adlı oymabaskıda kendi sanat dünyasının çökü­ şünü kasvetli bir biçimde betimledi. Yapıt sanki bir kehaneti dile getiriyordu, çünkü 19. yüzyıl İngiliz ressamı John Constable’m dediği gibi Hogarth ne herhangi bir okul içinde yer almış, ne de taklit edilebilmiştir. Doğrudan etkisi resimden çok edebiyatta görülmüş, ölümünden sonra değerim ilk anlayanlar romantikler olmuştur. J. M AV. Tumer gibi Hogarth’ın sanatının derinlikle­ rine de İngiltere’den çok öteki Avrupa ülkelerinde varılmıştır. ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI Resini "VVoodcs Rogcrs vc Ailesi” (1729, Ulusal Denizcilik Müzesi,

Greemvich, Londra), "Stephen Bcckıngham ile Mary Coz'un Evliliği" (1729-30, Metropolitan Sanat Müze­ si, Ncw York), “Bir Müzikli Parti" (y 1730, Fılr ıllı* am Müzesi, Cambndge), “Fountainc Ailesi" (y 1730, Phıladclphia Sanat Müzesi), "Meksika'nın Fet­ hi" ("Yerli İmparator") (1731, llchester Kontu Kolek­ siyonu, Londra), “Üzgün Şair” (y 1735, Kent Müzesi ve Sanat Galerisi, Birmingham), “Mary Edwards" (y 1740, Frick Koleksiyonu, New York), "Graham Çocuklan" (1742, Ulusal Galeri, Londra), “Bayan Elizabcth Şalter" (1744, Ulusal Galen, Londra), "İsa'nın Göğe Çıkışı” (1756, St. Mary Redclıffe

Kilisesi, Bnstol), “Hogarthin Hizmetkârları" (y. 1758, Ulusal Galen, Londra), “Kısa Boylu Kız" (y. 1759), Ulusal Galen, Londra). Oymabaskı “Fahişenin İlerlemesi" (1731-32), “Ahırda Giyinen Aktns" (1738), “Çalışkanlık ve Aylaklık" (1747), "istila" (1756), "Mahkeme" (1758).

Hogen Çatışması, Japonca hogen no ran. Japonya'da Hogen döneminde, Taıra ve Mınamoto klanları arasındaki çatışma (Temmuz 1156). Çatışma sonucunda Fucivara ailesinin saray üzerindeki egemenliği sona ermiş, uzun bir feodal savaş dönemi başlamıştır. Çatışma, tahttan çekilmiş olan eski impa­ rator Sutoku ile iş başındaki imparator Go-Şirakava arasında imparatorluk sarayı­ nın denetimi konusunda çıkan anlaşmazlık­ tan kaynaklandı. Başbakanlıktan da güçlü olan karnpaku’luk makamını 857’den beri elinde tutan Fucivara ailesi Go-Şirakava'yı destekleyince, Sutoku da Mınamoto Tameyoşi komutasındaki Mınamoto ve Taıra savaşçılarını çağırdı. Taira Kiyomon’nin ko­ mutasındaki başka bir grup savaşçı ise karşı tarafın yardımına geldi. Sonunda Kiyomon’ nın kuvvetleri üstünlük sağladı. Tameyoşi idam edildi, Sutoku sürgüne gönderildi. Fucivara yönetiminin etkisiz olduğu böylece ortaya çıktıktan sonra, Taira ailesi devletin gerçek denetimini ele geçirdi. 1156’da Taira Kiyomon’yle birleşen Minamoto kuvvetlerinin başı Minamoto Yoşitomo üç yıl sonra Taira önderliğine karşı bir darbe girişiminde bulundu. Bunun üzerine çıkan Heici Çatışmasından Kiyomori üstün çıktı ve Tairalar ülke üzerindeki denetimle­ rini sağlamlaştırdılar.

Hogcndorp, Dirk van (d. 13 Ekim 1761, Hoenvliet, Felemenk - ö. 29 Ekim 1822, Rio de Janeiro, Brezilya), Birleşik Doğu Hindis­ tan Kumpanyasında görev alan Felemenk devlet adamı. Fransız Devnmi’nin liberal düşüncelerinden etkilenmiş, bu düşüncele­ rin Felenıenk'ın sömürge politikasında uy­ gulanması için çaba harcamıştır. Askerlik eğitimi gördükten sonra 1783'te Doğu Hint Adalarına yapılan bir deniz seferine katıldı. Üç yıl sonra Birleşik Doğu Hindistan Kumpanyasında ticari temsilci olarak çalışmaya başladı. Bu görevi sırasın­ da iki yıl kaldığı Hindistan’ın Patna kentin­ de İngilizlerin dolaysız yönetim ve vergilen­ dirme sistemini tanıma olanağı buldu. Doğu Hint Adaları genel valisi Sebastian Nederburgh, van Hogendorp’un liberal düşünce­ lerinden rahatsız olduğu için 1798’de onu tutuklattı. Felemenk’e kaçan van Hogendorp Doğu Hindistan’daki Batav sömürge­ lerinin durumu üzerine kaleme aldığı rapor­ la ülkede büyük bir tartışma başlattı. Fele­ menkliler, Endonezya’da da Avrupa’daki ekonomik ilişkilerin geçerli olduğu savını şaşkınlıkla karşıladı. Bu sırada Felemenk hükümeti Doğu Hint Adalarım kumpanyadan yeni devralmıştı ve bir sömürge politikası oluşturmak zorunday­ dı. Yeni bir yönetmelik hazırlamakla gö­ revlendirilen komitede van Hogendorp da yer aldı, ama çoğunluktaki tutucu üyelere görüşlerini kabul ettiremedi. Felemenk’in Fransız İmparatorluğu içine alındığı 1810’a değin dışişleri bakanlığında çalışan van Hogendorp, daha sonra Fransa’

375

Hogg, James

ya giderek Napoleon'a danışmanlık etti. Napoltlon’un iktidardan uzaklaşmasının (1815) ardından eski servetine yemden ka­ vuşma umuduvla gittiği Brezilya’da yoksul­ luk içinde öldü

Hogg, Douglas McGarel,

hailshamlj i

Hailsham (d. 28 Şubat 1872. Lon­ dra - ö. 16 Ağustos 1950, Carter’s Corncr Place, Sussex, Ingiltere), İngiliz avukat ve siyaset adamı. Avam Kamarası’nda vc Lordlar Kamarası’nda Muhafazakâr Parti’ nin önde gelen tcmsılcılenndendı Kraliyet Polıteknık Enstitüsü'nün kurucu­ su Quintin Hogg'un oğluydu Eton'da öğre­ nim gördükten sonra sekiz yılını babasının şirketinde geçirdi. Güney Afnka Savaşı'na (1899-1902) katıldıktan sonra barova kabul edildi (1902). Sorgulamadaki ustalığı, olgulan ve sayılan kolayca akılda tutması ve ikna edici konuş­ ması sayesinde girdiği her tür davada başanlı oldu. 1922’de Marylebone'dan Muhafaza­ kâr Parti temsilcisi olarak parlamentoya girdikten sonra, Bonar Law hükümeti döne­ minde başsavcılığa atandı. Parlamento gö­ rüşmelerinde güçlü tartışmacı kişiliğiyle siv­ rildi. Ordunun disiplinini bozmakla suçla­ nan komünist gazeten J.R. Campbell hak­ kında açılan davanın düşürülmesine şiddetle karşı çıktı. 1924’te bu konuda Avam Kamarası’nda yaptığı konuşma, Ramsey MacDonald hükümetinin düşürülmesinde azımsan­ mayacak bir rol oynadı. 1924’ten baronluk unvanı aldığı 1928’e değin başsavcılık yap­ tı. 1929’da vikont oldu. Daha sonra ada­ let bakanlığı (1928-29), savaştan sorumlu devlet bakanlığı (1921-35) ve gene ada­ let bakanlığı (1935-38) görevlerinde bu­ lundu. vikont

Hogg, James (v. 9 Aralık 1770. Ettnck. Selkırkshıre - ö. 21 Kasım 1835. Altrive, Yarrovv, Selkırkshıre, İskoçva), “Ettrick Çobanı” olarak bilinen Iskoçyalı şair.

James Hogg. W Nıcholson'ın bir yağlıboya çalışmasından ayrıntı. Iskoçya Ulusal Portre Galensi. Edınburgh Lazerce Vtactweo fotojıal ScccuS Natonaı Pomaı Ga^ery EomtxjrQh

Romantik hareketle birlikte baladların yay­ gınlaştığı dönemde çok tutulmuştur. Gençliğinde çobanlıkla uğraşan Hogg, kendi kendini yetiştirdi. Yeteneğim ilk keş­ feden \Valter Scott’ın Mınstrelsy of the Scottish Border (1802; Iskoç Sınınnın Mınstrel Geleneği) adlı kitabı için malzeme sağladı ISlü’da Edınburgh'a giderek Lord Byron, Robert Southey ve \Villıam VVordsvvorth’le tanıştıktan sonra Mary Stuart'la ilgili şiirlerini içeren The Queen's Wake (1813; Kraliçenin ölüsünü Bekleme Töreni) adlı yapıtını yayımladı. Hogg’un çok sayıda­ ki şiirlerinden, ancak IVole’de yer alan "Kılmeny" ve "The Witch of Fite” gibi birkaç öykülü şür ve balad kalıcı değer taşır

Hogg, Quintin

376

Hogg, Quintin (d. 14 Şubat 1845, Londra ö. 17 Ocak 1903, Londra, İngiltere), İngiliz hayırsever ve toplumsal reformcu. Sonra­ dan yoksul gençler için kurulan toplum ve eğitim merkezlerine örnek olan Kraliyet Politeknik Enstitüsü’nûn kurucusudur. Ka­ rısıyla birlikte yaklaşık 30 yılını Londra’nın

Ouintin Hogg Hulton Pcture Library

yoksul gençleriyle ilgili çalışmalara vermiş, servetini bu yolda kullanmıştır. İngiltere’de dinsel inançların yeniden can­ landığı bir dönemde Eton'da öğrenim gör­ dü. Londra’nın yoksul bir kesiminde çay ticareti yapan bir şirkette çalışmaya başladı­ ğı zaman, çevredeki sokaklarda oynayan kimsesiz çocuklara büyük bir ilgi duymaya başladı. Alt sınıflardan gelen çocukların sorunları hakkında birinci elden bilgi edin­ mek amacıyla, geceleri ayakkabı boyacısı kılığına girerek bu çocukların arasına girdi. İki çöpçüye Kitabı Mukaddes aradığıyla okumayı öğretme girişiminden esinlenerek, iş derslerinin yanı sıra eğitim ve dinsel çalışma yoluyla yoksul çocuklara yeni bir yaşam sağlamayı amaçlayan bir okul açtı. 1868’de okulu Castle Sokağı'na taşıdı. 1878’de Long Acre’da çalışan gençler için bir enstitü kurdu. Üç yıl sonra Regent Sokağı’nda harap bir binayı satın aldı. Poli­ teknik olarak bilinen bu binayı onararak, “zanaatçı ve tezgâhtarlara ekmek parası kazanma uğraşının ilkelerini ve bir ölçüde de pratiğini öğreten" bir okula dönüştürdü. Politeknik Enstitüsü, Londra İl Meclisin­ den destek görmeye başladığı 1889’a değin kamu yardımı görmeksizin kendi başına çalışmalarını yürüttü. Sonraki dört yıl içinde Politeknik’in başka şubeleri de açıldı.

Hogg, Thomas JcfTerson (d. 24 Mayıs 1792, Norton, Durham - ö. 27 Ağustos 1862, Londra, İngiltere), dostu Percy Bysshe Shelley’nin ilk biyografi yazan olarak tanı­ nan İngiliz yazar. Hogg, Shelley’yle Oxford’da tanıştı. "The Necessity of Atheism" (Ateizmin Gereklili­ ği) adlı broşüre katkısından dolayı 18U'de onunla birlikte okuldan kovuldu. Daha sonra Londra’daki Middle Temple'da hu­ kuk öğrenimi gördü ve 1817’de avukat oldu. 1858’de yazdığı iki ciltlik The Life of Shelley (Shelley nin Yaşamı) anılar ve mek­ tuplardan yararlanarak ünlü şairin kişiliğine ışık tuttuğu gibi, Hogg'la ilgili birçok bilgi de içeriyordu. Yazann yapıtı dört cilt olarak planlamasına karşın Shelley ailesi, ilk iki cildin otobiyografik içeriğine karşı çıkarak, Hogg'a yapıtı tamamlamak için gerekli kay­ nakları sağlamayı reddetti. Hoggar bak. Ahaggar Hohe Tauern, Avusturya’nın güney kesi­ minde, Doğu Alpler'in kolu. Batıda Zillertal Alplerif ) * ve İtalya sınırı ile doğuda

Katschberg Geçidi arasında 110 km boyun­ ca uzanır. Avusturya’nın en yüksek noktası Grossglockner (3.797 m) gibi çok sayıda yüksek doruk bu sıradağ üzerindedir. Başlı­ ca doruklan Grossvcnediger, Sonnblick, Dreihermspitze (İtalyanca Picco dei Trc Signori; “Uç Baylar Tepesi"), Ankogel ve Hochalmspitze’dır. Hohe Tauenı, Grossvenediger’in doğusundaki Felber Tauern Tü­ neli ile Grossglockner’in doğusundaki Hochtor Tüneli’nden geçen karayoluyla aşılır. 1901-09 arasında yapılmış bir demiryolu, 8 km’lik Tauern Tüneli’nden geçerek, güney­ doğudaki Spittal an der Drau ile kuzeydeki Schwarzach im Pongau kentlerini birbirine bağlar. Bölge, dağcılar ile kayakçılann rağ­ bet ettiği bir alandır.

Hohcnlohe aİlesI. adını Franken’deki Hohenlohe bölgesinden alan Alman prens aile­ si. Adından ilk kez 12. yüzyıla ait kayıtlarda Uffenheim yakınlanndaki Hohenloch (Hohenlohe) Şatosu’nun sahibi olarak söz edi­ len aile kısa süre içinde bölgenin Kocher, Jagst ve Tauber gibi vadilerine de egemen oldu. Hohenlohe kontu unvanını ilk kez I. Heinrich (ö. 1183) aldı. İmparator fi. Friedrich’i destekleyen torunları Gottfried ile Konrad, Hohenlohe hanedanının Hohenlo­ he ve Hohenlohe-Brauneck kollarının teme­ lini attılar. İkinci kol 1390’da son bulurken, birincisi çeşitli alt kollara ayrıldı. Hohenlohe-Neuenstein alt kolu Reform döneminde Protestanlığı kabul etti ve prenslik unvanını ancak 1764’te kazandı. Katolik kalan Hohenlohe-VValdenburg alt kolu ise bu unvanı 1744’te elde etti.

geri kalan bölümüyle teslim oldu. İki yılını Fransızların tutsağı olarak geçirdikten sonra 1809’da emekliye ayrıldı.

Hohenlohe-Ingelfingen (Prensi), Krafl (d. 2 Ocak 1827, Koschentin, Prusya Yukan Silezyası - ö. 16 Ocak 1892, Drcsdçn, Almanya), Prusyah subay vc yazar. Hohenlohe-Ingelfingen prensi Adolf un oğluydu. 1845’te Prusya Muhafız Topçu Bırliği’ne katıldı. Yedi Hafta Savaşı’nda, Prusya ordusunun Königgrâtz (Sadovva) Çarpışmasında kazandığı zafer (3 Temmuz 1866) sırasında, Avusturya ordusunun sağ kanadına karşı Yedek Muhafız Topçu Birli” ği’ne başarıyla komuta etti. Savaştan sonra, Prusya topçusunun taktik eğitiminin iyileştirilmesi yönünde çaba har­ cadı. 1868'de tümgeneralliğe yükseltilerek. Muhafız Topçu Tugayı’nın komutanlığına getirildi. Bu görevle Fransız-Alman Savaşı' na (1870-71) katılarak Gravelottc vc Sedan’da yararlık gösterdi; Paris istihkâmlanna yönelik topçu saldırısını yönetti. 1879'da emekliye ayrıldı. Anılarını kapsayan A us rneinem Leben (1897-1908, 3 cilt; Yaşamımdan) adlı bir kitabı vardır.

Hohenlohe-Schillingsfiirst (Prensi), Chlodvvig Kari Viktor (d. 31 Mart 1819, Rotenburg an der Fulda, Hcsscn-Nassau ö. 6 Temmuz 1901, Bad Ragaz, Sankt Gailen, İsviçre), Alman imparatorluk şan­ sölyesi, Ekim 1894’ten Ekim 1900’e değin

Hohenlohe-Ingelfingen (Prensi), Friedrich Ludsvig (d. 31 Ocak 1746, Ingelfingen, VVûrttemberg - ö. 15 Şubat 1818, Slavvenitz Şatosu, Silezya), Prusyah feldma­ reşal. 1806’da, Prusya’nın Fransa boyundu­ ruğu altına girmesine yol açan Jena ve

Hohenlohö-Schillingsfûrst, bir oymabaskıdan ayrıntı, 1867 Sıaatsbıblıothek Borün

Hohenlohe-Ingelfingen, Wilhelm Arndt'ın bir oymabaskısı, y. 1795 Archtv fuı Kunst und Goschicnto. Berim

Auerstadt çakışmalarında, Napoldon karşı­ sında kesin bir yenilgiye uğrayan iki Prusya ordusundan birinin komutanıydı. Prusya ordusuna 1768’de girdi ve Bavycra Veraset Savaşı’nda (1778-79) yararlık gös­ terdi. 1791'de Berlin valisi oldu ve 1794’te Fransa’ya karşı Ren seferine katıldı. 1806’da savaş yeniden patlak verince, Napolüon'u durdurmak için gönderilen iki Prusya ordusundan birinin komutanlığına getirildi. Başkomutan olan Braunschweig dükü Kari Wilhelm Ferdinand ile anlaşmazlıkları, iki ordu arasında eşgüdümü engelleyerek fela­ kete yol açtı. Hohenlohe’nin kuvvetleri 14 Ekim 1806’da Jena'da Napolâon tarafından büyük ölçüde yok edildi. Prenzlau’ya çeki­ len Hohenlohe iki hafta sonra ordusunun

Prusya başbakanı vc İmparator 11. \Vilhclm’in “Chlodwig Amca"sı. İmparatorun üzerindeki etkisine karşın, aşırılıklarını ön­ leyememiştir. Bavyerah bir Katolik olan ve bir prens ailesinden gelen Hohenlohe hem Hohenlo he-Schillingsfürst prensi, hem de Ratıbor und Corvey prensi unvanlarını taşıyordu. Kısa bir süre Prusya devlet hizmetinde bulunduktan sonra Bavyera üst meclisinde yer aldı. 1848’de Frankfurt'taki geçici Al­ man hükümetine bağh bir diplomat olarak görev yaptı. Bavyera'mn, Yedi Hafta Savaşı’nda (1866) Avusturya’nın müttefiki olarak Prusya kar­ şısında yenilgiye uğramasından sonra. Ara­ lık 1866’da, besteci Richard VVagner’in öne­ risi üzerine Bavyera başbakanlığına geti­ rildi. Kuzey Alman Konfederasyonu’yla itti­ fak kurması ve Alman Gümrük Birliği'nin (Zollverein) yenilenmesini desteklemesi, Bavyerah milliyetçilerin muhalefetine ve Mart 1870’te iktidardan düşmesine yol açtı. Bavyera’mn 1871’de Alman Devleti’ne ka­ tılmasını destekledi. Reichstag'dd (Parla­ mento) başkan yardımcısı, Bundesrat'u (Federal Konsey) Bavyera temsilcisi olarak görev yaptı. Kulturkampf (yeni Alman Dev­ leti ile Katolik Kilisesi arasındaki çatışma) sırasında kilisede verilen vaazların siyasal amaçla kullanılmasını yasaklayan bir yasa

İnsansına önayak oldu ve Cizvit tarikatının dağıtılmasını destekledi. Tcmkinliliği, zekâsı ve geniş deneyiminden dolayı, 1894’te Caprivi Kontu Lco'nun gö­ revden alınmasıyla boşalan şansölyeliği dol­ duracak aday olarak ortaya çıktı. Şansölye olur olmaz Johanncs von Miqucl, Amiral Alfred von Tirpitz, Adolf Marschall von Bıeberstcin ve Bernhard von Bûlow gibi nüfuzlu kişilerin gölgesinde kaldığını gördü. II. Wilhelm’in coşkulannın yol açtığı zararlan önlemeye ya da onarmaya çalıştıysa da fazla başanh olamadı. VVilhelm’in Sosyal Demokratlara karşı sert davranma politika­ sından yana olmamasına karşın, bozguncu­ luğa karşı Alman yasasının (1894) ve Sosya­ listlere karşı Prusya yasasının (1897) çıkarıl­ masını destekledi. Bülow’un 1897’de dışişleri bakanı olarak uluslararası ilişkilerde Alman nüfuzunu ar­ tırmayı amaçlayan yeni bir "dünya siyaseti" izlemeye başlamasıyla bütünüyle silik bir şansölye durumuna düştü. Seksen bir yaşın­ da istifa edince yerine Bülow geçti.

Hohenstaufen hanedani, staufen hanedani olarak da bilinir, 1138-1208 ve 1212-54 arası dönemlerde Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nu yönetmiş Alman haneda­ nı. Kökeni, Kont Friedrich'e (ö. 1105) dayanır. Fricdrich, Schvvaben Jurasında Staufen Şatosu'nu inşa ettirmiş ve İmparator IV. Heinrich'e bağlılığından dolayı, 1079’da I. Fricdrich adıyla Schvvaben dükü yapılarak ödüllendirilmişti. Sonradan Heinrich'in kızı Agncs ile evlendi. Oğullan Schwaben dükü II. Fricdrich ile Konrad, 1125’te çocuksuz olarak ölen amcalan İmparator V. Heinrich’ in vârisi oldular. Saksonyah III. Lothar’ın geçici hükümdarlığından sonra Konrad, U38’de III. Konrad adıyla Alman krah ve Kutsal Roma-Germen imparatoru oldu. Hohenstaufen hanedanından gelen sonraki hükümdarlar, sırasıyla I. Friedrich (Barbarossa; 1152-90 arasında Alman kralı, 115590 arasında Kutsal Roma-Germen impara­ toru), VI. Heinrich (1191-97 arasında impa­ rator), Schwabenli Philipp (1198-1208 ara­ sında krah, II. Fricdrich (1212-50 arasında kral, 1220-50 arasında imparator) ve IV. Konrâd’dır (1237-54 arasında kral). Ho­ henstaufen hanedanı, özellikle de I. Fried­ rich ile II. Friedrich kendilerinden önce hüküm süren Sal hanedanının papalıkla giriştiği mücadeleyi sürdürmüş ve İtalya Yarımadasında da etkinlik göstermişlerdir. Hohenstaufen hanedanının egemenliği, Welf hanedanından Akitanya dükü IV. Otto’nun kısa süreli yönetimi (1208-12) sırasında kesintiye uğramıştır.

Hohenzollern

hanedani.

BrandenburgPrusya’yı (1415-1918) ve Alman İmparatorluğunu (1871-1918) yönetmiş hanedan. Adını Schvvaben’deki bir şatodan alır; önce­ leri Zolorin ya da Zolre olarak adlandırı­ lan şato, günümüzde Almanya'nın BadenVVürttemberg eyaletinde (Land), Tübingen’in ğüneyındedir. Hanedanın Silinen ilk temsilcisi, 11. yüzyılda Zollern kontu olan I. Burchard’dır. Ondan sonra gelen üçüncü ve dördüncü kuşaklarda hanedan iki kola ayrıl­ mıştır: 1486'ya gelindiğinde tümüyle orta­ dan kalkmış olan Zollem-Hohenbcrg ile Nürnberg. Hanedanın 20. yüzyıl ortalarına değin varlığını sürdüren bütün kollan Nümberg kontlarının soyundan gelir. Zollern hanedanından İli. Friedrich (ö. y. 1200), eski Nürnbere kontlannın bir vârisiy­ le evlendi ve 1192'de I. Friedrich adıyla kont oldu. Hanedandaki ilk kalıcı bölünme, onun iki oğlu Konrad ile Friedrich arasında ortaya çıktı: Franken kolu (Nürnberg kont­ ları, sonradan Brandenburg elektörleri, “Prusya’da kral" unvanı taşıyan hükümdar­

lar, Prusya kralları. Alman imparatorları) ve Schwabcn kolu (Zollern, Honenzollern, Zollcrn-Schalksburg, Haigcrloch vb kontla­ rı; Hohcnzollern-Hechingcn, Hohenzollem-Sigmaringcn, Hohenzollcrn ve Roman­ ya prensleri; sonradan Romanya kralları). Ancak, Konrad ile Friedrich’tcn hangisinin yaşça büyük olduğu bilinmediğinden, FranKen ve Schwabcn kollarının kıdem sırası tartışmalıdır. III. Fricdnch’in (ö. 1297) Bayreuth'u al­ masıyla Nürnberg kontluğu da Franken koluna geçti; Fricarich'in soyundan gelenler de Ansbach ile Kulmbach'ı ele geçirdiler. Bir süre bu topraklar hanedan için Brandcnburg’dan daha önemli oldu. VI. Friedrich, 141 l’de Brandenburg kontu, 1415'te de I. Fricdrich adıyla elcktör yapıldı. Reform döneminde Lutherciliği benimseyen Bran­ denburg Hohcnzollcmleri, 1613'te Kalvenci oldular ve 15-17. yüzyıllar arasında toprak­ larını önemli ölçüde genişlettiler [bak. Brandenburg). En önemli kazanmalarından birisi, 1525’te ele geçirilen Prusya Düklüğü'ydü (bak. Prusya). 1701'de Brandenburg elektörû III. Fricd­ rich. Kutsal Roma-Germen imparatoru I. Leopold’dan “Prusya'da kral" unvanını al­ dı. "Prusya krah" unvanı ise ilk kez 1772'de II. Friedrich’e (Büyük) verildi. Prusya krallan, 1806’da Kutsal Roma-Germen İmpara­ torluğu dağılana değin Brandenburg elektörü unvanını da korudular. 1871’de Prusya kralı 1. VVilhelm Alman imparatoru oldu. 1918’de I. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle bir­ likte, hem Prusya’da, hem de Almanya'da hanedanın egemenliği sona erdi. Hanedanın Schwaben kolu Reform döne­ minde Katoliklikten ayrılmadı. Zollem’den ayn olarak Hohenzollem adı da, IX. Fnedrich döneminde bu kol tarafından kullanıl­ maya başladı. Bu kola bağlı olan Hechingen ve Sigmaringen dallan, 1623’te prens unva­ nını elde ettilerse de, 1849'da egemenlikleri­ ni Prusya'ya bıraktılar. Yirmi yıl sonra Hechingen dalının sona ermesiyle birlikte. Sigmanngen dalından Kari Anton Hohen­ zollem prensi oldu; ancak bunu, belli bir bölgede egemenlik sürmeksizin yalnızca bir unvan olarak taşıdı. Onun küçük oğlu Kari 1866’da Romanya prensi, 1881’dc de I. Carol adıyla Romanya krah oldu; büyük oğlu Leopold’un İspanya tahtına adayolması ise, Fransız-Alman Savaşı’nın (1870-71) başlıca nedenlerinden biriydi. Leopold’un oğlu Ferdinand, 1914’te amcasının yerine Romanya tahtına çıktı. Hanedanın bu kolu Ortodoksluğu benimsedi ve 1947'ye değin Romanya’da hüküm sürdü.

Hohhot, \Vade-Giles yazımında hu ho-haoPinyin yazımında huho hoote, Çin'de, İç Moğolistan özerk Bölgesi'nin (zizhiou) merkezi (1952) kent. Yöre düzeyinde bir belediye (j/ııj ve İç Moğolistan Askeri Bölgesi’nin komutanlık merkezidir. Huang Irmağının (San Irmak) çizdiği büyük yayın kuzey kıyısında ırmağa katılan ve batıya

te,

Hohhot tâki manastır, İç Moğolistan, Çin Emi SchUtneM Black Sla/ / EB İne

377

Hohmann yörüngesi

doğru akan Daheı’nın yukan vadisinde yer alır. Yin Dağlannı aşan 1.500 m yükseklik­ teki bir geçidin güneyinde kuruludur. Eskiden Çinlilerin yaşadığı bölgenin ucun­ da yer alan yöre, zamanla bir sınır ticareti merkezi olarak gelişti. 16. yüzyılda kurulan eski Moğol kenti Kuku-khoto (Moğolcada “Mavi Kent”) Tibet Budadığının (Lamacılık) önemli bir merkeziydi. Mıng döneminin (1368-1644) sonlarında bölgeye yerleşen Çinliler verimli ovaya tanma açtılar ve kente Guihua (uygarlığa dönüş) adını verdiler. 18. yüzyıl sonlarında Guthua'nın 4 km kadar Kuzeyinde Suiyuan adlı yeni bir Çin kenti kuruldu. Daha sonra ıkı kent Guı-sui adı altında birleştirildi. Kalabalık bir Müslüman tüccar topluluğunu barındıran kent önemli bir sınır pazarı durumuna geldi. İç Moğolistan’ı kesin olarak Çin yönetimi­ ne bağlama politikası çerçevesinde 1928’dc Suiyuan yönetim bölgesinin (sheng) merkezi yapılan kent, Japon işgali sırasında (193745) Japon yanlısı Mcngjiang özerk bölgesi­ nin merkezi oldu. Daha sonra 1952'de İç Moğolistan özerk Bölgesi’nin merkezi Zhangjiakou'nun (Kalçan) yerini aldı. Doğuda Pekin ve Tianjin'e, batıda Baotou' ya giden demiryolu hattının tamamlanma­ sıyla (1922) önemi artan kent, II. Dünya Savaşı’ndan önce temelde bir ticaret kentiy­ di. Hayvancılıkla uğraşan Moğolların ve çiftçilik yapan Çinlilerin ürünleri burada toplanırdı. El sanatlarının da geliştiği kentte deri işlenir, halı, keçe ve kumaş üretilirdi. Kentin Moğol döneminden kalma eski bölümü önceleri alışveriş merkeziydi; Çinli­ lerin inşa ettiği bölümde ise yönetim binala­ rı ile konut alanları bulunuyordu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu ayrım bütünüyle orta­ dan kalkarken, hızla büyüyen kentin nüfusu 10 yılda üç katına çıktı. Orta düzeyde bir sanayi merkezi olarak da önem kazanan Hohhot’ta tahıl öğütme, sepicilik, yağ çıkarımı ve yörede yetişen şeker pancarına dayalı şeker üretiminin yanı sıra büyük bir yünlü dokuma sanayisi geliş­ miştir. İnşaat sektörünün tuğla ve kiremit gereksinimi yerel imalathanelerden karşıla­ nır. Kentte orta büyüklükte bir demir ve çelik sanayisi kurulmuştur. Aynca sanayi için kimyasal maddeler üreten büyük bir fabrika vardır. Komûnistlenn yönetime gel­ diği 1949’u izleyen ilk yıllarda Çinli göçmen akınının kesilmesine karşın, 1970’lerde Hohhot’un kuzeyindeki tanmsal alanlann genişlemesi üzenne kentte büyük traktör ve dizel motor fabnkalan kurulmuştur. 1957'dc Hohhot’ta kurulan İç Moğolistan’ ın ilk üniversitesi önemli bir np ve veteri­ nerlik fakültesini de kapsar. Yakın dönem­ de açılan okul, hastane, kültür sarayı ve tiyatro gibi kurumlar kenti bölgese) bir kültür merkezi haline getirmiştir. Nüfus (1983 tah.) 747.000.

Hohmann yörüngesi, aktarim yörüngesi olarak da bilinir, bir uzay aracının bir gezegenden ötekine gitmesi için izleyebile­ ceği (en kısa olmasa da) en ekonomik yol. 19İ5’te Alman mühendis \Valter Hohmann, bir gezegenden ötekine en az yakıt ve enerji harcanarak gidilebilecek yolun, her ıkı geze­ genin yörüngesine teğet olan elips biçiminde yörüngeler olduğunu belirledi. Yer'den Mars’a Hohmann yörüngesini iz­ leyerek yapılacak bir yolculuk için 260 gün (Ver günü) gereklidir.’Gidiş dönüş yolculu­ ğu ise yaklaşık iki yıl sekiz ay sürecektir. Aradaki 455 günlük fark, uzay aracının, Şenlerin yörüngeleri üzerinde başlani konumunu alıncaya değin Mars üze­ rinde beklemek zorunda olmasından kay-

Hohokam kültürü

378

naklanır. Venüs’e gidiş 146 gün, gidiş dönüş yolculuğu ise bekleme süresiyle birlikte iki yıl bir ay sürecektir. 1960’lardan bu yana fırlatılan gezegenlerarası insansız uzay araçMars

Hohmann yörüngesi W Ley, Rockets. Mıssıtes and Men ın Spaco

lan için daha yüksek bir hıza ulaşmayı olanaklı kılan, ama Hohmann yörüngesin­ den daha fazla enerji gerektiren başka yörüngeler kullanılmıştır.

Hohokam kültürü, günümüzde Arizona’ nin orta ve güney yörelerini kapsayan ve büyük ölçüde Gila ve Salt ırmakları boyun­ ca uzanan yan kurak bölgede İÖ 3ÖO-İS 1400 arasında yaşamış Kuzey Amerika Yer­ lilerinin oluşturduğu kültür. Genelde öncü dönem (İÖ 300-IS 500), koloni dönemi (500-900), yerleşik dönem (900-1100) ve klasik dönem (1100-1400) biçiminde dört gelişme evresine aynhr. Öncü dönemde Hohokamlar sığ bir çukur üzerinde ağaç, ot ve kilden yapılmış evler­ den oluşan dağınık köylerde yaşıyorlardı. Temel geçim kaynaklan olan mısır tanmının yanı sıra yabanıl taneli bitki ve meyve toplayıcılığı ve avcılıkla da uğraşıyorlardı. Başlangıçta ekili alanlan sulamak için taşkın sularından yararlanmalanna karşın, zaman­ la Gila Irmağı vadisindeki tarlalara ırmak­ tan su taşıyan 5 km uzunluğunda bir sulama kanalı açtılar. Bundan sonraki bin yılda Hohokamlann geliştirdiği karmaşık sulama kanatlan ağı, Kolomb öncesi Kuzey Ameri­ ka'da ulaşılan en yüksek düzeyi temsil ediyordu; bu sulama tekniği Hohokamlann en büyük başanlanndan birini oluşturuyor­ du. Bu dönemde çeşitli çanak çömlekler yapan Hohokamlann epik şiirlerde olgun ürünler verdiği sanılmaktadır. Hohokam kültürü koloni döneminde ya­ yılarak bugün Arizona’nın güneyini oluştu­ ran yöreyi de etkisi altına aldı. Eski ev tipi temelde sürmekle birlikte, Mayalannkine benzer avlular ortaya çıktı. Mısınn yanı sıra pamuk da önemli bir tanm ürünü haline geldi ve sulama kanatlan ağı daha da genişletildi. Dönemin ortalanna doğru daha derin ve dar kanallar açılarak toprak tara­ fından emilmenin ve buharlaşmanın yol açtığı su kaybını azaltma yoluna gidildi. Çömlekçilik gelişirken, komşu kültürlerden yeni üsluplar da alındı. Yerleşik dönemde Hohokamlann yaşadığı alan biraz daraldı. Düzensiz kümelere daya­ nan yerleşme dokusunun sürmesine karşın, evlerin yapımında daha sağlam malzemeler kullanılmaya başladı ve bazı köyler duvar­ larla çevrildi. Mısır ve pamuk ekiminde daha gelişkin sulama sistemlerine geçildi. Bu dönemdeki önemli ilerlemelerden biri,

balmumu kalıplar aracılığıyla bakır çanlann dökülmesiydi. Klasik dönemin en önemli özelliği, Anasazi kültürüne( ) * bağlı Salado Yerlilerinin banşçıl bir biçimde Hohokam kültürüne yeni öğeler katmasıdır. Salt Irmağının yuka­ rı kollarının bulunduğu yörelerden aşağı inen Saladolar, bir süre Hohokam toprakla­ rında yaşadıktan sonra ayrılarak ortadan kayboldular. Pueblo kökenli bu halkın yöre­ deki varlığı etkisini en çok mimaride göster­ di. Eski tip dayanıksız çukur evlerin yanı sıra masif kerpiç duvarlı ve çok katlı binalar yapılmaya başladı. Tarımda mısıra fasulye ve kabak gibi yeni gıda ürünleri eklendi. Sulama kanalları 14. yüzyılda en geniş boyutlara ve en karmaşık yapıya ulaştı. Bu dönemde Salt İrmağı vadisinde kanalların uzunluğu 230 km’yi geçiyordu. (Bu kanal­ lardan bazıları 20. yüzyılda onarılarak yeni­ den kullanılmaya başlamıştır.) Öte yandan çömlekçiliğin dışında sepet örücülüğü gibi el sanatları da ortaya çıktı. Hohokam kültürü bilinmeyen nedenlerden dolayı 15. yüzyıl başlarında dağıldı. Sonraki yüzyıllarda aynı yörede yaşayan Pimaların ve Papagoların Hohokam Yerlilerinin so­ yundan geldiği sanılır. Hohokam teriminin kökeni Pima dilinde “Yok Olanlar” anlamı­ na gelen bir sözcüktür.

Hokan dilleri, Amerika Yerli dillerinin geniş bir öbeği. Orta Amerika Yerlilerine ait üç dil ailesiyle Kuzey Amerika Yerlileri­ ne ait 14 dil ailesini kapsar. Orta Amerika’ daki dil aileleri, Tekislatek (Meksika’daki Oaxaca’da konuşulan iki dil), Tlapanek (Meksika'daki Guerrero’da konuşulan bir dil ile eskiden Nikaragua’da konuşulan bir dil) ve Hikakuedir (Honduras’ta konuşulan bir dil). Kuzey Amerika’daki dil aileleri ise Yuma (dört dil), Pomo (altı dil), Palaihnihan (iki dil), Şasta (üç dil), Yana (iki dil), Salinas (iki dil) ve Çumaş (altı dil) ile her biri tek bir dilden oluşan Cimariko (ölü dil), Vaşo, Seri, Esselen (ölü dil), Karok, Komekrudo (ölü dil) ve Koahuiltektir (ölü dil). Kuzey Amerika'daki Hokan dilleri, eskiden ABD’nin güneybatısında, California’nın ku­ zeyinden Texas’ın güneyine uzanan bölgede ve Meksika’nın kuzeyinde konuşulmak­ taydı. Hokan dilleri, temel olarak bitişimli diller­ dir; bileşik sözcüklerin yanı sıra, önekler ve seneklerle oluşturulmuş birkaç öğeli uzun sözcüklere yaygınlıkla rastlanır. Bazen bu sözcükler, bir tümce ya da söz öbeğini tek bir sözcükle anlatabilecek karmaşıklıktadır. Bu durumda, sözcüğü oluşturan birimler “bağımlı biçimler" ise (tek başına kullanıl­ mayıp, yalnızca bir sözcüğün öteki birimle­ riyle birlikte kullanılabiliyorlarsa) bu diller bitişimli değil çokbireşimli diller olarak ad­ landırılır. Amerika Yerli dillerinin çoğu bu türe girer. California’nın kuzeyinde konuşu­ lan Yana dili gibi bazı Hokan dilleri, aşın ölçüde çokbireşimlidir. Yana dilindeki yâbanaumaıvildjigummaha'rıigi sözcüğü “hay­ di hepimiz gerçekten batıya, (derenin) karşı yakasına gidelim” anlamına gelir. Sözcük şu öğelerden oluşur: ya "birkaç kişinin bir yerden bir yere gitmesi”, banauma “her­ kes”, wil “karsı yaka", dji “batıya”, şumma “gerçekten”, na “haydi" ve nigi “biz”. Bu tür tek sözcüklü tümceler Amerika Yerli dillerinde çok yaygındır, ama tümünde gö­ rülmez. Yana dilinin ilginç bir başka özelli­ ği, biri yalnızca erkeklerin kendi aralarında, öteki ise kadınların kendi aralarında ve erkeklerle konuşurken kullandığı iki ayrı “lehçesi”nin olmasıdır. Hokand, Özbekistan'ın Fergana yöne­ tim bölgesinde (oblast) kent. Fergana Vadisinin batısında yer ahr. Yaklaşık 10. yüzyılda Havakend adıyla kuruldu. O dö­

nemde Hindistan vc Çin’e uzanan kerva yolu üzerinde yer alan kent, 13. yüzyılc Moğollar tarafından yıkıldı. Bugünkü keı 1732’de inşa edilen bir kalenin çevresınd gelişti. 1740’ta Hokand Hanlığı’nm başken oldu ve 1876’da Ruslar tarafından fethedile ne değin bu statüsünü korudu. Hanlık döne minde önemli bir ticaret ve el sanatla! merkezi olan kent, aynı zamanda 300'deı fazla camisiyle Fergana Vadisinin dinse merkezi durumundaydı. Müslümanlaı 1918’de Taşkent’teki Sovyet yönetimim karşı bir hükümet kurdularsa da, bu hükü­ met çok geçmeden devrildi. Hokand’da tekstil, gıda, makine ve kimya fabrikalan vardır. Fergana Vadisinin ulaşım merkezi durumundaki kentte bir öğretmen okulu ile tiyatro bulunur. Nüfus (1989) 182.000.

hoket, ortaçağ çoksesli müziğinde bölümle­ ri, tek tek notaları ya da nota gruplarını dönüşümlü olarak seslendirme yöntemi. Bu yöntemle, bir ses susarken öbür sesin söyle­ diği, az çok sürekli bir akış sağlanır. Bazı araştırmacılar bu terimin, dönüşüm sırasın­ da bazen ortaya çıkan hıçkırığa (İngilizce hiccııp) benzeyen sesin taklit edilmesiyle türetıldiğini ileri sürerler. Bazıları da teri­ min kökenini Arapça ikaat (“ritim" ya da “müzik”) sözcüğüne kadar götürürler. Hoket, 13. ve 14. yüzyılın motet ve cantile*) na( tarzlarında çok uygulanan bir yöntem­ di. 15. yüzyılda ise ender olarak kullanıldı Hoket'egenellikle|daha büyük bir kompozis­ yonun içindeki kısa bölümlerde (çoğunluk­ la da bölüm ya da cümle sonlarında) rastlanmakla birlikte, 14. yüzyılda Fransız besteci Guillaume de Machaut “Davud” adh beste­ sinde bu yöntemi çok sık kullanmıştır. Yapıtta iki üst ses, daha ağır ilerleyen tenorun üstünden hoket tarzında söyler. Daha yakın tarihlerde ise bu terim, Anton VVebem’in farklı partiler arasında çoğunluk­ la tek notah, hızlı dönüşümlerin yer aldığı müzik dokuları için kullanılmıştır. hokey, oyuncuların küçük bir topu, uçlan kıvnk sopalarla vurarak rakip kaleye sok­ maya çalıştıktan takım sporu. Ayrıca bak. buz hokeyi; çim hokeyi.

Hokinson, Helen (d. y. 1900, Mendota, Illinois - ö. 1 Kasım 1949, Washington, D. C., ABD), ABD’li karikatürcü. Amerikan banliyö yaşamının yarattığı, dernek etkin­ likleriyle uğraşan, orta yaşlı ve hafif şaşkın tombul kadınlan incelikle alaya alan yapıtlanyla tanınmıştır. Hokinson’ın ‘‘kızlar"!, dünya olaylarıyla pek ilgilenmeyen, daha çok zayıflama rejimleri, şapkalar, görgü kuralları ve modayı yakından izlemeye me­ raklı safdil kadın tipleridir. İlk karikatürleri New York Mirror'du ya­ yımlandı. 1925’te The New Yorker dergisine girdi ve 1949’da bir uçak kazasında ölünceye değin orada çalıştı. The New Yorker'daba meslektaşı James Reid Parker, uzun süre Hokinson’a ün kazandıran karikatürlerin yaratımında onun sessiz ortağı oldu ve ölümünden sonra da yapıtlarını derleyerek yayımladı. hokka, içine boya ya da mürekkep konan küçük kap. Başta cam ve porselen olmak üzere pişmiş topraktan, ceviz, abanoz, zey­ tin ya da kuka ağacından, pirinçten, gümüş ve altın gibi değerli metallerden yapılabilir. Tek hokkalar olduğu gibi, bir kalemdanla birlikte divit(’) oluşturan hokkalar da vardır. Bazı cam hokkaların dışı metal ya da ağaçla kaplanır. Hokkanın içi cilalı değilse, çamsakızı ile balmumunun ateşte eritilme­ siyle hazırlanan bir macun sürülür. Kalemin ucunu korumak için hokkanın içine lika denen bir tutam didiklenmiş ham inek konur, bunun üstüne mürekkep doldurulur. Ayrıca bak. hat.

hokkabaz, özel araç ve gereçlerden yarar­ lanarak el çabukluğuyla çeşitli hünerler gösteren kişi. Antik Çağda Eski Mısır, Çin, Hindistan, Eski Yunan ve Roma’da da gösteriler yaptığı bilinen hokkabazlar orta­ çağda köy ve kasabaları dolaşırlar, ayrıca soylular ve hükümdarlarca özel gösteriler için çağrılırlardı. Hokkabazlar 17. ve 18. yüzyıllarda pana­ yırlarda, 19. yüzyılda da sirk ve müzikholler­ de gösteri yapmaya başladılar. Bu arada bazı hokkabazlar, hokkabazlıkla gözbağcılı­ ğı^) birleştirdiler. Bu nedenle gözbağcılar da halk arasında genellikle hokkabaz olarak anılır. Hokkabazlığın Türkiye’ye, İspanya ve Por­ tekiz’den göçen Yahudiler tarafından geti­ rildiği sanılmaktadır. Hokkabazlık zamanla öteki gösteri sanatlarıyla birleşmiş ve dra­ matik öğeler kazanmıştır. Mustafa Ali’nin (Gelibolulu) ve Evliya Çelebi’nin yapıtların­ da, aynca II. Mahmud’un kızının düğününü anlatan Surnarne’de (1834) hokkabazlık aynntılı olarak anlatılır. Hokkabaz, yanında iki yardımcısı ve elinde pastavı (şakşak) ile oyuna çıkardı. Ortaoyunundakine benzeyen birer girizgâh ve muhavereden sonra göste­ risini sunarken, soytan giyimli yardımcısı da elindeki tefle gürültü çıkanp maskaralıklar yaparak oyundaki numaranın anlaşılmaması için ilgiyi kendi üzerine çekerdi. Gösteri sırasında, hokka oyunu (hokka oyunu gös­ teren anlamındaki “hokkabaz” deyimi bura­ dan gelir) yapılır, eldeki para yok edilir, değiştirilir, başka yerden çıkarılır, boş tas­ tan su ya da arpa dökülür, bir sopanın ucundaki yumurtayla çeşitli hünerler sergi­ lenirdi. Oyun gene ortaoyununa benzer bir biçimde biterdi. Hokkabazlıktaki söz oyun­ larının kukla. Karagöz ve ortaoyununa ben­ zemesi, hokkabazın aynı zamanda bu oyun­ larda da usta oluşuyla açıklanmaktadır. Günümüzde sünnet düğünlerinde tek tük de olsa rastlanan Türk hokkabazların son bü­ yük ustası, gözbağcılık ile hokkabazlığı çok iyi birleştiren Zati Sungur’du( ). * Hokkaido, Japonya’nın dört büyük adasın­ dan en kuzeyde olanı. Batısında Japon Denizi, kuzeyinde Ohotsk Denizi, doğu ve güneyinde ise Büyük Okyanus bulunur. Komşu birkaç küçük adayla birlikte Japonya topraklarının yüzde 21’ini kaplar vc 83.519 knr”lik yüzölçümüyle ülkenin en büyük ilini oluşturur. Ilıman iklimi ve görece yeni oluşmuş dağ ve volkanlarıyla ilgi çeker.

Hokkaldo'da Oblhlro Ovasındaki çiftlikler, Japonya Ptcrfos Pack EB İne

Uzun sûre yerli Aynulann yurdu olan adaya 1869’da Japonlar kalıcı biçimde yerleşmeye

başladı; bölgenin daha önce Yezo yöresi (do) olan adı da Hokkaido (Kuzey Denizi Yöresi) olarak değiştirildi. Sapporo kenti ilin yönetim, sanayi, ticaret ve turizm merkezidir. Hokkaido Üniversite­ si 1876’da kurulmuştur. Adadaki başlıca kent ve limanlar Hakodate, Otaru ve Muroran'dır. Hokkaido'da demir, çelik, selüloz, süt ürünleri vc balıkçılık sektörleri gelişmiştir. Tanm ürünleri arasında pirinç, soyafasulyesi, fasulye, yulaf, arpa ve beyaz patates başta gelir. Japonya’nın en büyük kömür yataklan da Hokkaido Adasındadır. Hokkaido’yu Japonya’nın en büyük adası Honsu’ya bağlamak içinTsugaru Boğazının (kaıkyo) altından geçen Seikan Tüneh’nin 1964’te başlayan yapımı 1988’de tamam­ lanmıştır. Bu tünelden Hokkaido'daki Hakodate’yi Honşu’daki Aomori’ye bağlayan demiryolu geçer. Nüfus (1990 geç.) 5.643.715.

Hokuriku Sanayi Bölgesi, Japonca

hokuJaponya’da, Honşu Adasının batı kesiminde sanayi bölgesi. Japon Denizi kıyısında yer alır. Yönetsel ya da siyasal bir birim değildir. Bölgenin Niigata ve Toyama illerinin bir bölümünü kapsayan kuzeydoğu kesimi, ağır sanayi ve kimya sanayisi alanla­ rında uzmanlaşmıştır ve Keihin (TokyoYokohama) Sanayi Bölgesi ile sıkı ekono­ mik ilişkiler içindedir. İşikava ve Fukuı illerinin bazı bölümlerini kapsayan ve Keihanşin (Kyoto-Osaka-Kobe) Sanayi Bölgesi ile ekonomik ilişkiler içinde olan güneybatı kesimi ise, tekstil ve makine sanayisi alanla­ rında uzmanlaşmıştır. Dağlık bir yapıya sahip olan bölgede. Eçigo ve Hida sıradağları uzanır. Hokuriku, Tokugava döneminde (1603-18671 pirinç tarımı yapılan bir bölgeydi. Bu dönemde denizyoluyla Kobe ve Ösaka ile ticaret yapılıyor, bölgede ipekli kumaş, tanm alet­ leri, tahta ve lake eşya üretiliyordu. Meici döneminde (1868-1912) modern sanayi tek­ nolojilerinden yararlanılmaya başlanmasıy­ la birlikte üretimde önemli artışlar oldu. 1900’lerin başlannda eski Toyama kentinin yakınlannda hidroelektrik enerji elde etme­ ye yönelik çalışmalar başladı. 1930’larda ise bu bölgede elektrikli ergitme ve elektrokimya fabnkalan kuruldu. 1969’da Toyama ve Takaoka kentleri birleştirilerek, yem Toyama-Takaoka sanayi kenti oluşturuldu. 1973'te Toyama-Takaoka kentinde alümin­ yum tesislerinin kurulmasından sonra Ho­ kuriku önemli bir alüminyum işleme ve antma merkezi oldu. Bir başka tanhsel kent olan Niigata'da 1909'da petrol sondaj makineleri, daha son­ ra da gemi, motorlu araçlar, lakım tezgâhla­ rı ve dizel motorlar üretilmeye başladı. 1960'larda ise enerji gereksinimlerini bölge­ de çıkartılan doğal gazdan sağlayan kimya fabrikaları kuruldu. Giderek büyüyen Nii­ gata kentinin sınırlan Şinano Irmağını aştı ve 1969 Ulusal Kalkınma Planı’nda yeni bir sanayi kenti olarak tanımlandı. Kentte bu­ gün çeşitli metaller, makineler, elektrikli aletler, kimyasal maddeler ve kereste de üretilmektedir. Hokuriku bölgesinin öteki sanayi kentleri bir tekstil merkezi olan Hobutae ile ulaşım araçları üreticisi Kanazava’dır. Kurobe'de II. Dünya Savaşı sıra­ sında fermuar üretilmeye başlamış ve kent çok geçmeden bu alanda dünyanın bir numanuı üreticisi olmuştur. Kurobe aynı za­ manda Japonya’nın en çok pencere doğra­ ması üretilen kentidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra öteki bölgeler İgelişirken, Hokuriku ekonomik açıdan geriemeye başladı. Yeraltı sularının aşırı kulla­ nımının neden olduğu toprak çökmeleri, Niigata kenti yakınlarındaki yataklardan RfKüçiHO.

379

Hokusai

doğal gaz çıkarımını engelleyerek, bölge ekonomisini olumsuz yönde etkiledi. Enerji kaynaklarının kıtlığı da bölge ekonomisi açısından çeşitli sorunlar yarattı. Hokunku hava, deniz, kara ve demir yoluyla ülkenin öteki bölgelerine bağlanır.

Hokusai, tam adı katsuşIka kokusal sa­ natçı adlan şunro. sorI. kako. taTto. gakyoctN. ItTSU

ve MANCİ (d. Ekim 1760, Edo

[bugün Tokyo| - ö. 10 Mayıs 1849, Edo. Japonya), Ukıyo-e( ) * (Geçici Dünyadan Resimler) okulunun en önemli temsılcılennden Japon ressam ve oymabaskı ustası. İlk dönem çahşmalanyla Ukiyo-e sanatının bü­ tün alanlanndan örnekler vermiş, sonraları ise klasik samurai temalan ile Çin konulanna yönelmiştir. Gençliği. Edo’nun hemen doğusundaki Honco semtinde doğdu. Beş yaşında çizim yapmaya başladı. Ünlü sanatçılar yetiştiren Nakacıma ailesi tarafından evlatlığa alındı, ama mirastan pay verilmedi. Bir söylentiye göre Nakacima’nın evlilik dışı oğluydu, ilk gençlik yıllannda bir kitapçıda çalıştı; 15 yaşında çırak girdiği ağaç baskı bloklan oyan bir ustanın yanında üç yıl kaldı. Kitap ve baskı işinde edindiği bu denevim baskı sanatçısı olarak gelişimini büyük ölçüde etkiledi. Hakktnaakı ilk kayıtlara göre 1778’de Ukiyo-e okulunun Kabukı tiyatrosu oyuncularını betimlemede uzmanlaşmış Katsukava Şunşo'nun öğrencisi oldu. Ertesi yıl yayımlanan ilk çalışmalan da bu oyunculan betimleyen baskılardı. Yaklaşık 25 yaşında evlenen Hokusai belki de aile yaşamının etkisiyle oyuncu ve kadın figürlerinden uzaklaştı; baskılarında çocuk­ ları konu almaya, aynca Batılı perspektif anlayışının etkisinde yan tarihsel manzara­ lar (uki-e) yapmaya başladı. Kitap ve merin resımlemelennde de tanhsel ve öğretici konulara yöneldi. Gene bu dönemde yap­ maya başladığı tebrik kartı, davetiye gibi çok nitelikli ve sınırlı sayıda basılan sunmano (basılı şeyler) türündeki çahşmalanyla 10 yıl içinde meslek yaşamının ilk önemli başansını elde etti. 1793'te ustası Şunşo’yu, ardından da geride üç çocuk bırakan kansını kaybetti. 1797’de ikinci kez evlendi ve Hokusai adım benimsedi. Meslek yaşamının yanm yüzyıl sürecek altın çağı da bu tarihte başladı. Olgunluk dönemi. Hokusai bu dönemde Ukiyo-e sanatında kullanılan her formana ürün verdi; içimai-e (tek yaprak baskı), surimono, resimli kitap ve roman, tarihsel roman ve şiir kitabı resimlemesi, erotik kitap ve albüm için baskı, aynca çok sayıda resim ve eskiz yaptı. Konu açısından ise birkaç örnek dışında, erotik kadın figürlü baskılanyla ünlenen çağdaşı Utamaro ile rekabete girişmedi. Gen kalan hemen her konuyu işledi; figürün ikinci planda kaldığı manzara ve tarih sahnelerine özellikle ağır­ lık verdi. 19. yüzyılın hemen başında bir süre Batı’nın perspektif ve boyama anlayışı­ nı denedi. Ardından yeni moda olmaya başlayan uzun tarihsel romanlan (yomıhon) resimlemeye başladı. Bu çalışmalan 1806-07 yıllannda üslubunda belirgin değişmelere yol açtı; figürleri güçlenirken zanfliklcnnı yitirmeye, konulan ise daha klasik ve gele­ neksel (samurai teması) olmaya başladı. Hokusai nin sanatı gitgide Ukıyö-e dünyası­ nın dışına çıktı. 1812 dolayında büyük oğlu ölen Hokusai bu olaydan hem duygusal, hem de ekonomik açıdan etkilendi, çünkü oğlunu resmen aile mirasçısı kabul eden Nakacıma ailesinden büvük yardım görü­ yordu. Bu tanhten sonra belki ekonomik, belki de başka nedenlerle roman resimle-

Holabird, William (d. 11 Eylül 1854. Amenia Union, New York - ö. 19 Temmuz 1923, Evanston, Illinois, ABD), ABD'lı mimar. Ortağı Martin Roche'la birlikte, mekten vazgeçerek resim kitapları ve ama­ Amerikan mimarlığının önemli bir aşaması­ tör sanatçılar için ağaç baskı örnek kitapları leri" (y 1827-30), "Kar, Mehtap ve Çiçekler" (y. nı oluşturan Chicago okulunun önde gelen hazırlamaya başladı. Büyük olasılıkla yeni 1827-30), “Çiçekler vc Kuşlar" (y. 1827-30), “Çın ve mimarlanndandır. Holabird ile Rochc’un öğrenci ve koruyucular edinmeyi amaçlı­ Japon Şiirlerinin Yaşama Yansıması" (y. 1828-33), “Fuji Dağından 100 Görünüm" (1834-35), “Hemşire­ Chicago’da gerçekleştirdikleri Tacoma Bi­ yordu. nin Anlattığı 100 Şiir" (y. 1845) nası (1886-89), gökdelenlerde taşıyıcı strükince aynntıb baskı ve resimleriyle ünlen­ türûn bütünüyle çelik iskelet olarak oluştu­ mekle birlikte Hokusai sanat gücünü halkın hol ha-moed (İbranice hol: “iş günü" ve rulduğu ilk uygulama ve \Villiam Lc Baron önünde de kanıtlamaya önem veriyordu. ha-moed: “şenlik”), Yahudilikte Pesah (Ha­ Jenney’in gene Chicago’daki Home Insu­ Edo ve Nagoya’da kalabalık izleyici gruplan mursuz) ile Sukkot bayramlarının ilk ve son rance Company Binası’nda (1884-85) ilk kez önünde olağanüstü büyük boyutlu (200 m!) günleri arasına rastlayan yan bayram niteli­ metal taşıyıcı kullanmasını izleyen önemli mitolojik konulu resimler yapıyordu; bir ğindeki ğünler. İsrail’deki Yahudilcrde Pe­ bir aşamadır. kez de yeteneğini şogunun huzurunda gös­ sah yedi, Sukkot sekiz gün sürer. İsrail Holabird 2 yıl kadar New York'ta West termeye çağnldı. dışındakilerse her bayrama birer gün daha 1828 yazında ikinci kansı da ölünce Hoku­ eklemektedir. Bu yüzden hol ha-moed gün­ Point’teki ABD Askeri Akademisi’nde öğ­ sai 68 yaşında ve sağlığı bozuk durumda lerinin sayısı değişiklik gösterir. Aynca, renim gördü. 1875’te okuldan ayrılarak Chi­ sefahat içinde yaşayan sorunlu bir torunla İsrail’de her bayramın yalnızca ilk ve son cago’ya gitti. Orada önce Jenney’in yanın­ yalnız kaldı. Bu sıralarda en sevdiği kızı ve günleri, İsrail dışındaki Yahudiler arasın­ da, daha sonra da Bumham’la Root’un öğrencisi O-ei mutsuz evliliğine son vererek daysa ilk ve son iki günleri resmî olarak şirketinde teknik ressam olarak çalıştı babasının yanına geldi. İ880’de, Ossian C. Simonds ile birlikte bir kutlanmaktadır. Hol ha-moed süresince ma­ Hokusai enerji dolu bir sanatçıydı; sabah yasız ekmek( büro açtı. Simonds’ın peyzaj mimarlığı ala­ *) yeme törenleri gibi temel erken kalkar, gecenin geç saatlerine değin ayinler sürdürülürse de, bazı işlerin yapıl­ nında çalışmak için ayrılmasından sonra çalışırdı. Yaptığı binlerce resim ve baskı ması yasak değildir. Evlenmeler, bir olayın şirkete Roche katıldı (1881). Holabird ile içinde en ünlüsü eklerle birlikte 46 renkli mutluluğunun bir başkasının mutluluğuyla Roche mimarlığa, daha sonra Chicago Okubaskıdan oluşan “Fuji Dağından 36 Görû- kanşmaması için bayram sonrasına erte­ lu’yla özdeşleşen pek çok yenilik getirdiler. nüm"dür (1826-33). Yapıt Japon manzara lenir. Örneğin, Marquette Binası’nda (1894, Chi­ baskılarının en yetkin ömeği sayılır; gerek cago) uyguladıkları ve Chicago penceresi konusunun görkemi, gerekse yapılışındaki hol kilise, Almanca hallenkirche ya da diye bilinen sistem, bir cephenin hemen ustalık açısından ne daha önce ona yakın dreischiffige kirche. yan nefleri orta nefiyle hemen tümünün camla kaplanmasına ola­ nitelikte bir yapıt verilmiş ne de daha sonra yaklaşık aynı yükseklikte olan kilise. Orta nak veriyordu. Yapılarında Sullivan ya da Hiroşige(’) danil herhangi bir sanatçı tara­ nefi yan netlerden daha yüksek olmadığı Root’unkiler kadar virtüözce bir ustalık fından aşılabilmiştir. bulunmamakla birlikte Holabird ve Roche için pencere katı bulunmaz, bunun yerine Chicago okulunu sürdürmek için benzersiz Hokusai’nin sürekli yer ve imza değiştir­ yan netlerdeki büyük pencerelerden ışık ahr bir azimle çalıştılar. Sonraları okulun öbür mesi huzursuz kişiliğinin bir yansıması ola­ ve sütunlu bir salon gibi açık ve ferah bir mimarları tarihselci üslupları benimsediklen rak görülür. Yaklaşık her 10 yılda bir etki yapar. 11. yüzyıl gibi erken tarihli halde, onlar yaşamlarının sonuna değin değiştirdiği “sanatçı adlan” dışında bunlarla birkaç uygulamaya rastlanırsa da, özellikle Chicago üslubunda gökdelenler inşa ettiler birlikte kullandığı 20-25 tane de takma adı Alman gotiğinde kullanılmış olan bu kilise vardı. Bir on yıl, ya da hiç değilse beş yıl tipinin en olgun örneklerini 14. yüzyılda Holar, larka koİler olarak da bilinir, daha yaşamak için Tann’ya yalvardıysa da Heinrich Parler ve Hans Stcthaimer gibi Hindistan’ın Bihar eyaletinde yaşayan halk. 89 yaşında öldü. On beş yıl öncesine ait bir ustalar gerçekleştirmiştir. Aşağı Çhota Nagpur Platosundaki Kolhan yazısında sanatsal gelişimini ve arayışiannı İlk olarak NVestfalya’da ve Almanya’nın yöresinde yoğunlaşmışlardır. 1990'lann baş­ özetlemiş, çizim tutkusunun beş yaşında kuzeyinde ortaya çıkan hol kiliseler daha larında sayılan 1.150.000 dolayındaydı. başladığını, 50 yaşından sonra bazı ürünler sonra doğu ve güney bölgelerine de yayıldı. Munda ailesine bağlı bir dil konuşurlar. verdiğini, ama 70’inden önce yaptıklannın Avusturya'da ise Lilienfeld (1230) ve HeiliŞimdi bulunduklan bölgeye kuzeyden gel­ dikleri anlaşılmaktadır. Geleneksel toplum­ sal örgütlenmeleri Munda dili konuşan öteki kabilelere özgü nitelikler taşır. Bunlar ara­ sında kız ve erkek yatakhaneleri, gelişkin bir köy yönetim sistemi ve yan askeri konfederasyonlar biçimindeki bölgesel ör­ gütlenme sayılabilir. Soy zinciri babayanltdır ve eş seçimi babanın klanı dışından yapılır. Ayrıca, anne tarafından kuzenle evlenme geleneği vardır. Kaçışma ve kaçır­ ma yoluyla evlenme de yaygındır. Holar, bazılarının hastalığa neden olduğu­ na inandıktan ruhlara taparlar. Onlarla kehanet vc büyücülük yoluyla ilişki ku­ rarlar. Holann geleneksel ekonomisi avcılığa ve ilkel yöntemlerle yapılan göçebe tarıma dayanırdı. Zamanla bu uğraşlann yerini ‘Kanagava Kıyılarında Kınlan Dalgalar", Hokusai’nin yerleşik tanm ve hayvancılık almıştır. Ayn­ "Fuji Dağından 36 Görünüm" dizisinden bir ağaç baskı, ca birçok erkek madenlerde vc fabrikalarda 1826-33 işçilik yapar. Art Instituto of Chtago hiçbirinin önem taşımadığını yazmış, ancak Holarktik bölge, Palearktik ve Nearktık genkreuz (1295) gibi manastırların toplantı 73’ünde kuşların, hayvanların, böceklerin bölgelerin birleşiminden oluşan zoocoğrafya salonlarında bu şema kullanıldı. ve balıklann gerçek nitelikleriyle ağaçların bölgesi. Bu bölgelerin bazen Holarktik adıy­ Almanya’daki hol kiliselerin en önemli ve bitkilerin doğasını anlamaya başladığını, la tek bir bölge halinde birleştirilme nede­ özellikleri yüksek kemerli yan nefleri ve dolayısıyla 80'lcrinde gelişerek, 90'lannda ni, faunaları arasındaki benzerliklerdir, iki yapının genişliğini tümüyle örten çatılandır. anlamlannı kavrayacağını, 100’ünde yetkin­ bölge arasındaki benzerlik kuzeyde daha Gotik Fransız katedrallerine özgü ince ince leşeceğini ve 110 yaşına geldiğinde artık her fazladır. Tundra kuşağında ve iğneyapraklıişlenmiş batı portali hol kiliselerde yerini noktasının, her çizgisinin başlı başına bir lar bölgesinde ren geyiği, kurt, tavşan, tek bir kuleye ya da apsise bırakmıştır. can kazanmış olacağını söylemişti. Fransa'da Le Raincy’deki Notre-Dame Kili­ sığın gibi birçok tür ortaktır. Güneye inil­ sesi (1922-23), zaman zaman yeniden kulla­ dikçe Nearktık’te Neotropikal, Palearktik' ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI Baskı vc kitap te ise Etiyopyen ve Oryantal bölgelerin nılan bu kilise biçiminin önemli modem resimleri. “Limonluk Şenlikleri" (y. 1790), “12 Ay etkileri görülmeye başlar ve faunalar farklı­ Şenlikleri" (y. 1790), “Japon Geleneklerine Uyan örneklerinden biridir. August Perret’nin bu Yabancılar" (1796), Çujingura dizisi (I) (y. 1800). laşır. Ayrıca Nearktik'te Amerika antilopu yapıtı aynı zamanda, betonarme striiktürün “36 Kadın Şair" (1801), “Her Biri Bir Şiirle 50 Şair" gibi endemik omurgalılara ve daha zengin uygulandığı ilk yapılardan biri ve ilk kili ­ (1802), “ilkbaharda Fuji" (1803), “Kyoka Resimli bir sürüngen faunasına rastlanır. Aynca sedir. Kitabı" (1803-04), "Tokaıdo’da 53 Durak" (1804), bak. Nearktik bölge; Palearktik bölge.

hol ha-moed

380

Çuşingura dizisi (II) (1806), Suıkoden (1807), “Allı Şair Portresi" (y. 1810), “Basitleştirilmiş Çizim Ders­ leri" (1812), Hokusai manga (1814, 1. cilt), Hokusai gafhiki (1819), Hokusai Soga (1820), “Tek Fırça Vuruşuyla Boyama" (1823), “Ünlü Köprü Görünüm­

Holbach (Baronu), Paul-Henri Dietrich (d. Aralık 1723, Edcshcim, Landan yakınla­ rı, Rheinland-Pfalz - ö. 21 Haziran 1789, Paris, Fransa), Encycloptdie yazarlarından Fransız ateist ve maddeci filozof. Amcası F. A. Holbach Fransa'da uzun yallar kaldıktan sonra bu ülkenin uyruğuna geçmişti. Paul-Henri amcasına duyduğu say­ gıdan dolayı Dietrich’in (Fransızcada bazen Thiry olarak yazılır) yanı sıra Holbach soyadını da aldı. 1749’da o da Fransız uyruğuna kabul edildi. Amcasından kalan mirasla dönemin birçok ünlü filozofunu ağırladı. Ama konukları arasında bulunan Comte de Buffon, J. J. Rousseau, d'AIcmbert gibi bazı düşünürlerin, onun aşın cüret­ kâr görüşlerinden çekinerek bu toplantılara katılmaktan vazgeçtikleri söylenir. Holbach, Diderot'nun yayımladığı Encycloptdie'ye, çoğunluğu kimya ve ilişkili konularda olmak üzere Almancadan çeviri­ ye dayanan 376 madde yazdı. J. B. Mirabaud adıyla yayımlanan en ünlü kitabı Systeme de la Nature'de (1770; Doğa Sistemi) iğneli bir üslupla dini alaya aldı, ateist ve belirle­ nimci bir maddeciliği savundu. Ona göre nedensellik devinimin ilişkilerine, insan ise özgür iradeden yoksun bir makineye indir­ genebilirdi. Ölmüş bir dostu N. A. Boulanger’nin imzasıyla yayımlanan Le Chriştianisınc dtlvoilt'de (1761; Hıristiyanlığın İçyüzü) usa ve doğaya ters olduğu gerekçesiyle Hıristiyanlığı eleştirdi. Systeme SociaFde (1773; Toplumsal Sistem) ahlak ve siyaseti, ödevin kişinin kendi çıkarını sağgörüyle kollaması anlamını kazandığı yarara bir çerçeveye oturttu. Sofrasını paylaşan düşü­ nürlerin görüşlerinin sıradan birer yankısı olarak görülen yazılan mantık bütünlüğün­ den ve tutarlılıktan yoksundu. Voltaire bun­ lara yanıt verme gereğini duyarken Goethe vc Shelley yazılann etkisinde kaldılar. Ha­ yırsever bir kişi olan Holbach, kişisel tepki­ lerini bir yana koyarak 1762’de evini sür­ gündeki Cizvitlere açtı.

Holbaek, Danimarka’da, Sja?land (Zealand) Adasının kuzeyindeki Vestsjatllands ilinde (amtskornmune) kent ve liman. Holbxk Fiyordu üzerinde yer alır. Pazar kenti ola­ rak 1250’de berat alan yerleşme günümüzde bir demiryolu kavşağı ve küçük sanayi merkezidir. Modem limanı balıkçılığın ve gemi yapım sanayisinin gelişmesini sağla­ mıştır. Yerel müzede eski çiftlik binalan, atölyeler vc tüccar evleri sergilenir. Nüfus (1986 tah.) kent, 21.512; (1988 tah.) beledi­ ye, 30.860.

Holbein, Hans (Yaşli) (d. y. 1465, Augsburg - ö. 1524, İsenheiın, Alsuce), Augsburg okuluna bağlı Alman ressam. Üyeleri anısında erkek kardeşi Sigmund ve oğullan Ambrosius (y. 1494-1519/20) ile ünlü Hans Holbein’ın da (Genç) bulunduğu bir res­ samlar ailesinin en yaşlı üyesidir. Yaşamının ilk dönemlerine ilişkin fazla bilgi yoktur. Yalnızca 1493 dolaylarında evlendiği ve ressam olarak çalıştığı bilin­ mektedir. İlk çahşmalanndan "\Veıngarten Altar Panosu”nda (1493, Augsburg Kated­ rali), bugün bazı parçalan Eichstâtt'teki piskoposluk sarayında bulunan “St. Afra Altar Panosu"nda (y. 1495), "Bazilika Resimleri"nde (1499 ve 1504, Augsburg) vc İsa’nın Çektikleri’ni konu eden 12 resimlik dizisinde (1505?, Donaueschingen) koyu ve zengin renkler kullanmış, ayrıca dar bir alanda yavaş ve zarif bir biçimde hareket eden figürlerle dengeli kompozisyonlar elde etmiştir. Bu resimler onun, Rogıer van der Weyden’in resimlerini görmüş, dolayısıyla da Felemenk'e gitmiş olabileceğini düşün­ dürür. Kendinden önceki Augsburglu res­ samlara ilişkin hiçbir bilgi olmaması, üslu­

bunun hangi kaynağa dayandığının bilinme­ sini de engellemektedir Kardeşi Sıgmund'un ve Leonhard Beck’ın yardımlarıyla bir Dominiken manastırının ana allarını (Stâdcl Sanat Enstitüsü) yap­ mak üzere 1501’de Frankfurt am Maın’a

Hans Holbein’ın (Yaşlı) yaptığı “Kaisheim Altar Panosu'nda "Isa'nın Tapınağa Götûrülüşü", 1502; Eski Pinakotek, Münih Aile Pırakdbek, Münih

gitti. Bundan sonra üslubu değişmeye başla­ dı. Aralarında "Kaisheim Altar Panosu" (1502, Münih) ve "St. Paulus Bazilikasının da (y. 1503-04, Augsburg) bulunduğu bu resimlerinde portre niteliğindeki figürleri serbest gruplar halinde, hareketli olarak betimlemiş, aynca önceki yapıtlanna göre derinlik etkisini de artırmıştır. Bu üslup değişikliği, onun Frankfurt’ta Matthias Grûnewald'ın ilk çalışmalarını gördüğü dü­ şüncesini güçlendirir. Holbein’ın 1510'dan sonra gerçekleştirdiği son dönem yapıtlan arasında “St. Catherine Altar Panosu” (1512, Augsburg), “St. Sebastian Altar Panosu” (1516, Münih) ve “Yaşam Çeşmesi” (1519. Lizbon) adlı resim vardır. Bu dönemde İtalyan tarzında süsle­ melere yer veren Holbein, Brugge'lu Gerard David’e benzer biçimde, geç gotik ile Rönesans üsluplarını birleştirmiştir. 1517’de mali sıkıntı içine düşünce, Augsburg’tan ayrılıp Isenheim'e gittiği bilinmektedir. Holbein’ın bir portreci olarak içtenliğini ve önsezilerini en iyi ortaya koyan yapıtları çizimleridir. Genç Holbein portrecihktekı ustalığını büyük bir olasılıkla babasından öğrendiklerine borçludur. Holbein aynca vitray desenleri de çizmiştir. Eichstâtt Ka­ tedraliyle (1502) Augsburg’taki St. Ulrich ve Straubing’deki St. Jakob kiliselerinin vitraylarının tasannu da onun elinden çık­ mıştır.

Holbein, Hans (GENÇ)(d. 1497, Augsburg ö. 1543, Londra, İngiltere), Alman ressam, çizim ustası ve tasanmcı. Titiz bir doğalcılık­ la gerçekleştirdiği çizimleriylc ve özellikle İngiltere kralı VIII. Henry’nin saray çevre­ sinden kişileri tarafsız bir gerçekçilikle yan­ sıttığı portreleriyle tanınmıştır. Ailesinde birçok ünlü ressam vardı. Babası Hans Holbein (Yaşlı) ve amcası Sigmund, geç gotik üslupta yaptıktan resimlerle tanı­ nıyorlardı. Kardeşlerinden Ambrosius da ressam ve oymabaskı ustasıydı; ama olgun­ luk çağma erisemeden 1519’da ölmüştü. Holbein kardeşler ilk sanat eğitimlerini ba­

381

Holbein, Hans

balarından aldılar; 1515’tc her ikisi de ba­ ğımsız olarak Bascl’de çalışmaya başlamıştı Dolayısıyla Holbein ailesi. 16. yüzyıl Alman resminde ikina kuşağı temsil ediyordu. Dûrcr, Grünevvald vc Cranach 1470 dolaylann­ da doğmuşlardı ve Holbcm resme yem başladığı sırada onlar olgunluk dönemlennın ürünlerini veriyorlardı. Holbein ise ken­ di kuşağının tek önemli temsilcisi oldu. 1515-25 arasında Basel’de bazen eski sanat­ çılardan izler taşıyan çok çeşitli yapıtlar gerçekleştirdi. Kuzey İtalya’ya (y. 1517) ve Fransa’ya (1524) yaptığı geziler de sırasıyla dinsel konulu resimlerini vc portrelcnnı etkiledi. Holbein kısa sürede Basel’de yayımcılann ve hümanistlerin çevresine katıldı. Arada çeşitli portre sipanşleri dc alıyordu, ama daha çok kitap resimlen ve kapak saylatan için ağaç baskılar hazırlamakla uğraşıyordu. Bu alanda gerçekleştirdiği 41 resimlik “Ölüm Dansı" dizisi y. 152J-26 arasında bir başka sanatçı tarafından baskı blokuna oyul­ du ve ancak 1538'de yayımlandı. Holbein 1519'da ressamlar loncasına girdi, dul bir kadınla evlendi ve ertesi yıl Öasel yurttaşı oldu. 1521’de de Belediye Binası'ndaki bü­ yük toplantı salonunun duvar resimlenni yapmaya başladı. Protestanlığın 1522'den sonra Basel’de hız­ la güç kazanması yerleşik değerlere karşı şiddet hareketlennc ve yayımalara sıkı bir sansür uygulamasına yol açtı. Holbein bu­ nun üzerine, 1526’da Basel'den ayrılarak Felemenk’e, oradan da hümanist Erasmus' un bir tavsiye mektubuyla İngiltere’ye feçti. Daha 28 yaşında olmasına karşın ngıltere’de büyük başarı kazandı. Bu dö­ nemde yaptığı en etkiliyici resimler devlet adamı, yazar ve hümanist Thomas Morc’u tek başına ve ailesiyle birlikte gösteren iki portreydi. Bunlardan yalnızca kopyalan, bir de taslaktan (Sanat Müzesi. Basel) günümü­ ze ulaşmış olan aile portresi, kişilerin diz çökmüş durumda gösterilmediği ilk Kuzey Avrupa grup portresiydi; bunun nedeni, Holbein’ın dine saygısızlık etmesi değil, kişileri birer birey olarak yansıtma kaygısıydı. Holbein İngiltere’ye gitmeden önce hem Lutherci, hem de Luthercılık karşıtı özellik­ ler taşıyan resimler yapmıştı. I528’de Basel’e döndüğünde de artık resmi inanç duru­ muna gelen Protestanlığa biraz gecikerek

Hans Holbein (Genç), bir oyun kâğıdı üstüne yaptığı kendi portresi, 1543; VVallace Koleksiyonu, Londra Wanace Coliamon. loolra

kabul edildi. Ama bu olay sanatı açısından önemli bir değişikliğe yol açmadı, Holbein portrelerinde olduğu gibi dinsel konulu re­ simlerinde de Hıristiyan tinselliğinden esin-

Holbcin halısı

382

lenmek yenne fiziksel gerçekliği yansıttı. Yaklaşık 1530'dan sonra da kendi isteğiyle dinsel konulardan hemen bütünüyle uzaklaştı. Holbein Basel’de 1528’den 1532'ye değin Belediye Binası’ndaki resimler üzerinde ça­ lışmayı sürdürdü. Psikolojik bir derinlik taşıyan tek portresi olan karısıyla iki oğlu­ nun resmini de (Sanat Müzesi, Basel) bu sırada yaptı. Basel’de parlak öneriler alma­ sına karşın, 1532'de bir kez daha İngiltere’ ye giderek yaşamının son 11 yılını orada geçiren Holbein’m bu resmi, bir kez daha terk ettiği ailesinin mutsuzluğunu da yansıt­ maktadır. Holbein İngiltere’ye gittikten bir yıl sonra saraydakilenn portrelerini yapmaya girişti. 1537’de de resmen VIII. Henry’nin hizmeti­ ne girdi. Kralın siparişleri hem çok çeşitli, hem de zorluydu, ama Holbein için gerek mesleki, gerekse kişisel açıdan fazlasıyla doyurucu oldu. Yaşamının son 10 yılında onun, gerçek insan boyutlarında ya da küçük boy, toplam 150 soylu portresi yaptığı sanılır. Ayrıca sarayın moda tasarımcısı olarak, başta kralın resmî giysileri olmak üzere pek çok tasarım yaptı. Düğmeden tokaya, tören silahlarından atlann koşum takımlarına ve kitap ciltlerine kadar, kralın pek çok özel eşyası için 250’yi aşkın zarif tasarım hazırladı. Çalışmalarını bu alana yöneltmesi, Holbcin’ın dokuya ve ayrıntıya duyduğu aşın ilgiyi ortaya koymakta, bunun yapıtlannda psikolojik derinliğe ulaşmasını engellediği düşünülmektedir. Holbein Lon­ dra'da bir veba salgınında ölmüştür. Hem portre, hem de çizimde bütün zamanlann en büyük ustalanndan biri sayılan Holbein, son derece üretken ve çok yönlü bir sanatçıydı, dinsel panolardan portre ve küçük boy resimlere, ağaç baskılardan vit­ ray tasanmlanna ve duvar resimlerine kadar pek çok alanda ürün verdi. Ama asıl başarısı VIII. Henry ile sarayını belgelemesi ve saray çevresinin genel beğeni düzeyini etki­ lemiş olmasıydı. Holbein’m, portrelerinde modellerinin ka­ rakterini ya da ruhsal eğilimlerini yansıtma­ ması kendi yaşamına da uygundur. Onun yaşamöyküsü, yaşamındaki çeşitli olayların sıralanmasından oluşur; kişiliğine ilişkin hiç­ bir bilgi yoktur. Kendi el yazısıyla yazılmış hiçbir not ya da mektup bulunmamıştır ve başkalarının ona ilişkin değerlendirmeleri de tutarsızdır. Holbein’m en ünlü modelle­ rinden Erasmus, onu bir yerde överken, bir başka yerde fırsatçılıkla suçlamıştır. Holbeın'a sonsuz güveni olan tek kişi onu, eş seçiminde kendisine yardımcı olması için kıta Avrupa'sına yollayan, sonra da yaptığı portreye güvenerek Anne of Cleves’le evle­ nen VIII. Henry idi. Holbein kendisini büyük üne kavuşturan yapıtlarını, yaratıcı yeteneklerini engelleye­ ceği kaygısıyla kimsenin emri altına girme­ mesi ve tarafsızlığı sayesinde gerçekleştir­ miştir. İnançlı bir Hıristiyan obaydı ya da kendini döneminin çalkantılı olaylarına kaptırsaydı, sanattaki yeri çok daha farklı olabi­ lirdi. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda sık sık, yapıtlarının tinsel oir içerik taşımadı­ ğına değinilmiştir. 16. yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran din çatışmasının dışında Kala­ bilen birkaç sanatçıdan biri olan Holbein’m yaşamı ve yapıtlarında anlatımcı ya da duygusal öğelerden çok, sanat kaygısı ağır basan, dışadönük özellikler egemendir. An­ cak bu açıdan sınırlı bir başarı kazandığı söylenebilir. ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Resim. “Borufacius Amerbach'ın Portresi" (1519, Sanal Müzesi, Basel), “Son Akşam Yemeği" (1519-20, Sanat Müzesi, Ba­

sel), “İsa'nın Kırbaçlanması” (1519-20, Sanat Müzesi, Basel), “ölü İsa" (1521, Sanat Müzesi, Basel), “Erasmusün Portresi" (1523-24, Louvrc Müzesi, Paris), “Sır Thonıas Morc" (1526, Frick Koleksiyonu, New York), “Gsntcrbury Başpiskoposu William Warham’ın Portresi" (1527, Louvrc Müzesi, Paris), “Sir Henry Guildford" (1527, Windsor Şatosu, Berk­ shire), “Nicolas Krntzcr’in Portresi" (1528, Louvrc Müzesi, Paris), “Sanatçının Kansı, Kalhanna vc Philipp'lc Birlikte" (1528, Sanal Müzesi, Basel), “Anvcrsli Haris" (1532, Windsor Şatosu, Berkshire), “Duısburglu Dirk Tybis" (1533, Viyana Sanat Tarihi Müzesi), “Jcan de Dintcvillc vc Gcorgcs dc Sclvc" (“Elçiler", Ulusal Galeri, Londra), “Sir Richard Southwell” (1536, Uffizi Galerisi, Fransa), “VIII. Henry" (1536, Thysscn-Bomcmisza Koleksiyonu, Castagnola), “iane Scymour" (1536, Viyana Sanat Tarihi Müzesi). Ağaç baskı. Icones historiarum Veteris Tatamenri (1538), “Erasmus Evinde" (1535), Covcrdale Kitabı Mukaddesi kapak sayfası (1535, British Museum). Küçük boy resim. “Bayan Pcmbcrton'un Portresi" (y. 1540, Victoria ve Albcrt Müzesi), “Anne of Clevcs" (y. 1540, Victona ve Albcrt Müzesi), “Charles Brandon" (y. 1540, Windsor Şato­ su, Berkshire).

Holbein halısı, 15-17. yüzyıllarda Anado­ lu’da dokunan ve Alman ressam Hans Holbein’m (Genç) resimlerinde çok sık kar­ şılaşıldığı için bu adla anılan döşeme yaygısı. Çok daha önce İtalyan Rönesans ressamla­ rının da tablolarına aldığı bu halılar desenle­ rine göre dört gruba ayrılır. Holbein ise bunların yalnızca ikisini resmetmiştir. Holbein halılarının birinci tipinde, baklava biçimli küçük örgeler zemine sıralar halinde yerleştirilmiştir. Bunların arasında kalan boşluklara da köşeleri kesilerek sekizgen biçimi verilmiş kareler getirilmiştir. Çoğun­ lukla iyice stilize edilmiş kûfi yazılı bir bordürle çevrili zemin böylece, bir sıra baklava ve bir sıra sekizgen örgeyle doldu­ rularak sonsuzluk etkisi yaratılmıştır. Bu dizilişte baklavaların eksenleri sekizgenle­ rin, sekizgenlerin eksenleri de baklavaların arasına rastlamaktadır. Zeminde mavi ve kırmızı renklerin egemen olduğu bu halılar­ da baklavalar dört kollu palmet ve şematik lotus örgeleriyle doldurulmuştur. Dış çizgi­ lerini düğümlü şeritlerin oluşturduğu sekiz­ genlerin içinde de sekiz uçlu yıldızlar ve sekizgen rozetler yer alır. İkinci tip Holbein halitan, ilk bakışta çok farklı görülmekle birlikte, temelde binnci tiple aynı desen şemasına göre yapılmıştır. Bunlara Holbein’m değil, Venedikli ressam Lorenzo Lotto’nun yapıtlannda rastlandı­ ğından Lotto hahlan da denir. Zeminleri çoğunlukla kırmızı, bazen koyu mavi, de­ senleri ise san renktedir. Gerek baklavalann, gerekse sekizgenlerin dış çizgileri yok olmuş, dolayısıyla halı katı geometrik görü­ nümünü kaybetmiştir, örgeler iç içe geçmiş kınk çizgili ramiler, palmetler ve dişli üçgen yapraklı dallarla doldurulmuştur. Üçüncü tip Holbein halıları zeminlerindeki büyük boy örgelerle dikkati çeker. Şemaları oldukça yalındır; bütün hah üst üste dizilmiş tek bir sıra kareyle kaplıdır. Sayılan ikiden dörde kadar değişen bu kareler geometrik ya da bitkisel örgeli şeritlerle çevrilidir ve içlerine büyük birer sekizgen yerleştirilmiş­ tir. Sekizgenler yıldız ve stilize bitki örgele­ riyle, karelerin köşeleriyle sekizgenlerin arasında kalan üçgen boşluklar da kancalı yaprak ve dallarla doldurulmuştur. Dördüncü tip Holbein halılannın dikdört­ gen zemininin ortasında, tek bir büyük kare yer alır. Bunun altında ve üstünde ise daha küçük ikişer kare bulunur. Hem büyük karenin, hem de küçük karelerin içi gene sekizgenlerle doldurulmuştur. Ortadaki ka­ renin yerini bir sekizgenin ya da sekiz köşeli bir yıldızın aldığı örnekler de vardır. Bazı uzun halılarda tek büyük kare yerine iki büyük kare yer alır; bunların arasına ise (iki uçta olduğu gibi) yan yana iki küçük sekiz­ gen getirilir.

Holbein halılarından ilk iki tipin özellikleri Uşak, öbür ikisininkiler de Bergama halıla­ rında sürdürülmüştür.

Holberg, Ludvig, baron holberg (d. 3 Aralık 1684, Bergen, Norveç - ö. 28 Ocak 1754, Kopenhag, Danimarka), Aydınlanma döneminde İskandinavya’da yetişmiş seçkin edebiyatçı. Hem Norveç, hem dc Danimar­ ka’da ulusal edebiyatın kurucularından biri olarak kabul edilir. Küçük yaşta yetim kalan Holberg, Bergen' de akrabalarının yanında büyüdü. Kent

Holberg, Roselius'un olduğu sanılan bir portreden yapılmış yağlıboya resimden ayrıntı, y. 1740-50; Kunsthlstorisk Pladearidv, Kopenhag Kunsthıslonsk Pladoarluv. Kopenhag

1702’de yanınca Kopenhag Üniversitesfne gönderildi. Dünyayı gezip görmek için bü­ yük istek duyduğundan okulu bitirince, 1704’te Holland’a gitti. Aachen’de hastalan­ dı ve fazla parası kalmadığından Noneç'e yürüyerek döndü. Bir süre Fransızca öğret­ menliği yaptıktan sonra 1706’da Londra'ya, oradan da Oxford’a gitti. Flüt vc kemin dersleri vererek Oxford’da iki yıl okudu Burada yazmaya başladığı sanılan Introduction id de fornemsle Europcvişke nşen historie (Önde Gelen Avrupa Ülkelerinin Tarihine Giriş) adlı kitabını Danimarka'ya dönmesinden sonra 1711’de yayımladı. Bu yapıtıyla aldığı kraliyet bağışı sayesinde istediği yere giderek araştırma yapma olana­ ğına Kavuştu. Holberg 1714’tc yola çıktı ve Avrupa’nın birçok büyük kentini, çoğunlukla yürüyerek gezdi. 1716'da Danimarka'ya döndüğünde doğal hukuk ve doğal haklar konusundaki Introduction til nalurensoş folke-retten (İn sanın Doğal Haklarına Giriş) adlı kitabını yayımladı. 1717'de Kopenhag üniversitesi’ ne profesör olarak atanınca, parasal sorun­ ları sona erdi. 1720’de terfi ederek güzel konuşma kürsüsünün başına getirildi Bu dönemde şiirsel sözün çekiciliğine kapı­ lan Holberg, Hans Mikkelsen takma adıyla yepyeni bir mizah edebiyatına yöneldi. Dancanın ilk klasik yapıtı sayılan Peder Paars adlı yarı ciddi, yarı komik destanını 1719’da yayımladı. 1722’de Kopenhag’da Danca oyunlar sahneleyen ilk tiyatro açılın­ ca Holberg şaşırtıcı bir hızla art arda kome­ diler yazdı ve “Kuzey’in Moliğre'i" olarak anılmaya başladı. Zamanın eskitemediği sr çoğu günümüzde de sahnelenen bu oyunlar­ dan Den politiske kandestpber (Siyasi Ta­ mirci), Jeppe pd bjerget (Tepedeki Jeppe). Ulysses von ithacia ve Erasmus Monla/us özellikle başarılıydı. Karakterlerin birçoğu Plautus’un palavracı asker tipi Miies Gloriösus ya da Moliöre’in aldatılan koca tıpı Sganarelle gibi bilinen örneklerden esinlen­ miş, ama hep birer DanimarkalI gibi davra­ nan tiplerdi. Holberg yergilerini hem çağ­ daş, hem de evrensel hedeflere yöneltil Başlıca hedeflerinden biri de okumuşlann övünmeleri, bilgiçlik taslamaları ve bu amaçla kullandıktan dildi. Parasızlıktan ka­

panan tiyatronun 1727'dcki son gösterisi için Holberg "Danimarka Komedisinin Ce­ naze Törem" diye bilinen bir oyun yazdı. Sahnelenen oyunlarıyla bunlara eklediği beş yeni oyunu 1731'de yayımlayarak manzum tiyatro yazarlığına son verdi. Daha sonra başka edebiyat türlerine yönel­ di. Düşsel bir yolculuğu anlatan Nicolaı Klimii iter Subterraneum (1741; Nicolai Klimi’nin Yeraltına Yolculuğu) adlı yapıtı bunların en önemlisidir. Holberg, 1747’dc baron oldu.

Holderness, İngiltere’nin Humberside ilin­ de (county) ilçe (borough). 540 knr'lik bir alan kaplar. Holderness Ovası, Spum Bur­ nunun Kuzeyinde gevşek ve erozyona açık kil yarlar biçiminde denize uzanır. Roma döneminden bu yana bazı köyler denizin altında kalmıştır. Irmak halicinin içinde, eskiden Sunk Adasını oluşturan alanın çev­ resindeki mil tortuları büyük ölçüde ıslah edilerek tarıma açılmış, ortaçağdaki birçok küçük gelgit limanı (örn. Hedon) zamanla dolarak günümüzde yok olmuştur. Pahalı deniz duvarlarıyla erozyonun etki­ sinden konman Hornsea ve Withemsea gibi sayfiye yerleri dışında, bölgenin yoğun kır­ sal özelliği sürmektedir. Bölgenin engebeli yüzeyindeki vc haliç milleriyle (ıncckum) kaplı bölümlerindeki olukların kapanması ve arazinin zamanla akaçlanması süreci 19. yüzyılda tamamlanmış, bundan sonra Hol­ derness, İngiltere’nin en verimli tanm böl­ gelerinden biri olmuştur. İlçede tahıl çeşitle­ rinin yanı sıra şeker pancan ve hayvan yemi gibi çeşitli ürünler yetiştirilir, domuz ve kümes hayvanlan gibi çok sayıda çiftlik hayvanı beslenir. Easington açıklannda çıkarılan doğal gaz Holderness’teki tesislerde depolanır. Homsea yakınlannda kil yüzeyin hemen altında­ ki tuz kovuklan büyük miktarlarda depolan­ mak üzere kazılmaktadır. Nüfus (1989 tah.) 51.500.

Holdheim, Samuel (d. 1806, Kempen - ö. 22 Ağustos 1860, Berlin, Prusya), başlangıç­ ta geleneksel görüşlere çok bağlı olmasına karşın, daha sonra Reformcu Yahudiliğe önderlik eden Alman haham. Reformcu hareket içinde bile radikal olan ilahiyat görüşleri, hareketin Yahudiliği modern çağ­ da da canh tutma çabalannın uç noktasında yer ahr. Holdheim 1836’dan 1840'a değin Frankfurt an der Oder’de hahamlık yaptı. Bir haha­ mın yalnızca törensel bir işlev görmek yeri­ ne, cemaatini eğitmesi ve ahlaken geliştir­ mesi gerektiğini vurguladığı Gottesdıenstliche Vortrüge (1839; Vaazlar) adlı kitabını orada yazdı. 1840'ta eyalet hahamı sıfatıyla Mecklenburg-Schwerin’e gitti. Üç yıl sonra en önemli ve tartışmalı kitabı Ueber die Autonomie der Rabbiııen'i (Ha­ hamların özerkliği) yayımladı. Bu kitapta Yahudilikteki evlenme ve boşanma yasaları­ nın zamanım doldurduğunu, çünkü bunların Yahudilcri (kalıcı) bir dinsel topluluk yenne (artık söz konusu olmayan) bir ulus olarak görmekten kaynaklandığını savundu. Yahu­ diliğin, özü kutsal kitaplara ve öğretiye dayanan bir dinden öteye geçmediğini, bu .tür yasaların da yerini devletin yasalarına bırakması gerektiğini öne sürdü. Daha son­ ra sünnetin önemi konusunda daha ılımlı, ama gene tartışmalı bir tutum takındı. Re­ formcu Yahudilik ideolojisini biçimlendiren haham konferanslarında (1844-46) etkin bir rol oynadı. 1847'de Berlin'de Reformcu Yahudi İttifa­ kı Cemaati'nin hahamı oldu. Burada Re­ formcu Yahudiler için pazar gününü ibadet günü ilan etti ve Roş Haşana dışında bay­ ramların ikinci gününü kaldırdı. Günümüz­

383

de görüşlerinin pek azı genel kabul görmek­ le birlikte Holdheım'ın yazılan Reformcu Yahudi metinlerinin klasiklen arasında sayılır.

holding, hisselerinin belli bir bölümüne sahip olarak başka şirketleri denetimi altın­ da tutan kuruluş. Mümkün olan en düşük miktarda yatınmla birçok şirketin denetimi­ ni tek elde toplamanın bir aracıdır. Rekabet sürecinin büyük ölçekli işletmele­ rin yaranna çalışması işletmelcn, kendileri­ ne bağlı şirketler kurmaya ya da kurulmuş şirketlcnn yönetimini ele geçirmeye yönel­ tir. Holdingler öncesinde bu amaçla kartel­ leşme, tröst kurma ya da tek bir tüzel kişilikte toplanmaya götüren tam birleşme (rnerger) şirketleri oluşturma yöntemlerine başvurulurdu. Tekelci sözleşmeleri ve uygu­ lamaları engellemeyi amaçlayan anti-kartel ve anti-tröst yasal düzenlemeler yem çö­ zümler aranmasını gerektirince, bir ana şirkete bağlı şirketler topluluğu kurma yolu­ na gidildi. Zamanla yaygınlaşan bu tür şirket topluluklarının başındaki şirkete hol­ ding, ana şirket ya da çatı şirket gibi adlar verildi. Uğraşı konusu yalnızca başka şirketlere katılmak olan şirketlere saf holding, buna ek olarak sanayi ve ticaret alanında da etkinlik gösteren şirketlere ise karma hol­ ding denir. Holding bir etkinlik alanının değişik aşamalarıyla uğraşan şirketler toplu­ luğundan oluşuyorsa dikey holding, aynı alanda ya da benzer uğraş veren şirketler­ den oluşuyorsa yatay holding söz konusu­ dur. Türkiye’de de olduğu gibi birbirinden çok farklı alanlardaki işletmeleri bir araya getiren holdingler ile ulusal sınırlar dışına taşarak çokuluslu şirketler oluşturan hol­ dingler II. Dünya Savaşı sonrasında hızla yaygınlaşmışlardır. Holding bir şirket olarak kurulabileceği gibi bir vakıf ya da kooperatif olarak da Kurulabilir. Uygulamada holding ilişkisi da­ ha çok şirketler, özellikle de anonim şirket­ ler arasında söz konusu olmaktadır. Bunun nedeni, ana şirket yanında bağlı şirketler için de en uygun hukuki yapının anonim ortaklık olmasıdır. Ana şirket açısından, sermayesi paylara bölünmüş bir anonim ortaklığın hisse senetlerini ele geçirmek öteki tür ortaklıklara göre daha kolaydır. Holding yapısının oluşması için ana şirketin bağh şirketlerde çoğunluk payına sahip ol­ ması her zaman gerekli değildir. Sermaye piyasasının geliştiği ülkelerde yüzde 15-0'lik sermaye payıyla bir şirkette egemen­ lik sağlanabilmektedir. Böylece azınlık ser­ mayesi çoğunluk sermayesini denetim altına almakta, sermayenin denetiminin az sayıda elde toplanması gerçekleştınlmektedir. Türkiye'de hukuk sistemi holdingleşme karşısında yeterli ve uygun dönüşümü ger­ çekleştirmemiş olmakla birlikte, holdingleş­ me yönündeki taleplerin önünü açmak için, 1961’den başlayarak vergi yasalarında bazı düzenlemelere gidilmiştir. 196l’e değin Tür­ kiye'de yalnızca iki holding varken, 196ü'larda yılda ortalama 3-4 holding kurul­ maya başlamış ve bu sayı 1972 sonrasında yılda 30 holdinge kadar çıkmıştır. 1980 sonrasında gelir vc kurumlar vergilerinde sermaye şirketten lehine yapılan yeni dü­ zenlemeler bir yandan yeni holdinglerin doğmasını özendinrken, öbür yandan var olunlar arasından bazıiannın ekonomide da­ ha fazla söz sahibi olması sonucunu doğur­ muştur. Holectypus, soyu tükenmiş derisidikenliler cinsi. Fosillerine Jura Dönenimden (y. 190136 milyon yıl önce) Kretase (Tebeşir) Dönemine değin (y. 136-65 milyon yıl önce) deniz kayaçlannda rastlanan bu cins üyeleri

Holi

Holectypus MuMhzn (\akzal K«or