Bilim (Evrensel Kültür dergisinin eki), Sayı 3, Yaz 2002

Citation preview

ICINDEKİLER

MAURICE CORNFORTH BİLİNEMEZCİLER, KANT VE MACH 4 HENRI WALLON DOGA BİLİMLERİ VE İNSAN B İ LİMLERİ 33 İHSAN ÇARALAN GENETİK, B İ LG İ N İ N METALASTIRILMASI, B İ LİM ETİGİ 40 TAYLAN B İ LG İ Ç DOGABİLİMCİ STEPHEN JAY GOU LD 52 STEPHEN JAY GOULD GÜN B UGÜNDÜR 63

Üç

ayda

bır

çıkar.

Doğa Basın Yayın Ltd.

Evrensel

Şii

Kültür

Dergisi

Temnııı1

adına Salıi b io Songül Özkan



2002

Y,ızıışleri

sayı

127'ııiıı

eki d ır .

Müdiiriıo Nuray Sancar

Grafık Tasarımo Savaş C ekiç • Yönetım Yerıo Tarlabaşı Bulvarı Kamer Hatun Mah. Alhalun Sk. . Noo 27/4 Beyocjlu / lstanbul • Tel· 0212 361 09 07 (pbxl Fa kso 0212 361 09 04 · www.evrenselbasim.com • evrenselbılımraevrenselbasim.com Baskı: San Ofsel

2

Evrensel Bilim'in üçüncü sayısı, "bilgi"nin, elde edilişin­ den bir olgu olarak değerlendirilişine, bilgiye ulaşma yön­ temlerinden onun kuramsal olarak ele alınışına değin çeşitli teorik ve güncel konuların işlendiği yazılardan oluşuyor. i lk yazımız, İ ngiliz bilgin Maurice Cornforth'un, "biline­ mezcilik" akımı ve Mach hakkındaki eleştirisi. Burjuva ideolo­ jiler ve felsefi akımlar, yaşamın "pratik" gerçeklerini teorileş­ tirirken, bu pratikle özdeş olmayan bir "teorik" alanda hare­ ket ediyorlar. Her türden idealizmin -ve elbette bilinemezcili­ ğin- en karakteristik yanı olan bu çarpıtma, burjuva düşünce dünyasında, bir çarpılmaya ve buna bağlı olarak bir "ters-yüz oluş"a neden oluyor. Yaşamın en dolaysız gerçeklerini ve bu gerçeklerin bilgisini dahi, "bilginin öznelliği", "bilginin biline­ mezliği" gibi kavramlarla birer "bilgi" olmaktan çıkaran bu idealizm, semavi dirtlerden varoluşçuluğa kadar uzanan ge­ niş bir alanda hüküm sürüyor. Özellikle 19. yüzyılda lngiltere'de Hume ve Berkeley'in görüşlerinin yorumlanmasıyla ortaya çıkan "bilinemezcilik" akımı, insanın davranışı ve geleceği, Tanrı'nın varlığı gibi ko­ nuların bilimsel anlamda bilgi ile açıklanamayacağını, doğa bilimlerinin, doğayı yorumlama ve anlama konusunda ulaştı­ ğı bilgilere bu alanlarda ulaşılamayacağını öne sürüyordu. Başta din olmak üzere, pek çok "inanç sistemi"nin bilimsel eleştiriden azade tutulması gibi "pratik bir fayda" sağlayan bu yaklaşım, bilimleri de yanlış bir kategorilendirme ile ikiye ayırıyordu: Bilinebilenler ve Bilinemeyenler... Cornforth'un eleştirisi, tüm bu idealist çarpıtmaya karşın, doğa bilimleri aracılığıyla maddi dünyanın bilgisine sahip olunduğu gibi, in­ sanın ve toplumların davranı şını açıklayan bilgilere sahip ol­ manın yollarının da varolduğu gerçekliğine dayanıyor. Fransız bilimadamı Henri Wallon'un bir söylevinden me-

3

tinleştirilen makalesi de, benzer bir tartışmanın içerisinde. Wallon, ansiklopedi kavramı ve ansiklopedist düşüncenin özündeki eklek­ tizmi eleştirerek, bilginin, seçici bir elemeyle ve nesnelerin, olgula­ rın birbirleriyle ilişkilerini, bağıntılarını görmezden gelerek sıralan­ dığı ansiklopedici yaklaşım yerine, diyalektik bir ansiklopedi kavra­ mını gündeme getiriyor. Toplum ile bilim, toplum ile bilimadamları, üretim ile teknoloji arasındaki ilişki, bilginin 'dolaşımı' sorununu gündeme getiriyor. Son yıllarda, genetik biliminde sağlanan ilerlemelerden yola çıka­ rak, tarımın bilgisini ve tohum tekniğini, kapitalist tekellerin deneti­ mi altına vermekte olan gelişmeleri değerlendiren makale, söz ko­ nusu sorunun, açlığa kadar varan tehlikeli boyutlarına dikkat çeki­ yor. Ihsan Çaralan'ı n yazısı , genetik alanındaki gelişmeler ve tüm bilimsel buluşların, insanlık tarihinin tüm bilgi birikiminin ürünü ol­ duğu ve bu bakımdan, şu ya da bu şirketin maaşlı "araştırmacısı" tarafından bulunmuş olması nedeniyle o kapitalist şirketin "malı" değil, tüm insanlığın 'bilgi'si olduğu gerçeğine dikkat çekiyor. Son bölümde bir portre bulacaksınız. Geçtiğimiz mayıs ayında hayatını kaybeden evrimbilimci Stephen Jay Gould'un yaşamı ve çalışmaları hakkındaki derleme, yalnızca bu değerli bilgini tanıma­ mızı sağlamakla kalmıyor, evrim teorisi üzerine yapılan son tartış­ malara da ışık tutuyor. Gould, yaratılışçılara ve sosyal-darwincilere karşı evrim teorisini ve onun güncel bulgularla desteklenen mater­ yalist içeriğini savunuyordu. Bir üniversitenin bodrum katında, son­ radan kanser olmasına ve buna bağlı ölümüne yol açacak asbest tozlarının arasında bilimi ve onun toplumsal işlevini savunan Go­ uld'un yaşamı oldukça dikkat çekici.

'

1909'da Londra'da doOdu. Londra Üniversitesi'nde felsefe okuduktan sonra, Cambridge Üniversitesi Trinity College'da araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1931'de Komünist Partisi'ne katıldı. DiQer eserleri: Dialectical Materialism and Science; Readers's Guide to the Marxist

MAURICE CORNFORTH

BİLİNEMEZCİLER, KANT VE MACH• Bilinemezcilik iki yönlüdür. Bir yandan, dinsel inançları ve buna eşlik eden düşünceleri, bilimsel eleştiriden uzak tutarak, besler. Öte yan­ dan da, tüm ussal ve bilimsel temelini reddederek, inancın altını oyar. Bilinemezciligin temelinde de asıl olarak, bilgiye ilişkin genel felsefi bir ögreti yatar: Ancak öznel tecrübenin bize sundugu kadarını bilebi­ liriz ve bu fasit dairenin dışında kalan ne varsa, ister maddi dünya is­ terse de tinsel dünya olsun, bilgimizin dışındadır. Bilinemezcilik ge­ nelde hakim kapitalist sınıfın yararına olsa da, sadece kapitalizmin güçlü oldugu dönemlerde gelişir.

Classics; Dialectical Materialism: An lntroductory Course; Science for Peace and Socialism.



Bu

yazı,

Maurice

Cornforth'un, '"Poziti­ vizm ve Pragmatizme Karşı Felsefe Savunu­ sunda; idealizme Kar­ şı

Bilim'"

(Londra,

1955) adlı eserinin V. bölümünü

oluştur­

maktadır.

Çevirenler: Aynur Toraman, Taylan Şahbaz

1. BiLiNEMEZCiLER

lngiltere'de, Berkeley ve Hu­ me tarafından felsefi olarak ge­ liştirilen Locke'un düşünceleri, 18. yüzyılın muhafazakar burju­ vazisi açısından oldukça kabul gören sonuçlara yol açtı. Bu da burjuvaziye, bilimsel buluşların ortaya çıkaracağı devrimci dü­ şüncelerden korku duymaksı­ zın, bilimleri rahatlıkla yönlen­ direbileceği teorik bir konum sağladı. Bu felsefe, doğayı anla­ ma ve yorumlamanın, doğa bi­ limleri ile mümkün olduğunu açıkça kabul etti. Doğa hakkın­ da katı ve aceleci hiçbir felsefi ilke öne sürmedi; doğa hakkın­ daki gerçekleri bulma işini de gönül rahatlığıyla, bunu adım

adım gerçekleştirecek olan bi­ limsel deneylere bıraktı. Ancak bir yandan da, bilimsel arayışın, kurulu ve gelişmekte olan kapi­ talist düzen için tehlikeli fikirle­ re yol açacak tüm kapılarını da kurnazca kapattı. Kaldı ki, bili­ min yalnızca, tecrübenin sundu­ ğu verilerden gözlemlenen ba­ ğıntı ve yasaları bulmakla sınırlı olduğunu düşünüyordu. Bilim, pratik yaşam için çok yararlı bu­ luşlara yol açabilirdi, fakat ah­ lak ve dinin gerçekleriyle hiçbir ilgisi olamazdı. Bilim, yararlı bu­ l uşları ile mülk sahiplerinin zen­ ginliklerine zenginlik katacak, ancak kilise ve devletin temeli olan mülkiyet hakkını sorgula­ mayacaktı.

17. ve 18. yüzyıl büyük lngiliz felsefi düşünce hareketi, bu şekil­ de sona erdi. Onu, 19. yüzyıl bo­ yunca Berkeley ve Hume'ün çalış­ malarının yeniden ele alınması ve genişletilmesi izledi ve daha iyiye gideceğine genelde daha kötüye giden bu incelemeler yegane ge­ lişmeyi, özel mantık alanında kay­ detti. Hume'ün düşünceleri özel­ likle lngiltere'de oldukça ilgi gör­ dü ve burada, Tanrı'nın varlığı, in­ san ruhunun kaderi gibi sorunla­ rın, bilimsel bilginin kapsamı dı­ şında olduğunu iddia eden, popü­ ler "bilinemezcilik" biçimini aldı. Engels, bilinemezciliğin o meşhur tanımını şöyle yapmıştı:

"Aslında bilinemezcilik, Lancashi­ re"a özgü etkileyici bir ifade kul­ lanırsak, 'utangaç' bir materya­ lizm değilse nedir? Bilinemezci­ nin doğayı kavrayışı bütünüyle materyalisttir. Doğal dünya yasa­ larla yönetilir ve eylemin herhan­ gi bir müdahalesini kesinlikle red­ deder. Ancak bilinemezci şunu da ekler: Bilinen evrenin ötesinde bir Mutlak Varlık olup olmadığını ke­ sinleştirmek ya da çürütmek için hiçbir aracımız yok ... "Bizim bilinemezci şunu da id­ dia eder, tüm bilgimiz, duyuları­ mız tarafından bize iletilen bilgiye dayanır ve ekler: Duyularımızın bi­ ze, gözle görüp hissedebildiğimiz nesneleri gerçekten doğru olarak yansıttığını nereden bilebiliriz? Sonra daha da ileri giderek, nes­ nelerden ve niteliklerinden söz

ederken, aslında gerçekten o nes­ neleri ve niteliklerini kastetmedi­ ğini, çünkü bunları kesin olarak bilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle de aslında nesnelerin du­ yular üzerinden ürettiği izlenimle­ ri kastediyor olduğunu ileri sü­ rer. ·1 Bilinemezcilik iki yönlüdür. Bir yandan, dinsel inançları ve buna eşlik eden düşünceleri, bilimsel eleştiriden uzak tutarak, besler. öte yandan da, tüm ussal ve bi­ limsel temelini reddederek, inan­ cı n altını oyar. Bilinemezciliğin te­ melinde de asıl olarak, bilgiye iliş­ kin genel felsefi bir öğreti yatar: Ancak öznel tecrübenin bize sun­ duğu kadarını bilebiliriz ve bu fa­ sit dairenin dışında kalan ne var­ sa, ister maddi dünya isterse de tinsel dünya olsun, bilgimizin dı­ şındadır. Bilinemezcilik genelde hakim kapitalist sınıfın yararına olsa da, sadece kapitalizmin güç­ lü olduğu dönemlerde gelişir. Tehlike çanları çalmaya başladı­ ğında, eski teoloji yeniden büyük bir hiddetle ortaya sürülür ve bili­ nemezcilik gözden düşer. Bu ne­ denle, böylesi düşünceler, Fran­ sız Devrimi sırasında İ ngiltere'de itibar kaybetmiş, 19. yüzyılda ka­ pitalizmin saadet döneminde ye­ niden yükselmiş ve emperyalizm­ le gelişmiştir. Şimdi ise kapitaliz­ min genel krizinin derinl eşmesiy­ le birlikte hızla yeniden ıskartaya ı çıkmaktadır. 19. yüzyıl lngilteresi'nde orta-

5

Engels, ütopik ve Bilimsel Sos· yalizm, Giriş

ya çıkan ampirik bilinemezci fel­ sefenin değişik türleri -Mili, Hux­ ley, Pearson ve diğerleri- üzerin­ de özel olarak durmak, bıktırıcı ve gereksiz olacaktır. Hepsinin de ortak yanı, bir yandan bilimsel bil­ ginin insan sezgisinin sınırlarını aşamayacağını savunurken, bir yandan da 19. yüzyılın büyük bi­ limsel ilerlemelerini hazmetmeye çalışmalarıdır. Hume'den farklı olarak, daha sonra ortaya çıkan tüm bu biline­ mezciler, her şeyi yüzlerine göz­ lerine bulaştırmıştır. Çünkü Hume, bilinemezcilerin de benimsedikleri öznel idealiz­ min sonuçlarını yani içinde bulu­ nulan anın solipsizmini [tekbenci­ liğini] ve doğadaki nedenselliğin ve nesnel nedensel bağın yadsın­ masını, cesurca ve açıkça ortaya koydu. Ama 19. yüzyıl bilinemez­ cileri bir yandan bilimsel bilginin sezgilerle sınırlı olduğunu iddia ederken, bir yandan da, bilincin maddi bir kökeni olduğunu, insa­ nın hayvandan evrildiğini, her­ hangi bir akıl veya bilinçten önce varolan evrenin başlangıcının ilk nebula olduğunu öne sürmeye çalıştılar. Kuşkusuz bu, gayet bilimsel bir felsefeydi. Ancak şunun hiçbir zaman farkına varamadılar; bilim 2 Wittgenstein, böylesi önermeler yapıyorsa ve Tractatus Lo­ bunlar dünyaya ilişkin felsefi ger­ gico-Philosop­ çekler olarak kabul edilecekse, o hicus, .6.2., 5 4 . 1. 1. 2 . 2.' halde hem bilim hem de felsefe, 6.3.7.1., 6.4.5., kesinlikle herhangi bir bireyin 6.5.2.2.

6

sezgilerinin çok ötesine açılıyor demektir. Bu nedenle bilinemezcilerin felsefesi, gerçekten de karmaka­ rışık, kararsız, tutarsız ve En­ gels'in dediği gibi "utangaçtı." Sırası gelmişken belirtmeliyim ki, Hume'den bu yana, öznel ide­ alizmin sonuçlarını tutarlı bir bi­ çimde ortaya koyan başlıca ampi­ rik filozof, Ludwig Wittgenstein olmuştur. "Solipsizmin anlatmak istediği tamamen doğrudur" diye olumluyor Wittgenstein. Ve yine, bilimsel teorilere ilişkin olarak da şöyle diyor: "Darwinci teori, fel­ sefeye ilişkin olarak, doğa bilimle­ rinin diğer herhangi bir hipotezi­ nin ötesinde bir şey getirmiştir." Aslında Wittgenstein'la, öznel ide­ alizmin, dini, bilimin yargısı dışına kaçırmanın bir aracı olduğu açık­ ça ifade edilmiştir. "Sözde doğa yasalarının, doğal olayların açıkla­ maları olduğu, bir yanılsamadır" diyor ve şöyle devam ediyor Witt­ genstein: "Dünyanın sınırlı bir bü­ tün olarak hissedilmesi" (yani bil­ ginin şu anki deneyimim ile sınır­ lanması, "dünyanın" "benim dün­ yamla" sınırlanması) mistik bir histir." "Gerçekten de ifade edile­ mez bir şey vardır; bu da mistik olandır."2 Fakat Hume tarafından ileri sürülen öznel idealizmin septik [şüpheci] türü ile Wittgenstein gi­ bi çağdaş felsefecilerin mistik tü­ rü arasına da "utangaç" bilinemezcilerin kararsız argümanları

girdi. Utangaç bilinemezciler, nesnel dünyanın materyalist bir tasarımını sunduğu için bilime iti­ bar ederken, bir yandan da bilim­ sel bilginin nesnelliğini yadsımak­ taydı. 2. KANT'IN BİLINEMEZCILICI VE

İ Ki AÇIDAN ELEŞTiRiSi lngiliz ampirizminin, lngiltere kıyılarını aşan bir etkisi oldu. An­ cak, kıta Avrupası'nda, özellikle de Fransa ve Almanya'da ondan etkilenenlerin çı kardığı sonuçlar oldukça değişikti. Fransa'da, 18. yüzyılın ikinci yarısında, Büyük Devrim'in dalga­ sı yükseliyordu. Orada sorun, za­ ten varolan toplumun burjuva te­ melini savunmak ve pekiştirmek değil; feodal otokrasiyi devirmek­ ti. Bu nedenle, lngiltere'de gelişim tarzı nedeniyle muhafazakar olan düşüncelerin pek çoğu, hem kili­ seyi hem de devleti açıkça eleşti­ ren materyalist bir felsefe içinde geliştirildikleri Fransa'da, gerçek­ ten devrimci bir anlam kazandı. Bu arada Almanya'da, Hume felsefesini başka bir tür biline­ mezcilik izledi; Kant'ın bilinemez­ ciliği. Kant bir ampirist değildi. Tüm bilginin, duyumlardan türediğini kabul edemiyordu. Ama aynı za­ manda "Beni dogmatik uykula­ rımdan ilk o uyandırdı" dediği Hu­ me, Kant' ı derinden etkilemişti. Hume, "tözlerin" nesnel varlı­ ğını ya da "nedenselliğini" kabul

etmenin ampirik bir temeli olama­ yacağını iddia etmişti. Bu nedenle, aslında tözlerin ve nedenlerin nesnel bilgisine sahip olmadığımız sonucuna varmıştı. Çünkü bilgi­ miz, kendi duyumlarımızla sınırlı­ dır. Ancak Kant bunu şöyle yanıt­ ladı; "Bu bilgiye kesinlikle sahibiz - örneğin her olayın bir nedeni ol­ duğunu ve bunun doğanın zorun­ lu bir yasası olduğunu biliriz." An­ cak Kant, bir konuda Hume ile ay­ nı fikirdeydi, yani böyle bir bilginin hiçbir ampirik kökeni olamazdı ve bilgi, sadece duyumlarımız tara­ fından bize verilenden türetile­ mezdi. Bu nedenle de, bilginin am­ pirik olmayan kaynaklarının bu­ lunması gerektiği sonucuna vardı. Şu önermeyi bir düşünün: "Her olayın bir nedeni vardır." Bu­ nun doğru olduğunu biliyoruz -ancak Hume bunun tecrübeyle kanıtlanamayacağını ortaya koy­ duğundan, şimdi bunu, bütün tec­ rübelerden bağımsız olarak bil­ mek zorundayız. Böylesi bir bilgi ampirik bilgi değil, a priori [önsel] bilgidir. "Bu nasıl mümkün olabilir? " diye soruyordu Kant. Kendi deyi­ miyle; "Sentetik a-priori bilgi na­ sıl mümkün olabilir?" Kant bunu şöyle yanıtladı: Ak­ lın gayri ihtiyari aldığı duyumlar, bilincimiz tarafından olduğu gibi kabul edilmez ve akıl kendi ilkele­ rine göre bunları "işler" ve dü­ zenler. Hume aklın aslında bir du-

7

8

3

Lenin, Materya­ lizm

ve

Ampi­

ryokritisizm, Bö­ lüm

3,

Kısım

3

yum "yığını"ndan başka bir şey olmadığını söylemişti. Kant ise bunun yanlış olduğunu söylüyor­ du. Kant'a göre akıl, doğuştan te­ orik ilkelerin pek çok çeşitiyle ön­ ceden donanmıştır ki, böylece du­ yumlar alınır alı nmaz, onlarla meşgul olur ve onları değiştirme­ ye başlar. Böylece, duyumlar önce uzamsal-zamansal olarak algılanır ve akıl tarafından uzamsal-za­ mansal bir düzen içinde sıraya ko­ nur. Böylece "kaba" (kendilerinde uzamsal-zamansal bir düzen ol­ madığından çok kabadırlar) du­ yumlarımızdan, akıl kendi gücüyle uzayda ve zamanda dünyanın bir "görüntüsünü" yaratmaya başlar. Akıl daha sonra, kendi kay­ naklarından, Töz ve Neden gibi idealar üretmeye başlar ki Kant bunları "kategoriler" olarak ad­ landırmıştır. Böylece kaba du­ yumlardan, dünyanın, çeşitli töz­ lerden oluşan ve birbirlerini ne­ densellikle etkileyen uzay ve za­ mandaki "görüntüsünü" yaratır. Bu nedenle, her olayın bir ne­ deni olduğunu biliyoruz, çünkü her olayın bir nedeninin olmasını düzenleyen bizzat biziz. Böylece Kant. bizim nesnel dünya dediğimiz şeyin -yani bili­ min incelediği dünyanın- bize gö­ ründüğü biçimiyle varolmadığını açıkladı. Algıladığımız ve bildiği­ miz şekliyle dünya, aklın, kendi­ sinde doğuştan varolan ilkelere göre yarattığı bir şeydir. Sadece

bir "görüntü" ya da "görüngü­ dür"; kaba duyumlarımızdan ken­ di akılsal kaynaklarımızla yarattı­ ğımız bir dünyadır. Bu özgün izle­ nimleri nereden edindiğimizi bil­ miyoruz. Gerçek dünyanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz -"kendinde şeyler" zorunlu ola­ rak bilinemezler. Bilgimiz "görün­ güler" dünyası ile sınırlıdı r. Böylece Kant' la, başka bir yol­ dan, yine temelde daha önceki­ lerle aynı sonuca vardığımız açık­ ça görülüyor. Bilimsel bilgi, "ken­ di alanı içerisinde" geçerlidir, "görüngüler" açısından geçerli­ dir. Ancak "kendinde şeyler", bi­ limsel bilginin tüm ihtimallerinin ötesine geçer. Tanrı var mıdır? Ruh ebedi midir? i rade özgür mü­ dür? Bunları bilemeyiz. Böylesi sorular, bilimsel bilginin sınırları­ nı aşar. Bu sorular bilgi değil, iman meselesidir. Bilgi sadece görüngülerle ilgiliyken, bu sorular "kendinde şeyler"e ilişkindir. Bu nedenle hem Engels hem de Lenin, haklı olarak, Kantçılığı, bilinemezciliğin bir türü kabul eder. Örneğin, "Hume'un neden­ sellik teorisi ile Kant'ın nedensel­ lik teorisi arasındaki fark", der Lenin, "bilinemezciler arasında ikincil derecede bir görüş ayrılığı­ dır; bilinemezciler temelde birle­ şirler: doğanın nesnel yasasının yadsınması." J Aynı zamanda, Kant'ın felse­ fesinin kendine ait bazı özgün yanları da vardı. Bir kere Kant,

her ne kadar insan etkinliğinin yaratıcı rolünü, lngiliz ampirizmi­ nin hiç yapmadığı ölçüde vurgula­ sa da, bunu, insanın gerçek bir toplumsal etkinliği olarak değil, tümüyle aklın teorik bir etkinliği olarak görmekteydi. Locke, Ber­ keley ve Hume aklın, duyumları edilgen bir biçimde "aldığını" ve sonra da bunları sadece analiz edip karşılaştırdığını düşünüyor­ du. Berkeley açısından dış dünya, sadece aklın edindiği izlenimlerin bir toplamıydı ve Hume açısında da aklın kendisi, bir duyumlar "yı­ ğını"ndan başka bir şey değildi. Nitekim bu nedenle, aklın onlar açısından söz etmeye değer hiç­ bir yaratıcı bir gücü yoktu. Diğer taraftan, Kant'a göre akıl, kendi kaynaklarından dünyanın bir gö­ rüntüsünü yaratmaktaydı. Ne­ densellik gibi dünyanın zorunlu özellikleri, akıl tarafından ona yüklenmiş ve deyim yerindeyse, akıl tarafından onun için yasalaş­ tırılmıştı. i şte bu nedenle bizim bildiğimiz dünya, "görüngüsel" bir dünyadır, yaratılmıştır, yöne­ til mektedir. Kant bu nedenle, tüm bilgiyi ama tüm olası bilgiyi, "görüngü­ sel" dünyayla sınırladı -şüphesiz bu "görüngüsel" kendiliği de içer­ mekteydi, çünkü biz kendimizi bil­ diğimiz için, herhangi bir şey ka­ dar görüngüseldik. Dünyada bi­ zim bildiğimiz şekilde hiçbir şey "kendinde" varolamaz, aksine her şey akla bağlıdır ve aklın bir

ürünüdür. Ancak aynı zamanda, 9 Kant her ne kadar bilinemez olsa­ lar da "kendinde şeylerin" varol­ duğunu ve "görüngülerin" de "kendinde şeylerin" bizdeki görü­ nümleri olduğunu ileri sürdü. "Görüngüsel" kendilikten ayrı olarak, gerçek kendilik, sadece böylesi bir kendinde şey'dir. Bu, Kant felsefesinin bir başka ayırıcı özelliğiydi. Buna bağlı olarak Kant şu so­ nuca vardı: "insan iki dünyanın sa­ kinidir." O, "görüngüsel" dünya­ nın "sakini"dir, ama ayrıca "ger­ çek" dünyanın da bir "sakini"dir birincisi bir yanılsamadır ve bunu yaratan ikincinin varlığıdır. Kant' ı değerlendirirken, Lenin şunu söylüyordu: "Kant'ın felse­ fesinin başlıca özelliği, materya­ lizmle idealizmi bağdaştırması, bunlar arasında bir uzlaşma sağ­ laması, birbirine karşıt ve tama­ men farklı bu i ki felsefi akımı tek bir sistem içerisinde birleştirme­ sidir. Kant, bizim dışımızda, bizim algılarımıza uygun düşen bir şeyi -kendinde şeyi- kabul ederken, bir materyalist gibidir. Ancak, bu kendinde şeyin bilinemez (. .. ) ol­ duğunu açıklarken ise bir idealist gibi. Bizim bilgilerimizin tek kay­ nağının deneyde olduğunu kabul eden Kant, (... ) materyalizme yö­ nelmiş gibi görünür. Uzay, zaman ve nedenselliğin önselliğini kabul eden Kant ise idealizme dönüyor 4 Lenin, age.. gibidir."4 Bölüm 4, Kı­ Kant, kendi felsefesine "eleşsım

1

10

tirel felsefe" adını vermişti. Ona göre "eleştirel"di, çünkü temel yöntemi bilgimizin kaynaklarını ve kurucu ilkelerini incelemekti; böylece bunun sadece "görüngü­ ler"in, şeylerin bize görünümleri­ nin bilgisi olduğunu ve "kendinde şeylerin" bilgisi olmadığını göste­ riyordu. Bu aynı zamanda, bildiği­ miz haliyle dünyanın bir "eleştiri­ si" anlamına geliyordu ve bu dün­ yanın, bizim bir şekilde kendimiz için yarattığımız süreksiz ve ye­ tersiz bir görünüm olduğunu gös­ teriyordu. Kant'ın "eleştirisi" bir yandan dünyayı böyle eleştirir ve onun yaratılmasındaki etkin rolü­ müzü vurgularken, bir yandan da dünyayı değiştirmek için yapılabi­ lir ve yapılması gereken pratik hiçbir şeye dair hiçbir ipucu ver­ meyen, tamamıyla sessiz [quie­ tist] ve teorik bir eleştiriydi. As­ lında, gerçek dünyanın, "kendin­ de şeylerin" dünyasının temeline, onu nasıl etkileyip nasıl değiştire­ ceğimize dair Kant'ın "eleştirisi", kesinlikle hiçbir şey bilemeyece­ ğimizi ve yapamayacağımızı söy­ lüyordu. Böylesi "eleştirel" bir tavır, tutarsız, kararsız ve asl:nda Kant'ın felsefi bir temsilcisi oldu­ ğu Alman burjuvazisinin o dö­ nemki konumunun karakteristik bir ifadesiydi. lngilizler gibi ikti­ darda değillerdi ve İ ngiliz düşü­ nüş tarzı onlara kibirli ve yüzey­ sel geliyordu. Ayrıca ne ayaklan­ mak ne de Fransız devrimcileriyle

birlikte dünyayı değiştirmek için yeterince güçlü ve güven sahibiy­ diler. Bu yüzden de hem tuhaf hem de içi boş bir "eleştiri"ydi onlarınki. Kant'ın düşünceleri, dünyanın durumundan hoşnut olmayan, ama bunun için daha iyi ve asil bir yaşama dair belirsiz arzulara ve de doğaüstü gerçekler ve maddi dünyanın "yanıltıcılığı" hakkında muğlak düşüncelere kapılmanın ötesinde bir şey yapmamış ya da yapamamış insanlar için tam bir sığınaktı. Bu kapasitesi ile Kant'ın dü­ şüncesi, çeşitli ülkelerdeki burju­ vazinin bir kesim aydın temsilcisi tarafından çekici bulundu. örne­ ğin, lngiltere'de, bir zamanlar öz­ gürlük savunuculuğu yapmış ama Fransız Devrimi'nden gerçekten korkmuş Coleridge ve de Lake­ land şairleri, her ne kadar entel­ lektüel açıdan Kant'ın asıl argü­ manlarını anlamakta yetersiz kal­ salar da, onu gayet derin bulu­ yorlardı. Ancak aynı zamanda, Kant'ın kendisi de eleştiriliyordu. Kant'a getirilen ilk eleştiri, gö­ rüngüyü kendinde şey'den ayır­ masının yanlış olduğuydu. Bizler onun kendi görüngüsel dünyası­ na kapatılmış değiliz, aksine biz gerçek dünyanın nesnel bilgisine sahibiz. Bu eleştiri, önce Hegel ve son­ ra da Marx tarafından yapıldı. Ama Hegel, dünyayı hala tinin

bir ürünü olarak kabul ediyordu. Onun için dünyanın doğası Kant'ın söylediği gibi tikel birey­ sel aklın kullandığı kategorilerle değil de evrensel· aklın evrensel kategorileriyle belirlenmişti. Ancak Marx, dünyanın kendi kendine varolduğuna işaret etti. Marx'a. göre; düşünceler gerçek şeylerin yansımalarıdır yani tersi değil; "evrensel akıl" anlamsızdır; gelişimin belirli bir aşamasında maddenin düzeninden ortaya çı­ kan tikel akıllar vardır. "Hegel için" diyordu Marx, "insan beyni­ nin yaşam-süreci, yani düşünme süreci -Hegel bunu "idea" adı al­ tında bağımsız bir özneye dönüş­ türür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya yal­ nızca "idea"nın dışsal ve görün­ güsel biçimidir. Benim için tersi­ ne, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşün­ ce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir."5 Şurası çok açık ki Hegel ve Marx, Kant'ı aynı tarzda eleştir­ miştir, yani ikisi de bilginin nes­ nelliğini yadsımasını eleştirmiş­ lerdir. Fakat Marx bu düşünce çiz­ gisini tutarlı bir biçimde materya­ list bir düşünce hattı olarak geliş­ tirdi. Mar x 'a göre, gerçek dünya­ nın, gerçek maddi dünyanın bilgi­ sine sahibiz, tam da bu gerçek dünyada etkin birer birey olduğu­ muzdan, akıldan bağımsız olarak varolan kendinde şeylerin sürekli artan bilgisine sahibiz; ve şeylere

dair bilgimizi, pratik yaşamda 11 dünyayı değiştirirken edinir ve sı­ narız. Böylece Marx şu sonuca varıyordu: "Nesnel gerçekliğin insan düşüncesine atfedilip edilmeyeceği sorunu, bir teori sorunu değil, ama pratik bir sorundur ... Filozoflar yalnızca dünyayı değişik biçimlerde yorumlamakla yetindiler, ama aslolan onu değiştirmektir."6 Materyalizm, Marksizm ile bir­ likte tümüyle tutarlı hale geldi; teorik güç ve etki açısından büyü­ dü; dahası, toplumsal durumun bilimsel bir eleştirisini yaptı, dev­ rimci işçi sınıfı hareketinin ve onun aydınlarla olan ittifakının kı ­ lavuzu ve esin kaynağı oldu ve toplumu değiştirmek için izlen­ mesi gereken yolu açıkça göster­ di: Kapitalizmi ve hakimiyetini or­ tadan kaldırmak; sömürüye, bas­ kıya veya yoksulluğa son vermek; sosyalizm ve komünizmi inşa et­ mek. Sonuç olarak, burjuva kam­ pın tüm filozofları -ister koyu bir muhafazakar ya da liberal, ister­ se de ılımlı bir sosyalist olsun, toplumun kurulu düzenini kabul eden ve savunanların hepsi- ön­ cekinden çok daha kuvvetli bir bi­ çimde kendilerini materyalizmden ayrı tutmak ve materyalizmi "çür ütmek" için karşı teoriler yaymak 5 M arx, Kapital. zorunda kaldılar. 19. yüzyılın son­ ikinci Baskıya larına doğru, materyalizme etkin Önsöz ve etkili bir karşı çıkış görüldü; 6 M arx, Feuer­ bach Üzerine Kant'a geri dönüş hareketi. Kant'a geri dönüş hareketi de,

Tezler,

il.

xı. tezler

ve

Kant'ı eleştirmeye koyuldu, ama

12

bu eleştiri, Hegel tarafından başla­ tılıp Marx tarafından devam ettiri­ len eleştirinin tam karşıtıydı ve bu temel üzerinde şekillendi. Bu se­ ferki eleştiri, Kant'ın bilginin nihai kaynağı olarak kendinde şeylerin adını bile anmaması gerektiğini, bilgimizin tümüyle deneyimimizin hissedilebilir unsurlarıyla sınırlı ol­ duğunu söylüyordu; Kant'ın, bildi­ ğimiz haliyle maddi dünyanın zo­ runlu bir özelliği olarak kabul etti­ ği nedensellik teorisi, doğanın nes­ nel yasasının gerçekliğini fazlasıy­ la kabul etmişti; oysa nedensellik gibi böylesi "kategoriler", yalnızca duyumlarımızın düzen ve bileşim­ lerini uygun bir tarzda açıklamak için gerekliydi. Nitekim, Kant önce bilgiye ye­ terince nesnellik tanımamakla eleştirilirken, şimdi de ona fazla­ dan nesnellik tanımakla eleştirili­ yordu. Lenin bunu, "Kant'ın sol­ dan ve sağdan eleştirilerini" karşı­ laştırarak açıkladı - "yeteri kadar materyalist olmamak" ve "fazla materyalist olmak"7 eleştirisi. Ve böylece, ilk yapılan eleşti­ riler yeni bir şeylere doğru iler­

lerken, yani Hegel ve Marx' a doğ­ ru, ikincisi sadece geriye gitti Berkeley ve Hume'un eski öznel idealizminin yeni bir baskısı oldu. 7 Lenin, lizm

M aterya­

ve Ampi­

r y o k r i t i siz m ,

Bölüm

4,

Kısım

1

ÖZNEL iDEALiZME DÖNÜŞ ERNST MAC H

3.

Kant'tan daha geriye giderek

öznel idealizme varan "neo-Kant­ çı" hareket, belki de en okunma­ ya değer temsilcisi olan "bilim­ sel" filozofu ya da "felsefi" bilim­ ciyi, Ernst Mach'ı ortaya çıkardı. Mach, ana felsefi kitabını " Du­ yumların Tahlili" olarak adlandır­ dı. Bu kitapta Mach, bilinen dün­ yanın "unsurları"nın duyumlar ol­ duğunu ileri sürüyordu. Bütün bil­ gimizin bu tür "unsurların" dü­ zenlenmesi ve ayarlanması, yani duyumların düzenlenmesi ve ayarlanmasıyla ilintili olduğunu söylüyordu. Bu nedenle bilimsel teoriler ve yasalar "unsurlar"ın, yani du­ yumların belli bir düzende oluştu­ ğunu ifade eden açıklamalar olarak anlaşılmalıdır. O halde: "Varlıklar duyumları üretmez, ama unsurlar kompleksi (duyumlar kompleksi) varlıkları oluşturur. "Eğer bir fizikçi varlıkları ger­ çek, daimi varlıklar olarak görür­ ken, "unsurlar"ı da sadece onla­ rın yok olan, geçici dışavurumları olarak değerlendiriyorsa, o za­ man bu fizikçi böyle bir varsayım­ la bütün varlıkların, unsurlar kompleksinin (duyumlar komp­ leksinin) düşünsel sembollerin­ den başka bir şey olmadığını unu­ tuyor demektir. .. "Bu nedenle, bizim açımızdan dünya, kendisi de gizemli bir var­ lık olan 'Ben' ile karşılıklı etkile­ şimleriyle yalnızca kendileri erişi­ lebilir olan duyumları yaratan gi·

zemli varlıklardan meydana gelmemektedir. Bizim için renkler. sesler, uzamlar, zamanlar geçici nihai unsurlardır ve bunların veri­ li bağıntılarını araştırmak da bi­ zim görevimizdir. Gerçekliğin keşfedilmesi de işte tam olarak bundan ibarettir."8 Yine: "Bu düşünce ile bağıntılı olarak 'Ben' , tüm dünyayı kucak­ layacak şekilde genişletilebil ir... "Ben" ile dünya, duyum _ile şey arasındaki antitez ortadan kay­ bolur ve ele alacağımız tek şey unsurların bağıntısıdır."9 Ancak Mach, bu teorinin "öz­ nel idealizm" olmadığını iddia eder. Oysa tam da böyledir. "Unsurlar"ın düşünsel olma­ dığını, ama maddi de olmadığını ileri sürer. O halde nedirler? "Nötr"dürler. "Unsurlar"ın "dü­ zen"lerinden birini ele aldığımız­ da, bu psikoloji bilimidir ve bunla­ rı "düşünsel" olarak adlandırırız. Başka bir tür "düzen"i ele aldığı­ mızda, bu fizik bilimidir ve bunla­ rı "fiziki" ya da "maddi" olarak adlandırırız. Ama aslında bunlar "unsurlar"dır ve yalnızca "nötr"dürler; ve bütün bilgimiz ve tüm bilimler aynı nesnelere sa­ hiptir: yani deneyimlerimiz sonu­ cu tanıştığımız ve bir düzende zihni, bir başkasında bedeni oluş­ turan "unsurlar". Bu teorinin, Hume'un öznel idealizminden pek de farklı olma­ dığını görmek zor değildir. Temel farklılık terminolojidedir.

Ancak başka bir fark daha 13 vardır. Hume, felsefesinin solipsizm anlamına geldiğini açıktan kabul etmiştir. Mach ise duyumlarını "un­ surlar" olarak adlandırarak ve on­ ları "nötr" olarak tanımlayarak bu sorıuçtan kaçınmaya çalışmıştır. Mach, dışsal maddi nesnelerin varlığını inkar etmediğini belirtir. Örneğin bir masanın yeterince ger­ çek olduğunu söyler. Belli bir bağ­ lamda ele alındığında kendi masa duyumumuz olan, ama başka bir bağlamda da masanın kendisi olan şey, bir dizi gerçek "unsur"dur. Yine, örneğin diğer fikirler ve aynı şekilde diğer zamanlar ve uzamlar, geçmiş ve canlı varlıklar ortaya çıkmadan önce bile mad­ denin durumu hakkında bildiğimiz ve söylediğimiz her şeyin, kelime­ nin tam anlamıyla doğru olduğu­ nu, çünkü bilimin öğrettiği gibi, "nötr unsurlar"ın uygun bir bi­ çimde düzenlenmesinin bu tür bütün bilimlere cevap verdiği so­ nucunu çıkarmaya çalışmıştır. Ama bütün bunlar acı bir kar­ maşaydı. Ortalıkta dolaşan bütün bu "un­ surlar"ın varlığının kanıtı neydi? Mach, "gerçek daimi varlıklar" olarak düşünülen sıradan beden­ lerin "varlıklar " olduğunu ileri sürdü. Fakat eğer bir "gizem" varsa, o halde "nötr unsurlar" nedir? Tabii ki bunlar metafizik ha- a Mach, Analy­ sis oı Sensati· yalin ürünüdür. Gerçekten de "gions, ı, 13. zemli varlıklar"dır. 9 Mach, age.

ID 14

10 Lenin, Materya· lizm

ve Ampi·

ryokritisizm, Bölüm

4.

Kısım

2

Ayrıca duyumlara işaret etmek için "unsurlar"ın başına "nötr" kelimesinin eklenmesi, "benim" duyumlarımı ne daha az "kendi" duyumlarım ne de yalnız "benim" duyumlarım kılar. Kim­ seye "ait" olmayan duyumları da betimleyemez. Ancak Mach "nötr unsurlar"ın düzeninin, tüm bilim­ sel açıklamalara uyduğunu kur­ gularken, tasarladığı tam olarak bu absürdlüktü. Ama aslında şunu da belirt­ mek gerekir ki, o böyle bir şeyi hayal etmeyi bile beceremedi, çünkü kimse hayal edilemez bir şeyi hayal edemez, ya da tasarla­ namaz bir şeyi tasarlayamaz, kavrayamaz. Y ani yeni uydurul­ muş kelimeleri bir araya getiri­ yordu; ama ortaya çıkan ifadele­ rin hiçbir anlamı olmuyordu. Bu nedenle kabul edilmelidir ki, Mach ve takipçileri, lngiliz bili­ nemezcilerinden başka bir şey ol­ mayan Berkeley ve Hume'dan bir adım ileri gittiler. Ama öte yan­ dan da, Berkeley ve Hume'un fel­ sefesinin klasik berraklığını, bir­ çok yeni karmaşa ile bulandırma­ yı da başardılar. Mach'a ve İngiliz bilinemezci­ lere ek olarak; neo-Kantçı, Mach­ çı, pozitivist ve bilinemezci tür­ den düzinelerce başka filozof da vardı; aralarındaki farklılıklar kendilerine çok önemliymiş gibi gelse de, düşünce tarihi açısından önemleri ikinci dereceydi. Bu konudaki düşüncesini açık-

larken Lenin şöyle der: "Belirt­ mek gerekir ki Kant ile Hume'un, ya da Hume ile Berkeley'in, deyim yerindeyse, değişen oranlarda, karışımın bazen şu, bazen bu öğe­ sine ağırlık verilerek, eklektik bir bileşimini ortaya çıkarmak ola­ naklıdır."10 Bu sistemlerin hepsinin en önemli ortak özelliği, bilimsel bil­ ginin nesnelliğinin yadsınması ve tüm bilginin duyumlardan kay­ naklandığını ve duyumların sınır­ larını aşarak genişlemeyeceğini ileri süren öznel idealist teoridir. 3.

B iLİMSEL B i LGi

KAMPINDAKI TAViZLER Bütün bu yorumlardan sonra, 19. yüzyıl bilinemezciliği ve Mach­

çılığın oynadığı rolün, Berkeley ve Hume felsefesinin 1 8 . yüzyılda oynadığı rolle aynı olduğu açıktır; yani geleceğin bilimsel kafaları­ nın, dini bir kenara atmaksızın, "bilimi kabul etmiş" görünerek "tehlikeli düşünceler"den sakın­ malarını sağlayacak bir felsefe ortaya koymak. Ama bunun da ötesinde Machçılık, bilimsel araştırma ve bilimsel düşünceyi sınırlı ve göre­ celi olarak "güvenli" kanallara akıtmak için çabalamış ve gözle­ me dayalı verilere ilişkin sınırlı genellemelere hapsetmiş; doğa­ daki köklü ilişkiler ve hareket ya­ saları hakkında cesur hipotezler ortaya koymak ve onları sınamak konusunda caydırıcı olmuş; bili-

min farklı dallarını ayrı disiplinler olarak ele almış ve bilimlerin birli­ ğine engel olmuştur; hepsinden önemlisi de, toplumun temelinin ve onun hareket yasalarının ve aynı şekilde insan bilincinin mad­ di t emeli ve gelişme yasalarının bilimsel olarak araştırılmasını ya­ saklamıştır. 19. yüzyıl bilimi 18. yüzyıl bili­ mine oranla çok daha gelişkin, içerik bakımından daha zengin ol­ duğu ve çok daha geniş bir alanı kapsadığı için, bu felsefi çal ışma­ nın daha da zorlaşmasına yol açtı ve buna bağlı olarak felsefe de devreye girdi ve karmakarışık bir hale geldi. Engels şöyle diyordu: "Doğal süreçlerin ardarda zin­ cirlenişine ilişkin bilgimizi dev adımlarla ileri götürmüş olan, özellikle üç büyük buluştur: Birin­ cisi, her bitkisel ve hayvansal or­ ganizmanın, kendisinden başla­ yarak, çoğalma ve farklılaşma yo­ luyla geliştikleri birim olarak hüc­ renin bulunuşu (... ) İ kincisi, enerji­ nin dönüşümünün bulunuşu: Bu buluş, en başta inorganik doğada etkin olan bütün sözde güçlerin, (... ) evrensel bir hareketin değişik biçimleri olduklarını göstermiştir (. .. ) Ensonu, (. .. ) halen çevremizi kuşatan bütün doğa ürünleri, in­ sanlar da içinde olmak üzere, hepsi başlangıçta az sayıda tek­ hücreli tohum özünden başlayan uzun bir gelişme sürecinin ürünü­ dürler ve bu tekhücrelilerin ken-

dileri ise kimyasal yolla oluşmuş bir protopl azmadan ya da albümi­ nimsi bir cisimden oluşmuştur. "Bu üç büyük buluşun ve doğa bilimlerindeki çok büyük ilerleme­ lerin sayesinde, bugün, yalnızca ayrı ayrı ele alınan değişik alan­ lardaki doğa görüngüleri arasın­ daki ardarda zincirleme sıralanışı değil, ama başka başka alanlar arasındaki bağlantıyı da göstere­ bilecek ve böylece, ampirik doğa biliminin bize sağladığı olgular yardımıyla, doğanın zincirlenişi­ nin bir bütün halinde tablosunu hemen hemen sistematik bir bi­ çimde sunabilecek durumdayız. "11

15

Bir başka deyişle, 19. yüzyıl bi­ limi öyle bir noktaya varmıştı ki en azından genel olarak, insanlı­ ğın fiziksel ve zihinsel yaşamı ve deneyimi de dahil olmak üzere, dünyaya, bilimsel materyalist bir açıklama getirmeye başlamıştı. Bu açıklama, insanlık tarihinin, toplumsal ve düşünsel hareketi­ nin de doğal bir bilimsel açıkla­ ması olduğunu kanıtlayan Marx tarafından daha da geliştirildi. Bi­ limsel bilginin, her zaman olması gerektiği gibi, birçok bakımdan eksik ve geçici olarak kaldığı doğ­ rudur. Fakat bilimin ilerlemesi; bi­ limsel tavra karşı hassas olmayan ve genel birleşik bilimsel bir ev­ ren tasarımı içerisinde yer alama­ yacak olan hiçbir doğa ya da in­ san deneyimi alanı olamayacağını 1 1 Engels, Lud­ gösterdi. wig Feuer­ Doğanın ve toplumun tüm bach, Bölüm

4

16

alanlarına yayılan bilimsel bilgi­ deki bu muazzam ilerleme karşı ­ sında "bilim filozofları'', bilginin duyumların sınırları dışına çıka­ mayacağı; bilimin yapacağı tek şeyin duyumlarımızın düzenini tanımlamak ve öngörmek için ge­ lişkin bir sistem geliştirmek oldu­ ğunu kanıtlama görevi biçtiler kendilerine. Aynı zamanda da bili­ min tüm buluşlarını "kabul eden" kişilerin görüşlerini de muhafaza etmeye çalıştılar. Kafalarının karışmasına şaş­ mamak gerek. Bu nedenle de onların felsefe­ si, görevi bilimin tüm buluşlarına büyük bir "AMA" eklemek olan bir felsefe olarak ortaya çıktı. Bilim il­ kel organizmalardan daha gelişkin organizmalara, yaşamın evrimi ile ilgili gerçeği keşfetti: Ama bu keşif sadece duyumlarımızın düzeni ile ilintilidir. Bilim, enerjinin muhafa­ zası ve dönüşümü yasalarını for­ müle etti: Ama bu sadece duyum­ larımızın düzeni ile ilintilidir, vb. Buradaki "ama"nın anlamı, bi­ limin nesnel maddi dünya ve bi­ zim onun içindeki yerimiz hakkın­ da doğru ya da hemen hemen doğru bir tablo çizdiğini inkar et­ mektir. Bu "ama", nesnel evren tasarımı olan bilimi tahrip eder. Kendi evren tasarımına güven duyulmasını amaçlayan bu felse­ fe, böyle yaparak, aslında dünya­ ya ilişkin bilim dışı düşüncenin temsilcilerine kapı aralar ve bu­ nun ardından amacı, bilimsel ev-

ren tasarımını parçalamak, ona kara çalmaktır. Galilei'nin, Kutsal Engizis­ yon'un eline düşmesinden bu ya­ na modern bilimin tarihi, bilim dı­ şı fikirlere karşı mücadelenin tari­ hi olmuştur. Bir alandan diğerine dogmaların, gizemlerin ve batıl inançların altüst oluşunun; aydın­ lanmanın zafere ulaşmasının; ve her şeyi olduğu gibi kabul etme ve bilinmeyene tapınma yerine insanın doğa üzerinde ve kendi kaderi üzerinde özgür denetimi­ nin tarihidir bu. Machçılık ve benzer teoriler bu nedenle, haklı olarak, bu ay­ dınlanma mücadelesinde bilimi si­ lahsızlandı ran teoriler olarak suç­ lanır. Onların "ama"sı, bilimsel bilgi ve kültürün düşmanlarına verilen tavizin işaretidir. Düşma­ nın yolunu açar, bilim dışı fikirle­ rinin yayılmasına izin verir ve bir bütün olarak dünyanın bilimsel olarak açıklanması amacından fe­ ragat eder. Hangi alanda olursa olsun ta­ viz, düşmanın yararına kendi kampını çökertmeye yol açar ki, bu bilim felsefesi için de geçerli­ dir. Taviz, birçok belirsizlik ve ka­ rışıklığın bilimsel düşünceyi çö­ kertmesine ve bilimsel düşünce­ ye anlamsız terimlerin sokulması­ na yol açar. Y aşadığımız nesnel dünya, onun hareket yasaları ve bizim onun içindeki yerimize iliş­ kin bir tasarıma değil de, Sir Ja­ mes Jeans'in daha sonra "gizem-

li evren" olarak adlandıracağı ta­ sarıma yol açar. Her şey şüpheli ve belirsiz hale gelir; tuhaf, ka­ ranlık varlıklar -" unsurlar" vb.­ maddi ve kontrol edilebilir ger­ çeklerin ve süreçlerin yerini alır. Bu teorik kafa karışıklığı, sa­ dece teorik açıdan değil birçok açıdan önemlidir. Düşüncelerimiz maddi yaşam tarzımızdan ortaya çıkar, ama bir yandan da ona hükmeder. Eğer insanlığın baskı ve yoksulluktan kurtarılması gerekiyorsa, başta politika olmak üzere insan etkinli­ ğinin tüm alanlarındaki ilerleme mücadelemize, berrak bir bilimsel teori rehberlik etmelidir. Bilim dı­ şı ve bilim karşıtı nosyonlar, geliş­ meye engel teşkil eder. Bu nos­ yonların pek çoğu, çıkarları nede­ niyle gelişime karşı olanlar tara­ fından kullanılan birer araçtır. Bu nedenle, bilime " ama"lar eklemekle meşgul bu filozof ve bilimcilerin teorik faaliyeti, top­ lumsal mücadeleden bağımsız değildir. Filozofların niyetinin bu olup olmamasından bağımsız ola-

rak, bu teorik faaliyet, gelişmeye düşman olanlara yardı m eder. Nesnel dünyaya gönderme yapmayı reddetme yoluyla bilime sınırlar koyan bir felsefe, insanlar arasında batıl inançların ve ceha­ letin artmasına yol açar. insanlar dünyayı bilimsel olarak kavraya­ madığı sürece, inancın, geleneğin ve otoritenin kurbanı olmaya de­ vam ederler. Sıradan insan ile akademik filozof ve bilim adamı arasındaki uçurum, toplumsal ve ente:llektüel olarak o kadar büyük­ tür ki, bu tür bir felsefe, halkın ay­ dınlatılmasında bir engeldir ve bu nedenle de gericiliğin işine yarar. Hepsinden önemlisi, bilimin ilerici bir tutumla, nesnel dünya, doğa ve topluma ilişkin gerçekle­ ri nasıl keşfettiğini anlarsak, o za­ man, bilimle silahlanmış olarak, dünyayı ve insan yaşamını nasıl değiştirip dönüştürebileceğimizi de anlayabiliriz. Ama bilimsel bil­ ginin nesnelliğini inkar eden te­ oriler, böylesi bir değişim ve dö­ nüşüme karşı olanların elinde bi­ rer araç haline gelir.

17

18 MAURICE CORNFORTH

ÖZNEL İDEALİZMİN ELEŞTİRİSİ Bilgi, ayrı ayrı zihinlerin özgün yorumlarına dayandırılarak elde edile­ mez; bireylerin öznel algı tasarımlarıyla oluşturulamaz. Bilgi, tek bir bireyin değil, çok sayıda bireyin, hatta nesillerin, nesnelere dair . yürüttükleri pratik faaliyetlerden doğar ve genel kabul görmüş nesnel yargılara dayanır. Dolayısıyla bilgi; genel, açık ve nesneldir ve aynı zamanda toplumsal bir ürün ve toplumun ortak malıdır. Bilgi, toplumu oluşturan unsurların karşılıklı iletişim, etkileşim ve paylaşımından doğar. Bireysel değil, toplumsaldır, özel değil genel bir karakter taşır.

1.

BiLGiYi NASIL EDiNiRiZ? Bu bölümde, öznel idealist fel­

sefenin çağdaş biçimlerini ele al­ madan önce, bu felsefenin yaptı­ ğı temel kuramsal hataları irdele­ mek istiyorum. Bir felsefe olarak öznel ide­ alizmin hataları nelerdir? Kısaca şöyle denilebilir: A) Y anlış olduğu açıkça belli olan önermelere dayanmaktadır. B) Ulaştığı sonuçlar kabul edilmiş gerçeklerle çelişmektedir. (A) Sanırım, öznel idealist felsefe­ nin ve tabii onun bütün versiyon­ •

Bu yazı, Maurice Cornforth'un, "Po­ zitivizm ve Prag­ matizme Karşı fel­ sefe Savunusunda; idealizme Karşı Bi­ lim" (Londra, 1955) adlı eserinin VI. bö­ lümünü

oluştur­

maktadır.

Çevirenler: Fırat Karadaş - Mustal a Zeki Çıraklı

larının temelinde bilginin doğası­ na ilişkin belirli özelliklerin önem­ li bir yer tuttuğu, daha önceki an­ lattıklarımızdan anlaşılmıştır. Y a­ ni, bilginin algılama yoluyla elde edildiği düşünülür, şöyle ki:

1) Algılama, bilgiye ulaşmada ilk adımdır ve algılamanın nesne­ leri, aslında sahip olduğumuz tüm

bilginin türetildiği özgün verileri oluşturan özgün algılayışımız ya da izlenimlerimizdir. 2) Bilgiye ait tüm veriler algı­ lara dayandığı için bilgi, algıları­ mızın analiz edilmesi, karşılaştırıl­ ması, birleştirilmesi ve sıralanma­ sı gibi zihinsel aktivitelerle oluş­ turulur. Bilgi, algıladıklarımız üze­ rinde gerçekleştirilen bu aktivite­ ler yoluyla elde edilmiş olur. Hal­ buki önermeler, bu şekilde türe­ tilmediği için bilgiyi oluşturmaz ve bilginin ötesini konu alır. Bu yüzden önermeler, temelsiz spe­ külasyonlardır, aslında bunlar ta­ mamen anlamsızdır. Doğal olarak, yukarıda bilgi­ nin türetilmesi ve oluşturulması­ na yönelik ileri sürülen görüşler, daha farklı bir felsefi terminoloji içinde de ifade edilebilir. Fakat bence, yukarıda belirtilenler öz­ nel idealizmin bilgiyle ilgili temel yaklaşımını ve meselenin ana fik­ rini oluşturmaktadır. Bilginin doğasına ilişkin bu

yaklaşım ortaya konulduktan sonra, öznel idealizmin ileri sür­ düğü şu görüşlere geçilebilir. Aslında algıyı ve algılamayla elde edilen verileri bilginin tek kaynağı olarak görmek, algılar­ dan başka hiçbir şeyi var sayma­ mak anlamına gelmektedir. Çün­ kü sadece algılar var sayıldığı için, algıların dışında var olan şey­ ler hakkında bir fikir yürütüle­ mez. Algıların dışındaki şeyler üzerinde ne bir sentez ne de bir sıralama yapılabilir. Böylece algı­ lanan şeylerin dışındakileri bilme­ miz de olanaksızdır. Ancak, bu yargı tamamen yanlıştır. Berkeley'in dilinden ifade edi­ lirse, "Bazı hakikatler zihne öyle yakındır ki görmek için göz ka­ paklarınızı açmak yeterlidir" ve biz bilgiyi, yukarıda anlatıldığı şekliyle, algılardan elde etmeyiz. Bilgi sadece algıların yorumlan­ ması ve karşılaştırılıp analiz edil­ mesinden değil, bir şeyler yapa­ rak, nesneler üzerinde oynaya­ rak, onları değiştirerek, bir şeyler üreterek, yani bilincimize yansı­ mış algıların yorumlanmasıyla ye­ tinmeyerek elde edilebilir. Bunu anlamak isteyen birinin, kendi deneyimlerine bakması ye­ terlidir. Aslında öznel idealist, aynı za­ manda meseleye atomcu bir ba­ kış açısıyla yaklaşmaktadır. Çün­ kü bilgiye ulaşmada bireysel algı­ ların analiz edilmesini savunmak,

bireysel deneyimi atomcu bir yaklaşımla ele almak demektir. Tek tek her insanın bireysel dene­ yimini ayrı bir atom olarak düşün­ düğümüzde, herkesin elde ettiği bilgi de ayrı ve öznel olacaktır. Çünkü herkesin deneyimi ve algı­ ları özgün deneyim ve algılardır. Dolayısıyla bu özgün deneyim ve algılara dayalı bilgiler, üzerinde düşünülüp çeşitli sonuçlar çıkarıla­ bilecek nesnellikten yoksundur. iş­ te bu yüzden öznel idealizm, önün­ de sonunda solipsizme yol açar. Ve tabii ki, bilginin temeline ilişkin böyle bir görüş, gerçeklerle tamamen çelişmektedir. Bilgi, ayrı ayrı zihinlerin öz­ gün yorumlarına dayandırılarak elde edilemez; bireylerin öznel al­ gı tasarımlarıyla oluşturulamaz. Bilgi, tek bir bireyin değil, çok sa­ yıda bireyin, hatta nesillerin, nes­ nelere dair yürüttükleri pratik fa­ aliyetlerden doğar ve genel kabul görmüş nesnel yargılara dayanır. Dolayısıyla bilgi; genel, açık ve nesneldir ve aynı zamanda top­ lumsal bir ürün ve toplumun or­ tak malıdır. Bilgi, toplumu oluştu­ ran unsurların karşılıklı iletişim, etkileşim ve paylaşımından do­ ğar. Bireysel değil, toplumsaldır, özel değil genel bir karakter taşır. öznel idealizmin, bilgiyi herbi­ rimizin özgün algılarının bireysel olarak yorumlanmasıyla elde edi­ len öznel bir olgu olarak göster­ mesi, tamamen yanlış bir öner­ medir.

19

2. SAHi P OLDUGUMUZ BiLGi, NESNEL MADDi DÜNYAY LA iLiŞKiLi MiDiR?

20

1 Engels, Anti-Düh­ ring, Bölüm

5

2 Engels, Anti-Düh­ ring, Bölüm

6

Öznel idealizmin bilginin te­ mel doğasına ilişkin temel yanlış­ larını açıkça belirttikten sonra, bunun neden olduğu felsefi çık­ mazları ortadan kaldıracak yakla­ şımlar geliştirmek ve tüm bilgile­ rimizin asıl dayanağı olan nesnel maddi dünyanın varlığıyla ilgili materyalist postulatlara değine­ biliriz. Öznel idealistlere göre nesnel maddi bir dünya ifadesi zaten yanlış, anlaşılmaz ve saçmadır. O halde bu ifade ne anlama geliyor, önce bunu açıklayalım. 'Dünya' kelimesini açıklamaya gerek görmüyorum, çünkü bu ye­ terince açık. Yani 'dünya' deyince herkesin anladığı 'dünya'yı kaste­ diyorum. Böylece benim algıla­ rım, bana nesnel bir dünya ile ilgi­ li veriler sunuyorsa, bu veriler se­ nin de aynı dünyadan algıladığın verilerdir ve de herkesin algıladı­ ğıyla aynıdır. O halde nesnel "maddi" bir dünyadan bahseder­ ken, uzay-zaman içinde bireysel algılardan bağımsız bir şekilde var olan, zihinsel veya ruhsal her­ hangi bir algılama veya bilinç sü­ recinden bağımsız olarak varlığını sürdüren bir dünyadan söz ediyo­ ruz. Engels'in de dediği gibi, "Her varlığın temel biçimleri uzay ve zamandır"l ve "Hareket, madde­ nin varoluş biçimidir."2 Böylece

"nesnel maddi dünya", tek tek in­ sanların bireysel algı ve düşünce­ lerinden bağımsız değil, aksine herkesin algıları ve düşünceleri, bu nesnel maddi dünyaya bağlı­ dır. Yani "nesnel maddi dünya", uzayda, zaman içinde sürekliliği devam eden hareket ve süreçle­ rin toplamıdır. Nesnel maddi dünya, genellik­ le 'dışsal' olarak nitelenir. Bu, herhangi bir bireyin tekil bilinci açısından böyledir. Çünkü benim bilincim, dünyayı oluşturan olay­ lar toplamı içinde oluşur ama be­ nim bilincime yansıyan ve bilinci­ min bağlı olduğu olaylar, bilinci­ min dışındadır. Bu yüzden öznel idealizm ve bilinemezciliğin temel argüman­ larından biri şudur; bilgimiz, du­ yumlarımızın ve deneyimlerimi­ zin ötesine geçemez. Beş duyu organımız ve algılarımız, bize yo­ rumlayacağımız verileri sağlar. Dolayısıyla 'dış' nesnel dünya fik­ ri, deneyimlerimizden bağımsız, sadece duyumlarımızı tetikleyen ve duyumlarımızla temsil edilebi­ len anlaşılmaz, saçma ve tama­ mıyla "metafizik" bir düşüncedir. işte böyle bir "dışsal" dünyay­ la ilgili fazla bir şey bilme olanağı­ mız yoktur. Bu "dışsal" dünya, bil­ ginin sınırlarının ötesindedir, çün­ kü algısal-deneyimlerimizin dışın­ dadır. Aslında sözcüklerimize, sa­ dece, algısal-deneyimlerimizin unsurlarına ilişkinlerse anlamlar yükleyebiliriz. Dolayısıyla dış dün-

yadan bahsederken kullandığımız sözcüklere, aslında hiçbir anlam yükleyemeyiz. Bu yüzden Berkeley şöyle der: "Maddi varlık sözcüğünün anla­ mını düşündüğümde, bunun ayrı bir anlamı olmadığına inanıyo­ rum. Eğer dışsal varlıklar olsaydı, bunu bilebilmemiz mümkün ol­ mazdı. Ve siz işinize geldiğinde, "madde"yi "hiçlik"le aynı anlam­ da kullanabilirsiniz.''3 Kant, dış nesnel dünyayı "kendinde şeyler" olarak tanımla­ makta; bilinemez ve anlaşılamaz olarak görmektedir. Mach ise, dıştaki gerçek nes­ nel şeyleri, "mistik varlıklar" ola­ rak kabul etmektedir. Böylece, duyu organlarımızla karşı lıklı etkileşerek algılarımızı ortaya çıkaran bir maddi süreçler sisteminin yani dışta nesnel bir maddi dünyanın varlığını kabul etmek anlamsızdır, deneyimden ve akıl temelinden yoksundur; mistik, anlaşılmaz ve saçmadır; kelimenin tam anlamıyla metafi­ ziktir. Bu tarz bir akıl yürütme, En­ gels tarafından ele alınmış ve ya­ nıtlanmıştır. Engels'in yanıtı as­ lında öz itibariyle oldukça basit­ tir. Engels'e göre, öncelikle bilgi­ nin doğasına ilişkin doğru bir yak­ laşım geliştirmek ve öznel görüş­ lerin tamamen yanlış anladıkları bu konuya açıklık getirmek ge­ rekmektedir. Böyle yapıldığında gerçekte dıştaki nesnel maddi

21

nesnelerin bilinemez ve anlaşıla­ maz olmadığı görülebilir ve hatta onlara dair bilgilerimizin geçerlili­ ği de çok rahat sınanabilir. "Böyle bir akıl yürütmenin sa­ dece tartışmayla üstesinden gel­ mek" der Engels, "oldukça zordur fakat tartışmalar hareketten do­ ğarlar. Hareket ve edim her za­ man ilktir ve tartışmadaki güçlü­ ğü çözen de insanoğlunun işte bu aksiyonudur (dıştaki nesnelere ait bilgiye sahip olmaktaki güç­ lük). Çiğnemenin ispatının ye­ mektedir. Nesnelere yöneldiği­ mizde ve onları kullandığımızda ya da onlarla etkileşime geçtiği­ mizde, onlar hakkındaki algılama­ larımızı rahatlıkla sınayabiliriz. Çünkü algılarımız yanıldığında o nesneye yönelik eylemimiz de ba­ şarısızlığa uğrar ya da beklentile­ rimize uygun bir etkileşim zaten gerçekleşmez. Eğer algılamamız doğruysa nesnel beklentilerimize cevap verebilir ve böylece algıla­ rımızı sınamış oluruz. Böylece, nesnel dış dünya, algılarımızı ve onlara yüklediğimiz anlamı test ettiğimiz bizim dışımızdaki pozitif ölçütlerdir diyebiliriz.''4 Engels, Kant'ın bilinemez ola­ rak nitelediği "kendinde şey" hak­ kındaki düşüncelerini de şöyle di­ le getirir: "Hegel buna uzun za­ man önce şöyle cevap vermişti: Bir şeyin bütün özelliklerini bildi­ ğinizde o şeyin kendisini bilmiş olursunuz; söylenen şeylerin var­ lığından başka geriye hiçbir şey

3

Berkeley, Prin­ ciples man ge,

4

of

Hu­

Knowled­

17, 20.

BO

Engels, ütopik ve Bilimsel Sos­ yalizm, önsöz

22

5

Engels, ütopik

kalmaz; ve duyularınız size bu

sadece kendi öznel deneyimleri­

gerçeği gösterdiğinde ve o şeyi al­

mizle ve algılarımızla u laşılabile­

gıladığınızda, geriye kalan son kıs­

ceğini düşünenler tarafı ndan ileri

mı da elde etmi ş olursunuz. Ayrı­

sürülmektedir. Fakat, onlar da as­

ca, Kant'ın zamanında nesnelerle

l ında tartışmayı kısır bir döngü

ilgili bilgilerimiz öyle dağınıktı ki,

içinde yürütmektedir. Çünkü on­

Kant'ın nesnelerle i lgili şüpheye

lar da bir varsayımdan yola çık­

düşmesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla,

maktadır. örneğin, bilginin kay­

haklarında bu kadar az bilgiye sa­

nağını; algılar, sezgiler ve algıla­

hip olduğumuz nesnelerin bize gi­

nan verilerle sını rlarlar. Dolayı­

zemli gelmesi doğaldı. Fakat birbi­

sıyla böyle b i r varsayımdan yola

ri ardına gelen yeni buluşlar ve bi­

çıkınca, dışsal nesnel maddi b i r

limsel çalışmalar sayesinde kay­

dünyanın v a r o l u p olmadığını ya

dedilen ilerleme sonucu nesnele­

da bu dü nya hakkında b i r bilgimiz

re ilişkin bilgi artmış ve bunun so­

bulunup b u l u namadığını ortaya

nucunda analiz olanağı doğmuş­

koyamazlar.

tur. Böylece, artık 'bilinemez' diye bir şey kalmamıştır. 5

argümanlarının amaç ve gücünü

Ancak bu karşı çıkış, Engels'in

"Bununla birlikte, tüm bu fel­

yansıtmakta yetersizdir. Engels

sefi fantezilere asıl cevabı b i l i m­

dışsal dünyanın varlığına i l i ş k i n

sel deneyler ve endüstrinin pratik

bir ispat geliştirmeye kalkmamış­

uygulamaları vermiştir. Eğer sa­

tır aslında. Ne böyle b i r ispat

hip olduğumuz bir kavramsallaş­

mümkündür, ne de buna i htiyaç

tırmanın doğruluğunu, onu içsel­

vardır. 11. yy.'da Norman istilasın­

leştirerek. onu ait olduğu koşulla­

dan sonra Başpiskopos o l a n Can­

rın dışına taşıyarak ve onu kendi

terburyli Aziz Anselm, tanrının

amaçlarımız doğrultusunda kulla­

varlığını gösteren ve "ontoloj i k is­

narak gösterebiliyorsak, Kant'ın

pat" olarak adlandırılan b i r a rgü­

bili nemez şeylerinin sonu gelmiş demektir." 6

"tanrının varlığı zorunludur". Ve

man ortaya atmıştır. Buna g öre,

Yine de tüm bu argümanların,

tam altı yüzyıl sonra aynı argü­

dışsal maddi şeylerin varlığını ka­

man ısıtılarak, kartezyen filozof­

nıtlamadığı düşünülebil i r. Çünkü

larınca kullanılm ı şt ı r. Ne var ki

bu da böyle bir dünyayı varsay­

Engels, maddenin ya da nesnel

maktadır.

nesnel

maddi bir d ü nyanın varlığına i l i ş ­

maddi dünyanın varlığ ın ı n kanıtı

kin "ontoloj i k bir ispat" ortaya

Bu

yüzden,

olarak bakıldığı nda, Engels'in a r­

koymaya

. yalizm, önsöz

gümanları bir kısır döngüymüş g i ­

yapmaya çal ıştığı (ve d e başarılı

6

bi görünür.

olduğu) şey, dışsal maddi nesne­

ve Bilimsel Sos­ Engels, Ludwig Feuerbach, Bö­ lüm

2

Tabii ki böyle bir iddia, bilgiye

ç a l ı ş m a m ı şt ı r .

Onun

lerle aramızdaki etkileşim ve bi-

zim onların üzerinde, onların da

şi lmez bir şeyin olmadığı görüle­

bizim üzerimizdeki etkileri saye­

cektir. Tersine, d ı şsal maddi nes­

s i nde, dışsal maddi nesnelere iliş­

nelerle olan ilişki ve bu ilişkinin

k i n i spatı mümkün bilgilere nasıl

prensipleri oldukça nettir.

ulaşabileceğimizi göstermek ol­

insan bilgisini, gerçekte nasıl

m uştur. Bu her şeyden önce, öz­

varoluyorsa ve oluşuyorsa, öyle

nel idealist ve solipsist argüman­

somut bir şekilde ele almak gere­

ların çürütülmesi demektir. On­

k i r. Bu bilgi, bizim tasarım, analiz,

l ar, nesnel dünyaya i lişkin bir bil­

karşılaştırma ve içsel öznel algıla­ malarımızı n bir ürünü m ü d ü r?

gimizin olamayacağını iddia eder­ ken, Engels bu bilgiye nasıl ulaşa­

Hayır

b i l e c e ğ i m i z i g ö stererek, onları

problemlerle uğraşmaktan orta­

değildir.

Bilginin

tümü

reddetmiştir.

ya çı kar. Ve bizim gerçek yaşam­

Böylece, nesnel maddi dünya­

da karşılaştığımız problemler, al­

nın varlığı konusu, şü pheye yer

g ı larımızı nasıl karşılaştı rıp, ana­

vermeyecek şekilde ortaya ko­

liz edeceğimiz ya da düzenleye­

nulmuş oluyor. M adem ki bilgimiz

ceğimiz ile i l g i l i değil, bizi çevrele­

nesnel maddi dünyayla i l g i l idir, o

yen varlıklarla nasıl bağlantı ku­

halde böyle bir d ü nya mevcuttur.

racağımızla ilgilidir. Bunlar, prati­

Bunu varsayabi l i riz, varsaymak

ğin

zoru ndayız da. Çünkü, bilgimizin

problemleri de buradan doğar.

problemleridir

ki

bilginin

doğasını ve temel lerini analiz et­

Bilginin temel problemi, d ü ­

tiği mizde, nesnel maddi dünyayla

şüncenin evrilmesi ve varlıklara

kesinlikle i l g i l i olduğunu görü rüz.

doğru şekilde yaklaşab i l mek için

Eğ�r bilgiyi nesnel maddi d ünya­

onların gerçek doğalarına uygun

nın dışında başka bir şeyle i l inti­

başarılı teoriler üretmektir. Aslın­

lendirirsek, yanı l ı rız.

da problemin kendisi, çözümü de

Peki Engels'in öznel idealizmi

göstermektedir. Problem dışsal

çürüten bu iddialı karşı çıkışı, tam

nesnelerin

olarak neyi içermektedir?

o l u nca, çözüm d e aynı özelli klerle

özel l i kl e r i y l e

ilgili

Kısaca şunu: i nsan yaşamda

ilgili ol maktadır. Varlıkların özel­

d ı ş dünyayla ilişki kurar. Dışsal

liklerine ilişkin düşüncelerimiz sa­

nesnelere ait bi lgi ler, diğer tüm

dece bizi çevreleyen varlıkların

insan faaliyetlerinden soyutlana­

arasında

rak elde edilen bilgiler olarak ka­

s a ğ l a m a k l a v e o n l ardan zarar

y o l u mu z u

b u l ma m ı z ı

bul edilirse, mistik ve erişilmez

görmemizi önlemekle kalmaz, on­

görülebilir. Fakat böyle yanl ı ş bir

ları değiştirmemizi, kendimiz için

soyutlama düzelti l i rse ve b i l g i

ü retmemizi de sağlar. İ şte bu

gerçek yaşam ve deneyimde yer

nesnelere ili şkin düşüncelerin is­

aldığı gibi daha somut bir biçimde

patı sınanmalıdır.

ele alınırsa, ortada mistik ve eri-

Francis Bacon'ın dediği gibi,

23

24

" Doğa bilgisi, doğaya hakim olan güç demektir."7 Bacon, varlıklar

zim için şeylere" dönüşür.

hakkında bilgi sahibi olmanın, on­

mın doğasına i l i ş k i n bir düşü nce­

ları kontrol etmek ve üretmek an­

miz var; belli kimyasal bileşiklerin

lamına geldiğini çok iyi anlamış­

oluşturduğu şeylerin varlığı gibi.

tır. Fakat Bacon'la aynı ampirik

Ancak, canlı maddeyi

görüşten yola çıkanlar, bu önemli

öğreni nceye kadar, yaşamın do­

Bilgi ile i l g i l i bu yaklaşım ve

ve bil inemez kalacak. örneğin vi­

bilginin gelişme şekliyle ilgili ge­

taminler. Bunlar, yakın zamana

çerliliğinin sınanması, bir bütün

kadar bizim için gizemli şeylerdi.

olarak toplumsal gelişmenin ma­

Ne var ki artık vitaminleri ü rete­

terya l i s t

yaklaşımına

bil iyoruz, yani gizem giderek yok

bağlıdır. i nsan bilgisinin toplamı,

oluyor. (Şurası çok açıktır ki, ya­

b i l i m sel

insanın diğer faaliyetleri ve ü rün­

şamın kökeni nin ne şimdi ne de

leri kadar toplumsal bir ü ründür.

gelecekte çözü lemeyeceğini ileri

insanın en temel toplumsal faali­

süren biyologlar, yaşamın doğası­

yeti, üretim faaliyetidir ki bu, iler­

nı elbette göreceli değil, mutlak

leme yönündedir ve tüm sosyal

bir giz olarak görmektedir. Bunlar

faaliyetin koşullarını belirler. Yani

sadece biraz daha çok şey bilmek

d o ğ a d a n y a ş a m ı ç e k i p a l mak,

için araştırma yapmakta ama yi­

kendimize b i r şeyler üretmek ve

ne de hep bir şeylerin sır olarak

bize lazım olan sonuçları yarat­

kalacağına i nanmaktadırlar.)

mak. Böylece, bilgi, " ü retim" et­

Peki burada da ortaya kondu­

k i n l i ğ i nden doğar. Artan b i l g i ,

ğu gibi, nesnel maddi dünyada

üretim g ü c ü n ü de artı rır, bu d a

her şeye rağmen gizemli kalan

bilginin nesnel geçerliliğinin s ı ­

şeyler nelerdir? A s l ı nda, d ı şsal

nanmasıdır.

maddi nesnelere ilişkin bili nemez

O halde, ne kadar yeni süreç­

Bacon, Novum Organon

ü retmeyi

ğasına ilişkin bazı şeyler gizemli

noktayı unuttu lar.

7

örneğin, bizim şu anda, yaşa­

ve anlaşılamaz hiçbir şey yoktur.

ler ve kendimiz için yeni bir şeyler

Öte yandan, eğer biz b i r giz arı­

üretiyorsak, bu süreç ve varlıklara

yorsak bunu sadece öznel ide­

ilişkin bilgimiz de o kadar artıyor

alistlerin yazdıklarında bulabil i riz.

ve tamamlanıyor demektir. Yani

Onlara göre, bilgimize kaynaklık

biz aslında kendimiz için mistik ve

eden nesneler, gerçekte b i l i ne­

b i l i nemeyen " kendinde şeyler"

mez ve anlaşı lamazdır. Ses, renk,

ü retemeyiz, çünkü üretim aşama­

koku, tat, sertlik ve yumuşaklık

sında bunların gizemleri ortadan

duyularıyla s ı n ı rl ı b i r dünya, mad­

kalkar ve artık bizim için bilinebilir

di bir temelden yoksun, h i ç b i r

hale gelirler. B i l inmeyenler bili­

yerde

nenlere, "kendinde şeyler" ise "bi-

-Wittgenstein'ın dediği gibi, " mis-

varolmayan

bir

d ü nya

tik" olan budur. 3.

ALGININ N ESNELERi

Deyim yerindeyse dış dünya, bu algı ve duyumların ötesinde bir yerdedir. Hatta bazıları, bildi kleri­

Dış nesnel maddi dünyanın

miz sadece bu algılarla s ı n ı r l ı ol­

varlığına ve bilgi sine i l i şkin yakla­

duğu için, bunların ötesinde bir

şımımızın temellerini ve anlamını

şeyin olmadığını iddia etmiştir.

ortaya koymaya çalıştım. Fakat,

Bazıları, algılarımızın ötesinde bir

ö z n e l i dealistlerin bahsettikleri

nesnel d ünya olsa bile onu bile­

öteki dünya hakkında, yani sezgi­

meyecegı m ı z ı

ler, algılar veya algısal veriler

M ach gibi bazıları i se a l g ı l arımız

d ü nyası hakkında ne söylenebi­

ile d ı ş d ü nyanın birbirinden ayrı­

l i r? Bu görüşe göre, bilgimiz sa­

l amayacağını, a l g ı l a d ı ğ ı m ı z şey

savunmuştur.

dece bunlara bağl ı d ı r ve bunlarla

ile bu nesnel dünyanın aynı şey

sınırlıdır, bunları içerir ve bu dün­

olduğunu ileri sürmüştür. Ona gö­

ya nesnel değil özneldir, yani sa­

re d ı ş dünya belki bu algıların kar­

na bana göre değişir. Algıların

maşık bir bileşiminden i ba rettir.

nesnelerle ilgili gerçekten değiş­

Veya d ı şsal nesneler, onlara i l iş­

ken ve öznel veriler ü retip üret­

kin önermelerin analiz edilmesini

mediğini, öznel idealistlerin iddia

sağlarlar, çünkü bu önermeler

ettikleri gibi nesnelerin a s l ında

gerçekten onlara dayalı algıların

öznel v a r l ı k l a r o l u p o l m a d ı ğ ı n ı

düzenlenmesinden o l uş mu ş t u r.

anlamak i ç i n b a z ı a raştırmalar

Algı 'ama, dışsal nesnelerin varol­

yapmak gerekmektedir. Tabii bu

duğunun farkına varmamızı sağ­

doğrudan deneysel psikoloji, fiz­

layan, on la rla i l g i l i d ü ş ü nceler

yoloji ve nörolojinin alanına girdi·

üretmemize olanak tanıyan, en

ğ i için, biz burada ancak öznel

dolaysız araçlar oldukları halde,

idealistlerin düştüğü hataları gös­

bazı filozofların onları hala, nes­

tereb i l i riz.

nelerle aramızda bir engel olarak

Bilgi algılamayla başlar. Algı­

görmeleri oldukça şaşırtıcıdır. Fa­

lama süreci, bilginin tüm diğer

kat bu garip sonuç, algıların so­

ü st biçimlerinin temelidir ve bun­

yut düşünülmesinden ve yaşam­

dan şüphe edilemez.

da yer aldıkları biçimiyle somut

Öznel idealistler, şu ya da bu

o l a rak ele alınmamasından kay­

şekilde, duyum ya da algının dış­

naklanmaktadır. Eğer algılar böy­

sal nesnel şeylere ilişkin doğru­

le soyut olgular olarak ele alınır­

dan bilgi edinmenin b i r aracı ol­

sa, elbette algısal verilerin yo­

m a d ı ğ ı n ı , a k s i n e dış d ü nyayla

rumlanması, analiz edilmesi ve

aramıza b i r set çekti ğ i n i iddia

karşılaştı rılmasından oluşturulan

ederler. Duyu larımızın nesneleri,

bilginin daha ötesine ulaşı lama­

a l g ı l a rımız ve algısal verilerdir.

yaceığı şeklindeki bir sonuca var-

25

26

· mak da kaçınılmaz olacaktır. Fakat algılamayı böyle soyut

l a ilg ili, dıştaki nesneleri ve canlı­ nın kendi durumunu, bu nesneler­

bir yaklaşımla ele a lmaya hakkı­

le olan ilişkilerini yansıtan sayısız

mız yoktur. Daha d a önemlisi,

uyarandan oluşur. Duyu organla­

bunlar hakkında bilimsel çalı şma­

rı tarafından toplanır ve beyne

lar yapılmıştır ve eğer bunlar üze­

iletilirler. Canlı organizma da bu

rine felsefe yapacaksak, bu veri­

uyarılara göre tepkiler geliştire­

lere dayanmak zoru ndayız. Fizik­

rek, uygun davranışını belirler.

sel ortamlar da b i l imsel olarak in­

işte bu şekilde, algılama süre­

celenmiş bulunmaktadır. Dolayı­

ci, bazı filozofların sandıkların ı n

sıyla fiziksel olgular hakkında fi­

aksine bir bilmece değil, gayet so­

kir yürütecek herhangi bir fel se­

mut olgulara dayanan açık bir sü­

fenin, bu çalışmaların sonuçlarını

reçtir. ü stelik burada algılamanın

gözardı etmesi olanaksızdır. Artık

hem dışsal varlıklara hem de can­

Antik Y u nan'da yaşamadığımıza

lı organizmanın onlarla girdiği

göre, çağdışı ve temelsiz genelle­

i l i ş k i ve etkileşime b a ğ l ı o l d u ğ u

meler yapma şansımız bulunma­

gösterilmi ştir. Bir canlının nesne­

maktadır.

leri algıladığı ortamın koşulları,

Algı lama, duyulara sahip can­

hem dıştaki nesnel ortam hem de

lıların yaşadıkları doğal ortamın

canlının içsel durumu y l a . belirle­

ayırdına varmalarını sağlayan bir

n i r. ö rneğin madeni paraya baktı­

araçtır. Ayrıca algılama, kendi fi­

ğımızd a onu elips şeklinde de gö­

ziksel varlıklarının, bulu ndukları

rebiliriz, ya da güneş g i b i muaz­

ortamın niteliklerini, kendileriyle

zam büyüklükte bir ateş kütlesini

bu ortam arasındaki ili şkilerin bi­

bize çok uzak olduğu için çok kü­

li ncine varmaların ı ve karşılaştık­

çük bir şömine ateşi gibi görebili­

ları farklı koşullara uygun tepkiler

riz. Ya da suya girmiş bir çubuk,

vere b i l melerini sağlayan süreç­

kırılmış gibi görü nebi l i r, çok üşü­

lerden o l uşur. Algılama, iç ve dış

müş olan ellerinizi ı l ı k bir suya

duyuların dı ştaki nesnelerden ge­

soktuğunuzda, su size çok daha

len uyarı lara verdikleri tepkiler­

sıcak gelecektir. Bu örnek.l eri ar­

dir; örneğin göz ışığa, kulak ses

tırmak mümkündür. Bazen algıla­

dalgalarına, deri dokunma ya da

rımız, bizi tamamen yanıltabilir,

sıcağa vs. karşı tepkiler ü retir.

varl ıkları olduklarından çok farklı

Pavlov'un belirttiği gibi "beyin,

yansıtabilir. Bu yanıltma ve yanıl­

b i r hayvanın d ı ş d ünyayla kurdu­

sama bazen hepimizi etkisi a ltına

ğu en karmaşık ilişki lerin organı­

alabil ir. Ama duyuların ve algıla­

dır." Dış uyaranlar, beyne duyu

manın nasıl çalıştığını bili rsek, bu

organlarımız tarafından i letilir, ki

bize pek de şaşırtıcı gelmeyecek­

bunlar canlının bulunduğu ortam-

tir. Çünkü, şimdi ol masa bile daha

sonra bu yanılsamalar anlaşı la­

Fakat burada bazı filozofların

caktır. Algılarımızın bize sağladığı

itirazları yükselecektir: Hayır, hiç

v e r i l e r i d i kkate a l d ı ğ ı mızda ve

de senin dediğin gibi değil! Suyun

bunlarla d ünyaya i ntibak edebile­

içinde kırılmış gibi görünen çubu­

ceğimizi gördüğümüzde, bu du­

ğu düşün, elips şeklinde görünen

rum d ünyayı algılayışımızın, en

madeni

azından nesnelerin doğasına uy­

nesnel o larak ç u b u k düz, para i se

p a rayı d ü ş ü n; a s l ı n d a

gun olduğu anlamına gelecektir.

yuvarlaktır, ama senin gördüğün

A lgıya dayalı b i l g i veya algıla­

şey ise elips ya da kırıktır. Yani

ma, bu yüzden canlı organizmala­

senin gördüğün şey, senin algının

rın belli somut aktiviteleri o l arak

b i r nesnesidir, o halde iddia edi­

d ü şü n ül melidir. Algılar sayesinde

len dışsal maddi nesnenin kendisi

o rganizmalar kendilerini çevrele­

değildir, sadece bir algı, bir du­

yen varlıkların taşıdıkları özellik­

yum, algısal bir verid ir.

l e r a rasında ayrım yapabilir, bun­ ları birbirine ekleyebilir, kaynaştı­

Şimdi bunun üzerine üç şey söyleyeceğim:

rıp birleştireb i l i r ve uygun tepki­

(1) Gördüklerimiz ya da algıla­

ler geliştirebil i r. Buradan anlaşı­

rımızla farkına vard ığ ım ı z şeyler,

labi l i r ki, algılamanın nesneleri,

duyumlar ve algısal veriler olarak

duyular tarafından bilinebilecek

ayrı ayrı analiz edilebilir mi?

olan maddi nesnelerdir. Yani dış­

Bu soruya ceva b ı m ı z o l u m ­

taki nesnel maddi dünyanın nes­

suzdur. Ş u anda, m a s a ve sandal­

neleridir. Bu nesnelerin "gizemli"

yeler, saatin tik tak sesleri, şömi­

bir yanı yoktur. Çünkü biz zaten

neden gelen sıcaklık ve diğer şey­

bunlarla içiçe yaşıyoruz, onlarla

lerle birlikte, içinde yazı yazdığım

etkileşim halindeyiz ve algı larımız

odayı algı lamaktayım. Şimdi bu,

aracılığıyla onlar hakkında bilgi

a l g ı ladığım şeyin, farklı d uyumla­

ediniyoruz. Aslı nda her birimiz,

rın b i r toplamı olduğunun, yani

bu bahsettiğimiz maddi nesneler­

basit ve birbirinden ayrı renkle­

den biriyiz ve bunun için de mad­

rin, seslerin ve sıcaklık hissinin

d i bi rer varlığız. Bu açıdan bakıldı­

toplamı olduğunun farkında ol­

ğı nda, bize gizemli gibi görünen

mam mı demektir? Böylesi birbi­

şeylerin, bizzat bizim öznel algıla­

ri nden farklı duyum lar, ayrı ayrı

rımız ve yargı larımızla oluşturdu­

analiz edilebilir mi? Tabii ki hayır.

ğumuz soyut kişisel varsayımlar

Örneğin, eğer soyutlamaya çalı­

olduğunu anlarız. Bunlar, 'düşün­

şırsak, kendimi önümdeki masayı

celer', 'algı lar', 'elementler' veya

katı bir cisim olarak değil de kah­

fi lozoflar tarafından nasıl adlan­

verengi bir şey olarak algılamaya

dırılırsa adlandırılsın, özel, maddi

zorlayabilirim, daha sonra da onu

olmayan algı nesneleridir.

daha önce algıladığımdan farklı

27

28

bir şekilde algılayabi liri m. Bu yüz­

ve "duyusal veriler", metafizikçi­

den, algıladıklarımın birbiri nden

lerin icadından başka bir şey de­

ayrı duyu bütünüyle veya b u du­

ğildir. Gerçek değillerdir ve her­

yularla ulaştığımız verilerle açık­

hangi bir bilimde yerleri yoktur.

lanması, duyu-deneyiminin bile­

(2) Bununla bağlantıl ı olarak

şenlerin i icat etmek anlamına ge­

önemle üzerinde durmak gerekir

lir ki, bunun varlığı hiçbir şekilde

ki, sezgiler veya duyusal veril e r,

açıklanamaz.

tamamıyla pasiftir, yani Berke­

Kuşkusuz, benim toplam al­

ley'in deyimiyle 'uyuşuk'tur ve

gım, birbiri nden ayrı duyuların o r­

aralarında hiçbir karşıl ı k l ı etkile­

taya çıkardığı veri lerin biraraya

şim yoktur.

getirilme sürecinin bir sonucu­

Bunların birbirini veya başka

dur. Ancak bu biraraya getirme

bir şeyi etkilemeyen ve h i ç b i r şe­

eylemi, farklı duyular tarafından

k i l d e maddi v a r l ı k l a r ı o l mayan

a l ı nan d ü rtülerin ulaştırıldığı bey­

nesneler olduklarını görü rüz.

nimde gerçekleşen birbirini ta­

B u nlarda, savunulan bir renk

mamlayıcı, karmaşık bir sü reçti r.

sezgi ya da rengin kendisine da­

Eğer bil incim, Hume'un deyi miyle

yanan bir duyusal veri vardır. An­

"bir duyumlar yığını" gibi i ncele·

cak bu nesneler, hiçbir şekilde de­

nebilseydi, her bir duyunun bil in­

ğişme ve kendisini veya bir baş­

cime ayrı ayrı girmediği görüle­

kasını etkileme gücü gösterme­

cekti.; çevremdeki her şey, birbi­

den var olur.

rini tamamlayan bir bütün olarak

Ne kadar tuhaf b i r varlı k biçi­

bilincime yansır ve bu yansımada

mi bu; ne kadar g izemli, kavrana­

her duyunun ortaya çıkardığı ve­

maz ve herhangi bir b i l i msel ça­

ri, birbirine geçer, harmanlanır ve

l ı şmanın konusu olmaktan ne ka­

artık ayrı bir varlığı kalmaz.

dar uzak! Bu varlık biçimini ileri

Şu noktaya dikkat etmek ge­

süren filozoflar, sadece bu tür

rek; bütün bu sonuçlar, felsefi

nesnelerin i nsan zihni tarafı ndan

spekülasyonların bir ü rünü değil,

bilinebileceğini savundular, bun­

fakat Pavlov'un a raştırmalarıyla

lara göre nedensellik ve şeyler i n

doruğa ulaşan deneysel psikoloj i

birbirini etkileme ve değiştirme

v e fizyoloj i çalışmaları nın sonu­

gücü, bir i ll üzyondan i ba rettir.

cunda ortaya çıkmıştır. Bu nedenle algımızın nesnesi­

Fakat bu tartışmayı tersten sür­ d ü rmek gerekirse; sezgiler ve du­

nin, birbirinden ayrı sezgiler ya da

yusal veri ler o kadar 'uyuşuk' ve

duyusal veriler toplamı olarak ay­

değiştirme yeteneğinden o kadar

rı ayrı analiz edilebileceğini var­

yoksundur ki, birer i l l ü zyondan

saymak , doğru değildir. Algının

ibaret olan, onla rdır.

nesnesi olarak görülen "sezgiler"

(3) O zaman, duyusal verilerin

varlığı nasıl b i r i l lüzyon ortaya çı­

şeyi dışında bırakmayan bir Mut­

karmaktad ı r?

lak Varlık olarak düşünülmel i d i r."

Bu i l l üzyon, öznel idealistlerin

Böylece,

bilincimizin

kendi

algı lamayla i l g i l i teorilerini, sade­

içeriğiyle birlikte tamamen b a ­

ce bireyin iç gözlemine dayandır­

ğ ı m s ı z o l a r a k varolduğu sonucu­

maları ndan ortaya çı kmaktadır.

na varan içgözlemci ampirik filo­

Bu nedenle, kendi b i l i nçlerine ba­

zof bu sefer de, bu b i l i nci bölüm­

kıyorlar ve bilinçlerinin çok i lginç,

lere ayırarak incelemeye başlar.

değişken b i r içeriğe sahip olduğu­

Bilinci ya da saf deneyimi, atom­

n u keşfediyorlar. Fakat kendi bi­

lardan oluşmuş bir dünya olara k

linçlerinin de yine kendi beyinle­

yansıtmaya çalışır, t ı p k ı nesnel

rindeki belli maddi süreçlerin bir

gerçekliğin atomlardan oluşması

sonucu olduğunun farkında değil­

g i bi. Bu atomlara, 'algılar', 'duyu­

ler. Bu nedenle, bu gerçeği göz

sal veriler' veya 'elementler' der

ardı ediyorlar. Böyle yaparak da

ya da dilediği gibi adlandırır. Böy­

bilinçlerini ve bilinçlerinin deği­

lece, bilginin gerçek nesnesi o l d u ­

şen içeriğini, bağımsız b i r 'dünya'

ğuna i n a n d ı ğ ı bir nesneler a l e m i

olarak kabul ediyorlar.

yaratı r; sonra da nesnel maddi

Bu içedönük gözleme dayalı soyutlama süreci, A l man görün­

dünya diye bir şeyin hiçbir şekilde varolmadığını ilan eder.

gücü filozof (phenomenologist­

Daha önce de söylediğim gibi,

ç.n.) Edmund Husserl tarafından

bu tür 'atom'lar ne gerçekten bi­

i lginç, aslında garip, bir biçi mde

lincimizde bulunurlar, ne de ger­

tanı mlanmıştır.. Saf Görüngübi­

çek nesnelerin herhangi b i r özel­

lim (Pure Phenomeno/ogy) adlı

liğini taşırlar, çünkü birbirlerini

kitabı nda Husserl, kendi bilincimi­

etkilemez ve değiştiremezler.

z i d i k kate a l ma m ı z gerekt i ğ i n i

Fakat, böyle nesnelerin var o l ­

söyler, böyle yaparak nesnel d ü n ­

duğu iddiasına y o l a ç a n temel

ya ve k e n d i varlığımız arasına­

yanlışın ne olduğunu, şimdi daha

onun deyimiyle- 'set çekmiş' veya

net b i r şekilde ortaya koyabiliriz.

'ayırmış' oluruz. Başka bir deyiş­

Bu, felsefe tarihi nde sıkça karşıla­

le, b u faktörleri gözardı etmiş

şılan bir yanlıştır. Bu filozoflar, bi­

oluruz. Bu 'ayırma' veya 'set' çek­

linci soyut anlamda düşünüyorlar

me s ü recinden geriye ise 'saf bi­

ve bu yüzden de bilincin içeriğini,

l i nç' k a l ı r. Ve " Bi l i nç, bu "saflığı"

b a ğ • m s ı z varolan

içinde değerlendirildiğinde" der

dünyası o l a r a k yansıtmaya çalışı­

H usserl, "kendi kendine yeten,

yorlar.

hiçbir şeyin etkilemediği, hiçbir şeyin ondan kaçamadığı ve za­ mansal/uzamsal anlamda hiçbir

bir n e s n e l e r

4. ÖZNEL iDEALiZM, B iLiMiN ULAŞTltl SONUÇLARLA U YUMLU MUDUR?

29

O zaman, öznel idealizmin bil­

30

gi teorisine ilişkin bütün bu tartış­ maların özü nedir? Bu, öznel ide­

Bu nedenle, algı beynin b i r

alist teorilerin temelsiz oluşudur;

fonksiyonu d e ğ i l ; beyin, a l g ı n ı n

çünkü yanlış önermelere yani bil­

bir fonksiyonudur. Ya da f a r k l ı b i r

g i n i n yanlış soyutlamalarını içe­

şekilde ifade edersek, " b e y i n " dü­

ren tamamen hatal ı bir yoruma

şüncesi, tüm bedenlerle_i l g i l i di­

dayanmaktadır; bu yüzden öznel

ğer düşünceler gibi, bel l i şartlar

idealizmin iddia ettiği her şeyin

altında edindiğimiz algıları sade­

tersini söylemek için yeterince

ce uygun b i r şekilde tahmin etme

neden mevcuttur.

ve tanımlama yoludur.

(B) Fakat bir şeyi daha belirtmek

düşünme sürecinin tamamıyla be­ yinden veya herhangi maddi bir

yorumuna dayanan öznel idealiz­

şeyden bağımsız olduğunu savu­

m i n sonuçları da, yine öznel ide­

nur. Bu felsefe, bize "beyin" der­

alizmin felsefesinin yapmaya ça-

ken, yalnızca algılarla ilgili bir şeyi

. lıştığı bil imsel bilgi tarafından ka­

kastettiğini söyler ve bu yüzden

nıtlanmış gerçekler karşısında

çok açık ki, algı veya düşüncenin,

değişkendir. Bu d u r u m , yukarıda­

kendisinden başka herhangi bir şe­

ki tartışmamızda açıkça ortaya

ye dayandığı düşüncesini reddeder.

konulmu ştur. Lenin, öznel idealiz­

Benim algım, benim deneyimlerim

mi eleştirirken " İnsan, beyni ile mi düşünür?" diye sorar. B

mutlaktır- mutlak olarak herhangi Fakat aslında böyle bir öğreti,

sel olarak i spatlanmıştır ki, beyin

bilimsel araştırmaların, "algı ve

sadece insanın düşünmesine yar-

düşünce maddi bir şeye yani bey-

d ı m etmez, ç ü n k ü d ü ş ü nc e n i n

ne dayanır" şeklindeki sonucuna,

kendisi beyni n bir fonksiyon udur;

umutsuzca ters düşmektedir.

Fakat, öznel idealizmin vardı­

l i z m ve Ampi­ r i o- K r i t i s i z m,

Böl üm ı, Kısım 5

9

maddi bir şeyden bağımsızdır.

Yanıt. el bette ki evettir. Bilim-

beyin olmadan algı da deneyim

Lenin, M aterya­

Bu yüzden açık ki bu felsefe, al­ gıların varlığının ve algılara bağlı

gerek; bilginin yanlış ve soyut b i r

de düşünce de olamaz.

B

çimde b i r a raya gelmiş a l g ı lara dayanır.

Bu felsefe, düşünce ve beyin hakkındaki b i l i msel önermelere ilişkin ne tür yorumlar veya_ ana­

ğı sonuç şudur; beyin sadece bir

l izler yaparsa yapsın, algılamanın

çeşit a l g ı l a r kombinasyo n u d u r.

duyu organlarından, düşünmenin

Mach'ın dediği g i bi, "bedenler al­

de beyinden bağımsız gerçekleş­

gıları değil ancak, .... algılar kar­

tiğine i l i şkin fikrini g izleyemez.

Lenin, M aterya­

maşası bedeni_yaratır." Bu ne­

Tekrar Lenin'e dönersek, "Do­

lizm ve Ampi ­

denle, öznel idealizme göre algı­

r i o - Kr i t i s i z m ,

lar beyne dayanmaz; beyin, b i r bi-

ğa insandan önce var mıydı?" di­ ye sorar Lenin. 9

Bölüm ı . Kısım

4

Yanıt, tabii ki yine evettir. ln­

gı lamamız mümkün değil d i r.

s.an ırkının organik yaşamın diğer

Ve ya belki de daha zekice b i r

formlarından türediği, yaşamın

yaklaşımla (ki bu öznel idealistle­

kendisinin ki myasal bir kökeni ol­

rin bugüne değin ileri sürdüğü bir

duğu, çağl a r boyunca bırakın in­

yorumdur), "bir önermenin bizzat

san gibi karmaşık canlı yapısına

kendisinin anlamı onun doğrula­

sahip bir varlığı, yaşamın izine bi­

y ı c ı s ı d ı r" ş e k l i ndeki b i r i l keyle

le rastlanmadığı, kanıtlanmış bir

açıklanabi l i r. Bu durumda şöyle

gerçektir.

denilebilir: " Parçal ara ayrı lmış b i r

Fakat öznel idealizm tüm bun­

kaya kütlesine baktığımızda, kaya

lara karşı ne söylemektedir, der­

parçalarından bazılarında kalıntı

siniz? Kısaca, algılar dışı nda bir

f o s i l l e r g ö r ü rken, d i ğ e r l e r i nde

şeyin olmadığını ve bilgiyi sadece

böyie bir şey görmeyebil iriz", Dü­

algılarımızla elde ettiğimiz tezini

şünün ki bu parçaları önceki son­

savunur. Bu nedenle öznel ide­

raki gibi sınıflandırdığı mızda bu

a lizme göre, "doğa insandan ön­

durum canlı yaşamdan önce inor­

ce vardı" dediğimizde, kastettiği­

ganik bir doğanın varlığını doğru­

miz ya da kastetmek zorunda ol­

layan bir işaret olarak da kabul

duğumuz şey, söylediğimiz şey­

edilebil ir. Böylece inorganik kalın­

den epeyce farklıdır.

tıların bizzat i norganik varl ıkları­

örneğin şunu kastediyor ol­ abili riz: Geçmişte, insan yaşam ını

nın doğrulayıcısı olduklarını gör­ mekteyiz.

meydana getiren özel kombinas­

Bu tip yorumların hepsi olduk­

yonlar dışında bazı algı kombinas­

ça zekicedir ama eğer doğanın

yonları vardı. Ancak, böyle bir dü­

varlığı zaman içinde insandan ön­

şünce, algıların bu .algılara sahip

ce geliyorsa, algılama, düşünme

olan i nsandan bağımsız bir şekilde

ve yorumlamanın olmadığı bir i l k

varolabileceğini varsaymış olur ki

zaman d i l i minin ve bu zamanda

böyle bir şeyi düşünmek bile mis­

var olan maddi bir evrenin varlığı­

tik, metafizik ve gülü nçtür.

nı sakl�yamazlar. işte öznel ide­

Ve ya belki de "doğa i nsandan

alistler böyle bir maddi gerçeği

önce var d ı " , farklı bir ş e k i l d e

bu yüzden inkar ederler. Evrime

a ç ı k l a n a b i l i r : "Eğer m i l yonlarca

karşı çıkışlarının altında da bu

yıl önce var olduğumu düşünür­

yatmaktadır. Dolayısıyla b i l i msel

sem, o zaman kendimi sadece ya­

gerçekleri de reddetmiş o l urlar.

şamı imkansız kılacak olaylar dizi­

öznel idealistler, bu d ü ş ünce­

s i n i al 9 ılar düşünürüm diye de bir

ye karşı çıkarak doğal olarak ken­

açıklama yapılabilir. Bu da gülünç

d ilerinin bilimsel gerçeklerle çe­

o l u r, çünkü bu koşullarda kendi­

l i şm e d i k l e r i n i söyleyece k l e r d i r .

mizin varolması ve bir şeyleri al-

O n l a r gerçekliği sadece felsefi

31

32

olarak analiz ettiklerini savunur­

çağda kendiliğinden doğduğunu

lar. Fakat burada bir şey daha

reddetmektedirler. Bu, bilimin ye­

söylemeden

ri ne

geçemeye c e ğ i m :

Belli koşullar altında değişik b i ­

ortaçağ

obskürantizmini

koymak değil de nedir?

limsel terimlerle tanı mlayabilece­

öznel idealizmin bi lgi konu­

ğim algılamalara sahibim. Bir di­

sundaki yaklaşımı ve önermeleri

ğer önemli husus ise d ü nyanın

yanlıştır ve bu nedenle de çıkardı­

uzun b i r evrim sü recinden geçti­

ğ ı sonuçlar da kanıtlanmış b i l i m ­

ğidir. Yaşam bu sürecin belli bir

sel gerçeklerle çelişmektedir.

aşamasında ortaya çıkmış ve yük­

Bu felsefe bilislebir felsefe ol­

sek yaşam formları i lkel formlar­

madığı gibi, tam tersine bilim kar­

dan evrilerek varolmuştur. Mad­

şıtı bir felsefedir.

denin evri minin ulaştığı en yük­

Ancak bu felsefe açık bir b i l i m

sek form i nsan beynidir. Ve gerek

karşıtlığı yapmaz, gerici tutumu­

algılar gerekse dü şünceler bey­

nu gizler. Bu felsefe, bilimsel ger­

nin fonksiyonlarıdır. Bunu b i l i m

çekliği açıkça reddetmez, dolam­

söylüyor. Bunu yanlış yansıtan

baçlı bi ryol izler ve kesinlikle red­

öznel idealistlerdi r. B i l i msel bul­

dedemeyeceği bili msel gerçekleri

g u l a r ı n a n l a m ı n ı yanlış yansıt­

kabul ediyormuş gibi yapar. Bura­

maktadırlar.

dan çıkartılması gereken sonuç i d e a l i s t l e rin

şudur: Bu felsefe, bilim kampı

yaptı ğ ı şey b i l i m s e l g erçekl eri

içinde taviz veren bir bir aja n ro­

reddetmektir. ortaçağ obsküran­

l ü üstlenir; bir yandan materya­

tizmi (obscurantism) olarak da

l ist b i l i msel aydınlanımanın ilerle­

A s l ı nda

öznel

tanımlanabilir. Sı rf, düşüncenin

mesi karşısında çekinceli b i r tu­

beyne dayalı olduğunu inkar et­

tum al ırken öte yandan da b i l i m i n

mek için, evrim gerçeğini ve ya­

öğretilerini bulanıklaştırır ve tah­

şamın d ü nyanın tarihi içindeki b i r

rip eder.

33

H E NR I WAL L O N

Fransız bilgin Henri Wallon ( 1 897-1 962)

DiYALEKTi K BiR ANSi KLOPEDi KONUSUNDA

çocuk psikolojisi uz­ manı ve profesörü

D O G A B İLİMLERİ V E İNSAN B İLİML ERİ *

olarak tanındı. Nazi işgali sırasında anti­ faşist direnişi des­ tekledi ve Alman iş­ galinin sona erme­ siyle kurulan ulusal hükümette, Ulusal Eijitim Bakanlığı Ge­ nel Sekreteri göre­ vini üstlendi. Bu gö­ revi De Gaulle işba­ şına geçene kadar sürdüren Wallon, ayrıca ilk kurucu

Ya "seçiciliği" ya da "diyalektik"i seçeceksiniz. "Sey"lerde ya da " fikir"lerde olabilecek çelişkileri kendi aralarında çalıştırmak, onları birbirleriyle karıştırıp anlamsızlaştırmak yerine, onları tanımak ve bu tanımada en uç kesinlik kertesine ulaşmak, daha uygun bir yöntem olur. Bu çelişkilerin "gerçek"in içinde nasıl uzlaşabileceklerini, nasıl çözümlenebileceklerini araştırmak gerekir.

mecliste Seine mil­ letvekili olarak gö­ rev aldı. 1 942 yılında üye olduiju Fransa Komünist Parti­ si'nden, ölümüne degin ayrılmadı. Eylül 1 93 1 'de, 7. Psikoteknik Ulusla­ rarası Konferansı'na katılmak için SSCB'ye giden Wal­ lon. 40'lı yılların so­ nundan başlayarak tüm Avrupa'da yay­ gınlaşan ve Avrupalı bilginleri ikiye bölen ayrışmada, SB mer­ kezli bilim mücade­ lesinden yana saf tuttu ve b u tutu­ mundan hiçbir za­ man taviz vermedi.



Bu yazı. Henri Wal­ lon 'un 10 Haziran 194S'ie "Fransız Rö· nesansının Ansıklope­ disi" baslıgıyla yaplığı

bır söylevin melnıdır.

Çeviren: A.

Yaşar

D'Alembert ve Diderot'nun

toplum arasında maddi b i r ilişki

birlikte hazırladıkları ilk "Ansik­

ortaya koyuyordu . Bilgi aracılı­

loped i ", yal nızca "bilimsel veri­

ğıyla düşünme gücünün madde­

lerin" bir sayım-dökümü değildi.

ye etkisi (bunu Descartes çok

Bu ansiklopedi, fabrika teknolo­

önceden büyük bir c ü retle ha­

j i s i ne ,

çalışma

ber vermişti) aynı zamanda dö­

yöntemlerine, mesleklere, b i ­

zanaatç ı l a r ı n

nüşüme uğramış maddenin top­

l imlerin yaşama geçirilmesine

lum üstündeki etkisi demekti.

geniş bir yer ayırmıştı. Feodal

Bu "toplum" kavramı ·ki Des­

dünya karşısında adım adım öz­

cartes bunun pek ayırtında de­

g ü rleşmesini fabrika üretimine

ği ldi- Ansiklopedi ve 18. yüzyı lın

borçlu olan burjuvazinin, yani

filozofları i l e ö n plana ç ı ka r.

yükselen sınıfın, aynasıydı bu

Newton'un b u luşlarından coş­

ansiklopedi. Ve artık bu sınıf,

kulanan Volta i re, b i r yanda n

politik i ktidarı ele geçirme s ü re­

"ulusların Zekası ve Gelenekleri

cinin eşiğindeydi. Yaşam koşul­

Üzerine Bir Derleme" adlı bir ki­

larının zorladığı "iş"e verilen

tabı ve (daha sonraları "insan

önem; insanın spekülatif etkin li­

bil imleri" diye adlandırı lacak bi­

ğ i i l e onun bir parçası olduğu

l imlerin) i lklerini oluşturan bir-

34

takım kitaplar kaleme alıyordu.

engeller de çıkarıyordu. Bu yüz-

Haliyle bu, fiziksel doğa bilimleri­

den, evrensel olarak yaratıcı b i r

nin olağan bir sonucuydu. Artık

bilimi ç o k yakından t a n ı m a i steği

yalnızca Condorcet, " insan Zeka­

ortadan kalkınca, bu gerçek de

sının Gelişimi Üzerine Söylev" ad­

bir kenara kondu; b i r çeşit belir­

lı kitabında, i nsanda "el"in; zeka­

sizliğe itildi. B i r devrimle i ktidara

nın öncüsü, girişimcisi olduğunu

geçen burjuvazi, kendi gerçekleş­

tanıtlamakla kalmadı; onu izleyen

tirdiği devrimi, b i rden bire "aşırı

ve bilim adamlığı misyonunda bir­

devrimci" buldu. Ve bu eylemin­

leşen Champollion ile Monge da­

de, daha sonra pekala gerçekle­

ha kesin bir şekilde bu bilimselliği

şebilecek ama i ş i n e gelmeyen

ortaya koydular. N . Bonapart, bu

"büyük b i r devrimin" esintilerini

iki bilim adamını beraberinde Mı­

sezdi. -Hiçbir zaman arzu etme­

sır'a götürdü. Champollion, Mısır

yeceği bir devrimin ...

papirü sleri ve heykelleri üzerin­ deki yazıları (hiyeroglifleri) ve di­

***

l i n i çözüp antik dünya üzerinde

Bundan sonra artık, insan bi­

dev buluşlar çağını başlattı. Artık

l i m l e r i n d e bir g e r i l e m e s ü reci

böylece insan bilimleri, fizik bilim­

başladı. Napolyon'un kişisel ikti­

leriyle sıkı bir il işki içinde kendi

darıyla eş zamanlı olarak; "ruhçu

ilerleme yoluna girmiş bulunu­

(spritüali st)" filozoflar çı ktı sah­

yordu ... Sonuç olarak "topl u m u n

neye. Ardından gene Louis Philip­

da d o ğ a gibi açıklanabilir bir özel­

pe'in burjuva monarşisiyle eş za­ manlı olarak, A. Comte'un "poziti­

likte olması" ve doğa gibi, bilim­ sel o l a r a k dönüşü mlere uygun

vizm"i geldi. Bu politik rejimlerle

y a p ı d a (tra nsformable) o l m a s ı

düşünce rej im leri arasında yal­

gerekir. Bununla birlikte, Langevin, bir

nızca eşzamanl ı l ı k değil, benzeş­ meler de bulunuyor. Görüldüğü

süre önce, bize şunu gösterdi: 18.

gibi, pozitivizm de burada, b u rju­

yüzyıl düşünürlerince sezilen bu

vazinin izdüşümü, bir çeşit aynası

d o ğ a - i n s a n i l i şk i l eri a r a s ı n d a k i

oluyor; artık kuşkulu ama tedbirli

bağıntıyı açıklayabilmek -bunu

bir burjuvazinin pozitivizme gös­

çok i stemelerine rağmen- gerçek­

terdiği bu yayg ı n ilgi, aslında b i l ­

leşmedi. Çünkü onların "mekanik

ginlerimizin ve entelektüellerimi­

materyal i st" felsefeleriyle açıkla­

zin tutumlarından kayna klanıyo r.

namazdı bu i l i şki. Ü steli k bu me­

Pozitivizm akımı, bilginlerimizin

kaniklik, onların önünü aşıl maz

bilimsel metot gereksinimlerine

cevap vermekten çok, şu andaki

özüne varıncaya dek bilgi leneme­

sosyal rejime uygun d ü ştüğü için,

yecek.

bu nca yayg ı n l ı k kazanıyor. Poziti­

Bilimsel yasalar böylece, basit

vizmle birl i kte, tuhaf bir şekilde

bir yinelemeye yani en koyu kon­

bilime duyulan susuzluk da azal­

servatizme, burjuva tutuculuğu­

dı. Aynı zamanda doğa bilimleriy­

na tes l i m edilmiş o l uyor. Hani

l e i n san b i l i mleri arasında büyük

Buffon'un "doğanın arşivleri" di­

bir uçurum açıldı. Bir taraftan bi­

ye tanımladığı "doğadaki devrim­

l i n e me z c i l i k ( a g no stisizm), öte

lerin" sürekli izlenmesi gerektiği,

yandan mistisizm akımları sardı

bilimsel gerçeğiyle taban tabana

ortal ığı ...

zıt bir tutum bu.

B i l i msel bilinemezcilik ... Artık

Comte, bilerek "karşı-devrim­

pozitivizmle, evrenin yapısını, ku­

ci"ydi. Evrim düşüncesi, b i l i m ala­

ruluşunu öğrenmek sorunu orta­

nına ancak kend i l i ğ inden g i rdi;

dan kalkıyor. Yalnızca öğeler ara­

çünkü gezegenimizde birbirlerini

sındaki bağıntıları yakalamak ve

izleyen canlı varlıkların araştır­

onlardan yargı çıkarmak kalıyor.

ması yapıldı. Bugün bile hala ne

Tabii bu bağıntılar, çok iyi belir­

kadar çok sınırlamalar, uyuşmaz­

l e n m i ş bazı koşu l l a rda, "değiş­

lıklar var bu evrim konusunda!...

mez" göründükleri sürece. "Öz"

Ama bu karışıklıklar entelektüel

ve "nedenl i l i k " düşünceleri gör­

nedenlerden değil, politik neden­

mezlikten gelinir. Çünkü kolayı

lerden kaynaklanıyor!. ..

var: Onların metafizik oldukları

Olgucu bilim adamları, araş­

öne sürül ür. O "öz" ve "nedenli­

tırmalarını biyoloji ve fizik alanla­

l i k " yerine "varlık koşulları" diye

rına indirgediler. Böylece özellik­

b i r kavram ortaya atı l ı r, olur bi­

le "insan"la i l g i l i olan ne kadar bi­

ter..

l i m varsa, hepsini b i l imlerin sınır­

Neyin

"varlık

koşulları"?

Özel likle yasaklanan d a , bu kav­

ları dışına attı lar. Örneğin insan

ramın iyice belirlenmesi olayıdır.

toplumlarının tarihi, insan zekası­

işte insan da böyl ece, olağan

nın tarihi (ki bilimin yaratıcısı "ze­

d ö n g ü l e r i , y i n e l e m e l e ri o rtaya

kadır"!), hatta "bireyin" tarihi gibi

koymakla yetinecek, sonuç ola­

bilimleri, inceleme alanlarının dı­

rak da bu yi nelemelerin kaynağı

şına çıkardılar. Onların aslında bu

olan "gerçek"e ulaşamayacak. Ve

bilimleri hor görmelerinin derin

gene algısının gücüyle sınırlı olan

b i r nedeni vardı. Evet, insanın ve

'oran'lardan başka bir şey öğre­

uygarlıkların b i l imsel olarak ince­

nemeyecek. - Yani b izzat 'şey'in

lenmesini istemiyorlardı. Çünkü

35

36

her şeye rağmen, bilimin her za-

tik inançların bilimde yer a l ması-

man devrimci olan etkinliğinden

na neden o l d ular. Bu

çekiniyor, ü rküyorlardı.

m i s t i k i n an ç l a r, a ş a m a

dünyanın,

bilimsel

aşama, ö n c e bilimin sonra a k l ı n

incelenmesine

karşılık,

t a n ı d ı ğ ı d e ğ e r l e r i yok etmeye

Comte, insanlık dinlerinin i nce­

başladı. Ve b u inançlar öyle bir

lenmesini i stiyordu. Yani, canlıla­

akıl dışılık aşamasına u l a ştı ki,

rın ö l ü lerden daha az önemsendi­

adım adım zekanın üstünlüğü gö­

F i z i k se l olarak

ği inançlar dünyasının incelenme­

rüşünü çiğneyerek, halkların ve

sini. A uguste Comte, i nsanlığın

mezheplerin kendi aralarında ça­

hangi ideoloj i k dönemlerden geç­

tışan çıkarları yüzünden, en i lkel

mesi gerekt i ğ i n i gösterdiği ve

içgüdülerle birbirlerine karşı ey­

anatomi i l e fizyoloj i bili mlerinden

leme geçmelerine, vuruşmalarına

"sosyal durallık ve gürellik (statik

önayak oldu. Ve böylece bunun

ve d i namik)" denen karşıtlık te­

en trajik örneklerini kısa süre ön­

orisini elde ettiğini öne sürdüğü

ce yaşadık. Ve bazı b i limciler, bu

için, "sosyoloj i n i n babası" diye

inançları -birbirlerine zıt olmaları­

kabul edilir .... Sonuç olarak, an­

na rağmen- yan yana getirdiler;

cak " d u y g u s a l bir soyutlama"

birbirleriyle uyumsuz eleman l a r

yöntemiyle kuşakların gitgide or­

k ü m e s i o l u şturdular. Seçi c i l i k [ek­

tadan kalktıklarını varsayıyordu. -

lektizm], 19. yüzyı l ı n bir hastalı­

Hani yaşayıp ölen kişilermiş gibi. ..

ğıydı. Bugün bile az-çok geçersiz

Şü phesiz Comte, pozitivizmin

sayılsa da, bu akım bazı zekaları

koyu taraftarı bilim adamlarınca bir din kurucusu gibi kabul edi l i p a r d ı s ı ra gidilmedi. A m a onların

yozlaştırmayı sürdürüyor. ***

da b i l i nemezc i l i k (agnosti s i z m )

Ne kadar paradoksal gözükse

teorileri, i nsan zekasının gereksi­

de, "seçicilik", bir doktrin haline

nimlerini karşı layamıyordu. Bu bi­

getirildi. Ve bu olay, burjuvazi n i n

lim adamlarından birçoğu, görü­

yaratıcı h ı z ı n ı yitirdiği ve o n u n

nüşte Comte'u referans olarak al­

kazanca, her yönden gelebilecek

makla birlikte, -tabii b u nu açıkça

çıkarlara yöneldiği zamana denk

asl ında,

geldi. B u rj uvazi kişisel düşünce

araştırmaları sonucu e l d e etti kle­

ve araştı rmalarıyla kendi gerçeği­

söylemiyorlardı-

ama

ri gerçeklere inanıyorlardı. Bu­

ni yaratacak yerde, başkalarının

nunla birlikte, agnostik tutumları­

yarattığı s istemleri alıp kendine

nın sonucu olarak, hepsi de, mis-

mal ediyordu. Bu sağdan -soldan

a ş ı rmacılığın, devşirmeciliğin so­

d ı r. Ve şurası da kes i n ki realite,

nu öyle kötü oldu ki, felsefi seçici­

birbirileriyle çatışan güçlerin bir

lik k u ramı, kısa zamanda mahkum

sonucudur ve o realite, "an"ın

edildi. Ama seçiciliğin pratiği özel

dengesini belirtir, beli rler.

olara k sürdürüldü ve hala bugün

Bu değişken realite, şekilsiz,

bu kuramla övünen nice düşünür

kanunsuz ol madığı s ü rece bilim

var!... Aslında bu, sahte bir l ibera­

onun varlığını tanıtlar. Bununla

lizm örtüsü altındaki "seçicilik"

birlikte, b i l i msel bilginin, öngörü­

k u ram ı , karış ı k l ık, kaypak l ı k ve

lerini doğrulamak için çok katı ku­

saf b i r inançtan başka b i r şey de­

rallar içermesine gerek yoktur.

ğ i ld i r. B i rb i r l e r i y l e u y u ş mayan

Bay Langevin'in dediği gibi, fizik

kavram veya i lkeleri, e ş zamanlı

bilimi ancak olasıl ıkları öngörür

olara k "geçerli kabul ede ede, ze­

ve böylece daha insancıl bir nite­

ka; her türlü eleştirici erkini yitirir

lik kazanır. Atom ve atomun ele­

ve b irbirileriyle bağlantısız bir bil­

manları insani koşullara yakındır

g i yığınını "gerçek" olara k ele alır

ve tamamen basit o l a s ı l ı k l a r l a

ve b u n u n üzerine konan her gö­

yönlendirilir. Çünkü bu ato m i k

rüşü aynı şekilde geçerli saymaya

olabilirlikler çeşitli ve ç o k daha

başlar. Ve bizim politikamız da,

fazla etkilere tabidirler. El bette

görgücülük (ampirizm) kavramıy­

her gün daha kesin belirlemelere

la kuşatıldı. Sanki toplu mumuz

ulaşmak, toplum ve insan bilimle­

"yapı"dan yoksun, b ireysel kap­

rinin uğraş alanına gi rer.

risler koleksiyonuymuş g i b i ... ***

Ya "seçiciliği" ya da "diya lek­ tiği" seçeceksiniz. "Şey"lerde ya

Bununla birlikte, bir başka ba­

da "fikir"lerde olabilecek çelişki­

kımdan d a b i l i m daha i nsancıl ha­

leri kendi aralarında çalıştırmak,

le geliyor. i şte burada, uzun za­

onları birbirleriyle karıştırıp an­

man bilimin açığında kalmış insan

lamsızlaştırmak yerine, onları ta­

b i l i m l e r i de, "bütünsel b i l i m"e

nımak ve bu tanımada en uç ke­

katkılarını sunmaktadır. Ve b u bi­

sinlik kertesine ulaşmak, daha uy­

l imler, tari h i n evrimsel sürecini

gun bir yöntem olur. Bu çelişkile­

açıklama

rin "gerçek"in içinde nasıl uzlaşa­

Böylece tarihin b ü t ü n boyutlarıy­

olanağı

getiriyorlar.

b ileceklerini, nasıl çözümlenebile­

la evrim yasaları açısından i nce­

ceklerini araştırmak gerekir. Çün­

lenmesine yardımcı o l uyorlar. Bu

kü ş u n u belirtelim ki, "real i te-ger­

evrim yasası, diyalektik metodun

çek" denen şey kesin olarak var-

bütün doğa bilimlerine uygu lana-

37

38

bilirliğini kabul etmesine rağmen,

yonlar arasında meydana çıkan

Marx ve Engels, bu metodu ilkin

yeni bir kümenin ve yeni var olma

toplum bilimleri a l anına uyguladı­

şekilleri nin ortaya çıktığı görülür.

lar. Gerçekten de bu, başka türlü

Eğer hücre bir çevre oluşturuyor­

olamazdı. Çünkü bu alan, diyalek­

sa, o aynı zamanda çoğalarak bu

tik metodun en yararlı bir şekilde

çevreyi d e ğ i ş i k l i ğ e uğ ratır. Bu

uygulanabileceği bir alandı.

olay, evrim sürecinde ortaya çı­

Bu, yalnızca toplu mb ilim ala­

kan her "tür" için geçer l i d i r. Fizi­

nında uygulanabilecek en elveriş­

ki çevreyle sebi yozların yahut

li metot idi. Toplumların ardı a rdı­

"yaşamsal yarış"ın çevresi birbi­

na yaşadıkları rejimlerde, birey­

riyle kaynaşır. "Söz", "edim"le,

sel olan bir şey var. B i rinden öte­

basit sezgilerle birleştiği zaman,

kine geçişte, birbirileriyle çatış­

i nsan nesli nde yeni bir " sıçrama"

mayı sürdüren hep aynı güçler

evresi başlar. Böylece bu yeni sü­

değil. Rejimin şekliyle birl ikte bu

reç, sözleri kişiler arası anlaşma

güçler değişik dönüşümlere uğ­

aracına dönüştürür, insanla top­

rarlar. Şey'lerin var oluşunu yön­

lum arasındaki i l i ş k i leri ortaya çı­

lendiren evrim yasası, burada -

karır, toplum bu evrimle dönü­

yani toplum bilim alanında- en

şümlere u ğ rar; yalnız insan top­

otoriter, en benzersiz şeklini alır.

l u mları değil, uygarl ıklar da geli­

Toplumların yaşamında oldu­

şir, dönüşür. Her uygarlık kendisi­

ğu gibi, realitenin en karmaşık şe­

ne uygun d ü şecek ve hakim olabi­

killeri ve elemanları arasında da,

leceği tek n i k araç-gereçlerin ön­

zaman içinde birbirlerini izleyen

bilgilerini içinde bulunduğu ev­

bütün bir ara oluşumlar serisinin

renden alır. Çünkü bilgi, şey'ler

varlığını kabul etmek gerekir. Ve

üzerine yapılan aksiyonlardan el­

her ara-oluşum; yeni koşullarla,

de edilir. Böylece "aksiyon" ile

yeni yeni yapılanma şekilleriyle

" şey"ler arasındaki karşıl ı k l ı yarış

ve yeni var olma ortamlarıyla ev­

süresiz şekilde başlamış o l u r.

rene eklenen bir süreçti r. Gezegenimizde yaşamın orta­

Doğa b i li m l e r i , d o ğ a n ı n b i r yansımasıdır. Bu b i l i mler, doğaya

ya çıkışı, yalnızca hücrelerin or­

hakim olabilmesi için uygar l ı ğ ı n

ganeller edinmesiyle olmamıştır.

her aşamasının ve b i ç i m i n i n i n sa­

Aynı zamanda onların dış ortamla

na sunduğu edim gücüyle bağıntı­

ilişkilerinde bir elemenin ortaya

l ıdır. B i l i m i n her aşaması, uygarlı­

çıkmasıyla o l muştur. Ve bundan

ğın b i r aşamasıyla bağlılık içinde­

sonra, fiziksel-kimyasal reaksi-

dir. Ve her aşama öteki aşamayla

açıklanır. i şte böylece doğa bili m-

me; evrende o l u p biten "olgula-

leriyle insan bili mleri bi rbirleriyle

rı", yani şey'lerin, varlık'ların ya­

içselleşirler. Birbirlerini tamam­

hut kurumların dönüşümlenmesi­

larlar, bütünleşirler.

n i açıklayan "yarış" ve "çatış­

B i l i m i n tarihiyle uygarlıkların

ma"ları tanıtlar; ortaya serer. Ve

tarihi hep b i rbirileriyle koşut ola­

gene bu bilimsel araştırmadır ki;

rak karşılaşırlar; birlikte yürürler.

y e n i l i ğ i n yaratı l m a s ı n a " z ı t l ı k ­

Türlerin evrimi, toplumların

l a r " ı n neden olduklarını ve bu zıt­

evriminden önce gerçekleşti; gü­

lıkların o luşumları karışıklığa de­

neş s i steminin tarihi, canlı türle­

ğil, yeni "yaratım"lara doğru yön­

rin tarih i nden önce oluştu; hepsi

lendirdiğini tanıtlamıştır.

de böyle ... Ta atomik dünyanın ta­

B i l imsel yasalara dayanma­

rihine dek oluşumlar ... Ama önce

dan, bu devrimleri ne i nkar etme­

evren içinde değil de, toplumsal

li ne de b i rbirleriyle karıştırmalı­

alanda yapılan bilimsel araştır­

dır. Ama onları bilimsel olarak in­

malar sayesinde, tarihi bakış açı­

celemeli; analiz etmelidir. işte di­

s ı n ı n öneml i l i ğ i arttı. Ve ilk olara k toplumların bilimsel olarak i nce­

yalektik metodun amacı da, konu­ su da budur. Ve bu metot, "eklek­

lenmesiyle, evrendeki devrimle­

tizm" akımının karanlık, bulanıklık

rin sü rekliliğini gösteren en çarpı­

açıklamalarını kökten reddeder.

cı örnek ortaya çıkarılmış oldu.

Ve işte bunun içindir ki, "seçici­

üste l i k bu örnek, devrimin sürek­

lik" i l e yoğrulup maya la n m ı ş pek

l i l i ğ i ni tanıtlamakla bundan sonra

çok ansiklopedi girişimlerinin ak­

d a devrim yoluyla yeni var oluş

sine, bizim ortaya koyacağımız

formlarının

Ansiklopedi türü, Diyalektik An­

o rtaya

çıkacağını

gösterdi. i şte bu b i l i msel incele-

siklopedi olacaktır.

39

40

İ H SAN

ÇARALAN

GENETİK, BİLGİNİN METALAŞTIRILMASI , BİLİM ETİGİ Son 1 O yıldır, kapitalizmin insanlıgı kurtaracagına dair bir mitosa da konu edilen genetik ilerlemeler, bilim dünyasındaki bir tartışmanın da başlangıç noktası oldu. Özellikle tarım ürünlerinde, genetik müdaha­ le görmüş tohumların bilgisinin kapi talist şirketlerce tekel altına alın­ ması, üreticilerde, halkta ve bilim çevrelerinde tepkilere yol açıyor. B i l i m ve teknolojideki her g e l i ş me, i n s a n l a r tarafı n d a n ,

j i varmış duygusu ve düşüncesi­ ni güçlendirmiştir.

ö z e l l i k l e d e bu a l a n ı gizemli,

El bette ki b i l i m ve teknoloj i ­

mu cizevi olayların gerçekleştiği

d e k i gelişmeler h e m e n h e r za­

bir alan olarak gören geniş halk

man i nsanlığın içinde yaşadığı

y ı ğ ı nları tarafından, çoğu za­

sorunları aşmada yeni bir daya­

man korku ile karışık da olsa,

nak olarak s u n u l muştur. Ama

umut ve heyecanla karşılanmış­

bu konudaki sunumlar çoğu za­

tır. B i r buluşun, bilim ve tekno­

man; sınıf il işkileri ve çatışmala­

lojideki bir i lerlemenin bin yılık

rından soyutlanmış bilim kurgu­

sorunları kendiliğinden kaldırı­

sal senaryolar eşliğinde, bulu­

vereceği sanılmıştır. Ancak, bilim ve teknolojiye

şun yaratacağı karşıt sonuçları hesaba katmadan, sadece i n san

gizemli güçler atfetme sadece

yaşamına olumlu etkilerini öne

hal k yığınlarına özgü bir durum

çıkarmıştır.

değildir. Popüler bilim çevreleri,

Robot teknolojisinin, i nsan­

sanat ve edebiyat dünyası da,

sız çalışan bir fabrikanın, her

sorunu ele a l ı şıyla, "bilim kur­

şeyin fiyatını ucuzlatacağı, sı­

gu" yapıtlarla, bu yanılgıları kö­

nırsız üretimin kapısını açacağı

rüklemiş; sınıflarüstü b i r dünya,

fikri savunulmakta ve bunun et­

sınıflarü stü bir bilim ve teknolo-

rafında bir ü retim ve tüketim

cenneti oluşturulup, insanlara; bu

ğı görülmüştür. Tersine her bulu­

teknoloj i n i n yanında yer almaları

şun; buluşu sahiplenen tarafın­

çağrısı yapılmaktadı r. Ama, bu

dan, kendi d ı şındakilere karşı üs­

propagandanın içinde, kapitalist

tünlük sağlamak, kendini herke­

toplumun sınıf i lişki leri yoktur ve

sin efendisi yapmak için kullan­

dolayısıyla bunun kapitalist b i r

ması sorunuyla karşı karşıya ka­

toplumda emekçiler için işsizlik

lı nmıştır. örneğin üretim teknolo­

ve yoksulluk olacağı, daha doğru­

jisindeki her yeni gelişme, kapita­

su böyle bir teknoloj i n i n ve bu

l i stler tarafından, işçileri yığınlar

teknoloj i n i n sonuna kadar uygu­

halinde i şsizliğe mahkum etme­

lanmasıyla o l u şturulacak i n sansız

nin, ücretleri düşürmenin bir ve­

f a b r i k a n ı n kapita l i st t o p l u mda;

silesi olarak kullanılmış ya da geç­

canlı emek sömürüsü gerçekleş­

tiğimiz yüzyılda fizikteki ve n ükle­

ti rmeyeceği için fantastik bir mo­

er teknoloj ideki gelişmelerin i l k

del ol maktan öte uygulanamaya­

ü r ü n ü "atom bombası" olmuştur.

cağı gerçeği görmezden gelin­

Son 10 yılda ise; geneti kteki

m i ştir. Teknoloj ideki böyle bir ge­

gelişmeler hem kapitalizmin in­

l işmenin; sadece makinelerin rol

sanlığı kurtaracağı masalına da­

a ldığı ve sınıflarüstü bir kurgusal

yanaklık eden b i r mitosun konusu

d ü nyada sunulması, sadece; pat­

o l a rak i deoloj i k bir rol oynadı,

ronların, ü retimde yer alan canlı

hem de tüm insa n l ı ğ ı açlıkla ve

i nsan emeğinin önemsizliği pro­

öteki genetik müdahale görmüş

pagandasına yaramış, onların iş­

c a n l ı lardan gelen sorunlarla karşı

çiye ve i şçi sınıfına karşı saldırıla­

karşıya b ı raktı.

rının bahanesi olmuştur. '90'1ı yıl­

Ve bu alandaki gelişmelerin

larda tüm d ü nyada ve Türkiye'de

üstünden daha çok kısa b i r süre

böyle bir kampanya yü rütüldüğü­

geçmiş olmasına karşın; genetik

ne hepimiz tanık olduk. Ya da son

müdahale görmüş tohumlar, şim­

y ı l la rda olduğu gibi genetikteki

d i d e n d o ğ a l t a r ı m ı neredeyse

her yeni bul uş; kimi zaman kan­

dünyanın ü c ra köşelerine doğru

sersiz, A I DS'siz bir insanlık toplu­

sürerken pek çok ü l kede ve böl­

mu, kimi zaman artık açlığın, yok­

gede doğal tarım ürünlerinin ade­

s u l l u ğ u n söz konusu olmadığı bir

ta kökünü kazımış bulunuy o r.

d ünya propagandası eşliğinde su­ n u l m u şt u r. Ancak bu b ul u ş l arın hayata

Ancak; bu alanda tepkiler de bir hayli zamandan

beri

var.

" Kopyalama" konusunda başla­

geçmesine gelince; işlerin kitap­

yan ve "i nsanın kopyalanması"

larda, bilim kurgu propaganda ya­

sorunu etrafında gelişen etik tar­

pıtlarında sunulduğu gibi olmadı-

tışmaları, şimdi kapital ist tarım

41

42

tekellerinin " d ünya gıda güvenli­

müdahale görmüş tohumlarla üre­

ğini tehdit etmesi" gibi gerçek ya­

timin cazip hale gelmesi, üretimin

şamdaki sonuçlarının tartışıl ma­

verimliliğini artıran hibrit toh u m

s ı n a kadar gelmiştir. Kapital i st

türlerinin gelişti r ilmesi, i n s a n l ı k

pazarın kapitalist sınıfın çıkarına

i ç i n daha i y i bir beslenme imkanı

bağlı olduğu bilindiği için, genetik

açarken; bu bilgi, uluslararası ta­

müdahale görmüş tohumlar ko­

rım tekellerinin malı olarak görü­

nusunda, bilim çevrelerinde ve

lüp bir hibrit tohum piyasası (buna

halk yığınları arası nda olduğu ka­

bağlı o larak özel tarım ilaçları ve

dar uluslararası sempozyumlarda

özel tarım teknikleri tekeli) oluştu­

da çeşitli tepkiler ortaya çıkmaya

rulması, aynı zamanda i n sanlığı bu

başlamış bulunuyor.

BiLiM İNSANLARININ SORUMLULUGU 20. yüzyı l ı n s o n u , b i l i mde,

tekellerin kar hırsının insafına terk etmiş bulunmaktadır. Avrupa ül keleri ve Türkiye gi­ bi, Batı pazarlarına yönelik ü re­ tim yapan ü l kelerde; domates,

özellikle de teknoloji alanında ye­

karpuz, biber, patlıcan vb. gibi

ni gelişmelere sahne oldu. Ama,

sebzeler i l e pek çok meyve, pi­

bu gelişmelerin en yoğunluklu ya­

ri nç, mısır, soya gibi besin mad­

nı, i nsanlığı doğrudan etkileyen

deleri ve pamuk gibi en yaygın

ama atom silahlarından bile daha

sanayi ürünleri alanı, birkaç tarım

tehl i keli b i r silah olarak kullanıla­

(ve tarım ilaçları) tekel inin eline

bilecek b i r alanda, genetik alanın­

geçmek üzered i r.

da o ldu.

H in d i st a n 'd a pirinç ü s t ü n d e

Genetikteki gelişmelerle i l g i l i,

oynanan oyunlar; 1 milyar H i ndis­

son yüzyıl içinde pek çok tartışma­

tanlının beslenmesinin pazarlığı­

lar oldu. M u htemel teknik ve etik sorunlar tartışıldı. Ama genetik tartışması; son yıllarda, en azın­ dan son 10 yıldır etik ya da bilim ve teknik sonuçlar üstünden muhte­ mel gelişmeleri ilgilendiren bir so­ run olmaktan çıkıp; insanlığın sağ­ lıklı ve güvenli beslenmesi, milyar­ larca insanın "gıda güvenliği" bakı­ mından bir riskin tartışılması ola­ rak gündeme gelmiş bulunuyor. Özellikle de tarım ve hayvan­ cılık alanında kullanılan genetik

na dönüştüğü g i bi, pirinç tarımın­ da çalışan o n milyonlarca Hindis­ tanlının da topraklarını terk et­ mesi, açlık ve i şsizliğe mahkum edilmesi gibi devasa sosyal bo­ yutları olan b i r problem haline gelmiştir. Genetik alanında bugüne ka­ dar da pek çok benzer tepkilere tanık olundu. Bu tepkiler, birer bi­ rer bilimadamları. tarımcı lar, e ko­ nomistler ya da politik çevreler tarafından ifade edildi. Ama bura-

da sözünü edeceğimiz tepki; 20

43

nın parçası yapmak istiyor.

kadar genetikçinin ortak bir tepki­

Syngenta, geçtiği miz yıl, pi­

si olması ve bilim dünyası na; bilim

rinç genomunun taslağını çı kardı­

etiğine sahip çıkma çağrısı yap­

ğını ve haritayı Science'da yayım­

ması bakımından son derece bü­

lamak i stediğini i lan etmişti.

yük öneme sahip bir gelişmedir. Önde gelen 20 genetikbilimci, u l u s l a rarası

bir

20 genetikbilimci, geçen yıl yapılan benzer bir anlaşma ile, in­

Konunun özeti şöyle: f i rma

olan

san genomu d i z i l i mi n i n , "Gen­ Bank" adlı kamuya açık biyotek­

Syngenta'nın pirinç genomunun

noloj i veri tabanı yerine, Celera

(gen haritası) DNA dizilimini de­

ş i rketinin özel veritabanında tu­

netlemesini sağlayacak bir anlaş­

tulduğunu hatırlattı lar. Mektupta,

mayı protesto etti. Çünkü bu an­

bu tutumun, bilimin açıklık gele­

laşmayla milyarlarca insanın te­

neğine büyük zarar verdiği vur·

mel gıdası olan pirinç patentlen­

guland ı ve şöyle denildi: "O sırada

miş olacak. S c i ence

(insan genomunun Celera adlı şir­ dergisine

yazılan

kete patentlenmesi sırasında) biz

mektubun altında, genetik alanın­

ve diğer pek çok meslektaşımız,

daki en önemli isimlerin imzası

bu tutum karşısı nda düştüğümüz

bulu nuyor: Nobel'e aday gösteri­

dehşeti ifade etmiştik. Gen araş­

len İngiliz Paul Nu rse, Washing­

tırmalarına ait bütün dizilim veri­

ton Üniversitesi'nden Bob Water­

lerinin, kamuoyuna açık t e k bir

son, Stanford Üniversitesi'nden

yerde tutulması mutlak b i r zorun­

David Botstein, Cambridge Üni­

l u l u ktu . O zaman ortaya koydu­

versitesi'nden Mi ch ae l Ashbur­

ğumuz düşünceleri bugün tekrar

ner,

John

S u l st o n

ve

..

Aaron

s iz in le paylaşmaktan mutluyuz.

Klug'ın da bulunduğu bilimciler,

Çünkü bu düşünceler, hala geçer­

p i ri nç DNA diziliminin, bir şi rketin

l i d i r.

veri tabanına kil itlenmesini değil,

Bank'ta toplanması, büt ü n bilim

bil imsel literatürde yayımlanarak

dünyası için çok önemli d i r."

kamuoyuna açık hale getirilmesi­ ni i stiyorlar.

Dizilim

verilerinin

Gen­

Mektubu kaleme alan b i l i ma­ damları, Science dergisi yayın ku­

P i r i n ç D N A ' s ı n ı n patentlen­

rulundan, politikalarını değiştir­

mesi anlaşması, İ sviçreli tarım­

melerini ve "alanın kabul edilen

kimya tekeli Syngenta ile ünlü Si­

normlarını benimsemelerini" da

ence dergisi a rasında yapılmış

talep ediyorlar.

bulu nuyor. Syngenta şirketi, pi­

imzacılardan Sir Aaron K l ug,

rinç genomunu, ticari veri tabanı-

Syngenta anlaşmasının, b i l imsel

44

araştırma etiğine aykırı olduğunu

da, örneğin genetik m ü dahale gö-

dile getirerek, Science'ın tutumu­

rerek, verimli ve zararlılara karşı

nu eleştiriyor ve "Bu, yayın eti­

d i renç kazanmış pirincin de şirket

ğiyle i l g i l i bir şey. Gelenek, yayım­

tarafından, onun belirlediği fiyat­

lamamızı ve d ünyaya anlatmamı­

la ve koşullarla satılması demek­

zı gerektiriyor. Eğer yayımlamaz­

tir. Böylece sorun bir b i l i m etiği,

sanız, o buluşun getirdiği saygın­

bir grup bil imadamının bilim anla­

l ı k üzerinde de hak iddia edemez­

yışının ne o l u p olmadığını aşıp,

siniz" diyor.

yüz mi lyonlarca hatta milyarlarca

Kısaca, i mzacı bilim adamları,

insanın beslenmesi, iş güvenliği,

Science'ni n ul uslararası tekel le­

toprakl a r ı n ı terk edip etmeme

rin veri tabanının malı hali ne geti­

(yerleş i m ) s o r u n u n u k a p s a y a n

ren "araştırmaları" yayımlayarak,

devasa b i r insanlık s o r u n u h a l i n e

onların "patentç i " tutu m l a r ı n ı n

gel mektedir. Bunun a n l a m ı ise;

meşrulaştırılma s ı na izin verilme­

tekellerin kar hırsına teslim ol­

mesini istiyor.

maktır ve bu, d ü nyanın büyük bir

Yukarıda da belirtildiği g i bi, pirincin gen haritasını yapan İs­ viçre l i genetik tekeli Syngenta, bunu u l uslararası itibara sahip bir b i l i m dergisi olan Sience'de ya­

böl ü m ü için pek çok facianın baş­ langıcıd ı r.

BiLGİ, B İ Li M DÜNYASI: EINSTEİN'IN iZiNDEN...

yınlatarak, bu derginin itibarını

20 genetik bilimcinin bu orga­

da ticaretine alet etmeyi, dergi­

nize çıkışı; genetik bilimindeki ge­

nin bilim d ünyasındaki itibarını is­

l i ş m e l e r ve g e n e t i k m ü d a h a l e

tismar etmeyi amaçlamaktadır.

görmüş bitki v e hayva n ü retici l i ­

Çünkü b i l i madamlarının itirazla­

ğ i n i n h ı z l a yayılması; b i l g i n i n ne

rından da anlaşılacağı gibi, dergi­

olduğunun, bir " meta muamele­

de yayımlanacak olan genetik bil­

si" görüp görmemesinin yeniden

giler konunun esasına ilişkin ol­

g ü ndeme getirilmesidir.

mayacak; asıl veriler, şirketin ka­

Piyasacılar, her şeyi metaya

Bilima­

indirgeyerek y ücelttiklerini iddia

damlarının tepkisi de, g e n harita­

eden kapitalizmin ideologları; ge­

sasında

s a k l anacaktır.

sının yayımlanmasına değil, ya­

netikteki b u l u ş l a r ı kapita l i z m i n

yımlanacak olan böl ü m ü n bir bi­

bir zaferi g i b i sunarken a y n ı za­

limsel değerinin olmamasınadır.

manda büyük ve yeni b i r kar kay­

Dahası bu bilgiler şirket kasa­

nağı olarak kasalarına kilitleme

larına girip patent haline gelince;

haklarını da tartışı lmaz b i r "bilim­

insanlık için bir tehl ike de başla­

sel gerçek" olarak görüyorlar.

maktadır. Çünkü, bu aynı zaman-

Ancak, meta ve piyasa fikrinin

bu ölçüde, kendisine karşı her gö­

olduğunu ve bilimsel b i l g i n i n me­

rüşü baskı altına aldığı bir dö­

ta muamelesi görmesinin sakın­

nemde bi le; b i l i m d ünyasından

calarını da ortaya koyması bakı­

yükselen protestolar var; b i l i ma­

m ı nd a n son derece uyarıcıydı.

d a mları, bulu şlarını sahiplenmeye

"N üklee r fizik"teki geli şmeler, or­

yöneliyor ve bu buluşların tekel­

taya konan bilgi, tekellerin ya da

ler tarafından insanlık aleyhine

sömürü ve hegemonyadan başka

kullanı lmasına karşı tepkileri de

kaygı taşımayan gelişmiş kapita­

giderek daha yüksek sesle ifade

l i st ülkelerin egemenleri tarafı n­

edil i yor.

dan insanlığa karşı kullanılan bir

20. yüzy ı l ı n ilk yarısında, fizik­

silah haline getirilmi şti. Bilima­

teki gelişmeler ve n ü kleer enerji

damları da kendi katkılarıyla ge­

ü stüne buluşların, atom bombası

l i ştirilen "nükleer bilgisi"nin in­

olara k insanlığın tepesinde patla­

sanlığın aleyhine değil lehine ola­

t ı l ması ve nükleler teknoloji bilgi­

rak kullanı lmasını i stiyorlardı.

s i n i tekelinde tutan ü lkelerin dün­

Bu yüzden bu alanda çalı şan

yanın geri kalanını bu silahla teh­

bilim adamları; kendi bili msel ça­

dit etmesi karşısı nda; b i l i m ve kül­

balarının, kendi araştırma amaç­

tür d ünyasının, doğabil i m i n du­

larını aşan bir biçimde, bir si lah

ayeni olan A l bert Einstein'ın ön­

o l a rak

derliğinde giriştiği; atom bomba­

amacıyla bir kamuoyu ol uşturul­

s ı n ı n kullanılmasının yasaklanma­

ması için mücadeleye giriştiler ve

kullanılmasını

önlemek

sına ilişkin "barış kampanyası"nın

kendi emeklerinin, kendi ü rettik­

b u g ü n hatırlanması ve onların aç­

leri bilginin tekellerin ve tekelci

tığı izlerden yürünmesi fikrinin

devletlerin keyfince kullanmasını

yeniden gündeme getirilmesi bü­

önlemeye çalıştılar.

yük önem taşımaktadır. Ç ünkü;

Ve tanınmış sinema yönet­

bu mücadele, insanlık tarihinde,

menlerinden ressamlara, fizikçi­

insanlığa hizmet mücadelesinde

lerden edebiyat ç ı l a ra, bilim ve

bilim dünyasının ilk büyük toplu

kültür dünyasının en önemli i sim­

eylemidir ve bilimadamlarının bir

leri ara sında, bilimin, teknoloji bil­

b i l d i riyle başlattığı bu mücadele­

g is in in (ve elbette kültür ve sanat

de kapitalist bilim dünyası nere­

ürünlerinin) b i r meta olarak kulla­

deyse ortasından ikiye bölünmüş­

n ı l ı p kullanılamayacağı; bi l i m i n in­

t ü r. Ve aynı zamanda bu mücade­

sanlık a leyhine b i r silah olarak

le; b i l i m i n , teknoloji bilgisinin te­

kullanılmasının meşru o l u p o l ma­

kellere, emperyalist amaçlar taşı­

dığı üstünden büyük bir bölünme

yan burj uva siyasetçilerine ema­

ortaya çıktı. Kapitalist dünya, bi­

net edi lemeyecek kadar önemli

lim

dü nyasındaki

bu

uyanışa

45

46

McCarthy'cilikle yanıt verdi: Bin·

rak da tüm bilimadamlarını bu yo·

lerce bilim v e kültür a d a m ı n ı;

la çağı rmaktadı rlar.

"Rus casusu", "komünist ajanlar" i d di asıy la

s o r g u layarak,

özel

mahkemelerde yargılayıp ağır ce·

TEKELLERiN B i LGi Yi META YAPMASINA TEPKi

zalar verip, kimisini idama mah·

Genetik bilgisinin, kamu çıkarı

kum ederek, sürgüne zorlayarak,

gözeten, bu anlamıyla bilim dün·

kimisini i şsizliğe mahku m ederek,

yasının serbestçe ulaşıp aynı za·

bilgiyi kendi malı, bilimsel geliş·

manda sonuçlarının denetlenebi·

melerin sonuçlarını kendi kar ve

leceği bir mekanizma yerine, özel

egemenliğinin aracı olarak kul·

tarım tekellerinin kasalarına kil it·

lanmak için büyük karşı kampan·

lenmesine tepkiler; b i l i m dünyası·

yalar örgütledi.

nın yanı sı ra; bu u l u slararası te·

Çünkü; sınıflı toplumların tari·

keller tarafından soyulan geri kal·

hi boyunca mülk sahibi egemen

mış ü l kelerin henüz tekellere tes·

sınıflar; bilginin tekel ini ellerinde

lim olmamış politik çevrelerinden,

tutarak büyük kitleleri bir avuç

üretici kuruluşlarından ve doğru·

egemen sınıf olarak yönetebilmiş·

dan

lerdi. i şte bu gerçeği fark eden fi·

uzanmaktadır.

üretici

yığı nlarına

kadar

lozoflar; bilginin önemini; " Bilmek

Atom bombası H i roşima v e

egemen olmaktır" diyen bir özde·

Nagazaki'de k u l l a n ı l d ı ğ ı nd a i n ·

yiş haline getirmişlerdi. Ve işte bi·

sanlık nasıl b i r felakete sürüklen·

limadamları, bunu; bilginin mülki·

diğini fark etti ve ancak tepkiler

yetinin kimin olacağını tartışmaya

bundan sonra gelişebi l mi şti. Ge·

açma günahını işledikleri için, çağ·

neti k alanındaysa buluşlar çok kı·

daş engizisyonlar olma işlevini

sa bir zamanda "piyasa mal ı" ha·

yüklenen McCarthy'ci "soruştur·

l i ne getirildiği için, sorun daha bi·

ma komisyonları"nın; mahkeme·

lim dünyasında tartışılmaya baş·

lerin, demagog "kasaba politikacı·

larken d ü nyanın uzak köşesindeki

ları"nın önüne atılmışlardı.

basit ü retici çoktan soyulmaya

Science dergisine mektup ya·

başlamıştı bile. ö rneğin geçen y ı l

zarak; genetik bulu şların "kamu

Tü rkiye'de; a l t ı n ı n gramının 2 2

denetimi"ne alınıp herkesin u laş·

milyon TL olduğu gün lerde İ srail

ması m ü m k ü n olan

menşei l i hibrit domates toh u m u ·

bir " data·

bank" kurul ması çağrısını yapan

nun g r a m ı 18 milyondu. ü stelik bu

20 genetikçi bilimadamı, Einstein

tohumun ü r ü n vermemesi ya da

ve arkadaşlarının izinden gitmek·

başka tür riskl erine karşı da ü re·

tedirler ve görüşlerini ortak b i r

ticinin

mektuba dökerek ve yayımlaya·

Eğer ilaç ve g ü bre onların göster·

hiçbir

garantisi

yoktu.

d i ğ i tekellerden (markadan) sağ­

dünyanın pek çok ülkesi gibi Hin­

lanmazsa, zaten ürün almanın hiç

d i stan'da da ü retime sokmak i sti­

şansı yoktur. Hibrit tohum tekel­

yor. Ve Hindistan h ükümeti, şir­

lerinin pençesine düşen ü retici

ketin baskıları sonucu, bunu ka­

için hiçbir seçim imkanı olmadığı

bul etmiş bulu nuyor.

gibi; yeniden, eskiden olduğu gibi,

Pamuk genetiğine müdahale;

kendi yerel bitkisi olan domates­

dünyada dört uluslararası tarım

ten tohum üretip tekelden kopma

tekelinin elinde ve halen 178 ü lke­

şansı da yoktur. Çünkü; birkaç yıl

de 50 milyon hektarlık alanda ge­

içi nde bu hibrit tohumlar, bölge­

netik m üdahale görmüş pamuk

ye has ve çiftçilerin kendi geliştir­

t o h u m l a rı y l a

dikleri türleri ortadan kaldırmak­

H i nd i stanlı köyl üler; h ü kümetin

ü r e t i m y a p ı l ı yo r .

ta, çevreyi ve genetik çeşitliliği

genetik m ü d a h a l e görmüş to­

tehdit etmektedir. Bu yüzden ola­

humlar kullanılması kararına kar­

cak ki; hibrit tohumlar; "termi na­

şı öfkeliler ve bunun Hindistan'ın

tör tohum" olarak nitelenmekte.

yeni teknoloj i ler üstünden yeni­

Bu konuya i lişkin, (basına da

den sömürgeleştirilmesi olduğu­

yansıyan) Hindistan'da olup bi­

nu söylüyorlar. Çü nkü, patentli

tenler çok daha i lginçtir.

tohumlar ve teknolojisi yoluyla pirinç

kendilerinin borç batağına çekile­

hem yüzmilyonlarca k ö y l ü i ç i n

ceğini, topraklarını kaybedecek­

g e ç i m kaynağı h e m de besindir.

lerini belirtiyorlar.

Çünkü

H i nd i s t a n ' d a

Ancak; bu tatl ı pazar en çok da

Köylülerin bu d ü şüncelerini;

genetik müdahale görmüş pirinç

Hindistan Biyoteknoloji Gıda Fo­

tohumu üreten uluslararası tekel­

rumu'ndan Devinder Sharma, hü­

lerin di kkatini çekmiştir. Ve yıllar­

kümetin yeterli deneme yapma­

d ı r H i n d i stan'da bu tekeller gizli

dan Monsanto'ya "izin verdi ğ i n i "

ve açık lobi faaliyeti yürütmekte;

ö n e sürerek destekliyor.

genetik müdahale görmüş pirinç

"Diğer ülkelerde olduğu gibi,

ü retimi için hükümetle, ü retici ku­

H indistan'da da genetik müdahale

r u l uşlarla, konuya taraf olan her

görmüş pamuğa karşı yeni bakte­

tür resmi ve gayri resmi kurumla

riler gelişebileceğine" de dikkat

ilişkiye g i rmektedirler.

çeken Sharma, sonucun hem yerel

H i n distan'da en önemli tarım

pamuğun yok edilmesi hem de ye­

ü rünlerinden birisi olan pamukta

nisinin doğa tarafından reddedil­

da d u r u m çök farklı değil. Ü retimi

mesi olacak dramatik sonuçlar or­

yüzde 30, karı da yüzde 8 artıran

taya çıkabileceğine dikkat çekiyor.

bir pamuk türü geliştiren Ameri­

Genetik müdahale görmüş to­

kan Monsanto tekeli; bu ürünü

humlar ve tarım tekel leri i l i şkisi,

47

48

2002 Haziran'ında Roma'da top­

görmüş tarım ürünleri geliştiren

lanan Dünya Gıda Zirvesi'nde de

tekeller ve onların propagandacı­

gündeme geldi.

ları; bu ürünlerin veri mliliğini, ge­

Katılanlar tarafından bile "za­

leneksel hastalıklara karşı direnç

man kaybı" olarak değerlendiri­

kazandırılmış olmasını öne ç ı ka­

len zirvede, ABD'n in "açlığa bul­

rarak ürünlerini pazarlamaya ça­

duğu çözüm" olarak, genetik mü­

l ı ş ı rken; karşı çıkanları da eskiyi

dahale görmüş tohumların yoksul

savunmak, yeni teknolojiden kor­

ül kelerde yaygınlaşmasını getir­

kan tutucular, milliyetçiler olmak­

miştir.

la suçluyorlar.

Geri kalmış ü l ke temsilcileri,

Ancak; yukarıda sözü edilen

A B D başta olmak üzere gelişmiş

20 bilimadamının bildirisinde de

ülke temsilcilerinin zirveyi sabote

di kkat çeki l d i ğ i gibi; burada karşı

ettiklerini ve "genetik müdahale

çıkılan, yeni teknolojinin kendisi

görmüş

dayattı k l a r ı n ı

değil; bu teknolojinin teke l l e r i n

söylemişlerdir. Zirveyi eleştiren­

elinde olması ve tekellerin tek

lerden Fernando Almansa, " A B D

kaygısının daha çok kar olmasıdır.

tohum"

sıkı oynadı ve kazandı. Artık, yar­

Böylece yeni teknoloj i, insanlık le­

dım gerekçesiyle besinlerin yapı­

hine daha çok gıda üretmenin de­

larıyla i stediği gibi oynayabile­

ğil; yoksul ülke ve halkları daha

cek" derken, zirvede A BD'yi tem­

çok soyup onları köleleştirmenin

sil eden Tarım Bakanı Ann Vene­

silahına dönüşmektedi r. Ve hem

man; " İnatçı açlığın b u l u n d u ğ u

bilim dünyasında, hem u luslara­

bölgeler için biyoteknoloji bu b ö l ­

rası forumlarda, hem de emekçi­

gelere yarayacak besinler ürete­

ler cephesinde ortaya çıkan tep­

bilecek durumdadır. Zaten besi n

kilerin nedeni budur.

güvenliği d i y e b i r sorun da yok"

Dahası; bugüne kadar ortaya

değerlendirmesini yaptı. Zirvede,

çıkan haliyle bile; genetik müda­

Batılı delegelerin ortak tutumu;

haleli tohumların, pahalı olması,

" B u raya biyoteknoloji satmaya

onlarla birlikte satılan teknoloj i n i n

geldik ve bunu yaptık" biçiminde

çiftçilerin soyulmasında kullanıl­

oldu. Böylece Dünya Gıda Zirvesi;

ması gibi doğrudan sonuçlarının

Batılı ü lkeler tarafından, hem so­

yanı sıra; doğayı bozduğu, yerel

runun tartışılması ve çözümler

tarımı çökerttiği, ekoloj ik sorunla­

bulunmasının önlenme hem de

ra yol açtığı da b i r gerçekti r. Nite­

"genetik müdahaleli tohumlar pa­

kim ABD ve A B 'de çevre koruma

zarını genişletme" mekanı haline

kurumları harekete geçmiş, gene­

getirildi.

tik müdahale görmüş ürünleri sı­

Kuşku suz; genetik müdahale

nı rlayan kararlar (geri ülkelerde

bu tür kararlar alınmasına ise bu

görmesine gelmektedir. El bette

ülkeler karşı çıkmaktadır) almak­

ki, burada "bilgi" derken; bi limsel

tadırlar. Ama bütün bunlara kar­

bilginin yanı sıra; üretim bilgisini

şın; tekeller gibi birer birer üretici­

(teknoloji), sanat ve kültür ürünle­

ler de, salt kar peşinde koştukla­

rini (onları yaratmanın bilgi ve be- ·

rından, kamu tarafından a l ı nan

cerisini) de katıyoruz. Bunun için­

(tohumu kullananlara ek masraf­

dir ki; bir ressamın, bir müzisye­

lar getiren) önlemler her gün ye­

nin, b i r romancının yapıtlarını

niden yeniden delinmektedir.

Pi YASA, B i LGiNiN PATENTLENMESi

m ü l kiyetine g e ç i r i p , "patentle­ mek", sonra da, "ben piyasa fiya­ tından bunları parası olana sata­ rım" ya d a "ister satarım i ster sat­

Genetik tohumları savunanla­

mam" demek hakkı olamaz; o l ma­

r ı n en önemli iddiası ise; "bu to­

malıdır. Çünkü; bunlar; bütün in­

h u mlar yoluyla piyasa ekonomisi­

sanlığın tarihi boyunca geliştirip

nin a ç l ı ğ ı yeneceği" i d d i a s ı d ı r.

kuşaktan kuşağa taşınan bilgi ve

Oysa; kapitalizm çağında, hiçbir

beceriye bugünkü kuşakların kat­

dönemde açlığın nedeni yeterin­

kılarından ibarettir. Ve kapitali st­

ce besin olmaması değildir; tersi­

ler bu ürünleri "patentleyip" mül­

ne "bollu k"tan doğmuştur açlık

kiyetine alırken, aslında yaşanan,

sorunu. Bugün de, Avrupa, Ame­

insanlığın bütün birikimini patent­

rika, Kanada her tür hayvansal ve

leyip mülkiyetine almaktadır.

tarımsal ürünle dolu olduğu hal­

Nasıl ki, Galilei, Newton olma­

de; A frika'da ve Asya'da açlık bü­

dan

yümekte; kötü beslenmeye bağlı,

Mendel, Darwin, Pasteur ol madan

Einstein'ı,

d ü ş ü n mezsek,

50 yıl önce yen i l m i ş hastalıklar

bugün genetikteki bu başarılar da

bile yeniden hortlamaktadır.

sağlanamazdı. Bu yüzden de; so­

Ç ünkü; i nsanlık tarihi göster­

nuçta bir firmaya bağlı çalışan bir

mektedir ki; açlığın yoksulluğun

grup genetikçi n i n "eseri" gibi gö­

nedeni; yetersiz ü retim değil, ü re­

rünse bile; bu "eser" bütün b i r in­

t i m i n ve mülkiyetin bir avuç azın­

sanlık tarihi boyunca geliştirilen

l ı ğ ı n elinde olmasıdır. Bu, günü­

çeşitli dallardaki doğa bilgisinin

m üzde; ü retim araçlarının mülki­

bir devamı o l a ra k vardır ve bu

yetinin b i r avuç m ü l k sahibinin

yüzden de kapita l i st tekel lerin

elinde ve bilginin, ü retim bilgisi­

"genetik bilgiyi patentlemesi", "el

nin tekellerin kasalarına k i l itlen­

koyma" suçunu desteklemeden,

miş olmasıdır.

haklı görülemez.

Yani i ş dönüp dolaşıp; bilginin

Sorun, b i l g i n i n "meta" mu­

meta olmasına; meta muamelesi

amelesi görmesine karşı olup ol-

49

50

mamak. Bilginin kapita l i st firma-

i n s a n l ı ğ ı n a l e y h i ne işleyen b i r

n ı n malı olmasının meşru görülüp

mekanizmadır. Burada, Örneğin;

görülmemesine gelince; sanat ve

"Nazım'ın gerçek varisleri, onun­

edebiyat ü rünleri üstündeki "pa­

la biyolojik bağı olanlar mıdır?"

tent hakkı" da tartışma konusu

ya da; "Bugün Yapı Kredi, Doğan

olur. Ve lafı çok uzatmadan söy­

Yayıncılık telif hakkını ödeyip sa­

lemek gerekir ki; genetik ve öteki

tın aldığı eserleri basmazsa k i m

doğabil i m dalları nda olduğu gibi;

ne diyecektir?" gibi p e k çok s o r u

sanat ve kültür ürünlerinin de, ka­

gündeme gelir.

m u n u n m ü l k ü olarak, herkesin

(Nitekim; Sait Faik, Sabahattin

ulaşabileceği b i r pozisyonda ol­

Ali gibi Türkiye'nin kültür abidesi

ması toplumsal bir ihtiyaçtır. Do­

olan yazarların eserlerinin; "satmı­

layısıyla burada doğru olan, sanat

yor" diye basılmayacağı söylen­

ve k ü l t ü r adamlarının, ortalığa

mektedir. Yarın da, ekonomik ya

atı lıp; "Haydi üretin, piyasada iti­

da salt siyasi kaygılarla Nazım'ın

bar sahibi olun, ürettiklerinizi sa­

eserlerini de basmayabilirler.)

tın ve geçinin" yarışına sokulması

B u rada; tekel ve mal edinme

değildir. Tersine, onların toplum

pozisyonuna gelen kapitalist bir

tarafından geçimlerinin sağlan­

firmanı n neler yapabileceğinden

ması; ü retti klerinin de tüm toplu­

yola çıkılarak örnekler çoğaltıla­

mun yararlanmasına açılmasıdır.

bili r. Ama; en azından "tel if hak­

N itekim; Sovyetler Birliği, kurulu­

kı" sadece b i r ya da iki firmaya

şundan itibaren, tüm dü nyaya bü­

satılmamalı ve sadece eserin ya­

tün kültür ve sanat ürünlerini aç­

ratıcısına, eseri basanlar bir "telif

mış, telif ödemeden, SB'de üreti­

hakkı" ödemelidir. Böylece, hiç ol­

len bütün bilim, kültür ve sanat

mazsa eserlerin basılmaması, ka­

ürünlerinin

salara kapatılması önlenebilir.

çoğaltı l a b i leceğ i n i

i l a n etmiştir. (Kendisi de, tel i f

Ancak, bunu kapitali stler mül­

ödemeden, başka ülkelerdeki kül­

kiyet hakkının sını rlanması olarak

tür ü rü nlerini çoğaltıp S B halkla­

"Kopenhag Kriterleri"ne bile ay­

rının yararlanmasına sunacağını

kırı bulurlar. Ama; bu sadece on­

açıklamıştır.)

ların kriterlerinin insanlığın geliş­

Ancak,

kapitalizmde

bunu

mesiyle; onun bilgi hazinesinin

sağlamak p e k mümkün olmadı­

tüm insanlığa ait olmasıyla çeliş­

ğından; "telif hakkı" sanatç ı n ı n

tiğini gösterir.

g e ç i m i için önemlidir. A m a b u n u

Elbette ki; kapitalizm her şey

aşarak tekellerin, "fiyatını ödeye­

gibi bili msel bilgiyi, kültür ve sa­

rek" b u ürünleri mal edinip kasa­

nat ürünlerini de metalaştırmak­

larına kapatması, en nihayetinde

tadır. Ama bundan bilimadamları-

nın, emekçil erin, halkın, bilginin

nin, teknolojinin imkanlarını te­

her türünün metal aştırılmasına

kellerin kasalarını d o l d u r m a n ı n

boyun eğmesi gerektiği anlamı

değil ama i n s a n l ı ğ ı n yaşamını ko­

çıkmaz. Tersine; bilginin meta ol­

laylaştıran bir dayanak olara k de­

maktan çıkarılması; herkesin ya­

ğerlendirme mücadelesinin giri­

rarlanacağı bir bilgi merkezinin

şimleri olarak anlaşılması gerekir.

o l u şturulması, kamu adına bu bil­

20 b i l i m adamının Science'a

g i n i n kullanılması nın denetlene­

gönderdiği mektupla g i ri ştikleri

bilmesi gibi talepler etrafında bir

tutumu g e l i ştirmek; tüm b i l i m ,

m ücadele ol madan, kapitalist sis­

k ü l t ü r ve sanat a l a n ı n a yayg ı nlaş­

temin bilim ve teknolojideki her

tırmak, bilginin, teknoloj i n i n me­

yeni geli şmeyi kendi marifeti sa­

talaştırmasına karşı mücadeleye

yıp; tekellerin kasalarına kilitle­

atılmak ve aynı mücadele i ç indeki

mesinden vazgeçmesinin bekle­

halk kesimleriyle ayd ı n çevrelerle

nemeyeceği apaçıktır.

b i rleşmek, günümüz bilim etiğinin

Yüzyılın ortasında Eisteinların

ol mazsa olmazı durumundadır.

başlattığı hareket ya da bu yazı

H e r alandaki tekel l e ş me n i n

boyunca sözünü ettiğimiz bilima­

boyutu ve tekellerin i n s a n l ı ğ ı bas­

damlarının, Science'a gönderdik­

kı altına al mada vardıkları aşama

leri

p rotesto mektu b u , b i l g i y i

ile özellikle genetikteki gelişmele­

egemen burjuvazinin denetimin­

rin; insanlığın geleceğini, hayati­

den alıp; insanlığın b i r hazinesi

yeti ni tehdit edecek bir nitelik ta­

yapma mücadelesinin girişimleri­

şıyor olması bu mücadeleyi erte­

dir. Dolayısıyla bu g i r i şimler; bilgi-

lenemez kılmaktadır.

51

52

D e r l eye n : TAYLAN B İ L G İ Ç

DOGABİLİMCİ STEP HEN .JAY G O U LD Darwin'den sonra adı en çok a n ılacak olan evrim c i Stephen Jay Go­ uld, mayıs ayı içinde yaşamını yitirdi. Gould ; b i limsel üretimini sür­ dürdügü çalkantılı yıllar boyunca hep gelecegi temsil edenin yanında yer aldı ve ona güç verdi; geçmişin temsilcilerine ise acımasız dav­ randı. Yüregi hep insanlık için attı; gelecege olan inancını, umudunu hiçbir zaman yitirmedi. "Sekiz ay yaşarsın" demelerinden sonra yir­ m i yıl boyunca doktorlarına meydan okumasının' nedeni de bu u mut­ tu. 1 500 sayfalık dev eseri 'Evrim Kuramının Yapısı'nı, agrılarının ar­ tık dayanılmaz hale gelmesinden kısa bir süre önce ta mamlamıştı.

Stephen Jay Gould, "The Lying Stones of Marrakech" ki­

geli şseydi, ben doğmaya b i l i r­ dim" der.

tabında ilginç bir h ikaye anlatır.

Ancak Gould, evrim kuramı­

Harvard Üniversites i ' n i n bu ün­

nın bu en önemli çağdaş temsil­

lü paleantologu, New York Üni­

cisi, ilgisini bir aile meselesi ola­

versitesi'ne yaptığı bir ziyaret

rak sınırlamaz. 146 işçinin ölü­

sırasında bir binaya yerleşti r i l i r;

münün sorumlusunun, Charles

acı bir tarihi olan bir binaya.

Darwi n ' i n fiki rlerinin çarpıtılma­

1911'de çıkan bir yangın, o sırada

sı olduğunu söyler ve devam

b i r tekstil fabrikası olan bu bi­

eder: "20. yüzyıl başında, Her­

nadaki 146 işçiyi öldürmüştür.

bert Spencer liderliğindeki sos­

Birçok akademisyen bu bi­

yal Darwinciler, doğal seçim te­

nanın tarihini bilmez, ama Go­

orisini çarpıttılar ve bu teoriyi,

uld b i l mektedir. Yahudi göç­

her tür eşitsizliğe kılıf yaptılar."

menler olan büyükbabası ve bü­

Ölüm binalarında emek sömü­

yükannesi, 1911'de komşu bir bi­

rüsü de, bu eşitsizli klerden biri­

nada tekstil işçiliği yapma kta­

d i r; sosyal Darwinistlere göre,

dır. Gould, "Olaylar biraz farklı

en sağlam olanın (yani en zen-

g i n olanın) ayakta kalmasını sağ-

de; bir familya grubu içinde daha

!ayan her şey, adildir.

yeni evrimleşmiş bir türün boyut-

Evrimi "kitlelere açan" ve bu

larının i stikrarlı b i r biçimde küçül­

alanda herhalde Darwin'den son­

mesini anlatırken, gofret ü retici­

ra "en popüler" bilimci olan Pro­

lerinin, gofretleri küçültü p fiyatı

fesör Stephen Jay Gould, 20 yıl­

aynı tutmasını örnek göstermişti.

dır mücadele ettiği kansere yenik

Bir b i l i msel deneme yazarı

düşerek, 20 M ayıs 2002 'de yaşa­

olarak Gould'un tek emsali, 19.

ma gözlerini yumdu.

yüzyılda Thomas H uxley ve 20.

B i r paleontolog olan Gould, b i l i m yaşamını n büyük bir bölü­

yüzyılın ilk yarısında J. B. S. Hal­ dane idi. Haldane de, Gould da,

geçi rdi;

evrim k u ramına temel katkılar

1982 'den beri, burada zooloji pro­

yaptılar; ayrıca ikisi de toplumsal

fesörlüğü yapıyordu. Ama onu

sorunlarla i lgiliydi.

munu

H a rv a r d ' d a

d ünyaya tanıtan, 197 4'ten bu ya­ n a her ay Natu ral H istory (Doğa

KAFATASÇILARA RAHAT YOK

Tarihi) dergisinde çıkan yazılarıy­

Jay Gould'un bu içten yöneli­

dı. Daha sonra çok sayıda kitapta

mi, yapıtlarının, ilerici g ü çlerin

b i r l eştirilen, her b i r i o rtalama

elinde b i r silah olarak kullanı lma­

d ö rt dosya sayfası tutan toplam

sını sağladı.

300 yazı, onlarca dile çevrildi.

örneği n, "zekanın kalıtsallığı­

Gould, geçen yıl, hastalığı iyice

na" dair ı rkçı teorileri mahkOm

ağırlaşana dek, hastane yatağın­

ettiği "The Mismeasure of Man"

d a dahi bu yazıları asla ihmal et­

(1982) adlı kitabı, kafatasçılığa bi­

medi. Tanınmasında, New York

limsel kılıf arayanlara karşı kulla­

Times gazetesine yazdığı sayısız

nılan en önemli dayanaklardan bi­

makalenin katkısı da yadsınamaz

ri oldu. Kitapta, ı rkçı Charles Mur­

tabii.

ray'ın

Bilim dünyası nda edebi yete­

"ağababa l a r ı "

A n rt h u r

Jensen, Cesare Lombroso ve Le­

neği güçlü insanlara pek rastlan­

wis M. Terman (Stanford-Binet 10

maz; ama Gould tam da böyle bi­

testinin mucidi) gi bileri ile hesap­

riydi. Doğa tarihi, paleontoloji ve­

laşılıyor ve bu güruh, bir daha ka­

ya biyolojiye dair her bir yazısına;

muoyu önüne çıkamayacak hale

ilk bakışta ilişki kurulması güç bir

getiriliyordu.

yerden girerdi; bir roman, bir bi­

Ama

aynı

ırkçı

f i k i rler,

na ve sık sık, tutkunu olduğu

1990'1arda, "Çan Eğrisi" yazarları

beyzboldan mesela. Bir seferin-

Charles

M u rray

ve

Richard

53

54

Herrnstein tarafından diri ltilme­

lardan yararlananları n 'düşük ze­

ye çalışıldı. iki sözde araştırmacı,

ka' ile ifade olunan doğuştan kav­

sosyal harcamaların budanması

rayış sınırlamaları ile malul oldu­

ve toplumsal dayanışmanın kökü­

ğunun ileri s ü rülmesi ile suç or­

ne kibrit suyu ekilmesi için, bilimi

taklığı yapılıyor."

kullanıyorlardı. Aynı zamanda, si­

Bütün bu ilerici çabanın, bir

yahların beyazlardan "daha az

önceki dönemde Malthus ile yapı­

zeki" olduğunu ve "verimli ya­

lan hesaplaşmaya eşdeğer oldu­

şamlar sürmelerinin genetik ola­

ğu söylenebilir.

rak i mkansız" olduğunu ileri sür­

GREV HATLARINDA...

mekteydiler. Bu fikirler, 1990'1arın başında ABD'deki

muhafazakar

sağın,

Gould, meslektaşlarının çoğu­ nun aksine, ne bilimsel faaliyetin­

sosyal güvenliğin y o k edilmesi ta­

de, ne de toplumsal sorunlara

leplerine dayanak oldu.

olan i l g i si nde asla bir "masa başı

Gould;

H e rrnste i n ve M u r­

teorisyeni" olmadı. Özellikle 1 960

ray'ın, ırkçı l ı ğ ı olumlamak için ol­

ve 70'1erde, öğrenci eylemlerin­

guları bilinçli olarak çarpı ttığını,

den işçi grevlerine kadar toplum­

istatistik yöntemlerini kötüye kul­

sal mücadelenin pek çok alanında

landığını kanıtlayarak b u gerici

o n u görmek m ü m k ü n d ü . Daha

saldırının p üskürtülmesinde bü­

sonraki yıllarda, "Marksizmi Yeni­

yük rol oynadı.

den Düşünmek" dergisinin danış­

Şöyle diyordu: "Irk ve sınıf

ma kurulunda ve New York M ark­

farklılıklarının esas olarak genetik

sist Okulu'nun destekçisi Brecht

faktörlere dayandığını ve dolayı­ sıyla değişmez olduklarını ileri sü­ ren Ç a n Eğrisi, çağdışı sosyal Darwinizmini savunmak için h i ç­ bir yeni argüman ve doğru dürüst bir veri ortaya koymuyor. Bu ne­ denle Çan Eğrisi'nin dikkat çek­ mekteki b a ş a r ı s ı n ı n, ç a ğ ı m ı z ı n hüzünlendirici mizacına b a ğ l ı ol­ d u ğ u n u düşünüyorum. B u çağ; tari hte görülmedik bir benci l l i k çağı. Toplumsal programların bu­ danması ortamına, bu program-

Forumu'nun yönetiminde yer aldı. Bu faaliyetler, başlangıçta Vi­ etnam Savaş ı 'na karşı k u r u l a n "Halk İçin B i l i m " hareketinin de çekirdeği oldu. Hareket

içindeki

b i l i m c i le r ,

1975 yılında E. O. Wilson tarafın­ dan yayı nlanan "Sosyobiyoloj i " kitabına karşı sert çıkı şlarıyla dik­ kat çektiler. Günümüz evrimsel psikoloji sinin temelleri sayılan bu kitap, aslı nda; sınıf, cinsiyet ve ırk alanlarındaki eşitsizliklere"bilim-

sel" kılıflar bulmaktaydı.

KILAVUZU ENGELS OLDU

Kimileri, Wilson'un ortaya at­

Gould; bilimsel fikirlerin top­

tığı fikirlere karşı yürütülen sa­

lumsal temellerini ortaya koyma­

vaşı bir " H a rvard içi mücadele"

sında, kendisine Friedrich Engels'i

olarak gördüler.

örnek aldığını özenle vurguluyor­

G o u l d , ü n i versitenin z o o l oj i

du. Özellikle de, M aymundan insa­

bölümü ndeki bodrum katında,

na Geçişte Emeğin Rolü (1876)

d o s t u Lewont i n ise birinci kat­

broşürü Gould için çok önemliydi.

taydı; W i l s o n ise zemin katta, " i k i

Engels, "insan evriminin beynin

d ü şman arasında" k a l m ı ş d u rum­

giderek büyümesi ile tetiklendiği"

daydı. Dönemi yaşayanlar, Wil­

iddiasını reddediyor; bilimin siyasi

son'un; Gould, Lewontin veya on­

rolüne ve bütün düşünceyi etkile­

ların "öğrenci dostları" ile karşı­

yen toplumsal yargılara dair par­

laşmamak için asansöre binmek­

lak bir analiz yapıyordu.

ten çekindiğini söylerler.

Gould'un incelemeleri ve fo­

Oysa savaş, Harvard binasına

sil ler, Engels'in 125 y ı l l ı k sapta­

hapsedi lemeyecek kadar büyük

masının doğruluğunu kanıtladı. O

ve öneml iydi; " H a l k için Bilim"in

ve Eldredge, insanın atasının aşa­

l i derleri, bilim alanında gericiliğin ta kendisiyle mücadele ettiklerini b i l mekteyd iler ve bu mücadeleyi, sonuna dek sürdürdüler. Lewon­ tin, i lerleyen y ı l l a rda, özel l i kle kopyalama teknolojisiyle birli kte d i riltilen genetik determinizmle dişediş b i r mücadele verirken, Gould da, evrime karşı "yaratı­ lış"ı savunan en bağnaz kesimi s ı k s ı k "rezil rüsva" etti. Yine de, ömrünün son döneml erinde, ırkçı tarikatlara göbekten bağlı Bush yöneti m i n i n i ktidara gelmesinin ardından ABD'nin dört b i r yanın­ da büyük bir hızla güç toplayan, okul müfredatlarını dahi değişti­ rebilen "yaratı lışçılar"ı üzüntüyle i z l iyordu.

malı bir biçimde " insanlaşmadığı­ n ı " , asıl önemli olanın, yeni insan türlerinin eski insan türlerinden kopması olduğunu gösterdiler. i n ­ s a n evriminin tarihi, mükemmele doğru çıkan bir merdiven değil, çok sayıda dal vermiş bir çalı gi­ biydi. Yeni türler, m u htemelen, küçük ve coğrafi olarak yalıtı l m ı ş nüfuslar içi nde ortaya çıktı. Ve ortaya çıkışlarından sonra, iyi-kö­ tü statik kaldılar. " Böylece, verili bir zaman diliminde" diyor Eld­ redge, "çeşitli beyin büyüklükleri­ ne sdhip iki ya da üç tür var ola­ bildi. Uzun vadede kazanan, el­ bette daha büyük beyinliler ola­ caktı. B u , türler düzeyinde doğal seçimdir."

55

56

B u da bizi, Gould'un evrim ku-

nek, biyologların "aşırı uzmanlaş-

ramına en önemli ve diyalektik

ma" dediği olgudur. Hayvanlar

katkısına getiriyor. Gould, doğal

dünyasında aşırı uzmanlaşma, ta­

seçimin " pek çok düzeyde" i şledi­

vuskuşunun kuyruğu veya l rlanda

ğini belirtir ve hiyerarşik b i r görü­

geyiğinin dev boynuzları gibi ör­

şü savunur; evrim, genler, gen

neklerde görülüyor. Bu tür "ano­

haritaları, hücre dizilimleri ve tür­

mali"lere özel b i r ilgisi olan Gould,

ler üzerinde geçerlidir. "Türler

"Organizma, b i r Darwinci etmen

düzeyini

olarak, yapması gerekeni yapıyor

g ö r m ezden

gelmek,

Hamlet'i prens olmadan oynama­ ya benzer" der. Yani türler, yerel popülasyonlar ve hatta genler, doğal seçimin hedefleridir, sade­ ce b ireyler değil. Bu hiyerarşik evrim modeli, "büyük olaylar'\ türlerin doğumu ve ölümünü, g i ­ derek b ü t ü n ekosistemlerin yeni­ den yapılanmasını açıklar.

YAŞAMIN i Ki DÜZEYi Buradan yola çıkarak, evrim­ cilerin " b i reylerin günlük yaşam mücadelesi"ne değil, yukarı, po­ pülasyonlar ve bireyler düzeyine odaklanması gerektiğini savun u r; tıpkı moleküler biyolojinin aşağı,

aslında" der. "Yani genlerini gele­ cek nesillere taşımak hedefiyle, daha fazla çiftleşme çabasında. Bunu, mükemmel bir uzmanlaş­ mış organ geliştirerek yapıyor; ama aynı zamanda, türün gele­ cektek i

evrimsel

değişimlere

u y u m sağlama yeteneğini sınırla­ mış oluyor. Bu da, türün yok olma­ sını garantilemek demek." Yani; birey için iyi, tür için kötü. Klasik Darwinci lik, bu sorunu çözemiyor. Hiyerarşik açıdan ise bu, dü­ zeyler arası olu msuz bir geribildi­ rim döngüsü.

GENETİK DETERMİNİZMİN SEFALETi

genler düzeyi ne i nmek zorunda

Buna karş ı l ı k olarak, genet i k

olması gibi. Bütün bir alandaki

deterministler, bırakalım sistem­

büyük kavramsal kazanımların,

leri, organizmaları dahi neredey­

bu i k i düzeyin nasıl etkileştiğinin

se geçersiz kılmış, bi reyleri dahi

i ncelenmesiyle elde e d i leceği n i

"kendi genlerinin amaçlarına hiz­

belirtir. O n a göre, paleontologları

met eden araçlar" derekesine in­

yıllardır uğraştıran uzun dönemli

d i rg e m i ş t i r . H e r şeyi g e n l e r l e

eğilimler ve evrim bilmecesinin

"açıklayan" bu gerici fikrin öncü­

kayıp parçaları da, bu etkileşimde

lerinden Richard Dawkins, öyle

kavranacaktır.

i leri gider ki, insanı, "genin kendi­

Söz konusu etkileşime bir ör-

n i kopyalamasının yolu" o larak

tanımlar. Postmodern ideolojinin

olara k anlaşılma l ı d ı r; saf b i l giyi

her şeyi moleküllerine ayrıştırıcı

devşirmek üzere programlanmış

niteliğini gözler önüne seren bir

robotların işi olarak değil." Veya:

"saptama"! Gould i se; bilimin toplumsal

" Bi l i m, doğuştan iyi niteliklere

bağlamını vurgula rken, aynı za­

sahip değildir. O, basitçe, iyi veya

m a n d a "nesnel gerçek" f i k r i n i

kötü amaçlar için kullanılabilecek

toptan

b i r tür insan faaliyetidir. Giyotinin

reddeden

postmodern

akımlara da cepheden karşı çıkar.

mucidi Guil l ot'u ele alalım. Guil­

Şöyle yazar o: "Olgusal bir ger­

lot, bu makinenin iyi olduğunu,

çekliğin varolduğuna, bilimin de,

çünkü ö l ü m cezasına çarptırı lan­

genellikle kal ı n kafalı ve düzensiz

ların acısını azaltacağını düşünü­

b i r tarzda olsa da, b u gerçekliği

yordu. B i r anda ölüm; bundan iyi­

öğrenebileceğine i nanıyorum."

si olur mu? Ne yazık k i , giyotinin

Genetik deterministlerin var­

k u rbanlarından biri, zamanında

dığı yer ise; yoks u l l u ktan suça

Guillot i l e birli kte çalışmış olan

dek her durumu, bir "gen" ile

büyük b i l imci Lavoisier o l d u . "

meşrulaştırmaya çalışmaktır. Bu­

Gould'un insana ve geleceğe

g ü n sözde bilimcilerin "suç genini

duyduğu inanç, şu satırlarda açık­

araması" i l e , g e ç m i şte Cesare

ça görülüyor: "Şiddet, cinsiyetçilik

Lombroso g i bilerin " dövme yap­

ve genel olarak kötül ü k, olası bir

tırmanın, doğuştan suç eğilimine

dizi davran ı ş ı n b i r a l t k ü m e s i n i

i ş a ret ettiği" iddiaları arasında

temsil etmelerinden ötürü, biyolo­

pek bir fark yoktur.

j i ktir. Ama barışçıllık, eşitlik ve ne­

Genetik

deter m i n i z m ;

Batı

zaket de en az bunlar kadar biyo­

ü niversitelerinin biyoloji bölü mle­

lojiktir. Eğer bu ikinci lerin serpil­

rini tek tek esir a l ı rken, Gould, in­

mesine olanak tanıyan bir toplum­

san varlığını "derinlerdeki bir ge­

sal yapı yaratabilirsek, onların et­

netik programa" bağlamaya çalı­

kisinin artacağını göreceğiz."

şan bu akımla kararlı bir biçimde m ücadele etmiştir.

DIYALEKTl�E ÖVGÜ

Meslektaşları hakkında şöyle

Marksizm ile tanışması n ı , bi­

y a z a r: " Ben, biyolojik determi­

rer sosyalist olan anne ve babası­

n i stlerin kötü bilimciler olduğunu

na bağlayan Stephen Jay Gould,

iddia etmiyorum; daima haksız ol­

diyalektik yönteme de özel bir

d u kl arını da. Ama bence bil im;

vurgu yapar: " Diyalektik d ü ş ünce,

toplumsal bir olgu olarak, kararlı­

Batı lı bilimciler tarafından daha

lık gerektiren insani bir faaliyet

çok ciddiye alınmalı, ikinci d ünya-

57

58

nın (eski SSCB) bazı ülkeleri onu

dından gelen büyük sıçramalarla

karikatürize edip resmi b i r siyasi

gerçekleştiğidir. Sistem belli b i r

doktrin haline getirdiler diye, bir

s ü r e direnir ve sonunda kırılma

kenara atmamalılar. Diyalektiğin

noktasına gelinir. Suyu ısıtın, so­

klasik yasaları, dogmatik ilkeler

nunda kaynayacaktır. İşçilere yö­

olarak değil de, değişimin felsefe­

nelik baskıyı artırın, devrim olur.

si için bir kılavuz olarak sunuldu­

Eldredge ve ben, birçok Rus pale­

ğunda, bütünsel b i r bakış açısını

ontologun, b i z i m 'kesmeli d en­

cisimleştirirler. Bu bakış açısı; de­

ge'mize çok benzer bir modeli des­

ğişimi, bütün sistemlerin unsurla­

teklediğini öğrendiğimizde afalla­

rı arasında etkileşim olarak ta­

mıştık. Ben, bu kesmeli değişim

nımlar ve bu unsurların kendileri­

felsefesinin genel bir doğru oldu­

ni de, sistemin hem ürünleri, hem

ğunu öne sürmüyorum ... Aşamalı­

de girdileri olarak değerlendirir."

lık, bazen işe yarar. Ben sadece

Şu uzun alıntı, Gould'un, diya­

felsefelerin yönlendirilmesinde ço­

lektiği, adeta "düşman" bir orta­

ğulcu bir yaklaşım istiyor, ne ka­

ma tanıtmak için gösterdiği içten

dar gizli tutulursa tutulsun, böyle­

çabayı gösteriyor sanırız:

si felsefelerin tanınmasını diliyo­

"Eğer a ş a m a l ı l ı ğ ı n , doğanın

rum. Diyalektik yasalar, belli bir

bir gerçeği olmaktan çok Batı dü­

ideolojiyi oldukça açık bir biçimde

şüncesinin b i r ürünü olduğunu

ifade eder. Ama bizim Batılı aşa­

kabul ediyorsak, kı sıtlayıcı önyar­

macı yaklaşımımız da, aynı şeyi,

gılardan oluşan boyutumuzu ge­

daha örtülü bir biçimde yapıyor."

nişletmek için alternatif değişim felsefe l e r i n i

değerlendirmemiz

KESMELi DENGE

gerektiği görülecektir. örneğin,

Bu alıntıdan, Gould'un evrime

Sovyetle r B i rl i ğ i'nde b i l i mc i ler,

i l işkin temel -ve hala tartışılan­

çok farklı bir değişim felsefesi i l e

katkısına, "kesmeli denge" kura­

eğitilir; Engels'in Hegel felsefe­

mına geçelim.

sinden tekrar formüle ettiği diya­ lektik yasalarıdır bunlar.

Paleontolog Niles Eldredge ile birlikte geliştirdiği bu teori, evri­

Diyalektik yasaları, o l d u k ç a

min, Darwin'in öne sürdüğü gibi

nettir. Örneğin, 'niceliğin niteliğe

tedrici değişim ile değil, yoğunlaş­

dönüşmes i ' nden bahsederler. Bu

mış patlamalar ve ardından gelen

size saçmal ı k gibi gelebilir, ama

uzun statik dönemlerle karakteri­

aslında kastedilen; değişimin, geri­

ze olduğunu i leri sürer. Gould, bu

limlerin ağır ağır birikmesi ve ar-

teoriye, Hegel ve Marx sayesinde

ulaştığı n ı ve temel aldığı d ü şünce­

Gould ve Eldredge, tam da bu

nin "nicel dönüşüm-nitel sıçrama"

noktada, yakınmaların yersiz ol­

ilişkisi olduğunu dile getirir, ama

duğunu, çünkü evrim sürecinin

bunun sadece bir "ikna olma" me­

"milyonla rca yı l l ı k statiklik ve ar­

selesi olmadığını belirterek, orta­

dı ndan gelen görece kısa, hızlı de­

d a k u ramını doğrulayan kanıtlar

ğişim dönemleri" i l e karakterize

olduğunu da hatırlatır.

olduğunu ortaya attılar (Kesmeli

Oysa Darwin, "Doğa sıçrama

Denge). Geçiş formlarında süreç

yapmaz" diyordu. Ne i l g i n çtir ki

takip edilemiyordu, çünkü evrim,

b u iddia, sosyalist fizikçi Einste­

Darwin'in iddiasının aksine, "sıç­

i n ' ı n "Tanrı zar atmaz" sözüne

ramalarla"

benziyor. Einstein, b u ifadeyi, ku­

Onlara göre, türlerdeki en önemli

g e r ç e k l e ş mekteydi.

" ke s t i r i l e­

değişim, yeni türün ortaya çıktığı

mez" doğasına karşı bir tepki ola­

jeoloji k anda meydana gelmek­

antum

mekaniğinin

rak kul lanmış, ancak sonradan bu

teydi. 5 bin ila 50 bin y ı l l ı k bir

tutumunun "en büyük hatası" ol­

"an" bu, ama el bette, milyonlarca

d u ğ u n u kabul etmişti.

yıldır varlığını sürdü ren türler için

Gould ve Eldredge ise, fosil

kısa bir zaman. Bu ilk değişim

kayıtlarını kanıt o l a ra k göster­

patlamasının ardından, uzun bir

mekteydiler. Gerçekten de bu so­

istikrar dönemi gelir. Dolayısıyla,

run, evrim i n en temel meselele­

"patlama" dönemlerine ait fosil­

rinden biriydi. Alanı takip edenler

ler, pek nadir bulunur ve toplam

bilir; evrimcilerin en çok yakındığı

fosil kayıtlarının pek az bir yeku­

konu " a ra halka" veya "geçiş hal­

nunu o l u ştururlar.

kaları"nın, bir türlü "tam olarak b u l u namaması"dır. Bununla kas­ tedi len, canlılardaki evrimsel ge­

ÖLÜMSÜZ BiR YA P I T Fosil s o r u n u n a m a n t ı k l ı b i r

çiş formlarının "süreklilik arzet­

açıklama getiren bu teori, " Mark­

memesi", yani dünya tarihinde

sist olmayan Darwinciler" olarak

"makul

adlandırabileceğimiz, evrimci bi­

uzunlukta" bir döneme

yayılmamasıdır.

li m c i l e r i n ana gövdesini t e ş k i l

B u yakınma, yaratılışçı şarla­

e d e n g r u p tarafından memn uni­

tanlara da sık sık malzeme olur.

yetsizlikle karşılandı. Onlar, Go­

Dahası yaratılışçılar, pek çok tü­

u l d'un, "evrim yerine devrimi sa­

rün milyonlarca yıl boyunca de­

vunduğunu" ve " b i lime ideoloj i

ğişmeden kaldığı gerçeğini kendi­

soktuğunu" (!) öne sürerek kendi­

lerine dayanak yapmaya çalışırlar.

lerince "suçlamalara" g i r i ştiler. Bu arada, "kesmeli denge" teori-

59

60

sini de "aptalların evrim i " diyerek

lar. 1970'1erde Londra'da verd i ğ i

karaladılar. O i se bütün bunlara

bir

karş ı l ı k şöyle diyordu: " Farklı bir

San Marco Kated ral i 'n i n yapısını

evrim kuramı yapısına ihtiyacımız

hatırlatır ve böylece, bir organiz­

konferansta,

V e n e d i k 't e k i

var; genişletilmiş b i r tür Darwin­

manın görünürde "uyum sağla­

ciliğe. Ama bu dediğim, son 40

maya yönelik" olan öze l l i klerinin,

yıldır ortodoks kuramımız haline

aslında daha temel yapısal so­

gelen i n d i rgemeci versiyondan

runların yan ü rünleri old u ğ u n u

epey farklı bir şey. Darwin'in ana

vurgular: Katedral kubbesin i n

mantığında geçersizleşen hiçbir

üzerine i n şa e d i l d i ğ i kemerler

şey yok. Ama onun kuramı, özgü n

arasında, mozaiklerle doldurul­

hatları boyunca dönüştü ve ç o k

muş boşluklar bulu nmaktadır ve

daha fark l ı , ç o k d a h a zengin, do­

i l k bakışta, b u nların " p l a n l a n m ı ş "

ğayı k a v r a y ı ş ı m ı z d a k ı l a v u z l u k

o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e b i l i r. Oysa bu

yapmak için ç o k d a h a elverişli bir

mozaiklerin tek amacı, "boşlukla­

şey haline geldi."

rı doldurmak" ve bu arada, sa­

Stephen Jay Gould, bir diğer i lerici bilimci, Richard Lewontin

natsal ve dinsel kaygılarla uyum­ l u ol maya ç a l ışmaktır.

ile birlikte, "doğal seçimin. tek

Dolayısıyla, bir organizmanın

önemli evrim mekanizması oldu­

pek çok özelliği (fenotipi) de, böy­

ğu" yönündeki "ultra-darwin c i "

le ortaya çıkmış olabilir, bazıları

f i k r i de reddeder. O n l a r a g ö r e o r ­

ise, yine Gould'un terim iyle, " i s­

ganizmaların

ö ze l l i ğ i ,

tisnai adaptasy o n l a r " d ı r; E l i z a ­

adaptasyon avantaj ı n ı n değil, ya­

beth V r b a i l e birlikte üretilen b u

birçok

pısal s ı n ı rlamaların s o n u c u d u r.

ifade, "bir kapsamda ortaya ç ı ­

Bu iddiasını, ö l ü m ü nden önce ya­

k a n , ama s o nuçta f a r k l ı b i r k u l l a ­

yınladığı son ve en önemli eseri

nım a l a n ı kazanan özel likler"i ta­

olan 1 500 sayfa l ı k "Evrim Kura­

rif eder. Günümüz kuşlarının sü­

mının Yapısı"nda derinlemesine

rüngen atalarında, ısı düzenleyici

savunur.

olarak ortaya çıkan tüyler buna

EVRiMDE RASTLANTI VE ZORUNLULUK Gould, evri min daima " iyiye

iyi bir örnektir. Oysa klasik evrim­ cilere göre, organizmanın her bir özelliği, Darw i n ' i n "doğanın sü­ rekli araştırması" ile bilenmiştir.

doğru" i lerlemediğini, daha doğ­

" Evrim Kuramının Yapısı"nda

rusu özellikle böyle b i r amaç güt­

evrim i n mükemmel olmadığı, tam

mediğini ilginç bir örnekle açık-

aksine yapısal s ı nırlamalarla ma-

l u l olduğu, bütün fenotipik özel­

Darwi n'in kendi sinin de, bu

l i klerin temelinde adaptasyonun

"mantık s i l s i lesi"ne yol açacak

b u l unmadığı, ama "istisnai adap­

birtakım temel hatalar yaptığını

tasyonlar" hatta tesadüflerin yer

söylemek

tuttuğu öne sürülür. Bu noktada,

hi kmetinden s u a l ol unmadığına"

gerekiyor.

" Ev r i m i n

tesadüfün yanı sıra "zorunlulu­

dair örtük bir inanç, ö z e l l i kle

ğa" verilen önemde de, Engels'in

"Seksüel Seçme"nin, insan toplu­

i zlerini bulmak mümkündür. Ör­

luklarının gel işimini değerlendi­

neğin, di nozorları yok ettiği düşü­

ren bölümlerinde belirgindir.

nülen göktaşı çarpması, memeli­

Gould i se. mesela, dört-ayaklı

ler ve nihayet insanlar için gere­

oluşumuzu çok basit b i r nedene

ken yaşam alanını ortaya çı kar­

bağl ıyor: "Çünkü memeli ler, dört

m ı ştır.

yüzgeçli balıklardan evrimleşti.

Gould; "Tarihin kasetini geri­

Bununla idare etmek zorunday­

ye sarın ve kendi bildiği gibi yeni­

dık ve iyi bir i ş çıkardık." Çenede

den çalmasına i z i n verin; çok bü­

de durum aynı; o, Homo sapi­

yük olasılıkla, aynı türlerin evrim­

ens'in geri çekilen çenesindeki iki

leşmediğini göreceğiz" der. Tesa­

büyüme alanı arasındaki etkileşi­

düf çok önemlidir ve evrimde iç­

min tesadüfi bir sonucundan iba­

kin b i r ilerlemeci yön yoktur; ev­

ret (üst çene, a lt çeneden daha

rim ne mükemmeli. ne karmaşıklı­

çok gerilemiştir). insan kurban

ğı, ne de zekayı a rar.

edilmesi ise farklı b i r konu, muh­

Oysa klasik Darwinizm, evri­

temelen bir dizi kültürel sebebe

min "sürekli iyiye doğru ilerledi­

dayanıyor. Ama herhalde, "ete ih­

ği" i nancına sahiptir. M emelilerin

tiyaç duymak", pek ihtimal dahi­

neden dört ayağı var? Ç ünkü "yü­

linde değil.

rümek için en verimli sayı budur." N e d e n i ns a n l ar ı n ç e n e s i var?

ORTA L A M A LA RA

"Yemek veya konuşmayı kolay­

M EY D A N OKUDU

laştırmak için." Neden bazı kül­

Ardında onlarca cilt eser bıra­

türlerde i nsan kurban edilmiştir?

kan Stephen Jay Gould, öldüğün­

" Protein sıkıntısını telafi etmek

de sadece 60 yaşındaydı. 30 ya­

için." Açıklamalar, giderek traj i ­

şında ortaya attığı "kesmeli den­

k o m i k b i r hale gelerek devam

ge"yi geliştirmek için b i r otuz yıl

eder. Voltaire'in dediği gibi: "Ne­

daha çalıştı.

den burnumuz var? Gözlüklerimi­ zi yerinde tutmak için!"

Kanser olduğunu öğrendiğin­ de, yıl 1982'ydi. Onu kanser ya-

61

62

pan i se, m u htemelen Harvard 1ın

sonuma sakince ve kendi tarzım­

bodrum katında asbeste maruz

da giderim. Ama ben aslında, ölü­

kalmasıydı. Yakalandığı k a n s e r

m ü n en büyük düşman olduğunu

t ü r ü , çok nadir g ö r ü l e n bir m i d e

söyleyen s a v a ş ç ı bakış a ç ı s ı n ı

kanseri olan "mezotelyoma" idi.

yeğlemekteyim. l ş ı ğ ı n ö l ü p gitme­

Kütüphaneye koşup hasta l ı k hak­

sine öfkeyle karşı koymakta hiç­

kında bilgi edindiğinde öğrendi ki,

b i r sakınca görmüyorum."

istatistiklere göre, bu hastalığa

ışığın ölüp gitmesine, tam 20

yakalananlar, "matemati ksel or­

yıl boyunca öfkeyle karşı koydu.

talama olarak" 8 ay yaşıyordu.

Bu dönem i ç i ndeki olağanüstü

Ama Gould kendini bu istatis­

üretkenliğini "günde üç saat uyu­

tiklere dahil etmedi. Kendi ifade­

masına" bağlayanlara, muzi pçe

siyle; sağlık sigortası çok iyiydi,

" Hayır, günde dört-beş saat uyu­

en iyi doktorlara emanet olacaktı,

mam gerek" diyordu. Son nefesini

deneysel tedavilerden faydalana­

verdiğinde, ustası Darwin1den son­

bilecekti ve i yimser bir adamdı.

ra pek az bilimciye nasip olmuş o

Bu h i kayeyi , " Mesaj, Ortalama

ünvanı hak etmişti: Stephen Jay

Değ i l " m a k a l e s i n d e a n l a t ı r ve

Gould, 1941-2002. Doğabilimci.

" Matematiksel ortalama, aritme­ tik ortalama değildir" der: "Bana soracak olursanız, ölümü kabul­ lenmeyi esaslı bir soyluluk olarak görmek b i raz fazla moda oldu. Elbette, sevmenin ve ölmenin zamanı var, bunu biliyorum. Te­ nimde umut bittiğinde, u marım k i

KAYNAKLAR Stephen Jay Gould, 22 Mayıs 2002, The Gu­ ardian Darwin Gelenegini Kırmak, 20 Kasım 1 983, New York Times Zamanın Elendisi. 14 Nisan 2002. The Ob ­ server Halkın Bilimcisi, 7 Haziran 2002, Socialist Worker Büyük Savasçıya Elveda. Jeffrey St. Clair, Counterpunchq

ID 63

STEP H E N

JAY GOULD

GÜN BUGÜNDÜR Güzelim bir sabaha böyle mü­

Bu da demek oluyor ki, k i ş i ya­

dahale ettiğim için özür d ilerim,

rat ı l ı ş tarihini saptayabi l i rse, kı­

ama pek de hoş olmayan bir ha­

yamet tarihini de kesin olarak bi­

berim var:

lecektir; dünyanın başlangıcından

D ü nya b u g ü n sona e recek.

tam 6000 yıl sonra. 17. yüzyıl bo­

Hem de saat tam 12'de. Bu habe­

yunca Avrupa bilimini kasıp kavu­

ri; en büyük Batı l ı b i l gi nlerin bir

ran kronoloji çılgınlığı, bu mi len­

zamanlar toz kondu rmad ığı bir

yum k u ramından doğmuştu. B i r

yöntemle o l u şturulan. en ünlü ve

dizi d i n savaşı, p e k çok bil geyi,

geniş kabul gören kronoloj iye da­

dünyanın sonunun gel mekte ol­

yandırıyorum.

d u ğ u na inand ı rmış d u r umdaydı.

K i l ise'nin ilk babalarından (ör­

l n c i l 'de

yazılanı

gerçek

kabul

neğin, dördüncü yüzyılda Lactan­

eden v e b u radan patri klerin yaşı­

tius) 18. yüzyılın başlangıcınaü.

nı ve kralların hükümranlığını he­

modern jeolojinin o rtaya çıkışına

saplayan (arada, İ n c i l 'in anlatı­

dek kabul gören bu standart he­

mında kayıp olan yüzyılları dol­

saba göre, dü nya tam 6000 yıl

durmak için başkalarının kronolo­

dayanacaktı. Tanrı, bütün yaratı­

jilerini de k ullandılar) bu bilginler,

m ı n ı sadece altı gün içinde ta­

yaratılış anını saptamaya çalış­

mamladı, l ncil 'deki bazı pasajlara

mıştı.

göre de, "Tan rı'nın nezdinde bir

1650'de Başpiskopos James

g ü n bin yıldır" ( i l Peter, 3:8). B u

U s sher

6000 yılın tamamlanması, kıya­

yöntem, en popüleriydi. K r a l Ja­

tarafından

g e l i şt i r i l e n

m e t i u y a n d ı racak ve a rdından

mes lncili'nin bütün baskılarına

gerçek M ilenyum gelecektir; yani

alınması ile yayılan yöntem, yara­

lsa'nın yeniden doğuşu ve bin yıl­

t ı l ı ş anını M i l attan önce 23 Ekim

lık hü kmü. Ki bu da, Tanrı 'nın din­

4004, öğlen saat 12 olarak saptı­

lenme günü olan yedinci güne

yordu.

d e n k düşer (Revelation, 20).

Ussher, bu anın, isa'nın doğu-

Ceviren: Taylan Bilgiç

64

mundan tam 4000 yıl önce oldu-

b e l i r l er!ıen, g ü z g ü n d ö n ü m ü n ü

ğ u n u hesaplamıştı. Ancak MÖ-MS

kastediyordu. Öyleyse, Gregor-

zaman sisteminin mucidi olan 6.

yen takvime göre sonumuz geçen

yüzyıl keşişi Dionysus E x i g u u s

ay, gü ndönümünde gelmiştir. Ve

(Cüce Dennis), i sa'nın doğumunu

evet, dünyanın aslında 4.5 milyar

hesaplarken küçük bir hata yap­

yaşında olduğunu da biliyorum.

mıştı. Kanıtlara göre, Herod'un

B i r paleontolog olarak, bu tip şey­

ölümü. en geç M.Ö. 4 yılında. Eğer

ler için bana para bile ödeniyor.

lsa ile Herod'un yaşamları üst üste

Yine de, neden risk alalım ki?

biniyorsa (her lncilci bunu kabul

Siz bu satırları okurken ben Ja­

etmek durumundadır), lsa, M.Ö. 4

ponya yolunda olacağım. Şansım

yılında doğmuştu (Bu ifade biraz

ve havayolu programları iyi g ider­

kendiyle çelişiyor ama, neyse). Öy­

se, sabah saatlerinde uluslararası

leyse, yaradılış tarihi dört yıl geri­

saat hattını geçecek ve 23 Ekim

ye alınmalıdır; M.Ö. 4004'e.

günü saat 12'de ortadan kaybolu­

Tahsis edilen 6000 yılın, 23

verecek. bir anda 24 Ekim'e taşa­

Ekim 1996'da sona ermiş olacağı

cağım. Ama acaba. böyle bir hile­

düşünülebilir. Bu tarihe dek, Yan­

nin ardından beni geri alırlar mı?

kee'lerin l igdeki mucizevi zaferi­

Veya, nereye geri alacaklar?

nin dışında kayda değer bir olay

Ben en iyisi inancımı, bütün bu

yaşanmadı (gerçi bu zafer bu se­

meselenin tarihi boyunca görülen

zon tekrarlanmayacak gi bi).

ampirik

tutarlılığa

yatırayor:

Ama Küçük Dennis, bir hata

Kıyamet tahminleri, asla tutmaz!

daha yapmıştı. Gerçi bu seferki

Yani, eğer Japonya'ya sağ salim

onun hatası deği ldi, çünkü Batı

ulaşırsam, beklenen kıyametin bir

aritmetiği, henüz sıfır kavramını

kez daha ertelendi ğ i n i a n l a m ı ş

geliştirememişti. Dennis, modern

olacağım. Çağların b i r i c i k ortak

zamanı 1 Ocak 1 olarak başlattı. 1

yanı, yani kıyamet tahminlerinin

Ocak O olarak değil. Demek ki

tutmaması

Ussher'in 6000 yılı, bugün sona

yinelenecek. Böylece ruhları mız,

erecek: 23 Ekim 1997, saat 12. Haykırıp edenler

sızlananlar,

ç ı ka c a ğ ı n ı

itiraz

b i l i yo r u m.

Evet, Ussher eski Julian takvimini

kez

d a ha

bilinebilir bir dünya düzeninden duyulan tatmi n l e rahatlayacak: Tanrı cennetinde olmalı, d ünyada da her şey yolunda ...

kullanıyordu ve hatalı kronoloji­ sindeki o uzak tarihi, 23 Ekim'i

bir

!New York Timesl

23 Ekim 1 997