Bilim (Evrensel Kültür dergisinin eki), Sayı 4, Güz 2002

Citation preview

C

NDEK

LER

MAURICE CORNFORTH MANTIKSAL ATOMCULUGUN ELESTİRİSİ 2 LADISLAUS RUDAS "MADDE YOK OLDU" 12 MAURICE CORNFORTH WITTGENSTEIN'IN FELSEFESİ 42

mm

Üc

ayda

bir

çıkar.

Doga Basın Yayın

Evrensel

Lıd. Sır

Kullür

Dergısi

Ekim

adına Sahibi: Songül Özkan



2002

sayı

130'un

ekidır.

Yazıişlerı Muduru: Nuray Sancar

Grafik Tasarım: Savaş Çekiç • Yonelım Yerı: Tarlabaşı Bulvarı Kamer Hatun Mah. Alha­ . ıun Sk . Na: 27/4 Beyoglu / lslanbul •Tel: 0212 361 09 07 lpbxl Faks: 0212 361 09 04 www.evrenselbasim.com



evrenselbilimfaevrenselbasim.com Baskı: San Ofset

2

M A URICE CORNFORTH

MANTIKSAL ATOMCULUÖUN ELEŞTİRİSİ Maurice Cornforth"un 1955"te yayınlanan ··science versus ldealism. in defence of philosophy against positivism and pragmatism" !Pozitivizm ve Pragmatizme Karşı Felsefenin Savunusunda, İdealizme karşı Bilimi adlı kitabının "Mantıksal Analiz ve Mantıksal Pozitivizm·· adlı ikinci kısmında yer alan ··Mantıksal Atomculuk" adlı 8. bölümünden alınmıştır

Mant ı ksal atomc u l u k teorisi n ­

yılan temel önermelere dayan­

ya pıl a n itirazlar üç baş l ı k a l t ı n­

d ı ğ ı n d a n , o n l a rın doğru ya da

da özetle nebi l i r. 1. Tam olarak

y a n l ı ş o l m a l a r ı d a tümüyle bu

ispatlanmamış, metaf i z i k varsa­

temel önermenin doğru ya d a

y ı m l ara daya n ı r. 2. Gerçek dün­

y a n l ı ş ol masına bağ l ıd ı r . M a n ­

y a m ı z ı n gerçek bilgisiyle örtüş­

t ı ksal atomc u l u k buradan. biçi­

mekte tamamen başa r ı s ı zd ı r. 3.

mi ne o l u rsa o l sun, herhangi bir

ö n e r m e lerin b i ç i m l e r i y l e i l g i l i

önermenin doğru olup olmama­

mantıksal şemaları dayanaktan

s ı n ı n , onun t e m e l öne r m e l e r

yoksu n d u r ve sübjektif idealiz­

ş e k l i n d e t an ı m l anabi l i r k e s i n

me "mant ı ksal" bir görünüş ka­

a t o m i k o l g u lara dayanıp dayan­

z a n d ı r m a ktan başka bir amaca

mamasına bağ l ı olduğu sonucu­

hizmet etmez.

nu ç ı ka rır. Sonuç olarak d a dün­

Mantıksal atomculuQun çı­

ya veya dünyaya d a i r herhangi

kış noktası, temel önerme kav­

bir şeyle i l g i l i bütün bir gerçe­

ramı ve temel önermelerde ifa­

ğ in birta k ı m temel önermelerle

desini bulan atomik olgulardır.

teorik olarak ifade e d i l ebileceği,

1.

Çeviren: Yeliz Demirci

m i k olguları tanı m l a d ı ğ ı varsa­

de ya n l ı ş o l a n ned i r? Bu teoriye

Diğer bütün önermeler, ato-

bu yapı l d ı ğ ında d a başka h içbir

önermenin (gerçekl i k fonksiyon-

çektir", "Bu bir taşt ı r", "Bu bir

l a r ı veya gene l l e m el e r in) bu ger­

adamd ı r". Böy l e önermeler, "s,

çeğe katkıda b u l unamayacağı so­

p ' d i r" şekl inde kesin olarak basit

nucunu çıkarır.

biçi mlerd e ifade e d i l mi ştir; ne var

Yani mant ı ksal ato m c u l u k dün­

ki, bunlar asla temel öne rmeler

ya ile i l g i l i bütün bir gerçek l i ğ in,

d e ğ i l d ir. Çünkü atomi k olguları

temel önermelerle ifade edi lebi­

kesin o l a ra k ifade etmezler; man­

leceği varsayım ına dayanır. Eğer

t ı k s a l olarak herhartg.i bir başka

bu gerçekten böyleyse, d ünyayı

önermeden bağımsız d e ğ i l d i rler.

ya da en a z ından ona d a i r bazı

Çünkü, çiçek, taş ve a d a m g ibi

şeyleri temel önermeler şeklinde

şeyler ve onların kırmızı, ağır ve

ifade etmek için müsaadenizle işe

şişman olmak g ibi nitelikleri, te­

koy u l a l ı m ; ancak bu arada temel

mel ve ayrıştırılamaz şeyler ve ni­

önermelerin, a) başka herhang i

telikler değild i r; bu tür şeyleri ve

bir önermeden mant ı ks a l olarak

onların niteliklerini içeren böyle

bağ ı m s ı z olduğ unu ve b) atomik

o l g ular ve bu o l g u ları ifade eden

bir o lgunun ifadesi olduğ unu da

önermeler, mantıksal kesin l i k ba­

hatırımızda t u t a l ı m . Bu g i r i ş i m i ­

kı mından ne atomiktir ne de te­

mizde başa rıya u laşabi l i r m i yiz?

mel.

Yanıt o l u m s u z d u r.

Bu önermeleri, s ı radan a l g ı s a l

H i ç bir zaman temel bir öner­

d üzeydeki ş e y l e r üzerinden d e ğ i l

meye tek bir örnek bile vermeye

de, m a d d i dünyanın e n t e m e l un­

i htiyaç d u y m a d ı k l a r ı için, mant ı k­

surları üzerinden irdelemeye ça­

sal atomcu l u ğ un bugünkü temsil­

lışsak d u r u m daha m ı iyi o l u rd u ?

cilerinden pek bir y a r d ı m alama­

H a y ı r, bu doğrultuda ya p ı l a n b i r

yız. Kendi hesabıma, hem kendi iç

araştırma d a t e m e l önerme pe­

bil incimde, hem de dış d ünyayı

şinde koşan biri için hiç de u m u t

k a v r a d ı ğ ı m bi l inçte, t e m e l b i r

v e r i c i d e ğ i l d i r. M a d d i d ünyanın

önerme bulmak için ç o ğ u zaman

bug üne kadar keşfed i l m i ş en te­

boş yere uğraşmı ş ı m d ı r. Fakat hiç

mel unsu rları, elektron l a r d ı r; fa­

bir zaman bulama d ı m . Görünüşe

kat bunl a ra i l işkin de temel öner­

ba k ı l ı rsa, d iğerleri d e bu konuda

m e l e r form ü l e e d e m e y i z . " B u

benden daha şans l ı d e ğ i l .

elektron" d iyemeyiz ve bu i s m i ,

M a d d i nesnelerle i l g i l i önerme­

belirli, t e m e l v e ayrı ştırıla m a z bir

leri ele a l a l ı m : "Bu çiçek k ı r m ı z ı ­

şey o l a r a k ifade edemeyiz; bunu

d ı r", " B u taş a ğı rdı r", "Bu adam

yapabilsek bile, bu tür bi rimlere,

şi şmand ı r", vs. veya; "Bu bir çi-

temel ve çözüm lenemez nitelikler

3

111 4

ve ilişkiler yükleyemeyiz. M a n t ı k s a l düşünce a k ı m l a r ı n ­ d a n biri, d ü n y a n ı n temel mantık­

Peki acaba, objektif maddi dün­

sal ve metafizik u n s u r l a r ı n ı "şey­

yaya ilişkin değil de kişinin kendi

ler" içerisinde değil, "olaylar" içe­

ha lih a z ı r d a ki deney i m i ne iliş k i n

risinde b u l maya çalıştı. Ancak bu­

temel önermeler formüle etme­

rada da, tek b i r olayın içine d ahil

miz m ü m k ü n m ü dür?

edilecek şeyler tamamen rastlan­



Whitehead'in The Concept of Natu· re ve The Prin· ciples of Natura/ Knowledge adlı kitaplarında açık· ladığı "The Met· hod o f E•tensive Abstraction11•

0

1876, Lewis Car· roll'ın The Hun· ting of the Snark isimli şiirinde bahsettiği mistik, hayali yaratık ç.n.)

da, m a n t ı k s a l t e m e l önermeler olamayacağı sonucu ç ı kmaktadır.

Temel önermelerin

izini s ü r­

tısa l d ı r; yani ne kesin olabilirler

mek, tıpkı S n a r k** avlamaya ben­

ne d e b u olaylara temel n itelikler

ziyor. Genel olarak insanlar, h a li­

ve ili şkiler atfedilebil ir. "Olay l a r ı n

h a z ı r d a k i d e n eyimlerine i l iş kin

m a n t ı ğ ı " i ç i n d e bir a n l a m ifade

önermeler f o r m ü l e etmedikleri

edebilirler, fakat bu atomisti k b i r

için, b u temel önermeleri "insan­

m a n t ı k ola ma z . M a ntıksa l v e m e ­

ların ayak basmadığı b i r yerler­

tafizik olara k t e m e l ve nihai bir

de" a r a m a m ı z g e rekiyor.

şeyler ararken, "olaylar" bazen

"Ben kırmızı bir şey görüyo­

"belirli olaylar"a veya "belirli an­

rum" dediğimi varsaya l ı m . Böyle

lar"a indirgenir; bu yüzden uzam­

bir önerme, mantıksal olarak te­

zaman ilişkisinin toplam sistemi

mel bir önerme olabil i r m i? Ta b ii

içinde her bir belirli ana bağlanan

ki hayır: "kırmızı bir şey", dene­

nihai nitelikleri ve ilişkileri ifade

yim d ü n y a s ı n ı n temel bir u n s u r u

eden, sonsuz sayıda nihai temel

o l a r a k e l e a l ı n s a bile, "ben" terimi

önerme ortaya çıkacaktır. Fakat

ve görme i lişkisi m uhtemelen ni­

çok açık ki, bel i rl i anlar ve belirli

hai, temel ve ayrıştırılamaz ola­

anlard a var olan maddelerin özel­

rak e l e a l ı na m az. H a l ih a z ı rd a ki

likleri, d ünyanın nihai mantıksal­

deneyimle ilgili temel bir önerme,

metafizik unsurları değildir; b u n l a r

" k ı r m ı z ı b u ra d a - şi mdi" gibi bir

yalnızca, titizlikle y a p ı l m ı ş b i r m a ­

ifadede a r a n m a l ı d ı r. Bu rada "kır­

tematiksel a n a l i z süreci yardımıy­

mızı", farkında old u ğ u m temel bir

l a tanımlanabilir.*

Belirli anlarla

nesnen i n , bir rengin yerine k u l la­

ilgili hiçbir temel önermenin for­

nıl ıyor. "Bu rada-ş. i mdi" ise benim

müle edilmesi mümkün değildir.

"görsel a la n"ımda b u l u na n başka

Yani genel olarak ve b u rada n

b i r temel nesnenin yerine. İşte

a n l a ş ı l d ı ğ ı kadarıyla, maddi d ü n ­

sonunda, belki de, t a m olarak te­

y a y a ve maddi nesnelere ilişkin

mel bir önermeye ulaşıyoruz. İşte

hiçbir

sonunda,

ö n e r menin,

m a nt ı ks a l

atom c u l u ğ u n gerektirdiği a n l a m -

b e l ki

de

mantıksal

Snark11 k e n d i i ninde, yani haliha-

z ı rdaki deneyi m i n s ı n ı r l a rı içinde

şim, bu kavra m ı n gerçekd ışı ve

kıstı rıyoruz.

yapay olduğunu kanıtlayan bolca

Fakat biri nin gerçekten "kırmızı

delil sağlayan aptalca tartışmala­

burada-şi mdi" d e d i ğ i ni d ü ş ü n ü n.

ra yol açmıştır. İşte bu yüzden,

B u n u n l a ne anlatmaya çalışıyor

mantı ksa l atomculuğ u n mantık­

olabi l i r? Çok açık ki o, kı rmızı bir

sal mutlaklık anlamında i htiyaç

şey gördü ğ ü n ü a n l at m a ya çalışı­

d uy d uğ u temel önermelerin, g e r­

yordur; ancak a n l at maya çalıştığı

çek d ü ş ü nce s ü reçlerinin çözüm­

şey çok beli rsizdir. V e bu elbette,

lenmesiyle ya da dünyayla ilgili

mantıksal olarak temel bir öner­

gerçek doğruların i fade e d i l i şiyle

me değildir. Y a n i , bu sözü bir

h i ç bir a l a ka s ı yoktur.

m a n t ı ks a l a t o m c u söylemiş ol­

Temel önermeler ve a t o m i k ol­

saydı, a n l a ş ı l a n şeyin "gerçek­

g u l a r, m i t o l ojik yaratıklara dö­

ten" ifade etmeye ç a l ı ş t ı ğ ı şey­

n üşmekte ve böylece, m a n t ı ksal

den farklı o l d u ğ u n u a ç ı k l a m a k zo­

atom c u l u k sistemin i n temeli çök­

runda kalacaktı; o n u n "gerçek­

mekte d i r.

ten" ifade etmeye ç a l ı ş t ı ğ ı şey,

2. Mantı ksal atomcu l u k bir yan­

y a l n ızca onun ha lihazı rdaki dene­

d a teme l i n i , birbiriyle ilişkisiz ato­

yimi içerisinde kaynak gösterilen

mik o l g u l a rdan oluşan hayali bir

n e s ne l e re k a rş ı l ı k g e l d i ğ i n d e n ,

evre n i n tamamen kurgusal gö­

başka bir kişi i ç i n kes i n l i k l e "ula­

r ü n t ü s ü üzerine k u ra r k e n , öte

ş ı l m az" olacaktı. Öyl eyse "ger­

yandan d a gerçek evre n i n öze l l i ğ i

çekten" neyi ifade etmeye çalışı­

o l d u ğ u n u bil d i ğ i m iz şeylere teka­

yordu? Yanıt; h i çbir şeyi. Söyle­

bül etmekte tümüyle başarısız ol­

meye çaba l a d ı ğ ı şey, ifade edile­

m a ktad ı r. Gerçek dünyada şeyler

mez bir şey olacaktı ve sonuç ola­

değişir ve birbi rleriyle bağ l a nt ı l ı ­

rak a s l ı n d a h i çbir şey söylemiyor

d ır. F a k a t mantı ksal atomculuğun

olacaktı. Bu yüzden, t ı p k ı S n a r k

mantığı, değişimi, bir d izi geçici,

gibi, m a ntıksal ola rak t e m e l bir

değişmez ve tamamen d u rağan

önerme de kes i n l ikle ele geçirile­

"olgula ra" daya n d ı rarak;

mez.

ğ ıntıyı

M a n t ı k s a l t e m e l ö n e r m e l erin

iç ba­

i s e b a ğ ı n t ı s ızl ı k o l a r a k

a ç ı k l amaya çalı şıyo r- y a n i şeyle­

peşinde daha fazla koşma n ı n , boş

rin ka rşı l ı k l ı olarak birbirine ba­

bir çaba o l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n üyorum.

ğ ı m l ı l ı ğ ı yerine, atomik olguların

Kimse temel önermelere hiçbir

birb i r i n d e n b a ğ ı m s ı z o l d u ğ u n u

zaman örnek vere m e m i şt i r ve ör­

söylüyor.

nek vermek için y a p ı l a n her giri-

Değişen d ü nyada, bir olay diğer

5

6

b i r olayın içinden çıkmakta, sü­

Aksine, bağlantısız olgular üze­

reçler iç içe geçmekte ve b i r b i r i n i

rine m a n t ı ks a l o l a ra k b a ğ ı m s ı z

değiştirmekted i r. H i ç b i r ş e y birbi­

ö n e r m e l e r şeklinde i fade e d i l e b i ­

r i n d e n yalıtılmış d eğ i l d i r. Her şey,

len b i r gerçe k l i k, bütün bir ger­

diğer şeylerle olan i l i ş k i s i yoluyla

ç e k l i k değ i l d i r ve de o l a maz. En

farklı l a ş m a kta ve değişmektedi r.

basit şekilde ifade edildiğ inde bu,

Dün y a n ı n atomcu bakış açısıyla

şeylerin yüzeysel ve dış i l i ş k i l e r i n i

ortaya çıkan görüntüsü, bütün

i f a d e eden ve b u n l a rı n eleşti rel

b u n l a r l a garip bir karşıt l ı k içeri­

olamayan i l k gözlemiyle elde edi­

sindedir. Bu görüş en katı ifadesi­

len gerçekl i ğ i n bir parçası ya d a

n i , H ume'un "Bütün olaylar tama­

b i r yönüdür. Şeylerin yaln ızca d a ­

m e n b a ğ l a n t ı s ı z ve b i r b i r i n d e n

ha d e r i n b i r a raştırma v e sorgula­

a y r ı g i b i görünüyor. Bir o l a y ı , b i r

mayla keşfed i l eb i l e n iç i lişkilerini

başka o l a y izliyor, f a k a t hiç b i r

ve özle i l g i l i kara kteri s t i k l e r i n i

z a m a n b u n l a r a rasında b i r bağ­

içermez.

lantı göz l e m leyemiyoruz. Bi rleş­

G e rç e k l i ğ i

keşfe d i ş i m i z - d i ğ e r

miş g i bi görünüyor l a r fakat a s l a

b i r deyişle b i l g i miz- her z a m a n i k i

bağ l a n t ı l ı değ i l ler" sözleriyle ifa­

f a r k l ı a ş a m a d a n geçer. İ l k aşama,

de ettiği orij i nal bakış a ç ı s ı n d a

dolaysız gözlem yoluyla ortada

b u l m a ktadır. Dünyadaki süreçle­

olan temel o l g u l a r ı n farkına var­

rin d i n a m i k a k ı ş ı ve b i r b i r l e r i n i n

d ı ğ ı mız, algısal b i l g i aşaması ola­

içine g e ç i ş i , y a p a y b i r biçi mde,

rak da a d l a n d ı r ı la b i l e n , şeylerin

b i r b i r i nden kopuk ve bağ l a n t ı s ı z

ilk gözlem aşamasıdır. Fakat b i l g i ,

a t o m i k olay v e o l g u l a ra bölün­

g ö z l e m l e n e n g e r ç e k l e r i ortaya çı­

müştür ve her b i r i n i n, mantıksal

karan nedenleri, o n l a r ı n altında

o l a ra k b i r b i r i nden bağ ı m s ı z bir

yatan iç b a ğ l a n t ı l a rı ve hareket

önermeyle ifade edilebileceği id­

yasa l a r ı n ı keşfetti ğ i m i z çok daha

d i a e d i l mektedir.

derin, a k ı l c ı veya b i l i msel b i l g i n i n

Bu yüzden, mantıksal atomcu­ l u ğ u n, dünya i l e ilgili bütün ger­

i k i nci aş am a s ı na, b i l i m se l a raştır­ ma yoluyla i l e rler.

çekl i ğ i n , her b i r i atomik b i r olgu­

Bu şekilde, farklı aşamalardan

y u ifade eden ve diğer bütün

yani yüzeysel, a l g ı s a l bilgiden da­

önermelerden m a n t ı k s a l o l a ra k

ha derin akılcı ve b i l i msel b i lg iye

bağımsız o l a n t e m e l önermeler

ilerleyen b u b i l g i ye, daha önce

şeklinde ifade e d i l e b i l d i ğ i n i iddia

Hegel de i ş a ret etmiştir. (Ancak

eden tezi n i n savu n u l ması, t a ma­

Hegel de süreci, yanlış a n l a mış,

men i m ka nsızdır.

pratik b i l i m sel a raştırmadan çok,

teorik spekü lasyon süreci olara k

lerle birlikte d ı ş il işkiler de var

ifade etmişti r.) Bu, M a r x tarafın-

olabi l i r mi? Tabii ki. örneğin, "Bu

dan sık sık v u r g u l a n mıştır. Ve bil­

k ı r m ı z ı d ı r",

g i n i n iki aşaması a ra s ı ndaki fark,

ş u n d a n büyüktür", "Bu ş u n d a n

Mao Zedung tarafı nd a n bilgi te­

ö n c e gerçekleşmiştir" vs. g i b i ifa­

orisi üzerine y a z ı l m ı ş b i r makale­

d e l e r kulla n d ı ğ ı m ı z d a , ş e y l e r i n

de

yaln ızca, d ı ş özellikleri ve i l işkile­

şu

sözlerle

ö z e t l e n m i şt i r:

"Bu yeş i l d i r", "Bu

"Akılcı bilginin algısal bilgiden

riyle ilgili ifadeler k u l l a n m ı ş olu­

farklı olmasının

ruz. Fa kat, "Bu ş u n a b a ğ l ı d ı r",

n e d e n i , a l gı s a l

b i l g i n i n ayrı özell iklerle i l g i lenme­

"Bu ş u n a neden o l u r", "Bu ve şu

sidir . ... şeylerin dış ilişkileriyle;

birbirine zıttır ve iç içe geçmiştir"

oysa a k ı l c ı bilgi bütü n l üğe, şeyle­

vs. g i b i ifadeler ise şeylerin iç iliş­

rin iç ilişkilerine d o ğ r u b ü y ü k

kileriyle ilgili ifadelerdir.

a d ı m l a r a t a r , d ı ş d ü nyan ı n iç çe­

Mantıksal atomcu l u ğ u n bütün

l i ş kilerini izah eder, bu yüzden dış

mantığı, tama men d ı ş ilişkilerin

d ü n yayı bütü n l ü ğ ü içinde, bütün

mantığı olduğundan, b ü t ü n iç iliş­

yönleri arasındaki iç i l işikleri içe­

kileri d ı ş ilişki olarak ifade etme­

risinde kavra ma yeteneğine sa­

ye çal ı ş ı r. Bu d u r u m , "gerçe k l i k

h i ptir. (Mao, On Practice)

fonksiyo n l a r ı " t e o r i s i n e bakt ı ğ ı ­

Bütün b u n l a r, mantıksal atom­

m ı zda çok açık b i r ş e k i l d e görü­

c u l u k teo risi tarafı n d a n yal nızca

nür. Bu mantık, "p ise q ya d a "p

göz ardı edil mekle k a l ma m ı ş, aynı

kapsar q

z a m a nda d a redded i l miştir. Bu

ortaya koyar. Bir kapsa m ı veya

"

"

biçiminde önermeler

yüzden bu teori, mantıksal çö­

bir şeyin diğer bir şeyin koşulları­

z ü m leme kavra m ı n d a n hareketle,

n ı oluşturduğu b i r ilişkiyi ifade

şeyler arasında iç i lişkiler oldu ğ u­

eden bir önerme, yalnızca birleş­

n u ya d a ola bilece ğ i n i açı kça red­

meyi ifade eden bir önermeyle ta­

dederken, yal nızca dış i li ş k i l e r i n

mamen eşit t u t u l m u ştur.

var o l d u ğ u n u ve o l a bi leceği n i i d ­ d i a eder.

*

B i r iç i l işki, şeylerin n i te l iğ i n i n b u i l i ş kiye g i rmeleriyle k e s i n o l a ­ r a k b e l i r l e n d i ğ i ve d e ğ i şt i k l e r i t ü rden

bir i l işkidir. D i ğ e r taraf­

tan, dış i l işki, i l işkiye giren şeyle­

7

örneğin b i r çocuğa, "Elini ateşe koyarsan, canın yanar" dediğimi­ zi va rsayal ım. M a n t ı ksal atomcu­ luğa g ö re, b u n u nla a n l a t ı l m a k is­ tenen a s l ı nda ş u d u r: " H em e l i n i ateşe koyd u ğ u n, hem d e acı h i s ­

rin niteliğinde değişiklik yaratma­

setmed i ğ i n bir d u r u m yoktur." N i ­

y a n bir i l işkid ir. O halde, iç i l işki-

tekim bütün ifade ett i ğ i ş e y , yal-



örneOin

bkz. G.

E: Moore, Phi­ losophicaı Studies. 9. Bölüm, "Ex· ternaı and ın­ ternal Relati­ ons")

8

nızca bir d ı ş i l işki d u r u m u d u r. Fa-

mesine karşı ç ı kan b i r mant ı k te-

kat, a s l ında tam tersine, bir iç i l i ş­

o r i s i d ir.

kiyi ifade etmekted i r. insan el inin

3. Russell ve d i ğ e r mant ı ks a l

öyle b i r d o ğ a s ı v a rd ı r ki , normal

atom c u l a r, kendi mant ı k t ü r l e r i ­

koşu l l a r a ltında, ateşe d o k un­

nin g e l eneksel A risto mant ı ğ ın­

mak kesin l i kle acı verir. Bu ta­

dan sonra öne m l i b i r g e l i ş m e o l ­

m a men bir d ı ş i l i ş k i d e ğ i l , bir iç

d u ğ u i d d i a s ındad ı r l a r. A r i s t o ' d a

i l i ş k i d i r.

b ü t ü n öne r m e l e r in özne-yü k l e m

R u ss e l l , M oore, Wittgenstein

öne r m e l e r i ve bütün ç ı karsama­

ve onla rın takipçileri, h i ç b i r iç

l a r ı n d a k ı y a s l a ilgili o l d u ğ unu,

il işkinin v a r olamayaca ğ ı sonucu­

oysa R u s s e l l 'ın ç ö z ü m l e m e s inin,

na varır, çünkü onların mant ı ğ ı , bütün i ç i l i ş k i l e r i d ı ş i l işki lere in­ d i rger. Oysa, iç i l i ş k i lerin v a r l ı ğ ı a ç ı k s e ç i k ortadad ır, çünkü onları araştırarak keşfeder, keşfimizin doğ r u l u ğ unu da pratikte ispatla­ rız. R u s s e l l 'ın mant ı ğ ı iç i l i ş k i l e rin var o l m a d ı ğ ını kan ı t l a y a m a m ı ş, a m a iç i l i ş k i lerin v a r l ı ğ ı Russe l l ' ın mant ı ğ ının yanl ı ş l ı ğ ını k an ı t l a ­ m ı ştır. İ ç i l i ş k i l e rin keşfi, o l g u l a rın yü­ zeysel b i l g i sinden, esasını o l uş­ t u ran neden l e r l e b i r l i kte o l g u l a ­ r ı n b i r b i r l e r i y l e o l a n i l i ş kisinin a k ı l c ı ve b i l i msel b i l g i sine doğru

öne r m e l e r in ve t ü m d eng e l i m l i ç ı ka r s a m a l a r ı n b i ç i m i i l e i l g i l i çok d a h a etraflı b i r teori sund u ­ ğunu söylerler. Ari sto'nun mant ı ğ ı , öncel i k l e sınıfland ı r m a mant ı ğ ı d ı r . A s l ında b u s ı n ı rl ı l ı k , onun yaşa d ı ğ ı çağ­ d a k i b i l i min g e l i ş m i ş l i k d ü z e y i ile u y u m l u y d u . Bilim hala b ü y ü k ö l ­ çüde

s ı n ı f l and ı r m a

aşama sın­

d a y d ı . Bu yüzden A r i sto, öner­ meleri, önce özel l i k l eri şeylere a y ı ra r a k , sonra d a şeyleri özel­ l i k le rine göre sınıfland ı r a r a k ele a l d ı . R u ss e l l ' ın mant ı k s i s t e m i i s e , d a h a geni ş b i r a l anda öner­ me b i ç i m l eri sunar ki, b u n l a r i l i ş­

b i r i le r le meye i ş a ret eder. Bu

k i l e rin ve önermelerin d e ğ i ş i k

a ş i kard ı r ve bu yüzden, mantık­

b i r l e ş i k b i ç i m l e r inin ifadesini d e

s a l ato m c u l u k teorisi bütün b i l g i ­

i ç e r i r . Bu d a b i l i min A r i sto'dan

y i yüzeyse l , a l g ı s a l b i l g i d ü zeyi­

iki bin yıl sonraki g e l i ş i m d ü ze­

ne ind i rg emeye ç a l ı şan, b i l g inin

y i y l e u y u m l u d u r. B u a n l a m d a

a k ı l c ı ve b i l i m sel d üzeye i l erle-

ş ü p h e s i z , "mode rn" mantı k, eski

Anti k çağın mant ı ğ ına göre d a h a

lan a t o m i k o l g u l arın b i r a raya

i leri b i r a ş a m a y ı t e m s i l etmekte­

toplanması o l a ra k d ü ş ü n ü l mesi

d i r.

gerektiği son u c unu ç ı k a r ı rl a r.

Ne var k i , öne r m enin ve ç ı k a r­

Diğer yandan, Ari sto mant ı ğ ı ­

s a manın çok d a h a ç e ş i t l i b i ç i m ­

n ı n e n b ü y ü k y a r a r ı ve g ü c ü , d ü ­

l erini b i r b i r inden a y ı r m a k konu­

şünceyi gerçeğin b i r yan s ı m a s ı

s unda bir i l e r l e m e sağ lanı rken,

o l a r a k ele a l m as ında y a t a r. M an­

m a nt ı k s a l

ve

t ı k b u nedenle, d ü şünce y a s a l a r ı ­

önem l i yönleri ile i l g i l i h i ç b i r ge­

nın b i l i m iydi ve a k ı l c ı d üşünme­

l i şm e kayded i l m e m i ş , tam tersi­

nin y a s a l a rını- ş e y l e r a r a s ındaki

ne

bir

teorinin

gerileme

diğer

yaşanmıştır.

Aristo mantığında o l a n şeyler,

g e rç e k

b a ğ l a nt ı l a rı

sadakatle

yans ı t a b i l en d üşünceleri iz l e m e k

R u s s e l l 'ın mant ı ğ ında çok daha

y o l u y l a - d üş ü n c e l e r a r a s ın d a k i

kötü bir hale get i r i l m i ş , iyi olan­

mant ı ksal b a ğ l a r ı gösterme ça­

l a r y i t i r i l m i ştir.

b a s ı i ç e r i s ine girdi. Fakat gele­

A r i sto mantığ ının b a ş l ı c a hata­

neksel mant ı ğ ın bu o l u m l u özel l i ­

s ı , d üşünce s ü re ç l erine metafi­

ğ i , mantı k s a l atomcu l u k teo r i s in­

zik b i r k a t ı l ı k y ü k l e m e e ğ i l i m i d i r.

de t a m a men kaybo l m u ş t u r. D ı ş ı ­

Bu e ğ i l i m , Aristo'nun a rd ı l ı o rta­

m ı z d a k i d ünyayla i l g i l i b i l g i l eri

çağ S k o l a s t i k l e r i t a ra f ından d a ­

edinmenin b i r a r a c ı o l a ra k dü­

ha d a i l e ri göt ü r ü l m ü ş t ü r. S k o ­

ş ünce yasa l a r ının b i l i m i n i inşa

l a s t i k m a n t ı k , d ü n y a d a k i her ş e ­

etme ç a b a s ı , bir kenara i t i l m i ş­

y i n , s a b i t b i r sınıfl and ı r m a şema­

t i r. B unun yerine, mant ı k, gerçek

s ı içinde bazı belirli b ö l ü m lere

m a d d i s ü re ç l e r l e veya onl a r ın

uygun hale get i r i l e b i leceğini id­

d ü şünceye yans ı ma s ı y l a h i ç b i r

dia etti. Bu metaf i z i k manzara

i l g i s i o l ma yan öne rm e y le i l g i l i b i ­

alt e d i l e m e m i ş, " m od e rn" man­

ç i m l e rin inşa e d i l m es i t e m e l ine

t ı k ç ı l a r t a r a f ından d a ha d a kuv­

o t u rt u l m uştur. Bu teori, şeyler

vetlend i r i l m i ştir. " Mod ern" man­

a r a s ı n d a k i gerçek i l i ş k i l e r i göz

t ı k ç ı lar, d ünyanın, her biri bazı

ardı ederek, öner m e l e rin b i ç i m­

sa bit ve b e l i r l i ö z e l l i klere s a h i p

leri a rasındaki bağ l ı l ı k- b a ğ ı m sız­

v e y a d i ğ e r ş e y l e r l e b a z ı sabit ve

l ı k, e ş i t l i k-eşit s i z l i k, k a p s a m - k a p ­

b e l i r l i i l i ş k i l e r i çe r is inde olan, sa­

s a m az l ı k ş e k l in d e k i m a n t ı k s a l

b i t ve b e l i r l i şey i ç inde vücut bu-

i l i ş k i leri inşa e tm e k le meşg u l o l -

9

111 10

d u . Böy l e b i r m a n t ı k, b a ğ ı n t ı sız

rerek

ve a ç ı k l a n a maz " o l g u " l a r ı n y a l ­

maktır.

m a n t ı k teoris i n i b u l a n d ı r-

n ızca b i r t o p l a m ı o l d u ğ u n u i l a n

Mantıksal atomculuğun gele­

e t t i ğ i d ı ş dünya m ız d a k i bütün

n e k s e l m a nt ı k üze r i n e k a y d e t t i ­

a k ı l c ı düzen ve bağı o r t a d a n k a l ­

ğini iddia ettiği gelişmeleri red­

d ı r ma k t a d ı r.

d e t m e m iz, yeni l i kl e r öne sürerek

Geleneksel m a n t ı k l a k a r ş ı l a ş t ı ­

a s l ı nd a e s k i y e o l a n b a ğ l ı l ı ğ ı n ı

r ı l d ı ğ ı nd a , m a n t ı k s a l atomc u l u k

maskeleyen m a n t ı k karşısında

k e n d i n i , a n c a k v e sadece sübjek­

m u hafazakar b i r t u t u m a l d ı ğ ı m ız

t i f idealizmin modern t e o r i l e r i ­

a n l a m ı na g e l m ez. M a n t ı kt a , ge­

n i n b i r ü r ü n ü ve a r a c ı o l a ra k o r ­

leneksel m a n t ı ğ ı n dar, m e t a f i z i k

t a y a k o y m a k ta d ı r. Sübjektif ide­

y a k l a ş ı m ı n y e r i n i , kesi n l i k l e y e n i

a l izme göre , d u y u l a r l a e l d e e d i ­

ve d i y a l e k t i k b i r y a k l a ş ı m a l m a l ı ­

l e n v e r i l e r d e n ve "deneyi m " i n

d ı r . A s l ı n d a , m a n t ı k b i l i m i nd e ih­

yalıt ı k " o l g u la r ı n " d a n b a ş k a h i ç ­

tiyaç d u y u l a n i le r l e m e n i n t e me l i ,

b i r ş e y v a r o l a maz. Şeyler ara­

m a n t ı ks a l a t o m c u l a r s a h n e ye

sındaki gerçek ve a k ı l c ı bağ l a n t ı ­

ç ı k ma d a n b i r süre önce, H e g e l

l a r ı içeren o bj e k t i f m a d d i dünya,

tarafından

o rtaya

konmuştu.

tamamen b i r i c a t , m a n t ı ks a l bir

O n l a r ı n H e g e l ' e karşı a l d ı k la r ı t u ­

k u r g u d u r. M a n t ı k s a l a t o m c u l u ­

t u m , t a m a m e n g ö r m ezden gel­

ğ u n m a n t ı ğ ı , bu görüşün

kesin

meye dayalı s ı n ı r t a n ı maz b i r kü­

o l a r a k ifade e d i l me s i i ç i n son de­

çümseme ö r n e ğ i d i r. Bu aynı za­

rece i y i t a s a r l a n m ı ş b i r a r aç t ı r.

manda, yoz l a ş m ı ş ve b i l i m k a r ş ı ­

Berkeley ve H u me z a m a n ı n d a n

t ı b a k ı ş a ç ı l a r ı n ı n d a b i r göste r­

g e l e n ve sübj e k t i f i d e a l i z m i n t e ­

ges i d i r.

o r i l e r i n d e a ç ı kça i f a d e e d i l m e­ yen m a n t ı ğ ı a ç ı ğ a ç ı ka r m a k t a ,

H egel ' i n büyük eseri

,

Mantık

Bilimi (Science of L ogic ) s ı ra s ı y ­

gözler ö n ü n e sermektedir. Böyle

l a " O bj e k t i f M a n t ı k"ve "Sübjek­

y a p a r a k , m a n t ı ğ a müke m m e l b i r

tif Mantık"olarak adlandırdığı iki

ş e k i l d e u y a n b i r teo r i y i , sübj e k t i f

bölüme a y r ı l m ı ş t ı r . İ l k bölüm d e

i d e a l i z m i h a k e t t i ğ i y e r e o t u rt­

i k i a y r ı b ö l ü m e a y r ı l m ı ş t ı r: " V a r­

t u k l a r ı n ı iddia e d i y o r l a r. O y s a

l ı k Ö ğ r e t i s i " ve "Öz

a s ı l o l a ra k y a p t ı k l a r ı , sübj e k t if

H e g e l ' i n m a n t ı ğ ı nd a k i , g e ç i ş i n

i d e a l i z m i n s a f s a ta l a r ı n ı öne sü-

b i r noktadan b i r s o n r a k i n e o l d u-

Ö ğ ret i s i " .

ğu s o n u c u n a v a r dı ğ ı y a pay h a re-

a ş a m a l a rı ile birlikte ele a l ı n m a -

ket tarzıy l a ortaya ç ı k a n - R u s s e l l

s ı gerektiği fikri d i r, böylece ger­

ve a r k a d a ş l a r ı n ı n çoğu z a m a n

çeğ i n bilgis ine çok d a ha i l e ri b i r

yakınmış olduğu- k a r ı ş ı k l ı k ve

düzeyde y a k l a ş ı l a c a kt ı r. H e g e l

b e l i r s i z l i k l e r, H e g e l ' i n y az d ı ğ ı

b u yüzden " S ü bj e k t i f M a n t ı k"ta

h e rşeyde ifadesini b u l a n "obj ek­

m u h a ke m e n i n biçim ve içeriğ i ­

tif idealiz m " i n b e l i rsiz ve yapay

n i n k a rş ı l ı k l ı n a s ı l geliştiğini gös­

s i ste m i n i n bir ü r ü n ü d ü r . Fakat

termeye ç a l ı ş ı rken, " V a r l ı k Öğ­

M a rx d a h a sonra, Hegel'in i de­

retisi"nde şeylerin d ı ş öze l l i kle­

a l ist tuza k l a rı n d a n - objektif i de­

r i n i ve bağ l a r ı n ı , "Öz Ö ğ r e t i ­

a l i s t sistem ve H e g e l 'in b u n u di­

s i "nde

l e g e t i r m e k i ç i n benimsed i ğ i ga­

öze l l i k l er i n i ve iç b a ğ l a n t ı l a r ı n ı

ise şeylerin öze i l i ş k i n

rip dil ve j a r g o n d a n - k u r t u l a rak,

e l e a l ı r. Bu yolla Hegel , d ü ş ü n­

onun bilime katkı sunmasının

c e n i n gerçeğin y a n s ı m a s ı o l d u­

m ü m k ü n o l d u ğ u n u göstermiştir.

ğ u n u ifade eden o l u m l u d ü ş ü n­

B u y a p ı l d ı ğ ı n d a , ş u açı kça görü­

ceyi koruyarak, geleneksel m a n ­

l ü r: H e g e l 'in m a n t ı k a ç ı s ı n d a n

t ı ğ ı n m etafizi k y a k l a ş ı m ı n ı b ü t ü ­

g e t i r d iği e n t e m e l yeni lik, m a n t ı k

nüyle t e r k et miştir.

teo r i s i n i n , d ü ş ü n c e n i n g e l i ş i m

11

12

L A D İ S L A U S RU D A S

.. M ADDE YOK OLDU" Doğa Bilimlerinde Madde Sorunu üzerine

Kaynak: "Unter dem Banner des Marximus - Marksizmin Sanca�ı Altında" Yıl 1929, Sayı 4

Çeviren: Mehmet Çallı

r u n l a r ı n çözümünü -en hafif de­ y i m i y l e- " k e s i n o l m a y a n " so­

Bir yanda Ei nstei n ' ı n Relativi­

n u ç l a r üreten ve doğa b i l i m leri­

te Teorisi, diğer yanda Ruther­

ni m i st isizme dönüştüren ara­

ford ve Niels Bohr' u n Atom Te­

yışlara yön l e n d i recek. Rölativi­

orisi i l e , Planck'ın, fizi ğ i n bütün

te Teo r i s i ' n i n Weyl ve E d d i n g ­

a l a n l a rında s u n d u ğ u ve devrim

t o n t a r a f ı n d a n gelişt i r i l m e s i ,

yaratacak nitelikteki olanakları

Atom Teori s i ' n i n Heisenberg ta­

henüz tümüyle göremediğimiz

r a f ı n d a n d ö nüştürü l m e s i , ka­

Ku a n tu m Teorisi, "kesin" doğa

ramsa r l ı ğ a ve şüphec iliğe götü­

bi l i m i n i a n iden çok sayıda so­

ren spekülasyonlara m a lzeme

r u n l a karşı karşıya getird i ve bu

yapıl ıyor. Bu d u r u m u n , idealist

soru n l a r ı n günümüzde çözül­

sonuçlar çıkarmak üzere "konu­

mesi zor görünüyor. Bu d u ru m ,

sunun uzmanı" f i l ozoflar tara­

bazı d o ğ a b i l i mc i le r i n i n k e n d i

fından k u l l a n ı l ması, doğa b i l i m­

b i l i m a l a nları ndan şüphe d uy­

c i l e r i n i n onlara bu konuda ken­

m a l a r ı n a yol açıyor. S a ğ l ı k l ı bir

di elleriyle m a lzeme s u n d u ğ u

tepki göste r i l memesi, o n l a rı so-

gerçeği kadar ş a ş ı r t ı c ı değil.

·

Asl ında bu da, i l k ba kışta görül­

yor. Böylece burj uvazi, yani onun

düğü kadar şaşırtıcı değil. Öze l l ik­

ideolog ları, mistisizmin ve d inin

l e devrimci dönüşümlerin yaşan­

kuca ğına sürükleniyor. Bu genel

dığı

d u ru m u n

düşünce orta m ı , doğa b i l i m c ileri­

f a r k l ı o l m a s ı beklenemez. Burada

ni de etkiliyor; onların spekülas­

kastett i ğ i m i z sadece ve esas ola­

yonları genel e ğ i l i m i güçlendi r i ­

rak, doğa b i l i m leri a l anında yaşa­

yor v e döngü böylece tamam l anı­

d öne m l e rde b u

nan devri m l e r değil. Daha z iyade,

yor. Şüphec i l iğe yol açan bir ge­

toplu msal a l anda sağ lanan dev­

nel sızlanma ortamı oluşuyor: As­

rimci dönüşümleri kastediyorum.

l ında hiçbir şey gerçekten mev­

Ayrınt ılarına gi rmeden şunu be­

cut d e ğ i l d ir; bütün dünya, kötü

l i rtmekle yetinel i m : Her iki alan­

bi r rüyadan ibaretti r ve ateşi yük­

d a k i dönüşümler aynı anda ger­

selmiş bir hastanın hayal ürünü­

çekleşiyor ve bu eşzaman l ı l ı k, bi­

dür ve bu ateşli hasta da, B E N ' i m .

l i m ler tarihinin d e kanıtladığı g ibi

Geçmişte ka l m ı ş ne kadar karma­

rast l antı deği l . Çünkü, toplumsa/­

şık sistem va rsa, bugün onların

geleneksel düşüncelerin y ı k ı l ma­

bıraktığı yerden yeniden başlan­

s ı , geleneksel bilimsel düşüncele­

mak isteniyor. İşte size bir kaç ör­

ri y ı k m a k için gereksin i m duyulan

nek: Leibniz'in monad ının d i rilişi

cesarete psi koloj i k zemin hazırlar

kutlanıyor. "Uzayın içinde o l ma­

ve bu etkileşim karşılıklı olarak

m asına rağ men uzayı dolduran

birbirini güçlend i r i r. Uzay ve za­

şey"

man, madde ve nedensel l i k, evre­

Sc he lling ile "zaman ve uzay d ı ­

düşünce s i n i

ileri

süren

nin yapısı ve büyüklüğü gibi bü­

şında d u ran elektron" teorisinin

tün geleneksel kavra m l a r, kısaca­

sah ibi Weyl, ölüler d i ya rından çı­

sı, doğa b i l i mlerinin yüzyıllardır

karılıp bugün yeniden d i r i l t i l meye

kul landığı ve sarsılması olanak­

ç a l ı ş ı lıyor. Berkeley bir kez daha,

s ı z m ı ş gibi görünen bütün temel

"çöldeki

kavramlar, bugün adeta yerle bir

göklere ç ı ka r ı l ıyor. Dünyanın dü­

e d i l iyor; onla rın yerini anl a ş ı l maz

şünce m addesinde eriyip yittiğini

ve bel i rsiz kavra m l a r a l ı yor. öte

söyleyen Eddington, yeniden pi­

yandan evrenin yazg ı s ının belir­

yasaya sürülüyor.

s i z olduğuna inanan fizikçiler gibi,

yol

gösterici"

olarak

Burada fizik teorilerine ve bun­

egemenli ğ i sa l lant ı d a o l an burju­

ların doğruluğ una veya yanl ışlığı­

vazi de, nası l sonuçlanacağ ını bi l­

na gi rmeden, ( k a l d ı ki; bu teorile­

mediği felaketlere doğru yol a l ı-

rin çoğunluğu henüz geliştirilme-

13

14

l e r i n i n başlangıç a ş a m a s ı n d a d ı r

da o l d u ğ u g i b i değil, s p e s i f i k tarz-

ve bu yüzden fizikçiler de, bu te­

da yansıtırlar. Ancak biz dünyayı

oriler hakkında o l u m l u bir şeyler

sadece d u y u m l a rı m ı z l a a l g ı laya­

söyleye m e mekted i r ) f i z i k ç i l e r i n

b i l d i ğ i m i z için, bu onu olduğu g i b i ,

ve o n l a r ı n idealist tercü m a n ları­

yani objektif değil, sadece sübjek­

nın bu teorilerden ç ı kardığı felse­

tif a l g ı l a d ı ğ ı m ı z a n l a m ı n a gelir.

fi sonuçları tanıtmak i stiyoruz.

E l bette duyumlarımızla, bu du­ y u m l a r ı n bize aktard ı ğ ı dünyada­

1.

Fizyolojik idealizmin dirilişi

k i d ı ş olaylar arasında n iteliksel

Madde ve matery ali z m e karşı

b i r fark vardır. Ç ı pl a k gözle algıla­

s a l d ı r ı n ı n a ç ı l ı şı n ı , "Fizyoloj i k ide­

d ı ğ ı m ı z ı ş ı k i le, bu ı ş ı ğ ı n denk düş­

a l i z m " y a pıyor. " F izyoloj i k İ de­

tüğü eterdeki e l e ktro m a n y e t i k

a l izm", eski bir t a n ı d ı kt ı r. " S pesi­

titreş i m l e r arasında, e lbette n ite­

f i k duyum enerj i le r i " yasası n ı n

lik farkı vard ı r. Molekü l l e r i n hare­

keşfiyle bağlantı k u ra r v e teme­

ketini havadaki ısı olarak, hava­

l i n d e, d u y u o rg a n l a r ı n ı n , n a s ı l

daki titreşimleri d e ses olarak a l ­

u y a r ı l ı rsa u y a r ı l s ı n , h e r z a m a n

g ı larız ve b u n l a r a ra s ı n d a n i t e l i k

a y n ı spesifik tepkiyi göstereceği

a ç ı s ı n d a n f a r k vard ır. H i ç b i r m a ­

düşüncesi vard ı r. Buna göre ör­

terya l ist, doğan ı n kend i s i n i n de

neğ i n göz s i n i ri ister elektrik, is­

ı ş ı k, ses ve ısıyı algtlayacağını id­

ter basınç, isterse de bir başka

d i a etmeyecektir; onları a l g ı l a ­

a ra ç l a uyarı l s ı n, hep ı ş ı ğa duyarlı­

y a n , sadece d o ğ a n ı n c a n l ı bölüm­

l ı k tepkisini verecektir. F izyolog

leridir.

Johannes Müller tarafından keş­

"Fizyoloj i k İ d e a l i z m " i n en son

fedilmesinden bu yana söz konu­

biçimi, soru n u n bu yönüne sıkı sı­

su yasa n ı n geçerl i l i ğ i giderek ar­

kı sarılarak, bundan şu sonuçları

tan oranda s ı n ı r l a n d ı r ı l m ı ş olsa

ç ı ka rıyor:

da; bu d u ru m , düny a n ı n a l g ı lana­

" ( D u y u orga n l a r ı m ı z ı n a l g ı l a ­

m a z l ı ğ ı n a gerekçe y a p ı l m a s ı n ı n

d ı kl a r ı y l a o n l a r ı n d ı ş u y a r ı c ı l a r ı

önünde engel olarak görül mez.

a rası ndaki) A l ı ş ı l m ı ş i l i ş kiye ör­

Plehanov ve Len i n de bu yasayla

nek o larak; rengin b i l i nen a l g ı l a n ­

i l g i l e n m i ş l e r d i r.

ması ve o n u n b i l i mdeki karş ı l ı ğ ı

Bu

"Fizyolojik

İ d e a l i z m " i n ö n e sürdüğü gerek­

o l a n f a r k l ı e lektroma nyet i k d a l g a

çenin a ğ ı r l ı ğ ı şurada yatar: Eğer

b o y l a r ı göster i l i r. B u r a d a , o l u ş a n

d u y u m l a rımız, dış uyarılara spesi­

manevi d u y u m i l e ona temel o l a n

f i k özell i kleri doğrultusunda tepki

fiziksel kayna k a r a s ı n d a b i r ben­

verebi lecek du r um d a ise, dünyayı

zerl i k söz konusu değ i l d ir. R e n g i n

sembolik karş ı l ı ğ ı n d a n bekleyebi-

etkenler, elektromanyetik dalga-

leceği miz tek şey, (sembolik) bir

l a r- sembollerdir, d i ğ e r b i r deyiş­

sinirin kapısını a ralayabilmek, ya­

le b i l i n c i m izin " d ı ş d ünyaya" izdü­

n i onu harekete geçirebilmek için,

şümleridir.

b i r kapı kolu olma görevini üst­

Modern bir d iyalektik materya­

l e n me s i d i r. F izyolog, s i n i r i n me­

l ist, her i k i gerçeği de kabul ede­

kanizması n ı , beyine kadar izleye­

cek, "fazla sald ırgan bir ma terya­

b i l i r. Ancak o noktada bir boşluk

l izm i" (Ed d i ngton, öne sürdüğü

ortaya çıkar ve bugün hiç ki mse,

gerekçelerini böyle değerlendiri­

bu boşluğu d o l d u r m a k için a d ı m

yor) çürüten değil, onu doğrula­

a t m ı yor. Fizi ksel d ü nyanın etkile­

yan veriler olarak görecekti r.

r i n i n geçtiği yolu, b i l i n c i n kapısı­ na kadar sembolik olarak izleye­

Tartışmaya,

ikinci

noktadan

başlayal ı m:

b i l i yoruz. Bu etk i l e r kapıyı çal ıyor

D ı ş etkenler, yani belli b i r dal­

ve sonra uzaklaşıyor." (A.S.Ed­

gaboyuna sahip elektromanyetik

d ington: Fiziksel D ü n y a n ı n Doğa­

dalgalar,

sı, İ n g i l izce baskı, S. 88 ve 89. Al­

ç a rparak göz s i n i r i n i u y a r ı r. B u

tını ben çizd i m . L . R.) G ö r ü l d ü ğ ü gibi, k a n ı t l a m a ça­

gözü n

ağtabakasına

noktadan itibaren saf fiziksel s ü ­ reç sona erer ve f a r k l ı b i r s ü reç,

b a l a r ı n ı n dayan d ı r ı l d ı ğ ı başlıca iki

yani fizyolojik sü reç b a ş l a r. Bu e l ­

nokta var:

bette b i r sıçramadır, ancak b u ra­

1. Algılarımız ile o n lara kaynak­

d a bir boşluk doğ maz. (Edding­

lık eden dış u y a r ı l a r n i t e l i ksel açı­

ton'un boşluğu bu noktada gör­

d a n fark l ı d ı r.

m e d i ğ i n i ben de b il i yorum. Ancak

2. Bu i k i s i a r a s ı n d a , yaza r ı n

bana göre, sıçrama b u noktada

"kimsenin d o l d u r m a k i ç i n a d ı m

ortaya ç ı kar.) Eğer i l le d e bir boş­

a t m a d ı ğ ı boşluk" o l a r a k t a n ı m la­

luktan söz etmek gerekiyorsa, or­

dığı b i r sıçrama vard ı r.

taya çıkan fizyoloj ik s ü reci n he­

Bu i k i "gerçekten" ç ı k a r ı l a n so­

nüz tü müyle ayd ı n l a t ı l m a m ı ş ol­

nuç i se, solipsizm d i r: Her şey, be­

m a s ı a n l a m ı nda bir bilgi boşlu­

n i m hay a l i m i n , d o l aysız o l a ra k

ğ u ndan söz etmek m ü m k ü ndür.

e m i n o l d uğu m a l g ı l a r ı m ı n ürünü­

Ancak b u , "Fizyoloj i k İ d e a l i st­

d ü r. B u n u n d ı ş ı ndaki h e r şey - ya­

ler"in iddialarının tersine, " ki mse­

ni s i n i rl e r i n kendi l e r i de d a h i l ol­

nin d o l d u rmak i ç i n a d ı m atmadı­

m a k üzere, reng i n k a r ş ı l ı ğ ı , diğer

ğ ı " b i r boşluk deği l d i r. Tersine,

b i r deyişle a l g ı l a ra yol açan d ı ş

duyu organlarını inceleyen fizyo-

• 15

16

loj i , şü phesiz hergün b i raz d a h a

şünce, " m a d d i o l m ayan " d ı r ve

aydın l a t ı l makta olan ve farklı bi­

s ı ç ra m a ,

sadece " ma d d e " i l e

lim d a l l arında henüz çözü leme­

"maddi o l m ayan" a rasında ger­

m i ş d i ğ e r sorunlar g i b i, bu sorunu

çekleşe b i l ir. Ve böylesi b i r sıçra­

çözmek için bıkmadan çalışmak­

mayı d a s ı ç ra m a o l a r a k d e ğ i l ,

t a d ı r. Sıçramanın kend isi, b i r boş­

boşluk, yani aradaki bağlantının

luk değildir. Sıçrama, maddenin

kopa r ı l ması ile ortaya çıkarılmış

farklı biçim lerde ( b i z i m örneği­

uçurum olarak kabul eder. Ona gö­

mizdeki eter ve göz siniri) var

re bu uçurum, ancak ya "maddi ol­

o l a b i l eceğ ini söyleyen doğanın

mayan"ın, yani d üşüncenin, mad­

genel diyalektiğindeki özel bir du­

deye ve onun hareketine indirgen­

rumdur. Bu farklı v a r l ı k biçimleri,

mesi, ya da tersi durumunda, yani

belirli k u r a l l a r bütünlüğüne tabi­

maddenin d üşünce içinde eritile­

d i r ve geçişler diyalektik olarak,

bilmesi d u r u m unda ortadan kalka­

yani sıçrama şeklinde ortaya çı­

caktır. Materyal i stin birinci olasılı­

kar. Burada incelediğimiz d u ru m ­

ğ ı kabullenmesi mümkün değildir.

d a " s ı ç r a m a " hang i anlam a g e l i ­

Çünkü Engels de şöyle der:

yor? E t e r ve sinir, farklı nitelikle­

"Dü şünmeyi e l bette, deneysel

re sahiptir. Ç ünkü a.ynı m a d denin

o l a r a k beyindeki m o l e k ü l e r ve

farklı varl ı k tarzlarını, b i ç i m lerini

ki myasal ha reketlere ' indi rgeye­

ve örgütlenme aşamala rını taşır­

ceğ i z ' . Anc a k bu, d ü ş ünmenin

l a r ve farklı özel l i kler, bu yüzden

özünün t ü m üyle çöz ü l d ü ğ ü anla­

sıçramalı olarak oluşmuştur. Di­

mına gelir m i?" (Diyalektik ve Do­

ğer bir deyişle; sıçrama, lerin i d d i a ettikleri gibi

-

-

idealist­

ğa Bilimi, M arx-Engels Arşivi, C. i l ,

göz sini­

s. 28)

ri ile algılama arasında değil, dış

İ d e a l i st l e r, m a t e ry a l i s t l e rden

uyarıcı (eterdeki titre ş i m ) ile sinir

olana ksız olanı bekleyerek, özü­

arasındadır.

nün "tümüyle çözülmesi m üm kün

Gerçekten de, bütün i d e a l istler gibi fizyoloj i k idealist de, atmos­

olmayan"ı istiyor. Bu talebi yeri­ ne

get i r i l mey ince

de,

"uçu­

fer ile göz siniri a rasında bir sıç­

r u m " d an s ö z ed iyor. " F i z i k s e l

rama, bir boşluk görmez; çünkü

d ünyanın e t k i l e r inin", yani d ı ş

ona göre her ikisi de " madde",

uyarının ve g ö z sinirinin, " b i l incin

"dış etkend i r". Ona göre sıçrama;

kapı sına kadar g e l d i ğ ini, k a p ı y ı

bu ikisi i l e algılama, d ü ş ünce ara­

çaldı ktan sonra d a u z a k l aştığ ını

sında d ı r. Ç ünkü a l g ılama ve dü-

s ö y l ü y o r l a r " d i yerek, materya-

l i s t l e rle aklı s ı r a a l a y e d i y o r .

n a s ı l t a n ı mlayacağ ız? Protonu

" U ç u ru m " d iye ç ı ğ ı rt k a nlı k yapar­

n a s ı l t a n ı m layacağ ız? Y a pabile­

ken, m a t e ry a l i s t l e r k a d a r kafa

ceğimiz tek şey, tamamen c a h i l

yormadan, maddi olanı düşünsel

o l d u ğ u m uzu iti raf etmek ve bu

olana indirgiyor. M a t e r y a l i s t l e r

temel tözlerin sayısını asgariye

k a d a r tereddüt göstermeden, bu

i n d i rgeyerek, g ö r ü n ü şte o n l a r ı

uçurumu kapatt ı ğ ı n ı ileri sü rüyor.

beti m l e yen öze l l iklerle, birbirine

Oysa d u r u m hiç d e öyle değil!

bağlayan i l iş k i leri t a n ı m l a maya

Ç ü n k ü " m a d d i o l a n " ı n d ü ş ü ncede

ç a l ı ş m a k t ı r . " ( D ' A bro;

eriti l mesi, d ü şü n m e n i n maddesel

D ü ş ü n m e n i n Gel i ş i m i , İ n g ilizce

olana " i n d i rgenmesinden" bin kat

Baskı, S. 270)

Bilimsel

d a h a "karmaşık" ve a n l a ş ı l maz­

Maddenin öze l likleri ve i l i ş k i le­

d ı r. K a l d ı ki bu; Engels'in dediği

ri, i d e a l i ste yetmiyor: İdealist ya

g i b i, d ü ş ü ncenin özü n ü açığa çı­

d ü ş ü nc e n i n maddeye i n d i rgen­

karmaya yetmeyecek olsa b i le,

m e s i n i ( b u n u y a p m a m ız d u ru­

h a k l ı bir b i l i msel görevdi r.

m u n d a h a k l ı olarak bize g ü lecek­

İ dealist el bette, bundan daha

tir), ya d a maddenin d ü ş ü nce için­

farklı bir açıklama getirmek isti­

d e eritilmesini (bu d u ru m d a da,

yor. Bir şeyin öze l l i k lerinin, h a re­

sorun sadece onun a ç ı s ı n d a n çö­

ket biçimlerinin, başka şeylerle

zülecektir) istiyo r. K u s u r a bak­

ka rşı l ı klı et k i leşim i n i n ortaya çı­

m a s ı n ama, bu ricas ı n ı yerine ge­

k a r ı l m a s ı n ı yete r l i b u l m u yor. İşin

t i re m eyeceğ iz.

"özü nün" ortaya ç ı k a r ı l m a s ı n ı ta­

o l a r a k bizim açı mızdan, yukarıda

lep ediyor. İ de a l i st yöneli m l i b i r

sırala d ı ğ ı m ız "küçük ayrınt ı l a r ı "

f i z i k ç i olan d ' Abro ş ö y l e d i yor:

b i l mek yete rlid ir:

M at e r y a l i stler

" Ç e k i m kuvvet i n i n , m a d d e n i n

"Bu karş ı l ı k l ı etkileş i m i n b i l g i ­

b i r öze l l i ğ i o l d u ğ u n u ya da, m a d ­

s i nden d a h a g e r i y e g i d e m eyiz;

d e n i n yanı b a ş ı n d a k i uzay-zama­

çünkü daha gerisinde bilinecek

n ı n bir öze l l i ğ i old u ğ u n u söyle­

bir şey yoktur. Maddenin h a reket

m e k le, tat l ı l ığ ı n , şekerin b i r öze l l i ­

b i ç i m l e r i n i teşhis edebi l d i ğ i mizde

ğ i o l d u ğ u n u söylemek aynı şey-

(doğa b i l i m i n i n varol d u ğ u süre

d i r.

moleküllerin,

g ö z önünde tutulduğunda, bu ko-

atomların, elektron l a r ı n , proton­

nuda h e n üz çok eksi ğ i n o l d u ğ u

Maddenin;

l a r ı n ortaya çıkardığı bir madde­

görülecekti r), maddeyi d e teşhis

nin h a l i olduğunu söylersek, buna

edebi l miş oluruz ve bilgi böylece

ne karş ı l ı k verilecek? Elektronu

t a m a m l a n m ı ş o l u r." ( D i y a l e k t i k

17

18

ve Doğa B i l i m i, Marx-Engels Arşi-

ş ı k b i r tarzda karş ı l ı k l ı olarak bir-

vi, C. il, S. 26)

birini etkilemekte.

B u r a d a k i son c ü m l e , e l bette göz s i n i r i n i n araşt ı r ı l m a s ı bağla­

H . Weyl, atom teoris i n i n son d u r u m u n u şöyle a ç ı k l ı yor:

mında da geçerlidir. Göz s i n i r i n i n

"Deneysel gerçekl e r i n ortaya

ve b i r b ü t ü n olarak c a n l ı madde­

çıkardığı ve N i e l s Bohr tara f ı n d a n

n i n öze l l i k l er i n i , u yd u ğ u yasa l a r

pa rlak b i r ş e k i l d e doğrul u ğ u k a ­

b ü t ü n l ü ğ ü n ü henüz ç o k e k s i k ta­

nıtlanan tabloda, güneşin etrafın­

n ıyoruz. Ancak adım adım daha

da dönen gezegenler gibi, artı

iyi tan ıyacağız ve kendimizi k u ş­

yüklü atom ç e k i rdeğ i n i n etrafın­

kucu b i r felsefeni n kucağına bı­

da eksi yüklü elektro n l a r ı n dön­

ra k ma mız, henüz açıklayamadığı­

düğünü görüyoruz. Değişik kim­

mız her şeyi " mevcut deği l " ola­

yasal elementlerin farkı, b u elekt­

rak ilan etmemiz için en küçük bir

ronların sayısındaki farktan kay­

neden b i l e yok.

nakla n ıyor. Elementler doğru sı­

2. A l l a n ı p pullanmış b i r eski: En

ralandığında, elektron say ı s ı n ı n

son b u l u ş l a r o l a ra k b i l i nemezc i l i k

d a i m a b i r arttığı görül üyor. Elekt­ ron u n ya n ı sıra, h id rojen i n çekir­

ve s o l i psizm " Fizyoloj i k

İ d ea l iz m " ,

b i l i ne­

d e ğ i n i n , yani proto n u n , tek temel

mezci l i k ve ş ü p h e l i c i ğ i n vaaz e d i l ­

yapıtaşı o l d u ğ u görül üyor. B i r x

d i ğ i biçi mlerden b iri s i d ir. A n c a k

parçacığ ı n ı n ( H e l y u m çekirdeği)

fizi kte yaşanan s o n d e v r i m , el bet­

bölünmesi gibi radyoaktif olaylar­

te fizyoloj i n i n eski m i ş teorisinden

da, elementin ken d i l i ğ i nden, iki

d a h a g e n i ş b i r temel s u n u yor. An­

sayı daha düşük atom n u marası­

cak b u rada d a d ikkati çeken, b i r

na sahip başka b i r e l emente geçiş

tek yeni gerekçe n i n bile getiril­

yaptığını görüyoruz. Ruthe rford,

m e m i ş o l m a s ı d ı r. B u rada d a kar­

yeryüzü koşullarında daya n ı k l ı l ığ ı

şımıza ç ı karılan, eskin i n a l l a n ı p

aza l a n radyoaktif maddelerden

p u l lanarak s u n u l m u ş h a l i d ir.

daha d ü ş ü k b i r atom n u ma r a s ı n a

B i l i n d i ğ i gibi modern atom te­

sa h i p azot g i b i elementleri, a l fa

orisi, uzun süre bölünemez ve

p a rça c ı k l a r ı y l a

maddenin en küçük hali olara k

tabi tutarak, atomu n yapay bö­

bombard ımana

görülen a t o m u , artı ve e k s i elekt­

l ü n me s i n i sağladı Aston, atom çe­

rik y ü k l ü , p r o t o n v e e l e k t r o n

kirdeklerinin kütlesinin, h i d rojen

a d ı ndaki elama nter parçacıklar­

çeki rdeğ i n i n kütlesinin tamsayı­

dan oluşan karmaşık bir sisteme

sal katlarına eşit o l d u ğ u n u ortaya

böldü. Bu parçac ı kl a r, çok karma-

ç ı kardı. Maddi dünyanın sonsuz

sayıdaki ve aynı yapılanma nite-

herhangi bir bilgiye s a h i p olma-

tiklerini taşıyan iki birimden oluş­

m ı z mümkün o l m a y a n b a z ı olay­

ması, evrenin doğasının en temel

lar var. Bir elektronun içinde ya­

ve yanı sıra en derin yorumu ge­

şanan hiçbir olay, d ı ş ı n d a k i böyle­

rek tiren özelliklerindendir. ( H .

s i bir olayla aynı anda mevcut

Weyl, Matematiği n ve Doğabilimi­

olamaz ... İçeride yaşanan ne o l u r­

nin Felsefesi, S. 141)

sa o l s u n, evrenin geri k a l a n bö­

Atom teorisini n bu şekilde kav­

lümleri açısından hiçbir a n l a m ta­

ra n m a s ı , özel l i k l e d e " i ki b i r i m i n "

ş ı m a z ve gerçekte de, d ı şa r ı d a

dünya n ı n en s o n ö z d e ş i k i yapıta­

gerçekleşen olayların yaşa n d ı ğ ı

ş ı olduğu a nlay ı ş ı bugün a r t ı k

'dünya' ile özdeş 'dünya'da değil­

a ş ı l mıştır. A n c a k b u r a d a a çı k la­

dir. Ancak fiziksel dünya, neden­

nan, atom u n y a p ı s ı n a ilişkin var­

sel bağlantı lara sahi ptir ve bir

sayımda, çözüme henüz çok uzak

masal o l a rak k a l m a k istem i yorsa,

olan, işte bu yüzden de aceleci

öyle o l m a k zoru n d a d ı r. Çünkü bu­

sonuçlar ç ı karmaya yol açan zor­

rada ç ı k a r d ı ğ ı m ı z bütün sonuçlar,

l u klar vard ı r. Söz konusu zorluk­

n e d e n se l l i k yasa l ar ı n a d a y a n ı r.

l a r ı sosyal orta m ı n etkileriyle

Bu yüzden, nedens e l l i k i l işkisi n­

a ç ı k l ayabilmek mümkündür.

den yal ı t ı l m ı ş herhangi bi r olayı,

Bu zor l u k l a rd a n bi risi , görünüş­

fiziğe dahil edemeyiz. Nedensel

te elektro n l a r ı n, fiziksel süreçle­

olarak yalıtı l m ı ş herha ngi bir şe­

r i n ne d ı ş a r ı d a n içeriye, ne de ter­

yin o la mayacağ ı n ı iddia etmemiz

si yönde geçişine izin veren, bir

için bir neden yok; ancak ' neden­

a n lam d a k a p a l ı y a p ı l a r oluşturu­

sel o larak y a l ı t ı l m ı ş bu ve ş u olay

yor o l m a l arıdır. Bu kapalı yapılar,

vardır' i d d i a s ı n ı ileri sürebi l me­

hiç bi rşeyi n kaçmasına izin ver­

miz i ç i n de bir neden yok. Fiziksel

meyen hapishane gibid ir. Bu d u ­

dünya, a l g ı l a m a n ı n içeri kleriyle

r u m , bir k e z daha maddenin "or­

nedensel bağ l a n t ı l a r ı o l a n bir

t a d a n yok o l d u ğ u " düşüncesi n i n

dünyad ı r ve bu bağlantılara sahip

i l e ri sürül mesine v e s i l e yapıldı.

olmayan her şey, fiziğin dışında­

Bu gerçeğe tercüm a n l ı k eden, İn­

d ı r. Demek ki; elektro n u n i çerisin­

giliz filozof Betrand R ussell'a ku­

de yaşanan herhangi bir o l a y var­

l a k verelim:

sa, bu olay fizi k dünya s ı n ı n d ı ş ı n­

" R utherford tipi bir elektronu

dadır. Görüldüğü kadarıyla bura­

a l a l ı m . Ona göre, bu elektronun

dan şu sonuç ç ı ka rılabi l i r: Eğer

sadece içinde, ancak h a k k ı n d a

elektron dünyada bir yer tutacak-

19

20

sa; bu ancak ya bir nokta, ya da

yürütül m e m e s i gerektiğ ini söy-

bir kovuk olabi l ir. Ancak buradaki

lerd ik. Çünkü itiraf edeyim ki; iyi

birinci varsayım, fizik açısından

bir burjuva e ğ i t i m i a l mış, a h l a k l ı ,

son derece yetersizdir. İ kinci var­

devr i m c i a l ı şkanl ı k ları o l m ayan

s a y ı m ın ise, akılcı bir yorumu

bir elektronun, (burada söz konu­

mümkün gibi görülmü yor. Rut­

su olan, sadece fizik yasaları da

herford tipi elektron, nas ı l yo­

olsa) yasalar karşı sında saygıda

r u m l anırsa yor u m lansın, sorunl u

kusur etmemesi i çin hangi davra­

o l m a ktan kurt u l a m ı yor.

n ı şlardan kaçınması gerektiğini

Buna karş ı l ık, Heisenberg'in ile­

b i lm iyoruz. Anca k Russell bize,

ri sürdüğü e lektron, bu zorlu k l arı

soruna a ç ı k l ı k getiren iki ayrı ola­

a ş m a m ız için yol gösteriyor. Bu

s ı l ı k sunuyor: Elekron ya bir nok­

elektron, belirli bir mekanda d e ğ i l

tadır, ya d a bir boşluk. Eğer bir

ve içinde hiçbir olay yaşanmıyor

boşluksa, e l b ette elektronun içe­

(!). Bu elektron esas olarak, eski

risinde bir olay yaşanması müm­

elektron anlayışına göre bulundu­

kün d e ğ i ld ir. Çünkü söz konusu

ğ unu düşündüğümüz m e kanda

olan "boş" uzayd ır. Uzaydaki boş­

değil, far k l ı bir mekanda gözlene­

luk da, tırna k içine a lınmış b i l e ol­

b ilen ı ş ı n ı m olaylarının toplamı­

sa, bir etkide bu l unamaz. Ancak,

d ır. Böylece elektron, belirli bir

boş uzay düşüncesinin, "bir an­

a landa ki olayları tanımlayan bir

l a m taşıması mümkün görünme­

tek yasaya indirgenmiştir. Bu an­

yen bir şey" o l d u ğ unu söyleyen

layışa göre elektronun ne bir nok­

Russell'a tamamen kat ı l m a k ge­

ta o l d u ğ unu, ne bir a lanı d o l d ur­

reki yor. Anc a k

d uğunu ne de bir kovu k o l d u ğ unu

hakkının biz materya l istlerde sak­

söyleyebi l iriz. Bu anlayışa göre

l ı o l d u ğ unu eklemek zorundayım.

madde, "boş" uzaydaki süreçlerle

Materya list, bir " d e l i k"ten, yani

bunu

söyleme

ilgili yasalardan ibarettir." (Bert­

boşlu ktan i b aret olan, maddenin

rand Russell, " M a ddenin Fel sefe­

b u l unm a d ı ğ ı bir u z a y ı düşüne­

si", [Analysis of M atter), A lman­

mez. M u t l a k boşluk, boş sözden

c a ' ya çeviren: Kurt Gre l l ing, 1929,

i barettir, h i ç b ir gerçekliğe denk

s. 340-342)

düşmeyen bir soyut l a m a d ır. An­

yok

c a k b e l i rti l d i ğ i g i b i bu anlayış,

edildiğine dair t i p i k bir örnekle

madde o l m adan etkilemenin o l ­

B u r a d a , m a d d enin n a s ı l

karşı karşıyayız. E s kiden hep, bir

mayacağını düşünen matery a l i s­

e l e ktronun

yol

te aittir. Oysa R u ssell 'in uzayda

açan nedenler hakkında tah min

bir boş l u k ola mayacağına inandı-

d a vran ı ş larına

ğ ından şüphe etmek gerekiyor.

ye m i ; yoksa maddeye değil mi?

Çünkü onun önerisi, böylesi bir

Yoksa "saf enerji" mi? Bu d u rum­

boşluktan başka bir anlam taşı­

da, önümüze başka bir "faal" de­

m a makta d ı r. Elekt ronu, " 'boş'

lik ç ı kıyor. Bu enerji m ad deye

uzaydaki olayları d üzenleyen ya­

bağlı ise, öyleyse elektronun ken­

salar" olarak görme önerisi ken­

d isi neden madde ola maz? Neden

disine aittir. Boş sözcüğünü t ı r­

tam d a elektron, bir kavra m a dö­

nak içine a l m a kla, uzay boş olmu­

nüştü r ü l ü p buharlaşt ı r ı l ı yor? An­

yor mu? Ya d a uzayı bir "yasa'',

layan beri gelsin!

yani kavram, düşünce ile doldur­

Russe l l ' in, elektronun davranı­

m a k , onun d o l u o l m a s ı için yeter­

şına i l işkin i leri s ü r d ü ğ ü ikinci

li mi? İlk çelişki işte burada orta­

önerinin, yani elekt ronun bir nok­

ya ç ı kıyor.

ta o l d u ğ u düşüncesinin fiziksel

İ k inci çelişki ise daha öğretici.

açıdan kesinlikle tatmin edici ol­

Ona göre elektron, "uzayın boşlu­

m a d ı ğ ı açıktır. Fiziksel bir nokta­

ğ undaki olayları düzenleyen ya­

nın genişlemesi olanaksızdır, yani

s a l a r" ın ifade s i . Peki bu i d d i a ,

delik için kullanılan başka bir ta­

olayların olmadığı bir b o ş uzay­

nı mdan ibaret olacaktır. Ancak bu,

dan daha mı anl a ş ı l ı r? Tam tersi­

elektronun maddesel niteliğinden

ne; belki zorunlu k a l ını rsa, olayla­

şü phe duymak, "bilmece"yi çöz­

rın o l m a d ı ğ ı b i r uzay boşluğunu

mekten vazgeçmek için yeterli bir

tasavvur etmek m ü m kün olabil i r;

neden m idir? Şimdilik, bugün ve

a m a beş d u y u organını çal ıştı ra­

belki de daha uzun bir süre, elekt­

b ilen hiç kimse, boş uzaydaki bir

ronun davranışını açıklayan yeter­

olayın, ya d a olaylarla dolu bir

l i yanıt bulunmayabilir. Ancak ara­

uzay boşluğunun ne menem bir

maya devam etmeliyiz, gözlemler­

şey o l d u ğ unu anlayamayacaktır.

d e bu lunmak, deneyler yapmak

Ancak Russell'a göre, bu olay­

zorundayız. Belki de elektron için­

ların elekt ronun b u l und uğu yerde

de yaşananları görmememizin ne­

yaşanmad ı ğ ın ı , tersine elektro­

deni, g ö z l e m a r a ç l a r ı m ı z d a ve

nun çevresinde bir ışınım oldu ğ u­

yöntemlerimizde yatıyordur. Tat­

nu unuttum. Pe k i bu ı şı nıma yol

min edici bir yanıt bulacağı m ı zdan

açan ned i r? Elekt ronun çevresin­

kimsenin şüphesi olmasın. Ancak

d e ki

bunu

bölge

neyle

u y a r ı l ı yor?

y a p a bilm e k ,

bir

koşulla

Elektron ta rafından değil mi? Pe­

müm kün: Elektronun maddiliğin­

ki bu ışınım nereye b a ğ l ı? M adde-

den şüphe duymazsak. Maddeyi

21

22

buharlaştırırsak, doğabilimi de bu­

ve yazarın kendisi n i n kitabın baş­

harla ş ı p, uçup gidecektir.

ka bölümlerinde ileri sürdüğü ve

Russe l l 'a göre, elektronun i ç i n ­

ileride a l ı n t ı yapacağı m ız görüşle­

de b i r ş e y l e r olduğu şüph e l i d i r v e

rin tam tersidir. Ancak yazar, en

e ğ e r oluyorsa, evre n i n g e r i kalan

azından b u rada açık ve net konu­

k ı s m ı i ç i n b i r a n l a m ifade etmez.

şuyor: Alan, yani elektronun çev­

Sadece elektronun çevresi faal­

resi, d iğer b i r deyişle olayların ya­

d i r; ola y l a r ise, elektrondan başka

şandığı yer, madde tarafından, ya­

b i r yerde cereyan eder. Fizikçi

ni

elektronun içi nde hiçbir olay ya­ şa n m ı y o r s a y a d a yaşana n l a r,

gibi, aynı maddeyi i n ka r etmek­

"evre n i n geri k a l a n ı " açısı n d a n hiçbir a n l a m i f a d e etmiyorsa, bu

t u m teo r i s i , sizde ş u i z l e n i m i

hiçbir süreç yoksa, elektron "çev­ res i n i n a s ı l u y a r a b i l iyor"? İ ş t e

lann egemenliğinde ortaya çık­

tam da bu yüzden, Wey l ' i n m a d d i

makta olan gerçekleri (bu konuya

çekirdeği b u l u nmayan, ancak faal

ve kuantum teori s i n i n özüne ileri­

olan bir çevre varsayımından ha­

d e d e ğ ineceğ iz. L.R.), saf alan te­

reket eden "saf alan teorisi" saç­

orisi noktası nda d u ra r a k anlama­

m a l ı ktır. Yani aynı zamanda Rus­

nız o l a n a ksızd ı r. Deney i m lerimiz;

sell'in iddiası d a saçmal ıktır.

aşan

bir nedensell i ğ i n b i ç i m i n i

t ü m a ç ı k l ı ğ ıyla göstermektedir.

farklı

ilişkilerle

ba�lantısı olma· yan bir başka et· ken

olmaksızın.

farklı olgular ara­ sındaki ilişkilerde çözülece�ini ifa· de etmek istiyor. Alm a nc a y a çevirenin notu)

nasıl mümkün ol uyor? Eğer içinde

u y a n d ı r ı yor: Esas olarak tamsayı­

a l a n teori s i n i n çizd i ğ i çerçeveyi

herşeyin,

Peki

kat bu Weyl'i, ileride göreceğ i m iz

" M a d d e n i n modern fizi ğ i , k u a n ­

halde

uyarılır.

Weyl ise t a m tersini söylüyor (fa­

ten a l ı koymuyor):

ı Yazar burada, aksi

elektronlarca

Russell de, b u yol c u l u ğ u n son durağ ı n ı n neresi olacağı n ı i y i b i l i ­ yor: Soli psizm.

B u n a göre a l a n kendi başına b ı ra­

" Bugüne kadar 'gerçek' oldu k ­

k ı l d ı ğ ı n d a homojen bir d u rağan­

ları varsa y ı l a n şeyleri, başka şey­

l ı kta kalır ve ancak başka bir ala­

leri ilgi l e n d i ren yasalara dönüş­

ntn, maddenin veya "kıpırdamş

türmem izi sağlayan değişik ola­

ruhu "nun etkisiyle uyanlır. Bilinç­

naklar vardır. Açıkça görülüyor ki;

li da vramşlanmız, daima madde­

bu yönte m i n bir sınırı olmal ıd ı r.

den hareketle olmalıdır. Madde,

Aksi halde dünyadaki her b i r şey,

alam uyaran etkend i r. ( V u rgula­

bir başka şeyin yıkanmışı h a line

ma l a r ı n sonuncusu yaza r ı n kendi­

dönüşecektir. Buradaki açıkla na­

s i ne ,

d iğerleri

bana

a i t t i r.)

( H .Weyl, agy., S. 133) Burada ileri sürülen, Russell'in

bilir tek s ı n ı r i se, fenomen a l izmin ( H u meizm - L.R.) - belki de solip­

sizmin demek daha doğru olacak-

tır getird iği sınırdır. Algılanamaz

vere l i m . Weyl, a ç ı k ve net b i r bi-

olayların varlığını b i r kez kabul et­

çi mde, uyarıcı etke n i n , y a n i doğa­

-

tikten sonra, fiziğ i n i l g i a l a n ı n a gi­

nın faal parça s ı n ı n madde oldu­

ren olay l a r ı n değişik b i ç i m leri ara­

ğ u n u , bu yüzden de b i r saf alan

sında seçi m yapmam ızı gerektire­

t e o ri s i n i n

cek hiçbir a n l a ş ı l ı r neden kal maz."

söylüyordu. Bunu da deneyim lere

( Russell, agy., S 340)

ve maddenin modern fizi ğ i ne, ku­

m ü m kü n

olmadığını

Burada söylene n l e r güneşten

antum teorisine daya n d ırıyordu.

daha berra ktır; en azından Rus­

Bu; "okulda öğret i le n l e r i n tekra­

s e l l ' i n m a n t ı ğ ı n d a n daha nett i r.

r ı " n d a n b a ş ka bi rşey d e ğ i l d i r.

D u y u m l a r ı m ızın ötesi n d e bir şey

Weyl gerçek yüzünü a ş a ğ ı d a k i sa­

o l a n olayların var ol a bi le c e ğ ini

t ı r l a rd a şöyle ortaya koyuyor:

k a b u l ett i ğ i miz n ok ta da Russe l l ' i n

"Bir parça a l a n , örneğ i n kütlesi

b i l g e l i ğ i de s o n a eriyor. Gerçek­

b u l u n mayan b i r kabuk tarafından

ten de öyle: Bugüne kadar "ger­

kapla n m ı ş b i r kovuk (Russell bu­

çek" olarak gördüğümüz şey, as­

na, "anlam taşımadığı görülen de­

lında sadece başka bir şeyi tanım­

lik" d iyor. L.R.) içindeki ı ş ı n , aynı

layan bir yasa. Ama o da "gerçek"

bir c i s i m g i bi atalet küt lesine sa­

d e ğ i l ve başka bir şeyi t a n ı m layan

hiptir. Bu c is m in, atalet a l a n ı ta­

başka bir yasa. Ve bu böyle de­

rafından belirlenmiş doğal yörün­

vam edip gidiyor, peki en son han­

gesi üzerinde k a l a b i l mek için ve

gi "şey"e kadar? H a n g i "şey" ger­

yönünü değişti rmeye ç a l ı ş a n güç­

çektir ve başka "şeyler"i tanımla­

lere karşı çıkabilmek i ç i n harcadı­

yan b i r yasa o l m a n ı n ötesi ndedir?

ğ ı gücün büyÜ klüğü, cisim i ç i n deki

Böylesi b i r şey yoktur ve sadece

s ı k ı şt ı r ı l m ı ş

bilinç, son noktayı koyabileceği­

Elektro n u n kütlesi n i n ö n e m l i bir

miz gerçekliktir. Daha doğrusu;

bölümü -belki de tümü - e l bette

e n e rj iye

bağlıdır.

benim son noktayı koya bileceğ i m

t a ş ı d ı ğ ı e l ektromanyetik a l a n ı n

bana ait b i l i n ç . Y a n i Berkeley ' i n

ürünüdür. Daha önce de gördüğü­

dediği gibi, varlık a l g ı l anan bir ol­

müz g i b i , eğer maddeyi oluşturan

gudur. Böylece soli psizm d urağı­

temel parçal a r ı n en temel fiziksel

na gelmiş b u l u n uyoruz. Ancak bu­

öze l li k leri, bu a l a n ı n merkezinde

nun orij i n a l bir buluş olduğunu

b u l u n a n tözel ç e k i rd e ğ e d e ğ i l ,

söyleyemeyeceğiz.

onu çevreleyen alana b a ğ l ı ise, b u

Ş i m d i d e bir filozofa değil, i ş i ­

d urumda "Acaba böylesi bir çekir­

n i n e h l i b i r d o ğ a b i l i mcisine k u l a k

değin varlığı gere k l i mi? Bu çekir-

23

24

değin varlığını kabul etmekten ta-

Wey l ' i , b i l i n ç l i d a v ra n ı ş l a r ı n ı da-

mamen vazgeçe b i l i r miyiz?" soru­

i m a maddeden h areketl e açıkla­

larını sormam ı z gerekir.

m a k zorunda b ı ra k a n fizikçi o l ma­

Maddenin alan teorisi, son so­ ruya

"E vet" y a n ı t ı n ı v e r i y o r.

Elektron g i b i bir madde parçac ı ğ ı ,

ya; diğeri ise, maddeyi yok eden idealist "fi lozof" ol maya zorluyor. Çelişkilerin kaynağı da burada.

bu teoriye g ö r e elektrik y ü k l ü a l a ­

Burada el bette teo r i n i n sadece

n ı n b i r bölümüdür. . . Bu a l a n d a ,

fizi ksel sonuçlarını değil, ç ı k a r ı l a n

elektronu t ü m z a m a nlarda var

felsefi sonuçları d a ele a l m a k zo­

olacak b i r tek ve özdeş madde

rundayız. N i hayetinde Wey l ' i n i fa ­

yoktur.'' (Weyl, agy, S. 1 29-130)

deleri, "Matematiğin v e Doğ a b i l i­

Görüldüğü gibi, Russe l l ' i n söy­

m i n i n Felsefesl' başlığ ı n ı taşıyan

l e d i k l e r i n i n aynısı. Maddenin yeri­

bir kitaptan a l ı nmıştır. Ve felsefi

ne a l a n, "ışın bar ı n d ı r a n " ve "küt­

açıdan maddeyi, ne b i r alana, ne

lesiz bir kabukla kaplı" bir " ko­

de t a ş ı y ı c ı s ı olmayan bir enerjiye

vuk" geçiyor. Bir " kovu k", enerj i ­

donüştürmek m ü m kündür. Ancak

yi n a s ı l içinde b u l u n d ura b i l i r? Ve

bu, Wey l ' i n kafadarı olan, Camb­

b u " kovuk" a t ı l kütleye s a h i p. Pe­

ridge Üniversitesi'nden astrono­

ki Ei nstein'a ait, çekim kütlesiyle

mi

ata let kütlesinin eşit olduğu te­

a ç ı kça itiraf ettiği g i bi, fiziksel

orisi

açıdan da mümkün değildir.

nerede

k a l ı yor?

"Cisim"

p r o fe s ö r ü

A . S . E d i ng t o n ' u n

madde değ i l , " s ı k ı ş t ı r ı l m ı ş enerj i "

"Bu, eterin ortadan kal d ı r ı l ma s ı

i m i ş . "Elektronun kütlesi -belki d e

a n l a m ı n a gelmez. Fizi ksel d ü n y a ­

tümüyle- t a ş ı d ı ğ ı elektromanye­

yı, b i r b i r i n d e n y a l ı t ı l mış, a r a l a rı n ­

tik a l a n ı n ü r ü n ü " i m i ş . Peki bu

da b i ç i m e s a h i p o l m a y a n b i r ara

elektromanyetik alanı "taşıyan"

b ö l g e n i n b u l u n d u ğ u m a d d e ve

nedir? işte böylece, maddi çekir­

enerj i p a rçac ı k l a r ı n a d ö n ü ştür­

değe sahip olmayan cisme u laşı­

mek m ü m k ü n değildir. Bu a ra böl­

yoruz. Madde b i r kez d a h a yok ol­

g e n i n de, parça c ı k l a r l a aynı sayı­

d u . Ancak aynı Wey l ' e göre mad­

da özel l i kleri olduğunu kabul et­

de b u rada, "kötü b i r ruha", hani

mek z o r u n d a y ı z ... Nasıl madde

şu onu " u y a r a n k ı p ı r da n ı ş ru­

veya enerjinin parçacık/arın özel­

h u " na dönüşm üştür. B i r kez d a h a

liklerini taşıdıklarını varsayıyor­

a n l a ya n b e r i gelsin. Belki d e b ü ­

sak, atmosferin de, bu ara bölge­

tün b u n l a ra şu yorumu getirmek

nin özelliklerini taşıdığını varsayı­

gerekiyor. Weyl, içinde i k i ayrı

yoruz. Belki de bu noktada bir fi­

ruh taşıyor. Bu r u h l a rd a n b i r i

lozof, ( E d d i ngton'a göre sadece

b i r idealist fi lozof fi lozoftur) ken-

o n u ele a l d ı ğ ı m ı z i ç i n gerçektir,

d i le r i n i taşıyan bir şey b u l u n masa

o n u n d ı ş ı n d a "somut" d e ğ i l d i r;

da, b u öze l l i klerin varo l d u klarını

y a n i kafamızdaki d ü ş ü n c e n i n ter­

varsay m a n ı n mümkün o l u p o l ma­

sine, mevcut değ i l d i r.

y a c a ğ ı n ı soracaktır. Bu d u rumda b i r d a r beyle hem maddeden, hem d e atmosferden k u r t u l m u ş o l una­

Peki a m a n e d e n ? E d d i ngton b u n u şöyle a ç ı k l ıyor: "Atom fiziğindeki görü n ü mle­

caktır. Ama b u rada sorun bu de­

rin

ğ i ld i r." ( E d d i ngton, "Fiziksel Dün­

c a n l ı d ı r. Atomlar, kendileri n i çev­

tanımlanması,

son

d e rece

y a n ı n Doğası, İ n g i l izce baskı, S.

releyen elektron k u şaklaryla bir­

31; vurgular bana ait. L.R.)

l i kte h ı z l a değişik yönlerde hare­

H e m maddeden, hem de eter­

ket eder, çarp ı ş ı r ve ç a r p ı ş m a so­

den bir darbeyle k u rt u l m a k ne ka­

n u c u nd a geri i t i l i r. Bu kuşa ktan

dar d a güzel o l u rd u . Ama bu, fi­

ayrılan başı boş elektron l a r, yüz­

zikse/ açıdan maa lesef m ü m kü n

lerce kat d a h a güçlü b i r i v m e ka­

d e ğ i l . M a d d e o n l a r ı , doğabi l i mc i s i

z a n a ra k, a t o m l a r ı n ç e v r e s i n d e

olarak materyalist olmaya zorlu­

dönerek ve o n l a r ı s ı y ı r ı p geçerek

yor. Bin b i r takla d a atsalar, ne

u z a k l a ş ı r. Kaça n l a r yakalanarak

yaparlarsa yapsınlar; ister eter

k u şağa yeniden d a h i l e d i l i r, orta­

veya alan, i sterse " k a b u k l u ko­

ya ç ı k a n enerj i eteri sarsara k tit­

v u k " desi n ler; ne isim veri rlerse

reşi m lere yol açar. X ı ş ı n l a r ı atom

versin ler; maddeyi, "öze l l i k l e r i n

üzerinde etki yapar ve elektronla­

taşıyıcı sı" o l maktan, yani madde

r ı d a h a yukarıdaki yörüngelere

olmaktan ç ı k a r a m ı yorlar. Zaten

f ı r l a t ı r. Bu elektro n l a r ı n , bazen

madde kavra m ı , felsefe a ç ı s ı n d a n

aşamalı olarak, bazen birdenbire,

başka bir a n l a m taşımaz. A n c a k

adeta

yarı

sta b i l it e i ç e r i s i n d e

"fi lozoflar", maddeyi ortadan k a l -

h a p se d i l m i ş

d ı ra rak, y a da y u k a r ı d a s o n ola-

uzaklaşmalardan' tereddüt eder­

ve

' y a sa k l a n m ı ş

rak a l ı ntı yaptığımız Eddi ngton gi-

m i şçesine yeniden geri döndüğü­

bi, maddeyi " düşün ce"de eriterek

n ü görürüz. Bu görüng ü l e r i n ar­

i n t i ka m a l ıyor. Edd ington, idealiz-

d ı nda, h k u a n t u m u ( m ü m k ü n o l a n

m i kurtarmak i ç i n "gerçek" i l e

en k ü ç ü k enerj i y i b e l i rten b e l i r l i

" somut" arasında a y r ı m yapıyor.

bir sayı L.R.) her d e ğ i ş i m i mate-

Ona göre g ü n ü müzdeki fizik "ger-

mati ksel kes i n l i kle dü zenler. Bi-

çek", ancak "somut" değ i l ; yani

zim ka vrayışımıza denk düşen

b u ra d a k o n u m u z o l a n m a d de,

tablo işte budur -burada bir rüya

itti 25

26

gibi buharlaşıp kaybolan bir mad·

yor. Bu d u r u m u , genel u m utsuz·

de yoktur.

l u ktan, bili mcilerin maddenin dün·

Ö n ü m ü zde sahnelenen oyun o

yasından değ i l , gerçeği n d ü nya·

d e n l i göz kamaştı rıc ı d ı r ki; b i r za·

sından genel olarak ş ü phe etme·

m a n l a r e l ektro n u n ne o l d u ğ u n u

!erinden başka bir şekilde açıkla·

öğrenmek i ç i n yanı p tutuştuğu·

mak m ü mk ü n mü? G ü n ü m üzdeki

m u z u b i l e u n utuyoruz. H i ç b i r za·

genel kuşku c u l u ğ u n ve din i l e m i s·

m a n b u soru n u n yanıtını vereme·

tisizme kaç ı ş ı n başka hangi nede·

d i k. Alışık olduğumuz hiçbir ta·

ni olabilir? B u n u t a h m i n edebil·

savvur ile elektronlar arasında

mek için derin tahlillerde buluna·

bağlantı kuramı yoruz-. e l e ktron·

bilen birisi o l m a k gerekmiyor.

lar, b i l i ne mezler l i stesi n deki yer· lerini koruyor. Elektronun daha üst yörüngelere fırlatılması d a sa· dece, atomun d u r u m u n d a ortaya

3.

En yeni tarafsızlık tavrı Bu nedenleri kısaca şu şekilde

açıklamak m ü m kün:

çıkan özel b i r değ i ş i m i t a n ı m la·

Burjuvazi ile proletarya arasın·

mak i ç i n k u l l a n ı l m ı ş konvansiyo·

daki sı nıf m ücadeles i n i n son aşa·

nel bir ifade tarzıdır. Bu, söz ko·

masına geldiği sosyal devri mler

n u s u değ i ş i m i n gerçekte uzayda

ç a ğ ı n d a , b u rj u v a z i h e r a l a n d a

meydana gelen ve m i kroskopla

mistisizme teslim o l maktadır. Öte

gözlenebilecek hareketler olduğu

yandan, g itti kçe daha fazla d i ya·

a n l a m ı na gelmez. Bilinemez bir

lektik·materyal i st sonuçlar orta·

şey, ne olduğunu bilmediğimiz bir

ya çıkaran (buna ilişkin bazı ör·

(Eddington,

nekleri ileride göreceğiz) doğa bi·

a g y . , sayfa 290. V u r g u l a r bana

! i m lerinde, şimdiye dek görül me·

şey yapmaktadır. ait. L . R. )

m i ş b i r c a n l a n m a yaşanmakta d ı r.

D e m e k ki b ü t ü n u m utsuzluğu·

S ü bjektif i d e a l i z m ve b i l i nemezci·

m u z u n kaynağı, "alışık" olduğu·

lik, b i rbiriyle çelişen b u iki eğili·

m u z tasavvurların geçersiz hale

m i n çözüme kavuştuğu b i ç i m d ir.

gelmesinde, elimizde bulunan bü·

Bu felsefi bakış a ç ı l a r ı n ı n sundu·

t ü n araçların yetersiz olması ne·

ğu en rahatlatıcı yön, doğa b i l i m ·

deniyle, " b i l i nemez bir şeyi" bili·

!eri n i n ortaya ç ı k a r d ı ğ ı b ü t ü n so·

n e b i l i re d ö n ü ş t ü r e m e m i ş o l m a·

nuçları, m i stisizme ve d i ne sırt

mızda yatıyor. "Elektron nedir?"

çevirmeden k a b u l etmeyi olanak·

sorusuna, henüz yanıt veremedi·

lı k ı l m a s ı d ı r. "Tarafsız l ı k" i d d i a s ı ·

ğimiz için, bu soruyu hiçbir zaman

n ı t a ş ı y a n ve d u y u m l a r ı m ı z ı n kay·

yanıtlayamayacağ ı m ı z i l a n edili·

n a ğ ı n ı n gerçek d ü nya m ı , Tanrı

gelişmeyi parçalarına ayıran te­

m ı yoksa başka b i r şey m i , ya da

ori, hem materya l izmden, hem de

h i ç b i r şey m i olduğu soru l a r ı n ı

idealizmden farklı olacakmış. Bu

y a n ı t s ı z b ı rakan H u me i z m , m i sti­

söz karşısı nda b i raz heyecanlana­

sizm y a n l ı la r ı n a b u seçenekler

rak beklemeye başl ıyoruz ve deği­

a r a s ı ndan Tanrı y a n ı t ı n ı seçmele­

ş i k şüphec i l i k eğili mlerinin bize de

ri i ç i n açık kapı b ı r a k m ı ştır. Gerek

bulaştığ ı n ı görüyoruz: Evet; biz bu

s ü bjektif idealizm, gerekse de Hu­

"eski çatışmayı" uzlaştırma ça ba­

m e ' u n b i l i nemez c i l i ğ i , doğa b i l i m ­

larına ş üpheyle bakıyoruz.

c i l e r i n i n , kendileriyle çok bariz

"Önceki bölüm lerde ileri s ü r ü ­

çelişki lere d ü şmeden aynı anda

len g ö r ü ş l e r materya l i st ya da

hem doğa b i l i mc i s i , hem de m i st i ­

idealist görüşler olarak değerlen­

sizm yanlısı olabilme ihtiyaçlarını

d i r i l d i ğ i s ü rece, g ö rünürde bir çe­

karşılama kon u s u nd a , Yeni Kant­

l i ş k i n i n v a r l ı ğ ı n a i n a n ı l ır. Ç ün k ü

ç ı l ıktan daha elveriş l i d i r.

bu görüşlerin b a z ı l a r ı n ı n bu a k ı m­

A n cak, a s l ı n d a tarafsız o l m a n ı n

lardan b i ri ne, d iğer b a z ı l a r ı n ı n ise

d ı ş ı n da h e r şeye teka b ü l eden

öteki n e e ğ i l i m göste rdiği d ü ş ü n­

H u meizm, yani bu yeni "tarafsız­

cesi ortaya ç ı kar. örneğ i n a l g ı la ­

l ı k" tavrı bile, son moda kafası ka­

r ı m ı n içeri ğ i n i n kafa m ı n i ç i n d e ol­

rışıklar tara f ı n da n bile ısrarla sa­

d u ğ u n u söyled iğ imde, ben i m bir

v u n u l a mı yor. O n l a r, e klekti z m le­

materya l i s t old uğ um söylenecek­

rinde b i l e eklektik davranıyorlar.

tir. Kafa m ı n, a l g ı l a r ı m ı n içeriğin­

Bu eski hikmetin en yeni sözcü­

den ve d iğer benzeri olaylardan

s ü ne kulak vere l i m . Bu zat, y u ka­

oluştuğunu söyled iğimde i se, ide­

rıda görüşlerine başvurd u ğ u m u z

a l i z m l e s u ç l a n ı r ı m. " ( B e r t r a n d

Bertrand Russe l l ' i n ken d i s i d i r.

Russe l l , a g y . , sayfa 402)

" B u bölü mde, materya l i z m i l e

Bu d urum d a ge rçekten bir ga­

i d e a l i z m a r a s ı n d a k i eski tartışma­

r i p l i k ortaya çıkar. Ya d u y u m l a ­

ları t a h l i l ederek h a n g i sonuç l a ra

r ı m kaf a m ı n i ç i ndedir; b u d u ru m ­

u l a şt ı ğ ı m ı zı ve b i z i m teori m i z i n

da k a f a m sadece b i r d u y u m d a n

h a n g i ö l ç ü d e her i kisin de n a y r ı l d ı ­

i b a ret o l a maz. E ğ e r sadece bir

ğ ı n ı a ç ı k l a m a k istiyoruz." (Bert­

d u y u m d a n i b a ret deği lse, o za­

rand Russell, agy., sayfa 402)

m a n d i ğ e r b ü t ü n şeyler d e du­

Eski teraneler yeniden g ü ndem­

y u m d a n i baret değ i l d ir. Yok eğer

de. " Eski çatışma" uzlaştırılmaya

tersi doğru ise, yani kafa (beyin)

ç a l ı ş ı l a ra k söz veriliyor: En son

sadece d u y u m l a rd a n o l uşuyorsa,

27

28

bu d u ru m d a bu d u y u m l a rı n (var

yolog, bir başkasının beyni n i gör-

o l m a d ı ğ ı söylenen) kafa m ı n için­

mektedir. H u meistlere göre ise,

de o l m a s ı m ü m k ü n değ i ld i r. Biz

"gerçek olan", "dış d ü n yada var

zaval l ı materyalistlere göre, bu­

o l a n " bir şeyi g ö r m e m e k t e d i r.

rada çok a ç ı k bir çelişki var. Baka­

Tersine, "dışarıya" yansıttığı d u ­

l ı m n a s ı l devam etmiş:

yumları vard ı r. G e l gör ki, bugüne

"Yayg ı n d ü ş ü nceye göre, b i l g iyi

kadar hiç kimse, fizyologun gör­

p s i koloji a r a c ı l ı ğ ı y l a ' r u h u m u z ­

düğü şeyin kendi beyni olduğunu

d a n ' e l d e edebiliriz. B u n a karşı l ı k

ileri sürmemişti. Demek ki, " u z laş­

b u rada b e l i rtilen d ü şü nceye göre,

tırma" böyle oluyor; kaba mater­

beynimizden b i l g i elde etme n i n

yalizmle, hazmedi lememiş H u me­

tek yolu, beyn i m i z i b i r fizyologa

i z m i n bir karışımı. H a k k ı n ı yeme­

i nceletmekten geçer ve bu b i l i n ­

mek gerekiyor; gerçekten d e "tek

d i ğ i üzere a n c a k ölümden sonra

taraf l ı " o l mayan bir yaklaşım.

m ü m k ü n d ü r. Bu ise, pek t a t m i n

" U z l a ştır m a " , i l e rleyen aşama­

edici b i r d u r u m değildir. Bense

larında

buna karş ı l ı k şunu söylüyoru m:

farklı değ i l .

da

bu

başlangıcından

Fizyologun b i r beyni i ncelerken

" M a d d e n i n felsefes i n i n b i r g e r­

gördüğü, incelediği değ i l , kendisi­

çeği de, f i z i ksel d ü nyayı kurduğu­

ne ait o l a n beynin b i r parça s ı d ı r . "

m u z olayların, maddeni n ne oldu­

(B. R u ssel, a g y . , sayfa 402)

ğ u na ilişkin a l ı ş ı l agelmiş tasav­

Ancak beli rtmek gereki r ki, sö­

v u r l a r ı m ı z d a n çok farklı o l m a l a rı­

z ü e d i l e n fizyolog bey n i n i ncelen­

d ı r. Buna g ö re madde n i n içinden

mesi sorununa, hepimizden d a h a

geçilmesi ya da tahrip e d i l mesi

t a t m i n e d i c i b i r ç ö z ü m b u l m u şt u r.

m ü m k ü n değ i l d i r. E l bette b i z i m

Beyin l e r i miz, maalesef a n c a k ölü­

k u r d u ğ u m u z madde de, kend i s i n e

m ü m ü z d e n sonra i n cele n e b i l i r.

b a h şett i ğ i m i z t a n ı m saye s i n d e

Fizyolog ise, her ne h i k metse he­

geçit vermez d u r u mda: B i r yerde­

nüz hayatta i ken beyn i n i n bir pa r­

ki madde, buradaki olayların bü­

ç a s ı n ı g ö r e b i l iyor. Ne m u t l u o

t ü n ü d ü r; b u n a bağ l ı olarak orada

ö l ü m l üye! Görünen o ki; Russell'a

başka b i r olayın ya da maddenin

göre "beyin" ile ""beyindeki tasav­

b u l u n ma s ı m ü mkün değ i l d i r. Bu,

vurlar" aynı anlama gel iyor. Bu id­

fiziksel bir gerçek değil, bir totolo­

diayı ileri s ü rme cesaretini ise, bu­

j i d i r (Bir o l g u n u n, aynı anlama ge­

g ü ne dek en kaba materyalist bile

len farklı kavram larla, tekrarı içe­

gösteremed i . Materyalistlere gö­

ren tarzda t a n ı mlanması - Ç . N.)

re, yabancı b i r beyni i nceleyen fiz-

Kendi n izde gördüğünüz bu hakla,

Londra'nın, bu şehirde yaşayan-

t ü r "olay" gelişir: Bir yanda be-

lardan başka kimsenin burada ya­

yindeki m a d d i sü reç ve öte yanda

şayamayacağı için geçilemez ol­

d ü ş ü n me süreci. Bu iki olayı n a ra­

d u ğ u n u i d d i a edeb i l i r s i n i z . öte

s ı n da hangi i l i ş k i n i n b u l u n d u ğ u n ­

yandan tahrip e d i l emezlik, mad­

dan bağ ı msız o l a rak, b u n l a r farklı

deler açısından tamamen olmasa

i k i olaydır. Yoksa d ü ş ü n me bir

da, büyük oranda geçerli o l a n am­

olay deği l midir? Her h a l ü ka rda,

pirik b i r özelliktir. Tahrip edi le­

hiç ki mse, i k i beyn i n aynı yerde,

mezli kten kastettiğim, maddenin

y a n i k a f a m d a b u l u n a b i leceğ i n i

korunumu değil, elektron l a r ı n ve

söyleyemez. Demek k i n e madde,

protonların koru n u m u d u r. Ancak

ne de o n u n geçilemezl iği "olay­

e l e k t r o n l a r ve prot o n l a r, f i z i k

lar" olmaya i n d i rgenemez.

d ü n ya s ı n a a i t m a d d e l e r d eğ i l , olayla r ı n bi rleşmesiyle o l u ş m u ş

öte

yandan

m a t e ry a l i st l e r

maddenin geçilemezliğin, onun

çapraşık v e mantı ksal yapılardır."

varl ı ğ ı n ı n bağlı olduğu b i r özel l i k

(B.Russe l l , agy., sayfa 406)

o l d u ğ u n u i d d i a etmezler.Belki gü­

Önceleri beyn i n ne olduğu ta­

n ü n b i r inde, geçilemez o l a n bir

n ı ml a na m ıyordu; ne gerçekti, ne

madde keşfedi l i r. Belki de, geçile­

de tasavvur. Sadece bir başkası­

mezlik kavra m ı n d a n ne a n l aş ı l ­

nın beyn i n i tasavvu r; kendi beyni­

ması gerekt i ğ i n i n daha k e s i n be­

ni ise, henüz hayatta i k e n ve ger­

l i r l e n mesi gerekti ğ i daha net o r­

çek o l a ra k görebilen fizyolog l a r

taya ç ı k a r . Ancak böylesi bir mad­

bu s o r u n u çözebilmişti. Aynı şe­

de var m ı , yok mu? Sorun işte bu­

kilde ş i m d i de, elekt ronların ve

dur. Bu madde benim duyumla­

proton l a r ı n , fizikçi n i n kafa s ı n d a

r ı m d a n bağımsız mı, değil m i ? Bu

c a n l a n d ı rd ı ğ ı "mantı ksal yapılar"

madde, benim d u y u m l a r ı m ı n ob­

o l d u ğ u i l e r i s ü r ü l ü yor. Bu i se, ya­

jektif kaynağı mı, değ i l m i ? Bu so­

bancısı olmadığımız b i r tek taraflı

r u l a ra y u karıda, yoruma açık ol­

ve uzlaştırıcı olmayan y a k l a ş ı m ı

mayan, tek taraflı-idealist y a n ıt­

çağrıştırıyor: Berkeley'in s ü bjek­

lar a l d ı k: Elektronlar ve proton l a r ,

tif i d e a l i z m i .. M addeyi geçil mez

yani m a d d e , " s a f mantıksal yapı­

yapan bir yerdeki olaylara i l i ş k i n

lardır" deniyor. Böylece "uzlaşt ı r­

olarak da ş u söylenebi l i r: B e l i r l i

ma", başından beri bekled i ğ i m i z

b i r y e r d e s a d e c e m a d d i olayların

ş e k i l d e sonuçla n d ı : i d e a l i s t l e r i n

b u l u n a b i le c e ğ i

değildir.

i s t e d i ğ i g ibi. "Tarafsız u n s u rla­

Beyn i m i n b u l u n d u ğ u yerde, i k i

rın", tarafsızlı ktan başka her tür-

doğru

29

lü özelliğe s a h i p o l d u ğ u , tarafsız­

30

sonuçları i d e a l i st k ı l ı f l a ra sokma

l ı ğ ı hayal ürününden başka bir

çelişkisinden k u rta r m a l a r ı na yol

şey olmadığı ortaya çıktı.

açacaktır. Bu d u rumda, y a n ı t ı n h a n g i y ö n d e aranması gerekt i ğ i n i

4.

Doğa bilimleri ve materyalizm Son olarak geriye k a l a n , bazı

ni görebi leceklerd i r. Ç ü n kü b u l u ş­

sonuçlar ç ı karmak. Doğa b i l i m le­

larıyla ortaya ç ı ka r d ı k l a r ı şeylerin

rindeki en son g e l i ş m e n i n kafa l a ­

içeriğ i n e bakı l ı rsa, b u n l a r ı n ma­

rı ne k a d a r karıştırd ı ğ ı n ı gördük.

terya l i z m i ç ü rü t m e d i ğ i , t e r s i n e

Bu kafa karı ş ı k l ı ğ ı n ı n , sosyal ne­

diyalektik materya l i z m i doğrula­

denler d ı şı n d a k i nedeni nedir? Bu

dığı görülecektir.

neden, kısmen kon u n u n karma­ ş ı k l ı ğ ı n d a yat ı yor. Ancak kısmen

konusunda zaferler kazandığını gösteren çok sayıda kanıt var.

l i mlerinde ortaya çıkan en son

Planck, f i z i kte böylesi bir dönü­

gelişmeleri diyalektik-materyalist

şüm geçiren üç temel i l ke sayı­

tarzda yoru m l a maya karar vere­

yor:

memeleri nde, tersine idealizmin

1. Atomların dönüştürülebilirliği

etkisi altında kalarak kendi b u l uş­

2. Uzay ve zamanın karş ı l ı k l ı

l a r ı n ı n doğasını görememelerin­ z i kteki eski kavramları, özel l i k l e

Niels

Bohr'un teorisine göre, her "atom", karmaşık bir ge· zegenler sistemi gibidir.

Sistemin

ortasında bir "çe­ kirdek" yer alır ve artı elektrik yüklü· dür. Onun çevre· sin de, eksi elek!· rik yüklü olan

ve

güneşin çevresin­ de dönen geze· genler gibi dön· mekte olan bir ya da

daha

lazıa

elektron vardır.

bağ ı m s ı z l ı ğ ı 3. D i n a m i k görüngülerin s ü rek­ l i liği ( Planck: F i z i k Panora m a s ı )

d e m a d d e konusunda bugüne dek

B i r i n c i s i n e i li ş k i n P l a n c k d a h i ,

k u l l a n ı l a n kavra mları geçersiz ha­

a t o m l a r ı n b i r b i r i ne dönüşt ü rüle­

le getirdi.

b i l i r l i ğ i n i n biçimsel mantıkla ç e l i ş ­

Ancak son gelişmeler, madde­

verilen

Diyalektiğin fiziğe nüfuz etme

de, doğa b i l i mc i l e r i n i n kendi bi­

de yatıyor. Bu b u l uşlar el bette fi­

2 "Bohr Modeli" adı

v e sadece nerede b u l u n a b i leceği­

t i ğ i n i söylüyor. Ş ö y l e d iyor:

n i n son u n u getirmedi. T a m tersi­

"Eğer biçimsel s ı n ı rl a ra bağ l ı

ne, maddenin bugüne dek görü­

kal ı nırsa, değişken atom kavramı,

nürde varold u ğ u a la n l a r ı n fethe­

kendi i ç i n d e bel l i b i r çelişki taşı­

d ilmesini sağ l ad ı . Doğa b i l i m c i l er

yor. Çünkü asli t a n ı m ı n a göre

diyalekti k-materyalist bakış açı­

atomlar, m a d d e n i n değişmez bö­

s ı yl a baka b i lmeye karar verseler,

lümleridir." (agy.)

bu belki g ü n ü m üzde yanıt aradı­

Ancak soru n u n özü, "biçimsel

ğ ı m ı z bütün sorunların çözülme­

s ı n ı rl a ra bağ l ı " değerlendi rmele­

sini sağlamayacakt ı r. Ancak en

rin b u g ü n a r t ı k yetersiz h a l e gel­

a z ı n d a n kendilerini, matery a l ist

miş olmasında yatmaktadır. Hem de sadece b u bağlamda değ i l . E n

değerli f i z i k ç i l e r i n bile, "atomla-

n üşte elektron çevresi nden y a l ı -

r ı n " davran ı ş l a r ı n d a n kaynakla­

tılmıştır.

Bilimciler

ü mitsizliğe

n a n s ı kı n t ı l a r s o n u c u n d a nasıl çe­

d ü ş mekte, elektron u n özgü r ira­

l i şkiye d ü ş t ü ğ ü n ü y u ka rıda gör­

deye sahip o l d u ğ u n u s a v u n m a k­

müştük.

tadır. Doğa b i l i m i n i bu kadar gü­

Bu zorlukları ele a l ı rsak, sıkıntı­

l ü n ç d u ru m a d ü ş ü r m e k isteme­

l a r ı n kayna ğ ı n ı n , b u g ü n ortaya ç ı ­

yen bir d i z i başka b i l i m c i ise, ne­

kan diyalektik sonuçların, o n l a r ı

d e n s e l l i k yasas ı n ı n sonsuz küçük­

ha pset meye ç a l ı şt ı ğ ı m ız eski v e

ler a l an ı n d a geçerl i l i ğ i n i yitirdiği­

d i y a l e k t i k o l m a y a n k a v ra m l a rl a

n i savu nmaktadır. Geçerl i l i ğ i n i yi­

çarpışmasında yatt ı ğ ı n ı görü rüz:

ti rd i ğ i ileri sürülen, sadece o n l a­

1 . Elektron, parma k l a r ı n ı n ara­

rın şimdiye dek savunagel d i ğ i ne­

sından akıp g i d i yor; elektronun

dense l l i k yasası m ı d ı r? Sadece

b u l u n d uğu belirli b i r yeri tespit

nedensel l i k ilişkisini değ i l , bugüne

e d e m i y o r l a r. E l e k tron l a r, Bohr

dek sav u n d u kları nedense l l i k kav­

Modeli ' n i n 2 öne sürdüğü iki ayrı

ramını tamamen bir kenara bırak­

yörüngede aynı a n d a yer a l ıyor

mak ve i k i n c i s i n i diyalektik tarzda

ve iki ayrı enerj iye sahip o l d u k l a rı

yeniden belirlemek daha iyi ol­

görül üyor. E lektronu, uzay ve za­

maz m ı ? Bu yolda a d ı m l a r d a a t ı l ­

man dışında a ç ı k l a m a k i ç i n yanıp

m ıştır: B u n a g ö r e elektron, g r u p ­

t u t u ş u l u yor. B u n u n tek nedeni

sal bir g ö r ü n g ü o l a r a k kavran­

ise, elektron ları gizli parçacık/ar

m a ktadır. Bu görüng ü n ü n a r d ı n­

o l a ra k

y a t ı yor.

da etkili o l a n daha büyük b i r bü­

"Maddenin son unsurları" olara k

görmelerinde

t ü n l ü ğ ü n gösterdiği k a s ı l m a l a r ı n

g ö r ü l e n g i z l i parça c ı k l a r kavra­

y ı ğ ı l ma l a ra yol a ç t ı ğ ı s a v u n u l ­

m ı n d a n vazgeçmek yerine, başka

m a ktadır. Nedensel bağl a n t ı l a r ı n

gizli parçacıklar aranıyor. Bu ara­

b u ş e k i l d e diyalektik k a v r a n ı ş ı ,

yış sonucu nda bulunan, alt elekt­

z o r l u k l a r ı n bir bölü m ü n ü n daha

ronlar oluyor. Oysa parçacık kav­

aşılmasını sağlamaktadır.

ramıyla dalga kavram ı n ı n d iyalek­

3. Elektro n u n ardında yatan bir

tik b i rliğinin, elektro n u n madde­

şey var g i b i d i r. Ancak b u b i r şey

nin gizli parçac ı ğ ı o l a ra k görül me­

ne c i s i m , ne parçac ı k, ne de b i r

s i a nlayışının yerine geçiril mesi

" a l t e lektron" v s . değildir. Tersi­

zorlu kları aşmayı sağlayacaktır.

ne, gizli olmayan ve tabi o l d u ğ u

2. E lektronun hareketleri, ger­

y a s a l a r b ü t ü n l üğü, g i z l i c i s i m le r i n

çekten keyfi g i b i görünür. Görü-

hareketi n i beli rleyen yasalardan

31

32

çok d a h a karmaşık o l a n b i r maddedir.

bu olarak ortaya konmuştu r. Y a n i parçacık, b i r yanda ardında yatan

Diyalektik çözüm yoluna giril­

karmaşık s ü reçlere bağlı o l a n , di­

m i şt i r. De Brog l i e ve S c h rödinger

ğer yanda karşıtlıkların, karşıt ha­

adındaki doğa bil imcileri, tama­

reketl e r i n birliğini ifade eden bir

men d iyalektik ruha sahip teoriler

süreçtir.

önermi şti r. De B r o g l i e ' y e göre e l e k t r o n

Bu teori bize hangi son u ç l a r ı s u nuyor:

hem bir dalga, hem de bir parça­

1. Alan teorisi, b u rada d iyalek­

cıktır. O n a göre elektron, b i r dal­

tik-materyal i st bir çözüme kavu­

ganın

şuyor.

düğüm noktasıdır. ya n i

h e m ha reket h a l indeki b i r c i s m i n ,

2. Parçacık ve d a l g a n ı n karşıtlı­

hem de bir dalganın özel l i k l e r i n i

ğı, De Brog l i e ' n i n teorisiyle, d iya­

t a ş ı r. Bugüne dek fizikte b i r b i r i n i

lektik tarzda ortadan k a l d ı r ı l ı yor.

d ı ş l a y a n ve karşıtlığın ifadesi o l a n

Dalga ve parçacık, artık birbirleri­

cisim ile dalganın, cisim ve dalga­

ni koşullayan ve birbirlerine geçi­

ya ait özel l i klerin bu şekilde b i r­

şen değişken ka vramlardır.

leştirilmesi, d iy a l e k t i ğ i n s o n s u z

3. M a d d e n i n son u n s u r u o l a ra k

k ü ç ü k l ü kteki c i s i mleri i nceleyen

g i z l i parça c ı k , y o k o l m u ş t u r . Pa r­

fiziğe g i rmesi değil m i d i r? Diya­

çacık, bir sürece dönüşmüştür.

lektikten ha beri olmayan doğa bi­

4. M e k a n i k açıklama, bir bütün

l i m c i le r, " m i stisizm" diye yaygara

olarak çökmüştür. Elektron, baş­

koparıyorlar. "Gizemli o l a n , daha

ka karma ş ı k s ü reçlerle karş ı l ı k l ı

gizemli h a l e getiriliyor" d iye karşı

e t k i h a l indeki bir süreç o l d u ğ u

ç ı k ı yorlar. Her z a m a n d i yalektik

i ç i n , s ı n ı r l a r ı " e r i y i p g i t m iş " t i r.

karşıt l ı kl a r ı n ifadesi kavramlarla

Meka n i k a ç ı k l a m a n ı n yerini, hare­

ç a l ı ş a g e l m i ş olan M arksist ise,

keti n bir türden başka t ü r l e re

"parça c ı ğ ı n " ve " d a l g a n ı n " , birbi­

geçt i ğ i n i belirten d iyalekt i k-dina­

rini d ı ş l a m a y a n , yani aşılamaz

m i k yasa l a r a l mıştır.

karşıtl ı kl a r a n l a m ı na gel meyen ve

5. Eter de, gizli parçacıklardan

görece geçer l i l iğe s a h i p diyalek­

o l u şmaz;

tik kavra m l a r o l d u ğ u n u b i l i r.

elektron ları o l u şt u ra n bağl a n t ı l ı

D i y a l ekt i k y o l u n d a b i r başka

t e r s i ne,

kasılmaları

b i r b ü t ü n l ü k o l uştu rur.

a d ı m d a , S c h röd i nger' i n teorisiyle

Böylece d iyalektik doğal b i l i m­

a t ı l mıştır. Bu teoride parça c ı k b i r

l e r d e k i y e r i n i a l ı r. Bu el bette,

d a l g a n ı n d ü ğ ü m noktası o l m a k­

maddenin yapısını açı klayan nihai

tan ç ı k m ı ş, kendisi b i r da lga gru-

gerçek değ i l d i r. Ancak sadece di-

yalektiğin açtığı yol, asla u laşıla-

dır. Ve eğer belirtiler bizi y a n ı lt-

mayacak mutlak gerçek yönünde

mıyorsa, bu c ü m l e n i n günleri sa­

doğru ilerlenmesini sağlayacaktır.

y ı l ı d ı r. Görüldüğü kadarıyla, doğa

Diyalektiğin fizikte zafere ulaş­

gerçekten de sıçra m a l a r yapıyor,

masını sağlayan tek şey atom te­

hem de o l d u kça garip türden sıç­

orisi o l m a m ı ştır. Relativite teorisi

ramala r.'' (Max Planck, Fizik Pa­

ve P l a n c k ' ı n Kuantum Teorisi de,

nora m a s ı , Sayfa 72)

bu a l anda gerçek bir devri m i n

Gerçekten de K uantum Teori­

gerçekleşmesini sağla m ı şt ı r. So­

s i ' n i n özünde, doğadaki bütün de­

n u n c u s u n u biraz inceleyelim.

ğişimlerin

B u b u l u ş u n ö n e m i önceli k l e,

yavaş

yavaş

değil,

hamleler şeklinde, sıçra m a l ı ola­

Aristoteles'ten ve daha geniş ölçü­

rak gerçekleştiği d üşüncesi var­

de Leibniz'den bu yana aksiyom

d ır. B u rada m ü m k ü n o l a n en kü­

olarak geçerli olan d i n a m i k görü­

ç ü k kuantum enerji (ya d a mad­

nümlerin sürekliliği i l kesinin, diğer

de), P l a n c k Sabiti (h) a d ı verilen

bir deyişle doğanın sıçramalı geliş­

bir tamsayı i l e ifade e d i l i r. B u l u ­

meler kaydetmeyeceği cümlesinin

ş u n s a h i b i olan P l a n c k , b u d u r u ­

bir kenara bıra k ı l m ı ş olmasında

mu ş ö y l e açı klıyor:

yatar. Planck bu konuda şöyle der:

" l ş ı n ı m , özgül ısı, elektron ı ş ı n ı­

" Y u karıda beli rtilen c ü m leleri n

mı, radyoaktivite ve birçok başka

üçüncüsü (biz de bu cü m leleri ak­

görüngüyü tan ı mlayan yasaların

tarmıştık - L.R.) bütün dinamik

tümü, sadece maddenin kendisinin

etkilerin sürekliliğine d a i rd i r ve

değil, onun ortaya çıkardığı etkile­

geçmişte bütün fiziksel teorilerin

rin (bu ikisi arasında ayrım yapma­

önkoşulu y a p ı l mıştır. A ristotete­

nın mümkü n olduğu oranda) sü­

les'e dayanılarak i leri s ü rülen bu

reklilik arz etmeyen özell iklerle do­

teori ler, yaygın olarak b i l i n e n 'na­

natılmış olduğunu belirtir. Bu özel­

t u ra n o n facit saltus' (Doğa sıçra­

likler ise, doğal bir sabit tarafından

m a y a p ma z - L.R.) dogması i l e so­

karakterize edilir: Etkinin elemen­

n u ç l a n m ıştır. Ancak a raştırmalar,

ter miktarı (Kuant)." (Planck)

fizik b i l i m le r i n i n öted e n beri say­

Aynı a raştırmacı, bu gerçeğin

gıyla karşılanan bu sabitinde de

f i z i k açısından taşıdığı önemi şöy­

önemli b i r gedik açtı. Deneylerle

le tanımlar:

elde edilen yeni sonuçlar nede­

"Ortaya çıkan u ç u r u m u a ş m a

n iyle, bugün termodi n a mi ğ i n i lke­

k o n u s u n d a gösterilen b ü t ü n ç a ­

leri ile i şte b u cümle çatışmakta-

baların

b a ş a r ı s ı z l ığ a u l aş m a sı,

33

34

h i ç b i r ş ü p heye yer b ı rakmayacak

!erinden oluşur. Biçimsel bir bakış

şekilde ş u n u ortaya ç ı kardı: Y a

aç1S1yla ele almdığmda, her iki te­

e t k i k u a n t u m u , haya l ü r ü n ü b i r

orinin birbiriyle bağdaşmadığı, bi­

değerdir; ya d a ı ş ı n ı m yasa s ı n ı n

rini dışladığı düşünülür. Bu yüz­

t ü r e t i l m e s i n i n temelinde fizi ksel

den bu teori l e rden sadece b i r i s i

bir d ü şü nce vardır. Bu d u ru m d a

fizikte geçer l i o l m uştu r v e b i l i n d i­

e t k i k u a n t u m u fizikte t e m e l bir

ği g i b i Huyghen'in d a l g a teorisi,

rol oynam a l ı d ı r ve yeni, o g ü ne

yavaş yavaş Newto n ' u n teoris i n i n

dek d u y u l ma m ı ş ve Leibniz ve

yerini a l mıştır. A n c a k g ü n ü m üzde

Newton tarafından infinitezimal

b u a n la y ı ş değişmeye başlamıştır.

hesa b ı n oluşturulmasından beri,

Ve öyle b i r durum ortaya çıkmış­

b ü t ü n nedensel bağ ı n t ı l a rı n sü­

tır ki; görüngülerin büyük b i r bö­

rek l i l iğ i varsay ı m ı üzerinden yük­

l ü m ü dalga teorisi arac ı l ı ğ ıy l a , da­

selen fiziksel düşüncemizi temel­

ha küçük olmayan diğer böl ü m ü

den altüst edecek b i r şeyin ha­

de c i s i m t e o r i s i y l e a ç ı k l a n a b i l ­

berc i s i d i r. Deney i m lerimiz, kara­

mektedir. C i s i m v e d a l g a , b u g ü n e

r ı m ı z ı i k i n c i seçeneği seçme yo­

dek b i r b i r i n i d ı ş layan bu i k i kav­

sağl ıyor."

ram, bu açıdan da varold u ğ u d ü ­

(Planck, K u a n t u m Teori s i n i n O l u ­

l u nd a

vermemizi

şünülen a ş ı l maz z ı t l ı kları yitmek­

ş u m u ve G e l i ş i m i , Sayfa 17)

te ve yeri n i d i yalektik birliğe bı­

Ku a n tu m teorisi sayesinde, kla­ s i k ı ş ı k teorisi de temelden sarsıl­

rakmaktadır. "Fizi kteki eski a n l ayış -bu g e l i ş­

d ı ve f i z i k, bu açıdan da d a l g a i l e

meye bağ l ı olarak yeni saptama­

g i z l i pa rçac ı ğ ı k a r ş ı karşıya get i r­

larda b u l u n a n Whitehead'in söy­

me a n l a y ı ş ı nd a n v a z g eç m e n i n

lediği gibi- doruk nokt a s ı n ı , uzay­

zoru n l u l uğ u n u görme noktasına

daki genişleme i l e v a rl ı ğ ı n b i r l i ğ i ­

geldi. Newton ve H uyghen döne­

n i n bi rbiriyle bağdaştırılamayaca­

m i nden beri, ışığın fiziksel doğası

ğ ı varsay ı mı n d a b u l uyordu. Bu

bağ l a m ı n d a iki teori vardı. New­

anlayışa göre genişlemiş madde,

ton ı ş ı ğ ı n , çok küçük parçac ık lar­

özü itibarı ile, g e n i ş l e m i ş o l d u ğ u

d a n oluşan b i r ı ş ı n o l d u ğ u n u v a r­

i ç i n b i r b i r i n d e n ayrı l m ı ş ve bağ­

sayıyor ve bu tür cisi m l e r i n gözü­

lantıları kopmuş özel l ik l e r i n o l uş­

müzdeki ağtabakasına dokundu­

t u rd u ğ u b i r çok t ü r l ü l ü ktür."

ğu sürece ı ş ı ğ ı a l g ı l ad ı ğ ı m ı z ı d ü ­

En son b u l u ş l a ra bağ l ı o larak,

şü n üyordu. Buna karşıl ı k H uyg­

bu a n l ayış terk edilmek zorunda

h e n ' i n teori sine göre, ışık çok kü­

ka l ı n d ı :

çük dalgalardan, eterin titreşim-

"Bugün, maddenin genişlemiş

b i r m i ktarının; doğası, yüzeyine

runluluğunu türetebilirsek, bu, fi-

etki eden güçler tarafından kıs-

ziğin ( a y n ı z am an d a d i y a l e k t i k

men i f a d e e d i l e n bir b ü t ü n l ü k o l ­

materyaliz m in de

d u ğ u kavra yı şı nı benimsemek zo­

yük zaferi olacaktır. (B. B a v i n k,

-

L. R.) en bü­

rundayız." (Whitehead, "Princip­

"Doğal B i l i m l erin Sonuçları ve So­

les of natural knowledge [Doğal

runları", sayfa 430)

b i l im lerin i l keleri]", sayfa 1-3)

Ancak kuantum teorisi n i n bir

Demek ki h e r açıdan, yani atom

başka yönü daha vardır. Bu teori,

teorisi, kuant u m teorisi, rölativite

maddenin varlığını kanıtlayan ve

teoris i açısından, atomu, gizli

t ü m idealist yoru m lamaları y ı k a n

parçacıkların ve d a lga n ı n z ıtlığ ı

teo r i d i r.

olara k gösteren f i z i kteki biçimsel

madden i n o l mayacağ ı n ı , madde

mantığı terk etmek ve onların di­

olmaksızın hareket i n olmayacağı­

" H a re ket

olmaksızın

yalekt i k birliğini ben i m semek zo­

n ı " ( H egel) kanıtlayan teori, bu

runluluğu kendisini daya tıyor. B.

teoridir. İdealist yöne l i m l i fizikçi­

Bavink,

z o ru n l u l u kl a ra yol

ler, enerj i i l e madde a r a s ı n d a k i

açan o l g u l a r ı şu şekilde özetl iyor:

b a ğ ı çözü p maddeyi saf enerj iye

" S ü r e k l i l i ğ i n ve a t o m i z m i n b i r­

dönüştü rmek için ter dökmese­

b i r i n i d ı şlayan karş ı t l ı k l a r olmadı­

lerd i , onlar da bu teoriyi ben i m se­

ğı a ç ı kça görü l e b i l mektedi r. Röla­

yip boğuştukları çelişkilerin bir­

tivite teorisi nde, e lektron ya da

çoğundan k u rt u l a b i l i rlerdi. Oysa

bu

atom, bir 'alan d ü ğ ü m ü ' olarak

E inste i n ' ı n en büyük b u l u şl a r ı n ­

karşı m ı za çıkar ve bu d ü ğ ü m i l e

dan b iris i, her tür enerj i biçi m i n i n

a l a n a r a s ı n d a keskin s ı n ı r l a r b u ­

kütleye s a h i p o l d u ğ u n u göster­

l unması

g e r e k m e m e k te d i r.

Bu

mesidir. H ı z ı n artmasıyla kütle de

bağ l a m d a y a p ı l ma s ı gereken sa­

büyür. Büyük bir kütlenin ya k ı n ı n­

dece, s ü re k l i l i k i l e homojen l i ğ i ka­

dan geçen ışık, k ı r ı n ı ma uğra r (Bu

rıştırmamak ve atomi z m ile, par­

değer,

çacıkları birbi rinden "boş" uzayla

8 3 ' t ü r). A n c a k d e ğ i ş e b i l e n tek

ayrı l m ı ş ve keskin s ı n ı rlara sahip

kütle, tek tek c i s i m l e rin k ü t l e s i d i r.

gü neşin

yakınlarında

o l a ra k gören anlayışın a y n ı şeyler

Evrendeki (ya da kapa l ı b i r s istem

o l d u ğ u n u d ü ş ü n memekt i r. (Ke­

içindeki) kütle sabittir. Enerj i n i n

sintisiz) alan yasasından, bu alan­

ve kütlenin koru n u m u yasası, ş u

da düğümlerin bulunması gerek­

şekilde ifade edilebilecek b i r ya­

tiği, yani maddenin atomist bir

saya dönüşmüşt ü r:

yapıya sahip olması gerektiği zo-

"Kütle enerj iye ve enerji k ü t le-

35

36

ye sah i p olduğu için, bu iki f i z i ksel

yakla ş ı l m a s ı n ı sağlayan Pla n c k ' ı n

ni c e li k eşdeğerdedi r - y a da, kula­

ifades i n i n kaynağı b u r a d a yat­

ğa d a h a hoş geliyorsa- örtüşmek­

m a kt a d ı r. Enerj i n i n ve küt l e n i n

tedir. Bu yüzden kapa l ı bir sistem

koru n u m u yasası nda ortaya çı­

içindeki kütle -ya d a a y n ı şey

kan değ i ş i k l i k l e r i n kaynağı da, ay­

s a b i t t i r."

nı şekilde yine b u radadır. Ei nste­

(Chowlson, "Termodina m i ğ i n Te­

olan-

e n e rj i

stoku

i n ' ı n relativite teoris i nde eterin

mel Gerçekleri", sayfa 16)

uzay-zam a n d ü z l e m i olarak nite­

M a d de y i yok e t m e k i ç i n b i r

lendi r i l m e s i n i n nedeni de, eterin

araç olara k k u l la n ı l m a k i stenen,

geçici olarak dolaysız bir şekilde

rölativite teo r i s i n i n bu b u l uşları

değil, tersine çekim ve elekt ro­

ne a n l a m a g e l i r? Bu b u l u ş l a r,

manyetik etkileri aracı l ığıyla tes­

enerj i n i n maddenin bir öze l l i ğ i o l ­

pit edilebiliyor olmasının yol açtı­

d u ğ u n u doğrulamıyor mu? Neden

ğ ı b i r tereddüt ve çekinced i r. Ay­

her e nerj i küt leye sahiptir ve çe­

rıca ş u n u d a belirtmek gerekiyor

kim yasasına t ab id i r? Neden küt­

ki; uzayın kendisi d e relativite te­

le, h ı z ı n büyümesiyle artar? Bu­

orisi sayesinde m a d d i leştirilebil­

n u n tek nedeni, ölç ü l e b i l i r, h isse­

miştir, ki b u konuya i leride deği­

d i le b i l i r maddenin bir başka mad­

neceğiz. M. Born d iyor ki:

d e olan eter ile bağla ntılı ve karşı­

"Eğer b u başarılı rsa, böylece

l ı k l ı etkileşim halinde o l m a s ı d ı r.

Newton'un mutlak uzayı somut

C i s i m lerin kütlesi, eterde ortaya

etere d ö n ü ş t ü r ü l m ü ş o l a c a k t ı r;

ç ı kan bir görüngüdür. (L. Graetz,

atalet d i rençleri ve merkezkaç

"Eter ve rölativite teorisi")

kuvvetleri, eterin, özel b i r yapı­

" H e r kes -diye devam ediyor ay­

l a n maya sahip elekt ro m a nyet i k

nı yazar- her kütlenin enerjiye sa­

alan lar g i bi, f i z i ksel etkileri biçi­

hip o l d u ğ u n u; kütlenin kendisinin.

mindeki görün ü m l e r olarak orta­

sadece maddenin b i r görünüm bi­

ya çıkma d u ru m unda olacaktır ...

ç i m i o l d u ğ u n u; enerjideki her ar­

Bilim, kavra m l a r ı n önem s ı rala­

tışın, cismin kütlesini artırırken,

masını alt-üst eden bu adımı at­

her düşüşün kütlesini azalttığını;

maktan çekinmedi. Her ne kadar

enerj i n i n maddi bir şey o l d u ğ u n u

eterin m u t l a k hareketsizliği öğre­

t a s a v v u r edebilir." (Agy., sayfa

tisi daha sonraki dönemlerde b i r

72)

yana b ı r a k ı l dı y s a d a , m e k a n i ğ i

Demek ki; madde ile onun etki­

tahtından i n d i r i p elektrod i n a m i ğ i

leri arasında b i r ayrım gözet i l me­

fiziğin h ü k ü m da r ı y a p a n b u dev­

si gerektiği iddiasına kuşku i l e

rim b o ş u n a gerçekleşt i r i l m e d i :

O n u n sonuçları, biraz değ i ş m i ş

s i z m i n Sancağı Altında, 1929, Sa-

haliyle geçerl i l i ğ i n i korudu."

yı 1 , Rusça Baskı)

bunlar, yukarıda ifade

Bu, ı ş ı n ı m ı n maddeye bağlı ol­

ettiğ i m i z "Madde o l m a k s ı z ı n ha­

duğunu kanıtlam ıyor m u ? Ancak

Bütün

reket o l maz, ha reket olmaksızın

b u rada a y n ı zamanda, f i z i k ç i l e r i n

madde olmaz" cümlesi n i n kanıtı

n e d e n çel işkiye d ü şt ü k l e r i n i d e gösteren b i r örnekle k a r ş ı karşı­

değil m i d ir? Bir astronom o l a n J. Jeans'e

yayız. F i z i kçiler, "atomları n ' par­ ç a l a n m a s ı ' s ı rası nda, maddeden;

kulak verelim: "Atomlar, maddi elektronlar ve

filanca m i ktar kütleye sahip ve

protonlar dışında bir u nsura daha

hareketi ş u kadar erg ya d a bu

s a h iptir: Elektromanyet i k enerji.

kadar kalori ışınma eden bir kısım

Modern elektromanyet i k teorisi,

a y r ı l ı r" demek yerine, " m a d d e

her ışının kütle taşıdığını belirtir.

ı ş ı nm a ya d ö n ü ş ü r " d iyorlar. l ş ı n ­

(buna göre bir gram kütle 9.1020

m a b i r h a reket m i d i r ? A n c a k

erg ya da 2.15.1013 kalori ışına denk

madde olmaksızın hareketin de

düşer) Bundan, ışınmada bulunan

olamayacağını söylemiştik. Fizik­

her cismin kütle kaybettiği, her

ç i l e r el bette bu maddeyi henüz

radyoaktif bölünmenin toplam küt­

göremed i l e r (ancak, b i r b ö l ü m ü ­

lenin azalmasına yol açtığı sonucu

n ü n h e l y u m çekirdeğ inden o l u ş ­

çıkar. Bir uran atomunun nihai so­

t u ğ u n u b i l iyorlar); fakat u z u n z a ­

nu, şu denklemle gösteri l i r:

m a n d ı r elektronların ve proton l a ­ rın o l d u ğ u n u gözlemiyorlar m ı ? Enerj i , maddenin b i r özel l i ğ i n d e n

0,8653 gram k u r ş u n 1 gram uran =

0,1345

gram

helyum

m a ddeye b a ğ l ı o l m a k s ı z ı n o rtaya

0,0002 gram ı ş ı n ma Genel leştirerek

başka b i r ş e y o l a b i l i r m i ? B i r

söylenecek

ç ı k a b i l i r mi? K uantum teori s i n i n o l um s u z l a d ı ğ ı , tam d a i ş t e b u d u r.

olu rsa, radyoaktivite o l g u s u n u n

Bu yasa n ı n özü -daha önce be­

özünde y a t a n , m a d d e n i n ı ş ı n ma­

l i r t i l d i ğ i gibi- doğadaki her değişi­

ya d ö n üşmesid ir; bir başka deyiş­

min yavaş yavaş değ i l , ha mlelerle

le, kütlenin parçal a n m a s ı s ı rasın­

ve sıçramalı olarak gerçekleştiği

d a ortaya çıkan ışınmanın serbest

ifadesinden

'

i ba retti r .

B u ra d a

k a l m a s ı d ı r. 4000 gram kütleden,

m ü m k ü n o l a n en k ü ç ü k k u a n t u m

3999 g ra m geriye k a l ı r. Aradaki

enerj i ( y a da madde), Pla nck S a ­

fark, ı ş ı n ma olarak ayrı l ı r." ( Mark-

biti (h) a d ı verilen b i r t a m s a y ı i l e

37

111 38

idealist filozof g i bi, aynı görüşleri

ifade e d i l ir. Bu, e nerj i n i n azalması ya da

paylaşmak, yani

k u a n t u m l a rı n

a rtma sı s ı r a s ı n d a saf enerj i n i n

maddenin s o n l u kütleli hareketiy­

değil, maddenin el bette s ı n ı r l ı bü­

le bağ ı n t ı l ı o l d u ğ u n a i n a n m a k zo­

yüklüğe s a h i p olması gereken b i r

runda. D'Abro da, "eylemin ato­

k ı s m ı n ı n hareket ettiğinden baş­

m ik li ğ i ile maddenin atomikli ğ i n i n

ka b i r anlama gelebilir m i ? White­

b i rb i riyle b a ğ l a n t ı l ı o l m a s ı m u hte­

head, kuantum teoris i n i n t a m da

meldir"

b u yönünü i ncelerken ş u sonuca

386). Weyl d a b u yüzden, k u a n ­

u laşıyor:

diyor

(Örneğin

sayfa

t u m teor i s i o l g u s u k a rş ı s ı nd a ,

" Modern f i z i k , cisimsel organ iz­

gerçekleri saf a l a n teorisinden

m a l a r ı n fizi ksel alanda t itreş i m l i

yola ç ı karak, y a n i maddeni n varlı­

özel l i klere gereksinim d uyduğu­

ğını ka b u l l enmeyerek, kavrama­

na işaret eder. Ona göre bu tür ci­

n ı n m ü m k ü n olmadığını söylüyor.

s i m ler, atomun çekirdeğ i nden dı­

Ç ü n kü o n a göre bu gerçekler,

şarı atılmış ve b u n u n üzerine ı ş ı k

"büyük oranda bir ta msayı tara­

d a l g a l a r ı n a dönüşmeye başlayan

fından belirlen iyor". Peki bu ne

yapılar olarak görülmek zorunda­

a n l a m a g e l i yor? Tamsayı, s o n l u

d ı r."

büyüklüklerin bulunduğu, yani

Ve şöyle devam ediyor: " S ü reç,

maddenin s o n l u m i ktarları y a d a

her primat (yazar, dünyanın, da­

parçal a r ı n ı n h a reket h a l i nde o l ­

ha önceli bulu nmayan ilk u n s u rla­

d u ğ u bir ye rde söz konusu olabi­

r ı n ı böyle n itelend iriyor

l i r.

-

L.R.)

açısından orta lama enerjiye dö­

Ş i md i b i r de, g ü n ü müzde elekt­

nüşme ş e k l i nde noktala n ır. Bu

rik a l an ı n d a k i a raştı rmacı l a r ı n en

enerji, primatlar açısından kara k­

önemli leri nden biri o l a n İ n g i l i z fi­

teristik

z i kçi J. Thomson'a k u l a k vere l i m :

ve

kütlesiyle

o r a nt ı l ı ­

d ı r . Gerçekten de enerji kütledir...

"Felsefe n i n b a k ı ş a ç ı s ı ndan ba­

Primatın içerisinde, elektrik yo­

kıldığında, potansiyel enerj i kav­

ğ u n l uğ u n d a ğ ı l ı mında fark l ı l ı k l a r

ram ı n ı n kinetik enerj i kavra mına

vardır. Materyalist teoriye göre

göre çok d a h a az tatmin edici o l ­

böylesi bir yoğunluk, maddenin

duğu v e fark l ı b i r temele dayandı­

varlığını gösterir.'' (Whitehead,

ğ ı görülecektir. Enerj i y i kinetik

"Science a n d the modern world

enerj i olarak nitelendirdiği m i zde,

[ B i l i m ve Modern Dünya]'', sayfa

bu enerj i h a k k ı nda oldu kça fazla

187 ve 189)

şey b i l d i ğ i m i z duygusuna sahip

A l a n ı nda u z m a n fizikçiler, bu

oluyo ruz. A n c a k enerj iyi potansi-

yel e nerj i o l a r a k n itelendirdiği-

rinde etkisi olan kısmtndan, bu et-

m izde, b u konudaki b i l g i m i z i n çok

kiye sahip olmayan kısmtna akta­

az olduğu duygusuna sahip o l u ­

rılması değil midir? Bu d u r umda,

yoruz. B u radaki 'az' b i l g i n i n , b i l ­

b i z i m pota nsiyel enerj i adını ver­

memiz gereken i n t ü m ü n ü karşıla­

diğimiz

dığını i d d i a etsek, bu yan ıt, insan

maddi sistemle kinematik bağları

ruhunu tatmin etmeyecekt i r.

şey,

g e rçekte,

eterin

olan bazı kısımlarının kinetik

Tica ret hayatı ile para l e l l i k ku­

enerjisi değil midir?... Daha y ı llar

rup k i netik enerj i n i n yerine nakit

önce, güç etkileri ile potansiyel

parayı, potansiyel enerj i n i n yeri­

enerjinin varlığtnı açıklamak için,

ne d e banka hesab ı n d a k i tasarru­

birincil sistemin ikincil sistemle

fu koyalım. Ayrıca b i r de, b i r kişi­

bağlantı halinde olduğunu var­

nin cebi ndeki altın akçelerini kay­

saymak gerektiğini ve bu s i stem­

bett i ğ i n i ve kaybola n akçelerin

l e r i n kinetik enerj i s i n i n b i r i n c i l

h e r seferinde a ç ı k l a namayan bir

sistemin

şekilde banka hesabına i lave ed i l ­

o l u ş t u rd u ğ u n u

pota n s i y e l

e n e rj i s i n i

g ös te rm i ş t i m . "

d i ğ i n i , i stendiği z a m a n akçenin

(J.J.Thomson, " E lektrik ve Mad­

değer kaybına uğramadan ve kar

de", sayfa 1 1 3 )

d a geti rmeden yeniden çekilebi­

Bu t e o r i d e yönteme, taşıdığı

leceğ i n i d ü ş ü n e l i m . Belki ticari

materyalist ruha d ikkatle b a k ı l ­

i l i şkiler açısından bu b i l g i ye sahip

m a l ı . İ k i s i stem ka r ş ı l ı k l ı etkileşim

o l m a s ı g e rekmez, a n c a k hangi

h a l i nde: Birinci sistem d u y u o r­

tüccar cebinden d ü ş e n akçen i n

g a n l a r l a a l g ı l a n a b i l iyor. İ k i n c i s i

bankaya n a s ı l ve k i m i n tarafından

i s e , ne duyu organlarıyla, ne d e -

yatırıldığını, a kçenin kaybolması­

b ug ünk ü - b i l i msel aygıtlarla keş­

n ı ve tekrar ortaya çıkmasını sağ­

fedilemeyecek şekilde bir yapıya

laya n ı n hangi gizemli güç olduğu

sahip. Bu i k i ncisi " a l a n d ı r"; a l a n­

konusunda kafa yormaz, bu gize­

da gerçekleşen olayların ( ı ş ı ğ ı n

mi çözmek i ç i n çaba h a rcamaz?

ı ş ı n m a s ı , ç e k i m kuvveti v.b.) taşı­

F i z i kç i de, potansiyel e n e rj i n i n

yıcısı

değ i ş i k biçimleri karşısında kendi­

"eter", i s t e r "alteter", isterseniz

ise

madde o l m a k ( i st e r

sini a y n ı d u rumda hissetmekte­

bir başka ad veri l s i n ) ve bu taşıyı­

dir ... Ki netik enerj i n i n pota nsiye l

cı, hızın a rtması d u ru m u n d a küt­

enerj i n i n değ i ş i k b i ç i m lerine dö­

leyi çoğaltan şeyin ne o l d u ğ u ,

nüşmesi, sadece kinetik enerjinin

radyoaktif elementlerin parçalan­

sistemin duyu organlarımız üze-

ması sırasında kütlenin nereye

39

40

gittiği, e l ektro n u n kütlesi n i n ne-

bu kaynakla f i z i ksel bağlantıları

reden g e l d i ğ i soru l a r ı n a y a n ı t

olm ad an etkide b u l u n a n güçlerin

vermek zorundadır.

varlığı düşü ncesine itiraz ed iyor­

"Eter" ya d a "alteter"in varlığı

du. Bu yüzden elektrik a l a n ı n d a k i

varsayılmazsa, onun yerini "boş"

etkileri b i r şema i l e göstermeye

uzay alacaktır (Russel ve Weyl, bu­

çalıştı. Bu şemada uzaktan etki­

na değişik "boşluk" nitelendirme­

n i n yerini bir başka şey a l ı yordu

leri takmışlardı). Boş uzayın var ol­

ve böylece karşılıklı olara k b i rbiri­

d u ğ u n u kabul etmek ise, sadece fi­

ne etki eden cisimler a rasında sü­

zik açısından d a büyük sorunlara

rekli b i r bağlantı kurdu. B u n u da,

yol açar. Bu sorunlardan birisi,

güç hatları kavra m ı i l e başardı."

uzaktan etkinin varl ı ğ ı n ı n kabu l edilmesinin kaçınılmaz olmasıdır.

Bu çizgiler i se, maddeden baş­ ka bir şey değ i l d i r:

( F a ra d a y g i b i ö n e m l i f i z i k ç i l e r

"Öncel siste m i m iz i n farklı yüklü

enerj i k bir biçimde buna karşı ç ı k­

uçları bulunan b i r elekt r i k l i büyü­

mışlard ı r.) Diğer varsayım ise, b u

teç olduğunu d ü şü n e l i m . Bir uçta

"boş" uzayın i ç i nden ı ş ı ğ ı n geçtiği­

eksi yüklü cisim var, d iğerinde ay­

dir. Bu d u rumda ise, ışık elektro­

nı büyüklükteki b i r artı yük. H e r

manyetik bir dalga değil, sadece

iki u c u n e l e k t r i k yüklü güç h a t l a r ı

onu saçan cisimden bize doğru ge­

ile bağlı o l d u ğ u n u düşünelim. İşte

len madde olabil ir. Çünkü dalgalar

bu güç hat/arma maddi varlık

boş uzayda nasıl oluşabilir ki?

bahşedilmelidir." (J.J. Thomson,

T ü m bu ve benzeri sorunlardan

sayfa 2 5 ve 59)

k u rt u l a b i l me n i n tek yolu, uzayın

Demek ki; büyük f izikçi F ara­

b i r madde (eter, a lteter) ile dolu

day, "maddenin b u l u nm a d ı ğ ı yer­

o l d u ğ u n u varsaymaktan geçer.

de etkili olacağını" tasa vvu r ede­

Tüm z a m a n l a r ı n en büyük f i z i kçi­

miyordu. Bu yüzden a l a n teorisi

lerinden biri olan Faraday, b u n u

de baştan sona materyalistçe dü­

ç o k iyi a n l a m ıştı. Alan teo ri s i n i n

şünülmüştür.

ku rucusu o l a n Faraday, b u a l a n ı n

Peki ya Weyl da öyle m i ? O n

a n c a k maddi o la b i l eceğini düşü­

defa maddeyi ö l d ü r ü p y i r m i defa

nüyordu:

da yeniden d i rilttikten sonra, eter

"Faraday'a göre, maddenin, bu­

kavram ı na getirdiği açıklamanın

lunmadığı yerde etkili olamayaca­

sonunda nihai o l a r a k saf a l a n te­

ğı d üşüncesi bir aksiyom, başka

orisinden vazgeçmek ve eter i l e

bir deyişle, bir dogma idi. Konum­

maddeyi k a b u l etmek z o r u n d a

landığı nokta n ı n çok uzağında ve

kal ıyor:

" H e r ne kadar eter fiziksel ka-

d a n bu gerçeği kabullenmek zo-

rakterini geri kazanmış olsa da,

runda k a l ı yorlar. idealistin, mad-

o n u belirleyen n i telikler, gelişme­

d e n i n y o k o l d u ğ u , "sembollere"

nin başlangıç aşamasında b i r tö­

dönüşerek b u h a rlaştığı v.b. iddi­

zel medyumu olarak ortaya ç ı k t ı ­

a l a r ı n ı n tersine, madde yaşama­

ğ ı n d a n o l d u kça f a r k l ı l a ş mı ş t ı r . "

ya ve etkide b u l u n maya devam

( W e y l , a g y . , sayfa 1 4 3 )

etmektedir.

Eterin,

alışılmış

m a d de d e n

Modern fizik, bize ç e l i ş k i lerle

farklı büyükl üklere sahip olması,

dolu b i r tablo s u n u yor. Bir yanda

madde kavram l a r ı m ı z ı n sü rmekte

f i z i k ç i l e r ve idealist f i l ozoflar güç­

o l a n dönüşü mlere tabi olması, b i r

l e r i n i birleşt i rerek, maddeyi "or­

d i yalektik materyal ist için son de-

tadan kaldırmak" ve böylece nes­

rece doğaldır. Anca k bu, madde-

nel d ünyayı sis perd e s i n i n a rka­

ye i l i ş k i n felsefi sorunu hiç etkile-

sındaki hayal dü nyasına dönüş­

mez. Madden i n felsefi kavramı,

t ü r m e k için ç a b a l ı y o r l a r. Diğer

eteri n şu ya d a b u niteli klere sa-

yanda gerçeklerin dayat ması kar­

h i p o l m a s ı n ı gerektirmez. O n u n

ş ı s ı nda maddeyi, v a r l ı ğ ı n ı son ra­

gerektirdiği tek şey, eterin ya da

d a n kerhen kabul ederek yeniden

maddenin, gerçek bir şey, b i l i nci-

" piyasaya sürüyorlar". B u g ü n he­

m i z d e n bağ ı m s ı z ve nesnel b i r

n ü z her şey mayalanmakta olsa

şey olarak görül mesid i r. Ve gö-

da, kesin olan b i r şey var: Çatış­

rüldüğü gibi m istikçilerimiz, bazı

m a , m a d d e n i n zaferiyle, d a h a

b e l l i çekinceleri d i l e getirseler de,

doğrusu materya l i zm i n , d iyalek­

deneyimlerin ve gerçeklerin da-

tik materya l i z m i n zaferiyle so­

yatması sonucunda birbiri a rd ı n-

n u ç la nacakt ı r.

• 41

42

M A URI C E C ORNFORT H

W1

T T G E N S TE 1 N ' 1 N FE L SE FE S İ

DÜŞÜN MEYE BİR S i N i R GETİRME

1.

Wittgenstei n'ın,

R u s se l ' ı n

ence versus ldealism. in derence o l philosophy against positivism and pragmatism11

(Poziti·

vizm ve Pragmatizme Karşı Felsefenin Savu· nusunda, İdealizme kar· şı Bilim) adlı kitabının "Manlıksaı Mantıksal

Analiz

ve

Pozitivizm"

adlı ikinci kısmında yer alan

"Wittgenstein'ın

felseresi"

adlı

9.

bölümünden alınmıştır. Çeviren: fırat Karadaş

önermelerin

sorun u n

c e v a p l a n a b i l e ce ğ i n i

düşünüyord u . Ancak daha önce

yap t ı ğ ı bazı katkıları daha ö nce

d e gösterd i ğ i m g i b i , ne R u s­

t e o ri s i n i n

belirtmiştim; öze l l i kl e de ayrın­

s e l ' ı n kendisi ne de meslektaş­

tılı b i r şekilde ele a l d ı ğ ı "resim­

ları ve takipçileri, bu sorunu ke­

l i " önermeler teoris i n i , o l g u l a r ı n

sin b i r şekilde çözecek herhangi

"resimleri" o l a ra k kabul e d i l e n

b i r a n a l iz üzerinde a n laşmayı

temel önermeleri.

becere b i l m i ş t i r.

Ancak W ittgenste i n ,

Maurice Cornforth'un

ilgili

mantıksal a n a l i z i n i yaparak, b u

g e l i ş i m i ne

mantık

1955'te yayın lanan "Sci­

d ü ny a y l a

Önermeleri n temel m a n t ı ğ ı n ı

Tracta­ tus L oqco-Phi/osophicus a d l ı

d a h a ileri b i r d üzeyde a n a l i z

eserinde, Russe l ' ı n m a n t ı ğ ı n d a

e d e n Wittgenstei n , bu gibi "so­

kullanılan

r u n " l a ra tamamen farklı bir şe­

ö n e r me n i n

temel

m a n t ı k s a l kavray ı ş ı n ı g e l i ş t i r­

kilde ya k l a ş ı l a b i lece ğ i n i d ü şü ­

me, keski n leştirme ve rafine et­

nüyordu.

m e n i n y a n ı s ı ra, Russe l ' ı n man­

maddi d ü ny a n ı n nesnelerine a i t

örneğin,

fi l o z of l a r

tık t e o r i s i n i n u yg u l a m a l a r ı n ı .

önermelerin

felsefe n i n soru n l a r ı n ı n çözümü

"duyu-veri l e r i n i n " y a n s ı m a l a r ı

duyuların

veya

noktas ı n d a çok daha i leriye ta­

m ı o l d u ğ u , yoksa insan b i l i n c i n ­

şıyabileceğ i n i de d ü ş ü n m ü ştür.

den ve deneyiminden bağımsız

Ö rn e ğin " d ı ş maddi d ü n y a so­

bir d ı ş d ü n y a n ı n mı y a n s ı m a l a r ı

r u n u " n u ele a l a l ı m . Dış m a d d i

o l d u ğ u konusunda sürekli t a r ­

d ü nya d iye b i r ş e y var m ı d ı r ve

tışmışlardır.

eğer varsa neyi ka psamakta,

Russel

b u so r u n u , " m a d d i

h a n g i temel bileşen lerden oluş­

d ü ny a n ı n

m a kt a d ı r? R u ss e l , dış m a d d i

önermeleri a n a l i z etmenin doğ-

nesneleriyle

ilgili

ru y o l u nedir?" sorusuyla ifade

Wittgenstein, felsefi a m a c ı n ı şu

etmişti. Wittgenstei n ' i n bu soru­

şekilde özetl iyor: " B u kitap, felse­

ya cevabı, "Önermeleri n mantığı­

f e n i n soru n l a r ı n ı i rdelemekte ve

n ı a n l ıyorsa n ı z , böyle b i r soru so­

bu soru n l a r ı form üle etme yönte­

şeklinde o l muştu.

m i ni n , d i li m i z i n m a n t ı ğ ı n ı n y a n l ı ş

A n l a m l ı b i r önerme, o l g u l a r ı n res­

ş e k i l d e kavra nm as ın a dayandığı­

midir ve doğru l u ğ u n u n ve yanlış­

n ı göstermektedi r ...

ramazsınız"

lığının test e d i l e b i l mesi için olgu­

"

Bu nedenle, Wittgenstein'a gö­

l a r l a kıyaslanabilmelidir. Bu yüz­

re

den, bir f i l ozof, " B u maddi nesne

m a n t ı ğ ı n ı a n a l i z etmektir. V e bu,

f e l s e fe n i n

a m ac ı ,

dilimizin

b i r d uyu- veri b i leşi m i d i r" ve bir

hangi sözcük b i ç i m leri n i n öneml i

başka f i lozof da " Bu maddi nesne

ve hangilerinin önemsiz olduğu­

bir duyu-veri bileşimi değildir, a k­

nu ve hangi soru biçimlerinin so­

sine t ü m d uyu-ver i lerinden ba­

r u l maya ve ceva p l a n maya değer

ğ ı m s ı z olarak vard ı r " dediğinde,

o l d u ğ u n u belirleyen mantık i lke­

b u iki iddia hangi o l g u l a rı resmet­

l e r i n i o rtaya koymak a n l a m ı n a

mekte ve h a n g i s i n i n doğru hangi­

gel mektedir.

sinin yan l ı ş olduğunu kontrol et­

Bu yüzdendir ki Wittgenstein,

mek i ç i n o l g u l a r l a n a s ı l bir kıyas­

" Felsefenin sorunları, en n i haye­

l a ma yapı l m a l ıd ı r? Her iki iddi­

tinde temelden çöz ü l m ü ştür" id­

a n ı n d a s a h te i d d i a l a r, sahte

d i a s ı n d a b u l u nm uştur. Ancak bu

önermeler oldukları açığa ç ı kmış­

s o r u n l a r, " d i l i m i z i n m a n t ı ğ ı n ı n

tır ki, bunlar mantıktan a n lama­

yan l ı ş kavra n m a s ı na dayandıkla­

yan kişiler i ç i n önem l i , a n l ay a n l a r

r ı n d a n " aslında gerçekten sorun

içinse önems izd i r.

olmadıkları

söylenerek,

çözül­

R ussel ve diğer fi l ozofların or­

m ü şt ü r. Wittgenstein'a göre so­

taya koyduğu şekliyle "dış d ü nya

r u n l a r ı n formüle e d i l i ş b i ç i m i saç­

soru n u " bu nedenle, dış nesneler

madır ve işte tüm soru n l a r ı n ce­

hakkındaki önermelerin şu veya

vabı d a budur.

bu " a n a l i z i " üzerinde çalışılara k,

Bu nedenle Wittgenstein, Ön­

b i r çözüme kavuşturulamaz. Çö­

söz'de kitabıyla i l g i l i şöyle der:

züme ancak, sorunu ortaya ko­ y a r k e n önermele r i n m a n t ı ğ ı n ı n

"Bu kitap, bu yüzden, düşünmeye bir sınırlama getirecektir ya da

y a n l ı ş a n la ş ı l d ı ğ ı n ı ya d a

d a h a doğrusu d ü şüncenin ifade

Witt­

genste i n ' ı n deyim iyle, " d i l im i z i n

ed i lişine. Çünkü d ü ş ü n meye sınır

m a ntığ ı " n ı n y a n l ı ş k a v ra n d ı ğ ı n ı

getirmek için, sınırın her i k i yan ı n ı

göstererek u l a ş ı l a b i l ir.

da d ü şünebilme yeteneği göster­

Bu yüzden, Tractatus Logica-

meliyiz.( Bu nedenle d ü ş ü n üleme­

önsözünde

yeni d ü şü nebilir hale gelmeliyiz).

Philosophicus' u n

43

44

Bu yüzden, sadece dilde bu sınır çizilebilir ve bu yapıldığında sını­ rın öbür tarafında kalan her ne varsa tamamen saçma olacaktır."

t a f i z i k " k e n d i n i gösterece k t i r " .

2.SÖYLEMEK VE GÖSTER M E K

nen" ile "gösteri l e n " a r a s ı n d a k i

"Gerçeğin m a n t ı ksal biçimi" "söy­ lenemez" ve "ifade edilemez", fa­ kat o "kendini gösterebi l i r". Bir önerme tarafından "söyle­

Wittgenstein, düşü nmeye yani aslında "söylenebi len"e b i r " s ı n ı r getirmeye" başladığ ında, bir s ı ­ nıflandırma y a p m ı ş oldu. "Söyle­ nebilen" ve "gösteri l ebilen"i b i r­ biri nden a y ı r d ı . Wittgenstein, "Önermeler" de­ m i ştir, " tüm bir gerçe k l i ğ i temsil ederler, ancak onu temsil edebil­ mek için, gerçekle ortak olan şey­ leri temsil edemez ya n i mantıksal b i ç i m i ... Önermeler, mantı ksal bi­ ç i m i temsil edemezler; çünkü bu bizzat kend i n i önermelerde yan­ sıtır. Kendini dilde yansıtan şeyle­ ri de dilin kendisi temsil edemez.

Kendini dilde ifade eden şeyleri, biz dille ifade edemeyiz. Önerme­ ler, gerçeği n mantıksal b i ç i m i n i

gösterirler. O n u sergilerler. Gös­ terilebilen şey, söylenemez."1 Bu şu demektir; (felsefi a n l a m ­ da) "metafiz i k b i r şey" söylemek istediğimizde , onu "söyleyeme­ yecek" olsak bile o şey "göste rile­ b i l i r". Düşüncemizde resmettiği­ miz "gerçeğin" "en üst doğası­ nın" ne olduğunu, a n l a m l ı öner­ 1 Witıgenstein: Tracıaıus Logi· co·Philosophi· CUS, 6.54.

2 Witıgenstein:

Tracıaıus Logi·

ca· Philosophi· cus,6.54.

melerle " söyleyemeyiz". Ancak " d i l i m i z i n mantığ ı n ı " ve "söylene­ b i l i r o l a n ı n sınırını" kavraya b i l i­ yorsak, boş yere z i h n i m izde a ra­ dığımız ve "söylenemeyen" me-

bu ayrım, k i b u ayrım Wittgenste­ in'ın gerçeği n resimleri olarak ka­ b u l ettiği önermeler teorisine da­ yan ı r, i lerde daha net olarak gö­ rüleceği ü zere, Wittgenstei n ' ı n felsefesi nde ç o k önemli b i r yere s a h i ptir. Bu ayrım, Wittgenstein tarafından old ukça gizemli b i r bi­ ç i mde ele a l ı n m a kta d ı r. Ne kadar gerçekçi ve bili msel görünse de W ittgenst e i n ' ı n felsefi düşüncesi, Gerçek'e i l işkin gizemli bir iddiay­ la sonlanmakt a d ı r. "Söylenebilen"ler, yal n ı zca ol­ g u n u n ifadelerid ir, b i l i msel ifade­ lerdir. Ancak: " M ü mkün olan bü­ tün bilimsel sorular cevaplansa da yaşa rn ı n sorunlarına yine de değ i n i l med i ğ i n i h i s sederiz. Şüp­ hesiz artık cevaplanacak b i r so­ run' kalmamıştır ve işte bu cevap­ t ı r. Yaşam sorunu, bu soru n u n or­ tadan k a l k m a s ı y l a çözü l ü r. (Bu yüzden değ i l m i d i r k i insan u z u n bir şüphec i l i kten sonra yaşa m ı n a n l a m ı n ı kavradığında, bu anla­ m ı n nerede olduğunu bir t ü r l ü söyleyemez.) Gerçekten de ifade edilemez b i r şey vardır. Bu kendi­ ni gösterir. Bu g izem l i olandır". 2 Ş i md i

Wittgenste i n ' ı n ,

neyin

söyle n i p söylenemeyeceğ i n i belir­ leme ve düşüncenin ifade edilişi-

ne sınır getirme yöntem i n i ele ala­ . dır. B i r ton ağırlığı olan b i r nesnecağım; ayrıca bu arada, bunun ne­

nin de, o a ğ ı rlığa neden olan ve

yi gösterdiğini de inceleyeceğim.

d ok un m a duyumuzla a l g ı l ayabile-

45

ceğimiz bir sertliği vardır".J 3.

DO�RULAMA i LKESi Wi ttgenst e i n ' i n Tractatus'unda

'söyleneb i l e n ' veya ' söyleneme­ yeni' beli rleyen i l ke ya da ölçüt, iki aşamada ele a l ı n mıştır. Her şeyden önce, b i r önermeni n an­ lamlı olabilmesi i ç i n mantık k u ral­ larına uygun olması gerekir. Ve i k i n c i olarak da d oğ r u l a n a b i l i r ol­ m a k zorundadır. B i r önerme olgu­ ların res m i d i r ve bir resim, resi m ve resmed i len arasında bir k ıyas­ l a ma yapmayı m ü m k ü n kılacak bazı temelleri ifade etmel i d i r. Bu nedenle, resmi olgularla kıyasla­ mayı mümkün kılacak b i r yöntem tasarlanmalıdır. Bu mantıksal taraf, Tractatus'un başlangıcında geliştirilmiştir. " Ma n t ı kta" demiştir W i ttgens­ tein, "hiçbir şey tesadüfi değild ir. Bir şey eğer atomik bir gerçek

olabiliyorsa, b u a t o m i k gerçek olasılığı önceden sezilebil melidir. N a s ı l ki uzamsal bir nesneyi uzay­ dan, zamansal bir nesneyi za­ mandan bağımsız d ü ş ünemezsek, hiçbir nesneyi d e diğer şeylerle olası i lişkilerinden ayrı d ü şüne­ meyiz ... Uzamsal bir nesne son­ suz uzayda uzanmalıdır. Görsel olara k bir nokta, k ı rmızı o l m a k z o r u n d a değildir a m a m u t l a ka b i r r e n g i o l m a l ı d ı r; B a ş k a b i r değişle, çevresinde renkli bir boşl u k var-

Bu yüzden, bazı kavramlar bir­ leştirilebilir, çünkü onların mantık­ sal doğası ya da mantıksal biçimi birleşmelerini mümkün kılmakta­ dır; ancak öte taraftan, bazı kav­ ramlar birleştirilemez. Bir şeyin birleştirilebilmesi için anlamlı bir kombinasyon oluşturması gerekir. Bu oldukça basit bir m a ntıksal kavrayıştır. örneğin, " B u nokta k ı r m ı z ı renktedir" d iyebilirim ve bu noktanın b i r rengi olmak zo­ rundadır- kırmızı değilse de, mavi, sarı, yeşil vs. Ancak " B u noktanın sesi çok yüksek" diyemem, çünkü mantı ksal o larak noktala rın sesi yoktur. Benzer bir şekilde " B u gü­ rültü çok yüksek" d iyebilirim, fa­ kat "bu gürültü kırmızıdır" d iye­ mem. "Bu noktanın sesi çok yük­ sek" ve "bu g ü rültü k ı r m ı zı d ı r" ifadeleri yanlış önermeler deği l ­ d i r; aslında önerme bile değiller­ d i r, a n l a m s ı z birer sözcük kombi­ nasyon u d u r- saçmadır. Bu nedenle i l k olara k, kavram­ ların mantıksal doğası, m a ntıksal olarak bel l i kombinasyo n l a ra ola­ n a k t a n ı rken, bazıları böyle bir k o m b i n a syona o l a n a k t a n ı ma z . D i l , mantıksal olara k birbiriyle çe­ l i şe n

kavramları

b i r l e ş t i rmeye

başladığında, a n l amsızlaşı r. Burada kavramların mantıksal doğası şüphesiz, bu kavramların

3 agy. 2.01.

46

anlamlı olarak nasıl birleştirilebile­

Bu örneğ i n ne ifade ett i ğ i , ge­

ceğini ve nasıl birleştirilemeyeceği­

ometriyi " u z a m m a nt ı ğ ı " veya

ni belirleyen mantık yasaları ya da

"uzamsal d i l i n sözcük d i z i m i"ola­

mantık kurallarıyla gösterilmekte­

rak a l g ı l a d ı ğ ı m ızda a n l a ş ı l a b i l i r.

dir. Mantığın bu yasaları, d i l i n an­ lamlı kullanımını sağlayan sözdi­ zimsel kurallardır. Ancak bu kural­

Geomet r i n i n kurallarıyla çel i şen

5 agy. 4.024.

mek, y a n l ı ş b i r şey söylemek an­

lar keyfi değildir, çünkü dünyanın

l a m ı n a gelmez, a m a a n l a m sız b i r

mantıksal biçimini gösterirler.

ş e y söylemek demektir.

Bu yüzden, Wittgenstein "bir

Burada, o zaman , neyin söyle­

nokta n ı n " b i r "renk boşluğunda"

nip neyin söylenemeyeceğini be­

var o l d u ğ u n u söy l e m i ştir. Bu ş u

lirleyen i l kenin biri nci aşaması n ı i r­

anlama

nokta-söz c ü ğ ü ,

deledi k. Bir önermenin anlamlı ola­

renk-sözcüğüyle a n l a m l ı b i r bü­

bilmesi için, mantık kurallarına uy­

t ü n oluşturacak şekilde birleşebi­

ması gerekir. Doğrulama düşü nce­

g e l i r;

lir, fakat örneğ i n , b i r ses-sözcü­

sini tanıtan ikinci aşama ise bizi

ğ üyle a n l a m l ı b i r bütün oluştur­

çok daha farklı sonuçlara götürü­

maz. Bu sözdi z i m sel k u ral, nokta­

yor. Wittgenstein, "doğrulama" ile

nın m a n t ı k s a l doğa s ı n ı göster­

ilgili görüşlerini

mekte d i r.

a nlamı, onun doğrulama yöntemi­

özet olarak Wittgenstein şöyle

4 agy. 4.024

u z a m s a l b i r n e s n e d e n bahset­

"bir önermeni n

dir" "ilkesini" ilk kez ortaya atan

demiştir: " D ü ş ü n ü lebilen her şey

Viyanalı fi lozof

aynı zamanda m ü m k ü n o l a n d ı r ...

düşü ncelerinden türetmiştir.

Moritz Schlick'in

M a n t ı k dışı bir şeyi d ü ş ü n e meyiz.

Wittgenstei n , m a n t ı k yasa l a r ı n­

Eskiden T a n r ı ' n ı n mantık kuralla­

dan sonra, b i r önermeyi anlamak

rıyla çelişenler d ı ş ında her şeyi

i ç i n nelerin gerekli olduğuyla i l g i ­

yaratabileceği söylenirdi. Gerçek

lenmeye başlamıştır. Doğal o l a ­

şu ki, " m a n t ı k d ı ş ı " bir d ü n ya n ı n

r a k , m a n t ı k y a s a l a r ı n a uyan h e r

neye benze d i ğ i n i söyleyemeyiz.

ş e y a n l a ş ı l a b i l i r ve a n l a ş ı l a b i len

D i l d e " m a n t ı k k u ra l l a r ı y l a ç e l i ­

her şey de m a n t ı k yasa l a r ı na uy­

ş e n " bir ş e y i i f a d e etmek, ge­

mak zorundadır.

ometride uzam kurallarıyla çeli­

genste i n ' ı n felsefesinde, a n l a m a ­

Ancak,

Witt­

şen b i r şeklin ya da olmayan bir

n ı n s ü bjektif ya d a k i şisel y a n ı n ı

noktanın ölçülerini vermek kadar

ortaya koymak, a n l a m kriterleri­

imkansızdır. F i z i k kurallarıyla çe­

ne yeni öze l l i k l e r katmıştır.

lişen bir atom i k gerçeği uzamsal

" B i r önermeyi a n l a m a k " demiş­

olarak s u n a b i l i riz, a n c a k geomet­

t i r Wittgenstein, " d u r u m u n , eğer

r i n i n kurallarıyla çelişen b i r şeyi

gerçekse, ne o l d u ğ u n u bilmek an­

uzamsal olarak s u n a mayız."•

l a m ı na g e l i r.'"

Başka bir yerde ise Wittgenstein,

Bu yüzden bir önermenin a n l a m l ı

"nasıl görünecek idiyse" ifadesini

olabilmesi i ç i n , doğ r u l a n a b i l i r o l ­

kullanmıştır. Sonuç olarak o za­

m a s ı , b i r doğru lama yöntemine

man, bir önermeyi anlamak, eğer

sa h i p o l a b ilmesi gerekir.

bu önerme gerçekse, "nasıl görü­

Şimdi artık, bu doğ r u l a m a i l ke­

neceğini" ve "neye benzeyeceğini"

s i n i n bir bütün olarak söylenebi­

hayal edebilmek anlamına gelir.

len ve söylenemeyeni beli rleyen

Wittgenstein şöyle devam et­

il keyi ihtiva

ett i ğ i n i n , d a h a a ç ı k

m i ştir: " B i r res m i n (ya ni önerme­

bir ş e k i l d e görülebileceğ i n i d ü ş ü ­

nin) doğru ya da yanlış o l d u ğ u n u

nüyorum. Bir önermeye a n l a m

saptamak i ç i n o n u gerçe k lik le k ı ­

kaza n d ırmak i ç i n onun n a s ı l doğ­

yaslamamız gerekir."•

rulanabileceğ i n i gösterebilmemiz

Bu sözleri b i r a raya getirdiği­ m i zde, o l d u kça kesin s o n u ç l a r ç ı kmaya başlar. İlk olarak, b i r önermeyi a n l a­

g e re k i r.

47

Söyled i ğ i m i z

bir

şeyi

doğrulayacak b i r yöntem göste­ remiyorsak, o z a m a n g erçekte h i ç b i r şey söylememişiz

demek­

m a k i ç i n "gerçek olsaydı nasıl gö­

t i r. Sözcükleri a n l a m s ı z bir şekil­

rü neceğ i n i " h a y a l edebi l m e m i z

de bir araya getirmişiz demektir.

gerekiyor. B u n u h a y a l edem iyor­

Saçma sapan konuşuyoruz de­

sak, o z a m a n bu önermeyi a n l a­

mektir. Bu doğrulama i l kesi, söy­

m ıyoruz demektir. Daha da ileri

lediğimiz her şeyin mantık k u r a l ­

gidersek, "onu g e rçekl i k l e kıyas­

larına uyması gerektiği i l ke s i n i de

l a ya b i leceğ i m i z yöntemi" hayal

içinde barındırır. Çünkü çok a ç ı k

edemezsek, "gerçek olsaydı nasıl

b i r ş e k i l d e ifade edersek, m a n t ı k

görü neceğ i n i " de hayal edeme­

k u r a l l a r ı n a uymayan b i r şey doğ­

yiz. Eğer " n a s ı l görüneceğ i n i " bi­

r u l a n a m a z da.

l iyorsak, o zaman, fiz i ksel s ı n ı rla­

a ç ı k b i r şekilde ifade ett i ğ i g i b i ,

W i t t g e n st e i n ' ı n

malar "onu gerçe k l i k l e k ı yasla­

" m a n t ı k d ı ş ı " bir d ü ny a n ı n nasıl

mamıza" engel teşkil etse bile her

göründüğünü söyleyemeyiz.

d u rumda, kıyaslama yapabi lece­

Bazı örnekler, doğ r u l a m a i l kesi­

ğ i m i z bir yöntemi, başka bir de­

n i kapsam ve uyg u l a m a a ç ı s ı n d a n

ğişle bir doğrulama yöntemi ha­ yal edebilmemiz gerekir; çünkü

daha a n l a ş ı l ı r k ı l a b i l i r:

b i r önermeyi d o ğ r u l a m a k, o n u

d ı r". Doğrulama yöntem i : Avam

"Parlamento ş i m d i Londra'da­

"gerçek l i k l e kıya s l a m a k " a n l a m ı ­

Kamarası'na git, içeri bak ve gör.

na gel i r.

Alternatif olarak: Telefo n l a a ra

Eğer h i ç b i r doğ r u l a m a yöntemi

ve sor; B.B.C'deki haberleri d i n le;

verilmemişse o z a m a n önerme

gazetedeki parlamento haberleri­

a nlaşılamaz, yani a n l a m l ı değildir.

ni oku.

6 agy. 2.223.

48

" S u 100 C0'de kaynar." Doğru-

" B i l i n c i m i z , o n d a n bağ ı m s ı z b i r

l a m a yöntemi: B i r a z s u y u n içine

şekilde varolan d ı ş d ü n ya n ı n yan­

b i r termometre koy, suyu ısıt ve

sımasından başka bir şey değil­

su kayna d ı ğ ı n d a ısısını ölç.

dir."(Lenin). Bu ifade de, Berke-

" Y ı l d ız l a r ı n konumu i n sa n ilişki­

ley'in tam tersini söylediği ifadesi

leri n i tayin eder." Doğrulama yön­

için söylenen aynı nedenden do­

temi: The Peop/e, The New of the

layı a n la m s ı z d ı r, çünkü b i r doğru­

World, Old Moore's A lmanac,

lama yöntemi yoktur.

vs.'nin eski sayılarındaki astroloj i k

Bu örnekler (ki filozofların yazı­

tahmi nlere b a k ve bu tahminleri

larını irdelemek isteyen biri, bunla­

gerçekleşen şeylerle karşı laştır.

rı sonsuz bir şeki lde çoğaltabilir),

"Eşit o l mayan a ğ ı r l ı k l a r, mer­

"düşünceye sınır getirme" amacıy­

kezden eşit uzaklıktaki iki kefede

la tamamen uyumlu bir şekilde,

karşı karşıya konulunca, büyük

Wittgenstein'ın Schlick'ten ödünç

o l a n ağır basar." Doğrulama yön­

aldığı doğrulama i l kesinin, teoloji­

temi: Eşit olmayan ağırlıklarla de­

nin yanı sıra, idealizm ya da mater­

neyler yap.

yalizm ayrımı yapmaksızın tarihte

Öte ta rafta n, hiçbir doğrulama

ortaya ç ı k m ı ş b ü t ü n felsefeleri

yönte m i n i n veri lemeyeceği "me­

kökten reddetmek için kullanılabi­

tafizik" örnekler d e ele a l ı na b i l ir.

leceğini göstermektedir. Doğrula­

" Şeylerin oluşmasın ı n arkasın­

ma ilkesi, ayrım gözetmeyen ola­

da, son tahlilde gerekli b i r öz ol­

ğandışı bir eleştiri silahıdır. Ayakta

malıdır ... ve bu öze Tanrı d iyo­

hiçbir şey

ruz."(Leibniz). Bu ifadeyi doğrula­

geçmektedir. Büyük bir hınçla "dü­

yacak yöntemimiz yok. Böyle de­

şünceye sınır getirmekte" ve pra­

ğil d e şöyle olsaydı nasıl görüne­

tik olarak felsefenin bütün gelişimi­

ceğini beli rlemek için

kafamızda

hiçbir yöntem canlandı ramıyoruz. Bu nedenle, b u ifade a nlamsızdır. "Duyularımızla algıladığımız şey­

bırakmamakta, yıkıp

ni bir hiç olarak, saçma sapan bir gelişim olarak yansıtmaktadır. Bu arada, b i l i m i n y a n ı n d a ve te­ oloj i y i ve ideal i z m i yıkar g i b i gö­

lerin, bizim algılarımız dışında bir

ründüğü için b u i l keye y a k ı n l ı k

varlığı yoktur."(Berkeley). Bu ifa­

duyanlar, b u ilkenin, aynı z a m a n ­

deyi doğrulayacak bir yöntem yok.

d a matery a l i z m i d e yok etmeye

Farklı şeylerin algılanma durumu

çalıştığını ve böylece a s l ı n d a i de­

olmadan nasıl "göründü kleriyle"

a l i z m i ve teolojiyi oldukları yerde

algıdan ayrı varlıkları olmadığında

d i md i k ayakta b ı raktığını u n u t m a­

nasıl "göründükleri"ni belirleyecek

m a l ı d ı r. B u n d a n sonraki bölü mde,

bir yöntem verilmemiştir. Bu yüz­

sözde "doğ r u l a m a i l ke s i " d e n e n

den bu ifade de anlamsızdır.

ş e y i n , n a s ı l d o ğ r u d a n s ü bjektif

idealizme, yani sol i psizme' vardı­

b i l i r . Gerç e k l i k deneyle o rtaya

ğını göstereceğim.

kon m a d ı kça, k ı y a s l a m a y a p ı l a ­

ÖNERMELERiN ANLAMI VE DO�RULAMA YÖNTEMi

ş e y l e kıyaslayamam. Benim de­

lil 49

m a z . Bir r e s m i göremed i ğ i m b i r 4.

Ş i md i , b i r önermeyi doğrulama yöntemi ve bu yöntemden yola çıkarak önermeleri n a n l a mıyla il­ gili bazı sonuçları d a h a yakından i rdelemek gerekiyor. Doğru lama yöntemi neyi içeri­ yor? B u rada Wittgen s t e i n ' ı n öne r­ m e lere i l i ş k i n m a n t ı k teorisi ve önermelerin olgularla "resimsel i l i ş k i " s i ne tekrar dönmek gereki­ yor. Doğ r u la n a c a k bir önerme, " i l i ş k i halindeki nesne k ü meleri­ ne" denk düşen bir "işaretler kü­ mesidir" ve resm i n doğru ya da yanlış olduğunu bulmak için (yani onu doğrulamak için), onu gerçek­ l i kl e k ı y a s l a m a l ıyız. Bu y ü z d e n doğ rulama süreci, bir önermeyi o l ­ g u l a r l a ya d a bir işaretler kümesi­ ni işaret edilen nesneler kümesiyle kıyaslamayı içeren bir süreçten başka bir şey değildir. Herhangi bir önermeye uyg u n bir doğrulama süreci, böyle bir kıyaslamanın ya­ p ı l a bildiği bir yöntemdir. Fa kat böyle bir kıyaslama nasıl y a p ı l a b i l i r? Böyle bir k ı yaslama, önermenin resmettiği "olgu lar" ya da "ger­ çeklik", deneylerle ortaya konu­

labildiği z a m a n y a p ı l a b i l i r ki böy­ lece o l g u ların ve resmin uygunlu­ ğ u ya da uyg u n s u z l u ğ u a l g ı l a n a -

neyimimle ortaya konan olgulara başvurmadan bir önermeyi doğ­ rulayamam. Bir örnek vere l i m: "Avam Ka­ m a ra s ı bugün Londra'da toplanı­ yor." Bu önermeyi, Londra'ya gi­ dip onlara ba kara k doğrulayabili­ rim. Resmi neyle kıyaslarım? De­ ney i m i m le, parlamentoyu z iyare­ timde gördüklerim, d u y d u k l a r ı m ve ( e ğ e r a ş ı r ı ş üpheciysem) d o ­ k u n d u klarım la kıyaslar ı m . Bu doğ r u l a mayı yaptığım s ı ra­ da, eğer felsefi b i r materyalist olan b i r komünist m i l letvekilinin "Tabii ki bu parlamentonun, dene­ yimden tamamen bağımsız objek­ tif maddi bir varl ı ğ ı vard ır" dediği­ n i duyarsam, bu sözleri, hiçbir şe­ kilde doğrulanamaz ve anlamsız olduğu için, duymazdan geli ri m . " Deneyim" kaç ı n ı lmaz b i r şekil­ d e özel ve kişisel (felsefi d i lde "sü bjektif") olduğu i ç i n b u doğ ru­ lama teoris i n den çıkan sonuçlar en iyi, "biz" ve " b i z i m " yerine "ben" ve "benim" sözcükleriyle ifade

e d i l e b i l e c e k t i r.

Ö rn e ğ i n

Wittgenstein, "Res m i n d o ğ r u m u ya n l ı ş m ı o l d u ğ u n u b u l m a k i ç i n

biz o n u gerçeklikle kıya s l a m a l ı­ yız" dediğinde ne a n l at m a k iste­ diği a s l ı nd a şöyle d a ha iyi ifade e d i l e b i l i r: " Resmin doğru m u yan­ lış m ı olduğunu bulmak için ben

7 Solipsizm. kişinin kendi kişisel deneyimleri dı­ şında hiçbir şe· yi bilemeyece· Qini savunan bir doktrindir. Ona göre, ne dış maddi dün· yanın ne de be­ nim dışımda başka insanla· rın varllQını ve deneyimlerini bilemem.

50

o n u kendi deneyimimle kıyasla-

olası bir deneyi m i hayal edebilme-

m a l ıyım."

l i y i m . Bu b a n a ait ö y l e bir deneyim

Anca k Wittgenstein, b u eleşti ri­

olmalı ki eğer bu deneyimi yaşa­

den ş u n l a r ı söyleyerek k u rt u l ma­

mışsam önermeyi onunla kıyasla­

ya çal ışacaktır: Bir önermeyi ken­

yabilmeliyim ve bu deney i m i n bu

d i deney i m i m d ı ş ı n d a doğrulaya­

önermeyi doğruladığını ya da çü­

bi leceğ i m bir doğru lama türü dü­

rüttüğünü söyleyebi lmeliyim.

ş ü n ü l emeyeceği ve " b e n i m "de­ neyi m i m dışında b i r deneyim ha­

Bu nedenle, bir önermenin an­ lamını a n la m a k ve bana ait ne gi­

yal edemeyeceğ i m i ç i n , bu du­

bi olası b i r deneyimin onu doğru­

rumda, k u l l a n ı l a n "ben" ve " be­

l a d ı ğ ı n ı b i l mekle birdir ve a y n ı

n i m deneyi m i m " ifadeleri gerek­

şeydir.

siz ve a n l a ms ı z d ı r ve bu nedenle Genel olarak, W ittgenste i n ' ı n

Bir önermenin anlamı, (benim) deneyimimdeki doğrulama yönte­ mi tarafından ortaya konur. B i r

s ü bjekt i v i z m i n i ve s o l i p si z m i n i,

önerme, eğer doğruysa, d u r u m u n

tartışmada belli bir k a l ı ba otu rt­

rte o l a c a ğ ı a n la m ı na gel i r.

de rahatl ı kla b ı r a k ı l a b i l i r.

mak çok zordur, çünkü onun te­ orisi sadece "realizm" ve "mater­

B u n u n neleri içerdiği, bi rkaç ör­ nekle kabaca izah edilebil i r.

y a l i z m " i n ifadeleri nin anlamsız ol­

örnek: "Parla mento Londra'da­

duklarını savun makla kalma mış,

d ı r. " önermenin doğrulanması

b u n l a ra tamamen zıt olan sübjek­

yani anlamı: Parlamentodaki tar­

tivist ve soli psistlerin felsefi ifade­

tışmaları

lerinin d e aynı derecede a nlamsız

"Londra'ya g id iyoru m v e parla­

g ö r m e k ve

duymak,

o l d u k l a r ı n ı ısrarla savunmuştur.

mentoya g i riyorum" önermes i n i

Fakat b u durum, Wittgenstei n ' ı n

doğrulayacak deneyimler zinciri­

deyişiyle, "söylenemez" o l s a da

n i takip etmek.

"kendini gösteriyor".

Anlamın metafizik yanlış yoru­ mu: Avam Kamarası, deneyimden

Ancak daha anlaşılır olması i ç i n , gereksiz işaretler kullanmak

bağımsız gerçek, maddi bir varlığa

ve sadece "gösteri l e n " şeyleri

sahiptir ve b i l i nce ve akla sahip

"söyleme"ye çalışmakla s u ç l a n ­

(en azından bazıları) gerçek birer

mak pahasına da o l s a b e n g e n e de

maddi orga nizma olan parlamen­

burada, "ben" "benim" ve "benim­

to üyeleri orada oturmaktadır.

ki" gibi sözcükleri kullanmaya de­

Burada "gerçek m a d d i " ve "de­

vam edeceğim. Öyleyse şu a nda

neyimden b a ğ ı m sız" gibi " metafi­

varılan sonuç şudur; bir önermeye

zik" ifadeleri n hiçbir anlamı yok­

a n l a m yüklemek ist iyorsam, bu

tur. Bir önermeyi "deneyimden

önermeyi doğrulayacak bana a i t

bağımsız" ve "gerçek maddi" ol-

g u l a r l a nasıl kıyaslaya b i l irim?

Doğrulama yani anlam: O n u n

Ancak, Wittgenste i n ' ı n doğrula­

ş i ş m i ş y ü z ü n e bakmak, o n u n ş i ­

ma i l ke s i n i n sonuçları, (a) geçmi­

kayetleri n i ve s ı z l a n m a l a r ı n ı d i n ­

şe ve (b) d iğer i n s a n l a r ı n deneyi­

lemek; a ğ z ı n ı n i ç i n e b a k ı p ç ü r ü k

mine i l işkin önerme örnekleriyle

d i ş i n i görmek, vs.

daha çarpıcı b i r biçimde ortaya k o n u l a b i l i r.

Metafizik yanlış yorum: Gerçek­

örnek: "Di nozorlar yeryüzün­

M r. D r u r y ' n i n , ç ü r ü k d i ş i m i z o l d u­ ğ u nda benim ve diğer i n s a n l a r ı n

lardı."

y a ş a d ı ğ ı deneyime benzer b i r d i ş a ğ r ı s ı deneyimi vardır.

fos i l d i r'' ö n e r m e s i n i doğrul aya­

Bu ge ne, d o ğ r u l a n a m a y a c a k

cak b e l l i nesneleri görmek veya

metaf i z i k bir saç m a l ı ktır. Ç ü n k ü

onlara dokunmak; b u nesnelerin,

b i r önermeyi, ben i m i ç i n m u t l a k

paleontolog l a r ı n " d i n ozor fosili"

u laşılamaz o l a n b a ş k a b i r i n i n de­

diye üzeri nde anlaştıkları fosil sı­

neyimiyle n a s ı l kıyaslaya b i l i ri m ? (

n ı f ı n a giren nesneler olduğunu

Eğer " D i ş ağrısı çekiyor u m " ve

doğrulamak; bu t ü r fosillerin bu­

" M r.Drury d i ş ağrısı çekiyor" der­

l u n d u ğ u yer katm a n ı n ı n görünü­

sem, bu radaki her iki önermenin

m ü n ü n , jeologların üzerinde an­

doğru l a n m a s ı yani a n la m l a r ı b i r­

l a ş t ı k l a r ı Mezozo i k döneme ait

bi rinden çok fark l ı d ı r. Kendi diş

yer katma n ı t a n ı m ı n a uyduğunu

a ğ r ı m ı , ağrı deney i m iy le doğrula­

doğrulamak.

rım. Fa kat eğer hem beni m hem

Metafizik yanlış yorum: Yerkü­

de Mr. Drury'in diş ağrısı varsa,

re, b e n i m ya da herhangi bir pale­

birbirine benzer iki ağrı deneyimi­

ontolog veya jeoloğ u n varlığın­

n i n var olduğunu söylemek, me­

d a n ve deneyim lerinden çok u z u n

tafizik b i r saçmal ı k o l u r: ne ikinci­

b i r zaman ö n c e gerçek m a d d i bir

s i n in- M r.Drury' n i n- ağrı deneyi­

varlığa sahipti; ve yerkürenin ger­

m i n i n v a r l ı ğ ı n ı doğrulayab i l i r i m

çek maddi tari h i n i n Mezozoik dö­

ne de benzerl i klerini ortaya koy­

n e m i nde, d i nozorlar yaşamıştı.

mak için iki deneyimi kıyaslayabi­

Bu doğrulanamayacak metafi­

51

ten var o l a n bir d iğer i nsa n ı n y a n i

de, Mezozoik dönemde yaşa m ı ş­

Doğrulama yani anlam: "Bunlar



l i ri m.)

B Bu örnek, Witt· qenstein'ın Cambridge'de katıldıQım tar­ tışmalarında

z i k bir saç m a l ı kt ı r. Ç ü n k ü beni m

Bu örnekler, tartışmayı daha

v e ya herhangi b i r i n i n deneyimi

eğitici veya eğlenceli kılmak iste­

örnekti. EQer

" d ı ş ı n d a " m ilyonlarca yıl önce ol­

yen biri tarafından, sonsuza ka­

Mr. Drury bu

m u ş b i r şeyle, b u önermeyi nasıl

dar çoğa l t ı l a b i l i r. B u n l a r, Wi,tt­

satırları oku·

k ı yaslaya b i l i r i m ?

genste i n ' ı n mantıksal doğ r u l a m a

iyi dileklerimi

Örnek: " M r . D r u r y d i ş a ğ r ı s ı çe­ kiyor."•

i l k e s i n i n neleri içerdi ğ i n i "göster­ d i ğ i " için önemlid ir.

vermiş olduQu popüler bir

yorsa, ona en yolluyor ve bu aQrıdan kurtul· muş olduQunu umuyorum.

52

Böylece, Wittgenstein'ın önerme­

ma o l d u ğ u n u söyleyerek tüm fel­

lerin anlamlı olabilmesinin koşulla­

sefeyi bir saçmalığa i n d i rgerken,

rını belirlerken kullandığı kriter, onu

b i l i m i ise g ö r ü nüşte göklere çıka­

dosdoğru solipsizme vardırmakta­

r ı r. "Dilimizin mantığ ı " n ı n i nce­

dır. Ona göre, kendi deneyimlerimin

len mesi, b ü t ü n " metafiz i k öner­

ve sübjektif dünyamın sınırları dı­

meleri" d ış a rd a bırakır ve yalnız­

şındaki hiçbir konuyla ilgili bir şey

ca olgusal ve b i l i msel ifadelere

söyleyemem ya da aynı anlama gel­

izin verir.

mek üzere, anlamlı şekilde düşüne­

Metafizikçilerin ifadele r i n i n ak­

mem. Bizim deyi mi mizle nesnel

s i ne, b i l i msel ifadeler doğru lana­

dünya, Wittgenstein'a göre, bir bü­

b i l i r ve b u nedenle, Wittgenste­

tün olarak kendi kendine, diğer şey­

in'ın felsefesi, felsefenin " metafi­

lerden bağımsız bir biçimde var

zik" teorilerini a nl a m s ı z d i ye red­

olan şu anki deneyimimin "dar pu­

dederken, b i l i m i kabul etmemiz

sulasında" yatmaktadır.

gerekt i ğ i n i söyler. Bilim gerçek­

Fakat Wittgenste i n ' ı n " söyle­

ten, d ü nyayla ilgili doğrulanabi l i r,

mek" ve "göstermek" i l kelerine

dolayısıyla da a n l a m l ı tek b i r yol

göre, b u solipsizm söylenemez;

su nar.

bu daha çok " d i l i m i z i n mantığı­

Ancak doğrulama i lkesi,

bir

nın" i l kelerini anladığımızda gös­

yandan bilimi, insan bilgisinin

terilebilir. Bu yüzden, Wittgenste­

toplam ı n ı bi rleştiren ayrı c a l ı k l ı b i r

in'ın s o l i p s i z m i bir d i z i m u a m m a l ı

pozisyona y ü kselti rken, b i r yan­

söylemde ifadesini b u l u r:

d a n d a onu rahat b ı rakmaz. Doğ­

" B u dünya benim d ü nya m d ı r."

rulama i l kesi, b i l i m i n yoru m l a n ­

"Solipsizmin a n l a m ı tamamen

masında da etkili bir şekilde kulla­

doğrudur, yalnız bu söylenemez."

n ı l ı r. Her önermenin a n l a m ı , o n u n

" M ut l u l a r ı n d ü nyası mutsuzla­

doğru l a n m a s ı o l a r a k t a n ı m l a nır­

rın dünyasından çok f a r k l ı d ı r." " Ö l ü mde d ü nya değişmez, fa­ kat sona erer."• B u rada, "düşü nmeye" gerçek­

ken, her b i l i msel g e n e l l e m e n i n a n l a m ı d a bu a n l a m ı doğrulaya­ c a k olan b i r dizi deneyim şeklinde yoru m l a n ı r.

ten d e bir " s ı n ı r"geti r i l mektedir.

Buna göre, herhangi bir bili msel

K i m i le r i b u ra d a " d ü ş ü n m e n i n ",

teori, bel l i koşullar altında belli

saçm a l ı ğ ı n en yü ksek mertebesi­

deneyi mlerin yaşanacağ ı n ı söyle­

ne u la ş t ı ğ ı n ı da söyleye b i l i r.

yen özlü bir ifade olarak algıla nır. Örneğ i n Koperni k teorisi, güne­

9 Wittgenstein: Tractatus Logico-Philosop­ hc i us. 5.62, 6.43.431.

5.

BiLiMiN YORUMU Wittgenste i n ' ı n doğrulama i l ke­

si, çoğu "felsefi soru"nun ve bu soru l a ra verilen cevap l a r ı n saç-

şin, a y ı n ve y ı l d ı z l a rın konumları h a kkında neleri gözlemeyi bekle­ y e b i leceği m i söyleyen ö z l ü b i r ifadedir.

Darwin ' i n evrim teorisi, c a n l ı organizmalar

hakkında

neleri

etmektedir. Wittgenstein ve Berkeley a ra­

gözlemeyi bekleyebi leceğimi söy­

sında gerçekten çok yakın bir pa­

leyen özlü bir ifadeden başka b i r

r a l e l l i k vardır. Berkeley'den W i tt­

ş e y değildir.

genstein'a kadar geçen iki yüz yıl

Bu örnekler çoğalt ı l a b i l i r.

boyunca, bu felsefe tarzı, aynı şe­

Doğrulama i l ke s i n e göre, Ko­

yi farklı şekil lerde söylem e n i n ye­

pern i k teorisi, gü neşin, a y ı n ve

ni yol l a r ı n ı bulma ktan öteye gide­

y ı l d ı zl a r ı n , kendi deneyimim ve

memiştir.

gözlemlenenden ayrı bir varlıkları

Berkeley, " A l g ı l a d ı ğ ı m d ü nya­

olduğundan bahsetmez. Evrim

nın, benim a l g ı l a r ı m d ı ş ı n da b i r

teorisi de c a n l ı orga n i z m a l a r ı n ,

v a r l ı ğ ı yoktur" d e m i şti. Wittgens­

kendi deney i m i mden ve gözlem­

tein d a "Önermelerin ben i m de­

lenenden ayrı b i r varlığı ve tarihi

ney i m i mle doğrul a n m a l a r ı d ı şı n ­

o l d u ğ u na dair hiçbir şey söyle­

d a b i r a n l a m ı y o k t u r ve b u d ünya

mez. Aynı şeki lde, atom teorisi de

benim d ü nyamdır" demektedir.

insan deneyi m i n i n d ı ş ı n d a ve ob­

Berkeley, "Deney i m i n d ı şı n d a

jektif o l a ra k var olan maddenin

v a r o l a n m a d d i bir v a r l ı k t a n b a h ­

yapısına ilişkin tek k e l i me etmez.

setmek, sözcükleri, o n l a r a h i ç b i r

B ü t ü n bu tür b i l i m se l teoriler,

a n l a m y ü k l emeden k u l l a n m a ktır"

geçmiş gözlemlerle o l u ş m u ş de­

demişti.

n e y i m l e r e d a y a n m a k t a ve çok

İ n s a n deney i m i n i n t ü m maddi

k a r m a ş ı k d i l bi l imsel k u r a l l a r kul­

varlıktan n i ç i n ve ne sebepten ay­

l a n ı l a ra k b i l i msel teori l e r hal ine

rı o l d u ğ u sorusuna cevap vermek

g e t i r i l mektedir. Gelecekteki de­

i ç i n Berkeley, T a n r ı 'yı y a r d ı m a

neyi m l e r i n b i l imsel teori n i n ger­

çağı r ı r. Wittgenstein da Tracta­

çekleşeceğ i n i söyle d i ğ i şeylerle

tus'u n sonunda, aynı a m a ç l a "gi­

uyuşmaması h a l i nde, o b i l i msel

zemli olan"a s ı ğ ı n m ı ştır.

teori değişmelidir.

Sonuç olarak, her i k i felsefe n i n de a y n ı t ü rden iç tutars ı z l ı kları

6. WITTGENSTEIN BiZi N E R EYE GÖTÜRÜYOR?

W i t t g e n st e i n f e l s ef e s i n i n so­ n u ç l a r ı n ı i ncelerken, i n san bu fel­ sefede yeni h i ç b i r şey o l m a d ı ğ ı n ı g ö rerek hayrete d ü şüyor. Witt­ genstei n ' ı n teorize ett i klerinin ta­ m a m ı öz itibariyle, Berkeley' i n es­ ki s ü bjektiv i z m i n e d ö n ü ş ü i fade

vardır. Bu tutarsızl ı k Berkeley'de, ampi­ rik olmayan düşüncelerin i mkan­ sızlığını ısrarla savunduktan sonra Ta nrı, Ruh, Nedensel l i k ve ona uyan başka "fikir"lerden bahset­ meye başlamasıyla ve a m p i rik ol­ mayan içerikleriyle "fiki r"leri, am­ pirik olan "düşünce"lerden ayır-

• 53

54

masıyla kendini göstermektedir.

r ı n d a n b a ş k a b i r şey d e ğ i l d ir.

W i t t g e n st e i n ' a g e l i n ce, o n u n

O n u n teori s i n d e yeni sözc ükler

Tractatus L ogico-Philosophi­ cus'taki hemen hemen bütün fel­

vardır, " d i l i m i z i n mantığıyla" i lg i l i

sefi önermeleri n i n kendi doğrula­

dan çıkard ı ğ ı m ı z sonuçlar özünde

n a b i l i r l i k i l kesiyle çel iştiğ i n i ve bu

Berkeley' i n kiyle a y n ı d ı r.

b i r ç o k i l k e s u n u l muştur; a m a on­

yüzden kendi gösterd i ğ i gibi an­

Bu felsefe, b i l ime get i rd i ğ i yo­

l a m s ı z o l m a ları gerekt i ğ i n i göre­

rumla şimdi artık yok o l m u ş o l a n

b i l i riz. Berkeley'in "fikir" yaklaşı­

önem i n i kaza n m ıştır. B i l i m b i ze,

m ı nd a k i g i b i , Wittgenstein kendi­

b i z i m d ı ş ı mı z d a k i i nsan eylemi ya

n i b u zor d u rumdan bütün felsefi

d a diğer ruhsal ve ya a k ı l sa l a kti­

gerçeklerin "söylenemediklerini",

vitelerden önce ve o n la rdan ba­

sadece kendilerini "gösterd ikleri­

ğ ı msız olan nesnel maddi bir d ü n ­

n i " söyleyerek ç ı k maya ç a l ı ş ı r.

yayla i l g i l i m i b i l g i verir? Witt­

Ancak bu, o n u n , o n l a r ı söylemiş

genstein felsefesi n i n bu soruya

olduğu gerçeğ i n i değiştirmez.

yanıtı hayırdır. Ona göre b i l i m sa­

Wittgenstei n , Tractatus'u n so­ nunda,

önermelerim

bu

dece sübjektif deneyimin içerikle­

yolla

rine hitap eder. Bu felsefe, o bjek­

açıklayıcı o l u rlar" der. " B e n i a nla­

tif d ü n ya n ı n yasalarıyla değil, fel­

yan b i r kişi önermelerimi, onların

sefi açıdan algı sonuçlarıyla i l g ile­

içine, üzerlerine ve üstlerinde tır­

nerek, b i l i m s e l doğruyu yorumla­

m a n d ı ğ ı nda, a n l a msız b u l a b i l i r.

maya ve a na l i z etmeye ç a l ı ş ı r.

Sözün kısası, bu kişi merdiveni

Mantıksal a na l i z i n "yeni meto­

t ı r m a n d ı ğ ı n d a , artık o merdiveni

du"yla i l i nt i l i o l a ra k, Wittgenste­

a t m a l ı d ı r. "

in'ın "dilin

ma ntıksal analizi",

Bu, b ü t ü n felsefe n i n iç tutarsız­

önermelerin yorum u n u ve a n a l i ­

l ı ğ ı n ı n ka b u l ü değ i l d e nedir? (bu

z i n i Berkeleyci sübjektif ideal iz­

yazının ileriki b ö l ü m lerine baktı­

min s ı n ı r l a r ı n a h a psetmeyi a m aç­

ğınızda, nasıl H u m e Berkele y ' i n

l a makta d ı r. M oore ve Wisdom'da

tutarsız l ı ğ ı n ı açığa çıkarıp o n u çü­

ise, referans aldıkları nesneleri

rütmeye ç a l ı ş m ışsa, Carnap'ın d a

açığa ç ı karacak bir önerme " a na­

Wittgenste i n ' ı n tutarsı z l ı ğ ı n ı gös­

lizi" b u l maya ç a l ı ş t ı k l a r ı n d a n az

terip onu nasıl çürütmeye ç a l ı ştı­

da olsa materya l i st b i r yön göre­

ğ ı n ı göstereceğ i m ). B u n a baka­

biliyoruz.

rak, ta r ihi n k e n d i n i tekrar ett i ğ i n i

Sonuç o l a ra k , her ne kadar bi­

ve dolayısıyla son tahlilde b i r fars

li msel a raştırma yolunu d eğ i l de

( i l k e l komedi) o l d u ğ u n u söyleye­

metaf i z i k spekülasyonları k u l l a n ­

b i l i r m iyiz?

mış o l s a l a r d a objektif b i r dü nya­

O halde, Wittgenstein ' ı n öğreti­

nın var olabileceğini d ü ş ü nüyor­

leri, Berkeley öğret i l e r i n i n tekra-

lardı. Fakat Wittgenstein, doğru-

l a m a i l kesiyle, her " a n a l i z " i n du-

d e n ? Ç ü nkü, ö n e r m e n i n başka

yu-deneyi min içerikleri bağ l a m ı n­

nasıl b i r anlamı o l a b i l i r ki? Ona

da yapılması gerekt iğinde ı srarc ı ­

göre, b i r önermeyi nasıl kendi de­

dır. B i r önermenin a n l a m ı , doğru­

neyi m i m i n veya başka s ı n ı n dene­

lama yönteminde yatar. Herhangi

y i m i n i n d ı şında doğrularım deme­

b i r önermenin a n l a m ı , gerçeğ i n

n i n b i r anlamı yoksa, onu kendi

b a s i t b i r ifadesi d e o l s a , b i l i msel

deneyi m i m l e d o ğ r u l a r ı m d e me­

b i r önerme de olsa, insan deneyi­

nin de bir a n l a m ı yoktur. " Kendi

minde g i z l i d i r. Çünkü b i r nesneye

deneyim i mde" ifadesi gereksiz ve

insan deneyiminden ayrı ve insan

bu yüzden, a n l a m s ı z d ı r. Ç ü nkü

b i l i nc i n i n dışında b i r a n l a m yükle­

"bir gösterge gerekli değilse o za­

mek i m kansızdır.

m a n a n la msızdır."

Bu nedenle, bu felsefe, bilimi si­ lahsızlandıran ve bilimsel bilginin

Bu

yüzden,

W i t t g e n st e i n ' ı n

mantık i l keleri ç o k a ç ı k bir şeki lde

objektif maddi dünyanın ürünü ol­

bütün önermelerin a n l a m ı n ı ve

duğunu reddeden eski h i kayenin

yorumunu insanın kendi deneyi­

devamından başka bir şey değildir.

m i ne dayanan doğru l a m a yönte­

Fa kat, sonuçta, b i l i m i n silahsız­

miyle s ı n ı r l a rken, b i l i nç d ı şı n d a k i

l a n d ı r ı l ma s ı zordur; a m a bu s i l a h ­

objektif maddi d ünyayı irdeleye­

sızla n d ı rma g i r i ş i m i Wittgenste­

cek değerde görmemiş, b i l g i m i z i

in'la son derece sinsi ve yanıltıcı

g i z e m l i b i r s ü bj e k t i f d ü n y'a n ı n

o l muştur. Bu s i n s i l i ğ i ve yanıltıcı­

" d a r p u s u l a s ı " y l a s ı n ı rl a m ı ş t ı r .

l ı ğ ı anlamak çok ö n e m l i d ir. Berke­

Ancak, yine d e , aynı m a ntıksal i l ­

ley'in ne demek istedi ğ i n i anla­

keler b u n u n böyle o l d u ğ u n u açık­

m a k çok kolayd ı r; a m a Wittgens­

ça söylememizi engellemektedir.

tein'ınkini a n l a m a k çok zordur.

Diğer b i r deyişle böyle söylemek

Ve bu yüzden, Wittgenstein'ın fel­

gereks i z d i r ve bu yüzden d e an­

sefesi, insanları, doğ r u l a m a i l kesi

l a msızdır.

diye bir dogmayı, onun gerçekte

Wittgenstein'ın dediği g i bi: " Be­

ne a n lama geldiğini sorgulama­

ni a n l ayan kişi. .. sözün kısası, mer­

d a n kabul edeb i l d i k l e ri i ç i n kolay­

d iveni t ı r m a n d ı ktan sonra , onu

ca ya nıltab i l i r.

a t m a l ı d ı r.'' Bunu daha kaba bir

Y u k a r ı d a b e l i r t m e k i stedi ğ i m

şekilde ifade edecek olursak, bu

gerçek ş u d u r k i , doğru l a m a i lkesi

kişi suçu i şledikten sonra suçu­

a ç ı kça, önermenin a n l a m ı n ı kendi

nun bütün izlerinin üstünü örtme­

deneyimime dayanan doğrulama

l i d i r. Çünkü, o bjektif doğru hun­

yönteminde aramam gerekti ğ i n i

harca katled i l m iş ve yerine süb­

i m a ederken, Wittgenstein " be­

jektivizm konulmuştur; fakat ci­

nim deney i m i m " g i bi ifadelerin

nayet yerinin üzeri ö rt ü l m e l i d i r.

k u l l a n ım ı n a i z i n vermez. Peki ne-

Bu işlem buna işaret eden bütün

55

56

ifadeler yok e d i lerek yapılmıştır.

doğrulayabileceği m i z teoris i n i bir

Ancak, bu işlem sübjektif ide­

tarafa b ı ra k a l ı m ve d o ğ r u l a m a

alist çevrelerdeki i nsanları büsbü­

d üş ü ncesine, m a n t ı k teorisi n i t e ­

tün etkilese de, bu çevrelerin dı­

mel a l m a d a n , y a l ı n gerçek l i k le r i n

şındakileri

ve b i l i m s e l d e n e y i m i n ı ş ı ğ ı n d a

a l d a t a m a m ı şt ı r .

Wittgen s t e i n ' ı n

Ve

Tractatus'taki

kendi ifadesi tarafımızdan tekrar

farklı b i r yaklaşım uygulayalım. Doğ r u l a m a nedir?

kullanılmak üzere kanıt olarak ha­

B i l i m sel yöntem teorisinin hiçbir

z ı r beklemektedir: "Solipsizmin ve

ayrıntısına g irmeden, ilk olarak,

s ü bjektivizmin demek istediği doğ­

doğrulamanın pratik bir eylem ol­

r u d u r, ama söylenemez." O n u n

duğu söyleneb i l i r. Bir başka deyiş­

s ü bjektif i d e a l i z m i "söyleneme­

le, doğrulama i n s a n ı n çevresini

mekte" a ncak çok açık bir biçimde

kendi bilinçli eylemiyle bir şekilde

"kendini göstermekte"dir.

değiştirip dönüştürdüğü, kendisiy­ le çevre a rasındaki karşılıklı b i r et­

7.

ooeRULAMA NEDiR?

k i l e ş i m s ü rec i d i r. H e r h a n g i b i r

Wit tgenst e i n ' ı n felsefesi, özün­

önerme doğrulandığında v e dene­

de s ü bjektif idealizmi en aşırı so­ l i ps i s t ş e k l i y l e s a v u n u rken, b i r y a n d a n d a onu savun m a d ı ğ ı n ı söylemekted i r. Bu t u z a k , d a h a önce

de

gösteri l d i ğ i

ü z e re,

S c h l i c k ' i n "doğrulama i l kesi" k u l ­ l a n ı l a r a k k u r u l ma ktadır. S ü bjektif sonuçlar bizi, önermelerin yalnız­ ca i nsan eylemiyle doğ r u l a n a b i le­ ceğini s a v u n m a k noktasına gö­ t ü rmeye ç a l ı ş ı r. Böyle bir şeyi k i m savu nmaz! Bu, b i l imsel d ü ş ü nen b ü t ü n i n s a n l a r ı n kabul etmesi ge­ reken b i r şey değ i l midir! Evet. Ancak Wittgenstein felsefes i n i n k u r d u ğ u t u z a k "doğru l a m a " söz­ cüğüyle oynamakta ve onu ger­ çekte s ü bjektif b i r mantık ve so­ l i psist bir b i l g i teorisine göre ta­ n ı m l a maktadır. H a d i , o z a m a n , b i r önerm e n i n olguların resmi olduğunu ve onu, resmettiği o l g u l a rla k ı ya slayarak

yim s ü zgecinden geç i r i l d i ğ i nde, doğrulama yöntemi, her zaman doğrulaya n i n sa n ı n, ilgilendiği bir önermenin doğruluğunu ve yanlış­ lığını test eder şekilde bir şeyleri düzenleyip değiştirdiği bir veya b i r d izi eylemini içerir. D ü nyayla i l g i l i d ü şü ncelerimizi­ yani önermeleri-

d ü şü n e rek de­

ğil, eylemle doğrularız. D ü nyayla ilgili düşüncelerimizin doğru olup o l m a d ı k l a r ı n ı , d ü nyayı bizzat d ü n ­ yayla i l g i l i d ü şü ncelerimizden h a ­ reketl e değişt i rerek doğrulayabi­ liriz. B i r önerme, o zaman, "saf de­ n e y i m " l e g e rç e k l e ş e n

bir d i z i

olayla d eğ i l de b i r d i z i eylemle doğ r u l a n ı r. Yalnız ş u g ö r ü l m e l i d i r ki e y l e m , son t a h l i l d e s ü bjektif deneyim i f a r k l ı b i r şekilde ifade etmekten başka b i r şey değ i l d i r. ö r n eğ i n :

"Kömür

kova s ı n ı n

i ç i n d e kömür vardır" cümlesini

madan kabul edilemez; bir çok bi­

n a s ı l doğrul a r ı m? İlk önce kova­

l i msel önermenin doğ r u l an m a s ı

nın içinde k i n i n k ö m ü r ta n ı m ı n a

tek bir gözlemcinin doğrulamasıy­

u y u p u y m a d ı ğ ı n ı a n l a m a k için ko­

l a m ü m k ü n olmaz. Bu nedenle

v a n ı n içine bakarak, içindeki ler­

d o ğ r u l a m a yöntem i n i n bir çok

den alarak, onu k ı r ı p ateşe atarak

gözlemcinin işbirliğiyle oluşan top­

vs., doğrularım.

l umsal bir yöntem olması gerekir.

Doğrulama, o zaman, her şey­ den önce pratik bir eylemdir. İ k i n c i olara k, doğrulama yönte­

örneğin, Einstein'ın çekim kuv­ veti teoris i n i n vardığı sonuç l a r­ d a n biri, g ü neşin çekim kütlesi m

mi daima bi rkaç k i ş i l i k bir insan

ise, güneş merkezinden r u z a k l ı k ­

grubunun i ş b i r l i ğ i ne dayanan da­

ta g e ç e n b i r ı ş ı n ı n y a n s ı m a o r a n ı

yanışmacı bir toplumsa/ eylemi

4m/r olacaktır. Daha önce d e ka­

içerir.

bul gören Newton teorisine göre,

B i r kişi kendi dü şüncelerini çok

yansıma 2m/r olacaktır. H a n g i te­

sık b i r b i ç i m d e kendi k e n d i n e

o rinin , E i nstei n ' ı n k i n i n mi yoksa

doğrulayabilir. Bu, genelde, tanı­

Newton ' u n k i n i n mi doğru o l d uğu­

dık nesnelerle ilgili düşü nceleri

n u , hangi doğru l a m a yöntemiyle

doğrulama d u ru m u n d a geçerl i d i r.

elde e d e b i l i riz?

Bu nesnelere örnek olarak kömür

Bunu doğrulayacak yöntem,

kovas ı n d a kömür var, M rs. Brown

g ü neşe ve dü nyaya e ş i t uza k l ı kta

No:32'de oturur, b u g ü n yağ m u r

konumlanan ve kameraya doğru

y a ğ a c a k vs. g i b i ifadeleri verebi l i ­

geli rken ışınları güneşin çok yakı­

r i z . Ancak, bu nesneleri ta n ım a­

n ı n d a n geçen b i r y ı l d ı z ı n fotoğ­

m ız ı n n e d e ni , görd ü ğ ü m üzde on­

raf l a r ı n ı çekmektir. B u n u n g i b i fo­

ları ve özel liklerini hemen tanı­

toğ raflar sadece g ü neş t u t u l m a s ı

mamızı sağlayacak toplumsal ya­

a n ında ç e k i l e b i l i r ve ancak o za­

şamda elde ettiğ i m i z büyük öl­

m a n fotoğ raftaki ı ş ı k ç i z g i s i n i n

ç e k l i deney ve bilgi b i r i k i m i n i n

k on um u, y a n s ı m a ora n ı nı n hesap­

hizmetimizde o l m a s ı d ı r. Bel l i d u ­

l a n m a s ı n ı m ü m k ü n k ı l a b i l i r.

r u m la rda, d ü ş ü n c e l e r i m i z i doğru­

Bu doğrulama yöntemi, Mayıs

l arken d iğerlerinin i ş b i rl i ğ i n i a rzu

1919'daki güneş tutulması sırasın­

ederiz.

da a l t ı astronom tarafından uygu­

Doğrulama yönteminin toplum­

lan mıştır. Bunların üçü, ellerinde

sal karakteri en çok bilimde kendi­

teleskoplarla

n i göstermektedir. Bir b i l i m s e l

üçü de Gine Körfezi'ne g i t m i ştir.

Brez i l ya ' ya d i ğer

daima

Ellerindeki cihazlar, yola çıkma­

t o p l u m s a l d ı r ve ö y l e o l m a l ı d ı r.

dan önce "Joint Comm itte of the

Çü nkü, bir gözlemci n i n gözlemleri

Royal Society'' ve "The Royal Ast­

d iğerlerinin gözlemleriyle s ı nan-

ronom ical Society" tarafından ha-

önermenin

doğ r u l a m a s ı

57

58

z ı r l a n m ı ş ve test edilmiştir. Fotoğ-

leştirip b e l l i eylem lerde b u l u n -

raf çekme süreci z o r ve zahmetli

makta d ı r l a r.

bir işti ve her gözlem noktası nda,

O zaman, doğrulama sürecin­

g ö z l e m y a p ı l ı rken, g ö z l e m c i ler­

de, Wittgenstei n ' ı n bir önermenin

den her biri başka bir işle meşg u l

anlamının

oluyordu. Ç a l ı ş m a bitip, çeki len

doğ r u l a m a yöntem i n d e yattığı ve

deneyime

dayanan

bütün fot o ğ r a f l a r d a n ö l ç ü m l e r

"bu d ü nya ben i m kendi d ü nyam­

yapıldığında, sonuç o l a rak Ei nste­

d ı r" g i b i ç ı ka r s a m a l a r ı n a olanak

i n ' ı n ta h mi n i doğru l a n m ı şt ı r.

sağlayacak şeyler nelerdir?

Bu, b i l i msel yöntemin toplumsal

Doğ r u l a ma bi rçok

insan tara­

karakterini ve doğrulama yönte­

fından işbirliğiyle yürütülen pra­

m i n i n daya n ı ş macı toplumsal ey­

tik bir eylemse, nasıl tek b i r insa­

lemci yönü n ü ortaya koymaktad ı r.

nın s o l i p s i st d ü ny a s ı n ı n ü r ü n ü

Bu tarz bir çalışma "Joint Commit­

o l a b i liyor?

tee"yi, a l t ı astronomu, dünya n ı n

Eğer doğ r u lama, d ü şü nceleri­

yarısının dolaşıldığı gidiş geliş se­

mizle d ü nya a ra s ı nd a k i i l i ş ki y i

yahatlerini, teleskopların yerleşti­

d ünyayı d ö n ü şt ürmek i ç i n sına­

rilmesini, fotoğrafl a r ı n çek i m i n i ,

yan bir eylemse, o zaman nasıl tek

fotoğraf levhalarının oluşumunu,

bir kişinin s ü bjektif deneyimiyle sı­

bu levhalarda görülen ı ş ı k çizgile­

nırlanmış bir sü reç olabilir?

rinin konumlarının ölçülmesini vs. gibi şeyleri içermektedi r. Doğ r u l a m a , o zaman, b i rçok in­

Doğrulama, kendi deneyi m i m ­ de v u k u b u l a n önermenin "olgu­ larla"

" k ı ya s l a n m a s ı " d e ğ i l d i r .

san t a rafı nd a n i ş b i r l i ğ i h a l i nd e

Doğ r u l a ma, önermenin, objektif

y ü r ü t ü l e n p r a t i k b i r e y l e m d i r.

gerçeklerde ve d ü nyayı d ö n ü ş ­

Doğru lama s ü reci tek bir kişi ta­

türme g i b i b i r p r a t i k e y l e m d e sı­

raf ı n d a n yürütülse de, toplumsal

n a n m a s ı d ı r.

birleşik b i r eylemin sonucudur. Buna göre doğrula m a n ı n , top­

" Pa r lamento Londra'dadır" de­ d i ğ i mde, bu, ben o n u görmek için

l u msal olarak örgüt l e n m i ş insan­

Londra'ya g itsem de git mesem

l a r ı n i ş b i r l iğ i y l e yürütüldüğü d ü ­

d e parlamentonu n Londra'da ol­

ş ü n ü l d ü ğ ü nde, hangi sonuç orta­

d u ğ u a n l a m ı na gel mektedir.

ya ç ı k m a ktad ır? Ortaya çıkan so­

"Dinozorlar yeryüzünde yaşar­

n uç, doğ r u l a m a n ı n , nesneler ve

lardı" dediğimde, bu, ben onların

objektif maddi d ü n y a n ı n özel l ikle­

fosillerine ulaşmak için kazı yap­

ri h a k k ı n d a k i b i l g i m i z i ölçmeyle il­

sam d a yapmasam da d i nozorların

g i l i o l d u ğ u d u r. Objektif ve maddi

eskiden yaşamış olduğunu söyle­

yanı ş u dur; bütün insanlar aynı

mek istiyorum, anlamına gelir.

d ü nyayı yaşayıp bilm e kte ve b u

"Arka d a ş ı m ı n d i ş i ağ rıyor" de­

d ü n y a d a b e l l i deneyimlerini bir-

diğimde, bu, ben hissetmesem de

a rk a d a ş ı m ı n d i ş a ğ r ı s ı n d a n a c ı

yöntem i n i n pratik ve toplumsal

çekt i ğ i a n l a m ı na g e l i r.

yönleri üzerine düşünürsek, o za­

ı ş ı ğ ı n ç e k i m g ü c ü dolayısıyla

man doğrulamayı sübjektifliğin ve

4m/r form ü l ü n e göre yansıd ı ğ ı n ı

solipsizmin argümanı olarak kul­

söyled i ğ i mde, d e m e k isted i ğ i m

lanmanın, tamamıyla abesle iştigal

şey, b i r fotoğraf levhası üzerinde

etmek anlamına geldiğini görürüz.

herhangi ı ş ı n nokta l a r ı yerine bel­

Peki, o zaman doğ r u l a m a n ı n ,

l i ı ş ı n nokt a l a r ı n ı n belli konum l a r­

i ns a n ı n

da yer a l d ı k l a rı d e ğ i l d i r; bu ı ş ı ğ ı n

ö n e m i nedir?

düşünce

sistemindeki

Bunun önemi, b i r önermenin

uzayda n a s ı l gezd i ğ i d i r. Ş i m d i artık W ittgenstei n ' ı n doğ­

nasıl doğrulanaca ğ ı n ı söylerken

r u l a m a i l ke s i n i n a s ı l tersyüz ede­

onun ne anlama geldiğini göster­

rek k u l l a n d ı ğ ı n ı görmek çok zor

mek değildir. Asıl önemi, b i r öner­

değil.

meyi d o ğ r u l a rken o n u nasıl tam­

Wittgenstei n , d i ğ e r bütün s ü b ­

yacağımızı göstermektir. Doğ ru­

j e k t i f i d e a l i s t l e r g i b i a y n ı , tersyüz

la ma, a n l a m ı n s ı n a n ma s ı ya da

edip k u l la n m a s u ç u n u i ş l em iştir.

t a n ı m ı d e ğ i l d i r; çok daha ö n e m l i

Bütün s ü bjektif idea l i stler, bilgiyi

olan b i l g i n i n s ı n a n m a s ı d ı r. Doğru­

varsayımsal atomik bireyin kendi

lama, d ü ş ü n c e l e r i m i z i n işe yara­

d u yg u l a r ı n a dayanarak oluştur­

maz akıl y ü rütmelerden i baret ol­

duğu b i r şey o l a ra k a l g ı l a rlar. Oy­

m a d ı ğ ı n ı , aksi ne, kısmen veya ta­

sa gerçekte bilgi, kendileri nden

mamen, objektif d ü n y a n ı n ü r ü n ü

ve b i l i nçlerinden bağ ı msız, maddi

o l a n b i l g iden meydana geldikleri­

d ü nyanın etkisiyle hareket eden

n i göstermemize yarayan b i r sı­

bir çok bireyin i ş b i r l i ğ i ne dayanan

nama yöntemidir.

t o p l u m sa l b i r eylemin ü r ü nünden başka b i r şey d e ğ i l d i r.

Doğ r u lama, kendisini öncelikle d üş ü n c e l e r i n a n l a m ı n ı n eleştiri­

Witgenstein, doğrulamayı kendi­

siyle i l i ş k i lendiren içe dönük ve

ne ait ö l ü m l ü bir "dünyası"olan

fikri yaratımı merkeze alan bir

varsayımlı atomi k birey bilincinin

felsefedir. i n san yaşam ı n ı n ilerle­

yürüttüğü bir s ü reç olarak algılar.

mesinde asıl önemli olan şey, dü­

Ve b u doğru l a mada önermeler,

şü nce sistemimizin b i lgiye d a ya l ı

basitçe, saf deney i m i n sübjektif

o l ma s ı g e rekti ğ id i r. V e b i l g i n i n

'dünyası'nda vuku bulan

"olgu­

ilerlemesinde, doğrulanamayanın

lar"la "kıyasl a n ı rlar." Ancak bu,

ne yararı ne de değeri vard ı r. H iç­

doğrulama s ü rec i n i n t a m a m ı y l a

b i r d o ğ r u l a m a yöntemi ortaya

yanlış bir şekilde ele a l ınmasıdı r.

koymayan bir önerme veya teori

Doğ rulamanın en temel iki yönü­

olsa olsa sağlam temellere da­

nü, yani pratik ve toplumsal yönle­

yanmayan b i r f i k i r beya n ı veya

r i n i d ıştalamakta d ı r. Doğrulama

t a h m i n o l a b i lir. B i l i m i n ö n e m i n i n

• 59

60

büyüklüğü, d oğrulanabi lecek te­

ması gerekt i ğ i konusunda ısra r

o riler formüle etmesinden g e l i r.

etme erdemine s a h i p o l d u ğ u söy­

Ç ü n kü, Bacon ' ı n dediği gibi, " Do­

lenebi l i r. N a s ı l bir erdem d i r bu?

ğa hakkında bilgi s a h i b i olma, do­

Bir kere böyle bir bakış açısı, ma­

ğaya egemen olmakla aynı a n l a ­

teryalist fel sefe tarafından geçen

ma gelmektedir."

300 y ı l boyunca savu n u l m u ş ve

Wittgenste i n ' ı n doğrulama i l ke­

gelişti ril miştir. W ittgenstei n'a b i r

s i ndeki ı s r a r ı n ı n , materya l i z m i n

e r d e m atfed ilecekse bu sadece,

b a z ı t e m e l d ü şü nceleriyle ben­

doğrulama yönte m i n i n ele a l ı nışı­

zerlik t a ş ı d ı ğ ı söy l e n e b i l i r . Mo­

na getirdiği karmaşa ve bu kar­

d e r n materya l i z m i n ku rucusu Ba­

maşayı " m a n t ı k felsefesi" g i b i ka­

con, b i l d i ğ i m izi iddia ett i ğ i m iz şe­

tı b i r şekilde sistemleştirmes i d i r.

yin doğ r u l a n a b i l m e özelliğine sa­

Fakat bu, y a l nızca b i l i m kavramı­

hip o l m a sı gerektiği anlayışı ile

n ı b u l a n d ı rmaya mera k l ı o l a n l a r

işe başlamamış mıydı?

i ç i n b i r erdemdi r. Ancak böyle b i r

Fakat Wittgenste i n ' ı n ya k l a ş ı ­

b a k ı ş açıs ı n ı n kökleri, eskiden o l ­

m ı , Baco n ' ı n kinden farkl ı d ı r. B a ­

d u ğ u g i b i g ü n ü m üzde de s ı n ı f l ı

con, objektif d ü nyayla i l g i l i b i l g i ­

t o p l u m karakte r i n i n deri nliklerin­

m i z i n sonsuz g e n i ş l e m e d u ru m u­

de g i z l i d i r.

nu

i n ce l e y e re k i ş e b a ş l a m ı ş t ı ;

" D ü ş ü n meye s ı n ı r getirme"n i n,

doğru l a n a m a z d a r, skolastik v e

yani

d o g m a t i k b i r f e l sefeden f a r k l ı

amacı a s l ı n d a , objekti f d ü n y a n ı n

Wittgenstein

felsefe s i n i n

o larak, böyle b i r b i l g i krite r i n i n

ü r ü n ü v e b u n e d e n l e doğa üzerin­

doğru l a n a b i l i r o l ma s ı gerektiğine

deki egemen l i ğ i n gücü o l a n , s a h i p

i ş a ret etmişti. Fa kat Wittgenste i n

o l d u ğ u bu g ü ç l e de t o p l u m s a l ö r­

i ş e , t a m a m ı y l a farklı b i r yönden

gütlenmenin

g i rişti. Bu d a "düşü nmeye s ı n ı r

eden ve toplumsal ilerleme n i n ih­

geti r m e "

anlayışıydı.

H a reket

noktası o l a r a k objektif dünyayı,

tiyaçları

geregıne

i ş a ret

için k u l l a n ı la n b i l i m s e l

b i l g i n i n ele a l ı nıp d ü ş ü n ü l m e s i n e

o n u n hakkı nda a rtan b i l g i m i zi ve

"sınır

onu dönüştürme g ü c ü n ü seçme­

a maçlarıyla a y n ı d ı r.

getir meye"

çalışanların

di; b u n u n yerine hareket noktası olarak d ü ş ü n me s ü rec i n i n - b u sü­

8. ÇÖZ Ü L M E KTE OLAN

reci " s ı n ı rl a ma" yak l a ş ı m ı y l a - içe

FELSEFE

d ö n ü k eleşt i r i s i n i seçt i. Bu yüz­ den, bu i k i fel sefe b i r b i r i n e zıt iki ayrı kutup g i bidir. Wittgenstein fel sefe s i n i n, bü­ t ü n önermelere anlam yü kleye­ cek bir doğrulama yönte m i n i n ol-

BİR

Hayat ı n ı n s o n l a r ı n a doğru W itt­ genstein, Tractatus Logico Phi/o­

sophicus'ta savunduğu fel sefe n i n bi rçok yön ü n ü tekrar e l e a l m ı ştır. Wittgenstei n, 1945'te " B u ilk kita­ bımda yazd ı k l a r ı m d a önemli ha-

t a l a r b u l d u m " d iyordu. Ö l meden

bütün felsefenin başlangıcı ola-

önce, 1953'te, tekrar e l e a l d ı ğ ı ki-

rak gören b i r f i l ozofun kendi söy-

mi konuları bir a raya getirdiği

lediklerine kendi s i n i n b i l e inan­

Philosophical ln vestigations (Fel­ sefi incelemeler) a d l ı b i r kitap ya­

d ikkatle incelendiğinde, b u rjuva

y ı n landı. Bu kitap bir fel sefenin

filozof l a rına yararlı ve i n a n d ı rıcı

nasıl büsbütün çözüldüğüne mü­

gelen sübjektif ideal i z m i n deza­

kemmel bir örnektir. Çünkü, Witt­

va ntajı görülecektir; ki msenin ka­

m a d ı ğ ı n ı gösterir. B u nedenle,

genstein daha önceki pek çok id­

bul e d e med i ğ i ve onu ortaya

diasını hatalı görmüş, ancak bu id­

atanları b i l e hayal kırıklığına uğ­

d i a l arın neden hatalı olduklarına

ratacak bir sonuca götüren bir

açıklık getirememiştir. Mantıksal

dezavantaj. Bundan ç ı ka n sonuç

bütünlüğü olan bir s istemde bir­

ş u d u r ; d üş ü nc e l e r i n i m a n t ı k s a l

leştirdiği önceki görüşlerinin te­

b i r sonuca

meli saydığı açık ve sistematik dü­

b i r noktaya varan her sübjektif

vard ı ra n ve solipsist

şüncelerini terk etmiş, ancak onla­

idea l ist, daha sonra bu d u r u mdan

rın yerine getireceği net bir şeyi

ç ı kmaya çabalayacaktır.

d e hiçbir zaman bulamamıştır. Bu

Wittgenstein'daki d u r u m d a bu­

nedenle, "Felsefi incelemeler"inin

d u r. Sol i p s i st bir noktaya varınca,

sonucu şudur: Wittgenstein'ın da­

talihsiz durumunun sorumlusu

ha önceki felsefesi para mparça ol­

olarak gördüğü e s k i k a t ı " i l kele­

muştur ve o, bu parçalanmış felse­

ri"ni, el inden geld iğince hızlı bir

fenin yerine koyaca k hiçbir şeye

şekilde terk etmiştir. Aynı zamanda, Witgenstein, so­

sahip değildir. Wittgenstein'ın önceki "incele­

l i psist sonuçlarıyla s ü bjektif ide­

meleri"ni içine sokt u ğ u katı solip­

a l i z m i bertaraf edebi lecek o te­

sist çemberden çıkış yolu a ra ma­

mel sorunla, yani in s an ın sübjek­

ya çalışması, sonraki d ü ş ü nceleri­

tif deneyimindeki yansımasından bağımsız olarak var olan d ı ş dün-

nin temel özel l i ğ i n i ol u ştu ru r. Soli psizm, her s ü bjektif i de a li st



y a n ı n objektif varlığı sorunuyla

felsefeni n girdiği yolun mantıksal

y ü z l e ş mekten

b i r son u c u d u r. Solipsizmi bütün

yüzden, onun yeni " i ncelemeleri"

felsefenin gelip dayandığı nokta

kara n l ı kta el yord a mı yla

o l a ra k görmek, b i r fi lozof için gü­

m e kten başka bir şey d e ğ i l d i r. teo r i s i n i

k a ç ı n m ı ş t ı r.

a y a kt a

Bu

ilerle­

l ünç bir d u ru m d u r. Ç ü n k ü , sadece

Onun

kitaplarında yazdıklarının başka­

önermelerin "resimselliği" teori­

tutan,

l a r ı tarafından okuması, öğrenci­

siyle "doğrulama i l kesi" gibi bağ­

l e rine verdiği dersler ve arkadaş

lar gevşemiş ve sonuç olara k fel­

çevresinde yaptığı felsefe tartış­

sefe s i n i n bütün iç bütünlüğü yite­

m a la rı, sonuç olarak, s o l i psizmi

rek gelişi güzel söyl e n m i ş sözler-

61

62

den o l u ş a n b i r derleme h a l i n e

göre resmeden sabit mantıksal

gel miştir.

şablon önermelerini ifade etme­

Wittgen stei n , felsefes i n i n çök­

nin bir a ra c ı o l a ra k a l g ı l a maktan

t ü ğ ü n ü n farkındaydı. "Elde etti ­

vazgeçmiş, bunun yerine d i l i , in­

ğ i m sonuçl a r ı b i rçok kez bütün

sanların kendi yaşamsal eylemle­

h a l ine getirmeye çalıştım; ancak

rinin çeşitli i ht i yaçları n ı karşıla­

b u girişimlerim başa r ı s ı z l ı k l a so­

mak i ç i n g e l i şt i rdikleri bir iletişim

n u ç l a n ı nca b u amac ı m ı hiçbir za­

aracı olarak a l g ı lamaya başla m ı ş­

man

g e rç e k l e ş t i re m eyece ğ i m i

tır. Kuşkusuz bu doğru yönde a t ı l ­

a n la d ı m "d iye yazıyor v e şöyle de­

mış bir a d ımdı. Ancak bu, böylesi­

vam ediyordu: "Yazabi leceğ i m i n

ne açık b i r gerçeğin fark edilme­

en i y i s i d a h i h i ç b i r z a m a n felsefi

siyle tepe taklak o l a n önceki fel­

sözlerden i leriye g idemeyecekt i r.

sefes i n i n fantastik karakte r i n i n

İyi b i r kitap ü retmek isterd i m .

d e i y i b i r gösterges i d i r . A rt ı k

Ancak bu gerçekleşmedi."

önermelerde resmed i l e n a t o m i k

Bu gibi göz l e m l er, 1918'de Trac­ tatus L ogica-Philosophicus'ın ön­

olgularla ve ö n e r m e l e r i n a n l a m ı n ı

sözünde yazdığı şu ifadeyle karşı­

i l g i l i t ü m teorisini terk etmek zo­

laştırı l d ı ğ ı nd a t u haf kaçma ktadır:

runda k a l m ı şt ı .

beli rleyen d o ğ r u l a m a yöntemiyle

" B u ra d a a n l a t ı l a n d ü ş ü n ce l e r i n

B u n l a rı o k u y a n k i ş i , Wittgens­

doğ r u l u ğ u b a n a , ç ü rü t ü l emez v e

tei n ' ı n dil aracılığ ıyla iletişim ku­

k e s i n g ö r ü n ü yor. Dolayısıyla so­

ran insanları m a d d i d ü nyada ya­

r u n l a r ı n temelden çöz ü l d ü ğ ü ka­

şayan varl ı k l a r olarak görmeye

k a r ş ı l a şt ı r m a

başla d ı ğ ı n ı , k u rd u kl a r ı iletişi m i n

Wittgenstein'ın gençliğinde s a h i p

d ünyayla v e d ü nya içindeki hayat­

nısı ndayım."

Bu

olduğu dogmatik rahat l ı ğ ı sadece

larıyla i l g i l i o l d u ğ u n u ve d ü şünce­

kişisel olarak yiti rdiğ i n i gösteri­

lerini birbirleriyle ve d ı ş d ünyayla

yor olsaydı, o zaman fazla ilginç

etkileşim temelinde ü rett i klerini

bir yanı kalmazdı. Bu, b i l a k i s kapi­

kabul ettiğini, d iğer b i r deyişle,

talizmin genel krizinin derinleşti­

materya l i z m i n temel ilkeleri ekse­

ğ i yılla rda W ittgenstei n ' ı n

deyi­

miyle "bu zamanın k a ra n l ı ğ ı nda"

ninde felsefede yeni bir başlangıç yaptı ğ ı n ı düşünebilir.

bütün bir felsefe o k u l u n u n geçir­

Tabii ki böyle b i r şey söz konu­

diği karmaşa ve yaşadığı çöküşü

su deği l d i r. Ç ü n kü W ittgenstei n

yansıtmakt a d ı r.

hala, önermelerin o l g u l a r ı n re­

Felsefe incelemeleri kitabında

sim leri o l d u ğ u n u savunduğu te­

Wittgenstein, d ü nyan ı n ve insan

orisi nden yola çıkarak ortaya

deney i m i n i n atomi k olgulara ayrı­

koyduğu formüle sarı l ma kt a d ı r.

l a c a k kadar d ü zenl i o l m a d ı ğ ı n ı

Bu for m ü l , felsefi sorunların d i l i n

a nladı. D i l i , olguları bel l i yasal a ra

y a n l ı ş k u l l a n ı m ı nd a n kaynaklan-

d ı ğ ı n ı ve ancak d i l i n doğru k u l l a -

toplumda d i l o kadar çok yönlüdür

n ı m ı na i şa ret edere k çözülebile­

ki, k i m i leri izini süremeyeb i l i rler.

ceğ i n i iddia ediyordu.

Bu da felsefi hatalara yol açar.

"Dış maddi d ü nya d iye b i r şey v a r m ı d ı r? " " F a r k l ı fa r k l ı

i nsanların

deneyim leri nin

Wittgenstein şöyle der: "Felsefe yaptığımız zaman, uygar insanla­

objektif

rın konuşmalarını duyan vahşi ve

d ünyayla i l i şk i s i nedir?" B u n l a r

i l kel i nsanlar gibi oluruz. Bu konuş­

aynı a ç ı k l ıkta c e v a p gerekti recek

malara yanlış yorumlar getirir ve

sorulardır. " Evet, maddi d ü nya d i ­

onlardan çok tuhaf sonuçlar çı ka­

ye b i r ş e y v a rd ı r ve f a r k l ı i n s a n l a ­

rı rız." Böylece, felsefe n i n amacı,

rın deneyimleri kendi koş u l ları ve

dilin yanlış kullanılması ve yorum­

g ü n l ü k eylemlerine göre bu mad­

lanması ndan ortaya çıkan sorunla­

di

ra son vermek için dilin kullanı mla­

d ü nyayı yansıtırlar."

Fakat

W ittgenste i n ' ı n fel sefesi , bu tür

rını kolaylaştırmak olmalıdır.

soruların soru l m a m a s ı gerektiği,

D i l i böyle yan l ı ş k u l l a n a n ve yo­

sorulduğu nda d a açık ceva p l a r

rumlayan kişile r, bir ş i şede vızıl­

vermek y e r i n e d i l i n d o ğ r u k u l la­

dayan s i neklerin d üştüğü t ü rden,

n ı m la r ı y l a i l g i l i

içinden çıkamayacakları d ü şün sel

bir tart ı ş ma n ı n

başlat ı l m a s ı gerektiği konusunda

b i r tuzağa d üşerler. Wittgenste­

ısrar etmeye deva m etti. Böylece

i n 'a göre, " Fe l sefenin amacı ne­

W i tt g e n s te i n ' ı n

d ir?" sorusuna verilecek cevap,

felsefesi,

hem

benzer felsefelerin Berkeley'den

si neğe şişeden ç ı k ı ş yol u n u gös­

b u yana yaptıkları gibi hem de

termek o l m a l ı d ı r.

k e n d i s i n i n de önceleri yaptığı gi­

Ancak biri, ken d i n i şişedeki b i r

b i , aynı a maca, y a n i materya l i z m

s i n e k g i b i h i ss e d e r s e , ş i ş e d e n

gerçeğ i n i bir sis perdesiyle g izle­

k u rt u l m a k i ç i n W ittgenstei n ' ı n b i r

me a m a c ı n a i n a t l a h izmet etme­

m ü r i d i nden y a r d ı m istememe l i ,

ye devam etmiştir.

ç ü n k ü bu m ü rit o n u ş i şeden k u r­

Wittgenstei n ' ı n temel felsefesi­

tarmak yerine m uhtemelen ken­

ne göre, dil o l g u l a r ı resmeder. Fi­

disi de şişeye girip ona katılacak­

lozoflar d i l i n b u işlevi n i n , d i l i n bü­

tır. Peki bu felsefeye göre dışarı

tün a n l a m l ı k u l l a n ı m l a rı n a ege­

ç ı k m a n ı n yolu nedir? Dilin doğru

men olması gerektiği konusunu

k u l l a n ı m ı n ı n i l kelerini a n l a ma ktır.

a n la m a kta geciktikleri i ç i n hataya

Ancak şunu belirtmek gerekir ki,

d ü şmekted irler. Sonraki d ü ş ü n ­

Wittgenstein d a h a önceleri b u il­

celerine göre i s e , d i l i n o kadar

keleri hatalı olsa da en azından

fazla işlevi vardır k i , bu işlevler

a ç ı k ve net bir şekilde ortaya koy­

karşısında kafam ı z karışır ve yo­

muşken, ş i m d i buna benzer b i r

l um u z u kaybederiz.

d u r u m d a göremiyoruz.

Wittgenstein'a göre, modern

"Bir alet kutusundaki aletleri

63

64

d ü ş ü n ü n " d iye yazar Wittgenste­

Wittgenstei n ' ı n d i l i n farklı farklı

in. "Bu aletler; çekiç, kerpeten,

k u l l a n ı m la r ı n ı icat ettiği yazılarla

testere, tornavida, cetvel, tutkal,

doludur. Wittgenstein, düşü nce­

ç i v i ve v i d a l a rdan

o l u ş m a kt a d ı r.

nin dış g e rçe k l i ğ i n bir y a n s ı m a s ı

Sözcüklerin iş levi teker teker bu

o l d u ğ u n u, d i l in, biçimi ve i çeriğ iy­

nesnelerin işlevi kadar çeşi t l i d i r ...

le bel i rlenen d ü şünceleri ifade et­

Kaç çeşit cümle vardır? "Sem­

tiği ve ilettiği gerçeğini reddede­

bol", "sözcük" ve " c ü m le" dediği­

rek, "felsefi incelemelerini" yöne­

m i z sayısız k u l la n ı m türleri v a rd ı r.

tecek, onlara yön verecek temel­

Bu çeşitlilik, her d u r u m d a aynı

leri de yok etmiş oldu. Onun "Yo­

kalan sabit b i r şey değ i l d i r ... Dil

lumu b i l i yoru m " ifadesi kuşkusuz,

d iye a d l an d ı r d ı ğ ı m ı z şey herkes

onun vardığı son d urağı göster­

için ort a k olan b i r şey ü retmek

mektedi r. Bu yüzden, " i nceleme­

yeri ne,

bu fenomenin ortak bir

şeye sahip o l m a d ı ğ ı , ancak bir

leri"nin

bütününde

h i ç b i r şey

araşt ı rı l m a m ı ş ve h e r h a n g i bir

çok yolla birbirleriyle i l işkide ol­

şeyle ilgili o l a b i l ecek herhangi bir

d u kl a r ı n ı söylüyoru m."

sonuca varılma mıştır.

Bütün b u n l a r doğru olsaydı, o

İ şte sübjektif idealist mantığa

zaman, d i l i n k u l l a n ı m ı yla i l g i l i tar­

dayanarak ve nihai olarak bütün

t ı ş m a , felsefeni n soru n l a r ı n ı çöz­

soru nları çözme iddiasıyla yola çı­

mede n a s ı l kola y l ı k sağ layabi l i r­

kan bu felsefenin hazin sonu. Bu,

d i ? Böy l e b i r tartışmanın yegane

kendi mantıksal i l kelerine s ı rt çevi­

etkisi, d i l i n daha da fa r k l ı k u l la­

ren ama yine de yüzünü sübjektif

n ı m l a rı n ı n ortaya ç ı k a r ı l m a s ı n ı

ideal izmden materyalizme doğru

sağlaması olabilir. İşte Felsefi in­

çevirmeyen, bu yüzden de param­

celeme/er k i t a b ı n ı n

parça olan bir felsefenin sonudur.

s a y fa l a r ı ,