12 Milyon Dolarlık Köpekbalığı Çağdaş Sanatın ve Müzayede Evlerinin Tuhaf Ekonomisi Sanat Mezat [1 ed.]
 9789750508592

Citation preview

DON THOMPSON

Sanat Mezat DON THOMPSON Toronto Üniversitesi Schulich işletme Fakultesi'nde görev yapmaktadır. Aynca Harvard Üniversitesi, University College Lon­ don, London School of Economics, Long lsland Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi işletme Fakultesi'nde konuk öğretim görevlisi olarak ders vermiştir. Pazarlama ve ekonomi alanlannda tek başına ve başka yazarlarla birlikte dokuz kitap yazmış ve eserleri altı dile çevrilmiştir. Thompson, Londra ve Toronto'da yaşamaktadır.

sanathayat DİZİ EDİTÖRÜ Ali Artun Sanat dünyası paranın peşinde koşabilir ama sanat, hayatın peşinde koşmalıdır; sanatla para peşinde koşmaya başlarsan her şey berbat olur. Frank

DUNPHY'den aktaran Damien HIRST

DON THOMPSON

12

Sanat Mezat M İLYON DOLARLIK KÖ PEKBALIGI: ÇAGDAŞ SANATIN VE M ÜZAYEDE EVLERİNİN TUHAF EKONOM İSİ ÇEVİREN Renan Akman



t

'

m

The $ 72 Million Stuffed Sharlc

The Curious Economics of Contemporary Art © 2008 Don Thompson Bu kitabın yayın haklan Akcalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla

Westwood Creative Artists'ten (Kanada -Toronto) alınmıştır



• İletişim Yayınlan 1566 • sanathayat dizisi 21 ISBN-13: 978-975-05-0859-2 © 2011 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2011, İstanbul • DİZİ EDİTÖRÜ Ali Artun YAY/NA HAZIRLAYAN Elçin Gen KAPAK TASAR/MI Özlem Özkal - Suat Aysu UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTİ Asude Ekinci DİZİN Elçin Gen BASK/ ve CİLT Sena Ofset

Lltros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21

iletişim Yayınları Binbirdirek Meydanı Sokak, İletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 6�1-62 •Faks: 212.516 12 58 �ail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr

İÇİNDEKİLER

Yeşil, Buruşuk, On İki Milyon Markalaşma ve Güvensizlik

7

.........................................................................................

19

.............................................................................................

33

............................................................................................................

49

.................................................................................................................................

69

Markalaşmış Müzayedeler Markalaşmış Tacirler Tacirlik Sanatı

.........................................................................................

Sanat ve Sanatçılar

.................................................................................................................

Damien Hirst ve Köpekbalığı Warhol, Koons ve Emin

......................................................................................

.....................................

137

....................................................................................................

149

.........................................................................................................

161

............. ............................ .................... .............................................

183

Christie's ve Sotheby's Müzayede Evi Seçimi Müzayede Psikolojisi

97

115

...................................................................................................

Charles Saatchi: Markalaşmış Koleksiyoncu

85

Müzayedelerin Gizli Dünyası

....

.....................................................

203

............................................. ..................

223

. . . . . . . . . .. ... . ...

Francis Bacon'ın Kusursuz Portresi

Tacirler Müzayede Evlerine Karşı ...................................................................... 241 Sanat Fuarları: Son Kale Sanat ve Para

................................................................................................

257

...............................................................................................................................

269

Çağdaş Sanatı Fiyatlandırmak Sahte Eserler

..................................................... ............. ..... ......

285

................................................................................................................................

301

Sanat Eleştirmenleri Müzeler

...........................................................................................................

311

.................................................................................................................................................

319

Son Oyun

............................................................................................................................................

Yatırım Olarak Çağdaş Sanat Sonsöz

................................

........................ ........................

...................................................................................................................................................

Kaynaklar Sanat Siteleri Fotoğraflar Dizin

335 351 371

..............................................................................................................................................

377

..................................................................... ... ..........................................................

381

.......................................................................................... ............ ....................................

383

...........................................................................................................................................................

385

Yeşil, Buruşuk, On İ ki M i lyon

13 OCAK 2005, NEW YORK

Doldurulmuş köpekbalığını satmaya çalışan aracının sorun­ larından biri, bu çağdaş sanat eserine konan on iki mil­ yon dolarlık satış fiyatıydı.1 Bir başka sorun, iki tondan ağır olmasıydı - eve götürülmesi kolay olmayacaktı. Dört buçuk metrelik doldurulmuş kaplan köpekbalığı "heykeli" , dev bir vitrinin içine yerleştirilmişti ve Yaşayan Birinin Zihninde Ôlümün Maddi imkansızlığı gibi yaratıcı bir isim taşıyordu. Köpekbalığı 1 99 l 'de Avustralya'da yakalanmış ve Britan­ yalı sanatçı Damien Hirst'ün yönetiminde çalışan teknisyen­ ler tarafından lngiltere'de hazırlanıp yerine yerleştirilmişti. Bir başka dert de, kuşkusuz yepyeni bir sanatsal kavram olsa da, sanat dünyasında pek çok kişinin köpekbalığının sanat olarak nitelenip nitelenemeyeceğinden emin olmama­ sıydı. Bu sorun önemliydi, zira on iki milyon dolar, jasper johns dışında, yaşayan bir sanatçının herhangi bir eserine 1

Bu ve kitaptaki diğer fiyatlar, ilk alım satım işleminin gerçekleştirildiği para birimi cinsinden verilmiştir. llgili dönemler için 1 sterlini yaklaşık 1,80 dolar ya da 1,38 avro olarak kabul edebilirsiniz.

7

ödenenden daha yüksek bir meblağı temsil ediyordu - bir Gerhard Richter, bir Robert Rauschenberg ya da bir Lucian Freud'a ödenenden daha yüksek bir tutar. Biri çıkıp da köpekbalığına bu kadar para vermeyi neden düşünürdü? Cevap kısmen, çağdaş sanat dünyasında marka­ laşurmanın eleştirel yargının yerine geçebilmesinde yatıyor nitekim, bu işin içinde de bir sürü marka vardı. Satıcı, bu işi Hirst'e on dört yıl önce 50.000 sterline sipariş etmiş olan ün­ lü sanat koleksiyoncusu ve reklam devi Charles Saatchi'ydi. O tarihte bu tutar öylesine uçuk bulunmuştu ki, Sun gazetesi, haberi "Patates Tavasız Balığa 50.000 Sterlin" başlığıyla ver­ mişti. Hirst, fiyatın özellikle "fahiş" olmasını istemiş, işin pa­ rasal getirisi kadar sağlayacağı reklamı da düşünmüştü. Köpekbalığını satan aracı, New York'ta çalışan, dünyanın en ünlü sanat taciri Larry Gagosian'dı. Köpekbalığının pe­ şinde olduğu bilinen alıcılardan biri, çok kısıtlı bir bütçeyle çalışmak zorunda olan, Londra'daki Tate Modem müzesinin yöneticisi Sir Nicholas Serota'ydı. Çok daha geniş mali im­ kanlara sahip dört koleksiyoncu ise, bu kadar abartılı bir ilgi göstermemişlerdi. Aralarından en çok ümit vaat edeni, Con­ necticut'ta çok zengin bir hedge fon yöneticisi olan Ameri­ kalı Steve Cohen'di. Hirst, Saatchi, Gagosian, Tate, Serota ve Cohen: Sanat dünyasında bu kadar çok markanın birara­ ya gelmesi ender rastlanan bir durumdu. Saatchi'nin köpek­ balığına sahip olması ve bunu sergilemesi, gazete yazarları için, Genç Britanya Sanatçıları (yBas) olarak bilinen grubun ürettiği şok sanatının bir simgesi haline gelmişti. Marka ile reklam biraraya geliyorsa, köpekbalığı muhakkak sanat ol­ malı, fiyat da fahiş sayılmamalıydı. Başka bir satış söz konusu olsa alıcıları caydırmaya yete­ cek önemli bir sorun daha vardı. Köpekbalığı, Saatchi'nin Londra'daki özel galerisinde ilk kez teşhir edildiği l 992'den beri ciddi biçimde bozulmuştu. Korumada kullanılan teke

DAMIEN HIRST, Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün MaddT İmklnsızlılı, 1 9 9 1 , cam, çelik, silikon, köpekbalığı, %5 formaldehitli solüsyon, 2 1 3,4 x 640, 1 x 2 1 3,4 cm.

nikler yetersiz olduğundan, çürüme sonucu derisi kınş kırış olmuş, rengi açık yeşile dönmüş, bir yüzgeci kopup düşmüş ve haznedeki formaldehit solüsyonu bulanıklaşmıştı. Baş­ ta amaç, galerinin beyaz uzamından izleyiciye doğru yüzen, akşam yemeği için avlanmaya çıkmış bir kaplan köpekbalığı yanılsaması yaratmaktı. Oysa şimdi bu yanılsama, Norman Bates'in * meyve kilerine girip annesini sandalyede mumya­ lanmış halde bulmak gibiydi. Saatchi Gallery'deki küratörler formaldehite ağartıcı eklemeyi denediler, ama bu, bozulma­ yı hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı. l 993'te küratör­ ler pes ettiler ve köpekbalığının derisini yüzdürdüler. Deri daha sonra ağırlık eklenmiş fiberglas bir kalıbın üzerine ge­ rildi. Köpekbalığı hala yeşilimsi, hala kırış kınştı. Artık çürümekte olan köpekbalığını yakalayan, Damien Hirst değildi. Kendisi, Avustralya kıyılarındaki postanelere telefon edip "Köpekbalığı Aranıyor" diye buyurmuş, posta­ neler de üzerinde Hirst'ün Londra'daki telefonunun yazılı ol­ duğu ilanlar asmıştı. Sonuçta yakalanan köpekbalığına 6000 sterlin ödemişti: 4000 sterlin yakalama işlemi için, 2000 ster*

Alfred Hitchcock'un, aynı adlı romandan uyarladığı Sapık filminde annesini öldüren karakter - e.n.

9

lin de buza yatırılarak Londra'ya nakledilmesi için. Hirst'ün, çürümekte olan bu köpekbalığını, sarın alıp içini dolduraca­ ğı bir yenisiyle değiştirip değiştiremeyeceği de tartışılıyordu. Pek çok sanat tarihçisi, yenilenmesi veya yerine bir yenisi­ nin geçirilmesi halinde köpekbalığının başka bir eser olaca­ ğını ileri sürdü. Bir Renoir tablosunu tekrar boyarsanız aynı eser olmaktan çıkar. Ama köpekbalığı kavramsal bir işse, ge­ ne azgın bir köpekbalığı yakalayıp aynı isimle orijinalin yeri­ ne konması kabul edilebilir miydi? Sanat taciri Larry Gagosi­ an, flüoresan tüpleriyle çalışan Amerikalı enstalasyon sanat­ çısı Dan Flavin'e atıfta bulundu. Bir Flavin heykelinde flüo­ resan tüplerinden biri yanarsa yenisiyle değiştiriyordunuz. Charles Saatchi, köpekbalığının yenilenmesi halinde sanat olarak taşıdığı anlamı yitirip yitirmeyeceği sorulduğunda, "Tamamen" diye karşılık verdi. O halde, hangisi daha önem­ liydi: Orijinal eser mi, sanatçının amacı mı? Nicholas Serota, Tate Modem adına Gagosian'a 2 milyon sterlin teklif etti, ama teklifi geri çevrildi. Gagosian satış zi­ yaretlerini sürdürdü. Saatchi'nin eseri yakında satmak niye­ tinde olduğu uyarısını alan Cohen, köpekbalığını satın al­ mayı kabul etti. Hirst, Saatchi ve Gagosian'ın hikayelerini kitabın ilerleyen sayfalarında anlatacağız. Peki ya Steve Cohen kimdir? Çü­ rüyen bir köpekbalığına kim 12 milyon dolar öder? Cohen, üst düzey çağdaş sanatta piyasayı yönlendiren finans sektö­ rü alıcılarının bir örneğidir. Merkezi Connecticut, Greenwi­ ch'te bulunan SAC Capital Advisors'ın sahibidir ve bir da­ hi olarak kabul edilir. Toplam 1 1 milyar dolarlık bir men­ kul kıymeti yönetmekte, yılda 500 milyon dolar kazandı­ ğı söylenmektedir. Sanat hazinesini Greenwich'teki 3000 metrekarelik bir kaşanede, Manhattan'daki 550 metrekare­ lik bir dairede ve Florida, Delray Beach'teki 1 750 metrekare­ lik bir bungalovda sergiler. 2007'de New York, East Hamp10

ton'da 8000 metrekare genişliğinde, on yatak odalı bir ma­ likane satın almıştır. On iki milyon dolarlık fiyat etiketini bağlamına oturtmak için, zenginlerin gerçekte ne kadar zengin olduklannı an­ lamak gerekir. Steve Cohen'in yılda 500 milyon dolar ver­ gi öncesi gelirle, 4 milyar dolarlık bir net servetinin olduğu­ nu varsayın. Yüzde lO'luk -yönettiği mal varlıklanndan fii­ len kazandığının çok altında- bir getiri oranıyla bile, toplam geliri haftada 16 milyon dolann ya da saatte 90.000 dolann üzerindedir. Köpekbalığına ödediği para, Cohen'in beş gün­ lük kazancına eşittir. Bazı gazeteciler, sonradan, Ölümün Maddi lmhansızlığı'nın satış fiyatının 1 2 milyon dolar olup olmadığına dair kuşku­ lannı dile getirdiler. Bir kısım New York medyası, Tate Mo­ dern'inki dışında tek sağlam teklifin Cohen'den geldiği ve gerçek satış fiyatının 8 milyon dolar olduğu haberini geç­ ti. New Yorh Magazine ise 13 milyon dolar diye yazdı. Ama 1 2 milyon dolar en sık telaffuz edilen rakamdı, bu büyük bir reklam oldu ve taraflar miktar hakkında yorum yapmamak konusunda anlaştılar. Bu rakamlardan hangisi doğru olursa olsun, satış Saatchi koleksiyonundaki diğer Hirst eserlerinin değerini ciddi ölçüde artırdı. Cohen, köpekbalığını ne yapacağına karar verememişti. İn­ giltere'de depoda kalan eseri New York'taki Modern Sanat Müzesi'ne (MoMA) bağışlayabileceğini söyledi - bu, kendi­ sine MoMA yönetim kurulunda bir koltuk teklif edilmesini sağlayabilirdi. Sanat dünyası bu alımı, MoMA'nın Londra'daki Tate Modern karşısında elde ettiği bir zafer olarak duyurdu. Guardian, "Bu esere sahip olması, MoMA'nın dünyadaki lider modern sanat galerisi olarak üstünlüğünü teyit edecek" söz­ leriyle, köpekbalığının bir Amerikalı'ya satılmasına yerindi. •

11

Bu kitaba temel oluşturan keşif yolculuğuna, 5 Ekim 2006'da, Londra'daki Kraliyet Sanat Akademisi'nde [ Royal Academy of Arts] başladım. Küratörlüğünü gene Charles Saatchi'nin yaptığı USA Today sergisinin, 600 kişinin davetli olduğu özel öngösterimine katılmıştım. Etkinlik, üstün yetenekli otuz yedi genç Amerikan sanatçısının eserlerin­ den oluşan bir sergi olarak duyurulmuştu. New York'ta çalı­ şıyor olsalar da, aslında sanatçıların çoğu Amerika doğumlu değildi - bu, bir sanatçıyı etiketlemenin ne kadar zor oldu­ ğunu gösterir. Britanya'daki Kraliyet Akademisi, kamuya ait çok büyük bir galeridir. l 768'de kurulmuştur ve sergileri için Ulusal Galeri, iki Tate galerisi ve Birleşik Krallık dışındaki önde ge­ len müzelerinkine benzer tanıtım çalışmaları yürütür. USA Today sergisi, ticari bir sanat etkinliği değildi, çünkü hiç­ bir eser satış için fiyatlandınlmamıştı. Geleneksel bir mü­ ze sergisi de değildi, çünkü eserlerin tamamı tek bir kişiye, Charles Saatchi'ye aitti. Sergilenen işleri o seçmişti. Böylesi­ ne prestijli bir kamusal mekanda sergileniyor olmaları eser­ lerin değerini yükseltecek ve sonraki satışların tüm kan Sa­ atchi'ye gidecekti. Saatchi ne profesyonel bir küratördür, ne de bir müze yö­ neticisi. Kırk yılı aşkın meslek yaşamında, kuşağının hem en çok konuşulan reklamcısı, hem de daha sonra en çok konu­ şulan sanat koleksiyoncusu olmuştur. Topladığı sanat eser­ lerini yüksek karlarla tekrar satmakta müthiş başarılıdır; Damien Hirst'ün köpekbalığı bunun sadece bir örneğidir. Hem kendisine ait sanat eserlerinin değerini yükseltmek için Kraliyet Akademisi'ni kullanmasından dolayı, hem de bazı kişiler eserleri dekadan veya pornografik bulduğu için, Saatchi'ye yönelik eleştiriler vardı. Açılışta hazır bulunan sanatçılar, etkinliğin gerçek niteliği konusunda kendileri­ ni kandırmıyorlardı. Biri, Kraliyet Akademisi için, "Saatchi 12

Gallery'nin geçici mekanı" diyordu. Bir başkası, eserini du­ varda görmenin iyi olduğunu, çünkü müzayedeye sunulana kadar bir daha hiç sergilenmeme ihtimali olduğunu söyledi. Büyük çaplı tanıtım faaliyetleri sonucunda medya sergiye çok geniş yer verdi. Açılıştan önce, Londra'daki büyük ga­ zetelerin her birinde, New York Times, Wall Street]ournal ve on kadar büyük ABD gazetesinde serginin abartılı reklamla­ n yapıldı. Şoke edici işleri biraraya getirdiği ilan edilen sergi­ de, sıçanlann bulunduğu bir savaş sahnesi ile bir erkeği cin­ sel doyuma ulaştıran bir genç kızın fotoğrafı da yer alıyordu. USA Today in teması, çağdaş Amerika'nın yarattığı düş kı­ nklığı olarak duyurulmuştu. Özel açılıştaki eleştirmenler ve küratörler tema ve işler hakkında çok farklı görüşlere sahip­ lerdi. Bazılan, sanatçılan düş kınklığına uğramış, hatta ye­ tenekli olarak nitelemenin yerinde olup olmadığını sorgula­ dı. Kraliyet Akademisi sergiler sekreteri Norman Rosenthal, eserler "nostaljiyle kanşık bir siyasi keskinlik ve öfke duy­ gusu veriyor; bu, zamanımıza uygun bir sergi" dedi. Eleş­ tirmen Brian Sewell, "Sensation* en azından içimi bulandır­ mıştı. Bu sergi bana hiçbir şey hissettirmiyor" diye açıkladı görüşünü. Kraliyet Akademisi sergi komitesinden heykeltı­ raş Ivor Abrahams, "Saatchi'nin daha da çok dikkat çekme­ si için tezgahlanan sinik bir girişim ve müstehcen çocuk iş­ leri" dedi. Çağdaş sanata özgü fikir çeşitliliği bu minvaldey­ di. Saatchi ise kendince şöyle katkıda bulundu: "Lütfen USA Today'i gezin ve oradaki herhangi bir şeyin, her gün çevre­ mizde gördüğümüz onca şeyden daha zevksiz ve tatsız oldu­ ğunu düşünüyorsanız bana bir not bırakın." Ertesi gün sergi halka açıldı. Ziyaretçiler, ellerinde bi­ letleri, galerilerde neredeyse hiç ses çıkarmadan, duygula­ nnı bastırarak gezindiler. Kalabalık, Prenses Diana'nın ce'

*

"Sansasyon", Saatchi'nin Genç Britanya Sanatçılan'nın eserlerinden oluştur­ duğu ve büyük tanışmalara neden olan bir önceki sergisi - e.n.

13

naze töreninden önce taziye defterini imzalamak için kuy­ ruğa girmiş gibiydi. Çoğu çağdaş sanat eseri karşısında ol­ duğu gibi, kimse sergilenenleri anladığını ya da beğendiği­ ni itiraf etmeye istekli görünmüyordu. İnsanlar sonunda, usul usul konuşarak, yaşadıklan tecrübeyi sindirmeye çalı­ şarak, ne hoşnut ne de şoka uğramış bir vaziyette, sırayla dı­ şarı yürüdüler. Saatchi sergi için ne tür çağdaş sanat eserleri seçmişti? Ka­ nada, Winnipeg'den jonathan Pylpchuk, bacaklan kesilmiş -kimi kıvranan, kimi ölü- siyah Amerikan askerlerinin top­ landığı minyatür bir ordugah sergiledi. Eserin ismi Umanm, Buradan Birazcık Haysiyetle Sağ Çıkanm'dı. Vancouver'da ye­ tişen Pekin doğumlu Terence Koh'un Çatlak Kafa'sı [ Crack­ head] , Saatchi'nin 200.000 dolar ödediğini söylediği, içinde alçı, boya ve balmumundan yapılmış deforme siyah kafala­ nn durduğu 222 vitrinden oluşan bir ölüm fantezisiydi. Koh, Büyük Beyaz Horoz başlıklı neon bir horoz da sergiledi. Fransız sanatçı jules de Balincourt'un ABD Dünya incele­ meleri Ifsi, Mississippi Irmağı'nın solda Demokrat eyaletleri sağda Cumhuriyetçi eyaletlerden ayırdığı, ABD'yi baş aşağı gösteren bir haritaydı. Dünyanın kalan kısmı çok daha kü­ çük ölçekte, haritanın dibinde gösterilmişti. Gerçekten New York'ta doğan ve Dash Snow* gibi ilginç bir ismi olan bir sa­ natçı, polisin kötü muamelelerini tartışan kırk beş gazete kupüründen yapılma bir kolaj olan S**erim Polisi isimli bir eser sunmuştu. Sanatçı, kupürlerin üzerine meni -muhte­ melen de kendi menisini- püskürtmüştü. Yirmi beş yaşında­ ki Snow, New York sanat camiasında zaten yeterince adı çık­ mış bir sanatçıydı: "Irak" isimli bir graffiti çetesinin lideriy­ di ve çıplak kızlarla lime lime edilmiş yüzlerce telefon reh­ herinin kullanıldığı Hamster Yuvası adlı performansıyla is­ mini duyurmuştu. •

14

isim ve soyad, "Kar Fırlat" anlamına gelmektedir - e.n.

HUMA BHABHA, İsimsiz, 2005, kil, tel, plastik, boya, 152

x

243 x 1 1 4 cm.

Görüş birliğiyle en saldırgan eser, Pakistanlı kadın sanat­ çı Huma Bhabha'nın, ileri uzanan kollarıyla namazı andıran bir pozisyonda duran, telle yapılıp üzerine siyah bir çöp tor­ bası giydirilmiş, ilkel kuyruklu figürüydü. Kırk beş yaşında­ ki Bhabha, hazır malzemelerden, insanlık hallerini konu al­ dığını söylediği heykeller yapmaktadır. USA Today'deki işi, ilk bakışta yan sıçan yan insan gibi görünüyordu. Ne var ki, eleştirmen Waldemar januszczak Sunday Times'ta şöyle di­ yordu: "Bu işin sadece bir tane olası okuması var [ . . . ] evri­ min tersine işlediği dindar bir canlı türünü temsil ediyor. Kuyruk bu yüzden." Sanata ilişkin yargıların, bir eserin içeriğinden çok, sanat­ çının anlatmak istediği şeye dair insiyaki bir duyguyla ilgi­ li olduğu varsayılır. Hekim ve psikolog olan eşim Kirsten Ward, sanatın, beynin düşünen kısmını hisseden kısmına konuşturduğunda en büyük etkiyi yarattığını söyler. Büyük eserler net bir şekilde konuşurken, daha önemsiz işler, eleş15

tirmenlerin "şarjın bitmesi" dediği etkiyi yaratır. Deneyim­ li sanat koleksiyoncusu, bir eseri satın almadan önce, gün­ de birkaç kez bakmak için evine götürecektir. Cevap aranan soru, bir hafta ya da bir ay geçtikten sonra, yenilik kaybol­ duğunda, eserin mesajının ve ressamın becerisinin hala gö­ rünür olup olmayacağıdır. Saatchi'nin sergilediği eserlerin galeri fiyatları 30.000 do­ lar ile 600.000 dolar arasında değişiyordu. Yüz beş parçanın toplam fiyatı ise yaklaşık 7 ,8 milyon dolardı. Saatchi muhte­ melen eserler için bunun yansını ödemişti, zira kendisi meş­ hur ve seçkin bir koleksiyoncudur, aynca eserler de prestijli bir müzede sergilenecektir. Kraliyet Akademisi'nde sergilen­ menin, her eserin ilk satış fiyatını iki katına çıkarması muh­ temeldi; bu durumda Saatchi sergiden kağıt üzerinde yakla­ şık 1 1 , 7 milyon dolar kar edecekti. Saatchi'nin, serginin ku­ rulması için 2 milyon sterlin civarında bir katkıda bulundu­ ğu tahmin ediliyordu. O halde, USA Today'in önemi neydi? 2 1 . yüzyıl çağdaş sa­ natının gerçek yüzünü mü yansıtıyordu, yoksa sadece Char­ les Saatchi'nin şok sanatına düşkünlüğünü mü? Bu eser­ ler büyük bir müzede, bazı örneklerde tamamlanmalann­ dan sadece birkaç hafta sonra sergilenmeyi hak ediyor muy­ du? Village Voice'tan jerry Saltz kaba bir tahminde bulunu­ yor: Yeni çağdaş sanatın yüzde SS'i kötüdür, diyor. Sanat dünyasının büyük bölümü bu orana katılsa da, belli bir ese­ rin bu yüzde içinde ne tarafa konacağı konusunda anlaşa­ mayacaktır. Bir ekonomist ve çağdaş sanat koleksiyoncusu olarak, bel­ li bir sanat eserini değerli kılan şeyin ne olduğunu ve han­ gi sihirli işlem sonucunda, sözgelimi 250.000 dolar yerine 12 milyon ya da 100 milyon dolar değerinde görüldüğünü uzun süredir merak ediyorum. Eserler bazen makul gibi gö­ rünen bir fiyatın yüz katına satılıyor, ama neden? Tacirler ve 16

müzayede evi uzmanları, ilerde milyon dolarlık çağdaş sa­ nat eseri olacak işleri saptamayı ya da tarif etmeyi becerdik­ leri iddiasında değiller. Başkalarının önünde yaptıkları açık­ lamalarda, bir eserin fiyatının ona ödenen paradan ibaret ol­ duğunu söylüyorlar; özel konuşmalarında ise, en yüksek fi­ yatlarla eser almanın çoğunlukla süper zenginlerin oynadı­ ğı, ödülü reklam ve temayüz [distinction] olan bir oyun ol­ duğunu belirtiyorlar. Bu, alıcıları oyuna girmeye sevk eden sebepleri iyi tarif ediyor olabilir, ama süreci açıklamıyor. Bundan sonra okuyacaklarınız, New York ve Londra'da çağdaş sanat piyasasının işleyişini anlamak için, tacirler, müzayede evi çalışanları, eski galeri ve müzayede evi yöneti­ cileri, sanatçılar ve koleksiyoncularla zaman geçirerek yaptı­ ğım bir senelik keşif yolculuğunun hikayesi. Bu bir yıl için­ de 131 çağdaş sanatçı için müzayedelerde rekor fiyatlara eri­ şildi; altı aylık bir dönemde dört tablo lOO'er milyon dola­ rın üzerinde fiyatlara satıldı. Bu kitap, sanatın, sanat tacirle­ rinin ve müzayedelerin ekonomisini ve psikolojisini inceli­ yor. Hepsi de çağdaş sanat dünyasının önemli ögeleri olan para, hırs ve sahip olmanın verdiği büyüklük duygusunu keşfe çıkıyor.

17

Markalaşma ve Güvensizlik

"Christie's nedir?" "Bir resim markası!n Aktaran judith Benhamou-Huet,

The Worth of Art

(Yedi yaşındaki jacobe'ın soruya cevabı)

Modern sanat, kendi kendimizi terörize etmenin aracıdır, hepsi bu. Tracey Emin, sanatçı

Sanat dünyasıyla buluşmalanmda ilk büyük dersi, Howard Rutkowski'den aldım. Kendisi eskiden Sotheby's müzayede evinde uzman olarak çalışıyordu, şimdiyse Londra'daki Bon­ hams müzayede evinin yöneticilerinden. "Alıcıların çağ­ daş sanat konusunda ne kadar güvensiz olduklarını ve bu konuda temin edilmeye ne kadar çok ihtiyaç duyduklarını asla göz ardı etmemek gerekiyor." Bu, sanat işindeki her­ kesin bir şekilde bildiği, ama kimsenin bahsetmediği bir hakikattir. Güvensizlik, sanat alıcılarının bu konuda yeterli donanıma sahip olmadıkları anlamına gelmez. Sadece, var­ lıklı olanlar için zamanın en kıt kaynak olduğu anlamına gelir. Bu insanlar güvensizliğin üstesinden gelmek için ken19

dilerini eğitmeye zaman ayırmak istemezler. Dolayısıyla, çoğu durumda, çağdaş sanat eserlerini satın alma kararında salt sanat değil, bu güvensizliği asgariye indirme arzusu da rol oynar. Güvensizlik anlaşılır bir şeydir; sanat dünyası en temel kavramların bile kaypak olabildiği bir ortamdır. insanlarla bu kitabın ardındaki fikri ne zaman tartışsam, ilk sorular­ dan biri hep "Bana çağdaş sanatı tanımlayanın ne olduğunu söyler misin? " oldu. Aslında burada iki soru var: çağdaşın ne olduğu ve sanatın ne olduğu. tık soru çok daha basittir, ama bunda bile genel bir mutabakat yoktur. Bu alandaki en iyi kitaplardan biri olan, Brandon Taylor'ın Contemporary Art ının altbaşlığı Art Since 1970'dir [ Çağdaş Sanat: 1970'ten Bugüne Sanat] . 1950'lere ve 60'lara ait eser­ leri "20. yüzyıl mezatları" kategorisine sokan Christie's'in kullandığı tanım da budur. Sotheby's, 1945- 1 970 arasında üretilen sanatı "erken çağdaş sanat" , 1970 sonrası sanatı da "geç çağdaş sanat" olarak tanımlar. "Eski ustalar" 19. yüz­ yıl ve öncesinin sanatıdır. "Modem sanat" ise, 20. yüzyılın 1970'e kadar olan kısmını kapsar ve soyut ekspresyonizm ile Pop Art'ı içerir. Empresyonist sanat, 19. ve 20. yüzyıllar­ la ötüşür ve müzayedelere ayn bir kategoride ya da "empres­ yonist ve modem" kategorisinde sunulur. Çağdaş sanatın bir başka tanımı da "hala hayatta olan sa­ natçıların sanatı"dır; ama bu tanım, eserleri çağdaş sanat olarak satılan Andy Warhol, joseph Beuys, Martin Kippen­ berger, Roy Lichtenstein, Donald judd, Yves Klein, jean-Mi­ chel Basquiat gibi pek çok ölmüş sanatçıyı dışarıda bırakır. Bir başka tanım, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra doğmuş sa­ natçıları içerir, ama Kippenberger ve Basquiat hariç, yukar­ da sayılan sanatçıların tamamını dışarda tutar. En basit tanımla çağdaş sanat, büyük müzayede evleri tara­ fından çağdaş sanat mezatlarında satılan eserlerdir. Bu tanım '

20

bile sorunludur: Sotheby's mezatlarında "çağdaş sanat" der­ ken, Christie's hangi eserin hangi kategoride olduğuna işaret euneksizin, daha geniş bir başlık olan "savaş sonrası ve çağ­ daş sanat" tanımını kullanır. Christie's'in bunu yapma nede­ ni, kategorileştirmesinin tarihten ziyade esere bağlı olması­ dır. Gerhard Richter'in daha soyut eserleri çağdaş sanatken, sonraki foto-realist işleri modem ve empresyonisttir. Bu, çağ­ daş sanatın geleneksel sanatçılar tarafından üretilenlerden daha öncü ve yenilikçi olduğu düşüncesini yansıtır. Benim kullandığım pratik tanıma göre çağdaş bir sanat eseri, geleneksel değildir, 1 970'ten sonra üretilmiştir ya da büyük bir müzayede evi bunu ya da aynı sanatçıya ait ben­ zer bir eseri "çağdaş" olarak sunmaktadır. Bu kitaptaki ta­ rifler ve örnekler, tanıma neyin dahil edildiği konusunda fi­ kir verecektir. Ben sadece tuval veya kağıda yapılmış iki boyutlu işleri ve heykelleri ele alıyorum. Video enstalasyonlarını, performans sanatını, film ya da fotoğrafı, endüstriyel sanatı (saatler, van­ tilatörler, otobüs durakları) ya da bina giydirmelerini tartış­ maya dahil etmiyorum. Kokusu ya da lezzeti olan, hala kı­ pırdayan veya nefes alan her şey sanat olabilir - ama bu sa­ nat buraya alınmadı. Bu gibi eserler dışarda tutuldu, zira ben bunları anlamıyorum ve Cindy Sherman'ın fotoğraf sanatı ve daha birkaç tanesi hariç, büyük müzayede evleri bunları çağdaş sanat başlığı altında satmıyor. Çağdaş sanatın büyük bölümünün, resim denen iki boyut­ lu eserlerden oluştuğunu söylemek bile işi kolaylaştırmıyor. Resmin tanımlanması kolay olmalı; resim düz bir yüzeye uy­ gulanan boya benzeri malzemelerin ürünüdür. Peki, video olarak üretilen bir resmi ya da bir kolaj, karikatür ya da graf­ fiti olan resmi ne yapacağız? Cy Twombly karakalemle bir resim yaptı; Andy Warhol idrarla, Robert Rauschenberg ça­ murla, Chris Ofili fil dışkısıyla resimler yaptı. Ellsworth Kel21

CHRISTOPHER WOOL, isimsiz 17 (Koşköpekkoşköpekkoş}, 1 990, alümlnyum üzerine alkit ve emaye, 274 x 1 83 cm.

ly, imgenin bir renk olduğu resimler yapıyor; Damien Hirst, bir çıknğın içine boya döküp çıknk resimleri [spin paintings] üretiyor. Christopher Wool'un harf resimleri bir sözcük içe­ riyor; örneğin, Kasım 2005'te New York'ta, Christie's'deki bir müzayedede 1 ,24 milyon dolara satılan eserinde, alüminyu­ ma şablonla yazılan on beş alkit ve emaye harf Rundogrun­ dogrun [koşköpekkoşköpekkoş] şeklinde okunuyordu. Bu kitaptaki bazı hikayeler ve örnekler, çağdaş öncesi bir dönemin sanatını, genellikle modem ve empresyonist sana­ tı temsil ediyor. Bunlar, müzayede evleri ve tacirlerle yaşa­ nan süreci ve işin ekonomik boyutunu örneklemek için ki­ taba alındı. 22

Çağdaş sanat ile tasarımın temaları sık sık örtüşür. Lou­ is Vuitton marka bir çanta, bir tasanın ürünü müdür yok­ sa sanat mı? Bu ikisi arasında epeyce bağlantı vardır. Dün­ yanın en büyük lüks mal üreticisi Louis Vuitton Moet Hen­ nessy (LVMH) grubunun sahibi Bernard Arnault, bir za­ manlar Phillips de Pury & Co. müzayede evinin de sahibiy­ di. LVMH'nin Paris'teki Champs-Elysees bulvarında bulu­ nan en büyük mağazasında bir sanat galerisi vardır. "Espa­ ce Culturel Louis Vuitton"daki ilk sergilerden birinde, be­ denleriyle Louis Vuitton'un LV harflerini oluşturan siyah ve beyaz çıplak kadınların büyük boy fotoğraflan yer alıyordu. Bir başka sergi, mağazanın raflarında el çantası şeklinde poz veren kadınların görüntülerinden oluşan bir videoydu. Fi­ kir, "Vuitton tasanmlannı yenilemek için sanatı kullanmak ve LV markasını sanatla ilişkilendirmek"ti. Hem Londra'da­ ki Victoria ve Albert Müzesi, hem de New York'taki Guggen­ heim Müzesi, Vuitton marka çantaları sergilemiştir - Victo­ ria ve Albert tasanın olarak, Guggenheim ise sanat olarak. Çağdaş sanat, gündelik nesnelerle iç içedir - özellikle de kavramsal sanatın, resim ya da heykel yapma becerisini ge­ reksiz hale getirdiği durumlarda. 2003'te, New York Görsel Sanatlar Okulu'nda okuyan yirmi beş yaşındaki Clinton Bo­ isvert adlı bir öğrenciden, sanatın doğurduğu heyecanın ha­ yatı nasıl etkileyebileceğini gösteren bir proje yapması isten­ di. Boisvert, her birinin üzerine şablonla "Korku" yazılmış üç düzine kara kutu yaptı. Bunları New York metro istas­ yonlarına saklama işini henüz tamamlamıştı ki, polis tarafın­ dan tutuklandı. Polis ekipleri heykelleri bulup çıkarana ka­ dar, ondan fazla istasyon saatlerce kapalı kaldı. Boisvert, kas­ ten tehlike yaratma suçundan hüküm giydi, ama projeden "A" aldı. New York Times'ın sanat eleştirmenlerinden Micha­ el Kimmelman, olayı şöyle yorumladı: "Bu kadar kötü sanat yapmak, suç olmalı." Sanat okulları ve eleştirmenler bile bir 23

eserin niteliği konusunda anlaşamazken, koleksiyoncuların kendi yargılarına güvenememeleri şaşırucı değildir. Çağdaş sanatın tarif edilme biçimi de koleksiyoncuların güvensizliğini pekiştirir. Sanat profesyonelleri empresyonist sanat hakkında konuşurken çarpıcılık, derinlik, ışık kullanı­ mı, şeffaflık ve renkten dem vururlar. Damien Hirst'ün kö­ pekbalığı ya da Terence Koh'un Çatlak Kafa'sı [ Crackhead] gibi çağdaş sanat eserleri söz konusu olduğunda ise, yenilik­ ten; yatının değerinden ve sanatçının "gözde" olmasından bahsederler - bu sonuncu sıfat, pek tanınmamış birinin, ku­ laktan kulağa yayılan haberlerle birdenbire peşinden koşu­ lan biri haline gelmesini ifade eder. Sanat koleksiyoncuları değerin neye göre belirlendiğini her zaman anlayamadıkla­ rından, haliyle, kendi yargılarına güvenmezler. Sık sık çare­ yi markaya güvenmekte bulurlar. Koleksiyoncular, marka­ laşmış tacirlerden alışveriş eder, markalaşmış müzayede ev­ lerinde artırmalara girer, markalaşmış sanat fuarlarını gezer ve markalaşmış sanatçılar ararlar. Çağdaş sanatta, markala­ şana kadar bir hiçsinizdir. Markalaşma kavramı akla genellikle Coca Cola ya da Ni­ ke gibi tüketim ürünlerini getirir. Marka, bir ürüne ya da hiz­ mete kişilik, farklılık, özgünlük ve değer katar. Aynı zaman­ da riski önler ve güven sağlar. Mercedes marka bir araba pres­ tij güvencesi sunar. Prada, çağdaş modayı en şık haliyle izle­ me güvencesi sunar. Markalaşmış sanat da aynı işi görür. "Bu seramik heykele 5,6 milyon dolar verdim" dediğinizde, arka­ daşlarınızın gözleri yerinden fırlayabilir. "Bunu Sotheby's'den aldım", "Bunu Gagosian'da buldum" ya da "İşte yeni jeff Ko­ ons'um" dediğinizde, kimse ilgisiz kalmaz. Marka, bir şirketin müşterileriyle ve medyayla birlikte uzun bir zaman diliminde oluşturduğu deneyimlerin -ve bu deneyimlerin oluşturulma­ sı ve güçlendirilmesi sırasında yürütülen akıllı halkla ilişkiler ve pazarlama faaliyetlerinin- nihai ürünüdür. 24

Başarılı bir markalaştırma işlemi, marka değeri denen şe­ yi yaratır: Yani, markasız benzer bir ürün yerine markalı bir ürün için ödemeye hazır olduğunuz fiyat farkı. Bir süper­ marketin kendi ürettiği kola yerine Coca Cola satın aldığı­ nızda, marka değeri açıktır. Marka değerinin, sanat eserleri­ nin fiyatlandırılmasında da muazzam bir etkisi vardır. Başarılı markalardan elde edilen yüksek getiri tüm yaratıcı sektörlerde mevcuttur. Bu kitabın araştırma çalışmaları sü­ rerken, en yüksek gişe hasılatı yapan iki film, Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi ile Görevimiz.Tehlike Ilftü. Bu filmlerin or­ tak yanı, hem olay örgüleriyle hem de T om Hanks ve Tom Cruise'la dalga geçen eleştiri yazılarıydı. Bir yıl önce, Mel Gibson'ın yönettiği lsa'nın Çilesi için sinema eleştirmenleri okurlarını "sakın gitmeyin" diye uyarmış, film ondan son­ ra gişe rekorları kırmaya devam etmişti. Sinema izleyicisine bu eleştirileri göz ardı ettiren, filmlerin her birinde en az bir marka ismin bulunmasıydı: Brown, Hanks, Da Vinci, Crui­ se, Görevimiz Tehli he ya da lsa. Bunların hepsi, izleyicileri cezbeden markalardır. Çağdaş sanatta, en büyük katma değeri yaratanlar, Chris­ tie's ve Sotheby's müzayede evleridir. Bu iki müzayede evi, statüyü, kaliteyi ve muazzam servetlere sahip ünlü açık ar­ tırmacıları akla getirir. Markalaşmış kimlikleri, hem ken­ dilerini hem de sattıkları sanatı rakiplerinden ayırır. Sot­ heby's'de prestijli bir akşam müzayedesinde açık artırmaya katıldığınızda ne elde etmeyi umarsınız? Birkaç şey birden: Elbette bir tablo, ama aynı zamanda insanların sizi görme bi­ çimlerine yeni bir boyut eklenmesini de beklersiniz. Robert Lacey'nin Sotheby's'le ilgili kitabında anlattığı gibi, klas ol­ mak için, beğeninizi onaylatmak için fiyat artırırsınız. Modem Sanat Müzesi (MoMA) , Guggenheim ve Tate, bi­ rer müze markasıdır. Bunların Portsmouth ya da Cincin­ nati'deki müzelerden çok farklı bir statüsü vardır. MoMA 25

bir sanatçının eserini sergilediğinde, buna sanat dünyasının "köken ve geçmiş" dediği bir parıltı ekleyerek, paylaşılan bir markayı iletir. MoMA markası alıcılara güven verir. Bir za­ manlar MoMA'da sergilenmiş ya da MoMA koleksiyonunun parçası olan bir eser, kökeni ve geçmişi nedeniyle daha yük­ sek bir fiyat bulur. Gagosian ya da Jay Jopling'in Londra'daki White Cube'u gibi çağdaş sanat galerileri saygın markalardır; Da Vinci ya da Görevimiz Tehlike nasıl diğer filmlerden ayrılıyorsa, bun­ lar da sanatlarını ve sanatçılarını diğer yüzlerce galeriden ayırırlar. Charles Saatchi gibi az sayıda koleksiyoncu ve Da­ mien Hirst, Jeff Koons ve Andy Warhol gibi sanatçılar da, ta­ nınan ve saygın birer marka statüsüne erişmişlerdir. Tüketiciyi markalaşmış bir müzayede evinde açık artırma­ ya katılmaya, markalaşmış bir tacirden eser satın almaya ya da markalaşmış bir müzede sergilendiği belgelenmiş sana­ tı tercih etmeye yönelten güdü, diğer lüks tüketim malları­ nı satın almaya yönelten güdünün aynısıdır. Kadınlar Lou­ is Vuitton marka bir çantayı, kendileri hakkında söyleyece­ ği şeyler için satın alırlar. Çanta başkaları tarafından kolay­ ca tanınır; koyu kahverengi derisi, altın rengi süs aksamı ve kar tanesini andıran logo tasarımıyla fark edilir. Arkadaşla­ rının bu simgeleri tanıyacağından emin olamayan bir kadın, üzerinde büyük ve kalın harflerle "Louis Vuitton" yazısının okunduğu bir çantayı seçebilir. Erkekler, ilave dört kadra­ nı ve timsah derisi kayışıyla bir Audemars Piguet kol saati alırlar. Gerçi arkadaşları ne marka olduğunu anlamayabilir­ ler, bunu sormazlar da; ama tecrübeleri ve sezgileri sayesin­ de pahalı bir marka olduğunu anlar, takan kişiyi de varlıklı ve kendine has beğeni sahibi biri olarak görürler. Aynı me­ saj , duvardaki bir Warhol ipek baskısı ya da dairenin girişin­ deki bir Brancusi heykeliyle de verilir. Markalaşmış bir oyuncu devreye girdiğinde, sanat dünya26

sı pratikleri değişir. Bir tacir yeni bir sanatçının eserini, her­ hangi bir kalite ölçüsüne göre değil, galerinin şöhretine ve eserin büyüklüğüne göre fiyatlandınr. Gerçekte hiçbir sa­ natçıdan "yeni" diye söz edilmez; sanatçının nereye gittiğini değil nereden geldiğini anlatan "yükselen" terimi kullanılır. "Yükselen", o güne dek tanınmayan ve görece pahalı olma­ yan anlamına gelen bir sanat dünyası terimidir. Yükselen bir sanatçının bir galeride 4000 sterline satılan eseri, markalaşmış bir galeride 1 2.000 sterline satışa sunula­ bilir. Tuhaf gelebilir ama esere değer katan şey, tacirin mar­ kası, seçiminin ve yargısının koleksiyoncununkinin yerini almasıdır. Larry Gagosian'ın müşterileri, onun ya da gale­ risinin yargısını kendi yargılarına ikame etmekle yetinip ne sergileniyorsa satın alabilirler - hatta işi, tabloyu görmeden, telefonla ya da intemet üzerinden alım yapmaya kadar var­ dırabilirler. Tacirin markası sık sık estetik yargının yerini alır ve kuşkusuz bunu pekiştirir. Bir sanatçı markalaştığında, piyasa sanatçının sundu­ ğu her şeyi meşru kabul etmeye yatkınlaşır. Tuvale bir ta­ rih resmetmekten oluşan Bugün dizilerini yaratan Japon kavramsal sanatçısı On Kawara'nın eserlerinin gördüğü il­ giyi düşünün. Tuval üzerine akrilikle gerçekleştirilmiş, 66 x 9 1 cm boyutlarındaki Nov. 8, 1 989 (siyah zemin üzerine blok beyazla sadece bu harfler ve rakamlar) Şubat 2006'da Londra'daki Christie's müzayede evinde 3 10.000 sterline sa­ tıldı. Kawara, serbest çizim yapar ve bir eseri tamamlamak için kendini bir günün saatleriyle sınırlar. Gece yansına ka­ dar bitmemiş bir tablo artık bir gün içinde tamamlanmış ol­ mayacağından bir köşeye atılır. Bütün tablolar pazar günle­ ri yapılır. Kawara ABD'deyse, tarih ayın İngilizce adıyla baş­ lar, arkasından gün ve yıl gelir. Tabloyu Avrupa'da yapıyor­ sa, aydan önce gün gelir. Latin harflerinin kullanılmadığı bir ülkedeyse, ay adını Esperanto dilinde yazar. Her mezatta, o 27

tarihte yayınlanmış bir gazetenin birinci sayfası da bulunur. Christie's'in kataloğunda Kawara'nın eserleri "varoluşsal bir beyan, bir yaşam delili" olarak betimlenmiştir. Burada nadirlik faktörü söz konusu değildir; Kawara bu tabloları 1 966'dan beri yapmaktadır. Kawara'nın mevcut 2000 gün tablosu vardır. Ama Kawara bir markadır ve onun markalaşması her çağdaş sanat taciri ve potansiyel kavram­ sal sanatçı için bir işaret feneri gibidir. Bir tacir bana, kolek­ siyoncular Kawara'nın gün tablolarına yüksek müzayede fi­ yatları ödemeye devam ettiği sürece, herkes için umut oldu­ ğunu söylemişti. Bir sanatçının sunabileceği her şeyi meşru görmeye hazır sanatseverler bile, Felix Gonzalez-Torres'in Kasım 2000'de New York'ta, Sotheby's müzayede evinde satışa sunulan 1991 tarihli eseri karşısında afallamışlardı. Gonzalez-Torres, 1980'lerin ve 1990'ların büyük sanatçılar listelerinde yer alır; çok güçlü bir markadır. 1996'da AIDS'ten öldüğünde otuz se­ kiz yaşındaydı. lsimsiz olan, ama Aşık Oğlanlar [Lover Boys) diye aufta bulunulan eser, mavi ve beyaz kağıtlara tek tek sa­ rılmış 160 kilo şekerlemeden oluşuyordu. Konuklar tarafın­ dan yenilmesi amacıyla bir salonun köşesine üçgen şeklinde yığılmışlardı ve sanatçının sevgilisinin AIDS'ten eriyip gidişi­ ni temsil ediyorlardı. Eser heykel olarak sınıflandırılmış, ka­ talog yazısında "boyutu değişken" olarak betimlenmişti. Tah­ mini satış fiyatı 300-400.000 dolardı; 456.000 dolara satıldı. Christie's, Mayıs 2003'te aynı sanatçının isimsiz (Kısmet Kurabiyesi Köşesi) adlı eserini satışa çıkardı. Bu defaki, gene bir köşeye yığılmak üzere tasarlanmış olan ve değişken bo­ yutlu (ama yaklaşık 9 1 x 254 x 1 54 cm boyutlarında) sınır­ sız bir stok olarak betimlenen 10.000 kısmet kurabiyesin­ den oluşuyordu. Tahminler, 600-800.000 dolarla, mavi-be­ yaz şekerlemelerin değerinin iki katıydı. Eser satılmadı, ama 520.000 dolar gibi yüksek bir fiyatı gördü. 28

Şekerlemelerle ilgili kaygı şuydu: Bir koleksiyoncu, bak­ kala gidip 1 60 kiloluk bir Gonzalez-Torres heykelinin sah­ tesini kolayca yapabilirdi. Bu sorunun üstesinden gelmek için, müzayedenin satış kataloğuna şöyle bir not düşülmüş­ tü: "Sanatçı, bu eserin ilişiğindeki tasdik belgesine ilaveten, yeni sahibinin adını belirten yeni bir tasdik ve mülkiyet bel­ gesi düzenlenmesini istemiştir." Sotheby's, heykelin önemine ilişkin üç sütunluk tam say­ fa açıklamasında, eserin meşruiyetini savunmak için, Nancy Spector'ın Guggenheim'ın hazırladığı bir Gonzalez-Torres kataloğunda yer alan şu sözlerine yer vermişti: "Eserin yalın zarafeti insanı seyre, hatta hayale dalmaya davet ediyor. Kış­ kırtıcılığı, görünüşteki açık uçluluğunda, bir anlam kapan­ ması iddiasını reddedişinde yatıyor. " lşte alıcının, ağızlan bir karış açık kalan arkadaşlarının "Şekere bu kadar para mı verdin?" diye sormalarını engelleyeceğini umduğu şey, bu hayale dalma ve kışkırtmadır. New York Guggenheim'da çağdaş sanat küratörü olan Spector, Gonzalez-Torres'i 2007 Venedik Bienali çağdaş sa­ nat sergisinde ABD'yi temsil etmek üzere aday göstererek tartışmalara neden oldu, ama markalaşmamış bir sanatçıyı aday göstermiş olsa çok daha fazla eleştirileceği kesindi. Bie­ nalde sergilenen çeşitli Gonzalez-Torres işlerinden biri olan lsimsiz (Amerika), bir salon dolusu meyankökü parçaların­ dan oluşan bir heykeldi. Christie's ya da Sotheby's'de prestijli bir akşam mezadında satışa sunulan bir eser, ertesi gün daha az prestijli bir gün­ düz mezadına sunulacak olsa getireceğinden ortalama yüz­ de 20 daha fazlasını getirecektir. Değer katan unsur, "Akşam Mezadı" dır. Jeff Koons gibi bir sanatçının neredeyse her şe­ yi satabilir göründüğü ve koleksiyoncularının neredeyse her eserini bir akşam mezadında satışa sokabildiği düşünüldü­ ğünde, sanatçının markası da önemlidir. 29

Markalaşmış bir oyuncu söz konusu olduğunda sözleşme şartlan da değişir. Normalde, bir galeri ya da müzayede evi, sanatçıya ya da eseri konsinye edene, çoğu maddesi kurum lehine düzenlenmiş standart bir sözleşme sunar. "Konsinye etme", bir malın, sahibi adına satış için müzayede evine ya­ sal olarak devrini anlatan bir terimdir. Müzayede için eser konsinye edenler, normalde satış fiyatının belli bir yüzdesi­ ni komisyon olarak öderler, ayrıca, sigorta ve fotoğraf mas­ raflarını da karşılamaları istenir. Değerli bir Picasso konsin­ ye ediliyorsa, satıcı komisyonu için pazarlık edilebilir - hat­ ta bazen hiç komisyon alınmaz. Damien Hirst ya da Jeff Ko­ ons gibi marka olmuş sanatçılar, daha düşük komisyon, ser­ gi sıklığı, avans, hatta bir "el sıkışma primi" için tacirlerle pazarlık edebilirler. Sanat dünyasının üst kademelerinde paranın kendisi­ nin pek bir anlamı yoktur - herkeste para vardır. Etkileyi­ ci olan, jasper johns'un 1958 tarihli Beyaz Bayrak'ı gibi na­ dir ve kıymetli bir esere sahip olmaktır. Eserin sahibi (ha­ lihazırda, Los Angeles'ta yaşayan Michael Ovitz), sanat ka­ labalığının üzerine yükselmiş, dokunulmaz olmuştur. Zen­ ginlerin elde etmek istediği şeyler, ekonomistlerin konum­ sal mal dedikleri, gerçekten zengin olduklarını cümle aleme kanıtlayan şeylerdir. Orta karar bir zengin olsanız bile, 1 milyon sterline satın alabileceğiniz hiçbir şey, size marka bir çağdaş sanat eseri kadar statü ve onay sağlamaz - bu fiyata, belki orta boy bir Hirst alabilirsiniz. Bir Lamborghini'yle gösteriş yapmak gör­ güsüzlük olarak görülebilir. Fransa'nın güneyinde bir kır evi bundan daha iyidir, ama küçük bir bağı ve deniz manzarası da olmalıdır. Pek çok kişinin ekonomik gücü küçük bir yat almaya yetebilir. Ama sanat sizi farklı kılar. Salonun duva­ rında asılı duran, görünce hemen tanınan Damien Hirst'e ait büyük bir nokta resmi, "Vay, bu Hirst değil mi? " dedirtir. 30

New York ve Londra, üst düzey çağdaş sanatta dünya pi­ yasasının iki merkezidir - aynı zamanda, markanın en aşikar ve en önemli olduğu yerlerdir. Çoğu sanat kategorisinde New York Londra'dan daha önemlidir, ama çağdaş sanatta Londra on yıldır mevzi kazanmaktadır ve New York'un den­ gi olarak görülmeyi hak eder. En önemli sanatçılar bu mer­ kezlerde veya çevresinde yaşar ya da buraları sık sık ziyaret ederler. Bu kentler, en büyük galerilerin bulunduğu ve sanat der­ gilerinin yayınlandığı yerlerdir. Her büyük koleksiyoncu, müzayedelere ve sanat fuarlarına katılmak, sektördeki başka kişilerle görüşmek ve yeni eserler görmek için yılda bir ya da iki kez New York'a, Londra'ya veya ikisine de gitmeye çalı­ şır. New York ve Londra'nın kendileri birer markadır. İnsa­ nın duvarında New York'ta edindiği bir tablonun asılı olma­ sı, Milwaukee'de satın alınmış bir tablo olmasından çok da­ ha prestijlidir. Sanat dünyasında markalaşmanın nihai ve kuşkusuz en çok haber değeri taşıyan biçimlerinden biri, en büyük mü­ zayede evleri Christie's ve Sotheby's'de düzenlenen prestijli akşam müzayedeleridir. Ekonomist gözüyle bakıldığında sa­ nat müzayedeleri büyüleyici ve karmaşık bir dünyadır; kita­ bın ilerleyen sayfalarında bu dünyayı uzun boylu tartışaca­ ğız. Ama ondan önce, markalaşma sürecine ne kattığını gör­ mek için bir akşam müzayedesini ziyaret edeceğiz.

31

Markalaşmış Müzayedeler

Zihinsel üretimin en yüksek düzeyini temsil eden sanat eserlerinin, burjuvanın gözünde bir kıymet ifade edebilmesi için, doğrudan maddi zenginlik üretebilecek şeyler olarak sunulmaları gerekir. Kari Marx, filozof

Londra ve New York'ta, Christie's ya da Sotheby's'deki bir akşam müzayedesinden yanın saat önce, modem bir mafya filmindeki çalıntı arabalar gibi motorları rölantide çalı­ şan siyah limuzinler, müzayede evinin önündeki kaldırı­ mın kenarına dip dibe sıralanır. Arabayla gelenlerin pek çoğu numara tabelası -müzayede katılımcılarının fiyat artır­ mak için gösterdiği, üzerinde bir numara yazılı olan bayrak­ almak için kayıt yaptırmayacaktır. Onlar, akşam müzayede­ leri boy gösterilmesi gereken yerler olduğu için ve kalabalık­ tan pek çok kişinin evinde sergilemek istemeyeceği nesne­ lere yedi haneli rakamların teklif edilişini izleme fırsatı sun­ duğu için oradadırlar. Müzayede evinin girişinde, meşhur tacirlerle, zengin ko­ leksiyoncular ve danışmanlarıyla hıncahınç dolu bir salon 33

bulunur. Ortalık, kah samimi kah yapmacık selamlaşmalar­ dan, havadan yollanan öpücüklerden, içinden "bir de adı­ nı hatırlasam" diye geçiren ünlülerden geçilmez. Tanıdıklar gülümseyerek birbirlerine uzanır ve alçak sesle "Sen hangi eser için gelmiştin?" diye sorarlar. Bir müzayede öncesinde giriş salonundaki protokol, ön­ ce sağ, sonra sol yanağa havadan öpücük kondurmayı ge­ rektirir; erkek erkeğe selamlaşmada el sıkışılır, boşta ka­ lan elle karşıdakinin kolu dirseğin hemen üzerinden kavra­ nır ve "Seni iyi gördüğüme sevindim" ve "Ben Rothko için geldim" denir (veya kataloğun kapağında olan ya da en pa­ halı eser hangisi ise onun adı telaffuz edilir - bunun üzeri­ ne kimse daha fazla soru sormayacaktır) . Sonra, karşı tara­ fın omzunun üzerinden, eski bir arkadaşı arar gibi ileri doğ­ ru bakılır. Bu, diğerine de aynısını yapması ve ilerlemesi için verilen bir işarettir. Kimse isim sormaz; hatırlamadıklarını itiraf etmek zorunda kalmadan kaçmak çoğunlukla yürek­ lerini ferahlatır. Katılanlardan bazıları, sadece gazetedeki bir fotoğrafından tanıdıkları birine selamlaş-öpüş-el sıkış-kolunu sık rutinini uygulayarak eğlenir ya da arkadaşlarını etkiler. Sanat taci­ ri Larry Gagosian en kolay tanınan kişi olduğundan çok ilgi görür. iyi politikacılar gibi tacirler de kendilerini tanıyan bi­ rini tanımadıklarını asla itiraf etmezler. Müzayede müşterisi olarak yüksek statü işaretlerinden bi­ ri, aşağı tabakanın fiyat artırmak için göstermek zorunda ol­ duğu numara tabelası olmaksızın fiyat artırabilmektir. Ar­ tırmaya girmeden önce kayıt yaptırmanın ve bir numara ta­ belası almanın şart olduğu hikayesi tamamen bir hurafedir. Müzayedecinin elinde, kayıt yaptırmaya zahmet etmeyeceği bilinen katılımcılar için önceden ayrılmış numaralar olacak­ tır, ya da bu kişiler yerlerine oturur oturmaz bir görevli ko­ şup kendilerine bir numara tabelası takdim edecektir. 34

Müzayedeci, numarasız fiyat artıran tanınmamış birine, "Gerçekten fiyatı artırıyor musunuz?" diye sorar. Kişi öy­ le olduğunu doğrularsa, teklif kabul edilir. Numarası olma­ yan ve önceden tanınmayan bir açık artırmacı başarılı olur­ sa, rasgele bir numara tayin edilir ve müzayede evinden bir görevli kimlik bilgilerini almak için anında arurmacının ya­ nında bitiverir. Müzayede salonunun cephesinde , sürülen her teklifi anında sterlin, ABD dolan, avro, İsviçre frankı, Hong Kong dolan ve Japon yeni olarak gösteren geniş bir televizyon ek­ ranı bulunur. Mayıs 2007'de, Sotheby's bu dönüştürme tab­ losuna ilk kez Rus rublesini de eklemiştir. Açık artırmaya katılan herkes, artırmada hangi noktada bulunduğunu mü­ zayedenin yapıldığı para birimi üzerinden hatasız hesapla­ ma becerisine sahiptir; dönüştürme tablosu, herkese bu­ nun uluslararası bir olay olduğunu hatırlatmak için orada bulunur. Müzayedeci açık artırmayı, insanların yerlerine oturmuş olup olmamasına bakmadan, tam zamanında başlatmaya ça­ lışır. tık üç dakikayı katılımcıları selamlamakla, geri çekilen eserleri saymakla ve müzayede evinin konsinye edenler adı­ na artırmaya nasıl katılacağını anlatmakla geçirir. Bu konuş­ ma, son dakikada selamlaşan-öpüşen-el sıkışanlara yerlerine geçmeleri için zaman tanır. USA Today'in en yeni sanat eserlerinin toplu bir resmini sunduğu kabul edilirse, müzayede evlerinin akşam mezatla­ rı da birkaç yıl daha eski, ama çok daha pahalı olan çağdaş sanatı temsil eder. Mayıs 2007'de, Christie's ve Sotheby's'in New York şubeleri, düzenledikleri prestijli çağdaş sanat ak­ şam mezatlarında, gelmiş geçmiş en yüksek iki müzayede toplamına eriştiler - savaş sonrası dönemin en pahalı ese­ rine ait önceki rekor yirmi dört saat içinde dört kez kırıldı. Bugün, en çok rağbet gören çağdaş eserlerin fiyatları, en pa35

halı empresyonist ve modem sanat eserleriyle ya da eski us­ talarla yanşmaktadır. Christie's ve Sotheby's'in çağdaş sanat akşam mezatları ar­ ka arkaya düzenlenir, müzayede evleri sırayla önceliği bir­ birine bırakır. Bu, sözde, yabancı alıcıların işini kolaylaştır­ mak için yapılır, zira böylece tek bir Londra ya da New York seyahatinde bakılacak eser sayısı iki katına çıkar. Ama işin psikolojik bir yönü de vardır. Kararsız bir müzayede katı­ lımcısı iki kez ikna edilir; iki müzayede evi ve iki farklı uz­ man grubu çağdaş sanatın arzulanır, prestijli ve iyi bir yatı­ nın olduğunu söyler. Birinci müzayedede başarısız olan ar­ tırmacı, ikincisinde daha da kararlı bir tavır gösterebilir. Mayıs 2007'de ilk müzayede bir salı akşamı Sotheby's'de düzenlendi ve 65 eser (alıcıların müzayede evine ödedikle­ ri komisyonlar dahil) toplam 255 milyon dolara alıcı buldu. Eserlerin 4 1 tanesi l'er milyon doların üzerine satıldı. Müza­ yedede en yüksek rakamı, Mark Rothko'nun Beyaz Merkez (Gül Kurusu Üstüne San, Pembe ve Lavanta) adlı eseri gör­ dü. Bu fiyat, hem sanatçı için hem de müzayedede satılan tüm savaş sonrası ya da çağdaş sanat eserleri iÇin bir dün­ ya rekoruydu. Rothko'nun resmi olağanüstüdür. lnce yeşil çizgilerle bö­ lünmüş san, beyaz ve lavanta rengi üç geniş şeritle, yüksek­ liği iki metreden fazladır. Zemin kırmızı, pembe ve turun­ cudur. Washington'daki Ulusal Galeri' de 1 998'deki Roth­ ko retrospektifinde sergilenen, ardından Paris Modem Sanat Müzesi'ne giden müzelik bir eserdir. 1970'te intihar eden sa­ natçının 1950'de yaptığı Beyaz Merkez, yaşı itibariyle çağdaş değildir, ama kompozisyonu nedeniyle çağdaş sanat olarak satışa sunulmuştur. Rothko'nun bu eserinin sahibi, Chase Manhattan Banka­ sı'nın emekli yönetim kurulu başkam, MoMA'nın onursal başkanı ve ünlü bir hayırsever olan 9 1 yaşındaki David Roc36

MARK ROTHKO, Beyaz Merlcez (Gül Kurusu Üstüne Sarı, Pembe ve Lavanta), 1 950, tahta üzerine yağlıboya, 205 x 1 4 1 cm.

kefeller'dı. Annesi Abby Aldrich Rockefeller, 1929'da Mo­ MA'nın kurucuları arasında yer almıştı. Kardeşi Nelson Roc­ kefeller ise, 1959- 1973 arasında üç dönem New York Vali­ si ve Gerald Ford döneminde [ 1974-1977) ABD'nin 4 1 . Baş­ kan Yardımcısı olarak görev yapmıştı. David Rockefeller, 1 960'tan beri Beyaz Merkez'in sahi­ biydi. Eseri, MoMA'nın üç kurucusundan biri olan Lillie Bliss'in yeğeni Eliza Bliss Parkinson'dan 8500 dolara satın almıştı. Parkinson ise bundan birkaç ay önce, Rothko'nun taciri Sidney janis'ten almıştı. Chase Manhattan Bankası'nın kendi kurumsal sanat koleksiyonu vardı, ama bir Rothko kayda alınmayacak kadar soyut olduğundan, o sırada banka­ nın başkan yardımcısı olan Rockefeller eseri kendisi için sa37

tın aldı ve kırk yedi yıl boyunca banka dışındaki çeşitli ofis­ lerine astı. Rockefeller ilk başta eseri konsinye verme işini sadece So­ theby's'le pazarlık etti, çünkü bu müzayede evi geçmişte kendisine danışmanlık yapmıştı ve olası bir satışla ilgili gö­ rüşmelere başlamışlardı. Sotheby's'in New York 2007 ilkba­ har çağdaş sanat müzayedesi için öne çıkarılacak bir esere ihtiyacı vardı ve Christie's'in erken davranıp bir teklifle ara­ ya girmesinden korkuyordu. New Yorh Times'tan Carol Vo­ gel, başarılı olacağını düşünd�ğü sanat eserlerine çok yük­ sek garantili fiyatlar teklif etmesiyle ünlü müzayedeci Tobi­ as Meyer'in, David Rockefeller'a, eser daha ucuza satılsa bi­ le 46 milyon dolarlık bir fiyatı garantilediğini yazdı. Bu tu­ tar, 40 milyon dolarlık tahmini satış fiyatı ile alıcının 40 mil­ yon dolarlık satış üzerinden ödeyeceği komisyon iadesinin toplamı olarak hesaplanmıştı. Bunun üzerine birtakım tacir­ ler söylenmeye başladılar: Garantilenen tutarın, Sotheby's'de çalışan biri tarafından olaya medyanın dikkatini çekmek için Carol Vogel'a sızdırıldığı iddia edildi - kuşkusuz öyle olmuştu. Olayın askıda olduğunu öğrenen Christie's derhal harekete geçip 30-32 milyon dolar aralığında olduğu tahmin edilen bir garanti fiyatı da içeren bir teklif yaptı. Bu teklif, üzerinde düşünmeye değer bulunmadı. Christie's daha yük­ sek bir garantinin çılgınlık olacağını söyledi; zaten elinde er­ tesi günkü müzayede için konsinye edilmiş iki Rothko vardı ve eser gereksinimi azalmıştı. Sotheby's'in 46 milyon dolarlık garanti fiyatına bakacak olursak, bu, bir Rothko için bir önceki müzayedede kınlan rekorun -2005'te Christie's'de ulaşılan 22,4 milyon dola­ rın- iki katıydı. 27 milyon doların üzerindeki her fiyat, Rot­ hko'yu, müzayedede satılan savaş sonrası döneme ait en pa­ halı eser durumuna getirecekti. Sotheby's buna benzer bir Rothko'nun elden 30 milyon dolar düzeyinde satıldığını id38

dia ederek, önceki mülkiyet sicilinin -Rockefeller, Chase Manhattan, Parkinson, janis (ama en çok Rockefeller)- ni­ hai değere 10 milyon dolar ilave edebileceğini ima etti. Kata­ logda eser için tahmini bir fiyat vermek yerine, "Bizi arayın, ne düşündüğümüzü söyleyelim" anlamına gelen "llgili De­ parunana Başvurunuz" notu düşüldü. Sotheby's'i arayanlara zikredilen rakam 40 milyon dolardan başladı ve müzayede günü geldiğinde 48 milyon dolan bulmuştu. David Rockefeller'dan alınacak satıcı komisyonundan fe­ ragat edildiği ve Sotheby's'in 600.000 dolar tanıtım gideri­ ni üstlendiği varsayılacak olursa, müzayede evi ancak tablo 47 milyon doların üzerinde bir fiyata satılırsa kar edebilirdi. Fiyat bunun altında kalırsa zarar ederdi: 40 milyon dolarlık tahmini müzayede satışında 1 ,4 milyon dolar; 35 milyon do­ larlık bir satış fiyaunda 7 ,5 milyon dolar; 30 milyon dolarda 13 milyon dolar; ve bir Rothko tablosu için hala bir müzaye­ de rekoru olacak 25 milyon dolarlık bir satış fiyatında 18,5 milyon dolar kaybı olacaktı. Sotheby's'in pazarlama kampanyası yoğun reklam içeri­ yordu ve tablo özel bir teşhir için uçakla Londra'ya gönde­ rilmişti. Tablo, en çok umut vaat eden koleksiyonculara gös­ terilmek üzere üç özel ziyarete götürülmüştü. Resmin "o en meşhur koleksiyoncu"dan geldiği vurgulanmıştı (ve kata­ logda belirtilmişti) . Müşterilere beyaz ciltli özel kataloglar gönderilmiş, New York ve Londra'daki özel gösterimlere ka­ tılanlara da, 1998-1999'da Ulusal Galeri'de ve Paris Modem Sanat Müzesi'nde düzenlenen Rothko retrospektifinin kata­ loğuntın bulunduğu hediye çantalar verilmişti. Müzayede sırasında, Tobias Meyer 3 1 . Lot olan Beyaz Merkez'i takdim ederken, "Ve şimdi karşınızda . . . " diye söze başladı. Bu sözleri, uzun bir sessizlik izledi. İzleyiciler kıs kıs gülüyordu. Meyer tablonun tam adını tane tane söyledi ve lotlann normalde sadece numaralarıyla ve sanatçının adıy39

la sunulduğu akşam müzayedelerinde hiç duyulmamış uzun bir girizgahla, "David ve Peggy Rockefeller koleksiyonun­ dan" diyerek eserin zengin sahiplerini aktardı. David Rocke­ feller oturumu özel bir locadan izliyordu. Açılış fiyatı 28 milyon dolardı, yani bir Rothko için kınlan müzayede rekorunun 6 milyon dolar üzerindeydi. Altı ki­ şi, l'er milyon dolarlık peylerle fiyatı yükselttiler. iki buçuk dakika sonra Meyer çekicini indirerek Beyaz Merkez'i 72,8 milyon dolara sattı. Eseri kim satın almıştı? Bir tacir Rocke­ feller'ın yanındaki locada oturan sakallı bir Rus koleksiyon­ cuyu teşhis etti. Sotheby's ise, eserin, müzayede evinin Rus­ ça konuşan uzmanlanndan Roberta Louckx'ın bir müşteri­ sine telefonla satıldığını belirtti - bu müşteri belki de loca­ daki sakallı adamdı ve müzayede evinin dahili telefonundan konuşuyordu. Bir başka söylentiye göre de, teklif veren son dört kişiden ikisi Rus'tu. Rothko Rusya'da doğmuştu, asıl adı Marcus Rothkowitz'di. Satış fiyatı, Meyer'in karannın ve verdiği aşın yüksek ga­ rantinin gayet isabetli olduğunu gösterdi. Sotheby's, tablo­ nun satılmasıyla, garanti fiyatın üzerine çıkan miktar üze­ rinden aldığı yüzdeyle birlikte 1 6 milyon dolardan fazla kar elde etti. New York'taki Sperone Westwater galerisin­ den Angela Westwater, satış fiyatı için, "Paranın bir anla­ mı yok. . . bu iyi bir eser, ama tüm piyasa çıldırmış durumda" dedi. Gene New Yorklu bir tacir olan Nicholas Maclean ise, "biri bir Rockefeller satın aldı" diyerek görüşünü belirtti. Satış fiyatının bu kadar patırtı koparmasının bir nedeni de, Tobias Meyer'in kendi eser fiyatlandırma kuralını çiğ­ nemiş olmasıydı. Meyer'in kuralına göre, sanat dünyası dı­ şındaki insanlann sanat için fahiş bulduklan fiyatlan, New York'ta büyük bir apartman dairesinin fiyatıyla karşılaştır­ mak gerekir. New York'taki daire 30 milyon dolar ediyorsa, salon duvannda özel spot altında asılı duran bir Rothko da 40

30 milyon dolar değerinde olabilir - yani apartman dairesi kadar para edebilir. Ama bu örnekte, karşılaştırma yapmak için kimse hayalinde 72,8 milyon dolarlık bir apartman dai­ resi canlandıramıyordu. Sotheby's'in uzmanları, Rothko'ya ödenen fiyatın ardın­ dan, New York ilkbahar çağdaş sanat mezadında erişilen toplam 255 milyon dolarlık satış rakamının, Christie's'de er­ tesi gün erişilecek rakamın üzerinde olacağından neredey­ se emindiler. Ama öyle olmayacaktı. Yirmi dört saat sonra, bir Andy Warhol ipek baskısının 7 1 ,7 milyon dolara satıldı­ ğı ve 26 sanatçı için müzayede rekorlarının kırıldığı Chris­ tie's müzayedesinde, toplam 385 milyon dolarlık satış reko­ runa ulaşıldı. Bu rakam, Sotheby's'in kısa ömürlü rekorunu silip geçti ve iki akşam mezadının toplam satış rakamı 640 milyon dolar oldu. Toplam satış rakamı 1 milyar doların üçte ikisine yaklaşan bu iki müzayedede ne tür eserler yer alıyordu? Rothko müze­ lik bir eserdir. Daha az geleneksel işlerden biriyse, ]im Hod­ ges'un bir köşeye aulmış bir deri ceketten oluşan Kimse Asla Gitmez:'iydi [No-One Ever Leaves] . Eserin ismi anlamını. yan­ sıtıyordu. Katalogdaki fotoğraf, bir deri ceket reklamından farksız gibiydi - ceketi kenarından duvara tutturan ince gü­ müş zincirlerden örülmüş örümcek ağını saymazsak, ki onu bir çağdaş sanat eserine dönüştüren de buydu. Eser 690.000 dolara, yani sanatçının bir önceki müzayede rekorunun iki katından fazlaya satıldı, bunun bir deri ceket için dünya reko­ ru olduğuna kuşku yoktu. Bir sonraki sanatçı rekorunu, Al­ most [Neredeyse] sözcüğünü oluşturacak şekilde duvara çivi­ lenmiş bir dizi plastik ve metal harften oluşan işiylejack Pier­ son kırdı. Her harfin büyüklüğü, rengi ve tasarımı diğerinin­ kinden farklıydı. Eser 180.000 dolara alıcı buldu. Sotheby's'de satışa sunulan markalaşmış sanatçılara ait eserler arasında, iki yanında flüoresan tüpleriyle, pleksiglas 41

bir kutuya yerleştirilmiş bir Jeff Koons elektrik süpürgesi yer alıyordu. Katalogda, Yeni Hoover Lüks Model Şampuanlı Cila Makinesi isimli eserin, sanatçı tarafından "gerçekleştirildiği" belirtiliyordu. Eser 2,16 milyon dolara sarıldı. Cila makinesi bir ev aleti midir, yoksa estetik bir ortamda sunulmakla mi­ nimalist sanata dönüştürülmüş bir nesne mi? Müzayede kata­ loğunda, eserin "toplumsal sınıf ve cinsiyet rollerinin yanı sı­ ra tüketimciliği konu edindiği" belirtiliyordu. Koons bunu sa­ nat olarak üreuniş, Sotheby's de sanat olarak sunup saunışu.

JEFF KOONS, Yeni Hoover Lüks Model Şampuanlı Cila Makinesi, 1 980, şampuanlı cila makinesi, pleksiglas, flüoresan ışıkları, 1 42 x 38 x 25 cm.

42

En aşın uçta, belki de uygun bir isim seçmek cesaret is­ teyeceğinden isimsiz başlığıyla sergilenen bir jean-Michel Basquiat vardı. Eseri, Basquiat kendi portresi olarak, bir eleştirmen iki elini öfkeyle havaya kaldırmış tek gözlü bir cüce olarak, Sotheby's ise siyahların beyaz bir toplumdaki mücadelelerini temsil eden Isa benzeri bir figür olarak be­ timlemişti. Eseri oluşturan akrilik, çubuk yağlıboya ve sprey boya karışımında bunlardan birini görmek epey bir yaratı­ cılık istiyordu. Eserin tahmini fiyatı 6-8 milyon dolardı ve

JEAN-MICHEL BASQUIAT, İsimsiz, 1 98 1 , tuval üzerine akrilik, çubuk yağlıboya ve sprey boya, 1 99 x 1 83 cm.

43

15,6 milyon dolara satılarak sanatçı için bir müzayede reko­ ru oluşturdu. Sanatsal açıdan Basquiat'dan üstün ve çağdaş portreciliğin harikulade bir örneği olan -ama Basquiat tablosu gibi, birlik­ te yaşamayı hayal etmenin güç olduğu- bir eser ise, Francis Bacon'ın X. Innocentius Portresinden Etüd'üydü. Velasquez'in 1650'lerde yaptığı Papa X. Innocentius'un Portresi'nden esinle­ nilmiş dizilerden biri olan eser, bir deri bir kemik kalmış bir başın üzerinde ölümün gölgesini gösterir. Kimliği belirsiz bir alıcı, 52,7 milyon dolarla -bir önceki 27,6 milyon dolarlık re­ korun iki katı- Bacon için müzayede rekoru kırdı.

FRANCIS BACON, X. lnnocentius Portresinden Etüd, 1 962, tuval üzerine yağlıboya, 1 98 x 1 42 cm.

44

Birkaç lot sonra, Peter Doig'in Mimann Koyaktaki Evi baş­ lıklı, 1991 yılına ait btiyük bir yağlıboya tablosu sunuldu. Bu tablonun modem mimariyi yüceltmeyi mi yoksa hicvetme­ yi amaçladığı açık değildir; her tarafı saran bitkilerin saldı­ nsına uğramış bir bina gösterilmektedir. Eserin sanatsal de­ ğeri konusunda bütün eleştirmenler görüş birliği içindeydi. Bu, birlikte yaşanması kolay bir eserdi. Mtizayedede 3,6 mil­ yon dolara satıldı. Christie's'de başka rekorlar da kırıldı; bunlardan biri de, Donald judd'ın isimsiz 1 977 (77-41 Bernstein) adlı işiydi. Judd'ın tüm heykelleri gibi, bu da ustalar tarafından üretil­ miş, üstleri ve altlan pleksiglas kaplı, kenarları demirden ya­ pılmış on adet dikdörtgen raftan oluşuyordu. Heykel (böyle sınıflandırılması doğruysa) 9,8 milyon dolara satıldı. Bu fiyat çarpıcı gelebilirdi, ama iki lot sonra ulaşılan fi­ yatla karşılaştırıldığında hiçbir şeydi. Andy Warhol'un Yeşil Araba Kazası (Yanan Araba I)'i, bir elektrik direğindeki de­ mir bir kazığa takılıp kalmış bir trafik kazası kurbanının ve kaza yerinin 1963'te Newseek'te yayınlanan bir fotoğrafın­ dan kopyalanmış çok sayıda görüntüsünden oluşan, ticari olarak üretilmiş bir ipek baskıydı. 7 1 ,7 milyon dolara, yani Andy Warhol'un bir önceki rekorunun dört katı fiyata satıl­ dı ve müzayedede satılan en pahalı çağdaş sanat eseri sırala­ masında, bir gece önce satılan Rothko'nun arkasından ikin­ ci sıraya yerleşti. Eser, bir gece önce Rothko için düşük tek­ lif veren Çinli alıcı tarafından satın alınmıştı. Warhol'dan birkaç lot sonra Damien Hirst'ün Kış Ninnisi'ne [Lullaby Winter] sıra geldi. Haplarla dolu bir ecza dolabı ola­ rak üretilen ve ilaçların hayan uzatma imkanı ile ölümün ka­ çınılmazlığı arasındaki karşıtlığı göstermeyi amaçlayan eser, 7 ,4 milyon dolara satıldı; bunun, "asamblaj bir eser" için rekor bir fiyat olduğu duyuruldu. Bütün bu eserler çağdaş sanat ola­ rak sunulmuştu ve her biri -deri ceket, Pierson'ın harfleri, Ko45

DAMIEN HIRST, Kış Ninnisi, detay, 2002, cam, paslanmaz çelik ve haplar, 1 98 x 274 x 10 cm.

ons'un şampuanlı cila makinesi, Rothko ve Doig'in yağlıboya­ lan- çağdaş sanat dünyasının bir segmentini temsil ediyordu. USA Today sergisinde teşhir edilen eserlerin potansiyel fi­ yatlannı ve iki müzayedede teklif edilen fiyatlan düşünür­ ken, contemporary [ çağdaş] sözcüğünün temel parçasının temporary [geçici] olduğu hatırlanmalıdır. Fneze gibi on yıl­ lık bir sanat dergisini alıp başlıca sanat galerilerinin isim­ lerine bakacak olursanız, on yıl öncekilerin yansının artık mevcut olmadığını görürsünüz. Christie's ya da Sotheby's'in on yıllık akşam mezatlannın satış kataloglannı inceleyecek 46

olursanız, sanatçıların yarısının artık akşam müzayedele­ rinde satışa sunulmadığını saptarsınız. On yıl sonra, Teren­ ce Koh'un siyah kafalarına ya da Jim Hodges'un deri ceketi­ ne daha da fazla para ödemeye hazır koleksiyoncular olacak mıdır - zenginleştikçe sanat açlığı daha da büyüyecek ah­ makların olacağını varsayabilir miyiz? Olmayacaksa -ki ko­ nuştuğum herkes olası sonucun bu olacağı görüşünde- ve bunlar evinizde sergilemek isteyebileceğiniz dekoratif obje­ ler değilse, USA Today'de sergilenen işlerin toplamı neden 1 5 milyon dolar eder? Akşam müzayedelerindeki bazı eser­ lerin değeri neden bu kadar yüksektir? Bu kitapta değişik sanat eserleri hakkında yazılanları ve fi­ yat bilgilerini okurken, kendinize, söz konusu alımlan ye­ rinde birer yatırım olarak görüp görmediğinizi sorun. Sa­ dece "Bu eserin yirmi beş yıl sonra bir önemi kalır mı?" di­ ye değil, "Bu eserin değeri on yıl içinde orta riskli bir tah­ vil portföyünün değeri gibi iki katına çıkar mı?" diye sorun. Eserlerin neredeyse tamamı için bu sorunun cevabı olum­ suzdur. 1980'lerde New York ve Londra'da ciddi galeri sergi­ leri açan 1000 sanatçıdan sadece 20'si, 2007'de Christie's'in ya da Sotheby's'in akşam müzayedelerinde satışa sunuldu. Doğrudan sanatçılardan alınan 10 eserden 8'i, ve müzayede­ lerde satın alınan eserlerin yansı, bırakın kan, alındıkları fi­ yata bile satılamayacaktır. Sonuçta, "Hangi çağdaş sanat eserleri değerlidir? " sorusu­ nun cevabını belirleyenler, en başta büyük tacirler, ondan sonra markalaşmış müzayede evleri, bir ölçüde özel sergiler düzenleyen müze küratörleri, çok sınırlı bir ölçüde de sa­ nat eleştirmenleridir ve alıcıların bunda hemen hemen hiç­ bir rolü yoktur. Yüksek fiyatları yaratanlar ise, belirli sanat­ çıları pazarlayan markalaşmış tacirler, kendi kendilerini ba­ şarıyla pazarlayan bir avuç sanatçı ve markalaşmış müzaye­ de evlerinin parlak pazarlama faaliyetleridir. 47

izleyen bölümlerde, sanatçılar, tacirler ve müzayede evle­ ri tarafından yürütülen dev pazarlama faaliyetlerinin ve ba­ şarılı markalaştırmanın, doldurulmuş köpekbalığı ve baş­ ka çağdaş sanat eserleri için nasıl muazzam fiyatlar oluştur­ duğu anlatılıyor. Hikayede, Britanyalı markalaşmış sanatçı Francis Bacon için bir dünya müzayede rekoru oluşturması beklenen üçkanatlı bir portrenin Christie's tarafından satıl­ masının öyküsü de yer alıyor. Markalaşmış sanatçı Damien Hirst'ün ve markalaşmış koleksiyoncu Saatchi'nin dünyası­ nı keşfe çıkıyoruz. Giderek yükselen sanat fiyatlarını etkile­ yen diğer oyunculara, markalaşmış sanatçılar Andy Warhol ve Jeff Koons'a, müzayede evlerine, tacirlere, sanat fuarları­ na, eleştirmenlere ve müzelere bakıyoruz.

Markalaşmış Tacirler

Sanatı ticarileştirmek konusunda başta çekincelerim vardı, ama bunları aştım. Mary Boone, New Yorklu tacir

Sanat tacirleri sörfçüler gibidir. Siz bir dalga yaratamazsınız. Dalga yoksa işiniz bitik demektir. Ama iyi sörfçü gelen dalgaların hangisinin iyi olacağını, hangisinin devam edeceğini hissedebilir. Başarılı sanat tacirleri de, doğru dalgayı yakalamalarını sağlayan bir sezgiye sahiptir. Andre Emmerich, New Yorklu tacir

Christie's ve Sotheby's nasıl markalaşma oyununun en görü­ nür biçimde oynandığı yerlerse, markalaşmış galeriler de sanatçı markalannın doğduğu ve kuluçkaya yatınldığı yer­ lerdir. Markalaşmış sanat galerisi ilginç bir mekandır. Çoğun­ lukla, "öylesine bakanlar"a pek sıcak gelmeyecek şekilde ta­ sarlanır ve ziyaretçiler içerde kendilerini rahat hissetmezler. Çağdaş galerinin yarattığı psikoloji biraz da dekorundan ile­ ri gelir. Galeri çoğunlukla penceresizdir ve düz beyaz du­ varlı salonlardan oluşur. Mimarisine "beyaz küp" diye atıf49

ta bulunulur. Bu özelliksiz ortam, seyredilmekte olan şeyin "sanat", galerilerin de elitist mekanlar olduğu düşüncesini güçlendirmeyi amaçlar. Beyaz küp tasarımının örneklerin­ den biri, Larry Gagosian'ın, yenilenmiş bir taşıt tamir atöl­ yesi olan, Londra'daki galerisidir. Mekan o kadar modemist­ tir ki, Gagosian burayı açtığında eleştirmenler çok az mali risk aldığını söylemişlerdir; galerinin yeri tutmayacak olur­ sa, mekan güzel bir gece kulübü olabilecektir. Bir galerinin vitrininden içerdeki eserlere bakan insanları inceleyin; çoğunlukla, zile basmadan önce durur, sonra yü­ rüyüp giderler. Hızla kaçmanın, sergilenmekte olan sanat­ la ilgisi yoktur. Nedeni, elitist galerinin maddi bir eşiğin ya­ m sıra psikolojik bir eşik dayatmasıdır. Galericinin size da­ vetsiz bir misafir gibi, daha da kötüsü bir gerizekalı gibi dav­ ranacağından ve sizi horgöreceğinden duyduğunuz korku­ dur. Bu, bir koleksiyoncunun "Vitrinsiz bir galerinin zilini çalıp da karşımda bana tepeden bakarak, güçlükle çözebildi­ ğim bir dille konuşan soğuk bir tacir buluşum" diye betim­ lediği deneyimdir. Bir başka korku kaynağı da, varlıklı ve ilgili görünmeniz halinde, galericinin tacir jargonuyla konuşarak peşinizden bütün galeriyi dolaşma olasılığıdır; bu jargonda çığır açıcı "radikal" , meydan okuyucu "anlamaya bile çalışmayın" , mü­ zelik ise "buna gücünüz yetmez" anlamına gelir. Galerici si­ ze neyi neden beğenmeniz gerektiğin.i de söyleyebilir: "Şaha­ ne değil mi? Sanatçının ne kadar yetenekli olduğunu görü­ yorsunuz. " Ya da siz bir şey sormadan atılıp, "Charles Saatc­ hi bunu beğendi" der. Peki evine götürecek kadar beğenmiş mi? "Aslında, sanatçınız rahatsız edici işler yapıyor ve Char­ les Saatchi gibi ben de bu resmin yakınımda bir yerde olma­ sını asla istemem" diye karşılık verecek özgüvene sahip ol­ duğunu düşünen koleksiyoncu sayısı pek azdır. Psikolojik bariyer, bu bölümde anlatılan markalaşmış sü50

perstar galerilerde daha yaygındır. Ana-akım galeriler ve ta­ cirlik piramidinde daha aşağılarda yer alan başkaları, genel­ de psikolojik olarak o kadar ürkütücü değildir. Bu galerileri bir sonraki bölümde ele alacağız. Keşif yolculuğumun en büyüleyici yanı, kalburüstü tacir­ lerle zaman geçirme şansını yakalamamdı. Bunlardan bazı­ ları -White Cube'dan Tim Marlow ya da Haunch of Veni­ son'dan Harry Blain- hoşsohbet, zeki, müşteri konusunda bilinçli ve pazarlamadan anlayan kişilerdir. Larry Gagosi­ an gibi başkalarının büyük pazarlamacılar olduğuna kuşku yoktur, ama benim gibi müşteri olmayan biriyle zaman har­ camak pek ilgilerini çekmedi. Tacirler dünyasında, pek çoğu sattığı sanatçının eseri ko­ nusunda müze küratörleri ya da üniversite profesörleri ka­ dar uzman olan, sapına kadar dürüst kadın ve erkekler de var. Camden Town Group'la çalışan julian Agnew ve An­ thony d'Offay; Andy Warhol'un eserleri için Zürihli tacir Thomas Ammann ve New Yorklu tacir Ron Feldman; Eagon Schiele için Otto ve jane Kallir ve yukarda adını andığım Tim Marlow ve Harry Blain, bunlara örnek gösterilebilir. Sanatçıların eserlerini pazarlamaya gelince, bazı tacirlerin programlarını anlatma biçimi, bana Hermes, Chanel ya da Prada gibi modaevlerinin müşteri gereksinimlerini kışkırt­ ma, sonra da talebi karşılama yöntemlerini anımsattı. Bazı ana-akım tacirler, daha çok Ralph Lauren ya da Tommy Hil­ figer gibi geniş kitlelere seslenen markalara benziyor. Anaci el akım düzeyinde ve altında kalan az sayıda araba ticareti yapanları çağrıştırıyor. -; ')I , ..,,_,, "Tacir" [dealer] teriminin kullanılın ıl dese , ci �z � lerde rahatsızlık uyandırıyor. Bazı ta ıiJ d ıçıiı-y piıkl rıth bir çeşit ticaret yaptıklarını ya da bu iş ima ettiği için "galerici" olarak anılma t r ediyo . ry Blain gibi bazıları ise, "Tabii ki taciriımw.