Zaman Haritaları: Büyük Tarihe Giriş [1 ed.]
 9786254293207

Citation preview

Genel Yayın: 5730

Çeviren: Çağlar Sunay 1968'de Kayseri'de doğdu. 1986'da Ankara Atatürk Anadolu Lisesi'nden, 1 990'da da ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldu. 1 994'te aynı bölümden yüksek lisans derecesini aldı. 1997'de TÜBtfAK Bilim ve Teknik dergisinde bilim yazarlığına başladı. TRT'de yayınlanan Bilim ve Yaşam ile lşıkla Yazılmış Öyküler adlı bilim programlarının metin yazarlığını yaptı. İlköğretim okulu öğrencilerinin fen ve teknoloji dersleri için yardımcı ders kitapları yazdı. 2010-2019 yılları arasında Türkiye İş Bankası'nın Kumbara ve Mini Kumbara dergilerinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Halen aynı dergilere internet içeriği sağlıyor ve bilim, teknoloji konulu çocuk kitapları çeviriyor.

TARİH DAVID CHRISTIAN

ZAMANHARİTALARI BÜYÜK TARİH'E GİRİŞ Ö ZGÜN ADI MAPS OF TIME AN INTRODUCTION TO BIG HISTORY COPYRIGHT© 2.004,

l.OI I

THE REGENTS OF THE UNIVERSITY OF CALIFORNIA

UNIVERSITY OF CALIFORNIA PRESS İLE YAPILAN SÖZLEŞMEYE UYGUN OLARAK YAYlMLANMIŞTIR İNGiLiZCE ÖZGÜN METiNDEN ÇEViREN

ÇAGLAR SUNAY

©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI, 2.02.I

S ertifika No: 40077 EDİTÖR

ALİ BERKTAY GÖRSEL YÖNETMEN

BİROL BAYRAM REDAKSİYON-DÜZELTİ

DERYAÖNDER DİZİN

O ZAN KIZlLER GRAFiK TASARlM UYGULAMA

TÜRKİYE İŞ BANKA SI KÜLTÜR YAYlNLARI I.

BASlM: ARALIK 2.02.2., İSTANBUL

ISBN 978-625-429-320-7 BASKI

AYHAN MATBA ASI MAHMUTBEY MAH. 2.62.2.. SOK. NO: 6/ 3I BACCILAR İSTANBUL

Tel. (0212) 445 32 38 Faks: (0212) 445 05 63 Senifika No: 44871 Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. TÜRKİYE İŞ BANKA SI KÜLTÜR YAY lNLARI İSTİKLAL CADDESi, ME.ŞELİK SOKAK NO: ı./4 B EYOCLU 34433 İSTANBUL Tel. (0212) 252 39 91

Faks (0212) 252 39 95 e-posta: [email protected] www.iskultur.com.tr

David Christian

Zanıan Haritaları büyük tarih�e giriş Çeviren: Çağlar Sunay

TÜRKIYE

$BANKASI

Kültür Yayınları

İ ÇİNDEKİLER

. . ......... ........ . ..................................... VII Görseller . ... . . . .. .............. ....... ................ ............ . ..... ............... ... ... . ... ....... .... .. .. .......... ...... . . . ..... .... . ...... .. . .. .. . . . .... . ... .JX Tablolar. .... . Önsöz . .. . .. . . . XIII Teşekkür ... .. ............. ..... . .............. . . ........ ........... . . ........... ..... . . ... ...... . ......... .. ................. ... . . .......... .. .. ................................................. XVII ...

............................... . . . ............................................................ ............... ............ ............................. . .. .................. ....... ........................ ........................................ .........

Giriş: Modern Bir Yaratılış Miti mi? . ..

. .

.. .............. . . . ...... ............... . ................................

.

...... ................................. .................... . .. .......

!

I CANSIZ EVREN

1 İlk 300.000 Yıl: Evrenin, Zamanın ve Uzayın Doğuşu . . . . ........ ... . . .. ... .... . .... 1 7 2 Galaksilerin ve Yıldızların Ortaya Çıkışı: Karmaşıktaşmanın Başlangıc ı .37 3 Dünya'nın Oluşumu ve Tarihi.... ...... ... . .......... .... ....... . . . . .. . ........ ........... .... ........... .... ..... ..... .... . . .. . 55 .

.................

II DÜNYA'DA YAŞAM ................................................................................................................... ..................................................... ............................................................................................. . ......... ......................

73

4 Yaşamın Kökeni ve Evrim Kuramı . . . . 75 5 Yaşamın Evrimi ve Biyosfer.... ............ ... ... ................ ...... ... .. . . . . . . .. .. .... . .. . .......... ... . . . .... ....... .... ...... . 99 .. ... ............. ....................... .......................................... ..................................................................

m İNSANLIK TARİHİNİN BAŞLARI: BİRÇOK DÜNYA .............................................. ................................................................................................. 127 6 İnsanın Ortaya Çıkışı ve Evrimi . . . . . . . 1 29 ...................... .............................................. ... ...................... .......................... ........................... ......

.

7 İnsanlık Tarihinin Başları . .

... ..... .. . ... . ... ...... ............

....... ............................. . ..... ... 1 59

IV HOLOSEN: BİRKAÇDÜNYA .............. ...... . . ................................... ...... ............. ...... . .... ................ ... . ................... . ... ..... .. .... ... . . . ...... . . . . .. .. . . ... .... . ...... ... .. .. ..... . ..... .. ...... ............. ..... ...... ........... 189 8 Yoğuntaşma ve Tarımın Kökeni.. ......

..... .... ...... ... ........................... . ..... . . . .191 9 Doğaya Egemenlikten İnsanlara Egemen Olmaya: Kentler, Devletler ve "Uygarlıklar" . ..... . . ...... ................ ....... . .. .... .. ..... .. . ... . . .. . .. .. . . . 227 10 Tarım "Uygarlıkları" Çağının Uzun Erimli Eğilimleri .............................................. .. . . ...263 .. ..... .... . . .......... . ............ .

__

...... . .

.

V MODERN ÇAG: TEKDÜNYA . . ........................................................ ................................................................................................... ....................................................................................................................................

ll Yaklaşan Modernite

309

............. .. .. ...3 1 1 12 Küreselleşme, Ticarileşme ve İnovasyon. . . . . . . .. . . . . . 337 13 Modern Dünyanın Doğuşu . . . .........................................................3 75 14 20. Yüzyıldaki Büyük Hızlanma. .. . . .... .. ..... . . .. . .. .... ... .. . . . .. . . .. .... ..... .............405 ........................................................................................... ............. ...... ............. . ... .......... . . .

.............. ....... ............... .. .. ....... ........ . .. . . .......... ........... . . .................. ..

.

...........

VI GELECEK PERSPEKTiFLERİ .........................................

.

1 5 Gelecekler .........

.

. ....................... .........427 . ........... . . .................................. ...... .. ....................... ............ ..... ............................ . ... ................ ... . . ........ ......... ...........429

............... .

·

·······

........ ...............................

Ek 1: Tarihlendierne Yöntemleri, Kronolojiler ve Zaman Çizelgeleri 453 Ek 2: Kaos ve Düzen . . .. . . ... ....... . ............. . .. ...... ... . . . .............. ............ ........ . .. .. .... .. ..... .. ........ . . . . . .. . . ........ . . . ..465

Notlar Kaynakça . Dizin

. . . 471 . ... .505 525

...... . . . ........... ....................................... . ..................................................................... ................................................................................................... . ... ..... . ...... . ... .. . ..... .

. . ... ... ........... . ... . . .......... ..... ... ........... ...... ............ ..... . . .... ... ..... . ........ .. .... .. . . ....... .... ... .. . ..

............................................................... ................................................... ................................................................... ............................................................. .....................

Görseller

Zaman Çizelgeleri

. . . . ........................................ ... ......... .... . 1 6 ı. ı Evrenin zaman ölçeği: 13 milyar yıl .56 3 . ı Dünya'nın, biyosferin ve Gaia'nın zaman ölçeği: 4,5 milyar yıL 5.ı Çokhücreli canlıların zaman ölçeği: 600 milyon yıL .. ................... ............98 5.2 Memeiiierin çeşitlenip yayılmasının zaman ölçeği: 70 milyon yıL . .. .... . 1 1 6 .. . 128 6.ı İnsan evriminin zaman ölçeği: 7 milyon yıl . . .. ..... ... . .. .. . . . ... . ..... 1 5 8 7.ı İnsanlık tarihinin zaman ölçeği: 200.000 yıL 8.ı Tarım toplumlarının ve kent uygarlıklarının zaman ölçeği: 5000 yıl . ı 90 ı ı . ı Modernitenin zaman ölçeği: ı 000 yıL. . .......3 ı O .

.

. .

.

. . .

.

. . . .

Haritalar

3.ı Değişen Dünya: Son 540 milyon yıl içindeki tektonik hareketler . ... .................... 7 1 .. ı 79 7 . ı Buzul çağlarında buzullaşmanın boyutları . . . . ... . ... . .... . .... 7.2 ı00.000 yıl öncesinden itibaren Homo sapiens göçleri . . . . . . .. ....... ... ......180 8 . ı Holosen döneminde dünya bölgeleri . . ..... . .. . . . ............... ı 97 8 . 2 Afro-Avrasya dünya bölgesi ... . ... . ....... ....... ............. ......... .... . .... .. . . . .... .. .... . . .. ... ı 9 8 8 . 3 Eski Mezopotamya . . .. . . . . .. .. . . .. . 2ı9 9.ı Eski Sümer. .... ................ . ........ ............................. .. . . . . ......... ........ ... .. ........... . . . ........................ .. .. ...228 . . .. .............................................................................................................................................. 9.2 Eski Mezoamerika ...... 229 ı o. ı Kolomb öncesi Amerika 29ı .

.

_

.

. .

.

.

.

.

. .

.

. . .

.

.

. . .

.

.

... ... . ... .... . ...

.

................................ ............................................................................... .............. . . . ..... .. ..... ......

. . .

.

..

Şekiller ı . ı Paralaks: Basit bir trigonometri yöntemiyle yıldızların uzaklığının hesaplanması . .......... ... ........... . ... . . .............................. . . ............... . .. .... . ... .................... .. . . 2 8 2 . ı Güneş'in Samanyolu'ndaki konumu .3 8

VIII

3.1 Dünya'nın içyapısı 63 5 . 1 Prokaryot ve ökaryot hücrelerin karşılaştırılması ...................................................................................... 107 5.2 Farklı zaman ölçeklerindeki sıcaklık dalgalanmaları ...................................................... ..... . .122 5.3 Popülasyon artışının temel ritmi ........................................ ............... . ..... .......... .... ......... ...... . . .. 124 6. 1 100.000 yıl öncesinden günümüze Homo sapiens nüfusu .. ......... ... ... .................... ..... . 132 6.2 Australopithecine Lucy'nin canlandırımı .... ..................... ... ....... ....... ............ ... . .................................................. 1 46 6.3 Taş aletlerin 2,5 milyon yıllık evrimi ........................................................... ...................... ............. .................................. 1 49 7.1 Neandertal ve modern insan kafatasları ........................................ ......................................................................... 1 63 168 7.2 Afrika'da Orta Taş Çağı'ndaki davranışsal inovasyonlar 7.3 Avustralya'nın soyu tükenmiş (ve küçülmüş) megafaunası . . ....... . . ... . . . 1 8 6 8 . 1 İnsanlık tarihinin üç çağının karşılaştırılmas ı .................................................................................................... 1 92 8.2 1 0.000 yıl öncesinden günümüze insan nüfusu .......................................................... ................................... 1 93 8.3 Avustralya'da yoğunlaşma: Yılanbalığı tuzakla n . . .... ..209 8.4 Avustralya'da yoğunlaşma: Taş evler .... ............ ...... ....... ......... ............. . . ......................... .. .... . . . ......... ..21 0 8.5 Ukrayna'daki ilk tarım köylerinden biri ........ . .... .......... ..... ..... .... . ..... .. ....... .. . . ........... ...................221 9.1 Toplumsal örgütlenme ölçekleri .. ............... .... ............ . ..... ...................... ............. ....... . . . ...232 ..234 9.2 Tarım ve nüfus artışı: Bir pozitif geribesleme döngüsü . . . 9.3 İnsanlık tarihindeki üretkenlik eşikleri: Farklı yaşam tarzlarındaki nüfus yoğunlukları . ....... ........ ................... ........ .......... . .............. ... ....... .............. .. .. ............. . . 248 250 9.4 Anıtsal mimarinin doğuşu: Uruk'taki "Beyaz Tapınak" . 9.5 Mezopotamya'da çivi yazısının evrimi ............. .... . ............. ............... ... ...................... ......... . .. ... . ....... ..... .256 10.1 Farklı tipte alışveriş ağı modelleri ............................................................................................................................................271 10.2 Hammurabi Yasaları ................................................................................... ................................................. ........ ............ ........... .....................275 . .... ........... . . . ....... . ........ ............ ... .28 1 10.3 Teotihuacan 10.4 Çin, Hindistan ve Avrupa'da MÖ 400-MS 1 900 arası .. . . . .. . . . . . Malthusçu çevrimler...... ... . .... ... ..... .... ........287 10.5 Negatif geribesleme döngüsü: nüfus, tarım ve doğal çevre . . .. . ...... ...288 10.6 Nüfus ve teknolojik değişim: Malthusçu çevrimler ve Mezopotamya'daki sulama teknolojileri ..........................................................................................................................290 1 1 . 1 MS 1 000'den 2000'e kadar dünya nüfusu . . ........ ... . .. .. ............ . ..... . .. ... . . . . ... 3 1 8 .. 329 1 1 .2 1 8 . yüzyılda bir iğne fabrikası . . . 12.1 Song Hanedam'nda Çin'deki ticari etkinlikler . . ... .... .......... . .. ... . . . .... ......... .......349 1 2.2 15. yüzyılda Çin'de ve Avrupa'da gemi yapımcılığı . . ...... . . .. ........ .35 1 .. .. ...............353 12.3 1 6. yüzyılda çiçek hastalığına yakalanmış Aztekler 1 3 . 1 Küresel endüstri potansiyeli, 1 750-1 980 ............. ......................... .................... . ........... .... ...... . . ......379 1 3.2 18. yüzyıl Britanya'sında buhar makinesinin evrimi . . .. . . .. . . ...389 13.3 "Batı'nın yükselişi" ............... ........................................................................................................................................................................ .......402 15 . 1 Ay'dan Dünya'nın doğuşunun görünüşü .................................................................................................................. 430 15 .2 Modern bir "Malthusçu çevrim" 1 750-2100 ( ? ) .. ................................. .................. ................ ..... ....439 15.3 Bir uzay kolonisi için olası bir tasarım ..... . .. . ....... . .................... . ........ . . ...... .. . .445 ....................................................................................................................................................................... .....................................

. ··········································· .. ..

. .

.

.

IX

Tablolar

1 . 1 Evrenin ilk döneminin kronolojis i.................................... ........................................................................... ............ .27 4.1 Bazı serbest enerji hız yoğunluğu tahminleri ..... .... ................... .... ..... . . . 77 S .1 Beş alemli sınıflandırma şeması ............. ... ... .... ..... .. . . ... . . . ... . ... .. . . ... ........................................................................... 1 1 3 6.1 Tarihsel açıdan kişi başına düşen enerji tüketimi .... ............................................... .. ..131 6.2 1 00.000 yıl öncesinden günümüze dünya nüfusu ve nüfus artış hızı ............... 1 33 6 . 3 Farklı tarihsel dönemlerdeki büyüme hızları ...... . . .. .... . ......... . . . .134 8 . 1 İnsanlık tarihine yönelik bir dönemselleştirme . .................................................................................... ........ 1 94 8.2 Evcil türlerin ilk kaydedilmiş kanıtları...... . . . . . ..... ...... ....202 9. 1 Toplumsal örgütlenme ölçekleri... .. . . . .. . .. ............. .. ...... . ... . ... . . . .. . . . . . . 231 235 9.2 Zaman içinde enerji girdisi ve nüfus yoğunluğu değişimi 9.3 Başlıca teknolojilerin ve yaşam tarzlarının tipolojisi .. . .. . . . ... .. .... .. . .... ..... . ...... .258 10 . 1 İlk tarım uygarlıklarının kronolojisi ...................................................................................................................................273 10.2 Afro-Avrasya'daki tarım uygarlıklarının yüzölçümleri. ............. ............. .283 10.3 İnsanlık tarihinde taşımacılıkta yaşanan devrimler . ............ ......... ..... ............... . . . . . ... . .. . ...285 10.4 İnsanlık tarihinde enformasyon devrimleri ............................ ........... .. ..... . . .... . . . ... ..... . . . ..286 10.5 Bazı devletlerin ve imparatorlukların yönettiği alanlar . .. . .. ....... ..... .............. ......293 10.6 Afro-Avrasya'da uzun erimli kentleşme eğilimler i.......... .. .. . ...... .... ........ ........... .. . . . .........3 02 1 1 . 1 Bölgelere göre dünya nüfusu, MÖ 400-MS 2000 . . . . 320 1 3 . 1 Toplam endüstri potansiyeli, 1 750- 1 980 ................................................................................................................. 376 1 3.2 Toplam endüstri potansiyeli, 17 50- 1 980 (küresel toplarnın yüzdesi olarak) .......................................................................................... ......................................................... 377 13.3 Britanya'nın ekonomik büyüme hızı tahminleri, 1 700-1 83 L. .3 8 1 13.4 Britanya'da temel tarım ürünlerinin üretimi, 1 700-1 850 ....................... .......... ..... ......3 85 1 3 .5 Britanya endüstrisinde katma değerler, 1 770- 1 8 3 1 ..393 14.1 Dünya nüfusu, 1 900-2000 ... ...... ........ . ........ .. ...... . . . ........... . . . .....408 14.2 Pazar değerlerine göre sıralanmış ekonomik varlıklar, Ocak 2000 .. .. .41 0 14.3 Kişi başına GSMH, 2000 .. .... . .................... . .. . .. . .. . . . . . . . . . .. . . 414 14.4 Doğumda beklenen yaşam süresi, 2000 . . . ......... ...................... ............. . ... .414 14.5 Bazı küresel demografik ve ekonomik göstergeler, 1 994 . .... .. . .. . . 41 6 14.6 Savaşla ilişkili ölümler, 1 500- 1 999 ........................................................................................... . 421 14. 7 İnsan kaynaklı çevresel değişimler, MÖ l O. OOO'den 1 980'li yılların ortasına kadar 425 15.1 Açık evrenin kozmik geleceğinin kronolojisi ... .. . ... . .. .................450 A l . Jeolojik zaman çizelgesi .... . ...... . . . .... . ... . . . . .... . . . ... .... . . . .. ... . .... ....... .... . .... . ...... .......463 .................................................................................................................................................................................................. .......... . . . . ........

Hep bu fani dünyadır aklında Bir yıldız şafakta, bir damla ırmakta, Çakan şimşek yaz bulutlarında, Yanıp sönen bir lamba, bir ruh ya da bir rüya.

-E/mas Sutra (yak. MS 4. yüzyıl) 1

The Wisdom of Buddhism (Budizmin Erdemi) adlı kitapta yer alan Elmas Sutra'nın son dörtlüğü. The Wisdom of Buddhism, Chrisnnas Humphreys (ed.), Kenneth Saunders, Londra: Curzon Press, 1 987, s. 122.

Ön söz

Zaman Haritaları doğa tarihiyle insanlık tarihini tek, büyük ve tutarlı bir anla­ tıda birleştiriyor. Bu, 1 7. yüzyılda Isaac Newton'ın hareket yasalarıyla gökyüzünü ve yeryüzünü birleştirmesine benzeyen büyük bir başarıdır. Hatta daha çok 1 9. yüzyılda Darwin'in insan türünü diğer yaşam biçimleriyle tek bir evrim sürecinde birleştirme başarısına benziyor. David Christian, kitabın ilk bölümlerinde ele aldığı doğa tarihinde de, önceki dönemlerde anlatılan doğa tarihini kökten genişletmiş ve dönüştürmüş. Bu doğa tarihi yaklaşık 1 3 milyar yıl önce, 20. yüzyıl kozmologlarına göre içinde yaşadığı­ mız evrenin genişlemeye ve kendini dönüştürmeye koyulduğu büyük patlamayla başlıyor. Uzay ve zamanın (muhtemelen) doğuşuyla başlayan, çeşitli güçlü ve za­ yıf kuvvetlerin etkisiyle madde ile enerjinin birbirinden ayrışıp uzaya farklı enerji akış hızlarında ve yoğunluklarda dağıldığı bu süreç hala devam ediyor. Madde, kütleçekimin etkisiyle bölgesel topaklar halinde bir araya gelip ışıyan yıldızları oluşturarak galaksilerde kümelendi. Bu yapıların çevresinde yeni karmaşıklıklar, yeni enerji akışları ortaya çıktı. Sonra yaklaşık 4,6 milyar yıl önce bir yıldızın, güneşimizin, çevresinde Dünya gezegeni oluştu ve Dünya kısa sürede araların­ da bütün biçimleriyle yaşamın da bulunduğu daha karmaşık süreçlerin merkezi oldu. İnsan da -dili ve simgeleri kullanmamız sayesinde, Christian'ın "kolektif öğrenme" olarak adlandırdığı yeni bir yeteneğimizin ortaya çıkmasıyla birlikte­ yalnızca 250.000 yıl kadar önce buna bir başka davranış düzeyi ekledi. Bu da birlikte hareket edebilen insan topluluklarının, çevrelerindeki ckosistemin birbi­ rinden farklı nişlerini gelişigüzel genişletmesini ve dönüştürmesini sağladı. Bütün bu dönüşen nişler şimdi bizi tek bir küresel sistem olarak kuşatıyor. Christian'ın, evrenin yakın zamanda ayrıntılı olarak geliştirilmiş doğa tarihinin içine yerleştiediği insanlık tarihi de bir 20. yüzyıl entelektüel yaratısıdır. Fizikçile­ rin, kozmologların, jeologların ve biyologların çabalarıyla doğa bilimlerinin tarihi oluşturulurken antropologlar, arkeologlar, tarihçiler ve sosyologlar da yeryüzünde insanların yaptıklarına ilişkin bilgiyi artırınakla uğraşmışlardır. Bu bilgiyi hem za­ manda geriye doğru hem (belgelere dayanma gerekçesi sunan " bilimsel" tarihin,

XIV

ZAMAN HARITALARI

arkalarında yazılı kayıt bırakmadıkları için, 1 9 . yüzyılda dışladığı) avcı-toplayı­ cıları, ilk çiftçileri ve diğer insanları da içine alacak şekilde dünyanın neredeyse tamamına yayıp genişletmişlerdir. Tarihçilerio çoğu, kendi mesleki tartışmalarıyla fazla meşgul oldukları için, "tarihöncesi"ne ya da okuryazar olmayan insanların yaşamiarına önem verme­ mişlerdir. Bu tartışmalar ve onlarla birlikte az sayıdaki Afrika ve Amerikan Yeriisi metni ile çok miktardaki Avrasya metnine yönelik çalışmalar, 20. yüzyıl boyunca yeryüzünün kentli, okuryazar ve uygar insanlarının başaniarına ilişkin tarihsel bilgi birikimine ve düşüncelerimizin kapsamına çok büyük katkı yapmıştır. Be­ nim de aralarında olduğum birkaç dünya tarihçisi ise, bu araştırmalan bir araya getirerek insanlığın yaptıklarını bütünsel olarak daha iyi ortaya koyan bir portre oluşturmaya çalışmıştır. Bunun yanında bazıları da insan faaliyetlerinin ekolojik etkilerini araştırmıştır. Hatta ben, doğa bilimlerinde neler yaşandığını betimlediği gibi, tarihçileri de doğa bilimlerinde biz farkında bile olmadan gerçekleşen ta­ rihselleştirmeyi cesurca kendi disiplinlerine bağlamaya çağıran "Tarih ve Bilimsel Dünya Görüşü" (History and Theory 37, no. 1 [ 1 998]: 1 - 1 3 ) başlıklı programatik bir deneme dahi yazmıştım. Gerçekten de birkaç bilim insanı bu yönde çalışıyor. Ancak Christian'la iletişime geçene kadar böyle bir kitap yazan hiçbir tarihçiyle karşılaşmamıştım. Christian'ın başarısının asıl şaşkınlık veren boyutu onun her düzeyde birtakım benzer dönüşüm örüntüleri bulmasıdır. Örneğin burada yıldızlara ve kentlere iliş­ kin söylediklerine bakalım: Evrenin ilk dönemlerinde kütleçekim kuvveti atom bulutlarını etkisi altına aldı ve on· lardan yıldızlarla golaksileri oluşturdu. Bu bölümde anlatılan çağda bir tür toplumsal kürleçekimi sayesinde dağınık çiftçi topluluklarının bir araya gelerek kentleri ve dev­ letleri nasıl oluşturduğunu göreceğiz. Tarımla uğraşan topluluklar giderek daha büyük ve yoğun topluluklar oluşturdukça farklı gruplar arasındaki etkileşimler arttı. Toplumsal baskının da -yıldız oluşumuyla çarpıcı bir benzerlik gösterecek şekilde- artması so­ nucunda birden yeni yapılar ortaya çıktı, yeni bir karmaşıklık düzeyine geçildi. Tıpkı yıldızlar gibi kentler ve devletler de kendi kürleçekim alanlarında kalan daha küçük nesneleri yeniden yapılandırdılar ve dinamikleştirdiler (bkz. bu kitapta s. 227). Bir de Christian'ın b u sıra dışı kitabı bitiriş cümlelerine göz atıp düşünelim:

Karmaşık yaratıklar olan bizler kişisel deneyimlerimizden biliriz ki aşağı doğru inen bir yürüyen merdivenden yukarı doğru çıkmak, yani düzensizliğe doğru ilerleyen evrensel sürüklenmeye karşı koymak zordur. Bu nedenle aynı işi başarmış gibi görü­ nen başka varlıklardan kaçınılmaz olarak büyüleniriz. Dolayısıyla bu tema -termodi· namiğin ikinci yasasına karşı ve belki onun da yardımıyla düzene ulaşma- burada anlatılan öykünün her yanına sinmiştir. Kaos ile karmaşıklığın ebedi valsi bu kitabın birleştirici fikirlerinden biridir. (bkz. bu kitapta s. 470).

ÖNSÖZ

XV

Christian'ın " kaos ile karmaşıklığın ebedi valsi"nin ortasında düzeni keşfinin kitaptaki diğer birleştirici temalardan yalnızca biri olmadığını, aslında bu yapıtın en büyük başarısı olduğunu söyleme cüretini göstereceğim. Çünkü burada açık, anlaşılabilir, bilgi dolu ama özlü, zekice ve cesur bir tarih­ sel ve entelektüel başyapıt var. Bu başyapıtta okurlara, bilginierin ve bilim insan­ larının geçtiğimiz yüzyılda çevremizdeki dünyaya ilişkin öğrendiklerinin göz alıcı bir sentezi sunuluyor. Bu yapılırken de birtakım olağanüstü güçlerimize, benzersiz öz bilincimize ve bitip tükenmez kolektif öğrenme yetimize karşın, insan toplu­ luklarının garip bir şekilde evrendeki yuvalarında derinden doğanın bir parçası olarak kaldıkları gösteriliyor. Sanırım bu girişi David Christian'ın kendisiyle de ilgili birkaç cümleyle bi­ tirmem gerek. Her şeyden önce Christian'ın uluslararası bir kimliği var: Çünkü kendisi İzmir'de tanışan İngiliz bir babayla Amerikalı bir annenin çocuğu. Annesi ı 946'da doğum yapmak için New York'a, Brooklyn'e dönmüş. Savaş zamanı yükümlülüklerini yerine getirip İngiliz ordusundaki görevinden ayrılan babası da sömürge hizmetlerine girip memur olarak Nijerya'da çalışmaya gitmiş. Eşi kısa bir süre sonra ona katılmış. David'in çocukluğu 7 yaşına kadar Nijerya'nın iç kesimlerinde geçmiş. Sonra İngiltere'deki yatılı bir okula gönderilmiş. Zamanı geldiğinde modern tarih eğitimi için Oxford'a gitmiş ve ı 968'de mezun olmuş. (Oxford'daki bu eğitim şu anlama geliyordu: Roma döneminden itibaren İngil­ tere tarihinin birbirinden yalıtılmış bazı bölümlerinin yanı sıra, Avrupa tarihinin dağınık alanlarından birkaçı üzerine ve hatta Amerika'nın geçmişindeki yirmi otuz yıllık birkaç dönem üzerine de uzmaniaşmak -yani " büyük tarih"in tam antitezi. ) Christian sonraki iki yıl Kanada'daki Western Ontario Üniversitesi'n­ de hem ders verdi, hem yüksek lisansını tamamladı. Sonra Rus tarihi alanında uzmaniaşmaya karar verdi ve Oxford'a döndü. Çar I. Aleksandr dönemindeki kamu yönetimi reformları üzerine hazırladığı teziyle ı 9 74'te doktorasını tamam­ ladı. Tıpkı babası gibi Christian da bir Amerikalı'yla evlendi ve iki çocuğu oldu. ı 975-2000 yılları arasında Avustralya'da Sydney'deki Macquarie Üniversite­ si'nde başta Rus tarihi olmak üzere Rus edebiyatı ve Avrupa tarihi dersleri verdi. Fransa'daki Annales Okulu'ndan etkilenen Christian ilgisini Rusya'daki günlük yaşama çevirdi. Bunun sonucunda da ortaya iki kitap çıktı. Kitapların ikisi de Rusların yeme içmeleriyle ilgiliydi: Bread and Salt: A Social and Economic His­ tory of Food and Drink in Russia (Ekmek ve Tuz: Rusya'da Yiyecek ve içecekle­ rin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, 1 985; R. E. F. Smith'le) ve Living Water: Vodka and Russian Society on the Eve of Emancipation (Hayat Veren Su: Özgürleşme­ nin Arifesinde Rus Toplumu ve Votka, ı 990). Bu kitapların yarattığı cazibe kısa sürede onu daha genel çalışmalar yazmaya sevk etti: Power and Privilege: Russia and Soviet Union in the Nineteenth and Twentieth Centuries (Güç ve Ayrıcalık: ı 9. ve 20. Yüzyılda Rusya ve Sovyetler Birliği, ı 9 86) ve A History of Russia, Central Asia and Mongo/ia, c. ı, Inner Eurasia from Prehistory to the Mongol Empire (Rusya, Orta Asya ve Moğolistan Tarihi, c. ı , Tarihöncesinden Moğol İmparatorluğu'na Kadar İç Avrasya, 1 998).

XVI

ZAMAN HARITALARI

Bu kitapların sonuncusunda görülen hem coğrafi hem zamansal oylum aslında Christian'ın 1 989'da başladığı yeni öğretme tarzı girişimini yansıtıyor. Bir gün Macquarie'de bölüm öğrencilerine nasıl bir "tarihe giriş" dersi vermesi gerektiği üzerine yaptığı bir tartışmada Christian'ın ağzından "Neden en başından başla­ masın ki? " gibi bir şeyler çıkıyor. Kısa bir süre sonra kendisini arkadaşlarına bu­ nun ne anlama geldiğini anlatmaya çabalarken buluyor. İnsanlık tarihini dünya ölçeğinde anlatmaya çalışan diğer tarihçilecin aksine Christian, konuya evrenin kendisiyle başlamayı düşünüyor. Üniversitenin öteki bölümlerinde kendi uzmanlık alanlarında ders veren çalışma arkadaşlarından aldığı yardımlada işe girişiyor ve şaka yollu " büyük tarih" adını verdiği bu alanda ilk yıl biraz bocalıyor. Büyük tarih, en başından beri geniş bir öğrenci kitlesinin ilgisini çekiyor ve bu kitle kısa sürede coşkulu izleyicilere dönüşüyor. Ama Christian'ın en heves­ li profesyonel izleyicileri ilk önce Hollanda'dan ve ABD'den çıkıyor. Buralarda David Christian'ın yaptığı şeye inanan bir avuç gözü pek profesör benzer dersler açıyor. The World History Association ve American Historical Association da ko­ nuya önem veriyor ve 1998'deki yıllık toplantılarında büyük tarih konusuna birer oturum ayırıyor. Üç yıl sonra David Christian aldığı bir davet üzerine San Diego Eyalet Üniversitesi'ne gidiyor ve orada büyük tarihi anlatmaya başlıyor. David öteki profesyonel ilgi alanları üzerinde de çalışmayı sürdürüyor. Rusya, Orta Asya ve Moğolistan Tarihi'nin ikinci cildi üzerine çalışıyor. Çalıştığı bir baş­ ka konu da Rusya'da 1 920'li yıllarda doruğa ulaşan alkol tüketimini yasaklamaya yönelik kampanya. David Christian boş zamanlarında tarih çalışmalarında ölçek ve bir dizi başka konu üzerine de önemli birkaç makale yazıyor. Kısacası o, olağa­ nüstü enerjik, gözü pek ve başarılı bir tarihçi. Bu kitabı okumaya başlayacak olan sizleri harika bir deneyim bekliyor. Oku­ yun, şaşırın ve hayran kalın. William H. McNeill 22 Ekim 2002

Teşekkür

Böyle bir proje insanı saksağana çeviriyor. Doymak bilmez bir şekilde bilgi ve görüş topluyorsunuz. Kısa süre sonra da bu entelektüel aşırrna etkinliklerioizi birer birer unutınaya başlıyorsunuz. Benim en büyük şansım bilim insanlarının çoğunun (ünlü olmalarına rağmen) hem zamanlarını hem düşüncelerini paylaş­ mak için şaşırtıcı derecede cömert davranmaları oldu. Bu konuda özellikle iş yaşarnıının büyük bölümünü geçirdiğirn iki kuruluşun, Sydney'deki Macquarie Üniversitesi ile California'daki San Diego Eyalet Üniversitesi'nin, cömertliğinden yararlandırn. Elirnden geldiğince bana yardırncı olan herkese teşekkür etmeye ça­ lışacağırn ama anırnsayarnadıklarırn da olacaktır. Kafaının içinde tıkıştırılrnış o kadar çok öneri, yaklaşım, kaynak kitap adı var ki bunların nereden geldiğini bile anırnsarnıyorurn. Hatta bazen onları kendirnin keşfettiğini düşündüğüm bile olu­ yor. Eğer böyle bellek yanılsarnalarıyla karşılaşılırsa -ki sıkça karşılaşılacağından eminim- bunlar için, on yıldan bu yana beni heyecaniandıran büyük ölçekli ta­ rihsel sorunları benimle sabırla tartışan dostlarımdan ve çalışma arkadaşlarımdan yalnızca özür dileyebilir ve onlara teşekkür edebilirim. Profesyonel bir öykü aniatıcısı olan Jung'cu Chardi'ye özel olarak teşekkür ederim. Beni gerçekten de bir yaratılış rniti öğrettiğirne ikna etti. Ayrıca Califor­ nia'da Santa Cruz'da "büyük tarih" üzerine ders veren Terry (Edrnund) Burke'e de teşekkür ederim . O da beni büyük tarih üzerine (başkalarını da benzer dersler açmaya yüreklendireceği umuduyla) bir ders kitabı yazma zamanının geldiğine inandırdı. Ayrıca kitabın ilk müsveddelerine yönelik paha biçilmez (bazen de acı verici) eleştirilerde bulundu ve beni sürekli yüreklendirdi. 1 989-1 999 arasında Macquarie Üniversitesi'nde verdiğim büyük tarih dersi çerçevesinde konferans veya ders verenlere son derece rninnettarırn. Onları alfabe­ tik olarak şöyle sıraladım: David Alien, Michael Archer, Ian Bedford, Craig Ben­ jamin, Jerry Bentley, David Briscoe, David Cahill, Geof Cowling, Bill Edrnonds, Brian Fegan, Dick Flood, Leighton Frappel, Annette Harnilton, Mervyn Hartwig, Ann Henderson-Sellers, Edwin Judge, Max Kelly, Bernard Knapp, John Koenig, Jim Kohen, Sam Lieu, David Malin, John Merson, Rod Miller, Nick Modjeska, Marc Norrnan, Bob Norton, Ron Paton, David Phillips, Chris Powell, Caroline

XVIII

ZAMAN HARITALARI

Ralston, George Raudzens, Stephen Shortus, Alan Thorne, Terry Widders ve Mi­ chael Williams. Kitabın taslağını yazınam için bana bir süre izin veren Macquarie Üniversitesi'ne de ayrıca teşekkür etmek isterim. Bazıları büyük tarih ölçeğinde başka dersler de veren birkaç kişi bu fikri özel­ likle ciddi biçimde destekledi. john Mears benimle aynı dönemde böyle bir ders vermeye başladı ve bu fikrin her zaman coşkulu bir taraftarı oldu. 1990'lı yılların başında Manaslı Üniversitesi'nden Tom Griffiths ve çalışma arkadaşları da büyük tarih dersi verdiler. johan Goudsblom da Amsterdam Üniversitesi'nde bir ders açtı ve o da bu projenin hararetli bir taraftarı oldu. Onun çalışma arkadaşı Fred Spier büyük tarih üzerine ilk kitabı yazdı. Kitapta hem doğa bilimlerini hem sosyal bilimleri kucaklayan "hüyük hirleşik kımım"ı kurma ya çalışan, zekice ele alınmış, iddialı bir çerçeve sunuluyordu (The Structure of Big History: From Big Bang Until Today [Büyük Tarihin Yapısı: Büyük Patlamadan Günümüze]). Konuya ilgi­ sini ifade eden ve böylesi bir yaklaşımı destekleyen ya da benzeri dersler verenler arasında George Brooks, Edmond Burke III, Marc Cioc, Ann Curthoys, Graeme Davidson, Ross Dunn, Arturo Giraldez, Bill Leadbetter ve Heidi Roupp da vardır. American Histarical Association'ın Ocak 1 998'de Seattle'da düzenlediği konfe­ ransta Arnold Schrier'in başkanlığını yaptığı büyük tarih konulu bir panel gerçek­ leştirildi. Bu panelde John Mears, Fred Spier ve ben birer makale sunduk; Patricia O'Neal da destekleyici bir yorumda bulundu. Gale Stokes, American Histarical Association'ın Ocak 2002'de San Francisco'da düzenlenen "ölçeklerin rolü" ko­ nulu konferansında büyük tarihi tartışmak için beni bir panele çağırdı. Kitabın farklı bölümlerinin taslaklarını daha başka birçok kişi okudu ve yo­ rum yaptı. Bunların arasında adlarını zaten listdediğim bazı kişilere ek olarak Elizabeth Cobbs Hoffman, Ross Dun, Patricia Fara, Ernie Grieshaber, Chris Lloyd, Winton Higgins, Peter Menzies ve Louis Schwartzkopf da vardı. 1 990'da Prof. I. D. Kovaiçenka büyük tarih üzerine bir konuşma yapmam için beni Mos­ kova Üniversitesi'ne çağırdı. Aynı yıl Valerii Nikolayev de beni Doğu Bilimleri Enstitüsü'ne davet etti. Stephen Mennell yaklaşık on yıl önce büyük tarih üzeri­ ne konuşmam için beni kendi düzenlediği bir konferansa çağırdı. Eric jones da oradaki konuşmama yönelik çok değerli geri bildirimler verdi. Ken Pomeranz " büyük ıraksama" üzerine yazdığı, o sırada henüz yayımlanmamış olan kita­ bından bir bölümün taslağını gönderdi ve lrvine'deki California Üniversitesi de büyük tarih üzerine konuşmam için bana bir davette bulundu. Yıllar içinde ara­ larında Avu stra lya ' da ki Macquarie Üniversitesi, Monash Üniversitesi, Sydney, Melbourne, Newcastle, Wollongong ve Batı Avustralya üniversiteleri; ABD'de Santa Cruz'daki California Üniversitesi, Mankata'daki Minnesota Eyalet Üniver­ sitesi, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi; Kanada'daki Victoria Üniversitesi ve Birleşik Krallık'taki Newcastle ile Manchester üniversitelerinin de aralarında bulunduğu birçok üniversitede büyük tarih üzerine konuşmalar yaptım. john An­ derson'la yaklaşık iki yıl boyunca gücü -ve serveti- çağaltan toplumlarla ilgili kuramsal bir makale üzerine çalıştım. Bu makale hiçbir zaman gün ışığına çıkma-

TEŞEKKÜR

XIX

dı ama John'la çalışmak bende moderniteye geçiş konusunda birtakım yeni bakış açılarının gelişmesine neden oldu. Kitabın bir önceki taslağını gönderdiğim Eylül 1 999'dan beri değerli yorum ve eleştirilerini aldığım birkaç meslektaşım var. Bunların arasında (alfabetik sırayla) Alfred Crosby, Arturo Ginildez, Johan Goudsblom, Marnie Hughes-Warrington, William H. McNeill, John Mears, Fred Spier ve Mark Welter da bulunuyor. Bun­ lardan başka University of California Press'te çalışan ama adlarını anımsayama­ dığım en az iki kişiye daha yorumları için minnettarım. Marnie Hughes-Warein­ gton 2000'de benimle birlikte büyük tarih dersi verdi. Bu sırada çok değerli bazı önerilerde bulundu. Bir tarihyazımcı olarak konunun tarihyazım çıkarırnlarında arladığım noktalarda beni uyardı. William McNeill'la kitabın ilk taslaklarından biri üzerine uzun süre boyunca sık sık yazıştık. Onun eleştirel ve yüreklendirici yorumları, düşüncelerimi büyük ölçüde şekillendirdi. Özellikle dünya tarihinde değiştokuş (alışveriş) ağlarının rolüne daha çok önem verınem konusunda beni ikna etti. Burada Macquarie'da verdiğim HIST 1 12: Dünya Tarihine Giriş ve San Diego Ey alet Üniversitesi'nde verdiğim HIST 4 1 1 : Öğretmenler için Dünya Tarihi ile HIST 1 00: Dünya Tarihi derslerini alan öğrencilere de çok teşekkür etmek isterim. Sordukları sorular sayesinde önemli noktalara odaklanabildim. Ayrıca hem bilme­ diğim bazı kitaplarda ya da internette gördükleri yeni keşifleri söyleyen ve onlar konusunda beni sürekli bilgilendiren hem dersi keyifle izleyen ve böylece değerli bir iş yaptığımı hissetınemi sağlayan öğrencilerime özellikle teşekkür ederim. University of California Press'ten Lynne Withey, Susan Knott ve diğerlerine özel bir teşekkür borcum olduğunu düşünüyorum. Alice Faik müsveddelerimin düzeltisini dehşet verici bir bütünlük içinde yaptı. Profesyonel yaklaşımları, ne­ zaketleri ve anlayışlı doğaları sayesinde müsveddelerdeki bazı karmaşık hatta zor bölümler kitaba girecek hale kolayca getirildi. Bu boyuttaki bir kitapta, yardım ve destekleri için teşekkür ettiğim hiç kimse metindeki birtakım hatalardan sorumlu tutulamaz. Ayrıca hiçbirinin kitabın or­ taya koyduklarını ille de benimsiyar olduğu düşünülemez. İlk tasiaklara yönelik nazik eleştirilerin çoğuna direnecek kadar inatçılık ettim. Bu nedenle kitaptaki birtakım gerçekler, yorumlar ve denge konusundaki bütün hataların sorumluluğu bana aittir. Umarım ki bunca yıldır kendileri benim için birer armağan olan Chardi, Jos­ hua ve Emily de bu kitabı küçük bir karşılık olarak görür ve onlara bir armağanım olarak kabul ederler. David Christian Ocak 2003

Giriş Modern Bir Yaratılış Miti mi?

"Büyük Tarih": Bütün Zaman Ölçeklerinden Geçmişe Bakış Tarih çalışmanın yöntemi, onu uzun bir süreç olarak görmektir. Ben bunu longue duree olarak adlandırıyorum. Bu, tek yöntem değildir; ama tek başına geçmişte ve gü­ nümüzdeki toplumsal yapıların büyük sorunlarının tümünü ortaya koyan bir yöntemdir. Tarihi günümüze bağlayarak görünmeyen bir bütün oluşturan tek dildir.· Evrensel tarih insanlığın geçmişini içerir; ama birtakım özel ilişkileriyle ya da eği­ limleriyle değil de bütünselliğiyle içerir:· Bir anlık tadı Bir Anlık Duruşun ıssızlığın ortasındaki Kuyu'dan OLUŞ'un Ve iştel - vardı hayalet Kervan Yola çıktığı HiÇLiGE- Haydi acele et, davran.

•••

Tıpkı çölde ilerleyen büyük bir kervandaki tüccarlar gibi nereden yola çıktığımı­ zı, nereye gittiğimizi ve kiminle yol aldığımızı bilmemiz gerekir. Modern bilim bize kervanın engin büyüklükte olduğunu ve bizimle yolculuk edenler arasında da ku­ arklardan galaksilere kadar çok sayıda ilginç yaratık bulunduğunu söylüyor. Bunun yanı sıra, yolculuğun nerede başladığına ve nereye gittiğine ilişkin de çok şey biliyo­ ruz. Bu açılardan modern bilim, varlığımızla ve içinde yolculuk ettiğimiz evrenle il­ gili sorabileceğimiz en derin soruları yanıtlamamıza yardımcı oluyor. Bu, hepimizin çizmesi gereken kişisel olanla evrensel olan arasındaki hattı çizmemizi sağlayabilir. •

Fernand Braudel, On History, (çev.) Saralı Matthews (Chicago, 1 980), s. viii, 1 969 önsözünden. Leopold von Ranke, Arthur Marwick, The Nature of History (Londra, 1 970), s. 38. • • • Edward Fitzgerald, The Ruhaiyat ofOmar Khayyam ofNaishapur, kıta 47, The Norton Anthology of Poetry, 3. Baskı, (der.) Alexander W. AHison ve diğ. (New York, 1 970), s. 688.

u

2

ZAMAN HARITALARI

"Ben kimim? Nereye aitim? Parçası olduğum bütün nedir? " Bütün insan toplu­ lukları, bir biçimde bu soruları sormuştur. Çoğunda da formel ya da formel olma­ yan eğitim sistemleri bu sorulara yanıt vermeye çalışmıştır. Yanıtlar da genellikle yaratılış mitleriyle bütünleşmiştir. Yaratılış mitleri insan topluluklarından hayvan­ lara, bitkilere, çevredeki manzaraya, Dünya'ya, Ay'a, gökyüzüne ve hatta evrene kadar her şeyin nasıl başladığına ilişkin akılda kalıcı ve herkes tarafından kabul edilen açıklamalar getirerek insanlara şeylerin geniş düzeninde kendi varoluşlarını tasarlayabilecekleri ve kendilerine bir rol biçebilecekleri birtakım evrensel koor­ dinatlar sağlar. Yaratılış mitleri güçlüdür; çünkü mekan algımıza ve aidiyet duy­ gumuza yönelik derin ruhsal, psişik ve toplumsal gereksinimierimize seslenirler. Öyle temel bir yönelim algısı sunarlar ki en alt düzeyde genellikle dinsel düşünüşle bütünleşirler -tıpkı Yahudi-Hıristiyan-İslam geleneğinde yer alan Yaratılış Öykü­ sü gibi. Önceki toplurnlara göre daha fazla kesin bilgiye erişim olanağı olması­ na karşın, modern eğitim sistemlerinde böyle büyük bir öykünün öğretilmiyor oluşu, modern toplumun birçok garip yanından biridir. Onun yerine ilkokuldan üniversiteye ve araştırma kuruluşlarına kadar her yerde kökeniere ilişkin konular hep birbiriyle bağlantısı olmayan parçalar halinde öğretiliyor. Her şeyin bugünkü durumuna nasıl geldiğini anlatan birleşik bir açıklama yapma yeteneğimiz sanki yokmuş gibi görünüyor. Bu kitabı, böylesi bir entelektüel alçakgönüllülüğün aslında gereksiz hatta zararlı olabileceği inancıyla yazdım. Gereksizdir çünkü modern yaratılış mitini oluşturan öğelerin hepsi çevremizdedir. Zararlıdır çünkü modern yaşamın hemen göze çarpmayan ama yaygın bir özelliği olan yönünü yitirmeye (öncü Fransız sosyolog Emile Durkheim'ın "anomi" olarak andığı -neye uymaları gerektiğine ilişkin hiçbir fikri olmayanlar için kaçınılmaz bir durum olan "uyamama duygu­ su"na) hizmet eder. Zaman Haritaları nda kökenimizin tutarlı ve erişilebilir bir açıklaması, mo­ dern bir yaratılış miti oluşturulmaya çalışılıyor. Bu girişim Sydney'deki Macquarie Üniversitesi'nde açılan deneysel bir tarih dersinde verilen bir dizi sunumla başladı. O dersin açılmasının temelinde yatan düşünce modern dünyada bile olsa, geçmi­ şe ilişkin -evrenin doğuşuyla başlayıp günümüzde sonlanan- tutarlı bir öyküyü birçok farklı ölçekte anlatmanın olanaklı olup olmadığını görmekti. Her ölçeğin büyük resme yeni bir şeyler eklemesini ve bu resmin diğer ölçeklerde de anlaşılır­ lığını kolaylaştırmasını umdum. Modern tarih uğraşısının standart eğilimlerine göre bu, cüretkar bir fikirdi. Ama aslında yapılabilir olduğu şaşırtıcı bir şekilde ortaya çıktı. Hatta ilk başta öngördüğümden de daha ilginç biçimde gerçekleşti. Bu giriş bölümümün görevlerinden biri de geçmişi düşünmeye ve onu öğretmeye yönelik son derece farklı bu yolu gerekçelendirmeye çalışmak olacak. "Büyük tarih" öğretmeye 1 989'da, bu yaklaşımın savunusunu yaptığım bir makalemin yayımlanmasından iki yıl sonra başladım.1 Projenin gariplİğİnİ bilme­ mize karşın, biz büyük tarih öğretmeye çalışanlar, böyle büyük soruların dersleri giderek ilginçleştirdiğini ve tarihin doğasına ilişkin bereketli bir düşünme iklimi '

GIRIŞ

3

yarattığını fark etmeye başladık. Bu büyük öyküyü öğretrnek bizi, modern bilginin muazzam çeşitliliğinin ve karmaşıklığının altında yatan ve farklı zaman ölçekle­ rinin gerçekte birbirlerine söyleyecek bir şeyleri olduğunu gösteren bir birliğin ve uyurnun bulunduğuna inandırdı. Birlikte ele alındığında bu öyküler geleneksel yaratılış mitlerinin bütün zenginliğini ve gücünü taşıyor. Tam da Avustralya yer­ lilerinin adlandırabileceği şekilde, modern bir "Düş görrne"yi -yaratılışımızın ve büyük düzen içinde konumlanışımızın tutarlı bir açıklamasını- oluşturuyorlar. Ayrıca bu uğraşı sırasında modern çağ öncesi toplumlarının çoğunun bildiği bir şeyi daha bulduk: Gerçekliği bir bütün olarak kavramaya çalışan her öykü­ nün şaşırtıcı bir gücü var. Bu güç herhangi özel bir çabanın başarısından ya da başarısızlığından tümüyle bağımsız. Projenin kendisi güçlü ve önemli birtakım gereksinimleri karşılıyor. Geçmişin bütününe bakmaya çalışmak, bana göre, bir dünya haritası kullanmaya benziyor. Hiçbir coğrafyacı yalnızca sokak haritaları kullanarak coğrafya öğretmeye kalkışmaz. Yine de tarihçilerio çoğu bazı ulusla­ rın geçrnişini, hatta ilk tarım topluluklarını, geçmişin bütünü neye benziyor diye hiç sorgulamadan öğretiyor. Peki, bu durumda bir dünya haritasının zamansal karşılığı ne olabilir? Zamanı bütün ölçeklerde kucaklayan bir zaman haritası ola­ bilir mi? Bu tür soruları gündeme getirmek için uygun bir dönerndeyiz. Çünkü birçok disiplinde yüz yıldır bilime egemen olan (ve aslında iyi de iş gören) "gerçeğin par­ çalara ayrılarak açıklanması"nın artık ötesine geçilmesi gerektiğine yönelik güçle­ nen bir algı var. Bilim insanları bu yönde çok hızlı ilerlediler. Stephen Hawking'in Zamanın Kısa Tarihi'nin ( 1 988) başarısı da gerçekliği bütün olarak anlamaya yö­ nelik büyük ve yaygın bir ilginin olduğunu gösterdi. Hawking'in kendi alanı olan kozmolojide, "büyük birleşik kuram" düşüncesi bir zamanlar kornik bir şekilde fazlasıyla hırslı görülüyordu. Artık çok doğal karşılanıyor. Biyoloji ile jeoloji de modern levha tektoniğinin ve evrim paradigmalarının 1 960'lı yıllardan itibaren bütünleşmesiyle birlikte kendi konularında daha birleşik açıklamalara yöneldiler.2 ABD'deki Santa Fe Enstitüsü'ndeki bilim insanları bu tür karşılıklı bağlantıları yıllardır araştırıyor. Enstitü çalışanlarından Nobel Ödülü sahibi fizikçi Murray Geli-Mann bir fizikçi gözüyle gerçekliğin daha bütünleşik bir açıklamasına yöne­ lik savları açık ve etkileyici bir biçimde şöyle saptamıştı: Haklı olarak artan bir uzmaniaşma çağında yaşıyoruz. insanlık her çalışma ala­ nında giderek daha çok şey öğreniyor. Her uzmanlık alanı büyüdükçe alt uzmaniık­ Iara ayrışma eğilimi gösteriyor. istenen ve gereksinim de duyulan bu süreç sürekli yineleniyor. Bununla birlikte uzmaniaşmanın bütünleşmeyle tamamlanmasına yönelik artan bir gereksinim de var. Bunun nedeni karmaşık ve doğrusal olmayan sistemlerin hiçbirinin baştan tanımlanmış alt sistemlere bölünmek suretiyle yeterince betimleneme­ mesidir. Eğer birbirleriyle güçlü etkileşimleri olan bu alt sistemler ayrı ayrı ele alınır­ larsa, ne kadar özen gösterilirse gösteriisi n, sonuçları bir araya getirildiğinde, ortaya bütünün işe yarar bir tablosu çıkmaz. Bu anlamda şu özdeyişte derin bir gerçeklik vardır: "Bütün, parçalarının toplamından daha fazla bir şeydir."

4

ZAMAN HARITALARI

Bu nedenle insanlar "Ciddi işler ancak kısıtlı bilimsel alanlarda, iyi tanımlanmış sorunlar üzerinde sonuca ulaşıncaya kadar çalışarak gerçekleştirilir; kapsamlı ve bir­ leştirici düşünme seanslarıysa ancak kokteylierde yapılır" düşüncesinden uzak dur­ malıdır. Akademik yaşamda, bürokraside ve başka alanlarda da bütünleştirme işine yeterince önem ve değer verilmiyor. Santa Fe Enstitüsü'nde Geli-Mann şunu da eklemişti: "Bir sistemdeki parçala­ rın işleyişi üzerine geleneksel biçimde çalışan ama aynı zamanda, bütüne kabaca bir bakış atma cesareti gösteren insanlar da çıkıyor. " 3 Acaba tarihçiler de kökenierimize ilişkin eldeki modern bilgiyi bir tarihçi pers­ pektifiyle en iyi özetleyen benzer bir bütünleştirici yapı, belki bir "büyük birleşik öykü" aramalı mı? Dünya tarihinin yükselen bu yeni alt disiplini, aslında birçok tarihçinin konularına yönelik daha uyumlu ve tutarlı bir bakışın gerektiğini his­ setmesinin bir işaretidir. Büyük tarih, bu gereksinime verilen bir karşılıktır. 1 980'Ii yılların sonlarında Güney Metodist Üniversitesi (Southern Methodİst University, Teksas, Dallas'ta) John Mears benimle aynı zamanda, tarihi mümkün olan en geniş ölçeklerde anlattığı bir ders vermeye başladı. O tarihten sonra birkaç üniver­ site daha -Avustralya'da Melbourne'de, Canberra'da ve Perth'te; Amsterdam'da ve ABD'de Santa Cruz'da- benzer dersler açıldı. Amsterdam Üniversitesi'nde Fred Spier bir adım daha ileri gitti ve büyük tarih üzerine ilk kitabı yazdı. Bu kitapta geçmişin bütün ölçeklerde birleşik bir açıklamasını kurma projesinin tutkulu bir savunusunu yaptı.4 O sıralarda birçok alandan bilim insanında bilginin büyük birieşimine yakın olduğumuza ilişkin giderek büyüyen bir algı vardı. Biyolog Edward O. Wilson kozmolojiden etiğe kadar, çeşitli bilgi alanları arasındaki bağları araştırmaya baş­ lamamız gerektiğini ileri sürdü.5 Dünya tarihçisi William McNeill da şöyle yazdı:

Öyle görünüyor ki insanlar gerçekten de evrene airler ve onun sürekli evrim geçi­ ren, istikrarsız kişiliğini paylaşıyorlar ( ... ) insanlar arasında olanlarla yıldızlar arasın­ da olanlar sanki gelişen büyük bir öykünün parçalarıymış gibi duruyor. Bu öykünün özelliği karmaşıklığın kendiliğinden ortaya çıkması. Bu karmaşıklık da (en küçük ku­ arklardan ve leptonlardan galaksilere, uzun karben zincirlerinden canlı organizma­ lara ve biyosfere, biyosferden insanların tek başlarına ve hep beraber yaşadıkları, uğraştıkları ve her zaman çevrelerindeki dünyadan istediklerinden ve ihtiyaç duyduk­ larından daha fazlasını almaya çabaladıkları simgesel anlam evrenlerine kadar) her organizasyon düzeyinde yeni davranış biçimleri üretiyor.6 Niyetim genel olarak bu kitabın daha birleşik bir tarih ve bilgi vizyonu oluş­ turmaya yönelik daha büyük bir projeye katkı sağlamasıdır. Bu projenin zorluk­ larının farkındayım. Ama hem önemli hem yapılabilir olduğundan da eminim. Bu nedenle başkaları zamanla daha iyisini yapar umuduyla işe girişıneye değer bulu­ yorum. Ayrıca modern yaratılış mitinin daha önceki toplulukların yaratılış mitleri

GIRIŞ

5

kadar zengin ve güzel olacağına da inanıyorum. Bu, anlatımı kusursuz olmasa da aniatılmaya değer bir öykü.

Yapı ve Organizasyon [ . . . ] hiç gerçekleşmemiş olan diğerleri kadar gerçekleşmiş olabilecek olayların mümkün oluşu derecesinde bütün bu olaylar kesinlikle olanaksızdır.· [ . . . ] Eğer Eyfel kulesi dünyanın yaşını temsil ediyor olsaydı, en tepedeki topuzun boyasının kalınlığı, o yaştan insanlığa düşen pay olurdu. Ve herkes de kulenin yapıl­ ma nedeninin o boya olduğunu düşünürdü. Bilmem, bana öyle düşünürlermiş gibi geliyor. [ r ..

Kuantum fiziğinin öncülerinden Erwin Schrödinger daha birleşik bir bilgi viz­ yonu kurmanın zorluklarını, biyoloji alanında -yaşamın kökeniyle ilgili- yazdığı kitabının önsözünde dile getirmişti. Ayrıca önsözde böyle büyük bir projeye giriş­ menin, bildiğim kadarıyla, en iyi gerekçelendirmesini de yapmıştı. Her şeyi kapsayan, birleşik bir bilgiye yönelik şidde�i arzuyu atalarımızdan miras aldık. En yükseköğrenim kurumlarına verdiğimiz ad bize, Antikile'den bu yana ve yüzyıllar boyunca bütün övgünün yalnızca evrensel bakış açısına gittiğini anımsatıyor. Ama bilginin çeşitli dallarının yüz küsur yıldır hem enine hem derinlemesine yayılımı bizi garip bir ikilemle karşı karşıya getirdi. Bilinen her şeyi bir bütün oluşturacak şekilde kaynaştıracak, güvenilir malzemeleri ancak şimdi elde etmeye başladığımızı açıkça duyumsuyoruz. Ama bunun yanı sıra, tek bir zekônın bunun uzmanlık gerek­ tiren küçük bir bölümünden daha fazlasına egemen olması da neredeyse olanaksız hale geldi. Gerçek amacımız sonsuza kadar yitip gitmesin diye bazılarımızın aptal durumuna düşme riskini göze alıp (bir bölümü eksik ya da ikinci el olsa da) kuramiarı ve olguları sentezlerneye girişmeyi göze almasından başka bu ikilemden kaçış yolu göremiyorum. Şimdilik bu kadar özür yeter.7 Büyük tarihin ortaya attığı en göz korkutucu sorunlardan bazıları organizas­ yonla ilgilidir. Modern yaratılış miti nasıl şekil alacaktır? Hangi bakış açısıyla ya­ zılacaktır? Hangi konulara daha büyük önem verecektir? Hangi zaman ölçekleri baskın olacaktır? Modern bir yaratılış miti "yansız" olmayı umamaz ve öyle de olmayacaktır. Modern bilgi söz konusu olduğunda her konuya vakıf bir " bilen kişi" olamaya­ cağı gibi kuarklardan insanlara ve galaksilere kadar bütün nesnelerin eşit önem taşıdığı yansız bir gözlem noktası da yoktur. Aynı anda her yerde olamayız. Bu •

James Joyce, Finnegans Wake; Joseph Campbell, The Masks of God, c. 1, Primitive Mythology ( 1 959; tekrar baskı, Harmondsworth, 1976), s. xx'den alıntılanmıştır. Mark Twain, "The Damned Human Race", s. 215-216; Letters from the Earth, (der.) Bemard de Voto (New York, 1 962).

6

ZAMAN HARITALARI

nedenle " belli bir bakış açısı olmayan bilgi" düşüncesi anlamsızdır (Bu önerme teknik açıdan Nietzsche'nin geliştirdiği perspektivizm olarak bilinen felsefi duruşu yansıtıyor). Ne olursa olsun böyle bir bilginin ne yararı olabilir? Bütün bilgiler bir bilgi nesnesi ile bilen arasındaki ilişkiden doğar. Bütün bilen kişiler de bilgiyi bir şekilde kullanmayı umarlar. Yaratılış öyküleri de belli insan toplulukları ile onların hayal ettikleri evren arasındaki ilişkiden doğar. Evrensel sorulara dair birçok farklı ölçekte yanıtları vardır. Bu nedenle bazen Rus matruşkalarına -ya da Ptolemaios'un iç içe geçmiş kabuklardan oluşan evren görüşüne- benzeyen iç içe bir yapıları varmış gibi gö­ rünür. Merkezde anlamaya çalışanlar yer alır. Dış kenarda bir çeşit bütünlük, -bir evren ya da tanrı- bulunur. Arada da farklı zaman, mekan ve mit ölçeklerindeki varlıklar olur. Yani bütün yaratılış mitlerine genel şeklini veren şey bizim sorula­ rımızdır. Ve biz de insan olduğumuz için bir yaratılış mitinde insanın kapiayacağı alanın evrende gerçekte kapladığından daha büyük olacağı kesindir. Bir yaratılış miti daima birilerine aittir. Bu kitapta anlatılan öykü de modern dünyanın bilimsel gelenekleri içinde eğitim almış, modern insanların yaratılış mitidir. (İlginçtir ki bu da modern yaratılış mitinin öykü/erne yapısının, tıpkı bütün yaratılış mitlerinde olduğu gibi, Kopernik öncesi bir öyküleme yapısına -içeriği kesinlikle Kopernik sonrası olsa da- benzeyebileceği anlamına gelir. ) Kapsamı çok geniş olmasına karşın, Zaman Haritaları'nda amacım okuyucu­ yu ayrıntılara boğmamak. Ayrıntıların büyük resmi gizlerneyeceği umuduyla -tam başarılı olamasarn da- kitabın giderek büyük bir kitaba dönüşmesinin önüne geç­ meye çalıştım. Bu öykünün herhangi bir bölümüne özel ilgi duyanlar daha fazlası­ nı bulmakta da zorlanmayacaktır. Her bölümün sonunda ileri okuma için konan basit kılavuzlar bunun için bir başlangıç noktası olacaktır. Kitaptaki konu ve temaların hassas dengesi, bunun bir astronom, jeolog ya da biyolog değil de bir tarihçi perspektifiyle yapılan bir büyük tarih girişimi olduğu gerçeğini yansıtır (Bu girişin sonunda büyük tarih için bazı alternatif yaklaşımla­ rın listesi verilmiştir) . Bunun anlamı şudur: Kitapta insan toplumlarına Stephen Hawking'in kitaplarında ya da Preston Cloud'un Cosmos, Earth and Man ın­ da (Kozmos, Dünya ve İnsan, 1 978) olduğundan daha büyük önem verilmiştir. Bununla birlikte ilk beş bölümde yer alan konular kozmoloji, jeoloji ve biyoloji alanlarındadır. Bu bölümlerde evrenin, galaksilerin ve yıldızların, güneş sistemi­ nin, yeryüzünün ve yeryüzünde yaşamın doğuşu ve evrimi konuları ele alınmıştır. Kitabın geri kalanında kendi türüroüzün tarihinin yanı sıra, öteki türlerle ve yer­ yüzüyle ilişkilerimiz incelenmiştir. 6 ve 7. bölümlerde insanın kökeni ve ilk insan topluluklarının doğası ele alınmıştır. İnsanlık tarihinin ayırt edici özellikleriyle insanları yeryüzünde yaşayan öteki organizmalardan ayıran başlıca özellikler ta­ nımlanmaya çalışılmıştır. 8. Bölüm'de kent ve devlet öncesi ilk tarım toplulukları incelenmiştir. 10.000 yıl kadar önce tarımın ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar ilk kez yoğun nüfuslu topluluklar halinde yaşamaya başlamış, bu sayede bilgi ve mal alışverişi daha önce hiç olmadığı kadar artmıştır. 9 ve 1 0. bölümlerde kentle'

GiRiŞ

7

rin, devletlerin ve tarım toplumlarının doğuşu ve geçirdikleri evrim incelenmiştir. l l 'den 14'e kadar olan bölümlerde modern dünyanın ve onun köklerinin man­ tıklı ve tutarlı bir yorumu yapılmaya çalışılmıştır. Sonunda 1 5 . Bölüm'de geleceğe bakılmıştır. Büyük tarih kaçınılmaz olarak (şu anda birden durması olanaksız) büyük eğilimlerle ilgilenir. Geçmişe yönelik böylesi geniş bir bakış açısı kaçınılmaz olarak gelecekte ilgili de bazı soruların ortaya atılmasına neden olur. Bunlardan hem yakın (diyelim ki gelecek 100 yılda) hem uzak gelecekte (önümüzdeki birkaç milyar yılda) olacaklara ilişkin en azından bazılarının yanıtları vardır. Geleceğe yönelik değerlendirmelerimizin bugün alınacak kararların üzerinde etkisi olaca­ ğından böylesi soruların sorulması modern eğitimin çok önemli bir parçasıdır. Çünkü bunlar çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşayacağı dünyayı şekillendire­ cektir. Eğer bu görevi hafife alırsak, bize pek de minnettar kalmayacaklardır. Organizasyonla ilgili ikinci zorluksa tematiktir. Bu kadar çok farklı bilim ala­ nını kuşatan bir anlatıda uyurnun az olması beklenebilir. Ama bütün ölçeklerde kesişen birtakım olgular vardır. Hepsinden önemlisi temel aktörlerin benzer oldu­ ğu anlaşılmıştır. Her düzeyde, moleküllerden mikroplara, insan toplumlarına, bü­ yük galaksi kümelerine kadar, hep düzenli varlıklarla ilgileneceğiz. Bu tür şeylerin nasıl var olduğunun, nasıl doğduğunun, nasıl evrim geçirdiğinin ve sonunda nasıl yok olduğunun açıklaması aslında tarihin her ölçekte malzemesidir. Kuşkusuz her ölçeğin kendi kuralları vardır -molekül düzeyinde kimyasal, mikrop düzeyinde biyolojik vs. Ama altta yatan bazı değişim ilkelerinin evrensel olması da şaşır­ tıcıdır. Bu nedenle Fred Spier büyük tarihin temel bir düzeyde "rejimler"le ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Her şey, bütün ölçeklerde görülen birtakım düzenli ve kırılgan örüntülerle ve onların değişim tarzlarıyla ilgilidir.8 Yani büyük tarihin ana fikri, bütün değişimierin doğasında birtakım temel benzeriikierin olmasına karşın, değişim kurallarının farklı ölçeklerde nasıl değiştiğidir. İnsanlık tarihi kozmolojik tarihten farklıdır; ama tümüyle de farklı değildir. Değişimin bazı genel ilkelerini Ek 2'de inceledim. Ama bir bütün olarak kitapta, değişimin çeşitli ölçeklerde gö­ rülen farklı bazı kuralları ele alınacaktır.

Büyük Tarihin Yanında ve Karşısında Jeolojiden arkeolojiye ve tarihöncesine kadar birçok alandaki uzmanlar geçmi­ şe çok büyük ölçeklerde bakmayı oldukça doğal karşılayacaklardır. Ama herkes de büyük tarihle uğraşılması gerektiğine ikna olmayabilir. Özellikle profesyonel tarihçilere, geçmişin böyle büyük zaman ölçeklerinde incelenmesi fazla iddialı hatta düpedüz olanaksız ve belki de tarihçilerin gerçek görevlerinden de bir sapma gibi gelebilir. Bu girişin son bölümünde, karşılaştığım dört temel itiraza yer vereceğim. Bunların birincisi özellikle profesyonel tarihçiler arasında yaygındır. Bu, bü­ yük ölçeklerde tarihin ineelmesi gerektiğidir. Detay, doku, hususiyet ve öz kaybı zorunludur. En sonunda da anlamsızlaşır. Kuşkusuz profesyonel tarihçilerce iyi bilinen temalar ve sorunlar büyük ölçeklerde ele alındığında tıpkı yükselmekte

8

ZAMAN HARITALARI

olan bir uçaktan bakıldığında, bilinen bir manzaranın ayrıntılarının kaybolması gibi ortadan yok olabilir. Bir "büyük tarih" dersi sırasında Fransız Devrimi'nden belki de yalnızca söz edilir. Ama bunun yerini dolduran şeyler de vardır. Geçmişe baktığımız çerçeve genişledikçe tarihsel manzaranın, çok büyük olduğu için bir zamanlar o çerçeveye sığmayan hatları artık bütün olarak görülebilir. Bölgesel ve ulusal tarihlerde bulunan "geçmişin kasabalarının ve yollarının" yanı sıra, "kı­ talarını ve okyanuslarını" da görmeye başlarız. Her türlü çerçeve aslında ortaya koyduğundan daha fazlasını dışarıda bırakır. Bu durum özellikle modern tarihya­ zımının, birkaç yıldan birkaç yüzyıla kadar uzayabilen, geleneksel zaman çerçeve­ leri için geçerlidir. Geleneksel çerçevelerin gösteremediği, belki de en şaşırtıcı şey insanlığın kendisidir. Birkaç bin yıllık çerçevelerde bile, evrim geçiren biyosferde insanlık tarihinin artan önemine ilişkin soru sormak zordur. Nükleer silahların ve ekoloji sorunlarının bütün ulusal sınırları aştığı bir dünyada insanlığı bütün ola­ rak görmeye umutsuzca ihtiyacımız var. Geçmişin, temel olarak uluslar, dinler ve kültürler arasındaki bölünmelere odaklanmış anlatımları artık dar görüşlü, çağdı­ şı hatta tehlikeli görülmeye başlamıştır. Bu nedenle büyük ölçeklerde çalışıldığında tarihin anlamsızlaşacağı doğru değildir. Birtakım tanıdık nesneler belki ortadan kaybolabii ir; ama görüş alanımıza yeni ve önemli daha başka nesneler ve sorunlar girer. Bunların varlığı da tarih disiplinini yalnızca zenginleştirir. İkinci olası itiraz büyük tarihin yazımıyla ilgilidir. Çünkü tarihçilerio kendi di­ siplinlerinin bilinen sınırlarının dışına çıkması gerekecektir. Bu, elbette doğrudur. Bu kitap gibi genel bakışlı çalışmalar bazı riskler taşır. Çünkü yazarları ikincil kay­ naklara ve genel bakışlı diğer çalışmalara dayanmak durumundadır. Sonuç olarak kaçınılmaz bir şekilde yanlış anlaşılmalar ve hatalar olacaktır: Proje, yapısı gereği birtakım hatalar içerecektir. Aslında bu durum, öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Kendi ülkenizi tanımak için en az bir kere ülkenizin dışına çıkıp gezmeniz gerekir. Gördüğünüz her şeyi anlayamayabilirsiniz ama ülkenize artık daha farklı bir gözle bakmaya başlarsınız. Aynı şey tarih için de geçerlidir. İnsanlık tarihinin han­ gi yanlarının ayırt edici olduğunu anlayabilmek için konuya biyologların ve jeo­ logların nasıl baktığına ilişkin bir parça fikrimiz olması gerekir. Biyolog ya da jeo­ log olamayız ve bu alanları da ancak belli sınırlara kadar kavrayabiliriz. Bununla birlikte başka alanlardaki uzmanların görüşlerinden de olabildiğince ustalıkla ya­ rarlanmamız gerekir. Ayrıca onların geçmişe yönelik farklı bakış açılarından öğre­ neceğimiz çok şey vardır. Disiplinler arası sınırlara gösterilen aşırı saygı, disiplinler arası birçok entelektüel sinerji olasılığının üstünü örtmüştür. Örneğin bir hayvan olarak Homo sapiens türünün gerçekten ayırt edici yanlarının neler olduğunu bil­ memiz için biyoloğun vizyonuna gereksinimimiz olduğunu iddia ediyorum. Üçüncü olarak, büyük tarihe, onun tam da " büyük anlatı"ların boşunalığının hatta tehlikeli oluşunun farkına vanldığı bir zamanda, yeni bir büyük aniatı ya­ ratmayı amaçladığı düşünülerek de itiraz edilebilir. Büyük tarihin "üst anlatısı" yüzünden alternatif tarihlere -azınlıkların, bölgelerin, belli ulusların ya da etnik grupların tarihlerine- yer kalmayacak mıdır?9 Belki geçmişi, parçalara ayrılmış

GIRIŞ

9

olarak görme ( antrapolog George Marcus ile Michael Fischer'ın deyişiyle bir "ku­ yumcu gözü"nün bakışı) insanlığın deneyim zenginliğinin hakkını verecek tek gö­ rüştür. 10 Natalie Zernon Davis bunu çok güzel açıklıyor: Geriye kalan soru şudur: Bir büyük aniatı küresel tarih için yeterli ve uygun bir amaç mıdır? Kan ımca değildir. Büyük aniatılar özellikle tarihçinin bulunduğu yere ve zamana özgü örüntülerin egemenliğine girmeye karşı korumasızdır. Bununla birlikte tarihsel kanıtların bazılarını açıklamada işe yarayabilirler. Eğer merkezi olmayan yeni bir küresel tarih, önemli birtakım alternatif yolları ve rotaları keşfediyorsa, onun büyük öykülerinin çeşi�enip alternatif oluşturmasına izin verilmesi de iyi olacaktır. Küresel tarih açısından zor olan şey bu aniatıları etkileşimli bir çerçevenin içine yaratıcı bir şekilde yerleştirmektir. 1 1 Bir kez daha suçlama, en azından, kısmen doğrudur. Geçmişe büyük ölçeklerle bakıldığında belli tür aniatıların kaçınılmaz olduğu görülüyor. Bunların da kendi dönemlerinin kaygılarıyla şekiileneceği kesindir. Yine de bu büyük aniatılar ne kadar büyük görünseler de tarihçilerio bunları dışlaması hata olur. Beğenin ya da beğenmeyin, insanlar bu tür anlatılan arayacak ve bulacaklardır; çünkü bunlar bir anlam algısı sağlar. William Cranon çevrecilik tarihiyle ilgili şöyle yazmıştır: "Bir ekasistemdeki insan etkinliklerini betimlediğimizde hep onlarla ilgili öyküler anlatıyormuş gibi görünüyoruz. Tıpkı bütün tarihçiler gibi geçmişteki olayları ne­ densel diziler -öyküler- şeklinde yapılandırıyoruz. Bu öyküler o olayları, onlara yeni anlamlar yüklenecek şekilde basitleştirip düzenliyor. Böyle yapıyoruz çün­ kü aşırı kalabalık ve düzensiz bir kronolojik gerçekliğin içinde anlam bulmaya çalışan temel yazınsal biçim anlatıdır" .12 Ücretli entelektüeller bu öykülere şekil verınede çok titiz olurlarsa, öyküler de gelişir ve güzelleşir. Ama entelektüeller göz ardı edilecek ve en sonunda kendilerini haklarından mahrum edeceklerdir. Günümüz üst aniatıların birçoğunun yaratılmasında entelektüeller özellikle büyük roller oynamışken bu durum, sorumluluktan feragat etmektir. Üst aniatılar vardır; güçlüdürler ve inandırıcıdırlar. Onları belki evcilleştirebiliriz ama kesinlikle yok edemeyiz. Bunun yanında büyük aniatılar güçlüyse, bilinçaltının büyük anlatı­ ları daha da güçlü olabilir. Şu anda "modern bir yaratılış miti" modern bilginin yüzeyinin altında zaten vardır. Gerçekliğin geleneksel açıklamalarının altını oyan ama yeni bir gerçeklik vizyonuyla bütünleştirilmemiş, az anlaşılmış ve de zayıf bir şekilde dile getirilen modern bilgi parçaları halinde tehlikeli bir şekilde duruyor. Ne zaman ki tutarlı ve kolay anlaşılabilir bir modern yaratılış miti oluşturulur, o zaman bir sonraki adımı atmak yani onu eleştirmek, yapı sökümünü gerçekleştir­ mek ve belki daha da geliştirmek olanaklı hale gelir. İnşaatta olduğu gibi tarihte de yapmak, sökmekten önce gelmelidir. Modern yaratılış mitini eleştirmeden önce onu görmemiz gerekir. Onu görmeden önce de açıkça dile getirebilmeliyiz. Ernest Gellner, Plough, Sword and Book (Saban, Kılıç ve Kitap, 1 9 9 1 ) adlı tarihi genel bir bakışla ele almaya çalıştığı eserinin girişinde bu noktaya şöyle değinmiştir:

10

ZAMAN HARITALARI

Bu kitabın basit bir amacı var: Henüz uygun bir şekilde sistemleştirilmemiş, yeni bir insanlık tarihi vizyonunu en belirgin ve belki de en abartılı ana hatlarıyla hecele­ yerek söylemek. Bu vizyonu su yüzüne çıkarma denemesinin yapılma nedeni yazarın bunun doğru olduğunu bildiğine ilişkin herhangi bir yanılsamaya kapılmış olması değil: Böyle bir yanılsaması yok. Kuramiara nihai ve belirleyici gerçeklik genel olarak henüz bahşedilmedi. Özellikle bunları herhangi bir bilim insanının erişemeyeceği aşı­ rı karmaşık olguların sonsuz çeşitliliğini açıklayan kuramiara iliştirrnek olanaksızdır. Yeni vizyon, net ve etkili açıklaması sayesinde büyük sınavından geçeceği umuduyla formüle edildi. 1 3 Bunların yanı sıra, bu kitapta sunulan türden bir " büyük anlatı"nın şaşırtıcı bir şekilde çok şey içerdiği de görülecektir. 2 1 . yüzyılın küresel "gerçeklik" paza­ rında bütün aniatılar çetin bir rekabetle karşı karşıyadır. Okullarımızda ve üniver­ sitelerimizde öğretilen geçmişe ait ayrıntılı birçok öykü sayesinde modern yaratılış miti tek parçalı bir öykü değil de ( birçoğu çeşitli şekillerde anlatılabilen ve birçok çeşitlernesi olan) büyük ve köhne bir öyküler çevrimi şeklinde olacaktır. Gerçekte çok büyük aniatıların mevcut -ve daha az geniş- tarih müfredatlarında hayatta kalmaya çalışan, alternatif geçmiş açıklamaları için daha çok yer açtığı ortaya çı­ kabilir. Patrick O'Brien şöyle demiştir: "Neyse ki daha çok tarihçi küresel ölçekte yazmayı göze aldıkça bu alan giderek itibar kazanacak ve birbiriyle rekabet eden üst aniatılar üretecektir. Ve ezici çoğunluktaki yöresel, bölgesel ve ulusal tarihler de bu üst anlatıya bağlanabilecektir. " 14 Dördüncü itiraz üçüncüyle yakından ilişkilidir: Böylesi büyük ölçekli bir anla­ tının bazı abartılı iddialarının olması kaçınılmaz değil midir? Büyük tarihi öğre­ tirken öğrencilerin iki uç nokta arasındaki dengeyi bulmaya çabaladıklarını gözle­ dim. Bir yandan kökene yönelik modern "bilimsel" açıklamanın doğru olduğunu ve önceki tüm açıklamaların aşağı yukarı yanlış olduğunu düşünme yönünde akıl­ ları çeliniyor. Öte yandan geçmişin bu modern açıklamasında birtakım belirsiz­ liklerle karşılaştıklarında " bunun da diğerleri gibi bir öykü" olduğunu düşünme eğiliminde oluyorlar. Büyük tarih aniatısını modern bir yaratılış miti olarak düşünmek, bu iki uç arasındaki epistemolojik denge merkezini bulmada öğrencilerin işine yarıyor. Bilgi notu olarak: Bütün gerçeklik açıklamaları geçicidir ve kesin değildir. Bugün anlat­ tığımız öykülerin çoğu, tıpkı geleneksel yaratılış miderindeki birçok öğenin bize naif görünmesi gibi, birkaç yüzyıl içinde tuhaf ve çocukça görünecektir. Ama bunu kabullenerek nihilist bir görececiliğe teslim olmuyoruz. Modern bilimden en eski yaratılış mitlerine gömülü olanlara kadar bütün bilgi sistemleri, birer gerçeklik haritası olarak düşünülebilir. Hiçbir zaman tümüyle doğru ya da yanlış değildir­ ler. Gerçekliğin kusursuz betimlemeleri ulaşılamaz, gereksiz ve insanlar da dahil öğrenen bütün organizmalar için çok maliyetlidir. Ama işe yarayan betimlemele­ rin olması da zorunludur. Yani bilgi sistemleri -tıpkı haritalar gibi- gerçekliğin, esnekliğin, kullanışlılığın ve esinlenmenin karmaşık birer harmanıdır. Gerçekliğin

GIRIŞ

11

sağduyulu deneyimlerle (bir dereceye kadar) uyumlu betimlemelerini sunmaları gerekir. Ama bu betimlemeler aynı zamanda kullanışlı da olmalıdır. Her toplulu­ ğun üstesinden gelmesi gereken manevi, psikolojik, politik ya da mekanik sorun­ ların çözümüne katkıları olmalıdır. 15 Kendi dönemlerinde bütün yaratılış mitleri işe yarar gerçeklik haritaları sun­ muşlardır. Bu nedenle de onlara inanılmıştır. İnsanların bildiklerine anlam kazan­ dırmışlardır. Yararlı birçok ampirik bilgi içerirler. Yapılarının büyüklüğü sayesinde insanlar kendilerini daha geniş bir gerçekliğin içine yerleştirebilirler. Ama her hari­ ta, bilgiye dayanmak zorundadır ve toplumun gereksinimlerini karşılamalıdır. İşte, bu nedenle de kendi doğdukları çevrelerin dışında ille de " doğru" kabul edilmeye­ bilirler. Böyle dar görüşlü olmadığı için modern bir yaratılış mitinin özür dileme­ sine gerek yoktur. Bu modern yaratılış miti, modern sorular ve modern bilgilerle işe başlamalıdır çünkü modern bir dünyada yaşayan insanlar için tasarlanıyordur. Girişimlerimizin tam olarak başarılı olamayacağından emin olsak bile evrenimizi anlamaya çalışmamız gerekir. Bu durumda modern yaratılış mitinin doğruluğuna ilişkin ileri sürülebilecek en güçlü sav onun 2 1 . yüzyılın başlarına ait bir perspektif­ le oluşturulmuş, kökenierimize yönelik birleşik bir açıklama sunduğudur.

Büyük Tarih Üzerine İleri Okuma Aşağıdaki listede geçmişi, dünya tarihinden daha geniş ölçeklerde ele alan ya da insanlık tarihini daha geniş bağlamda görmeye çalışan ya da böylesi girişim­ lere metodolajik çerçeve sunan bir dizi İngilizce kitap sunulmuştur. Bu "büyük tarih"in geniş tanımıdır ve kuşkusuz bunlardan başka bu tanıma girebilecek daha birçok eser vardır. Yazarlar çok farklı alanlardan gelmektedir ve kitaplar da hem yaklaşım hem nitelik açısından çok çeşididir. Yani hangilerinin gerçekten büyük tarihin kitabı sayılabileceği, hangilerinin sayılamayacağı tartışması için bolca mal­ zeme vardır. Bu ön kaynakça Fred Spier'in derlediği bir listeyi temel alıyor. Genel okur ya da tarihçiler için yararı olamayacak kadar teknik kitaplar liste dışı tutul­ muştur. Bunun yanında yine büyük ölçeklerden bakan ve tarihçiler için yararlı ola­ bilecek çok sayıda kitap, değişik zaman ölçekleri arasında gezinmediği için listeye alınmamıştır. Asimov, Isaac, Beginnings: The Story of Origins -of Mankind, Life, the Earth, the Universe, New York: Walker, 1 987. Blank, Paul W. ve Fred Spier (ed.), Defining the Pacific: Constraints and Oppor­ tunities, Aldershot, Hants.: Ashgate, 2002. Calder, Nigel, Timescale: An Atlas of the Fourth Dimension, Londra: Charro and Windus, 1 983. Chaisson, Eric J., Cosmic Evolution: The Rise of Complexity in Nature, Cambri­ dge, Mass.: Harvard University Press, 200 1 . The Life Era: Cosmic Selection and Conscious Evolution, New York: W. W. Norton, 1 9 8 7. --

12

ZAMAN HARITALARI

-- Universe: An Evolutionary Approach to Astronomy, Englewood Cliffs, N. J.: Prentice-Hall, 1 988. Christian, David, "Adapting a Global Perspective", The Humanities and a Cre­ ative Nation: fubilee Essays, (ed.) D. M. Schreuder, s. 249-262, Canberra: Australian Academy of the Humanities, 1 995. -- "The Case for 'Big History"', journa/ of World History 2, sayı 2 (Güz 1991): 223-228, tekrar basım, The New World History: A Teacher's Companion, (ed.) Ross E. Dunn, Bostan: Bedford/St. Martin, 2000, s. 575-587. -- "The Longest Duree: A History of the Last 15 Billion Years", Australian Histarical Association Bul/etin, sayı 59-60 (Ağustos-Kasım 1 989): 27-36. Cloud, Preston, Cosmos, Earth, and Man: A Short I Iistory of the Urıiverse, New Haven: Yale University Press, 1 978. -- Oasis in Space: Earth History from the Beginning, New York: W. W. Norton, 1 988. Crosby, Alfred W., The Columbian Exchange: Biological and Cu/tura/ Consequ­ ences of 1 492, Westport, Conn.: Greenwood Press, 1 972. -- Ecological Imperialism: The Biological Expansion of Europe, 900-1 900, Cambridge: Cambridge University Press, 1 986. Delsemme, Armand, Our Cosmic Origins: From the Big Bang to the Emergence of Life and Intelligence, Cambridge: Cambridge University Press, 1 998. Diamond, Jared, Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies, Londra: Vintage, 1998. -- The Rise and Fal/ of the Third Chimpanzee, Londra: Vintage, 1 991 . Emiliani, Cesare, Planet Earth: Cosmology, Geology, and the Evalutian of Life and Environment, Cambridge: Cambridge University Press, 1992. Flannery, Tim, The Eternal Frontier: An Ecological History of North America and Its Peoples, New York: Atlantic Monthly Press, 200 1 . -- The Future Eaters: A n Ecological History of the Australasian Lands and People, Chatswood. N. S. W.: Reed, 1 995. Gould, Stephen Jay, Life's Grandeur: The Spread of Exeellence from Plato to Darwin, Londra: Jonathan Cape, 1 996. -- Wonderful Life: The Burgess Shale and the Nature of History, Londra: Hutchinson, 1 989. Gribbin, John, Genesis: The Origins of Man and the Universe, New York: Delta, 1 98 1 . Hawking, Stephen, A Brief History of Time: From the Big Bang to Black Ho/es, New York: Bantam, 1 988. Hughes-Warrington, Mamie, "Big History", Histarica/Iy Speaking, Kasım 2002, s. 1 6-20. Jantsch, Erich, The Self-Organizing Universe: Scientific and Human Implications of the Emerging Paradigm of Evolution, Oxford: Pergamon Press, 1 980. Kutter, G. Siegfried, The Universe and Life: Origins and Evolution, Bostan: Jones and Bartlett, 1987.

GIRIŞ

13

Liebes, Sidney, Elisabet Sahtouris ve Brian Swimme, A Walk through Time: From Stardust to Us: The Evalutian of Life on Earth, New York: John Wiley, 1 998. Lovelock, James C., The Ages of Gaia, Oxford: Oxford University Press, 1 988. Gaia: A New Look at Life on Earth, Oxford: Oxford University Press, 1 979. Gaia: The Practical Science of Planetary Medicine, Londra: Unwin, 1 991 . Lunine, Jonathan 1 . , Earth: Evalutian of a Habitable World, Cambridge: Cambridge University Press, 1 999. Macdougall, J. D., A Short History of Planet Earth: Mountains, Mammals, Fire, and Ice, New York: John Wiley, 1 995. Margulis, Lynn ve Dorion Sagan, Microcosmos: Four Billion Years of Microbial Evolution, Londra: Alien and Unwin, 1 987. -- What ls Life?, Berkeley: University of California Press, 1 995. Maynard Smith, John ve Ears Szathrnary, The Origins of Life: From the Birth of Life to the Origins of Language. Oxford: Oxford University Press, 1 999. McNeill, J. R. ve William H. McNeill, The Human Web: A Bird's-Eye View of World History, New York: W. W. Norton, 2003. McNeill, W. H., " History and the Scientific Worldview", History and Theory 3 7, sayı 1 ( 1 998): 1 -1 3 . -- Plagues and People, Oxford: Blackwell, 1 977. McSween, Harry Y., Jr., Fanfare for Earth: The Origin of Our Planet and Life, New York: St. Martin's, 1 997. Morrison, Philip ve Phylis Morrison, Powers of Ten: A Book about the Relative Size of Things in the Vniverse and the Effect of Adding Anather Zero, Red­ ding, Conn.: Scientific American Library; San Francisco, 1 982. Nisbet, E. G., Living Earth -A Short History of Life and Its Home, Londra: Har­ per Collins Academic Press, 1 99 1 . Packard, Edward, lmagining the Universe: A Visual ]ourney, New York: Perigee, 1 994. Ponting, Clive, A Green History of the World, Harmondsworth: Penguin, 1 992. Prantzos, Nikos, Our Cosmic Future: Humanity's Fate in the Universe, Cambridge: Cambridge University Press, 2000. Priem, H. N. A., Aarde en leven: Het leven in relatie tot zijn planetaire omge­ ving/Earth and Life: Life in Relation to /ts Planetary Environment, Dordrecht: Kluwer, 1 993. Rees, Martin, ]ust Six Numbers: The Deep Forces That Shape the Universe, New York: Basic Books, 2000. Reeves, Hubert, Joel de Rosnay, Yves Coppens ve Dominique Simonnet, Origins: Cosmos, Earth, and Mankind, New York: Areade Publishing, 1 998. Rindos, David. Origins of Agriculture: An Evolutionary Perspective. New York: Academic Press, 1 984. Roberts, Neil, The Holocene: An Environmental History. 2. Baskı, Oxford: Blackwell, 1 998. --

--

.

14

ZAMAN HARITALARI

Simmons, I. G. Changing the Face of the Earth: Culture, Environment, History. 2. Baskı, Oxford: Blackwell, 1 996. Smil, Vaclav, Energy in World History. Boulder, Colo.: Westview Press, 1 994. Snooks, G. D., The Dynamic Society: Exploring the Sources of Global Change, Londra: Routledge, 1 996. The Ephemeral Civilization: Exploding the Myth of Social Evolution. Lond­ ra: Routledge, 1 997. Spier, Fred, The Structure ofBig History: From the Big Bang until Today, Amster­ dam: Amsterdam University Press, 1 996. Stokes, Gale, "The Fate s of Human Societies: A Review of Recent Macro-histo­ rics", Americmı Histarical Review 1 06, sayı 2 (Nisan 2001 ): 508-525. Swimme, Brian ve Thomas Berry, The Vniverse Story: From the Primordial Fla­ ring Forth to the Ecozoic Era: A Celebration of the Unfolding of the Cosmos, San Francisco: Harper San Francisco, 1 992. Wells, H. G., The Outline of History: Being a Plain History of Life and Mankind, 2 cilt, Londra: George Newnes, 1 920. A Short History of the World, Londra: Cassell, 1 922. Wright, Robert, Nonzero: The Logic of Human Destiny, New York: Random House, 2000. --

--

CANSIZ EVREN

16

ZAMAN HARITALARI

13

Büyük Patlama Kazmik arka plan ışımasının başlangıcı

12

lik yıldızlar, golaksiler ilk süpernovalar; yeni elementlerin oluşumu

11

10

9

B



;;:: o 2:-



7

.:ii ., u c:

o

c .. "U ... ""

6

E

'"' c:

'"'

(.!)

5

Güneş'in, Dünya'nın, Güneş Sistemi'nin oluşumu 4

Yeryüzünde ilk yaşam? Atmasierde oksijenin ortması

3

Zornon Çizelgesi 3 . l 'in Zaman Ölçegi

2

ilk ökoryot canlılar

ilk cokhücreli canlılar

Zaman Çizelgesi 1 . 1 Evrenin zaman ölçeği: 1 3 milyar yıl.

1

ilk 300.000 Yıl Evrenin, Zamanın ve Uzayın Doğuşu

Viola: Dostlar, bu hangi ülkedir? Kaptan: Burası illirya, hanımefendi :

Başlangıçların Sorunu Her şey nasıl başladı? Her yaratılış mitinin karşılaşacağı ilk soru budur ve modern kozmolojinin elde ettiği bütün başanlara karşın, buna yanıt vermek hala kolay değildir. En başında bütün açıklamalar aynı sorunla karşılaşır: Bir şey yokluktan nasıl ortaya çıkar? Bu, genel bir sorundur; çünkü başlangıçlar açıklanamaz. En küçük ölçekte atom altı parçacıklar bazen anlık olarak yokluktan ortaya çıkar. Bir an önce hiçbir şey yokken bir an sonra bir şeyler vardır. Bu ikisi arasında bir ara durum yoktur. Kuantum fiziği bu türden yokluktan varlığa ve varlıktan yokluğa garip sıçramaları büyük bir duyarlılıkla analiz eder. Ancak insanlara anlamlı ge­ lecek bir şekilde açıklayamaz. Bu tür paradokslar şu çağdaş Avustralya Aborijin deyişinde pek güzel dile getirilmiştir: "Hiç, yoktur. " 1 Kökeni açıklamanın zorluğunun farkında olmak mitin kendisi kadar eskidir. Aşağıdaki metinde bu sorular büyük bir incelik ve de şaşırtıcı derecede modern bir kuşkuculukla soruluyor. Metin, Rig-Veda olarak bilinen Eski Hint ilahilerinden alınma ve olasılıkla MÖ 1200 dolaylarında yazılmış. Yaratılış öncesi yani gerçekte "olmayan" ama aslında tümüyle de "yok olmayan" bir dünyayı betimliyor:



William Shakespeare, On Ikinci Gece, 1 .2; John Lewis Gaddis, The Landscape of History: How Historians Map the Past (Oxford, 2002), s. 16'daki alıntıdır. Gaddis şunu ekler: "Shakespeare'in Viola'yı konuşturduğu ilk satırlarda bulunan zeka, merak ve biraz da endişe tarihin manzarası üzerine kafa yoran her tarihçi için bir başlangıç noktası olabilir. "

18

ZAMAN HARiTALARI

O zamanlar ne var olmayış ne var oluş vardı; ne uzayın krallığı ne daha ötede olan sema vardı. Karıştıran ne oldu? Nerede? Kimin himayesinde? Su var mıydı, dipsiz derinliği olan? O zamanlar ne ölüm ne ölümsüzlük vardı. Geceyle gündüzün farkını gösteren hiçbir işaret yoktu. O, soludu, rüzgôrsız, yalnızca kendi dürtüsüyle. Bunun dışında ötelerde hiçbir şey yoktu [ . . . ] Aşağısı var mıydı? Yukarısı var mıydı? Tohum yerleştirenler vardı; güçler vardı. Aşağıda itki vardı; yukarıda yayılma vardı. Gerçekten kim bilir? Burada onu kim bildirecek? Nerede üretildi? Bu yaratılış ne­ rede oldu? Sonra bu evrenin yaratılışıyle birlikte tanrılar geldi. O zaman kim bilebilir nereden çıktığını? Bu yaratılış nereden doğduysa -belki kendi kendine oluştu, belki de öyle olmadı­ onun üzerinden aşağı bakan, en yüksek göklerde, yalnız o bilir -ya da bilmeyebilir.2 Burada elimizde, en başta bir tür kudretli hiçliğin -tıpkı bir çömlekçinin bah­ çesinde birtakım şeylere dönüştürütmek için bekleyen kil gibi- olduğunu gösteren bir ipucu var. Bu, modern nükleer fiziğin vakum (boşluk) olgusuna bakışına çok benziyor: Boş ama yine de bir şekli, yapısı ve (parçacık hızlandırıcılarında yapılan deneylede gösterildiği üzere) boşlukta birden ortaya çıkıveren birtakım "şeyleri" ve "enerjileri" var. Belki de boşluğa şekil vermek için bekleyen bir (ya da birçok) çömlekçi vardı. Ve belki de çömlekçi ile kil her nasılsa aynı şeylerdi. 1 6. yüzyıl Maya kitabı Popol Vuh'a (Divan Kitabı) göre "Orada olması gereken neyse, o orada yok: Yalnızca karanlıkta, gecenin içindeki mırıltılar ve küçük dalgalanmalar var. Suda olanlar sadece Yapımcı, yalnız Modelci, Egemen Kuştüylü Yılan, Taşıyıcılar ve Sebep Olanlardır. Onlar oradalar, mavi-yeşil kuetzal' tüyleriyle çevreleri kapatılmış."3 Ama Yapımcı nereden geldi? Öyle görünüyor ki her başlangıç daha önceden olan bir şeyin varlığına dayanıyor. Hıristiyanlık ya da Müslümanlık gibi tek tanrılı din­ lerde sorun, "Tanrı nasıl yaratıldı? " sorusu sorulduğunda ortaya çıkar. Tek bir başlangıç noktasıyla karşı karşıya kalacağımıza, hepsi de aynı sorunu doğuran sonsuz sayıda başlangıç noktasıyla karşılaşırız. Bu ikilemin tümüyle tatmin edici bir çözümü yoktur. Bulmamız gereken de bir çözüm değil, gizemin üstesinden gelebilecek birtakım yollardır; zen metaforunda olduğu gibi "Ay'ı göstermenin" yollarıdır. Bunu da sözcükleri kullanarak yapma­ lıyız. Ne var ki kullandığımız sözcükler, Tanrı olsun, kütleçekim olsun, bu görev için yetersiz kalıyor. Öyleyse biz de dili şiirsel ya da simgesel biçimde kullanmalıyız. Böyle bir dil de onu kullanan kişi ister bir bilim insanı ister bir şair ya da şaman da olsun, kolaylıkla yanlış anlaşılabilir. Fransız antrapolog Mareel Griaule bir zaman­ lar Ogotemmeli adlı bir Dogon· · bilgesine birçok hayvanın küçük bir platoda (tıpkı Nuh'un Gemisi'ndeki hayvanlar gibi) toptanışının anlatıldığı mitteki bir ayrıntıyı •

Çarpıcı renkleri olan bir kuş türü. -ç.n.

•• Batı Afrika'da Mali'de yaşayan etnik bir grup. -ç.n.

ILK 300.000 YIL EVRENIN, ZAMANIN VE UZAYlN DoGUŞU

19

sormuştu. Ogotemmeli biraz d a asabi bir şekilde ş u yanıtı vermişti: "Bunların hepsi sözcüklerle söylenmeli; ama platodaki her şey bir simgedir... Bir gezlik. bir platoya istendiği kadar simge sığdırılabilir." Burada "simge" olarak tercüme edilen sözcük aynı zamanda "bu aşağı dünyanın sözcüğü" olarak da tercüme edilebilecek bir sözcüktü.4 Her şeyin başlangıcında dilin kendisi yıkınakla tehdit ediyor. Zamanla ilgili en aldatıcı sorulardan biri şudur: Zamanın olmadığı dönemde "zaman" var mıydı ? Zaman bizim düş gücümüzün bir ürünü müdür?5 Bazı dü­ şünce sistemlerinde zaman gerçekten de yoktur. Anlamlı ve önemli her şeyin kay­ nağı "yerler" dir ve yaratılış paradoksları da farklı biçimlerde ortaya çıkar.6 Fakat zamana merkezi bir değer veren topluluklar için köken paradoksundan kaçın­ manın hiçbir yolu yoktur. Aşağıda, böylesi gizemlerin üstesinden gelmeye çalışan bir Zerdüşt girişiminin İslami bir özeti verilmiştir. Öyküde sürekli değişen evreni yaratan ama kendisi değişmeyen bir varlık olan Zaman, yaratıcıdır. Ahuramazda ve Ehrimen adlı tanrıların birbirinin karşıtı olan ilkeleri anlatılmaktadır. Zaman dışında diğer her şey yaratılmıştır. Zaman yaratıcıdır; Zaman'ın sınırları ne en aşağıda ne en yukarıdadır. O her zaman vardı ve her zaman da var olacaktır. Aklı başında hiçbir insan Zaman neden dolayı ortaya çıktı diye sormaz. Onu saran diğer bütün güzelliklere karşın, ona yaratıcı diyen kimse yoktu; çünkü yaratılışı daha var etmemişti. Sonra ateşi ve suyu yarattı ve onları bir araya getirince, Ahuramazda doğdu ve aynı anda Zaman da yaratılışı başlattığı için Yaratıcı ve Tanrı oldu. Ahura­ mazda parlak, saf, güzel kokulu ve iyilikseverdi ve onda bütün güzel şeylerin gücü vardı. Sonra aşağı baktı, doksan altı bin fersah ötede siyah, iğrenç, pis kokulu ve kötü Ehrimen'i gördü. Ve Ehrimen ürkütücü bir düşman olduğu için Ahuramazda'ya korkunç göründü. Ve Ahuramazda bu düşmanı gördüğünde şöyle düşündü: "Bu düş­ manı tamamen ortadan kaldırmalıyım." Ve içinden onu hangi ve kaç çeşit araçla yok edebileceğini geçirdi. Sonra Ahuramazda yaratma işine başladı. Ahuramazda ne yaptıysa hep Zaman'ın yardımıyla yaptı; Ahuramazda'nın ihtiyacı olan bütün kusur­ suzluk (zaten) yaratılmıştı.7 Zaman da tıpkı örüntü gibi aslında fark demektir; bu yalnızca önceyle şimdi arasındaki fark bile olabilir. Yani bu öykü, yaratılış öykülerinin çoğu gibi aslın­ da kökende yatan bir aynılıktan farklılıkların ortaya çıkmasına ilişkindir. Birçok yaratılış mitinde olduğu gibi bu yorumda da fark, temel bir karşıtların savaşıyla başlar. Bu paradokslar için üretilen daha şiirsel çözümlerden biri de yaratılışı bir tür uyanış olarak düşünmektir. Avustralya'nın güneyinde yaşayan Karramların bir öyküsünde yeryüzünün en başta nasıl durgun, sessiz ve karanlık olduğu betimle­ nir. Öykü şöyle devam eder: "Nullarbor Ovası'nın altındaki derin bir mağarada güzel bir kadın, Güneş, uyuyordu. Büyük Baba Ruh onu usulca uyandırdı ve ona mağarasından çıkmasını ve evreni karıştırıp yaşamı ortaya çıkarmasını söyledi. Eski bir uzunluk birimi. �.n.

20

ZAMAN HARITALARI

Güneş Ana, gözlerini açtı ve onun ışınları karaların üzerinde yayılınca karanlık yok oldu. Bir soluk aldı ve atmosfer değişti, hava hafif bir esinti şeklinde titredi." Güneş Ana daha sonra uzunca bir yolculuğa çıkar ve bu yolculuk sırasında onun ışınları uyurnakta olan her türlü bitkiyi ve hayvanı uyandırır.8 Böyle bir öykü, yaratılışın tek bir olaydan ibaret olmadığını, aslında sürekli yİnelendiğini ve gö­ receğimiz üzere, bunun da hepimizin deneyimiediği bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Galaksilere, yıldızlara, güneş sistemlerine ve yaşama ilişkin ne zaman yeni bir şeyler gözlernlesek yaratılış paradoksları yinelenir. Ve birçoğumuz da ken­ di kişisel kökeninin, bir tür -hiçlikten- uyanma olarak değerlendirdiği, o en eski anılarını yaşadığı anlar olduğunu düşünür. Modern bilim, köken sorununa birçok farklı açıdan yaklaşmıştır. Bunlardan bazıları diğerlerine göre daha tatmin edicidir. Stephen Hawking Zamanın Kısa Tarihi'nde ( 1 988) köken sorununun yalnızca kötü ortaya konmuş bir soru oldu­ ğunu ileri sürer. Eğer zamanı bir çizgi olarak düşünürsek, onun başladığı noktayı sormak çok doğaldır. Peki, ya evrenin daha değişik bir şekli varsa? Belki de zaman daha çok bir çernbere benziyordur. Tıpkı Kuzey Kutbu'nda kuzeyi sormanın an­ lamsız oluşu gibi bir çernberin başlangıç ya da bitiş noktasını sormak da anlam­ sızdır. Evrenin ötesi yoktur, sınırı yoktur ve onun her şeyi kusursuz biçimde kendi kendine yeterlidir. Hawking'in söylediği gibi: "Evrenin sınır koşulu, onun sınırının olrnayışıdır. "9 Birçok yaratılış mitinde de benzer bir yaklaşım benirnsenir; çünkü belki de bu rnitlerin çıktığı toplumlar, zamanı düz bir çizgi olarak ele alrnıyorlardı. Zamanda geriye baktığımızda geçmiş, sanki modern Aborijin mitlerinde "Düş­ zamanı" olarak adlandırılan yere doğru sönükleşerek gidiyormuş gibi görünür. Geçmiş, ne kadar zorlarsak zorlayalım arkasını bir daha göremeyeceğimiz bir kö­ şeyi dönmüştür. Aynı durum gelecek için de geçerlidir. Yani bir anlarnda geçmiş ile gelecek sanki birleşiyormuş gibi gelir. 10 Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Miti (Le Mythe de l'Eternel Retour, 1 949) adlı iddialı ve büyüleyici yapıtında zamanı buna benzer şekilde değerlendiren bakış açılarını anlatır. 1 1 Zamanın genellikle bir eğri değil de düz bir çizgi olarak akılda caniandınidığı modern toplumlarda böylesi çözümler yapayrnış gibi görünebilir. Ama belki de evren sonsuzdur. Öyleyse zaman çizgisinde geriye doğru istediğimiz kadar uzağa bakalım, her zaman bir evren olduğunu görürüz. Bu dururnda köken sorunu da kalmaz. Hindistan'daki dinlerde bu strateji, özellikle benirnsenir. Büyük patlama kozrnolojisinin en önemli modern alternatifi olan durağan durum kurarnı da bunu benimser. Ya da kısa süre önce Lt:t: Smolin'in ortaya attığı ve her karadelik oluşu­ muyla birlikte yeni evrenierin doğduğunu ileri süren çoklu evren kurarnı da bunu benimser. Bu kuram, bizim gibi karmaşık canlıların ortaya çıkma olasılığını artı­ ran birtakım yolların "evrirni"ni garanti altına alan süreçlerle işleyen Darwin'in evrim kurarnma benzer (bkz. 2. Bölürn).12 Benzer savlar modern kozrnolojide de yaygındır ve bunlar gördüğümüz evrenin aslında çok daha büyük bir "çoklu ev­ ren" içinde yalnızca küçük bir atom kadar olabileceğini derneye getirirler. Ama böylesi yaklaşırnlar pek doyurucu değildir; çünkü " Böyle sonsuz süreçler nasıl

ILK 300.000 YIL EVRENIN, ZAMANIN VE UZAYIN DOOUŞU

21

başladı ? " ve "Bu sonsuz evren nasıl yaratıldı ? " şeklindeki rahatsız edici soruları hala yanıtsız bırakırlar. Bir başka seçenek de bir yaratıcı düşüncesine geri dönmektir. Hıristiyanlıkta Tanrı'nın evreni birkaç bin yıl önce yarattığı düşüncesi genel kabul görür. Camb­ ridge'ten Dr. Lightfoot, yaptığı ünlü hesapla Tanrı'nın insanları tam olarak MÖ 4004 yılının 23 Ekim günü sabah saat 09:00'da yarattığını "ispatlamıştı" .13 Daha başka birçok yaratılış mitinde de dünyayı yaratan tanrılar, tıpkı bir çömlekçi, in­ şaatçı ya da saatçi gibi, çalışıyor gösterilir. Bu yaklaşım sayesinde sorunun büyük bölümü çözülür; ama bu kez de tanrıların nasıl yaratıldığı temel sorusu yanıtsız kalır. Bu durumda bir kez daha "sonsuz gerileme"ye dönmek zorunda kalırız. Son bir konum da kuşkuculuktur. Buna göre belli bir noktada bilgimizin LÜ­ kendiğini içtenlikle kabul etmemiz gerekir. İnsan bilgisinin, doğası gereği sınırları vardır; yani bazı soruların gizemli kalması kaçınılmazdır. Bazı dinlerde böyle gi­ zemlere tanrıların insanlardan gizlemek istediği sırlar olarak bakılır. Budizm gibi bazı başka dinlerde de bunlar, peşinden gitmenin anlamlı olmadığı nihai sırlar olarak ele alınırlar. Modern kozmolojinin de evrenimiz oluştuktan sonra geçirdiği evrime ilişkin çok güvenilir açıklamaları olmasına karşın, öykünün en başında kuşkuculuğu yeğlediğini göreceğiz.

Evrene İlişkin İlk Bilimsel Açıklamalar Modern bilim kökenle ilgili soruları yanıtlamaya çalışırken özenle sınanmış verileri ve modern mantığı kullanır. Her ne kadar Newton gibi birçok öncü bilim insanı, bir tanrının varlığına derinden inanan Hıristiyanlar olsalar da Tanrı'nın rasyonel olduğunu düşünmüş ve görevlerinin de onun yarattığı dünyanın temel yasalarını açığa çıkarmak olduğuna inanmışlardır. Bu da aslında dünyayı sanki tanrı yokmuş gibi açıklamaya çalışmak demektir. Birçok bilgi geleneğinin tersine modern bilim evreni, olayların herhangi bir amaç ya da niyet olmadan gerçekleş­ tiği, cansız bir nesne olarak açıklamaya çalışır. Hıristiyanlığın evrene bakış açısı, Antik Yunan düşünücü Aristoteles'in fikirle­ rinden çok yararlanmıştır. Her ne kadar bazı Eski Yunanlar Dünya'nın Güneş'in çevresinde döndüğünü ileri sürmüş olsalar da Aristoteles, yeryüzünü evrenin mer­ kezine yerleştirmiştir. Ona göre yeryüzünün çevresinde her biri farklı hızlarda dö­ nen saydam küreler vardı. Yıldızlar, Güneş ve gezegenler bu kürelerin üzerinde yer alıyordu. Bu düşünce günümüzde kulağa çok acayip geliyor. Ne var ki MS 2. yüzyılda, Ptolemaios tarafından titizlikle hazırlanmış matematiksel bir temele oturtuldu. Ve bu haliyle gezegenlerin hareketlerini tahmin etmede iyi olduğunu da kanıtladı. Hıristiyanlık buna evrenin 6000 yıl kadar önce Tanrı tarafından beş günde yaratıldığı düşüncesini ekledi. Ancak 1 6. ve 1 7. yüzyıllarda Avrupa'da Pto­ lemaios'un öyküsü çatırdamaya başladı. Kopernik, yeryüzünün Güneş'in çevre­ sinde dönüyor olduğunu düşünmek için birtakım güçlü gerekçeler ortaya koydu. Yaygın inanışa ters düşen keşiş Giordano Bruno da bütün yıldızların aslında birer

22

ZAMAN HARITALARI

güneş ve evrenin de muhtemelen sonsuz büyüklükte olduğunu ileri sürdü. 1 7. yüz­ yılda Galileo ve Newton gibi bilim insanları Kutsal Kitap'taki yaratılış öyküsüne olabildiğince bağlı kaldılar ama bu yeni düşüncelerin birçok çıkarımını da inede­ yip araştırdılar. 1 8 . yüzyılda Ptolemaios'un evren modeli en sonunda çöktü. Onun yerine katı, rasyonel ve insandan bağımsız, ilkesel olarak da bilimin keşfedeceği yasalara göre işleyen, yeni bir evren tasavvuru doğdu. Tanrı onu belki zaman içinde belki de zamanın dışında yaratmış olabilirdi; ama sonra tümüyle kendi mantığı ve kural­ larıyla işlemeye bırakmıştı. Newton hem zamanın hem uzayın mutlak olduğunu ve de bunların evrenin temel referans çerçevelerini sağladıklarını varsayıyordu. Her ikisinin de sonsuz olabileceği dü�üm:esi, yani evrenin tanımlanabilir bir sınırı ve zamanın da başlangıcı olmadığı düşüncesi yaygın olarak kabul edildi. Böylece Tanrı, köken öyküsünden çok uzaklara taşınmış oldu. Ama hal:i birtakım sorunlar da yok değildi. Bunlardan biri termodinamik ku­ ramından kaynaklanıyordu. Bu kurama göre evrendeki k ullanılabilir enerji sürekli azalır ( yani entropi sürekli artar; bkz. 2. Ek). Bir başka deyişle sonsuz yaşlı bir evrende herhangi bir şey yaratacak enerjinin kalmamış olması gerekir -ki bunun yanlış olduğu açıkça görülüyor. Bu durum evrenin yaşının belki de sonsuz ol­ madığını düşündürür. Bir başka sorun da gece gökyüzünün karanlık oluşundan kaynaklanıyordu. Daha 1 6 1 0'da astronom Johannes Kepler sonsuz sayıda yıldız olsaydı, gece gökyüzünün çok parlak olması gerektiğine dikkat çekmişti. Bu so­ run 19. yüzyılda Alman astronom Heinrich Olber'in onu halka duyurmasından sonra Olbers Paradoksu diye anılmaya başlamıştır. Bunun olası çözümlerinden biri evrenin sonsuz büyüklükte olmadığını varsaymaktır. Bu varsayım Olbers Pa­ radoksu'nu çözer; ama bir yenisini yaratır. Newton'ın dediği gibi eğer evren son­ suz büyüklükte değilse, o zaman bütün maddenin kütleçekim kuvvetinin etkisiyle evrenin merkezinde toplanması gerekir. Bu da, neyse ki, gökyüzünü inceleyen ast­ ronomların hiç de g(izlemlediği bir şey değildir. Kuşkusuz bütün bilimsel kurarnların bazı sorunları vardır. Ama karşı karşıya kaldıkları soruların büyük bölümüne yanıt verebildikleri sürece bu sorunlar gör­ mezden gelinir. Newton'ın kuramındaki sorunlar da 1 9 . yüzyıl boyunca büyük ölçüde göz ardı edilmiştir.

Büyük Patlama: Başlangıçtaki Kaostan Düzenin İlk işaretlerine Günümüzde "büyük patlama kozmolojisi" diye bilinen alternatif bir kurama ilişkin kanıtlar 20. yüzyılın ilk yarısında giderek birikıneye başladı. Bu kuramda entropi sorunu evrenin sonsuz yaşlı olmadığı kabulüyle aşılıyordu. Olbers Para­ daksu evrenin hem zaman hem uzay açısından sınırlı olduğu varsayımıyla çözülü­ yordu. Kütleçekim sorunu da evrenin genişlemesinin, kütleçekimin her şeyi tek bir kütlede bir araya toplayabileceğinden çok daha hızlı olduğu gösterilerek çözüldü

ILK 300.000 YIL EVRENIN, ZAMANIN VE UZAYIN DOGUŞU

23

(şimdilik! ) . Büyük patlama kozmolojisinin betimlediği evrenin bir başlangıcı ve bir tarihi vardır. Bu da kozmolojiyi tarihsel bir bilime, evrenin değişiminin ve ev­ riminin bir açıklamasına dönüştürür. Bu görüşe göre evren sonsuz küçük bir varlık olarak doğdu, sonra hızla geniş­ ledi ve günümüzde de genişlemesini hala sürdürüyor. Bu açıklama en azından ya­ pısal olarak doğuş mitleri diye bilinen geleneksel yaratılış mitlerine benzer. Bu tür açıklamalara göre evrenin çok uzak geçmişte, tanımlanamayan bir kökeni vardır; tıpkı bir yumurta ya da embriyon gibi içsel birtakım gelişim yasalarına uyar ve belli aşamalardan geçerek gelişir. 1 927'de büyük patlama kozmolojisinin öncüle­ rinden Georges Lemaitre, evrenin ilk dönemini "ilksel atom" diye adlandırmıştı. Bütün doğuş mitlerinde olduğu gibi modern açıklama da evrenin belli bir zaman­ da ortaya çıktığını, bir yaşamöyküsü olduğunu ve uzak bir gelecekte de sonlana­ bileceğini söyler. Bu yeni kurarn daha önceki kurarnların karşılaştığı birçok soruna açıklık getirebiliyordu. Örneğin evrenin ezelden beri var olmadığını göstererek 01bers Paradoksu'nu çözüyordu. Çünkü Einstein'ın gösterdiği üzere ışığın belli bir hızı vardı ve en uzak galaksilerden yola çıkan ışınlar evrenin yaşamı boyunca yol almalarına rağmen, bize henüz ulaşmamış olabilirlerdi. Kurarn ayrıca 20. yüzyılın başında yıldızlara, maddeye ve enerjiye ilişkin üretilen büyük miktardaki bilgiyle ve elde edilen verilerle de tutarlıydı. Ama daha en başında bunun da açıklanamaz bir gizem algısına başvurması gerekiyordu. Modern öykünün kökenle ilgili kısmı şöyledir. 14 Evren yaklaşık 1 3 milyar ( 1 3.000.000.000) yıl önce doğmuştur.15 (Bu ne kadar öncedir? Her insan tam 70 yıl yaşasa, bu kadar geçmişe gitmek için arka arkaya eklenmiş 200 milyon insan ömrü gerekir. Böylesi devasa zaman ölçekleri için bkz. 1 . Ek) Başlangıca ilişkin, "bir şeylerin ortaya çıktığından" başka kesin hiçbir şey söyleyemiyoruz. Neden ve nasıl ortaya çıktıklarını da bilmiyoruz. Daha öncesinde bir şeylerin var olup olmadığını söyleyemiyoruz. Hatta bir şeylerin var olabileceği bir "önce" ya da "uzay"ın olup olmadığını da bilemiyoruz. Çünkü (MS 5. yüzyılda Aziz Augusti­ nus'un bir tartışmada ileri sürdüğü gibi) zaman ile uzay, madde ile enerjiyle aynı anda ortaya çıkmış olabilir. Dolayısıyla büyük patlama anına ya da öncesine iliş­ kin kesin bir şey söyleyemiyoruz. Bununla birlikte modern bilim elindeki çok sayıdaki kanıta dayanarak büyük patlamadan sonraki ilk saniyenin çok küçük bir kesrioden itibaren neler olduğuna ilişkin kesin ve tutarlı bir öykü anlatabiliyor. İlginç "olaylar"ın çoğu da zaten bu ilk saniyenin çok küçük kesiderinde gerçekleşmiştir. Gerçekten de en baştaki bu çok küçük zaman dilimlerinde zamanın kendisinin esneyip sündüğünü düşünmek yararlı olabilir. Öyle ki o ilk saniyenin milyar kere milyarda birinde olanlar, evre­ nin öyküsünün ileriki aşamalarında milyarlarca yıllık süreler içinde olanlar kadar önemlidir.16 Başlangıçta evren çok küçüktü; belki bir atomdan bile küçüktü. (Peki, bu gerçekte ne kadar küçüktür? Fizikçi Richard Feynmann bir atomun boyutunu şöyle açıklar: Bir elmayı Dünya kadar büyüttüğünüzde onu oluşturan atomların

24

ZAMAN HARITALARI

her birinin bir elma kadar olduğunu görürsünüz.) 1 7 Atom boyutundaki bu evre­ nin sıcaklığı trilyonlarca dereceydi. Bu sıcaklıkta madde ve enerji ayrımı yoktu -Einstein'ın gösterdiği üzere madde aslında enerjinin katılaşmış halinden çok az daha farklı bir şeydir. Bu, olağanüstü yoğun enerji/madde akışı birçok gelenek­ sel yaratılış mitindeki ilksel kaos ortamını andırıyor. Ama modern açıklamada minik evren akıl almaz bir hızla genişler. İlk farklılaşmaların ve örüntülerin or­ taya çıkmasına da bu genişleme neden olur. 1 8 Şişme kuramma göre büyük patla­ madan sonraki ilk saniyenin yaklaşık t0-34'te biriyle ı 0-32'de biri arasında evren bir çeşit "karşı kütleçekim" kuvvetiyle, ışık hızından (saniyede yaklaşık 300.000 km) daha hızlı genişlemiştir. Bu tür süreçlerdeki büyüklükler akıl almazdır: Şişme öncesinde bütün evren bir atomdan daha küçükken şişmeden sonra ( bir andan bile kısa bir süre sonra) bir galaksi boyutuna ulaşmıştır. Öyle görünüyor ki bu şişme yüzünden de evrenin büyük bölümü gözlem çerçevemizin dışında kalmış­ tır; çünkü evrenin büyük bölümünden yola çıkan ışık ışınları bize hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Evrenin görebildiğimiz bölümü gerçek evrenin çok küçük bir bölümü olabilir. Bu durumu Timothy Ferris şöyle ortaya koyuyor: "Genişleyen evrenimizin tamamı dünyanın yüzeyi kadar olsaydı, onun gözlemleyebildiğimiz kısmı bir protondan daha küçük olurdu. " 1 9 Evren genişledikçe homojenliği azaldı. İlk baştaki simeteisi bozuldu, değişik örüntüler ortaya çıktı. Madde ile enerji bugün bildiğimiz yapılarına kavuşmaya başladı. Birçoğumuzun suyun hangi sıcaklıkta buza dönüşeceğini söyleyebildiği gibi, modern nükleer fizik de artık enerji ile maddenin belli biçimlerinin hangi sıcaklıklarda ortaya çıktığını söyleyebiliyor. Dolayısıyla evrenin hangi hızla so­ ğuduğunu tahmin edebilirsek, değişik kuvvetlerin ve parçacıkların evrenin o ilk dönemindeki kaostan ne zaman ortaya çıktığını da tahmin edebiliriz. İlk saniye içinde kuarklar oluştu; sonra bunlar atom çekirdeklerinin temel yapıtaşları olan protonları ve nötronları oluşturdu. Kuarklar ve atom çekirdekleri, eveenimizi yö­ neten dört temel kuvvetten biri olan güçlü çekirdek kuvvetiyle bir arada tutulurlar. Modern yaratılış öyküsünün bu noktasında ( hala büyük patlamadan sonraki ilk saniyenin 1/lOOO'lik kısmındayken) birçok yaratılış mitinin abartı standartla­ rına göre bile dikkat çekici bir abartı gösterisi gerçekleşti. Temel parçacıklar iki farklı biçimde ve yaklaşık aynı miktarlarda madde ve karşı madde olarak ortaya çıktı. Karşı madde parçacıkları elektrik yüklerinin ters olmasının dışında madde parçacıklarının aynısıdır. Ne yazık ki bu iki tip parçacık karşılaştıklarında birbiri­ ni yok eder ve kütlelerinin yüzde yüzü enerjiye dönüşür. Büyük patlamadan son­ raki ilk saniyenin içindeyken atom altı parçacıklar arasında, bir müzikli sandalye kapmaca oyunu -kuarkların oyuncu ve karşı kuarkların da sandalye olduğu- oy­ nandı. Bu oyunun kazananları kendilerine boş sandalye bulamayıp açıkta kalan kuarklar oldu. Bunların oranı bir milyarda birdi. Yani geriye kalıp da eveenimizi kuracak olan maddeyi, kendisine bir karşı parçacık eşi bulamayan bu (bir mil­ yarda bir oranındaki) parçacıklar oluşturdu. Karşı parçacıklada eşleşmeyi başa­ ran parçacıklar saf enerjiye dönüştü. Kozmik arka plan ışıması olarak eveenimizi

ILK 300.000 YIL EVRENIN, ZAMANIN VE UZAYIN DoGUŞU

25

kaplayan enerji, işte bu enerjidir. 20 Bu süreç aynı zamanda evrendeki her madde parçacığına karşılık neden enerji taşıyan bir milyar foton bulunduğunu da açıklar. Bundan sonra tempo biraz düşer. Büyük patlamadan birkaç saniye sonra dekt­ ronlar oluşur. Elektronlar eksi elektrik yükü taşır. Kuarklardan oluşan protonlar da artı elektrik yükü taşır. Elektronlarla protonlar arasındaki ilişkileri ikinci te­ mel kuvvet olan elektromanyetik kuvvet yönlendirir. Bu kuvvet de büyük pat­ lamadan sonraki ilk saniye içinde ortaya çıkmıştır. Evrenin başlangıcındaki bu sıcak ortamda elektromanyetik kuvvetin taşıyıcısı olan fotonlar, elektrik yüklü madde parçacıklarıyla dolanıktılar. Evren daha çok günümüzdeki Güneş'in içini andırıyordu; yani birbirleriyle sürekli erkileşen madde parçacıkları ile fotonlardan oluşan akkor bir deniz gibiydi. Bütün evren artı protonlar ile eksi elektronların ve ışığın birbirleriyle sürekli etkileşmesinden doğan enerjiyle cızırdıyor olmalıydı. Bu "ışınım dönemi"ndeki evreni Eric Chaisson şöyle betimliyor: "Madde, makrosko­ bik ölçekte parlayan yoğun bir ışıma "sisi" içinde asılı duran ince bir mikroskobik çökeiriden başka bir şey değildi."21 Yaklaşık 300.000 yıl sonra evrenin ortalama sıcaklığı mutlak sıfırın 4000°C üstüne kadar düştü. Bu soğuma sayesinde de evren tarihinde görülen en temel dönüşümlerden biri gerçekleşme olanağı buldu.22 Dönüşümlerin gerçekleştiği an­ lar da aslında başlangıç anları kadar gizemlidir; bunlarla öykümüz boyunca hep karşılaşacağız. Günlük yaşamda en bilinen örneklerden biri suyun buharlaşma­ sıyla gerçekleşen dönüşümdür. Su ısıtılır ve bir süre yalnızca giderek ısınıyormuş gibi görünür. Dönüşüm aşamalı olarak gerçekleşir ve kolayca izlenebilir. Sonra birden bir eşik aşılır; yeni bir şey oluşur ve bütün sistem yeni bir evreye girer. Az öneeye kadar sıvı olan şey, gaz haline geçmiştir. Neden bu özel noktada -deniz seviyesindeki su için l 00°C'ta- bir eşik vardır? Bazen bir halden diğerine geçişleri açıklayabiliriz. Bu durumda yanıt genellikle kütleçekim, basınç, ısı, elektromanye­ tik vs. gibi farklı kuvvetler arasında bir denge değişikliğine bağlıdır. Bazen de belli bir noktada neden bir eşiğin aşıldığını bilemeyiz. Işıma çağının sonu fizikçilerin az çok açıklayabildiği bir geçiştir. Bu geçiş evre­ nin genişlemesiyle birlikte ışık fotonlarının azalan enerjisi ile atom altı düzeyde etki eden elektromanyetik kuvvet arasında kurulan yeni dengenin bir sonucudur. Evren genişledikçe soğumuş ve içinde akan ışığın enerjisi de artı yüklü protonların eksi elektconları yakalayabileceği ve böylece elektriksel olarak nötr atomların oluşabi­ leceği kadar düşmüştür. Yüksüzleşen atomlar da bundan böyle foronlarla güçlü bir etkileşim içinde olmaktan çıkmıştır -ancak hala az miktarda etkileşim olmaktadır. Sonuç olarak ışık foronları evrende serbestçe dolaşmaya başlamıştır. Artık madde ile enerji arasındaki eski etkileşim yoktur. Tıpkı Yahudi-Hıristiyan-Müslüman koz­ molojilerindeki madde ile ruh gibi birbirinden ayrı krallıklar haline gelmişlerdir. Bu ayrışmadan sonraki dönem "madde çağı" olarak tanımlanabilir.23 ilk atomlar son derece basitti. Çoğu hidrojen atomuydu ve yalnızca bir proton ile bir elektcondan oluşuyorlardı. Bunların üçte biri kadar da iki protonlu ve iki elekt­ ronlu helyum atomları ile eser miktarda daha büyük atomlar vardı. Bütün atomlar

26

ZAMAN HARITALARI

çok küçüktür; çapları bir santimetrenin on milyonda biri kadardır. Ama onların da içinin büyük bölümü boşluktur. Protonlar ve nötronlar çekirdekte sıkışık bir şekilde dururlar. Elektronlar da çok uzak yörüngelerde çekirdeğin çevresinde dolanırlar. Richard Feynmann bu durumu şöyle ifade etmiştir: "Eğer bir atom çekirdeğini gör­ mek isteseydik, atomu bir ada kadar büyütmemiz gerekirdi ki bu durumda bile atom çekirdeği zar zor görünen bir nokta kadar büyük olurdu. Ama atomun bütün ağırlığı da bu sonsuz küçük çekirdekte bulunur. "24 Yaratılışından üç yüz bin yıl sonra evren hala basitti. Büyük bölümü boş uzaydı. İçinde dev hidrojen ve helyum bulutları sürükleniyordu ve aynı zamanda muazzam miktarda enerji akışı vardı. Tablo l . l 'de evrenin ilk dönem tarihinin kısa bir kronolojisi yer alıyor. Büyük patlamadan yaklaşık 300.000 yıl sonra yaratılışın bütün içeriği olduğu gibi duru­ yordu: Zama n, uzay, enerji ve evrenin temel parçacıkları olan (hidrojen ve helyum atomları şeklinde düzenlenmiş) protonlar ve elektronlar. O zamandan beri aslında hiçbir şey değişmedi. Aynı enerji ile aynı madde varolageldi. izleyen 1 3 milyar yıl içinde olan şey de aynı içeriğin kendini değişik örüntülerde, sürekli oluşup dağı­ larak yeniden düzenlemesinden ibarettir. Bir bakış açısına göre modern yaratılış mitinin geri kalanı yalnızca bu farklı örüntülerin öyküsüdür. Ama örüntüler bizim için yaşamsal bir önem taşır; çünkü biz örüntü saptayan organizmalarız. Ortaya çıkan örüntüler arasında galaksiler ve yıldızlar, kimyasal elementler, güneş sistemi, dünyamız ve bütün canlı organizmalar vardır. Son ola­ rak, elbette, aralarında biz de yerimizi aldık. Anonim bir espride belirtildiği gibi: "Hidrojen hafif, kokusuz bir gazdır; yeteri kadar zaman verildiği takdirde insana dönüşür. "25 Bu bakış açısına göre modern yaratılış miti de öteki yaratılış mitleri kadar kendisiyle çelişkilidir. Hiçbir şey değişmez; ama her şey değişir. Her ne ka­ dar şeyler birbirlerinden bağımsız olarak varlarmış ve özgün birtakım özellikler taşıyorlarmış gibi görünse de her şeyin gerçekte aynı olduğu da doğrudur. Yapı ile maddenin aslında altta yatan bir "öz"ün farklı ifadeleri olduğu düşüncesini, İtal­ yan Giordano Bruno 1584'te yazdığı De la causa, principio, et uno (Neden, ilke ve Birlik Üzerine) adlı kitabında ortaya atmıştı. Ama aynı fikri daha derin dinsel ya da felsefi düşüncelerde de görürüz. Budist metinlerinin en kutsallarından birinde, Kalp Sutra'da, "Yapı, boşluktur; boşluk da yapıdır. Boşluk yapıdan başka bir şey değil­ dir; yapı da boşluktan başka bir şey değildir" denir.26 Örüntülerin evrenin başlangı­ cındaki kaostan nasıl doğduğu, bundan sonraki bölümün ana fikirlerinden biridir.

Büyük Patlama Kozmolojisinin Kanıtlan Bu metafizik spekülasyonları bir yana bırakıp sıradan ama büyük önem ta­ şıyan kanıt konusuna geri dönmeliyiz. Modern astronomlar ilk bakışta böylesi garip görünen bir yaratılış öyküsünü neden benimsiyorlar? Neden bu öyküyü cid­ diye almalıyız? Bu sorunun kısa yanıtı, bütün tuhaflığına karşın, modern yaratılış öyküsünün aslında kendisini destekleyen muazzam miktarda somut kanıta daya­ nıyor oluşudur.

ILK 300.000 YIL EVRENiN, ZAMANIN VE UZAYIN oOOUŞU

27

Tablo ı . ı Evrenin ilk döneminin kronolojisi Zaman (Büyük Patlama'dan Sonra)

Önemli Olaylar

saniye

"Planck Zamanı"; Evren Rziksel bir anlamı olan en küçük uzunluktan, "Planck uzunlugu"ndon daha küçük; Bu noktadon önce olanlara iliskin hiçbir şey söy­ leyemiyoruz ama temel kuvve�erden biri olon kü�eçekim öteki temel kuvvet­ lerden aynşmış durumdadır.

1 O.J5 soniye

"Güçlü" ve "elektromonyetik" kuvvetler, ayrı birer temel kuvvet olarak or­ taya çıktılar.

1 Q-43

1 033 - 1 0 32

soniye

Yok. 1 01 0 - 1 o.o soniye

l-l O 3

soniye

dakika

300.000

"Genişleme": Evren ışık hızından çok daha hızlı geni�liyor ve �ıcaklıg ı nere­ deyse mutlak sı�ra kadar düşüyor. Bütün temel kuvve�er oyrışınco evren yeniden ısınıyor; kuorklor ve korsı-ku­ orklar oluşuyor ve birbirlerini yok ediyorlar; geriye kolon kuorklar protonla­ rı ve nötronları oluşturuyor (bunların toplam kütlesi, yok olma öncesi kuork­ ların ve karşı-kuarkların toplam kütlesinin milyordo biri kadar). Elektron-pozitron çihleri oluşuyor ve yok oluyor (geriye toplam kü�elerinin milyerde biri kadar bir tortu bırakıyorlar). Protonlar ile nötronlar hidrojen ve helyum atom çekirdeklerini oluşturuyorlar.

yıl

Artı yüklü protonların eksi yüklü elekironları yakalamasıyla birlikte ilk atom­ lar oluşuyor; evren elektriksel olarak nötrlesiyar ve ışıma ile madde birbi­ rinden ayrısıyor; büyük bir "parlama" şeklinde olan ışıma artık arka plan mikrodalga ışıması olarak algılanabiliyor

KAYNAKLAR: Cesare Emiliani, The Scientific Companion: Exploring the Physical World with Facts, Figures and Formu/as, 2. Baskı (New York, 1 995), s. 82. Benzer bir kronoloji için Stephen Hawking, The Vniverse in A Nutshell (New York, 2001), s. 72.

Hubble ve Kırmızıya Kayma Önemli ilk kanıt evrenin şekline ve büyüklüğüne yönelik çalışmalardan çık­ mıştır. Evrenin haritasını çıkarmak demek yıldızlar arası uzaklıkların, yıldızların düzenieniş şekillerinin ve birbirlerine göre hareketlerinin belirlenmesi demektir. Evrenin haritasını bilimsel olarak çıkarmak için yapılan modern girişimlerin tarihi 1 9. yüzyılın sonlarına dayanır. Yıldızların uzaklıklarını hesaplamak aşırı derecede zordur. Yakın yıldızlar için bu uzaklıklar yıldız parataksını doğru ölçüp basit trigonometri denklemleri kulla­ narak hesaplanabilir. Dünya-merkezli astronomların ellerindeki en büyük referans hattı, Dünya'nın Güneş çevresindeki yörüngesidir. Astronomlar altı ay arayla yap­ tıkları gözlemlerde konumu değişmiş görünen yıldızları ararlar. Ama bu yaklaşım­ da kullanılan ölçümler bile olağanüstü duyarlı olmalıdır. 19. yüzyıldan önce ya­ şamış hiçbir astronomun bu ölçümleri yapması mümkün değildi ( bkz. Şekil 1 . 1 ).

28

ZAMAN HARITALARI

Daha uzak yıldızlar için daha da az duyarlı hesaplara bel bağlamamız gereki­ yor. 20. yüzyılın ilk on yılı içinde Amerikalı astronom Henrietta Leavitt, değiş­ ken -parlaklıkları düzenli periyotlarda artıp azalan- yıldızlar üzerine çalışıyor­ du. Leavitt belli tipteki yıldızlarda -ki bunlara Sefe ( Cepheid) değişkenleri de­ nir- periyodun, yıldızın büyüklüğüyle ve parlaklığıyla orantılı olduğunu keşfetti. Sefelerin bir parlaklaşıyormuş bir sönükleşiyormuş gibi görünmelerine yol açan şey, hacimlerinin gerçekten de büyüyüp küçülmesidir. Leavitt büyük (dolayısıyla parlak) Sefelerin büyüyüp küçülmelerinin daha yavaş olduğunu keşfetti. Sefelerin periyodunu ölçen astronomlar, bu sayede onların büyüklüklerini ve gerçek ( " iç­ kin") parlaklıklarını tahmin edebilmeye başladılar. Sonraki aşamada dünyadaki bir gözlemci için yıldızların görünür parlaklıkları ölçülüyordu. Buradan da dün­ yaya ulaşana dek ne kadar ışık yitirdikleri, bir başka deyişle, uzaklıkları hesap­ lanabiliyordu. 1920'li yıllarda bir başka Amerikalı astronom Edwin Hubble, Los Angeles dışındaki Wilson Dağı Teleskopu'nu kullanarak ve Sefe değişkenlerinden yararla­ narak evrenin bazı geniş bölgelerinin haritasını çıkarmaya çalıştı. İlk olarak Sefe­ lerin birçoğunun aslında galaksimiz Samanyolu'nun dışında yer aldığını keşfetti. Bu, evrenin yalnızca tek bir galaksiden ibaret olmadığı, içinde birçok galaksinin bulunduğu anlamına geliyor ve dolayısıyla Alman düşünür lmmanuel Kant'ın 1 . Yıldızın Paralaksı

Ocak'ta Dünya'nın Konumu

Temmuz'da Dünya'nın Konumu

Şekil 1.1 Paralaks: Basit bir trigonometri yöntemiyle yıldızların uzaklığının hesaplanması. Güneş'in çevresinde dönerken dünyanın uzaydaki konumu alt ay içinde değişir. Bunun sonucunda yakın yıldıziann konumları da sanki yıl içinde hafifçe kayrnış gibi görünür. Yıldızlar ne kadar yakınsa görünen konum değişimleri de o kadar büyük olur ( Gözlemcinin hareketi nedeniyle bir nesnenin görünen konumundaki kaymaya para/aks denir). Dikkatlice yapılan bu kayma ölçümleri ve basit trigonometri formülleriyle bir yıldızın dünyaya olan uzaklığı hesaplanır. Kozmosun gerçek ölçeğini belirlemenin ilk yolu budur. Daha uzak yıldızlar için açılar kullanılamayacak denli küçülür. Onların uzaklığını ölçmek için daha başka yöntemlerin kullanılması gerekir. Ken Coswell, The Alchemy of the Heavens (Oxford, 1 996), s. 1 6. Random House lnc.'in bir birimi olan Doubleday'in izniyle kullanılmışnr.

ILK 300. 000 YIL EVRENIN, ZAMANIN VE UZAYIN oOOUŞU

29

yaklaşık iki yüzyıl önce ortaya attığı fikri kanıtlıyordu. (Kant çok doğru olarak astronomların nebula (bulutsu) diye adlandırdıkları nesnelerin çoğunun aslında galaksimizin ötesinde bağımsız birer galaksi olduğunu ileri sürmüştü). Hubble'ın 1 924'te duyurduğu bu görüş, modern astronomide devrim yarattı. Bunu izleyen birkaç yıl içindeki çalışmaları Hubble'ı çok daha derin ve daha devrimci bir dü­ şünceye ulaştırdı. 1 920'li yılların sonuna doğru en uzaktaki galaksilerin bizden uzaklaşıyormuş gibi göründüğünü gözlemledi. Aslında bu galaksiler ne kadar uzaktaysalar, galaksimizden o kadar hızlı uzaklaşıyormuş gibi görünüyorlardı. Gözlenebilen en uzak galaksilerin ışık hızının % 90'ından daha büyük hızlada biz­ den uzaktaşıyor olduğunu artık biliyoruz. Peki, Hubble bunu nasıl bilebildi? Ve bu tuhaf gözlem ne anlama geliyordu? Garip bir şekilde, uzaktaki nesnelerin bize doğru geliyor ya da bizden uzak­ laşıyor olduklarını saptamak, onların ne kadar uzakta olduklarını saptamaktan daha kolaydır. Bunun için oldukça zarif ve anlaması da pek güç olmayan bazı yöntemler kullanılır. Uzak bir yıldızdan bize ulaşan ışığı bir spektrometreden ge­ çirirsek, o ışığın tayfının değişik bölgelerini analiz edebiliriz. Bu aslında bir priz­ madan geçirilen güneş ışığını incelemeye benzer. Beyaz ışık prizmadan geçerken onu oluşturan değişik frekanslardaki ışıklar farklı açılarla bükülür. Bunun sonu­ cunda da prizmadan çıktıklarında tıpkı bir gökkuşağı gibi farklı renklerde ışık şe­ rideri oluştururlar. Her şerit yani renk belli bir enerjideki (yani frekanstaki) ışığa karşılık gelir. Bu şekilde ayrıştınldıklarında her enerji düzeyindeki ışık üzerinde ayrı ayrı çalışılabilir. Yıldızlardan gelen ışıkların tayfında -ki buna güneşimizin tayfı da dahildir- belli frekanslarda ince siyah çizgiler görülür. Laboratuvar ça­ lışmaları bu çizgilerin nedenini ortaya çıkarmıştır. Bize doğru gelen ışıklar yolda bazı maddelerin içinden geçer. Bu maddeler belli frekanslardaki enerjiyi soğurur. Böylece gelen ışıktaki bu frekanslar bize zayıflamış olarak ulaşır. Bu koyu çizgi­ lere sağurma çizgisi denir. Her soğurma çizgisi ışığı kendine özgü bir frekansta soğuran belli bir elemente karşılık gelir. Yıldız ışıklarının soğurma çizgilerinin bu şekilde incelenmesiyle yıldızlarda hangi elementlerin bulunduğunu ve onların miktarlarını hesaplayabiliriz. Gerçekte yıldızların işleyiş mekanizmasına (bkz. 2. Bölüm) ilişkin modern bilgimiz büyük ölçüde bu tür çalışmalara dayanır. Daha da ilginci yıldız tayfı yıldızın bize doğru geliyor mu yoksa bizden uzakta­ şıyor mu olduğunu da söyler ve onun hızını verir. Burada yararlanılan ilke Doppler etkisidir -bizden uzaklaşmakta olan bir cankurtaranın sesinin giderek tizleşmesine yol açan etki. Eğer hareket eden bir nesne (örneğin cankurtaran) dalgalar halinde (ses dalgaları gibi) enerji yayıyorsa ve nesne bize doğru geliyorsa, dalgalar sıkışır; bizden uzaklaşıyorsa, dalgaların aralığı açılır. Deniz kıyısında denize girip dal­ galara doğru yürürseniz, dalgaların dizlerinize, durduğunuz zamankinden daha sık çarptığını görürsünüz. Eğer sırtınızı dalgalara dönüp kıyıya doğru yürürseniz, dalgaların çarpma sıklığı da düşer. Aynı ilke ışık tayfı için de geçerlidir. Yıldızlar­ dan gelen ışıklardaki soğurma çizgilerinin, laboratuvarlarda elde edilenlere göre biraz kaymış olduğu görülür. Örneğin hidrojene karşılık gelen soğurma çizgisi,

30

ZAMAN HARITALARI

olması gerekenden daha yüksek bir frekansa kaymış olabilir. Yani ışık dalgaları sıkışmıştır (bir başka deyişle tayfın mavi ucuna yaklaşmıştır). Ya da daha düşük bir frekansa kaymıştır (yani tayfın kırmızı ucuna yaklaşmıştır); dolayısıyla ışık dalgalarının arası genişlemiş gibi görünür. Hubble, çalışmalarında her iki türden kaymaya da rastladı. Ama en uzaktaki nesneler üzerine çalışırken bunların tümü­ nün de tayfın kırmızı ucuna doğru kaydığını fark etti. Bir başka deyişle ışık tayfla­ rı, sanki nesneler bizden uzaklaşıyormı.ış gibi esnemişti. Ve ne kadar uzaktaysalar, kırmızıya kaymaları da o kadar büyüktü. Hubble'ın bu keşfinin çıkarımları olağanüstüdür ama kavranması kolaydır. Galaksimizdeki yıldızlar ve komşumuz olan galaksiler, kütleçekim kuvvetiyle bir arada dururlar. Ama diğer galaksiler dünyadan nı:: kauar uzaktaysalar, o kadar hızlı uzaklaşırlar. Evrenin sıra dışı bir bölümünde yaşıyor olduğumuzu düşün­ memize neden olacak bir durum yoktur. Gerçekten de galaksilerin dağılımını gösteren modern haritalara en büyük ölçeklerde bakıldığında, evrenin oldukça homojen olduğu görülür. Yani evrenin başka yerlerindeki gözlemcilerin de ken­ di bulundukları bölge dışındaki bölgelerin kendilerinden uzaktaştığını gözledik­ lerini kabul etmeliyiz. Ve bu da evrenin bir bütün olarak genişlediği anlamına gelir. Eğer evren genişliyorsa, o zaman geçmişte bugün olduğundan daha küçük olmalıdır. Bu mantığı zamanda geriye doğru işletirsek, uzak geçmişin bir anında evrenin sonsuz küçük olması gerektiğini hemen görürüz. Bu tez de doğrudan mo­ dern büyük patlama kozmolojisinin temel vargısına götürür: Evren bir zamanlar sonsuz küçüktü ama sonra birden genişlemeye başladı ve genişlemesi bugün de sürüyor. Hubble'ın çalışmaları büyük patlama kozmolojisinin ilk ve en temel ka­ nıtlarını sağlamıştır. Hubble ayrıca genişlemenin hızını ölçerek bilim insanlarının evrenin ne kadar zamandır genişliyor olduğunu hesaplayabileceklerini de göstermiştir. Bu, hiç bek­ lenmedik birtakım şeyleri ortaya çıkardığı için çok şaşırtıcı bir sonuçtur. Çünkü Hubble, evrenin yaşını ölçmenin bir yolunu bulmuştur! İlk başta kendisi bu geniş­ leme hızını (ya da Hubble Sabiti ni) hesaplamış ve şu sonuca ulaşmıştı: İki nesne arasındaki her megaparsek için yaklaşık 500 km/saniye. (Bir megaparsek, ışığın 3,26 milyon yılda aldığı yoldur yani 30,9 x 1018 km ya da yaklaşık 30 milyar milyar kilometredir.) Bu genişleme hızına göre evren yalnızca iki milyar yaşında olabilirdi. Bunun olanaksız olduğunu artık biliyoruz; çünkü dünya bile bunun iki katından daha yaşlıdır. Hubble sabitine yöndik modern tahminler daha küçüktür; dolayısıyla evrenin daha yaşlı olduğu yönünuı::uir. Ama evrenin yaşını hesaplamak hala zordur. Bunun başlıca nedeni de uzak galaksilerin gerçek uzaklıklarını hesap­ lamanın zor oluşudur. Sefe değişkenlerine ek olarak yeni birkaç uzaklık belirteciy­ le yapılan modern girişimler Hubble sabitinin megaparsek başına 55 ile 75 km/s arasında olduğunu ortaya koymuştur. Bu sayılardan yola çıkıldığında da evrenin yaşının 1 0- 1 6 milyar arasında oldu­ ğu hesaplanır. En son tahminler 13 milyara ( 1 3.000.000.000) yaklaşıyorY Sadelik gözetildiği için de kitap boyunca bu sayı kullanılmıştır. '

iLK 300.000 YIL EVRENiN, ZAMANIN VE UZAYIN DOGUŞU

31

Görelilik ve Nükleer Fizik 20. yüzyılın başlarında astronornların çoğu hala evrenin homojen, sonsuz bü­ yüklükte ve de kararlı bir yapıda olduğunu varsayıyordu. Eğer bu geleneksel res­ min altını oyan birtakım başka gelişmeler olmasaydı, Hubble'ın ulaştığı sonuçlar çok garipsenebilirdi. Bu gelişmelerden biri Einstein'ın yayınıladığı görelilik ku­ rarnıydı. Kurarnın ayrıntılarına burada girmeye gerek yok; ama çıkarırnlarından birine göre evren en büyük ölçekte muhtemelen kararsızdı. Einstein'ın denklemle­ rine göre evren tıpkı sivri ucunun üzerinde duran bir iğne gibi bir yana ya da öteki yana düşüyor olmalıydı. Bir başka deyişle ya genişliyor ya daralıyor olmalıydı. Evrenin kusursuz bir denge durumunda olma olasılığı çok düşüktü. Aslında Eins­ tein'ın kendisi bile bu sonuçları kabullenemiyordu. Bu nedenle ileride "hayatırnın en büyük hatası" diye tanımladığı şeyi yaptı ve kararlı evren düşüncesini koruya­ bilrnek uğruna "kozrnoloji sabiti" adını verdiği yeni bir kuvvet ekleyerek kura­ rnını değiştirdi. Ona göre bu kuvvet bir tür ters kütleçekim kuvveti gibi işliyor ve kütleçekim kuvvetini dengeleyerek evrenin kendi üzerine çökrnesini engelliyordu. Halbuki 1 922'de Rus rnaternatikçi ve fizikçi Aleksandr Fridrnan, evrenin gerçek­ ten de ya küçülüyor ya genişliyor olduğunu göstermişti. Sonunda Einstein da sü­ rekli değişen, kararsız evren düşüncesini kabul etti. Ama bu keşiflerin sonuçlarını kavramaya çalışmak zaman aldı. Genişleyen ev­ ren düşüncesi 1 940'lı yıllarda bile astronomların çoğuna garip geliyordu. 1 940'lı yıllar ile 1 960'lı yıllar arasında bu düşünceyi destekleyen yeni kanıtlar birikti. 1 960'lı yılların sonuna doğru da büyük patlama kurarnı evrenin kökenine yönelik standart açıklama haline geldi. 1 940'lı yılların sonlarında atom bombası çalışma­ larında elde edilen bilgiden yararlanan ABD'deki bazı fizikçiler -bunların arasında Rus asıllı Amerikalı George Garnow da vardı- bu yeni evren görüşünün çıkarırn­ ları üzerinde çalışmaya başladılar. Başlangıçtaki minik evren neye benziyor olabi­ lirdi? Olağanüstü sıcak olacağı açıktı. Tıpkı hava pornpalandıkça ısınan bisiklet tekerleği gibi, bütün maddelerin ve enerjinin küçük bir uzaya sıkıştırıldığı evren de aşırı sıcak olmalıydı. Maddenin bu koşullar altındaki davranışının ayrıntıları bizi bu noktada pek ilgilendirrniyor. Önemli olan Garnow ve Fred Hoyle (ileride büyük patlama kurarnının en ateşli karşıtlarından biri olacaktır) gibi bazı bilim in­ sanlarının var olan bilgiyi kullanarak enerjinin ve maddenin farklı sıcaklıklardaki davranışiarına ilişkin, evrenin ilk dönemlerine yönelik hesaplar yapılabileceğinin kısa sürede farkına varmış olmalarıdır. Üstelik bu hesaplada ulaşılan sonuçlar da anlamlıydı. Büyük patlama kurarnının varsayımlarından yola çıkarak evrenin ilk döneminin şaşırtıcı derecede akla yatkın bir resmini oluşturabileceklerini an­ ladılar. Özellikle, kabaca da olsa, evrenin ilk döneminde maddenin ve enerjinin hangi biçimlerde olduğunu, evren genişleyip soğudukça nasıl değiştiklerini ortaya çıkarmak mümkündü. Evrenin ilk başta sıcak ve yoğun olduğu düşüncesinin yeni gelişmekte olan parçacık fiziği alanıyla da kusursuz biçimde örtüşüyor olduğu kısa sürede iyice anlaşıldı.

32

ZAMAN HARITALARI

Kozmik Arka Plan lşıması En sonunda astronomların çoğunun büyük patlama kuramını benirnsemesine neden olan şey kozmik arka plan ışımasının keşfi olmuştur. Büyük patlamanın nasıl işlediğine ilişkin ilk teorilere göre evrenin ilk döneminde belli parçacıklar ve kuvvetler, ortam sıcaklığı onların varlığını sürdürecek düzeye düştüğünde oluşu­ yor ve sonra kararlı bir şekilde var olmayı sürdürüyorlardı. Gördüğümüz gibi ilk birkaç yüz bin yıl boyunca evren, atomların oluşmasına olanak tanımayacak denli enerjik ve sıcaktı. Ama sonunda sıcaklık, protonların (artı elektrik yükleri sayesin­ de) eksi yüklü elektronları yakalamasına fırsat verecek düzeye düştü. Bu noktada madde elektriksel olarak nötrleşti ve enerji ile ışık da evrende serbestçe dolaşmaya ba�ladı. Büyük parlama kozmolojisinin ilk kuramcılarından bazıları tam o anda çok büyük bir enerji boşalması yaşanınası gerektiğini ve bunun kalıntılarının da bugün saptanabilir olduğunu ileri sürmüşlerdi. Hiç kimsenin bu arka plan enerjisini gerçekten aramaması aslında bilim insan­ larının büyük parlama düşüncesine yaklaşımını gösteren bir uyarı işareti gibidir. Arka plan ışıması New Jersey'deki Beli Laboratuvarları'nda çalışan Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki bilim insanı tarafından 1 964'te yanlışlıkla keşfedildi. İkili, aşırı duyarlı bir radyo anteni kurmaya çalışıyordu. Ne var ki yakaladıkla­ rı sinyaldeki arka plan "gürültüsü"nden kurtulmayı bir türlü başaramadılar. En sonunda anteni hangi yöne çeviriderse çevirsinler her zaman düşük enerjili bir gürültü yakaladıklarını fark ettiler. Gökyüzünün her yanından aynı anda enerji yayan şey ne olabilirdi? Belli bir yıldızdan ya da galaksiden geliyor olması anlaşı­ labilirdi; ama her yönden gelen bu enerjinin -ve bu büyüklükte bir enerjinin- hiç­ bir anlamı yoktu. Sinyal zayıftı ama parçası olduğu bütün enerji hesaplandığında muazzam bir büyüklükte olduğu anlaşılıyordu. Bunun üzerine Penzias ve Wilson bir radyoastronoma keşiflerinden söz ettiler. Bu radyoastronom, kozmolog P. J. E. Peebles'ın evrende (mutlak sıfırın yaklaşık 3°C üzerinde bir sıcaklığa karşılık gelen) bir " kalıntı ışıma"nın olması gerektiğini ileri sürdüğü bir konuşmasını din­ lemişti. Bu, Penzias ile Wilson'ın gözlemlediği ışımanın sıcaklığına dikkat çekecek derecede yakın bir değerdi. İkili, ilk büyük patlama kurarncıtarının öngördüğü enerji boşalmasının kalıntısı olan parıltıyı bulmuşlardı. Keşifleri kesin ve belirleyiciydi; çünkü böylesi büyük bir evrensel güç kaynağını açıklayan hiçbir kurarn yokken büyük patlama kozmolojisi onu basit ve doğal bir şekilde açıklıyordu. 1 965'ten sonra büyük patlama kurarnının evrenin doğuşunu açıklayan eldeki en iyi kurarn olduğundan kuşku duyan çok az astronom kaldı. Bu artık günümüzde astronominin merkezi düşüncesidir; modern astronominin değişik fikir ve kurarnlarını birleştiren paradigmadır. Kozmik arka plan ışıması da modern kozmolojinin merkezinde yer alır. Bu ışımanın dağılımındaki çok kü­ çük değişimierin haritasını çıkarma girişimleri yakın bir gelecekte evrenin ilk dö­ nem doğasına ilişkin eldeki en iyi bilgiyi sağlayacaktır. (Hatta kozmolog Dr. Max Tegmark " Biyoloji için DNA ne anlama geliyorsa, kozmik arka plan ışıması da

ILK 300. 000 YIL EVRENiN, ZAMANIN VE UZAYIN ooGUŞU

33

kozmoloji için aynı anlama gelir" demiştir).28 Haziran 200 1 'de fırlarılan Wilkin­ son Mikrodalga Anizotropi Sondası ya da kısaca WMAP adlı uydu bu ışımadaki küçük değişimleri şimdiye kadar görülmemiş bir duyarlılıkla gözleyecek şekilde tasarlanmıştır.29

Diğer Kanıt Biçimleri Kozmik arka plan ışımasının keşfinden sonra büyük patlamayla ilgili yeni ka­ nıtlar ortaya çıktı. Örneğin büyük patlama kuramı evrenin başlangıcında yalnızca basit elementlerin -hepsinden çok hidrojenin (yak. % 76) ve ondan biraz daha az da helyumun (yak. %24)- bulunması gerektiğini öngörüyordu. Bunlar bugün evrende gözlemlenen oraniara çok yakın oranlardır (gerçi yıldızların içinde ger­ çekleşen tepkimelerde hidrojen helyuma dönüştürüldüğünden hidrojen oranı yak­ laşık %71 'e düşmüş, buna karşılık helyum oranı da yaklaşık %28'e yükselmiş­ tir). Hidrojenle helyumun kimyasal egemenliği hemen gözümüze çarpacak denli belirgin değildir. Çünkü evrenin bizim yaşadığımız bölgesinde diğer elementlerin yoğunlukları oldukça yüksektir (bkz. 2. ve 3. bölümler). Ama kanıtları da her yer­ de görülebilir. Hidrojen açık ara en yaygın elementtir; hatta kendi bedenlerimizde bile bu böyledir. Bu konuda Lynn Margulis ve Dorion Sagan şöyle yazmışlardır: " Hidrojenden yapılma bedenlerimiz hidrojenden oluşan evrenimizin aynasıdır. "30 Büyük patlamayla birlikte oluşan çok küçük miktardaki lityumu saptamak için de özellikle çok duyarlı ölçümler yapılmıştır. Bu ölçüınierin sonuçları da büyük patla­ ma sırasındaki element oluşumu teorilerinin ortaya koyduğu değere çok yakındır. Ayrıca ne astronomi gözlemleriyle ne radyometrik tarihlendirme yöntemleriyle (bkz. 1 . Ek) 12 milyar yaşından çok daha yaşlı bir nesnenin bulunabildiği gerçeği vardır. Eğer evren bundan çok daha uzun bir zamandır ( örneğin birkaç yüz mil­ yar yıldır) var olsaydı, 12 milyar yaşından daha yaşlı nesnelerin eksikliği oldukça şaşırtıcı olurdu. Son olarak da büyük patlama kuramı -en önemli rakibi olan durağan durum kuramının tersine- evrenin zaman içinde değiştiğini söyler. Bu da evrenin en uzak bölgelerinin bize yakın bölgelere göre farklı görünmesi gerektiği anlamına gelir. Çünkü uzaktaki, diyelim ki 1 0 milyar ışık yılı ötedeki, nesnelere bakmak aslında evrenin 10 milyar yıl önceki haline bakmak demektir. Ve göreceğimiz üzere uzak­ taki nesneler günümüz evrenindeki nesnelerden önemli birçok açıdan farklıdır. Örneğin evrenin ilk dönemlerindeki kuasar sayısı (bkz. 2. Bölüm) yakın dönem­ lerdekinden çok daha fazladır.

Büyük Patlama Kozmolojisi Ne Kadar Güvenilirdir? Büyük patlama kozmolojisi doğru mudur? Hiçbir bilimsel kurarn mutlak bir şe­ kilde kesin olduğunu ileri sürmez. Ayrıca bu kuramla ilgili, bazıları oldukça teknik, birtakım sorunlar da vardır. Ama şu an için bunların hiÇbiri aşılamaz görünmüyor.

34

ZAMAN HARiTALARI

1 990'1ı yılların başında bir süre için bazı yıldızların yaşının evrenin yaşından büyük olduğu sanılınıştı -kimi astronomlara göre bu kanıt bütün kurama kuş­ ku düşürüyordu. Bunun üzerine Hubble Teleskopu'yla yapılan gözlemler bunun doğru olmadığını gösterdi. Bugün en yaşlı yıldızlar, Hubble sabitinin en son tah­ minlerine dayanılarak belirlenen evrenin yaşından yaklaşık bir milyar yıl daha genç görünüyor. Büyük patlama kozmolojisi açısından iyi bir haber! Bunun ya­ nında pek de iyi olmayan haberler de var: 1 990'1ı yılların sonunda çok uzaktaki la tipi süpernovalar üzerine yapılan çalışmalarla (bkz. 2. Bölüm) evrenin genişleme hızının, kütleçekimin etkisiyle giderek azalmak yerine aslında arttığına yönelik kanıtlar birikıneye başlamıştır. Eğer bu gözlemler doğruysa, şimdiye kadar varlığı bilinmeyen yeni bir kuvvetin mevcut olduğunu ve büyük patlamadan bu yana evrenin genişleme hızı üzerinde hep etki ettiğini ancak bu etki çok zayıf olduğu için şimdiye kadar saptanamadığını ortaya koyması çok sarsıcıdır. Bir olasılık, bu kuvvet kuantum mekaniğinin öngördüğü, kütleçekim kuvvetine ters yönde etki eden, yani madde ile enerjiyi bir araya getirmek yerine onları birbirinden uzak­ laştıran "vakum enerjisi"dir. Eğer böyleyse etkileri neredeyse Einstein'ın kurgusal kozmoloji sabitinin etkileriyle aynı olacaktır.31 Bu kanıtlar büyük patlama koz­ molojisinin çarkiarına büyükçe bir çomak sokabilir. Öte yandan karanlık madde sorununa (bkz. 2. Bölüm) da hiç beklenmedik bir çözüm getirebilir. Çünkü vakum enerjisinin de tüm enerjiler gibi bir kütlesi vardır ve astronomların bir süredir arayıp da bulmaya çalıştıkları büyük miktardaki maddeye karşılık geliyor olabilir. Bir de başlangıçlarda görülen o karmaşık sorun var. Bütün bilimsel bilgimiz büyük patlamanın başlangıcı konusunda yetersiz kalıyor. Evrenin yoğunluğu ve sıcaklığı sonsuzmuş gibi görünüyor. Umut vaat eden birçok fikri olmasına karşın, modern bilim böyle bir olguyla uğraşabilecek bir yönterne sahip değil. Bu tür sorunlara karşın, kurarnı ciddiyede ele almamız için bizi yüreklendiren şey kurarnın modern parçacık fiziğinde ve modern astronomide derlenmiş ampi­ rik ve kuramsal bilginin büyük bölümüyle tutarlı oluşudur ve bu kadar çok şeyi açıklayan bir başka köken kurarnı da yoktur. Bilim insanları bütün bu kanıtlarla tutarlı olabilen mantıksal bir kurarn oluşturmuşlardır. Bu kuramın evrenin tarihi­ nin ilk üç dakikasında neler olduğunu söyleyebilrnesi bile başlı başına olağanüstü bir başarıdır. Gelecekteki araştırmaların mevcut kuramı değiştirebileceğinin -hem de olasılıkla önemli açılardan değiştirebileceğinin- farkına varılması da daha az dikkate değer değildir.

Üs tel Notasyona İlişkin Modern bilirnde genellikle büyük miktarlada ve büyük sayılada uğraşılır. Ama bunları, örneğin milyar kere milyar kere milyar yazmak da çok yer kaplar (bu sa­ yının ne kadar büyük olduğunu görmek için alttaki paragrafa bakınız). Bu nedenle bilim insanları üste/ notasyonu kullanırlar. Bu bölümdeki sayıların bir bölümü bu kullanışlı matematiksel yazımla yazılmıştır. Bu sembolik yazım şöyledir.32 1 00, 1 0 ile 10'un çarpımıdır ya d a iki tane 1 0'un çarpımıdır. Üstel notasyanda 1 00'ü 1 02

ILK 300.000 YIL EVRENiN, ZAMANIN VE UZAYIN DOGUŞU

35

şeklinde yazabiliriz. ıOOO, üç tane ı O'un çarpımıdır yani ı 03'tür. Bu böyle gider. Üstel notasyonla yazılmış bir sayıyı normal notasyonla yazmak İstersek, önce ı yazar ve onun arkasına üstteki sayı kadar sıfır ekleriz. Yani ı ooo ( ı 03) bu durumda ı ve arkasına eklenen üç sıfırdan oluşur. Bir milyar, 1 09'dur ya da ı ve arkasından gelen 9 sıfırdır -yani ı .OOO.OOO.OOO. Aynı notasyonu küçük sayılar için de kullana­ biliriz. Yüzde bir ( 1/ıOO ya da % ı ) şöyle yazılır: 10·2• Binde bir (ı/1 000) de ı 0-3'tür. Bu sistem ıO'un tam katı olmayan sayılar için de kullanılır. Örneğin 1 3 milyar yılı, 13 çarpı ı milyar yıl olarak düşünebilir ve 13 x ı09 yıl şeklinde yazabiliriz. Dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Üssü ı artırmak, önceki sayıyı ıO'la çarpmak demektir. Yani ı oJ, ı 02'den yalnızca biraz büyük değil, gerçekte 1 0 katı büyüktür. Aynı şekilde ı oıs (yani milyar kere milyar) 1 09'un iki katı değil, ı milyar ( ı 09) katı büyüktür -ıomden de ıo kat büyüktür. Üstel notasyon çok büyük sayıları basitçe gösterme yoludur ve biraz yanıltıcı olabilir. Bu yüzden sa­ yıların gerçek büyüklüklerini, farkında olmadan kolayca göz ardı edebiliriz. Hid­ rojen atomunun kütlesi üstel notasyonla ı ,7 x ı0-27 kg şeklinde yazılır. Normal gösterimde bu kesir basit ama uzundur: ı ,7/l .OOO.OOO.OOO.OOO.OOO.OOO.OOO.OO 0.000 kg ya da ı kilogramın milyar kere milyar kere milyarda biri çarpı ı ,7'dir. Bu değerin gerçek anlamını kavramak zordur. Bir kilogramın milyarda biri ağır­ lığındaki bir şeyi düşünmeye çalışın. (Bunu elbette yapamayız; çünkü beynimiz böyle hesaplar yapacak şekilde tasarlanmamıştır. Yalnızca çabalayabiliriz.) Sonra bu ağırlığın da ı milyarda biri kadar ağır olan bir şey düşünmeye çalışın. Ve dü­ şünce deneyini üçüncü kez yinelediğİnizde artık hidrojen atomunun büyüklüğünü düşünüyorsunuzdur. Güneş'in ağırlığının anlamını kavrayabilmeniz için de böl­ mek yerine çarprnanız gerekir. Güneş'in kütlesi yaklaşık 2 x ı 027 tondur ya da 2.0 00.000.000.000.000.000.000.000.000 ton. Yani iki kere milyar kere milyar kere milyar ton. Güneş'te ı,2 x 1 057 atom bulunur. Evrende yaklaşık ı 022 yıldız vardır. Evrendeki atomların sayısını kabaca tahmin etmek için bu iki sayıyı çarpmamız gerekir. Bunun için üslerdeki sayıları toplarız ve ı ,2 x ı 079 sayısına (atoma) ulaşı­ rız. Bunun ne kadar etkileyici bir sayı olduğunu normal notasyonla yazana kadar algılayamayabiliriz. Hatta birçoğumuz ondan sonra bile yazdığımız şeyin ne an­ lama geldiğini kavrayamayabiliriz. Kitabın son bölümünde bu sayılardan çok çok daha büyükleriyle karşılaşacağız.

Özet Evren hakkında yaklaşık 1 3 milyar yıldan öncesine yönelik kesin hiçbir şey söyleyemeyiz. Öyle ki uzayın ve zamanın bile olup olmadığını bilmiyoruz. Belki bir noktada boşluktan enerji ve madde patladı; hem uzay ortaya çıktı hem zaman akınaya başladı. Evrenin ilk dönemi olağanüstü sıcaktı, aşırı yoğundu ve bir tür kozmik patlama şeklinde akıl almaz bir hızla genişledi. Genişledikçe de soğudu. Madde ve karşı madde birbirini yok etti; geriye yalnızca eser miktarda madde artığı kaldı. Evrenin başlangıcındaki şiddetli akıştan birbirinden farklı birtakım varlıklar

36

ZAMAN HARITALARI

-protonlar, nötronlar, elektconlar ve ışık fotonları- ile birbirinden ayrışmış kuvvet­ ler- güçlü kuvvet, zayıf kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve kütleçekim kuvveti- or­ taya çıktı. Birkaç yüz bin yıl sonra evren protonlar ile elektconların birleşip kararlı atomlar oluşturabilecekleri kadar soğudu. Böylece evrendeki madde elektriksel olarak nötrleşti. Bunun sonucunda da maddeyle enerjinin etkileşimi kesildi ve ışı­ ma evrende serbestçe dolaşmaya başladı. Evren genişledikçe ışımanın sıcaklığı da düştü; öyle ki günümüzde yalnızca kozmik arka plan ışıması olarak algılanabiliyor. Bu öykü, ne kadar garip görünse de, muazzam miktarda bilimsel araştırmaya dayanır ve bugün astronomide ve parçacık fiziğinde bildiklerimizin büyük bölü­ müyle uyumludur. Büyük patlama kozmolojisi artık modern kozmolojinin merke­ zinde yer almaktadır. Evrenin doğası ve tarihiyle ilgili modern görüşleri ve düşünce­ leri birleştiren paradigmadır ve modern yaratılış mitinin ilk bölümüne o egemendir.

İleri Okuma Barbara Sproul'un Primal Myths ( 1 99 1 ) adlı kitabında giriş bölümünün ardın­ dan birçok farklı kültürün yaratılış mitleri yer alır. Günümüzde büyük patlama kozmolojisini anlatan birçok popüler kitap vardır. Bunlardan bazılarının yazarları da evrenin doğuşunun modern öyküsünün oluşturulmasına katkısı olan kişilerdir. Aşağıda bu konuda en çok yararı dakunacağını düşündüğüm kitapların listesi bulu­ nuyor. Stephen Hawking'in (Zamanın Kısa Tarihi) (A Brief History of Time, 1 988) bunlar arasında en iyilerinden biridir. Onun ardından yazarın Ceviz Kabuğundaki Evren (The Vniverse in a Nutshell, 2001 ) adlı kitabı gelir. Biraz daha teknik bir kitap Steven Weinberg'ün İlk Üç Dakika (The First Three Minutes, 2. baskı, 1 993) adlı yapıtıdır. John Geibbin'in Genesis'i (1981) biraz eski kalmış olsa da genel okuyucu için nefis bir giriştir (ve bu kitabın esin kaynaklarından da biridir). Günümüze biraz daha yakın ve aynı derecede okunınaya değer kitaplar arasında Timothy Ferris'in The Who/e Shebang ( 1 997), John Barrow'un Evrenin Kökeni (The Origin of the Universe, 1 994), Peter Coles'un Cosmology (200 1 ) ve Arınand Delsemme'nin Our Cosmic Origins ( 1 998) adlı kitapları sayılabilir. Delsemrne'nin kitabı, bu kitabın ilk kısmının büyük bölümüyle ilgilidir. Cesare Emiliani'nin Scientific Companian ( 1 995) adlı yapıtı modern astronomi, fizik ve kimya fikirleriyle ve terminolojisiyle ilgili daha kesin ve ayrıntılı bilgi arayanlar için yararlı olacaktır. Eric Chaisson'ın Cosmic Evalutian (200 1 ) adlı kitabında mikroplardan yıldızlara kadar birçok farklı ölçekte düzenin ve entropinin anlamı üzerine düşünceler yer alıyor. Martin Rees'in ]ust Six Numbers (2000) adlı kitabı da evrenin temel yapıları üzerine. Lee Smolin'in Evrenin Yaşamı (Life ofthe Cosmos, 1 998) adlı kitabı evrenimizin bir çeşit kozmik evrim geçiren çok sayıda evrenden biri olma olasılığı üzerine üretilmiş büyük kur­ guları içeriyor. Charles Lineweaver'ın "Our Place in the Universe" (2002) adlı kısa denemesi evrenin içindeki yönelimler ve ölçekler üzerine mükemmel bir giriştir. Ni­ gel Calder'in Timescale ( 1 983) adlı kitabında -her ne kadar güncellenmesi gerekse de- bütün zaman boyunca yaşanan olayların kronolojisi yer alır.

2 Galaksilerin ve Yıldızların Ortaya Çıkışı Karmaşıklaşmanın Başlangıcı

Büyük patlamadan bu yana olanları eğer tek cümleyle özetlemek gerekirse, derin bir soluk alıp şöyle demek gerekir: En başından beri kütleçekim kuvveti kozmik yapı­ ları şekillendirmiş ve sıcaklık farklarını artırmıştır. Bu da aslında on milyar yıl sonra bir parçası olduğumuz, çevremizdeki karmaşıklığın oluşması için gereken ön koşuldur. ·

Havanın açık olduğu bir gece gökyüzüne bakın. Yıldızlar size de evrenin en önemli sakinleriyrniş gibi gelecektir. Ama tıpkı insanlar gibi yıldızlar da yalıtılmış ve yalnız değillerdir. Calaksi denen ve bazılarında 1 00 milyar yıldız bulunan dev topluluklar halinde olurlar. Bizim içinde bulunduğumuz galaksi, Samanyolu'dur. Bize sönük bir yıldız ya da flu bir ışık kaynağı gibi görünen diğer galaksilerin ter­ sine Samanyolu, gökyüzü boyunca uzanan soluk ışıktan bir ırmak gibi görünür. Çünkü biz onu içeriden görürüz. Birçok çıplak göz için daha az belirgin olan ve ast­ ronomların çoğunun 20-30 yıl öncesine kadar farkında olmadığı şey galaksilerin de topluluklar halinde bulunduğudur. Bu topluluklara grup (genellikle birkaç milyon ışık yılı çapında olup 20 dolayında galaksi içerir) ya da küme (çapları 20 milyon ışık yılını bulur ve yüzlerce hatta binlerce galaksi içerir) denir. Grup ya da küme içindeki galaksileri kütleçekim kuvveti bir arada tutar. Ama evrende daha büyük yapılar da vardır. Bunlar öylesine büyüktür ki evrenin genişlemesiyle birlikte esne­ yip genişlerler. Bunlara süper küme (çapları 1 00 milyon ışık yılını bulur ve 10.000 dolayında galaksi içerir) Jenir. Bu süper kümelerin oluşturduğu dev zincirler de ilk kez 1 980'li yıllarda keşfedilen devasa boş uzay kabarcıklarının çevresini kuşatmış durumdadır. Daha da büyük ölçekte evren dikkat çekici derecede homojendir. Bu homojenlik de kozmik arka plan ışımasının tekdüzeliğinden kaynaklanmıştır. Yani bizim gibi karmaşık gözlemcileri ilgilendiren karmaşık örüntüler, yalnızca süper küme zincirlerinin bulunduğu ölçekten daha küçük ölçeklerde karşımıza çıkar. •

Martin Rees, Just Six Numbers: The Deep Forces That Shape the Vniverse (Londra, 2000), s. 126.

38

ZAMAN HARITALARI

Üsffen görünüs

·:

.

·. - : o' � • •

:·.

. . ... ...

•·.

;.

.

.

.

. . .

� � ";.:·.-o ".

·

� Toz � .. . .. *··�-,:·�. , . ...... . ..... , .... .... •••�a....... ı.•..,.ıza:ı
= c o

350





.:ii C> u c

) c C> .,

(

ilk sürüngenler; kanatlı böcekler 300

Sibirya ile Avrupa'nın birleşmesi ve süperkıla Pangaea'nın oluşması

250

ilk memeliler

200

ilk kuşlar

1 50

ilk çiçekli bitkiler; keseliler

1 00

Hindistan'ın Antarktika'dan

N

'::>

l

E c C>

.... " >. c o o � ED N O> N �

ı

.... t "

>.. c O D

'::>

'::>

50

ilk dinazorlar

Kretase soy tükenişleri ilk insansı maymunlar

N o E o

:ii

:..:

N

+

o

lik hamininler

Zaman Çizelgesi 5.2'nin zaman ölçegi

Zaman Çizelgesi 5.1 Çokhücreli organizmaların zaman ölçeği: 600 milyon yıl.

5

Yaşamın Evrimi ve Biyosfer

Çeşitlilik ve Karmaşıklık Yaşam bir kez ortaya çıktıktan sonra koşulları değişen Dünya'da canlılar doğal seçilim sayesinde kendilerine yeni nişler buldukları sürece çoğalıp çeşitlendiler. Bu bölümde Dünya'da yaşamın tarihindeki başlıca değişimler incelenecektir. Evrim günümüzdeki canlı çeşitliliğini nasıl sağlamıştır? Dünya'da yaşamın tarihinin baş­ lıca aşamaları nelerdir? Bu öykünün birçok ayrıntısı hala bilinmezliğini koruyor olsa da ana hatları oldukça nettir. Yaklaşık 4 milyar yıllık bir evrimin sonucunda bile canlıların büyük bölümü hala basit ve küçüktür. Her zaman olduğu gibi Dünya'ya bakteriler egemendir. Yal­ nızca birkaç bakterinin boyu milimetrenin % 1 'inden büyüktür. Karmaşıklık düzey­ leri büyüklükleriyle orantılı olarak artmayan yıldızların tersine canlı organizmalar, boyutları büyüdükçe karmaşıklaşırlar. Bu nedenle bakteri egemenliği şu genel ku­ rala uygundur: " Karmaşık varlıklara göre basit varlıkların hem oluşması kolaydır hem bunlar daha uzun ömürlü, daha dayanıklı ve sayıca çok olurlar." Canlıların çok büyük bölümü Lynn Margulis ile Dorion Sagan'ın deyişiyle "mikrokozmos"a aittir.1 Bu nedenle Stephen Jay Gould da "Yaşamın ortaya çıkışı yeni karmaşık­ lık biçimlerinin doğuşunu gösterse de Dünya'da yaşamın tarihi yalnızca giderek karmaşıklaşan varlıkların öyküsünden ibaret değildir" demiştir. En basit genetik tarifler hala iyi çalışmaya devam ediyor. Yani karmaşık olmanın gerçekte herhangi bir evrimsel üstünlüğü yoktur.2 Hatta bazı örnek olaylarda organizmalar daha ba­ sitleşmeye doğru evrim geçirmiştir: Yılanlar bacaklarını kaybetmiştir, köstebekler gözlerini yitirmiştir ve virüsler kendi başlarına üreyebilme yetilerinden olmuşlardır. Ne var ki doğal seçilimin yeni yaşam tarzlarıyla sonsuz deney yaptığı da bir gerçektir. 4 milyar yıllık bu deney boyunca doğal seçilim, Dünya'nın ilk dönemin­ dekilerden çok daha karmaşık organizmaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu organizmalar da her ne kadar daha üst düzey karmaşıklığa yönelik etkili bir dürtü olmamasına ve hatta karmaşık organizmalar büyük resimde hiç de ciddi bir önem

1 00

ZAMAN HARITALARI

taşımamalarına rağmen, ortaya çıkmışlardır. John Maynard Smith ile Eörs Szath­ mary bu konuya "Doğal seçilime dayanan evrim kuramı organizmaların giderek karmaşıklaşacağını öngörmez [ ... ] Yine de bazı soylar karmaşıklaşmıştır." diyerek dikkat çeker.3 En sonunda mikrokozmik dünyanın içinde ve onunla yan yana bir "makrokozmik" dünya doğmuştur. Biz kendimiz de büyük bir organizma olduğu­ muz için bu sürece önem verme eğilimindeyizdir -tıpkı evren tarihimizin, sıradan bir yıldızın çevresinde dönen sıradan bir gezegenin (o gezegen yuvamız olduğu için) üzerinde yoğunlaşması gibi. Biyolojik karmaşıklığın artışının öyküsü bir dizi büyük dönüşüm üzerinden anlatılabilir. Bunların arasında yaşamın doğuşu, ökaryot hücrelerin ortaya çıkı­ şı, eşeyli üremenin başlaması, bizim gibi çokhücreli organizmaların ortaya çıkışı ile sosyal gruplar halinde bir arada yaşayan organizmaların doğuşu vardır.4 Her aşamada moleküller, hücreler ve bireyler birbirleriyle bağlanarak daha büyük ya­ pılar oluşturmuşlardır -tıpkı şirket birleşmeleri gibi. Evrim de onların iletişimi ve işbirliği için yeni yollar bulmuştur. Karmaşıklığın ortaya çıkışının doğal seçilirole açıklanması, aslında kopyalanan moleküllerin işbirliği yaparak (bizim gibi sıkı işbirliği halindeki milyarlarca hücreden oluşan devasa organizmalar ortaya çıkm­ caya kadar) hep daha da büyük varlıklar oluşturmalarının neden zaman zaman (Darwinci deyişle) üstünlük sağladığının açıklanmasıdır. Boyutumuzu bir yana bırakırsak, (Empire State binası bizim için neyse, biz de tekhücreli bir organizma için oyuz) karmaşıklığımızı pek de abartmamalıyız. Artan karmaşıklık düzeyini ölçmenin iyi bilinen bir yolu organizmaların oluşma­ sı için gereken gen sayısına bakmaktır. Ancak bu hesap, öyle görünüyor ki, bizi bir zamanlar düşündüğümüz kadar göklere çıkarmıyor. insanda bir dönem ina­ nıldığı gibi 60.000 ya da 80.000 gen bulunmuyor. Bunun ancak yarısına yakın, 30.000 dolayında genimiz var. Yuvarlak solucanların gen sayısı bizimkinin üçte ikisi kadardır (yak. 1 9.000). Meyve sineklerininki yanınızdan biraz daha azdır (yak. 13.000). Hatta bağırsaklarımızda yaşayan Escherichia co/i bakterisinin bile 4.000'i aşkın geni vardır. Bu nedenle her ne kadar büyük organizmaları oluştur­ mak küçüklere göre biraz daha zor olsa da aradaki fark, bir zamanlar düşünüldü­ ğü denli büyük değildir. Biyolojik akrabalarımız arasında şempanzelerin yanı sıra, amipler ve yuvarlak solucanlar da vardır.

Arkeen Üst Zamanı: Bakteri Çağı Dünya'da yaşamın tarihinin en önemli kanıtları fosillerden elde edilir. Fosil kayıtları bize son 700 milyon yıl hakkında oldukça çok şey anlatır. Ancak bu, yaşamın Dünya'da var olduğu sürenin beşte birinden daha kısa bir dönemdir. Fo­ sil kayıtları bütün canlıların tekhücreli olduğu ve denizde yaşadığı daha önceki dönemlere ilişkin çok az şey söyler. Çünkü bu eski organizmaların bedenlerinde fosil oluşturacak sert kısımlar yoktur. Bununla birlikte paleontologlar da bakte­ rilerin minicik "mikro fosilleri"ni bulmayı ve onları analiz etmeyi öğrenmişlerdir.

YAŞAMIN EVAIMI VE BIYOSFEA

101

Bunların en eskileri 3,5 milyar yıl öncesine yani Dünya'daki yaşamın en erken izlerinin oluşumuna yakın bir tarihe dayanır. Biyologlar son yıllarda günümüzde yaşayan değişik türlerin genetik malzemeleri üzerinde çalışma ve onları karşılaş­ tırma yöntemlerinden giderek daha çok yararlanıyorlar. Bu çalışmalar günümüz türleri arasında olan (ama tek başına fosil kayıtlarla saptanamayacak) evrimsel bağları ortaya çıkarıyor. Gezegenimizin geleneksel zamandizininde Hadean üst zamanı, Dünya'nın olu­ şum dönemidir ve yaklaşık 4 milyar yıl öncesine kadar sürer. Arkeen üst zamanı, yaşamın ortaya çıktığı ilk dönemdir ve yaklaşık 4 milyar yıl öncesinden 2-2,5 mil­ yar yıl öncesine kadar sürer. Dünya'daki ilk yaşam biçimleri Arkeen'in daha başla­ rında, yeryüzünde suyun olduğu bir dönemde ortaya çıkmıştır. Onlar belki de deniz tabanındaki sıcak volkanik bacalarda ortaya çıkan ilk arkebakterilerdi ya da bir başka bakteri tipiydiler. Eğer son araştırmalar doğruysa, hem arkebakteriler hem ökaryot organizmalar daha basit organizmalar olan öbakterilerden türemiştir.5 Hangisi olursa olsun, yaşam oldukça erken ortaya çıkmıştır. Canlı organiz­ malar olasılıkla 3,8 milyar yıl önce vardı. Çünkü Grönland'da bulunan bu yaş­ taki bazı kayalarda yaşamın varlığıyla ilişkilendirilen C'2 izotopuna rastlanmıştır. 3,5 milyar yıl önceyse yaşam kesinlikle vardı. Çünkü Güney Afrika'da ve Avust­ ralya'da günümüz siyanobakterilerine (diğer adıyla mavi-yeşil alglere) benzeyen bakterilerin mikrofosilleri bu yaştaki bazı kayalarda bulunmuştur.6 Bunlar, günü­ müzdeki durgun suları yeşil yapan bakterilerin benzerleriydi. Varlıkları, dünyanın erken dönem denizlerinin yaşam kaynadığını düşündürüyor. Yeryüzünde yaşamın ortaya çıkış hızı birçok biyoloğu yüreklendirmiş ve onların evrenin herhangi bir yerinde de uygun koşullar oluştuğu takdirde yaşamın doğal olarak ve hızlıca or­ taya çıkabileceğini düşünmesine yol açmıştır. Bu nedenle yaşam ender rastlanır olmanın tersine evrenin her tarafında bulunuyor olabilir. Paul Davies'in kısa süre önce belirttiği gibi evrenin kendisi, en azından içinde bulunduğu evrimsel aşama­ da, "canlı dostu" bir yermiş gibi görünüyor.7 Ama "canlı dostu" olmanın da sınırları vardır. Her karmaşık yapı hayatta ka­ labilmek için sürekli bir enerji akışına gereksinim duyar. Bu nedenle bütün canlıla­ rın başlıca görevlerinden biri -ki bu her zaman kolay olmayan bir görevdir- besin ve enerji kaynağı bulmaktır. Yeryüzündeki ilk canlıların bulduğu çözümler hem yaşamın tarihini kökten etkilemiş hem gezegeni şekillendirmiştir. En eski organizmalar enerjilerini Dünya'nın yüzeyinin altındaki birtakım kim­ yasal maddelerden çıkarmış olabilir. Yani bunlar kimyasal madde "yiyorlardı" de­ nebilir. Eğer ilk canlılar arkebakterilerse, gereksinim duydukları enerjiyi olasılıkla deniz tabanındaki kimyasal hacalardan sağlamışlardır. Ama bazı canlılar çok geçmeden diğer canlıları yiyerek de enerji elde etmeyi öğrendiler. Böylece enerjilerini cansız ortamdan sağlayan birincil üreticiler ile diğer canlı organizmaları -ki bunların arasında birincil üreticiler de vardı- yiyen ve besin zincirinde daha üstte yer alan bazı canlılar arasında belirgin bir fark ortaya çıktı. Eğer enerji elde etmenin tek yolu bu ikisi olsaydı, Dünya'da yaşamın tarihi denizle-

1 02

ZAMAN HARITALARI

rin derinliklerinde yaşayan ve enerjilerini Dünya'nın erimiş çekirdeğinden sağlayan canlılarla sınırlı kalırdı. Ancak en azından 3,5 milyar yıl öncesinde güneş ışığıy­ la besienmeyi öğrenmiş bazı canlılar denizin yüzeyine yakın yerlerde yaşıyorlardı. Güneş de gerçekte Dünya'nın merkezindeki ısı motorundan daha zengin bir enerji kaynağıydı. Siyanobakteriler hücrelerindeki klorofil molekülleri sayesinde fotosen­ tez olarak bilinen temel bir kimyasal tepkimeyle güneş ışığını işleyebiliyorlardı. Fotosentez yeryüzündeki yaşam için o kadar önemlidir ki nasıl işlediğini an­ lamak için biraz çaba harcamaya değer. 8 Moleküller birbirlerine kimyasal bağ­ larla bağlanmış atomlardan oluşur. Kimyasal bağ oluşturmak için de enerji gere­ kir. Bağlar koptuğunda bu enerjinin bir bölümü yeniden ortaya çıkar. Bu nedenle kimyasal maddeler aslında birer enerji deposu olarak da görülebilir. Canlı orga­ nizmalar glikoz gibi organik moleküllerdeki enerjiyi, onların kimyasal bağları­ nı parçalayarak elde ederler. Kimyasal bağları parçalamak da aslında yine enerji gerektiren bir iştir. Bu nedenle bağları parçalama işlemi, harcanandan daha çok enerji elde edilecek şekilde yapılmalıdır. Bu da enzimierin işidir. Enzimler -bunlar genellikle birtakım proteindirler- şekilleri sayesinde enerji içeren belli molekülleri çok az bir çabayla kararsızlaştıran moleküllerdir. Böyle yaparak, tükenikierinden çok daha fazla enerjinin ortama salınmasını sağlarlar. Az miktarda enerji harca­ yarak daha çok miktarda enerjinin salınması aslında yakından bildiğimiz bir sü­ reçtir -kibritle her ateş yakışımızda bunu gerçekleştiririz. Bununla birlikte bütün sürecin en başında enerjinin depolandığı kimyasal bağları oluşturacak bir enerji girişine gerek vardır. İşte, fotosentez burada devreye girer. Fotosentezde klorofil (suyun ve karbondioksitin bulunduğu bir ortamda) ışık enerjini kullanarak küçük bir elektrik akımı oluşturur. Bu akım karmaşık bir tepkime zincirini başlatır ve sonuçta glikoz gibi enerji depolayan bazı moleküller oluşur. Böylece bitkiler güneş ışığındaki enerjiyi kullanarak kendi bedenlerinde minik enerji paketleri yaratırlar. Daha çok enerjiye gereksinim duyduklarında da bu paketleri açarlar. Kuşkusuz diğer canlılar da bitkilerde depolanmış bu enerjiyi onları yiyerek kullanabilirler. Bir elma yediğimizde elma ağacının depoladığı enerjiyi açığa çıkarıp kullanmış oluruz. Kömür yaktığımızda da 300 milyon yıl önce Karbonifer devrinde yaşamış ağaçların depoladığı enerjiyi açığa çıkarırız. Yani güneş ışığından dönüştürülen büyük miktarlardaki enerji bu yolla çok küçük paketler halinde depolanır. Bir kamyonun tepeye çıkmasını sağlayan bir bardak benzinin, aslında milyonlarca yıl önce yaşamış canlılarda depolanmış enerjiyi içerdiğini düşünemeyebiliriz. Aynı şe­ kilde güneş ışığından sürekli b ir enerj i akışı olmadığında bütün biyosferin enerjisiz kalacağı da aklımıza gelmeyebilir. Canlı organizmalar fotosentezin karmaşık kimyasal tepkimelerini kullanarak muazzam bolluktaki güneş ışığını hasat etmeye başladılar. Yakıtını güneş ışığından alan yaşam güneşsiz bir dünya için düşünülemeyecek yollardan serpilip gelişti. Dünya'da yaşamın tarihinin bundan sonraki kısmının büyük bölümünü gezege­ nimizi paylaşan değişik türterin güneş ışığını yakalama, dağıtma ve paylaşma şe­ killeri belirlemiştir. İnsanlık tarihi de bu öykünün bir parçasıdır. Çünkü insanlar

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

1 03

da toplayıcılıkla, çiftçilikle ve fosil yakıtları kullanmak suretiyle güneş ışığından giderek artan bir şekilde yararlanmanın yollarını bulmuşlardır. Siyanobakteriler günümüz bitkilerinin uzak akrabalarıdır. Aynı zamanda gü­ nümüzde dünyanın en önemli birincil üreticiler arasındadırlar. Birçok siyano­ bakteri yapışkan bir sıvı salgılar. Bu salgı sayesinde birbirlerine kenetlenirler ve bir mat (ince tabaka) oluştururlar. Zamanla bunlar bir canlı bakteri tabakası ve onun üstünde bir ölü bakteri tabakası şeklinde üst üste yığılırlar ve stromatolit denen mantar şeklinde büyük yapılar meydana getirirler. Stromatolitler bugün bile dünyanın bazı yerlerinde hala oluşuyor ( Bu yerlerden en ünlüsü Batı Avustralya kıyılarındaki Shark Bay'dir.) Bulunan stromatolit fosilleri, onların 3 milyar yıl öncesinden beri yaygın olduğunu gösteriyor. Stromatolitler bize en eski yaşam biçimlerinin bugün bile hayatta kalabilecek denli başarılı olduğunu anımsatıyor -hem de şaşırtıcı derecede az sayıda önemli değişim geçirmelerine rağmen. Bu nedenle günümüz dünyasıyla karşılaştırıldığında Arkeen dünyasının sıkıcı olduğu düşüncesine kapılmamalıyız. Anlaşıldığı kadarıyla bu dünya da aslında bizimki kadar zengin ve egzotikti. Margulis ve Sagan'ın şöyle etkileyici bir betim­ lemesi vardır: Mikroskobik bir perspektiften bakmaya boşlodığınızdo görüş oçınızo, inip kolkon birtakım mor, deniz yeşili, kırmızı ve sarı küreciklerin girdiği masal gibi bir manzo­ rayla karşılaşırsınız. Menekşe renkli Thiocapsa kürelerinin içinde sorkan sarı kükürt damlolarından kötü kokulu gaz kaborcıkları yayılmaktadır. Kılıfları içindeki yapışkan orgonizma kolonileri ufka kadar uzanır. Bazı bakterilerin bir yonları koyolara yapış­ mış, öteki yanları küçük çatlaklardan içeri sızmış ve kayaya girmeye başlamış du­ rumdadır. ince uzun lifler yavaşça süzülerek sürüdeki kardeşlerini terk edip güneşli daha iyi bir yer aramaktadırlar. Bakterilerin tirbuşon ya da burgu makarna şeklindeki kısa ve eğri kamçıları ileri doğru atılıyor. Çakıltaşlarını kırmızının, pembenin, sarı ve yeşil in parlak tonlarıyle kaplayon çokhücreli iplikçikler ve yapış yapış, kumaş benzeri bakteri toplulukları akıntıylo dalgolonıyor. Esintiyle etrafa saçılan spor bulutları deniz düzeyinden alçaktoki uçsuz bucoksız sulak ve çamurlu alanlara düşüyor.9 Mikrokozmosta virüs, faj, replikon ve plazmit gibi adlarla bilinen çeşitli gene­ tik bilgiler küçük DNA ya da RNA parçaları halinde her yanda yüzer. Bu nesneler tam da yaşamla cansız doğa arasındaki sınırda yer alırlar. Çünkü çoğu kendileri için "yaşam" sağlayacak bir beden aramaya yetecek kadarından biraz daha fazla genetik malzemeyi ancak içerir. Bakteriler bu genetik bilgi parçalarından yalnız­ ca üreme sürecinde değil, yaşamlarının herhangi bir aşamasında da yararlanabi­ lirler. Kendi küçük genetik kütüphanelerinde sahip oldukları sınırlı metabolizma becerilerini desteklemek için böyle davranırlar. 10 Replikonlar hiçbir zaman bir bakterinin kalıcı genetik stoğuna girmez ama tıpkı ödünç alınan bir yazılım gibi (başka bir yere gitmeden önce) içinde bulunduğu konak tarafından kullanılırlar. Yani bakteriler büyük organizmaların tersine genetik bilgileri esnek bir şekilde birbirleriyle paylaşabilirler. Bu özellikleri onların şaşırtıcı uyum becerilerini ve

1 04

ZAMAN HARITALARI

muazzam çeşitliliklerini de açıklar. Minik bir genetik kütüphanesi olmasına kar­ şın her bakterinin bizim gibi büyük organizrnaların erişemeyeceği (ya da genetik mühendisliğinden önce erişernediğirniz) küresel bir genetik veritabanına erişimi vardır. Margulis ve Sagan'ın dediği gibi: "Sevdiğimiz makrokozmik boyuturnuza, enerjirnize ve karmaşık bedenierimize karşılık bir bedel olarak genetik esnekliği­ ınizi verdik. " 1 1 İleride göreceğimiz gibi simgesel dil sayesinde, en azından türü­ rnüz, genler yerine enformasyon değiştokuşu yoluyla, bakterilerin kolayca genetik malzeme değiştokuşu becerileri sayesinde keyfini çıkardığı uyarianma esnekliğinin bir bölümünü geri kazanmıştır. Birçok açıdan bakteriler günümüzde de yeryüzünde egemen yaşam biçimleri olmayı sürdürüyorlar. En sonunda tekhücreli bazı canlılar birleşrneye ve daha sıkı düzenlenmiş yapılar oluşturmaya başladılar. Bunlar, bizim gibi çokhücreli canlıla­ rın ortaya çıkması yolunda atılan ilk adırnlardı. Çokhücreliliğin başlangıcı Prote­ rozoyik üst zamanda gerçekleşti.

Proterozoyik Üst Zaman: Karmaşıklığın Yeni Biçimleri Fotosentezin ilk biçimlerinde güneş ışığındaki enerjiyi depolamak için hidrojen sülfitteki gevşek hidrojen atomları koparılıyordu. Ancak sonunda bazı siyanobak­ teri türleri çok daha sağlam bağları olan su rnolekülündeki hidrojen atomlarını koparınayı öğrendiler. Bu fotosentez süreci daha verimliydi ve yan ürünlerinden biri de serbest oksijen atornlarıydı. Milyonlarca yıl boyunca bu yeni ve daha güçlü rnetabolizma teknolojisi, o dönemki canlıların çoğu için zehir olan oksijenden mu­ azzam miktarlarda pompalayarak ilk atmosferi dönüştürmeye başladı. ilk başta serbest oksijen onu dernice bağlayan pasianma gibi birtakım tepki­ rnelerle ortarndan hemen soğruluyordu (Proterozoyik'in başlarından kalan kaya tabakalarındaki dev pas şeritlerin varlığından dolayı o dönemdeki serbest oksijen oranının yüksek olduğunu biliyoruz). Ne var ki yaklaşık 2,5 milyar yıl öncesin­ den itibaren serbest oksijen bu şekilde soğurularnayacak denli hızlı ve çok üretilir oldu. Böylece atrnosferde birikıneye başladı. İki milyar yıl önce atmosferdeki ok­ sijen oranı %3 kadardı. Bu oran son bir milyar yılda % 2 1 'e ulaştı.U Eğer çevre­ mizdeki oksijen miktarı çok daha fazla olsa, ellecimizi biraz sert biçimde birbirine sürttüğümüzde kendiliğirnizden alev alabilirizi Oksijen yönünden zengin bir atmosferin ortaya çıkışı, yeryüzünde yaşamın tarihi boyunca gerçekleşen devrimler içinde en büyüklerinden biriJir. Margulis ve Sagan bu değişimi "oksijen soykırımı" olarak tanımlar.13 Oksijen çok reaktif olduğundan, varlığı atmosferi sürekli bir kimyasal dengesizlik halinde tutuyordu ve evrimsel değişirnin daha güçlü biçimlerini terikleyen yeni bir kimyasal gerilim düzeyi yaratıyordu. Artık yakıtını dolaylı olarak Güneş'ten alan ve daha karmaşık yaşarn biçimleri inşa etmede kullanılabilecek serbest bir enerji kaynağı vardı. Ja­ mes Lovelock da bu konuda şöyle yazmıştı: " [Serbest oksijen] kuşların uçabilece­ ği, bizim koşabileceğirniz, kışın sıcak kalabileceğimiz ve hatta düşünebileceğimiz

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

1 05

kadar büyük bir kimyasal potansiyel fark sağlar. Oksijen geriliminin şu anki dü­ zeyinin biyosfere sağladıkları, yüksek gerilimli elektriğin 20. yüzyıl yaşam tarzına sağladıkianna karşılık gelir. işler onsuz da yürüyebilir ama o zaman olanaklar da çok büyük ölçüde kısıtlanır. " 1 4 İki milyar yıldan kısa süre öncesine kadar Dünya'da egemen olan yaşam bi­ çimleri denizlerde yaşayan basit, bir hücreli organizmalardı. Biyologlar bunlara prokaryot derler. Prokaryotların DNA'ları hücre içinde serbestçe yüzer. Üreme sı­ rasında hücre bölünür ve her iki kısımda da ata hücredeki DNA'nın birer kopyası oluşur. Bu sayede prokaryot canlıların yavruları atalarının birer klonu olurlar. Bu­ nunla birlikte gördüğümüz kadarıyla atalada yavrular arasında "düşey" bir gen alışverişi oluştuğu kadar, komşu organizmalarla "yatay" bir gen alışverişi de ger­ çekleşir. Bu, daha karmaşık organizmalarda bulunmayan bazı evrimleşme tiplerine olanak tanıyan bir beceridir.15 Böyle bir beceri de prokaryotların bugün bile yaşa­ mın dayandığı temel bazı kimyasal süreçlerin birçoğunu keşfetmede ve kullanınada nasıl bu denli başarılı olduklarını kısmen açıklar. Onlar Dünya'nın atmosferi gibi yüzeyini de dönüştürmüşlerdir. Margulis ve Sagan'ın sözleriyle "Bakteri Çağı camsı volkanik kayalardan oluşan, kraterli, Ay-benzeri bir yüzeyi olan Dünya'yı, içinde yuvamızı kurduğumuz, bereketli bir gezegene dönüştürmüştür. " 16 Bununla birlikte oksijen yönünden zengin atmosferin güçlü bataryalarına ka­ vuşmadan önce canlıların hem boyutları hem karmaşıklığı için bazı üst sınırlar vardı. Serbest oksijen gerçekte basit organik moleküller için son derece zararlı­ dır. Bu nedenle yaşam oksijence zengin bir atmosferde doğmuş olamaz. Ama iki milyar yıllık evrimin ardından yaşam, bu yeni zararlı maddeye dayanacak kadar güçlü ve esnek hale gelmiştir. Gerçi bu sırada birçok tür de ortadan kalkmıştır. Ama oksijen yönünden zengin atmosferde hayatta kalmayı başaranlar da gelişip yayılmışlardır. Çünkü oksijen diğer "yiyecek" biçimlerinin çoğundan daha fazla enerji veriyordu. Ayrıca serbest oksijen atmosferin üst tabakalarında da dolaşıyor­ du ve en sonunda ozon tabakasını oluşturdu. Her ne kadar yalnızca birkaç mili­ metre kalınlığında ve yerden 30 kilometre yukarıda olsa da üç oksijen atomundan (0 ) oluşan bu tabaka tıpkı bir kalkan gibi Dünya'yı morötesi ışınların büyük 3 bölümünden korumuş ve böylece yaşamın denizlerden sonra karalarda yayılma­ sını kolaylaştırmıştır. Bu açılardan oksijenin ortaya çıkışı, evrimin yepyeni yollara sapmasına neden olmuştur. Belki bu değişimler ökaryot diye bilinen, oldukça farklı yeni yaşam biçimleri­ nin 1 ,7 milyar yıl önce ortaya çıkışını açıklayabilirY Ökaryotlarla birlikte canlı­ ların genetik karmaşıklığında belirgin bir artış olmuştur. Bu olay Dünya'da yaşa­ mın tarihinin başlıca aşamalarından biri kabul edilir. ı s Prokaryotların çoğunluğu milimetrenin %0,1 'yle %0,10'u arasında minik caniılarken ökaryot hücreler çok daha büyüktü. Genellikle milimetrenin % l 'iyle % 1 0'u arasında oluyorlardı. Yani en büyükleri çıplak gözle bile görülebilirdi. Ayrıca prokaryotların çoğundan daha karmaşıktılar ve çok daha fazla (yakla­ şık bin kat) DNA içeriyorlardı. Gerçi bu fazladan genetik bilginin büyük bölümü

1 06

ZAMAN HARITALARI

kullanılmıyordu. Son olarak ökaryotlar oksijen açısından zengin bir atmosferde gelişip yayıldılar çünkü bu yeni enerji kaynağını kullanmanın yollarını bulmuş­ lardı. Ortaya çıkışları paleontolojik zaman ölçeğinde " bir anda" oluvermişti. Bu konuda Margulis ve Sagan astronom Chet Raymo'dan şu alıntıyı yapıyor: "Fosil kayıtların yeni tip hücreler ile eski prokaryotlar arasında görülen fark, Wright Kardeşler'in Kitty Hawk'ta uçurduğu makineden bir hafta sonra ortaya çıkan bir Concorde kadar büyüktür. " 19 ( bkz. Şekil 5.1) Ökaryotlar prokaryotlardan bu kadar fazla genetik bilgi taşıdıkları ve daha güçlü enerji kaynaklarına erişebildikleri için ellerinde daha çok metabolizma nu­ marası vardı. Dolayısıyla daha karmaşık organizmalar da onlardan doğdu. Ökar­ yotlar oksijenden enerji sağlayarak aslında siyanobakteriler gibi fotosentezle at­ mosfere sürekli oksijen pompalayan organizmaların çabalarından dolaylı yoldan yararlanıyorlardı. Ökaryotların hücre zarları prokaryotlarınkine göre daha esnek ve uyarlanabilirdi. Bu da onların çevreleriyle yaptıkları yiyecek, enerji ve atık alışverişini daha incelikli yapmalarını sağlıyordu. Ökaryotlar ayrıca zarif gene­ tik mekanizmalarını içlerindeki, çekirdek diye adlandırdığımız, özel bir bölmede koruyorlardı. Son olarak da iç yapıları daha karmaşıktı çünkü iç organları, yani organelleri, vardı. Lynn Margulis ökaryotların muhtemelen iki farklı prokaryotun ve onların genetik malzemelerinin simbiyotik -bağımsız organizmaların giderek birbirlerine daha bağımlı olacak şekilde evrim geçirdikleri süreç- birleşmesi sonucunda ortaya çıktıklarını göstermiştir. Simbiyoz ( ortakyaşam) aşırı derecede yaygındır ve evrim­ sel dönüşümün en karmaşık yanlarından biri olan "rekabet ile işbirliğinin aslında sıkıca birbirine dolanmış olduğu gerçeği"ni gösterir. Evrimde de tıpkı ticaretre olduğu gibi, "kazanan hepsini alır" kuralı bütün oyunlarda işlemez. Genellikle belli bir organizma için oyunu kazanmayı sağlayan hamle başka organizmalarla işbirliği yapmayı gerektirir. Biyologlar birkaç çeşit ortakyaşam tanımlamışlardır. Bunlardan biri olan asalaklık (parazitlik) ilişkisinde türlerden biri yarar görür­ ken diğeri zarar görür. Gugukkuşları yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakarak bir asalak gibi davranırlar. Ama asalaklık, yırtıcılık (kurbanın her şe­ yini kaybetmesi) anlamına gelmez. Eğer ilişki, asalağın yarar sağlayacağı şekilde sürecekse, konağın en azından bir süre, hayatta kalması gerekir. Tersi durumda asalağın kazancı az olur. Ortakçı/ık (kommensalizm) olarak bilinen ortakyaşam ilişkisindeyse iki tür bir arada yaşar. Bunlardan biri bu ilişkiden yarar sağlarken, öteki zarar görmez. Karşılıkçı/ık her iki türün de yarar sağladığı bir başka ortak­ yaşam türüdür. Çiçekli bitkilerin çoğu tozlaşma için böceklere ya da kuşlara ba­ ğımlıdır. Ancak tozlaşmalarını sağlayan bu hayvanları kendilerine çekebilmek için de onlara çiçeközü ya da bir tür yiyecek "sunmaları" gerekir. İnsanların yaptığı tarımda da evcilleştirdikleri bitki ve hayvan türleriyle insanlar arasında bir çeşit karşılıkçılık vardır. Örneğin insanlar mısırı yerler; öyle ki bazı bölgelerde ürün zarar görürse, açlık baş gösterebilir. Ama bu ilişkiden mısır da kazançlıdır. Çünkü insanlar bitkilerini korur, onların üremesini ve büyüyüp gelişmesini sağlar. Aslında

YAŞAMIN EVAIMI VE BIYOSFEA

1 07

ÖKARYOT HÜCRE PROKARYOT HÜCRE Ribozomlar DNA ipligi (genom)

Hücre zarı Çekirdek zarı

Şekil 5.1 Prokaryot ve ökaryot hücrelerin karşılaştırılması. Ökaryot hücreler prokaryot hücrelere göre daha büyük ve daha karmaşıktır. Her iki tip hücrede de proteinleri DNA'dan gelen talimatlar doğrultusunda ribozomlar üretir. Hücrelerin çoğunda (hepsinde değil) hareket etmeyi sağlayan bir kamçı bulunur. Ama ökaryot hücrelerde prokaryotlarda bulunmayan başka bazı yapılar (organeller) de bulunur. Ökaryotlarda DNA özel bir zarla korunan ayrı bir bölmede (çekirdek) tutulur ve kromozom denen paketler halinde olur. Ayrıca yiyecekleri kimyasal enerjiye dönüştüren mitokondriler de vardır. Birçoğunda da fotosentez/e ışığı kimyasal enerjiye dönüştüren kloroplastlar bulunur. Son olarak ökaryotlarda bir de (protein çubuklarından ve tüplerinden oluşan) ve organelleri düzenleyen karmaşık bir yapı olan hücre iskeleti vardır. Arınand Delsemme, Our Cosmic Origins: From Big Bang to the Emergence of Life and Intelligence (Cambridge, 1998), s. 164 (Cambridge University Press'in izniyle).

bazı mısır soyları günümüzde bu ilişkiye o denli bağımlı hale gelmişlerdir ki insan­ ların yardımı olmadan üreyemezler. Bu tam bir ortakyaşamdır: Yani ortaklardan birinin ya da ikisinin de ortakyaşam olmadan hayatta kalamayacağı bir ilişkidir. Böylesi ilişkiler hayvanlar dünyasında şaşırtıcı derecede yaygındır. Çünkü her iki ortağın da bir şeyler kazandığı bir sistem, ortaklardan birinin çok az kazandığı bir sisteme göre daha istikrarlıdır. ı ehlikeli hastalıklara yol açan bakteriler genellikle bu nedenden ötürü "konaklarına" giderek daha az hasar verecek şekilde evrim geçirirler. İnsanlar için en bilinen örnekler suçiçeği gibi çocukluk hastalıklarıdır. Bunlar konaklarına büyük hasarlar veren hatta bazen onların ölümüne yol açan çok daha tehlikeli türlerden türemiştir. En uç durumlarda, karşılıkçılık birbirinden bağımsız iki türden tek bir yeni tü­ rün ortaya çıkmasına yol açar. Bundan dolayı ökaryotlar (bir anlamda) ilk "çok­ hücreli" organizmalardır. Ökaryotların ortaya çıkmasıyla Margulis ve Sagan'a .

108

ZAMAN HARITALARI

göre "Yaşam bir adım daha ilerlemiş, serbest gen transferi ağları oluşturmaktan ortakyaşamın sinerjisine yükselmiştir." Değişik organizmalar iç içe geçmiş ve ken­ dilerini oluşturan iki parçadan daha fazla bir bütün olan yeni yapılar ortaya çık­ mıştır.20 Bu adımın atıldığını biliyoruz. Çünkü ökaryotların içindeki organeller bir zamanlar asalaklık yapan bağımsız prokaryot organizmalardan gelişmiş gibi duru­ yor. Ökaryot organizmalarda DNA'daki tarifler doğrultusunda çeşitli proteinleri üreten binlerce minik ribozom vardır. Ayrıca hücrenin "yediği" kimyasal madde­ lerdeki oksijenden enerji elde eden mitokondriler ve davetsiz misafirleri yok eden lizozomlar da vardır. Ökaryotların çoğunda bulunan kamçı benzeri flagella, onla­ rın ilerlemesini sağlar. Bu sayede ökaryotlar (sürüklenerek geldikleri ortamda ha­ yatta kalmaya çalışan prokaryotların tersine) kendileri için uygun ortamiara doğru ilerleyebilirler. Büyük olasılıkla evrimsel süreçlerin birçoğu hareket etme yeteneği sayesinde devrimsel dönüşümler geçirmiştir: "Tıpkı buhar makinesinin, endüstriyel üretim çevrimlerini (buhar makinesinin kendisinin üretimi de dahil) artırması gibi spiral şekilli organizmalarla yapılan ortaklıklar da ortakyaşam biçimlerini hem sa­ yıca hem çeşit olarak artırmış ve bir gelişim patlamasına neden olmuş olabilir. "21 Fotosentez yapan ökaryotlarda kloroplast yani klorofil paketçikleri bulunur. İlk ökaryot organizmalar olasılıkla yeşil alglerdi. Ökaryotların bir zamanlar bağımsız yaşayan organizmaların ortakyaşamının evrimi soncunda oluştuğunu düşünmemizin nedenlerinden biri, aralarında mitokondri ve kloroplastların da ol­ duğu bu organellerden bazılarının hala kendi DNA'larını taşıyor oluşudur. Ökaryotlar prokaryotlara göre daha karmaşık yollarla ürerler. Prokaryotların büyük bölümü kendilerinin birebir kopyasını yaparak ürerken, ökaryotlar yalnız­ ca iki ebeveyn bireyin genetik malzemelerinin bir araya gelmesiyle üreyebilirler. İki yetişkinin DNA'ları rasgele bir şekilde bir araya gelir ve yeni DNA iplikleri oluşur. Bunlarda da her iki ebeveynin genlerinin bir karışımı bulunur. Sonuçta bireyler, prokaryotlara oranla ökaryotlarda daha büyük çeşitlilik gösterir. Bunlar artık ebeveynlerinin klonları değildir. Eşeyli üremeye doğru atılan bu ilk adımın, bu inovasyonun, evrimsel değişimin hızında büyük bir etkisi olmuştur. Çünkü doğal seçilime, her kuşakta seçebileceği daha çok çeşitte birey sunar. Ökaryot organiz­ maların ve eşeyli üremenin ortaya çıkışıyla tetiklenen evrimdeki hızlanma, neden son bir milyar yıl içinde yaşamın, çok sayıda büyük yaşam biçimi yaratıp yepyeni yollarla gelişerek serpildiğini açıklar. Eşeyli üreme yaşamın tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biridir.22

Kambriyen Patlaması: Mikrokozmostan Makrokozmosa Ökaryot hücrelerin ortaya çıkışı yaşamın doğuşundan beri görülen ve birbiri­ nin uzantısı olan, çok önemli evrimsel değişimierin bir parçasıdır. Eşeyli üreme evrimsel değişimi hızlandırmıştır. Serbest oksijen miktarının art­ ması ve solumanın (bir başka deyişle oksijenden enerji elde etmenin) ortaya çı­ kışı çok daha güçlü ve egzotik metabolizma tiplerinin kullanımı için daha çok

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

1 09

enerji sunrnuştur. Belki de hepsinden daha önemlisi ökaryot organizrnaların bir araya gelip takımlar oluşturmaya başlamasıdır ki bunlar en sonunda ilk çokhüc­ reli organizrnaları oluşturacaklardır. Hepsi bir arada ele alındığında bu değişimler "Karnbriyen Patlarnası"nı -daha büyük, daha karmaşık ve daha enerjik yaşarn biçimlerinin yaklaşık 600 milyon yıl önce başlayan ani yaygınlaşmasını- açıkla­ maya yardımcı olur. İlk çokhücreli canlılar (stromatolitler gibi yalnızca organizma kolonisi olan­ ların tersine) 2 milyar yıl kadar önce ortaya çıkmış olabilirler.23 Ne var ki bunlar ancak son bir milyar yıl içinde yaygınlaşabilmişlerdir. Böyle organizrnaların gelişip yaygınlaşması için önce birtakım ciddi sorunların aşılması gerekiyordu. Hepsin­ den önemlisi de çok sayıda hücrenin birbiriyle iletişim kurabiliyor ve birtakım yeni yollarla işbirliği yapabiliyor olması gerekliydi. Bu pek kolay değildi. Bunun nasıl geliştiğini anlayabilmek için farklı biyolojik işbirliği tiplerini birbirinden ayırmak önemlidir. Bunların ilki daha önce tanıştığı­ mız ortakyaşamdır. Aynı türün birçok bireyinin oluşturduğu kolonilerden ya da topluluklardan yeni bir tip işbirliği çıkar. Bazen bu topluluklar gevşek bir biçimde bir arada durur. Siyanobakteriler gibi bazı ilk canlıların dev koloniler oluşturdu­ ğunu strornatolitlerden biliyoruz. Bununla birlikte her ne kadar bireyleri için bir koruma sağiasa da bu kolonilerio bir ortakyaşam biçimi olmadığını da biliyoruz. Çünkü gerek duyduklarında organizmalar kendi başlarına hayatta kalıyorlardı. Günümüz süngerlerinden bazıları tek bir organizma gibi görünür ama aslında elek­ ten geçirilebilirler. Bu işlem sırasında sünger parçatanır ve posa haline gelir; sonra hücreler bir araya gelip yeniden süngeri oluştururlar. Bakterilerle beslenen bir amip türü de aynı derecede olağanüstüdür. Joel de Rosnay bunu şöyle anlatıyor: Eğer onu susuz ve yiyeceksiz bırakırsanız, bir hormon salgılar. Çevredeki öteki amipler onu kurtarmak için toplaşır ve bir kolani -yiyecek arayan bir sümüklüböcek gibi hareket eden bin bireylik bir topluluk- oluştururlar. Eğer yiyecek ve su bulamaz­ larsa, hareket etmeyi keserler, spor üreten bir sap oluştururlar ve ortamın kuruluğu sür­ dükçe öyle dururlar. Ama ortama su eklerseniz, sporlar çimlenir ve bağımsız amipler oluşur; bunlar değişik yönlerde hareket ederler.24 Böylesi varlıklarda kalabalık bir şekilde kenetlenmiş ve gerektiğinde bir ekip gibi çalışabilen milyonlarca birey yer alır. Karıncalar ve termitler gibi sosyal hayvan olarak nitelenen hayvanlarda birey­ ler arası bağımlılık daha büyüktür. Karınca ve termit kolonilerinde birçok kısır birey olur. Aslında böylesi bir işbirliği evrim kurarnı için ciddi bir sorun oluş­ turur. Çünkü yavrusu olmayan bir organizmanın, ne tür bir evrimsel üstünlüğü olabilir ki? Genler bir anlamda intihar kabul edilebilecek bir yönde neden evrim geçirsin ki? Bunun açıklaması şu olabilir: Böylesi topluluklarda işbirliği içindeki organizmalar yakın akraba oldukları sürece doğal seçilirn işler. Bir bireyi yakın akrabalarının ürerne şansını artırması yönünde teşvik eden genler aslında dolaylı

1 10

ZAMAN HARITALARI

olarak kendi hayatta kalış şanslarını artırırlar. Örneğin kısır bir işçi karıncanın genetik malzemesinin %50'si, kolanideki üreyebilen karıncalarınkilerle aynıdır. Onların üremesine yardımcı olarak kendi genlerinin birçoğunun da hayatta kal­ masını sağlamış olur. Aslında bazı özel durumlarda belli genlerin hayatta kalma şanslarının yalnızca çok yavru yapmakla değil, aynı zamanda akrabalarının da çok yavru yapmasına yardım etmekle en üst düzeye çıktığı matematiksel olarak da gösterilebilir. Ama bunlar yakın akraba olmalıdırlar. (Genetikçi J. B. S. Hal­ dane bir zamanlar iki erkek kardeşinin ya da sekiz kuzeninin yaşamı için kendi yaşamından vazgeçebileceğini söylemiştir. Bunu söylemekteki amacı taşıdığı gene­ tik malzemenin yarısının kardeşlerinkilerle, sekizde birinin de kuzenlerininkilerle aynı olduğunu vurgulamaktı.)25 Yalnızca bu tür savlarla Darwinci doğal seçilim mekanizmalarının böyle (kendi üreme şansını düşürse de türünün diğer bireyleriy­ le işbirliği içinde olan) bireylerin oluşmasına neden olduğu gösterilebilir. Aslında çokhücreli canlıların kendileri böylesi bir işbirliğinin uç örnekleridir. Bizim gibi canlılarda yüz milyarlarca hücre bulunur ama bunlardan yalnızca üre­ me hücreleri denen küçük bir grup üreyebilir. Kemik, kan ve karaciğer hücreleri buna neden anlayış gösterir? Bunun yanıtı bütün hücrelerde aynı genetik malzeme­ nin bulunmasıdır. Yani hepsi birbirinin klonudur; aynı DNA molekülünü taşırlar. işbirliğine giderek paylaştıkları genetik şablonun hayatta kalma şansını artırırlar. Genetik terimlerle söylemek gerekirse, hayatta kalmalarını ve bütün organizma­ nın üremesini garantiye alan ortak "çıkarlar"ı ve bunu da gerçekleştirebilecek az sayıda üreme hücreleri vardır. Böyle canlılarda milyarlarca hücre öylesine sıkı bir işbirliği içinde çalışır ki onları artık bağımsız organizmalar olarak düşünemeyiz; tek, karmaşık, çokhücreli bir organizma olarak görürüz. Bu nedenle çokhücreli canlıların ortaya çıkmasından önce tek bir üreme hücre­ sinin (kısır olmayan bir yumurta) çoğalarak çok değişik tipte ama hepsi de genetik olarak aynı hücrelerin ortaya çıkmasını sağlayan bir mekanizmanın olması gerek­ liydi. Olan şey şudur: Her hücrede aynı genetik malzeme bulunur ancak organiz­ ma geliştikçe her hücrede dış etkenler farklı genleri açıp işletir ve bu da hücrelerin evrim geçirerek farklı türlere dönüşmesine neden olur. Bir kez ayariandı mı bu genetik örüntü (açılan genler) sonraki hücrelere de aktarılır. Böylece bir beyin hücresi çok sayıda "aynı" (kardeş) hücreden üretir.26 Aynı şekilde kas hücreleri daha çok kas hücresi, kemik hücreleri daha çok kemik hücresi üretir ve bu şekilde her hücre tipi kendisinden üretir. Kahtırnın bu ikincil biçimi -yani her hücrede bulunan genomun yalnızca bir kısmının ifade edildiği biçimi- bütün çokhücreli canlılarda hücre gelişiminin tipik yoludur. Çokhücreli canlılara ait ilk yaygın fosiller Ediakaran devrinden yani yakla­ şık 590 milyon yıl öncesinden kalmadır. Ama çokhücreli canlıların yaygınlaşması asıl Kambriyen devrinde yani yaklaşık 570 milyon yıl öncesinden sonra olmuştur. Kalsiyum karbonattan yapılma koruyucu kabukları olan canlılar jeolojik anlamda " bir anda" ortaya çıkmıştır. Bu kabuklar fosil olarak çok iyi korunarak günümüze kadar gelebilmiştir. Kabukların dünyanın her yanında ortaya çıkışı Kambriyen

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

111

devrinin başlangıcı olarak kabul edilir. Ne var ki bunun çokhücreli organizmala­ rın gerçekten bir patlama yaşadığını mı gösterdiği, yoksa yalnızca kabuğu olduğu için fosil olarak korunabilen hayvanların ortaya çıkışına mı karşılık geldiğini söy­ lemek zordur. Ağaçlar ve insanlar gibi en büyük çokhücrelilerdelOO milyar kadar hücre bulu­ nabilir -Samanyolu'ndaki yıldız sayısı kadar hücre. insanda 250 ya da biraz daha fazla değişik hücre türü bulunur. Bunları oluşturan ve kontrol eden de yaklaşık 30.000 gen vardır. Öbür uçta meyvesineği gibi daha basit çokhücrelilerde ancak 60 dolayında farklı hücre türü bulunur. Yaklaşık 30 milimetre boyundaki yarı saydam bir tüp şeklinde omurgasız bir hayvan olan hidranın da yalnız 60 deği­ şik tipte hücresi vardırY Çokhücreliliğin ortaya çıkışının, canlılarda karmaşıklık düzeyinin büyük ölçüde artışına neden olduğu açıktır ( "Daha karmaşık"ın "daha iyi" anlamına gelmeyebileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız). Fosil kayıtlarına göre çok az sayıda çokhücreli canlı türü birkaç milyon yıldan daha uzun süre hayatta kalabilmiştir. Yani günümüzde yaşayan çokhücreli canlı türleri son 600 milyon yılda ortaya çıkan bütün değişik canlı türlerinin ancak çok küçük bir bölümünü oluşturur. Bununla birlikte Kambriyen Patlaması'yla ortaya çıkan bazı büyük türler oldukça dayanıklı da çıkmıştır. Sanki evrimin sürekli kü­ çük varyasyonlar ekiediği genel birtakım standart örüntüler doğmuştur. Farklı tiplerdeki bu çokhücreli canlıların tarihini anlayabilmek için bir sınıf­ landırma sistemi, taksonomi, gerekir. Biyologlar türleri birçok gruba ve alt gruba ayırır. Sınıflandırmanın en küçük birimi türdür. Türler birbirlerine biyolojik olarak çok benzeyen ve (ilkesel olarak) birbirleriyle çiftleşip yavru üretebilen ama başka türlerin üyeleriyle yavru üretemeyen bireylerden oluşur. Modern insan tek bir tür­ dür. İyi bilinen bir tanıma göre de türler "birbirleriyle hem potansiyel olarak hem gerçekten üreyebilen ama üreme açısından benzeri diğer gruplardan yalıtılmış do­ ğal topluluklardır. "28 Birbirine benzeyen türler, cinslerin altında toplanmıştır. Birbi­ riyle akraba cinsler de familyalarda ve üst familyalarda bir arada bulunur. Bunlar da takım, sınıf, şube ve en sonunda da alemlerde hatta üst alemlerde toplanır. Bugünlerde biyologlar canlıları en üst düzeyde sınıflandırma konusunda farklı düşünüyorlar. Modern sınıflandırma sisteminin öncüsü Linnaeus canlıları hay­ vanlar ve bitkiler diye iki büyük grupta toplamıştı. Bununla birlikte mikroskobu giderek daha çok kullanan biyologlar her iki aleme de uymayan tekhücrelilerden oluşan büyük bir canlı grubunun ayırdına vardılar. 1 9. yüzyılın ortalarında Alman biyolog Ernst Haeckel bütün teklıücreti canlıları Protistler adlı bir alemde topla­ mayı önerdi. Sonra 1 930'lu yıllarda biyologlar tekhücreli canlıların çekirdekli ve çekirdeksiz olmak gibi çok temel bir farkları olduklarını gördüler. Bunun sonu­ cunda bütün canlıları Prokaryotlar (hücreleri çekirdeksiz olanlar) ve Ökaryotlar (hücreleri çekirdekli olanlar) olmak üzere iki temel alemde topladılar. Bazı sistem­ lerde ökaryotlar bütün çokhücrelileri de içerir. 20. yüzyılın ikinci yarısında mantarları ve virüsleri (bunlar öyle basit canlılar­ dır ki başka canlıların metabolizmasını kullanmadan üreyemezler) bağımsız alem-

1 12

ZAMAN HARiTALARI

lerde toplama yönünde önemli kanıtlar ortaya çıktı. 1 990'lı yıllarda Cari Woese arkebakterileri ve diğer bakterileri birbirinden ayıran yeni ve büyük bir sınıflan­ dırma sistemi önerdi. Bütün prokaryotlar gibi arkebakterilerin de çekirdeği yok­ tur. Ama diğer prokaryotlann tersine enerjilerini ne güneş ışığından ne oksijenden elde ederler; bunun için birtakım kimyasal maddelerden yararlanırlar. Tablo 5.1 'de günümüzde kullanılan sınıflandırma sistemlerinden biri görülüyor. Bu sistemde iki üst alem, prokaryotlar ve ökaryotlar bulunuyor. Bunların içinde beş alem kabul ediliyor: Monerler (prokaryotlann tek alemi), Protistler (bir hücreli ökaryot canlılar), Bitkiler, Mantarlar ve Hayvanlar (yani bütün çokhücreli ökaryot­ lar). Bu sistemi kullanarak örneğin, modern insanın ökaryot üst aleminin, hayvan­ lar aleminden kordalılar yani omurgalı hayvanlar şubesinin, memeliler sınıfının, primadar takımının, Hominoidea üst familyasının (insanlardan ve insansı may­ munlardan oluşur) Hominidae familyasının (insanlar, goriller ve şempanzelerden oluşur), Homininae alt familyasından (insandan ve onun 4-5 milyon yıl öncesine kadarki atalanndan oluşur) Homo cinsinin sapiens türü olduğunu söyleyebiliriz.29 Çokhücreli canlılar üç büyük alemde toplanır: bitkiler (enerjilerini fotosentez yoluyla elde edenler), hayvanlar (başka canlılada beslenenler) ve mantarlar (başka canlıları besin olarak almadan önce dış ortamda sindirenler). Ediakaran devrinde, yani yaklaşık 590 ile 570 milyon yıl önce arasında şaşırtıcı bir çeşitlilikte çokhüc­ reli canlı türleri ortaya çıkmıştı. Bunlardan bazıları süngerler, deniz solucanları, mercanlar ya da yumuşakçalar gibi günümüz canlıianna oldukça benziyorlardı. Bunun yanında bazı türler de günümüzde yaşayan hiçbir canlıya benzemiyordu. Bu durum British Columbia'daki "Burgess Şisti"nde çıkanlan ve 520 milyon yıl önce dolayiarına tarihleneo Kambriyen devri canlıları için de geçerlidir. Bunun bir genetik deney dönemi olduğu açıktır. Uyarlanmayla ya da belki (Stephen Jay Gould'un ileri sürdüğü gibi) evrimsel değişimin coşkunluğuyla çokhücreli bitki­ lerde ve hayvanlarda bir dizi temel organizasyon örüntüsü ortaya çıkmıştı.30 Bu örüntülerin birçoğu günümüze dek gelmiştir. Ordovisiyen devrinden (510-440 milyon yıl öncesi) kalan spor fosillerinin keş­ fi, denizlerden çıkıp kuru karalarda yayılan ilk çokhücreli canlıların bitkiler oldu­ ğunu ortaya koyuyor. Çokhücreli canlılar için karalarda yayılmak tıpkı bir başka gezegene yerleşmek gibiydi. Her şeyin ötesinde, bu süreçte canlıların kuruyup yok olmasını önleyecek özel koruyucu donanımları olması gerekiyordu. Islak iç bö­ lümlerinin bir tür yalıtım sağlayan bir ta bakayla korunması lazımdı. Gerçekte bü­ tün kara hayvanları hala içlerinde k iiçi.i k birer "deniz" taşır. Yavrular hep burada döllenir ve büyümeye başlar. Bunun yanında karada, suyun kaldırma kuvvetinin olmadığı bir yerde, bedenierin daha katı ve sert olması da gerekiyordu. Bu sorun genellikle hücrelerin kalsiyum bileşikleri salgılayıp iskelet yapmasıyla çözülmüş­ tür. Ayrıca özel beslenme, soluma ve üreme yöntemlerinin de geliştirilmesi gerek­ miştir. Kara, Margulis ve Sagan'ın kısa ve öz bir biçimde betimlediği üzere "acı veren bir güneşin, ısıran rüzgarların ve azalmış bir kaldırma kuvvetinin" olduğu cehennemİ bir ortamdı.Jl

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

113

Tablo 5. 1 Beş ôlemli sınıflandırma şeması. Üst Alem

Alem

Üyeler

Prokoryotlor (çe­ kirdegi olmayon bir hücreli canlılar)

M on erler

Bokteriler, mavi-yesil algler ve arkebakte­ riler (bunlar bazen ayrı bir ôlem olarak sınıflondırılır)

Ökoryotlor (hücre­ lerinde çekirdegi ve organelleri olan t:uıılıluı )

Profisiler (çogunlukla bir hücrelidirler)

Protofitler, protozolor ve cıvık mantarlar

Bitkiler (çokhücrelidirler, klo­ ro�l taşır ve fotosentez yapar· lar; yer degistiremezler)

Algler, koroyosunları (yosunlor, cigerotlorı, boynuzotlorı), egreltiotlorı, psilofitler, liko­ podiyo�tler, kozoloklı ogodor, gneto�tler, gingko�tler, sikodlor ve çiçekli bitkiler

Mantarlar (çokhücreli ve kloro�lsizdirler; organik kalınhlo­ rı çürüterek enerji saglorlar, yer degisHremezler)

Moyolor, mantarlar ve sapkol ı mantarlar

Hayvonlar (çokhücreli ve klorofilsizdirler, enerjilerini baska canlılardon elde ederler, genellikle yer degis­ tirebilirler)

Protozolor, süngerler, merconlor, yossıso­ luconlor, şeritsoluconlorı, eklembocoklılor, yumusokçolor, halkolısoluconlor, yosun­ hayvanları, derisidikenliler, yarım kordalı­ lar ve kordalılar (omurgolılor)

Karaları ilk kolonileştiren bitkiler günümüz ciğerotlarına ve eğreltiotlarına benziyordu. ilk tohumlu ağaçlar Devaniyen devrinde (410-360 milyon yıl öncesi) ortaya çıktılar. Bunlar günümüzün kömür rezervlerine dönüşecek devasa orman­ ları oluşturdular (Kömür de tıpkı diğer fosil yakıtlar, petrol ve doğalgaz gibi aslın­ da bir zamanlar yaşamış canlıların fosilleşmiş kalıntısıdır). Hayvanlar bitkilerden daha sonra çokhücreli olmuştur. Hücreleri daha uzman­ laşmış durumdadır ve birbirleriyle daha etkin bir iletişim kurarlar. Hayvanlar ay­ rıca hareket etme becerisi ve birtakım karmaşık davranışlar da geliştirmişlerdir. Ama bu övünülecek bir özellik değildir; daha çok evrimde her yanı kuşatan ortak­ yaşam ilişkilerinin bir göstergesidir. Çünkü bitkiler yalnızca hayvanları beslemekle kalmaz ama aynı zamanda kendi tohumlarını yayabilmek için unların hareket becerilerinden de yararlanırlar. Beyne ya da bacaklara gereksinimleri yoktur -bi­ zimkileri kullanırlar!32 Karalarda yürüyen ilk hayvanlar olasılıkla dev böcekleri andıran eklembacaklılardı. Bunların Silüriyen devrinde (440-4 1 0 milyon yıl ön­ cesi) yaşadıklarını biliyoruz. Aralarında günümüz akreplerine benzeyenler vardı ama boyları insan kadardı. Eklembacaklıların, örneğin günümüz ıstakozlarının iskeletleri bedenlerinin dışında olur. Bunun tersine, aralarında insanın da olduğu omurgalı hayvanların iskeletleri, bedenlerinin içindedir. ilk omurgalılar Ordovisi-

1 14

ZAMAN HARITALARI

yen devrinde (510-440 milyon yıl öncesi) denizlerde solucan benzeri atalarından doğmuştur. Bunların arasında balıklar ve köpekbalıkları da vardı. Bütün omurga­ lıların bir belkemiği, uzuvları ve (bütün kısımları tek bir noktada, başta, yoğunla­ şan) bir sinir sistemi vardı. Belkemiğinin ucunda, çalıyı andıran, bu sinir topluluğu ilk beyindi. En sonunda omurgalı beyninin evriminin bir noktasında (henüz ne zaman olduğunu bilmiyoruz) bilincin ortaya çıktığı yer olacaktı. Orada yalnızca uyaranlara tepki veren ama aynı zamanda onları hissetme, bir anlamda onların farkında olma yeteneği doğdu. Eğer Nicholas Humphrey'nin ileri sürdüğü gibi bilincin henüz sistemli düşün­ menin ya da öz farkındalığın olmadığı zamanlarda bile var olan duyumları his­ setme yeteneği olduğunu kabul edersek, ilk sinir sistemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte belki de en basit haliyle " bilinç"in doğduğunu da düşünebiliriz. "Bilinçli olmak aslında algıları olmaktır. Yani şimdi, burada başıma gelen birtakım şeylerin duygulanım yüklü zihinsel temsillerinin olmasıdır. "33 Ama bilincin de düzeylerinin ya da aşamalarının olduğu açıktır. Bunlar da beynin dış dünyayı nasıl deneyim­ lediğine, dış dünyanın beyinde nasıl temsil edildiğine bağlıdır. Terrence Deacon, Humphrey'nin burada sözünü ettiği deneyimlerin gerçekten de sezgi olarak ta­ nımlanmasıve bilinç sözcüğünün canlıların dünyanın değişik yanlarını kendileri­ ne aniatma şekline karşılık gelmesi gerektiğini ileri sürmüştür.34 Ona göre sinir sistemi olan bütün hayvanlar dış dünyanın içsel temsillerini oluşturabilir; bunlar sayesinde de dışarıda olan değişimlere daha karmaşık şekillerde tepki verirler. Do­ layısıyla bir ayı, ayıya benzeyen bütün hayvanlar arasında birtakım benzerlik­ ler olduğunu hissetmeye başlar. Ayrıca kışın başlamasıyla birlikte kış uykusuna yatma isteği arasındaki yakın bağiantıyı hissermeyi de öğrenir. Dış dünyanın bu hissedilen temsilleri, sinir sistemi olan bütün hayvanlarda olabilir. Gerçi bunların çeşitliliği, aralarındaki bağlantıların sayısı ve onlarla ilgili duyuların gücü, büyük beyinli hayvanlarda daha fazla olabilir. Ama Deacon daha da ileri gidip yalnız­ ca insanların simgelerle -yani birçok farklı tipteki temsili birbirine bağlayan ve kendilerine özgü bambaşka bir iç dünya yaratabilen, tümüyle rasgele işaretlerle­ düşünebildiğini ileri sürer.35 Yani öyle görünüyor ki insanların iç dünyası ile beyni olan ilk canlıların iç dünyası arasında muhtemelen birçok ortak yan var -gerçi simgesel düşünme yerimizin ışıltısı, bu evrensel ve daha dolaysız duyu biçimleri üzerine zihinsel bir gölge düşürmüyor da değil. Bilincimizin arka planında gizli duran duygulanımlar olasılıkla (bu minimalist anlamda) "farkında olan" bütün canlılarda da bulunuyor. Her ne kadar bilincin ilk biçimleri denizlerde ortaya çıktıysa da bilinç asıl ola­ rak dikkat çekici bir şekilde karada serpilip gelişmiştir. Omurgalılar (bel kemiği olan hayvanlar) karalarda ilk adımlarını Silüriyen devrinde atmış olabilir ama ya­ yılmaları Devoniyen devrinin sonlarında olmuştur. Günümüz kara omurgalılarının temel beden tasarımları o dönemdekilere çok benzer. Hepsinde beş parmaklı dört uzuv vardır -yılan gibi parmakların ve uzuvların hemen hemen tümüyle terk edil­ diği hayvanlarda bile. Bu benzerlikler hepsinin de -amfibyumların, sürüngenlerin,

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

1 15

kuşların ve memelilerin- aslında karaya çıkan ilk hayvanların soyundan geldiğini gösterir. İlk amfibyumlar havadaki oksijeni soluyabilen ve tıpkı günümüz akciğer balığı gibi yüzgeçteriyle karada ilerieyebilen balıklardan türemiştir. Ne var ki am­ fibyumların yumurtalarını suyun içinde bırakması gerekir. Bu da onların yaşam alanlarını deniz kıyıları, göl ve ırmak kenarlarıyla sınırlandırır. Sürüngenler tıpkı ağaçların sert kabuklu tohumlar geliştirmesi gibi, sert kabuklu yumurtalar geliştir­ mişlerdir. Dolayısıyla her iki canlı da bu sayede karada üreyebilir. İlk sürüngenler Karbonifer devrinde (360-290 milyon yıl öncesi) yaklaşık 320 milyon yıl önce orta­ ya çıkmıştır. Ama asıl "büyük ölüm"den, yani yaklaşık 250 milyon yıl önceki (Per­ miyen devrini sonlandıran) kitlesel soy tükenişinden sonra serpilip çoğaldıklarına yönelik kanıtlar artmaya başlamıştır (Buna da tıpkı ileride Kretase soy tükenişinde göreceğimiz gibi dev bir asteroit çarpması neden olmuş olabilir).36 İnsanlar için eskiden yaşamış en etkileyici sürüngenler dinozorlardır. Bunlar ilk olarak Triyas devrinde (250-2 10 milyon yıl önce) ortaya çıkmış ve Kretase devrinin sonuna yani yaklaşık 65 milyon yıl öncesine kadar, varlıklarını sürdürmüşlerdir. 37 Bulunan yeni kanıtlar birçok dinozor türünün, bir asteroidin Dünya'ya çarpıp dev bir toz bulutu oluşturmasından sonra çok kısa bir süre içinde yok olduğunu gösteriyor.38 Kretase çarpması Meksika'nın Yucatan Yarımadası'nın kuzeyindeki 200 km çaplı Chixulub Krateri'ni oluşturmuştur. Güneş ışınlarının gelişi engel­ lendiği için Dünya'nın yüzeyindeki sıcaklık aylar boyunca düşük kalmıştır. Ama sonra toz tabakaları Dünya'yı yalıttığı için bir tür sera etkisi oluşmuş ve sıcaklık yine yükselmiştir. Bu aşırı sıcaklık salınımları ılık bir ortama göre uyarlanmış canlı türlerinin birçoğunu yeryüzünden silmiştir. Yalıtım sağlayan bir tüy tabakasıyla kaplı günümüz kuşları, olasılıkla Kretase devrinin sonundaki felaketten kurtula­ bilmiş birkaç dinozor türünün soyundan gelmektedir.

Memeliler ve Primadar Sürüngenterin tersine memeliler sıcakkanlı ve kürklü hayvanlardır. Memeli yavruları doğumdan önce dişilerio bedeninin içinde, doğumdan sonra da (süt üre­ tecek şekilde dönüşmüş ter bezleri olan) memeler sayesinde beslenip büyür (bkz. Zaman Çizelgesi 5.2). Memeliler ilk önce Triyas devrinde ilk dinozorlarla yaklaşık aynı dönemde ortaya çıkmıştır. Ancak dinazorlar çağı boyunca hem çeşit ve sayıca hem beden olarak küçük kalmışlardır. O dönemin memelileri tipik olarak küçük ve gececil hayvaniardı -büyüklük olarak olasılıkla günümüz sivri farelerine benziyorlardı. Küçük bedenleri ve birçoğunun toprağın içindeki oyuktarda yaşıyor oluşu, dino­ zorların neredeyse tamamını yok eden felaketten kurtulup hayatta kalmalarını sağlamış olabilir. Dinazorların çoğunun yok oluşuyla birlikte memeliler olağa­ nüstü çeşitlilikte yeni türler geliştirip yayıldılar. Dinozorlardan boşalan ekolojik nişlerin çoğunu kısa sürede doldurdular. Etçil memelilerin, böcekçil memeiiierin ve ağaçlarda yaşayan memeiiierin yanı sıra, gezinerek otlayan memeliler de ortaya

116

ZAMAN HARITALARI

70 65 �

;;: c: o 2:-





• u c:

:Q c:

.. "'C N :::>

E

:::> c:

:::>



ı g

O) c o

s

..c c:

:s

.� �

::>

'8'

"'

Asteroit çarpmasının yol oçtıgı Kretose soy tükenisi

60

Kuzey Amerika ile Avrupa kıtolarının ayrılması ve A�as Okyonusu'nun doguşu

55

ilk a�or

50

Avustralya'nın

45

Hindistan'ın Avrasya'ya çarpması

40 :� >

O>

"N _;:

..! ·2 E ., ·� c: :o � "'C -"

ilk primotlar

35

Yeni Dünya maymunları

30

l., 25 E

· ;:: ll>

>- 20

Olların ortoya çıkışı, otçullorın evriminin boşlaması

Maymunların ve insansı maymunların soy ha�arının ayrılısı

15 10 ilk hamininler

5 o

ilk ouslralopithecineler Homo habilis Homo erectus/ergasler

}

Zaman Çizelgesi 6. 1 'in zaman ökegi

Zaman Çizelgesi 5.2 Memeiiierin çeşitlenip yayılmasının zaman ölçeği: 70 milyon yıl.

YAŞAMIN EVAIMI VE BIYOSFEA

117

çıktı. Kretase devrinin sonundaki asteroit çarpması, bu nedenle türümüzün ta­ rihöncesi açısından çok önemli bir olaydır. Eğer asteroidin rotası biraz daha farklı olsaydı ya da biraz daha hızlı veya yavaş gelseydi, memeliler hem tür hem sayı olarak yine az kalacak ve türümüz de muhtemelen ortaya çıkamayacaktı. Kretase devrinin sonundaki kriz bize evrimsel değişimin nasıl da açık uçlu ve değişken olduğunu anımsatır. Evrimin önceden planlanan bir yönü yoktur. Ya­ şamın Dünya'da geçirdiği evrimin yoluna ilişkin hiçbir içsel ya da gizli gereklilik yoktur. Fotosentez yapan canlıların gelişmesi ya da eninde sonunda çokhücreli canlıların ortaya çıkması bir olasılık olarak vardır.39 Bu dar bağlamda, daha bü­ yük ve karmaşık canlıların da bir noktada ortaya çıkması olasıdır. Ama evrimin Dünya'da özel bir yol seçerek ilerlemesi için hiçbir gereklilik olmamıştır. İnsanlar primat/ar diye bilinen bir memeli grubunun üyesidir. Günümüzde primadar 200 dolayında maymun, lernur ve insansı maymun türünden oluşur. Bunların çoğu ağaçlarda yaşar. Bu özel niş başparmaklı (kavrayabilen) uzuvların, mesafeleri iyi ölçebilmek için stereoskopik gören gözlerin ve gözlerden gelen kar­ maşık verileri işleyip uzuvların karmaşık hareketlerini kontrol edebilen beyinierin evriminin önünü açmıştır. İlk primadar dinozorların yok olmasından hemen sonra ortaya çıkmış ve hemen çeşitlenmiştir. Hiçbir şeyden haberleri olmadan, Chixulu­ b'da tesadüfen gerçekleşen korkunç çarpmanın sonuçlarından yararlanmışlardır. İnsanlar hominoidler (Hominoidea) olarak bilinen primat üst ailesinin üyesi­ dirler. Bunun içinde günümüz insanının ve insansı maymunlarının (şempanzeler, goriller, jibonlar ve orangutanlar) yanı sıra, birçok soyu tükenmiş tür de yer alır. Fosil kayıtlarına göre ilk hominoidler yaklaşık 25 milyon yıl önce Afrika'da orta­ ya çıkmıştır. Atalarımızın Afrika'da yaşadığı görüşü Darwin'in de benimsediği bir görüştü -hem de günümüzdekilerden çok daha az kanıtı olmasına rağmen. Onun yürüttüğü mantık basitti: Günümüzde insana benzeyen hayvanların büyük bölü­ mü Afrika'da yaşamaktadır. Ona göre şempanzeler ve goriller insana, Asya oran­ gutanlarından daha çok benziyordu. Darwin'in çağdaşlarına göre şempanzeler ile orangutanları ayrı tutmak aslında olayı kavrayamamak demekti. Ama asıl iğrenç ve aşağılayıcı olan, biz insanların herhangi bir insansı maymunla ilişkilendirilme­ miz düşüncesiydi. Halbuki bu düşünce hiç de sanıldığı kadar yeni değildi. Birçok topluluk büyük insansı maymunların insana yakın akraba olduğuna inanıyordu. 1 7. yüzyılın başlarında Sierra Leone'de çalışmış Portekizli misyoner Peder Alva­ res şöyle demişti: " Bu hayvandan [dari yani şempanze] geldiğine inanan dinsizler var ve onu ne zaman görseler büyük bir sevgi gösteriyorlar. Ona asla hiçhir zarar vermiyorlar. Çünkü onun kendi atalarının ruhu olduğunu düşünüyorlar ve ken­ dilerinin de onun torunları olduğunu sanıyorlar. Hayvanın ailesinden olduklarını söylüyor ve ondan geldiklerine inandıkları için kendilerine Amienu diyorlar. "40 Burada benimsenen sınıflandırmaya göre Hominoidea üç temel gruba ayrılır: Hominidae, Pongidae (orangutanlar) ve Hylobatidae (jibonlar). Hominidae'nin de iki temel grubu vardır: Gorillinae (goriller ve şempanzeler) ve Homininae. İki bacağı üzerinde yürüme alışkanlığı olan tek primat Homininae'dir. Moleküler ta-

1 18

ZAMAN HARITALARI

rihlendirme yöntemlerine göre bominin soy hattı Gorillinae'den 5 ile 7 milyon yıl önce ayrılmıştır. Modern insan, homininlerin yaşayan tek üyesidir. Ama bu grupta aralarında bazı yakın atalarımızın da olduğu soyu tükenmiş birçok tür yer alır (bkz. 6. Bölüm).

Evrim ve Dünya'nın Tarihi: "Gaia" Yaşamın ve Dünya'nın tarihlerini sanki bağımsız öykülermiş gibi anlattım. As­ lında bunlar birbirleriyle yakından ilişkilidirler. Ortaya çıkan yeni yaşam biçimle­ rinin saldığı muazzam miktarda oksijen Dünya'nın atmosferini dönüştürmüştür. Ölen milyarlarca bitkinin ve hayvanın bedeni de karbonifer kayalarını ve modern endüstrinin itici gi.icü olan devasa fosil yakıt rezervlerini ulu�turmuştur. Böylece Dünya'nın jeolojisini değiştirmişlerdir. Bu sırada arkebakteriler de deniz tabanla­ rının altındaki bölgeleri kazmış ve oradaki madenierden yararlanmışlardır. Yaşamın gezegenimiz üzerindeki etkisi çok daha büyük bile olabilir. James Lovelock canlılar arasındaki işbirliği biçimlerinin normalde görebildiklerimizden çok daha geniş çaplı olduğunu ileri sürmüştür. Aslında o, bütün canlıların dünya çapında yaşayan tek bir sistem oluşturduğunu iddia etmiştir. Buna da Eski Yunan­ ların yeryüzü tanrıçasının adını vermiştir: Gaia. Gaia kendi kendine işleyen bir sü­ per organizmadır ve yeryüzündeki ortamı kendiliğinden yaşam için elverişli tutar. Gaia Hipotezi, onu ilk kez 1 970'Ii yıllarda tanıttığımızda canlıların davranışların­ dan dolayı atmosferin, okyanusların, yerkabuğunun ve iklimierin yeryüzündeki ortamı yaşam için uygun olacak şekilde düzenlediğini varsayıyordu. Bu hipotez özel olarak sıcaklık, oksitlenme durumu, asitlilik düzeyi ve kayalar ile suların belli özelliklerinin her zaman sabit tutulduğunu ve bu hemeastazın sürekliliğinin, biyotanın otomatik olarak ve bilinçsizce işleyen etkin geribesleme süreçleriyle sağlandığını söylüyordu.�1 Bu mekanizmalardan birinin açıklaması olarak Lovelock, Güneş'ten yayılan ısının son 4,6 milyar yıl içinde yaklaşık %40 oranında artmış olmasına karşın, Dünya'nın yüzeyindeki sıcaklığın aşağı yukarı 1 5°C'ta yani yaşamın ortaya çıkıp gelişmesine elverişli bir düzeyde kalışına işaret eder. Böylesine istikrarlı bir küresel termostatın sürekliliğini hangi mekanizmalar sağlayabilirdi? Bu tip geribesleme süreçlerine örnek olarak, canlı ve cansız ortamlar arasında bağ kuran, alg pat­ lamaları verilebilir. Alglerin çoğu dimetil sülfit (DMS) denen bir gaz üretir. Bu gaz atmosferin üst tabakalarındaki oksijenle tepkimeye girdiğinde çevresinde su buharının yoğuştuğu çok küçük parçacıklar oluşur. Yani algler büyük miktarlarda DMS üreterek bulutları yaratırlar. Devasa bulut tabakaları da yüzeye düşen güneş ışığını azaltır. Yeryüzü soğur ve böylece yüzeye yakın yaşayan alglerin sayısında azalmaya yol açar. Sonuç olarak üretilen DMS miktarı düşer. Bulutlar azalır ve yüzeye ulaşan güneş ışığı miktarı artar. Yani aslında algler bulut örtüsünü sürekli ayarlayarak Dünya'nın yüzey sıcaklığını belli bir aralıkta tutan küresel bir termos-

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

119

tat oluşturmuştur. Lovelock'ın teorisi biyosferin (Dünya'daki canlıların tümünün) birbirlerine kenetli bu tür birçok negatif geribesleme döngüsü sayesinde kaba bir denge durumunda turulduğunu savunur.42 Lovelock'ın teorisine kuşkuyla yaklaşılmasının nedenlerinden biri, teorinin neden belli bazı türlerin biyosferin bütününe yarayacak şekilde evrim geçirdiğini açıklamada zorlanmasıdır. Doğal seçilim kuramı evrimde baskın kuvvetin işbirli­ ğinden ziyade rekabet olduğunu düşündürür çünkü çok fazla birey ama az sayıda niş vardır. Yani türler arasındaki işbirliğinin varlığı özel birtakım açıklamalar gerektirir. Aslında çokhücreli canlıların içindeki genetik benzerlikler böyle bir işbirliğini açıklıyor gibidir. Ayrıca her iki türün de yararına işleyen birçok ortak­ yaşam biçimi olduğunu da gördük. Ama küresel ölçekte bir işbirliği düşüncesi, doğrulanması biraz daha zor bir düşüncedir. Algler eğer tür için uyarianma sağ­ lamayacaksa ya da kendi genlerini üretmelerine yararı olmayacaksa neden DMS salma becerisi geliştirmiş olabilirler? Lovelock her zaman böylesi süreçlerin altın­ da Darwinci bir mantığın olması gerektiğinde ısrar etmiştir. Ne var ki o mantığı açıklamak pek de kolay değildir. Bazı özel durumlarda belli bir türün çıkarlarının biyosferin genel çıkadarıyla kesiştiğini zaman zaman gözleriz. Örneğin bazı alg­ lerin yükselen hava akımlarıyla yükseklere çıkma -ve sonra da yağan yağmurlar­ la birlikte yüzeye dönme- becerisi olduğu ileri sürülmüştür. Yavrularını geniş bir alana yayabildiği için bu sürecin türün tamamına evrimsel bir üstünlük sağladığı açıktır. DMS salımının bu süreçte birkaç açıdan yararı olabilir. Oksijenle tepki­ ıneye girerken DMS ısı yayar. Bu da bakterileri yukarıya taşıyan hava akımları­ nın oluşmasını sağlayabilir. Yukarıda bulutların içindeyken (bu tepkimenin yan ürününün çevresinde oluşan) buz kristalleri ve su buharı alglerin atmosferin üst tabakasında kurumasını engeller. Aynı buz kristalleri belki de onların yeryüzüne dönmelerini de sağlıyordur. Adam Smith'in ekonomi kuramındaki "gizli el"ine benzeyen bazı görüşler sayesinde hem bireyler hem türler arasındaki rekabetin, her şey göz önüne alındığında, canlıların çoğunun yararına nasıl birtakım so­ nuçlar doğurabileceği de açıklanabilir. Bulut tohumlama, canlıların -özellikle de bakterilerin- biyosferi yaşamın sürmesine uygun bir durumda tuttuğu birçok yol­ dan belki de yalnızca biri olabilir.43 Bunların yanında bakteriler dünyasında işbirliği büyük canlıların dünyasında­ kine göre çok daha doğaldır çünkü bakteriler büyük canlılara göre çok daha rahat bir şekilde genetik bilgi değiştokuş ederler. Daha önce gördüğümüz gibi bakteriler neredeyse insanların bozuk para alıp vermesi kadar kolay bir şekilde replikon değiştokuşu yaparlar. Bu da onların dünyasında doğal seçilimin, en azından bir­ likte çalışacak bütün bakteri takımlarını şekillendirdiği anlamına gelir. Margulis ve Sagan bunu şöyle değerlendiriyor: Çok az sayıda genleri olması nedeniyle bazı metabolizma yeteneklerinden yok­ sun kalan bakteriler takım çalışması yapmak zorundadırlar. Bir bakterinin doğada hiçbir zaman tek bir birey olarak işlevi olmaz. Onun yerine herhangi bir ekolojik nişte takım halinde birkaç türden bakteri çevrelerine tepki gösterip onu ıslah ederek

1 20

ZAMAN HARITALARI

ve birbirlerinin eksik enzimlerini tamamlayarak bir arada yaşar ( . . .] Böylesine sıkı ve karmaşık ilişkiler içindeki bakteriler bulundukları ortama egemen olup onu ciddi biçimde dönüştürürler. Tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri işleri, çok büyük ve değişen sayılarda bir araya gelerek hallederler.44 Eğer bu görüş doğruysa, bakteriler arası işbirliği gezegen ölçeğine bile yayılmış olabilir. Bu durumda Lovelock'ın "Gaia" Hipotezi'nde gösterdiği işbirliği biçim­ lerini açıklamak kolaylaşır. Biyosferin yaşama yeteneğini sürekli kılınada bakteri­ lerin gerçekten de önemli bir rolü olduğu düşüncesi kesinlikle anlamlı hale gelir. Gaia Hipotezi doğru ya da yanlış olabilir ama gerçekten de güçlü ve esin ve­ rici bir düşüncedir. Yani "Si non e vero, e ben trovato" ( "Doğru değilse bile iyi uydurulmuş"tur.) Bunun yanında canlıların Dünya'nın yüzeyini dönüştürdüğü çok açıktır. Ancak bunun tersi de doğrudur. Jeolojik değişimler evrime hep şekil vermiştir. Kıtaların çoğunun birleşik olduğu çağlarda biyolojik çeşitlilik kıtaların gezegen yüzeyine aralıklı olarak dağıldığı çağiara göre daha azdı. Çünkü ekolojik çeşitlilik daha azdı. Günümüzde kıtalar birbirlerinden oldukça ayrıdır. Bu nedenle de yaşam Dünya'nın yakın tarihinde ender rastlanacak bir çeşitlilik göstermekte­ dir -daha doğrusu bu durum türümüzün Dünya'daki çeşitliliği azaltacak birtakım etkinliklere giriştiği son birkaç yüz yıla kadar böyleydi. Kıtalar levha tektoniği nedeniyle yeniden düzenlenirler. Bundan dolayı var olan nişlerin sayısını ve çe­ şitliliğini değiştirirler. Belki bu sayede neden son 500 milyon yılda biyoçeşitlilikte keskin düşüşler yaşanan beş dönem olduğu da açıklanabilir (Bu dönemlerde canlı türlerinin muhtemelen % 75'i ya da daha çoğu yok olmuştur). Bunlardan en yıkıcı olanı yaklaşık 250 milyon yıl önce, Permiyen devrinin sonlarında süper kıta Pan­ gaea 'nın oluşumu sırasında yaşanmıştır. Bu dönemde denizlerdeki canlı türlerinin % 95'inden çoğunun soyu tükenmiştir.45 Primatların ortaya çıkışı da hem Kretase devrinin sonundaki meteorit çarpmasının hem jeolojik açıdan karmaşık bir dün­ yada birbirinden farklı olağanüstü sayıda ekolojik nişin varlığının yol açtığı hız­ lanmış bir evrimsel değişim döneminde gerçekleşmiştir. Kıtaların ve denizierin konumu iklim örüntülerini her zaman derinden etkiler. Aslında türümüz de iklimsel ve ekolojik olarak çok ani değişimierin yaşandığı sıra dışı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Miyosen devresinde yani 23-5,2 milyon yıl öncesi arasında iklimde bir soğuma olmuştu. Okyanuslardaki buharlaşmanın azalması genelde ikiimin daha kuru olmasına yol açar. Yani ormanlar küçülür, bozkırlar ve çöller genişler. Bu değişimler kısmen kıta kütlelerinin yeniden düzen­ lenmesine bağlıdır -Atlas Okyanusu'nun genişlemesi ya da Avrasya'nın batısına Afrika'nın ve doğusuna da Hindistan'ın çarpması gibi. Ekvator bölgesindeki sıcak sular kutup bölgelerine doğru rahat çevrimler oluşturabildiğinde Dünya'nın iklimi de ısınır. İçinde bulunduğumuz çağda Antarktika'nın Güney Kutbu'nda bulunu­ yor olması sıcak suların Güney Kutbu'nu ısıtmasını engelliyor. Bununla birlikte Kuzey Kutbu'nun çevresinde yer alan kıtalar da ekvator sıcak sularının kuzeye doğru akışını engelliyor. Sıcak su çevrimlerinin her iki kutba doğru engellendiği

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

1 21

bu rastlantısal durum gezegenimizin tarihinde ilk kez gerçekleşiyor. Daha serin ve kuru bir iklime doğru eğilim Pliyosen devresinde yani 5,2-1 ,6 milyon yıl öncesi arasında ve bominin atalarımızın ortaya çıktığı Pleyistosen'de hızlandı. Yaklaşık 6 milyon yıl önce Akdeniz, dünya denizlerindeki tuzun %6'sını içeren yarı kapalı bir iç deniz haline geldi. Daha düşük tuz konsantrasyonu nedeniyle diğer okyanuslar daha kolay dondu ve Antarktika'da bir buz tabakası oluşup hızla genişledi. Bu da dünyadaki sıcaklıklarda ciddi düşüşe yol açtı. Yaklaşık 3,2-2,5 milyon yıl öncesi arasında hem Antarktika'da hem Kuzey Yarımküre'de buz örtüleri oluşmaya baş­ ladı. 900.000 yıl öncesine gelindiğinde Kuzey Kutbu bölgesi geniş buz örtüleriyle kaplıydı. Dünya " buzul çağları"na girdi (bkz. �eki! 5.2). İklim tarihi uzmanları küresel iklimdeki en son değişimleri artık büyük bir du­ yarlılıkla ölçebiliyor. Oksijenin üç izotopu (yani çekirdekteki nötron sayısı farklı atomları) vardır. Suda ve buz örtülerinde bunlar farklı oranlarda bulunduğu için buzlarda hapsolan suyun miktarına bağlı olarak okyanuslarda kalan izotopların oranı değişir. Oksijen soluyan organizmaların fosillerini bulan ve bu kalıntılarda­ ki oksijen izotoplarının oranlarını hesaplayan bilim insanları bu organizmaların yaşadığı dönemlerde Dünya'daki buz örtülerinin genişliğini ve boyutlarını tahmin edebiliyor. Bu tür hesaplar sayesinde uzun soğuk dönemlerin içinde kısa kısa sıcak dönemlerin olduğu ve onların içinde de daha kısa soğuk dönemlerin bulunduğu anlaşılmıştır. Bunlara bir dereceye kadar Dünya'nın eksen eğikliğindeki ve yörün­ gesindeki değişimler neden olmuştur. Artık bu kısa süreli döngülerin sıklığının son 5 milyon yıl içinde değiştiği iyi biliniyor. 2,8 milyon yıl öncesine kadar buzul çağlarındaki sıcak dönemler yaklaşık 40.000 yılda bir oluyordu. Sonra bu periyot uzadı ve bir milyon yıl öncesine kadarki dönemde yaklaşık 70.000 yıla ulaştı. Son bir milyon yıl içinde yine uzadı ve yaklaşık 1 00.000 yıl sürmeye başladı.47 Son örüntüye göre uzun süren buzul çağlarının arasındaki kısa süreli sıcak dönemler yaklaşık 10.000 yıl sürüyor. Buzul çağının sıcak ara döneme geçmeden hemen ön­ ceki, son kısmı da aşırı soğuk oluyor. En son buzul çağı yaklaşık 1 00.000 yıl önce başladı ve yaklaşık 1 0.000 yıl öncesine kadar sürdü. Yani son 1 0.000 yıldır dünya aslında bu döngünün buzul çağları arasındaki sıcak evresindedir. Dünya ikliminin uzun süreli soğuması ve kısa dönemli sıcak aralıkların oluşu, bomininterin ortaya çıkışı ve evrimiyle ilgili çalışmalar açısından önemlidir çünkü bunlar istikrarsız ekolojik koşullar yaratır. Bütün kara canlılarının da iklimde ve bitki örtüsündeki bu periyodik değişimlere bir şekilde uyum sağlaması gerekiyor­ du. Bu zorunluluk da evrimsel değişimierin hızını kuşkusuz artırıyordu. Modern insan da bu hızlı değişim döneminin ürünlerinden biridir.

Törler ve Tarihleri Günümüzde yeryüzünde 10 milyon ile 1 00 milyon arasında canlı türü yaşadığı tahmin ediliyor. Bunların her birinde ilkesel olarak birbirleriyle çiftieşebilen birçok birey bulunur. Türler coğrafi olarak yalıtılmış birçok bölgesel popülasyona ayrılır.

1 22

ZAMAN HARiTALARI

(YCıksek sıcaklıklar:

Buzullaşma

-- bu bölüm ölçekli

Üc uzun stcak ("'ro) dönem

deQildir) Dünya'nın olusumu

ı 4.6

4,6 milyar yıl

Ökaryoı

boslangıcı

hücreler

4

tC:::.ra r • • • • •• •

--'"...._ (;-,--büyut ....,)

r-------�3�--�2�--�--�:

o

Prekambriyen devri

... .. .. .. .. .. • ... .. ... ...... • .. .. .. ... ................ • ... .. • • .. .. .. • • • .. .. . ... ... .. ... .. .. .. . .. .. .. .. .. . Bu sıcaklıgın

o o o o o ı

Sıcaklık

done "';;;

Okyanuslarda cakhücre i

t :

Son 600 milyon yıl

Yaşamın

yasom: omurgalı balıkiann

Kara bitkileri,

ortaya çokoso

am�byumlar

soo

.ıoo

Sürüngenler

300

200

100

o

Devirler o o o o o o

• • ldıte..ı aoy IOkenio

c

i ... .. .. .. .. .. .. .. ... .. .. .. .. .. .. .. .. .. - - - .. .. ... .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. ... .. .. ... ... .. .. ... .. .. .. .. .. ... .. .. ... .. .. ..

o o

büyü!

o o o

Son 65 milyon yıl De

'

ilk primodar

1 6S

maymunlar

ı 60

vreler I o n o,.n oL � le_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ E_ •• _

40

_

30

Oligosen

Kenoyodk

ı

20

Miyosen

1 Hominidl

10

1

� �

Aoago okon

Pliyosen

o o o

uman o f .. - .. .. ... ... ... ... ... ... .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. ..... .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. - - - - .. .. - .. .. ... - .. ... ... .. .. ... ... .. ... ... .. .. .. .. .. .. .. - .. .. .. .. ..o

. """"' (,.---:-b-üy... üı ) :

Bu sıcaklıgın alhnda

�·,�

Son 2 milyon yıl

'

Homo

2.0

buzullaşma

Sıcaklık ----,_�

habiliJ Pleyislosen

{Kuvatemer) l ----- -------�

Şekil 5.2 Farklı zaman ölçeklerindeki sıcaklık dalgalanmaları. Küresel ısınma konusu yeni değildir. Dünya tarihi boyunca ortalama yüzey sıcaklıkları birkaç farklı ölçekte hep salınım yapmıştır. Bu grafiklerde görüldüğü üzere, türümüz gerçekte sıcaklıkların düşük olduğu bir çağda ortaya çıkmıştır. Sıcaklık değişimleri buzul çağları olarak bilinen son bir milyon yıl içinde daha düzensiz bir hal almıştır. A. J. McMichael, Planetary Overload: Global Environmental Change and the Health of the Human Species (Cambridge, 1 993), s. 27 (Cambridge University'nin izniyle).

YAŞAMIN EVRIMI VE BIYOSFER

1 23

Bir popülasyon, türün sürekli birbirleriyle karşılaşan ve çiftieşebilen bireylerinden oluşur. Aslında tür biyolojik açıdan çiftieşebilecek kadar birbirine benzeyen ama pratikte çoğu birbiriyle hiç karşılaşmayan bütün bireylerden ibarettir. Bu kitabın geri kalanında bütün türler içinden yalnızca birinin, insanın, tarihi üzerinde yoğun olarak durulacaktır. Ama önce türlerin tarihiyle ilgili en genel özel­ liklerden bazılarının üzerinde durmakta yarar var. Darwin'den beri türlerin ebedi olmadığı biliniyor. Başka türlerden ortaya çıkıyor -türüyor- bazen milyonlarca yıl yaşıyor ve sonra da yok oluyor ya da evrim geçirerek bir veya birçok başka türe dönüşüyorlar. Bu anlamda her türün kendi tarihi vardır ama bunların çoğunun kayıtları tutulmaz. Her tür yaşamı boyunca küçük ve çeşitli birçok değişim geçirir. Bölgesel varyasyonlar ortaya çıkabilir. Ama biyologlar yine de onları (birbirleriyle çiftleşip kısır olmayan yavrular üretebildikleri sürece) tek bir türün bireyleri olarak sınıflandırır. Örneğin günümüzde yaşayan bütün köpek ırkları her ne kadar büyük­ lük, görünüş ve huy açısından (yapay seçilimin sonucu olarak) çok farklı olsalar da birbirleriyle çiftieşebilir ve kısır olmayan yavrular dünyaya getirebilirler. Bu neden­ le evcil köpekler tek bir biyolojik türün üyeleri olarak kabul edilirler. Bir türün tarihini ağırlıklı olarak onun popülasyon tarihine bakarak betimliyo­ ruz. Eğer yeni bir tür ortaya çıkabilmişse, başka türlerin de yer aldığı bir topluluk içinde kendine bir niş bulabiimiş demektir. Ayrıca türün bireyleri çevrelerinde ha­ yatta kalıp üreyebilecekleri kadar kaynak bulabiliyorlar demektir. Yeni bölgelere göç etme, yaşam tarzında yapılan küçük yenilikler ya da birtakım genetik beceriler türün nişini genişletmesini ya da yeni nişlerden hatta bölgelerden yararlanmasını sağlayabilir. Böyle bir şey olduğunda türün popülasyonu artar. Ve bu artışın ardın­ dan şöyle formüle edilip özedenebilen çok tipik bir örüntü gelir: göç, inovasyon, büyüme, aşırı tüketim, düşüş ve denge tutturma.48 Başlangıçtaki inovasyon ani bir popülasyon artışına yol açar. Sonunda yaşamsal kaynaklardan (su, yiyecek ya da alan) en az birinde kıtlık başlayıncaya ve popülasyonun daha da artması olanak­ sızlaşıncaya kadar çok fazla birey üremiş olur.49 Aşırı tüketim evresine girilmiştir. Bunun ardından bazen felaket boyutunda bir popülasyon azalması yaşanabilir. Popülasyon artışının tipik örüntüsünün şemayla gösterimi. Bu örüntü, türlerin çoğunda en sonunda soyun tükenişine varan bir düşüş dönemiyle sonlanır. Popülasyon artışı eğer tür en üst sürdürülebilirlik düzeyine ulaştığı için ya­ vaşlamışsa, o zaman popülasyondaki düşüş de daha az sert olur. En sonunda da eğer tür, ortamın sınırlarına ve fırsatiarına daha incelikli bir şekilde uyarlanırsa, popülasyonu yeniden büyüyebilir ve bir dengeye ulaşır. Ömrü boyunca bir tür bu çevrimi birçok kez yaşayabilir. Ama en sonunda denge durumuyla sonuçlanma­ yacak bir düşüş evresine girecektir. Bunun nedeni ortamın değişmesi ya da öteki türlerin ortamı bu tür için yaşanmayacak bir şekilde dönüştürmesi olabilir. Tür yok olur. Bununla birlikte ardında kendi soyundan gelen ama yeni bir tür olarak sınıflandırılabilecek kadar farklı ardıllar da bırakabilir. Bu ritim Şekil 5.3'te hayali bir türün popülasyon büyümesi üzerinden gösteril­ miştir. Bu şema sayesinde bir türün tarihi, öteki türlerle ve biyosferle olan ilişkisi

1 24

ZAMAN HARITALARI

Göç/Inavasyon Bü üme lüke�m

Asırı

ı

üşüş Denge

' r� 'tP'ı-n





p

'"J:J

......

��

ın

V" Ch



�r l::f'

Yıl

Şekil 5.3 Popülasyon artışının temel ritmi.

bir bütün olarak görülebilir. Bunun yanında bizim tarihimizle diğer türlerin tarih­ leri arasındaki bazı önemli benzerlikleri ve farklılıkları saptamamıza yarayacak fikirler de verir.

Özet Yaklaşık 4 milyar yıl boyunca gerçekleşen evrimsel süreçler sonucunda günü­ müz dünyasındaki biyolojik çeşitlilik ortaya çıkmıştır. Aslında günümüzde yaşa­ yan türler Dünya tarihi boyunca ortaya çıkmış bütün canlı türlerinin çok küçük bir bölümünü oluşturur. Üç milyar yıldan uzun bir süre boyunca yaşam yalnızca tekhücreli canlılardan ibaretti. Bununla birlikte bakteri dünyasında bile bazı değişimler oluyordu. Hüc­ reler önce güneş ışığından sonra da oksijenden enerji elde etme yeteneği geliştirdi­ ler. Ökaryot hücrelerde iç organeller gelişti. Ve yaklaşık 600 milyon yıl öncesinden itibaren bazı hücreler birleşerek çokhücreli canlıları yani yeryüzündeki mikrosko­ bik olmayan ilk canlıları oluşturmaya başladılar. Kambriyen patlamasından sonra da ağaçlar, çiçekli bitkiler, balıklar, amfibyumlar, sürüngenler ve primadar ortaya çıktı. Daha başka birçok evrimsel deney de yaşanmış olmalıdır ama onlar geride bir iz bırakamadan yok olmuşlardır. Yaşam evrim geçirdikçe Dünya da değişti. Bu iki süreç birçok noktada karşı­ lıklı ilişki içindeydi. Canlı organizmalar karbon ağırlıklı kayalar ile oksijen yönün­ den zengin bir atmosfer oluşturdular. Eşzamanlı olarak levha tektoniği Dünya'nın hem yüzeyini hem iklim örüntüsünü yavaş yavaş şekillendiriyordu. Değişen iklim örüntüsü de evrimsel değişimleri hıziandırıyor ya da yavaşlatıyordu. Bunun yanın­ da meteorit çarpması ve yanardağ patlaması gibi şiddetli olaylar da ara sıra evri-

YAŞAMIN EVAIMI VE BIYOSFEA

1 25

min gidiş yönünü bazı bölgelerde saptırıyordu. Biyosfer ve Dünya iç içe geçmiş, karmaşık bir sistem olarak birlikte değişiyorlardı. Sürekli değişim içindeki bu sistemde temel ekolojik birim, türdür. Her türün diğer türlerle olan ilişkileri tarafından belirlenen kendi özgün tarihi vardır. Bir türün tarihi, asıl olarak o türün nişi, çevresindekilerden kaynak (yiyecek de dahil) elde etme yöntemi tarafından şekillendirilir. Türterin nişleri hemen fark edileme­ yen birtakım nedenlerle zaman içinde değişebilir. Bu değişimler de türün popülas­ yonunu etkiler. Türterin tarihleri ağırlıklı olarak, ortamdaki değişimlere ve türün çevresinden yararlanma yollarına bağlı olan bu popülasyon dalgalanmalarıyla şekillenir. Popülasyonların özgün değişim şekilleri genel olarak yaşayan türlerin tarihlerine -özel olarak da kendi tarihimizc- yönelik bir yaklaşım yöntemi sunar.

İleri Okuma John Maynard Smith ile Eörs Szathmary'nin kitaplarının başlığı The Origins of Life ( 1 999) olmasına karşın, kitapta "karmaşıklığın evrimi" temel fikri etrafın­ da Dünya'da yaşamın tarihi ele alınmıştır. Hubert Reeves ve arkadaşlarının Ori­ gins: Cosmos, Earth and Mankind ( 1 998) adlı yapıtında da aynı temalar işlenmiş­ tir. Life's Grandeur ( Yaşamın Tüm Çeşitliliği, 1 996, ABD'deki başlığı Full House) adlı yapıtında Stephen Jay Gould yaşamın, bütün temel yönleriyle, zaman içinde giderek karmaşıklaştığı düşüncesini eleştirir. Wonderful Life ( 1 989) adlı kitabında da evrimin güzel tesadüfiere dayanan yönünü ele alır. Makolm Watter'ın The Se­ arch for Life on Mars ( 1 999) adlı kitabı yeryüzündeki en eski fosiliere ilişkin çok değerli bir çalışmadır. Arınand Delsemme'nin Our Cosmic Origins'inde ( 1 998) yaşamın tarihine yönelik kısa kısa araştırmalar yer alır. Daha uzun açıklamalar da Richard Fortey'in Life: An Unauthorised Biography ( 1 998) adlı kitabı ile Steven Stanley'in Earth and Life through Time ( 1 986) adlı kitabında bulunabilir. Micro­ cosmos ( 1 987) ve What is Life? ( 1 995) adlı kitaplarında Lynn Margulis ile Do­ rion Sagan Dünya'da bakteri yaşamının ne denli önemli olduğunu çok etkileyici bir şekilde anlatırlar. James Lovelock da yazılarında "Gaia" için bakterilerin çok önemli olan düzenleyici rolünü anlatır. Paul Ehrlich'in The Machinery of Nature ( 1 986) adlı kitabı ekoloji konularına güzel bir giriş kitabıdır. Tim Flannery'nin The Future Eaters ( 1 995) ve The Eternal Frontier (200 1 ) adlı kitaplarında Avust­ ralya ve Kuzey Amerika karalarının ekolojik tarihi çok güzel sunulur.

lll

i N SANLI K TAR i H i N i N BAŞLARI Birçok Dünya

1 28

7

Iki ayak üzerinde yürüyen ilk haminin kalıntıları

6

5

Ardipithecus ramidus

ğ >

c:

o 2:-

4

lık oustralopithecineler



.:;;ı CD u c:

:Q c: CD -c N ::;,

E

3

::> c: ::>

� Homo habilis

2

Homo erectus/ergaster

Güney Avrasya'ya ilk haminin göçleri

Australopithecinelerin ve Homo habilisin soy tükenişi

Neondertoller; Homo sapiens Son buzul cogının başlangıcı o

Neandertollerin ve Homo erectusun soy tükenişi

Zaman Çizelgesi 6.1 İnsan evriminin zaman ölçeği: 7 milyon yıl.

}

Zornon Çizelgesi 7. 1 'in zornon ölcegi

6

insanın Ortaya Çıkışı ve Evrimi

Kitabın bundan sonraki kısmı asıl olarak tek bir türün, Homo sapiens'in, tari­ hiyle ilgili olacak. Odağı bu şekilde daraltmanın iki gerekçesi var: Birincisi bizim ­ kitabın yazarı ve okurları- bu türün bireyleri olmamızdır. Kendimizi tanımak için Homo sapiens'in tarihini bilmeliyiz. Daha az açık ve daha dar görüşlü olan ikinci neden de türüroüzün tarihinin bazı -şaşırtıcı derecede- büyük zaman ölçeklerinde önemli oluşudur. İnsanın ortaya çıkışını açıklamaya çalıştığımızda bir kez daha başlangıç para­ daksuyla karşılaşırız. Tümüyle yeni bir şey nasıl ortaya çıkabilir? Bizler de hay­ vanız ve tıpkı diğer bütün canlılar gibi, Darwinci kurallara göre evrim geçirdik. Yakın akrabamız olan türlere de, örneğin diğer hominoidlere (büyük insansı may­ munlara) dikkat çekici derecede benzeriz. Bununla birlikte en yakın akrabaları­ mızdan bile bizi kökten ayıran bazı temel farklarımız da vardır. Ancak her nasılsa türümüz Darwinci kuralların ötesine geçmiştir. İşte, bu nedenle de Dünya'ya olan etkimiz diğer büyük canlıların herhangi birinden çok daha büyük olmuştur. Peki, hem diğer hayvanlarla bazı ortak yanlarımız oluşunu hem onlardan fark­ lılaşmamızı nasıl açıklarız?

İnsanın Tarihi: Yeni Bir Karmaşıklık Düzeyi Benzer geçişleri daha önce de gördük. İnsanın ortaya çıkışı, yeni bir karmaşık­ lık düzeyinin ani ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkması demektir -tıpkı yıldız­ ların ortaya çıkışı, Dünya'da yaşamın doğuşu ya da çokhücreli canlıların ortaya çıkışı gibi. Karmaşık varlıkların daha az karmaşık olanlara göre daha ender bu­ lunduğunu, daha kırılgan olduklarını ve entropinin aşağı doğru inen merdivenin­ de yukarı doğru daha hızlı çıktıkları için ( bkz. 2. Ek) daha yoğun enerji akışlarını idare ettiklerini görmüştük. Ayrıca daha büyük karmaşıklıklara geçişin birtakım yeni karşılıklı bağımlılık biçimlerinin ortaya çıkmasıyla -yani bir zamanlar varlık­ larını az ya da çok bağımsız sürdüren varlıkların yeni ve daha büyük bazı yapılara dahil olmasıyla- gerçekleştiğini de görmüştük. Son olarak da yeni karmaşıklık

1 30

ZAMAN HARITALARI

düzeyleri ortaya çıktıkça onların aslında birtakım yeni kurallara göre işlediğini (karmaşıklık kuramındaki deyişle " belirmiş özellikler"i olduğunu) görmüştük. İnsanın tarihi aynı zamanda Dünya'da yeni bir karmaşıklık düzeyinin doğu­ şuna da karşılık gelir. 1 Daha önceki geçişler gibi insanın tarihi de bir zamanlar bağımsız olan varlıkları daha büyük karşılıklı bağımlılık örüntülerine bağlar. Bu süreç de köklü dönüştürme gücü olan daha büyük enerji akışlarıyla ilintilidir. 2 1 . yüzyıl perspektifinden baktığımızda b u değişimlerden bazılarını değerlendirebili­ yoruz. İnsanlar birlikte hareket etmeleri sayesinde giderek büyüyen enerji akışla­ rını yönetmeyi öğrenmişlerdir. Her ne kadar bu değişimierin olağanüstü sonuçları ancak son iki yüz yılda belirginleştiyse de kökleri Paleolitik Çağ'a yani "Eski Taş Çağı"na kadar uzanır.2 Tablo 6.1 'de insanların hayatta kalmak ve ürernek için gereken enerjiden daha çoğunu çevrelerinden elde etmeyi nasıl öğrendiği görülüyor. İnsanlar "ekolojik inavasyon" geliştirme gibi tümüyle yeni bir yetenekleri olduğunu göstermişlerdir. İnsanlık tarihinin başlarından itibaren ateşi kontrol etme gibi birtakım beceriler kişi başına düşen enerji miktarını sürekli artırmıştır. Son 1 0.000 yılda tarım saye­ sinde insanların belli bir araziden elde edebileceği besin enerjisi artmıştır. Bunun yanında son 6000 yılda büyük otçul hayvanların evcilleştirilmesiyle çekme gücü için gereken enerji miktarı da artırılmıştır. Son iki yüz yıl içinde fosil yakıtların kullanımı, kişi başına düşen enerji miktarını katbekat artırmıştır. Aynı zamanda toplam insan sayısı da arttığından -Paleolitik'te belki birkaç yüz binden 1 0.000 yıl öncesinde birkaç milyona, günümüzde de 6 milyarın· üstüne (bkz. Şekil 6 . 1 ) çıkmıştır- türümünüzün kontrol ettiği enerji en azından 50.000 kat artmıştır. Bu, tek bir türün kontrol ettiği olağanüstü büyüklükte bir miktardır ve türüroüzün bütün biyosfer üzerinde neden böyle önemli bir etkisi olduğunu da açıklar. Bu etkiyi ölçmenin bir yolu biyosfere gelen güneş ışığındaki enerjinin ne kadarını in­ sanların kontrol ettiğini tahmin etmektir. Güneş ışınlarındaki enerjinin fotosentez yoluyla besin zincirine giren ve bitkilerde maddeleşen bölümüne Net Birincil Üre­ tim (NBÜ) denir. Bu, diğer canlıların büyük bölümünün besini olur. Dolayısıyla NBÜ biyosferin enerji "girdisi"nin kaba bir ölçüsü olarak kullanılabilir. Yapılan hesaplara göre türümüz biyosferin enerji girdisinin kara canlıları için olan NBÜ bölümünün en az %25'ini, bazı hesaplara göre %40'ını tek başına kullanıyor. Paul Erlich bu çarpıcı sayıların ortaya koyduğu öyküyü şöyle özetliyor: "Mil­ yonlarca tür arasından biri, Homo sapiens, fotosentezin bütün ürünlerinin dörtte birine kendi kullanımı için el koyuyor."3 İnsanların enerji üzerindeki artan kontrolleri insanlık tarihini olduğu kadar birçok başka türün tarihini de şekillendirmiştir. Ayrıca insanların sayısının hızla artmasına da yol açmıştır. Tablo 6.2 ile Tablo 6.3'te ve Şekil 6.1'de son 1 00.000 yılda insan nüfusunun artışı özetleniyor. İnsan­ ların sayısı arttıkça türüroüzün ekolojik etki alanı da genişlemiştir. 1 0.000 yıl önce hatta muhtemelen 30.000 yıl önce Antarktika dışındaki bütün kıtalarda insan •

2021'de 7,8 milyar. �.n.

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

131

fablo 6. ı Tarihsel perspektiften kişi başına düşen enerji tüketimi. (Enerji birimi = ı 000 kalori/gün)

Y"ıyecek

Ev ve

Endüstri

Kisi

Dünya

(hayvanların

Ticaret

ve

Başına

Nüfusu

Tarım

Toplam

(milyon)

yediOi dahil) Teknoloji Toplumu Isimdil Endüstri Toplumu

Tasımacılık

Toplam

ıo

66



63

230

6000*

ı .3 80.000

7

32

24

ı4

77

ı 600

ı 2 3. 200

6

ı2

7

26

250

6500

4

4

4

ı2

50

600

3

2

5

6

30

2

bilinmiyar

bilinmiyar

( 1 850) Gelişmiş To rı m Toplumu 1 ı 000 yıl önce) Ilkel Tarım Toplumu 15000 yıl önce) Avcılar 1 ı 0.000 yıl öncel Ön insanlar

2

• 2021 'de 7,8 milyar. -ç.n. 1\ AYNAK: I. G. Simmons, Changing the Face of the Earth: Culture, Environment, History, 2. Baskı IOxford, 1 996),

s. 27.

bulunuyordu. Paleolitik Çağ'da insanlık tarihinin başlıca belirgin özelliği insan yerleşimlerinin genişleyen menzilleriydi. Son 1 0.000 yılda insan yerleşimlerindeki artan yoğunluk insanların toplumsal evrimini asıl şekillendiren etken olmuştur: İnsanlar giderek daha büyük topluluklar halinde köylerde, kasabalarda ve kent­ lerde yaşamayı öğrenmişlerdir. İnsanların yararlandığı kaynaklar, tanım gereği diğer türler için artık erişilemez olmuştur. Bu nedenle insanlar sayıca arttıkça diğer türler yokluk çekmeye başla­ mıştır. Koyun ve sığır gibi evcilleştirilmiş hayvanların yanı sıra, hamamböceği ve fare gibi isteomeden evcilleştirilenler de sayıca artmıştır. Ancak birçok tür hayatta kalınada zorlanmaya başlamış ve endişe verici sayıda tür de yok olmuştur. Bu süreç aslında Paleolitik'te insan etkinlikleriyle başlamış Neandertal gibi yakın ak­ rabaların ve de Sibirya'daki mamutlar, Amerika kıtalarındaki adar ve dev tembel hayvanlar ile Avustralya'daki dev vombatlar ve kangurular gibi daha başka birçok hayvanın soyunun tükenmesine yol açmıştır.

ZAMAN HARITALARI

1 32

7,000 6,000 5,000

c

o 2:::-

]. .2 '"

4,000

3,000

1 0.000

yıl önce-şimdi

-

-

z

2,000 1 ,000

o 1 00,000 90,000 80,000 70,000 60,000 50,000 40,000 30,000 20,000 1 0,000 Geçmiş yıllar

o

Şekil 6.1 1 00.000 yıl öncesinden günümüze Homo sapiens nüfusu (Tablo 6.2'ye dayanarak hazırlanmıştır).

Günümüzde insan etkinliklerinden kaynaklanan soy tükeome hızı çok yük­ sektir. Şu an için 4.629 memeli türünden 1 .096'sının ( %24), 9.627 kuş türünden 1 .1 07'siriin ( % 1 1 ), 6.900 sürüngen türünden 253'ünün ( %4), 4.522 amfibyum tü­ ründen 1 24'ünün (%3), 25.000 balık türünden 734'ünün (%3) ve 270.000 bitki türünden de 25.971 'inin ( % 10) soyunun "tehdit altında" olduğu tahmin ediliyor.4 Türlerin soy tükeome hızının artışı yüzünden yakın gelecekte çok daha fazla türün yok olmasını bekleyebiliriz. Bütün bu sayılar insanın, tarihi boyunca gezegen ölçe­ ğİndeki etkisini ortaya koyan etkili bir ölçüdür. Son 600 milyon yıl içinde görülen soy tükeome hızlarını araştırmış paleontologlara göre şu anki hız bu büyük zaman diliminde yaşanmış beş ya da altı kitlesel soy tükeome dönemindekilere çok yakın­ dır.5 Bu da insanın etkisinin en azından bir milyar yıllık bir ölçekte görülebilir oldu­ ğu anlamına gelir. Bir başka deyişle eğer yıldızlar arası paleontologlar gezegenimizi son bir milyar yıl içinde ziyaret etmiş olsalar ve günümüz insan paleontologlarının kullandığı yöntemlerle gezegenimizin tarihini çözmeye çalışsalar, türümüzün varlı­ ğıyla birlikte yaşanan büyük bir soy tükenişi vakası saptarlardı. Bu sayılar aynı zamanda insanlık tarihinin biricik olduğu değerlendirmesini yapmamızı da sağlıyor. Hiçbir büyük hayvan türü insan gibi çoğalmamıştır ya da bu kadar geniş alanlara yayılmamıştır veya böylesi engin ekolojik kaynakları kontrol etmemiştir (Tavşan ve sığır gibi insanın ekolojik takımında yer aldığı için hızlı çoğalma fırsatı bulan türler yine istisna kabul edilmelidir). Bizim tarihi­ miz şempanzeler gibi en yakın akrabalarımızın tarihinden bile tümüyle farklıdır. Bunlar her ne kadar genetik, fiziksel, toplumsal ve entelektüel açıdan bize son derece yakın olsalar da sayılarının, yayıldıkları alanların ve de teknolojilerinin son 1 00.000 yıl içinde büyük bir değişim geçirdiğini gösteren hiçbir kanıt yoktur.

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 33

Tablo 6.2 Dünya nüfusu ve nüfusun artış hızları ( l 00.000 yıl öncesinden günümüze) Tarih

Tahmini Dünya

(günümüzden

Nüfusu

önceki yıllar)

Bir Önceki Tarihten itibaren Yüz Yıllık

Öngirülen i kiye

Büyüme Hızı

(yıl)

Kaynak

Katianma Süresi

(%) Sıringer, ı 50

ı oo.ooo

ı o.ooo

30.000

500.000

0,56

ı 2.403

ı o.ooo

6.000.000

ı ,25

5580

liv�Bacci, 3 ı

Livi-Bacci, 3 ı

5000

50.000.000

4,33

ı 635

3000

1 20.000.000

4,47

1 5 83

Siraben

2000

250.000.000

7,62

944

Siraben

ı ooo

2 50.000.000

0,00

800

400.000.000

26,49

295

livi-Bacci, 3 ı

600

375.000.000

-3, ı 8

n.a.

liv�Bacci, 3 ı

400

578.000.000

24, 1 5

320

Liv�Bacci, 3 ı

300

680.000.000

ı 7,65

427

Liv�Bacci, 3 1

200

954.000.000

40,29

205

livi-Bacci, 3 1

ı oo

ı .634.000.000

7 ı ,2 8

ı 29

liv�Bacci, 3 ı

livi-Bacci, 3 ı

50

2.530.000.000

ı 39,74

79

Liv�Bacci, 3 ı

o

6.000.000.000

464,42

40

livi-Bacci, 3 1

KAYNAKLAR: ]. R. Biraben "Essai sur l'evolution du nombre des hommes", Population 34 ( 1979): 13-25; Massimo Livi-Bacci, A Concise History of World Populııtion, (çev.) Cari lpsen (Oxford, 1 992); Chris Stringer ve · Robin McKie, A(rican Exodus (Londra, 1 996).

Aslında tam da bu nedenle insanların bir tarihi vardır ve şempanzeterin bir tari­ hinin olması düşüncesi biraz garip gelir. Birçok hayvan türünün tarihi, genellikle sözcüğü kullandığımız anlamıyla yoktur. Çünkü tür olarak ortaya çıktıktan son­ ra hayvanlar orijinal nişlerinde yok oluncaya kadar yaşama eğiliminde olurlar. Dinazorlar ya da memeliler gibi takımların ya da familyaların tarihleri olduğu söylenebilir. Çünkü bu gruplardaki farklı türler çok değişik yönlerde evrim geçi­ rebilirler; böylece bütün bir familyadaki sayılar, menziller ya da ekolojik "tekno­ lojiler" değişebilir. Ama bu durum tek tek türler için geçerli değildir. İnsanlar davranışlarını ço­ ğaltmış ve çeşitlendirmiştir -hem tek bir türün değil, bütün bir hayvan familyası­ nın ya da takımının sahip olabileceği kadar çok. Bunu da şaşırtıcı derecede kısa bir sürede gerçekleştirmişlerdir. Açıkçası türüroüzün ortaya çıkmasıyla birlikte bir tür temel eşik aşılmıştır. İnsanlık tarihiyle birlikte tarihsel değişimin de yeni kuralları doğmuştur. Bu ne­ denle insanlık tarihine odaklanmak yalnızca soy araştırmasına yönelik bir uğraşı değildir. Türümüzün ortaya çıkışı gezegenimizde gerçekleşen dönüm noktaların-

1 34

ZAMAN HARITALARI

Tablo 6.3 Farklı tarihsel dönemlerdeki büyüme hızları. Cal

Gee Paleolitik Cal Orta Peleolitik Üst Paleolmk

Tarım Calı Erken Tarım Çagı

Bitis

Baslangıc

Bilis

Yüz Yıllık

(günOmüzden

Nüfusu

Nüfusu

BOyOme

Katlanm1

önceki yıllar)

önceki yıllar)

(milyon)

(milyon)

Hızı

Süreli

(%)

(yıl)

1 00.000

10.000

0,01

30.000

1 0.000

0,5

1 0.000

1 00.000

10.000

30.000

1 000

0,01

6

6 0,5 6

0,71

0,56 1 ,25

167J ı nı

5000

6

1 000

50

250

4,1 1

1 . Binyıl Hariç

5000

2000

50

250

5,5 1

Modem Cal

1000

1 000

o

200

250

6000

37,41

200

o

950

6000

1 5 1,31

Endüstri Çogı

55/ V

4,23

5000

250

975ı

1 2.40 1

250

Tarım UygarlıQı Çagı

Erken Modern Çog

ikiye

Baslangıc (gOnOmOzden

50

950

4,33

1 8, 1 6

KAYNAK: Tablo 6.2.

dan birine karşılık gelir. A. J. McMichael'in yazdığı gibi: "Her tür, Doğa'nın bir deneyidir. Bu deneylerden yalnızca biri, Homo sapiens, biyolojik uyarianmasını sürekli biriken kültürel uyarlanmasıyla tamamlayacak şekilde evrim geçirmiştir. İnsan "deneyi"ni ayrı kılan şey, alışılmış biyoloji temelli kısa vadeli kazanım (yiyecek, bölge ve cinsel birleşme) dürtüsü ile bu dürtüyü giderek karmaşıklaşan bazı kültürel eylemlerle tatmin eden entelektüel becerinin öngörülemez bileşi­ midir."6

İnsanın Ortaya Çıkışının Açıklaması Yıllar boyunca insana geçişi açıklayan birçok olası "itici güç" ileri sürüldü. Bunların arasında maharetli ellerimizin serbest kalmasını sağlayan iki ayak üze­ rinde yürümemiz (Darwin'in yeğlediği yanıt), et yiyor oluşumuz, büyük beyinli oluşumuz ve konuşuyor oluşumuz da vardı. Burada yer alan açıklamada dilin önemi üzerinde odaklanılacak ve diğer etkenlerden bazılarına da yardımcı roller verilecektir. Aşağıdaki paragrafiarda bunun biraz soyut bir açıklaması yapılıyor. Bütün canlı türleri, içinde yaşadıkları ortamın koşullarına uyarlanmıştır. Ama çoğunun ancak bir ya da iki uyarianma numarası vardır. Buna karşın, insanlar sürekli yeni ekolojik numaralar geliştirir, çevrelerindeki kaynaklardan yararlanmanın yeni yollarını bulurlar. Ekonomistlerin kullandığı terminolojiyle, insanların oldukça gelişmiş bir "inovasyon" becerisi vardır. Ve yüz binlerce ya da milyonlarca yıllık bir Darwinci ölçekte değil, binlerce yıldan onlarca yıla hatta daha da kısa sü-

1 6:1 � 1 7YJ

211

41\

��

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 35

eelere inen küçük ölçeklerde bile birtakım inovasyonlar geliştirmişlerdir. Bizim zorlu görevimiz de insanın bu yeni ekolojik yaratıcılık becerisini neden, nasıl ve ne zaman edindiğini açıklamaktır. Bu çok gelişmiş beceriyi açıklayabilirsek, insa­ nın tarihinde neyin belirleyici olduğunu ortaya çıkarma konusunda büyük bir yol almış olacağız. Yeni karmaşıklık biçimlerinin ortaya çıkışının her zaman daha büyük yapıların yaratılışını içerdiğini ve bu yapılarda da önceden bağımsız olan bazı varlıkların yeni karşılıklı bağımlılık biçimleri ve işbirliği kurallarıyla bir arada yer aldığını görmüştük.? Bu ipucunu izleyerek insanlık tarihine geçişi asıl belirleyen şeyin in­ sanların bireysel olarak doğalanndaki değişiınh:riıı değil ue birbirleriyle ilişkilerin­ deki değişimierin olduğunu düşünebiliriz. Bu da yalnızca genlerdeki, fizyolojideki ya da daha önceki insan türlerinin beyinlerindeki değişimlere değil, aynı zamanda atalarımızın karşılıklı etkileşim şekillerindeki değişimlere de odaklanmamız gerek­ tiği anlamına gelir. Tıpkı böylesi başka birçok geçişte olduğu gibi, insan türünün ortaya çıkışı da ani olmuştur. Paleontolojik ölçekte hemen hemen anlık bir olaydır. Bu da aslında tek bir tetikleyici etken bulmayı ummamız gerektiği anlamına gelir. Yıldız olu­ şumunda sıcaklık uzun süreler boyunca artar ve sonra birden hidrojen atomları kaynaşmaya başlar. Bunu insanın ortaya çıkışına şöyle bağlayabiliriz: Bir tür eşik aşıldığı anda milyonlarca yıl boyunca evrim geçiren uyarianma becerileri ani bir dönüşüme uğramıştır. Peki, bu eşiği nasıl tanımlayabiliriz? Açık ki bunun, gelişmiş öğrenme becerisiyle ilgisi vardır. Yassı solucanlardan kurbağalaca kadar hayvan­ ların çoğu öğrenmeye açıktır. Ama bunların çoğunun öğrendiklerinin çok büyük bölümü öldükleri zaman kaybolur. Bazı öğretme biçimleri de tabii ki devam eder. Anne şempanzeler kabuklu yemişleri kırmayı yavrularına göstererek öğretİr. Bu yavrular da zamanı geldiğinde öğrendiklerini kendi yavrularına öğretİr. Ama so­ yut şeyler aktaran hiçbir hayvan bilmiyoruz -hiçbir hayvan termidecin tıpkı balık tutar gibi yakalanabileceğini uygulamalı olarak göstermeksizin anlatamaz ya da bir patikayı, yürüyerek üstünden geçmedikçe tarif edemez veya kuarklar, tanrılar ve pembe filler gibi soyut kavramlar hakkında konuşama:ı. Geçmiş ve gelecek de aslında birer soyutlamadır; yalnızca " şimdi" doğrudan deneyimlenebilir. Yani hayvanlar, simgesel dilleri olmadığı için insanların geçmişi düşünme ve geleceği düşleme becerisinden yoksundur. Bunlar kesin sınırlamalardır. Primatalog Shirley Strum Kenya'da " Poınpa İstasyonu Çetesi" adını verdiği bir babun sürüsünü yıl­ lar boyunca gözlemlemişti. Başka sürülerle karşılaştırıldığında bunlar çok yete­ nekli avcılardı. Neredeyse her gün en az bir kez et yiyorlardı. En başarılı aviarını belli bir erkek birey tarafından yönetildikleri zaman gerçekleştiriyorlardı. Ama o olmadığında onun becerilerini ve bilgisini hiçbir zaman anımsayamıyorlardı. 8 Bununla birlikte insan dili, bilginin beyinden beyne daha kesin ve verimli ile­ tilmesini sağlar. Bu da insanların bilgiyi büyük bir doğrulukla paylaşması, ortak bir ekolojik ve teknik bilgi havuzu oluşturması anlamına gelir. Bunun sonucu ola­ rak da işbirliğinin getirileri, rekabetin getirilerine giderek ağır basar (John Mears

1 36

ZAMAN HARITALARI

insanlardan "iletişim ağı güçlü hayvan" diye söz eder).9 Bunun da ötesinde her bireyin havuza kattığı ekolojik bilgi, onun ölümünden sonra da uzun süre kul­ lanılmaya devam eder. Yani bilgi ve beceriler kalıtsal olmayan bir şekilde kuşak­ tan kuşağa aktarılarak birikir. Her birey de daha önceki kuşakların depolanmış bilgisine erişebilir. Demek ki insanın ayırt edici özelliği kolektif olarak öğrenme­ sidir. Hücresel düşünme (bireye odaklanan düşünme) bunun görülmesini zorlaştı­ rır. Ama insanların ayırt ediciliğini açıklamak için şempanze bireylerini insanları bireyleriyle değil de insan gruplarıyla karşılaştırmamız gerektiğini öğrenmeliyiz -farklar belirgindir ama dönüştürücü değildir. Bir insan beyniyle bir şempanze beynini karşılaştırarak farkı anlayamayız. Aradaki farkı şempanze beynini, mil­ yonlarca insanın kuşaklar boyunca oluşturduğu kolektif beyinle karşılaştırdığı­ mızda, ancak o zaman kavramaya başlarız. Kolektif öğrenme olanağı her şeyi değiştirir. McMichael şöyle yazmıştır: Birikimsel kültürün keşfi doğada eşi benzeri olmayan bir şeydir. Tıpkı bileşik faiz gibi işler. Art arda gelen kuşakların kültürel ve teknolojik gelişme yolunda hep biraz daha ileriden başlamasını sağlar. Bu yolda ilerleyen insan türü genel olarak ekolojik köklerinden giderek uzaklaşmıştır. Kuşaklar arasında bilginin, fikirlerin ve yöntemlerin iletilmesi insanlara alışık olmadıkları ortamlarda yeni ve eşi görülmemiş bir hayatta kalma becerisi ile acil ihtiyaçların karşılandığı yeni ortamlar yaratma becerisi kazan­ dırmıştır. 1 0 İnsanların bir tarihi olmasını sağlayan şey kolektif öğrenmedir. Çünkü kul­ landıkları ekolojik becerilecin zamanla değişmesi anlamına gelir. Bu süreçte ol­ dukça net bir yönlülük de vardır. Kolektif öğrenme süreci bir tür olarak insanın zamanla çevresindeki kaynakları elde etmede giderek daha iyi olmasını sağlar. Bunun yanında artan ekolojik becerileri de zamanla nüfusunun çoğalmasına yol açar. Kolektif öğrenmeye ilişkin genellemeler bu süreçlerin tam zamanlamasını ve coğrafi olarak da tam yerini öngöremez. Tabii ki onların tam olarak nasıl gerçek­ leştiklerini ya da ayrıntılı sonuçlarını da tahmin edemez. Ama bu tür genellemeler büyük zaman ölçeklerinde insanlık tarihinin uzun erimli şekline ilişkin bir şeyler de anlatır. Kolektif öğrenmenin gücünü duyumsayabilmek için her şeyi en baştan öğ­ rendiğimiz bir yaşamı gözümüzde canlandırmamız yeterli olacaktır. Yani uygun toplumsal davranışlar ile yeme alışkanlıkianna ilişkin ipuçlarından -ki bunlar şempanze yavrusunun entelektüel mirasıdır- belki biraz daha fazlasını ailemizden ve toplumdan edindiğimiz bir yaşamı düşünmeliyiz. Çevremizdeki insan yapımı şeylerden (her biri depolanmış bilgi barındırır) kaçını yaşamımız boyunca kendi­ miz icat edebilir ya da yapabilirdik? Bu tür sorular, bireysel yaşamlarımızın da­ yandığı kuşaklar boyunca yaşamış milyonlarca insanın birikmiş bilgisinin sıra dışı boyutunu anımsatan güçlü uyarılardır. İnsanlar birey alarak şempanzelerden ya da Neandertallerden çok da zeki değillerdir. Ama tür olarak engin bir yaratıcılığı-

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVAIMI

1 37

mız vardır çünkü bilgi hem kuşak içinde hem kuşaklar arasında paylaşılmaktadır. Sonuç olarak kolektif öğrenme öylesine güçlü bir uyarianma mekanizmasıdır ki onun insanlık tarihindeki rolünün, diğer türlerin tarihlerinde doğal seçilimin oy­ nadığı rol kadar etkili olduğu ileri sürülebilir. İnsanlar neden kolektif olarak öğrenebiliyor? İnsan dilinin kendine özgü do­ ğasından dolayı kolektif olarak öğrenebiliyorlar. Dil diğer hayvanların iletişim bi­ çimlerinden daha "açık"tır. Dilbilgisi (gramer) açısından açıktır çünkü katı dilbil­ gisi kuralları, sözcük gibi az sayıda dil öğesiyle, neredeyse sonsuz anlam üretebil­ memize olanak verir. Ayrıca insan dili anlambilimsel (semantik) olarak da açıktır; yani çok geniş anlam silsilelerini iletebilir. Çünkü yalnızca göz önünde olan şeyleri değil, olmayanları ve hatta hiçbir zaman olamayacak olanları da anlatır. Simgeleri kullanarak belleklerimizde depolanmış büyük miktarlardaki bilgiyi bir araya geti­ rip temel kalıplar oluşturabiliriz. Sonra da bu simgesel kalıpları kullanarak daha büyük kavramsal yapılar kurabiliriz. Simgeler sayesinde somut şeylerden soyut­ lamalar üretebiliriz -çevremizdeki şeylerin adeta damıtılmış "özlerine" gönder­ meler yapabiliriz. Bunun yanında başka simgelere de gönderme yapabiliriz. Yani simgeler muazzam miktarlarda bilgiyi yoğunlaştırıp depolayabilirler -tıpkı adına para dediğimiz simgesel fişlerin bize soyut değerlerin değiştokuşu ve saklanması için oldukça verimli bir yöntem sağlaması gibi.11 Simgesel diller binlerce hatta mil­ yonlarca ömür boyunca birikmiş bilgiyi paylaşabilmemizi ve depolayabilmemizi sağlar. Sonuçta simgesel dil, simgesel olmayan iletişim biçimlerine göre çok daha güçlü bir veri taşıyıcısıdır. Terrence Deacon'ın ileri sürdüğü gibi, simgesel dil ön­ cesi iletişim biçimleri başka şeylere yalnızca aralarındaki somut parça-bütün iliş­ kisinden dolayı göndermelerde bulunabilir -ki bunun da alışılagelmiş rastlantıdan başka bir tabanı yoktur. Her ne kadar simgesel olmayan anlatıma elverişli engin bir nesneler ve ilişkiler evreni -yani duyulada algılanan her şey- bulunsa da soyut ya da elle tutulamayan referans nesneleri bulunmaz. " 12 Eğer bu sav doğruysa, modern insanın evrimini anlamak için simgesel dilin or­ taya çıkışını açıklamamız gerekir. Ama bu süreçte hiçbir şeyin zorunlu olmadığını da hemen belirtmek önemlidir. Kütleçekim kuvveti ile güçlü ve zayıf çekirdek kuv­ vetlerinin işleyişi verildiğinde istatistiksel olarak öngörülebilen bir olay olan yıldız oluşumunun tersine biyolojik değişim daha rastlantısal ve açık uçludur. Bu neden­ le de canlı türleri yıldızlara göre çok daha çeşididir. Bir araya gelerek en sonunda türümüzü oluşturan öğeler, gerçekte rastlantısal olarak ve düzensiz bir şekilde bir araya gelmiştir. Bu sonuca ulaşacak şekilde bir araya gelmelerine yönelik hiçbir kesinlik yoktur. 1 00.000 yıl öncesi gibi geç bir tarihe, yani türümüz ortaya çıktık­ tan epey sonraya kadar, Dünyadaki insan topluluklarının toplam nüfusu 1 0.000 bireye kadar düşmüştü. Bir başka deyişle o dönemde türümüz tıpkı günümüzdeki dağ gorilieri gibi soy tükenişine çok yaklaşmıştı. 13 Bu istatistiksel bilgi yalnızca evrimsel süreçlerin ne denli rastlantısal geliştiğini değil, aynı zamanda karmaşık varlıkların ne kadar kırılgan olduklarını da bize anımsatır. Dünyada insanın orta­ ya çıkışı aşırı derecede şans eseri gerçekleşmiştir.

1 38

ZAMAN HARITALARI

Kanıtlar ve Savlar: İnsanın Evrimi Öyküsünü Oluşturmak İnsan evriminin tutarlı ve mantıklı bir açıklamasını yapabilmek 20. yüzyıl bi­ liminin en büyük başarılarından biri olmuştur. Peki, bu öykü nasıl kurgulanıp yazılmıştır? İnsanın evrimi öyküsüne daha yakından bakmadan önce onun kurgu­ sunda ne tür savların ve kanıtların kullanıldığını incelemeliyiz. Fosil kanıtlar arasında atamız olan türlerin aletleri, yiyecek artıkları ve kaya­ larda ya da kemiklerde bıraktıkları işaretler gibi geride kalan kalıntıların yanı sıra, kendi kemikleri de yer alır. Günümüz paleontologları bir tek kemikten şaşırtıcı miktarda bilgi çıkarabilirler. Bir çene kemiği türün tanımlanmasından başka daha birçok şey anlatır: Bir diş aşınma örüntüsü hayvanın normal beslenme düzenine ilişkin, yaşadığı ortama ilişkin ve o ortamdan nasıl yararlandığına ilişkin bilgiler verir. Bulunan bir kafatası, türün entelektüel becerileri hakkında birçok şey söyler. Kafatasının alt kısmı genellikle türün iki ayak üzerinde mi yoksa dört ayak üze­ rinde mi yürüdüğünü gösterir -iki ayak üzerinde yürüyen hayvanlarda omurga kafatasına alttan bağtanır ama dört ayaklılarda arkadan bağlanır. Yalnızca bir parmak kemiği hayvanın yürüyüş şeklini ortaya koyar: Eğer başparmak diğerle­ rinden ayrıksa (tıpkı primatların çoğunda olduğu gibi) ayağın nesneleri kavrama­ da kullanıldığı ve henüz yürümeye uyarlanmamış olduğu sonucuna varabiliriz. Zaten buluntularımız da genellikle birkaç kemikten ibaret olur. Ama büyük şans eseri bulunan daha az eksik bir iskelet, tıpkı Lucy ( 1 970'li yılların başında Etiyop­ ya'da Dan Johanson tarafından bulunan %40'ı tam iskelet) gibi çok daha fazlasını anlatır. Lucy ve çevresinde bulunan kalıntılar yaklaşık 3-3,5 milyon yıliıktı ve bize o dönemde yaşamış ilk insan türlerinden en az birinin fizyolojisine ilişkin ayrıntılı kanıtlar sunuyordu. İnsan etkinliklerinin kalıntıları da aynı derecede önemlidir. Bunlar arasında en önemlileri de keşfedilen taş aletlerdir. Çünkü genellikle odun, bambu vs. daha az dayanıklı malzemelerden yapılan aletler ender olarak günümüze kadar gelir. Taş aletlerin keskin kenarları üzerinde yapılan mikroskobik incelemeler sayesin­ de onların neleri kesmede kullanıldığı anlaşılır. Taşların geldiği yerlere yönelik çözümlemeler sayesinde de alet yapımcılarının bu özel hammaddeleri uzak böl­ gelerde arayıp aramadıkları ortaya çıkar. Taş aletlerin üretildiği yerlerde bulunan taş yongaları kullanarak gerçekleştirilen "yeniden yapım"larla bu aletlerin nasıl yapıldığına ilişkin çok şey öğrenilir. Alet yapım teknikleri de atalarımızın nasıl düşündüğüne ilişkin çok değerli ipuçları verir. İlk insanların yaşadıkları yerlerde­ ki kazılarda bulunan hayvan kemiklerinin incelenmesi sonucunda atalarımızın et yiyip yemediğine ve nasıl avlandıklarına ilişkin çok şey anlaşılır. Örneğin kemik­ lerdeki kesik izleri dikkatlice incelendiğinde etçil hayvanların diş izlerine de rastla­ nabiliyor. Bu da muhtemelen ilk insanların aslında başka hayvanların öldürdüğü hayvanları yediği anlamına geliyor. Bütün bu tür maddi kanıtlar sayısı giderek artan modern tarihlendirme teknikleriyle de (radyometrik tarihlendirme teknikleri için bkz. 1 . Ek) hemen hemen doğru bir şekilde tarihlendiriliyor.

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVAiMI

1 39

Ama yalnızca belli bazı bölgelerdeki fosil kayıtları iyidir. Çok yakın bir tarihe kadar önemli bir dönem olan 4 ile 7 milyon yıl öncesi arasına, yani bomininterin (türümüze uzanan hattın) günümüz şempanzelerine uzanan hattan ayrıldığı döne­ me ilişkin elimizde hiçbir fosil yoktu. Bu nedenle boşluklar başka tür kanıtlarla dolduruluyordu. Bunların en önemlilerinden birini son yirmi yıl içinde geliştirilen moleküler tarihlendirme sağlamıştır. 4. Bölüm'de gördüğümüz üzere evrimsel de­ ğişimlerin çoğu rastlantısaldır. Bu durum özellikle, bir türün genomunun o türün hayatta kalma olasılığını doğrudan etkilemeyen bölgeleri -genomda yer alan bü­ yük miktarda "çöp DNA" ve bütün insan hücrelerinde bulunan mitokondrilerde­ ki DNA- için geçerlidir. Genomun bu bölgelerindeki genetik değişim "nötr"dür -gelişmiş caniıyı etkilemez. Yani aslında çöp DNA'daki değişim büyükçe bir is­ kambil kağıdı destesini karmaya benzer. Neyse ki bu tür rastlantısal süreçler genel istatistik yasalarına tabidir. Renklerine ve numaralarına göre diziimiş yeni bir des­ te kağıt alıp birkaç kez kararsanız, bir istatistikçi destenin orijinal durumundan ne kadar farklı olduğuna bakıp desteyi kaç kez kardığınızı kabaca tahmin edebilir. Oyun kartlarının ve karmaların sayısı ne kadar büyük olursa, bu tür tahminierin doğruluk oranı o kadar yüksek ve güvenilir olur. ilk kez 1 967'de yayımlanan bir makalede ABD'de çalışan iki biyokimyacı Vin­ cent Sarich ve Alan Wilson genetik değişimin de benzer kurallara tabi olduğunu ileri sürdüler.14 Yani günümüzde yaşayan iki canlı türünü ele alırsak, DNA dizilim­ lerindeki farkları hesaplayarak soy hatlarının ortak atalarından ne zaman ayrıldı­ ğını büyük ölçüde tahmin edebiliz. Bu sayede DNA'nın geçirdiği evrim, karşımıza bir genetik saat olarak çıkıyor. İlk başta bu fikirle dalga geçilmişti. Bunun bir nedeni çoğu kişiye göre doğal seçilimin " bütün evrimsel değişimierin uyarlanabi­ lir değişimler olduğu" temel ilkesiydi; yani evrimsel değişimler istatistiksel olarak öngörülebilen yollarla gerçekleşmezdi. Ne var ki değişimierin çoğunun gerçekten de rasgele olduğu artık kabul ediliyor. Bu tarihlendirme yönteminin sonuçlarının, başka kanıtların gösterdikleriyle de şaşırtıcı bir şekilde uyumlu çıktığı görüldü. Bu tür genetik karşılaştırmalar artık rutin bir şekilde yapılıyor ve farklı türlerin akrabalık derecesini anlamak için kullanılıyor. Gerçi hala birtakım sorunları var. Örneğin saat olarak kullanılabilmesi için bütün değişimierin belli bir düzen içinde olması gerekir; ama öyle olmaz. Yine de bu yöntem birçok amaç bakımından, özellikle de insan evrimi araştırmaları için çok değerlidir.15 Sarich ve Wilson'ın gösterdiği ilk şey genetik açıdan şempanzelere sanıldığın­ dan daha yakın olduğumuzdu. 1 970'li yıllarda insanlarla, insansı maymunların soy hatlarının en az 15 milyon yıl önce hatta belki de 30 milyon yıl kadar önce -yani şempanzelerle yakın akraba olduğumuz düşüncesinden rahatsız olanları memnun edecek kadar uzak- bir tarihte ayrıldığına yaygın olarak inanılıyordu. Ne ki insanın DNA'sı ile bu en yakın akrabamızın DNA'sı arasındaki fark yalnızca % 1 ,6'dır. Bir başka deyişle günümüz şempanzesinin DNA'sıyla bizim DNA'mızın %98,4'ü aynı­ dır. Bu da bizim tarihimizle şempanzenin tarihi arasındaki bütün farkların genetik malzemelerimiz arasındaki bu % 1 ,6'lık farkın içinde yattığı anlamına gelir. Memeli-

1 40

ZAMAN HARITALARI

ler arasında genetik değişim hızlarının karşılaştırmasını yapmak mümkündü çünkü memeli türlerinin 65 milyon yıl önce dinazorların soyu tükendiğinde birbirlerinden aniden ayrıldığı biliniyordu. Ama insan ve şempanzenin birbirlerinden yalnızca % 1 0 kadar -yani başlıca memeli grupları arasındaki fark kadar- farklı olduğu ortaya çık­ tı. Bu da iki türün birbirinden S ile 7 milyon yıl önce ayrıldığı anlamına geliyordu. Buradan da o ayrışma zamanında ne günümüz şempanzesine ne insanına benzese de her ikisinin ortak atası olan bir hayvanın yaşadığı anlamına gelir. Bu dönemin fosil kayıtlarının zayıflığı nedeniyle bu ata türe ilişkin çok az şey söyleyebiliyoruz.16 Ama böyle bir hayvanın varlığından eminiz -yoksa biz olmazdık! Aynı akıl yürütmeyle insan ile gorilin 8-10 milyon yıl önce yaşamış ortak bir atadan, insanla orangutanın da 13- 1 6 milyon yıl önce yaşamış ortak bir atadan geldiğini düşünüyoruz. Bitki ve hayvan kalıntılarına ve iklim değişimlerinin analizlerine dayanarak hominin atalarımızın ortaya çıktığı ortama ilişkin de çok şey biliyoruz. Son bir­ kaç milyon yıl içinde küresel iklim yapısında buzul çağlarının (bkz. 5. Bölüm) düzensiz ve öngörülemez iklim değişiklikleri egemen oldu. Bu değişiklikler ortamı ve habitatları dönüştürdü. Bu da uyarianma yeteneği yüksek türlerin işine yaradı ve bunlar daha çeşitli ekolojik nişlere yerleştiler. İnsan gibi çok değişik ortamiara uyum sağlayabilen, "arsız" türler bu ekolojik karmaşaya da uyum sağladılar ve buzul çağlarının tipik ürünleri oldularY Böyle çeşitli teknikleri bir arada kullanarak homininlerin yaşadığı ortamı ve onların fiziksel evrimini betimleyebiliyoruz. Ama davranışlarını betimlemek çok daha zor oluyor. Fosiller bize onların yaşam tarziarına ilişkin bir şeyler anlatıyor. Ama daha ileri gitmek için günümüzde onlara benzer şekilde yaşayan başka tür­ lerle yapılan analojilerden yararlanmak zorundayız. Jane Goodall ve Dian Fos­ sey'in çalışmalarıyla başlayan son otuz kırk yıllık dönemde araştırmacılar büyük insansı maymunların yaşamlarını doğada araştırıyorlar. Artık onların hem nasıl yaşadıkları hem toplumsal, cinsel ve politik ilişkileri hakkında çok şey biliyoruz.18 Böyle çalışmalar ilk homininlerin nasıl yaşamış olabileceklerini gösterebilir. Ama bizi yanlış da yönlendirebilirler. Çünkü değişik insansı maymun türleri, hatta tek bir türün değişik toplulukları bile farklı tarzlarda yaşaya biliyor. Örneğin en yaygın şempanze türü olan Pan troglodytes, yakın akraba olan erkeklerin egemen olduğu ve topluluklar arası bağların diğer gruplardan katılan dişilerle kurulduğu gruplar halinde yaşar. Erkekler arasında hiyerarşik bir yapı vardır ama bu değişebilir ve dişiler birkaç erkekle çiftleşebilir. Bu nedenle bu tür topluluklarda cinsel ve politik yaşam aşırı derecede karmaşıktır. Bunun tersine goriller, bir ya da iki erkeğin ve birkaç dişinin bulunduğu daha küçük gruplar halinde yaşarlar. Orangutanlarsa çoğunlukla yalnız yaşarlar ve sadece çiftleşrnek için bir araya gelirler. Bu nedenle ilk hominin topluluklarına ilişkin analoji kurulacak primat topluluğuna karar ver­ mek bile aslında o kadar kolay bir iş değildir. Aynı durum hominin evrimi çalışmalarında çok etkili bir başka analoji -günü­ müz avcı-toplayıcı topluluklarıyla yapılan analoji- için de geçerlidir.19 Antrapo­ loglar günümüz avcı-toplayıcı topluluklarının oldukça modern olduğu -modern

iNSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 41

insan toplumundan bir şekilde erkilenmiş oldukları- konusunda paleontologları sürekli uyarırlar. Yani bu tür analojiler kullanarak homininlerin ya da ilk insanla­ rın toplumsal yapısına yönelik teoriler kurmak riskli olabilir. Yine de günümüzde yaşayan avcı-toplayıcı toplulukların teknolojisi ve toplumsal yapısı ilk insanların­ kine günümüz kentli toplumlarınkinden çok daha yakındır. Bu nedenle antrapo­ logların uyarıları genellikle pek dikkate alınmaz. Afrika'nın güneyindeki San halkı üzerinde yürütülen çalışma gibi yeni çalışmalar, ilk homininlerin ve insanların nasıl avlandığına, erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkilerin nasıl olduğuna ve aralarında ne tür güç oyunları aynanmış olabileceğine ilişkin mantıklı modeller kurmamıza yardımcı olmuştur. Belki de en önemlisi günümüzde kentlerde yaşayanlara göre basit görünen toplulukların aslında kendi açılarından hem karmaşık hem birikimli olduklarını bize anımsatmış olmasıdır. Ne de olsa Afrika'da ve Avustralya'daki çöllerde ya da Sibirya'daki tundralarda Taş Devri teknolojisi kullanarak binlerce yıldır yaşıyor olmak hiç de kolay bir iş değildir. Son olarak da başka türlerin geçirdikleri evrime yönelik modern kavrayışımız insanın geçirdiği evrimin modelini kurarken de kullanılmıştır. Örneğin türedikle­ ri eski türün olgunlaşmamış bireylerine çok benzeyen yeni türler bulmak oldukça yaygındır. Bu olaya neoteni denir. Neoteni bir türün yaşam döngüsünü kontrol eden genetik anahtarlardaki küçük değişiklikler nedeniyle ortaya çıkar. Böylesi değişik­ likler, en sonunda belirgin bir evrimsel değişime yol açan bir dizi ikincil ve üçüncül etkiyi başlatır. İnsanların birçok açıdan erişkin şempanzelere değil de genç şem­ panzelere benzediği ileri sürülmüştür. Bu benzerlik de günümüz şempanzeleri ortak atamızın erişkin bireylerine daha çok benzeyecek şekilde evrim geçirirken bizim kıs­ men bir tür neoteni üzerinden ortaya çıkmış olabileceğimizi akla getirir. Aynı şekilde modern evrim araştırmaları evrimin genellikle gelişigüzel ilerlediğini göstermiştir. Eğer yeni bir niş, belki bir iklim değişimi sonucunda, ortaya çıkarsa bu niş genellikle hızla (evrimsel anlamda "hızla" birkaç yüz bin ya da milyon yıla karşılık gelir) çok sayıda birbirine aşırı benzeyen türle dolar; ama bu türlerin bir-ikisi dışında hepsi de zamanla elenip yok olur. Bu sürece adapti( yayılma denir. Her bir yayılma da, kaba­ ca söylemek gerekirse, özel bir ekolojik hileyle ilişkilidir. Atamız olan türler arasın­ da, ileride göreceğimiz üzere, birkaç adaptif yayılma gerçekleşmiş gibi görünüyor. Bunların her birinde de bizi oluşturan pakete yeni birtakım özellikler eklenmiştir.20 Bütün bu değişik kanıtlar insanın nasıl evrim geçirdiğine yönelik modern açık­ lamayı oluşturmada kullanılmıştır. Açıklama şimdilik kusursuz olmaktan uzaktır ama on yıl öncesinin açıklamasına göre hem daha zengindir hem daha fazla kanıra dayanmaktadır.

Primat ve Hominin Yayılımları Simgesel dilin doğuşunun insanlık tarihine yön veren kritik eşik olabileceğini ileri sürmüştüm. Ama eğer atalarımızın bu dilin sunduğu üstünlükleri kullanma­ sını sağlayan birtakım başka nitelikleri olmasaydı, simgesel dil de böylesi bir fark

1 42

ZAMAN HARITALARI

yaratmış olamazdı. Bu ön uyumlar arasında en önemlileri şunlardır: toplumsallık, önceden var olan dil becerileri, iki ayak üstünde yürüme, maharetli eller, avianma ve et yeme, uzun bir çocuklukta öğrenme dönemi ve büyük önbeyin. Şimdi bu değişik öğelerin ortaya çıkışının ve türümüzü oluşturan özellikler paketindeki yer­ lerini almalarının rasgele ilerleyen sürecinin izini sürmeye çalışacağız.

Primat Mirası Yukarıda sayılan özelliklerimizin çoğu aslında diğer primatlarla ortaktır.21 Pri­ matların büyük bölümü ağaçlarda yaşar. Ağaçlarda yaşayan hayvanların iyi görü­ yor olmaları gerekir; yoksa Jü�erler. Bu nedenle bütün primatların iyi, üç boyutlu görüşleri vardır. Koku, onlar için köpekler için olduğundan çok daha az önemlidir. Bu nedenle primatların çoğunun burnu küçük ve yüzü yassıdır. Karmaşık ve üç boyutlu bir ortamda görsel bilginin dikkate değer bir işleome sürecinden geçmesi gerekir. Bundan dolayı primatların çoğunda bedenlerine göre oldukça büyük birer beyin vardır. Primat soy hattının temel özelliği de giderek artan göreli beyin bü­ yüklüğüdür. Daha büyük beyinli olmanın genel bir sonucu olarak da uzun ömürlü olurlar. Bu, belki öğrenmeye daha bağımlı oldukları ve öğrenme de (ilkesel ola­ rak) yaşla geliştiği içindir. Ağaçta yaşamak ayrıca becerikli olmayı da gerektirir. Bu nedenle primatların çoğunun iyi kavrayabilen ve nesneleri işieyebilen elleri ve ayakları vardır. Bu da pratikte, el ve ayak başparmaklarının diğer parmakların kar­ şısında yer alması demektir. Ağaç yaşamı aynı zamanda ön ve arka uzuvlar arası, işbölümünün yerde yaşayan türlere göre daha da özelleşmesini gerektirir. Her ne kadar primatların çoğu hem ön hem arka ayaklarıyla nesneleri kavrayabiliyorlarsa da arka uzuvlar daha çok hareket etmede, ön uzuvlar da kavramada özelleşmiştir. İnsanlar Eski Dünya primatlarının haminaidier (Hominoidea) diye bilinen özel bir grubunun üyesidir. Bu grupta insanlar ve insansı maymunlar -şempanzeler, goriller, orangutanlar ve jibonlar- ve bunların soyu tükenmiş ataları yer alır. Bu süper ailenin içinde tanımlanan en eski canlının -ki jeologların Miyosen devresi (yak. 23 ila 5,2 milyon yıl önce) dedikleri dönemin başında ortaya çıkmıştır- fosili 20 milyondan biraz daha yaşlıdır. Bu kalıntılar Proconsuf22 diye bilinen bir türe aittir. Her ne kadar haminaidier Afrika'da ortaya çıkınışiarsa da 1 8 milyon yıl önce kadar eski bir tarihten itibaren Avrasya kara kütlesinin Fransa'dan Endonez­ ya'ya kadar olan güney kesimlerine yayılmışlardır. Haminaidier çok çeşitli türler­ den oluşan bir gruptu. Hatta bir dönem diğer Eski Dünya maymunlarından çok daha çeşitliydiler. Onların göçleri, adaptif yayılmanın tipik bir örneğini oluşturur. Her ne kadar artan beden büyüklüklerini, giderek gelişen el becerileri ile büyü­ yen beyinlerini ve ağaçların korumasından daha ötelere gitme eğilimlerini bilsek de fosil kayıtları hominoidlere özgü evrimsel hilelerin neler olduğunu kesin olarak saptamamıza yetecek denli iyi tanımlanmış değildir. Bunların hepsi de primadar üst familyasının diğer üyeleriyle paylaştığımız özelliklerimizdir.

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 43

İki Ayak Üzerinde Yürüme (Bipedalizm) ve İlk Homininler Hominidae familyasının alt familyalarından biri de Homininae'dir (homininler -büyük insansı maymunlar). Homininler yalnızca bizim yakın akrabalarımızdan ibarettir. Onların öyküsü Miyosen devresinden Pliyosen devresine geçiş aşama­ sında, yani 5-6 milyon yıl önce başlar. Bu öykünün yazılmasına moleküler tarih­ lendirme yöntemleri sayesinde yaklaşık 6 milyon yıl önce Afrika'da bir yerlerde günümüz şempanzelerinin ve insanının ortak atası olan bir hayvanın yaşamış ol­ duğunun aniaşılmasıyla başlanmıştır. O zamandan beri bir dizi adaptif yayılmay­ la, çok sayıda farklı bominin türü ortaya çıkmıştır -bu sayı yirmi ya da otuzu bulabilir. Halbuki otuz yıl önce zorluk çekilen konu herhangi bir bominin kalıntısı bulabilmekti; bugünse bildiğimiz birçok türün hangisinin modern insana ulaşan soy hattında yer aldığına karar vermekte zorlanıyoruz. Günümüz paleontologları için büyük ikramiye, hem şempanzelerin hem insan­ ların türediği ortak ata türün kalıntılarını bulmaktır. Aslında bu türün ya da ona yakın birtakım türlerin keşfedilmiş olma olasılığı da vardır. Nairobi'nin kuzeyinde çalışan Fransız ve Kenyalı arkeologlardan oluşan bir ekip 2000 yılında yaklaşık 6 milyon yıllık bazı kalıntılar buldu. Basında buna hemen " Milenyum Adamı" adı yakıştırıldı.23 Ama sınıflandırmadaki gerçek konumu tam belirlenemedi. Görü­ nüşü insansı mayrnuna çok benziyordu. Çoğu paleontolog onu iki tür arasındaki büyük ayrımda bominin tarafına değil de şempanze tarafına yerleştirdi. Benzer eleştiriler bir başka olası en eski bominin adayı, Ardipithecus ramidus kadabba için de yapıldı. Bunun kalıntıları da (Nature dergisinde Temmuz 2001 'de yayım­ lanan makaleye göre) Amerikalı bir arkeolog ekibi tarafından Etiyopya'daki Bü­ yük Yarık Vadisi'nde bulınmuştu.24 Kalıntılar 5,2 ile 5,8 milyon yıl öncesi arasına tarihlendirilmişti. Aralarında bulunan bir ayak başparmak kemiğinin şekli, hay­ vanın iki ayağı üzerinde yürüdüğünü gösteriyordu. Günümüzde paleontologların çoğuna göre bomininleri insansı maymunlardan ayıran en belirgin özellik iki ayak üzerinde yürümeleridir. Homininlerin bilinen bütün türleri iki ayak üstünde yürür. Buna karşın, bilinen insansı maymunların da hiçbiri iki ayak üstünde yürüyemez -şempanzeler ancak kısa bir süre için böyle durabilirler.ıs Bu nedenle bulunan bu örneklerin gerçekten iki ayak üstünde yürüyüp yürümediğinin saptanması çok önemlidir. Bu kanıtın durumu şimdilik belirsizdir. Bu buluntuların önemi üzerine yapılan tartışmalar biraz çetrefillidir. Çünkü bir­ çok teori ileri sürülmüş olmasına karşın, iki ayak üzerinde yürümenin neden ortaya çıktığından kimse emin değildir.26 Bu konuda bazıları iklim değişikliği üzerinde durur. Yirmi milyon yıl önce Afrika kıtası görece düzdü ve ekvator dolayında­ ki kesimleri tümüyle tropik ormanlada kaplıydı. Ama 15 milyon yıl öncesinden itibaren Afrika tektonik levhası yırtılmaya ve ikiye ayrılmaya başladı. Tektonik hareketler kıtanın doğusunda kuzey-güney doğrultusunda Büyük Yarık Vadisi bo­ yunca yükseltilerden ve yarık vadilerden oluşan bir zincir yarattı. Yerkabuğunun yarılıp açıldığı yerler olan yarık vadileri fosil avcıları için çok uygun birer av sahası

1 44

ZAMAN HARITALARI

haline geldi. Ama bominin fosillerinin varlığını asıl açıklayacak olan şey dağlar­ dır. Çünkü dağlar kıtanın doğu kesiminde büyük bir yağmur gölgesi oluşturur ve batıdaki topraklara göre buraları daha kurak yapar. Yves Coppens bu kuraklığın bazı türleri daha az ormanlık bölgelere doğru yönlendirrniş olabileceğini ileri sür­ müştür. Ağaçların arasının oldukça açık olduğu bu bölgelerde bu türlerin, alışık oldukları yiyecekleri bulabilmek için daha uzun mesafeleri yürürneleri gerekmiştir. Belki de bu durum daha dik bir duruşun ortaya çıkışına ön ayak olmuştur. Çünkü şempanzeleri n tipik özelliği olan bilekten yürüme, uzun mesafeler kat etmeye hiç de uygun değildir. Umut vaat eden bu teorinin şanssızlığı olsa gerek, ilk bomininterin son bulunan fosillerinden bazıları -ki aralarında Ardipithecus ramidus kadabba da vardır- bir zamanlar büyük olasılıkla ormanlık olan bölgelerde keşfedilrniştir.27 Belki de iki ayak üzerinde yürürneleri sayesinde bomininler açık alanda yırtı­ cıları çok daha uzaktan fark edebilmişlerdir. Ya da belki bilekten yürümeye göre enerji verimliliği çok daha yüksek olduğundan bomininler daha geniş alanlarda yiyecek arayabilrnişlerdir. Belki de gölge bulunmayan bir ortamda dik yürürnek doğrudan güneş ışığına maruz kalan deri yüzeyini azalttığı için öğlen güneşine karşı koruma sağlamış olabilir. Bunlar ve belki birtakım başka baskılar sonucunda bazı bireyler en kolayının dik yürümek olduğunu keşfetmiş olabilir (Son argürnan bomininterin evrimlerinin bir noktasında diğer insansı rnayrnunlara göre neden daha az kıllı olmaya başladıklarını da açıklar). Şernpanzelerle yapılan karşılaştır­ malar fikir vericidir. Coppens'ın işaret ettiği gibi şempanzeler üç dururnda dik dur­ maya çalışırlar: daha ileriyi görrnek için, kendilerini savunmak ya da saldırmak için -çünkü o zaman elleri boşa çıkar ve taş fırlatabilirler- ve yavrularına yiyecek taşıya bilrnek için. ıs İki ayak üzerinde yürümenin nedeni ne olursa olsun, fosil kayıtları az da olsa, iki milyon yıl içinde iki ayak üzerinde yürüyen bir dizi türün ortaya çıktığını gös­ teriyor. Bunların arasında kalıntıları 1 994'te Etiyopya'da bulunan yaklaşık 4,4 milyon yaşındaki Ardipithecus ramidus ramidus diye bilinen tür de vardır. Bu ilk bominin türleri bominin tarihindeki ilk büyük adaptif yayılırnı oluştururlar. Başa­ rıları da olasılıkla iki ayak üzerinde yürümenin verdiği üstünlüğe dayanır.

Australopithecineler Sonraki bominin yayılırnı paleontologların australopithecine diye adlandırdık­ ları bir grubun türleriyle ilgilidir. Bütün australopithecineler iki ayak üzerinde yürürlerdi. Bunu, kalça kemikle­ rinin yapısından, ellerinin ve kollarının görece uzunluğundan ve omueganın kafa­ tasına girdiği noktanın konumundan (arkadan değil de alttan) anlıyoruz. Şimdilik bilinen birkaç australopithecine türü arasında en eski olanı Australopithecus ana­ mensistir. Bunun kalıntıları 1 995'te Kenya'nın kuzeyindeki Turkana Gölü bölge­ sinde bulunmuştur. Buluntutar günümüzden yaklaşık 4,2 milyon yıl öneeye tarih­ lendirilrniştir.29 En iyi bilinen australopithecine kalıntıları Amerikalı paleontolog

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 45

Don Johanson tarafından 1 970'li yıllarda Etiyopya'da bulunmuştur. Johanson iki ayak üzerinde yürüyen bir kadın iskeletinin %40'ını bulmuş ve ona Lucy adını (ri­ vayete göre "Lucy in the Sky with Diamonds" şarkısına ithafen) vermiştir. Her ne kadar çevrede bulunan diğer kalımılar 1,5 metre uzunluğu gösterse de Lucy yak­ laşık 1,1 metre boyundaydı. Bütün kalıntılar 3 ile 3,7 milyon yıl öncesine aitti. Eti­ yopya'nın Afar Vadisi'nde bulundukları için Australopitbecus afarensis adı verilen bir türün üyesi olarak sınıflandırıldılar. 1 998'de Güney Afrika'da daha eksiksiz bir australopithecine iskeleti ve kafatası bulundu. Bu da 2,5 ile 3,5 milyon öncesi arasına tarihlendirildi. Mary Leakey'in keşfettiği ünlü Laetoli ayak izleri daha da eski, en azından 3,5 ile 3,7 milyon yıl öncesine aitti. Bu izleri üç australopithecine bırakmıştı. İkisi yan yana biri de önde yürürken bu izleri oluşturmuşlardı. Yanar­ dağın püskürttüğü ılık küllerin üzerinde yan yana yürüyenierin el ele tutuşuyor ol­ dukları anlaşılıyordu. Bu şaşırtıcı ayak izleri başka fosillerin dolaylı olarak işaret ettiği şeyi doğrudan onaylıyordu: Bilinen en eski homininler iki ayakları üzerinde yürüyorlardı. 1 995'te Büyük Yarık Vadisi'nin epey batısında, Çad'da çalışan arke­ ologlar yeni bir türün kalıntılarını keşfettiler. Australopitbecus babre/gbaza/i adı verilen bu tür 3-3,5 milyon yıl önce yaşamıştı. Belli ki australopithecineler Büyük Yarık Vadisi'nin her iki yanında da yaşamışlardı. Geçen yüzyılda kalıntıları bulu­ nan birkaç yüz australopithecine bireyi Etiyopya'dan Çad'a ve Güney Afrika'ya kadar geniş bir alana yayılmışlardı. Australopithecineler her ne kadar iki ayakları üzerinde yürümüş olsalar da ana­ tomilerine yönelik çalışmalar ve özellikle de ellerine yönelik olanlar aslında ağaçta yaşamaya da iyi uyarlanmış olduklarını ortaya koyuyordu. Yürüyüşleri hala gü­ nümüz insanı kadar verimli değildi. Daha da önemlisi beyinleri küçüktü, 380 ila 450 santimetreküp arasında değişiyordu. Bu, günümüz şempanzelerinin 300-400 santimetreküplük beyinleriyle insanın ortalama beyin büyüklüğü olan 1 .350 santi­ metreküp göz önüne alındığında bir tezat oluşturur. Hominin soy hattının ilk ayırt edici özelliği akıllı olmak değil, iki ayak üzerinde yürümekti (bkz. Şekil 6.2). Soy hattımızın australopithecinelerin ilk türlerine kadar sürdürülebileceğini düşünmemiz için güçlü nedenlerimiz var. Ama aynı zamanda oldukça farklı bir ya­ yılımda, paleontoloji dilinde daha "gürbüz" -afarensise göre daha iri görünümlü­ ikinci bir australopithecine grubu da bulunuyordu. Bunlar 3 milyon yıl öncesiyle 1 milyon yıl öncesi arası gibi yakın bir tarihte yaşamışlardı. Bazen Parantbropus diye farklı bir cins olarak da sınıflandırılırlar. Onlarda özgün olan yan ve onları bizden farklı bir evrimsel hatta yerleştiren temel özellik, çok güçlü çeneleriydi. Bu güçlü çene yapıları sayesinde sert kabuklu ve lifli bitkileri yiyebiliyorlardı. Bunun sonucu olarak güçlü çiğneme kaslarının tutunabiieceği tepesi gösterişli tıknaz ka­ fatasları vardı. Australopithecinelerin yaşam tarziarına ilişkin ne söyleyebiliriz? Eğer beslen­ me rejimleriyle başlarsak, australopithecinelerin çoğunun temel olarak atalarının ormanlık ortamlarında yediği yiyecek tiplerini yeğlediklerini söyleyebiliriz. Dişleri sert kabuklu ya da lifli meyveleri, yaprakları ve başka bitkileri öğütecek şekilde

1 46

ZAMAN HARiTALARI

Şekil 6.2 Günümüzde Etiyopya'da kalan Haclar Vadisi'nde yaklaşık 3,2 milyon yıl önce yaşamış

australopithecine Lucy'nin canlandırımı. Lucy yaklaşık 1 , 1 metre boyondaydı ve beyin büyüklüğü günümüz şempanzelerininki kadardı. Göran Burenhult, The First Humans, 5 cilt, The 11/ustrated

History of Humankind, c. 1 (San Francisco, 1 993) (Copyright© 1 993 by Weldon Owen Pty., Ltd./ Bra Brocker AB. Harper Collins Publishers'ın izniyle).

uyarlanmıştı. Bununla birlikte muhtemelen arada sırada et de yiyorlardı. Çünkü günümüz primatları üzerine yapılan doğrudan gözlemlerde onların da zaman za­ man etçilleştikleri ve ulabildiğince er yedikleri görülmüştür.11 Küçük ya da zayıf hayvanları avlıyorlar (buna öteki primadar da dahildir) ya da leşçillik yapıyor ve doğal olarak ölmüş veya başka yırtıcıların öldürdükleri hayvanları yiyorlardı. Ama australopithecinelerin temel beslenme tarzı bitkilere dayanıyordu. Benzer nişler kaplayan günümüz primadarıyla yapılan analojiler, australopit­ hecinelerin küçük aile grupları halinde yaşadıklarını ve olasılıkla birlikte dolaşıp yiyeceklerini bireysel olarak aradıklarını düşündürüyor. Günümüz şempanzelerin­ den daha gelişmiş dil becerileri olduğunu gösteren bir kanı ta rastlanmamıştır. Ama

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVAIMI

1 47

bu, aralarında iletişimin olmadığı ya da politika yapılmadığı anlamına gelmez. Tıpkı günümüz primat topluluklarının çoğunda olduğu gibi, australopithecine er­ kekleri ve dişileri de olasılıkla birtakım hiyerarşik yapılar oluşturuyor ve grup içi politikalarla uğraşarak ve tahminen bunların üzerine düşünerek çokça zaman ge­ çiriyorlardı. Günümüz şempanzeleri gibi australopithecineler de jestlerle, çıkarılan çeşitli seslerle ve birtakım eylemlerle -tımarlama gibi- iletişim kuruyor olabilirler. Ama ne şempanzelerin ne australopithecinelerin gırtlaklarında vokal donanımları ya da soyut bilgileri tam olarak aktarmaya yarayacak entelektüel becerileri vardır. İnsana yakın akraba olan primat toplulukları üzerine yapılan araştırmalarda ilk bominin topluluklarının doğasına ilişkin çelişkili öneriler de ortaya atılmak­ tadır. Genetik olarak en yakın akrabamız şempanzedir. En iyi bilinen şempanzt: türünün, Pan troglodytesin üyeleri yakın akraba erkekler üzerinden birbiriyle bağ­ lantılı takımlar halinde yaşarlar. Erkekler içine doğdukları grupta kalırken dişiler zamanla bu gruptan koparlar. Ama australopithecine türlerinin çoğunda, şem­ panzelerin tersine, cinsel açıdan dimorfizm görülür (yani erkekler dişilerden çok daha iridir). Bu da bazı açılardan australopithecine topluluklarının aslında goril topluluklarına daha yakın olabileceklerini düşündürür.32 Gorillerde erkekler iri olurlar çünkü dişilere erişebilmek için birbirleriyle mücadele ederler. Bu da arala­ rında en iri olanın üreyip en çok yavru yapacağı anlamına gelir. Bunun sonucu da baskın bir erkek ve belki yanında daha genç başka bir erkek ile birkaç dişiden ve yavrulardan oluşan en çok yirmi bireyi bulan gruplar halinde yaşanan toplumsal bir dünyadır. Belki de aklımızda bu yapıların ortasında bir yere denk düşen bir dünya canlandırmalıyız. Bu dünyada yakın akraba erkek bireylerin dişilere eri­ şim için hakimiyet mücadelesi verdikleri, günümüz şempanzelerininkinden biraz daha küçük gruplar olabilir. Belki de baskın erkekler birkaç dişiye erişim hakkı elde edebiliyorlardı ama bu erişim de dışlayıcı değildi. Australopithecineler belki de erkeklerin, dişilerin ilgisini çekebilmek için birbirleriyle neredeyse sürekli bir rekabet içinde oldukları bir dünyada yaşıyor olabilirler. Yine de birbirleriyle yakın akraba olan ama aynı zamanda rekabet de eden bu erkekler dünyasının üreme merkezinde, günümüzün bütün primat gruplarında olduğu gibi, anneler ve onların çocuklarından oluşan daha küçük ve yakın birimler vardı. Anne şempanzelerin çocuklarıyla sevgi dolu ve uzun süreli ilişkiler kurdukları bilinir. Buna karşın, er­ kekler çocuk yetiştirmeye çok az ilgi gösterirler ve babalık duyguları hiç olmaz. Sonuç olarak australopithecinelerin gerek fizyolojileri gerek yaşam tarzları açısın­ dan günümüz insansı maymun türlerinden kökten farklı olduklarını düşünmemizi gerektirecek pek bir neden yoktur.

Alet Kullanımı ve Et Yerne: Homo babilis Hominid uzmanlarına göre, Afrika Yarık Vadisi'nin bir parçası olan ve Tan­ zanya'nın kuzeyindeki Serengeti Ovası'nda yer alan 50 kilometre genişliğindeki Olduvai Boğazı özel bir yerdir. 1 960'ta burada Jonathan Leakey -modern insan

1 48

ZAMAN HARITALARI

evrimi çalışmalarının öncülerinden Louis Leakey'in oğlu- 1 ,4 metre boyunda bir bominin fosili buldu. Louis Leakey bu hornininin aslında insanlarla (Homo) aynı cinsten olduğunu ileri sürdü. Ona " becerikli adam" anlamına gelen Homo babi­ lis adını verdi. Bu da Homo babilisi, içinde insanın da bulunduğu cinsin en eski üyesi yaptı. Birçok antropolog bulunan kalıntıların alışılmadık derecede narin bir aust­ ralopithecineye ait olduğuna inanıyordu. Ne var ki Leakey'in onun daha çok, "insan" olduğunu düşünmesine neden olan iki etmen vardı. Birincisi, Homo ba­ bilisle birlikte taş aletlerin sistemli bir şekilde kullanıldığına ve üretildiğine ilişkin ilk kanıtlar da bulunmuştu. Bu üretim etkinliğinin içerdiği beceriler daha önceki homininlerin becerilerinden belirgin şekilde daha karmaşıktı. İkincisi yaklaşık 600 ila 800 santimetreküplük babilis beyinleri australopithecinelerin beyinlerin­ den çok daha büyüktü. Homo babilis tıpkı günümüz insanı gibi alet kullanan ve öğrenen bir hayvandı. Bu nedenle yaklaşık 2,3 milyon yıl önce ortaya çıkan bu yeni tür belki de insanlık tarihinin gerçek başlangıcını oluşturuyordu. Günümüz antropologları Leakey'in adlandırmasını kullanmayı sürdürüyor. Ayrıca babilisin (yaklaşık 2,5 milyon yıl önce başlayan daha serin ve kuru bir ikiimin sonucunda gerçekleşen ekolojik değişimierin yol açtığı) birt"kım ayırt edici özellikleri oldu­ ğuna da kuşku yok. Örneğin babilisin yaptığı taş aletlerde "tek el kullanımı"nın belirtileri bulunuyor. Bu da beynin sağ ve sol tarafları arasında bir ayrımın ortaya çıktığını gösteriyor. Bu ayrım gelişmiş dil becerileri için gerekli bir ön koşul olabi­ lir.33 Bütün bunlara karşın, artan sayıda babilis kalıntısı ve kazı yeri üzerinde ya­ pılan çalışmalar, onlarla modern insanlar arasındaki entelektüel beceri ve yaşam tarzı farklarının Leakey'in öngördüğünden daha büyük olduğunu da gösteriyor.34 Habilise yönelik bu yaklaşım değişikliğinin nedenlerinden biri günümüz paleo­ ntologlarının, babilisin alet kullanmasından Leakey'e göre daha az etkilenmesidir. Artık birçok hayvanın çeşitli aletler kullandığım biliyoruz. Şempanzeterin de -in­ sanları bir yana bırakırsak- diğer hayvanların hepsinden çok daha değişik şekiller­ de alet kullandıklarını da biliyoruz. Örneğin termit yuvalarına ince çubuklar sokan ve onları hızlıca çekip çubuğa tutunmuş termitleri yiyen şempanzeler gözlenmiştir. Bazı şempanzeler de kabuklu yemişleri taşlarla kırıp açarlar. Bununla birlikte babi­ lisin de aletlerini, planlama ve öngörü gerektiren bazı yeni şekillerde kullandığı an­ laşılıyor. Paleontologlar onların kullandığı aletiere Oldowan aletleri adını vermiştir -Olduvai Bağazı'nda çok sayıda bulundukları için. Bu aletlerin yaklaşık 250.000 yıl öncesine gelene dek neredeyse 2 milyon yıl boyunca taşıdıkları ayırt edici bir �e­ killeri vardı (bkz. Şekil 6.3 ). Bunlar genellikle büyükçe taşlar, ırmaklarda bulunan bazalttan ya da kuvarsitten sert çakıllardı. Bir "çekiç" taşla bunlara vuruluyor ve küçük yongalar koparılarak tek ya da çift tarafları keskin hale getiriliyordu. Böyle taş aletleri yapabilmek için şempanzelerin kullandığı basit aletlerin ya­ pımı için gerekenden çok daha fazla planlama ve deneyim birikimi gerekir. Gü­ nümüzde yapılan taş yontma deneylerinde alet üretilecek taşların özenle seçilmesi ve onlara yapılan vuruşların da oldukça hassas olması gerektiği ortaya çıkmıştır.

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VI: EVRIMI

Başlıca Taş Devri teknolojilerinin basitleştirilmiş sırası

Zaman Imiiyon yıl önce)

1 49

Jeolojik devre

Mi rotaş endüstrisi, birlesi aletlerin yaygın kullanımı 0.01 -+-----1

a � ;·

Bölgelerin cogunda yo t· ·do .•a.,

1 Asölyen: Avrasya ve 1 Afrika' daki bölgelerin cogunda büyük, simetrik,/ cift taraflı el t baltaları 1 - - - - - -

::�:;

--

dek taş ve yonga endüstrisi

ı {1 � r) V�

J "pencereler"

�. {::_:�S (.

�ogu Asya ve başka / yerlerdeki

insan yapımı ilk taş ?

?

0.05

0.1

ı:: .,



0.5

0.7

-�

c:

.g

o

1.0

1.5

2.0

ı::

sı o

2.5

-� c:

?

Şekil 6.3 Taş aletlerin 2,5 milyon yıllık evrimi. Steven Jones, Robert Martin ve David Pilbeam, Cambridge Encyclopedia of Human Evolution (Cambridge, 1992), s. 357 (Cambridge University Press'in izniyle).

1 50

ZAMAN HARITALARI

Aslında taş alet yapımı tam da prefrontal korteksin -beynin insan evrimi boyunca en fazla büyüyen bölümünün- en iyi olduğu becerileri gerektirir. Alet kullanımı Baldwinci ( 19. yüzyılda bunu sistemli bir şekilde tanımlayan Amerikalı psiko­ loğun adıyla anılan) uyarianma olarak bilinen bir süreçte ortaya çıkmış olabilir. Bu, Darwinci öğelerle kültürel öğelerin harmanlandığı bir tür evrimsel değişimdir. Çünkü davranış değişiklikleri bir hayvanın yaşam tarzında değişikliklere yol açar ve dolayısıyla zamanla genetik değişimlere neden olan yeni seçici baskılar yaratır. Örneğin soğuk iklimde yaşamasını sağlayacak yeni davranışlar öğrenen bir tür, en sonunda yeni çevresine genetik olarak da uyartanır ve evrim geçirerek -tıpkı ma­ mutlarda ve tüylü gergerlanlarda olduğu gibi- kürklü bir derisi olur. İnsan grupları arasında evcil hayvan besleyenler de birçok kuşak geçtikten sonra sütü sindirme becerisi kazanmıştır. Çünkü �:nder görülen ve sütü sindirmeyi sağlayan laktaz en­ ziminin üretim süresini uzatan (ender görülen) mutasyonlar yetişkin yaşamında giderek yaygınlaşmıştır. Belki de benzer bir şekilde alet yapmada ve kullanmada en becerikti bominin bireyleri de diğerlerine göre daha çok yavru sahibi olma­ larını sağlayan seçici bir üstünlük kazanmıştır. Böylece entelektüel becerileri bir süre sonra bütün bir türün genetik yapısının içine işlemiş olabilir. Eğer böyleyse o zaman alet kullanımı pozitif bir geribesleme sürecinde beynin büyümesinin hem nedeni hem sonucudur. Taş aletler ne için kullanılırdı? Günümüzde yapılan deneyler Oldowan bal­ talarının kemik kırmada ya da kaba ağaç işçiliğinde kullanılmış olabilecekleri­ ni göstermiştir. Ancak onlardan yontutan yongalar olasılıkla ana parçadan daha önemliydi. Çünkü bu küçük, keskin yongalar et kesmede ve oymacılıkta kullanıla­ biliyorlardı. Bu nedenle habilis bireylerinin ve gruplarının avcı-toplayıcılık yapar­ ken çakıllarını yanlarında taşıdıklarını ve gerektiğinde onlardan yonga koparıp kullandıklarını düşünebiliriz. Bunların kenarları mikroskopla incelendiğinde 01dowan taş aletlerinin birçok değişik amaçla kullanıldıkları anlaşılmıştır. Kuşkusuz en önemli rolleri beslenme rejimini daha çeşitli ve zengin hale getirmekti. Onlar olmadan çıkarılması olanaksız yumru kökleri sökmede kullanılmış olabilirler. Daha da önemlisi baltalar ve onlardan elde edilen yongalar öldürdükleri aviarı­ nın başından yırtıcı hayvanları uzaklaştırmak, büyük hayvanların kemik iliklerini çıkarmak ve de etleri kemiklerden sıyırmak için kullanılmış olabilir. Etlerini nasıl elde ederlerse etsinler, diş kalıntılarına göre, habilis bireyleri australopithecine­ lerden daha çok et yiyorlardı. Daha zengin bu yiyecek maddeleri daha büyük bir beynin gereksinimi olan ek enerjinin bir bölümünü sağlamış olabilir (Sanki et yeme sayesinde bağırsaklar kısalmış ve dolayısıyla yiyecekleri işleyip sindirrnek için gereken enerji miktarı azalmış gibidir). Et yemek ayrıca toplumsal yaşamı da karmaşıklaştırmış olabilir. Çünkü kısa süre önce şempanzeterin ete büyük değer verdikleri ve onu bir tür para birimi -diğerlerinden maddi, politik ya da cinsel karşılıklar sağlamak için bir pazarlık aracı- gibi kullandıkları ortaya çıkmıştır.35 Kısacası daha çok et yemek yeni entelektüel ve toplumsal karmaşıklık yapıların oluşmasını harekete geçirmiş olabilir.

iNSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 51

Ama babilis beslenme rejiminde etin yerini de abartmamak gerek. Bu primatla­ rın, tıpkı bazı şempanze grupları gibi ara sıra avianmanın ötesine geçtiklerine ar­ tık inanılmıyor. 36 Habilis dişleri üzerinde yürütülen çalışmalar onların da ağırlıklı olarak meyve ve bitki yediklerini, etin çok değer verilen ama zaman zaman yenen tamamlayıcı bir besin olduğunu göstermiştir. Bunun yanında taş aletleri günümüz avcı-toplayıcılarının aletlerine göre son derece basitti. Toplayıcılık ve leşçillikte işe yaramalarına karşın avcılık için daha az kullanışlıydılar. Habilisierin yaşadığı yerlerde bulunan kemiklerdeki kesikierin yakından incelenmesiyle kesik izlerinin yanı sıra, başka hayvanların diş izlerinin de olduğu görülmüş, etleri kemiklerden sıyırdıkları ama her zaman hayvanı kendilerinin öldürmediği anlaşılmıştır. Bazı küçük hayvanları öldürmüş olabilirler ama büyük hayvanların etlerini muhteme­ len doğal olarak ölmüş ya da diğer yırtıcılar tarafından öldürülmüş hayvanlardan sağlıyorlardı. Anatomi çalışmaları da babilisin aslında tümüyle bipedal olmadığını ve ger­ çekte ağaçlarda çokça zaman geçirmiş olabileceğini ortaya koymuştur. Bu neden­ le babilis gruplarını tıpkı günümüz şempanzeleri ya da australopithecineleri gibi, gün boyu birbirinden bağımsız avcı-toplayıcılık yapan geceleri de bir araya gelip ağaç tepelerine sığınan beş ile otuz birey arasında gruplar olarak düşünebiliriz. Tercih ettikleri ekolojik niş hala australopithecinelerle aynıdır. Bununla birlikte et için leşçillik yapmak onlar için daha önemliydi ve zamanlarının daha çok bölümü­ nü yerde geçiriyorlardı. Sonuçta Louis Leakey'in Homo babilisle ilk karşılaştığında sandığı gibi zekada ya da toplumsal karmaşıklıkta bir kuantum sıçraması yaşandığına yönelik açık bir kanıt yoktur.

Daha Büyük Beyinler ve Menziller: Homo ergaster ve Homo erectus Homo babilis aralarında gürbüz australopithe-.:inelerin (Parantbropus) de ol­ duğu birkaç türle birlikte Doğu Afrika'da yaşamıştı. Aslında tıpkı yeni uyarlan­ malar (örneğin bipedalizm) tarihinin başlarında yaygın bir örüntüde olduğu gibi, bominin tarihinin başlarında da büyük bir çeşitlilik vardı. Habilisle aynı dönemde belki altı ya da daha çok bominin türü yaşıyordu. Yaklaşık 1,8 milyon yıl önce, jeolojik zaman ölçeğinde Pliyosen'den Pleyisto­ sen'e geçerken, günümüz antropologlarının Homo erectus ya da Homo ergaster adını verdikleri yeni bir bominin türü ortaya çıktı.37 1 984'te Kenya'da Narioko­ tome'de yaklaşık 1 ,8 milyon yıllık çok iyi korunmuş bir ergaster örneği bulundu. "Turkana çocuğu" olarak anılan bu erkek çocuk fos ili, bütün hominin fosilieri arasında en eksiksiz olanıdır. Turkana çocuğu ergenken ölmüştü. Ama boyu 1 ,5 metreden uzundu ve yaklaşık 880 santimetreküplük bir kafatası vardı; yani birçok babilis bireyininkinden 1/3 oranında daha büyüktü.38 Bir milyon yıl öneeye gelindiğinde daha dikkat çekici bominin yayılımlarından birinde çeşitli erectus/ergaster grupları diğer bütün bominin türlerini yerinden etmiş-

1 52

ZAMAN HARITALARI

ti. Homo ergaster bireyleri habilisierden hem daha uzundular hem 850-1 000 santi­ metreküplük beyinleri daha büyüktü. Bu da onları modern insanın beyin büyüklü­ ğü aralığına yaklaştırıyor. Onların bize belirgin biçimde yakın olduklarını gösteren başka işaretler de vardır. Yaklaşık 1 ,5 milyon yıl öncesinden itibaren, Aşölyen el baltaları olarak anılan, yeni bir tür taş alet yapmaya başlamışlardır. Bunların yapı­ mında Oldowan aletlerine göre daha çok entelektüel incelik gerekiyordu. Oldowan baltaianna göre daha kesin ve daha zarif hatları var& Bütün kenarlarına şekil ve­ riliyordu. Bunlar armut şeklinde ve en az iki keskin kenan olan "baltalar"dı. Bazen Aşölyen taş alı::tlı::re son şekilleri, kenarları daha keskin olsun diye kemikten bir çekiçle verilirdi. Bazı ergaster toplulukları ateşi kullanmayı da öğrenmiş olabilir. Bu, özellikle mağarada yaşayanlar için çok değerli bir koruma sağlamış olmalıdır. Ayrı­ ca etin pişirilerek hem yumuşatılmasına hem daha temiz olmasına olanak vermiştir. Bununla birlikte eğer ateşi kullandılarsa, bunu sistemli olmayan bir şekilde yapmış olmalıdırlar. Çünkü ocak kullanıldığına ilişkin hiçbir kanıta rastlanmamıştır.39 Ergasterin dil becerisi olasılıkla habilisinkinden daha iyiydi. Ama ne kadar daha iyi olduğunu söylemek zordur. Daha büyük bir önbeyin, simgeleri anlama ve işleme becerisinin geliştiğini gösterir. Bunun yanında boğazda daha aşağıya kay­ mış olan gırtlak, vokal esnekliği artırmış olmalıdır. Sonuç olarak sesli iletişimin önemi, işaret iletişimine göre artmış olabilir. Yine de modern insan fosillerinde belirgin olan gelişmiş simgesel etkinlik becerisini gösteren çok az doğrudan kanıt vardır. Bu nedenle simgesel iletişimin -eğer bir şekilde ortaya çıktıysa- ergasterin ne davranışlarında ne bilincinde devrimsel bir etkisi olmuştur.40 Bu konuda Steven Mithen'in ilginç bir önerisi vardır. Ona göre ergaster bireyleri, sahip oldukları dil becerisini ağırlıklı olarak toplumsal durumlarda kullanıyorduY Teknolojik so­ runlarla karşılaşıldığında onları aşmak için dilden yararlanıldığını gösteren hiçbir kanıt yoktur. Çünkü ergasterin Aşölyen baltaları, ortaya çıktıkları dönemden iti­ baren bir milyon yıl boyunca çok az değişime uğramıştır. Ve her ne kadar ergas­ terin beslenme rejimi, akrabası olan habilise göre muhtemelen daha çok et içerse de modern avcı-toplayıcılarınkine benzer, sistemli bir avianma etkinliğine girişmiş olması pek olası değildir. Bu türlerin davranışsal esnekliklerinde bir artış olduğunu gösteren en önemli gösterge bunların önce Doğu Afrika'dan çıkmaları, sonra da Afrika'dan Avras­ ya'ya göçıneleridir. Yaklaşık 700.000 yıl önce Homo erectus toplulukları Asya'nın güneyindeki bölgelerde yaşıyorlardı. Hatta bazıları buzul çağı Avrupa'sına bile gitmişlerdi. Erectus kalıntıları Endonezya'da 1 89 1 'de bulunmuştur. Belki en iyi bilinen buluntular da 1 920'li yıllarda, bugün Pekin'e yalnızca bir banliyö treni mesafesindeki Zhoukoudian Mağarası'nda ortaya çıkarılmıştır. Sonuçta erectus, habilisin kullandıklarından daha fazla niş keşfetıniştir -hem ekolojik anlamda hem coğrafi olarak. Özellikle de iklimi habilis için çok soğuk ya da çok mevsimsel olan bölgelerde yaşamayı açık biçimde daha iyi becermiştir. Türe uygun olan nişlerin artışı, gerçekte belirgin bir demografik başarının gös­ tergesidir. Uygun niş sayısındaki artışla birlikte homininlerin sayısının arttığını

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRiMI

1 53

kabul etmek de akla yatkındır. Her ne kadar ilk bominin nüfusuna ilişkin bir bilgimiz yoksa da muhtemelen 20. yüzyıl öncesi yeryüzündeki büyük insansı may­ mun nüfusuna yakındır. Belki yirmi otuz bin belki de birkaç yüz bin kadar olabi­ lirler. Sayıları Batı ve Kuzey Afrika'ya ve sonra da Avrasya'ya doğru göç ettikçe de olasılıkla artmıştır. Ama erectus için bile hala uzun erimli nüfus artışına ilişkin elde hiçbir kanıt yoktur. Bu nedenle Afrika dışına yapılan bu göçlerin önemini de abartmamamız gerekir. Güney Avrasya'da erectuslar Doğu Afrika'nın savaniarına çok benzeyen ancak iklimi daha mevsimsel olan ortamiara girdiler. Aralarında önceki birkaç hominoid türü de olan başka memeli hayvanlar da benzer göçler yapmışlardı. Bir de erectusun Avrasya'nın kuzeyindeki soğuk bölgelerde yerleş­ meyi becerernemiş olması çarpıcıdırY Denizi aşıp Avustralya'ya ya da Papua Yeni Gine'ye gittiklerini gösteren bir kanıt da bulunamamıştır.

Son Bir Milyon Yılın İnsan Öncesi Homininleri Son bir milyon yıl boyunca Afrika'nın ve Avrasya'nın değişik bölgelerinde bir­ kaç yeni bominin türü ortaya çıktı. Bu türlerin beyinleri her yerde hızla büyüdü. Sonunda çoğunun beyni 1 .300 santimetreküpe, yani insan beyninin büyüklüğüne kadar ulaştı. Yalnızca küçük bir teknolojik değişimin yaşandığı uzun bir dönem­ den sonra, yaklaşık 200.000 yıl kadar önce yeni bir alet teknolojisi -Levallois ya da Mousterian aletleri- ortaya çıktı. Bunlarda bir taşa kaplumbağa şekli verili­ yordu. Ama bu taş öyle hazırlamyordu ki iyi hesaplanmış tek bir vuruşla ondan birkaç yonga birden kopuyordu. Herhalde daha geniş bir alet seti yeni nişlerin keşfine bağlıydı. Hominin beyinleri neden böyle hızlı bir büyüme gösterdi ? Beynin büyümesini açıklamak aslında göründüğünden daha zor bir iştir. Çünkü büyük beyiniere en­ der rastlanır. Modern insan beyni kuşkusuz bildiğimiz en karmaşık nesnedir. As­ _ lında E. O. Wilson insan beyninin ortaya çıkışının Dünya'daki yaşamın tarihinin dört büyük dönüm noktasından biri olduğunu iddia eder.43 Her insanın beyninde yaklaşık 100 milyar -ortalama bir galaksideki yıldız sayısı kadar- sinir hücre­ si (nöron) bulunur. Bunlar birbirleriyle bağlantılıdır (ortalama olarak her nöron başka 100 nörona bağlıdır) ve bunlar yaklaşık 1 00.000 kilometrelik olağanüstü karmaşıklıkta bir ağ oluştururlar. Bu yapı paralel işlemler yapar. Bunun anlamı şudur: Her ne kadar her işlem bir bilgisayara göre çok yavaş yapılsa da herhangi bir anda yapılan bütün işlemlerin toplamı bilgisayarı katbekat aşar. Günümüzde hızlı bir bilgisayar saniyede bir milyar işlem yapabiliyorsa, dinlenmekte olan bir sineğin beyninde yüz katı daha çok işlem yapılır!45 Elbette böyle güçlü bir biyo­ lojik bilgisayarın ortaya çıkması da çok iyi bir Darwinci hamle olmuştur. Ama sezgisel olarak akla yatkın bu savın ciddi bir sorunu da yok değildir. Eğer beyinler bu kadar açık bir şekilde "adaptif" ise neden beden büyüklüğüne göre gerçekten büyük beyin geliştiren tür sayısı bu kadar azdır? Sorun, beynin bakımının mali­ yetli oluşudur. İnsan beyni, bedeni için gereken enerjinin %20'sini kullanır; ama

1 54

ZAMAN HARITALARI

ağırlığının %3'ünü oluşturur. Ayrıca karında büyük kafalı bir yavru taşımak da hem zordur hem tehlikelidir; özellikle de iki ayak üzerinde yürüyen türler için. Çünkü iki ayak üzerinde yürümek geniş değil, dar kalça gerektirir. Bir başka deyiş­ le büyük beyin geliştirmek aslında riskli bir evrimsel kumardır. Bu nedenle " büyük beyinler apaçık bir üstünlük sağladıkları için gelişmiştir" diye doğrudan kabul edemeyiz. Onun yerine daha özgün bir açıklama bulmamız gerekir. Bunun bir yanıtı belki beyinlerin, açıkta yaşayan türler için iyi birer radyatör görevi görmesi olabilir. Bu gerçekte göründüğü kadar ciddiyetten uzak bir yanıt değildir. Ama hemen göze çarpmayan ve daha iyi yanıtlar da olabilir. Belki de Baldwinci evrim biçimlerini içeren bazı geribesleme döngüleri vardı. Bir bölgede­ ki değişiklikler (genetik ya da davranışsal) başka bölgderde de orijinal değişimi destekleyen yeni seçici baskılar yaratan değişimlere yol açmış olabilir. Böylesi bir döngü, gördüğümüz üzere, alet kullanmayı beyin büyüklüğüne bağlayabilir. İkinci bir döngü, belki de birinciyle birlikte işleyerek, toplumsallığı beyin bü­ yüklüğüne bağlar. Şempanzeler arasında bile toplumsal ilişkileri hesaplama bece­ risinin, bireylerin üreme şanslarını kesin olarak arttırdığı gösterilmiştir. Ve böy­ lesi süreçlerde toplumsal olarak becerikti daha çok birey daha sık eşleştikçe ve kendileri gibi daha gelişmiş toplumsal ve politik becerileri olan yavrular yaptıkça görece hızlı geribesleme döngüleri oluşturabilir. Bu tür süreçler en sonunda beynin karmaşık toplumsal hesapları en iyi yapan bölümlerinin büyümesini teşvik etmiş olabilir.45 Bununla birlikte büyük beyinler, doğumu daha sancılı ve zor bir sürece dönüştürür. Belli bir aşamada bu sorun çocuk gelişim hızındaki değişimle çözül­ müş olabilir. Hominin bebekleri olgunlaşmanın erken bir aşamasında doğar. Ama bu çözüm de doğan yavruların daha çok yardıma muhtaç olması ve daha fazla anne baba bakımı beklernesi anlamına gelir. Bu da annderin (hem dişilerden hem erkeklerden oluşan) destekleyici bir toplumsal grupla kuşatılmış olmasının öne­ mini artırır. Bu kayma belki de diğer büyük insansı maymunların (orangutanlar hariç) tersine, insanların östrus çevrimini" kaybetmiş oldukları gerçeğiyle ilişki­ lendirilebilir. Sonuç olarak insanlar gebe kalmanın olanaksız olduğu dönemlerde bile cinsel olarak etkin olabilirler. Cinsellik ile üremenin kısmen ayrılması dişiler ile erkekler arasındaki eş bağlarının daha güçlü olmasını sağlamış, dolayısıyla er­ keklerin çocuk bakım rolleri artmış olabilir. Bu aynı zamanda insanlardaki cinsel dimorfizmin azalmasına da bağlanabilecek bir değişimdir.46 Bu karmaşık süreç­ lerin ayrıntıları ne olursa olsun -ki bu konuda arkeotojik kayıtlar çok belirsiz­ dir- homininler beyinleri büyüdükçe daha sosyal olmuşlardır. Ama daha büyük ve karmaşık sosyal gruplarda yaşamak, gördüğümüz üzere, aynı zamanda karmaşık sosyal beceriler gerektirir. Genellikle sosyal becerileri en iyi olanların eş bulma olasılığı da en yüksek olur. Bu tür geribesleme döngüleri -artan beyin büyüklü­ ğünün uyardığı toplumsal karmaşıklık artışı ve bunun daha da artırdığı beyin büyüklüğü- hominin evriminin belli bazı dönemlerinde insan beyninin (özellikle de prefrontal korteksin) neden hızla büyüdüğünü açıklayabilir.47 •

Dönemsel çiftleşme

arzusu.

-ç.n.

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVAIMI

1 55

Bir uzak olasılık da beynin büyümesinin homininlerin gelişim planında meyda­ na gelen küçük değişimierin bir yan ürünü olarak gerçekleşmiş olmasıdır. Gördü­ ğümüz üzere neoteni, yani türün genç bireylerini andıran yeni bir türün ortaya çık­ ması, genetik kodun gelişimin hızını ve zamanlamasını belirleyen kısımlarındaki çok küçük yeniden düzenlemeler nedeniyle oluyor. Nitekim yetişkin insanlar daha düz yüzlü ve daha az kıllı oluyorlar. Bu özellikler şempanzelerde de görülüyor ama yalnızca gençken. Onlar yaşlandıkça burun bölgeleri ileri doğru çıkıyor ve giderek daha kıllı oluyorlar. Hepsinden daha önemlisi modern insanda genç şempanzele­ re özgü beyin büyüme hızı daha uzun bir süre devam ediyor. Bu da daha büyük beyinli oldukları ve gençlerdeki hızlı öğrenme aşamasının onlarda daha uzun sür­ düğü anlamına gelir. Bu yolla gelişim süreçlerini kontrol eden genlerdeki küçük değişimierin neotenili türlerin yetişkinlerinde çok büyük etkisi olur. Son bir olasılık da beynin hızlı büyümesinin dilin daha gelişmiş ve incelikti biçimlerinin ortaya çıkmasıyla ilgisi olabilir. Alet kullanımında olduğu gibi dil becerileri de olasılıkla beyin gücüyle yakından bağlantılıdır ve beyni biraz daha büyük olan bireylere belirgin bir Darwinci üstünlük sağlar. Bu da bir başka evrim­ sel geribesleme döngüsüyle beynin daha da büyümesini hızlandırmış olabilir. Bu savları önümüzdeki bölümde ayrıntılı inceleyeceğiz. Nedeni ne olursa olsun yaklaşık 500.000 yıl öncesinden itibaren hamininie­ rin beyninin hızla büyümeye başladığını biliyoruz. Bu değişim entelektüel yete­ nekierin ve olasılıkla da dil becerisinin artmasını sağladı. Ama haminin yaşam tarzında devrimsel bir dönüşüm yaşandığını gösteren kanıtlar hala hayal kırıklığı yaratacak denli azdır. Son haminin türleri arasında en iyi bilineni Neandertaller­ dir. İlk Neandertal fosili 1 856'da Almanya'daki Neander Vadisi'nde bulunmuştur. Neandertaller uzun bir süre boyunca insanla aynı tür olarak değerlendirildi (tek­ nik olarak Homo sapiens neanderthalensis diye biliniyorlardı). Ama Neandertal fosillerinden elde edilen DNA kalıntılarıyla yapılan son genetik testlerde insan ve Neandertal soy hatlarının 700.000 ile 550.000 yıl önce arasında bir yerde ayrıl­ maya başladıkları ortaya çıktı.48 Arkeolajik kayıtlara göre Neandertaller ilk olarak 1 30.000 yıl önce ortaya çıktılar ve 25.000 yıl önce gibi yakın bir tarihte de yok oldular. Beyinleri günümüz insanı kadar, belki biraz daha büyüktü. Bedenleri daha tıknaz ve dayanıklıydı. Av­ lanabiliyorlardı ve bu sayede daha önceki haminin türlerinin yerleşemediği buzul çağı topraklarına -örneğin Ukrayna'nın ve Güney Rusya'nın bazı bölgelerine- ya­ yılmışlardı. Bununla birlikte avianma yöntemleri günümüz avcı-toplayıcılarının yöntemlerine göre hatta Üst Paleolitik çağ insanlarınınkilere göre de daha verim­ sizdi ve sistemli değildi. Kullandıkları taş aletler genellikle Mousterian olarak ad­ landırılır. Bu aletler erectusunkilere göre daha karmaşıktı. Ama modern insanın kullandıkianna göre çok daha az çeşitlilik gösteriyordu ve daha az incelikliydi. Neandertal sanatına ve gömme törelerine ilişkin bazı ipuçları vardır. Her ikisi de artmış bir simgesel iletişim kullanıldığını gösterir (ama kanıtlar belirsizdir) . Ayrıca karmaşıklık düzeyi yüksek bir toplumsal yapıyı gösteren çok az iz bulunmuştur.

1 56

ZAMAN HARITALARI

Tıpkı daha önceki bomininler gibi Neandertaller de muhtemelen temel olarak bir­ biriyle sınırlı temasları olan basit aile grupları halinde yaşıyorlardı. Neandertal­ lerin gezegen üzerinde modern insanın yarattığı gibi bir etkisi olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur.

Özet Bu, hayal kırıklığı yaratan bir sonuçtur. Dünya tarihi içinde modern insanın ortaya çıkışının ve evriminin devrimsel bir olay olduğunu gördük. Modern in­ sanlığın bütün öğelerinin son birkaç milyon yılda oluşup bir araya geldiğini de görehiliyoruz. Homininlerin beyinleri büyüdü. Bu da onların davranış esnekli­ ğini artırdı ve olasılıkla da simgesel dil yeteneğini ortaya çıkardı. Aletleri diğer primatlara göre çok karmaşık şekillerde kullanmayı öğrendiler. Bu sayede çok daha çeşitli yiyeceklere erişebildiler. Hepsi bir arada değerlendirildiğinde bu de­ ğişimlerin Homo erectusun yakın akraba türlerinin hepsinde de daha geniş babi­ tatlarda yaşamayı sağladığı açıktır. Yine de fosil kayıtlarında yaklaşık 250.000 yıl öncesinden daha önce yaşamış geç bominin türlerinde bile devrimsel davranış değişiklikleri olduğunu açıkça gösteren bir kanıta rastlanmamıştır. Doğal seçili­ min egemenliğinden hala çıkabilmiş değildik. Genetik değişimler hala kültürel değişimlere baskındı. Daha önceki bominin türlerinden herhangi birinin bizim türümüzün yaptığı gibi dünyayı dönüştürdüğünü düşünmek zor. Bu durum, gene­ tik açıdan bize son derece yakın ve beyinleri bizimkiler kadar -hatta daha da- bü­ yük olan Neandertaller için bile geçerlidir. Öyleyse modern insanlarda ve insanlık tarihinde devrimsel olan şey neydi ? Bu bölümde anlatılan değişimler o devrimsel ekolojik etkinin yolunu nasıl yapmıştı? Gelecek bölümde bu konuya ilişkin olası bazı yanıtlar ileri sürülecektir.

İleri Okuma İnsanın evrimi üzerine yazılmış birçok güzel popüler kitap var ama bu alan öyle hızlı ilediyor ki kitaplar hızla zamanın gerisinde kalabiliyor. Bu alandaki en iyi kitaplardan biri Roger Lewin'in Modern İnsanın Kökeni adlı eseridir (Human Evolution, 4. Baskı, 1 999). Steve Jones ve arkadaşlarının editörlüğünü yaptığı The Cambridge Encyclopedia of Human Evalutian ( 1 992) eşsiz bir referans ça­ lışmasıdır. Alanın iki önemli ismi, Richard Leakey ile Donald Johanson, konuyla ilgili kitaplar yazmıştır (Leakey, The Origin of Humankind [1 994] [İnsanın Kö­ keni]; Johanson ve Maitland A. Edey, Lucy [ 1 98 1 ] ). Jared Diamond'ın The Rise and Fal/ of Third Chimpanzee ( 1 9 9 1 ) adlı kitabı bu alanda yapılan etkileyici bir tarama çalışmasıdır. Paul Ehrlich'in Human Natures (2000) adlı kitabı da bir başka genel taramadır. Diğer genel çalışmalar da şunlardır: Editörlüğünü Göran Burenhult'un yaptığı The Illustrated History of Humankind (5 cilt, 1 993-94); Brian Fagan'ın People of the Earth'ü ( 1 0. Baskı, 200 1 ) (çok yararlanılan bir ça-

INSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRIMI

1 57

lışmadır); Robert Foley'in Humans before Humanity'si ( 1 995); lan Tanersal'in Becoming Human'ı ( 1 998); Robert Wenke'nin Patterns in Prehistory'si (3. Bas­ kı, 1 990); Peter Bogucki'nin The Origins of Human Society'si ( 1 999). Paleolitik çağa yönelik en iyi genel tarama çalışmalarından biri Clive Gamble'ın Timewal­ kers'ıdır ( 1 995). Bilincin ve düşüncenin evrimi konusunda Steven Mithen'ın The Prehistory of the Mind'ı ( 1 996), Terrence Deacan'ın The Symbolic Spe­ cies'i ( 1 997), Steven Pinker'ın The Language Instinct ( 1 994) ile How the Mind Works'ü ( 1 997), William Calvin'in The Ascent of Mind ( 1 9 9 1 ) ile How Brains Think'i ( 1 998) ve Nicholas Humphrey'in A History of the Mind'ı ( 1 992) değerli yapıtlardır ve daha çok spekülasyonların yapıldığı bir alanda sağlam kanıtiara dayanırlar. Craig Stanford'ın The Hunting Ages ( 1 999) ile Significant Others (200 1 ) adlı kitapları modern primatolojinin, insanın evrimi öyküsüne ne katma­ sı gerektiğine ilişkin iyi bir kavrayış kazandırır. Nonzero (2000) adlı kitabında Robert Wright insanlık tarihinde "sıfırdan farklı toplam oyunları " nın oynadığı önemli rolü anlatır.

1 58

Afrika'da modern insana ilişkin ilk kanı� ar

1 75

1 50

1 25



>=

c

ii5 �

"' u c

1 00

:Q

Son buzul çagının başlangıcı Güneybatı Asya'da ilk modern insanlar

75

Avustralya/Sahul' da ilk insanlar 50

Kuzey Avrasya'da ilk insanlar

25

Amerika kıtalarında ilk insanlar

Buz ı;agının sonu; tarımın başlangıcı ilk ken�er ve devle�er o

Endüstri devrimi

Zaman çizelgesi 7.1 Insanlık tarihinin zaman ölçeği: 200.000 yıl.

}

Zaman Çizelgesi 8 . 1 'in zaman ölı;egi

7

insanlık Tarihinin Başları

İnsan Dilinin Doğuşu Türümüzün benzersiz bir evrimsel paket olarak oluşumunda katkısı olan bir­ çok özellik vardır. Önceki bölümde bunlardan en önemlisinin simgesel dil olduğu ileri sürülmüştü. Çünkü dil sayesinde kolektif öğrenmeyi sağlayan yeni ve özgün bir adaptif mekanizmamız açığa çıkmıştır. Bu nedenle insanlık tarihinin gerçekten ne zaman başladığını anlamak için insanların simgesel dil becerisini ne zaman ve nasıl kazandıklarını çözmemiz gerekir. Bu aslında belirsiz bir bölgedir çünkü dil, fosil kayıtlarında doğrudan hiçbir iz bırakmaz. İnsan dilinin doğuşunu ve evrimini anlama girişimlerimiz fosil kayıtların­ daki belirsiz ipuçlarına -ki bunlar da kuramsal dolgularla şişirilmiştir- dayanır. Uz­ manların, en temel soru olan "insan dilinin ilk ne zaman ortaya çıktığı" sorusunda bile uzlaşamaması hiç de şaşırtıcı değildir. Bu konuda Henry Plotkin şöyle yazmıştır: Kimileri ı 00.000 yıl öncesi kadar yakın bir tarihte hatta belki daha bile yakın, kimileri de iki milyon yıldan bile daha önce olduğunu ileri sürüyor. Çoğunluk da 200.000 ile 250.000 yıl öncesi aralığında bir yerleri uygun buluyor. Eğer "bir an­ da"yı tek bir mucizevi mutasyon ya da ı 000 yıldan daha kısa bir süre olarak tanım­ larsak, dilin bir anda ortaya çıkmış olması olağanüstü küçük bir olasılıktır [ . . .) Büyük olasılıkla oluşması on binlerce hatta yüz binlerce yıla yayılmıştır. 1 Günümüzde, dilbilimci Noam Chomsky'nin kavrayışına dayanarak, dilin de tıpkı ayırt edici diğer insan davranışlarında olduğu gibi, beyinde birtakım bece­ rilerio programlarını barındıran "modül" ya da "organ"ların ortaya çıkıp evrim geçirmesine dayandığı yönünde düşünmek yaygındır. İnsan beyninin olağanüstü güçlü bir genelleşmiş işlem yapma becerisi olduğu ileri sürülür. Ama aynı zamanda beyinde hem dil hem birçok başka beceri için özelleşmiş bazı modüllerin bulundu­ ğu da ileri sürülmektedir. Bu beceriler arasında belki birtakım sosyal ve teknolojik

1 60

ZAMAN HARITALARI

beceriler ya da ekolojik ve çevresel bilgileri içerenler de olabilir. Böylesi teoriler, özellikle de dil konusunda çekicidir. İnsan yavruları dili (deneme-yanılmaya da­ yanan diğer öğrenme süreçlerinin hiçbiriyle karşılaştırılamayacak kadar) hızlı ve akıcı bir şekilde öğrenirler. En yakın akrabamız olan şempanzelerde bile buna karşılık gelen bir şey yoktur. Bir anlamda insanın dil becerisi sanki beyinlerimizde bütünleşik olarak vardır ve bu bütünleşme evrimsel açıdan çok da kısa bir süre önce gerçekleşmiştir. Eğer böyleyse, haminin evrimi üzerine çalışanların bu dil modülünün nasıl ortaya çıktığını da açıklamaya çalışması gerekir.2 Steven Mithen bir zamanlar birbirinden ayrı olan ve bir bölümü en eski horni­ ninlerden beri bulunan bazı beyin modüllerinin çok kısa bir süre içinde -belki son yüz bin yıl içinde- bir tür dilsel " büyük patlama" şeklinde bir araya geldiğini ileri sürmüştür.3 Ama bunun tam olarak nasıl gerçekleşmiş olduğu hala belirsizdir. İn­ san beynine yönelik "İsviçre ordu çakısı" yaklaşımının zorlandığı bazı başka nok­ talar da vardır. İnsan beyni insansı maymunların beyinlerinden bazı önemli açılar­ dan (yalnızca büyüklük olarak değil) çok farklıdır. Ama özel bir "dil" modülünün bulunmadığı da artık kanıtlanmıştır. Dil becerileri beynin birçok bölgesine dağılmış durumdadır ve bunların konumları insandan insana bile değişmektedir. Dilin, bey­ nin herhangi bir bölgesinin çalışmasının sonucu değil de beynin değişik bölgeleri arasındaki etkileşimierin oluşturduğu bir ağın ürünü olduğu ortaya çıkmıştır. Terrence Deacan The Symbolic Species (Simgesel Tür) adlı yapıtında insan di­ linin ortaya çıkışının özelleşmiş bir modül fikrine dayanmayan bir açıklamasını yapmıştır. Onun ileri sürdüğü sav insan dilinin en ayırt edici özelliği olan simge­ lerin kullanımıyla başlar. Dış dünyanın temsilleri üç ayrı biçimde olur. Bunların en basit ikisi, olaylarla şeyler arasındaki benzeriikierin -Deacon bunlara "ikon" adını verir) ya da karşılıklı ilişkilerin ( " belirti" ) saptanmasına dayanır.5 İkansal benzerlikler bakteri kadar basit canlıların bile sıcaklığın ve ışığın tüm hallerine karşı bir şekilde, soğuğa ve karanlığa karşı da başka bir şekilde tepki vermesi­ ni sağlar. Öte yandan Pavlov'un köpekleri, zil sesiyle yeme arasında bir bağlantı olduğunu öğrenmiştir çünkü bu ikisi düzenli olarak birlikte gerçekleşmektedir. Sonuç olarak her ne kadar ikonsal bir benzerlik olmasa da köpekler bu iki olguyu birbirine bağlamışlardır. Öğrenmenin bu her iki yolu da içsel Ye dışsal olaylar arasındaki birebir eşleşmeye dayanır. Bununla birlikte temsilin üçüncü biçimi olan "simgeler" , yalnızca dış dünyaya değil ama aynı zamanda bütün ikonlara ve be­ lirtilere de gönderme yapar. Böylece gerçekliğin çok daha karmaşık iç haritalarını yaratmak için kullanılabilirler. Ama simgesel düşünme, beceri gerektirir. Yalnızca temsilin ikonsal ve belir­ tisel biçimleri, bir anlamda, arka planda tutulabildiği zaman simgesel düşünü­ lebilir -bu sırada zihnin diğer bölümleri de kavramsal özlerini bir tür simgesel yapıya damıtır. Deacon'a göre "Simge keşfindeki sorun dikkati somut olandan soyut olana kaydırmaktır; yani nesnelerle işaretler arasındaki ayrı ayrı belirtisel bağlantılardan, işaretler arası düzenli bir ilişki setine kaydırmaktır. Simge-simge ilişkilerinin mantığını öne çıkarmak için yüksek düzeyde bir dalaylılık olması

iNSANLIK TARIHINiN BAŞLARI

1 61

önemlidir" (s. 402 ve bkz. 3. Bölüm, birçok yerde). Bu entelektüel manevra için ciddi bir işlem gücü gerekir. Deacan'ın savı, simgesel düşünmenin olabilirliğinden önce aşılması gereken engelin büyüklüğünü açıkça ortaya koyar. Bu da simgesel temsil araçlarının neden istisnai büyüklükte beyni olan modern insanla sınırlı olduğunu açıklamaya yardımcı olur. Ancak beynin büyük olması da yeterli değildir. Simgesel dil için daha başka birçok entelektüel ve fizyolojik beceri gerekir. Bunların arasında hızlıca simgesel jestler yapmak, sesler çıkarmak ve başkalarının aynı şekilde hızlıca yaptığı sim­ gesel ses dizilerini anlamak da vardır. Böylesi karmaşık ve birbiriyle uyumlu bir grup beceri birkaç milyon yıl gibi görece kısa bir sürede nasıl ve neden gelişmiş olabilir? Deacan'ın buna yanıtı şöyledir: "Bu beceriler ( homininlerin simgesel ile­ tişimin ilkel biçimlerinin artan avantajlarından yararlanacak şekilde evrim geçir­ diği) karşılıklı etkileşimli bir evrim sürecinde ortaya çıkmıştır. Diller de hominin beyninin değişen becerilerine ve garipliklerine, artan bir kesinlik ve duyarlılıkla uyum gösterecek şekilde evrim geçirmiştir. " Böylesi değişiklikler muhtemelen bir tür Baldwinci evrimi de içerir; yani küçük davranışsal değişimler bu yeni davra­ nışlarda en becerikli bireylere belirgin üreme avantajları sağlar. Bu avantajlar da dolayısıyla, bu becerilerden yana güçlü bir seçici baskı oluşturur. Bu yolla yalnızca saf bir davranış gelişimi şeklinde başlayan şey, en sonunda hem türümüzün gene­ tik koduna kazınmış hem insan dillerinin yapısında yerleşmiş olabilir.6 Simgesel iletişimin daha tam gelişmemiş (ilkel) biçimleri belki de ilk kez (günümüz şempan­ zelerinde bazı deneysel durumlarda gözlemlenenlere benzeyen) küçük davranışsal değişimierin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabilir. Ama bir kez alışkanlık ha­ line geldiğinde bu yeni iletişim biçimleri, genetik nedenlerle, bunlarda en iyi olan bireylerin üreme şanslarını artırarak yeni seçici baskılar yaratmış olabilir. Bu tartışma simgesel dile doğru ilk adımların, modern dilin gelişebilmesi için gereken birçok davranışsal ve genetik değişimin gerçekleşmesine elverecek kadar uzun bir zaman önce, atılmış olması gerektiğini ileri sürüyor. Ayrıca ilk adımlar için beynin de günümüz şempanzelerinin beyninden biraz daha farklı olması ge­ rektiğini de söylüyor. Ama bu ilk adımları olasılıkla birtakım evrimsel değişimler izlemiştir -ki bunun en belirgin göstergesi (en azından fosil kayıtlarında) beynin ön bölümü olan prefrontal korteksin boyut ve önem açısından büyümesidir. Son olarak etkin bir simgesel iletişimin dolaysız kanıtlarını arayacağımız yer insan ev­ riminin yalnızca biraz daha ileriki bir aşamasıdır. Deacan'ın simgesel iletişimin aşırı zorluğuna ilişkin açıklamaları, bir kez o eşik aşıldı mı insan iletişiminin do­ ğasında ve niteliğinde (Steven Mithen'in dilsel büyük patlamasına benzeyen) ani bir değişim beklememiz gerektiğini ortaya koyar. Simgesel dile yönelik ilk adımlar belki de seslerin ve jestlerin bir karışımını içe­ riyordu. Deney koşulları altında şempanzelere birtakım işaretleri simgesel olarak kullanmaları -her ne kadar kendi simgeleştirme becerileri sınırlı da olsa- öğreti­ lebiliyor. Australopithecineler belki de dil açısından günümüz şempanzeleri kadar becerikliydi_? Ama a ustralopithecineleri birbirleriyle iletişim kurarken gözlemleye-

1 62

ZAMAN HARITALARI

bilseydik, yine de bunun gerçek bir "dil " olup olmadığından emin olamayabilir­ dik. Deacon bunu şöyle açıklar: ilk simgesel sistemler, en hafif deyimiyle, tam gelişmiş diller kesinlikle değildi. Bugün karşılaşsak, onları olasılıkla dil olarak bile göremeyebilirdik. Ancak başka tür­ lerin iletişim biçimlerinden çarpıcı şekilde farklı olduklarını da fark ederdik. Bunların en eski biçimlerinde günümüz dilinde gördüğümüz esneklik ve verimlilik muhtemelen yoktu ( . . . ) ilk simge öğreniciler toplumsal iletişimlerinin çoğunu herhalde günümüz maymunlarının ve insansı maymunlarınınkilere oldukça benzeyen "çağır ve göster" davranışları şeklinde gerçekleştiriyorlardı . Simgesel iletişim onların toplumsal iletişimi­ nin muhtemelen küçük bir bölümünü oluşturuyordu. (s. 3 78) Eğer bu kurgu doğruysa, simgeler evreninde yaşamak için australopithecine­ lerin (mütevazı düzeyde bir soyut düşüneeye ve belki de bir dereceye kadar öz­ bilince olanak tanıyan) sınırlı bir becerileri olduğu ortaya çıkar. Bununla birlikte australopithecinelerin genellikle tıpkı beyni olan hayvanların çoğu gibi (sık sık şu anı değil de geçmişi ya da geleceği düşünen günümüz insanı gibi ruhsal bir dün­ yada değil de) anlık duyguların egemen olduğu deneysel bir dünyada yaşadığını kabul edebiliriz. 8 Homo babilis kafatasları üzerinde yapılan çalışmalar beyinlerinin australo­ pitesenlerin beyinlerinden daha büyük olmakla kalmayıp aynı zamanda daha farklı düzenlendiğini de göstermiştir. Özellikle sağ ve sol bölgeler arasında günü­ müz insanında tek (sağ veya sol) el kullanımı şeklinde yansıyan bir işbölümü ol­ duğuna ilişkin ipuçları vardır. Büyük beyinlerde yaygın olan bu özellik (işlevlerin değişik beyin bölgelerine ayrışması nedeniyle beynin farklı bilgi tiplerini paralel işleme becerisini artırmış olabileceğinden) gelişmiş simgesel beceriye yönelik bir seçimi yansıtıyor olabilir.9 Deacon dille ilgili diğer becerilerio habiliste ve sonraki bomininlerde de bulunuyor olabileceğini ileri sürer: Homo habilis ve homo erectusun motor kontrolleri (australopithecinelere göre) daha gelişmiş olmalıydı ve olasılıkla gırtlaklarında da orta düzeyde bir düşme vardı (dolayısıyla çıkarılabilen seslerde bir artış olmuştu). Homo erectusun konuşması, gü­ nümüz insanının konuşmasına göre hem daha az ayırt edilebilirdi hem daha yavaştı. Homo habilisinki muhtemelen daha da sınırlıydı. Her ne kadar konuşmaları bugünkü kadar hızlı, esnek ve zengin olmasa da en azından günümüz insanının konuşmasında da bulunan ünsüz harf özelliklerinin çoğunu barındırıyor olmalıydı. (s. 358) Ne var ki bu becerileri abartmamalıyız. İlk bomininterin tümünde görülen gö­ rece yüksek gırtlak, günümüz insanının kullandığı kadar çok sesi (özellikle ünlü içerenleri) çıkaramadıklarını gösteriyor. Eğer konuşuyorlardıysa, bunu muhteme­ len ünsüzlerin ağırlıklı olduğu sınırlı bir sözcük dağarcığıyla yapıyorlardı. İletişim yükünün büyük bölümünü hala jestler yükleniyor olmalıydı. Günümüz insanının simgeleri hızlı ve becerikli bir şekilde işleme becerisinden yoksun oldukları için ile­ tişimleri modern standardara göre oldukça sınırlı ve yavaştı. Hepsinden önemlisi

iNSANLIK TARiHiNiN BAŞLARI

1 63

de arkeolujik kayıtlarda kolektif öğrenmeyle ilişkili gelişmiş bir adaptif becerinin varlığını açıkça gösteren bir ize henüz rastlanamamıştır. Artmış bir adapti f yaratıcılıkla bağlantılı simgesel dile doğru belirgin bir kay­ ma olduğunu gösteren kanıtları aşağı yukarı son

500.000 yıllık dönemde bulmaya

başlıyoruz. Neandertallerin beyinleri de insanlarınki kadar büyüktü (bkz. Şekil 7. 1 ) . Ama Neandertal kafataslarının tabanına yönelik çalışmalar, onların da mo­ dern insan dillerinde olduğu gibi sesleri karmaşık şekillerde ku llanma becerisinden yoksun olduklarını gösteriyor. Bu da Neandertaller arasında yaygın bir simgesel etkinlik yaşandığını gösteren başka kesin kanıtların olmayışıyla birleşince, her ne kadar Buzul Çağı Avrasya'sının belli bölümlerinde yaşamaları yeni ortam iara uyum sağlama konusunda gelişmiş becerileri olduğunu gösterse de Neandertalle­ rin tam gelişmiş bir dil kullanmadığını düşünmemize yol açıyor. Bununla birlikte son

500.000 yıl

içinde birkaç farklı insan türünde beyin büyüklüğünün hızlı artışı,

simgesel dil için büyük önem taşıyan birkaç özel becerinin kısa sürede birlikte evrim geçirdiği hızlı bir sürecin yaşandığını gösteriyor. Bu beceriler arasında gırtla­ ğın aşağı inmesi -sesleri çok daha karmaşık şekil lerde kullanmayı sağlar- beyinde yan özelleşmelerin a rtışı, artan soluma kontrolü, sesleri çabucak ve kesin olarak tanıma ve ana liz etme de yer alıyor olabilir. 10

Şekil 7 . 1 Neanderral ve modern insan kafarasları.

Soldaki Neandertal kafarasıdır (La Ferrassie'den); sağdaki de modern insan kafatasıdır (Cro Magnon 'dan). Modern genetik kanıdar insanlar ile Neanderrallerin bir zamanlar düşünüldüğünden daha uzak akraba olduklarını ortaya çıkarmıştır. C:hris Srringer ve Clive Gamblc, In Search Neanderthals (Londra, 1 993 ) ,

s.

of

1 !l 5 .

1 64

ZAMAN HARITALARI

İnsanın Tarihi Ne Zaman Başlar? Yalnızca görünüşüyle değil davranışları ve iletişimiyle de günümüz insanına benzeyen ilk insanlara yönelik en eski kanıtlar ne zamana aittir? Bu, bir tarihçinin sorabileceği en önemli sorulardan biridir çünkü gerçekten de insanın tarihinin başlangıciyla ilgili bir sorudur. Son yıllarda bu soruya verilen iki farklı yanıt var: Birincisi önemini biraz yitirdi ama yine de Milford Wolpoff ve Alan Thorne'un da aralarında bulunduğu kimi bilim insanlarınca hala hararetle savunuluyor. Buna göre insanlar bugünkü halle­ rine Afro-Avrasya'nın her yanında yavaş bir evrim geçirerek yaklaşık bir milyon yıl içinde ulaşmıştır. Bu nedenle de Afro-Avrasya'da bulunan son bir milyon yıla ait bütün bominin kalıntıları, bazı bölgesel varyantiarı olmakla birlikte, evrim ge­ çiren tek bir türe ait olarak görülmelidir -bu varyantiarın deri rengi ve yüz hatları gibi bazı özellikleri de günümüze kadar gelmiştir. Bu görüşe göre bölgesel popü­ lasyonlar birbirleriyle çiftleşmeyi sürdürmüş ve bu sayede tek bir türün parçası olarak kalabilmişlerdir. 1 1 Eğer bu açıklama doğruysa, her ne kadar en ayırt edici özellikleri çok kısa bir zaman öncesine kadar belirginleşmemiş olsa da insanın tarihinin bir milyon yıl önce başladığını düşünebiliriz. Ne var ki bu yaklaşımın birkaç sorunu var. Her şeyden önce son bir milyon yıllık fosil kalıntılarının büyük çeşitliliği, yayıldıkları engin yüzölçümü ve birkaç bireyin büyük mesafeler kat et­ miş olma olasılığı bütün bu kalıntıları evrim geçirmekte olan tek bir türün kanıtı olarak görmemizi güçleştiriyor. Bugünlerde daha popüler olan ikinci bir görüş de modern insanın Afrika'da bir yerlerde günümüzden 250.000 ila 1 00.000 yıl önce birden ortaya çıkıverdiği­ ni ileri sürüyor.12 Bu sonuca götüren en önemli kanıt genetiktir ama aynı zaman­ da en son fosil buluntularıyla da uyumludur. Modern insanın genetik malzemesi üzerine yapılan çalışmalar, birbirine komşu goril popülasyonlarında görülene göre çok daha az çeşitlendiğimizi gösteriyor. Bu da türüroüzün aslında çok genç -muhtemelen en çok 200.000 yaşında- olduğunu ortaya koyuyor. Daha uzun süredir ortalıkta olsaydık, bölgesel popülasyonlarımızın hem arasında hem kendi içlerinde daha çok genetik farklılık birikmiş olurdu. Buna ek olarak modern in­ sanlar arasında en büyük genetik çeşitlilik Afrika'daki popülasyonlarda görülü­ yor. Bu da insanların en uzun süredir yaşadığı yerin burası olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Afrika da büyük olasılıkla modern insanın (Homo sapiens) ilk çıktığı yer oluyor. Bu kurarn tarihimizin en azından yarısını Afrika'da geçirmiş olduğu­ muzu ileri sürüyor. Türüroüzün görece ani ortaya çıkışı şeklindeki bu açıklama, evrimin bildiğimiz tipik örüntülerine de uyuyor. Birçok bominin türü gibi modern insan da biyolog­ ların farklı yurt/u türleşme diye adlandırdığı bir süreçle evrim geçirmiş olabilir. Bir türe ait gruplar geniş bir alana dağıldığında bazı grupların zamanla yalıtılması yaygın görülen bir durumdur. Bir vadiye yerleşebilirler, bir dağın ya da ırmağın öteki yanına geçebilirler ve türün diğer üyeleriyle bağlantılarını koparabilirler.

INSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 65

Eğer türün öteki gruplarındaki bireylerle çiftleşme olanakları ortadan kalkarsa, zamanla ana gruptan genetik olarak uzaklaşmaya başlarlar. Eğer yalıtılmış grup küçükse ve bu yeni yurdun ekolojik koşulları eskisinden çok farklıysa, farklılaşma hızlı bir şekilde gerçekleşir çünkü küçük popülasyonlarda seçici baskılar güçlü olur ve avantajlı genetik değişimler daha hızlı yayılır. Bunun yanında küçük popü­ lasyonların, tü�üyle istatistiksel nedenlerle ana popülasyonun tipik örneği olması olanaksızdır ve içindeki böylesi sapmalar hızla çoğalır. (Buna kurucu etkisi denir). Bütün bu nedenlerden ötürü ana türün yaşadığı bölgenin kıyılarında yaşayan kü­ çük gruplarda yeni türler genellikle çok hızlı ortaya çıkar. Eğer bizim türümüz de böyle ortaya çıktıysa, o zaman bütün insanların soyu 200.000 ila 1 00.000 yıl önce Afrika'da yalıtılmış olarak yaşayan küçük bir grup ataya dayamyor ol­ malıdır. Eğer bu grup Afrika'nın güneyinde yaşadıysa, bu durumda gerçekten de Orta Paleolitik (200.000 ila 50.000 yıl öncesi dönem) haminin popülasyonlarının yaşadığı bölgenin en ucunda yaşamış demektir. Ama bu kuramla ilgili de bir sorun vardır. Bunu destekleyenterin çoğu, ayırt edici modern davranışların -ki bunlara dil de dahildir- kanıtlarının yaklaşık 50.000 yıl öncesi başlayan Üst Paleolitik'ten daha önce ortaya çıkmadığı konu­ sunda hemfikirdir. Avrasya'da ve Avustralya'da bulunan arkeolajik kanıtlar insan davranışlarındaki oldukça belirleyici bazı değişimierin yaklaşık 50.000 yıl önce ortaya çıktığını gösteriyor. Arkeologların modern insan davranışının göstergesi olarak kabul ettiği işaretler dört temel tipte olur. Birinci tiptekiler birtakım yeni ekolojik uyarlanmalardır -yeni bir ortama girmek gibi. İkinciler yeni teknoloji­ lerdir: İnce işlenmiş, küçük ve bazen standart haline gelmiş -belki saplı- bıçaklar ya da (kemik gibi) birtakım yeni malzemelerin kullanıma girmesidir -ki tümü de olasılıkla yeni ortamiara uyum sağlama becerisini artırır. Üçüncü tipteki işaretler, daha büyük toplumsal ve ekonomik organizasyonların göstergeleridir. Bunlar bü­ yük mesafeleri kapsayan değiştokuş ağları, büyük hayvanları aviama becerisin­ deki gelişmeler ya da organizasyon ve plan yapma becerisindeki artış gibi apaçık bir şekilde kendilerini gösterir. Dördüncü ve bazı açılardan da en önemli olanlar simgesel etkinliklecin -çeşitli biçimlerde ortaya çıkan sanatsal etkinlikler gibi­ dalaylı işaretlerdir ki bunlar simgesel dil kullanımına da eşlik etmişlerdir. Bütün bu değişim tiplerinin kanıtiarına dayanan kimi arkeologlar ve tarihöncesi uzman­ ları yaklaşık 50.000 yıl önce başlayan ve insanlık tarihinin gerçek başlangıcı olan bir "Üst Paleolitik devrim" -insan yaratıcı etkinliklerinde geç ve aynı zamanda dikkat çekici derecede kısa süreli bir patlama- yaşandığını ileri sürı::rler. Peki, ama modern insanın ortaya çıkışıyla modern davranışların ortaya çıkışı arasında neden böyle belirgin bir aralık vardır? Bu, ha.la kışkırtıcı bir bilmece olarak duruyor. Son 1 00.000 yıl içinde insan beyninin yapılanmasında birtakım kritik değişikliklerin gerçekleşmiş olabileceği düşüncesi bazı bilim insaniarına çe­ kici gelmiştir. Böyle bir durumda insanın tarihinin gerçek başlangıcı, genetik ka­ nıtların gösterdiğinden daha sonraya konmalıdır. Ne var ki kısa süre önce Ame­ rikalı iki paleontolog, Sally McBrearty ile Alison Brooks bu sorunlara yönelik,

1 66

ZAMAN HARITALARI

ağırlıklı olarak Afrika'dan çıkan arkeolajik kanıtların analizine dayanan zarif bir çözüm önerdi. Yaptıkları açıklama bir önceki kısımda ortaya atılan dilin köke­ nine yönelik açıklamayla da güzelce örtüşüyor ve biyologların iyi bildiği genetik evrim sürecinin tarihçilerio iyi bildiği kültürel evrim sürecine yaklaşık 250.000 yıl önce nasıl dönüştüğünü açıklıyor. Sonniki kısımda ağırlıklı olarak onların gözden geçirip düzelttiği Afrika'da insanlık tarihinin başlarına yönelik açıklama­ lar ele alınacaktır. 13 McBrearty v e Bruuks "Olmayan Devrim" (The Revolution That Wasn't) adlı makalelerinde Avrasya'da ve Avustralya'da bulunan kanıtlarda açıkça görülen ani değişimin Afrika'dan çıkan kanıtlarda görülmediğini göstermişlerdir. Burada tümüyle insansı davranışların kanıtlarının Üst Paleolitik'ten çok daha önceki ta­ rihlerde, belki 250.000 yıl öncesi gibi erken bir tarihte bile bulunabileceğini ama bunların yavaş yavaş ve parça parça ortaya çıkacağını ileri sürerler. Bileytaşıyla ve boya kullanımıyla ilgili kanıtlar gibi bazıları saplı, küçük bıçaklı alet kulla­ nımına ilişkin kanıtlar da çok önceleri ortaya çıkmıştır. Bunların yanı sıra, yeni teknolojiler -balıkçılıkla, madencilikle, uzun mesafeli değiştokuşlarla, kemik alet kullanımıyla ve yeni bölgelere göçlerle ilgili olanlar- Avrasya'dan daha önce or­ taya çıkmıştır. Ne kültürel ne anatomik değişimler bir " büyük patlama" şeklinde olmamıştır. Onun yerine daha gelişigüzel ortaya çıkmışlardır. Afrika'da bir "insan devrimi" olmamıştır. Onun yerine [ . . .] yeni özellikler adım adım birikerek çoğalmıştır. Toplumsal, ekonomik ve geçime dayalı öğeler farklı hız­ larda değişmiş ve farklı yerlerde ve zamanlarda ortaya çıkmıştır. Afrika OTÇ'sinden [Orta Taş Çağı, yaklaşık 250.000 ila 50.000 yıl öncesinden] kalan kanıtları, insanın hem anatomisinin hem davranışlarının arkaik bir örüntüden daha modern bir örüntüye doğru 200.000 yılı aşkın bir zaman diliminde kesintili olarak dönüştüğü görüşünü desteklediğini düşünüyoruz. (s. 458) Üst Paleolitik'te Afrika'da görülen şey bir devrim değil de "ortaklaşa bir bilgi tabanının büyük alanlardaki birçok küçük grupta düzensiz olarak yayıldığını" yansıtan yavaş bir değişim süreciydi (s. 53 1 ) . Onlara göre bu da eğer insanlar küçük gruplar halinde yaşayıp bu becerilerini gruptan gruba aktararak geliştirdi­ lerse, aslında tam da beklenınesi gereken bir şeydir. Dahası McBrearty ve Brooks bu değişimierin en eskilerinin kısa süre önce Homo helmei olarak adlandırılan yeni bir bominin türünün ortaya çıkışıyla kesiş­ tiğini de ileri sürer. Homo helmei insana o denli yakın bir türdür ki belki de yeni­ den bir sınıflandırma yapıp onların bizim türümüze, Homo sapiense ait oldukla­ rını söylemek gerekebilir. Homo sapiens olduğu kesin olan en eski kalımılar Afri­ ka'da bulunmuştur ve 1 30.000 yıl öncesine aittir -hatta 1 90.000 yıl öncesine bile ait olabilirler. Ama iki tür arasında keskin bir kopukluk yoktur (s. 455 ). Sonuçta türüroüzün nasıl doğduğuna ve kendine özgü ekolojik bir yaratıcılık göstermeye başladığına ilişkin genetik ve davranışsal kanıtların beraberce tutarlı bir açıklama sunduğu yerin Avrasya değil, Afrika olduğunu ileri sürüyorlar.

INSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 67

Hem Homo sapiensin ilk bireyleri hem Homo He/meı1 er OTÇ teknolojisi kullanı­ yorlardı . Dolayısıyla da modernliğe yönelik asıl davranışsal kaymanın, birçoklarının kabul ettiği gibi, OTÇ-GTÇ (Geç Taş Çağı) sınırında yani 50.000 ila 40.000 yıl ön­ cesinde değil de Aşölyen sınırında yani 300.000 ila 250.000 yıl öncesinde yattığı açıktır. Burada birçok ince ve gelişmiş davranışın OTÇ'de var olduğunu gösterdik. Bu da Homo he/meinin ortaya çıkmasıyla birlikte bilişsel becerilerin arttığına, Homo helmei ile Homo sapiens arasında da hem davranışsal benzeriikierin hem yakın bir filogenetik akrabalığın bulunduğuna işaret eder. Burada Homo helmeiye atfedilen örneklerin aslında Homo sapiense atfedilmesinin daha doğru olacağı ve Homo hel­ meinin gerçekte Homo sapiensin içinde yer alması gerektiği ileri sürülebilir. Bu durum­ da türümüzün geçmişi bundan 300.000 ila 250.000 yıl öncesine kadar uzanır ve doğuşu da OTÇ teknolojisinin ortaya çıkışıyla kesişir (s. 529) . Eğer McBrearty v e Brooks haklılarsa, insanlık tarihinin Afrika'da 300.000 yıl öncesiyle 250.000 yıl öncesi arasında bir yerde başladığını söyleyebiliriz.

Afrikalı Kökler: İlk 200.000 Yıl Yaklaşık 1 00.000 yıl öncesine kadar insanların yaşadığı bölge Afrika'yla sı­ nırlıydı. Sonra insanlar Afrika'da birtakım yeni teknolojiler ve yaşam tarzları ge­ liştirdi ve ormanlar ile çöller gibi yeni ortamlarda yaşamaya başladılar. Yalnızca 60.000 yıl kadar öncesinden itibaren insanlar daha önce hiçbir hornininin yerleş­ ınediği (oldukça büyük bir su kütlesinin aşılmasını gerektiren) Avustralya, (aşırı soğuk koşullara uyarianma becerisi gerektiren) Buzul Çağı Sibirya'sı ve en sonun­ da Amerika kıtaları gibi bölgelere yolculuklar yapmaya başladılar. İnsanlık tarihinin Afrika'da geçirilen ilk ve en uzun evreleriyle ilgili kanıtlar düş kırıklığı yaratacak kadar azdır. Dil ortaya çıktıktan sonra prensipte, her top­ luluğun destansı öykülerle, bazı büyük kahramanlarla, birtakım felaketlerle ve başarıtarla dolu kendi özgün tarihi olduğunu biliyoruz. Ama bu tarihleri göre­ mediğimizden, bireyler için önemli ayrıntıları göz ardı edip genel eğilimleri res­ metmek zorunda kalıyoruz. Bu konuda, her topluluğun (kendi üyeleri açısından günümüzde birtakım yazılı kaynaklara dayanarak oluşturulan herhangi bir tarih kadar canlı) kendi ayrıntılı tarihlerinin olduğunu amınsamaya yönelik periyodik gerçekleştireceğimiz imgesel bir çabadan başka elimizden pek bir şey gelmiyor. Yazılı kaynak olmayışı nedeniyle bu tür genellemeler insanlık tarihinin gelenek­ sel olarak tarihöncesi diye anılan bölümünün tamamı için geçerlidir. Ama insanlık tarihinin ilk dönemleri için, bu özellikle böyledir. Avrupa'ya göre Afrika'da daha az arkeotojik çalışma yapılmıştır. Tarihlendirme yapmak kolay değildir. Davranışları arkeotojik kanıtiara dayanarak açıklamaya çalışmak da zordur. Bunların yanında o ilk dönemde kolektif öğrenme sürecinin de aşırı derecede yavaş işlediğini göz önüne almamız gerekir. Yani henüz dikkat çekici bir teknolojik ustalık aramama­ mız lazımdır. McBrearty ile Brooks'un dediği gibi Orta Pleyistosen Afrika'sının son

1 68

ZAMAN HARITALARI

dönemindeki "ilk modern insan toplulukları görece küçük ve dağınıktı; değişimler kesik kesikti ve gruplar arası temaslar da düzensizdi. Bunun sonucunda gelişme ağır ağır gerçekleşti; modern insan uyarlanması aşamalı birikmeyle oldu" (s. 529). Bütün bu zorluklara karşın, McBrearty ile Brooks (bir zamanlar Üst Paleoli­ tik'teki bir devrimin kanıtı olarak gösterilen) bu önemli değişimierin hepsini de 250.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıkış için çok gerekli görürler (bkz. Şekil 7.2). Yeni davranışların en erken ve en açık işareti taş alet teknolojisindeki değişirnde görülür. En çarpıcı olanı da Homo ergasterle ilişkilendirilen Aşölyen taş teknolo­ jisinin günümüzden 250.000 yıl öncesinden bir süre sonra ortadan kalkmasıdır. Onların yerini yeni ve çok daha incelikli taş aletler almıştır. Bunlardan bazıları mızrak (ya da fırlarılan bir başka nesne) olarak kullanılabilmeleri için saplıydı. Bu, büyük hayvanları daha kolay ve daha güvenli avlamak için ortaya çıkmış bir yenilikti. En az bir bıçakta, modern avcıların bıçaklarını tutturmak için kullandığı zamkları andıran bir yapıştıncının izlerine rastlanmıştır. Taş bıçakların birçağuna da sapa uygun olacak biçimde şekil verilmiştir.14 Ek olarak balık ve deniz kabuğu gibi küçük ölçekli kaynakların da kullanıldığına dair izler vardır. Bunlar yaklaşık 50.000 yıl öncesine kadar Afrika dışında görülmeyen teknolojilerdi. Aynı zamanda insanlar daha önce hiçbir hornininin girmediği yeni ortamlara, özellikle çöllere ve ormanlık bölgelere, de artık uyum sağlıyorlardı. 15

1;:{ Sekiller •

Boncuklar

� Mikroli�er {} Matematiksel notasyon {kazınmış) " Madencilik

{

Tırtıklı udar Kemik aletler



Balıkçılık

4{ Uzun mesafeli degiştokuşlar �--...;....._ Deniz kabukları toplama

_ _

Q

�------0011.u -------Boya üretimi Udar

J.

,· �

--------�-----------

D e� ro n� la� irm ş� rı Q� � �e� --------��

119

_ _ _ _ _ _ _ _

B ı çak la r ----------� ___

20

_ _ _ _ _ _ _ _ _ __

40

60

80

1 00 1 20 1 40 1 60 180 200 220 240 260 280 Günümüzden önceki bin yıllar

Şekil 7.2 Afrika'da Orta Taş Çağı'ndaki davranışsal inovasyonlar (binlerce yıllık süreçte). Uyarlandığı yer, Sally McBrearty ve Alison S. Brooks, "The Revolution That Wasn't: A New lnterpretation of the Origin of Modern Human Behaviour", journal of Human Evolution 39 (2000): 530.

INSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 69

Toplumsal örgütlenmenin ve yerel " kültürlerin" yeni biçimlerinin kanıtları taş aletlerde oldukça farklı stilistik örüntüler şeklinde ortaya çıkar. Ayrıca kar­ maşık -bazen yüzlerce kilometrelik menzili olan- takas örüntülerine ilişkin bazı kanıtlar da vardır. Bu tür davranışlar, insanların çoğu zaman küçük topluluklarda bir araya gelen aile grupları halinde yaşıyor olmasına karşın, zaman zaman diğer gruplarla da -bazen aralarında büyük uzaklıklar da olan- dostane temaslarda bulunduklarını gösteriyor. Bu tür ağların kurulması (Robert Wright bunları " böl­ gesel dev beyinler" olarak tanımlar)16 bildiğimiz kadarıyla yaşayan büyük insansı maymunların toplumsal sistemlerinden köklü bir ayrılmayı gösterir. Bunu gelişmiş bir iletişim biçiminin dolaylı kanıtı olarak yorumlamak oldukça çekicidir. Modern dil becerilerinin daha doğrudan bazı işaretleri, boya maddelerini ufalamada kul­ lanılan değirmen taşlarında ve süs nesnelerinde kendini gösterir. Her ikisi de Üst Paleolitik'ten oldukça önce Afrika'da bulunmuştur. Bunlar simgesel etkinliklerin, simgesel düşünüşün ve dolayısıyla simgesel dilin en belirgin kanıtlarıdır. Bu bölük pörçük kanıtların hiçbiri kesin değildir. Ama bir arada ele alındığın­ da (250.000 yıl sonra yani günümüz dünyasında doruğa ulaşan) kolektif öğrenme sürecinin ilk aşamalarını ortaya çıkarmamıza yararlar. Ayrıca bu sürecin simgesel dili kullanma becerisi olan yeni bominin türlerinin ortaya çıkmasıyla doğrudan ilişkisi olduğunu da öne sürerler.

Kolektif Öğrenmenin Bazı Kuralları Simgesel dil insanların, yakın akrabası oldukları öteki türlerin tersine, bilgiyi paylaşmasını ve birlikte öğrenmesini sağladı. Bu bilgi paylaşımı ve ortaklaşa öğ­ renme, insanın tarihini yakın akraba türlerinkinden farklılaştıracak uzun erimli birtakım değişikliklere nasıl yol açtı? İnsanın tarihini neyin özgün ve farklı kıldı­ ğını araştırırken, her şeyden önce, kolektif öğrenme sürecinin hızını ve yaşandı­ ğı coğrafyayı belirleyen etkeniere odaklanmamız gerekir. Ekolojik inovasyonlar neden bazı dönemlerde daha yavaştı da bazı dönemlerde daha hızlı oldu? Neden hızları bazı bölgelerde diğerlerine göre daha yavaştı? Eğer önceden ileri sürdüğüm gibi, insanın tarihini özgün ve farklı kılan en önemli özellik kolektif öğrenmeyse, bu sorulara özenle yanıt aramamız gerektiği açıktır. Uygulamada kolektif öğrenme süreci de kuşkusuz diğer yaratıcı süreçler kadar öngörülemezdi. Ama başlangıçtaki bazı genel kurallar dikkate değerdir. Çünkü hangi değişimierin ekolojik açıdan önemli bilginin -zamanla insanlara maddi dün­ yayı değiştirme gücünü kazandıran türde özgün bilgilerin- birikmesini hızlandır­ dığını ya da yavaşlattığını gösterirler. Burada iki etken göze çarpar: biriken bilgi­ nin çeşitliliği ve büyüklüğü ile bilginin paylaşılma hızı ve verimliliği. Önemli etkenierin birincisi enformasyon ağının boyutu yani enformasyon pay­ Iaşıroma katılan toplulukların ve bireylerin sayısıdırY Enformasyon alışverişine katılan insan sayısının ve çeşitliliğinin artışıyla birlikte enformasyon değişim ağı­ nın potansiyel sinerjisinin de ivmeli bir hızla artacağını sezgisel olarak beklemeli-

1 70

ZAMAN HARITALARI

yiz. 1 8 Bu kuralı anlamanın en kolay yolu bir ağ modeli kullanmaktır. Bu modelde bir dizi düğüm noktası (çizge kuramında uçlar yani bizim açımızdan bireyler ya da topluluklar) vardır ama toplam entelektüel sinerji bu düğüm noktaları arasın­ daki olası bağlantıların (çizge kuramındaki kenar/arın) sayısıyla orantılıdır. Böyle olunca işin matematiği kolaydır. İki düğüm noktası arasındaki olası bağlantı sayısı l 'dir. Üç nokta arasındaki 3'tür ve 4 nokta arasındaki de 6'dır. Yani n tane düğüm noktası arasındaki toplam olası bağlantı sayısı [n x (n - 1 )]/2'dir. Ne var ki gerçek yaşamda olası bütün bağlantıl,ar kurulmaz. Zaten önemli olan, nokta olası bağ­ lantı sayısının (dolayısıyla bütün ağın enformasyon sinerjisi potansiyelinin) dü­ ğüm noktalarından daha hızlı artıyor oluşu ve iki hızın artışı arasındaki farkın da düğüm noktası sayısının artmasıyla birlikte giderek açılmasıdır. Yani ağın boyutu genişledikçe entelektüel sinerji potansiyeli çok daha hızlı artar: "Büyük ve yoğun popülasyonlar daha hızlı teknolojik gelişme demektir. " 19 Biriktirilen enformasyonun çeşitliliği de miktarı kadar önemlidir. Benzer ya­ şam tarzları olan komşu topluluklar beceri ve teknolojilerini iyileştirme konusun­ da birbirlerine yardımcı olabilirler. Bunun yanında bütünüyle yeni birtakım dü­ şünceler üretmeleri de pek olası değildir. Temelden farklı yeni bilgi biçimleri ancak farklı yaşam tarzları olan toplulukların birbirleriyle ciddi bir temasa geçtiği zaman paylaşılabilir. Kuşkusuz yaşam tarzları arasındaki farklar ilişkiye geçme konusun­ da bir engel oluşturur ama bazen de bazı alışveriş biçimlerinde olduğu gibi engel oluşturmayabilirler. Aslında kolektif öğrenme sürecinin yaşam tarzlarında ve tek­ nolojilerde yol açtığı belirgin değişikliklere rastlama olasılığımız, birbirine ben­ zemeyen grupların aynı enformasyon ağında yer aldığı durumlarda en yüksektir. Bu soyut model, enformasyon ağlarının boyutunu ve çeşitliliğini -yani enfor­ masyon alışverişinin yapıldığı bölgeyi- tanımlamaya çalışmanın önemli olduğunu ileri sürer. Bunun yanında gösterdiği bir başka önemli ilke de enformasyon ağının boyutu ve çeşitliliği büyüdüğünde yalnızca yeni bilgilerin payiaşılıp birikecek oluşu değil, bu sürecin ivme/i bir hızla gerçekleşeceğidir. Aslında en genel düzeyde insan­ lık tarihinin uzun dönemleri boyunca gözlemlediğimiz şey aslında tam da budur. İkinci önemli etken enformasyon alışverişinin verimliliğidir. Enformasyon alış­ verişinin gerçekleştiği bölgenin büyüklüğünü tanımlamak önemlidir. Ama o böl­ ge içindeki alışverişlerin hızı ve düzenliliği çok değişken olabilir. Enformasyon alışverişinin verimliliği, her şeyden önce, farklı topluluklar arasındaki temasın ve alışverişin doğasını ve düzenini yansıtır. Bunlar da toplumsal uzlaşımlar, coğrafi etkenler, iletişim ve ulaşım teknolojisiyle şekillenir. Tek bir enformasyon ağı içinde farklı bölgelerdeki kolektif öğrenme süreçleri daha güçlü ya da daha zayıf olabilir. Dolayısıyla diğer bölgelere göre daha çok ve çeşitli enformasyonun daha yoğun olarak biriktiği bölgeler vardır. Bu savlar kullanışlı bir genel ilke ortaya koyar: Enformasyon ağlarının boyutu, çeşitliliği ve verimliliği ekolojik inavasyon hızları açısından önemli, büyük ölçekte belirleyici etkenlerdir. ileriki bölümlerde kolektif öğrenme süreçlerinin sinerjisin­ deki değişimleri izlemeye çalışacağız. Bunu da hem dünyanın değişik bölgelerinde-

INSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 71

ki enformasyon ağlarının büyüklük ve çeşitliliklerini inceleyerek hem bu ağiarda biriktirilen enformasyonun değişen verimliliğini irdeleyerek yapacağız. Paleolitik çağda birbirleriyle ilişkileri sınırlı küçük gruplar yüzünden ekolo­ jik enformasyon değiştokuşu ağır işliyordu. Bireylerin ömürleri boyunca birkaç yüz kişiden fazlasıyla karşılaşma olasılığı pek yoktu. Ömürlerinin çoğunu da hep­ si aynı aileden olan 10-30 kişilik bir grubun içinde geçirirlerdi. Böylesi ağiarda değiştokuş edilebilen enformasyon miktarı da sınırlı oluyordu. Bu sınırlamalar Palcolitik'tc teknoloji değişim lıızımlaki, huminin standanlarında bile buzul ya­ vaşlığında kalan yavaşlığı açıklamaya yardımcı olur. Binakım başka etkenler de değişimin hızını yavaştatmış olmalıdır. Birçok kü­ çük topluluktan oluşan toplumlarda genellikle büyük bir dil çeşitliliği görülür. Aborijin Avustralya'sında birkaç yüz bin kişilik bir nüfusta 200 dolayında farklı dil konuşulurdu. Her ne kadar birbirleriyle akraba olsalar da bu dillerin her biri özgündü ve yalnızca yakın komşular birbirleriyle kolayca anlaşabilirlerdi. 1 750 gibi geç bir tarihe kadar California'da en az 64, belki de 80 farklı dil konuşulu­ yordu. Papua Yeni Gine'de bugün bile 850 dolayında yaşayan dil vardır.2° Kültürel farklar da ekolojik ya da başka biçimlerdeki enformasyonun değiştokuşunu sınır­ landırmış olabilir. Bunun yanında her grubun bestenrnek için büyük bir bölgeye gereksinim duyması ve bu nedenle komşu gruplar arasındaki uzaklıkların büyük oluşu da etkili olmuş olabilir. Sonuç olarak Paleolitik'te yeni uyarianmaların ve teknolojik yeniliklerio yavaş olduğunu görmek şaşınıcı değildir. Bunlar da bölge­ sel olarak onaya çıkmıştır. Bu nedenle ilk insan toplulukları olasılıkla olağanüstü çeşitliydi: Her grup göreli bir yalıtılmışlık içinde kendi uyarianma deneylerini ger­ çekleştiriyordu ve teknolojik yeniliklecin payiaşılıp biriktirilmesi olanağı sınırlıydı.

Paleolitik Yaş am Tarzları İlk insanların nasıl yaşadıklarını onaya çıkarmaya çalışan birinin çok faz­ la varsayıma dayanması gerekir. Günümüzde yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar üzerine yapılan çalışmalar yaşam tarzlarının, ayrıntılarda gruptan gruba çok de­ ğiştiğini gösteriyor. Yine de büyük bir özgüvenle yapabileceğimiz birtakım büyük genellemeler de yok değildir.21 Modern avcı-toplayıcılara yönelik gözlemlerimizden edindiğimiz bilgiyle az sayıdaki fosil kalıntısını birleştirince ilk insanların sayıca az oldukları ve küçük topluluklar halinde yaşadıkları kesinlik kazanır. Ama bu toplu­ lukların ne kadar küçük olduğunu tam bilemiyoruz. Belli bir dönem için insan po­ pülasyonlarının büyüklüğünün günümüz şempanze grupları kadar olduğunu -aşa­ ğı ve yukarı önemli dalgalanmalarla birlikte- söylemek de mantıklı bir tahmindir. Grupların küçük olduğundan emin olabiliriz; çünkü modern avcı-toplayıcı tek­ nolojisinin küçük popülasyonları besieyebilmek için bile geniş alanlara gereksinimi olduğunu biliyoruz. Örneğin Holosen'in başlarında Avrupa'da avcı-toplayıcı yaşam tarzının besieyebildiği nüfus yoğunluğu 1 O kilometrekarelik bir alanda en çok bir kişi kadardı. İlk tarımsal etkinlikler bile aynı genişlikteki bir alanda 50 ila 100 kişilik

1 72

ZAMAN HARITALARI

bir nüfusu besleyebiliyordu.22 Bu açıdan Paleolitik toplulukların daha verimli olduk­ larını düşünmemiz için bir neden yok. Modern avcı-toplayıcılar genellikle göçebedir. Yılın değişik zamanlarını kendi bölgelerinin farklı bölümlerinde geçirirler. Beslenme rejimleri ağırlıklı olarak toplanan yiyeceklere dayanır. Başlıca yiyecekleri bitkiler, kabuklu yernişler, yumru kökler ve çeşitli küçük hayvanlardır. Ayrıca birçok grup büyük hayvanları da avlanır. Et çok değerlidir ancak avın sonucu kesin değildir. Bu nedenle de daha küçük ama güvenilir yiyecekler beslenme rejimlerinin temelini oluş­ turur. Avcı-toplayıcı yaşamı mevcut kaynaklara, kuşların ve hayvanların göç örün­ tülerine ve belli bitkilerin yaşarn döngülerine ilişkin muazzam bir bilgi gerektirir. Bu nedenle bu tür toplulukların ekolojik becerilerini hiç küçümsemernek lazımdır. Paleolitik'te insanlar ne kadar iyi yaşıyordu? O dönernin dünyasına gönderilen bir günümüz kendisi için işler hiç kolay olmazdı. Ancak bir zamanlar popüler olan "toplayıcıların yaşamları, doğal olarak, zordur" varsayımı da abartılıdır. Paleoli­ tik'te Sibirya'da yaşayan bir kişi de birden kendini 2 1 . yüzyılda bulsa, olasılıkla günümüz yaşamı ona da değişik açılardan zor gelirdi. Antrapolog Marshall Sah­ lins 1 972'de kasıtlı olarak öyle yazdığı provakatif eserinde Taş Devri dünyasını "gerçek gönenç toplumu" olarak betimlemiştir. Gönençli bir toplumun " bütün bireylerin maddi gereksinimlerinin kolayca karşılandığı bir toplum" olduğunu ile­ ri sürmüştür. Belli bazı standartlarda Taş Devri topluluklarının bu ölçütü endüst­ rileşmiş modern toplurnlara göre daha iyi sağladığını göstermiştir.23 Gönencin ya fazla olan istekleri karşılamak için daha çok şey üreterek ya da bireylerin istekleri­ ni var olanlarla sınırlarnasıyla ( "Gönence giden Zen yolu") ulaşabileceğini belirt­ miştir. Taş Devri topluluklarının yaşam deneyimlerine yönelik bir bakış kazanmak için Sahlins günümüz antropoloji verilerinden yararlanarak bu devrin insanların­ da maddi tüketim düzeyinin kesinlikle düşük olduğunu kabul eder. Gerçekten de göçebelik doğası gereği eşya birikimine aykırıdır. Bireylerin sahip oldukları şeyleri yanlarında taşımalarıgerekliliği sahip olunan şeylerin artması arzusunu sınırlar. Yapılan çalışmalar, günümüz göçebe toplumlarında çok değişik yöntemlere baş­ vurularak bilinçli bir nüfus planlaması yapıldığını göstermiştir. Bu yöntemler ara­ sında çocukları emzirme süresinin uzatılınası -ki yumurtlamayı engeller- ya da daha acımasız bir şekilde fazla çocukların ya da topluluğun geri kalanına artık ayak uyduramayan yaşlı üyelerin terk edilmesi de vardır. Böyle birçok yöntemle avcı-toplayıcı topluluklar gereksinimlerini sınırlandırrnış olabilirler. Bununla birlikte Sahlins, bu tür topluluklarda normal tüketim düzeyinin as­ lında temel gereksinimleri karşılamaya yetmenin ötesinde olduğunu da ileri sürer. Aşırı derecede zengin bir yiyecek çeşitliliğinden yararlanabilen avcı-toplayıcılar yalnızca en zorlu koşulların egemen olduğu bölgelerde, o da ender olarak, ciddi kıtlık çekmişlerdir. Küçük gruplar halinde yapılan göçebelik daha büyük, yerle­ şik topluluklara özgü hastalıkların görülmesini de engeller. Daha da çarpıcı olan şey, antropologların modern avcı-toplayıcıların yaşamlarını sürdürebilmek için ne kadar süre çalışmaları gerektiğine yönelik değerlendirrneleridir. Bu değerlendirme­ ler avcı-toplayıcıların yalnızca hayatta kalabilmek için urnutsuzca didinip durmak

INSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 73

şöyle dursun, endüstrileşmiş modern toplumlarda maaşlı çalışanların çoğundan daha az çalıştıklarını göstermiştir. Avustralya'nın kuzeyindeki Arnhem bölgesinde geleneksel topluluklar üzerine yürütülen araştırmalarda da insanların çok çalışma­ dıkları gözlenmiştir. Her gün yiyecek sağlama ve hazırlama için kişi başına düşen ortalama zaman dört beş saattir. Dahası, bunun için sürekli de çalışmamaktadırlar. Geçim çabası genellikle kesintilidir. Eğer yeteri kadar yiyecek sağlanmışsa, durulur. İnsanlara çok miktarda boş zaman kalır.24 Bu dünyada "serbest zaman" dediğimiz şeyden bolca bulunur. Başka modern avcı-toplayıcıları inceleyen araştırmacılar da benzer sonuçlara ulaşmışlardır. Günümüz avcı-toplayıcılarının genellikle bolluğun yaşandığı bölgelerden uzaklaştırılmış olduğu da göz önüne alınırsa, Üst Paleoli­ tik'te yaşayanların çalışmaya daha da az zaman ayırmış olduklarına kuşku yoktur. Paleolitik'ten günümüze toplumların büyüklüğü arttıkça çalışma örüntülerindeki değişiklikleri açıklamaya yönelik birçok girişim olmuştur. Özetle bunlar yetişkin erkeklerin ve kadınların günlük çalışma sürelerinin hep arttığını, ortalama olarak avcı-toplayıcıların 6 saat, bahçe tarımıyla uğraşanların 6,75 saat, yoğun tarım ya­ panların 9 saat kadar ve günümüz endüstrileşmiş kentli çalışanların da 9 saatten biraz daha az çalıştıklarını gösterir. Konutların daha kalıcılaşmasıyla ve eşyala­ rın artmasıyla birlikte "ev işleri"ne harcanan zaman da artmıştır. Bununla birlikte toplumların büyümesiyle erkeklerin ev işlerine ayırdıkiarı zaman oransal olarak azalmıştır. Öte yandan ev eşyaları giderek dışarıdan, birtakım uzmanlardan sağlan­ dıkça onların yapım ve onarımı için harcanan zaman da azalmıştır.25 Sonuçta Sahlins, Taş Devri toplumunun bolluk içinde -en temel gereksinimie­ rin en az düzeyde bir çaba ve stresle karşılanması anlamında- yaşadığı sonucuna varır. Sahlins insanlık tarihini avcı-toplayıcılardan çiftçilere ve sonra da endüstri işçilerine geçiş şeklinde bir ilerleme olarak gören geleneksel bakışa karşı durmak niyetiyle, makalesini kasıtlı olarak biraz abanmış da olabilir. Taş Devri topluluk­ larında doğumda beklenen yaşam süresinin 30-40 yaşın çok üstünde olduğunu düşünmek için pek bir neden yoktur. Kuşkusuz birçok insan artık ortadan kaldırıl­ mış birtakım nedenler yüzünden ölmüştür. Ama Sahlins'in vurguladığı, insan top­ lumlarının artan " üretkenliği"nin aslında daha çok şeyin istendiği ve eldekilerin keyfini çıkarmak için de daha az zamanın kaldığı topluluklar yarattığını gösteren temel paradokstan da kaçış yoktur. Artan verimlilik düzeyleri daha büyük nüfusu beslemiştir. Bununla birlikte insanların memnuniyet düzeylerinde bir artışa yol açtıklarını kanıtlamak zordur. Kolektif çalışan insanlar çevrelerindeki kaynaklar­ dan giderek daha da çok yararlanmıştır. Ne var ki hu değişimi otomatik olarak "iyileşme"ye ya da "gelişme"ye eşitleyemeyiz. Muhtemelen ilk insanlar, tıpkı homininlerin çoğu gibi, birbiriyle akraba 10-20 kişilik aile grupları halinde dolaşıyorlardı. Aile birçok insanın zamanının çoğunu içinde geçirdiği bir topluluktu. Birbirleriyle (insan olduklarından) konuştukları için, kendilerine en yakın kişileri "aile" ya da "akraba" gibi gördüklerinden olduk­ ça emin olabiliriz. Bütün primadar gruplar halinde yaşarlar. Bu grupları genelde aileler olarak düşünebiliriz. Ama yalnızca simgesel dilin ortaya çıkmasıyla birlikte

1 74

ZAMAN HARITALARI

aile ve akrabalık düşüncelerini konuşmak, paylaşmak olanaklı hale gelmiştir. Yani insanlık tarihinin başlarındaki toplumsal ağların temel örgütleyici ilkesi, ister kan bağına ister evlilik gibi adedere dayansın, akrabalık olmuştur. Eric Wolf basit ama etkili toplumsal yapı modelinde "akraba-düzenli" toplulukların (modern dünyada bile birçok farklı biçimiyle görülen) başlıca topluluk tiplerinden biri olduğunu ileri sürmüştür.26 Ama aile grupları ender olarak yalıtılmış bir yaşam sürüyorlar­ dı. Tıpkı modern aileler gibi onlar da her biri birbiriyle bağlantılı bir topluluklar ağının normal bir parçasıydı. Bunlar özellikle yiyecek kaynaklarının çok sayıda insanı doyurmaya yetecek kadar bol olduğu dönemlerde birbirleriyle periyodik olarak görüşürlerdi. Bu tür buluşmalarda -ki bunlar Avustralya'da corroboree adıyla bilinir- gruplar arasında olasılıkla bilgi hatta bazen (içinde birkaç yakın akrabanın bulunduğu bir grupla) insan değiştokuşu yapılırdı. Bu ağların içinde sizin kim olduğunuzu, kime güvenebileceğinizi ve kimden sakınınanız gerektiğini bir tür akrabalık duygusu tanımlıyor olabilir. Bunların günümüzdeki karşılıkları, Paleolitik akrabalık duygusunun Paleoli­ tik'in özgün ekonomik ilişkilerinin içine yerleşik olduğunu ortaya koyuyor. Belki de bu ilişkileri, kütleçekim yasasının toplumsal karşılığını aklımızda canlandırma­ ya çalışarak anlayabiliriz. İnsanlar toplumsal ilişkileri yoğun hayvanlardır. Yani her bireyin diğer bireyler üzerinde hafif bir kütleçekim etkisi vardır ve bu nedenle insanlar gruplar halinde yaşarlar. Ama her grup aynı zamanda komşu gruplar· daki insanları, düşünceleri ve malları da hafifçe kendine doğru çeker. Günümüz şempanzelerinin bile -ki onlar da aşırı derecede sosyaldir- et gibi değerli malları kendi grupları içindeki bazı ilişkilerini güçlendirmek için değiştokuş edebildikle­ rini görmüştük. İnsanlar arasındaki enformasyon, malların ya da çeşitli iyiliklerin değiştokuşu aileler gibi birbirine sıkıca bağlı grupları bir arada tutan toplumsal bir kütleçekim oluşturur. Bu değiştokuşlar modern anlamda ticaret olarak değer­ lendirilmemeli, daha çok bir tür armağan verme olarak düşünülmelidir. Hıristi­ yan aleminde Noel bu tür değiştokuşların günümüze kadar hayatta kalabilmiş bir örneğidir. Armağanların kendileri (çorapları, kravatları ya da ucuz parfümleri düşünün) simgeledikleri toplumsal ilişkilerden daha değersizdirler. Böyle bir bağ­ lamda armağanlar asıl olarak ekonomik bir yarar için değil, iyi ilişkiler kurmak için değiştokuş edilir. Antropologlar böylesi değiştokuşların altında yatan ilkeye karşılıklılık adını veriyor.27 Karşılıklılık ilkesi armağan vererek iyi ilişkiler kur­ maya ve böylece de geleceği garanti altına almaya dayanıyor. Robert Wright, bu durumu iyi anlatan Eskimo yaşamından şöyle bir alıntı yapıyor: "Bir Eskimo'nun üretim fazlasını sak Iayacağı en iyi yer bir başkasının midesidir. "28 Karşılıklılığın karşıtı intikamdır. Anlaşmazlıkların önlenmesinde karşılıklılık işe yaramazsa, bireyler ya da aileler kendilerine yapılan kötülükler için kin gü­ derler. Ne de olsa, devletin olmadığı küçük topluluklarda adaleti bireylerden ya da ailelerden başka sağlayacak kimse yoktur. Antropolog Richard Lee, Paleolitik dünyada ölüm cezasının ne anlama geliyor olabileceğini gösteren günümüzden bir örnek veriyor:

INSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 75

Twi üç kişiyi öldürmüştü. Topluluk ender gerçekleşen bir fikir birliğiyle gündüz vakti ona pusu kurmuş ve onu ölümcül yaralario ele geçirmişti. Twi ölmek üzereyken bütün erkekler "Twi'nin görünüşü bir kirpiyi andırıncaya kadar" ona zehirli ok almışlardı. Öldükten sonra da kadınlar, simgesel olarak onu öldürme sorumluluğunu paylaşmak için ona mızrak saplamışlardı.29 Tıpkı büyük ölçekli ticaret gibi büyük savaşlar da Paleolitik çağda olasılıkla ender oluyordu. Çoğunlukla armağan alışverişi (aynı şekilde şiddet ve taciz içeren negatif armağanlar da) kişiseidi ve "tanıdıklar" arasında oluyordu. Yine de bu değiştokuşların hayatta kalmada, bilgi sistemleri yaratmada, ittifak kurmada ve karşılıklı yardımlaşmada çok geniş bir alana yayılmış birbirinden uzakta birçok aileyi kuşatan temel bir rolü vardı. Grup şiddeti nasıl ki günümüz ailelerinde ve hatta diğer bazı primatiarda da oluyorsa, Paleolitik toplumlarda da olduğundan emin olabiliriz.30 O dönemin toplumsal ağlarının insan dışı doğayı da içerecek şekilde geniş ol­ duğu düşünülüyor. Simgesel dil sayesinde akılda canlandırmalar yapılabiliyor ve bunlar da paylaşılabiliyordu. Bütün dinsel düşüncelerin temelinde bu tür payla­ şımlar yatar. Küçük grupların dinleri üzerine yapılan modern çalışmalar ilk insan topluluklarında bütün evrenin akrabalık ağiarına da bağlı olduğunun düşünüi­ düğünü gösteriyor. Totemci düşünüş -ailelerin ve soyların belli hayvan türleriyle akraba olduklarını ve yaşama hayvan olarak geri gelineceği inancını- günümüzde bile küçük toplulukların her yanına sinmiş hayvanlar dünyasıyla bir tür yakın akraba olma anlayışını yansıtır. Doğaüstü dünya da apayrı ama aslında erişilebilir bir alemdir. Burası sanki üyeleriyle görüşülebilen, kavga edilen ya da evlenilen bir başka kabilenin bölgesi gibidir. Bu alem insanların öldüğünde ama bazen yaşar­ ken de gezebildiği bir alemdir. Böyle yaparken de ritüeller ve akrabalık simgeleri o aleme geçiş için bir nevi pasaport olur. Günümüz şamanları birtakım doğaüstü varlıkları yatıştırmak ya da onlara yaranmak için onlarla pazarlık eder, onlara yalvarır hatta onlarla "evlenir"ler bile. En önemlisi tanrıları mutlu etmek ya da sakinleştiemek için onlara armağan olarak yiyecek verirler ya da hayvan kurban ederler. Yani tıpkı insanların dünyasında olduğu gibi ruhların dünyasında da iliş­ kileri şekillendiren, karşılıklı armağan alışverişidir. Akrabalık düşünüşüyle din arasındaki ilişki (aşkın varlıkların genellikle kendilerine saygı göstergesi olarak armağanlar ya da "kurbanlar" verilmesi gereken atalar ya da ebeveynler olarak tanımlandığı) günümüzün büyük dinlerinde bile görülür. Ama görece eşitlikçi top­ luluklarda tanrıların dünyasının da eşitlikçi ve bireyci olarak düşünüldüğü anlaşı­ lıyor. Avrupa sömürgeciliğinden önce California'nın kuzeyinde yaşayanlara ilişkin Christopher Chase-Dunn ve Thomas D. Hall'un şöyle gözlemleri olmuştu: Çeşitli güçler ile varlıklar arasında küçük bir hiyerarşi vardı. Birçok grup evreni düzenbaz Çekel'ın yarattığına inanıyordu. ilahlada ya da kutsal atalarla hiçbir ai­ lenin veya soyun özel bir bağı yoktu. Onun yerine, ruhsal güçleri arayıp bulmak ve

1 76

ZAMAN HARITALARI

onlarla ilişki kurup onları kendi için özel bir müttefik yapmak herkesin kendi göreviydi. Bu tür "güç"lerden çokça edinen bireylerin şaman olması daha olasıydı. Ama ruhsal dünyayla ilişkileri herkes kendisi kurardı. Bu tür bir dinsel kozmoloji, üstünlük ya da hiyerarşi taleplerine karşı oldukça direngendir.31 Paleolitik dünya görüşü en az bir açıdan insanlık tarihinin sonraki dönemlerin­ deki tipik düşünüşten çok farklıydı: çok daha dar ve özeldi. İnsanlar genel olarak "tanrılar" la uğraşmıyorlardı. Onun yerine bu ruhla ya da şu sihirli kuvvetle ilgile­ niyorlardı. Bu durum tıpkı teknolojilerinin de genelleşmemiş, tersine oldukça özel­ leşmiş oluşuna benziyordu -özel bir tür geyik sürüsüne yönelik, özel bir orman ya da bir kıyı şeridi için geliştirilmiş teknolojiler gibi. Paleolitik dünyadaki dinlerin ve kozmolojilerin, görebildiğimiz kadarıyla, birtakım yerlere bu denli güçlü bir şekil­ de bağlı olmasının nedeni belki de bu özellikti.32 Paleolitik topluluklar çok küçük olduklarından dünya hakkındaki düşüncelerinde evrensellik ve genellik gibi mo­ dern kaygılar yoktu. En önemli şey birtakım özel yerlerdi. Bu tür yerler onlar için önemli olan her şeyin kaynağıydı. Buna benzer bir anlayış belki de Avustralya'nın Kuzey Bölgesi'ndeki Yanalin'den Hobbles Danaiyarri'nin Deborah Bird Rose'a söylediği şu cümlelerde yakalanabilir: "Her şey yerin altından çıktı -dil, insan, emu, kanguru, ot. Bu Yasa'dır. "33

"Yaygınlaşma" : Üst Paleolitik'teki Göçler ve Bunların Etkisi Paleolitik grupların küçük ve aralarındaki değiştokuşların da sınırlı oluşu ne­ deniyle ekolojik bilgi birikimi yavaş artıyordu. Bu birikimdeki artışın çok yavaş oluşu yüzünden sık sık (yanlış olarak) bu dönemde hiçbir teknolojik gelişmenin olmadığı kabul edilir. Her ne kadar ayrıntıları görmek bizim için pek kolay olmasa da aslında Paleolitik topluluklarda çok büyük miktarda ekolojik bilginin birikti­ ğinden emin olabiliriz. Gerçekten de günümüzden geriye bakıldığında, gerçekleşen değişimi görmek o dönemde yaşayanlara göre bizim için daha kolaydır. Çünkü geriye dönüp bakıldığında dikkat çeken değişimierin büyük bölümü (doğumlar, ölümler ve önemli diğer olayların tersine) tek bir insan ömründe fark edilemeyecek kadar büyük ölçeklerde gerçekleşmiştir.34 İnsanların Afrika'da yayıldıkları bölgele­ rin çeşitliliği ve büyüklüğü binlerce yıl içinde giderek artmıştır. Bu, pek de güzel bir sözcük olmayan yaygınlaşmayla tanımladığımız bir süreçte gerçekleşmiştir -yay­ gınlaşmanın tersi daha iyi bildiğimiz yoğunlaşmadır. Yaygınlaşma, insanların bu­ lundukları (yayıldıkları) alanın, insan topluluklarının ortalama büyüklüğünde ya da yoğunluğunda benzer bir artış olmamasına karşın, artması ve bunun sonucunda da insan toplumlarının karmaşıklığında küçük bir artışın gerçekleşmesi demektir. Küçük grupların yeni topraklara, genellikle terk ettiklerine benzeyen komşu bölge­ lere aşamalı olarak yayılmasını içerir. İnsanların bu şekilde ilerlemesinin bir nedeni, bunu gerçekleştirecek uyarianma esnekliğini taşıyor olmalarıdır. Şempanze gibi di-

iNSANLIK TARIHININ BAŞLARI

1 77

ğer akraba türlerin, ortaya çıktıkları habitatların çok ötesine gidebilme yetenekleri yoktur. Böyle bir göçe kalkışma nedenlerine gelince bunlar, üyesi olunan gruptaki birtakım toplumsal çatışmalardan bölgedeki nüfusun artışına kadar değişkenlik gösterir. Ama yaygıntaşmanın sonucunda her ne kadar toplam insan sayısında ve yaşanılan bölgenin sınırlarında yavaş bir artış gerçekleşmiş olsa da ortalama grup büyüklüğünün değişmediğini unutmamak gerekir. Bu nedenle her ne kadar insan­ lar tropik ormanlardan tundralara kadar birçok değişik ortamda yaşayabilmek için gereken yeni teknolojileri geliştirmiş olsalar da yeni habitatlarında yaşayabilmek için birtakım küçük uyarlanmalar da geliştirmek zorunda kalmışlardır; yani kolek­ tif öğrenmenin sinerjisi çok da artmamıştır. Nedenleri ne olursa olsun ya da günümüzün bakışıyla ne kadar yavaş görü­ nürse görünsün bu tür değişiklikler yedi sekiz bin kuşak ve 250.000 yıl boyunca tekrar edile edile en sonunda modern insanların Antarktika dışındaki bütün kıta­ lara yayılmasını sağlamıştır. Günümüzden yaklaşık 100.000 yıl öncesinden başla­ yarak insanların Afrika dışındaki varlıklarını gösteren kanıtlar bulunmuştur. İlk kanıt Ortadoğu'da ortaya çıkan ve yaklaşık 100.000 yıl öncesine tarihlendirilen kafataslarıdır. Yani modern insanlar Ortadoğu'da Neandertallerle aynı dönemde yaşamışlardı. Bu bölgede iki türün bireyleri, en azından karşılaşmışlardır.35 Tıpkı daha önce yaşamış hamininler gibi modern insanlara da Akdeniz'in çevresinde batıya ve doğuya ya da Asya'ya doğru göçrnek daha kolay gelmiş olmalıdır. Güney Avrasya'da kendilerine Afrika'dakilere oldukça benzer ortamlar bulmuşlardır. Çok farklı artarnlara yönelik göçlerin ilki Sahul kıtası (Avustralya ve Papua Yeni Gine'yi kapsar) ile Avrasya'nın kuzeyindeki tundralara ve Buzul Çağı bozkır­ larına doğru yapılmıştır (bkz. Harita 7.1 ve 7.2). Daha önceki bomininlerden hiç­ biri bu göçleri yapmamıştı. Bunlar modern insanların ekolojik yaratıcılığının arttı­ ğını gösteren kesin kanıtlardır. Modern insanların Ortadoğu'dan çıkıp Avrupa'ya ve İç Avrasya'ya gidişinin uzun sürmesi, soğuk kuzey enlemlerinde yaşamanın zor­ luğunu açıkça gösterir. İnsanlar bu bölgelerde ilk olarak yaklaşık 40.000 yıl önce görülmüştür. Ukrayna'ya 40.000 ila 30.000 yıl önce Sibirya'nın kuzey kesimlerine de olasılıkla 25.000 yıl önce yerleşilmiştir. Sibirya'nın doğusunda yaşayan toplu­ luklar en sonunda Amerika kıtalarma geçmişlerdir. Bunu belki kayıklada belki de son buzul çağının soğuk dönemlerinde açığa çıkan Beringiya kara köprüsünü kullanarak gerçekleştirmişlerdir. İnsanların Amerika kıtalarma yaklaşık 1 3.000 yıl önce girdiğini biliyoruz. Ancak daha da önce, hatta 30.000 yıl öncesi gibi erken bir tarihte girmiş olabileceklerini düşündüren birtakım ipuçları da vardır. Bu arada bazı insanlar da ilk önemli denizaşırı yokuluğunu bugünkü Endonez­ ya'dan çıkıp Sahul'a giderek yapmışlardır. 1 960'lı yıllar gibi geç bir tarihe kadar Avustralya'da 1 0.000 yıl öncesinden daha önce yerleşim bulunduğunu gösteren sağlam bir kanıt yoktu. Ama o yıllardan itibaren modern insanların Sahul'a yer­ leşme tarihi hep daha geriye çekildi. İnsanlar buraya kesin olarak 40.000 yıl önce ulaştılar -hatta daha önce gelmiş bile olabilirler. Yeni tarihlendierne tekniği termo­ lüminesans ile incelenen son kanıtlar Kuzey Avustralya'nın Arnhem bölgesindeki Malakunanja kaya sığınağında yaklaşık 60.000 yıl önce yaşandığını gösteriyor. Bu

1 78

ZAMAN HARiTALARI

arada New South Wales'teki Mungo Gölü'nde 1974'te bulunan iskeletİn yaşının 56.000 ile 68.000 arasında olduğu da kısa bir süre önce anlaşılmıştır.36 Daha önce hiçbir hominin Sahul'a yerleşememiş olduğundan bunlar önemli tarihlerdir. Bunun nedeni de açıktır. Son buzul çağında deniz düzeyleri bugünkün­ den alçakken bile Sahul'a ulaşmak için en az 65 kilometrelik bir deniz yolculuğu yapmak gerekiyordu. Başka dönemlerde bu uzaklık 1 00 kilometreden az olmadı. Timor'dan ya da Sula Adaları grubundan yola çıkıp Sahul'a gidecek olanlar usta denizciler olmalıydı. Ayrıca iyi planlamacı da olmaları gerekiyordu çünkü Sahul'a gidecek topluluğun orada kalıcı bir koloni oluşturmaya yetecek kadar kalabalık ol­ ması lazımdı. Yani Sahul'a yerleşmek için daha önceki hiçbir hominin türünde gö­ remediğimiz hazı teknolojiler gerekiyordu ( bkz. Harita 7.2). Günümüz toplulukla­ rında yapılan genetik varyasyon çözümlemeleri, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu göç öyküsünü doğruluyor. Doğu Asyalı ve Avustralyalı popülasyonların birbirle­ rinden 50.000 yıldan daha önce ve Amerika yerlilerinin popülasyonların da Kuzey Asya popülasyonlarından 1 5.000 ila 1 3.000 yıl önce ayrıştığı gösterilmiştirY İnsanların bu yeni ortamiara girdikçe, birtakım yeni teknolojiler de geliştirmek zorunda kaldılar. Paleolitik'in sonlarındaki teknolojik gelişmeler arasında en önem­ lisi ateşin daha çok yönde kullanılmasıydı. Homo ergaster/erectus topluluklarından bazılarının ateşi kullandığım görmüştük. Ama bu ancak sınırlı yollardan olabili­ yordu. Modern insanlar ateşi daha verimli birçok şekilde kullanıyorlardı. Ateş hem sıcaklık veriyor hem yırtıcılara karşı koruma sağlıyordu. Ayrı,ca pişirmede de kulla­ nılıyordu. Bu, başka bir şekilde yenerneyecek yiyecekleri işlerneyi ve yemeyi olanaklı kılan bir gelişmeydi. Isıtma sayesinde etierin lifleri yumuşuyor ve yumru köklerden baklagillere kadar birçok bitki türünün evrim sürecinde kendini koruma amacıyla geliştirdiği toksinler de yok oluyordu.38 Ateş ayrıca bir bölgeyi şekillendirmenin yanı sıra, hem avcılığı hem toplayıcılığı desteklemek için kullanılıyordu. Avustralyalı ar­ keolog Rhys Jones ünlü bir makalesinde bu tür yöntemlere "ateş çubuğu tarımı" (fire stick farming)' adını vermiştir.39 Ateş çubuğu tarımı yapan "çiftçi"ler çalılık alanları düzenli olarak yakıyorlardı. Bunu yapmadaki amaçlarından biri daha bü­ yük ve tehlikeli yangınlara yol açabilecek malzemenin çoğalmasını (yani büyüme­ sini) önlemekti. Ateş çubuğu tarımıyla ağaç altlarını temizleyerek yeni bitkilerin büyümesinin önünü açıyor, böylece de avianabilecek otçul hayvanların buralara gelmesini sağlıyorlardı. Son araştırmalar bu tür yöntemlerin 45.000 yıl öncesi kadar eski tarihlerde bile kullanılmış olabileceğini ortaya koyuyor.40 En azından ılıman kuşaklarda o tarihten beri neredeyse sürekli kullanılmıştır ve bunun da bütün bir biyota üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bu konuda Stephen Pyne şöyle demiştir: ılıman kuşakteki bitki topluluklarından çok azı ateşin seçiciliğinden kurtulabilmiştir. Homo sapiensin bütün dünyaya yayılması sayesinde ateş yeryüzündeki hemen hemen her bölgeye ulaşmıştır. Bunun sonucunda biyotaların çoğu ateşe öyle iyi uyarlanmıştır ki tıpkı taşkınların ve kasırgaların sık görüldüğü biyotalarda olduğu gibi bu uyarianma bir *

Süreerek veya hızla döndürerek ateş yakmakta kullanılan çubuklara ateş çubuğu (fire stick) adı verilir -ed.n.

�\ �--\\

2:5 ' [7

z

� ,...

;;;;

�:t z z

Harita 7. 1 Buzul çağlarında buzullaşmanın boyutları. Verilerin alındığı yer: Neil Roberts, The Holocene: An Environmental History, 2. Baskı (Oxford, 1 998), s. 89.

i ......

--ı �

.(>

Sıgır



}IliM � �





.frt



8

Köpek



Metal

Jo4..

..4f>

Yog

.B{





Giysi

(>



�t!

�'Ş

Bilezik



·�

"*



Porfüm

..._

-

Şekil 9.5 Mezopotamya'da çivi yazısının evrimi. Alındığı yer: A. Bemard Knapp, The History and Culture of Ancient Western Asia and Egypt (Chicago, 1 98 8 ), s. 55 (Archaeological lnstitute of America'nın Archaeology Magazine'in izniyle).

Mısır'da hiyeroglif yazısı en azından Menes döneminden �yani yaklaşık MÖ 3 1 00'den beri kullanılıyordu. İndus Vadisi'nde yazı MÖ 2500 dolayiarından son­ ra kullanıldı. Çin'de birçoğu günümüzde bile okunabilen işaretleri kullanan yazı sistemleri MÖ 1200'den beri vardır. Alfabetik ilk yazı sistemi MÖ 2. binyılda Ak­ deniz'in doğusunda ticaretle uğraşan Fenike kentlerinde doğdu. Bu sistem Mısır hiyerogliflerinden alınan ünsüz harfiere dayanıyordu. Ünlü harfler Klasik Yunan'a değin kullanılmadı. Az sayıda harf kullanılarak oluşturulan alfabeler, yazmayı ve okumayı basitleştirdi: Bu sayede okuryazarlık ilk kez eğitimli ve çokça özelleşmiş yazıcıların kapalı dünyasının dışına çıkabildi. Ama okuryazarlığın bu kısmi demokratikleşmesinin yanında, ürettiği güç, günü­ müzden çok kısa bir süre öncesine değin seçkin grupların tekelinde kalmayı da sürdürdü. Mezoamerika'da ilk yazı sistemleri Meksika'nın güneyinde yaklaşık MÖ 600'lü yıllarda ortaya çıktı. İlk yazı sistemlerinin çoğunun asıl işlevinin kayıt tut­ mak oluşuna tezat bir örnek İnkalardan gelmiştir. İnkalar yazı sistemi olmayan yegane büyük tarım uygarlığıydı. Gerçi onlarda da büyük bir bürokratik yapı vardı ve kayıt tutmak için de düğüm atılmış ipierden oluşan ve kuipu denen bir

DOGAYA EGEMENLIKTEN INSANLARA EGEMEN OLMAYA

257

sistem kullanıyorlardı. Yazının yanı sıra, bütün tarım uygarlıklannda ayrıntılı bir matematik sisteminin gelişmiş olması da şaşırtıcı değildir. Bunlardan başka, binlerce ya da milyonlarca insanın vergilerini zamanında ödemesini sağlamak için onların etkinliklerini düzenlemek zorunda olan her kar­ maşık toplum için hayati taşıyan bir başka araç olan takvimi de geliştirmişlerdi. İlk takvimlerde tarım çağının başlanndaki bütün toplumlarda birikmiş zengin ast­ ronomi bilgisi kullanılmıştır; hatta bu bilgiye dayanarak Britanya'da MÖ 2. ya da 3. binyıllarda Stonehenge inşa edilmiştir.

Ordular ve Vergilendirme: Devletler biiyiik bir silahlı insan gücünü kontrol ettikleri için baskı uygulayabilirler. MÖ 4. binyılın ortalarında Mezopotamya'nın güneyindeki yerleşimierin çoğu tahkim edilmişti. Bu da savaşların o dönem için sıradan olaylar olduğunu gösteriyor. Hem arkeolajik kanıtların hem yazılı ka­ yıtların ortaya koyduğu şey MÖ 3. binyılda neredeyse sürekli bir savaş halinin egemen olduğudur. Anlaşmazlıklar MÖ 4. binyılın ortalarından itibaren ırmakla­ rın giderek kuruması ve özellikle de buna, ırmak akış güzergahlannda periyodik değişikliklere yol açan müdahalelerin eklenmesi yüzünden şiddetlendi. Yaklaşık ilk hanedan döneminin sonlarında, MÖ 3. binyılın ilk yarısında, Fırat'ın akış gü­ zergahı Uruk'un doğusuna kaydı. Irmağın kaybolmasıyla birlikte Uruk hızlı bir düşüşe geçti. Buna karşılık yeni güzergahın üzerindeki Umma ve Girsu (Lagaş'ta) gibi kentlerde yükselme yaşandı. Bu tür değişiklikler şiddetli askeri çatışmalara yol açıyordu. Bu nedenle MÖ 3. binyılda ortaya çıkan ilk edebi eserlerin ve kro­ niklerin genellikle savaş temalı olması şaşırtıcı değildir. Devletler orduları sayesinde iç anlaşmazlıklarını çözüyor ve vergilerini etkin bir biçimde topluyorlardı. İlk devletlerde vergiler ağırlıklı olarak köylülerden toplanan tarım ürünlerinden oluşuyordu. Bu vergilerle, soylular ile devlet memurlan ve de devlet projelerinde ya da soyluların evlerinde çalışan işçiler besleniyordu.4� Vergi­ lendirme, devlet öncesi toplumlardaki kaynak toplama yöntemlerinden farklıydı. Çünkü artık baskı öğesi vardı. Aslında antrapolog Eric Wolf'un ileri sürdüğü gibi devlet ile devlet öncesi toplum arasındaki en önemli fark da muhtemelen buydu.

"Haraç Toplayan" Toplumlar Wolf'un "akraba düzenli" dediği toplumlarda kaynaklar büyük ölçüde onla­ ra katkısı olan insanların rızasıyla toplanıyordu. Devletler ortaya çıktıktan sonra işin içinde her zaman bir baskı öğesi yer alır oldu. Çünkü kaynaklar artık vergi biçiminde ya da Wolf'un deyişiyle "haraç" olarak toplanıyordu. Bu da devletli toplumlan tümüyle yeni bir toplumsal yapı tipi olarak kabul etmenin gerekçesidir. Wolf "haraç toplayan" olarak adlandırdığı toplumların ortaya çıkışını insanların yaşam tarzlarında ve toplumun örgüdenişinde temel bir dönüşüm olarak değer­ lendirir. Tablo 9.3'te onun başlıca "üretim tarzları" sınıflandırmasının, diğer bazı tanıdık toplumsal tipolojilerle nasıl örtüştüğü görülüyor.

258

ZAMAN HARITALARI

Tablo 9.3 Baslıca teknolojilerin ve yasarn tarzlarının tipolojisi Teknoloji/

Üretim Tarzı

Betimleme

Yaşam Tarzı To playıcı toplumlar Akraba düzenli

A: Peleolitik'in egemen teknolojilerinde taş aletler kullanılırdı ve temelinde avcı­ toplayıcı yoşom tarzı vardı; küçük ölçekli (3. düzeye kadar örgütlü ama· 4. düzeyin ipuçları

Egemen Oldu§u Dönem A': Paleolitik: Yaklaşık ı 0.000 yıl öncesinden daha önce bütün olarak dünyada; bazı bölgelerde günümüze kadar

da olan bölgesel kültürler ve kabileler arası sistemler); düsük yogunlukta topluluklar ama yavaş büyüme, özellikle yaklaşık 50.000 yıl öncesinden sonra Tarım toplumları

Akraba

B: Tarım çagının egemen

B': Tarım: yaklaşık

(ilk tarım

düzenli

teknolojilerinin temelinde bitki

ı 0.000 yıl öncesiyle 200 yıl öncesi arası; erken tarım çagı: günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce; bazı bölgelerde daha geç başlar; bazılarında günümüzde sona erer.

ve hayvan evcillestirmesi vardı;

toplumları)

hem küçük ölçekli hem devlet öncesi toplumlar (4. düzeye kadar) desteklenirdi ve [ ... ]

Tarım toplumları

H araç

C: Kentlerde ve devletlerde (6.

(tarım uygarlı�ları)

toplayan

düzeye kadar olan) örgütlenmiş büyük ölçekli toplumlar; hızlı nüfus artışı ama periyodik demografik krizler; Neolitik yaşam tarzına özgü ve evcil

C': Geç tarım çagı: günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncesiyle 200 yıl öncesi arası; bazı bölgelerde çok daha geç başlar.

hayvanlardan yararlanmaya dayalı göçebe çobanlık Modern toplumlar

Kapitalist

D: Modern çagın egemen teknolojilerinin temelinde modern bilimsel teknolojiler yatar; küresel sistemi (7. düzey) desteklerler; benzeri görülmemis hızda nüfus artışı

* Toplumsal örgütlenme düzeyleri için bkz. Tablo 9.1 ve Şekil 9 . 1 .

D': Modern: yaklaşık ı 750'den itibaren

DOGAYA EGEMENLIKTEN INSANLARA EGEMEN OLMAYA

259

Sosyal kurarncı Anthony Giddens biraz farklı bir terminoloji kullanarak ben­ zer bir noktaya değinmiştir: "Sınıflara ayrılmış toplumlarda [Wolf'un "haraç top­ lumları"] üretilen üretim fazlasını alma, normal olarak kuvvet kullanma tehdidiy­ le ya da doğrudan kuvvet kullanarak sağlanırdı."51 Bu bölümde incelenen öğeler, devlet oluşumunun ilk döneminde değişik bile­ şimler halinde bütün bölgelerde -Afro-Avrasya'da, Amerika kıtalarında ve hatta Tonga ve Hawaii gibi Büyük Okyanus'taki büyük adalarda bile- bulunuyordu. Bu öğelerden biri de yoğun nüfuslu toplulukların ortaya çıkışıdır. Yoğun nüfuslu top­ luluklarda gelişen karmaşık bir işbölümü yeni örgütlenme sorunları doğuruyordu. Bu da anlaşmazlıkların çözümü için artan bir gereksinime, savaşların daha sıklaş­ masına, bir biçimde yazının ortaya çıkmasına ve büyük anıtsal binaların yapımına yol açıyordu. İşte, size bir örnek daha; bu kez Mezoamerika'dan. Mezoamerika'da yerleşik tarım topluluklarının varlığını gösteren en eski ka­ nıtlar MÖ 2000 dolayiarından kalmadır. Bu tür toplulukların izleri Andlar'da bir süre daha önce, MÖ 2500 dolaylarında, görülür.52 Bu tarihten sonra artan top­ lumsal karmaşıklığın kanıtları -anıtsal mimari ile iki ya da üç katlı konutlar- MÖ 1 . binyılda ilk devlet binalarma kadar çok hızlı ortaya çıkmıştır. Eski Dünya'da ol­ duğu gibi burada da değişimin asıl motoru olarak yoğunlaşmayı ve nüfus artışını görmek çekici gelir. MÖ 2. binyılın başlarında Andlar'da ve Mezoamerika'da bü­ yük höyüklerin ya da piramitlerin bulunduğu yerleşimler vardı. Bunlar çevredeki köylerin kullandığı tören merkezleri ya da belki pazar yerleri olabilir. Görünüşleri, bunların şefiikierin ilk biçimleri olabileceklerini düşündürür. MÖ 2. binyılın ortalarında günümüz Meksika'sının körfez bölgesindeki ova­ larda Olmek uygarlığı doğdu. Olmekierin başlıca geçim kaynağı tarla değiştirme tarımıydı; ama aynı zamanda bazı bölgelerde alüvyonlu topraklarda tarım da ya­ pıyorlardı. Tıpkı MÖ 4. binyılın ortasındaki Mezopotamya'da olduğu gibi Olmek uygarlığında da çok sayıda rütbeli kasaba vardı. Anıtsal mimari ve oldukça uz­ manlaşmış zanaatkarlar da bulunuyordu. La Venta 've San Lorenzo gibi yerlerde dev tören merkezleri inşa ettiler. Bazılarında yüksekliği 33 metreyi bulan piramit­ ler bile vardı. Bunlar aslında birer mozoleydi. Çünkü çoğunda keskin toplumsal ve politik hiyerarşiyi açıkça gösteren özenle hazırlanmış mezarlar ve bu mezarların yanı sıra, hiyerarşinin birtakım simgeleri de bulunuyordu. La Venta'daki ana pira­ midin yapımı için en azından günde 800.000 adam gerekmiştir. O dönemde çevre kasabalarda yaklaşık 1 8.000 kişi yaşıyordu.53 Olmekler günümüz insanına güzel görünen, dev heykeller -anıtsal başlar- yaptılar. Bunların yapımında kullanılan bazalt kayalar, bazıları 80 km kadar uzaktaki merkezlerden yüzlerce kişinin eme­ ğiyle getiriliyordu. Bazı Olmek yerleşimlerinin barbarca yıkılmış oluşu savaşların da varlığını gösteriyor. Ayrıca basit yazı biçimlerinin ipuçlarına da rastlanmıştır. Mezoameri­ ka'da ortaya çıkan yazı sistemlerine Olmekler öncülük etmiş olabilir. Bu yazının daha gelişmiş sürümleri ancak kısa zaman önce çözülebildi. Geç dönem Olmek oymalarının kalıntıları Mayaların kullandıkianna benzer bir tarihlendirme sistemi

260

ZAMAN HARITALARI

kullandıklarını da düşündürüyor. Buradan da bütün Orta Amerika'ya yayılmış tarihlendirme sisteminin aslında Olmekler tarafından geliştirilmiş olabileceği akla geliyor.54 Son olarak büyük ticaret ya da haraç ağlarının varlığını -örneğin Orta Meksika'nın dağlık bölgelerinden büyük �iktarlarda obsidyen getirildiğini- gös­ teren kanıtlar da vardır. Mezopotamya'da olduğu gibi Mezoamerika'da da ilk uygarlıklar sulak batak­ lık alanlarda doğdu ve zamanla yağmur tarımı yapabilen bölgelere doğru kaydı. Mexico City'nin 500 km güneyindeki Oaxaca Vadisi'nde küçük köylerin olduğu bir bölgede yaklaşık MÖ 1 300'lü yıllarda daha büyük yerleşimler oluşmaya baş­ ladı. Bunların bazılarında kamu binası olduğu anlaşılan büyük yapılar da bulunu­ yordu. MÖ l OOO'li yıllardan sonra bu binalar hızla büyüdü. Nüfus katlanarak art­ tı. Tarımsal üretim de büyük kanal sistemlerinin yapılmasıyla birlikte yoğunlaştı. Özellikle çömlekçilik gibi birtakım zanaatlarda uzmaniaşmanın arttığını alışveriş ve pazara sunma sistemlerinin de genişlediğini gösteren izler vardır. Bunların ya­ nında ilkel yazı biçimlerini andıran işaretler de bulunmuştur. MÖ 600'den sonra başkenti Monte Alban olan devlet düzeyinde bir yönetimin olduğuna yönelik açık kanıtlar ortaya çıkmıştır. MÖ 400 dolaylarında Oaxaca Vadisi'nde en azından yedi küçük kent devleti vardı ve vadi bu haliyle MÖ 4. binyılın sonlarındaki Sü­ mer'i andırıyordu. MS 200'lü yıllara gelindiğinde bütün vadideki nüfus neredeyse 120.000'i buluyordu. MS 200-700 arasında, en görkemli döneminde, Monte Al­ ban'ın nüfusu muhtemelen 1 7.000 kadardı.55 Her ne kadar Amerika kıtalarındaki tarım uygarlıkları Mezopotamya'dan iki binyıl kadar sonra ortaya çıkmış olsa da bu iki bölgenin tarihlerindeki benzer­ likler, devlet oluşumunun, fitili tarım çağının başlarında tutuşan toplumsal bir patlama olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. İnsanlık tarihinde tarımla birlikte başlayan demografik canlanma insanları da tıpkı termitler gibi kendi türdeşleriyle yoğun topluluklar halinde bir arada yaşamak gibi yepyeni bir sorunla karşı karşı­ ya bıraktı. Bütün yerel farkiarına karşın, dünyanın değişik bölgelerindeki insanla­ rın bu sorun için bulduğu çözümler şaşırtıcı bir benzerlik gösterir -aynı zamanda termiderio ya da başka sosyal böceklerin bulduklarına da çok benzer.

Özet Holosen'in başlarındaki teknolojik momentum, üretimi artıran bazı yeni tek­ nolojilere yol açtı ve dolayısıyla daha büyük ve daha yoğun yerleşimler beslene­ bildi. Bu teknolojiler arasında tarla değiştirme tarımı, ikinci ürünler devrimi ve sulama sayılabilir. Topluluklardaki büyümeyle birlikte yönetsel zorluklar da arttı. İnsanlar kendilerini diğer sosyal hayvanların -örneğin sosyal böceklerin- karşılaş­ tığına çok benzer sorunlarla yüz yüze buldular. Topluluklar bu sorunları, yönetim gücünü seçkin gruplara devrederek çözdü. İlk başlarda hükümdarlar kaynakları tebaalarının etkin onayını alarak yönetiyorlardı. Ama zamanla kontrol ettikleri kaynaklar büyük miktarlara ulaştı. En büyük topluluklarda bu kaynaklar sayesin-

DOGAYA EGEMENLiKTEN iNSANLARA EGEMEN OLMAYA

261

de hükümdarlar daha baskıcı güç biçimleri yarattılar. Bu nedenle MÖ 4. binyılın sonlarında ilk kentlerin ortaya çıkışı ile ilk devletlerin doğuşunun aynı zamanda olması rastlantı değildir. Devletler aslında yeni bir toplumun, Eric Wolf'un deyi­ şiyle "haraç alan" toplumun doğuşunu gösterir. Bu tür toplumlarda seçkin gruplar kuvvet kullanarak ya da kuvvet tehdidiyle üretim fazlası kaynakları kontrol altın­ da tuttular. Haraç alan toplumlar insanlık tarihinin büyük bölümünde en güçlü ve en göze çarpan toplumlar olmuştur.

İleri Okuma Bu bölümde anlatılanlar için Hans Nissen'in The Early History of the Ancient Near East'inde ( 1 98 8 ) Sümer'de devletlerin doğuşuyla ilgili aniattıklarından yarar­ lanılmış ve birtakım fikirler de Sam Harris'in klasikleşmiş makalesi "The Origin of Pristine States"ten alınmıştır. Diğer genel araştırmalar için Coran Burenhult'un editörlüğünü yaptığı The Illustrated History of Humankind'ın ( 1 994) 3 ve 4. bö­ lümlerine, Robert Wenke'nin, Patterns in Prehistory'sine (3. Baskı, 1 990), Charles Maisels'in, The Emergence of Civilizations'ına ( 1 990) ve Bruce Trigger'in, Early Civilizations'ına ( 1 993) bakılabilir. Devletin oluşumu üzerine geniş bir literatür vardır. Elman Service, Primitive Social Organization'da (2. Baskı, 1 97 1 ) bununla ilgili bazı temel fikirleri anlatır. Aynı şekilde, editörlüğünü Robert Cohen ile Elman Service'in yaptığı Origins of the State'te ( 1 978) temel yaklaşırnlara yer verilmiştir. Alien Johnson ile Timothy Earle'nin The Evalutian of Human Societies'i (2. Baskı, 2000), bu alandaki en son genel araştırmadır; birçok antropologun kabul etmedi­ ği evrimsel bir yaklaşımı benimsemiştir. Andrew Sherratt'ın "The Secondary Pro­ ducts Revolution"ı ( 1983) bu önemli teknoloji devrimine yönelik klasikleşmiş bir makaledir. Margeret Ehrenberg'in Women in Prehistory'sinde ( 1 989) bu değişim­ Ierin toplumsal cinsiyetçi işbölümü üzerindeki olası etkileri ele alınmıştır. Anatoly Khazanov'un Nomads and the Outside World'ünde (2. Baskı, 1 994) ve Thomas Barfield'in The Namadie Alternative'inde ( 1 993) göçebe çobanlık işlenmiştir. Pe­ ter Golden'ın "Nomads and Sedentary Societies in Eurasia" (200 1 ) adlı makalesi de güzel bir giriştir. D. T. Potts'un Mesopotamian Civilization'ı ( 1 997) ağırlıklı olarak ekolojik konuları ele alan, yakın tarihli bir çalışmadır.

10

Tarım "Uygarlıkları" Çağının Uzun Erimli Eğilimleri

Tarım uygarlıkları çağı insanlık tarihinin geleneksel anlatımında egemen olan çağdır. Bunun bir nedeni tarım uygarlıklarının modern tarih araştırmalarının ço­ ğunun temelini oluşturan yazılı kaynakları üreten ilk toplumlar oluşudur. Bu ne­ denle bu çağı ayrıntılı biliyoruz. Ne var ki büyük tarih ölçeğinde bu çağın ayrıntılı anlatımı uygun bir şekilde yapılamaz. Ayrıca birçok iyi tarih anlatımı zaten var. Onun yerine bu bölümde tarım uygarlıkları çağını şekillendiren bazı büyük yapılar ve eğilimler ele alınacaktır. Belli bir kültüre ya da uygarlığa odaklanan geleneksel yaklaşımlarda bu büyük eğilimler kolay fark edilmez. Robert Wright'ın söylediği gibi antik dünya tarihi genellikle yükselen ve düşen kişilerden ve uygarlıklardan oluşan bulanık bir fotoğraf gibi görünür. Ama "gözlerimizi gevşetip ayrıntıların bulanıkiaşmasını sağlarsak, karşımızda daha büyük bir resmin belirdiğini görü­ rüz. Yüzyıllar akıp giderken medeniyetler gelir geçer ama aynı zamanda uygarlık da serpilip gelişir, kapsamı genişler ve karmaşıklığı artar. " 1 Tarım uygarlıklarının dünyadaki en güçlü topluluklar olduğu yaklaşık 4000 yıl­ lık bir dönemin ele alınacağı bu bölümde öncelikle büyük ölçekli yapılar üzerinde durulacaktır. Sonra bu dönemin daha önemli uzun erimli eğilimlerinden bazıları in­ celenecek, özellikle insanların kolektif olarak doğal çevreyi dönüştürme gücündeki değişimlere odaklanılacaktır. Bunlar kendini nüfus artışında ve daha verimli tek­ nolojilerde gösterir. Bölümde şu iki temel soru yöneltilecektir: Tarım uygarlıkları çağında uzun erimli kolektif öğrenme ve inovasyon örüntülerini hangi süreçler şe­ killendirmiştir ve bu süreçler dünyanın değişik bölgelerinde nasıl tamamlanmıştır?

Büyük Yapılar Bu çağda yapısal iki özellik göze çarpar. Bunlardan birincisi kentlerin ve dev­ letlerin ortaya çıkışıyla birlikte insan topluluklarının daha önce olmadığı kadar çeşitlilik kazanmasıdır. Bu çeşitlilik, başlı başına güçlü bir kolektif öğrenme mo-

264

ZAMAN HARITALARI

toru olmuştur çünkü farklı topluluklar için hem erişilebilir ekolojik, teknolojik ve örgütlenmeye yönelik olasılıkları artırmış hem bu teknolojileri yeni bazı şekillerde birleştirme sinerjisini büyütmüştür. Ama devletler aynı zamanda insan etkileşimle­ rindeki ölçeği de yükseltmişlerdir. Önceki bütün insan topluluklarından çok daha büyük olduklarından, güçlü kütleçekim alanları çok uzaklardaki insanları, kay­ nakları ve düşünceleri kendine çekiyordu. Bu sayede tarım uygarlıkları yeni ve çok geniş değiştokuş ağları yarattılar. Bunlar da bu çağın ikinci yapısal özelliğiydi. Bir önceki çağdakilere göre çok daha geniş, daha çeşitli ve daha dinamik değiştokuş ağları hem değişilen şeylerin hem kolektif öğrenmenin olası sineriiierinin çeşitlili­ ğini artırıp ölçeğini büyüttü.

Yeni Çeşitlilik Biçimleri Fazlasıyla şematik görünme pahasına bu çağda dört temel toplum tipi olduğu­ nu düşünebiliriz. Bunlardan üçünde -avcı-toplayıcılar, bağımsız çiftçiler ve göçebe çobanlar- devlet yoktur; birinde, tarım uygarlıklarında devlet vardır. Avcı-toplayıcılar, tarım uygarlıkları çağı boyunca küçük, genellikle göçebe topluluklar halinde ve çoğunlukla da metal içermeyen teknolojilere dayanarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. İki yüz yıldan biraz daha öncesine kadar birtakım yoğunlaşmalara rağmen, Avustralya'nın tamamında bu tür avcı-toplayıcı toplu­ luklar vardı. Benzer topluluklar birkaç yüzyıl öncesine kadar Amerika kıtalarının büyük bölümünde, Sibirya'da, Güneydoğu Asya'nın güney kesimlerinde ve Afri­ ka'nın bazı bölgelerinde de yaşıyorlardı. Birçok bölgede çiftçilik ya da bahçe tarımıyla uğraşan kalabalık topluluklar tıpkı tarım çağının başlarında olduğu gibi, büyük güç yapıları olmadan uzun süre varlıklarını korudular. Otuz kırk yıl öncesine değin bu tür topluluklar Papua Yeni Gine'de nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Komşuları olan çiftçi ya da av­ cı-toplayıcı topluluklarla ve bazen de Endonezyalı tüccarlada sık sık ticaret yapı­ yor, zaman zaman da savaşıyorlardı. Devletsiz çiftçi toplulukları Afrika'nın büyük bölümünde ve Amerika kıtalarının da çeşitli bölgelerinde bulunuyorlardı. Ayrıca Mançurya'dan, Almanya'nın kuzeyine kadar büyük haraççı imparatorlukların sı­ nırlarında da yaşıyorlardı. Üretkenliğin arttığı ve nüfusun kalabalıklaştığı yerlerde tarım toplulukları ve teknolojileri, daha önceleri seyrek nüfuslu olan bölgelere doğru yayıldılar ve do­ layısıyla tarım uygarlıkları için yeni bölgelerin temellerini attılar. Örneğin Doğu Avrupa'da MS 1 . binyılın ortalarından itibaren, birçoğu eski Slav dillerini konu­ şan çok sayıda çiftçi günümüz Rusya'sına yerleşti ve burada ilk Rus devletlerinin demografik temellerinin atılmasına öncülük ettiler. Bu tür değişimler genellikle beraberlerinde daha verimli teknolojileri de getiren toplulukların göçlerinin sonu­ cu olarak, yani fazlaca basit yorumlanagelmiştir. Örneğin Hint-Avrupa dillerinin Karadeniz'in kuzeyinden Akdeniz'e, İran'a, Orta Asya'ya ve Kuzey Hindistan'a yayılışının tarımın ya da göçebe çobanlığın yayılışına bağlanmasında olduğu gibi.

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇA�ININ UZUN ERIMLI E�ILIMLERI

265

Benzer bir şekilde Bantu dillerinin Kamerun bölgesinden Afrika'nın orta ve güney kesimlerinin çoğuna yayılmış olması da genellikle daha üretken tarım yöntemleri kullanan ve demir metalurjisini bilen halkların, göçle bu kesimlere gelip buradaki yerli toplulukların yerini almasıyla açıklanır. Günümüzde dil gruplarının yayılışı­ na ilişkin yorumlar oldukça karmaşıktır ve bu yayılmaları yerel topluluklara tica­ ret, politik ya da kültürel egemenlik veya demografik büyüme, teknoloji değişimi ve göç yollarıyla yayılması gibi birçok farklı sürecin sonucu olarak görürler. Yine de bir dil grubunun bütün olarak genişlemesi, mahsul artışından (Doğu Avrupa'da çavdarda olduğu gibi) gelişmiş aledere (demir çapa ve pulluk gibi) kadar daha üretken çeşitli teknolojilerin yavaş yavaş yayılışını da gösterir.2 Bu genişlemeci hareketlerin en şaşırtıcılarından biri olan Büyük Okyanus'ta tümüyle yeni bir "dünya bölgesi"nin ortaya çıkışı, açıkça insan göçlerini yansıtır. Ama gemi yapımı ve yön bulma yöntemlerini geliştirmiş, denizcilikte uzmanlaşmış kültürlerin ortaya çıktığı yaklaşık 3500 yıl öncesine kadar (Mikronezya'nın ve Polinezya'nın uç bölgelerindeki adaları da kapsayan) "Uzak Okyanusya"ya yerle­ şilemedi. Bu insanlar da muhtemelen, bütün bu gruplarda ortak kullanılan Avust­ ranezya dillerinin doğduğu yerler gibi görünen, Güney Çin'den ya da Tayvan'dan geldiler. Büyük Okyanus'taki bu göçleri " Lapita kapları" denen özgün çömlek tipinin yayılışı üzerinden izleyebiliyoruz. Bu göçlerin ulaşabildiği en uç noktalar Paskalya Adası (Rapa Nui -MS 300 dolaylarında yerleşildi), Hawaii ile batıda Madagaskar (her ikisine de MS SOO dolaylarında yerleşildi) ve Yeni Zelanda'dır (Aotearoa -yaklaşık MS 800 yıllarında ama bir olasılık en geç MS 1000- 1 200 arasında yerleşildi).3 jared Diamond ekolojik etkenierin toplumsal gelişmeyi nasıl etkilediğini, Büyük Okyanus'taki bu ada toplumlarının geçirdiği evrim üzerinden göstermiştir: Bin ya da iki bin yıl içinde Büyük Okyanus'ta teknolojik olarak basit avcı-toplayıcı topluluklardan Tonga ve Hawaii'de olduğu gibi nüfusu 30-40 bini bulan katı bir sınıf sistemine sahip devlet öncesi aşamadaki toplurnlara kadar bir­ birinden farklı tipte çok sayıda toplum ortaya çıkmıştır.4 Başlıca geçimini evcil hayvanlardan sağlayan üçüncü tip topluluklar Afro-Av­ rasya'yla sınırlıydı. Afro-Avrasya'nın daha kurak bölgelerinin birçoğunda ve Sibirya'nın kuzey ke­ simlerinde sığır, koyun, at ya da Ren geyiği yetiştiren göçebe veya yarı göçebe ço­ banlar yaşıyordu. Bağımsız çiftçilerin çoğu gibi göçebe çobanların da doğal olarak komşu tarım topluluklarıyla ticaret, savaş ve teknik veya dinsel düşünce alışverişi, ticaret veya savaşlar üzerinden temasları oluyordu. Özellikle Avrasya'da savaş­ larda atları ve develeri ustalıkla kullanan, hareket yetenekleri yüksek atlı göçebe çoban topluluklar, komşuları için ciddi bir askeri tehdit oluşturuyorlardı. MÖ 1 . binyılın sonlarından itibaren Avrasya bozkırlarında bazı göçebe çoban topluluklar zengin, yerleşik komşularından zorla elde ettikleri kaynaklara dayanarak güçlü imparatorluklar kurdu. Bu imparatorlukların en büyüğü ve en etkilisi 13. yüzyılda Cengiz Han'ın kurduğu imparatorluktu. Bu, Büyük Okyanus'tan Akdeniz'e kadar uzanan ilk politik imparatorluktu.

266

ZAMAN HARITALARI

Her ne kadar çok az yazılı kayıt üretmiş ve bunun sonucunda tarihçilerce ihmal edilmiş olsalar da devletsiz toplulukların tarım uygarlıkları çağında son derece önemli rolleri olmuştur. Büyük tarım uygarlıklarının arasında kalan top­ raklarda yaşadıkları için bu güçlü komşuların sık sık (özellikle Afro-Avrasya'da) daha büyük değiştokuş ağlarıyla bağlantılarını kuruyorlardı. Bu mekanizmanın5 en belirgin örneği İpek Yolu'ydu ama devletsiz topluluklar Mezoamerika'da ve Peru'da ortaya çıkan uygarlıkları da birbirlerine bağlamıştır. Tarım uygarlıkları­ nın bölgesel olmak gibi bir eğilimleri vardı. Öte yandan bunların kontrol edeme­ diği devletsiz toplulukların sınırları pek net değildi. Böyle farklı tipteki topluluk­ ların birbirleriyle temasından modern dünya öncesinin en geniş değiştokuş ağları ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, bu dönemdeki değişimierin gerçek dinamosu devletli toplum­ lardı. Tarım uygarlıklarının başlıca ayırt edici özellikleri büyüklükleri, insan yer­ leşimlerinin yoğunluğu ve toplumsal açıdan karmaşık oluşlarıydı. Tarım çağının başında yalnızca en büyük topluluklarda SOO'den çok kişi bulunabiliyordu. Çok azı 50'den biraz daha kalabalıktı. Bunun tersine ilk kentlerden biri olan Uruk'ta bile, en parlak döneminde yaklaşık 50.000 kişi yaşıyordu. Yiyeceğin ve işgücünün büyük bölümü çevredeki kırsal topluluklara dayanan bu devasa insan yığınının Mezopotamya'nın güneyindeki on üç kadar kent devletiyle yakın ilişkisi vardı. Ayrıca Basra Körfezi'yle ve Akdeniz'le hatta Orta Asya ve Kuzey Hindistan gibi uzak bölgelerle bile ticaret yapıyordu. Mezopotamya'nın güneyinde birbirleriyle ilişki halindeki kent devletlerinin bulunduğu bölgedeki toplam nüfus muhteme­ len birkaç yüz bine ulaşmıştı. Çok farklı topluluklarda yaşayan yüz binlerce ya da milyonlarca kişiyi kucaklayan ve başlıca yönetimlerin sınırlarının çok ötesine ulaşan bu hiyerarşik değiştokuş ağları ile yoğun nüfuslu toplumların bir arada oluşu, tarım uygarlıkları çağının en önemli yapısal özelliklerinden biriydi. Tarım uygarlıklarında yönetirnde ve sömürüde her zaman birkaç -en az üç­ tabaka olurdu. Bunların tabanında doğrudan üreticiler -çoğu köylerde yaşayan küçük çiftçiler ya da bahçe tarımıyla uğraşanlar- yer alıyordu. Bunlar tarım ça­ ğının başındaki topluluklara benzer topluluklar halinde yaşıyorlar'dı. Ne ki artık başlarında dikilen bir yönetim hiyerarşisi ve vergi toplayıcılar vardı. Köy toplu­ lukları yiyecek, lif ve yakıt (odun) üretirdi. Bunların yanında sulama projeleri, büyük inşaat projeleri ya da savaşlar gibi büyük ölçekli girişimler için gereken insan ve hayvan gücünü sağlarlardı. Ama köy yaşamı hala ev için gereken tarım­ sal uğraşılada şekilleniyordu. Bu nedenle kadın ile erkek burada herhangi başka bir yerden daha çok ortak durumdaydılar. Bu kürenin dışında uzmanlaşmış roller önem kazandıkça erkekler ayrı ve genellikle de baskın roller üstlenir ve ataerkillik de giderek kurumsallaşır oldu. Köylerin üzerinde yerel seçkinler ve güç simsarları -şefler, soylular, memurlar ve din adamları- vardı. Yerel güç simsarları doğrudan üreticilerden kaynakları alır ama kendi altlarındakilerin günlük yaşamiarına genellikle müdahale etmezler­ di. Sonuç olarak tarım uygarlıklarının temel özelliği doğrudan üreticilerle onların

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

267

üzerinde yer alan vergi toplayanlar arasında toplumsal konum, varlık, yaşarn bi­ çimi ve düşünce alışkanlıkları açısından açıkça görülen bir uçurumun olrnasıydı.6 Yerel güç simsariacının üzerindeyse her zaman kaynakların (yerel güç simsarların­ cal kendilerine aktanldığı en az bir üst düzeyde kent ve hükümdar olurdu. Bazen de hükümdarların üzerinde de başka hükümdarlar -Pers kraliyet unvanındaki "Şahların Şahı" gibi- olabilirdi. Yani tarım uygarlıklarının en basitlerinde bile çok sayıda farklı tipte toplu­ luk, seçkinlerin gereksinim duyduğu kaynakları harekete geçirmek için kullandığı politik, ekonomik ve ideolojik güç ağiarına yakalanmış durumdaydı. Kaynakları harekete geçirme yolları hem doğrudan üreticilerin hem seçkinterin yaşarnını şe­ killendiriyordu. Hatta bu yöntemler toplumun üretiminin temelini oluşturan hane halkına kadar ulaşıyordu. Burada, köylü hanesindeki kaba eşitliğe rağmen, erkek­ ler genellikle köyün ve hanenin temel bir üyesi olmanın ötesinde ve erkek rolünün öneminin biçimlendirdiği (değişik düzeylerde de başarılı) bir otoriteleri olduğunu iddia ediyorlardı. Dinsel, kültürel ve yasal yapılar da genellikle bu tür ataerkil iddialara arka çıkıyordu. Kaynakları hanelerden seçkinlere aktarmanın en önemli yolu dinsel, yasal ve fiziksel tehditlerle desteklenen talepler üzerinden yapılandı. Bu nedenle Eric Wolf tarım uygarlıklarını "haraç toplayan" toplurnlar olarak tanımlamıştır.7 Akraba düzenli topluluklarda malların değiştokuşunun tipik yolu olan (ve biyolojideki karşılıklı bağımlılığa benzeyen) "armağan verrne''nin tersine, vergi toplama, ta­ nımı gereği, değiştokuşun dengesiz bir biçimidir. Bu aslında taraflardan birinin daha çok kazandığı ve genellikle isteklerini ötekine dayattığı, asalaklığa yakın bir ilişkidir. Ama gördüğümüz üzere vergi toplayan toplumlarda bile bir karşılıklılık ya da karşılıklı bağımlılık öğesi bulunur. Baskıya dayalı güç ile rızaya dayalı güç vergi toplayan toplumların hepsinde bir arada var olabilir ve gerçekte de vardır. Doğru­ dan üreticiler vergi toplayıcılara genellikle korunma ve birtakım başka hizmetler için bağırnlıydı. Savaş zamanlarında köylüler kentin ya da kalenin duvarlarının arkasında saklanırdı. Barış dönernlerinde kırsal pazarlarda egzotik mallar ve al­ ternatif hizmetler sunulurdu. Buna karşın, kentlerdeki tapınaklarda da tannlara erişmenin daha ihtişamlı, daha inandırıcı yolları sunuluyordu. Bunun yanında köylülerin hem kendilerini besieyecek hem ürün fazlası elde edecek kadar topra­ ğı olmasını sağlamak, vergi toplayan seçkinterin rnenfaatineydi. Genel anlarnda vergi toplayan hükümdarların ve derebeylerinin, köylü çoğunluğun toprak hakla­ rını koruması gerekiyordu. Bu uygularnanın sonucunda (gerçi teoride her zaman böyle olmasa da) üretim kaynakları tarım uygarlıklarında ( modern dünyaya göre) çok daha eşit bir şekilde dağılmıştı. Tarım uygarlıklarında saf bir sömürüden çok, karmaşık, dengesiz ve belli yönlerden evcilleştirrneyi andıran bir ortakyaşarn (sirn­ biyoz) vardı. William McNeil'in (9. Bölüm'de alıntılanan) asalaklıkla kurduğu analojide bu dengesiz ilişkideki nüanslar iyi ortaya konmuştur: Asalaklar hayatta kalmak için konakları olan caniıyı korumalıdır -tıpkı insanların evcil hayvanlarını

ZAMAN HARITALARI

268

koruması ve kölelerini beslernesi gerektiği gibi. McNeill daha yakın zamanlı bir çalışmasında tarım uygarlıklarının kalbinde yer alan kent ile köy arasındaki bu ilişkiyi " uygar taviz" olarak betirnlerniştir.8 Vergi toplama ilişkisi yalnızca devletlerin kendi içinde değil, komşu devletler arasında da vardı hatta bunlardan bazıları büyük önem taşırdı. Tarım imparator­ lukları güçlü devletlerin daha az güçlü devletlerden zorla vergi aldığı birer vergi toplama sistemi olarak düşünülebilir. Ne var ki bu ilişki zaman zaman tersine de dönebiliyordu. Ne de olsa, biyoloji dünyasındaki asalaklar, bir kızılgerdan kuşu kadar büyük olabildiği gibi bir bakteri kadar da küçük olabiliyorlar. Tıpkı başka balıkların birden üstüne çullanan ve onlardan et kopa ra n sihlidgil (cichlidae) fa­ rnilyasından korkunç balıklar gibi bazen küçük devletler de ciddi bir askeri güç oluşturup büyük komşularını alaşağı edebiliyor ve ondan vergi ya da haraç ala­ biliyordu. Bu tür ilişkilerin çözümlenmiş en iyi örnekleri Akdeniz'in doğusunda, İran'da ve Çin'deki büyük devletler ile Avrasya'daki göçebe çobanlar arasında olanlardır. 9 Özetlernek gerekirse, bütün tarım uygarlıklarında değişik düzeylerde de olsa şu belli yapılar bulunuyordu: •



• •





• •





Kaynakların büyük bölümünü sağlayan tarım toplulukları. Bunlar seçkin­ lerden büyük ölçüde ayrıydılar ama nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlar­ dı ve toplurnun gereksinim duyduğu yiyeceğin, enerjinin ve hammaddenin büyük bölümünü üretiyorlardı. Toplumsal hiyerarşinin hemen hemen bütün düzeylerinde erkek egemenli­ ğini destekleyen cinsiyetçi hiyerarşi. Kentler ve kasaba/ar. Kentler ile kasabalar ve kentlerle onların kırsal hinterlandları arasındaki karmaşık işbölümü. En tepede kralların bulunduğu yöneticiler, yargıçlar ve memurlar arasında kurulu hiyerarşik yapı. Baskı yoluyla kendi tebaasından ve komşu bölgelerden vergi toplayan, aynı zamanda başka vergi toplayıcılara karşı koruma sağlayan, hüküm­ darların kamutasında hareket eden bir ordu. Kaynakların kayıtlarını tutan ve idare eden okuryazar bürokrasi. Devletlerin ve kentlerin güç yoluyla elde ederneyeceği kaynakları sağlayan değiştokuş ağları. Devlet yapısını meşrulaştıran ve genellikle anıtsal mimari ile üst düzey sa­ natsal başarılar yaratılmasını sağlayan ve çoğunlukla da devlet tarafından yöntendirilen dinsel sistem ve ideolojik sistem. Doğrudan kontrol altında olmayan ama başarılı bir işleyiş için yaşarnsal önem taşıyan geniş hinterlandlar. Bunlar tarım uygarlığının bir başka böl­ gesi olabildiği gibi bağımsız çiftçilerin, göçebe çobanların ya da avcı-topla­ yıcıların yerleştiği bölgeler de olabilirdi.

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAIMLi EGILIMLEAI

269

Değiştokuş Ağları Tarım uygarlıkları çağında değiştokuşlar farklı ve çok geniş alanlara dağılmış toplulukları daha önce hiç olmadığı kadar sıkı bir şekilde birbirine bağlamıştır. Bu karmaşık değiştokuş ağları tarım uygarlıkları çağının ikinci temel yapısal yeniliği olarak kabul edilir. Dünya tarihçilerinin bu geniş karşılıklı etkileşim sistemlerinin önemine göster­ dikleri duyarlılık giderek artmıştır ve onları genellikle dünya sistemi kuramıyla analiz etmişlerdir. Bu tür teorilerin fikir babası Immanuel Wallerstein, özellikle modern çağda, yalnızca belli ülkelerin ve uygarlıkların değil, asıl olarak onların da bir parçası olduğu geniş ticaret ve güç ağlarının çözümlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Çünkü bu ağlar yalnızca belli bölgelerin tarihleriyle açıklanamayacak birtakım özellikleri açıklarlar. Wallerstein birçok açıdan ayrı dünyalar gibi işledik­ leri için bu tür ağiara her ne kadar bütün dünyayı sarmasalar da "dünya sistemle­ ri" adını vermişti. Dünya sistemleri içlerinde değişik tipte topluluklar barındıran, bazı bölgelerinin diğerlerine göre daha etkili olduğu, çok katmanlı, çok bölgeli yapılardır. Wallerstein dikkatini Avrupa devletlerinin baskın olduğu erken modern, ka­ pitalist dünya-sistemine vermişti. Aslında onunla birlikte gerçek anlamda ilk kez bir dünya-sisteminin ortaya çıktığını ileri sürmüştü. Modern dünyanın başların­ da Avrupa'nın artan gücünü anlayabilmek için tarihçilerio Avrupa'nın dünyanın geniş bölgelerini saran güç ve değiştokuş ağlarıyla olan iç içeliğini ve onlardan nasıl yararlandığını anlamaya çalışmaları gerektiğini düşünüyordu. Wallerstein'ın bu kuramı ortaya atmasından sonra başka yazarlar da dünya tarihinin önceki dönemlerinde benzer sistemler tanımladılar. Janet Abu-Lughod 1 3 . yüzyılda Av­ rasya'yı kuşatan bir dünya sistemi olduğunu ileri sürdü. Andre Gunder Frank, Barry Gills ve diğerleri de MÖ 3. binyıl kadar erken bir dönemde bölgesel "dün­ ya sistemleri"nin (daha gevşek anlamda, tiresiz) bulunuyor olabileceğini ortaya attılar. 10 Christopher Chase-Dunn ve Thomas D. Hall daha da ileri gidip dünya bölgelerinin hepsinde hatta devletlerin bulunmadığı bölgelerde bile dünya sistem­ lerinin en azından bazı özelliklerini taşıyan değiştokuş ağlarının bulunduğunu ileri sürdüler. 1 1 B u geniş ağlar, insan topluluklarının enformasyonu, inovasyonları ve çeşitli uyarianmaları paylaştığı bölgenin dış sınırlarını çiziyordu. Böylece kolektif öğren­ me sürecini en geniş ölçekte şekillendiriyor ve inovasyonun uzun dönemlerdeki hızını ve coğrafyasını belirliyordu. Değişticilmiş dünya sistemleri kuramlarının en önemli çözümlemelerinden biri değişik tipte ağlar olduğu ve bunların fark­ lı ölçeklerde ve farklı şekillerde işlediğidir. Michael Mann sınırları çok net gibi görünen devletlerin bile gerçekte değişik şekillerde (daha çok birer kuvvet alanı gibi) işleyen birkaç farklı tipte gücü kullandığım ileri sürmüştür.12 Mann birbi­ rinden ayrı dört güç ve etki "ağı" saptamıştı: ideolojik ağ, ekonomik ağ, askeri ağ ve politik ağ. Politik erk genellikle bilinen sınırlada sınırlıdır. Bunun tersine

270

ZAMAN HARITALARI

askeri erk yalnızca var olan askeri ve lojistik teknolojisiyle bu sınırların ötesi için de tasarlanabilir. Bu nedenle Han dönemindeki Çinli generallerin, ne büyüklükte bir orduyu Moğol bozkırlarına gönderebileceklerine ve çok maliyetli olmayacak şekilde onu ne kadar süre orada tutabileceklerine ilişkin oldukça net bir öngörü­ leri vardı. İdeolojik erk daha "yayılmış"tır. Çünkü bir bölgenin, örneğin Çin'in kültürel sınırlarını çizmek zordur. Ekonomik erki saptayabilmek daha da zordur. Yani ekonomi ve enformasyon ağları doğrudan güçle kontrol edilenlere göre daha geniş ve daha yayılmış olurlar. Bu anlayışa dayanan Chase-Dunn ve Hall birkaç tip değiştokuş ağının oldu­ ğunu, hepsinin de birtakım karakter özelliklerinin ve menzillerinin bulunduğu­ nu ileri sürmüştür. Tanımladıkları temel tipler büyük hacimli mal ağları, prestijli mal ağları, politik/askeri ağlar ve enformasyon ağlarıydı.13 Bu ağların birbirinden farklı olan menzillerini malların taşınabilirliği belirliyordu. Kısa bir süre öncesine kadar tahıl gibi büyük hacimli malları taşımak zor ve pahalıydı; bu nedenle kısa mesafelere gönderilebiliyorlardı. Ordular genellikle daha uzaklara giderdi ama büyük ikmal trenleriyle iledeyişieri yavaş olurdu. Bunun yanında ipek gibi prestij li malların taşıması kolaydı ve büyük mesafelere taşınabilirlerdi. Elbette enformas­ yonu taşımak çok daha kolaydı. Bu nedenle ağların en eskisi ve büyüğü prestijli mallar ile enformasyon değiştokuş ağlarıydı. (Aslında prestijli mallar genellikle enformasyondan daha uzaklara giderdi. Çok fazla değiştokuş edildiği için anlam­ larını yitiren süs eşyalarını düşünün.) İşte, bu nedenle ben de değiştokuş ağlarının en büyüğü olan ve dünya bölgelerini tamamen kapsayan enformasyon ağiarına odaklan dım. Büyük değiştokuş ağlarının bölgelere özgü "topolojileri" olur. Burada toplum­ sal kütleçekim yasası analojisine başvurmakta yarar var. Bu düşsel yasaya göre insan toplulukları başka topluluklar, mallar, insanlar ve düşünceler üzerinde bir çekim kuvveti uygular. Topluluklar büyüdükçe bu yasa daha da güçlü bir şekilde işler. Kabaca söylemek gerekirse, topluluklar arası çekim kuvvetinin büyüklüğü toplulukların büyüklüğüyle doğru orantılı ve aralarındaki uzaklıkla da ters oran­ tılıdır. Yani Newton'ın yasasına şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir. Paleolitik Çağ'da değiştokuşlar sınırlı ve küçük ölçekliydi. Çünkü hiçbir grup diğer gruplara büyük bir çekim kuvveti uygulayabilecek denli büyük değildi. Ama büyük topluluklar oluştukça değiştokuşu yapılan bazı mallar ve enformas­ yon, diğer mallara göre çok daha büyük mesafeleri hızlı bir şekilde kat eder oldu. Çünkü büyük topluluklar geniş bir alana yayılmış kaynakları ve insanları ken­ dilerine çekebiliyorlardı. İnsanların, malların ve enformasyonun değiştokuşunun en dinamik olduğu yerler çok sayıda büyük topluluğun olduğu yerlerdi. Böylesi bölgelerde başka yerlere göre çok daha fazla mal ve enformasyon yığılıyordu. Bu nedenle buraları kütleçekim merkezi olarak adlandırabiliriz. Buralar, engin hin­ terlandlarından insanları, düşünceleri ve ürünleri emerlerdi. Ama aynı zamanda aralarında kalan daha az yoğun yerleşim bölgelerine de güçlü bir çekim kuvveti uygularlardı. Bu etkinin nasıl işlediğini anlamak için büyük nesnelerin çevrelerin-

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

271

deki uzay-zamanı büktüğü, eğdiği ve böylece kütleçekim alanları içindeki daha küçük nesnelerin hareketlerini ve davranışlarını değiştirdiği kütleçekiminin Eins­ teincı biçimini gözümüzün önüne getirmemiz gerekir. Büyük kentler ve devletler aralarındaki bölgelerin toplumsal topolojilerini dönüştürdü. Böyle yaparak da bazen aktarma merkezi olarak tanımladığımız yerleri yarattılar. Bucalar bölgesel kütleçekim merkezlerinin arasında yer atıyorlardı. Bu " kütleçekim koridorları"n­ da yani birkaç farklı kütleçekim alanının kesiştiği noktalarda yer aldıklarından bunlar farklı merkezlerin çekim etkilerini üzerlerinde hissederlerdi. Yoğun yer­ leşimli olsıınlar ya da olmasınlar bu aktarma merkezlerinde trafik çok yoğun olurdu (bkz. Şekil l O. l ). Dünya haritasına bir göz atıldığında, Mezoamerika'nın ve Mezopotamya ile Mı­ sır'ı bağlayan koridorun birer aktarma merkezi olarak ortaya çıkmış olma olasılığı hemen dikkat çeker. Çünkü her ikisi de büyük ve farklı bölgeleri birbirine bağlı­ yordu. 1 9. yüzyıl Avrupa'sı ya da Abbasi egemenliğindeki Mezopotamya gibi bazı bölgeler belki de hem birer kütleçekim hem aktarma merkezi olarak kabul edilebi­ lir. Gerek konumlarından dolayı gerek yoğun ve zengin bir nüfus barındırdıkları

Düz yani hiyerarşisiz

Karmaşik yani hiyerarşik

Şekil lO.! Farklı tipte değiştokuş ağı modelleri. Bildiğimiz kadarıyla Paleolitik Çağ'daki bütün değiştokuş ağları "düz"dü yani "hiyerarşisiz"di. Bir başka deyişle bölgeler arasındaki yoğunluk farkı çok azdı ve değiştokuş yoğunluğunda ya da hızında da çok az fark vardı. Yoğun tarım yerleşimlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte değiştokuş ağları da daha karmaşık ve daha hiyerarşik oldular. Enformasyon değiştokuşunun çok yoğunlaştığı bölgeler ortaya çıktı. Öyle ki "kolektif öğrenme'' nin hızında dikkat çekici bir artış başladı. Sonuç olarak Holosen'deki inovasyon hızı Paleolitik'e göre çok daha büyüktü.

272

ZAMAN HARITALARI

için malları ve enformasyonu kendilerine çekiyorlardı. 19. yüzyıl Çin'i gibi bazı başka bölgelerse, yalnızca birer kütleçekim merkeziydiler ama aktarma merkezi değildiler. Bunun tersine MÖ 5. yüzyıl Atina'sı, 4000 yıl önceki Orta Asya ya da 13. yüzyıl Moğolistan'ı yalnızca birer aktarma merkeziydiler çünkü nüfusları birer kütleçekim merkezi olamayacak kadar düşüktü. Hem kütleçekim hem ak­ tarma merkezleri değişimi güçlü bir şekilde biçimlendirdiler. Çünkü gerçekleşen değiştokuşun hacmi oraları çok geniş bir bölgeden gelip yığılan enformasyon için takas merkezi haline getiriyordu. Ama bu iki tip merkez arasındaki farkların da önemi vardı. Kütleçekim merkezleri büyük değiştokuş ağlarının yapısını oluştu­ ruyor, onları şekillendiriyorlardı. Bunun yanında aktarma merkezleri daha basit ve değişkendiler; gerçekleştirilen değiştokuşlara bağlı olarak kolayca dönüşebili­ yorlardı. Bu nedenle dikkate değer yenilikterin önem kazandığı ilk yerler aktarma merkezleri oluyordu çünkü yenilikler en büyük etkiyi buralarda yaratıyorlardı. Buna karşın, kütleleri ve momentumları nedeniyle kütleçekim merkezleri doğal olarak yavaş değişen yerlerdi. Değiştokuş ağlarının çeşitliliğinde, karmaşıklığında ve ölçeğindeki büyüme kolektif öğrenme sürecini çok geniş toprak parçaları üzerinde harekete geçirdi. Bu ağlar tarım uygarlıkları çağının kendine özgü teknolojik, politik ve kültürel dinamizminin açıklanmasına yardımcı olur.

Uzun Erimli Eğilimler Tarım Uygarlıklarının Artan Güçleri ve Genişleyen Sınırlan MÖ 3000'de Mezopotamya'nın güneyinde ve Nil boyunca ortaya çıkan ta­ rım uygarlıkları özgün ve benzersizdiler. Nüfusları kalabalıktı ama o dönemde yeryüzünde yaşayan insanların aslında çok küçük bir bölümünü kapsıyorlardı. İnsanların büyük bölümü hala devletsiz topluluklar halinde yaşıyorlardı. Dört bin yıl sonra, MS 1000'de bile tarım uygarlıkları yeryüzünün beşte birinden azını kontrol ediyordu. Ama birçok başka açıdan yeryüzünün baskın topluluklarıydı. Afro-Avrasya'nın birçok kesiminde ve Amerika kıtalarının bazı bölgelerinde bu­ lunuyorlardı. Küçük ön devletler Büyük Okyanus'ta bile vardı (bkz. Tablo 10. 1 ) . Tarım uygarlıkları neden ve nasıl b u kadar baskın hale geldiler? Eğer kendile­ rini ayakta tutacak yoğun bir tarım nüfusu olmasa, tarım uygarlıkları da olmazdı. Yani tarım uygarlıklarının yayılması aslında tarımın yaygınlaşmasıyla çok yakın­ dan bağlantılıdır. Bu da gördüğümüz kadarıyla tarımla uğraşanların çok farklı ortamlarda çiftçilik yapmasına olanak tanıyan teknolojik inovasyonlara dayanır. Bu bölümün ikinci yarısında anlatılan inavasyon eğilimleri, ilk yarısında anlatılan değişiklikleri anlamak için anahtar rolündedir. Bu kısımda tarım uygarlıklarının 4000 yıldaki yayılışlarının temel aşamaları incelenecektir. MÖ 3000'de tarım uygarlıkları yalnızca Mezopotamya'da ve Mısır'da vardı. MÖ 2000'li yıllara gelindiğinde kent devletleri Sudan'da ve Mısır'ın güneyinde de ortaya çıkmış (güçlü kent devleti Kerma) ve Mezopotamya'da iyice yayılmışlardı.

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

273

Tablo ı O. ı ilk tarım uygarlıklarının kronolojisi. Tarih

Olay

MÖ 3 200 dolayiarı

Sümer'de ilk devieller

MÖ 3000 dolayiarı

Mısır'da ilk devletler

MÖ 2500 dolayiarı

Kuzey Hindislcn'do/Pokislcn'do ilk devieder (MÖ 2. binyılda yok olmuşlardır)

MÖ 2200 dolayiarı

Mezopotamya'da ilk bölgesel devieller/imparatorluklar

MÖ 2000 dolayiarı

Kuzey Çin'de (Sarı Nehir) ilk devletler

MÖ l 000 dolayiarı

Kuzey Hindiston'do/Gonj'do devielierin yeniden ortoya çıkısı

MÖ 500 dolayiarı

Güneydogu Asya'da ilk devletler

MÖ 500 dolayiarı

iran'da ilk •ikincil imparatorluk•

MÖ 500 dolayiarı

Mezoameriko'do ilk devletler

MÖ 500 dolayiarı

Mezoomeriko'do ilk bölgesel devieller/imparatorluklar

MS 600 dolayiarı

Sahro-altı Afrika'do ilk devletler

MS 1 400 dolayiarı

Mezoomerika'do/Güney Amerika'da ilk ikincil imparatorluklar

Akadlı Sargon'un hükümdarlığı sırasında (MÖ 2350'lerden itibaren 50 yıl) dev­ let oluşumunda yeni bir aşamanın ilk kanıtlarını görürüz: Birkaç kent devletini ve onların hinterlandlarını kontrol eden bir devletin ortaya çıkışı.14 Sargon'un her gün 5.400 kişiyi -yani maiyetini- beslediği iddia edilirY Sargon, dünyanın olasılıkla ilk sürekli ordusunu kullanarak rakip kent devletlerini yendi. Sonra da onlardan yalnızca vergi almak yerine, kent duvarlarını yıkıp kendi oğullarını ensis yani vali arayarak buraları imparatorluğuna kattı. Ayrıca Mezopotamya boyun­ ca yayılmış ve bir yanda Orta Asya'ya ve İndüs Vadisi'ne öte yanda Mısır'a ve Sahta-altı Afrika'ya kadar uzanan ticaret ağiarına destek oldu. Mezopotamya bu ağların temel aktarma merkezi haline geldi. Ama aslında yerleşim yoğunluğu ve Akad yönetiminin politik gücünün büyüklüğü onu muhtemelen bölgesel bir değiş­ tokuş ağının ilk kütleçekim merkezi yaptı. Zenginlik ve enformasyonun muazzam miktarlarda biriktiği böyle yayılmış bir değiştokuş ağının merkezinde olmanın ne anlama geldiği, ikinci bin yılın başların­ da Akad'ın başkenti Agade için yapılmış şu bctimlemeden anlaşılır: O günlerde Agade'deki konutlar altınla doluydu, parıldayan evler gümüşle doluydu, arnbariarına bakır, kolay ve lapis lazuli levhaları gelir, silolarının duvarları şişerdi . . . gemilerin demiriediği rıhtımında hep telaş vardı. .. duvarları dağlar gibi göğe yükselirdi. . . kapıları tıpkı Dicle'nin sularını denize boşalttığı yere benzerdi, kutsal inanna o kapıları açtı. 1 6

274

ZAMAN HARITALARI

MÖ 2000'li yıllara gelindiğinde Girit'te bir tarım uygarlığı ortaya çıktı, Anado­ lu'da da Hitit uygarlığı vardı. MÖ 3. binyılın sonlarına doğru Hindistan'ın kuzey­ batısında İndus lrmağı boyunca uzanan oldukça özgün bir tarım uygarlığı doğdu. Harappa uygarlığı, Sümer'dekine benzer bir biçimde, kurak bir alüvyon ovasında yapılan sulu tarıma dayanan bir dizi büyük kentin zenginliği ve gücü üzerine ku­ rulmuştu. Orta Asya ve Sümer ile ticari ve kültürel bağları vardı. Ama gerek yazı sistemi gerek sanat tarzı, tıpkı Mısır'da olduğu gibi oldukça özgündü. Bu nedenle Harappa uygarlığını Akdeniz'in doğusundaki tarım uygarlıklarını da içeren dünya sistemindeki birkaç bölgesel aktarma merkezinden biri olarak kabul etmek akla yatkındır.17 Harappa uygarlığı MÖ 2. binyılın ilk yarısında gerilerneye başladı. Çö­ küşüne kuzeyden gelen istilalar, aşırı sulamaya bağlı ekolojik nedenler ya da üzeri­ ne kurulduğu akarsu sistemindeki birtakım kaymalar neden olmuş olabilir. MÖ 2. binyılda Mezopotamya uygarlığının kütleçekim merkezi kuzeye, Ba­ bil'e kaydı ve en sonunda da Asur oldu. Babil'in kütle çekim etkisi ilk kentler ara­ sında onu en büyüklerinden biri yaptı. Nüfusu olasılıkla 200.000'in üzerindeydi. 1 8 Burada Hammurabi MÖ 1 792 dolaylarında yeni bir imparatorluk devleti kurdu. Kırk dokuz bazalt sütuna kazınmış 282 yasadan oluşan kanunnamesi, yasal ve bürokratik yapılara ilişkin ayrıntılı yazılmış bilinen en eski kayıttır (bkz. Şekil 10.2). Bu sırada Akdeniz'de genişleyen ticaret ağları da Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında kullanılan teknolojileri ve tarzları Akdeniz kıyıları boyunca yayı­ yordu. Homeros destanlarının dünyası olan Ege de bu genişleyen bölgenin içinde yer alıyordu. Mısır ticaret ağları güneye doğru genişleyerek Sudan'a ve Sahra-altı Afrika'ya kadar ulaştı. Böylece Mezopotamya'yı, Akdeniz kıyılarının büyük bölü­ münü, Sahra-altı Afrika'nın, Orta Asya'nın ve Hindistan'ın bazı kesimlerini kap­ sayan tek bir değiştokuş bölgesi ortaya çıktı. Kütleçekim merkezi Mezopotamya olan ama Mısır, Sudan, Orta Asya ve Ku­ zey Hindistan'daki aktarma merkezleriyle bağlantısı bulunan bu değiştokuş siste­ mi, Afro-Avrasya dünya bölgesinde bulunan birkaç ağın en büyüğüydü. Aslında bu bölge kendi iç bölgeleri birbirine bağlı en büyük dünya bölgesiydi. Dolayısıyla genel ilkeler açısından Afro-Avrasya'nın kolektif öğrenme süreçlerinin en yoğun yaşandığı ve inovasyonların da en hızlı gerçekleştiği dünya bölgesi olduğunu düşü­ nebiliriz. Mezopotamya'nın, Afro-Avrasya değiştokuş ağlarının aktarma merke­ zindeki konumu, bu bölgenin hem Afro-Avrasya hem genel olarak dünya tarihin­ de (devlet oluşumunun ilk döneminden başlayıp onu merkezi konumundan eden son beş yüz yıldaki köklü değişimlere kadar) oynadığı merkezi rolü açıklayabilir. Ama Mezopotamya, içinde yer aldığı Afro-Avrasya dünya bölgesinde bile tek kütle çekim merkezi değildi. MÖ 2. binyılda Çin'in kuzeyinde Sarı Nehir boyunca bazı tarım uygarlıkları ortaya çıktı. MÖ 1 600'lü yıllarda Çin'in kuzeyi ile batısını kaplayan ve hatta Yan­ gtze Irmağı kadar güneye ulaşan alanda bölgesel kent devletlerinin birbirleriyle savaş halinde olduğunu gösteren hem arkeolajik hem yazılı kanıtlar vardır. Çoğu­ nun başında varlıklı ve güçlü hükümdarlar ve bazılarında da yazının kullanıldığı

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAiMLi EGiLiMLEAi

275

Şekil ı 0.2 Hammurabi Yasaları (MÖ ı s. yüzyı l ) . Hammurabi Babil'e yaklaşık M Ö ı 7 9 2 ile MÖ ı 750 yılları arasında hükmetti. Yasaları belli bir ayrıntı düzeyinde günümüze ulaşabilen ilk hükümdardır. Yasalarını kazıttığı 2 m boyundaki hazalt sütun, ı 901 'de Fransız arkeologlarca keşfedilmiştir ve halen Paris'teki Louvre Müzesi'ndedir. Sütunun bu yüzünde güneş tanrının, asası ve tören yüzüğüyle oturan Hammurabi'ye yetki verişi görülüyor (© Erich Lessing/Art Resource, NY).

bürokratik bir yapı bulunuyordu.



1 4 . yüzyılda An-yang, küçük birçok kent

devletini egemenliği altına alan, yarı efsane Shang Hanedam'nın en önemli dini merkezi olmuştu. Günümüz araştırmaları, tarihçilerio Shang hükümdarlarının di­ ğer bölgeler üzerindeki egemenliğini abartmış olabileceğini ortaya koyuyor. Çün­ kü günümüze dek onlarınkinden başka kayıt gelememiştir. Bununla birlikte Shang krallarının devletin imalathanelerinde seri üretilmiş silahlarla ve giysilerle donan­ mış 1 3 .000 kişiyi bulan orduları vardı. Ayrıca ineelikle işlenmiş, genellikle içlerin­ de kurban edilmiş insanların da bulunduğu dev türbeler de inşa ettiler. Zhou Ha­ nedanı gevşek de olsa bir birliğin oluşmaya başladığı bir dönemin başlarında, 1 050 ile

MÖ 22 1



dolayiarı arasında, hükmetti. Onu izleyen yüzlerce yıl boyunca

Kuzey Çin birbirinden bağımsız ve değişik büyüklüklerde yüzün üstünde krallığın kontrolünde oldu. Bütün bu devletler, Sarı Nehir'in ortalarına yakın yer alan yedi büyük "merkezi devlet''ten deydi.



(zhonggou)

oluşan çekirdek bir grubun egemenliğin­

1 . binyılda Kuzey Çin, Afro-Avrasya dünya bölgesindeki i kinci büyük

276

ZAMAN HARITALARI

kütleçekim merkezi haline geldi. Böylece Qin İmparatorluğu (MÖ 221-207) ve ondan sonra gelen ilk Han İmparatorluğu (MÖ 207-8) için gereken demografik, teknolojik ve kamu yönetsel temeller atılmış oldu. Aynı zamanda geleneksel Çin uygarlığının da teknolojik, sanatsal ve entelektüel altyapısı hazırlandı. Çin dünya sistemi Mezopotamya ve Kuzey Hindistan'dakilerden tümüyle ayrı mıydı? Yaklaşık MÖ 4000'den itibaren gezgin, göçebe çoban kültürlerin ortaya çıkması ve bunların iç Avrasya bozkırları boyunca yayılmış değiştokuş ağlarıyla bağlantılı olmaları, tarım uygarlıkları çağında Avrasya'nın bütün bölgelerinin bir­ biriyle dolaylı da olsa temas halinde olduğunu gösteriyor.19 Dillerin, teknolojiterin (örneğin tekerleğin ve at arabasının), yaşam tarzlarının (göçebe çobanlığın temel teknolojileri de dahil) ve olasılıkla bronz işleme yöntemlerinin buğday ve arpa (doğuya doğru) ya da tavuk ve dan (batıya doğru) gibi ürünlerin, MÖ 3. ve 2. binyıllarda bozkır boyunca yayıldıklarını biliyoruz. Yaklaşık MÖ 2000'de Amu Derya Uygarlığı'nda -Orta Asya'da ticaretle uğraşan, Çin'le, Kuzey Hindistan'la ve Sümer'le bağlantıları olan bir grup kent devletinde- yeni bir aktarma merkezi­ nin doğuşu bu tür değiştokuşların 4000 yıl önce de önemli olduğunu gösteriyor. Çünkü Orta Asya, Trans-Avrasya değiştokuşları için doğal bir aktarma merkeziy­ di. MÖ 2000'li yıllarda tek bir Afro-Avrasya sistemi olduğu iddiasını desteklemek için Trans-Avrasya değiştokuştarının yeterince önemli olup olmadığı hala bir tar­ tışma konusudur.20 Yine de bu tarihlerde Avrasya'daki tarım uygarlığının hiçbir bölgesinin diğerlerinden tümüyle yalıtılmış olmadığı kesindir. MÖ 1 . binyılda Afro-Avrasya'daki tarım imparatorluklarının güçleri ve etki alanları kesin olarak arttı. Mezopotamya'nın kuzeyinde yer alan Asur İmparator­ luğu MÖ 1 0.-7. yüzyıllar arasında bölgede egemendi. Büyük Kyros tarafından MS 6. yüzyılda kurulan Alıarneniş İmparatorluğu önceki tarım imparatorluklarından çok daha büyüktü. Mezopotamya üzerinden Afrika'ya, doğuda Hindistan'a, Orta Asya'ya ve Çin'e uzanan değiştokuş ağlarının merkezinde oluşu, İran'ın ve Mezo­ potamya'nın Afro-Avrasya tarihindeki önemini nasıl sürekli koruduklarını açıkla­ yabilir. Ama İran'ın büyük bölümünün çorak oluşu da bu bölgenin bir kütleçekim merkezindense, neden hep bir aktarma merkezi rolü oynadığını açıklar. Bu büyük imparatorlukların gölgesindeki tarım uygarlıkları Akdeniz çevresi­ ne, Mısır'a, günümüz Sudan'ına ve Etiyopya'sına yayıldı. Bu yeni tarım uygarlığı bölgelerinde de Yunan, Kartaca, Roma ve Sudan imparatorluklarının temelleri atıldı. İlk başta tarım uygarlıklarının bu yeni bölgelerinde birbiriyle rekabet eden, çoğu ticaretin yanı sıra, fetihlerle de uğraşan, küçük devletler doğdu. Ama zaman­ la bu yerel aktarma merkezlerinden bazıları birer kütleçekim merkezine dönüştü. Büyük İskender'in MÖ 334 ile MÖ 323 yılları arasındaki hayret verici fetihleri sa­ yesinde Yunanistan'ı, bütün Pers İmparatorluğu'nu, Orta Asya'nın büyük bir bö­ lümüyle Kuzey Hindistan'ın çoğunu içine alan, belki kısa ömürlü ama dev bir im­ paratorluk kuruldu. İskender'in imparatorluğu Afro-Avrasya'nın geniş değiştokuş ağlarının aktarma merkezini tümüyle içine aldı. Çöktüğünde İran'da, Mısır'da, Orta Asya'da, Kuzey Afrika'da ve İtalya'da Helen kültürünün elinin değdiği yerel

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇA«::ININ UZUN EAIMLI E«::ILIMLEAI

277

hanedanlar doğdu. Tarım uygarlığının Akdeniz çevresine yayılması Roma mer­ kezli yeni bir ernperyal sisternin temellerini attı. Roma'nın İtalya dışındaki geniş­ lernesi Sicilya'nın M Ö 2 14'te fethiyle ve bir başka bölgesel aktarrna merkezi olan Kartaca'yla ile MÖ 264-146 yılları arasında yaşanan Kartaca Savaşları boyunca yüz yıl süren çekişrnesiyle başladı. MS 4. yüzyılda bölünen Roma İmparatorluğu, en görkemli döneminde Akdeniz'in büyük bölümüne egemendi ve Avrupa'nın ta­ rım bölgelerindeki devasa kolonileri kontrol ediyordu. MÖ 1 . binyılın ilk yarısında Hindistan'ın kuzeyinde özellikle de Ganj Irrnağı boyunca pirinç yetiştirilen alanlarda kısmen Akdeniz dünyasıyla kurulan yeni te­ rnasların canlandırdığı birtakım tarım uygarlıkları ortaya çıktı. Burada bazı önemli bölgesel aktarrna merkezleri ve en sonunda da bölgesel bir kütleçekim merkezi doğdu. MÖ 1 . binyılda Hindistan'da kurulan en büyük imparatorluk Maurya İrn­ paratorluğu'ydu (yak. MÖ 320- 1 85). imparatorluk Hindistan alt kıtasının büyük bölümüne egemendi. İrnparator Aşoka'nın (s. MÖ 268-233) ölümünden pek de uzun olmayan bir süre sonra sınırları daralmaya başladı. Yine de Hindistan'da böyle yoğun nüfuslu uygarlıkların ortaya çıkışı MÖ 1 . binyılın sonlarından itiba­ ren yeni bir kütleçekim merkezi yarattı. O da güney denizlerinde yeni değiştokuş ağlarının doğmasını tetikledi. Lynda Shaffer'ın ileri sürdüğü gibi, Hindistan'ın pa­ muk ve kristalize şeker ihracatı, Maluku Adaları'ndan yapılan baharat ticareti ile Endonezya'nın altın ticaretini kontrol ediyor oluşu ve bunların yanında rnaternati­ ğe ve dine katkıları (özellikle Budizrn) Doğu Afrika'dan Güney Çin'e kadar uzanan dev bir yayın çevresine erişen bir etki yaratıyordu. Shaffer bu süreci daha tanıdık bir terirn olan "Batılılaşrna"ya benzeştirerek " Güneylileşme" olarak tanırnlar.zı MÖ 1 . binyılın sonlarında Avrasya'nın doğusunda, batısında ve güneyindeki tarım uygarlıkları daha önce olmadığı kadar birbirleriyle bağlantılıydı. İki gelişme Avrasya'daki birkaç kütleçekim merkezini birbirine daha sıkı bağladı ve Avrasya genelinde tek bir değiştokuş sistemi oluşturdu. Bunlardan ilki, İran'daki Alıarneniş krallarının etki alanlarını MÖ 6. yüzyılda Orta Asya'ya kadar genişletmesinin ve MÖ 1. yüzyılın başında Sincan'ı alan Çin'in, Hindistan, İran ve Akdeniz'le yapı­ lan ticareti etkin biçimde desteklernesinin ardından İpek Yolu trafiğinde görülen hızlı artıştır. İkinci gelişme de denizcilerin rnuson rüzgarlarından yararlanmayı öğrenmesiyle Güneydoğu Asya, Hindistan ve Güneybatı Asya arasındaki deniz ticaretinin büyürnesidir. Bu değişimler Afro-Avrasya kara kütlesi boyunca ticari malların, dinsel ve teknolojik görüşlerin ve hatta hastalıkların değiştokuşunu ar­ tırdı. Mısır'ın güneyinde, Kuş'ta (Sudan) Mısır'ın büyük bölümünü istila edecek kadar güçlü bir devletin doğuşu, Sahra-altı Afrika'nın da bu büyük ağlarla birleş­ mesinde önemli bir aşama olmuştur. MS 1 . binyılda Afro-Avrasya'nın ağiarına Akdeniz tarım uygarlıkları (Roma ve ardından da Bizans başkentli), Mezopotarnya ve İran tarım uygarlıkları (Part, Sasani ve Abbasi imparatorlukları), Hindistan ve Çin tarım uygarlıkları (Han, Tang ve Song hanedanları) egemen oldu. Bunların arasında en etkili olanları bü­ yük olasılıkla Mezopotarnya ve İran aktarma merkezini elinde tutanlardı. Bu du-

278

ZAMAN HARITALARI

rum özellikle Mezopotamya'nın bir kez daha malların, yeni ürünlerin, teknolo­ jik düşüncelerin (üçgen yelkenden kağıt yapımına ya da sıfır rakamına kadar) ve Afro-Avrasya'nın değişik birkaç bölgesinden unsurları birleştiren dinsel görüşlerin takas merkezi haline geldiği İslam dönemi için geçerliydi. Ama bu değiştokuşlarda Hindistan alt kıtası belki de genellikle bilinenden daha büyük bir rol oynamış ola­ bilir. Bunun nedeni de önemi giderek artan Doğu Afrika'dan Akdeniz'e, Güney­ doğu Asya'dan Çin'e uzanan deniz ticaretine aracılık etmiş olmasıdır. Shaffer'ın ileri sürdüğü gibi İslam dünyası Hindistan'ın ve Akdeniz dünyasının entelektüel ve teknoloji geleneklerini miras almıştır. Bunun yanında Tang ve Song hanedanları dönemindeki birçok önemli teknolojik, ticari ve dinsel gelişme -Budizmin girişin­ den sıfırın kullanılmasına ya da Champa pirincinin yetiştirilmesine kadar- Hin­ distan'ın etkisini gösterir.22 Bu dönemde tarım uygarlığı Afro-Avrasya'da dört yeni bölgeye yayıldı: Güney Çin, Güneydoğu Asya, Sahra-altı Afrika ve Avrupa. Bu bölgelerin hepsinde yoğun nüfuslu tarım toplulukları yeni kentlerin ve devletlerin demografik temellerini ya da var olan uygarlıklardan doğacak sömürgeci impara­ torlukların altyapısını oluşturdu. Mısır'ın güneyindeki Sudanlı Kuş Krallığı'nın (Kuşitler) yerini MÖ 3. yüzyılda Kızıldeniz kıyılarındaki Etiyopyalı Aksum Krallığı aldı. Bu devlet Arabistan ile Sahra-altı Afrika'yı ve Hindistan'la Akdeniz'i birbirine bağlayan ticaret yolları­ nın çoğunu kontrol ediyordu.H Aksum MS 6. yüzyılda Hıristiyanlığa geçti. Batı Afrika'da Büyük Sahra'nın çorak toprakları, tıpkı Avrupa bozkırlarının Akdeniz dünyasını Çin' e bağlaması gibi, Akdeniz ile Sahra-altı Afrika'yı birbirine bağlama­ ya başladı. MS 1 . binyılın başlarında Büyük Sahra'da develer görülmeye başlandı. MS 3. yüzyıldan itibaren de deve kullanan göçebe çobanlar ve Tuareglerin ataları gibi bazı tüccarlar Batı Afrika'dan kuzeye altın ve bakır ( bazen de köle) taşıyarak Sahra-altı Afrika'yı Akdeniz ticaret ağiarına bağladılar. Bu ticaret ağlarının zen­ ginliği, akdarı, süpürge darısı ve pirinç tarımı yapan çiftçilerin yerleştiği bölgelerde kentlerin ve devletlerin doğmasını tetikledi. Gana adlı bir hükümdarıo yönetti­ ği Vagadu İmparatorluğu MS. 9. yüzyıldan çok önce günümüz Moritanya'sı ile Mali'nin sınırında bölgesel bir aktarma merkezi olarak ortaya çıktı. 9. yüzyılın ortalarında Çad Gölü'nün kuzeyinde Kanim ticaret imparatorluğu kuruldu. İm­ paratorluğu yöneten Seyf Hanedam bin yıl yaşadı. Yeni tarım uygarlığı bölgeleri doğduğunda yakınlardaki bir kütleçekim mer­ kezinin bu süreçteki etkisini saptamak genellikle kolaydır -tıpkı Kuzey Çin'in Vietnam ve Güney Çin, Hindistan'ın Güneydoğu Asya, Mezopotamya (ardından İslam) ile Akdeniz'in Sahra-altı Afrika ve Roma ile Bizans'ın da Batı ve Doğu Avrupa üzerindeki etkisi gibi. Bu tür etkiler en açık olarak Güney Çin'de yani nüfusun uzun bir süredir Kuzey Çin hanedantarının kontrolü altında arttığı bir bölgede görülür. MS 1 . yüzyılda imparatorluk nüfusunun dörtte üçü Çin'in kuze­ yinde bulunurken 1300'lü yıllara gelindiğinde bu oran dörtte bire inmişti. Avrasya kara kütlesinin batı ucunda da benzer bir kayma olmuştu. Ama bu kez kayma kuzeyden Avrupa'ya doğruydu.

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERi

279

Birçok bölge tarım uygarlığının yayılınasına karşı direnmeyi sürdürdü. Yoğun yerleşim bölgeleri için gereken ekolojik ve teknolojik önkoşulların oluşmadığı yerlerde geleneksel topluluklar çok daha uzun süre hayatta kaldılar. Bunun en güzel örneği yoğun bir tarım nüfusunun olmayışından dolayı tarım uygarlığının giremediği Avrasya bozkırlarıdır.24 Rusların bulunduğu ve daha sonra Rusya İm­ paratorluğu'na katılan topraklarda tarım yalnızca birkaç bölgede yapılıyordu. Bunların arasında tarım çağının başlangıcından beri tarım yapılan Ukrayna'nın bazı kesimleri de vardı. Bölgenin çetin iklimi ve savaşçı göçebe çobanların varlığı tarımla uğraşan nüfusun kentler ve devletler kurmaya yetecek kadar yoğunlaş­ masını engelliyordu. Tarım toplulukları zayıf ve yalıtılmış kaldılar. Bu da onları Herodotos'un çok güzel betimlediği Iskider gibi haraç toplayan topluluklar için kolay birer av yaptı. Sonra, MÖ ı . binyılın ortalarından itibaren aralarında çav­ darın da olduğu bazı yeni ürünlerin yetiştirilmesi, metal pullukların kullanılmaya başlanması ve Avrupa'nın doğusundaki nüfusun aşırı artması nedeniyle Avrupa ile Urallar arasındaki topraklara büyük bir göç yaşandı. Tıpkı Batı Afrika'da olduğu gibi yoğun yerleşimler de dışarıdan tüccarları kendilerine çekti. Bunlar Avrasya bozkırlarından ya da Baltık'tan geldiler, Orta Asya'yla ve Bizans'la ticaret yaptılar. Bir dizi bölgesel devlet kurdular. Bunların ilki başkenti Hazar Denizi'nin kuze­ yinde yer alan Hazar İmparatorluğu'ydu. Baltık'tan Bizans'a uzanan güzergiihra kurulan bir dizi küçük kent devleti ı O. yüzyılda tek bir hanedanın egemenliğin­ de birbirine bağlandı ve korkunç Kiev Knezliği'ni oluşturdu. Orta Asya'yla ve Bağdat'la ilk ticaret bağlantılarını elinde tutan Kiev Rusları kolayca İslamiyere geçebilir ve İslam dünyasının önemli bir parçası olabilirdi. Ama büyük prensleri Vladimir (kendisiyle 9. Bölüm'de tanışmıştık) 988'de Ortodoks Hıristiyanlığı be­ nimsedi. O tarihten itibaren de Rus devleti ve onun ardılları en azından kültürel olarak Hıristiyan dünyasına katılmış oldular. MS ı o. yüzyıl dolaylarında Vikinglerin başarısızlıkla sonuçlanan Newfound­ land'e yerleşme girişimlerinin dışında ı 6. yüzyıldan önce Avrasya ile Amerika kıtaları arasında hiçbir önemli temas olmadı. Bu nedenle Amerika kıtalarını ayrı bir dünya bölgesi olarak değerlendirmek mantıklıdır.25 Bununla birlikte Ameri­ ka kıtalarında da tarım uygarlıkları ortaya çıktı, birbirleriyle ilişki kurdular ve sonunda pek de gelişmemiş dünya sistemleri yarattılar. Gördüğümüz üzere Me­ zoamerika'da MÖ 2. binyılın ortalarına doğru ilk tarım uygarlıkları Olmekler arasında doğdu -gerçi bazı bilginler Olmekierin gerçek devletler kurmadıklarını düşünür. Yine de Mezoamerika'nın sonraki bütün uygarlıklarının kültürel gele­ neğine bir miras bıraktılar. Burada gerçek devletler MÖ 1 . binyılın ortalarında ortaya çıktı. Ama ilk imparatorlukların uzak kuzeyde, Meksika'da, ortaya çıkışı MS 1. binyılın ortalarından önce gerçekleşemedi. Teotihuacan tarihi, uygun te­ meller atıldığında büyük imparatorluk yapılarının ne kadar hızlı ortaya çıkabile­ ceğini gösterir. Aynı zamanda erken devletlerin ne kadar kırılgan olabildiklerini de anımsatır. Günümüz Mexico City'sinin 50 kilometre kadar kuzeyinde kalan Teotihuacan MÖ S OO'de yalnızca birkaç küçük köyden oluşuyordu. MÖ ı SO'den

280

ZAMAN HARITALARI

itibaren hızlı bir şekilde büyüdü. Üç yüzyıl sonra 60.000 ila 80.000 arasında bir nüfusa ulaştı. Onun büyümesi de tıpkı 6000 yıl önce Anadolu kenti Çatal Hö­ yük'te olduğu gibi obsidyen -çeliğin metal öncesi dönemdeki karşılığı- ticaretine dayanıyor olabilir. En parlak döneminde, MS SOO dolaylarında, Teotihuacan'ın nüfusu 1 00.000 ila 200.000 arasındaydı ve anıtsal yapıları da Afro-Avrasya'da­ kiler kadar görkemliydi (bkz. Şekil 1 0.3 ).26 Teotihuacan sulu tarım ve çinampa sistemiyle (aşağıda açıklanmıştır) ürün yetiştiren çevredeki köylerin ve kasaba­ ların oluşturduğu bir ağ tarafından besleniyordu. Ama aynı zamanda çok daha geniş bir alana, Mezoamerika dünya sistemine yayılmış ticaret ağlarından gelen gıda maddelf'rine de dayanıyordu. Bu nedenle burası açıkça bölgesel bir akrarma merkezi, hatta Amerika kıtalarındaki ilk kütleçekim merkezi olarak kabul edile­ bilir. Teotihuacan 600 ile 700 yılları arasında çöktü. Hızlı nüfus artışının sonucu olarak toprağın aşırı kullanımı bölgenin ekolojisini tahrip etmiş olabilir ya da rakip kasabalar ticaret ağına erişimi engellemiş, hatta kente saldırıp yağmalamış da olabilir. Çöküşten sonraki elli yıl içinde geride birkaç köyden başka bir şey kalmamıştı. Sömürge döneminden kalan bir kaynakta kent yöneticilerinin nasıl kaçtığı şöyle betimleniyordu: "Yazıları, kitapları, resimleri, metal kalıplarını, el yapımı her şeyi götürdüler. " 27 Yucatan Yarımadası'nda güneye doğru uzanan düzlüklerde kurulmuş çağdaş Maya kültürlerinde Teotihuacan'la aynı değiştokuş ağiarına bağlı bir dizi bölgesel merkez ortaya çıktı. Bunlar da aynı zamanda ve muhtemelen (bölgedeki tarım alanlarının verimini düşüren iklim değişimlerine bağlı olarak) aşırı nüfus artışı nedeniyle çöktüler. MÖ 1 . binyılın sonlarından itibaren kentleşme ve devlet oluşu­ mu Meksika'nın ortalarında yoğunlaştı. Bu süreç en sonunda 15. yüzyılda Aztek İmparatorluğu'nun kurulmasıyla doruğa ulaştı. Başkent Tenochtitlan'da 1 5 1 9'da 200.000 ila 300.000 insan yaşıyordu. Meksika Vadisi'ndeki birkaç başka kent de neredeyse onun kadar kalabalıktı. Cortes'in yardımcılarından Bernal Diaz del Castillo 1 5 1 9'da ilk kez gördüğünde Tenochtitlan'ı şöyle betimlemişti: Ertesi sabah geniş bir geçide geldik ve lztapalapa'ya doğru ilerleyişimizi sürdür­ dük. Sonra suyun içinde kurulmuş birçok köyü ve kenti ve de toprak üstünde kurulmuş diğer büyük kasabaları ve de Mexico'ya (Tenochtitl6n) giden düz ve düzeylendirilmiş geçidi görünce hayretler içinde kaldık. Bu büyük kasabalar ve cueler ve sudan yük­ selen taş binalar Amadis hikôyesindeki sihirli görüntü gibiydi. Askerlerden bazıları kendilerine gerçekten de bir düşte olup olmadıklarını sordular. Her şey öylesine ha­ rikaydı ki daha önce hiç görmediğim, duymadığım ve düşlemediğim bu şeyleri ilk görüşümü nasıl anlatabileceğimi bilemiyorum.28 1500'de Tenochtitlan'ın içinde ve civarında 2 milyona yakın insan yaşıyordu. Bunlar çinampa sistemi diye bilinen yükseltilmiş tarla tarımıyla geçiniyorlardı. Te­ nochtitlan dolaylarındaki bataklık alanlara gelen ilk yerleşimciler, söğütten "çit"­ lerle birbirine tutturclukları çamur ve ırmak bitkileriyle tepeler yaptılar. Tepelerin

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAiMLi EGiLIMLEAi

281

Şekil ı o.3 Teotihuacan. Mexico City'nin 40 km dışındaki Büyük Teorihuacan kent devleti MÖ 200 dolayiarı ile MS 650 dolayiarı arasında varlığını sürdürdü. En görkemli döneminde nüfusu 200.000'e ulaşmış olabilir. Döneminde dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Amerika kıtalarındaysa kesinlikle en büyük ve güçlü kentti. Mezoamerika'nın diğer birçok kesimiyle bağlantıları vardı. Politik gelenekleri kendisinden sonraki -aralarında Azteklerin de olduğu- birçok Mezoamerika devletini etkiledi. Brian M. Fagan, People of Earth: An Introduction to World

Prehistory, 7. Baskı (New York, ı 992), s. 574; Urbanization of Teotihuaain, Mexico baskısı: Rene Millon, Kısım ı, c. ı (Austin, ı 973) (© Rene Millon ) .

arasındaki suyaUarını temizlediler. Suyailarının tabanlarından aldıkları çamuru, çürümüş bitkilerle ve insan atıklarıyla kararak gübrelediler. Bu tepelerde yaptık­ ları özenli tarımla yılda yediye varan mahsul aldılar. Bu ilk yerleşimcilerin günlü k beslenmeleri balığa ve su kuşlarına dayanıyordu.29 Güney Amerika'da ilk tarım uygarlıkları MS 1 . binyılda, hızlı bir nüfus artışıy­ la ve kentleşme döneminde ortaya çıktı. Burada doğan ilk i m paratorlu k İnkaların MS 1 5 . yüzyılda k urduğu imparatorluktu. Güney Amerika'nın tarım uygarlık­ larının Mezoamerika'yla önemli bağlantıları vardı; ama b unların tek bir dünya sistemi yaratmak için yeterli olup olmadığı hala tartışma konusudur. MS 1 . bin­ yılın sonlarında mısır tarımının yaygın benimsenmesiyle Kuzey Amerika'da nüfus hızla arttı. İ lkel tarım uygarlıklarının, artık tanıdık olduğumuz belirtilerinin tümü, Mississippi kültürleri olarak bilinen topluluklarda ortaya çıkmaya başladı. Bu­ nun merkezinde, bazıları 30 metreyi bulan yükseltilmiş tören alanları olan büyük kasabalar vardı. 1 2 00'de etrafıyla birlikte 30.000 ila 40.000 kişiye ev sahipliği yapan Cahoika gibi merkezler, Sümer'deki Eridu döneminin törensel merkezlerin i

282

ZAMAN HARITALARI

andırıyorlardı. Mississippi toplulukları olasılıkla büyük ölçekli şeflikler şeklinde örgütlenmişti. Ne var ki halkın büyük bölümü hala küçük tarım toplulukları ha­ linde yaşadığından bunun tam gelişmiş bir tarım uygarlığı olduğu söylenemez. Bu bölgedeki nüfus artışı mısır tarımına dayanıyordu. Dolayısıyla Mississipi bölgesi­ ni, kütleçekim merkezleri Mezoamerika'da ve Güney Amerika'da yer alan büyük Amerikan değiştokuş ağının bölgesel bir aktarma merkezi olarak değerlendirmek uygun olabilir. Eğer bu bölge bir aktarma merkezi olarak görülürse, MS 2. binyıla gelindiğin­ de dünyanın değişik bölgelerindeki tarım uygarlıklarının, genişleyen değiştokuş ağları üzerinden birbirleriyle bağlanarak iki büyük dünya sistemi oluşturdukları söylenebilir: Afro-Avrasya ve Amerika kıtaları. Bunlardan Afro-Avrasya sistemi daha eski, daha büyük, daha yoğun nüfuslu ve daha güçlüydü. Gücünün ulaştığı nokta 16. yüzyılda iki bölge birbiriyle temas ettiğinde açıkça belli olmuştur. Geri kalan iki dünya bölgesinde tarım uygarlıkları ortaya çıkmadı. Bununla birlikte tarım yapılan bazı bölgelerde, Papua Yeni Gine'de, Tonga ve Hawaii gibi birtakım adalarda bazıları devletleşmenin eşiğine gelen güçlü şeflikler kuruldu. Oldukça kabaca olsa da tarım uygarlıklarının 4000 yıl içindeki yayılmasını sayısallaştırabiliriz. Rein Taagepera, Afro-Avrasya'da farklı tarihlerde emperyal sistemlerle yönetilen bölgelerin yüzölçümlerini hesaplamaya çalışmıştır. Emperyal sistemi, birkaç tarım devletini içeren büyük siyasi yapı olarak tanımlamıştı. Her ne kadar bu tanım tarım uygarlığının bazı bölgelerini dışarda bıraksa da Afro-Av­ rasya'daki tarım uygarlıklarının politik ve askeri yayılıını için kaba bir gösterge de sağlar. Taagepera, her dönem için devlet sistemlerinin kontrol ettiği toplam alanları tahmini olarak belirlemiş ve bunları günümüzde kontrol edilen alanlarla karşılaştırmıştır. Bu veriler Tablo 1 0.2'de özetlenmiştir. Bu tabloda üç dönem göze çarpıyor. Birincisi MÖ 3 . binyıldan MÖ 1 . binyılın ortalarına kadar olan dönemdir. Bu dönemde tarım uygarlıkları yalnızca Afro-Av­ rasya'da görülür ve günümüz devletlerinin kontrol ettiği alanın yalnızca %2'lik bir bölümünü kontrol ederler. İkinci dönem MÖ 1. binyılın ortalarında, Alıarne­ niş İmparatorluğu'nun doğuşuyla, başlar ve MS 1 000'e kadar gelir. Bu dönemin sonuna gelindiğinde, tarım uygarlıklarının kontrolü altındaki toprakların günü­ müz devletlerinin yönettiği topraklara oranı %6 ila 1 3 arasındaydı. Bu dönemde Amerika kıtalarında da tarım uygarlıkları ortaya çıktı. Ama kontrolleri altındaki topraklar Afro-Avrasya'ya göre çok küçüktü. Son SOO yıl içindeki Avrupa impa­ ratorluklarıyla ve Moğol İmparatorluğu'nun yükselişiyle birlikte 1000 yılından sonra imparatorluklarla yönetilen toprakların yüzölçümünde ani bir artış oldu. 1 000 yılından sonra Amerikalı imparatorluklar da genişledi ama onların bu ani büyümeye katkısı çok daha az oldu. 1 500'de İnka İmparatorluğu yaklaşık 2 me­ gakilometrekareyi kontrol ediyordu. Aztek İmparatorluğu ise yalnızca 0,22 mega­ kilometrekarede kalmıştı. Büyük Okyanus'ta Hawaii ve Tonga'dakiler gibi devlet oluşumunun daha başlarındaki bölgeleri bu hesaba katmak sonuçta önemli bir değişikliğe yol açmayacaktır.30

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAIMLI EGILIMLEAI

283

Tabi o 1 0.2 Afro-Avrasya' daki tarım uygarlıklarının yüzölçüm leri. Tarih

Ça§

Geç Tarım 1

Geç Tarım 2

Geç Tarım 3

MÖ 3 . binyılın besları MÖ 2. binyıldan MÖ 1 . binyılın ortalarına kadar

O, 1 5

MÖ 6. yüzyıl MÖ l MS 1 000

8

1 3. yüzyıl

33 {agırlıklı olarak Mogol imparatorlugu) 44 {artık Amerika kıtaları da dahil)

1 7. yüzyıl Günümüz

Yönetilen Alan Megakilometrekare Olarak ( 1 megakilometrekare • 1 00.000 km2) (hepsi Güneybatı Asya'da) 1 - 1 ,25

Günümüzde Devletlerin Yönetti§i Alana Oranı (o/o) 0,2 0,75 - 2,0

16 16

20. yüzyıl

6,0 1 3,0 25,0 3 3,0 1 00,0

KAYNAKLAR: William Eckhardt, "A Dialectical Evolutionary Theory of Civilizations, Empires and Wars", Civilization and World Systems: Studying World - Histarical Change, (der.) Stephen K. Sanderson (Walnut Creek, California, 1 995), s. 79-82. Ağı rlıkl ı olarak dayandığı yer: Rein Taagepera, "Size and Duration of Empires: Systematics of Size", Social Science Research 7 ( 1 978): 108-127.

Bu uzun genişleme tarihine karşın, 1 7. yüzyılda bile, yani yalnızca 300 yıl önce, devlet sistemlerinin 20. yüzyılda devletlerin kontrolündeki toprakların ancak üçte birini kontrol ettiğini unutmamak önemlidir. Bunlar her ne kadar dünyayı saran değiştokuş ağlarını kontrol eder hale gelmiş ve dünya nüfusunun da çoğunluğu­ nu kapsıyor olsalar bile dünyayı hiçbir zaman günümüz kapitalist devletleri gibi kontrol edemedi/er.

Biriktirme, İnovasyon ve Kolektif Öğrenme Tarım uygarlığının yayılması Holosen'in ilk dönemlerinde başlayan yoğun­ laştırma sürecinin devam etmesi sayesinde gerçekleşti. Bu dönemdeki değişimin doğasını ve hızını belirleyen kritik etmen inovasyon hızlarıydı. İnovasyon hızları­ nı yönlendiren etmenler nelerdi? İnovasyonun en yoğun olduğu yer neresiydi ve tarım uygarlıkları çağında inavasyon ne kadar hızlıydı? Büyüklüğün kendisi başlı başına bir inovasyon kaynağıydı; çünkü değiştokuş ağlarının boyutları büyüdükçe yeni ticari ve entelektüel sinerjiler doğuyordu. Ama bu dönemdeki inovasyonun doğasını ve hızını özellikle belirleyen üç etmen var-

284

ZAMAN HARITALARI

dı: nüfus artışı, devletlerin çoğalan etkinlikleri ve artan kentleşme ile ticarileşme. Aslında uygulamada üçü iç içe geçmiş olsalar da onları ayrı ayrı anlatacağım. Uzun erirnde her birinin inovasyona katkısı oldu ama kısa ve orta erirnde büyü­ rneyi engelleyen bazı etkileri de oldu. Çağdaş tarihçiler için daha kısa zaman ara­ lıklarındaki bu çevrimsel örüntüler genellikle en belirgin olanlarıydı. Bu nedenle modernizm öncesi tarihçiler uzun erimli eğilimlerdense, çevrimler üzerinden dü­ şünüyorlardı. Göreceğimiz üzere inovasyonun bu üç kaynağının etkileri pek kesin değil, muğlaktır. Bu da inovasyonun modern çağa göre tarım uygarlıkları çağında neden çok daha yavaş olduğunu açıklamaya yardımcı olan bir özdliktir.

Bir inavasyon Kaynağı Olarak Büyüklük: Uzun dönemler için ortalama ina­ vasyon hızını belirleyen şey, en genel düzeyde, enformasyon ağlarının içlerinde gerçekleşen değiştokuşların yoğunluğunun yanı sıra kendi büyüklükleri ve çeşit­ lilikleri de oldu. Değiştokuş edilen enformasyonun miktarı ve çeşitliliği ne kadar büyük olursa, bu değişimierin hem küçük hem büyük, inovasyonlarla sonuçlanma olasılığı da o kadar artıyordu. Burada incelenen dönemde, enformasyon ağları ge­ rek ölçek gerek çeşitlilik açısından Afro-Avrasya dünya bölgesinde açıkça, Ameri­ ka kıtalarında da daha küçük bir ölçekte büyüdü. Ayrıca birbirlerinden çok farklı toplulukları birbirine bağladılar. Öyle ki Avrupa'nın kuzeyindeki barbar çiftçilerin inovasyonları Akdeniz'e yayıldı, Avrasya bozkırlarında doğan at binme yöntem­ leri Çin'den Mezopotamya'ya kadar ulaştı ve metal işleme teknolojisi ile çeşitli tarım ürünleri Afro-Avrasya boyunca hem tarım uygarlıklarında hem onların sı­ nırlarının ötesinde yayıldı. Taşımacılık ve iletişim teknolojiterindeki gelişmeler inovasyonların daha hız­ lı bir şekilde daha geniş alanlara yayılmasını sağladı (bkz. Tablo 10.3 ve Tablo 1 0.4). Afro-Avrasya bölgesindeki değiştokuşların hızının ve yoğunluğunun artı­ şında ikincil ürünler devriminin de temel bir önemi vardı. Çünkü onun sayesinde belki de MÖ 4000'lü yıllar kadar erken bir dönemden itibaren yeni taşımacılık yöntemleri kullanılır oldu. Öküz, eşek ve atın kullanılma­ sı tekerlekli taşımacılığın doğmasına yol açmış olabilir. De�izde, henüz Avrupalı denizciler Polinezyalı gemicilerin navigasyon inceliklerinden habersizken, onların yön bulma hassasiyetleri, güvenirlikleri ve hızları özellikle MS 1. binyılda kesin­ likle arttı. Razı önemli yolların yapımı da Çin'den İran'a ve Ruma'ya yapılan ta­ şımacılığı canlandırdı. İletişim alanındaki başlıca inovasyonlar yazının ve yazma biçimlerinin doğup gelişmesiyle ilgiliydi. Aralarında Han ve Alıarneniş imparator­ luklarının da bulunduğu bazı imparatorluklarda uzun mesafeli kurye sistemleri kuruldu (bunu çok sonraları Peru'da İnkalar da yaptı). Birçok toplumda uyarı ateşleri yakılınasına dayalı basit erken uyarı sistemleri kuruldu. Dolayısıyla enfor­ masyon büyük mesafeleri bazen çok hızlı aşabiliyordu. Afro-Avrasya'nın ve onun görece gelişmiş ileti�im sistemlerinin büyüklüğü ve çeşitliliği Holosen'de bu bölgedeki inavasyon hızının başka dünya bölgelerine göre neden daha yüksek olduğunu açıklamaya yardımcı olur. Burada değiştokuş

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

285

Tabi o 1 0.3 insanlık tarihinde taşımacılıkta yasanan devrimler C:a§

Yaklaşık Tarihi

Peleolitik

Yak. 700.000 yıl öncesinden itibaren Yak. ı 00.000 yıl öncesinden itibaren

Afrika'dan dışarı ilk heminin göçleri Modern insan Güney Avrasya'da; modern insanların Afrika dışına ilk göçleri

Yak. 60.000 yıl öncesinden itibaren

Avustralasya'ya deniz yoluyla ilk göçler; ilk deniz tekneleri

Tarım

Yak. 4000 yıl öncesinden itibaren Yak. 3500 yıl öncesinden itibaren Yak. ı 500 yıl öncesinden itibaren MÖ ı . binyıl

Hayvan gücüyle taşımacılık Tekerlekli taşımacılık Polinezya'da uzun mesafe giden gemiler Devlet yapımı yollar ve kanallar; madeni para sistemi

Modern

MS ı . binyıl ı 9. yüzyıl başlarından itibaren ı 9. yüzyıl sonlarından itibaren 20. yüzyıl başlarından itibaren 20. yüzyıl ortalarından itibaren

Gemi yapımında ve yön bulmeda gelişmeler Demiryolları ve buharlı gemiler icten yanmalı motorlar Havayolu yolculugu Uzay yolculugu

insanları ve Malları Taşıma Yöntemleri

edilen enforrnasyonun oluşturduğu havuz, başka yerlerdekinden daha büyük ve daha çeşitliydi. Bu nedenle yeni teknolojilerin birikmesi ve değiştokuş edilmesi daha önceleri hiç olmadığı kadar hızlandı. Ama Amerika kıtalarında da büyük tarım uygarlıklarının ve geniş ticaret ağ­ larının ortaya çıkışı sayesinde benzer süreçler işlerneye başladı. Enformasyon ağ­ ları çok genişti. Ekolojileri, teknolojileri, tarım ürünleri ve yaşarn tarzları farklı bölgeler arasında bilgi değiştokuşunda kullanılıyorlardı. Bunun karşılığında eko­ lojik inovasyonlar da değiştokuşların hızını ve yoğunluğunu artırıyordu. Burada okur-yazarlık da etkileyici yollar yapmak kadar sürecin bir parçasıydı. Ama eksik olan şey Afro-Avrasya bölgesindeki ikincil ürünler devrimiyle ilgili inovasyonlardı.

Nüfus Artışı: Tarım çağının başlarında nüfus artışı ve teknolojik değişim bir­ birlerini destekledi. Tarım uygarlıkları çağında bu ilişki, inovasyonun ve biriki­ rnin başlıca kaynağı oldu -özellikle de başta tarım ve hayvancılık alanında birçok önemli inavasyon geliştirmiş bağımsız göçebe çobanların ve çiftçilerin bölgelerinde. MÖ 3000 ile MS 1 yılları arasında dünya nüfusu yaklaşık 50 milyondan 250 milyona yükseldi ( bkz. Tablo 6.2 ve Tablo 6.3). Bu büyüme tarım çağının başla­ rındaki demografik hareketlilikte yumuşak bir artış olduğunu gösteriyor ve tarım uygarlıklarının doğuşunun nüfus artışı üzerindeki etkisinin önemli ama pek de

286

ZAMAN HARITALARI

Tablo 1 0.4 insanlık tarihindeki enformasyon devrim leri. Yaklaşık Tarih

Ça§

Enformasyon iletim Yöntemleri

Peleolitik

Paleolitik, insanlık tarihinin başlangıcı Üst Peleolitik Üst Peleolitik'ten itibaren?

Dillerin modern halleri; gruplar arasında enformasyon paylaşımı Magara duvar resimleri Davulla, ateşle, dumanla uzun mesafeli iletişim

Tarım

Yak. MÖ 3000'den itibaren Yak. MÖ 2000'den itibaren Tarım uygarlıkları çagı MS B. yüzyıldan itibaren

Dondurulmuş enformasyon olarak yazı Hecesel yazı Devletin kurdugu ya da askeri kurye sistemi Tahta kalıplarla yapılan baskı

Modern

ı 6. yüzyıl

Küresel dünya sistemi; dünya çapında taşımacılık ve iletişim sistemleri Matbaanın kitle iletişiminde kullanılması; gazeteler, posta hizmetleri Telgraf Telefon Elektronik kitle iletişimi: radyo, film, TV internet, enformasyonun anında küresel iletimi

ıe

ve ı 9. yüzyıllar

ı 830'1u

yıllardan itibaren yılların sonu 20. yüzyıl 20. yüzyılın sonu ı S SO' li

devrimsel olmadığını ortaya koyuyor. Uzun demografik eğilimler istikrarlı bir bü­ yüme olduğu yanılsaması yaratır. Ama ömürler ya da yüzyıllar ölçeğinde, ortaya iniş çıkışlı çevrimsel bir örüntü çıkar. Tarihçiler bu büyük büyüme ve küçülme çevrimlerinin giderek daha çok farkına varıyorlar. Ama bunların nedenlerine ve periyoduna ilişkin soruları farklılaşabiliyor. 1966'da yayımlanan Les Paysans de Languedoc (Languedoc Köylüleri) adlı ünlü araştırmada Fransız tarihçi Emmanu­ el Le Roy Ladurie hem Languedoc bölgesindeki yüzlerce yıllık ani düşüş ve yük­ seliş çevrimlerini hem modern Fransız ekonomisinin ilk dönemlerini incelemişti. Bu çevrimler yaşamın bütün alanlarını etkiliyordu. Robert Lopez onları, etkileri farklı büyüklükte hissedilen ama yalnızca ekonomiye değil, yaşamın her alanına -edebiyata, sanata, felsefeye, politikaya ve hukuka- etki eden "ardışık tepeler ve çukurlar" olarak tanımlamıştı.31 Le Roy Ladurie de bu çevrimleri, unutulmayacak bir şekilde "toplumsal bir yapının soluk alıp verişleri" olarak betimlemişti.32 Bun­ ların muazzam etkisinin bir nedeni, tarım işkolunun ezici önemiydi. Üretim bi­ çimlerinin çoğunun organik maddelere ve organik enerji kaynaklarına dayandığı bir ortamda, tarımsal ürünler yalnızca yiyeceklerde değil, giysilerde, barınmada, enerjide, üretim araçlarında ve hatta parşömen ile kağıtta bile üretimin sınırları­ nı belirliyordu.33 Tarım çağında ekonomik büyümenin motoru tarım olduğundan orta erimli ekonomik, politik ve hatta kültürel çevrimiere yön veren de tarım ala­ nındaki inovasyonların hızı .oluyordu. Toplumlar büyüdükçe üretim de büyüdü;

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

287

talep arttı ve dolayısıyla işgücü arzı da arttı. Genişleyen ticaret sistemini, daha büyük devletleri, anıtsal yapıların inşasını, (kültürel değişimi canlandıran) sanat­ çıların ve zanaatçıların himayesini ayakta tutmak için gereken kaldırma kuvvetini hep nüfus artışı yarattı. Tarım uygarlıkları böylesi dönemlerde ekonomik, politik ve sanatsal açıdan gelişip zenginleştiler. Nüfusun azaldığı dönemlerde bütün bu et­ kinlikler zayıfladı. Sonuç olarak bütün ekonomik büyüme ve küçülme hareketleri, kentleşmeye, ticarete ve politik erke yönelik hareketler, hepsi de altta yatan aynı ritimlere bağlıydı. Uzun erimli birikim bu çevrimierin altında (ve genellikle de aynı dönemde yaşayanların fark ederneyeceği yollardan) gerçekleşiyordu. Her çevrimin gerçekte öncülünden daha yukarıda olduğu, yalnızca dünya tarihine büyük bir ölçekten bakıldığında açıkça görülür. Modern Fransa'nın ilk dönemi için geçerli olan durum, genel olarak tarım uygarlıkları için de geçerliydi. Le Roy Ladurie'nin tanımladığı çevrimleri algılaya­ bilmek için birbirinden ayrı birkaç tarım uygarlığı bölgesindeki nüfus artışlarını incelemek yararlı olabilir. Şekil 1 0.4'teki grafikte J. R. Biraben'in MÖ 400 ile MS 1900 arasında Çin, Hindistan alt kıtası ve Avrupa için hesapladığı kaba nüfus sa­ yıları görülüyor.34 Her bölgede nüfus artış dönemlerini izleyen nüfus düşüş (hatta bazılarında ani düşüş) dönemlerinin oluşu dikkat çekiyor. Bütün tarım uygarlığı bölgelerinin tarihlerini şekillendiemiş gibi görünen bu orta vadeli ritimleri nasıl açıklamamız gerekir? Her ne kadar nüfus artışında, mahsul dalgalanmalarında, savaşlarda, ticarette ve politikada örtüşen birkaç eğilimin karışımı olsalar da bun­ ları belirleyen bir etkenler grubu vardı: İnovasyonu (özellikle tarımdaki), nüfus ar­ tışını, ekolojik gerilemeyi, sağlıktaki gerilerneyi ve artan anlaşmazlıkları birbirine bağlayan negatif bir geribesleme çevrimi nüfusun azalmasına yol açıyordu (bkz. Şekil 10.5). 500 .-------.



Avrupa (SSCB dışında) Hindistan alıkılası a Çin

400



c- aoo

1]. .2 ,,

200 . . .

z

-400

-200

o

200

400

600

800

1 000

1 200

1 400

1 600 1 800

Şekil 10.4 Çin, Hindistan ve Avrupa'da MÖ 400-MS 1 900 arası Malthusçu çevrimler. Bu grafikte tarım çağı tarihinin karakteristik Malthusçu nüfus örüntüsü görülüyor: Artan nüfus ani bir şekilde azalıyor. J. R. Biraben, "Essai sur l'evolution du nombre des hommes", Population 34 (1979): 16.

288

ZAMAN HARITALARI

NegaHf geribesleme döngüsü

Şekil 10.5 Negatif geribesleme döngüsü: nüfus, tarım ve doğal çevre.

Nüfus çalışmalarının öncüsü İngiliz Thomas Malthus mevcut kaynaklada nü­ fus artışı arasındaki ilişkiyi çözümleyen ilk kişilerden biriydi. 1 8. yüzyılın sonla­ rında tümüyle matematiksel olarak değerlendirildiğinde canlı türlerinin geometrik bir hızla çoğalacağını ve tıpkı yukarı yönlü bileşik faiz eğrilerindekine benzer bir eğri oluşturacağını ileri sürmüştü. Buna karşın, türleri besleyen kaynaklar, normal olarak aritmetik bir hızla artıyor ve doğrusal bir artış eğilimi içinde oluyorlardı. Bu da 5. Bölüm'ün son kısmında gördüğümüz üzere, nüfus artışının gerçek sınırlarını aslında var olan kaynakların belirlediği anlamına gelir. Doğada var olan kaynaklar belli türlerin kullanabildiği nişler tarafından belirlenir. Ama insan farklıdır çünkü sürekli birtakım yenilikler yaratır: araştırır, keşfeder, dönüştürür, geliştirir ve hatta yeni nişler yaratır. Yani insan nüfusunun artış sınırları, her çağda yalnızca inovasyon sayesinde ortaya çıkan nişlerin sayısı ve üretkenliği tarafından belirlenir. Ne zaman önemli inovasyonlar olsa, nüfus artışının tavanı biraz daha yükselir. Önemli bir inovasyon olduğunda, insan nüfusu yeni belirlenmiş tavanı aşacak kadar artar. Sonra da bir kırılma olur. Toprak tükenir, kıtlık baş gösterir, hastalıklar ortaya çıkar, kıt olan kaynaklar için rekabet eden devletler birbirlerine savaş açar. Nihayet nüfus yeni bir düzeyde durur. İnovasyon sayesinde her çevrim öncülünden daha üst bir düzeye ulaşır. Ama normalde inovasyonlar her çevrimin sonundaki (toplumların nüfusunun var olan kaynakların ötesine geçmesiyle ger­ çekleşen) nihai çöküşü önleyemeyecek kadar yavaş gerçekleşir. Nüfus kırılmasının genellikle kırılgan doğal çevrenin aşırı kullanılması yüzün­ den tetiklendiği -özellikle nüfus artışının çorak toprakların sulanmasına dayan­ dığı- yerler için bu ritimlerin önemli bir ekolojik bileşeni vardır. Bu ritim, aşırı

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAiMLI EGILIMLEAI

289

derecede öldürücü asalakların evriminde gördüğümüzle aynı ritimdir ve tarım uygarlıkları çağında en belirgin görüldüğü yerler bütün bir uygarlığın çöküşüne yol açtığı yerlerdir. MÖ 3. binyılın sonunda Mezopotamya'nın güney kesiminde yaşanan kuraklık ve buna ek olarak aşırı sulamanın yol açtığı tuzlanma, Sümer'in ekolojik temellerini çürüterek zayıflattı. Artan tuzlanınayı gösteren arkeotojik kanıtlardan biri bölge sakinlerinin, buğdaya göre tuza daha dayanıklı olan arpa tüketiminin artmış olmasıydı. Sonunda nüfus çöktü: MÖ 1 900'de 630.000 dola­ yında olan nüfus MÖ 1 600'de yaklaşık 270.000'e kadar düştü ve bin yıl sonraki Ahamenişler dönemine k::ı dar da bir daha önceki düzeyine çıkamadı.35 Ne yazık ki aynı örüntü Mezopotamya tarihinin ileriki aşamalarında da yindendi (bkz. Şekil 10.6). MS 8. yüzyılda Maya uygarlığının çöküşü de benzer bir süreçle aÇıklanabi­ lir (bkz. Harita 1 0. 1 ) . Michael D. Coe şu gözlemi yapmıştır: Güneydeki ovalardaki Klasik Maya nüfusu, hangi tarımsal yöntem kullanılıyor olursa olsun, toprağın taşıma kapasitesini muhtemelen aşmıştı . Orta Bölge boyunca yoğun bir ağaçsızlaştırmanın ve erozyonun olduğuna ve bunun yalnızca uygun bir­ kaç bölgede toroçalama yöntemiyle hafifletildiğine ilişkin giderek artan kanıtlar var. Kısacası aşırı nüfus artışı ve doğal çevrenin zayıf düşürülmesi günümüzün en yoksul tropik ülkelerinin çoğunda görülenle karşılaştırılabilecek bir düzeye kadar ilerlemişti. Öyle görünüyor ki Maya kıyametinin kesin olarak ekolojik kökleri vardı .36 Bütün bu örnek olaylarda yeni teknolojiler ya da fırsatlar nüfus artışını tetik­ ledi ama ne teknolojik ne yönetsel uzmanlık bu artışı sürekli ayakta tutabildi. Bü­ tün örnekolaylarda büyürneyi başiatacak yeterli inavasyon vardı ama bunlar onu ayakta tutacak ya da aşırı tüketimi ve çöküşü önleyebilecek düzeyde de değildi. inavasyon yavaşlığının bu özgün örüntüsünün (Eric Jones'un deyişiyle "teknolo­ jik sürüklenme"nin) nüfus artışının potansiyel hızının gerisinde kalışı, tarım çağı boyunca gözlemlenen basamak lı gibi görünen çevrimierin başlıca açıklaması dır. 37 Bunlardan Malthusçu çevrimler olarak söz edeceğim. Doğal çevrenin zayıftatılması kadar hastalıklar da bu çevrimierin bir parçası­ dır. Hastalıklar ile insanlar arasındaki ilişkinin gelişimi en kolay Afro-Avrasya'da görülür. Belki de bunun nedeni, Jared Diamond'ın dediği gibi, yalnızca burada insanların evcil hayvanlarıyla hastalık mikroplarını birbirlerine geçirecek kadar samimi yaşıyor oluşlarıydı.38 Tablo 6.3'teki değerlere bakıldığında dünya nüfusu­ nun MÖ 1 000 ile 1 arasında sıradışı bir artış gösterdiği görülür. (Buradaki sayılarda Avrasya'nınkiterin baskınlığı vardır. Bu nedenle onlardan çıkaracağımız sonuçlar da aslında ağırlıklı olarak Avrasya'nınkilerdir.) MÖ 3000 ile 1000 arasındaki 2.000 yılda dünya nüfusunun ikiye katianma süresi tarım ça­ ğının başlarında yaklaşık 1 .630 yıldan 1 .580 yıla düştü. Ancak MÖ 1 000 ile MÖ 1 arasındaki dönemde hızla 945 yıla indi. Bu hesaplar birçok başka eğilimin orta­ ya koyduğu izlenimi destekliyor: MÖ 1 . binyılda, en azından Afro-Avrasya dünya bölgesinin büyük bölümünde, istisnai bir ani büyüme yaşandı ve sonra bu büyüme durdu. Neden?

290

ZAMAN HARITALARI

f Düz f Kaldırma ,} kanallar� aradan

lrmak kenan

Teknoloji

____,/ se�eri

( )

Biriktirme barajları

Günümüzden önceki yıllar Protohistorik

Hanedan dönemi

ı

Asur

ı

Pers/ He Ilen

islam

Şekil 10.6 Nüfus ve teknolojik değişim: Malthusçu çevrimler ve Mezopotamya'daki sulama teknolojileri. Uyarlandığı yer: Neil Roberts, The Holocene: An Environmental History, 2. Baskı (Oxford, 1 998), s. 175 ve dayandığı yer: M. J. Bowden ve diğ., The Effect of Climate Fluctuations on Human Populations: Two Hypotheses, s. 479-51 3, Climate and History: Studies in Past Climates and Their lmpact on Man, (der.) T. M. L. Wipley, M. J. Ingram ve G. Farmer (Cambridge, 1981 ).

Avrasya'daki nüfus artışındaki bu hızlanma için en zarif açıklamayı William McNeill ileri sürmüştür. Bu durum insanların asalaklada -hem büyükleriyle hem küçükleriyle-ilişkilerindeki değişimle ilgilidir. "Makro asalaklar" (haraç toplayan devletler) daha az şiddet içeren ve daha öngörülebilir şekillerde haraç toplamayı öğrendiler. Bu sırada nüfus artışı ve epidemiyolojik alışverişler sayesinde her böl­ gede yöresel hastalıklada daha istikrarlı ilişkiler kuruldu: MÖ 1 . binyıl boyunca insan nüfusunun toplandığı üç büyük merkezde [Çin, Hin­ distan ve Akdeniz] makroasalaklıkla mikroasalaklık arasında dengeler uygariaşmış toplulukların nüfuslarının sürekli artmasını ve sınırlarının da genişlemesini sağlayacak şekilde ayarlanmıştı . Sonuç olarak, Hıristiyanlık çağının başladığı dönemde Çin'de, Hindistan'da ve Akdeniz'deki uygarlıkların boyutları ve kürleleri daha önceden uygar­ Iaşmış Ortadoğu'yla karşılaştırılabilecek düzeye erişmişti.39 Politik sistemler zorla toplanan haraç düzeyini giderek daha münasip olarak belirlerken insanlar (ve onların bağışıklık sistemleri) de bulaşıcı hastalıklada gide­ rek daha iyi baş ediyorlardı. Ne yazık ki bu görüşün bir de arka yüzü vardı. Önceleri birbirlerinden yalıtıl­ mış bölgeler düzenli bir şekilde temas kurmaya başladıklarında karşılıklı birbir­ lerine hastalıklarını aktardılar. Ve bu değiştokuşun, gereken bağışıklığı olmayan bölgelerde yıkıcı sonuçları oldu. Bir süre için salgın hastalıklar eski epidemiyolo-

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERi

291

ATLAS OKYANUSU

BÜYÜK OKYANUS

Harita 1 0 . 1 Kolomb öncesi Amerika.

292

ZAMAN HARITALARI

j ik sınırı � her iki yanında da nüfus artışını yavaştattı ya da tersine çevirdi. Mo­ dern çağın MS lOOO'e kadar olan ilk bin yılında dünya nüfusu hiç artmadı. Bu demografik gerileme aslında büyük önem taşır ama tarihçilerce büyük oranda ihmal edilir. Daha önce de büyümenin benzer şekilde yavaş olduğu dönemler ya­ şanmış olabilir (Gerçi elimizdeki kanıtlar bu yönde düşünmemizi zorlaştırıyor). Akdeniz dünya sisteminde MÖ 3. binyılın sonunda ve 2. binyılın sonlarına doğru büyük demografik ve politik çöküşlerin yaşandığının ipuçları vardır. Daha önceki bu gerilernelerin nedenleri ne olursa olsun, McNeill MS 1 . binyılda yaşanan dur­ gunluğa, Avrasya'nın başlıca değiştokuş ağlarındaki ( İpek Yolu'nda ve Akdeniz'i Güney ve Doğu Asya'yı bağlayan deniz yollarında) artan trafiğin yol açtığını ileri sürmüştür. İnsanlar, mallar ve yeni yöntemler kadar hastalıklara yol açan bakte­ riler de bu yollardan geçiyorlardı. Bu yeni hastalıklar biyolojik ve kültürel anti­ korlardan yoksun nüfuslu bölgelere girdiklerinde kitlesel ve zaman zaman tekrar eden felaketiere yol açtılar. McNeill bu süreci "Avrasya ekümeninin kapanması" olarak adlandırır.40 Yeni hastalıklar en büyük etkiyi Avrasya dünya sisteminin uç bölgelerinde, daha önceki temasları en sınırlı olan Akdeniz'de ve Çin'de göstermiştir. Avrasya değiştokuş ağının aktarma merkezine daha yakın ve bu nedenle hastalıklara karşı çelikleşmiş Mezopotamya'da ve Hindistan'da daha az etkili olmuşlardır. McNeill MÖ 1 . binyılda her bölgenin daha yoğun yerleşimlerinde o bölgenin hastalık bak­ terileriyle muhtemelen daha istikrarlı ilişkiler kurulduğunu ileri sürer. Bu durum da o binyıldaki daha hızlı nüfus artışını açıklayabilir. MS 1 . binyılda görülen nüfus artışındaki yavaşlama da Avrasya'nın başlıca uygarlıkları arasındaki hastalık bak­ terisi değiştokuşuyla açıklanabilir. MS 1 . binyılda merkezleri İran'da ve Mezopotamya'da bulunan Sasanilerin ve ardından da İslam İmparatorluğu'nun, Kuzey Hindistan'da da Gupta İmpara­ torluğu'nun ( MS 320-535) artan önemlerinin altında da aktarma merkezlerinin hastalıklara karşı görece bağışık oluşu yatıyor olabilir. Ne var ki uzak doğuda ve uzak batıdaki insanlar acı çekmişlerdir. McNeill şöyle der: " Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında [ ... ] Eski Dünya'nın hastalık deneyimi en az olan iki uygarlığı, Av­ rupa ve Çin epidemiyolojik açıdan ileride Amerika kıtalarındaki yeriiierin düşece­ ğine benzer bir durumdaydılar: Yeni bulaşıcı hastalıkların toplumsal açıdan yıkıcı saldırılarına karşı savunmasızdılar. "41 Öyle görünüyor ki MS 1 . binyıldan önce Akdeniz dünyasında kızamık, kızamıkçık ve çiçek gibi hastalıklar bulunmuyor­ du.42 Roma'da büyük ölçekli ilk salgın MS 1 65'te patlak verdi. Bu muhtemelen bir çiçek salgınıydı. Kızamık ve hıyarcıklı veba ilerleyen yüzyıllarda ortaya çıktı. Bi­ zans'ı 542-543 yıllarında vuran "Iustinianos vebası" tarihçi Prokopios'un ayrın­ tılı açıklamalarından anladığımız kadarıyla kesinlikle hıyarcıklı vebaydı.43 Salgın, sonraki en azından iki yüzyıl boyunca zaman zaman patlak vermeye devam etti. Yıkıcı bakteri değiştokuşları, demografik örüntüleri değiştirmekten fazlasını yaptı. Devlet yapılarının yanı sıra, dinsel ve entelektüel tarihi de etkiledi. Örneğin azalan nüfusun Roma· İmparatorluğu'nun gerilemesine etkisi oldu. Çin'de durum

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAIMLi EGiLiMLEAi

293

biraz daha bulanıktır. Yine de aralarında olasılıkla çiçeğin ve kızarnığın olduğu şiddetli salgınların MS 2. yüzyılın ortalarından itibaren patlak verdiğine ilişkin kanıtlar vardır. Ayrıca Han Hanedam'nın çöküşüyle (MS 220) Tang Hanedam'nın yükselişi (MS 6 1 8 ) arasındaki dönemde Çin nüfusunun ani bir şekilde düştüğünü de biliyoruz. Bu dönemde oradaki politik ve ideolojik yapılar da geriledi.44 Bu sırada Mezopotamya'da, İran'da ve muhtemelen Kuzey Hindistan'daki nüfusun durumu çok daha iyiydi. Dolayısıyla bu bölgeler MS 1 . binyılda serpilip gelişti. 14. yüzyıldaki Kara Ölüm, hastalık taşıyıcıların değiştokuşu açısından yeni bir aşamaya karşılık gelir. Bu kez yıkıcı hastalık hıyarcıklı vebaydı. Bazı başka katiller de tarım uygarlıkları çağındaki demografik birikmeyi ya­ vaşlatmıştır. Bunların en önemlisi, birbirine bağlı kıtlık, savaş ve kentleşme üçlü­ südür. Bunları ileriki kısımlarda inceleyeceğiz.

Tab lo 1 0.5 Bazı devletlerin ve imparatorlukların yönettiQi alanlar. Tarih

Ça§

Geç Tarım ı

Geç Tarım 2

MÖ MÖ MÖ MÖ

3. 3. 2. 2.

binyılın sonları binyılın sonları binyılın sonları binyılın sonları

MÖ ı binyılın ortaları .

MÖ ı binyılın sonları MÖ ı . binyılın sonları MS ı . binyılın başları MS ı . binyılın ortalarıyle sonları arası MS ı . binyılın ortalarıyle sonları arası .

Geç Tarım 3 Modern

MS 2. binyılın başlarıyle ortaları arası Yak. MS ı 500

Devlet ya cia imparatorluk

Akadlı Sargon, Güney Mezopotamya Mısır Mısırlı lll. Tutmasis ( ı 490- ı 463) Shang Hanedanı, Çin Ahameniş imparatorlugu, iran (ve ardılları) Maurya imparatorlugu, Hindistan Han Hanedanı, Çin Roma imparatorlugu, Akdeniz ilk islam imparatorlukları ı . Türk imparatorlugu, iç Avrasya Mogol imparatorlugu, iç Avrasya i nka ve Aztek imparatorlukları, Amerika kıtaları

Yönetti§i Alan (megakilometrekare) 0,6 0.4 ı .o ı ,o 5,5 3,0 6,0 4,0 ı o,o 7,5 25,0 2,2

KAYNAK: Sayıların alındığı yer: Rein Taagepera, "Size and Duration of Empires: Systematics of Size", Social Science Research 7 ( 1 978), s. 108-127.

294

ZAMAN HARITALARI

Birikim Kaynağı Olarak Devletler: Devletler ve kentler kontrol ettikleri bölge­ lerde hem güçlü birer inovasyon ve birikim merkezi hem zenginliğin yoğunlaştığı yerlerdi. Çünkü hükümdarların gücü insanları ve ekonomik kaynakları harekete geçirme becerisine dayanıyordu. Dahası doğaları gereği kentler malların yanı sıra, düşüncelerin de değiştokuş edildiği aktarma merkezleriydi. Her ne kadar devletler zamanla yükselip çökseler de bütün uzun erimli eğilim­ ler en güçlü ve en geniş devletlerin güçlerinin ve etki alanlarının giderek arttığını gösteriyor. Buna bağlı olarak, sınırlı bürokrasileri ve parçalı egemenlikleri olan daha küçük ve olgunlaşmamış devlet sistemlerinin -genellikle feodal ya da erken devlet olarak adlandırılan- sayısında da bir artış oldu.45 Tarım uygarlıkları çağın­ da hiçbir devletin, modern devletlerde olduğu gibi tebaasının günlük yaşamını dü­ zenleme becerisi yoktu. Çoğu, aracılar zinciri üzerinden yönetiyor; yönettiklerinin büyük çoğunluğunun yaşamiarına çok az ilgi gösteriyordu. Onlara ilişkin çok az bilgi sahibiydi. Yine de devletler, kuşkusuz yaptıklarını yavaş yavaş daha iyi yapar hale geldiler. Avianma yöntemleri daha etkisizleşip sınırlandıkça, güçlerini daha becerikli ve verimli kullanmaya başladılar. Devletlerin artan gücünün dolaylı bir ölçüsü, en büyük devletlerin yönettiği bölgelerin yüzölçümleridir. Bu eğilim Rein Taagepera tarafından kabaca hesaplan­ mıştır.46 Tablo ı 0.5'teki sayılardan üç ayrı dönem olduğu anlaşılıyor. Birincisi yaklaşık MÖ 3000'den MÖ 600'e kadar olan ve en büyük devletlerin bile hükmettiği alanın bir megakilometrekarenin ( 1 megakilometrekare = ı oO.OOO km2) altında olduğu dönemdir. Akadlı Sargon'un kurduğu ilk imparatorluk siste­ mi yaklaşık 0,6 megakilometrekarelik bir alanı kapsıyordu. Onun en yakın rakibi olan Mısır hanedanları en güçlü oldukları dönemde yaklaşık 0,4 megakilometre­ karelik bir alana egemendiler. Sargon'un imparatorluğuyla birlikte bir eşik ortaya çıktı. Bu eşik, Mısır firavunu III. Tutmasis'in Mısır'da ve Doğu Mezopotamya'da MÖ 2. binyılın ortalarında kurduğu ve neredeyse ı megakilometrekarelik bir ala­ nı kaplayan, kısa ömürlü imparatorluğuna kadar aşılamadı. Belki MÖ 1 3 . ve 12. yüzyıllarda Çin'deki Shang Hanedam bu kadar geniş bir alana hükmetmiş olabilir. İkincisi, MÖ 6. yüzyılda Ahameniş İmparatorluğu yeni bir nirengi noktası oldu. imparatorluk en parlak döneminde yaklaşık 5,5 megakilometrekarelik bir alana yayıldı. izleyen 2000 yıl boyunca Ahamenişlerin, Seleukosların, Partların, Sasanilerin ve Abbasilerin egemenliğinde kalan İran, benzer büyüklüklerdeki alan­ ları kontrol eden büyük imparatorlukların kalbi oldu. Bunlar, bu dönem boyunca emperyal etki alanları için bir standart oluşturdular. Hindistan'da MÖ 3. yüzyılda Maurya İmparatorluğu kısa bir süre için 3 megakilometrekareden daha büyük bir bölgeye hükmetti. MS 6. yüzyıldaki Moğol İmparatorluğu'nun kuruluşuna değin başka hiçbir Hint imparatorluğu bu düzeye çıkamadı. MÖ 1 . yüzyıla gelindiğinde Çin'deki Han Hanedanı, İran merkezli imparatorluklardan bile daha büyük bir alana (6 megakilometrekareden büyük) hükmediyordu. Büyük İskender'in impa­ ratorluğu da İran'dakilerden daha büyüktü ama çok daha kısa ömürlü oldu. MS ı . yüzyıla gelindiğinde Roma Cumhuriyeti 4 megakilometrekareden büyük bir

TARIM "UYGAALIKL.AAI" ÇA�ININ UZUN EAIMLI E�ILIMLEAi

295

imparatorluğu kontrol ediyordu. MS 7. ve 8. yüzyıllardaki İslam fetihleri Me­ zopotamya ve İran merkezli imparatorluklar yarattı ve bunlar -parçalanmadan önce- Afro-Avrasya ana aktarma merkezinde yaklaşık ı O mega kilometrekarelik bir alana hükmettiler. Üçüncüsü, geleneksel imparatorluklar için 5 ila ı o megakilometrekare üst sı­ nırken, en parlak döneminde 25 megakilometrekareye egemen olan 13. yüzyılın dikkat çekici istisnası Moğol İmparatorluğu ile ı 7. yüzyılda yine yaklaşık 25 me­ gakilometrekarelik bir yüzölçümüne ulaşan Avrupa imparatorluklarıdır. Modern çağda iletişim ve taşımacılık teknolojisi gelişip modern ordular ile bürokratik yön­ temler birleşene kadar daha büyük imparatorluklar kurulamadı. Amerika kıtalarında da devlet sistemlerinin büyümesi paralel eğilimler izleye­ rek ama yaklaşık iki binyıllık bir gecikmeyle oldu. Üçüncü binyılda Sümer'de ve Mısır'dakilere benzer büyüklükte tarım uygarlıkları MÖ 2. binyılın sonlarında ya da ı . binyılın başlarında ortaya çıktı. İlk kez Alıarneniş İmparatorluğu'yla aşılan politik eşik Amerika kıtalarında Avrupalıların gelişinden önce aşılamadı. ı 500'Iü yıllarda İnkalar yaklaşık 2 megakilometrekarelik bir alana, Aztek İmparatorluğu da çok daha küçük bir bölgeye, yalnızca 0,22 megakilometrekarelik bir alana hükmetti.47 Dinsel düşüncelerdeki değişimler de giderek büyüyen erki ve devlet yapısının genişleyen etki alanını yansıtıyordu. Çünkü dinler sadakati hareketli tutarak ve vergi alımını haklı göstererek -özellikle kurumsallaşmış tapınakların olduğu yerlerde- devlet gücünü pekiştiriyor, ona destek oluyordu. Tarım uygar­ lıkları çağının başında dinlerin, tıpkı Paleolitik dünyadakiler gibi, talepleri ve etki alanları yöresel ya da bölgeseldi.48 Tanrılarının da tıpkı aile bireyleri gibi, belli ka­ vimleri ya da kentleri koruması ve onların düşmanlarını cezalandırması beklenir­ di. İlk imparatorlukların kurulmasıyla birlikte bölgesel tanrılar bir araya geldiler ve bütün imparatorluğun tanrıları oldular. Ne var ki din yine de belli kentlerin, hanedanların ve imparatorlukların kaderine sıkıca bağlı bir şekilde bölgesel bir mesele olarak kalmayı sürdürdü. Bu sıkı bağ Akadlı Sargon'un torunu Naram-Sin (yak. MÖ 2250-2220) için yapılan ve onu birçok başka tanrıyı yöneten bir tanrı olarak betimleyen dinsel resimlerde görülebilir. Evrensel ilk dinler MÖ 1 . binyıla kadar ortaya çıkmamıştır. Her ne kadar bel­ li bazı hanedanlar ve imparatorluklarla ilişkileri olsa da bunlar birtakım evrensel doğruları bildirmiş ve mutlak gücü olan tannlara tapınmışlardır. Evrensel dinlerin ortaya çıkışının, hem imparatorlukların hem değiştokuş ağlarının, çok çeşitli inanç sistemleri ve yaşam tarzları olan toplulukları yönettiği ve de bilinen evrenin sınır­ larına ulaşıldığı bir zamana denk gelmesi rastlantı değildir. Aynı şekilde bu tür din­ lerin ilklerinden biri olan Zerdüştiliğin MÖ 1 . binyılın ortalarında Afro-Avrasya'yı tek bir dünya sistemi haline getiren ticaret yollarının aktarma merkezinde kurulu en büyük imparatorluk olan Ahamenişlerin içinde doğmuş olması da rastlantı değildir. Gerçekte evrensel dinlerin çoğu Mezopotamya ile Hindistan arasındaki aktarma merkezinden çıkmıştır. Bu dinlerin arasında İran'da doğan Zerdüştilik ve Manici­ lik, Hindistan'da ortaya çıkan Budizm, Çin'de doğan Konfüçyüsçülük ile Akdeniz

296

ZAMAN HARITALARI

dünyasından çıkan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık sayılabilir. Evrensel dinlerin bu şekilde ortaya çıkışı nedeniyle varoluşçu düşünür Alman Karl T. Jaspers ilk kez 1 949'da basılan bir dünya tarihi kitabında bu döneme "eksen çağı" adını vermişti.49 Afro-Avrasya'nın farklı bölgeleri arasında büyüyen bağlantılar için sağ­ lam bir gösterge de bu dinlerin ticaret yollarını izleyerek yayılmış olmalarıdır -Bu­ dizmin yanı sıra, Manicilik ve Nasturi Hıristiyanlığı da İpek Yolu üzerinden Çin'e ulaşmıştı. İslamiyet de Mezopotamya aktarma merkezini kontrol etmekten yarar sağladı ve sonunda çok daha genişleyerek batıda İspanya'ya, güneyde Doğu Afri­ ka'ya, doğuda Orta Asya ile Kuzey Çin'e ve en sonunda güneydoğuda Hindistan ile Güneydoğu Asya'nın geniş bölgelerine ulaştı. Hıristiyanlık her ne kadar Akdeniz bölgesinde bir süre başarılı olduysa da İslamın karşısında birkaç yüzyıl boyunca gerilernek durumunda kaldı. Onun sırası MS 2. binyılın sonlarında geldi. Vergi toplayan devletlerin, tıpkı nüfus artışı gibi, birikim üzerinde önemli ama çelişkili etkileri oluyordu. İyi yanı, inovasyonu ve birikimi desteklemek için kendi güçlerini ve verimliliklerini artırmak gibi haklı bir nedenleri vardı. Tıpkı virüsler gibi kurbanlarından az çok verimli bir şekilde ve az çok da vahşice alıyorlardı. En istikrarlı devletler ve en erdemli hükümdarlar vergileri düşük tutarak, altyapı ba­ kımlarını aksatmayarak, yasaları iyileştirip düzeni koruyarak ve kırsal kesimdeki büyürneyi ve ürün artışını teşvik ederek toplumlarının üretken tabanını korudular. Düşük vergiler ve istikrarlı bir yönetim hem tarımda hem zanaatlardaki üretim artışının önünü açabiliyordu. Ama bunun yanında büyümenin önünü açmak için yollar ve sulama sistemleri gibi altyapı öğelerinin bakım ve onarımlarını yapmak da önemliydi. Bu tür yöntemlerin önemi Avrasya'daki bütün tarım uygarlıkların­ da devlet yönetimine ilişkin yazılmış metinlerde tekrar tekrar ortaya çıkan bir ko­ nudur. Antikçağ'ın birçok yazarı daha az talancı ve daha sürdürülebilir vergilen­ dirme yöntemlerini anlatmaya ve teşvik etmeye çalışmıştır. Nitekim ll. yüzyılda yaşamış Taberistanlı Müslüman bir prens, oğlu için yazdığı bir kitapta şöyle der: "Sürekli tarımı geliştirme ve iyi bir yönetici olma gayretinde ol. Bu gerçeği şöyle anlayabilirsin: Krallığı ayakta tutan ordudur; orduyu ayakta tutan altındır; altın gelişmiş bir tarım sayesinde elde edilir ve tarımsal gelişmeyi de adalet ile hakkani­ yet sağlar. Yani adil ve yansız ol."50 Benzer bir mantıkla Çin'de Song döneminde memurlara ülkenin güneyinde daha verimli pirinç türlerinin kullanımını teşvik etmeleri emredilmişti. İlk Çin hanedanları tahılların ve diğer malların büyük kent­ lere taşınmasını kolaylaştırmak amacıyla kanal ve yol yapımı için büyük harcama­ lar yapmışlardı. Nüfusları geniş sulama sistemlerinin iyi çalışmasına bağlı olan bü­ tün yönetimler, kendilerini bu sistemlerin bakımıyla ilgilenmek zorunda hissettiler. Devletler, birikimi daha başka birçok yoldan da canlandırıp artırabiliyorlar­ dı. Haraç toplayan devletlerin çoğu için savaş önemli bir konuydu çünkü yeni kaynaklar sağlamanın en kolay yolu komşu toplumları fethetmekti. Bu nedenle haraç toplayan devletler askeri inovasyonlara her zaman büyük ilgi göstermiştir. Sümer yönetimleri bronz silahiara gereksinim duydukları için bakır ve kalay dışa­ lımı yaparlardı. Roma teknolojisi köprü, suyolu yapımı ve istihkam alanlarında,

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

297

çimentonun kullanımında; içlerinde dişlilerden, mandallı çarklardan ve makara­ lardan oluşan sistemlerin yer aldığı mancınık ve diğer kuşatma silahları gibi savaş makinelerinin yapımında olağanüstüydü. Han teknolojisi (ve de bürokrasisi) de silahların ve zırhların seri üretimi, savaş kaynaklarının harekete geçirilmesi, is­ tihkam -Büyük Çin Seddi'nde olduğu gibi- ve yiyecek maddelerinin taşınacağı kanalların yapımı gibi alanlarda çok etkileyiciydi. Hükümdarlar sık sık büyük binalar yaptırarak saygınlıklarını artırmaya çalı­ şıyorlardı. Başkent Roma'nın bakımında ve güzelleştirilmesinde kullanılan tek­ noloji çok etkileyiciydi: "MS 1 00 yılındaki Roma'nın, 1 800'lü yıllardaki uygar Avrupa başkentlerinden daha iyi bir su şebekesi, taş döşeli yolları, daha iyi bir kanalizasyon şebekesi ile daha etkin bir itfaiyesi olduğu" söylenir.51 Tıpkı büyük ordular kurmak gibi, bu tür projeler de talep yaratarak ve ticareti teşvik ederek birikim oluşmasını sağlıyorlardı. Güçlü devletler, Alıarneniş başkenti Persepolis gibi kentlerin de aralarında bulunduğu, çok büyük ve prestijli projeler için rahatça harcama yapıyorlardı. Bu tür projeler hem tebaayı hem rakipleri korkutup yıldı­ racak şekilde tasarlanıyordu. Ama bunun yanında projeler istihdam da sağlıyor, tüccarları ve zanaatkarları da kendine çekiyordu. Yönetsel verimliliğin peşinde olan devletler okuryazarlığı da -her ne kadar genellikle memurlar arasında olsa da- teşvik ediyorlardı. Bürokraside verimi artıran değişimlerden biri de MS 1 000 yıllarında Fenike kentlerinde ortaya çıkan alfabeli yazı sistemiydi. Bunun yanında kayıt tutmada ve takvim hazırlamada gelişmelere yol açtığından matematikte ve astronomideki ilerlemeler de önemli değişimlerdi. Daha büyük ve daha verimli işleyen bir bürokrasi Asur İmparatorluğu döneminden beri sürekli hazır tutulan bir orduyu yönetmek için de gerekliydi. Son olarak istikrarlı bir yönetirole birlikte yürütülen ölçülü bir kamu maliyesi, çiftçileri daha çok üretim fazlası üretmeye ve tüccarları da daha çok ticaret yapmaya teşvik ediyordu. Bununla birlikte haraç toplayan devletler genellikle birikim oluşumunu canlı tutsalar da aynı zamanda onu zayıflatabiliyor hatta bazen çok ciddi biçimde altını oyabiliyorlardı. Aslında tarım uygarlıklarının temel yapısı böyle olmasını gerekti­ riyordu. Haraç toplayan seçkinler, eğer doğrudan üreticiler toprağı kullanamazlar­ sa -ki en büyük üretim fazlası buradan sağlanıyordu- var olamazlardı. Bu nedenle tarım uygarlıklarının çoğunda insanların büyük bölümünün bir şekilde toprağa erişimi vardı. Üretim kaynağının böyle yaygın bir biçimde tahsis edilmesi zengin­ lik farkını azaltıyor ve kaynakların seçkin grupların elinde toplanmasına engel oluyordu. Yani her ne kadar üretim fazlasının getirdiği zenginlik, yönetimlerin ve seçkinlerin elinde yoğunlaşsa da bütün tarım uygarlıklarının temel üretim kaynağı olan toprak yoğunlaşamıyordu. Seçkinlerin toprak üzerinde birtakım simgesel id­ diaları olsa bile, toprağın büyük bölümünü normalde onu işleyen köylü çiftçilerin ellerine bırakmaları gerekiyordu. Bu gereklilik de tarımsal üretimi denetleme ve yönetme olanaklarını sınırlıyordu. Aynı zamanda haraççı devletlerin böylesi ilkel bürokrasilerle nasıl ayakta durduklarını da açıklıyordu: En temel üretim görevle­ rini neredeyse tümüyle köylülerin becerilerine ve işgücüne bırakmışlardı.

298

ZAMAN HARITALARI

Marx'ın dikkat çektiği gibi bu ilişkiler, haraç toplayan seçkinterin kaynakları neden hep yenilikleri engelleyen ve üretimi azaltan yollarla kendilerine aktarmaları gerektiğini açıklar.12 Eğer köylülerin kendilerine yetecek kadar toprakları olsaydı, seçkinlerin talep ettikleri büyük tutarları onlara sunmak için çok daha az saikleri olurdu. Tam da bu nedenden ötürü, seçkinlerin üretim fazlasını alabilmek için güce başvurma tehdidini kullanmaları gerekiyordu. Kısa ve orta erirnde bu tür tehdit­ ler ister düzenli vergileri zorla toplamak için ister fetihlerin getirdiği zenginiikierin zorla akışını sağlamak için olsun, kaynakları ele geçirmenin düpedüz en etkili yo­ luydu. Çünkü üretimdeki gerçek büyüme genellikle yöneticilerin ilgilenmeyeceği kadar yavaş oluyordu. Bu nedenle Moses Finley az bir abartıyla "Antikitede eko­ nomik büyüme diye bilinen şey her zaman genişlemeyle sağl a n m ı ştı r demiştir.53 Böyle bir ortamda verimlilik düzeyini yükseltmesi onlarca yıl sürecek projelere ya­ tırım yapılması için olağanüstü ileri görüştü ya da kendine çok güvenen bir hüküm­ dar olmak gerekirdi. Beklenmedik krizlerle karşı karşıya kaldığında, en becerikli hükümdarlar bile gaddar ve kıyıcı olabiliyorlardı. Daha az becerikti ya da daha çaresiz hükümdarlar ya da onların danışmanları güçlerinin dayandığı temele zarar vereceğini bilmelerine rağmen, birtakım yıkıcı mali yöntemlere doğal olarak başvu­ ruyorlardı. Rus tarihindeki Korkunç ivan aşırı kıyıcı olmanın yarattığı tehlikelerin en korkuncunu gösteren bir örnektir. Birkaç yüzyılda kurulmuş olan güçlü Rusya Çarlığı onun ölümünden sonra "Zorluklar Dönemi" olarak bilinen ve iç savaşın, kıtlığın, işgalin ve nüfus azalmasının yaşandığı bir döneme girip çöküşün eşiğine gelmişti. Bu duruma ivan'ın bütün tarım uygarlıklarında üretimin temeli olan köy­ lüleri mahveden ya da kaçmaya zorlayan aşırı kıyıcı politikası neden olmuştu. Tarım uygarlıklarının bu temel yapısal özelliklerinden birtakım önemli so­ nuçlar çıkar. Birincisi haraç toplayan toplumlardaki seçkinterin üretimden çok, yönetmede ve baskı uygulamada uzmanlaşmış olmaları gerekiyordu. Haraç topla­ yan seçkinler genellikle üretim işlerini ve onlarla uğraşanları küçük görürlerdi. Bu tavır yüzünden de birçoğunun kendi zenginliğinin dayandığı üretim teknolojisine ilişkin bir bilgisi yoktu. Devlet görevlileri ve askerler (yöneticiler ve baskı uygula­ yanlar) zanaatçıların, tüccarların ya da köylülerin yaşam tarzındansa, seçkinterin yaşam tarzının modelleriydi. Haraççı seçkinterin büyük bölümü gereksinimlerinin sağlanmasından ve bu düzenin sürmesi için gereken ekonomik ve askeri becerilere odaklanmaktan memnundular. Normal olarak zenginliği üreten değil, alan taraf olmaları gerekiyordu. Bu nedenle de devlet yönetiminin ekonomik hesaplara göre bir önceliği oluyordu.54 Machiavelli'nin bu dünyanın taktik ve stratejik kuralları­ na ilişkin anlattıkları, birer karikatür öğesi olmanın yanı sıra çok değerliydi: "

Dolayısıyla bir Hükümdar'ın savaştan, onun organizasyonu ve disiplininden başka hiçbir düşüncesi, amacı ve becerisi olması gerekmez. Bir hükümderın bilmesi beklenen tek şey savaş sanatıdır. Bu sanat öylesine kullanışlıdır ki soyundan dolayı prens olanların egemenliklerini sürdürmenin yanında sık sık da sıradan vatandaşların hükümdar olmasını sağlar [ . . . ) Devletinizi kaybetmenin ilk yolu savaş sanatını ihmal etmektir; bir devleti elde etmenin ilk yolu da savaş sanatında ustalaşmaktır.

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

299

Böyle bir dünyada seçkin erkeklere, entelektüel ya da ticari etkinlikler yerine zor kullanma alanında kendini yetiştirmek daha anlamlı geliyordu. Bu nedenle de muhasebeyle uğraşmak yerine mızrak dövüşü yaparak ya da avianarak geçirilen zaman daha yararlıydı. [Hükümdar] düşüncelerinin hiçbir zaman askeri çalışmalardan uzaklaşmasına izin vermemelidir. Bunları savaşlan çok barıştayken güçlü tutmanın peşinde olmalıdır. Bu çalışmalar hem fiziksel hem zihinsel olabilir. ilk olarak adamlarını eğitmeli ve düzenli tutmalı, bununla birlikte her zaman ava çıkmalıdır. Böylece hem bedenini zorluklara alıştırır hem biraz uygulamalı coğrafya çalışmış olur: Dağların nerede yükseklik ka­ zandığını, vadilerin nerede açıldığını, ovaların nerede genişlediğini öğrenir.55 Bu tür davranışlar sayesinde şiddet, haraççı seçkinler arasında günümüz en­ düstrileşmiş dünyasında ender rastlanabilecek yüzsüz bir coşkunlukla yayıldı. Çünkü şiddeti, hükmetmenin temel aracı olarak görüyorlardı. Selçuklu veziri Ni­ zamülmülk, Abbasi halifesi Memun'dan şöyle bir alıntı yapmıştır: " İki muhafız kamutanım var. Bunların sabahtan akşama kadar işleri insanların kafasını kes­ rnek, asmak, ellerini ayaklarını kesmek, falakaya yarırmak ve hapse atmaktır. " 12. yüzyıldan Fransız bir yazar da savaş keyfini şöyle betimler: " Her iki taraftan da 'Haydi, harekete geçin' bağrışlarını ve sonra da çalıların arasında başıboş atların kişnemelerini duyana, adamların düşüşlerini [ ... ] sancaklı mızrakların saplandığı ölüleri görene ve 'İmdat! İmdat! ' diye haykırışiarını işitene dek keyifle ne yer, ne içer ne de uyurum diyebilirim. "56 Bazı durumlarda seçkinler şiddet uygulamasından uzaklaşıp zor yönetiminde uzmanlaşıyorlardı. imparatorluk Çin'inden, yani ilk birleşik imparatorluğu ku­ ran, gelişmiş bir bürokrasinin orduyu ve vergi mükelleflerini denedediği Qin Ha­ nedanı döneminden (MÖ 221-227) beri, genellikle fiziksel zordan ziyade, zorun idari ve yasal biçimlerine daha çok itibar edilir oldu ve İlıtiraslı olanlar avianmak­ tan çok öğrenmeye zaman harcadı. Ama öğrendikleri de tarım ya da ticaret değil, kontrol etmekti. Bununla birlikte köylüler (doğrudan üreticiler) de hayatta kalmalarına yetecek olanın ötesinde bir üretim artışı için genellikle pek hevesli olmuyorlardı. Çünkü ürün artışının tamamına derebeyleri tarafından kolayca el konabilirdi. Çin'in uy­ guladığı gibi istikrarlı ve uzun ömürlü politikalar kısmen başarılı oldu. Çünkü gö­ rece düşük ve tahmin edilebilir vergilerle bile ayakta durabilecek kadar dayanıklı ve zengindiler. Bu da köylülere verimliliği artıracak inovasyonlara yönelme şansı veriyordu.57 Ama daha az talancı devletlerdeki köylülerin bile inavasyon hevesleri sınırlıydı. Normal olarak parasal kaynakları, risk alma becerileri ve yeni teknolo­ jilerle denemeler yapmak için gerekli eğitimleri yoktu. Sonuç olarak Joel Mokyr'in ileri sürdüğü gibi, çalışanların zenginlikten, eğitim ve saygınlıktan yoksun olduğu, zengin, eğitimli ve saygın olanların da üretim hak­ kında bilgisiz oldukları yerlerde teknolojik inovasyonlann çabuk gerçekleşmesi olanaksızdır. Tarım uygarlıklarında haraççı seçkinlerin enformasyonun değişto-

300

ZAMAN HARiTALARI

kuş edildiği ağlar üzerinde belirgin bir kontrolü vardı. Teknolojik düşüneeye olan düşmanlıkları da üretim tekniklerindeki inovasyonların dolaşımını büyük ölçüde yavaşlatmış olmalıdır.58 Bu kısır döngüyü tamamlayan bir öğe de düşük büyü­ me hızlarının yatırımları engellemesiydi çünkü yatırımların getirileri ancak uzun erirnde elde edilebiliyordu. Az sayıda hükümdar bu denli uzun süre egemenliği­ ni sürdürebilmiştir. Modern ölçüdere göre ağır aksak bir büyümenin olduğu bu dünyada büyümeye dayalı yatırım yapmak kazancı artırmanın çok yavaş bir yön­ temiydi: Normal olarak fetih, umut vaat eden bir hareketti. Haraççı devletlerin güçlerini yasladığı toplumsal ve ekonomik yapılar bu şekilde üretim teknolojile­ rindeki inovasyonları hep yavaşlatmıştır.

Değiştokuş, Ticaret ve Kentleşme Tarım uygarlıkları çağında inovasyonun bir başka itici gücü de ticari değişto­ kuşlardı. Böylesi bir ticarette uzmanlaşanların karşılıklı uzlaşmaya dayalı değişto­ kuş sistemlerini kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmekte de uzman olmaları gerekiyordu -gerçi yaptıkları yanlarına kar kalacaksa, genellikle güç kullanmaya eğilimliydiler. Ama kuvvete genellikle başvurulmazdı. Çünkü ticari değiştokuş­ lar, gücün baskıcı biçimlerinin erişimine uzak yerlerde gerçekleştirilir ya da baskı uygulayacak gücü olanların ilgisini çekmeyen mallar değiştokuş edilirdi. Ticari değiştokuşlarda rızanın yanı sıra, verimlilik de kaba kuvvetten daha önemli bir etmen olduğu için verimliliği yükselten inovasyonların doğmasında ticaretin haraç almaktan daha etkili olduğu genellikle kabul edilmiştir. Her ne kadar modern çağ öncesi devletlerin çoğunda değiştokuşlardan haraç alma egemen olsa da hükümdarların kendi sınırlarının dışındaki kaynakları kont­ rol etmek için daha az gücü olurdu. Bu nedenle istilacı ordulada desteklenen yer­ lerin dışında uluslararası değiştokuşlar genellikle karşılıklı uzlaşmaya dayalıydı. Bunun sonucu olarak karşılıklı uzlaşmaya dayalı ticari değiştokuşlar, haraç alan hükümdarların kontrolündeki bölgelerde yapılanlara göre daha uzaklara erişebi­ liyordu. Nüfusun artması, tarım uygarlıklarının yayılması ve iletişimdeki gelişme­ ler, hepsi birlikte, uzun erirnde uzun mesafeli ticari değiştokuşların hem hacmini hem menzilini artırıyordu. Bunlar da yeni ve verimli askeri yöntemlerin ve yönetim tekniklerinin yayılmasını hızlandırıyordu. Bu da dolayısıyla genişleyen dünya sis­ temleri içindeki yeni ürünlerin yayılmasını hızlandırıyordu; çünkü tüccarlar kendi­ lerine ticari üstünlük sağlayacak inovasyonların her zaman peşindeydiler. (MS. 1 . binyılda Avrasya'nın batısındaki devletlerin ve tüccarların ipek yapımının gizlerine erişmelerini sağlayan da işte, bu tür baskılardı.) Ama ticari değiştokuşlar aynı za­ manda kendi sinerjilerini de geliştiriyordu; değişik bölgelerden gelen inovasyonlar yeni yuvalarında genellikle yeni ve hatta daha verimli eşleşmeler gerçekleştiriyordu ki bu da etkilerinin boyutlarını ve ölçeklerini daha da büyütüyordu.59 Buna dikkat çekici bir örnek, bozkırdan tarım uygarlıkianna aktarılan at kullanımının yarattığı askeri sinerjidir. Bu süreç savaşları kökten dönüştürmüştür. Öte yandan tarım uy-

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERi

301

garlığı çağında bölgeler arası değiştokuşların (hastalık örüntüleri üzerindeki dolaylı etkileri nedeniyle), birikim süreçlerinin aksamasına yol açtığını göreceğiz. Aynı za­ manda bölgeler arası temasların aşırı talancı bazı devletlerin açgözlülüğü yüzünden sık sık tıkandığını da göreceğiz. Yani sonuç olarak ticaret de değişimi harekete geçicebiliyordu ama bu, modern dünyada olduğu kadar güçlü değildi. Haraççı seçkinlerin çoğu baskıya başvurulmayan ticari değiştokuşları ve de bun­ larla uğraşanları küçük görürlerdi. Onların bu küçümsemeleri birçok imparatorluk sisteminin resmi değerlerinde belirgin bir şekilde yer alıyordu: Konfüçyüs değerler sisteminde, Hindistan kast sisteminde, Romalıların tüccarlara karşı tavırlarında ve genel olarak tarım devletlerinin çoğunda tüccarlara düşük toplumsal konumların layık görülmesinde. Bütün bunlara rağmen, çok uzun erirnde tarım uygarlığı çağın­ da değiştokuş sistemleri hep genişledi. Onlar genişledikçe tüccarların ve girişimcile­ rin kontrol ettikleri zenginliğin miktarı ve dolayısıyla nüfuzları da arttı. Değiştokuş ağları daha da uzak yerlere ulaştıkça, uzun menzilli değiştokuşlar yaygınlaştı. Dolayısıyla üzerlerinden daha çok zenginlik ve enformasyon geçen aktarma merkezleri de daha büyük stratejik önem kazandılar. Kentler ticarete bu kadar çok bel bağladıkları için kentleşme de bu tür eğilimleri gösteren iyi bir dolaylı ölçüt oldu. Avrasya'da kentleşmenin tarihi, gözlemlediğimiz (bkz. Tablo ı0.6) örüntülerle örtüşür. MÖ 1. binyılda burada da önemli bir eşik aşılmış gibi görünüyor.60 MÖ 3. binyılda nüfusu en az 30.000 olan sekiz kent bulunuyordu. Hepsi de Afro-Avrasya'daki aktarma merkezinde, Mezopotamya'da ya da Mı­ sır'daydılar ve toplam nüfusları 240.000 dolayındaydı. MÖ 1 200'Iü yıllara gelin­ diğinde bu tür kentlerin sayısı on altıya çıktı ve toplam nüfusları da yarım milyonu buldu. Ama bu kentler artık Akdeniz'in doğusundan Kuzey Hindistan'a ve Çin'e kadar olan bir alana dağılmış durumdaydı. MÖ 650'de bu büyüklükte 20 kent bulunuyordu ve toplam nüfusları bir milyondan azdı. Ama MÖ 430'lu yıllara gelindiğinde kentlerin sayısı eliiyi geçti, toplam nüfusları da 2,9 milyonu buldu. MS ı OO'lü yıllardaysa, kent sayısı 70'i, toplam nüfusları da 5,2 milyonu aştı. MS ı . binyılda yaşanan demografik gerileme, bunun kentleşmenin MS 2. binyıldan önceki en üst düzeyi olduğunu gösterdi. MS ı OOO'deki kent ve insan sayısı MS ı 'de olandan çok değildi. Tarım uygarlığı çağında kentleşme ve devlet etkinlikleri ticarete hem doğrudan hem dolaylı destek oldu. Mısır'da, Mezopotamya'da ve Çin'deki en eski yöne­ timler temel ihtiyaç malzemelerinin yanı sıra lüks tüketim mallarının da değişto­ kuşlarının düzenlenmesinde ve idare edilmesinde etkin rol aldılar. MS 3. binyılın ortalarına gelindiğinde yönetimler ve tapınaklar büyük ölçekli ticaret yapıyorlar­ dı. Kayıtları altın ve gümüş üzerinden tutuyor hatta banker gibi borç veriyorlardı -tabii ki belli bir oranda faizle. Haraç toplama yöntemlerinin pek iyi işlemediği yerlerde genelde pazar değiştokuşları serpilip gelişiyordu.61 Bu nedenle devletler çok değerli ya da stratejik önemi olan malların ticaretini, ordularının erişemeyece­ ği yerlerde yapmak zorunda kalıyorlardı. William McNeil!' in saptadığına göre, bu tür durumlarda "Hükümdarlar ve güç sahipleri böylesi malların sahipleriyle alış-

ZAMAN HARITALARI

302

Tablo 1 0.6 Afro-Avrasya'da uzun eri m li kentiesme egilimleri. Tarih

En Büyük Kentlerin Sayısı

En Büyük Kentlerin BüyüklüOü

En Büyük Kentlerdeki Toplam Nüfus

M Ö 2250

8

yak. 30.000

240.000

M Ö 1 600

13

24.000-1 00.000

459.000

M Ö 1 200

16

24.000-50.000

499.000

M Ö 650

20

30.000-1 20.000

894.000

M Ö 430

51

30.000-200.000

7.877.000

MS 1 00

75

30.000-450.000

5. 1 8 1 .000

500

47

40.000-400.000

3.892.000

800

56

40.000-700.000

5.237.000

1 000

70

40.000-450.000

5.629.000

1 300

75

40.000-43 2.000

6.224.000

1 500

75

45.000-672.000

7.454.000

KAYNAKLAR: Stephen K. Sanderson, "Expanding World Commercialization: The Link Between World Systems and Civilizations", Civilizations and World Systems: Studying World-Histarical Change, (der. ) Stephen K. Sanderson (Walnut Creek, California, 1 995), s. 267. Dayandığı yer: Tertius Chandler, Four Thousand Years of Urban Growth: An Histarical Census (Lewiston, N.Y., 1 987), s. 460-478.

veriş yaparken, buyurgan tavırlarını bir yana bırakıp onlarla aşağı yukarı eşitmiş gibi davranmaları ve diplomasi yöntemlerini kullanmaları gerektiğini öğrenmek zorunda kaldılar. "62 Ama askeri genişlemenin de, bütün gaddarlığına rağmen, en­ telektüel ve ticari değiştokuşlar için önemli bir teşvik edici etkisi oluyordu. Örne­ ğin Alıarneniş ve Hellen hanedanlarının fetihleri Orta Asya ve Hindistan'dan Ak­ deniz'in batısına kadar uzanan bölgede entelektüel ve ticari değiştokuşları teşvik etti. Doğuda Han ve Tang hanedanları sırasında yaşanan genişlemenin, Çin'deki süreçler üzerinde benzer bir hızlandırıcı etkisi oldu. Bu değiştokuşlardan geriye kalan entelektüel tortu Çin'de, Hindistan'da, İran'da ve Akdeniz dünyasındaki kültürel gelenekleri şekillendirdi.63 Haraç toplayan derebeylerinin ilgilenmeyeceği kadar küçük yerel değiştokuş ağlarında gezgin satıcılar, pazarcılar ya da köylüler küçük değiştokuş işlerini dev­ let bürokrasisinden daha iyi işletiyorlardı. Dolayısıyla en eski tarım uygarlıkların­ da bile rekabetçi pazarlar vardı. Aynı şekilde tüccarlar da vardı ve ilk devletlerde genellikle yönetimlerle sıkı bir işbirliği halinde faaliyet gösteriyorlardı. Bunların toplumsal konumları da yüksek devlet memurlarına yakın düzeydeydi.64 Ebla ve Mari gibi kentlerden kalan kayıtlara göre MÖ 2. binyılın başlarında Mezopotam­ ya'da her ne kadar ticaret izinleri devletlerce verilmiş olsa ve muhtemelen onlar tarafından denedenseler de ticaretle uğraşan bağımsız şirketler bulunuyordu.65

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERI

303

MÖ 2. binyıla gelindiğinde bazı bölgelerdeki ticaret küçük kent devletleri için artık haraç toplamaktan daha önemli bir ekonomik temel sağlar olmuştu. Bu tür devletlerin ilk örneklerinden biri Suriye'nin kuzeyinde yer alan ve Sargon döne­ minde yıldızı parlayan Ebla'ydı. Ebla'nın, ticaretin ve devletin ticareneki rolünün ayrıntılı anlatıldığı dikkat çekici çivi yazısı metinleri ancak 1 974'te bulunabildi. Orta Anadolu'da ticaretle uğraşan Kaniş ( Kültepe) kent devletinin kayıtları da MÖ 2. binyılın başlarındaki pazarlar, fiyatlar ve kredi sistemine ilişkin ayrıntılı bilgiler sunar.66 MÖ 2. binyılın ilk yarısından kalma daha iyi bilinen bir örnek Girit adasında kurulmuş Minos devletidir. Bu devlet Akdeniz'in çevresindeki ta­ rım bölgelerini birbirine bağlayan ticaret ağiarına hakimdi. Orta Asya'da MÖ 2. binyılın başlarında Amu Derya adlı uygarlıkta da ticaret yapan kentlerin oluştur­ duğu, serpilip gelişen bir sistem doğdu. Ticaret temelli böyle yönetimlerin daha sonraki örnekleri arasında Minos ticaret ağlarını MÖ 1400 dolayiarından itibaren devcalan Miken Yunanları, günümüz Lübnan'ında kalan Sur (Tyre) ve Sayda (Si­ don) gibi Fenike kentleri ile MÖ 1. binyılın başlarındaki Arkaik Dönem Yunanları sayılabilir. Bunlardan başka Doğu Afrika'da, Hindistan kıyılarında ve Güneydoğu Asya'da ticarete dayalı birçok kent devleti daha vardı. Akdeniz dünyasında tica­ retle uğraşan kent devletleri, kolani ağları kurdular. İç denizin kuzey kıyıları bo­ yunca Yunanlar, güney kıyıları boyunca da Fenike kolonileri bulunuyordu. Fenike kolonileri arasında en önemlisi MÖ 8 14'te Sur tarafından kurulan Kartaca'ydı (bugünkü Tunus'tadır). MÖ l OOO'den sonra Afro-Avrasya ticaret ağları çok hızlı genişledi. Avrasya'nın batısında gümüş gibi birtakım mallar MÖ 3. binyıldan itibaren genel olarak para gibi kullanılmaya başlandı. Çin'deyse denizkabukları ve kumaş en azından MÖ 2. binyılın ortalarından beri benzer bir rol üstleniyorduY Üzerlerinde değerleri yazılı madeni paraların basımı MÖ 1 . binyılın ortalarında gerçekleşti. Madeni paralar Anadolu'da MÖ 7. yüzyılda, Çin'in kuzeyinde de olasılıkla aynı dönemde dolaşıma girdi. MÖ 4. yüz­ yıla gelindiğinde Avrasya'daki bütün büyük tarım uygarlıklarında madeni paralar kullanılıyordu. Bu inavasyon ticari değiştokuşları çok kolaylaştırdı. Aynı derecede etkili olan bir başka şey de yine MÖ 1 . binyılın ortalarından itibaren Avrasya'nın doğusu, güneyi ve batısı arasında hem karadan hem denizden yapılan oldukça di­ namik bir ticari mal değiştokuşunun doğuşuydu.68 İlk başlarda bu hatlar boyunca ticareti canlandırmada ve kendi tüccarlarını korumada devletlerin çok önemli bir rolü oldu. Böyle bir uygulama özellikle MÖ 2. yüzyılın sonlarında İmparator Han Wudi'nin hükümdarlığı altında, büyük bedeller karşılığında Orta Asya'ya doğru genişleyen Han Hanedanlığı Çin'inde çok net görülür. Bununla birlikte malların taşınması işini normal olarak tüccarlar yapıyordu. Genellikle malları göçebe ço­ banların ya da yerel denizcilerin yardımıyla ve korumasıyla, belli aktarma nok­ talarından geçirerek Afro-Avrasya'nın bir ucundan öteki ucuna naklediyorlardı. Bütün ekonomiye giriş kitaplarında açıklandığı gibi, rekabetin egemen olduğu pazarlarda, yaptığı alışverişten kar sağlama özgürlüğü olanlar tarafından yürütü-

304

ZAMAN HARITALARI

len ticaretin inovasyonlar için güçlü bir uyarıcı etkisi olur. Kaba kuvvetin olmadığı rekabetçi ortamlarda rakiplerle yarışabilmenin en etkili yolu maliyeti düşürmek­ tir. Bu nedenle tüccarlar verimliliği en üst düzeyde tutarak fiyatları düşürmeye çalışırlar. Genellikle fiyatları düşürebilecek bilgiye sahiptirler. Çünkü işlerini yeni ve daha verimli bir şekilde yürütmeleri için onları uyaran çok sayıda bağlantıları vardır. Bütün bu genel kurallardan da şu sonuç çıkar: Ticari etkinliklerin, maliyet düşüren inovasyonları en çok teşvik ettiği ve verimlilik düzeyini yüksek tuttuğu yerler, (zenginlik üretmektense, onu ele geçirmekle ilgilenen) haraççı seçkinlerin ticari etkinlikler üzerindeki kontrolünün görece az olduğu ve gerçek rekabetin bulunduğu pazarlardır. Tarım uygarlıklarında bu açıdan iki tür bölge dikkat çeker. Kenar bölgelerde ya da mali baskının en az hissedildiği tarım uygarlığı bölgelerinde köylüler, ürettikleri üretim fazlasını ellerinde tutabildikleri için verimlilik artışı sağlayan inovasyon­ lardan yararlanabiliyorlardı. Klasik çağda Avrupa'nın kuzeyindeki "barbar" top­ raklarda kırsal üreticiler Roma İmparatorluğu'ndakilere göre daha bağımsızlardı ve dolayısıyla birtakım deneyler yapmayı genellikle uğraşmaya değer bulurlardı. Gerçekte yeni yöntemlerin birçoğu ilk olarak bu topluluklarda ortaya çıkmıştır. Örneğin Romalı yazarlar parmaklıklı tekerleği, sırlamayı, sabunu keşfettikleri ve tarım uygulamaları ile demir işleme tekniklerini geliştirdikleri için Keltleri över­ ler.69 Avrupa'nın doğusuna çavdarın gelişi sayesinde, Akdeniz'de ve Avrupa'nın batısında yetişen geleneksel tarım bitkileri için pek de uygun olmayan Urallar'la Doğu Avrupa arasında kalan topraklara yerleşim en sonunda tamamlandı. Gotlar gibi bazı çiftçi toplulukları zaman zaman talanla karışık ticaret yapmayı -özellikle zayıflayan Roma İmparatorluğu sınırları boyunca- çıkarlarına uygun buluyorlar­ dı. Ama tarım devletlerindeki köylüler bile, toprak güvencesi olduğu ve vergiler de aşırı ağır olmadığı sürece verimi artırınakla daha yakından ilgilenme eğilimindey­ diler. Modern çağ öncesi yüzyıllarda Çin'de köylü tarımından elde edilen şaşırtıcı derecede bol mahsul, vergilerin genellikle makul düzeyde olmasıyla (çünkü Çin yönetimleri silahlanmaya genellikle günümüz Avrupa devletleri kadar çok har­ cama yapmıyorlardı) ve kendi toprağına sahip köylü sayısının da çok olmasıyla yakından ilişkiliydi.70 Ticaretin, üretkenliği yükseltme potansiyelinin artma eğiliminde olduğu ikinci alan, bölgesel ticaret sistemlerinin aktarma merkezlerine yakın küçük haraççı dev­ letlerden oluşan bölgelerdi. Bunlar küçük devletler olduklarından haraç gelirleri de sınırlıydı. Ama gelişen ticaret ağiarına sahip bir i mpa ra to r luğa yakın konumda olurlarsa, hükümdarları yerel tüccarlarla işbirliği yaparak ticaretten ek gelir sağ­ layabiliyorlardı. Bu tür bölgelerdeki pazarlar gerçekten de rekabetçi olabiliyor­ du; çünkü küçük devletlerin yalnızca haraç gelirleriyle ayakta kalabilme şansları, dev haraççı devletlere göre daha azdı. Gerçekten de tarım uygarlıkları çağında inovasyonların asıl dinamosu bölgesel değiştokuş ağlarının aktarma merkezlerine yakın küçük kent devletleri ya da küçük devletlerden oluşan bölgelerdi. Buna ek olarak, eğer bu tür devletler, devletler arası yoğun rekabetin yaşandığı bir bölgede

TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERIMLI EGILIMLERi

305

bulunuyorlarsa, gelirlerinin ticaret ile haraç karışımı bir yapıda olmasına yönelik arayış baskısı özellikle büyük oluyordu. Ticaretre başarılı olanlar bazen büyük bir enformasyon ve zenginlik akışından yararlanırlardı. Klasik Atina ya da modern çağın başlarındaki Cenova veya Venedik gibi küçük devletler sınırlı kaynaklarına rağmen, bu yolla bazen büyük birer güce de dönüşmüşlerdir. Anthony Giddens'ın dikkat çektiği gibi, ticarileşmiş küçük devletler tarım uy­ garlıkları çağında sık sık karşımıza çıkıyor. Ama yalıtılmış varlıklar olarak değil de tüccarların, büyük haraççı yönetimlerdekine göre daha yüksek bir toplumsal konum sahibi oldukları ve genellikle çok rekabetçi bir sistemin içinde karşımıza çıkarlar/0 Bu tür bölgeler inovasyonlara bilhassa öncülük etmeye eğilimliydi özellikle de ticari yöntemlerde, taşımacılıkta ve savaşla ilgili alanlarda. ilk alfabe­ tik yazının Fenikelilerce bulunmasına ya da modern matematiğin ve klasik askeri falanksın' Yunan kent devletlerine çok şey borçlu oluşuna şaşırmamak gerekir. Aynı şekilde Müslüman Orta Asya'daki ticaret kentlerinin klasik dünyanın bilim­ sel ve teknik bilgi birikimini korumasına ya da modern ticari yöntemlerin Röne­ sans İtalya'sının kent devletlerine çok şey borçlu oluşuna da şaşırmamak gerekir.72 Kentleşme ve ticarileşme sayesinde birçok türden birikimin -zenginlik biriki­ minin, fikir birikiminin, yeni teknoloji birikiminin ve yöntem birikiminin- önü açıldı. Ama artan ticari etkinlik, tıpkı devlet gibi, büyümenin altını da oyabili­ yordu; aslında hastalık örüntülerini etkileyerek öyle de yaptı. Kapitalizm öncesi kentlerin çoğu, yaşanamayacak kadar pis yerlerdi. Kirlilik ve sıkışıklık, mikroplar için öylesine ideal ortamlar yaratıyordu ki kentlerde yaşayanlar genelde köylerde yaşayanlara göre daha kısa ömürlü oluyorlardı. 20. yüzyıla kadar kentler galaksi merkezlerindeki karadeliklerin toplumsal karşılığıydılar: Hinterlandlarındaki nü­ fus fazlasını emiyor ve yok ediyorlardı. Dolayısıyla kentleşmenin kendisi nüfus artışını azaltıyordu ve bunu da en belirgin olarak kentlerin hızlı büyüdüğü dö­ nemlerde yapıyordu. Gördüğümüz üzere, genişleyen ticaret ağlarının da benzer bir etkisi vardı. Ama hastalık değiştokuşlarına zemin hazırladıkları için onların etkisi daha büyük ölçeklerde oluyordu. Bu nedenle kentlerin ve ticaretin yayılmasını, her ne kadar inavasyon artışının göstergesi olsalar da büyümenin kesin bir ölçütü olarak kabul edemeyiz. Son olarak ticari etkinlikleri harekete geçirici inovasyonların gerçekleştirilme fırsatları, tarım uygarlıkları çağı boyunca güçlü haraççı devletlerin mali uygula­ malarıyla bastırılmıştır. Her ne kadar haraççı devletler genelde ticari etkinlikleri hoş görmüşler ve bazen teşvik etmiş olsalar da aslında talancı yöntemleri ve kuv­ vete başvurma eğilimleri her zaman ticaretin gelişmesi için gereken özgür ortama yönelik bir tehdit oluşturmuştu. Bu nedenle haraç toplayanların düzenleriyle tüc­ carların düzenleri arasında uzun vadede temel bir çelişki vardı. Haraççı seçkinler politik sistemlerdeki egemenliklerini sürdürdükçe, bu çelişki ticari etkinlikterin üretkenliği artırma potansiyelini hep sınırladı.



Falanks: Piyadelerin, kalkanları üst üste binecek şekilde, yan yana dizilerek ileriediği askeri düzen. --ç.n.

306

ZAMAN HARITALARI

İnovasyon Hızları Tarım uygarlıkları çağında nüfus artışının, devlet gücündeki büyümenin ve ti­ carileşmedeki artışın, hepsinin de inovasyonlarda bir canlanmaya neden olduğunu görmüştük. Ama bu etkenierin her biri aynı zamanda birikim oluşmasını da engel­ leyebiliyordu. Tarım uygarlıkları çağının bazı önemli genel özellikleri bu çelişkili örüntü sayesinde açıklanabilir. İlk olarak, yeni inavasyon kaynaklarının varlığına karşın, uzun erimli nüfus artış hızları tarım çağının başlarındaki hızlardan belirgin bir fark göstermiyordu. Aşırı talancı haraççı devletlerin ve yeni hastalık örüntüle­ rinin olumsuz etkisi nüfus artışının, artan devlet gücünün ve ticaretin yaygınlaş­ masının olumlu etkilerini dengeledi. İkinci olarak, inavasyon hızı bu çağ boyunca düşük oldu. Kuşkusuz bürokrasi yönetiminden okuryazarlığa, metalürjiden ileti­ şime ve savaşla ilgili konulara kadar birçok alanda birtakım inovasyonlar yapıldı. Ek olarak ticaretteki artış sayesinde tunç işçiliği, demircilik, at sürme ve savaş arabacılığı gibi teknolojiler Afro-Avrasya boyunca iyice yayıldı. Ama yine de bü­ tün bir 4000 yıl içinde inovasyonların (özellikle üretim teknolojisinde yani tarım yöntemlerinde ve imalat alanında) sınırlı oluşu çok çarpıcıdır. Son olarak, bütün tarım uygarlıklarının özelliği olan temel Malthusçu yükseliş ve düşüş ritmini tam da büyümenin bu ağır ilerleyen örüntüsü açıklar. Her şey göz önüne alındığında, insanlık tarihinin bu çağında özde yeni teknolojilerin birikim oluşumuna katkısı, mevcut teknolojilerdeki küçük ileriemelerin kaderndi yaygınlaşmasının -tarım ça­ ğının başlarında öncülüğü üstlenen ikincil ürünler devrimininkiler gibi- sağladığı katkıya göre daha az oldu.

Özet Modern tarihyazımında anlatılan öykülerde tarım uygarlıkları egemendir. Ortaya çıktıkları andan, yani yaklaşık 5000 yıl öncesinden itibaren yavaş yavaş genişlemiş ve giderek güçlenmişlerdir. Her ne kadar hiçbir zaman tek başlarına olmasalar da -çünkü dünyayı devlet şeklinde örgütlenmemiş daha birçok farklı türde toplulukla paylaşıyorlardı- en sonunda en kalabalık ve en güçlü toplumsal örgütlenmeler oldular. Yeni devletler doğdukça, idari yöntemler geliştikçe ve dev­ letlerin kontrolündeki alanlar genişledikçe de güçleri arttı. Tarım uygarlıklarının büyüklüklerinin yanı sıra, içlerinde ve aralarındaki değiştokuşların boyutları ve canlılığı bu dönem boyunca inovasyonların sürmesinin garantisi oldu. inavasyon­ ların başlıca itici gücü nüfus artışı, devlet etkinlikleri, kentleşme ve artan tica­ ri etkinliklerdi. Ancak bu mekanizmaların her biri aynı zamanda inovasyonları yavaşlatabiliyordu. Bölgesel topluluklar birbirleriyle temas ettikçe değiştokuşlar sırasında hastalıkları da bulaştırıyorlardı. Bu da zaman zaman devletlerin gücünü zayıflatan ve bölgesel düşüşlere neden olan yıkıcı salgıniara yol açabiliyordu. Ha­ raç toplayan devletler, temelde zora başvurarak elde ettikleri kaynaklada geçini­ yorlardı. Girişimci etkinliklere karşı tavırları, genellikle değişken ya da düşmanca

TARIM "UYGAALIKLAAI" ÇAGININ UZUN EAIMLi EGILIMLEAi

307

oluyordu. Yine de girişimci etkinlikler inovasyonların en önemli itici güçlerinden biriydi. Kentler de enformasyonun ve ticari malların değiştokuşu için yaşamsal önemi olan merkezlerdi. Ancak sağlıksız ortamları hastalıkların yayılmasına ve nüfus artışının da yavaşlamasına neden oluyordu. Bütün bunlardan dolayı tarım uygarlıklarının etkinlikleri, inovasyonları bir yandan harekete geçirdi ama bir yandan da yavaşlattı. Birbirleriyle çelişkili etkilerin çelişkili bir de sonucu vardı: Her ne kadar tarım uygarlıkları çağının tarihini niteleyen şey çok çeşitli inavas­ yonlar olsa da aslında hiçbir yerdeki inovasyonlar nüfus artışına ayak uydurabi­ lecek düzeyde değildi. Bu nedenle de bu dönemdeki tarihsel değişim ritimlerine Malthusçu çevrimler -uzun süreli demografik, ticari ve ekonomik büyümenin ardından (büyümenin yeniden başlayacağı ana kadar süren) düşüş dönemlerinin geldiği çevrimler- egemen oldu.

İleri Okuma Tarım uygarlıkları çağı muazzam miktarda akademik çalışmaya konu olmuş­ tur. Ama o çalışmaların şaşırtıcı derecede az bir bölümü büyük eğilimlerle ilgilidir. Buna yönelik çalışmalardan bazıları şunlardır: Rein Taagepera'nın dikkat çekici makaleleri, dünya sistemleri geleneği içinde Stephen K. Sanderson, Andre Gun­ der Frank, Barry Gills, Christopher Chase-Dunn ve Thomas Hall'ın kaynakçada yer alan derlemeleri. Bunlara, günümüzde kolayca ulaşılabilen ve birçoğu MÖ 3000 ile MS 1500 arası döneme odaklanan iyi yazılmış dünya tarihi çalışmalan da eklenebilir. Bunların en iyilerinden bazıları şöyle sıralanabilir: Jerry Bentley ve Herbert Ziegler, Traditions and Encounters (2 cilt, 2. Baskı, 2003 ) ; Richard Bulliet ve diğ., The Earth and Its Peoples ( 1 997) ve Howard Spodek, The World's History (2. Baskı, 200 1 ). Ayrıca William McNeill'ın klasikleşmiş eseri The Rise of the West'inde ( 1 963) ve Göran Burenhult'un editörlüğünü yaptığı The Illustrated History of Humankind'ın (1994) 3. ve 4. cilderinde güzel incelemeler vardır. Mic­ hael Mann'ın The Sources of Social Power'ında ( 1 986) devletin gücünün tarihi ele alınır. Tertius Chandler'in Four Thousand Years of Urban Growth'unda (1 987) kentleşme incelenir. Son olarak Michael Mann ve Anthony Giddens gibi tarih sosyologları bu bölümde ele alınan bazı temalarla ilgili de çalışmışlardır -özellik­ le Anthony Giddens'ın A Contemporary Critique of Histarical Materialism (2. Baskı, 1 995) ile aynı kitabın 2. cildi olan The Natiorı-State and Violerıce'a ( 1 985) bakıla bilir.

V MODERN ÇAG Tek Dünya

31 0

ZAMAN HARITALARI

Çin'de Song Honedonı

Marea Polo

}

Mogol lmparalorlugu

Koro Ölüm

Kolomb Amerika'ya yelken açıyor

Newton

Amerikan Bogımsızlık Savası Buhar makinesi fransız Devrimi

Einstein 1. Dünya Savaşı

Rus Devrimi ll. Dünya Savaşı ilk nükleer silah Sovye�er Birligi' nin çöküşü

Zaman Çizelgesi 1 1 . 1 Modernitenin zaman ölçeği: 1000 yıl.

11

Yaklaşan Modernite

Son bin yıl içinde ve özellikle de son iki ya da üç yüz yıldır, insanlık tarihinde yaşanan diğer dönüşümlerden daha köklü ve daha hızlı bir dönüşüm gerçekleş­ ti. Yeni bir eşik daha aşıldı ve tümüyle yeni bir toplum tipine doğru gidilmeye başlandı. Anthony Giddens şöyle yazar: "Üç yüz yılı bulmayan bir dönem içinde yaşanan değişimin hızı, heyecanı ve boyutu daha önceki tarihsel dönüşümlerle karşılaştırılamayacak denli büyük olmuştur. Modernitenin icadıyla başlatılan top­ lumsal düzende, [ . . . ] yalnızca daha önceki gelişme eğilimlerinin iyice güçlenmesi söz konusu değildir. Belirlenebilir ve oldukça temel birçok açıdan bu, yepyeni bir şeydir. " 1 Bu değişim yalnızca insanlar için önemli değildir; gezegen ölçeğinde de büyük önemi olan bir olaydır. Çünkü insanların biyosfer üzerindeki etkileri artık tümüyle yeni boyutlara ulaşmıştır.2 Dönüşümün tam ortasında yaşadığımız için özelliklerini açıkça ve nesnel ola­ rak görmemiz zor oluyor. Bu nedenle onu betimlerken muğlak bir ifade olan " Mo­ dern Devrim"i bilerek kullanıyorum.

Modernitenin Eşiğindeki Dünya Modern Devrim'in önemini ve büyüklüğünü kavrayabilmek için MS 2. binyı­ lın ilk yüzyıllarında, yani modernitenin şafağındaki dünyada, düşsel bir tur atarak başlamanın yararı olabilir. Eric Wolf, Avrupa ve Tarihsiz Halklar (Europe and the People without History, 1 982) adlı kitabında okurlarını 1400 yılının dünyasında bir tura çıkarır.3 Bu genel değerlendirme bize dünyanın ne kadarlık bir bölümünün o kadar geç bir tarihte bile tarım uygarlıklarının bünyesine girmemiş olduğunu anımsatır. Her ne kadar bağımsız çiftçilerin, göçebe çobanların ve hatta avcı-toplayıcıların topraklarına girmiş olsalar da MS 1000'de tarım uygarlıkları, günümüzde devletlerce yönetilen toprakların hala % 1 5'inden daha az bir bölümünü kontrol ediyorlardı. Bundan dolayı modern devletlerin son 500 yılda devletsiz topluluklar üzerindeki yıkıcı etkisini geçmişe, tarım çağına yansıtmamamız gerekir. Gerçekte Kuzey Avrupa'nın

312

ZAMAN HARITALARI

ve Mançurya'nın köylü çiftçileri ya da Moğolistan ve İskit bozkırlarındaki göçebe çobanlar, en güçlü tarım imparatorlukları için bile hala ciddi bir askeri tehdit oluş­ tura biliyorlardı. Bununla birlikte farklı türden topluluklar arasındaki ilişkileri, değiştokuşlar kadar çatışmalar da şekillendiriyordu. Göçebe çobanlar kentlerde üretilen ipeğe ve şaraba karşılık at ve hayvan postu değiştokuş ediyorlardı; Sibir­ yalı avcı-toplayıcılar metal eşyalara karşılık mors dişleri ya da kürk veriyorlardı; Orta Amerika'nın ormanlarında ya da Afrika'nın tropikal bölgelerinde yaşayan ve bahçe tarımıyla uğraşanlar da kentlerde üretilen çeşitli eşyalara karşılık altın, tüy, jaguar postu ve köle veriyorlardı. Buna karşılık Çin'den Roma'ya kadar olan dev­ letlerin de atlara ve bozkırın paralı askerlerine gereksinimi vardı. Suralardan gelen tüccarlar bozkırlarda ve onların da ötesindeki ormanlarda yaşayanlarla ticaret yaparlardı. Amerika kıtalarında da keıılierin, devlet yapısı olmayan topluluklarla ya da bunların kontrolündeki (ve kentleri ücra orman topluluklarına bağlayan) ticaret rotaları üzerinde ticaret yapmaları gerekiyordu. Analitik kategoriler bizi her bir yaşam tarzının kendine özgü bir dünya ol­ duğunu düşünmeye teşvik ediyor ama Wolf'un da ısrar ettiği gibi, bu hiç doğru değildir: " 1400'lü yılların dünyasında her yerde birbirleriyle bağlantılı topluluklar vardı. Kendilerini kültürel olarak ayrı tanımlayan gruplar aslında akrabalık ba­ ğıyla ya da törensel sadakatle bağlıydılar. Devletler genişledi ve başka toplulukları daha kuşatıcı politik yapılar içinde birleştirdi; seçkin gruplar tarım topluluklarının kontrolünü ellerine geçirerek ve yeni politik ve simgesel düzenler kurarak birbir­ lerinin yerini aldılar. "4 Tarım uygarlıklarındaki seçkinler kendi sınırları dışında yaşayanları (ve aslında sınırları içindekilerin de çoğunu) genellikle "barbar" olarak görürlerdi. Bahçe ta­ rımıyla uğraşanlar, küçük ölçekli çiftçiler, göçebe çobanlar ve avcı-toplayıcılardan oluşan barbar topluluklar hala ürünlerinin bir bölümünü avlanarak, toplayıcılıkla ya da tarla değiştirme tarımının yarı göçebe tarzlarını uygulayarak elde ediyorlardı. Bu farklı dünyaları birbirine bağlayan ağlarda, çeşitli tipte -kimi acımasız ve talan­ cı, kimi karşılıklı anlaşmaya dayalı yöntemler benimseyen- tüccarlar iş yapıyorlar­ dı. İnsanların çoğu hala küçük topluluklar halinde yaşıyordu. Burada akrabalık iliş­ kileri devlet gücünden çok daha önemliydi. Bu durum tarım uygarlıklarındaki nü­ fusun büyük bölümünü oluşturan ve kaynakların büyük bölümünü üreten köylüler için de geçerliydi. Tabii ki köylüler toprak sahiplerinin ya da vergi toplayıcılarının baskılarını veya onların ordularının genellikle ölümlere, hastalıklara ve köleleşmeye yol açan geçişlerini görmezden geliyor değillerdi. Ama hanelerin büyük bölümü için genellikle yerel aile toplulukları, akrabalık ve komşuluk daha önemliydi. Tarım uygarlıklarının sınırlarının ötesindeki engin topraklarda genellikle ak­ raba temelli liderlerin yönettiği köylerde yaşayan çiftçi toplulukları vardı. Bu topluluklardan bazıları devlet olmanın eşiğindeydiler. Amazon Havzası'nın bü­ yük bölümünde bahçe tarımıyla uğraşan ama aynı zamanda avcılık ve toplayıcı­ lık da yapan küçük topluluklar yaşıyordu. Kuzey Amerika'da Mississippi Irma­ ğı boyunca çiftçiler, neredeyse devlet benzeri yapılar halinde yoğun topluluklar oluşturmuşlardı. Mississippi kültürünün bazı yerleşimlerinde, örneğin St. Louis

YAKLAŞAN MODERNITE

313

yakınlarındaki Cahokia'da yaşayan 30.000'den çok insan vardı. Cahokia, 1 00 kadar toprak tepeciğin bulunduğu çok büyük bir politik ve törensel merkezdi. Her ne kadar Cahokia gibi büyük yerleşimler çok daha önceleri gerilerneye başlamış, kalan topluluklar da Avrupalılada ilişkiye geçtiklerinde Avrasyalı hastalıklar yü­ zünden önemli ölçüde azalmış olsalar da Mississippi kültürüne ait bazı öğeler 1 6. yüzyıla kadar gelebilmiştir. Elimizde Mississippi Havzası'ndaki Natchez kabileleri arasında kısa bir süre yaşamış olan Le Page du Pratz adlı Fransız kaşifin gözlem kayıtları var. Brian Fagan bunları şöyle özetliyor: Kendisini katı bir şekilde toplumsal sınıRara ayrışmış bir toplumda buldu. Toplum soylular ve avam olarak ikiye ayrışmıştı ve Büyük Güneş diye anılan bir şef tarafından yönetiliyordu. Köy toprak bir tepenin üzerine kurulu dokuz ev ve bir tapınaktan oluşu· yordu. Pratz, Büyük Güneş'in cenazesine tanıklık etti. Eşleri, akrabaları ve hizmetçileri ölümünde ona eşlik etmeleri için önce uyuşturuldular sonra da sopalarla dövüldüler.5 Büyük çiftçi topluluklarına Orta ve Batı Afrika'nın büyük bölümünde de rast­ lanırdı. Günümüz Zimbabve'sindeki ya da Gana'nın kuzeyindeki topraklardaki gibi bazı bölgelerin yüksek nüfus yoğunlukları ve geniş ticaret ağları, devlet sis­ temlerini MS 1 . binyıldan hatta belki daha öncesinden beri ayakta tutuyordu. Batı Afrika'daki devletlerin geçimi ağırlıkla Büyük Salıra'yı aşıp Akdeniz'in bugünkü Fas kıyılarına ya da Mısır'a ve İslam dünyasına ulaşan ve özellikle altın taşınan ticaret ağlarının kontrolüne dayanıyordu. Orta ve Doğu Afrika'da ortaya çıkmış devletler kıyı kentleriyle ticaret yapıyorlardı. Müslüman tüccarlar onların malla­ rını (en çok da altın ve köle) alıp İslam dünyasına, Güney ve Güneydoğu Asya'ya taşıyorlardı. 14. yüzyılda Müslüman hadım Amiral Zheng He komutasındaki Çin donanmaları Afrika 'nın doğu kıyılarına ulaştı. Ama bu seferler de yalnızca eski ticaret ağlarındaki aracıları devreden çıkardığı için aslında bir dereceye kadar ye­ niydi. Çünkü Çin'de en azından MS 7. yüzyıldan beri Afrikalı köleler bulunuyor­ du. Wolf şöyle der: " 1 1 1 9'da Kanton'daki varlıklı kişilerin çoğunun Siyah kölesi olduğu söyleniyordu. "6 Kuzey Avrupa da komşu tarım uygarlıkianna köle temin ediyordu. MS 1 . bin­ yılın sonlarına kadar Avrupa'nın büyük bölümü devletsiz çiftçiler diyarı olarak kaldı. Böyle bölgeler, her ne kadar tarım imparatorluklarınınki gibi büyük ve sü­ rekli orduları olmasa da "uygar" komşuları için ciddi bir tehdit oluşturabiliyordu. Bu durum özellikle komşu tarım uygarlığının zenginliğinden dolayı bir öykünme ve fetih girişimleri başladıysa geçerliydi. MS 5. ve 6. yüzyıllarda Got akıncıla­ rı Roma kalıntıları üzerine bir dizi hanedan kurdular. Mançurya hanedanları da Kuzey Çin'de MS 4. yüzyıl gibi erken bir tarihten itibaren -aralarında modernizm öncesi son hanedan olan Qing yani "Mançu"nun (s. 1 644- 1 9 1 1 ) da olduğu- bir­ kaç devlet kurdular. Bu tür anlaşmazlıklar nedeniyle devlet yapıları, genellikle ta­ rım uygarlıklarının sınırlarının ötesine yayılır oldu. MS 1 . binyılın ortalarında Kuzey Avrupa boyunca devletler ortaya çıkmaya başladı. Doğu Avrupa'da tarım toplulukları hızla genişledi ve günümüz Ukrayna'sına ve Rusya'sına göç etti. Bu-

314

ZAMAN HARITALARI

nun sonucunda aynı binyılın sonuna gelindiğinde Doğu Avrupa'nın büyük bölü­ münde de devletler ortaya çıkmıştı. Yeni Dünya'da da tarım uygarlıkları, sık sık komşuları " barbarlar"ca tehdit ediliyordu. Mezoamerika'da aralarında Teotihuacan ile Tula'nın da bulunduğu birkaç büyük kent, kuzeylerindeki toplulukların -ki bunlarla ticari ve kültürel bağları da vardı- yıkıcı akınlarından mustaripti. Azteklerin gelişimi de aslında Gotlarınkine paraleldir. Köken itibariyle Meksika olarak bilinen Azteklerin ata­ ları Mexico Vadisi'nin kuzeyindeki bahçe tarımı yapan avcı-toplayıcı topluluk­ lardandı. Bunların dünyası Orta Mexico'nun kültürel mirasından birçok açıdan etkilenmişti. Aztekler anayurtlarından çıkıp Mexico Vadisi'ne yerleştiler. Burada bölgenin başlıca kent devletlerinin toprakları arasındaki arazilerde hayatta kalma­ yı başardılar. 14. yüzyılda paralı askerlik yapmaya başladılar. Bu durum 1 428'de efendilerini devirip kendi hanedanlarını kurmalarına dek sürdü.7 Güneydoğu As­ ya'nın büyük bölümünde ve genişleyen Çin'in sınırlarındaki geniş bölgelerde de devletsiz tarım toplulukları serpilip gelişti. Bu tip toplulukların en yalıtılmışları, Melanezya ve Polinezya adalarındaki topluluklardı. Afro-Avrasya'da bir başka tip önemli sınır bölgesi daha vardı: Tarım alan­ larıyla göçebe çobanların bölgeleri arasındaki sınır. Göçebe çobanlar yoğun ta­ rım nüfusunu besleyemeyecek denli çorak topraklarda yaşıyorlardı. Bu topraklar Moğolistan'dan başlıyor, İç Avrasya ve İran bozkırlarından Mezopotamya'dan ve Büyük Salıra'dan geçip güneye Doğu Afrika'ya kadar uzanıyordu.8 Asıl olarak at, keçi, koyun ve deveye dayalı göçebe çobanlık, Avrasya bozkırlarında ve çöl­ lerindeki en yaygın yaşam tarzıydı. Büyük Salıra'da ve Arabistan'ın içlerinde de­ veye dayalı göçebe çobanlık özellikle önemliydi. Orta ve Doğu Afrika'nın büyük bölümünde sığır çobanlığı yapan göçer topluluklar yaşıyordu. Göçebe çobanlar genellikle akrabalık temelindeki klanlar, kabileler ve bazen de (özellikle geniş çaplı anlaşmazlık dönemlerinde) daha büyük, kabileler arası ittifaklar biçiminde örgüt­ lenmiş topluluklardı. Barış dönemlerinde göçebe çobanlar birkaç hanelik küçük gruplar halinde belirli göç yolları boyunca dolaşırlardı. Konakladıkları yerlerde çadır kurarlar ya da seyyar evleriyle yolculuk ederlerdi. Sahte-Hippokrates olarak bilinen Yunan yazar 2000 yıldan daha önce Karadeniz'in kuzeyindeki iskiderin kullandığı arabaları şöyle betimlemiştir: "Hafif olan arabalar dört tekerlekliydi ama diğerleri altı tekerlekliydi. Keçeyle kaplanmışlardı. Ev gibi yapılmışlardı; ba­ zıları iki, bazıları üç bölmeliydi. Yağmura, kara ve rüzgara karşı korunaklıydılar. Boyunduruğa vurulmuş iki ya da üç boynuzsuz öküz tarafından çekiliyorlardı. Öküzler soğuk nedeniyle boynuzsuzdular. Arabaları kadınlar kullanıyordu. Er­ kekler at sırtındaydılar. Bunları öküzler ve atlardan oluşan bir sürü izliyordu. " 9 Her yerde göçebe çobanların komşu topluluklar üzerinde belirgin bir etkisi olu­ yordu. Düşük üretkenlikleri ve yüksek hareketlilikleri onları tarımla ya da avcı-top­ layıcılıkla uğraşan komşularıyla ticarete yöneltiyordu. Bununla birlikte usta savaşçı oluşları nedeniyle ticaretin yanı sıra, yağmacılık da sık sık başvurdukları karlı bir seçenekti. Bu tür akınlar nedeniyle Kuzey Çin'den Orta Asya'ya ve Balkanlar'a

YAKLAŞAN MODEANITE

315

kadar birbirine benzeyen birtakım savunma stratejileri ve duvar yapım teknikleri gelişti. 10 İç Avrasya bozkırlarındaki at süren göçebe çobanlar MÖ 2. binyıl kadar erken bir tarihten itibaren güçlü askeri ittifaklar oluşturmaya başladılar. Bozkır­ larda küçük küçük gruplar ayakta kalabildiği için böylesi ittifaklar (komşu tarım uygarlıklarından büyük miktarlarda zenginlik elde edebildikleri sürece) daha daya­ nıklı yapılara dönüşebiliyordu. Bu nedenle en güçlü göçebe çoban orduları ticaret yolları boyunda ya da tarımla uğraşan komşularının sınırlarında kurulmuştur. Bu yapılardan bazıları her ne kadar tarım dünyasının devletlerinden bazı farkları olsa da devlet adını hak ediyordu. Bunlar göçebe çobanlığın, tarımın ya da ticaretin ürünü değillerdi; bu farklı yaşam tarzlarının karmaşık bir şekilde iç içe geçmesiyle doğmuşlardı.11 En iyi bilinen göçebe çoban imparatorluğu Cengiz Han'ın kurduğu­ dur. Büyük İskender'in seferlerinden daha uzun süreli ve görkemli fetih seferleriyle 13. yüzyılda kurulan Moğol İmparatorluğu en sonunda bütün İç Avrasya bozkırla­ rını İran'ın büyük bölümünü ve Çin'in tamamını egemenliği altına aldı. Bu, Avras­ ya'nın önde gelen bölgelerinin hepsiyle teması olan ilk politik sistemdi. Tarım uygarlıklarıyla göçebe çoban dünyası arasındaki sınırlar muhtemelen bütün sınır bölgeleri arasında en etkin ve en karmaşık olanıydı. Farklı teknoloji­ ler kullanan ve farklı yaşam tarzları benimsemiş toplulukların düzenli bir şekilde fikirleri, malları ve insanları değiştokuş ettikleri bu bölgelerde belki de dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar güçlü entelektüel sinerjiler görmek olasıydı. Böylesi değiştokuşlar bu sınır bölgelerini Afro-Avrasya dünya bölgesi boyunca inovasyonların güçlü birer motoru yapıyordu. Metalurji, binicilik ve savaşla ilgi­ li konuların da aralarında bulunduğu yeni teknolojiterin yanı sıra Şamanizmden Budizme, İslamiyetten Hıristiyanlığa kadar çeşitli dinsel düşünceler de onların üzerinden aktarılıyordu. Bunlardan başka hastalıkları, genleri ve dilleri de aktar­ dılar. Hint-Avrupa dilleri olasılıkla günümüz Rusya'sında bir yerden çıkıp göçebe çobanlarca taşınarak Avrupa'ya, Mezopotamya'ya, Hindistan'a ve Çin sınırlarına dek yayıldı. Tarım uygarlıklarının ordularında genellikle bozkırlardan katılmış sü­ varİ birlikleri olurdu. Bazen de göçebe çoban liderler tıpkı Partlarda, Selçuklular­ da ve Moğollarda olduğu gibi sınır bölgelerinde başarılı hanedanlar kurar, sonra da kentlerin bulunduğu merkeziere doğru ilerlerdi. Akraba temelli, daha küçük ve daha zayıf avcı-toplayıcı topluluklar Sibirya'nın büyük bölümünde Kuzey Buz Denizi kıyılarında, Afrika'nın bazı kesimlerinde, Kuzey Amerika'nın büyük bölümü ile Güney Amerika'nın güneyinin büyük bö­ lümünde, Amazon Havzası'nda ve de Avustralya boyunca bulunuyordu. Bunların çok çeşitli yaşam tarzları vardı ve bu çeşitliliğin hakkını verecek hiçbir genelierne yapılamaz. Burada tek bir grubun sözel fotoğrafını çekelim. Hantı ve Mansi, Batı Sibirya'da Ural Dağları'nın doğusunda yaşıyorlardı. Mo­ dern Finceye ve Macarcaya uzaktan akraba diller konuşuyorlardı. 1 7. yüzyılda bölgelerine Rus tüccarlar ve askerler girdiğinde, sayıları muhtemelen 16.000 do­ layındaydı. (O dönemde Rus Çarlığı'nın nüfusu 10 milyon kadardı. Avcı-toplayıcı topluluklada tarım toplulukları arasındaki büyük demografik farkı anımsatan bir

316

ZAMAN HARITALARI

bilgi notu.) Rus gezginlerin kayıtlarına göre Hantı ve Mansi ekonomileri avcılığa ve balıkçılığa dayanıyordu. Ama komşularından aldıkları birtakım teknikleri de kullanıyorlardı. Güneyli bazı klanlar arpa tarımı yapıyor, sığır ve at güdüyorlardı. Kuzeyli bazı klanlar da komşuları Samoyedler gibi Ren geyiği yetiştiriyorlardı. Giysilerini Ren geyiği ve mus derisinden yapıyorlardı -bazı klanlar balık derisi ve tüy de kullanıyordu. Hatta güneyde bazı klanlar bitki liflerinden bile elbise örerlerdi. Hantı ve Mansi'nin çoğu uzun dönemli kış kamplarında yaşar, yazın ba­ lıkçılık alanlarının ve aviakların bulunduğu yerlere taşınır ve buralarda huş ağacı kabuğundan yapılma çadırlarda kalırlardı. Yurtlarındaki çok sayıdaki ırmağı, sı­ cak iklimde huş ağacından kanolarla kışın da kayaklada geçerlerdi. Her ne kadar sayıca az olsalar da metal silahları, uzun yayları ve demir mızrakları olduğu için Ruslar, onları korkulması gereken bir askeri rakip olarak görürdü. Aşağıdaki kayıt 1675'te Çin'e elçi olarak giden bir Rus'a aittir. Tarım uygar­ lığının bütün okuryazar gezginlerinin kayıtlarında olduğu gibi, bu kayıttan da yazarın betimlemeye çalıştığı toplumun tutumu kadar kendi tutumuna ilişkin de bilgi ediniyoruz: Bütün üstyaklar [Hantı] çok büyük miktarda balık tutarlar. Bazıları çiğ olarak yer­ ler, bazıları da kaynatıp ya da kurulup yerler. Balıktan başka ne ekmek ne tuz bilirler. Bir de beyaz susak kökü vardır. Bunları da yazın toplar, kurutur ve kışın yerler. Ekmek yiyemezler; eğer karınlarını ekmekle doyururlarsa, ölürler. Evlerine yurt denir. Balık­ ları yalnızca yemek için tutmazlar; derilerinden kendilerine giysi de yaparlar -oyrıca balık sinirleriyle dikerek bot ve şapka da yaparlar. Ağaçtan yapılma, olası en hafif kayıkları kullanırlar. Bunlar beş, altı hatta daha çok kişi taşır. Her an çıkabilecek bir çarpışmaya hazır olmak için yanlarında hep yay ve okiarı bulunur. Birçok karıları vardır; bakabildikleri sürece de istedikleri kadar olur. 1 2 Tıpkı Hantı ve Mansi gibi birçok avcı-toplayıcı topluluğun çeşitli malları ve teknolojileri takas ettikleri daha büyük topluluklarla dikkate değer ilişkileri vardı. Bazı değiştokuş sistemleri binlerce yıldır sürüyordu. Bunların arasında kutup böl­ gesi mallarının (mors dişleri ve değerli kürkler gibi) ticareti de vardı. Bu ticaret sa­ yesinde Sibirya'nın avcı-toplayıcı toplulukları, batılarında ve güneylerindeki çiftçi ve göçebe çoban topluluklarıyla, hatta dolaylı olarak da daha güneydeki kentlerle bağlantı kuruyorlardı. Güney Amerika'da Andlar'ın batı yamaçlarında yaşayan büyük tarım toplulukları, doğu yamaçlarındaki devletsiz topluluklarla koka, tüy ve jaguar postu gibi lüks malların ticaretini yapıyorlardı. Bunun yanında çok sa­ yıda değiştokuş noktasından oluşan dolaylı bir takas sistemi üzerinden Amazon Havzası'ndaki altına erişmeye çalışıyorlardı. Güney Amerika'nın batısında yeti­ şen fıstık ve tatlı patates gibi bazı tarım ürünleri Amazon Havzası'ndaki tropik ormanlardan bile gelmiş olabilir.13 Böylesi ticari etkinlikler sayesinde yerel şefler bazen olmaları gerektiğinden daha güçlü politik sistemler kurabiliyorlardı. 1 8 . yüzyılda Kuzey Amerika'nın kuzeydoğusunda v e Kanada'nın güneydoğusunda kurulan askeri ittifaklar kürk karşılığı Avrupa'dan ithal edilen içkilere ve silahiara

YAKLAŞAN MODERNllE

317

dayanıyordu. Ancak her ne kadar bu tür değiştokuşlar oldukça eşit gibi görünseler de uzun erirnde yerli topluluklar için tehlikeli oluyordu. Kürk, Rusları Sibirya'nın derinliklerine, Fransız ve İngiliz tüccarları da Kuzey Amerika'nın ve Kanada'nın iç bölgelerine çekti. Bu durumun da ticaret yaptıkları birçok avcı-toplayıcı ya da bahçe tarımı topluluğu için büyük ve trajik sonuçları oldu. En ücra yerlerdeki toplulukların bile tarım topluluklarıyla bazı temasları ol­ muştur ya da basit evcilleştirme uygulamalarına girişmişlerdir. Avustralya'nın kuzeybatı kıyılarındaki topluluklar son birkaç yüzyılda, Sulawesi'den gelen tüc­ carlar tarafından periyodik olarak ziyaret edilmiştir. Bunlar yanlarında camdan, metalden eşyalar, çanak çömlek ve tütün getiriyor, karşılığında değerli denizhıyarı alıyorlardı. Sonra bunları da Güneydoğu Asya'da ve Çin'de afrodizyak ya da gast­ ronomik bir lezzer olarak satıyorlanlı. Bu ve benzeri daha birçok yoldan çiftçi toplulukları, göçebe çobanlar ve tarım uygarlıklarının sınırlarında ya da ötesinde yaşayan avcı-toplayıcılar karşılıklı bir­ birlerinin tarihlerini şekillendirdiler. Ama tarım çağının büyük bölümü boyunca tarım uygarlıklarıyla diğer topluluklar arasındaki güç dengesi, modern çağdakine göre çok daha az bozuktu. MS ı OOO'de dünyanın her yanında rastlanan ekolojik ve kültürel heterojenlik Modern Devrim'in ileride neden olacağı büyük kayıplar­ dan biri olacaktır.

Modern Devrim Yukarıda betimlenen dünyanın özelliklerinin çoğu binlerce yıldır varlığını sür­ dürmüştür -ne ki 2000'1i yıllara gelindiğinde bunların büyük bölümü kaybolmuş­ tur. 2 1 . yüzyılın başındaki dünya, yedi ya da sekiz yüz yıl önceki dünyadan tümüy­ le farklıdır. Gerçekte Modern Devrim'in yol açtığı dönüşümler öylesine kuşatıcıdır ki yaşamda bu dönüşümlerin dönüştürmediği tek bir alan bile bulabilmek zordur. Aşağıda bazı önemli değişimierin listesinden biraz daha fazlası yer almaktadır.

Nüfus Artışı Nüfus artışı ani bir şekilde hızla nmıştır. Artış Şekil ı ı . ı ile Tablo ı ı . ı 'den görülebilir. ı 960'ta küresel nüfusun son 2000 yıldaki matematiksel eğilimin so­ nucunu hesaplamaya yönelik bir girişimde, nüfusun 1 3 Kasım 2026 cuma günü sonsuza ulaşacağı bulundu.14 Bu hesap (sonraları "kıyamet günü eşitliği" olarak anılmaya başlanmıştır) böylesi büyüme hızlarının ilelebet sürdürülemeyeceğini anımsatan bir uyarıdır. MS ı OOO'de dünya nüfusu yaklaşık 250 milyondu. 20. yüzyılın sonunda 24 kat artmış ve 6 milyara· ulaşmıştı. Bu artışın büyük bölümü MS 2. binyılın ikinci yarısında gerçekleşti. ı500'de dünya nüfusu yaklaşık 460 milyondu. ı SOO'de 950 milyona yani ı milyarın biraz altına ulaştı. ı 900'e gelin•

2021'de 7,8 milyar. --ç.n.

318

ZAMAN HARITALARI

diğinde ı ,6 milyarı aştı. ı SOO'den önceki 800 yıl içinde dünya nüfusu dört kat arttı. Buna karşılık ıSOO'den sonraki iki yüzyıl içinde altı kat arttı. Sonuç olarak dünya nüfusunun ikiye kadanma süresi özellikle son iki asırda (bkz. Tablo 6.3), keskin bir şekilde düştü. Tablo ı ı. ı 'den görüleceği üzere, son iki yüzyılda nüfus dünyanın her yerinde arttı. Tablo ı ı . ı 'de görülen dünya nüfusundaki patlama, olasılıkla 21. yüzyılda do­ ruğa ulaşacaktır. Eğer böyle olursa, artık gezegen ölçeğinde önemli bir olgu haline gelmiş demektir çünkü bütün biyosferi etkilemektedir. Lynn Margulis ile Dorion Sagan'ın belirttiği gibi, insan artık " zararlı ot benzeri bir memeli"ye dönüşmüş­ tür.H Bu konuyu Carlo Cipolla da "Dünya nüfusunun son zamanlarındaki artışını gösteren şemaya uzun erimli bir perspektiften hakan bir biyolog, 'Aniden bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış bir bedendeki mikcopların çoğalma eğrisine bakıyor duy­ gusuna kapıldım' demişti. İnsan 'basili' dünyayı ele geçiriyor. " diye yorumlamış­ tır.16 Büyükçe bir canlı türü, bizim türümüz, gezegenin bütün kaynaklarını kendi yararına yönlendirme konusunda eşi benzeri görülmemiş bir yetenek geliştirmiştir. Gördüğümüz gibi insanlar güneş ışığıyla ve fotosentezle biyosfere giren enerjinin en azından dörtte birini kullanıyorlar (bkz. s. 130). Bu nedenle insan nüfusundaki artışla birlikte, diğer canlı türlerinin sayısındaki hızlı azalmaya şaşırmamak gerek.

Teknolojik Virtüözlük Nüfus artışının sürekli olabilmesi için insanları besleyecek, giydirecek yani ayakta tutacak kaynakların da artması lazımdır. Ama bu hızda bir artış için yal­ nızca kullanılabilir topraklardaki bir artıştan daha fazlası gerekir. Üretkenlik dü­ zeyinin yani ekolojik ve teknolojik inovasyon hızlarının da artmasına da gerek du7,000 .---, 6,000

- - - - - - - - - - - - - - - - - - · · · · · - · · · · - - · · · - · · · · · · · · · · · - - · · · - - · - · - - - - - - - - - - - - - - - - · · · · · - - - - - · · · · · ·

5,000

· · · · · · · - - - - · - · · · · · · · · · · · · ·

· · · · · · · · · · · - - - - - - - - · · ·

· · · - - · · · · · · · - - - - - - - -

· · · - · -

c: o

].>-

4,000

..

� z

3,000 2,000 . 1 ,000

Bem&������

o 1 000

1 1 00

1 200

1 300

1 400

1 500

1 600

1 700

1 800

Yıi (MS)

Şekil i 1 . 1 MS l OOO'den 2000'e kadar dünya nüfusu (Tablo 6.2 temel alınmıştır).

1900

2000

YAKLAŞAN MODERNllE

319

yulur. Bundan dolayı hızlı nüfus artışına, göz kamaştırıcı bir teknolojik virtüözlük gösterisi eşlik etmiştir (aslında onun gerçekleşmesini sağlamıştır). Son iki yüzyılda inavasyon düzensiz ve seyrek gerçekleşen bir şey olmaktan çıkmıştır. Her yana nüfuz eden genel bir olgu olmuştur. Bu inavasyon patlamasının sona ereceğine ilişkin hiçbir işaret de yoktur. Tam tersine, 20. yüzyılın sonlarında inavasyon hızı, hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Yeni teknolojiler, tıp bilgisinin ve tıbbi bakırnın niteliğini geliştirerek ve böylece hem bebeklerin hem yetişkinlerin daha uzun yaşamasını sağlayarak demografik yönelimleri doğrudan etkilemiştir. Ama dalaylı etkileri daha da büyük olmuştur: Hem tarımda hem endüstride üretkenliği keskin bir biçimde yükseltmiştir. Tarım­ daki verimlilik düzeyi tarımla uğraşan azınlığın, uğraşmayan çoğunluğu ayakta tutabiieceği eşiğin ötesine geçmiştir (bkz. Şekil 9.3). Endüstri üretimindeki değişim çok daha olağanüstüdür. David Landes yazdığı Endüstri Devrimi'nin etkileyici modern tarihinde şöyle der: Bazı alanlarda üretkenlikte birkaç bin katlık bir artış gerçekleşmiştir -örneğin eğir­ mede ve itme güçlerinde [at ile jet motorunu karşılaştırın). Başka alanlardaki kazanım­ lar görece daha az etkileyicidir: Örneğin ayakkabı imalatında, dokumacılıkta ya da demir dökümünde birkaç yüz kat artmıştır. Kuşkusuz bazı alanlarda da çok az deği­ şim görülmüştür: Tıraş olmak için hôlô 1 8. yüzyıldaki kadar zaman harcanmaktadır.ı7 Modern çağ öncesi dünyada tüketim mallarının üretiminde, belki de e n önem­ li ikinci sektör olan tekstilde geleneksel Hintli el eğiricilerinin 45 kg pamuğu eğirmeleri yaklaşık 50.000 saat sürüyordu. 1 8 . yüzyılda Britanya'da icat edilen makineler bu süreyi 1 790'1ı yıllarda 300 saate düşürdü. 1 8 30'lu yıllara gelindi­ ğinde yalnızca 1 35 saat sürüyordu. ı s Yeni teknolojiler iletişim ve enformasyon değiştokuş yöntemlerini de dönüştürdü. Modern ağların daha önce hiç olmadığı kadar büyük alanlarda, daha etkin ve daha hızlı işlemesini sağladılar. 1 8. yüz­ yılda iletiler, en iyi koşullarda, atlı kuryelerle ya da gemilerle taşınıyordu. Gü­ nümüzde telefon ve internet sayesinde milyonlarca kişi anında iletişim kuruyor (bkz. Tablo 10.3 ve Tablo 1 0.4). Belki hepsinden önemlisi bu yeni teknolojiler, bitkilerin, hayvanların ve diğer insanların üretebileceğinin çok ötesinde ve daha önce hiç kullanılmamış bazı ener­ ji kaynaklarına erişimi olanaklı kılarak, bir tür olarak insanın temel bir ekolojik eşiği aşınasını sağladı. İnsan toplumlarının enerji gereksinimlerini karşılamak için bundan böyle temel olarak insan ya da hayvan kas gücüne, oduna, rügara ve suya bel bağlaması gerekmiyor. Kısa bir süre önce depolanmış güneş enerjisine dayanan enerji kaynaklarına bağlı olmak yerine insanlar, çok eski çağlarda güneş enerjisini depolamış kömür, petrol ve doğalgaz gibi engin kaynakları -ki bu nedenle "fosil yakıt devrimi" ifadesi anlamlıdır- kullanmaya başladılar. Kömür ve petrolü kulla­ narak buhar gücü ya da elektrik üretmeyi öğrenmek, insanlar için sömürebilecek­ leri birkaç yeni kıta keşfetmeye eşdeğerdi. Anthony Wrigley'in ileri sürdüğü gibi, 1 820'li yıllarda Britanya'da kömürden elde edilen enerji, geleneksel teknolojilerle

To blo l l

.

1 Bölgelere göre dünya nüfusu, MÖ 400-MS 2000. Bölge (nüfuHnilyon)

Yıl Çin

Hindistan

G. B.

Altkıtası

Asya

Japonya

Asya'nın

Avrupa

SSCB

Geri

Dünya

K.

Büyük

K.

Orta ve

Afrika

Sahra'nın

Amerika

Güney

Kalanı

Okyanusya

Amerika

Güneyi

7

MÖ 400

19

30

42

3

ı9

13

10

7

MÖ 300

30

42

47

3

22

13

ı2

8

ı

7

1 87

MÖ 200

40

55

52

4

25

14

ı4

9

2

8

225

1 53

MÖ 1 00

55

50

50

4

2B

13

ı4

lO

2

9

237

o

70

46

47

2

5

31

12

14

12

2

lO

252

1 00

65

45

46

2

5

37

ı2

ı5

13

2

9

252

200

60

45

46

2

5

44

ı3

ı6

14

2

9

257

300

42

40

45

3

6

30

ı3

ı4

ı6

2

ıo

222

400

25

32

45

4

7

36

ı2

ı3

ıB

2

ı ı

206

500

32

33

41

5

8

30

ı ı

ı ı

20

2

ı3

207

600

49

37

32

5

ll

22

l l

7

17

2

14

20B

700

44

50

25

4

12

22

lO

6

15

2

ı5

206

800

56

43

29

4

ı4

25

ıo

9

ı6

2

ı5

224

900

48

38

33

4

ı6

28

ı ı

B

20

2

ı3

222

1 000

56

40

33

4

ı9

30

ı3

9

30

2

ı6

ı

253

1 1 00

83

48

28

5

24

35

15

B

30

2

ı9

2

299

1 200

1 24

69

27

7



49

17

B

40

3

23

2

400

1 300

83

ı oo



ıo

29

70

ı6

8

60

3

29

2

43 1

1 400

70

74

ı9

9

29

52

ı3

B

60

3

36

2

375

1 500

84

95

23

lO

33

67

ı7

9

7B

3

39

3

461

1 600

1 10

1 45

30

ı ı

42

B9

22

9

1 04

3

ıo

3

57B

1 700

1 50

ı 75

30

25

53

95

30

10

97

2

ıo

3

6BO

1 800

330

1 80

28

25

6B

1 46

49

lO

92

5

19

2

954

1 900

415

290

38

45

ı ı5

295

ı 27

43

95

90

75

6

1 ,634

2000

1 ,262

ı ,3 2 7

ı 8ı

ı 27

6BO

5ı4

290

ı5ı

659

3ı3

5ı6

30

6,057

KAYNAK: J. R. Biraben, " Essai sur l'evolution du nombre des hommes", Population 34 ( 1 979):16; 2000'deki sayılar, kabaca karşılaştırılabilir bölgeler kullanılarak ve World Development Indicators (Washington, DC, 2002) Tablo 1 . 1 'e ("Size of Economy", s. 1 8-20) dayanarak oluşturulmuştur.

YAKLAŞAN MODERNITE

321

Britanya'nın bütün otlaklarını ve ekilebilir arazilerini kaplayacak denli büyük bir ormandan ancak elde edilebilirdi. 1� Kabaca söylenecek olursa, insan toplumları­ nın tükettiği enerji miktarı 1 9. yüzyılda yaklaşık beş kat ve 20. yüzyılda da bir on altı kat daha arttı. Hatta 20. yüzyılda kişi başına düşen enerji miktarı bile dört beş kat arttı.20 John McNeill 1 900'den bu yana tükettiğimiz enerjinin olasılıkla 1900'den ön­ ceki bütün insanlık tarihi boyunca tüketilenden fazla olduğunu ileri sürmüştür (bkz. Tablo 6. 1 )_21 Sonuçta fosil yakıt devrimi insanların yaradanabiieceği enerji miktarını belki 1 00 kat artırıp hem enerji maliyetlerinin yüksekliği hem gereken teknolojinin olmayışı nedeniyle daha önceleri düşünülemeyen ( tahılların dünyanın bir ucundan diğerine taşınınası gibi) binakım prujderi olanaklı kılarak şaşırtı­ cı bir bolluk yarattı. Bir süre için, en azından daha çok endüstrileşmiş ülkeler­ de, enerji neredeyse bedava oldu. Bu anlamda Modern Devrim de ortaya çıkan yeni bir kaynağın çok bol oluşu nedeniyle, insanlık tarihinin bir süre sınırsızmış gibi saııılan bazı başka bölümlerine benziyordu. İnsanların Amerika kıtalarına, Avustralya'ya ya da Yeni Zelanda'ya ilk geldiklerinde toprakları, av hayvanlarını ve diğer kaynaklan veya büyük ölçekli sulamaya başladıklarında suyu sonsuz ya da Avrupalıların Amerika kıtalarma ve Avustralya'ya ulaştıklarında toprakları ve diğer kaynaklan sınırsız sanmaları gibi buhar, kömür ve petrol çağında da fosil yakıtların bitimsiz ve bedava olduğunu düşünmek çekici geldi. Tıpkı daha önceki çağlarda olduğu gibi, yeni ve bol kaynaklann keşfi genellikle tehlikeli biçimde dar görüşlü tüketim yöntemlerinin benimsenmesine yol açtı.

Büyüyen Politik ve Askeri Güç Bu demografik ve teknolojik değişimlere bağlı olarak toplumsal, politik ve as­ keri yapılarda köklü değişiklikler olmuştur. Modern ekonomilerce üretilen muaz­ zam miktardaki kaynaktarla birlikte bunların yoğunlaştığı elierin azlığı, modern devletlerin modern çağ öncesi devletlere göre çok daha fazla kaynak tüketirkeni giderek artan zenginlik uçurumunu savunmak ve çok karmaşık örgütlenme so­ runlarıyla yüzleşrnek zorunda kaldıkları anlamına geliyordu. Tıpkı barajlarda olduğu gibi büyüklük, dayanıklılık ve karmaşıklığın arkada biriken kaynağın büyüklüğüyle orantılı olması gerekiyordu. Fransız Devrimi'nden beri dünyadaki bütün devletler yurttaşlannın günlük yaşamlarını daha önceki çağlarda hiç akla gelmeyecek şekilde düzenleme becerisi geliştirmişlerdir. Gerçekten de modern dev­ letlerin yurttaşlarını yasal ve yönetimsel kurallardan oluşan sıkı birer ağın içinde tutma becerisi, tarım uygarlıkları çağında normal olan şiddetle ve korkuyla yönet­ me yöntemlerine neden daha az başvurulduğunu açıklar. Ama bu yeni güçlere ek olarak modern devletler, silahların gücü çok hızlı arttığı için gerekirse daha önce eşi benzeri görülmemiş boyutlarda şiddete başvurabilir. Silahların gücü gerçekten de öyle hızlı artmıştır ki insanların elinde kendilerini ve biyosferin büyük bölümü­ nü birkaç saat içinde yok edecek kadar güç birikmiştir.

322

ZAMAN HARITALARI

Dönüşen Yaşam Tarzları Bireysel yaşamlar da dönüşmüştür. Tarım çağının sonlarında handerin çoğu taşradaydı ve küçük ölçekli çiftçilikle uğraşıyorlardı. Küçük çiftçilik günümüzde birçok bölgede kalmamıştır; hala olan yerlerde de gerilemektedir. Hayatta kala­ bilmiş az sayıdaki avcı-toplayıcı grubu devletlerin hoşgörüsüyle genellikle mar­ jinal arazilerde yaşıyor. Er ya da geç onlar da geleneksel ekonomik ve kültürel yapıların altını oyan modern ekonomik ve yasal ağiara dahil olacaklardır. Göçe­ be çobanlık da marjinalleşmiştir. Birkaç yiizyıl içinde Modern Devrim binlerce yıldır serpilip gelişen yaşam tarzlarını yıkmış ya da bir kenara itmiştir. Tarihin büyük bölümünde insanların çoğunun "iş "ten anladığı, kendi topra­ ğında yaşayıp kendi yiyeceğini üretmekti. Artık bunun yerine tipik modern hane halkı, ücretli bir işte çalışarak gelir sağladığı ve başkalarının ürettiği yiyecekleri yediği kent ortamında yaşıyor. 1 980'de daha çok endüstrileşmiş ekonomilerde, nüfusun yaklaşık % 65'i kentlerde yaşıyordu; bu oran bütün dünyada yaklaşık %38'di. Küresel ölçekte bile kentleşme oranının 2 1 . yüzyılın başlarında simgesel bir eşik olan % 50'yi aşmış olması olası görünüyorY Kasabalarda haneler, hala tüketimin temel bir birimidir ama üretimin ana birimi ve insanların içinde sos­ yalleştiği temel yapı olmaktan artık çıkmıştır. Akrabalık ağlarının yerini, devlet düzenlemeleri ağı almıştır. Ek olarak yeni doğum kontrol biçimleri, çocuk ye­ tiştirme yöntemleri, eğitim tarzları ve toplumun artan refahı cinsiyet rollerinin köklü olarak yeniden gözden geçirilmesine yol açmıştır. Yaşamın anlamı ve dokusu değişmiştir. Gönenç içindeki bölgelerde daha iyi tıbbi bakım sayesinde ölüm yaşı ileri atılmıştır. 20. yüzyılın sonlarında zen­ gin toplumlardaki ortalama ölüm beklentisi, zengin tarım toplumlarındakinin muhtemelen iki katı, Taş Çağı toplumlarındakinin de üç katıydı. 2000 yılında Burkina Faso'da doğan bir çocuk 44-45 yıl yaşamayı umabilirken, bu beklenti Hindistan'da doğan bir çocuk için 62-63 yıl ve ABD'de doğan bir çocuk için de 74-80 yıl arasındadır (bkz. Tablo 14.4). Zengin toplumlarda modernler, önce­ ki toplumlarda hiç düşünülemeyecek denli büyük bir maddi zenginliğe erişebil­ mektedirler. Öte yandan modernler birçok açıdan daha önceki toplumlardaki köylülerden de avcı-toplayıcılardan da daha çok çalışırlar. Modern saatli za­ man algısının egemen oluşuyla birlikte kendilerinin olmayan ritimlerle giderek daha fazla çalışmaya başlamışlardır. 23 Dahası ne için çalıştıkları, daha az nettir. Oysa kendine yeterli çiftçiler de avcı-toplayıcı grupları da "iş"in " anlamı" nı kesin olarak biliyorlardı. Çünkü iş, geçimle doğrudan ilgiliydi. Bu bağlantı mo­ dern şirketlerde ve işletmelerde çalışan oldukça uzmanlaşmış işçiler için daha az "doğrudan"dır. Ne olursa olsun akrabalık ağlarının ve geleneksel toplumsal rollerin gerilemesi, birçok geleneksel toplumda insanları kendilerine bir amaç ve toplumsal konum algısı veren kesin tanımlı kimliklerden yoksun bırakmıştır. Köle ticareti, kitlesel göç ya da zorla gönderilmeler gibi büyük ölçekli insan

YAKLAŞAN MODERNITE

323

hareketleri, anne babaların ve büyükanne büyükbabaların bildiği cemaat duy­ gusunu büyük oranda ortadan kaldırmıştır. Günümüzde endüstrileşmiş ülkelerin çoğunda bireysel ilişkiler genel olarak daha az şiddet içeriyor. Örneğin İngiltere'de günümüzde işlenen cinayet sayısı 800 yıl öncesinin onda biri ve 300 yıl öncesinin de yarısı düzeyindedir. Bu dü­ şüş, modern devletlerin çoğunun halkını silahsızlandırmasından ve şiddet kul­ lanımında tekel olmasından kaynaklanmaktadır. Charles Tilly bu konuda şöyle der: "Sivil halkın silahsızlandınlması birçok küçük adımda gerçekleştirilmiştir: ayaklanmalardan sonra silahiara el konması, düelloların ya saklanması, silah üretiminin kontrol altına alınması, kişisel silah kullanımının izne bağlanması, silahlı güçlerin halka görünmelerinin sınırlanması."24 Ama genel olarak daha az şiddet içermesinin yanında, modern kent toplumundaki kişisel ilişkiler birçok geleneksel toplumdaki ilişkilere göre içtenlikten ve süreklilikten de yoksundur. Giderek daha da rasgele, adı konulmamış ve kısa süreli oluyorlar. Bu tür deği­ şimler modern yaşamlardaki anlam ve değer yargısındaki netlik kaybını ve 1 9. yüzyılın sonlarında Fransız sosyolog Emile Durkheim'ın " anomi" diye adlandır­ dığı, modern yaşamın niteliğindeki hemen göze çarpmayan ama kafa karıştıran değişimi açıklayabilir. Alman sosyolog Norbert Elias bu değişimierin bütün piyasada uygulanan modern çalışma ve zaman disiplini biçimlerinin kişiler arası ilişkilerde, sofra adabında ve cinselliğe yaklaşımdaki tutumları şekillendirdiğini ve böylece ru­ humuzun derinliklerine ulaştığını ileri sürmüştür. Ayrıca modern dünyaya özgü "duygusal ekonomi"nin, içsel sınırlamalar yoğunlaşırken dışsal sınırlamaların gevşemesinden kaynaklandığını göstermiştir. Elias şöyle der: "Doğrudan silah­ ların ve fiziksel kuvvetin tehdidinden kaynaklanan zorlanmalar aşamalı olarak azalır ve [ .. ] duyguların irade biçiminde düzenlenmesine yol açan bağımlılık bi­ çimleri de aşamalı olarak artar. "25 Yeni disiplin biçimlerinin içselleştirilmesi, yeni zaman algılarıyla yakından bağlantılıdır. Nüfus arttıkça ve kasabalarda yaşayan insanların oranı yükseldikçe günlük etkinliklerimizin zaman planlaması kendi bedenimizin, mevsimlerin, gece ve gündüzün doğal takvimlerine göre değil, daha çok diğer insanların etkinliklerine göre yapılmaya başlanmıştır. Modern takvim­ lerio ve saatierin artan etkisi ile Greenwich saatine ( 1 8 84'te kabul edilmiştir) göre saptanan uluslararası saat çizgisi ve yerel saat dilimleri gibi düzenlernelerin ortaya çıkışı, bu tür değişimierin en güzel göstergeleridir. Çünkü takvim ve saat ruhsal ya da ekolojik zamandan çok toplumsal zaman için hassas bir ölçü sağlar. Dolayısıyla bunlar insanların tavır ve davranışlarını, doğal bir ekolojiye değil de toplumsal bir ekolojiye -başlıca öğeleri diğer insanlarca yaratılmış bir ekoloji­ ye- ne kadar uyarlamaları gerektiğini ölçerler. Modern Devrim ayrıca tüketicilere çok geniş bir yelpazede zihni etkileyen maddelere de erişim sağlamıştır ki David Courtwright buna "Psikoaktif Devrim" der.26 Uyuşturuculardan kahve, çay ve şekere kadar bu tür maddeler, milyonlarca insana modern yaşamın zaman zaman ağırlaşan baskısıyla ve disipliniyle başa çıkmasında yardımcı olmuştur. .

324

ZAMAN HARITALARI

Yeni Düşünme Biçimleri Modern topluma özgü bilimsel düşünme biçimleri bir özgüven duygusunun yanı sıra, yaygın bir de yabancılaşma yaratmıştır. Modern bilim insanlara doğa üzerinde uygulanabilecek daha önce benzeri görülmemiş bir güç vermiştir. Ama modern bilimin evreni de cansız kuvvetlerin egemen olduğu ve modern çağ önce­ sinde insanların içinde yaşadıkları ruhlada dolu dünyadan çok farklı bir yerdir. Antik tanrılar kovulmuştur ve modern bilimin dünyası kişiliği olmayan bilimsel yasalar tarafından kontrol edilmektedir. Artık tanrıların ve şeytanların yönetimini kütleçekim ve termodinamiğin ikinci yasası devralmıştır. Bilimsel bilgi ayrıca Mo­ dern Devrim öncesi bilgi sistemlerinde bulunan özgüllük ve yer duygusundan da yoksundur çünkü bütün toplumlar ve zamanlar için geçerli genellemeler üretmeye çalışırY Böyle bir bilgi sistemi maddi çevcemizi idare etmemize çok daha yardımcı olur ama geleneksel dinlerin sunduğu ahlaki kılavuzluğu ya da teseliiyi sunmaz. Ancak bu kadar çok insanın olduğu bir dünyada ödün vermek de kaçınılmazdır. Maddi dünyayı idare etmede başarılı bir bilgi sistemi tam da ihtiyacımız olan şey­ dir. Böyle bir bilgi olmadan 6 milyarlık' bir nüfusu muhtemelen besleyemezdik.

Hızlanma Bu geçişlerin hızları başlı başına ayırt edici bir özelliktir çünkü değişimierin hızı da artmıştır. Gerçekten de bu değişim öylesine keskindir ki bizi Modern Devrim'e daha önceki bütün devrimlerden daha farklı yaklaşmaya zorlar. Birkaç binyılda bölge bölge gerçekleşen tarıma geçişin tersine, Modern Devrim en çok iki ya da üç yüzyılda yani neredeyse bir anda olmuştur. İnovasyonların yüksek yayılma hızının, bağımsız icadara çok az şans tanıdığı küresel olarak birbirine bağlı bir dünyada ortaya çıkmıştır. Belirleyici eşikler böylesi yüksek bir hızda ancak bir kez geçilebi­ lir. Bu tekillik, en önce modernleşen bölgelere çok büyük bir üstünlük sağlamıştır. Diğer toplulukların çoğunun da moderniteye geçişi, dışarıdan gelen yeni normların şiddetli bir şekilde dayatıldığı, çok az kontrol edebildikleri, acımasız bir toplumsal kasırga şeklinde olmuştur. Değişimin böyle hızlı aktarımı, Modern Devrim'in be­ ğendiği yapıların neden dünyanın tek bir bölgesinde yani Avrupa'daki kültürlerden bu kadar çok etkilendiğini açıklar. Ama önce modernleşen bölge Avrupa olmasay­ dı, aynı eşiği dünyanın başka bir bölgesinin aşacağına da emin olabiliriz.

Modernite Teorileri Bu şaşırtıcı dönüşümleri nasıl açıklayabiliriz? Modern Devrim'in doğasına ve nedenlerine ilişkin henüz bir görüşbirliği yok. Bir yüzyıllık ayrıntılı tarihsel araştırmalar özellikle Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da modern tarihe ilişkin dev bir enformasyon birikimi üretmiştir. Ama henüz ortaya genel kabul gören tek bir •

2021 'de 7,8 milyar. -ç.n.

YAKLAŞAN MODEANITE

325

modernite kuramı bile çıkmış değildir. Görüşbirliği olmayışının yanı sıra, var olan düşüncenin ve enformasyonun muazzam miktarda oluşunun yol açtığı zorluklara bir de halen Modern Devrim'in içinde yaşıyor olduğumuz gerçeği eklenmektedir. Genel şeklini ayrıntılı bilemiyoruz; belki de birkaç yüzyıllık bir süre içinde, dö­ nüşümlerin hemen hemen MS 2000'de başladığı anlaşılacaktır. En genel Modern Devrim tanımlarımızın bile fena halde yanlış olduğu ortaya çıkabilir. Bunun gibi bir kitap modernite sorununu "çözemez" . Ama büyük tarih ölçe­ ğinde ve 2 1 . yüzyılın başlarından bir bakış açısıyla bu devrimin neye benzediğini görmeye çalışabiliriz. Buradaki yaklaşıma ilişkin ayırt edici bir şey varsa, o da Modern Devrim'i yalnızca son yıllara ve dünyanın belli bölgelerine özgü bir so­ runmuş gibi değil, insanın ve hatta gezegenin tarihi gibi büyük bir bağlam içinde ele almasıdır. Dolayısıyla küresel bir perspektifi vardır ve bu özelliğiyle de birçok standart açıklamadan ayrılır. Modern Devrim açıklamaları gereğinden fazla (ve ge­ nellikle de açıkça söylemeden), modernitenin Avrupa'da ve Avrupalı topluluklarca yaratıldığı ön kabülüyle başlar. Böylece moderniteyi açıklamanın aslında Avrupa tarihine bakmak demek olduğu ima edilir. Ne yazık ki Avrupa'nın "istisnai oldu­ ğu" varsayımı, bu tür savların gerçekten işleyip işlemediğini anlamak için gereken özenli bir karşılaştırmalı analizin yapılmasının önünü kesmiştir.28 Eğer modernite benim ileri süreceğim gibi küresel bir olguysa, Avrupa merkezci bir yaklaşım bizi mutlaka yanıltacaktır. Kısa süre önce dünya tarihiyle ilgilenen tarihçiler, moderni­ teyi küresel bir açıklama bekleyen küresel bir mesele olarak görmeye çalışmışlar­ dır.29 Buradaki açıklamada Avrupa ile Atiantik dünyasının Modern Devrim'deki belirleyici rolü göz ardı edilmiyor. Ama açıklama dünya tarihinin parametrelerinin sınırları içinde kuruluyor ve meselenin küresel yönlerine odaklanıyor.

Nüfus Artışı ve İnovasyon Hızlan Modern Devrim'i açıklamaya çalışırken karşılaşılan bazı sorunlara açıklık ka­ zandırmak için nüfus artışıyla başlamak gibi bir metodotojik kumar oynayacağım. Son iki üç yüzyıldaki şaşırtıcı nüfus patlamalarını açıklayabilirsek, Modern Dev­ rim'in birçok başka yüzünü de açıklayabiliriz gibi bir savım olacak. Ama nüfus artışının açıklaması da bizi hemen inovasyon sorununa yöneltir. Hızlı ve sürekli nüfus artışı, inovasyon hızlarında bir artış olduğuna işaret etmelidir. Dolayısıyla Modern Devrim'e yönelik her açıklamanın merkezinde, değişen inovasyon hızları bulunmalıdır. Joel Mokyr'in ileri sürdüğü gibi "Teknolojik değişim [ ] sürdü­ rülebilir büyümenin sorumlusudur. Ekonomik büyüme onun nedeni değildir; o ekonomik büyümenin nedenidir. "30 O zaman sorun, Modern Devrim'in anahtarı olan inovasyondaki ani ve kü­ resel hızlanınayı açıklamaktır. Hızlanan inovasyonun bazı bakımlardan kolektif öğrenme nosyonuna içkin olduğunu görmüştük. Dolayısıyla Modern Devrim ger­ çekten de son iki yüzyıldır kolektif öğrenme hızında bir vites büyütmeyi yansıtır. Daniel Headrick şöyle yazmıştır: "Bilgi, ekonomik büyümenin hem nedeni hem sonucudur ve enformasyon endüstrisi de son 200 yıldaki teknolojik değişimin hız...

326

ZAMAN HARITALARI

lanmasının temel nedeni olmuştur. "31 Daha önceki çağlarda ve dünyanın farklı kesimlerinde inavasyon hızlarını artıran ve azaltan mekanizmalardan bazılarını görmüştük. Bunların arasında değiştokuş ağlarının büyüklüğü ve çeşitliliği ile bu ağlardaki değiştokuşların yoğunluğu da vardı. Ayrıca nüfus artışının kendisi de bu mekanizmalardan biriydi. Nüfus artışı yalnızca değiştokuş ağlarının büyüklüğünü artırınakla kalmıyor, aynı zamanda nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu bölgeler­ de üretkenliği artıran hafif bir baskı da uyguluyordu. Tarım uygarlıkları çağında devletler ile ticari değiştokuşlar da yeni birer inavasyon kaynağı oldular. Ama tıpkı nüfus baskısının aşırı nüfusa ya da hastalıkların yayılmasına yol açtığında büyürneyi engellemesi gibi, bu mekanizmalar da bazen büyürneyi engelleyebiliyor­ lardı. Sonuç olarak bu baskılar, birlikte çalışsalar bile, kesinlikle potansiyel nüfus artışı hıziarına ayak uydurabilecek bir inavasyon hızı yaratamazdı. Bundan dolayı tarım uygarlıkları çağında insanlık tarihinin temel ritimlerine şekil veren şey, peri­ yodik kıtlıklar ile Malthusçu çevrimler olmuştur. Son iki yüzyılda inovasyonun en çarpıcı özelliği, en azından kısa bir süre için, üretkenliğin nüfus artış hızını yakalamasını hatta bazı açılardan onu geçmesini sağ­ layacak denli hızlı ve sürdürülebilir oluşuydu. Aslında ileride göreceğimiz üzere, modern tarihin büyük ölçekli ritimleri, yetersiz üretkenliğin sonucu olan Malthusçu çevrimlerden çok, aşırı üretimden kaynaklanan iş dünyasının çevrimleri tarafından şekillendirilmiştir. Kuşkusuz, bazıları yıkıcı da olan, birçok bölgesel kıtlık yaşan­ mıştır. Ama küresel ölçekte gıda üretimi, nüfus artışına ayak uydurmanın ötesine geçmiştir. Bu nedenle nüfus da bu kadar hızlı artmıştır. Ve gıda üretimi için geçerli olan şey, aslında giyimden barınmaya, tüketim mallarından enerjiye ve silahlanma­ ya kadar diğer alanlar için de geçerlidir. Açıklamamız gereken nokta, kolektif öğren­ menin, inovasyonların ve üretkenlik düzeylerinin hızındaki bu ani ve küresel artıştır.

Olası Bazı itici Güçler Modern Devrim'i açıklamaya yönelik mevcut girişimlerde önerilen itici güç­ lerden bazılarını listeleyerek seçenekiere açıklık kazandırabiliriz. Modern Devrim üzerine yürütülen zengin bilimsel tartışma geleneği umut vaat eden birkaç aday çıkarmıştır.32 Bunlar genellikle Avrupa'nın modern dünyaya geçişini açıklamak için kullanılmıştır. Ama ilkede küresel ölçekte de aynı şekilde işlemeleri gerekir.

Demografik Teori/er: Demografik teoriler -ki genellikle Ester Boserup'ın çalış­ malarıyla ilişkilidirler- artan inavasyon hızlarını ağırlıklı olarak nüfus baskısıyla açıklarY Tarım çağı boyunca nüfus artışının inavasyon geliştirmeye yönelik bir baskı uyguladığını görmüştük. Artan ticarileşmeyle birlikte nüfus artışının bazen (talebi ve işgücü arzını artırarak) canlandırıcı bir etkisi olduğu doğrudur. Örneğin 1 8 . yüzyıl Britanya'sında imalat sanayinde, bina yapımında ve de yakıt olarak kullanılan oduna talebin artışı ormansıziaşmaya yol açtı. Bunun sonucunda da alternatif yakıt kullanan gelişmiş birtakım yöntemlerin bulunmasına yönelik bir

YAKLAŞAN MODERNllE

327

baskı oluştu. İngiliz Endüstri Devrimi'nin bazı önemli buluşları -ki aralarında kö­ mür yakan buhar makinesiyle odun yerine odun kömürü kullanılan demir üretim yöntemleri de vardır- bu baskıya verilen karşılıklar olarak görülebilir. Yine de nüfus artışı, tek başına modern çağa özgü büyüme hızlarındaki ani artışın ancak küçük bir bölümünü açıklayabilir. Sıkıntı, nüfus baskısının gerekli inavasyanları yeterince üretememesi ve bunun sonucunda da insanların açlık ve yokluk çekmesiydi. Zaten odun sıkıntısı çeken tek ülke de Büyük Britanya değil­ di. Başka yerlerde -örneğin Çin'de- belki de sorun çok daha büyüktü.14 icadarın kaynağı her zaman gereksinimler değildir.

Coğrafi Teori/er: Coğrafi teoriler, artan inavasyon hızlarını açıklamak için ağırlıklı olarak belli coğrafi özelliklere başvurur. Örneğin Endüstri Devrimi sıra­ sında Britanya odunun yerine kömürü koymuştur. Bunun tek nedeni de çok bol ve erişilebilir kömür rezervlerinin olmasıdır. Bu tür gözlemler E. A. Wrigley'in ellerinde, Avupa'nın Modern Devrim'deki özgün rolünü açıklamak için tesadüfi bazı coğrafi etkeniere odaklanan bir savı desteklemede kullanılmıştır.-15 Böyle te­ orisyenlerin dikkat çektiği gibi dünyada birkaç bölgede gerçekten de büyük birer nüfus ile yüksek düzeyde üretkenlik ve ticarileşme vardı. Dolayısıyla Avrupa ile diyelim ki Çin'in 1 9. ve 20. yüzyıllarda farklı yollar izlemesini en iyi açıklayan şey kömür rezervlerinin konumu ya da Amerika kıtalarının görece yakınlığı gibi bazı coğrafi rastlantılar olabilirdi. Bu tür coğrafi özellikler kuşkusuz önemlidir ve aşağıdaki açıklamada da önem­ li bir rol oynarlar. Ama bunlar kendi başlarına çok da fazla bir şey açıklayamazlar çünkü zaten onlar her zaman bulundukları yerdeydiler. Değişim için ortaya çıkan fırsatlar, değişimin gerçekleşeceğinin garantisini veremez. Gerçekten de Britan­ ya'da Abraham Darby 1 8 . yüzyılın başlarında kok kömüründen nasıl yararlanı­ lacağını göstermeden önce, demir üreticileri yaklaşık iki yüzyıl boyunca kömürü kullanmaya çalışmışlardı. Mokyr'in ileri sürdüğü gibi, böylesi coğrafi etkenler de­ ğişime şekil verebilirler ama değişimin temel bir nedeni değildirler. 36 Açıklamamız gereken, kömürün varlığı gibi coğrafi faktörlerden neden aniden daha etkin bir şekilde yararlanılmaya başlandığıdır. Bu da bizi modern endüstri toplumlarının ekonomik, toplumsal ve entelektüel tarihinin ayırt edici özelliklerini aramaya teş­ vik eden bir çabadır. idealist Teori/er: Üçüncü bir grup teori de idealist teoriler olarak tanımlanabi­ lir. Bunlar da inavasyon hızlarının değişik düşünme yollarından etkilendiğini ileri sürerler. Bu gruptaki en basit teoriler, Modern Devrim'i kesintisiz bir yeni buluşlar dalgasının ürünü olarak görür. T. S. Ashton " 1 760'da İngiltere'yi saran küçük ay­ gıtlar dalgası hakkında" başlıklı tipik bir okul denemesi özetiyle bu yaklaşımı ka­ rikatürize eder.37 Kuşkusuz basit anlamıyla bu teoriler doğrudur. İnovasyonların sayısı artmış ve her inovasyonun da üretimin genel düzeyinin yükselmesine katkısı olmuştur. Ama bu yaklaşımın en gelişmiş sürümlerinde bile -ki buna Ashton'un

328

ZAMAN HARITALARI

açıklaması da dahildir-38 karşılaşılan sorun, inavasyon hızının neden bu şekilde ve neden bu dönemde arttığını açıklayamamasıdır. Neden bu kadar çok inavasyon oluyordu ? Neden daha verimli ve üretken teknolojilere ve yöntemlere bir ilgi var­ dı? Bütün bunlar neden o zaman ve neden orada oluyordu? Daha derin idealist teorilerde, düşünme yöntemlerinde ve tutumlarındaki daha köklü değişimierin yeni ticari ve teknolojik yöntemleri canlandırdığı ileri sürül­ müştür. Bu yaklaşımın en ünlü örneği -ki yazarı daha sonra, en azından kısmen, fikirlerini geri çekmiştir- Max Weber'in ilk kez 1 904-1 905'te yayımlanan, ka­ pitalizm ile Protestanlık arasındaki bağlantıya ilişkin tezidir. Weber Katalikliğin tersine Protestanlığın, girişimcilerin yeni yöntemler bulmalarını ve korumalarını teşvik eden, rasyonellik, tutumluluk ve sıkı çalışma üzerine yeni bir etik içerdiğini ileri sürmüştü. w Ama böyle Leurileri de almak zordur. Dinler yekpare değildir: Tıpkı bütün düşünce sistemleri gibi karmaşık, çok yönlü ve birçok farklı orta­ ma uyum gösterecek kadar esnektirler. Tarihlerinin değişik dönemlerinde Budizm, Müslümanlık, Konfüçyüsçülük ve hatta Katoliklik, Weber'in Protestanlık ve ka­ pitalizmle ilişkilendirdiği özelliklerden en azından bazılarını teşvik etmişlerdir. "Özgürlük" (özellikle girişimciler için) inovasyonun önemli bir itici gücü olarak genellikle bu özelliklere dahil edilmiştir; keza " bilimin yükselişi" de öyle. Ama bu savlar için de yine sorun, bu özel etkenierin birdenbire neden ve nasıl böyle dikkat çekmeye başladıklarını açıklayabilmektir.40 En incelikli idealist teoriler bile tutumların, insanlık tarihinin belli bir döneminde böyle kesin bir biçimde neden değişmiş olduklarını açıklamakta zorluk çeker. Diyelim ki bilime ya da rasyonel­ liğe veya moderniteye Protestanlık yol açmış olsun; peki, Protestanlığa ne yol aç­ mış olabilir? Değişen tutumlar, artan inavasyon hızlarının açıklamasının kesinlikle önemli bir bölümünü oluşturur ama gerçekte değişimin bağımsız motorları değil de daha köklü bir şeyin belirtileridir.

Ticari Teori/er: Dördüncü bir teori grubu da ticari değiştokuşların rolüne odak­ lanır. En azından Adam Smith'in yazdıklarına kadar geriye giden bir gelenekle çalışan ekonomi tarihçileri, genişleyen ticari değiştokuş ağlarının rolünü vurgu­ lamışlardır. Smith inavasyon hızının doğrudan ticarileşme düzeyine bağlı olduğu­ nu ileri sürmüştü. Ulusların Zenginliği'nin ( 1 776 ) birinci bölümüne şöyle başlar: "Üretken emek gücündeki en büyük ilerleme ve herhangi bir yere yönlendirilen ya da uygulanan becerinin, ustalığın ve değerlendirmenin büyük kısmı gerçekte hep iş bölümünün etkileridir." Bir başka deyişle, uzmaniaşmadaki artış üretkenliği de artırmıştır. Ama Smith artan uzmaniaşmanın kendisini, piyasanın yükselmesinin bir sonucu olarak açıklıyordu. Kitabın ikinci bölümü şöyle başlar: "Bu kadar çok avantajı olan bu işbölümü aslında genel zenginliği öngören ve hedefleyen herhangi bir insan bilgeliğinin ürünü değildir. Her ne kadar yavaş ve aşamalı olsa da insan doğasındaki belli bir eğilimin sonucudur. Bu da görünürde hiç de yaygın bir fay­ da sağlamayan takas etme, değiştokuş eğilimidir. "41 Değiştokuş ağları genişledikçe dışarıdan alınan ucuz mallar, daha pahalı olan yerel üreticilerin fiyatlarını kırar

YAKLAŞAN MOOERNITE

329

ve onları daha da uzmaniaşmaya (dolayısıyla daha verimli üreteceklerdir) ya da daha verimli üretebilecekleri başka ürünlere odaklanmaya zorlar. Bu yolla geniş değiştokuş ağları, en verimli yöntemlerin kısa sürede en iyi uygulamalar haline gel­ melerini sağlar. Ayrıca pazarlar çok geniş ve kapsamlı oldukları için insanlar gide­ rek daralan bir uzmaniaşmayı karşılayabilirler; çünkü uzmanlaşmış ürünlerinden geçimlerini sağlayabilecekleri kadar müşterileri olur (bkz. Şekil 1 1 .2). Ulusların Zenginliği'nin 3. Bölüm'ünde pazarlada işbölümü arasındaki bağ şu başlık altında incelenir: "işbölümü Pazarın Büyüklüğüyle Sınırlanır." Bir başka deyişle değişto­ kuş ağlarının genişlemesi, uzmaniaşmayı teşvik eder; bu da üretim yöntemlerinde inovasyonu canlandırır -Smithçi olarak adlandırabileceğimiz bir büyüme tarzı.42 Önceki bölümde ileri sürüldüğü gibi, ticaret ağlarının genişlemesiyle uzman­ laşmanın artması ve inovasyon hızının yükselmesi arasında açıkça görülen derin bir bağ vardır. Genel olarak ticari etkinlik (yani başlıca etkenin baskı olmadığı, görece karşılıklı anlaşmaya dayalı değiştokuşlardan gelir elde edilmesi) haraç top­ lamaya (yani baskı tehdidinin egemen olduğu değiştokuşlar üzerinden gelir elde etmeye) göre inovasyonu daha çok teşvik eder. Çünkü ticari gelir sağlayanların kendi baskı güçlerinin olmayışını, verimiilikle kapatmaları gerekir. Ama bu kura­ lın birçok istisnası olduğunu görmüştük; haraç toplayanlar bazen verimliliği artı­ ran inovasyonların peşinde olabiliyorlardı. Tüccarlar da eğer onun sayesinde elde edebiliyorlarsa, hiçbir zaman kuvvet kullanmaya gönülsüz olmamışlardır. Dahası modern çağ öncesi devletlerin çoğunun doğası, genel bir kural olarak tarım uygar­ lıklarında haraç toplamanın ticari etkinliklere göre daha çok zenginlik ve kesinlik­ le daha fazla güç sağladığını ortaya koyar. Bu fark da ilk başta akıl karıştırıcı gibi görünen bir şeyi anlamamızı sağlar: Ticari ağlar tarım uygarlıkları kadar eskidirler ama son iki üç yüzyıla kadar inovasyon hızları üzerindeki etkileri sınırlı olmuştur.

Şekil I I .2 I 8. yüzyılda bir iğne fabrikası. Adam Smith işbölümünün üstünlüklerini anlatmak için iğne fabrikası örneğini kullanmıştır. Joel Mokyr, The Lever of Riches: Technological Creativity and Economic Progress (Oxford, 1992), s. 78; Rene-Antoine Ferchault de Reaumur, L'art de L'epinglier (I 762).

330

ZAMAN HARITALARI

O zaman neden ticari değişimler modern çağda birdenbire böylesine büyük bir önem taşımaya başladı? Belli birtakım kritik eşiklere mi ulaştılar? Eğer öyleyse, bunu tanımiayabilir miyiz? Yoksa bir başka etken mi önemlerini artırdı? Moder­ niteyi açıklaya bilmek için pazarların rolünün ve öneminin son yüzyıllarda nasıl ve neden değiştiğini açıklamamız gerekir. Sık sık idealist modernite teorileriyle ilişkilendirilen yaygın bir yaklaşımda, Av­ rupa'nın olağandışı bir biçimde ticari ve Avrupa'daki pazarların da aşırı derecede hareketli olduğu ileri sürülür. Yeni bazı çalışmaların gösterdiği gibi, böylesi iddi­ aların sıkıntılı yanı 1 8. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte ticarileşmenin ve hatta üretkenliğin genel düzeyinin muhtemelen Çin'de, Japonya'da ve Kuzey Hindis­ tan'da da Avrupa'daki kadar yüksek olduğudur. Yine de 1 9. yüzyılda inavasyon hızının birden yükseldiği yer, yalnızca Atiantik dünyası olmuştur. Kısa bir süre önce Andre Gunder Frank 1 750'li yılların sonunda hatta 1 800'1ü yıllarda Asya ekonomilerinin hem en büyük nüfusu barındırdığını hem en geniş ve en üretken ekonomiler olduklarını ileri sürmüştür. Frank, 1 800 gibi geç bir tarihte Çin'de kişi başına düşen gelirin Avrupa'dakinden bile daha yüksek olduğunu savunurY

Toplumsal Yapı Teori/eri: Ne var ki Avrupa istisnacılığının önemini azaltmak da 1 9. yüzyılda bu bölgelerin izlediği değişik yolları açıklamayı son derece zor­ laştırır. Bu tartışmalarda en azından Karl Marx zamanından beri önemli bir rolü olan yanıt, Avrupa'nın 1 800'de Smithçi perspektiften öne çıkmasa bile, kurum­ sal ve toplumsal perspektiften öne çıktığıdır. Bu fikir, inovasyon hızlarındaki ani artışı açıklamaya yönelik olası beşinci yaklaşıma özgüdür. Toplumsal yapı teori­ lerine göre değişik toplumsal yapılar inovasyon hızlarını farklı biçimlerde etkiler­ ler. Genelde bu teoriler güçlü toplumsal grupların haraca dayalı çeşitli değiştokuş tiplerinden çok, ticari değiştokuşlara bağımlı hale geldikçe ticaretin üretkenliği artırma kapasitesinin de nasıl dönüştürülebileceğini açıklamaya çalışırlar. Önceki bölümlerde akraba düzenli toplumlarda inovasyon hızının neden düşük seyretme eğiliminde olduğunu ve haraç toplayan devletlerin yapılarının aslında inovasyonu teşvik ettiğini ama bunu tereddütle ve muğlak biçimde yaptığını ileri süren böyle savlardan zaten yararlanmıştım. Moderniteye ilişkin bir toplumsal yapı açıklama­ sının, inovasyonu çok daha güçlü bir şekilde harekete geçiren yeni toplumsal yapı­ ların ortaya çıktığını göstermesi lazımdır. Bu tür teoriler, modernitenin toplumsal yapı özelliğini "kapitalizm" olarak adlandıran Marx'a çok şey borçludur. Marx, Kapital'deki oldukça şekilsel savında kapitalizme özgü değiştokuşların genelleş­ mesinin -ki özelliklerini oldukça ayrıntılı biçimde çözümlemiştir- yeni ve özellikle güçlü bir teknolojik sinerjiyi teşvik edeceğini ileri sürer. Aşağıdaki basitleştirilmiş açıklamada, Marx'ın "üretim tarzları" şemasının Eric Wolf tarafından değiştiril­ miş sürümünden yararlanılmıştır.44 Marx'ın düşüncesinin bugünlerde modası geçmiştir. Bazıları, 1 980'li yıllarda sosyalizmin çöküşüyle, onun da "çürütüldüğünü" ve büyük bölümünün de gü­ nümüz için demode olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak tıpkı Anthony Giddens

YAKLAŞAN MODEANITE

331

gibi ben de Marx'ın kapitalizm çözümlemesinin " 1 8 . yüzyıldan beri dünyada hız­ la yayılan büyük çaplı dönüşümleri izah etmeyi amaçlayan her türlü girişim için hala gerekli çekirdek niteliğini koruduğuna" inanıyorum.45 Marx'ın yazılarında her "üretim tarzı" belli yaşam tarzları ve teknolojilerle ilişkili özgün toplumsal yapıları olan bir toplum tipini tanımlar. Erich Wolf'un, akraba düzenli ve haraççı üretim tarzlarının yer aldığı modelini zaten kullanmıştık. Şimdi kapitalist üretim tarzına biraz daha yakından bakmamız gerekiyor. idealde başlıca üç öğesi vardır: (a) üretim kaynaklarına (yani kapitale) sahip olan ve kendi seçkin yaşam tarzlarını sürdürmek için onları ticari kazanç elde etmede kullanan egemen girişimciler yani kapitalistler sınıfı; (b) köylülerin tersine üretim mal ve mülklerine erişimi olmayan ve bumlan ı.lulayı ı.la geçimlerini işgüçlerini satarak kazanan ve böylece ücretli yani "proleter" olan insanlar sınıfı; (c) yasal ya da fiziksel baskıdan çok, pazarın kendi kuvvetlerince yönetilen ticari değiştokuşlar üzerinden bu iki grubu birbirine bağlayan rekabetçi pazarlar. İdeal bir kapitalist dünyada seçkin gruplar, asıl ola­ rak kapitalistlerden oluşur. Nüfusun geri kalanı da ağırlıklı olarak proleterdir ve değiştokuşların çoğu da pazarlar üzerinden yapılır. Tanım gereği böyle bir dünyada zenginlik, haracın egemen olduğu dünyaya göre daha eşitsiz dağılır. Çünkü proJeterierin çoğunun, toprak gibi üretim kaynak­ ' larına doğrudan erişimi yoktur. Kapitalizmin olağanüstü dinamizminin nedeni, ge­ nel anlamda bu zenginlik farkının çok büyük oluşudur -tıpkı Güneş ile onu saran uzay arasındaki sıcaklık farkının dünyadaki karmaşık süreçleri harekete geçirmesi gibi. Kapitalizmdeki büyük eşitsizlikler, kaynakların artık haraççı toplumlarda olduğu gibi fiziksel şiddeti kaba bir biçimde kullanarak ya da kullanma tehdidiy­ le harekete geçirilemeyeceğini açıklamaya yardımcı olur. Bunun yerine devletler, kuvveti asıl olarak zenginliğin yoğunlaşmasını sağlayan mülkiyet yapılarını ve ya­ saları koruyup sürdürmek için kullanırlar. Kapitalist toplumlarda zenginliği bu denli verimli bir şekilde harekete geçirip yönlendiren şey zenginlik uçurumunun dikliğidir. Bu da modern devletlerin, çelişkili bir şekilde, haraç dünyasının devlet­ lerinden daha büyük ve daha karmaşık olması gerektiğinin nedenlerini de açıklar. Neden bu tür yapılar inovasyonu teşvik eder? Tartışma noktası toplumun iki temel sınıfının da kendisini sürekli ve sonu gelmez bir biçimde inovasyona zor­ layan çevrelerde bulmasıdır. Tıpkı ekolojik değişimlerin, çevre koşullarının hızla değiştiği buzul çağları gibi dönemlerde canlı türlerini evrim geçirmeye zorlaması­ na benzer biçimde, kapitalizmin yeni ve durmadan değişen toplumsal ekolojisi de her sınıftan insanı daha verimli çalışma tarzlarını sürekli arayacak şekilde uyar­ lanmaya zorlar. Kapitalizmin yapıları bu yolla, insanların inovasyon becerilerini devrimci yöntemlerle harekete geçiren yeni tutumların ortaya çıkmasını sağlar. Bu noktada Marx'ın savı, ortodoks ekonomicilerin savından biraz farklılaşı­ yor. Girişimcilerin, rekabetçi pazarların ve ücretli çalışanların olduğu böyle bir dünyada hem girişimcilerin hem ücretiiierin hayatta kalabilmek için inovasyon peşinde koşmaları gerekir. Girişimcilerin böyle yapması gerekir çünkü rekabetçi pazarlarda en başarılı uzun vadeli strateji, üretim maliyetini dolayısıyla satış ma-

332

ZAMAN HARITALARI

liyerini düşürmektir. Bu stratejiyi uygulayabilmek için de üretimde, taşımada ve yönetirnde maliyet düşürücü inovasyonlara gereksinim duyulur. İnsan dışı dünya­ daki evrim gibi, bu sürecin de sonu yoktur çünkü rakipler yenilikleri uygulayanla­ rı başarıyla taklit ederler. Bu da girişimci inovasyonların genel ve daimi olmasına, hızlarının da hep artmasına neden olur. Ücretli çalışanların da üretkenlik artırıcı yolların peşinde olmaları gerekir. Çün­ kü işgücü satıcıları olarak, diğer ücretli çalışanlada rekabet ederler. işgüçlerine alıcı bulmak için olası rakiplerine göre daha üretken ve de düşük maliyetli emek sunma­ ları gereklidir. Burada da yine rekabet nedeniyle işgücünün üretkenliği sürekli artar. Bu kurallar, Lev Troçki'nin kapitalizmin "ekonomik kamçısı" olarak adlandırdığı şeyin yani işsizlik tehdidinin, işgücünün üretkenlİğİnİ köleliğin ya da sedliğin kam­ çısına göre daha fazla artıran, çok etkili bir araç olduğu paradoksunu da açıklar. Sahipleri kölelerinin ya da sedlerinin açlık çekmesini göze alamazlardı; ama on­ lara yüksek bir yaşam standardı da sağlayamazlardı. Böylesi bir sistem işçilerin yaratıcılıklarını harekete geçiremezdi. Bununla birlikte kapitalist işverenler işçileri­ nin sahibi değildirler ve onları ne açlıktan ne yoksulluktan korumaları gerekmez. Aslında kapitalistler işsiz kalma ve yoksul düşme korkusunu, genellikle daha sıkı çalışma için yararlı bir uyaran olarak görür. Yani işgüçlerinin bir alıcı bulabilecek kadar üretken olmasını sağlama yükümlülüğü, işçilerindir. Bu yolla ekonominin kamçısı gerçek ve hatta yaratıcı bir öz disiplini harekete geçirir -halbuki sahibin ya da denetmenin kamçısı, yalnızca gönülsüz bir ayak uydurma sağlayabiliyordu. Ka­ pitalizm haraççı toplurnlara özgü daha doğrudan ve kaba yöntemlerin ulaşamaya­ cağı bir güçle, ücretli çalışanın aklına, ruhuna ve de bedenine dokunan bir disiplin yaratır. Kapitalizmin yapıları, sanki insanları kendi beyinlerine yeni bir tip yazılım yüklerneye zorluyormuş gibidir. Ya da daha az sert bir metafor kullanırsak, sanki kapitalizmin yapıları insanların kafalarını çok yeni tipte güdülerle ve anlamlarla (Richard Dawkins'in diliyle "meme"lerle' ) dolduruyordur.46 Bu, inovasyonun ebedi olduğu bir toplum modelidir çünkü toplumun iki te­ mel sınıfı da kendisini sürekli artan bir üretkenliğin insafsız koşubandında bulur. Moderniteye yönelik toplumsal yapı teorileri, modern toplumların bu ideal tipe ayak uydurmaya neden ve nasıl başladığını açıkladığımız zaman, Modern Dev­ rim'i açıklamada çok yol almış olacağımızı iddia ederler. Ama burada da bir zorluk vardır. Son yapılan araştırmalar kapitalist Avrupa ile kapitalist olmayan Çin'i ya da Hindistan'ı birbirinden ayırmanın eskiden gö­ ründüğü kadar kolay olmadığını ortaya koymaktadır. Doğu Asya'nın büyük hö­ lümünde ücret karşılığı çalışma çok yaygındı; aynı şekilde kapitalist üretimde de öyleydi. Gerçekten de Kenneth Pomeranz ile R. Bin Wong'un yaptığı karşılaştır­ malı iki titiz araştırma Çin'de ve Batı Avrupa'daki kapitalist gelişme düzeylerinin, Endüstri Devrimi'nin basitçe "Avrupa'nın daha üst düzey kapitalizmi" şeklinde açıklanmasının, bundan böyle mümkün olamayacağı kadar birbirine benzedikle•

Taklit yoluyla yayılan kültürel enformasyon birimi. Yunanca mimema'dan ("taklit edilmiş") türet­ tiği bu terimi, Dawkins biyolojik gen kavramının kültürel paraleli olarak kullanınıştı -ed.n.

YAKLAŞAN MODERNllE

333

rini gösterdiYAslında benzerlik o kadar büyük ki iki yazar da hızlı büyüme ham­ lesinin -ki modern çağ tarihi açısından büyük önem taşır- gerçekten de kömürün dağılımı gibi birkaç tesadüfi farka bağlı olduğu izlenimini uyandırıyor. Bundan sonraki iki bölümde bu itici güçlerden çoğunu uygulamaya koyan ve bir tane de kendisi itici güç ekleyen modern inavasyon hızlarını açıklamaya çalışacağım.

Alışveriş Ağlarının Ölçeği ve Sinerjisi: 7. Bölüm' de, büyük ölçekler söz konusu olduğunda inavasyon hızlarının enformasyon ağlarının büyüklüğü ve heterojenli­ ği tarafından belirlendiğini ileri sürmüştüm. Bir başka deyişle ölçeğin büyüklüğü ve etkileşimierin çeşitliliği inavasyon hızlarının değişiminde belirleyici güçlü bir etken olmuş olabilir. 12. ve 13. bölümlerde, modern dönemin başlarında ölçekteki ani büyümenin ve belki de daha önemlisi değiştokuş edilen enformasyon çeşitli­ liğindeki ani artışın kolektif öğrenme süreçlerine, özellikle de bu değiştokuşların en yoğun ve en çeşitli olduğu aktarma merkezlerindekilere, ani bir uyarıcı etkisi olduğunu ileri süreceğim. Ama bu önerimi yükselen modernite üzerine literatürde tanıdık olan ve daha başka birçok itici güçten yararlanan bir görüşle bütünleşti­ receğim. Öncelikle genel olarak inavasyon hızlarının artışına yol açan etkenler­ den bazılarını betimleyeceğim. Sonra, hızlanmanın neden ilk olarak Avrupa'da belirgin hale geldiğini açıklayacağım. Ama önce bu savı biraz şematik bir şekilde gözden geçirmek iyi olabilir. - Artan inavasyon hızlannın küresel bir açıklaması Birikim Oluşumu. Özellikle Afro-Avrasya bölgesindeki birkaç binyıllık biri­ kim oluşum süreçleri, tarım uygarlıkları çağının geleneksel haraççı çerçevede ina­ vasyanun ulaşabileceği son noktalara kadar gittiği birkaç bölge yaratmıştır. 1 8 . yüzyıla gelindiğinde b u bölgeler Çin, Japonya, Hindistan'ın ve Batı Avrupa'nın bazı kesimleriydi. 48 Genişleyen alışveriş ağları. 16. yüzyıldan bu yana küresel bir alışveriş sistemi­ nin ortaya çıkışı, kolektif öğrenmenin ve ticarileşmenin küresel süreçlerine ani ve belirleyici bir itki verdi. Genişleyen enformasyon değişim ağları, dünyada nüfusun en yoğun olduğu bölgelerde üst sınırına ulaşmış teknolojinin atılım yapmasını sağ­ layan inavasyana yeni olanaklar sundu. Bu değişimin sonucu olarak enformasyon alışverişinin hem miktarı ve çeşidi birden arttı hem sirkülasyon hızı yükseldi. Bu da dünyanın her yanındaki toplumların kullanabileceği bilgi havuzunun, dikkat çekici hir şeki l de genişlemesine yol açtı. Artan ticari al ışveriş ticari etkinl iği de artırdı. Dolayısıyla modernitenin hem Smithçi hem Marxçı açıklamalarından bi­ lindiği üzere inavasyon süreçleri de hızlandı. - Avrupa'nın Modem Devrim'deki özgün rolünün açıklanması Alışverişin yeni topolojisi. Uygun coğrafi konumu nedeniyle az sayıda toplum, kolektif öğrenmenin küresel süreçlerindeki ani hızlanmadan yararlanabildi. Küre­ sel bir enformasyon alışverişi sisteminin doğuşu, büyük ölçekli alışveriş ağlarının

334

ZAMAN HARITALARI

topolojisini dönüşüme uğrattı. Avrasya kara kütlesinin Afro-Avrasya alışveriş ağ­ tarının hemen sınırında yer alan Atlas Okyanusu kıyıları, birden kendisini yerii küresel alışveriş ağlarının aktarma merkezi olarak buluverdi. Avrupa ve ardından da Kuzey Amerika'nın Atlas Okyanusu kıyıları, her ne kadar sistemin kütleçekim merkezi daha uzun bir süre Çin ve Hindistan olarak kalsa da, yeni dünya sistemi­ nin ilk aktarma merkezleri oldular. En çok alışveriş, 19. yüzyıla değin Doğu As­ ya'da gerçekleştiriliyordu ama o tarihten itibaren daha çok fikir, mal, zenginlik ve teknoloji Avrupa ve Atlas Okyanusu bölgesine akınaya başladı.49 Yeniden düzen­ lenmiş bu topoloji, Batı Avrupa için hem ticari hem entelektüel bir talih kuşu oldu. Bununla birlikte binlerce yıl boyunca Avrasya alışveriş ağlarının aktarma merkezi olan Mezopotamya da kendini yeni küresel alışveriş sistemi içinde, birden daha az merkezi bir konumda buluverdi. Küresel alışveriş ağlarının topolojisindeki bu ani değişiklikler Avrupa'ya önemli avantajlar sağladı.50 Bu ışık altında bakıldığında, modernitenin Avrupa'da başlayan ve sonra dünyanın öteki bölgelerine yayılan bir şey olmadığını, gerçekte Atlas Okyanusu'na kıyısı olan topraklara oldukça yeni bir rol biçen küresel süreçlerin sonucu olduğunu görürüz. Avrupa'daki ön adaptasyon/ar. Ama neden Avrupa bu beklenmedik avantaj­ lardan bu denli iyi yararlanabildi? Çünkü sadece Avrupa'nın yeni ortaya çıkan dünya sisteminde hem merkezi bir konumu hem yüksek bir ticarileşme düzeyi var­ dı. Avrupa'nın avantajları, yalnızca coğrafi açıdan şanslı olmasından kaynaklan­ mıyordu. Tersine Batı Avrupa toplumları yeni küresel alışveriş ağlarında ortaya çı­ kan fırsatları değerlendirmelerini sağlayacak ön adaptasyon süreçlerinden geçmiş­ lerdi. Batı Avrupa'nın birçok bölgesindeki toplumsal, politik ve ekonomik yapılar, Avrupa'nın küresel bir alışveriş ağının doğuşuyla ortaya çıkan yeni değiştokuş sistemlerinden yararlanmasını sağladı. Bu noktada Avrupa tarihinin ayırt edici özelliklerinden bazılarına ilişkin daha tanıdık savlara geri döneceğim. Wong'un modern çağın başlarındaki Çin'le Batı Avrupa'yı karşılaştırdığı önemli çalışmasın­ da ortaya koyduğu gibi: "Endüstrileşmeyi Avrupa'nın politik ekonomisi yaratma­ dı. Avrupa'nın politik ekonomisi aslında özel olarak endüstrileşmeyi destekleye­ cek bir şekilde de tasarlanmamıştı. Bunun yerine Avrupa politik ekonomisi, ortaya çıktığı zaman endüstrileşmeyi destekleyebilecek bir dizi kurum yaratmıştı."51

Özet Son iki üç yüzyıldır dünya dönüşüyor. Bu dönüşümün açıklaması, bu bölümde anlatılan strateji kullanılarak izleyen iki bölümde yapılacak. Modern zamanlarda yaşanan şaşırtıcı nüfus artışına yönelik başarılı bir açıklamanın, aynı zamanda modernitenin daha başka birçok yönünü de aydınlatacağı umuduyla nüfus artı­ şına odaklanacağım. Böylesi bir girişimde insanların çevrelerinde bulunan ve bir­ kaç milyarlık bir nüfusu besleyecek, engin kaynakları kullanmayı neden ve nasıl öğrendiklerinin de açıklanması gerekecek. Bu da inovasyonda ve üretkenlikteki modern dünyaya özgü şaşırtıcı artışların açıklanması anlamına geliyor.

YAKLAŞAN MODERNITE

335

Modern Devrim'in anahtarı olan inovasyondaki devrimsel artışları açıklama­ ya yönelik birçok girişimde bulunulmuştur. Bunların her biri açıklayıcı olduğunu düşündüğü farklı bir itici güce -nüfus baskısı, coğrafi etmenler, değişen fikirler, alışveriş ağlarının ve pazarların genişlemesi, toplumsal yapılardaki değişimler vs.­ odaklanmıştır. Modern Devrim'in önümüzdeki birkaç bölümde yer alacak açıkla­ masında her ne kadar ağırlıklı olarak alışveriş ağlarının topolojisinde ve toplumsal yapılardaki değişimlere odaklanılacaksa da bu etmenlerden bazılarından da yarar­ lanılacaktır. Küresel bir alışveriş ağının doğuşunun dünyanın her yanındaki ticari etkinliklere ve ekolojik inovasyonlara muazzam bir canlılık kazandırdığını ileri süreceğim. Küresel bir enformasyon ağında enformasyon alışverişlerinin büyüyen ölçeği, ekolojik inovasyon hızlarını artırırken, artan ticari alışveriş de Smithçi ve Marxçı modernite modellerinde tanımlanan inavasyon çeşitlerini hızlandırdı. Kü­ resel sistem içinde Avrupa çok hızlı bir şekilde yeni aktarma merkezi oluverdi. Böylece yeni küresel sistemin yarattığı muazzam ticari fırsatlardan yararlanabile­ cek çok uygun bir yer edinmiş oldu. Ancak bunun yanında Avrupa'nın toplumsal ve ekonomik kurumlarının, onun yeni değiştokuş ağlarının içindeki avantajlı ko­ numundan yararlanmasına yardımcı olduğunu da ileri süreceğim.

İleri Okuma J. L. Anderson, Explaining Long-Term Economic Change'de ( 1 99 1 ) çok güzel kuramsal bir giriş sunar. Yakın tarihli önemli çalışmalar arasında Anthony Gid­ dens'ın A Contemporary Critique of Histarical Materialism'i (2. Baskı, 1 995), Joel Mokyr'in The Lever of Riches'ı ( 1 990), E. A. Wrigley'in Continuity, Chance, and Change'i ( 1 98 8 ) ile People, Cities, and Wealth'i ( 1 987) sayılabilir. E. L. Jo­ nes'ın The European Miraele ( 1 987) ve Growth Recurring ( 1 988) adlı kitapları modern dünyanın yükselişiyle ilgili yeni tartışmalar başlatan klasikleşmiş eserler­ dir. Andre Gunder Frank'ın ReOrient'i ( 1 998), Kenneth Pomeranz'ın The Great Divergence'ı (2000) ve R. Bin Wong'un China Transformed'u ( 1 997) Avrupa'nın 1 800 öncesi geri kalmışlığını ve zayıflığını amınsatır ve dolayısıyla moderniteyi Ortaçağ Avrupa'sına kadar götüren bir zamanların popüler teorilerinin altını oyar. Bu çalışmalar Modern Devrim'in ne ölçüde küresel süreçlerin bir ürünü olduğunu gösterir. Margaret Jacob'ın The Cu/tura/ Meaning of the Scientific Revolution ( 1 998) adlı kitabı Avrupa'da modernitenin yükselişini açıklamak için bilimsel dev­ rimin taşıdığı önemi gösterınede çok etkilidir. Charles Tilly'nin Coercion, Capital, and European States, AD 990-1 992'si (gözden geçirilmiş baskı, 1 992) Avrupa devlet sisteminin modernizasyonunu genel olarak açıklayan en eksiksiz ve titiz ça­ lışmadır. Eric Wolf'un Europe and the People without History ( 1 982) adlı kitabın­ da devlet yapısı olmayan toplumların modern tarihte aynadıklanı roBerin ne denli önemli olduğu anlatılır. Bu kitaplardan başka "modern dünyanın yükselişi"nin önemli yanlarını ele alan ve bazıları sonraki iki bölümün sonunda da listelenecek olan geniş bir literatür vardır.

12 Küreselleşme, Ticarileşme ve inavasyon

Arnhem Toprakları'ndaki Aborijinler gördükleri ilk Avrupairiara Balanda adını takmışlardı. Bu, Avrupalılar için kullanılan bir Bahasa Endonezya ifadesiydi ve bir zamanlar Hollandalılar için kullanılan "Hollander" sözcüğünden türetilmişti.

Bu bölümde dünya tarihinin MS 1 000'den yaklaşık 1 700'e kadar olan dö­ nemi incelenecek ve Modern Devrim'e zemin hazırlayan bazı değişimler ortaya konacak. İlk önce küresel süreçler üzerinde yoğunlaşılacak ve değiştokuş ağlarının boyutlarındaki, 1 6 . yüzyıldan önce biraz yavaş olan ama sonrasında çok hızlanan büyümenin hem enformasyon ve mal değiştokuşları hem inovasyonlar için yeni olanaklar yarattığı gösterilecek. 16. yüzyılda gerçek bir küresel alışveriş ağının kurulmasının, enformasyon ve ticaret alışverişlerinin çeşitliliğini, önemini ve ölçe­ ğini kesin olarak büyüttüğü ileri sürülecek. Holosen'in farklı dünya bölgelerinin birleşmesi, insanlık tarihinde devrim niteliğinde bir andır. Bu bölümde ikinci olarak küresel alışverişlerin değişen topolojisi betimlene­ cektir. Alışveriş ağlarının coğrafyası değişim geçirdikçe, zenginlik ve enformasyon akışları yeni kanallara yönelmiştir. Bu etkiler özellikle daha önce Afro-Avrasya dünya bölgesinde alışverişlere uzak kalıyorken, şimdi birdenbire kendisini insan­ lığın ilk küresel alışveriş sisteminin aktarma merkezinde buluveren Batı Avrupa açısından önemliydi. Alışveriş ağlarının coğrafyasında ve ölçeğinde ortaya çıkan bu değişimler, Modern Devrim'in ticari ve entelektüel temellerini attı ve onun coğ­ rafyasını belirledi. Üç ayrı açıklama ölçeğinde düşünmek yararlı olacaktır. Öncelikle Modern Devrim bir anlamda küresel bir süreçti ve hala da öyledir, bu özelliği göz önüne alınmadan tam olarak anlaşılamaz. Onun maddi, ticari ve entelektüel hammadde­ leri dünyanın her yanından geliyordu. En büyük iki dünya bölgesini -Afro-Avras­ ya ile Amerika kıtalarını- birbirine bağlayarak üretilen yeni yaratıcı sinerji düzeyi, modern dünyadaki olasılıkla en güçlü değişim kaldıracıydı -hala da öyledir. Mo­ dern Devrim hem yaratıcı hem yıkıcı etkileri bakımından da küreseldi. Etkileri, bazı biçimleriyle, çok kısa sürede dünyanın her yanında hissedildi.

338

ZAMAN HARiTALARI

Ama modernite dünyanın değişik bölgelerinde farklı şekillerde deneyimlendi. Onun etkilerinin çeşitliliğini anlayabilmek için ikinci bir açıklama düzeyi gerekli­ dir. Dünya bölgelerinin birleşmesi, gerçekte daha küçük üç dünya bölgesinde de ­ Amerika kıtalarında, Avustralya'da ve Büyük Okyanus'ta- yerli topluluklar (hem insan hem insan olmayan) açısından acımasız ve yıkıcı bir süreç oldu. Avantajlar Afro-Avrasya bölgesinin içindeki değişik kesimlerde orantısız biçimde yığıldı. Bu yığılma daha sonra Amerika kıtalarında, Avustralya'da ve Büyük Okyanus'taki "Yeni Avrupalar"da -Afro-Avrasya'dan göçlerle (isteyerek ya da istemeden) ge­ len insanların bu üç dünya bölgesinde oluşturdukları yeni toplumlarda- da oldu. Afro-Avrasya bölgesinin tarihinde bir bakıma kesin olan şey, bu bölge insanları­ nın diğer dünya bölgelerindeki toplumlarla her karşılaşmasında hep Afro-Avrasya toplumlarının baskın geldiğidir. Bu başatlığın nedenlerinden bazılarını zaten görmüştük. Bir bölümü Afro-Av­ rasya'daki evcil hayvanların varlığıyla ilişkiliydi. İnsan ve hayvan taşımacılığında kullanılan evcil hayvanlar, en büyük ve değişik dünya bölgesindeki değiştokuş süreçlerini hem hızlandırdı hem onların menzilini artırdı; dolayısıyla avantajları daha da büyüttü. Yaygın ve dinamik alışveriş ağları sayesinde Afro-Avrasya top­ lumlarının yararlandığı teknolojik avantajlardan bazıları açıklanabilir. Ama evcil hayvanlar aynı zamanda sahiplerine birtakım hastalıklar da aktardı. Bu nedenle evcil hayvanlarla birlikte yaşamak, onların sağladığı verimli iletişim sistemleriyle birleştiğinde Afro-Avrasya topluluklarını diğer dünya bölgelerinde yaşayanlara göre hastalıklara daha dayanıklı yaptı.' Bu hastalıklar da fetih girişimleri sıra­ sında Afro-Avrasyalılara gelişkin denizcilik ve askeri teknolojilerinden çok daha fazla yararlı oldu. Örneğin çiçek hastalığı için Alfred Crosby şöyle yazmıştır: "Çiçek hastalığı, denizaşırı beyaz emperyalizmin ilerlemesinde barut kadar temel bir rol oynadı. Hatta belki de daha önemli bir rolü oldu; çünkü yerliler tüfeği istilacılara karşı kullanmaya başladılar ama çiçek hastalığı çok ender olarak yer­ Iiierin yanında savaştı."2 Ne var ki koskoca Afro-Avrasya dünya bölgesinin içinde bile Modern Dev­ rim'in avantajları düzensizce ve orantısızca yığıldı. Bu da bizi üçüncü, yani bölge­ sel ölçeğe getiren bir gözlemdir. Eğer Modern Devrim'i ilk küresel sistemin ticari ve entelektüel sinerjilerinin bir ürünü gibi görürsek, modernite için gerken ticari ve entelektüel hammaddelerin Akdeniz dünyasında, Mezopotamya'da, Kuzey Hin­ distan'da veya Çin'de kurulu aktarma merkezlerinin ya da kütleçekim merkez­ lerinin içinde yığılma eğiliminde olması, başlangıçta doğal gelebilir. Ve gerçekten de benzer bir durum yaşanmıştır. Büyüme ve hatta inovasyon hızları, bu bölümde ele alınan dönem boyunca bütün bu bölgelerde yüksek ve sürdürülebilirdi. 3 Ama her ne kadar bütün eski çekirdek bölgeler, doğan yeni küresel değiştokuş ağı tara­ fından şekillenmiş olsalar da Modern Devrim'in bütün gücü ve önemi bir başka yerde ortaya çıktı. Modernitenin işareti olan inovasyondaki ani artış ilk olarak Afro-Avrasya dünya bölgesinin batı ucunda, yani tarım uygarlıklarının genişleme kuşağına MS 1 . binyıla kadar girernemiş ve ikinci binyılın ortalarına kadar da tali

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

339

bir önem taşıyan bir bölgede belirmeye başladı. Modern Devrim'in adaptif öne­ minin ilk olarak burada ortaya çıkacak olması, Adam Smith'in "Çin, Avrupa'nın herhangi bir bölgesinden çok daha zengin bir ülkedir" dediği 1 776 gibi geç bir tarihte bile apaçık değildi.4 Modern Devrim'in yeterli ve uygun bir açıklaması, kendi kökenierini bütün bu farklı ölçeklerde açıklamaya çalışmalıdır. İslamiyet uzmanı Marshall Hodgson ilk kez 1 96 7'de basılan makalesinde şunları söylemiştir: Tıpkı tarım düzeyindeki uygarlığın bir ya da en çok birkaç noktada ortaya çıkması ve sonra bura(lar)dan dünyanın büyük bölümüne yayılması gibi, modern bir yaşam tarzı da her yerde, bütün kentli insanlar arasında aynı anda ortaya çıkmadı ama önce sınırlı tek bir bölgede Batı Avrupa'da doğdu ve diğer her yere de buradan yayıldı. Yeni tarzlar tümüyle Batı'yla sınırlı bazı koşulların sonucunda ortaya çıkmış değildir. ilk kentli, okur-yazar yaşamın nasıl ki sayısız toplumsal alışkanlığı olan birçok insan ve küçüklü büyüklü birçok icat bir araya gelmeden ortaya çıkması olanaksızsa, büyük modern kültürel mutasyon da doğu yarımküredeki kentli birkaç halkın tamamının kat­ kıları olmadan ortaya çıkamazdı. Gerekli olan, yalnızca birçok insanın yaptığı sayısız keşif ve icat değildi; çünkü daha önceki temel keşiflerin ve icarların çoğu Avrupa'da yapılmamıştı. Bunların yanında görece yoğun nüfuslu kentlerin ağırlıklı olduğu büyük bölgelerin var olması, bunların (aşamalı olarak doğu yarımkürede ortaya çıkan, Avru­ palı servetierin oluşmasını ve hayalgüçlerinin antrenman yapmasını sağlayan) engin dünya pazarını oluşturacak bölgeler arası büyük ticari ağlarla birbirine bağlı olması da gerekiyordu.5 Bugün, Hodgson'un yazdıklarının üzerinden otuz beş yıldan fazla zaman geç­ tikten sonra, tam anlamı ilk olarak Afro-Avrasya dünya bölgesinin batı ucunda görünür hale gelmiş bile olsa, Modern Devrim'in ne ölçüde küresel süreçlerin bir ürünü olduğu artık daha da kolay görülüyor. Önceki bölümlerde değiştokuş ağlarının boyutlarının, çeşitliliklerinin ve yo­ ğunluklarının büyük ölçeklerde inovasyon hızlarını belirleyen önemli etkenler ol­ duğunu ama biraz küçük ölçeklerde nüfus artışının, kent etkinliklerinin ve ticari genişlemenin de belirleyici olduğunu görmüştük. Bütün bu etkenler, tarım uygar­ lıklarının çoğunun tarihini niteleyen Malthusçu çevrimlerden önemli ölçüde etki­ lendi. Hem ticari ve politik hem enformasyon değiştokuş ağları en dinamik olarak demografik büyüme dönemlerinde genişledi; demografik düşüş dönemlerinde de küçüldü. Genişleme evrelerindeyken de alışverişlerin büyüyen kapsamı, nüfus ar­ tışı, kent etkinlikleri ve ticari etkinlikler hep inovasyon üretme eğilimindeydiler. Endüstri Devrimi'nden önceki binyılda Afro-Avrasya dünya bölgesinin tarihini (ve dolaylı olarak da diğer dünya bölgelerinin tarihini) şekillendiren iki büyük Malt­ husçu çevrim çok önemliydi. (bkz. Şekil 1 0.4). ilk çevrim MS 1 . binyılın ikinci ya­ rısındaki demografik canlanmayla başladı ve 14. yüzyılın ortasında patlak veren Kara Ölüm'le aniden sona erdi. Kara Ölüm'den sonra başlayan ikinci çevrim daha yumuşak bir yavaşlamayla 17. yüzyılda bitti.

340

ZAMAN HARITALARI

Klasik Dönem Sonrası Malthusçu Çevrim: 14. Yüzyıldan Önce Genişleme Evresi Malthusçu çevrimleri en kolay nüfus artış ritimlerinde görebiliriz (bkz. Tablo 1 1 . 1 ve Şekil 10.4 ). Bütün Malthuşçu çevrimlerde nüfusu artırıp yeni bir düzeye çıkaran önemli birtakım inovasyonlar saptamak mümkündür. Klasik dönem son­ rası çevrim kısmen tarım teknolojilerindeki ilerlemeye bağlıydı -Avrupa'da daha ağır ve ada çekilen saban bulunmuştu, ç:wdar ve yeni pirinç türleri (gerçi bu pi­ rinç türleri köylü çiftçilerce geliştirilmişti ama yönetimler de teşvik ediyordu) gibi yeni tarım ürünleri ortaya çıkmıştı, ayrıca daha iyi yönetilen sulama sistemleri geliştirilmişti. Çin'de, Kuzey Avrupa'da ve İslam dünyasında tarım yöntemleri MS 8. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasında devrim geçirdi. Nüfusun her yerde artışı sömür­ geciliği canlandırdı. Gerçekten de büyümenin en hızlı olduğu yerler Orta Asya, Kuzey ve Doğu Avrupa ile Güney Çin gibi klasik dönemin sınır bölgeleri oldu. Çin'de nüfusun %60'ı Sarı Nehir'in beslediği kuzeydeki topraklarda yaşıyordu; 250 yıl sonra o bölgede nüfusun yalnızca %40'ı kaldı; Güney Çin, Çin İmparator­ luğu'nun demografik kalbi haline geldi.6 Batıda, şimdi Avrupa dediğimiz sınır bölgesinde bir zamanlar boş arazi olan yer­ lerde tarım yapılmaya başlandığı için, yeni yerleşimler demografik kütleçekim mer­ kezini kuzeye doğru kaydırdı. İngiltere'de kıraç araziler, ormanlar ve bataklık alanlar 12. ve 13. yüzyıllarda tarıma açıldı. Bu konuda Asa Briggs şöyle yazmıştır: "Örneğin Dartmoor'un "boş arazileri" işlendi; Oorset'te ve Wiltshire Mere'deki taraçalanmış yamaçlarda tarım yapıldı; Sussex'teki Battle Manasrın'nın keşişleri bataklıkları geri kazanmak için arka arkaya dalgakıranlar yaptılar. 13. yüzyılın sonlarına gelindiğin­ de 20. yüzyıldaki savaşlardan önceki herhangi bir dönemdekinden daha büyük bir alanda tarım yapılıyordu. "7 Ren'den Loire'a kadar olan bölgeden gelip Avrupa'nın kuzeybatı kıyıları boyunca yerleşenler buralardaki kıyı bataklıklarını (Hollanda'da ortaya çıkan ve büyük bir ulusal sanata dönüşen bir işlemle) geri kazandılar. Doğu Avrupa'da MS 6. yüzyıldan beri süren, büyük oranda kaydı tutulmamış devasa bir köylü göçü, ilk büyük Rus devletlerinin demografik temellerini oluşturdu. Nüfus artışı kentleşmeyi canlandırdı. Avrupa'da ve Rusya'da nüfusu 20.000'in üzerindeki kent sayısı 1 000 ile 1 JOO yılları arasında 43'ten 1 03'e çıktı.8 Kentler özellikle İslam dünyasında serpilip geliştiler. MS 9. yüzyılda Abbasi başkenti Bağ­ dat'ın nüfusu yarım milyon dolayındaydı. Ama İslam dünyasının sınırında, Aral Gölü'nün kıyısındaki Harezm'de bile Sibirya'nın ormanlık alanlarını, bozkırları ve güneydeki kentleşmiş bölgeleri birbirine bağlayan ticaret yollarının aktarma merkezlerinde kentler gelişti. Harezm'de modernizm öncesi kentlere özgü yüksek kültürün sefaletle iç içeliği görülür. Arap coğrafyacı El Makdisi, başkent Kath'ta muhteşem bir cami ve saray bulunduğunu, caminin müezzinlerinin tavırları, öğre­ tileri ve güzel sesleriyle bütün Abbasi coğrafyasında tanındığını yazmıştır. Bununla

KÜRESELl.EŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

341

birlikte şöyle devam etmiştir "Kent mütemadiyen ırmağın taşan suları altında ka­ lıyordu ve sakinleri de giderek ırmak kıyısından uzaklara yerleşiyorlardı. Kentte [ ... ] birçok yerde pis su boruları vardı ama bunlar her yerde anayollara taşıyorlar­ dı. İnsanlar sokakları tuvaJet olarak kullanıyorlar ve pisliklerini çukurlarda top­ luyorlardı. Sonra bunlar torbalada tarlalara taşınıyordu. Pislik o kadar çoktu ki yabancılar ancak gün ışığında kentte dolaşabiliyorlardı. "9 Kentler Çin'de de özellikle daha çok ticarileşmiş güneyde ortaya çıkıp geliş­ ti. 12. yüzyıla gelindiğinde Çin, kentleşme oranı % 1 0 gibi yüksek bir düzeyde olan, olasılıkla "dünyanın en çok kentleşmiş toplumu"ydu. 1 0 Hangzhou (Marco Polo'nun Kinsai'si, Güney Song'un başkenti) o dönemde en azından bir milyon nüfuslu bir kentti ve muhtemelen dünyanın en büyük kentiydi. Birbirinden çok farklı semtleri vardı: Kalabalık, çok katlı evlerin olduğu işçi sınıfı varoşları; Türk­ lerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların yaşadığı yabancı mahalleleri; birçok tüccarın bulunduğu büyük bir Müslüman mahallesi; ağırlıklı olarak devlet memurlarının ve zengin tüccarların oturduğu güney bölgesi.11 Tarihçi Jacques Gernet'nin hazırla­ dığı Hangzhou'daki loncaların listesi, kentteki ticari etkinlikterin ne kadar zengin olduğuna ilişkin bir fikir verir. Bu listede, Janet Abu-Lughod'un anlatımıyla "mü­ cevherciler, yaldızcılar, tutkal yapımcıları, sanat eseri ve antika satıcıları, yengeç satıcıları, zeytin, bal ve zencefil satıcıları, doktorlar, kahinler/falcılar, çöpçüler, çiz­ me yapımcıları, hamamcılar ve döviz alıp satanlar[.] " yer alıyordu.12 Bu dönemde dünyanın en büyük kentleri Çin'deydiY Kentleşme, ticareti hem yerel olarak hem uluslararası ölçekte canlandırdı. Pa­ zarlar arasında tam bir hiyerarşi oluştu. En düşük düzeyde pazarlarda hala takas yöntemi egemendi. Bununla ilgili şöyle bir 12. yüzyıl Çin betimlemesi vardır: Küçük pazar insanlar çay ve tuz sepetleriyle Tavuklar gıdaklıyor, köpekler havlıyor, Çıralar pirinçle değiştokuş ediliyor, Balıklar şarapla takas ediliyor, Sağda soldaYeşil meyhane bayrakları Yaşlı beyefendiler dayanarak oturuyor içkiden uyku bastı rm ış olarak. ı 4 Ama bölgesel ve uluslararası pazarlar da gelişti. Avrupa'nın kuzeybatısında 1000 yılında insanların çoğu hala kendilerine yeten köylülerdi. Güneyde de üre­ timin büyük bölümü hala kırsal kesimde gerçekleştiriliyordu. Hatta İtalya'nın kuzeyi gibi eski kent bölgelerinde bile bu böyleydi. Ne ki MS 2. binyılın başla­ rında nüfusun artması ve kentlerin büyümesiyle birlikte ticaret ağları da büyüdü. Champagne bölgesinin ünlü fuarları Flandre'ı İtalya'nın ve Akdeniz'in eski ticaret ağiarına bağladı. Avrupa'da ticaretin ve kentlerin büyümesi öylesine dikkate de-

342

ZAMAN HARITALARI

ğerdi ki tarihçi Robert Lopez bunu modern dünya tarihindeki önemli dönüm nok­ talarından biri olarak görmüş ve ona "Ortaçağ'ın ticaret devrimi" adını vermişti. Bir başka tarihçi Carlo Cipolla'ya göre de " 1 0. ve 12. yüzyıllarda Avrupa'da kent­ lerin yükselişi Batı'nın tarihinde -dolayısıyla da dünyanın tarihinde- bir dönüm noktası oldu. " 1 5 Böyle yorumlar her ne kadar Afro-Avrasya'nın başka yerlerinde yaşanan değişimierin önemini ve boyutunu hafife alsa bile Avrupa'daki değişimin temposunu da aktarır. Afro-Avrasya bölgesinin tamamında önem kazanan ticarileşme büyüyen böl­ geler arası ticaret sisteminin giderek sağlarnlaşması ve yoğunlaşmasıyla görülü­ yordu. Janet Abu-Lughod'un yaptığı etkileyici çalışmada 1 3 . yüzyıl dünya sistemi çok iyi bctimlenmişti: Çin, Güneydoğu Asya, Hindistan alt kıtası, Islam dünyası, Orta Asya, Sahra-altı Afrika'nın bazı kesimleri, Akdeniz ve Avrupa tek bir ticari ağla birbirlerine bağlıydılar ve bu ağın trafiği klasik dönemdeki ağların hepsinin toplamından daha yoğundu.16 Thomas Allsen'in gösterdiği gibi, bu ağlarla ticari mallar ve hastalıklar kadar politik, kültürel ve teknolojik enformasyon da taşı­ nıyordu.17 Göçebe çobanların bu sistemin koruyucuları, kılavuzları ve bazen de tüccarları olarak yaşamsal bir rolü vardı. Müslümanların egemen olduğu bu tica­ ret ve kültür ağlarının ulaştığı boyut, Faslı bilgin İbn Battuta'nın anılarında çok canlı bir şekilde betimlenmiştir. Fas'tan yola çıkan İbn Battuta 1325-1 355 yılları arasında Büyük Sahra'yı baştan sona geçmiş, Mekke'ye, Avrasya bozkırlarına, Hindistan'a ve Çin'e giderek bu ağların büyük bölümünü gezmişti.18 Moğollar hükmettikleri topraklardaki ticari etkinlikleri etkin bir şekilde korudukları için onların egemenliğindeki Trans-Avrupa ticaret ağları daha da büyük bir önem kazandı. Karadaki bu ağlar Avrasya boyunca yapılan çok farklı türlerdeki tica­ ri değiştokuşları canlandırdı ama deniz rotaları hala daha önemliydi -özellikle Çin'i, Hindistan'ı ve İslam dünyasını birbirine bağlayanlar. Avrupalı tüccarların bu sistemlerin çoğunda etkin bir rol oynaması, Avrupa 'nın erken ticari gelişi­ minin ilk göstergelerinden biriydi. 1 0 . yüzyıla gelindiğinde Grönland'dan (hatta kısa bir süre için Newfoundland'dan) Bağdat'a ve Orta Asya'ya kadar hemen her yerde Viking tüccarlara ve yerleşimcilere rastlamak olasıydı. 14. yüzyılın başla­ rında Marco Poto'nun izinden giden İtalyan tüccarlar Akdeniz ile Çin arasında düzenli yolculuk ediyorlardı -öyle ki bu yolculukta onlara yol gösteren kılavuzlar basılmıştı. Ama İtalyanlar hiç de yalnız değildiler. Ermeni ve Yahudi tüccarların da Trans-Avrasya değiştokuşlarında önemli rolleri vardı.19 Başlıca Afro-Avrasya ticaret ağları üzerinden Hıristiyanlık, Zerdüştilik, Budizm, Manicilik ve Müslü­ manlık gibi dinler de şaşırtıcı bir serbesdikte yayıldı. Aynı zamanda birçok has­ talık da yayıldı. En sonunda, doğudan batıya yolculuk eden hıyarcıklı veba da geldi. Onun yayılması Afro-Avrasya değiştokuş ağlarının ölçeğini ve yoğunluğu­ nu gösteriyordu -gerçi onunla birlikte klasik dönem sonrası genişleme çevrimi de sona erdi. Bütün bu ağların aktarma merkezleri İslam dünyasında kalıyordu. Dolayısıy­ la bu dönem boyunca İslamiyetİn yayılması şaşırtıcı değildir. MS 1 000'den önce-

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

343

ki yüzyıllarda Mezopotamya/İran aktarma merkezinin Afro-Avrasya değiştokuş ağları üzerindeki Sasanilerin ve İslam imparatorluklarının hassas rolü açısından önemi ortadaydı. Tarihlerinin ilk bin yılında bu bölgeyi kontrol eden İslam uy­ garlıkları Afro-Avrasya ağlarının birçok farklı bölümünden malların, teknolo­ jilerin ve fikirlerio değiştokuş edilmesine ön ayak oldu. Bu da nüfus artışını te­ tikledi ve ticari ağlar ile enformasyon ağları arasındaki sinerjiyi artırdı. Andrew Watson'ın gösterdiği gibi, Müslümanlığın yayılmasını ayakta tutan, kısmen ilk dönem İslam devletlerinin benimsediği yeniliklere karşı -özellikle tarım alanında­ ki- açıklıktı. 20 Birkaç yüzyıl boyunca İslam dünyasının çiftçileri aralarında meyve ağaçlarının, sehzelerin, tahılların, lifli bitkilerin, baharatların ve keyif veren bitki­ lerin de bulunduğu çok sayıda yeni ürün ihraç etti ve onları kullanmayı öğrendi. Buna daha sonraki Kolombcu değiştokuşa ithafen Abbasi değiştokuşu diyebiliriz. Yeni ürünlerin çoğu Hindistan'dan, Afrika'dan ve Güneydoğu Asya'dan geldi. Ve enformasyon da tıpkı ürünler ve teknolojiler gibi İslam dünyasında toplanıp biriktiği için burası yalnızca ticaretin değil aynı zamanda Avrasya biliminin de merkezi oldu. Klasik Akdeniz biliminin ve felsefesinin en büyük başarılarının korunduğu yer de Avrupa değil, aslında burasıydı. MS 1 000'de Afro-Avrasya aleminin aktarma merkezinin İslam dünyasında yer aldığına ilişkin hemen hiç kuşku yoktur. İslamiyetİn yayılışı klasik dönem sonrası Malthusçu çevrim boyun­ ca sürdü. 1500'lü yıllara gelindiğinde Akdeniz dünyasının en güçlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, İran'da Safevi İmparatorluğu ve Filipinler'den Güney­ doğu ve Güney Asya boyunca Sahra-altı Afrika'ya kadar uzanan bir dizi devlet hep Müslüman'dı. Ancak her ne kadar Afro-Avrasya alışveriş ağlarının aktarma merkezi Güney­ batı Asya'da yer alsa da kütleçekim merkezi hala Hindistan'da ve Çin'deydi. Doğu Akdeniz boyunca yapılan alışverişler daha çeşitliydi ve mallar daha geniş bir alan­ dan geliyordu; ama alışverişler hacim olarak en çok Doğu Asya'da gerçekleşiyor­ du. Asya özellikle de Çin Avrupalı tüccarları kendine çekiyordu. Çünkü en büyük nüfusun ayakta tuttuğu en büyük pazarlar ve dünyanın en dinamik ekonomileri oradaydı. Doğu Asya'nın ekonomi tarihi Avrupa'nınki kadar yoğun incelenme­ miştir. 1 8. yüzyıldan beri Asya'nın ekonomi tarihi modelleri hep esasen durgun "Asyatik" ekonomi ve toplum tipi imgesiyle şekillenmiştir. Ama gerçek bundan çok farklıydıY Asya ekonomileri yalnızca dünyanın en büyükleri değildi, aynı zamanda toplumun her katmanında ticarileşmesi en ileri ve hem kentlerde hem kırsalda üretkenlik düzeyi en yüksek olanlarıydı. Gerçekten de Lynda Shaffer'ın söylediği ve 10. Bölüm'de de belirtildiği gibi, dünya tarihinin bu dönemki temel coğrafi özelliği "Güneylileşme"ydiY Shaffer'a göre daha yakın tarihli "Batılılaşma" olgusuna benzeyen " Güneylileşme" tekstil üretiminde, metalurjide, astronomide, tıpta ve gemicilikte -ki hepsinin öncülüğü Hindistan alt kıtasına ve Güneydoğu Asya'ya aittir- gerçekleştirilen teknolojik ve ticari inovasyonlarla başladı. MS 9. yüzyılda El Cahiz adlı Müslüman yazar şöyle yazmıştı:

344

ZAMAN HARITAlARI

Hinrlilere gelince: onlar astronomide, matematikte [ . ..) ve tıpta öncüler arasında­ dırlar; özellikle tıbbın bazı sırlarına yalnızca onlar sahiptir ve bunları kullanarak şaşır­ tıcı tedaviler uygularlar. Resim yapma ve heykel yontma sanerlerını bilirler. Oyunların en soylusu, en çok değerlendirme ve zekô gerektirenini, satrancı oynarlar. Kedah kılıçlarını yaparlar ve onları kullanmeda ustadırlar. Mükemmel bir müzikleri vardır [ . . .) Bütün dillerdeki sesleri ifade edebilen bir yazıları olduğu kadar, birçok da rakamları vardır. Çok sayıda şiirleri, uzun bilimsel eserleri bulunur. Edebi ve felsefi kavrayışları derindir [ .. ] Sağlıklı kararları ve duyarlı alışkanlıkları sayesinde raptiyeyi, şişe man­ tarım, kürdanı, kumaşla kaplamayı ve saç boyarnayı keşfetmişlerdir [ . . . ) Kullanılan zehirlerin etkisiz hale getirildiği (irk biliminin, yıldızlara bakarak mevsim hesabı yap­ manın yaratıcısıdırlar -ki sonra dünyanın geri kalanı da bunları benimsemiştir. Adem, Cennet'ten indiğinde gittiği yer onların ülkesi olmuştur.23 .

Hindistan alt kıtasında geliştirilen ve uygulanan inovasyonlar, önce Güney­ doğu Asya'ya ve Çin'e, sonra da İslam dünyasına yayıldı. Böylece inovasyonlar klasik dönem sonrası Malthusçu çevrime gereken itici gücün önemli bölümünü sağladılar. Schaffer bu konuda şöyle der: " 1 200'lü yıllarda güneylileşme süreci Çin'den Müslüman Akdeniz'e kadar gönenç içinde bir Güney yarattı."24

Ticarileşme ve Etkisi Klasik dönem sonrası Malthusçu çevrim sırasında Afro-Avrasya pazarlarının büyümesi ticaretin ve ticaretle uğraşanların daha önce görülmediği kadar kültürel, ekonomik ve politik önem kazanmasını sağladı. Tüccarların bütün tarım uygarlık­ larında önemli bir rolü olduğunu görmüştük. Ama genellikle üst sınıfların ikincil önemde olan hatta bazen de borlanan tabakasını oluşturagelmişlerdi. Ne var ki birkaç binyıl içinde tarım uygarlıkları arasındaki ticaret ağlarının genişlemesiyle, tüccarların ellerinden geçen zenginliğin boyutu da büyüdü. Aynı zamanda ticaretle uğraşanların sayısı ve önemi de arttı. Klasik dönem sonrası Malthusçu çevrimin so­ nuna gelindiğinde, tüccarlar Akdeniz'de ve İslam dünyasındaki, Hindistan alt kıta­ sında ve Çin'deki devletlerin çoğunda varlıklı ve ayrı bir toplumsal kategori haline geldiler. Hatta bazı bölgelerde ve ülkelerde, örneğin İtalyan kent devletlerinde, Hol­ landa'da ve Güneydoğu Asya'da küçük devletlere hep onlar egemen olmuşlardı. Bu tür devletlerde ticari gelire olan bağımlılık tutumlarda, devlet yapısında ve politikasında köklü değişikliklere yol açtı. Büyük ticaret sistemlerine yakın yönetim­ lerin genellikle haraç gelirlerinden çok, ticari geliriere dayandığını zaten görmüştük. Klasik dönem sonrası Malthusçu çevrim sırasında Avrupa'da küçük devletler çoğal­ dı. Çünkü burada Doğu Akdeniz, Kuzey Hindistan ve Çin'dekinin tersine, haraca dayalı hiçbir büyük imparatorluk klasik dönemin ezici emperyal güçlerinden biri haline gelemedi. Böyle olunca Avrupa'da, tıpkı Güney ve Güneydoğu Asya'nın bazı kesimlerinde olduğu gibi birbirleriyle rekabet eden birçok küçük devletten oluşan bir bölge doğdu. Boyutları, elde edebilecekleri haraç gelirlerini sınırlıyor, yoğun re-

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

345

kabet hayatta kalabilmelerinin bedelini yükselriyor ve büyük ticaret yollarına yakın oluşları da ticari gelir sağlamanın fırsatlarını yaratıyordu. Böyle ortamlarda ticari gelir kaynakları urandırıcı olmaktan çıkıyordu: Birçok küçük devlet için yalnızca mali bir kurtuluş sağlamıyor, aynı zamanda onların politik yapılarını ve ekonomile­ rini de şekillendiriyor hatta toplumsal bileşimleri ile değerlerini bile değiştiriyordu. Ticari olarak saldırgan kent devleti grupları İtalya'da ve Kuzeybatı Avrupa'da -özellikle Flandre ile kürk ve balık ticareti yapan Hansa Birliği'nde- ortaya çık­ tı. Bu devletler ticarete fazlasıyla bağımlı olduklarından, yöneticileri de genellikle tüccarlada anlaşma içinde olurdu. Hatta bazen yöneticilerin kendileri de tüccar olurlardı. Reklendiği üzere hu tür devletler ticari etkinlikleri ellerindeki bütün po­ litik ve askeri güçle desteklerlerdi. Gerektiğinde ineelikle ticaret yapan ama fırsat bulduğunda da zor kullanan hem haraççı hem ticari, çetrefil bir değiştokuş karışı­ mıyla uğraşıyorlardı. Thomas Brady'nin gözlemlerine göre "İtalya'da tüccarların ya da toprak sahipleriyle tüccarların birlikte yönettiği devletler, MS l OOO'den çok kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Önderliği Pisa, Cenova ve Venedik yaptı. Tüccar­ lar kuzeyden güneye bütün Orta Avrupa'da Taskana'dan Flandre'a Brabant'tan Livonia'ya kadar her yerde yalnızca savaşçılara ikmal sağlamadılar -bütün Av­ rupa'da yaptıkları gibi- savaşan hükümetlerde yer aldılar hatta bazen zırhlarını kuşanıp kendileri de savaşa gittiler. "25 Zaman zaman bu yönetimler, tıpkı Atina lı kent devletlerinin 1 500 yıl önce Pers İmparatorluğu'nu Marathan'da (MÖ 490) ve Salamis'te (MÖ 480) yendikleri gibi, güçlü haraççı devletleri yenilgiye uğrata­ biliyorlardı. İtalyan komünlerinden oluşan bir ittifak 1 1 76'da yapılan Legnano Savaşı'nda Alman imparatoru Friedrich Barbarossa'yı yenmiş ve imparatorluk yönetiminden kurtulmuştu. Barbarossa'nın amcalarından biri bu durumun garip­ liğini şöyle anlatmıştı: "İtalyan komünlerinde aşağı konumda olan gençlere, hatta saygın ve şerefli çevrelerden kişilerin vebalı gibi uzak durdukları sefil mekanik iş­ çilerine bile şövalyelik ya da muteber bir konum bahşetmeye tenezzül ediyorlar."26 Bunlar gibi askeri olarak güçlü ticaret devletleri, uzun erimli şu kuralı yan­ sıtıyorlardı: Ticari ağlar büyüdükçe ve bu devletlerin üzerinden geçen zenginlik arttıkça ticari seçkinterin nüfuzları da artar hatta bu artış bazen komşuları olan haraççı seçkinlerle yalnızca ticari olarak değil, askeri olarak da rekabet edebile­ cek düzeye ulaşır. Modern Devrim'in kesin göstergelerinden biri de ekonomileri, topraktan vergi almak gibi daha geleneksel etkinlikler yerine, ticari değiştekuşlara dayanan devletlerin ekonomik ve askeri etkilerinin artmasıdır. Ne var ki uluslara­ rası ticari ağiarda giderek daha çok zenginliğin dolaşıma girmesiyle böyle devletle­ rin en güçlü haraççı imparatorlukları kendi sahalarında, askeri güç kullanımında bile gölgede bırakacakları 19. yüzyıla değin açıkça ortaya çıkmamıştır.

Song Çin'inde Başansız Bir Endüstri Devrimi Çin, ticarileşmenin etkilerinin güçlü haraççı imparatorlukların içinde bile ola­ bileceğini gösteren ilginç bir örnektir. MÖ 1 . binyılda ticari etkinlikler Çin'in bü-

346

ZAMAN HARITALARI

yük bir bölümüne zaten yayılmış durumdaydı; öyle ki toprak dahi alınıp satılabili­ yordu. Binyılın ortalarına gelindiğinde güçlü ve bağımsız bir tüccar sınıfının varlı­ ğı Zhou Hanedam'nın son dönemindeki edebi klasik eserlerde görülüyordu -bun­ ların arasında Konfüçyüs'ün (yak. MÖ 551-479 arasında yaşamış Kong Fuzi'nin yani Usta Kong'un Latinceleştirilmiş hali) eserleri de vardı. Han Hanedam'nın ilk döneminde yöneticilerin ve soyluların gereksinimlerini sağlayan zengin tüccarlar, mallarını taşra pazarlarında satan küçük tüccarlar ve köylerde alım satım yapan -ve böylece köylüleri de ticaret ağiarına sokan- seyyar satıcılar vardı. Han Hane­ dam'nın başkenti Changaan (modern Xian) yalnızca 1 3 kilometrekare kaplayan dönemin Roma'sından çok daha büyüktü ve yaklaşık 34 kilometrekarelik bir ala­ na yayılmıştıY MÖ 2. yüzyılın sonlarında yaşayan imparatorluk tarihçisi Sima Qian'a göre büyük kasabalarda yalnızca alkollü içecekler, hazır yiyecekler, ipek, kendir bezi, boya, kürk, post, cila, bakır ve demirden mallar satın alınabilirdi.28 Aynı döneme ilişkin bir başka betimlemeye göre de özgün ve varlıklı bir tüccar sı­ nıfının görünürlüğü artmıştı ama tüccarlara da geleneksel soylu sınıfının üyelerine olduğu gibi davranılması pek hoş karşılanmıyordu. Varlıklı tüccarlar mallarını stoklar ve kazançlarını daha da artırırken, daha az var­ lıklı olanlar dükkônlarında oturup satış yaparlar. Pazarları kontrol ederler ve kentlerde rahatça yaşarlar. Hükümetin acil gereksinim duyduğu şeyleri, normal fiyatlarının iki katına satarlar. Oğulları ne çapa ne saban kullanırlar. Kızları ipekböceği yetiştirmez ya da dokuma yapmazlar. Süslü elbiseleri vardır ve et ile darıyla tıkınırlar. Çiftçilerin çektiği sıkıntıların hiçbirini çekmeden servet kazanırlar. Zenginlikleri sayesinde prens­ lerle ve soylularla birlikte vakit geçirirler ve memurlardan daha nüfuzludurlar.29 Artan ticari etkinliklerio nihayet devletlere yeni gelir kapıları sunarak devlet sis­ temi üzerinde hemen göze çarpmayan ama önemli etkileri oldu. Ama toprak vergisi gibi geleneksel gelirleri kolayca elde eden devletleri -başta çok büyük arazileri kont­ rol eden Han Hanedanlığı Çin'i olmak üzere büyük haraççı imparatorlukları- dö­ nüştürme olasılığı pek küçüktü. Yine de geleneksel mali yöntemlerin etkisini yitirdi­ ği yerlerde ticarileşme, en güçlü haraççı devletleri bile dönüştürebildi. Klasik dönem sonrası Malthusçu çevrim boyunca bu kayma Çin'de açıkça görülür. MS 3. yüzyılın başlarında Han Hanedam'nın çöküşünü izleyen uzun dağılma döneminden sonra Çin, Sui (589-61 7) ve Tang (61 8-906) hanedanları sırasında yeniden birleşti. Tang egemenliğinde güçlü merkezi yönetim ve görece düzenli hükümet sayesinde kentli nüfus ve ticari etkinlikler, özellikle güneyde hızla arttı. Tang aynı zaınam.la alışılma­ dık biçimde hem dinsel (Çin Budizminin en parlak dönemiydi) hem ticari dış etkilere açıktı. Ama Tang Hanedam özel ticari etkinlikleri bilhassa destekliyor da değildi. Vergilerinin esası toprağa dayanıyordu ve An Luşan Ayaklanması'na (755-763) ka­ dar da vergileri bir daha olmayacak kadar verimli topladı. Bu nedenle ticari geliriere ne ilgileri ne gereksinimleri vardı. Dolayısıyla Tang Hanedam genel olarak içeride ve dışarıda ticarete ve ticari etkinliklere karşı benimsenen geleneksel küçümseyici tavrı korudu. Örneğin tüccarların memurluk sınavına girmesine izin verilmedi.

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

347

Oysaki Song Hanedam'nın ( 960-1276) yöneticileri kendilerini daha güçsüz bir konumda buldular. Tang Hanedam'nın 10. yüzyılda çökmesinden sonra Ku­ zey Çin'in büyük bölümü Khitan (Liao) Hanedam'nın eline geçti. 1 1 25'te Song Hanedam kuzeyde elinde kalan bölgelerin kontrolünü de Mançuryalı Curcen (Jin) Hanedam'na kaptırdı. Daha ticari düşünen güneye kaymaya zorlanan Song Hanedanı, başkentini Kaifeng'den Hangzhou'ya taşıdı. Kuzeyde sürekli askeri sorunlarla karşılaşan ve birleşik Çin'de elde edilen büyük haraç gelirlerinden de yoksun kalan Song Hanedam'nın sonraki hükümdarları Güney Çin'in daha giri­ şimci ortamında ticari etkinliklere ve onlarla uğraşanlara karşı daha ılımlı bak­ maya başladılar. Hatta 12. yüzyılda başarılı tüccarların memurluk makamlarını satın almasına bile izin verdiler. Marco Polo'ya da Song imparatorunun, varlıklı tüccarları sarayına davet ettiği söylendi -ki bu durum Tang döneminde akla bile getirilemezdi.30 Tutumlardaki bu kaymanın nedeni çetin mali gerçeklerdi. 1 3 . yüzyılın ortalarında Song gelirlerinin %20'si dış ticaret vergilerinden geliyordu. Bu oran 200 yıl önce yalnızca %2 dolayındaydı.Jl Beklendiği üzere, güneyde­ ki Song, ticari etkinlikleri ve teknolojik inovasyonları etkin biçimdedestekleyip teşvik etmeye başladı. Tang yönetiminde Guangzhou ( Canton) dış ticarete açık yegane limanken, Song Hanedam yedi yeni liman daha açtı. Song yönetimin­ de bu tür ticarete yardımcı olacak çok gelişmiş birtakım aletler yapıldı. Pusula, kıç dümeni ve su geçirmez gemi bölmeleri kullanılmaya başlandı.32 İç ticaret de özellikle nüfus patlaması yaşanan ve de Güneydoğu Asya ile Japonya'yla ticaret ağları hızla gelişen güneyde canlandı. Takas ekonomisinden para ekonomisine geçişi desteklemek amacıyla Song Hanedam muazzam miktarlarda bozuk para bastı. 1 080'de yılda 6 milyon bağ' madeni para (kişi başına yaklaşık 200 adet) basılıyordu. Halbuki Tang döneminde normal olarak yılda en çok 1 00.000 ila 200.000 bağ madeni para (kişi başı yaklaşık 10 tane kadar) basılırdı.33 Verimliliğin yerini baskının alabildiği haraççı değiştokuşlardansa, ticari de­ ğiştokuşların verimlilik artırıcı inovasyonları yaratmaya daha eğilimli olduğunu görmüştük. Devletlerin ticari etkinliklere olumlu bakması ve onları destekleyen politik ve yasal ortamlar yaratması sayesinde, inovasyona açıklığın arttığını gös­ teren işaretler beklemek mantıklıdır. Bu teorik öngörünün doğruluğu, Song Ha­ nedanı tarihiyle kesinlikle kanıtlanmıştır. Çünkü politik açıdan zayıf olmasına karşın, Song Hanedam şaşırtıcı bir inavasyon ve büyüme dönemi yaşatmıştır. 1 1 . yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Çin üç büyük güç arasında paylaşılmıştı: Song, kuzeyde ve kuzeydoğuda Hıtaylar ve kuzeybatıda da Tangut yani Xia Kral­ lığı vardı. Yönetsel bölünmüşlüğün yaşandığı bu dönem, olağanüstü inavasyon­ ların yapılacağı bir çağa giriş dönemiydi -ki bu da uzun süren "Güneylileşme" sürecinin bir nevi doruğu olacaktı. Önce Song ekonomisinin tarımsal temelleri kökten değiştirildi. Bu konuda Mark Elvin şöyle der:

Bir bağda en çok 1 .000 kadar madeni para olurdu. -ç.n.

348

ZAMAN HARITALARI

Tarım devriminin dört yönü vardı: ( 1 ) Çiftçiler ı rmak çamurlarını, dışkıları ve kireci gübre olarak daha çok kullanmalarının, yeni öğrendikleri birtakım bilgilerin ve yeni ya da geliştirilmiş aletlerin sayesinde topraklarını tarım için daha etkili bir biçimde ha­ zırlamayı öğrendiler. (2) Daha çok mahsul veren ya da kuraklığa dayanıklı veya hızlı olgunleşorak aynı topraktan yılda iki ürün alınmasını sağlayan yeni tohumlar ortaya çıktı. (3) Sulama yöntemlerinde yeni bir yetkinlik düzeyine ulaşıldı ve benzeri görülme­ miş karmaşıklıkta sulama ağları yapıldı. (4) Ticaret sayesinde temel tahıllardan başka ürünlerde de uzmaniaşıidı ve böylece çeşitlenen gelir kaynaklarından daha verimli yararlanı ldı. 34 Elvin, 1 3 . yüzyılda Çin'in dünyadaki en üretken -belki Hindistan bunun dışın­ da tutula bilir- tarım sektörüne sahip olduğu sonucuna varır. Destekleyici hükümetler ekonominin başka alanlarındaki inovasyonları da teş­ vik ettiler. Hükümetlerin ve memurların teknik bilgileri yaymak için boyalı tahta baskı kalıpları kullanması sayesinde metalurjide, silah ve mühimmatlarda, çiftçi­ likte, tıpta ve mühendislikte yeni araştırma yöntemleri hızla yayıldı. Demir üreti­ minde kömür ve belki de kok kömürü kullanıldı; resmi istatistiklere göre 1 078'de demir üretimi yılda 1 1 3.000 tona (metrik) -yani kişi başına 1 ,4 kilograma- ulaştı. Bu üretim düzeyi Tang Hanedam'ndaki normal düzeyin altı katıydı. Avrupa bu düzeyi ancak 18. yüzyılda yakalayabildi.35 Yaklaşık aynı zamanlarda devletin iki askeri imalathanesinde üç farklı boyda yılda 32.000 dolayında zırh üretiliyordu. Bakır üretimi de öyle hızlı yükseldi ki günümüzde Grönland'daki buzullarda, o döneme ait atmosferdeki bakır kirliliğin­ deki artış görülebiliyor.36 Her ne kadar patlayıcı olarak ilk kez kuzeydeki rakipleri Curcen (Jin) tarafından 1 22 1 'deki bir savaşta kullanılmış olsa da barut yapım tek­ nolojisi Song Hanedam'nda da geliştirildi. 13. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, ilk tüfekler Çin'in kuzeyinde kullanılmaya başlandı.37 İpek iplikleri makaraya sarma makinesi l l . yüzyılda icat edildi -bu, tekstil üretiminin makineleşmesindeki ilk girişimdi.38 Ticaret yöntemlerinde de önemli gelişmeler oldu (bkz. Şekil 1 2 . 1 ) . ll. yüzyılın başlarında kağıt para konusu bile hükümetçe desteklenmeye başlandı.39 Bu dönemdeki inovasyonların hepsi de Çin kökenli değildi. Bunlar daha ziyade kökeni ne olursa olsun, yeni üretim ve ticaret fikirlerinin hükümetler ve seçkinler tarafından kullanımına yönelik artan eğilimi yansıtıyordu. Çinli inovasyonların çoğu Afro-Avrasya sisteminin diğer bölgelerinde ortaya çıkıp biriken bilgilerin or­ tak kullanımına dayanıyordu. Örneğin güneyde nüfus patlamasına yol açan yeni pirinç tohumları Vietnam'dan getirildi. Başka birçok yöntem de Hindistan'dan ya da İslam dünyasından ithal edildi. Birkaç bin yıllık bir sulama geçmişi olan İslam dünyasında özellikle hidrolik uygulamalar çok gelişmişti. Hindistan'da da tekstil üretim yöntemleri çok ileriydi. Joseph Needham'ın Çin teknolojisine yö­ nelik araştırmalarında Çin'deki teknoloji ustalığının altı çizilmiş ama bir yandan da farkında olmadan Afro-Avrasya dünya sisteminin diğer bölgelerdeki yenilikçi teknolojiler karartılmıştır.40

KÜRESELLEŞME, TiCARiLEŞME VE INOVASYON

349

Şekil 1 2 . 1 Song Hanedam'nda Çin'deki ticari etkinlikler (Pekin, Palace Museum'un izniyle) .

Bununla birlikte Song Hanedam dönemindeki inavasyon hızı istisnaiydi. Ger­ çekten de o dönemde ticarileşmenin ve inovasyonların ulaştığı boyut o kadar ola­ ğanüstüydü ki Ortaçağ Çin'inin kendi endüstri devriminin eşiğinde olduğu bile düşünülebilir. Ama öyle bir devrim olsaydı, sürdürülemezdi ve dünyada bir dev­ rime yol açmazdı. Yaygın bir değişimi ateşleyememiş oluşunun üç nedeni vardır: Birincisi, ticareti ve girişimciliği destekleme konusunda Song yöneticilerini yürek­ lendiren etkenler kısa ömürlü, geçici etkenlerdi. İkincisi, Çin'in Afro-Avrasya de­ ğiştokuş ağlarının aktarma merkezinde değil de kenarında oluşu inovasyonlarının diğer bölgelere yayılmasını yavaşlatıyordu. Üçüncüsü de dünya sistemi, henüz bir bütün olarak Çin'deki inovasyonların öteki bölgeleri hızlı bir şekilde etkileyebile­ ceği kadar büyük ve iç içe geçmiş değildi. Çin'de birbirleriyle rekabet eden devletlerin oluşturduğu bir sistemin İstikearsız olduğu anlaşıldı. Politik ve kültürel bir birliğin oturmuş gelenekleri ve iyi işleyen bütünleşik bir iletişim sistemi, Çin'de er ya da geç yeniden birliğin kurulmasını olası kıldı. Song Hanedam dönemindeki teknolojik ve ticari zenginlik de böyle bir güçlü birleşik hanedamn bir kez daha desteklenmesini sağladı. Kubilay Han lider­ liğindeki Moğolların 1279'da Güney Çin'i istila etmesiyle de bu süreç tamamlan­ dı. Birliğin oluşumundan sonra devletlerin ticarileşmeyi desteklemesine neden olan üç koşuldan ikisi ( boyutun küçüklüğü ve yoğun rekabet) ortadan kalktı. Üçüncü koşul da (zengin ticaret sistemlerine kolay erişim) ancak kısa bir süre daha daya­ nabildi. Çin artık mümkün olan her kaynaktan gelir elde etmeye çalışan, birbiriyle rekabet halindeki kırılgan devletlerin yer aldığı bir bölge olmaktan çıktı. Yuan ve Ming hanedanları yönetiminde devlet gelirleri köylülerden toplanan vergiler gibi eski ve daha geleneksel haraççı kaynaklara doğru kaydı.41 Birleşik Çin'in aşırı büyüklüğü ticaret gelirlerinin, geleneksel gelirlerle rekabette zorlanacağı anlamına geliyordu. izleyen yüzyıllarda bu dev sistemin muazzam ataleti, geleneksel gelirle-

350

ZAMAN HARITALARI

rioden uzaklaşmasını küçük ve birbirleriyle rekabet halindeki devletlere göre daha zorlaştırdı ve karmaşıklaştırdı. 1 5 . yüzyılda yurttaşlarının bir bölümü karşılaştıkları zorluklara rağmen tica­ ret yapmayı hala sürdürse de Çin yönetimleri dünya ticaret ağlarıyla ilişkilerini tümüyle kesti. Song Hanedam'ndan kalan denizcilik gelenekleri 15. yüzyıla değin sürdürüldü. Aslında 1405 ile 1433 yılları arasında Müslüman amiral Zheng He komutasındaki 60 gemi ve 40.000 askerden oluşan donanma batıya doğru yedi sefer yaptı (bkz. Şekil 12.2). Seylan'a, Mekke'ye ve Afrika'nın doğu kıyılarına kadar gittiler; hatta Avustralya'nın kuzeyine bile gitmiş olabilirler. Ancak bunlar gerçekte ticaret amaçlı seferler değildi. Donanmayı gönderen yönetim de ticaret gelirlerinden çok, simgesel de olsa Çin'in büyüklüğünün kabul edilmesini istiyor­ du. Beklendiği üzere, bu seferterin sürmesi için gereken destek sınırlı kaldı çünkü seferler oldukça pahalıya mal oluyorlardı. Sonunda paranın, zayıf olan kuzey sı­ nırları için harcanmasının daha anlamlı olacağına karar veren Ming yönetimi bu pahalı seferlere ilgisini yitirdi. Yirmi otuz yıl içinde de Çin'deki bütün gemicilik etkinliklerini yasakladı -gerçi kararlı Çinli tüccarlar da genellikle bu sınırlamayı aşmanın yollarını buldular. Song Hanedam döneminde ekonomik devrimin etkisini azaltan ikinci etken Çin'in coğrafi konumu yani Afro-Avrasya değiştokuş ağının ucunda oluşuydu. Her ne kadar Çin'de yapılan değiştokuşun muazzam bir hacmi olsa da Çin'in değiştokuş ağları İslam dünyasının merkezinde Mezopotamya'daki değiştokuş ağları kadar ne uzağa erişebiliyor ne çeşit açısından zengin enformasyon ve mal taşıyabiliyordu. Afro-Avrasya'nın öteki bölgeleri üzerindeki etkileri de sınırlıydı. Ama Çin inovasyonlarının başka yerlerde ciddi etkileri oldu. Aralarında baskıda kullanılan taşınabilir harflerin, kağıt para kullanımının, kağıt yapım yöntemleri­ nin ve barutun da olduğu birçok buluş, etkilerinin gerçekten de devrimsel olacağı Batı'ya ulaştı. Ayrıca Çin'in devasa ticari momentumu tüccarları hem karadan hem denizden doğuya çekti. Ama bu gelişmelerin Çin'in kendisi dışında hemen görülen etkileri az oldu. Üçüncü etken de Afro-Avrasya ağlarıyla bağların gevşemesi ve bununla ilişkili olarak da diğer dünya bölgelerinin ağlarından yalıtılmış oluşuydu. Çin inovas­ yonlarının başka yerlerde uygulanmasındaki yavaşlık, dünya çapında bir endüstri devrimi için gereken koşulların ne Çin'de ne dünyanın geri kalanında var oldu­ ğunu gösteriyor. Malların, fikirlerio ve zenginliğin değiştokuş edilmesi, hala MÖ 1. binyıldakinden çok az farklı olan iletişim teknolojisiyle sınırlıydı. Enformasyon alışverişinin üst sınırını ortaya koyan bir gösterge, Çin'e ilişkin Ortaçağ Avru­ pa'sında egemen olan büyük cehalettir -ki Çiniiierin Afro-Avrasya'nın batısına yönelik cehaletleri de aynı boyuttadır. Kısaca, klasik dönem sonrası Malthusçu çevrim boyunca Afro-Avrasya değiş­ tokuş ağları, her ne kadar modern çağda olduğu kadar bağlantılı olmasalar da daha önce hiç olmadığı kadar bağlantılıydılar ve ticari etkinlikler de bütün büyük tarım uygarlıklarında gelişmişti. İnovasyonlar klasik çağa göre daha hızlı oluyor-

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

351

Şekil 12.2 15. yüzyılda Çin'de ve Avrupa'da gemi yapımcılığı. Büyük olan gemi Çinli amiral Zheng He'nin kullandığı gemilerden biridir. Zheng He 1 405-1433 arasında 60 gemi ve 40.000 askerden oluşan muazzam Çin donanmasına 7 kez komuta etti ve şaşırtıcı doğrulukta haritalar kullanarak Hindistan'a, Güneydoğu Asya'ya ve Doğu Afrika'ya kadar gitti. En büyük gemileri, Kolomb'un gemisi Santa Maria'nın beş katı uzunluktaydı ve su geçirmez iç bölmeleri vardı. Kolomb'un, Zheng He'nin son yolculuğundan elli yıl sonra sefere çıktı. Onun donanmasında Çin donanınasındaki teknolojik yenilikler yoktu. Ayrıca Kolomb da nereye gittiğine ilişkin çok daha az şey biliyordu. Bununla birlikte Kolomb'un gemilerinin manevra yetenekleri daha iyiydi ve olasılıkla bilinmeyen denizleri araştırmak için daha uygundular (Pekin, Relics Publishing House'un izniyle).

du; özellikle Song Hanedam yönetimindeki şaşırtıcı büyüme devrinde böyleydi. İnovasyonların çoğu, tıpkı daha önceki dönemlerde olduğu gibi, yöneticileri seç­ kin tüccarlada yakın ilişkide olan, geniş ticari ve enformasyon değiştokuşu ağla­ rıyla bağlantılı devletlerden çıkıyordu.

İlk Modern Malthusçu Çevrim: 14. Yüzyıldan 1 7. Yüzyıla Kadar İlk Küresel Değiştokuş Ağı 15. yüzyılda, Kara Ölüm yüzünden yaşanan ani düşüşün ardından bütün Afro-Avrasya'da nüfus yeniden arttı. Nüfus artışı bir kez daha ticareti ve kentleş­ meyi canlandırdı. 14. yüzyılın büyük bölümünde ve 1 5. yüzyılda zayıflayan bir önceki çevrimin ticaret ağları, 1 6 . yüzyılın başından itibaren yeniden canlandı;

352

ZAMAN HARITALARI

üstelik daha da genişledi. Artık çoğunluğu deniz üzerinden olan bu bağlantıların kurulmasında Avrupalı tüccarların önemli rolü oldu. Avrupalı tüccarların ve ge­ micilerin, genellikle devlet destekli etkinlikleri sayesinde bu dönemin en önemli atılımlarından biri gerçekleştirildi: Dünyayı saran ilk değiştokuş ağı doğdu. 16. yüzyılın başında Atlas Okyanusu köprüsünün kurulması dünya tarihi açısından çok önemli bir olaydı. Modernitenin birçok tarihçisinin, özellikle de Marksist ge­ lenektekilerin, onu son binyılı tanımlayan olaylardan biri olarak görmesi hiç de rastlantı değildir. Bu konuda bizzat Marx şöyle demiştir: "Dünya ticareti ve dünya pazarı 1 6 . yüzyılda doğar ve o tarihten itibaren Kapital'in modern tarihi de ak­ maya başlar. "43 1 6. yüzyılda ilk kez ortaya çıkan alışveriş sistemi Afro-Avrasya'nın, Amerika kıtalarının, Salıra-altı Mrika'nın ve en sonunda da Melanezya ile Avustralya ve Polinezya'nın pazarlarını tek bir küresel dünya sistemi olarak birbirlerine bağ­ ladı. 44 Bu yeni sistem daha önceden var olan herhangi bir sistemin neredeyse iki katı büyüklükteydi ve çok daha zengin mallar ve kaynaklar içeriyordu. Yeni sis­ temin boyutu ve içinde gerçekleştirilen alışverişlerin ölçeği, dünya tarihinde daha önce hiç görülmemiş miktarda bir zenginliğin dotaşımda olduğunu gösteriyordu. Uluslararası alışveriş sisteminde akan zenginliğin muazzam hacmi, bir yandan dünyanın en büyük zenginlik merkezleriyle en küçükleri arasındaki farkı daha da açtı, bir yandan da alışverişleri yürüten tüccarlada finans sahiplerinin gücünü artırdı. Zenginle yoksul arasındaki uçurumun büyümesi birçok türden ticari akışı harekete geçirdi ve yeni küresel sistemde biriken ekonomik "voltaj", eşi benze­ ri görülmemiş güçte bir ticari motoru çalıştırmaya başladı. İspanya'nın Amerika kıtalarından yağmaladığı gümüş, Avrupa'ya yavaş yavaş yayıldı ve Filipinler'den Hindistan'a, oradan da Çin'e geçerek Avrupa ve dünya ticaretini ateşledi. Çin'in (kağıt ve bakır paralarda yaşanan devalüasyon un yanı sıra, ticarileşmenin kırsalda yaygınlaşması ve vergilerin para olarak toplanması nedeniyle doğan) gümüş talebi küresel gümüş ticaretini körükledi.45 Ama öteki alışverişler de önemliydi. Afro-Avrasya ve Amerika dünya sistem­ lerinin birbirine bağlanması sayesinde ürünlerin, teknolojilerin, insanların ve hat­ ta hastalıkların çift taraflı aktarımı Alfred Crosby'nin The Columbian Exchange ( 1 972) adlı eserinde anlatılmıştır. Hastalıkların alışverişi küresel bütünleşme­ nin aslında bütün küçük dünya sistemleri için yıkıcı bir süreç olmasına yol açtı. 1 500'lü yıllara gelindiğinde, yoğun yerleşimli kesimlerde hastalıkların değiştoku­ şu nedeniyle Afro-Avrasya'nın her yanında bağışıklık sistemleri güçlenmişti. Ama böylesi bir çeliklenme Amerika kıtalarında ve daha da yalıtılmış Avustralasya topluluklarında ve Büyük Okyanus dünya bölgesinde yaşanmamıştı. Bu nedenle Avrupalılar 16. yüzyılda Amerika kıtalarma vardıklarında, hastalıklarını da yan­ larında getirdikleri için Avrasya hastalıkianna yakalanıp ölen Amerikalıların sayı­ sı, başka yollarla ölenlerden çok daha fazla oldu. 46 Elimizdeki sayılar yalnızca mantıklı tahminlerdir. Mezoamerika'nın ve Pe­ ru'nun yoğun yerleşimli bölgelerinde 1 6. yüzyılda nüfustaki düşüş gerçekten fe-

KÜRESELLEŞME, TiCARiLEŞME VE INOVASYON

353

laket boyutundaydı. Buralarda nüfus % 70'e varan oranlarda düşmüştü. Ameri­ ka kıtalarındaki toplam nüfustaki azalma da %50 ile % 70 arasında olmuştu.47 O dönem yaşayanlar da okyanusun iki yakası arasındaki hastalık alışverişinin dengesiz olduğunun farkındaydılar. Yucatan'dan bir Amerikan yeriisi Avrupalılar gelmeden önceki durumu şöyle anlatmıştı: "O zamanlar hiçbir hastalık yoktu; kimsenin kemikleri ağrımazdı; kimsenin ateşi çıkmazdı; kimse çiçeğe yakalanınaz­ dı (bkz. Şekil 12.3); kimsenin göğsü yanmazdı; kimsenin karnı ağrımazdı; kimse verem olmazdı; kimse baş ağrısı çekmezdi. O zamanlar insanlığın gidişi düzgündü. Yabancılar buraya gelip bunu tersine çevirdiler. "4 8 Roanoke Adası'ndaki İngiliz sömürgeciler de 1 5 85'te aynı gözlemi (ama epidemiyolojik cephenin öteki yanın­ dan) yapıyorlardı. Sömürgecilerden Thomas Hariot yerli köylerini ve kasabalarını gezdikten sonra şöyle yazmıştı: Bu kasabalara varmamızdan sonraki birkaç gün içinde insanlar hızla ölmeye başlad ı . Bazı kasabalarda yirmi kişi, bazılarında kırk, bazılarında altmış kişi öldü. Nüfuslarına göre ölümler gerçekten de çok fazlaydı [ . . . ] Hastalık da öylesine garipti ki onu ne tanıyorlar ne nasıl iyileştirileceğini biliyorlardı. Bölgedeki en yaşlı adamların dediği gibi, daha önce hiç görülmemişti, zaman rayından çıkmıştı.A9

Şekil 1 2.3 1 6 . yüzyılda çiçek hastalığına yakalanmış Aztekler -16. yüzyıl "Yeni İspanya" tarihinden. Alfred Crosby, Ecological lmperialism: The Biological Expansion of Europe, 900-1 900 (Cambridge, 1 986) levha 9; Historia de Les Casas Nueva Espana, c. 4, Kitap 12, Lam. cliii, levha 1 14 (Harvard Üniversitesi, Peabody Museum of Archaeology and Ethnology'nin izniyle).

354

ZAMAN HARITALARI

Avrupalılar Avustralasya'ya ve Büyük Okyanus'a gittiklerinde aynı şiddetli acıları oralardaki topluluklar da çekti. Büyük Salıra'nın güneyindeki Afrikalılar genellikle korunabildi çünkü onlar her zaman büyük Afro-Avrasya ağlarının bir parçası olmuşlardı. Her durumda Avrasyalıların çoğuna göre daha tehlikeli bakte­ rilerin bulunduğu bir ortamda yaşıyorlardı. Bazı yerlerde de Avrasyalı hastalıklar yerli toplulukları yerlerinden ettiler ve böylece Avrasyalı göçmenlerin oralara yer­ leşmesini kolaylaştırdı. Bu da en sonunda küçük dünya bölgelerindeki geniş top­ rakların, Avrasyalı ürünlerin yetiştirildiği, Avrasyalı evcil hayvanların, zararlıların ve hastalıkların bulunduğu Avrasya sömürgeleri olmasına yol açtı.50 Avrasyalı ürünlerin ve evcil hayvanların gelmesi, Amerika kıtalarındaki ekono­ mileri, toplumsal yapıları ve alışveriş ağlarını dönüştürdü ama Amerikalı ürünle­ rin taşınmasının da Avrasya'da neredeyse aynı büyüklükte bir etkisi oldu. Amerika kıtalarından mısır, fasulye, yerfıstığı, patates çeşitleri, manyok, kabak, balkabağı, papaya, guava, avokado, ananas, domates, kırmızı biber ve kakao geldi.51 Manyok, Afro-Avrasya'daki birçok tropikal bölgenin temel ürünlerinden biri haline gelmiştir. Mısır ve patates de ılıman kuşakta başlıca ürünler olmuş­ tur. Amerikan ürünleri Portekizliler tarafından 1 6 . yüzyılda getirildikten sonra Çin'de, Afro-Avrasya'daki herhangi başka bir yerden çok daha hızlı benimsen­ diler.52 Tatlı patates 1560 gibi erken bir tarihten itibaren yetiştirilmeye başlandı. Bugün Çin'de yetiştirilen tarım bitkilerinin üçte birinden çoğu Amerika kökenli­ dir.53 Bu yeni ürünler mevcut tarım bitkilerinin pek de iyi yerişınediği arazilerde yetişebildikleri için tarım yapılabilen toprakların artmasına neden oldu. Bunun sonucunda da 16. yüzyıldan sonra Afro-Avrasya'nın birçok bölgesinde nüfus ar­ tışları yaşandı.

Büyüme ve İnovasyon Örüntüleri Bu dönemde aşırı büyüyen zenginlik ve enformasyon akışlarının, dünyadaki bütün toplumlar ve devletler üzerinde derin etkileri oldu. Amerika kıtalarında ilk etkileri çok hızlı ve yıkıcıydı. Küresel bütünleşme milyonlarca insanın ölümüne ve birçok geleneksel imparatorluğun, devletin, kültürün ve dinin de yok olmasına neden oldu. Bu örüntü Mauritius'tan Hawaii'ye kadar Avrupalıların ayak bastığı her yerde tekrarlandı. Afro-Avrasya bölgesindeki etkiler hemen göze çarpmıyordu ve kendilerini daha yavaş belli ediyorlardı. Ama Afro-Avrasya'nın büyük bölümünde ve özellik­ le de en yoğun nüfuslu çekirdek bölgelerde yeni ve genişlemiş değiştokuş ağları, devlet etkinlikleri ve ticarileşme büyürneyi ve inovasyonları teşvik etti. Joel Mokyr bunu şöyle anlatır: Keşifler çağı [. . . ) etkilere maruz kalma çağıydı . Bu çağda teknolojik değişim önce­ likle yabancı teknolojileri ve ürünleri gözlemleme, sonra onları başka yerlere aktarma şeklinde gerçekleşiyordu. Girişken Avrupalılar Yeni Dünya'ya oktardıkları buğday,

KÜRESELLEŞME, TiCARILEŞME VE INOVASYON

355

üzüm ve çiftlik hayvaniarına karşılık birçok yeni tarım ürünü aldılar. Dahası ekolojik arbitraj denebilecek büyük çaplı bir eylemle Avrupa'da bulunmayan bitkileri Amerika kıtalarıyle Afrika ve Asya arasında karşılıklı aktardılar. Yani Yeni Dünya'ya muzu, şekeri ve pirinci tanıtırken birçok bölgesinde temel ürünlerden biri olacak manyoku da Afrika'ya tanıttı lar. 54 Nüfus artışına kısmen Amerikan tarım ürünlerinin Avrupa'da, Çin'de ve Af­ rika'da kullanılması "inovasyonu" neden oldu. Bu yeni ürünlerin tarımı için nö­ betleşe ekim, saban kullanımı ve sulamanın da aralarında bulunduğu bir dizi kü­ çük tarım inovasyonu daha gerekiyordu. Bu yeni ürünler özellikle Çin için çok önemliydi çünkü onları pirinç tarımına uygun olmayan topraklara ekebiliyorlardı. Yeni ürünler Afrika'da da büyük değişikliklere neden oldu.55 Ama ticaret yön­ temlerinde, gemicilikte, madencilik ve savaş teknolojileri ile savaş gemilerinde de -ki bunlar 16. yüzyılda birleşik bir dünya sistemi kurmak için gereken teknolojik kaynakları sağlamıştı- önemli ilerlemeler oldu. Bununla birlikte inavasyon hızları bazı yönlerden hiç de etkileyici değildi; hiç­ bir yerde Endüstri Devrimi sırasında yaşanan düzeye erişemedi. Küresel dünya sisteminin doğuşunun ticari etkisini en hızlı gösterdiği Avrupa'da bile binyılın or­ tasındaki yüzyıllarda teknolojik inavasyon hızı (savaş, gemicilik, alet yapımcılığı ve metalurji alanlarının dışında) şaşırtıcı şekilde yavaştı.56 Peter Stearns şöyle göz­ lemlemişti: [1 700'de) Batı teknolojisi ve üretim yöntemleri tarım toplumlarının temel gelenek­ lerine sıkı sıkıya bağlıydı -özellikle de insan ve hayvan gücüne dayanma açısından. Tarım yöntemleri 1 4. yüzyıldan itibaren çok az değişmişti. imalat, birtakım önemli yeni tekniklerin dışında genellikle el aletleri kullanılarak çok küçük imalathanelerde yapılıyordu: Batı 'nın bu yeni imalat olanaklarına verdiği en önemli karşılık, kırsal bölgelerde evde üretimde, özellikle de tekstil ürünlerinin ve küçük metal eşyaların üretiminde görülen müthiş artış olduY Yeni küresel alışveriş ağlarının Afro-Avrasya'daki büyük ölçekli etkileri hemen göze çarpmıyordu ve daha az dolaylıydı. Bütün çekirdek bölgelerde nüfus ve ticari etkinlikler arttı. Çin'de 1400 ile 1 700 arasında nüfus yaklaşık 70 milyondan 150 milyona çıktı. Aynı dönemde Hindistan'da nüfus 74 milyondan 1 75 milyona yük­ seldi. Avrupa'da da 52 milyondan 95 milyona çıktı (bkz. Tablo 1 1 . 1 ). Kısa süre önce yapılan bir tahmine göre 1 8. yüzyıla kadar Asya'da nüfus artışı Avrupa'da­ kinden daha hızlı oldu. Bu dönemde Asya dünya nüfusunun yaklaşık %66'sını ba­ rındırıyor ve dünyadaki malların ve hizmetlerin %80'ini üretiyordu.58 Tarihçiler genellikle Doğu Asya'daki nüfus artışının o bölgede yoksulluğun artmasına neden olduğunu varsayarlar ama bu varsayım doğru değildir. Hatta Andre Gunder'in şu gözlemlerine göre durum tersinedir:

356

ZAMAN HARITALARI

1 750'Ii ya da 1 800'1ü yıllara kadar dünya ekonomisinde ve sisteminde Asyalılar yalnızca nüfus ve üretim açısından değil, aynı zamanda üretkenlik, rekabetçilik ve ticaret yani kısacası kapital oluşumu açısından da baskındılar. Dahası modern Avrupa mitolojisinin tersine Asyalıların teknolojisi de vardı ve eşdeğer mali ve ekonomik ku­ rumlar da geliştirmişlerdi. Bu nedenle modern dünya sistemindeki sermaye birikimi ve güç "odağı" o yüzyıllarda gerçekte çok da değişmemişti. ilk sıralarda özellikle Çin, Ja­ ponya ve Hindistan geliyor, onları biraz geriden Güneydoğu ve Batı Asya izliyordu.59 Gerçekten de yukarıda belirtildiği gibi, Asya ekonomilerinin baskınlığı Adam Smith gibi gözlemciler tarafından daha 1 R. yüzyılın sonlarında bile anlaşılmıştı. Avrupa henüz teknolojik olarak üstün de değildi. 1 7. yüzyıl için Philip Curtin şöyle yazmıştır: Dünya tarihindeki "Avrupa Çağı" daha doğmamıştı. Hindistan ekonomisi hôlô Avrupa'nınkinden daha üretkendi. Hatta 1 7. yüzyıl Hindistan'ında ya da Çin'inde kişi başı üretkenlik bile olasılıkla Avrupa'nınkinden daha yüksekti. Avrupa'nın belirgin teknolojik öncülüğü deniz taşımacılığı gibi sınırlı bazı alanlardaydı -yelkenli gemi ta­ sarı mlarında 1 6. ve 1 7. yüzyıllarda müthiş bir ilerleme sağlanmıştır. Bunların dışında Avrupa sürekli Asya ürünlerini ithal ediyordu; tersi olmuyordu.60 Gümüşteki üretim fazlası bu dönem boyunca Asya 'ya doğru yönelmişti ki bu da Asya'nın yeni oluşan dünya ticaret sistemindeki merkeziyetinin bir başka gös­ tergesiydi. Bunlar yüzeysel değişimler değildi: Ticari etkinlikler toplumu bütün dü­ zeylerde etkiliyordu. Çin'de devlet, vergilerin büyük bölümünü 16. yüzyıldaki gibi ayni değil de para olarak toplamaya başladı. Bu da ticari değiştokuşların kırsal bölgelerde bile ulaştığı düzeyi açık olarak göstermektedir. Kenneth Pomeranz'ın belirttiği gibi, hem şeker, tekstil ya da yaşamsal önemi olmayan başka şeylerin tü­ ketimleri gibi birtakım ölçüdere hem doğumda beklenen yaşam süresi gibi istatis­ tiklere göre 1 8. yüzyılda Çin'deki yaşam standardı Avrupa'daki kadar yüksekti.61 Nereden bakılırsa bakılsın modern Malthusçu çevrimin başlarındaki büyüme evresi (her ne kadar alışveriş ağlarının ölçeği çok büyümüş olsa da) inavasyanları modern çağa özgü yüksek düzeylerde değil de oldukça tipik bir şekilde orta derece­ de canlandırmıştı. Bu nedenle dünyanın büyük bölümünün eninde sonunda bir tür Malthusçu düşüşe yönelmiş olduğunu ummamız gerekir. 1 7. yüzyılda Afro-Avras­ ya'nın büyük bölümünde her ne kadar önceki çevrimin sonundaki gibi ani bir düşüş olmasa da büyürnede bir yavaşlama oldu. Kısa süre sonra dünyanın birçok farklı kesiminde, hatta 19. yüzyılda önemli bir gerileme yaşayacak olan Çin ile Hindistan gibi bölgelerde bile, büyüme yeniden başladı. 1 800 gibi geç bir tarihte Adam Smith ve Thomas Malthus gibi gözlemciler (tarım uygarlıkları çağında işlediğini gördüğü­ müz) Malthusçu çevrim örüntüsünün ekonomik yaşamın yerleşik bir özelliği oldu­ ğunu düşünmekte haklıydılar.62 Modem araştırmacılardan bazıları, Britanya'daki büyük kömür rezervlerinin varlığı gibi şansa bağlı durumlardan bir ya da ikisinin olmaması halinde onların hemen hemen haklı olacağını ileri sürmüştür.63

KÜRESELLEŞME, TiCARiLEŞME VE INOVASYON

357

Bununla birlikte modern Malthusçu çevrimin başlarında 1 9. yüzyıldaki belir­ leyici gelişmeler için zemin hazırlayan başka değişimler de oldu.

Ticarileşmenin Haraççı Toplumlardaki Etkisi İnovasyonun toplumsal yapı modelleri, toplumun bütün kesimlerinin (ticari rekabet ortamında başarıyı garantileyen etkinlik ve verimlilik kurallarının etkisi altında kalacak şekilde) ticaret ağlarıyla sıkıca bütünleştiği yerlerde inovasyonun en hızlı olacağını ummamız gerektiğini ileri sürerler. Önceki bölümde anlatılan Marksist modellerin baside�tirilmiş biçimi artan ticarileşmenin iki temel alanda­ ki etkisine odaklanmanın önemli olduğunu vurgular. Bunlardan �irincisi ticaret seçkinlerinin artan gücü ve nüfuzudur. İkincisi de kırsal nüfusun (birçok tarım uygarlığında nüfusun büyük bölümünün) çeşitli ticari etkinliklere giderek artan katılımıdır -ki bunlar en sonunda borçlar ve el koymalar yüzünden topraktan tü­ müyle kopacak ve yaşamları tamamen ticaret ağlarının egemenliğinde olan ücretli çalışanlara dönüşeceklerdir. Marksist gelenek içinde Afro-Avrasya bölgesindeki çekirdek alanların çoğunda bu tür süreçlerin büyük ilerleme kaydettiğini gösteren çok sayıda araştırma yapıl­ mıştır. En geleneksel tarım toplumlarının işleyişinde bile tüccarların ve pazarların yaşamsal bir önemi vardı. Moskova Knezliği ve Polonya gibi daha az ticarileş­ miş devletler bile ticareti ve olabildiğince de sömürgeler kurmayı -özellikle kürk açısından zengin Sibirya gibi kazanç getirebilecek topraklarda- etkin bir şekilde destekliyordu. Böylece değişik tipte akraba düzenli toplumların yaşadığı dünya­ nın büyük kesimleri ticari alışveriş ağiarına katıldı. Bunun da onların geleneksel yaşam tarzları üzerinde genellikle köklü etkileri oldu.64 Bu tür değişimler devletleri dönüştürebiliyordu. Ticari gelir kaynaklarına gide­ rek daha çok bel bağlanması, toprak vergilerinden elde edilen geleneksel haraççı gelirlerin önemini azaltıyor ve büyük harççı devletleri bile ticari etkinliklere ilgi duymaya zorluyordu. Birçok geleneksel devlet gibi Moskova Knezliği de araların­ da kürk ve değerli metallerin de bulunduğu en kazançlı ticaret alanlarında tekeller oluşturmuştu. Ama 1 7. yüzyılda iç ticaretten -tuz ve özellikle de votka satışla­ rından- vergi toplamanın yollarını araştırmaya başladılar. Bunlar stratejik önemi olan kalemlerdi; çünkü köylülerinin çoğu büyük ölçüde kendine yeterli olan bir ülkede, bunlar evJe üretilemeyen ve satın alınması gereken başlıca mallardı. Tuz yiyeceklerin saklanması için gerekliydi. Votka da kısa sürede köylerdeki toplumsal ve dinsel törenierin vazgeçilemez bir parçası olmuştu. 1 724'te içki satışlarından alınan vergi devlet gelirlerinin % l l 'ini oluşturuyordu. 1 9. yüzyılın başına gelindi­ ğinde votka vergisi tek başına en büyük gelir kaynağıydı -bütün devlet gelirlerinin %30 ila %40'ı civarındaydı.65 Ticari gelirlerin önemi giderek arttıkça tüccarlara karşı açık bir düşmanlık besleyen Rus hükümeti bile onlarla pazarlık etmesi ge­ rektiğini anladı. Hatta 1 850'li yıllarda birkaç kez hükümet içki vergisi veren güçlü tüccarlara çekici gelecek birtakım koşullar sunmadığı takdirde iflas edebileceği

358

ZAMAN HARITALARI

korkusunu yaşadı. Mali uygulamalardaki kaymayı gösteren bu örnek özellikle çarpıcıdır; çünkü Rus İmparatorluğu 1 9. yüzyıla kadar birçok açıdan paradigma­ tik bir haraççı toplum olarak kalmıştır. Ticarileşme kentleri ve devletleri olduğu kadar kırsal bölgeleri de etkiledi. Ger­ çekten de 2. binyılın ortalarında Afro-Avrasya'daki büyük uygarlıkların içinde köylülerin öyle ya da böyle bir ticari etkinlikle ilişki kurmadığı çok az kırsal bölge kalmıştı. Ve bütün bu uygarlıklarda büyük ve giderek de artan sayılarda insan yalnızca ücretli emeğiyle yaşıyordu. Çin kırsalı erken ticarileşmişti. Mark Elvin MS 1 000 yılında Song Çin'i için şöyle yazar: Pazarla kurulan ilişkinin artması Çinli köylüleri uyarlanabilir, kazanca yönelmiş, rasyonel girişimciler sınıfına dönüştürdü. Taşrada çok değişik yeni işler kuruldu. Patla­ ma yapan gemi üretim endüstrisi ve büyüyen kentlerde inşa edilen evler için tepelerde ağaçlar yetiştirildi. Kent tüketimi için sebze ve meyve üretildi. Yemeklerde, aydınlat­ mada, yalıtımda, saç kremlerinde ve tıpta kullanmak amacıyla her tür yağ elde edili­ yordu. Rafine edilmiş kristalize şeker koruyucu olarak kullanılıyordu. Havuzlarda ve su depolarında o kadar çok balık yetiştiriliyordu ki yumurtadan çıkan genç balıkların bakımı başlı başına bir iş haline gelmişti. Dut yaprağı yetiştirmek kazançlı bir iş oldu ve dut fidanlarının satıldığı özel pazarlar oluştu. Köylüler ayrıca cila malzemeleri ve demir aletler de üretiyorlardı.66 Köylülerin yaşadığı bölgelerdeki ticarileşme arttıkça, ticari gelir getiren işler de çeşitleniyordu. Ürün fazlalarını sarıyoelardı ya da liçi veya mandalina gibi ticari tarım ürünlerinde uzmanlaşıyorlardı; lif yapıp satıyorlar ya da yarı zamanlı işlerde çalışıyorlardı; aile üyelerini ücretli çalışmak üzere kentlere yolluyorlardı. Gelirle­ rinin ticari etkinliklerden gelen bölümü arttıkça, Afro-Avrasya'nın her yanında­ ki köylüler haraççı kurallardan çok ticaretin kurallarına uymaya başladı. Artık yalnızca toprak sahiplerinin ya da devletlerin istediği haraçiarı ödemeleri yeterli değildi, bir de müşterilerinin ya da patronlarının -bunlar ister Avrupalı yün tüc­ carları olsun, ister yakındaki bir kentte yaşayan odun tüccarları olsun- beklediği üretkenlik ve kalite standartlarına da uymaları gerekiyordu. Bu şekilde köylüler bazen birdenbire bazen neredeyse hiç hissettierneden kendilerini küçük girişimci­ lere ya da ücretli çalışanlara dönüşmüş buldular. Ama Afro-Avrasya'nın büyük bölümünde olduğu gibi Çin'de de böyle süreç­ lerin sınırları vardı. I ler ne kaJar çok değişik ticari etkinliklerle yoğun uğraşsalar da köylüler her yerde son aşamaya yani kendilerini topraktan koparacak ilişkilere girmeye direndiler. Devletler de geleneksel toprak vergilerini artırarak onların di­ renişini desteklediler. 18. yüzyıl Çin'i için R. Bin Wong şunları söylüyor: "Birçok köylü kendi mülkünün en azından bir bölümünün sahibiydi. Birçoğu da toprak kiralıyordu. Hane düzeyindeki üretimde toprağın hemen hemen tamamı işleni­ yordu. Doğrudan üretimlerini pazar fırsatları doğrultusunda genişleten toprak sahipleri azdı. "67 Geleneksel köylüler genellikle toprak üzerinde hakları olduğunu kabul eden eski ilkeye ahlaki olarak derinden bağlı kaldılar. Onlara göre toprak

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INGVASYON

359

tahıl çuvalları gibi alınıp satılabilecek bir şey değildi. Böylesi tavırlar birçok ül­ kede 20. yüzyıla dek sürebildi. Rusya'da 1 906 gibi geç bir tarihte yeni kurulan parlamentonun yani dumanın, köylücü milletvekilierine gönderilen bir dilekçede isyancı köylü askerler ısrarla şöyle diyorlardı: Bize göre toprak Tanrı'nındır, özgür olmalıdır, kimsenin onu alıp satma ya da ipotek etme hakkı olmamalıdır; satın alma hakkı zenginler için iyidir ama yoksullar için çok, çok kötü bir haktır [ . . . ) Biz askerler yoksuluz, yükümlülüğümüz biHiğinde ev­ lerimize döneceğiz ama toprak alacak paramız yok ve bütün köylülerin de çaresizce toprağa gereksinimi var [. . . ) Toprak Tanrı'nındır, toprak kimsenindir, toprak özgürdür -ve Tanrı'nın bu özgür topraklarında Tanrı'nın özgür işçileri çalışmalıdır, seçkinlerin ya da kulakların [zengin köylüler] tuHuğu işçiler değil.68 Her ne kadar Çin kırsalı 1 8 . yüzyılda oldukça ticarileşmişse de mülkiyet yapı­ ları ve toprağın kontrolü, nüfusun büyük bölümünün ticari ağiara katılımını sınır­ lıyordu. Geleneksel Marksist modeliere göre bu tür sınırlamalar da uzun erirnde inavasyon hızlarını sınırlamaya mahkfimdu. Ticari tutumlar ve uygulamalar kırsal yaşama iyice girmiş ve hatta en geleneksel haraççı imparatorluklardan bazılarının yönetim uygulamalarını da etkilemişti. Ama hala geleneksel tarım toplumuna özgü üretim ve güç yapılarını zayıflatamamıştı.

Yeni Bir Küresel Topoloji: Avrupa'nın Değişen Rolü Batı Avrupa'da toplumsal, politik ve ekonomik yapıların ticarileşmesi Afro-Av­ rasya bölgesindeki herhangi bir yerden daha da ileriye gitti. Avrupa toplumları yaşlı çekirdek bölgedeki toplurnlara göre daha genç ve daha kolay şekil değiş­ tirebilen toplumlardı. Devletleri daha küçüktü ve uluslararası ticari haskılara daha duyarlıydı. Ayrıca ileride tartışacağımız birtakım nedenlerden dolayı ticari etkinliklere daha açıktı. Belki de en önemlisi küresel alışveriş ağlarının topoloji­ si nedeniyle modern Malthusçu çevrimin başlarında Avrupa üzerinden yürütülen enformasyon ve ticaret alışverişlerinin yoğunluğu, çeşitliliği ve göreli hacmi her yerden daha büyüktü.

Küresel Alışverişlerin Değişen Topolojisi Küresel bir alışveriş ağının ortaya çıkışı Avrupa'yı kesin olarak etkiledi. Çün­ kü onunla birlikte küresel alışverişlerin topolojisi de yeniden düzenlendi. En bü­ yük ölçekte Afro-Avrasya sistemindeki alışveriş yapıları birkaç binyıldır görece istikrarlıydı: Aktarma merkezleri Akdeniz'in doğu ucunda, Kuzey Hindistan'da ve Orta Asya'daydı; MÖ 1 . binyıldan beri kütleçekim merkezi de doğuya, Ku­ zey Hindistan'ın ve Çin'in daha yoğun nüfuslu bölgelerine doğru kaymıştı. Ama Afro-Avrasya ve Amerika dünya bölgelerinin birbirine bağlanmasıyla Batı Avrupa

360

ZAMAN HARITALARI

ve bütün Atlas Okyanusu kıyıları birdenbire bu iki büyük dünya bölgesinin alış­ verişlerinin çoğunun üzerinden aktığı yeni bir aktarma merkezi oluverdi. Afro-Av­ rasya bölgesinin dış kenarında kalmış bir bölge, aniden gelmiş geçmiş alışveriş ağlarının en büyüğünün en önemli aktarma merkezi haline dönüştü. 1 800'1ü yıllar kadar geç bir tarihe değin küresel alışveriş sisteminin kütleçekim merkezi Uzak Doğu olarak kalmış olsa da çeşitlilik açısından en zengin alışverişler, yeni Batı Avrupa aktarma merkezinde yapılıyordu. Bu, muazzam sonuçları olan -özellikle de Avrupa'nın geleceği açısından- bir olaydı. Bir bakıma kaçınılmazdı. Avrupa'nın konumu yeni doğan küresel alışveriş ağının çokça artmış alışverişlerinden yararlanmak için en uygun yerdeydi. Bin­ lerce yıldır Afro-Avrasya sisteminin kıyısında kalan Avrupa, 1 6. yüzyılda kendini şans eseri tarihteki en büyük ve en çeşitli alışveriş ağının aktarma merkezi olarak buluverdi. Yeni bir küresel ağın merkezinde yeniden konumlandırılması, bütün o bölgenin yaşamında köklü değişikliklere yol açtı. Avrupa üzerinden yapılan alışve­ rişler önceki benzer akışlardan çok daha büyük ölçekteydi. Amerika kıtalarından gelen gümüşün 16. yüzyıl ile 1 9 . yüzyıl arasında Avrupa'ya, oradan İslam dün­ yasına, sonra da Uzak Doğu'ya aktarılması Avrupa'nın yaptığı çok önemli aracı­ lıklardan yalnızca biriydi.69 Kent uygarlığının Sümer'de ortaya çıkmasını nasıl o bölgenin istisnai özelliğine yormuyorsak, Avrupa'nın modern dünyadaki özgün rolünü açıklamak için de Avrupa'nın "istisnai " bir bölge olduğu düşüncesine yas­ lanmamıza gerek yoktur. Bu konuda Andrew Sherratt şöyle der: Yeni Dünya'nın keşfi ve Atlas Okyanusu bağlarının artmasıyla, Batı Avrupa ken· disini tesadüfen yeni bir rol üstlenmiş olarak buldu. Yani bir bölgenin gelişim şekli ile toplumsal ve ekonomik karmaşıklığı ve gelişmişliği arasında önceden belirlenmiş hiçbir ilişki yoktur. Yerel bir bakış açısından bakıldığında değişim genellikle rasgele ve öngörülemezdir. Dünya sisteminin genişlemesi, şeklinin ve bağlantılarının değişmesi,

bölgelere o anda kendilerine pek de uygun olmayan yeni roller dayatır.70 4000 yıldan uzun bir süre önce Sümer'de olduğu gibi alışverişlerin düzeyindeki ani artış ve alışveriş ağlarının kısa süre içinde yeniden düzenlenmesi, (bir zamanlar durgun olan) çok yeni bir yatırım ölçeğini teşvik etmiş ve olanaklı kılmıştır.71 Ama beklenmedik olayları da gözümüzde o denli büyütmemeliyiz çünkü Avrupa'nın stratejik konumu tümüyle rastlantısal değildi. Afro-Avrasya dünya bölgesindeki öteki bölgeler de 1 5 . yüzyılda bütün dünyayı dolaşabilecek ticaret filoları -Ming dönemi amirali Zheng He'nin 1 5 . yüzyılın başında komuta ettiğine benzer- yapabilir ve gereken parayı da sağlayabilirlerdi. Eğer yapmış olsaydılar, Atlas Okyanusu kıyılarının yerine yeni küresel sistemin aktarma merkezi onlar olabilirdi. Gerçekten de hem aktarma hem kütleçekim merkezinin Çin'de bu­ luştuğu bir dünyada (aktarma merkezi ile kütleçekim merkezi dünyanın farklı bölgelerinde yer alan Modern Devrim'e göre) çok daha hızlı ve kaotik bir modern devrim gerçekleşebilirdi. Yeni sistemin topolojisi tümüyle coğrafya tarafından be-

KÜRESELLEŞME, TiCARiLEŞME VE INOVASYON

361

lirlenmedi; aslında Avrupa bu role kısmen önceden uyarlanmış olduğu için yeni küresel alışveriş sisteminin aktarma merkezi oldu. Batı Avrupa toplumları 16. yüzyılda ortaya çıkan yeni, küresel ticaret sistemin­ de hayatta kalabilmek için iki yönden son derecede iyi hazırlıklıydı: Birincisi genç ve esnektiler. Avrupa'nın kuzeybatısındaki devletler son 1 500 yıl içinde ortaya çık­ tı. O dönemde güçlü ve başarılı devletler Mezopotamya'da 3000 yıldan uzun bir süredir Çin'de de en azından 2000 yıldır zaten vardı. Bu büyük, haraççı devletlerin başarısı, politik ve askeri yapılarının, sınıf ittifaklarının ve değerlerinin tarım çağı­ nın toplumsal ve politik ekolojisine ne denli iyi uyarlandığının göstergesiydi. Buna karşılık Avrupa'nın genç yönetimleri daha ticarileşmiş bir dünyada doğmuşlardı. Yönetim gelenekleri ve yapıları, kendilerine özgü sınıf ittifakları ve tutumları ve sa­ vaş gelenekleri bu çok farklı toplumsal ve politik ortama göre uyarlanmıştı. Kuşku­ suz Avrupa devletleri arasında da birtakım çarpıcı farklar yok değildi. (Bu farklar Charles Tilly'nin Coercion, Capital and European States, AD 990-1 992 [gözden geçirilmiş baskı, 1 992] adlı kitabında çok güzel anlatılmıştır.) Ama belirleyici olan ortak yanlarıydı: Akdeniz'in kuzeyindeki Avrupa devlet sistemleri (ve hatta daha ileri bir düzeyde de Amerika kıtalarındaki sömürge devletleri) kendi temel yapıla­ rını ve tutumlarını klasik çağa göre çok daha ticarileşmiş bir dünyada geliştirdiler. İkincisi Avrupa devlet sistemini nitelendiren, daha önce ( 1 0. Bölüm'de) gördü­ ğümüz bir grup özelliktir. Bu özelliklerin birleşik etkileri, seçkinlerin ticari etkin­ liklere karşı daha yumuşak davranmasına yol açmıştır. Mezopotamya ve Çin'deki­ nin tersine, Batı Avrupa'da klasik çağda bölgeye egemen olanların yıkılmasından sonra yeni hiçbir haraççı imparatorluk doğmadı. Kutsal Roma İmparatorluğu bu rolün peşine düştü ama başarılı olamadı. Sonuç olarak Batı Avrupa klasik dönem sonrası Malthusçu çevrim sırasında Akdeniz dünyasının başlıca ticaret yollarına yakın birbirleriyle sürekli rekabet halinde birçok küçük devletin bulunduğu bir bölgeydi. Bu tanıdık bir düzendi.72 Ticarileşmenin sınırlı olduğu dönemlerde, ör­ neğin klasik Yunan kent devletlerinin yükseldiği dönemde, bu etkenler grubu tica­ ri ve askeri açıdan maceraperest ama şaşırtıcı derecede güçlü siyasi yapılar yarattı. Tüccarları, bilinen dünyanın büyük bölümünü dolaştı. Orduları da yukarıda söy­ lendiği gibi, bazen haraççı dünyanın en büyük güçlerine -Yunan kent devletlerinin Marathan'da ve Salamis'te Pers ordusunu geri püskürtmesi gibi- meydan okudu. Ama elbette büyük imparatorlukların yerine kalıcı olarak geçme umutları olamaz­ dı. 1 8 . yüzyılın çok daha ticarileşmiş dünyasında, devletler ve bölgeler arasındaki benzer farklar daha belirleyici olabiliyordu. Bu iki etken, Avrupa toplumlarının son derece ticarileşmiş dünyanın ekonomik, politik ve askeri gerçeklerine halihazırda neden iyi uyarlanmış olduğunu açıklar. Daha belirgin olarak da 15. yüzyıldan beri yaşanan ve Avrupa'ya özgü olağanüstü rekabetçi hatta sık sık vahşileşen ticarileşmenin de açıklanmasını sağlarlar. Avrupa devletleri Kara Ölüm'den sonra yaşanan genişleme evresinde, büyüyen Avrasya ticaret ağlarının ticari zenginliğinden pay alabilmek için ölüm kalım mücadelesine girdiler. En geleneksel devletler, örneğin Müslümanları İspanya'dan kovan askeri

362

ZAMAN HARiTALARI

yönetimler ya da XVI. Louis yönetimindeki Fransız devleti bile ticaret gelirlerinin önemini kavradı. İspanya monarşisi en parlak günlerindeyken büyük oranda tica­ ret gelirlerine ve kredilerine dayanıyordu. 1 7. yüzyılda Fransa'daki hükümetler de çok geniş bir yelpazedeki tüketim ve ticaret vergilerine bel bağlamışlardı.73 Artan ticari etkinlikler ile devlet ilgisi ve desteği sayesinde Avrupa'da gemi tasarımın­ da, denizcilikte, tekstil alanında (modernizm öncesi ekonomilerio çoğunda tekstil ikinci en büyük ekonomik sektördü), kanal kapakçılığında hatta muhtemelen mat­ baacılıkta ilerlemeler kaydedildi. İspanyolların ve Portekiziiierin Atlas Okyanusu ticaret ağlarını ve daha sonra da Amerika kıtalarındaki tarım uygarlıklarını istila edişlerine dolaylı da olsa yol açan bu iki etkendi.74 Amerika kıtalarından elde edilen muazzam zenginlik -vı: İspanya ile Portekiz örneklerinde açıkça görüldüğü gibi bu gelide kurulan muazzam ticari, politik ve askeri güç- modern çağın başlarında Av­ rupa devletlerinin alametifarikası haline gelen bu saldırgan ticarileşmenin daha da yoğunlaşmasını teşvik etti. Ticaret gelirlerine dayanan bu devlet erki yapısı, Avrupa gemilerinin 1 6. yüzyılda neden dünyanın her yanında dolaştığını da açıklar. Yani Avrupa'nın kendini yeni, küresel alışveriş sisteminin aktarma merkezin­ de buluvermesi aslında tümüyle rastlantısal bir olay değildi. Atlas Okyanusu kı­ yılarında genişlemeci ve ticarileşmiş devletlerin son derece rekabetçi dünyasının doğuvermesi, eninde sonunda Atlas Okyanusu'nun aşılacağının habercisiydi. As­ lında önceki Malthusçu çevrimde kırılgan ve geçici bir köprü Vikingler tarafından (sonraki yüzyıllarda Avrupa devletlerinin saldırgan genişlemeciliğinin ön habercisi olarak) kurulmuştu.

Küresel Alışveriş Ağlarımn Avrupa'daki Etkisi Stratejik konumu nedeniyle Avrupa'nın, yeni oluşan bu küresel sistemdeki değişikliklerden dünyanın başka herhangi bir yerine göre daha çok erkilenme­ si kaçınılmazdı. Modern dünya tarihi açıklamalarında enformasyon alışverişleri genellikle ihmal edilegelmiştir. Yine de önceki bölümlerde belirttiğim gibi, büyük ölçeklerde, farklı topluluklar arasındaki enformasyon alışverişinin miktarında ve çeşitliliğindeki değişimler inovasyon hızlarını belirleyen önemli bir etken olabilir. . Modern çağın başlarında Avrupa kendisini yeni enformasyonların içinde boğulur durumda buldu. Yeni küresel alışveriş sisteminin aktarma merkezinde, Afro-Av­ rasya'nın öteki bölgelerine ilişkin bilgilerin yanında Yeni Dünya'ya ilişkin gelen yığınla yeni bilgiyi de ilk alan konumundaydı. Avrupa yeni coğrafi ve kültürel bilgiler için bir tür takas odası haline geldi. Dolayısıyla ilk küresel alışveriş ağının içinde akan yeni bilgi selinin entelektüel yaşamın ve etkinliklerin üzerindeki ilk ve en büyük etkisi de burada oluyordu. Bu yeni enformasyon yığınının sindirilmesi, Avrupa entelektüel yaşamını dö­ nüştürdü. Margaret Jacob şöyle yazar: " 1 6. ve 1 7. yüzyılların gezi yazınının bi­ rikerek çoğalan etkisi uzun süredir saygı duyulan, özellikle de rahiplerce en yüce kabul edilen dinsel görenekierin mutlak doğruluğunun sorgulanması şeklinde ol-

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

363

muştur.75 Enformasyon değiştokuş sahnesi genişledikçe ve matbaa sayesinde fi­ kirler daha hızlı dolaşıma girip yayıldıkça geleneksel bilgi sistemlerinin doğruluk iddiaları giderek daha zor sınavlada karştiaşıyor ve dar görüşlü birçok özelliğini terk etmek zorunda kalıyordu. Andrew Sherratt insanlık tarihinde yaygın değişto­ kuşların rolünü vurgulayan bir çalışmasında şöyle yazmıştır: "Entelektüel Evrim [ ... ] asıl olarak giderek daha büyük insan gruplarına uygun düşünme tarzlarının ortaya çıkmasına dayanır [ ...] Bu aktarım kabiliyeri son beş yüz yılda bilimin bü­ yümesiyle -kültürlerden bağımsız kabul etme ölçütü için gösterdiği çabayla- açığa çıkmıştır. "76 Bu yeni bilgilerin ve enformasyon un katılımı, modern bilim projesi­ nin kalbinde yatan, gerçekliğin geleneksel açıklamalarına yönelik radikal şüpheci­ lik için eldeki en iyi açıklamadır ve Avrupa'da 16. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Avru­ palı "doğa felsefecileri" 17. yüzyıldan bu yana büyük bölümü geleneksel gerçeklik haritalarının güvenidiğini sarsan aşırı büyümüş bir enformasyon bütünüyle çalı­ şıyor olduklarını biliyorlardı. Steven Shapin şöyle gözlemlemiştir: "Sınırlı bilgiler üzerine kurulu felsefi şernaların hatalı olması tam da bu nedenle olasıydı ve artan deneyimler, örneğin Yeni Dünya'yı keşif seferleri, geleneksel felsefi sistemlere yö­ nelik ilk modern kuşkuculuk akımları için önemli bir destek oldu. "77 Bilginin en temeline yönelik kuşkuculuk, giderek evrensel sonuçları arayış -Newton'ın küt­ leçekim yasaları gibi- ve daha titiz sınama yöntemleri -Galileo'nun yaptığı gibi­ yeni küresel enformasyon alışverişi sisteminin içinde bilgi sistemlerinin sınandığı çerçevenin genişlemesinin önemli sonuçları olarak görülebilir. Küresel alışveriş ağlarının Avrupa'nın toplumsal politik ve ekonomik yapıla­ rı üzerindeki etkisi daha tanıdık ama eşit derecede önemlidir. Avrupalı tüccarlar ve onlara destek olan hükümdarlar hızla ve olağanüstü biçimde ödüllendirildi­ ler. İspanyol askerleri Mezoamerika ve Peru tarım uygarlıklarının kalbini fethetti. Portekizliler, Fransızlar, Hollandalılar ve İngilizler de yaptıkları seferlerle Ame­ rika kıtalarında avcı-toplayıcılardan ve çiftçilerden oluşan devletsiz toplumların bulunduğu bölgeleri sömürgeleştirmeye başladılar. Hiç beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan Amerikan gümüşü 16. yüzyılda İspanya'yı ayakta tuttu. Gerçekten de İspanya, Amerikan gümüşüne öylesine bağımlı hale geldi ki 1 7. yüzyılda bu kaynak tükenince hem ticari hem politik etkisi azalmaya başladı. Amerikan gü­ müşü Avrupalı tüccarların da işine yaradı -genellikle hükümetlerinin desteğiyle Asya'nın zengin ticaret ağiarına (satın alarak ya da savaşarak) girdiler. Andre Gunder Frank'ın belirttiği gibi, Avrupalıların bu dönemde korsan yöntemlerle Güney ve Güneydoğu Asya'nın ticaret ağiarına davetsiz girmesi Moğol orduları­ nın üç yüzyıl önce İpek Yolu'ndaki ticaret yollarını ele geçirmesine benzer/8 Şimdi Avrupalı tüccarlar 13. yüzyılda Moğolların dünya ticaretinde oynadığı bağlantı kurma rolünü üstlenmeye başlamışlardı. Ama bu rolü yeni küresel ticaret sistemi­ nin çok daha geniş sahnesinde oynuyorlardı. Bu tür faaliyetlerin getirdiği ödüller, ticaret seçkinlerini ve devletleri daha önce kurdukları geçici ittifakları temellendirmeye yüreklendirdi. Ticaret gelirlerine bü­ yük bağımlılık nedeniyle devletler özel bir yapı ve özgün politikalar geliştirdiler.

364

ZAMAN HARITALARI

İlk olarak tüccarlar bu yönetimlerdeki alışılmadık yüksek konumlarından dolayı genellikle memnundular; hatta Venedik ya da Hollanda gibi bazılarında kendi­ leri devletti. İkinci olarak ticaret gelirlerine bağımlı devletlerin ticari etkinlikleri desteklemesi gerekiyordu ve dolayısıyla büyük ve geleneksel tarım imparatorluk­ larında pek de alışılmadık bir gayretle tüccarların haklarını koruyorlardı. Bu tür politikalar da genellikle devletleri doğrudan ticaret savaşiarına sürüklüyordu. Son olarak böylesi bir ortamın, yönetici seçkinterin tutumları üzerinde hemen göze çarpmayan etkileri de olabiliyordu. Örneğin onları yalnızca daha çok haraç top­ lama yöntemleri üzerine değil de aynı zamanda zenginlik getirecek yeni girişim­ ler üretme yolları üzerine de daha çok düşünmeye teşvik ediyordu. Avrupa dev­ letlerinin 1 7. yüzyıldaki merkantilist politikaları -İngiliz sömürgelerinde İngiliz ticaretini koruyan İngiliz Milletler Topluluğu Denizcilik Yasaları gibi- ticarete yönelik yeni devlet tutumlarının ve bu değişimierin teşvik ettiği eylemlerin gü­ zel örnekleridir. Ayrıca 15. yüzyılda Venedik'te ortaya çıkan patent yasalarının bütün Avrupa'da yaygınlaşması da yine bu eğilimi gösterir. Hükümetler kurduk­ ları bilimsel dernekler ya da koydukları ödüllerle de inovasyonları desteklemeye başladılar. (Bunların arasında en ünlüsü, doğrusunu söylemek gerekirse, sonraki bölüme daha uygundur. 1 71 4'te İngiliz hükümeti gemicilerin boylamı bulmalarını sağlayacak, dayanıklı ve güvenilir bir saat yapımı için ödül koymuştu. 1 762'ye, John Harrison'a kadar bu ödülü kimse alamadı.f9 Ticarileşme zamanla geleneksel haraççı seçkinleri de dönüştürdü. Böylesi dö­ nüşümler ticari gelirlerin kolay sağlanabildiği ortamlarda, seçkinterin gelirlerine yönelik baskının aniden yükseldiği dönemlerde en yüksek düzeyde oluyordu. İngi­ liz yün ticareti bunun klasik bir örneğiydi. Çünkü toprak sahiplerinin aklını çelip kiracılarını çıkarmalarına neden oldu ve onları koyun yetiştirmeye yöneltti -özel­ likle 16. yüzyılda manastırların tasfiyesi nedeniyle onlara ait toprakların boşa çık­ tığı dönemde. İngiltere'de geleneksel haraççı aristokrasi, Flaman bölgesi pazarları için yün üreterek ya da dış ticarete yatırım yaparak veya korsanlık yaparak (Sir Francis Drake ve Sir John Hawkins'in seferleri gibi) ya da tüccarlada evlenerek ticarete daha çok girdi. Modern dönemin başlarına kadar sürdürülen karmaşık aristokrat törenlerinin ardında, hem kadrolarda hem soyluluğun doğasında yavaş bir değişim görürüz. Batı Avrupa'nın her yanında soylular belli belirsiz bir şekilde haraç toplamayı terk edip ticaretle uğraşan, girişimci toprak sahiplerine dönüşü­ yorlardı. Kuşkusuz Fransız hukuk bilgini Charles Loyseau gibi birçok soylu bu dönem boyunca bunun, gerçek rolü kira gelirleriyle geçinmek olan "soyluluğu kü­ çük düşüren, adi ve sefil bir kazanç" olduğuna inanınayı sürdürdü.80 Ama gerçekte haraç toplayan bir sınıf olarak idealize edilen soyluluk imajı giderek çağdışı kaldı. Muhasebe kayıtları incelendiğinde birçoğunun yavaş yavaş (her ne kadar böyle anılmaktan korksalar da) birer kapitaliste dönüştüğü görülebilirdi. Aynı zamanda tüccarlar da ticari ve mali uzmanlıklarından yararlanmak isteyen aristokratlada ortaklıklar kurarak veya unvan satın alarak (özellikle Fransa'da) ya da evlilikler yaparak soyluluğu "ticarileştiriyorlardı". Daha girişimci hareket etmeyen ya da

KÜRESEUEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

365

onlara bu konuda yardımcı olacak tüccarlada işbirliğine yanaşmayan aristokratlar en sonunda başarısız oldular ve iflas ettiler. 1 9. yüzyıl Rus edebiyatında böylesi ba­ şarısızlıkların klasikleşmiş simgeleri arasında Stepan Oblonski (Anna Karenina'nın erkek kardeşi) ve Çehov'un Vişne Bahçesi'ndeki Madam Ranevski gösterilebilir. Tüccarlada hükümetler arasındaki ittifaklar bir süre sonra ortakyaşama dö­ nüşebiliyordu. Önceden birçok hükümet tüccarlada yakın çalışıyor ya da bünye­ sinde onlara da yer veriyordu. Ama artık bu tür işbirlikleri, küresel hedefleri olan orta büyüklükteki devletlerde bile görülmeye başlandı. Bazı durumlarda tüccarlar hükümetin bir parçası haline geldiler. Bir uçta, hükümeti tüccarlardan oluşan Hol­ landa vardı. Öteki uçta da geleneksel hükümetleri yalnızca kredi alabilmek ya da önemli ticari işlemleri yürütebiirnek için isteksizce tüccarlara bağımlı İspanya ve Rusya vardı. Bu iki ucun arasında da tüccarların ve her türlü ticari etkinliğin hü­ kümet yapılarında değişik düzeylerde yer aldığı Britanya ve Fransa gibi devletler yer alıyordu.81 Hükümetlerle tüccarların arasında kurulan ortakyaşamın en dikkat çekici so­ nuçlarından biri oldukça ticarileşmiş savaşma tarzıydı -ki bu sonunda ticarete dayalı devletlerin ticaret alanında olduğu kadar savaşlarda da haraççı devletlerle rekabet edebilecek duruma gelmelerini sağladı. Avrupa'daki vahşi rekabet ortamı Avrupa devletleri ticarileştikçe, "savaş endüstrisinin" de ticarileşmesine yol açtı. Amerika'dan gelen büyük miktardaki gümüşle desteklenen bu süreç askeri tek­ nolojide bir devrime yol açtı ve hem orduların yıkıcılığı hem savaş maliyetleri tümüyle yeni düzeylere yükseldi. Charles Tilly, Avrupa'da devletlerin, öncelikle savaş ihtiyaçlarına karşılık oluştuğunu ileri sürmüştür. 82 Tıpkı S ümer'in ilk döne­ minde ya da birbiriyle rekabet halindeki küçük veya orta büyüklükteki devletler­ den oluşan birçok bölgesel sistemde olduğu gibi, savaşlar salgın hastalık gibiydi. Bu nedenle savaşa hazırlanma, gereken sayıda askerin seferber edilmesi, silahların ve ikmal malzemelerinin sağlanması hükümetlerin en önemli görevleriydi. Bu tür sistemlerin askeri sonuçları Cizvit Giuldo Aldeni ile Çinli bir arkadaşı arasında geçen konuşmada güzel ortaya konmuştur. Çinli şöyle sorar: "Eğer bu kadar çok kral varsa, savaşlardan nasıl kaçınabiliyorsunuz?" Aldeni, Çinli'yi hükümdarlar arasındaki evliliklerin ve papaların otoritesinin barışı sağlamada yeterli olduğu şeklinde yanıtlar. Aslında bu yanıt pek doğru değildir. Gerçekte Çinli arkadaşı sonuna kadar haklıdır. Bu konuşma Otuz Yıl Savaşları sırasında geçer.83 Çin'in kendisi de ilginç bir tezat oluşturur çünkü 1 7. yüzyılın ortasında Mançuların Ming Hanedam'nı devirmesiyle birlikte yoğun bir savaş dönemi başlamıştır. Bu savaşlarda Osmanlı ve Güney Asya tasarımiarına ya da Çin'deki Avrupalılarca Çin tariflerine göre yapılan toplar ve tüfekler yaşamsal bir rol oynamıştı. Ama Mançu (Qing) Hanedam egemenliğini kurunca, askeri inovasyonlar yeniden ya­ vaşladı. Böyle olunca da Çin ile Avrupa arasındaki askeri teknoloji uçurumu hızla genişledi. 19. yüzyılda Çin çok savunmasız bir durumda kaldı.84 Genel örüntü eski de olsa, Avrupa devletlerinin savaş için seferber olma yolları farklı ve özgündü. Tilly, 15. yüzyıldan önce savaşa hazırlanmanın genel olarak

366

ZAMAN HARITALARI

haraççı diyeceğimiz yöntemlerle yapıldığını belirterek şöyle der: "Kabileler, zorla toplanan feodal askerler, kent milisieri ve benzeri geleneksel kuvvetler savaşlar­ da en önemli rolü oynardı. Krallar da gereken parayı hemen ellerinin altındaki halktan ve topraklardan haraç ya da kira olarak alırdı."85 Bununla birlikte 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar devletlerin genellikle büyük kapitalistlerden aldıkları borçlarla askeri birlikleri satın alması ya da kiralaması giderek yaygınlaştı. Böyle­ ce askeri zaferler de giderek ticaretteki başarının ölçüsü oldu. 1502 gibi erken bir tarihte İtalyan savaşiarına katılmış eski bir Fransız askeri olan Robert de Balsac, savaş üzerine hazırladığı çalışmasını şu sözlerle bitirmiştir: "Hepsinden önemlisi savaşta başarı, girişimin ihtiyaçlarını sağlayacak kadar paraya sahip olmaya ba­ kar."86 Sonraki yiiz yıl boyunca Avrupa'ya yeni zenginlik biçimlerinin girişi Avru­ pa'da öteden beri süregelen silahianma yarışında ani bir hızlanmaya neden oldu. Savaşma yöntemlerinin giderek ticarileşmesi kısmen Avrupa devlet sisteminin ticarileşmiş doğasını yansıtıyordu. Ama eşit önemde bir başka şey de askeri teknik­ lerde barut devrimi olarak bilinen köklü değişiklikti.B? Bunun teknolojik kökleri Afro-Avrasya sisteminin her yanına yayılmıştır. Song Hanedam döneminde Çin'de yapılan barut deneyleri muhtemelen yangın çıkarma donanımında yağın kulla­ nıldığı (Rum ateşini yaratan) Bizans tekniklerinden etkilenmişti. Bu bilgi Arap aracılar eliyle Güneydoğu Asya'ya ve oradan da Çin'e aktarıldı. Barutun patla­ yıcı özelliği ilk kez Song'un kuzeydeki rakibi Jin tarafından 1221'deki savaşta kullanıldı.88 Ama bu teknoloji bütün yönleriyle asıl olarak Avrupa'da geliştirildi. 15. yüzyılda kuşatma silahları daha karmaşık ve pahalı tahkimadar yapılmasını gerektirdiği için savaşları kökten değiştirmeye başlamıştı. Seyyar kuşatma silahları bu maliyetleri daha da artırdı. Kullanımları için tümüyle yeni bir eğitim ve disiplin gerektirdiğinden, taşınabilir tüfeklerin 16. yüzyılda giderek yaygınlaşması piyade savaşlarında dönüşüme yol açtı. Topların gemilere konması da benzer şekilde de­ niz savaşlarını dönüştürdü. Orduların ve donanmaların artan maliyetleri en bü­ yük hazineleri olan ya da parasal kaynaklarını en kolay seferber edebilen ülkelerin -yani Hollanda gibi çok ticarileşmiş ülkelerin- işine yaradı. Ama Rusya Çarlığı gibi geleneksel devletler bile askeri reformları karşılayabilmek için yeni ve daha ticari gelir kaynaklarına gözlerini diktiler. 16. yüzyılda Rus devletinin votka teke­ lini kuran Korkunç İvan'dı. 1 9 . yüzyılda Rus devletinin en önemli gelir kaynağı bu oldu ve savunma harcamalarının büyük bölümü bunun sayesinde karşılandı.89 Bilginler ticari etkinliklecin modern dönemin başında Avrupa devletlerini de­ rinden etkilediğini genel olarak kabul ederler. Bu etkinliklerio Avrupa'nın taşrasın­ daki etkileri üzerinde daha az görüşbirliği vardır. Geleneksel tarihyazımında Batı Avrupa taşrası kesinlikle kapitalist olarak görülür. Dolayısıyla Çin ve Hindistan taşralarından çok farklıdır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar bizi bu sonuçları yeniden değerlendirmeye zorluyor çünkü Doğu Asya'da bile son derece ticarileş­ miş taşra bölgeleri bulunduğunu fark ettik. Yine de en azından Batı Avrupa'nın bir bölümünde (özellikle Britanya'da) geleneksel mülkiyet ve toprak kontrolü örün­ tüleri dönüşmeye, köylülerin toprağa erişimini koruyan geleneksel yapılar da yı-

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

367

kılmaya başladığından, taşranın ticarileşmesi Doğu Asya'nın büyük bölümünden daha ileri gitmiş olabilir. Her yerde olduğu gibi Avrupa'da da ticaretin kırsal bölgelerde tutunması hiç de zor olmadı. Tuz gibi yaşamsal mallar ya da kentlerden gelen değersiz süs eşya­ ları kırsal pazarlarda zaten bulunuyordu -ama bunların edinilmesi takas usulüyle oluyordu. Ancak bu tür ticaretin kırsal yaşamı kökünden değiştirmesi olanaksızdı. Köylüleri çiftçiliğin yanında ücretli iş aramaya zorlayan baskılar daha önemliydi. Taşrada yaşayan Avrupalılar da tıpkı Doğu Asyalı benzerleri gibi, çeşitli baskılar yoluyla tarımsal etkinliklerio yanı sıra, pazara girmeye de zorlandılar. Bunların bazıları mali baskılardı. Toprak sahiplerinin ve hükümetlerin ticari etkinliklere bağımlılıkları arttıkça, geleneksel vergilerin mal ve hizmet şeklinde değil de para olarak ödenmesini talep etmeye başladılar. Bu değişiklik de vergi ödeyenleri para kazanmaya zorladı. Topraklarda azalmaya neden olan nüfus artışının da benzer bir etkisi olmuş olabilir. Avrupa'nın birçok kesiminde klasik dönem sonrası Malt­ husçu çevrimdeki nüfus artışı, 13. yüzyıla gelindiğinde, köylü hanelerio muhteme­ len yarısının geçim sağlayacak kadar topraktan yoksun oldukları için ücretli bir işte çalışmaları gerektiği anlamına geliyordu. Endüstrileşme öncesi Avrupa üzerine çalışmalarında Catharina Lis ve Hugo Soly şöyle der: 1 300 dolaylarında Picardie'de [ . . .) nüfusun % 1 2'si köyün dışındaki borakalarda yaşayan, ücretli işçi olarak geçimini sağlayan, topraksız yoksullardan ve dilenciler· den oluşuyordu; [ . . . ] %33'ü küçük bir toprak parçasını ekiyor, geçimini sağlayabilmek için işgücünü satışa çıkarmak zorunda kalıyordu; [... ] %36'sı otları ya do öküzleri olmayan ama genellikle işçi çalıştırabilen çiftçilerdi; [ ... ] % 1 6'sının herhangi bir zorluk çekmeyecek kadar toprağı vardı ve [ . . . ) %3'ü herkese hükmediyordu.90 Topraktan alınan ürünün hane halkını beslemede ve devlete, toprak sahiple­ rine ve diğerlerine (kilise gibi) olan yükümlülükleri karşılamada yetersiz kaldığı durumlarda köylülerin birkaç seçeneği vardı. Kırsal ürünlerini yerel pazarlarda daha iyi fiyatlarla satınayı deneyebilirlerdi ama buralarda da genellikle daha bü­ yük üreticilerle rekabet etmeleri gerekirdi. Yerel tefecilerden borç alabilirlerdi ama faiz oranlarının yüksek olduğu o dönemde "paralı dünya "ya adım atmanın en tehlikeli yolu buydu. Hane halkı olarak -ip eğirmek ya da yün örmek gibi- bir­ takım ticari etkinliklerle uğraşabilirlerdi. On endüstrileşme olarak bilinen bu sü­ reçler, başlıca gelirleri ev içi endüstriyel etkinliklere dayanan hanelerden oluşan kırsal bölgeler yaratabiliyordu. Maxine Berg'ün 1 7. yüzyılın sonlarında Staffor­ dshire'daki ev içi endüstriyel etkinliklere ilişkin kayıtları, bunların ne kadar çeşitli oldukları hakkında bir fikir veriyor: Needlewood Forest'ta ağaç işlemeciliği, marangozluk ve sepicilik vardı. Staffor­ dshire'ın güneyinde kömür çıkıyordu. Cannock Chase'te kilit ve kulp gibi demir ya da metal eşyaların yanı sıra düğmeler, eğer takımları ve iğneler, kömür ve demir vardı. Güneybatıdaki Kinver Forest'ta tırpan yapımcılorı ve keskin ağızlı alet yapanlar vardı.

368

ZAMAN HARITALARI

Staffordshire ile Worcestershire sınırı ndaki Stourbridge'de cam işçileri bulunuyordu. Kuzeybatıdaki Sursham'da çömlek endüstrisi vardı. Ve kuzeydoğuda da demir filizi madenciliği yapılıyordu. Keten, kenevir ve yün örme tekstilciliği ve dericilik de bütün ülkeye yayılmıştı.91 Berg, 1 629'da Essex'te 40.000 ila 50.000 insanın giysi üretimine, "Eğer sü­ rekli çalışmazlar ve ücret alamazlarsa, geçinemeyecek durumda kalacak derecede bağımlı hale geldiğini" de ekler. İlaveten bir ticari kriz de binlercesinin bir anda yoksullaşmasına yol açabilirdi.92 Haneler bazı aile üyelerini para kazanmak için komşu kasabalara ya da başkalarının topraklarına gönderiyordu. Nihayetinde bu uzun ve kaygan yokuşun dibinde bazı işçiler topraktan tümüyle koptular ve yal­ nızca ücretli işçi olarak hayatta kalmaya çalıştılar. Günümüz taşrasındakilere benzer stratejilere, tarım uygarlığının (köylülerin kendilerini ticari, mali ya da demografik baskı altında hissettiği) bütün bölgele­ rinde rastlanabiliyordu. Her manevra hane bütçesinin parasal kısmını biraz daha büyüttü ve onu ticari dünyaya biraz daha soktu. Böylece köylüler kendileri isteme­ ye istemeye kapitalizmin dünyasına girerken buldular. Aşağıda bu süreçlerin Fran­ sa'nın 1 7. yüzyıl toplumsal tarihinden alınma şöyle bir betimlemesi yer alıyor: Kendilerine ait diyebilecekleri tahıl miktarı ile hayatta kalmaları için gereken en az tahıl miktarı arasındaki afallatıcı ve kronikleşmiş dengesizlikle karşı karşıya olan köylülerin çoğu geçici bir çözüm bulma yolunu seçiyordu. Kendilerininkine ek olarak birkaç dönüm toprak kiralıyorlardı. Yoğun yaz döneminde büyük çiftliklerde çalışıyor· lardı. Bahçelerini yoğun biçimde ekiyor ve yakın pazarlarda meyve sebze satıyor· lardı. Zayıf tek bir inekten süt elde ediyorlardı . Beauvaisis'te beslenmede insanlara rakip olabilecekleri için domuz sayısı azdı. Çiftlik avlusunda dört beş tavuk, çayırda komün sürüsüne karışmış birkaç koyun sıradan bir köylü ailesinin sahip olabileceğinin hepsiydi. Buna kış aylarında giysi örmeden ve eğirmeden kazanılan düşük ücretleri ekleyin. Hesaplardaki açık iyi yıllarda hemen hemen kapanıyordu. Kötü dönemlerdey­ se köylüler vergilerini ödeyemiyordu. Kaçınılmaz olarak ödünç tahıl alacakları zaman geliyordu. Bu borçlar er ya da geç ellerindeki toprağın bir bölümünün kaybına yol açı­ yordu. Toprak isteyen ama borç içindeki köylüler toplum içindeki değerli konumlarını yitirme, topraksız yoksulların düzeyine düşme tehlikesiyle yüz yüzeydiler.93 Köylüler ve onların toprak sahipleri girişimci etkinliklerde yer almaya başla­ dıkça her iki grup da toprakla ilişkilerinin değiştiğini gördü. Ticari kaynaklardan gelen gelirleri sürekli artan seçkin gruplar için çok daha büyük miktarlarda ta­ rımsal üretirnin pazara sunulduğu ortamlarda köylülere toprak sağlamak artık yaşamsal olmaktan çıkmıştı. Toprak sahiplerinin köylülerin tarımsal etkinliklerine bağımlı olmayan başka gelir kaynakları olduğu için, tıpkı uç örnek oluşturan 16. yüzyıl İngiltere'sinde olduğu gibi, köylüleri koyunlada değiştirseler dahi hayatta kalabilirlerdi. Böylesi değişikliklerin sonucu olarak devletler, toprak sahipleri ve hatta kimi varlıklı köylüler toprağı bir üretim kaynağı olarak değil de ticari ka-

KÜRESELLEŞME, TiCARiLEŞME VE INOVASYON

369

zanç kaynağı olarak görmeye başladılar. İngiltere gibi bazı ülkelerde hükümetler, toprak üzerindeki hakları yalnızca görenekiere dayanan kullanıcıların bu hakla­ rını feshederek ya da satın alarak bu topraklara el koydu ve böylece toprağın ticarileşmesini teşvik etti. Buralarda yalnızca üç yüzyıl içinde ( 1 500'den 1 800'e kadar) hakları görenekiere dayanan köylülerin topraklarına çitleme yöntemiyle el konması geleneksel köylülüğü bitirdi. Başka yerlerde köylülerin toprakların­ dan edilmesi, vergilendirme, borçlandırma, mahsulün bereketsiz oluşu ya da ara­ zi azalması gibi daha yavaş ve acı verici baskılarla oldu. Bazen, devrim sonrası Fransa'sında olduğu gibi, toprak üzerindeki hakları korundu. Ama ticari baskılar nedeniyle onlar da hayatta kalabilmek için küçük girişimciler olmak zorunda kal­ dılar. Ticarileşme taşraya girdiği her yerde toprağı bir metaya, köylüleri de ücretli çalışanlara ya da küçük girişimcilere dönüştürdü. Böylece kapitalizm kırsal yaşamın her köşesine yayıldı. Toprağın ticarileşmesi zenginlik farkını daha da artırdı. Çünkü tarım uygarlık­ larının temel ilkesinin altını oymaya başladı. Bu ilke, kırsal üreticilere toprak sağ­ lanması gereğiydi. Marx bu değişimi betimlemek için elektrikle ilgili bir analojiye başvurmuştur. Onun kapitalizmin " ilkel birikimi" diye adlandırdığı şey, önceki bölümde anlatılan daha basit birikim şekillerinin tersine, tıpkı araba aküsünde gerçekleşen birikim gibi, bir tür toplumsal "elektroliz"dir. Orada potansiyel güç bir iyonun akünün eksi kutbuna, diğerinin de artı kutbuna çekilmesiyle üretilir.94 İlkel birikim sırasında mülkiyet ve zenginlik mülk sahibi sınıfa doğru çekilirken, mülksüzlük de yeni doğan proletarya sınıfının bir özelliği haline gelir. Özellikle ilk aşamalarında bu acı verici ve talancı bir süreçti; ilkel kapitalizm de tıpkı her­ hangi bir acemi talancı gibi (ve tıpkı haraç toplamanın ilk ve en basit biçimleri gibi) ilk başta avını korumaktansa tüketmekle ilgileniyordu.95 Yine de Marx'ın ileri sürdüğü gibi kapitalist sistemin dinamizmini açıklayan şey, bu toplumsal elektrolizin ürettiği artan potansiyel enerjidir. Topraklarından edilen köylüler ke­ sin ve kalıcı bir şekilde ücretli etkinliklere yöneldiler. Ücretli çalışanlar olarak da kendilerini öteki ücretli çalışanlarla rekabet halinde buldular. Halbuki geleneksel köylüyken tek amaçları yalnızca hayatta kalmaya çalışmaktı. Ücretli çalışan ola­ rak yetersiz olmanın bedeli kovulmak ve olasılıkla yoksullaşmaktı. Köylüyken bu bedel yalnızca yoksullaşmak oluyordu çünkü hala kendilerini besleyen bir parça toprakları bulunuyordu. Bu nedenle Marx'ın dediği gibi köylülerin toprakların­ dan sürülmesi rekabetin halkın büyük bölümünün zorla üretkenlik ve verimlilik konularıyla ilgilendiği -tıpkı tüccarlar gibi- bir dünya yaratmanın önemli bir aşamasıydı. Tüccarlar gibi alıp satmalı (çünkü bundan böyle kendi yiyeceklerini ve giyeceklerini üretemeyeceklerdi) ve yine tüccarlar gibi rekabetin giderek art­ tığı bir dünyada yalnızca hayatta kalabilmek için hep daha çok çalışmalıydılar. Marx kapitalizmin ilk başlarında artan iş yükünü açıklamak için "mutlak artı değer" kavramını kullanmıştı. Kısa bir süre önce Jan de Vries Avrupa'da 1 8 . ve 1 9. yüzyıllarda tanıdık "Endüstri Devrimi"nden önce, bir "çalışkanlık devrimi" gerçekleştiğini iddia etmiştir.96 ·

370

ZAMAN HARITALARI

Belirsiz kalan şey bu süreçlerin Batı Avrupa'da Afro-Avrasya'nın diğer bölgele­ rinden çok daha ileri gidip gitmediğidir. Köylülerin çoğunun 1 700 dolaylarında pa­ zar etkinlikleriyle uğraşırken toprak kamulaştırmasından en çok acı çeken bölgenin Batı Avrupa ve özellikle de Britanya olduğunu söylemek çok çekici gelebilir. Yine de yapılan son araştırmalara göre Batı Avrupa'nın ya da Britanya'nın "kapitalist" olduğu dönemde Çin'in olmadığını doğrulayacak farklar yeterince açık değildir.

Dönüşüme Hazır Bir Dünya mı ? Bu, moral bozucu bir sonuçtur. Küresel bir alışveriş ağının birden ortaya çıkışı dünyanın birçok kesimindeki toplumsal ve ekonomik sistemleri dönüştürmüştü. Her ne kadar diğer dünya bölgelerindeki yerli topluluklar için yıkıcı sonuçları olsa da Afro-Avrasya'nın daha ticarileşmemiş bölgelerinde yoğunlaşan zenginliği de artırdı. Hem Afro-Avrasya hem Amerika kıtaları küresel alışveriş sistemiyle öy­ lesine bütünleşmişlerdi ki 1 700'e gelindiğinde dünya birkaç yüzyıl öncesine göre önemli ölçüde ticarileşmiş durumdaydı. Bazı bölgelerde toplumsal yapılar ideal bir kapitalist ekonomidekilere, daha önce hiç olmadığı kadar benzerneye başladı­ lar. Kırsal üreticiler ücretli çalışmaya ya da girişimci birtakım etkinliklere önemli ölçüde katılıyorlardı. Ticari etkinlikler köy dünyasının geleneksel yalıtılmışlığını kırıyordu. Buna ek olarak tarım uygarlığının merkezi bölgelerinin dışındaki başka birçok bölge de girişimcilerin etkinlik ağiarına yakalanmıştı. Bunların arasında Afrika'nın önemli bir bölümünün yanı sıra Sibirya'daki, Kuzey ve Güney Ame­ rika' daki göçmen bölgeleri de vardı. İleride 1 8 . yüzyılın sonlarında Büyük Ok­ yanus'un büyük bölümü ile Avustralasya da bunlara katılacaktı. Dahası önceki dönemlerde olduğu gibi alışveriş ağlarındaki genişleme, nüfusun büyümesi, devlet ve ticaret etkinliklerindeki artış ekonominin bazı alanlarındaki -ticaret, madenci­ lik ve savaş endüstrisi- büyük gelişmeleri tetikledi. Bunların yanı sıra, tarımda da küçük ama oldukça önemli birçok yenilik -örneğin yeni tarım ürünlerinin öğre­ nilmesi- gerçekleşti. Son olarak ve belki de en önemlisi modern dünya sisteminin muazzam büyüklüğü ticari ve entelektüel sinerji olanaklarını artırdı. Bunu da tica­ retin hacmini ve bir bölgeden çıkan malların ve fikirlerio dünya sisteminin başka bölgelerindeki ekonomik etkinlikleri harekete geçirme derecesini artırarak yaptı. Bu devasa küresel arenada ticarileşme yalnızca daha da kapsamlı değildi; aynı zamanda toplumsal, politik ve ekonomik etkileri açısından da daha dinamikti. Dünyanın, Marx'ın "yalnızca yeniden üretim için yani işgücü kapasitesini ayakta tutmak için gereken ürünlerin ve değerlerin üretimi için değil, aynı zamanda işgü­ cü fazlasını sağurmak için de gereken nesnel koşulları sağlayacak büyüklükte bir kullanım değeri birikimi" şeklinde tanımladığı kapitalizm eşiğine eriştiğini düşün­ mek oldukça çekicidir.97 Küresel bir alışveriş sisteminin birdenbire ortaya çıkışıyla ve alışverişlerin ha­ cim, çeşitlilik ve yoğunluk açısından ani artışıyla canlanan modern dünya sistemi modernitenin eşiğine yaklaştı -ama henüz onu aşamadı. 1 700'de dünyanın hem

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

371

modernizm hem kapitalizm öncesinde kalmasını gerektiren birtakım önemli ne­ denler vardır. Tarımsal üretkenlik düzeyi üreticilerin çoğunluğunun tarım dışında kalabilmesini sağlayabilecek denli yüksek olmadan modernite olanaksızdır. Zaten 1 8. yüzyılın başlarında dünyanın hiçbir yerinde de böylesi eşikler açıkça aşılmış değildi -ancak yüzyılın sonlarında işler biraz farklılaşacaktı. Bir tek İngiltere bu duruma istisnai bir şekilde yaklaşmıştı. Çünkü 1 7. yüzyılın sonlarında orada gö­ rece daha girişimci bir toprak sahipleri sınıfı ekilebilir toprakların yaklaşık %7075'ini kontrol ediyordu; nüfusun %40'ı da artık tarım alanında çalışmıyordu.98 Ama bu sayılar aynı zamanda nüfusun yarısından çoğunun hala tarımla bir şekilde uğraşmayı sürdürdüğünü ve yaklaşık dörtte üçünün köylerde yaşadığını da ortaya koyuyor.99 1 759 gibi geç bir tarihte nüfusunun yaklaşık % 50'si tarımla uğraşan İngiltere bile son 4000 yıl içindeki tüm haraççı toplumlar gibi esasen tarım ülke­ si olma özelliğini koruyordu. 100 Peter Mathias'ın gözlemlerine göre "Karşımızda duran gerçek, ekonominin en büyük çarkının hala tek başına toprak olduğuydu. Toprak en büyük zenginlik kaynağıydı. Tek başına en büyük işverendi. Endüstri­ nin büyük bölümü hammadde için doğrudan ya da dalaylı olarak ülkedeki tarım hasadına bağımlıydı. Köy İngiltere'sinde bira yapımcısı, değirmenci, deri işçisi, mum yapımcısı, dokumacı ve hatta demirci bile tarıma katkıda bulunuyor ve onun sayesinde geçiniyordu. " 1 0 1 Başka yerlerde değişimler çok daha az dikkat çe­ kiciydi. Örneğin Fransa'da nüfusun yaklaşık %85'i köylüydü ve yaklaşık % 1 3'ü kentlerde yaşıyordu; yaklaşık %1 'i de soyluydu. 102 Toplumsal ve ekonomik değişimierin 1 8. yüzyıldan önceki sınırları, modern çağın ilk döneminin çarpıcı bir başka yönünü açıklar. Bu da inovasyonlarda günümüz standartlarına göre- hala süren yavaşlıktır. 1 700'de dünyaya gelen bir uzaylının modern dünyanın en önemli iki özelliğini de -Avrupa'nın baskın rolünü ve inovasyonların artan hızını- fark etmesi olağanüstü zor olurdu.

Özet İlki 14. yüzyıldan önce, ikincisi de 14. yüzyıl ile 1 7. yüzyıl arasında gerçekleşen iki büyük Malthusçu çevrim boyunca tarım uygarlığının başlıca bölgelerindeki birikimlerin hızı sürekli arttı. Bu çekirdek bölgelerin her yanında ticarileşme de özellikle de 16. yüzyılda küresel bir alışveriş ağının doğuşundan sonra- önemli öl­ çüde arttı. Ticarileşme Song Çin'i ya da Avrupa gibi bazı bölgelerde 1 6. yüzyıldan itibaren haraçtan çok ticarete dayalı yönetimlerin dağınasına yol açtı. Kısacası bazı bölgelerde, bugün kapitalist devlet dediğimiz yapılar ve genel olarak giderek büyüyen ve daha bütünleşen dünya pazarları ortaya çıkmaya başladı. Yine de bu dönemde herhangi bir devrimsel değişim olmadı. 1 8 . yüzyılda yeni doğmakta olan dünya sistemindeki egemen politik yapıları kapitalist değil de hala haraççı olarak tanımlamak daha doğru olur. Birçok yerde ticarileşme düzeyinin çok yükselmiş olmasına karşın, en güçlü yönetimler ekonomik ve toplumsal poli­ tikaları ve tutumları açısından hala gelenekseldiler.

372

ZAMAN HARITALARI

Belki de geçmişin bu sürekliliğinin en açık göstergesi Asya'nın hala dünya sis­ teminin kalbi olarak kalmış olmasıydı. Bu, tarihçilecin yeni yeni tam olarak ania­ yabildikleri bir gerçektir. Ticarileşme Avrupa'da geleneksel politik yapıları yıkacak kadar ileri gitti. Ama orada bile taşradaki mal üretimi üzerinde sınırlı bir etkisi vardı. Kapitalist yapılar her ne kadar ticaret sistemlerine egemen olsalar ve büyük devletlerin politikala­ rını şekillendirseler de hala üretime egemen değillerdi. Bu konuda Charles Tilly şöyle yazmıştır "Tarihin büyük bölümü boyunca kapitalistler gerçekten de üre­ timi doğrudan örgütleyenler olarak değil de en çok tüccar girişimci ve yatırımcı olarak çalışmışlardır. " 103 Bu 1 700' de bilt: geçerli bir gözlemdi. Kapitalizm ticareti dönüştürüyordu ama kitlesel üretim yöntemlerini henüz dönüştürmemişti. Üreti­ min temel birimi hala haneydi: ev endüstrisinde ve çifdikte köylü hanesi, kentlerde de zanaatçı hanesi. Her ne kadar aldıkları ücretler onlar için giderek daha büyük önem kazanıyor olsa da bu insanlar tam olarak ücretli işçi değillerdi. Dolayısıy­ la ticari yöntemler ve tutumlar hala küçük ölçekli ve geleneksel kalmış üretimi önemli ölçüde etkileyemiyordu. Avrupa'nın toplumsal yapıları da aslında birçok açıdan geleneksel kalmıştı. Bu en açık biçimde tarımın ve köylülüğün hala egemen oluşundan anlaşılıyordu. Yani 1 8. yüzyılda geleneksel haraççı yapıların egemen oldukları küresel bir dünya sistemi vardı. Bununla birlikte bu sistemin bütün bölgeleri uzun ve giderek hızlanan bir bilgi ve kaynak -özellikle ticari kaynak- birikim sürecinin sonucun­ da oldukça ticarileşmiş durumdaydı. Dahası bazı bölgelerde, özellikle Avrupa'da, kapitalist yapılar devlet yapılarına ve yönetim politikalarına egemen olacak kadar güçlüydüler. Hatta bu neo-kapitalist devlet yapılarından bazıları başlıca haraççı devletlerle askeri açıdan yarışacak denli güçlenmişti. Bu bileşim -yani halihazırda oldukça ticarileşmiş ve bazı bölgelerindeki politik yapıları da dönüştürülmüş bir dünya sistemi- itici gücü kapitalizmin dinamik zorunlulukları olan bütün bir dün­ ya sisteminin hızlı bir şekilde oluşmasının ön koşullarını sağladı.

İleri Okuma Dünya tarihinin son 1 000 yıllık bölümünü konu alan çok büyük ve zengin bir literatür vardır ama hala görüş birliğine varılmamış daha birçok temel konu da bulunur. Song Hanedam'nın ekonomik büyümesini en iyi işleyen eserlerden biri Mark Elvin'in The Pattern of the Chinese Past'idir ( 1 973). Robert Lopez'in The Commercial Revolution of the Middle Ages, 950- 1 350 ( 1 971) adlı kitabın­ da ortaçağ Avrupa'sının büyümesinin ve bunun öneminin Avrupa merkezci bir açıklaması yer alır. Benzer bir başka kitap da Carlo Cipolla'nın Before the lndustrial Revoluti­ on'ıdır (2. Baskı, 1 98 1 ). Eric Jones, The European Miracle, (2. Baskı, 1 98 7) ve Growth Recurring ( 1 988) adlı çok etkili iki çalışmayla moderniteye yol açan kü­ resel süreçler üzerine yapılan tartışmalarda yeni bir raunt başlattı. Tepki uyandı-

KÜRESELLEŞME, TICARILEŞME VE INOVASYON

373

ran bu çalışmalara birçok yanıt verilmiştir. Yakın tarihli bazı çalışmalarda artık Avrupa'nın rolü küçük gösterilirken, modern çağın başlarında Doğu Asya'daki yüksek üretkenlik düzeylerine ve yüksek yaşam standartlarına vurgu yapılıyor. Bu konuda en yakın tarihli çalışmalardan bazıları Janet Abu-Lughod'un Before Euro­ pean Hegemony'si ( 1 989), Andre Gunder Frank'ın ReOrient'i ( 1 998), Kenneth Pomeranz'ın The Great Divergence'ı (2000) ve R. Bin Wong'un China Transfor­ med'udur ( 1 997). Alfred Crosby, The Columbian Exchange ( 1 972) ve Ecological Imperialism (Dünya Benimdir, 1 986) adlı kitaplarında Afro-Avrasya ile Amerika dünya bölgelerinin hem kendi içlerindeki hem aralarındaki ekolojik değiştokuşları vurgular. William McNeill'in The Pursuit of Power ( 1 982) ve Geoffrey Parker'ın The Military Revolution (2. Baskı, 1996) adlı çalışmalarında modern çağın baş­ larında gerçekleşen askeri devrim incelenir. Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990-1 992'de (gözden geçirilmiş baskı, 1 992) son binyıl için­ de Avrupa'da devletlerin oluşumunu açıklar.

375

13 Modern Dünyanın Doğuşu

Son 250 yıl içinde Modern Devrim dünyayı dönüştürdü. Tablo 13.1, Tablo 13.2'de ve Şekil 1 3 . 1 'de bu çağın büyük bölümündeki endüstriyel üretimierin karşılaştırılması veriliyor. Bunların gösterdiği ilk şey, küresel endüstri üretiminin neredeyse 100 kat artmış olduğudur. Tablo ve şekillerdeki sayılar kuşkusuz ol­ dukça yuvarlaktır: Ham istatistiklere ve "endüstriyel potansiyel" tanımlarına da güvenilemez. Ayrıca bütün ülkeler de dikkate alınmamıştır. Ama her şeye rağmen, bu tablolardan çıkarılacak genel sonuçlar çok açıktır ve ayrıntılarda yapılabilecek önemli düzeltmeler bile onları değiştirmez. Büyük tarihin ölçeklerinden bakıldığında, bu tablolardaki büyük değişiklikler hem evrensel hem anlık görünür. Ama onları hakkıyla değerlendirebilmek için daha küçük bir mercek kullanmalı ve dünyanın değişik bölgelerindeki dönüşüm­ lerin yapısı ve zamanlaması üzerine çalışmalıyız. Bir ya da iki yüzyıllık zaman ölçeklerinde dönüşümün net bir sıralanışı vardır. Bu sıralanış Modern Devrim'in yapısını ve etkisini kesinlikle etkilediği için önemlidir. Kendilerini yeni küresel de­ ğiştokuş ağının aktarma merkezinde bulan bölgeler yüksek inovasyon hızlarını ve moderniteye özgü olağanüstü enerji akışlarını en önce deneyimleyen yerler oldu­ lar. 1 9. yüzyılın sonunda endüstrideki lider konumları, onlara kesin bir ekonomik, politik ve askeri üstünlük sağladı ve böylece dünyanın her yanında modernitenin yapısını ve doğasını şekillendirme olanağı verdi. Dönüşüm kendini ilk önce Batı Avrupa'da gösterdi. Bir asır içinde Avrupa'nın büyüme hızları ile toplumsal ve politik yapılarında devrim yarattı. Bu değişimler de Avrupa'nın küresel dünya sistemi içindeki rolünü temelden değiştirdi. 1 750'de Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve İtalya toplam olarak küresel endüstri üretimi­ nin yaklaşık % 1 1 'ini gerçekleştiriyorlardı. 1 880'de neredeyse %42'sini gerçekleş­ tirdiler. Bugünün "gelişmiş dünyası" 1 750'de küresel üretimin yaklaşık %27'sini gerçekleştirirken, 1 860'ta %63'ünü ve 1 953'te de neredeyse % 94'ünü gerçekleş­ tirir hale geldi. Endüstrileşmenin birinci yüzyılı boyunca liderlik rolünü Birleşik Krallık üstlendi. 1 750'de Birleşik Krallık küresel üretimin %2'sinden daha azını gerçekleştiriyordu. 1 8 80'de bu oran %20'yi aştı.

(o) -..ı m

Tablo 1 3 . 1 Toplam endüstri potansiyeli, 1 750- 1 980 ( 1 900'deki Birleşik Krallık = 1 00).

1 750

1 800

1 830

1 860

1 880

1900

1913

1 928

1 938

1 953

1 963

1 973

1980

34

47

73

1 43

253

48 1

863

1 .259

1 .562

2.870

4.699

8.432

9.7 1 8

Birleşik Krallık

2

6

18

45

73

1 00

1 27

1 35

181

258

330

462

44 1

Almanya

4

5

7

l l

27

71

1 38

1 58

214

ı so

330

550

590

Fransa

5

6

10

18

25

37

57

82

74

98

1 94

328

362

i talya

3

4

4

6

8

14

23

37

46

71

1 50

258

319

Rusya/SSCB

6

8

lO

16

25

48

77

72

1 52

328

760

1 .345

1 .630

ı

5

16

47

1 28

298

533

528

1 .373

1 .804

3.089

3.475

5

5

5

6

8

13

25

45

88

88

264

819

1 .00 1

Ücüncü Dünya

93

99

1 12

83

67

60

70

98

1 22

20�

439

927

1 .323

Çin

42

49

55

44

49

34

33

46

52

71

1 78

369

553

Hindistan/ Pakistan

31

29

33

19

9

9

13

26

40

52

91

1 94

254

1 27

1 46

1 85

226

320

541

933

1 .357

1 .684

3.070

5. 1 3 8

9.359

1 1 .04 1

Gelişmiş

ABD Japonya

Dünya

L. Turner vd., The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years (Cambridge, 1990), s. 58 ve Paul Bairoch, "International Industrialization Levels from 1705 to 1980", Journal of European Economic History l l (1 982): 292, 299. sayfaları temel alınmıştır. NOT: Bu sayıların içinde endüstriyel üretimle birlikte el sanadarı da yer almaktadır. Sayılar yuvarlanmıştır ve 1913, 1928 ve 1938 hariç üç yıllık onalamalara dayanmaktadır. Yuvarlama hataları yüzünden Dünya hanesindeki sayılar ile Gelişmiş ve Üçüncü Dünya hanelerindeki sayıların toplamları uyuşmayabilir. Bu iki kategorideki sayılar elde edilirken yukarıdaki listede olmayan ülkelerden de yararlanılmıştır. KAYNAKLAR: Daniel R. Headrick, "Technological Change", (ed.) B.



:;::

> z :I: > :D =r > > ;1:1

Tablo 1 3.2 Toplam endüstri potansiyeli, 1 750- 1 980 (küresel toplarnın yüzdesi olarak). 1 750

1 800

1 830

1 860

1 880

1 900

1913

1 928

1938

1 953

1 963

1 973

1 980

26,8

32,0

39,7

63,3

79, 1

88,9

92,5

92,8

92,8

93,5

9 1 ,5

90, 1

88,0

Birleşik Krallık

1 ,6

4, 1

9,8

ı 9,9

22,8

ı a,5

ı 3,6

ı o,o

ı o, 7

8,4

6,4

4,9

4,0

Almanya

3,2

3,4

3,8

4,9

8,4

ı 3, ı

ı 4,8

ı ı ,7

ı 2,7

5,9

6,4

5,9

5,3

Fransa

3,9

4, ı

5,4

8,0

7,8

6,8

6, ı

6,0

4,4

3,2

3,8

3,5

3,3

ltalya

2,4

2,7

2,2

2,7

2,5

2,6

2,5

2,7

2,7

2,3

2,9

2,8

2,9

Rusya/SSCB

4,7

5,4

5,4

7, ı

7,8

8,9

8,3

5,3

9,0

ı o,7

1 4,8

1 4,4

ı 4,B

0,7

2,7

7, ı

ı 4,7

23,7

3 ı ,9

39,3

3 ı ,4

44,7

35, ı

33,0

3 ı ,5

3,9

3,4

2,7

2,7

2,5

2,4

2,7

3,3

5,2

2,9

5, ı

8,8

9, ı

Ücüncü Dünya

73,2

67,3

60,9

36,7

20,9

l l,ı

7,5

7,2

7,2

6,5

8,5

9,9

ı 2,0

Çin

33, ı

33,3

29,9

ı 9,5

ı 2,5

6,3

3,5

3,4

3,1

2,3

3,5

3,9

5,0

Hindistan/ Pakistan

24,4

ı 9,7

ı 7,9

8,4

2,8

1 ,7

1 ,4

ı ,9

2,4

1 ,7

1 ,8

2, ı

2,3

1 00

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

ı oo

1 00

Gelişmiş

ABD Japonya

Dünya KAYNAK: Tablo 1 3 . 1 .

;::: o o m :ı:ı z o C:• z

� z z

§.

c: o(J) c: Co) ....ı ....ı

378

ZAMAN HARITALARI

Endüstriyel gücün değişen dengesi askeri ve politik güç dengesinde de devrim yarattı. 1 800'de Avrupalı güçler dünyadaki karaların % 35'ini kontrol ediyorlardı. 1 914'e gelindiğinde bu oran % 84'e çıktı.1 Daha az kesin olmakla birlikte gücün demografik dengesi de dönüştü. Tablo l L l 'deki sayılar 1 000 ile 1 800 yılları ara­ sında Avrupa'nın dünya nüfusundaki payının % 1 2 ile 1 4 arasında dalgalandığını ( 14. yüzyılda geçici olarak % 1 6'ya yükselmiştir) gösteriyor. Sonra 1 900'de % 1 8'e yükseldi ve 20. yüzyılın sonunda da %9'a düştü. Bu sayılarta Avrupa'nın demog­ rafik önemi olduğundan az görülüyor. Çünkü Avrupa'yı terk edip Amerika kıta­ larında ve Avustralasya'daki yeni-Avrupalaca yerleşen milyonlar göz ardı ediliyor. 19. yüzyılın büyük bölümü boyunca endüstrileşme bir Avrupa olgusu gibi gö­ ründü. Ne var ki 20. yüzyılda, Atiantik ekonomilerinin aktarma merkezlerinin dışındaki üretim de yükselmeye başlayınca aslında küresel bir olgu olduğu an­ laşıldı. Avrupa ve Atiantik toplumlarının nüfusları, ekonomileri ve askeri güçle­ ri büyüdükçe diğer bölgelerdeki yönetimler de Avrupa'nın ekonomik, politik ve askeri başarılarını taklit etmeye çalışmaları gerektiğini anladılar. Hem onların bu yöndeki çabalarının hem dünyadaki artan ekonomik ve kültürel bütünleşmenin sonucu olarak Avrupalı modernite örüntüleri dünyanın geri kalanına zorla benim­ serildi. Bu değişimierin büyüklüğü ve hızı (Neolitik Çağ'daki değişik bölgelerde gerçekleşen birbirinden ayrı dönüşümleri çağrıştıracak) bağımsız bölgesel endüstri devrimlerinin önünü kesti. Onun yerine tıpkı öncü tarım bölgelerinin teknolojile­ rinin tarım çağının başındaki bölgesel alışveriş ağları içinde taklit edilen şablonlar sunması gibi, Avrupalı modernite örüntüleri de küresel endüstrileşme şablonları sundu. Günümüzde dünyanın her yanındaki iş insanlarının kaftan değil de takım elbise giyiyor olmaları ya da İngilizcenin iş yaşamında ve diplomaside evrensel bir dil haline gelmesi hiç de rastlantı değildir. Dönüşümler neden ilk önce Avrupa'da belirginleşti? Avrupa dönüşümü, ne­ den Song dönemi ekonomi devrimi gibi sönmedi? MS 1 . yüzyılda ağırlıklı olarak Avrupa ve Kuzey Amerika'yla sınırlı olan modernitenin ratası nasıl şekillendi? Bu ilk dönüşümlerin temel özellikleri nelerdi? İşte, bunlar bu bölümde ele alınacak başlıca sorulardır. Moderniteye ilk geçişlerin taşıdığı önem nedeniyle bu bölümün geri kalanında Batı Avrupa'nın ve Kuzey Atiantik'in aktarma merkezlerine yoğunlaşılacaktır. An­ laşılabilirlik adına modern devrimin üç yönü -ekonomik değişim, politik değişim ve kültürel değişim- ayrı ayrı incelenecektir. Gerçekte bunlar korkunç bir hızla gerçekleşen tek ve karmaşık bir dönüşümün farklı yönleridir.

Britanya'da Ekonomik Devrim Ekonomi tarihçileri ekonomik değişimin ayrıntılarına odaklandığında (Patrick O'Brien'ın deyişiyle tarihsel "noktacılık" yaptığında) birçoğu tıpkı arkeologların "Neolitik Devrim" düşüncesini sorgulaması gibi, "endüstri devrimi" kavramını sorgulamıştı. Yakından bakıldığında, büyük örüntüler değil de ayrıntılar dikkat

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

379

1 00

·;;; .. -o N

80

,,

>c:

2

60

E o a.

40

1i ,,!!! �

20

o ı-

o co o-

-

o 1 750

1 800

1 830

-

-

1 860

1 880

Yıl



1 980



1 900

1

1 930

1 950

1 980

Dünya GMH'si baz alınmışhr.

Şekil 13.1 Küresel endüstri potansiyeli, 1750-1980 (Tablo 1 3.2'nin verileri temel alınarak hazırlanmıştır).

çeker. Ama dünya tarihinin geniş açılı perspektifinden bakıldığında, ekonomik değişimierin devrimci doğasını gözden kaçırmak zordur. Yakın tarihli bir araştır­ masında O'Brien şöyle yaznuştı: Ekonomik değişim hızlarının ölçümü için kurulan ve yeniden kurulan bütün göster­ gelerde, 1 9. yüzyıl ile 1 8. yüzyılın ilk yarıları karşılaştırıldığında, bariz bir süreksizli­ ğin (kesikliğin) yaşandığı ara döneme yönelik kanırların çok belirgin olduğu görülür. O ivmelenme düzeyinin bir benzeri ne Britanya'da ne Avrupa'nın bir başka yerinde ne Amerika'da gerçekleşmiştir. Kısacası 1 750 ile 1 850 arasında ingiliz ekonomisinin uzun eri m li büyüme hızı tarihsel açıdan benzersiz ve uluslararası açıdan da dikkat çekiciydi. 2 Endüstri Devrimi'nin ilk aşamalarını incelerken Britanya'ya odaklanacağım. Bu Britanya'nın tipik bir örnek olduğu anlamına gelmiyor. Tersine, üstünlüğü onun atipik olmasını sağlamıştır.1 O'Brien ile Çağlar Keyder her ne kadar Britan­ ya'nın izlediği yoldan farklı olsa da Fransa'nın moderniteye giderken izlediği yo­ lun, hiçbir nesnel ölçüte göre, " ikinci derece" olmadığını ileri sürmüşlerdi. Fransız köylülüğü daha uzun yaşamış hatta Fransız Devrimi'nden sonra konumunu biraz daha da sağlamlaştırmıştı. Sonuç olarak Fransız tarımı 1 9. yüzyıla girerken İngi­ liz tarımına göre daha geleneksel kalmıştı. Toplumsal yapıları da olasılıkla daha eşitlikçiydi. Yine de iki ülkenin uzun erimli üretimlerinin büyüme hızları arasında 1 780 ile 1 9 14 arası için kayda değer bir fark yoktur.4 inavasyon hızlarında da yoktur. Stratejik teknoloji atılımlarının çoğu İngiliz değil, " Batılı"dır. Buhar maki­ nesinin tasarımındaki ilk gelişmeler; Fransa'da Jacquard dokuma tezgahının icadı ( 1 80 1 ) -ki dijital programlamaya (mekanik kontrolün bir biçimi olarak) öncülük etmiştir; ABD'de çırçır makinesinin icadı ( 1 793 ) ; yine öncülüğü Fransa'da yapılan

380

ZAMAN HARITALARI

yeni ağartma işlemleri ( 1 784); porselen imalatı ( Meissen, 1 708); yeni cam yapım teknikleriyle, kağıt yapım teknikleri; kağıt yapımcısı Montgolfier Kardeşler'in Güney Fransa'daki Antonnay'de kontrollü ilk uçuşu gerçekleştirmesiyle birlikte havacılığın doğuşu ( 1 783) bu teknolojik atılımlardan bazılarıdır. Ama yine de ekonomik dönüşümün en yoğun çalışıldığı bölge Britanya'ydı (bkz. Tablo 1 3.3). Aynı zamanda bu dönüşümlerin devrimci doğasının çağdaşlar için ilk belirginleş­ tiği bölgeydi. Fransız devrimeisi Blanqui, Britanya'da yaşanan ekonomik dönüşü­ mün Fransız Devrimi'nin daha göze çarpıcı politik ve toplumsal değişimleri kadar devrimci olduklarını vurgulamak için 1 837'de endüstri devrimi terimini kullandı.5 Dolayısıyla harekete geçiş anını ve bölgesel ölçekte ne anlama geldiğini gözlemle­ yebilmek için Britanya uygun bir yt:rdir. Ne yazık ki Blanqui'nin terimi endüstriyel değişimin önemini biraz abartmak­ tadır. Britanya'da endüstriyel üretim yöntemlerindeki değişimler üç parçalı ekono­ mik devrimin yalnızca bir parçasını oluşturuyordu. Birincisi kapitalizme özgü top­ lumsal sınıfların ve ekonomik değiştokuş sisteminin ortaya çıkmasıyla, ekonomik etkinliklerin içinde yer aldığı toplumsal ve politik yapılar dönüştü. İkincisi tarım üretiminin asıl amacının geçim sağlamak değil de kar etmek olması ve yaygınla­ şan inovasyonların tarımsal üretkenliğini yükseltmesi tarım sektörünü dönüştür­ dü. Her ne kadar tarımdaki teknolojik değişimler, endüstridekiler kadar şaşırtıcı olmasa da gerçek etkileri daha büyüktü -en azından 1 9. yüzyılın başından önce böyleydi. N. F. R. Craft 18. yüzyılın büyük bölümünde tarımsal üretimin de en azından endüstri üretimi kadar hızlı, hatta zaman zaman ondan da hızlı arttığını ileri sürmüştür.6 Üçüncüsü, makineleşmeye ve yeni güç kaynaklarının (kömür ve buhar gibi) kullanımına dayanan yeni üretim yöntemleri İngiliz imalatının birçok sektörünün -özellikle pamuk, kömür ve demir- üretkenliğinde ve ölçeğinde dev­ rim yarattı. Üretkenlikteki bu muazzam artışın büyük bölümü, içinde eski çağların güneş enerjisi depolanmış fosil yakıtların devasa rezervlerinin kullanılmaya başla­ ması sayesinde oldu.

Toplumsal Bağlam Tıpkı Afro-Avrasya'nın birçok bölgesi gibi 1 8 . yüzyıl Britanya'sı da son derece ticarileşmişti. Ama bu durum özellikle iki açıdan, kırsal toplum yapıları ve yöne­ tim yapıları açısından böyleydi. Destekleyen yönetimler ve seçkinler, en azından Endüstri Devrimi'nin ilk aşamalarında İngiliz girişimcilerin (aralarında başka yer­ lerde geliştirilenlerin de olduğu) yeni teknolojileri neden bu kadar etkili kullandık­ larını açıklar.? Britanya'nın 1 8 . yüzyılın küresel değiştokuş ağlarındaki stratejik konumunun coğrafi konumuyla kesinlikle ilişkisi vardı. Britanya yeni küresel dünya sistemi­ nin merkez üssündeydi. Ülkenin fiziksel konumu İngiliz yönetimlerinin ticarete olağanüstü ilgi duymasını sağlıyordu. Ama görmüş olduğumuz üzere, İngiliz yö­ netimleri zaten böyle bir dönüşüm için gereken uyarianınayı daha önceden ge-

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

381

Tablo 1 3 .3 Britanya'nın ekonomik büyüme hızı tahminleri ( 1 700- 1 83 1 ) . Yıl

Ulusal Üretimin Büyüme

Kişi Başına Düşen Ulusal Üretimin

Hızlan

Büyüme Hızlan

Ulusal

i kiye

Kişi Başına Ulusal

ikiye Katianma

Üretim

Katianma

Üretim

Süresi (yıl)

(yıllık yüzde)

Süresi (yıl)

(yıllık yüzde)

1 700- 1 760

0,69

1 00

0,3 1

223

1 760-1 780

0,70

99

0,0 1

693 1

1 78().. 1 80 1

1 ,3 2

53

0,35

1 98

1 80 1 - 1 83 1

1 ,97

36

0,52

1 34

NOT: "Ulusal üretim" tarım, endüstri ve hizmet sektörlerinin tahmini toplam üretimleridir. KAYNAK: Uyarlandığı yer: N. F. R. Craft, British Economic Growth during the industrial Revolution (Oxford, 1985), s. 45.

liştirmişlerdi. Britanya'nın üst düzey ticarileşmişliği, büyük ölçüde birbiri ardına gelen (ve denizaşırı ülkelerde İngiliz ticari çıkarlarını koruyan önemli tüccarlarca ve soylularca desteklenen) hükümetlerin ısrarcı ve saldırgan mali-askeri yatırım­ Iarına dayanıyordu. 8 Hükümetin hem ülkede hem denizaşırı ülkelerdeki ticareti desteklemek için haklı nedenleri vardı çünkü 1 8. yüzyılda gelirlerin büyük bölümü gümrüklerden ve çeşitli vergilerden sağlanıyordu. Bank of England'ı kurarak ve denizaşırı genişlemeyi destekleyerek kendi çıkarını olduğu kadar, büyük ve etkili ticaret seçkinlerinin de çıkarlarını koruyordu. Ming Çin'iyle olan karşıtlık çok çarpıcıydı. Ming Çin'inde yönetim ticari etkinlikleri hor görürdü; gelirler asıl ola­ rak toprak vergisi gibi ticaret dışı geliriere dayanırdı ve dış ticaretin desteklenmesi de reddedilirdi. Ama iki toplum arasındaki coğrafi karşıtlık da çarpıcıydı. Biri küresel değiştokuş ağının merkezinde, öteki eski devasa ama küresel olmayan bir değiştokuş ağının kenarında yer alıyordu. Ticari etkinlikler İngiltere'nin kırsal toplumunu da dönüştürmüştü. Tudor ve Stuart İngiltere'sinde bile kırsal bölgelerdeki topraksız işçiler nüfusun %25'i ila 35'i kadar bir bölümünü oluşturuyordu.9 1 640'lı yıllarda bir İngiliz yazar "İngil­ tere'nin kilise cemaatlerinin dörtte biri sefalet içindedir ve (hasat zamanı dışında) geçimlerini sağlayamazlar" iddiasında bulunmuştu. İngiliz istatistikçi Gregory King'in çığır açıcı tahminlerine dayanan son araştırmalara göre 1 688'de nüfusun yaklaşık %43'ü geçimlerini tam olarak sağlayamayacak denli az kazanan ve "ku­ lübelerde yaşayan yoksullardan", yani "vasıfsız işçilerden" oluşuyordu.10 Bu in­ sanların çoğunun hiç toprağı yoktu. Olanların da toprağı, geçimlerini sağlayacak kadar büyük değildi. Bu da onları (Marx'ın deyişiyle) proleter yapıyordu. Birçoğu hızla büyüyen kentlere göçtü. 1 700'de Büyük Britanya nüfusunun % 1 0'u Lond­ ra'da yaşıyordu. Buradaki yaşam koşulları köydekilerden birçok açıdan daha kö-

382

ZAMAN HARITALARI

tüydü. Gregory King'e göre binde 42'lik bir ölüm oranı vardı. Ama en azından iş bulma şansı oluyordu.11 18. yüzyılın başında İngiliz ekonomisinin en önemli sektörleri hangileriydi? Modern tahminlere göre ulusal gelirin %37'si tarımdan, %20'si endüstriden, % 16'sı ticaretten ve %20'si de kira ve hizmet gelirlerinden geliyordu; kalan %7 de hükümet gelirleriydi. Bir başka deyişle Britanya'da kazanılan gelirlerin yarıdan çoğu endüstriden, ticaretten ve kiralar ile hizmetlerden elde ediliyordu.12 Nüfu­ sunun hemen hemen yarısının başlıca geçim kaynağının tarım değil de ücretlerio oluşuyla ve ulusal gelirlerin %50'den çoğunu ticari etkinliklerden sağlayan ulusal ekonomisiyle İngiliz toplumu geleneksel haraççı toplumdan çok, ideal kapitalist topluma benzerneye başlamıştı. Büyümenin toplumsal yapı modelleri inovasyonun bu tür ortamlarda serpilip gelişeceğini öngörür ve gerçekte gördüğümüz tam da budur.

Tanm Hepsinden önemlisi ticari tutumların ve yöntemlerin tarım sektöründe -ki mo­ dernizm öncesi toplumlardaki en önemli sektördür- yaygınlaşmasıydı. 1 7. ve 1 8. yüzyıllar boyunca uygulanan kapitalist yöntemler İngiliz tarımını dönüştürmeye başladı. Bu çok önemli bir gerçekti çünkü bütün geleneksel tarım uygarlıklarında olduğu gibi İngiliz ekonomisinin de motoru hala tarımdı. 1 8. yüzyılda Britan­ ya'nın en büyük üretim sektörüydü; ülkenin büyük bölümünün yiyeceğini, giye­ ceğini ve hammaddesini sağlıyordu. 1 7. ve 1 8. yüzyıllarda toprak mülkiyetinin değişen toplumsal yapısı (her ne kadar modern standartiara göre yavaş olsa da) dünya tarihi ölçeğinde devrimsel bir teknolojik dönüşümü harekete geçirdi. Tarım uygarlıklarının çoğunda tarımın temel işlevi toprağı işleyenleri doyur­ maktı. Ne var ki İngiltere'de yaklaşık iki yüzyıldır gitgide daha çok toprak, onu ge­ çim kaynağı olarak değil de bir kazanç kaynağı olarak gören büyük toprak sahiple­ rinin eline geçti. Bu sırada giderek artan sayıda küçük köylü topraklarından edildi ya da çayırları, otlakları ve ormanları (geleneksel) kullanma hakkından mahrum bırakıldı. 1 6. yüzyıldan beri yönetimler büyük ve güçlü toprak sahipleri yaratmak için periyodik olarak çit/emelere -toprak sahiplerinin geleneksel toprak haklarını görmezden gelmesini sağlayan süreçler- izin vermek suretiyle bu değişimleri des­ tekledi. İngiliz topraklarının muhtemelen yarısı 1 8 . yüzyılın ortasından önce çev­ rilmişti. Asıl olarak Parlemento'dan geçen yasalarla yüzyılın sonlarına doğru süreç büyük ölçüde tamamlandı. Sonuçta İngiliz köylü sınıfı tarihe karıştı ve Britanya bir köylü sınıfı olmadan büyüyüp gelişen büyük ölçekli ilk toplum oldu. Taşrada yaşayanların büyük bölümü için bu değişimler yıkıcıydı. Artık kendi başlarına ürettikleriyle geçinerneyen taşra aileleri kendilerini değişken ve güvenil­ mez emek piyasasının ellerinde buldular. W. G. Hoskins tek bir İngiliz köyündeki, Leicestershire'daki Wigston Magna'da yaşanan değişimi tarımdaki "gelişmelerin" para getirdiği ama refah getirmediği şeklinde tanımlıyor ve şunları söylüyor:

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

383

Bütün köyün ev ekonomisi kökten değişti. Bundan böyle köylüler geçinebilmeleri için gerekenleri güçlü kollarını kullanarak topraktan ve kırsal bölgelerindeki kaynak­ lardan çıkaramaz oldular. Kendi kendine yeterli köylüler gereksinimleri olon şeyleri artık dükkônlardan parayla satın alan tüketicilere dönüştüler. 1 6. yüzyılda gerekli olan ama yalnızca marjinal bir yeri olan para, artık yaşamın sürdürülebilmesi için gereken tek şey haline geldi. Ticaret ekonomisi köylü ekonomisinin yerini aldı. Artık her çalışma saatinin parasal bir karşılığı vardı. Ücretli çalışanın geri dönebileceği hiçbir toprağı da kalmadığı için işsizlik tam anlamıyla felaket demekti . Elizabethçi efendisinin zaman zaman paraya gereksinimi olabilirdi ama kendisinin hemen her gün ve yılın her haftası paraya gereksinimi vardı.13 Wigston Magna için 1 765 çitleme yasası tam bir felaketti. Küçük toprak sahip­ leri ya da sakinleri yaklaşık altmış yıl içinde ortadan yok oldular ve taşra işçilerine yani düşük ücretli işgücüne dönüştüler. 14 Köylülerin varlıkları azaldıkça, onların eski toprak sahiplerinin varlıkları ço­ ğaldı; böylece çiftiikierin ortalama büyüklükleri de genelde arttı. South Midlan­ ds'te 40 hektardan büyük çiftiikierin 17. yüzyılın başında % 1 2 olan oranı, iki yüzyıl sonra yaklaşık %57'ye yükseldi.15 Bu sayılar Modern Devrim sırasında eşitsizlik uçurumunun ne kadar hızlı derinleşebildiğini gösteriyor. Tarım uygar­ lıklarının çoğunda nüfusun büyük bölümünün işlenebilir topraklara erişimi vardı. Bu erişimi sağlayan, tarımda üretkenlik düzeyinin düşük oluşuydu; çünkü toplum­ ların işgüçlerinin büyük bölümünü yiyecek üretimine ayırması gerekiyordu. Ama artık toprak bir azınlığın elinde toplandı. Değişen mülkiyet örüntüleri tarımsal üretim ekonomisinde devrim yarattı. Çünkü büyük ölçekte tarım yapanlar, ola­ sılıkla ürettiklerini yiyemiyorlardı; kazanç için tarım yapmak zorundaydılar. Do­ layısıyla toprak sahipliğinin boyutlarındaki artış, İngiliz tarımındaki ticarileşmeyi dolaylı olarak gösteren iyi bir ölçüdür. Bu ölçekte ticarileşme hem toprağa karşı tutumları hem onunla ilgili yöntemle­ ri değiştirdi. Çitleneo topraklardan kazanç sağlamak için toprak sahipleri pazara yönelik üretim yapmak ya da ticari "çiftçiler"e -pazar için üretim yapan ve ka­ zançlarının bir bölümüyle kiralarını ödeyen kiracılara- başvurmak zorundaydı­ lar. Her iki yaklaşım da tarımı hayatta kalma aracından çok, bir işe dönüştürdü. Ama ikinci yol, kazançlarının keyfini süren aristokrat toprak sahiplerinin ince­ likten yoksun para kazanma işlerine belli bir mesafede durmalarını sağlıyordu. Eric Hobsbawm şöyle bir sonuca varır: "Elimizde hiçbir güvenilir sayı yok ama 1 750'de İngiliz toprak sahipliğinin kendine özgü bir yapıya büründüğü çok açık­ tır: Birkaç bin toprak sahibi vardır ve bunlar on binlerce çiftçiye topraklarını kira­ lar. Bunlar da zamanlarının büyük bölümünde ücretli olarak çalışan yüz binlerce tarım işçisiyle, hizmetçiyle ve küçük toprak sahibiyle birlikte toprakları işlerler."16 Toprağı kontrol etme yöntemindeki değişiklikler tarım tekniklerinde bir devri­ me yol açtı. Ticari çiftçilerin rekabet yaşanan pazarlara yönelik üretim yapmaları gerekiyordu. Dolayısıyla hem çok hem verimli üretmeliydiler. Ama bunun ya-

384

ZAMAN HARITALARI

nında daha verimli üretim yöntemlerine yatırım yapabilecek sermayeye de köy­ lü çiftçilere göre daha kolay erişilebiliyorlardı. Son olarak, çitlemenin ardından, küçük üreticilerin erişemeyecekleri modern tarım yöntemlerini kullanarak, ölçek ekonomisinden yararlanmalarını sağlayacak büyük arazi parçalarına erişebildi­ ler. Kuşkusuz 1 7. yüzyılın sonları ile 1 8 . yüzyılda kullandıkları yöntemlerin çoğu yeni değildi. Gelinen noktada mevcut yöntemlerin verimli bir şekilde uygulanması en güvenilir yoldu. Gerçekten de tarım makinelerinin ve suni gübrelerin modern tarım teknolojisindeki dönüşümü başlatması 1 9. yüzyıla kadar gerçekleşmedi. Ondan önce girişimci çiftçilerin tanıttığı yeni yöntemlerin çoğu Ortaçağ'dan beri biliniyordu ve Avrupa'nın çeşitli kesimlerinde zaten kullanılıyordu. Britanya'da yeni olan, bu yöntemleri benimseyenlerin, bunlara yatırım yapanların ve bunları verimli bir şekilde kullananların sayısıydı. İngiliz çiftçileri Çukur Ülkeler'deki (Belçika, Hollanda, Lüksemburg) çiftçi­ lerin Ortaçağ'dan beri öncülüğünü yaptıkları ve genellikle "yeni ziraat" olarak bilinen yöntemleri almışlardı. Bunlar tarımı ve hayvancılığı birleştiriyor, alınan ürünü artırıyor ve nadasa bırakılacak araziyi de azaltıyordu. Birçok çiftçi yonca ve turp gibi nadas bitkileri ekmeye başladı. Turp sığırları besliyor ve hayvan sayısının artmasını sağlıyordu. Daha çok hayvan, daha çok doğal gübre demekti. Etkili azot bağlayıcılar olan baklagiller de toprağın yenilenmesini sağlıyordu. Yeni ürün ro­ tasyonları birim alanda yetiştirilen mahsulü ve hayvan sayısını artırdı. Ama daha birçok değişiklik oldu. Toprak ıslahında ve sulamada gelişmiş yöntemler kullanıl­ dı, besicilik daha sistemli yapıldı. Hepsi de ticarileşmiş tarımın çok miktarda ama düşük maliyetli ürün elde etme gereksinimi nedeniyle gerçekleşti. Bu değişiklikler yaygınlaştıkça İngiliz tarımının üretkenliği arttı ve tarım işçile­ rinin oranı düştü. Tarım istihdamının payı düşerken, tarımın ulusal gelire katkısı 1 700 ile 1 800 arasında yaklaşık % 3 7 olarak kaldı. 1 7 İngiliz tarımının üretim mik­ tarı 1 700 ile 1 850 arasında 3,5 kat arttı ama tarım sektöründe çalışan erkek işgü­ cü % 6 1 'den ( 1 700'de) yaklaşık % 29'a ( 1 840'ta) düştü. 1 840'ta bir erkek tarım işçisinin Britanya'da yılda 1 7,5 milyon kalari ürettiği tahmin ediliyor. Bu miktar Fransa'da 1 1 ,5 milyon kaloriydi ve Avrupa ülkelerinin çoğunda daha da düşük­ tü.18 Tablo 1 3 .4'te belli başlı ürünlerdeki artış görülüyor. 1 8 . yüzyılda İngiliz tarımında yaşanan üretkenlik artışının çok büyük bir öne­ mi vardı. Bu, her şeyden önce hızlı bir nüfus artışına olanak tanıdı. Craft'ın hesaplarına göre 1 8 . yüzyılda üretkenlik, Malthus'un gözlemlediği nüfus artış hızını destek­ leyecek kadar hızlı arttı. Ama 1 9 . yüzyılda üretkenliğin artış hızı daha da büyük oldu ve bu sayede İrlanda'dan Hindistan'a, Pakistan'a ve Çin'e kadar dünyanın diğer birçok kesimini vuran ciddi bir Malthusçu kriz burada engellendi.19 Bri­ tanya'da artan nüfus tarım ürünleri pazarlarını genişletti; yatırımları teşvik etti; ekonominin tarım dışı sektörleri için daha çok işgücü sağladı. Neden bu kadar büyük ticari sermaye, toprağın çekimine kapıldı? Bunun ya­ nıtlarından biri nüfus artışının ve geçimlik tarımdaki azalışın kırsal üretim için

MODERN DÜNYANIN ooGUŞU

385

Tablo 1 3.4 Britanya'da temel tarım ürünlerinin üretimi, 1 700- 1 850 (milyon). 1 700

1 750

65

88

131

1 81

1 800

1 850

Ürünler Mısır {bushel) * Et (lb) * *

370

665

888

1 356

Yün (lb)

40

60

90

1 20

Peynir (lb)

61

84

1 12

1 57

1 81 5

fiyatlarıyla (t) tutar

Mısır ve patates

19

25

37

56

Hayvansal ürün

21

34

51

79

50

88

1 35

Toplam tutar

40

• ı bush el

=

• • ı li bre

36,2 7 litre. 0,454 kg.

=

NOT: "Mısır" başlığı hayvanların tükettiği buğdayı, çavdarı, arpayı, yulafı ve baklagilleri de kapsar. "Hayvansal ürün" de çiftliklerden sarılan eti, yünü, süt ürünlerini, peyniri, postu ve samanı kapsar. KAYNAK: Maxine Berg, The Age of Manufactures, 1 700-1 820: Industry, Innovation and Work in Britain, 2. Baskı (Londra, 1994), s. 81, akt. R. C. Alien, " Agriculture and lndustrial Revolution, 1700-1 850", The Economic History of Britain since 1 700, (der.) Roderick Floud ve Donald McCloskey, 2. baskı (Cambridge, 1 994), 1 : 1 09.

iç pazarı büyütmüş olmasıdır. Toprağı olmayanların da ne kadar yoksul olurlar­ sa olsunlar, yiyecek satın almaları gerekiyordu. Bu nedenle çiftçiler doğal olarak ürünleri için pazarların genişlemesine güveniyorlardı. Bu süreçler tümüyle yeni, ucuz tüketim malları için büyük bir pazar yarattı. Bu tür pazarların tarımla ge­ çinen toplumlarda var olması çok zordu. Bu, endüstrileşme öncesi dünyada tica­ ri çiftçiliğin hem kapsamını hem olanaklarını her zaman sınırlamış bir gerçekti. Pekin ya da Bağdat veya imparatorluk Dönemi Roma'sı gibi kentlere muazzam miktarlarda yiyecek sağlanması gerekirdi. Ayrıca birçok seçkin hane, yiyeceklerin yanında lüks mallara da gereksinim duyardı. Ama bu devasa kentlerin dışında yaşayan insanların büyük bir bölümü kendi yetiştirdikleriyle beslenirlerdi. İnsan­ ların çoğunun geçimieri için tümüyle pazarlara bağımlı olduğu toplumların ortaya çıkışı yeni bir olguydu ve bu olgu kitlesel tüketim için ticari üretim yapmaya çok büyük bir itki sağladı. Değişim özellikle hızlı oldu çünkü Britanya'da -birkaç başka Avrupa ülkesin­ de de olduğu gibi- kırsal üretim için dış pazarlar 18. yüzyılda hızla büyüyordu. Bunlar ağırlıklı olarak sömürge pazarlarıydı ve giderek daha çok ticaret odaklı düşünen yönetimlerce (bazen büyük bedeller ödenecek) korunuyorlardı. Britan­ ya'nın sömürgeci genişlemesi ve 1 65 1 ile 1 660'ta çıkan Denizcilik Yasaları saye­ sinde, İngiliz üreticileri için korunmuş geniş bir pazar sağlandı. Batı Hint Adaları

386

ZAMAN HARITALARI

özellikle önemliydi çünkü bunların ihracat ürünlerine dayanan ekonomileri ( 1 7. yüzyıldan itibaren şekere yoğunlaşmış) bütün yiyeceklerini ithal etmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Bu, Britanya'nın küresel alışveriş ağının merkez üssündeki konumunun, ticari etkinliklerine ek itici güç sağladığı birçok yoldan biriydi.

Endüstri Ticaret gelirlerine giderek daha da bağımlı hale gelen yönetici seçkinleri ile sayısı sürekli artan, ileride ücretli çalışan olacak topraksızların varlığı, tarım sek­ törünün son derece ticarileşmiş oluşu ve genişleyen diinya pazarlarına çok kolay erişilebiliyor oluşuna karşın, endüstrideki dönüşümün de tıpkı tarımda olduğu gibi uzun sürmesi şaşırtıcıdır. Gecikmenin nedenlerinden biri fabrika kurmak ya da buhar makinesi almak için gereken yatırım düzeyinin, tarımı "ilerletmek" ya da ev endüstrilerinde inovasyon yapmak için gerekli yatırımdan daha yüksek oluşudur. Dolayısıyla 1 8 . yüzyılın sonunda ve 1 9. yüzyılın başında Britanya'da endüstriyel üretimin büyük bölümü hala gelenekseldi. Üretim ağırlıklı olarak za­ naatkarların atölyelerinde -4000 yıl önce Sümer'dekinden biraz daha büyük bir ölçekte- gerçekleşiyor ya da evlerinde ören, eğiren ve dokuyan köylü hanelerinde yapılıyordu. Gerçekten de Endüstri Devrimi bir süreliğine küçük ölçekli üretime yeni bir canlılık getirmişti. Gecikmenin ikinci bir nedeni de hala taşranın egemen olduğu bir dünyada endüstri ürünlerine olan talebin, tarım ürünlerine olan talep­ ten düşük kalması olabilir. En sonunda kazanç peşinde koşma, endüstriyi de tıpkı tarımı olduğu gibi dö­ nüştürmeye başladı. Modernizm öncesi dünyaya özgü "damlayan" inovasyonların ne zaman sele dönüştüğünü tam olarak saptamak kolay değildir. 1 7. yüzyılda ve 1 8. yüzyılın başlarında Avrupa'nın her yanında endüstriyel üretimde inovasyonlar yapılıyordu. Ama inovasyonların 1 8 . yüzyılın ortasından önce en hızlı Britanya'da gerçekleştiğini kanıtlamak zordur. 1 709'da, odun fiyatlarındaki artış üzerine, (fi­ yatların genel itibariyle 5 kat arttığı 1 500 ile 1 700 arasında odun fiyatları 1 0 kat artmıştı) Abraham Darby, Shropshire'daki Coalbrookdale'da demir üretilen yüksek fırınlarda kok kömürüyle deneyler yapmaya başlamıştı.20 Bu tür teknikler Çin'de ll. yüzyıldan itibaren kullanılıyordu. Ama Darby'nin kullandığı tekniği doğrudan ya da dotaylı olarak Çin uygulamalarından aldığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur.ıı Aslında onun yöntemleri pek de verimli değildi ve 1 760'lı yıllarda biraz daha geliştirilinceye kadar da yaygınlaşamadı. Ama yine de maliyeti düşürdü ve üretimi de artırdı. 1 784'te Henry Cort'un icat ettiği "demiri eriterek cürufundan ayırma işlemi" (puddling) de hem maliyeti düşürdü hem üretimi artırdı. Hepsi hesaba katıldığında İngiliz demir üretimi 1 8 . yüzyılda on kat arttı.22 Ne denli önemli olduğu ileride anlaşılacak bir başka teknik de madeniere do­ lan suyu boşaltmak için buhar makinesinin kullanılmasıydı. Atmosfer basıncının mekanik güç açısından bir kaynak oluşturabileceği düşüncesinin tarihi en azından 1 6. yüzyıla kadar gider ve Avrupa'da olduğu kadar Çin'de de bilinir.23 Atmosfer

MODERN DÜNYANIN DoGUŞU

387

basıncı düşüncesinin ardında yatan bilimsel teoriyi iyi bilen Fransız mucit Denis Papin, mekanik güç kaynağı olarak buharın olası kullanımını 1 6 9 1 'de bir gös­ teriyle gözler önüne serdi. 1 698'de Thomas Savery tarafından çalışan bir buhar pompası yapıldı. Bu makinede, suyu çekmek için buharın yoğunlaşmasıyla oluşan vakumdan yararlanılıyordu. Bunun daha gelişmiş bir modelini Thomas Newco­ men 1 7 1 2'de yaptı. Bu gelişmiş modelin bile sınırlı bir kullanımı vardı çünkü tek bir silindirin ısıtılıp soğutulmasıyla işlediği için verimi düşüktü. Ayrıca çok fazla kömür tüketiyordu. Bu nedenle endüstriyel ilk buhar makineleri, çalışmaları için gerekli yakıtın bol ve ucuz olduğu büyük kömür madenierinde kullanıldılar. Ora­ larda üretkenliği artırdılar -ö7.ellikle de düzenli olarak su baskını yaşayan maden­ lerde. 1 742'de Darby'nin Coalbrookdale'daki demir fabrikasında bir buhar maki­ nesi ilk kez su pompalamak için değil de yüksek fırının körüklerini çalıştırmak için kullanıldı. 1 8 . yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa'nın ve Amerika kıtalarının değişik kesimlerinde birçok girişimci Newcomen makinelerini kullanıyordu. Tekstil üreticileri de (modernizm öncesi ekonomilerio çoğundaki en büyük ikinci üretim sektörü olan tekstilde) artan talebi karşılayabilmek için yeni teknik­ ler deniyorlardı. 1 702 gibi erken bir tarihte Darby'de gücünü su çarkından alan Hollanda yapımı özel ipek hurma makinelerinin bulunduğu bir fabrika kuruldu. 17 1 8'de Thomas Lombe tasarlanmış endüstri casusluğunun ilk örneklerinden bi­ rini gerçekleştirdi ve fabrikasını kurarken İtalya'da kullanılmakta olan teknikleri çaldı. 1 730'lu yıllarda keten ve pamuk üreticileri benzer makinelerin yanı sıra, do­ kumayı da mekanize eden makineler geliştirmeye çalışıyorlardı. Bunların arasında 1 733'te icat edilen atkı mekiği de vardı. Hükümetin pamuk ithalatına yönelik yasakları, 1 730'lu yıllardan sonra inovasyonu teşvik etti. 1 770'1i ve 1 780'li yıllar­ da üç yeni makine, Richard Arkwright'ın su tezgahı, James Hargreaves'in "eğiren Jenny"si (iplik eğirme makinesi) ve Samuel Crompton'un çıkrık makinesi pamuk eğirmede dönüşüm yaratmaya başladı.24 Bu makinelerin hepsi de üretimi önemli ölçüde artırdı ancak önce ağırlıklı olarak ev endüstrisinde kullanıldılar. 1 780'den sonraki yirmi yıl içinde bunlar ve bunları izleyen inovasyonlar pamuklu tekstil ürünlerinin maliyetini %85 düşürdü. Böylece pamuk Avrupa'da ilk kez pahalı bir ithal malı değil de kitlesel bir tüketim malı oldu.ZS Arkwright ilk su tezgahını büyük bir ölçekte kurmuş ve onu su çarkıyla güç sağlayan bir fabrikada kullanmıştı. Arkwright'ın makinelerinin bir fabrika dü­ zenine gereksinimi yoktu ama fabrikalar işvereniere kalite ve disiplin üzerinde daha büyük bir kontrol olanağı veriyordu. Bu da aslında bu dönemdeki önemli değişikliklerin teknolojik olduğu kadar, yönetsel de olduğunu bize anımsatıyor. Endüstrileşme öncesi dünyada tarım dışı üretimin büyük bölümü hanelerde ya da küçük atölyelerde örgütlenmişti. Üretken girişimler bazıları akrabalık bağıyla birbirine bağlı, bir arada çalışan, genellikle benzer işleri yapan küçük gruplardan oluşuyordu. Bir süre için bu girişimler Endüstri Devrimi'nin "eğiren jenny"si gibi inovasyonları sayesinde artmış olabilir. Fabrika çok daha büyük ve daha anonim bir üretim birimiydi; bir aileden çok bir orduyu andırıyordu. Normal olarak daha

388

ZAMAN HARITALARI

karmaşık bir işbölümü, beceri bölümü ve otorite bölümü gerektiriyordu. Fabrika­ nın yayılmasının teknolojik değişimle ilişkisi vardı: Büyük itici güçlerden en iyi ya­ rarlanma yolu İşgücünü bir yerde yoğunlaştırmaktı. Ama fabrika, aynı zamanda girişimeiye verimliliği en üst düzeye çıkarmak ve maliyetleri de düşürmek için işle­ yiş süreçlerini yönlendirme gücü de veriyordu. Yine de ayrı ayrı işe alınan ücretli çalışanların kendi hanelerinde bir arada çalışan bir ailenin dayanışmasını göster­ meleri beklenemezdi. Bu nedenle fabrikanın yayılması, teknolojiyle olduğu kadar iş disiplinini geliştirme gereksinimiyle de alakalıydı.26 Hem işçileri hem makineleri denetlemenin bir yoluydu. Endüstri Devrimi'nin yönetimle ilgili teknolojilerinin de kökleri ortaya çıkmakta olan küresel dünya sisteminin her yanına uzanıyordu. Büyük insan gruplarının disiplinli bir şekilde yönlendirilmesi olgusu hem Amerika kıtalarındaki köle plamasyunlarında hem Avrupa ordularında 16. yüzyıldan beri vardıP Ama eleman alımı için sınav yapma gibi birtakım başka kontrol teknikleri de Çin'den geldi. Şu ana kadar betimlenen değişimler hem organizasyonda hem yöntemlerde inovasyona yönelik dürtünün, en azından tekstil, kömür ve demir gibi yaşamsal sektörlerde, ne denli güçlü olduğunu göstermiştir. Ama şimdiye kadar Afro-Av­ rasya dünya sistemindeki başka yerlerde -Çin'de, Hindistan ve Pakistan'da, İslam dünyasında ve Avrupa'nın diğer kesimlerinde- yaşanan gelişmelerle karşılaştırıla­ mayacak kadar azdı. İngiliz endüstrisinde devrim yaratan nokta buhar gücünün, gelişmiş makinelerin ve fabrika düzeninin bir araya getirilmesiydi. James Watt 1 760'1ı yıllarda buhar makinesinde birkaç yenilik yaptı ve onu daha da geliştirdi. İlk önce yoğuşturucuyu silindirden ayırdı. Böylece büyük bir ısı kaybı önlendi ve makinenin çok daha az yakıda çalışması sağlandı. İkinci olarak Newcomen'ın makinesinde olduğu gibi atmosfer hasmeını ( buharı yoğuşturup ya­ rı-vakum oluşturarak) kullanmak yerine, Watt'ın makinesinde pistonu sürmek için doğrudan buharın genişleme gücünden yararlanılıyordu ( bkz. Şekil 13.2). Bunlar ve daha başka birtakım değişiklikler buhar makinesini daha ekonomik, daha güç­ lü ve daha uyarlanabilir yaptı. 1 790'1ı yıllarda çıkcıklar artık insan ya da su çarkı gücüyle değil, buhar makinelerinin gücüyle dönüyordu ve üretkenlik almış başını gitmişti. 1 800'de buhar makinesinin gücüyle çalışan bir iplik eğirme tezgahı 200300 işçinin üretimi kadar üretim yapabiliyordu. Geliştirilmiş buhar makinesi bin­ lerce yıldır insanların kullanımındaki güçte ilk büyük artışı sağlamıştı. Ne 6000 yıl kadar önce insanlar hayvanların çekiş gücünden yararlanmayı öğrendiklerinde ne 5000 yıl kadar önce başka insanların gücünden büyük ölçüde ve sistemli ola­ rak yararianınayı akıl ettiklerinde (temel ihtiyaçları üretmek için kullanılan) güç kaynağında böylesi bir değişim gerçekleşmişti. Önce buhar makinesinin, ardından da elektriğin ve petrolün devreye girmesiyle, insan toplumları sonunda inorganik dünyada depolanmış muazzam enerji kaynaklarını kullanmaya başladılar (Daha önceki en önemli örnek olan barut, üretim teknolojileri yerine daha çok, yıkım teknolojilerinde kullanılmıştı). Her değişim de insanın yaradanabiieceği bir dizi yeni ekolojik niş açtı.

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

389

Atmosfer Basıncı

Piston

Silindir

Po mpo

Şekil 13.2 1 8 . yüzyıl Britanya'sında buhar makinesinin evrimi. a. Newcomen'ın ilk kez 1712'de kullanılan "atmosfer makinesi"nde buhar silindire pompalanıyordu, soğuk su silindirin içine püskürtülüyordu, böylece oluşan vakum pistonu çekiyordu; bu da pompayı çalıştırıyordu. Sonraki standartiara göre bu, çok verimsiz bir makineydi. Bunun temel nedeni silindirin bir ısıtılıp bir soğutuluyor olmasıydı. Çok fazla kömür yaktığından, yalnızca kömürün bol ve ucuz olduğu madenierde kullanımı ekonomik oluyordu. b. James Watt 1769'da daha gelişmiş bir buhar makinesinin patentini aldı. Makinede yaptığı birkaç değişikliğin yanı sıra, rnekanizmaya silindirden ayrı bir yoğunlaştıncı da ekledi. Böylece silindirin ısısı daha sabit kalabiliyordu. Ayrıca pistonu sürmek için buharın yoğunlaşmasıyla oluşan vakum yerine, buharın basıncını kullanıyordu. Warr'ın makinesinin yüksek verimliliği, makinenin madenierden başka yerlerde de kullanılabilmesini sağladı. James E. McCiellan lll ve Harold Dorn, Science and Technology in World History: An Introduction (Baltimore, 1999), s. 282, Şekil 1 3 . 1 ve s. 284, Şekil 1 3.2. © 1 999 Johns Hopkins University Uohns Hopkins University Press'in izniyle).

390

ZAMAN HARITALARI

Hareket/1• 1(ı . ·n� Atmosfer Basıncı

ııı llı

D

Po mpo

Silindir

Ayrı l mı�

Yogu$turucu

Geliştirilmiş buhar makineleri birkaç endüstri dalında üretkenliği hemen artır­ dı. Ama çalışma düzeninde de değişikliğe gidilmesi gerekiyordu çünkü masrafların çıkarılabilmesi için birkaç makinenin birden çalıştırılması gerekiyordu -ki bu da onları ev endüstrisi için uygun olmaktan çıkarıyordu. En verimli çalıştıkları yerler denetimin neredeyse sürekli olduğu ve insan çalışanların makine bakıcılığından biraz daha fazlasını yaptığı -kopan kayışiarını onardığı, onlara hammaddelerini verdiği ve sorunsuz işlemelerini sağladığı- fabrikalardı. Buhar makineleri yayıl­ dıkça, makinelerin kendileri başlıca kömür ve metal tüketicisi oldular. Onların üretimi madenciliği, demir üretimini ve mühendislikteki gelişmeleri canlandırdı. Makineler yirmi otuz yıl içinde kara taşımacılığını da dönüştürdüler. Buhar gücüy­ le kendi başına giden araç düşüncesi zaten yirmi otuz yıldır gündemdeydi. Aslında 1 760'lı yıllarda Fransa'da buharlı bir araba icat edilmişti ama ilk buhar makine­ leri aşırı büyüktü. Buhar gücüyle çalışan ilk kullanışlı lokomotif, yüksek basınçlı daha küçük bir buhar makinesi tasarlayan Richard Trevithick tarafından 1 802'de Coalbrookdale'da yapıldı. Lokomotif ilk önceleri, kömürü daha hızlı taşıyan mekanik bir at gibi kullanıl­ dı. Sonraki otuz yıl içinde hem rayların hem makinelerin kalitesi yükseldi. Kömü­ rün yanı sıra, yolcu da taşıyacak şekilde tasarlanan ilk demiryolu olan Stockton and Darlington Railway, 1 825'te açıldı.

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

391

Bu inovasyonlar dizisini çözümlerken dikkatimizi çeken ilk şey, bunların çok büyük etkileri oldukları ve bütün dünya sisteminden gelen kaynaklada ve gelişme­ lerle birlikte adım adım geliştirildikleri oldu. İngiliz mucitler geleneksel becerile­ rinden ve küresel dünya sisteminin her yanına uzanan karmaşık bir fikirler ağına nüfuz etmiş yöntem bilgilerinden yararlandılar. Thomas Lombe'nin "ipek bükme" makinesinin soyu, İtalya üzerinden Ortaçağ Çin'ine kadar uzanıyordu. Pamuğun ticari potansiyeli olacağı bilgisi, aslında 1 7. yüzyıldan beri Hindistan'dan gelen tekstil ürünlerinin öneminde gizliydi. Boyama yöntemleri de Hindistan, İran ve Türk boyama tekniklerine çok şey borçluydu.28 "Buhar Makinesinin, Doğumun­ dan Önceki Tarihi" adlı çalışmasında Çin bilim tarihçisi Joseph Needham bu ma­ kinenin önciil lı>rinin Avrupa'nın yanı sıra, Yunanistan'da ve Çin'de de bulunduğu­ nu ileri sürmüş ve şöyle bir sonuca varmıştır: "'Buhar makinesinin babası' denebi­ lecek ne bir kişi ne bir uygarlık vardır. "29 Her ne kadar üretimi artırıcı güçleri tam anlamıyla ilk kez İngiltere'de gösteriidiyse de Endüstri Devrimi'nin teknolojileri aslında Afro-Avrasyalıydı hatta küreseldi. Ayrıca Endüstri Devrimi'nin ilk aşamalarında tıpkı çiftçilikte olduğu gibi en­ düstride de gerekli teknikler, özünde yeni yöntemlere ve teknikiere değil de daha çok geleneksel zanaatçı becerilerine dayanıyordu. Öncülerin birçoğu bilim insanı ya da teorisyen değil de becerikli işçilerdi. Peter Mathias bu konuda şöyle söylüyor: inovasyonlar genellikle uygulamalı bilimlerin düzgün uygulamalarının ya da ül· kenin formal eğitim sisteminin sonucu değildi [. . . ) inovasyonların çoğu yaratıcı ama­ törlerin ya da saat yapımcısı, değirmenci, demirci vs. olarak eğilim almış veya Bir­ mingham ticaretinde yetişmiş parlak zekôlı zanaatkôrların ürünüydü [ . .) Bunlar asıl olarak yerel halktan, deneyi me dayalı bir eğitimden geçmiş, yerel bir bakış açısı olan, bilimsel şeylere genellikle çok meraklı bilinçli insanlardı. Doğrudan belli bir soruna çözüm ararlardı. 1 9. yüzyılın ortasına kadar bu gelenek ingiliz imalat endüstrisinde hôlô egemendi. 1 85 1 'de yapılan ve bir demir ve cam mucizesi olan (ve 1 9. yüzyılın büyük demiryolu istasyonlarını andıran) Crystal Palace'ın Devonshire Dükü'nün baş bahçıvanının fikri olması hiç de tesadüf değildi. Bahçıvanın seralar hakkında bildiği çok şey vardı .30 .

Ama bu, buluş yapmanın ya da birtakım yeni teknolojiler geliştirmenin ko­ lay olduğunu ya da bilimle ilgisi olmadığını söylemek anlamına gelmez. Var olan teknoloji bilgisinin bu tür gelişmeleri olanaklı kılacak bir noktaya erişmiş olduğu anlamına gelirY Bu inavasyon dalgasının ikinci açıklaması ticari ve toplumsaldır. Hem küresel alışveriş ağlarının değişen topolojisi hem seçkinlerin saldırgan bir şekilde ticarileş­ mesi nedeniyle büyüyen ticaret ağlarının başlıca kesişim noktasında kalan ve de Hindistan, Pakistan ve Kuzey Amerika'daki devasa, korunmuş pazarları kontrol eden İngiliz girişimciler Britanya'da bulunmayan pamuk gibi hammaddeleri bile kullanabiliyorlardı. Ayrıca yeni makineler sayesinde üretimdeki olağanüstü artışı bile kaldırabilecek denli hızla gelişen, büyük, korunmuş pazarlarda da ürünlerini

392

ZAMAN HARITALARI

satabiliyorlardı. Her geçen gün artan sayıda insanın köylerdeki geçim ekonomisini terk edip kentli, ücretli çalışan olmasıyla, İngiliz sınıf yapısında bir devrim yaşanı­ yor ve İngiltere'nin iç pazarı da hızla büyüyordu. Küresel dünya sisteminin içinde­ ki hızla büyüyen pazarlar ve üst düzey bir ticari rekabet (özellikle tekstil gibi kitle pazarı mallarının üretiminde) inovasyonu canlandırdı (bkz. Tablo 13.5). Yalnızca iyi bilinen mucitler değil, büyük atılımlar sayesinde ticari başarı göstermiş binler­ ce küçük mucit, yatırımcı ve yönetici de bu dürtüyle hareket etti. İngiliz Endüstri Devrimi'ne şekil veren inovasyonlar, aslında son derece ticarileşmiş bir toplumun yeni ticari zorluklara ve fırsatiara verdiği yanıtı temsil eder. Eric Hobsbawm tale­ bin oynadığı rolü şöyle özetlemiştir: Hükümetin sistemli ve atılgen yardımlarıyle desteklenen ihracat, ateşlerneyi ger­ çekleştirdi ve endüstrinin "önde gelen sektörü"nü (pamuk tekstilleriyle) harekete ge­ çirdi. Ayrıca deniz taşımacılığında da büyük ilerlemeler sağladılar. iç pazar, yaygın endüstri ekonomisi için geniş bir temel ve (kentleşme süreci üzerinden) ülke içi taşıma­ cılığa yönelik büyük ilerlemeler için bir güdülenme, kömür endüstrisi ve önemli bazı teknolojik inovasyonlar için de sağlam bir temel sağladı. Hükümet tüccarlara ve ima­ latçılara sistemli bir destek verdi. Teknik inovasyonlar ile üretim malları endüstrisinin gelişimi için hiç de azımsanamayacak bazı teşvikleri oldu.J2 Bununla birlikte 1 8 . yüzyılda Britanya'da ve Avrupa'da inavasyon hızının art­ masının temel nedeni, giderek küreselleşen kapitalizmin rekabetçi kuvvetleriyle şekillenen bir dünyada inavasyon yapmaya yönelik yoğun bir baskının bulunma­ sıydı. Ticari baskıların önemi, belli bazı mucitlerin güdülenmelerinde çok belir­ gindi. Örneğin James Watt otobiyografisinde " iyi olduğu kadar da ucuz" maki­ neler yapmakla ilgitendiğini yazmıştı.33 1 8 . yüzyıl Avrupa'sının muazzam sayıdaki inavasyon daha da iyi kanıtlar sunar. Endüstrileşme sürecindeki başka yerlerde inavasyon yapmaya yönelik baskılar arttıkça, inavasyon hızı bütün endüstrileşen bölgelerde yükseldi. Bu da Batı Avrupa'da bir inavasyon kültürünün -girişimcileri etkin bir şekilde yeni teknikler aramaya ve onlardan yararlanmaya teşvik eden bir ortamın- doğmuş olduğunu düşündürür. Bu tür savlar Endüstri Devrimi'nin hem ticarete hem toplumsal yapıya dayandığına yönelik açıklamaların haklılığını en iyi gösteren savlardır.

Fransa' da Politik Devrim Ekonomik devrimin yanı sıra, bir de politik devrim gerçekleşti. Devletlerin ulaştıkları büyüklük, güç ve kullanabildikleri kaynaklar 1 7. ve 18. yüzyıllarda yavaş yavaş ve 19. yüzyılda çok hızlı bir şekilde arttı. Sonuç olarak yönettikleri halkla aralarındaki ilişkiler dönüşüme uğradı. Geçmişin büyük haraççı imparator­ luklarının yerini günümüz politik sistemleri aldı -zaten haraççı imparatorluklar da bir zamanların şefliklerinin ve " büyük adam" sistemlerinin yerini almışlardı. Charles Tilly bu noktayı şöyle vurgular:

MODERN DÜNYANIN ooGUŞU

393

Tablo 1 3 .5 Britanya endüstrisinde katma degerler, 1 770-1 83 1 (milyon i:). Sektör

Ürün

1 770

1 80 1

1 831

Tekstil

Pamuk Yü n Keten ipek

0,6 7,0 1 ,9 1 ,0

9,2 1 0,2 2,6 2,0

25,3 1 5,9 5,0 5,8

Kömür ve metaller

Kömür Demir Bakır

0,9 1 ,5 0,2

2,7 4,0 0,9

7,9 7,6 0,8

inşaat

Bina

2,4

9,3

26,5

Tüketici malları

Bire Deri Sabun Mu m Kagıt

1 ,3 5, 1 0,3 0,5 0, 1 22,8

2,5 8,4 0,8 1 ,0 0,6 54,2

5,2 9,8 1 ,2 1 ,2 0,8 1 1 3,0

Toplam

KAYNAK: Maxine Berg, The Age of Manufactures 1 700-1 820: lndustry, Innovation and Work in Britain, 2. Baskı (Londra, 1994), s. 38.

Son bin yıldır Avrupa devletleri, yabanarıları ndan lokomotiAere doğru alışıimam ış bir evrim geçirdi. Uzun bir süre savaşlara yoğunlaştılar. Etkinliklerinin çoğunu başka kuruluşlara -bunlar uygun aralıklarla haraç topladığı sürece- bıraktılar. Haraç topla­ yan devletler acımasızlıklarını korudular ama iri yarı takipçilerine göre hafif kaldılar; ısırıyorlardı ama sonuna kadar sömürmüyorlardı. Zaman geçtikçe devlerler -hatta sermaye yoğun olanlar bile- etkinlikleri, güçleri ve vaatleri -ki bunları yerine getirmek onları sınırlıyordu- üstlendiler. Bu lokomotifler sivil halkın desteğinin oluşturduğu ray­ lar üzerinde gittiler ve bakımlarını da yine sivil görevliler yaptı. Bu savaşçı makineler rayların dışında hiç ilerleyemiyorlardı .34 Avrupa devletlerinin güçleri birkaç yüzyıldır artıyordu. Bunun nedenlerinden biri, ticari açıdan saldırgan olan bu devletlerin erişebildikleri kaynakların artma­ sıydı. Bir nedeni de barut devriminin mali ve örgütsel taleplerine verilen tepkiy­ di.35 Ama 1 7. ve 1 8. yüzyılların " mutlakıyetçiliği"nde doruğa ulaşan bu değişim­ ler yalnızca arayı kapama çabasıydı. Çin ya da İslam dünyası gibi dev emperyal devletlerle karşılaştırıldığında, MS 1 000'deki Avrupa devletleri küçük ve narİn şeylerdi. Barutun icadıyla artan şiddetli askeri rekabet, en sonunda daha küçük ve hayatta kalması güç olanları devre dışı bıraktı. Ayakta kalmayı başaranlar, bü­ yük tarım imparatorluklarının çok daha önceden kazandıkları becerilerio çoğunu edindikleri ve birçok ders aldıkları ihtiraslı bir yeniyetmelik dönemi geçirdi. Yine de Avrupa'nın mutlakıyetçi devletlerinin güçleri ve toprakları Osmanlı ya da Çin devletleriyle karşılaştırıldığında pek de dikkat çekici değillerdi.

394

ZAMAN HARITALARI

Fransız Devrimi'nden sonraki dönemde değişen husus, devlet gücünün uyruk­ larının çoğunun yaşamına doğrudan erişme derecesi oldu. Bu konuda Tilly şunları diyor: 1 750'den sonra uzmaniaşma ve ulusallaştırma çağında devletler, neredeyse ev­ rensel olan dolaylı yönetim tarzından yeni bir sistem olan doğrudan yönetime -yerel toplulukların, hane halklarının ve üretim yapan girişimcilerin yaşamiarına aracısız müdahale- saldırgonca geçiş yapmaya başladı. Hükümdarların paralı asker tutmak yerine kendi ulusal nüfusundan savaşçı toplamaya başlaması ve 1 8. yüzyılın büyük askeri kuvvetlerinin masraflarını karşılayabilmek için vergileri artırmasıyla, süreçteki özerk aracıları ortadan kaldırıp topluluklarla, hanelerle ve girişimcilerle pazarlığa giriştiler. 36 Değişim en net olarak devrim Fransa'sında görülür. Bunun büyük ölçüde nede­ ni devrimin kendisinin eski rejim döneminde egemen olan çok sayıda aracı otori­ teyi ortadan kaldırmış olmasıdır. Ama sıfırdan, güçlü, yeni ordular kurma gerek­ sinimi de değişimin bir başka nedeniydi. Dolayısıyla Fransız ordularının fetihleri, yeni yönetim biçimlerinin yöntemlerini (ondalık sistemle birlikte) Avrupa'nın di­ ğer kesimlerine de yaydı. Bu değişiklikler için savaş yönetimi çok büyük önem taşıyordu. Modern Avru­ pa'nın ilk döneminde devletler ağırlıklı olarak paralı ordulara dayanırken, Fran­ sız Devrimi'nden sonra devletler ulusal ordular kurmaya başladılar. Sonuç olarak devletlerin mali ve örgütsel rolleri arttı ve kendilerini tümüyle (askerlerin sağlığı ve eğitimi gibi) yeni birtakım sorunlar için kaygıtanır buldular.37 Bütün bu baskılar da yönetimleri, hükmettikleri demografik ve ekonomik kaynaktarla ilgili daha çok enformasyon toplamaya zorladı. Daha sonra 1 9. yüzyılda devletler kamu sağlığıy­ la ilgilenmeye ve halk eğitim sistemlerini desteklemeye başladılar. Fransız devrim hükümetlerinin politik ideolojileri ve seçimli politika konusundaki kararlılıkları, onları toplumun refahı, yasalar ve düzen için sorumluluk almaya zorladı. Halk ordularının örgütlenmesi, devletleri milliyetçi düşüncenin ve milliyetçi ideolojiler oluşturan yazarların ve tarihçiterin etkin destekçisi olmaya teşvik ederek milliyet algısını önemli bir meşruiyet aygıtına dönüştürdü. Seçimli politika devletleri, nüfusun daha büyük kesimleriyle kur yapmaya zor­ ladı. Onlar da öyle yaptılar -en azından kendilerini "halkın" temsilcileri olarak sunarak kısmen yaptılar. Birçok gelenekçiyi şaşırtan bir şekilde demokratik poli­ tika, dikkatle uygulandığında devletleri zayıflarmak bir yana, onları güçlendirdi. Seçimler sayesinde yönetimler de yönettikleri halkın taleplerinde ve tutumlarında­ ki kaymalara ilişkin yeni enformasyon kaynakları elde ettiler. Ama bu esnada da devlet görevlilerinin ve diğer aracıların yöneticilere iletilecek enformasyonu süzme derecesini de sınırladılar. Tam olarak yapıları ne olursa olsun, yeni enformasyon toplama -ya da Anthony Giddens'ın deyişiyle "gözetleme"38- yöntemleri modern politikanın yeni ve karmaşık ortamında hükümdarların başarısı için çok önemliydi.

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

395

Bu değişimierin önemli bir yanı da polis etkinlikleriydi. Çünkü bunlar modern devletin zor araçları üzerinde oluşturmaya başladığı tam bir tekel kurma süreci­ nin bir parçasıydı. Fransa'nın eski rejiminde genellikle yerel otoritelerin uğraştığı polis meselesiyle devlet çok az ilgilenirdi. işlerin büyüdüğü durumlarda devreye ordu girerdi. 1 790'lı yılların sonunda Fransız hükümeti ilk kez bürokratik polis teşkilatını kurdu. Bu teşkilat suç ve kargaşayla başa çıkmaya çalışırken yalnızca sonradan tepki veren değil, önleyici bir rol de üstlendi. Başlangıçta polis nazırı olarak teşkilatın başına eski Jakoben Joseph Fouche geçti. Tilly şu sonucu çıkarı­ yor "Fouche zamanında Fransa diiny::ının polisle en sıkı kontrol edilen ülkelerin­ den biri haline gelmişti. "39 Bütün bu yönlerden Fransa tipik modern devletin -modernizm öncesi dünyada hayal bile edilemeyecek büyüklükte, zengin, güçlü, dev bir bürokratik örgüt- ön­ cülüğünü yaptı. Modernitenin bu politik devrimi de aslında ekonomik devrimin hem nedeni hem sonucuydu. Bir yere kadar nedeniydi çünkü kapitalizmin tam dinamizmine erişmesi için etkin ve ticari düşünen devletler gerekiyordu. Modern zenginlik uçurumunun giderek dikleşen eğimi, daha önce hiç görülmemiş büyük­ lükte bir serveti küçük bir azınlığın ellerine veriyordu. Bu devasa zenginlik rezerv­ lerini korumak için de tarım çağındakilerden daha büyük ve ayrıntılı barajlar ge­ rekiyordu. Kısacası devletler zenginlikleri ve girişimcileri koruyacak kadar güçlü olmalıydılar. Giddens'ın şöyle bir gözlemi vardır: Marx'ın sürekli vurguladığı gibi özel mülkiyetin, üretim araçlarının kontrolünü insan yığınlarının ellerinden alan, bir yüzü daha vardır [ ) Ücretli emeği "azal etmek" kapi· telisi girişimin büyük ölçekte tesis edilmesinin ilk aşamasının inkôr edilemeyecek temel yanıdır. Yasanın zor kullanma aracı merkezileştirilmeden ne bu süreç tamamlanabilir ne sermaye olarak özel mülkiyelin hakları sağlam bir şekilde yerleştirilebilirdi.40 ...

Yeni zenginlik uçurumunu savunma işi yaşamın birçok alanında devam etti. Britanya'da çitleme yasalarının geçişi; kraliyet ormanlarının korunması (E. P. Thompson bunu canlı bir biçimde betimlemiştir); küçük hırsızların tutuklanmala­ rı, sürülmeleri ve idam edilmeleri; endüstri zorbalığına karşı girişimci haklarının korunması (Thompson'ın mükemmel bir şekilde ele aldığı bir başka konu) bu kapsamda yer aldı.41 Ama daha başka birçok alanda da gerçekleşti. Örneğin yasa­ lar ve mahkemeler üzerinde etkin bir kontrolünün yanı sıra, önemli mali ve yönet­ sel kaynakları da olan güçlü bir devletin varlığı olmadan, modern para sisteminin yaratılması düşünülemezdi. Öte yandan modern devlet aynı zamanda modernitenin ekonomik dönüşüm­ lerinin bir sonucuydu. Tıpkı ilk kentlerde toplanan devasa insan ve kaynak yığın­ larını yönetmede ve düzenlernede karşılaşılan zorluklara (kısmen) bir yanıt olarak ilk devletlerin doğuşu gibi, modern devlet de (en azından kısmen) endüstriye da­ yalı ekonomilerio ürettiği büyük zenginlik tarafından yaratılan tümüyle yeni ola­ naklara ve de zorluklara bir yanıt olarak doğdu. Modern devletin elinin altındaki muazzam olanaklar, her ne kadar devletin büyürneyi yaratan ticari mekanizmasını

396

ZAMAN HARITALARI

yönetmek ya da ona ince ayar vermek için böyle bir ihtiyaç duymasa bile, yeni birtakım idari yöntemlere gerek duyacaktı. Ama modern devletler aynı zamanda yeni teknolojilerden -özellikle de yeni askeri teknolojilerden- de yararlandı. Yeni iletişim biçimleri birliklerin ve ikmal malzemelerinin nakil şekillerini dönüştürdü. Yeni üretim yöntemleri de silahların hem üretiminde hem doğalarında dönüşüme yol açtı. Modern zamanların tam anlamıyla endüstrileşmiş ilk savaşı, Amerikan İç Savaşı'ydı. Aynı zamanda gelişen iletişim ve daha yüksek okuryazarlık oranı devletlerin etkili yönetimleri için gereken enformasyon yığınlarıyla baş etme bece­ rilerini artırdı. Teknolojiye ve modern ekonomilerce üretilen devasa geliriere gide­ rek daha da bağımlı oldukça, modern devletler girişimci etkinliklere müdahaleler ile bu etkinliklere yönelik düzenlernelerin dengesini ayarlayarak büyürneyi en iyi şekilde nasıl teşvik etmeleri gerektiğini öğrendiler. Moderniteyle ilgili klasik çalış­ masında Karl Polanyi modern devletin, modernizm öncesi devlete göre daha az müdahaleci olduğu yaygın inanışının aslında yanlış olduğunu söyler. Çoğunlukla modern devletler geleneksel tarım devletlerine göre daha etkin ve daha yaygın bir müdahalede bulunurlar ama aynı zamanda fazla müdahalenin de üretimi olumsuz etkileyeceği ekonomi alanlarının da farkındadırlar.42 Son iki yüzyılda bu genellernelerin birçok istisnası da çıkmıştır. Birçok modern devlet, kendi vatandaşlarının yaşamlarını sıkı sıkı düzenlemeyi hiç de becereme­ miştir. Bazılarına da uygulanabilir bir kapitalist ekonomi için gereken çerçeveyi oluşturmak zor gelmiştir. Ama bu tür dönüşümler geçiren birçok devletin vatan­ daşları için ortaya çelişkili sonuçlar çıkmıştır. Bir yandan, modern devletler va­ tandaşlarının yaşamlarını haraççı devletler için bile uygun olmayan, inanılmaz bazı yollarla düzenlerler. Çocuklar ailelerinden alınıp zorunlu eğitime tabi tutu­ lur; bireylerden yaşamiarına ilişkin ayrıntılı gelirlerinden dinsel inanışiarına kadar değişen birtakım bilgiler talep ederler; nasıl daveanılması ve daveanılmaması ge­ rektiğini ayrıntılı olarak düzenlerler. Dahası bütün bunları yaptınrken arkasında korkunç polis güçleri yer alır. Modern devlet, bir zamanlar hanelecin ya da yerel toplulukların ilgilendiği ekonomik, polisiye ve eğitim etkinliklerinin çoğunu dev­ ralmıştır. Bu yollarla yaşamlarımız aslında daha önce hiç olmadığı kadar devlet tarafından organize edilir. Tıpkı çokhücreli organizmaların sinir sistemleri gibi, modern devletler de bireylerinin yaşamlarını düzenler. Çünkü modernizm öncesi devletlerde olduğundan çok daha büyük ve birbirinden bağımsız insan toplulukla­ rı bir dereceye kadar merkezi bir düzenleme olmadan, var olamazlar. Öte yandan, en modern devletler politika üretmeyi ve bu politikaların uygu­ lanmasına katılımı teşvik ederler. Bunu da toplumsal müzakereler ve sıradan va­ tandaşların aday olduğu seçimlerle gerçekleştirirler. Bu sayede modern devletler vatandaşlarını, kendilerini yalnızca birer uyruk olarak değil de etkin birer temsilci olarak görmeleri yolunda yüreklendirir. Modern yönetimler ayrıca kendi güçlerine de açık sınırlar koyarlar. Çünkü kontrol ettikleri zenginliğin, girişimci etkinlik­ lecin aşırı düzenlenmesinden kaçınılmasına bağlı olduğu sınırları bilirler. Ve her ne kadar ellerinin altında modernizm öncesi devletlerin sahip olduklarından çok

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

397

daha büyük bir güç olsa da genellikle onu daha ölçülü kullanırlar. Ek olarak mo­ dern devletler sayesinde -eğer onlar olmasaydı gerçekleşmeyecek- birçok etkinlik gerçekleştirilir. Altyapı, güvenlik ve eğitimden kamu sağlığına kadar birçok alanda hizmet verirler. Modern kapitalist ekonomilerio serpilip gelişmesi için gereken ya­ sal ve yönetimsel çerçeveyi sağlarlar. Modern devletin düzenleyici güçleri, onu "totaliter" olarak tanımlayan bazı eleştirilere neden olsa da vatandaşlarını kapsama ve yetiştirme çabaları da neden bu kadar çok insanın onu özgürlüğün ve bağımsızlığın destekleyicisi ve savunu­ cusu olarak gördüğünü açıklar. Modern politik yaşamın büyük bölümü, modern devletin düzenleme ile destekleme etkinlikleri arasındaki dengenin sürekli yeniden gözden geçirilmesinden kaynaklanır.

Kültürel Devrim Eski köylülerin kasabalara taşınması, teknolojik inovasyona artan ilgi, yöne­ timin eğitime katılması ve yeni kitlesel medya yapılarının yaygınlaşması kültürel yaşamı dönüştüren birçok değişiklikten bazılarıdır. Tek başına en önemli değişiklik, olasılıkla kitlesel eğitimin ve okuryazarlığın yaygınlaşmasıydı. Gördüğümüz üzere okuryazarlık, ilk devletlerde büyük yönet­ sel görevlerle baş edebilmenin bir yolu olarak ortaya çıkmıştı. Ama tarım çağının büyük bölümünde seçkinlerin elindeki bir ayrıcalık, nüfusun çoğunun mahrum bırakıldığı bir tür güç olarak kaldı. Modern devletler vatandaşlarıyla (toplumun muazzam örgütlenme görevlerinde nüfusun tamamının, küçük yollarla da olsa, katılımını gerektiren) yeni biçimlerde ilişki kuruyorlardu. Halkın üretimde ve yö­ netimdeki görevlere dahil olabilmesi için çok önemli bir ön koşul olan okuryazar­ lık yaygın hale geldi. Bu kültürel devrimin etkileri çok derin oldu. Örneğin kitlesel okuryazarlık geleneksel ve genellikle büyüyle karışık düşünme tarzlarının altını oyarak, dünyanın "gözünü açma" sürecini başlattı. Bu yolla kitle eğitimi farklı bir dünya görüşünün -sağlam bir modern bilim kavrayışı olmasa da en azından ger­ çekliğin bilim dışı haritaianna karşı belli bir kuşkuculuğun- yayılmasını sağladı. Yüksek kültürün doğasında ve bilgiye yönelik tutumlarda yaşanan köklü de­ ğişimler de böylesi gelişmelere eşlik etti ve onlardan etkilendi. Bilgi karşısındaki alışılmış modern tavır (pazarla analoji kurarak) rekabetçi diye nitelendirilebilir. İnsanların çoğunun enformasyonu sözlü olarak aktardığı tarım uygarlıklarında, bilgiye ağırlıklı olarak belli bazı öğretmenierin otoriteleri şekil veriyordu. Eğitim, geleneksel becerilerio ve bilgi tabanının aktarılmasından ibaretti. Okuryazarlık yayılınca bilgi daha soyut ve daha az kişiye özel bir hal aldı. Soyut bilgi de belli öğ­ retmenlerin saygınlığından çok, bağımsız bir otorite edinmeye başladı. Ayrıca top­ lumların giderek ticarileşmesiyle, klasik Yunan'da Abbasi İran'ında, Song Çin'in­ de ve Modern Avrupa'nın ilk döneminde olduğu gibi, geleneksel bilginin sınanma alışkanlığı da yaygınlaştı. Avrupa'da bilgiyi sınama yöntemlerinin geçmişi Sokra­ tik felsefenin diyalektik geleneklerine kadar uzanıyordu. Bunlar da medreselerde

398

ZAMAN HARITALARI

önemli sorunların tartışılarak çözüldüğü İslam dünyası üzerinden aktarılmıştı.43 Rönesans'ta Leonarda da Vinci ve Kolomb gibi düşünürler fikirlerini entelektüel seyyar satıcılar gibi her fırsatta yaymayı doğal buluyorlardı.44 Düşüncelerin, belli öğretmenierin otoritelerinden dolayı değil de onların nite­ liğini sınayan alıcılar bulunduğu için ayakta kaldığı yeni "fikir pazarı", modern bilimin temelini oluşturdu. Her ne kadar bilimin üretim yöntemleri üzerindeki etkisi hala sınırlı olsa da bilimsel düşünme tarzı (pazar kuvvetlerinin ticaret üze­ rinde olduğu kadar, düşünceler ve politikalar üzerinde de giderek egemen olduğu) dünyada halihazırda mevcuttu. Margaret Jacob bu konuda şunları ileri sürmüştür "Bilimsel bilgi 1 8 . yüzyılın sonlarında ve 1 9. yüzyılın başlarında okuryazar İngiliz beylerin düşünüşlerine olağanüstü bir şekilde sızdı [ ... ] bu bilginin de endüstrileş­ mc sürecine, şu aııJa Üjinde yaşadığımız dünyanın yaratılmasına, doğrudan etkisi oldu.45 Ama tıpkı normal pazarlar gibi, fikir pazarı da küreseldi. Matbaa gibi birtakım yeni teknolojiler sayesinde yeni fikirler daha hızlı ve de daha geniş kit­ lelere yayılıyordu. 1 9. yüzyılda Almanya'dan başlayarak şirketlerin, üretimlerini ve kazançlarını artırmak için laboratuvarlar kurmasıyla, bilim de girişimci etkin­ liklerio bir parçası olmaya başladı. 1 9 . yüzyılın sonlarında bilimsel araştırmalar, (girişimcilerin ve zanaatkarların kişisel becerilerine dayanınayı sürdürseydi, yavaş yavaş yok olacak olan) inavasyon süreçlerinde öncü bir rol oynar oldu. Bilimin modern kültür üzerindeki etkisi, hemen göze çarpmayan birtakım baş­ ka değişimlerde de görülür. Ücretliler geleneksel biçimde geçinen köylülerin tersi­ ne, egemen kuvvetlerin gerçekte tanımlanabilen, adlandırılabilen ya da yakınıla­ bilen toprak sahipleri ya da hükümdarlar olmadıkları bir dünyada yaşıyorlardı. Modern dünyayı, yüzü olmayan bürokrasiden "enflasyon" veya "yasa hükmü" gibi soyutlamalara kadar daha büyük ve kişiler üstü kuvvetler yönetiyordu. Baskı uygulama görevi toprak sahibinden, kahyadan ve cellattan alınıp soyut kuvvetiere devredilince, benzer bir şekilde soyut kuvvetlerin egemen olduğu kozmolojilerin ortaya çıkmasına şaşmamak gerek. Baskıdan çok, ticaretle şekillenen bir dünyada kütleçekimin yansız maskesinin ardında Tanrı'nın yüzü ortadan kaybolmaya belki de mecburdu.

İkinci ve Üçüncü Dalgalar Yapılan son araştırmalarda Endüstri Devrimi'nin başlarındaki üst sınırlara vur­ gu yapılıyor. Britanya'da tarımda, pamuklu dokumalarda, metalurjide ve imalatın daha başka birkaç alanında üretim hızla arttı. Ama bir bütün olarak İngiliz eko­ nomisinin büyüme hızı 1 830'lu yılardan önce yüksek değildi. İngiliz endüstrisinde ortaya çıkan ilk inovasyonlar ekonominin yalnızca belli bazı sektörlerini etkiledi. Diğer sektörler 1 9. yüzyılın ortalarından önce çok az değişti (bkz. Tablo 1 3.5). İn­ giliz tarımında üretkenliğin artmasına karşın yiyecek üretimi 1 8 30'lu yıllara kadar nüfus artışının biraz gerisinde kaldı.46 1870'1i yıllardan sonra İngiliz ekonomisin­ deki büyümenin yavaşlaması, İngiliz Endüstri Devrimi'nin tek başına yalnızca sı-

MODERN DÜNYANIN DOc:lUŞU

399

nırlı bir morneotum yaratabildiğini gösterir. Eğer İngiliz Endüstri Devrimi de Song Çin'indeki gibi olsaydı, yani bölgesel bir dünya sisteminin kıyısında gerçekleşseydi, etkisi çok daha sınırlı olurdu ve belki de yüzyıl içinde sönüp giderdi. Ama Song Çin'inin tersine Britanya gelmiş geçmiş en büyük ve canlı alışve­ riş ağlarının merkezinde yer alıyordu ve bir bütün olarak dünya da çok daha birörnekleşmiş ve ticarileşmişti. Ek olarak Endüstri Devrimi taşımacılıkta ve ile­ tişimdeki icadarın -demiryolu, buharlı gemi, bisiklet, modern matbaa ve telgraf ile telefon- genel olarak enformasyon ve özel olarak da yeni teknoloji alışverişi­ ni artırarak kendi enerjisini yaratabildiğini kanıtlamıştı. Joel Mokyr bu konuda şöyle diyor: "Hareket kabiliyetinin gelişmesiyle, teknolojinin kendisi daha kolay yolculuk etmeye başladı: Göçmenlerin akılları, uzak ülkelere satılan makineler, teknik kitaplar ve dergiler hepsi birlikte ülkeler arasında taşınan teknoloji en­ formasyonunu oluşturuyordu. Hareketliliğin artması, aynı zamanda uluslararası ve bölgelerarası rekabetin de çoğalması demekti. Japonya'dan Türkiye'ye kadar, teknolojik değişime kapalı kalan ülkeler, onları koruyan mesafenin giderek azal­ masıyla kendilerini geride kalmış ve tehdit altında hissetmeye başladılar. "47 İleti­ şimdeki ilerlemeler, maliyetleri düşüren ve kazancı artıran inovasyonların Kuzey Atiantik'in zaten ticarileşmiş kesimlerinde kısa sürede benimsenmesini sağladı. Sonuç, bir iki yüzyıl içinde sönümlenen bölgesel bir inovasyon patlaması değil, en sonunda bütün dünyaya yayılan bir zincirleme tepkiydi. Bölgelerin endüstrileşme örüntüleri çok çeşitliydi. Alexander Gerschenkron'un 1 960'1ı yıllarda işaret ettiği gibi, değişimierin gerçekleşme sırası bile başlı başına önemliydi.48 1 9. yüzyılın başlarında birçok dış gözlemci Britanya'da birtakım deği­ şimierin yaşandığını fark etmeye başladı. O noktadan sonra endüstrileşme istemli ve iyi-kötü planlanmış hükümet müdahalelerine daha çok bağımlı, daha bilinçli bir sürece (20. yüzyılın devlet güdümlü ekonomilerinde doruğa ulaşan bir sürece) mahkum oldu. İngiliz teknolojisini almak mümkündü ve hükümetler de gelişmeyi giderek daha çok teşvik etmeye başlamışlardı. 1 9. yüzyılın sonuna gelindiğinde, hükümetler ile büyük bankalar endüstriyel değişimi etkin bir biçimde yönetiyorlar­ dı. Ama devletler arasındaki toplumsal yapı, gelir elde etme, yönetim yapısı ve coğ­ rafi farkların da önemi vardı. Britanya, Belçika, Almanya ve Çekoslavakya'daki ilk değişimierin bile merkezinde endüstriyel üretim vardı. Fransa'da, Hollanda'da ve İsveç'te büyük birer endüstri sektörü daha ileri tarihlerde kuruldu. Yine de bütün bu bölgelerdeki ekonomik büyüme hızları 1 9 . yüzyılda genel olarak etkileyiciydi. Büyük resme odaklandığımızda hareket merkezleri farklı ve her birini değişik teknolojilerin şekillendirdiği bir dizi endüstrileşme "dalgası" olduğunu saptarız.49 1 8 . yüzyılın sonundaki ilk dalganın Britanya dışında çok az etkisi oldu. Özel ola­ rak buhar teknolojisinin tam etkisi ancak 1 9. yüzyılın ortalarında, ikinci inavas­ yon dalgası sırasında hissedildi. Ciddi bir endüstrileşme Belçika, İsviçre, Fran­ sa, Almanya ve ABD'de 1 820'li yıllar ile 1 840'1ı yıllar arasında başladı. 1870'li yıllara gelindiğinde, bu bölgelerde kimya (özellikle boya ve suni gübre üretimi için), elektrik ve çelik üretimi gibi birtakım yeni endüstriler ortaya çıktı -ki Daniel

400

ZAMAN HARITALARI

Headrick bunu üçüncü inovasyon dalgası olarak görür. Artık Endüstri Devrimi Atiantik ekonomilerinde hızla yayılıyordu. Elektrik kullanımı gibi birçok geliş­ me, bu aktarma merkezinin İtalya, Balkanlar, Almanya, İskandinavya, Fransa, Britanya ve ABD gibi değişik kesimlerinde gerçekleştirilen çeşitli inovasyonlara dayanıyordu. Alman sanayicileri, üretirnde bilimin sistemli biçimde kullanılmasına öncülük ettiler. ABD tarımın endüstrileşrnesinde, tüfek gibi birtakım malların değiştirilebi­ lir bileşenlerinin seri üretiminde ve İç Savaş sırasında da savaş endüstrisinin kurul­ masında liderlik etti. 1 900'de ABD, mamul mal üreticisi olarak Birleşik Krallık'ı geride bıraktı; Almanya da Birleşik Krallık'ın hemen arkasındaydı. ABD dünya imalatının yaklaşık %24'ünden sorumluydu; Birleşik Krallık üretirnin % 1 9'unu ve Almanya % 13'ünü gerçekleştiriyordu (bkz. Tablo 1 3.2). Almanya ve ABD aynı zamanda iki yeni endüstriyel örgütlenme yapısının da öncülüğünü yapıyordu. Bunlardan birincisi, hammadde üretiminden irnalata, toptan ve perakende satı­ şa kadar daha önce birbirinden farklı birçok girişimin yürüttüğü görevleri düşey olarak bütünleştiren ulusal şirketti. İkincisi, daha önceden üretimin farklı sektör­ lerini yatay olarak örgütleyen çok bölmeli şirketti.50 İkinci ve üçüncü dalgalar, 1 9. yüzyılın sonunda birlikte uzun süren bir çıkış yaptılar. Bu çıkışın bir benzeri, 20. yüzyılın ikinci yarısına dek görülmedi. Büyük bir değişim tsunamisiyle, endüstrileşmenin ikinci ve üçüncü dalgaları Modern Devrimi dünyanın geri kalanına taşıdı -Modern Devrim'in oralardaki etkisi genellikle yıkıcı oldu. Tıpkı küreselleşmenin ilk aşamasının Amerika kıtala­ rındaki geleneksel toplumları yıkıma sürüklernesi gibi, küresel bütünleşmenin bu yeni raundu da Atlas Okyanusu kıyılarında ortaya çıkan endüstri merkezlerinin dışında kalan geleneksel politik, ekonomik ve toplumsal sistemlerin mahvına yol açtı. Endüstrileşmiş aktarma merkezlerindeki üretkenlik arttıkça ve İngiliz makine yapımı tekstil ürünlerinin fiyatları düştükçe, başka bölgelerdeki üreticiler geçim kaynaklarının Avrupa ithal malları tarafından altının oyulduğunu fark ettiler. Kü­ resel pazarlara giren küçük üreticiler en son teknolojileri kullanan büyük şirket­ lerle rekabet etmek zorunda olduklarını gördüler. Uzun erirnde bu rekabeti kimin kaybedeceğinden kimsenin kuşkusu yoktu. Avrupalı güçler uygulayabildikleri her yerde, tıpkı Hindistan'da ve Pakistan'da olduğu gibi, gümrük duvarlarıyla oyna­ yacak ya da zayıf yönetimleri ve sömürgeleri Avrupa malları almaya zorlayarak bu süreçleri hızlandırdılar. Bu projede, seri üretilmiş, modern silahlarla donanmış ve buhar gernileri ile demiryolu gibi daha iyi ulaşım sistemlerinden yararlanan yeni endüstrileşmiş orduların güçlerinin de belirleyici bir rolü vardı. Bu ordular öylesi­ ne belirleyiciydiler ki Hindistan'da 1 9 . yüzyılın sonunda yaşanan korkunç kıtlık­ lara rağmen Avrupa oradan tahıl alımını sürdürebildi.51 Hatta Çin'in bir zamanlar kendine yeterli olan ekonomisi bile Atiantik ekonomilerinin artan kütleçekim et­ kisinin uluslararası ticaretin topolojisini yamultrnasıyla birlikte çökmeye başladı. Britanya, Çin'i Avrupa mallarını almaya zorladı. Bunu da 1 842'deki Birinci Afyon Savaşı'nda İngiliz kuvvetlerinin kuzeye tahıl nakleden kanal taşımacılığını kes-

MODERN DÜNYANIN DoGUŞU

401

mesi tehdidiyle yaptı. Sonraki altmış yıl boyunca endüstrileşmiş Avrupalı güçler Çin'in ekonomik ve politik kontrolünü ele geçirmeye başladılar. Britanya zaten Hindistan'ın dev ekonomisini kontrol ediyordu. Yüzyılın son yirmi yılında Avru­ pa devletleri politik emperyalizmin son dalgasında, Afrika'nın büyük bölümüne doğrudan emperyalist bir kontrol dayattılar. Avrupa'nın ekonomik ve politik sö­ mürgeleri 19. yüzyıl kapitalizminin en talancı halini yaşadılar. 1 9. yüzyılın sonlarındaki dönüşümlerle, dünya ekonomisi endüstriye dayanan ülkeler ve dayanmayan ülkeler olmak üzere ikiye bölündü. Atlas Okyanusu kı­ yılarındaki toplumları zenginleştiren süreçlerin aynıları dünyanın geri kalanının büyük bölümünü mahvetti. Geleneksel köylülüğün çökmesiyle, ulusların içindeki eşitsizlik uçurumu öylesine derinleşti ki artık bölgeler ve uluslar arası uçurumlar halini aldı. Ekonomik ve askeri güç dengesi kayınca, Çin'in dünya endüstri üre­ timinde 1 8 00'de %33 olan payı 1 900'de %6'ya ve 1 950'de de %2'ye düştü. Bir 20. yüzyıl terimi olan üçüncü dünyanın 1 750'de hiçbir anlamı yoktu. Çünkü gü­ nümüzün üçüncü dünya ülkelerinin o zamanki küresel endüstri üretimindeki payı % 75'e yakındı. 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde bu oran % 1 5'ten düşüktü. Üçün­ cü dünyanın endüstri üretimi 1 9 . yüzyılın ikinci yarısında çöktü: Toplam üretim 1 860'ta %37'ye, 1 8 80'de %21'e ve 20. yüzyılın ilk yarısının büyük bölümünde de %7 dolayiarına geriledi (bkz. Tablo 1 3.2 ve Şekil 13.3). 20. yüzyıl uluslararası manzarasının çok tanıdık bir parçası olan "birinci" ile "üçüncü" dünya arasındaki uçurum ilk olarak 1 9. yüzyılın sonlarında ortaya çık­ tı. Bu konuda Mike Davis şöyle yazmıştır: Bastille'e saldırıldığında toplumlar arası gelir farkı, dünyanın önde gelen top­ lumlarının içindeki düşey sınıf bölünmeleri kadar büyük değildi . Yaşam standarrları arasındaki fark, söz gelimi Fransız ayaktakımından biriyle bir Deccan çiftçisi arasın­ daki fark onlarla kendi yönetici sınıfları arasındaki farka göre önemsizdi. Bununla birlikte Victoria'nın hükümdarlığından sonra ulusların arasındaki eşitsizlik, sınıfların arasındaki eşitsizlik kadar derinleşti . insanlık geri dönüşü olmayan bir şekilde bölün­ dü. Ve Enternasyonal'de ayağa kalkmaya çağrılan ünlü "açlık mahkumları" aslında tıpkı elektrik ışıkları, makineli tüfek ya da "bilimsel ırkçılık" gibi geç Victoria dönemi dünyasının bir icadıydı.52 Dünyada ekvator ve ekvator a ltı bölgelerde 1 870'Ii yılların sonlarında yaşanan kıtlıklar modern dünya tarihinin dönüm noktası olaylarıdır. Çünkü Avrupa em­ peryalizminin yıkıcı toplumsal ve ekonomik etkileri, El niöo bağlantılı geleneksel kıtlığın etkilerini daha da büyütmüş ve böylece 15. yüzyıldan beri görülen en şid­ detli kıtlıklardan biri yaşanmıştır.53 Bunun daha da kötüsü, ilkel üçüncü dünya, içinde kıtlıkların ve salgın hastalıkların çok geniş alanlara, çok hızlı yayıldığı kü­ resel taşımacılık ağiarına giderek daha sıkı bağlandığı için sonraki yirmi beş yılda yaşanmıştır. Bu krizlerde I. Dünya Savaşı'nda olduğundan çok daha fazla insan hayatını kaybetmiştir.

402

ZAMAN HARITALARI

1 00 90 80



E o c.. o 1-

sı �

'"



70 60 r

50

r-1--

40 30 20

-

1 0 r-o

r-

1 750

ı

1 800

r

ı

1--

1 830

r-

1-- 1-- 1-- f--- ı--1-- ı-- 1-1--

F t-

1 860

1--

1 880

-

1-- 1-- ı-- 1-... ... •

lll

1 900

1 930

1 950

1 980

D ingiltere ile ABD'nin toplam GSMH'si • Çin'in GSMH'si

Şekil 1 3.3 "Batı'nın yükselişi": Çin'in ve ABD/İngiltere'nin endüstri gücü, 1 750-1 980, küresel toplarnın yüzdesi olarak (Tablo 13.2 temel alınmıştır).

Endüstrileşen çekirdeğin dışındaki geleneksel hükümdarlar savunmasızlıkları­ nın farkına vardıkça, ülkelerinin endüstrileşmesini düşünmeye başladılar. Ama bu nasıl olacaktı? Önceki bölümde varılan sonuçlar, bunların ekonomik sorunlarla olduğu kadar, politik ve kültürel sorunlarla da karşı karşıya kaldıklarını gösteri­ yor. Kuzey Atiantik aktarma merkezinin inovasyon hızlarını yakalamak demek, iyi bütünleşmiş kapitalist bir toplum yaratmak ve bu sırada yalnızca ekonomik yapının değil aynı zamanda politik sistemin ve kültürel bakış açısının da değişmesi demekti. Bu da hassas ve acı verici -özellikle geleneksel haraççı imparatorluğun ticaret karşıtı tutumlarının çoğunun hala sürdürüldüğü Çarlık Rusya'sı gibi daha geleneksel yönetimler için- bir politik manevra yapmaya bağlıydı. En sonunda geleneksel yönetimler, yeni endüstri dünyasıyla anlaşmak zorunda kaldılar. Ama bu anlaşmalar hangi biçimde olursa olsun, bu yönetimlerin yerleşik destek üsle­ rini kaçınılmaz olarak tehdit ediyor ve istikrarlarını zayıflatıyordu. 1 9. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında toplumları zaten kısmen ticarileşmiş, oldukça geleneksel iki yönetim, devlet güdümlü endüstrileşme hareketine liderlik etti. Ja­ ponya'da Meiji hükümeti endüstrile�meyi kayda değer bir başarıyla yürütürken, çarİst hükümet bunu beceremedi. Böylece hiçbir girişimcinin bulunmadığı bir ortamda çelişkili endüstrileşme hamlesi projesini üstlenmek, Stalin'in komünist hükümetine kaldı. Gerçi Stalinci endüstrileşme hamlesi ilk başlarda olağanüstü başarılı oldu ama en sonunda yaşanan başarısızlık rekabetçi pazar ortamı olma­ dan inovasyonları sürdürmenin zorluğunu ortaya koydu. 54 Bir zamanların güçlü diğer bölgeleri de -İslam dünyası, Hindistan, Pakistan ve Çin- gönülsüzce bazı reform girişimlerinde bulundular. Ama bu girişimler de onları ekonomik ve bazen de askeri açıdan giderek Avrupa'ya bağımlı hale getirdi.

MODERN DÜNYANIN DOGUŞU

403

Özet Modernite eşiği ilk olarak, 1 8. yüzyıl ile 1 9. yüzyılın başında Batı Avrupa'da aşıldı. Değişimin birbirine bağlı üç yönü vardı: ekonomik, politik ve kültürel. En­ düstri Devrimi (değişimin ekonomik yönüne verilen ad) en iyi biçimde değişimierin ortaya çıktığı ilk ülke olan, İngiltere'de incelenmişti. Hızla büyüyen ücretliler sınıfı ve ticari çıkar kesimleriyle sıkı bir ittifakı olan hükümetleri sayesinde İngiltere'nin toplumsal yapıları kapitalist toplum modeline 1 8 . yüzyılda zaten iyice uyum sağ­ lamıştı. İngiliz kapitalizminin inavasyon potansiyeli kendini ilk olarak tarımda gösterdi. Ticari düşünen toprak sahipleri, birtakım yeniliklere yer vererek tarım üretimini artırdılar. Endüstrideki atılımlar daha sonra geldi. Yaşamsal önemdeki asıl inovasyon, büyük fabrikalarda buhar gücünün kullanılmasıydı; bu, aynı za­ manda fosil yakıtlardaki olağanüstü enerjiye erişimi de sağladı. Artan zenginlik ve piyasa ekonomisini yönetmek ve yeni zenginlik biçimlerini korumak yönetimlerin üstesinden gelmesi gereken birtakım yeni zorluklar ortaya çıkarıyordu. Onlar da hem kaynakları hem politik desteği yeni bazı yollarla seferber etmeye başladılar. Bu değişimler en net olarak 1 8 . yüzyılın sonundan itibaren Fransa' da yönetimi dönüştüren devrimsel değişikliklerde görülebilir. ilk kez bir yönetim uyruklarının büyük bölümünün günlük yaşamına dahil olmaya, onların eğitimleriyle, sağlıkla­ rıyla ve tutumlarıyla ilgilenmeye başladı. Bu dönemin en temel kültürel değişimi muhtemelen dünyaya bilimsel yaklaşınanın öneminin artmasıydı. Gerçi bilimsel tutumlar 20. yüzyılda kitlesel eğitimle yayılana kadar nüfusun büyük kesimini et­ kileyemedi ama Endüstri Devrimi'ndeki teknolojik inovasyonlarda önemli bir rol oynadılar. Bilimin etkisi 19. yüzyıldaki ikinci ve üçüncü inavasyon dalgalarında giderek önem kazandı. Britanya'daki inavasyon hızı yavaşlayınca, Endüstri Devri­ mi Batı Avrupa'ya ve Kuzey Amerika'ya sıçradı. Modern Devrim'in ilk aşamaları endüstrileşen çekirdeğin dışındaki bölgelerde genellikle yıkıcı oldu. 1 9. yüzyılın sonunda dünyanın değişik bölgeleri arasındaki zenginlik farkı, ilk kez ulusların kendi içindeki zenginlik farkı kadar büyük olmaya başladı. Binlerce yıldır şöyle böyle işleyen geleneksel yapılar da hayatta kalmak için hala kendilerine bağımlı olanları yüzüstü bırakarak çöktüler.

İleri Okuma Endüstri Devrimi üzerine geniş bir literatür vardır. Her ne kadar bazı ayrıntıları geçerliğini yitirmiş olsa da E. ]. Hobsbawm'ın Sanayi ve İmparatorluk'u (lndustry and Empire, 1 969) ve David Landes'in The Unbound Prometheus'u ( 1 969) gibi klasikleşmiş çalışmalar hala değerlerini korumaktadır. Daha yakın tarihli çalışma­ lar arasında da Maxine Berg'ün The Age of Manufactures, 1 700-1 820'si (2. Bas­ kı, 1 994), Pat Hudson'ın The Industrial Revolution'ı ( 1 992) ve E. A. Wrigley'in Continuity, Chance and Change'i ( 1 988) yer alır. N. F. R. Crafts'ın British Eco­ nomic Growth'u ( 1 985) güzel bir ekonometri araştırmasıdır. Margaret Jacob'ın

404

ZAMAN HARITALARI

Scientific Culture and the Making of the Industrial West'i ( 1 997) endüstrileşme ile bilimin doğuşu arasındaki ilişki üzerine klasikleşmiş bir çalışmadır. Endüstrileşme ve küresel ölçekler üzerine yakın tarihli iyi bir araştırma da Peter Stearn'in The Industrial Revolution in World History ( 1 993) adlı çalışmasıdır. Çağlar Keyder ile Patrick O'Brien, Economic Growth in Britain and France, 1 780-1 914 ( 1 978) adlı kitaplarında moderniteye giden iki farklı yolu karşılaştırırlar. Çin'in 1 8. yüzyıl gibi geç bir tarihte bile endüstrileşmeye birçok açıdan Batı Avrupa kadar yakın olduğu görüşüne şu kitaplarda yer verilmiştir: Kenneth Pomeranz'ın The Gre­ at Divergence'ı (2000), R. Bin Wong'un China Transformed'u ( 1 997) ve Andre Gunder Frank'ın ReOrient'i ( 1998). Joel Mokyr, The Lever of Riches'inde ( 1 990) ve James McClellan III ile I larold Durn da Science and Technology in World His­ tory'de ( 1 999) teknolojik gelişmeleri araştırmışlardır. Charles Tilly'nin Coercion, Capital and European States, AD 990-1 992 (gözden geçirilmiş baskı, 1 992) adlı eseri Endüstri Devrimi'yle ilgili bazı politik değişimler konusunda çok iyidir. Peter Mathias ve John Davis'in editörlüğünü yaptığı The First Industrial Revolutions ( 1 989) adlı kitapta Avrupa endüstrileşmesi üzerine bir dizi makale yer alır. Mike Davis'in Late Victorian Holocausts (200 1 ) adlı nefis eseri Modern Devrim'in en­ düstri merkezleri dışındaki yıkıcı etkisi üzerinedir. Chris Nayley'in The Birth of the Modern World'ü (2003) "uzun" 1 9. yüzyılda savaş ile devlet kuruluşu arasın­ daki bağa vurgu yapan, güzel bir küresel tarih çalışmasıdır.

14

20. Yüzyı ldaki Büyük Hızlanma

Eğer 20. yüzyılı özetlernem gerekse, insanlığın aklına gelebilecek en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayaller ile idealleri yok ettiğini söylerdim.·

Hızlanma 20. yüzyıl hepimize öyle yakındır ki onu anladığımızı düşünürüz. Ama bazı açılardan 20. yüzyılın kavranması, bu kitapta söz edilen diğer bütün çağlardan daha zordur. İnsanlık tarihinin bütün dönemleri içinde 20. yüzyıl belki de büyük tarihin geniş perspektifinden görülmesi en zor olanıdır. Önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde karşımıza nelerin çıkacağını bilemeyiz. Eric Hobsbawm'ın muhteşem 20. yüzyılın "kısa" tarihi, Aşırılıklar Çağı ( 1 994) adlı yapıtında büyük görünen olay­ lar yüzyılın ilk yarısındaki dünya savaşları, Büyük Buhran, komünist deneyimi, sömürgeterin bağımsızlaşması ve hepsinden önemlisi Il. Dünya Savaşı'nın ardın­ dan gelen uzun süreli canlanmadır. Ama büyük tarihin ölçeğinde 20. yüzyılın daha başka yönleri ön plana çıkar. Bunlar arasında en çarpıcı olanlar insanlarla biyosfer arasındaki ilişkide gerçekleşen dudak uçuklatıcı değişikliklerdir. Kısa süre önce yazdığı 20. yüzyılın ekolojik tarihinde William McNeill şöyle diyordu: "İnsan ırkı böyle bir şeye niyedenmemiş olsa da dünyada dev bir kontrolsüz deney yap­ maktadır. Sanırım bu deney zamanla, Il. Dünya Savaşı'nı, komünizm girişimini, okuryazarlığın kitleselleşmesini, demokrasinin yayılmasını ve kadınların giderek özgürleşmesini geride bırakacak ve 20. yüzyılın en önemli olayı olacaktır." ı Bu bölümde 20. yüzyılda yaşanan değişimin büyüklüğünde ve hızındaki ani artışa odaklanılacaktır. Modern Devrim 20. yüzyıla kadar kendi önemini tam ola•

Yehudi Menuhin. Akt. E. J. Hobsbawm, The Age of Extremes (Londra, 1 994), s. 2, Paola Agosti ve Giovanna Borgese, Mi pare un secolo: Ritratti e paro/e di centosei protagonisti del Novecento (Torino, 1 992).

406

ZAMAN HARiTALARI

rak açığa çıkaramamıştı. Değişim öyle hızlı gerçekleşti ve dallanıp budaklanması da öyle geniş kapsamlı ve yaygın oldu ki bu dönem insanlık tarihine ve insanla­ rın başka canlılada ve dünyayla ilişkilerinin tarihine, tümüyle yeni aşama olarak damgasını vurdu. Gerçekten de 20. yüzyılın bütün biyosfer tarihi için bir dönüm noktası olduğunu söylemek pek de abartılı olmaz. Kozmoloji ölçeğinde değişimler, çoğunlukla milyonlarca hatta milyarlarca yıl­ lık ağır ve heybetli bir tempoda gerçekleşir. Hızı, doğal seçilimin belirlediği biyo­ loji dünyasındaki önemli değişimler binlerce yıldan milyonlarca yıla kadar değişen ölçeklerde olur. Ağırlıklı olarak kültürel değişimin şekillendirdiği insanlık tarihin­ deyse, tempo daha hızlıdır. Paleolitik Çağ'da önemli değişimierin gerçekleşmesi binlerce yıl içinde olmuştu. Daha büyük demografik dinamizmiyle t::ı r ı m toplum­ ları bu ölçeği, bütün tarım toplumlarının tarihi yalnızca on bin yıla sığacak kadar ve tarım uygarlıklarının tarihi de onun yarısına sığacak kadar düşürdü. Modern Devrim'in olağanüstü dinamizmi, küresel tarihsel değişimin hızını bir kez daha artırdı. Sanki zamanın kendisi 20. yüzyıla sıkıştırılmış gibi oldu. Havayolu ulaşırnından internete kadar modern ulaşım ve iletişim biçimleri mekan algımızda devrim yarattı. Yalnızca teleskoplarımızla evrenin neredeyse ucuna ve zamanın başlangıcına kadar erişiyor değiliz, yanı sıra bilgi ve para da hemen hemen anında dünyanın öteki ucuna aktarılabiliyor ve insanlar da bun­ dan biraz daha düşük hızlarda yolculuk ediyorlar. Kolektif öğrenme artık bütün dünyada benimsenmiş durumda ama bunun zaman ölçeği de ancak bir sohbet kadardır. Robert Wright'ın şöyle bir gözlemi var: "Görünmez toplumsal beyin­ Ierin birbirleriyle aralıklı ama durmak bilmeyen ilişki kurma eğilimi ve sonunda kendilerini daha büyük bir beynin içine yerleştirmeleri, tarihin merkezi temasıdır. Bütün yıkıcı ama sonunda birleştirici etkileriyle bugün tanıklık ettiğimiz şey, bu sürecin doruk noktasıdır -yani gezegen çapında tek bir beynin inşası."2 Uzay da zaman kadar hızlı daralmıştır. Epidemiyolog D. J. Bradley bu değişimierin bireyle­ rin yaşam deneyimleri için ne ifade ettiğini, kendi ailesindeki dört farklı kuşaktan erkeğin "yaşam boyu yolculuk izleri" ni çizerek canlı biçimde gözler önüne serer. Büyük büyükbabasının yaşam boyu yolculuk izleri, kenarları 40 kilometre olan bir karenin içine sığıyor. Sonraki üç kuşağın hepsinde de bu karenin kenarları 1 0 kat artıyor. Büyükbabasının yaşam boyu yolculuk izleri, kenarları 400 kilometre olan bir karenin içine, babasınınkiler kenarları 4.000 kilometre olan bir karenin içine sığıyor. Bradley'nin kendisinin yolculukları da dünyayı kuşatıyor.3 1940'ta Alman kültür eleştirmeni Walter Benjamin insan toplumlarının 20. yüzyılda deneyimiediği değişim kasırgasının çarpıcı bir betimlemesini yaptı: "Angelus Novus" adlı bir Klee tablosunda, sürekli üzerine düşündüğü bir şeyden uzaklaşmak üzereymiş gibi bakan bir melek vardır. Gözleri sabitlenmiş, ağzı açık ve kanatları da açılmıştır. Bu, tarih meleğinin resmidir. Yüzü geçmişe dönüktür. Bizim bir olaylar zinciri olarak algıladığımızı o, sürekli enkaz üstüne enkaz yığılan ve sonunda ayaklarına savrulan tek bir felaket şeklinde görür. Melek kalmak, ölüleri canlandırmak ve parçalanmış olanları bütünleştirmek ister. Ama Cennet'ten bir fırtına eser. Kanatla-

20.

YÜZYILDAKI BÜYÜK HIZLANMA

407

rından öylesine şiddetli yakalanmıştır ki melek bir daha onları kapatamaz. Bu fırtına onu, sırtının dönük olduğu geleceğe doğru karşı konulmaz bir şekilde sürükler. Bu sırada önündeki dökünlü yığınları da göğe doğru yükselmektedir. Bu fırtına, bizim ilerleme dediğim iz şeydir.4 Eric Hobsbawm bu değişim kasırgasının, geçmişle bağımızı kesin olarak -hat­ ta tarihin kendisi hakkında düşünmemizi bile değiştirecek şekilde- koparına teh­ likesi taşıdığını ileri sürmüştü.5 Önemli birçok ölçekte 20. yüzyılda, insanlık tarihinin daha önceki bütün dö­ nemlerinde gerçekleşenlerden daha çok değişim olmuştur. Tarım uygarlıklarının ele alındığı bölümde ( 1 0. Bölüm) dört bin yıl incelenmiş olmasına karşın, bu bö­ lümde yalnızca bir yüzyılın ele alınacak olması bile modern toplumun planlayıp gerçekleştirdiği dönüşümlerin büyüklüğünün bir göstergesidir. Bu değişimleri anlatırken bir kez daha nüfus artışıyla başlamak anlamlıdır. Çünkü yeni teknolojiler ya da yeni toplumsal örgütlenme biçimleri gibi diğer et­ kenlerİn etkisi ne olursa olsun, insan nüfusundaki her artış kaçınılmaz olarak dün­ yadaki kaynaklara yönelik yeni talepleri de beraberinde getirmektedir (bkz. Tablo 14.1 ).6 1 900'de dünya nüfusu yaklaşık 1 ,6 milyardı. Bir yüzyıl sonra dört katına çıkıp yaklaşık 6 milyara ulaştı. Bir milyar nüfusa ulaşmak insanların 100.000 yı­ lını almıştı. Ona beş milyar daha eklemekse, yalnızca yüz yıldan biraz daha fazla sürdü. Bu yüzyıl içinde insan nüfusunun ikiye katianma süresi, yüzyılın ilk yarısın­ da seksen yıla, ikinci yarısında da yalnızca kırk yıla kadar düştü.

İnsan Toplumundaki Değişimler 20. Yüzyıldaki İnovasyon Dalgaları

Dönüşümlerin birinci sorumlusu, teknolojik değişimin hızıdır. Her şeyden önce böylesi muazzam nüfusların beslenebilmesini olanaklı kılan şey teknolojik değişimlerdir. Bütün yönleriyle ticarileşmiş bir tarım 1 8 . yüzyılda Kuzeybatı Avru­ pa'da ortaya çıktı. Ama tarım üretimindeki en büyük artışlar 20. yüzyılda gerçek­ leşti. 1 900 ile 2000 arasında dünyadaki ekili alanlardaki üretkenlik üç kat arttı. Toplam tahıl mahsulü beş kat artarak 400 milyon tondan neredeyse 2 milyar tona yükseldi.7 20. yüzyılda tarım üretimi nüfus artışından daha hızlı arttı. Artan yiyecek üretimi kısmen eski bir teknolojinin, sulamanın, artan kullanı­ mına ve mısır ile soya fasulyesi gibi birtakım ürünlerin dünyanın değişik kesimleri arasında süren alışverişine dayanıyordu. Ama yeni tekniklerin de büyük önemi vardı. Suni gübre kullanımı ve yeni ürün soylarının -en önemlileri yüksek mahsul veren tahıl ve melez mısır varyeteleridir- sistemli yetiştirilmesi özellikle önemliydi. 20. yüzyılda tarımın dışında en önemli teknolojik değişimler, etkileri ve büyük­ lükleri 1 9. yüzyıldaki dalgaları gölgede bırakan dalgalar halinde geldiler. 8 1 9. yüz­ yılın sonunda dördüncü bir inavasyon dalgası başladı ve 20. yüzyılın ilk yarısının

408

ZAMAN HARITALARI

Tablo 1 4. 1 Dünya nüfusu, 1 900-2000. Tarih 1 900 1 910 1 920 1 930 1 940 1 950 1 960 1 970 1 980 1 990 2000

Nüfus (milyar) 1 ,634 1 ,746 1 ,857 2,036 2,267 2,5 1 5 3,0 1 9 3,698 4,450 5,292 6, 1 00

KAYNAK: Massimo Livi-Bacci A Coincise History of Worl Population, (çev.) Cari Ipsen (Oxford, 1 992), s. 147. 1 9 1 0 verisi enterpolasyonla elde edilmiştir. 2000 verisinin alındığı yer: Lester R. Brown, Eco-Economy: Building an Economy for the Earth (New York, 200 1 ), s. 212.

büyük bir bölümü boyunca da sürdü. İçten yanmalı motor -ister otomobiliere ve kamyonlara ister tankiara ve uçaklara takılsın- çok önemli bir yeni teknolojiydi. Öteki fosil yakıtlar, kömür ve doğalgaz da önemliydi ama petrol yaşamsal bir enerji kaynağıydı. Bu evrede endüstrileşmiş ülkelerin çoğunda bulunan büyük, çok bölmeli şirketler içinde doğup geliştikieri ulusal çerçevelerin dışına taşmaya başladılar ve birkaç ülkede birden faaliyet gösteren çokuluslu şirketlere dönüştü­ ler.9 Çokuluslu şirketlerin doğuşu, en çok endüstrileşmiş ülkelerin artan egemenli­ ğinin bir göstergesiydi. Bu dönemde endüstrileşmenin coğrafi yayılıını yavaşladı. Endüstrileşmeye başlamış bölgelerin üretim kapasiteleri, dünyanın geri kalanının önünde hızla yükseldi. Paul Bairoch'un hesaplarına göre ( bkz. Tablo 1 3 . 1 ve Tab­ lo 13.2) yeni endüstri merkezlerinin dışında kalan kesimlerin hem göreli hem mut­ lak endüstri üretimleri neredeyse yüzyıldır, 1 9. yüzyılın ortasından 20. yüzyılın ortasına kadar hep düşüyordu. Il. Dünya Savaşı'ndan sonra gelen beşinci inavasyon dalgasına nükleer enerji ve elektronik egemendi. Elektronik sayesinde birçok teknolojide verimlilik artışı oldu. Ama elektronik aynı zamanda bilgi edinme, işleme ve kullanmanın mali­ yetini de düşürdüğünden, kolektif öğrenmenin hızını ve verimini de artırdı. Bu sayede kolektif öğrenme yerel ölçekte değil, artık küresel ölçekte gerçekleşmeye başladı. Bu dalga sırasında birçok bölgenin, özellikle Latin Amerika'da, Doğu ve Güneydoğu Asya'da önceki dalgaların yalnızca dokunup geçtiği birçok bölgenin endüstri üretimi hızlı bir artış gösterdi. Bu dönemde ayrıca çokuluslu şirketlerin zenginlikleri ve nüfuzları da arttı. Dünya ekonomisinin dinarnoları olan daha çok endüstrileşmiş bölgelerde gözlenen savaş sonrası büyüme, 1 970'li yılların sonuyla 1 980'li yıllarda yavaşlamaya başladı.

20.

YÜZVILDAKi BÜYÜK HIZLANMA

409

Sonra büyüme altıncı inovasyon dalgasıyla bir kez daha hızlandı. Bu dalga, 2 1 . yüzyılın başında hala sürüyor. Egemen teknolojileri elektronik ve genetik; e n çar­ pıcı ilk etkisi de dünyanın bütün kesimlerini daha önce hiç olmadığı kadar sıkı bir şekilde bir araya getirmek. Manuel Castells 20. yüzyılın son yirmi yılının kapita­ lizm tarihinde, kendisinin "Enformasyon Çağı" olarak adlandırdığı, tümüyle yeni bir evreye geçiş dönemi olduğunu ileri sürmüştü.10 Ona göre bu evrede kazanç sağlamanın anahtarı, enformasyon akışlarıydı. Bireysel girişimciler arasındaki sı­ nırlar ortadan kalkıyordu çünkü üretim ve hizmetler sürekli değişen ve birçoğu işlerinin büyük bölümünü küçük şirketlere ya da bireylere yaptıran ittifaklar ya da girişimci ağları olarak örgütleniyorlardı. Enformasyonun hareketi ve kontrolü, belki de başlı başına en büyük endüstri sektörü haline gelmişti.1 1 Enformasyonun ve zenginliğin küresel akışı öylesine hızlandı ve geleneksel sınırlara o kadar az saygısı kaldı ki tıpkı girişimler arasındaki sınırları olduğu gibi, devletler arasında­ ki sınırları da bulanıklaştırdı. 2000'de birçok uluslararası şirketin, birçok büyük devlet kadar pazar değeri vardı ve bu devasa şirketlerin çoğu da iletişim alanın­ daydı (bkz. Tablo 14.2). Birlikte ele alındığında beşinci ve altıncı inovasyon dalgaları, 1 9. yüzyılın son­ larıyla 20. yüzyılın başlarındaki üretim patlamasından çok daha büyüğünü ger­ çekleştirdiler. 1 900 ile 1 950 arasında küresel ekonominin toplam üretimi 2 trilyon doların biraz üzerinden, 5 trilyon doların biraz üzerine çıktı. Sonraki elli yıl içinde de yaklaşık 39 trilyon dolara yükseldi. Bu sayılar bize kü­ resel üretimin 20. yüzyılda nerdeyse yirmi kat arttığını gösteriyor. Yalnızca 1 995 ile 1 998 arasındaki üç yıl içindeki büyümenin, 1 900'den önceki 10.000 yıl içinde gerçekleşenden daha büyük olduğu tahmin ediliyor. 12

Yaratım: Tüketici Kapitalizmi ve Yeni Yaşam Tarzlan Değişimin olumlu yanı, kendisini en çok endüstrileşmiş bölgelerin afallatıcı zenginliklerinde gösteriyordu. Bu bölgelerdeki büyük nüfuslar yüksek olan ve giderek de artan maddi bolluklarının keyfini çıkarıyorlardı. 1 9. yüzyılda yapılan kapitalizm eleştirilerinde kapitalizmin yoksulluk yaratma gücü görülmüş ancak maddi zenginlik yaratma gücü hafife alınmıştı. Kapitalizmin üretim gücünün far­ kında olan bazıları (Rosa Luxemburg gibi), olağanüstü dinamizminin sonunda kendi çöküşüne yol açacağını ileri sürmüştü. Üretim arttıkça alıcı bulmak giderek zorlaşacaktı. Oysaki insanlık tarihinin önceki dönemlerinin çoğunda insanların ve yönetimlerin karşılaştığı temel sorun yokluk olmuştu; artık asıl sorun bollukla başa çıkmaktı. ( Marksistler buna "realizasyon" sorunu der -kazancın satışlar üzerinden "gerçekleştirilmesi" sorunu). Bununla birlikte 1 9. yüzyılın sonundan itibaren kapitalist ekonomiler bu soruna kendi işçilerini yalnızca fabrika yemi olarak değil, aynı zamanda bu denli bol miktarda ürettikleri malları için olası bir pazar olarak görerek çözüm bulmaya başladılar. Tıpkı virüslerin genellikle

410

ZAMAN HARITALARI

Tablo 1 4.2 Pazar degerierine göre sıralanmış ekonomik varlıklar, Ocak 2000. Sıra

Politik Birim

Şirket

ABD

Deleri (milyar dolar) 1 5.0 1 3

2

Japonya

4.244

3

ingiltere

2.775

4

Fransa

1 .304

5

Almanya

1 .229

6

Konoda

695

7

i sviçre

662

8

Hollanda

618

9

italya

10 ll

610 Microsoft (ABD)

Hong Kong

536 General Electric (ABD)

12

546 498

13

Avustralya

424

14

ispanya

390 Cisco Systems (ABD)

15

355

16

Tayvan

339

17

isveç

318

18

lntel (ABD)

305

19

Exxon-Mobil (ABD)

295

20

Wa�Mart (ABD)

289

21

Güney Kore

285

22

Finlandiya

276

23

Nippon JT Uaponya)

274

24

AOL Time Werner (ABD)

289

25

Güney Afrika Nokia (Finlandiya)

26 27

232

Yunanistan

218 217

28

Deutsche Telekom (Almanya)

218

29

IBM (ABD)

213

30

Brezilya

KAYNAK: Sydney Morning Herald,

1 94

15 Ocak 2000.

20. YÜZVILDAKI BÜYÜK HIZLANMA

41 1

aviarını koruyacak biçimde evrim geçirmesi gibi, kapitalizm de (Marx'ın öngö­ remediği bir hareketle) yeni ve daha az dengesiz bir ortakyaşam biçimi için kendi proletaryasını korumayı, hatta ona kur yapmayı öğrendi. Bu hareket de 20. yüz­ yıl tüketici kapitalizmini ortaya çıkardı. Bunun ayırt edici özelliği, bütün sistemin iyiliği için nüfusun büyük bölümünün giderek artan miktarlarda mal tüketmesine gerek duymasıdır. Büyük bir tüketici pazarının varlığını garantiye almak için ma­ aşlar yükseltilmeli, tüketim malları saldıeganca pazarlanmalı ve insanlık tarihinin büyük bölümünde toplumların çoğunda egemen olan artık modası geçmiş eko­ nomi ahiağına -biriktir ve sakla- bir son verilmeliydi. Bu değişimler 1 9. yüzyılda başladı ama modern tüketici kapitalizmi ilk olarak 1 920'li yıllarda ABD'de be­ lirginleşti. Tüketici kapitalizminin ilk eleştirilerinden bazıları da -örneğin Sinc­ lair Lewis'in 1 922'de yayımlanan romanı Babbitt- yine 20. yüzyılın başlarında ABD'de ortaya çıktı. Kuşkusuz hükümetler için üretim fazlasını dağıtma sorunu, daha önceki dev­ letlerin temel görevi olan yokluğu idare etme görevine göre uğraşması daha se­ vimli bir sorundu. Modern kapitalizmin çok üretken toplumsal ve ekonomik sis­ temi, alt sınıfların düşmanlığını, onlara önceki tarihsel dönemlerde kralları bile memnun edecek yaşam standartları vererek etkisizleştiriyordu. Bu yolla tüketici kapitalizmi, modern seçkinlerin büyük ölçeklerde armağanlar verip sadakat elde etmelerini sağlayarak, geleneksel politik sorunları da dönüştürdü. Liberal kapita­ list toplumların dünyanın en çok endüstrileşmiş bölgelerinde nasıl hayatta kaldık­ larını ve esnekliklerini her şeyden çok bu değişiklik açıklar. Tüketici kapitalizmi tarihsel değişimin ritimlerini dönüştürdü. Nüfus artışı pe­ riyodik olarak üretim kapasitesinin önüne geçtiğinden, tarım dünyası Malthusçu çevrimlerle yönetiliyordu. Ekonomik büyümenin, düşük üretim gibi aşırı üretim yüzünden de kesintiye uğrayabileceği ilk kez 1 870'li yıllarda yaşanan "büyük bulıran" sırasında ortaya çıktı. Üretkenliğin hızla arttığı sektörlerdeki imalatçılar pazarın o an için ürettiklerinin tümünü soğuramayacak kadar küçük olduğunu anladılar. Sonraki yirmi otuz yılda üretkenliğin sürekli arttığı bir dünyada pazar bulma (ya da yaratma) sorununun, tıpkı tarım çağındaki yetersiz üretimin sebep olduğuna benzer bir şekilde ekonomik etkinliklerio ritmini belirleyeceği iyice net­ leşti. Sonuç olarak modern çağa konjonktür dalgalanmaları olarak bildiğimiz, periyodu daha farklı (genellikle daha kısa) etkinlik çevrimleri egemen oldu. En­ düstrileşmiş ülkelerin çoğunda bu çevrimlerle uğraşmak ve baş etmek giri�imt:iler, yönetimler ve tüketiciler arasında yepyeni davranış biçimleri doğurdu. İlk başta birçok hükümet ve girişimci, artan üretkenlik düzeylerine tepki olarak kendi pa­ zarlarının korunmasını ve sömürge bölgelerinde yeni pazarlar yaratılmasını talep ettiler. Ama bu hem kabul edilemez askeri anlaşmazlıklar yaratarak hem 1 9. yüz­ yılda endüstriyel büyürneyi körükleyen dev dünya pazarlarını bölümlere ayıra­ rak aslında kendi kendini engelleyen bir strateji olduğunu kanıtladı. Uzun erirnde John Maynard Keynes ve diğerleri, bu çevrimsel gerileme dönemlerini önleme-

412

ZAMAN HARITALARI

nin, pazarların tekelleşmesindense ayakta kalması ve sürmesi demek olduğunun farkına vardılar. Böylece 20. yüzyıl tüketici kapitalizminin temel kaygılarından biri, pazarı genişletmek ve yeni pazarlar yaratmak oldu. Tüketimi, prekapitalist dünyadaki kanaat gibi, temel bir erdem haline getiren etik devrim de bu değişimle açıklanır. Bu değişim aynı zamanda, özellikle televizyonda görünen ve tüketimin bitmek bilmez savunusunu yapan reklamcılardan oluşan, yeni ve güçlü bir ruhhan sınıfın ortaya çıkışını da açıklar. Bu değişimlerden yararlananlar benzeri olmayan maddi refah düzeylerinin ve tümüyle yeni özgürlük tarzlarının keyfini çıkardılar. Zengin ülkelerde tıptaki iler­ lemeler sayesinde bir zamanlar kaçınılmaz olan fiziksel acılar ortadan kalktı ve insanlar daha sağlıklı yaşamaya başladılar. Aslında yaşam tarzları öyle büyük bir değişikliğe uğradı ki bunun insan bedeni üzerinde de önemli bir evrimsel etkisi olabilir. ABD'de yapılan bazı araştırmalar 20. yüzyılın sonlarında yaşayan insan­ ların bir yüzyıl önce yaşayanlara göre daha uzun olduklarını ama iskeletlerinin daha dayanıksız olduğunu ortaya koymuştur. Daha iyi beslenme ve tıbbi bakırnın yanı sıra, daha uyuşuk bir yaşam tarzı belki de türüroüze farkına vardığımızdan çok daha büyük bir evrimsel baskı uyguluyordur. 0 Bireysel ilişkiler de dönüşüme uğradı. Her ne kadar bireylerin birbirlerine uy­ guladıkları şiddetin düzeyi hala yüksek kalsa da modern demokratik toplumlarda bu tür davranışlar hoş karşılanmıyor. İnsanların çoğu, fiziksel baskının kabul edi­ lebilir bir kontrol biçimi olduğu geleneksel haraççı toplumlardakine göre şiddete maruz kalma tehlikesinden daha uzak. Demokratik devletlerin politik yapıları, birçok hatalarma karşın, bireylere eşi benzeri görülmemiş derecede yasal koru­ ma sağlıyor ve geçmişte seçkinlere ayrıcalıklar sağlayan enformasyon üzerindeki kontrol, kitlesel eğitimin gelişmesiyle birlikte azaldı. Özellikle çarpıcı olan bir başka konu da kadınların yararlanabilecekleri olanakları sınırlayan geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin yavaş yavaş yıkılmasıdır. Doğum kontrolünün yay­ gınlaşması ve fiziksel güce daha az dayanan yeni istihdam biçimlerinin ortaya çıkması, geleneksel toplumlarda erkeklerin tekelinde olan ev dışı uzmaniaşma alanlarından çoğunda kadınların da yer almasını kolaylaştırmıştır. Sonuç olarak her ne kadar endüstrileşmiş ekonomilerio çoğunda kadınların birçok sektörde ücretleri ve yükselme oranları hala erkeklerin gerisinde olsa da gelişmiş ülkelerde uzun erimli eğilimler eğitim düzeylerinin ve istihdam fırsatlarının arttığını gös­ termektedir. 1 990' da endüstrileşmiş ülkelerdeki ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarında eğitim gören kadın ve erkek sayısı eşitti ve her 100 ücretli erkek çalışana karşılık, 80 ücretli kadın çalışan vardı. Karşılaştırmak için, dünyanın ta­ mamında orta öğretimde 1 00 erkeğe karşılık yaklaşık 80 kadın, yükseköğretİrnde de 1 00 erkeğe karşılık 65 kadın yer alıyordu. Bunun yanında 1 00 erkek çalışana karşılık da 60 kadın çalışan bulunuyordu.14 20. yüzyılda zengin ülkelerde yaşayanların muazzam kazanımları Modern Devrim'in şaşırtıcı yaratıcılığını gözler önüne serer ve bu yaratıcılık, dünyanın her yanındaki insanlara da baştan çıkarıcı güzellikte bir gelecek umudu sunar.

20. YÜZVILOAKI BÜYÜK HIZLANMA

413

Kapitalizmin Çelişkileri: Eşitsizlik ve Yoksulluk Her ne kadar 20. yüzyılda göz alıcı olumlu değişimler yaşanmışsa da çok sa­ yıda insan için birçok açıdan Modern Devrim'in etkileri pek de merhametli ve yararlı olmamıştır. ilkesel olarak, modern toplumlarda artan üretkenlik ilk kez hiçbir kesimin maddi yoksulluk baskısı hissetınediği bir toplum kurma olanağı sundu. Sosyalizmin büyük vizyonu buydu. Ama her ne kadar böyle bir toplum için gereken ön koşulları kapitalizm yaratmışsa da sosyalistlerin çoğu, temel ya­ pıların özünde eşitlikçi olmadığının farkındaydı. Kapitalizmin en büyük erdemi sayılan dinamik üretkenliğin itici gücü, üretim kaynaklarının kontrolünün eşit olmayan dağılımıydı. Hayatta kalıp gelişmesi için kapitalizmin, zenginlik dağı­ lımında büyük farkiara gereksinim duyduğu anlaşıldı. Marx bu sistemin üretim kaynaklarına sahip olanlar ile olmayanlardan oluşan uygun bir karışım olmaksı­ zın işlemeyeceğini ileri sürmüştü. Marx'ın vardığı bu sonuç kapitalizm var olduğu sürece eşitsizliğin artacağı anlamına geliyordu. Sosyalistlere göre yüksek üretimin yararlarının nüfusun bütün kesimlerine sunulduğu bir toplum kurulmalı ve kapi­ talizm de yıkılmalıydı. Peki ama sosyalist bir toplum kapitalizmin yüksek üret­ kenlik düzeyiyle yarışabilir miydi? Acaba daha eşitlikçi toplumlarda sosyalistlerin maddi yoksulluğun tümüyle ortadan kalktığı bir dünya umudunu gerçekleştirecek (kapitalizmin) yüksek üretkenlik düzeyi yakalanabilir miydi? Bu acı sorulara 20. yüzyılın vereceği bazı yanıtlar vardı. 20. yüzyıldaki gelişmeler kapitalizme yönelik sosyalist eleştirilerin çoğunun doğruluğunu kanıtladı. 20. yüzyılın olağanüstü maddi bolluğunu üreten kuvvetler, aynı zamanda ulusların kendi içlerinde ve aralarındaki eşitsizliği de küresel ölçek­ te artırdı. Zenginlik giderek artan bir şekilde devasa rezervlerde yığılıyor, bunların arasında da gittikçe daha çirkin görünen çok geniş yoksulluk vadileri oluşuyordu. Kapitalizm çok büyük miktarlarda maddi zenginlik üretme gücü olduğunu kanıt­ lamıştı. Ama aynı zamanda küresel zenginliği adil, insancıl ve sürdürülebilir bir şekilde dağıtma konusunda yetersiz olduğunu da göstermişti. Her ne kadar bu adaletsizliği ölçme girişimlerimiz kaba ve tahmini olsa da belirgin bazı eğilimleri yine de ortaya koyar. 1 900'de bütün dünyada ortalama 1 .500 dolar olan kişi başına düşen tahmini gelir, 1 998'de 6600 dolara yükselmiş­ tir. Aynı dönemde küresel doğumda beklenen yaşam süresi -ki en önemli refah göstergelerinden biridir- yaklaşık 35 yaştan 65 yaşa çıkmıştır.15 Bunlar çok önemli kazanımlardır ama Tablo 14.3'ten ve Tablo 14.4'ten de görüleceği üzere, bu ka­ zanımlar dengesiz dağıtılmıştır. 2000'de ABD'de kişi başına gayrisafi milli hasıla yaklaşık 34. 100 dolarken (en yüksek olan ülkeler ortalaması da 27.680 dolarken) Brezilya'da yaklaşık 3.580 dolar, iki yüzyıl öncesinin ekonomik süper gücü Çin'de yaklaşık 840 dolar, Hindistan'da 450 dolar ve Burkina Faso'da da 210 dolardı. Oranlar bu eşitsizliği daha da çarpıcı gösteriyor (bkz. Tablo 14.3). Bu sayılara göre Burkina Faso'nun gayrisafi milli hasılası en zengin ülkeler ortalamasının % 1 'inden daha azdır. Hindistan'ın ve bütün Sahra-altı ülkelerininkiler de o orta-

414

ZAMAN HARITALARI

lamanın % 1 ,5'inden biraz fazladır. Doğumda beklenen yaşam süresi istatistikleri, elbette bu denli farklı değildir. Modern tıp bilgisi doğumda beklenen yaşam sü­ resini dünyanın her yerinde yükseltmiştir. Yine de istatistikler örnrün yoksullukla birlikte kısaldığını da açıkça göstermektedir (bkz. Tablo 1 4.4). 20. yüzyılın son yirmi otuz yılında zenginlik uçurumu daha da büyüdü. 1 960'ta dünya nüfusunun en zengin %20'lik bölümü en yoksul % 20'lik bölümünden yak­ laşık 30 kat fazla kazanıyordu. 1 99 1 'de bu fark 6 1 kata çıktı.16 Koşullar özellikle Güney Amerika'da ve Salıra-altı Afrika'da kötüleşti. 1 970'li yılların başında Af­ rika yiyecek üretiminde kendi kendine yeterliydi, hatta fazla ürünleri ihraç bile ediyordu. Bu nedenle 1 990'lı yıllarda Güney Afrika dışarıda bırakıldığında, 450 milyon nüfuslu Salıra-altı Afrika'nın toplam gayrisafi yurt içi hasılasının 1 1 mil­ yonluk Belçika'nınkinden daha az olduğunu görmek şaşırtıcıdır.17 B u İstatistikler, modernitenin milyonlarca insanın yaşam koşullarını daha kö­ tüleştirdiğini gösterir. Gerekli koruyucu önlemleri almalarını sağlayacak tıbbi ve Tabi o 1 4.3 Kişi başına GSMH, 2000. Ülke ya da Bölge

Gelir ($) 5. 1 70 34. 1 00 27.680 210 470 450 840 3.580 3.670

Dünya ABD Zengin ülkeler ortalaması Burkina Faso Sahra

(Londra, 1 987). Stephen Jay Gould, Lifc's Grandeur: The Spreud uf Exeellence from Plato to Varwin (Londra,

1996); bakterilerin toplam ağırlığının bütün canlı organizmaların ağırlığının yarısına karşılık

geldiğini ileri süren savlar da dahil, bakteri egemenliğini destekleyen savlar için bkz. 14. Bölüm; ayrıca bkz. Margulis ve Sagan, Microcosmos. 3

john Maynard Smith ve Eörs Szathmary, The Origins of Life: From the Birth of Life to the

Origins of Language (Oxford, 1999), s. 15. Evrimi, artan karmaşıktaşmanın bir parçası olarak gören bir başka açıklama için bkz. Hubert Reeves, Joel de Rosnay, Yves Coppens ve Dominique Simonnet, Origins: Cosmos, Earth and Mankind (New York, 1 998). 4

Yaşamın giderek karmaşıktaşması öyküsü Maynard Smith ve Szathmary'nin çalışmaları The

Origins of Life'ta çok güzel anlatılmıştır; modern biyologların karmaşıklığı nasıl tartıştıklarına ilişkin fikir vermesi açısından bkz. Roger Lewin, Complexity: Life on the Edge of Chaos (Lond­ ra, 1 993), 7. Bölüm. 5

Maynard Smith ve Szathmary, The Origins of Life, s. 62.

6

Bu bakteri buluntularıyla ilgili, onların en yakınlarında çalışan bir araştırmacının daha ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz. Makolm Walter, The Search for Life on Mars (Sydney, 1 999), 3. Bölüm. Bu kanıtların hatalı olabileceğine ilişkin hala bir olasılık vardır; eğer öyleyse yaşamın varlığını kesin olarak gösteren en eski kanıt 2 milyar yıldan daha yeni tarihlidir.

7

Paul Davies, The Fifth Miracle: The Search for the Origin of Life (Harmondsworth, 1999), özel­ likle 10. Bölüm.

8

Sonraki açıklamanın dayandığı kaynak John Snyder ve C. Leland Rodgers, Biology, 3. Baskı

9 ıo

Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 97.

ıı

Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 93.

12

Oksijenle ilgili sayıtarla ilgili, akt. Armand Delsemme, Our Cosmic Origins: From the Big Bang to the Emergence of Life and Intelligence (Cambridge, 1 998), s. 1 6 8 ve bkz. s. 170, grafik. Margulis ve Sagan, Microcosmos, 6. Bölüm. J. E. Lovelock, Gaia: A New Look at Life on Earth ( 1979; tekrar baskı, Oxford, 1987), s. 69. Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 93. Margulis v e Sagan, Microcosmos, s . 1 14. Lynn Margulis ve Dorion Sagan, What is Life? (Berkeley, 1 995), s. 73. Bkz. Maynard Smith ve Szathmary, The Origins of Life, 6 . Bölüm. Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 1 1 5. Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 1 1 9 ve evrimdeki rekabet ile işbirliği arasındaki hassas denge için bkz. s. 123-125. Margulis v e Sagan, Microcosmos, s . 142. Maynard Smith ve Szathmary, The Origins of Life, 7. Bölüm. Richard A. Fortey, Life: An Unauthorised Biography: A Natural History ofthe First Four Thou­ sand Million Years of Life on Earth (Londra, 1998), s. 89.

(New York, 1995), 5 ve 6. bölümlerdir.

13 14 15 ı6 17 ıS 19 20 21 22 23

Margulis v e Sagan, Microcosmos, s . 8 8 .

NOTlAR

2.4 2. 5 2.6 2.7 2.8 2.9 30 31 3 2. 33

34 35 36

37

38 39 40

41 42.

43 44 45 46 47 48

49

477

Reeves, de Rosnay, Coppens ve Simonnet, Origins, s. 1 1 0 (de Rosnay'nin yazdığı kısım). Maynard Smith ve Szathmary, The Origins of Life, s. 125-129. Maynard Smith ve Szathmary, The Origins of Life, s. 28. Bu örneklerle ilgili, akt. Stuart Kauffman, At Home in the Universe: The Search for Laws of Complexity (Londra, 1995), s. 109; ancak insanın gen sayısı tahminidir. Ernst Mayr, The Growth ofBiologicai Thought (Cambridge, Mass., 1 982), s. 273; Tım Megarry, Society in Prehistory: The Origins of Human Culture (Basingstoke, 1 995), s. 19. İnsanları bu şekilde gruplara ayırmanın türediği modern sınıflandırma için bkz. Roger Lewin, Human Evolution: An lllustrated lntroduction, 4. Baskı (Oxford, 1 999), s. 43. Stephen Jay Gould, Wonderful Life: The Burgess Shale and the Nature of History (Londra, 1 989). Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 1 87. Margulis v e Sagan, Microcosmos, s . 174-175. Nicholas Humphrey, A History of the Mind (Londra, 1992), s . 97; Humphrey (s. 195) bu basit anlamıyla bilinç ilk olarak memeiiierin ve kuşların daha karmaşık beyinlerinde ortaya çıkmış olabilir ama daha basit organizmalarda olup olmadığının saptanabileceğine yönelik bir görüş de vardır diye ekler. Terrence W. Deacon, The Symbolic Species: The Co-evolution of Language and the Brain (Har­ mondswonh, 1 997), s. 455. Deacon, The Symbolic Species, s. 450. Bkz. Luann Becker, "Repeated Blows", Scientific American, Man 2002, s . 76-83; bu asteroitin çarpmış olabileceği yer olarak karşımıza Kuzeybatı Avustralya açıklarındaki Bedout Adası do­ layları çıkıyor. Dinazorlar insanların düş gücünü çok etkilemişlerdir. Çarpıcı bir örnek olarak İç Asya'nın altın hazinelerini koruyan dev kuş benzeri ejderhatarla ilgili efsanelerinin kaynağının, muhtemelen Çin'de Sincan'daki Tıyen Şan Dağları'nda altın madenierinin yakınlarında bulunan dinozor fo­ silleri olduğu söylenebilir. Bkz. Jeannine Davis Kimbali ve Mona Behan, Warrior Women: An Archaeologist's Search for History's Hidden Heroines (New York, 2002), 6. Bölüm. Tım Flannery, The Etemal Frontier: An Ecological History of North America and lts Peoples (New York, 2001 ), 1 . Bölüm'de bu asteroit çarpmasının oldukça canlı bir anlatımı yer almaktadır. Evrimin, karmaşıklığı artan canlılara doğru yönelip yönetmediği sorusu için bkz. Davies, The Fifth Miracle, s. 2 1 9-225. Jeanne M. Sept ve George E. Brooks, "Reports of Chimpanzee Natural History, Induding Tool Use, in Sixteenth and Seventeenth Century Sierra Leone", International Journal of Primatology 15, no. 6 (Aralık 1 994): 872'den Atvares alımılamıştır (Köşeli parantezler yazariara aittir); Geo­ rge Brooks'a bu makalenin ayrı basımını temin ettiği için teşekkür ederim. James Lovelock, The Ages of Gaia: A Biography of Dur Living Earth (Oxford, 1 988), s. 1 9. Biyosfer terimi Avusturyalı jeolog Edward Suess ( 1 831-1914) tarafından litosfer ve atmosfer (kayaların bölgesi ve hava bölgesi) ile analoji kurularak yaratılmış ve onu "bütün canlı madde­ ler" in küresi olarak yorumlayan Rus Vladimir Vernaclski ( 1 863-1945) sayesinde yaygınlaşmıştır (Margulis ve Sagan, What ls Life?, s. 48 vd.). Lynn Hunt, "Send in the Clouds", New Scientist, 30 Mayıs 1998, s. 28-33; Gaia hipoteziyle ilgili daha çok malzeme için James Lovelock'ın yazdıklarına başvurabilirsiniz. Margulis ve Sagan, Microcosmos, s. 9 1 . Lewin, Human Evolution, s. 27. Bu diğer büyük kitlesel soy tükenişi olayiarına da tıpkı Kretase'nin sonunda olduğu gibi, birer göktaşı çarpması yol açmış olabilir. Lewin, Human Evolution, s. 22-24. Lewin, Human Evolution, s. 22. Tim Flannery, The Future Eaters: An Ecological History of the Australasian Lands and People (Chatswood, N.S.W., 1995); Bu örüntünün Avustralasya topraklarında nasıl işlediği bu kitabın birçok yerinde canlı bir şekilde anlatılıyor; özet için bkz. s. 344. Leibig'in En Küçük Yasası "kıtlığı en çok çekilen yaşamsal kaynaklar (örn. su) nüfusları sınırlar" der (Alien W. Johnson ve Timothy Earle, The Evolution of Human Societies, 2. Baskı [Stanford, 2000], s. 14-15).

478

ZAMAN HARITALARI

6 İNSANlN ORTAYA ÇIKIŞI VE EVRiMi (Sayfa 1 29-157) Bkz. john Maynard Smith ve Eörs Szathmary, The Origins of Life: From the Birth of Life to the

Origins of Language (Oxford, 1999). ı.

3

4

Insanların enerji kullanımıyla ilgili en iyi kısa tarih Vaclav Smil, Energy in World History (Boul­ der, Colo., 1994). Paul Ehrlich, The Machinery of Nature (New York, 1 986), s. 287; karalarda insanların kullan­ dığı NBÜ sayılarının alındığı kaynak I. G. Simmons, Changing the Face of the Earth: Culture,

Environment, History, 2. Baskı (Oxford, 1996), s. 3 6 1 ; onlar da J. M. Diamond, "Human Use of World Resources", Nature, 6 Ağustos 1987, s. 479-80'den uyarlanmıştır. World Resources, 2000-2001: People and Ecosystems: The Fraying Web of Life (Washington, DC, 2000), s. 246, 248.

5 6 7

Bkz. Richard Leakey ve Roger Lewin, The Sixth Extinction: Patterns of Life and the Future of Humankind (New York, 1 995). A. J. McMichael, Planetary Overload: Global Environmental Change and the Health of the Human Species (Cambridge, 1993), s. 33 Biyoloji dünyasındaki yeni karmaşıklık biçimleri için Maynard Smith ve Szathmary şu tanımı öneriyor: "İleride dönüşüm onları daha büyük bir bütünün parçası şeklinde kopyalamadan önce kendilerini bağımsızca kopyalama becerisi olan varlıklar" (The Origins of Life, s. 1 9).

8

Craig Stanford, The Hunting Apes: Meat Eating and the Origins of Human Behavior (Princeton,

9

1999), s. 28-29. john A. Mears, "Agricultural Origins in Global Perspective", Agricultural and Pastaral Societies

in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas (Philadelphia, 2001), s. 65. Sıfırdan farklı toplam oyunlarının (paylaşmanın rekabet etmekten daha verimli olduğu oyunların) insanlık ta­

IO II I 2. I3

I4

I5 I6

17

rihindeki önemi hakkında daha genel bir tartışma için bkz. Robert Wright, Nonzero: The Logic of Human Destiny (New York, 2000). McMichael, Planetary Overload, s . 34. Derek Bickerton, Language and Species (Chicago, 1 990), s. 157; William H. Calvin, How Brains Think: Evolving Intelligence, Then and Now (Londra, 1 998), s. 82'de atıf yapılmıştır. Terrence W. Deacon, The Symbolic Species: The Co-evolution of Language and the Brain (Har­ mondsworth, 1 997), s. 397. Chris Stringer ve Robin McKie, African Exodus (Londra, 1 996), s. 15. Vincenr Sarich ve Alan Wilson'ın ufuk açıcı ama bilimsel birçok makalede görülen şiirsellikten yoksun başlıklı makalesi, "Immunological Time Scale for Hominid Evolution", Science, 1 Aralık 1 967, s. 1200-1203. "Moleküler sistematiğin" sınırlarına ilişkin bkz. Roger Lewin, Human Evolution: An Illustrated

lntroduction, 4. Baskı (Oxford, 1 999), s. 41-45. Daha eski hominin kalınrılarıyla ilgili yakın tarihli bulgular paleontologların ortak ataya ilişkin gelecekte daha yetkin bir şekilde konuşabilecekleri anlamına geliyor. Bu arada kuşkusuz birçok spekülasyon da yapılacaktır; bkz. Lewin, Human Evolution, s. 84-85. Doğal çevre ve insan evrimi hakkınd a bkz. Calvin, How Brains Think, s. 6 9 - 81 'deki kısa özet ve William H. Calvin, The Ascent of Mind: Ice Age Climates and the Evolution of Intelligence (New York, 1991).

I8

Bu alandaki araştırmaların etkileyici ve biraz da tartışmalı bir genel değerlendirmesi için bkz. Craig Stanford, The Hunting Apes and Significant Others: The Ape-Human Continuum and the Quest for Human Nature (New York, 200 1 ).

I9

Daha yaygın olan avcı-toplayıcı yerine toplayıcı terimini kullandım çünkü bu tür toplumlar­ da bitkisel yiyecekleri toplamanın, en azından beslenme açısından, avlanmaya -ete- göre daha önemli olduğu iyice anlaşıldı. Bu terminolojiyi !Kung San üzerine yaptığı etkileyici çalışmasında Richard Lee öneriyor The !Kung San: Men, Women, and Work in a Foraging Society (Camb-

NOTLAR

479

ridge, 1979). Toplayıcı teknolojilerine giriş için bkz. Alien W. Johnson ve Timothy Earle, The

Evolution of Human Societies, 2. Baskı (Sranford, 2000), 3. Bölüm. ı.o

Bu tür adaptif yayıimalara odaklanan hominin tarihi taraması için bkz. Roben Foley, "In the Shadow of the Modern Synthesis? Alrernative Perspecrives on the Lasr Fifry Years of Paleoanrh­ ropology", Evolutionary Anthropology 10, no. 1 (200 1 ): 5-15.

2.1 2.2. 2. 3

Bkz. Lewin, Human Evolution, 10. Bölüm. Lewin, Human Evolution, s. 55. Ann Gibbons, "In Search of rhe Firsr Hominids", Science, 15 Şubat 2002, s. 1214-1219; ekibin

2.4

tür için kullandığı daha az çarpıcı bilimsel ad Orrorin tugenensis'rir. Yohannes Halle-Selassie, "Lare Miocene Hominids from the Middle Awash, Erhiopia", Nature,

2. 5

Bipedalizmin homininlerle sınırlı olmaması muhtemeldir; yakınlarda Akdeniz'de bir adada iki

1 2 Temmuz 200 1 , s. 178-1 8 1 .

ı.6

2.7

2.8 2.9

30

ayağı üzerinde yürüdüğü tahmin edilen insansı maymun benzeri bir hayvanın 9 milyon yıllık fosili bulundu (Sranford, The Hunting Apes, s. 220). Bkz. Lewin, "Origin of Bipedalism", Human Evolution, 1 7. Bölüm. Huberr Reeves, Joel de Rosnay, Yves Coppens ve Dominique Simonner, Origins: Cosmos, Earth and Mankind (New York, 1 998), s. 152-56 (Coppens'ın yazdığı kısım); Lewin, Human Evoluti­ on, s. 108-109. Reeves, de Rosnay, Coppens ve Simonnet, Origins, s. 156 (Coppens'ın yazdığı kısım). Bu bölümde ve izleyen iki bölümde tarihler arkeologların tercih ettikleri gibi "günümüzden önce" şeklinde verilecektir. Radyometrik tarihlendirme tekniğinde referans noktası olarak kullanılan "günümüz"ün karşılığı aslında 1 950 yılıdır; ama birçok amaç için bu fark göz ardı edilebilir. Lucy'nin kaşiflerinden ilk homininlerin evrimine yönelik ranışmalı ama etkileyici bir açıklama için bkz. Donald Johanson ve James Shreeve, Lucy's Child: The Discovery of a Human Ancestor (Harmondsworrh, 1 989).

3ı 3 2.

Bkz. Stanford, The Hunting Apes. Homininlerde cinsel dimorfizmin önemine ilişkin bkz. Walrer Leutenegger, "Sexual Dimorp­ hism: Comparative and Evolurionary Perspecrives", The Illustrated History of Humankind, (der.) Goran Burenhulr, c. 1, The First Humans: Human Origins and History to 10.000 BC (San Francisco, 1 993 ), s. 4 1 .

33

Ian Tattersall, Becoming Human: Evolution and Human Uniqueness (New York, 1998), s . 1 33-

34

Son zamanlarda iki habilis türü olduğu ranışılır oldu: Daha büyük beyinli ve genellikle daha iri

35

yapılı Homo rudolfensis ile daha küçük ama daha modern çene kemikleri ve dişleri olan Homo habilis (Lewin, Human Evolution, s. 124). The Hunting Apes re primar topluluklarında etin beslenme açısından ve toplumsal açıdan önemi­

134.

36

37

38 39

'

ni inceleyen Craig Stanford "avcı insan" hipotezinin değiştirilmiş bir sürümünü ileri sürmüştür. Şempanzelerin avianınası üzerine bkz. Sranford, The Hunting Apes. Bu türün Afrika 'daki üyelerini ergaster ve Afrika dışındaki üylerini de erectus diye anmak yaygın kabul görmeye başladı; ben de yalnızca Afrika dışında yaşamış olanlar söz konusu olduğunda

erectus diye anacağım. Homo ergaster in kısa ve güzel bir öyküsü için bkz. Paul Ehrlich, Human Natures: Genes, Cul­ tures, and the Human Prospect (Washington, DC, 2000), s. 92-96. '

Iohan Goudsblom ateş kullanımının insanlık tarihinde temel bir geçişin işareti olduğunu ileri sürer; bkz. Goudsblom, Fire and Civilization (Harmondswonh, 1 992).

40

Deacon, The Symbolic Species, s. 358.



Steven Mithen, The Prehistory of the Mind: A Search for the Origins of Art, Religion, and Scien­

4 2.

43

ce (Londra, 1 996), s. 179 vd. David Christian, A History of Russia, Central Asia, and Mongolia, c. 1, Inner Eurasia from Prehistory to the Mongol Empire (Oxford, 1998), 2. Bölüm; Avrasya'nın kuzeyinde erectusun bulunmayışının önemi incelenmiştir. Edward O. Wilson, Consilience: The Unity of Knowledge (Londra, 1 998), s. 107; Bu kirabın 6. Bölüm'ünde insan beynine yönelik modern anlayışı kısaca özetleyen çok iyi bir giriş yer alıyor.

480

ZAMAN HARITALARI

Wilson'ın listesindeki diğer dönüm noktaları yaşamın doğuşu, ökaryot hücrelerin ortaya çıkışı ve çokhücreli canlıların ortaya çıkışıdır. 44

45 46

Robert Lewin, Complexity: Life on the Edge of Chaos ( Londra, 1 993), s. ı63. Böylesi bir geribeslerneyi Nicholas Humphrey savunmuştur; bunun özetlendiği çalışma: Calvin,

How Brains Think, s. 66-68. Modem insanlarda ötrus çevriminin eksikliğinin anlamını açıklama çalışmaları için bkz. Jared Diamond, Why ls Sex Fun? The Evalutian of Human Sexuality ( Londra, 1997) ve Donna J. Haraway, Simians, Cyborgs, and Women: The Reinvention ofNature (New York, ı 99 1 ), s. 107.

47

Robert Foley, Humans before Humanity (Oxford, 1 995), s. 1 65-1 7 1 .

48

Ehrlich, Human Natures, s . 96.

7 İNSANLIK TARİHİNİN BAŞLARI (Sayfa 1 59-1 88) Henry Plotkin, Evolution in Mind: An Introduction t o Evolutionary Psychology (Londra, ı 997), s. 248. 2.

3

4

Dil öğrenmeye yönelik bu tür teorilerin iyi bir genel açıklaması için bkz. Steven Mithen, The Prehistory of the Mind (Londra, 1 996). Buradaki savlar John Maynard Smith ve Ears Szathmary, The Origins of Life: From the Birth of Life to the Origins of Language (Oxford, 1 999), s. ı43145'te kısaca özetleniyor. Dil modülü konusunda bkz. Steven Pinker, The Language Instinct: The New Science of Language and Mind (New York, ı 994). Mithen, The Prehistory of the Mind. Bkz. Terrence W. Deacon, The Symbolic Species: The Co-evolution of Language and the Brain (Harmondsworth, ı 997), özellikle 10. Bölüm; Steven Pinker gerçekten de ayrı ve özel zihinsel modüller yani "organ"lar -ama bildiğimiz kalp ya da akciğer gibi organiara pek de benzerneyen­ olup olmadığını tartışmıştır (How the Mind Works [New York, ı 997], s. 30). Işaret ile nesne arasındaki benzerlik ikonlara yönlendirir; işaret ile nesne arasındaki bazı fiziksel ya da temporal bağlantılar göstergelere yönlendirir; bazı formal ya da yalnızca üzerinde anla­ şılmış (işaretin ya da nesnenin fiziksel özelliklerini hesaba katmayan) bağlantılar da simgelere yönlendirir (Deacon, The Symbolic Species, s. 70). Bu kitaptan yapılan alıntılar bundan böyle

6 7 8

metinde parantez içinde gösterilecektir. Deacon, The Symbolic Species, s. 322- 324, 345. Deacon, The Symbolic Species, s. 84-92. Dilin zaman algısı üzerindeki etkisi için bkz. John McCrone, The Ape That Spoke (Basingstoke, ı 990) ve How the Brain Works: A Beginner's Guide to the Mind and Consciousness (Londra, 2002), özellikle s. 56-58.

9

ıo ıı

1 2.

Deacon, The Symbolic Species, s. 3 ı 0-3 ı 8 . Deacon, The Symbolic Species,

s.

340, 353.

Chris Stringer ve Robin McKie, African Exodus (Londra, 1 996), s. 48 ve devamında belki biraz muhalif ama yararlı bir özet yer alır; ayrıca bkz. Alan G. Thorne ve Milford H. Wolpoff, "The Multiregional Evolution of Humans", Scientific Amerir.an, Nisan 1 992, s. 28-33. Bu modelin genetik kanıtlarından bazılarını tartışmak için bkz. Luigi Luca Cavalli-Sforza ve Francesco Cavalli-Sforza, The Great Human Diasporas: The History of Diversity and Evolution, (çev.) Sarah Thorne ( Reading, Mass., ı 995).

13

Sally McBrearty ve Alison S . Brooks, "The Revolution That Wasn't: A New lnterpretation of the Origin of Modem Human Behavior", Journal of Human Evolution 39 (2000): 453-563. Bu makaleden yapılan alıntılar bundan böyle metinde parantez içinde gösterilecektir.

14

McBrearty ve Brooks, "The Revolution That Wasn't," s. 497.

ı5 ı6

McBrearty ve Brooks, "The Revolution That Wasn't," s. 493-494. Robert Wright, Nonzero: The Logic of Human Destiny (New York, 2000), s. 5 1 .

NOTlAR 17

ıS

48 1

"Ağlar" metaforu dünya tarihinde olması gerektiği kadar kullanılmamıştır. William McNeill,

The Rise of the West: A History of the Human Community (Chicago, 1 963 ); bu kitapta değişik insan toplulukları arasındaki etkileşimierin dünya tarihinin değişimindeki temel itici güç olduğu tamşılmıştır. john McNeill'in son çalışmasında "etkileşim ağları" metaforu büyük bir ustalıkla geliştirilmiştir. Bkz. J. R. McNeill �e William H. McNeill, The Human Web: A Bird's-Eye View of World History (New York, 2003). "Amerikalı mimar R. Buckminstcr Fuller ( 1 895-1983) parçalarının toplamından daha çok şey ifade eden varlıkları tanımlamak için (Yunanca 'birlikte çalışma' anlamındaki sinergos sözcü­ ğünden gelen) sinerji sözcüğünü kullanmıştır." Bu terimin zarif bir açıklaması için bkz. Lynn Margulis ve Dorion Sagan, What ls Life? (Berkeley, 1 995), s. 8.

19

Wright, Nonzero, s. 52; bu kitabın 4. Bölüm'ünde, "The Invisible Brain", anan nüfus yoğunlu­ ğunun inovasyonu tetikleme eğilimi genel kuralı ele alınır.

ı. o

Dünya tarihi boyunca azalan dil sayıları üzerine kısa bir tarama çalışması için bkz. Frances Kan­ tuneo ve Alfred W. Crosby, "Language Dcath, Language: Gt:ııc:s is, and World History", ]ournal of World History 6, no. 2 (Güz 1 995): 157-174; 1 750'de Califomia'daki dil sayıları için bkz. s.

2. 1

2.2.

2. 3 2.4 2.5 2. 6

2.7

2. 8 2.9 30

3ı 3 2.

33 34

159; günümüz Papua Yeni Gine'si için bkz. s. 173. Günümüz toplayıcıları üzerine çalışmaların bize Paleolitik yaşam tarzları hakkında düşünme­ mize nasıl yardımcı olabileceğini gösteren bir örnek ve bu tür analojilerin bazı sınırları için bkz. Alien W. Johnson ve Timothy Earle, The Evolution of Human Societies, 2. Baskı (Stanford, 2000), özellikle 2. ve 3. bölümler. Colin Renfrew, Archaeology and Language: The Puzzle of /nda-European Origins (Harmon­ dsworth, 1 989), s. 125'te nüfus yoğunluğunun düşük tahminleri verilir; Massimo Livi-Bacci, A Concise History of World Population, çev. Cari Ipsen (Oxford, 1 992), s. 26-27'de de yüksek tahminler verilir. Marshall Sahlins, "The Original Affluent Sociery", Stone Age Economics (Londra, 1 972), s. 1-39; alıntı, s. 1 . Sahlins, "The Original Affluent Society", s. 16. johnson ve Earle, The Evolution of Human Societies, s. 14. Eric R. Wolf'un "akraba temelli", "haraç toplayan" ve "kapitalist" toplum modelleri Europe and the People without History (Berkeley, 1982) 2. Bölüm'de anlatılmıştır; toplayıcı yaşam tarzı­ na yönelik ama aynı zamanda akraba temelli yapılara da odaklanan bir başka açıklama için bkz. Johnson ve Earle, The Evolution of Human Societies, 1. Kısım'da "The Family-Levet Group". Karşılıklılığın ekonomik kuralları Karl Polanyi'nin ve onu izleyenierin çalışmalarında araştırıl­ mıştır; bkz. örneğin, Karl Polanyi, Conrad M. Arensberg ve Harry W. Pearson, Trade and Mar­ ket in the Early Empires: Economies in History and Theory (Glencoe, 1 957) ya da Polanyi'nin görüşlerine giriş için bkz. S. C. Humphrey, "History, Economics, and Anthropology: The Work of Karl Polanyi", History and Theory 8 ( 1 969): 165-212. Wright, Nonzero, s. 20'de alıntılanmıştır. Richard Lee, The Dobe !Kung (New York, 1 984), s. 96; Johnson ve Earle, The Evalutian of Human Societies, s. 75'te alıntılanmıştır. Irenaus Eibl-Eibesfeldt, "Aggression and War: Are They Part of Being Human?", The Illustrated History of Humankind, (der.) Göran Burenhult, c. 1, The First Humans: Human Origins and History to: 10.000 B C (St. Lucia, 1 993), s. 26-27. Christopher Chase-Dunn ve Thomas D. Hall, Rise and Demise: Comparing World-Systems (Boulder, Colo., 1 997), s. 138. Aborijin dinsel ve kozmotojik düşüncesinde yer algısının egemen rolü üzerine mükemmel bir tanışma için bkz. Tony Swain, A Place for Strangers: Towards a History of Australian Aborigi­ nal Being (Cambridge, 1 993). Ayrıca bkz. Deborah Bird Rose, Nourishing Terrains: Australian Aboriginal Views of Landscape and Wilderness (Canberra, 1 996). Bu iki referans için Frank Clarke'a teşekkür ederim. Rose, Nourishing Terrains, s . 9'da Hobbles Danaiyarri alıntılanmıştır. B u tür toplumların değişimi nasıl algıladığına yönelik bazı fikirler Mircea Eliade'nin ş u zor ama önemli eserinde bulunur: The Myth ofthe Eternal Return, or, Cosmos and History, (çev.) Willard R. Trask (New York, 1 959).

482 35 36

37 38 39 40 41

42

43 44 45 46

47 48 49 50



52

53 54 55

ZAMAN HARITALARI

Bu kısmın büyük bölümünde Stringer ve McKie, African Exodus tan yararlanılmıştır. Clive Gamble, Timewalkers: The Prehistory of Global Colonization (Harmondsworth, 1995), s. 215. Lake Mungo iskeletinin Alan Thorne tarafından yeniden tarihlendirilmesi için bkz. Alan Thorne ve diğ., "Australia's Oldest Human Remains: Age of the Lake Mungo 3 Skeleton", Journal of Human Evalutian 36 (Haziran 1999): 591-6 1 2; Richard G. Roberts, "Thermolu­ minescence Dating", (der.) Burenhult, The First Humans, s. 153'te bu kaya sığınağının ve s. 156'da bir bileğitaşının resmi yer alır. Ama ayrıca bkz. John Mulvaney ve Johan Kamminga, Prehistory of Australia (Sydney, 1 999), s. 130-146; yazarlar günümüzden yaklaşık 50.000 yıl öncesinden daha önceki tarihler konusunda kuşkucudurlar (Malakunanja için bkz. s. 140-142). Cavalli-Sforza ve Cavalli-Sforza, The Great Human Diasporas, s. 123. Paul Ehrlich, Human Natures: Genes, Cultures, and theHuman Prospect (Washington, DC, 2000), s. 1 66. Rhys Jones, "Fire Stick Farming", Australian Natural History, Eylül 1 969, s. 224-228. Leigh Dayton, "Mass Extinctions Pinned on Ice Age Hunters" , Science, 8 Haziran 2001, s. 1 8 1 9. Stephen Pyne, Fire in America: A Cu/tura/ History of Wildland and Rural Fire (Princeton, 1 982), s. 3. Neil Roberts, The Holocene: An Environmental History, 2. Baskı (Oxford, 1 998), s. 1 1 2; şu makaleye atıfta bulunur: S. Mellars, "Fire Ecology, Animal Populations, and Man: A Study of Some Ecological Relationships in Prehistory", Proceedings of the Prehistoric Society 42 ( 1 975): 15-45. Avustralya'daki ateş çubuğu tarımı için bkz. Tim Flannery, The Future Eaters: An Eco­ logical History of the Australasian Lands and People (Chatswood, N. S. W., 1 995), s. 21 7-236; burada ateşin artan rolünün önceleri çok büyük miktarlarda bitki tüketen büyük otçul hayvan­ ların soyunun tükeomesinin dolaylı bir sonucu olduğunu -ki tartışmalıdır- ileri sürülür. Andrew Goudie, The Human Impact on the Natural Environment, 5. Baskı (Oxford, 2000), s. 38-4 1 . I. G. Simmons, Environmental History: A Concise Introduction (Oxford, 1993), s . 74. Iohan Goudsblom, Fire and Civilization (Harmondsworth, 1 992). Peter Bogucki, The Origins of Human Society (Oxford, 1999), s. 92 ve bkz. Elizabeth Wayland Barber, Women's Work: The First 20;000 Years: Women, Cloth, and Society in Early Times (New York, 1 994), 2. Bölüm. Richard G. Klein, Ice Age Hunters of the Ukraine (Chicago, 1 973), s. 1 10 ve bkz. Olga Soffer, "Sungir: A Stone Age Burial Site", (der.) Burenhult, The First Humans, s. 138-139. Olga Soffer, "The Middle to Upper Palaeolithic Transition on the Russian Plain" , The Human Revolution, (der.) Paul Mellars ve Chris Stringer (Edinburgh, 1 989), 1 :736. Z. A. Abrarnovo, "Two Models of Cultural Adaptation", Antiquity 63 ( 1 989): 789 ve bkz. Roland Fletcher, "Mammoth Bone Huts", (der.) Burenhult, The First Humans, s. 134-135. Brian M. Fagan, The ]ourney from Eden: The Peopling of Our World (Londra, 1 990), s. 1 86; N. D. Praslov, " Late Palaeolithic Adaptations to the Natural Environment on the Russian Pla­ in", Antiquity 63 ( 1 989): 786. Olga Soffer, "Patterns of Intensification as Seen from the Upper Paleolithic of the Central Rus­ sian Plain", Prehistoric Hunter-Gatherers: The Emergence of Cu/tura/ Complexity, (der.) T. Douglas Price ve James A. Brown (Orlando, Fla, 1 985), s. 243 ve Soffer, "Storage, Sedentism, and the Eurasian Palaeolithic Record", Antiquity 63 ( 1 989): 726. Timothy Champion ve diğ., Prehistoric Europe (Londra, 1 984), s . 8 1 . Benzer şekiller Sibir­ ya'da Malta ve Buret kazı alanlarında da bulunmuştur; bkz. A. S. Okladnikov, "Inner Asia at the Dawn of History", Cambridge History of Early Inner Asia, (der.) Denis Sinor (Cambrid­ ge, 1 990), s. 56. Clive Gamble, The Palaeolithic Settlement of Europe (Cambridge, 1 9 86), s. 326'da venüs figürin buluntutarının dağılımı gösterilir ve bkz. Chris Stringer ve Clive Gamble, In Search of the Neanderthals: Solving the Puzzle of Human Origins (Londra, 1 993), s. 210. Mulvaney ve Kamminga, Prehistory of Australia, s. 28-3 1 . Stringer ve McKie, African Exodus, s . 150. Göran Burenhult, "The Rise of Art", (der.) Burenhult, The First Humans, s. 100. '

NOTLAR 56

57 58

59

6o



6ı. 63

64

65

66

483

Bkz. Stringer ve McKie, African Exodus, s . I SO'deki (günümüzden 100.000 yıl öncesi için) sayılar ve Livi-Bacci, A Concise History of World Population, s. 31 ve bkz. Thomas M. Whit­ more ve diğ., " Long-Term Population Change", The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years, (der.) B. L. Turner ll ve diğ. (Cambridge, 1 990), s. 25-39'daki güzel tarama çalışması. Avustralya'da ve Yeni Zelanda'da ateş çubuğu tarımının etkileri üzerine tartışmalı olmakla bir­ likte etkileyici bir kitap: Flannery, The Future Eaters. Son zamanlardaki fosil bulunruları, Kuzey Buz Denizi'ndeki yalıtılmış Wrangel Adası'nda bazı cüce marnur türlerinin muhtemelen 4500 yıl öncesine kadar hayatta kaldığını gösteriyor (Ro­ berts, The Holocene, s. 86). Dayton, "Mass Extinctions Pinned on Ice Age Hunters", insanların 45.000 yıl öncesi kadar erken bir ıarilıu::ı ı iıibare::n ateş çubu�u tekniklerini kullandığım gösteren kanıtlar içeriyor ve bkz. Tim Flannery, The Eternal Frontier: An Ecological History of North America and Its Peoples (New York, 200 1 ), s. 1 89-191. Flannery, The Future Eaters, s. 1 8 1 'de Alfred Wallace alıntılanmıştır. Bkz. Richard G . Roberts, Timothy F. Flannery, Linda K . Ayliffe, Hiroyuki Yoshida ve diğ., "New Ages for the Last Australian Megafauna: Continent-wide Extinction about 46,000 Years Ago " , Science, 8 Haziran 2001, s. 1 888-1 892 ve John Alroy, "A Multispecies Overkill Simulation of the End-Pleistocene Megafaunal Mass Extinction", Science, 8 Haziran 2001, s. 1893-1896. Soy tükenişlerini daha kesin olarak tarihlendiren ve Paleolitik megafauna üzerindeki olası in­ san etkileri için daha incelikti bilgisayar modellerinden yararlanan bu iki makale, ilk insanların sorumluluğunun büyük olduğu savına güçlü bir destek verir; artık anlaşılıyor ki Avustralya'da 100 kilogramdan ağır bütün türler yaklaşık 46.000 yıl önce yani insanların vardığını gösteren en olası tarihten kısa bir süre sonra ortadan yok olmuştur. Roberts, The Holocene, s. 83'te gönderme yaptığı kaynak: Paul S. Martin ve Richard G. Klein, (der.), Quaternary Extinctions (Tucson, 1984). Bu tartışmanın kısa süre önce yapılan ve insan etkinliklerinin rolünü etkili bir şekilde savunan iyi bir irdelemesi için bkz. Flannery, The Future Eaters, s. 164-207 ve bu soy tükenişlerinin kritik öneminin hararetli bir savunusu için bkz. Jared Diamond, Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies (Londra, 1 998), s. 46-47. Ayrıca Avustralya'da bulunan ve insanların aşırı av­ landığı tezine kuşku düşüren kanıtların açıklaması için bkz. Mulvaney ve Kamminga, Prehistory of Australia, s. 124-129. Stringer ve McKie, African Exodus, s. 101-104. Burenhult, "The Rise of Art", s. 104. Modern insanların dışındaki homininlerin Cava'da günümüzden 53.000-27.000 yıl öncesi gibi geç bir tarihe kadar hayatta kalma olasılıkları için bkz. Richard G. Klein, The Human Career: Human Biological and Cu/tura/ Origins, 1. Baskı (Chicago, 1 999), s. 395; Neandertallerin Batı Avrupa'da yaklaşık 30.000 yıl öncesine kadar hayatta kalmış olması konusunda bkz. s. 477 vd.

8 YOGUNLAŞMA VE TARIMIN KÖKENi (Sayfa 1 9 1 -225) Düşük tahmin için bkz. Colin Renfrew, Archaeology and Language: The Puzzle of Indo Europe­ an Origins (Harmondsworth, 1989), s. 125 ve yüksek tahmin için de bkz. Massimo Livi-Bacci, ı.

3

4

A Concise History of World Population, çev. Cari Ipsen (Oxford, 1 992), s. 26-27. J. R. Biraben, "Essai sur l'evolution du nombre des hommes", Population 34 ( 1979): 23. Bu paragraftaki tanımlamanın dayandığı kaynak: Neil Roberts, The Holocene: An Environmen­ tal History, 1. Baskı (Oxford, 1998), 4. Bölüm. Robert Wright, Nonzero: The Logic of Human Destiny (New York, 2000), s. 29; Wright ayrıca oldukça haklı bir şekilde Tazmanya'nın tümüyle ayrı bir dünya olarak ele alınabileceğini ileri sürer (s. 52).

484

5 6

7 8

9

ıo

ıı 12

13 14 15

ı6

17

ıS 19

20

21

22

23 24 25

26 27

28

29

ZAMAN HARITALARI

Avustralya'ya yönelik Güneydoğu Asya etkileri için bkz. Josephine Flood, Archaeology of the Dreamtime (Sydney, 1983), s. 222-293.

Amerika kıtalarıyla ilgili John Kicza'nın şöyle bir yorumu vardır: "Kolomb'un 1492'deki yolcu­ luğuna kadar Amerika kıtaları dışından toplumlarla küçük ve önemsiz temaslar dışında, başka temas olduğunu gösteren ikna edici hiçbir kanıt yoktur" ( "The Peoples and Civilizations of the Arnericas before Contact", Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas [Philadelphia, 2001], s. 1 83). Flood, Archaeology of the Dreamtime, s. 236-237. Bkz. Ben Finney, "The Other One-Third of the Globe", journal of World History 5, no. 2 (Güz 1 994): 273-298; J. R. McNeill, "Of Rats and Men: A Synoptic Environmental History of the Isiand Pacific", Journal of World History 5, no. 2 (Güz 1 994): 299-349 ve Tim Flannery, The Future Eaters: An Ecological History of the Australasian Lands and People (Chatswood, N. S. w., 1 995). Robert ]. Wenke, Patterns in Prehistory: Humankind's First Three Million Years, 3. Baskı (New York, 1 990), s. 208 ve bkz. Joseph Greenberg ve Merritt Ruhlen, "Linguistic Origins of Native Americans", Scientific American, Kasım 1992, s. 94. Bu iki dünya arasındaki karşılaştırma Jared Diamond'ın kitabında ( Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies (Londra, 1 998]) büyük bir ustalıkla ele alınmıştır; bu kısımdaki sav birçok noktada Diamond'ın sorularına ve yanıtiarına dayanmaktadır. Jared Diamond, The Rise and Fal/ of the Third Chimpanzee ( Londra, 1 991), s. 165. "Birkaç evcil hayvan türünün beyni, vahşi atalarınınkilere göre daha küçüktür ve duyu organları da daha az gelişmiştir çünkü atalarının yırtıcılardan kaçmak için kullandığı büyük beyne ve geliş­ miş duyu organlarına artık ihtiyaçları kalmamıştır" (Diamond, Guns, Germs, and Steel, s. 1 59). Bruce D . Smith, The Emergence of Agriculture (New York: Scientific American Library, 1 995), s. 1 8. Bitkilerin evcilleştirmesinin etkileri üzerine güzel bir tartışma için bkz. Diamond, Guns, Germs, and Steel, 7. Bölüm. Flood, Archaeology of the Dreamtime, s . 219. En eski köpek -yani evcilleştirilmşi kurt- kalıntıları Irak'ta bulunmuş ve günümüzden 12.000 ila 1 0.000 yıl öncesine tarihlenmiştir; bkz. Charles B. Heiser, Seed to Civilization: The Story of Food, yeni baskı (Cambridge, Mass., 1 990), s. 37. Smith, Emergence of Agriculture, s. 67, 72. Smith, Emergence of Agriculture, s . 85-86, 61, 57, 64-65. Domuzlar için bkz. Clive Poriting, A Green History of the World (Harmondsworth, 1 992), s . 44; sığırlar için bkz. Heiser, Seed to Civilization, s. 43; Wenke, Patterns in Prehistory, s. 248. Brian M. Fagan, People of the Earth: An Introduction to World Prehistory, 10. Baskı (Upper Saddie River, N. ]., 2001 ), s. 244. Son yabanöküzleri için, bkz. Heiser, Seed to Civilization, s. 43-44. Jared Diamond uçurumun, daha az sayıda ama gerçekten değerli ve evcilleştirilmesi muhtemel bitkiye karşılık geldiğini de ikna edici bir biçimde ileri sürer; bkz. Guns, Germs, and Steel, 8 ve 9. bölümler. Smith, Emergenceof Agriculture, s. 1 59, 181, 1 97-1 98; Diamond, Guns, Gcrms, and Stccl, s . 150- 1 5 1 . Tarıma geçişi açıklama sorunuyla ilgili biraz eskimiş olmakla birlikte güzel bir irdeleme için bkz. Mark Cohen, The Food Crisis in Prehistory (New Haven, 1 977), 1. Bölüm. Cohen, The Food Crisis in Prehistory, s. 5. Marek Zvelebil, "Mesolithic Prelude and Neolithic Revolution", Hunters in Transition: Me­ solithic Societies of Temperate Eurasia and Their Transition to Farming, (der.) Marek Zvelebil (Cambridge, 1986), s. 1 1-13. Mark Cohen, Health and the Rise of Civilization (New Haven, 1 989), s. 1 12-1 13. Diamond, Guns, Germs, and Steel, s. 206-210. Cohen, Health and the Rise of Civilization, s. 132, 139. Cohen, Health and the Rise of Civilization, s. 139.

NOTLAR 30 3ı 32

33 34 35 36 37

38 39

40

41

42 43

44 45

46 47 48 49 50

51 52 53

54

55

56 57

58

59 6o



485

John H . Coatsworth, "Welfare", American Histarical Review ıoı, no. ı (Şubat ı996): 2 ; b u kaynak için Tom Passananti'ye teşekkür ederim. Tarımın kökenine ilişkin değişik açıklamaları içeren kısa bir tarama için bkz. Fagan, People of the Earth, s. 232-235. Metindeki açıklama için Bruce Smith'in ve Donald O . Henry'nin önerdiği modellerden yarar­ lanılmıştır; bkz. Bruce Smith Emergence of Agriculture ve Donald O. Henry From Foraging to Agriculture: The Levant at the End of the Ice Age (Philadelphia, ı 989). Cohen, The Food Crisis in Prehistory, s. ı9 vd. Henry, From Foraging to Farming, s. 23 1 . Flood, Archaeology of the Dreamtime, s. ı87-ı90. Flood, Archaeology of the Dreamtime, s. ı 95. Avustralya ile Papua Yeni Cine'deki yoğunlaşmalara yönelik ilginç bir karşılaştırma için bkz. Diamond, Guns, Germs, and Steel, 15. Bölüm. Flood, Archaeology of the Dreamtime, s. 205. Flood, Archaeology of the Dreamtime, s. 204-207. Flood, Archaeology of the Dreamtime, s. 226-228. Wenke, Patterns in Prehistory, s. 254-256. Fagan, People of the Earth, s . 2ı6, 2ı8. P. M. Dolukhanov, "The La te Mesolithic and the Transition to Food Production in Eastern Europe", (der.) Zvelebil, Hunters in Transition, s. 1 1 6. Roland Oliver, The African Experience, 2. Baskı (Boulder, Colo., 2000), s. 35. Roberts, The Holocene, s. ı47-148. B u tür uygulamaların insan topluluklarını tarıma yönelik ön uyarlama süreci için bkz. David Rindos'un zor ama harikulade çalışması, Origins of Agriculture: An Evolutionary Perspective (New York, ı 984). Diamond, Guns, Germs, and Steel, 8. Bölüm'de böylesi türlerin bulunma durumunun önemli bir rol oynadığını ileri sürer. Diamond, Guns, Germs and Steel, s. 134-138. Cohen, The Food Crisis in Prehistory, s. 65. Ayrıca bkz. Ester Boserup, The Conditions ofAgricul­ tural Growth: The Economics of Agrarian Change under Population Pressure (Chicago, ı965). Cohen, The Food Crisis in Prehistory, s. 85. Paul Bairoch, Cities and Economic Development: From the Dawn of History to the Present, (çev.) Christopher Braider (Chicago,ı988), s. 7; gönderme yaptığı yer: Fekri A. Hassan, Demog­ raphic Archaeology (New York, ı98ı). James Dawson'ın ı88ı tarihli açıklaması, akt. John Mulvaney ve Johan Kamminga, Prehistory of Australia (Sydney, ı999), s. 94. Andrew Sherratt, " Reviving the Grand Narrative: Archaeology and Long-Term Change", Jour­ nal of European Archaeology 3, no. ı ( ı 995): 20-2 1 . Henry, From Foraging to Farming, s . 49-5 1 . Margaret Ehrenberg, Women in Prehistory (Norman, ı 989), s . 80-85'te kadınların öncü rolü görüşü geliştirilir; ayrıca bkz. Elizabeth Wayland Barber, Women's Work: The First 20,000 Years: Women, Cloth, and Society in Early Times (New York, 1994), 3. Bölüm. Fagan, People of the Earth, s. 257-259. Fagan, People of the Earth, s. 257. Bkz. Smith, Emergence of Agriculture, s. 2ı0-2ı4'te yer alan irdeleme. Smith, Emergence of Agriculture, s . 213. Amerika kıtalarının yarı yerleşik toplulukları için, bkz. Kicza, "Peoples and Civilizations of the Arnericas before Contact" özellikle s. 2ı2-2ı7. Elman R. Service, Primitive Social Organization: An Evolutionary Perspective, 2. Baskı (New York, ı971), birçok yerde; ayrıca bkz. Alien W. Johnson ve Timothy Earle, The Evolution of Hu­ man Societies: From Foraging Group to Agrarian State, 2. Baskı (Stanford, 2000), s. 32-35'teki insan topluluğu tipolojilerine yönelik değerlendirme. Marija Gimbutas'nun görüşlerinin özeti için bkz. The Civilization o fthe God dess: The World of Old Europe, (der.) Joan Marler (San Francisco, ı 991).

486

62. 63

64

ZAMAN HARITALARI

I. G. Simmons, Changing the Face of the Earth: Culture, Environment, History, 2. Baskı. (Ox­ ford, 1 996), s. 94. Andrew Goudie, The Human lmpact on the Natural Environment, 5. Baskı (Oxford, 2000), s. 188. Normal koşullar altında her yıl ortalama 0,1 milimetreden daha az toprak oluşur ve yakla­ şık 0,05-2 mm toprak da yerinden edilir. Tarım yapılıyorsa, yılda 5-10 mm kalınlığında toprak yerinden edilir; çayırlarda bu tutar 1 mrn/yıl'dır. Ama çıplak topraktaki kayıp yıllık 25-100 mi­ limetreyi bulabilir. Yani binlerce yılda birikerek oluşmuş toprakları insan etkinlikleri hızla yok etmektedir. Ilk çiftçilerin Avrupa'daki sınırlı ekolojik etkisi için, bkz. Roberts, The Holocene, s. 154-58.

9 DOGAYA EGEMENLİKTEN İNSANLARA EGEMEN OLMAYA: KENTLER, DEVLETLER VE "UYGARLIKLAR" (Sayfa 227-261 )

ı. 3

4

5

6 7

8

9

IO

II ı ı.

Anthony Giddens nesneler üzerindeki güce "tahsis gücü" ve insanlar üzerindeki güce de "otorite kurucu güç" der (A Contemporary Critique of Historical Materialism, c. 2, The Nation-State and Violence [Cambridge, 1985], s. 7). Marvin Harris, "The Origin of Pristine States", Cannibals and Kings, (der.) Marvin Harris (New York, 1 978), s. 102. Kentlerin ve devletlerin ortaya çıkışına yönelik yakın zamanlı iyi bir tarama için bkz. Alien W. Johnson ve Timothy Earle, The Evolution of Human Societies, 2. Baskı (Stanford, 2000); endüst­ ri öncesi bütün toplumlar için önerdikleri tipolojinin özeti s. 32, 36'da bulunabilir. Ayrıca bkz. Brian M. Fagan, People of the Earth: An Introduction to World Prehistory, 10. Baskı (Upper Saddie River, N. ]., 2001), s. 368-385. Daha karmaşık toplumların ortaya çıkmasında asıl etkenin nüfus artışı olduğu Johnson ve Ear­ le'ün The Evolution of Human Societies kitabının temel savıdır; örneğin bkz. "Gerçi göreceğimiz üzere nüfus artışının kesin rolü oldukça tartışmalıdır ama insanların temel ihtiyaçlarını nasıl kar­ şıladığına yönelik net sonuçları olduğu için yadsınamaz bir şekilde sosyokültürel evrim sürecinin merkezinde yer alır. Nüfus artışı her türlü çevrede teknoloji, üretimin toplumsal organizasyonu ve de politik düzenlemeler için çözülmesi gereken birtakım sorunlar yaratır. Bu sorunların çözümle­ rinin sosyokültürel evrim olarak bildiğimiz değişimlere nasıl yol açtığını göstereceğiz" (s. 2). Lynn Margulis ve Dorion Sagan, Microcosmos: Four Billion Years of Microbial Evolution (Londra, 1 987), s. 130. William H. McNeill, The Pursuit of Power: Technology, Armed Force, and Society since A.D. 1000 (Oxford, 1 982), s. vii. Lewis Thomas, Societies as Organisms (Londra, 1 974); C. Tickell, "The Human Species: A Sui­ cidal Success?", The Human lmpact Reader: Readings and Case Studies, (der.) Andrew Goudie (Oxford, 1 997), s. 450. Johnson ve Earle biraz daha basit bir geribesleme döngüsü tanımlar: "Nüfus ile teknoloji arasın­ daki geribesleme sürecini evrimsel başarının motoru olarak tanımlıyoruz." (Evolution of Human Societies, s. 14). Robert Wright da benzer bir geribesleme döngüsünü Nonı;ero: The Logic of Human Destiny (New York, 2000), 4. Bölüm, özellikle s. 50'de inceler. Neil Roberts, The Holocene: An Environmental History, 2. Baskı (Oxford, 1998), s. 1 1 2. Andrew Goudie, The Human lmpact on the Natural Environment, 5. Baskı (Oxford, 2000), s. 82; Goudie, Danimarka'da yapılan 4000 yıllık bileylenmemiş bir çakmaktaşı baltayla yüzden fazla ağacın kesildiği modern deneyiere dikkat çeker. Goudie, The Human lmpact, s. 52. Andrew Sherratt, "Piough and Pastoralism: Aspects of the Secondary Products Revolution", Pat­ terns of the Pası: Studies in Honour of David Clarke, (der.) Ian Hodder, Glynn Isaac ve Norman

NOTLAR

I3 I4

15

I6

I? I8 I9 ı.o ı. I

ı.ı. 2.3 2. 4

2. 5

ı.6 2. 7

ı.S

2.9 30

31

3 2.

487

Hammond (Cambridge, 198 1 ), s. 261 -305 ve görüşlerinin gözden geçirilmiş hali için bkz. "The Secondary Exploitation of Animals in the Old World (gözden geçirilmiş versiyon, 1 983)", Eco­ nomy and Society in Prehistoric Europe: Changing Perspectives (Princeton, 1 997), s. 1 99-228. I. G. Simmons, Changing the Face of the Earth: Culture, Environment, History, 2. Baskı (Ox­ ford, 1 996), s. 94. Bkz. David Christian, A History of Russia, Central Asia, and Mongolia, c. 1, Inner Eurasia from Prehistory to the Mangol Empire (Oxford, 1 998), özellikle 4. Bölüm ve Christian, "Silk Roads or Steppe Roads? The Silk Roads inWorld History", journal of World History 1 1, no. 1 (bahar 2000): 1-26. Margaret Ehrenberg, Women in Prehistory (Norman, 1989), s. 99; ikincil ürünler devrimi ile ataerkillik arasındaki bağa ilişkin daha genel bir değerlendirme için bkz. s. 99-107. Ayrıca hb._ Elizabeth Wayland Barber, Women's Work: The First 20,000 Years: Women, Cloth, and Society in Early Times (New York, 1994), s. 97-98. Çiftlik hayvanı açısından zengin Afro-Avrasya ile çiftlik hayvanı yoksulu Amerika kıtaları arasındaki bu karşıtlığın öneminin iyi irdelendiği bir kaynak için bkz. Jared Diamond, Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies (Londra, 1 998); özellikle 1 8. Bölüm. John McNeill, MS 1 800 gibi geç bir tarihte bile bütün enerjinin % 70'inin insan kas gücüyle üretildiğine dikkat çekmişti U. R. McNeill, Something New under the Sun: An Environmental History of the Twentieth-Century World [New York, 2000), s. l l ). Robert J. Wenke, Patterns in Prehistory: Humankind's First Three Million Years, 3. Baskı (New York, 1 990), s. 336. John H. Coatsworth, "Welfare", American Histarical Review 101, no. 1 (Şubat 1996): 6-7. Christian, A History of Russia, Central Asia, and Mongolia, 1 : 129- 1 3 1 . Insanlar yiyeceklerindeki enerjinin yaklaşık % 18'ini enerjiye dönüştürebilir, adar da yalnızca % 10'unu; dolayısıyla köleler efendileri için alışılmışın dışında verimli bir enerji depolama şekli oluşnıruyordu U. R. McNeill, Something New under the Sun, s. 1 1-12). Barber, Women's Work, s. 29-33'te kadınların tarım toplumlarındaki rollerinin temelde çocuk bakımının gereksinimleriyle sınırlı olduğu savını geliştirir. Bu kısımda, Bob Norton'ın 1990'lı yıllarda Macquarie University'de gücün sosyolojisi üzerine verdiği güzel derslerde ilk kez duyuduğum bazı görüşlerden yararlanılmıştır. Michael Mann " üleştirmeci" güç (A'nın B üzerindeki egemenliğinin gücü) ile "kolektif" güç (işbirliğine dayanan güç) arasındakine benzer bir ayrım ortaya koyar; üleştirmeci güç baskıya ve gayrimeşruluğa eğilimliyken, kolektif güç gönüllülüğe ve meşruluğa eğilimlidir ama gerçekte ikisi iç içedir ve aralarında diyalektik bir ilişki vardır. Bkz. Mann, The Sources of Social Power, c. 1 , A History of Powerfrom the Beginning to A.D. 1 760 (Cambridge, 1 986). Mann aynı noktaya, "kolektif gücün üleştirmeci güçten daha önce var olduğu"nu iddia edip biraz daha farklı bir terminolojiyle işaret ediyor ( The Sources ofSocial Power, 1 :53). Harris, "The Origin of Pristine States," s. 106. Harris, "The Origin of Pristine States," s. 109'da Malinowski alıntılanmıştır. Mezopotamya'da kentlerin gelişmesine ilişkin yaptığım açıklamanın ağırlıklı olarak dayandığı kaynak Hans Jorg Nissen, The Early History of the Ancient Near East, 9000-2000 B. C., (çev.) Elizabeth Lutzeier ve Kenneth J. Northcon (Chicago, 1988); ayrıca bkz. Susan Pollock, Ancient Mesopotamia: The Eden That Never Was (Cambridge, 1999) ve D. T. Pons, Mesopotamian Civilization: The Material Foundations (lthaca, N.Y., 1997). Andrew Sherratt, " Reviving the Grand Narrative: Archaeology and Long-Te rm Change", jour­ nal of EuropeanArchaeology 3, no. 1 ( 1 995): 1 7. Sherratt, "Reviving the Grand Narrative", s. 19: "kaynak yönünden zengin bölgeler arasında olan 'boşlukta kıvılcım sıçraması' öğesi, işgücü yoğun bir üretim tarzının başlaması için gerek­ lidir [ ... ] Bu açıdan tekstil ürünleri özellikle yararlıdır ve kentleşmenin gelişimiyle hemen her za­ man ilişkilendirilmiştir." Tekstil ürünlerine yönelik bu gözlem, ileride Endüstri Devrimi sırasında da geçerli olduğunu gösterecektir. Christopher Ehret, "Sudanic Civilization", Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas (Philadelphia, 2001 ), s. 244-245. Nissen, The Early History of the Ancient Near East, s. 55-61, 67-73.

488

33

34

35

36 37 38 39 40

41 4 2.

43 44

45 46 47

48 49 so 5ı

5 2. 53 54 55

ZAMAN HARITALARI

Anthony Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, 2 . Baskı (Basingstoke, 1995), s. 96, bu bağlamda, Lewis Mumford'ın "kasabaların gücün saklandığı ve yoğunlaştırıldı­ ğı kaplar" olduğu düşüncesine gönderme yapılır. Kent devletleri ile bölgesel devletler arasındaki ayrım, devlet oluşumunun başlarındaki her böl­ gede gözlemlenebilir; bu ayrımı, Bruce G. Trigger, Early Civilizations: Ancient Egypt in Cantext (Kahire, 1 993 ), s. 8-14 'te geliştirmiştir. Devlet (Max Weber'in devletin temeli olarak gördüğü) şiddet araçlarının meşru kontrolü üze­ rinde tekel kuramayabilir ama kesinlikle bunu hedefler; Giddens da devleti "egemenliği sınırla­ rıyla belirlenmiş ve egemenliğini sürdürmek için şiddet araçlarını harekete geçirebilen, politik bir organizasyon [bir başka deyişle güç uygulayabilen bir organizasyon) olarak tanımlar" (The Nation-State and Violence, s. 20). Harris, "The Origin of Pristine States", s. 1 13-115. Valerie Hansen, The Open F.mpirP.: A History of China to 1 600 (New York, 2000), s. 35. The Russian Primary Chronicle: Laurentian Text, (çev. ve der.) Samuel Hazzard Cross ve Olgerd S. Sherbovitz-Wetzor (Cambridge, Mass., 1 953), s. 122 (MS 994-996). Constantine Porphyrogenirus, De Administrando Imperio, (der.) G. Moravcsik, (çev.) R. ]. H. Jenkins, gözden geçirilmiş baskı (Washington, DC, 1 967), 1 .63. Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, A.D. 990-1 992, gözden geçirilmiş baskı (Cambridge, Mass., ı 992), s. 1 -2. Ne var ki Tılly'nin "bu tür varlıkların Jericho (Eriha) ya da Çatalhöyük kadar eski dönemlerde bile bulunabileceği " savına katılmıyorum. J. R. McNeill, Something New under the Sun, s. 12. "Askeri güç ya da onu kullanma tehdidi, normal olarak geleneksel devletin çok önemli temelle­ rinden biridir çünkü devlet kendi egemenliği altındaki bölgeleri 'doğrudan yönetme' araçların­ dan yoksundur" (Giddens, Nation-State and Violence, s. 58). Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, s. ı04. Giddens geleneksel devletlerin zayıflığına ilişkin bu noktaya şiddetle dikkat çeker; örneğin kendi­ sinin "sınıflara bölünmüş" dediği toplumlardaki devlet gücünün sınırlarına yönelik iddialarının kısa bir özeti için bkz. Nation-State and Violence, s. 57 ve ayrıca modern Fransa'daki tarihçilerin kırsal şiddetin düzeylerine ilişkin çalışmasından çıkardığı özete ve genellerneye bakınız (s. 60). Nissen, Early History of the Ancient Near East, s. 80. Nissen, Early History of the Ancient Near East, s. 83, 84 (simge resmi). Giddens, "depolanmış enformasyon" olarak yazı olgusuna vurgu yaptığı kadar, yazı ile güç ara­ sındaki bağlantıya da vurgu yapar; bkz. örneğin A Contemporary Critique of Histarical Mate­ rialism, s. 94-95. The Nation-State and Violence adlı eserinde şöyle yazar: "Yazı konuşmanın eşbiçimli (izomorfik) bir temsili olarak değil, kayıtları ve çeteJeleri rutmak için kullanılan bir yönetim notasyon u olarak doğdu." (s. 4ı). Hansen, The Open Empire, s. 17-28. Trigger, Early Civilizations, s. 44. Bkz. Eric R. Wolf, Europe and the People without History ( Berkeley, ı 982), 3. Bölüm. Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, s. ı 1 2. Wenke, Patterns in Prehistory, s . 480-48ı, 534. Michael D. Coe, Mexico: From the Olmecs to the Aztecs, 4. Baskı (New York, ı 994), s. 71. Coe, Mexico, s. 75-76. Fagan, People of the Earth, s. 540-54 ı .

10 TARIM "UYGARLIKLARI" ÇAGININ UZUN ERİMLİ EGİLİMLERİ (Sayfa 263-307)

ı.

Robert Wright, Nonzero: The Logic of Human Destiny (New York, 2000), s. ıo8. Dillerin Avrasya'da bu tür dağılımiarına ilişkin yakın zamanlı bazı tartışmalar için bkz. Colin Renfrew, Archaeology and Language: The Puzzle of /nda-European Origins (Harmondsworth,

NOTLAR

3

4

5

6

7

8

9

ıo

II ı ı. 13

14

ı5

ı6

17

ıS 19

ı.o

489

ı989) ve ]. S. Mallory, In Search of the Indo Europeans: Language, Archaeology, and Myth (Londra, ı 989). Afrika'daki "Bantu" göçlerine ilişkin teorilerin bir eleştirisi için bkz. Jan Vansi­ na, "New Linguistic Ev idence and 'the Bantu Expansion", Journal of African History 36, no. 2 ( ı 995): ı73-ı95; bu kaynak için Heike Schmidt'e teşekkür ederim. Jared Diamond, Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies ( Londra, ı998), 2 ve 8. bölümler; Be n Finney, "The Other One-Third of the Globe", Journal o f World History 5, no. 2 (Güz ı 994): 273-98 ve ]. R. McNeill, "Of Rats and Men: A Synoptic Environmental History of the Isiand Pacific", Journal of World History 5, no. 2 (Güz ı994): 299-349. Tim Flannery, The Future Eaters: A n Ecological History of the Australasian Lands and People (Chatswood, N. S. W., ı 995), s. ı64-ı65; burada Yeni Zelanda'ya yerleşme konusunda daha geç tarihler veriliyor. Diamond, Guns, Gemıs, and Steel, 2. Bölüm. David Christian, "Silk Roads or Steppe Roads? The Silk Roads in World History", Journal of World History l l , no. 1 (Bahar 2000): 1 -26. Anthony Giddens kitleler ile seçkinler arasındaki uçurumun öneminden ve her yana yayılmasın­ dan dolayı bu tür toplumları "sınıf bölümlü" olarak adlandırır; bkz. örneğin, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, 2. Baskı (Basingstoke, ı 995), s. ı 59. Eric R. Wolf, Europe and the People without History (Berkeley, ı 982), özellikle 3. Bölüm. William McNeill, "The Disruption of Traditional Forms of Nurture", The Disruption of Tradi­ tional Forms of Nurture (Amsterdam, ı998), s. 7-8, 29-53; bu kaynak için Professor McNeill'e teşekkür ederim. Bu ilişkilerin en iyi analizinin yer aldığı kaynak: Thomas ]. Barfield, The Perilous Frontier: Nomadic Empires and China (Oxford, ı989) ve bkz. Nicola di Cosmo, "State Formatian and Periodization in lnner Asian History", Journal of World History ı o, no. ı (Bahar ı999): ı-40. Janet Abu-Lughod, Before EuropeanHegemony: The World System, A.D. 1 2 50-1350 (New York, ı 989); Andre Gunder Frank ve Barry K. Gills, (der.), The World System: Five Hundred Years or Five Thousand? (Londra, ı992). Christopher Chase-Dunn ve Thomas D . Hall, Rise and Demise: Comparing World Systems (Boulder, Colo., ı 997). Michael Mann, The Sources of Social Power, c. ı, A History of Power from the Beginning to A.D. 1 760 (Cambridge, 1 986). "Çoklu sınır kriterlerinin kullanımı, genellikle sistem sınırlılığının iç içe geçmiş düzeyleriyle sonuçlanır. Genel olarak büyük hacimli mallar en küçük bölgesel etkileşim ağlarını meydana getirir. Politik/askeri etkileşim, büyük hacimli birden çok mal ağını içeren daha büyük bir ağ oluşturur ve prestij li malların alışverişi bir ya da daha çok politik/askeri ağı içeren daha da büyük bölgeleri birbirine bağlar. Enformasyon ağının prestijli mallar ağıyla aynı büyüklük mertebesinde olmasını umarız: Bazen daha büyük ve bazen de daha küçük olabilir." (Chase-Dunn ve Hall, Rise and Demise, s. 53). Hans Jorg Nissen, The Early History of the Ancient Near East (Chicago, ı988), s . 167-168. Charles L. Redman, "Mesopotamia in the First Cities", The Illustrated History of Humankind, (der.) Goran Burenhult, c. 3, Old World Civilizations: The Rise of Cities and States (St. Lucia, 1 994 ), s. 32. Sümerli bir ozan, (çev.) S. N. Kramer, Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament, (der.) James B. Pritchard, 3. Baskı (Princeton, 1 969), s. 647-648; A. Bemard Knapp, The History and Culture of Ancient Western Asia and Egypt (Chicago, 1 98 8 ), s. 87. Agade'nin konumu hala bilinmiyor. Bu iddia Barry K. Gills ve Andre Gunder Frank'a aittir; bkz. Barry K. Gills ve Andre Gunder Frank, "World System Cycles, Crises, and Hegemonic Shifts, 1 700 BC to 1 700 AD", Frank ve Gills, (der.), The World System, s. 143-199, özellikle s. 153-155. Paul Bairoch, Cities and Economic Development: From the Dawn of History to the Present, (çev.) Christopher Braider (Chicago, 1 9 B 8), s. 27. Bkz. Christian, "Silk Roads or Steppe Roads?". İlk trans-Avrasya değiştokuşlarının önemini vurgulayan iki tartışma için bkz. Barry K. Gills ve Andre Gunder Frank, "The Cumulation of Accumulation", Frank ve Gills, (der.), The World System, s. 81-1 14, özellikle s. 86 ve Christian, "Silk Roads or Steppe Roads?".

490 ı.ı

ZAMAN HARITALARI

Lynda Shaffer, "Southernization", Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas (Philadelphia, 200ı), s. 308-324; ilk yayımlandığı yer Journal of World History 5, no. ı (Bahar ı994): ı-2 1 .

ı. ı. 2. 3

Shaffer, "Southernization ". Kuş'un ve Aksum'un tarihleri için, bkz. Stanley M. Burstein (der.), Ancient African Civilizati­ ons: Kush and Axum (Princeton, ı 998) ve bkz. Christopher Ehret, "Sudanic Civilization", Adas

(der.), Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, s. 224-274. 2.4

Avrasya bozkırlarını oldukça kapsamlı irdeledim; bkz. David Christian, A History of Russia, Cent­ ral Asia and Mongolia, c. ı, Inner Eurasia from Prehistory to the Mongol Empire (Oxford, ı998).

2. 5

Bazıları Çin gemilerinin MÖ 1. binyılda Büyük Okyanus'u aştığını ve Çiniiierin Mezoameri­ ka'daki Maya kültürlerini ve Peru'daki Chavin kültürünü etkilediğini iddia eder ama bu yöndeki kanıtlar dolaylı ve ikinci dereceden önemli kanıtlardır; bkz. Louise Levathes, When China Ruled the Seas: The Treasure Fleet of the Dragon Throne, ı405-ı433 ( New York, 1 994), 1 . Röliim ve Joseph Needham ve Lu Gwei-djen, Trans-Pacific Echoesand Resonances: Listening Once Again (Singapore, ı984).

ı.6

Robert J. Wenke, Patterns in Prehistory: Humankind's First Three Million Years, 3. Baskı (New

2.7

Akt. John E. Kicza, "The Peoples and Civilizations of the Arnericas before Contact", Adas (der.), Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, s. ı90.

York, ı990), s. 498.

ı.8

Bernal Diaz, The Conquest of New Spain, (çev. ) ]. M. Cohen (Harmondsworth, ı 963), s. 2ı4.

2.9

Wenke, Patterns in Prehistory, s. 5 1 5.

30

William R. Thompson, "The Military Superiority Thesis and the Ascendancy of Western Eurasia in the World System", Journal of World History ı o, c. ı ( 1 999): 1 72, atıfta bulunduğu kaynak:

Rein Taagepera, "Expansion and Contraction Patterns of Large Polities: Context for Russia",

International Studies Quarterly 4ı ( ı 997): 475-504.

31

Robert S. Lopez, The Commercial Revolution ofthe Middle Ages, 950-1350 (Englewood Cliffs, N. ]., 1 971), s. 1 . Emmanuel Le Roy Ladurie, The Peasantsof Languedoc, (çev.) John Day (Urbana, 1 974), s . 4.

3 2. 33

E. A. Wrigley, Population and History ( Londra, ı 969), s. 55-57.

34

Ayrıca bkz. Thomas M. Whitmore ve diğ., "Long-Term Population Change", The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past

300 Years, (der.) B. L. Turner ve diğ. (Cambridge, ı 990), s. 37: "Bölgesel ölçekteki nüfus ka­

yıtları uzun erirnde incelendiğinde, aralıklı artışlar ve düşüşlerden oluşan yaygın ve belirgin bir 35 36 37 38

örüntü ortaya çıkar. " I. G. Simmons, Environmental History: A Concise Introduction (Oxford, ı993), s. 13. Ayrıca bkz. Whitmore ve diğ., "Long-Term Population Change" . Michael D. Coe, The Maya (New York, ı 966), s . 128. E. L. Jones, The European Miracle: Environments, Economies, and Geopolitics in the History of Europeand Asia, 2. Baskı (Cambridge, 1 987), 3. Bölüm.

Diamond, Guns, Germs, and Steel, 1 1 . Bölüm, özellikle s . 212-214.

39

William H. McNeill, Plagues and People (Oxford, 1977), s. 102.

40

William H. McNeill, Rise of the West (Chicago, 1963 ), 7. Bölüm. Ayrıca bkz. McNeill, " Conf­ luence of the Civilized Disease Pools of Eurasia, 500 B. C. to A.D. 1200", 3. Bölüm, Plagues and Peoples ve Kenneth F. Kiple (der.), The Cambridge World History of Human Disease (Cambrid­

ge, 1993).

ll1.

41

William McNeill, Plagues and Peoples, s .

4 2.

Kenneth F. Kiple, Kiple (der.), The Cambridge World History of Human Disease, s . 3'teki giriş.

43 44

William McNeill, Plagues and Peoples, s. 1 19. William McNeill, Plagues and Peoples, s. 1 1 6-129.

45 46

Taagepera'nın sayıları, akt. William Eckhardt, "A Dialectical Evolutionary Theory of Civilizati­

Bkz. Henri ]. M. Ciaessen ve Peter Skalnik (der.), The Early State (The Hague, 1978). ons, Empires, and Wars", Civilizations and World Systems: Studying World-Histarical Change, (der.) Stephen K. Sanderson (Walnut Creek, California, 1 995), s. 80-8 1 . Eckhardt'ın makalesinin

NOTLAR

491

ağırlıklı olarak dayandığı kaynak: Rein Taagepera, "Size and Duration of Empires: Systematics of Size", Social Science Research 7 (1 978): 108-127.

47

Thompson, "The Military Superiority Thesis", s. 1 72, atıfta bulunduğu kaynak: Taagepera,

48

" Expansion and Contraction Patterns of Large Polities". lik uygarlıklardaki din konusunda yararlı bir tartışma için bkz. Bruce G. Trigger, Early Civiliza­ tions: Ancient Egypt in Cantext (Kahire, 1 993), 4. Bölüm.

49

Bkz. Karl jaspers, The Origin and Goal of History, (çev. ) Michael Bullock (New Haven, 1 953),

50 5I

Prens, akt. Christian, A History of Russia, Central Asia, and Mongolia, 1 :306.

s:z.

1. Bölüm. Joel Mokyr, The Lever of Riches: Technological Creativity and Economic Progress (New York, 1 990), s. 20. Marx'ın klasik formülü şöyledir: "Gerçek işçinin kendisinin üretim araçlarının ve geçimini sağ­ lamak için gerekli ç;ılışm;ı koşull;ırının 'hakimi' olarak kaldığı her durumda, mülkiyet ilişkisi kendini aynı zamanda doğrudan bir egemenlik ve kölelik ilişkisi olarak göstermelidir; dolayısıyla doğrudan üretici de kendisini özgür olmayan -bu özgür olmama kamu işgücü olan serilikten yalnızca haraç yükümlülüğüne doğru sürekli gerilerneye maruz kalabilir- biri olarak gösterme­ lidir [ ... ) Bu koşullarda nominal bir mülk sahibi için işgücü fazlası yalnızca (gereken her türlü biçimde) ek ekonomik zorlamayla zorla alınabilir" (Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, c. 3, (çev.) David Fernbach [Harmondsworth, 1981), s. 926).

53

M. I. Finley, " Empire in the Greco-Roman World", Greece and Rame, 2. ser., 25, no. 1 (Nisan 1 978): 1 . Fetbin " faydaları"nın ilginç bir analizi için bkz. G. D. Snooks, The Dynamic Society:

Exploring the Sources of Global Change (Londra, 1 996), 1 O. Bölüm.

54

Karı en yüksek düzeye çıkarmanın, klasik çağ hükümdarlarının önde gelen uğraşlarından biri olamayışı M. I. Finley'in şu eserinin temel temasıdır: The Ancient Economy (Londra, 1973).

55

Niceoto Machiavelli, The Prince, (çev. ), George Bull (Harmondsworth, 1 96 1 ), s. 87-88.

s6

Nizarn ül-Mülk, The Book of Government,

57 58 59

OT

Rules for Kings, (çev.) Hubert Darke, 2. Baskı

(Londra, 1 978), s. 1 3 1 -132; Fransız yazarın anlatımı, akt. C. Warren Hollister, Medieval Europe: A Short History, 5. Baskı (New York, 1 982), s. 163. R. Bin Wong, China Transformed: Histarical Change and the Limits of European Experience (lthaca, N. Y., 1 997), s. 129, 1 34. Mokyr, The Lever of Riches, s. 17 5. Bu sinerji Adam Smith'in artan değiştokuşlada ilişkilendirdiği büyüme tipine benzer -ama aynı değildir. Smith, artan uzmaniaşmanın -ki bu da daha büyük pazarlada mümkündü- ürettiği üretkenlik faydalarına odaklanmıştı.

6o

Bu paragraftaki verilerin alındığı kaynak: Stephen K. Sanderson, " ExpandingWorld Commercia­ lization: The Link between World Systems and Civilizations", Sanderson (der. ), Civilizations and

6I

World Systems, s. 267. Alman sosyolog Max Weber'in fikirlerine istinaden Anthony Giddens ekonomik değiştokuşları

"baskı olmadan gerçekleşen ve şimdi ya da ileride karşılıkı yarar sunan her rürlü anlaşma" ola­ rak tanımlar (A Contemporary Critique of Histarical Materialism, c. 2, The Nation-State and Violence [Cambridge, 1 985], s. 123-124).

62 63

William H. McNeill, The Pursuit of Power: Technology, Armed Force, and Society since A. D. 1 000 (Oxford, 1 982), s. 5. Hellenistik . Dönem'in kısa bir özeti için bkz. Stanley M. Burstein, "The Hellenistic Period, in World History", Adas (der.), Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical His­ tory, s. 275-307.

64

Marfa Eugenia Aubet, Phoenicians and the West: Politics, Colonies, and Trade, (çev. ) Mary Tıırton (Cambridge, 1 993), s. 85-87; akt. Snooks, The Dynamic Society, s. 345.

65 66 67

William McNeill, Pursuit of Power, s. 22-23'te MÖ 1 800'de Anadolu'da eşek kervanları kulla­ nan kalay rüccarlarının yazışmatarım içeren çivi yazısı arşivlerinden söz eder Knapp, The History and Culture of Ancient Western Asia and Egypt, s. 1 4 1 -143. Knapp, The History and Culture ofAncient Western Asia and Egypt, s. 95, 142; Valerie Hansen, The Open Empire: A History of China to 1 600 (New York, 2000), s. 92.

492

ZAMAN HARITALARI

68

Christian, "Silk Roads or Steppe Roads?".

69

Mokyı; The Lever of Riches, s. 26.

70

Wong, China Transfonned, s. 45-46, 90. Giddens, The Nation-State and Violence, s. 40-4 1 , 79-8 1 .

7I

72.

William McNeil!, Klasik Yunan'ın savaş sananna katkısı hakkında şöyle yazar: "Antik Akdeniz dünyasında silahlardaki başlıca gelişmelerin yaşandığı dönemin, rekabet halindeki hükümdarla­ rın ticari ilkeleri askeri seferberlik hizmetlerinde de kullandıkları yüzyıllarda gerçekleşmesi rast­ lantı değildi" (Pursuit of Power, s. 70).

ll YAKLAŞAN MODERNİTE

(Sayfa 3 1 1-335) Anthony Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, c . 2 , The Nation-State and Violence (Cambridge, 1985), s. 33. ı.

Bu dönüşüme ilişkin gezegen ölçeğinde önemi olan ikna edici bir sav için bkz. j. R. McNeil!, So­ mething New under the Sun: An Environmental History of the Twentieth-Century World (New

York, 2000). 3

4 5

Eric R. Wolf, Europe and the People without History (Berkeley, ı 982), s. 24-72. MS 1000'de yapılan benzer bir tur için bkz. john Man, Atlas of the Year 1 000 (Cambridge, Mass., 1 999). Wolf, Europe and the People without History, s. 71. Brian M. Fagan, People of the Earth:An Introduction to World Prehistory, 10. Baskı (Upper Saddie Riveı; N. J., 2001), s. 362.

6

Wolf, Europe and the People without History, s. 42.

7

Michael D. Coe, Mexico: From the Olmecs to the Aztecs, 4. Baskı (Londra, 1 994), s. 158.

8

Göçebe çobanlık konusuna en iyi girişler için bkz. Thomas J. Barfield, The NomadicAiternative (Englewood Cliffs, N.}., 1 993) ve Anatoly M. Khazanov, Nomads and the Outside World, (çev.) Julia Crookenden, 2. Baskı (Madison, 1 994).

9

Pseudo-Hippocrates, "Airs, Waters, Places", akt. Hippocratic Writings, (der. ve giriş) G. E. R. Lloyd, (çev.) J. Chadwick ve W. N. Mann (Harmondsworth, 1978), s. 163.

IO 11

Bkz. David Christian, A History of Russia, Central Asia, and Mongolia, c. 1, 1nner Eurasia from Prehistory to the Mangol Empire (Oxford, 1 998). Christian, A History of Russia, Central Asia and Mongolia, 1 : 85-94, 149-157 ve 8 . Bölüm; Ni­ cola di Cosmo, "State Form ation and Periodization in lnner Asian History", Journal of World History 10, no. ı (bahar 1 �9);.1 -40.

I ı.

Elçinin anlatısı, akt. Terence AMıştrong, Russian Settlement in the North (Cambridge, ı 965), s. 36 ve James Forsyth'ın harika Sibirya tarihi için bkz. James Forsyth, A History of the Peoples of Siberia: Russia's North Asian Colony, 1 581-1 990 (Cambridge, 1 992), özellikle s. 10-ı6.

IJ I4 I5

Wolf, Europe and the People without History, s. 65. Alien W. Johnson ve Timothy Earle, The Evolution of Human Societies, 2. Baskı (Stanford, 2000), s. 9. Lynn Margulis ve Dorion Sagan, Microcosmos: Four Billion Years of Microbial Evolution (Londra, ı 987), s. 228.

I6

Carlo M. Cipolla, The Economic History of World Population, 6 . Baskı (Harmondsworth,

I7

David S. Landes, The Unbound Prometheus: Technological Change and lndustrial Development in Western Europe from 1 750 to the Present (Londra, ı 969), s. 6.

I8

Joel Mokyr, The Lever of Riches: Technological Creativity and Economic Progress (New York, 1990), s. 99.

I9

1974), s. ı 1 4-115.

E. A. Wrigley, Continuity, Chance, and Change: The Character of the Industrial Revolution in England (Cambridge, ı988), s. 54-55.

NOTlAR

493

McNeill, Something New under the Sun, s. 14- 1 5 ve bkz. 6. Bölüm.

:ı.o 2.1

McNeill, Something New under the Sun, s. 15.

:ı.:ı.

Paul Bairoch, Cities and Economic Development: From the Dawn of History to the Present, (çev. ) Christopher Braider (Chicago, 1 988), s. 5 1 3.

2. 3

Saat zamanının yükselişine yönelik güzel bir analiz için bkz. Norbert Elias, Time: An Essay, çev. Edmund Jephcott ( Oxford, ı992); Elias giderek karmaşıklaşan bağımlılık ağlarını eşgüdümleme gereğinin, modern zaman planlamasının artan kesinliğinin ve yaygınlaşmasının temel nedeni ol­ duğunu tartışır.

2.4

Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990- 1 992, gözden geçirilmiş baskı

2.5

Norbert Elias, The Civilizing Process, c . ı, The History of Manners, (çev.) Edmund jephcott (New York, 1978), s. ı 86.

(Cambridge, Mass., 1992), s. 69; Tilly'nin işaret ettiği gibi günümüzde modern devletin şiddet aygıtlarını tekelleştirmesi kuralı için ABD kısmen bir istisna oluşturur (s. 68).

:ı.6

David T. Courtwright, Forces of Habit: Drugs and the Making ofthe Modern World (Cambrid­ ge, Mass., 2002).

2.7

Modernizm öncesi kozmolojilerde yer algısına ilişkin zengin bir açıklama için bkz. Tony Swain,

:ı.8

Yakın zamanda bazı tarihçiler gereken karşılaştırmalı çalışmalara giriştiler; bazı harika çalışma­ lar için bkz. R. Bin Wong, China Transformed: Histarical Change and the Limits of European

A Place for Strangers: Towards a History of Australian Aboriginal Being (Cambridge, ı993).

Experience (lthaca, N. Y., ı997); Kenneth Pomeranz, The Great Divergence: China, Europe, and the Making of the Modern World Economy (Princeton, 2000) ve Andre Gunder Frank, ReOrient: Global Economy in the Asian Age ( Berkeley, ı998). Ayrıca bu tartışmaların kısa bir

özeti için bkz. Robert B. Marks, The Origins of the Modern World: A Global and Ecological Narrative (Lanham, Md., 2002).

2.9

Modernite üzerine bu tartışmalara yönelik kısa ve güzel bir özet için bkz. Craig Lockard, "Glo­

30 31

Mokyr, The Lever of Riches, s. ı48. Daniel Headrick, "Technological Change", The Earth as Transformed by Human Action: Glo­

bal Historians and the Great Divergence", World History Bul/etin ı 7, no. ı (Güz 2000): ı 7,

32-34.

bal and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years, (der.) B. L. Turner II ve diğ.

3 :ı.

(Cambridge, ı 990), s. 59. Büyüme teorilerine ilişkin iyi bir tarama çalışması için bkz. J. L. Anderson, Explaining Long­ Term Economic Change (Basingstoke, 1 99 1 ) ve bir başka tarama için de bkz. Mokyr, The Lever of Riches, 7. Bölüm ( "Understanding Technological Progress").

33 34

Bkz. Örn. Ester Boserup, Population and Technology (Oxford, 1 9 8 1 ) . Çin'deki odun sıkıntısı Britanya'dakinden çok daha kötü değildi; ilgili değerlendirme için bkz. Pomeranz, The Great Divergence, s. 220-236.

35

Kömürün önemi şu iki kaynakta özellikle vurgulanmıştır: Wrigley, Continuity, Chance, and Change ve Pomeranz, The Great Divergence. Coğrafi etkenler de çok etkili şu iki çalışmada

ağırlıklı olarak ele alınmıştır: E. L. Jones, The European Miracle: Environments, Economies, and Geopolitics in the History of Europe and Asia, 2. Baskı (Cambridge, 1 987) ve Growth Recur­ ring: Economic Change in World History (Oxford, 1 9RR).

36 37 38 39 40

Mokyr, The Lever of Riches, s. 1 62. T. S. Ashton, akt. Gary Hawke, "Reinterpretations of the Industrial Revolution", The Industrial Revolution and British Society, (der.) Patrick O'Brien ve Roland Quinault (Cambridge, 1993), s. 55.

Bkz. T. S. Ashton, The Industrial Revolution: 1 760-7830 (Londra, 1 948). Max Weber, The Protestant Ethicand the Spirit o f Capitalism, (çev.) Talcott Parsons (ı930; tek­ rar baskı, New York, 1 958). Hastalıkların Modern Devrim'de önemli bir itici güç olduğu görüşü üzerine yakın zamanlı, in­ celikli bir çalışma için bkz. Margaret Jacob, Scientific Culture and the Making of the Industrial

41

West (New York, 1 997). Jacob'ın görüşünden 12. Bölüm'de yararlanacağım. Adam Smith, A n lnquiry into the Nature and Causes of the Wealth o f Nations, 5. Baskı, (der.)

Edwin Cannan (New York, 1937), s. 1, 13.

494

42

ZAMAN HARITALARI

Bkz. Mokyr, The Lever of Riches, s. 5: "Economic growth caused by an increase in trade may be termed Smithian growth".

43

Frank, ReOrient, s. 1 73, 1 66. Ayrıca Çin'deki üretkenlik düzeyleri için bkz. Pomeranz, The Great Divergence ve Wong, China Transformed. Avrupa'nın ekonomik üstünlüğünün 15. yüzyıl kadar erken bir tarihte başladığını savunan farklı bir görüş için bkz. Angus Maddison, The

World Economy: A Millennial Perspective (Paris, 200 1 ). 44

Bkz. Wolf, Europe and the People without History, 3. Bölüm.

45

Anthony Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, 2. Baskı (Basingstoke, 1 995), s. 1 . Alıntıladığım bu kısım Giddens'ın Marx eleştirisindeki her noktayı onayladığıını değil, daha çok ondaki "Marx'ta hala değerli olan şeyleri kurtarma" isteğini onayladığıını ifade ediyor. Fernand Braudel de Marx'ın toplum modellerinin, eğer daha esnek bir şekilde ve ince farklarıyla beraber ele alınırlarsa, hala tarihçiler için büyük önem taşıyacağını ileri sürmüştür; Bkz. Braudel, "History and the Social Sciences", On History, (çev.) S:ır:ıh Matthews (Chicago, 1 980), s. 5 1 .

46

Daniel C. Dennett, Consciousness Explained (Londra, 1993), s. 204, memlerden insan beynini, tıpkı asalaklar gibi saran varlıklar olarak söz eder. Bu terimi Richard Dawkins, The Selfish Gene (Oxford, 1 976), ilk baskısında kişiden kişiye aktarılan entelektüel ya da kültürel bir enformas­ yon şeklinde kullanmıştır. Susan Blackmore, The Meme Machine (Oxford, 1 999); bu çalışmada

"meme" düşüncesi etraflıca ele alınıp incelenmiştir. 47 48 49

Pomeranz, The Great Divergence; Wong, China Transformed. Birikim süreçlerine ilişkin bu görüş için bkz. Pomeranz, The Great Divergence. Yeni aktarma merkezinin ekonomik tarihinin en iyi açıklamalarından biri için bkz. Ralph Davis,

The Rise of the Atlantic Economies (lthaca, N. Y., 1 973 ). 50

Andrew Sherratt, tıpkı Marx gibi, küresel alışveriş ağlarının değişen topolojisinin önemine vurgu yapmıştır: "Düğüm noktaları her kıtadan rotalara bağlı böyle büyük bir birikim havzasının sağ­ layabileceği kapital yoğunlaşması, makine yatırımına, işgücü düzenine ve yerleşim yığılmasına olanak verdi ki bu da yeni bir katma değer üretim düzeyine erişilmesini sağladı." (Sherratt, "Reviving the Grand Narrative: Archaeology and LongTerm Change", journal of European

Archaeology 3, no. 1 [1995]: 21). Bu iddialar hem önemli hem bilindiktir ama yeni enformasyon ağları, değişen inovasyon hızlarının açıklanmasınısağlamada aynı derecede önemli olabilir. 51

Wong, China Transformed, s. 1 5 1 .

12 KÜRESELLEŞME, TiCARiLEŞME VE İNOVASYON (Sayfa 3 37-373) Bölüm epigrafı: Tim Flannery, The Future Eaters: An Ecological History ofthe Australasian Lands and People (Chatswood. N. S. W., 1995), s. 334. Afro-Avrasyalıların yararlandığı hayvanlar, bitkiler, böcekler ve ekolojik avantajlar üzerine mü­

2

kemmel bir çalışma için bkz. Alfred W. Crosby, Ecological lmperialism: The Biological Expansi­ on of Europe, 900-1 900 (Cambridge, 1 986). Crosby, Ecological lmperialism, s. 200. Bkz. Örn. Kenneth Pomeranz, The Great Divergence: China, Europe, and the Making of the

4 5 6 7

Modern World Economy (Princeton, 2000); Andre Gunder Frank, ReOrient: Global Economy in the Asian Age (Berkeley, 1998) ve R. Bin Wong, China Transformed: Histarical Change and the Limits of European Experience (lthaca, N. Y., 1 997). Adam Smith'in sözleri, akt. Frank, ReOrient, s. 13. Marshall G. S. Hodgson, "The Great Western Transmutation", Retbinking World History: Es­ says on Europe, Islam, and World History, (der.) Edmund Burke III (Cambridge, 1 993), s. 47. Valerie Hansen, The Open Empire: A History of China to 1 600 (New York, 2000), s. 263. Asa Briggs, A Social History of England, 2. Baskı (Harmondsworth, 1 987), s. 74-75.

NOTLAR

8 9 10 11 1 2.

13 14 15

ı6

17

ı8 19

ı.o 2.1 2.2.

ı. 3

2. 4 2. 5

2. 6 2.7 2. 8 2. 9 30 3ı

3 ı. 33 34 35 36

495

Paul Bairoch, Cities and Economic Development: From the Dawn of History to the Present, (çev.) Christopher Braider (Chicago, 1988), s. 1 59. El Makdisi'nin sözleri, akt. W. Barthold, Turkestan down to the Mangol lnvasion, 4 . Baskı, (çev.) T. Minorsky, (der.) C. E. Bosworth (Londra, 1 977), s. 103-104 . Mark Elvin, The Pattern of the Chinese Past (Stanford, 1973), s . 1 77. janet Abu-Lughod, Before European Hegemony: The World System, A.D. 1 250-1350 (New York, 1 989), s. 337-339. Abu-Lughod, Before European Hegemony, s . 3 3 1 , atıfta bulunduğu yer: Jacques Gerner, Daily Life in China on the Eve of the Mangol lnvasion, 1250-1276, (çev.) H. M. Wright (Londra, 1 962), s. 87. Elvin, The Pattern of the Chinese Past, s. 1 77. Şiir, akt. Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 1 69. Carlo M . Cipolla , Before the ltıdustrial Revolutiun: European Suciery and Economy, 1 0001 700, 2. Baskı (Londra, 1 98 1 ), s. 1 4 3. Ayrıca bkz. Robert S. Lopez, The Commercial Revolution of the Middle Ages, 950-1350 (Englewood Cliffs, N. ]., 1971). Abu-Lughod, Before European Hegemony. Thomas T. Allsens'in son çalışması, Culture and Conquest in Mangol Eurasia (Cambridge, 200 1 ), 1 3. yüzyılın sonlarında ve 1 4 . yüzyılın başlarında Çin ile llhanlı İran'ı arasındaki değişto­ kuşlara odaklanır. Ross E . Dunn'ın klasikleşmiş çalışmasında, The Adventures of lbn Battuta: A Muslim Traveler of the Fourteenth Century (Berkeley, 1989) İbn Battura'nın seyahatleri anlatılır. Bu ticaret ağiarına ve ağların dayandığı tüccarlara ilişkin klasikleşmiş bir çalışma için bkz. Philip Curtin, Cross-Cultural Trade in World History (Cambridge, 1 985). Andrew M. Watson, Agricultural Innovation in the Early Islamic World: The Diffusion of Crops and Farming Techniques, 700- 1 1 00 (Cambridge, 1 983 ). Bkz. Wong, China Transformed. Lynda Shaffer, "Southernization", Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas (Philadelphia, 200 1 ), s. 308-324 ; ilk olarak basıldığı yer Journal of World History S, no. 1 (Bahar 1 994 ): 1-21. El Cahiz'in sözleri, akt. Shaffer, "Southernization", s. 312. Ayrıca bkz. James E. McCiellan III ve Harold Dorn, Science and Technology in World History: An Introduction (Baltimore, 1999), s. 1 4 5-154 . Shaffer, "Southernization", s. 316. Thomas A. Brady, " Rise of Merchant Empires, 1 4 00- 1 700: A European Counterpoint", The Political Economy of Merchant Empires: State Powerand World Trade, 1350-1 750, (der.) James D. Tracy (Cambridge, 1 99 1 ), s. 150. Barbarossa'nın amcasının sözleri, akt. Cipolla, Before the lndustrial Revolution, s. 1 4 8. Hansen, The Open Empire, s. 1 35. Sima Qian, akt. Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 1 64 . Chao Cuo, MO 2. yüzyılın başları, akt. Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 1 64 . S . A . M . Adshead, China in World History, 2 . Baskı (Basingstoke, 1 995), s . 1 1 7. Archibald R. Lewis, Nomads and Crusaders, A.D. 1 000-1360 (Bioomington, 1991 ) , s. 109, 130, 1 6 1 . Wong'a göre Song hakimiyetindeyken ticaret gelirleri devletin toplam gelirlerinin yarısını geçiyor olabilir (China Transformed, s. 95). Çin gemi yapım teknikleri için bkz. Arnold Pacey, Technology in World Civilization (Cambridge, Mass., 1 990), s. 65-66. Hansen, The Open Empire, s. 266. Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 1 1 8; Abu-Lughod, Before European Hegemony, 10. Bölüm; burada Song dönemindeki ekonomik büyümeye yönelik kısa ve güzel bir tarama çalışması vardır. Hansen, The Open Empire, s. 264 . J. R. McNeill, Something New under the Sun: An Environmental History of the Twentieth Cen­ tury World (New York, 2000), s. 56; McNeill bu türden endüstri öncesi bir başka yükselişin Akdeniz'de MO 1 . binyılda bakır paraların ortaya çıkmasıyla yaşandığını ekler.

496

37 38 39

40

41

42

43

44

4s

46

47

48 49 so sı s2 S3

54 SS s6 S7 sS

S9 6o 6r 62

ZAMAN HARiTALARI

Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 88; Pacey, Technology in World Civilization, s. 47. Pacey, Technology in World Civilization, s. 24-26. Han sen, The Open Empire, s. 266-267, 270-271. Bkz. Joseph Needham, Science and Civilisation in China, c. 7 (Cambridge, 1954-2003). Wong, China Transformed, s . 1 3 1 . Bu seyahatlerin popüler bir anlatımı için bkz. Louise Levathes, When China Ruled the Seas: The Treasure Fleet of the Dragon Throne, 1 405-1433 (New York, 1 994). Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, c. 1, (çev.) Ben Fowkes (Harmondsworth, 1976), Kısım 2, s. 247 (giriş paragrafı). Bir dünya pazarı yaratmanın medemitenin ortaya çık­ ması açısından önemli olduğu fikrinin Marksist tarihyazımında merkezi bir önemi vardır. Bkz. lmmanuel Wallerstein, "World-System", A Dictionary of Marxist Thought, (der.) Tom Bortomo­ re, 2. Baskı (Oxford, 1 99 1 ), s. 590-591. Dennis O. Flynn ve Arturo Ginildez'in dikkat çektiği gibi gerçekte 1571'den (Pasifik'teki bağlan­ nların kurulduğu v"' Amerika kıraları ile Manila arasında düzenli ticaretin başladığı yıldan) önce küresel bir alışveriş sistemi yoktu. Bkz. Flynn ve Ciraldez, "Cydes of Silver: Global Economic Unity through the Mid-Eighteenth Century", Journa/ of World History 13, no. 2 (Güz 2002): 393. Bu çok önemli gümüş akışiarına giriş yapmak için bkz. Dennis O. Flynn ve Arturo Giraldez'in iki makalesi: "Born with a 'Silver Spoon': The Origin of World Trade in 1571 ", Journal of World History 6, no. 2 (Güz 1 995): 201-221 ve "Cydes of Silver". Bkz. Örn. Massimo Livi-Bacci'nin dünya bölgeleri arasında hastalık aktarılması hakkındaki özet açıklaması A Concise History of World Population, (çev.) Cari lpsen (Oxford, 1 992), s. 50-56. Angus Maddison, The World Economy: A Millennial Perspective (Paris, 200 1 ), s. 235'teki ve­ rilere dayanmaktadır. Kolomb öncesi nüfus verileri ve dolayısıyla 16. yüzyıldaki nüfus azalması üzerine çok tartışma vardır. Yalnızca Mexico'daki nüfus düşüşüne yönelik tahminler % 1 5 ile 90 arasında değişmektedir. Tablo l L l 'deki (J. R. Biraben, " Essai sur levolution du nembre des hommes", Population 34 [1979]: 16'dan alınan) sayılara göre Latin Amerika'nın nüfusu (Ku­ zey Amerika hariç) 1500 ile 1600 yılları arasında 39 milyondan 10 milyona düşerek yaklaşık %75 azalmıştır. Angus Maddison'ın daha tutucu tahmini, nüfusun 1 7,5 milyondan 8,6 milyona düştüğü yani yaklaşık %50 azaldığı yönündedir. Woodrow Borah ve Sherburne F. Cook'un The Aboriginal Population of Central Mexico on the Eve of the Spanish Conquest (Berkeley, 1 963) adlı çalışmalarındaki 1500 yılı nüfusuna yönelik daha eski tahminleri 100 milyon kadar yüksekti ve azalmanın da %90-95 gibi çok yüksek bir oranda olduğunu tahmin ediyorlardı. Bkz. Maddi­ son, The World Economy, s. 233-36'daki tartışma ve Massimo Livi-Bacci, A Concise History of World Population, s. 50-56. Bu kaynaklardan bazıları için Bruce Castleman'a teşekkür ederim. Amerikan yerlisinin sözleri, akt. Alfred W. Crosby, The Columbian Exchange: Biological and Cu/tura/ Consequences of 1 492 (Westport, Conn., 1972), s. 36. Thomas Hariot'ın sözleri, akt. Crosby, The Columbian Exchange, s. 40-41 (David B. Quinn, (der.), The Roanoke Voyages, 1584-1590, c. 2, [Londra, 1 955], 1:387). Ecological Imperialism adlı eserinde Crosby yerleşim sürecini "yeni-Avrupa"ların yaratılması şeklinde anlatır. Crosby, Columbian Exchange, s. 1 70. Crosby, Columbian Exchange, s. 1 99. Frank, ReOrient, s. 60. Joel Mokyr, The Lever of Riches: Technological Creativity and Economic Progress (New York, 1 990), s. 70. Crosby, Columbian Exchange, s . 1 85, 1 99-201 . İnovasyon hıziarına yönelik bir tarama çalışması için bkz. Mokyr, The Lever ofRiches, 4. Bölüm. Peter N. Stearns, The Industrial Revolution in World History (Boulder, Colo., 1 993), s. 1 8 . Frank, ReOrient, s. 1 68, 172. Frank, ReOrient, s. 166. Curtin, Cross-Cultural Trade, s. 149. Pomeranz, The Great Divergence, özellikle 1, 2 ve 3. bölümler. Wong, China Transformed, s. 1 7.

NOTLAR

497

Pomeranz, The Great Divergence, benzer bir görüş belirtir. Bu tür ticari alışveriş süreçlerinin nasıl işlediğine ilişkin (Kuzey Amerika k ürk ticareti üzerinden) güzel bir anlatım için bkz. Eric R. Wolf, Europe and the People without History (Berkeley, 1 982). 65 David Christian, Living Water: Vodka and Russian Society on the Eve of Emancipation ( Oxford, 1 990), s. 33, 384-388. Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 167. 66 67 Wong, China Transformed, s. 45. Dilekçe, akt. John Bushnell, Mutiny amid Repression: Russian Soldiers in the Revolution of 6S 1 905-1 906 (Bioomington, 1 985), s. 1 80. Avrupa'nın aracı rolü üzerine bir tarama için bkz. Frank, ReOrient. 69 Andrew Sherratt, "Reviving the Grand Narrative: Archaeology and Long-Terın Change", Jour­ 70 nal of European ArchaeoloRY 3, no. 1 ( 1 995): 13. Sherratt, "Reviving the Grand Narrative", s. 2 1 . 71 72 Christopher Chase-Dunn ve Thomas D . Hall tarım uygarlıklarının uzun erimli tarihlerinde "ya­ rı-çevresel" bölgelerin oynadığı özgün de araştırmışlardır; bkz. Chase-Dunn ve Hall, Rise and Demise: Comparing World Systems (Boulder, Colo., 1997), 5. Bölüm. Wong, China Transformed, s. 129. 73 Ortaçağ'da ortaya çıkan Avrupa inavasyanları için bkz. Mokyr, The Lever of Riches, s. 31-56. 74 Margaret Jacob, The Cu/tura/ Meaning of the Scientific Revolution (Philadelphia, 1988), s. 109. 75 Sherratt, "Reviving the Grand Narrative", s. 25. 76 Steven Shapin, The Scientific Revolution (Chicago, 1996), s. 79-80. 77 Frank, ReOrient, s. 256: "Moğollar ile Avrupalılar arasındaki yapısal benzerlik her iki toplumun 7S da (yarı) marjinal yani çevre bölgelerde yaşıyor ve "merkez" deki bölgelerden ve ekonomilerden -çoğunlukla Doğu Asya'da ve ikincil olarak da Batı Asya'dakilerden- etkilenip oralara akınlar yapıyor olmalarıdır. " Bu öykünün anlatıldığı yer: Dava So bel, Longitude: TheTrue Story of a Lone Genius Who Sol­ 79 ved the Greatest Scientific Problem of His Time (New York, 1995). Ayrıca teknolojik inavasyon­ larda Avrupa devletlerinin rolü için bkz. Mokyr, The Lever of Riches, s. 78-79. Charles Loyseau, Traite des Ordres (1613); akt. Henry Kamen, European Society, 1 500-1 700 So (Londra, 1 984) ; s. 99. Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990-1 992, gözden geçirilmiş baskı Sı (Cambridge, Mass., 1 992), s. 30; bütün kitabın iddiası modern ulus-devlete giden bu üç rota arasındaki ayrım üzerinedir. S2 Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 14 ve 3. Bölüm. Aldeni'nin konuşmasına gönderme yapılan yer: Tilly, Coercion, Capital, and European States, S3 s. 128. Nicola di Cosmo, " European Technology and Manchu Power: Reflections on the 'Military Re­ S4 volution' in Seventeenth Century China", International Congress of Histarical Sciences, Oslo, Ağustos 2000'de sunulan makale. Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 29. Ss Robert de Balsac'ın sözleri, akt. Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 84. S6 87 Bkz. Geoffrey Parker, The Military Revolution: Military Innovation and the Rise of the West, 1 500-1 800, 2. Baskı (Cambridge, 1996) ve William H. McNeill, The Pursuit of Power: Techno­ logy, Armed Force, and Society since A.D. 1 000 (Oxford, 1982). SS Elvin, Pattern of the Chinese Past, s. 88; Pacey, Technology in World Civilization, s. 47. 89 Christian, Living Water, s. 5, 383, 385; 1 8 . yüzyılın sonlarında votka vergisinden sağlanan gelir, savunma harcamalarının %50-60'ını karşılıyordu; 19. yüzyılda ortalama yaklaşık % 70'ini kar­ şılar oldu. 9 0 ' Catharina Lis ve Hugo Soly, Poverty and Capitalism in Pre-Industrial Europe, (çev.) James Co­ onan (Atlantic Highlands, N. J., 1 979), s. 15. Maxine Berg, The Age ofManufactures, 1 700-1 820: lndustry, lnnovation, and Work in Britain, 91 2. Baskı (Londra, 1 994). s. 98-99. 63

64

498

ZAMAN HARiTALARI

Berg, The Age of Manufactures, s. 99; akt. Keith Wrightson, English Society, 1580-1 680 (Lond­ ra, 1 982), s. 139. George Huppert, After the Black Death: A Social History of Early Modern Europe (Blooming­ 93 ton, 1 986), s. 72. David Christian, "Accumulation and Accumulators: The Metaphor Marx Muffed", Science and 94 Society 54, no. 2 (Yaz 1 990): 219-24. Marx Kapital'de şöyle yazmıştır: "Bir kutupta zenginliğin birikmesi aynı zamanda öteki kutupta 95 acının, eziyetin, köleliğin, cehaletin, acımasızlığın ve ahlaki çöküntünün birikmesi demektir. Bir başka deyişle sınıf, kapital olarak kendi özgün ürününü üretir" ( Capital, c. 1, s. 799; 25. Bölüm, "The General Law of Capitalisı Accumulation"). 9 6 Marx, "Mutlak Artı-Değer"in etkisini Kapital, c. 1, Kısım 3'te canlı bir biçimde betimler; ayrıca bkz. Jan de Vries, "The Industrial Revolution and the Industrious Revolution", journal of Eco­ nomic History 54, no. 2 (Haziran 1 994): 249-270. 97 Karl Marx, Grundrisse: Foundations of the Critique of Political F.mnomy, (çev.) Martin Nicola­ us (Harmondsworth, 1973), s. 463. 1688'de tarımda çalışanların oranı için bkz. N. F. R. Crafts, British Economic Growth during 98 the Industrial Revolution (Oxford, 1 985), s. 13-14,; toprak sahipliğinin tahmini için bkz. Lis ve Soly, Poverty and Capitalism, s. 100. Peter Mathias, The First lndustrial Nation: An Economic History of Britain, 1 700-1 914, 2. 99 Baskı (Londra, 1983), s. 26. 100 Crafts, British Economic Growth, s. 13-14. 101 Mathias, The First lndustrial Nation, s. 29. 10 2. Huppert, After the Black Death, s. 59. 103 Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 17. 9 2.

13 MODERN DÜNYANIN DOGUŞU (Sayfa 375-404)

ı.

Daniel R. Headrick, The Tools of Empire: Technology and European Imperialism in the Ninete­ enth Century (New York, 1981), s. 3. Patrick O'Brien, "lntroduction: Modern Conceptions of the Industrial Revolution", The ln­ dustrial Revolution and British Society, (der.) Patrick O'Brien ve Roland Quinault (Cambridge, 1 993), s. 2; tarihsel noktacılık için bkz. s. 5. Ayrıca bkz. R. Bin Wong, China Transformed: His­ torical Change and the Limits of European Experience (Ithaca, N. Y., 1 997), s. 279: "Endüstri Devrimi'nin yol açtığı parçalanmanın önemini azaltmaya yönelik çok fazla çaba harcanmıştır. Ama maddi olanaklar dünyası 1 780 ile 1 880 arasında çarpıcı biçimde değişti. Böyle bir değişime daha önceki hiçbir yüzyılda tanıklık edilmedi. Britanya'yı atipik yapan bu üstünlük, örneğin Alexander Gerschenkron'un karşılaştırmalı en­ düstrileşme üzerine öncü çalışmalarının mesajıydı; bkz. Economic Backwardness in Historical Perspective, a Book of Essays (Cambridge, Mass., 1962). Patrick O'Brien ve Çağlar Keyder, Economic Growth in Britain and France, 1 780- 1 9 74: Twu Paths to the Twentieth Century (Londra, 1 978), s. 196. Gary Hawke, "Reinterpretations of the Industrial Revolution", O'Brien ve Quinault (der.), The Industrial Revolution and British Society, s. 54. N. F. R. Crafts, British Economic Growth during the Industrial Revolution (Oxford, 1 985), s. 1 15. Başkalarının teknolojik keşiflerinden yararlanmanın örnekleri için bkz. Joel Mokyr, The Lever of Riches: Technological Creativity and Economic Progress (New York, 1 990), s. 100-109. Bkz. Patrick O'Brien, "Political Preconditions for the lndustrial Revolution", O'Brien ve Quina­ ult (der.), The Industrial Revolution and British Society, s. 124-155. n

3

4

6 7 8

NOTLAR 9

IO II

I 2. I3

I4

I5

I6 I?

ıS I9

ı.o ı. ı 2.2. 2. 3 2.4

ı. 5 ı.6 2.7 ı.S 2.9 30 3ı

3 2. 33 34 35

36 37

38

39 40



499

Catharina Lis ve Hugo Soly, Poverty and Capitalism in Pre-Industrial Europe, (çev.) James Co­ onan (Atlantic Highlands, N. ]., 1 979), s. 108. 1640'lı yılların İngiliz yazarları, akt. Lis ve Soly, Poverty and Capitalism, s. 108; Gregory King'in tahminlerine dayanan araşnrma, akt. Crafts, British Economic Growth, s. 13. Gregory King'in verilerinin özeti, akt. Lis ve Soly, Poverty and Capitalism, s. 1 1 1 . Crafts, British Economic Growth, s . 13, 16. W. G. Hoskins, The Midland Peasant: The Economic and Social History of a Leicestershire Vii­ Iage (Londra, 1 965), s. ı69; akt. Maxine Berg, The Age of Manufactures, 1 700- 1 820: Industry, lnnovation, and Work in Britain, ı. Baskı (Londra, ı994), s. 85. Asa Briggs, A Social History of England, ı . Baskı (Harmondsworth, ı 987), s . ıo6. Berg, The Age of Manufactures, s. 80. E. J . Hobsbawm, Industry and Empire (Harmondsworth, 1 969), s. ı8-ı9. Crafts, British Economic Growth, s. 6ı-63. Crafts, British Economic Growth, s . 62, 121. Crafts 18. yüzyıl için toplam fabrika üretkenliğinin büyüme hızını yıllık O,ı-0,3 olarak verir, bu değer 1 80 1 - 1 830 arasında %0,7'ye ve 1 83 1-1 860 arasında da % ı ,O'a yükselmiştir (British Economic Growth, s. 2, 76-77, 8 1 ). James E. McClellan III ve Harold Dorn, Science and Technology in World History: An Introduction (Baltimore, 1 999), s. ı79. Arnold Pacey, Technology in World Civilization (Cambridge, Mass., 1 990), s. 1 1 3. McClellan ve Dorn, Science and Technology, s. ı80-ı8t . Mokyr, The Lever o f Riches, s . 84-85. Bu eğirme aletlerine ilişkin ayrıntılı betimlemeler için bkz. Mokyr, The Lever of Riches, s. 96-98. Mokyr, The Lever of Riches, s. 1 1 1 . Anthony Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, 2. Baskı (Basingstoke, 1 995), s. 124-ı5'teki fabrika sistemi üzerine tartışmaya bakınız. Giddens, hem Marx'ın hem Weber'in modem ordulada fabrik� sistemine hazırlanma deneyiminin önemini vurgulamasına, dikkat çeker (A Contemporary Critique of Histarical Materialism, s. 125). Pacey, Technology in World Civilization, s. 106, 1 17-1 19. Joseph Needham, Clerks and Craftsm en in China and the West (Cambridge, 1 970), s. ı02; akt. George Basalla, The Evolution of Technology (Cambridge, 1 988), s. 40. Peter Mathias, The First lndustrial Nation: An Economic History o f Britain, 1 700- 1 974, 2. Bas­ kı (Londra, 1 983), s. 124-125 ve bkz. McClellan ve Dorn, Science and Technology, s. 287-ı89. Margaret Jacob, Scientific Culture and the Making of the lndustrial West (New York, 1997); Margaret Jacob haklı olarak yaygın bilimsel bilginin dolaylı önemini vurgular ve Mokyr de belli bazı mühendislerin yaratıcılığı üzerinde durur, Mokyr, (The Lever of Riches, s. 1 1 1-1 12). Hobsbawm, lndustry and Empire, s. 50-51 . James Wan, akt. Mokyr, The Lever of Riches, s . 87. Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990-1 992, gözden geçirilmiş baskı (Cambridge, Mass., 1 99ı), s. 96. Bkz. Charles Tilly, "How War Made States, and Vice Versa", 3. Bölüm, Coercion, Capital and European States. Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 103-104. Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 1 06-107. Anthony Giddens, A Contemporary Critique of Histarical Materialism, and The Nation-State and Violence, c. ı (Cambridge, ı985), birçok yerde. Giddens gözedeme terimini Michel Fouca­ ult'nun çalışmasından alır. Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. ı ı o. Giddens, The Nation-State and Violence, s. ısı. E. S. Thompson, Whigs and Hunters: The Origin of the Black Act (Londra, 1 975); Bu eserin merkezi teması kraliyer ormanlarının kaçak avcılara karşı korunmasıdır; The Making of the English Working Class (Londra, 1 968); bu eserin teması da girişimcilerin mülklerinin emek radi­ kalizmine karşı savunulmasıdır.

500 4 2. 43 44 45

46 47

48

49

50

5ı 5 2.

53

54

ZAMAN HARITALARI

Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Dur Time ( Bos­ ton, 1 957). Pamuklu kumaşla yapılan değiştokuşların canlı bir anlatımı için bkz. John Merson, Roads to Xa­ nadu: East and West in the Making of the Modern World (French's Forest, N.S.W.,. 1989), s. 83 vd. Merson, Leonarda'nun Milan Dükü'ne yazdığı ve saonak için llstelediği değişik askeri icadarın bulunduğu bir mektubu eksiksiz olarak alıntılar (Roads to Xanadu, s. 70). Jacob, The Cultural Meaning of the Scientific Revolution, s. 221 . Crahs, British Economic Growth, s. 98. Mokyr, The Lever of Riches, s. 134-135. Gerschenkron, Economic Backwardness in Histarical Perspective. Güzel ve kısa bir endüstrileşme özeti için bkz. Daniel R. Headrick, "Technological Change", The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years, (der.) B. L. Tumer II ve diğ. (Cambridge, 1 990), s. 55-67. Değişik türde modem üretim birimlerinin tipolojisi için bkz. Richard Barff, "Multinational Corpo­ ratioııs and the New International Oivision of Labour", Geographies of Global Change: Remap­ ping the World in the Late Twentieth Century, (der.) R. J. Johnston, Peter J. Taylor ve Michael J. Watts (Oxford, 1995), s. 5 1 . Bkz. Örn. Mike Davis, Late Victorian Holocausts: El Nino Famines and the Making of the Third World (Londra, 2001), s. 5 1 . Davis, Late Victorian Holocausts, s. 16 ve bkz. 9. Bölüm. Davis, Late Victorian Holocausts, s. 1 1 5 ve birçok yerde. David Christian, lmperial and Soviet Russia: Power, Privilege, and the Challenge of Modernity (Basingstoke, 1997); burada bu konuyu derinlemesine ele aldım.

14 20. YÜZYILDAKi BÜYÜK HIZLANMA (Sayfa 405-426)

ı.

3

4

5 6

7

8 9 ıo

J. R. McNeill, Something New under the Sun: An Environmental History of the Twentieth Century World (New York, 2000), s. 4. Robert Wright, Nonzero: The Logic of Human Destiny (New York, 2000), s. 51. D. J. Bradley, akt. Andrew Cliff and Peter Haggett, "Disease Implications of Global Change", Geographies of Global Change: Remapping the World in the Late Twentieth Century, (der.) R. J. Johnston, Peter J. Taylor ve Michael J. Watts (Oxford, 1995), s. 206-223, veriler için s. 207; şema için s. 208. Walter Benjamin, "Theses on the Philosophy of History", Jlluminations, (der.) Hannah Arendt, (çev.) Harry Zohn (Londra, 1970), no. IX, s. 259-260. Hobsbawrn atıfta bulunuyor: "Kuşaklar arası bağların yani geçmiş ile bugün arasındaki bağların kopması" (Aşınlıklar Çağı, s. 15). Robert W. Kates, B. L. Tumer II ve William C. Clark, "The Great Transformation", The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years, (der.) R. L. Turner II ve diğ. (Cambridge, 1 990), s. 1 1. Bu paragrafta ki bilginin dayandığı kaynak: Lcster R. Brown ve arkadaşları, State of the World, 1 999: A Worldwatch Institute Report on Progress toward a Sustainable Society (Londra, 1 999), s. 1 15-1 16. Burada, Daniel R.Headrick, "Technological Change", Tumer ve diğ. (der.), The Earth as Transfor­ med by Human Action, s. 55-67'de kullanılan dönemselleştirmeyi sürdürdüm. Richard Barff, "Multinational Corporations and the New International Division of La bor", Joh­ nston, Taylor ve Watts (der.), Geographies of Global Change, s. 5 1 . Manuel Castells görüşlerini üç ciltlik çalışmasında ortaya koyar: The Information Age: Economy, Society and Culture (Oxford): c. 1, The Rise of the Network Society ( 1 996); c. 2, The Power of Identity ( 1 997) ve c. 3, End of Millennium ( 1 998 ) .

NOTLAR

11

Headrick, "Technological Change", s. 59.

1 2.

Brown v e diğ., State of the World, 1 999, şema, s . 1 O.

50 1

13

İnsan bedenlerindeki değişimlere ilişkin gözlemlerin Tennessee Üniversitesi'nden Richard ve Lee Meadows Jantz'ın çalışmalarından alınmıştır; akt. J. J. Stambaugh, "Human Bodies Have Chan­

14

Susan Christopherson, "Changing Women's Status in a Global Economy", Johnston, Taylor ve

ged since 1 800s, Study Shows", San Diego Union-Tribune, 22 Aralık 2001, s. All. Watts (der.), Geographies of Global Change, s. 202. Kadınların konumundaki değişimlere ilişkin kısa bir tarama için bkz. Hobsbawm, Age of Extremes, s. 310-319. 15

I6 17 I8 19

2.0 l. I

Brown ve diğ., State of the World, 1999, s. 10. Lester R. Bro� v e diğ., State of the World, 1 995: A Worldwatch Institute Report on Progress

Towarda Sustainable Society (Londra, 1995), s. 1 76. Paul Kennedy, Preparing for the Twenty-First Century (Londra, 1 994), s. 215. Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. 10. Paul Harrison, Insıde the Thırd World: The Anatamy of Poverty, 2. Baskı (Harmondsworth, 1 981), s. 261 . Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. l l .

Encyclopaedia Britannica CD 98: Multimedia Edition (Chicago, 1 994-97), "Urbanization" maddesi.

2.2.

Hobsbawm, Age of Extremes, s. 289; ana hatlar için, bkz. s. 289-291 .

2. 3 2.4

Harrison, Inside the Third World, s. 67.

2.5

Brown ve diğ., State of the World, 1 995, s. 12. İmparator, akt. Immanuel C. Y. Hsü, The Rise of Modem China, 2. Baskı (New York, 1975), s.

2.6

Çinli memur, akt. Aınold Pacey, Technology in World Civilization (Cambridge, Mass., 1 990), s.

213.

2.7 2.8

143. Ayrıca bkz. David T. Courtwright, Forces of Habit: Drugsand the Making of the Modem World (Cambridge, Mass., 2002), s. 3 1-36. Bu görüşümü geliştiediğim yer: Imperial and Soviet Russia: Power, Privilege, and the Challenge of Modernity (Basingstoke, 1997). Robert Lewis, "Technology and the Transformatian of the Soviet Economy", The Economic Transformatian of the Soviet Union, 1 913-1 945, (der.) R. W. Davies, Mark Harrison ve S. G.

Wheatcroft (Cambridge, 1994), s. 1 82-1 97; bilgilerin alındığı yer: s. 1 94 (ve bkz. Tablo 41, s. 310). 2.9

Mikhail Gorbachev, Perestroika: New Thinking for Dur Country and the World (New York,

30

1 987), s. 1 8-19. Ayrıca, Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990-1 992, gözden geçirilmiş baskı (Cambridge, Mass., 1 992), bkz. s. 73, Avrupa devletlerinin yaralılarını veren grafikler.

3I 3 2. 33 34 35

Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. 154-155. Tilly, Coercion, Capital, and European States, s. 67. Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. 155-156. Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. 159, 163. John F. Richards, "Editorial lntroduction", Turner ve diğ. (ed.), The Earth as Transformed by

Human Action, s. 2 1 .

36

Lester R. Brown ve diğ., Vital Signs, 1 998-99: The Trends That Are Shaping Our Future (Lond­

37

ra, 1998 ), s. 128. Bu değişkliklerle ilgili tam ve kesin kanıtları deniz canlılarının fosilieri sağlar; bkz. Richard Lea­ key ve Roger Lewin, The Sixth Extinction: Patterns of Life and the Future of Humankind (New York, 1 995), s. 45.

38 39 40

Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s . 1 1 6- 1 1 7, 123. Lester R. Brown, Eco-Economy: Building an Economy for the Earth (New York, 200 1 ), s. 93. Kennedy, Preparing for the Twenty·First Century, s. 1 1 2. 2001 'de Büyük Okyanus'taki Tuvalu Adası'nda yaşayan insanlar yükselen deniz düzeyi nedeniyle ülkeyi terk etme kararı aldı.

4I 4 2. 43

Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. 1 1 . Brown ve diğ., State of the World, 1 999, s. 1 16. Kates, Turner ve Clark, "The Great Transformation", s. 12.

502

ZAMAN HARITALARI

15 GELECEKLER (Sayfa 429-45 1 )

ı. 3

4 5

6

7 8

9

ıo

II I 2.

I3

I4

I5

ı6

I7

I8 I9

ı.o ı. I

Bu örnek ve bu iki tip öngörülemezlik arasındaki ayrımın alındığı kaynak: Ricard Sole ve Brian Goodwin, Signs of Life: How Complexity Pervades Biology (New York, 2000), 1. Bölüm. Sole ve Goodwin, Signs of Life, s. 20. Peter N. Stearns, Millennium III, Century XXI: A Retrospective on the Future (Boulder, Colo., 1 996), s. 158. R. G. Collingwood, The Idea of History (New York, 1 956), s. 54; akt. John Lewis Gaddis, The Landscape of History: How Historians Map the Past (Oxford, 2002), s. 58. Bkz. Yorick Blumenfeld (ed.), !!icanning the Future, s. 7-23. Ayrıca bkz. Herman Kahn, On Ther­ monuclear War (Princeton, 1 960) ve Donella H. Meadows ve diğ., The Limits to Growth: A Report for the Club of Rome's Pro;ect on the Predicament of Mankind (New York, 1 972). Bizi bekleyen daha korkunç olasılıklardan bazılarıyla ilgili yakın tarihli bir tartışma için bkz. Martin Rees, Our Fina[ Hour: A Scientist's Warning: How Terror, Error, and Environmental Disaster Threaten Humankind's Future in This Century-on Earth and Beyond (New York, 2003). Clive Ponting, A Green History of the World (Harmondsworth, 1 992). Ghandi, akt. J. R. McNeill, Something New under the Sun: An Environmental History of the Twentieth-Century World (New York, 2000), s. 330. Sürdürülebilir bir ekonomi kurmak üzerine yapılan yakın tarihli en iyi akıl yürütme girişimle­ rinden biri için bkz. Lester R. Brown, Eco-Economy: Building an Economy for the Earth (New York, 2001); ayrıca Geii-Mann'ın "Transitions to a More Sustainable World", s. 61-79'da yap­ tığı kısa tartışmaya bakınız. Lester R. Brown ve Jennifer Mitchell, "Building a New Economy", Lester R. Brown ve diğ., State of the World, 1 998: A Worldwatch Institute Report on Progress toward a Sustainable Society, (Londra, 1 998), s. 1 74. Gareth Porter, Janet Welsh Brown ve Pamela S. Chasek, Global Environmental Politics, 3. Baskı (Boulder, Colo., 2000), s. 87-93. Lester R. Brown ve diğ., State of the World, 1 995: A Worldwatch Institute Report on Progress toward a Sustainable Society (Londra, 1 995), s. 172. Stearns, Millennium III, Century XXI, s . 74. Nikos Prantzos, Our Cosmic Future: Humanity's Fate in the Vniverse (Cambridge, 2000), s. 56, 73; Mar'ın "dünyalaştırılması" planları için, bkz. s. 75-80. Yıldızlar arası yolculuk için bkz. Prantzos, Our Cosmic Future, 2. Bölüm. Arthur C. Clarke, akt. Blumenfeld (der.), Giriş, Scanning the Future, s. 19. Genetik mühendisliğinin sunduğu olanaklardan bazıları 1 980'li yılların ortalarında büyüleyici bir şekilde yazılmış gelecek tarihinde ele alınmıştır, Brian Stableford ve David Langford, The Third Millennium: A History of the World, AD 2000-3000 (Londra, 1 985). Prantzos, Our Cosmic Future, s. 162-169; Prantzos'un s. 164'te belimiği gibi Fermi'nin sorusu aslında 1 8. yüzyılda Fransız bilim insanı Fonrenelle tarafından ortaya atılmıştı. Evrendeki zeki canlılara ilişkin daha iyimser bir değerlendirme için bkz. Arınand Delsemme, Our Cosmic Ori­ gins: From the Big Bang to the Emergence of Life and Intelligence (Cambridge, 1998), s. 236-244. Prantzos, Our Cosmic Future, s. 209 vd. Prantzos, Our Cosmic Future, s. 214. Prantzos, Our Cosmic Future, s. 225-229. Evrenin çevrimsel yaratılışı fikri ilk kez fizikçi John Wheeler tarafından ortaya atılmıştır; bkz. Ken Croswell, The Alchemy of the Heavens (Oxford, 1996), s. 2 16; Stephen Hawking bir za­ manlar zamanın okunun (termodinamiğin ikinci yasasının büzüşme evresinde tersine işlemesiyle birlikte) kendi yönünü tersine çevirebileceği fikriyle ilgilenmiş ama sonra hatalı olduğunu düşü­ nerek bu görüşü terk etmişti; bkz. A Brief History of Time: From the Big Bang to Black Holes (New York, 1 988), s. 150-151. ·

NOTLAR

22 23 24

503

Prantzos, Our Cosmic Future, s. 263. Paul Davies, The Last Three Minutes (Londra, 1 995), s. 98-99. Kozmik bahar görüntüsü için kaynak: Arthur C. Clarke, Profi/es of the Future (1 962), akt. Prantzos, Our Cosmic Future, s. 225.

EK 1 TARİHLENDİRME YÖNTEMLERİ, KRONOLOJİLER VE ZAMAN ÇiZELGELERi (Sayfa 453-463)

2

3 4

Modern tarihlendirme yöntemleri üzerine güzel taramaların bulunduğu kaynaklar: Arınand Del­ semme, Our Cosmic Origins: From the Big Bang to the Emergence of Life and Intelligence (Cambridge, 1 998), s. 285; Neil Roberts, The Holocene: An Environmental History, 2. Baskı (Oxford, 1 998), 2. Bölüm ve Nigel Calder, Timescale: An Atlas of the Fourth Dimension (Lond­ ra, 1 983). lzotoplarda aynı sayıda proton ama farklı sayılarda nötron olur. Dolayısıyla cu ve C12 kararlıy­ ken C14 kararsızdır; ama hepsinde de 6 proton vardır (bu nedenle hepsi de karbon atomudur). C12 ve cu bütün karbon atomlarının sırasıyla %98,9 ile %1,1 'ini oluştururlarken C" eser mik­ tarda bulunur. Radyokarbon tarihlendirmesinin tarihine yönelik iyi bir tarama için bkz. Roberts, The Holoce­ ne, s. 1 1-25. Nyanatiloka, Buddhist Dictionary: Man�al of Buddhist Terms and Doctrines, 3. Baskı (Colom­ bo [Sri Lanka], 1 972), "Kappa" maddesi. Kaya aşınması metaforunun oldukça yaygın olduğu anlaşılıyor. Aynı kaynak aynı başlık altında Griının Kardeşler'in bir masalına da gönderme ya­ pıyor. Masal şöyle: "Pommeranya'da elmastan bir dağ vardı. Bir saat yüksekliğinde, bir saat ge­ nişliğinde ve bir saat derinliğindeydi. Her yüz yılda bir, küçük bir kuş gelip küçük gagasını dağa sürterek bileyler ve giderdi. Bu şekilde bütün dağın ufalanması ancak sonsuzluğun ilk saniyesi kadar sürerdi."

EK 2 KAOS VE DÜZEN (Sayfa 465-470)

2

Orüntü hakkındaki bu görüş büyük tarihin birçok ölçeğindeki örüntüleri saptamaya yönelik yakın tarihli iki girişimde güçlü bir şekilde desteklendi: Fred Spier, The Structure of Big History: From the Big Bang until Taday (Amsterdam, 1 996) ve Eric J. Chaisson, Cosmic Evolution: The Rise of Complexity in Nature (Cambridge, Mass., 2001). Bunlar da aslında Erwin Schrödin­ ger'in öncü tartışmaianna çok şey borçludur, Erwin Schrodinger, What ls Life? The Physical Aspect of the Living Ce//; with, Mind and Matter; and Autobiographical Sketches (Cambridge, 1992) ( 1 . Baskı 1 944). Karmaşıklığın doğuşu konusu için ayrıca bkz. Ilya Prigogine ve Isabelle Stengers, Order out of Chaos: Man's New Dialogue with Nature (Londra, 1 984); Paul Davies, The Cosmic Blueprint (Londra, 1 989); Ricard Sole ve Brian Goodwin Signs of Life: How Comp­ lexity Pervades Biology (New York, 2000); Stuart Kauffman, At Home in the Universe: The Search for Laws of Complexity (Londra, 1 995) ve Roger Lewin, Complexity: Life on the Edge of Chaos (Londra, 1 993). "Entropi, kullanılamayan enerjiyi belirtir; kapalı bir sistemde entropi asla azalmaz" (Armand Delsemme, Our Cosmic Origins: From the Big Bang to the Emergenceof Life and Intelligence [Cambridge, 1 998), s. 299-300). Ne var ki kısa süre önce ortaya çıkan ve evrenin genişleme

504

3

4 5 6

7 8

ZAMAN HARITALARI hızının arttığına ilişkin kanıtlar -ki bu bölümde ele alacağım- bu fikri çürütebilir; genişlemenin kendisi negatif entropi yani negentropi kaynağıdır; bkz. Nikos Prantzos, Our Cosmic Future: Humanity's Fate in the Vniverse (Cambridge, 2000), s. xi, 241-242. Düzenin nasıl mümkün olduğuna ilişkin yakın tarihli tartışmalara bir örnek için bkz. Roger Penrose, The Emperor's New Mind: Canceming Computers, Minds, and the Laws of Physics (Londra, 1 990); Chaisson, Cosmic Evolution ve Martin Rees, Just Six Numbers: The Deep For­ ces That Shape the Vniverse (New York, 2000); Prantzos, Our Cosmic Future, s. 239-242. Davies, The Cosmic Blueprint, s. 1 1 9. Prantzos, Our Cosmic Future, s. 241 . Karmaşıklığa bu şekilde bir bakış Rod Swenson'ın fikridir ve Lynn Margulis ve Dorion Sagan, What Is Life? (Berkeley, 1 995), s. 1 6'da özetlenmiştir. Ayrıca bkz. Delsemme, Our Cosmic Ori­ gins, s. 300: "Canlı organizmalar kendi entropilerini azaltabilirler çünkü kullandamayan enerjiyi dış dünyaya ata bilirler." Bkz. Prigogine ve Stengers, Order out of Chaos. Evren örneğinin ortaya atıldığı kaynak: Hubert Reeves, Joel de Rosnav, Yves Coppens ve Domi­ nique Simonnet, Origins: Cosmos, Earth, and Mankind (New York, 1 998), s. 35, burada Reeves, evrenin başlangıcındaki "ilkel püre"yi harflerden oluşan bir çorbayla karşılaştırır; su örneğinin sunulduğu yer Sole ve Goodwin, Signs of Life, s. 13.

Kaynakça

Burada yer alan kaynaklar Genel Kaynakça ve Diğer Eserler başlıkları altında ve üç kategoride ve­ rilmiştir. Birinci kategoride bu kitabın çeşitli kısımlarıyla ilgili bir dizi değerli metnin listesi verilmiştir. Bunların bazılarına atıfta bulunulmuş, bazılarına bulunulmamıştır. İkinci kategoride notlarda yer alan bütün çalışmaların listesi verilmiştir. Bunlardan bazıları genel yaklaşımlı, bazıları belli konularda daha derinleşmiş eserlerdir. .Üçüncü kategoridekiler her bölümün sonunda yer alan İleri Okuma başlıkları altında verilen kaynaklardır. Bunların hemen hemen tamamı genel okuyucuların anlayabileceği (belki bazıları o kadar kolay olmayan), çoğu genel yaklaşımlı ya da giriş niceliğindeki eserlerdir. Genel Kaynakça Asimov, lsaac, Asimov's New Guide to Science, gözden geçirilmiş baskı (Harmondsworth, 1987). Beginnings: The Story of Origins -ofMankind, Life, the Earth, the Universe (New York, 1 987). Barraclough, Geoffrey (der.), Times Concise Atlas of World History. 5. Baskı (Londra, 1 994 ). Bentley, Jerry H. ve Herbere F. Ziegler, Traditions and Encounters: A Global Perspective on the Past, 2 cilt, 2. Baskı (Boston, 2003). Brown, Lester R. ve diğ., State ofthe World, 1 995: A Worldwatch Institute Report on Progress toward a Sustainable Society (Londra, 1995). State of the World, 1 999: A Worldwatch Institute Report on Progress toward a Sustainable Society (Londra, 1 999) [1984'te başlayan dizi]. Burenhult, Göran (der.), The Illustrated History ofHumankind, 5 cilt, San Francisco, 1 993-1994 [Ar­ keoloji perspektifinden yazılmış, güncel ve iyi resimlendirilmiş bir dünya tarihi]. Calder, Nigel, Timescale: An Atlas of the Fourth Dimension (Londra,1983) [Güncelliğini biraz yitirmiş, olağanüstü bir kronoloji]. Cambridge Encyclopaedia of Archaeology, (der.) Andrew Sherratt (Cambridge, 1 980). Cambridge Encyclopedia of Earth Sciences, (der.) David G. Smith (Cambridge, 1 982). Cambridge Encyclopedia of Human Evolution, (der.) Steven Jones, Robert Martin ve David Pilbeam (Cambridge, 1 992). Clark, Robert P., The Global Imperative: An Interpretive History ofthe Spreadof Humankind (Boul­ der, 1 997) [İnsanlık tarihini entropi kavramı üzerinden kuramlaştırmaya çalışan bir girişim]. Cowan, C. Wesley ve Patty ]o Watson (der.), The Origins ofAgriculture: An International Perspective (Washington, 1 992). Dunn, Ross E. (der.), The New World History: A Teacher's Companian (Boston, 2000) [Dünya tarihi üzerine makalelerden oluşan bir derleme]. Dunn, Ross E. ve David Vigilante (der.), Bring History Alive! A Sourcebook for Teaching World His­ tory (Los Angeles, 1 996) [Dünya tarihi üzerine yakın tarihli makalelerden oluşan bir derleme]. Emiliani, Cesare, The Scientific Companion: Exploring the Physical World with Facts, Figures, and Formu/as, 2. Baskı (New York, 1995). Livi-Bacci, Massimo, A Concise History of World Population, çev. Cari Ipsen (Oxford, 1 992). __

___

506

ZAMAN HARITALARI

Manning, Patrick, Navigating World History: Past, Present, and Future of a Global Field (Basingstoke, ı003). Mazlish, Bruce ve Ralph Buultjens (der.), Conceptualizing .Global History (Boulder, 1993). McEvedy, Colin ve Richard Jones, Atlas of World Population History (Harmondsworth, 1 978). Moore, R. L., "World History", Companian to Historiography, (der.) Michael Bentley, s. 941-59 (New York, 1 997). Morrison, Philip ve Phylis Morrison, Powers of Ten: A Book about the Relative Size of Things in the Universe and the Effect of Adding Anather Zero (Redding, 1 98ı) [Çok küçükten çok büyüğe kadar ölçekler hakkında]. Myers, Norman (der.), Gaia Atlas of First Peoples (Harmondsworth, 1 990). Gaia Atlas of Future Worlds (Harmondsworth, 1990). The Gaia Atlas of Planet Management, ı. Baskı (Londra, 1 995) [ Gezegenimizin bugünkü du­ rumuna ilişkin harika bir genel değerlendirme]. Past Worlds: The Times Atlas of Archaeology (Londra, 1988) [Muhteşem bir çalışma]. Penguin Atlas of World History, (der.) Hermann Kinder ve Werner Hilgemann, ı cilt (Harmon­ dsworth, 1 978) [Çok güzel haritaları ve kayıtlı tarihin büyük bölümünün ayrıntılı kronolojisinin bulunduğu, ucuz ve kolay anlaşılır bir atlas]. Reilly, Kevin ve Lynda Norene Shaffer, "World History", The American Histarical Association's Guide to Histarical Literature, (der.) Mary Beth Norton, t:ı-45, 3. Baskı (New York, 1 995). Renfrew, Colin, Archaeology and Language: The Puzzle of /nda-European Origins (Harmondsworth, 1 989). Renfrew, Colin ve Paul Bahn, Archaeology (Londra,l99ı) [Çok güzel bir arkeolojiye giriş kitabı]. UNESCO, History of Humaity: Scientific and Cu/tura/ Development, c. 1, Prehistory and the Begin­ nings of Civilization, (der.) S. j. De Laet (Londra, 1 994). History of Humanity: Scientific and Cu/tura/ Development, c. ı, From the Third Millennium to the Seventh Century BC, (der.) A. H. Dani ve ]. P. Mohen (Londra, 1 996). History of Humanity: Scientific and Cu/tura/ Development, c. 3, From the Seventh Century BC to the Seventh Century AD, (der.) Joachim Herrmann ve Erik Zurcher (Londra, 1996). __

__

__

__

Diğer Eserler Abramovo, Z. A., "Two Models of Cultural Adaptation", Antiquity 63 ( 1 989): 789-79 1 . Abu-Lughod, Janet, Before European Hegemony: The World System, A.D. 1250-1350 (New York, 1989). Adams, Robert M., The Evolution of Urban Society: Early Mesopotamia and Prehispanic Mexico (Chicago, 1 966). Paths of Fire: An Anthropologist's lnquiry into Western Technology (Princeton, 1 996). Adas, Michael (der.), Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History (Philadelphia, ıoo ı ). Islamic and European Expansion: The Forging ofa Global Order (Philadelphia, 1 993). Adshead, S. A. M., China in World History, ı. Baskı (Basingstoke, 1 995). Allsen, Thomas T., Culture and Conquest in Mangol Eurasia (Cambridge, ıOO l ). Alroy,John, "A Multispecies Overkill Simulation of the End-Pleistocene Megafaunal Mass Extinction", Science, 8 Haziran ıooı, s. 1 893-1896. Amin, Samir, "The Ancient World-Systems versus the Modern Capitalist World-System", The World System: From Hundred Years or Five Thousand, (der.) Andre Gunder Frank ve Barry K. Gills, s. ı47-ı77 (Londra, 1 99ı). Anderson, J. L. Explaining Long-Term Economic Change (Basingstoke, 1991). Armstrong, Terence, Russian Settlement in the North (Cambridge, 1 965). Ashton, T. S., The Industrial Revolution, 1 760-1 830 (Londra, 1 948). Aubet, Maria Eugenia, The Phoenicians and the West: Politics, Colonies, and Trade, çev. Mary Turton (Cambridge, 1 993). __

__

KAYNAKÇA

507

Bahn, Paul ve John Flenley, Easter ls/and, Earth Isiand (Londra, 1 992). Bairoch, Paul, Cities and Economic Development: From the Dawn of History to the Present, çev. Christopher (Brauder, Chicago, 1988). "International Industrialization Levels from 1 705 to 1980", journal of European Economic History 1 1 ( 1982): 269-333. Barber, Elizabeth Wayland, Women's Work: The First 20,000 Years: Women, Cloth, and Society in Early Times (New York, 1994). Barff, Richard, "Multinational Corporations and the New International Division of Labour", Ge­ ographies of Global Change: Remapping the World in the Late Twentieth Century, (der.) R. J. Johnston, Peter J. Taylor ve Michael J. Watts, s. 50-62 (Oxford, 1 995). Barfield, Thomas J., The Nomadie Alternative (Englewood Cliffs, NJ, 1 993 ) The Perilous Frontier: Namadie Empires and China (Oxford, 1989). Barnett, S. Anthony, The Science of Life: From Ce/ls to Survival (Sydney, 1 998 ). Barraclough, Geoffrey, An Introduction to Contemporary History, 1 965, tekrar baskı (Harmondsworth, 1 967). Barrow, John D., The Origin of the Universe (Londra, 1 994 ). Theories of Everything: The Quest for Ultimate Explanation (Oxford, 1991). Barthold, W., Turkestan down to the Mongol lnvasion, çev. T. Minorsky. (der.) C. E. Bosworth. 4. Baskı (Londra, 1977). Basalla, George, The Evolution of Technology (Cambridge, 1988). Bawden, Stephen, Stephen Dovers ve Megan Shirlow, Our Biosphere under Threat: Ecological Reali­ ties and Australia's Opportunities (Melbourne, 1 990). Bayley, Chris, The Birth of the Modern World: Global Connections and Comparisons, 1 780- 1 974 (Oxford, 2003). Becker, Luann, "Repeated Blows", Scientific American, Mart 2002, s. 76-83. Bellwood, Peter, Man's Conquest ofthe Pacific: The Prehistory of Southeast Asia and Oceania (New York, 1 979). The Polynesians: Prehistory ofan Isiand People, gözden geçirilmiş baskı (Londra, 1 987). Bentley, Jerry, "Cultural Encounters between the Continents over the Centuries", Nineteenth Interna­ tional Congress of Histarical Sciences, s. 29-45 (Oslo, 2000). Old World Encounters: Cross-Cultural Contacts and Exchanges in PreModern Times (New York, 1 993). Shapes of World History in Twentieth-Century Scholarship (Washington, DC, 1 996) (tekrar baskı, Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas [Philadelphia, 200 1 ) , s. 3-35). Berg, Maxine, The Age of Manufactures, 1 700-7820: lndustry, Innovation, and Work in Britain, 2. Baskı (Londra, 1 994). Berry, Thomas, The Dream of the Earth (San Francisco, 1988). Biraben, J. R., "Essai sur levolution du nombre des hommes", Population 34 ( 1 979): 1 3-25. Black, Jeremy, War and the World: Military Power and the Fate of Continents, 1 450-2000 (New Haven, 1 998). Blackmore, Susan, The Meme Machine (Oxford, 1 999). Blank, Paul W. ve Fred Spier (der.), Defining the Pacific: Constraints and Opportunities (Aidershot, Hants., 2002 [Büyük tarih ölçeklerinde bir Büyük Okyanus tarihi taraması). Blaut, J. M., The Colonizer's Model ofthe World: Geographical Diffusionism and EurocentTic History (Londra, 1 993). Blumenfeld, Yorick (der.), Scanning the Future: Twenty Eminent Thinkers on the World of Tomorrow (Londra, 1 999). Bogucki, Peter, The Origins of Human Society (Oxford, 1 999). Borah, Woodrow ve Sherburne F. Cook, The Aboriginal Population of Central Mexico on the Eve of the Spanish Conquest (Berkeley, 1 963). Boserup, Ester, The Conditions of Agricultural Growth: The Economics of Agrarian Change under Population Pressure (Chicago, 1965). __

.

__

__

__

__

__

508

ZAMAN HARITALARI

Population and Technology (Oxford, 1 9 8 1 ) . Bottornore, Tom (der.), A Dictionary of Marxist Thought, ı. Baskı (Oxford, 1 991). Boyden, S. Biohistory, The lnterplay between Human Society and the Biosphere, Man and the Bi­ osphere Series, (der.) J. N. R. Jeffers, c. 8 (Paris, 199ı). Brady, Thomas A., "Rise of Merchant Empires, 1400-1700: A European Counterpoint", The Political Economy of Merchant Empires: State Power and World Trade, 1350-1 750, (der.) james D. Tracy, s. 1 17-160 (Cambridge, 1991). Braudel, Fernand, Civilization and Capitalism, Fifteenth-Eighteenth Century, 3 cilt (Londra, 198184). On History, çev. Saralı Matthews (Chicago, 1980). Briggs, Asa, A Social History of England, ı. Baskı (Harmondsworth, 1 987). Brown, Lester, R., Eco-Economy: Building an Economy for the Earth (New York, ı001 ). Brown, Lester R. ve Jennifer Mitchell, "Building a New Economy", State of the World, 1 998: A Worldwatch Institute Report on Progress toward a Sustainable Society, Lester R. Brown ve diğ., s. 1 6ll-l ll7 (Londra, 1998). Brown, Lester R. ve diğ., Vital Signs, 1 998-99: The Trends That Are Shaping Our Future (Londra, 1998). Budiansky, Stephen, The Covenant of the Wild (New York, 199ı) [Hayvan evcilleştirmesinin popüler bir açıklaması]. Bulliet, Richard ve diğ., The Earth and Its Peoples: A Global History ( Boston, 1 997). Burenhult, Göran, "The Rise of Art", The Illustrated History of Humankind, (der.) Göran Burenhult, c. 1 , The First Humans: Human Origins and History to 1 0,000 B C, s. 97 (St. Lucia, 1993). Burstein, Stanley M., "The Hdlenistic Period in World History", Agricultural and Pastoral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas, s. ı75-307 (Philadelphia, ı001). (der.), Ancient African Civilizations: Kush and Axum (Princeton, 1 998). Bushnell, John, Mutiny amid Repression: Russian Soldiers in the Revolution of 1 905-1906 (Bioomington, 1985). Bynum, W. E. ve Roy Porter (der.), Companion Encyclopedia of the History of Medicine (Londra, 1993). Cairns-Smith, A. G., Evolving the Mind: On the Nature of Matter and the Origin of Conscious (Cambridge, 1 996). Seven Clues to the Origin of Life (Cambridge, 1985). Calvin, William H., The Ascent of Mind: Ice Age Climates and the Evolution of Intelligence (New York, 1 99 1 ) . How Brains Think: Evolving Intelligence, Then and Now (Londra, 1 998). Campbell, Joseph, The Hero with a Thousand Faces, Bollingen no. 17 (Princeton, 1959). The Masks of God, c. 1, Primitive Mythology, 1959, tekrar baskı (Harmondsworth, 1 976). Campbell, Joseph ve Bill Moyers, The Power of Myth (New York, 1988). Cardwell, Donald, The Fontana History of Technology (Londra, 1994). Carneiro, Robert, "Political Expansion asan Expressian of the Principle of Competitive Exclusion", Origins of the State: The Anthropology of Political Evolution, (der.) Ronald Cohen ve Elman R. Service, s. ı05-ııo (Philadelphia, 1978). Casrells, Manuel, End of Millennium, c. 3, The Information Age: Economy, Society and Culture (Ox­ ford, 1998). The Power of ldentity, c. ı, The Information Age: Economy, Society and Culture (Oxford, 1997). The Rise of the Network Society, c. 1, The Information Age: Economy, Society and Culture (Oxford, 1 996). Cattermole, Peter ve Patrick Moore, The Story of the Earth (Cambridge, 1 986). Cavalli-Sforza, Luigi Luca ve Francesco Cavalli-Sforza, The Great Human Diasporas, çev. Saralı Thorne (Reading, Mass., 1 995). Chaisson, Eric J., Cosmic Evolution: The Rise of Complexity in Nature (Cambridge, Mass., ı001 ) . The Life Era: Cosmic Selection and Conscious Evolution (New York, 1987). __

__

__

__

__

__

__

__

__

KAYNAKÇA

509

Universe: An Evolutionary Approach to Astronomy (Englewood Cliffs, NJ, 1 988). Champion, Timothy ve diğ., Prehistoric Europe (Londra, 1984). Chandler, Tertius, Four Thousand Years of Urban Growth: An Histarical Census (Lewiston, N.Y., 1987). Chase-Dunn, Christopher, Global Formation: Structures of the World-Economy (Oxford, 1989). Chase-Dunn, Christopher ve Thomas D. Hall, "Cross-World System Comparisons: Similarities and Differences", Civilizations and World Systems: Studying World-Histarical Change, (der.) Stephen K. Sanderson, s. 109- 1 35 (Walnut Creek, California, 1 995). Rise and Demise: Comparing World Systems (Boulder,Colo., 1 997). (der.), Core/Periphery Relations in Precapitalist Worlds (Boulder, Colo., 1 99 1 ). Chaudhuri, K. N., Asia before Europe: Economy and Civilization of the Indian Ocean from the Rise ofislam to 1 750 (Cambridge, 1990). Chew,Sing C., World Ecological Degradation: Accumulation, Urbanization, and Deforestation, 3000 B.C.-A.D. 2000 (Lanham, Md., 2001). Childe, V. Gordon, Man Makes Himself (Londra, 1936). What Happened in History? (Harmondsworth, 1 942). Christian, David, "Accumulation and Accumulators: The Metaphor Marx Muffed", Science and So­ ciety 54, no. 2 (Yaz 1 990): 21 9-24. "Adopting a Global Perspective", The Humanities and a Creative Nation: ]ubilee Essays, (der.) D. M. Schreuder, s. 249-262 (Canberra, 1 995). "The Case for 'Big History ", Journal of World History 2, no. 2 (Güz 1 99 1 ): 223-238 [Tekrar baskı, The New World History: A Teacher's Companion, (der.) Ross E. Dunn (Boston, 2000), s. 575-87]. A History of Russia, Central Asia, and Mongolia, c. 1, lnner Eurasia from Prehistory to the Mongol Empire (Oxford, 1998). Imperial and Soviet Russia: Power, Privilege, and the Challenge of Modernity (Basingstoke, 1997). Living Water: Vodka and Russian Society on the Eve of Emancipation (Oxford, 1990). "The Longest Duree: A History of the Last 15 Billion Years", Australian Histarical Association Bulletin, no. 59-60 (Ağustos-Kasım 1989: 27), 36. "Maps of Time: Human History and Terrestrial History", Symposium ter Gelegenheid van het 250-jarig ]ubileum, s. 33-63 (Haarlem, 2002). "Science in the Mirror of 'Big History'", The Changing Image of the Sciences, (der.) I. H. Star­ nhuis, T. Koetsier, C. de Pater ve A. van Helden, s. 143-171 (Dordrecht, 2002). "Sil k Roads or Steppe Roads? The Si lk Roads in World History", Journal of World History 1 1, no. 1 (Bahar 2000): 1 -26. Christopherson, Susan, "Changing Women's Status in a Global Economy", Geographies of Global Change: Remapping the World in the Late Twentieth Century, (der.) R. J. Johnston, Peter J. Taylor ve Michael J. Watts, s. 191-205 (Oxford, 1 995). Cipolla, Carlo M., Before the Industrial Revolution: European Society and Economy: 1 000-1 700, 2. Baskı (Londra, 1 9 8 1 ) . The Economic History of World Population, 6 . Baskı (Harmondsworth, 1974) [Özellikle ak­ raba düzenli toplumlar konusunda güncelliğini yitirmiş olmasına karşın, insanlık tarihinin ilginç ___

__

__

__

___

__

___

___

___

___

___

___

__

__

bir genel değerlendirmesi].

Claessen, Henri J. M. ve Peter Skalnik (der.), The Early State (The Hague, 1978). Cliff, Andrew ve Peter Haggett, "Disease Implications of Global Change", Geographies of Global Change: Remapping the World in the Late Twentieth Century, (der.) R. J. Johnston, Peter J. Taylor ve Michael J. Watts, s. 206-223 (Oxford, 1995). Cline, David B., "The Search for Dark Matter", Scientific American, Mart 2003, s. 50-59. Cloud, Preston, Cosmos, Earth, and Man: A Short History of the Universe (New Haven, 1978). Oasis in Space: Earth History from the Beginning (New York, 1988). Clutton-Brock, Juliet, Domesticated Anima/s from Early Times (Londra, 1981). Coatsworth, John H., "Welfare", American Histarical Review 101, no. 1 (Şubat 1 996): 1-17.

___

510

ZAMAN HARITALARI

Coe, Michael D., The Maya (New York, 1 966). Mexico: From the Olmecs to the Aztecs, 4. Baskı (New York, 1 994). Cohen, H. Floris, The Scientific Revolution: A Historiographical Inquiry (Chicago, 1994). Cohen, Mark, The Food Crisis in Prehistory (New Haven, 1 977). Health and the Rise of Civilization (New Haven, 1 989). Cohen, Ronald ve Elman R. Service (der.), Origins of the State: The Anthropology of Political Evalution (Philadelphia, 1 978). Coles, Peter, Cosmology: A Very Short Introduction (Oxford, 2001). Collins, Randall, Macrohistory: Essays in the Sociology of the Long Run (Stanford, 1999). Constantine Porphyrogenitus, De Administrando Imperio, (der.) G. Moravcsik, çev. R. J. H. Jenkins, gözden geçirilmiş baskı (Washington, DC, 1 967). Costello, Paul, World Historians and Their Goals: Twentieth-Century Answers to Modernism (De Kalb, 1994). Couıtwriglıı, David T., Forces of Habit: Drugs and the Making of the Modern World (Cambridge, Mass., 2002). Crafts, N. F. R., British Economic Growth during the Industrial Revolution (Oxford, 1 985). Crawford, lan, "Where Are They?", Scientific American, Temmuz 2000, s. 38-43. Cronon. William, "A Place for Stories: Nature, History, and Narrative", Journal ofAmerican History 78, no. 4 (Mart 1992): 1347-1376. Crosby, Alfred W., The Columbian Exchange: Biological and Cultural Consequences of 1 492 (Westport, Conn., 1 972). Ecological Imperialism: The Biological Expansion of Europe, 900-1 900 (Cambridge, 1 986). The Measure of Reality: Quantification in Western Europe, 1 250-1 600 (Cambridge, 1 997). Croswell, Ken, The Alchemy of the Heavens (Oxford, 1996). "Uneasy Truce", New Scientist, 30 Mayıs 1998, s. 42-46. Curtin, Philip D., Cross-Cultural Trade in World History (Cambridge, 1 985). Dalziel, Ian W. D., "Earth before Pangea", Scientific American, Ocak 1 995, s. 38-43. Darwin, Charles, The Origin of Species by Means of Natural Selection: The Preservation of Favored Races in the Struggle for Life, (der.) ve giriş J. W. Burrow (Harmondsworth, 1968) [İlk baskısı 1 859]. Davies, Norman, Europe: A History, 1 996, tekrar baskı (Londra, 1 997). Davies, Paul, About Time (Londra, 1995). The Cosmic Blueprint (Londra, 1 989). The Fifth Miracle: The Search for the Origin of Life (Harmondsworth, 1 999). The Last Three Minutes (Londra, 1 995). Davis, Mike, Late Victorian Holocausts: El Nino Famines and the Making of the Third World (Lond­ ra, 2001). Davis, Natalie Zemon, Discussant's comment on "Cultural Encounters between the Continents over the Centuries", Nineteenth Int ernational Congress of Histarical Sciences, s. 46-47 (Oslo, 2000). Davis, Ralph, The Rise of the Atlantic Economies (lthaca, N.Y., 1 973). Davis-Kimball, Jeannine ve Mona Behan, Warrior Women: An Archaeologist's Search for History's Hidden Heroines (New York, 2002). Dawkins, Richard, River out of Eden: A Danvinian View of Life (New York, 1 995). The Selfish Gene, 2. Baskı (Oxford, 1 989). Dayton, Leigh, "Mass Extinctions Pinned on Ice Age Hunters", Science, 8 Haziran 2001, s. 1 81 9. Deacon, TerrenceW., The Symbolic Species: The Co-evolution of Language and the Brain (Harmondsworth, 1 997). Delsemme, Armand, Our Cosmic Origins: From the Big Bang to the Emergence of Life and Intelli­ gence (Cambridge, 1998). Denemark, Robert A ve diğ. (der.), World System History: The Social Science of Long-Term Change (Londra, 2000). Dennell, Robin C., European Economic Prehistory: A New Approach (New York, 1983). Dennen, Daniel C., Consciousness Explained (Londra, 1993). ___

__

__

__

___

__

___

__

__

KAYNAKÇA

51 1

Darwin's Dangerous Idea: Evalutian and theMeaning of Life (Londra, ı995). Kinds of Minds: Toward an Understanding of Consciousness (Londra, ı 997). De Vries, B. ve J. Goudsblom (der.), Mappae Mundi: Humans and Their Habitats in a Long-Term Socio-Ecological Perspective (Amsterdarn, 2002). De Vries, Jan, "The lndustrial Revolution and the Industrious Revolution", Journal of Economic History 54, no. 2 (Haziran ı994): 249-270. Diamond, Jared, Guns, Germs, and Steel: The Fates of Human Societies (Londra, ı 998). "Human Use of World Resources", Nature, 6 Ağustos ı987, s. 479-480. The Rise and Fal/ of the Third Chimpanzee (Londra, ı99ı). Why Is Sex Fun? The Evalutian of Human Sexuality (Londra, ı 997). Diaz, Bernal, The Conquest of New Spain, çev. ]. M. Cohen (Harmondsworth, 1963 ). Di Cosmo, Nicola, "European Technology and Manchu Power: Reflections on the 'Military Revoluti­ on' in Seventeenth Century China", International Congress of Histarical Sciences, Oslo, Ağustos 2000. "State Formatian and Periodization in Inner Asian History", Journal of World History ı o, no. ı (Bahar 1 999): ı -40. Diesendorf, Mark ve Clive Harnilton (der.), Human Ecology, Human Economy (Sydney, ı997). Dingle, Tony, Aboriginal Economy (Fitzroy, Vic., ı 988). Dolukhanov, P. M., "The Late Mesolithic and the Transition to Food Production in Eastern Europe", Hunters in Transition: Mesolithic Societies ofTemperate Eurasia and Their Transition to Farming, (der.) Marek Zvelebil, s. ı09-120 (Cambridge, ı 986). Dunn, Ross E., The Adventures of Ibn Battuta: A Muslim Traveler of the Fourteenth Century (Berkeley, 1 986). Dyson, Freeman, Origins of Life, 2. Baskı (Cambridge, 1999). Earle, Timothy, How Chiefs Come to Power: The Political Economy in Prehistory (Stanford, 1997). Eckhardt, William, "A Dialectical Evolutionary Theory of Civilizations, Empires, and Wars", Civilizations and World Systems: Studying World-Histarical Change, (der.) Stephen K. Sanderson, s. 79-82 (Walnut Creek, Calif., 1995). Ehrenberg, Margaret, Women in Prehistory (Norman, ı 989). Ehret, Christopher, An African Classical Age: Eastern and Southern Africa in World History: 1 000 B. C. to A.D. 400 (Charlottesville, 1 998). "Sudanic Civilization", Agricultural and Pastaral Societiesin Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas, s. 224-274 (Philadelphia, 2001). Ehrlich, Paul, Human Natures: Genes, Cultures, and the Human Prospect (Washington, DC, 2000). The Machinery of Nature (New York, ı986). Ehrlich, Paul R. ve Anne H. Ehrlich, The Population Explosion (New York, ı 990). Eibl- Eibesfeldt, Irenaus. "Aggression and War: Are They Part of Being Human?", The Illustrated His­ tory of Humankind, (der.) Göran Burenhult. c. 1 , The First Humans: Human Origins and History to 10,000 BC, s. 26-29 (St. Lucia, ı993). Eliade, Mircea, The Myth of the Eternal Return, or, Casmos and History, çev. Willard R. Trask (New York, ı954). Elias, Norbert, The Civilizing Process. c. ı , The History of Manners, çev. Edmund Jephcott (Oxford, 1 978). The Civilizing Proces, c. 2, State Formatian and Civilization, çev. Edmund Jephcott (Oxford, ı 982). The Civilizing Process: Sociogenetic and Psychogenetic Investigations, çev. Edmund Jephcott, (der.) Eric Dunning, Johan Goudsblorn ve Stephen Mennell, 2. Baskı (Oxford, 2000). Norbert Elias on Civilization, Power, and Knowledge: Selected Writings, (der.) Stephen Men­ nell ve Johan Goudsblom (Chicago, ı 998). The Norbert Elias Reader: A Biographical Selection, (der.) Johan Goudsblom ve Stephen Men­ nell (Oxford, 1998). Time: An Essay, çev. Edmund Jephcott (Oxford, ı 992). Elvin, Mark, The Pattern of the Chinese Past (Stanford, 1 973 ). ___

___

___

__ __

___

___

__

___

___

___

___

__

51 2

ZAMAN HARITALARI

Emiliani, Cesare, Planet Earth: Cosmology, Geology, and the Evolution of Life and Environment (Cambridge, 1 992). Evans, L. T., Feeding the Ten Billion: Plants and Population Growth (Cambridge, 1 998). Fagan, Brian M., Floods, Famines, and Emperors: El Nino and the Fate of Civilizations (New York, 1999). The Journey from Eden: The Peopling of Our World (Londra, 1 990). People of the Earth: An Introduction to World Prehistory, 10. Baskı (Upper Saddie River, NJ, 2001) [Güzel, kapsamlı ve güncel bir tarihöncesi ders kitabı]. Ferris, Timothy, Coming ofAge in the Milky Way (New York, 1 988). The Whole Shebang: A State-of-the-Universe(s) Report (New York, 1 997). Feynman, Richard P., Six Easy Pieces: The Fundamentals of Physics Explained (Londra, 1 998) [Modern fiziğin öncülerinden birinden modern fiziğin temel kavramiarına çok iyi bir giriş kitabı]. Finley, M. I., The Ancient Economy (Londra, 1 973). "Empire in the Greco-Roman World", Greece and Rome, 25, no. 1 (Nisan 1978): 1-15. Finney, Hen, �The Other One-Third of the Globe", Journal of World History 5, no. 2 (Güz 1 994): 273-298. Flannery, Tim, The Eternal Frontier: An Ecological History of North America and Its Peoples (New York, 2001). The Future Eaters: A n Ecological History o f the Australasian Lands and People (Chatswood, N.S.W., 1 995). Fletcher, Roland, The Limits ofSettlement Growth: A Theoretical Outline (Cambridge, 1 995). "Maınmoth Bone Huts", The Illustrated History of Humankind, (der.) Göran Burenhult, c. 1, The First Humans: Human Origins and History to 1 0,000 BC, s. 1 34-1 35. (St. Lucia, 1 993). Flood, Josephine, Archaeology of the Dreamtime (Sydney, 1 983). Floud, Roderick ve Donald McCioskey (der.), The Economic History of Britain since 1 700, 2. Baskı (Cambridge, 1 994). Flynn, Dennis O. ve Arturo Giraldez, "Born with a 'Silver Spoon': The Origin of World Trade in 1571 ", Journal of World History 6, no. 2 (Güz 1 995): 201 -2 1 . "Cycles o f Silver: Global Economic Unity through the Mid-Eighteenth Century", Journal of World History 1 3, no. 2 (Güz 2002): 391-427. Meta/s and Monies in an Emerging Global Economy (Brookfield, Vt., 1997). Fodor, Jerry A., The Modularity ofMind: An Essay on Faculty Psychology (Cambridge, Mass., 1983). Foley, Robert, Humans before Humanity (Oxford, 1 995). "In the Shadow of the Modern Synthesis? Alternative Perspectives on the Last Fifty Years of Paleoanthropology", Evolutionary Anthropology 10, no.1 (2001): 5-1 5. Foltz, Richard, Religions of the Si/k Road: Over/and Trade and Cultural Exchange from Antiquity to the Fifteenth Century (New York, 1999). Forsyth, James, A History of the Peoples ofSiberia: Russia's North Asian Colony, 1 581-1 990 (Camb­ ridge, 1 992). Fortey, Richard A., Life: An Unauthorised Biography: A Natural History of the First Four Thousand Million Years of Life on Earth (Londra, 1 998). Frank, Andre Gunder, ReOrient: Global Economy in the Asian Age (Berkeley, 1 998). Frank, Andre Gunder ve Barry K. Gills (der.), The World System: Five Hundred Years or Five Thou­ sand? (Londra, 1 992). Freedman, Wendy L., "The Expansion Rate and Size of the Universe", Scientific American, Kasım 1992, s. 54. Gaddis, John Lewis, The Landscape of History: How Historians Map the Past (Oxford, 2002). Gamble, Clive, The Paleolithic Seniement of Europe (Cambridge, 1 986). Timewalkers: The Prehistory of Global Colonization (Harmondsworth, 1995). Geii-Mann, Murray, "Transitions to a More Sustainable World", Scanning the Future: Twenty Emi­ nent Thinkers on the World ofTomorrow, (der.) Yorick Blumenfeld, s. 6 1 -79 (Londra, 1999) [alın­ tıların kaynağı: The Quark and the Jaguar: Adventures in the Simple and the Complex ( 1 994)]. Gellner, Ernest, Plough, Sword, and Book: The Structure of Human History (Londra, 1991). __

__

__

___

__

__

__

__

__

__

KAYNAKÇA

51 3

Gerschenkron, Alexander, Economic Backwardness in Histarical Perspeaive, a Book of Essays (Cambridge, Mass., 1 962). Gibbons, Ann, " In Search of the First Horninids", Science, 15 Şubat 2002, s. 1 2 14-1219. Giddens, Anthony, Beyand Left and Right: The Future of Radical Politics (Cambridge, 1994). A Contemporary Critique of Histarical Materialism, ı. Baskı (Basingstoke, 1 995). The Nation-State and Violence, c.l of A Contemporary Critique of Histarical Materialism (Cambridge, 1985 [Giddens'ın bu üç ciltlik eseri modernitenin doğasına ve modern topluma yö­ nelik bir teori ortaya koyuyorj . Gills, Barry K. ve Andre Gunder Frank, "The Cumulation o f Accumulation", The World System: Five Hundred Years or Five Thousand?, (der.) Andre Gunder Frank ve Barry K. Gills, s. 8 1 - 1 14 (Londra, 1992). "World System Cycles, Crises, and Hegemonic Shifts, 1 700 BC to 1 700 AD", The World System: Five Hundred Years or Five Thousand?, (der.) Andre Gunder Frank ve Barry K. Gills, s. 143-1 99 (Londra, 1 992). Gimbutas, Marija, The Civilivıtion ofthe Goddess: The World of Old Europe, (der.) Joan Marler (San Francisco, 1 991 ). Gleick, James, Chaos: Making a New Science (New York, 1 988). Golden, Peter B. "Noma ds and Sedent ary Societies in Eurasia", Agricultural and Pastaral Societies in Ancient and C/assical History, (der.) Michael Adas, s. 71-114 (Philadelphia, 2001). Goldstone, Jack A., Revolution and Rebellion in the Early Modern World (Berkeley, 1 99 1 ). Goody, Jack, The East in theWest (Cambridge, 1 996). Gorbachev, Mikhail, Perestroika: New Thinking for Our Country and the World (New York, 1 987). Goudie, Andrew, The Human Impact on the Natural Environment, 5. Baskı (Oxford, 2000). (der.), The Human Impact Reader: Readings and Case Studies (Oxford, 1997). Goudie, Andrew ve Heather Viles (der.), The Earth Transformed: An Introduction to Human lmpacts on the Environment (Oxford, 1 997). Goudsblom, Johan, Fire and Civilization (Harmondsworth, 1992). Goudsblom, Johan, Eric Jones ve Stephen Mennell, The Course ofHuman History: Economic Growth, Social Process, and Civilization (Armonk, N.Y., 1 996). Gould, Stephen Jay, Ever Since Darwin: Reflections in Natural History (New York, 1 977). Life's Grandeur: The Spread of Exeellence from Plato to Darwin (Londra, 1996) [ABD baskısının başlığı: Full House]. The Mismeasure of Man (New York, 1 98 1 ). The Panda's Thumb: More Reflections in Natural History (Harmondsworth, 1 980). Time's Arrow, Time's Cycle: Myth and Metaphor in the Discovery of Geological Time (Cambridge, Mass., 1 987). Wonderful Life: The Burgess Shale and the Nature of History (Londra, 1 989). Greenberg, Joseph ve Merritt Ruhlen, "Linguistic Origins of Native Arnericans", Scientific American, Kasım 1 992, s. 94-99. Criaule, Marcel, Conversations with Ogotemmeli, 1965 tekrar baskı (Londra, 1 975). Gribbin, John, Genesis: The Origins of Man and the Vniverse (New York, 1 9 8 1 ) [Bir bilim insanının yazdığı evrenin, yıldızların ve Dünya'nın tarihine giriş kitabı]. In Search of the Big Bang: Quantum Physics and Cosmology (Londra, 1 987). Halle-Selassie, Yohannes, " Late Miocene Hominids from the Middle Awash, Ethiopia", Nature, 1 2 Temmuz 2001, s . 1 78-1 8 1 . Hansen,Valerie, The Open Empire: A History of China to 1 600 (New York, 2000). Haraway, Donna J. Simians, Cyborgs, and Women: The Reinvention of Nature (New York, 1991). Harris, David ve Gordon Hillman (der.), Foraging and Farming: The Evolution of Plant Exploitation (Londra, 1 989). Harris, Marvin, Culture, People, Nature, 5. Baskı (New York, 1988 [Açık ve basit bir antropolojiye giriş kitabı]. "The Origin of Pristine States", Cannibals and Kings, (der.) Marvin Harris, s. 1 01-123 (New York, 1 978). ___

___

___

__

__

__ ___

___

__

__

___

514

ZAMAN HARITALARI

Harrison, Paul, Inside the Third World: The Anatomy of Poverty, 2. Baskı (Harmondsworth, 1981 ). The Third Revolution: Population, Environment, and a Sustainable World (Londra, 1 992). AI-Hassan, Alımand Y. ve Donald R. Hill, Islamic Technology: An Jllustrated History (Cambridge, 1 986). Haub, Cari, "How Many People Have Ever Lived on Earth?", Population Today, Şubat 1995, s. 4. Hawke, Gary. "Reinterpretations of the lndustrial Revolution", The Industrial Revolution and British Society, (der.) Patrick O'Brien ve Roland Quinault, s. 54-78 (Cambridge, 1993). Hawking, Stephen, A Brief History of Time: From the Big Bang to Black Ho/es (New York, 1 988). "The Direction of Time", New Scientist, 9 Temmuz 1 987, s. 46-49. "The Edge of Spacetime", The New Physics, (der.) Paul Davies, s. 6 1 -69 (Cambridge, 1 989). The Vniverse in a Nutshe/1 (New York, 2001). Headrick, Daniel R., "Technological Change", The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years, (der.) B. L. Turner II ve diğ., s. 55-67 (Cambridge, 1 990). The Tentae/es of Progress: Technology Transfer in the Age of Imperialism, 1 8S0-1 940 (New York, 1 988). The Tools of Empire: Technology and European Imperialism in the Nineteenth Century (New York, 1 98 1 ). Heiser, Charles B., Seed to Civilization: The Story of Food, yeni baskı (Cambridge, Mass., 1 990). Held, David ve Anthony McGrew (der.), The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization Debate (Cambridge, 2000). Held, David, Anthony McGrew, David Goldblatt ve Jonathan Perraton, Global Transformations: Po­ litics, Economics and Culture (Cambridge,1 999). Henry, Donald 0., From Foraging to Agriculture: The Levant at the End of the Ice Age (Philadelphia, 1 989). Hippocratic Writings, (der.) ve giriş G. E. R. Lloyd, çev. J. Chadwick ve W. N. Mann (Harmondsworth, 1978). Hobsbawm, E. J., The Age of Capital (Londra, 1 977). The Age of Empire (Londra: Weidenfeld and Nicolson, 1 987). TheAge of Extremes (Londra� Weidenfeld and Nicolson, 1 994). The Age of Revolution, 1 789-1 848, 1 962, tekrar baskı (New York, [1 964]). Industry and Empire (Harmondsworth, 1 969). Hodgson, Marshall G. S., Retbinking World History: Essays on Europe, Islam, and World History, (der.) Edmund Burke III. (Cambridge, 1 993). TheVenture of Islam: Conscience and History in a World Civilization, 3 cilt (Chicago, 1 974). Hollister, C. Warren, Medieval Europe: A Short History, 5. Baskı (New York, 1982). Hsii, Immanuel C. Y., The Rise of Modern China, 2. Baskı (New York, 1 975). Hudson, Pat, The Industrial Revolution (Londra, 1992). Hııghes, ]. Donald, An Environmental History of the World: Humarıkind's Changing Role in the Community of Life (Londra, 200 1 ). (der.), The Face of the Earth: Environment and World History (Armonk, N. Y., 1 999) [Dünya tarihine çevre korumacı açıdan yaklaşan makaleler]. Hughes, Saralı Shaver ve Brady Hughes, Women in World History, 2 cilt (Armonk, N.Y., 2000). Hughes-Warrington, Mamie, "Big History", Historically Speaking, Kasım 2002, s. 16-20. Fifty Key Thinkers on History (Londra, 2000). Humphrey, Nicholas, A History ofthe Mind (Londra, 1 992). Humphrey, S. C., "History, Economics, and Anthropology: The Work of Karl Polanyi", History and Theory 8 ( 1 969): 165-212. Hunt, Lynn, "Send in the Clouds", New Scientist, 30 Mayıs 1998, s. 28-33. Huppert, George, After the Black Death: A Social History of Early Modern Europe (Bioomington, 1986). Independent Commission on International Development, Common Crisis North-South: Cooperation for World Recovery (Londra, 1 983). __

__ __

__

__

__

__ __ __

__

__

__

__

KAYNAKÇA

515

Issues North-South: A Programme for Survival: The Report o f the Independent Commission on International Development lssues (Londra, 1 980). lrwin, Geoffrey, The Prehistoric Exploration and Colonisation of the Pacific (Cambridge, 1992). Jacob, Margaret C., The Cu/tura/ Meaning of the Scientific Revolution (Philadelphia, 1988). Scientific Culture and the Making of the Industrial West (New York, 1 997). Ianrsch, Erich, The Self-Organizing Universe: Scientific and Human Implications of the Emerging Paradigm of Evolution (Oxford, 1980). Jaspers, Karl, The Origin and Goal of History, çev. Michael Bullock (New Haven, 1 953). Jenkins, Keith (der.), The Postmodern History Reader (Londra, 1 997) .Johanson, Donald C. ve Maidand A. Edey, Lucy: The Beginnings of Humankind (New York, 1981). Johanson, Donald ve James Shreeve, Lucy's Child: The Discovery of a Human Ancestor (Harmondsworth, 1 989). Johnson, Alien W. ve Tımothy Earle, The Evolution of Human Societies: From Foraging Group to Agrarian State, 2. Baskı (Stanford, 2000). Johnston, R. J., Peter J. Taylor ve Michael J. Watts (der.), Geographies of Global Change: Remapping the World in the Late Twentieth Century (Oxford, 1 995). Jones, E. L., The European Miracle: Environments, Economies, and Geopolitics in the History of Europe and Asia, 2. Baskı (Cambridge, 1 987). Growth Recurring: Economic Change in World History (Oxford, 1 988). Jones, Eric, Lionel Frost ve Colin White, Coming Full Circle: An Economic History of the Pacific Rim (Boulder, Colo., 1 993). Jones, Rhys, "Fire Stick Farming", Australian Natural History, Eylül 1 969, s. 224-228. "Folsom and Talgai: Cowboy Archaeology in Two Continents", ApproachingAustralia: Papers from the HarvardAustralian Studies Symposium, (der.) Harold Bolitho ve Chris Wallace-Crabbe, s. 3-50 (Cambridge, Mass., 1 997). Jones, Steve, Almost Like a Whale: The Origin of Species Updated (Londra, 2000). Kahn, Herman, On Thermonuclear War (Princeton, 1 960). Kamen, Henry, European Society, 1 500-1 700 (Londra, 1984). Karttunen, Frances ve Alfred W. Crosby, "Language Death, Language Genesis, and World History", Journal of World History 6, no. 2 (Güz 1995): 157-74. Kates, Robert W., B. L. Turner II ve William C. Clark, "The Great Transformation", The Earth as Transformed by Human Action: Global and Regional Changes in the Biosphere over the Past 300 Years, (der.) R. L. Turner II ve diğ., s. 1-17 (Cambridge, 1990). Kauffman, Stuart, At Home in the Universe: The Searchfor Laws of Complexity (Londra, 1995). Kennedy, Paul, Preparing for the Twenty-First Century (Londra, 1 994). The Rise and Fal/ of the Great Powers: Economic Change and Military Conflict from 15 00 to 2000 (Londra, 1 988). Khazanov, Anatoly M., Nomads and the Outside World, çev. Julia Crookenden, 2. Baskı (Madison, 1 994). Kicza, John E., "The Peoples and Civilizations of the Arnericas before Contact", Agricultural and Pasıoral Societies in Ancient and Classical History, (der.) Michael Adas, s. 1 83-222 (Philadelphia, 2001). Kiple, Kenneth F., Introduction to The Cambridge World History of Human Disease, (der.) Kenneth F. Kiple, s. 1-7 (Cambridge, 1 993). (der.), The Cambridge World History of Human Disease (Cambridge, 1 993). Klein, Richard G., The Human Career: Human Biological and Cu/tura/ Origins, 2. Baskı (Chicago, 1 999). Ice Age Hunters of the Ukraine (Chicago, 1 973 ). Knapp, A. Bernard., The History and Culture of Ancient Western Asia and Egypt (Chicago, 1988). Knudtson, Peter ve David Suzuki, Wisdom of the E/ders (New York, 1 992). Kohl, Philip L. (der.), The Bronze Age Civilization of Central Asia: Recent Soviet Discoveries (Ar­ monk, N.Y., 1981). Kuhn, Thomas, The Structure of Scientific Revolutions, 2. Baskı (Chicago, 1 970). __

__

___

__

__

__

__

51 6

ZAMAN HARITALARI

Kuppuram, G. ve K. Kumudamani, History of Science and Technology in India, 12 cilt (Delhi, 1 990). Kutter, G. Siegfried, The Vniverse and Life: Origins and Evalutian (Bostan, 1 987). Lambert, David, The Cambridge Guide to Prehistoric Man (Cambridge, 1 987). The Cambridge Guide to the Earth ( Cambridge, 1 988). Landes, David S., Revolution in Time: Clocks and the Making of the Modern World (Cambridge, Mass., 1 983). The Unbound Prometheus: Technological Change and Industrial Development in Western Europe from 1 750 to the Present (Londra, 1 969). The Wealth and Poverty of Nations: Why Same Are So Rich and Same Are So Poor (New York, 1 998). Leakey, R. E., The Making of Mankind (Londra, 1981) [Roger Lewin'le Origins Remn.