Sosyalizm Fikri: Bir Güncelleme Denemesi [1 ed.]
 9789750521072

Table of contents :
kapak
İçindekiler
Önsöz
Giriş
I Kökendeki Fikir: Devrimin Toplumsal Özgürlük İçinde Aşılması
II Eskimiş Düşünce Kalıbı: Sanayileşmenin Ruhuna ve Kültürüne Bağlılık
III Yenilenmenin Yolları (1): Tarihsel Deneyselcilik Olarak Sosyalizm
IV Yenilenmenin Yolları (2): Demokratik Bir Yaşam Biçimi Fikri
DİZİN
arka kapak

Citation preview

AXEL HONNETH



Sosyalizm Fikri

AXEL HONNETH 1 949 doğumlu. Felsefe, sosyoloji ve Alman dil-kültür-edebiyat tarihi öğrenimi gördü . Berlin, Frankfurt ve Columbia üniversitelerinde çalıştı. 200 1 'den itibaren, " Frankfurt Okulu" olarak bilinen Goethe Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün yöneticisidir. Marksist düşünce geleneği ve Haber­ mas'la temas içinde, Hegel ve Mead'e dayanarak "tanınma" kavramı etrafında bir sosyal felsefe ve ahlak politikası tartışmasını geliştirmeye devam etmektedir. Temel eserlerinden Tanınma Uğruna Mücadele Türkçeye çevrilmiştir (çev. Özgür Aktok, lthaki Yayınlan, lstanbul 20 16).

Die Idee des Sozialismus © 2015 Suhrkamp Verlag Berlin

lletişim Yayınlan 2393



Politika Dizisi 152

ISBN-13: 978-975-05-2107-2 © 2016 lletişim Yayıncılık A.

Ş.

1. BASKI 2016, İstanbul

EDITôR Tanıl Bora DiZi KAPAK TASARIMI Utku Lomlu KAPAK Suat Aysu UYGULAMA

Hüsnü Abbas

DÜZELTi Kerem Ünüvar DiZiN Emre Bayın BASKI Ayhan Matbaası. SERTiFiKA

Nü. 22749

Mahmutbey Mahallesi, Devekaldırımı Caddesi, Gelincik Sokak, No: 6/3 Bağcılar, lstanbul Tel: 212.445 32 38 Faks: 212.445 05 63 •

CiLT Güven Mücellit . SERTiFiKA Nü.

ı ı 935

Mahmutbey Mahallesi, Devekaldırımı Caddesi, Gelincik Sokak, Güven İş Merkezi, No: 6, Bağcılar, İstanbul, Tel: 212.445 00 04

tletişim Yayınlan. SERTiFiKA Nü. 10121 Binbirdirek Meydanı Sokak, iletişim Han 3, Fatih 34122 lstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] web: www.iletisim.com.tr •



AXEL HONNETH

Sosyalizm Fikri Bir Güncelleme Denemesi Die Idee des Sozialismus ÇEVİREN

Cem Şentürk

�,,,, .,

-

iletişim

Başından beri her şeyi daha kolay hale getiren oğul larım]ohannes ve Robert'e.

İÇ İNDEKİLER

Önsöz .....

.

-

--- -------·

---------- · ·· ·

·--·

Giriş..

1

13

Kökendeki Fikir: Devrimin Toplumsal Özgürlük İçinde Aşılması

il

Yenilenmenin Yolları

. .

19

Yenilenmenin Yolları

.

..... ..... ................ . . . .. ....

.

. . . . . . . . . . . . . ........................ ..................... . . ...

. . .. .... . .

............. ... ............

73

(2):

Demokratik Bir Yaşam Biçimi Fikri DiZiN

43

(1 ):

Tarihsel Deneyselcilik Olarak Sosyalizm

iV

.

.... ................... .... . . .... . .......

Eskimiş Düşünce Kalıbı: Sanayileşmenin Ruhuna ve Kültürüne Bağlılık

111

9

... . . .. ..

.... . ......

....... . .............. .. . ............. .. ...... ........... ................ ....

103

. ... ..

142

Dayan be kardeşim, dayan be bacım! ... Devam ateşe! ... Hürlük uğruna bu, kıran kırana! ... Hürlük dediğin pes etmez öyle bir iki bozgunla; hürlük dediğin pes etmez zaten Halkın ilgisizliği, nankörlüğü ve döneklik edenler hep bir yana... Pes etmez öyle tekmeye, yumruğa, topa, tüfeğe, ceza kanunlarına... Bel bağladığımız, inandığımız şey o... Var olagelmiş... O oldum olası... O dört iklim dört köşe... Ne gel gel etmiş, ne gelirim demiş, oturmuş ışığa karşı öyle huzur içinde, dosta düşmana karşı Sabır taşı öyle beklemiş, beklemiş eşref saati. - WALT WHITMAN, "Pes Etmiş Bir Avrupalı lhtilalciye"

[1856],

Can Yücel çevirisi

Ön söz

Sosyalizm, çok değil, bir yüzyıldan daha kısa bir süre ön­ ce modern toplum içerisinde öylesine güçlü bir hareket­ ti ki, dönemin büyük sosyal teorisyenlerinin neredeyse hiç­ biri, onu ayrıntılarıyla, bazen eleştirel, bazen güçlü bir sem­ pati duyarak ama her zaman önemseyerek analiz etmek­ ten kaçınamamıştır. Henüz 19. yüzyılda bunun ilk adımını atan john Stuart Mill'i, Emile Durkheim, Max Weber ve Jo­ seph Schumpeter izlemiştir. Sadece en önemlilerini sırala­ dığımız bu düşünürler, aralarındaki kişisel tutum ve teorik anlayış farklarına karşın, sosyalizmi kapitalizme uzun süre eşlik edecek bir entelektüel meydan okuma olarak görmek­ te hemfikirdirler. Günümüzde bu kökten değişmiştir. Sos­ yalizm, sosyal teorik bağlamlar içerisinde sözkonusu edil­ diğinde bile , miadını doldurduğu üzerinde anlaşmaya va­ rılmış gibidir. Ne kitleler üzerinde yarattığı coşkuyu bir da­ ha tekrar alevlendirebileceğine ihtimal verilmekte, ne de gü­ nümüz kapitalizmine karşı yol gösterici bir alternatif olarak görülmektedir. 19. yüzyılın iki büyük hasmı adeta bir gece­ de rollerini değiştirdiler -Max Weber görse hayretle gözleri9

ni ovuştururdu-: Din, ahlak gücü olarak geleceğe ait görü­ lürken, sosyalizm bunun aksine geçmişe dair bir fikri var­ lık olarak olarak algılanmaya başladı. Bu değişimin çok hızlı oluşu , bu nedenle gerçeği tam olarak yansıtamayacağı inan­ cı, beni bu kitabı yazmaya yönlendiren iki nedenden biri ol­ du . İzleyen sayfalarda, temel fikrini, kökleri erken sanayi ça­ ğına dayanan düşünsel kalıptan yeterince kararlı biçimde sı­ yırarak yeni toplumsal teorik çerçevelere taşıyabilmesi ha­ linde sosyalizmde hala canlı bir kıvılcımın saklı olduğunu kanıtlamaya çalışacağım. İzleyen sayfalarda okuyacağınız düşüncelerimi kaleme al­ maya beni yönlendiren ikinci neden ise, son kapsamlı çalış­ mam Özgürlüğün Hukuku'nun aldığı tepkilerle yakından iliş­ kilidir. 1 Bu konuda gerçekleştirilen pek çok tartışmada, mo­ dernliğin normatif ufkundan hareket eden yöntemsel çıkış noktamın, verili toplumsal düzenin dönüşümüne dair eleşti­ rel bir perspektife artık dahil olmama niyetimi açıkça belli etti­ ği yorumunu nadir olmayan bir biçimde işitmek zorunda kal­ dım.2 Bunun, bilinçli tercih ettiğim bir yöntemsel sınırlandır­ manın yanlış anlaşılmasına dayandığını göstermek üzere, ge­ rekli ve mümkün olan noktalarda bu itirazla yazılı olarak yüz­ leştim.3 Yine de Özgürlüğün Hukuku'nda ortaya konan pers­ pektifin, ileriye doğru kurumsal olarak tümüyle farklı biçim­ de oluşturulmuş bir toplum düzenine açılabilmesi için, sadece hafifçe başka bir yöne bükülmesi gerektiğini hissediyordum. Bu durum esas niyetimin aksine, küçük bir çalışmanın ardın­ dan, daha önce içsel bir perspektifle bulguladığım gelişim çiz­ gilerinin hangi vizyona doğru uzanması gerektiğini ortaya ko­ yan daha büyük bir çalışmayı hazırlamama vesile oldu. 1

Axel Honneth, Das Recht der Freiheit. G rundrift einer demohratischen Sittlichhe­ it, Berlin, 20 1 1 .

2

Bu yayındaki makaleler ile karş. "Special lssue on Axel Honneth's Freedom's Right'', Critical Horizons, 1 6/2 (20 1 5 ) .

3

Axel Honneth, " Rejoinder" , a.g.e., s. 204-226.

10

Her iki neden beni, Hannover Leibniz Konferansları için 20 14 yılında aldığım daveti , sosyalizmin temel fikirleri­ ni güncellemeye dönük bir ilk deneme yapmak üzere kul­ lanmaya yöneltti. Oradaki Felsefe Enstitüsü'nden meslek­ daşlarıma, öncelikle de Paul Hoyningen-Huene'ye, yıllık se­ ri konferanslarını, kendilerine şüphesiz bir ölçüde yabancı bir konuyu incelemem için bana ayırmalarından ötürü çok müteşekkirim. Birbirini izleyen üç akşam konferansımın ar­ dından gerçekleştirilen tartışmalardan, zaruri değişiklikler ve genişletmeler konusunda net bir fikir edinecek derecede kapsamlı biçimde yararlandım. Bunları, daha sonra sosyaliz­ mi yeniden tanımlama perspektifleri bakımından epeyce da­ ha kapsamlı olan konferanslarımın ikinci versiyonunda kul­ landım. Rüdiger Schmidt-Grepaly'in yönetimi altındaki We­ imar Friedrich Nietzsche Koleji'nin seçkin bursuna aldığım dostane davet, bana Haziran ayında metnimin üzerinde çalı­ şılmış son halini bir kez daha büyük bir topluluğun eleştirel değerlendirmesine sunma şansını verdi. Buna paralel olarak, Weimar yakınlarındaki Wielandgut ogmannstedt'de Studi­ enstiftung des deutschen Volkes bursiyerleri ile birkaç günü kapsayan bir seminer gerçekleştirildi. Bu etkinlikteki olduk­ ça verimli tartışmalardan son düzeltmeler için veriler topla­ yabildim. Bu seminerlerin katılımcılarına ve elbetteki kole­ jin müdür ve personeline çalışmama karşı gösterdikleri ilgi­ den ötürü çok müteşekkirim. Tavsiyeleri ve iyileştirme önerileri ile taslağın yazılması­ na katkıda bulunan tüm dostlarım ve meslekdaşlarıma da teşekkür borçluyum. Yakın dostum ve New York Colum­ bia Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde güvenilir bir meslekta­ şım olan Fred Neuhouser'i ilk sırada anmak isterim, eliniz­ deki metnin üzerinde çalışırken beni başından beri cesaret­ lendirdi ve çok sayıda değerli öneriyle katkıda bulundu. Bu­ nunla beraber konferanslarımın ilk versiyonunu gören Eva 11

Gilmer, Philipp Hölzing, Christine Pries-Honneth ve Titus Stahl'ın eleştirel yorumlarından çok şey öğrendim, onlara yıllardır bana gösterdikleri yardımseverlik ve dikkatten ötü­ rü minnettarım. Son olarak Hannah Bayer ve Frauke Köh­ ler, kaynakça temininde ve metnin yazımında bana dikka­ te değer ölçüde yardımcı oldular, onlara da kalpten teşek­ kür ediyorum. AXEL HONNE T H Haziran 2015

12

Giriş

İçinde yaşadığımız toplumlar, son derece şaşkına çevirici ve çok zor açıklanabilir bir bölünmüşlüğün etkisi altındalar. Bir yandan sosyo-ekonomik duruma, ekonomik ilişkilere ve çalışma koşullarına dair huzursuzluk son on yıllarda muaz­ zam arttı. Muhtemelen İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden bu yana hiçbir zaman eş zamarllmHarak bu kadar çok sayıda insan, global düzeyde zincirlerini koparmış kapitalist piyasa ekonomisinin doğurduğu sosyal ve siyasal sonuçlardan ra­ hatsız olmamıştı. Diğer yandan bu kitlesel infialde, norma­ tif bir yön hissinin, yapılan eleştirinin hedefine dair tarihsel bir sezginin eksikliği çekiliyor gibi görünüyor, nitekim ga­ rip biçimde sessiz ve içine kapanık bir infialdir bu. Sanki bu öfkeli huzursuzlukta, varolanın ötesini düşünme ve kapita­ lizm dışında bir toplumsal durumu hayal etme yeteneği ek­ sik gibidir. Öfkenin herhangi bir biçimde geleceğe odaklan­ maktan, protestonun daha iyiye dair bir vizyondan kopu­ şu , modern toplumların tarihi için gerçekten de yeni bir du­ rumdur. Fransız İhtilali'nden beri kapitalist ilişkilere karşı büyük hareketler her zaman ütopyalardan ilham almışlardı. 13

Geleceğin toplumunun nasıl şekillenmesi gerektiğine dair imgeler buradan hareketle kanatlanıyorlardı - makine kar­ şıtlarını, Robert Owen'ın kooperatiflerini, konseyler hare­ keti veya sınıfsız topluma dair komünist idealleri hatıra ge­ tirmek yeterlidir. Ütopik düşüncenin böylesi akımlarından beslenen kollar, Emst Bloch'un belirtmiş olduğu gibi bugün kurumuş görünmektedirler. Neyin istenmediğini ve mevcut sosyal ilişkilerden hangilerinin infiale uğrattığını tam olarak bilirken, mevcut olana dair hedefli bir değişimin hangi yöne doğru ilerleyeceği hususunda yarım yamalak da olsa hiçbir net tasarım bulunmamaktadır. Ütopik enerjinin bu hızlı tükenişine dair bir açıklama ge­ tirmek, ilk bakışta göründüğünden daha güçtür. Entelek­ tüel gözlemcilerin kapitalizmin dışında herhangi bir duru­ mun olabilirliğine dair umutların yok oluşuna dair çıkar­ samalarını temellendirmek üzere sıklıkla işaret ettikleri gi­ bi, komünist rej imlerin l 989'daki çöküşünü bunun sebe­ bi olarak görmek pek mümkün değildir. Zira bugün kamu­ sal yoksullukla özel şahısların zenginliği arasında açılan ma­ kastan, daha iyi bir toplum modeline dair somut bir öngö­ rü geliştiremeden haklı olarak şikayet eden memnuniyet­ siz kitlelerin, Sovyet damgalı devlet sosyalizminin toplum­ sal nimetlerini ancak özgürlüksüzlük karşılığında bahşetti­ ği konusunda ikna edilmesi için kesinlikle duvarın yıkılma­ sını beklemek gerekmemişti. Ayrıca Rus Devrimi'ne kadar kapitalizm karşısında gerçek bir alternatifin olmadığı gerçe­ ği, 19. yüzyılda insanları dayanışma ve adalet içerisinde şid­ detten arındırılmış bir birlikte yaşam tasarlamaktan asla alı­ koymamıştı. Peki komünist güç blokunun iflası niçin bugün bir anda, mevcut olanı ütopik olarak aşmaya dönük belli ki çok derinlere uzanan bu yeteneğin körelmesine neden ol­ sun? Halihazır infialin gelecek tasarımından ve hayallerden yoksun oluşunu açıklarken bir diğer neden olarak kolektif 14

zaman bilincimizdeki ani değişim öne sürülüyor. Buna göre, "postmodern"in gelişi, önce sanat ve mimariye, ardından bir bütün olarak kültürel alana hakim oluşuyla, modernlik için karakteristik olan hedefli ilerleme fikri öylesine kalıcı biçim­ de değersizleşmiştir ki, bugün onun yerine hep aynı şeyle­ rin tarihsel bir döngü içinde yinelenmesi bilinci kolektif ha­ kimiyet kurmuştur. Bu ikinci açıklamaya göre postmodern tarih anlayışının sunduğu bu yeni zeminde daha iyi bir yaşa­ ma dair vizyonlar gelişemez; çünkü şimdiki zamanın barın­ dırdığı potansiyeller yoluyla her daim kendini ileri taşıdığı ve ucu açık bir geleceğe doğru sürekli mükemmelleşerek ge­ lişeceğine dair tüm fikirler yok olmuştur. Bunun yerine ar­ tık gelmekte olan zaman artık sadece zaten geçmişten tanı­ dığımız yaşam biçimleri ve sosyal modellerin başa sarmasın­ dan daha fazlasını sunmayan bir şey gibi görülmektedir. Sa­ dece farklı işlevsel bağlamlardaki, örneğin tıptaki veya insan haklarının kabul ettirilmesindeki takdire değer ilerlemeleri hesaba kattığımızda dahi, bu tür bir açıklamanın ikna edi­ ciliğine dair bir şüphe belirir: Neden sadece belirli bir alan­ da, toplumun yeniden biçimlendirilebilirliği bahsinde, aşkın bir tasarım becerisinin eksikliği söz konusu olsun ki - üste­ lik diğer tüm alanlarda bu yapılabilir görünürken? Tarih bi­ lincinin temelinden değiştiği tezi, toplumsal yeniye dair her türlü öngörücü tasavvurun yitip gittiği yakıştırmasında bu­ lunurken, insan haklarının tüm dünyada yerleşmesine da­ ir kuşkusuz abartılmış güçlü umudu dikkate almıyor.1 Bu nedenle üçüncü bir açıklama, sözü edilen iki alandaki far­ kı , yani uluslararası yaptırımlara bağlanmış hakların yapı­ sal açıdan nötr yığılması ile temel toplumsal kurumların in­ şası arasındaki ayrımı referans alarak sadece ikinci alanda­ ki ütopik güçlerin zaman içinde zayıfladığını söylemektedir. Kanımca bu tez gerçeğe en yakın olandır ancak elbetteki ta1

Samuel Moyn, Tlıe Lası Utopia. Human Riglıts in History, Cambridgc/Mass, 20 10. 15

mamlanmaya ihtiyaç duyar, çünkü neden toplumsal politi­ kayı ilgilendiren mevzulara bugün artık ütopik beklentiler yükleyemeyeceğimiz iddiası ayrıca izaha muhtaçtır. Bu noktada günümüzün ekonomik-sosyal süreçlerinin, kamusal algıda , hedefli müdahalelere açık olamayacak ka­ dar karmaşık ve anlaşılmaz göründüklerini hatırlamak ya­ rarlı olabilir. Ekonomik globalizm süreçleri ve onun hızla­ n nedeniyle artık takip edilemez hale gelen işlemleri, ikin­ ci dereceden bir patoloji türünü ortaya çıkartmış gibidir. Bu patolojide ahali, birlikte yaşamın kurumsal koşullarını hala yalnızca "şeyleşmiş" ilişkiler olarak, insani müdahalenin uzağında değişmez veriler olarak görür.2 Marx'ın Kapital'in birinci cildinde geliştirdiği meşhur fetişizm analizi, tarihsel haklılığını ancak günümüzde kanıtlayabilmiş görünmekte­ dir. Kapitalizmin geçmişinde , işçi hareketinin hayallerin­ de ve tasavvurlarında mevcut durumların hala değiştirilebi­ lir görüldüğü dönemde değil,3 toplumsal ilişkilerin garip bir biçimde "şeylerin toplumsal ilişkileri" olduğuna dair genel kanaatin yaygınlaştığı günümüzde olmuştur bu .4 Eğer gün­ lük yaşamdaki gözlemlerimizin ve ampirik analizlerin doğ­ ruladığı bu tasavvur belirleyici olsaydı,5 günümüz toplumla­ rında temel yapısal iyileştirmeleri öngörme yetimiz hiç geli­ şemezdi, çünkü bunlar tözsel şeyler gibi neredeyse değişti­ rilemez olurlardı. Durum, kapitalizme karşı gerçekten varo2

Titus Stahl , lmmanente Kritik. Elemente einer Theo rie sozialer Prakıiken, Frankfurt/M . , 20 1 3 .

3

Karş. jacques Ranciere, Die Nacht der Proletarier. Archive des Arbeitertraums, Viyana, 20 1 3 .

4

Kari Marx, Das Kapital, Werke (MEW) , Yaz. Kari Marx, Friedrich Engels, cilt 23, Berlin, 1 97 1 , s. 87. [Kapital, çev. Nail Satlıgan-Mehrnet Selik, Yordam Ki­ tap , lstanbul, 20 1 4 ]

5

Örnek olarak Pierre Bourdieu'nun özellikle şu eseriyle karş. Pierre Bourdieu ,

Das Elend der Welı. Zeugnisse und Diagnosen alltaglichen Leidens an der Gesells­ chaft, Konstanz, 2002. [Dünyanın Sefaleti, çev. Levent ünsaldı vd . , Heretik Ya­ yınlan, lstanbul, 20 1 5 ] 16

lan bir alternatifin çöküşü olarak görülemez, tarih anlayışı­ mızda köklü bir değişim yoktur, aksine toplumsal ilişkilerin fetişleştirici bir kavrayışının hakimiyetidir söz konusu olan. Zenginlik ve gücün dağılımındaki skandalvari vaziyete dair kitlesel infialin, ulaşılabilir hedeflere dönük tüm duyularını açıkça yitirmesinden, işte bunu sorumlu tutabiliriz. Bununla beraber üçüncü açıklama da yeterli olmaktan uzaktır, çünkü kesişen ütopyaların neden günlük yaşamın şeyleştirici bilincini çözecek, ya da en azından onda gedikler açacak güce sahip olmadığını açıklayamaz. Sosyalist ve ko­ münist ütopyalar bir yüzyılı aşkın süre boyunca etkiledik­ leri insanların gönüllerini öylesine güçlü biçimde daha iyi bir birlikte yaşam vizyonu ile ateşlemişlerdir ki, hiç şüphe­ siz o zamanlar da mevcut olan, toplumsal hadiseleri şeyleş­ tirici tevekkül eğilimlerinden bağışık kalmışlardır. İnsanla­ rın "kaçınılmaz" gördükleri ve buna bağlı olarak toplum dü­ zenlerinin "mütememmim cüzü" saydıkları şeylerin kapsa­ mı, büyük ölçüde kültürel faktörlere, özellikle de görünüş­ te zorunlu olanın kolektif olarak değiştirilebilirliğini göste­ rebilen siyasi anlamlandırma kalıplarının etkisine bağlıdır. Barrington Moore tarihsel çalışması Adaletsizlik'te ikna edi­ ci bir şekilde, Alman işçilerinin yeni yorumlama biçimleri­ nin gücüyle, kurumsallaşmış verili hallerin müzakereye açık karakterini açığa çıkarışlarını ve bununla umutsuz kaçınıl­ mazlık hissinin nasıl bir anda dağılmaya başladığını göste­ rir. 6 Bu tür fikir yürütmeler ışığında, bir dönem etkili olmuş tüm klasik fikirlerin açığa vurucu, şeyleştirmeyi yıkıcı etki­ sinin bugün kaybolmasının nedenlerine dair soru daha güç­ lü biçimde önümüzdedir. Neden, diye başlamalıdır soru da­ ha somuta inebilmek için, sosyalizmin vizyonları insanları sözde "kaçınılmaz" olanın kolektif çabalarla daha iyiye doğ6

Barrington Moore, Ungerechtigheit. Die sozialen Ursachen von Unterordııung und Widerstand, Frankfurı/M., 1982, özellikle 14. Bölüm. 17

ru değiştirilebileceğine epeydir ikna edememektedir? Böyle­ ce bu kısa çalışmanın dört bölümünde geliştirmeye çalışaca­ ğım fikirlere geliyorum. llerleyen kısımlarda birbiriyle ilin­ tili ve bana düşünce politikası açısından çok güncel görünen iki soruyla ilgileneceğim. llk olarak sosyalizmin bir dönem­ ler, sahip oldukları heyecanlandırıcı potansiyeli -görünü­ şe bakılırsa geri dönüşsüz şekilde- kaybetmiş fikirlerinin bu duruma düşmesindeki içsel ya da dışsal nedenleri inceleye­ ceğim. lkinci olarak, bu nedenlerin açıklığa kavuşturulma­ sı ışığında, hangi kavramsal degişikliklerin yapılması halin­ de sosyalist fikirlerin kaybettikleri çarpıcılığa tekrar kavuşa­ caklarını sormak istiyorum. Bu niyetlerim beni ister istemez sosyalizmin temel fikrini mümkün olabildiğince net biçim­ de yeniden bulgulamaya zorluyor ( 1) , ancak ikinci adımda fikirlerin eskimesine yol açan nedenlere yöneleceğim (il). Son iki bölümde eskiyen fikirlerin kavramsal yenilemeler­ le yeniden ayaklan üzerinde durmalarına yardım etme de­ nemesine girişeceğim (III ve iV). Hemen başlangıçta vurgu­ lanması gereken bir diğer husus, izleyen sayfalarda geliştiri­ len fikirlerin metapolitik bir karakter taşıdığıdır, zira hiçbir yerde politik yapılanmalarla ve güncel uygulama olanakla­ rıyla bağlantı kurmayı denemedim. Burada sosyalizmin gü­ nümüzün siyasal gelişmeleri üzerinde nasıl etkili olabilece­ ğine dair stratej ik sorunun üzerinde durulmayacaktır, soru­ muz yalnızca ve yalnızca sosyalizmin bir kez daha politik­ etik açıdan yön tayin edici bir kaynağa dönüşmesi için onun kökenindeki davanın nasıl yeniden formüle edilebileceğidir.

18

Kökendeki Fikir: Devrimin Toplumsal Özgürlük İçinde Aşılması

Sosyalizm fikri, kapitalist sanayileşmenin manevi çocuğu­ dur. Fransız İhtilali sonrasında, onun getirdiği özgürlük, eşitlik ve kardeşlik çağrılarının toplumun geniş kesimle­ ri için toplumsal gerçekleşmeden oldukça uzak boş vaad­ ler olarak kaldığının görülmesiyle açar gözlerini gün ışığı­ na. Gerçi sadece bir sözcük olarak felsefi tartışmaların diline girişi çok daha önceye rastlar; 18 yüzyılın ikinci yansında Katolik ruhbanların, tehlikeli sapkın düşünceler olarak gör­ dükleri Alman doğal hukuk ekolünün maskesini düşürme­ ye niyetlenmelerine dek uzanır. Latince "socialis" sözünden türetilerek o dönem polemiksel biçimde kullanılan "socia­ listae" ifadesiyle, Grotius ve Pufendorfa yakıştırdıkları, top­ lumsal hukuk düzenini tanrısal vahiy yerine insanların bi­ raraya gelme [ "yarenlik" ) güdüsüyle temellendirme eğilimi­ ni kastediyorlardı. 1 Bu eleştirel kullanımdan, 18. yüzyıl so­ nunun hukuk bilimi ders kitaplarına doğrudan uzanan bir .

1

Wolfgang Schieder, "Sozialismus " , Geschichıliche Grundbegıiffe. Hisıoıisches Lexihon zur poliıisch-sozialen Sprache in Deuıschland, der. Otto Bnınner, Wer­ ner Conze , Reinhart Koselleck, cilt 5, Stuttgart, 1 984, s. 924-927.

s.

9 23-996; bu konuda: 19

yol vardır; bu dönemde Alman dil bölgesinde "Sosyalistler" kavramıyla Pufendorf ve öğrencileri kastedilir. Yine de söz­ cük zaman içerisinde tüm itham edici karakterinden sıyrıl­ mış ve doğal hukukta insanların biraraya gelme içgüdüsü­ ne dayanan seküler bir temel bulmaya dönük yansız [değer yüklü olmayan ] bir niyetin ifadesi olmuştur.2 Ancak yakla­ şık 30 yıl sonra, 19. yüzyılın yirmili ve otuzlu yıllarında, İn­ gilizce "socialist" ve "socialism" sözcükleri Avrupa çapında yaygınlık kazanırlarken, daha önce doğal hukuk tartışmala­ rında kullanılan anlamla hiçbir alakaları kalmamıştır. İngil­ tere'de Robert Owen taraftarlarının ve Fransa' da Fouriercile­ rin, hukuki temellendirmelerle ilgili felsefi tartışmalara ka­ tılmaya dönük en ufak bir temayülleri olmaksızın bu sözcü­ ğü kendilerini tanımlamak için kullanmalarıyla, adeta kav­ ramın yeni baştan yaratımı söz konusu olmuştur.3 Yeni kul­ lanım biçimleriyle bu iki sözcük şimdi çok daha fazla "ge­ leceğe dönük bir hareketin kavramlarına" (Wolfgang Schi­ eder) dönüşmüşlerdir; kolektif birliklerin kuruluşu yoluyla mevcut toplumu ancak o zaman "sosyal" olarak tanımlan­ mayı hak edecek bir duruma yaklaştırmaya dönük bir siya­ sal niyet tanımlamaktadır bu hareketi. Şüphesiz 19 . yüzyılın ilk yarısından çok önce de, belirli bir hedefe dönük tedbirlerle toplumu "sosyal" hale getirme çabaları mevcuttu . İskoç ahlak filozoflarının, insani duygu­ daşlığa dayanarak, iyi düzenlenmiş bir ortak yaşama dair il­ keler geliştirme çabalarını düşünmek yeterlidir. Sosyalizm­ le ilgili çağrışım yapıldığında ismi hiç akla gelmeyecek olan Gottfried Wilhelm Leibniz dahi gençliğinde bu tür fikirlerle cilveleşmiş, siyasi tutkularla, daha sonra "Soziataten" [sos2

A.y. , s. 930-934.

3

A.y. , s. 934-939. Cari Grünberg, bu yeni "Sosyalist" ifadesini 1820'ler lngilte­ re'sindeki Robert Owen taraftarlarına dayandırmaktadır. Cari Grünberg, "Der Ursprung der Worte 'Sozialismus' und 'Sozialist' " , Archiv für die Geschichıe des Sozialismus und der Arbeiterbewegung, 2 ( 1 9 1 2) , s. 372-379.

20

yeteler/sosyallikler] adını alan, tahsilliler cemiyetlerinin ku­ ruluşuna dair planlar hazırlamıştır. Bu yapı Platon modelin­ deki gibi filozoflar hükümranlığını andırır; daha sonra "aka­ demiler" olarak tanımlanan bu örgütlenmeler, toplumun ge­ nel refahına hizmet edecek, sadece eğitim ve kültür politi­ kasıyla bağlantılı işlevler üstlenmekle kalmayıp, ekonomik yaşamın "sosyal" bir hal alması için de sorumluluk yükle­ neceklerdir.4 Leibniz'in 1 67l'de kaleme aldığı "Sozietiit ve Ekonomi" başlıklı kısa taslak, geleceğin akademilerinin eko­ nomik görev alanlarını tasvir eder. Fakirlere sosyal yardım sağlanması ve asgari ücretin garanti edilmesiyle ekonomik rekabet mücadelesi bir son bulacak, böylece toplumun üye­ leri arasında "gerçek sevgi ve güven" tohumları ekilecektir. 5 Leibniz'in tasarımları bazı noktalarda , Charles Fourier'in "Falanster" adını verdiği kooperatiflerin radikal niyetlerini adeta yüz elli yıl öncesinden dillendirmiş gibidir.6 Bununla beraber Fourier, kooperatiflere dayalı ortak ya­ şam planlarını şekillendirirken, Leibniz'in kendi feodal çev­ resinde bulduğundan çok farklı normatif koşullarla kar­ şı karşıyaydı. Çünkü , Fransız İhtilali bu zaman aralığında özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleriyle adil bir sosyal dü­ zenin herkesin kendini özdeşleştirebileceği ahlaki temelle­ rini atmıştı ve toplumsal koşulları daha iyiye taşıma niyeti bu ilkelerden beslenmekteydi. 1830'larda Fransa ve lngilte­ re'de kendilerini "Sosyalistler" olarak tanımlamaya başlayan düşünür ve aktivistler, bunu devrimci yenilenmeye norma­ tif bağlılıklarının tümüyle bilincinde olarak yapmaktaydılar. Leibniz veya burjuva çağı öncesi diğer sosyal reformcuların 4

Hans Heinz Holz, "Einleitung" , Gottfried Wilhelm Leibniz, Politische Schriften II, der. Hans Heinz Holz, Frankfurt/M. , 1967, s. 5-20.

5

Gottfried Wilhelm Leibniz , "Sozietat und Wirtschaft" 11671], a.g. e., s. 127130, bu konuda : s. 129.

6

Charles Fourier, Theoıie der vier Bewegungen und der allgemeinen Bestimmun­ gen, der. Theodor W. Adorno, Frankfurt/M . , 1960, s. 50-56. 21

aksine, tasarımlarının siyasal gerçeklikle örtüşmezliği için­ de düşünmek zorunda değildiler; çoktan kurumsallaşmış ve genel kabul gören ilkelere dayanarak, bunlardan daha radi­ kal sonuçlar çıkarabilmekteydiler. Yeni ortaya çıkmış, geriye dönük olarak bakıldığında "erken sosyalist" olarak tanım­ lanabilecek bu gruplaşmaların hangi ölçüde Fransız lhtila­ li'yle yerleşikleşen üç norma eklemlenmeye çalıştıkları, ba­ şından itibaren o kadar net görülemez. lngiltere'deki Robert Owen yanlıları ile Fransa'daki iki akım, Saint-Simoncular ve Fourierciler arasında gerçi 1830'lardan beri canlı bir fikir alışverişi vardır -kendilerini hep beraber "sosyalist" olarak tanımlamaya Owen'in 1837'de Fourier'i Paris'te ziyaretinin ardından karar vermişlerdir-,7 ama mücadelesini verdikle­ ri toplumsal değişimlere dair yaklaşımları, ortak bir hedefin teşhisine mahal vermeyecek derecede farklıdır. Her üç grubun da devrim sonrası toplum düzenine isya­ nın hareket noktası açıkça, kapitalist pazarın devrimle eşza­ manlı genişlemesinin, toplumun önemli bir bölümünün va­ ad edilen özgürlük ve eşitlik ilkelerinden yararlanmasını en­ gellemesine duyulan kızgınlıktı.8 Kırda veya kentte işçilerin ve ailelerinin, tüm çalışma azimlerine rağmen, özel fabrika ya da arazi sahiplerinin karlılık mülahazasıyla onları sürek­ li bir yokluk ve sefalete sürükleyen keyfiliğine tabi olmala­ rı, "onur kırıcı" , "utanç verici" ve en basitinden "ahlaksız­ ca" bulunuyordu. Erken sosyalizm akımının anılan tüm bu 7

Schieder, "Sozialismus" , a.g.e. , s. 936.

8

Sosyalizmin ortaya çıkışı ve tarihine ilişkin olarak karş. George Lichtheim, Ursprünge des Sozialismus, Gütersloh, 1 969; George Lichtheim, Kurze Geschi­ chte des Sozialismus, Frankfurt/M . , Viyana ve Zürih, 1977; G . D . H . Cole, Soci­ a!ist Thought, cilt 1: The Forerunners 1789-1850, Londra , 1955; Jacques Droz (der. ) , Geschichte des Sozialismus, cilt il: Der utopische Sozialismus bis 1848, Frankfurt/M . , Berlin ve Viyana, 1 974. i lginç bir bilgi sosyoloj isi analizi için bkz. Robert Wuıhnow, Communities of Discourse. ldeo!ogy and Socia! Structure in the Refonnation, the Enlightenment, and the European Socialism, Cambridge/ Mass . , 1 989, ili. Bölüm.

22

kollarının, sosyal ilişkilere dair algılarıyla verdikleri norma­ tif reaksiyona ortak bir isim vermek gerekirse, ilk aşamada Emile Durkheim'dan ilham almak anlamlı olacaktır. Ünlü konferansı "Sosyalizm"de Fransız sosyolog, kavramın içeri­ ğini tanımlamaya çalışırken, farklı sosyalist doktrinler ara­ sında kesişim alanı olarak, sosyal kontrolün dışına çıkan ekonomik işlevleri tekrar devletin temsil ettiği toplumsal ta­ sarrufa tabi kılma niyetinin esas alınması önerisini yapar. Sosyalizmin çok sayıdaki alt akımı ayrıntılarda farklılaşsa da, Durkheim'ın kanaatine göre temelde tümünün paylaştığı ortak tasavvur: Emekçi kitlelerin sefaletinin, ancak ekono­ minin, bu alandaki faaliyetleri toplumsallaştırılmış bir irade oluşumuna bağlayacak şekilde yeniden örgütlenmesiyle aşı­ labileceğidir. 9 Bu tanımlama sosyalizmin normatif niyetini gerçekten doğru anlamaya yeterli olmasa da, yakında bu ad altında gelişecek hareket ve ekoller için bir ortak zemin sun­ muştur. İster Robert Owen ve taraftarları, ister Saint Simon ve ekolü isterse Fourierciler olsun, bu grupların her biri ça­ lışan nüfusun maruz kaldığı haksızlığın nedeni olarak önce­ likle, kapitalist pazarın toplumsal kontrolün dışına çıkması­ nı, bu nedenle de sadece arz ve talebe dayalı kendi yasaları­ na uymasını görürler. Bu noktada farklılıkları bir kenara koyarak daha ayrıntı­ lı bir bakışla erken sosyalist akımların paylaştığı ortak kav­ ramları göz önüne alırsak, Durkheim'ın önerisinin, bu kav­ ramları normatif olarak Fransız lhtilali'nin ilkeleriyle bağ­ daştırarak açıklamaya hiç kalkışmadığı göze çarpar . 1 0 Sözü 9

Emile Durkheim, Le socialisme [ 1 928 ] , Paris, 20 1 1 , s. 49: "Bütün ekonomik işlevlerin veya şu anda dağılmış durumda olan bazılarının, toplumun bilinçli yönetim merkezlerine bağlanmasını savunan doktrinlere sosyalist denir. " John Dewey'in Çin Dersleri'nde vermeye çalıştığı tanımlama da çok benzerdir: John Dewey, Lectures in China, 1919-1920, Honululu, 1 973, s. 1 1 7'den itibaren.

1 0 Fransız lhtilali'nin ideallerine geriye dönük olarak bu normatif bağlantı için karş. Wuthnow, Communities of Discourse, s. 370'den itibaren. 23

edilen akımların, sanki istisnasız hiçbiri, adeta toplum tek­ nolojisine ait bir iş olarak ele aldıkları pazarın yeniden top­ lumsallaştırılması meselesinden başka bir şeyi önemsemi­ yormuş; cümle aleme duyurulmuş özgürlük, eşitlik, kardeş­ lik ilkelerinin halk kitlesi için gerçekleştirilmesine dönük, tarihsel olarak çok daha yakında duran hedef onların mese­ lesi değilmiş gibi ele almıştır. Aynı çizgiyi takip eden ve sos­ yalizmin temel iddialarını sağlama alma çabalarıyla bizi etki­ leyen diğer girişimler de, bu yeni akımın özünde ahlaki ni­ telikli saiklerini gözden kaçırmakla maluldürler. Örnek ola­ rak burada yalnızca john Stuart Mill ve joseph Schumpeter'i anacağız. Her iki yazarın da eserlerinde göze çarpan eğilim, arkasındaki ahlaki veya etik niyetlere fazla girmeden, sosya­ list projeyi kaynakların daha adil dağıtımı niyetine indirge­ meleridir. 1 1 Bu ilk dönemin kendini "sosyalist" olarak adlan­ dıran düşünürlerinin , arkalarında kalan devrimin talepler kataloğundan devralabildiklerine inandıkları normatif ilke­ lerden gerçekten ne ölçüde etkilendiklerini, tasarımlarında­ ki temellendirmeleri yakından inceleyince kolaylıkla görebi­ liriz. Bir teorisyenden çok pratikçi olan Robert Owen büyük devrimin artçı etkilerine şüphesiz en az maruz kalanlardan­ dır. Owen'ın New Lanark'taki çalışma kooperatifinin teme­ lindeki fikre göre, birbirleri için faaliyette bulunma tecrübe­ si, alt tabaka mensuplarını, "diğerkamlık" ve böylece yaban­ cıları dahi kapsayan bir dayanışma yolunda eğitecekti. 1 2 Sa­ int Siman ve izleyicileri de, tabii çok daha güçlü sosyal felse­ fi iddialara sahip olmakla beraber benzer biçimde, kapitalist 1 1 John Stuart Mili, "Chapters on Socialism" [ 1 879 ] , a.y., Principles of Political Economy, Oxford, 1 998, s. 369-436; joseph Schumpeter, Sozialistische Mögli­ chkeiten von heute [ 1 920/2 1 ] , john Stuart Mili, Aufsiitze zur ökonomischen The­ orie, Tübingen, 1952, s. 465-5 1 0 . 1 2 Robert Owen, "Eine neue Gesellschaftsauffassung" [ 1 8 1 3 ] , Die Frühsozialisten 1789-1848, Michael Vester (der . ) , cilt 1, Reinbek bei Hamburg, 1 970, s. 35-55; Owen ile karş. Cole, Socialist Thought, cilt 1, a.g.e. , IX. ve XI. Bölümler; Droz (der. ) , Geschichte des Sozialismus, cilt il, a.g.e., s. 29-48. 24

koşullar altındaki işçilerin reel özgürlük yoksunluğunu aş­ manın, ancak merkezi planlama yoluyla herkesin yetenekle­ rine göre ücretlendirildiği ve buna uygun olarak her biri yek diğerinin kefili olan üyelerin "evrensel ortaklaşım"ının yara­ tıldığı bir toplum düzeniyle mümkün olacağı inancını taşır­ lar. 13 Son olarak Fourier ve öğrencileri kooperatiflere dayalı ortak yaşam planlarını, tüm toplumun dayatmasız işbirliği­ ne dahil edilmesi talebinin ancak özgür üretici birliklerinin, yani daha önce belirttiğimiz "Falanster" lerin yerleşikleşti­ rilmesi yoluyla karşılanabileceği fikriyle temellendirirler. 14 Bu sosyalist hedeflerin gerçekleştirilmesinde üretim araçla­ rının ortak mülkiyete alınması, hiçbir yerde kendi başına bir amaç olarak sunulmaz; zorunlu bir tedbir olarak görüldü­ ğü noktalarda sadece bir başka talebi, yani son kertede ahla­ ki nitelik taşıyan talepleri karşılamak için gerekli bir koşul olarak hizmet eder daha ziyade. En ön sırada Fransız lhtila­ li'nin ilkeler kataloğunun ilk ve son maddeleri, yani "eşitlik" ve "kardeşlik" yer alır, bu arada "eşitlik" ekseriyetle ikincil roldedir. Kimi zaman bu üç sosyalist gruplaşmayı okurken kendi dönemlerinin yarım yamalak kurumsallaştırılmış hu­ kuki eşitliğinden memnun oldukları ve bu hukuki zemin­ de yetenek ve katkılarıyla birbirlerini bütünleyen üreticiler­ den kurulu bir dayanışmacı topluluk oluşturmaya çalıştık­ ları izlenimi uyanır. Bu normatif ön kabullerin oluşturdu­ ğu arkaplanı meydana getiren şey, farklı yazarların metinle­ rinde yalnızca üstünkörü değinilmekle beraber bu alandaki benzeşliklerinin önemli bir kaynağını teşkil eden bir kana­ attir: Hepsi de, şimdiye dek formüle edilen ve öncelikle hu­ kuki bir biçime bürünen bireysel özgürlük kavramının, ke13 Gottfried Salomon-Delatour (der. ) , Die Leh re Saint-Simons, Neuwied, 1 962; Droz (der.) , Geschichte des Sozialismus, cilt il, s . 1 1 3- 1 30. 1 4 Fourier, Theorie der vier Bewegun gen, a. g.e., des Sozialismus, cilt il, a. g .e., s. 1 3 1 - 143.

s.

50-56. ; Droz (der . ) , Geschichte 25

za bir hedef olarak anılan kardeşlik ilkesiyle örtüşemeyecek kadar dar olduğundan hareket etmektedir. Azıcık yorumsa­ macı bir teveccühle, üç erken sosyalist grubun da, devrimin ilkeler kataloğunda bir iç çelişkiyi keşfettikleri söylenebilir. Bu çelişkinin kaynağı, talep edilen özgürlüğün açıkça huku­ ki ve bireyci biçimde anlaşılmasıdır; bu nedenle tam olarak farkında olmasalar da tümü, liberal özgürlük fikrinin bir di­ ğer hedef olan "kardeşlik" ile bir şekilde uyumlu hale geti­ rilmesi için deneylere girişmişlerdir. "Özgürlük" ile "kardeşlik" ilkelerini uzlaştırmak için ilki­ ni başka türlü anlamlandırma niyeti, ilk sosyalist grupları iz­ leyen yazarlara başvurduğumuz anda iyice belirginleşir. Bir­ birlerinden çok farklı yollar izleseler de Louis Blanc ve Pier­ re-joseph Proudhon 1 5 genişleyen piyasa ekonomisini, onun kurumsal temelinde yansımasını gördükleri özgürlük anla­ yışı üzerinden eleştirmekte birleşirler. Bu özgürlük anlayışı tamamiyle şahsi çıkarların takibine dayalıdır ve Blanc'ın de­ yişiyle "şahsi egoizm"e dönüşmüştür. 16 Her iki yazara göre de böyle bir bireysel özgürlük yorumunun kalıcılaşması ha­ linde , yozlaşan ekonomik şartlarda hiçbir değişiklik olmaya­ cağı gibi , resmen iddia edilen "kardeşlik" ve dayanışma te­ meline dayalı bir ortak yaşamın gerçekleştirilmesi de sağla­ namayacaktır. Bu noktada Blanc ve Proudhon, Fransız lhti­ lali'nin eşzamanlı olarak gündeme getirdiği talepler arasın­ daki çelişkiyi ortadan kaldırmanın kendi savundukları sos­ yalizmin görevi olduğundan hareket ederler. Diğer hedefin, yani özgürlük hedefinin, kapitalist pazarın rekabetçi koşul­ larında şahsi bir egoizm formuna bürünmüş olması, kardeş­ lik ve dayanışmacı diğerkamlığın teşkil ettiği normatif he15

Karş. Cole, Socialist Thought, cilt 1, XIX. Bölüm.

1 6 Louis Blanc, "Organisation der Arbeit" (Kesit) , Der Wert des Marhtes. Ein öho­ nomisch-phi losophischer Dishurs vom 18. ]ah rhundert bis zur Gegenwart, der. Li­ sa Herzog-Axel Honneth Berlin, 20 14, s. 1 74- 190, bu konuda: s. 1 76. 26

defe doğru ilk adımlan atmaya bile mahal vermez. Blanc ve Proudhon'un üretim ve dağıtımı bütünleştirmek veya ika­ me etmek üzere geliştirdikleri ekonomik planlar,17 her şey­ den önce sürdürülegelen "kardeşlik" iddiasının önüne çık­ mayacak bir "özgürlük" anlayışının ekonomik eylem alanın­ da sağlanması niyetiyle şekillenmiştir. Ancak bireysel özgür­ lük yeni toplumun ekonomik güç merkezine şahsi çıkar ta­ kibi için değil de dayanışmak ve birbirini tamamlamak için yerleştirilebilirse, Fransız lhtilali'nin normatif talepleri çeliş­ kisizce gerçekleştirilebilecektir. Bu noktada Durkheim'ın sosyalizmin temel fikrine da­ ir tanımına tekrar bakacak olursak, bir ara bilanço çıkara­ biliriz . Fransız sosyolog, tüm sosyalist projelerin temelin­ de, ekonomik faaliyetlerin yeniden toplumsal karar alma sü­ reçlerine tabi kılınmasının yer aldığını söylerken haklı olsa da, bu niyeti motive eden normatif nedenleri gözden kaçır­ maktadır. Erken sosyalizmin temsilcileri için mesele, iktisa­ di alanı toplumsal buyruklara tabi kılarak, toplumu ahlaki­ leştirme hareketinin, ekonominin kapılanndan geri çevrildi­ ği için yanın kalması belasını savuşturmak değildir sadece. Keza bu yazarlar öncelikle yeni bir ekonomik düzen kurarak salt yaşamsal önem taşıyan kaynaklan adil paylaştırmayı da dert etmiş değildirler. Üretimin daha güçlü biçimde toplum­ sallaştırılması daha ziyade, devrimin ilan ettiği özgürlüğü sadece şahsi çıkarları kollamaktan çıkartmaya dönük ahla­ ki hedefe hizmet eder; böylece özgürlük, işbirliğinin dayat­ macı olmayan bu yeni biçimi sayesinde devrimin diğer ilkesi olan kardeşlikle bağdaştırılabilir hale gelecektir.18 Böyle ba17 Farklılaştınnalar için tekrar karş. Cole, Socialist Thought, cilt 1, a.g.e. , XV. ve XIX. bölümler. 1 8 Burada dikkat çektiğim iki farklı "sosyalizm" anlayışına benzer biçimde , David Miller kapitalizmin sosyalist eleştirisine dair iki farklı yaklaşım tespit eder. Bu iki yaklaşım dağıtımcı adaletin temel ilkelerine mi yoksa "yaşam kalitesi" ar­ gümanına mı dayandıklanna bağlı olarak farklılaşmaktadır. David Miller, "in 27

kıldığında , sosyalizm başından beri modern kapitalist top­ lum düzenine içkin bir eleştiri hareketidir. Bu düzenin nor­ matif meşruiyet temelini oluşturan özgürlük, eşitlik ve kar­ deşlik ilkelerini kabul etmekle beraber, özgürlüğün birey­ ci karakterinden daha fazla arındırılmadığı ve böylece daha fazla özneler arası bir ifaya doğru yönlendirilmediği koşul­ larda, bunların çelişkisiz biçimde gerçekleştirileceğine şüp­ heyle yaklaşır. Ne var ki buraya kadar anılan yazarların metinleri, bu ye­ ni özgürlük kavramını ve tüm hareketin dönüm ve düğüm noktalarını anlamamızda işe yarayabilecek çok az malzeme sunar. Bu ilk gruplar şüphesiz "ortaklaşma" , "işbirliği" veya "cemaat" gibi kategorileri kullanarak, sundukları birbirle­ rinden hayli farklı ekonomik modellerde, yeni üretim ve da­ ğıtım biçimlerinde, bireyin kendini gerçekleştirmesinin di­ ğerlerinin kendini gerçekleştirmesi ön koşuluna çok yakın­ dan bağlı olduğunu vurgulamak istemişlerdir. Ancak, bu şe­ kilde karakterize ettikleri özneler arası eklemlenme biçim­ lerini, liberal geleneğin salt bireyci özgülük anlayışına alter­ natif olarak sunmaya dönük herhangi bir kavramsal çabaya girmemişlerdir. Proudhon, 1849'da yayınladığı Bir Devrim­ cinin itirafları başlıklı metinde bir adım ileri giderek "sosyal hareket noktasından [yola çıkınca] özgürlük ve dayanışma­ nın özdeş ifadeler" olduğunu söyler. 19 Açıkça devrimin söz­ lüğüne atıfta bulunan bu düşünceyi , 1793 Yurttaş Hakları Beyannamesi'nden farklı olarak bir sosyalistin "her bir bire­ yin" özgürlüğünü bir "kısıt" değil bilakis herkesin özgürleş­ mesi için bir "yardım" olarak kavradığını söyleyerek açım­ lar.20 Buna karşın Proudhon'un bu yol gösterici kavram öneWhat Sense Must Socialism be Communitarian ?", Social Philosophy and Policy, 6/2 ( 1 989) , s . 5 1 -73. 1 9 Pierre-j oseph Proudhon , Behenntnisse eines Revolutioniirs [ 1 849 ] , Reinbek, Hamburg, 1 969, s . 1 50. 20 A.y. 28

risi, bir sonraki adımda özneler arası özgürlüğün mümkün kılınmasını gerekçelendirirken , küçük işçi kooperatifleri­ ne faizsiz kredi verecek bir halk bankası kurulmasını öner­ mesiyle bulanıklaşır. Zira şimdi onun amentüsü yine öyle bir izlenim uyandırır ki; sanki bireysel özgürlük bir diğeri­ nin özgürlüğü için bir çeşit destek ve yardım anlamına gel­ mekle beraber, onun özgürlürlüğünün gerçekleşmesinin ön koşulu olmaktan çıkmaktadır.21 Proudhon özgürlüğün bi­ reyci yorumuna dönük iki karşıt tasarım arasında gidip ge­ lir. lki tasarım arasındaki fark, özgürlüğe dönük eylemlerin diğerlerinin katkısı olmaksızın da gerçekleşmiş mi sayılaca­ ğı, yoksa ancak diğerlerinin dahliyle bütünlenerek mi ke­ male ereceğiyle ölçülür. Bu tasarımlardan hangisinin tercih edileceğine bağlı olarak, özgürlükle kardeşliğin örtüşmesi yoluyla toplumun "sosyal" niteliği kazanmasını sağlayacak "birliklerin" veya "cemaatlerin" yapısı farklı kurgulanacak­ tır. tık durumda cemaat, ağırlıkla özgür üyelerden oluşur, bu bireyler işbirliğine dayanan ortak etki güçleriyle fazladan teşvik ve desteğe mazhar olsalar da özgürlüklerini elde ede­ memişlerdir. İkinci durumda ise aksine, cemaat içerisinde beraber eylemde bulunmak, üyelerin henüz tamamlanma­ mış eylem planlarını karşılıklı bütünleyerek özgürlüğe ulaş­ malarını sağlayan bir sosyal koşul olarak görülür. Erken dönem sosyalistlerin ve Proudhon'un metinlerin­ de " toplumsal özgürlük" anlayışına dair bu tür ayrımların önemli bir yer tutmadığını şimdiden belirtmek isterim. Bir yandan burjuva devriminin tamamlanmamış projesini, öz­ gürlüğün bilhassa kapitalist piyasa ekonomisinden kaynak­ lanan bireyselleşmesini aşıp onu eş zamanlı yükselen kar­ deşlik talebiyle bağdaştırarak çelişkisiz biçimde devam et­ tirme yönünde açık bir bilinç vardır. Diğer yandan, birey21

Bu konuda Proudhon'un "Karşılıklılık" ilkesine dair fikir yürütmeleri ile karş. için a.y. s. 1 56'dan itibaren. 29

sel özgürlüklerin kazanımını doğrudan dayanışmacı bir or­ tak yaşam koşuluna bağlamayı somutlaştıracak kavramsal araçlardan mahrumdurlar. Bu yönde ilk adımlan genç Karl Marx atar. Kendisi o dönemde aşağı yukarı Proudhon'la eş zamanlı olarak yeni sosyalizm akımının teorik temellerini açıklığa kavuşturmayı görev edinmiştir.22 Paris'te sürgün­ de yaşayan ve Fransız fikirdaşlarının argümantasyon çaba­ larını iyi bilen teorisyen için, tamamlanmadığı düşünülen devrimin normatif zemininde henüz hala ortaklaşılan proje­ ye açıklık getirmek, Alman kökeninin de katkısıyla, pek zor bir iş değildir. Bu sayede "kardeşlik" , "özgürlük" veya "da­ yanışma" gibi kavramlardan tümüyle imtina edebilir ve bu­ nun yerine vatanındaki Hegelci mirası üretken biçimde ile­ ri taşımaya dönük çağdaş çabalara katılır. Feuerbach tarafın­ dan natüralist bir şekilde yeniden yorumlanan bir idealizm kavramına bağlanması, ona kavramsal bir keskinlik kazan­ ma avantajını sağlarken, siyasi-ahlaki itkisinin istikametin­ de daha büyük bir bulanıklığın dezavantajını da getirecek­ tir. Her halükarda, ulusal ekonomide kullanılan, kapitalist pazarda uygulama bulan ve tüm toplum üyelerini kapsayan "hakiki" cemaatin talepleriyle örtüşmeyen bireyselci özgür­ lük kavramını başka bir noktaya taşımaya dönük açık niyet, Marx'ın daha ilk eserlerinde görülür. Sürgündeki genç dü­ şünürün 1840'larda kaleme aldıkları, sosyalizm fikrini libe­ ral toplum düzeninin çelişkili hedeflerine içkin olarak geliş­ tirme yönünde yeni bir adım olarak anlaşılabilir. 1840'larda kaleme aldığı, son zamanlarda büyük dikkat çeken önemli bir metninde Karl Marx, james Mill'in poli­ tik ekonomi kitabına ilişkin yorumlarla, mevcut toplum dü22 izleyen kısımda Marx'ın eserleriyle, sosyalist hareketin kendini tanımlayışıy­ la yakından alakalı olduktan ölçüde meşgul oluyorum. Bu bakımdan burada onun kuramıyla bütünsel olarak kapsamlı bir yüzleşme asla düşünülmemiştir. Böyle bir durumda farklı noktalarda çok daha fazlasını ve farklı şeyler söyle­ mek gerekirdi. 30

zeninde neyi yanlış bulduğunu ve onun yerine nasıl bir iş­ ler kamu düzeni ön gördüğünü dile getirir.23 Burada Hegel'e bağlılığı ünlü 1844 El Yazmalan'ndan daha belirgin biçim­ de öne çıkar. Birbirine zıt iki toplumsal modeli, birbirinden farklı iki karşılıklı tanıma biçimiyle karakterize eder. Kapita­ list toplum koşulları altında topluluk üyeleri, ürünlerini pa­ ra yardımıyla anonimleşmiş bir pazarda değiş tokuş ederek, birbirleriyle yalnızca çok dolaylı biçimde irtibatlanırlar. Pa­ zarın diğer aktörleri bu şekilde tekil öznenin ilgi alanına gir­ diklerinde, bunu somut bir ihtiyaç ve bireysellik içerisinde değil, salt soyut iş yapma isteği ve çıkar odaklılık çerçeve­ sinde gerçekleştirirler. Böylesi bir toplumda, der Karl Marx, Adam Smith'e ironik bir imada bulunarak, herkes bir diğeri için sadece bir "tüccar"dır.24 Entegre olmuş bir ortak yaşam biçimi yaratabilmenin temeli olan, üyelerin birbirini tanıma­ sı/birbirinden kabul görmesi koşulu, bundan dolayı burada ötekine "aşırı avantaj sağlayan" hukukun karşılıklı tasdiki biçimine bürünür. "Toplumsal ilişki" de herkes birbirini bi­ reysel olarak ifa ettiği eylemleriyle değil, Marx'ın haşin ifa­ desiyle "yağmalama arzusuyla" bütünlemektedir.25 Marx'ın düşüncelerinin bu ilk merhalesinde yaptığı, ken­ disinden önceki sosyalistlerin argümanlarını Hegelci kate­ gorilerle süzerek sıralamaktan başka birşey değildir. Sosya­ list selefleri, bu argümanları kullanarak, piyasa ekonomisi koşullarında "kardeşçe" ya da "dayanışmacı" toplumsal ko­ şulların gerçekleşmesinin imkansızlığını analiz etmişlerdi. 23 Kari Marx, "Auszüge aus James Milis Buch 'E lements d'economie politique'", Werke (MEW) , Kari Marx/Friedrich Engels, ek cilt 1, Berlin, 1 968, s. 443-463; Bu konuda özellikle karş. Daniel Brudney, "Der jungeMarx und der mittlere Rawls", Nach Marx. Philosophie, Kritik, Praxis, der. Rahel Jaeggi/Daniel Loick Berlin, 20 1 3 , s. 1 22- 163. Tüm konu çerçevesine ilişkin olarak karş. David Ar­ chard, "The Marxist Ethic of Self-Realization: lndividuality and Community" , Royal lnsıiıuıe of Philosophy Lecıure Serics, cilt 22, 1 987, s. 1 9-34. 24 Marx, "Auszüge aus james Milis Buch" , a.g.e. , s. 45 1 . 2 5 A.y. s . 460. 31

Piyasanın katılımcıları yalnızca şahsi çıkarlarının peşinde özneler olarak karşılaştıklarından, toplumsal ilişkilerde kar­ deşlik ve dayanışmadan söz edebilmek için gereken karşı­ lıklı paylaşım ve desteği sunmazlar. Dayanışmacı ilişkilerin önündeki bu engeli daha keskin biçimde vurgulamak üzere Marx metninde Tinin Fenomenoloj isi nden bir fikre el atarak, esasında "karşılıklı tanıma" davranışımızın daha fazla "ener­ ji, güç, kavrayış gücü ve kıvraklık gösterenin" zafer kazana­ cağı bir "çatışma" formunu içerdiğinden söz eder.26 Ustalıklı anlatımının sonlarına doğru Marx bir kaç cüm­ lede, toplum üyelerinin birbirlerinin bencilliklerini değil bi­ reysel ihtiyaçlarını karşılıklı tanıyarak bir araya gelmele­ ri halinde söz konusu olacak üretim ilişkilerini tasvir eder. Bu tasarımın antropolojik arkaplanını, Feuerbach veya bel­ ki Rousseau'dan devralınan, insani ihtiyaçların karşılanma­ sının neredeyse daima diğer öznelerin katkısına ihtiyaç duy­ duğu ön kabulü oluşturur. lşbölümünün belirli bir derece­ sinden sonra, açlığımı ancak birileri ihtiyaç duyduğum gıda­ ları üretirse giderebilir, barınma ihtiyacımı ancak bir dizi za­ naatkarın uygun bir konutu imal etmesi halinde karşılaya­ bilirim. Ne var ki Marx'a göre bu birbirine muhtaç olma ha­ li, daha önce tasvir edilen kapitalist üretim ilişkileriyle sis­ tematik biçimde çıkmaktadır aktörlerin görüş alanından: Gerçi burada da özneler, ürettikleri mamüllerle bir ekono­ mik talebi ve şüphesiz onun ardında yatan ihtiyaçları gider­ mek için çalışırlar, ancak saikleri diğer toplum üyelerinin arzularına yanıt vermek değil, yalnız ve yalnız kendi fayda­ sını yükseltmeye yönelik benmerkezci çıkardır. Marx'a gö­ re üretilen mallar, araya parayla işleyen bir pazarın girmesi­ ne gerek kalmadan mübadele edilebilirse durum farklılaşa­ caktır. O zaman her özne çalışmasında bir diğerinin ihtiya­ cını gözleriyle görecek, böylece insana mahsus bir hal olan '

26 A.y. 32

karşılıklı birbirine bağımlılık, hem kendi eyleminde hem de karşıdakinin reaksiyonunda tasdik bulacaktır.27 Marx bura­ da toplum üyelerinin kendi aralarında "çift taraflı onayın­ dan" bahsetse de, odağa açıkça insanların karşılıklı birbir­ lerine muhtaçlıklarını kabul ettikleri üretim ilişkilerini koy­ muştur. Daha sonraki metinlerindeki ifadesiyle "özgür üre­ ticilerin birliği"nde, toplum üyeleri kendi şahsi hedeflerinin anonim örtüşmesinden ibaret olan bir ilişki içinde değildir­ ler artık birbirleriyle, bilakis bütün diğerlerinin kendini ger­ çekleştirmesiyle ilgili kaygılarını paylaşmaktadırlar.28 Marx'ın düşünce çizgisini kalın çizgileriyle belirginleştir­ memiz zorunluydu, zira bu, onun somut ve oldukça müp­ hem kalan ekonomi modelinden, bir toplumsal özgürlük kavrayışına işaret eden genel ögeleri çıkarmaya izin verecek­ tir. Kendinden önceki sosyalistler gibi Marx da özgürlükten, öncelikle dışardan bir baskıyla kısıtlanmadan kendi koydu­ ğu hedef ve niyetleri gerçekleştirebilmeyi anlar. Sosyalist yoldaşlarıyla mutabık olduğu bir diğer husus, böyle bir öz­ gürlüğü kullanmanın kapitalist üretim koşulları altında bağ­ landığı koşulun, herkesin bir diğerini salt kendi çıkarını kol­ lamanın aracı olarak görmesi ve böylece halihazırda kurum­ sallaşmış olan kardeşlik ilkesinin ihlal edilmesi olduğudur. Bu iç çelişkiyi ortadan kaldırmak için Marx özgürlükle daya­ nışmanın eklemlendiği bir toplum modeli önerir kaba hat­ larıyla. Ona göre, herkesin kendi amacını aynı zamanda di­ ğerlerinin amaçlarının gerçekleştirilmesinin bir şartı olarak gördüğü bir toplumsal düzenin kurulması halinde bu müm­ kün görünmektedir. Yani bireysel amaçların, ancak herkesin birbirine bağımlılığının bilinci içinde karşılıklı ifasıyla ger­ çekleşebileceği, saydam bir şekilde iç içe geçmesi halinde. 27 A.y. , s. 462 28 Bu pasajın Brudney tarafından yorumlanışıyla ilgili karşılaştırma için bkz. Bru­ dney, "Der junge Marx und der mittlere Rawls" , a.g.e., s. 1 27- 1 3 3 . 33

Bununla beraber metnin merkezi bir yerinde "sevgi"ye da­ ir bir atıf,29 diğerleriyle pozitif ilişkilenmenin ancak niyetle­ rin ifasında değil henüz niyet aşamasında gerçekleşmesi ge­ rektiğini açıkça ortaya koyar. Çünkü daha önce tasvir edi­ len toplumsal birlik çerçevesindeki faaliyetlerim, tıpkı aşk­ taki gibi, baştan itibaren, hem benim hem de karşılıklı iliş­ kide bulunduğum diğerinin kendini gerçekleştirmesine hiz­ met etmekle sınırlı kalmalıdır, aksi halde ötekilerin özgür­ lüğü benim kaygılarımın bilinçli bir nesnesi olmayacaktır. Marksist modelin bu önemli noktası, Daniel Brudney'in Rawls'la Marx'ı karşılaştırırken yaptığı ayrım dikkate alınır­ sa daha açıkça tespit edilebilir: Ona göre toplumsal cemaat­ ler, üyelerinin yalnızca birbiriyle örtüşen amaçlan mı, yok­ sa iç içe geçen amaçlan mı izlediklerine göre ayrışırlar.30 llk durumda öznelerin müşterek amaçlan olsa da, bunları ay­ nı zamanda kendi bireysel amaçlarının içeriksel bir parçası haline getirmek zorunda olmaksızın birlikte takip edebilir­ ler. Bir amacı kolektif olarak gerçekleştirmenin bu türünün iyi bir örneği, klasik piyasa anlayışıdır. Burada her bir katı­ lımcı kendi hedefini takip edebilir durumda olabilmelidir ki, en sonunda "görünmez el" mekanizması yoluyla en üst amaç olan refah artışı gerçekleşebilsin. Bundan farklı olarak, toplum üyelerinin amaçlarının iç içe geçtiği durumda, her­ kesin ortak amaçlara ulaşmayı kendi eyleminin hedefi veya düsturu olarak görmesi gerekir. Burada özneler Brudney'in belirttiği gibi sadece birarada değil, "birbirleri için" faaldir­ ler. Çünkü faaliyetleriyle doğrudan ve iradi bir şekilde her­ kesçe paylaşılan amaçlara katkıda bulunmak istemektedir­ ler. Amaçların birbiriyle örtüştüğü ilk durumda, eylemleri­ min bir ölçüde bu ortak amaçların gerçekleşmesine katkı­ da bulunması vakıası, benim niyetlerimin içeriğinin olumsal 29 Marx, "Auszüge aus james Milis Buch " , a.g.e., s. 462. 30 Brudney, "Der junge Marx und der mittlere Rawls", a.g.e., s. 1 3 5'den itibaren. 34

bir neticesidir. Amaçların içiçe geçtiği ikinci durumda aksi­ ne, aynı vakıa iradi olarak takip ettiğim niyetlerin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkar. Kanaatimce Marx'ın kapitalist toplum düzenine karşı ge­ liştirdiği alternatif bu ikinci toplumsal cemaat modelinin üzerine kuruludur. james Mill'in ekonomi-politiğine iliş­ kin yorumlarında sürekli kullandığı 'karşılıklı tanıma/kabul' söylemi içinden ifade edersek, sözü edilen farklılıklar aşa­ ğı yukarı şöyle formüle edilebilir: Piyasa ekonomisi teme­ linde şekillendirilen toplumlarda ortak hedefler ancak üye­ lerin birbirlerini karşılıklı kendi faydalan peşinde koşan bi­ reyler olarak kabul etmeleri ve birbirlerine bağımlılıklarını sistematik olarak inkar etmeleri koşuluyla gerçekleştirile­ bilirken, buna karşılık "özgür üreticiler birliklerinde" ortak hedeflerin gerçekleştirilmesi, her üyenin bilinçli olarak bir diğeri için eylemde bulunduğu bir form içinde vuku bulur, çünkü karşılıklı birbirlerine muhtaçlıklarını kabul etmiş ve eylemlerini bunun gereğini yapmaya hasretmişlerdir. Marx bunu söylemese de, bana öyle görünüyor ki, ortaya koydu­ ğu alternatif modelle, kendisinden önceki sosyalistlerin tüm çabalarına rağmen menzillerine alamadıkları hedefe ulaştığı inancını taşıdığı açıktır. Mevcut toplum düzeninin meşrui­ yet ilkesi bireysel özgürlük kavramını içkin olarak öylesine genişletmiş ve yeniden tanımlamıştır ki, nihayetinde daya­ nışmacı ortak yaşamın icaplarıyla zaruri olarak örtüşecektir. Bu noktada bana göre, ortaya konan toplumsal cemaat mo­ delinin gerçekten bireysel özgürlük ve dayanışmayı yeni bir tarzda uzlaştırma iddiasını yerine getirip getirmeyeceğinin sistematik biçimde sınanması gerekmektedir. Bu analizde, sosyalizmin ilk temsilcilerinin tümünün top­ lumsal özgürlük ilkesini nihai olarak toplumsal çalışma sa­ hasına çıpa atmış vaziyette görmek istediklerini geçici ola­ rak göz ardı edeceğiz. Sanki toplumun yeniden üretiminin 35

tümüyle bu alandan hareketle organize edilebileceği düşün­ cesiyle, siyasal demokrasiye bağımsız bir rol atfetmemiş, bu nedenle belki de orada başka özgürlük formlarının kurum­ sallaşmış olabileceğini daha titiz araştırma gereği duyma­ mışlardır. Sosyalizmin bu doğum hatasına yakından bak­ madan evvel, şu sorunun yanıtı aranmalıdır: Taslağı sunu­ lan toplumsal özgürlük modeli liberal özgürlük tasavvurla­ rının bireyselciliğine karşı dayanıklı ve kendi ayakları üze­ rinde duran bir alternatif sunabilmekte midir? llk sosyalist­ lerin geliştirdiği, gerçekten de müstakil ve yeni bir özgürlük anlayışı mıdır, yoksa alışıldık "dayanışma" veya eski adıyla "kardeşlik" olarak tanımlanan kavramın iyileştirilmiş bir ta­ sarımı mıdır sadece? Liberal özgürlük modelinin ön kabullerinin ortaya koy­ duğu , ilk bakışta hiç tartışma götürmeyecek bir fikirdir: An­ cak öznenin faaliyetlerini engelsiz ve baskı altında kalmadan kendi niyetlerine uygun biçimde yürütebildiği bir durumda, anlamlı bir bireysel özgürlükten söz edebiliriz. Bu eylem öz­ gürlüğü ancak, onun kullanımının, ortak yaşam sürülen di­ ğer öznelerin eylem özgürlüğünü kısıtlayabilecek sonuçlar doğurması ihtimali karşısında sınırlanabilir. Bu nedenle li­ beralizm çok geçmeden bu tür bir özgürlüğün genel garanti­ sini bir hukuk düzeni fikrine bağlama yoluna gidecektir. Bu hukuk düzeni bireylerin hiçbir engelle karşılaşmadan iste­ dikleri gibi eylemelerini garanti altına alacaktır, meğer ki bu eylemler diğerlerinin bu hakkı aynı ölçüde kullanabilmesi­ ne engel olmasın. Bu liberal çıkış modeli elbette sonra Rous­ seau ve ardından Kant tarafından daha karmaşık bir hale so­ kulmuştur. Her iki düşünür de, eyleme dönük niyetlerin ki­ şisel yaklaşımlar yerine salt doğal güdülere dayanması ha­ linde bireysel özgürlükten söz edilemeyeceği fikrini payla­ şırlar. Bu nedenle bu düşünürler o zamana dek kendi için­ de tam bir belirlenime kavuşturulmamış olan özgürlüğü ek 36

bir koşula bağlarlar. Bu koşul, eylemin başlangıcındaki ka­ rarın, öznenin sadece akıl yoluyla belirlediği amaçlar doğ­ rultusunda eyleyeceğini garanti eden bir özbelirlenim edi­ mi niteliğini taşımasıdır.31 Rousseau ile Kant tarafından atı­ lan ve daha sonraları lsaiah Berlin'in özgürlük anlayışında "negatif' ten "pozitif'e geçiş olarak tanımlayarak politik açı­ dan ikazda bulunduğu bu adımdan32 erken dönem sosyalist­ lerinin tümü büyük ölçüde memnundur belli ki. Çünkü ye­ ni model lehine olan argümanları tek tek dikkate almak is­ temeseler de, ya Toplumsal Sözleşme ya da Kant'ın ahlak fel­ sefesi sayesinde açıkça anlaşılmaktadır ki, bireysel özgür­ lük sadece rasyonel olarak öngörülebilir amaçlar içindir ve doğal güdülerin dikte ettiği amaçları karşılayamaz. Bunun­ la beraber neyin "rasyonel" sayılabileceği konusunda elbette Kant'ın önerilerine uymazlar, çünkü onlar bir eylemin "öz­ gür" olarak tanımlanabilmesi için önce kaynağındaki düs­ turların bireysel bir ahlaki sınama prosedüründen geçme­ si gerektiğini kabul etmezler. Daha ziyade Rousseau'yu ve­ ya Marx'ın durumunda Hegel'i takip ediyor görünmektedir­ ler. lki yazar da, farklı nedenlerden ötürü , bireysel niyetlerin ya yozlaşmamış, "doğal" ya da aklın tarihsel konumuna uy­ gun ihtiyaçların tatminine dönük olmaları halinde yeteri öl­ çüde özgür sayılabileceğinden hareket eder. 33 Buraya kadar ele aldığımız sosyalistler için bireysel özgürlük şimdilik sa­ dece, diğerlerince de az çok paylaşılan özgürce belirlenmiş niyetlerini eylemleriyle gerçekleştirebilmek anlamını taşır; 3 1 Belirleyici nitelikteki bu adım için karş. jerome B. Schneewind, The Invention of Autonomy, Cambridge, 1 998, 22. ve 23. Bölümler. 32 Isaiah Berlin, "Zwei Freiheitsbegriffe " , Freiheit. Vier Versuche, Frankfurt/M . , 1995, s . 197-256. [iki Ôzgürlük Arasında, çev. Alişan Çapan, Oniki Levha Ya­ yınları, İstanbul, 20 1 5 ] 3 3 Rousseau ile ilgili olarak karş. Frederick N euhouser, Pathologien der Se!bstlie­ be. Freiheit und Anerkennung bei Rousseau, Berlin, 20 1 2, özellikle s. 1 09'dan iti­ baren, s. 1 70, s. 204-208; Marx'taki sorunsal için bkz. Lawrence A. Hamilton, The Political Philosophy of Needs, Cambridge, 2003 , s. 53-62. 37

bu eylemler diğer toplum üyelerinin aynı özgürlükten türet­ tikleri aynı mikyastaki taleplerden başka hiçbir şey tarafın­ dan kısıtlanamaz. Bu pozitif özgürlük modelinde bilhassa Proudhon ve Marx'ın buldukları püf noktası, öznelerin özgür niyetleri­ ni gerçekleştirmelerini engelleyen gerekçelendirilmemiş şu tahakkümün nasıl teşekkül edebileceğine dair kapsamlı ta­ savvurdan çıkar. Erken liberalizmin anlayışına göre bu bas­ kı öncelikle dışsal toplumsal engellerden kaynaklanır; bir kişi veya bir sosyal birliğin bir özneye iradesini zorla kabul ettirebilme selahiyetine sahip olması, bunun tipik örneği­ dir. 34 Bugün Quentin Skinner ve Philip Pettit gibi yazarların sürdürdüğü cumhuriyetçi gelenek, tahakküm olarak anlaşı­ lan şeyin kapsamını, başka bireylerin iradelerine müdahale­ yi de içerecek derecede genişletmiştir - " tahakkümün olma­ ması anlamında özgürlük" , cumhuriyetçi özgürlük anlayışı­ nın formülü olarak yerleşmiştir.35 Ama sosyalistler tahakkü­ mün ortaya çıktığı noktaya ilişkin kabulleriyle bu yaklaşı­ mın çok ötesine giderler. Bu nokta, bir kişinin gerçekleştir­ mek istediği rasyonel niyetlerin, bir diğer bireyin karşı yön­ deki niyetlerinin varlığında bir toplumsal dirençle karşılaş­ tığı yerdedir. Onların gözünde makul bir amacın toplum­ sal bütün içerisinde bireysel temelde ifası, ancak tüm diğer­ lerinden onay görmesi ve onların bütünleyici eylemleri yo­ luyla gerçekleşmesi halinde tahakkümsüz vuku bulmuş sa­ yılacaktır. Nihai olarak bireysel özgürlük, Hegel'in sözleriy­ le ifade edilirse, sadece "objektif' bir yapıya büründüğü yer­ de vardır. Böyle bir durumda diğer toplum üyeleri kişinin eylem niyetlerinin olası bir sınırlandırma nedeni olarak de34 Friedrich August von Hayek. Die Verfassung der Freiheit ( 1 960) , Tübingen, 1 97 1 . [Ôzgürlüğün Anayasası , çev. Yusuf Ziya Çelikkaya , Bigbang Yayınları , Ankara, 20 1 3 ) 35 Quentin Skinner, Liberty before Liberalism, Cambridge, 1 998; Philip Pettit, Ge­ rechte Freiheit. Ein moralischer Kompass für eine komplexe Welt, Berlin, 20 1 5 . 38

ğil, bilakis bunların gerçekleştirilmesi için gereken işbirliği­ nin ortakları olarak görülmelidirler. 36 Sosyalistlerin argümantasyonunun bu noktasında özel bir kavram olarak cemaat devreye girer, her daim özgürlük­ le aynı nefeste sarf ederler bu sözcüğü . Terminoloj ileri bir­ birlerinden ne kadar farklılaşsa da, "cemaat" kavramından, onun genel anlamından daha fazlasını anlarlar. Bu sadece paylaşılan değer yargılan ve grup hedefleriyle belirli bir öz­ deşleşmenin dışında, grup üyelerinin belirli bir ölçüde diğe­ rinin yanında durmasını ve herkesin birbiriyle ilgilenmesi­ ni içerir. Amaçların örtüşmekle kalmayıp, herkesin sadece "birlikte" değil "birbiri için" eylediği bir özneler arası iç içe geçmişlik halinde olması gerektiği fikriyle , sosyalist cema­ at kavramını ele alırken karşılaşmıştık.37 Şimdiki sorumuz, sosyalistlerin bu cemaat modeliyle kendi özgürlük kavram­ larını nasıl bağdaştırdıklandır. Bu bağlamı kurmanın bir yolu, dayanışmacı cemaati, da­ ha önce tasvir edilen özgürlüğün zorunlu bir koşulu olarak anlamaktır. joseph Raz bu tezi , cemaat kavramından her­ kesin birbiriyle ilgilenmesiyle alakalı ögelerin dahil olma­ dığı daha zayıf bir formda, özgürlüğün Ahlakiliği adlı ese­ rinde işlemiştir. Ona göre bireyler, kendilerine belirledikle­ ri hedeflerin gerçekleştirilmesi için somut imkanlar sunma­ yan bir sosyal toplulukta bireysel özerkliklerinden yararla­ namayacaklardır. 38 Sosyalistlerse daha fazlasını ister, tasar­ ladıkları cemaati, gözlerini diktikleri özgürlüğün zorunlu 36 Hegelci özgürlük kavramıyla karş. Axel Honneth, "Yon der Armut unse­ rer Freiheit. Gröge und Grenzen der Hegelschen Sittlichkeitslehre " , Freihe­ it. Intemationaler Hege!kongress 2011, der. Axel Honneth!Gunnar Hindrichs, Frankfurt/M . , 20 1 3 , s. 1 3-30. 37 Bu ayrışmaya ilişkin olarak Andrew Mason'ın mükemmel çalışmasına bkz. Andrew Mason, Community, Solidarity and Belonging. Levels of Community and their Normative Significance, Cambridge, 2000, özellikle l. l . Bölüm (s. l 7-4 l ) . 3 8 Joseph Raz, The Morality of Freedom, Oxford, 1 986, s . 307-3 l l ; karş. Mason, Community, Solidarity and Belonging, s. 55'ten itibaren. 39

koşulu olarak görmezler sadece; bıraktıkları izlenim daha ziyade, dayanışmacı cemaat içindeki işbirliğinin bizzat öz­ gürlüğün gerçekleşimi sayılması gerektiğidir - öyle ki o iş­ birliğinden önce henüz bu kavramı hak eden hiçbir şey yok­ tur. Bu durumda toplumsal özgürlük, üyelerinin birbiriyle , herkesin diğerinin geçerli nedenlere dayandırılmış ihtiyaç­ larının karşılanmasına yardımcı olacak kadar alakadar oldu­ ğu bir cemaatin toplumsal pratiğine katılmak manasına ge­ lir. Bu tarzıyla özgürlük kategorisi bütünselci bir bireycili­ ğin ögesine dönüşür: Özgürlükten kast edilen şey, -şahsi ni­ yet ve amaçların mümkün olduğunca az engelle karşılaşarak gerçekleştirilmesi- , bir tekil kişi tarafından değil, ancak bu­ na uygun tarzda oluşmuş bir kolektif tarafından gerçekleş­ tirilecek, bundan ötürü parçalardan herhangi biri ayrıcalık­ lı bir varlık olarak da görülmeyecektir.39 Sosyalistler, bir ni­ telik, servet veya başarım olarak anlaşılan özgürlük anlayışı­ na ilişkin olarak, toplumsal grubu bir bütün olarak görseler de, o ancak bireysel öznelerin müşterek eylemleriyle mey­ dana gelir. Elbette ki kolektif, ancak üyeleri arasında belirli davranış biçimlerini kalıcılaştırmayı ve buna uygun biçimde kurumsallaştırmayı başarırsa bireysel özgürlüğün taşıyıcısı haline gelebilir. Bu, herkesin araçsallaştırılmamış nedenlerle bir diğerinin kendini gerçekleştirmesinin kaygısını taşıyaca­ ğı bir karşılıklı alakadarlığı içerir her şeyden önce. Sosyalist­ lerin bakış açısına göre, toplumsal cemaatte bu tür davranış kuralları yerleşikleşebildiği ölçüde, kapitalist toplumu şekil­ lendiren tüm olumsuzluklar ortadan kalkacaktır. Zira özne­ ler bu durumda birbirleriyle alakadar olmakta, eşitlik teme­ linde ilişki kurmakta ve her tür sömürü ve araçsallaştırma­ dan behemahal vazgeçmektedirler. 39 Bütünsel bireyselciliğin böylesi bir konumlanışına ilişkin olarak karş. Philip Pettit, The Common Mind. An Essay on Psychology, Society, and Politics, Oxford, 1 993, s. 2 7 1 'den itibaren. 40

Sosyalizmin kökenindeki fikir, topyekun toplumların böy­ le bir dayanışmacı cemaat modeliyle kurulmasının mümkün olabilmesi gerektiği tasarımından filizlenir. Bu fikirde, Fran­ sız lhtilali'nin kendi aralarında belirli bir gerilim taşıyan üç ilkesi gözüpek bir hamleyle bütünleştirilmiştir. Bireysel öz­ gürlüğün, eşitlik ve kardeşlik ilkelerinin icaplarına tümüyle uygun düşecek biçimde, kendini Öteki ile tamamlama ola­ rak yorumlanmasıyla sağlanmıştır bu. Sosyalist hareketin çı­ kış noktası, onun gerçekleşmesini sağlayacak özgürlüğün taşıyıcısının, tekil bireyler değil, dayanışmacı cemaat oldu­ ğunu söyleyen bütünsel fikirdir. Taraftarlarının daha sonra halihazır kötülükleri ortadan kaldırmak üzere tasarladıkla­ rı bütün tedbirler, iyisiyle kötüsüyle nihayetinde, hepsi bir diğerini tamamlayan ve birbirini eşiti sayan üyelerden kuru­ lu böyle bir topluluk yaratma hedefine hizmet eder. Böyle­ ce Fransız lhtilali'nin talepler kataloğuna bağlanması, başın­ dan itibaren burjuva eleştirisinin bu hareketin hedeflerini temelsiz sayarak reddetmesini güçleştirmiştir. Çünkü bura­ da, burjuva sınıfının bir vakitler onlar adına demokratik hu­ kuk devleti mücadelesi yürüttüğü normatif ilkelere atıf ya­ pılmaktadır. Bugüne dek sosyalizme yöneltilen kolektivizm ya da pirüpak bir cemaat idili sunmak gibi ithamlarda bir ya­ vanlık vardır bu nedenle, zira bu ithamlar çağdaş toplumla­ rın meşrutiyet ilkeleri arasında özgürlük fikrinin yanı sıra, her zaman belli ölçüde, açıkçası belli belirsiz olduğunu tes­ lim etmemiz gereken bir dayanışma ve eşitlik tasarımının da yer aldığını adeta kasıtlı olarak inkar etmektedirler.40 40 ilk bakışta, "kardeşlik" veya "dayanışma"nın da, modem demokratik toplu­ mumuzda meşruiyet inşasında etkili olacak şekilde kurumsallaşmış ilkeler ara­ sında sayılması şaşırtıcı görünebilir. Ancak her demokratik kültürde derin bir kök salmış bulunan dağıtım adaleti ilkesinin, daha kötü durumda olanlar ya­ rarına yeniden dağıtımı talep ettiği ve bu yolla tüm toplum üyeleri arasında bir dayanışma hissi çagnsında bulundugu göz önüne alındıgında, bu ifade daha makul bir izlenim uyandıracaktır. Karş. john Rawls, Eine Theorie der Gerech­ tigheit, Frankfurt/M . , 1 979, s. 1 26'dan i tibaren. 41

Diğer yandan çok geçmeden sökün eden eleştirilerin işi kolaylaştırılmıştır da, çünkü ilk sosyalistler, başlangıçtaki çığır açan fikirlerini yeterince ikna edici bir yapıya bürün­ dürmeyi becerememişlerdir. 1 9 . yüzyılın ilk yarısında orta­ ya koydukları tasarımlar, kendilerine karşı hızla kayda de­ ğer itirazlar ortaya konamayacak kadar çok eksiklik içer­ mekteydi. Daha önce ele aldığımız gibi, dayanışmacı cema­ at fikri, hızla karmaşıklaşan toplumun oradan hareketle bü­ tünsel olarak düzenlenebilirliğini ve kendini üretebilirliği­ ni göz önüne almaksızın, ekonomik faaliyetlere indirgen­ mekle kalmamıştı yalnızca. Anlaşılması güç nedenlerle, si­ yasi irade oluşumu alanı bütünüyle gözden kaçırılmış; böy­ lece, mücadelesi henüz verilerek hukuksal tanım getirilmiş bulunan özgürlüklere dair tutum yeterince açıklığa kavuştu­ rulamamıştır. Bunun da ötesinde kurucu babalar -bu nok­ tada özellikle Saint-Simon ve Marx- sosyalist projeye tarih­ sel metafizik bir iddia yüklemişler, bu da atılımlarının gele­ cekte kapitalist toplumların değiştirilebilirliğine dair deney­ sel çabalar olarak anlaşılabilmesini neredeyse imkansız hale getirmiştir. Çünkü icap eden devrim belli bir kaçınılmazlık­ la yakın gelecekte gerçekleşeceğinden, bugünden kademe­ li ilerleme sağlamaya yönelik tüm çabalar, bilişsel ve siyasi açıdan faydasız sayılmıştır. Çıkıştaki programın eksiklikle­ rinde, sanayileşmenin oluşum döneminin bağlamına daya­ nanlar ile daha derinlere uzanan ve bizzat fikrin yapısına da­ ir olanlar birbirinden ayırt edilebilir. İkinci Bölüm' de sosya­ list projenin üç doğum hatasını ele alacak ve bu koyduğum ayrım yardımıyla bunlardan hangilerinin sadece bir tarihsel uyarlamayla, hangilerinin ancak kavramsal bir dönüşümle bertaraf edilebileceğini değerlendireceğim. Bunu yaparken, sosyalizme bugün yeniden bir parça eski bulaşıcılığını ka­ zandırabilecek düzeltmelere dair bir genel bakış sunma he­ defiyle hareket ediyorum. 42

il

Eskimiş Dü ş ünce Kalıbı: Sanayile ş menin Ruhuna ve Kültürüne Bağlılık

Erken dönem sosyalistlerinin pratik çabalarının temelinde normatif bir sezgi yatar. Bunun dağıtımcı adalete dair alışı­ lagelmiş tasarımları aşan bir boyutta olduğunu Birinci Bö­ lüm'de göstermeye çalıştım. Daha ziyade , kapitalist pazar ekonomisinin reformla veya devrimle aşılmasıyla, Fransız lhtilali'nin özgürlük, eşitlik, kardeşlik hedeflerinin birbir­ lerini karşılıklı mümkün kılacağı toplumsal ilişkilerin yara­ tılması için çalışmışlardır. O dönem hakim ekonomik dü­ zen nedeniyle birbirleriyle rekabet içerisinde algılanan üç il­ keyi uzlaştıran anahtar sözcük " toplumsal özgürlük" tür. Bu kavram çerçevesinde insani varlıklar, kişisel özgürlüklerini, herkesçe genel olarak paylaşılan ihtiyaçların kendileri açı­ sından en önemli icapları içerisinde kendi başlarına kendile­ ri için gerçekleştiremezler, aksine birbirleriyle ilişkiye muh­ taçtırlar. Bu ilişki belirli normatif şartların yerine getirilme­ si halinde yine de kendince "özgür" olarak tanımlanabilir. Sadece dayanışmacı cemaatlerde verili olan karşılıklı tanı­ ma, paylaşım bunun için önceliklidir, çünkü aksi halde te­ kil öznenin kalıcı biçimde ve zorlama olmadan ihtiyaçlarını 43

karşılayabilmek için diğer öznelerin bütünleyici katkılarını hesaba katabilmesinin bir teminatı olmayacaktır. - Toplum üyeleri sadece "birlikte" değil "birbirleri için" eylemelidir­ ler, çünkü yalnızca bu şekilde genel ihtiyaçlarını zorlamasız karşılayabileceklerdir. Bu noktada denilebilir ki, sosyaliz­ min temelinde başlangıçtan itibaren yeni yaratılacak komü­ niter bir yaşam tarzı tasarımı yer almaktaydı, sadece mevcut durum değiştirilerek erişilecek daha adil bir dağıtım sistemi tasarımı değil. 1 Bu bölümde erken dönem sosyalistlerinin normatif niyetlerini içine oturttukları toplum teorisinin çer­ çevesini sorunsallaştırmaya girişmeden önce, bu niyeti, ak­ la yakın bazı itirazlara karşı korumaya almak üzere biraz da­ ha açmak istiyorum. Bireysel özgürlüğü başka öznelerle ilişkiye bağımlı kılıp onu böylece " toplumsal" olarak kavrama fikrini, Birinci Bö­ lüm'ün sonunda bütünselci bir bireyciliğin teorik ögesi ola­ rak tabir etmiştim; bununla, Philip Pettit'e bağlanabilecek bir toplumsal-ontolojik konum belirliyorum. Bu konum, in­ sanın belli başlı kabiliyetlerini hayata geçirmek için toplum­ sal cemaatlere ve böylelikle ancak bütünsel olarak tanımla­ nabilecek varoluşların gerekli olduğunu öne sürse de, bun­ dan bireysel öznelerin tamamlanmamış veya tümden yok olduğu sonucunu çıkarmaz.2 Bu tür bir toplumsal özgürlük tasarımı, bireysel özgürlüğün gerçekleşme koşullarına önce­ lik vermesiyle kolektivizmden ayrılır. Onu alışılagelmiş bi­ reyselcilikten farklılaştıran ise , bu özgürlüğün belli bir tür toplumsal cemaate katılıma bağımlı kılınmasıdır. tık sosya­ listlerin bununla geliştirdiği orta yolcu konum, "özgürlük" teriminin birey ve toplumsal cemaat seviyelerinde eşit dü­ zeyde belirleyici role sahip olmasıyla karakterize edilebilir: 1

Bu konuda yeniden karş. Miller, "in What Sense Must Socialism be Communi­ tarian? " , a.g.e.

2

Pettit, The Common Mind, a.g.e. , s. 2 7 l 'den itibaren.

44

Tekil özneler özgürlük kabiliyetlerini ancak bir toplumsal cemaatin üyesi olarak hayata geçirebilirler. Ancak bu üye­ lik, öznelerin genel olarak paylaştıkları niyetlerin karşılık­ lı gerçekleştiriminin, zorlamasız, dolayısıyla karşılıklı tanı­ ma ve paylaşma anlayışı içerisinde vuku bulacağı şekilde öz­ gür olmalıdır. Bu özgürlük kavramının gerçekleştirilebilirliği, öyle bir zan uyandırabilse de, bütün üyelerinin birbirini yüz yüze ta­ nıdığı küçük topluluk koşuluna bağlı değildir. Öznelerin ta­ lep ettiği karşılıklı tanıma ve paylaşım, ancak kişisel tanışık­ lık durumunda mümkün bir mahremiyet derecesi gerektiri­ yor gibi görünse de, günlük dilde de ulus ve siyasal hareket­ ten bu tür bir cemaat gibi bahsediyor oluşumuz, bu şüphe­ nin temelsizliğini açıkça ortaya koyar. Herkesin bir diğeri­ nin ihtiyaçlarım dert ettiği bu tür bir dayanışmacı cemaatin üyesi olarak kavrayabilmesi için insanın kendine, mahrem bir tanışlıktan çok daha azı yeterlidir. Benedict Anderson'un gösterdiği gibi, paylaşılan belli başlı hedeflerde hemdert ve hemfikir olmak kafidir. Söz konusu kolektif birlikteliğin ne kadar büyük olduğu ve üyelerinin birbirlerini tanıyıp tanı­ madıkları önemli değildir bu noktada. 3 Diğer üyelerin esen­ liği için kaygılanmanın sadece aile benzeri küçük gruplarda değil, büyük çaplı anonim topluluklarda da mümkün olma­ sını, kolaylıkla şöyle de açıklayabiliriz: Daha kötü durumda­ kiler yararına, adalet teorisine dayanarak temellendirilen ye­ niden paylaşım tedbirleri, her zaman "dayanışma" ve "kar­ deşlik" gibi kavramların devreye girdiği tutumları gerektirir­ ler; nitekim john Rawls bile Adalet Teorisi'nin bazı kısımla­ rında, ortaya attığı "mesafe ilkesi"nin uygulanabilmesi için, o toplumdaki yurttaşlar arasındaki ilişkilerin "sevgi"ye de3

Benedict Anderson, Die Erfindung der Nation. Zur Karriere eines folgenreichen Konz:epts, Frankfurt/M . , 2005 [Hayali Cemaatler, çev. lskender Savaşır, Metis, 1 993 ! . Bu argümana ilişkin olarak ayrıca karş. Mason, Community, Solidarity and Belonging, s. 38-40. 45

ğilse de "kardeşliğe" dayanıyor olması gerektiğini söyler.4 Sosyalist hareketle dünya siyaset sahnesine çıkarken getir­ diği toplumsal özgürlük fikri, yalnızca sınırlan belli küçük topluluklarda uygulanabileceği gibi sorunlu bir önkoşula bağlanmamıştır dolayısıyla, bilakis bütün toplumlara doğru­ dan doğruya aktarılabilir. Bununla beraber, özgürlüğün baş­ ka mümkün biçimleriyle ve bir bütün olarak toplumsal ye­ niden üretimle ilişkisi açıklığa kavuşturulmalıdır. Sosyalizm içindeki anlaşmazlıklar ve kavramsal çıkmazlar bu nokta­ da devreye girer. Bu bölümde bunları ele alacağım. Bunu ya­ parken, geniş ölçüde sosyalist projenin doğum hatasını he­ nüz l 920'lerde eleştirel bir tavırla acımasız bir açıklıkla or­ taya koyan Batı Marksist geleneğine dayanacağım. 5 Sosya­ lizmin bu sorunlu mirasının üzerindeki örtüyü kaldırmanın yolu, bir adım geriye giderek, yeni ve isyankar toplumsal öz­ gürlük kavramının sosyalistlerce hangi toplumsal ve tarihsel teorik çerçevede ortaya konduğunu aydınlatmaktan geçiyor. Robert Owen'dan Proudhon'a ve Karl Marx'a kadar sosyalist hareketin öncüleri, başından itibaren adeta doğalmışçasına, dayanışmacı toplumsal ilişkilerin yaratılmasının kaldıracı­ nın, kapitalist piyasa ekonomisinin reform veya devrim yo­ luyla ortadan kaldırılması olacağını düşünmüşlerdir. Çün­ kü hakim özgürlük anlayışının bireysel egoizme sıkışması­ nın gerçek nedenleri sadece kapitalist piyasa ekonomisinin kurumlarında yatıyordur, öyleyse dayanışmacı, devrimci va4

Rawls, Eine Theorie der Gerechtigkeit, s. 1 26'dan itibaren. Bu konuda ayrıca karş. Brudney, "Der junge Marx und der mittlere Rawls", a.g.e., s. 1 48- 1 58.

5

"Batı Marksizmi" kavramı Maurice Merleau-Ponty tarafından şekillendirilmiş­ tir. (Maurice Merleau-Ponty, Die Abenteuer der Dialektik [ 195 5 ] , Frankfurt/M . , 1 968) v e o zamandan heri , Lukacs'dan Marcuse'a uzanan , kendi içinde çok he­ terojen bir ortodoks olmayan eleştirel Marksizm geleneğine, geriye dönük ola­ rak mal edilmiştir. Bu konuda genel bir bakış için Martin jay, Marxism and To­ tality, The Adventures of a Concept from Lukıics to Habermas, Cambridge, 1 984. Troçkist ve bu nedenle olumsuz yaklaşımlı bir bakış açısından özet için: Perıy Anderson, Über den westlichen Marxismus, Frankfurt/M . , 1 978 [Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler, çev. Bülent Aksoy, Birikim Yayınları , 2004 ] .

46

adleri yerine getirecek bir yaşam biçiminin kurulması ancak oradan hareketle gerçekleşebilecektir. Bunun ötesinde ha­ reketin öncüleri, devrim için gerekli saiklerin ve yatkınlık­ ların mevcut ilişkiler içinde mevcut bulunduğu konusunda hemfikirdirler. Çünkü işçilerin, üreticilerin ve yöneticilerin öz çıkarları, kapitalist pazarın yerine kooperatif olarak ör­ gütlenmiş bir ekonomik modelin geçirilmesinden yana olsa gerektir. Yeni doktrin bu ikinci ön kabulle, kendini toplum­ daki mevcut muhalefet gücünü dışa vuran organ veya yansı­ tıcı merci addeder. Nitekim teorinin pratikle ilişkisi, açıkça belirli bir toplumsal grubun eğitimi, bilgilendirilmesi ve ay­ dınlanması olarak düşünülmelidir. Üçüncü olarak ise sosya­ list hareketin tüm taraftarları nihayetinde, toplumsal ilişki­ lerde gerçekleştirilmesi hedeflenen değişikliklerin, belirli bir ölçüde tarihsel zorunluluk olarak vuku bulması gerektiği ön kabulüne meylederler. Çünkü kapitalist pazar ekonomisi ya kendi ürettiği krizler nedeniyle son bularak ekonomik güç­ lerin toplumsallaşmasının önünü açacak ya da sebep oldu­ ğu yoksullaşma nedeniyle gittikçe güçlenen bir direniş üre­ tecektir. Kapitalizmin yaklaşan kendi kendini ortadan kal­ dırma sürecine dair açıklamaların ayrıntıları bir yana, sosya­ lizmin entelektüel öncüleri arasında, göze görünecek kadar yakın zamanda gerçekleşecek tarihsel zorunluluklara ilişkin önkabullerden hareket etmeyen yok gibidir. Arkaplandaki bu üç ön kabulü bir arada ele aldığımızda ilk sosyalistlerin paylaştıkları toplumsal özgürlük fikrinin taşıyıcısı olan toplum ve tarih anlayışının ana hatları orta­ ya çıkar: Neredeyse sadece ekonomik alanı esas alan bir ba­ kışla, yeni kazanılmış özgürlükleri bireysel niyetlerin taki­ bi manasında anlaşılmaya zorlayan nedenlerin sadece onla­ rı belirleyen kapitalist koşullardan kaynaklandığından hare­ ket edilir. Rekabet ve yarışmacılığın toplumsal olanı uğrattı­ ğı erozyona karşı, bu iktisadi alanda bugünden, ekonomiyi 47

cemaatselleştirmeye dönük bir proleter karşı hareket oluş­ muştur ve sosyalist doktrin şimdi düşünsel organı olarak onunla eklemlenerek, mahirane bir aydınlatma ve eğitimle tarihsel süreci ilerletecektir. Bu süreç tüm üretim ilişkileri­ nin kooperatif anlayışla yeniden biçimlendirilmesine ve bu­ radan hareketle her biri birbiri için eyleyen üyelerden olu­ şan bir topluluğun kurulmasına varacaktır. Şüphesiz sosya­ lizmin 1 9 . yüzyılın ilk yarısındaki bütün temsilcileri tüm bu toplumsal teorik ön kabulleri benimsemiş değildir; norma­ tif temellerde büyük ölçüde hemfikir olmalarına karşın top­ lumsal teorik sorulara ilişkin bir dizi bireysel farklılaşma vardır. Halihazırda devam eden ekonominin toplumsallaş­ ması sürecinin adım adım ilerleyen bir reform mu yoksa da­ ha sonra gerçekleşecek bir devrime yaklaşma olarak mı an­ laşılması gerektiği; ve tüm üreticilerin birliğini karakterize eden ekonomik ilişkilerin son haliyle nasıl teşekkül edeceği­ nin ayrıntıları, bu sorular arasında yer alır. - Özellikle ikin­ ci soruda, bakış açılarında ciddi farklılıklar ortaya çıkar. Ka­ pitalist pazarın krizlere açık olmasının ekonomi teorisi bağ­ lamındaki sebebine ve buna bağlı olarak olarak toplumsal­ laştırılmış bir ekonomik yeniden üretime uygun düzenleme­ yönetim olarak neyin önerildiğine dair ayrışmalar bu nokta­ da belirleyicidir.6 Ama anılan üç ön kabul, yani: ekonomik alanın, uygun özgürlük tarzı için mücadelenin yürütülece­ ği merkezi hatta tek zemin olarak görülmesi; bu alanda hali­ hazırda mevcut bulunan muhalefet gücüyle düşünsel geriye dönük eklemlenme; ve mevcut direniş hareketinin mutlak zaferine dair, tarih felsefesinden beslenen beklenti - bu ka­ buller sosyalistlerin toplumsal özgürlük fikrini müştereken geliştirdikleri toplumsal teorik düşünce sahasını tayin eden köşe taşlarıdır. Şimdi bu üç ön kabulü daha ayrıntılı ele ala6 48

Bir ilk genel bakış şurada sunulmuştur: Eduard Heimann , Geschichte der volk­ swirtschaftlichen Lehrmeinungen, Frankfurt/M . , 1 949, V. 3. Bölüm.

rak, bunlardan, alternatif bir toplum modeli tasanmına iliş­ kin ana hedefe dair ne gibi sonuçlar çıkarıldığını sorgula­ mak istiyorum. Bu adımda öncelikle, erken dönem sosyalist­ lerin, ilk kaynaklarındaki toplumsal özgürlük fikrini bu üç temel kabulle tanımlanan çerçevede geliştirmiş olmalarının, toplumsal teori açısından onları izleyen harekete bıraktıkla­ rı miras yükünü çözümlemek gerekecek. 1 . Daha önce gördüğümüz üzere Karl Marx da dahil ilk sos­ yalistlerde, devrimle kurumlaşan özgürlük haklarını mün­ hasıran, iktisadi alanda özel mülkiyet temelinde kendi çı­ karlarını takip edebilmek için, devlet tarafından güvence al­ tına alınmış bir müsaade olarak anlama eğilimi mevcuttur. Yeni bireysel özgürlüklerin kalesine dönüştüğünü düşün­ dükleri bu kapitalist pazar sisteminin karşısına, eleştirel ba­ kış açısıyla, cemaatselleştirilmiş bir üretim biçimi tasarımını çıkarırlar. Bu tasarımda özneler artık birbirlerine karşı değil birbirleri için faaldirler ve bu yolla benim toplumsal özgür­ lük olarak adlandırdığım şeyi gerçekleştirmeye yönelmişler­ dir. Girilen bu yolda, ister şahsi bencil özgürlükler ister yeni toplumsal özgürlükler olsun özgürlükten sadece ekonomik eylem alanıyla ilişkilendirerek bahsedilmesi; çok geçmeden, ilk bakışta göründüğünden çok daha derin bir sorunu orta­ ya çıkaracaktır. Çünkü şimdi bir kalemde, en azından Rous­ seau ve onun devrimci haleflerinin yeni bireysel kendi ka­ derini tayin hakkını atfettikleri demokratik halk egemenli­ ğinin bundan tümüyle farklı olan alanı, tüm normatif belir­ leyiciliğinden istemeden mahrum bırakılmakta, sadece top­ lumsal yeniden üretimin önemsiz bir boyutu kalmaktadır ondan geriye. Sosyalistler tüm özgürlüğü , iyisiyle kötüsüy­ le tek yönlü olarak sadece ekonomik eylem alanına yerleştir­ diklerinden, birdenbire ve tam anlamıyla farkına da varmak­ sızın, aynı özgürlük kategorileriyle , ortak hedeflere dönük 49

bir demokratik müzakere rej imini düşünme şansını yitir­ mişlerdir. Bunun sonucunda, yalnız yeterli bir siyaset kavra­ mından mahrum kalmamış, toplamda aynı özgürlük hakla­ nnın özgürleşimci yanını da ıskalamışlardır. Bir dizi sonuç­ lan olan bu konumlanmalann satır aralan, sosyalizmin da­ ha sonraki kaderi açısından, daha ayrıntılı değinmeyi gerek­ tirecek derecede önemlidir. Daha Saint-Simon ve öğrencilerinde , gerçekleşmiş dev­ rimi devam ettirme isteğiyle tüm dikkatin siyasal zemin­ den çekilip sınai üretim alanına kayışı belirgindir. Bu eko­ lün bakış açısına göre sanayi ve ticaretteki gelişmelerle, ikti­ saden verimsiz eski feodal egemenliğin son kalıntılarını ni­ hai olarak bertaraf etmenin ve onu yeni bir toplum düzeniy­ le ikame etmenin zamanı gelmiştir. Tam istihdamın garan­ ti edildiği bu düzende sınai iş kollarında çalışan herkes, -iş­ çiler müdürlerden daha az olmamak üzere-, ortak müzakere ettikleri bir plan çerçevesinde, en kötü durumdakilerin ih­ tiyaçlannı karşılamayı da gözeterek birlikte çalışacaklardır. Bu şekilde dönüştürülmüş bir kooperatif üretim biçiminin koşullan bir merkez bankası eliyle yaratılacaktır. Bu banka­ da yine sanayi güçlerinin temsili bir yönetim organı, bir ül­ kenin bütün işlerini ve esenliğini kredi dağıtımına dair ka­ rarlar yoluyla belirleyerek gelecekte her türlü siyasi yönlen­ dirmeyi gereksiz kılacaktır.7 Teknokratik öğretilerini bir ye­ ni sivil din halesiyle donatan Saint-Simon ve öğrencilerin­ den farklı olmayan biçimde, sonraki kuşaklann sosyalistleri de yeni yurttaş haklannın siyasi işlevleriyle neredeyse hiç il­ gilenmediler. Toplumun dayanışmacı yeniden örgütlenme­ sinin tek yolunun ekonomik alandan geçtiği kanaatinde, Sa­ int-Simoncuların neredeyse dindarane tarikatlarıyla hem7

50

Salomon-Delatour (der. ) , Die Lehre Saint-Simons, özellikle s. 1 1 2- 1 30. Ayrıca genel bir bakış için karş. Cole, Socialist Thought, iV. ve V. Bölüm; Droz (der. ) , Geschichte des Sozialismus , i l . cilt, s . 1 1 3- 1 30.

fikirdiler. Ekonomik alanda şahsi ben-merkezciliğin yerini gelecekte ihtiyaçların giderilmesine dönük herkesin karşı­ lıklı birbirini tamamlaması alırken, siyasi kurumlar yönlen­ dirici görevlerini yitirecektir. Yeni özgürlük kavramına iliş­ kin en net formülasyonlan Marx'tan önce bulan Proudhon, burada da en ileriye giderek, kısa vadede tüm hükümet fa­ aliyetlerinin sonlandırılmasını talep etmişti. Küçük üretim topluluklannın karşılıklılığa dayalı müşterek etkinliği, gayet iyi ve tastamam alabilecektir onlann yerini. Buna uygun ola­ rak, devrimin ilan ettiği özgürlük haklanna daha fazla ihti­ yaç olacağını da düşünmez. Ona göre bunlar zaten kapitalist pazardaki özel mülkiyet sahiplerinin çıkarlanna hizmet et­ mektedirler ve kooperatif üretim biçiminin kabul ettirilme­ siyle bunlar önceki rollerini yitireceklerdir.8 Fourier, Louis Blanc veya Auguste Blanqui'de mücadeley­ le yeni elde edilmiş eşit özgürlük haklannı küçümsemedik­ lerini ele veren benzer fikirler görülse de, ilk kez Marx bu sorunsalı topyekun yeni bir tartışma zeminine taşır. Yahu­ di Sorununa Dair başlığıyla 1 844'te yayınladığı ve gelişmekte olan hareketin kendini tanımlama sürecinde önemli bir ki­ lometre taşı teşkil eden makalesinde Marx, Yahudilerin eşit siyasal haklar için mücadelesinin gelecekte sosyalist hedef­ ler açısından nasıl bir yer tutacağı sorusuna yanıtlar arar.9 Marx'ın vermeye çalıştığı yanıt iki kademelidir. Sorun ön­ celikli olarak mevcut toplumsal ilişkiler çerçevisinde, ancak ondan sonra özgürleştirilmiş toplum düzleminde çözümlen­ melidir. Mevcut duruma bakarken Marx, Hegelci hukuk fel8

Karş. Pierre-Joseph Proudhon, Theoıie des Eigentums [ 1 866 ] , Kici, 20 10, özel­ likle 9. Bölüm [ Mülkiyet Nedir? Çev. Devrim Çetinkasap, T. iş Bankası Yayın­ ları , lstanbul, 20 1 6 [ ; Proudhon'un "Anarşizm"ine ilişkin karş. Jacques Droz (der. ) , Geschichte des Sozialismus, III. cilt: Sozialismus und Arbeiterbewegung bis zum Ende der I. Intemationale, Frankfurt/M. , Berlin ve Viyana, 1975, s. 82-87.

9

Kari Marx, " Zur Judenfrage" , Werhe (MEW) , Kari Marx/Friedrich Engels, 1 . cilt, Berlin, 1970, s . 347-377. 51

sefesinin lügatine başvurarak burada "burjuva toplumu" ya­ ni kapitalist piyasa ekonomisi ile "devletin" , her biri kendi ilkeleri üzerine kurulu iki ayrı zeminde varolduklarını öne sürer. Marx, bu tür bir kurumsal görev dağılımı devam ettiği sürece, Yahudi azınlığının entegrasyonuna dönük siyasal ça­ baların da apaçık bir özgürleştirici değer taşıyacağına emin­ dir. Zira eşit özgürlük haklarının devlet tarafından garanti altına alınması tüm geçmişe nazaran normatif bir ilerleme­ yi temsil eder . 1 0 Devletin şimdiye dek tecrit edilmiş olan fa­ aliyetlerinin yönü gelecekte yeniden hakiki beşeri cemaa­ tiyle ilgili görevler alanına dönecek olursa, Yahudilerin bü­ tün siyasal uyum çabaları da anında işlevini yitirecektir ona göre. Çünkü bu koşullar altında insanları yurttaş ve birey­ sel ekonomik özne olarak, "citoyen" [yurttaş ] ve "bourgeois" [burjuva] olarak ayıran çarpık bölünme ortadan kalkmak­ la kalmayacak, aynı zamanda kooperatif işbirliği içindeki bütün toplum üyelerinin birliğiyle siyasi idareye dair ödev­ ler müştereken çözülebilecek; öyle ki, her bir şahıs için, da­ ha yüksek bir makamdan bireysel kendi kaderini tayin hak­ kını talep etme gereği ortadan kalkacaktır. Marx'ın akıl yü­ rütmesinde konumuza ilişkin özel önem arz eden son dü­ şünsel adım şudur: "Toplumun her bileşenini halk egemen­ liğinin eşit bir katılımcısı olarak ilan etme"nin aracı oldu­ ğunu söylediği liberal özgürlükler, 1 1 geleceğin sosyalist top­ lumunda tüm normatif anlamlarını yitireceklerdir; çünkü o zaman kimse, zaten her bireyin kendi kaderini tayin hakkıy­ la donatılmış olmasını gerektiren ortak iradenin, iktisadi fa­ aliyetlerden ayrıştırılmış, ayrı bir müzakeresine ihtiyaç duy­ mayacaktır. 1 2 1 0 A.y., s . 356. 11

A.y., s. 354.

1 2 Marx'ın "Yahudi Meselesi "ne ilişkin argümantasyonuna dair büyük çeşitli­ lik arzeden l iteratürden sadece görece yeni iki calışmayı anıyorum: Frede­ rick Neuhouser, " Marx (und Hegel) zur Philosophie der Freiheit" , Nach Marx, 52

Marx'ın, liberal özgürlük haklarını ancak devlet politikası ile iktisadi üretim alanlarının kurumsallaşmış ayrımı ayakta durduğu sürece desteklenmeye değer gören bu göreceleştiri­ ci tutumu, sosyalist harekete, daha oluşum evresinde zorluk çıkartan, sonralarıysa hiç sırtından atamadığı bir yük bindir­ miştir. Özgürlük ve kardeşliği uzlaştırma umudu tamamen ekonomik alanın cemaatçi yeniden yapılandırılmasına bağ­ landığından, birbirleri uğruna eyleyen öznelerden kurulu bir cemaatte bütün bireysel hakların ardında iz bırakmaksı­ zın sönüp gideceğine inanılıyordu. Nihai noktada ne bireyin özerkliği ne de ortak iradenin öznelerarası belirlenimi için meşru bir zemin kalacaktı. Sosyalist hareketin hangi kuru­ cu belgesi ele alınırsa alınsın, her yerde aynı eğilime rastge­ linir; liberal özgürlük haklarıyla birlikte, özgür ve eşit yurt­ taşlar arasında bu haklara dayanan bir ortak irade oluşumu­ na, geleceğin toplumunun örgütsel inşasında yer verilmez. Toplumsal olana dair bu yeni örgütlenme biçimine karak­ terini veren şey, öznelerin topluma yalnız ve yalnız koope­ ratif üretime katkıları yoluyla dahil edilmeleri olacaktır. Bu durumda, toplumsal özgürlük müştereken gerçekleştirebi­ lecek, ancak bireysel olarak kendini gerçekleştirme tasasını artık bir kenara bırakacaklardır. Hatları böyle çizilen bir ge­ lecek tasarımının neticesi, kendi doktrininden hareketle si­ yasal alana normatif bir giriş yolu bulma becerisinden yok­ sun kalmaktı . Kökenlere dayanan bu eksikliğin, bir müca­ dele kavramı olan "sosyalizm"e "demokratik" sıfatı eklene­ rek aşılmaya başlaması uzun yıllar alacaktır. Sosyal Demok­ rat Parti'nin ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında resmen programlaştırdığı demokratik sosyalizm formülü dahi, 13 kuder. Jaeggi/Loick içinde, s. 25-47; Catherine Colliot-Thelene, Demohratie ohne Volh, Hamburg, 20 1 1 , s. 58-68. 13 Karş. Schieder, "Sozialismus" , a.g.e., s. 990'dan itibare n. ; Parti isminin "Sos­ yal Demokrasi" oluşunun hikayesine ilişkin : A.y. , s. 977'den i tibaren. Alman Sosyal Demokrasisinin tarihine ilişkin bkz. Detlef Lehnert, Sozialdemoh ra53

rucu babalardan devralınan mirastaki sorunu sadece idare­ ten çözmüştür. Çünkü, temeldeki toplumsal özgürlük fikri­ nin, kapitalist bireysel bencilliğe dönük eleştiriyi kanatlan­ dınrken, bireysel özgürlük haklarını tümden değersizleştir­ meyen bir kavrayışının nasıl kotarılabileceği sorusu, esas iti­ barıyla yanıtsız kalır. Bunun yerine bu ikili kavramla yöneli­ nen amaç da genellikle, alışılagelmiş liberal kalıba uygun bi­ çimde siyasal demokrasiyi parlamenter çoğunluk elde edi­ lerek kapitalist pazarın sınırlandırılması yoluyla "sosyal so­ runun" çözülmesinin sağlanacağı kurumsal bir alan olarak gören oldukça dar bir fikirden ötesi değildi. Ekonomik fa­ aliyet alanını imkanlar çerçevesinde bütün toplum üyeleri­ nin birbirlerine karşı değil birbirleri için çalışacakları biçim­ de örgütlemeye dönük daha radikal talep de böylelikle geri­ de kalmıştır. 14 Eğer bu hassas noktada, kurucu babaları bir kenara bıra­ karak, sosyalizm fikrinin Hegelci özgürlük teorisiyle bağ­ lantısı devam ettirilebilseydi, her şey çok daha farklı olur­ du ; çünkü böylece liberal özgürlükleri, başlangıçtaki anla­ yış doğrultusunda gelecekte ekonomik zeminde gerçekleştie zwischen Protestbewegung und Regierungspartei 1848 - 1983 , Frankfurt/M . , 1 983. 1 4 işçi hareketi içerisinde, kökleri sanayileşme devrine dayanan sosyalizmin ku­ ramsal darboğazları üzerine henüz 20. yüzyılın başında tutarlı biçimde ka­ fa yoran yegane entelektüel olan Eduard Bemstein bu noktada çok daha fark­ lı bir değerlendirme yapar. Ona göre demokrasi, tüm sosyalist hedeflerin nor­ matif çekirdeğini teşkil eder, çünkü salt çoğunluk ilkesine dayalı siyasal bir hükumet formunu değil, bilakis tümüyle toplumsal yaşamın uygun bir örgüt­ lenme formunu temsil eder. Bu manada Bemstein, çağının ilerisine uzanarak "demokrasi"den "özgürlüğün örgütlenmesi" olarak bahseder. Eduard Berns­ tein , "Der sozialistische Begriff der Demokratie" , Sozialdemohratische Völher­ politih. Gesammelte Aufsı'itze, Leipzig, 1 9 1 7 , s. 1 - 1 5 , burada: s. 1 1 . Bemstein "revizyonizm "inin radikalizmi, onun eserlerine dair ikincil kaynaklarda sıklıkla görmezden gelinmektedir, zira bunlar ya Marksist ya da parti içi perspektiften kaleme alınmıştır. Bu noktada önemli bir istisna, Bo Gustafsson'un, lngiliz Fa­ bianlannın etkisini öne çıkardığı kapsamlı çalışmasıdır. Bo Gustafsson, Marxis­

mus und Revisionismus. Eduard Bernsteins Kritik des Marxismus und ihre ideen­ geschichtlichen Voraussetzungen, 2 cilt, Frankfurt/M . , 1972, özellikle s. 3 1 6-326. 54

mesi beklenen toplumsal özgürlükler önünde bir engel de­ ğil bilakis zorunlu bir koşul olarak düşünebilme olanağı il­ ke olarak ayakta kalacaktı. 1 5 Belki de böyle bir yol izlensey­ di, sadece ekonomik faaliyet alanını değil, demokratik irade oluşum süreçlerini de toplumsal özgürlükler ilkesine bağla­ ma fırsatı doğabilecekti. 1 6 Sosyalist geleneğin bir kenara bı­ raktığı bu alternatifi kitabın Dördüncü Bölümü'nde ele al­ madan önce erken dönem sosyalistlerinin toplum teorile­ rindeki ikinci ön kabule dair bir şeyler söylemek istiyorum. 2. Erken dönem sosyalistlerinin toplum teorisiyle ilgili dü­ şüncelerinde , kendi ideallerinin sadece çağdaş toplumda­ ki mu halefet gücünün fiili çıkarlarını temsil ettiğine dair ikinci ön kabullerinin dayanak noktalarına da yine Saint-Si­ mon ve öğrencilerinden itibaren rastlarız. Çeşitli kollara ay­ rılan bu ekolün tüm izleyicileri , basit el işçisinden mühen­ dislere ve idarecilere dek tüm sanayi işçileri sınıfının, bir­ likte yürüttükleri faaliyetlerin ve uyguladıkları maharetle­ rin feodal-burjuva bir mülkiyet düzeninin boyunduruğun­ dan kurtarılacağı, böylece özgür ve dayatmasız bir birlik ha­ linde üretkenliklerini artıracakları anı beklediklerinde hem­ fikirdir. Böylece zaten verili sayılan özgürleşme sürecinin arkaplanında, Saint-Simoncu doktrin, gereken ek bilgiyi ve dinsel etkilerle beslenmiş kesinlikleri sunmakla mükelleftir; tüm üretken emek güçleri cemaatinin kolektif olarak özle­ diği düzeni getirmek için bunlar da zaruridir. 1 7 Halihazırda tamamen teorinin anlamına uygun bir muhalefet hareketi­ nin varlığına aynı ön kabul Robert Owen, Louis Blanc ve Pi­ erre-joseph Proudhon'da tekrar karşımıza çıkar, sadece bu15 Bu konuda Neuhouser'in fikirlerine bkz. Neuhouser, "Marx (und Hegel) zur Philosophie der Freiheit " , a.g.e. 1 6 Karş. Honneth, Das Recht der Freiheit, C. ili. 3 . Bölümü. 17 Karş. Salomon-Delatour (der. ) , Die Lehre Saint-Simons, s. 1 03- 1 1 1 ; Ayrıca karş. Droz (der. ) , Geschichte des Sozialismus, s. 1 1 7- 1 2 1 . 55

rada katılımcılar çemberi, ücretli sanayi işçileri kitlesiyle sı­ nırlanmıştır. Ancak yine aynen Saint-Simon ve öğrencileri­ nin yaklaşımındaki gibi, daha sosyalist düşünce etkisini hiç göstermeksizin, zaten bu işçi kitlesinin ortak çıkarını, top­ lumsal gelişmenin tüm üreticileri herhangi bir zorlama ol­ madan cemaatleştirecek istikamette ilerlemesinde gördüğü­ nü varsayarlar. 1 8 Şüphesiz, salt içerisinde kendi ideallerinin temsil edildiği bir direniş hareketiyle münasebeti, henüz başlıbaşına bir so­ run teşkil etmez sosyalist teori için. Hatta toplumsal gerçek­ lik içinde güçler ve yatkınlıklar aramak, geleceğe dönük bir teorinin refleksif yapısına dahildir; iddialarının pratik bir et­ ki kazanmasını ve öngördüğü toplumsal durumun gerçek­ leşmesini onların yardımıyla sağlayacaktır. Ancak andığımız bu yazarlardan itibaren sosyalist düşüncede çok farklı bir yöntemsel stratej i belirginleşmeye başlar. Bu strateji, söz ko­ nusu direniş hareketlerinin ampirik tetkikiyle yetinmez, on­ ları tartışılmaz bir zorunlulukla varsaymaya yönelir. Teori­ nin pratiğe her aktarımından önce beklenti ve arzuların top­ lumsal gerçeklikte zaten nesnel olarak mevcut bulunduğu anlayışı yönündedir eğilim; sonra teori, kendini meşrulaştır­ mak ve niyetini gerçekleştirmek üzere bunlara dayanabile­ cektir. Bu tür bilim öncesi mevcudiyetlerden nesnel bir çer­ çevede konuşabilmenin tek yolu , bunları nesnesinin sosyo­ lojik niteliğine atfetmektir. O zaman artık ampirik çıkar ko­ numlanmaları veya fiili arzulardan değil, bahis konusu top­ lumsal grupların, konumlarının gerektirdiği doğru kavrayı­ şa ulaşmaları halinde sahip olmaları gereken çıkarlardan söz edilecektir. Bu çıkar atfetme yöntemi, daha sonra Max We18 Louis Blanc'da bütün işçilerin böyle bir ortak çıkarlan oldugu varsayımı açık biçimde " işin Örgütlenmesi" metninde görülür: Louis Blanc, "Organisation der Arbeit" (seçme parça) , a.g.e. , s. 1 8 1 . Proudhon aynı manada sıklıkla çalı­ şan sınıllann "göreve çağrılmasından" bahseder. Proudhon, Theorie des Eigen­ ıums, s. 144. 56

ber'in ortaya koyacağı gibi, tabii teorik keyfiliğe kapılan ar­ dına kadar açmıştı. Zira doğru kavranmaları halinde söz ko­ nusu grupların kendilerine atfedilen çıkarları idrak etmele­ rini sağlayacağı varsayılan anlayışların sağlaması, teorinin önceden toplumsal gerçekliği açıklamakta kullandığı tes­ pitlerle yapılmaktaydı sadece. Daha Saint-Simoncular ve er­ ken sosyalizmin diğer temsilcilerinde sosyalist teori bir ba­ kıma salt kendine kendine atıfla açıklanma tehlikesiyle kar­ şı karşıya kalmıştı. Bunun sebebi, öncesinde çıkar konum­ larına dair varsayımlarla inşa edilmiş öngörülerini haklı çı­ karan bir kolektif hareket tasarımının toplumsal gerçekliğe yansıtılmasıydı. Teorinin kendine kendine atıflarla içine kapanması eğili­ mi, şüphesiz Karl Marx'ın eserleriyle daha da güçlenmiştir. Onun aktörler adına nesnel çıkar konumlarını varsayarak kendi analizlerini bu durumun ifade organı olarak anlama çabası, değişik biçimlerde onun neredeyse bütün metinle­ rinde görülür. Yalnızca tarihsel-siyasi değerlendirmelerinde, tüm ücretli emekçilere tekil bir çıkar atfetme tehlikesinden kaçındığı oranda, toplumsal grupların somut arzularına dair hesap vermeye yanaşmamıştır. 1 9 Marx'ın antropoloji alanın­ daki erken dönem yazılarında, proletaryayı kendi tümlüğü içerisinde tekil bir özne olarak kavramaya çalışarak tam ter­ si bir tutum izler, yani proletaryayı bir şeye tabi kılar. Bu öz­ ne, insan türünün temsilini üstlenirken, kendini emekle ger­ çekleştirmeye dair bastıran ihtiyaca kuvvetli bir ifade kazan­ dırıyordur: Her insanın doğası gereği sahip olması gereken, 19 Bütünsel olarak bu sorunsala ilişkin bkz. Cornelius Castoriadis, Gesellschaft a!s imaginare lnstitution. Entwuıf einer politischen Theorie, Frankfurt/M . , 1 984, birinci kısım, 1, s. 1 9- 1 20 [ Toplum imgeleminde Kendini Nasıl Kurar? Çev. Işık Ergüden, iletişim Yayınlan, lstanbul, 20 1 l ] ; jean L. Cohen, Class and Civil So­ ciety. The Limits of Marxian Critical Theory, Amherst, 1982. Marx'ın sistematik ve tarihsel metinleri arasındaki gerilim konusunda aynca karş. Axel Honneth, "Die Moral im 'Kapital'. Versuch einer Korrektur der Marxschen Okonomiek­ ritik" , Nach Marx, der. Jaeggi/Loick, a.g.e. , s. 350-363. 57

etkinliğinin ortaya çıkardığı üründe kendini nesnelleştirme ve onaylanma ihtiyacı, Marx'ın kanaatine göre kapitalizm­ de sadece ücretli çalışanların kolektifince temsil edilir. Çün­ kü yalnızca bu grup, nesnel bir emek etkinliğiyle meşguldür ve bu etkinliğin yabancılaşması içerisinde kendi doğal yöne­ limleriyle arasında açılan mesafeyi fark etmektedir.20 Marx'ın 18SO'lerden sonra ekonomi temelli kapitalizm analizine gi­ rişmesi, böyle bir proleter genel çıkara dair ön kabulünün gerekçelendirmesini değiştirse bile, onun her zaman devrim­ ci bir yönelim taşıyan serimlemesi değişmez. Şimdi işçi sını­ fının üyeleri kapitalist özel mülkiyeti kolektif eylemle orta­ dan kaldırmaya, artık sadece insani doğalarının hala sezinle­ dikleri nihai ereğinden [ Telos] ötürü değil, sistemin sömü­ rünün artmasını koşullaması nedeniyle, iktisadi manada salt hayatta kalabilmek için de mecburdurlar.21 Marx bu neden­ le hem erken hem geç dönem metinlerinde, toplumsal ger­ çeklik içindeki kendi teorisince temsil edilen hedeflerin za­ ten bir kolektif özne tarafından üstlenilmiş olduğu isnadıyla hareket eder. Bu kolektif öznenin tekil mensuplarının somut durumlarına ilişkin bütün farklılıklara rağmen, ortak çıkarla­ rının devrimde olduğu varsayılır. Yöntembilimsel açıdan son derece şüphe götürür olan bu varsayımın sosyalist öğreti için yol açtığı sonuç, o andan itibaren adeta aşkın bir zorunluluk­ la bir toplumsal hareketin mevcudiyetine bağlanmak olmuş­ tur. Oysa ampirik açıdan, bu hareketin toplumsal gerçeklik içinde sahiden öngörüldüğü biçimde varolup olmadığının ta­ mamen belirsiz addedilmesi gerekirdi. En geç Marksist teoriyle beraber, 1 9 . yüzyılın ilk yansın­ da sosyalist tasavvurlar adına ortaya çıkmış her şeyin, mün20 Karş. Kari Marx, "Ökonomisch-philosophische Manuskripte" ( 1 844 ] , . Wer­ ke (MEW) , Yaz . Marx/Engels, ek cilt 1, s. 465-588, burada: s. 553'den itiba­ ren. [ 1844 Elyavnalan, çev. Murat Belge , Birikim Yayınları, lstanbul, 2014 (9. Baskı) ] 21 58

Ünlü formülasyonlar için karş. Marx, Das Kapital, s. 790'dan itibaren.

hasıran devrimci bir işçi sınıfının fikri üretimi olduğu ilan edilmiş oluyordu böylelikle. Bu fikri ürünün fiili muhteva­ sına ve sahici çıkar durumuyla ilişkisine dair aynca düşün­ meye gerek görülmüyordu . Çünkü bu rasyonel çıkar var­ sayımı yöntemi sayesinde işçi sınıfı adeta bütün kapitalist toplumların kopmaz bir parçası sayılmaya başlamıştı, böyle olunca ampirik mülahazaların ve sorgulamaların bir ağırlı­ ğı kalmıyordu. Toplumsal gerçeklik bu muhayyel büyüklü­ ğe tutunmayı kuvvetle tasdik etmeye yetecek somut malze­ meler sundukça, sosyalist öğretinin ifade ve tasvir hasletin­ den şüphe duymak için bir süre vesile doğmadı. Alman Sos­ yal Demokrasisinin ilk temsilcilerine bile, fikirlerinin bü­ tün ücretli çalışanların çıkarlarını yansıtmaktan ibaret oldu­ ğu kanaati öylesine sarsılmaz görünmüştür ki, kafa karışık­ lığına kapılmak için bir sebep görmemişlerdir. Devrimci işçi sınıfı hakkındaki bu sosyoloj ik kurguya ilk kez ampirik te­ mellendirmeye dayanan bir şüpheyle yaklaşmak açısından, Frankfurt Okulu'nun Horkheimer tarafından örgütlenen ilk teorisyenler çevresinin katkısı herhalde ne kadar büyütülse azdır. Her halükarda işçilerin "otoriterizm"ine ilişkin disip­ linlerarası araştırmalarla yeni bir süreç başlamıştır. Bu süre­ cin neticesinde, sınıflara özgü yaşam koşullarının otomatik olarak belirli arzu ve istekleri doğurmasının beklenemeyece­ ğini idrak etmek, kaçınılmazdı.22 Sonra, lkinci Dünya Sava­ şı'nın ardından Batı'nın kapitalist ülkelerinde istihdam iliş­ kilerinin hızla değişmeye başlaması ve emek piyasasına gün­ den güne ofis çalışanlarının hakim olmaları ile artık sanayi­ sonrası toplum kavramı yavaş yavaş yer ederken,23 sosyaliz22 Institut für Sozialforschung (der . ) , Sıudien über Autoritdt und Familie, Paris, 1 936; Erich Fromm, Arbeiter und Angesıellıe am Vorabend des Driıten Reiches. Eine sozialpsychologische Untersuchung, yay. haz. Wolfgang BonB, Sıuttgart, 1 980. 23 Örneğin karş. Daniel Beli, Die nachindustrielle Gesellschafı, Frankfort/M. , New York, 1975. 59

min bir dönem kesinliğine inanılan sınıf bağlan için çoktan iş işten geçmişti. Devrimci bir proletaryanın mevcut olma­ ması değildi yalnız mesele; sanayi işçilerinin ücretli çalışan­ lar içinde bir azınlığa dönüşmesiyle artık sosyalist idealleri, her daim devrimci bir öznenin tinsel ifadesinden ibaret ola­ rak kavramaya devam etme olanağı kalmamıştı.24 Ne var ki böylece ortaya çıkan sorunun menzili, genellik­ le tüm boyutlarıyla kavranamıyor. Erken dönem temsilcileri­ nin gözünde sosyalizm başından beri herhangi bir siyasal te­ ori olmanın ötesindeydi, bu bakımdan liberalizmle kıyasla­ nabilir. O daha ziyade pratik niyetler içeren geleceğe dönük bir öğretiydi; toplum içinde halihazırda mevcut bulunan çı­ karların-yönelimlerin gerçekleşmesine, onları toplumsal öz­ gürlük bakış açısıyla etkinleştirerek ve tashih ederek yardım­ cı olacaktı. Ancak şimdi, bilimsel sınamadan geçmemiş böyle bir yönelim, mevcudiyetinin en zayıf göstergeleri bile ampi­ rik olarak ortadan kalktığından ötürü artık varsayılamaz ha­ le gelirse, sosyalizm için, toplumsal hareketle bağlantısı üze­ rinden büsbütün varoluş hakkını yitirme tehlikesi doğacak­ tır. Zira hedeflerini gerçekleştirmek için baskı yapan bir top­ lumsal güce dayanmaması halinde, herhangi bir normatif te­ ori gibi, müphem bir gerçekliğin karşısında bir ideale geçerli­ lik kazandırmaya çalışıyor olacaktır sadece. Bu bakımdan iş­ çi hareketindeki aşınma sosyalist gelenek açısından, bir iş ka­ zası olmaktan çok daha fazladır. Proletaryada, devrimci deği­ şimle ilgili ona bir zamanlar atfedilen çıkarın-yönelimin bir bakiyesinin yine de bulunabileceği umudunun tamamen sol­ ması, sosyalizmi ta özünden vurmuş, yaşayan bir hareketin teorik dışavurumu olma iddiasını yıkmıştır.25 24 Örneğin karş. j osef Mooser, A rbeiterleben in Deutschland 1900- 1970, Frank­ furt/M . , 1 984, s. 1 84'den itibaren. 25 Radikal sosyalizm içinde bu bilinç özellikle Fransa'da savaş sonrası "Ya Sosya­ lizm ya Barbarlık" hareketiyle hayat bulur. Örnek olarak bkz. Cornelius Casto­ riadis, Sozialismus oder Barbarei. Analysen und Aufrufe zur hulturrevolutioniiren 60

Bu tarihsel durum karşısında sosyalizmin önünde bugün ya kendisini salt normatif bir teoriye dönüştürme ya da yi­ tirdiği işçi hareketi bağlantısını ikame edecek bir şey bulma alternatifleri bulunuyor. Birinci durumda zaten pek çok yer­ de tutulmuş olan yoldan giderek, ideallerini rakip teoriler­ le başa baş savunabilmek için onları soyut adalet ilkelerine dönüştürmesi gerekiyor.26 İkinci durumdaysa görevi, ken­ di hedefleriyle toplum içindeki bir çıkar-yönelim arasında, sosyal hareketlerin iniş çıkışlarından ilkesel olarak etkilen­ meyecek genellikte bir bağ bulmaktır. Bu iki alternatife iliş­ kin değerlendirmeleri gelecek bölüme bırakarak, sosyaliz­ min erken döneminden itibaren sırtında taşıdığı üçüncü mi­ ras yükünü oluşturan bir diğer toplu�sal teori meselesine dönmek istiyorum. 3. Kapitalizm içerisinde doğru ideallerin gerçekleştirilmesi için kendiliğinden bastıran bir devrimci öznenin daima bu­ lunduğu varsayımı, erken dönem sosyalistlerinin toplum­ sal teori fikrinde neredeyse her zaman, verili üretim ilişki­ lerinin tarihsel bir zorunluluk olarak yakında kendiliğinden Verdnderung, Berlin, 1 980. Bütün olarak bu gruba ilişkin bkz. François Dos­ se, Castoriadis: Une Vie, Paris, 20 14, 3. ve 4. Bölümler. Ayrıca Gorz'un olduk­ ça etkili şu çalışmasıyla da karş. Andre Gorz, Abschied vom Proletariat. ]ense­ its des Sozialismus, Reinbek bei Hamburg, 1 984 [ Elveda Proletarya, çev. Hülya Tufan, Afa Yayınları, lstanbul, 1 986 ] . Radikal sol post-operaist düşüncede, iş­ çi hareketinin çözülmesinin bilinci, sanayi proletaryasının yerine hedef grup olarak "çoklugu" [ Multitude] koyınasında kendini gösterir. Michael Hardt/An­ tonio N egri, Empire. Die neue Weltordnung, Frankfurt/M . , 2003 [imparator­ luk, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, lstanbul, 20 1 5 (8. baskı) ] . Bir za­ manlar "devrimci" olarak algılanan sınıfın ortadan kayboluşu hakkında yas ça­ lışması özellikle edebiyat, sinema ve müzik alanında yürütülmektedir. Örne­ ğin Alan Sillitoe, Die Einsamkeit des Langstreckenlaufers [ 1959] . Zürih, 1 967; Bob Oylan, Workingman's Blues #2 , 2006 ("Modem Times" ) . Klasik proletar­ yanın kendini ortadan kaldırışına ilişkin sosyolojik açıdan etkili bir tasvir için bkz. Jefferson Cowie, Stayin' Alive. The 1 970s and the Lası Days of the Working Class, N ew York, 20 10.

26 Karş. Gerald A. Cohen, Self-Ownership, Freedom and Equality, Cambridge, 1995. 61

ortadan kalkması gerektiği yönündeki tarih felsefesi hük­ müyle bütünlenir. Sosyalizmin üçüncü miras yükü olan bu ön kabuldeki sorun, bunun kapitalizmin kendi kendini yok edeceğine dair araştırmaları kamçılamış olması değil, doğ­ rusal bir gelişmeye dair kurgusuyla tarihsel süreçler ve po­ tansiyellere dair her türlü deneysel yaklaşımı imkansız kıl­ mış olmasıdır. Bu düşünsel şemanın oluşumu yine Saint-Si­ mon ve öğrencileriyle başlar: Bu ekolün mensupları ustaları­ nın, insanlık tarihinin her yeni basamakta toplumsal ilişkile­ rin teknik ve bilimdeki ilerlemelere uyarlanmasıyla kesinti­ siz bir ilerleme yolunda olduğu yönündeki, Turgot ve Con­ dorcet'e dayanan27 fikrini takip ederler. 28 Saint-Simoncular bu ilerleme fikrinin arkaplanında kendi yaşadıkları devrim sonrası Fransa'sında "kritik" durağanlık adını verdikleri bir evreden bahsederler. Bu evrede sınai üretim biçiminin gitgi­ de serpilen imkanları henüz toplumsal olarak kullanılama­ yacaktır, çünkü hala bertaraf edilmemiş geleneksel mülkiyet düzeni, toplumsal yönetim gücünün tüm donanımını atıl bir sınıfa vermiştir. Bu nedenle onlara göre tarihsel sürecin bir sonraki adımı zorunlu olarak, burjuvalar, soylular ve ruh­ banların bu aylak tabakalarının hak edilmemiş varlıklarının devlete ait bir merkez bankasına devredilmesi olmalıdır. Bu banka kredi dağıtımına ilişkin kararlarıyla sanayi alanında faaliyet gösteren herkesin işbirliği yapacağı büyük toplulu­ ğun ekonomik ön koşullarını yaratacaktır.29 Aynı dönemde veya hemen peşinden sosyalist fikir tasa­ rımları ortaya koymuş yazarların hepsi, Saint-Simonculara benzer biçimde ilerlemeci bir tarih felsefesi modelini esas al27 Erken dönem sosyalizminin pek çok temsilcisinin izlediği tarihsel felsefi düşü­ nüşiın bu geleneğine ilişkin karş. Robert Nisbet, History of the idea of Progress, New York, 1 980, 11., 6. Bölüm. 28 Salomon-Delatour (der. ) , Die Lehre Saint-Simons, s. 55-66; Ek olarak karş. Co­ le, Socialist Thought, iV ve V. Bölümler. 29 Salomon-Delatour (der . ) , Die Lehre Saint-Simons, s. 1 2 5- 1 30. 62

mış değildir. Siyasal gelişmelere daha aktif müdahale ettikle­ ri ölçüde veya doğrudan alternatif iktisadi işletmelerin inşa­ sına katıldıkça (Robert Owen'ı düşünmek yeterlidir) , tarih­ sel ilerleme yasalarına dair cüretkar spekülasyonlara daha az kapılmışlardır. Ama erken dönem sosyalistlerin büyük ço­ ğunluğunun Saint-Simonculara katıldığı nokta, kendi ente­ lektüel faaliyetlerini insan soyunun doğal bir yasallıkla iler­ leyişinin kesintisiz sürecinde zorunlu adımlar olarak kavra­ malarıdır. Onlara göre sosyalizm, zorunlu bir gelişmenin id­ rakinin ürünü olmaktan başka bir şey değildir, bunun bir sonraki adımı da kaçınılmaz olarak piyasa ekonomisindeki rekabet ilişkilerini aşarak yerine tüm çalışanların kooperatif birliğini koymak olmalıdır. Böyle bir tarih felsefesi düşünce­ sinin ögelerine, yeni hareketin ılımlı temsilcilerinden Louis Blanc'ın eserlerinde de rastlanır. Hayatı boyunca hayranlık duyduğu Condorcet ve özellikle Saint-Simon'dan ilham ala­ rak, kesintisiz bilimsel aydınlanma sürecinin kısa veya uzun vadede kesinlikle dayanışmacı bir iktisadi cemaati haya­ ta geçirtecek reformları zorunlu kılacağından hareket eder, programatik metinlerinde kendisi de böyle bir cemaatin ku­ rulmasını önermiştir.3° Fransız erken dönem sosyalistleri­ nin anlayışının, bilimsel idrakın insan medeniyetinin düz­ çizgisel ilerlemesinin motoru sayıldığı klasik aydınlanmanın gelişmeci iyimserliğine nasıl sıkı sıkıya bağlı kaldığı burada bir kez daha ifadesini bulurken, Proudhon'un düşüncelerin­ de aksine Hegelci tarih felsefesinin ilk etkileri kendini gös­ terir. Proudhon propagandasını yaptığı sosyalizmi gelece­ ğin toplum düzeninin alameti saymakta fikirdaşlarından ge­ ri kalmaz. Tarihsel gelişme, kanıtlanabilir bir yasanın zorun­ luluğuyla, oraya doğru itmektedir. Hareketin Fransa'daki di­ ğer temsilcilerinden farklı olarak o bu yasallığı gelişen bir bilimselleşmenin çıktısı olarak izah etmez de, karşıt sınıflar 30 Cole, Socialist Thought,

s.

1 69. 63

arasında sürekli yenilenen uzlaşma süreçlerinin adım adım ilerleyen bir neticesi olarak açıklar.31 Sınıflararası mücadele­ nin ilerlemeyi garanti eden rolüne dair imalarıyla Proudhon, birbirinden çok uzak geleneklerin birikimlerini sentezleme­ de bir ustaya, Marx'a tarih felsefesi düşüncesine giden yolu açmıştır. Her ne kadar kendisi daha sonra Fransız anarşist­ lerinin eserleri üzerindeki her türlü tesirini inkar etmiş hat­ ta ona kaba bir eleştiride bulunmuş olsa da,32 Marx'a, tarih­ sel materyalizminde Proudhon'un fikir yürütmelerinin be­ lirgin izlerine sık sık rastlanır. Yine de Karl Marx'ın eserinde, erken dönem sosyalizmi­ nin karakteristik vasfı olarak yasallığına inanılan ilerleme iki çok farklı biçimde karşımıza çıkar. 33 Birbiriyle rekabet halindeki bu iki yaklaşımdan ilkinde, Hegel ve Proudhon'un belirgin izleri görülür. Burada toplumsal sınıflar arasında­ ki mücadele toplumsal gelişmenin itici gücü olarak görü­ lür. Bu gelişme aynı hat üzerinde iyileşmelerle ilerleyecek­ tir, çünkü her adımda öncekinden daha büyük ama şimdiye dek dışlanmış bir grubun çıkarları-yönelimleri baskınlık ka­ zanacaktır. Marx'a göre sosyalizm bu çatışma yüklü ilerleme sürecinde, arzuları daha öncesinde hep baskı altına alınmış olan proletaryanın toplumdaki çoğunluk olarak toplumsal yönetim gücünü ele aldığı durumda gelişmenin şimdilik son evresini temsil eder.34 Marx'ın insanlık tarihinin belirli bir yönde ilerlediği varsayımına inandırıcılık kazandırmak için kullandığı ikinci açıklama modeliyse tamamen doğa-çevre 31

Karş. a.y . , s. 208, dipnotlar.

32 Kari Marx, "Das Elend der Philosophie. Antwort auf Proudhons 'Philosop­ hie des Elends"' [Felsefenin Sefaleti, çev. Ahmet Kardam, Sol Yayınlan , Anka­ ra, 201 1 (7. baskı) ] , Werke (MEW) , Kari Marx/Fıiedıich Engels, 4. cilt, Berlin, 1 972, s. 63- 182. 33 Bu gerilime dair karş. Castoıiadis, Gesellschaft als imagindre Institution, 1 . Bölüm. 34 Karş. özellikle Kari Marx/Fıiedıich Engels, "Manifest der Kommunistischen Par­ tei'' [Komünist Manifesto, çev. Levent Kavas, lthaki Yayınlan, lstanbul, 20 1 6 (6. baskı) J , Werke (MEW), Kari Marx/Fıiedıich Engels, 4. cilt, s. 459-493 . 64

üzerinde bilgi temelli hakimiyet artışının doğrusal ilerleyi­ şine dayanciırılmıştır. Bu bakımdan bu alternatif yaklaşım­ da Saint-Simon ve ekolünün belirli bir tesirinin olduğunu tahmin etıhek yersiz olmayacaktır. Bu ikinci modelde Marx toplumsal gelişmenin motoru olarak insanın doğaya hakim olma yeteneğindeki kesintisiz artışı esas almıştır. Bu artışın kullanılmayan potansiyelleri, toplumsal örgütlenmeyi bas­ kı altına alarak adım adım kendilerine uyduracaktır. Böyle­ ce ilerlemenin yasallığının yeni bir biçimi ortaya çıkar; bu­ na göre engelleyici, hantal üretim ilişkileri sürekli devrim­ ci değişimler yoluyla üretici güçlerin teknolojik seviyesine uygun hale getirilmek zorundadır.35- Bu bakımdan, tarihsel materyalizmin bu biçimine son zamanlarda getirilen şüphe­ siz en ikna edici yorumda Gerald Cohen36 haklı olarak bu­ nu teknolojik determinizmin bir çeşidi olarak tanımlamıştır. Tüm farklılıklarına rağmen (bir yanda üretici güçlerin ge­ lişimi , diğer yanda sınıflararası mücadele) her iki açıkla­ ma modelinin birleştikleri nokta , ikisinin de bir sonraki ve yaklaşan aşamada tarihsel ilerleme sürecinin yasallığı içinde "sosyalist" olarak adlandırdıkları bir üretim biçimini ve ora­ da varolan bütün çelişkilerin ortadan kalkacağını varsayma­ larıdır. Bu süreçte yer alan aktörlerin çabaları veya eylemle­ ri sadece tabi bir rol oynar, çünkü bu gelişme tarihsel bir zo­ runluluk olarak, "onların arkasından" , yani onların bilinci dışında, kaçınılmaz biçimde kendini dayatacaktır. Şüphesiz Marksizmin tarihinde her zaman, akla gelebilecek itirazla­ ra karşı koymak üzere, tarihsel materyalizmdeki bu yasallık kavrayışının rolünü azaltma veya görelileştirme çabalarına girişilmiştir. Örneğin Eleştirel Teori'nin temsilcileri, Marx'ın 35 Marx'ın bu "yasaya" ilişkin geliştirdiği pek çok formülasyondan sadece birini belirtelim: Marx, Das Kapital, s. 79 1 . 36 Gerald A . Cohen, Kari Marx's Theory of History: A Defence [ 1978 1 , Princeton/ New Jersey, 200 1 . 65

teorisinde tarihsel süreçlerin bir yasallık çerçevesinde gelişi­ minden, ancak toplumsal üretim ilişkilerinin hala "hudayı­ nabit'' olarak yeniden üretildiği ve insanın planlama yoluy­ la akll yönlendirmesinden mahrum bulunduğu durumlarda söz edilebileceği önerisinde bulunurlar. 37 Ancak 19. yüzyıl sosyalizm anlayışına hakim olan, tarihsel yasallığın bu süz­ geçten geçirilerek tarihen sınırlandırılmış biçimi değildir. Sa­ int Simon'un bilimsel iyimserliğinden yola çıkan ve Marx'ın hızla popülerleşen tarih kavrayışıyla güçlenen, işbirliğine da­ yanan özgür üreticiler cemaati tasarımında ifadesini bulan fi­ kirdir hakim olan. Tarihsel gelişimin içkin ilerlemeci dina­ miği kendiliğinden bir zorunlulukla buraya varacaktır. Halbuki bu deteminist ilerleme kavramında sorun sadece onun bir "bekle gör" siyasetinin önünü açması değildir - ki bu da çok geçmeden hareket içerisinde haşin tartışmaların odak noktasını oluşturacaktır. 38 20. yüzyılın başında Sos­ yal Demokrat ve Komünistleri meşgul eden, tarihsel yasala­ rın tam olarak nasıl anlaşılması gerektiği, dönüştürücü ey­ lemleri harekete geçirecek bir etikle ikame edilmelerinin ge­ rekip gerekmediği gibi tartışmalar, kurucu babaların sosya­ list harekete bahşettiği tarih felsefesindeki determinizmin yol açtığı kafa karışıklığına kanıt teşkil eder.39 llerlemenin zorunluluğunun bir yasallık gibi tasavvur edilmesinin daha belirleyici etkisi, tarihsel gelişmeyi sürekli yenilenen mey37 Karş. Theodor W. Adorno, "Die Idee der Naturgeschichte" , Philosophische frü­ hschriften �Gesammelte Schriften, l . cilt, Frankfurt/M . , 1 973, s. 345-365 ; Alfred Schmidt, Der Begriff der Natur in der Lehre von Marx, Frankfurt/M . , 1 97 1 , özel­ likle ili . Bölüm.

38 Örnek olarak karş. Dieter Groh, Negative lntegration und revolutionarer At­ tentismus. Die deutsche Sozialdemokratie am Vorabend des Ersten Weltkriegs , Frankfurt/M . , Berlin ve Viyana, l 974. 39 Örneğin şu derlemelerde kaleme alınmış tartışmalar: Hans jörg Sandküh­ ler (der. ) , Marxismus und Ethik: Texte zum neukantianischen Sozialismus, Frankfurt/M . , 1 974; Nikolai Bucharin/Abram Deborin, Kontroversen über dia­ lektischcn und mechanistischen Materialismus, Frankfurt/M . , 1974. 66

dan okumaların toplamı olarak algılamayı ve bunların her birinin toplumsal iyileşmelere uygunluğunun ancak deney­ sel sınamalarla anlaşılabileceğini görmeyi belirli bir süre en­ gellemesidir. John Dewey'in daha sonraları soğukkanlılık­ la saptadığı üzere40 sosyalizm, tarih-yasallık varsayımı nede­ niyle kendisini, toplumsal özgürlük ana fikrinin tarihsel ko­ şullara göre en doğru ve en iyi nasıl gerçekleştirilebilirliğini ancak toplumsal deneylerle bulacak bir hareket olarak anla­ maktan neredeyse tümüyle yasaklanmıştır. Bütün temsilci­ leri için, özgürlüğü gerçekleştirecek yeni toplumsal yapılan­ manın nasıl olması gerektiği her daim belliydi; hızla değişen koşulların hangi fırsatları sunduğunu sınamaya hacet yoktu. Deneylemenin tarihsel-pratik bir yöntem olarak dışlan­ ması, mevcut koşulların reform yoluyla mı devrimle mi de­ ğiştirilmesi gerektiğine dair tercihten bağımsız ortaya çık­ mıştır. Sosyalist örgütlenme ilkelerinin ancak adım adım uy­ gulanabileceğinden hareket edenler de, bu değişimin belir­ lenimini fırsat ve hareket alanlarının süreç içerisinde keşfi­ ne bırakmaz, bunlara peşinen tartışma götürmez bir kesinlik yüklerler. Sosyalizmin, tarihsel eylemi deneysel olarak anla­ maya mesafesi derecesel değil, kategoriktir. Tarihin bir ya­ sallıkla aktığına duyulan inanç nedeniyle, başlangıçtan itiba­ ren toplumsal değişimin bir sonraki adımının ne olması ge­ rektiği baştan belliydi. Öyle ki, mevcut potansiyellerin du­ rumsal bir sınamasına dahi gerek görülmemiştir. Sosyalizmdeki tarihsel deneyciliğe kabiliyetsizliği en ağır biçimde, kendi geliştirdiği fikirlerin adeta münhasıran hedef aldığı alanda ortaya çıkmıştır. En geç Marx'la beraber, eko­ nomik ilişkilerin toplumsal düzenlemesine ilişkin olarak, piyasanın yerini ondan daha güçlü bir alternatif olan mer40 Karş. John Dewey, "Liberalism and Social Action " , The Later Worhs, 1 1 . cilt: 1 9 3 5 - 1 9 3 7 , Carbondale, 1 980, s. 1 -6 5 . Daha sonraları orıodoks Marksizme karşı benzer bir fikri Maurice Merleau-Ponty öne sürmüştür: Maurice Merle­ au-Ponty, Die Abenteuer der Dialehtih, s. 65'den itibaren. 67

kezi planlı ekonominin alacağı öngörüsü hakim olmuştu . Böylece kurumsal aracılık yapacak veya dengelemeyi sağla­ yacak bir düşünsel hareket alanı artık olmayacaktı. Tarihsel evrelerin birbirini sektirmeden takip edeceğini varsayan bu sabit kategorik düşünüşün kendini teorik olarak kitlemesi­ nin neticesi, on yıllar boyunca, sosyalizmin ekonomik alan­ da toplumsal özgürlüğün gerçekleştirilmesine olanak sağla­ yabilecek yolları deneysel olarak keşfedebilme şansını yitir­ mesi olmuştur. Tıpkı kendi rakibi olan, hakimiyetini bugü­ ne dek sürdürmüş ulusal ekonomi öğretisindeki gibi, iktisa­ di refahı yaratmanın münasip biçiminin nasıl bir kurumsal görüntüye sahip olması gerektiği baştan itibaren sabitti. Na­ sıl ki üniversite kürsülerinden ilan edilen resmi iktisadiyat siyasal etkilerden azade bir "serbest" piyasa imgesini tartışıl­ maz bir dogma gibi bugüne kadar sunduysa, sosyalizm de en azından kamusal bilinçte, kapitalist piyasa ekonomisini sa­ dece planlı ekonominin ikame etmeye muvaffak olabileceği kabulüne indirgenmeye devam etmiştir. Geriye bakarak sosyalizmin miras yükü olarak tahlil etmeye çalıştığım üç kavramsal temel ön kabule dönecek olursak, dikkatli baktığımızda, bunların ortaya çıkışlarını tümüyle kapitalist modernleşmenin erken dönemindeki koşullarla aralarındaki manevi ve toplumsal bağa borçlu oldukları gö­ rülür. Sosyalist toplum ve tarih anlayışının henüz ilk öncü­ lünden itibaren, henüz içyüzü anlaşılmamış tarihsel açıdan tekil bir deneyimden hareketle geleceğin toplumlarının arzu edilen düzenine dair çıkarsamalar yapıldığını tespit etmek için fazla zahmete gerek yoktur. Çünkü artık ortak hedefle­ rin demokratik müzakeresine ihtiyaç duymadan, tüm top­ lumsal entegrasyonun işbirliği halindeki üreticilerin ortak iradelerine terk edilebileceği fikrine kapılmak için, başlangıç halindeki sanayileşmenin olağanüstü dinamizminden etki68

lenip, onun örgütlenme gücünün siyasal yönetime kaynak­ lık edebileceği zannıyla ayartılmış olmak lazımdı. Bireysel özgürlük haklarını güvenceye bağlamaktan gelecekte vazge­ çilebileceğine dair hatalı tasavvur, erken dönem sosyalistle­ rinin, toplumsal emeğin her şeyi kapsayan entegrasyon ye­ teneğine dair hiç sorgulamadıkları inançlarının faturası ol­ muştur. Toplumsal teoride Saint-Simon'dan Marx'a uzanan ortak fikirlere bakarken gördüğümüz üzere, ikinci sorunlu temel kabulde de durum farklı değildir. Kapitalist toplumda sistemin kendi içinde bir rakibinin, devrime amade bir pro­ letarya suretinde zaten hazır bulunduğuna dair, sosyalist ha­ reketin sürekli sırtını dayayacağı kanaat de, ancak sanayileş­ menin neredeyse frensiz erken dönemine bakarak anlaşıla­ bilir. Sosyal yasalardan önce ve seçme hakkı için mücadele verilen dönemde, gerçekten de kısa bir anlığına, sanayi işçi­ lerinin giderek artan sömürü , ücret indirimleri ve sürekli iş­ sizlik tehdidi karşısında birbirlerine kenetlenerek, kapitaliz­ min aşılmasına dönük bir ortak çıkar-yönelim oluşturma­ ya hazır olacakları düşünülebilirdi. Ne var ki daha sonra ka­ baca "burjuvalaşma" diye özetlenen süreç, bu zamana bağlı öngörüyü ve onun nesnel çıkarları varsayan yöntemini bo­ şa çıkarmıştır. Sanayi devrimi sürecine bağımlılık, erken dö­ nem sosyalistlerinin toplum teorisindeki, insanlık tarihinin ilerleme yasasına ilişkin üçüncü öncül için de geçerlidir. An­ cak burada yazarlarımızın düşüncesinde yansımasını bulan, devrin sosyo-ekonomik değil entelektüel kabulleridir. Hem Saint-Simoncuların hem de Louis Blanc ve Marx'ın tarih an­ layışları, erken dönem aydınlanmacılığın, bilim ve teknik­ teki ilerlemelerin lütfuna yüklenen umudu , sıklıkla insani yaşam koşullarının adım adım iyileşeceğine dair bir yasal­ lık biçimine büründüren ilerlemeci ruhundan beslenir.41 Er41 Örnek olarak Nisbet, History of the Idea of Progress, il. Kısım, 6. Bölüm ; Peter Gay, The Enlightenment: The Science of Freedom, N ew York, 1 996, il. Bölüm. 69

ken dönem sosyalist düşünceden tarihsel materyalizme uza­ nan bu tarih felsefesi temelli iyimserlik, yaklaşık yanın yüz yıl sonra, pratikte gerçekleştirilmeye uğraşılan ve "sosyalist" olarak tanımlanan toplumsal formasyonun, tarihsel süreçte, yakın gelecekte neredeyse zorunlu bir nedensellikle bugün­ kü durumu izlemesi gereken basamak olarak kavranmasıyla geçerlilik kazanacaktır. Sanayi devrimi ruhuna ve toplumuna bağlı kalmalarını, sosyalist fikirlerin ikinci Dünya Savaşı sonrasında hızla ve sessizce eskimelerinin nedeni olarak görmek herhalde yanlış değildir ve bugünden bakıldığında ayrıca temellendirmeyi dahi gerektirmez. Teknolojik yenilenmeler, toplumda yapı­ sal dönüşüm ve siyasal reformlar özellikle 1960'lı ve 1 970'li yıllarda toplumsal koşulları radikal biçimde değiştirirken, kurucu babaların tasavvurlarının başlangıçtaki çekim gücü­ nü yitirmesi kaçınılmazdı, çünkü bunların toplum teorisine ilişkin içerikleri 1 9 . yüzyılın başlangıcına kök salmıştı. Es­ ki ideallere bugün yeniden hayat vermeye dönük tüm dene­ meler, bunların zamana uygun bir eklemlenmesine yer aça­ bilmek için, artık dayanaksızlaşmış temel önkabullerle olan bağlantılarını adım adım gevşetmek üzere zahmetli bir ça­ bayla başlamak zorundadır. Ancak eğer başlangıçtaki top­ lumsal özgürlük görüşü günün koşullarıyla baş edebilecek bir toplum ve tarih teorisi içinde geliştirilebilirse, belki es­ ki bulaşıcılığını bir parça geri kazanabilecektir. Ancak bu noktada, yerlerine bir şey koymadan basitçe anılan öncülle­ rin üstünü çizmemeye dikkat etmelidir. Çünkü bunlar pra­ tik-motive edici bir tavırla geleceğe bakan bir öğretinin zo­ runlu ögeleridirler, sanayi çağı ruhundan arındırılmış daha soyut bir zeminde teorik ikameleri bulunmalıdır. Bu zorun­ lu yeniden formülasyonun ilk önerilerini geliştirme çabası­ na çalışmanın izleyen iki bölümünde girişeceğim. llk aşama­ da kapitalist piyasa ekonomisinin eleştirisi bağlamında, bu70

gün sosyalizmin tarih anlayışının, [ tarihsel gelişmeye dair e.n. ] her türlü yasallık inancından veya tarihsel otomatizm­ den vazgeçmesine rağmen vaad ettiği iyileşmelerin gerçek­ leştirilebilirliğine dair güven uyandırabilmek için nasıl bir biçim alması gerektiğini göstermek istiyorum (III. Bölüm) . Bunu izleyen adımda ise sosyalizmin, modern toplumların işlevsel farklılaşması vakıasını uzun müddet ayak diredik­ ten sonra uygun bir çerçevede dikkate alması halinde top­ lum anlayışının ve buna bağlı olarak tasarım ufkunun nasıl değişmesi gerekeceğini ana hatlarıyla belirlemeye çalışaca­ ğım (IV. Bölüm) .

71

111

Yenilenmenin Yolları ( 1 ): Tarihsel Deneyselcilik Olarak Sosyalizm

Üçüncü Bölüm'e başlarken şimdiye kadarki akıl yürütmele­ rimizin sonuçlarını kısaca özetleyerek, sosyalizmin yenilen­ me yolunda hangi meydan okumalarla karşılaşacağını anla­ mak için bir iskandil atalım. Bu teorik akımın belirleyici hat­ larını tek bir cümlede özetlemek gerekirse, daha önce söy­ lediklerimize bakarak, paradoksal bir formülasyona ihtiyaç duyarız: Sosyalizm, Fransız lhtilali'nin miras bıraktığı çeliş­ kileri toplumsal özgürlükleri kurumsallaştırma yoluyla çö­ zeceğine dair verimli ve geniş ufuklu fikri, varlığını neredey­ se bütün boyutlarıyla sanayi devrimi tecrübesinin içeriğine borçlu olan bir düşünce formu içinde geliştirir. Paradoksu daha açık seçik gösterebilmek için, Marx'tan ödünç alacağı­ mız bir düşünüş yardımıyla şunu söyleyebiliriz: Sosyalizm­ de, kökü sanayi devrimine dayanan bir söylemsel yapı, top­ lumsal özgürlük fikrindeki normatif üretici gücün taşıdığı potansiyeli ortaya koymasını engellemektedir. Sosyalizmin siyasal-pratik niyetinin içeriğinde yer alan, modern toplu­ mu gelecekte birbiri için eyleyen öznelerin cemaati olarak düzenlemeyi hedefleyen, atıl kalmış [veya: üretim fazlası] ve 73

kendi çağını çok aşan motifler, hareketin başlangıcındaki te­ orisyenleri tarafından tümüyle verimli kılınamamıştır; çün­ kü onlar fazlasıyla Manchester kapitalizmindeki emek top­ lumunun kavramsal koşullarına saplanmışlardı. Sosyalizmin temel sorununa dair sempatiyle dile geti­ rilen benzer eleştirel teşhisler, en geç lkinci Dünya Sava­ şı sonrasından beri konagelmiştir. Bunlar arasında ilk sıra­ da şüphesiz savaş sonrası Fransa'sında Socialisme ou barba­ rie [ Sosyalizm veya Barbarlık] dergisi etrafında toplanan ve en önemli temsilcisi olarak Cornelius Castoriadis'i anabile­ ceğimiz grup sayılabilir. 1 Tabii Jürgen Habermas'ın [ Berlin] duvarın [ın ) yıkılmasının ardından giriştiği, sosyalizmin ko­ runmaya değer çekirdeğini soyup ayıklama çabası , şüphe­ siz kökendeki fikri çağa uygun biçimde ihya etme gayretleri arasında anılmalıdır.2 Saydığımız sorunları salt sosyalizmi li­ beral adalet teorisine karşı salt bir normatif alternatif olarak sunmakla aşmaya çalışan "analitik Marksizm" denen akım­ dan farklı olarak,3 Cornelius Castoriadis ve Jürgen Haber­ mas'ın timsalleştirdiği gelenek çizgisi, bu öğretinin, gerçek­ leşim koşullarını kendi kendini sorgulayarak güvenceleyen ve bir başka yaşam biçimini hedefleyen pratik amaçlı bir te­ ori olması gerektiği üzerinde hemfikirdir. Böylece sosyaliz­ min sadece sosyal adalet tasarımının iyileştirilmesinden daCastoriadis, Sozialismus oder Barbarei, a.g.e. Bu bağlama, şüphesiz Yugoslav Praxis grubunun revizyon önerileri de dahildir. Örnek olarak karş. Predrag Vranicki , Marxismus und Sozialismus, Frankfurt/M . , 1985; Gajo Petrovic', Wi­ der den autorilı'iren Marxismus, Frankfurt/M . , 1 969.

2

Jürgen Habermas, "Nachholende Revolution und linker Revisionsbedarf. Was heiEt Sozialismus heute ? " , Die nachholende Revolution, Frankfurt/M . , 1 990, s. 1 79-204.

3

Karş. John Roemer (der. ) , Analytical Marxism, Cambridge, 1 986; Cohen, Self­ Ownership, Freedom, and Equality, a.g.e. , Analitik Marksizmin geliştirdiği sos­ yalizm tasanmlannın pratik-politik eksikliklerine joshua Cohen ve joel Ro­ gers ikna edici biçimde dikkat çekerler. j oshua Cohen,l)oel Rogers, "My Uto­ pia or Yours? " , Equal Shares. Mahing Market Socialism Worh, der. Erik Olin Wright, Londra/New York, 1 996, s. 93- 109.

74

ha fazla bir şey ifade etmesi için çabalamakta, ahlaki gerek­ liliklerin mümkün olan en ikna edici temellendirmesinden çok daha fazlasını amaçlamaktadırlar. Çünkü geleceğe dö­ nük hareket kavramı her zaman, modern toplumun içinde mevcut bulunan güçleri ve potansiyelleri etkinleştirip ser­ best bırakarak kelimenin gerçek manasıyla "toplumsal" kıl­ ma niyetini de içerir. Bugün sosyalizmi yenileme denemesi­ nin teşkil ettiği meydan okumayla yüzleşecek herkes, kök­ leri erken sanayileşme döneminin mirasına dayanan bir dizi zor çözülebilir sorunla karşı karşıya kalacaktır. Çünkü ha­ reketin erken dönem düşünürlerinin ortaya koydukları id­ diaları temellendirmek üzere geliştirdikleri tarih ve toplum teorisi alanındaki bütün kafa karıştırıcı temel ön kabuller, genellenebilirliğin daha üst kademesinde nesnel bir ikame­ ye ihtiyaç duymaktadır. Ne toplumsal özgürlükleri yerleşik­ leştirilmeye dönük normatif fikir, ne de bunu toplum içinde temsil eden bir hareket gücünün zaten bulunduğu düşünce­ si veya niyetlerimizi destekleyen bir tarihsel eğilimin varol­ duğu varsayımı, artık aynen kurucu babaların formüle ettiği biçimde devralınabilir. Ancak birlikte ele alınmaları halinde sosyalizmi pratikte değişiklikler hedefleyen bir teori olarak tesis eden bu üç temel ön kabulün her birini, çağımızın iler­ lemiş bilincine ayak uydurabilecek şekilde tamamlamak la­ zımdır. Bu bakımdan sosyalizmin, eğer bir geleceği olacak­ sa, buna ancak post-Marksist bir biçimde yeniden canlandı­ rılarak erişebilir. Böylece, izleyen iki bölümde en azından ana çizgileriy­ le altından kalkmaya çalışacağım ödevin taslağı çizilmiş bu­ lunuyor. Klasik sosyalizmin tarih ve toplum teorisiyle ilgi­ li ögelerinin her biri için daha soyut ve çağımıza uygun for­ mülasyonlar bulmamız gerekiyor. Bu formülasyonlar, birle­ şik güçlerimizi artık bireysel değil toplumsal özgürlükleri­ mizi genişletmeye yöneltmemizin meşru ve tarihsel olarak 75

mümkün görünmesini sağlamayı sürdürmelidir. Ancak bu­ rada ilk taslağı çıkarırken, İkinci Bölüm'de sosyalist toplum teorisinin üç temel ilkesini adım adım incelerken izlediğim yolu takip edemeyeceğim. Her biri için soyut bir düzlemde çözümler bulmak üzere farklı ön kabuller arasında hareket etmem gerekecek, çünkü bir alandaki düzeltmeler çok de­ fa ancak diğer alanlardaki düzeltmelerin de dahil edilme­ siyle mümkün olabilecektir. Sosyalizme hizmet edecek ye­ ni bir tarih ve toplum imgesinin oluşturulmasına yönelik her çabada olduğu gibi benim denememde de her şey birbi­ rine bağlıdır. Devralınan eskimiş arka plandaki anlayışın ön kabullerinden hiçbiri, diğer her birinde de değişim olmadan yeterince değiştirilemeyecektir. Yine de sosyalizmin bu teorik güncellemesine, daha ön­ ce onun toplum teorisiyle ilgili ön kabulleri ortaya koyar­ ken ele aldığım noktadan başlamak mantıklı görünüyor. Zi­ ra nihayetinde amaç modem toplumda toplumsal özgürlü­ ğün gelecekte kurumsal olarak konumlanacağı, kökendeki hareketin bütün pratik çabalarının düğüm noktasındaki ve eksenindeki yerin adını koymaktır. Daha önce gördüğümüz gibi, sosyalizmin düşünürlerinin istisnasız hepsi, özgürlü­ ğün salt bireysel anlaşılmasını ve buna bağlı olarak yeni li­ beral düzenin meşruiyet sisteminin ikiye bölünmüşlüğünü; iktisadi sistemin, bütün katılımcılarını sadece kendi çıkar­ larını kovalamaya, dolayısıyla ilişkide olduğu herkesi yal­ nızca rakip olarak görmeye iten davranışsa} dayatmalarına dayandırmada hemfikirdirler. Başlangıçta, büyük bir dina­ mizmle kurumlaşan piyasa ekonomisinin somut veçheleriy­ le nasıl kavranacağına dair büyük bir belirsizlik söz konusu olmuşsa da (ancak sonraları Marx kapitalizm analiziyle bu­ na belirli bir açıklık kazandıracaktır) ,4 herkesin hemfikir ol4 76

Marksist ekonomi teorisinin anlam ve sınırlanna ilişkin olarak bkz . Heimann , Geschichte der volkswirtschaftlichen Leh rmein ımgen , a.g.e. , VI. Bölüm.

duğu husus, eğer özgürlük ve kardeşlik arasında bir uzlaşı sağlama ve buna bağlı olarak toplumu "sosyalleştirme" ni­ yeti bir başarı perspektifine sahip olacaksa, öncelikle eko­ nomik alanda bireyciliğin radikal biçimde aşılması gerekti­ ğidir. Yaratılacak dayanışma, iktisadi sistemin değiştirilme­ si, toplumsal özgürlük ve kooperatif ekonominin birbirine eşitlenmesi , sosyalizmin ortaya çıkışından kısa süre sonra hem içinden hem dışından artık sadece bir ekonomi politik program olarak görülebilmesine sebep olmuştur. Artan top­ lumdan kopuş ve bireyselleşme eğilimlerinin münhasıran kapitalist ekonomik düzene dayandığı kanaati harekette ha­ kim bulunduğundan, özel olarak bu alanda bireysel özgür­ lüğün yerine toplumsal özgürlüğün konmasıyla bütün top­ lum üyeleri arasında dayanışmacı ilişkiler gelişmesi için bü­ tün gerekli koşulların yaratılmış olacağı sonucuna varılmış­ tır kolayca. Sosyalizmin temel davasını bugün yeniden üret­ ken hale getireceksek, böylece genel hatlarını çizdiğimiz ge­ leneksel sosyalizme bir bütün olarak rengini veren bu çıkar­ samada birbirinden bağımsız iki düzeltme yapmak gerektiği kanısındayım. Bu revizyonlardan birincisi, o dönemde eko­ nomik sistemin zorunlu yeniden inşası hakkında geliştirilen tasavvurların tarzına ilişkindir ( 1 ) . İkincisi, geleceğin daya­ nışmacı toplumundaki özgürlüklerin genel olarak ekono­ mik alanı yurt tutan bir toplumsal özgürlük kavramı çerçe­ vesinde düşünülmesine dair genel niyete dairdir (2) . Bu iki zorunlu düzeltmeden ilkini bu bölümde ele alıp , Dördün­ cü Bölüm'de geleceğin "sosyalist" olarak tanımlanan toplu­ munun özgürlükçü inşası sorununu değerlendireceğim. Her iki değerlendirme neticesinde, kökendeki sosyalizmin eko­ nomi-politik çekirdeğindeki düzeltmelerin aynı zamanda onun iki başka teorik öncülünde, yani tarih kavramı ve sa­ tır aralarındaki toplum modelinde de değişiklikleri zorunlu kıldığı görülecektir. 77

llk sosyalistler için, yorumsamacı [ hermenötik] bir hayır­ hah yaklaşımla, alternatif bir ekonomik düzene dair tasarım­ larını bu oyun sahasını sınamaya dönük deneyler gibi dü­ şündükleri söylenebilir belki. Yeni ortaya çıkan pazar meka­ nizması, bütün katılımcılar arasında dayanışmacı ve ortak­ laşımcı ilişkilerin yaygınlaşmasına aracılık edebilecek böyle bir saha sunuyordu. Herhalükarda Owen'ın üretim birlikle­ ri kurma girişimleri ve özellikle Fransa'da bir merkez ban­ kası yoluyla öncelikle alt tabakaları kollayarak adil bir bi­ çimde işletme kuruluş sermayesi dağıtma planlan, esas ola­ rak emekçi kitleleri kendi yönettikleri kooperatiflerle güç­ lendirmek, fiyat düzenlemeleri ve sınırları yasalarla nor­ matif olarak çizilmiş bir piyasanın güçlü failleri haline ge­ tirme amacını taşımaktaydı. - Eğer çok daha sonraları orta­ ya çıkmış bir kavramı kullanmak isterseniz, muhtelif "sos­ yalist piyasa" tedbirleri yoluyla ekonomik alanda toplumsal nitelikli bir özgürlüğü yaratma çabasıdır bu. 5 O zamanların sermaye sahiplerinin karlarını artırmaya dönük çıkarlarını nasıl bir hırs ve yıkıcı bir dinamikle kovaladıklarına baka­ cak olursak bugün bu yaklaşım bize biraz naif görünebilir­ se de, sadece cesur bir başlangıcın çekiciliğinden öte, " lear­ ning by doing" [ deneyerek öğrenmeye] tavrının üstünlüğü­ nü taşır. Bu siyasal-entelektüel faaliyetleri yürütenler, ne tür bir ekonomik sistemle karşı karşıya olduklarının henüz tam farkında değildirler. Adeta yasal bir kaçınılmazlıkla sosya­ lizme doğru ilerlendiğine kayıtsız şartsız inanmalarına rağ­ men, pazarın ahlaki dayanıklılığını sınama gereği duymuş­ lardır. Erken dönem sosyalizminde belki "deneyselci" ola­ rak tanımlanabilecek bu yönelim ancak Marx'ın ortaya çı­ kışıyla kökten değişmiştir. Çünkü genç mülteci çok geçme­ den fikirdaşlarının aksine, pazarın zaman içinde ulaştığı bi­ çimiyle bir dizi toplumsal ilişkinin birliğini temsil ettiğini ve 5 78

Tartışmaya ilişkin örnek olarak karş. Wright (der. ) , Equal Shares, a.g.e.

bunun içindeki tek tek tabakaların ahlaki tasavvurlara gö­ re keyfi biçimde ayrıştırılamayacağı görüşünü savunacaktır. Erken dönem sosyalistler arasında açık ara en yetenekli eko­ nomist olan Marx, mübadele ilişkisinin arz-talep yasası çer­ çevesinde düzenlenmesine ilaveten, bir yanda üretim araç­ larının özel sermayenin tasarrufunda olup diğer yanda ar­ tı değer yaratan proletaryanın ilke olarak mülkiyetsiz oluşu­ nu bu yeni toplumsal formasyonun esas ögeleri olarak kav­ rar. Onun gözünde bu üç öge birlikte ele alındığında Hegelci manada parçalanamaz bir birlik, bir "bütünlük" oluşturur­ lar, o bu bütünlüğü ilk metinlerinden itibaren "kapitalizm" kavramıyla tanımlar. Kapitalist pazarın nihayetinde belki de bölünmez bir bütünlük teşkil etmeyebileceği , daha ziyade sürekli değişim içinde bulunan ve değişime yatkın bir ku­ rumsal yapı olup, reformlara uygunluğunun ancak bir dizi deneyle sınanabileceği ihtimali Marx'ın çalışmalarında nadi­ ren kendini gösterir. 6 Marx esasen Hegelci bütünlük fikrine dayalı kavramsal manevrasıyla, çok farklı suretlerle tezahür eden pazarı ka­ pitalizmle öylesine özdeşleştirmiştir ki, siyasal hareket içe­ risinde onun ölümünden sonra uzun müddet, sosyalist eko­ nomi alternatifini tamamen piyasadan arındırılmış bir mo­ del olarak düşünmek dışında bir imkan kalmamıştır. Bu 6

Marx'ın "kapitalizm"den hep "demirden kafes" (Max Weber) olarak söz eden eserlerinde büyük bir istisnayı , onun "Birinci Enternasyonal Açılış Konuşma­ sı" teşkil eder. Bu metninde "orta sınıfın ekonomi politiği" ile "işçi sınıfınınki" arasında uygun üretim biçimini belirlemeye ilişkin mücadeleden bahseder. Bu bağlamda "kooperatif hareketini" veya "kooperatif fabrikaları "nı "büyük de­ neyler" olarak tanımlarken, "toplumsal üretimin öngörü ve dikkatle kontro­ lü" ( ! ) ödevinin adeta (kapitalist) pazarın deneysel olarak sınanmasına dair bir çaba olduğunu ikrar etmek ister gibidir. Bkz. Kari Marx, "lnauguraladresse der Intemationalen Arbeiter-Assoziation" , Werhe (MEW) , Kari Marx/Friedrich Engels, 16. cilt, Berlin, 1 968, s. 5- 1 3 , özellikle s. l l 'den itibaren. Marx'ta bu­ nun dışında hakim olan, kapitalizmin kendi yasallığıyla işleyen bir sistem ola­ rak kavranışının eleştirisi için bkz . Honneth, " Die Moral im 'Kapital'. Versuch einer Korrektur der Marxschen Ökonomiekritik" , a.g.e. 79

noktada da elde sadece merkezi idareli planlı ekonomi mo­ delinin imgesi bulunduğundan, başlangıçtaki niyet itibarıy­ la üreticilerin kendi aralarında yatay ilişkiler yürütmeleri ge­ rekmesine rağmen, yeni ekonomik düzenin iç işleyişini bir üst merciye tabi dikey ilişkilerle tasarlamak bir zaruret ha­ lini almıştır. Marx'ın kapitalizm analizi, sosyalizme klasik ekonomiyle rekabet edebilecek sistematik tutarlılığı olan bir ekonomi teorisi sunarak önemli bir kazanım sağlamış olsa da, bu teorideki toptancılaştırıcı çizgiler genel olarak sosya­ list hareketin zararına olmuştur. Çünkü Marx, kapitalizmin pazara içkin bulunan kar zarureti nedeniyle sürekli genişle­ meye meyleden topyekun bir toplumsal sistem teşkil ettiğini varsayan tasavvuruyla, iktisadı toplumsallaştırmanın mer­ kezileşmiş planlı ekonominin ötesindeki kurumsal yolları üzerine kafa yorma imkanını almıştır sosyalizmin elinden. Şüphesiz, günümüzde kapitalist pazar tekrar Marx'ın ön­ ceden kestirdiği gelişme eğilimlerine harfiyen uyar görünen bir manzara sunuyor. Yalnızca toplumsal olarak korunmuş çalışma koşullarıyla uzun süreli istihdam perspektifinin es­ ki sanayi proletaryasının ve yeni hizmet proletaryasının elin­ den alınmış olması değil, yalnızca sermaye rantının ekono­ mik getirisinin hiçbir zaman olmadığı kadar yükselerek var­ lıklılarla büyük kitle arasındaki gelir farkının aşırı derecede büyümesi değil, ayrıca giderek daha fazla kamu sektörünün ekonomik karlılık ilkesine tabi kılınması , Marx'ın tüm ya­ şam alanlarınının tedricen sermayenin egemenliği altına gi­ rerek "reel olarak içerileceğine" dair öngörüsüne denk dü­ şüyor gibi görünüyor.7 Ancak bu ne kapitalist pazar toplu­ munun tarihinde her zaman böyleydi, ne de tarihsel bir ka7

80

ilk eğilime ilişkin karş. Thomas Pikeııy, Das Kapital im 2 1 . ]ahrhundert , Mün­ chen, 20 14 [ 2 1 . Yüzyılda Kapital, çev. Hande Koçak, T. iş Bankası Kültür Ya­ yınları, lsıanbul, 20 1 5 [ ; ikinci eğilime ilişkin karş. Wolfgang Sıreeck, Gehaufte Zeit. Die vertagte Krise des demohratischen Kapitalismus, Berlin, 20 13, özellikle ili. Bölüm.

çınılmazlıkla böyle kalmak zorundadır. Bu nedenle sosyalist geleneği yeniden canlandırmanın önünde duran en önem­ li ödev, Marx'ın piyasa ekonomisiyle kapitalizmi özdeşleş­ tiren hamlesini geri almak, böylece pazarın alternatif kulla­ nım biçimlerine dair tasarımlar için alan kazanmaktır. Sosya­ lizmin köklerindeki sezgiyi, yani Fransız lhtilali'nin vaadleri­ nin toplumsal özgürlüklerin ekonomik alanda kurumsallaş­ masıyla hayat bulacağı fikrini yeniden düşünürsek, emekçi­ lerin birbirleri yararına faal olarak birbirlerini tamamlayacak­ ları yatay ilişkilere uygun olacak, üç ekonomik model karşı­ mıza çıkar ilke olarak. llki Adam Smith'in tasavvurundaki pi­ yasadadır; "görünmez el" mekanizması olarak yorumlanan arz-talep yasaları, eşit haklara sahip ve iyi niyetli yurttaşların ekonomik çıkarlarını karşılıklı bütünleyecektir.8 Sonra, say­ gıdeğer bir tasarım olan "özgür üretici birlikleri" vardır, bu­ rada kamusal topluluğun çalışabilir üyelerinin, demokratik bir öz denetim yoluyla ekonomik meselelerini sivil-toplum­ sal bir biçimde kendi kendilerine örgütleyip yönetmeleri ön­ görülür. Son olarak toplumsal özgürlüklerin ekonomi ala­ nında uygulanmasını, yurttaşların demokratik bir irade or­ taya koyarak, bir devlet organını ekonomik yeniden üretimi toplumsal refah yararına düzenlemeye ve denetlemeye yetki­ li kılması şeklinde öngörebiliriz. 9 Ana hatlarını çizdiğimiz bu üç modelden hiçbiri, sosyalizm temelden gözden geçirilirken kolayca bir kenara itilmeyi hak etmez. Aksine, çünkü her bi­ ri ortak ihtiyaçların giderilmesi için gerekli araçların ilgili ak­ törlere teslimine dair temel tasavvuru paylaşırlar. Eşit katılım fırsatları, herkesin kendisini, karşılıklı birbiri için faaliyette 8

Adam Smith, Der Wohlstand der Naıionen ( lngilizce orijinali: Londra, 1 789) ! Mi lletlerin Zenginligi , çev. Haldun Derin, T . iş Bankası Yayınları , lsıanbul, 20 1 6 1 , Münih, 1990. Karş. Lisa Herzog, Jnvenıing ıhe Market: Smith, Hegel, and Poliıical Thoughı, Oxford, 20 1 3 .

9

Bu üç modelin ayrımına ilişkin olarak karş. Erik Olin Wright, Envisioning Real Utopias, Londra, 20 10, 7. Bölüm. 81

bulunuyor olarak idrak etmesini sağlayacaktır. Bu bakımdan bu modelleri kapitalist pazarın en az onun kadar güçlü alter­ natifleri olarak görmek gerekir. Tabii Smith'in pazarı başlan­ gıçta, kendi faydasını gözeten öznelerin diğerlerinin gerekçe­ lendirilmiş çıkarlarıyla hayırhah bir hissiyat içinde karşı kar­ şıya geldikleri bir ekonomik kurum olarak vasıflandırmak is­ tediğini unutmamak gerekir bu bağlamda. 1 0 Her üç model de, toplumsal özgürlüğü ekonomik alanda gerçekleştirme­ ye dönük normatif niyetin kurumsal olarak hayata geçiril­ mesinde eşit şansa sahip adaylar olarak çıkıyorlarsa karşımı­ za, aralarında herhangi bir sınamaya dayanmayan, zorunlu bir ön tercih yapamayız. Yenilenmiş bir sosyalizm, bunun ye­ rine, üç yönlendirici ilkeden pazarın mı, sivil toplumun mu yoksa demokratik hukuk devletinin mi toplumsal özgürlüğü ekonomik alanda hayata geçirme amacına en uygun olduğu­ na dair daha sonra pratikte yürütülecek denemelerin sorum­ luluğunu üstlenmelidir. Düşüncemi geliştirirken bu ekono­ mik yumağı çözmeye devam etmeden önce, bu noktada kla­ sik sosyalizmin ikinci bir köşe taşını köklü bir revizyona ta­ bi tutmalıyım. Zira toplumsal özgürlüğün ekonomideki ha­ reket alanını, onun kurumsal uygulamaya uygun modelleri­ ni deneysel bir arayışla genişletmek, Saint-Simon'dan Marx'a uzanan, insanlık tarihinin adeta yasallık içeren bir düzenli­ likle ilerlediğine dair tasavvurla bağdaşmaz. lkinci Bölüm'de kısaca belirtildiği üzere john Dewey ge­ leneksel suretiyle sosyalizmi, tarihsel değişim süreçlerini deneysel olarak anlayamamakla eleştirmişti. Dewey'e göre, eğer tarihsel gelişmenin bir sonraki basamağında ne olaca­ ğı çoktan belliyse, yani kapitalist modelin yerini kaçınılmaz olarak önceden belli sosyalist toplum modeli alacaksa, hali­ hazırda mevcut potansiyelleri inceleyerek arzu edilen iyileş10 Herzog, Inventing the Market, Samuel Fleischacker, On Adam Smith's 'Wealth of Nations'. A Philosophical Companion, Princeton , 2004, il. Bölüm. 82

melere ulaşmak için hangi tedbirlerin uygun olacağını araş­ tırmaya ihtiyaç yok demektir. 1 1 Bu eleştiri salt tashih edici bir işlev değil, ilkesel bir karakter taşır. Tarihsel yasallıklar varsayımının, hedeflenen değişikliklere deneysel biçimde alan açmaya dönük entelektüel yöntemle esastan uyuşmaz­ lık içinde olduğuna dikkat çeken bir eleştiridir. Çünkü top­ lumsal ilerlemeyi sağlamak üzere atılacak adımlarla ilgili ifa­ deler ya tarih yasalarının nesnel bir idrakinin sonucu olarak anlaşılacaktır; ya da hedeflenen değişimlerin koşullara bağ­ lı imkanlarının, pratiğin güdümünde hayata geçirilmesinin neticesi olarak. Mamafih tarihsel sürecin iyileşmeler için her kademede yeni ve ilk kez devreye giren potansiyelleri hazır bulundurduğunu ileri süren böyle deneysel bir tarih anlayı­ şı da, somut durumda neyin bir iyileşme sayılabileceğine da­ ir bir ölçüye ihtiyaç duyar. Zira belirli bir durum, ne için uy­ gun bir dayanak noktası sunduğu önceden aşağı yukarı bel­ liyse, "potansiyel" olarak görülebilir ancak. J ohn Dewey bu noktada oldukça spekülatif ve uzaktan Hegel'i anımsatan, ama aynı zamanda şaşırtıcı biçimde te­ meldeki sosyalist toplumsal özgürlük fikriyle yakın akraba­ lığı olan bir tasarım üzerinde çalışır - burada ele alınan soru­ nun çözümü için ilk işaret olarak hizmet edebilecek bir tasa­ rım. Dewey toplumsal olarak sorunsallaştınlan bir duruma ilişkin en kapsamlı yanıtı nerede bulabileceğimize dair de­ neysel arayış için normatif bir yön gösterici olarak, toplum üyelerinin sorunların akılcı çözümüne dönük gönüllü ileti­ şiminin önüne çıkan engellerin ortadan kaldırılmasını öne­ rir. 12 Kendini toplumsal özgürlükler içinde gerçekleştiren, 11 Karş. Dewey, Liberalism and Social Action, s. 4 1 -65. 1 2 A.y., ayrıca karş. john Dewey, "Die umfassende philosophische ldee " , Philo­ sophie und Zivilisation, Frankfurt/M . , 2003, s. 79-93 ( lngilizcesi: "The lnclusi­ ve Philosophic idea" [ 1 928 ) , Later Worhs , John Dewey, 3 . cilt, s. 41 -54). Son­ rasında şu eserle de karş. j ohn Dewey , Erfahrung und Natur, Frankfurt/M. , 1995, 5. Bölüm. 83

kooperatif temelli bir sorun çözme tarzının normatif üstün­ lüğü kabulüne Dewey, doğa felsefesine uzanan ve bu neden­ le yenilenen bir sosyalizmin şayet kendisini yalnızca bir ah­ laki zorunluluğun değil de tarihsel bir eğilimin ifadesi ola­ rak görmek istiyorsa dayanması gereken evrimci gücün tü­ rüne dair bir şey söyleyen düşüncelere dayanarak varmış­ tır. Dewey'in geniş menzilli düşüncelerinin çıkış noktasın­ daki tez, gelişme ancak başlangıçta yalıtılmış bulunan "tekil şeylerin" birbiriyle temasa geçmesiyle mevcut potansiyelle­ rin serbest kalması ve gerçekleşmesi formunda ortaya çıka­ cağına göre, "ortaklaşımcı" veya "cemaatsel" davranışın, ve­ rili her şeyin bir temel vasfını oluşturduğudur. Her bir feno­ men ancak, henüz açığa vurulmamış ve böylelikle gelecek­ teki imkanlar olarak içinde barındırdığı yanlar arasında bir iletişimin başlaması halinde gerçekleşebilir. Tüm gerçekliğe hakim olan, ana hatlarını çizdiğimiz bu eğilim; yani gerçek­ liğin unsurları arasındaki nadasa bırakılmış imkanları "etki­ leşim" yoluyla açığa çıkarma ve böylece yeni gerçeklikler ya­ ratma eğilimi, verili olanın bütün aşamalarında mevcuttur, nitekim fiziksel olandan organiğe, oradan "mental" düzeye dek uzanır. Dewey, bu katmanlaşmanın en üst düzeyinde "toplumsal olan"ı görür, çünkü bu düzeyde "gruplaşmanın özgül insani formları" 1 3 aracılığıyla potansiyellerin serbest bırakılmasındaki zenginlik ve incelik bir kat daha artacaktır. Çünkü şimdi, toplumsal olanın evrimsel aşamasında, tüm gerçekliğe mahsus olan etkileşim vasfı anlam aktarıcı bir ile­ tişimin özel niteliğine erişmiştir; böylece daha önce potansi­ yel olarak serbest bırakılabilen vasıf artık ilave anlamlar ka­ zanabilecek ve kendi çokluğu içerisinde çoğaltılabilecektir. Daha önceki düzeylerde kendini göstermiş olan şey, yani te­ kil ögelerin etkileşimi ne kadar az engellenirse mevcut po­ tansiyellerin o kadar fazla serbest kalacak ve gerçekleşebile13 Dewey, "Die umfassende philosophische Idee " , a.g.e., s. 8 1 . 84

cek olması, Dewey'e göre elbette gerçekliğin bu en üst dü­ zeyinde de geçerlidir. Buradan hareketle Dewey, insan top­ luluklarının gerçeklik alanları içinde yatırılmış bulunan im­ kanların tümüyle hayata geçirilmesinin ancak topluluk üye­ lerinin mümkün olduğunca engellenmeden ve zorlanmadan kendileri için karakteristik olan ve anlam aktarıcı iletişime katılabilmeleri durumunda mümkün olacağı sonucunu çı­ karabileceğine inanır. "Toplumsal olan"ın, toplum üyelerinin mümkün olabil­ diğince sınırsız iletişimine dayanan temel vasfının toplum­ sal gerçeklik içerisinde sahiden bir "güç" teşkil etmesi ve bu yanıyla tarihsel bir eğilim oluşturması, Dewey'in kanaatine göre başka ve bundan bağımsız bir koşula dayanır. Şimdi­ ye dek etkileşimin dışında kalmış bütün gruplar, ona bakı­ lırsa, zaman içerisinde toplumsal iletişim süreçlerine dahil olma yönünde temel bir ilgi geliştirmek zorundadır; çünkü yalıtım ve ayrışma her zaman içsel özgürlük yitimi ve zorla­ masız gelişmenin ve büyümenin durması tehlikelerini bera­ berinde getirecektir. lşte bunun için Dewey'in bakış açısın­ dan, kapsayıcı etkileşimden dışlanan toplumsal grupların buna karşı sürekli tekrarlanan isyanları, insanlık tarihi içeri­ sinde, toplumsal olan her şeyin temelinde yatan sınırsız ile­ tişim yapısının toplumsal yaşam dünyasında adım adım ger­ çekleşmesini sağlayan etkendir. 1 4 Buradan tekrar, genel ola­ rak sorunlu sayılan durumlar için uygun çözümlerin deney­ sel tetkikinde neyin birtakım iyileştirmeler için yol gösteri­ ci olabileceği sorusuna dönersek, Dewey'in buna verdiği ya­ nıt daha ziyade yöntemsel niteliktedir. Aktardığımız fikirle­ rine dayanarak, her bir sorunun mağdurları o sorunun tetki14 Dewey, Lecıures in China, 1 91 9-20, s. 64-7 1 . Dewey'in bu yaklaşımının husu­ siyetine dair ipucunu Arvi Siirkelii'ye borçluyum. Bu konuda bkz . kendisinin makalesi: Arvi Siirkela, "Ein Drama in drei Akten. Der Kampf um öffentliche Anerkennung nach Dewey und Hegel" , Deutsche Zeitschrift für Philosophie, 6 1 (20 1 3 ) , s. 68 1 -696. 85

kine ne kadar geniş bir biçimde dahil olurlarsa, tarihsel-top­ lumsal deneylerin o kadar iyi ve kalıcı çözümlere varabile­ ceğini iddia etmek ister gibidir. Çünkü iletişimin önünden kaldırılan her engelle, söz konusu cemaatin, halihazırda na­ dasa bırakılmış olan ve ortadaki zorluğu verimli bir biçim­ de aşmaya uygun olabilecek potansiyelleri algılama yeteneği de gelişir. Bu yöntemsel öngörüyü anlaşılır kılmak amacıy­ la kısaca Hegelci nesnel tin felsefesinin diline tercüme eder­ sek, şöyle söyleyebiliriz; toplumsal alandaki ilerlemelerin ölçüsü , söz konusu değişiklikler neticesinde, bu ilerlemele­ rin taşıyıcısı olan karşılıklı ilişki içindeki öznelerin, onlara şimdiye dek dayatılmış bağımlılıklardan ve onaylamadıkla­ rı dışsal belirlenimlerden kurtulup kurtulmadığıdır. Bir top­ lumun kurumsal düzenindeki toplumsal değişim, ana hat­ larını böyle çizeceğimiz koşulu yerine getirirse, daha önce toplumun kendini inşasına eşit katılımı engelleyen kısıtla­ malardan kurtulmaya da katkıda bulunur. O zaman bu , He­ gel'e göre, özgürlüğün kapsamlı gerçekleştirim sürecinde bir basamak sayılabilecektir. 1 5 Hegel'in bakış açısından da, top­ lumsal alandaki "iyileşmeler"in, birarada yaşamın kuralları­ nın mümkün olan en akılcı biçimde teşhisi ve tespiti ama­ cına dönük zorlamasız iletişimin önündeki engellerin aşıl­ masından çıkacağı söylenebilir. Sosyalizmin tarihsel öz al­ gısına şimdiye dek hakim olan 'ilerlemenin yasallığı' inancı­ nın yerine tarihsel bir deneyselciliği koyma meselemiz açı­ sından, görünüşte alakasız görünen bu düşüncelerden elde ettiğimiz kazanım, ilk izlenimin zannettireceğinden çok da15 john Dewey, iletişim engellerinden kurtuluşun " toplumsal" içinde etkili olan gücüne ilişkin kendi tasarımı ile Hegel'in tarihi özgürlük bilincinin bir ilerleyi­ şi olarak gören tasarımının akrabalığını açıkça görmüştür. john Dewey, "Lec­ ture on Hegel" ( 1 897 1 , ]ohn Dewey's Philosophy of Spiril içinde, yaz. haz. John R. Shock/james A . Good, N ew York, 20 1 0 . Hegelci tarih felsefesinin burada ana hatları çizilen anlamıyla izahı için Raheljaeggi'nin etkileyici yorumlaması­ na bkz. Rahel jaeggi, Kritik von Lebensfonnen, Bertin, 20 1 3 , s. 423'den itibaren. 86

ha fazladır. Çünkü Dewey'le Hegel'in paylaştıkları tasavvur, yani toplumsal iyileşmelerin yegane ölçüsünün, iletişim en­ gellerinden ve etkileşimi ketleyen bağımlılıklardan kurtul­ mayı gözeten bir üst bakış açısının olabileceği fikri, bize teo­ rik bir araç sunar; bu araç, toplumsal özgürlük fikrini, ken­ dini deneysel bir temelde anlayan bir sosyalizmin hem tarih­ sel temeli, hem de yol göstericisi olarak kavramamıza yar­ dım edecektir . 1 6 Kulağa başlangıçta biraz garip gelen b u fikri akla yakın ha­ le getirebilmek için, erken dönem sosyalizminin tarih anla­ yışını tekrar kısaca hatırlamak gerekiyor. Daha önce ele aldı­ ğımız üzere bu sosyalizm, pratik olarak geleceği hedefleyen kendi teorisini, ya insanın üretici güçlerinin kaçınılmaz iler­ lemesinin ya da aynı şekilde adeta yasal bir düzenlilikle ileri­ ye doğru ittiren sınıf mücadelelerinin bilincine varmak ola­ rak görür. Her iki durumda da, daha yüksek ve tarihsel gi­ dişata uygun bir toplum yapısına doğru artık zorunluluk ar­ zeden geçişin özümsenmesinin toplumsal temsilcisi, söz ko­ nusu değişikliklerden nesnel çıkarı olduğu tez elden tayin edilen proletaryadır bu bakış açısından. Arkaplandaki her iki kesinliğin -tarihsel bir yasa olarak ilerleme ve devrimci proletarya- kendi içlerinde çöküşünün hatta sanayi devrimi çağının bilimsel kurguları olduklarının görülmesinin ardın­ dan, sosyalizm, normatif taleplerine toplumsal dayanak su­ nabilecek bir tarihsel ilerleme itkisinin güvencesinden mah­ rum kalma tehlikesine düştü . Böylelikle, talepleriyle olma­ sı gerekene dönük bir çağrıda bulunan ama halihazırda iste­ nene dair bir ifade olarak kavranması gerekmeyen, herhan­ gi bir adalet teorisine dönüşme tehdidiyle karşı karşıya ka­ lır ve bu tehdit bugün de sürmektedir. 1 7 Esas itibarıyla ken16 Böyle bir tarihsel deneyselciliğin mantığına ilişkin olarak bkz. a.y., 1 0 . l . Bölüm. 17

Eğer yanlış görmüyorsam, John Rawls'in hayret uyandıncı bir açıklık ve sağ­ duyuyla sürekli yeni taslaklar üzerinden yıllar boyunca geliştirdiği adalet kav87

disini bir tarihsel eğilimin ifadesi sayan bir teori olarak sos­ yalizmin çöküşü anlamına gelecek olan bu müşkül durum­ dan kaçınmak için, tarihe demir atmanın yeni bir biçimini bulmak gerekiyor. Sosyalizmin taraftarları arasında bundan imtina edebileceğine inananlar ve bunun gereksiz spekülas­ yon olduğunu zannedenler, zaten gelecekte siyasi-ahlaki an­ layışımızda sosyalist tasarımlara ihtiyaç duymadan da ida­ re edebileceğimizi ikrar ediyorlar demektir. Fakat alternatif arıyorsak, daha önce zikrettiğim Dewey'in (ve Hegel'in) dü­ şünceleri, sosyalizmin daha yüksek bir soyutlama düzeyinde tarihsel süreç içerisinde yeniden taleplerine dayanak oluş­ turacak bir gücün güvencesini bulabilmesinin en iyi olana­ ğı gibi görünüyor. Bu düşüncenin vesilesi, Dewey'in geliş­ tirdiği, iletişimin ve toplumsal etkileşimin önündeki engel­ leri kaldırmaya dönük bir hareketin insanlık tarihi boyunca süregeldiği fikrinin, ilk sosyalistlerin ekonomik alana yan­ sıtmak istedikleri tasavvura benzetebileceğimizi sanıyor ol­ mamdır. Zira onların benimsediği, Fransız lhtilali'nin her üç ilkesinin eşit ölçüde gerçekleştirilmesinin önündeki engelle­ ri, ekonomik eylem alanında toplumsal özgürlüğün koşulla­ rını yaratarak kaldırma niyeti, özünde bireysel özgürlük ve dayanışma arasında oluşmuş bulunan ve normatif bir engel olarak algılanan çelişkinin çözümünü toplumsal iletişimin rayışının teorik öz-algısıyla bütün fark işte bu noktada belirir. Rawls bugün politik bir adalet kavrayışının önündeki ödevin, halihazırda kabul görmüş nor­ matif ideallere başvurarak, demokratik toplumların üyelerinin dikkatini bun­ lara uygun dürüstlük/adillik ilkelerine çekmek ve halihazır kurumları bu ilke­ lerle uzlaştırmak olması gerektigi kanaatini taşırken Oohn Rawls, Gerechtighe­ it als Faimeft. Ein Neuentwurf, Frankfurt/M . , 2003, s. 1 9-24) ; sosyalizm onu ta­ şıyan tarihsel egilimlerin bilinci içinde, aksine, mevcut sosyal düzen içerisin­ de yerine getirilemeyen ve gerçekleşmesi verili kurumsal yapıda bir dönüşü­ mü gerektiren vaadlere dikkat çeker. Farklılıklar elbette sadece varsayılan etik dayanak noktasında degil (bir tarafta bireysel özerklik, diger tarafta toplumsal özgürlük) , aynı zamanda bunların dayattıgı pratik-politik perspektiftedir. Bu perspektifi Rawls ahlaki bir uzlaşma, sosyalizmse kalıcı bir sınır aşımı olarak kavramak durumundadır. 88

önündeki engelleri kaldırmada aramaktan başka bir şey de­ ğildir. Kendi hareketlerinin, toplumsal iletişim engellerini ortadan kaldırmaya dönük, topyekun tarih belirleyici ilke­ yi sürdürmeye dönük bir çaba olduğu bilinci, erken dönem sosyalistlerinin hiçbir düşünüründe , Hegel'den etkilenen Proudhon'daki kadar bariz değildir. O, eserinin bir yerin­ de tamamen Deweyci anlayışla, karşılıklılıkları giderek daha kapsamlı ve engelleri ortadan kaldırtacak bir ifadeye kavuş­ turma eğiliminin, bütün toplumsal gelişmenin ve yaşayan büyümenin gücü olarak anlaşılması gerektiğini belirtir. 1 8 Sosyalizmin kendini algılayışı böyle temellendirildiği tak­ dirde, artık kendisini, üretici güçlerin gelişiminin bu arada çok ilerlemiş ama toplumsal düzleme aktarılamayan potan­ siyelinin tarih yasalarına uygun ifasını sağlayacak olan top­ lumsal değişimlerin ifadesi niteliğindeki bilinç olarak göre­ mez. Eğer sınıf mücadelesinden değişmez görünen çıkarla­ ra sahip kolektifler arasında adeta yasal bir düzenlilikle bir­ birini izleyen bir çatışmalar dizisi anlaşılıyorsa, Marx'ın yer yer yaptığı gibi, sosyalizmi sınıf mücadelesinin en ileri aşa­ masının yansıtıcı organı olarak da kavrayamayız. Bunun ye­ rine sosyalizm, tarihsel süreçte toplumsal koşullara göre sü­ rekli yeniden şekillenen grupların o ana dek dikkate alınma­ mış taleplerini, iletişim engellerini yıkarak ve buna bağlı ola­ rak toplumsal özgürlüğün hareket alanını genişletmeye ça­ lışarak kamusal alanda duyurma çabalarının özgül modern ifadesi olarak görülmelidir. Bu "mücadele" şüphesiz tüm in­ sanlık tarihini kat ederek bugüne dek uzanır. Toplumsal alışverişin ve siyasi ağların genişlemesi çerçevesinde hep da­ ha farklı biçimlerde oluşan kolektifler, taleplerinin toplum­ sal örgütlenmede yani "üretim ilişkilerinde" dikkate alınma­ dığını sürekli tecrübe ederler. Taleplerinin kamusal olarak 1 8 Pierre-joseph Proudhon, Solution of the Social Problem, buradaki atfın kaynağı : Cole, Socialist Thought, s. 2 1 7 . 89

tanınması için mücadele eden bu grupların elindeki tek se­ çenek, her defasında, zımnen kabul görmüş normlara müra­ caat ederek kararlara katılım hakkını zorlamak ve bu yolla toplumsal iletişimin önündeki bir diğer engelin ortadan kal­ dırılmasına etki etmektir. Sosyalizm geriye doğru baktığın­ da kendisini böyle kavranan bir kabul görme/tanınma mü­ cadelesinde konumlandırdığı takdirde, kendi ortaya çıkı­ şın anını, Fransız lhtilali'nin normatif onayını sağladığı mo­ dern toplum düzeni içinde emekçi halkın haklı taleplerinin ancak ekonomik alandaki iletişim engellerinin kaldırılma­ sı halinde karşılanabileceği bilincinin ortaya çıktığı an ola­ rak görmelidir. Pazarın özel kapitalist örgütlenmesi, hareke­ tin doğum anında, o zamana kadar hüküm süren bağımlılık­ ların ve saydam olmayan dışsal belirlenimlerin aşılmasından toplumun bütün tabakalarının eşit derecede fayda sağlama­ sının önünde engel olarak dikilen toplumsal kurum olarak belirmişti. Fakat sosyalizm kendisini gerçekten yeni oluşan modern toplum düzeni içerisinde insanlık tarihini kat eden o toplumsal iletişim gücünü bilince taşıyacak düşünümsel merci olarak kavramak istiyorsa, tabii ki bu ana takılı kal­ mamalıydı. Modernliğin koşulları altında sürekli farklı bire­ şimlere dayanan gruplar kurumsallaşmış özgürlük, eşitlik ve kardeşlik vaadlerinden yararlanmalarına mani olan hep yeni engellerle uğraşmak zorunda kaldıklarından, sosyalizm bu­ radan çıkan ihtilaflarla deyim yerindeyse birlikte yürüyerek, her seferinde yeni mağdurların toplumsal iletişime dahil ol­ ma yönündeki haklı taleplerinin avukatlığını üstlenmeliydi. Sosyalizmin "sosyal olan"a dair sırf ismiyle bile ortaya koy­ duğu iddia , modern toplumlarda dayanışmacı diğerkamlı­ ğın önüne dikilebilecek bütün toplumsal engellerin bertaraf edilmesine yönelik genel talebi temsil eder. İçindeki belirle­ yici yapısal ilkenin toplumsal olan her şeyi ifade etmesinden ötürü salt bir "olması gereken" talebinden çok daha fazlası 90

demek olan 19 bu normatif hedefe erişilmediği müddetçe, bu şekilde anlaşılan bir sosyalizm varoluş gerekçesini yitirme­ yecektir. Temelinde yatan meşruiyet ilkelerinin tek yönlü yorumlanışıyla, bireysel özgürlükler adı altında salt özel çı­ karların hayata geçirilmesine ve böylelikle normatif dayanış­ ma vaadinin çiğnenmesine sürekli izin veren bir toplumda, 'toplumsal olan'a dair taleplerin vekilidir, sosyalizm. Bir sonraki bölümde bu genişletilmiş sosyalizm anlayışın­ dan onun kökenindeki toplumsal özgürlük fikrine dair so­ nuçlar çıkarmaya başlamadan önce, akıl yürütmeme " top­ lumsal olanın" tarihsel değerine ilişkin kaldığım noktadan devam etmek istiyorum . Sosyalizmin başlangıçtaki yasal­ lık inancı devre dışı kaldığında, ekonomik alanda toplum­ sal özgürlüklerin en doğru ve en iyi nasıl gerçekleştirilebile­ ceğine dair peşinen bir kesinlik sunamayacağını daha önce görmüştük. Bu konudaki arayış daha ziyade farklı fikirlerin mütemadiyen tetkik edildiği deneysel bir sürece bırakılmalı­ dır. Bu arayış öncelikle sadece, iktisadi değer yaratımının ar­ tık özel kapitalist pazar biçiminde değil de, herkesin koope­ ratif bir ilişki içinde bir diğeri için eyleyeceği kurumsal me­ kanizmaların yardımıyla örgütlenmesinin nasıl olabileceği­ ne dair tasarımlar sunabilme niteliğine sahip olmalıdır. Bu arayış süreci, zaman içerisinde edinilen tecrübeler ışığında, ihtiyaçları karşılamanın iktisadi yordamına göre kamu eko­ nomisinin farklı uygulama modellerini dikkate almayı kate­ gorik olarak reddetmez, yani deneme sürecinde karma eko­ nomik sistemler de bir ihtimal olarak göz önünde bulundu­ rulmalıdır. Farklı kombinasyonlarla yapılacak deneysel giri19 Bu konuda Dewey'in burada demokrasi fikrine göre ölçüp biçilmiş ünlü for­ mülasyonu ile karşılaştırınız: "Fikir olarak ele alındıgında, demokrasi ortak yaşamın diğer ilkelerine bir alternatif degildir. O , bir idealden anlaşılacak ye­ gane manasıyla bir idealdir: yani, mevcut bir şeyin en son sınınna kadar iler­ letilen, bitmiş ve tamamlanmış görülen bir egilim ve hareketi . " üohn Dewey, Die ôffentlichheit und ihre Probleme, Bodenheim, 1 996, s. 1 29 . ) 91

şimlerde, bu manada " toplumsal olanın" ekonomik alanda mümkün olabildiğince fazla gerçekleşmesini sağlamak yön gösterici fikir olarak kalmalıdır sadece, öyle ki burada tüm katılımcılar birbirlerini tamamlayan faaliyetleriyle baskı ve nüfuz kullanma engelleriyle karşılaşmadan karşılıklı ihti­ yaçlarım karşılayabilmelidirler. Ne var ki bu tür bir sosyalizm, ancak kapitalist ekonomik sistemin esas itibarıyla değiştirilebilir hatta aşılabilir olduğu­ nu ikna edici bir biçimde gösterebildiği ölçüde bu tür dene­ meler için destek bulabileceğinin farkında olmalıdır. Bu ba­ kımdan sosyalizmin doğal düşmanı, -Marx'ın döneminden farklı olmayan biçimde-, son iki yüz yıldır akademik kürsü­ lerde hakimiyet kurarak resmiyet kazanmış olan, kapitalist pazarın nüfus artışı ve buna bağlı ihtiyaç artışları karşısın­ da ekonomik faaliyetlerin koordinasyonundaki etkili olabi­ lecek yegane araç olduğunu meşrulaştırmaya çabalayan ikti­ sat teorisidir. Sosyalizmin bugün öncelikli ödevlerinden bi­ ri, önce ona sonradan eklenen kapitalizme has niteliklerden arındırarak, pazar kavramının ahlaki kaldırma gücünü sına­ maktır. 20 Karl Polanyi, Amitai Etzioni ve Albert Hirschman gibi yazarlar tarafından başlatılan;21 farklı piyasaları ora20 Sosyalizmin bu daimi ödevinin ön kabulleri, Marx'ın kabullerinin aynısıdır ve kapitalist ekonomiyi halihazırda hüküm süren uzmanlık biliminin teorik kav­ ramsallıklarıyla dolayımlanmış veya onlar tarafından yeniden üretilmiş olarak düşünmeye dayanır. Dolayısıyla, onun gerçekliğinin sorgulanması da ancak bu bilimin eleştirisi üzerinden yapılabilir. (Bu konuda öncelikli olarak karş. Michael Theunissen, " Möglichkeiten des Philosophierens heute " , Negative Theologie der Zeit, Frankfurt/M . , 1 99 1 , s. 1 3-36, özellikle s. 2 l 'den itibaren . ) . Marx'tan farklı olarak, hegemonik iktisat teorisinin böyle zorunlu bir eleştiri­ sinde, "pazar" kavramının kendisinin değil, onun kapitalizme özgü vasıflarla içsel bütünleşmesinin konu edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 2 1 Kari Polanyi , The Great Transformation. Politische und ökonomische Ursprün­ ge von Gesellschaften und Wi rtschaftssystemen, Frankfurt/M . , 1973 { Büyük Dö­ nüşüm. Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri , çev. Ayşe Buğra, iletişim Ya­ yınları, lstanbul , 20 1 4 ( 1 2 . baskı) ] ; Amitai Etzioni, The Moral Dimension. Towards a New Economy, New York, 1 988; Albert O . Hirschman , Entwick­ lung, Marlıt, Moral. Abweichende Bemerlıungen , Münih/Viyana, 1 989 . E tzioni 92

da mübadele edilen ürünlere göre ayırt etme ve bu ürünler­ de hayati önemleri bakımından son derece eşitsiz ihtiyaçlar söz konusu olduğuna göre, arz ve talebe bağlı anonim bir fi­ yat oluşumunun münasip olup olmadıklarını sorgulama gi­ rişimi sürdürülmelidir. Fakat hakim pazar ideolojisinin ya­ pısökümsel analizi bu ilk adımda durakalmamalıdır, zira salt üretim araçları üzerindeki mülkiyetin bunlardan elde edilen sermaye kazançlarına dair talebi meşrulaştırması elde bir sa­ yılmamalıdır, zira bu kazançların üstel büyümesinin yeter­ li izahı yoktur. Bu noktada , yıllar önce pazarın meşruiyet temellerinin sermaye rantları ve spekülasyon kaynaklı ka­ zançlarla bağdaşmazlığını kanıtlamaya dönük kavramsal gi­ rişimlerde bulunmuş olan Friedrich Kambartel'in çalışmala­ rına atıfta bulunabiliriz.22 Resmi iktisat teorisinin kavram­ sal cephaneliğiyle meşgul olan bu tür felsefi çabalar, kapita­ list pazarların meşrulaştırılmasında her zaman belirleyici rol biçilen ekonomik verimlilik kategorisinin, ne kadar bulanık bir biçimde kullanıldığını öğrenmemizi sağlar. Sermayenin olabildiğince karlı bir değerlenmesine dönük salt niceliksel bir konuşma tarzıyla, tüm toplumun refahını artırmayı he­ def alan niteliksel bir üretkenlik anlayışı el altından birbiri­ ne eşitlenir burada.23 Hakim iktisat teorisini konu alan bü­ tün bu yapısökümsel analizlerin ortak noktası, pazarların iş­ leyişinin, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin mirasla devredilebilirliğine muhtaç olduğu , bu nedenle ancak kapi­ talist yapı içinde başarı vaadeden bir biçimde varolabilecek­ lerine dair derinlere kök salmış izlenimi tahrip etmeye çalış­ malarıdır. Bu büyü bozma işi yeterince ileri götürülürse, pave Hirschman'ın bu baglam