Islam Dünyasi Fikri: Küresel Bir Entelektüel Tarih Calismasi
 6254492962, 9786254492969

Table of contents :
Türkçe Baskıya Önsöz, 7
Giriş: İslam Dünyası Nedir?, 13
I. 19. YÜZYILDAN ÖNCE EMPERYAL BİR ÜMMET 31
II. EMPERYAL DÜNYA DÜZENİNİN
GÜÇLENDİRİLMESİ (1814-1878) 63
III. KRALİÇE İLE HALİFE ARASINDA
BİR DENGE ARAYIŞI (1878-1908) 102
IV. JEOPOLİTİK YANILSAMALARIN SAVAŞI
(1908-1924) 150
v. İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMİN KÜRESEL
SİYASETİNDE MÜSLÜMAN
BİRL!Cİ TAHAYYÜLÜ (1924-1945) 194
VI. MÜSLÜMAN ENTERNASYONALİNİN
DİRİLİŞİ(l945-1988) 244
Sonuç, 315
Dizin, 329

Citation preview

4079IALFA1TARİHl213

İSLAM DÜNYASI FİKRİ Küresel Bir Entelektüel Tarih Çalışması

CEMİLAYDIN Cemil Aydın North Carolina Üniversitesi-Chapel Hill'de Tarih bölümünde küresel tarih profesörüdür. Usans öğrenimini Boğaziçi Üniversitesinde, yüksek lisansını ise İstanbul Üniversitesinde tamamladıktan sonra, ikinci yüksek lisansını (1997) ve doktorasını (2002) Harvard Üniversitesi Tarih bölümünde yapmıştır. Doktora tez araştırması esnasında Tokyo Üniversitesinde, doktora-sonrası araştırma­ ları sırasında ise Princeton Üniversitesinde çalışmalarını sürdürmüştür. Aydın, George Mason Üniversitesinde çalıştığı dönemde Vural Ak İslam Araştırmaları Merkezinin kurucu direktörlüğünü üstlenmiştir. Aydın'ın 2007 yılında Columbia Üniversitesi Yayınları'ndan çıkan The Politics of Anti-Westemism in Asia [As­ ya'da Batı-Karşıtı İdeolojilerin Siyaseti] adlı kitabına ek olarak, on dokuzuncu yüzyıl dünya siyasi tarihi konusundaki çalışması Beck ve Harvard Üniversitesi Yayınları'nın A History of the World [Dünya T arihi) kitap dizisinin dördüncü cil­ dinde yayınlanmıştır. Columbia Üniversitesi Yayınları'nın Küresel Tarih dizisinin ve

Modem lntellectual History dergisinin yayın kurulunda yer alan Cemil Aydın'ın birçok araştırma makalesi ve kitap bölümü bulunmaktadır.

HASAN AKSAKAL İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler F akültesindeki Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler programında doktorasını tamamladı . Bir süre Nişantaşı Üniversitesinde yardımcı doçent olarak görev aldıktan sonra North Carolina Üniversitesi Tarih bölümünde doktora-sonrası araştırmacı olarak çalışmalarını sürdürdü. Ma­ inz'daki Leibniz-lnstitut tür Europiiische Geschichte ve Berlin'deki Humboldt Üniversitesinde misafir araştırmacı olarak bulunan Aksakal, Alfa Yayınlan için editörlük ve redaktörlük, Tarih Vakfı Yurt Yayınları için yayın koordinatörlüğü, Orient-lnstitut için 1. Dünya Savaşı konusunda kitapçık çevirileri yaptı . VakıfBank Kültür Yayınları'nın kurucu yayın müdürü olan Hasan Aksakal yarı-zamanlı olarak Milli Savunma Üniversitesinde ders vermekte, Romantizm ve milliyetçilik üzerine çalışmaktadır.

İslam Diinyası Fikri: Kiiresel Bir Entelektiiel Tarih Çalışması

© 2017,ALFA Basım Yayım Dağıtım San. veT ic. Ltd. Şti. T he Iılea of the Musliın Worlıl: A Global Intellectual Hiıtory © 2017 by the President and Fellows of Harvard College

Harvard University Press'le yapılan anlaşmayla yayımlanmıştır.

KitabınTürkçe yayın hakları AkcalıTelif Hakları ajans aracılığıyla Alfa Basını Yayım Dağıtım Ltd. Şti.'ne aittir.Tanıtım amacıyla,kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz. Eser sahiplerinin manevi ve mali hakları saklıdır. Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak Genel Müdür Vedat Bayrak Yayın Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu Çeviri Hasan Aksakal Kapak Tasarımı FüsunTurcan Elmasoğlu Sayfa Tasarımı Mürüvet Durna

ISBN 978-625-449-296-9

1 . Basım: Mart 2021

Baskı ve Cilt Melisa Matbaacılık

Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 45099

Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.

Alemdar MahallesiT icarethane Sokak No: 15 34110 Cağaloğlu-İstanbul Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - [email protected] Sertifika no: 43949

CEMİL AYDIN •

ISLAM ••

DUNYASI •



FiKRi

Küresel Bir Entelektüel Tarih Çalışması Çeviren: Hasan Aksakal

ALFA

İÇİN DEKİLE R

Türkçe Baskıya Önsöz, 7 Giriş: İslam Dünyası Nedir?, 13

I.

19. YÜZYILDAN ÖNCE EMPERYAL BİR ÜMMET

II.

EMPERYAL DÜNYA DÜZENİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ (1814-1878)

31

63

III . KRALİÇE İLE HALİFE ARASINDA BİR DENGE ARAYIŞI (1878-1908)

IV.

JEOPOLİTİK YANILSAMALARIN SAVAŞI (1908-1924)

v.

102

150

İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMİN KÜRESEL SİYASETİNDE MÜSLÜMAN BİRL!Cİ TAHAYYÜLÜ (1924-1945)

VI.

194

MÜSLÜMAN ENTERNASYONALİNİN DİRİLİŞİ(l945-1988)

244

Sonuç, 315 Dizin, 329

5

TÜ RKÇE BASKIYA ÖN SÖZ

Bu kitabın orijinali uluslararası genel okur kitlesine hitaben İngilizce olarak 2017 yılında yayınlanmış olsa da, kitaptaki pek çok fikrin temeli Türkiye' nin düşünce hayatındaki geliş­ melere ve Türk akademisyenlerle yapılan sohbetlere çok şey­ ler borçludur. 1987 ile 1994 arasındaki üniversite ve yüksek lisans öğrenciliğim sırasında İstanbul' un değişik üniversite kampuslerinde ve meydanlarında Filistin, Halepçe veya Bos­ na'da Müslümanların maruz kaldığı haksızlıklara dair pro­ testo eylemleri yapılırken, bir yandan da kitapçılarda, ka­ felerde ve konferans salonlarında Müslüman enternasyona­ lizmi ve İslam dünyasının geleceği en çok tartışılan konular arasındaydı. Sonrasında, 1994-2002 yıllarında Harvard Üni­ versitesi Tarih bölümündeki doktora programı kapsamında Boston'dan Kahire ve Tokyo' ya, farklı yerlerde sürdürdüğüm çalışmalarımda Osmanlı ve Japon imparatorluklarının mu­ kayesesini temel alan dünya tarihçiliği üzerine uzmanlaşır­ ken, İslam dünyasıyla ilgili akademik ve medyatik tartışma­ lar dünyanın her yerine yayılıp yoğunlaşarak devam etti. Zaman geçerken, ben de konuya dönük akademik ilgimi sürdürdüm. Nitekim 2007'de The Politics ofA nti-Westernism

in Asia [Asya'da Batı-Karşıtı İdeolojilerin Siyaseti] başlıklı kitabımı yayınladıktan sonraki başlıca niyetim, öncelikle pan-Asyacılık, pan-Afrikacılık ve pan-İslamizm ideallerinin 1945'ten sonraki tarihsel seyri hakkında yine mukayeseli bir kitap yazmaktı. Ancak neticede sadece "İslam dünyası" -ya da "İslam alemi"- kavramının icadına ve pan-İslamizm üzerine yoğunlaşan farklı bir kitap, yani bu çalışma ortaya 7

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

çıktı. Bunun ana sebebi, tamamına tanık olduğum son kırk yılın dünya siyasetinde Müslümanların tekrar ırksallaştı­ nlması gerçeğini anlama çabamla doğrudan alakalı. Haki­ katen Avrupa'nın imparatorluklar çağında Asya ve Afrika'da ortaya çıkan ve birbirine paralel gelişen üç enternasyonalist proje olan pan-Afrikacılık, pan-Asyacılık ve pan-İslamizm arasında sadece "İslam dünyası" enternasyonalizmi, malüm sebeplerle halii akademik çalışmaların ve dünya basınının ana gündem maddesi olmayı sürdürüyor. Üstelik yapay bir şekilde kurgulanan bir "İslam dünyası tehdidi," Avrupa ve Amerika'da Müslüman-karşıtı ırkçı söylemleri ateşleyerek, bugün milyonlarca Müslümanın hayatını olumsuz yönde et­ kilemekte. Yirminci yüzyılın başları ile yirmi birinci yüzyılın başlan arasında İslam dünyası hakkındaki tartışmaların, aradan geçen yüz yıla rağmen, şaşırtıcı benzerlikler göster­ mesi, beni, sömürge-sonrası dünyada pan-nasyonalist ha­ reketlerin mukayeseli bir çalışmasını yapmaktansa, "İslam dünyası" fikrinin küresel entelektüel tarihine yoğunlaşmaya teşvik etti. Belirttiğim gibi, daha önceki çalışmalarımda, son yüz elli yıldaki Müslüman dayanışmasına dayanan dünya düze­ ni vizyonlarına, dünya tarihi perspektifinden yaklaşmıştım. Amacım, İslam dünyası dayanışmasının Afrika ve Asya birli­ ği ideallerine benzer ve onlarla diyalog halinde Avrupa-mer­ kezli emperyal dünyayı nasıl yeniden şekillendirmeye çalış­ tığını, bu çabaların haşan ve zaaflarıyla bugüne kalan mira­ sını incelemekti. Bu kitapta ise son kırk yıldaki İslam dünya­ sı fikrinin tarihine, bugününe ve geleceğine dair söylemlerin muhtevasını irdeleyerek, Müslüman dayanışması idealinin fikri ve siyasi krizine dair eleştirel bir katkı sunmayı amaç­ lıyorum. Daha açık söylemek gerekirse; bu kitapta yürüt­ tüğüm tartışmalar aracılığıyla, Müslüman toplumlardaki değişik hak mücadelelerine destek vermeyi amaçlayan daya­ nışma idealinin niçin adeta bir kabile asabiyetini andıran "medeniyetler çatışması" tezlerine dönüşerek İslamofobik tarih yorumlarına ayna tuttuğunu; söz konusu idealin farklı ülkeler tarafından nasıl kendi menfaatleri uğruna istismar 8

T Ü R K Ç E B A S K I YA ÖN S ÖZ

edildiğini; ve en önemlisi, dayanışma s öyleminin nasıl olup da birleştirmeye çalıştığı Müslüman toplumlar arasında daha fazla çatışmaya sebep olduğunu anlamaya çalışıyorum . Modern Müslüman düşüncesinde din anlayışı, tarih b i ­ linci v e uluslararası siyasetle h e p iç i ç e olagelmiştir. B u ki­ tapta da vurgulandığı gibi, İslam dünyasının birliği vizyonu bu iç içeliğin tarihiyle yakından alakalıdır. Türkiye ö zelinde ele alındığında konuya dair dikkat çeken ilk husus, İslam dünyasına dair üretilen söylem ve fikirlerin O smanlı tarihi anlatısıyla ziyadesiyle iç içe geçmiş olmasıdır. 1 950'li yıllar­ dan günümüze doğru giderek s öylemsel üstünlük kazanan bir tarih anlatısı, Osmanlıları İslam'ın mutlak manada ye­ gane temsilcisi olduğu fikrine dayanmıştır. Bu anlatıda, K o ­ s ova'dan Viyana'ya O smanlı tarihindeki tüm s avaşlar İslam adına gayrimüslimlerle (onlar da daima "Haçlılar" olarak alımlanır) cihad etmek üzerine gibi görünür. Peki ya diğer Müslümanlarla, örneğin Emir Timur' a karşı yapılan Ankara, Safevilere karşı yapılan Ç aldıran ya da Abb asi halifesinin muhafız gücü olan MemlUklere karşı Ridaniye Savaşı? Kıs a ­ cası, tarihi s avaş v e çatışmalardan ibaret s ayan b i r okuma bile İslam siyasetini , hilafet kurumunun pek de sabit olma­ yan tarihsel rolünü veya dünya Müslümanlarının birbirle ­ riyle dayanışması v e "b arış içinde bir arada yaşaması" fik­ rini açıklamak için yeterli değildir. Bu yaklaşım -kaçınılma z olarak- siyasi ve entelektüel tarihin b ağlamından koparıl­ masına yol açmakta ve yanlış bir p an-İslamizm kavramsal­ laştırmasıyla, hayali bir Ab dülhamid tasviriyle, görmezden gelinen bir ulus-aşırı Müslüman etkileşimiyle ve elbette, ge­ reğince dikkate alınmayan bir jeopolitik güç dengesiyle bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Üstelik kitabın ilgili b ölümlerinde tartışılacağı üzere, Hindistan gibi dünyanın çok değişik yerlerinde Osmanlı hi­ lafeti merkezli bir İslam dünyası tahayyülü kısmen 1 880'ler­ den 1 930'lara uzanan dönemde, ırk ayrımına dayanan em­ peryal dünya düzeninin krizi esnasındaki gelişmelere dayan­ maktadır. Yani sözünü ettiğimiz ş ey aslında son derece yeni , modern b i r meseledir. D ahası, Hindistan ve Endonezya'dan 9

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Fas v e Mısır' a kadar yayılan geniş coğrafyada O smanlı'ya ve ardından gelen C umhuriyet Türkiye'sine gösterilen ilgi ma­ alesef karşılıksız kalmıştır. Bu b akımdan, bu kitabın Türkçe çevirisinin amaçlarından birisi de, Türkiye dışındaki Müslü­ man toplumların İslam dünyası fikrinin, Müslüman enter­ nasyonalizminin ve hatta hilafet hareketinin tarihsel gelişi­ mindeki p erspektif, tecrübe ve rollerinin daha iyi anlaşılma­ sına biraz olsun katkı s ağlamak olacaktır. ***

Hiç şüphesi z , böylesi kaps amlı bir konuda çalışma cesa­ retini bulmak ve sürdürmek ancak s amimi desteklerle müm­ kün. Bu yüzden belirtmek isterim ki, bu çalışma, diğer her şeyden çok, eşim Juliane Hammer'in İslami ilimler ve dini ilimler s ahasındaki teorik akademik çalışmalarından ve yo­ rumlarından fazlasıyla esinlenmiştir. Kitabın araştırma ve yazım sürecindeki ilmi katkılarının ötesinde, kendisine, he­ pimiz için büyük bir ilham kaynağı olan yüzlerce çiçeklerle dolu bir b ahçe yarattığı için de özellikle müteş ekkirim. Kız­ larımız Leyla ve Mehtap bu kitabın yazımına s adece hayatı­ mızı daha neşeli hale getirerek değil, muhteva b akımından da katkı s ağladı. Daha ilkokul çağındaki Amerikalı Müslü­ manlar olarak, ırkçılığın ve İslamofobinin en is abetli eleşti­ rilerini onlardan duyduğumu itiraf etmeliyim. Bir keresinde Alaeddin mas alının güya masumca bir ş ekilde okullarının tiyatrosunda s ahnelenmesi esnasında olduğu gibi, öğret­ menlerinin ve sınıf arkadaşlarının İslam dünyası hakkında­ ki önyargılarına ciddi bir eleştiri ve nükteyi harika bir şe­ kilde birleştiren cevaplar verdiklerini görmek b enim için bir iftihar vesilesi olmuştur. Kitabın hazırlanma s ürecinde fikirlerinden ve değerli katkılarından istifade ettiğim akademisyenlerin, kütüpha­ necilerin, arkadaşların, öğrencilerin ve aile üyelerinin kat­ kıları karşısında müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim. Kitabın araştırmalarına b aşlarken bir yıl mis afir araştır­ macı olarak bulunduğum Princeton Üniversitesi Yakındoğu Araştırmaları Merkezinde Şükrü Hanioğlu, Michael C ook, 10

T Ü R K Ç E B A S K I YA Ö N S Ö Z

B ernard Haykel, Michael L affan, Mike Reynolds ve Kasım Z aman'ın s ohb etlerinden çok ş eyler öğrendim. Hocalık yap ­ tığım North C arolina Üniversitesi Chapel Hill kampusünde­ ki Tarih bölümü ve yine aynı üniversitenin S anat ve İns an Bilimleri Enstitüsü adlı birimi b ana bir yıllık araştırma i z ­ nine ayrılma imkanı s ağladı . North C arolina Üniversitesi ve komşusu Duke Üniversitesinden meslektaşların tavsiye ve önerilerini de burada ifade etmek istiyorum. Hasan Aks a ­ kal, Fadi B ardawil, C arl Ernst, Emma Flatt, Kathleen Foody, Erdağ Göknar, Engseng Ho, Vas ant Kaiwar, Lloyd Kramer, C harlie Kurzman, Sucheta Mazumdar, Ebrahim Moosa, Su­ s an Pennybacker, Omid Safi, Iqbal Sevea, Saralı Shields ve E ren Ta ş ar kitap hakkında yer yer sohbet ettiğim meslektaş ­ larımdı. Üniversitemizin kütüphanesi ise ihtiyaç duyduğum her kitap ve malzemeye ulaşmamı mümkün kıldı. Kitabın yazımı esnasında kampus dışındaki pek çok do s t v e meslektaşla yapılan sohbetlerin d e kitaptaki izlerini gör­ mek mümkündür. Ali Vural Ak, Harun Anay, E rtan Aydın, Erol Ç atalb a ş , İsmail Ç o şkun, Ahmet Demirhan, Mehmet Süreyya Er, C emal Kafadar, Michael Muhammed Knight, Sadaf Kni ­ ght, Allison Kysia, Kareem Kysia, Fırat O ruç, C engiz Şişman, Himmet Taşkömür, Hüseyin Yılmaz ve Hayrettin Yücesoy, bir kısmı yemek ve kahve eşliğinde yapılan sohb etlerimizdeki kimi fikirlerin kitapta yerini aldığını fark edecektir. Uzaktan, e-mailler aracılığıyla veya p aylaşılan makalelerle kanaatle ­ rinden istifade ettiğim Mustafa Aks akal , Seema Alavi, Lale C an, Houchang Chehabi, Sebastian C onrad, Marwa E l shakry, Nile Green, Madeleine Herren- Oesch, İsmail Kara, Michael Christopher Low, David Motadel, Dominic Sachs enmaier, Glenda Sluga, C arolien Stolte ve Halil İbrahim Yenigün'ün ismini de burada zikretmek isterim. Tokyo Üniversitesi hoca ­ larından meslektaşım Mas ashi Haneda da s ohbeti v e yayın ­ larıyla b eni konuda araştırma yapmaya teşvik etti. Bu z aman zarfında kitabın içerdiği p ek çok tezi, b ana ev s ahipliği yapıp, değişik konferans ve tebliğlerle tartışmama olanak s ağlayan C ambridge Üniversitesi, Helsinki Üniver­ sitesi, Duke Üniversitesi, Heidelberg Üniversitesi, Harvard 11

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Üniversitesi, Saraybosna Uluslararası Üniversitesi, Portland Devlet Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, New York Üni­ v ersitesi Abu Dahi kampusü, C alifornia Üniversitesi, Geo ­ rgetown Üniversitesi, Ewha Women's Üniversitesi, Sogang Üniversitesi, Tokyo Üniversitesi ve Hokkaido Üniversitesine de teşekkür etmek isterim. Harvard Üniversitesi Yayınlan adına kitabın editörlüğü­ nü üstlenen Joyce Seltzer, projeyi başından beri s ahiplene­ rek kitabın dizgiye verildiği ana kadar sürecin takipçisi oldu. Yayınevi adına Siman Waxman ve John Donohue editörlük, düzeltme ve redaksiyon yaparak kitabın daha geniş bir okur kitlesi için anlaşılır hale gelmesine yardımcı oldular. En önemlisi ise her yaz seyahatinde bize ev s ahipliği ya­ p an İstanbul , Ankara , B edin ve Gardelegen şehirlerindeki geniş aile üyelerine ve akrab alarıma şükranlarımı ifade et­ mek isterim. Büyük bir kısmı gurbette geçen akademik ça­ lışmalarım sırasında büyük fedakarlıklarla b ana her hürlü maddi ve manevi desteği veren annem Gülzade Aydın ve b a ­ b am C evri Aydın'ın neşeli v e bol s ohbetli evleri, dünyanın neresinde olursam olayım, b enim i çin İstanbul'u dünyanın merkezi kıldı. Bu kitabın Türkçe çevirisi yapılırken, kan­ s ere karşı verdiği uzun bir mücadelenin s onunda, babamı 20 1 9 yılının Ekim ayında kayb ettik. B u kitabın Türkçe çe­ virisini seksen yıllık hayatı b oyunca dini , milliyeti ve kim­ liği ne olurs a olsun ayrımcılık yapmadan sürekli zayıfların ve mazlumların tarafında olmayı Müslüman ahlakının bir p arçası olarak gören rahmetli b ab amın aziz hatırasına ithaf ediyorum. C emil AYDIN, Chapel Hill Eylül 2020

12

GİRİŞ: İSLAM DÜNYASI NEDİR?

Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık beşte biri Müslü­ mandır. Yeryüzünün her köşesinde varlığını sürdüren Müs­ lüman toplumlar, dilleri, etnisiteleri, siyasi ideolojileri, mil­ liyetleri, kültürleri ve zenginlikleri gibi unsurlar b akımın­ dan çeşitlilik göstermektedir. Buna rağmen, modern tarih b oyunca gerek Müslümanlar, gerekse Müslüman-olmayanlar küresel bir İslam dünyası birliği tahayyülüne sarılagelmiş­ tir. Halbuki yalnızca haber bültenlerindeki ana b aşlıklara b akmakla bile b öylesi bir birliğin var olmadığı görülebilir: Bugün bizzat tüm Müslümanlar adına konuştuğunu iddia eden kişiler dahi diğer Müslümanları düşman olarak hedef göstermekte; sınırları aşan uzun süreli çatışmalarla ve iç s avaşlarla boğu ş an Müslüman toplumlar tarih b oyunca hiç görülmediği kadar b ölünmüş vaziyettedir. B öyleyken bile bir Müslüman birliği tahayyülü sürmektedir. Bu hayali birlik fikrinin kendini en b ariz biçimde ele verdiği kavram, gerçekliğine inanılan "B atı" ile birbirine zıt, kolektif geçmişi ve geleceğiyle kader ortaklığına sahip, evrensel düzeyde yaygınlaşmış "İslam dünyası" kavramıdır. Ancak bunun gibi geçmişten miras aldığımız kavramların tarihsel köklerini ve düşünsel gelişimini nadiren s orgula­ rız . Peki, ne zamandan beri siyasi liderler, entelektüeller ve sıradan ins anlar İslam dünyası hakkında konuşmakta? B u kavram nasıl olup da b i r medeniyeti , dini b i r geleneği ve jeopolitik bir birimi aynı anda ifade e der hale geldi? İslam dünyası diye bir ş eyin varlığını kesinkes kabul eden ins an­ lar, konu aynı ş ekilde bir "Hıristiyan dünyası"ndan, "Afrika 13

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

dünyası"ndan y a da "Budist dünyası"ndan b ahs etmeye ge­ lince neden isteksiz davranıyor? Bünyesinde bir buçuk mil­ yar kişiyi barındırmasına, büyük çeşitliliğine ve farklılığı­ na rağmen külliyen hayali bir birlik olarak sınıflandırmaya çalışmanın açıkça çiğlik ve s aflık s ayılabileceği gerçeğine karşın, "İslam dünyası" fikri neden bu denli cazip ve deği ş ­ m e z b i r kabul halini aldı? ABD B aşkanı B arack Obama, 2009 yılında Kahire'de "İs­ lam dünyasına" hitaben yaptığı konuşmada, dünya çapında birbirine b ağlı bir Müslüman topluluğu olduğu yönündeki modem vars ayımı teyit ediyordu. 1 Obama'nın asıl niyeti, Başkan George W. Bush'un güya teröre karşı açtığı s avaşın, Müslümanlar arasında yarattığı negatif Amerika imajının yol açtığı hasan onarmaya çalışmaktı . Bunun için, Ob ama önce cebir ve matematik, tıp ve eczacılık, denizcilik ve mat­ baacılık gibi alanlarda Müslümanların ins anlık tarihine kat­ kılarını methetti . Obama konuşmasında aynca Amerikalıla­ rın Müslüman inanç ve ibadetlerine dair B atı dünyasındaki olumsuz stereotipleştirme eğilimini de eleştirdi . Bu adetlerin barındırdığı olumlu ahlaki değerlerden bahsedip Amerikan Müslümanlarını övdü . B unlar, Obama hükümetinin, Amerika Birleşik Devletleri ile çeşitli Müslüman toplumlar arasın­ daki siyasi gerilim hakkındaki düşüncelerini açıklamadan evvelki bir tür tatlandıncılardı, zira Ob ama bu s ö zlerin ar­ dından b elli konularda ABD'nin Müslüman toplumlara karşı askeri güç kullanmasının sorumluluğunu da Müslümanların üstüne atacaktı . Doğrusu, Ob ama'nın Amerika'nın çıkarları­ nı gözeterek İslam dünyasına hitap etme iddiası tuhaf bir davranıştı. Amerika'nın Ç in'le olan siyasi anlaşmazlıklarını gündeme getirip tartışmadan önce , Budizmle Konfüçyüs 'ün New York Times'ın internet sitesi konuşmayı şu şekilde haberleştir­ miştir: "Text: Obama's Speech in C airo," New York Times, 4 Haziran 2009, http://www.nytimes . com/2009/06/04/us/politics/04obama. text.html?pagewanted=all&R=O. Obama'dan nefret eden bir sonra­ ki ABD Başkanı Donald Trump da Mayıs 2 0 1 7 'de Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret esnasında benzer bir şekilde İslam dünyasına hitap eden bir konuşma yapmıştır. 14

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R?

öğretilerine ve Doğu Asya medeniyetinin dünyaya katkıları­ na atıf yapmak kabul edilebilir, hatta biraz olsun mantıklı addedilebilir miydi? Müslüman liderler ve entelektüeller de, "B atı" diye nitele­ nen dünyanın Obama gibi siyasi liderleriyle çok b enzer b ir ş ekilde ve eşzamanlı olarak, milyonlarca ins anın çeşitliliği­ ni taşıyan dini gelenekleri , jeopolitiği ve medeniyeti tanım­ lamak adına "İslam dünyası" kavramına atıf yapm aktadır. Örneğin Obama'nın konuşmasından yaklaşık yirmi yıl önce, Ocak 1 988'de, İran'ın lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni, İ s ­ l a m dünyas ı adına Mikhail Gorb açov' a b i r mektup yazarak, S ovyet liderine kapitalist B atının oyunlarına gelmemesini, İslam'ın siyasi ve ruhani değerlerini araştırmasını tavsiye etmişti. Humeyni mektubunu ş öyle bitiriyordu: "İsl am dün­ yasının en büyük ve en güçlü zemini olan İran İslam Cum­ huriyeti, toplumunuzdaki dini inanç b o ş luğunu kolayca dol­ durabilir. "2 Peki , b öylesine kurgus al bir varlığın -İslam dün­ yasının- bu denli mümkün olduğu, siyasi düşünceye böyle­ sine hakim olduğu bu noktaya nasıl gelmiştik? Müslüman olanıyla olmayanıyla nasıl olup da bu kadar çok siyasetçi, entelektüel ve dini lider, söz konusu kavramın ifade ettiği genellemenin doğruluğunu sorgulamaksızın, böylesine ra­ hatça "İslam dünyası" üzerine fikirlerini ve kararlarını olu ş ­ turabiliyordu? Yaygın vars ayımın ve s anılanın aksine, dünyadaki tüm Müslümanların topyekfı_n birliğine referansta bulunan "İs­ lam dünyası" tabiri, İslam ' ın kendisi kadar eski bir kavram olan ümmet fikrinden gelmemektedir. İslam dünyas ı fikri on dokuzuncu yüzyılda gelişmeye b aşladı ve 1 870'lerden son­ ra dallanıp budaklanmış bir hale ulaştı. B ununla b erab er, milliyetçi ideoloji ve Avrup a s ömürgeciliği onları b ölene dek A Call ta Divine Unity: Letter of Imam Khomeini, The Great Leader of the Islamic Revolution and Founder of the Islamic R epublic of Iran, to President Mikhail Gorbachev, Leader of the Soviet Union, (Tahran, 2008). Online metni için, bkz. http ://www. fouman.com/Y/Getlranian_His­ toryToday. php?artid= 1 387. 15

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Müslümanların birlik içinde olduğu inancı da tarihi temel­ leri bulunmayan bir yanılgıdır. Hatta bunun tam tersi doğ­ rudur; ş öyle ki, aslında s ömürgeciliğin yarattığı kötü koşul­ ların s aikiyle Müslümanlar arasında küresel bir dayanışma fikrinin ilk tohumlan yeşermeye başladı ve Avrup a ırkçılığı­ na karşı ortak bir İslam medeniyeti tahayyülü zaman içinde gelişti. Yani on dokuzuncu yüzyılın s onlarında Avrup a hege­ monyasının zirve yapmasına dek, Müslüman toplumlar dün­ ya ç apında siyasi bir birliğe s ahip olmayı hayal dahi etme­ mişti. Başka bir deyişle, "İslam dünyası," emperyalizmin kü­ res elleşmesiyle ve onunla beraber ins anlığı ırklara ayırma gayretiyle ortaya çıktı. Müslümanların ırksallaştın lması, bu bakımdan, İslam'ın evrensel ve yekpare bir dini gelenek ola­ rak sunulması, uluslararası siyas ette bir güç birliği hayali, medeniyetler s öyleminde müstakil bir gelenek haline gelmek yönünde geçirdiği kavramsal değişimle b ağlantılı oldu. Siya­ si strateji ve entelektüel çaba bu yeni kavramsal tahayyülü doğurdu ve hem Müslümanlar hem de Avrupalı Hıristiyanlar bu doğuma katkı sundu. B irinci Dünya Savaşının patlak vermesinin hemen öncesi, İslam dünyasının -o dönemki tabirle "İslam alemi"nin ya da "alem-i İslam"ın- küresel bir birlik oluşturduğu fikrinin zir­ ve noktasıdır. 1 9 1 4 Sonb aharında O smanlı İmparatorluğu­ nun sultanı, halife unvanını kullanarak tüm İslam dünyası adına cihad ilan etti . Fakat o zaman bile dünyanın değişik bölgelerindeki Müslüman toplumlar bu cihada itiraz edip Osmanlı'nın düşmanlarına, yani İngiliz, Fransız, Hollanda ve Rus imparatorluklarına s adakat beyanlarında bulundu­ lar. Müslümanların ve gayrimüslimlerin İslam dünyası kav­ rayışına dair farklı düşüncelerinin çatışması, 1 9 1 4 ile 1 924 arasındaki on yıl b oyunca süren çarpıcı bir siyasi mücade­ lenin konusu olup, bu süreçte önemli değişikliklere uğradı . Değişik s aiklerle O smanlı hilafetinin 1 924'te ortadan kaldı­ rılması, iki dünya s avaşı arasındaki dönemde İslam dünyası kimliğinin dönüşmesine; milliyetçi, s osyalist veya modern­ leşmeci akımlarla ilişki içinde yeniden tartışılıp şekillenme­ sine yön verdi . 16

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R?

İkinci Dünya Savaşı sırasında hem Mihver D evletleri hem de Müttefik Devletler Müslümanların desteğinin peşine düştüğünden, "İslam dünyası" fikri, emperyal prop aganda ­ nın odağında kalmayı sürdürdü. Fakat s onrasında, 1 950'li ve 1 960'lı yıllarda, Asya ve Afrika'da sömürgesizleşme ve ulusal b ağımsızlık süreçlerinin en ileri aşamasında, İslam dünyası tahayyülünü merkeze alan siyasi projeler geri plana düştü. Hiçbir Müslüman çoğunluğa s ahip b ağımsız ülke, vaktiyle Osmanlıların yaptığı ölçüde, İslam dünyası için dayanak noktası olma rolünü üstlenemedi veya buna layık görülme­ di. Hindistan'ın b ağımsızlığını kazanması ve Pakistan' ın çok sorunlu bir biçimde ondan ayrılması, yüz yıldır İngiliz sömürge yönetiminin siyasi kararlan üzerinde etki ve baskı kurarak tahayyül ettikleri İslam dünyasının kaderini şekil­ lendirmeye çalış an Hint Müslümanlarının dünya siyasetin­ deki etkisini kırdı . 1 950 'lerden s onra, dünyanın ulu s - devlet­ lere b ölündüğü bir dönemde pek az gazeteci veya akademis ­ yen İslam dünyas ının birliği idealine dünya siyasetinde olup biteni açıklamakta bir etken olarak değinecekti. Fakat bu böyle sürüp gitmeyecekti . Arap -İsrail krizinden İran Devrimine uzanan süreçte birbiriyle ilişkili bir dizi s i ­ yasi olay, imp aratorluklar çağında doğan p an-İslamist d ü ­ şünce kalıplarının 1 9 70'li yıllarda dirilip hayata dönmes i ­ ne tanık oldu. Müslüman toplumlar bu sırada sömürgeci­ lik- sonrasında ortaya çıkmış elliden fazla ulus- devlet tara­ fından yönetiliyor da olsa, bilhassa Soğuk Savaşın sonuna doğru, İslam dünyası yeniden jeopolitik bir birlik gibi görül­ meye başlanacaktı . Küresel düzenin uğradığı radikal değişimlere rağmen 1 980'lerde yeniden gün yüzüne çıkan ve bir asır öncesinin emperyal dünyasında kökleri bulunan İslam dünyası fikrinin yeni cazibesini nasıl açıklamalı? Avrupa emp eryalizminin Müslüman toplumlar üzerindeki tahakkümünün sona erme­ sine ve Osmanlı halifeliğinin o rtadan kalkmasına rağmen, kendi ülke menfaatlerini önceleyen değişik ulus- devletlere yayılmış ş ekilde yaş ayan Müslümanlar için İslam dünyası ne anlam ifade edebilirdi? 1 97 9 'daki İran Devriminden ve S ov17

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

yetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalinden sonra "İslam birli­ ği" s öylemi bir kez daha dünya siyas etine ş ekil veren veya Müslümanların siyasi mücadelelerini anlamaya çalış anların kullandığı bir kavram olarak kullanılır oldu. 1 980'lerden s onra ABD 'deki ve Avrup a'daki Müslüman-karşıtı ırks allaş­ tırmanın tekrar gündeme girmesi ve Soğuk Savaş s onrasının İslamcı ideolojilerinin ortaya attığı enternasyonalist tezler, İslam dünyası fikrini yeni bir muhtevayla geri getirecekti. Birinci Dünya Savaşında zirve noktasını görmesinden bu yana jeopolitik bir fikir o larak "İslam dünyası" kavramının yüz yıl s onra bile hala kullanılıyor olması ortak bir tarihi birikimin doğal sonucu ya da Müslüman toplumların benim­ sediği değişmez dini vecib elerin ve ideolojilerin ürünü değil­ dir. 3 Bu, daha ziyade ilk hali on dokuzuncu yüzyılın s onların­ da Avrup a imp aratorluklarıyla Müslüman toplumların karşı karşıya gelme s ürecinde inşa edilen bir dünya dini, medeni­ yeti ve jeopolitiği anlatısının, neredeyse bir asır sonrasında, Soğuk Savaşın gereksinimlerine göre yeniden işlenip ş ekil­ lendirilmesinin sonucudur. Hayali bir "Hıristiyan B atı"yla daimi bir çatışma ve reka­ b et halinde olduğu vars ayılan "İslam dünyası"na dair üre­ tilegelen anlatıların kökenlerini ele almak ve bu anlatıların fikri ve siyasi cazibesini anlamak bu kitabın b aşlıca ama­ cı olacak. Bu yüzden, on dokuzuncu yüzyıldan başlayarak, p an-İslamistlerin ve İslam-karşıtlarının, kendi siyasi hedef­ lerine ulaşmak için, İslam birliğini bir vars ayım, bir ideal ve bir tehdit olarak nasıl kullandıklarını göstererek, "İslam dünyası" fikrinin eleştirel bir s oykütüğünü ortaya koyma­ ya çalışacağım. B ahsi geçen bu çevreler hem bir simbiyotik işbirliği hem de mutlak bir gerilim içinde, kendi stratejik beklentileri doğrultusunda bir "İslam dünyası" yaratmış ve kavramı B atı ile sonsuz bir çatışma hikayesinin içine yerleşSamuel P. Huntington, The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, New York: Simon & Schuster, 1 996; Erik Zurcher, Ji­ had and Islam in World War I: Studies on the Ottoman Jihad on the Centenary of Snouck Hurgronje's "Holy War Made in Germany," Leiden: Leiden University Press, 20 1 6 . 18

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R?

tirmiştir. B atıya ve İslam'a dair özcülüğe indirgenmiş anla­ tıların doğup yeş erdiği ortam diyebileceğimiz on dokuzuncu yüzyılın ırkçı emperyal tecrübesini tahlil edip s orgulayarak, onun bugünlere uzanan mirasını taşıyan bir kavram olan "İslam dünyası" fikrinin bugünkü siyasi muhtevasını ve s o ­ nuçlarını daha iyi anlamak mümkündür. B öylece bu çalış ­ m a dini kimliklerin uluslararası ilişkilerdeki rolünü daha iyi anlamamıza; bu yolla ins an haklan ve adalet için verilen mücadeleyi sınırlayan ırk ayrımı ve jeopolitiğin daha güçlü bir eleştirisini yapmamıza vesile olacaktır. ***

"İslam dünyası" fikri Müslümanların Beyaz ırktan farklı bir ırk olduğu iddiasından ayrı düşünülemez . İslam dünyas ı i l e Hıristiyan B atı arasındaki ayrım, en keskin haliyle ş e ­ killenmeye ironik olarak Hıristiyanların ve Müslümanların çoğunun aynı imp aratorlukların sınırlan içinde yaşadığı 1 8 80'li yıllarda b aşlamıştır. Müslümanların hem ırkları b a ­ kımından farklı hem de aşağı/ikinci s ınıf kabul edilmesin­ deki amaç , tabi oldukları Avrup a imp aratorluklarının bün­ yesinde hak arayışlarını inkar etmek, yadsımak ve kısıtl a ­ m a k olmuştur. Müslüman entelektüeller, ekonomik veya s i ­ yasi olarak kendi toplumları i l e Avrup a arasında görmezden gelinemez farklılıklar olduğu vars ayımlarını reddedememiş , fakat imp aratorluğun birinci sınıf tebaası olan ve kendi­ lerini yöneten Hıristiyanlarla medeniyet, din ve ırk olarak eşit olduklarını s avunarak, temel haklara ve a dil muameleye layık oldukları karşılığını vermiştir. Aynı "Müslümanların birliği" ve "farklılığı" kavrayışı hem Birinci hem de İkinci Dünya S avaşı sırasında Müslümanların küres el bir topluluk olarak görülmesini de meşrulaştırmıştır. Irkı temel farklılık ölçütü olarak gören ve ırk üzerine kurulu olan "İslam dün­ yası" gibi kavramlar, bir yandan ileride doğacak milliyetçi ve mazlum toplumların kendilerini yönetenlerin ayrım cılı­ ğına karşı hak taleplerini artırmış , bir yandan da 1 980'lerde ve s onrasında İslamcılığın ve İslamofobinin yüks elişine hız kazandırmıştır. Neticede bu mücadele Müslümanlar arasın19

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

da küres el b i r dayanışma ve İslam'la B atı arasındaki daimi bir çatışma olduğu yönündeki anlatıların temel çerçevesine oturtulmuştur. Müslümanların hem normal ve üstün insan s ayılan B eyaz Hıristiyan Avrup alılardan öz itib ariyle farklılığını hem de kendi aralarında kabilevi bir birlik içinde olduklarını delil­ lendirme çabası, akademik ve akademi-dışı yazılarda sürekli olarak "Müslümanların istisnailiği" fikrine dayanır. Örneğin, bizzat inanış larının ve İslam'ın gereklerinin doğasından ötürü Müslümanların b ağımsız, çoğulcu ulus- devletlerden olu ş an liberal uluslararası düzene yapısı gereği direnç gös­ terdiği varsayılmaktadır. Müslümanların siyasi vizyonları­ nın, toplumlarının siyasi tavırlarının anlaşılması için inanç geleneklerine veya medeniyetlerinin kimliğine başvurulma­ sı gerekmeyen Budistlerden, Hindulardan, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan esasen farklı olduğu farz edilmektedir. Ne var ki , bu "Müslüman istisnailiği" teorisi desteklenememiş ve doğrulanamamıştır. Osmanlı İmp aratorluğu, Cumhuriyet Türkiye'si, Britanya yönetimindeki Hindistan Müslümanla­ rı, Afganistan, Suudi Krallığı, Pakistan, sömürgecilik- sonra­ sı Mısır ve Şah yönetimindeki İran önce emperyal, s onra da milliyetçi dünya düzenini hararetle desteklemiştir. Ç o ğun­ luğu Müslümanların oluşturduğu toplumlardaki çağdaş si­ yasi yaş amda İslam'ın görünüşte önemli olması, teolojik ge­ rekliliklerden veya b enzersiz olduğu vars ayılan Müslüman zühtünün yüksek s eviyelerde s eyretmesinden kaynaklan­ mamaktadır; aksine, bu durum, "Müslüman-lık"ın emperyal olarak ırksallaştırılmasının bıraktığı mirastan ve bu ırksal­ laştırılan kimliğe Müslümanların direnişini ifade eden be­ lirli entelektüel ve siyasi stratejilerden kaynaklanmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki bu ırksallaş­ tırma ve direniş süreçleri için imp aratorlukların bulunduğu coğrafya ve sahip olduğu teknoloji asli bir öneme s ahipti . Buharlı gemiler ve telgraf gibi yeni ulaşım ve iletişim ola­ nakları Müslümanlar arasında daha önce hiç görülmemiş yoğunlukta bir b ağlantıya imkan s ağlayarak, Avrup a ve s ö ­ mürgelerindeki "İslam dünyası" kavramının jeopolitik yanını 20

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R?

doğallaştırmıştır. Buharlı gemi, tren, telgraf ve matbaa gibi olanakların mümkün kıldığı iletişim ve ulaşım ağlan, emper­ yal ırkçılığa karşı mücadele eden pan-İslamist düşüncenin ortaya çıkmasına da birinci derecede zemin oluşturmuştur. Bununla beraber, p an-İslamizmin hasmı emperyal yapı­ ların kendisi değil, emperyal ırkçılıktı. On dokuzuncu yüz ­ yıldaki v e yirminci yüzyılın başındaki Müslüman liderlerin ve düşünürlerin kahir ekseriyeti başlangıçta anti- emperya­ list s ayılmazdı. İlk olarak imparatorlukl arı yıkmak yerine, dönemin dört büyük Avrup a imp aratorluğu olan İngiltere (Britanya), Hollanda, Fransa ve Rusya'dan adil muamele gör­ meyi b eklemişlerdi. Bununla amaçlanan, çok geniş çaplı et­ nik ve dini grubu bünyesinde b arındırmayı mümkün kılan kozmopolitan emperyal düzeni ıslah etmekti . Ancak Avrup a imparatorluklannın tamamında Müslümanlara yönelik ırk­ s allaştırılmış hukuki sınıflandırmalar bulunuyordu. Sömür­ geleştirilmiş Müslüman teb aaların kendilerini güçlendirme ve haklarını savunma stratejileri, Müslümanların farklı, geri bir din ve medeniyete s ahip olduğu tezine meydan okurken istemeden de olsa İslam dünyası fikrini daha da pekiştir­ meye katkıda bulundu. İngilizler dünya Müslümanlarının neredeyse yarısına hükmediyordu; bu yüzden pan-İslamist düşüncenin gelişip ş ekillenmesinde Hint Okyanusu bölge­ sindeki İngiliz s ömürge yönetiminin stratejileri bilha s s a önemli b i r rol oynamaktaydı. İngilizlerin b i r Müslüman is­ yanıyla karşılaşma korkusu ve onları yıldırma siyaseti et­ rafındaki entelektüel tartışmalar "İslam dünyasının birliği" fikrine ayrıca katkıda bulunacaktı . Aynı zamanda, İngilizle­ rin yönetimi altında yaş ayan Hint Müslümanlan, dünyada muazzam bir nüfusa s ahip olmalarının ve B ritanya İmp ara­ torluğuna karşı gösterdikleri sadakatin karşılığında, İngiliz­ lerden haklarını alıp, onlar nezdindeki tesirlerini kullanarak dünyanın diğer b ölgelerindeki Müslümanlara destek olmaya çalışacaktı. Müslüman dayanışması ve İslam dünyası fikri, imp a­ ratorluklar arası ilişkilerde de stratejik öneme s ahipti . O s ­ manlı sultanları, Müslümanların kuts al ş ehirlerinin yöne21

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ticisi ve modern Müslüman liderlerin e n güçlüsü s ayılıp, hilafet vesilesiyle küresel Müslüman topluluğunun manevi önderi olma ayrıcalığını imparatorluk menfaatleri için kul­ lanmıştır. Osmanlı s ultanları, kendilerinin tüm dünya Müs ­ lümanları nezdinde halife olarak kabul gördüğünü bilerek, İngilizlerle ve diğer Avrup a imp aratorluklarıyla yaşadıkl arı sorunlarda yer yer hilafetin siyasi etkisinden istifade etme­ ye ç alışmıştır. Hatta sadece Osmanlı İmparatorluğu değil, Almanya ve Japonya gibi imp aratorluklar da mazlum İslam aleminin hamisi olma fikrini, diğer imparatorluklara kar­ şı p ropaganda faaliyetlerinde gündemine almış ve "küresel Müslüman dayanışması" fikrini çeşitli ş ekillerde rakiplerini zayıf düşürmek amacıyla kullanmıştır. On dokuzuncu yüzyılın sonundaki Avrup a-merkezli ve ırk ideolojisine dayanan emperyal çağ, Hıristiyanların haki­ miyeti altındaki Müslüman halklar arasında entelektüel bir rönes ansa ve ekonomik fırs atların artışına da yol açmıştır. Buharlı gemiler ve matbuat teknolojisi, Müslümanların dü­ şünce dünyasına üretkenlik ve hareketlilik kazandırdı . Köle­ lik z amanla kaldırıldı, kadınlar daha fazla hak s ahibi oldu, eğitim ve ekonomik faaliyetler gelişti .4 Buna karşın, yirminci yüzyılın b aşlangıcında Müslümanların B eyazların küresel hegemonyasına her an isyan etmeye yatkın, aş ağı ve koyu renkli bir ırk olarak görülüp öyle sınıflandırılması s ebebiyle sömürge metropollerinde Müslümanların her fikri ve ekono­ mik b a ş arıs ı bir tür Müslüman-karşıtı husumetin ve p arano­ yanın yükselişine, Avrupa 'daki Müslüman-karşıtı s öylemler ise Müslümanlar arasında "haksız B atı hegemonyas ı altında ezilen mazlum bir ümmet" algısının gelişip yaygınlaşmasına yol açtı. Ansev Demirhan, "Female Muslim Intellectual s : Understanding the History of Tıırkey's Woman Question through the C onstruction of Islamic Tradition,• yayınlanmamış yüksek lisans tezi, University of North C arolina-Chapel Hill, 2014; Nile Green, "Spacetime and the Muslim Journey West: Industrial C ommunications in the Making of the 'Muslim World'," American Historical Review ll8, no. 2, Nisan 20 1 3 , s . 40 1 -429 . 22

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R?

On dokuzuncu yüzyılın s onlarında Müslüman entelektü­ eller ırksallaştırılmanın adaletsizliklerine değişik strateji­ lerle karşılık verdi. Bu reformcular, s aldırı altında olduğu düşünülen Müslümanların itib arını yükseltmek için çareyi "İslam medeniyeti" kavramını sıkça dile getirmekte buldu­ lar; bu yolla Müslümanların ve Avrup alıların temelde farklı olduğu fikrinin kendisi değilse bile bu ırkçı ayrımın üzerin­ de yeşeren Müslümanların geriliği iddiasına karşı çıktılar. İslam medeniyeti fikrinin öncüleri, Müslüman toplumların değerlerini, ideallerini ve baş arılarını, bir inanç geleneği olarak İslam'dan ayırdılar; fakat bir yandan da medeniye­ tin, inanç değerlerinden ilham aldığını öne s ürdüler. Tarihte Müslümanlığın felsefi, s anatsal ve kültürel üretkenliğiyle dolu bir altın çağ olduğuna dair inanç, gururla vurgulanan yeni bir üst- anlatı olarak bu yaklaşıma eklemlendi . Reformcuların hedefi İslam'ı modernite ile uyumlu hale getirmekti . Modern bilimle İslam'ın uyumsuz olduğunu öne süren Fransız tarihçi ve düşünür Ernest Renan gibilerine tezlerinin aksini gösteren reformcu Müslüman yaz arlar İ s ­ lam'ın akıl v e ilerlemenin standartlarıyla uyum içinde o l ­ duğunu iddia etmekteydi. Müslümanlarca var edilmiş olan medeniyet bunun ispatıydı. Mo dernist reformcular, İslam medeniyeti tarihi anlatısı içinde İbn Rüşd ve İbn Sina'ya ve İslam bilimi konusuna yer açarak, İslam'ın Avrupa'ya katkı­ sının delili olarak görülen Endülüs Müslümanlarının b a ş a ­ rılarıyla övündüler. İslam medeniyetinin, Avrup a v e dünya tarihiyle ilişkisi b akımından tartışılması bütün Müslüman toplumlarda entelektüel yaş amın ayırt edici bir ö zelliği ha­ line geldi. Ne var ki, gurur duyulan İslam medeniyetine dair bir anlatı kurup onun üzerinden giderek Müslümanların geri kalmaya mahkum bir ırk olduğu iddialarına itiraz geliştir­ me stratejisi, Müslümanların dinlerinin ortaklığı s ebebiyle kaderinin o rtak olduğu ve İslam aleminin b e şeriyetin diğer temsilcilerinden ayrıldığı yönündeki Avrup alı ırk odaklı an­ latıyı güçlendirmeye yaradı. Müslümanların İslam medeni­ yeti hakkındaki fikir ve yayınları Mekke'yi C ava ve S enegal'e, 23

İ SLAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S EL B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

İstanbul'u Semerkant'a v e Delhi'ye b ağlayan b i r soyutlama yarattı. Bu tekilci İslam medeniyeti anlatısı, aslında b asit bir medeniyet modeline indirgenmesi imkansız olan kozmopolit Müslüman imp aratorluklarına dair bir bellek yitimini de b eraberinde getirdi. Müslümanların Hindularla, Yahudilerle ve Budistlerle, Şamanlarla, Hıristiyan Araplarla, Yunanlarla, Ermenilerle ve elbette tüm diğer toplumlarla yüzyıllar bo­ yunca p aylaşılan tecrübesi gözardı edilmeye başlandı . Reformcu modern Müslüman düşünürler bir yandan İs­ lam tarihinin gayrimüslimlerin de eşitçe bağ kurabileceği bilim ve felsefedeki b a ş arısı gibi dins el-olmayan özellikle­ rini öne çıkardılar. Diğer yandan da Müslümanların tarih­ sel tecrübesindeki muazzam çeşitliliği ve farklılığı yeniden yorumlayıp, İslam'ı Hıristiyanlıkla kıyaslanabilir, tekil bir dünya dini olarak ele alarak, daimi bir birlik içinde olan, "ev­ rensel İslam dini" tezini siyasallaştırdılar. Müslüman mo­ dernistlere göre, dinin hakiki ruhu yeniden keşfedildiğinde, mazlum durumda ve çökmekte olan İslam dünyasının tekrar canlanması mümkün olacaktı . Bilimle uyumlu evrensel bir dinin takipçileri olarak Müslümanlar, Aydınlanma, s osyal Darwinizm, ilerleme gibi seküler Avrup a ideolojilerine hem sahip çıkacak hem de bunlara cevap verebilecekti. İslam'ı evrensel bir dünya dini olarak yekp are ve siste­ matik bir yoruma tabi tutan modernist Müslüman alimler, kültür, zaman ve mekan farklılıklarının ötesindeki İslam'ın hakiki özünü ortaya koyduğunu öne sürdükleri dini metinle­ rin modern tefsiri s ayesinde İslam dünyasının birliğini iyice güçlendirmeye çalıştılar. Şüphesiz, Müslümanların fikir ta­ rihi boyunca zengin bir metin yorumlayıcılığı/şerh geleneği bulunuyordu. Gazali'nin vahiy bilgisiyle çelişiyor diyerek yaptığı felsefe eleştirisi, İbn Rüşd'ün akıl ve vahiy arasın­ daki uyumda ısrar eden cevapları gibi s ayısız tartışma, dini metinleri yorumlayıp tartış arak devam eden bir biçimde Tanrı'nın buyruğunu anlama çabasını gözler önüne s eri­ yordu. Ancak on dokuzuncu yüzyıl Müslüman düşünürleri, daha önceki yüzyıllarda hiç görülmemiş yeni bir yaklaşımı benims eyerek, İslam'ın tarih ve kültür-ötesi evrensel bir özü 24

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R�

olduğu iddia ettiler. O z amana kadar Müslüman alimler, dini metinlere yaptıkları yorumlan, İslam'ın tek ve gerçek anlamı olarak görmeyip, mütevazı bir ş ekilde "en doğrusunu Allah bilir" diyerek sonlandırmaktaydı. Okuma-yazma o ranının düşük olduğu, matb aanın bulunmadığı bir dönemde, İslam anlayışı genellikle bölgeye ve yoruma göre değişmekteydi; dolayısıyla dünyanın dört bir yanındaki bütün Müslümanla ­ rın birliğini temsil eden tek b i r din yorumu geliştirme ihti­ yacı da his sedilmemişti. On dokuzuncu yüzyılın s onlarınd a ise Müslüman entelektüeller ö z c ü başlıklara s ahip lslam 'ın

Ruhu, lslam ve Terakki, İslam 'ın Yükselişi ve Gerileyişi, Is­ lam 'd a Kadın Hakları gibi kitaplar yazdı. Önceki dönemlerin alimleri bunlara b enzer genellemelerden sakınıp çok- seslili­ ği ve müphemliği korumaktayken, bu modern eserler çeşitli Müslüman din yorumlarının farklılılığını z ayıflık alameti olarak değerlendirip onları ya basitçe görmezden geldi ya da sözde gerçek İslam'ın ruhunu taşımadıkları gerekçesiyle eleştirmeye b aşladı . 5 Aslında on dokuzuncu yüzyılın Müs ­ lüman toplumları öncekiler kadar çeşitli ve farklı dini yo ­ rumlara sahipti, fakat reformcu elitler Müslümanlara güç kazandıracak bir birlik yaratmak uğruna, İslami e s aslan ve içeriği tek ve evrensel bir yorumda toplayarak, Müslüman­ ları zayıflattığına ve gerilettiğine inandıkları dini p ratikleri değiştirmeyi umut etmekteydi. Bu reform süreci, 1 8 70'lerle 1 930'lar arasında, Seyyid Ah­ med Han, Seyyid Emir Ali ve Muhammed Abduh'dan Reşid Rıza, Şekib Arslan ve Muhammed Esed' e uzanan iki kuşak Ç ok-seslilik tartışması için, bkz. Jonathan Berkey, The Formation of Islam: Religion and Society in the Near East, 600-1 800 (New York: C ambridge University Press, 2003 ) . Bu, Müslüman alimlerin on do­ kuzuncu yüzyıldan önce herhangi bir özcülükten azade olduğu an­ lamına gelmez. Örneğin Suyuti'nin The Perfect Guide to the Sciences of the Qur'an (Al-Itqan fi ·mum al-Qur'an) (Reading: Gamet, 20 1 0) adlı kitabı, tabii ki yaz ann, Kuran-ı Kerim'in nasıl okunması ve an­ laşılması gerektiği konusunda içtihadlannı içermektedir. Ancak Su­ yuti ve çağdaşı olan birçok kişi, evrensel bir din olarak dünyadaki herkesi için, her zaman geçerli olacak bir İslam'ın ruhu ya da "İslam ve Hıristiyanlık" üzerine bir kitap yazmaktan kaçınacaktır. 25

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

içinde modern Müslüman entelektüellerin eserlerinde çok b ariz bir dönüşüm olarak kendini göstermektedir. Modern Müslüman düşüncesi, Müslüman halklar arasındaki dini pratik ve inanç farklılıklarını yahut müphem yorumlan za­ yıflık addedip, Kuran ve Sünnetin tek yorumuna dayalı bir ortaklık yaratmaya çalışırken, dini icma üzerinden siyaset ve ahlak alanında da bir birlik yaratmaya çalı şmaktaydı. Müslüman toplumların kölelik konusundaki dini kanaatleri ve uygulamaları aslında bu konuda iyi bir örnektir. Tunus Valisi Ahmed B ey on dokuzuncu yüzyılın ortalarında köleliği yas akladığında, Müslüman alimler bu yas ağın meşruiyetini tabii ki İslam hukuku olan şeriatla temellendirmişti. Fakat Tunus 'taki yöneticilerin ve alimlerin köle ticaretini yas akla­ ması, tüm İslam alemi ve evrensel İslam dininin tek bir yo ­ rumu adına yapılmamıştı. Mısır ve Zanzib ar'daki din alimle­ rinin aynı dönemde kölelik konusunda başka şekilde hüküm verebileceği vars ayılmaktaydı . O smanlı İmparatorluğu da köle ticaretini yas akladıktan s onra, kölelik, "İslamiyet özü gereği köleliğe karşıdır" şeklinde herhangi bir evrens el iddi­ ada bulunulmadan, pek çok Müslüman toplumda yas aklan­ maya devam etti . Ancak 1 900'lerden s onra Avrupa ve Ameri­ ka'daki Ahmetliye mezhebine b ağlı Müslüman misyonerler, Hıristiyanlığın ırk ayrımcılığına göz yumuşunun aksine, İ s ­ lam'da ırkçılığın v e köleliğin kayıtsız ş artsız yas aklanmış o l ­ duğunu iddia etmeye b aşladı. l 960'lı yıllara gelindiğinde ise Malcolm X gibi Müslüman düşünürler, İslam'ın doğuşundan itibaren, yani tüm tarihi boyunca ırk ayrımcılığına ve köleli­ ğe karşı olduğu fikrini daha da evrenselleştirmiş oldu. B öylece on dokuzuncu yüzyılın s onunda İslam'ı Aydın­ l anmacı ve hoşgörülü bir din olarak yeniden yorumlayıp, bu yolla Müslümanları B atılı yöneticilerine karşı ırksal açıdan eşit gösteren bir yerde konumlandırma çabalan, yirminci yüzyı lın b aşında p an-İslamist düşünce ve Müslüman re­ formculuğu için s oyut bir "evrensel İslam" kavramı türetti. Müslümanlığın evrensel ins anlık ailesinin onurlu bir üyesi olduğunun ispat edilebilmesi ve ırk ayrımı kavramını alt et­ mek için yola çıkan bu Müslüman mo dernist strateji, İslam 26

G İ R İ Ş : İ S LA M D Ü N YA S I N E D İ R?

dünyasının esasen insanlığın diğer unsurlarından farklı ad­ dedildiği katı Oryantalist görüşe gayriihtiyari katkı da s ağ­ ladı. İronik bir biçimde, hem sömürgecilik hem de s ömürge­ cilik-s onrası bağlamlarda, bu diğer medeniyetlerden farklı ve izole bir İslam dünyası vars ayımı, Müslüman toplumların daha fazla ırksallaştınlmasına vesile oldu. Tarihi p erspektiften b akınca, muhayyel bir İslam dünya­ sı temelinde ırks allaştırmanın kalbinde yatan jeopolitik si­ yas eti, medeniyet söylemini ve yeni reformcu din anlayış ını birbirinden ayırabilsek de, bu üç alan sıkı sıkıya birbirine b ağlı görünmektedir. Hem Hıristiyan misyonerler, hem Re­ nan gibi s eküler teorisyenler Avrupa imp aratorluklarının Müslümanlar üzerindeki hakimiyetini meşru kılan İslam medeniyetinin geriliği tezini, bizzat Müslüman inancının bünyesindeki kusurlara b ağlamaktaydı . Bu yüzden seküler Müslüman reformcular, bu iddiaya daha önceleri j eopolitik siyasetle alakasız görülen bilim ve felsefe tarihini yeniden yazarak yanıt verirken, ilahiyatçı reformcular da birtakım yeni dini yorumlar getirer ek karşılık verdi . B öylelikle s o s ­ yal Darwinizmin v e misyonerlerin iddialarını delillerle çü­ rütmeyi baş ardılar. Bir yandan da Müslümanların medeni­ yet s ahasında geri kalması ile onların İslam dini yorumlan arasında doğrudan bir ilişki olduğunu kabul edip, dünyada­ ki tüm Müslümanları kurtuluşa yönlendirmek adına, Müs­ lümanların tekrar altın çağlarına dönmesi için Kuran'ın ve dini metinlerin yeniden ve doğru bir ş ekilde tefsir edilmesi­ nin zaruri olduğu tezini yaygınlaştırdılar. 6 On dokuzuncu ve yirminci yüzyılın siyasi ve düş ünce ta­ rihi yoluyla b öylesine temel bir kavramın eleştirel s öykütü­ ğünü irdelemek, günümüz Müslümanlarının siyasi hayatına ve kaderine dair kurulan hakim anlatıların dayandığı mitleri ve hatalı genellemeleri ortaya çıkarmaya yardımcı olacaktır. Müslüman topluml arın modern siyaset konusundaki isti s -

Katharina A. Ivanyi, "God's C ustom C oncerning the Rise a n d Fall o f Nations: The Tafsir al-Manar on O 8: 53 a n d O 1 3 : 1 1 ." Maghreb R e­ view: MajaUat al-Maghrib 3 2 , No. 1 , 2007, s. 9 1 - 1 03 . 27

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T ELE K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

nailiğine dair mevcut literatür, Avrup a ve Am erika toplum­ l arının uluslaşmı ş , demokratik ve ilerici diye niteleyen bir B atı hikayesi ile buna karşılık Müslümanların dini metinle­ rine olan sadakatleri sebebiyle milliyetçilik-karşıtı, hilafete inanan muhafaz akarlar olduğu yönündeki büyük anlatılara dayanmaktadır. Gerek Müslümanlar, gerekse gayrimüslimler mo dern dünya düzeninin köklerinin güya on yedinci yüz ­ yıldaki Vestfalya B arış Antlaşmasında başlatılan mo dern Avrup a'nın egemenlik anlayışıyla ortaya çıktığına ve hep Avrup a'da doğan modern siyasi değerlerin dünyanın diğer b ö lgelerine yayılarak evrenselleştirildiğini vars aymaktadır. Günümüzde kimi ulus-ötesi İslamcı siyasi projeler ve kim­ likler, ilk olarak Vestfalya'da temelleri atılan bu "milli sınır­ lar" anlayışına karşı, "sınırlan olmayan bir İslam dünyası" adına meydan okumaktadır. Ne var ki, modern B atı ve İslam dünyası arasında geçen çatışma anlatısı, tarihsel bir tutarlılığa ve hakikate s ahip olmadığı gibi, her iki jeopolitik tahayyül de bir dizi mite dayanmaktan ibarettir. Gerçekteys e, s ömürgecilik dönemi b oyunca ve onun öncesinde Müslümanların siyasi görüşleri Kraliçe Victoria'nın görüşleri kadar emperyalist, Gandhi'nin görüşleri kadar milliyetçi ve Lenin'in görüşleri kadar da s osyalist olabilmekteydi. Avrup alı emperyalistlerin ve Müs­ lüman reformcuların yekpare ve evrens el bir İslam dini ve alemi icat ettikleri çağda, Müslüman bireyler anarşist, femi­ nist ve p asifist de olabilmekteydi. Bu ins anlar Avrup alı çağ­ daşları kadar mo derndi. On dokuzuncu yüzyılın ortasından bu yana p an-İslamizm de dahil olmak üzere Müslümanların tüm siyasi görüşleri, Hz. Peygamber döneminden tevarüs eden ve değişmeyen bir geleneği devam ettirme çab asıyla de­ ğil, imp aratorluklar çağından ulus- devlet temelli bugünkü uluslararası düzene geçiş sürecinin hak mücadeleleriyle iç içe geçmiş bir ş ekilde ortaya çıkmıştır. ***

Bu konuyu araştırmaya, 2008'de, 1 1 Eylül s onrası dönem­ de uluslararası ilişkiler sahasındaki İslam konulu tartışma28

G İ R İ Ş : İ SLA M D Ü N YA S I N E D İ R?

lar üzerine düşünürken başladım. Ancak 20 1 2 gibi geç bir tarihte dahi 2 0 1 4 ile 2 0 1 7 yıllan arasında Suriye ve Irak'ta IŞİD tarafından kontrol edilen b ölgelerde kendi otoritesini ilan eden ve halifelik iddiasında bulunan bir devletin kuru­ lacağını hayal edemezdim. IŞİD'in çağrıs ı potansiyel takipçi­ lerine cazip gelirken, bir yandan da Avrup a ve Amerika'daki İslamofobi, bugün bile, IŞİD liderlerini ve onların Müslüman kurbanlarını aynı ırka ve medeniyete mensup olarak sınıf­ landırmak konusunda ısrar ediyor. IŞİD'in halifesi hilafet fikrinin tarihine aşina her akade­ misyen için tam bir karikatür gibiydi; fakat sözde İslami sa­ hihliği iddiasından hiç vazgeçmedi . IŞİD halifesi Ebubekir el-Bağdadi, acaba Avrupalı bestecilerin operalarından keyif alan veya imp aratorluk s araylarının modasına göre kızla­ rının p ortrelerinin yağlıboya tablolarını çizen II. Ab dülha­ mid ve Ab dülmecid gibi son O smanlı halifelerinin kültürel faaliyetlerinden hab erdar mıdır? B ugün hilafet kurmak i s ­ teyenler, bundan yüz elli yıl ö n c e O smanlı halifesinin v e di­ ğer Müslüman sultanların, o dönemdeki Hıristiyan kralların onların göğüslerine taktığı madalyaları gururla taşıdığını ve mütekabiliyet usulünce, benzer şekilde muhataplarını ken­ di verdikleri madalyalarla onurlandırdığını biliyor mudur? Benzer ş ekilde, Sünni-Şii ayrımı üzerine kurulu mezhepçi politikalar, yanlış biçimde Müslümanların yaş amında bin­ lerce yıldır devam eden ebedi ve asli bir şeymiş gibi gös­ terilmekte. Suriye ve Irak'taki rakip güçler hem Şii hem de Sünni Müslümanların O smanlı halifesine kendilerinin ma­ nevi lideri ve dünya sahnesindeki temsilcisi gözüyle b aktık­ larının ve 1 870- 1 9 1 4 arası Avrupa-merkezli imp aratorluklar çağında Şii-Sünni ayrımının önemsizleştiğinin acaba farkın­ da mıdır? Bugünün tehlikeli ideolojilerini meşrulaştıran tarih an­ latısı, ancak kap samlı ve nüanslı tarih okumaları yapılarak düzeltilip aydınlığa kavuşturulabilir. Nasıl olur da ümmet ve halife gibi kavramlar yüz yıl önce olduğundan bu denli farklı kullanımlara karşılık gelebilir? Birinci Dünya Sava­ şıyla bugün arasında, ç ağdaş Müslüman meselesiyle onun 29

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

emperyal geçmişi arasında, anlatı v e tarihsel gerçeklik açı­ s ından ne tür b ağlar bulunmaktadır? Yüz elli yıllık bir dönemde "İslam dünyası" anfatılannın evrimine yakından b akıldığında, bir dizi kavram ve s öyle­ min,

imp aratorluklar

çağından

s ömürge- sonrası

evreye

kadar kuşaktan kuşağa aktarıldığı görülecektir. Ancak her kuşak, İslam dünyası, medeniyeti ve diniyle ilgili devraldı­ ğı kavramlara ve düşünme biçimlerine yeni siyasi anlamlar yüklemiştir. Osmanlı S ultanı II. Ab dülhamid, Filistin Müf­ tüsü Hacı E min el-Hüseyni, Suudi Arabistan Kralı Faysal ve İranlı Ayetullah Humeyni'nin farklı farklı siyasi hedefleri vardı, fakat hep sinin dayanağı, Hıristiyan B atıyla aynı dü­ z eyde kurgulanmış bir İslam dünyası tahayyülüydü. B enzer ş ekilde, Renan ve daha sonralan Arnold Toynbee ya da S a ­ muel Huntington gibi isimler d e farklı siyasi has sasiyetleri temsil etmekle birlikte, ırk, medeniyet ve j eopolitik b akım­ l ardan B atıdan ayrı, yekpare bir İslam dünyası fikrini p ay­ laşmaktaydı. İşte bu yüzden İslam dünyası tahayyülünün anlaşılması, zaman-aşırı ve İslam'ın ilk günlerinden devra­ lınan ebedi bir dini doktrini çözümlemekle değil, muhtelif fikirlerle ve p olitikalarla zaman içinde evrilip on dokuzuncu yüzyılın sonlarında birçok unsurun el vermesiyle yaratılıp o tarihlerden bu yana tekrar tekrar yenilenen çatışmaların s ahnesine b akarak mümkün olacaktır.

30

1.

ON D OK UZ UN C U YÜZ YILDAN ÖN C E E M PER YAL BİR Ü M ME T

Tipu Sultan'ın müttefiklere ihtiyacı vardı. Yıl 1 79 8 'di, Hin­ distan'ın güneyindeki Meysür'un sultanı, İngiliz Doğu Hin­ distan Şirketi ordularını bölgesinden kovmak istese de, yal ­ nız başına bunu yap acak güce s ahip değildi. Tipu, ilk olarak Devrim öncesindeki Fransa kralından, ardından da yeni ku­ rulan C umhuriyetten yardım istediğinde, ortak düşman İn­ giliz İmp aratorluğuna karşı ittifak için olumlu yanıt almıştı. Osmanlı Sultanı III. Selim'den aynı yardımı istediğindeyse bunu Müslüman dayanışması adına yapmıştı. Osmanlı'dan alacağı askeri ve diplomatik yardımın yanı sıra, aynı zaman­ da halife unvanına da s ahip olan O smanlı Sultanının deste­ ğinin sağlayacağı itib ar Tipu Sultan için bölge s el Müslüman rakipleriyle yarışta aynca fayda sağlayacaktı . Ancak İstanbul'daki Sultan, İngiliz-karşıtı bir Müslüman ittifakı konusunda Tipu'nun b eklediği cevabı vermeyecekti . Tipu'nun kullandığı ortak din ve kültür dili Osmanlıları stra­ tejik çıkarlarından saptırmaya yetmeyecekti , çünkü O smanlı, Mısır'ı yeni işgal etmiş olan Fransa karşısında Rusya ve İn­ giltere ile müttefikti. O smanlı Sultanı III. Selim, cevabında Tipu'nun Osmanlı topraklarını işgal eden Frans a ile ortak­ lık kurmamasını, öte yandan İngilizlerle de b arış yapmasını şiddetle önerdi. E rtesi yıl Meysür'da s avaş p atlak verdiğin­ de, ortak din yine bir işbirliği s ağlamadı; İngiliz askerleri 31

İ SLA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S EL B İ R E N T ELE KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

bölgeyi, birlik v e cephane s ağlayan Haydarab ad Nizamı gibi diğer Müslüman Hint krallarının yardımıyla ortaklaşa fet­ hedip yağmaladı . Tipu'nun da s onunda anladığı üzere, on dokuzuncu yüz­ yıl öncesinde Müslüman dayanışması fikri, siyasi olarak işe yarayan bir fikir değildi. ümmet ve Müslüman-lık gibi kav­ ramlar varlığını sürdürüyordu sürdürmesine; ancak her ne anlam ifade ediyor olurlarsa olsunlar, bu tür kavramların jeopolitik veya medeniyet eksenli, küresel bir Müslüman bir­ liği anlatısına esin kaynağı olabilmeleri için neredeyse bir asır daha geçmesi gerekmekteydi. 1 Tipu ve Osmanlı arasındaki diplomatik ilişkilerde görü­ len manzara, bin yıldan uzunca bir süredir Müslüman im­ p aratorlukların p ek çoğu için geçerliydi. On üçüncü yüzyılın ortasındaki Moğol istilasından on dokuzuncu yüzyılın ba­ ş ındaki Napoleon S avaşlarına kadar, Avrasya ve Afrika'da­ ki hanedanları yöneten yüzlerce Müslüman imparator, kral, emir ve sultan çok değişik b ölgelerde hüküm sürmüştü . Bu hükümdarlar kendi aralarında savaşırken yeri geldiğinde "kafir" dedikleriyle de ittifak kurmaktan çekinmemişti. 2 İran­ lı devrimci Ali Ş eriati ve Pakistanlı İslamcı Ebülala Mevdü­ d! gibi, modern zamanlarda İslam birliğini s avunan kişiler Kate Brittlebank, Tipu Sultan 's Search for Legitimacy: Islam and Kingship in a Hindu Domain, Delhi: Oxford University Press, 1 997; Mohibbul Hasan, Waqai-i manazil-i Rum: Tipu Sultan 's Mission to Constantinople, Delhi: Aakar Books, 2005. Hindistan-Osmanlı ara­ sındaki yazışmalar için bkz . Azmi Özcan, "Attempts to Use the Otto­ man C aliphate as the Legitimator of British Rule in India," içinde: Islamic Legitimacy in a Plural Asia, der. Anthony Reid ve Michael Gilsenan, Londra: Routledge, 2007, s . 7 1 -80. Ayrıca bkz. Virginia Ak­ san, "Ottoman Political Writing, 1 768- 1 808," Intemational Joumal ofMiddle East Studies 25, no. 1 , 1 993, s . 53-69; Azmi Özcan, Pan-Isla­ mism: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanlan ve !ngiltere (1 8 771 924), İstanbul: !SAM, 1 99 1 , s. 20; Yusuf Bayur, "Maysor Sultan Tipu ile Osmanlı Padişahlarından Abdulhamid, III. Selim Arasındaki Mektuplaşma," Belleten 1 2 , No. 47, 1 948 , s. 6 1 7-654. lan Almond, TWo Faiths, One Banner: When Muslims Marched with Christians across Europe's Battlegrounds, C ambridge, MA: Harvard University Press, 2009. 32

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

bu dönemleri yirminci yüzyılın hassasiyetleri çerçevesinde çok eleştirel bir şekilde tasvir etmiştir. Kimileri, vatanperver bir coşkuyu ateşlemek maks adıyla, Osmanlıların ve Hindis ­ tan'daki B abürlülerin askeri zaferlerini yüceltip , bununla Müslümanlar adına gurur duyarak seçici bir yaklaşımı be­ nimsemektedir. Kimileriyse, dönemin kozmopolit impara­ torluklarının pragmatik ittifaklarını dini has s asiyete ihanet olarak adlandırarak, eski Müslüman hanedanların nedense bir türlü küresel Müslüman cemaatini güçlendirmenin ge­ rekliliğini anlayamadığını ifade etmektedir. 3 Bu modern tarihi anlatımlar, Müslüman ümmeti için de­ ğişmez ve ortak bir Müslüman birliği tahayyülünün her z a ­ man bulunması gerektiğini v e maalesef kendi gücünü artır­ maktan b aşka bir ş ey düşünmeyen Müslüman hükümdarla ­ rın b u birlik idealine sürekli ihanet ettiğini vars ayar. Halbuki yedinci ve on sekizinci yüzyıl arasındaki Müslümanların asıl siyasi tecrüb eleri, bunun tam tersine , değişken, dinamik ve çatışmalarla dolu bir Müslüman siyasi kültürü resmetmekte ve on dokuzuncu yüzyılda B atı medeniyetiyle kıyaslanacak bir İslam dünyası ve medeniyeti birliği fikrinin kökleri bu dönemlerde b ariz bir siyasi güç olarak görülmemektedir.4

Erken Dönem Müslüman İmparatorlukları: Çeşitlilik ve Sentez On dokuzuncu yüzyıldan önceki dönemlere ait olan ümmet kavramı, harita üzerinde sınırları belli bir toprak p arçasın­ da yaş ayan toplumların birliği anlamında kullanılmıyordu . Bu kavram, Müslümanların, ait oldukları kabilelere olan bağlarını aşan bir Müslüman kimliğinin temelini atmış; o r­ tak hukuki uygulamaların ve müşterek bir eskatolojik bakış açısının oluşumuna katkı vermişti. Örneğin Hz. Muhammed

Sayyid Abu al-'Ala Mawdudi, A Short History of the Revivalist Mo­ vement in Islam, Lahor: Islamic Publications, 1 963; Ali Shariati, Ali Shariati 's Red Shi ' ism, Tahran: Shariati Foundation, 1 979. Hamid Dabashi, Being a Muslim in the World, Basingstoke: Palgrave Macmillan, 20 1 3 . 33

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

b i r hadisinde, ahirette her zaman diliminden v e her nesilden oluşan ümmetini etrafında toplayacağını ifade buyurur. Fa­ kat ayet ve hadislerde ne belirli bir devlet yönetiminden ne de haritada sınırlan bulunan bir toprak p arçasıyla sınırlı bir ümmetten söz edilmiştir. Zira Hz. Muhammed'in ümme­ tinin mensupları ne tek bir siyasi otoriteye tabi olmuş ne de s abit bir coğrafi alanda yaş amıştır. Müslümanlar kontrol altında tuttukları bölgeleri geni ş ­ lettiğinde b i l e s ö z konusu sınırlar dahilinde olan herkes Müslüman olmayabiliyordu . Zira İran, Kuzey Afrika , O rta Asya ve Güney Asya'da Müslüman hanedanların yönetimi altına giren büyük kitleler Müslüman olmaya zorlanmamış; ancak birkaç yüzyıl içinde B atı Asya ve Kuzey Afrika'da Müs ­ lüman yöneticilere tabi olan nüfusun büyük bir kısmı Müs­ lümanlığı kabul etmişti. Müslüman yöneticilerin, değil bü­ tün ins anlığı, yönettikleri toplumları dahi İslam'a geçirmek gibi bir eğilim veya beklentileri yoktu . Nitekim İslam inancı , İslam dinine geçmeyi günahlardan arınmanın ve kurtuluşun ön-ko şulu ve tek ş artı olarak kabul etmemiştir. 5 Bu yüzden, diyebiliriz ki, Müslüman hanedanların yayılma süreçleri, di­ ğer dinlerden ins anlara, özellikle de Ehl-i Kitap denen Yahu­ dilere ve Hıristiyanlara karşı ısrarcı ve agresif bir misyoner­ lik hevesi taşımamıştır. Müslümanların yönetimindeki ülkelerin tarih boyunca bu denli çeşitlilik içinde yaşamasından da anlaşıldığı gibi, bu durum biraz da, fethedilen toprakların halklarına dinlerini ve geleneklerini sürdürme izni vermeye istekli olunmasıyla alakalıydı. Müslümanların kozmopolit bir dünyada yaş ama­ sına vesile olan diğer bir etken de, islam'ı kabul edenler ara­ sında dahi farklı İslam dini ve fıkıh yorumlarının, dil, kültür, etnik köken çeşitliliğinin doğal kabul edilmesiyle ilgiliydi. Dünyanın çok değişik yerlerindeki Müslümanlar birbirle­ rine, gayrimüslim bir jeopolitik ve medeniyet bütünlüğüne karşı ortak mücadele duygusuyla değil; eğitimle, ticaretle, Mohammad Hassan Khalil, Between Heaven and Hell: Islam, Salva­ tion, and the Fate of Others, Oxford: Oxford University Press, 20 1 3 . 34

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R Y A L B İ R Ü M M E T

h a c ziyaretiyle, siyas etle v e akrab alık bağlarıyla b ağlıydı. Müslümanlar arasındaki siyasi sadakatler ve kendini algı­ lama ş ekilleri, on dokuzuncu yüzyıla gelene kadar, öncelik­ li olarak küresel bir din veya medeniyet merkezli bir bloka mensubiyet ş eklinde tanımlanmamıştı. 6 Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar arasında da­ yanışma ideali, ekonomik ve kültürel etkileşim, bölgeler-üs ­ tü ve imp aratorluklar-üstü bir dayanışma potansiyeline katkıda bulunacak dini ve ilmi süreçlere elb ette katkıda bu­ lunagelmişti. İslam dininin temelini anlamaya vesile olacak yazılı kaynaklar ve sözlü rivayetler genişçe bir alanda dola­ şımdaydı . Medreseler, Hindistan'dan Fas'a, b enzer kitapları kullanarak Kuran, hadi s , hukuk, dilbilgisi ve mantık alanla­ rında öğrenci yetiştirmişti. Şeriat, siyasi otorite ve halk tara­ fından çok önems eniyordu ve fıkıh alimleri Müslümanların yönetimindeki ülkelerde önemli bir sosyal mevki s ahibiydi. Alimler, hocalarından aldıkları icazetle, belli metinlere ait yorum ve bilgileri bir b ölgeden diğer b ölgeye taşıyıp, bu yol­ la bir ilim silsilesinin sürekliliğini de sağlamaktaydı .7 İca­ zet silsileleri, bir bilgi geleneğini nesilden nesile aktarıldığı zaman-aşın bir ilmi cemaat oluşturabiliyordu. Örneğin H z . Muhammed'in Hasan v e Hüseyin'in s oyundan gelen torun­ ları olarak seyyidler ve şerifi.er değişik Müslüman topluluk­ larda yaş amakta ve onlara gösterilen hürmet, Müslüman­ ları İslam dininin tarihi merkezine bağlamaktaydı . Müslü­ man hükümdarların yönetimi altında yaşamadıkları halde, Çin'deki Müslümanlar bile ailelerinin nesiller öncesinin Arabistan'daki kökenlerine uzanan bir tarihçeye sahipti ve

Müslüman toplumların dünya tarihindeki yerine dair daha geniş bir perspektif için, bkz. Marshall G. S. Hodgson, "The Role of Islam in World History," Intemational Joumal of Middle East Studies l, no. 2, 1 970, s. 99- 1 23 . Aynca bkz. E dmund Burke III, "Islamic History as World History: Marshall Hodgson, 'The Venture of Islam' ," lntema­ tional Journal of Middle East Studies 1 0, no. 2, 1 979, s . 24 1 -264. Tala! Asad, The idea of an Anthropology of Islam , Washington, D C : C enter for Contemporary Arab Studies, Georgetown University, 1 986. 35

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Ç in'deki Müslümanları İslam'ın doğduğu topraklarla ilin­ tilendiren bu ş ecereyle gurur duymaktaydı. Tarikatlar veya ahilik gibi diğer oluşumlar Müslümanlar için manevi , top ­ lums al ve bireysel rehberlik sunarken, onları dünyanın diğer bölgelerindeki Müslümanlarla b enzer pratiklerle yaşamaya teşvik etmekteydi. Ancak Müslüman toplumların çok-katmanlı hayat biçim­ leri ve siyasi aidiyetleri, onların Hz. Muhammed ve s ahab ey­ le ilgili temel bilgilerle veya ib adetlerle sınırlandırılamaya­ cak kadar zengin köklere s ahipti . Müslümanlar, s adece Hz. Muhammed değil, Hz. İbrahim'i, Musa'yı, Nuh'u, Yusuf'u, !sa'yı ve Meryem'i de, Kuran'da zikredilen ahlaki kıs s alar veya Ehl-i Kitapla p aylaştıkları bilgi kaynakları vesilesiyle bilip kabul etmekteydi. Müslüman sultanlar ve bürokratlar İslami figürlere aşina oldukları kadar, Fars efs anelerine ve Hindu mas allarına veya Büyük İskender ve C engiz Han'ın tarihsel menkıb elerine de aşinaydı. Müslüman toplumların tarihinde çokça anlatılan Dede Korkut, Şahname, Seyfülmü­ lük gibi hikayelerin kökeni dini metinlerden gelmemektedir. Yine Leyla ile Mecnun gibi aşk hikayeleri de, Müslümanlarca şer'i hükümler kadar iyi bilinmekteydi . Seyfülmülük Pren­ sinin peri kızı B edrülcemal'e aşkı, Kays 'ın Leyla'ya duydu­ ğu karşılıksız ve sınırsız aşk, Şahname'nin efsanevi İranlı kralları; bütün bunlar medeniyetler ve jeopolitika açısından sınırları olmayan kozmopolit bir dünyaya aitti. Dede Kor­ kut 'taki kimi Müslüman kahramanlar kafir kadınlara aşık olur ve onların meziyetlerini överdi. Müslüman doktorlar ve matematikçiler de İslami geleneğin dışındaki kaynaklara açıktı; asla Doğu-Batı diye bir ayrım yapmadan, ilgilendikle­ ri s ahada Antik Yunan ve Mısır gelenekleriyle olan b ağlantı­ larından gurur duyarlardı. Dini metinlerin yorumlanmasında ve uygulamasında b ölgeden b ölgeye farklar bulunduğu gibi, p ekalB. aynı bölge­ deki Müslümanlar da kendi aralarında farklılaş abiliyordu .8 Ahmet Karamustafa, "Kaygusuz Abdal: A Medieval Turkish Saint and the Formation of Vernacular Islam in Anatolia," içinde: Unity 36

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

Şer'i kaynaklarla ilgili gelenekte bile değişik yorumlamalara, müphemliğe ve p ek çok sese yer vardı; bu da tek bir kişinin bütün İslam dünyası ve evrensel Müslüman inancı adına s ö z söylemesini engellemekteydi. 9 B irbirinden uzak coğrafyalar­ da yaş ayan Müslüman bireyler b azen eğitim, ilim veya ma­ nevi rehb erlik arayışıyla farklı diyarlara seyahat edebiliyor­ du. İbn B attuta 'nın seyahatnamesinde görüldüğü üz ere, s ey­ yahlar Müslüman toplumlar arasında kozmopolit bir ilim geleneğinin ortaklığına iş aret ederek onu yaygınlaştırmak­ taydı. Ancak bu seyyahlar, büyük mes afelere yayılmış olan Müslüman toplumlarda, müşterek inanç geleneğinin yanı sıra apaçık farklılıkları da gözlemliyorlardı . İbn B attuta, s e ­ yahat ettiği yerlerdeki Müslümanların ib adetlerinin farklı­ lıklarını vurgulamış ve bu durumu birçok defa garip s emişti. Gittiği p ek çok yerde kendisiyle Arapça konuş abilen Müslü­ manların oranı çok düşük olduğu gibi, çoğunluğu okur-ya­ zar olmayan Müslüman toplumların dini uygulamalarının ve kültürlerinin farklılığından da şikayet etmişti. Neticede Müslümanlar arasında, müminlerin inancını veya bilgisini test edip standartlaştıracak Katolik Kilisesi b enzeri merkezi bir kurum bulunmadığından, ortodoks ve heterodoks yorum­ lar arasında resmi bir ayrım da b elirginleşmemişti . Müslümanlar, İslam'ı kendine göre yorumlayan ve top ­ lumların gelişimine farklı yönlerden katkı veren, s ayısız si­ yasi yapıya mensup olarak dünyaya yayılmıştı. Müslüman­ ların çoğunluğu , fıkhi terminolojide ddrülislam olarak s ı ­ nıflandırılan topraklarda, Müslüman hükümranlığı altında yaşıyordu; buralarda Müslüman bir hükümdarın koruması

in Diversity: Mysticism, Messianism and Construction of Religious Authority in Islam, der. Orlchan Mir Kasimov, Leiden: Brill, 20 1 3 , s. 329-342. Guy Burak, "The Second Formation of lslamic Law: The Post-Mangal C ontext of the Ottoman Adoption of a School of Law," Comparative Studies in Society and History 55, na. 3, 2 0 1 3 , s. 579-602; Zvi Ben­ Dor Benite, The Dao of Muhammad: A Cultural History of Muslims in Late Imperial China, C ambridge, MA: Harvard University Asia C enter, 2005. 37

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

altında dini vecib elerini özgürce yerine getirebildikleri var­ s ayılıyordu; darülharp ise düşman topraklarıydı ve burada Müslümanların hukuki koruma ve güvenliği yoktu. Bir de b arışın hüküm sürdüğü yerler olan darülaman vardı; bura­ da Müslümanlar hüküm sürmese de özgürce dinlerinin ge­ rektirdiği gibi yaşayabilirdi. Örneğin Ç in'deki Müslümanlar, çoğunlukla gayrimüslim hükümdarların hükmü altında ya­ ş a s a da, Ç in imp aratorluklarını savaş ülkesi olarak görme­ miş; aksine, bu imp aratorluklara hizmet etmiştir. Ç oğu Çin'e tabi olmayı, başka alternatiflere tercih etmiştir. Bunun tam tersine , Hindistan'daki Müslüman hanedanlarda ise nüfus itib ariyle Müslümanlar azınlıkta kalmış ve hukuki ayrış ­ tırmalar buna göre yorumlanmıştır. Ancak terminoloji çoğu z aman gerçekleri yansıtmaktan uzak, teorik ayrımlarla ş e ­ killenmiştir. Müslüman v e gayrimüs lim topraklan diye bir aynın hiçbir zaman etkili olmamıştır; zira ümmet "jeop olitik bir birlik"i değil , "zaman- aşın bir müminler cemaati"ni ifade edecek şekilde tanımlanmıştır. Müslümanların hakim oldukları yerlerde , tıpkı Avrupalı Hıristiyan kralların Hıristiyan- olmayanlarla kurduğu işbir­ likleri gibi, Müslüman hanedanlar da diğer Müslüman kral­ lıklara karşı gayrimüslimlerle çeşitli ittifaklar kurmuştur -ki bu durum her ne kadar teoride caiz olmasa da pratikte hayli yaygındı. 10 Öyle ki , Hıristiyan hükümdarlar yalnızca Müslüman hükümdarlarla ittifak kurmakla kalmayıp, Haçlı krallıkları bile en nihayetinde hakimiyetleri altında yaş ayan Müslümanların vergi vermeleri ş artıyla dinlerini yaş amala­ rına müs aade etmiştir. Müslüman hükümdarlar, tabii olarak Hıristiyan teb aala­ rından itaat b eklemiştir; b azı imp aratorluklarda Müslüman ve Hıristiyan tebaayı kıyafetleriyle ayırmaya çalışan kural­ lar dahi olmuştur. Ancak bu tür kıyafet kuralları , tamamen sıkı sıkıya uygulanmadığı gibi, herhangi bir şekilde teb aayı 10

Hıristiyan-Müslüman ittifakları için bkz. Richard Tuck, "Alliances with Infidels in the European Imperial Expansion," içinde: Empire and Modern Political Thought, der. Sandar Muthu, New York: C amb­ ridge University Press, 20 1 2 , s . 6 1 -83. 38

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

dinlerine göre ayn mahallere ve gruplara bölmekle de sonuç­ lanmamıştır. Osmanlı , Safevi, Moğol ve Fas hükümdarları Yahudilere , Rumlara, Hindulara ve Ermenilere ticarette, dip ­ lomaside ve devlet bürokrasisinde, tüm bu sınırların geçir­ gen olduğunu gösterecek şekilde önemli makamlar sunmuş ­ tur. 1 1 Akdeniz 'deki Müslüman kors anlar, faaliyetlerine "deniz cihadı" adını vermiş , fakat dinler arasında iletişimi mümkün kılan bir biçimde gayrimüslimlerle de işbirliği yap arak Hı­ ristiyan kors anlarla aynı kültürü paylaşmıştır. Öyle ki, on altıncı yüzyılda O smanlı donanmasının büyük bir bölümü düşmanlarıyla ortak bir dil konuşabilen, bir kısmı da do­ ğuştan Hıristiyan olan Akdenizli denizcilerden oluşmuştur. 1 2 Teoride ve pratikte modem-öncesi Müslüman kimliklerdeki çeşitlilik ve çaprazlama birliktelikler göz önünde bulundu­ rulduğunda, ortaçağdaki Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinde, İslam dünyası ve Hıristiyan B atı dünyası şeklindeki modern ikili ayrımın tohumlarını bulmamız hiç de kolay değildir. İslam'ın erken dönemdeki siyasi yaşamı, ümmet anla­ yışında olduğu gibi, hilafet anlayışında da, tarihi tecrübe olarak İslam dünyasının birliğine dair değişmez bir daya­ nak noktası sunmadığını göstermektedir. E s asen bir siyasi 11

12

Muzaffar Alam ve Sanjay Subrahmanyam, "The Making of a Munshi," Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East 24, no. 2 , 2004, s. 6 1 -72; Ebba Koch, "How the Mughal Padshahs Refe­ renced Iran in Their Visual C onstruction of Universal Rule," için­ de: Universal Empire: A Comparative Approach to Imperial Culture and Representation in Euroasian History, der. Peter Fibiger B ang ve Dariusz Kolodziejczyk, C ambridge: C ambridge University Pre s s , 20 1 2 , s. 1 94-209. C emal Kafadar, "A Rome of One's Own: Reflections on Cultural Ge­ ography and Identity in the Lands of Rum," içinde: Muqamas: A n Annual o n the Visual Culture of the Islamic World, vol. 24, der. Gülru Necipoğlu ve Sibel Bozdoğan, Leiden: Brill, 2007, s. 7-25; Giancarlo C asale, "The Ethnic C omposition of Ottoman Ship Crews and the 'Rumi Challenge' to Portuguese Identity," Medieval Encounters ı 3 , no. l , 2007, s . 1 2 2 - 1 44; Anna C ontadini ve Claire Norton, The Rena­ issance and the Ottoman World, Surrey: Ashgate, 2 0 1 3 ; Gerald M. MacLean, Re-orienting the Renaissance: Cultural Exchanges with the East, New York: Palgrave Macmillan, 2005. 39

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

pratik olarak halifelik fikri ilk olarak, H z . Muhammed'in 6 3 2 'deki ölümünden hemen s onra, Medine'deki nispeten kü­ çük Müslüman toplumda şekillenmişti. Ancak sahabe döne­ minde dahi Müslümanlar halifenin yönetimi altında daimi bir bütünlük (vahdet) içinde olmamıştır. Ç ok geçmeden iç gerilimler ve dış etkiler hissedilmeye başlanmış; Müslüman­ lar arasındaki travmatik çatışmalar, Peygamberin torunu Hüseyin'in ve beraberindekilerin Ümeyye (Emevi) halifesi Yezid tarafından Kerbela Savaşında öldürülmesiyle s onuç­ lanmıştır (680) . Yüzyılın s onunda, Omeyye hanedanı , Bizans ve İran geleneklerinden devşirdiği emperyal uygulamaları içs elleştirip halifelikle birleştirmiştir. Doğal olarak Emevi ve Abbasi halifeleri , ilk dönem halifelerine kıyasla, lüks içinde , s araylarda yaşar olmuş, başka imp aratorlukların kurumla­ rını kendilerine uyarladıkları gibi, fethettikleri krallıkların en yetenekli isimlerini de kendi bürokratik yapılarına dahil etmişlerdir. İlk zamanlardaki halifeler kendilerinin Peygam­ berin temsilcisi olduğuna inanırken, kimi Omeyye hanedanı yanlısı yorumcular, Bizans 'taki Hıristiyanlık yorumunda ol­ duğu gibi, halifenin Peygamb erin değil , doğrudan doğruya Tanrı'nın vekili olduğunu ifade etmiştir. Peygamberin vefa­ tından sonra, s adece ilk neslin ömrü içinde , halifelik a deta yeniden icat edilecektir. Hem Emevi (66 1 - 7 50) hem de Abbasi (750- 1 258) hanedan­ ları halife unvanını üstlenip taşısa da, her ikisi de büyük ölçekli ve çeşitlilikleri bünyesinde b arındıran imp aratorluk­ lara has özellikler göstermiştir. Bu iki hilafet imp aratorluğu da, tamamen Müslümanlardan oluş an bir birliğe hükmetme­ miş; hatta aksine , çok geniş bir coğrafyada pek çok farklı halkı yönetme becerisini elinde tutmayı amaçlamıştır. Onun­ cu yüzyılda Abbasiler siyasi otoritelerini yitirince, adeta ba­ ğımsız Müslüman sultanlıkların meşruiyetinin tanınması karşılığında B ağdat'taki zayıf halifeyi koruyan ve güçlü or­ dulara s ahip olan Selçuklular, Gazneliler ve Büveyhiler gibi hanedanların üç yüz yıllık dönemi başlamıştır. Halifelik ku­ rumunun hukuki ve siyasi teorisi bu dönemde önemli bir dö­ nüşüme uğramıştır; ancak hiçbir teori zayıf Abbasi halifeleri 40

O N D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

döneminde Müslüman toplumlar arasında yaş anan sultanlık realitesi ve güç merkezi rekabetini yansıtmamıştır. Nitekim uzun yüzyıllar b oyunca birden fazla Müslüman hanedan e ş ­ zamanlı olarak halifelik iddiasında bulunabilmiştir. Zayıf Abb asi hilafeti 1 2 58'de nihai yenilgisini Moğol İm­ paratorluğundan alarak yok olurken, ondan sonraki yüz ­ yıllarda Abbasi hanedanının b i r üyesi manevi halife olarak Mısır'da Memluklülerin himayesinde varlığını sürdürecektir. Müslüman topraklarda Moğol hükümdarlar halifelik unvanı na talip olmadıysa da, Müslümanlara ait hukuki ve ahlılki normlara s aygı göstererek fethettikleri Müslümanların gö­ zünde bunu meşruiyet kazanma aracı olarak düşünmüşlerdir. On dördüncü yüzyıla girerken, Müslüman ve Moğol siyasi geleneklerinin s entezi ümmet, darülislam ve halife gibi kav­ ramların yeniden şekillenmesini daha uzun soluklu emp er­ yal bir mirasla s ağlamıştır. Bu s entezin kaynaklarından biri Moğolların İlhanlı kolundan olan hükümdar Gazan Han'dır (ö. 1 3 04) . Gazan Han bir Hıristiyan olarak yetiştirilmesinin ardından 1 2 95'te İlhanlı İmparatorluğunun hakanı olma­ dan evvel İslam'a geçmiştir. Hem Gazan Han hem de onun yine kendisi gibi Müslüman olan ardılı Olcaytu ( 1 3 04- 1 3 1 7 arasında hüküm sürmüştür) İran topraklarından öteye git­ menin yolunu Suriye'deki Memluk topraklarını fethetmekte aramıştır. Gazan Han, İran ve Irak'ta mağlup olan Müslü­ man halkları Moğollar için s avaşmaya ya da Memlı1k top­ raklarındaki Müslümanları Moğol yönetimine sadık olmaya ikna etmek için, "İslam'ın Padiş ahı" unvanını benimsemiş ; ve Memlı1klülerin, Moğol yönetimindeki Mardin'i iş gal eder­ ken Müslüman ş er'i ve ahlılki normlarını çiğnediğini iddia ederek, İslami değerlere referansla Memluklülerle s avaşını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Gazan Han 1 3 00'deki askeri z a ­ ferinin ardından, Şam'daki Emeviye C amiinde yeni tebaası için sulh ve himaye fermanını okutarak Müslümanların has ­ sasiyetlerine uygun davranmıştır. Aynca İslam hükümdarı olarak imajını iyileştirmek üzere, yardım ve hediyelerle dolu bir kervanı Mekke'ye göndermiştir, ancak Kuts al Toprakların Memluk yöneticileri kervana mani olmuştur. 41

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Suriyeli Müslümanların gözünde, Gazan Han v e s onraki İlhanlı hükümdarları adil muamelede bulundukları sürece meşru hükümdar olarak kabul görmüştür. Düzen ve istikrar s ağladıkları gibi, C engiz Han soyundan gelen s aygınlıkları da ilhanlı hanedanı mensuplarının imajı açısından büyük önem taşımıştır. B öylelikle Müslümanlar adına, kendileri Müslüman olmakla kalmayıp Müslüman tebaalarına kendi din ve yasalarına göre yaş ama hakkı veren Moğollara karşı s avaşmak için pek az sebep kalmıştır. 1 3 Ancak Memhlk hanedanı, rakipleri olan ilhanlıların ka­ zandığı halk desteğini z ayıflatmak için, ortaya çıkan Müs ­ lüman v e Moğol geleneklerinin sentezine karşı durmaya çalışmıştır. işte bu aşamada, Moğollara karşı İslam birliği anlatısını aşılayarak bir tür halkla ilişkiler kamp anyası yü­ rüttükleri bile s öylenebilir. Bu yüzden, Memhlklülerin hiz­ metindeki bir fıkıh alimi olan İbn Teymiyye ( 1 2 6 3 - 1 3 28) Mo­ ğollara karşı üç fetva yayınlayarak neden ilhanlı ordularıyla s avaşmanın, s aflarındaki pek çok Müslüman askerin varlığı­ na ve krallarının İslam'a geçmiş olmasına rağmen meşru sa­ yılacağını açıklamıştır. İbn Teymiyye , Hıristiyanların İsa'yı Tanrı'nın oğlu olarak tasvir etmesine ilişkin Müslümanların eleştirisiyle bir b enzerlik kurarak, Moğolların C engiz Han'ı kutsal bir ins an olarak görmelerinin tevhid ilkesinin ihlali olduğunu iddia etmiştir. İbn Teymiyye , Moğolların din konu­ sundaki adeta "tarafsız devlet" yönetimini ve Müslümanlara p ozitif ayrımcılık yapmayan dini çeşitliliği gözetme pren­ siplerini kınamıştır. Ayrıca İlhanlı Moğollarının Hıristiyan keşişlere, Şamanlara ve Müslüman alimlere , geleneklerinin doğru ya da yanlış addedilmesine b akmadan, vergiden mua­ fiyet, dini özgürlük ve ö zerklik tanımasını de eleştirmiştir. 1 4 13

14

Hanifi Şahin, "C amiu't-Tevarih'e Göre Gazan Han'ın Müslümanlığı ve B unun İlhanlı Toplumuna Yansımalan," Na. 73, B ahar 2 0 1 5 , s . 207-230. Denise Aigle, "The Mangal Invasions of B ilad al-Sham by Ghazan KhS:n and Ibn Taymiyah's Three 'Anti-Mongols' Fatwas," Mamluk Studies Review 1 1 , na. 2 , 2007, s . 89- 1 20. Aynca bkz . R. Amitai-Pre­ iss, "Ghazan, Islam and the Mangal Tradition: A View from the Mam42

O N D O K U Z U N C U Y Ü Z Y J L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

S onraki altı yüzyıl boyunca, Avrasya'da bulunan Müs­ lümanların hükümranlığındaki büyük imp aratorluklar, İbn Teymiyye gibi alimlerin şer'i mükteseb atını reddetmeksizin, Gazan Han'ın senkretik mirasını sürdürmüştür. Adaletle davranıp halkının güvenliğini sağlayabildiği ve şeriatın uy­ gulanmasına müs aade ettiği sürece hükümdarın iktidarını nasıl elde ettiği Müslüman teb aa için bir önem taşımamıştır. İbn Teymiyye ve onun gibi fıkıh alimlerinin iyi devlet yöne­ timine dair yazdıkları Müslüman sultanlara veya bürokrat­ lara ilham verebilirdi, fakat hiçbir sultan veya hanedan katı metin tefsirine ve s adece fıkhi ilkelere göre devlet kurup yö ­ netmemiştir. C engiz Han'dan ve H z . Muhammed'den gelen s oyuyla gu­ rur duyan Sufi bir Müslüman olan Timur, Moğol ve Müslü­ man siyasi vizyonlarının sentezinin en iyi örneği olmuştur. Timur ve ardından gelenler C engiz Han'ın çok- etnisiteli im­ paratorluğunu (bu imp aratorluk Abb asi halifesinin başken­ tini fethetmiş ve yerle bir etmiş de olsa) model kabul ederek Cengiz Han'a dayanan s oylarıyla övünecektir. Bu Moğol - s on­ rası evrensel imp aratorluk modeli yeni emperyal yönetim be­ cerisinin de habercisi olmuştur. Timur'un en önemli miras ­ larından biri , şeriattan farklı bir şey olan ve devlet hukuku sayılan yasaya verdiği önemdir. Bu durum şeriatın reddini gerektirmemekle birlikte, farklı unsurlara hükmeden bir tür evrensel imp aratorluğun meşruiyetine yardımcı olmuştur. Her üçü de Gazan Han ve Timur'un evrensel imp aratorluk tecrübesini miras almış olsa da, B abür, Safevi ve Osmanlı imp aratorluklarının devlet yönetimindeki uygulamalar açı­ sından b elirgin farklılıklar gözlemlenmekte ve zaman içinde farklı dönüşümler yaş a dıkları anlaşılmaktadır. On beşinci yüzyıldan sonraki Müslüman hükümdarları , örneğin Safevi Şahı İsmail, Osmanlı İmparatorluğunun Muhteşem Süley­ man'ı ve B abür İmp aratorluğunun Ekber Şah'ı, Abb asi hali­ feleri kadar Müslümandı; ancak Hz. Muhammed'den sonraki luk Sultanate," içinde: Muslims, Mongols and Crusaders, comp. G. R. Hawting, Londra: Routledge C urzon, 2005, s. 253-262. 43

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ilk üç yüzyılın halifelerinden oldukça farklı b i r siyasi b akış açısıyla hareket etmekteydiler. 1 5 B abürlü v e Osmanlı elitleri, imp aratorluklarını, onla­ ra miras kalan sultanlık ve hanlık/hakanlık geleneklerinin uygulamalarını temel alarak, kendi geliştirdikleri b azı yeni kurumlarla güçlendirmişlerdi . İmp aratorluğu yöneten bü­ rokratların bir kısmı ideal Müslüman siyasi düzeni hakkın­ da yazılmış risalelere ve teorilere aşina olabilirdi, ama bu idealin tam olarak neyi gerektirdiği konusunda alimler asla bir fikir birliği içinde olmamıştı. Dolayısıyla imp aratorluk­ lar çağında hiçbir ideolojik hareket veya siyasi p arti çıkıp da siyasi düzen anlayışının b elli bir dizi dini metinle mutlak uyum içinde olmasını istememişti . 1 6 Kozmopolit Müslüman siyasi düzeninin en çarpıcı örneklerinden biri Hindistan'da­ ki B abür İmparatorluğundaki uygulamaydı; burada imp ara­ torluğu yöneten ve içinde Hinduların da olduğu bürokratik kadrolar, Ekber veya C ihangir gibi sultanlarını çağ dönüş ­ türen v e evrensel b arışı s ağlayacak Mesiyanik kuts al kişiler olarak algılayıp gösterdiler. Bu yaklaşım zamanla B abür sul­ tanlarının adeta Mesihvari bir anlayışı b enimsemesine ve­ sile olmuş ve Babür hükümdarları, Müslüman-olmayanların b arış ve adalet beklentilerini de karşılayarak, yönettikleri halkın dini mensubiyetiyle ilgilenmeyen, adil bir nizam tesis etmeyi kendilerine amaç edinmiştir. 17 15

16

17

A. N . Poliak, "The Influence o f Chingiz-Khan's Yasa upon the General Organization of the Mamluk State," içinde: Muslims, Mongols and Crusaders, comp. G. R. Hawting (Londra: Routledge Curzon, 2005) , s. 27-41 . Ovamir Anjum, Politics, Law and Community in Islamic Thought: The Taymiyyan Moment, C ambridge: C ambridge University Press, 2 0 1 2 . Azfar Moin, Th e Millennial Sovereign: Sacred Kingship a n d Saint­ hood in Islam, New York: Columbia University Press , 2 0 1 2; Lisa Ba­ labanlılar, Imperial Identity in the Mughal Empire: Memory and Dynastic Politics in Early Modem South and Central Asia, Londra: 1. B. Tauris, 201 2; Said Amir Arjomand, "Perso Islamicate Political Ethic in Relation to the Sources of Islamic Law," içinde: Mirror for the Muslim Prince: Islam and the Theory ofStatecraft, der. Mehrzad Boroujerdi, Syracuse, NY: Syracuse University Press, 20 1 3 , s. 82- 1 06. 44

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

Hilafetin anlamı Memluk ve Osmanlı idarelerinde de deği­ şim yaş amayı sürdürmüştür. On dördüncü ve on beşinci yüz­ yıllarda, Memlük İmparatorluğu -siyasi değil, yalnızca dini bir güce sahip olan- s on Abbasi halifesini Kahire'de ağırla­ mış , Müslümanların kutsal şehirleri olan Mekke, Medine ve Kudüs'ü de korumuştur. Memlukler, diğer devletlerle diplo­ matik ilişkilerinde halifeliğin devam eden itibarından istifa­ de etmişse de, asla bir halifenin iradesine tabi, yekpare bir

ümmet yaratma iddiasında bulunmamıştır. 18 Aslında böylesi güçsüz ve sembolik önemdeki bir halifeyi koruma altında tut­ mak, bir bakıma, hilafetle ilgili daha önce teorik olarak yazıl­ mış metinlerin tamamını ihlal etmek anlamına da gelmiştir. Kutsal mekanların ve halifenin Memlüklerce muhafazası, Osmanlı İmp aratorluğunu, halifenin ve Müslüman bir sulta­ nın yönetimindeki -üstelik çoğunluğu Müslüman olan- bir devleti ortadan kaldırması anlamına gelse de, 1 5 1 7 'de Mı­ sır'ı fethetmekten alıkoymadı. Hilafet konusundaki efs ane ve rivayetlerin aksine, Padiş ah Yavuz Sultan Selim halife unvanını Kahire'de son Abbasi halifesinden bir törenle al­ maya çalışmadı. Bunun yerine, Mekke ve Medine'nin koru­ masını Osmanlı İmp aratorluğu üstlenirken, S elim de kendisi için yepyeni bir meşruiyet kaynağı olan unvanı icat etti : Ha­

dim 'ül Haremeyn eş 'Şerifeyn, yani İki Kutsal Şehrin Hizmet­ karı. O smanlılar b asit halef- seleflik anlatısını karmaşıkl a ş ­ tırarak son Abb asi Halifesi III. Mütevekkil'i yaklaşık on yıl boyunca İstanbul'da ağırladı. S onrasında, Mütevekkil, O s ­ manlı hükümdarlarının hiçbir itirazı olmaksızın hala halife olduğu iddiasıyla Kahire'ye döndü. Abb asi hilafeti zamanla hafızalardan silinip giderken, en güçlü Müslüman hükümdarlar olan O smanlı sultanları hi­ lafetin en meşru varisi olarak görülmeye başlandı . 19 Anc ak Sultan Selim ve oğlu Sultan Süleyman kendilerini öncelikle "Şah" ve "Han" olarak nitelemeyi sürdürdü. S elim'den sonra 18

19

Cihan Yüksel Muslu, The Ottomans and the Mamluks: Imperial Dip­ lomacy and Warfare in the Islamic World, Londra: 1. B. Tauris, 20 1 4. Bkz. Namık Sinan Turan, Hilafetin Tarihsel Gelişimi ve Kaldınlması, İstanbul: Altın Kitaplar, 2004. 45

İ S LA M D Ü N Y A S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

gelen p ek ç o k Osmanlı sultanı "han" v e "padiş ah"ın ( "ş ah") yanı sıra "halife" sıfatını da kullanmış s a da, bir unvan ola­ rak "halife"yi asla tek başına kullanmamıştır. 20 Bu sırada, bir Osmanlı sultanı rahatlıkla Roma İmp aratorluğunun miras ­ çısı olduğunu öne sürerek, Moğol veya İslam emperyal gele­ nekleriyle çelişmeksizin, pekala "Kayzer" unvanını da kulla­ nabilmekteydi. 2ı Geniş bir coğrafyaya ve pek çok halka hük­ meden bir imp aratorlukta meşruiyet birçok farklı kaynaktan alınabiliyordu. Diyebiliriz ki, O smanlı toprakları dışındaki Müslümanla­ rın, İstanbul'daki Padiş ahı ümmetin yegane halifesi olarak betimleme ihtiyaçları da pek olmamıştır.22 O smanlı'ya kıyas­ la daha küçük kimi devletler, hilafeti kendi siyasi amaçları doğrultusunda üstlenmeye çalışmıştır. Örneğin on altıncı yüzyılda Fas Sultanı Ahmed el-Mansur, Osmanlı sultanının halifelik iddia sını p ek önemsemeyerek kendini halife ilan et­ miş ve İngilizlerle birlik olup Habsburg İsp anya'sına karşı ittifaka girişmiştir. 23 20

21

22

23

Hüseyin Yılmaz, Caliphate Redefined: The Mystical Tum in Ottoman Political Thought, Princeton, NJ: Princeton University Press, 20 1 7 . Gulru Necipoglu, "Süleyman the Magnificent and the Representation of Power in the Context of Ottoman-Hapsburg-Papal Rivalry," Art Bulletin 7 1 , no. 3 ( 1 989): 40 1--427; Dariusz Kolodjiejczyk, "Khan, C aliph, Tzar and Imperator: The Multiple Identities of the Ottoman Sultan," içinde: Universal Empire: A Comparative Approach to Im­ perial Culture and Representation in Euroasian History, der. Pe­ ter Fibiger B ang ve Dariusz Kolodziejczyk, C ambridge: C ambridge University Press, 2 0 1 2 , s. 1 75- 1 93; Koch, "How the Mughal Padshahs Referenced Iran." Cornell Fleischer, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Em­ pire: The Historian Mustafa Ali, 1 541-1 600, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1 986; Kaya Ş ahin, Empire and Power in the Re­ ign of Süleyman: Narrating the Sixteenth-Century Ottoman Wor­ ld, C ambridge: C ambridge University Press, 20 1 3; Muzaffar Alam, "A Muslim State in a Non-Muslim C ontext," içinde: Mirror for the Muslim Prince: Islam and the Theory of Statecraft, der. Mehrzad Bo­ roujerdi, Syracuse, NY: Syracuse University Press , 20 1 3 , s . 1 60- 1 89 . Hint Okyanusunda Osmanlıların kendi halifeliğini ilan etmesiyle aynı tarihlerde Fas sultanının B atı Akdeniz'deki halifelik iddiasında bulunmasına dair bkz. Stephen Cory, Reviving the Islamic Caliphate 46

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L DA N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

Görüldüğü üzere, yalnızca ümmet veya halife gibi kav­ ramlara dayanan bir Müslüman siyasi düzeninin bulunmayı­ şı, temelde İslami hukuk ve inanç geleneğinden ortaya çıkan adet, kural ve değerlerin imp aratorluklar aras ında yayılma­ sını ve ortaklaşa b enimsenmesini engellememiştir. Örneğin on dokuzuncu yüzyıldan önce hacca gidebilecek durumda olanların s ayısı ve oranı bir hayli düşük olsa da, Müslüman­ ların Mekke'ye s eyahat etme hakkı olduğu anlayışı bulun­ maktaydı . Uygulamalarda yerel farklılıkların varlığına kesin gözüyle b akıls a bile, şeriatın yorumlarına, ticari ve toplum­ sal yaş amda az çok bütün Müslüman hükümdarlarca saygı duyuluyordu. Müslüman hükümdarlar arasında askeri bir çatışma söz konusu olduğunda, ortak kanunlar ve prensip ­ ler, s avaşın yönünü tayin etmede, mahkumlara ve sivil halka nasıl muamelede bulunulacağına dair konularda daima bir zemin sunuyordu. B öylelikle Kahire'deki bir O smanlı savaş esiri ve O smanlı'daki bir Memluk mahkum, daha iyi muame ­ l e için şeriata müracaat edebiliyordu. 24 Ekonomik, hukuki, siyasi açıdan yekp are bir sistem ortaya çıkarılamamış olsa da, üç kıtadaki Müslüman toplumlar için hukuki meşruiyet ve ahliiki doğruluk kavramlarının p aylaşıldığı bir gelenek de vardı. 25 Ancak İslam inancına dair yerel dillerde ifade edilen ve yüks ek seviyeli medreselerin eğitim müfredatına kıyasla çok geniş kap sama s ahip esnek uygulamalar, kitabi ve idari yorumlardan çok daha fazla geçerliliğe s ahipti. Yine de üç kıtaya yayılmış olan Müslümanlar arasındaki bağlantıların, onların tüm hayat biçimini ve dünya görüşü ­ nü b elirlediği zannına kapılmamalıyız. Doğal olarak Bosna-

24

25

in Early Modem Morocco, Surrey: Ashgate, 20 1 3 ve Giancarlo C a ­ s ale, The Ottoman Age of Exploration, Oxford: Oxford University Press, 2 0 1 0 . C ihan Yüksel Muslu, "Ottoman-Mamluk Relations and the C omplex Image of Bayezid il," içinde: Conquete Ottomane De l'Egypte (1 51 7): Arriere-plan, Impact, Echos, der. Benjamin Lellouch, Leiden: Brill , 20 1 3 . John O b ert Voll, "Islam as a Special World-System," Joumal of Wor­ ld History 5 , no . 2, 1 994, s . 2 1 3 -226. 47

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

l ı Müslümanlar Doğu Avrup alı Hıristiyanlarla, Güneydoğu Asyalı Müslümanlarla kurdukları b ağlardan çok daha fazla kültürel ve ticari bağa sahip olmuştur. Ç inli ve Kuzey Afri­ kalı Müslümanlar da, birbirlerine b ağlı olduklarından daha sıkı b ağlarla komşularına ve b ölgelerindeki imp aratorlukla­ ra b ağlanmıştır. Akdeniz'de, Güneydoğu Avrupa'da, Kafkas­ lar'da, Güney Asya'da ve Güneydoğu Asya'da Müslümanlar gayrimüslimlerle daima bir arada yaş amış; siyasi, kültürel ve gündelik hayat açısından yerel bir karışımın parçası ol­ muşlardır. Müslümanların çoğunlukta olduğu Akdeniz'in güneyindeki liman şehirleri gayrimüslim tüccarlarla, orada yerleşik gayrimüslimlerle, hatta gayrimüslim mahalleleriy­ le doluydu. Öte yandan pek çok Güney Asya şehrinde Hindu çoğunluğun hemen ardından Müslümanlar gelmekteydi. El­ bette Afrika'daki ve Doğu Asya'daki Müslümanlar arasında da bolca benzerlik bulunuyordu; ancak çeşitlilik ve farklı­ lık da, ortaklık ve b ağlar kadar keskin ve önemliydi. Daha da önemlisi, ortak dini bilgiler ve pratikler asla küresel bir dayanışma veya siyasi birlik anlamına ya da imasına denk gelmiyordu. Bütün bu karmaş ıklığına ve değişkenliğine rağmen, üm­

met kavramı s oyut dini bir terim ve ideal olarak varlığını sürdürmüştür. Ne var ki, varyasyonları epeyce fazla ve bir­ birinden farklı, hatta neredeyse sonsuz çeş itte olmuştur. Biri on dördüncü yüzyıldan, diğeriyse on yedinci yüzyıldan olan iki Müslüman seyyahın yazdıkları, jeopolitik ve mede­ niyete ilişkin küresel bir ayrım yapmaksızın, kendi kozmo­ polit dünyaları hakkında anlamlı portreler ve kesitler sun­ maktadır. Müslüman alim ve kaşif İbn Battuta ( 1 304- 1 3 68) Müslü­ man ve gayrimüslim ülkelere yaptığı çok s ayıdaki s eyahatle bilinir. Kimileri için, Rihle adlı seyahatnamesinde anlattı­ ğı s eyahati, Abbasilerin b aşkenti B ağdat'ın Moğollarca yok edilmesinin ardından ortaya çıkan çeşitlilik ve kargaş ayı resmetmektedir. Diğerlerine göre ise İbn Battuta'nın seya­ hatnamesi, birlik olmuş, sınır tanımayan Müslüman metle48

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

niyetinin bir portresidir. 26 Peki y a İbn B attuta n e düşünmek­ teydi? Bugünkü gibi bir İslam dünyası mefhumuna, fikrine sahip miydi? Rihle'ye göre, İbn B attuta, seyahatlerinde yüz yirmi bin kilometre yol kat etmiştir. Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya, Anadolu, Hindistan ve Çin'e, imparatorların, sultanların, kralların ülkelerinden geçmiştir. Her ziyaret ettiği ülkede de, Arap ça, İbn B attuta'nın eğitimli yerli Müslümanlarla ileti­ şim kurabilmesini s ağlamıştır. İbn Battuta ayrıca birbirin­ den farklı on Müslüman sultanla karşılıklı görüşme imkanı bulmuş, üstelik kimilerine elçi ve kadı olarak da hizmet et­ miştir. İbn B attuta'nın seyahat ederek kendisini evinde his s et­ tiği kozmopolit Müslüman kesit bir b akıma kısıtlayıcı da olmuştur. Arapçaya güvenmesi, bu dilin eğitimli Müslüman­ ların dili olması, onun Hindu, Budist, Konfüçyüsçü ve Hı­ ristiyan geleneklerine , yerel Müslüman dillerine ve bunların edebiyatlarına erişimini ve b akış açısını sınırlandırmıştır. İbn B attuta elb ette gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu bir­ çok yere de gitmiş ve gayrimüslimlerle de iletişim kurmuş ­ tur, ama onlar hakkında anlattığı hikayeler, Arap olmadığı halde Arap ça konuş abilen Müslümanla karşılaştığındaki gö­ rüşmelere dair verdiği zengin ayrıntılardan çok daha kısıt­ lıdır. 27 Üç kıtaya yayılmış olan Müslümanların birbirleriyle irtib atlarının diğer halklarla ve faaliyetlerle birlikte varlı­ ğını sürdürmesinin doğal etkisi altındaki İbn Battuta hiçbir zaman "İslam dünyası" ve "gayrimüslim dünya" diye basit bir sınıflandırmaya yahut "İslam" ve "B atı" aras ında bir ayrıma müracaat etmemiştir. Hıristiyan, Hindu ya da Budist olsun,

26

27

Abdullah al-Ahsan, Ummah or Nation? Identity Crisis in Contempo­ rary Muslim Society, Leicester: Islamic Foundation, 1 99 2 , s. 26-27. Aynca lıkz. Sayyid Abul A'la Mawdudi, Unity of the Muslim World, Lahor: Islamic Pulılications, 1 967, s. 14- 1 5 . Ilın B attuta, Ibn Battuta in Black Africa, der. Said Hamdun, çev. Noel Quinton King, Princeton, NJ: Markus Wiener, 1 994. Ayrıca lıkz . Ilın B attuta, The Travels ofIbn Battuta in the Near East, Asia and Africa 1 325-1 354, çev. Samuel Lee, Mineola, NY: Dover, 2004. 49

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

İbn B attuta'nın zihin dünyasında "tehdit arz eden, yab ancı bir medeniyet" diye bir kavram bulunmamaktadır. İşin aslı, İbn B attuta için aslında "İslam medeniyeti" diye küreselleş­ tirilmiş s oyut bir kavram da yoktur. Osmanlı

döneminde yaş amış

olan

Evliya

Ç elebi'nin

( 1 6 l l - 1 682) s eyahatnamesini okumak, İbn B attuta 'nın Müs ­ lüman memleketlerinde bulduğu çeşitlilik his sini sürdürür niteliktedir. İbn B attuta'dan yaklaşık üç yüzyıl sonra, hemen hemen onun kadar seyahat eden Evliya Ç elebi de, s eyahatle­ rini, görevlisi olduğu O smanlı İmp aratorluğunun toprakla­ rına yoğunlaştınr. Ancak imp aratorluk bünyesinde yaş ayan sakinlerin %40 'ı gayrimüslimdir ve Evliya Ç elebi'nin kaydet­ tiği notlar bu ins anların kültür, dil ve tarihlerini detaylı ve duygudaş bir açıklamaya kavuşturur. Evliya Ç elebi böylesi geniş bir bölgede hakimiyet kurmuş Müslüman bir sulta­ nın koruması altında, banş içinde yaş amakta olan halklann b anndırdığı çeşitlilikle açıkça gurur duymaktadır. Ç elebi, alışılmışın dışındaki adetlere çok meraklıdır; okurlan için Burs a'daki şarkıcıları, meddahlan, Mekke'deki Hab eşistanlı dansöz köle kadınl an, iki erkek arasındaki uluorta aşkı tas­ vir etmekten geri durmayan Arnavut Müslümanları aktanr. Evliya Ç elebi, İstanbul'daki kimi ins anların bu anlattıklan­ nı ayıplayacağının farkındadır, ancak kimilerine göre garip gelen davranışlann başka yerlerdeki Müslümanlara olağan geldiğini de okurlanna izah etmektedir. 28 Evliya Ç elebi O smanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça bil­ mekteydi, ama bu temel Müslüman dillerinin ötesine geçe­ rek Güney Polonya, Romanya ve Kafkaslar'daki yerel dilleri ve hikayeleri öğrenme çabası göstermiştir. Dinlediği vampir hikayelerinden, yerel Müslüman ve Hıristiyan manzumele­ ri kadar heyecan duymuştur. Hangi dine mensup olduğuna bakmaksızın, gidip gördüğü her b ölgenin alimleriyle ve mi­ marisiyle ilgilenmiş ; bunlara ilişkin dikkatli gözlemlerde bulunmuştur. Kuran'ı hıfzetmiş bir Müslüman olarak Evliya

28

Robert Dankoff, "Ayp değil i " Joumal ofTurkish Literature 5, 2008, 77-90. 50

s.

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R Y A L B İ R Ü M M E T

Ç elebi, kendi s amimi dindarlığı ile gayrimüslim kültürlere duyduğu s aygı arasında hiçbir çelişki görmemiştir. Evliya Ç elebi, imp aratorluğun ayrıcalıklı Müslüman elit zümresine mensubiyetinin bilincinde olan biri olarak, bir yandan da gayrimüslimleri O smanlı emperyal düzeninin asli bir p arçası s aymıştır. "Öteki," Evliya Ç elebi için , Hıristi­ yanlık veya B atı değil; Habsburglar ya da Safeviler gibi belli başlı imp aratorluklardı .29 Bu b akımdan pek istisnai bir koz ­ mopolitan s ayılmazdı. Kendisiyle bir b ağı bulunmayan çağ­ daşı KB.tip Ç elebi ( 1 609- 1 657) ise dünyanın farklı imparator­ lukları ve coğrafyaları hakkında kaps amlı kitaplar yazmış tı; Avrupa'nın deniz seyahatleri ve D oğu Asya ile Amerika kıtası hakkında yazılanlardan hab erdardı. Bu iki Keşifler Ç ağı ya­ zan, uzak diyarlar hakkında meraklı olup, çokça bilgi top ­ layıp, bu konularda yazmalarına rağmen, yine de "B atı dün­ yası" ile "İslam dünyası" diye iki keskin medeniyet arasında jeopolitik ayrımlar yapmamaktaydı. Doğrusunu s öylemek gerekirse, kozmop olit imp arator­ luklar da p ek tabii halklar arasında oluş agelmiş önyargı­ larla doluydu. Müslümanların yaz dıkl arında Hıristiyanlarla ve Hindularla ilgili değişik ayrıştırıcı, küçümseyici yorum ve stereotipleştirmeler görülebilir. Aynı ş ekilde, Avrup alı Hıristiyanlar da Müslümanlara , onlan gayri-ins anileştiren temalarla ve sembollerle yaklaşmaktaydı. Nabil Matar'ın b e ­ lirttiği gibi, İngiliz yaz arlar, B atı yarımkürede Amerika kıta­ sındaki Yerlilere (örneğin hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek ve oğlancılık gibi) atfettikleri suçlamaları, Kuzey Afrika ve Güney Asya'da karşılaştıkları Müslümanları tanımlarken ye­ niden kullanıma s okmaktaydı . Bu tür bir dini önyargıyla, geç on dokuzuncu yüzyılın ırk­ sallaştırılmış jeopolitik "İslam dünyası" ve "Hıristiyan B atı" mücadelesinin ş artlan arasında iki b ariz fark bulunmakta29

Evliya C elebi, An Ottoman Traveller: Selections from the Book of Travels by Evliya Celebi, der. ve çev. Robert Dankoff ve Sooyong Kim, New York: Eland, 2 0 1 1 ; Evliya C elebi, Evliya Chelebi Travels in Iran and the Caucasus, 1 64 7-1 654, çev. Hasan Javadi ve Willem Floor, Washington, D C : Mage, 20 1 0 . 51

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

dır. Öncelikle, o n dokuzuncu yüzyıldan önceki Müslüman yazarlar Müslüman ülkelerini diğerlerinden ayırırken bile, akıllarında, ortak bir düşmana karşı birleşmiş, din ve me­ deniyet temelli bir bütünlük içinde yaş ayan "İslam dünyası" kavramı yoktu . Örneğin on altıncı yüzyıl Osmanlı siyas et­ name yazarı Hasan KB.fi el Akhis ari, "İslam memleketleri" tabirini , Müslüman teb aası olan ülkeleri kastetmek üzere kullanmaktaydı ve bunu yap arken Hıristiyan Batının sözde birliğine zıt, jeop olitik ve medeniyet temelli bir birliği ifade etmemekteydi .30 İkincisi de Müslüman imparatorluklarda, önyargıların aksine , evrensel adalet kavramları egemendi. Akhis ari'nin ifade ettiği üzere, adaletsiz Müslüman bir hü­ kümdar, adil bir gayrimüslim hükümdardan daha iyi bir hü­ kümdar değildi .

Medeniyetler Değil, İmparatorluklar Çatışması Evliya Ç elebi, O smanlı'nın 1 683 'teki İkinci Viyana Kuş at­ masından yalnız bir yıl önce öldüğü için bu kritik yenilgiye tanık olamadı. Viyana kuş atması Hıristiyanlık ve İslam ara­ sındaki gerilimin en büyük ve daimi simgesi olarak pek çok kitapta ve p opüler kültürde konu olmaya devam etmektedir. Temmuz 2 0 l l 'de, Norveç İşçi Partisi'nin gençlik kampında toplu katliam gerçekleştiren Norveçli terörist Anders Brei­ vik, Viyana Savaşının tarihi önemine dair şöyle bir manife s ­ to kaleme almıştı: "2083 : Avrup a B ağımsızlık B eyannamesi." Breivik'e göre, Avrup alı Hıristiyanlar 1 68 3 'te Müslümanla­ rın s aldırısını durdurmuştu ve şimdi, bu olayın dört yüzün­ cü yıldönümüne kadar da tüm Müslümanları kıtadan atma­ ya hazırlanmalıydılar. 1 68 3 'teki kuş atma da, diğer O smanlı-Habsburg s avaşları da evvela imparatorlukların karşı karşıya gelmesi durumuy­ du; rakip dinlerin ya da medeniyetlerin değil . Evet, Müslü­ manlık Osmanlı hanedanının kimliğinde önem taşıyan bir 30

Mehmet İpşirli, "Hasan Kafi Akhisari ve Devlet Düzenine Ait Eseri: Usul'ü'l-hikem fi Nizami'l Alem," Tarih Enstitüsü Dergisi, 1 98 1 , s. 239-278. 52

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R Y A L B İ R Ü M M E T

özellikti ve Habsburgların öz-algısı ve uluslararası meşrui­ yeti için de Katoliklik aynı ölçüde önemliydi . 3 1 İki tarafın da kafir gördüğü düşmanı dini mefhumlarla kötülediği Osman­ lı-Habsburg rekab etini ayrıntılarıyla anlatan metinler ve konuşmalarda sıkça "kutsal s avaş" bahsi geçmektedir. Oysa günümüzde Viyana Kuş atmasını bir İslam ve Hıristiyanlık çarpışması olarak görenler, Osmanlıların bu s avaş a Protes ­ tan Macarları desteklemek için girdiği gerçeğinden bihab er gibidir. Savaş sırasında Osmanlı tarafında Hıristiyan asker­ ler ve yine Hıristiyan müttefikler yer almıştır. Öte yandan Safevi İmparatorluğu gibi O smanlı'nın Müslüman hasım­ ları , Hab sburgları Müslümanların düşmanı olan bir Hıris­ tiyan imp aratorluk olarak değil , ortak düşman O smanlı'ya karşı potansiyel müttefik olarak görebilmiştir. Osmanlı geri püskürtüldükten sonra, imp aratorluğun Müslüman elitleri Hab sburg yenilgisi s eb ebiyle tüm Hıristiyanlara düşmanlık gösterip, kendi Hıristiyan teb aasını bu yüzden cez alandır­ mayı düşünmeyecektir. Hatta, imzalanmasıyla bu Osman­ lı-Hab sburg Savaşına bir nokta koyan 1 699 tarihli Karlofça Antlaşmasını Osmanlı İmp aratorluğu adına hazırlayanlar arasında Rum bir Hıristiyan Osmanlı bürokratı olan Alek­ sandros Mavrokordatos da vardı .32 Yüzyıllar boyunca Katolik Hab sburg'la husumet ve savaş halinde olan Osmanlılar, sıklıkla, örneğin Fransızlar gibi di­ ğer Hıristiyanlarla ittifak kurmuştur. On sekizinci yüzyılda, Osmanlılar herhangi bir dini endişe doğrultusunda değil, stratejik sebeplerle Hıristiyan Polonya'nın birlik ve bağım­ sızlığını korumak üzere, Rusya ve Hab sburg İmp aratorlu­ ğuyla s avaşmıştır. Bu b akımdan cihad, s avaşlarda kullanılan meşrulaştırıcı söylemin parçası olmuş s a da, imparatorluklar arası ilişkilerde dünyadaki tüm Müslümanlar dost, Hıristi­ yanlars a ise düşmandır diye bir mantık söz konusu değildi . 31

32

Şener Aktürk, "September 1 l, 1 683: The Myth of a C hristian Europe and Massacre of Norway," Insight Turkey, Kış 20 1 2 , s. 1 - 1 1 . Christos S. Bartsocas, "Alexander Mavrocordatos ( 1 641-1 709) : Phy­ sician and Statesman," Journal of the History of Medicine and Al­ lied Sciences 28, No. 4, 1 973, s. 392-395. 53

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E i. B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

O n altıncı yüzyılda Hint Okyanusunda yaşanan O sman­ lı-Portekiz mücadelesi için de aynı ş eyler geçerliydi. Os­ manlılar düşmanın Hıristiyan inancından olmasının epey üstünde durarak, Afrika Boynuzu'ndaki ve Hint alt-kıtasın­ daki Müslüman sultanlıklarla ittifak arayışına girmişti. Fa­ kat Portekizlilerin de kendi Müslüman müttefikleri vardı ve kimi Müslüman hükümdarlar Osmanlılarla müttefik olmayı reddetmişti. Hint Okyanusunda Osmanlı nüfuzu on yedinci yüzyıla dek sürmedi ve nihayetinde Portekizlilerin Müslü­ man tüccarlara tehdit oluş turması son bulur bulmaz O s ­ manlıların o b ölgede varlık göstermesinin anlamı kalmadı.33 On sekizinci yüzyılda Avrup alı emperyal güçler Avrasya' ya doğru yayılırken, İran, Afganistan, O rta Asya ve Hindistan'da­ ki Müslüman hükümdarlar, İslami bir dayanışma aramak ye­ rine, birbirlerine z arar vermek pahasına, kendi topraklarını genişletmenin derdine düşmüştür. Kapılarına dayanmakta olan Avrupalılara rağmen, Müslüman hükümdarlar müşte­ rek İslam dünyasını tehdit eden bir B atı tahayyül etmiyordu. Hep si kendi bağımsız çıkarlarının peşindeydi. Nitekim B abür İmp aratorluğu, Avrup alı imp aratorluk­ larca değil , İranlı-Afgan Müslüman hükümdar Nadir Ş ah'ın ı 7 3 9 'daki yıkıcı istilasının ve Moğol mirasını yağmalama­ sının sonrasında z ayıflamış ve b ölünmüştür. Nadir Şah'ın z aferlerinin hemen ardından, İran, Afgan Dürran'ilerinin hakimiyeti altına girmiştir. Rusya, çoğunluğu Müslüman olan İran topraklarına doğru Kafkaslar'dan aş ağı indiğinde O smanlı İmp aratorluğu bu gelişmelere seyirci kalmıştır. 34 Aynı dönemde ne Hintli ne de Kuzey Afrikalı Müslümanlar Rusya'ya karşı İran'la dayanışma çağrısında bulunmuştur. Meysür ile s avaş halindeki İngiliz Doğu Hindistan Şirketine ise p ek çok Müslüman Hint mihracesi ve sultanı, Müslüman askerleriyle b eraber destek vermiştir. 35 33 34

3s

C a s ale, The Ottoman Age of Exploration. İran'ın Rus yayılmacılığı karşısındaki yenilgisine Osmanlı'nın il­ gisizliğine dair bkz . Virginia Aksan, Ottoman Wars 1 700-1 870: An Empire Besieged, Harlow: Longman/Pearson, 2007. Bkz. Kate Brittlebank, "Islamic Responses to the Fall of Sriranga54

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

O n sekizinci yüzyıldaki kimi konularda, özellikle d e Müs ­ lümanların dini özgürlüklerinin tehlikede olduğunu his ­ settiği ş artlar altında, genel bir Müslüman dayanışmasına dair bazı referanslar bulunabilir. Örneğin yüzyılın s onlarına doğru Hindistanlı Müslüman alimler O smanlı İmp aratorlu­ ğunun sultanından, ib adetlerinin ve değerlerinin muhtemel koruyucusu olarak b ahsetmeye başlamıştır. B enzer bir du­ rum Orta Asya'nın Müslüman Hanlarının Osmanlıl arla dip ­ lomatik yazışmalarında, Rus emperyal yayılmacılığına karşı dayanışma çağrısında bulunduğunda o rtaya çıkmıştır.36 An­ cak bu arayışlar önemsiz denecek düzeydeydi. On s ekizinci yüzyılda Müslümanların eğitim, dini dayanışma, ticaret ve hac ağları herhangi bir Müslüman imp aratorluğunun planı veya ittihad-ı İslam projesinin işbirliği girişimleri olmak­ sızın gelişip iyileşti. Siyasi olarak dağınık vaziyette kalmış olan bu ağlar hem Avrup a'nın denizgücü hem de M alakk a , C ava, B engal, Kırım, Kafkasya v e Doğu Afrika'ya müdahale eden imp aratorlukların karagücü karşısında z ayıf kalmas ı ­ n a rağmen Müslümanlar arasında dünya çapında b i r daya­ nışma fikrini doğurmayacaktı . Rusların Müslüman Kırım Hanlığını işgali tam da konuya uygun bir örnek teşkil eder. İşgal sonrasında, Osmanlı ule­ ması, Hıristiyanların yönetimi altında yaşayan Müslümanla ­ rın dini v e hukuki yükümlülükleri üzerine tartışmıştır.37 ı 7 74 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması bu tartışmayı , Osmanlı İmp aratorluğundaki O rtodoks Hıristiyanlar üzerinde Rus ­ ya'ya hak tanınması karşılığında, Rusya'daki Müslümanlar üzerinde de Osmanlı sultanlarına b azı h aklar vererek kısmen

36

37

pattana and the Death of Tipu Sultan ( 1 799) ," South Asia: Journal of South Asian Studies 22, no. 1 , 1 999, s . 79-86. Kemal Karpat, The Politicization of Islam, Oxford: Oxford University Press , 200 1 , s . 48-67. Rusya'nın Müslüman halkları l 774'ten sonra bünyesine katma ç a ­ balarına dair yeni yaklaşımlar için b k z . Alan W . Fisher, "Enlightened Despotism and Islam under C atherine II," Slavic Review 27, no. 4, 1 968, s . 542-553. Ayrıca bkz. Alan W. Fisher, "Şahin Girey, the Refor­ mer Khan, and the Russian Annexation of the Crimea," Jahrbücher für Geschichte Osteuropas, Neue Folge 1 5 , no. 3, 1 967, s. 341 -364. 55

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

dağıtıyordu . Ancak antlaşma Osmanlı korumasını yalnız Kı­ rım'daki Müslümanlar için tanımaktaydı , küresel olarak tüm Müslümanlar için değil . Bununla beraber, sultanlar Rusya İmparatorluğundaki Müslümanların mes elelerine müdahale için bu hakkı nadiren kullanmıştır. Hıristiyanların yöneti­ mi altında yaş ayan Müslümanlara veya Rus güçlerince esir alınmış Müslüman askerlerin hürriyetine dair hukuki müza­ kereler veya diplomatik girişimler yapıldığında bile, Osman­ lı uleması dünyadaki tüm Müslümanlar için geçerli evrensel bir dini karar verdiğini de düşünmemiştir. Osmanlı uleması­ nın Kırım Müslümanları hakkında yaptığı tartışma ile Hint­ li, Ç inli veya Malay fıkıh alimlerinin Hıristiyan devletlerin idaresi altında Müslümanların dini vazifelerini nasıl yerine getirilmesi gerektiğine dair değerlendirmeleri arasında doğ­ rudan hiçbir bir bağ yoktu ve tartışmaların b ağlamları bir­ birinden tamamen farklı olabiliyordu. On s ekizinci yüzyıl b oyunca dünyanın değişik bölgele­ rindeki Müslümanlar, kendilerini B atı karşısıııda gerileyen bir jeopolitik blok veya medeniyet olarak görmediler. Z aten tas avvufi tarikatların faaliyetleri, yüksek seviyeli ilim hayatı ve halkın dini pratikleri eskisi gibi devam ediyordu ve c anlı­ lığını da sürdürdü . Örneğin bu dönemde, Orta Asya kökenli Nakşibendi tarikatı Hindistan üzerinden Osmanlı Arabis­ tan'ına, Anadolu'ya ve Afrika'ya ulaşmıştır. Mevlana Halid Bağdadi'nin ( 1 776- 1 827) Osmanlı'daki takip çileri, Nakşiben­ diliğin etkisini !stanbul'dan Kürdistan'a, Doğu Akdeniz 'den Balkanlar'a kadar imparatorluğun dört bir yanındaki hem sıradan halk hem de seçkinler arasında yaygınlaştırmıştır. Halvetilik, Ticanilik, Sammaniye , Senusilik ve Salihiyye gibi diğer Sufi tarikatlar da Osmanlı'da (Kuzey Afrika ve S ahra- al­ tı Afrika'da) kendi sultanlarının yönetimi altında yayılmıştır. Bu Sufi ağlarla çakışan ve yer yer onlarla çatış an b azı reformcu hareketler de ortaya çıkmıştır. Ç oğunlukla on do­ kuzuncu yüzyıldaki p an-!slamist uyanış hareketlerinin b a ş ­ latıcıları s ayılan ü ç tecdid s avunucusu, Ş ah Veliyyullah Dih­ levi ( 1 702 - 1 7 6 3 ) , Necidli Şeyh Muhammed bin Ab dülvehhab ( 1 703 - 1 7 9 2 ) , ve Nijeryalı Şeyh Osman dan Fodio ( 1 7 5 5 - 1 8 1 6) 56

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L DA N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

bunlardandır. B enzer püriten reform çağrıları Müslüman dini düşünceler tarihinde görülmemiş şeyler değildi. Örne­ ğin on üçüncü ve on altıncı yüzyılda da bu tür dini akımlar ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla on sekizinci yüzyılda görülen bu üç isim İslam'ın küresel olarak içinde bulunduğu durum­ la veya İslam dünyası hayaliyle özel olarak aliikalı değildi. Hiçbiri Avrup alı imp aratorlukların Hint Okyanusuna ilerle­ yip Afrika kıyılarına çıkmalarına küres el bir yanıt vermeye çalışmıyordu . B atı tehdidine ilişkin özcü bir evrensel İslam dini anlayışına dayanan ittihad-ı İslam fikrini de s avunmu­ yorlardı. Zaten Vahhabilik Müslümanları birleştiren değil, bilakis, b ölen bir hareketti . Küresel bir etkileri de olmadı. Tecdid yanlısı bu alimlerin fikir veya etkilerinin, parçası oldukları B atı Afrika , Arabistan ve Güney Asya b ağlamının ötesinde düşünülmesi gerektiğini ortaya koyan ve birbirle­ riyle b ağlantılı olduklarını gösteren bir kanıt halii bulunma­ maktadır. 38

Napoleon ile Yaşanan Dönüm Noktası Miti Tıpkı daha önceki Viyana Kuş atması konusunda olduğu gibi, Napoleon'un Osmanlı vilayeti olan Mısır'ı 1 7 98'de işgal et­ mesi de Avrupa ve Müslüman Ortadoğu tarihinde yeni bir çağ açan büyük bir olay olarak anılır. Kimileri bu olaya, B atı ile İslam dünyasının çatışması gibi daha büyük bir anlam yükler -Avrupa'nın askeri gücünün ve devrimci ideolojileri­ nin, yani modernliğin meydan okuması ile geleneks el Müslü­ man toplumlarda s arsıcı ve kı şkırtıcı bir uyanış anı yaşandı ­ ğı tezleri sıkça yazılmaktadır. Ancak bir kez daha ayrıntılar, söylenenlerin aksini gös­ termektedir. Napoleon Mısır'ı bir Hıristiyan olarak ya da geri kalmış İslam dünyasına B atılı modernliği getiren Beyaz bir hükümdar olarak işgal etmemiştir. Nap oleon'un amaç38

Ahmad S. Dallal, "The Origins and E arly Development of Islamic Re­ form," içinde: The New Cambridge History of Islam, vol. 6: Muslims and Modernity: Culture and Society since 1 800, der. Robert W. Hef­ ner, C ambridge: C ambridge University Press, 20 1 0 , s. 1 07 - 1 47. 57

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

!arından biri, Müslüman müttefiki Tipu Sultan' a İngilizlere karşı direnişinde yardım etmek için Hindistan' a ulaşmaktır. Tabii ki Napoleon' a p an-İslamcı bir karşılık veren çıkmamış; on s ekizinci yüzyılın sonunda Müslüman toplumların Avru­ p alılarc a iş gali sırasında hep olduğu gibi, yine herhangi bir "İslam dünyası" vizyonu ortaya konmamıştır. Buna karşın Napoleon'un Mısır Seferi, kimi dikkat çeken yönleriyle, Avrupa'nın daha önceki emp eryalist faaliyetle­ rinden farklılık göstermekteydi.39 B u tecrübede İslam'a so­ yut bir kavram biçiminde başvurmayı deneyen taraf, Mısır­ lılar veya Osmanlılar değil, Napoleon olmuştur. Napoleon kendini , Memlı1k aristokrasisinin tiranlığını bertaraf etmek için Mısır' a gelmiş bir Müslüman dostu, hatta Mısır'ın İs­ tanbul 'daki hükümdarı O smanlı sultanının dostu olarak tak­ dim etmiştir. Nap oleon, İslam dünyasına Hıristiyan medeniyeti adına bir darbe indirmekle veya Avrup a'nın üstünlüğünü dayat­ makla ilgilenmiyordu . Hatta Müslüman topluma kendini s evdirme konusunda o kadar hevesliydi ki, emrindekiler Mı­ s ırlı din alimlerine eğer Nap oleon İslam'a geçerse otorite­ s inin meşruiyet kazanıp kaz anmayacağını bile sormuştu.40 Görünüşe bakılırs a , birtakım Mısırlı Müslümanlar da söz konusu ayarlamayı kabul etmeye gönüllüydü.41 Devrimci generalleri için Müslüman din adamlarının, din değiştirme koşullarını hazırlamakla uğraştığını duysa Fransız kamuo­ yu bu duruma ne derdi, bunu bilemiyoruz; ancak Napoleon 39

40

41

Juan C ole, Napoleon 's Egypt: Invading the Middle East, New York: Palgrave, 2007. Thomas Naff, "Reform and the C onduct of Ottoman Diplomacy in the Reign of Selim III, 1 789- 1 807," Journal of the American Oriental So­ ciety 83, no. 3, 1 963, s. 295-3 1 5 . Ayrıca bkz. Nihat Karaer, "Frans a'da tık İkamet Elçiliğinin Kurulması Ç alısmaları ve tık İkamet Elçimiz Seyyid Ali Efendi'nin Paris Büyükelçiliği ( 1 797- 1 802) Sürecinde Os­ manlı-Fransız Diplomasi İliskileri" ( 1 7 97-1 802], Ankara Üniversite­ si Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 3 1 , no. 5 1 , 1 963, s. 63-92. Maya Jasanoff, The Edge of Empire: Lives, Culture and Conquest in th e East, 1 750-1 850, N ew York: Vintage, 2006, s. 1 38- 1 47. 58

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R Y A L B İ R Ü M M E T

için Kahire'deki Müslümanların koruyucusu olma iddiasıyla Paris'te devrimci cumhuriyetçi rolü üstlenmek arasında bir çelişki bulunmayabilirdi .42 Napoleon'un Fransa'ya dönerken beraberinde götürdüğü yüzlerce Arap, Fransız emperyaliz­ minin 1 830'da C ezayir'in işgaliyle başlayan yeni dalgasına dek, Arap, Müslüman ve Fransız kimlikleri arasından her­ hangi birinden vazgeçmeyi gerektirecek bir s eçim yapmak zorunda kalmadan yaş ayacaktı . .. 43 Osmanlıların, Mısır'ın Fransızlarca işgaline tepkisi ti­ pik emperyal stratejiydi: Hıristiyan güçlerden gelen yardımı memnuniyetle karşılama, medeniyete veya dine ilişkin her­ hangi bir tartışmaya girme ihtiyacı bile hissetmeden Mısır'ı geri almaya çalışma. O smanlılar Fransızlara karşı İngilizler­ le ittifak kurmuştu ve on sekizinci yüzyılda sıkça nükseden anlaşmazlıklarına rağmen Rus İmp aratorluğuyla ittifakı bile güvence altına almıştı. Vaktiyle düşman olan taraflar, Ege adalarında Frans a'ya karşı ortaklaşa deniz savaşlarında baş arı da kaz anmıştı.44 O smanlı, Tipu'nun Meysür'da İngiliz ­ lere karşı verdiği s avaşı desteklemeyi reddettiğinde, işte b u şartlar altındaydı. Meysür ve O smanlı İmp aratorluğu arasındaki diplomatik yazışmalar on sekizinci yüzyıl Müslüman kozmopolitliğinde işlerin ne denli karmaşık olduğunun bir örneğidir. Tipu'nun Osmanlı sultanına yazdığı mektuplar, uzun b ir gerilemenin pençesinde, İngilizlerce etrafı s arılmı ş , çeşitlilikleri bün­ yesinde b arındıran, Pers ve B abür emp eryal geleneğinden gelen Müslüman bir hükümdar olarak, melez meşruiyetini ortaya koymaktadır. Tipu'nun mektuplarından, onun İslami siyasi terimlere ne denli hakim olduğu ve talebini İslam'ın

42

43

44

'Abd al-Ral.ıman Jabarti, Napoleon in Egypt: Al-Jabart'i 's Chronicle of the French Occupation, 1 798, Princeton, NJ: Markus Wiener, 2004. lan C oller, Arab France: Islam and the Making of Modem Europe, 1 798-1 831 , Berkeley: University of C alifornia Press , 201 1 . Kahraman Şakul , "Ottoman Attempts ta Control the Adriatic Fron­ tier in the Napoleonic Wars ," içinde: The Frontiers of the Ottoman World, Proceedings of the British Academy, der. Andrew Peacock, Oxford: Oxford University Press, 2009, s. 253-27 1 . 59

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

siyasi s öylemine nasıl maharetle yasladığı görülmekle b era­ b er, bir yandan da hem dönemin emperyalist akımlarına iliş ­ kin güçlü bir farkındalığa hem de Türk-İran emperyal gele­ neklerine dair benzer bir özgüvene s ahip olduğu anlaşılmak­ tadır.45 Biraz da büyük bir Müslüman imp aratordan destek almanın Meysür sultanını Güney Asya'daki diğer Müslüman liderlere karşı güçlü kılabileceği için, Osmanlı sultanına bir keresinde "halife" diye hitap edecek kadar s aygı gösterdiği de görülmektedir. Ancak Osmanlılar, Fransızlara karşı İngi­ lizlerle ittifak içinde bulunduklarından, yardım edebilecek bir halde değildi. Dahası, Osmanlılar, birçok Müslüman ve Hindu devletin Delhi'deki göstermelik B abür imp aratoru ve B engal'i merkez edinen muktedir İngiliz Doğu Hindistan Şirketiyle etkileşim içinde olduğu Güney Asya'nın siyasi ba­ kımdan son derece karmaşık ortamına müdahil olmaya hiç gönüllü değildi. Neticede O smanlıların İngilizlerle ittifak tercihi meyvesi­ ni vermiş; Mısır kıyılarından açıktaki Fransız donanmasını yok eden İngiliz donanmasının yardımıyla Osmanlı güçleri sonunda Napoleon'u Mısır'dan sürmüştür.46 Sultan III. Se­ lim, İngiliz donanma komutanı Amiral Horati o N el son için yeni bir şeref madalyası yaptırmıştır; amiral bu Hilal Nişa­ nını gururla üniformasında taşımış ve o tarihten itib aren diplomatik yazışmalarda Hilal Niş anı s ahibi unvanını kul­ lanmıştır. Nelson'un mezar taşında dahi Hilal Niş anı s ahibi olduğunun yazması da adeta Hıristiyan ve Müslümanların dini kimlik sıfatlarına karşı bir nevi "emperyal evrenselcili­ ği" gösterir mahiyettedir. Bu sırada, 1 7 99'da Seringapatam Savaşındaki yenilgiyle Tipu'nun ölümünün ardından, sultanın şehrini ve sarayını Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan bir ordu yağmala45 46

Brittlebank, Tipu Sultan 's Search for Legitimacy. Osmanlı Filistin'inin ayanından Cezzar Ahmed Paşa, işgal tehdit­ leriyle yüzleşildiğinde, Osmanlı imparatorluk merkezine gösterdi­ ği sadakatin iyi bir örneğidir. Thomas Philipp, Acre: The Rise and Fall of a Palestinian City, 1 730-1 831 , New York: Columbia University Pres s, 200 1 . 60

ON D O K U Z U N C U Y Ü Z Y I L D A N Ö N C E E M P E R YA L B İ R Ü M M E T

mıştır. Yirmi yıl s onra, Osmanlılar b u defa d a şimdi Özbe­ kistan'da olan Buhara'dan Emir Haydar'ı, Rus yayılmacılığın­ dan endişe duyduğu sırada korumayı reddetmiştir. O smanlı Devleti, emirin ricalarına yanıt verirken, halifenin tüm Müs ­ lümanlar için manevi koruma s ağlayacağını bildirmekle b e ­ raber, bunun ne askeri n e siyasi bir koruma teklifi anlamına geldiğini de ifade etmiştir. Kısacası, halifenin siyasi desteği herhangi bir "Müslüman dayanışması" anlamında değil; seçi­ ci ve stratejik olarak tas arruflu bir biçimde sunulmaktaydı . ***

On dokuzuncu yüzyıla girerken Devrim Fransa'sı, O sman­ lı İmparatorluğu ve onun vilayeti olan Mısır ile Hint Müslü­ manları arasında yaş anan bu karmaşık ilişkiler gösteriyor­ du ki, yirminci yüzyılın başında çok net şekilde görülen Hı­ ristiyan B atı ile İslam dünyasının arasına çekilmiş kılıçtan keskin s ert jeopolitik ve medeniyet sınırlarının yüks elmes i kaçınılmaz değildi . O n dokuzuncu yüzyılın başlarında bil e , Müslümanların siyasi hamleleri binlerce yılda ortaya çıkmış imparatorluk ve hanedan kalıpları üzerine kuruluydu. Müslümanların yaş adığı coğrafya Mali ve Nijerya'dan Güneydoğu Asya'ya dek uz anıyordu ve toplumlar yekpare bir siyasi düzeni destekleyemeyecek kadar geniş ve birb i ­ rinden kopuktu. 1 800 yılı civarında, Müslüman toplumları otuz farklı hanedan yönetmekteydi. Bunlar birlik olmaktan oldukça uz aktı . Faslı Ş erifyan Alevi hanedanı, İran'daki Ka çar hanedanı, Nijer bölgesindeki B ornu İmp aratorluğu, Orta Asya'daki Hive ve Hokand hanedanları, Güneydoğu Asya'da Banten ve Açe s altanatları , Osmanlı dışındaki Müslüman hanedanlardan b azılarıydı . Ayrıca Kuzey Afrika'nın Tunus ve Trablusgarp b eyleri örneğinde görüldüğü gibi, kimi top ­ raklar, resmi olarak O smanlı hükmü altında da olsa, özerk­ ti.47 Kuvvetli Müslüman hanedanlar bazen diğer Müslüman 47

1 80 1 ile 1 805 yılları arasındaki Berberi Savaşlarında ABD ile sava­ şan ilk unsurlar olan Libya, Tunus (Hüseyni hanedanı) ve C ezayir Osmanlı'daki adem-i merkeziyetçi hanedanlardı. Fas yeni kurulan Amerikan C umhuriyetini tanıdı. 61

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

hanedanlara meydan okuyabiliyor v e onları z ayıflatabili­ yordu.48 Ulaşım ve iletişim olanakları Müslüman alimler ve elitler arasında daha çok etkileşime müs aade etse dahi , de­ ğil ortak anlatı olarak Müslüman tarihi ve siyasi deneyimi, Müslümanların küresel olarak kamuoyu duygusu bile olu ş ­ mamıştı. Müslümanlar arasındaki bağlantılar tek-biçimlili­ ği dayattıkları ölçüde çeşitliliği de yaymıştı. . . Napoleon'un Mısır işgalinin üstünden yetmiş beş yıl geçtiğinde , imp aratorluk hatları arasında irtib at kurabilen küresel bir Müslüman kamuoyu b a skısı ortaya çıkacaktı, an­ cak bu gelişmenin kendisi zigzaglı, düz olmayan bir tarihi gelişimi takip etti . Napoleon Savaşları ile 1 870'ler arasında Müslüman toplumların siyasi enerjisi daha ziyade, mevcut Müslüman hanedanları güçlendirmeye ve gayrimüslim hü­ kümdarların yönetimi altındaki Müslüman toplumların hak­ larını koruyup desteklemeye yöneldi. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Avrupa'daki güçler Asya ve Afrika'ya yayılırken, İslam dünyası fikrinin doğmasına çok uzun bir yol vardı . İs­ lamiyetin erken dönemlerinden devralınan kalıcı tarihi bir miras olmaktan çok uzak olan p an-İslamizm, ırk ayrımcılığı ilkesine dayalı yeni tür on dokuzuncu yüzyıl emperyalizmine verilen ilk ya da doğal tepki bile değildi .

48

Nadir Şah'ın işgalinin uzun vadeli etkileri ve Hindistan'da kalabil­ mesi durumunda ortaya çıkacak tarihsel seyrin muhtemel sonuçla­ rına dair bkz. Sanjay Subrahmanyam, "Un Grand Derangement: Dre­ aming an Indo-Persian Empire in South Asia, 1 740- 1 800," Journal of Early Modern History 4, no. 3 -4, 2000, s. 337-378. 62

I1. E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N GÜÇLENDİRİLMESİ ( 1 8 1 4- 1 8 78)

On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Avrup a 'daki impara­ torluklar Müslüman toplumlar üzerinde daha fazla askeri, hukuki ve siyasi güç kazanırken, "İslam dünyası" diye adlan­ dırılan bir jeopolitik veya medeniyet tas avvuru henüz orta da yoktu. Siyasi tarihin ve dünya siyasetinin en temel aktörle ri bala medeniyetler değil, imp aratorluklardı. Ö rneğin önde g e ­ len Müslüman Hintli entelektüellerden Mirza E s edullah G a ­ lib v e Seyyid Ahmed H a n l 840'lı yılların s onlarında B ritanya ve B abür imp aratorluklarını karşılaştırıp , hangisinin tercihe şayan olduğu hakkında fikir alışverişinde bulunurken, dini semp atiye yer bırakmaksızın, yönetim meziyetleri temelinde pragmatik bir değerlendirme yapmaktaydılar. 1 1 85 7 sonra­ sında Müslüman Hintliler Kraliçe Victoria'nın yönetimi al­ tındaki s iyasi geleceklerini tas avvur ederken, B alkanlar'da­ ki pek çok Hıris tiyan i s e İstanbul'daki ı slahatçı Müslüman sultanın hükmünü kabul etmişti . Osmanlı İmparatorluğu Avrupa imparatorlukları kulübünün aktüel üyelerinden biri olarak milyonlarca

Hıristiyan

üzerindeki

egemenliğinin

meşruiyetini diğer imp aratorluklar nez dinde güvence altına almaktaydı . H. K. Sherwani, "The Political Thought of Sir Syed Ahmad Khan," In­ dian Joumal of Political Science 5 , 1 944, s. 306-328. 63

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

İmp aratorlukları merkeze alan siyasi vizyonlar, farklı etnik ve dini grupların, onların dillerini, kültürel mirasları­ nı ve inançlarını kimi zaman p aylaşmayan bir hükümdarın yönetimi altında bir arada yaşamasını gerektiriyordu . Bu siyasi ideal, on dokuzuncu yüzyılın ilk yansında imparator­ lukların terakki ve medeniyetin temsilcisi olduğu yönündeki iddialarla yeniden tasdik edilmiş ve desteklenmişti . İster Hı­ ristiyanlar, isters e Müslümanlar tarafından yönetiliyor ol­ sun, uluslararası arenada aynı hak ve yükümlülüklere s ahip olan egemen mevcudiyetler olarak, imp aratorlukların tüm dinlerin mensuplarına eşit muamelede bulunmaları b ekle­ niyordu. E s as en emp eryal sistem eşitsizliklerle dolu olsa da, p ek çok imp aratorluk kendi aralarında evrensel bir eşitliği ve farklılıklara hoşgörü göstermeyi gaye edinmişti . Dünya­ nın başlıca emperyal güçleri on dokuzuncu yüzyıl boyunca kendi egemenlikleri altındaki teb aaya bir dereceye kadar eşitlik vaat ederek ve uluslararası arenada stratejik ittifak­ ları etnik ve dini b eraberliğin üstünde tutarak emperyal sis­ temi korumaya çab alamıştı. Siyahilik, S arı ırk ve Asyalılığın ırks allaştırılmasıyla aynı dönemde , yani 1 820'li ve 1 880'li yıllar arasında yaygınlaşan bir yönelim olarak Müslümanlığın ırks allaştırılması, tam da bu emperyal dengeye meydan okuyup onu dönüştürecek bir gelişme olacaktı . 1 87 5 yılında, yani Mirza Esedullah Galib ve Seyyid Ahmed Han'ın Hindistan'a hükmeden emperyal ha­ kimlerin meziyetlerini hiçbir ırk veya medeniyet tartışması yapmadan pragmatik bir şekilde mukayes e etmelerinden sa­ dece kırk, elli yıl gibi kıs a bir süre sonra, Batı Afrika'da mu­ kim ve "p an-Afrikanizm hareketinin bab ası" olarak tanım­ lanan Siyahi Protestan E dward Blyden "Muhammedilik ve Zenci Irkı" başlıklı etkileyici bir makale yazmıştır. 2 Osmanlı, Mısır, Tunus gibi yerlerdeki Müslüman hanedanların ıslahat konusundaki baş arılarından ve Hint Müslümanları arasın­ daki entelektüel canlanıştan övgüyle b ahseden ve MüslüE dward W. Blyden, "Mohammedanism and the Negro Race," Fraser's Magazine, Kasım 1 875. 64

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

manlar arasındaki uyanışı zenci ırkına örnek göstererek her iki grup arasında B eyaz ırkın hakimiyetine karşı b ir işbir­ liğini öneren Blyden, imp aratorluklar tarafından yönetilen bir dünya düzeninin varlığını doğal olarak varsaymaktaydı. Blyden burada "Muhammedilik" kavramıyla "zenci" kavra­ mına benzer bir ırk kategorisini ifade etmekteydi. Üstelik Blyden'a göre, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanın ve Siyahilerin geleceği birbiriyle ilintili olup, B eyaz Hıristiyan ırkın geleceğinden farklıydı . Pan-Afrikacı fikir adamı Bly­ den'ın 1 870'lerde bu başlıkta bir makaleyi yazması, sadece iki nesilde inşa edilen yeni bir ırksal ve jeopolitik aidiyetle gelişen dayanışma bilincinin, emperyal bağlılık ve aidiyet fikriyle hem bir arada var olduğu hem de çeliştiği bir siyasi tahayyülün varlığını göstermektedir. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlara atfedilen bu ırksal aidiyet ve dayanışma bilincinin tarihs el anlamda ne denli yeni olduğunu vurgulamaya yetecek bir kelime bulmak neredeyse imkansızdır. Zira daha önce Ruslar, Yunanlar ve Sırplar, düşman olarak gördükleri Osmanlı Müslümanlarını, Felemenk yahut Fransız sömürgecilerin Müslüman tebaala­ rını görme biçimlerinden çok daha farklı algılamıştır. Dünya tarihi boyunca s ahip olunan tecrübe, b azı Müslümanların diğer halklara hükmeden fatih bir zümre , bazılarının Hıri s ­ tiyan hanedanların yönettiği imp aratorluklara sadık bir te­ baa, kimilerinin ise kendilerine hükmetmeye ç alışanlara kar­ şı itaatsiz olmasını doğal karşılanır kılmıştır. Bu ko şullarda, dünyanın her yanındaki Müslümanların her türlü farklılığını gözardı edip, hep sini sırf atalarından devraldıkları dini ge­ len eklerden ötürü homojen bir ırksal gruba indirgemek p ek de mantıklı görülmeyecektir. Ne var ki, on dokuzuncu yüzyı­ lın ikinci yarısında değişen koşullar Avrup a metropollerinin gözünde hem kendi yönettikleri hem de Müslüman hanedan­ ların yönetimindeki Müslümanların ötekileştirilmesini ve ırks allaştırılmasını b eraberinde getirmiştir. Küresel düzey­ de bir "Müslüman" mefhumunun icadı, Bulgaristan'dakiler­ den Nijerya ve Malezya'dakilere dek farklı coğrafyalardaki tüm Müslüman unsurlar arasındaki farklılıkları ortadan 65

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

kaldırmıştır. Örneğin Osmanlı 'nın B alkanlar'daki isyanları b astırması, Avrup a kamuoyunda, Hıristiyanlara hükmeden zorb a Müslüman ol arak O smanlı sultanının imajının ş eytan­ laştırılmasına yol açmıştır. Ancak O smanlı yönetiminin Bul­ gar isyanına verdiği tepkiyle, Hint Müslümanlarının siyasi tercihleri ya da Endonezya Müslümanları arasında herhangi bir ilişki bulunmuyordu. Üstelik Bulgaristan'daki Hıristiyan­ ların bir Müslüman sultana tabi olması anormal olmamalıy­ dı, zira herkes Hıristiyanların dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara hükmettiğini b iliyordu. Ancak 1 870'li yıllar­ da İngiliz yönetiminin Bulgaristan'daki karışıklıklar sırasın­ da O smanlı hakkındaki s öylemleri ve siyasi hamleleri, garip bir ş ekilde, onların Hindistan'daki Müslümanlar üzerindeki meşruiyetleriyle ilişkili hale gelmiş; Hint Müslümanları da Osmanlı yönetimine semp ati duymaya b a şlamış ve İngilte­ re'deki Osmanlı-karşıtı grupların s öylemindeki Müslüman düşmanlığından rahatsız olmuştur. On dokuzuncu yüzyıl devam ederken, bir zamanlar im­ p aratorluk mantığıyla şekillenen Müslüman ve Hıristiyan toplumlar arasındaki ilişkiler, gitgide dini ve ırksal farklılık­ lar merkezli bir ikilik çerçevesinde anlatılmaya başlamıştır. Buna örnek olarak, keçeden yapılan püsküllü ş apka, yani fes ele alınabilir. Osmanlılar, 1 82 0'lerde tüm bürokratlarının, bir rivayete göre Akdeniz bölgesindeki Rum tebaasının gele­ neks el kılığından esinlenilen fes kullanmasını, Avrup ai tarz­ da dar kıyafetler giymeleri gibi, zorunlu tutmaya b aşlamı ş ­ tır. F e s yasası O smanlıların teb aaları arasında eşitliği teşvik edip ortaya koymayı ve dini mensubiyet göstergelerinin üs­ tesinden gelmeyi amaçladığı gibi, çok daha geniş modern­ leşme reformları bütününün de bir p arçası s ayılmıştır. Türk, Ermeni ve Rum bürokratlar aynı kıyafetleri giydiğinde kim­ se kimsenin görünüşüne b akarak dini kimliğini ayırt edeme­ yecek, dolayısıyla herkes hep sine O smanlı diyecekti . 1 890'lı yıllara gelindiğinde ise fes ve Müslümanlık neredeyse küre­ sel ölçekte özdeşleşmiş; dünyanın her yanındaki Müslüman reformcular, inançlarıyla kendi reform vizyonları arasındaki uyumu göstermek için fes kullanmayı b enimsemiştir. Daha 66

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

d a önemlisi, Avrup a kamuoyu b u şapkayı kozmopolit çağ­ daşlığın Müslümanlara özgü yorumu olarak değil, düşman­ ları olan İslam'ın simgesi olarak görmeye başlamıştır. Bir di­ ğer deyişle, önceleri kozmopolit emp eryal kimlik ve Osman­ lı ıslahatının simgesi olan fes yarım yüzyıl içinde küre sel Müslüman kimliğinin s embolü haline gelivermiştir. Fes hususundaki estetik yargılar, siyasi bilincin dönüşü­ münü yansıtmaktaydı . 1 870'lerin sonunda Avrup a kamuo­ yunda hakim olan O smanlıların Hıristiyan ayaklanmalarını "barbarca" bastırdığı yönündeki Osmanlı-karşıtı s öylem ve harekete ş ahit olan Müslüman Hintliler de rahatsız olarak hakarete uğrayıp rencide edildiklerini hiss etmiştir. Zira bu dönemde Rumen, Bulgar veya Sırp Hıristiyanlar Osmanlı'dan milli b ağımsızlıklarını talep ederken, aynı z amanda gittik­ çe daha fazla Müslüman toplum da Hıristiyanların hükmü altına girmeye başlamıştır. B öylelikle imp aratorluklar ara­ sındaki müs avat yitirilmiş , Müslümanlar kendilerini gitgide ayrı ve ötekileştirilmiş bir emp eryal teb aa olarak görmeye ve bu şekilde görülmeye başlamıştır. Zira Yunanların ve Bulgar­ ların milli özerkliğini göklere çıkarıp, söz konusu Hıristiyan teb aanın Müslüman sultandan b ağımsızlığını kazanmasını kutlayan Avrupalı elitlerin niçin daha fazla Müslüman hal­ kı Hıristiyan yab ancıların kontrolüne tabi tutmaya çalıştı­ ğı sorgulanmaya b aşlamıştır. Ortaya çıkmakta olan İslam dünyası bilincinin köklerinde 1 870'lerin sonrasındaki kü­ resel emp eryal düzen dahilindeki bu çelişkiler yer almıştır. Modern İslam dünyasının birlik ve beraberliği anlayışının temelini halifeliğe ilişkin herhangi bir klasik teori değil, em­ peryal dengenin enkazı oluşturmuştur. Emperyal sistem ırksal ayrımcılık meselesi yüzünden kendi kendini yok etmiştir. Emperyal evrenselcilik ilke ola­ rak ırk ayrımına ve hiyerarşi mantığına direnmiş olsa da, imp aratorluğun elitleri zamanla ins anlar arasındaki doğal farklılık ve hiyerarşi s öylemini benims eyerek, ırk ayrımına dayanan bir dünya algılayışını, emperyal evrenselciliğe ter­ cih etmeye başlamıştır. Farklılık ve beraberlik söylemi bakı­ mından s on derece kullanışlı bir araç olan ırk ve medeniyet 67

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ayrımı söylemi , emp eryal elitlerin işine gelmekle kalmamış , eski tür imp aratorluklar sistemini "beş eriyet" ve "medeniyet" söylemleri adına dönüştürecek olan yeni bir dizi sözde lib e­ ral ama Avrup a-merkezci değere ayak uydurmak açısından da yararlı olmuştur. İslam dünyası fikri, ne doğal olarak p aylaşılan tarih ne de Müslümanların değişmez dini gelenekleri üzerine ku­ rulmuştur. Bu siyasi tahayyülü doğuran asıl koşullar siya­ si menfaatler, çatışmalar ve farklı hak mücadeleleri içinde 1 820'lerden 1 870'lere uzanan emperyal ideolojilerin üst üste biriken etkisinde yatmaktadır.

İmparatorluğun Islahı İslam ve B atı dünyaları şeklinde tahayyül edilen yapılar arasındaki ırksallaştırma ve ihtilafa giden yol dolamb aç­ sız olmamıştır. Aslında 1 8 1 5 Viyana Kongresi ile 1 8 77- 1 878 Osmanlı-Rus Savaşı arasındaki dönemde, böyle bir çatışma yerine, değişik hanedanların yönettiği emperyal sistemler egemenlik alanlarının içinde ıslahat, dış arıda ise haneda­ na b ağlılık ve egemenliğe saygı aracılığıyla hem dinler-üs­ tü , hem kültürler-üstü bir dünya düzenini sağlamlaştırmayı amaçlamıştır. Bu emp eryal düzen s ayesinde, değişik imp a­ ratorluklar kolektif biçimde birbirlerini kendi teb aalarının gözünde meşrulaştırmaya çalışmıştır. Hıristiyan ve Müslüman elitler arasındaki dostane iliş­ kiler emperyal yapının durumunu gözler önüne sermektedir. Söz konusu elitler arası ilişkilerde en fazla önem taşıyan örneklerden biri Osmanlı Sultanı Ab dülaziz'in 1 86 7 yılında gerçekleştirdiği Avrup a gezisi olmuştur. Bu s eyahat sırasın­ da Osmanlı Sultanı , Fransız, İngiliz ve Avusturya-Macaris­ tan imparatorlukları ile Belçika ve Prusya krallıklarının hü­ kümdarları tarafından son derece s aygı dolu merasimlerle karşılanmıştır.3 Londra'da Sultan Ab dülaziz ile Kraliçe Vic­ toria arasındaki s amimiyeti p ekiştirmek amacıyla Şehzade Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana: Abdülaziz'in Avrupa Seyahati, Ankara : Phoenix Yayınları, 2007 . 68

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

Murad ile İngiliz bir prenses arasında izdivaç kurmak gibi bir fikir bile bahis konusu edilmiştir.4 Osmanlı Sultanı için verilen bir resmi davette, Halife Abdülaziz ve Kraliçe Victo­ ria Hıristiyanların ve Müslümanların çok-eşlilik anlayışları hakkında sohbet ederken, O smanlı şehzadesi herkesin gözü önünde dans etmi ştir. Osmanlı Sultanı bu ziyaret esnasında St. George Şapelinde yapılan bir törenle İngiliz imp aratorluk geleneğinde en asil şeref madalyası sayılan Garter Ş övalyesi unvanını da (Dizb ağı Niş anı eşliğinde) kabul etmiştir. O s ­ manlı heyeti Doğu Hindistan Şirketinin ev s ahipliği yaptığı bir resepsiyonda Kraliçeye s adakatle b ağlı olan Müslüman Hintlilerin varlığını fark etmiş , ancak bu durumu olağandı­ şı bulmamıştır. Neticede Osmanlıların da kendilerine sadık olan pek çok Rum , Ermeni, Yahudi teb aası bulunmaktaydı ve örneğin o ziyaret sırasında O smanlı Sultanının Londra sefi­ ri ve en gözde bürokratlarından biri olan Kastaki Musurus Paşa bir Hıristiyan Rumdu . 5 Avrup alı liderlerle ilişkilerini imp aratorluklar arası i ş ­ birliği v e emp eryal kimliğin dini kimlikten üstün tutulduğu bir temel üzerine kuran yalnızca Osmanlılar değildi. 1 846 yılında Tunuslu Ahmed Bey Paris'i ziyaret eden ilk Müslü­ man hükümdar olmuştu. Mısır Hıdivi İsmail 1 867'de Sul­ tan Ab dülaziz'e eşlik etmişti. 1 8 7 9 yılında Johor (Malezya) Mihracesi Abu B akar, Britanya İmp aratorluğunun merkezi Londra'ya s eyahat etmişti. İran'ın Kaçar (Acem) ş ahları i s e ·bu şehre 1 873 v e 1 878 yıllarında geziler düzenlemişti. İran Şahı Nasıreddin de Garter Şövalyelerine katılmış , böylece hükümdarların birbirlerine madalya ve şeref niş anları suna-

Cemal Kutay, Avrupa 'd a Sultan Aziz, İstanbul: Posta Kutusu Yayın­ lan, 1 977. Musurus Paşa ve Osmanlı İmparatorluğunun hizmetindeki diğer Rumlar için, bkz. Nicholas Doumanis, Before the Nation: Muslim-Ch­ ristian Coexistence and Its Destruction in Late-Ottoman Anatolia, Oxford: Oxford University Press, 20 1 2 . Ayrıca b k z . Christine Phil­ liou, "C ommunities on the Verge: Unraveling the Phanariot Ascen­ dancy in Ottoman Governance," Comparative Studies in Society and History 5 1 , no. l, 2009, s . 1 5 1 - 1 8 1 . 69

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

rak meşruiyetlerini kuvvetlendirdiği uluslararası sistemden fevkalade istifade etmişti. Müslüman hükümdarlar, kimileri Dizb ağı Niş anı gibi, haçlarla süslenmiş olan madalyalarını gururla taşımıştı . Süveyş Kanalının 1 869 yılındaki açılış törenlerine fes takarak ev s ahipliği yap an Mısır Hıdivi İsmail, Müslüman hanedanlardan çok Avrupalı kraliyet ailelerine mensup ko­ nuklan ağırlamıştı. Bunun akabinde, o zamanlar Osman­ lı İmp aratorluğuna b ağlı özerk bir eyalet olan Mısır'ın bu kanal s ayesinde gelişen ulaşım imkanlarıyla Avrupa emper­ yal düzeninin bir p arçası haline geldiğini açıklamıştı. Hıdiv İsmail, kanalın açılışını kutlamak için Guiseppe Verdi'nin

A ida adlı operasını sip ariş etmişti -nitekim bu eser ilk defa 1 8 7 1 yılında Kahire'de s ahnelenmiştir.6 New York limanında­ ki Özgürlük Anıtını tas arlayan Fransız heykeltıraş Frederic Auguste B artholdi, kanalın ağzına yerleştirilmek üzere b en­ zer bir biçimde elinde özgürlük meşalesi tutan Mısırlı bir kadın heykeli tasarlamış , ama maddi destek olmadığı için bu proje hayata geçirilememişti. 1 869 yılında, döneminin en önemli Hindistanlı Müslü­ man reformcularından biri olan S eyyid Ahmed Han, Müslü­ man İngiliz-Hintli kimliğine bağlılığını güçlendirme çaba­ sıyla Londra'yı ziyaret etmiştir.7 Seyyid Ahmed Han ayrıca Hıristiyanlardan ve Müslümanlardan oluşan karına bir nü­ fus a hükmeden O smanlı padiş ahına hürmeten Uttar Pradeş Anglo-Müslüman Kolejindeki öğrencilerine fes giydirmeye b aşlamıştır. İngilizler tarafından 1 888 yılında şövalye (Sir) unvanı verilen Seyyid Ahmed Han, İngiliz Kraliçesinin Müs­ lüman, Hindu ve Hıristiyanlardan oluş an çok-kültürlü bir imp aratorluğa hükmedebileceğine gerçekten inanmıştı. S ey­ yid Ahmed Han, O smanlı-İngiliz ittifakının, Müslüman Hint­ lilerin Kraliçe Victoria'ya sadık kalırken, aynı zamanda Mekismail'in 1 869'daki Süveyş Kanalının açılış konuşması için, bkz. Pierre Crabiteis , Ismail: The Maligned Khedive, Londra: G. Routled­ ge and Sons, 1 93 3 . Aziz Ahmad, "Sayyid Al)mad Khii.n, Jamii.l al-din al-Afghii.n! and Muslim India." Studia Islamica 1 3 , 1 960, s. 55-78. 70

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

ke, Medine ve Kudüs gibi kuts al ş ehirlerin koruyucusu olan Osmanlı halifesinin manevi otoritesine saygı göstermesine imkan vereceğini düşünüyordu. Osmanlı gezgin ve din alimi Abdurrahman Efendi, 1 866 yılında başlayan üç yıllık Brezilya gezisini gerçekleştirdi­ ğinde , emperyal yapının küresel niteliğini de gözlemlemiştir. Abdurrahman Efendi ziyareti sırasında Osmanlı İmpara­ torluğu ile Portekizli hükümdar II. Pedro ( 1 83 1 - 1 889) yöne­ timindeki Brezilya "imp aratorluğunu" karşılaştırmıştır. O s ­ manlı İmp aratorluğunu daha yüksek b ir kademeye koymuş olsa da, Ab durrahman Efendi için asıl nokta dünyanın inanç, dil, gelenek veya coğrafyayla değil, birb irinden çok farklı te­ baaları b arındıran uçsuz bucaksız topraklarda hüküm süren imp aratorluklarla düzenlendiğidir.8 Sonraları Pedro da Av­ rupa gezisinde Osmanlı sultanının konuğu olarak İstanbul 'u ziyaret edecektir. Bu kozmop olitanizm kendi dini geleneklerine yab ancı­ laşmış Müslüman elitlerin B atı yanlısı yanıls amaları olarak görülmemelidir. Zira Osmanlı sultanının, Tunus valisinin, Mısır hıdivinin yahut Seyyid Ahmed Han'ın Müslümanlığı sorgulanmamıştır. Bununla birlikte, kozmopolit elitler em­ peryal dünya düzeninin üyesi olduklarına inanmakta haksız değildir. Müslüman kralların stratejilerine ve ıslahatlarına ilişkin çağdaş eleştiriler elbette dile gelmiştir. Fakat bu ele ş ­ tirilerde n e emperyal meşruluğa meydan okunmuş ne d e g e ­ leneksel İslam'ın ıslahatlara ters düştüğü ileri sürülmüştür. Emperyal reformlar illa sekülarizm ve B atı sempatiz anlığıy­ la özdeşleştirilmemiştir. 9 Tanzimat adı verilen Osmanlı reform süreci S a drazam Mustafa Reşid Paş anın 1 839 tarihli Gülhiine Hatt-ı Hümayu­ nundan bile önce başlamıştır. Tanzimat ile dini ve etnik Bağdatlı Abdurrahman Efendi, Brezilya 'da nk Müslümanlar: Brezil­ ya Seyahatnamesi, çev. Mehmet Şerif ve N. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi. 2006. Çeşitli Avrupa imparatorluklarında Müslümanların nasıl görüldü­ ğüne dair, bkz. David Motadel, "Islam and the European Empires," Historical Joumal 55, na. 3 , 20 1 2 , s . 83 1 -856. 71

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

farklılıkları dikkate alınmaksızın imp aratorluğun bütün teb aalarının eşit muamele görmesini s ağlamak, b öylelikle imp aratorluğun Avrup a ittifakındaki yerini iyice s ağlaml aş ­ tırmak v e dolayısıyla Avrup a-merkezli olsa da evrensel ol a ­ rak görülen emperyal normları pekiştirmek hedeflenmiştir. İmp aratorluğun evrens elliğinin kuvvetle desteklendiği bu fermanda her dinden Osmanlı tebaası için özgürlük ve eşit­ lik hem ş eriat hem de mevcut medeni normlar vasıtasıyla güvence altına alınmıştır. 10 O smanlı saltanatı, Moğolların

yasa geleneğinden türetilen ve kanun olarak bilinen dev­ let hukukunu zaten her daim içermiştir. Nitekim s ö z konu­ su Tanzimat Fermanında şeriata yapılan atıf, devlet hukuku ile ş eriat arasındaki ahenge iş aret ettiği kadar, eşit hakların güvenceye alınışını gerekçelendirmeyi de amaçlamıştır. Tan­ zimat Mısır, Tunus ve İran'da benzer reformlara ilham kay­ nağı olmuştur. Bu esnada Rus , Fransız, Felemenk ve Britanya imp aratorlukları da Müslüman teb aalarına kendi yönetim stratejilerine uygun düş en hoşgörü usullerini uygulamıştır. Bu emp eryal tazammun ve teb aanın eşitliği ülküsü hiç­ bir zaman kusursuzca hayata geçirilememiş , Müslüman ve Hıristiyanlarca paylaşılan diyarlarda ayrımcılık ve imtiyaz çeşitli ölçülerde sürüp gitmiştir. Ancak s ö z konusu ülkünün varlığı ve resmi b eyanata giren ifadesi, farklı imparatorluk­ ların teb aalarının o imp aratorluk merkezinden haklarını ta­ lep edebilmek için hukuka ve ilkelere b aşvurmasına imkan vermekteydi. Aynı zamanda bu ülküye s ahip imp aratorluk teb aası, kendi dini ve etnik kimliklerini aş arak imp aratorluk ideallerini benimseyip , farklı kimliklere s ahip diğer teb aa­ ya karşı çok daha hoşgörülü olabilmekte, onlarla işbirliğine girebilmekteydi. Bu ideal sayesindedir ki , Tanzimat sonra­ sındaki tüm O smanlı hükümetlerinde Rum ve Ermeni asıl­ lı, önemli ve etkili vekil ve bürokratlar bulunagelmiştir. Bu 10

On dokuzuncu yüzyılda Mısır'daki reform sürecine dair, bkz. Ken­ neth Cuno, "Egypt to c. 1 9 1 9 ," içinde: The New Cambridge History of Islam, vol. 5: The Islamic World in the Age of Westem Dominan­ ce, der. Francis Robinson, C ambridge: C ambridge University Press, 201 0, s . 7 9 - 1 06 . 72

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

kozmopolitanizm, din değiştirerek Protestan olan, 1 860'lı ve 1 870'li yıllarda O smanlı İmparatorluğunda gazeteci olarak görev yap an Lübnanlı Maruni Ahmed Faris eş-Şidyak ( 1 8041 887) gibi kişilerin Osmanlıcılığına da zemin teşkil etmiştir. E ş -Şidyak İngilizce İncil'i Arap çaya çevirdiği ve Paris sosya­ list hareketinde çalıştığı uzun kariyerinin ardından pan- O s ­ manlıcı el-Ceva 'ib gazetesini Arapça olarak İstanbul'da ya­ yınlamıştır. 1 1 Bu süreçte Hıristiyan Araplar O smanlıcılık fik­ rini benimseyip kamuoyunda s avunmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu , Mısır ve İran gibi yerlerde dev­ leti güçlendirmeyi amaçlayan bu ıslahatçılığın düşünsel te­ melleri, medeniyet fikrinin Müslümanlara özgü bir yorumu­ na dayanmaktaydı . İmp aratorluk elitlerinin p aylaştığı me­ deniyet ideali, reformların amacını farklı kültürel, dilsel ve dini geçmişe sahip herkesin eriş ebildiği düzeyli bir yaşam biçimi olarak, medeni olmak ve medeni bir yönetim biçimiy­ le yaşamak olarak görmekteydi . O smanlı elitleri bu mefhu­ mu 1 830'lu yıllarda Avrup alı meslektaşlarıyla paylaşmış ve onu isimlendirmek için medeniyet terimini kendileri türet­ miştir. 1 850'lerde ise medeniyetin anlamı "medeni milletler," "medeni dünya" ve "medeniyetin terakkisine" yapılan atıflar­ la pekişmiştir. Bu noktada hiç şüphesiz, en az Avrupa'daki imp aratorlukların kaymak tabakası kadar O smanlı elitleri de ilerleme, iyi yönetim ve refahın ön plana çıktığı tek bir dünya medeniyetinin varlığına inanmıştır. Avrupa'nın medeniyet anlayışını benimseyen Müslüman­ lar, bu anlayışın doğurduğu çatışmaların ve ihtilaflı siya­ setin de farkındaydı . 1 860' ların O smanlı bürokratlarından Münif Paş a Ç inlilerin Afyon Savaşlarındaki mağlubiyetlerini Çin İmp aratorluğunun s özümona düşük/geri olan medeniyet seviyesine bağlamıştır. Yoksa Ç in ordularının, kendisinden 11

ilham Khuri-Makdisi, "Ottoman Arab s in Istanbul, 1 860- 1 9 14: Per­ ceptions of Empire, Experience of the Metropole through the Wri­ tings of Ahmad Faris al-Shidyaq, Muhammad Rashid Rida and Jirji Zaydan," içinde: Imperial Geographies in Byzantine and Ottoman Space, der. Sahar Bazzaz, Yota B atsaki, and Dimiter Angelov, C amb­ ridge, MA: Harvard University Press , 2 0 1 3 , s . 1 59- 1 82 . 73

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ç o k daha küçük olan İngiliz orduları karşısında yenilgiye uğramaları başka türlü nasıl izah edilebilirdi? En önemli O smanlı gazetecisi, oyun yazarı ve reformculardan olan Na­ mık Kemal ise 1 8 7 1 yılında yazdığı bir makalede şu soruyu sormuştur: Medeniyet seviyesinde geri kalmış (gayrimüte­

meddine) milletler Avrupa'daki medeni milletler karşısında hürriyetlerini muhafaza edebilir mi? Kemal , medeniyetin "[dl ersler, talimler, kitaplar, makineler, terakkiler, icadları gibi yeniliklerine direnenler hürriyetlerini yitirecek ve yab ancı bir gücün hükmü altına girecektir ki, bu, ins anın haysiyetine hiçbir şekilde uygun düşmez," diye yazmıştır. Ona göre, Av­ rup alıların hükmündeki teb aalar olan Hintliler ve C e z ayirli­ ler özgürlüklerini sürdüremeyecek denli geri kalmıştır. Kemal ve benzeri yazarlar Avrupa'nın medeniyet anlayı­ şına b ağlı olmalarına rağmen, yüzeysel bir şekilde Avrup a kültürüne öykünmeye gerek duymamıştır: "Temeddün için Ç inlilerin sülük keb abı ekl etmeği alma­ ğa

muhtaç

olmadığımız

gibi , Avrupalıl arın

dansına,

usul-i münakehıitına taklit etmeğe de hiç muhtaç değiliz ( . . . ) Kendi ahla.kımızın ilcaatı, kendi aklımızın ta svib atı asar-ı medeniyetin fürı1' atına ma'a-ziyadetin kafidir. Hat­ ta öyle me'mı11 eyleriz ki, ş eriat-ı İslamiyenin kavaid-i münciye ve mevki ve halkımızın kabiliyat- ı fevkaladesi elde iken Kıbt ve Kel dan ve Yehud ve İran ve Arap ve Yu­ nan zamanlarında altı-yedi kerre marifetin darülmual­ limini ve terakkiyatın merkez-i intiş arı olan memalik-i Osmaniye'de iş layıkıyla tutulur ise measir bedi'asına dünyayı hayran edecek yolda bir medeniyet vücuda geti­ ,, rilebilir. .

Kevin Reinhart, "Civilization and Its Discussants : Medeniyet and Turkish C onversion to Modernism," içinde: Converting Cultures: Religion, Ideology, and Transformations of Modemity, der. Denise Washburn ve Kevin Reinhart, Leiden: Brill, 2007 , s. 267-290, 2 8 1 -282. Aynca bkz. Cemil Aydın, "Mecmua-i Fünı1n ve Mecmua-i Ulum Der­ gilerinin Medeniyet ve B ilim Anlayışı," yayınlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul Üniversitesi, 1 995. Özgün metin için, bkz. Namık Ke­ mal, "Medeniyet," içinde: Namık Kemal, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Bütün Makaleler-[, haz. Nergiz Yılmaz Aydoğdu, İsmail Kara, İstanbul: Dergah Yayınlan, 2006, s . 3 6 1 -çn. 74

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

Namık Kemal'in taklitçiliği reddederken dahi Müslüman dünyası ve Hıristiyan B atı diye iki muhayyel dünya arasında keskin bir aynın yapmaması dikkat çekicidir. Osmanlı elit­ leri, Avrup alı emsallerinin de yücelttiği medeniyet modeli vasıtasıyla imp aratorluklarını güçlendirirken, gurur duy­ dukları kendi dini veya kültürel farklılıklarını bir dereceye kadar koruyabileceklerine de inanmıştır. Medeniyet fikri aynı zamanda stratejik açıdan da önem taşımıştır. 1 848 yılında Osmanlı Sultanı Avusturya-Macaris­ tan İmp aratorluğunun hükmünden kurtulmayı amaçlayan Macar lider Lajos Ko ssuth dahil olmak üzere, Macar ve Leh devrimcilere himaye s ağlamıştır. Böylece Sultan, Avustur­ ya-Macaristan'ın müttefiki Rusya'ya muhalefet eden İngiliz liberallerin s aygısını kazanmıştır. Devrimciler en nihayetin­ de yenik düşüp sürgüne gönderilmiş olsa da, İstanbul'da­ ki geçici ikametgahlarından ayrıldıktan sonra İngiltere'de John Stuart Mill ve Giuseppe Mazzini gibi kişilerin dahil olduğu çevrelerde memnuniyetle karşılanmış , böylelikle ka­ muoyunda Ruslara karşı Osmanlıların tarafının tutulduğu tas dik edilmiştir. O smanlıların İngiltere liderliğindeki Av­ rupa'da liberal çevrelerle kurdukları yakın ilişkiler her iki taraf için de birtakım faydalar s ağlamıştır. Zira Osmanlılar Kırım Savaşında ( 1 853- 1 856) İngilizlerin yardımından yarar­ lanmış , O smanlı elitleri ise 1 85 7 'de Hindistan'ın ilk bağım­ sızlık ayaklanması sırasında Müslüman ve Hindu isyanına karşı İngilizlere destek vermiştir. Elbette medeni hayat biçiminin en başarılı örneği olarak görülen Avrupa'dan ilham alan tek Müslüman ıslahatçılar Osmanlılar olmamıştır. İstanbul'un egemenliği altındaki otonomi s ahibi Mısır'da Kavalalı Mehmed Ali Paş a , Avru­ pa'nın mali ve askeri yöntemleriyle daha önceki Müslüman ve Osmanlı tarihi tecrüb esinden edindiği vizyonu ıslahat sü­ recinde birleştirerek Mısır'ı güçlendirmiştir. 12 Askeri gücünü 12

P. J. Vatikiotis , The History of Egypt: From Muhammad Ali to Sa­ dat, B altimore: Johns Hopkins University Press, 1 980; Khaled Fah­ my, Mehmed Ali: From Ottoman Govemor to Ruler of Egypt, Oxford: Oneworld, 2009. 75

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

artıran Mehmed Ali, Mısır'ın hükmettiği topraklan güneye doğru genişletmiş ve 1 822 yılında Sudan'ı yönetimi altına alarak bu b ölgeyi hukuken O smanlı hakimiyetine katmıştır. 13 Hemen hemen aynı dönemde Maskat'taki Umman Sultan­ lığının Zeydi hükümdarları Zanzibar adasını ve Kenya-Mom­ ba s a'nın kıyı şeridini topraklarına katarak kendi emperyal siyasi vizyonunu sergilemiştir. 14 Sonraki dönemde, Zanzib ar Sultanı B argaş İbn Said'in ( 1 870- 1 888 dönemi) , s adraz amın­ dan İngiliz gazetelerinin içeriğini kendisine her gün özetle­ mesini isteyerek dünya haberlerini yakından takip ettiği b i ­ linmektedir. B argaş İ b n Said'in devletini güçlendirmeye yö ­ nelik projeleri Tanzimat döneminde yapılan reformlarla aynı doğrultuda olmu ş , telgraf istasyonlarını, s aat kulelerini ve tramvay sistemini de kapsamıştır. 1 880 yılında Zanzib ar'da s altanat matbaası kurulmuş ve Arap ça eserler yaygınlaştı­ rılmaya çalışılmıştır. 1 5 Tunus d a devleti güçlendirmeye yönelik ıslahatlar konu­ sunda büyük gayretler sarf etmiştir. Ç erkes asıllı Sadrazam Hayreddin Paşa liderliğinde bir anayas a taslağının hazırlan­ ması bu çab alar arasında yer alır. 16 Hayreddin Paşa ve çağ­ daşlarınca, Tanzimat döneminde yapılan ıslahatlar evrensel olarak tatbik edilebilen medeniyet mefhumundan türetildiği için, p arlamenter hükümetin ve mo dern devlet pratiklerinin

13

14

15

16

Mısır'ın Sudan üzerindeki ırksal söylemine ve idari emellerine dair, bkz. Eve M. Troutt Powell, A Different Shade of Colonialism: Egypt, Great Britain, and the Mastery of the Sudan, Berkeley: University of C alifornia Press , 2003. Beatrice Nicolini, The First Sultan of Zanzibar: Scrambling for Power and Trade in the Nineteenth-Century Indian Ocean, Prince­ ton, NJ: Markus Wiener, 20 1 2 . Jeremy Prestholdt, "From Zanzibar t o Beirut: S ayyida Salme bint Said and the Tensions of C osmopolitanism," içinde: Global Muslims in the Age of Steam and Print, der. James Gelvin ve Nile Green, Ber­ keley: University of C alifornia Press, 201 4, s. 204-226. Khayr al-Din Tunisi, The Surest Path: The Political Treatise of a Ni­ neteenth-Century Muslim Statesman, C ambridge, MA: Harvard Uni­ versity Press, 1 967. Ayrıca bkz. C arl Brown, The Tu.nisia of Ahmad Bey, 1 837-1 855, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1 974. 76

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

Müslümanların ve O smanlıların siyasi gelenekleriyle kıs ­ men d e o l s a uyuştuğu düşünülmüştür. 1 7 Osmanlı'da olduğu gibi, Tunus'ta da köle ticareti yas aklanmış ve Osmanlı haki ­ miyetindeki diğer topraklarda olduğu gibi, kölelik, ab olisyo ­ nizme b enzer herhangi bir ideolojik ya da dini hareket orta­ ya çıkmadan, yirminci yüzyılın başlarına gelene dek aşamalı olarak ortadan kalkmıştır. 18 Pragmatik ve etik devlet politi­ kaları ile ins anların eşitliğine ilişkin yeni ahlaki fikirlerin yanı sıra, kapitalist işgücü piyasası da modernleşen Müslü­ man toplumlarda köleliği s ona erdirmiş; tüm bunlar İslam dünyası ve B atı dünyası adına herhangi bir büyük medeniyet farklılığı iddiasında bulunulmaksızın gerçekle ş (tiril)miştir. 1 9 Bu konunun örnekleri

s aymakla bitmeyecek zengin­

liktedir. On dokuzuncu yüzyılın artalan, Kaçar İran'ı, Fas , Afganistan, Orta Asya hanlıkları ve Hint racalıklarında d a devletin güçlendirildiği b i r dönemdir. Bu bölgelerdeki ısla­ hatçı liderler, çoğu zaman diğer Müslüman hükümdarların ülkelerinde ve Avrup a'da neler olup bittiğini yakından takip etmiş tir. 20 17

18

19



Tunuslu Hayreddin Paşa hakkında yakın geçmişte yapılmış bir ye­ niden değerlendirme için, bkz. Syed Tanvir Wasti, "A Note on Tunus­ lu Hayreddin Paşa," Middle Eastern Studies 36, no. l , Ocak 2000, s . 1 -20. Ismael M. Montana, Abolition of Slavery in Ottoman Tunisia, Gai­ nesville, FL: University Press of Florida, 20 1 3 . Hakan Erdem, Slavery in the Ottoman Empire and lts Demise, 1 8001 909, H ampshire: Macmillan, 1 996. Kaçar Hanedanı yönetimindeki on dokuzuncu yüzyıl İran'ında re­ formlar hakkında, bkz. Nikki Keddie, "Iran under the Later Qaj ars , 1 848- 1 922," içinde: Cambridge History of Iran, vol . 7: From Nader Shah to the Islamic Republic, der. Peter Avery, Gavin R. G. Hambly ve Charles Melville, C ambridge: C ambridge University Press, 1 99 1 , s . 1 74-2 1 2; Abbas Aınanat, Pivot of the Universe: Nasir al-Din Shah Qajar and the lranian Monarchy, 1 831-1 896, Berkeley: University of C alifornia Press, 1 997. On dokuzuncu yüzyılda Fas 'taki reform­ lar hakkında, bkz . Amira K. Bennison, "The 'New Order' and Islamic Order: The Introduction of the Nizami Army in the Western Magh­ rib and Its Legitimation, 1 830-73,'' lnternational Journal of Middle East Studies 36, 2004, s. 59 1 -6 1 2. 77

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Islahatçı Müslüman hükümdarlar kendilerini, Avrupai ya­ yılmanın mağdurları olarak değil, on dokuzuncu yüzyıldaki yeni idari tekniklerden güç temerküzü için istifade edebilen taraftarları ve etkin uygulayıcıları olarak görmüştür. Müs ­ lüman toplumlar dahilindeki v e arasındaki çeşitliliğin köklü tarihi sayesinde kamuoyu da çoğunlukla onların tarafında olmuştur. Örneğin Osmanlı hükümeti 1 856'da gayrimüslim­ lere uygulanan özel cizye vergisini kaldırmak istediğinde fa­ kihlerden ve alimlerden de destek almıştır. Müslüman elitler Hıristiyanlara ve Yahudilere eşit vatandaşlık haklarının veril­ mesini, Osmanlı idari geleneğinin dönemin değişen koşulla­ n

ve imparatorluğun ihtiyaçlarına uygun ve meşru biçimde

yeniden yorumlanması olarak görmüştür. Bu ıslahatın bazı yönlerine karşı çıkan Müslümanlar eleştirilerini İslam dünya­ sının kaderine yahut tek bir evrensel İslam anlayışına ilişkin ülkülere dayandırmamıştır. Cizye hiçbir zaman yeniden yü­ rürlüğe konmamış , herhangi bir nostaljik dini uyanışa konu olmamış, hatta Osmanlı İmparatorluğunun son dönemindeki hiçbir ideolojik grup tarafından ismen bile anılmamıştır.2 ı Osmanlı topraklarında kapitülasyonlar olarak adlandırı­ lan ve Ç in, Jap onya, İran ve Mısır gibi diğer Avrup a-dışı top­ lumlarda da uygulanan, Avrup alı tüccarların ve vatandaşla­ rın imparatorluk dahilindeki kanunlardan muaf tutulduğu uygulama dahi emperyal elitlerin pek çoğunu ilk başlarda rahatsız etmemiştir. Zira farklı teb aaların kendine has hu­ kuki pratikleri takip etmesi, yani hukuki çoğulculuk erken mo dern ve modern dönemlerde imparatorluk yönetiminde kabul gören uygulamalardan biri olagelmiştir. Örneğin Tu­ nus 'taki ıslahatçı hükümdarlar her hukuki davanın dayanak ve taraflarına b ağlı olarak tebaalarının elçilik mahkemele­ rinden Yahudilerin Talmud yasasına ve ş eriata uz anan çeşit­ li hukuki yollara b aşvurmasına izin vermiştir. 22 21

22

Mehmet Yıldız, " 1 856 Islahat Fermanına Giden Yolda Meşruiyet Ara­ yışlar: Uluslararası B askılar ve Cizye Sorununa Bulunan Çözümün İslami Temeller," Türk Kültürü incelemeleri Dergisi 7, Sonbahar 2002, s. 75- 1 1 4. On dokuzuncu yüzyılda Tunus'taki hukuk sistemine dair, bkz. Julia 78

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

Islahat yanlısı Müslüman elitler kendilerini Avrupa mağ­ duru olarak görmediği gibi, Avrupa toplumuna dahil olmaya çalış an yab ancılar olarak da görmemiştir. Bilakis, O smanlı ve Mısır elitleri Avrup a-Akdeniz emperyal düzeninin gelişi­ mine katkıda bulunmuş ve önde gelen p ek çok Avrup alı on­ ların bu çabasını takdirle karşılamıştır. Örneğin İngiliz Dı­ şişleri B akanı Lord Palmerston, kendinden emin bir dille on yıllık b arış çıl bir yeniden teşkilatlanma ve reform s üreciyle Türkiye'nin "hatırı s ayılır bir güç olmaması için hiçbir s e ­ bep yoktur," diyerek Tanzimat döneminde yapılan ıslahatları desteklemiştir. 23 Avusturya Prensi Metternich, Lord Palmers ­ ton'a nazaran daha muhafazakar olsa da, Osmanlı İmpara­ torluğunun Avrup a emperyal sisteminin bir p arçası olduğu­ nu kabul etmiştir. Gerek Palmerstone , gerekse Mattemich Hıristiyanlığın İslam ve diğer dinlerden üstün olduğunu dile getirmiş , Müslümanlarla ve Osmanlılarla ilgili aşağılayıcı yorumlarda da bulunmuştur. Ancak her iki isim de ne Avru­ pa imp aratorluklar topluluğunun Osmanlı İmp aratorluğunu dışlaması gerektiğini ne de Hıristiyanların yalnızca başka Hıristiyanlar tarafından yönetilmesinin icap ettiğini ileri sürmüştür. Nitekim hem Müslüman hem de Hıristiyan elitlerin pen­ ceresinden bakıldığında, on dokuzuncu yüzyıl imp arator­ lukların güçlendirildiği bir diplomasi ve strateji dönemi olmuştur. O smanlılar diğer güçlerle yaptıkları ittifaklarına, din kardeşliği veya dini gelenek paydaşlığından daha faz l a saygı göstermeyi sürdürmüştür. Osmanlı sınırlarının hemen öte tarafında yaş ayan Kafkasya Müslümanları 1 840'lı ve

23

Clancy-Smith, Mediterranean North Africa and Europe in an Age of Migration, c. 1 800-1 900, Berkeley, CA: University of C alifornia Pre s s , 20 1 0. H. L. Bulwer, Life ofPalmerston, 3 cilt, Londra, 1 870- 1 874, 2 : 298'den aktaran M. E . Yapp, "Europe in the Turkish Mirror," Past and Pre­ sent, no. 1 37 , Kasım 1 99 2 , s. 1 55. Metternich ve Osmanlı reformcula­ n arasındaki bağlantılar ve kıyaslamalar için ise bkz. İlber Ortaylı, "Tanzimat Bürokratları ve Metternich," içinde: Osmanlı İmparator­ luğu'nda İktisadi ve Sosyal Değişim: Makaleler, Cilt 1 , Ankara: Tur­ han Kitabevi, 2000. 79

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

1 8 50'li yıllarda Rus İmp aratorluğunun topraklarını geniş­ letmesine direnirken, O smanlılar, Ruslarla uzun z amandır hasım olmalarına rağmen, Müslüman direnişçilere destek verememiştir. Aldıkları yenilginin ve yurtlarının Rus İmp a­ ratorluğu topraklarına katılmasının ardından yarım milyo­ nu aşkın Kafkasya Müslümanı , etnik temizlik uygulamasının ilk modem örneklerinden biri olarak görülmesi gereken bir s üreçle, büyük kayıplar eşliğinde Osmanlı egemenliğindeki topraklara göç ettirilmiştir. 24 Fakat çok sayıda Müslüman da Rusya'nın parçası olabilmiştir, zira emperyal yapı bunu gerektirmektedir. Tıpkı Osmanlı sultanının Hıristiyan teb aa­ sına hükmedebilmesi gibi, Rus Ç arının Müslümanlara hük­ metmesi ve onlara dini haklarını vermesi de olağan bir şey olarak kabul görmüştür.25

Milliyetçilik ve Din Küres elleşen Mü slüman kimliğinin on dokuzuncu yüzyıldaki en önemli ve belki de şaşırtıcı s ayılabilecek ilham kaynakla­ rından biri, on dokuzuncu yüzyıl boyunca Osmanlı hakimi ­ yeti altında gelişen Hıristiyan milliyetçiliğidir. Avrup a'nın Yunan, Sırp, Rumen ve Bulgarların Osmanlı idaresinden b ağımsızlaşmasına verdiği destek emp eryal normları altüst etmiştir. Farklı Hıristiyan hükümdarların hakimiyeti altın­ da yaş ayan Müslümanlar, Hıristiyan milliyetçilerin Osman­ lı hükümdarlarına karşı başlattığı ayaklanmaları yakından takip etmi ş , bu ayaklanmalara Avrupa kamuoyunda verilen destek Müs lüman kimliğinin siyasallaştırılması açısından b elirleyici olmuştur. Güneydoğu Avrup a'daki Hıristiyanlar tam da Avrup a im­ p aratorluklarının Afrika ve Asya'daki Müslümanları sömür­ geleştirme çab alarını artırdığı bir zamanda Osmanlı'ya isyan 24

25

Thomas Sanders , Ernest Tucker ve Gary Hamburg, (haz ve çev.) Rus­ sian-Muslim Confrontation in the Caucasus: Altemative Visions of the Conflict between Imam Shamil and the Russians, 1 830-1 859, New York: Routledge Curzon, 2004. Robert D. C rews , Far Prophet and Tsar: Islam and Empire in Russia and Central Asia (C ambridge, MA: Harvard University Press, 2006. 80

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

ederek b ağımsızlığına kavuşmu ş , b u durum emperyal yapıyı tehdit eden ırksallaştırıcı dengesizlikler yaratmıştır. Örne­ ğin Yunan İsyanının s onuçlanması, Fransızların C ezayir'i istilasıyla aynı döneme denk gelmiş; Fransa'nın Yunanların bağımsızlığını kutlarken C ezayir'i sömürgeleştirmesi b ariz bir ikiyüzlülük örneği olmuştur. Tabii, yine aynı dönemlere denk gelen Kırım Savaşı ve Hindistan Ayaklanması gibi ça­ tışmalar esnasında emp eryal evrenselliğin ve kozmopolita­ nizmin sınırları sınanmı ş s a da, Düvel-i Muazzama (Büyük Güçler) , emp eryal mantığı yeni bir dil ve tez etrafında yeni­ den formülleştirerek, pozisyonundan geri adım atmamıştır. Ancak değişik isyan ve s avaşlarla emperyal evrens elciliğin çelişkilerinin ortaya konması on dokuzuncu yüzyıl emperyal sisteminin sürekli olarak karşı karşıya kaldığı gerilim ve çe­ lişkileri açıkça göstermektedir. Söz konusu gerilimin en önemli kaynaklarından b iri, 1 82 1 yılında başlayan Yunan B ağımsızlık S avaşı olmuştur. Bunun öncesinde Yunanlar neredeyse dört yüzyıl b oyunca, farklı etnik kökenlerden gelen Hıristiyan ve Müslümanların oluşturduğu Osmanlı imp aratorluk mozaiğinin bir parça­ sı olarak yaş amıştır. 26 Özellikle İstanbul'daki Yunan (Rum) elitler O smanlı İmp aratorluğunun en ayrıcalıklı Hıristiyan zümresi olmuş, hatta on dokuzuncu yüzyılın başlarında bazı Rum aileler Osmanlı bürokrasisinde eskisine göre çok daha etkili hale gelmiştir. 27 Ancak bu elitler Avrup a ve Rusya genelinde eğitim ve kül­ tür ağları kurmuş; bu ağlar vasıtasıyla milliyetçilik, hürriyet ve tiranlığa direnmek gibi Aydınlanma Ç ağı fikirlerinin yanı sıra, Yunanistan'ın Avrup a tarihindeki yerine ilişkin roman­ tik düşünceleri ve Rusya'nın da iddia ettiği Ortodoks Hıristi­ yanların Müslüman sultandan b ağımsız olması gerektiğine 26

27

Osmanlı yönetimindeki B alkanlar'da Hıristiyanlann durumuna dair, bkz . Barbara Jelavich, History of the Balkans: Eighteenth and Nine­ teenth Centuries, C ambridge: C ambridge University Press, 1 983. Christine May Philliou, Biography of an Empire: Goveming Otto­ mans in an Age of Revolution, Berkeley, CA: University of C alifornia Press, 20 1 1 . 81

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

dair s avlan özümsemiştir. 28 Osmanlı teb aalarının despot yö­ netimden yakınması gayet olağandır; ne de olsa Müslüman teb aaların bile imp aratorluk hakkında haklı şikayetleri ol­ muştur. Z aten p ek çok defa bizzat Müslüman askerler, Yeni­ çeri isyanlarında görüldüğü gibi, Osmanlı sultanını alaş ağı etmiş , hatta b azı durumlarda sultanı katletmiştir. Ancak Yu­ nan milliyetçiler yalnızca imp aratorluk dahilinde daha iyi muamele talebinde bulunmamış , ayn bir Yunan devleti de istemiştir. Tuna B eyliklerinde (günümüzün Romanya'sında) Rusla­ rın desteğiyle başlayan ilk Yunan ayaklanması çok geçmeden Mora bölgesine yayılarak Hıristiyanlar ve Müslümanlar ara­ s ında bir çatışmaya dönüşmüştür. Yunanistan'ın güneyin­ deki Müslümanlar isyan sırasında İstanbul'un temsilcileri olarak görülmüş ve bu sebeple katledilmiştir. Görünüş e b akılırs a Osmanlı elitleri bu isyanın yeni mil­ liyetçi niteliğini anlayamamıştır. Sultan II. Mahmud s adık Rum bürokratları en önemli idari mevkilerdeki görevlerin­ den alarak cezalandırmış , ancak bu hamle s adece Yunan­ l arın milliyetçi duygularını körüklemeye yaramıştır. D aha da önemlisi, Sultan, Hıristiyan Rum teb aasının kendisine b ağlılık göstermesini s ağlayamamakla suçladığı Fener'de­ ki Ko stantiniyye Patriği V. Grigorios 'un idam edilmesini de emretmiştir. Aslına b akılırs a Patrik, Yunan milliyetçileri kınamıştır ve milliyetçilerin Hıristiyan Ortodokslara özgü j argonuyla bölgedeki p ap azları kendi s aflarına çekmeyi b a ­ ş armasına rağmen, Yunan İsyanı i l e Patriklik arasında hiç­ b ir kanıtlanmış b ağlantı yoktur. 29 Patriğin idamı, emp eryal 28

29

Stathis Gourgouris, Dream Nation: Enlightenment, Colonization, and the Institution of Modem Greece, Stanford, CA: Stanford Uni­ versity Press, 1 996. İmparatorluğun Ortodoks Hıristiyanlannın beklentilerini de kapsa­ mak üzere, Yunan milliyetçiliğinin vizyonuna dair bir değerlendirme için, bkz. Victor Roudometfor, "From Rum Millet to Greek Nation: Enlightenment, Secularization, and National Identity in Ottoman Balkan Society, 1 453-1 82 1 ," Joumal ofModem Greek Studies 1 6 , no. l, 1 998, s . 1 1 -48. 82

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

taktikleri kullanarak e ş i benzeri görülmemiş bir milli isyanı bastırmaya çalış an Sultanın ş aşkınlığını bir kez daha yan­ sıtmıştır. Patriğin idamıyla ilgili haberler Avrupa'daki "zalim Müslüman sultan" imajını tas dik edip p ekiştirmiş , Avrup alı­ ların Yunan milliyetçiliği davasına daha fazla semp ati duy­ masına yol açmıştır. Başlangıçta O smanlılar Kavalalı İbrahim Paş anın yar­ dımıyla Yunan İsyanını bastırmayı baş armıştır. Ne var ki, milliyetçi Yunanların mücadelesi kısa süre içinde İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Rus elitlerinden muazzam destek top ­ lamıştır.30 Yunanistan'ın Avrupa'da kaz andığı bu olağanüstü kamuoyu desteği , Yunanların davasına mali destekte bulun­ duktan ve akabinde Yunanistan'da askeri sefer halindeyken vefat ettikten s onra B eyaz Hıristiyan Avrup alıların Yunan­ larla dayanışmasının simgesi haline gelen Lord Byron'ın ş i ­ irlerinde betimlenmiştir. Elbette Avrupa'daki Hıristiyanlar arasında farklı görüşlere de rastlanmıştır. Byron'ın çağdaşı Thomas Hope, Anastasius adlı romanında teb aasının özgür­ lüğünü güvence altına alan bir O smanlı İmp aratorluğu tas ­ vir etmiştir. 3 1 İskoç diplomat David Urquhart i s e başlangıçta Yunan b ağımsızlık hareketini desteklemiş , fakat sonrasında Osmanlıların Hıristiyanlar dahil olmak üzere , tüm tebaasına hükmederken gösterdiği hoşgörüyü övmüş ve Osmanlı İm­ paratorluğuyla b erab er Osmanlı-İngiliz ittifakına da destek vermiştir. 32 Bununla birlikte, bütün unsurlar hesaba katıldığında Yu­ nan İsyanı Avrup a kamuoyunun Osmanlıların aleyhine dö­ nüşünü hızlandırmaya vesile olmuştur. Avrup a'daki impara3°

31

32

Filhellenizm hakkında bkz. Suzanne 1 . Marchand, Down from Olym­ pus: Archaeology and Philhellenism in Germany, 1 750-1 970, Prince­ ton, NJ: Princeton University Press , 2003 . Thomas Hope, Anastasius; or Memoirs of a Greek, Londra: Harper, 1 83 1 . David Urquhart, England, France, Russia, and Turkey, Londra: J. Ri­ dgway and Sons, 1 835; Nazan Çiçek, The Young Ottomans: Turkish Critics of the Eastem Question in the Late Nineteenth Century, New York: Tauris Academic Studies , 20 1 0. 83

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

torluklar Viyana Kongresinin milliyetçilik-karşıtı ilkelerine rağmen Yunan milliyetçiliğine destek vermek üzere seferber olmuştur. Bunun sonucunda ortaya çıkan diplomatik ve a s ­ keri müdahale Yunan bağımsızlığı açısından belirleyici b ir etmendir. Bu b ağlamda, Ç ar I. Nikolay ( 1 82 5 - 1 855 dönemi) Rusların Balkanlar'daki Ortodoks Hıristiyanları koruyacağı­ na dair iddiasını güçlendirmiş , böylece Osmanlı İmp arator­ luğunun hükmü altındaki Ortodoks Hıristiyanların milliyet­ çilik hareketine destek vermiş ve Viyana Kongresinde kurul­ ması öngörülen emperyal dengeyi hepten b ozmuştur. Yine de Yunan İsyanının Müslümanların ve Yunanların (Rumların) emperyal yapının çatısı altında bir arada yaş ayı­ şına s on verdiğini düşünmek yanlış olur. Yunan b ağımsızlığı emp eryal sistemin sonu olmaktan ziyade, hala büyük ölçüde s ağlam olan emperyal sistemin ilk gerileyiş aş amalarından biridir. O smanlı İmp aratorluğu 1 83 0 Londra Protokolüy­ le Yunanların ayrılış ını ve bağımsızlığını kabul ettiğinde, neredeyse yeni Yunan Krallığındaki kadar çok sayıda Rum teb aanın vatanı konumundadır. Yunanistan Millet Meclisi, b ağımsızlık kazanıldıktan kısa süre s onra Bavyera Prensi Otto 'yu Yunanistan kralı olarak seçerek, hakim emperyal düzen karşısındaki milliyetçi alternatif imajını dizginlemiş ­ tir. Zira Yunanistan d a artık bir krallık ve hatta potansiyel bir imparatorluktur. 33 Osmanlı İmp aratorluğu ise 1 840 ile 1 848 yılları arasında Atina elçisi olarak görev yap an dip ­ lomat Kostaki Musurus gibi sadık Rum teb aasıyla kuvvetli b ağlarını korumaya özen göstermiştir. Musurus'un O smanlı İmp aratorluğuna olan bağlılığı öylesine güçlüdür ki , Yunan siyas etçiler onu Yunan milliyetçilik davasına ihanet etmekle suçlamış, bu suçlamalar 1 848 yılında kendisine yöneltilen b a ş arısız suikast girişimiyle sonuçlanmıştır. Avrup a emperyal hukukunu ve ilişkilerini kap sayan em­ p eryal düzen anlayışı da Yunan B ağımsızlık Savaşından s ağ 33

Bkz. Eric Weitz, "From the Vienna to the Paris System: Internatio­ nal Politics and the Entangled Histories of Human Rights , Forced Deportations, and Civilizing Missions," American Historical Review 1 1 3 , no. 5, 2008 , s . 1 3 1 3 - 1 343, 1 3 1 7 . 84

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

çıkmıştır. Osmanlı İmp aratorluğu ve Yunanistan Krallığı diplomatik olarak eşit muamele görmüştür. Yunanistan Kra­ lı, O smanlı elçisi Musurus'u bir davette gücendirdiği zaman Musurus Atina'dan ayrılmış , Yunan hükümeti Osmanlı'ya resmi bir özür sunana dek makamına geri dönmemiştir. Mu­ surus'a suikast girişiminde bulunan kişi Osmanlı pasaportu taşıyan bir Yunandır ve Yunanistan, İstanbul' un diplomatik talebi üzerine, bu şahsı cezalandırılması için Osmanlı yet­ kililerine teslim etmiştir.34 Zira Avrup a imp aratorlukları ile Avrup alı-olmayan ve "geri" yahut "medenileşmemiş " görülen devletler arasında yapılan eşitsiz antlaşmalar henüz siste­ matik hale gelmemiştir. Yunan b ağıms ızlığı döneminde Av­ rup a uluslararası hukukunda bu tür ırkçı ayrımlar henüz keskinleşmemiş tir. Yunan b ağımsızlığıyla hemen hemen aynı dönemde Av­ rup alıların bir projesi daha emperyal sistemin yapısını sarsmıştır. Fransızların, tam da Avrup alılar Osmanlı'daki Hıristiyanların kendi kaderini tayini konusunda bastırır­ ken, Osmanlı'ya b ağlı C ezayir'i işgal etmesi b ariz bir çelişki olu şturmuştur. Fransızlar ilk b aşta Osmanlı kuvvetlerini mağlup etmiş , ancak C ez ayirli Müslümanların direniş i , özellikle kozmop o ­ lit Sufi Emir Ab dülkadir el- C ezairi'nin ( 1 808-1 883) önder­ liğindeyken daha güçlü ve uzun soluklu olmuştur.35 Ab dül­ kadir, C ezayir'in b atısında b ir devlet kurmayı amaçlayarak Cezayir'deki işgalci Fransız kuvvetlerine karşı cihad ilan et­ miştir. Ancak en nihayetinde o da yenik düşmü ş , 1 84 7 yılında kuvvetleriyle birlikte Fransız güçlerine teslim olmuştur. Silahlı direniş sürerken bazı C ezayirli aydınlar Hıristi­ yanlara emperyal b askı karşısında Yunanları desteklemeleri için ilham veren evrensel Aydınlanma, milliyetçilik ve hürri­ yet değerlerine atıfta bulunarak, Fransızların işgal girişimine a•

35

Nurdan Şafak, "Bir Tanzimat Diplomatı Kostaki Musurus Paş a," Marmara Üniversitesi Tarih ABD, yayınlanmamış doktora tezi, İs­ tanbul, 2006. Bruce Vandervort, Wars of Imperial Conquest in Africa, 1 830-1 91 4, Bloomington, IN: Indiana University Press , 1 998. 85

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

s o n vermelerini istemiştir. 1 83 3 'te Hamdan Hoca Fransızca kaleme aldığı imparatorluk-karşıtı (anti-emperyal) metinle Fransız kamuoyuna seslenmiş , Müslümanların öldürülmesi­ nin ve İslami kurumların yok edilmesinin Fransa'nın benim­ sediği yüce evrensel değerlerle çeliştiğini s avunmuştur. Fran­ sız liberallerin dilini kullanarak, Fransızların Yunan, Belçika­ lı ve Leh milliyetçiliğini s avunmasından b ahs etmiş ve onlara, Fransa'yla dost olacak ve medenileşme sürecine örnek teşkil edecek, kendi kendini yöneten milli bir C ezayir fikrine niçin aynı şekilde destek vermediklerini sorgulamıştır.36 Yunanistan'ın b ağımsızlığı ve C ezayir'in sömürgeleş ­ tirilmesi arasındaki zıtlık daha s onra p e k ç o k defa tekrar edilecek bir ikiyüzlülük örüntüsü oluşturmuştur. Avrupalı Hıristiyanlar Sırp , Rumen ve Bulgarların Osmanlı İmp ara­ torluğundan b ağımsızlaşmak için verdiği mücadeleleri des­ tekleme eğilimi gösterirken, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Gü­ ney Asya'daki bütün Müslümanlar Rusya, Fransa, Hollanda ve Britanya tarafından sömürgeleştirilmiştir. Britanya'nın hakimiyeti altındaki bazı Müslüman Hintliler de bu olayları Hamdan Hoca ile aynı şekilde algılamıştır. Bu çelişkilerden yola çıkarak, Hint Müslümanları O smanlı İmparatorluğu­ nun Girit ve Bulgaristan'daki Hıristiyan ayaklanmalarını bastırma hakkına destek vermiş ve Britanya hükümetinden O smanlılara arka çıkmasını istemişlerdir. Ancak Avrup a elitleri v e kamuoyu b u Müslüman eleştirisini reddetmiştir. Zira Hıristiyanlıkla gurur duyan ve s ömürge halklarına karşı imp aratorluk merkezindeki B eyaz ve Hıristiyan milletlerin milliyetçiliklerini vurgulayan ırkçı dönüşüm, Avrup a'da güç­ lenip yaygınlaşma dönemine girmiştir. On dokuzuncu yüzyıldaki en emp eryal s avaş olan Kının S avaşı dahi kısmen dini farklılıkların siya s allaştırılması se­ bebiyle çıkmıştır. Bu savaş, Rusya'nın kendini, Ortodoks Hı­ ristiyan Osmanlı teb aasının koruyucusu olarak kabul ettir­ me isteği ve O smanlı hakimiyetindeki Kudüs 'te yaş ayan Or-

36

Jennifer Pitts , "Liberalism and Empire in a Nineteenth-C entury Al­ gerian Mirror," Modem Intellectual History 6, no. 2, 2009, s. 287-3 1 3 . 86

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

todoks Hıristiyanlara daha fazla ayrıcalık tanınmasını talep etmesiyle p atlak vermiştir. Ancak Rusların 1 85 3 'te Sinop 'ta Osmanlılar karşısında kazandığı ilk deniz zaferinin ardın­ dan emp eryal düzen kendini göstermiştir. Sonraları Sardin­ ya (Piemonte) Krallığının da aralarına katıldığı Britanya ve Fransa, 1 8 54'ün Mart ayında Osmanlı İmparatorluğuna des ­ tek vererek Rusya'ya s avaş açmıştır.37 S o n derece kanlı geçen ve gelişen askeri teknolojinin muazzam can kaybına yol açtı­ ğı bu s avaş Rusların mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır. Osmanlılar kazandıkları zaferle büyük gurur duymuştur. Onların b akış açısına göre, Kırım Savaş ı tamamen emperyal türden bir ihtilaftır, zira cihad ilan edilmemiş tir ve Hıristiyan askerler Müslümanlarla beraber Osmanlı için can vermiş ­ tir. İngiliz v e Osmanlı elitleri b u s avaşı medeniyetin kendini Rus b arbarlığından koruması olarak görmüştür. Paris Kong­ resindeki b arış görüşmeleri esnasında, Düvel-i Muazzama, Osmanlı İmp aratorluğunun Avrup a kuvvetler birliğinin bir parçası olduğunu duyurmuş ; böylelikle Osmanlıların imp a­ ratorluklar arası düzendeki egemenliğini ve eşitliğini güven­ ce altına almıştır. Osmanlı Sultanı ise Hıristiyan tebaasının koşullarını iyileştirmeyi kabul etmiştir. Diğer bir deyişle, bu barış antlaşmasıyla Avrup a'daki emp eryal statüko , Osman­ lı İmp aratorluğunu kesin biçimde kap s ayarak bir kez daha temin edilmiştir. Osmanlılar da, örneğin 1 860 Suriye Ayak­ lanması sırasında Hıristiyanları Müslüman s aldırganlardan koruyarak ortaya koydukları üzere, tam olarak bu evrens el emperyal medenilik sistemine dahil olmayı arzulamıştır. Kırım Savaşı s ona erdikten yalnızca bir yıl s onra, yani 1 85 7 yılında çıkan Hindistan Ayaklanması emperyal yapıyı bir kez daha sınamıştır. Dini kimliklerin önemini gitgide ar­ tırdığı inkar edilemez olsa bile, çatışma son bulduğunda em­ peryal mantığın zaferi bir kez daha doğrulanmıştır. Britanya İmp aratorluğu topraklarını, görünürde hala Müslüman B a­ bürlülerin hakimiyetinde olan Hindistan'da aşamalı olarak a1

C andan B adem, The Ottoman Crimean War, 1 853-1 856, Baston: Brill , 20 1 0 . 87

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

genişletmiştir. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarihinin bü­ yük bir bölümünde dolaylı yönetime ve Hint racalıklarıyla kurduğu haraçgüzar ittifaklara itimat etmiştir. Yani şirket yerel işbirliğine ihtiyaç duymuş , din alimlerinin ve askeri yetkililerin de aralarında bulunduğu pek çok Hindu, Müslü­ man ve Sihle bu ittifakı s ağlamıştır. Şirketin bu alandaki baş arısına rağmen 1 0 Mayıs 1 8 5 7 tarihinde isyan çıkmıştır. Devrimcilerin i l k önemli hamlesi, yaşlı B abür İmp aratoru B ahadır Şah'ı yeniden tahta çıka­ rarak emp eryal meşruiyetin süregelen gücünü sergilemek olmuştur.38 Birçok Müslüman alim cihad çağrısında bulun­ muş , benzer b içimde pek çok Hindu da b aşkaldırısını dini ülküler temelinde gerekçelendirmiştir. C ihad çağrılarının Hinduları değil , yalnızca İngilizleri hedef almış olması dik­ kate değerdir; zira bu durum hem Hindu hem de Müslüman geleneklerine s aygı gösteren köklü ve kap s ayıcı bir imp ara­ torluk vizyonuna iş aret etmektedir. 1 8 57 Ayaklanmasındaki Hindu-Müslüman işbirliği oldukça çarpıcı olup, yirminci yüzyılın ortalarındaki Müslüman-Hindu ayrılıklarının ta­ rihsel olarak h ayli geç bir dönemde ortaya çıkışını ve ne den­ li yeni bir mesele olduğunu göstermektedir. B abür İmp aratorunun sancağı altında Müslüman daya­ nışmasına yönelik çağrılar da yapılmış , fakat ayaklanma diğer Müslüman hanedanlardan destek görmemiş ve iki yıl içinde bastırılmıştır. Osmanlı İmp aratorluğu İngiliz müt­ tefikine arka çıkmış ve İngiliz s avaş mağdurlarına yardım göndermiştir. Kırım Savaşındaki O smanlı-İngiliz işbirli­ ği göz önüne alındığında, Osmanlıların bu bağlılığı pek de ş aşırtıcı değildir. Üstelik emperyal ittifak her iki devlete de fayda sağlamıştır; İngilizler Hindistan'daki hil.kimiyetlerini haklı çıkarmak için sıklıkla Osmanlı halifesiyle olan dost­ luklarına atıfta bulunmuştur.39 38

39

William Dalrymple, The Last Mughal: The Emperor Bahadur Shah Zafar and the Fall of Delhi, 1 857, Londra: Bloomsbury, 2006 . Azmi ôzcan, "Attempts to Use the Ottoman C aliphate as the Legiti­ mator of British Rule in India," içinde: Islamic Legitimacy in a Plu­ ral Asia, der. Anthony Reid ve Michael Gilsenan, Londra: Routledge, 2007, s . 7 1 -80. 88

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

İsyan bastırıldıktan sonra İngiliz İmp aratorluğu Hin­ distan'da önceleri Doğu Hindistan Şirketinin yönettiği tüm toprakların kontrolünü doğrudan ele geçirmiş, daha sonra da Kraliçe Victoria Hindistan İmp aratoriçesi ilan edilmiştir. Bu, tam da imp aratorlukların kaçınmayı umduğu türden do­ laysız bir hakimiyet ve sorumluluktur. öte yandan, İngiliz basını 1 857 Ayaklanmasını Müslümanlarla ilişkilendirerek, onları dinleri üzerinden suçlayıp sadakatleriyle ilgili şüphe uyandırmıştır. William Wilson Hunter'ın Müslüman Hintli­ ler: Kraliçeye Mutlaka Başkaldırmak Zorundalar Mı ? ( 1 87 1 ) adlı kitabında "iyi bir Müslüman asla Hıristiyan b ir krali­ çeye sadık kalamaz" tezini eski fıkıh metinlerine referansla delillendirmiştir.40 İngiliz sömürgelerindeki görevliler Hin­ duların aksine Müslümanların imp aratorluğa sadık olama­ yacağını s avununca, dönemin Müslüman alimleri hemen bu teze karşı reddiyeler yazmaya koyulmuştur. Seyyid Ahmed Han Müslümanların İngiliz tahtına sada­ kati sorusuna net bir ş ekilde olumlu cevap vermiştir; ona göre , Müslümanlar da Hıristiyan kraliçenin eşit teb aası ola­ rak sadık olmalıydı . Hindistan'ın en etkili Müslüman lider­ lerinden biri olan Seyyid Ahmed Han İngiliz emp eryal haki­ miyetini b enimseyen mo dernist Müslüman kimliğini ortaya koymuş olsa da, imp aratorluğa yaranmaya ç alışan alelade bir ş ahsiyet değildi . Kendisi aynı zamanda İngiliz misyoner­ lerin ve s ömürge yetkililerinin İslam-karşıtı söylemlerine karşı çıkmaktaydı . Seyyid Ahmed Han emperyal evrenselci­ lik projesini kaydadeğer biçimde s omutlaştırmış, Müslüman kimliğini Hıristiyan hükümdar Kraliçe Victoria'nın s ancağı altında s avunarak Britanya İmp aratorluğunu daha eşit ve kap sayıcı hale getirmeye çabalayan biriydi. Nitekim 1 875 yı­ lında hem Müslüman hem de Britanyalı nitelikleri taşıyan yeni bir Hintli nesli yaratmak için Muhammedi Anglo- 0 riental Kolejini kurmuştur. Han, çoğunluğunu Müslüman vilayetlerin seçkinlerinin çocuklarının oluşturduğu kolejin 40

William Wilson Hunter, The Indian Musalmans: A re They Bound in Conscience to Rebel against the Queen ?, Londra: Trübner, 1 87 1 . 89

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

öğrencilerinin Hindistan'da b i r yandan imparatorluğa hiz­ met ederken, bir yandan da Müslüman topluluğun statüsü­ nü güçlendirmesini ummuştur. 1 880'li yıllarda İngilizlerin ve O smanlıların jeopolitik çıkarları birbirinden ayrılmaya b aşladığında, Seyyid Ahmed Han, Müslüman Hintlilerin dini vecibeleri gereği İstanbul'daki Halifeye değil, Londra'daki Hıristiyan hükümdarlarına itaat etmesi gerektiğini s avun­ muştur.41 (Bu, imp aratorluk mantığına göre, Osmanlı elitle­ rinin de anlayabildiği ve Rus İmp aratorluğuyla ihtil aflı ol­ dukları dönemde kendi Ortodoks Hıristiyan teb aalarından b ekledikleri türden bir s adakattir. ) Seyyid Ahmed Han bu görüşlerinde yalnız değildi . Britanya Hindistan'ındaki daha pek çok Sünni alim İngiliz hükmünü meşru göstererek, İngi­ liz idaresi altında İslami eğitimi ve ilim geleneğini kurum­ s allaştırmanın yollarını bulmuştur.42 Sir Seyyid Ahmed Han ve diğerleri Müslümanların imp a­ ratorluk bünyesinde eşit haklara sahip olmasını sağlamaya çalışırken, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Müslümanla­ ra yönelik İngilizlerin b enimsediği ayrımcı s öylemler ve mis ­ yonerlik faaliyetleri Müslümanların entelektüel direnişine de öncülük edecektir. İngiliz sömürgeciler misyonerlik faa­ liyetlerini resmi olarak desteklemese dahi, Hıristiyan mis­ yonerler çoğu z aman imp aratorluğun siyasi sermayesinden ve himayesinden faydalanmıştır. Misyonerler Avrupa'nın emp eryal hegemonyasını ve bilimsel gelişimini Tanrı'nın Hı­ ristiyanlara lütfu olarak görüp teolojik iddialarını emperyal ve ırksal hiyerarşi ş ablonlarına yerleştirmiştir. Müslüman alimler ise misyonerlerin argümanlarını giriştikleri pole­ miklerle çürütmüştür. Söz konusu çağın gelişen iletişim ve ulaştırma teknolojileri, bu misyoner-karşıtı ilmi argüman41

42

Aziz Ahmad, "Sayyid Ahmad Khan, Jamal al-Din al-Afghani and Muslim India," içinde: Studia Islamica, no. 1 3 , 1 960, s. 55-78. Ahmad alıntılarını Seyyid Ahmed Han'ın "Truth about the Khilafat" adlı ça­ lışmasının 7 1 -72. sayfalarından yapmaktadır. Ali Altaf Mian ve Nancy Nyquist Potter, "Invoking Islamic Rights in B ritish India: Mawlana Ashraf 'Ali Thanawi's Huquq al-Islam," Mus­ lim World 99, Nisan 2009, s. 3 1 2-334. 90

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

lann diğer Müslüman toplumlara yayılmasında esas teşkil etmiştir. Müslümanların misyoner-karşıtı polemikleri, İ s ­ lam'ın, Hıristiyanlann baskısına v e Müslümanların aş ağı/ geri olduğu iddialarına cevap verebilen evrensel bir dünya dini olarak konumlandırıldığı yeni bir s öyleme de önayak ol­ muştur. Müslüman Hintli alimlerin Hıristiyan misyonerlerle ters düşmesine ilişkin hikaye, Müslüman kimliğinin Avrup a'dan zuhur eden ırksallaştırılmış aş ağılama anlatısına yanıt ola­ rak nasıl evrensel bir hal almaya başladığını göstermekte­ dir. 1 8 57 Ayaklanmasından kıs a bir süre önce Rahmetullah Kairanvi (Rahmetullah el-Hindi) isimli Sünni alim, Alman Evanjelik misyoner C arl Gottlieb Pfander ile Delhi'de yap ­ mış olduğu bir münazarayla ünlenmiştir. Kairanvi kısmen Avrupa'nın modern İncil eleştirisine dayanarak Hıristiyan­ ların kutsal metinlerinin özgünlüğünü sorgulamış ve Müs ­ lümanların teslisi reddettiğini vurgulamıştır.43 İki gün süren münazaranın ardından her iki taraf da z afer kazandığını id­ dia etmiştir. Sonraları Pfander İstanbul' a seyahat etmiş ve burada da, münazaradan kendisinin galip çıktığını ve Müs ­ lümanların tezlerini çürüttüğünü b öbürlenerek anlatmıştır. Osmanlı Sultanı Ab dülaziz, Pfander'in böbürlenmesin­ den rahatsızlık duymuş ve olayları bir de Kairanvi'den din­ lemek istemiştir. Sultan Kairanvi'yi İstanbul' a davet etmiş ve tartışmayı onun zaviyesinden dinledikten s onra , onun İ s ­ lam hakikatine dair argümanlarını açıkladığı İzharü 'l Hak adlı kitabının yayınlanması için mali kaynak sağlamıştır. 1 864 yılında Arapça yayınlanan İzharü'l Hak p ek çok kişiye

43

A. A. Powell, "Mauliinii. Rahmat Allah Kairii.nawi and Muslim-Ch­ ristian Controversy in India in the Mid- 1 9th Century," Journal of the Royal Asiatic Society 20, 1 976, s . 42-63; Avril A. Powell, Scottish Orientalists and India: The Muir Brothers, Religion, Education and Empire, Woo db ridge: Boydell Press, 2010. Aynca bkz. Christine Sc­ hirrmacher, "The Influence of German Biblical Criticism on Muslim Apologetics in the l 9th C entury," içinde: Festschrift far Rousas John Rushdoony, http ://www. contramundum.org/ schirrmacher/rationa lism.html. 91

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ulaşmıştır. Örneğin Pan-Afrikacı fikir akımının liderlerin­ den E dward Blyden 1 87 5 yılında yaz dığı "Muhammediler ve Zenciler" isimli makalesinde "Sierra Leone'deki B atı Afrikalı Müslümanların" bu kitabı okuyup tartıştığını belirtmiştir.44

İzharü 'l Hak kitabı ile başlayan süreç zamanla, İslam'ın, tıpkı Hıristiyanlık ve Budizm gibi, yerkürenin her yerin­ de temsilcisi bulunan ve yazılı ilkelerinin müşterek olarak p aylaşıldığı evrensel bir dünya dini olduğu şeklinde modern bir mefhumun olgunlaşmasıyla devam edecektir. Ne de olsa, küreselleştirilmiş Hıristiyan misyonerliğine karşı İslam'ın üstünlüğünün s avunulduğu bu metin Osmanlı sultanının s ağladığı finansmanla yayınlanmıştır. Ne var ki , Sultan Ab ­ dülaziz aynı zamanda, üçte birini Hıristiyanların oluşturdu­ ğu bir imp aratorluğu ayakta tutmayı amaçlayan Tanzimata da yürekten inanmıştır. 1 860'lı yıllarda "İslam dünyası" ve "Hıristiyan B atı" ikiliği henüz kurulmamış olsa da, din, im­ paratorluk ve ırk ilişkisinin tam olarak ne olacağı şeklindeki sorular hem küreselleşmiş hem de giderek daha da karma­ şıklaşmıştır. Britanya Hindistan'ında bir Müslüman alim ile Avrupalı Protestan bir misyonerin gerçekleştirdiği münaza­ ranın dönüp dolaşıp en nihayetinde O smanlı İmparatorluğu­ nun hassas dini ve etnik dengesini etkilemesi, yalnızca yeni ulaşım ve iletişim teknolojilerinin gücünü değil , uzun yıllar boyunca giderek artan ırksal ve dini kimliğin siyas allaşma­ sının ardından emperyal yapının z ayıflayan durumunu da göstermektedir.

İmparatorluklar Irka ve Jeopolitiğe mi Yenilmiştir? 1 8 73 ile 1 883 yılları arasındaki dönemde Müslümanların ulus -aşırı mo dernist ve emperyal duyarlılıklarıyla ilişkili yeni ağlarının büyük ölçüde derinleştiği görülmüştür. Buna örnek olarak, söz konusu on yılın başında Açe Sultanının Hollanda'nın askeri saldırısına karşı Osmanlıların himaye-

44

E dward W. Blyden, Christianity, Islam and the Negro Race, E dinbur­ gh: E dinburgh University Press, 1 967, s. 3 . 92

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

sini istemek üzere İstanbul' a elçi göndermesi verilebilir.45 Açeli elçi İstanbul'da bulunduğu sırada yine O smanlılardan as keri ve diplomatik destek isteyen Doğu Türkistan'daki Kaş ­ g ar Emirliği ile Orta Asya'daki Hive ve Buhara emirliklerinin temsilcileriyle karşılaşmıştır. Hem Açeli hem de Kaşgarlı he­ yetler, İstanbul'daki Halife Sultanın müttefiki olarak görülen Britanya İmp aratorluğundan da benzer yardım taleplerinde bulunmuştur. Osmanlıların uzak diyarlardaki Müslümanla­ ra destek verip vermeyeceği hiçbir zaman kesin bir durum olmamakla birlikte, İstanbul'da son derece etkin olan yeni bir Müslüman gazetesi, hükümete Açe'ye destek vermesi için ısrar etmi ş , Sultanın kendisi de dünya çapındaki Müslüman­ ların gözünde s aygınlığını artırma fikrinden hoşlanmıştır.46 Ancak Avrupalı devletlerin elçiliklerinin baskısı, Hollan­ da'nın protestosu ve lojistik zorluklar sebebiyle Sultanın elinden Açe 'ye yardım konusunda fazla bir şey gelmemiştir. Sultan, Kaşgarlı elçiyi bir devlet niş anı , diplomatik tanı­ nırlık ve mali destekle ödüllendirmiş; ancak askeri yardım sağlamayı reddederek Kaşgarlılara Rusya ve Ç in ile ihtilafa girmemelerini s alık vermiştir.47 Osmanlı elitlerinin Müslüman toplumlarda itib ar kazan­ mak için eline geçen tek fırsat Açelilerle ve Kaşgarlılarla ya 45

46

47

İsmail Hakkı Göksoy, "Ottoman Aceh Relations as Documented in Turkish Sources," içinde: Mapping the Acehnese Past, der. Michael Feener, Patrick Daily ve Anthony Reid, Leiden: KITLV Press, 201 1 , s . 65-96. Açe Sultanlığının Osmanlı'dan istediği yardıma dair, bkz. Anthony Reid, "Nineteenth C entury Pan-Islam in Indonesia and Malaysia," Joumal of Asian Studies 26, no. 2, Şubat 1 967, s. 275-276. Reid'in makalesi Endonezya ile Mekke, Kahire ve İstanbul arasında gidip gelen hacıların, öğrencilerin, alimlerin ve tüccarların kurduğu bağ­ lantıları ve 1 860- 1 8 70'lerdeki İslami dayanışmayı gösterir. Sömür­ gecilik dönemindeki Endonezya-Osmanlı arasındaki bağların daha geniş bir bağlamdaki değerlendirmesi için, ayrıca bkz. Engseng Ho, Graves of Tarim: Genealogy and Mobility in the Indian Ocean, Ber­ keley, CA: University of C alifornia Press, 2006 . Hodong Kim, Holy War in China: The Muslim Rebellion and State in Clıinese Central Asia, 1 864-1 877, Stanford, CA: Stanford University Press, 2004, s . 146- 1 50. 93

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

pılan toplantılar olmamıştır. 1 870'li yıllarda hem O smanlı­ lar arasında dünyanın farklı b ölgelerindeki Müslümanlara karşı bir merak duygusu gelişmiş hem de O smanlı'ya b aşka b ölgelerdeki Müslümanların ilgisi artmıştır. Namık Kemal 1 870'li yıllarda O smanlı kamuoyunun Ç in'in b atısında yaş a ­ yan v e daha yirmi yıl öncesine kadar pek az aşina oldukla­ rı Müslümanlarla dayanışmak için s eferb erliğe girişmesini ironik bir dille ifade etmiştir.48 Karayipler'de ve İngiltere'de eğitim gördükten sonra Sier­ ra Leone'de diplomatlık yap an E dward Blyden da neredeyse aynı dönemde, 1 870'li yıllarda, küresel Müslüman ırkıyla il­ gili yazılar yazmıştır. Ayrıca ulus-aşırı Müslüman kimliğinin giderek b elirgin hale gelmesi İngiliz ve Hollandalı sömürge memurlarını endişelendirmiş , bu konuda istihbarat topla­ ma çabaları b aşlamıştır. Bu doğrultuda Britanya Dışişleri B akanlığı, Hollanda'nın tavsiyesiyle Osmanlı'nın, Britanya s ömürgesindeki Müslümanları dini ve siyasi dirilişe teşvik edip etmediğini araştırmaya koyulmuştur. Müslümanların çoğunlukta olduğu çeşitli şehirlerdeki İngiliz ve Hollandalı yetkililer otuz civarında rap or toplamıştır. Bunun sonucunda İngilizler, ortada Osmanlı tarafından teşvik edilen ve örgütlü bir p an-İslamizm hareketi bulunmadığına, ancak korkuları­ nın da tamamen yersiz olmadığına kanaat getirmiştir. Ne de olsa telgraf iletişimi dolayısıyla uzak diyarlarla ilgili günlük haberleri süratle dolaşıma sokan yeni gazetecilik s ayesinde O smanlıların ve tüm Müslümanların küresel mevzul arla il­ gili farkındalığı artmakta ve değişik s ebeplerle O smanlıların ve diğer Müslüman hanedanların siyasi meselelerine çok çe­ şitli Müslüman unsurlar ilgi gösterebilmektedir. İngiliz ve Hollandalı sömürgecilerden bazıları Müslümanlar üzerinde­ ki kolonyal hakimiyetlerine meydan okuyacak p an-İslamist dayanışmanın p otansiyel yükselişinden endişe duyarken, Osmanlı İmp aratorluğundaki Hıristiyan unsurlara yönelik Rus İmp aratorluğunun güttüğü p an-Slavizm siyaseti, Müs48

Mümtaz' er Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, An­ kara: Lotus Yayınlan, 2003, s. 143. 94

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ LM E S İ

lümanların kendi arasındaki ilk mo dern pan-İslamist fikir­ lere ilham kaynağı olmuştur.49 1 87 7 - 1 878 Osmanlı-Rus Savaşı ise bu konudaki en önem­ li dönüm noktasıdır. Bu ihtilaf temelde bir imparatorluklar savaşı olsa da, emp eryal mantığa gölge düşürecek bir şekil­ de Müslüman ve Hıristiyan kimliklerini dünya çapında si­ yasallaştırmıştır. Rusya, Orto doks Hıristiyan dayanışmasına ve Müslümanların kullanımındaki Ayasofya'nın kurtuluşu sembolizmine b aşvurmuştur. Osmanlılar ise, asıl hedefleri Hıristiyan Bulgarların, Rumenlerin ve Sırpların bulunduğu bölgelerdeki yönetimlerini devam ettirmek olsa da, Rusya'ya karşı cihad çağrısında bulunmuştur. B alkanlar'daki b ağımsızlık hareketinin tek destekçisi Rusya değildir. Neredeys e elli yıl önceki Yunan bağımsızlık hareketinde olduğu gibi, William Gladstone'un b aşını çekti­ ği İngiliz lib eralleri, Hıristiyan halkları Müslüman O sman­ lıların baskısından kurtarmak adına bu ayrılıkçılığa destek çıkmıştır. 50 Emp eryal perspektiften bakıldığında, Gladstone mantıksız bir duruş sergilemiştir. Zira kendi imp aratorluğu Hıristiyanlardan çok Müslümanlara hükmederken, kendisi Hıristiyan dayanışması adına Müslüman sultana karşı Hı ­ ristiyanların isyanını ve ayrımcılığını s ahiplenmiştir. Gla­ dstone'un rakibi B enj amin Disraeli ise emp eryal persp ektifi desteklemiş ve O smanlı İmp aratorluğu Hıristiyan tebaala­ rına özgürlük b ahş ettiği müddetçe Osmanlıların toprak bü­ tünlüğünden taraf olmuştur. 5 1 Gladstone'un şiddetli Müslüman-karşıtı söylemi -Müs­ lüman O smanlı elitlerinden "ins anlık düşmanı insan türü"

49

50

51

Azmi ôzcan, "İngiltere'de Hilafet Tartışmaları, 1 873-1 909," içinde: Hilafet R isaleleri, I. C ilt, der. İsmail Kara, İstanbul: Klasik Yayınları, 2002, s. 65-67. Gladstone'un Bulgaristan'daki Osmanlı mezalimini dile getirdiği et­ kili konuşması için, bkz. W. E. Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of the East, Londra: John Murray, 1 876. Disraeli ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında bkz. Milos Kovic, Dis­ raeli and the Eastem Question, Oxford: Oxford University Press, 201 1 . 95

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

olarak söz etmiştir- emperyal stratejinin aksine, din v e ırkın temel alındığı jeop olitik kimliklere ve siyasi tahayyüle daha fazla meyledildiğini göstermektedir. Gladstone Osmanlı-kar­ şıtı s öylemini tüm Müslümanları kap sayacak biçimde genel­ lememeye özen göstermi ş , Türkleri Hintlilerden ayrı tutmuş ve O smanlı zorb alığını yaratan şeyin s adece "Muhammedi­ lik" değil , Muhammediliğin Türk ırkıyla bütünleşmesi oldu­ ğunu belirtmiştir. Yine de Gladstone'un ismi çok geçmeden Müslüman Hintli entelektüellerde ve daha pek çok çevrede İslam-karşıtı ırkçılıkla ilişkilendirilmiştir. Yeni nesil Avru­ p alı ve Amerikalı gazetecilerden b azıları ise Osmanlı-Rus Savaşını yakından takip ederek Hıristiyan yanlısı ve İslam düşmanlığı içeren haberler yapmıştır. 52 Buna rağmen, Britanya İmp aratorluğu bünyesindeki b azı kesimler Osmanlılarla emp eryal ittifakın sürdürülmesini is­ temiştir. Bu görüşü en faal biçimde destekleyenler ise Hı­ ristiyan milliyetçiliğinin ve Rus saldırganlığının Müslüman kurb anları için benzeri görülmemiş düzeyde ins ani has s a si­ yet s ergileyen, Müslüman mültecilere mali yardım s ağlayan ve O smanlıların yararına siyasi aktivizmle iştigal eden Hint­ liler olmuştur. Müslüman Hintliler Kraliçenin Müslüman teb aalarının O smanlı halifesiyle özel bir ilişki içerisinde bulunduğunu ve Rus işgalini tersine döndürmenin Britanya İmp aratorluğunun menfaatine olacağını öne sürmüştür. İs­ tanbul Büyükelçisi Henry Layard ve Hindistan naibi Robert Bulwer-Lytton'ın da aralarında bulunduğu bazı İngiliz yet­ kililer bu görü ş e katılmıştır. Ruslar karşısında Afganlardan destek istemek üzere Osmanlılara Afganistan' a heyet gön­ dermelerini tavsiye eden ve bu süreci hızlandıran da Layard ve Bulwer-Lytton olmuştur. 53 Britanya İmp aratorluğunun bu yetkilileri, Rusların güneydeki ilerleyişine karşı Osman52

53

Robert H. Patton, Hell before Breakfast: A merica 's First War Cor­ respondents Making History and Headlines, from the Battlefields of the Civil War to the Far Reaches of the Ottoman Empire, New York, NY: Pantheon Books, 2 0 1 4. Azmi ôzcan, Pan-Islamism, the Ottoman Empire and Indian Mus­ lims, Leiden: Brill , 1 997. 96

E M P E R YA L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

lılarla İngilizlerin müşterek liderliği altında bir Müslüman birliği kurmayı hayal etmiştir. Afgan kralı ise İngilizlerin Af­ ganistan topraklarını daha yeni işgal ettiğini vurgulayarak, İngilizlerce desteklenen Osmanlı heyetinin önerdiği şekilde Ruslarla s avaşmayı reddetmiştir. Bununla birlikte, İngilizlerin Osmanlı İmp aratorluğuna yönelik politikaları, kısmen Evanjelik Hıristiyan propagan­ dasının da etkisiyle , genel olarak ittifaktan tarafsızlığa dö­ nüşmüştür. B öylece, 93 Harbi sırasında, Gladstone' un Hıri s ­ tiyanların Müslüman sultan tarafından baskılandığına ili ş ­ kin vurgusu galip gelmiştir. O smanlılar Britanya'nın askeri ve diplomatik desteği olmadan Rus düşmanlarını yenmele­ rine yetecek kaynağı bulamamıştır. Aynı zamanda O smanlı­ lar, Britanya'nın Hindistan'daki Müslüman teb aasının kendi yanlarında, yani "Müslümanların tarafında" olduğunu net biçimde anlamıştır. O smanlı İmp aratorluğu s avaşı kayb edince Hıristiyanla­ nn çoğunlukta olduğu B alkan vilayetlerinin birçoğu bağım­ sızlığını kazanmıştır. Bir zamanlar Osmanlı İmp aratorluğu­ nun üçte birinden fazlasını Hıristiyanlar teşkil ederken, s a ­ vaştan s onra bu oran nüfusun yalnızca b eşte birine düşmüş­ tür. 54 Bundan s onra O smanlı sultanının nezdinde imp arator­ luk içinde dayanışmayı teşvik edebilmek için İslami kimliğin önemi daha da artacaktır. Avrup a'daki imparatorluklarda ve bir zamanlar O smanlıların hakimiyetindeki topraklarda Hı­ ristiyanlık nasıl milli kimliğin kaynaklarından biri olduys a , İslam da O smanlı için aynı niteliği kazanmaya b aşlayacaktır. Avrupalıların "Ş ark Meselesi" ile ilgili tartışmalarında O s ­ manlı İmparatorluğu artık ittifak kurmaya değmeyecek ve daha da bölünmesi gereken bir Müslüman istibdadı olarak resmedilecektir. Buna koşut olarak, Osmanlı İmp aratorlu­ ğunun "Avrupa'nın hasta adamı" ve dağılmas ı yeğlenen bir devlet olarak b etimlenmesi, s ömürgeleştirilmi ş Müslüman­ lar tarafından reddedilmiş , O smanlı Sultanı II. Abdülhamid, savaş yenilgisine rağmen, daha fazla s ahiplenilen ve saygı 54

Weitz, "From the Vienna to the Faris System." 97

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

duyulan b i r halife v e modern Müslüman sultan olarak g ö ­ rülmeye başlamıştır. Zira sömürge yönetimi altında h o r g ö ­ rülen Hint Müslümanları için O smanlı İmp aratorluğu, İslam ve medeniyet/terakki fikirlerinin uyuştuğu bir örnek s ayıl­ mış , Osmanlı halifesi ise aynı zamanda kendi kimliklerinin de sözcüsü olarak kabul görmüştür. 1 88 1 ve 1 88 2 yıllarında eski Osmanlı vilayetleri Tunus ve Mısır sırasıyla Fransız ve İngilizlerin himayesine geçerken, Müslüman basını ve kamuoyu Müslümanların Hıristiyan imparatorluklar tarafından z aptedilmesi konusuna daha fazla ses çıkarır olmuştur. Ruslar karşısında alınan mağlu­ biyetten beri O smanlı İmparatorluğunda ve Britanya Hin­ distan'ında filizlenmekte olan ittihad-ı İslam (İslam daya­ nışması) fikirleri bu dönemde ilk meyvelerini vermiştir. 1 884 yılında C emaleddin Afgani ve Muhammed Abduh el- Urve­

tü 'l-Vüskd adlı ilk p an-İslamist dergiyi Paris 'te çıkarmıştır. Bu derginin içeriği ziyadesiyle İngiliz -karşıtı ve anti- emper­ yal, yani imp aratorluk-karşıtıdır. 55 Derginin İngiliz-karşıtı içeriği başlangıçta Rusya'ya karşı O smanlı-İngiliz ittifakı anlamına gelen dünya Müslüman b irliği fikrinin İngilizle­ rin Mısır'ı işgali sonucunda İngiliz-karşıtı bir noktaya dö­ nüşeceğine iş aret etmektedir. Ancak koyu İngiliz-karşıtı bir ittihad-ı İslam fikri 1 880'li yıllarda henüz kökleşmeyecektir. Zira p an-İslamizm halen Rusya karşısında bir Osmanlı-İngi­ liz ittifakı anlamına gelmektedir. Afgani ve Ab duh'un hayat hikayeleri, içinde bulundukları zamanın, emperyal ve ulus-aşırı Müslüman kimliklerinin bir arada var olduğu o dönemin kanıtı niteliğindedir. Biyografi­ leri hiçbir düzenli kategoriye sığmamaktadır. Zira bu kişiler emperyalizm-karşıtı ümmetçi görüşleri b enimsemiş , aynı zamanda emp eryal düzenin imkanları s ayesinde impara­ torluklarla işbirliği yapmıştır. Dergileri , Kuzey Afrika'da bir Müslüman b ölgesini daha fetheden Fransız İmparatorluğu­ nun merkezinde yayınlanmıştır. Afgani ve Abduh, Kuzey Afri-

55

Nikkie Keddie, An Islamic Response ta Imperialism, Berkeley, CA: University of C alifornia Press, 1 968. 98

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

ka'daki Fransız emperyalizmine ilişkin eleştirilerine sıklıkla otos ansür uygulamış ve düşmanlıklarını İngilizlere sakla­ mış , bu da siyasi anlamda Fransız mihmandarlarının işine gelmiştir. Buna karşın, birdenbire İngiliz sömürgecilerle g ö ­ rüşmeye b aşlayabilmiş ve Britanya İmparatorluğunun çeşit­ li projelerine destek vermeyi teklif edebilmişlerdir. Afgan!, Sudan'daki Mehdi Ayaklanmasının p an-İslamist vurgularını methetmiş , ardından Mehdi hareketi ve İngilizler arasında arabuluculuk yapmayı teklif etmiştir. Afgani 1 880'lerin ön­ cesinde p an-İslamist bile s ayılmayabilirdi, zira 1 870'lerin sonuna dek Mısır'da Hıdiv Tevfik ile yakınlığını korumuştu ve emperyal denge muhafaza edilebilseydi, büyük ihtimal­ le Hıdivin liderliğinde Mısır'ı güçlendirme hareketine bağlı kalması beklenebilirdi. Abduh ise önceleri emperyalizm-karşıtı fikirler b eyan et­ mesine rağmen 1 888 yılında Mısır'a dönmüş ve Britanya'nın himayesi

altında

başmüftülük

görevinde

bulunmuştur.

1 905 'te vefat ettiği z aman İstanbul'da yayınlanan tek ölüm ilanı emperyalizm-karşıtı çevrelerde değil, B atıcı Ab dullah Cevdet'in İngiliz-yanlısı so syal D arwinist dergisinde görül­ müştür. Hem Afgani hem de Ab duh, Mısır'ın Britanya'dan bağım­ sızlaşma isteğine biraz semp ati duyan, fakat aynı z amanda imparatorluğun Hindistan'daki varlığına ve Britanya'nın dünyadaki en büyük Müslüman gücü olduğuna inanan İn­ giliz aristokrat Wilfrid Blunt ile yakın ilişkiler kurmuştur. 56 Afgani ve Abduh' a göre, İslam dünyasının dayanışmasına ilişkin jeopolitik ve ırks al fikirler, Avrupa imp aratorlukları­ nın Asya ve Afrika'daki meşruiyeti gerçeğiyle karışık biçimde bir arada var olabilmiştir. ***

On dokuzuncu yüzyıl b oyunca evrensel bir imp aratorluk ülküsü s avunulmuş olsa da, 1 880'li yılların başına gelindi­ ğinde yeni emperyalizmin ayrımcı siyaseti ve Müslümanlar 56

Wilfred Scawen Blunt, The Future of Islam, Londra: Kegan Paul, 1 88 2 . 99

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

için geliştirdiği kavramsal Oryantalist kategoriler Afrika ve Asya'daki Müslüman toplumlarda Müslümanların ırksallaş­ tınlmasına yol açmıştır. İslam dünyası fikrinin temeli, tam da bu küreselleşen emperyal dünyanın değişik dinlere ve ırklara bölündüğü entelektüel ve siyasi ortamdaki hak ara­ yışları ve eşitlik mücadeleleridir. Müslümanlar her b ölgede ırks allaştınlmıştır. Rus

İmparatorluğunun Müslümanla­

rı belli yasal haklara s ahip ols alar da, bu teb aalann tümü Müslüman olarak tanımlanmıştır. Hollanda ve Fransız im­ p aratorlukları Beyaz vatandaşları ile Müslüman tebaaları arasında hukuki ayrımlar belirlemiş ve Müslümanların bu yapılarda tam bir hak eşitliğine ulaşması neredeys e imkan­ sız hale gelmiştir. Britanya İmp aratorluğu ise özel hukuk ve aile hukukunu şeriat sistemine b ağlayıp , bu sistemi, Müs ­ lüman teb aasına, onları Hindu tebaadan ayıracak b i r şekil­ de uygulayarak dünyadaki Müslüman nüfusunun %40'ına adeta yeni bir yasal statü vermiştir. Nijerya'dan Malezya'ya uzanan bölgelerde İngiliz İmp aratorluğunun teb aası olan Müslümanlar İngiliz tahtına sadakatleri konusunda özel bir şüpheye ve kınamaya tabi tutulmuştur. Müslümanlar bu em­ peryal uygulamalara yalnızca kendi deneyimleri temelinde değil, diğer Müslümanların tecrübelerine de dayanarak ce­ vap vereceklerdir. Bu bağlamda, Osmanlı-karşıtı Hıristiyan milliyetçiliği tırmanışa geçerken ve diğer Avrupalı güçler tarafından des ­ teklenirken, Osmanlı İmp aratorluğunun yaptığı ıslahatlar­ la kozmopolit imparatorluk mantığını korumak için verdiği mücadele p aradoksal bir sonuç doğuracaktır. Osmanlılar Tanzimat reformları s ayesinde imp aratorluğun medeniliğin­ de ve Avrupalı imp aratorluklar ailesine üyelik konusunda ısrar etse de, hem Avrup a metropollerinde , hem Müslüman s ömürgelerinde ayırt edici bir Müslümanlık vasfıyla özdeş­ leştirilmiştir. Müslüman O smanlıların Hıristiyanlar üzerindeki haki­ miyetine İngilizlerin verdiği destekle de kanıtlandığı üzere, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında İslam ile B atıyı karşı karşıya getirip , kesin çizgilerle ayıran baskın ve bütünsel 1 00

E M P E R Y A L D Ü N YA D Ü Z E N İ N İ N G Ü Ç L E N D İ R İ L M E S İ

anlatı henüz mevcut değildir. Ancak 1 880 'li yıllara gelindi­ ğinde b öylesi anlatılar gözardı edilemeyecek ölçüde güçlen­ miştir. Emperyal ülküler tam anlamıyla mağlup olmadığı gibi, imp aratorluklar da kesinlikle tam bir bozguna uğrama­ mıştır. Fakat imp aratorlukların yeni ırk gerçeğini kabullen­ mesi ve bu gerçeğin siyasi gücüyle başa çıkmaya yarayacak yeni araçlar geliştirmesi gerekmiştir. E rnest Renan 1 883 yı­ lında yaptığı bir konuşmada, Sami ırkına mensup olan Müs ­ lümanların b ağnazlıkları yüzünden ilerlemekten ve bilim üretmekten aciz olduğunu b eyan ettiğinde, dünyanın hemen her tarafından mo dernist Müslümanların birbiriyle uyumlu şekilde bu ırkçı s aldırıya cevap vermesinin s eb ebi tam da bu emperyal dünya düz eninin Müslümanlığı ırks allaştırmasıy­ la alakalıdır. İslam dünyası tahayyülünün bu dönemde doğ­ ması, Avrup a-merkezli yeni emperyal dünya düzeninin meş ­ ruiyet krizine göb ekten b ağlı olduğunu da göstermektedir.

101

111 K R A L i Ç E i L E H A L i F E A R A S I N DA B i R D E N G E A R AY I Ş I ( 1 8 78- 1 908)

Britanya

İmp aratorluğu

bünyesindeki

Müslüman-karşıtı

duyguların gittikçe derinleşmes ine b ağlı olarak İngilizlerin, uzun süredir müttefik olageldiği O s m anlıları Rusya ' ya karşı verdiği s avaşta yalnız b ıraktığı ve O s m anlıların ağır bir ye­ nilgiye uğradığı 1 87 8 'den s onraki otuz yıl çelişkilerle dolu bir geçiş dönemiydi . B u dönemde , geçmişteki evrens el em­ p e ryal sistemin küllerinden, s ınırları s adece ins an vücudu­ nun fiziksel ö zellikleri değil, aynı z amanda din, ortak tarih ve s iyasi s adakat algılarıyla da çizilen, ırk kavramı ve hi­ yerarşilere dayanan yeni bir imp aratorluk tarzı ortaya çıktı. Yine bu dönem b oyunca, s ömürge i darecilerinin Müslüman teb aalarını tek bir medeniyetin ve tek bir ırkın mensubu ola­ rak görme alışkanlıkları iyiden iyiye kuvvet kazandı . Avrup a imp aratorluklarının Müslüman teb aaları ise bu ırksal kim­ liği p an-İslamist düşünce kalıplarıyla yeniden tanımlayarak kendi siyasi emelleri doğrultusunda ve haklarını aramak üzere kullanmaktan geri durmadı. Dönemin Müslüman entelektüelleri p an-İslamist fikirle­ rini artık yüksek sesle dile getirmeye ve O smanlı sultanına, giderek artan bir biçimde "halife" ve "dünya Müslümanları­ nın manevi önderi" gözüyle bakmaya başladı. İmkan buldu­ ğunda, Osmanlı sultanı, İslam'ın küresel lideri ve temsilcisi 1 02

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

olma konusundaki b u yeni rolün avantajlarından yararlandı. Aynı zamanda, Osmanlı sultanları imp aratorluğun huzursuz Hıristiyanlannın gönlünü kazanmaya ve yapabildiği ölçüde, imparatorluğun çok- dinli ve çok- etnisiteli düzenini yeni­ den tesis etmeye çalıştı. Bu arada, Müslümanların birliği ve modernite için ortaya konan p an-İslamist çab alar, Avrup alı Hıristiyanlann İslam aleminin "geri kalmışlığı" s öylemine itiraz olarak şekillendi; fakat ırks allaştırmanın üstesinden gelmek ve onu yenmek için çok az şey yapılabildi. Dünya Müslümanlarının %70'inin Avrup a Hıristiyanları tarafından yönetildiği koşullar altında, p an-İslamistler ırkçılık-karşıtı ve emperyalizm-karşıtı bir gündemle faaliyetlerini artırarak sürdürdüler. Kasım 1 90 7 'de Kahire'de düzenlenen pan-İslamist kong­ re dönemin tüm çelişki, yenilik ve gerilimlerini gösterir ni­ teliktedir. Kırım Müslümanlarından İsmail Gaspıralı, yeni bir şekilde tahayyül edilen İslam dünyasının toplumsal ve kültürel sorunlarının tartışılmasını s ağlamak üzere Kahi­ re'ye gittiğinde, ş ehir kağıt üstünde hukuken hala O smanlı İmp aratorluğu sınırlan içindeydi , fakat aynı z amanda Bri­ tanya'nın protektorasıydı. Gaspıralı, Rus İmp aratorluğun­ daki Müs lümanların toplums al koşullarını iyileştirmek için çabalayan, tanınmış , reformcu bir gazeteciydi . Ancak Mısırlı entelektüellerinin çok azını ş ahsen tanıyordu ve Kahire'de başlangıçta çok az isimle temas kurabildi. An­ cak Mac ar-İngiliz O ryantalist Arminius Vambery'nin Reu­ ters Haber Aj ansı için yazdığı, Gaspıralı'nın Kahire'ye bir Müslüman kongresi toplamak için geldiği hab erini okuyan Mısır'ın önde gelen p an-İslamisti Reşid Rız a, Gaspıralı'nın nerede kaldığını öğrenebilmek için şehirdeki otellerle tek tek iletişim kurdu ve s onunda kendisiyle buluş abildi. Reşid Rıza ve Gaspıralı ikilisi, o buluşmadan s onra sıkı bir işbir­ liğine girişip, hayal edilen Müslüman kongres ine birlikte ev sahipliği yap abilecekti . Reşid Rıza'nın ve onun Mısır'daki geniş çevresinin konu­ yu sahiplenmesiyle birlikte, üç yüz kişi, Gaspıralı'nın uzun süredir toplamaya çalıştığı ve İslam aleminin kaderini tartı1 03

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ş an toplantıya katıldı. Fakat yapılan sunumlar p an-İslamist s öylemle ilişkilendirilebilecek birçok konuya doğrudan de­ ğinmekten kaçınmıştı. Kongre, milliyetçilik ya da anti-em­ p eryalizmden ziyade, Müslümanların ekonomi, eğitim ve toplum yaş amındaki çöküşünün s ebeplerine ve Müslüman­ l arın medeniyetinin ihyasına odaklanmıştı. 1 Britanya ve Rusya imparatorluklarının Müslüman teb a­ alarının bir Britanya protektorası olan Kahire'de yirminci yüzyılın başında p an-İslamist bir kongreye öncülük edişi, o dönemdeki İslam alemi tahayyülünün cazibesini olduğu kadar Osmanlı halifesiyle aralarındaki p aradoksal ilişkiyi de gösteriyordu. Osmanlı Sultanı II. Ab dülhamid p an-İs ­ l amist düşünceyi , tahayyülü ve ilişkileri desteklemiş s e de, Gaspıralı'nın kongreye hamilik b ekleyen arz -ı haline cevap vermemişti. Abdülhamid, b öyle bir toplantının, Avrupa'da "Müslüman tehlikesi" de denen ırkçılık ve İslamofobiyi daha da provoke edeceğini düşünmüş ve Avrupa imp aratorlukla­ rının egemenliğine karşı Müslümanların Sultanın liderliğin­ de doğrudan isyanı olarak yorumlanabilecek bir buluşmayı teşvik etmekten kaçınmıştı. Gaspıralı, konferansını, huku­ ken O smanlı İmp aratorluğuna b ağlı ikinci en büyük kent olan -ama aynı z amanda fiilen iki yüz milyon Müslümanın tabi olduğu Britanya İmp aratorluğu tarafından yönetilen­ Kahire 'de yapmaya karar verirken, tüm bu hassas dengeleri de gözetmek zorundaydı . Zira yirminci yüzyılın başlarında­ ki p an-İslamistler İngiliz hakimiyetine sadakati sürdürüp , diğer Avrupa imp aratorluklarını da isyanla tehdit etmeden, p ekala Osmanlı halifeliğine de b ağlılıklarını ifade edip , hali­ fenin manevi liderliğiyle gurur duyabilmekteydi .2 Halifenin konferans a hamilik etme talebine cevap ver­ memesi Gaspıralı'yı üzmüş olsa gerek. Ancak hızla artan bir biçimde karşılıklı b ağlantı ağlarına sahip küresel MüsHakan Kınmlı ve İsmail Türkoğlu, lsmail Bey Gaspıralı ve Dünya Müslümanları Kongresi (İsmail Bey Gaspıralı and the Muslim Wor­ ld C ongress), Islamic Area Studies Project, Central Asian Research Series, no. 4, Tokyo: Tokyo University, 2002 . A.g.e. s. 1 7 . 1 04

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

lüman cemaatinin ruhani lideri olan O smanlı hükümdarı, milyonlarca Müslümanın hayatı için muteb er bir figür ol­ maya devam etti. O smanlı halifeleri Müslüman emperyal modernizminin en önemli sembolü olmakla kalmayıp, İslami geleneğin terakki ve medeniyetle uyumlu olabileceğini teyit ederek, Müslümanların haysiyetli bir muamele görmeyi hak ettiği fikrinin isp atı niteliğindeydi . Başlangıçta Hint Müs ­ lümanlarının O smanlı sevgisi, Halifenin manevi egemenli­ ğiyle Kraliçenin siyasi egemenliğini ayıran bir sömürge la­ ikliğine dayanıyordu. Ne de olsa İngilizler Müslümanların dinine karışmama taahhüdü vermişti ve Halifeye s adakat, dini sebeplerle olduğu müddetçe İngilizlerin buna itiraz et­ memesi gerekiyordu . Ancak halifelik dünyadaki Müslüman entelektüeller için s adece manevi değil, aynı z amanda siyas i olarak da önemli b i r odak noktası haline geldi ve hilafetin merkezi olan İstanbul, bilgi, fikir, dünya düzeni vizyonu ve eşitlik taleplerinin yayılmasına vesile olan bir üs işlevi gör­ dü . 1 880' lerden 1 9 20'lere kadarki kısa süre için, "hilafet," İ s ­ lam tarihi boyunca daha önce hiç görülmemiş bir biçimde küresel olarak senkronize olup yepyeni bir anlam kazandı . On dokuzuncu yüzyılın s onunda inş a edilen bu Osmanlı hi­ lafeti yorumu, Müslümanları temsil eden bir manevi ve si­ yasi liderlik ideali olarak bütün yirminci yüzyıla damgasını vuracaktı . Osmanlı halifesinin Avrupalı hükümdarların Müslüman teb aalanyla manevi bağları, Osmanlı hükümetleri ve elitleri için Avrupa imparatorluklarına karşı meydan okumak için değil, özellikle Britanya ile ittifakı yeniden tesis etmek ve diğer imp aratorluklarla dostane ilişkileri sürdürmek için bir paz arlık unsuru olarak değerli bir araçtı. Halife manevi hakimiyetini, bir medeniyetler çatışması için değil, barı ş ­ çıl ve istikrarlı b i r dünya düzenine zemin oluşturmak üzere kullanmak istiyordu .3 Benzer şekilde , Hıristiyanlar tarafınHilafetin manevi hakimiyetine dair en iyi tanımlama Lale Can'ın Orta Asya Müslümanlarıyla Osmanlı halifeliği arasındaki ilişkiyi ele alan çalışmasında yer alır. Bkz. Lale Can, "Trans-Imperial Traje­ ctories: Pilgrimage, Pan-Islam, and Ottoman-C entral Asian Relati1 05

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

dan yönetilen imp aratorlukların Müslüman tebaaları da, p an-islamist dayanışma fikrini, kendi haklarını ararken on­ ları güçlendirecek bir müzakere ve pazarlık stratejisi olarak kullanabilmekteydi. Müslümanlar, Hıristiyan hakimiyetini prensip olarak külliyen reddetmiyordu. Onların b aşlıca he­ defi , imp aratorluktan ayrılmak değil , imp aratorluk tebaası ya da yurttaşı olarak daha fazla toplumsal hakka s ahip ol­ mak ya da B eyaz Hıristiyan ırkçılığını eleştirmekti. B u noktada, uzun süredir önemli bir huzursuzluk kayna­ ğı olan ırkçılık hem sömürge yönetimlerinin Müslümanlar üzerindeki idari tas arrufunda hem de Osmanlı İmparatorlu­ ğunun dünya s ahnesinde muhatap olduğu eşitsiz muamele­ de b ariz b ir soruna dönüştü. D ahası, yüksek emperyalizmin siyasi ve entelektüel atmosferi durumu daha da kötüleştirdi. Avrupalılar özgürlük ve medeniyet vaaz etmekle b eraber, nü­ fusun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu daha fazla yeri kontrol altına almaktayken, Avrup a'nın büyük güçleri tarafından desteklenen Hıristiyan halkların Osmanlı-karşı­ tı milliyetçilik faaliyetleri Osmanlı'yı zayıflatmaktaydı. Bu arada, s osyoloji ve jeopolitik gibi nispeten yeni disiplinler de, gittikçe katılaşan ırk hiyerarşisi teorileri üretme konu­ sunda biyoloji bilimine katılmıştı. Doğu dillerinin, edebi­ yatlarının ve kültürlerinin uzmanları olan Oryantalistler ve tarihçiler ise Müslümanlar hakkındaki ırk teorilerini destek­ leyen bir arka plan ve malzeme tedarik etmekteydi. Bu Avru­ p alı ilim adamları, genellikle, üzerine kafa yordukları İslam medeniyetine ve dinine karşı detaylara daha vakıf ve daha anlayışlı görüns eler bile, her halükarda B atı medeniyetinin ve Hıristiyanlığın üstünlüğünü vurgulayan küçümseyici tez­ leriyle Müslümanlar hakkındaki yeni ırksal kanaatleri pe­ kiştirmekteydi . Charles D arwin, Herbert Sp encer ve Gustave Le Bon'un çalışmalarıyla ilişkilendirilen "bilimsel" ırkçılık, entelektüel dünya ve kamuoyu üzerinde b eklenenden çok daha etkili olduğunu gösterdi ve Müslümanların aş ağı/geri ons, 1 865- 1 9 1 4," yayınlanmamış doktora tezi, New York Üniversite­ si, 201 ı . 1 06

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

bir ırk olduğu yönündeki aleni s öylemi iyice kuvvetlendirdi . Bu yönelim aynca Thomas Arnold, Alfred Le Chatelier, Louis Mas signon ve Ignaz Goldziher gibi Oryantalistlerin eserle­ rinde dile gelen ve Müslümanların, özü itib ariyle, gerçek ev­ rensel insan olan B eyaz Avrup alılardan farklı olduğu yönün­ deki görüşleri daha da pekiştirdi.4 Pan-İslamistlerin itiraz edip s arsmaya çalıştığı şey işte bu yeni Müslüman-karşıtı ırkçılıktı; ne var ki, stratejileri belli açılardan ters tepti . Zira Müslüman modernistlerin bir­ birleriyle ilişki kurup seslerini yükselterek tezlerini isabetle dile getirmeleri , Müslümanların daha da güçlenip işbirliği yaptığı algısına yol açarak sömürge yöneticilerini ve emper­ yal başkentlerdeki karar alıcıları p aranoyaklaşan bir Müslü­ man korkusu ve düşmanlığı içine sokabilmekteydi . Buna ek olarak O smanlı halifesinin manevi bağlarını vurgulayarak, Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyanların yaş amlarını Av­ rupalıların yönetimi altındaki Müslümanların yaş amlarıyla kıyaslayıp , ilkinin durumunun daha iyi olduğunu her fırs at­ ta dile getiren Müslüman reformcular, gayriihtiyari olarak, İslam ve B atı çatışması hakkındaki Avrupa paranoyasını beslemekteydi. Avrup a'nın ırkçı fikirlerine ve s ömürgeciliğine direnmek, modern İslam fikir dünyasını şekillendiren tek etmen değil­ di. Avrup alıların Müslümanların aş ağı bir ırk olduğu yönün­ deki tezlerine karşı çıkmak adına, Müslüman entelektüeller Avrup alılarla fikir alışverişi ve polemikler içinde zengin bir küresel fikir ve söylem üreterek, Müslüman halkların tarihi­ ni , medeniyetini ve baş arılarını yeniden tanımlamaya giri ş ­ ti . Müslüman modernistler, Avrup a'nın emperyal merkezine ait olduğunu düşündükleri fikirler bütününe karşı apoloj e ­ tik cevaplar verip, geçmişleriyle övünen b i r dille konuşarak, kendilerinin B atıdan farklı bir medeniyete mensup oldukları konusundaki s öylemin muhtevasını istemeden de olsa zenAvrupa Oryantalizmlerinin siyasi ve entelektüel sadakatlerine ili ş ­ kin çeşitlilik için, bkz. Katherine Watt, "Thomas Walker Arnold and the Re-evaluation of Islam, 1 864-1 930," Modem Asian Studies 36, n o . l , 2002 , s . 1 -98. 107

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ginleştirmiş oldular. Zaman içinde İslam'ın v e Müslümanla­ rın birliği, medeniliği ve rasyonalitesi üzerine sofistike bir dille kaleme alınmış bir külliyat ortaya çıktı . Neticede Avru­ p a'nın Oryantalist ve jeopolitik argümanlarına cevap vermek üzere Avrup a kamuoyuna hitap etme kaygısıyla konuşup ya­ z an Müslüman entelektüeller, İslam dinini ve tarihini kendi ortaya koydukları bir dizi yeni tanım ve muhtevayla "özcü" bir karaktere büründürmüş oldu.

Bir Medeniyet ve Dünya Dini Olarak İslam On dokuzuncu yüzyılın son çeyreği, Avrasya ve Afrika coğ­ rafyasına yayılmış haldeki Müslüman halklar arasında ola­ ğanüstü bir irtibat zinciri kurma deneyimine s ahne oldu. Müslüman entelektüeller ve siyasi elitler bu b ağlantıları Müslüman düşmanlığının ortak ön-kabullerine karşı konu ş ­ m a k için kullandı . Bu yoğun etkileşimi mümkün kılan altya­ pının çoğunu Avrup a imparatorlukları inş a etmişti. Avrasya ve Hint Okyanusu birdenbire buharlı gemilerle, telgraf hat­ larıyla ve demiryollarıyla birbirine b ağlanmıştı . Böylelikle daha çok Müslüman uzun mes afeler kat etmeye b aşlamış ve telgraf s ayesinde dakikalarla ifade edilen sürelerde güncel hab erleri öğrenme imkanına kavuşmuş oluyordu . Hac için Mekke'ye giden Müslümanların s ayısı 1 840 ile 1 880 arasın­ da tam on kat arttı . Müslüman b asın-yayın faaliyetleri de 1 860'lardan s onra adeta p atlama yaptı; dergiler ucuza ya­ yınlanıp posta ağlarıyla geniş çevrelere dağıtılmaya başladı . 1 860'larda İstanbul'da çıkan Arap ça el-Cevaib adlı mecmua­ nın ardından, en b a ş arılı pan-İslamist dergi 1 884'te Paris 'te yayınlanan al- Urwat al- Wuthqa oldu (İkinci Bölümde tar­ tışılmıştı) .5 Yayıncılarının karmaşık emp eryal pozisyonları­ na rağmen, el- Urwat el- Wuthqa, Müslümanların, muhayyel İslam dünyasını yab ancıların yönetiminden korumakla ve onun yeniden dirilişi için mücadele etmekle yükümlü olduM. E . Yapp, "'That Great Mass of Unmixed Mahomedanism': Refle­ ctions on the Historical Links between the Middle East and Asia," British Journal of Middle Eastern Studies 1 9 , no. l, 1 992, s . 3 - 1 5 . 1 08

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

ğunu s avunuyordu. Dergide güçlü bir retorik aracılığıyla esaslı bir dava güdülüyordu. Birlik (vahdet) kavramı teme­ linde, her cami ve medresede, Müslüman alimleri b irbirine bağlayan ve yab ancıların müdahalesine direnen küresel b ir zincirin koca bir birlik oluşturduğu yönünde bir metafor kullanılmaktaydı. D ergi aynı zamanda, içtihad konusunu -İslam hukukunu, ilahiyatı ve kutsal metinleri köklü bir şe­ kilde yeniden düşünmek için- modernist ve anti-emp eryalist bir b ağlamda vurgulamaktaydı .6 Pan-İslamist dönemin en etkili dergisi, Reşid Rıza tara­ fından yönetilen ve 1 898'den 1 93 5 ' e kadar Kahire'de yayınla­ nan el-Manar'dı . Rıza, 1 890'lardan 1 930'lara kadar uluslara­ rası düzenin travmatik dönüşümünü bizatihi yaşadı ve der­ gisi, tarihin kaygan zemini üzerindeki dönüşümleri ve bütün bu b elirsizlikleri yansıtmaktaydı . Takındığı tavır İslamcılık ve O smanlıcılıktan Arap milliyetçiliği ve pan-Arabizme ka­ dar uzanıyordu. Herhangi bir zamandaki tavrı ne olurs a olsun, el-Manar'ın yeryüzüne yayılmış haldeki ab oneleri, İslam aleminin Osmanlı'dan çok daha büyük bir ş eye teka­ bül ettiğini göstermekteydi . Derginin en büyük gelir kaynağı Hint Müslümanları olmuştu. İngiliz yönetimi altındaki Mı­ sır'da Arapça çıkan bir derginin Hint Okyanusu b ölgesinde okunması onun için daha büyük bir çerçeve s unuyordu: Tüm dünyayı kap s ayan Britanya İmparatorluğu içinde görec eli zenginlik ve büyük nüfusu, Hint Müslümanlarını da, diğer bölgelerin Müslümanlarına göre daha etkili kılmaktaydı. 7 Müslümanlarda gazeteciliğin etkisi, kitap yayıncılığında yaş anan p atlamayla daha da güçlendi. 1 860'lardan 1 920'lere kadar uzanan dönem her alanda Müslüman düşüncesinin en üretken ve yaratıcı olduğu dönemlerden b iriydi . Arap ç a , Amira K. Bennison, "Muslim Internationalism between Empire and Nation- State," içinde: Religious Intemationals in the Modem World: Globalization and Faith Communities since 1 750, der. Abigail Green ve Vincent Viaene, B asingstoke: Palgrave, 20 1 2 , s. 1 63 - 1 85 , 1 72- 1 74. Umar Ryad, "Anti-Imperialism and Pan-Islamic Movement," içinde: Islam and the European Empires, der. David Motadel, Oxford: Ox­ ford University Press, 2 0 1 4, s. 1 3 1 - 149.

1 09

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

O smanlı Türkçesi, Farsça, Urduca kitap v e diğer yayın tür­ leri hızla dilden dile çevrilmekteydi. Zira bu kitapları yazan Müslümanlar O ryantalizm, sosyal Darwinizm, tarihin Avru­ p a-merkezli anlatıları , ırksallaştırma gibi p ek çok mes eleyi entelektüel açıdan tartışırken bir dizi yeni kavram ve tezi Güneydoğu Asya'dan Kuzey Afrika'ya kadar yayarak ortak bir modern Müslüman düşüncesini p aylaşır oldu. Pan-İslamizm yanlısı yazarlar, Müslümanların yaş amın­ daki fiili zorluklara ve imp aratorluklar çağının son dönemi­ nin gergin jeopolitiğine rağmen, kalıcı bir ortak entelektüel s öylem üretmeyi baş ardılar. 1 870 ile 1 920 arası Müslüman entelektüellerinin p aylaştığı altı ana gündem maddesi hala küresel İslami düşüncenin temelini teşkil etmektedir. Bunların birincisi, "İslam medeniyeti" fikrinin kendisiydi. Müslümanlara düşmanlık hissiyle yaklaşan emperyal söy­ lemler, İslam'ın B atıya kıyasla esas itib ariyle geri bir me­ deniyet olduğunu söylüyordu; buna cevap olarak Müslüman entelektüeller kendi toplumlarının tarihini modern Avru­ p alı tarih anlayışıyla uyumlu bir şekilde yeniden yorumla­ yıp İslam'ın medeni doğasını s avunan modernist bir tarih ve medeniyet bilincinin ortaya çıkışına zemin hazırlamı ş ­ t ı . 8 Söz konusu tarih Hz. Muhammed'le başlatılıyordu, ama asıl Abb asilerin s on dönemlerinin bilimsel ve felsefi gücüne odaklanmaktaydı . B u anlatı Hıristiyan Arap entelektüeller için de fevkalade kabul edilebilir bir mahiyetteydi. Yirminci yüzyılın başındaki p an-İslamist düşünürlerin tezlerine göre, İslam'ın altın çağındaki alimlerin çalışmaları olmasaydı modern Avrup a medeniyeti asla bu ş ekilde ortaya çıkamaya­ caktı . İslam biliminin ve felsefesinin altın çağı, Müslüman­ l arın, inançları dolayısıyla geri kalmaya mahkum bir küresel Hala İngilizce, Almanca ve Fransızcada aynı isimde dergiler bu­ lunmakta. Japonya'daki Kaikyo Sekai dergisi bu bakımdan özel bir öneme sahip. Syed Amir Ali, The Life and Teachings of Mohammed: The Spirit of Islam, Londra: W. H. Allen, 1 89 1 ; Hindli Abdülmecid, tn­ giltere ve Alem-i lslam, İstanbul: Matbaa-ı Amire, 1 9 1 0; Abdürreşid İbrahim, Alem-i lslam ve Japonya 'd a intişarı lslamiyet, İstanbul: Ahmet Saik B ey Matbaası, 1 9 1 1 . 1 10

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

medeniyet olmadığını, aksine, geçmişteki b a ş arılarının da gösterdiği gibi, "ilerlemeci" yönelimlere sahip olduğunu ka­ nıtlamaya yeterdi. Ernest Renan'ın 1 883 tarihli "İslam ve Bilim" konulu kon­ feransı, Müslüman modernistlerin yıkmak istediği ırkçı Av­ rup a-merkezci hikayeye gayet iyi bir örnek teşkil ediyordu. Renan, Semitik temeller üzerine kurulan İslam medeniyetini bariz bir şekilde, Aryan olan Avrup a medeniyetinden "ayrı" ve "aşağı" olarak görüyordu. Renan ayrıca İslam tarihinde­ ki bilimsel baş arıların İslam'a rağmen ortaya çıktığını iddia ediyor, İslam'ın fanatizminin ve Semitik kökenlerinin İslam dünyasını yıkacağını dile getiriyordu.9 Yüzlerce Müslüman entelektüel, Renan'a ve onunla b enzer beyanları bulunan Gladstone gibi diğer etkili Avrup alılara reddiyeler kaleme alarak karşılık verdi . 1 0 Örneğin Seyyid Emir Ali, Hz. Muham­ med'i s adece bir p eygamber olarak değil, aynı zamanda bir medeniyetin kurucusu olarak ele alıp anlatmaktaydı . Refor­ mist değerlendirmelerin perspektifine göre, İslam medeni­ yeti Antik Yunanın birikimini miras almış, onu rasyonel ve hümanist İslami değerlerle birleştirmişti ve İslam'ın altın çağında da modern B atının ortaya çıkmasına zemin oluştu­ ran katkıları ortaya koymuştu. Dünya tarihinin bu Avrup a ve İslam ortak-merkezli yorumu, modern Batının yükselişine katkı sunmanın bir medeniyet ve haysiyet kriteri olarak s a ­ yıldığını v e Müslümanların bu yolla ırksal e şitliği hak etti­ ğini de ima ediyordu . 1 1

10

11

Renan'ın 1 883 'teki "İslam ve Bilim"in İngilizcesi için, bkz. Ernest Renan, The Poetry of the Celtic Races and Other Studies, Londra: Walter Scott, 1 896, s . 84- 1 08. Renan'a Müslüman alimlerce verilen çok çeşitli cevaplar için, bkz. Dücane Cündioğlu, "Ernest Renan ve 'Reddiyeler' Bağlamında İs­ lam-Bilim Tartışmalarına Bibliyografik bir Katkı," Divan, No. 2, 1 996, s . 1 -94. Britanyalı çağdaşlarının Gladstone' a verdikleri cevap­ lar ve reddiyeler için, bkz. H. A. Munro Butler-Johnstone, Bulgarian Horrors, and the Question of the East: A Letter Addressed to the Ri­ ght Honorable W. E. Gladstone, M.P. , Londra: William Ridgway, 1 87 6 . Namık Kemal'in Renan' a karşı çıkışı için, bkz. Renan Müdafaana­ mesi: !slamiyet ve Maarif. Ankara: Milli Kültür Yayınları, 1 962. C e 111

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Müslümanlar v e İslam öylesine ırks allaştırılmıştı ki, özel hayatında dindar olmayan ve İslami gelenekleri eleşti­ ren pozitivist entelektüeller de İslam'ı Oryantalist ve s osyal D arwinist çıkışlara karşı savunmak için ap olojetik metinler kaleme almak zorunda kaldı . 1 2 Müslümanlara yönelik ırkçı­ lık ten rengi üzerinden değil de, bir medeniyete dair önyargı­ dan geldiği için, söz konusu ırkçı argümanların kendi O ryan­ talist ve so syal Darwinist mantığı içinde cevaplanması daha i s abetli olacaktı. Onlara karşı çıkmanın tek yolu, görünüşe göre, s ö z konusu Avrup alıların ırkçı s öylemine konu edindiği İslam tarihini , ilahiyatını ve bilimini Avrup a'daki rasyona­ lite ve terakki kriterlerine göre yeniden değerlendirip ifade etmekti. Bu yüzden modernist İslam projesi, Avrupa'nın hakim s o syal bilim teorileriyle etkileşime girmekten kaçamaz­ dı . Dolayısıyla Müslüman entelektüeller bilimsel ırkçılığın ayrıntılarını dikkatlice ele alıp tartış arak, Araplar, Türkler, Hintliler ve İranlılar arasında farklılıklar olsa da, bu farklı­ lıkları aş arak, İslam dünyasının tarih ve medeniyetine dair çok çeşitli yorumlar ve tanımlar ürettiler. 13 Sosyal Darwi­ nizm

tartışmasında

Müslüman

entelektüeller genellikle

Müslümanların geri kalmış olduğunu kabul etmekle b eraber bunun ebedi, ırksal ve kalıcı bir durum olduğu fikrini red­ detmekteydi . Entelektüel elitler güçlü bir diriliş çağrısıyla toplumlarına müdahale edebileceklerine, b öylelikle İslam

12

13

maleddin Afgani'nin reddiyesi için, bkz. Jamal al-Afghani, "Answer of Jamal ad-Din to Renan," içinde: An Islamic Response to Imperi­ alism, der. Nikkie Keddie, Berkeley: University of C alifornia Press, 1 968, s . 1 8 1 - 1 87 . Ataullah Bayezidof'un reddiyesi için, bkz. onun, İs­ lam ve Medeniyet, Ankara: TDV Yayınları, Ankara, 1 993. Afgani'nin Renan'la Paris'teki ilişkisine dair, bkz. Elie Kedourie, Afghani and Abduh, Londra: C ass, 1 966, s . 41 -46. Ahmed Riza, L a faillite morale d e l a politique occidentale e n Orient, Tunis: E ditions Bouslama, 1 979; Ahmed Riza ve !sınai! Urb ain, Tole­ rance de l'islam, Saint-Ouen, France: Centre Abaad, 1 992. Marwa Elshakry, Reading Darwin i n Arabic, 1 860-1 950, Chicago: University of C hicago Press, 20 1 3 . 112

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N D A B İ R D E N G E A R AY I Ş I

dünyasını uyandırarak "çöküşü s ona erdirebileceklerine" 14 inanmış gibiydi. Müslüman mo dernistlerin geri kalmışlığın kökleri konusundaki eleştirisi sertti ve içsel sebepler ara­ maya dönüktü . B azıları tas avvuf ile tarikatların veya halk arasındaki yaygın din anlayışının, İslam'ın gerilemesinin sebebi olduğunu ve bu nedenle erken dönemdeki İslam'ın saflığına dönüşün yegane çözüm olduğunu ileri sürmektey­ di. 1 5 İslam'ın asli ve bozulmamış değerlerini yeniden canlan­ dırma arzusu, entelektüellerin Avrup a rasyonalizmini ve i ş ahlakını Müslüman dinine adapte etme konusundaki isteği , çatışmaya dayanan güvensiz bir uluslararası siyasi ortam­ da Müslüman ırkının hayatta kalmasına ilişkin Darwin'den esinlenmiş evrimci ve rekab etçi kaygıların etkisini de gös­ termekteydi. Bu tartışmalarda İslam dünyasının gerilemesi hususun­ daki varoluş s al kaygı , bu kaygıya sahip olanların bir İslam dünyasının varlığına olan inancını da pekiştiriyordu. Eğer İslam dünyası geriliyorsa, daha öncelerden b eri b öyle bir "dünya" var olmalıydı. B öylece en eski İslami metinler ve ta­ rihler, kendi zamanlarında anlamlı olmayacak bir fikre, yani "İslam dünyası" fikrine b ağlanmaya başladı. On dokuzuncu yüzyıl jeopolitiğiyle birlikte yeni bilimsel ve siyasi teorilerin bir ürünü olan bu çağdaş küresel anlatı, yüzyıllar öncesinde­ ki geçmişe yansıtılarak güvenilirliğini s ağlamlaştırmaktaydı. Pan-İslamist yazarların ve çevrelerin ikinci büyük fikri baş arısı, hem Hıristiyan misyonerlerin hem de seküler Or­ yantalistlerin küçümseyici i d dialarına cevap verecek evren­ sel bir din olarak İslam'ı yeni bir kavramsallaştırma üze­ rinden ele alışları oldu. Din, İslam dünyasının ırks allaştı­ rılmasının ana seb ebiydi ve güya İslami geleneğin geriliği, 14

15

C arter Vaughn Findley, "An Ottoman Occidentalist in Europe: Ahme d Midhat Meets Madame Gulnar, 1 889 ." American Historical Review, 1 03 , no. 1 , 1 998, s . 1 5 -49 . On dokuzuncu yüzyılın sonundaki Selefi düşüncenin modernizm an­ layışı için, bkz. David Dean Commins, Islamic Reform: Politics and Social Change in Late Ottoman Syria, New York: Oxford University Press , 1 990. 1 13

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Avrup a imp aratorluklarının hükmettiği Müslüman halklara karşı uyguladığı ayrımcılık için bir gerekçeydi. Müslüman mo dernistler bu nedenle İslam'ın statüsünü, Hıristiyanlık ve Aydınlanma ile karşılaştırılabilir s ayıp , onu eşit ve evrensel bir konuma yükseltmeye çalıştılar. "Gerçek" Müslümanların aydınlanmış ve hoşgörülü olduğu yönündeki görüş yavaş ya­ vaş Müslüman mo dernizminin standart s öylemi haline geldi . Bu yaklaşım, İslam'ı, tüm halklar için, her yerde ve her z aman olmak üzere, rasyonaliteyi, modern uygarlığı ve iler­ lemeyi -yani tam olarak Avrup alı ırkçıların İslam'da eksik olduğuna inandıkları ş eyleri- s avunduğunu gösterecek şe­ kilde tanımlamaya çalışıyordu. Bu elb ette apolojetik, s avun­ macı bir tavırdı. Örneğin Muhammed Abduh'un Fransız Dı­ ş i şleri B akanı Gabriel Hanotaux'nün İslam'ın gerici, despo­ tik ve hoşgörüsüz olduğu iddiasına verdiği cevabı dikkate almadan, onun İslam'ı yeniden düşünme çabasını anlamak imkansızdı. 16 Aynı ş ekilde Seyyid Ahmed Han ve Seyyid E mir Ali'nin rasyonel bir din olarak İslam'a dair kaleme aldığı İn­ gilizce yazılar, William Muir gibi misyonerlerin ve Oryanta­ listlerin hakaretlerine cevap verme b ağlamı düşünülmeden pek bir anlam ifade etmemekteydi . El-Manar' ın İslam'ı bir dünya dini olarak yeniden ele almaya ç alıştığı pek çok köşe yazısı da, bir yönüyle Evanjelizme, Hıristiyan misyonerliğine ve s ömürge O ryantalizmine yönelik polemiklerle doluydu. Doğrusu, İslam bu dönüşümden geçen tek din değildi. Bu dönemde Yahudilik, Hinduizm ve Budizm de mensupları arasındaki uygulamalardan s oyutlanmış ve evrensel Hıristi­ yanlıkla eşit olmak üzere yeniden yapılandırılmaya, tekrar­ dan yorumlanmaya çalışılmıştır. Söz konusu dönüşüm, bil­ hassa İncil ve E ski Ahit ile mukayese e dilebilecek standart bir dizi klasik kuts al metin ve doktrinle donatılan Budizm ve Hinduizm için zorlayıcı olmuştur. Bir dünya dini olarak İslam'ın evrens elliği fikrinin köken­ leri, Pfander gibi Hıristiyan misyonerlerin Müslüman-karşı-

16

Samira Haj , Reconfiguring Islamic Tradition: Reform, Rationality and Modemity, Stanford, CA: Stanford University Press, 2009, s. 9 1 . 1 14

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N D A B İ R D E N G E A R AY I Ş I

t ı polemiklerinde görülebilir. Örneğin Rahmetullah Kairan­ vi'nin (el-Hindi) Kuran'ın, Hıristiyanlığın kuts al metinlerinin daha s onra saptırdığı orijinal gerçek ve bozulmamış Allah kelamı olduğunu s öylediğini hatırlayabiliriz. 1 7 Nihayetinde 1 920'de Hintli Müslümanlar, Hıristiyanlara kendi Evanjelik yöntemlerini kopyalayarak karşılık vermek için kendi mis ­ yoner hareketleri olan Tebliğ C emaatini kurdular. Hint Müs ­ lümanları arasında yeni Ahmetliye tarikatı d a (Kadıyaniler) hem misyoner Hıristiyanlığın hem de Arya Samaj gibi Hindu ve Sih misyonerlerin ve yeniden dirilişçilerin tezlerini çürüt­ mek için ortaya çıktı . Ahmetliye hareketi , özgün ve evrensel olduğuna inandığı !slam'ı tüm dünyaya yaymak için, "şiddet içermeyen cihad" olarak yorumlanan dailik ve tebliğ hareke­ tini b aşlattı. 18 Ancak !slam'ın bir dünya dini olarak yeniden keşfedilme­ si, O ryantalizme ve ırkçılığa cevap vermekten öte, b aşka bir amaca daha hizmet ediyordu. Müslüman reformcular, Müs ­ lüman halklarda !slam'ın yorumları arasındaki çeşitlilik ve farklılığı bir yorum zenginliği ve doğal bir durum olarak değil, İslam ümmeti için bölünmüşlük ve zayıflık kaynağı olarak görmekte ve asli metinlere dayanan evrensel bir din anlayışıyla ümmet içinde bir siyasi vahdet yaratmak amacı­ nı da gütmekteydi. Müslümanların sınırları aşan hareketli­ liği ve seyahatleri, reformcuların, Müslümanlar arasında din anlayışı ve ib adetler konusunda bile muazzam bir çeşitlilik olduğunu fark etmelerine vesile olmuştu. Reformcular için bu çeşitlilik kaygı vericiydi, zira icma ve fikir birliğini yeni emperyal koşullar altında bir güç kaynağı olarak görüyor11

ıs

Hıristiyan misyonerlere karşı Müslüman modemist ve anti-emper­ yalist tepkilerin başlıca temalarının tamamı, İngiltere'deki Anglikan Kilisesinin İstanbul'daki Şeyhülislamlık makamına gönderdiği bir mektuba yanıt olarak hazırlanan kaps amlı bir kitapta görülebilir. Fas ve Mısır asıllı pan-İslamist bir Osmanlı Arabı olan Abdülaziz Ç aviş'in cevabı 1 923'te İngilizlerin İstanbul'u işgali sırasında ya­ yınlanmıştır. Abdülaziz Ç aviş , Anglikan Kilisesine Cevap, çev. Meh­ met Akif, İstanbul: Evkaf-ı İslamiye Matbaası, 1 923. Jason Ananda Josephson, The Invention of Religion in Japan, Chi­ cago: University of Chicago Press, 20 1 2 . 1 15

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L J Ş M A S I

l ardı . 1 890'lara gelindiğinde, İslam hakkında vurgulanması gereken noktalar konusunda bir mutab akat ortaya çıkmış gibiydi . Buna göre, reformcular İslam'ı dünyadaki en tutar­ lı, rasyonel ve sistematik din olarak tanımlıyordu. Görünüş e b akılırs a, bu İslam anlatısında mucizelere ve evliya kera­ metlerine daha az yer vardı ve reformcular İslam medeni­ yetinin bilim ve felsefesiyle çok daha fazla gururlanıyordu. Reformcular bu evrensel İslam'ı çeşitli mezheplere ve tari­ katlara bölünmüş olan Hıristiyanlığa kıyasla çok daha birlik i çinde ve tutarlı bir din olarak tasvir ediyordu. 1 9 Ş i i p an-İslamist Seyyid Emir Ali'nin 1 89 1 tarihli kita­ bı İslam 'ın Ruhu, Aydınlanmayla ve diğer dünya dinleriyle uyumlu bir evrensel İslam yaratmaya dönük bu reformcu vizyona çok iyi bir örnek teşkil etmektedir. 20 Bu kitap , İslam'ı Hıristiyanlık, Yahudilik ve Budizm gibi diğer dünya dinleriy­ le -fakat Emir Ali'nin ülkesi Hindistan'da İslam'ın en büyük rakibi olarak görülebilecek olan Hinduizmden pek b ahs et­ meden- karşılaştırmaktaydı . İslam'ın bir "ruh"a sahip oldu­ ğu fikri hayli yeni ve modern bir şeydi; daha önceki dönem­ lerin ulema mensuplarının nadiren dile getirdiği fikirleri "İslam'a göre" tek bir hakikat olarak sunuyordu. Muhammed Abduh'un Tevhid Risalesi ( 1 897) de bu yaklaşımı temsil eden bir b aşka eser olarak zikredilebilir. 21 "İslam" kelimesi modern-öncesi dönemdeki kitap başlık­ l arında nadiren yer alırken, on dokuzuncu yüzyıldan sonra tek bir İslam adına yapılan genellemeler artık her yerdeydi . Yazılan kitapların çoğu ya gayrimüslim Avrup alıların eser­ lerinin çevirisiydi ya da Avrup alıların iddialarına cevab en

19

ıo

21

Umar Ryad, Islamic Reformism a n d Christianity: A Critical Rea­ ding of the Works of Muhammad Rashid Rida and His Associates (1 898-1 935), Leiden: Brill, 2009; Kazuo Morimoto, Sayyids and Sha­ rifs in Muslim Societies: The Living Links to the Prophet, Londra: Routledge, 20 1 2 . Syed Ameer Ali, The Spirit of Islam: A History of the Evolution and Jdeals of Islam with a Life of the Prophet, Londra: Methuen, 1 967. Mulıammad 'Abduh, The Theology of Unity, Londra: George Allen and Unwin, 1 96 6 . 1 16

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

Müslümanlar tarafından yazılmıştı. "İslam'a Göre Kadınlar" veya "İslam' a Göre C ihad" gibi kitap ya da bölüm b a şlıkları Avrup a'nın İslam-karşıtı metinlerine p o lemik olarak cevap vermekteydi ve İslam dininin müdafaasını yap arak bu dini özellikle rasyonel, sistematik ve modernist bir sistem olarak gös teriyordu . 22 Hz. Muhammed'in bir medeniyetin kurucusu olduğunun vurgulanmasının ve İslam'ı bir dünya dini olarak sunmas ı nın yanı sıra, p an-İslamist anlatının üçüncü önemli yönü de, son dönemdeki sömürgeciliği, B atının İslam alemini aş ağı­ lamasının bir ürünü olarak gö stermesiydi . İslam'ı uzaktaki görkemli geçmişine döndürebilmek için dinin evvela bu ac­ ziyetten kurtarılması gerekiyordu. Örneğin B ritanya İmp a­ ratorluğunun egemenliği altında yaşayan Hintli Müslüman yazarlar ya B abürlüler gibi Müslüman imparatorlukların yı­ kılması ya da Avrup alıların çıkardığı fitneler yüzünden me­ deniyetlerinin birliğinin yok edilmesi nedeniyle İslam dün­ yasının gerilediğine ve aş ağılandığına dair b olca duygus al refe rans kullanarak bu tezleri dile getirmekteydi. 23 "Gerileme ve Ç öküş" anlatısı genellikle nostaljiyle bir aradaydı . Etkili bir Hintli Müslüman ş air ve siyas etçi olan Muhammed İkb al, yazılarında, örneğin Sicilya'daki Arap hü­ kümranlığının sona ermesine ve Endülüs Müslümanlarının ülkelerinden sürülmelerinden sonra Katolik kilisesine dö­ nüştürülen Kurtub a C amiinin durumuna değiniyordu . İk­ bal'in yazıları genellikle ümmet kavramından bahs etmek­ teydi, ancak bu kavramın artık "modern jeop olitik İslam dünyası" ve "İslam medeniyeti"yle eş anlamlı olduğu apaçık ortadaydı . Geçmişteki aş ağılanma ve kurtuluş anları kısmen İslam dünyasının yeniden inş a edilmesine ilham vermek için 22

23

Tomoko Masuzawa, The Invention of World Religions, or, How Euro­ pean Universalism Was Preserved in the Language of Pluralism, Chicago: University of C hicago Press, 2005; Dietrich Jung, Orien­ talists, Islamists and the Global Public Sphere: A Genealogy of the Modern Essentialist Image of Islam, Sheffield: Equinox, 2 0 1 1 . Christopher Shackle ve Javed Majeed, çev. Hali 's Musaddas: The Flow and Ebb ofIslam, Delhi: Oxford University Press, 1 99 7 . 1 17

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

zikredilmekteydi. Genellikle "nostalji" temalı tarih b ilinci örneklerinde de olduğu gibi, "altın çağ" s onrasındaki geri­ leme ve acziyet temaları da daima yanıltıcı olmaya yatkın, s o runlu bir söyleme i ş aret ediyordu. Aslına b akılırs a, Müs ­ lümanların eğitimi , okur-yazarlığı ve yayıncılık faaliyetleri emperyal küres elleşme koşulları altında gelişmişti ve Hint Okyanusundaki Müslüman tüccarlar on dokuzuncu yüzyılın s onlarında İngiliz yönetimi altındayken kendi "altın çağ"la­ rını yaş amaktaydı.24 Yine de "görkemli geçmiş," "altın çağ" ve "bugün yaş anan acziyet ve aş ağılanma" ile "hak edilen ve b eklenen kurtuluş" ekseninde dile gelen tarih anlayışı güçlü bir siyasi tahayyül yaratmaktaydı. Pan-İslamist s öylemin dördüncü önemli konusu, İslam dünyasıyla Hıristiyan B atı dünyası arasında sonsuz bir ça­ tışma olduğunu dile getiren yeni tarihsel bilinçti . Ve bu ziya­ desiyle yanlıştı . . . Ortaçağdaki Müslüman tarihçiler elbette Haçlı Seferleri hakkında bolca yazmıştı ve O smanlı İmp ara­ torluğu Avrup a imparatorluklarıyla pek çok defa s avaşmıştı, anc ak İslam dünyası-Hıristiyan B atı çatışması tüm Müslü­ manların tarihi tecrübeleriyle örtüşmemekteydi . Tarihte, çok daha fazla Müslüman, Hıristiyanlara olduğundan daha çok Budistlere ve Hindulara komşu olarak yaş amıştı; üstelik Hı­ ristiyanlarla ilişkiler de her zaman çatışma üzerine kurulu değildi. Ne var ki, yirminci yüzyılın b aşlarında, Müslüman­ ların tarihi, diğer her şeyden ziyade, Hıristiyan Avrup a'yla ilişkileri merkeze alıp bir Akdeniz ve Doğu Avrup a sınır hattı tecrübesinden yola çıkarak yeniden yorumlandı . Bu yakla­ şım, bir b akıma, Avrup a kimliğinin kurucusu olarak Müs­ lümanlarla askeri karşılaşmaları vurgulayan Avrup a tarihi anlatılarına cevap niteliği taşıyordu. Söz konusu ko şullar­ da medeniyetler arasındaki çatışmalar, özellikle de "Hilal ve Haçın çatışması" tezi küres el tarihin anlaşılması adına kul­ lanılan en hakim çerçeve konumundaydı . 2•

Britanya İmparatorluğu bünyesinde Hadramutlu Arap diyasporası­ nın tüccarlannın güçlenişine dair, bkz. Engseng Ho, The Graves of Tarim Geneawgy and Mobility across the Indian Ocean, Berkeley: University of C alifornia Press, 2006. 118

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

Neden hem Avrup alı elitler hem d e eğitimli Müslüman­ lar, kendi imp aratorluk tecrübeleriyle yanlışlanan ve çeliş ­ kilerle dolu bir medeniyetler çatışması anlatımını b öylesine sahiplendiler? D aha önce de belirttiğimiz gibi, Osmanlı'nın Hıristiyan nüfusunu baskıcı Müslüman yönetiminden kur­ tarmaktan bahseden Avrup a anlatıları bu ikiliği yaratmada belirleyici faktörlerden birisiydi. Rus ve Hab sburg prop a ­ gandası d a İslam v e Hıristiyanlık arasında tarihsel bir ç a ­ tışma olduğunu vurgulamaktaydı . Ancak tarih bunun tersini gösteren örneklerle de doluydu. Ve yeni emperyalizm döne­ minde de Müslümanlar Hıristiyan imp aratorlukların sadık tebaası olarak yaşıyordu. Ancak Avrupalı sömürge memur­ ları Müslümanların hak taleplerini ve memnuniyetsizlikleri­ nin en ufak bir ifadesini bile medeniyetler ç atışması gözlü­ ğüyle okuyup , bunu meşru bir hak ve adalet isteği değil de, Müslümanların Hıristiyan imparatorlukları dinleri gereği kategorik olarak reddetmesine b ağlamaktaydı . Sömürgecili­ ğe inanan Avrupalı entelektüeller ve emperyal stratejistler, Hıristiyan-karşıtı teolojik veya fıkhi ilkeleri s ebebiyle Müs ­ lümanların B atı imparatorluklarına karşı şiddetli b i r isyana eğilimli olduklarına inanmaktaydı . Başlangıçta Müslüman reformcular ebedi çatışma anlatısının geçerliliğini reddet­ mekteydi , ancak nihayetinde onlar da modern emp eryalizmi Hıristiyanların Müslümanlara yönelik tarihi saldırılarına b ağlıyordu. Nitekim 1 9 1 2 - 1 9 1 3 B alkan Savaşları s ırasında Osmanlı b asını, ırkçılık ve İslam-karşıtlığı nedeniyle mo­ dern Avrup a emperyalizmini bir tür Haçlı Seferi olarak tas­ vir etmekteydi. Müslüman reformcular bu b ağlamda bugün dahi karşılık görmeye devam eden tarihi bir romantizm b a ş lattılar. Örne­ ğin Haçlıları Kudüs 'ten çıkaran Selahaddin Eyyubi, İslam dünyasının kahramanı ve kurtarıcısı olarak çok büyük bir ilgiye mazhar oldu. 1 870'lerde Namık Kemal, Selahaddin' in İslam dünyasına yönelik s aldırıyı püskürten asil ve vatans e ­ ver b i r Müslüman kahraman olarak tasvir edildiği b i r piyes yazdı. Selahaddin Eyyubi hayranlığının ins anlara aşıladığı üzere, Müslümanlar geçmişte kahraman liderler s ayesinde 1 19

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Haçlıları yenebildiyse, modern emperyalizm şekline bürü­ nen yeni Haçlı Seferlerini de göğüsleyebilir, Haçlıları bir kez daha mağlup edebilirdi . Osmanlıların Avrupa'nın imp arator­ luklar kulübündeki üyeliğine büyük önem vermesine ve ken­ di idaresi altındaki Hıristiyanların sadakatini talep etmesi­ ne rağmen, tarihte Osmanlı'nın hakimiyetini Doğu Avrupa'ya yayması da Müslümanların medeniyetinin büyüklüğünün bir örneği olarak benzer şekillerde topluma hatırlatılıp yü­ celtildi . Ebedi ve ezeli bir İslam-B atı çatışması olduğuna dö­ nük bu çarpık anlatı, İsp anya'daki Endülüs hakimiyeti döne­ mine olan ilgiyi de canlandırdı . İbn Rüş d ve diğer Endülüslü Müslüman filozoflar İslam'ın B atı medeniyetine katkısının örnekleri olarak takdim edilirken, Reconquista hareketi Ba­ tının Müslümanlara dönük saldırganlığının bir b aşka örneği olarak ele alınıp işlenir oldu. Bütün medeniyetler çatışması teorilerinin, o dönemin Av­ rupa ve Amerikan üniversitelerinde üretilen ve okunan ulus­ lararası siyaset literatüründen kaynaklandığını unutmamak gerekir. Dolayısıyla İslam-Batı ya da B eyaz ırk-S arı ırk çatış­ ması üzerine pan-İslamist ve pan-Asyacı metinlerin Avrupa ya da Amerika Birleşik Devletleri'nde eğitim görmüş Müs­ lümanlar ve Asyalı düşünürler tarafından üretilmesi de şa­ şırtıcı değildir. Halil Halid'in The Crescent versus the Cross [Hilal ve Salih Münazarası] ( 1 907) C ambridge Üniversitesin­ de yaz dığı yüksek lis ans tezinden kitaplaştırılmıştı. 25 Aynı dönemde Japon siyas etçi ve düşünür Kodera Kenkichi'nin

Treatise on Pan-Asianism [Fan-Asyacılık Üz erine) adlı bin s ayfalık incelemesi ( 1 9 1 6) , C olumbia Hukuk Fakültesindeki (şimdi George Washington Üniversitesi) doktora çalışması­ na dayanmaktaydı. 26 Pan-İslamist ve p an-Asyacı düşünürler, 25 26

Halil Halid, The Crescent versus the Cross, Londra: Luzac, 1 907. Bir Osmanlı pan-İslamisti olan ve İngiltere'de İslam dünyasına dair pek çok yayın yapan Halil Halid C ambridge Üniversitesinde eğitim görüp orada akademik kariyerini sürdürmüştür. Bkz . Syed Tanvir Wasti, "Halil Halid: Anti-Imperialist Muslim Intellectual," Middle Eastem Studies 29, no. 3, Temmuz 1 993, s. 559-579. Halid Beyin öz­ yaşam öyküsü için bkz. Halil Halid, The Diary of a Turk, Londra: A. 1 20

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

Harvard'dan doktoralı olan ve B eyaz ırkın üstünlüğünü s a ­ vunan Lothrop Stoddard'ın çalışmalarına bilhas s a angaje olmuştu, çünkü Sto ddard eserlerini uluslararası ilişkilere tamamen medeniyet ve ırk çatışması üzerinden bakarak yaz ­ mıştı.27 Sto ddard'ın 1 92 1 'de çıkan The New World of Islam [İslam Alemi, 1 9 1 4- 1 92 1 : C ihan Harbi Sonrasında Bir Mede­ niyet Sorgusu ve Arayışı] başlıklı kitabının Arapça çevirisi, önde gelen bir p an-İslamist olan Şekib Arslan'ın, yazarın gö­ rüşleri üzerine uzun itiraz notlarını da içermekteydi. Ancak Arslan, Stoddard'ın uluslararası meseleleri İslam dünyas ı ile B atı arasında b i r çatışma olarak yorumlayan temel tezini kabul etmekteydi. 28 Pan-İslamist düşüncenin beşinci önemli ö zelliği , Müslü­ manların çoğunlukta olduğu coğrafyanın geniş liği ve bura­ ların b arındırdığı büyük nüfusun siyasi farkındalığının art­ masıydı . Yirminci yüzyıla girilirken, İslam dünyasını Güney­ doğu Asya'dan Kuzey Afrika'ya uzanan devamlılık s ahibi bir coğrafya olarak betimleyen haritalar sıkça görülmekteydi. Hıristiyan misyonerler, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeleri gö steren ve buralardaki Hıristiyan nüfusları tespit eden haritaları çizen ilk kişilerdi .29 Aslında Protestan misyo­ nerler, 1 9 1 l 'de Hartford Seminary'de The Muslim World [İs ­ lam Dünyası] başlıklı nitelikli bir dergi yayınlayarak, İslam

27

28

29

C. Black, 1 90 3 . Benzer şekilde, p an-Asyacılık üzerine ilk kapsamlı çalışma, yüzyıl dönümünde Washington DC'deki Columbian College of Law'dan mezunu olan Japon entelektüel Kodera Kenkichi tarafın­ dan yazılmıştır. Bkz. Dai Ajiashugi Ron, Tokyo: Hôbunkan, 1 9 1 6. Lothrop Stoddard, The New World of Islam, New York: Scribner's , 1 92 1 . Metnin Arapçası için bkz. Lıithrub Stıidard, Hadir al-Alam al-Isla mi, çev. 'Ajjaj Nuwayhid, der. al-Amir Shakib Arslan, Kahire: Matbaa-ı Salafiyah, 1 924) . Aynı metnin Osmanlıcası için bkz . Yeni Alem-i İs­ lam, çev. Ali Rıza Seyfi, İstanbul: Ali Şükrü Matbaası, 1 922. Samuel Zwemer, Islam, a Challenge to Faith: Studies on the Moham ­ medan Religion a n d the Needs a n d Opportunities of the Moham­ medan World from the Standpoint of Christian Missions, New York: Laymen's Missionary Movement, 1 909. 121

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

dünyası fikrinin derinleşmesine büyük katkıda bulundular. 3 0 1 880'ler v e 1 930'lar arasında, b u b aşlığa sahip İngilizce, Al­ manca, Fransızca, İtalyanca, Jap onca, Arapça, Osmanlı Türk­ çesi ve Malayca yayınlanan pek çok dergi vardı . B irinci Dünya S avaşının eşiğine gelindiğinde, dünya­ da 2 5 0 milyon Müslümanın bulunduğu tahmin ediliyordu . Müslüman nüfusuna dair hesaplamalar bir yandan Müslü­ manlar için bir gurur kaynağı olurken, bir yandan da B atı hegemonyası için Müslümanların oluşturduğu tehlikenin b oyutunu vurgulamak suretiyle Avrup a ırkçılığını güçlen­ dirmekteydi . Avrupa'daki ırkçı tahayyüle göre, nasıl Yahu­ diler bir iç tehdit ise, devas a nüfusuyla İslam dünyası da çok önemli bir dış tehditti . Ç in ve Avrup a arasındaki bü­ yük bir İslam dünyasının varlığı, korkutucu bir "Müslüman tehlike si" s öylemine yol açıyordu . Avrup alılar Yahudilerden -sözde bütün dünyayı s aran güçleri ne deniyle- korktukları ama aynı zamanda onları aş ağılık varlıklar olarak görüp onlardan nefret ettikleri gibi, Müslümanlardan da hem bir tehdit unsuru hem de aş ağı/geri bir dinin mensupları diye b ahsediyorlardı . B azı Avrupalılar ise, Beyaz ırktan bir im­ p aratorluğun fanatik Muhammedi kitleleri kendilerine ra­ kip olan diğer B eyaz imparatorluklara karşı kışkırtıp isyan

30

Thomas Kidd, American Christians and Islam: Evangelical Culture and Muslims from the Colonial Period to the Age ofTerrorism , Prin­ ceton, NJ: Princeton University Press, 2009; Samuel Marinus Zwe­ mer (der.). The Moslem World, Londra: Published for the Nile Missi­ on Press by the Christian Literature Society for India, 1 9 1 1 . B u dergi daha sonra Hartford Seminary' e 1 93 8 tarihinde taşındı ve yayın ha­ yatına hala devam etmekte. Aynı isimdeki Almanca dergi ise 1 9 1 3 'te doğdu: Deutsche Gesellschaft für Islamkunde, Die Welt des Islams = The World of Islam = Le Monde de l 'Islam (Leiden: E . J. Brill, 1 9 1 3) . İslam dünyasıyla ilgili Fransızca dergi i s e 1 906 gibi daha erken bir tarihte yayın hayatına başladı: Mission scientifique du Maroc, Re­ vue du monde musulman (Pari s : Mission scientifique du Maroc, 1 906) . Aynı tarihlerde, benzer isimler taşıyan dergiler pan-İslamist entelektüeller tarafından da yayınlanmaya başladı. Bunlardan biri de Abdürreşid İbrahim'in editörlüğünü yaptığı Alem-i /slam'dır (İs­ tanbul, 1 9 1 1 - 1 9 1 2) . 122

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

ettirmeyi tasarlayan jeopolitik fanteziler kurabilmekteydi . 3 1 Müslüman nüfus tahminlerinin tam doğru o lup olmadığı çok az önem arz ediyordu, zira asıl önemli olan bu büyük nüfusun hem Müslümanlar hem de Hıristiyan sömürgeciler için birtakım siyasi anlamlar taşımasıydı. Avrup a impara­ torluklarının yönetimi altında yaşayan Müslümanlar, hakça ve eşit muamele görmeye liiyık potansiyel güçlerinin dayana ­ ğı olarak küres el Müslüman nüfusla övünüyordu. B öylesine muazzam bir nüfu s a mensubiyet onlara güç ve ilham verdiği gibi , Müslümanlar arasındaki küres el b ağlantı ve dayanış ­ ma ağlan daha fazla vurgulanır hale geliyordu . Örneğin Hin­ distan'daki Müslümanlar kendilerini, büyük bir Hindu nüfus içinde kalan bir azınlık olarak değil, Hindistan'ın ötesinde, genişletilmiş Hint Okyanusu bölgesindeki (ki bu b ölge En­ donezya gibi Hollanda s ömürgelerini ve Arap alemi ile Af­ rika'daki Müslümanları da kap sadığı için) çoğunluğun dini­ nin mensupları olarak düşünüyordu. Hindistan bağlamının ötesinde, büyük küresel Müslüman nüfus, ezilmiş ve aşa­ ğılanmış s ömürge teb aasına güven telkin etmekteydi; eğer birlikte hareket ederlerse Müslümanlar haysiyetlerini ve özerkliklerini kazanmak için Avrup a'nın imp aratorluk güç ­ leriyle müzakere edebilirlerdi . C emaleddin Afgani'nin yaz ­ dığı gibi, "E ğer sineklere dönüş seydiniz, vızıltılarınız Büyük Britanya'nın kulaklarını s ağır ederdi ( . . . ) Ve Tanrı her birinizi bir kaplumbağaya dönüştürseydi, bu denizden geçip Büyük Britanya'yı çevreleyip adalarını suyun derinliklerine batırıp Hindistan ' a özgür olarak geri dönebilirdiniz."32 Pan-İslamizmin son önemli özelliği ise Asya ve Afrika'da­ ki Müslüman- olmayan toplumları ve diğer ko zmop olit ve kap s ayıcı ideolojileri kucaklayan sömürgecilik-karşıtı bir enternasyonalizm oluşuydu. On dokuzuncu yüzyılın sonl a ­ rında veya yirminci yüzyılın b aşlarında bir k i ş i kararlı b i r anarşist, p ozitivist veya s osyalist kalarak d a Müslüman ola­ bilirdi. Dahası, sömürgeciliğin, O ryantalizmin ve bilimse l 31 32

Wilfrid B lunt, The Future of Islam, Londra: Kegan Paul, 1 8 8 2 . Ryad, "Anti-Imperialism a n d the Pan-Islamic Movement." 1 23

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ırkçılığın ortak tecrüb eleri, Asya'daki Müslüman v e Müslü­ man-olmayan entelektüelleri Asyalı-Doğulu olma kimliği et­ rafında bir araya getirmekteydi . Müslümanlar Jap on mo der­ nleşmesine ve Ç in milliyetçiliğine destek veriyordu.33 Orta­ çağda Müslümanların halkları tasnifine b akıldığında, Müs ­ lümanların Hıristiyan sömürge memurları gibi Ehl-i Kitap ins anları tek-tanrılı İbrahimi geleneğinin dışındaki Şinto Jap onları gibi halklara tercih etmesi b eklenirdi . Ancak Mus ­ tafa KB.mil gibi p an-İslamist entelektüeller Jap onya'ya, İn­ giltere'ye duyduğundan daha fazla s empati duymaktaydı .34 Buna karşılık, Sun Yat-s en'den Gandhi 'ye kadar pek çok Müs ­ lüman- olmayan Asyalı, hiçbir z aman muhafazakar b i r dini hareket olarak görmedikleri p an-İslamizmi takdir etmek­ teydi . Müslüman enternasyonalizmi Hinduları ve Budistleri de kucaklamaktaydı . E dward Blyden ve Marcus Garvey gibi p an-Afrikacılar da p an-İslamizmi müttefik bir hareket ola­ rak yorumlamaktaydı . Avrupa ve ABD'deki teosofistler ile pan-İslamist örgüt­ ler arasındaki işbirliği Müslüman enternasyonalizminin 33

34

Renee Worringer, "'Sick Man of Europe' or 'Japan of the Near E ast'? C onstructing Ottoman Modernity in the Hamidian and Young Turk Eras," Intemational Joumal of Middle Eastem Studies 36, no. 2, 2004, s . 207-223. Bkz. C emil Aydın, "A Global Anti Western Moment? The Russo-Japanese War, Decolonization and Asian Modernity," içinde: Conceptions of World Order, ca. 1 880-1 935: Global Moments and Movements, der. Sebastian C onrad ve Dominic Sachsenmaier, New York: Palgrave, 2007, s . 2 1 3-236. Mustafa Ab delwahid, Duse Mohamed Ali (1 866-1 945): The Autobi­ ography of a Pioneer Pan-African and Afro-Asian Activist, Trenton, NJ: Read Sea Press, 2 0 1 1 . 1 893 'te toplanan Chicago Dünya Dinleri Meclisinde Müslümanlann temsilcisi bir hayli azdı; hatta esasen Alexander Russell Webb ve Osmanlı temsilcisi İsmail Hakkı Beyden ibaretti. Bununla beraber Müslüman-olmayan ancak Müslümanla­ nn ve Osmanlılann medeni yaşam tarzlannı s avunan konuşmalar yapan delegeler vardı. E smeralda C ervantes, Herant Kiretchijian, Te­ resa Viele ve C hristopher Jibara bu delegeler arasında yer alıyordu. Bkz. Richard Hughes Seager (der. ) , The Dawn ofReligious Pluralism: Voices from the World 's Parliament of Religions, 1 893, La Salle, iL: Open Court, 1 993. 1 24

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

bir b aşka ifadesiydi . Amerikalı yazar ve diplomat Alexander Rus s ell Webb, Budizm ve teo sofi konusundaki merakların­ dan yola çıkarak Doğuya yönelmiş ve sonunda İslam ' a ihti­ da edip p an-İslamist olmuştu.35 1 907'de Theosophist dergisi Londra'da p an-İslamist toplumunun oluştuğuna dair olumlu bir haber yayınladı. 36 Teo s ofistlerin Asya ve Doğu bilgeliği hayranlığından doğan Aydınlanma -karşıtı eleştirileri, Müs ­ lümanların d a dahil olduğu Hint milliyetçilerinin sömürge­ cilik-karşıtı iddialarını da güçlendirmekteydi .37 Avrupa toplumlarının sadece fanatik ırkçılardan müte­ şekkil olmadığını ve Müslümanların oradaki metropol ya­ şamında entelektüel müttefikler bulabildiğini de akılda tut­ mamız gerekir. B azen Avrupa'daki Müslümanlar hakkındaki ırkçı genellemeler, güya uykudaki İslam dünyasının uyanışı veya dirilişi söylemleriyle beraber görülebilmekteydi. Ba­ zen Müslümanlar hakkındaki olumlu kanaatler, Kuzey Afrika Berberilerinin, ortaçağda köken olarak S ami ırkından gelen Arap Müslümanlar arasında terk edilmiş eski Hıristiyanlar olarak tasvir edildiği Fransız fantezilerinde olduğu türden, kimi üstten b akan söylemler de içerebiliyordu. Ancak aynı zamanda, Fransız İmp aratorluğu, 1 906 - 1 9 1 4 yıllan arasında bir tür "Müslüman B ahan"na ve tüm dünyadaki Müslüman nüfusun hareketlendiğine inanan ve Müslüman ülkelerdeki anayasal devrimleri, canlı basın-yayın faaliyetlerini, moder-

35

3&

37

Umar F. Abd-Allah, A Muslim in Victorian America: The Life of Alexander Russell Webb, Oxford: Oxford University Press, 2006. Mushir Hosain Kidwai'nin Pan-Islamism adlı kitabı Theosophist adlı derginin Kasım 1 907'deki sayısında Londra'da kurulan Pan-Is­ lamic Society'den olumlu değerlendirmelerle bahsedildiğini aktar­ maktadır. Mushir Hos ain Kidwai, Pan-Islamism, Londra: Lusac, 1 908. Teosofistlerle milliyetçiler arasındaki b ağlantı için, bkz. Mark Frost, "'Wider Opportunities ' : Religious Revival, Nationalist Awakening and the Global Dimension in Colombo, 1 870- 1 920," Modem Asian Studies 36, no. 4, 2002, s. 937-967. Pozitivizmin etkisi için, bkz. Axel Gasquet, "Ernesto Quesada, a Positivist Traveler: Between C o smopo­ litanism and Scientific Patriarchy," Culture & History Digital Jour­ nal l , No. 2, 20 1 2 , s. 1 - 1 7 . 125

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ırkçılığın ortak tecrüb eleri , Asya'daki Müslüman ve Müslü­ man-olmayan entelektüelleri Asyalı-Doğulu olma kimliği et­ rafında bir araya getirmekteydi . Müslümanlar Jap on moder­ nleşmesine ve Ç in milliyetçiliğine destek veriyordu.33 Orta­ çağda Müslümanların halkları tasnifine bakıldığında, Müs­ lümanların Hıristiyan sömürge memurları gibi Ehl-i Kitap ins anları tek-tanrılı İbrahim! geleneğinin dışındaki Şinto Japonları gibi halklara tercih etmesi b eklenirdi. Ancak Mus ­ tafa KB.mil gibi p an-İslamist entelektüeller Japonya'ya, İn­ giltere'ye duyduğundan daha fazla s empati duymaktaydı .34 Buna karşılık, Sun Yat-sen'den Gandhi'ye kadar pek çok Müs ­ lüman-olmayan Asyalı, hiçbir z aman muhafazakar bir dini hareket olarak görmedikleri p an-İslamizmi takdir etmek­ teydi . Müslüman enternasyonalizmi Hinduları ve Budistleri de kucaklamaktaydı . E dward Blyden ve Marcus Garvey gibi p an-Afrikacılar da p an-İslamizmi müttefik bir hareket ola­ rak yorumlamaktaydı . Avrupa ve ABD'deki teo sofistler ile pan-İslamist örgüt­ ler arasındaki işbirliği Müslüman enternasyonalizminin 33

34

Renee Worringer, "'Sick Man of Europe' or 'Japan of the Near East'? Constructing Ottoman Modernity in the Hamidian and Young Turk Eras," International Journal of Middle Eastern Studies 3 6 , no. 2, 2004, s . 207-223. Bkz. C emil Aydın, "A Global Anti Western Moment? The Russo-Japanese War, Decolonization and Asian Modernity," içinde: Conceptions ofWorld Order, ca. 1 880-1 935: Global Moments and Movements, der. Sebastian C onrad ve Dominic Sachsenmaier, New York: Palgrave, 2007, s. 2 1 3-236. Mustafa Abdelwahid, Duse Mohamed Ali (1 866-1 945): The Autobi­ ography of a Pioneer Pan-African and Afro-Asian Activist, Trenton, NJ: Read Sea Press , 20 1 1 . 1 893 'te toplanan Chicago Dünya Dinleri Meclisinde Müslümanların temsilcisi bir hayli azdı; hatta esasen Alexander Russell Webb ve Osmanlı temsilcisi İsmail Hakkı B eyden ibaretti. Bununla beraber Müslüman-olmayan ancak Müslümanla­ rın ve Osmanlıların medeni yaşam tarzlarını s avunan konuşmalar yapan delegeler vardı. Esmeralda C ervantes, Herant Kiretchijian, Te­ resa Viele ve C hristopher Jibara bu delegeler arasında yer alıyordu. Bkz. Richard Hughes Seager (der. ) , The Dawn of Religious Pluralism: Voices from the World 's Parliament of Religions, 1 893, La S alle, iL: Open Court, 1 993. 1 24

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E ARAY I Ş I

bir başka ifadesiydi . Amerikalı yaz ar ve diplomat Alexander Rus s ell Webb, Budizm ve teos ofi konusundaki merakların­ dan yola çıkarak Doğuya yönelmiş ve sonunda İslam ' a ihti­ da edip p an-İslamist olmuştu.35 1 907'de Theosophist dergis i Londra'da pan-İslamist toplumunun oluştuğuna dair olumlu bir haber yayınladı. 36 Teosofistlerin Asya ve D oğu b ilgeliği hayranlığından doğan Aydınlanma-karşıtı eleştirileri , Müs ­ lümanların d a dahil olduğu Hint milliyetçilerinin sömürge­ cilik-karşıtı iddialarını da güçlendirmekteydi .37 Avrup a toplumlarının sadece fanatik ırkçılardan müte­ şekkil olmadığını ve Müslümanların oradaki metropol ya­ şamında entelektüel müttefikler bulabildiğini de akılda tut­ mamız gerekir. B azen Avrupa'daki Müslümanlar hakkındaki ırkçı genellemeler, güya uykudaki İslam dünyasının uyanış ı veya dirilişi söylemleriyle beraber görülebilmekteydi. B a ­ zen Müslümanlar hakkındaki olumlu kanaatler, Kuzey Afrika Berberilerinin, ortaçağda köken olarak Sami ırkından gelen Arap Müslümanlar arasında terk edilmiş eski Hıristiyanlar olarak tasvir edildiği Fransız fantezilerinde olduğu türden, kimi üstten b akan söylemler de içerebiliyordu . Ancak aynı zamanda, Fransız İmp aratorluğu, 1 906- 1 9 1 4 yılları arasında bir tür "Müslüman B aharı"na ve tüm dünyadaki Müslüman nüfusun hareketlendiğine inanan ve Müslüman ülkelerdeki anayasal devrimleri, canlı basın-yayın faaliyetlerini, moder-

35 3•

37

Umar F. Ab d-Allah, A Muslim in Victorian America: The Life of Alexander Russell Webb, Oxford: Oxford University Press, 2006. Mushir Hos ain Kidwai'nin Pan-Islamism adlı kitabı Theosophist adlı derginin Kasım 1 907'deki s ayısında Londra'da kurulan Pan-Is­ lamic Society'den olumlu değerlendirmelerle bahsedildiğini aktar­ maktadır. Mushir Hosain Kidwai, Pan-Islamism, Londra: Lusac, 1 908. Teosofistlerle milliyetçiler arasındaki bağlantı için, bkz. Mark Frost, "'Wider Opportunities ' : Religious Revival. Nationalist Awakening and the Global Dimension in C olombo, 1 870- 1 920," Modem Asian Studies 36, no. 4, 2002, s . 937-967. Pozitivizmin etkisi için, bkz. Axel Gasquet, "Ernesto Quesada, a Positivist Traveler: Between C osmopo­ litanism and Scientific Patriarchy," Culture & History Digital Jour­ nal l , No. 2, 2 0 1 2 , s. 1 - 1 7 . 125

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

nist reformları destekleyerek bu doğrultuda Revue du mon­

de musulman (Müslüman Alemi Mecmuası) için yazı yazan akademisyenlere ev sahipliği yapıyordu. Birinci Dünya Savaşı esnasında Fransız ordusunda 200 bin C ezayirli asker vardı. İmparatorluk için çalışan siviller de hesap edildiğinde, C eza­ yir halkının Fransızların savaşına verdiği destek daha da bü­ yüyordu. İngiliz ordusunda da, Ermenileri ve Rumları askere alan O smanlı ordusuna karşı savaş an çok s ayıda Hindu ve Müslüman yer alıyordu. Kıs acası, katı ırk ayrımları, yakınlık ve işbirliği içinde yaşayan milyonlarca ins anın deneyimlerine rağmen ve onlarla eşzamanlı olarak yapılmaktaydı. Faris ve Londra gibi metropoller de Afrikalı, Asyalı ve La­ tin Amerikalı entelektüellerin buluş abileceği ve ırk, dışlan­ ma ve s ömürgecilik hakkında eleştirilerini dile getirip fikir alışverişinde bulunabileceği bir alan s ağlamaktaydı . Bu alış ­ verişlerde bir tür Üçüncü Dünya enternasyonalizminin kök­ leri yatmaktaydı. 38 Örneğin Londra'da p an-Afrikacı Marcus Garvey, pan-İslamist Duse Mohamed Ali ile tanışmış ve onun dergisinde çalışmıştı. B irinci Dünya Savaşından s onra Duse Ali, Amerika Birleşik Devletleri'nde Garvey'i ziyaret etmiş ve Evrensel Zenci H aklarını İyileştirme Derneğine (Universal Negro Improvement Association) katkıda bulunmuştu. Müslüman entelektüellerin Avrupa ve Amerika'daki ya­ ş amları , emperyalizminden ayrı ele alınan evrensel ve soyut "Batı" kavramının önemini de simgeliyordu. Asya ve Afri­ ka'nın tüm büyük entelektüelleri Avrupa düşüncesi hakkında daha fazla b ilgiliydi ve metropollerdeki emperyalizm-karşı­ tı ve ırkçılık-karşıtı eğilimleri yakından takip etmekteydi. Üstelik emp eryalizmi ve Beyaz ırkçılığını eleştiren mazlum h alkların entelektüelleri, Avrupalı ve Amerikalı entelektüel­ lerle etkileşime girebilmekteydi. Örneğin Auguste C omte'un p ozitivizmi hem Brezilyalı elitler arasında hem de O smanlı İmparatorluğunun Müslüman entelektüelleri arasında hay-

38

Michael Goebel, Anti-Imperial Metropolis: Interwar Paris and the Seeds of Third World Nationalism, New York: C ambridge University Press, 20 1 5 . 1 26

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

li revaçtaydı . Liberal çizgideki İttihat ve Terakki C emiyeti , Comte'a entelektüel anlamda çok şey borçluydu. Sosyalizm veya Aydınlanma-karşıtı tavrıyla Alman Romantizmi de s ö ­ mürge topraklarındaki anti-emperyalist entelektüelleri cez­ betmekteydi. Son olarak, az s ayıda da olsa, enerjisi yüks ek kimi Avru­ palı ve Amerikalılar, din olarak İslam'ı, Budizmi veya Hin­ duizmi b enims eyerek s ömürgecilik-karşıtı, pan-İslamist ve pan-Asyacı projelere moral veriyordu. Beyaz entelektüellerin tslam ' a ihtida etmesi ve Faris, Londra ve Liverp ool'da faal camilerin bulunması Müslüman entelektüellerin gözünde çok önemliydi . Bütün bunlar İslam'ın gerçekten herkes tara­ fından benimsenebilecek evrensel bir din olduğunu kanıtla­ makta ve bu dinin mensuplarının s ömürgelerdeki koyu tenli ins anlarla sınırlı olmadığını göstermekteydi .

İngiliz-Osmanlı ittifakını Meşrulaştıran Pan-İslamizm Günümüzde p an-İslamizm, anti-emperyalizmin bir türü ola­ rak kabul edilir. Oysa durum her zaman öyle değildi. Yirmin­ ci yüzyıla girilirken Güney Asyalı Müslümanlar ve O smanlı elitleri İslam dünyası fikrini İngiliz ve O smanlı imp arator­ luklarının ittifakını desteklemek için de kullanmaktaydı . Sultan II. Ab dülhamid ve kimi üst düzey İngiliz hükümet yetkilileri de bu fikirleri p aylaşmaktaydı . İngiliz - O smanlı ittifakı her iki taraf için bir dizi menfaate ve gerçeğe dayanmaktaydı. l 880'li ve l 890'lı yıllardaki İngi­ liz İmp aratorluğu , Hint Okyanusu b ölgesindeki s ömürgeleri sebebiyle dünyadaki Müslüman nüfusunun %40 ' ına hükmet­ mekteydi ve kimi B ritanyalı elitler, O smanlı halifesinin dost­ luğunun Müslüman teb aanın s adakatini teminat altına ala­ cağını düşünüyordu. 1 87 7 - 78 O smanlı-Rus Savaşında aldığı mağlubiyet s onrasında ortaya çıkan kırılganlığının ve askeri zayıflığının son derece farkında olan Osmanlılar, İngilizlere Rusya karşı s ında p otansiyel müttefik olarak hala ihtiyaç du­ yuyor ve bu yüzden, büyük Müslüman nüfusu s ebebiyle, bu 1 27

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ülkeyi Osmanlı halifesinin doğal, hatta belki d e zorunlu bir dostuna dönüştürdüğünü düşünüyordu. İngiliz İmp arator­ luğunun Müslüman teb aası ise kendilerini yöneten sömürge idaresinin Osmanlılarla ilişkilerini geliştirmesini ve b öy­ lelikle metropolitan merkezin B eyaz ırkın üstünlüğü iddia­ l arını benimseyen tavrını zayıflatıp Müslümanlara yönelik ayrımcılığı terk etmesini ümit e diyordu. Britanya , Müslümanların hayatı üzerinde öylesine be­ lirleyici bir rol oynuyordu ki, Kadıyanilik hareketinin kuru­ cusu olan Mirz a Gulam Ahmad, 1 894'te Kraliçe Victoria'nın kalben gizli Müslüman olduğunu ima etmişti. D aha p ek çok Hintli Müslüman alim Kraliçeye s aygısını dile getirirken, b ir yandan da Kraliçenin Hint Müslümanı olan yardımcısı Munshi Ab dül Kerim'le de iftihar ediyordu. Kraliçe Victo ­ ria, Buckingham Sarayında namaz kılmak üzere özel bir yeri olan ve mutfakta helal yemek pişirmesine izin verilen Abdül Kerim'den Urduca öğrenmişti. Ab dül Kerim'in Kraliçeye ya­ kınlığı, Anglikan Kilisesinin başı ve s amimi bir Hıristiyan ol­ masına rağmen Kraliçe Victoria'yı, "kap sayıcı imp aratorluk" ideallerinin sembolü olarak gören Müslümanlar arasında oldukça bilindik bir ş eydi. Fakat yine de İngiliz İmp aratorluğu İslamofobik ve Evan­ j elikti. Birçok İngiliz asker, 1 85 7 Hint Ayaklanmasının miras­ çısı olarak gördükleri Müslümanları , Kraliçenin en s adakat­ siz teb aası olarak tanımlıyordu . İmp aratorluk merkezindeki b asın Müslümanları fanatik göstererek ş eytanlaştırıyor ve bu yolla hem İngiltere'deki hem de tüm imparatorluk s at­ hındaki

Müslümanları kendilerine

yab ancılaştırıyordu.39

Sudanlı Mehdi'yle, Somalili isyancılarla ve Hindistan'ın Af­ ganistan'la sınır bölgesindeki etnik grupl arla devam eden s avaşlar sırasında İngilizler, "meczup mollalar" ve "koyu ten39

Ordudaki Müslümanların sadakatine dair, bkz. Nile Green, Islam and the A rmy in Colonial India: Sepoy Religion in the Service of Empire, C ambridge: C ambridge University Press, 2009. İngilizlerin Müslüman-karşıtlığına karşı Müslümanlann eleştirileri için, bkz. Ron Geaves, Islam in Victorian Britain: The Life and Times of Ab­ dullah Ouilliam, Leicester: Islamic Foundation, 2009. 1 28

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

li mücahidler" diye yaftaladığı Müslümanları hayali bir düş ­ man suretine büründürüyordu. B u arada Kraliçenin kendi çocukları ve hükümet görevlileri, Londra'daki pan-İslamist Müslüman dostlarıyla istihbarat paylaşımında b ulundu­ ğundan şüphelendikleri Ab dül Kerim'e güvenmiyorlardı .40 Hindistanlı Hindular ise Abdül Kerim'in, bir Müslüman ola­ rak Kraliçeyi manipüle ederek kendilerine karşı önyargılı hale getirdiğinden kuşkulanmaktaydı . Nihayet, Kraliçe öldü­ ğünde, tahta geçen oğlu Kral E dward, Ab dül Kerim'i derhal saraydan uzaklaştıracaktı . Muhammed Ab duh, Reşid Rıza ve Seyyid Emir Ali gibi kimi p an-İslamist entelektüeller Kraliçe Victoria hakkında, hatta Anglosaksonların imp aratorluk kurmakta ve bilimde ortaya koydukları baş arılar hakkında olumlu ş eyler yazmış , ancak Hıristiyan misyonerleri ve ırkçı suiistimalleri de şid­ detle eleştirmişlerdi . Örneğin Britanya adına Sudanlı isyan­ cılara karşı savaş an Müslümanlar, diğer Müslümanlara kar­ şı İngiltere için ölümü göze alabiliyordu. Anc ak Hıristiyan İngiliz askerlerin ölen Müslüman düşmanlarının ces etleri­ ne yaptığı s aygısızlıktan rahatsızlık duyuyorlardı -ki bun­ lardan birisi, mezarından çıkarılıp cesedi p arçalandıktan sonra Nil Nehrine atılan Sudan'ın s abık lideri Mehdi'ydi. Britanyalı Hıristiyanlar, yaraya tuz basarcasına, İngiliz İm­ paratorluğunu, Müslüman hükümdarların himayesinde ya­ şayan, özellikle de despot olarak gördükleri O smanlı sulta ­ nının idaresi altındaki Hıristiyanların b ağımsızlığı için bir özgürleşme ve destek aracı olarak görüyordu . İngiltere'nin Hıristiyan halkı, imp aratorluğun küresel gücünü kendi dini inançlarına cevaben verilmiş ilahi bir mükafat olarak görü­ yordu ki, bu anlayış Müslüman teb aayı bir yandan kendi­ ni "en büyük Muhammedi güç" diye tanımlayan Londra'dan duygusal olarak uzaklaştırıyordu. İngiliz İmp aratorluğunun meşruiyetini Müslüman te­ baasının gözünde daha da karmaşık hale getiren nokta, 40

Shrabani Basu, Victoria and Abdul: The True Story of the Queen 's Closest Condifdant, Yeni Delhi: Rupa, 201 0. 129

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

O smanlı'yla olan dolambaçlı jeopolitik ilişkileriydi. Gla­ dstone'un Müslümanlar ve Türkler hakkındaki düşmanca yorumları ve Avrup alıların Osmanlı İmparatorluğunu "Ş ark meselesi" s öylemiyle dışlaması Avrup a'daki yaygın ve galiz "kafir Müslümanlar" anlayışında yankılanırken, Müslüman­ l arın iptidailiği hakkındaki görü şler bir yandan da daha ra­ fine bir Avrup a Oryantalizminin söylemini oluşturuyordu .41 O smanlı yöneticileri genellikle İngilizlerden kendi imp ara­ torluklarının egemenlik hakkına s aygı göstermelerini b ek­ lerken, Gladstone , kendisinin insan h aklarının, özellikle de Bulgaristan'daki Hıristiyan azınlığın haklarını s avunduğu­ nu öne sürüyordu. Ancak O smanlı Bulgaristan'ındaki olay­ lar, Hint Müslümanlarının gözünden b akıldığında , Müslü­ man sultanın Hıristiyanları ezme hikayesi olarak görünmü­ yordu . Müslüman kamuoyu, Britanyalı liberallerin nadiren önemsediği bir hakikat üzerinden, yani B alkanlar'daki ve Kafkasya'daki Müslümanların Ruslar tarafından 1 87 7 - 1 878 yıllarında katledilmesi ve sürgün edilmes i üzerinden, Hı­ ristiyanların Müslümanların hakl arını çiğnediğini düşünü­ yordu . Hint Müslümanları , eğer Britanya kendilerini meşru bir biçimde yönetebiliyors a, O smanlı 'nın da B alkan Hıri s ­ tiyanlarını meşru b i r biçimde yönetebileceği konusunda ı s ­ rarcıydı . B ütün bunların üzerine , yine Hindistan'daki Müs ­ lüman entelektüellerin de düzenli olarak vurguladığı gibi , 1 83 9 tarihli Tanzimat Fermanından b eri O smanlı'nın Hıri s ­ tiyan teb aası, Britanya v e Fransa imp aratorluklarının Müs­ lüman teb aalarına kıyasla çok daha fazla hakka ve imtiyaza s ahip olmanın rahatlığını yaş amaktaydı . O smanlı hüküme­ ti Hıristiyanları nazır ve s efir olarak atarken, Britanyalılar yüksek pozisyonları s adece B eyaz Hıristiyanlara mahsus kılmıştı; hatta açık bir istisna s ayılan Ab dül Kerim'in bile resmi bir unvanı bulunmuyordu .42 Britanyalı Müslüman te-

41

42

W. E . Gladstone, Bulgarian Horrors and the Q uestion of the East, Londra: John Murray, 1 876. Osmanlı İmparatorluğunu çeşitli Hint Müslümanlannın savunması, imparatorluğun Rum ve Ermeni bürokratlannın üst-düzey pozis1 30

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

baaya göre, Avrup a'nın Gladstone'dan başlayıp, uzun süre dışişleri b akanlığı yap an Sir E dward Grey' e ve s onras ına kadar uz anan Osmanlı-karşıtı s öylemleri s a dece Hıristiyan liberalizminin değil, Müslümanlara karşı önyargının da yansımasıydı . Pan-İslamist entelektüeller Avrupa sömürge yönetim­ lerinin ikiyüzlü muamelelerine tepki olarak Müslümanları ayaklanmaya teşvik edebilecekken, aksine, B ritanya İmp a­ ratorluğunu Müslümanlara haklarını verip, dostane ilişki­ ler yürüten bir ülkeye dönüştürmeye çalışmaktaydı. İngiliz İmparatorluğuna s adakat konusunun en önde gelen temsil­ cilerinden Seyyid E mir Ali ve Ağa Han gibi isimler, bu den­ geler üzerinde hareket ederek, bir yandan da p an-İslamizm ve Osmanlı-yanlısı siyas eti desteklemekteydi. İttihad-ı İs­ lam fikrinin Muhammed Abduh ve Reşid Rız a gibi öncüleri Britanya'nın b aşarılarını övmekteydi ve birçok pan-İslamist, Kraliyetin Müslümanlara muamelesinin düzelmesinin yolu­ nun, Britanya'nın O smanlılarla iyi ilişkiler içinde olmasın­ dan geçtiğini düşünüyordu. Dört bir yana yayılmış olan Müslümanları Osmanlı İm­ paratorluğuna çeken ş ey, Halifenin s ahip olduğu modern hükümdar statüsüydü. "Han," " sultan" ve "halife" sıfatlarıyla Osmanlı hükümdarı, kozmopolit ve toleranslı yönetim uy­ gulamalarının temsilcisi konumundaydı . B öyle modem b ir Müslüman hükümdar örneği , Britanya İmp aratorlu ğu bün­ yesindeki Müslümanların hak taleplerini meşrulaştırmak­ taydı. Zira Hintli Müslümanlar, Osmanlı halifesinin manevi bir hami olarak, onlar için eğitimde iyileştirmenin, siyasi

yonlara getirilmesinden de kaynaklanıyordu. Zira bu konu, Britanya İmparatorluğuna tabi olan Müslümanların ve Hinduların Üzerlerin­ deki sınırlamalarla karşılaştırma yapmaya imkan veriyordu. Chera­ gh Ali, bu noktayı ele alırken, o dönemde O smanlı İmparatorluğu için çalışan yaklaşık yüz Hıristiyan üst-düzey yöneticinin listesini çıkarır. Bkz. Moulavi C heragh Ali, The Proposed Political, Legal and

Social Reforms in the Ottoman Empire and Other Mohammadan States, Bombay: E ducation Society's Press, 1 883, s . 40-43 . 131

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

itib arın v e Britanyalılann Beyaz ırktan olmayanların aş ağı ırklara mensup olduğuyla ilgili inatlarının s onlandırılması için sesini yükseltmesini temenni ediyordu.43 Hintli Müslümanlar Britanya-Osmanlı ittifakını

des ­

teklemek konusunda yalnız değildi. B azı Britanyalı bürok­ ratlar da Osmanlı ve Britanya'nın Kırım'da Ruslara karşı omuz omuza s avaştığı zamanı hala hatırlıyordu. Bu ittifakın 1 870'lerde zarar görmesinin üzerinden çok vakit geçmemişti ve ittifak pekala bir kez daha kurulabilirdi . Bu İngiliz yö ­ neticileri, ittifakın canlanmasının Müslümanların Kraliçeye s adakatini artırmasını ve B ritanya'nın Afganistan ve Orta Asya'daki menfaatlerini Rus tehdidinden korumasını umu­ yordu . Pan-İslamizm ve Britanya'nın Rusofobisi (Rus düş ­ manlığı) adeta birbirleri için yaratılmış gibiydi. Bizzat Osmanlılar da İngilizlerle ittifakı pan-İslamizm üzerinden savunabiliyordu: Osmanlı Halifeliği ve İngiliz Kraliyeti , Müslümanların üstündeki manevi ve siyasi hü­ kümranlıkları nedeniyle birbirini tamamlıyordu. Halife-Sul­ tan, Britanya'nın Osmanlı'nın jeop olitik menfaatleriyle bir­ likte Anadolu'daki ve B alkanlar'daki -Hıristiyanlar da dahil olmak üzere- çeşitli halklar üzerindeki egemenliğini destek­ lemesi koşuluyla, Müslümanların Britanya İmp aratorluğuna s adakatini telkin etmeyi önermekteydi . B öyle bir ittifakın kurulması için İslam dünyası fikrinin siyasi tahayyülünde köklü bir revizyon lazımdı. Britanya'nın Müslümanların birliğini, medeniyetler arası çatışmaların kaynağı olarak değil, Osmanlılarla pragmatik dostluk iliş­ kisi hakkındaki emperyal stratejinin temeli olarak görmesi gerekiyordu. Bu konuda Osmanlı İmp aratorluğu adına İngi­ liz kamuoyuna yönelik en çok yaz an kiş i , ihtida ederek Müs­ lüman olan Britanyalı Ab dullah William Ouilliam'dı . Britan­ ya'daki Müslümanların en üst otoritesi, yani Britanya Adala­ rı şeyhülislamlığı görevini yaptığı dönemde, Quilliam, adeta İstanbul'daki Halifenin sözcülüğünü üstlenmişti. Dünyadaki 43

Seema Alavi, Muslim Cosmopolitans in the Age ofEmpire, C ambrid­ ge, MA: Harvard University Press, 2 0 1 4. 1 32

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

en büyük Müs lüman imp aratorluk olan Britanya İmparator­ luğunun Osmanlı İmparatorluğuyla güçlü bir ittifaka s ahip olması gerektiğini s avunan yazar, oldukça etkili kitap ve ma­ kaleler kaleme alarak dönemin tartışmalarına yön vermeye çalışıyordu.44 William Henry Quilliam ismiyle 1 856'da Liverpool'da dünyaya gelen Quilliam, Wesleyan Kilisesine mensup ola­ rak büyümüş, ardından Ünitaryen Kilisesine katılmıştı . Al­ kol-karşıtı ve ırkçılık-karşıtı eylemlerde rol alan Quilliam, köleliğe de karşıydı ve Hıristiyanlıktaki mezhep ayrılıklarını aşmanın ve bilimle dini birbiriyle uyumlu hale getirmenin yollarını aramış biriydi . Quilliam 1 887'de İslam'a ihtida etti ve yaşadığı şehirde Müslümanlık tebliğinde bulunmaya b a ş ­ ladı. Bunlar olurken, Hindistan, Britanya İmp aratorluğunun tümüyle hükümranlığı altına gireli otuz sene oluyordu. An­ cak Liverp ool, bütün imp aratorlukla güçlü bağlar oluşturan limanına ve kozmopolit elitlerin varlığına rağmen, Müslü­ manlar için kuc aklayıcı bir şehir s ayılmazdı. İslam ' a ihtida edenlerden oluşan ve Quilliam'ın öncülüğünde ş ekillenen küçük cemaat sürekli taciz edilmekteydi . Quilliam'ın camii, özellikle de değişik ırktan Müslümanlar arasında nikah kı yıldığı zamanlarda s aldırılara uğramaktaydı . Quilliam, İslam ' a geçtikten s onra Crescent (Hilal) isim­ li haftalık bir dergi ve The Islamic World (İslami Dünya) isimli aylık bir dergi çıkarmaya b aşladı. İki yayın organı d a , bilhassa Hindi stan'daki Müslümanlar arasında, a m a aynı zamanda Güney Afrika, Avustralya , Yeni Zelanda ve Ameri­ ka Birle şik Devletleri gibi İngilizce konuşulan ülkelerde d e , gen iş bir okur kitlesine s ahip o l d u . Quilliam'ın çalı şmaları Osmanlı Sultanının yanı sıra b aşka Müslüman hükümdar­ lar tarafından da des tekleniyordu. İslam'ın bir dünya dini olduğuna dair s öyledikleri s ayesinde z amanla ünlenen Qu­ illiam, bir noktadan s onra Britanya İmp aratorluğunun hem

44

William Henry Abdullah Ouilliam, The Faith of Islam: An Explana­ tory Sketch of the Principal Fundamental Tenets of the Moslem R e­ ligion, Liverpool: Wilmer Bross, 1 892. 133

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

içinde hem de ötesinde Müslümanların temsilcisine dönü ş ­ m eye b a ş ladı. Londra'daki Times'a gönderilen 1 89 0 tarihli ve eş -yazar­ larından birinin Ouilliam olduğu bir mektup Sultan Ab dül­ h amid'in dikkatini celb etti. Ouilliam ve Hintli Müslüman yardımcısı Rafiuddin Ahmed, Sir Thomas Henry Hall C ai­ ne'in Mohamet adlı piyesinin Müslümanlara hakaret içer­ mesinden rahatsızlık duydukları için galayı protesto eden bir mektup kaleme almıştı. Eleştirileri , daha s onradan Ab dül Kerim ile iyi arkadaş olacak olan Rafiuddin Ahmed ve Ouilli­ am'dan b ekleneceği ş ekilde, Britanya'ya ziyadesiyle sadakat çerçevesinde dile gelmekteydi. Mektupta Ouilliam ve Ahmed, Kraliçenin tebaasına hakaret içeren bir piyesin Londra ti­ yatrolarında sahnelenmesinin uygun olmayacağını ifade e diyordu. Piyes hakkında b azı bilgileri Hintli Müslümanla­ rın dergilerine sızdırmaları da Hindistan'da protestolara ve Hindistan'dan Sorumlu Bakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yet­ kililerinin piyesin iptal edilmesi taleplerine vesile oldu ve neticede piyes iptal edildi. Ç ok geçmeden Sultan Abdülhamid, Britanya'daki Müs­ lümanlar hakkındaki olumsuz kanaatleri dağıtmak üzere s arf ettiği çab alar için Abdullah Ouilliam' a bir takdir mesa­ jı gönderdi . 1 89 1 Nisanında Ouilliam ve oğlu Robert, Yıldız S arayında Padişahın konuğu olarak ağırlanmak üzere İstan­ bul' a gitti ve burada kendisine pek çok lütufla birlikte devlet nişanı takdim edildi. Bu olaydan itib aren artık Ouilliam'ın Müslüman inancı ve kimliği, Osmanlı İmp aratorluğunun jeopolitik konumuyla siyasi bir bağ oluşturdu. Avrup a'daki O smanlı-karşıtı karalamalara karşı, O smanlı İmp aratorlu­ ğunun ve Halife-Sultanın "medeni"liği, Ouilli am'ın p an-İsla­ mist yayınlarının önemli bir vurgusuna dönüştü.45 1 894 yılında Sultan, Ouilliam'dan kendisi adına, Lago s 'da büyük bir cami inşa ettiren Nijerya Müslümanı Muhammed 45

William Henry Ouilliam, The Troubl.es in the Balkans: The Turkish Side of the Question. Verbatim Report of the Speech Delivered by the Sheikh-ul-Islam of the British Isl.es (w. H. QuiUiam) on the 22nd Octo­ ber, 1 903, at the Town HaU, Liverpool, Liverpool: Crescent, 1 904, s. 62. 1 34

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

Şitta B eye bir Mecidiye niş anı takdim etmes ini ric a etti . B u vazifesini göz önünde bulundurarak, Sultan, Quilliam'ı B ri­ tanya Adaları şeyhülislamı ilan etmekteydi ve Kraliçe Victo­ ria da bu unvanı tas dik etmiş gibiydi . Zira o tarihten s onra sıklıkla prestijli ve yüksek katılımlı etkinliklere davet edi­ len Quilliam, Osmanlı'dan gelen mis afirleri Liverpool'daki kons oloslukta ağırlıyordu. Quilliam, Londra ve Liverpool'un imp aratorluğun küresel ilişkiler ağındaki merkezi şehirler olma vasfını artık Afrika'daki ve Asya'daki Müslüman cema­ atleriyle b ağlantı tesis etmekte kullanıyordu. Quilliam'ın, imparatorluğun önemli ve çok-kültürlü bir şehrinde modernist Müslüman olarak çizdiği profil, bütün önyargılara karşı kendi cemaatinin de saygın bir konum edinebileceğini gösteriyordu. Liverpool C amiindeki Cuma namazlarının ırk, etnisite ve sınıf bakımından etkileyici çe­ şitlilikteki s afları fakir denizcilerle yetimleri, üst sınıftan Müslümanlarla orta sınıftan mühtedileri buluşturuyordu. Quilliam'ın Yahudi ve teos ofist cemaatleriyle de oldukça samimi ilişkileri vardı . Kendisi ayrıca İslam medeniyetinin Batı medeniyetiyle eşit olduğu görüşünü dile getirmekte de hayli mahirdi . Zihnindeki "bir dünya dini olarak İslam" fikri, aklın ve bilimin temel ilkeleriyle tam bir uyum içindeydi; o kadar ki, İslam'ı, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ırkçılığı ve İngiltere'deki ayrımcılığı normalleştiren Hıristiyanlığa karşı başlıca rasyonel alternatif olarak görüyordu. Britanya metropolünün eğitimli Müslümanları ve İngiliz İmp aratorluğu yönetimi altında yaş ayan Müslüman entelek­ tüellerle birlikte Quilliam da, Osmanlı-karşıtı jeopolitik bir tartışma olan "Şark meselesi" s öyleminin bir ölçüde Hıristi­ yanların ve Anglosakson ırkının üstünlüğünü savunanların İslamofobik hislerinden kaynaklandığından emindi. 1 89 7 yılında Liverpool'da caminin önüne protesto için gelen Müs ­ lüman-karşıtı kitlenin hep bir ağızdan attığı "Ermenistan'ı hatırl a ! , " "Kahrolsun Türkler ! " ve "Muhammediler, canınız cehenneme ! " sloganları, jeopolitik ve dini kimlik merkezli vizyonların ne denli iç içe geçtiğini gösteriyordu.46 Quilliam'ı 46

Geaves, Islam in Victorian Britain, s. 66. 135

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş MA S I

e n çok rahatsız eden ş ey, Britanyalı Müslümanların büyük çoğunluğunun kraliyet tacına sadakatine rağmen, halkın çok önemli bir kısmının Müslümanları, Gladstone gibi isimlerin de etkisiyle, "s adak atsiz" ve "b arb ar" olarak görmesiydi. Fakat asıl Britanya İmp aratorluğunun ordusu Müslü­ manlara karşı "b arb arca" davranıyordu. Ouilliam, Britanya İmparatorluğunun Müslümanların haysiyetine karşı s aygı­ sızlıklarını, Müslümanların hukukuna yapılan saldırıları ve Hıristiyan misyonerlerin tavırlarını sert eleştirilerle dile ge­ tirirken, Müslüman kamuoyunun da sesi olmaktaydı. Britan­ ya'nın Somali, Sudan ve Hindistan'ın kuzeyb atı sınırındaki s avaşlarına destek verse de, Quilliam, dönemin gazetelerin­ de görülmeyen bir şekilde, olayları daha dengeli bir biçimde sunmaya çalış arak, bu olayların Müslümanlara hakaret et­ mek ve İslamofobiyi yaymak için birer vasıtaya dönüşmesi­ ni engellemeye çalışmaktaydı . Quilliam ayrıca Britanya 'nın Müslüman-karşıtı hisleri için kaynak teşkil eden Osman­ lı'nın sözde b askı altında olan Hıristiyan teb aası sorununa da değinip Osmanlı'daki Bulgarların lehine konuşan Britan­ yalı Hıristiyanların, kuş atma altında yaş ayan İrlandalı kom­ şuları için aynı duyguları beslemediğini dile getirmekteydi. Ortadaki durum büyük ölçüde ironikti . 1 890'lı yılların sonlarında Avrup a'da ve Amerika Birleşik Devletleri 'nde E rmeni destekçisi Hıristiyan ajitasyonları sırasında, Hintli Müslüman entelektüellerle birlikte Quilliam ve Webb de O s ­ manlı'dan yana tavır takınmıştı. Ouilliam, O smanlı İmp ara­ torluğunda İrlanda gibi birçok vilayet bulunduğunu ve tıpkı Britanya'nın kendi içindeki azınlıkları kontrol etme hakkını s avunması gibi. O smanlı'nın da E rmeni ayrılıkçıları kontrol etme hakkına s aygı duyulması gerektiğini dile getirmişti.47 Ouilliam ayrıca Britanyalı Beyaz Hıristiyanların Osmanlı'da­ ki E rmenileri desteklerken, Birleşik Devletler'deki Siyahların linç edilişini nasıl olup da görmezden gelebildiğini s oru-

47

Quilliam'ın dergileri hem Crescent hem de Islamic World, genelde Osmanlı'nın tavrını savunan bir içerikle Ermeni katliamlannı da konu edinir, bkz . Quilliam, The Troubles in the Balkans. 136

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N D A B İ R D E N G E A R AY I Ş I

yordu. B u durum azınlıkların haklarının korunmasının ne kadar kafa karıştırıcı bir mes ele olduğunu da gösteriyordu. Britanya'nın İrlandalı isyancıları bastırması, Osmanlıların Ermeni isyancıları b astırmasını görmezden geldiği sürece kabul edilebilir miydi? Ouilliam ırkçılığa karşıydı , ama O s ­ manlı elitleri v e onları s avunan diğer Müslümanlar gibi , o da küresel Hıristiyan dayanışmasının O smanlı hükümdarlı­ ğını sab ote etmesinden endişe ederken, Ermeni azınlıkların haklarını ve güvenliğini pek de önemsemiyor gibiydi. B elki de bu çelişki Osmanlı ve Britanya'ya duyulan çifte sadakatin bedeliydi . Ouilliam kendi adına İngiliz İmparator­ luğuna b ağlı olma vasfına değer veriyordu, ancak aynı za­ manda O smanlı halifesine manevi ve jeopolitik bir destek de veriyordu; bu nedenle İngiliz - O smanlı ittifakının kurulması için çok çalışıyordu . Kendisi İngiliz teb aası Müslümanların, Halifenin ve kraliyet tacının ortak yönetiminde olmasını ahlaki ve faydalı bir ihtiyaç olarak görüyordu. Ouilliam'ın yazdıklarının yanı sıra, yirminci yüzyılın başlarında Hindis­ tan'da ortaya çıkan pan-İslamist literatürün dikkate değer bir kısmı , Müslümanların Britanya'ya karşı ayaklanmasın­ dansa, O smanlı-Britanya ittifakını arzu etmekteydi. Örne­ ğin pan-İslamist entelektüeller İngiliz İmp aratorluğunun, 1 9 1 l 'de İtalya'nın Libya'yı işgalinde ve 1 9 1 2 - 1 9 1 3 yılların­ daki B alkan Savaşlarında Osmanlı'ya destek vermes inin, !n­ giltere'nin Müslümanlara hükmeden en büyük hükümdarlık olmasından kaynaklanan ahlaki bir zorunluluk olduğunu düşünüyordu . Britanya'daki b azıları da Osmanlılarla ittifakı, ırkçılığa kapılmadan, stratejik b ağlamda tartışmakta, hatta bazen de p an-İslamizmin kavramlarını kullanmaktaydı. 1 870'lerin sonlarıyla 1 880'lerin b aşlarında Wilfred Blunt gibi araştır­ macılar O smanlı'nın ayakta kalıp kalmayacağından şüphe duymaktaydı ve Britanya'nın himayesinde bir Arap halife­ liğinin kurulmasını önermişti .48 Blunt, halifelik hakkında ilk dönem Müslüman teorilerini, özellikle de Müslümanların 48

Blunt, The Future of Islam. 137

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

halifenin Hz. Muhammed'in mensubu olduğu Kureyşi kabi­ lesinden gelmesi gerektiği ş artını, İngiliz İmp aratorluğunun pragmatik hesapları için hatırlatıyordu . Kendi himayesi al­ tında büyük bir Arap hilafet-krallığı olursa, Britanya, Avru­ pa'dan Ç in'e kadar uzanan geniş coğrafyadaki Müslümanlar sayesinde, dünyanın yarısına hükmedebilirdi. Müslümanlar arasında O smanlı'yı destekleyen p an-İs­ lamist grup, Blunt'ın başlattığı Arap hilafeti tezlerine karşı bu tartışmayı kesin bir biçimde kazandı. Birinci Dünya Sa­ vaş ı sırasında Britanya'nın Müslüman tebaası, ister Hintli, ister Arap olsun, O smanlı halifesinin meşruiyetinden şüphe duymuyordu.49 Blunt'ın kendisi dahi zamanla fikirlerini de­ ğiştirip, O smanlı'nın dünya Müslümanları nezdindeki tartı­ şılmaz itib arına binaen, İslam dünyasını yönetmek amacıy­ la O smanlı-Britanya ittifakı tezine olumlu b akmaya devam etmişti. Blunt'ın İslam dünyasını O smanlı-Britanya ortak denetimine alma tezi, her ne kadar Birinci Dünya S avaşı esnasında İtilaf Devletleri kuvvetlerinin Ç anakkale saldın­ sına liderlik etse de, yakın dostu olan Winston Churchill'i başlangıçta Osmanlılarla s avaşmaya karşı çıkması yönünde etkilemişti. Osmanlı'nın Almanya'nın yanında s avaştığı Birinci Dün­ ya Savaşına değin Britanya bünyesindeki Müslüman tebaa, O s manlı ve Britanya imparatorlukları arasında gerçekleşe­ cek bir ittifakı desteklemeyi sürdürdü. Ancak Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ile karşı karşıya gelince Britanyalı sö­ mürgeci yetkililer, milyonlarca Müslümanın gözündeki değe­ ri dolayısıyla halifeliği rencide etmekten kaçınmak için, Os­ manlı halifesini Jön Türk hükümetinin kurbanı olarak göste­ ren yeni bir anlatı oluşturdu . İngiliz yöneticiler Osmanlı'ya karşı verilen s avaşın dini değil, siyasi olduğunu tekrarlayıp durdu. B öylece Britanyalılar Müslümanlar arasında p amuk ipliğine b ağlı olan Krala ve Halifeye "çifte s adakat"in devam

49

Hilafet tartışmalarıyla ilgili tartışmalar için, bkz. İsmail Kara (der), Hilafet Risaleleri, İstanbul: Klasik Yayınları, 2002, I. Cilt: s. 65-67. 1 38

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

edeceğini umuyordu. 50 Osmanlı halifesine hürmet göste­ ren Hint Müslümanları Birinci Dünya S avaşının arifesinde pan-İslamizmde görülen emperyalizm-karşıtı yönelime ka­ dar, Halifenin imp aratorluğuyla Kraliçenin imparatorluğu­ nun birbiriyle s avaşmasını bir an olsun istememişti . Dahası, Sultan Ab dülhamid'in de dahil olduğu birçok Osmanlı yö­ neticisi, İslam dünyası fikrini, imparatorluklar arasındaki barışı ve Osmanlı-Britanya ittifakını s avunmak için sık s ık kullanmıştı .

İslam Dünyası Kimliğinin İmparatorluk Siyasetindeki Çelişkileri Yirminci yüzyılın başlarındaki İslam dünyası kimliğini ayırt edici ve b enzersiz kılan ş ey, s adece küres el halifelik vizyonu değil, aynı zamanda muhayyel İslam birliğinin sesi olarak Osmanlı İmp aratorluğuna yaptığı siyasi yatırımdı. Müslü­ man halkların birbirleriyle b ağlantılarının muhtelif sebep­ lerle artmasına b ağlı olarak O smanlılar, neredeys e on doku­ zuncu yüzyıldan öncesinin Uzak Asya'sındaki Çin-merkezli Konfüçyüsçü değerlere dayalı b ölgesel düzene b enzer bir kültürel uluslararası sisteme kavuşmuştu. Osmanlıların, Müslüman teşkilatları, yöneticileri ve on­ ların halklarını Halifenin manevi egemenliğini kullanarak İstanbul' a b ağlama siyaseti kısmen ulaşım ve iletişim ağla­ nnın gelişmesi s ayesinde baş arılı olmuştu. B urada Osmanlı hükümeti, Avrup a'daki büyük güçlerin O smanlı'nın Hıristi­ yan teb aasının haklarını korumak için kendi içişlerine mü-

50

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı halifesine ve İngiliz kralına çifte s adakat, Britanya Müslümanları için, özellikle Lloyd George'un O smanlı-karşıtı Hıristiyan söylemi ve Filistin'de bir İngiliz Haçlı Se­ feri yürütme fikri göz önüne alındığında, çok zor hale geldi. Lloyd George, Yunanların Anadolu istilasını "geniş toprakların özgürleş­ mesi" olarak görüyordu ( . . . ) ve İngilizlerin medeniyet için şimdiye kadar üstlendiği en önemli işlerden biri olarak Türklerin yıkıcı etki­ sinden kurtarmak"tan söz ediliyordu. Humayun Ansari, The Infidel Within: Muslims in Britain since 1 800, Londra: Hurst and C ompany, 2004, s . 80. 1 39

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

dahale etmesi tecrübesinden birtakım dersler çıkarmıştı. Halifeliğin itib arını kullanmak suretiyle, Osmanlılar, Hali­ fenin egemenliğinin sadece manevi ve dini bir mahiyete sa­ hip olduğu konusunda ısrar ederken, sınırlarının ötesindeki Müslümanların siyasi işlerini büyük bir dikkatle gözlemle­ yip , onlarla ilişkilerini geliştirerek, bu denklemi tersyüz et­ mekten de geri durmadı . Ummanlı ve Zanzib arlı el-Bus aid hanedanının Osmanlı halifesiyle ilişkisi, İslam kimliğiyle ilgili jeopolitik düşünce­ deki değişimi göz önüne sermektedir. Sultan B ergaş bin Said yönetimindeki Zanzib ar, İstanbul ile kuvvetli b ağlara sahipti . Bergaş 1 877 yılında Mekke'ye hacca gitmeye hazırlanırken, O smanlı Sultanı Abdülaziz, kendisine özel bir imp arator­ luk unvanı olan Mecidiye niş anını bağışlamıştı. Zanzib ar'a hükmeden hanedan da birçok Osmanlı tüccarını ağırlayarak İstanbul, Kahire ve Hindistan'daki reformcu İslam düşün­ cesini takip etmekle mukabelede bulunmuştu. Bu bağların gücü Zanzibar Sultanı Ali 'nin hükümdarlığı sırasında ( 1 9021 9 1 1 ) zirveye ulaştı. Sultan Ali, Zanzibar Britanya sömürge­ sindeyken bile, O smanlı'nın Tanzimat döneminde giydiği fes ve resmi elbiseleri ülkesi için resmi kıyafet olarak seçmiştir. Osmanlı ve Zanzibar elitleri bu kültürel alışverişler sırasın­ da Afrika'daki Hıristiyan Avrup alı s ömürgeci yönetimi eleş ­ tirmiş ve Hint Okyanusundaki Britanya İmp aratorluğu haki­ miyetini sona erdirmek için bir kamp anya yürütmemelerine rağmen, uluslararası ilişkilerde Müslüman dayanışmasına duyulan ihtiyacı vurgulamışlardır. Zanzib arlı okur-yazar çevreler ayrıca O smanlı İmp aratorluğundan gelen haberleri yakından takip etmiş; 1 9 1 1 'de İtalya'nın Libya 'yı işgali üze­ rine İtalyan mallarının boykot edilmesi gibi çeşitli Osmanlı mes elelerine de dayanışma ruhuyla katılmışlardır.51 On dokuzuncu yüzyıldan önce O smanlı İmp aratorluğuy­ la çok az b ağı olan diğer İslam toplumları , Avrup alı Hıris51

Amal N. Ghazal, Islamic Reform and Arab Nationalism: Expan­ ding the Crescent from the Mediterranean to the Indian Ocean (1 880s-1 930s), New York: Routledge, 2 0 1 0 , s. 5 1 -57. 1 40

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

tiyanların yönetimi altına girdikleri dönemde İstanbul'la mo dern b ağlantılarını kuvvetlendirmiştir.

Örneğin Faslı

entelektüeller bir yandan Fas sultanına bağlı kalırken, bir yandan da Osmanlı reformlarına ve pan-İslamizm dayanış ­ masına dönük büyük bir teveccüh göstermiş tir.52 Afganis ­ tan'ın İstanbul ile b ağları, 1 878'deki mütevazı başlangıçtan sonra, yirminci yüzyılın başlarında zirvesine ulaşmıştır. B u ilişkideki kilit ş ahıslardan biri Afgan aristokrat Mahmud Terzi'dir. Terzi, Osmanlı elitleriyle, 1 897- 1 90 9 yıllan ara­ sında Şam'da sürgündeyken yakın b ağlar kurmuştu. Kabil'e dönmesinin ardından hem ülkenin reformcu b aşbakanı hem de Kral Emanullah Han'ın ( 1 9 1 9 - 1 929) kayınpederi olarak Osmanlı ile olan ilişkilerde kilit rol oynayacaktır. O smanlı hukukçuları, mühendisleri ve askeri memurları Afgan elit­ lerine eğitim vermiş ve 1 923 Afgan Anayasas ının yazımına katkı s ağlamıştır. 53 Malay Yarımadasındaki C ohor Sultanı Ebub ekir de İstan­ bul ' a önem vermekteydi. Sultan !stanbul'u, ilki 1 870'te Lond­ ra s eyahatinden dönerken, diğeriyse 1 893'te Mekke 'ye hacc a gittikten s onra olmak üzere, iki kez ziyaret etmişti. Ebubekir, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip madalyalarla onur­ landırılmıştı ve kendisine her ziyareti esnasında haremden saray terbiyesine s ahip bir cariye verilmişti.54 1 888'deki B anten Ayaklanmasında, 1 89 1 - 1 895 arasında­ ki Pahang Savaşında ya da Jambi ve Riau ayaklanmalarda ( 1 904- 1 905) olduğu gibi, Hollanda yönetimine karşı direniş 52

53

54

E dmund Burke, "Pan-Islam and Moroccan Resistance to French C o ­ lonial Penetration, 1 900- 1 9 1 2," Joumal of African History 1 3 , n o . l , 1 972, s . 97 - 1 1 8 . Bkz. Faiz Ahmed, Constituting Afghanistan, Cambridge, MA: Har­ vard University Press, 20 1 7 . Johorlu Abu Bakar, biri 1 870'te İngiltere'den dönerken ve diğeri de Sultan Abdülhamid döneminde, 1 893'te Mekke'ye hacca gittikten sonra, İstanbul'u ziyaret etti. Osmanlı sarayının cariyelerinden biri Abu B akar'ın erkek kardeşiyle (ve boşandıktan sonra da iki Malay­ lıyla) evlendi. Torunlarından biri olan Hussein Onn, modern Malez­ ya devletinin başbakanı oldu. İkincideyse Hatice adlı cariye bizzat Abu B akar ile evlendi. 141

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

lerde Güneydoğu Asyalı Müslüman liderlerin O smanlı deste­ ğini aramaları sıradışı s ayılmazdı. Hatta b arışın egemen ol­ duğu zamanlarda ve Hollanda'ya s adık kalan Müslümanlar arasında bile Osmanlı topraklarıyla b ağlantılar İslam dün­ yası kimliğinin kök s almasıyla daha önemli hale gelmişti. Halifenin manevi egemenliğine s aygılarını sunmalarına ila­ veten Endonezyalı Müslümanlar, Osmanlı'nın konsoloslarını da H alifenin temsilcisi olarak dini bir ş ahsiyet gibi görmeye başlamıştı. C uma namazlarında Osmanlı sultanına dua edi­ yor ve İstanbul'un modem okullarında eğitim görmeleri için Osmanlı'nın başkentine öğrenciler yolluyorlardı . B irinci Dünya S avaşının arifesinde Rusya Müslümanları Mekke'ye giden en büyük üçüncü hacı kafilesini teşkil edi­ yordu. Bu hacılar yol üstünde genellikle İstanbul'da durmak­ taydı. Rusya Müslümanları da çocuklarını eğitim için İstan­ bul ' a göndermekteydi.55 Öyle ki , 1 907 yılında Kahire'deki pan-İslamizm konferansına öncülük eden Kırımlı Gaspıralı İsmail B ey gibi pek çok Rusya Müslümanı İstanbul'un askeri okullarına başvurmayı denediğinde orada bulunan Rus kon­ solosları itirazlarda bulunup bu yönelimi engelleyebiliyor­ du. Ne var ki, yine de tebaalarının hareketliliğini ve Rusya Müslümanlarının Osmanlı'daki diğer okullarda eğitim gör­ mesinin önüne geçemiyorlardı. Yeni İslam dünyası kimliği aynı zamanda, uzun z amandır rakip olan İran ve O smanlı İmparatorluğu arasındaki yakın bağları da kuvvetlendirmekteydi. İranlı meşrutiyetçiler her fırs atta Osmanlılarla ittifakı s avunuyordu ve İran halkı ön­ ceden O smanlılarla anlaşmazlık kaynağı olan Şii-Sünni ay­ rımını aşan bir ortak bir Müslüman kimliği altında pan-İs­ lamizm ideallerini geliştirmekteydi . 56 İran ş ahları 1 889 ve 1 900 yıllarında İstanbul'un elitleri tarafından çok sıcak kar55

56

Lale C an, "C onnecting People: A Central Asian Sufi Network in Turn­ of-the-Century Istanbul." Modem Asian Studies 46, no. 2, 20 1 2 , s. 373-40 1 . O smanlı-İran ilişkileri b ağlamında pan-İslamizm değerlendirmeleri için, bkz. Mehrdad Kia, "Pan-Islamism in Late Nineteenth-Century Iran," Middle Eastem Studies 3 2 , no. l, 1 996, s. 30-52. 142

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

şılandılar. Muz affereddin Şah'ın 1 900 yılında bir ay süren ziyareti b oyunca kendisine "halifenin en özel misafiri" unva­ nı verildi ve üst düzey imparatorluk protokolü uygulandı .57 Iraklı Şiiler de O smanlı İmp aratorluğuna çok kuvvetli bir bi­ çimde s adıktı. Osmanlı ve İranlı tüccarların, entelektüellerin artan irtib atları neticesinde büyüyen fikir alışverişi, İslami anayasacılık ve meşruiyet gibi fikirlerin daha geniş çevrele­ re yayılmasına vesile oluyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonundaki Osmanlı İmp aratorlu­ ğuyla olu ş an bu manevi b ağlantının uzun dönemli mirasını, Osmanlı İmp aratorluğunun s embolü olan hilalin tüm Müs ­ lümanlar tarafından b enimsenmesinde görmek kolaydır. Hi­ lal, Osmanlı b ayrağında ve sultan tarafından bağışlanmış madalyalar gibi imp aratorluğun diğer sembollerinde öne çıkmış , fakat hiçbir zaman teolojik bir öneme sahip olma­ mıştı. 1 878'den s onra O smanlılar, Uluslararası Kızılhaç' ın Osmanlı şubesini Hilal-i Ahmer (bugünkü Kızılay) olarak ye­ niden isimlendirip, yeni bir s emb ole büründürdüler. B öylece hilal, Hıristiyanlığın başlıca sembolü olan haçın Müslüman alternatifi olarak görülmeye başlamıştır. Bu algı sebebiyle, günümüzde dahi, sömürgecilik-sonrası Müslüman çoğunlu ­ ğ a s ahip ondan fazla ülkenin b ayrağını süsleyen hilal s ö z konusu ülkelerin İslam kimliğinin sembolüdür.58 57

58

Nejat Göyünç, "Muzafferüddin Şah ve il. Abdülhamid Devrinde Türk-İran Dostluk Tezahürleri," içinde: 1ran Şehinşahlığının 2500. üncü Kuruluş Yıldönümüne A rmağan, İstanbul: Milli Eğitim Ba­ kanlığı Yayınları, 1 97 1 , s . 1 40- 145. Emperyal küreselleşme çağında haccın önemi için, bkz. Michael Ch­ ristopher Low, "Empire and the Hajj: Pilgrims, Plagues, and Pan-Is­ lam Under British Surveillance, 1 865-1 908," lnternational Journal ofMiddle East Studies 40, no. 2, 2008, s. 269-290; Benjamin Claude Brower, "The C olonial Haj: France and Algeria, 1 830-1 962," içinde: The Hajj: Collected Essays, der. Venetia Porter ve Liana S aif, Lond­ ra: British Museum Press, 20 1 3 , s . 1 08- 1 1 4; John Slight, "The Haj and the Raj : From Thomas Cook to B ombay's Protector of Pilgrims" içinde: The Hajj: Collected Essays, der. Venetia Porter ve Liana S aif, Londra: British Museum Press , 20 1 3 , s. 1 1 5- 1 2 1 ; Eileen Kane, R us­ sian Hajj: Empire and the Pilgrimage ta Mecca, Ithaca, NY: Cornell University Press, 2 0 1 5 . 1 43

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Müslüman ilişki ağlarının v e İslami kimliklerin pan-İsla­ mizm düşüncesiyle ve halife-merkezli yeni siyasi teşebbüs ­ lerle daha küresel b i r hale gelmesiyle b irlikte, Avrup a'daki paranoya ve İslamofobi de tırmanış a geçmiştir. Örneğin Hollanda hükümeti 1 899 yılında Japon vatandaşlarına yasal eşitlik b ağışladığında, hükümranlığı altındaki topraklarda bulunan Arapların çoğunun eşitlik taleplerini reddetmeye devam etmiştir. Sadece Osmanlı p as aportuna s ahip Arap ­ lara eşit statü verilmiştir, fakat Hollanda Endonezya'sında­ ki Arapların çoğunluğu Hadramutlu Yemenli kökenlilerden oluşmaktaydı ve onlar da Osmanlı p asaportuna sahip değil­ lerdi . Hadramutlu Arapl ar Osmanlı fesini benims ediklerin­ de ve Osmanlı'nın onların namına haksızlıklara müdahalede bulunmasını talep ettiklerinde, Hollandalılar bu gelişmelere hemen tepki göstermiştir. B enzer bir ş ekilde , Endonezyalı bir prens İstanbul'u ziyareti süresince fes giydiği için, Hol­ landa yetkilileri, prensin Hollanda İmp aratorluğuna s ada­ katini sorgulamıştır. Siak (Sumatra) sultanının Hollanda ve Almanya seferlerindeki kısa İstanbul ziyareti bile Hollanda­ lı s ömürge yöneticileri arasında bir telaşa neden olmuştur. 1 906'da Hollandalı Oryantalist ve s ömürge memuru Chris­ tiaan Snouck Hurgronje, Kuta (Borneo) Prensi Sosronego­ ro 'nun İstanbul ziyareti üzerine, onu pan-İslamizm tehlike­ sine alet olmakla suçlamıştır. 1 89 8 'de Hollandalı yetkililer, İstanbul'daki muhataplarından, Hollanda Endonezya'sında­ ki kons olo sluk memuru Mehmed Kiimil B eyi, C ohor sultanı­ nın dul eşiyle evlenmek gibi b azı p an-İslamist faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla görevden almalarını istemiştir. Kiimil Bey Osmanlı'nın Singapur'daki konsolosluk görevi için dü­ şünüldüğünde, Hollanda hükümeti , Britanyalı yetkililerle te­ masa geçerek, Kiimil Beyin konsolos olarak atanma kararını geri çektirmek için baş arılı bir hamlede de bulunmuştur. Sultan Ab dülhamid'in bizzat kendisi, İstanbul'daki Hol­ landa elçisine , Kraliçe Wilhelmina'ya olan hürmetine ifade etmiş ve Endonezyalı Müslümanlara, Kraliçeye sadık kalma­ ları konusunda tavsiyelerde bulunmuştur. Fakat Hollandalı yetkililer teskin olacak gibi değildir. Hollandalılar, Endonez144

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

yalı Müslümanların İstanbul' a seyahatlerini -Endonezyalı­ lar O smanlı başkentine, Fransızca olarak Batılı ve Tanzimat tarzı eğitim veren okullara kaydolmak üzere gittiklerinde bile- Kahire veya Mekke'ye yaptıkları ziyaretlerden çok daha tehlikeli görmüşlerdir. 59 Tabii B atı imp aratorlukları küresel İslami ilişki ağlarına ve Müslüman kimliğine her zaman karşı çıkmadılar. Hatta bazen p an-İslamist düşünceyi teşvik ettiler ve sömürgeler­ deki Müslüman nüfusun yatıştırılmasında İstanbul'un yar­ dımını b ekleyerek İslam dünyasının Osmanlı-merkezliliği­ ni b enimsediler. Örneğin Filipinler'deki Amerikalı s ömürge idarecileri 1 898'de Müslümanların silahlı direnişiyle kar­ şılaştıklarında, İstanbul' a kendileri lehine devreye girmesi için müracaatta bulunmuştur. Sultan Ab dülhamid cevaben, Filipinli Müslüman liderlere, Amerikan yönetimi İslam inan­ cına saygı gö sterdiği müddetçe isyandan kaçınmalarını ve sadık olmalarını tavsiye edecektir. Amerikan B aşkanı Willi­ am McKinley bu potansiyel Osmanlı hilafeti desteğinden çok memnun olmuş ve O smanlı'daki büyükelçisi O s car Strau s ' u Halifenin desteğini kazandığı için onurlandırmıştır.60 B en­ zer ş ekilde, Güney Afrika'daki İngiliz sömürge memurları da Osmanlı din alimlerini Müslümanlar-arası çatışmaları ç ö z ­ meleri v e bölgelerinde eğitim vermeleri için davet etmiştir. Örneğin Osmanlı'nın Güney Afrika'daki din elçisi olan Ebu­ bekir Efendi, Güney Afrikalı Müslüman cemaatine liderlik etmede ve onların güvenini kazanmada ne denli etkili oldu­ ğunu ispat etmiştir.61 Daha sonra Ebubekir Efendinin oğulla­ rından biri, Osmanlı-İngiliz b ağlarını kuvvetlendirmek için 59

60

61

C . Van Dijk, "C olonial Fears , 1 890- 1 9 1 8: Pan-Islamism and the Ger­ mano-Indian Plot," içinde: Transcending Borders: Arabs, Politics, Trade and Islam in Southeast Asia, der. Huub De Jonge ve Nico Kap­ tein, Leiden: KITLV Press, 2002, s . 53-89. Mustafa Akyol, "A Sultan with Swat," Weekly Standard, 26 Aralık 2005, s. 1 6 - 1 8. Güney Afrika'ya giden Müslüman alimlerin hatıraları için, bkz. Ebu­ bekir Efendi, Ümitbumu Seyahatnamesi, der. Hüseyin Yorulmaz, İstanbul: Ses Yayınları, 1 994. 145

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Singapur' a Osmanlı'nın s efaret memuru olarak atanmıştır. Alman Kayzeri Wilhelm de Sultan Ab dülhamid'den Ç inli Müslümanların Avrupalıların imtiyaz ve tahakkümüne karşı çıkan B oksör İsyanının dışında kalmalarını tavsiye etmesi ricasında bulunmuş ve bu istek doğrultusunda Ab dülhamid, Çin'e bir heyet göndermiştir. O smanlı hükümetleri ve sultanları, dünyanın başka yer­ lerinde Müslümanların mes elelerine müdahale etmeleri için gelen bu talepleri, tıpkı geçmişteki gib i , reddedebilirlerdi. Fakat Osmanlı elitleri , diğer imp aratorlukların Müslüman tebaası üzerindeki manevi otoritesinden ve yumuş ak gü­ cünden, uluslararas ı hukukta imparatorluğa karşı yapılan ayrımcı muameleye karşı koymak ve Avrup alı imp arator­ luklarla ilişkilerini iyileştirmek için faydalanmak istiyordu. Uluslararası hukuk, bu s ahadaki özel eğitimi destekleyen ve uluslararası hukuku, askeri gücünün zayıflığı s ebebiyle, im­ paratorluğu koruma aracı olarak gören Abdülhamid dönemi Osmanlı hukukçularının ve entelektüellerinin gözde konu­ suydu.62 O smanlı hükümeti uluslararası hukuk alanında uz­ manlara s ahip kadrosu olan ve imp aratorluğun çıkarlarını mevcut Avrup a-merkezli uluslararası hukuk normlarına ve kurallarına müracaat ederek s avunmak için Hukuk Müş avir­ liği İstiş are O dasını kurdu. O smanlı hukukçuları kapitülasyonlara karşı imp arator­ luğun egemenlik haklarını s avunma konusuyla ve İngilizler­ le Rusların, Osmanlı'daki Hıristiyanların işlerine karışma bahanesi olarak kullandıkları eşit olmayan anlaşmalarla

62

On dokuzuncu yüzyılda kaleme alınan hemen her önemli ulusla­ rarası hukuk kitabı O smanlı İmparatorluğunda çevrilmiş ve ders­ lerde okutulmuştur. Bunların yanı sıra, Osmanlı entelektüellerince yazılan birçok uluslararası hukuk kitabı bulunmaktadır. örneğin bkz. C elal Nuri, Kendi Nokta-i Nazarımızdan Hukuk-i Düvel, İs­ tanbul: Osmanlı Şirket-i Matb aası, 1 9 1 1 . Aynca bkz. Aimee Genell, "The Well-Defended Domains : Eurocentric International Law and the Making of the Ottoman Office of Legal C ounsel," Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 3, no. 2, Kasım 20 1 6 , s . 255-275. 1 46

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

bilhassa ilgilendiler. 63 O n altıncı yüzyıla dayanan kapitü­ lasyonlar, Avrupa imp aratorluklarına, O smanlı İmp arator­ luğunda bulunan yurttaşları üzerinde konsolosluk yetkis·i olan bir dokunulmazlık vermekteydi . Ayrıcalıklı muamele ve hukuki çift-başlılığa yol açan bu lütuflar vaktiyle Osmanlı­ lar tarafından tek taraflı olarak tanınmış ve o dönemde im­ paratorluğun kudretinin bir iş areti s ayılmıştı. Fakat Osmanlı hükümetinin bu ayrıcalıkları ortadan kal­ dırmaya çalıştığı on dokuzuncu yüzyıl boyunca Avrupalı güçler toplu olarak bu ayrıcalıkların devamlılığı konusun­ da Osmanlı'yı zorlayarak ısrar etmiştir. Daha da önemlis i , Avrup alı güçler kapitülasyonları uluslararası s özleşmelerin Avrupa'nın koruması altındaki Hıristiyan Osmanlı tebaasına genişletilmesi olarak yeniden yorumlamıştır. B u yeni durum, gayrimüs lim Osmanlıları, O smanlı'nın hükümranlığını ihlal ederek Osmanlı'nın yetki alanının dışında konumlandırıyor­ du. E rmeni veya Rum O smanlılar s adece İngiliz veya Fran­ sız p asaportu taşımakla veya Osmanlı mahkemelerinden muaf olan elçilikler tarafından korunmakla kalmayıp, aynı zamanda dokunulmazlık hakkına s ahip Avrupalı tüccarlara tanınan düşük vergi ayrıcalıklarından da yararlanmaktay­ dı. Bu model eşit olmayan anlaşmaların küresel prototipini oluşturacak, daha s onra Çin'de ve başka coğrafyalarda da uygulanacaktı. İngiliz ve Rus imparatorlukları eşitsiz kapitülasyon an­ laşmalarında elde ettikleri kendi tebaalarının imtiyaz ve si­ yasi dokunulmazlığını, hac veya ticaret için Osmanlı toprak­ larını ziyaret eden Müslüman tebaaları için de kullanmaya başlamıştır. Öyle ki, Mekke'de bile, Hintli veya Rus Müslü­ manlar hukuki ihtilaflarla karşılaştıklarında, C i dde'de bulu­ nan Britanya veya Rusya s efaretine gidip Osmanlı memurla ­ rına karşı yardım isteğinde bulunabiliyordu. Pan-islamistler Osmanlı egemenliğindeki Mekke'ye giden çok sayıdaki ha-

63

Arnulf Becker Lorca, "Universal International Law: Nineteenth-Cen­ tury Histories of Imposition and Appropriation, • Harvard Internati­ onal Law Joumal 5 1 , no. 2, 2 0 1 0 , s. 475-552. 147

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

cıyı, artan küresel Müslüman b ağlantısının alameti olarak övmekteydi . Fakat bu Müslüman hacılar Avrup alı imp ara­ torluklarla b ağlantılarını gösteren s eyahat belgeleri taşıyor ve menfaatlerine gelmesi halinde , Avrup alı s efaretlerden Osmanlı kadılarına ve memurlarına karşı istifade ediyordu . Osmanlı hükümeti , Hıristiyan imp aratorlukların Mekke'de bulunan Müslüman teb aasının hukuki hakl arı üzerindeki bu aracılığı özellikle tedirgin edici buluyordu . O smanlı halifesinin Britanya ve Rusya Müslümanları üzerindeki manevi egemenlik iddiası, Avrup alı imparator­ lukların Osmanlı'daki Hıristiyanların haklan üzerindeki iddialarının kısmi bir yansımasıydı . E ğer Hıristiyan hü­ kümdarlar Halifenin Hıristiyan teb aası üzerinde birtakım haklardan söz açabiliyorsa, Halife de diğer hükümdarların Müslüman teb aası üzerinde manevi otoritesini pekalıl öne sürebilirdi. B öylece Osmanlılar, Avrupalı imp aratorluklara uluslararası hukukun adil uygulanmasının her hükümda­ rın faydasına olduğunu göstermeyi amaçlıyordu . Bu dönem b oyunca pan-İslamistler Osmanlı halifesinin Avrupalı s ö ­ mürgeci elitlerin ayrımcı muamelelerine karşı halıl b i r m e ­ deniyetler, dinler veya imparatorluklar çatışması değil, Müs­ lümanların haysiyetini ve haklarını temsil edip s avunduğu b arış çıl bir emperyal dünya düzeni hayal ediyordu. ***

Sultan Ab dülhamid'in, Britanya'nın Müslüman teb aası üzerindeki siyasi hakimiyetini tamamlayan bir şekilde, hila­ fetin İslam ümmeti üzerindeki manevi egemenliğini vurgula­ ması, yüksek emp eryalizm çağındaki jeopolitik İslam dünya­ sı tahayyülünü iyice kuvvetlendirmiştir. Pan-İslamizmin bu türü Avrupalı imp aratorluklara karşı bir cihad peşinde falan değildi. Aksine, O smanlı egemenliğini, Avrup a imp aratorluk­ larına tabi Müslümanların kendi hükümdarlarına ve Halife­ ye karşı çifte sadakati üzerinden meşrulaştırarak garantile­ meyi amaçlıyordu. Fakat pan-İslamizmin bu jeop olitik tar­ tışması kimi istenmeyen ve b eklenmedik s onuçlar üretecekti . Amacının tam aksine, p an-İslamizmin görünürlük kazanma1 48

K R A L İ Ç E İ L E H A L İ F E A R A S I N DA B İ R D E N G E A R AY I Ş I

s ı İslam-karşıtlığını ve s ömürgelerde çıkmasından korkulan Müslüman isyanlarıyla ilgili p aranoyaları alevlendirdi . Ab ­ dülhamid'in hedefi imp aratorluk b arışını sağlamlaştırmak olsa bile, İngiliz, Rus , Fransız ve Hollandalı Müslümanların artan manevi saygısından gurur duyması Avrup alı sömürge memurlarını telaşlandırıyordu. Dahası, İslam tehdidiyle il­ gili korkular da artık İstanbul'daki Halifeye mal edilebilirdi . Osmanlılar, Avrupalı imp aratorluklarla eski ittifaklarının İ s ­ lamofobi sebebiyle bozulması meselesini ç o k ciddiye aldılar. İşte bu endişe s ebebiyledir ki, 1 907 yılında Kahire 'deki İ s ­ lam Kongresini alenen desteklemekten geri durdular. Sultan, dünya çapındaki Müslümanlarla b ağlantı kurdu; fakat Avru­ palı güçlerin, özellikle de Britanya'nın, p an-İslamizmi imp a ­ ratorluk-karşıtı b i r proje olarak görmesini istemedi . Halife ve ö zellikle Hintli Müslüman destekçileri için p an-İsl amizm, imp aratorluk-karşıtı bir görünümden kaçınmak zorundaydı ve aslında imp aratorluklar- arası barışın s ağlanmasında bir etmen olabilirdi . Açıkçası, p an-İslamist İslam dünyas ı kimli ­ ğini Siyah ırkın birliği, Budist dünyası kimliği veya Asya'nın birliği fikrinden ayırt eden şey buydu: Osmanlı halifesinin varlığı ve Rus tehdidine karşı Osmanlı-İngiliz ittifakı için bir p an-İslamist gerekçeye sahip olma ihtiyacı. Sultan Ab ­ dülhamid ve Kraliçe Victoria dönemindeki pragmatik ve em­ peryal p an-İslamizm aynı zamanda, sömürgeciliğin baskı s ı altında ezilen mağdurlara adil muamele için b i r dayanışma aracı olarak herkes e cazip geliyordu. Ancak bu fikrin cazi ­ besi, Osmanlı imp aratorluk menfaatleriyle uyum içindeydi ve imp aratorluklar çağının düzenine karşı olmadığı gibi, bir İslam-B atı çatışması da istemiyordu . Osmanlılar halii imp a ­ ratorluklar arasında dostane ilişkiler kurma p eşindeydi ve pan-İslamist ideolojiyi medeniyetler çatışması konusunda değil , imp aratorluklar arasındaki uyumu sürdürebilmek için kullanmaktaydılar.

1 49

i V.

JE O P OL i T iK Y AN IL S A M AL AR IN S AVA ŞI ( 1 908- 1 9 2 4)

1 4 Kasım 1 9 1 4'te O smanlı şeyhülislamı bütün İslam alemini Hıristiyan imp aratorluklara karşı ayaklanmaya çağıran iki fetva yayınladı. B unlardan ilki İslam ve İslam topraklarına hücum eden, Müslümanları köleleştiren s ömürgecilere karşı kuts al bir s avaş ilan ediyordu. İkincis i ise hilafete saldırı­ l arı nedeniyle Rus , Fransız ve İngiliz imparatorluklarını ve onların destekçilerini hedef alıyordu. Bu imparatorluklar tarafından yönetilen Müslümanlar, Almanlar tarafından da desteklenen cihada katılmakla mükellefti. Cihad çağrısının yapıldığı sıralarda Sultan II . Ab dülha­ mid artık halife değildi; Kanun-i E s asi'yi yürürlüğe koyan Jön Türk Devriminden bir yıl s onra, yani l 909'da, Ab dülha­ mid tahttan indirilerek yerine kardeşi Mehmed Reşad geç­ mişti. Kızının ve doktorunun hatıralarına göre, emp eryalizm çağında p an-İslamizmin babası olan Ab dülhamid, İngilizle­ re karşı ilan edilen cihaddan rahatsızdı. İngilizleri Osman­ lı-karşıtı duruşları için suçluyor, ama iki imp aratorluğun Bi­ rinci Dünya S avaşında karşı s aflarda yer almasından dolayı da büyük endişe duyuyordu. 1 Osmanlı'nın imp aratorluklarHüseyin Atıf Bey, Sultan II. Abdülhamid 'in Sürgün Günleri 1 9091 9 1 8: Hususi Doktoru A tıf Hüseyin Bey'in Hatıratı, haz. Metin Hüla­ gu, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2003. 1 50

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

dan oluş an dünya düzeni içindeki konumunu p ekiştirme ve pan-İslamizm aracılığıyla bir O smanlı-Britanya ittifakı kur­ ma ç abalan dikkate alındığında, Sultan Abdülhamid daha önce Britanya Müslümanları üzerindeki manevi egemenliği­ ni vurguladığı hilafetin 1 9 1 4'te çok farklı bir yorumla an­ ti-emperyal cihad adına devreye s okulmasından gerçekten de rahatsızlık duymuş olmalıdır. İronik olan şu ki, 1 908 Devriminden sonra iktidara gel­ diklerinde, Jön 'Iürk liderleri de hilafetin dünya Müslüman­ ları üzerindeki manevi rolünü emperyal düzenin sürdürül­ mesi ve O smanlı'nın menfaatleri doğrultusunda kullanma konusunda ziyadesiyle istekliydi . Nitekim 1 9 1 4 Yazına kadar yeni bir O smanlı-Britanya yakınlaşması için de hayli çaba sarf ettiler. Meşrutiyet D evriminin liderleri, e s aslan Avrup a modellerinden alınan Tanzimat reformlarını devam ettirir­ ken, bir yandan da Ab dülhamid'in otokratik yönetimine son verip anayas ayı ve p arlamentoyu yürürlüğe soktukları için, yakın ilişkiler kurmak istedikleri Avrup alı muhataplarının nezdinde Osmanlı İmparatorluğunun itibarını daha kol ay tesis edebileceklerine inanmaktaydı . Aynı zamanda, meşru­ tiyet ve p arlamentoyla O smanlı düzeninin kap sayıcı evren­ selciliğini ihya edip, Ermeni ve Rum tebaalann sadakatini yeniden kazanarak Avrup a kamuoyunu da O smanlı lehine değiş tirebileceklerini umuyorlardı. Fakat p an-İslamist duygularda herhangi bir iniş-çıkış ya da Avrupa imparatorluklarının yönetimi altında yaşayan Müslümanlara uygulanan b askıların kötüleşmesi değil de, Birinci Dünya S avaşının stratejik durumu, Jön 'Iürklerin algı ve kararlarını büyük ölçüde değiştirerek nihayetinde rakip imp aratorluklara karşı cihad ilan edilmesine yol açtı. Alman İmp aratorluğunun önemli karar alıcıları da Osmanlı'nın stratejik ihtiyaçlarını anlıyor ve İslam dünyasında bulun­ duğu vars ayılan B atı-karşıtı hissiyattan faydalanmayı umu­ yordu. Bu sebeple, kendi s avaş girişimlerine katkı s ağlaya­ cağı düşüncesiyle, Almanlar da İslam dünyasının kurtuluşu adına bu cihadı desteklemekteydi. 151

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Britanya v e O smanlı Birinci Dünya Savaş ında düşman saflarında yer aldıklarında, iki taraf da İslam dünyasıyla ilgili hayali vars ayımlarının ortaya çıkardığı sonuçlardan ötürü z arar gördü. Baş arılı bir cihad için, Müslümanların, sömürgecilik-karşıtlığı konusunda gerçekte s ahip oldukla­ rından çok daha derin bir adanmışlık duygusu ortaya koy­ maları gerekiyordu. C ihad ilan eden Osmanlı-Alman ittifakı aynca, on dokuzuncu yüzyılın sonunda gelişen pan-İslamiz ­ min Britanya İmp aratorluğuyla olan simbiyotik ilişkisini idrak etmekte de b a ş arısız olmuştu. Buna karşın, Britanyalı­ lar tarafından yönlendirilen İtilaf Devletleri de Arap ve Hint Müslümanlarını kolayca Osmanlı halifesinden kop arabile­ ceklerini zannederek, kendi idareleri altındaki Müslüman halkların küresel olarak iç içe geçmiş bağlarının ve pan-İs­ lamist kimliğin dini ve siyasi önemini hafife almıştı. O smanlılar Birinci Dünya Savaşında mağlup olunca, Bri­ tanyalılar O smanlı'nın Filistin ve Irak'taki topraklarını ele geçirerek Müslüman toplumlar üz erindeki kontrollerini ge­ nişletti ve gizli anlaşmalar neticesinde Suriye ve Lübnan Fransız işgali altına girdi . O smanlı liderleri ise yenilgilerine rağmen p an-İslamist vizyonu mobilize edip, Müslüman top­ lumlar nezdinde semp ati ve destek görmeye devam edecekti. 1 9 1 8 'den 1 924'e kadarki dönem, İslam dünyasını kurtarmak ve güçlendirmek adına, p an-İslamist hareketlenmenin zirve­ sine ş ahit oldu. B ritanya idaresi altındaki Hint Müslüman­ ları, Türklerin İstiklıll S avaşını ve 1 92 3 'te Lozan Antlaşması z aferiyle sonuçlanan askeri ve diplomatik çabalarını destek­ leyen Hilafet Hareketine büyük bir destek verdi . Yine bu dö­ nemde Enver Paş a gibi eski İttihatçılar, Bolşeviklerle işbir­ liği içinde İslam dünyasına devrimci bir uyanış için çağrıda bulundular. Ancak p an-İslamist dayanışmanın 1 9 1 8 - 1 924 arası dö­ nemdeki muazzam b a ş arısı, Kraliçe Victoria ve Sultan Ab­ dülhamid dönemlerinde temelleri atılan küresel Müslüman dayanışması tas avvurunun zaaflarını da ortaya çıkararak, durumu travmatik bir dönüm noktasına getirdi : 1 924'te ha­ lifeliğin kaldırılmasına . . . 1 52

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

Osmanlı ve Britanya Arasındaki Çatışmanın Kökleri Bir önceki bölümde tartışıldığı üzere, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Osmanlı-karşıtı fikirler Avrupa kamuoyuna ha­ kim olurken, Osmanlı ve Britanya imparatorluklarının aras ı hem stratejik hem d e ideolojik sebeplerden bozulmuştu. Yir­ minci yüzyılın başlarında Afrika ve Arabistan'daki O sman­ lı-Britanya rekabeti de gerginliğin artmasına yol açmaktaydı . O smanlılar örneğin, B erlin Kongresinde Afrika'nın duru­ muna dair belirlenen uluslararası hukuk kurallarına riayet ederek Libya s ahilinde yerleşim yerlerinin güneyinde nü­ fuzunu genişletmek istediğinde, Orta Afrika'daki İngiliz ve Fransız yayılmacılığı tarafından engellendi . 2 Aynı z amanda Britanyalılar, O smanlı Arabistan'ının Mekke ve Medine'yi de içeren Hicaz b ölgesi civarında b azı idari üsler kurdu, böyle­ ce O smanlı halifesinin hamiliğini üstlendiği Kutsal Toprak­ ların adeta etrafını çevrelemiş oldu. Britanyalılar 1 90 l 'de bir O smanlı fırkateyninin Kuveyt limanına demirl emesini engellemeye kalktı . O smanlılar bölgedeki hükümranlıkları ­ nın resmi olarak tanınması konusunda ısrar etti ve talepleri kabul edildi, ancak söz konusu Kuveyt krizi, Osmanlı- B ritan­ ya ilişkilerindeki pek çok gergin konudan biri olarak tahri ­ batını yapmıştı bile. 1 906'da yaş anan iki olay, iki imp aratorluk aras ındaki güvensizliği iyice şiddetlendirdi . Bunlardan ilki olan Dinş a ­ vay Olayı, b i r B ritanya askerinin ölümü üzerine haksız yere suçlanıp adil olmayan bir şekilde cezalandırılan Mısırlı köy­ lülerle ilgiliydi . Askerin arkadaşları küçük bir kas ab a olan Dinş avay'ın sakinlerinin beslediği güvercinleri izinsiz ve acımasızca vurmuş , yerel halkın öfkesini çekmişti. Halkın tepkisi karşısında p anikleyen B ritanyalı askerler kalab alığa ateş aç arak bir din adamının kansını yaralamış ve köylüBu konu, Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin bozulmasından bahsederken Toynbee tarafından dile getirilmiştir. Daha geniş bir bağlamda Af­ rika ve Arabistan'daki O smanlı-İngiliz çekişmesi için, bkz. Mostafa Minawi, The Ottoman Scramble for Africa: Empire and Diploma­ cy in the Sahara and the Hijaz, Stanford, CA: Stanford University Press, 2 0 1 6 . 1 53

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

leri daha d a kışkırtmıştı. Askerlerden b iri e n yakın Britan­ ya kampına kaçma girişiminde bulundu , fakat yolda güneş çarpması neticesinde öldü. Britanyalı subaylar ve Mısırlı sömürge işbirlikçileri, köylüleri olaydan sorumlu tutup, bu sıradan ins anları sert bir biçimde cezalandırdı. Köylülerden birini ibret olsun diye kendi evinin önünde asıp, p ek çok köy sakinini hapis cezasına çarptırdı . Mısır halkı cezaların haksız olduğuna ve Dinş avay'daki küstah ve vahşi İngiliz tavrının s ömürgeciliğin adaletsizli­ ğini ve küçük düşürücülüğünü temsil ettiğine inandı ve bu olaylar Mısırlı milliyetçileri harekete geçirdi . Bu kriz sıra­ sında Mısır halkının kalıcı ve şiddetli protestolarından çe­ kinen Britanya yönetimi, O smanlı halifesinin duruma mü­ dahale etmesini ve öfkeli kalab alığı yatıştırmasını umdu ve b ekledi . Mısır, s adece semb olik olarak görülse de, hukuki olarak hala Osmanlı İmparatorluğunun idaresi altındaydı ve O smanlı halifesi toplumda büyük s aygı görmekteydi. Ancak Ab dülhamid bu duruma İngilizler lehine müdahale etmeyi reddetti. Nihayetinde, başlangıçta önemsiz görülen bir olay büyüyüp büyük bir milliyetçi davaya dönüşerek Britanya'nın ö zgüvenine zarar verecek hale dönüşüvermişti. Hiç şüphesiz, bu olay vesilesiyle Osmanlı elitleri de, Britanyalılar kadar, kamuoyunun gücünün farkına varııiış oldu. O yılın bir diğer büyük ihtilaf s ebebi, Sina yarımadasında bir sınır çizme anlaşmazlığı olan Taba kriziydi . Mısırlı milli­ yetçiler burada Osmanlı'nın iddialarını destekledi, Britanya mandası olarak geçen çeyrek yüzyıla rağmen Halifeye b ağlı­ lıklarını gösterdi ve bu da imp aratorluklar arasında bir kez daha güvensizliğe yol açtı . Sir E dward Grey Mısır'da artan Müslüman fanatizminin kınanması için Lordlar Kamarasına b aşvurma gereği duydu. Lordlar Kamarasındaki diğer p arla­ menterler de O smanlıları p an-İslamist s aiklerle bir "Britan­ ya nefreti" (Anglofobi) yaratmakla suçladı .3

Bkz. Azmi Özcan, "ingiltere'de Hilafet Tartışmalan, 1 873-1 909," için­ de: Hilafet Risaleleri, 1. C ilt, der. İsmail Kara, İstanbul: Klasik Yayın­ lan, 2002, s. 63-94. 1 54

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş !

Sultan Abdülhamid Britanyalılarla gerilen ilişkileri yu­ muş atmak için çaba göstermiş olsa da, Londra kamuoyunun Abdülhamid ve Osmanlı-karşıtı fikirleriyle B ritanyalıların büyüyen p an-İslamizm korkulan giderek derinleşmekteydi. Sürgündeki bazı Abdülhamid muhalifleri ise bu durumdan is tifade etmeye çalışıyordu. Örneğin es asen bir O smanlı prensi olan Sebahattin, Londra'dan yayın yapan Times için yazdığı bir makalede, Osmanlı liberallerinin kendisinin li­ derliğinde iktidarda bulunması halinde hem İngiltere'nin hem de Fransa'mn Sultan Abdülhamid tarafından büyütü­ len p an-İslamist tehlikelerden tümüyle azade olacağı iddia­ sında bulunuyordu. Prens Seb ahattin, ancak Ab dülhamid'in yerine geçecek bir liberal sultanın Britanya ve Fransa'mn emp eryal çıkarlarıyla uyumlu, kültürel ya da manevi bir pan-İslamizm anlayışının geliştirilmesine destek olabilece ­ ğini vurgulamaktaydı . Gerçekte, Prens Sebahattin'in Ab dülhamid'in tahttan in­ dirilmesi durumunda liberal bir sultanın siyaseti olarak s ö z ettiği ilkeler -yani sömürgeci efendilerine karşı pazarlık ve denge gücü elde etmek için Britanyalı Müs lümanlar üzerinde manevi liderlik sıfatını p ekiştirmek- tam da Abdülhamid'in 1 880'lerden beri yapmakta olduğu ş eylerdi . Ancak Prens Se­ bahattin, Abdülhamid-karşıtı Osmanlı muhalefetine destek bulmak için, ironik olarak, Avrupa'mn sömürgeci metropol­ lerinde gittikçe yükselen O smanlı-karşıtı ve Abdülhamid düşmanı kamuoyundan istifade etmeye çalışıyordu. Prens Seb ahattin'in makalesinin yayınlanması üzerine İslamofo ­ bik bir rahip olan Malcolm MacC oll, aynı gazeteye bir mek­ tup göndererek, Britanya hükümetinin O smanlı halifesinin Müslüman dünyanın liderliği iddiasını reddetmesi gerekti­ ğini dile getirdi. MacC oll, Kureyşi kabilesinden bir Arabın halife olmasının yam sıra, dünyadaki tüm Müslümanların Britanya yönetimi altına girmeleri gerektiğini s avunuyordu.4 Bkz. Şükrü Hanioğlu, " 1 906 Yılında Sabahaddin Bey, MacC oll, Vam­ beıy ve Kidvai Arasında Geçen Osmanlı Hilafeti Tartışması," içinde: Hilafet Risaleleri, il. C ilt, der. İsmail Kara, İstanbul: Klasik Yayınlan, 2002, s. 4 1 9 -437. 1 55

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Bu Osmanlı halifesi düşmanı yazılara tepki olarak, b i r grup Hintli Müslüman entelektüel hemen, MacC oll'un İslamofo­ bik yazılarına cevaben Ab dülhamid'in halifeliğinin meşrui­ yetini s avunmaya koyuldu. Genelde Hintli Müslüman liderler Osmanlı halifesinin manevi otoritesini s avunma konusunda fikir birliği yap arken, Muhammed B ereketullah gibi meşru­ tiyetten yana olan bazı Hintli pan-İslamistler Ab dülhamid'i anayas ayı askıya alarak ve istibdatla ülkesini yöneterek, as­ lında hürriyet yanlısı olan üç yüz milyon dünya Müslüma­ nının s adakatini b o ş a çıkarmakla suçladı. II. Abdülhamid' e karşı muhalefetteki Jön Türkler gibi, B ereketullah da ana­ yas al ve parlamenter bir rejimin, Avrup a'nın O smanlı'yla il­ gili sorunlarını ortadan kaldırıp O smanlı'nın İslam dünyası üzerindeki liderliğini güçlendireceğine inanıyordu. Görüldü­ ğü üzere, II. Ab dülhamid'e karşı yürütülen muhalefet, hila­ fet-karşıtı fikirlerden e sinlenmiyordu. Tam tersine , anayasal bir düzen talep eden muhalifler de hilafet ve İslam dünyası fikirlerine O smanlı'nın Avrup a-merkezli dünya düzeni için­ deki konumunu güçlendirmek için aynı oranda ümit b ağla­ maktaydı. 5 Jön Türklere yakın Rusyalı bir Müslüman entelektüel olan Yusuf Akçura'nın yazıları, O smanlı halifesinin İslam dünyas ına gereken önemi vermediğine inanan Müslüman entelektüellerdeki Ab dülhamid-karşıtlığının iyi bir örneği niteliğindedir. Akçura, 1 904 tarihli Üç Tarz-ı Siyaset adlı es erinde, Sultan Ab dülhamid dahil olmak üzere pek çok p an-İslamistin kanaatine göre, ittihad-ı İslam davasıyla Britanya 'nın emp eryal çıkarları aras ında bir çatışma ol­ m a s a bile, p an-İslamizmin Britanya İmparatorluğunun en büyük Muhammedi güç olma vasfı için bir s orun s ayılacağı fikrini dile getirmekteydi . Akçura , ne olurs a olsun, Britan­ yalılara meydan okunmamasını öneriyordu . Bunun yerine Britanya'daki Rusofobinin (Rus nefretinin) canlandırılma-

Muhammad B arakatullah, "A Mohammedan View of the Macedonian Problem," The North American Review 1 77, no. 564, Kasım 1 903, s. 739-750. 1 56

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

sıyl a , Osmanlıların Britanya'nın desteğini yeniden kazan a ­ b ileceğini s avunmaktaydı . Akçura'nın bu yaklaşımı, p an-İs ­ lamizmin yalnızca Rus İmp aratorluğunun tehdit e dip, b u saye de Osmanlı-Britanya işbirliğini sürdürecek p an-Türkist bir versiyonunu ifade ediyordu . 6 Halife , Britanya Hindis ­ tan'ında emperyal düzenden yana bir tavır alırken, manevi hakimiyetini Rus Orta Asya'sında Müslüman anti- emp er­ yalizmini desteklemek için kullanabilirdi . İki s i de B ritanya ile müttefik olmanın yollarını aramış olsa da, Akçura'nın önerisi, Ab dülhami d'in b enimsediği siyas etten ayrışmak­ taydı . Ab dülhamid, hilafeti geniş anlamda emp eryal düzeni sürdürmek için kullanıyor, böylece Londra, İstanbul ve S t . Petersburg arasında oluş acak bir emp eryal b arış i ç i n gere­ ken koşulları yaratmayı amaçlıyorsJ.u . Akçura'nın B ritanya çıkarlarını destekleyen yaklaşımı ise ittifakın üzerine ku­ rulduğu emp eryal b arış ve evrens elcilik prensiplerini riske atma ihtimalini taşıyordu . Ab dülhamid'inkinden Jön Türklerinkine daha çatışmacı bir p an-İslamizm versiyonuna geçiş Ali Fehmi Muhammed' in

El-Hilafetül İslamiyye ve'l Camiat 'ül Osmaniyye (İslami Hi­ lafet ve O smanlı C emaati) adlı es erinde açıkç a gözlenebilir. Ali Fehmi 'nin Jön Türklerin iktidara gelişinin ardından, önc e 1 9 1 0- 1 9 l l 'de dergilerde tefrika halinde yayınlanan kitabı , pan-İslamizmi, islamofobik Britanya kamuoyunun resmet­ tiği bir B atı-karşıtı siyasi hareket olarak değil de, sosyo-kül­ türel bir ümmet dayanışması fikri olarak ele alıyordu . Ancak Ali Fehmi dünyadaki tüm Müslümanların siyasi b irliğini hayali olarak görse de, Osmanlı halifesine sadakati Avrup a imp aratorlarına s adakatten daha önde tutarak, Müslüman­ ların, yöneticileri kim ve bulundukları coğrafya ne olurs a olsun, öncelikle hilafeti korumaları ve halifenin liderliğini takip etmeleri gerektiğini ileri sürmekteydi . Aksi takdirde halifenin liderliğinden mahrum kalan Müslümanların b ö ­ lüneceği, ileride aş ağılanmalara maruz kalacağı ve Avrup a 6

Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara: Türk Tarih Kurumu B asıme­ vi, 1 987, s. 39-40. 1 57

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

sömürgeciliği için kolay b i r hedef haline geleceği konusunda okurlarını uyarıyordu. 7 Jön Türkler

1 908'de iktidara geldiklerinde, Abdülha­

mid'in ihtiyatlı p an-İslamizmini , bu yazarların önerdiği türden bir yaklaşımla, yeni anti-emperyalist unsurlarla kes­ kinleştirmekten geri durmadı. B eyaz Adamın "uygarlaştırıcı" ideolojik söylemi kadar, ırklararas ı çatışma öngören Avrupa jeop olitik düşüncesine de aşina olan Jön Türkler, Osmanlı İmp aratorluğunu imp aratorluklar kulübünün eşit bir üye­ si gibi değil de, mağdur edilmiş Doğu ve İslam dünyasının bir üyesi olarak görmeye başladı. 1 905 'te Japonya'nın Rus ­ y a karşısındaki z aferiyle birlikte, Jön Türklere göre, Avru­ pa-merkezli dünya düz eninin ırksal temeli artık meşruiyeti­ ni kaybetmiş görünüyordu. Jön Türkler, a skeri güç ve moder­ nleşme s ayesinde, Osmanlı İmparatorluğunun İslam dünya­ sı için, Japonların Sarı ırk için yaptıklarını yap abileceğine inanıyorlardı : Kendilerini güçlendiricek reformlar olarak anayas acılık, p arlamenter yönetim ve askeri yeniden yapı­ landırmaları yürürlüğe koyarak, ezilmiş ve dışlanmış İslam dünyas ının bilinçlenmesine ve uyanmasına liderlik edebilir­ lerdi. 1 908'deki Jön Türk Devriminden sonra dünyanın her yanından Müslüman entelektüeller de Müslümanların gücü­ nün yeniden canlanması konusunda umutlanmıştı. Devrim­ ciler O smanlı İmparatorluğunu "Yakındoğu'nun Japonya'sı" na8 dönüştürmeyi arzuluyordu. Yine de tüm anti- emperyalizmine rağmen, Jön Türk hü­ kümeti bir imp aratorluk yönettiğinin farkındaydı. Rum ve E rmeni yurttaşlar arasında Osmanlı yönetimine karşı sa­ dakatsizlik ve isyanların çıkabileceği konusunda kaygılıydı­ l ar. Kı s a süre içinde, 1 908 Devrimi sonrasında uyguladıkları anaya s al hükümetin ve içişlerindeki birleştirici siyasetin ne Ali Fehmi Muhammad, "İslam Hilafeti ve O smanlı İttihadı," içinde: Hilafet Risaleleri, III. Cilt, der. İsmail Kara, İstanbul: Klasik Yayınla­ n, 2003, s. 77- 1 00 . Renee Worringer, Ottomans Imagining Japan: East, Middle East, and Non-Western Modernity at the Turn of the Threntieth Century, New York: Palgrave Macmillan, 20 1 4. 158

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A LA R I N SAVA Ş !

Avrupa'dan destek alma n e d e gayrimüslimler arasındaki ay­ rılıkçı hareketleri önleme konusunda baş arılı olduğunu dü­ şünmeye başladılar. Jön Türkler başlangıçta Britanya'yı ve diğer Avrup a imparatorluklarını, O smanlıların Hıristiyanlar üzerindeki anayasal egemenliğinin korunmaya değer olduğu konusunda ikna etmeyi hedefliyordu . B öylece Osmanlı'daki Hıristiyanların hami si olarak görülen Avrupalı imp arator­ luklar nezdinde jeopolitik avantaj elde edebilmek için Jön Türk hükümetleri de İslam dünyası tahayyülünü ve halifenin bu dünya üzerindeki manevi egemenliğini kullanmak üzere, daha evvel Ab dülhamid'in oynadığı stratejik denge oyunu­ na geri döndü. Britanyalılarla tekrar bir ittifak potansiyeli ararken -biraz da bu konuda Londra'nın daha istekli dav­ ranmasını s ağlamak amacıyla- bir alternatif olarak Alman İmp aratorluğuyla da b ağları güçlendirdiler. Fakat yaş anan gelişmeler, sonunda Britanyalılarla ittifakı imkansız hale getirdi ve Osmanlılar yüzlerini net biçimde Al­ manya ve Avusturya-Macaristan'a döndü. Bu şartlar altında Osmanlı elitleri , Müslümanlar üzerinde hissedilen liderlikle­ rini, İslam dünyası fikrinin siyasi anlamını anti-emperyalist doğrultuda dönüştürerek yeniden yorumlamaya çalıştılar. İslam dünyasının dayanışması fikrini anti- emperyalist bir yöne doğrultan gelişmelerden ilki, 1 9 1 1 'de İtalya'nın, nü­ fusunun çoğunluğu Müslüman bir O smanlı vilayeti olan Li­ bya'yı beklenmedik ve hukuksuz bir şekilde işgal etmesiydi . Osmanlı donanması bu s aldırıya zayıf bir karşılık verebildi. Donanmanın zaaflarını telafi için, kısa süre s onra, O smanlı ordusunun sub ayları tarafından yönetilen yerel Arap kuv­ vetleriyle İtalyan işgaline karşı bir gerilla savaşı başlatıldı . İşgal , İtalyan ürünlerine küresel p an-İslamist bir boykotu ve dünya Müslümanlarından Libya direnişine yapılacak yar­ dımların yolunu açtı . Hindistan'daki tüm Müslüman gazete ve dergileri ayrıntılı bir biçimde İtalya'nın Libya'da yaptık­ larını ve Müslümanların direnişini ilk s ayfadan vermektey­ di. Hintli Müslüman entelektüeller Britanya İmp aratorluğu­ nun, O smanlıların İtalyanlara karşı haklı çıkacağı uluslara­ rası hukuk kurallarını uygulatması gerektiğine inanıyordu. 1 59

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Hukuk ilkelerinin d e ötesinde, Müslümanlar Britanyalıların Osmanlıların İtalya'ya karşı haklı mücadelesini destekleme­ lerini talep ediyordu; zira Britanya dünya Müslümanlarının çok büyük bir kısmını yönetiyordu ve İngilizler bu haksız i ş ­ galin, kendi yönettikleri Müslümanların zihnindeki semb olik önemini kavramış olmalıydı . Ancak Britanya hükümeti işga­ lin sözlü olarak kınanması haricinde çok az ş ey yaptı. Hindu ba s ını bile bu tavır karşısında hayretler içindeydi . 7 E kim 1 9 1 1 'de İngilizce yayınlanan Punjabee gazetesinde Hindular tarafından yayınlanan bir makale, "En büyük ve en etkili güç olan Büyük Britanya'nın İtalyan s aldırganlığına neden karşı çıkmadığını" merak ediyordu. Makale, "Büyük Britanya'nın müdahale edip Muhammedi Türkiye D evletinin büsbütün z arar görmesini engellemesi gerektiğini ," çünkü "Britanya egemenliği altında yüz milyonun üzerinde Muhammedinin yaşadığı"nı ve "onların hüsnüniyet ve s adakatlerinin Büyük B ritanya'nın dış siyasetinin belirlenmesinde etkilerinin ol­ ması gerektiğini" dile getiriyordu . 9 1 9 1 2 - 1 9 1 3 'teki Balkan Savaşları, İslam alemini kurtar­ ma ve ileride bunun anti-emperyal bir ideolojiye dönüşmesi konusunda daha büyük ajitasyona yol açtı . Bu savaşlar bir b akıma İtalya'nın Libya'yı işgalinin devamı niteliğindeydi. O s avaşta O smanlı'nın sergilediği askeri zaafiyet ve büyük emperyal güçlerin Müslüman topraklarının Avrupalılarca sömürgeleştirilmesine dönük üstü kap alı onayı, küçük B al­ kan devletlerini, Sırbistan'ın öncülüğünde O smanlı idaresi­ ne ve daha genelde Avrup a'daki Müslüman varlığına karşı topyekun bir savaş açma konusunda ces aretlendirdi . S avaş çok kanlıydı . B alkan Müslümanları kitlesel olarak katledildi ve yurtlarından göç etmeye zorlandı. S onunda B alkan dev­ letlerinin ittifakı galip geldi ve O smanlılar neredeyse Avru­ p a 'daki bütün topraklarından çekilmek zorunda kaldı . 1 0

10

Punjabee ü ç haftada b i r v e İngilizce olarak Muh C hand tarafından Lahor'da yayınlanıyordu. Bkz. Ikram Ali Malik, Punjab Muslim Press and the Muslim World, 1 888-1 91 1 , Lahor: South Asian Institute, University of the Punjab, 1 974, s. 59-60. Balkanlar'daki Müslümanların uğradığı etnik temizlik konusunda, 1 60

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N S AVA Ş I

Avrupalı büyük güçler, b u s avaş sonrasında o b ölgede­ ki mevcut durumda ( statükoda) herhangi bir değişikliği ka­ bul etmeyeceklerine dair verdikleri güvence ve taahhütlere rağmen, B alkan devletlerinin kaz anımları, 1 9 1 3 'teki Londra Konferansında uluslararası düzeyde tanındı ve Osmanlı'nın Balkanlar'daki yüzlerce yıllık yönetimi s ona erdi. 11 Avrup a devletler sisteminin ve uluslararası hukukun Avrup a'da ya­ şanan bu katliamları engelleme konusundaki yetersizliği, Osmanlılar arasında yeni bir Haçlı Seferinin yaklaşmakta olduğuna dair ortaya çıkan genel algıyı besleyip güçlendir­ di . Jön Türk hükümetleri, daha önceleri Britanya ile dostane bir Ab dülhamid siyaseti olan p an-İslamist s öylemi , s adece Rus saldırganlığına karşı siper olarak geliştirme çab alarına devam etti . Ancak dünyadaki İslam dünyasının b irliği fikrini İngilizlere karşı kullanmak gerektiği kanaati de yavaş yavaş genişlemekteydi. Zira onca çabaya rağmen Osmanlı'nın haklı davası için uluslararası hukuku kullanma ve Avrup a impa ­ ratorluklarıyla iyi geçinme siyasetleri hiçbir i ş e yaramıyor gibiydi . B alkanlar'daki beş yüzyılın ardından, uzun süredir kontrol edilen b ölgelerin kaybına ek olarak, O smanlılar, et­ nik temizlik ve katliama meyilli Yunan, Sırp, Karadağlı ve Bulgar ordularından kaçan Müslüman göçmen dalgasıyla da uğraşmak zorunda kaldı. B alkan S avaşlarının bir s onucu olarak Osmanlı'ya Asya ve Afrika'nın değişik yerlerindeki Müslümanlardan gelen destek ve dayanışma b eyanları giderek büyüdü . Hilal-i Ah­ mer (Kızılay) C emiyeti Hindistan, Orta Asya, Kuz ey Afrika ve Güneydoğu Asya'dan büyük maddi b ağışlarla desteklendi ve Hintli Müslüman doktorlar O smanlılara hizmet için gönül-

11

Justin McCarthy'nin B alkan Savaşlarıyla ilgili söylediklerine bakı­ labilir, Justin McC arthy, Death and Exile: The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1 82 1 -1 922, Princeton, NJ: D arwin Press , 1 995, s . 1 3 5 - 1 64. İkinci B alkan Savaşı devam ederken, yaklaşık altı ay süren müzake­ relerin ardından, 30 Mayıs 1 9 1 3 'te imzalanan Londra Antlaşmasıyla B alkan S avaşları sona erdirildi. Bu antlaşmayla Türkiye, Avrup a'da­ ki topraklarının çok büyük bir kısmını kaybetti. 161

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

l ü oldu. Asya v e Afrika'daki Müslümanların O smanlı-yanlı­ sı duygusal, ins ani ve ekonomik mobilizasyonu, kısa süre içinde Almanları, Halifenin liderliği altında ittifak kurmaya değer bir İslam dünyasının var olduğuna ikna ederek kaçı­ nılmaz s onu hazırlayacaktı . Hakikaten Birinci Dünya S ava­ şının arifesine gelindiğinde, yoğun bir biçimde bütünleş­ miş olan Müslüman basını, O smanlı hilafetine duygus al ve manevi b ağların yanı sıra, bir önceki bin yılda görülmemiş çapta güçlü bir küresel Müslüman kimliği algısı geliştirdi . Britanyalılar Almanya'ya karşı Rusya ile ittifak kurduğunda, Osmanlı halifesinin liderliğindeki İslam dünyası gerçeğiyle birlikte p an-İslamizmin Britanya-karşıtı ve Alman-yanlısı yeni versiyonu giderek daha makül bir s eçenek haline geldi.

Osmanlı Jeopolitik Stratejisinde İslam Dünyası O smanlı'nın Birinci Dünya Savaşında İtilaf Devletlerini oluşturan Avrup a imp aratorluklarına meydan okumasına muhayyel bir İslam dünyası adına s amimi bir cihad olarak b akmak birçoklarına cazip görünebilir. Ancak bu b akış açısı durumu yanlış tanımlar. Osmanlı'nın s avaştaki pozisyonu, medeniyetler arasındaki yahut dünya dinleri arasındaki bir çatışmanın kaçınılmaz sonucu olmadığı gibi, B atılı s ömür­ geci tahakküme karşı zorunlu bir cevap da değildi. Gerçekte , emperyal işbirliğinden anti-emperyalist bir meydan okumaya ve çatışmaya giden yol hayli dolambaç­ lıydı . O smanlıların 1 9 1 4 Sonbaharında Almanlarla s af tut­ masına, jeopolitik gözle b akıldığında yanlış yorumlanmaya müsait kimi beklenmedik olaylara yol açtı . B alkan ve Lib­ ya (Trablusgarp) savaş larında O smanlı'nın bölge kayıpları, D oğu Anadolu'daki E rmeni milliyetçiliğiyle birleşerek Os­ manlı'da bir meşruiyet ve egemenlik krizine s eb ep olmuştu. Birkaç nüfuzlu Jön Türkün yazdıkları , Birinci Dünya S avaşı öncesinde Osmanlı'daki karar alma mekanizmasını besleyen siyasetin nüanslarını anlamamızda bize yardımcı olabilir. 1 908- 1 9 1 4 yılları arasında O smanlı İmparatorluğunda ittihad-ı İslam düşüncesinin değişen tezlerini ve etkisini en 162

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

iyi temsil eden kişi Ş ehbenderzade Ahmed Hilmi'dir. 1 2 Diğer mistik dini geleneklere yoğun ilgi gösteren bir ehl-i tarik ve Ab dülhamid rejimine muhalif bir aydın olan Hilmi , sürgün olarak Mısır'da ve Fizan'da (Güney Libya) yaş amıştı . 1 3 1 908 Devriminin ardından İstanbul'a dönen Hilmi, siyasi Müslü­ man dayanışmasının hem ahl8.ki bir görev hem de O smanlı İmparatorluğunun küresel güç dengesinde yükselebilmesi için bir kuvvet kaynağı olduğunu savunan İttihad-ı lslam dergisini yayınlamaya başlamıştı. Hilmi, Osmanlı İmpara­ torluğunun, hem Batıda hem Doğuda kabul gören bir ekono ­ mik v e askeri güç olarak, İslam dünyasına hizmet edebilece­ ği uluslararası bir Müslüman işbirliği arayışındaydı. Hilmi , yekp are ve bütünleşmiş bir Müslüman imp arator­ luğunun ütopik bir fantezi olduğunu bilmekteydi ve böyle bir şeyi asla savunmadı. 1 9 1 1 tarihli Yirminci Asırda Alem-i islam ve Avrupa Siyaseti kitabının gösterdiği gibi, kendisi peka.18. bir realistti . 14 Müslüman birliğinin yanı sıra Osman­ lı'nın Avrup a ittifak sistemine katılmasını da destekliyordu . Belki de Hilmi'nin kitabındaki en dikkat çekici öngörü, O s ­ manlı 'nın Avrup a'daki iki ittifak sisteminden birini seçmek zorunda kalacağı sonucuna varmasıydı. Her gerçek realist gibi, o da O smanlıların Britanya liderliğindeki İtilaf Devlet­ leri yetkilileriyle müttefik olmasını tercih ediyordu . Ancak Britanya İmparatorluğu düşmanca siyasetini değiştirme­ dikçe, Osmanlı'nın Alman liderliğindeki İttifak Devletleriyle 12

13

14

Ahmed Hilmi'nin kapsamlı bir biyografisi için, bkz. M. Zeki Yazıcı, "Şehbenderzade Ahmet Hilmi: Hayatı ve Eserleri," yayınlanmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi, 1 997. Hilmi'nin evrensel mistik düşüncesinin dile geldiği romanının İngi­ lizce çevirisi için, bkz. Ahmed Hilmi Şehbenderzade, Awakened Dre­ ams: Raji 's Journeys with the Mirro-r Dede, çev. Refik Algan, Camille Helminski, Putney, VT: Threshold B ooks, 1 993. Şeyh Mihridin Arusi (Şehbenderzade Ahmed Hilmi) , Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa-Müslümanlara Rehber-i Siyaset, İstanbul: Hikmet Matbaası, 1 9 1 1 . İsmail Kara bu eserden çok iyi bir seçki (s. 2- 1 1 , 66-73, 87-96) yap arak, hazırladığı derlemede kullanmıştır. Bkz. Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, 1 . Cilt, İstanbul: Risale Yayınlan, 1 986, s . 86- 1 0 1 . 1 63

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

berab er hareket etmek zorunda kalacağını d a anlıyordu . 1 5 Hilmi , Avrupa'nın dünyayı "uygarlaştırma" iddialarının iflas ettiğini söylüyordu; bununla birlikte, Avrupa'nın, İslam dün­ yası, Asya ve diğer B eyaz-olmayan ırklarda yaş anacak bir dirili ş e yönelik korkularının da Avrup a imp aratorluklarının sonunu getirecek bir sürece iş aret ettiğini düşünüyordu. 16 Ya İngiltere , Fransa ve diğer güçler, onları Osmanlı-karşıtı ya­ pan bu Müslüman ve Siyah, Kahverengi, S arı ırk korkuların­ dan ve düşmanlığından vazgeçmek z orunda kalacaklardı ya da O smanlılar yola Almanya'yla devam edecekti . Filibeli Hilmi s adece ittihad-ı İslam değil, Anadolu Müs ­ lümanlarının milliyetçi hislerine d e hitap etmekteydi. Örne­ ğin Türk R uhu Nasıl Yapılıyor ( 1 9 1 3) adlı kitabında, Müslü­ man Türkleri , milli şuurlarını dirilterek O smanlı Devletine haysiyetini ve gücünü yeniden kaz andırmaya teşvik etti . Öte yandan Hilmi bir etnik milliyetçi değildi . Onun jene­ rasyonunda Türkçe konuş an Müslümanların milliyetçiliği, pan-İslamist O smanlı dış siyasetini tamamlamaktadır. An­ cak Hilmi'nin halihazırda orada yaş ayan kaydadeğer Erme­ ni ve Yunan nüfusundan b ahsetmeden Anadolu'dan Müslü­ man Türklerin anavatanı olarak b ahsetmesi de, kozmop olit bir imp aratorluktan Müslüman bir imp aratorluğa geçişteki paradigma değişimini göstermektedir. Hilmi hem Anadolu Müslümanlarının mobilizasyonunu hem O smanlı'nın dışın­ daki Müslümanlarla dayanışmayı mümkün kılacak bir çıkış yolunu hayal ediyordu . Bu, Avrup a imp aratorluklarına O s ­ manlı hakimiyetini desteklemeleri için b askı yap arken, Os­ manlı'yı da izolasyonundan kurtarırdı . 1 7 B i r diğer etkili O smanlı p an-islamisti d e C elal Nuri'ydi. Nuri, B alkan S avaşının s onrasındaki dönemde p an-İslamiz­ min en sofistike ve gerçekçi formülasyonunu önermekteydi. Nuri , 1 9 1 3 'te b asılan ve İttihad-ı İslam adını taşıyan kita15 16 17

Bkz. Kara, Türkiye 'de İslamcılık Düşüncesi, I, s. 1 00- 1 0 1 . A.g. e . , I , 86-87. Ôzdemir (Şehbenderzade Ahmed Hilmi), Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor? Her Vatanperverden, Bu Eserciği Türklere Okumasını ve Anlatması­ nı Niyaz Ederiz, İstanbul: Hikmet Matbaa-yı İslamiyesi, 1 9 1 3 . 1 64

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş !

hında Avrup a-merkezli dünya düzenini ahliiki açıdan ele ş ­ tirerek, O smanlı pan-İslamizmi için reelpolitik önermelerini sunmaktaydı . 18 C elal Nuri, giderek güvensizleş en uluslarara­ sı düzenden ve o sıralar dünya gündeminde yer tutan İran'ın Rus ve İngiliz nüfuz b ölgelerine ayrıştırılması, Fas ' ın Fran­ sız mandalarına katılması, İtalya'nın Libya'yı işgali, Müs ­ lümanların B alkanlar'dan sürülmesi ve diğer Avrup alı güç­ lerin B alkan koalisyonunu desteklemesi gibi mes elelerden büyük bir endişe duyuyordu. Bu sıkıntılara, p an-Slavizm ve pan- Germanizm arasında büyük bir karşılaşmaya yol aça­ bileceğinden korktuğu ve Britanya, Rusya, Fransa arasın­ daki ittifakla b elirginleşen Avrup a'nın kutuplaşmasını da eklemekteydi. Bunlara son olarak, Japonya'nın yüks elişi ve Çin'de cumhuriyetçi bir rejimin kurulmasıyla Uzakdo ğu'nun uyanışını da ilave etmekteydi. Bunlar etrafında, C elal Nuri, "uyanan Doğu" ve "emp eryalist B atı" denkleminde bir çatış ­ ma çerçevesi çizmekteydi . 1 9 Uluslararası ilişkileri, "güçlenen Doğu" ve ona karşı O s ­ manlı ve diğer Doğu ülkelerine saldıran "emperyalist Batı" arasında bir çatışma olarak görmek sonuç olarak C elal Nu­ ri'yi şu büyük soruları sormaya itti: Doğu ile B atı aras ındaki uçurum kapanamaz bir fark mıydı , yoksa bir uzlaşma nok­ tası bulunabilir miydi?20 Müslümanlar kendilerini Doğuyla Batı arasında b askıdan kurtarmak ve medeni dünyada hak ettikleri yeri almak için ne yapmalıydı? Müslümanlar ve İ s ­ lam dünyası hakkında her konuştuğunda, Nuri'nin zihninde 18

19 20

C elal Nuri, ittihad-ı islam: islamın Mazisi, Hali, istikbali, İstanbul: Yeni Osmanlı Matbaası, 1 9 1 3 . Bu eserin Arapçası Paris B anş Kon­ feransının gölgesinde, 1 920'de Kahire'de yayınlandı. Bkz. Jalal Nuri Bek (Celal Nuri B ey) , Ittihad al-Muslimin: al-Islam, madihi wa-ha­ diruhu wa mustaqbaluhu, çev. Hamza Tahir ve Ab dülvahhab Az­ zam, Kahire, 1 920. C elal Nuri de Birinci Dünya Savaşının arifesinde p an-İslamizm üzerine benzer, fakat Almanya'nın dünya siyasetine dönük potansiyel ilişkilere odaklanan bir çalışma yayınlamıştır. Bkz. Celal Nuri, lttihat-ı islam ve Almanya, İstanbul: Yeni O smanlı Matbaası, 1 9 1 4. Nuri, lttihad-ı lslam, s. 3 . A.g.e. s . 5 . 1 65

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

bir müminler cemaatinden ziyade Siyah ırk y a d a S a n ırka benzer ş ekilde, ırks al ya da kültürel bir kategori vardı. C elal Nuri p an-İslamizme uluslararası ilişkilerde geçerli bir yaklaşım olması sebebiyle bağlıydı ve bu kavramı dini taassup ve ütopyacılıkla ilişkilendirenleri eleştirmekteydi.2 1 Aşın ihtiyatlı düşünen hiç kims enin, üç s ebepten dolayı it­ tihad-ı İslam fikrinin mahiyetini doğru anlayamadığını sa­ vunuyordu. Bunlardan birincisi, ırksal çatışma açısından radikalleşen bir dünyada Osmanlılar da diğer Müslüman­ ların kaderini p aylaşmıştı. Hem s ömürgeleştirilmiş Müslü­ manlar hem de b ağımsız ve Müslümanlarca yönetilen ül­ keler B eyaz Hıristiyanlar tarafından aynı kötü muameleye tabi tutulmuştu. Bu sebeple onlara yardım edemeseler bile, Osmanlılar diğer Müslüman toplumların realitelerini anla­ mak zorundaydı . Hangi siyasi hamleler s eçilirs e seçilsin, O s ­ manlılar pan-İslamizmin takip edilip edilmemesi gerektiği konusunda karar verebilmek için, İslam dünyasının içinde bulunduğu koşullar hakkında her şeyi bilmeliydi. İkincisi, C elal Nuri, p an-İslamizmi II. Ab dülhamid rejimiyle özdeş­ leştiren ve onu meşrutiyete ve mo derniteye karşı muhafa­ zakar bir tepki gözüyle b akan yaklaşımı reddetmekteydi . İs­ lam dünyası geri kalmışlık ve istib dat gibi sorunlarla karşı karşıyaydı; dolayısıyla p an-İslamizm dini değil, siyasi bir mefkure olarak ele alınmalıydı . Üçüncüsü, C elal Nuri , İslam dünyasının kaderinin O smanlı'nın uluslararası ilişkilerde tam eşitlik kazanma çab alarından ayrı düşünülemeyeceğin­ de ısrarcıydı .22 Osmanlı İmp aratorluğu uluslararası sistem içinde e şitlik kazanmak, vatandaşlarının yaş am standardı­ nı iyileştirmek ve dış arıdan yapılacak müdahalelere b ahane olabilecek durumların önüne geçmek için, B atılılaşmaya ve mo dernleşmeye devam etmeliydi . Örneğin hukuk sisteminin, Osmanlıların düşmanlarının bile herhangi bir kusur bulup kapitülasyonlar ve dış müdahale için b ahane s ayamayacağı kadar yüksek seviyelere getirilmesi gerektiğini s avunuyor-

21 22

A.g.e. A.g.e.

s. s.

1 0- 1 1 . 479. 1 66

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A L A R I N S AVA Ş I

du. Müslüman dayanışması, Osmanlıları, itimat etmedikleri Avrupalı büyük güçlere sırtlarını dayamak zorunda kalma­ yacakları bir noktaya kadar güçlendirebilirdi . Bu da C elal Nuri'ye göre , Avrup a 'daki ilerleme ve medeniyet örneği dik­ kate alınarak modellenen gelişmişlik seviyesine ulaşmak için Müslüman dayanışmasının zorunlu olduğu anlamına geliyordu .23 C elal Nuri'nin p an-İslamizminin sekülarizminin kendini en b ariz ş ekilde gösterdiği örnekler, Çin, Hindistan ve Japon­ ya'daki gayrimüslim milliyetçilerle dayanışma fikrindedir. Haksız B atı hegemonyasına karşı direniş tüm farklı halkları bir araya getirebilmeliydi.24 Japonya reformlar yapıp kendi­ ni güçlendirmese, Ç in'in, bölünmüş ve sömürgeleştirilmiş ikinci bir Hindistan olacağını yazıyordu. 25 Japon mo dernleş­ mesi yalnızca Asya'nın gerilemesini durdurmamış, Doğunun uyanışını da müjdelemişti. C elal Nuri bu sebeple Ç in-Jap on çatışmasından dolayı hayalkırıklığına uğramıştı. E ğer Ja­ ponya, Ç in siyas etini değiştirip, Ç inli milliyetçileri kendi yanına alabilse, Asya'nın uyanışının geleceği çok daha par­ lak olurdu. Birbirleriyle s avaşmak yerine, "Darwin'in ikinci prensibine göre," Çin ve Japonya'nın işbirliği yap abilecekle­ rini ve b öylece dış arıdan gelen tehditler karşısında beraber ayakta kalabileceklerini s avunuyordu.26 C elal Nuri , daha kuvvetli tahliller yapmak amacıyla, okurlarına -Araplar, Türkler, İranlılar, Afganlar, Hintliler ve diğer Güneydoğu Asyalılar da dahil olmak üzere- çeşitli Müslüman milletlerin devletleri ve İslam dünyasındaki si­ yasi gelişmeler hakkında ayrıntılı açıklamalar sunuyordu. Müslümanları mevcut koşullarda birbirine b ağlayan unsur­ ları vurguluyordu: Hilafet, hac, İslami eğitim kurumları, eği­ tim müfredatı ve edebiyat birikimi .27 Bunlar bir Müslüman birliği için asgari gereksinimlerdi . 23 24 25 26 27

A.g.e. s. 480-48 2 . A . g . e . s . 1 39. A.g.e. s . 1 39 - 1 40. A.g.e. s . 1 4 1 - 142. A.g.e. s . 292-320. 1 67

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Ne var ki, C elal Nuri'ye göre, Müslümanların e s a s birleş­ mesi halen Avrup a Oryantalizmine , ırkçılığa ve emperyaliz­ me karşı verilecek ortak bir tepki ihtiyacından gelmektey­ di. Dolayısıyla Avrup a'nın s ömürgeci siyaseti ve B atıdaki İslam-karşıtı imaj üzerine o daklanarak, bu tehditlere karşı nasıl bir Müslüman birliği stratejisi gerektiğini tartışıyor­ du . İngiliz İmp aratorluğu, tüm sömürgelerine Avustralya, Kanada ve Güney Afrika'ya s ağladığı hak ve özerkliğin ay­ nısını vermiş olsa, imparatorluğun, Kral George'un yönetimi altındaki tüm halklar tarafından hakiki medeniyetin öncü­ sü o larak görülebileceğini ve imp aratorluğun kendisinin de ekonomik ve siyasi b akımdan bundan yararlanabileceğini dile getiriyordu.28 Uluslararası ilişkilere hakim olan eşitsiz uygulamaları eleştiren Nuri, "hukuk-u düvel"e, yani ulusla­ rarası hukuka sıkça atıfta bulunuyordu. Kıs acası, C elal Nuri p an-İslamizmin Britanya ile çatış­ maya yol açması ihtimalinden kaygılanmıyordu. Eğer öyle olacaksa da varsın olsundu . Müslümanlar ve s ömürgeleşti­ rilmi ş diğer halklar özgür olmalıydı ve ortak çıkarlara daya­ narak kurulacak bir ittifak, bu hedefe doğru yol almak de­ mekti. Nitekim O smanlı'nın Müslüman elitleri Birinci Dünya Savaş ı öncesinde bu tezleri çokça tartışmaktaydı. O smanlı elitlerinin açıkça siyasi ve B atı-karşıtı bir pan-İslamizme yönelmesinin bir diğer örneği de, yazıların­ da H abil Adem müstearını kullanan ve üretken bir Jön Türk lideri olan Naci İsmail Pelister'in siyasi makalelerinde görü­ lebilir. O smanlı istihb arat teşkilatına da katkıda bulunan bir felsefeci ve gazeteci olan Adem, realist p an-İslamizm siyase­ tinin aleni bir s avunucusuydu. Muharebeden Sonra: Hilafet Siyaseti ve Türklük Siyaseti ( 1 9 1 5) adlı kitabı O smanlı hükü­ meti tarafından destek görmüş ve mesajını daha iyi yaymak adına tercüme edilerek Arapça da b asılmıştı .29 29 2s

A.g.e. s . 1 50. Siyasetü 'l-Etrak ve'l-Hilafe, İstanbul: Matba atu'l-Adl. 1 9 1 3 / 1 3 3 1 ; Professor Vayt (müstear) . Muharebeden Sonra: Hilafet Siyaseti ve Türklük Siyaseti, çev. Habil Adem, İstanbul: İkbal Kütüphanesi, 1 9 1 5. Habil Adem ayrıca pan-C ermenizm ve pan-Slavizm üzerine de 1 68

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N S AVA Ş !

Habil Adem, C elal Nuri'ye b enzer şekilde, O smanlı'nın büyük stratejisini p an-İslamizmle birleştirerek Osmanlı İm­ paratorluğu için pragmatik bir seçenek önermekteydi. Adem, Osmanlı'nın B alkan Savaşlanndaki yenilgisini hatırlatarak, Hindistan, Mısır, Afganistan, Tunus , Cezayir, Fas ve Libya gibi uzak bölgelerdeki Müslümanlann kalplerindeki büyük üzün­ tüye vurgu yapıyordu. Uluslararası ilişkilerde Osmanlı'nın yalnızlaştınlmasına bir çözüm önerisi olarak, daha önceki kozmopolit imparatorluğu koruma girişimlerinin bir kenara bırakılıp, onun yerine Osmanlı'nın Müslüman ve Asyalı kim­ liğine odaklanılmasını teklif etmekteydi. Bu da nihayetinde Britanya ile bir ittifak peşinde koşmayı ve nazik diplomasiye dayalı bir siyaset izlemeyi bırakıp, askeri güç temerküzüyle devleti korumak anlamına gelmekteydi. Avrupalı emperyal güçlerin rekabetini yakından takip eden biri olarak, Habil Adem, Almanya'nın, Rusya ile olan rekabeti ışığında, yeni bir (pan-İslamist) Osmanlı siyasetini destekleyeceğini öngör­ mekteydi. Adem hilafet ile Hindistan Müslümanlan arasın­ daki bağlantıdan kaygılanan Britanyalıların ittihad-ı İslam konusunda can sıkıcı bir karşılık vermesini b ekliyordu. An­ cak yine de hilafet kurumunun Türkiye'nin dış siyasetinden aynlmasını reddediyordu. Britanya'nın, Mısır merkezli bir hilafet yaratma ve Araplan Britanya İmparatorluğu bünye­ sinde birleştirmek amacıyla Suriye'de O smanlı-karşıtı hisleri kışkırtma girişimlerinin farkındaydı; ne var ki, Arap Müs ­ lümanların Britanyalılarui. yönetimi altında bir Arap birliği planının yanlışlığını fark edeceklerinden de emindi. Adem'e göre , O smanlı liderliğindeki pan-İslamist enter­ nasyonalizm ile Mısır ve İran gibi Müslüman ülkelerdeki milliyetçi uyanışlar arasında herhangi bir çelişki yoktu. Mil­ letlerarası dayanışma, s ömürgeci rejimlere karşı milliyetçi mücadeleleri güçlendirirdi. Araplar Osmanlı hilafetinin ko­ ruması olmadan b ağımsızlıklarını kazansalar bile, Britan-

yazdı ki, bunlar onun dünya siyasetindeki pan-ideolojiler üzerine olan ilgisini göstermektedir. Bkz. Habil Adem (müstear) , Pan Cerma­ nizm, Panislavizm, İstanbul: Seda-yı Millet Matbaası, 1 9 1 6. 1 69

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

yalılar bu yeni b ağımsız devletlerde sömürgeler kurmadığı müddetçe Osmanlı bu Arap b ağımsızlığından yarar s ağla­ yabilirdi. Hilafetin canlanması Hindistan Müslümanlarına haysiyet, zafer ve nam verirdi ve bu da onların İngiliz s ö ­ mürgeciliğine karşı kararlı duruşunu daha da güçlendirir­ di. Küresel Müslüman dayanışması ş artlarında Afganistan pekala Asya'da endüstriyel bir merkez olabilirdi . Adem, din ve modernliği birbiriyle uyumlulaştırabilmiş olmalarından ötürü Rusya Müslümanlarından övgüyle b ahsediyordu, on­ ların ekonomik ve siyasi güçlerinin, p an-İslamist bir çizgiyi benims emeleri halinde, O smanlılar için potansiyel bir fayda doğuracağını dile getiriyordu.30 Esasen Habil Adem, O smanlıların uluslararası gücünü ar­ tırmaya yönelik olarak hilafetin seküler ve modem bir yoru­ munu teklif ediyordu. Bu fikrin cazibesi aşikar olan zorunlu­ luğundaydı: Avrupa'da Britanya'nın önderlik ettiği emperyal ittifak Osmanlı'ya karşı ezici bir üstünlük kuruyordu. Başka bir deyişle, Osmanlı'nın İslam dünyasının arta kalanıyla b ağ­ lantısı ikincil ve b ağımlı bir ilişkiydi. Osmanlı'nın öncelikli ilişkisi B atılı büyük güçlerle olandı. Dolayısıyla p an-İsla­ mizm, bir dini vecibe ya da idealist bir entemasyonalist de­ ğer olarak değil, bilakis, Osmanlı imparatorluk menfaatlerine hizmet edebilecek reelpolitik durumun gereğiydi.

İslam Dünyası İçin Savaş Müslüman kimliğinin ve emperyal rekab etin iç içe geçmiş uluslararası siyas eti, Birinci Dünya Savaşında değişik im­ paratorlukların liderlerinin tehlikeli ve yanlış stratejilere saplanmasına yol açtı. 1 9 1 4'ün ilk ayları gibi geç bir tarihte bile hilafetin Hindistan'daki manevi egemenliğinin Britan­ ya- O smanlı ittifakına temel teşkil ettiği yönünde yorum­ lar yap an Osmanlı elitleri, aynı yılın Kasım ayı geldiğinde, pan-İslamizm ve İslam dünyası kimliğini şimdi İngiliz-kar­ şıtı, Rus-karşıtı ve emp eryalizm-karşıtı bir biçimde yeniden tanımlamaktaydı . S avaş ittifak ve mücadelelerinin, Müslü30

Vayt, "Muharebeden Sonra." 1 70

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A L A R I N SAVA Ş I

manlar arasındaki emperyalizm karşıtlığının gücünden ve eskiden beri varolageldiğini vars aydıkları "Hıristiyan Batı" ya yönelik nefretten yarar s ağlayacağına ikna olan O smanlı ve Alman yönetici elitler, İslam dünyasının Avrupa s ömürge­ ciliğinden kurtuluşunu hedeflerinden biri olarak ilan ettiler. Kayzer Wilhelm "bütün Muhammedi dünyayı," "müthiş bir isyan" için kışkırtmak istedi ve Genelkurmay Başkanı Hel­ muth von Moltke "İslam'ın fanatizminin uyanışını" ümit etti . Osmanlıların s avaşa girişinin öncesinde bile, bir akademis ­ yen v e diplomat olan Max von Opp enheim İslam'ı " e n önemli silahlardan biri haline getirmek" amacıyla "Düşmanlarımı­ zın Hükmü Altındaki Müslüman Topraklarını Devrimci İ s ­ yana Teşvik Etmek Üzerine Notlar"ı yazdı .31 Müslümanların sömürgeci efendilerine başkaldıracağına dair bu yanlış yo­ rum bir yandan da İngiliz , Fransız, Rus ve Hollandalıların Müslüman korkusunun ve İslam düşmanlığının temel var­ sayımıydı . İtilaf Devletleri, Osmanlı ile s avaş başlar başla­ maz kendi Müslüman tebaalarından gelecek bir isyandan korktukları için, ilk olarak sömürgelerindeki Müslümanlara emp eryal hükümdarlarına s adık kalmaları ve O smanlı hali­ fesiyle aralarına mes afe koymaları halinde Müslümanların hak ve imkanlarının iyileştirileceğinin sözünü verdi. S a dece bazı Müslümanlar Osmanlı-Alman ittifakının ci­ had ilanına olumlu tepki verdi . Zira cihad çağrısı ancak O s ­ manlı ve Alman ajanları, orduları ya d a finans al yardımla ­ rıyla ulaş abildikleri Libya v e Afganistan gibi b ölgelerde s i ­ lahlı müttefikler bulabildi. Singapur'da 1 9 1 5'te gerçekleş en isyan bile, kaynağını O smanlı'dan alan bir din s avaşı olmak­ tan uzaktı . Kısmen Halifenin cihad çağrısından etkilenen Müslüman askerler tarafından yönlendirilmesine rağmen, i syanın kökenleri , O smanlı-yanlısı duyarlılıklardan ziyade Hintli askerlere karşı yapılan ayrımcılıkla alakalıydı . 32 31

32

D avid Motadel, Islam and Nazi Germany's War, C ambridge, MA: H arvard University Press, 2 0 1 4. Maia Ramnath, Haj to Utopia: How the Ghadar Movement Charted Global Radicalism and Attempted to Overthrow the British Empire, Berkeley: University of C alifornia Press, 20 1 1 , s. 1 89- 1 93 . 171

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Cihad çağrısının Hindistan'da karşılıksız kalmasıyla, Al­ manlar ve O smanlı yöneticileri, İngilizlerin Müslümanlara yalnızca onları birbirine bağlayan -ve onları Osmanlı etkile­ rine açık hale de getiren- buharlı gemileri ve telgraf hatla­ rını vermediğini, üstüne , onların s adakatini de kaz andığını fark ettiler. Pek çok Müslüman İngiliz, Fransız ve Rus ordu­ ları için seferber olmuştu. Ağa Han gibi önde gelen bazı Hint Müslümanları Britanyalıların Doğu Afrika ve Ortadoğu'da Müslümanlar üzerindeki hakimiyetini artırmasını, o b ölge­ deki dindaşlarıyla irtibatlarını güçlendireceği için hayırlı bir gelişme olarak görmekteydi . Sömürge valisi Charles Hardinge, Hint Müslümanları­ nın hilafete duyduğu s aygının farkında olduğunun altını çizerek, Osmanlı'ya karşı bir s avaş yaş anması durumunda, Britanya İmp aratorluğunun kendisine atfettiği uBüyük Müs­ lüman Gücü" statüsünü, Arabistan'daki kuts al şehirlere ve hilafete dokunmayarak kanıtlayacağına dair bir vaatte bu­ lundu. Hardinge ve diğer Britanyalı liderler s avaşın siyasi doğasına atıfta bulunarak bunun Hindistan Müslümanla­ rının dini vazifeleriyle hiçbir ilgisi olmadığını ısrarla vur­ guladılar. Elb ette Hint Müslümanları hiçbir z aman Kral ve Halife arasında tercih yapmak zorunda kalmak istememiş­ ti . Temmuz ayında s avaş başladığında, önde gelen pek çok p an-İslamist Hintli Müslüman, Sultana ve Sadrazam Talat Paş aya , Osmanlı'yı tarafsız kalmaya davet eden mektuplar yazdı. Kasım ayında Osmanlı İmp aratorluğu cihad ilan edip çatışmaya girdiğinde, Britanyalılar, uMajestelerinin s adık Müslüman tebaası için bu s avaşın karakterinde hiçbir dini yön bulunmadığına dair herhangi bir yanlış anlama olma­ malıdır. Kutsal mekanlar Britanya'nın deniz ve kara kuvvet­ lerinden hiçbir saldırı ya da taciz görmeyecektir . . . Majeste­ lerinin hükümetinin isteği üzerine Fransa ve Rusya hükü­ metleri de ( . . . ) aynı teminatı vermektedir," b eyanlarıyla bir

karşı-cihad fermanı hazırlamıştı.33 Britanya prop agandası 33

Azmi Özcan, Pan-Islamism: Indian Muslims, the Ottomans and Bri­ tain, 1 877-1 924, Leiden: Brill, 1 997, s. 1 79 . 1 72

J E O P O L İ T İ K YA N I L S AM A L A R I N S AVA Ş I

daha s onra O smanlı hükümetinin kafir Almanların kontrolü altında olduğunu ve Britanyalıların hilafet kurumunu onur­ landıracağını ileri sürmüştür.34 İtilaf Devletlerini oluşturan imp aratorluklar, Osman­ lı'nın bütün İslam dünyası adına yaptığı cihad fetvas ına cevap verirken, Müslüman tebaalarını ait oldukları imp ara­ torluğa sadık kalmaya ikna edip, Osmanlı-karşıtı tezler öne sürerek, onları hilafet merkezine sadakatten vazgeçirmeye çalışmıştır. Zaten pek çok İngiliz-yanlısı Müslüman, İtilaf Devletlerinin ordularına O smanlı hilafetinin dini ve siyasi yanlarını birbirinden ayırarak katılmıştı. Bu propaganda da İtilaf Devletlerinin Halife Hazretleriyle değil, Almanların kontrolü altındaki seküler milliyetçi Jön Türk hükümetiyle s avaştığını s avunuyordu. Kısa süre s onra sömürge toprak­ lardaki Müslümanların ileri gelenleri, İngiliz, Rus , Fransız ve Hollanda imparatorluklarına bağlılıklarını bildirecekti . Siyasi ve dini olanın ayrılması ilkesine göre , Avrup a imp a­ ratorlukları ile O smanlı halifesine sadakat arasında bir çe­ lişki de bulunmuyordu. Hindistanlı, Nijeryalı, Endonezyalı ya da C ezayirli Müslümanların Hıristiyan idarecilerine is­ yan edeceği vars ayımı, yirminci yüzyılın başında imp arator­ luklar arasında bölüşülmüş olan dünyada ırkçılık s ebebiyle oluşmuş ve basitleştirilmiş bir İslami bütünlük his sinin bir sonucuydu. Müslüman halkı cihada davet edip, onların isya­ nının körüklenmesi, bir zamanlar hilafetin m anevi ve siyasi otoriteleri arasındaki ayrımı s avunup bundan avantaj sağla­ dığını unutmuş gibi duran O smanlı hükümetinin pragmatik ve s amimiyetsiz bir çabası olarak görülüyordu . Bu yanıltıcı İslam dünyası tas avvurunun ruhu ve liderliği üzerine verilen mücadele, Osmanlı hilafetinin meşruiyetiy­ le alakalı daha fazla prop aganda yapılmasının önünü açtı. Hamdi Paş anın fslam Dünyası ve !ngiliz Misyoneri: !ngiliz

Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor?, Hindli Ab dülmecid'in lngilte34

Kees van Dijk, "Religion and the Underıııi ning of British Rule in South and Southeast Asia during the Great War," içinde: Islamic Con­ nections: Muslim Societies in South and Southeast Asia, der. Micha ­ el Feener v e Terenjit Sevea, Singapore: ISEAS, 2009, s . 1 09- 1 33 . 1 73

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

re ve Alem-i İslam v e Şehb enderzade Ahmed Hilmi'nin Se­ nusiler ve Sultan Abdülhamid kitabı gibi yayınlar Britanya ve diğer yönetimlerin hükmü altında yaş ayan Müslümanlar nez dinde O smanlı hilafetinin liderliğini s avunuyordu.35 Bu sırada İtilaf Devletlerinin propagandası ise Osmanlı hilafe­ tinin, klasik İslam siyaset kuramlarındaki halifelik için gere­ ken vasıfları taşımadığı tezine odaklıydı . İtilaf Devletlerinin tezi, kaynağını halifenin Arabistan'ın Kureyşi kabilesinden olması gerektiğini söyleyen, İslam'ın ilk üç yüzyılının Sünni siyasi metinlerinden almaktaydı. İtilaf Devletleri tezlerini savunurken Mir İslama (Müslüman Dünyası) dergisinde ya­ yınlanan "Halife ve Sultan" adlı eseri Osmanlı'nın hilafet id­ diasının meşruiyetine karşı çıkan ilk etkili ve kaps amlı eser olan Rus Vassily V. B arthold gibi Oryantalist yazarları kay­ nak gösteriyordu.36 İtalyan C arlo Alfons o Nallino ise İtalya Dışiş leri B akanlığı için hazırlanan ve daha s onra İngilizce ve Fransızcaya çevrilen 1 9 1 7 tarihli raporu Uppunti Sulla

Natural del Califfato in Genere e sul Presunto Califfato Otto­ m ano 'da benzer görüşleri öne sürmekteydi .37 Arap Hıristiya­ nı olan George Samne tartışmaya Fransızca Le Khalifet et le pan-İslamisme ile katıldı;38 Arnold J. Toynbee ise tartışmayı, s avaş bittikten sonra, 1 9 20'deki The Q uestion of the Calip­ hate adlı çalışmasıyla devam ettirdi.39 A. T. Olmstead gibi Amerikalılar bile The New Arab Kingdom and the Fate of 35

36 31

30

30

Hamdi Paşa, Jslam Dünyası ve Jngiliz Misyoneri: İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor?, 1 9 1 6; yeniden basımı İzmir: Tibran Yayıncılık, 2006; Hindli Abdülmecid, İngiltere ve Alem-i Jslam, İstanbul: Mat­ baa-i Amire, 1 9 1 O; Şehbenderzade Ahmed Hilmi, Senusiler ve Sultan Abdulhamid, İstanbul: Ses Yayınları, 1 992. Mir Islama (Petersburg) 1, Sayılar. 2-3 , 1 9 1 2 . C arlo Alfonso Nallino, Caliphate, Kahire, 1 9 1 8; C arlo Alfonso Nal­ lino, Notes sur la Nature du Califat en Generale et sur le Pretendu Califat Ottoman, Roma: Dışişleri B akanlığı tarafından basılmıştır, 1 9 1 9. Ge orge Samne, Le Khalifet et le Panislamisme, Paris: Imprimerie Du­ dois et Bauer, 1 9 1 9. Arnold J. Toynbee, "The Question of the C aliphate," Contemporary Review, Şubat 1 920, s. 1 92- 1 96. 1 74

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A LA R I N S AVA Ş !

the Muslim World ( 1 9 1 9) gibi O smanlı hilafeti-karşıtı eserler yayınlayarak tartışmalara dahil olmuştu.40 Gerçekte halifelik için Kureyşi soyundan gelme kuralı uzun zaman önce önemini yitirmişti. Müslüman ulema yüz­ yıllardır Osmanlıların ve Babürlülerin hilafet iddialarını kabul etmekteydi. İtilaf Devletlerinin propagandası O smanlı hilafetinin geçersizliğine pek az Müslümanı ikna edebilmiş olsa da, 1 920'lerin ortalarında Türkiye Büyük Millet Meclisi­ nin hilafetin kaldırılması konusundaki tartışmalarında gö­ rüldüğü üzere, çok b aşka b ağlamlarda yararlanılmak üzere gayet kullanışlı bir fikri zemin oluşturdu. Hint Okyanusu b ölgesinde s ömürge yönetimi altında ya­ şayan Müslümanların bu propaganda s avaşına cevabı, im­ paratorluğa olan bağlılıklarını bir dizi önemli şartlar öne sürerek yenilemeleri oldu -tabii sadakati belli şartl ara b ağ­ layarak. Hindistan Müslümanları imp aratorluğa sadakat için adeta yeni bir toplumsal sözleşme teklif etmekteydi: Londra'nın, Britanya'nın itib arsızlaştırmak istediği Halife­ ye s aygı gö stermesini de içerecek bir ş ekilde, Müslümanla­ rın dini h ak ve hassasiyetlerini dikkate almas ı karşılığında, Müslümanlar Britanya kralına hizmet edip Britanya İmpara­ torluğu için canlarını feda etmeyi göze alacaklardı . Müslü­ man askerler aynca Arabistan'daki Kutsal Topraklarda Müs ­ lüman -hatta tercihen Osmanlı- idaresinin devam etmesini istemekteydi. Hindistan'daki s ömürge hükümeti bu talepleri kabul ettiğini b elirten taahhütlerde bulundu ve Hint Müslü­ manları da bu sözlere binaen İngilizlerin savaşını destekle­ mek adına Üzerlerine düşeni yerine getirmeye başladı (Hat­ ta Hint Müslümanları O smanlı'yla savaşıp , Kudü s ' ü işgal eden askeri birlikler içinde dahi yer alacaklardı) . Ne var ki, Hint Müslümanları s avaştan s onra İslam dünyasına yönelik Britanya siyasetini eleştirirken bu anlaşmayı tekrar tekrar gündeme getirerek, İngiltere'nin verdiği sözlerin hiçbirini tutmadığını vurgulayacaktır. Aynı şekilde, Fransız İmpara 40

A. T. Olmstead, The New Arab Kingdom and the Fate of the Muslim World, Urbana: War C ommittee of the University of Illinois, 1 9 1 9 . 1 75

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

torluğunun ordusunun yanında s avaş an Fransız Müslüman­ ları da Büyük S avaştan hemen s onra Fransız İslamofobisini eleştirirken, Fransa için yaptıkları fedakarlıkları hatırlat­ mak zorunda kalacaktır. 4ı Birinci

Dünya

S avaşının p an-İslamist prop agandası ,

karşı karşıya gelen imparatorlukların içinde bulundukları gerçeklerle de, hedeflerle de çelişmekteydi . O smanlı İmpara­ torluğu E rmeni, Rum ve Yahudi gayrimüslim vatandaşlarını halen askere alıyordu . Gelibolu'da çok çeşitli etnik kökenler­ den, çok farklı dinlerden gelen O smanlı askerleri , çok çeşitli etnik kökenlerden ve çok farklı dinlere mensup Britanya do­ nanma kuvvetlerini yendi . Rus ordusu Müslüman askerle­ rini O smanlı ile savaştığı cephelerden uzak tutmayı tercih etmiş olsa da, Rus imparatorluk askerlerinin profili çok ge­ niş bir etnik yelp azeden oluşuyordu ve pek çok asker, İslami­ yet dahil, değişik dinlere inanıyordu . Rus ve Osmanlı elitleri savaş zamanındaki seferb erlik haliyle iç siyasetlerinde kimi milliyetçi yerel çatlakların üstesinden gelebilmeyi umuyor­ du. Ancak tam tersi oldu: S avaşın travmasıyla birleşen içeri­ deki çekişmeler Osmanlı ve Rus imp aratorluklarının ikisini de p arçaladı.42 1 9 1 5'te Osmanlıların Anadolu E rmenilerine yönelik et­ nik temizliği, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ezeli düşmanlıktan kaynaklanmıyordu. Bu daha ziyade, Büyük Sa­ vaşın başındaki beklenmedik olayların ve kararların olduğu kadar, Güneydoğu Avrup a'da -Hıristiyan milliyetçi orduların Müslümanları

katlederek Bulgaristan'dan, Romanya'dan,

Yunanistan'dan ve diğer yerlerden sürdüğü- nüfus siyase­ tinin de uzun vadedeki bir sonucuydu. E rmeniler katledilip

41

42

E. Dinet ve Sliman Ben Ibrahim, The Life ofMohammed: The Prophet ofAllah (Paris: Paris Book C lub, 1 9 1 8; bu kitap Fransız İmparatorlu­ ğuna hizmet ederken ölen Müslümanlara ithaf edilmiştir. Yazarlar, Giriş b ölümünde, İmparatorluğun metropolitan merkezine hiikim olan İslam-karşıtlığını eleştirmektedir. Michael A. Reynolds, Shattering Empires: The Clash and Collapse of the Ottoman and Russian Empires, 1 908-1 91 8, Cambridge: C ambri­ dge University Press, 201 1 . 1 76

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

sürüldüğünde, O smanlı'nın Rum teb aası da Müslümanlar tarafından yönetilen bir imparatorlukta kendileri için bir gelecek hayal edemez hale geldi. İslam dünyası için cihad çağrısı da, Anadolu'daki Hıristiyan nüfusunu azaltma planı da imp aratorluğu kurtarmayı amaçlıyordu. Ne var ki, amaç­ larının aksine, yüzyıllardır varolan Osmanlı İmp aratorluğu­ nun s onunu getirdiler. O smanlıların yenilgi yaklaşırken içerideki azınlıkları yab ancılaştırıp önceki dönemin kozmop olit imparatorluk normlarını terk ettikleri sırada, zafere doğru ilerleyen Bri­ tanyalılar da büyük Müslüman nüfuslarına verdikleri sözle­ rin hepsini ihlal edecekti. General E dmund Allenby 1 9 1 7'nin Aralık ayında Kudüs ' ün kadim ş ehir merkezine girerken, kumandasındaki orduda binlerce Müslüman asker vardı. Ancak İngiliz gazeteciler "Kudüs'te Haçlıların zaferi"ni yaz ­ maktaydı. Başbakan David Lloyd George, Kudüs 'ün fethini , Britanya ordusu çok s ayıda Müslüman ve Hindu asker içer­ mekteyse de, "Britanya halkı için bir Noel hediyesi" olarak nitelemekteydi .43 Aynı yıl yayınlanan B alfour Deklarasyonu da, Britanyalıların Filistin'in gelecekteki Arap krallığının bir parçası olacağı sözüyle çelişiyordu . Savaş sırasında Britan­ ya'ya destek olan Müslüman unsurlar için B alfour Deklaras ­ yonu, Britanya İmparatorluğunun, nüfusunun çoğu Müslü­ man olan Filistin'i ve kutsal Kudüs şehrini, S iyonis t siyasi proj eler için rezerve ederek muhayyel Yahudi aleminin çıkar­ larını yine Hint Müslümanları için çok önemli bir tahayyül olan İslam aleminin çıkarlarına tercih ettiği anlamına geli­ yordu.

43

Michael J. Mortlock, The Egyptian Expeditionary Force in World War I: A History of the British-Led Campaigns in Egypt, Palestine, and Syria, Jefferson, N C : McFarland, 201 1 , s. 149. 1 9 1 7 Kışında Ku­ düs'ün kaybedildiği gün B erlin'de bulunan Atatürk, O smanlıcı Arap entelektüellerden Şekib Arslan'a Kudüs'ü geri alma arzusunu defa­ larca anlatmıştır. Raja Adal, "Constructing Transnational Islam: The E ast-West Network of Shakib Arslan,'' içinde: Intellectuals in the Modem Islamic World, der. Stephane A. Dudoignon, Komatsu Hisao ve Kosugi Yasushi, New York: Routledge, 2006, s. 1 76 - 2 1 0 , 1 80. 1 77

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Britanyalılar, Hint Müslümanlarına verdikleri taahhüt­ lerin hiçbirini yerine getirmediği gibi, Arabistan'da O s ­ manlılara karşı yürütülen Britanya destekli Arap İsyanının lideri ve Hicaz Kralı (Emiri) olan Şerif Hüs eyin'e verdik­ leri sözü de tutmadı. Hüseyin'e s avaştan sonra tüm Orta­ doğu'yu kaps ayan büyük bir Arap krallığını yöneteceğinin sözü verilmişti . Ancak B alfour Deklarasyonu ve Sykes-Pi­ cot Anlaşması bu ihtimali derhal ortadan kaldırdı . Bu, an­ laşmada yapılan küçük bir ihlal değildi. Hüs eyin'in isyanı Britanya'nın karşı-cihad siyas etinin b üyük bir baş arısı olmuştu. Söz konusu isyan, 1 BBO'l erde Sudan'da gerçekle­ şen Muhammed Mehdi İsyanından sonra Müslüman bir hükümdara karşı gerçekleştirilen ilk Müslüman isyanıydı. D aha da önemlisi Ş erif Hüseyin'in kuvvetleri O smanlıların kuts al Mekke ve Medine şehirleriyle fiziksel b ağlantısını kes erek O smanlı'nın hilafet iddiasının önemli bir unsurunu da ortadan kaldırıyordu : İstanbul'daki Halifenin Hicaz'daki kutsal ş ehirler üzerindeki hakimiyeti artık son buluyordu . . . T. E . L awrence ve Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal, Medine'yi Şam'a b ağlayan Hicaz demiryoluna sab otaj düzenlediğin­ de, Britanya'nın kontrolündeki Hint Okyanus u b ağlantıla­ rının ve buharlı gemilerin O smanlı-Alman kontrolündeki demiryollarına üs tünlüğünü ortaya çıkarmıştı . Osmanlı de­ miryolları büyük ölçüde Britanya idare s i altında yaş ayan Hindistan Müslümanları tarafından finanse edilmişti; bu nedenle Şam ve Kudüs 'ü Medine'ye bağlayan Hicaz demir­ yolu küresel Müslüman mo dernites inin, p an-islamizmin ve Britanya-O smanlı emp eryal uyumunun da bir simgesiydi . Osmanlıların s ahibi olduğu ve Hindistan Müslümanlarının finanse ettiği demiryolunun İngiliz- destekli Arap isyancılar tarafından imha edilmesi, Osmanlı için, bir b akıma "hilafet" unvanının da içini b o ş altan çok kritik bir darb eydi . Anc ak Britanyalılar, Ş erif Hüs eyin'e bu b üyük z aferi gerçekleştir­ miş olmasının karşılığını tam olarak ödemeyec ekti . . . B u dramatik gelişmeleri uz aktan takip eden Hint prens­ liği Bhop al'in b egümü (kraliçesi) , Mekke'nin Arap İsyanı sonrasında bile halihazırda bir Müslüman tarafından yöne1 78

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş !

til diğini v e hilafetin bir Arap hanedanı tarafından üstlenil ­ mesinin kabul edilebilir bir şey olacağını beyan etti . 44 Ancak b öyle bir ş ey gerçekleşmedi. Britanyalılar Osmanlı 'nın Mek­ ke , Medine ve Kudüs üzerindeki egemenliğine s on verdiğin­ de, Medine ve Kudüs tren b ağlantılarını da kesti ve alternatif bir Arap hilafetinin kurulmasını da reddetti . Zaten Bhop al Begümü de bu sırada, Mekke'nin yönetimi Şerif Hüs eyin'in Arap devletine geçse bile, !stanbul'daki O smanlı Sultanının hftla İslam dünyasının sözcüsü ve manevi lideri olduğunu tekrarlamıştı. Görünüşte İtilaf Devletleri, ö zellikle de Britanyalılar, İ s ­ lam dünyasının kaderi üzerindeki mücadeleden zaferle çık­ mıştı . Ancak bu son derece yanıltıcı ve yüksek maliyetli bir zaferdi. Hindistan Müslümanları s avaş esnasındaki ve savaş sonrasındaki Britanya emperyal siyasetini kendileriyle yapı ­ lan toplumsal sözleşmeye karşı ihanet olarak gördü. Britan­ ya İmp aratorluğu s avaşı kazandı , ancak Müslüman tebaası ­ nın s adakatini kayb etti .

Lenin ve Wilson'u Gölgeleyen Hilafet Hareketi: 1 9 1 8- 1 924'teki Pan-İslamist Kader Anı Tarihçiler s ömürge halklarının bir yandan anti-emp eryal enternasyonalizme, diğer yandan milliyetçiliğe doğru güç ­ l ü yönelimler gösterdiği Birinci Dünya Savaşını takip eden dönemi imp aratorluklar çağının sonu olarak düşünme eği­ limindedir. Bu dönemde Doğuda Vladimir Lenin dünya pro ­ leter devrimine ve onun s onucunda ulusların üniter bir s o s ­ yalist devlet yapısı altında birleşmesine giden yolda kendi kaderini tayin hakkını vaaz etmekteydi. B atıda ise Woodrow Wil s on milliyetçi bir kendi kaderini tayin hakkını teşvik edi­ yordu: Hukuki eşitlik temelinde etkileşime giren b ağımsı z ulus- devletler. Gerek s ömürge altında yaş ayan Müslümanlar, gereks e Osmanlı Türkiye'si, Afganistan ve Mısır gibi yarı-b ağımsız 44

Seema Alavi, Muslim Cosmopolitans across Empires, C ambridge, MA: Harvard University Press, 20 1 5 . 1 79

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

devlet birimlerinin Müslüman liderleri, uluslararası arena­ da mevcut dünya düzenine dair hem Wilsoncı hem de Bol­ şevik eleştirileri kendi haklarını kazanmak için kullanmayı denedi. Fakat ne Wilson'ın ne de Lenin'in yeni dünya düze­ ni vizyonu, Müslümanların kendilerine karşı ırk ayrımcılığı yap an dünya düzeni hakkındaki hoşnutsuzluğunu layıkıy­ la ifade edebildi. Anti-emperyalist bir siyasetin gerekliğine inanan b azı Hint Müslümanları Bolş evik hareketlere katıldı , kimi Müslüman liderler Wilson'un ilkeleriyle hakkını aradı . Anc ak s avaş sonrasında, özellikle 1 9 1 9 - 1 924 arası dönemde Osmanlı hilafetini muhafaza etmeyi hedefleyen p an-İslamist bir hareket olan Hilafet Hareketi, dünya Müslümanlarının hem Wils on'a hem de Bolşeviklere gösterdiği ilgiyi gölgede bıraktı. Wilson'ın öngördüğü yeni dünya düzeninin kusurla­ rı, onun Müslümanlar için önemli olan siyasi mes elelere il­ gisizliğinde ve hem emp eryalizmi hem de onunla ilişkili ırkçı yönetimi sürdüren sorunlu Milletler C emiyeti'ne olan des­ teğinde açıktı . Milletler C emiyeti teoride b ağımsız devletler aras ında eşitliği korumak niyetindeydi . Fakat gerçekte yeni bir İngiliz ve Fransız emperyal yönetim stratejisine hizmet ediyordu. Kendi kaderini tayin hakkının yeni ilkeleri Arap, Afrika ve Asya ülkelerindeki sömürgeciliğin daha incelikli bi­ çimlerde gerekçelendirilmesini talep ediyordu ve zaten Mil­ letler C emiyeti, Güney Afrika'daki apartheid rejiminin kuru­ cusu olan devlet adamı Jan Smuts ' e atfedilen "manda" (Fra.

mandat, ing. mandate) sistemiyle, emp eryalizmin devamını ve uygulamalarının O smanlı'nın Arap vilayetlerine genişle­ tilmesini s ağlıyordu.45 Fakat Arap milliyetçileri, "manda"nın 45

Mark Mazower, No Enchanted Palace: The End of Empire and the Ideological Origins of the United Nations, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2009, s. 28-65. Milletler C emiyeti Kurucu Antlaş­ masının 22. maddesi manda rejimini benimseyen bir ilke içerir. "Son S avaştan sonra bağımsızlığına kavuşan ve kendi kendilerini yönetme kabiliyetini henüz kazanamamış olan halkların yaşadığı ülkelere, kendi kendilerini yönetme kabiliyetine kavuşacakları za­ mana kadar, C emiyet adına, yönetimlerine bir mandatör (koruyucu) s eçilmesi, o halkların refah ve gelişiminin medeniyet adına kutsal bir güven vazifesi olarak görülmektedir." Milletler C emiyeti Kurucu 1 80

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

onları Osmanlı idaresinden kurtardığını iddia eden İngiliz ve Fransız (mandater) yönetimlerinin aslında eski tür ırkçı sömürgeciliğe verilmiş yeni bir ad olduğunun farkındaydı. Onlara göre, manda sistemi Müslümanlara karşı alışılage­ len ayrımcı s öylem ve pratikleri olduğu gibi sürdürüyordu. Birinci Dünya S avaşı s onrasındaki manda yönetimleri, Afri­ ka üzerindeki eski tür s ömürge yönetiminin Müslümanların çoğunlukta olduğu eski Osmanlı vilayetlerine genişletilme­ sinden b aşka bir şey değildi. Araplar ve diğer Müslüman elitleri kendi hak taleplerini güçlendirmek için Wilsoncu söylemi kullanmayı denedi, ama bunu zekice ve p an-İslamizme olan bağlılıklarını yok etme­ den yaptılar. Neticede Birinci Dünya S avaşı s onrasında öz­ gürleşmenin büyük vaatlerinden -Wilsoncu kendi kaderini tayin hakkından veya Bolşeviklerin entemasyonalizminden­ duyulan hayalkınklığı 1 9 1 9 s onrasında küres el Müslüman dayanışması idealinin cazibesini artırmaktaydı. Yeni dünya düzenine dair hayalkınklığının bir s eb ebi de İtilaf Devletlerinin b arış döneminde Osmanlılara yönelik tu­ tumuydu. Wils onculuk, Birinci Dünya S avaşı yenilgisinin ar­ dından O smanlı elitleri için başta kabul edilebilir bir siyasi vizyon gibi göründü . Ç ünkü O smanlılar, imp aratorluğun geri kalanında Müslüman çoğunluğun yönettiği bağımsız bir devlet hayali kuruyordu. Dönemin öncü entelektüelleri İ s ­ tanbul'da Wilson Prensipleri C emiyetini kurdu ve 1 9 1 9'daki Paris B arış Konferansına katılan Osmanlı delegasyonu O s ­ manlı-sonrasının Türkiye 'sinde, Wils oncu değerler teme­ linde, Müslüman çoğunluğun yönettiği b ağımsız bir devlet tezini s avundu. Fakat muzaffer İtilaf Devletleri ve O smanlı arasında b arış ı tesis eden Ağustos 1 920 tarihli Sevr Antl a ş ­ m a s ı b u ihtimali ortadan kaldırdı . Zira bu antlaşma, umu­ lanın tam tersine, geriye kalan O smanlı topraklarını çeşitli Antlaşması, 1. Bölüm, madde 22, Versailles Antlaşmasında yer alır, Aktaran: Eric D. Weitz, "From the Vienna to the Paris System: In­ ternational Politics and the Entangled Histories of Human Rights , Forced Deportations , and C ivilizing Missions," American Historical Review 1 1 3 , no. 5, 2008, s. 1 3 1 3 - 1 343, 1 340. 181

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Yunan, Ermeni, İtalyan, Fransız, İngiliz, Kürt v e Türk b ölge­ lerine ayrıştırıyordu . Wils onculuğun S evr'de uğradığı baş arısızlık bilhassa yaralayıcıydı. Ç ünkü İngilizler, Türklerin, İstanbul'un kont­ rolünde kalan O smanlı toprakları üzerinde hakimiyet talep ­ lerini reddetmekle kalmayıp , onların bu yöndeki çabalarını açıkça baltalamaktaydı . Sevr'den bile önce Yunan orduları, İngiltere B aşb akanı Lloyd George tarafından kendilerine vaat edilen toprakları güvence altına alma girişiminde bulunarak Batı Anadolu'yu işgal etti. Bu, Mustafa Kemal Atatürk önder­ liğindeki teşkilatlanmış Müslümanların direniş ini tetikledi. Müslüman Türk milliyetçileri, Birinci Dünya Savaşında kay­ beden tarafta olduğu için O smanlı Türkiye'sinin cezalandı­ rılacağını görüyordu ve ne Wilson ne de İtilaf Devletlerinin liderleri Türkiye'de, E rmeni ve Yunan taleplerine ters düşen ve Misak-ı Milli ile sınırlan belirlenen bir Müslüman vatanı talebini kabul edecekti. Milliyetçiler, Müslüman çoğunluğun yönettiği b ağımsız bir devletin meşruiyetini formüle etme­ ye uğraşırken, Türkiye'nin b ölünmesini önlemek için Yunan, Fransız ve İngiliz güçleriyle de s avaşmak zorunda kalacaktı. Atatürk ve arkadaşları , Anadolu'yu işgal eden Yunan or­ dularına verdiği desteği kesmesi ve milliyetçi Türk hareke­ tinin taleplerini kabul etmesi için İngiliz hükümetine baskı yap arken, bir yandan da davalarına maddi yardımda bulun­ maları için Hint Müslümanlarına ricacı olurken II. Ab dülha­ mid döneminin p an-İslamizm stratejisini yeniden canlandır­ mış oldu. B öylelikle s avaş s onrası Müslüman Türk liderleri, muzaffer Britanya İmp aratorluğunun bünyesindeki İslam dünyasından, "cihad" sözcüğünü kullanmadan yardım talep etmiş oluyordu. Bu esnada değişik Hintli Müslüman dele­ gasyonları Osmanlı Müslümanlarının haklarını s avunmak için Woodrow Wilson veya Lloyd George ile buluşup, İslam dünyası adına O smanlı ve Türk milliyetçilerinin isteklerinin kabul edilmesini savunmaktaydı. O smanlı İmp aratorluğı,ı için Wilsoncu bir anlaşmanın Sevr'de reddedilmesi, Yunanistan'ın Anadolu'yu ve İngilizle­ rin hilafet makamı olan İstanbul'u işgal etmesiyle beraber 1 82

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A L A R I N S AVA Ş !

Hindistan'daki p an-İslamist Hilafet Hareketi için şartlar uy­ gun hale gelmişti. Hint Müslümanlan O smanlı halifeliğini s avaş sonrasının çelişkilerle dolu siyasi sistemi içerisinde restore etmeye çabalamaktaydı . Onlarınki, cihad ilanıy­ la Müslümanları küres el olarak İngiliz yöneticilerine karşı ayaklandırma amacı güden bir strateji meselesi olan, savaş dönemi Türkiye'sinin p an-İslamizmi değildi. Bu p an-İsla­ mizm artık bir halifenin yönettiği b ağımsız bir imparatorluk tarafından temsil edilemeyen İslam dünyasının ve Müslü­ man ırkının kaderi hakkında hakiki bir kaygıyı yans ıtıyor­ du. Hindistan'da Osmanlı halifesine yönelik derin bir destek vardı. Halife artık Mekke, Medine ve Kudüs'ü yönetmiyordu, ama yine de İngiliz Hindistan'ında, 1 920 yılında, 1 9 1 4'te ol­ duğundan çok daha popülerdi.46 Hilafet Hareketi esasen Birinci Dünya S avaşının b aşında Müslümanlann Britanya'ya gösterdiği s adakatin adı konma­ mış s özleşmesinin -yani Britanya İmp aratorluğunun Müslü­ manların onlar için verdiği ö dünleri, Müslümanların kuts al mekanlarını korumak ve hilafet makamını saygı göstermek gibi dini hassasiyetlerine ve hak taleplerine s aygı gö ster­ mesi- uygulanması gerektiğini gösteriyordu. Fakat İtilaf Devletleri hem Kudüs'ü hem de İstanbul'u işgal etmişti. Bri­ tanya'nın desteklediği Yunan ordulan B atı Anadolu'yu işgal etmiş , Türklerle s avaşıyordu. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar İtilaf Devletleri tarafından aldatılmış hisse­ diyordu, ama bilhassa Hint Müslümanlan bu duruma sesi­ ni yükseltmiş ve durumu kabullenmeyerek örgütlenmişti.47 Hilafet Hareketi Türk milliyetçilerinin mücadelesine maddi destekte bulundu ve Wilson'a "Osmanlı İmp aratorluğunun Türk kısmı" için b ağımsızlık ve kendi kaderini tayin hakkı 46

47

Mushirul Hasan ve Margrit Pernau (der. ) , Regionalizing Pan-Isla­ mism: Documents of the Khilafat Movement, Yeni D elhi: M anohar, 2005 . Abul Kalam Azad, "Khilafat and Jaziratul-Arab," B engal Vilayeti Hilafet Konferansında yapılan konuşma, Bombay: Central Khilafat C ommittee, 1 920. Ayrıca bkz. Syed Mahmud, The Khilafat and Eng­ land, Patna, India: imtiyaz, 1 920. 1 83

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

veren orijinal " O n Dört tlke"sinden o n ikinci maddesini ha­ tırlatmak üzere Pari s ' e bir delegasyon gönderdi. Görünüş e bakılırs a , Wilson v e delegasyonu on dört ilkenin b u kısmını unutmuştu ve bu vaatlerini onlara hatırlatmaya çalış an da yalnızca Hint Müslümanlarıydı . Ancak Osmanlı'nın Arap -ol­ mayan topraklarında Türklerin milli egemenliğinin neyi içerdiği ve Rum/Yunan, E rmeni ve Kürtlerin Türkiye'ninkiyle ters düşen kendi kaderini tayin hakkı taleplerinin nasıl çö­ züme kavuşturulacağı hakkında birbiriyle çeliş en değerlen­ dirmeler vardı . Hem Amerikan halkı hem de Başkan Wilson, Osmanlı - s onrasının Anadolu'sunda bir E rmeni devletinin kurulmasını ve "korkunç" (terrible) olarak yaftalanan Türkle­ rin cezalandırmasını istiyordu.48 Hilafet Hareketi , Türk hakimiyeti ve bağımsızlığı için maddi ve manevi destek sunmanın ötesinde, İslam dünyası adına, s avaşı kazanan İtilaf Devletleriyle kolektif bir müza­ kere arzusunu simgeliyordu. Hedefler, emperyal düzen içinde Müslümanlar için ırksal eşitlik, adalet, itib ar ve egemenlikti. Müslümanların savaş s onrası siyasi talepleri p an-İslamizm, enternasyonalizm, Wilsonculuk ve imp aratorluk içi hukuki hakları kap s ayan melez bir dilde formüle ediliyordu.49 Örne­ ğin Faris B arış Konferansının toplantıya çağrılması ve Mil­ letler C emiyeti'nin oluşturulması etrafında dönen tartışma­ larda etkili olan Hilafet Hareketi destekçisi Seyyid Emir Ali, sömürge Müslümanlarının ihmal edilmesi ve onlara b oyun eğdirilmesi meselesine odaklandı. D aha evvelki p an-İslamist argümanlardan faydalanarak Müslümanların B eyaz Hıristi­ yanlardan aş ağı konumda olmadığını kanıtlamak için İslam medeniyetinin geçmişteki ihtiş amını ve İslam'ın akılcılığını vurguladı. Hilafet Hareketi Türk hakimiyetinin gerçekleş­ mesini diliyordu, ama hedefi her yerde milliyetçi baş arılar yakalamak değildi. Hedef, İslam dünyasının lideri olma hu48

49

Perin Gürel, The Limits of Westemization: A Cultural History of America in Turkey, New York: Columbia University Press, 2 0 1 7 . John Willis, "Debating the C aliphate: Islam and Nation in the Work of Rashid Rida and Abul Kalam Azad," Intemational History Review 3 2 , no. 4, 20 1 0 , s . 7 1 1 -732. 1 84

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş !

susundaki eş siz konumuyla O smanlı İmparatorluğunun, Ha­ lifenin yönetiminde bir Türk devleti olarak siyasi b akımdan yeniden ihyasıydı .50 Müslüman toplumları uzmanı s ıfatının yanı sıra B eyazların üstünlüğüne inanan biri olan L othrop Stoddard, Birinci Dünya S avaşının ardından ortaya çıkan bu tabloya b akarken, milliyetçi bir b ölünmenin gerçekleşmesi bir yana, İslam dünyas ının birliğinin yeniden c anlandırıldı­ ğını da gözlemlemekteydi . 51 Güney Asya'nın maddi yardımı Ankara'daki milliyetçi Müslüman hükümet için vazgeçilmezdi. Verilen manevi des ­ tek d e öyle . . . İngiliz emp eryalistlerin desteklediği bir Yunan ordusuna karşı s ava ş an b ağımsız ve egemen bir Türkiye adına ortalığa dökülen Hint Müslümanlarını gören S ovyet­ ler, Türklerin, dünyanın tüm ezilen Müslümanları adına yü­ rüttüklerini iddia ettiği İstiklal S avaşını destekledi. ı 920'de B akü'de gerçekleşen ve Enver Paş anın katılarak adeta bir kahraman olarak karşılandığı Doğu Halkları Kongresinde , Sovyetler Birliği temsilcileri dünyanın her yerindeki s ömür­ ge Müslümanlarını emperyalistlere karşı isyan etme ve ö z ­ gürlüklerini kazanma çağrısında bulundu. 5 2 Bolşevizm ve p an-İslamizmin görünüşteki bu ittifakı , Gandhi gibi Hindu milliyetçilerinin desteklediği Hindis­ tan'daki hareketin

şiddetlenmesinden ve imparatorluğu

Güney Asya'da altüst etmesinden korkan Britanyalıları fel ­ c e uğrattı. Endişeli İngiliz yetkilileri, Ankara'daki milliyetçi hükümetten ve İstanbul'daki Halifeden, eğer Londra ile bir anlaşmaya varmak istiyorlarsa Güney Asya'daki Müslüman50

51

52

Syed Ameer Ali, "Address by the Right Hon. Syed Ameer Ali on Islam in the League of Nations," içinde: Transactions of the Grotius So­ ciety, 5. Cilt: Problems ofPeace and War; 1 9 1 9 Yılında C emiyet huzu­ runda okunan tebliğler (Londra: Grotius Society, 1 9 1 9) , s. 1 26- 144. Lothrop Stoddard, The New World of Islam, New York: Scribner's , 1 92 1 . Surendra Gopal, Indian Freedom-Fighters in Tashkent, 1 91 7-1922: Contesting Ideologies, Nationalism, Pan-Islamism and Marxism, Kalküta: Maulana Abul Kalam Azad Institute of Asian Studies, 2002; John Riddell, To See the Dawn: Baku, 1 920-First Congress of the Peoples of the East, New York: Pathfinder, 1 993. 1 85

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

ların Britanya İmp aratorluğuna s a dık kalmasını telkin et­ melerini talep etti . 53 Fakat Türk milliyetçileri Yunanlara kar­ şı z aferler kaz anıp Sovyetlerle ve Fransızlarla anlaşmala r imzalayınca Hint Müslümanlarının s eferb erliğinin yarattığı baskı artmaya devam etti. Türklerin 1 92 2 'de askeri z afere ve Düvel-i Muazzama tarafından tanınmaya doğru yol alması ve Güney Asya'daki p an-İslamist seferberliğin sömürge yö­ netiminin yetkililerini korkutmasıyla birlikte İngilizler Sevr Antlaşmasının dayattığı ş a rtları gözden geçirmeye razı oldu. Sonuç; Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Mısır ve Sudan'daki eski Osmanlı topraklarında olan bütün haklardan, iddialardan ve ayrıcalıklardan vazgeçilmesi karşılığında , geriye kalan topraklar üzerinde Ankara'nın tam egemenliğini teminat altına alan Lozan Antlaşmasıydı . 54 Lozan'da sonuçlanan pazarlık ve uzlaşı, O smanlı İmparatorluğu tarihe karıştığı için Türkiye'nin kapitülasyonlardan ve diğer eşitsiz huku­ ki rejimlerden kurtulmuş , tam egemen bir "Vestfalya ulusu" olabileceğiydi . Anc ak Lozan sonrasında kurulan yeni Tür­ kiye'nin hiçbir ulus-ötesi veya emp eryal liderlik iddiası da olamayacaktı . Milliyetçi Türkiye'nin diplomatik b a ş arıs ı İslam dün­ yasının da zaferi olarak algılanıp tüm Asya'da kutlanacak­ tı. Hint Müslümanları İngilizleri Lozan'da masaya oturtma konusunda çok dikkat çekici ve doğrudan bir rol oynamış­ tı . Müslümanların dünya çapında Bolşevizme yönelmesi 53

54

Selçuk Esenbel'in işgal altındaki İstanbul'daki Japon diplomatik temsilcilerinin yazışmalarına ilişkin çalışması bu müzakereleri göz önüne serer. Bkz. Selçuk Esenbel, "Friends in Opposite C amps or Enemies from Afar: Jap anese and Ottoman Turkish Relations in the Great War," içinde: The Decade of the Great War: Japan and the Wider World in the 1 91 Os, der. Tosh Minohara vd, Leiden: Brill, 2014, s. 257-278. Allied and Associated Powers ( 1 9 1 4- 1 920) , Treaty of Peace with Tur­ key and Other Instruments Signed at Lausanne on July 24, 1 923, Together with Agreements between Greece and Turkey Signed on January 30, 1 923, and Subsidiary Documents Forming Part of the Turkish Peace Settlement, Londra: Her Majesty's Stationery Office, 1 923. 1 86

J E O P O L İ T İ K YAN I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

korkusu d a b u b ağlamda bir diğer önemli faktördü. Fakat Türkiye C umhuriyeti 1 870'lerden b eridir İslam dünyası j e ­ opolitiğinin merkezinde olan Osmanlı İmp aratorluğuna s o n verip Osmanlı hanedanını sürgüne göndermiştir. Yani İslam dünyasının büyük gövdesi Kurtuluş S avaş ı sırasında hilafet için Türkiye'nin yardımına koşup Lozan'daki zaferine katkı­ da bulunduktan kıs a bir süre sonra, Türkiye C umhuriyeti o başı gövdeden koparmaya hazır hale gelmiştir.

Halifeliği Kaldırmak Halifeliğin tüm dünyevi, m anevi ve siyasi konuml arından ayrış tırılıp ilga edilmesi kararı Türkiye'ye dış arıdan daya ­ tılmamıştı. Aslında Lozan Antlaşmasından önce, 1 Kasım 1 92 2 'de Ankara hükümeti O smanlı hanedanını ortadan kal­ dırmış , b öylelikle Halifenin "sultan" ve "han" unvanlarını elinden almıştı .55 Son Osmanlı p adiş ahı Sultan Vahdettin ülkeyi terk etmeden önce on yedi günlüğüne halife olarak kaldı . Bundan s onra , Türk p arlamento s u halifeyi s eçecek ilk temsil heyeti haline geldi ve Vahdettin' in kuzeni Abdül­ meci d'i halife tayin etti . İstanbul'daki bu yeni hilafet mo­ deli bir tür Müslüman Pap alığına b enziyor; Afrika , Asya ve O rta Asya'daki Şiiler ile İsmaililer de dahil olmak üzere , Müs lümanlar arasında büyük itib ar ve s aygı görmeye de­ vam e diyordu. Fakat Türkiye C umhuriyeti'nin liderleri küresel manevi hilafete ev s ahipliği yapmanın olumlu yönlerini olduğu ka­ dar, getirdiği yük ve sorumluluğunu da göz önünde bulun­ durmalıydı . İstanbul'daki hilafet, çoğunluğu sömürge yöne ­ timi altında olan yüz milyonlarca Müslüman nüfus üzerinde ruhani liderlik iddiasındaydı . Halifeliğin artık Müslüman­ ların hiçbir kuts al mekanı üzerinde idari egemenliği yoktu . Türkiye ise yalnızca Anadolu'daki s ekiz milyon ins an üze­ rinde egemendi . Atatürk'ün daha s onra b elirttiği gibi , sekiz milyon Türk Müslümanının yaklaşık yüz milyon Müslümanı barındıran Britanya s ömürgelerinin meselelerine müdahale 55

E s enbel, "Friends in Opposite C amps or Enemies from Afar." 1 87

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

edebilecek uluslararası açıdan önemli b i r hilafete e v s ahip ­ liği yapması pek mümkün görünmüyordu. 56 Reelpolitik koşullar halifeliğin manevi ş ekliyle korun­ masına bile izin verecek gibi değildi. B azı Türk liderler hem dini hem de seküler açılardan durumu değerlendirerek, bu yeni halifeliğin Türkiye'nin Düvel-i Muazzama ile ilişkile­ rinde halii bir baskı unsuru olabileceğini düşünüyordu. Yeni egemen devlet için pekala bu bir yükten ziyade, kendisine güç katan bir diplomatik nimet olabilirdi . Fakat Avrup a'nın s ömürge teb aası olan Müslümanların meselelerine müdahil olmak -Lozan'da imzalanan antlaşmada Türkiye emp eryal siyas etin dışında kalmayı taahhüt ettiği için- Ankara'nın dış siyas etine ağır yükler de getirebilirdi. Hilafet kurumu uluslararası ve iç siyasette aynı zaman­ da potansiyel bir tehlikeydi. Çünkü Avrupalılar halifeyi , İs­ lam-karşıtı ırkçı s öylemlerinin kalbindeki jeop olitik tehdidin lideri olarak görüyordu . Halifeliği geride bırakmak ayrımcı Avrup a güçlerine karşı egemenliği güvence altına almak için bir fırs at olabilirdi. Britanya'nın Anglosakson üstünlüğü tezlerinin en ateşli savunucu ve bilindik İslam-karşıtı yazar­ larından biri olan diplomat ve yaz ar Valen tine Chirol gerek­ çesini ş öyle açıklıyordu: "Yeni Türk devleti bir cumhuriyettir ve laik bir devlet olduğunu, yani tam da İslam'ı reddettiğini ilan etmiştir. . . Diğer güçlerin Türkiye'ye karşı tutumu, son yıllarda olduğu üzere, Türklerin kendi lehine seferber ettiği Müslüman teb aanın hassasiyetlerinin yarattığı siyasi bas­ kıyla b elirlenmeyecektir artık."57 1 923 'te yazdığı L'Islam et

la Psychologie du Musulman (İslam ve Müslüman Psikolo­ jisi) adlı es eri Fransızların Müslümanlara yönelik emperyal ırkçılığının en sistematik s avunucularından biri olan And­ re Servier de benzer biçimde Fransızların C umhuriyet Tür­ kiye'sine farklı yaklaşması gerektiğini s avunuyor ve "İslam 56

57

Mim Kemal Öke, Mustafa Kemal Paşa ve lslam Dünyası: Hilafet Ha­ reketi, İstanbul: Aksoy Yayıncılık, 1 999. Lord Eversley, The Turkish Empire from 1 288 ta 1914 (and fram 1 91 4 ta 1 924 by Sir Valentine ChirolJ, 3. b askı, Londra: T. Fisher Unwin, 1 924, s. 464. 1 88

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

dünyasında Arap bir düzensizlik unsuruyken, Türk istikrar unsuru demektir,'' diyordu. 58 Türkiye Cumhuriyeti'nin kuru­ cularından birçoğu da, Türkiye'nin İslam dünyasının önderi olarak görülmesi halinde, yeni kurulan devletin meşruiyeti­ nin z arar göreceği kanaatindeydi. Yeni kurulan cumhuriyet, Avrup a kamuoyundaki meşruiyetini pekiştirmek için Batılı ­ laşma ve B atı medeniyetine sıkı sıkıya s arılmayı tercih et­ mekteydi ve b öyle bir siyasi vizyonun İstanbul'daki Halife­ nin varlığıyla çeliştiğini düşünenlerin s ayısı artmaktaydı . Küresel ölçekte itib ar s ahibi bir halifenin yol açabilece ­ ği yük v e sorunlardan duyulan endişenin yanı sıra, Türki­ ye C umhuriyeti yöneticileri de bunda p ek büyük bir hayır görmüyordu. Öncelikle, s avaşın sonrasında O smanlı İmpa­ ratorluğunun dağıldığı bir ortamda, rolü s avaş öncesi döne ­ min emperyal kozmop olit yönetimini teşvik etmek olan bir kurumu muhafaza etmenin hiçbir anlamı yoktu . Hilafetin Osmanlıların rekabet içinde olduğu imp aratorluklarla eşit olduğunu iddia etmenin bir aracı olduğunu hatırlayalım. Savaş öncesi dönemdeki imparatorluklar birbirinden farklı toplumları yöneten evrensel yapılardı. Ancak O smanlı İm­ paratorluğu çökmüştü ve milliyetçi heyecan kozmop olita­ nizmin sonunu açık bir biçimde getirmişti. Balkan Savaşları ve Ermenilerin etnik temizliği de bunu göstermekteydi. Ata­ türk'ün diplomatları Lozan'da Yunan devlet başkanı Elefthe­ rios Venizelos ile nüfus mübadelesinde anlaşınca, yeni ku­ rulan Türkiye'yi daha da homojen hale getirdiler. Buna göre, Yunanistan Müslümanları Türkiye'ye göç edecek, Hıristiyan Anadolu Rumları ise Yunanistan'a yerleşecekti . Plan Hıristi­ yan-Müslüman kimlik ayrımını daha da derinleştirdi . Fakat dini kimlik üzerinden bölünme, milliyetçiliğin bir tür yan et­ kisiydi. Nüfus müb adelesi, artık Yunanistan idaresinde bu­ lunan Selanik ş ehrinde doğan Atatürk gibi seküler Türkler ile kozmop olit, eski O smanlı toprağı Girit'te doğan s eküler Yunan lider Venizelos tarafından, Nobel B arış Ö dülü s ahibi 58

Andre Servier, Islam and the Psychology of the Musulman, Londra: Chapman & Hall, 1 924, s. 262-263. 1 89

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Norveçli Fridtjof Nansen'in öncülüğünde ayarlanmıştı. Pla ­ nın hiçbir teolojik tab anı yoktu ve plan, bir zamanlar hilafe­ tin uluslararası siyasetini karmaşıklaştıran azınlık haklan gibi bir dizi reelpolitik sorunu güya kökünden hallederek, Türkiye C umhuriyeti'nin uluslararası meşruiyeti için ihtiyaç duyduğu j eopolitik istikrarı s ağlamayı amaçlamaktaydı. Türkiye'nin Müslüman elitinin gerçekçiliği , Rus İmpara­ torluğuna karşı Britanya'nın desteğini almak için halifeli­ ğin manevi hakimiyetini teşvik eden Ah dülhamid'den alınan derslere de bir ş eyler borçluydu . Lozan Antlaşması sırasında eski Rusya İmparatorluğu topraklarında kurulmuş olan Sov­ yetler Birliği, Türkiye'nin hemen yanı başındaydı. Türkiye'ye yönelik Rus emperyal tehdidinin yokluğunda Türk-İngiliz it­ tifakını s ağlamlaştıracak bir halifeliğe de ihtiyaç kalmamış gibiydi. Dolayısıyla Hint Müslümanlarıyla hilafet arasında­ ki özel b ağlar Türkiye için eskisi kadar fayda s ağlamıyordu. Pan-İslamizmin O smanlı-İngiliz ittifakına dayanan altın çağı, her halükarda, Birinci Dünya S avaşında ilan edilen ci­ had ve Arap İsyanıyla geri döndürülemez biçimde tahrip ol­ muştu. Lozan'dan s onraki dönemin koşullarında halifeliğin İngiliz İmparatorluğuyla Türkiye C umhuriyeti arasındaki ilişkilerin gelişmesine yararlı olacağı şüpheliydi. Dolayısıy­ la halifeliğin geçmişteki faydalarından biri daha anlamını yitirmişti. Türk liderlerin halifeliğin vadesinin dolduğuna inanmak için daha p ek çok stratejik s ebebi vardı . Türk p arlamentosu­ nun hilafet konusundaki müzakereleri 3 Mart 1 9 24'te sonu­ c a ulaştı. Hilafet kurumu, İstanbul'da geçirdiği yüzyıllardan s onra, çoğunluk oyuyla lağvedildi ve son halife Ab dülmecid Fransa'ya sürgüne gönderildi . Türkiye dışındaki Müslüman­ lar bu karan protestoyla karşıladı, ama kararın meşruiyetini de kabul etti . Sürgündeki Halifeyi ülkesine davet etmeyi veya takip etmeyi hiç kimse denemedi bile. Beşinci B ölümde tar­ tışılan, halifeliği tesis etmeyi amaçlayan sonraki baş arısız konferanslar ise O smanlı halifeliğinden farklı, yeni bir baş ­ l angıç oluşturmayı amaçlayacaktı. 1 90

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A LA R I N SAVA Ş I

***

Halifeliğin

kaldırılması,

Osmanlı

mo dernliği

örneği­

ne hayranlık duyan yarım asırlık küresel Müslüman siyasi düşüncesi için de yeni bir dönem başlattı . Halifelik tarih boyunca her zaman aynı anlama gelmemiş olabilirdi , ama 1 880'le 1 920'ler arasında, emperyal düzene tabi yaşayan Müslümanların talepleri için çok önemli bir fikri temsil ve ilham kaynağına dönüşmüştü. Emperyal küres elleşme Müs ­ lüman toplumlarda hukuki modernleşme, anayas acılık, kö­ leliğin kaldırılması ve kadınlar için artan haklar gibi kimi ilerici fikirleri dolaşıma s okan önemli entelektüel ve siyasi ağların kurulmasına da vesile olmuştu. Bu fikirlerin Osman­ lı halife-sultanı tarafından tasvip ve tatbik edilmesi, Afga­ nistan, İran ve Mısır'daki refornicu Müslüman elitlerin de konumunu güçlendirmişti . Bir "İslam dünyası" fikri, on dokuzuncu yüzyılın ırkçı em­ peryal düzeni içinde , O smanlı liderliği ya da İstanbul'da bir halife olmadan da ortaya çıkabilirdi. İslam dünyasının zi­ hinlerdeki inşası, imp aratorluk yönetimleri altındaki Müslü­ manların hak mücadelelerinin bir ürünü ve haksız sömürge yönetimlerini eleştirmenin bir yoluydu . Pan-İslamizm, Müs ­ lümanların da medeni olduğunu ve insan onuruna yaraşır bir muameleyi hak ettiğini ifade ederek Oryantalizme ve sos­ yal Darwinizme karşı çıkmaktaydı. Hilafet ve O smanlı İm­ paratorluğu esasen bu temel talepleri ifade eden daha geniş bir ağın farklı üslerinden biriydi, ama tek merkezi değildi . Osmanlı Sultanının dünya Müslümanları tarafından manevi bir önder ve halife olarak görülmesi, onların dini vecibeleri­ nin gereği veya İstanbul'daki Sultanın bu rol için s eçilmiş en iyi isim olmasıyla alakalı değildi. On dokuzuncu yüzyılın so­ nunda kendini içinde bulduğu emperyal sorunlar göz önüne alındığında, stratejik olarak hilafetle beraber İslam dünya­ sının manevi liderliğini iddia etmek s adece Osmanlı elitleri için değil, O smanlı dışındaki Müslüman reformcular için de en akılcı tercih olarak görülmüştü. Neticede İslam dünyasın­ da dayanışma fikrini ayakta tutan sinir sistemi, İstanbul'da191

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

k i halifeliğin kaldınlmasından sonra , bir imp aratorluk koz­ mopolitanizminin veya bir büyük devletin liderliğinin etkisi olmadan da işlemeye devam edecekti . H alifeliğin kaldınlmasından sonra da, Türkiye C umhuri­ yeti , p an-İslamist fikirlerin ve siyas etin uzun dönemli mira­ sını gösteren bir şekilde, diğer Müslüman toplumlann siyasi tahayyülünde önemli bir rol oynamayı sürdürecekti. Hatta pek çok açıdan, Lenin ve Wilson'dan daha çok, Müslüman toplumlann siyasi muhayyilesini ş ekillendiren örnek Ata­ türk ve reformları olmuştur. Örneğin Endonezya'nın Müs­ lüman elitleri Türkiye'deki gelişmeleri yakından takip etmiş ve Sukarno, Atatürk'te mo delini bulan "laik bir Müslüman millet" fikrini benimsemiştir. Afganistan Kralı Emanullah, Atatürk'ü ve Türk modelini ülkesindeki reformlar için ilham kaynağı olarak görmüştür. 59 Yeri geldiğinde, Türkiye C umhu­ riyeti hükümetinin kendisi, O smanlı mirasını reddetmesine rağmen, kendi imp aratorluk geçmişini ve Müslüman kim­ liğini ifade etmekten de geri durmamıştır. Ö rneğin 1 930'da Fransa, C ezayir'i işgalinin yüzüncü yılını kutlamak istedi­ ğinde, Türk Dışişleri B akanlığı , temsilcilerinin bu etkinlikle­ re katılmasını yas aklamıştır. Pan-İslamizm ve Müslüman milliyetçiliği , hilafetin il­ gasına rağmen, 1 924 sonrasında süre giden sömürgecilik ve ırkçılık meselelerine b ağlı olarak canlı kalmaya devam ede­ cekti. Nitekim dünyadaki Müslümanların büyük çoğunluğu hala ırksallaştınlmış Avrup a imparatorluklanna tabi olarak yaş ıyordu ve geniş İslam dünyası adına yapılan hem ırk eşit­ liği, hem medeni h ak talepleri ciddi bir sömürgeci b askısı altındaydı.60 Bu yüzden İslam dünyasının geleceği üzerinde-

59

60

C hiara Formichi, "Mustafa Kemal's Abrogation of the Ottoman Ca­ liphate and Its Impact on the Indonesian National Movement," için­ de: Demystifying the Caliphate: Historical Memory and Contem­ pora ry Contexts, der. Madawi al-Rasheed vd, New York: C olumbia University Press , 2 0 1 3 , s. 95- 1 1 5. Sam Moyn "kesilip budanmış hak söylemleri" tabirini kullanır. Bkz. Samuel Moyn, The Last Utopia: Human Rights in History, C ambrid­ ge, MA: Harvard University Press, 2 0 1 0 . 1 92

J E O P O L İ T İ K YA N I L S A M A L A R I N S AVA Ş I

k i j eopolitik mücadele iki s avaş arası dönemde ( 1 9 1 9- 1 939) de devam edecekti . Bu süreçte önemli değişiklikler olacak ve yeni siyasi koşullar önceki emperyal b ağlamı hafızalardan silmeye b aşlayacaktı. Pan-İslamizm iki dünya savaşı arası yıllarda ve İkinci Dünya Savaşına girilirken birçok farklı yoldan gidecek ve değişik aktörler tarafından kullanılacaktı. Yine de bu değişen koşullarda dahi pan-İslamizm, yeni kav­ ramlar eşliğinde jeopolitik çatışmalarda bir araç olma vas ­ fını sürdürecekti. Pan-İslamizm değişik imparatorlukların stratejik ça­ tışmasının s ahnesinde görünürken, ona hayatiyet veren en önemli kaynak, sahnenin dışında kalan ve ezilen halkların talepleriydi. Müslüman dayanışması fikrinin kökeninde, s ö ­ mürgeciliğin b askısına maruz kalan Müslüman halkların onurunu korumaya dönük mücadele yatmaktaydı. İngilizler kendileri için "Müslüman sorunu"nun Osmanlı İmp aratorlu­ ğunun çöküşü ve hilafetin kaldırılmasıyla çözüleceğini um­ muş olabilir, ama iki s avaş arası dönemde, kaldırılan hila­ fetin aslında Müslüman halkların haklarını elde etmek için ihtiyaç duyduğu dayanışmanın s adece s emb olik bir temsili olduğunu ve asıl meselenin bu ezilmiş Müslümanların en­ ternasyonalizmi olduğunu anlayacaklardı . Irksal sebeplerle .

ayrımcılığa uğrayan s ömürgeleştirilmiş Müslüman halklar, pan-İslamizmin esas kalbi ve onu diriltecek güç olarak var­ lıklarını sürdürmekteydi .

1 93

v.

iK İ S AVAŞ ARASI DÖNE M İN K Ü RE SEL S İYASE T iNDE MÜ S LÜ MAN B IRL I G I TAHAYYÜLÜ ( 1 9 2 4- 1 94 5)

1 8 Ağustos 1 944'te, önde gelen bir pan-islamist entelektüel ve dava adamı olan Abdürreşid İbrahim, Tokyo'nun hemen dı­ şındaki Tama Reien Mezarlığının Müslümanlara ayrılan kıs­ mına defnedildi. Japonya'nın içinde bulunduğu zorlu s avaş şartlarında yapılan cenaze töreni son derece mütevazıydı. İbrahim, ömrünün s on on yılını Jap onya'da geçirme­ den önce , İslam dünyas ının her köşesine giden bir s eyya11: olarak nam s almıştı. Aslen Ç arlık Rusya'sı doğumlu olup Mekke , Medine ve İstanbul gibi İslam'ın s aygın şehirle­ rinde öğrenim görmüştü. Ç in, Orta Asya ve Asya'nın diğer bölgelerini karış karış gezerek s ömürge yönetimi altındaki Müslümanl arın hayatları hakkında es erler vermişti. 1 905 Rus Anaya s al Devrimi sonrasında Rusya Müslümanları­ nın önemli liderlerinden biri haline gelmişti. Birinci Dünya S avaşı sırasında cihad çağrı sına uyarak, bir prop agandacı olarak O smanlı davası uğruna s avaşıp Rusya'daki Müslü­ man halkların özgürlüğü için mücade etmişti. Cumhuriyet döneminde Konya'da bir köyde yaş ayan Ab dürreşid İbra­ him, 1 93 3 yılında Tokyo 'ya yerleşmiş ve Rus Devriminden s onra Japonya'ya göç eden Müslüman Tatar cemaatinin ön­ deri olmuştu . 1 94

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TAH AY Y Ü L Ü

Ab dürreşid İbrahim'in ömrünün İkinci Dünya S avaşı Ja­ ponya'sında s on bulması tuhaf gelebilir. E tkisi büyük bir p an-İslamist olan İbrahim, İkinci Dünya S avaşı dönemin­ de neden Tokyo'da yaşasındı ki? Osmanlı hilafetinin 1 9 24'te lağvedilmesinin üzerinden geçen yirmi yıl b oyunca tüm dün­ yada güç dengelerinin ve toplumların değiştiği çok karmaşık bir ortam vardı . Halifeliğin kaldırılması ile İkinci Dünya Sa­ vaş ı arasındaki dönemin İbrahim gibi Müslüman entelektü­ elleri, kendilerini, coğrafya, siyaset, yerel tarih ve bariz bir stratejik gereklilik b ağlamında anlamı ve amacı çok farklı­ laşan bir İslam dünyası fikri üzerine tam anlamıyla küres el bir tartışmanın içinde bulmuşlardı . Nitekim İbrahim'in bu dönemdeki faaliyetleri de söz konusu çeşitliliği ve değişken­ liği gözler önüne s ermekteydi . Müslümanların hayat şartla­ rını iyileştirmek için milliyetçiliğin de, emperyal düzenin de bir işe yaramadığına kanaat getirerek s onunda Japonya veya Almanya gibi Mihver Devletleriyle işbirliği yapmaya karar veren bir grup p an-İslamistten biri olmuştu. Sovyetler Birliği ile işbirliği ve dostluğun söz konusu ol­ duğu Türkiye C umhuriyeti'nin ilk yıllarında, her iki ülkede de p an-İslamist aktivizme yer yoktu. Her ikisi de seküler, modernleşme programlarıyla meşguldü ve Sovyetler, Rus -ol­ mayan azınlıkların yaşam koşullarını dönüştürerek yeniden şekillendirmenin peşindeydi . Bu da Ab dürreşid İbrahim gibi hayatını Rus yönetimi altındaki Müslümanların kurtuluşu­ na adamış pan-İslamistlerin alternatif siyaset arayışlarını ciddi manada kısıtlıyordu. Rus Devriminin gerçekleşmesinin hemen s onrasında Müslümanların hakları için verdiği sava­ şın baş arısızlıkla s onuçlanmasının ardından, Abdürreşid İbrahim Konya'daki bir Tatar köyüne göç etmişti ve pekala hayatının geri kalanını burada p ek de fazla bir şey yapma­ dan geçirebilirdi. Ancak kendisini adamış olduğu p an-İsla­ mist fikirler Jap onya'nın himayesinde yeniden hayat bula­ caktı. Ab dürreşid İbrahim'in yeni hamisi, ülkesinin Avru­ pa-merkezli emperyal dünya düzenine meydan okumasına destek vermesi için, onu 1 93 3 'te Tokyo 'ya davet eden Japon İmparatorunun ta kendisiydi . 1 95

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

İbrahim, Japonya'da İslam dünyasının v e Sovyet yönetimi altındaki Müslümanların kurtuluşu adına faaliyet gö sterir­ ken, öncesinde O smanlıların pan-İslamist davas ında birlik­ te çalıştığı dostlarından biri olan Şekib Arslan, diğer Mihver Devletleri olan İtalya ve Almanya'yı, Müslümanları Avru­ pa'nın tahakkümünden kurtararak özgürleştirmeye yardım için ikna etmeye çalışıyordu. Benzer ş ekilde, İngiliz mandası altındaki Kudüs'ün müftülüğünü yapmış olan Emin el-Hüsey­ ni de 1 930'lann ikinci yansında kendi kendini yönetecek bir Filistin vizyonuna Almanya'nın destek vermesini s ağlama çabasındaydı. Hem Almanya hem de Jap onya Müslümanla­ rın Avrup a imp aratorluklarının baskısı altında ezildiğine dair propagandanın gücüne inanmaktaydı . Tabii, hiç şüphe­ siz, Müttefik Devletler de bu propagandaya cevap verecekti . İkinci Dünya Savaşı boyunca Britanya, Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Mihver D evletlerinin Müs ­ lümanları emperyal dünya düzenine karşı isyana teşvikine karşı bir dizi hamle yapıp prop aganda faaliyetlerini sürdür­ dü. Örneğin Sovyetler Birliği kendini Müslümanların dostu olduğu iddiasına devam etti . 1 938'de Tokyo C amiinin açılma­ sının ardından geçen birkaç yılda, Kral VI. George, Winston Churchill'in de teşvikiyle Regent's Park C amiinin yapılması için Londra'da değerli bir emlaki Müslüman cemaatine ba­ ğışladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında her iki kampın da Müs ­ lümanlara yönelik propagandası çarpıcı b i r ş ekilde Birinci Dünya S avaşı dönemini anıms atıyordu; Almanlar, bu sefer Japonya ve İtalya'yla beraber, yine aktif bir ş ekilde İslam dünyasını kendi yanına çekmeye çalışırken, Müttefik Devlet­ ler de onlara karşılık veren hamleler yapıyordu. Ancak yine de iki dünya s avaşının İslam dünyası siyaseti bakımından net bir ş ekilde birbirinin devamı olduğunu düşünmek yanıl­ tıcı olacaktır. Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi, Almanlar ve onların işbirliği içinde olduğu devletler B atı imp arator­ luklarının Müslüman teb aalarını kendi s aflarına çekerek güçlerine güç katmak ve düşmanlarını güçten düşürmek is­ terken, Müttefikler de bu tutuma karşı açılımlarla mukabe1 96

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

le etmekteydi. Ancak aradan geçen yirmi beş yılda çok ş ey değişmişti. Her ne kadar Mihver D evletleri bunu görmezden gelmeyi tercih ettiyse de, Britanya İmp aratorluğuyla Türki­ ye arasında Lozan'da 1 923 yılında vanlan mutab akat İslam dünyası birliğinin bir yanılsama olduğunu gözler önüne sermişti. 1 924 yılında hilafetin kaldınlmasının ardından Müslüman toplumları, tek bir şablona b ağlı kalmadan, bir­ çok siyasi seçeneği değerlendirdi . Bazı Müslümanlar onları sömürgeleştiren efendilerine sadık kalarak emperyal sistem içinde kendi toplumlarının haklarını kazanıp gelişmesine umut b ağladı. D aha milliyetçi ruhta olan diğerleriyse, ken­ dilerini b ağımsız bir devlet olarak güçlendirmeye ve moder­ nleştirmeye ağırlık vererek azgelişmişlik, fakirlik ve çöküş algısından kurtulmaya çalıştı. Türkiye, İran ve Afg anistan otoriter bir modernleşme yolunu izlemektj'lydi . Sovyetler Bir­ liği'ndeki Müslümanlar arasında s eküler sosyalizmi benim­ seyenler oldu. Suudi Arabistan ve Yemen Selefi bir monarşi etrafında modern bir devlet kurmayı deneyimlemekteydi. İki savaş arası dönem, Müslüman toplumlara deği ş en dünya düzeni içinde uluslararası siyasetlerini yeniden şekil­ lendirmek için yeni şartlar altında bir dizi fırs at tanıyordu. Müslümanların geleceğine dair daha önceki hakim anlatı, birbiriyle çatış an İslam ve B atı medeniyetleri denkleminden çıkarılıp , küresel düzen içerisinde kalıcı bir adaletin tesis edilmesi gereğine, Müslümanların sömürgeleştirilmiş ve ay­ rımcılığa uğrayan bir teb aa olmaktan kurtulup kendi dev­ letlerini yönetmekte özgür olup olmadıkları eksenine kay­ dırılabilirdi . Farklı Müslüman cemaatleri son derece farklı amaçlar p eşinde koş arken, "İslam dünyası" fikri de tarihin sayfalarına gömülebilirdi. Ancak Ab dürreşid İbrahim, Şekib Arslan ve Kudüs Müf­ tüsü Hacı Emin el-Hüseyni'nin İkinci Dünya Savaşındaki çalışmalarının da ortaya koyduğu üzere, İslam dünyası da­ yanışması siyasi önemini korumaya devam etti . Pan-İslamis t fikriyat, iki savaş arası dönemin alternatif arayışları v e yeni bir siyasi istikamet tutturma konusunda farklılıklan bir kenara bırakarak, nirengi noktasına ulaştığı Birinci Dünya 1 97

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Savaşı esnasındaki v e onun hemen akabindeki h alini, İkinci Dünya Savaşı sırasında adeta yeniden aldı. İslam'ın çöktüğü yönündeki tezin ırks allaştırılmış formülü, Müslümanların B atılı Hıristiyan imp aratorlukların ortak kaderine dair jeo­ politik s öylemler de ekleyerek dolaşımda kalmaya devam etti ve nihayetinde Büyük Güçlerin stratejik planlarında önemli bir gündem başlığı olmaya devam etti . İslam dünyası illüzyonunu tekrar canlandıran şey yalnız­ ca Müslüman birliğine dair sığ emperyal s öylemlerin devamı değil, aynı zamanda alttan alta büyüyen Müslüman enternas­ yonalizmine dönük dayanışma çağrılarıydı. Emperyal, liberal ve s osyalist enternasyonalizmler farklı Müslüman topluluk­ ların eşitlik, s aygınlık ve siyasi hak taleplerine cevap vere­ memişti. İki savaş arası dönemde Avrupa güçleri, Müslüman­ ların toplumsal hak ve kendi kaderlerini tayin edebilme ta­ leplerini geri çevirirken, yalnızca bazı aktivistler kendileriyle aynı jeopolitik kurguyu p aylaşan Mihver Devletleriyle ittifa­ ka girmişti. Bu aktivistler yaşça ileri ve görece güçsüz kimse­ lerdi; pan-İslamist aktivitelerine devam eden İbrahim ve Ars ­ lan'ın aslında fazla bir destekçisi ve takipçisi de kalmamıştı. Gerçekte, İkinci Dünya Savaşında bile Müslüman muharip­ lerin çoğu Britanya, Sovyetler Birliği veya Frans a adına çar­ pışıyordu . Yine de Müttefikler p an-İslamistlerin propaganda söyleminden korkup, tedbir olarak -ve haliyle Mihver Devlet­ lerinin prop agandasına karşı- onlara bazı tavizler veriyordu. Bir kez daha büyük emperyal güçler ve kendilerini ezilmiş dünya Müslümanlarının sözcüsü olarak gören Müslüman ak­ tivistler farklı hedeflere s ahip ols alar da, benzer bir şekilde birleşik bir İslam dünyasının ırks allaştırılmış tahayyülünü daha kalıcı bir fikre dönüştürüyordu.

Başsız Bir Ümmet? Halifesiz İslam Dünyası Kısmen Hint Müslümanlarının Kurtuluş Savaşına verdiği destekle Türkiye'nin Lozan'da elde ettiği diplomatik b aşarı­ lar vesilesiyle duyulan p an-islamist zafer hisleri kıs a süreli olmuş; Türk devletinin milli egemenlik ideali uğruna hilafet 1 98

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TA H AYY Ü L Ü

sorumluluğundan vazgeçip bu kurumu ilga etmesi, dünyanın değişik yerlerindeki Müslüman kamuoyunca şaşkınlıkla kar­ şılanmıştı. Hilafetin ilgası s onrasında, Osmanlı hanedanıyla bağı olmayan bir hilafeti yeniden tesis etme çab aları da s o ­ nuç vermemişti. Zira Müslüman toplumların iki savaş arası dönemdeki siyasi hedefleri, yeni bir halifenin ilan edilmesi söz konusu olduğunda net bir fikir birliğine, hatta güçlü bir koalisyona izin vermeyecek kadar büyük farklılıklara sahipti. 5 Mart 1 924 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hilafetin kaldırılması doğrultusundaki kararından tam iki gün sonra, Mekke Emiri Şerif Hüseyin kendini yeni halife ilan etti . Ancak bu çıkış Mekke ve Medine dışındaki Müslü­ man toplumlardan çok az destek gördü. Hüseyin'in Osmanlı­ lara karşı İngilizlerle işbirliği yaptığı düşünüldüğünde, bun­ dan en çok da O smanlı halifesinin güçlü destekçileri olan ve İngilizlerin İslam alemine verdiği sözlerin hiçbirini Birinci Dünya Savaşı sırasında tutmadığını gören Güney Asya Müs ­ lümanları rahatsız olmuştu. Başkaları d a hilafetin geleceği tartışmasına katılmaktaydı . 1 O Mart tarihinde Mısırlı dini liderler hilafetin geleceğinin tayin edilmesi için Kahire'de bir kongre düzenlenmesi hakkında görüşlerini kamuoyuyla paylaştı. Halifeliği elinden alınan Abdülmecid Efendi de b u kongre fikrini desteklemiş , hatta daha da ileri giderek, yeni halifenin tüm dünyada yaş ayan Müslüman toplumlar tara­ fından demokratik bir usulle seçilmesi fikrini öne sürmüştü. 1 Mısır Kralı Fuad d a b öyle bir kongreyi Mayıs 1 926'da Kahi­ re'de düzenleme fikrini desteklerken, kendi adına halife olma hayalleri kuruyordu . Ancak kendisinin siyasi liderliği de Bri­ tanya mandası altındaki bir monarşi olması yüzünden pek çok soru iş areti uyandırıyordu ve kongre katılımcıları Kral Fuad'ın halife olma isteğini tartışmaya bile açmayacaktı. Mona F. Hassan, Longing for the Lost Caliphate: A Transregional History, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2009. Aynca bkz. Martin van Bruinessen, "Muslims of the Dutch East Indies and the C aliphate Question," Studia Islamika 2, no. 3 , 1 995, s . 1 1 5 - 1 40; Ant­ hony Milner, "The Impact of the Tıırkish Revolution on Malaya," Arc­ hipel 3 1 , 1 986, s. 1 1 7 - 1 30. 1 99

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Ş erif Hüs eyin d e , Mekke ş ehrinin, Necid E miri v e gele­ ceğin ilk Suudi Arabistan kralı olan Ab dülaziz İbn Suud ta­ rafından ele geçirileceği 1 92 5 yılının Hac mevsimine denk getireceği kendi hilafet kongresinin planlarını yapmakla meşguldü. Suudi-Vahhabi hareketi, kendisi için düşman olan Osmanlı İmp aratorluğunu temsil eden hilafetle p ek de ilgilenmiyordu. Ne de olsa, ilk Suudi devletini ve Vahha­ bi hareketini yenilgiye uğratan güç Osmanlı halifesinin fes giyen askerleriydi ve Vahhabi ideolojisine göre, İstanbul'da­ ki halife-sultanlar İslam'ın hakiki ilkelerinden uzaklaşmış, kozmopolit bir İslam anlayışının temsilcileriydi. Hicaz'daki Haşimi E mirliğinin yerine Suudi idaresi kurulunca, 1 92 6 'da topl anan Müslüman kongresinin asli meselesi hilafet de­ ğil, yeni hükümet nezdinde haccın organizasyonu oldu. İbn Suud ve ardından gelecek Suudi hanedanı kralları her ne kadar halife olmakla ilgilenmeseler de, adlan z aman zaman bu makam için anılacaktı . Ancak Vahhabiliğin Şii-karşıtı ve tas avvuf-karşıtı tavrı nedeniyle, halifelik iddiasında bulun­ maları halinde, geniş tab anlı ulus-ötesi ve mezhepler-ötesi Müslüman desteği alma ş ansları , Hüseyin'in destek bulma ihtimalinden bile çok daha azdı. O smanlı hilafetinin ilgasından s onraki halife adayları te­ melde bu rolün gerektirdiği özelliklere s ahip değildi. Hiçbiri İslam dünyasının görüşlerini küresel anlamda temsil ettiği­ ni iddia edemiyordu . Ayrıca hiçbiri büyük ve tarihi baş arı­ lan olan bir Müslüman İmp aratorluğuna liderlik etmiyor­ du ki , bu Osmanlı hilafetinin itibarının temelini teşkil eden bir özellikti . 2 1 920'lerde s oylu bir hanedanın başında olmak hilafet için hala çok önemli görünmekteydi . Osmanlı sonra­ sında herhangi birinin halife unvanını üzerine alamaması, daha önce Osmanlı'nın hilafet meşruiyeti için onların "han" ve " sultan" unvanlarının ve bunların iş aret ettiği asil soyun ne kadar önemli olduğunu da göz önüne s eriyordu.

Elie Kedouire, "Egypt and the C aliphate, 1 9 1 5- 1 952," içinde: The Chatham House Version, and Other Middle-Eastem Studies, New York: Praege� 1 970, s . 1 77-2 1 2 . 200

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

Mısırlı Ali Abdürrazık gibi b azı Müslüman alimler, bu yeni "hilafetsiz" koşullara ilişkin teorik bir açıklama getir­ meye çalışmaktaydı . Abdürrazık ı 9 2 5 yılında halifeliğin dinen gerekli olup olmadığını sorguladığı bir ris ale yayın­ ladı. Bu risalede, okurlarını Hz. Muhammed'in 6 2 2 yılında­ ki vefatının ardından ortaya çıkan bir kurum olan hilafetin Kuran'da yer almaması nedeniyle aslında Müslümanlar için dini bir z aruret olmadığına okurlarını ikna etmeye çalışı­ yordu. Ab dürrazık' a göre, bu kurum ilk dönem Müslüman cemaatinin uygulamadaki kararlarından biriydi ve bu ça­ ğın Müslümanları kendi seçecekleri başka bir siyasi sistem tas arlayabilirlerdi . Aslında Ali Abdürrazık'in kitabından önce, 1 924'te hilafetin geleceği Türkiye'de parlamentoda ve parlamento dışında tartışılırken, bir fıkıh alimi ve millet­ vekili olan Seyyid B ey hilafetin gerekli olmadığı konusun­ da kendi dini içtihadını ortaya koymuştu. Ancak halifeliğin bir dini vecib e olmadığı yolundaki kanaatler kesinlikle ç o ­ ğunluğun görüşünü yansıtmıyordu. 1 92 6 yılında Kahire'deki hilafet kongresine ev s ahipliği yapan el-Ezher Üniversites i , Mısır'ın dini otorite merkezi olarak görülüyordu v e üniver­ site mensupları Ab dürrazık'ın es erinin yasaklanmasını i s ­ teyerek s ö z konusu ris aledeki tezlerin hükümsüz olduğunu ilan etti.3 Müslüman Kardeşler C emiyetinin kurucusu olan Has an el-Benna, otobiyografisinde, bir halifenin yokluğund a Müs lümanların geleceğinden endişe ettiğini v e b u kurumun yeniden tesis edilmesi gerektiğini belirtirken, a slında s adece kendisinin değil, Mısır ulemasından pek çok kişinin görüşü­ nü dile getiriyordu. Ancak hilafetin yeniden tesisi konusundaki asıl engeller, bu kurumun dinen gerekli olup olmadığı ve kimin bu rolü üstleneceğine dair Müslüman liderlerin, aydınların fikirleri ya da bunlar arasındaki fikir ayrılıkları değildi . En önemli Ali Abdul Raziq, Al Islam wa usul al-hukm, der. Muhammad Amara, Beyrut: al-Muasasa al-Arabiyaa lil Dirasat wa al-Nashr, 1 97 2 . İngi­ lizcesi için bkz. Ali Abdelraziq, Islam and the Foundations ofPoliti­ cal Power, çev. Maryam Loutfi, der. Abdou Filali-Ansary, Edinburgh: E dinburgh University Press, 2 0 1 2 . 201

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

engellerden biri , daha önce O smanlı -İngiliz-Rusya ilişkile­ rinde görüldüğü gibi, hilafet idealine siyasi bir anlam vere­ cek bir konjonktürün 1 924 s onrasında bulunmamasıydı . Dini değeri her ne olurs a olsun, hilafet 1 880- 1 9 1 4 yılları arasın­ da O s manlı-Britanya ilişkileri b ağlamında görülen stratejik önemini yitirmişti. Birinci Dünya S avaşının hem öncesinde hem de s onrasında, Müslüman toplulukların çoğunluğuna herhangi bir Müslüman monark değil de B ritanya kralı hük­ metmişti. İstanbul'daki bir halifeye sadakat, Hıristiyanların yönetimindeki Müslümanların sömürgeci efendilerine karşı kullandıkları bir koz olmuştu. Osmanlı'nın son döneminde halifeliğin küres elleştirilmesi teolojik gerekçelerden ziyade Avrup a imparatorlukları bünyesinde toplumsal haklar için mücadele verilmesini s ağlayan siyasi stratejinin bir yansı­ masıydı. Bu, Osmanlı'nın hiilii önemli bir güç olarak görül­ düğü Avrup a-merkezli emperyal dünyanın arızi bir özelliğiy­ di. O smanlı İmp aratorluğunun parçalanması ve yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin hem B atılı emperyal güçler hem de Sovyet­ ler B irliği tarafından tanınmasıyla, hilafetin siyasi faydaları bariz bir ş ekilde azalıp kaybolmuştu. Hilafetin yeniden tesis edilmesine bir b aşka siyasi engel de Suudi Arabistan'ın Mekke ve Medine'yi kontrol etmeye başlamasıydı. Yaklaşık yüz yıl boyunca, Britanyalı yetkililer kendi sömürgelerindeki Müslüman isyanları için Vahhabile­ ri suçlamıştı; ancak şimdi Hindistan'daki ve Mısır'daki İngi­ liz görevlileri Suudi devletiyle bir uzlaşıya varmış ve daha önceki işbirlikçileri olan Şerif Hüs eyin'in Haşimi Krallığını bir kenara itmişti. Bu nedenle kuts al şehirlerin yeni Suudi li­ derinin yerini s ağlamlaştırmış olmasının da etkisiyle, Haşi­ milerin yönetiminde bir Arap krallığı ve hilafet kurma plan­ ları da terk edilmekteydi.4 Mekke ve Medine'nin Suudilerin kontrolüne geçmesi, Güney Asyalı ve Afrikalı Müslümanlar için travmatik olmanın yanı sıra, Sufi tarikatları, vakıflar ve Mekke 'yle Medine'deki medreseler için de tehdit oluşturuyorJoshua Teitelbaum, The Rise and Fall of the Hashemite Kingdom of Arabia, Londra: C . Hurst, 200 1 . 202

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

du. Vahhabiler Müslüman ibadetlerine ve tarikatlara da kı­ sıtlamalar getirmişti; eskiden hacıların Mekke ve Medine'de s ahip olduğu ilmi ve dini kurumlan kaldırarak, onların İ s ­ lam topraklarının diğer b ölgeleriyle ilişkisini koparacaklar­ dı. Ô � eğin Hz. Muhammed dışındaki tüm s ahabe mezarları ve onlara dair hatıralar yeni Suudi hükümeti tarafından yı­ kılmıştı . D aha da önemlisi, Mekke ve Medine'nin koruyucu s u olmak (hadim 'ül haremeyn eş-şerifeyn) hilafet iddiası için büyük · önem taşıyordu, ancak Suudi hanedanı bu unvanl a ilgilenmiyordu. Hindistan'daki Müslüman liderler alternatif olarak bir Mekke C umhuriyetinin kurulmasını hayal ediyor­ du, ancak İngilizlerin desteği olmadan bu hayal asla hayata geçirilemezdi. 5 Ne var ki, İslam dünyasının başı ortadan kaybolmuş, ü s ­ telik geri dönme ihtimali ç o k düşük o l s a da; b edeni, yani kü­ resel İslam ağı yerli yerinde duruyordu ve 1 87 3 - 1 924 yılla­ rının mirası yaş atılıyordu . Anti- emperyal vizyon yer yer mil­ liyetçiliği p an-İslamist ümmetçilik ülküsüyle , hatta bazen hilafet özlemleriyle birleştirerek dile gelmekteydi. Ö rneğin 1 928'de B ritanyalılann Terengganu bölgesindeki o rmancı­ lık faaliyetlerinden rahatsızlık duyan Malezyalılar, durumu protesto etmek için Osmanlı b ayrağını dalgalandırmışlardı . 6 Endonezyalılar da hilafetin kaldırılmasından sonra daha çok milliyetçi ideoloji vasıtasıyla b ağımsızlık idealini öne sürdürüyordu, ancak bunu yap arken Hint Okyanusu, Ara ­ bistan v e Mısır'daki Müslümanlarla b ağlarını hiç kopar­ mamıyordu.7 O smanlı İmp aratorluğunun sonu, yeni Türk ulus- devlet modeliyle birleştiğinde, Müslüman kimliğinin John Willis, "Azad's Mecca: On the Limits of lndian Ocean C osmopo ­ litanism," Comparative Studies of South Asia, Africa and the Midd­ le East 34, no. 3 , 2014, s . 574-58 1 . Amrita Malhi, "Raise the Bendera Stambul: The Ottoman C aliphate and Anti-colonial Action on the Malay Peninsula, 1 870s-1 928," için­ de: From Anatolia to Aceh: Ottomans, Turks and Southeast Asia, Proceedings of the British Academy, der. Andrew Peacock ve Anna ­ b e l Teh Gallop, Oxford: Oxford University Press, 20 1 5 . Michael Francis Laffan, Islamic Nationhood and Colonial Indone­ sia: The Umma below the Winds, Londra: Routledge C urzon, 2003. 203

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

küreselleşmiş milliyetçi versiyonlarını da ces aretlendir­ mekteydi. Müslüman kamuoyları kıs a sürede hilafetin tek­ rardan tesis edilmesi fikrinden birer birer vazgeçti. Ancak Müslümanların dayanışması konusundaki fikirler canlılığı­ nı sürdürecekti. Mesela 1 92 1 - 1 926 tarihleri arasında Faslı Müslümanların İspanya ve Frans a'ya karşı giriştiği askeri mücadelede, ulus-ötesi destek toplama konusunda İslam dünyasının birliği fikri önemli bir rol oynadı. Fas 'ın kuzey­ b atısındaki Rif C umhuriyetinin sömürgecilik-karşıtı isyanı p an-İslamist ve p an-Arabist ağları harekete geçirdi.8 Hint Müslümanları isyancılara maddi destek s ağlamaya çalıştı ve 1 92 6 'da Mekke'de yapılan İslam dünyası kongresinde onlar­ la işbirliği içinde hareket etmeyi teklif etti. Benzer ş ekilde, Doğu Türkistan'ın Ç inli ve Uygur Müslümanları 1 93 3 yılın­ da kıs a ömürlü olacak Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti'ni kurduklarında, çeşitli Müslüman ülkelere ve teşkilatlarına elçiler ve mektuplar göndererek İslam dünyasından destek bulmaya çalıştılar.

İki Savaş Arası Dönemdeki İslam Dünyası Tahayyülü Halifeliğin çöküşünün ardından ortaya çıkan en etkili p an-İs­ lamist fikirlerden bir tanesi de İslam dünyasının liderliğinin tekrar Araplara geçmesinin uygun olacağı beklentisiydi. Bu, İslam dünyası vizyonunu etnik milliyetçilikle birleştiren bir yorum oluşturuyordu. Osmanlı hilafetinin küreselleşmesi­ nin 1 870- 1 924 arasındaki altın çağında, pan-İslamist pro­ jelerin kilit isimleri Güney Asya ve İstanbul arasındaki bir eks ende faaliyet gösteriyordu. Hilafetin ilgasının ardından Reşid Rıza gibi entelektüeller p an-İslamist ağların yeni kal­ bi olarak Arabistan Ortadoğu'sunu görmeye başlamıştı.9 Rif Savaşlarına verilen önem üzerinden Paris 'teki sömürge-karşıu entelektüel bağlantılar hakkında, bkz. Michael Goebel, Anti-Imperi­ al Metropolis: lnterwar Paris and the Seeds ofThird World Nationa­ lism, C ambridge: C ambridge University Press, 20 1 5 , s. 263-267. Rashid Khalidi, Lisa Anderson, Muhammad Muslih ve Reeva S. Si­ mon {der. ) , The Origins of Arab Nationalism, New York: C olumbia University Press, 1 9 9 1 . 204

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

Kahire'nin etkin gazetelerinden aJ.-Manar'ın e ditörü ve Lübnan kökenli bir Mısırlı olan Rıza p an-İslamist ağın öne çıkan figürlerinden biriydi. Birinci Dünya S avaşından önce Güney Asya'daki s eyahatleri sırasında, Rıza'yı, ziyaret etti­ ği hemen hemen her ş ehirde aJ.-Manar okurları ağırlamıştı. Rız a , O smanlı yönetiminin Arap teb aasının katılımına açık olmasını talep edip Jön Türklerin merkezileşme s iyasetine karşı çıks a da, Osmanlı halifesinin destekçisiydi . 1 908- 1 9 1 4 arasındaki Jön Türk yönetimini eleştirirken, imp aratorluk­ ta, Osmanlı halifesinin meşruiyetine zeval gelmeden adem-i merkeziyetçi bir sistem kurma çabası içindeydi. Birinci Dün­ ya S avaşına değin, İstanbul'daki Halifenin varlığını sürdüre­ bilmesi için, imp aratorluğun kimi bölgelerinde özerk yöne­ timlerin kurulmasını teşvik etmek de dahil olmak üzere, çok çeşitli yollar bulmaya çalıştı. 1 0 Osmanlı İmparatorluğu s avaşta yenilince, pan-İslamist liderlik için Rıza'nın b aşka yerlere b akması gerekecekti. Önce Haşimi prensi Faysal'ın Arap milliyetçiliği davasını benim­ sedi. Prens Faysal'ın yeni Suriye Arap devletinin Arapların birleşmesini s ağlayacağını ve Osmanlı-sonrası Arap diyar­ larının İngiliz ve Fransız s ömürgesi haline gelmesini önleye­ bileceğini umuyordu. Ancak bu umutlar, Rıza'nın da farkına vardığı üzere, Haşimi hanedanına verilen Arap krallığı sözü­ nün bir yalan olduğu ve Faysal'ın Suriye'deki yönetimine izin verilmeyeceğini ortaya koyan, 1 9 1 6 tarihli, gizli Sykes-Picot Anlaşmasıyla suya düştü. Suriye'de bir Arap devleti kuran Faysal, Sykes-Picot Anlaşması gereği Fransızlar tarafından Şam'dan sürülmüştü. Haşimi liderliğinden bağımsız bir Arap devleti kurulamayacağını gören Reşid Rıza, 1 926'dan sonra, Suudi Kralının liderliğini talep etti . Artık İngilizlerin güdü­ münde olan Irak Kralı Fays al'ın Yemen'in İmam Yahya'sı­ nın ve diğer Arap yöneticilerin Suudilerle işbirliği yapması durumunda Arap Müslümanlarını bir çatı altında buluştu-

10

John Willis, "Debating the C aliphate: Islam and Nation in the Work of Rashid Rida and Abul Kalam Azad," Intemational History Review 3 2 , no. 4, 20 1 0 , s. 7 1 1 -732. 205

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

rabileceğini düşünüyordu. Ancak bu monarklar b i r ittifak kurma konusunda herhangi bir anlaşmaya varamıyordu; bu da Reşid Rıza'nın gelecekte oluşması b eklenen uluslararası p an-İslamist bir dayanışmanın merkezinde yer alacak Arap birliği hayallerini tehlikeye atıyordu. 1 930'ların başındaki Reşid Rıza, b aş arısızlıklardan yılgın düşmüş bir halde , Türk milliyetçilerinin küstahlığının bile, Hıristiyan emperyalizmi altında yaş amanın rezilliğinden ve aş ağılayıcılığından daha iyi olduğundan dem vurur olmuştu. E s kiden sıkı bir O smanlıcı olan Şekib Arslan da b enzer bir ş ekilde Irak, Suudi Arabistan ve Yemen kralları arasın­ daki ittifakı sağlamlaştırarak O smanlı- sonrasının Ortado ­ ğu'sunda b enzer bir Arap federasyonu yaratmak için çaba­ lamaktaydı . 1 1 Ürdün ve Irak'ta hüküm süren Şerif Hüseyin'in sülalesi ve Hicaz'ı yöneten Suud sülalesi arasındaki çekişme nedeniyle bu baş arılması neredeys e imkansız bir şeydi, an­ cak Arslan arabuluculuk yapmaya çalış arak bu fikri gazete­ sinde yazdığı yazılarla canlı tutmaya çalıştı. Aynı zamanda, Fransız mandası kalktıktan sonra geniş p an-İslamist ağları sayesinde kendisini Suriye Kralı yapabileceğini uman Mısır Hıdivi II. Abb as Hilmi'den de maddi destek aldı. İmkansız hayalleri gerçekleş s eydi, Arslan, Arapların hükmünde Ku­ zey Afrika'dan Hint Okyanusuna kadar uzanan bir koalisyon kurulmasına kesin gözüyle bakıyordu; ancak bu muhayyel Arap -Müslüman bölgesine hangi Arap kralının liderlik et­ mesini isteyeceği konusunda kendisi de emin değildi . Irak'ın İngilizler tarafından göreve getirilen kralı Fay­ sal'ın ise b ambaşka fikirleri vardı , o da bir Arap krallığı hayali kuruyordu. Aradaki fark, dönemin emp eryalizmiyle işbirliğini kabullenmesiydi. Faysal, yeni bir Arap devletinin, Britanya'nın emperyal dünya düzeninin ç atısı altında , s ava­ şın küllerinden doğacağını umut ediyordu.

11

William Cleveland, Islam against the West: Shakib A rslan and the Campaign for Islamic Nationalism, Austin: University of Texas Press, 1 985. 206

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

Bu çabaların Arap krallıklarına odaklanmış olması ve Güney Asya Müslümanlarının görüşlerini dikkate almama ­ s ı , iki s avaş arası dönemin p an-İslamizminin İslam birliğini ortaya koyma çabasındaki en temel tutarsızlıklarından bi­ ridir. Yeni bir halife ya da İslam aleminin dünya nez dindeki lideri, daha makul bir ş ekilde, Müslüman nüfusunun daha varlıklı ve sayıca daha fazla olduğu Britanya Hindistan'ın­ dan çıkabilirdi . Bu b akımdan Haydarabad Nizamının gayet uygun bir aday olduğu düşünülebilirdi . Nizam, Fransa ka­ dar geniş bir b ölgeye hükmediyordu ve dünyanın en zengin hükümdarlarından biriydi . Birçok önde gelen Müslüman entelektüele hamilik eden Nizam, aynı zamanda Mekke'den Kudüs'e ve İngiltere 'ye kadar uzanan bir coğrafyada Müslü­ man vakıflarına b ağışta bulunuyordu. Maddi gücü s ayesin­ de prensliğinin başkenti Haydarab ad'da canlı bir üniversite ortamı var etmişti ve pek çok uluslararası derginin yayın­ lanmasına destek oluyordu. En azından yirminci yüzyılın önde gelen pan-İslamistlerinden biri olan Ebüliilii Mevdüdi, Nizama ümit b ağlamış ve 1 930'lu yıllarda onun hizmetin­ de ç alışmıştı. Ancak İngilizlerin Hindistan'a hükmetmesi ve Nizamın kendi eyaleti Haydarab ad üzerinde bile kısıtlı bir hükümranlığa s ahip olabilmesi, onun halifelik iddiası­ nın asla yeterince ciddiye alınmayacağı anlamına geliyordu. 1 93 0 'ların başında oğlunu son Osmanlı halifesinin kızıyla evlendirmiş olsa da, Nizam tam egemen bir hükümdar s a ­ yılmazdı v e potansiyel bir halife olarak p ek d e dikkate değer bulunmamaktaydı. Arap dünyasını merkeze alan siyasi vizyonların yanı sıra, Ortadoğu'nun kuzey hattını oluşturan Türkiye, İran ve Afganistan, B atı-merkezli modernleşme projeleriyle Müslü­ manların kurtuluşunu aramaktaydı. Ç oğunluğu Müslüman­ lardan oluşan egemen devletlerden biri olan İran, Milletler Cemiyeti'nin ( C emiyet-i Akvam) kurucu üyelerinden biriydi. Arnavutluk, Arnavut Müslümanların çoğunun üyesi olduğu ems alsiz ve liberal-meşrepli B ektaşi tarikatının Avrupa me­ deniyetiyle uyumlu olduğu iddiasıyla, C emiyete giren ve ç o ­ ğunluğu Müslümanlardan oluşan ikinci devletti . 1 930'ların 207

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

başında Afgan v e İran hükümdarları Mustafa Kemal'e akıl danışmak ve Türkiye'de yürürlüğe konan radikal milliyetçi reformları gözlemlemek için Ankara'ya geldiler. Pan-İsla­ mistler Türkiye'nin, nüfusu Müslüman ağırlıklı olan diğer toplumlarla b ağlantılarını kesen -Osmanlı-Türk alfabesinin yerine Latin harflerinin kullanımı gibi- kimi Kemalist p o ­ litikalar nedeniyle hayalkırıklığına uğramışsa d a , Türklerin bağımsız ve egemen bir millet oluşu her halükarda birçok Müslüman milliyetçi için bir model teşkil ediyordu. Örneğin 1 92 3 'te , İran'da Kaçar hanedanını tahttan in­ diren General Rıza Şah, Türkiye'deki cumhuriyet gibi bir İran Cumhuriyeti kurma düşüncesindeydi . Ancak hilafetin kaldırılmasının ardından , İran toplumunun b azı kesimle­ ri , ö zellikle de ulema, Türk modelinin sekülerleştirici etki­ si konusunda endişeleniyordu. Laik bir cumhuriyet riskini almaktans a , Rıza Han'ı, İran Ş ahı ve hükümdar olarak taç­ landırmayı tercih etmekteydiler. 1 2 Yine l 9 2 3 'te, Afganistan'ın reformcu kralı Emanullah Han, Türk İstiklal S avaşı ve hila­ fet-yanlısı kamuoyundan aldığı güçle ülkenin ilk anayasa­ sının oluşturulmasına nezaret etmişti. Bu Afgan anayasası ilhamını Hindistan Müslümanlarının mo dernizminin yanı sıra Osmanlı hukuk sistemindeki ıslahatlardan da almıştı; o kadar ki , Osmanlı-Türk ve Hindistanlı entelektüeller belge taslağının hazırlanmasında yardımcı görevler de üstlenmiş ­ ti. B unlara rağmen yine d e , hilafetin kaldırılmasının haberi bu reformun meşruiyetine halel getirdi ve bunun sonucunda Afgan anayasası, sekülarizm ve B atılılaşma korkusuyla bir­ kaç defa revize edilmek zorunda kaldı . Emanullah Han Ata­ türk'le irtibatını devam ettirdi, ancak Afgan halkı Türk mil­ liyetçiliğinin hilafete ihanet ettiği yönündeki algı yüzünden hayalkırıklığı yaş amıştı. 1 930'ların ortasına gelindiğinde, Hindistan'daki Müslüman kamuoyu İslam aleminin geleceği konusunda daha iyimser bir havadaydı. Atatürk, Emanullah Han, Rıza Şah ve Suudi Arabistan Kralı, hepsi birlikte "Bü-

12

Hama Katouzian, State and Society in Iran: The Eclipse of the Qa­ jars and the Emergence of the Pahlavis, New York: I . B . Tauris, 2006. 208

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

yük Müslüman Diktatörler" ve gurur kaynaklan olarak gö ­ rülmekteydi. 13 Öyle k i , Türkiye'de yapılan alfabe değişikliği gibi bazı reformlar eleştirilse bile, dünya üzerindeki Müslü­ manların güçlendirilmesi için Kemalist yöntemlerin doğru olup olmadığını sorgulayan tartışmaların bizzat kendisi, ha­ kikaten bir İslam dünyasının varolduğu fikrini pekiştiqniş oluyordu. 14 Bu amaçla eski Hilafet Hareketi liderleri ve Hint milliyetçileri, 1 930'lu yıllarda Halide E dip Adıvar'ı Türkiye hakkında bir dizi konferans vermesi için Hindistan' a davet etmişti. İki savaş arası dönemin Müslüman toplumlarında gerek milliyetçilik, gerekse modernleşme hamleleri İslam medeni­ yeti tartışmalarıyla, özellikle de bunların Avrupa-merkezli medeniyet ve ırk nosyonlarına meydan okumasıyla b ağlan­ tılı görülüyordu. İşin aslı şu ki , kurtarılması, onurlandırıl ­ ması v e özgürleştirilmesi gereken bir İslam dünyasının var­ lığına yönelik inanç, iki savaş arası dönemde daha da artmış ve güçlenmişti. Bu yüzden de Türkiye, İran, Arnavutluk ve Suudi Arabistan'ın reformcu elitleri arasında bile tarihsel olarak "güvenilmez ve sinsi emperyalist B atı dünyası" fikri , "İslam dünyası" kimliğiyle yan yana varlığını sürdürdü. B atı ve İslam dünyası şeklindeki ikili aynın hikayesi, ulus- dev­ let merkezli tarihyazımlan içine dahil edilip tekrar tekrar üretilerek milli eğitim müfredatı aracılığıyla nesilden nes ­ l e aktarıldı. Zira İslam dünyası fikrinin medeniyet s öylemi, Müslümanların düşkün bir ırk olduğunu iddia eden Darwi ­ nist tezlere ve Müslümanların geri kalmışlığından dem vu­ ran Oryantalist söylemlere karşı etkili bir anti-emperyalist cevaplar içeriyordu.

13

14

Mian Abdul Aziz, The Crescent in the Land of the Rising Sun, Lond­ ra: Blades, East & Blades, 1 94 1 . M. Naeem Qureshi, "Atatürk's Impact on Muslim India, 1 9 1 9- 1 93 8 , " "The Image of Atatürk a n d Turkey in Urdu Literature" ve "Atatürk's Reforms and the Muslim World Bordering South Asia," içinde: Ot­ toman Turkey, A tatürk and Muslim South Asia: Perspectives, Per­ ceptions and Responses, Karaçi: Oxford University Press , 2014, s . 1 43 - 1 60, 1 6 1 - 1 88 ve 2 1 6-235. 209

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

İki s avaş arası dönemde , Avrup a-merkezli ideolojik he­ gemonyaya verilen Müslüman milliyetçi cevaplardan önem­ li biri de Kemalizmdi ve bu cevap İslam medeniyetinin geri kalmışlığının nedeninin Müslümanların din anlayışından kaynaklandığına inanan bir din reformu programı içeri­ yordu. Bu görüşü b enimseyenler için Müslüman toplumları kurtulu ş a erdirecek çözüm, B atılılaşmacı bir projeyi sıkı sı­ kıya uygulamaktı. Türkiye Cumhuriyeti kendini güçlendiren b öyle bir B atılılaşma modeli haline gelmişti. Yapılan radi­ kal seküler reformlara ek olarak Türkiye, Avrup a ve Amerika kamuoyundaki jeopolitik İslam-karşıtlığının kendi meşrui­ yetine verdiği z arardan kurtulmak amacıyla, kendini İslam dünyas ının geri kalanından kültürel manada uzaklaştırmak­ taydı. Türk entelektüelleri, İslam medeniyeti ve bir dünya dini olarak İslam hakkında yazdıkları eserlerde adeta bu B atılılaşma sürecinin haklılığını temellendirmeye çalışmak­ taydı . Türk liderleri , İslam medeniyetinin geçmişte bir altın çağ yaş a s a da şimdi geri kalmış olduğunu ve Türkiye Cum­ huriyeti'nin bu medeniyet mirasını bir kenara bırakarak, şimdilerde daha üstün olan B atı medeniyetine dahil olması gerektiğine inanıyordu. Türkiye'nin B atılılaşması, "B atı dün­ yası" ve "İslam dünyası" tahayyüllerinin gerçekliğine mey­ dan okumuyordu; onun yerine , bu jeopolitik dünyaların var­ lığını kabul ederek, Türk hükümetinin ülkenin hukukunu ve kültürünü yeniden yapılandırarak İslam dünyasını B atı için terk edebileceğini ifade ediyordu. Türkiye'nin modernleşme tecrübesi, B atılılaşma ve milliyetçilik devrimine rağmen, İs­ lam dünyası fikrinin kaybolmadığını göz önüne seriyordu. 15 Birinci Dünya S avaşının ardından Müslümanlar arasın­ da milliyetçi taleplerin artması, ağırlıklı olarak Avrup a'da gittikçe yüks elen aşırı milliyetçiliğin ve ırkçılığın özünde­ ki medeniyet tartışmalarından etkilenmişti . B atı elitlerinin bir kısmı ve genel kamuoyu, kendi medeniyetleri ve dinle15

Kemalist modelin sonraki Müslüman siyasi ve entelektüel tarih ba­ kımından önemine dair, bkz. Salman Sayyid, A Fundamental Fear: Eurocentrism and the Emergence of Islamism, Londra: Zed Books, 2003. 210

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

ri konusunda öylesine şovenist yaklaşımlar s ergiliyordu ki, emperyal düzenin devamından yana olan liderlerini utan­ dırıyorlardı . Buna iyi bir örnek, Tunus 'un Kartaca kentin­ de 1 930'larda yapılan Katolik din adamlarının Efkaristiya Kongresidir. Kongreye kısmen de olsa şehrin Müslüman elitleri ev sahipliği yapıyordu ve onursal başkanlığı da Tu­ nus ' un Fransız mandası altında olduğu dönemdeki Müslü­ man hükümdarı iL Ahmed (hükümdarlığı 1 92 9 - 1 942) üstlen­ mişti. Fransız mandasını idare eden bürokratlar imp arator­ luğun yüzyıllık usulü olduğundan, Müslüman tebaanın dini inançlarını incitmeyen bir entegrasyonla ilgilenmişlerdi. B u nedenle kilise v e devlet arasında ayrım yap an laiklik ilkesi­ ni izlemiş ve Müslüman çoğunluğa karşı Hıristiyan misyo ­ nerlik duygularının kışkırtılmamasına özen gö stermişlerdi . Anc ak bir hafta süren bu etkinlik birçok İslam-karşıtı saldı­ rıya s ahne oldu. Haçlı ordularının kıyafetlerini giyen Katolik gençler Fransa'nın C ezayir'i işgalinin yüzüncü yıldönümünü kutlamak istedi. Arap ça yazılmış Katolik broşürleri Müslü­ manları din değiştirmeye ikna etmeye çalıştı. Pap alık temsil­ cisi Kardinal Alexis Lepicier halka açık olarak verdiği vaa z ­ d a İ slam'ın Kuz ey Afrika tarihini v e medeniyetini karartan etkilerinden b ahsetti . Bu kışkırtıcı İslam-karşıtı konuşma ­ lara Fransız İmp aratorluğunun Kuzey Afrika'daki varlığının Haçlıların bir uzantısı olarak kutlanmasının da eklenmes i , Efkaristiya Kongresinin Müslüman hamilerini küçük düşür­ mekten b aşka bir şey değildi. S onralan otuz yıl boyunca Tu­ nus 'u yönetecek olan Habib B ourguib a gibi genç entelektü­ eller için bu bir milli uyanış anı olacaktı . . . 1 6 İki savaş arası dönemde, kimi zaman, İslam dünyasına dair fikir dünyasındaki b azı temalar Tıın us'ta s ergilenen tarzda bir şovenizme cevab en ortaya çıkmıştı. B unlardan bir tanesi mağduriyet, acziyet, ayrımcılık ve Avrup a imparator­ luklarının güvenilmezliğinden oluş an bir söylemdi . Sömür16

Habib B ourguiba'nın hatıratında yer alan bu kesit hakkında bir tar­ tışma için, bkz . Julia Clancy Smith, Mediterraneans: North Africa and Europe in an Age of Migration, c. 1 800-1 900, B erkeley: Univer­ sity of C alifornia Press, 20 1 0 . 21 1

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

geleştirilmiş b a z ı Müslümanlar ayrımcılık sızısını iki s avaş arası dönemin çok öncesinde hiss etmeye başlamıştı, fakat mağduriyet s öylemi önceleri o kadar da vurgulanan bir tez değildi. Örneğin İngilizlerin hakimiyeti altındaki Hindis ­ tan'ın büyük bir kesimi kendilerini imp aratorluğun mağdu­ ru olarak görmüyordu; p ekala Müslümanlar kendileri için de bu emperyal çatının altında bir gelecek olabileceği düşün­ cesindeydi. Ancak 1 9 1 4- 1 924 arasındaki travmatik olayların nihayetinde B atılı emperyal güçlerin elinde mağdur olundu­ ğu söylemi Müslümanlar arasında yaygınla ş arak daha çok karşılık bulmaya b aşladı. Bu arada Sovyet reformları da, Türkiye'deki reformlar gibi, iki s avaş arası İslami düşüncede bir başka s ekülarizm ve modernizm akımının doğmasını sağlayıp, daha önce em­ p e ryal çağdaki p an-İslamist düşüncede var olmayan bir ide­ olojik aynın doğurdu. İslam ve komünizmin bağdaşmazlığı hakkındaki sloganlara rağmen, Müslümanların dikkate de­ ğer bir kısmı Bolş evik dünya görüşünün ve S ovyet reformla­ rının İslam dünyasının çıkarlarına hizmet ettiğine inanmak­ taydı . Açıkça görüldüğü üzere, Bolşevizm konusunda tek bir İslami görüş yoktu ve S ovyet yönetimi altındaki Müslüman­ ların deneyimlerine karşı tavırlar, Müslümanların başka si­ yasi meselelere yaklaşımı kadar çeşitlilik gösteriyordu. Ör­ neğin S ovyetler Birliği'nde Müslüman kadınların toplumsal hayatta kabul görmüş olmasına, kadının peçesinin yas aklan­ m asına ve kızların eğitimi konusundaki gelişmelere özellikle dikkat çeken Müslüman komünistler vardı. Avrup a imp aratorlukları, meşruiyetlerinin uğradığı eroz­ yondan doğan krize çelişkili tepkiler veriyordu ve bunlar bir anlamda "İslam dünyası" fikrinin pekişmesini s ağlıyordu. 1 930'larda Britanyalılar, Milletler C emiyeti'ne nüfusunun çoğu Müslüman olan ülkelerden olabildiğince çok üyenin katılımını s ağlamaya ç alıştı. Bu hamle Almanya, Sovyetler Birliği ve Japon İmp aratorluğunun zıt yöndeki yaklaşımları­ na karşılık, Britanya'nın imp aratorluk enternasyonalizmini temsil ediyordu. Bununla amaçlanan ş ey, kendini imp ara­ torluğun dostu olarak gören ulus -ötesi Müslüman dayanış212

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

masını tekrardan canlandırmaktı . Bu s aiklerle, 1 93 7 - 1 9 3 8 döneminde Milletler C emiyeti'nin Genel Kuruluna Hindis ­ tanlı Müslüman III. Ağa Han b a şkanlık etti . 1 7 Britanya İm­ p aratorluğuna koşulsuz ş artsız s adık olmakla birlikte, aynı z amanda İsmaili mezhebinin imamı olan ve daha önceleri Hint Müslümanları adına Hilafet Hareketine destek verdiği bilinen Ağa Han, bunların imp aratorluğa duyduğu s adakate ve Milletler C emiyeti'nin başkanlığını üstlenmesinin küresel Müslüman kimliğine ve davalarına s ahip çıkmaya tezat teş­ kil ettiğini düşünmüyordu. 1 93 2 yılında üye olan Türkiye ve Irak'ın ardından, 1 934'te Afganistan ve 1 937'de de Mısır Mil­ letler C emiyeti'ne üye olarak kabul edildi. Irak Kralı Faysal ve Mısır Hıdivi Faruk, kendi ülkelerinin de bir gün Türkiye gibi tam b ağımsızlığa kavuş acağı bir gelecek hayal e diyordu ve gerek Milletler C emiyeti, gerekse Britanya İmparatorluğu bunun gerçekleştirilmesini s ağlayabilecek mekanizmalar­ mış gibi görünüyordu. Halifeliğin kaldırılmasının ardından Avrup alılar ve Ame­ rikalılar, çoğunluğu Müslümanlardan oluşan toplumların içinde ve dışında ırks allaştırılmış ve jeopolitikleştirilmiş bir İslam dünyasının varlığına inanmaya devam ettiler. Örneğin Basil Matthews, Young Islam on Trek: A Study in the Clash of

Civüizations (Uzun ve Zor Yolculuğuna Çıkan Genç İslam: Mede­ niyetler Ç atışması Üzerine Bir Çalışma) adlı kitabında İslam-Batı karşıtlığı çerçevesini kullanmakta ısrar ediyordu. 18 Matthews , Londra Misyonerler Topluluğu adına Müslüman toplumların yaş a dığı ülkelere seyahat etmiş ve 1 924'ten s onra da Dünya Genç Hıristiyan Erkekler Birlikleri Teşkilatının Cenevre'� eki genel merkezinde çalışmıştı. Matthews, kitabında din ve me­ deniyet arasında bir denge kuruyordu. Yeni karbon enerjisi sayesinde istimbotlar ve trenler, telgraf hatları ve telefon17

18

Britanya İmparatorluğunun Milletler Cemiyeti'nde altı ayn üyeliği bulunuyordu; bunlar Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya, Yeni Ze­ landa, Güney Afrika ve Hindistan'dı. B asil Matthews, Young Islam on Trek: A Study in the Clash of Civi­ lizations, New York: Friendship Press, 1 926; Lothrop Stoddard, The New World of Islam, New York: Charles Scribner's Sons, 1 92 1 . 213

İ S LA M O Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

lar, kablosuz radyoyla dolu, B atı sinemasına v e romanları­ na hayran Müslüman toplumlarındaki hızlı modernleşmeye dikkat çeken Matthews şunu soruyordu: "Müslüman toprak­ larındaki din temelli ortak medeniyet bölünüp dağılırs a, İs­ lam inancına ne olacak?" 1 9 Matthews din v e jeopolitik ikilisini de b i r noktada bağ­ daştırıyordu: Müslümanlar Birinci Dünya Savaşında her iki tarafta da çarpıştıkları için, "Savaş İslam ıllemini böl­ müştür," diyordu. 20 Yazar p an-İslamizmin karakterini, her Müslümanın taşıması gereken kimliği olarak görüyordu. Bu nedenle de milliyetçiliğin İslam dini ve İslami gelenek üze­ rinde olumsuz etkileri olduğunu düşünüyordu. Her ne kadar p an-İslamizm ve milliyetçilik, onları b enims eyen Müslü­ manlara birbirine zıt şeyler gibi gelmiyorsa da, Müslüman toplumların Avrupalı ve Amerikalı gözlemcilerine göre , mil­ liyetçilik İslamiyetin asli birliğini s arsmaktaydı . Matthews, Cumhuriyet Türkiye'sinde olduğu gibi, B atıdan esinlenmiş sekülerleştirici reformlar hakkında da aynı his leri taşıyor­ du. "Aslında liberalleştirilmiş İslamiyet özünde gayri-Hıris­ tiyan bir Üniteryanizmdir," diye yazıyordu; "bu, onu hakiki İslam olmaktan çıkarır."21 B enzer kanılara, iki s avaş arası dönemde kaleme alın­ mış ve İslam medeniyetini, tarihini ve inanç geleneğini İs­ lam dünyası fikri içine p aketleyip koyan Avrup alı ve Ame­ rikalı yayınlarda sıkça rastlanmaktadır. Bu yayınlar Türk sekülarizmini, tıpkı S ovyetler Birliği'nin kendi bünyesindeki Müslümanlar üzerinde uygula dığı katı reformlar gibi , İslam dünyasının modernleşmesi ve dönüşümü olarak görüyorlar­ dı. S amuel Zwemer'in Across the World of Jsl,am ( 1 925) ve Ha­ milton Gibb'in Wither Js/,am ? A Survey of Modern Movements

in the Moslem World ( 1 93 2 ) bu kaotik siyasi gelişmelerin or­ tasında Müslümanlar arasındaki ortak yanları öne çıkarma­ yı hedefliyordu. Charles Adams'ın Jsl,am and Modernism in

19

Matthews, Young Islam on Trek, s. 1 7 .

20

A.g.e. s. 2 2 . A.g.e. s . 1 96.

21

214

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TA H AY Y Ü L Ü

Egypt: A Study of the Modern Reform Movement Inaugurated by Muhammad Abduh ( 1 933) Müslümanların reformculuğunu Hıristiyanlıktaki Protestan Reformuna b enzeterek Muham­ med Ab duh ve Reşid Rıza'yı övüyordu. Thomas Arnold'ın Le­

gacy ofislam ( 1 937) ve Gibb'in Modern Trends in Islam ( 1 945) adlı es eri ise İslam inancı, İslam medeniyeti ve iki savaş ara­ sındaki Müslümanların jeopolitik yönelimlerini -tüm farklı tecrübelere rağmen- genel hatlarıyla bir bütünün p arçası olarak ele alıyordu . Müslüman yaz arların yayınları da bu kanona katkıda bulunuyordu. Örneğin Ab dullah Yusuf Ali'nin The Message

ofislam ( 1 940) , Muhammed İkb al'in İslam 'd a Dini Düşünce­ nin Yeniden İnşası ( 1 9 34) , Muhammed E sed'in Yolların Ay­ rılış Noktasında İslam ( 1 934) , Ebülalii Mevdüdi'nin İslam 'ı Anlamaya Doğru ( 1 940) ve Ş audri Rahmet Ali'nin The Mil/,at of Islam and the Menace of Indianism ( 1 94 1 ) gibi eserleri; ve bunlara ilaveten teosofist Annie Besant'ın Beauties of Islam ( 1 932) adlı çalışması gibi kitaplar Müslümanların birbirin­ den hayli farklı yaşam tarzlarına ve hayli farklı siyasi gün­ demlere s ahip olmalarına rağmen, İslami siyasi görüşlerin , estetiğin v e değerlerin birliğini ifade etmeye çalışıyordu .

Monarşiden "İslami Devlet" e Her ne kadar halifeliğin kaldırılmasının ardından Müslü­ man entelektüeller ırks allaştırılmış Müslüman kimliğiyle uyumlu yeni bir siyasi görüş ortaya koymaya çalışmı ş s a d a , bu görüşün Soğuk Savaşın son yıllarının ulus- devlet emelli siyasi İslamcılığına b enzer bir ş ey olduğunu düşünmememiz gerekir. Bu ikisi arasındaki tarihsel süreçte çok fazla deği­ şiklik ve tecrüb e söz konusuydu. İki s avaş arası dönemdeki Müslümanların siyasi görüşü eklektikti ve milliyetçilikler çağına yavaş yavaş ve hiç de doğrusal olmayan bir ş ekilde, başlangıçta Müslüman krallık ve hanedan ilkelerini de b e ­ nims eyerek, imp aratorluklar çağının var ettiği düzenin ol­ gularından vazgeçmeyerek adapte olmuştu. İki savaş ara s ı dönemde, "İslami devlet" konusunda b elirleyici teorisyen 215

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

olarak görülen dört Müslüman siyasi düşünürün -Muham­ med E s ed, Hasan el-Benna , Ebüliilii Mevdiidi ve Şekib Ars ­ lan'ın- çalışmaları , İslam dünyası kimliği siyasetinin yeni dünya konjonktüründe nasıl farklı yorumlanabildiğini ve ne denli değişik topraklara kök salabildiğini göstermekteydi . Muhammed Esed, birkaç yıl boyunca Arap şehirlerinde yaşadıktan sonra, 1 926'da din değiştirerek Müslüman olan, Yahudi kökenli, Avusturyalı bir gazeteciydi. İslam' a geçtik­ ten s onra Esed, Hicaz'dan Necid'e gitti ve kısa bir süre sonra da Suudi kralının en güvendiği danışmanlardan biri haline geldi. Esed, kurulmakta olan Suudi Devleti hakkında Avrupa dergilerine olumlu yazılar yazdı . Suudi kralının hem İslami geleneklerden hem de modern görüşlerden ilham alan, ay­ dınlanmış bir lider olduğuna inandığını belirtiyordu. Ancak Esed, reformların yavaşlığı ve Suudi Krallığındaki gelenek­ çilik nedeniyle hayalkırıklığına uğradı ve 1 93 2 'de Necid'den ayrılarak İngilizler tarafından yönetilen Hindistan' a gitti. Orada farklı eğitim kurumlarında öğretmenlik yaptı ve Hay­ darabad Nizamı tarafından finanse edilen uluslararası bir dergi olan Islamic Cult ure 'a (İslami Kültür) katkıda bulundu. Esed, Hindistan'da şair ve alim Muhammed İkb al gibi etkili entelektüellerle fikir alışverişinde bulunup dostluklar kurdu. 1 934'te Esed ilk önemli çalışması olan ve Batı emperyalizmi ile Oryantalizmi Haçlıların düşmanlığının devamı olarak ka­ tegorize edip reddeden sömürgecilik-karşıtı Yol Aynmında İslam adlı kitabı kaleme aldı.22 Kitap, Müslümanları, Batıyı taklit etmekten vazgeçerek kendi miraslarını koruyup, bunun üzerine yeni bir medeniyet ve devlet inşa etmeye çağırıyordu. Esed, din ve medeniyet dirilişinin Müslümanların bağımsızlık ve temsil yetkisinin önkoşulu olduğuna kanaat getirmişti.23 İkinci Dünya Savaşının ardından, Esed, Müslüman inan­ cının gerçek ruhunu diriltecek reform için vasıta olabilece­ ğini düşündüğü Pakistan'ın kuruluş hareketinde yer aldı. 22

23

Muhammad Asad, Islam at the Crossroads, Lahor: Wassanpura, Ara­ fat Publications, 1 934. Safvet Halilovic, Islam and the West in the Thought of Muhammad Asad (Leopold Weiss), Saraybosna: Dobra Knjiga, 20 1 3 . 216

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TA H AYY Ü L Ü

1 949 yılında Pakistan Dışişleri B akanlığına girdi ve 1 952'de Birleşmiş Milletler'de diplomatik temsilci olarak görev aldı. Sonrasında bu görevden istifa etti ve ömrünün geri kalanını modern İslam düşüncesi hakkında araştırmalar yapıp yazılar yazmaya adadı. Kaleme aldığı Kuran Mesajı, onun tefsirini de içeren bir Kuran tercümesiydi ve kısmen de olsa Suudi Prensi Faysal tarafından finans e edilmişti. Bu çalışması ve otobiyog­ rafisi olan Mekke 'ye Giden Yol çok başarılı oldu ve E sed çok bilinen bir ulus -ötesi Müslüman entelektüel haline geldi. 24 Bu biyografide en önemli nokta E sed'in siyasi b ağlılık­ larının değişmesiydi . Bir z amanlar Arap monarkıyla İsla­ mi inanç geleneği arasında uyum bulunduğuna kanaat ge­ tirmişken, s onralan, Pakistan örneğinde görüldüğü üzere , cumhuriyetçi İslami devlet gibi daha sistematik bir olguyu benims emişti. 1 9 57'de Esed, İslam 'da Yönetim Biçimi adlı eserinde bu kez de İslam'la modem ulus-devlet arasında bir uyum olduğunu savundu. 25 Bu çalışma E s ed' in hayatı b oyunca İslam ve krallıklardan ulus - devletlere kadar çeşitli s iyasi yapılar arasındaki ilişkiler konusunda ne türden çelişkiler yaşadı­ ğını gösterir nitelikteydi. Yani bu dindar ve alim Müslüman için dini metinlerin ve geleneğin tek bir siyasi tavır ve s istem talebinde bulunmadığı anlamına gelmekteydi . Ş artlara göre , insanın dinine sıkı sıkıya b ağlı kaldığı sürece farklı birçok siyasi projeyi desteklemesi mümkündü. Muhammed E s ed, İslam ve değişik devlet formasyonları arasındaki ilişkiyi araştırırken, 1 92 8 'de Müslüman Kardeşler C emiyetini kuran Mısırlı Hasan el-Benna, kıs men O smanlı halifesinin makamından edilmesine tepkiyle, Mısır'ın ve İs­ lam dünyasının geri kalanının b ağımsızlığına kavuşmasının

24

25

Muhammad Asad, The Road to Mecca: An Autobiography, New York: Simon and Schuster, 1 954; Muhammad Asad, The Message of the Qur'an, Mekke: Muslim World League, 1 964. Muhammad Asad, Principles of State and Govemment in Islam, Berkeley: University of C alifornia Press , 1 96 1 . Orijinal olarak Arap­ çada yayınlanmıştır: Minhaj al-Islam fi al-Hukm, Beyrut: D arul ilm vel Malayin, 1 957; bu kitap hemen hemen önde gelen her dile çevril­ miştir. 217

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

ilk a ş aması olarak Mısır monarşisini destekleme çağrısında bulunmuştu. Ancak Genç Müslüman Erkekler Birliği olarak kuruluşundan el-Benna'nın 1 948'de suikasta uğramasına kadar Müslüman Kardeş ler, İslamcı bir devlet projesi olmak­ tan önce pan-İslamist birliğe inanan sömürgecilik-karşıtı milliyetçi bir örgüttü. En büyük b a ş arıs ı 1 93 6 'daki Filistin İsyanına ins ani yardımda bulunmasıydı . El-Benna'nın asıl meselesi Mısırlı Müslümanlara itib arlarını yeniden kazan­ dırmaktı . Takipçilerinin en önemli gündemlerinden birisi, Hıristiyanların misyonerlik faaliyetlerine karşılık vererek, Müslümanların ve İslam'ın izzetini s avunmaktı. 26 Siyasi liderlik ve yönetimle ilgili meselelere gelindiğinde, el-Benna ve Müslüman Kardeşlerin ilk vizyonu daha çok ıs­ lah edilmiş ve dini değerlere sadık, adil bir Müslüman emir bulmak gibi görünmekteydi. Örgüt üyeleri Mısır'ın karmaşık p arlamenter siyasetiyle uğraşmaktansa Hidiv ailesinin sa­ hip olduğu monarşiyi etkilemeyi amaç ediyordu. Müslüman Kardeşlerdeki pek çok kişi Mısır'ın siyasi partilerini ve mec­ lisin faaliyetlerini, bilge ve mütedeyyin Müslüman sultanlar tarafından uygulanacak idealize e dilmiş bir siyaset üzerin­ de yozlaştırıcı bir etken olarak görmekteydi . 27 El-B enna'nın kendisi de pragmatist s ayılırdı. O da daha mütedeyyin Müs­ lümanlar tarafından yönetilen bir Mısır görmek istiyordu, ancak mevcut Müslüman hükümdarları iktidarından ederek İngiliz emperyalizminin elini güçlendirmek de istemiyordu. Bu nedenle, Kavalalı Mehmed Ali Paş anın s oyundan gelen hanedanın meşruiyeti s orgulanmaya b a şlamış olsa da, mev­ cut hıdivin b ağımsızlık sonrasında da ülkenin siyasi lideri olmaya devam etmesini b ekliyordu .28

26

27

28

Beth B aron, The Orphan Scandal: Christian Missionaries and the Rise of the Muslim Brotherhood, Stanford, CA: Stanford University Press, 20 1 4. Hasan al-B anna, Five Tracts o/Hasan al-Banna (1 906-1 949) : A Selec­ tion from teh Majmu 'at Rasail al-imam al-Shahid Hasan al-Banna, Arapçadan Charles Wendell tarafından çevrilip notlandırılmıştır, Berkeley: University of C alifornia Press, 1 978. Gudrun Kramer, Hasan al-Banna, Oxford: Oneworld, 2 0 1 0 . 218

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TA H AYY Ü L Ü

Halifeliğin kaldırılmasının

ardından

Güney Asya'da­

ki Müslümanların siyasi vizyonlarının müphemliğini ve çok-sesliliğini , Pakistan'ın İslami diriliş p artisi C emaat-i İs­ lami'nin kurucusu olan Ebülala Mevdı1di'den daha iyi temsil edecek kimse yoktu. Mevdı1di, 1 903 yılında, kökleri hem Mo ­ ğol İmp aratorluğunun b aşkenti Delhi hem de İngiliz hakimi­ yeti altında yan-egemen bir Müslüman devlet olan Hayda ­ rab ad' a uzanan muteber bir Hint Müslümanı ailede dünyaya gelmişti. Mevdı1di gençlik yıllarında fes giyen bir moder­ nistti. On bir yaşındayken dil öğrenme çabasının bir p arçası olarak Kasım Amin' in al Mir'ah aljadUlah (Ç ağdaş Kadın) adlı kitabını Arapç adan Urducaya tercüme etmişti. Birinci Dünya Savaşının ardından Gandhi'yi öven bir biyografi yayınlamış ­ tı . 1 92 l 'de Osmanlı halifeliğini ve Hindistan'daki Hilafet Ha­ reketini destekleyen Ulema-i Hind C emiyetinin dergisi olan Muslim'de çalışmaya başlamıştı. 29 Mevdı1di aynı zamanda Avrupa'dan gelen eleştirilere kar­ şı Türkiye'yi s avunan bir dergi olan al-Jamiat'te makaleler yazıp yayınlamıştı. Mevdı1di ayrıca, her ikisi de l 922'de bası­ lan iki kitapçık; The State of Christians in Turkey (Türkiye'deki Hıristiyanların Durumu) ve fyrannies of the Greek:s in Smyrna (İzmir'deki Rumların Tiranlığı) kaleme alarak, Arnold Toy­ nbee ve benzerlerinin Yunan-yanlısı ve Türk-karşıtı İngili z prop agandasına cevap vermişti. Mevdı1di aynı zamanda , Mustafa Kamil tarafından yazılmış al-Masala al Sharqiyah (Doğu Meselesi) adında, Avrupa'nın Osmanlı-karşıtı diplo­ masisini, Müslümanların ırks allaştırılmasını ve İslam-kar­ şıtlığını ele alan Arapça bir kitabı tercüme etmişti. Bu dönemdeki Mevdı1di, Hilafet Hareketine kendini kap ­ tırmış bir pan-İslamistti. Bir modernist olarak, İstanbul'da halife unvanını elinde bulunduracak güçlü bir Müslüman hanedanının s ömürge yönetimindeki Müslümanların çıkar­ larının temsil edilmesinin en iyi yolu olduğunu düşünüyor­ du. Ancak hilafet kaldırıldığında, Mevdı1di siyasi öncelikle -

29

S. V. R. Nasr, Mawdudi and the Making of Islamic Revivalism, New York: Oxford University Press, 1 996. 219

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

rini tekrar gözden geçirdi . Hilafetin kaldırılması konusunda hem milliyetçiliği hem de B atılılaşmayı suçlu buluyordu. Daha önceleri Hilafet Hareketi, modernleşme veya milliyet­ çiliği kendine alternatif akımlar olarak görmemişti, ancak 1 924'ten s onra bu iki konu herkesin gündemindeydi. Mev­ düdi, Hinduların başını çektiği milliyetçi bir hareketin he­ deflerine ulaşması durumunda Hindistan Müslümanlarının geleceğinden de endişe duymaya b a şlamıştı, özellikle de Gandhi, Müslümanlara, "Sizinle ya da sizsiz yahut size rağ­ men b ağımsızlığımızı elde edeceğiz" şeklinde bir beyanatta bulunduğunda . . . Mevdüdi, demokrasinin Müslümanlara ya­ rarlı olacağını düşünmüyordu ve Hilafet Hareketine liderlik ettikten s onra 1 930'lu yıllarda Gandhi ile beraber Hindis­ tan milliyetçiliğine yönelen Ebul Kelam Azad gibi isimlerin Güney Asya'da Hindularla Müslümanların birlikte ortak bir ulu s - devlet kurmasını öngören kozmopolit siyasi vizyonuna da katılmıyordu. Yıllar geçtikçe, Mevdüdi de Müslüman siyasi hassasiyet­ lerden hayli eklektik bir s entez geliştirdi . Modernist Aligarh ve gelenekçi Deob and ekollerinin yanı sıra, Mısır'daki moder­ nist Müslümanlarla da fikri b ağlarını kop armadı. Mevdüdi, Arapların Osmanlılara isyanını teşvik ettiğini düşündüğü ve Ankara hükümetinin Güney Asya Müslümanlarıyla b ağlarını kop armasına s ebep olmakla suçladığı milliyetçilik hususun­ da tam bir hayalkırıklığına uğramıştı. O smanlı hanedanının sonunun gelmesi üzerine umutlarını b a şka bir Müslüman monarka b ağlamıştı. Aslında iki savaş arası dönemde on yıl­ dan uzun bir süreyi bir Müslüman niz amın Hindistan'ın en önemli ve güçlü Müslüman monarşisine hükmettiği Hayda­ rabad'da geçirmişti. Mevdüdi, Haydarab ad Nizamının kendi ülkesini güçlendirme siyasetini destekliyordu ve Nizamın eğitim-öğretim ve kültürel alanlardaki projelerine çeşitli sı­ fatlarla, örneğin ders kitabı yazarı olarak, hizmet ediyordu. 1 938 yılında Mevdüdi fes giymeyi bıraktı ve sakal uzat­ maya başladı, s anki bu kıyafet değişikliği onun siyasi görüş­ lerinin de değişimini sembolize etmekteydi. Haydarab ad'ın Müslüman Nizamının Hindistan Müslümanlarının hak ve 220

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TA H AYY Ü L Ü

haysiyetlerine s ahip çıkabileceğine olan inancını kaybettik­ ten sonra Pencap ' a gitti ve burada dinin esaslarına dayalı İslami bir devleti savunan bir siyasi parti kurdu. Öyle gö­ rünüyordu ki, İkinci Dünya Savaşının arifesinde, Mevdı1di. Müslümanların çıkarlarının krallar tarafından değil, din alimleri tarafından yönlendirilecek kitlesel bir hareket eliyle korunabileceğine inanmaya başlamıştı. Şekib Arslan da p an-İslamist görüşlerden e sinlenen ve yine muğlak sayılabilecek bir iki s avaş arası dönem siyase­ tini b enims emiş görünüyordu, ancak Mevdüdi'ye göre çok daha B atılılaşma yanlısıydı . Kitabı Müslümanların Gerileme Sebepleri, 1 930'ların başında Reşid Rıza'nın isteğiyle, Müslü­ man toplumların ortaya çıkan zayıflığına ve acziyetine kar­ şılık Avrup alıların ve Japonların gücünü anlamaya ç alışan, "onların muhteşem imp aratorluklarının ve egemenliklerinin, güçlerinin ve varlıklarının ardındaki gerçekler"i arayan En­ donezyalı Ş eyh Muhammed Besyuni Umran'a cevab en yaz­ mıştı . "30 Arslan'ın uzun ve dikkatli cevabı, Rıza'nın dergisin­ de tefrika edilmesinin ardından, yayınlandığında çok s atan bir kitap olmuştu. Müslümanların niye geri kaldığını açıkla­ mak için birçok s ebep ortaya koyan Şekib Arslan, Singapur, Türkiye, Çin, Bosna ve Kuzey Afrika Müslümanlarının farklı tarihsel tecrübelerini birbirine b ağlayarak kitabını İ slam dünyas ının çöküşünü dile getiren iddialı bir b a ş lık altında toplamıştı. Arslan, büyük bir Müslüman krallığı ya da İslam devleti yaratma hayalinden vazgeçmeyerek bu amaç doğrultus unda Arabistan Kralı İbn Suud ve Irak Kralı Fays al'ı bir araya getir­ meye çalıştı . Olası b ağımsız Suriye krallığının lider adayı ola­ rak gördüğü, Mısır'daki makamından alınan Hıdiv Hilmi'yle de irtibatını kesmedi. Arslan bazen de Yemenli Mütevekkil hanedanının yönetimini, Avrupa'nın s ömürgecilik müdaha30

Shakib Arslan, Our Decline: Its Causes and Remedies, new e dition (Kuala Lumpur: Islamic Book Trust, 2004) . Bu metin, Arapçasının çe­ virisi üzerine kuruludur. Shakib Arslan, Li Madha ta 'akhhar al-Mus­ limun wa li madha taqaddam ghayruhum ?, Kahire: Isa al-Babi al-Halabi, 1 939. 221

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

lesinden uzak yeni hilafet için güvenli v e bağımsız b i r sığı­ nak olarak görmekteydi. Milletler C emiyeti'nin merkezi olan C enevre'de yaş ayan Arslan, bir yandan da sömürgeleştirilmiş Müslümanların çıkarlarını temsil etme görevini onlar adına Milletler C emiyeti Manda Komisyonuna dilekçeler yazarak üstlenmişti. Aynı z amanda birçok uluslararası kongreye ka­ tılarak, b aşta Almanya ve İtalya olmak üzere, Avrup a'nın Re­ vizyonist Büyük Güçlerinin liderleriyle tanıştı ve C enevre'den yayın yap an dergisi Le nation arabe (Arap Milleti) s ayesinde küresel p an-İslamist ağlarla da b ağlantısını p ekiştirdi. Baş ­ lığında Arap birliğine atıfta bulunmasına rağmen, bu der­ gi daha çok p an-İslamist içerikliydi ve örneğin Avrup a'daki B oşnaklar gibi , Arap-olmayan Müslüman azınlıkların sorun­ ları ve talepleri hakkında da yazılar yayınlıyordu.31 İki s avaş arası dönemin p an-İslamizmi ile Soğuk Savaşın p an-İslamizmi aras ında yapılacak bir karşılaştırma, bu iki dönem arasındaki derin farklılıkları ortaya koyacaktır. İki s avaş arasındaki koşulların p an-İslamizmi, mezhebi, meş­ rebi ve ideolojisi ne olurs a olsun, tüm Müslümanları daya­ nışma ve güçlenme ihtiyacı duyan, bütünleşik ve ezilmiş bir dünya olarak tahayyül e derken, Soğuk S avaşın son dönemle­ rindeki İslamcılık Sünniler ve Şiiler, iyi Müslümanlar ve kötü Müslümanlar diye İslam dünyasını mezhep ve ideoloji açı­ sından bölmekteydi. Oysa Arslan, ondan sonra gelen Müs ­ lümanlar için çok önemli bir mesele olan İslam teolojisinin reforme edilmesiyle ilgilenmiyordu. Zaten aile kökeni olarak azınlık mezhebi olan Dürziliğe mensuptu ve bu durum onu s even hiçbir Sünninin umurunda değildi. İki s avaş arası dö­ nemdeki Müslüman birliği ve dayanışması fikri, 1 970'lerin s onrasında ortaya çıkacak İslamcılık ideolojisine kıyasla çok daha evrenselci bir dayanışmaydı; öyle ki, Şiiler ve diğer Müslüman azınlıklar, p an-İslamizm çatısı altında rahatlıkla Sünnilere katılabiliyordu.

''

William L. Cleveland, Islam against the West: Shakib Arslan and the Campaign for Islamic Nationalism, Austin: University of Texas P res s , 1 985. 222

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

Mazlum Müslüman Enternasyonalizmi 1 924'ten İkinci Dünya Savaşının patlak verdiği tarihe dek Müslümanlar dünyaya hükmeden imp aratorluk yapılarının içinde haklarını talep etmeye ve temsil yetkisi istemeye de­ vam etti . Ö zellikle de Mısır, Filistin ve Hindistan'daki Müs ­ lümanları yöneten İngiliz emperyal yönetiminin haksızlıkla rı böyle taleplerin yüks elmesinin şartlarını oluşturuyor ve Ortadoğu'dan Güney Asya'ya uzanan dayanışma ağlarının güçlenmesine sebep oluyordu. Milliyetçilikler çağında da bir tahayyül ya da fikir olarak İslam dünyası yine çok önem­ liydi, çünkü birçok emperyal güç ve mazlum Müslümanların sözcüleri, gerek sömürgelerden b ağımsızlaşma, gereks e em­ peryal rekabet süreçlerinde İslam dünyası kimliğine yaslan­ maya devam edecekti . Bu b ağlamda, birbiriyle iç içe geçmi ş bir dizi mesele, Filistin'in ve Hindistan'ın geleceği hakkında­ ki soruları ve siyasi mücadeleleri İslam dünyası kimliğinin temel meseleleri haline geldi. İki savaş arası dönemde Britanya İmparatorluğu yöne ­ timi altındaki p an-İslamist siyas etin kilit isimlerinden biri olan Hacı Emin el-Hüseyni, müftü olarak Müslüman aktiviz ­ minin odağına Kudüs'ü yerleştirmeye katkıda bulunacaktı . Hüseyni daha ziyade, anavatanını bağımsızlığına kavuştur­ mak için İngilizlere karşı Almanlarla işbirliği yap an Filistin­ li lider olarak hatırlanmaktadır. Ancak İkinci Dünya Sava­ şından önce, kendisini Filistinli milliyetçi, pan-İslamist ve aynı z amanda İngiliz mandasının s adık bir teb aası olarak konumlandırmıştı. 1 89 7 yılında Kudüs 'te Filistinli muteber bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hüs eyni, Birinci Dünya Savaş ı sırasında Osmanlı ordusunda askerlik yapmı ş ­ tı. 1 9 1 8 yılına gelindiğinde, yani O smanlı İmparatorluğunun Arabistan'daki varlığının s ona ereceği açıkça b elli o lmaya başladığındays a, umudunu Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ın liderliğinde ve B ritanya'nın teşvik ettiğini düşündüğü bir­ leşik Arap krallığına b ağlamıştı. Ancak Hüseyni, Syke s - Picot Anlaşması ve B alfour Deklarasyonunun Araplar aleyhindeki çifte ihanetiyle sükut-u hayale uğramıştı. 1 9 1 8'de, Filistinli223

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

lerin İngiliz idaresine karşı düzenlediği protestol ara liderlik etmesi, hakkında tutuklama kararı çıkarılmasına neden ol­ muştu . Yine de genç Hüseyni'nin manda otoritesiyle b arış ­ m a s ı ç o k uzun sürmemişti, İngiliz işgali altındaki Filistin'in Siyonist Yahudi yüksek komiseri Herbert S amuel onu 1 92 1 'de müftü olarak atamıştı . 32 Müftülük görevinin ilk on yılında, Hüs eyni, Filistin'deki manda hukukunu ve İngiliz emperyal adalet sistemini Filis­ tinlilerin Siyonizme itirazlarını, siyasi b ağımsızlık ve kabul görme arayışlarını dile getirmek için kullanmaya çalıştı. Ör­ neğin 1 93 0 yılının Mart-Nisan aylarında, Filistin İcra Heye­ tinin Londra'ya yaptığı ziyarette Filistinli Arapların siyasi durumlarını görüşmek için resmi heyete katıldı. 33 Resmi im­ paratorluk kanalları ve kurumları vasıtasıyla mücadele ve­ rirken, Hüseyni , İngiliz İmp aratorluğu bünyesindeki ve hatta dışındaki Müslümanları da seferb er etmeye çalıştı. Özellik­ le de Hindistan'da toplanan b ağışları Müslümanların Ku­ düs 'teki kutsal mekanlarını restore etmek için kullandı ve bu yolla saygınlığını müthiş derecede artırdı. Bu süreçte Kudüs, havayolu ve istimbotlarla ulaşılabilecek bir ümmet merkezi haline gelmeye başlamıştı. Hüs eyni'nin Hindistan'da daha önceleri Osmanlı-yanlısı Hilafet Hareketine liderlik etmiş Ali Kardeşler gibi kişilerle yakın irtib atı , ona İngiliz İmp a­ ratorluğunun tüm Müslüman teb aası adına Londra'ya baskı yap abilecek bir konum veriyordu . Osmanlı'nın s on dönemindeki küresel p an-İslamist faali­ yetlerde olduğu gibi , Hüs eyni'nin dahil olduğu 1 920'lerdeki İslam birliği ve dayanışması çabaları da tam olarak emperyal

32

33

B asheer Nafi, Arabism, Islamism and the Palestine Question, 1 9081 941 : A Political History, Reading: Ithaca Press, 1 998; Zvi Elpeleg, Through the Eyes of the Mufti: The Essays ofHaj Amin, Londra: Vel­ lentine Mitchell, 2009. B asheer M. Nafi, " General Islamic C ongress of Jerusalem Reconsi­ dered," Muslim World 86, No. 3--4, Ekim 1 996, s. 243-272; Philip Mat­ tar, The Mufti ofJerusalem: Al-Hajj A min al-lfusayni and the Pales­ tinian National Movement, New York: C olumbia University Press, 1 988. 224

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

yönetimin temellerini altüst edip yıkmak amacında değildi. Başlangıçta ifade edilen hedef ne tam olarak sömürgelikten b ağımsızlaşmak ne de manda yönetimini reddetmekti; amaç B alfour Deklarasyonundan ve Siyonizmden kurtulmaktı. As­ lında Filistinli liderler ve onların Hintli müttefikleri , sadece İngiliz İmp aratorluğu dahilindeki adalet mekanizmalarını kullanmakla kalmayıp, beyhude bir çaba olarak kalsa da, Milletler C emiyeti'nin hukuk mekanizmalarını da kullana ­ rak L ondra üzerinde b askı kurmak peşindeydi . 34 Filistin davası için iki s avaş arası dönemdeki küresel Müslüman desteği bugün zihnimizde yer etmiş Arap dünya­ sı ve Hindistan coğrafyalarını keskin bir ş ekilde birbirinden ayıran sınırları tanımayan bir mahiyete s ahipti. Ö rneğin Filistin'le b ağlantılı faaliyetlerde Bütün Hindistan Müslü­ manlar Birliği'ni temsil eden Ş audri Halikuzzaman, Filis ­ tin v e Hindistan Müslümanlarını ve bunun d a ötesinde tüm İslam alemini , eşitlik ve b ağımsızlık gibi amaçları s avunan tek bir ümmet bütünü olarak görüyordu (İkinci Dünya Sava­ şından sonra, Halikuzzaman, Karaçi merkezli İslam Dünyas ı Kongresinin a n a organizatörü olacaktı) .35 Hindistan'da, daha s onra Pakistan'ı kuracak hareketi başlatan Müslümanlar Birliği, Filistin s avunması için Arap ve Müslüman Ülkelerin Dünya Meclislerarası Kongresine temsilciler gönderdi. Hint­ li Müslümanların haklarını savunmak için kurulan ve daha sonra Pakistan'ı kuracak olan Müslümanlar Birliği, kendi si­ yasi gelecekleri ortak olduğu bilinciyle Filistin'in geleceğiy­ le de yakından ilgileniyordu. Hindistan'daki Müslümanlar Birliği uluslararası arenada varlığını his s ettirirken, s adece Filistin'deki Hacı Emin el-Hüseyni değil, Yemen kraliyet aile ­ s i , Mısır hükümeti, Wafd Partisi, hatta Müslüman Kardeşler örgü tüyle de ilişkilerini geliştirmekteydi .36 3•

35

36

Aiyaz Husain, Mapping the End of Empire: American and British Strategic Visions in the Postwar World, Cambridge, MA: Harvard University Press, 20 1 4. Chaudhry Khaliquzzaman, Pathway to Pakistan, Lahor: Longmans, Paki stan Branch, 1 96 1 . Müslüman toplumlarda C innah'ın imajına dair, bkz. Atique Zafar 225

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Filistinli v e Hintli liderler, sık sık Birinci Dünya Sava­ şının başında Müslümanlarla İngiliz hükümeti arasındaki zımni toplumsal sözleşmeye atıfta bulunuyordu; yani Hint Müslümanlarının B ritanya'ya hizmet etmelerinin karşılı­ ğında Britanya'nın İstanbul'daki Halifeye ve Müslümanların kuts al ş ehirlerine s aygı göstermesi gereğine . . . Aktivistler Britanya ordusundaki Müslüman askerlerin de katılımıy­ la alınan Kudüs 'ün bu kutsal şehirlerden biri olduğunu ve Britanya'nın Filistin' in bir Yahudi vatanına dönüştürülmesi konusunda Siyonistlerin taleplerine uyarak bu anlaşmaya ihanet ettiğini s avunuyordu. B azı açılardan b akıldığında bu Hintli Müslüman-Filistinli Arap dayanışması, Müslümanla­ rı acziyetten kurtarmak için girişilen son çare görünüyordu. Halifelik ortadan kalktığından ve artık Mekke'yle Medine de Suudilerin yönetiminde olduğundan, Filistinli Müslüman­ ların hazin durumu , İngilizlerin Müslümanlara karşı ada­ letsizliğinin en önemli s embollerinden biri haline gelmişti. İngilizler, B alfour Deklarasyonunun ve Siyonizmi destekle­ melerinin yanı sıra, söz vermelerine rağmen Müslümanlara ihanet ettikleri suçlamasını da genel olarak reddediyordu. İngiliz s ömürgeciler Müslümanların imp aratorluk içindeki adalet ve hakkaniyet taleplerini reddetmek için -kısmen de olsa- bir b ahane olarak, Siyonistleri desteklemek konusunda Amerika'nın kendilerine uyguladığı baskıdan daha çok söz eder olmuştu. 37 Filistinlilerin haklarını talep etmek için olası bir b aşka strateji de, Hindistan'ın da üyesi olduğu Milletler C emiye­ ti'ne dilekçe vermekti. C emiyette Filistinlilerin haklarını sa­ vunacak büyük bir Müslüman güç yoktu . Haliyle Hindistan temsilcileri, Müslümanların Filistin'in geleceği konusunda-

37

Sheikh ve Mohammad Riaz Malik ( der.), Q uaid-e-Azam and the Muslim World: Selected Documents, 1 937-1 948, Karaçi: Royal Book C o . , 1 978. Abdurrahman Sıddık tarafından yazılan, Halikuzzaman'ın karşı imzası bulunan Rapor için bkz. On the Activities of the All-India Muslim League Palestine Delegation, 28 June 1 939, Quaid-e-Azam Papers, Dosya No. 49, s. 1 1 7 - 1 3 2 , içinde: a.g.e. s. 84- 1 06. 226

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

ki memnuniyetsizliğini dile getirmek için en makftl aday gibi görünüyordu. Ancak Milletler C emiyeti, Filistinlilerin hak­ ları ve İngiliz destekli Siyonist yerleşimi meselesi hakkında Arapların verdiği herhangi bir dilekçeyi ele almadı ve genel anlamda sömürgeleştirilmiş toplumların talepleri yerine emperyal çıkarları göz önünde bulundurdu. Britanya İmp aratorluğu ve Milletler C emiyeti içindeki resmi ve sözlü taleplerindeki baş arısızlıklarının farkına va­ ran Hüseyni, İslam dünyasının gücünü kökten harekete geçir­ meye kalkıştı. Britanya ve C emiyet üzerinde kurulan baskıyı artırmak adına 1 9 3 l 'in Aralık ayında Kudüs 'te İslam Dün­ yası Kongresinin toplanması yönünde bir çağrıda bulundu. Konferans planları, o yılın Ocak ayında Kudüs ' e defnedilen Hindistan Hilafet Hareketi lideri Muhammed Ali'nin cenaze töreni sırasında nihai halini aldı. Britanya hakimiyetinde­ ki Hindistan'ın en önemli pan-İslamist liderinin, kendisinin ilk isteği olan Mekke yerine İngiliz kontrolündeki Kudü s ' e defnedilmesi, iki s avaş arası dönemde Müslüman enter­ nasyonalizminin durumunu gözler önüne seriyordu. Kral­ lıklarını kısmen İngilizlerin rızasıyla kazanan ve en temel İslami hac usullerini bile Vahhabileştirmekte olan Suudiler İslam aleminin sorunlarının tartışılacağı bir konferansa ev sahipliği yap acak p ozisyonda değildi. Birbiriyle anlaşam a ­ yan Müslüman kamuoylarını b i r araya getirmeyi b a ş ararak organizasyan konusundaki becerisini ortaya koyan Hüseyni , o s enenin Haziran ayında d a , daha önce Mekke emiri olan Şeı:if Hüseyin'in Kudüs 'teki Mes cid-i Haram'a, Muhammed Ali'nin hemen yanıb aşına defnedilmesine nezaret etti . Böy­ lece Osmanlı-karşıtı isyanın lideri, Osmanlı-yanlısı Hilafet Hareketi liderinin yanına defnedilmiş oldu. Hiç şüphesiz, b u d a Kudüs'ü Aralık ayında İslam Dünyası Kongresinin yapıl­ ması için uygun bir yer haline getiren sembolik bir iş aretti . 38 1 93 1 Müslüman Kongresi gerek s ömürge yönetimlerin­ de, gerekse Türkiye gibi b ağımsız ve nüfusunun çoğunluğu 38

A. Nielsen, "The International Islamic Conference at Jerusalem," Moslem World 2 2 , 1 932, s . 340-354. 227

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Müslüman olan ülkelerde kaygı yaratmıştı. İtalyanlar, kong­ renin İtalya'nın Libya'daki idaresine karşı cihad ilan eden ve Avrup a sömürgeciliğine karşı Müslüman direnişinin sem­ b olü haline gelen Ömer Muhtar'ın hatırasını ve ş ehadetini anması nedeniyle huzursuzdu. Hindistan'daki sömürge yö ­ netimi de bu toplantının gerçekleştirilmesinde Hint Müs­ lümanlarının oynadığı kilit rol yüzünden b enzer bir rahat­ sızlığı taşımaktaydı . D aha da önemlisi, Türk hükümeti, Son Halife Ab dülmecid'in bu konferans a katılması ve yeni bir halifenin tayin edilmesi ihtimalleri nedenleriyle teyakkuz­ daydı . Ankara, Hüseyni'nin davetini reddetmekle kalmayıp , diğer Müslüman devlet liderlerinden de aynı şeyi yapmala­ rını istedi . İran, Afganistan, Arnavutluk, Mısır ve Irak, tıpkı Türkiye gibi, kongreye resmi temsilci göndermeyi reddetti. Türkiye aynı zamanda, ulus -ötesi bir İslami sembol olarak taşıdığı öneme rağmen, Türkiye C umhuriyeti bayrağının top ­ lantı s alonlarında yer almamasını s ağladı (Benzer ş ekilde , 1 930'ların s onlarında Tokyo'daki Türkiye Büyükelçiliği , Ja­ ponya'da yapılan pan-Asyacı ve pan-1slamist toplantılarda Türk b ayrağının kullanılmasını önlemiştir) . Türkiye aynı za­ manda, s abık O smanlı şeyhülislamı ve laik milliyetçi hükü­ metin muhalifi olan sürgündeki Mustafa S abri E fendinin bu toplantılara katılma girişimini de engellemişti. Ş ekib Arslan sonralan Türkiye'yi , Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Ro­ manya temsilcilerinin katılımını da b altalayarak, kongrenin etkinliğine büyük bir darb e indirmekle suçlayacaktı. Ancak Türk yetkililerin, İngiliz emperyal sömürgesi olan bir yerde p an-İslamist bir konferans düzenmesinden endi­ şe duyması, konferansın gücünün yanı sıra, İslam dünyası fikrinin emperyal dünyanın yarattığı b ağlarla birbirine bağ­ lanmış olan Müslümanlar arasındaki sinerjisini de göster­ mekteydi . Kongrenin bir s onraki ayağı için düşünülen iki yer o lan Kahire ve Delhi de yine İngiliz emperyal yönetimi altındaydı . B ağımsız Müslüman ülkelerden temsilci katılımı olma­ masına rağmen, kongre 1 93 1 yılının birçok etkili ismini ağır­ lamıştı. D aha s onra Arap B irliği'nin ilk genel sekreteri olacak 228

M Ü S L Ü MA N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

olan Ab durrahman Azzam, İtalyanların Libya'da yaptıkları­ nın Siyonizmden daha kötü olduğunu s öyleyerek, İtalya'yı açıkç a kınayınca manda yetkililerince Kudüs 'ten uzaklaştı­ rılana dek oradaydı .39 Yakındoğu ve Kuzey Afrika'dan katılan simalar arasında şu isimler vardı: Suriye'yi Riyad el-Sulh ve Şükrü Kuvvetli temsil ediyordu; Fransız-karşıtı direniş lideri Ab dülkadir el- C ezayiri'nin torunu Said el-Cezayir! C ezayir'i, Ab dülaziz el-Talibi Tunus'u ve Muhammed el-Mekld el-Na­ siri'yle Muhammed el-Kettani Fas 'ı temsil ediyordu . Hindis ­ tan delegasyonunda efs anevi ş air Muhammed İkbal'in yanı sıra, Muhammed Ali'nin kardeşi Şevket Ali gibi Hilafet Ha­ reketi aktivistleri ve önemli daha b aşka milliyetçi liderler yer alıyordu . Rusya Müslümanlarını sürgündeki Ayaz İshaki , Mus a C arullah Bigi ve Şeyh Şamil'in torunu Said Şamil tem­ sil e diyordu. İran, resmi anlamda olmasa da, Ziyaeddin Ta­ b atabai adında İsviçre'de sürgünde yaş ayan eski bir bakan tarafından temsil ediliyordu. Önemli bir diğer katılımcı da Birinci Dünya S avaşı sırasında Osmanlı'nın cihad ç ağrısı­ na uyarak s ava ş a katılmış Şii din adamı Şeyh Muhammed el-Hüseyin el-Kaşif el- Gita'ydı. El- Gita açılıştaki namaza imamlık yap arken, Sünni katılımcılar onun hemen arkasında saf tutarak dönemin mezhep ayrılığı olmayan p an-İslamiz­ mini de göz önüne seriyordu. Kongre , Kudüs 'teki İbrani Üniversitesine karşılık bir İ s ­ lam Üniversitesinin kurulması için para toplanması, daimi bir icra kurulunun seçilmesi ve Müslüman toplumlar ara­ sında güçlü işbirliği b ağlarının kurulması gibi bir dizi öne­ riyle s onuçlandı . Anc ak konferansın sonuç bildirgesi olarak Tabatabai tarafından özetlenen aksiyon programını uygula­ maya geçirecek ve ortak iradeyi temsil edecek siyasi bir güç ­ ten v e liderlikten yoksundular. Tab atab ai'nin hamisi, sabık 39

Abdul-Rahman Azzam, Imperialism: The Barrier to World Peace, Arab League Pamphlets on International Relations , no. 1 : C auses of World Unrest, Kahire: Government Press, 1 947 . Azzam Paşanın Mal­ colm X'in İslam anlayışını derinden etkileyen kitabı için, bkz. Abd al-Rahman Azzam, The Etemal Message of Muhammad, Arapçadan çev. C aesar E. Farah, New York: Devin-Adair, 1 964. 229

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Mısır hıdivi Abb as Hilmi, farklı birçok p an-İslamist projeyi destekliyordu, ancak asıl niyeti Mısır hanedanının siyase­ ti çerçevesinde elini güçlendirmekti. Bu doğrultuda, Abb as Hilmi'nin tekrar Mısır hıdivliğine geçmek için İstanbul'la ve Siyonistlerle kurduğu faydacı b ağlar Filistin milliyetçileri ve pan-İslamist aktivistler arasında ş üphe uyandırıyordu. Su­ udi Arabistan Kralı kongrenin önerilerini finanse edebilirdi, ancak Suudiler halen Hindistanlı p an-İslamistlerle çatışma içerisindeydi. Reşid Rıza kongre esnasında Suudi önderliği konusunda ısrar ettiyse de, diğer delegeler bu teklife karş ı çıktı. Bir imp aratorluğun ya da güçlü bir devletin finansal desteği olmayınca, kongrenin tüm projeleri baş arısızlığa uğ­ rayacaktı. . . B una rağmen İngilizler alarmdaydı. Sir Hamilton Gibb gibi Oryantalist gözlemciler, kongreyi, Müslüman siyasi li­ derlerin ve entelektüellerin İslam dünyasının geleceğini tar­ tışmak için ilk kez bir araya gelişini s ağlaması nedeniyle İslam siyas etinde bir mihenk taşı olarak görüyordu . Her ne kadar kongre ve kongrenin asıl organizatörleri İngiliz-kar­ şıtı olmasa da, s ömürge idarecileri, ortaya çıkan Müslüman dayanışması nedeniyle endişeye kapılmıştı. Hüs eyni'nin manda yönetimine karşı tavır almaya başlaması ise birkaç yılı bulacaktı . Ancak 1 93 6 'da Filistin İsyanının acımasızca bastırılması, ardından da Hüseyni'nin sürgüne gönderilme­ siyl e , Kudüs müftüsü yüzünü Almanlara dönerek tüm tesirini İngiliz-karşıtı amaçlar doğrultusunda kullanmaya başladı. Ne var ki, 1 93 1 Kongresi b oyunca hem Hüseyni hem de Şev­ ket Ali, İngiliz -karşıtı s öylemleri yumuş atarak, katılımcıla­ rın, Filistin'deki İngiliz mandasını reddetmekten ziyade, Si­ yonizm-karşıtlığına odaklanmalarını s ağlamaya çalışmıştı . Mihver Devletleri İkinci Dünya S avaşı sırasında pan-İs ­ lamist tahayyülün siyasi liderliğini üstlenmeden ve kendi­ lerini İslam dünyasının hamisi ilan etmeden önce, l 936'da önemli bir İslam kongresi daha yapıldı. C enevre'de yapılan kongre Avrupa Müslümanlarını s eferber ederken Millet­ ler C emiyeti üzerinde de baskı kurmayı amaçlıyordu. 1 936 Kongresinin asıl organizatörleri bir zamanların Arap üs230

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

manlı p artizanı ve Osmanlı'dan sonra Arap monarşisi des ­ tekçisi olan ve sonradan d a Milletler C emiyeti'nin Manda Komisyonunda Suriye ve Filistin halklarının arzuhalcisi ve temsilcisi olan Şekib Arslan'dı. İsviçre yetkilileriyle yapılan bir anlaşma doğrultusunda, 1 9 36 Kongresi yalnızca dini ko­ nulan ele alacaktı . Bunun bir s onucu olarak, kongre üyele­ ri Avrup a sömürge yönetimlerini kınamaktan imtina ettiler. Açıkça tartışılan tek siyasi konu, Müslümanların Kudüs 'teki kutsal yerlerinin Filistin b ölgelerinde artmakta olan Yahudi kontrolü nedeniyle dini bir mesele haline gelmiş olmasına dayandırılarak yine Siyonizm oldu. 1 93 6 Kongresi, Avrup a'nın her tarafından gelen katılım­ cılarla değişik devletlerin yönetim altında birbirinden çok farklı Müslümanların siyasi tecrübesinin tartışıldığı bir mecra haline gelmişti. Yugoslavya, Polonya ve Macaristan temsilcileri din özgürlüğü ve azınlık haklan konusunda hü­ kümetlerinin siyas etini överken, imparatorluk metropolle­ rinden gelen Müslümanlar s ömürgelerdeki ırkçılık ve ayrım­ cılık konusundaki rahatsızlıklarını dile getiriyordu. Doğu Avrup a , imparatorluklara kıyasla daha hoşgörülü ve ırks al anlamda daha bir aydınlanmış görünüyordu.40 1 936 Kongre­ sine katılan Doğu Avrup a Müslümanlarının temsilcilerinin beyanları, azınlık haklarının iyi tesis edildiği Yugoslavya gibi b ağımsızlığına yeni kavuşmuş Doğu Avrup a ülkelerinin, imp aratorluk bünyesinde s ömürgelerde ırksallaştınlarak ayrımcılığa maruz kalan Müslüman çoğunluğun tecrübele­ rinden farklılaştığını da göstermekteydi . Kongre aynı zamanda, Milletler C emiyeti'nde, örgütün çe­ şitli toplantı ve komitelerinde Müslüman toplumların çıkar­ larını ve taleplerini temsil etme iddiasıyla geliştirdiği bağ­ lantılardan faydalanmaya çalışıyordu. Ancak 1 93 6 'da C emi­ yet z aten yükselmekte olan Mihver Devletlerinin gölgesinde kalmaya b a şlamıştı. Sadık oldukları imp aratorluklarından

40

Michael Goebel, Anti-Imperial Metropolis: Interwar Paris and the Seeds of Third World Nationalism, C ambridge: C ambridge Univer­ sity Press, 20 1 5 . 231

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

talep ettikleri haklar reddedilince Milletler C emiyeti'ne yö ­ nelmiş olan ve orada da uluslararası stratejileri baş arısız olan kimi sömürge Müslümanları, İkinci Dünya S avaşı b a ş ­ ladığında Almanya, İtalya v e Japonya'yla işbirliğini s o n çare olarak görecekti.

İkinci Dünya Savaşı Döneminde Müslümanları Seferber Etmek İkinci Dünya Savaşı esnasında, iki s avaş arasındaki p an-İs­ lamizmin karmaşık çok-yönlülüğü İslam dünyasının birliği tartışmalarını canlandırmıştır. İslam dünyasının hem varol­ duğu hem de jeopolitik önem taşıdığı yönündeki düşünce­ ye yeniden yatırım yapmak bizzat imparatorlukların ortaya attığı bir şeydi . Fakat bu kez farklı imp aratorluklar söz ko­ nusuydu: Üçüncü Reich (Nazi Almanya'sı) . Japon İmp arator­ luğu ve faşizmle yönetilen İtalya. Bunların hep si rakipleri­ ne karşı İslam dünyasıyla ittifaka girdiğini iddia edecekti.41 Mihver Güçlerinin perspektifinden b akıldığında, İslam dün­ yasının ezilmişliği anlatısı asıl hedefe ulaşmak için düşman imp aratorluklar içinde isyan çıkarmaya yarayabilirdi. Bu b eklenti onların asıl büyük stratejik amaçlarıyla pek de ilgi­ si olmayan bir dizi p an-İslamist söylem ve fikrin prop agan­ da s avaşında tekrar edilmesini de b erab erinde getiriyordu. Bir halifenin ve büyük bir İslami gücün yokluğunda, Mihver Devletleri kendilerini Müslümanların çıkarlarının temsilcisi ilan etmişti ve onların adına anti-emperyalist bir cihad b aş ­ latmışlardı . Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi, İngilizler, Fransız, Hollandalı ve Rus (Sovyet) imp aratorlukları Mihver propagandasına karşı Müslümanlara daha çok hak ve özgür­ lükle berab er, bu kez özerklik de vaat edecekti . Mihver Devletleri , eşitsiz emp eryal dünya düzeninden hoşnutsuz olduğu için s eferber edilmeye müs ait olduğunu gördükleri İslam dünyasını harekete geçirmenin yollarını ararken, s ömürülen Müslümanların dayanışması da, b elli 41

D avid Motadel, Islam and Nazi Germany's War, C ambridge, MA: Harvard University Press, 2 0 1 4. 232

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

bazı siyasi hedeflerini imparatorluk içi adalet, Bolş evik en­ ternasyonalizm ve Milletler C emiyeti aracılığıyla elde ede­ memiş olmasından dolayı , yeni bir kurtarıcı b akınmak için uygun ortamı bulmuştu. Ancak sırasıyla Almanya , İtalya ve Japonya tarafından iltimas gösterilmiş olan Hacı Emin el-Hüseyni, Şekib Arslan ve Ab dürreşid İbrahim gibi figür­ lerin Mihver Devletleriyle işbirlikleri o kadar da u stalıklı bir ş ekilde gerçekleşmemişti. İkinci Dünya Savaşına gelindi­ ğinde, bu isimler artık geniş toplumsal tab anlı hareketlerin temsilcileri olarak görülmemekteydi ve yeni nesil milliyet­ çilerin ya da devlet liderlerinin gölgesinde kalmışlardı. S ö z konusu isimler, biraz d a b aşka hiçbir yerden teveccüh gör­ medikleri için İtalyanların, Almanların ve Japonların des ­ teklediği İslam birliği fikriyle flört ediyordu ve halihazırda Müslümanlar tarafından yönetilen devletlerin hiçbirinden umdukları desteği bulamamışlardı . Şekib Arslan'ın italya'nın potansiyel desteğine açık ol­ masının çelişkileri, yalnızca onun siyasi hareketinin z a ­ yıflığı açısından b akıldığında mantıklı geliyordu. Arslan, gözlemci Oryantalist akademisyenlerden oluşan bir İtalyan delegasyonunun da katıldığı 1 93 6 yılındaki İslam Dünyas ı Kongresinde İtalyan hükümetiyle özel bir ilişki geliştirmişti. Bu delegelerden biri kongre esnasında toplantılara temsil­ ci olarak katılmak için Müslüman olmuştu ve Arslan da b u hileye izin vermişti. B i r İtalyana kongrede o y v e konuşma hakkı verilmesi, Arslan'ın ve diğerlerinin 1 9 1 1 - 1 9 1 2 yılların­ daki İtalya-karşıtlığı dikkate alındığında, epey çelişkiliydi . Daha da önemlisi, İtalya'nın o yıl Etiyopya'yı (Habeşistan'ı) i şgal etmesiyle, kongrenin farklı ırklardan mazlum Asya ve Müslüman halklarına dostane yaklaşımı iddiaları da yerle yeks an olmuştu. Pan-İslamistlerin İtalyanlar hakkındaki ka­ naatleri, bir Avrupa imparatorluğunun çağdaş anlamda ilk defa Müslümanlar tarafından boykot edilmesine neden olan O smanlı Libya'sını işgal etmeleri yüzünden zaten son dere­ ce olumsuzdu. Arslan'ın tavizi, C enevre'de ne kadar tecrit halinde olduğunu gösteriyordu; kongreyi organize etmiş ve onun b aşkanlığında bulunmuştu, ama daha önceki on yıllık 233

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

süre içinde yaşadığı zorluk v e baş arısızlıklar onu İtalya gibi eski düşmanlarından biriyle işbirliğini düşünmek zorunda bırakmıştı . 42 B öylelikle Alman-Osmanlı cihadının yenilgiyle s onuçlan­ masının üzerinden yalnızca yirmi yıl geçtikten s onra, Mih­ ver D evletlerinin İslam dünyasına hitap eden prop agandası daha da b ölünmüş Müslüman kamuoylarında yankılanma­ ya başlamıştı. İmp aratorlukların, milletlerin ve krallıkların siyasi olarak p arçalanmasına ek olarak Müslüman reform­ culuğunda da yeni b ö lünmeler söz konusuydu. Hindistan Müslümanları hala o bildik emperyal s a dakat yemini , milli­ yetçi hareketler ve p an-İslamist ajitasyon karışımı gündem­ le meşguldü. Üstelik nüfusu Müslüman ağırlıklı toplumla­ rın siyasi gündemlerini daha da karmaşıklaştıracak b aşka unsurlar da ortaya çıkmıştı. Gördüğümüz gibi, s o syalistler, Müslüman modernleşmesinin Sovyet-yanlısı bir modelini teşvik ediyordu. Kemalistler laik milliyetçiliği s avunuyordu. Suudi Arabistan ise kraliyet ailesi ve Vahhabilikteki reform­ lara vurguyla çift sütun üzerinde bir devlet inşa ediyordu. Mihver Güçleri bu karmaşaya eski "İslam dünyası" temalı prop aganda başlıklarına daha da sıkı sarılarak cevap ver­ di. Ö zünde, Birinci Dünya S avaşında kurguladıkları oyunu bir kez daha oynattılar; eski tarz Oryantalist yaklaşımı be­ nimsemek, onların, tutarlı bir inanç geleneği, medeniyet ve jeopolitik birlik olarak gördükleri İslam dünyas ı kavrayışı­ na haliyle uyuyordu. Naziler, Birinci Dünya Savaş ı sırasında birl eşmiş bir Müslüman ittifakı kurmakta baş arılı olamayan aynı Oryantalist entelektüellerin görüşleri doğrultusunda hareket ediyordu . Almanlar ve onlarla işbirliği içinde olan Müslüman birlikleri kendilerinden öyle emindi ki, müttefik­ leri olan İtalyanların Müslüman Afrika'yı işgal etmiş olma­ sına rağmen Müslüman anti- emperyalizmini göklere çıkara­ bileceklerini s anıyorlardı . Mihver Devletlerinin yöneticileri

•2

İtalya'nın Müslümanlara ve Ortadoğu'ya dönük siyaseti için, bkz. Nir Arielli, Fascist Italy and the Middle East, 1 933-1 940, New York, NY: Palgrave Macmillan, 20 1 0 . 234

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

Müslümanlardan birini ikna etmenin hepsini ikna etmek demek olduğunu düşünüyordu. Bu yüz den prop agan dalarını İngiliz, S ovyet, Fransız ve Hollandalı hegemonyalarına odak­ lı hale getirdiler. Bu arada, yeterince ikna edilebildikleri takdirde, bu rejimlerin Müslüman muhalefetlerinin Mihver Devletlerinin emperyal hedefleri söz konusu olduğunda yüz ­ lerini başka tarafa çevirebileceklerini d e zannediyorlardı. Elbette Mihver Devletlerinin liderleri birbirinden çok fark­ lı grupları "İslam birliği" etiketi altında bir araya toplayan genelleyici s öylemlerinde yalnız değildi . Alman ve İtalyan elitler, İngiliz ve Fransızlarla birlikte, İslam ve Müslüman­ lık hakkında, aynı zamanda İslam dünyasının mensupları­ nın fanatiklik ve saldırganlık ö zelliklerine de atıfta b ulunan bir Avrup a söylemini p aylaşmaktaydı. Bu inceliksiz ve miadı dolmuş yaklaşımlara rağmen, Mihver Güçlerinin propagan­ dası, örneğin Müslümanlar ve Yahudiler arasında eb edi bir çatışma olduğu tezleriyle kitleler üzerinde bazı izler b ıraka­ caktı . Almanya'nın siyasi karar alıcıları Arap Müslümanla ­ r ı Semitik (Sami ırkından) olmaktan ç o k Aryan (Ari) olarak görüyorlardı ve İslam'ı anti-Semitik olarak algılıyorlardı . Yahudilerin ve Müslümanların kozmopolit imp aratorlukla ­ rın yönetimi altında birlikte yaş a dığı yüzlerce yıllık tarihi tecrübeyi ve her iki gruba birden Semitik etiketinin vurul­ duğu Avrup alı ırkçı s öylemleri inkar edip unutturan bir pro ­ p agandaydı bu. Alman siyasi karar alıcıları Balfour Dekla­ rasyonu nedeniyle ortaya çıkan hayalkırıklıklarının farkın ­ daydı v e bu hayalkırıklıklarını kendi anti-Semitik tezlerine yönlendirmeye çalışıyordu. Bu, B alfour Deklarasyonundan hoşnut olmayan ama Yahudileri de küresel bir düşman ola­ rak görmeyen 1 930'ların öncesindeki p an-İslamistler arasın­ da görülmemi ş , yepyeni bir stratejiydi . Mihver D evletlerinin prop agandası Müslümanlar ve Yahudiler arasında daha ön­ ceden idare edilebilir olan ç atlaklara çomak sokuyordu. Aynı zamanda, İslam ve komünizm arasında da öz itibariyle bir düşmanlık olduğunu iddia ediyorlardı; bu da S ovyet Müslü­ manlarının, kendi ülkelerinin liderlerine her an isyan etmeye hazır bir dini grup olduğu varsayımını ifade ediyordu. 235

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Müslümanlar maruz kaldıkları aş ağılayıcı sömürge yö ­ netimlerinden hakikaten yaka silkmeselerdi , Mihver Güçle­ rinin Müslümanlara bu tür sloganlarla ulaşması mümkün olmazdı. Neticede Mihver, Müslümanların güçlendirilmesi için kendilerine hami olacak birilerini arayan milliyetçi­ lerden ve p an-İslamistlerin bir kısmından istediği desteği buldu. Ne de olsa iki s avaş arası dönemdeki bağımsız Müs ­ lüman siyasetine çağrıda bulunma çabaları, ulus - ötesi bağ­ lantıların kurulması, kongrelerin düzenlenmesi, Milletler C emiyeti'ne ve S ovyetler Birliği'ne dilekçelerle, bildirilerle müracaat edilmesi gibi girişimlerin tamamı s onuçsuz kal­ mıştı. Müslüman toplumların çoğunluğu hala sömürge yöne­ timi altındaydı; bir avuç s ömürge bürokratının keyfine b ağlı olarak kötü muameleye maruz kalmaya ve aş ağılanmaya de­ vam ediyorlardı. Aralarında Türkiye, İran, Afganistan ve Su­ udi Arabistan'ın bulunduğu birkaç b ağımsız Müslüman ülke ise İslam dünyasının kaderini tayin edecek hamlelere ne fi­ nansal ne de askeri olarak karı ş abilecek durumdaydı; hepsi büyük güç olmaktan uzak vaziyette, kendi reform süreçle­ riyle meşguldü. Bu nedenle bazı mazlum aktivistlerin Mih­ ver Devletlerinin elitleriyle işbirliğine girişerek İslam dün­ yası hayallerinde onlarla ortak p aydalarda buluşması gayet pragmatik görünüyordu. Ama unutmamak gerekir ki, İkinci Dünya S avaşı sırasında bile Müslümanların çoğunluğu Müt­ tefik Güçlerin hizmetinde asker ve memur olarak bulunmuş ve b inlercesi Britanya ve S ovyetler Birliği'ni Almanlara karşı savunmak için canını feda etmiştir. Mihver Devletleri arasında hem B eyaz ırktan olmayan hem de Hıristiyan- olmayan Jap onya, İslam dünyasına dair jeopolitik siyasi projelerini, "bir dünya dini ve Batılı-olma­ yan bir medeniyet olan İslam" algısı üzerine kurarak kendine mahsus bir İslam siyaseti geliştirmişti.43 Japon siyasi karar 43

C emil Aydin, "The Muslim World in Japanese Imperial Thought." içinde: Islam and Empire, der. David Motadel, Oxford: Oxford Uni­ versity Press, 2 0 1 4, s. 287-302. Aynca bkz. Abu Talib Ahmad, The Ma· lay Muslims, Islam and the Rising Sun, 1 941-1 945, Selangor: Malay­ sian Branch of the Royal Asiatic Society 2003 . 236

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

alıcıları , hem Müslümanların hem de Japonların Doğu me­ deniyetine ve renkli tenden ırklara mensup olmaları hase­ biyle, B atı hakimiyeti karşısında Müslümanlara ulaşmakta eşsiz bir haşan elde edeceklerine inanıyordu. Tıpkı l 939'da dağıtılan Büyük Japonya İslam Birliğinin kitapçığında İslam dünyası p olitikaları hakkında denildiği gibi, "Müslümanla­ rın çoğu Asya'da yaşıyor. B eyaz ins ana göre ten renkleri fark­ lı, ·zulüm gören bir halk olduklarının öz-bilincine s ahipler ve aynı zamanda çok içten, güçlü bir ş ekilde Bolş evizme de, B a ­ tıya d a karşılar. Bu arada b i r Doğu milleti v e Asya'nın lideri olan ülkemize karşı da çok sıcak hisler besliyorlar. Bugünkü Japon- Ç in çatışması meselesinde dahi (Japon İmparatorlu­ ğu 1 93 1 yılında itib aren Ç in'le s avaşmaktaydı) Müslüman­ ların tavn, anavatanlannda düzeni yeniden tesis etmek için güçlü bir Japonya'nın desteğini almak istedikleri için, B atı ve S ovyetlerin tavrından çok farklı . "44 Japonya'nın İslam dünyasına yönelik özel bir siyaset ge­ liştirmesini savunanlar, Britanya, Rusya ve Fransa'nın Müs ­ lümanlara dönük siyasetlerini baş arısız bulup küçük görü­ yorlardı. Japon düşünürler, bunları s ömürgecilik-karşıtı, Hıristiyanlık-karşıtı ve komünizm-karşıtı olarak algılanan İslam dünyasında asla baş arılı olamayacağına inanıyorlar­ dı. "Müslümanların dostu olduklarını" iddia eden İtalyanlar da tarihteki Osmanlı-İtalya Savaşlarına ve İtalya'nın Kuzey Afrika'daki askeri yayılmacılığına bakıldığında gülünç olu­ yorlardı.45 Japon elitlerine göre, Osmanlı halifesinin daha ev­ velden müttefiki oldukları ve büyük Müslüman sömürgeleri bulunmadığı için İslam dünyasına ilişkin siyasetinde başarı­ ya ulaşma şansı olan tek ülke Almanya'ydı. İkinci Dünya S a ­ vaşı sırasında, Japonların resmi söylemlerde rutin b i r şekil­ de dile getirdikleri üzere, Japonya'nın Müslümanlara ilişkin

44

45

Bkz. Dai Nippon Kaikyô Kyôkai, Kunô Suru So-Ren Kaikyô Minzoku, Tokyo: Dai Nippon Kaikyô Kyôkai, 1 939, s . 1 3 . İtalya'nın İslam siyaseti Japonya'da da Sakurai Masashi tarafından potansiyel bir model olarak tanımlanıp tartışılmıştır. Bkz . Sakurai Masashi, Dai Toa Kaikyô Hattenshi, Tokyo: Sanseido , 1 943 , s. 8. 237

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

meşum bir sömürgecilik tarihi yoktu.46 Beyaz güçlerin aksine, Japon liderler İslam dünyasında kendilerine taraftar bulma konusunda çok daha ileri gidebileceklerini düşünüyorlardı. Gerçekteyse Japonya'nın Müslüman liderler üzerindeki iti­ barı çok da yüksek değildi, zira Müslüman milliyetçiler Ja­ ponya'nın Ç in'deki işgalinin farkındaydı. Japonya'nın İslam siyas etine

dair kitapçığı hazırlayanların Japonya-yanlısı

Müslüman ülkeler konusunda verdiği tek örnek, Yemen hane­ danından Prens Hüseyin'in 1 938'de Tokyo C amiinin açılışına katıldığı sırada yaptığı işbirliği çağrısıydı. Japonya'nın İslam dünyası hakkındaki bilgileri ve tahay­ yülü · daha ziyade Avrup alı Oryantalistlerin kitaplarından okuduklarına dayanıyordu . Ancak Jap on alimler, Müslüman­ lar h akkında B atılı kaynaklardan okuduklarını, p an-Asyacı­ lık temelinde, Müslümanlara karşı olumsuz Batılı önyargıla­ rı yıkmak için yeniden yorumladıklarını s öylüyorlardı . Isura­

mu Bunka (İslam Kültürü) adı verilen derginin 1 932 yılında çıkan ilk s ayısında Japon akademisyenler ş öyle diyordu: İçten gelen bir temenniyle, biz, Asya'nın bir dalı, Japon milleti olarak İslamiyeti ve Müslüman milletleri Doğuda güçlü bir din ve Doğuya mensup milletler olarak algılı­ yoru z . Ancak bir z amanlar bizlerin Müslümanlarla doğ­ rudan temas a geçmesi çok nadir rastlanan bir ş eydi . Ne yazık ki, İslam'dan önce Hıristiyan medeniyetiyle tanıştı­ ğımız için, ve Hıristiyanlar Müslümanlara karşı husumet dolu tutumlar içinde olduklarından, ve İslamiyet modem çağda, dünyada siyasi anlamda çok iyi konumlanmamış olduğundan, İslam hakkındaki algımız Hıristiyan millet­ lerin karşı-propagandası nedeniyle genelde çarp ıktı. Hal b öyle olsa da, artık en azından elimizi içtenlikle Müs­ lümanlara uzatabilecek durumdayız . Aramız d a dostluk ••

Dai Nippon Kaikyô Kyôkai, Sekai Kaikyôto Seisaku no Hitsuyôsei ni Tsuite, Tokyo: Dai Nippon Kaikyô Kyôkai, 1 939. Bir de Rusya'dan sür­ güne gitmiş ve hem Japonya hem Almanya tarafından desteklenen Ayaz İshaki gibi Müslüman milliyetçiler bulunuyordu. Bkz. Matsu­ naga Akira, "Ayazu Ishaki to Kyokutô no Tatarujin C omuniti," içinde: Kindai Nihan to Toruko Sekai, der. Ikei Masaru ve S akamoto Tsuto­ mu, Tokyo: Keisô Shobo, 1 999, s. 2 1 9-263. 238

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AY Y Ü L Ü

b ağlan tesis edildi ve kapımız Türkiye , İran , Afganistan ve Mısır gibi ülkeler dahil , tüm Müslüman milletlere açıktır. Artık aramızda canlı bir irtib at bulunmakta ve nihayet Müslümanlar hakkında doğrudan ve önyargısız bir basın aracılığıyla doğru fikirler edinme imkanımız bulunuyor.47

Japon hükümetinin s avaş zamanında verdiği maddi des­ tekl e , İslam Araştırmaları Enstitüsü Kaikyoken (İslam Alemi) adında aylık bir dergi çıkarmaya başladı. İslami meseleler hakkında iki b aşka dergi daha; Kaikyo Sekai (İslam Dünyası) ve Kaikyo Jijyo (Müslümanların Ş artlan) sırasıyla B üyük Ja­ ponya İslam Birliği ve Dışişleri B akanlığı Araştırma Birimi tarafından yayınlanıyordu.48 Japonlar da, İslam dünyasıyla ilişkilerini geliştirmeyi uman diğer herkes gibi, b öyle bir dünyanın olmadığı gerçe­ ğiyle yüzleşmek zorundaydı. Tek bir Müslüman figürü ya da grubu b ağırlarına bas arak herkesi kucaklayamazlardı . B u sebeple, Müslüman olan milyonlarca ins an arasında, siyasi temsil ve uygulamalar b akımından bu denli büyük farklılık­ ların bulunmasını kabul edemiyorlardı . Yaşı hayli geçkin bir pan-İslamist olan Ab dürreşid İbrahim'i, gerçekten nüfuzu ­ nun olduğu dönemin üzerinden epey vakit geçtikten sonra Tokyo 'ya çağırdılar. Japonlar aynı zamanda müttefik bulmak için çok büyük riskler alıyorlardı. Örneğin Japon yetkililer, 1 93 3 yılında yapılan cüretkar bir deneyle, Jap onya ile Sov­ yetler Birliği arasında çıkabilecek bir s avaş durumunda, Orta Asya'da kurulabilecek Mançurya gibi bir kukla devletin başına geçirebilecek soylu bir Müslüman kral olması ihti­ malini değerlendirmek üzere, sürgündeki Osmanlı haneda­ nına mensup Ab dülkerim Efendi 'yi Tokyo 'ya davet etmişti. Bu plandan kıs a bir süre s onra vazgeçilmişti, ancak bu cahil 47

48

Isuramu Bunka (Islamic Culture) l, no. l, Kasım 1 93 2 . Bu manifesto b enzeri İngilizce metin derginin arka kapağındaydı ve Avrupalı-A­ merikalı bilim camiasına hitaben, İslam dünyası hakkında müstes­ na Japon bakış açısını özellikle duyurma girişimini ifade ediyordu. Derginin yayın hayatı Temmuz l 938'den Aralık 1 944' e, altı buçuk yıl sürdü. 239

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

v e cüretkar plan daha e n başından itib aren tedbirsizdi ve hiç gerçekçi değildi. Japon yetkililer kendi Asyacılık teori­ lerinden ces aret alarak, farazi bir küresel Müslüman lideri bulmak uğruna Türkiye Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkile­ rini tehlikeye atacak maceralara giriyordu. Jap onya 'nın İslam dünyası stratejisi, kendi içindeki (ye­ rel) Müslümanların konumuna ve çıkarlarına da ters dü­ ş ebilmekteydi. Japonların anti- emperyalist ve Britanya ile aralarını bozan politikaları, işleri Britanya ve Japonya ara­ sındaki iyi ilişkilere b ağlı olan Hindistanlı Müslüman tacir­ lerin çıkarlarıyla tezat oluşturuyordu . Aslında Japonya'daki ilk cami 1 93 6 'da Kobe şehrinde açılmıştı ve bu cami Japonya ile Britanya hakimiyetindeki Güney Asya arasındaki ticari bağlarda Müslüman tüccarların oynadığı önemli rolün bir semb olüydü . 1 94 1 yılında Japonya Britanya'ya s avaş açınca, Hint Müslümanlarının ülkeden ayrılması gerekmişti ve ca­ miyi , B olşevik Devriminin ardından Japonya'ya göçen Tatar Müslümanların himayesine bırakmışlardı .49 Japonya'nın Ç in Müslümanlarını Ç in milliyetçilerinden ayırma planları da, Müslümanlar arasında bir birlik olma­ ması nedeniyle suya düşmüştü. Jap on hükümeti, Ç in'i iş­ gallerinin ahlaki olarak kabul edilebilir olduğu konusunda Müslümanları ikna etmek için bir Japon-Müslüman haccı­ na finansal destek s ağladı. Hükümet Mekke'ye gönderdiği Japon Müslüman hacıların, Japonya'nın İslam dünyasıyla ittifakını göstereceğini düşünüyordu. Buna cevaben Ç in'in milliyetçi hükümeti bir Ç in-Müslüman haccı organize etti. Her iki tarafın da çok bir etkisi olmadı, çünkü gerçekte hac hiçbir zaman siyasi prop aganda için iyi bir sahne olmamış­ tı . Ancak Mekke'de birbiriyle yarışan Jap on ve Ç inli Müslü­ manlar, dönemin Müslüman toplumları arasındaki karmaşık siyasi şartları s emb olize ediyor ve manipüle edilebilecek bir İslam dünyasının olmadığını gösteriyordu.

49

Nile Green, "Founding the First Mosque in Japan," içinde: Terrains of Exchange: Religious Economies of Global Islam, Oxford: Oxford University Pres s, 20 1 4, s. 2 35-279. 240

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ T A H AYY Ü L Ü

Japonya'nın ittifak kunna çab aları tümüyle b a ş arıs ı z olmamıştı, fakat Japonlar Müslüman müttefikler bulma­ yı baş ardığında, o müttefikler Müslüman dayanışması ya­ nılgısına istinaden Japonlara dost olmamıştı . Örneğin Ja­ ponya Güneydoğu Asya'nın çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bölgelerini işgal ettiğinde, o bölgelerdeki yerel Müslüman teşkilatlarıyla ve liderleriyle işbirliği yapmış ­ tı. Endonezya'da Sukarno gibi milliyetçi önderler Hollanda s ömürgeciliğine son verebilmek için Japon güçleriyle işbir­ liği yapmıştı. Ancak bu Müslüman işbirlikçilerin de kendi gündemleri vardı ve Japonya'yı kendi emellerine alet etmeyi umut ediyorlardı. Japonya'ya semp ati duyan b azı Hint Müs ­ lümanlarının yanı sıra, merkezi Singapur'da olan Hindistan Milli Ordusuna destek veren Japonlar da vardı ve bunlar Müslümanlar arasında İngilizlere karşı propaganda yapı ­ yordu. İngilizler d e Müslümanların ahlaken, sözde puta ta­ p an Şinto Jap onya'sı yerine, kendileri gibi Ehl-i Kitap olan Hıristiyanların yanında yer alması gerektiğini iddia ediyor­ du. Bu prop agandanın da hiçbir işe yaramadığını söylemeye gerek bile yok. Müslümanlar arasındaki anti- emperyalizm, dinden ziyade modern Müslüman siyasi mücadelesiyle ve medeni hak talepleriyle ilintiliydi; bu da Hint Müslümanla ­ rının çoğunu, onların sadakatini talep eden çeşitli güçlerin desiselerine maruz bırakıyordu.50 ***

Mihver Devletleri Müslümanlara kur yapma konusunda proaktif yaklaşımlar s ergilediğinden ve Müttefik Devlet­ ler reaktif davrandığından, geriye dönüp bakıldığında bir Mihver Devletleri-İslam dünyası ittifakı vannış gibi görü­ lebilir. Anc ak İkinci Dünya Savaşı dönemindeki Müslüman toplumlardaki durum, dönemin uluslararası siyasi koşulla ­ rının muğlaklığı v e kaosu içinde çok başka bir şeye işaret

50

Ab dul Rauf, "The British Empire and the Mujii.hidin Movement in the N.W.F.P. of India, 1 9 14- 1 934," Islamic Studies 44, no. 3, Ekim 2005, s . 409-439. 241

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TAR İ H Ç A L I Ş M A S I

ediyordu. Doğruyu söylemek gerekirse, savaş sırasında Müs ­ lümanların yaptığı şeyleri tek bir anlatıya sığdırmak imkan ­ sızdı . Savaş sırasında İngiliz, Fransız ve Sovyet çıkarları için binlerce Müslüman asker çarpış arak hayatını kaybetmişti. Türkiye tarafsız kalmıştı. İran Şahı Rıza tarafsız kalmayı umut ettiği için Müttefiklerin yardım taleplerini ve İran'daki Alman vatandaşlarının sınırdışı edilmesi tekliflerini reddet­ mişti , ancak oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'nin işgalci İngi­ liz ve Rus güçleriyle işbirliği yapması sonucunda tahtından indirilmişti. Mihver Güçleri, çok fazla prop aganda yapma­ larına rağmen, Müslümanlardan dikkate değer bir destek görememişti. S avaşın ilerleyen yıllarında, Almanya'nın kay­ bedeceği netleşince bazı Üçüncü Reich liderleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki İtalyan ve Vichy Fransa'sının s ömürgecili­ ğine daha s avaşın başında karşı çıkmaları gerektiğini, bunu yapmadıkları için Müslümanların gözünde inanılırlıklarını kayb ettiklerini ve neticede prop agandalarının işe yaramadı­ ğını düşünecekti . Müslümanlar, Alman ve İtalyan siyaset ve hamlelerini , en az Sovyet, İngiliz ve Fransız hegemonyalarını eleştirdikleri kadar eleştirmişti. 51 Mihver Devletlerinin propagandasına Müslümanlar ikna olmamışsa da, Müttefikler ikna olmuştu. Bu nedenle s avaş sı­ rasında Regent's Park'ta cami yapılmasının Britanya monar­ şisi tarafından desteklenmesi gibi, çok geç kalınmış b azı ufak tefek jestler yapılmıştı. Daha da önemlisi, Amerikan Strate­ jik Hizmetler Dairesinin Japonların Güneydoğu Asya Müslü­ manları arasındaki siyasetini ve söylemini başarılı bulması nedeniyle, Japonya'ya karşı propaganda yaparken, s avaşın kazanılması durumunda eski imparatorluklar düzenine geri dönmeyi vaat edemeyeceklerini, alternatif s avaş - sonrası dün­ ya düzeni planı olarak sadece Birleşmiş Milletler'den bahse­ dilmesi gerektiğini önermekteydi. Mihver Devletlerini yenilgi­ ye uğrattıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki köhne ırkçı imparatorluk düzenine geri dönmek, jeostratejik açıdan 51

Israel Gershoni, Arab Responses to Fascism and Nazism: Attraction and Rep ulsion, Austin, TX: University of Texas Press, 2 0 1 4. 242

M Ü S L Ü M A N B İ R L İ G İ TA H AYY Ü L Ü

bakıldığında, kazanma şansı muhtemel görünmeye başlayan Müslüman milliyetçiliği iddialarını güçlendirip meşrulaştıra­ cağı için tehlikeli addediliyordu. Bir başka deyişle, korkacak bir şeyleri olsa da, olmasa da, Müttefik Devletler Müslüman­ ların belli başlı hak talepleri doğrultusunda taviz vermeleri gerektiğine sonunda kanaat getirmişlerdi. S avaşın ardından, Müttefik D evletler, Mihver Devletleri­ nin propagandasının aslında ne kadar sığ olduğunu fark etti. Ancak Müttefiklerin söz verdikleri halkların kendi kaderini tayin edebilme ilkesinin uygulanmasından geri adım atmak, isteseler bile çok güç olacaktı . İkinci Dünya S avaşının son yılında, var olan tüm bağımsız Müslüman devletleri Mih­ ver Güçlerine savaş ilan etti ve b öylece Birleşmiş Milletler' e katılmış oldular. Bu yolla söz konusu Müslüman devletlerin bağımsızlığı ve uluslararası diplomatik arenada tanınırlığı sağlanmış oldu. İslam dünyasının birbirinden farklı , ulu s ­ lararası arenada tanınmış , b ağımsız ulus- devletlerden olu ş ­ tuğu g ö z önüne serilirken, sömürge statüsündeki Müslüman toplumlar da s avaş ortamında kendilerini yöneten impara­ torlukların zayıflamasını , hatta askeri yenilgiye uğramasını, kendi bağımsızlıkları yolunda bir fırs at olarak gördüler. İkinci Dünya Savaşının sonrasındaki dönemin dünya siyasi haritası, ister evrensel imparatorluk, ister özerk ha­ nedan ya da bir imp aratorluk bünyesindeki yan-bağımsı z devlet olsun, s avaş öncesinde Müslümanların tabi olduğu siyasi yapılardan tamamen farklı bir şey olacaktı . Birleşmiş Milletler'in himayesinde, nihayetinde tüm milletlerin kendi ulus- devletini kurmasına izin verilecek ve her bir ulus -dev­ let eşit egemen haklara ve sorumluluklara s ahip olacaktı. İkinci Dünya S avaşı sırasındaki pan-İslamist propaganda , 1 940'lann ikinci yansında görünürde hiçbir yeni sonuç d o ­ ğurmadı. 1 945 Sonb aharına gelindiğinde, Hilafet Hareketi­ nin İslam dünyasının başı olarak gördüğü ve İngiliz i şgalin­ den kurtarmaya çalıştığı İstanbul'daki halifeliğin 1 924'teki ilgasından sadece yirmi yıl sonra, artık ne böyle bir h alifeye ne de İslam dünyasının birliği fikrine ihtiyaç kalmış gibiydi.

243

VI .

MÜ SLÜ MAN EN TE RNAS YON ALİNİN D i R iL i Şİ ( 1 9 4 5 - 1 9 8 8 )

Akıl hastası bir Hıristiyan Siyonisti olan D enis Michael Ro­ han, 2 1 Ağustos 1 969'da Kudüs 'teki El Aks a C amiinin minbe­ rini kundakladı. Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Ab dülaziz bin Suud, İslam'da kuts al s ayılan üçüncü mekanın kundak­ lamasına karşılık olarak, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin liderlerini bir zirve toplantısına davet etti. O yıl, 25 Eylülde Fas'ın başkenti Rab at'ta düzenlenen zirve, İran Ş ahı, Türkiye'nin dışişleri b akanı, Pakistan başb akanı ve daha birçok ismi bir araya getirec ekti. Bu, o zamana ka­ dar, İslam dünyasının dayanışması adına b ağımsız ülkelerin temsilcilerinin ilk defa bir araya gelişi demekti . Filistin da­ vası ve Kudüs 'teki Müslümanların kutsal mekanları günde­ min en tepesini oluşturuyordu. S a dece birkaç yıl öncesinde, b öyle geniş katılımlı ve yük­ sek mevkilerdeki resmi görevlilerin katıldığı bir İslam Dün­ yası Zirvesinin gerçekleşmesi mümkün görünmüyordu. 1 965 yılındaki Arap Zirvesi sırasında, Kral Faysal küresel bir Müs ­ lüman liderler toplantısı önermişti. Anc ak Mısır C umhur­ başkanı C emal Abdül Nasır'ın laik Arap milliyetçiliğinin en p arlak günlerinde ve Mısır ile Suudi Arabistan'ın Yemen'de birbiriyle s avaştığı ş artlar altında uluslararası Müslüman dayanışması pek mümkün görünmüyordu ve teklif edilen Müslüman ülkeler zirvesi olgunlaştırılamadı. Ancak bazen 244

M Ü S L Ü MAN E N T E RNASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

olaylar fikirleri değiştirebiliyor v e yeni bir tür siya s et için alan yaratabiliyor. Bu hikayede de İslam birliği konusunda­ ki fikirleri değiştiren gelişme, Nasır ve Arap müttefiklerinin 1 967 yılında Filistin'i özgürleştirmek için İsrail'le girdiği s avaşta aldıkları askeri yenilgi oldu. 1 96 9 'da meydana gelen kundaklamanın yol açtığı siyasi b ağlamı değiştiren, Müslü­ man kamuoyunun his settiği aş ağılanma duygusu ve alarma geçme haliydi. B öylece, seküler milliyetçi Müslüman liderler dahi , milli sınırlar aracılığıyla b ölünmüş olsa da, Müslü­ man toplumların karşı karşıya kaldığı müşterek meseleleri değerlendirmek üzere Suudi kralının davetine icabet ettiler. Suudi Arabistan'ın kralı, s ömürgeciliğin tahakkümünden kurtulan, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan yakla ş ık elli ülke arasında p an-İslamizmin dirilişine liderlik edecek en doğru kişi gibi görünmeyebilir. Kral Fays al'ın b abası Ab dü­ laziz bin Suud 1 926 yılında kendisini Hicaz kralı ilan ettiği sırada, hükümranlığı altındaki b ölgeler mali ya da işlenebi ­ lir doğal kaynaklara s ahip olmak bakımından dünyanın e n fakirleri arasındaydı . Petrol endüstrisinin getirdiği z engin­ likle Krallık büyümüş olsa bile, Suudi ş ehirleri , İstanbul ve Delhi gibi eski O smanlı ve Hint metropollerinin kozmopolit niteliğinden yoksundu. Bütün Müslümanlar için hac mekan­ ları olan Mekke ve Medine'ye hükmetmek Suudi yöneticilere dünyadaki din kardeşleriyle b ağlantı kurma ş ansını sağlı­ yordu; ama Suudi hanedanı daha önce halifelikle hiç ilgilen­ memiş ve p an-İslamizm projelerinde de yer almamıştı . Krali­ yet ailesi tarafından uygulanan ve dayatılan İslam'ın katı ve püriten yorumu olan Vahhabilik, Suudilerle diğer Müslüman toplumlar arasında büyük bir uçurum doğuruyordu. Kıs a­ cası Suudi yönetimiyle küresel Müslüman liderlik ihtimali arasında p ek çok engel bulunmaktaydı. Önce Suudi Arabistan'ın hariciyesine hükmeden güçlü bir prens ve daha s onra da kral olan Faysal, Suudi Arabistan'ın dünyanın Müslüman halkları arasındaki imajını z amanla değiştirdi . Gençliğinde bile, Kral Abdülaziz 'in diğer o ğulları­ na nazaran daha geniş uluslararası tecrübeye , b ağlantıya ve bakış açısına s ahipti . Necid'deki Suudi devleti 1 92 5 yılında 245

İ S LAM O Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Hicaz b ölgesini fethettiğinde, Faysal'a , onu Müslümanların manevi merkezine daha yakın bir konuma getiren Mekke ve Medine'nin idaresi verildi. Faysal 1 92 6 'da Mekke'deki Müs­ lüman Kongresine katıldı ve İkinci Dünya S avaşından s onra Filistin davasını , Müslümanların sistematik olarak aşağı­ lanmasının sembolü olarak gördü. 1 953 yılında veliaht prens ilan edildikten s onra, Faysal aynı zamanda dışişleri b aka­ nı olarak Suudi Arabistan ile bağımsızlığını yeni kazanmış Müslüman nüfus ağırlıklı Afrika ve Asya ülkeleri arasındaki ikili ilişkilere odaklanarak uluslararası ilişkilerdeki etkinli­ ğini s ürdürdü. 1 960'lann b a şlarında Faysal, Müslüman kit­ lelere ulaşmanın önemli mekanizmaları olan Medine İslam Üniversitesinin ve Müslüman Dünya Birliğinin kurulmasına destek verdi. Suudi Arabistan'ın uluslararası konumunu ra­ kiplerine karşı güçlendirecek bir strateji olarak İslam dün­ yası fikri, ülkesinin krallığını üstlenmeden önce bile açık bir şekilde Faysal'ın gündemindeydi . Faysal 1 964 yılında tahta çıktıktan s onra, Müslüman çoğunluğa s ahip Afrika ve Asya ülkelerinin katılımıyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Müslüman bir blokun ortaya çıkmasına faal olarak katkıda bulundu. 1 1 97 5 'te, yeğenlerinden birinin suikastı neticesinde son bulacak olan s altanatı b oyunca, Faysal'ın İslam dünyasına yönelik işbirliği ve dayanışma vizyonu, Soğuk S avaşın kü­ resel ve b ölgesel rekabetleri içinde yoğrulup şekillendi . Na­ sır'ın Arap Birliği , Afrika Birliği , B ağlantısızlar bloku) ara­ sındaki popülaritesine ve liderliğine karşı, Faysal, Suudi Arabistan'ı merkeze alan bir Müslüman ağı kurdu. B aşba­ kan ve kral olarak, ekonomik kalkınma, basın-yayın ve kadın eğitimi gibi konulara yatının yap arak, dini toleransın teşvik edilmesi ve köleliğin kaldırılması gibi konularda uzun so­ luklu bir modernleştirici ç ab a içine girdi ki , bunların tama­ mı S uudilerin küresel ölçekte itibar kazanmasına yardımcı oldu. Faysal, 1 969 İslam Ülkeleri Zirvesinden doğan İslam Gerald De Gaury, Faisal: King of Sa udi A rabia, Louisville, KY: Fonts Vitae, 2007. 246

M Ü S L Ü M A N E N T E R NASYO NALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

Konferansı Örgütü gibi kurumlar aracılığıyla , O smanlı hi­ lafetinin kaldırılmasından s onraki dönemde Güney Asya ve Mısır'ın bir merkez olarak görüldüğü İslam dünyas ındaki toplumsal, entelektüel. kültürel sermayenin semb olik ve ba­ zen de fiili olarak Suudi Arabistan' a devredilmesi s ürecine öncülük etti. Suudi Arabistan Kralı Faysal pek çok yönden kendi z a ­ manının b i r tür i l . Ab dülhamid'i gibiydi; imp aratorluklar çağı yerine ulus-devletler ve Soğuk S avaş döneminde İslam dünyası dayanışmasını adeta yeniden icat etmekteydi. Yine il. Ab dülhamid gibi, uluslararası hedeflerini, gayet pragma­

tik bir biçimde , zamanının Süper Gücünü kızdırmadan ve ona meydan okumadan, küresel kurumlar ve uluslarara s ı ilişkilere hakim kurallar aracılığıyla gerçekleştirmeye çalış ­ tı . Ö rneğin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunu, sömürgeci­ lik- s onras ında b ağımsızlaşmış Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin b elli konularda bir blok halinde oy kullanarak güç ­ lerini gösterebileceklerini b i r yer olarak düşündü . Faysal'ın, sömürgecilik- s onrası uluslararası düzende ortaya çıkan bu yeni bağımsız Müslüman çoğunluğa s ahip ülkeler grubunu teşvik etmesi, S oğuk S avaş rekab eti b ağlamında İslam dün­ yası fikrinin stratejik değerini de ortaya koyuyordu. Zira an­ ti-komünist Faysal'ın, Müslüman ülkeler içindeki potansiyel liderliği, ABD'nin güvenini ve dostluğunu kazanmasına yar­ dımcı oldu. Bununla birlikte, Faysal, farklı Müslüman sivil toplum örgütlerinin, bireylerin ve halkların küresel bir İ s ­ lam dünyası kimliği altında Suudi devletiyle irtibatını kuv­ vetlendirecek yardım kuruluşlarını ve üniversite gibi olu­ şumları Mekke ve Medine'de kurmayı da ihmal etmedi. Kral Faysal'ın İslam dünyasının dayanışmasını kendi ül­ kesinin çıkarları ve Soğuk S avaş b ağlamında canlandırmaya çalış tığı 1 960- 1 975 arası dönem, p an-İslamizm fikrinin 1 924 öncesindeki emperyal mirasıyla 1 979 İran İslam Devrimiy­ le s embolize edilecek anti-Amerikancı yorumları arasındaki dönüşümleri ve macerasını anlamamıza yardımcı olacaktır. İkinci Dünya S avaşından s onraki dönemde İslam dünyas ı fikrinin entelektüel tarihini inceleyerek ş u önemli s o rulara 247

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

cevap verebiliriz: İkinci Dünya Savaşının hemen s onrasında­ ki yanın yüzyıllık dönemde İslam dünyas ının dayanışması fikrine ne oldu? Mısırlı Nasır, Endonezyalı Sukarno ve İranlı Muhammed Mus addık gibi popüler, s eküler, milliyetçi Müs ­ lüman liderler çağında bir İslam dünyası enternasyonaliz­ mi var mıydı? 1 9 70'lerin ortalarından 1 980'lerin ortalarına kadar geçen kıs a sürede İslam dünyasının dayanışmasına ilişkin daha önceki siyasi vizyonların hızla yaygınlaşmasın­ da ve yeniden siyasi öneme s ahip olmasında hangi faktörler etkiliydi? Müslümanların ırksallaştınlması ve sömürgeciliğin güya resmi olarak sona ermesinden s onra bile devam ettiği his­ sedilen Müslüman halkların maruz kaldığı aş ağılanmalar ile S o ğuk S avaş rekabetleri içinde Suudi Arabistan'ın dahil olduğu bir dizi karar ve vizyon neticesinde, eski dönemin İs­ lam dünyası dayanışması fikri 1 970'lere gelindiğinde tekrar canlandı. Yeni kurulan Arap ülkelerinin halklarının acziyet­ ten kurtulup onurlarını kazanmasını sembolize eden Arap milliyetçiliğiyle ilgili heyecan ve b eklenti , zamanla p an-A­ rabizmin Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkını sağlayamamasıyla ciddi bir huzursuzluğa dönüştü. 1 967'de Kudüs 'ün kaybedilmesi, s eküler milliyetçiliğin kurtarıcılık kap asitesine duyulan güveni s arstı. C IA'in 1 9 5 3 'te İran'da­ ki darbesi, 1 95 6 'daki Süveyş S avaş ı ve 1 954- 1 962 'deki Ce­ zayir B ağımsızlık S avaşı gibi örneklerde görüldüğü üzere, sömürgecilikten kurtuluş mücadelelerinin ve S oğuk Savaş döneminin şiddeti ve kanlı çatışmaları, Müslümanların yeni uluslararası düzenden duyduğu memnuniyetsizliği daha da büyütmekteydi . İslam dünyasının dayanışması, bu musibetlere ve huzur­ suzluğa karşı verilebilecek potansiyel pek çok entelektüel ve siyasi cevaptan s adece biriydi . So syalizm, p an-Afrikanizm, pan-Arabizm, B ağlantısızlar hareketi ve diğer Soğuk Savaş ittifakları mazlum halkların işbirliği, haklarını kazanma ve yeni dünya düzenini daha adil kılma sürecinde kolektif mü­ zakere gücü sunmaktaydı . Bu ideolojik tabloyla beraber tec­ rüb e mayalanması ve aşılanmasıyla ortaya çıkan yeni tür bir 248

M Ü S LÜMAN E N T E R N ASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

İslam dünyası dayanışması ideali, büyük ölçüde 1 97 0 ' lerde­ ki kanlı s avaşlarla uluslararası sistemin sorunları çözme­ deki b aş arısızlığının yarattığı huzursuzluk ve karams arlığın ardından son bir ümit niteliğindeydi . Birtakım entelektüel ve jeop olitik koşullar, Kral Fays al'ın pan-İslamizm girişim­ lerine daha fazla taraftar toplayacak bir fikri ortam yarat­ tı ve bir diğer bir dizi gelişme, 1 97 3 Arap -İsrail Savaşından s onraki altı yıl içinde p an-İslamizm fikrini daha radikal he­ deflere yönlendirdi. C amp D avid Anlaşmasıyla İsrail'le ayrı bir b arışı kabul eden ve p an-İslamizm düşüncesi için temel gerekçeyi oluşturan "Filistin halkının kurtuluşu" meselesini erteleyip çözümsüzlüğe sokan Mısır, İslam dünyasının olası liderliğini bu şekilde terk ettikten s onra, İslam dünyasının dayanışma fikrini Amerikan-karşıtı bir vizyonla yeniden yo ­ rumlayan b aşka aktörlerin yüks elmesine de vesile oldu. 1 8 70 'lerin Rus-karşıtı p an-İslamizminin B irinci Dünya Savaş ında Jön Türk hükümeti tarafından kökten bir biçimde İngiliz-karşıtı bir cihada dönüştürülmesine b enzer ş ekilde, 1 960'ların anti-komünist ve zımnen ABD ile iyi geçinmeyi hedefleyen p an-İslamizmi de İranlı Ayetullah Humeyni'nin takipçileri tarafından İslam dünyasında Amerikan hege­ monyasına karşı bir cihada dönüştürüldü. B öylelikle İran ve Suudi Arabistan'ın 1 980'lerin güçlü ve birbiriyle rekab et halindeki p an-İslamizm mücadeleleri için çatışma zemini de hazırlanmış oldu -bu projeler, Filistinlilerin süregiden İsrail işgaline karşı mücadelesi ya da S ovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali gibi olaylara yönelik tepkilerle daha da şekillenecekti. Söz konusu dönem boyunca hem İran'ın hem de Suudi Arabistan'ın liderleri İslam dünyasının dayanışması idealini küresel, bölgesel ya da ulusal siyasi krizlerinin çözümü için araç olarak görmeye devam etti . Ne var ki, onların 1 98 0 'lerde rekab etinin kızışması, İslam dünyası fikrinde yeni bir Sün­ ni-Şii mezhep çatışmasının ve hizipçiliğin de doğmasına yol açtı; s onuç olarak mezhep çilik İran- Suudi Arabistan rekab e­ tini iyice kızıştırdı. İran'da Ayetullah Humeyni aslında pek çok yönden II. Abdülhamid'in emp eryal döneminden veya 249

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Kral Faysal'ın ulus- devlet yönelimli p an-İslamizminden bazı temaları, fikirleri ve anlatıları devralmaktaydı. Ancak daha önceki stratejilerden farklı olarak, Humeyni ve sonrasındaki İslam dünyasının birliği taraftarları, yeni kitle iletişim araç­ larını kullanarak, devletleri aşıp, doğrudan doğruya Müs ­ lüman kamuoyuna hitap edip, kökten b i r biçimde yeni bir İslam dünyası şekillendirmeye çalıştı. Niyetler her ne olursa olsun, Soğuk Savaşın s on dönemlerinin p an-İslamizmi, B atı­ daki ırks allaştırılmış İslamofobiyi ve Müslümanlarla " diğer­ leri" arasında varolduğu düşünülen medeniyetler çatışması tezlerini de yeniden canlandırdı .

Müslüman Dünyasını Sömürgelikten Kurtarma İkinci Dünya S avaşı sırasında, Mihver Devletlerinin İslam dünyasıyla bağlantılarını geliştirmedeki başarısızlığı , Müs­ lümanların yekp are bir küresel yapı teşkil ettiği iddiasının boş ol duğunu ortaya çıkarmıştı. Buna rağmen söz konusu İslam dünyası birliği ve dayanışması algısı o kadar kökleş­ mişti ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da pek çok siyasi karara ilham kaynağı olacaktı . 1 9 57 yılındaki bir ABD hükümet raporu buna ap açık bir örnek sunar. İslam'ı araştırmanın ve İslam dünyasına dik­ kat etmenin gerekliliğini s avunan rap or, küresel Müslüman nüfusun büyüklüğüne odaklanmaktadır. Rapor, o yıl itib a­ riyle Birleşmiş Milletler'in seksen bir üyesinden on altısının Müs lüman çoğunluklu nüfusa s ahip olduğunun ve onlarca ülkede de 50.000'den fazla Müslüman yaş adığının altını çiz­ mektedir. Rapor, dünyanın tahmini 350 milyon Müslümanın Soğuk Savaşta önemli bir ABD müttefiki olabileceği s onucu­ na varmaktadır.2 Başka bir deyişle, sömürgecilik-sonrasın­ daki milliyetçilikler çağında bile Müslümanların çoğunluk­ ta olduğu ülkeler, potansiyeli ulus- devlet sınırlarını aş arak varolan bir homojenlikten kaynaklanan bir blok olarak göMatthew Jones , "Perils and Promise of Islam: The United States and the Muslim Middle East in the E arly Cold War," Diplomatic History 3 0 , Eylül 2006, s. 705-739, 730. 250

M Ü S L Ü M A N E N T E R N A S YO N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

rülüyordu . Hem Soğuk Savaşın Süper Güçleri hem d e yeni ve b ağımsız Müslüman çoğunluğa s ahip kimi ülkeler bu tür jeopolitik kurgulara ümit b ağlıyordu. Oysa hakikatte İkinci Dünya S avaşının s onrasında , Müs ­ lüman ülkeler siyasi bir birlik hissinden yoksundu. 1 880'ler­ le 1 920'ler arasında p an-İslamizmin biçimlendiği çağda, Avrup a imp aratorluklannın yönetimi altında p aylaşılan ırk­ çılık deneyimleri Müslümanlar arasında bir dayanışma duy­ gusu yaratmıştı. Ancak Avrupa imp aratorluklannın İkinci Dünya Savaşından s onra geri çekilmeleriyle b irlikte, Müs ­ lüman toplumlar aslında daha küçük idari ve ulusal birim­ lere b ölünerek, öncesine nazaran çok daha az siyasi birlik içinde bulunuyordu. İngiliz ve O smanlı imparatorluklannın arkalannda bıraktıklan b o ş luğu doldurmak için herhan­ gi bir büyük Müslüman güç ortaya çıkmamıştı . Bu neden­ le bazı Amerikalı gözlemciler s avaş sonrasının İslam dün­ yasını "bölünmüş" ve "başsız," "durağan" ve "yoksul" olarak tanımlamaktaydı.3 E ski p an-İslamistlerin bile İkinci Dünya S avaşından sonra dünyadaki Müslümanlann siyasi ittifakı konusunda açık bir tas avvuru yoktu. Örneğin Arap Birliği Sekreteri Azzam Paş anın 1 946 tarihli kitabı Muhammed 'in Ebedi Mesajı, ırksal e şitliği , yeni dünya düzenini ve İslam'ın ahkamına ve Hz. Muhammed'in yaşamına dayanan Müslü ­ man evrens elciliğini konu e diniyor; fakat kitap hilafet, bir­ leşmiş bir Müslüman federasyonu veya uluslararası p an-İ s ­ lamist b i r teşkilat hayali içermiyordu.4 B ağımsızlığını henüz yeni kazanmış olan Asya ve Afrika ülkelerinin Endonezya'nın B andung ş ehrinde 1 955 yılında düzenlediği konferan s , İslam dünyasına dair jeopolitik ha­ yalgücünün ne ölçüde s önükleşmiş olduğunu gösteren bir örnektir. B andung'daki 30 katılımcı ülkenin 1 4'ü nüfus ba-

A.g.m. s . 705. Ab d al-Rahman Azzam, The Etemal Message of Muhammad, çev. C aesar E. Farah, New York: Devin-Adair, 1 964. Arapça orijinali 1 946'da şu başlıkla yayınlanmıştır: Al-Risalah al-Khalidah, Kahire : Matba'at Lajnat al-Ta'lif wa-al-Tarjamahwa al-Nashr, 1 946 . 251

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

kımından Müslüman ağırlıklıydı. 5 Konferansta Hacı Emin el-Hü s eyni Filistin halkının sözcülüğünü üstlenirken, Güney Asya kıtası b ölündüğü için, Pakistan ' a katılmamış olan Hint Müslümanları C evahirlal Nehru'nun liderliğindeki Hintli bir delegasyon tarafından temsil edilmekteydi . Tüm ulus -devlet ayrımlarına rağmen, konferanstaki konuşmalar ırksallaştı­ rılmış emperyal dünya düzeninin daha önceki p an-İslamist (ve bunun yanı sıra p an-Asyacı) eleştirilerini kullanırken, de­ legeler Müslüman ve Asya kimliğinin önemini vurguluyordu; üstelik toplantının ana konusu seküler bir Üçüncü Dünya enternasyonaliydi. İslam dünyası birliği:q in jeop olitik yanıl­ s amasının yerini, b ağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler ara­ sında daha realist bir işbirliği arzusu almış görünüyordu. 6 B andung'da modernleşme ve Birleşmiş Milletler merkezli uluslararası bir sistem içinde her b ağımsız ülkenin egemen­ liğini tanıyan bir özgürlükçü milliyetçilik, Müslümanların uluslararas ı siyaset hayalleri için bir tür tarihin s onu dene­ bilecek nihai hedef olarak s aptanmıştı. Yeni kurulan ve nüfusunun çoğu Müslüman olan ülke­ ler s adece kendi devletleri için uluslararas ı bir tanınmayla yetinecek gibi değildi. Zira bu ülkelerin her biri farklılaşan çıkarları doğrultusunda küresel s ahnede harekete geçmek ve yeni dünya düzeninin oluşumuna katkıda bulunmak ar­ zusundaydı . . . Bu ortamda Soğuk Savaşın ilk dönemlerinde Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu devletler arasında yeni dünya düzenine dair farklı siyasi tavırlar görülmek­ teydi. Sağlanan bazı birlik ve dayanışma örneklerinin -ör­ neğin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 1 947 Kasımında Filistin'in bölünmesine karşı muhalefetin- bile pek fazla sürdürülemez olduğu kanıtlanmaktaydı . Filistin'in bölünM atthieu Rey, "Fighting C olonialism versus Non-Alignment: Tuva Arab Points of View on the B andung Conference," içinde: The Non-A­ ligned Movement and the Cold War, der. Nataii a Miskoviaı, Harald Fischer-Tine ve Nada Boskovska, Londra: Routledge, 2014, s. 1 631 83 . Richard Wright, The Color Curtain: A Report o n the Bandung Con­ ference, Gunnar Myrdal'ın sunuşuyla, C leveland, OH: World, 1 956. 252

M Ü S L Ü M A N E N T E R N A S YO N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

mesine muhalefet eden 1 3 B M üyesinin (o zamanki toplam 5 6 üyeden) 10 tanesi nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdi. Hindistan da Müslüman blokunu desteklemişti . Ancak büyük Müslüman nüfusa s ahip Britanya İmp arator­ luğu, Ç in, Yugoslavya, Tayland ve Etiyopya gibi oy kullanan birçok üye oylamada çekimser kalmıştı. 7 Birleşmiş Milletler bir kez İsrail'i egemen bir ülke olarak tanıdığında, nüfusu­ nun çoğunu Arapların oluşturduğu birçok ülke bu durumu reddederken, Türkiye ve İran !srail'i tanımayı kabul ederek diplomatik ilişki kurdu . Soğuk Savaş b oyunca Müslüman nü­ fusun çoğunluğu oluşturduğu bazı ülkeler Amerika Birleşik Devletleri ile; diğer pek çoğu ise Sovyetler Birliği ile işbirliği yaptı. Özellikle 1 950'li yıllarda, bir NATO üyesi olarak Tür­ kiye, C ezayir ve Türkiye arasındaki güçlü tarihsel b ağlara rağmen, C ez ayir'in kendi kaderini tayin hakkını destekleyen Birleşmiş Milletler karar tas arılarından p ek çoğuna, Frans a ile ittifakına binaen olumlu oy vermedi. Üstelik C ezayirlile­ rin Mustafa Kemal Atatürk'e duyduğu büyük hayranlığa -ve onu Müslüman milliyetçi bir kahraman olarak takdir etme ­ lerine- rağmen, Türkiye, C ezayir'in sömürgecisi ve işg alcisi olan Fransa'yla ilişkilerine öncelik vererek, Cezayir B ağım­ sızlık S avaşına 1 960' a kadar siyasi destek vermeyecekti . 8 Savaştan s onra uzun bir süre sonra Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu devletler ortaya çıkmaya ve bölünmeye devam etti ve nihayet 1 970'lerin ortalarında BM'de temsil edildikleri en yüksek s eviyeye ulaştılar. Pakistan'ın 1 947'de bağımsızlığını elde ettikten s onraki İslam dünyası liderliği beklentisine rağmen, bu elli küsur ülkeden hiçbiri "Müslü­ manların büyük gücü" rolünü üstlenemedi. Pakistan, yalnız­ ca Müslümanların ahlaki liderliğini temsil edecek hilafeti 1 947'de Birleşmiş Milletler'deki Filistin oylaması için, bkz. "United Nations Vote for Palestine Partition," November 29, 1 947, WOR Col­ lection, Library of Congress. C ezayir'in talepleri karşısında Türkiye'nin BM'deki tutumu hakkın­ da, bkz. Şinasi Sönmez, " C ezayir Bağımsızlık Hareketinin Türk Bası­ nına Yansımaları ( 1 954-1 962)," ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi 6 , no. 1 2 , 20 1 0 , s . 289- 3 1 8 . 253

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

değil, Britanya İmp aratorluğunun e n büyük Müslüman nü­ fusa s ahip gücü statüsünü de p otansiyel olarak miras ala­ bilirdi. Hintli Müslümanların İstanbul'u ruhani merkez ve Londra'yı da siyasi merkez olarak gördüğü yirminci yüzyı­ lın b aşlarındaki ikiliğin aksine, Hindistan'da kurulacak bir Müslüman devleti İslam dünyasının hem gövdesi, hem baş ı olabilirdi . Pakistanlı liderler bir yandan da, bir z amanlar İn­ gilizlerin temsil ettiği finansal, kültürel ve siyasi güç bakı­ mından dünyanın en büyük Müslüman ülkesi sıfatını kazan­ mayı umuyordu. Yani kıs acası, Pakistan, Müslümanlar için, İslam'ın doğuş çağındaki gibi yeni bir Medine olabilirdi .9 Pakistan, İslam dünyasına liderlik etmek iddiası için, sö­ mürgecilik- sonrasının karmaşık siyasi ortamında bir ahla­ ki üstünlük kurmak zorundaydı . Ve b ağımsızlık sürecinde, ülkenin gelecekteki liderleri, Hindistan Kongre Partisi'nin Müs lüman ülkelerden destek görme girişimlerini yenilgiye uğratacak bazı baş arılar elde etti . B ağımsız bir Pakistan'ın en büyük savunucusu olan Müslümanlar Birliği, Hindistan'ı kuran Kongre Partisi'nin 1 947 yılında Delhi'deki Asya İlişki­ leri Konferansına, nüfusu Müslüman çoğunluğa s ahip ülke­ lerin katılımını b altalayarak nüfuzunu kanıtlamaya çalıştı. Hindistan Kongre Partisi, Britanya'dan b ağımsızlığını elde etmek ve Britanya tarafından hükmedilen Asya'da Hindistan liderliğini oluşturmak için, p an-Asyacılık projesinden ilham alan bir b ölgesel birlik peşinde koştu. Ancak konferans a Ma­ laya yarımadası, Tib et, S ovyet Orta Asya'sı, Burma ve Sey­ lan'dan delegeler katılmasına rağmen, Pakistan'ın liderleri Suriye, Lübnan ve Yemen'i bu konferansa katılmamaya ikna etti. Mısır'daki Arap Birliği ve Müslüman Kardeşler örgütü, resmi olarak Hindistan'daki bu konferansa davet edilmele­ rine rağmen, s adece birkaç gözlemci yolladı. 28 Mayıs 1 947 tarihli bir mektupta, Müslüman Kardeşler'in kurucusu Ha­ san el-B enna, Müslümanlar Birliğinin karizmatik lideri Mu­ hammed Ali C innah'a Hindistan'a gidecek olan kendi temFaisal Devji, Muslim Zion: Pakistan as a Political Idea, C ambridge, MA : Harvard University Press, 20 1 3 . 254

M Ü S L Ü MAN E N T E R N ASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

silcilerinin s adece Hintli Müslümanlarla b ağlantı kurmak istedikleri ve Kongre Partisi'ni desteklemeyi düşünmedikleri konusunda güvence verdi . Kendi liderliğindeki Müslüman Kardeşler hareketinin "kutlu Pakistan hareketi"ne olan des ­ teğini vurgulayan el-Benna kaleme aldığı bir mektupta şöyle diyordu: "Bugünden s onra yeryüzünde, İslam kardeşliğinin kaynaştırdığı bağlan koparacak ve Müslüman ülkelerin ba­ ğımsızlığını, özgürlüğünü b askı altına alabilecek veya milli hak ve taleplerinin elde edilmesini engelleyebilecek hiçbir güç yoktur. " 1 0 Yine de 1 947 yılında, Cinnah ve el-Benna ara­ sındaki bu yazışma İngilizce gerçekleşmişti ve ikili arasın­ daki b ağların kökeninde, s adece ümmet mefhumunun dini kuvveti değil , her iki tarafın da zamanında Britanya İmpara­ torluğu bünyesinde daha yoğun ilişkiler geliştirmiş o lması yatmaktaydı . B ağımsızlıktan sonra Pakistanlı liderler 1 949 ile 1 950'le­ rin s onları arasında çeşitli dünya Müslümanlarının kong­ relerine ev s ahipliği yap arak p an-İslamist bir prestij ka­ z anmaya çalıştılar. Bu kongreler, Pakistan'ın, Hindistan'ın p an-Asyacı enternasyonalizmiyle rekabet etmesi için de bir güç gö sterisi oluyordu . Büyük ekonomisi ve nüfusuyla , Gan­ dhi ve Nehru gibi liderlerinin tesiriyle, Hindistan, sömürge­ cilik- s onrasında Asya'da liderlik iddiasındaki bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Nasır'dan Sukarno 'ya kadar Müslüman li­ derler bile Hindistan'ın ilk b aşb akanı C evahirlal Nehru'ya hayranlık duyduklarını ifade etmişti. Bununla b erab er, Pa­ kistanlı yetkililer, ulus- ötesi Müslüman liderliğini üstlen­ meleri durumunda, Keşmir meselesindeki anlaşmazlıklarda Hindistan' a karşı ellerinin güçleneceğine inanmaktaydı . U 10

11

"Letter from the President of Muslim Brotherhood, C airo, to M.A. Jinnah, 29 May 1 94 7 ," içinde: Quaid-e-Azam and the Muslim World: Selected Documents, 1 93 7-1 948, der. Atique Zafar Sheikh and Mo­ hammad Riaz Malik (Karaçi: Royal Book C o . , 1 990, s. 308; telgraf: Quaid-e-Azam Papers, Dosya No. 1 38, s. 209-2 1 0 . C arolien Stolte, "'The Asiatic Hour' : New Perspectives o n the Asi­ an Relations C onference, New Delhi, 1 947," içinde: The Non-Aligned Movement and the Cold War: Delhi-Bandung-Belgrade, der. Natasa 255

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Pakistan tarafından desteklenen İslam Dünyası Kongresin in organizatörleri bu yüz den yapacakları kongreyi, 1 92 6 yılın­ da Mekke'de ve 1 93 1 yılında Kudüs 'te yapılan Dünya Müs ­ lüman Kongresinin bir devamı olarak sunmaya gayret gös ­ terdi . 1 949 yılındaki ilk konferansa, esas olarak Müslüman çoğunluklu ülkeler arasında ticareti ve ekonomik kalkınm ayı tartışmak üzere, farklı İslami kuruluşlardan ve ülkelerd en yaklaşık yirmi temsilci katıldı. Ancak bir iki yıl süren heyecanlı toplantıl ardan s onra, yab ancı hükümetlerin Pakistan'ın liderliğindeki bir İslam birliği örgütlenmesiyle ilgilenmedikleri ortaya çıktı. Pakis­ tan hükümeti, devletlerinin İngiliz hakimiyetindeki Hindis­ tan'ın gücünün doğal bir halefi olmadığını keşfediyordu. On dokuzuncu yüzyılın s onlarında İslam dünyası fikrinin gücü ve cazibesi, dünyadaki Müslümanların çoğunluğunun Bri­ tanya İmp aratorluğu içindeki yerine dairdi. Ö rneğin Lond­ ra'daki imp aratorluk merkezinin, Hindistan-içi örgütlenme ve direnişin oluşturduğu b askı karşısındaki korku ve hassa­ siyeti, Hint Müslümanlarının gücünün başlıca kaynağıydı. Fakat sömürge dönemi bitince, Pakistan'ın İslam dünyası adına ortaya koyduğu taleplerin gideceği yeni bir imp ara­ torluk merkezi yoktu ve bu konudaki siyasi temsiliyete yeni dünya düzeninde karşılık yaratmak konusunda herhangi bir muhatap bulunmuyordu. Pakistan aynı zamanda 1 947 öncesinde dünya Müslüman­ larının neredeyse yarıya yakınını b arındıran Hindistan'ın daha küçük ve z ayıf bir türevi olacaktı. Bugün Pakistan, kaçı­ nılmaz olarak Hindistan'dan ayrılmaya mecburmuş gibi gö­ rüns e de, aslında bölünme o kadar da kaçınılmaz değildi ve Müslümanlarla Hindular arasındaki farklılıklar kıtanın si­ yasi olarak iki devlete ayrılmasını kader kılacak bir nitelikte değildi. D ahası, Pakistan bir Müslüman devleti olarak kurul­ duktan s onra dahi, Hindistan içinde milyonlarca Müslüman

Miskoviaı, Harald Fischer-Tine ve Nada Boskovska, Londra: Routle­ dge, 20 1 4, s. 57-75. 256

M Ü S LÜMAN ENTE RNASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

kaldı . 1 2 B ölünme karşıtı birleşik milliyetçiliğin Müslüman taraftarları, dini kimlik merkezli iki devlete ayrılma fikrine güçlü bir ş ekilde itiraz ettiler. Mevlana Ebul Kelam Azad gibi Pakistan'a katılmayan Müslümanlar, Kongre Partisi yönetim kadrosunda ve b ağımsızlıktan s onra Hindistan kabinesinde önemli idari görevler üstlendi. Bugün Hindistan, neredeyse Pakistan nüfusuna yakın s ayıdaki Müslüman yurttaşıyla , dünyanın e n büyük Müslüman nüfuslarından birine s ahip ­ tir. B ölünmeye itiraz eden Hint Müslümanları, birleşik bir Hindu-Müslüman Hindistan'ın, Asya ve Afrika'daki İngiliz­ lerin ve B atılıların sömürgeciliğini kesin bir ş ekilde yenilgi­ ye uğratmak suretiyle, diğer sömürgeleştirilmiş toplumların b ağımsızlıklarını ve s aygınlıklarını kazanmalarına da yar­ dımcı olarak İslam dünyasının çıkarlarına daha iyi hizmet edebileceğini ileri sürdüler. Bölünme süreciyle birlikte, Pa­ kistan'ın Müslüman dünyanın liderliğini üstlenemeyeceğini onlar da öngörüyordu . Öte yandan, Pakistan'ın b ağıms ızlığı­ nı ilan etmesiyle beraber büyük bir Müslüman nüfusun Hin­ distan'dan kopması, bir yandan da Hindistan'ın Hinduizm kimliğiyle özdeşleşmesine zemin oluşturdu . Hindistan birle­ şik halde kalsaydı, bugün yarım milyar Müslüman nüfusuy­ la dünya Müslümanlarının yaklaşık üçte birine yurt olacak­ tı . 1 3 B unun yerine , çok sayıda Müslümanın varlığını orada sürdürmesine rağmen, Hindistan artık kolayca bir Hindu ülkesi olarak tanımlanabildi ve değişik çatışma sebepleriy­ le Pakistan'a rakip olmaktaydı . Hindistan'ın b ölünmesiyle birlikte, Pakistan'ın, dünyanın en büyük Müslüman impara­ torluğu olarak Britanya Hindistan'ının tüm prestijini miras almaktan ve küresel İslam dünyasının ana gövdesi ve lideri olmaktan mahrum kaldığı s öylenebilir.

12

13

Ayesha Jalal, The Sole Spokesman: Jinnah, the Muslim League and the Demand for Pakistan, C ambridge: C ambridge University Press, 1 994. Venkat Dhulipala, Creating a New Medina State Power, Islam, and the Quest for Pakistan in Late Colonial North India, Cambridge: C ambridge University Press, 2 0 1 4. 257

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Pakistan Soğuk Savaş b oyunca, kendisinden bekleneni ve­ remeyen İslam Dünyası Kongresi teşkilatının sekreterliğine ev sahipliği yapmaya devam etti. 1 955 B andung Konferansı­ nın hazırlık aşamasına gelindiğinde bile, konferansı Endo­ nezya, Sri Lanka, Hindistan ve Burma ile b eraber organize eden beş ülkeden biri olan Pakistan artık aktif bir İslam dün­ yası siyasetini bırakmış gibiydi. Ancak İslam Dünyası Kong­ resi teşkilat sekreterliği, p an-Arabizm dalgasının en güçlü dönemlerinde dahi yıllık toplantılarını yapmaya devam etti. Mesela 1 964 yılı gibi geç bir z amanda bile Sekreterlik, yayın­ l adığı bir ris alede, "İslam ne kabilesel ne de ırks al, ne ulusal ne de bölgesel bir dindir. O bir dünya dinidir," vurgusunu ya­ parak Müslüman devletler topluluğunu savunuyordu: "İslam bir dinden daha fazlasıdır; o bir dünya düzenidir! " 1 4 Bu Pakis­ tan merkezli pan-İslamizmin bir kısmı Suudi liderliğindeki Nasır-karşıtı pan-İslamizme katkıda bulunacak ve öyle şekil­ lenecek olsa da, Pakistanlı liderler, nihayetinde, Müslüman enternasyonalizmine yapılan itirazların Hindistan'la olan re­ kabetlerinde çok az işe yaradığının farkına vardılar. B öylece Pakistan 1 950'lerin ortalarında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet-karşıtı bir ittifaka doğru kaymıştı. Bağ­ lantısızlar hareketinin lideri olarak ortaya çıkan Hindistan ile Keşmir gibi ihtilaflarında taraftar bulmak için Pakistan sıklıkla Müslüman kamuoyunun desteğini aramaya devam etti. Fakat Doğu Pakistan'ın bağımsızlığıyla ilgili s avaş ve 1 97 1 yılında B angladeş'in nihai olarak Pakistan'dan ayrıl­ ması , küresel bir Müslüman yönetim siyasetinde Pakistan'ın merkezi konumda bulunma olasılığını tümüyle ortadan kal­ dırdı. Pakistan'ın bizzat kendisi bölündüyse, diğer Müslü­ man çoğunluğa sahip ülkeleri İslam dünyası adına ulus-ötesi dayanışmanın önemine nasıl ikna edebilirdi? Pakistan'la Hindistan'ın ayrışmasıyla birlikte p an-İsla­ mizmin ve pan-Asyacılığın enternasyonalizminin de ayrış-

14

Studies on Commonwealth of Muslim Countries, Secretariat of the Motamar al-Alam al-Islami, Karaçi: Umma Publishing House, 1 964, s. 5. 258

M Ü S L Ü MA N E N T E R N A S Y O N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

ması, daha önceleri b eklenmeyen ama uzun vadede köklü sonuçlar doğuran bir gelişme olmuştur. Zira 1 947 öncesinde, İngilizlerin yönetimi altındaki Güney Asya'da pan-İslamist ve p an-Asyacı enternasyonalizm rahatça bir arada yaşamış ­ tır. Z aten Hindistan ve Endonezya Müslümanları arasında İstanbul'dan Tokyo'ya kadar uzanan geniş coğrafyadaki halk­ larla değişik dayanışma vizyonları arasında herhangi b ir çelişki bulunmuyordu. Hindistan'da, 1 857 İsyanından sonra Kraliçenin hakimiyeti altında doğrudan s ömürge yönetimi­ nin b aşlamasından s onra İngilizler, Müslüman teb aanın i s ­ yana yatkın olduğunu varsayıp , onlardan daha fazla çekinir olmuştu. Ancak hem 1 857 İsyanı hem de 1 9 1 9- 1 92 3 Hilafet Hareketi esnasında Müslümanlarla Hindular işbirliği yap ­ mıştı. B öylesi bir ittifak, B atının ırkçılığından ve hegemon­ yasından uzak, s ömürgecilik-sonrası bir dünyanın mümkün olabileceğini göstermişti. 1 5 Ancak 1 94 7 'de yaş anan bölünme sonrasında Endonezya ve Mısır gibi ülkeler, Hindistan'd a Nehru'nun pan-Asyacı siyasetiyle Pakistan'ın p an-İslamist dayanışma rotasıyla iyi ilişkilerini dengelemek zorunday­ dı ve bazen de birini diğerine tercih etmek mecburiyetinde kaldı . 1 950'lerin başlarında Sukarno , Nehru'yu açıkça akıl hocası olarak nitelemekteydi ve p an-İslamist enternasyona­ lizmi bir kenara itmişti. Nasır ise Pakistan'la iyi ilişkilerini sürdürmek için p an-İslamist duygularını yeterince dile geti­ rirken, dost bir Üçüncü Dünya ülkesi olarak Hindistan'la d a ittifaka girerek, bu iki ülkeyle ilişkilerini dengede tutmaya çalışıyordu. Neticede Pakistan, İngilizlerin hakimiyetinden devralı­ nan Güney Asya'da kendisini İslam dünyasının daha z ayıf bir parçası olarak bulurken, yeni b ağımsız Hindistan'daki Müs ­ lümanlar d a iyice güçsüzleşmiş bir azınlık haline gelmek­ teydi. Hindistan'daki zengin ve muteber Müslüman pren s ­ liklerin hızla yok olup Hint devleti tarafından ilhak edilme 15

1 857'deki Hindu-Müslüman birliği v e Hilafet Hareketi hakkında, bkz. Zakir Husain, Communal Harmony and the Future of India: The Study of the Role and Thoughts of Nation Builders for India 's Unity, 1 857-1 985, B areilly, Hindistan: Prakash Book Depot, 1 985. 259

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

si, Hint Müslümanlarının küresel güçlerini v e itib arlarını iyice az altmıştı. Bu gelişmeler neticesinde, İslam birliğinin entelektüel ve kültürel ağlarını güçlendirmeyi daima teşvik etmiş ve bunu finansal olarak da desteklemiş olan Hayda­ rabad'daki ve Bhopal'daki Müslüman hükümdarlar, liderlik s ancağını, İslam dünyasına lider olmayı baş aramayan Pakis­ tan' a değil, Mısır ve Suudi Arabistan gibi nüfusunun çoğu­ nu Arapların oluşturduğu ülkelere devretmiştir. 1 6 ı 950'lerin ortasına gelindiğinde, ittihad-ı İslam (İslam birliği) tahay­ yülünün ve bu entemasyonel birlik vizyonunun merkezinde Güney Asyalı Müslümanların bulunmasının sürdürülemeye­ ceği artık aşikar hale gelmiştir. 1 94 7 ile 1 952 arası dönemde genç Pakistan devletinin Müslümanları ilgilendiren konularda küresel liderliğe ön­ cülük etme çabasının diğer bir nedeni , Ortadoğu'da güçlü bir lider ülke alternatifinin olmamasıydı. Dünyanın en bü­ yük Arap nüfusuna hükmeden Mısır'da Hıdiv hanedanının s aygınlığı, 1 948 Arap -İsrail Savaşında Arapların yenilgiye uğramasıyla paramp arça olmuştu. Irak, Ürdün ve Suudi Ara­ bistan'ın kralları , İslam dünyasına liderlik etme i ddiasında bulunabilecek uluslararası prestijden yoksundu. B öylelikle 1 948'de İsrail , Filistin topraklarını işgal edip yüz binlerce Filistinliyi topraklarından sürdüğünde, Arap ve Müslüman kamuoyunda Filistinlilerin kurtuluşu için bir tür bölgesel Arap veya Müslüman birliğine ihtiyaç duyulduğu görüldü, fakat bu ihtiyaca cevap verecek kurtarıcı bir Arap lideri he­ nüz ortalıkta görünmüyordu. 1 948'den s onra Ürdün, o sıralar kontrolü altında olan Ku­ düs şehrinde çeşitli Müslüman kongreleri ve b azı toplantılar düzenledi. Etkinliklerin yapıldığı yer, Ürdün'ün, ş ehrin yöne­ timine olan ilgisinin yanı sıra, Filistin'in ulus-ötesi Müslü16

Haydarabad Devleti v e p an-İslamist bağlantılar hakkında, bkz. Erle Lewis Beverley, Hyderabad, British India, and the World: Muslim Networks and Minor Sovereignty, c. 1 850-1950, C ambridge: C amb­ ridge University Press, 2 0 1 5 . Pakistan'ın b ölünmesi kararının etkisi hakkında, bkz. Srinath Raghavan, 1 9 71 : A Global History of the Crea­ tion ofBangladesh, C ambridge, MA: Harvard University Press 20 1 3 . 260

M Ü S LÜMAN ENTE RNASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

man kamuoyundaki s embolik merkezi konumuna hitap et­ mekteydi ve bağımsız bir Filistin devleti kurmaktan ziyade oradaki Ürdün-Haşimi yönetimini meşrulaştırmak içindi. Bu toplantılar, Ayetullah Talagani gibi Şii din adamları ve Seyyid Kutub gibi Müslüman Kardeşler'le bağlantılı entelek­ tüeller de dahil olmak üzere, resmi ve gayriresmi katılımcı­ ları kendine çekmişti. Ancak Ürdün'ün bu girişimleri sonuç itib ariyle bir İslam veya Arap dünyası birliği fikrine pek de ivme kazandırmayacaktı. Arap dünyası liderliğindeki boşluk ancak 1 9 52'deki Mıs ır Devriminden sonra kap anmaya başladı . Kahire'deki yeni hü­ kümet İslam kongrelerine desteğini hiç vakit kaybetmeden dile getirdi . Dönemin devlet b akanı ve müstakbel cumhur­ b aşkanı Enver Sedat, Mısır'ın Filistin davasına olan bağlı­ lığını pekiştirmek için 1 9 55'te Kudüs'e gitti. İngiliz , Fransız ve İsrail güçleri tarafından Süveyş Kanalının 1 956 yılında işgal edilmesi üzerine Suudi Arabistan'ın ülkesindeki İngi­ liz diplomatları kovması, o dönemde Mısır-Suudi Arabistan ilişkilerinin ne denli iyi olabileceğini göstermekteydi. Hatta bu dönemde Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan'ın kendi ara­ larında üç ülkeden oluşan bir İslam Birliği bloku olu ş turma­ sı bile teklif edilebilmişti. Ancak Nasır'ın liderliğindeki Mısır, 1 95 6 'dan itibaren uluslararası girişimleri daha çok p an-Arabist veya p an-Af­ rikacı vizyona uygun olarak, Soğuk Savaş ortamında Sov­ yetlerle iyi geçinen B ağlantısız ülkeler enternasyonalizmine doğru kaymaya b aşladı . Daha önce teklif edilen Mısır-Suudi Arabistan Müslüman işbirliği teşkilatı, Mısır Dışişleri B a ­ kanlığının yönetimi altında faaliyet göstermeye devam etti , ama onun da asıl amacı uluslararası öğrencileri Kahire'deki el-E zher Üniversitesine çekmek ve Kudüs 'le ilgili p rojelere mali destek sağlamaktan ib aret oldu. 1 956 Süveyş Krizi ve 1 967 Arap -İsrail Savaşı arasındaki dönemde Nasır liderli­ ğindeki p an-Arabizmle b eraber güçlenen sömürge - sonras ı milliyetçilik ve Soğuk S avaşın çeşitli jeop olitik çekiş meleri , emperyal dönemdeki p an-İslamizmden b aki kalan hatıraları da bütünüyle gölgede bırakıyordu. 261

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Dini kimlik temelli uluslararası işbirliği yerine, Arap milliyetçiliğini önceleyen ve Üçüncü Dünya dayanışmasını önemseyen bir siyasi dayanışma fikri, Mısır için, ülkedeki Hıristiyan Arapların (Kıptilerin) büyük nüfusu dikkate alın­ dığında, iç siyaset b akımından daha faydalı olmuştu. Aynca bu çizgi Nasır'ın küresel tanınırlığını artınp yaygınlaştırdı; öyle ki, C alifornia Üniversitesinde 1 970'te yapılan bir konuş­ mada, p an-Afrikacı entelektüel W. E . B . Du Bois 'nın kansı Shirley Graham Du Bois, Nasır ve Sedat' ı koyu renkli ırkların yeniden canlandınlmasını s avunan p an-Afrikacı kahraman­ lar olarak tasvir edebiliyordu. Mısır'ın Afra-Asyalı Üçüncü Dünya enternasyonalizmi, bu büyük ş emsiye altında, tabii ki Müslüman ülkelerin işbirliği ve dayanışmasını da kap sa­ yabilmekteydi; yine de Soğuk Sava ş , nüfusunun ç oğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında keskin ideolojik aynşmalar yaratmıştı ve Nasır-karşıtı bir Müslüman enternasyonalizmi de yeşermeye başlamıştı. Örneğin NATO'nun müttefiki Tür­ kiye'de b asın, Nasır'ı, kurnaz Sovyet İmp aratorluğunun yön­ lendirdiği ve kandırdığı, kolay aldanan bir Arap lideri ola­ rak tasvir ediyordu (Türkiye'nin önderlik ettiği B ağdat Paktı projesi de kısmen Nasır'ın S ovyet-yanlısı Arap Birliğine ra­ kipti ve Nasırcılığın gölgesinde kaldığı için Arap dünyasında başansız olacaktı) . Nasır 1 956 Süveyş S avaşı sırasında İngiliz, Fransız ve İsrail güçlerine karşı ABD, B M ve S S C B desteğini kazanabi­ len karizmatik bir lider olarak ortaya çıktığında, Mısır daha ş imdiden Pakistan'ı en önemli Müslüman çoğunluklu ülke olarak gölgede bıraktı. Müslümanlann lideri olma iddiaları­ nın Mısır' a geçmesi, Hint Müslümanlannın, Müslüman ırkı­ nın küresel hayalindeki merkezi figürler olmanın yanı sıra, s ayısal, finansal ve siyasi olarak yükseldiği 1 85 7 'den 1 956 'ya kadar olan yüz yıllık bir devri de sona erdirmekteydi. Mal­ colm X, 1 964'te Mekke'ye giderek tarihi hac vazifesini yerine getirdiği z aman Mısır'ı da ziyaret etti ve Nasırcı p an-Ara­ bist ve p an-Afrikacı düşünürlerle tanıştı. Malcolm X, Nasır ile Kral Fays al arasında bir s eçim yapm ak z orunda kal s aydı, büyük olasılıkla ilkini seçerdi; zira Nasır hem bir Müslü262

MÜS LÜMAN ENTE RNASYONALİ N İ N DİRİLİŞİ

man, hem bir Afrikalı hem d e "koyu renkli ırkların" dirili­ şini ve b ağımsızlığını s avunan birisiydi . 1 7 Yine de Malcolm X, 1 960'ların ortalarında O smanlı halifesinin çok değil kırk yıl öncesine dek yaş adığı İstanbul'u ziyaret etmeyi aklından geçirmemişti (ve hilafet fikrinden hiç b ahsetmemişti bile ! ) . Küres el İslam aleminin siyasi tahayyülünde önemli olan böl­ geler artık Türkiye ve Hindistan değil, C ezayir ve Mısır'dan Suudi Arabistan'a kadar olan Arap ülkeleriydi . Nasır ve benzerleri, siyasi mücadelelerini ve hedeflerini milliyetçilik, sosyalizm, p an-Afrikanizm, Üçüncü Dünyacılık ve koyu renkli ırk dayanışması gibi seküler evrenselci ide­ olojiler açısından algılarken, Avrupa halkları ve sömürgec i elitler, ırkçılığın v e p aranoyanın eski klişelerini terk e demi­ yor gibiydi. 1 954- 1 962 arasındaki C ezayir Bağımsızlık Sava­ şı s eküler p an-Arabizmin zirvesine denk gelmesine rağmen, Fransız hükümeti Cezayir'in kendi kaderini tayin taleplerini B atılılaşma-karşıtı fanatik p an-İslamizmin göstergesi ola­ rak sunmaya çalışıyordu. Kanlı b ağımsızlık savaşı sırasında , Mısır'ı Kuz ey Afrika'daki imp aratorluğuna meydan okuyan baş düşman olarak suçlayan Fransa, Nasır'ın C ezayir ülkü­ süne olan desteğini hedefe aldı . Nasır'ın Mısır'ının Arapla­ rın liderliği rolüne Fransız ortaya koyduğu bu düşmanlık neticesinde, İsrail'in kendi atom b omb asını yapması da da­ hil olmak üzere, Fransa'nın İsrail' e pek çok anlamda askeri desteği artacaktı. Milli mücadeleleri bir çeşit dini fanatizm olarak göste­ rilmesine karşın, Cezayirli liderler bağımsızlık çabalarının temsil ettiği halkların kendi kaderini tayin hakkı , ırk e şitliği ve s osyalizm gibi ortak küresel değerlerin önemini s ürekli vurguladılar. Bununla b eraber, sosyalistlerin de dahil oldu­ ğu C ez ayir milliyetçileri Müslüman ırkları, miras ları ve kim­ likleriyle gurur duyuyorlardı. Kendi sözleriyle savaş çıları

mücahid ve milli mücadeleleri ise bir cihad hükmündeydi. 17

Edward C urtis, '"My Heart Is in C airo ' : Malcolm X, the Arab Cold War, and the Making of Islamic Liberation Ethics," Joumal ofAme­ rican History 1 0 2 , no. 3 , 20 1 5 , s. 775- 798. 263

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

C ezayir b ağımsızlığını kazandığında, p an-Arabizmi, Üçün­ cü Dünyacılığı ve sosyalist enternasyonalizmi kucaklayan s eküler ve s osyalist bir cumhuriyet oldu. C ez ayirliler gurur duydukları Müslüman kimlikleriyle laik, so syalist hükümet arasında herhangi bir çelişki görmediler. 18 Cezayir, dünyadaki tüm devrimci hareketler için güçlü bir s embol ve etkileyici bir ilham kaynağı olduğunu göstermişti. C ezayirli liderlerin değişik enternasyonalist dayanışma pro­ jelerine kucak açan bağımsızlık ve milli egemenlik mücade­ lesi o kadar baş arılı oldu ki , Brezilya'dan Ç in'e kadar tüm ülkeler Frans a'yı karşılarına alarak C ezayir halkına destek­ lerini sundular. C ezayir'in işgalci- sömürgeci rejimden kur­ tularak b ağımsızlığını kazanması, Filistinlilerin de çoğulcu enternasyonalizm ve küresel dayanışmayla b ağımsızlıkları­ nı kazanabilecekleri konusunda kendine güvenen pan-Ara­ bist irade ve vizyona da ilham verdi . 1 9 Müslümanların sömürge olmaktan kurtulması ve milli­ yetçi modernleşme projeleri, Batılı Oryantalistlerin ve ulus ­ lararas ı ilişkiler alanındaki uzmanların alış ageldiği konum­ lanışları allak bullak ediyordu. Bu aydınlar en az yüz yıldır, kendinden öncekilerin yaptığı gibi, hemen her şeyi, esas ola­ rak p aylaşılan ortak dini inanca dayandırarak, tüm Müslü­ manları tek bir jeopolitik, ırksal ve dini grupta bir araya ge­ tirme eğilimi gösteriyordu . Fakat 1 960'ların başlarında, sözü edilen grup için bile s anki İslam, seküler milliyetçiliğin ve enternasyonalizmin hakim olduğu dünya siyas etiyle birlik­ te Soğuk S avaşın stratejik talepleri b ağlamında, önemsiz bir ş eymi ş gibi görünmeye başlıyordu. C ezayir'in b ağımsızlığı­ nın ardından ve Soğuk Savaş rekab etinin zirvesinde , Duke Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Komitesi 1 963 yılında İslam ve uluslararası ilişkiler üzerine disiplinler-arası bir 18

19

Matthew C onnelly, A Diplomatic Revolution: Algeria 's Fight for In­ dependence and the Origins of the Post-Cold War Era, Oxford: Ox­ ford University Press, 2002. Christiane-Marie Abu Saralı, "Palestinian Guerrillas , Jewish Pant­ hers : 1 960s Protest and Global Revolution in Israel-Palestine," ya­ yınlanmamış yüksek lisans tezi, George Mason Üniversitesi, 201 1 . 264

M Ü S LÜMAN E N T E R N ASYONA L İ N İ N D İ R İ Lİ Ş İ

konferans düzenlediğinde , yirmi altı katılımcı akademisye­ nin İslam'ın küresel siyas ette oynadığı rol konusunda eskisi gibi hemfikir olması mümkün değildi. Sempo zyumdaki bi­ limsel bildirilerin derlendiği kitapta yazıldığına göre, "Ana konuşmacıların çoğunluğu , Müslüman ülkelerin günümüz­ deki uluslararası ilişkiler faaliyetlerinde İslam'ın onların tutum ve davranışlarını biçimlendirmede son derec e kısıtlı bir önem taşımakta olduğunu belirtmiştir; hatta bazı akade­ misyenler İslami kimlikle uluslararası siyaset arasında b ir ilişki olduğu vars ayımının sorgulanması gerektiğini" savu­ nacaktı .20 Katılımcılarından Filistin kökenli Amerikalı fels efeci Fa­ yez S ayegh, Soğuk S avaş sırasında B ağlantısızlar hareketine Müslüman ülkelerin katılımıyla ilgili makalesinde İslam'la uluslararası ilişkiler arasındaki b ağlantının altyapı s ını s o r­ guluyor ve şu s onuca varıyordu : "İslam, Müslüman siyaset yapıcıların akıl yürütmesi, planlaması, karar vermesi veya ifade etmesi üzerinde, eğer vars a bile, çok az bir etkiye s a ­ hiptir. "21 Müslümanlar arasında komünizmin çekiciliğine dair tebliğler, Arap milliyetçiliğinde dinin önemi, Mısır'ın dış siyas etinde İslam'ın rolü ve İslam'ın yeni kurulan Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilere etkisini konu edinen makaleler, İslam dininin siyasette belli bir etkisinin olabileceğini, an­ cak bu etkinin ne ölçüde ve hangi biçimlerde görüldüğünün açıkç a formüle edilemeyeceğini kaydetmekteydi. Sonuç yazı­ sında Princeton Üniversiteli Oryantalist C uyler Young, "Mo ­ dern Dünyada Pan-İslamizm" adlı çalışmasında, Pakistan' ın Süveyş Krizinde Mısır'ı aktif olarak desteklemekten kaçın­ masının, Mısır'ın Gazze Şeridinde Birleşmiş Milletler Barış Gücü birlikleri içerisinde Pakistan askeri birliğinin varlığını reddetmesine yol açtığına dikkat çekmekteydi. 22 20

21

22

J. Harris Proctor (der. ) . Islam and Intemational Relations, New York: Frederick A. Praeger, 1 965, vii. Fayez A. Sayegh, "Islam and Neutralism," içinde: Islam and Intema­ tional Relations, der. J. Harris Proctor, New York: Frederick A. Prae­ ger, 1 965, s . 6 1 -93, 6 1 -62. T. C uyler Young, "Pan-Islamism in the Modern World," içinde: Islam 265

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Gerçekten d e semp ozyumun katılımcıları sadece Müslü­ man nüfusun çoğunlukta olduğu ülkeler arasındaki siyasi farklılıklara dikkat çekmekle kalmayıp, aynı zamanda İslam ve İslam dünyası hakkında özcü genellemeleri de reddetmek­ teydi. Siyaset bilimci Dankwart Rustow, B ernard Lewis'in 1 953 'te İslam'la komünizmin birbirine yakın olduğunu , çün­ kü her ikisinin de "göksel ve yeryüzüyle ilgili tüm sorulara tam ve nihai cevaplar vererek topyektlncü bir doktrin olma i ddiasında bulunmakta" olduğunu, "inançlı birisinin sal­ dırgan fanatizmini" b arındırdığını beyan eden yorumlarını iktib as ederek, Lewis 'in değerlendirmelerini tartışmaya aç­ madan, onları s adece yanlışlamak ve itibarsızlaştırmak üze­ re nakletmişti.23 Müslüman kimliğinin dünya siyasetindeki yeri, 1 945 s onrasında Avrup alı ve Müslüman entelektüelle­ rin 1 87 8 - 1 924 döneminde rahatlıkla vars aydıkları bölünmez bir İslam dünyası anlatısı ve tahayyülünden büyük ölçüde farkılaşmıştı ve çok-yönlüydü. Sömürge olmaktan kurtulma mücadeleleri,

1 970'lerin

başlarında akademik çevrelerde aniden Müslümanların üm­

m ete o lan inancının elli ulu s -devlet gerçeğiyle uyumlu olup olmadığını merak etmeleri gibi,24 başka türden bir entelek­ tüel tartışma ortaya çıktı. Pratikte bu, b ağımsız ulus- dev­ letler zaten pek çok Müslümanın siyasi ve dini taleplerini yerine getirdiği için, boş bir tartışmaydı. Hatta Müslüman­ lar önceki bin yıllık dönem boyunca siyasi olarak asla bir araya gelip birleşmemiş oldukları için, tarihsel olarak da

23

24

and Intemational Relations, der. J. Harris Proctor, New York: Frede­ rick A. Praeger, 1 965, s. 1 94-22 1 , 1 99 . Dankwart Rustow, "The Appeal of C ommunism to Islamic Peoples,• içinde: Islam and Intemational Relations, der. J. Harris Proctor, New York: Frederick A. Praeger, 1 965, s. 40-60, 4 1 -42 . Rustow, Ber­ nard Lewis'den aktarmaktadır: "C ommunism and Islam," içinde: The Middle East in Transition, der. Walter Z. Laqueur, New York: Praeger, 1 95 8 , s. 302. James P. Piscatori, Islam in a World of Nation-States, C aınbridge: C ambridge University Press, 1 986; Abdullah Ahsan, Ummah ar Na­ tio n ? Identity Crisis in Contemporary Muslim Society, Leicester: Is­ lamic Foundation, 1 99 2 . 266

M Ü S LÜMAN E N T E R N ASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

l 960'larda

Müslümanların ümmet fikriyle

milliyetçiliği

nasıl b ağdaştıracağı sorusu tümüyle mesnetsizdi. Müslü­ manların değişik ulus- devletler içinde yaş adığı dönemde de tabii olarak, siya s ete, tarihsel bilince, hayır kurumlarına, dini örgütlenmelere, turizme, eğitime, spora ya da popüler kültüre uygulanabilen ulus-ötesi Müslüman kimliklerin var­ lığı devam edecekti . Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan pek çok toplumda, Afrika-kökenli-Amerikalı ağır sıklet b oks ş ampiyonu ve Müslüman bir sima olan Muhammed Ali'nin kahramanca profili bu ulus -ötesi Müslüman kimliğine güzel bir örnektir. Ali, tüm dünyadaki kamuoyu nezdinde toplum­ sal hakların ve ırkçılık-karşıtı hareketlerin küresel simgesi oldu; Müslüman hayranları Muhammed Ali'nin hem Afri­ ka'nın kara derili ins anlarını, hem de Müslüman değerlerini savunmasını s aygı ve heyecanla karşıladı. Müslüman inan­ cı ve ulus - devlet arasındaki bu uyuşmazlık meselesini ön­ celikli bir gündem maddesi hale getiren ş ey, her halükarda, sömürgecilik- sonrası yeni hükümetlerin, kendi toplumları üzerindeki homojen ve s eküler etnik milliyet fikrinin da­ yatmasıydı. Sömürgecilik-sonrası ulus- devletlerin her biri, milliyetçi ideolojide Müslüman kimliğinin rolünü kendi yo ­ rumuyla biçimlendirmişti, fakat vatandaşlarından öncelikle ülkesine s adakat ve vatanseverlik bekleyen bir Müslümanlık beklentisi içindeydi. Soğuk Savaş dönemindeki İslamcılık c e ­ reyanı, ulus- devlet realitesine rağmen, etnik milliyetçilikle Müslüman müminlerin dini inançlarının ulu s - ötesi birliği arasında çelişki olduğu iddialarını sürdürecekti . Müslüman toplumların sömürge olmaktan kurtuluşu e s ­ nasında, daha sonraki İslamcı ideolojinin iddia ettiği türden ulus- devlet kimliği ile Müslümanlık arasında bir çelişki pek de görülmemişti. Bu sömürgesizleşme ş artlarında l 950'lerin başından l 970'lerin ortalarına kadar geçen sürede herhangi baş arılı bir p an-İslamist siyasi hareketin görülmemesi an­ lamlıdır. Yine de Müslüman toplumlar kendi kendini yönet­ menin s aygınlığını ve Müslüman-olmayan siyasi liderlerin ve entelektüellerin gittikçe artan semp atisini ve Birleşmiş Milletler'in himayesi altında en azından resmi olarak eşit 267

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

üye olarak küresel sisteme katılma fırs atını kazanmış oldu. Ancak 1 980 s onrasında modern İslamcı ideolojilerin kurdu­ ğu tarih ve siyas et anlatısı açısından geriye b akıldığında veya daha doğrusu, unutturulan bir tarih sayesinde- Müslü­ man toplumlardaki milliyetçiliğin güya zamandan b ağımsız olması beklenen İslami değerlerle uyumsuzluk içerisinde olduğu iddia edilecektir.

İslam Medeniyeti Mefhum.unun Sömürgecilik-Sonrası Siyaseti 1 960'ların ortasına gelindiğinde , İslam dünyası fikrine dair emperyal çağdan miras kalan hilafet gibi kavramlar nere­ deyse tamamen terk edilmişti. Britanya İmparatorluğunun Osmanlı ve Rusya ile olan güç ilişkisinden doğan jeopolitik p an-İslamizm artık çok gerilerde kalmıştı. S osyalizm, Üçün­ cü Dünyacılık, p an-Arabizm, pan-Afrikanizm, hümanizm ve milliyetçilik gibi alternatif evrenselci ideolojiler, ekonomik kalkınma teorileriyle bir olup değişik ulus -devletlerin Müs­ lüman kimliklerini gölgelemiş vaziyetteydi . Benzer ş ekilde, milli egemenliğe s ahip ulu s - devletler devrinde , daha önce s ömürge döneminde görüldüğü gibi, Müslümanların ırk eşitliğini ve onurunu savunan apolojetik s öylemlere de mutlak bir ihtiyaç kalmamış tı. Fakat jeopoli­ tik İslam birliği fikri silikleşmiş olsa da, İslam medeniyeti s öylemi ve evrensel bir dünya dini olarak İslam anlayışı can­ lılığını korumaktaydı . İslam medeniyeti ve evrensel bir din olarak İslam kavramı, imp aratorluklar çağında gördüğümüz Müslümanlığın geri kalmışlığına ilişkin Avrup a anlatılarına karşı çıkan ırkçılık-karşıtı itirazlar siyasi b ağlamdan kopa­ rılıp, yeni siyasi amaçlar için bir nevi geri dönüşüme tabi tutuldu. 1 945 sonrasında Müslüman halkların ulus al b ağım­ sızlıklarını almaya başladıkları dönemle 1 980'lerin jeop oli­ tik pan-İslamizmin dirilişi arasındaki on yıllar içinde, İslam ahlaki ilkeleri ve medeniyeti, küresel kapitalist modernite­ nin sorunlarına çare olarak görülüyordu. Bu yaklaşıma göre, İslam medeniyetinden ve dini prensiplerden ilham alarak 26 8

MÜSLÜMAN ENTERNASYONALİ N İ N D İ R İ LİŞİ

hem ulus al hem d e uluslararası düzeyde daha ahlaki ve adil toplumsal düzen kurulabilirdi . Böylece s ömürgelikten kurtuluş hareketleri Müslümanlar arasında ulus-devletler anlamında çeşitli b ölünmeler yaratmış olsa bile, ahlaki b ir siyasetin kaynağı olarak İslam medeniyeti etrafında olu ş an yeni bir s öylemsel vizyon Müslümanlar arası fikri b ağların devamına vesile olmaktaydı . Ulus - devletler çağında İslam medeniyeti fikrinin birleş ti­ riciliğini, İslam'ı kendine has otantik bir medeniyet dünyası olarak ele alıp yorumlayan İngiliz tarihçi Amold Toynbee'nin fikirlerinin hümanist Müslüman entelektüeller tarafından olumlu karşılanıp b enims enmesinde gözleyebiliriz . 1 975 yı­ lında vefat eden Toynb ee, İslam medeniyetini, B atılılaşmanın dünyadaki hakimiyeti karşısında hala ayakta kalıp, varlığını sürdürebilen çok az B atı-dışı gelenekten biri olarak telakki etmekteydi. Soğuk S avaş sırasında Toynbee'nin dünya me­ deniyetleri tarihi hakkında yazdıklarının tüm dünyada çok popüler olması, bir b akıma, milliyetçilik tarafından yeniden tanımlanmış bir dünyada medeniyet kimliğinin kalıcılığını ve cazibesini de göstermekteydi. Müslüman aydınlar, kısmen de olsa Toynbee'nin dünya medeniyetleri hakkındaki fikir­ lerini sahiplenip yeniden yorumlayarak, sömürge olmaktan kurtulup ulus -devlet haline geldikten sonra dahi p an-İsla­ mist entelektüel gelenekle olan ilgilerini canlı tutuyordu.25 1 9 1 2 'den 1 95 5 ' e kadar uzanan akademik ve bürokratik kariyeri b oyunca Toynbee, Müslüman toplumlara, bilhas s a O smanlı İmp aratorluğu ve modem Türkiye'deki siyas ete dair değişik temalı ve tezli pek çok eser kaleme almıştı. Ö rneğin Birinci Dünya S avaşı sırasında İngiliz İmp aratorluğu için Osmanlı hilafeti aleyhindeki prop agandanın hazırlanmasına katkıda bulunmuştu. İslam ve B atı dünyalarının ilişkisinin jeopolitiği Toynbee'nin es erlerinin b aşlıca gündem madde­ siydi . Toynbee'nin ilk yazıları, İstanbul'daki halifeyle b ağları 25

Arnold Toynbee'yi anlatan iyi biyografiler için, bkz. W. McNeill, A r­ nold J. Toynbee: A Life, New York: Oxford University Press , 1 990 ve M. Perry, Amold Toynbee and the Crisis of the West, Washington , D C : University Press of America, 1 982. 269

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

olan Hint Müslümanlarının B ritanya'ya olan s adakatini de sorguluyordu .26 Toynbee, İngiliz s ömürge yöneticilerine, Hz. Muhammed'in soyundan gelmediği için O smanlı halifesinin gayrime ş ru olduğunu s öylemelerini ve bu nedenle Hint Müs­ lümanlarının Osmanlı'dan yana heveslere kapılmalarına mani olunması için gereğini yapmalarını telkin etmekteydi.27 Ancak iki s avaş arası dönemde Toynbee'nin O smanlı-sonra­ s ının Türkiye'siyle ilişkileri hızla iyileşmiş ve İngiliz tarih­ çi, kurulan cumhuriyetin B atılılaşma programını takdirle karşılamıştı .28 Toynbee Japon Budist lider Dais aku Ikeda ile yaptığı s ohbette, bir zamanlar düşman, şimdiyse dost olan Müslüman Türklere dair değerlendirmesindeki radikal de­ ğişimden gururla b ahs etmişti.29 Bununla beraber Toynbee, Britanya İmp aratorluğunun geleceğine dair endişeliydi. Ric­ hard Overy'in Britanya'nın "marazi çağ"ı olarak adlandırdı­ ğı dönemin en etkili aristokrat entelektüellerinden biri olan Toynbe e , Avrup alı-olmayan toplumları modernleştirmeye yönelik çabalarıyla ilişkili olarak en nihayetinde B atı mede­ niyetinin çökeceğine inanıyordu. 30

26

27

2s

29

30

Savaş zamanındaki Osmanlı-İngiliz ilişkilerine dair yorumları için, bkz. A. J. Toynbee, Turkey: A Past and a Future, Londra: Hodder & Stoughton, 1 9 1 7 . Toynbee'nin O smanlı-karşıtı propaganda yazıları için, bkz. A. Toynbee, Armenian Atrocities: The Murder of a Nation, Londra: Hodder & Stoughton, 1 9 1 5; ve A. Toynbee, The Murderous '.fyranny of the Turks, Viscount Bryce'ın önsözüyle, Londra: Hodder & Stoughton, 1 9 1 7. Arnold Toynbee, Nationality and the War, Londra: J. M. Dent & Sons, 1 9 1 5 , s. 399-404. Toynbee'nin kitaba yazdığı Giriş bölümü, Ç anak­ kale Savaşının öncesinde, savaşın başlangıç evresi olan Şubat 1 9 1 5 tarihini taşır. Osmanlı İmparatorluğu ve Hint Müslümanları tara­ fından ilan edilen cihadın yansımalarını görmek bu metinde müm­ kündür. Toynbee'nin Türkiye'ye yaklaşımındaki değişim, sonraki yazılarında kendini gösterir. A. J. Toynbee, The Westem Question in Greece and Turkey: A Study in the Contact of Civilisations, Londra: Constable, 1 92 3 . Daisaku Ikeda, Words of Wisdom, http://www. ikedaquotes.org/sto­ ries/arnoldtoynbee. Richard Overy, The Morbid Age: Britain and the Crisis of Civilisati270

M Ü S L Ü MAN E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

Toynb ee, 1 934 ile 1 96 1 yıllan arasında yayınlanan A

Study of History adlı on iki ciltlik abidevi dünya tarihi ç a ­ lışmasıyla küresel b i r üne kavuştuğunda, Britanya'nın em­ peryal enternasyonalizminin bir temsilcisi ve İkinci Dünya Savaşından sonraki B atı mo dernitesinin önde gelen bir eleş ­ tirmeni olarak, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülke­ lerde gayet iyi bilinmekteydi.31 Toynbee, kitaplarını tanıtmak için 1 950'lerden 1 970'lerin ortalarına kadar dünyanın nere­ deyse bütün büyük ş ehirlerinde konferanslar verdi ve bun­ lar arasında Kahire, B eyrut, Kabil, Tahran, İstanbul ve İsla­ mab ad da vardı. Buralarda büyük dinleyici kitlelerine hitap etti, misafir profesör olarak dersler verdi , hükümet yetkilil e ­ rinin ve entelektüel çevrelerin b enzer ş ekilde kendisini c a n kulağıyla dinlediğini gördü.32 Tuhaf bir ş ekilde, Toynbee'nin medeniyetçi dünya görü­ şünün küresel etkisi, 1 950- 1 975 arasında, tam da dünyanın siyasi vaziyetinin bu medeniyetçi görüşle çok zıt bir istika ­ mete girdiği dönemde zirve yapmıştı. Hem Amerika Birleşik Devletleri , hem S ovyetler Birliği tarafından sahiplenilen d ö ­ nemin hakim modernleşme teorisi, daha önceki sömürgeci dünyada B eyaz Adamın "uygarlaştırma" misyonu sayesinde, geri kalmış bölgelerin ilerleyeceği tezlerinden farklı bir kal­ kınma vizyonu sunuyordu. 33 Aslında milliyetçilik, sömürge -

31

on, 1 9 1 9-1 939, Londra: Penguin, 20 1 0 . A. J. Toynbee, A Study of History, 12 cilt, Londra: Oxford University Press, 1 934-1 96 1 . Esas olarak ilk on cildin bir kitapta toplandığı kı­ s altılmış edisyonu, Toynbee'nin on iki cildinden çok daha fazla dile çevrilmiş ve uluslararası best-seller'a dönüşmüştür. Bkz. A. J. Toy­ nbee, A Study of History, 1 1 0 C iltlerin D. C. Somervell tarafından kısaltılmış edisyonu, New York: Oxford University Press, 1 957. O rtadoğu ve Asya üzerine konferanslanndan bazılannın metinleri için, bkz. The Toynbee Lectures on the Middle East and Problems of Under-developed Countries, Kahire: National Publications House, 1 962; A. J. Toynbee, Four Lectures Given by Professor Arnold Toynbee in United Arab Republic, Kahire: United Arab Republic, Public Rela ­ tions Dept. , 1 96 5 . Modernleşme teorisi ve Soğuk Savaş ilişkisine dair, bkz. D. C. En­ german vd. (der. ) , Staging Growth: Modernization, Development, and the Global Cold War, Amherst: University of Massachusetts -

32

33

.

271

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

cilik çağının medeniyetler hiyerarşisi s öylemlerini tarihsel anlamda zaten çöp e atmış görünüyordu. İşte tam da b öyle bir ortamda, Müslüman entelektüeller milliyetçiliğe rağ­ men farklı medeniyetlerin hala canlı olduğuna ilişkin Toy­ nbee'nin fikirlerini cazip bulup memnuniyetle karşılıyordu. Bu entelektüellerin birçoğu, s ömürgecilik-sonrası elitlerinin medeniyetlerini yeniden canlandırmaktan ziyade onu mo­ dernleştirmeye ve B atılılaştırmaya çalıştığı Türkiye, İran, Pakistan, Lübnan ve Mısır gibi ülkelerde yaşıyordu. Hem dini değerlerin dirilişini savunanlar hem de s o syalist ve li­ b eral Müslüman entelektüeller veya modernleştirici elitler, Arnold Toynbee'yi bilhas s a B atı materyalizmini ve militariz­ mini eleştirip İslam gibi farklı medeniyetlerin B atıya alter­ natif sunduğunu s öylemesi nedeniyle kendilerine referans almaktaydı . 34 1 945 öncesindeki İngiliz emperyal commonwealth ide­ alini s ahiplenişi, modern dünya düzeninin temeli olarak gördüğü Helenistik-Hıristiyanca değerlere duyduğu gurur dolu hayranlık ve Birinci Dünya Savaşının öncesinde s ahip olduğu ırkçı j eopolitik görüşler hatırda tutulduğunda, Toyn­ bee'nin İkinci Dünya S avaşı s onrasında farklı medeniyetlere s aygıyla yaklaşan enternasyonalizmi ve hümanizmi, onun büyük bir fikri ve zihni dönüşüm geçirdiğini göstermekteydi. Toynbee gençliğinde, Antik Yunan siyaset modelini yirminci

34

Press, 2003; N. Gilman. Mandarins of the Future: Modernization Theory in Cold War America, B altimore: Johns Hopkins University Press, 2003; M. Latham, Modernization as Ideology: American Soci­ al Science and "Nation Building " in the Kennedy Era, Chapel Hill: University of North Carolina Press, 2000. Batının hegemonyasına rağmen İslam medeniyetinin ayakta kalabil­ me b aşansına dair görece olumlu değerlendirmelerin ilk örnekle­ rinden biri için, bkz. "Islam, the West and the Future," içinde: A. J. Toynbee, Civilization on Trial, New York: Oxford University Press, 1 948. Soğuk Savaş döneminin Japonya'sında, modernleşmenin zirve noktasında, Budist uyanış konusundaki fikirlerine dair iyi bir örnek için, bkz. A. J. Toynbee, Choose Life: A Dialogue between Arnold Toy­ nbee and Daisaku Ikeda, der. R. L. Gage, Oxford: Oxford University Press, 1 976. 272

M Ü S LÜ M A N E N T E R N ASYO N A Lİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

yüzyılın emperyal ve ırkçı düzeninin meşruiyet krizi için bir çare olarak gören ve gelecekte UNE S C O 'nun kuruculuğunu üstlenecek Yunan tarihi profes örü Alfred Zimmern'den çok etkilenmişti. Zimmern ve genç Toynbee, Britanya İmpara­ torluğunun, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkan B eyaz ırkın üstünlüğü tezlerini bir kenara bırakarak, çeşitli­ liği kucakladığını düşündükleri Roma imp aratorluk modeli ­ nin takip edilmesi gerektiğine inanıyordu. Yine de emperyal B atının en tepesinde olduğu bir medeniyetler hiyerarşisini benimsemişlerdi. Aradıkları şey, B atı ile varlığını hala sür­ dürmekte olan rakipleri arasında bir "medeniyetler diyalo ­ gu"ydu. 3 5 Bununla birlikte, 1 920'lere gelindiğinde medeniyet s öylemi, İngilizlerin emperyal hükümranlığını eskisi gibi meşrulaştırmaktan ziyade, tam tersine ırksal eşitlik ve ulu­ s al kurtuluş iddialarını güçlendiren bir sömürgecilik-karşıtı milliyetçiliğin aracı haline gelmişti. 36 Rabindranath Tagore ve Okakura Tenshin'den Sun Yat- s en ve Nehru'ya kadar A s ­ yalı entelektüeller Batı sömürgeciliğinin temelini oluşturan medenileştirme prensibini çürüterek, kendi medeniyetleri ­ nin birikimi ve ihtiş amı fikrini kendi milliyetçi emellerini güçlendirmek için kullanmıştı.37 İkinci Dünya Savaşı Toynbee'nin düşünce dünyas ındaki b elirleyici dönüm noktasıydı. Britanya İmp aratorluğunun güç kaybetmeye b aşlaması ve Avrupa'nın yıkıcı bir s avaştan s onra yaralarını s arma çabaları sırasında, Toynbee B atı me­ deniyetine olan güvenini yitirmişti. 1 950'lerde artık ne Ba­ tının üstünlüğünü kabul ediyordu ne de onu s avunuyordu . B aşka medeniyetlerin yozlaşmış B atıyı taklit etmeyi bırak35

36

37

Alfred Zimmern'in emperyal enternasyonalizmi için, bkz. A. Zim­ mern, The Prospect of Civilization, New York: Farrar & Rinehart, 1 939; ve Spiritual Values and World Affairs, Oxford: C larendon Press, 1 93 9 . P. Duara, "The Discourse of C ivilization and Pan-Asianism," Joumal of World History 1 2 , no. l, B ahar 200 1 , s . 99- 1 30. Medeniyet söyleminin siyasi karşılıklan konusunda, bkz. C emil Ay­ din, The Politics ofAnti-Westemism in Asia: Visions of World Order in Pan-Islamic and Pan-Asian Thought, 1 882-1 945, New York: C o ­ lumbia University Press, 2007. 273

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

masını v e kendi otantik geleneklerine s arılmasını telkin edi­ yordu . Toynb ee'nin değiş en entelektüel angajmanları onun yeni siyasi tavrını destekler nitelikteydi. Emp eryalizmin bir z amanlar en kuvvetli s avunucusu olan Toynbee, s avaş sonra­ sı dönemde genel olarak milliyetçiliği destekliyordu. 1 956'da Süveyş Krizinin hab erini Japonya'dayken alan Toynbee, İngi­ liz saldırılarını şiddetle kınayarak Arap ve Müslüman ente ­ lektüeller arasındaki prestijini artırdı. Dönüş yolculuğunda, ziyaretleri esnasında B atı emperyalizmini sıklıkla eleştirdi­ ği Hindistan'ı, Pakistan'ı ve İran'ı ziyaret etti. Pakistan'da B aşb akan Eyüp Han tarafından ağırlandı. Toynbee aynı za­ manda Siyonizme karşı ve Filistin mücadelesinin destekleyi­ cisi bir pozisyondaydı.38 Tarihçi Hugh Trevor-Roper Haziran 1 957'de Toynbee hakkındaki sert eleştirisini yayınladığın­ da, Iraklı bir aydın olan Zeki Salih, Müslüman dünyas ının eski düşmanı Toynbee'yi s ahiplenen bir kitap yaz dı.39 Toy­ nbee'nin en önemli çalışmalarının birçoğu Türkçe, Arapça, Fars ça ve Urducaya çevrildi .40 Toynbee'nin İslam medeniyetini, B atının materyalizmine ve yıkıcılığına direnebilecek az s ayıdaki dirençli medeniyet­ ten biri olarak sunduğu tarihsel çerçeve, s ömürge-sonrası Müslüman toplumlarda çeşitli nedenlerden ötürü birçok ideolojik akıma çekici geldi . Fakat Müslüman entelektüel­ lerin, dindarlık s eviyelerinden ve çeşitli siyasi eğilimlerden b ağımsız olarak, anlaştıkları tek bir ş ey, İslam ve B atı dün­ yaları ve medeniyetleri arasında gerçekten keskin bir ayn­ ının olduğu yönündeki kabuldü. 38

39

40

Bkz. Ç alışmanın 1 0 . Bölümü: "Toynbee as a World Figure," içinde: McNeill, Amold J. Tuynbee. H. Trevor-Roper, "Arnold Toynbee's Millennium," Encounter 8, no. 6, H aziran 1 957, s. 14- 1 8; Z. Saleh, Trevor-Roper's Critique of Ar­ nold Toynbee: A Symptom of lntellectual Chaos, B ağdat: Al-Ma'eref Press, 1 958. Toynbee'nin eserlerinin Türkçeye çevirileri için, bkz. A. J. Toynbee, Dünya ve Garp, İstanbul: Türkiye İş B ankası Kültür Yayınlan, 1 952); Tarih Üzerine: iki Konferans, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1 962; Ta­ rih Bilinci l-11, çev. Murat Belge, İstanbul: Bateş Yayınlan, 1 978; Mede­ niyet Yargılanıyor, çev. Ufuk Uyan, İstanbul: Yeryüzü Yayınlan, 1 980. 274

MÜSLÜMAN ENTE RNASYONALİ N İ N D İ R İ Lİ Ş İ

Toynb ee'nin e n büyük hayranları arasında, Türkiye, İran ve Mısır'daki milliyetçi rejimlerin başlattığı B atılılaşma re ­ formlarını reddetmeleri nedeniyle daha s onra İslamcı ola­ rak b ilinen düşünürler de vardı. İslamcılar için Toynbee'nin dünya-tarihsel modeli, Avrup a-merkezciliğe ve seküler mil­ liyetçiliğe karşı bir siperdi . Örneğin Türkiye'deki İslamcı dü­ şünürlerden Sezai Karakoç , Toynbee'nin fikirlerini hem s os ­ yalizme hem de kapitalizme alternatif olarak İslami dirilişi formüle e derken kullanmaktaydı.41 Toynb ee'nin yazılarında ima edilen modern dünya modeli, ABD ve Sovyetler Birliği tarafından teşvik edilen modernitenin B atı Hıristiyan mede­ niyetinin bir ürünü olduğunu ileri sürmekteydi. B atının ele ş ­ tirmeni olarak Toynb ee, bu yüz den moderniteyi d e eleştir­ mekteydi. Trevor-Roper bunu, "B atının mevcut krizine dair Toynbee'nin görüşünün esası köklü bir anti-modernizmdir; çağdaş seküler dekadansın reddi ve bu dünyadan yeni bir ortaçağa kanat çırpma çağrısıdır bu," diye eleştirerek belki de Toynbee'yi İslamcı düşünürlerle benzer bir perspektiften yorumlamaktaydı . [Filozof] Karl Popper, Toynbee'nin fikirle ­ rini "apokaliptik irrasyonalizm" olarak değersizleştirirken birçok eleştirmen adına konuşmaktaydı.42 Toynbee'nin İ s ­ lamcı-olmayan b azı Müslüman okurları i s e İslam medeni ­ yetini modernitenin olumlu yönleriyle s entezleyerek, çağdaş Batının s eküler dekadansından kurtulabileceğini ileri sürü­ yordu. Kendi özel reçetelerine b akılmaksızın, değişen siyasi yönelimlere sahip olan Müslüman entelektüeller, İslam me­ deniyetini dirilterek modern dünyanın sorunlarına çözümler bulmayı hayal etmekteydi . Bu diriliş arzusuyla Müslüman düşünürler ve ünlü ya­ zarlar bir kez daha dokuzuncu ve on ikinci yüzyıl arasındaki Müslümanların ins anlığa yaptığı bilimsel katkılara o dakl a ­ narak İslami altın ç a ğ söylemine geri döndüler. On dokuzun41

42

C emil Aydin, Burhanettin Duran, "Arnold Toynbee in Cold War Era Islamism: Sezai Karakoç's Civilizational C osmopolitanism," Compa­ rative Studies ofSouth Asia, Africa and the Middle East 3, Yaz 20 1 5, s. 3 1 0-323. Trevor-Roper, "Arnold Toynbee's Millennium," s. 1 8. 275

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

cu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bir p an-İslamist klişe olan İslam bilim ve medeniyetinin altın çağı fikrinin, s ömürgecilikten s onra siyasi olarak önemini yitireceği dü­ ş ünülebilirdi. Ancak Müslüman biliminin baş arılarla dolu mazisi bir gurur ve kendini farklılaştırma kaynağı olmakla kalmadı; İkinci Dünya S avaşı sonrasında çağdaş Müslüman düşünürler bu İslam bilim tarihi anlayışını, yüzyıl ortası­ nın B atı biliminin krizi söylemi ışığında güncellediler de . . . O rtaya çıkan yeni Müslüman medeniyet tarihi anlayışı, do­ ğanın tahribinden ve atom b omb asından sorumlu olan B atı biliminin materyalizmi ve yıkıcılığıyla kıyaslayarak, İslam biliminin ahiaki üstünlüğünü vurgulamaktaydı. Bu arada, dönemin Amerikalı ve Avrup alı bilim tarihçileri aleni ırkçı­ lığı ve Ernest Renan'ın uydurmalarını aşmış gibiydi, fakat B atı bilimiyle Müslüman ya da Ç in bilim, değer ve pratikleri arasındaki keskin ayrımları belirtmekte ısrar ederek İslam medeniyetinin dirilişi fikrine onlar da katkıda bulundu.43 S ömürgecilik-sonrası her türlü sosyal bilimci ve hümanist düşünür, çalışmalarına, geçmişteki ihtiş amının ve mo dern dünyaya katkılarının vurgulanması gereken "farklı" bir İs­ lam medeniyeti olduğu vars ayımı eşliğinde devam etti. Son olarak, Toynbee'nin dünya tarihine dair medeniyet görüşü, so syal bilimler ve tarih öğretiminde Avrup a-mer­ kezli yaklaşımları değiştirme arayışında olan Afrika ve As­ ya'daki Müslümanları ve gayrimüslimleri kendine çekti . Me­ deniyetçilik, ister pan-İslamist ya da pan-Afrikacı, isterse p an-Asyacı veya milliyetçilikle olsun, sömürgecilik-karşıtı s öylemde uzun zamandır b askın bir tema olmuştu. Bunların hep si, yozlaşmı ş , merhametsiz ve çöküşe geçmiş olarak ni­ telendirdikleri B atının sözde üstünlüğü mes elesini sorgula-

43

Soğuk Savaşın sömürgelikten kurtuluş hareketleri döneminde, İsla­ mi bilimler literatürünün tarihi için, bkz. Aydin Mehmed Sayılı, "The Institutions of Science and Learning in the Moslem World," yayın­ lanmamış doktora tezi, Harvard Üniversitesi, 1 94 1 ve Seyyed Hosse­ in Nasr, Science and Civilization in Islam, C ambridge, MA: Harvard University Press, 1 968. 276

M Ü S LÜMAN E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

maktaydı .44 Toynbee'nin medeniyetçi dünya tarihi tezi Müs ­ lüman entelektüeller ve diğer Üçüncü Dünya entelektüelleri için z aten aşina olunan şeylerdi, ama bunu eski bir İngiliz emp eryalisti ve Time dergisine kapak olmuş meşhur bir ta­ rihçinin belirtmesi konuya önem kazandırıyordu. Müslüman entelektüeller Arnold Toynbee'de yaklaşık yüz yıl b oyunc a s ahip oldukları bir konumu v e p ersp ektifi teyit eden bir İn­ giliz enternasyonalistini görmekteydi. Toynbee'nin fikirlerinin ve benzer şekilde düşünen Üçün­ cü Dünya entelektüellerinin popülaritesi, hızla modernleş en Müslüman toplumlarda çelişkili b azı ideolojik anlatılar do­ ğurdu. Sömürge olmaktan kurtuluş süreci b oyunca reformcu Müslüman elitler toplumlarını güçlendirmeye ve yeni hükü­ met sistemleri kurmaya çalıştıklarında "çoklu mo dernite" p a ­ radigmasına b ağlı kalmışlardı; yani moderniteyi mutlak an­ lamda B atıyla özdeşleştirmemişlerdi . Pek çoğu, Avrupa'dan gelen seçici ve yaratıcı uyarlamaları dini ve kültürel mira s a hakaret olarak görmüyordu. Fakat Toynbee'nin iddia ettiği gibi, modernite B atı medeniyetinin bir uzantısıysa, o zaman Türk, İran, Afgan ve Mısır B atılılaşması , şiddet, s ömürge ­ cilik ve materyalizm tarafından lekelenen rakip bir yaşam tarzı olan B atı medeniyetinin lehine Müslüman medeniyeti­ nin mirasını terk etmek demekti . Bu bakış açı s ıyla, Atatürk, Nasır ve Rıza Ş ah'ın hep si kültürel olarak yabancılaşmayı teşvik eden hainler gibi görülüyordu .45 Zamanla , medeniyet­ çi söyleme herhangi bir şekilde ihtiyaç duymaması gereken bazı s eküler ve s osyalist entelektüeller de bu İslam-B atı me44

45

Medeniyetçi ve sömürge-karşıtı söylemlerin kullanımı hakkında, bkz. S. N. Hay, Asian Ideas of East and West: Tagore and His Cri­ tics in Japan, China, and India (C ambridge, MA: H arvard Univer­ sity Press, 1 970); Cemil Aydin, "Beyond Civilization: Pan-Islamism, Pan-Asianism and the Revolt against the West," Joumal of Modem European History 4, no. 2, Sonbahar 2006, s. 204-223. O smanlı'nın son dönemindeki ve Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yıl­ larındaki tüm B atılılaşma ve modernleşme hareketlerinin mensubu olunan yerli medeniyete yabancılaşma olarak yorumlanışı konusun­ da çok etkili olmuş bir kitap için, bkz. Mehmet Doğan, Batılılaşm a İhaneti, t�ı:.anbul: Dergah Yayınları, 1 975. _ 277

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

deniyeti çatışması tezini b enimsedi. İranlı entelektüel C elal Ali Ahmed'in kaleme aldığı Garbzedegi: Batılılaşma Hasta­ lığı adlı çalışma da, Müslüman geleneğiyle s osyalizmin bir s entezine dayanarak, S oğuk Savaşın adaletsiz uluslararası düzeninde tepeden inmeci modernleşme projelerini uygula­ yan devlet elitlerini, B atılılaşma hastalığına tutulmuş tak­ litçiler olarak eleştirmekteydi.46 S adece Hint Müslümanı sö­ mürge-karşıtı p an-İslamist aktivistler değil, Fransız eğitimi almış s eküler Kuzey Afrika Müslümanları da B atı medeni­ yetini ve B atılılaşmayı, sömürge mirasından kurtulmak için reddetmek gerektiği tezine s arılmaya b aşlayacaktı .47 Medeniyetçilik, Soğuk S avaşın baş arısız enternasyona­ lizmlerine ve modernitenin vars ayılan krizine karşı bir Müs ­ lüman alternatifi hakkında daha s onraki İslamcı fikirler için ilmi bir temel teşkil etti . Sömürgecilik- s onrası modernliğin B atılı eleştirmenleriyle birçok konuda hemfikir olan S eyyid Kutub ve Ali Şeriati gibi İslamcı düşünürlerin tezleri, Soğuk S avaş dönemi İslamcılığının tarihsel olarak ne kadar yeni olduğunu da gösterir. Zira İslamcılık, esasen geleneksel dini inançların ve eğitimin bir uzantısı olmaktan ziyade, kapi­ talizme ve Aydınlanmaya yönelik küres el eleştirilerin İslami bir dille ifadesi gibiydi.48 Yıkıcı B atı modernitesiyle gelenek­ s el İslam değerleri arasında temel bir ayrım olduğu konu­ sunda aynı fikirde olan İslamcılarla Avrup alı entelektüel48

47

48

Jalal Ali Ahınad, Occidentosis: A Plague from the West, çev. R. C am­ pbell ve Hamid Algar, Berkeley, CA: Mizan Press , 1 983 . Abulhasan Ali Nadvi, Madha khasira al- 'alam bi-in1;ıitat al-Mus­ limin, Kahire: Lajnat al-Ta' lif wa-al-Tarjamah wa-al-Nashr, 1 950; İngilizce çevirisi Abulhasan Ali Nadvi, Islam and the World, Lahor: Academy of Islamic Research & Publications, 1 96 1 ); Türkçe çeviri­ si: Ebü'l Hasan Ali el-Haseni Nadvi, Müslümanlann Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, İstanbul: Tevhid Yayınlan, 1 966; Hichem Dja­ it, Europe and Islam: Cultures of Modemity, Berkeley: University of C alifornia Press, 1 985. Bu kitap Djait tarafından ilk olarak Fransız­ ca yayınlanmıştır: L'Europe et L'Islam, Pari s : E ditions du Seuil, 1 978. Roxanne Euben, Enemy in the Mirror: Islamic Fundamentalism and the Limits of Modem Rationalism, Princeton, NJ: Princeton University Press , 1 999. 278

M Ü S L Ü M A N E N T E R N A S YO N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

lerin arasındaki benzerlikleri mümkün kılan ş ey, İslam ve B atı medeniyetlerinin iç insicamı hususunda p aylaştığı söy­ lem birliğiydi. D aha da önemlisi, İslam ve B atı medeniyeti arasındaki keskin ayrımın Toynbeeci yorumu, İslamcıların, milliyetçilik ve s o syalizmi, düşmanını (B atıyı) taklit ederek İslam dünyasını z ayıflatan yab ancılaştırıcı programlar ola­ rak görüp , onları yaftalamasına izin vermekteydi. 1 970'li yıl ­ larda yab ancılaşma konusundaki b u söylemler hem Filistin ve Keşmir'de yaş anan acıların hem de sömürgecilik-s onra s ı ulus- devletlerin ekonomik kalkınma, refah v e siyasi katılım­ da b a ş arıs ızlığa uğramasının yol açtığı İslam dünyasının yeniden aş ağılanması duygusunu açıklamak için de kulla ­ nılıyordu. Soğuk S avaş dönemindeki medeniyet dilinin sürekliliği jeopolitik ç atışma tezlerine, İslamofobi ya da p an-İslamiz­ me hemen dönüşmemiştir. Kraliçe II. E lizabeth, 1 97 6 İlk­ b aharında Londra'da İslam Dünyası Festivalini açtığında , eski Britanya İmp aratorluğunun b aşkenti büyüleyici b ir dizi kültürel etkinliğe, müze ya da kütüphane sergilerine, İslam medeniyetinin yüceliğini ve ins anlığa katkılarını göz önüne s eren farklı etkinliklere kucak açtı. Bu etkinliğe, finansman desteği ya da s ergilenecek materyal p aylaşımı itib ariyl e , otuz iki b ağımsız Müslüman ülke katılmıştır. Ancak 1 9 7 3 Arap -İsrail Savaşının ardından Londra'da festival devam ederken, İslam medeniyeti s öylemi, Arap -İsrail çatışmasının jeopolitiği ve Müslümanların yeniden ırksallaştırılm asıyla zaten iç içe geçmeye başlamıştı. 1 980'li yıllara kadar İslam dünyasına dair bir medeniyet kavramı, B atı-yanlısı i deol o ­ jiler de dahil olmak üzere, ideolojik v e milliyetçi h e r türlü eğilime uyarlanabilirdi. Bu b ağlamda Müslüman, Ç inli ve Japon entelektüellerin karşılaştırılması açıklayıcı olacaktır. Toynbee'nin fikirleri Ç in'de de popülerdi, ö zellikle Maoizmin zirvesinden sonra 1 980'lerde Konfüçyüsçü ve Budist fikir akımları tarafından büyük ilgiyle karşılanmıştı . Jap onya'da, Toynb ee'nin fikirleri hem liberal Budist enternasyonaliz ­ miyle hem d e ticarete önem veren Japon küres elleşmesiyle kaynaşıyordu. Ancak bu medeniyetçilik, Japonya ve Çin'de 279

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

p an-Asyacılık ya da birleşik bir Asya dünyası fikriyle ilişkiye girmeden kaldı. Japon iş dünyası liderleri, Japonya'nın hızlı büyümesi ve daha düzenli yönetim teknikleriyle zıt durum­ da olan Britanya'nın durgun ekonomik performansıyla ve sıkça b a ş gösteren işgücü memnuniyetsizliğini tartışırken, Toynb ee'nin eleştirilerine dayanabildiler. Yüzeysel ve uka­ lalık içeren değerlendirmeleriyle Toynbee, Hıristiyanlıktan daha b arış çıl ya da doğal dünyayla daha iyi uyumlu olduğu­ nu düşündüğü İslam'ı ve Şintoizmi övmekteydi. Ancak hiç­ bir ş ekilde Toynb ee'den ilham alan bir Şinto dünyası ya da p an-Budizm ittifakı fikri söz konusu bile olmamıştı. Toynbe­ eci medeniyetçilik, Doğu Asya ülkelerinden çok farklı olarak, Ortadoğu ve nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluş ­ turduğu diğer yerlerde yeni tür bir jeopolitik pan-İslamizm­ le sentezlenerek, İslam dünyası fikrinin artan bir özgüvenle yeniden siyasi olarak doğmasına katkıda bulundu . ,

Soğuk Savaşın Halifesi: Kral Faysal'ın Pan-İslamizmi Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik D evletleri arasındaki Soğuk S avaş rekabeti, Müslüman dayanışmasının var olan vizyonlarını jeopolitik bir çatışmanın içine çekmişti. Sovyet kampına yakın duran Nasır' a karşı Amerika Birleşik Dev­ letleri, tas avvur ettiği İslam dünyasını anti-komünist bir yönde yönetecek müttefikler arıyordu. Fakat Amerikalıların İslam dünyasında anti-komünist bir modernite modeli ya­ ratma girişimleri , imp aratorluklar çağındaki büyük güçlerin de tecrübe ettiği bir soruna dönüşecekti : İslam birliği fikri, ırk ve medeniyet b akımından müstakil bir İslam dünyasının varolduğu yanıls amasına dayandığı için, farklı Müslüman toplumlara tek bir siyasi ideolojinin veya modelin empoze edilmesi imkansızdı. S ovyetlerin İslam dünyasına dönük prop aganda çabaları aynı özcü hataya dayanmaktaydı. Bir­ leşik bir İslam dünyası vars ayımına dayalı p olitikaları uygu­ larken, Soğuk Savaşın iki Süper Gücü nüfusunun çoğunluğu­ nu Müslümanların oluşturduğu ülkeler arasındaki çatışma ve bölünmeleri de derinleştirmekteydi . 280

M Ü S LÜ M A N E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

Agresif bir tarzla modernleşen ve B atılı görünüme sahip olan Türkiye, başlangıçta tam da ABD 'nin aradığı model gibi görünüyordu. İki s avaş aras ı dönemde Türkiye, tekke ve za­ viyelerle beraber medreseleri de kap atmış ve kamuda kadın­ ların başörtüsü takmasını yas aklamıştı. Devlet, ulu s - ötes i Müslüman kimliğinin s embolleri olan Arap alfabesini ve fe s takmayı da terk etmişti. İran v e Afganistan liderleri Türki­ ye'den ilham alan benzer sekülerleştirici reformları takip et­ mişti. Ayrıc a çok s ayıda önemli Mısırlı, Endonezyalı ve Hintli Müslüman da Türkiye'nin izlediği yolu takdirle karşılamıştı. Sovyet s o syalist mo delinin çekiciliğine karşı kapita­ list modernleşme teorisinin etkisini nüfusunun çoğunlu­ ğu Müslüman olan ülkeler nez dinde genişletmeye ç alış an Amerikalı hükümet yetkililerinin yanı sıra, Amerikalı s o syal bilimciler de dünyanın dört bir yanındaki Müslüman ente­ lektüellere Türklerin s eküler milliyetçiliğini telkin etmek­ teydi . Amerikan modernleşme teorisi Türk B atılılaşmasının b a ş arılarını övgüyle anlatırken, bir yandan da Türkiye'yi diğer Müslüman toplumları etkileyebilecek bir yerde ko ­ numlandırarak, İslam dünyasına geri dönüp orada öncü bir model olarak yerini almasını istiyordu . Bu yolla, İngilizle­ rin, İslam dünyas ındaki Osmanlı liderliğini yıkmaya çalı ş ­ masından s adece otuz yıl s onra, Amerikalılar nefret e dilen "Korkunç Türkler" (Terrible Turks) söylemini terk etmekte ve kendi Soğuk S avaş menfaatleri uğruna Türkiye'yi İslam dünyasına tekrar model ülke olarak sunmaktaydı . Bu s adece diplomatik bir stratejiden ib aret değildi . Örneğin dönemin ABD 'sinde en önemli televizyon simalarından olan Walter C ronkite'nin sunduğu 1 9 58 tarihli bir belgesel olan Müthiş

Türk [The Incredible Turk) , Atatürk'ün laiklik reformlarını övgüye boğuyordu . Bununla birlikte, Kemalizm, Müslüman toplumlarda tartışmalı bir konuydu. 1 950'li yıllarda Müs ­ lüman dirilişini s avunan cemiyetler, Kemalizmi Müslüman kimliğine bir ihanet ve yab ancılaşma olarak görmeye baş­ ladı. 5 0 'lerin Türkiye 'sindeki çok-p artili demokrasiye ve Türkiye 'nin kamu s al hayatta dini ö zgürlükler konusundaki tutumunu yumuş atmasına rağmen, Türk modeli, Müslüman 281

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

çoğunluğa s ahip diğer milletler için ç o k tartışmalı b i r konu olarak kaldı . Amerikalılar Türkiye modelini 1 960'lı yıllarda da övmeye devam etti, ancak bu arada ABD hükümeti bölgedeki Soğuk Savaş rekabetinde kendi ittifakının fikri temellerini güçlen­ dirmek için birden fazla s eçeneğe yatının yaptı. Amerikan siya s et yapıcıları genel olarak yeni b ağımsız Pakistan'ın pan-İslamizminden çekinmesine rağmen, bunu anti-komü­ nist stratejileri için lütuf olarak gören ABD Dışişleri B akan­ lığı yetkilileri de bulunuyordu. Bu görü ş , 1 9 50'lerin ortala­ rında Pakistan ile Amerika Birleşik Devletleri'nin müttefik olmasıyla beraber z aman içinde güçlendi. Başb akan Eyüp Han'ın 1 9 6 1 yılında ABD'ye yaptığı ziyaret sırasında, Ame­ rikan basını Pakistan'ı İslam dünyası için b aşka bir anti-ko ­ münist mo del olarak değerlendiren yazılar yazdı. Sovyetlerin Müslüman ülkelerdeki itib arına cevaben kendi Müslüman müttefiklerini güçlendirmek, aciliyet gerektiren bir mesele olarak görülüyordu; zira S ovyetler Birliği bu esnada, kendi yönetimi altındaki Müslüman vatandaşlara sunulan din öz­ gürlüğüne vurgu yap arak, İslam dünyasına yönelik dostluk siyas etini daha da geliştirmiş gibi duruyordu. Komünist yö­ netim altında Müslümanların dini vecibelerini yerine getir­ mek için herhangi mekan bulunmadığına dair Sovyet-karşıtı prop agandaya karşın, Sovyetler Birliği'nin Müslüman va­ tandaşlan, resmen onaylanmış Müslüman din işleri kuru­ munun rehberliğindeki camilerde ib adetlerinden bazılarını gerçekleştiriyordu.49 Amerikalıların beklentilerine rağmen ne Türkiye'nin ne de Pakistan'ın itiban Müslüman halklar üzerinde, S ovyet­ lerle dost olan Mısır lideri C emal Ab dül Nasır'ın sömürge­ cilik - s onrası Arap ülkelerinde yarattığı etkiyi o rtadan kal­ dırabilecek ölçüdeydi . Nasır, Suriye'deki rejim değişikliğinin ilham kaynağı olmuştu ve Birleşik Arap Cumhuriyeti adı

49

Eren Murat Tasar, "Soviet and Muslim: The Institutionalization of Islam in C entral Asia, 1 943- 1 99 1 ," yayınlanmamış doktora tezi, Har­ vard Üniversitesi, 2 0 1 0 . 282

M Ü S LÜ M A N E N T E R N A S Y O N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

altında ( 1 958- 1 96 1 ) Mısır v e Suriye'nin lideri oldu. 1 966 yı­ lında Mısır Müslüman Kardeşler'in önde gelen entelektüeli Seyyid Kutub 'u idam ettiğinde, bu idam kararı etrafında Mı­ sır rejiminin prestijine ve gücüne karşı gelecek uluslararas ı Müslüman kamuoyu tepkisi yok denecek kadar z ayıftı. İslam dünyasında kendine dost bir model ülke yaratmak isteyen Amerikan siyaseti hayli tutarsız görünüyordu. ABD bir yandan modernleşme reformlarından ötürü Suudi kral­ larını ve İran ş ahını övüyordu, öte yandan katı birer moder­ nleştirici o lan Mısır lideri Nasır'ı ve İran lideri Mus addık ' ı kendi siyasi emellerine uymadığı için eleştiriyordu. 50 Sovyet modernleşme teorisi nispeten daha tutarlıydı . Özbekistan ve Azerb aycan gibi Müslüman nüfusun çoğunluğu oluştur­ duğu Sovyet ülkeleri , modern ş ehir altyapıları kurarak ve vatandaşları için iş imkanları sunarak ekonomik ilerleme kaydediyor; bu yolla halkın çoğunun Müslüman olduğu ül­ kelere Sovyet tarzı bir modernleşmenin Müslümanların din ve kimliğiyle uyumlu olduğu propagandası yapılıyordu. Sta­ lin'in s onrasında yapılan reformlar da, Komünist Parti üye­ leri dahil olmak üzere , Orta Asya Müslümanlarının s ünnet, b ayram kutlamaları ve belirli İslami mahallere yapılan hac ziyaretleri gibi daha önceden yasaklanmış dini ibadetlerin yapılmasına izin vererek bu uyumluluk duygusunu güçlen­ dirmişti. S ovyetler aynı zamanda Arap ülkelerini ve Filistin davas ını destekleyerek b azı Müslüman toplumlarda büyük prestij kazanmıştı . Sovyet girişimlerine yanıt olarak, ABD komünistlerin ida­ resi altındaki Müslümanlara uygulanan b askıya vurgu yap ­ maktaydı. İlginç bir ş ekilde, İkinci Dünya Savaşı sırasında S ovyet Müslümanlarına yönelik Alman prop agandasıyla çok b enzer bir dil kullanan ABD yönetimi, İslam ve komünizm

50

Hemant Shah, The Production of Modemization: Daniel Lemer, Mass Media, and the Passing of Traditional Society, Philadelphia : Temple University Press, 20 1 1 ; Daniel Lerner, The Passing of Tradi­ tional Society: Modemizing the Middle East, Glencoe, iL: Free Press, 1 95 8 . 283

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

arasında ç o k temel bir çatışma olduğu tezini işlemekteydi. 51 S oğuk Savaş döneminde ABD ve Avrup a üniversitelerinde S ovyetler Birliği'ndeki İslam üzerine yapılan akademik araş­ tırmalar, Müslümanların dini yaş amı üzerinde muazzam bir b askı olduğunu vurgulayıp, İslam'ın Sovyetler Birliği'nde ancak yeraltındaki gizli ibadetlerle hayatta kaldığını dile getiriyordu. İslam dünyasını kendi s afına çekme konusun­ daki ilk baş arısızlıklarına rağmen, Amerika Birleşik Devlet­ leri, etki alanını genişletmek için küresel bir Müslüman lider arayış ından vazgeçmedi . S anki B atı bloku bir anlamda yeni bir halife arıyordu ve islam'ın kuts al şehirlerinin koruyu­ cusu olarak Kral Faysal bu konudaki en iyi aday gibiydi. 52 Suudi hanedanı aynı z amanda Nasır'ın radikal Arap milli­ yetçiliğinin ideolojik olarak tam zıttıydı ve 1 962- 1 970 Yemen İç Savaşı sebebiyle Suudi Arabistan Mısır'la zaten askeri ça­ tışma içindeydi. 53 1 964- 1 97 5 yıllan arasında Kral Faysal, kendisini küresel bir Müslüman lider olarak öne çıkarma fırs atını olabildi­ ğince değerlendirdi. Ö rneğin Afrika'nın en küçük bağımsız Müslüman ülkelere yaptığı ziyaretlerde, Mekke ve Medi­ ne'nin hamisi olma statüsünü kullanarak dini ve kültürel irtib atları c anlandırdı . Müslümanların hac için Kutsal Top­ raklara yaptığı s eyahatler de, Suudi devletine, krallarını bir "bilge kral" ve halis bir Müslüman lider olarak sunmak için ilave fırsatlar yaratıyordu. Faysal adeta küresel liderlik iddiası için doğmuş gibi gö­ rünüyordu. 1 9 1 9 yılında, henüz on dört yaşındayken, b aba­ sının temsilcisi olarak ve İngiliz Dışişlerinin konuğu sıfatıy­ la Londra'yı ziyaret etti . 1 92 6 'dan 1 930'a kadar Hicaz emiri

51

52

53

Alexandre Benningsen, Chantal Lemercier-Quelquejay, lslam in the Soviet Union, New York: Praeger, 1 967. Salim Yaqub, Containing Arab Nationalism: The Eisenhower Doct­ rine and the Middle East, Chapel Hill: University of North Carolina Press, 2004. Mısır'ın Yemen siyaseti için, bkz. Jesse Ferris. Nasser's Gamble: How Intervention in Yemen Caused the Six-Day War and the Decline of Egyptian Power, Princeton, NJ: Princeton University Press, 20 1 3 . 2 84

M Ü S LÜ M A N E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ Lİ Ş İ

olarak hizmet etti ve b u tecrübe, Mekke'ye giden çok s ayıda hacıyla doğrudan iletişim kurmasına ve diplomatik b eceri­ lerini geliştirmesine imkan s ağladı. 1 930'dan 1 96 2 'ye kadar Faysal, dışişleri b akanlığı görevini aralıksız sürdürdü. Müs ­ lüman nüfusun çoğunlukta olduğu devletlere v e Müslüman azınlıklann yabancı yöneticilerine olan kişisel ilgisinin yanı sıra, geniş kaps amlı seyahatleri , onu Soğuk Savaş dönemin­ deki ulus -ötesi Müslüman dayanışmasının öne çıkan sem­ bolü haline getirdi. Örneğin Pakistanlı p an-İslamist yazar Ş audri Nazır Ahmed Han, 1 97 7 tarihli Pakistan ve Pan-lsla­

mizm Hakkında Düşünceler isimli kitabını Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Ab dülaziz' e ithaf ederken, "İslam dünyasının Ulu Önderini ortadan kaldırmak için kurulan ve derin ili ş ­ kilere s ahip meşum b i r komplo s onucunda, 25 Mart l 975'te Riyad'da bir suikastçının kurşunuyla şehit düşen modern za­ manlann en büyük pan-İslamisti" ifadelerini kullanacaktı. 54 Kral Faysal'ın Pakistan'daki p opülaritesi önemliydi, zira İs­ lam dünyasındaki önderlik iddiasını meşrulaştırmak için, Faysal, Pakistanlı entelektüellerin ve siyasetçilerin desteğine özellikle ihtiyaç duyuyordu. 1 97 1 'de Bangladeş'in bağımsız­ lığından önce, Pakistan en kalabalık Müslüman ülkesiydi ve İslam dünyasında hala önemli bir yere sahipti. Buna rağmen, daha önce gördüğümüz gibi, bu durum Pakistan'ın kendisi­ nin İslam dünyasının liderliğini üstlenebilmesi için yeterli değildi . Daha da önemlisi, Güney Asya Müslümanlan, kutsal şehirlerdeki Suudi hakimiyetine yönelik ana- akım Sünni tep ­ kiyi temsil ediyordu. B a şlangıçta, Pakistanlılann hem Sün­ ni hem de Şii Müslümanlann dini pratiklerine karşı çıkan Vahhabilere ilişkin ciddi tereddütleri vardı. Örneğin l 92 6'da Suudiler, Mekke ve Medine'de bulunan Hz. Muhammed'in as­ habının kutsal mezarlannı, mezar ziyaretinin dinin hakiki ahkamında yeri olmadığı gerekçesiyle yok etmişlerdi. Şii Müslümanlar Kuts al Topraklardaki Vahhabi yönetimi­ ne itirazlannı sürdürdü , ancak Sünniler bu tür ş oklan za-

54

Chaudri Nazir Ahmad Khan, Thoughts on Pakistan and Pan-Isla­ mism, David Iqbal'in Girişiyle, Lahor: Al-Ahibba, 1 977. 285

İ S LA M D Ü N YA S J F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S J

manla affedip unutmuş gibiydi . Suudiler, Sünni kamuoyunun kabullerini teşvik etmek için ellerinden geleni yaptılar. Ör­ neğin 1 96 9 yılında İslamab ad'da yapılan ve Pakistan'ın milli camii s ayılacak ibadethanenin yapımını üstlendiler. 1 975'te Fays al'a düzenlenen suikasttan s onra tamamlanan cami, o gün dünyanın en büyük camii oldu. Bu cami hala Kral Fay­ sal'ın adını taşır ve Suudi Arabistan-Pakistan ittifakının bir sembolü olarak kabul görür.55 Kısmen Hint yarımadasından Mevdudi ve diğer Müslüman düşünürlerin tavsiyesi üzeri­ ne kurulan Medine İslam Üniversitesi ise adeta daha önce Güney Asya'nın s ahip olduğu İslami ilimlerdeki ilmi itibarı Arabistan ' a aktarıyor gibiydi .56 T. E . Lawrence'tan Muham­ med E s ed'e kadar pek çok yazar Hicaz'ı otantik Araplığın ve İslam'ın doğum yeri olarak romantikleştirmekteydi .57 Petrol, Suudi Arabistan'ı her geçen gün daha da zenginleştirdikçe, Arabistan'ın idealleştirilmesi, bir yandan Soğuk Savaş İs­ lamcıhğındaki Arap modelinin şekillenmesine yol açarken, öte yandan Suudi kökenli hayır ve eğitim kurumları için mu­ azzam mali kaynaklar s ağlamaktaydı . 58 Mısır'ın İslamcı muhalefeti de Faysal'ı destekleyerek onun küresel itib arının p ekişmesine katkı s ağladı. Nasır'ın b askısından kaçan birçok Müslüman Kardeşler entelektüeli ve aktivisti Kral Fays al'ın hizmetinde çeşitli görevler alıp, onda himaye buldu. Müslüman Kardeşler C emiyeti Suriye, Filistin ve Ürdün'e de yayılarak, Nasır'ın seküler p an-Ara55

56

57

58

Nehem.ia Levtzion, Intemational Islamic Solidarity and Its Limita­ tions, Kudüs : Manges Press of the Hebrew University, 1 979. Michael Farquhar, "Saudi Petrodollar, Spiritual Capital, and the Is­ lamic University of Medina : A Wahhabi Missionary Project in Trans­ national Persp ective, • Intemational Joumal of Middle East Studies 47, 20 1 5 , s. 70 1 -72 1 . T. E. Lawrence, Seven Pillars of Wisdom: The Complete 1 922 Text, Yeni B askı, Fordingbridge: J. and N. Wilson, 2004; Muhammad Asad, The Road to Mecca, New York: Simon and Schuster, 1 955. İslam'ı Araplara indirgemeyen bir İslam özcülüğü Arap-olmayan halklarda söz konusu değildi. Tom Reiss, The Orientalist: Solving the Mystery of a Strange and Dangerous Life, New York: Random House, 2005. 286

M Ü S L Ü MAN E NT E R N A S Y O NA Lİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

bizmine karşı v e Suudi kralının desteğiyle p an-İslamist bir ilişkiler ağı kurmaya vesile oldu. Faysal, kendisine des t ek olan bu İslami ulus-ötesi ağı finansal olarak güçlendirme yollarını aradı. Örneğin onun Müslüman Dünya Gençlik Teş ­ kilatı, S eyyid Kutub 'un kitaplarının Türkçeye ve Urducaya çevirilerini finanse etti. 59 Faysal'ın Malcolm X ile olan ilişkisi, İslam dünyasının yeniden harekete geçirilmesindeki Suudi liderliğini daha da kanıtlar niteliktedir. l 962'de kurduğu bir sivil toplum örgütü olan Rabıtat'ül Alemi'l İslami aracılığıyla Faysal, Müslüman liderler, ama özellikle de azınlık topluluklarından gelenlerin Mekke'ye hac ve eğitim amaçlı ziyaretlerini teşvik ediyor­ du. 60 Afrika kökenli Amerikalı sivil haklar lideri Malcolm X de bunlardan biriydi . Hac görevini yerine getirirken, kendi­ sine bir devlet misafiri olarak muamel e yapıldı ve o zaman­ lar prens olan Fays al'ın mis afiri s ayıldı. Hac ziyareti Malcolm X için büyük bir manevi dönüşüm anıydı ve bu, aynı z amanda Fays al'ın siyasetinin ne kadar mahir olduğunun da ifadesiydi . Zira bu iki adam ideolojik olarak çok farklı görüşlere s ahipti. M alcolm X kendisini p an-Afrikanizme adamıştı . Malcolm ve Nasır birbirlerine açıkça hayranlık duymaktaydı ve Mısır C umhurbaşkanı, Ka­ hire'de okuyan Afrika-kökenli-Amerikalı Müslümanlar için eğitim bursları ayarlamıştı. Yine de Malcolm, Mekke'den Harlem'deki asistanına yaz dığı bir mektupta şunları söylü­ yordu: "Geçen on bir gün içinde İslam dünyasıyla aynı tab ak­ tan yedim, aynı b ardaktan içtim ve aynı halıda uyudum. Aynı Tanrı'ya dua ederken gözleri mavilerin en mavisi, saçları en s arışından daha s arı olan ve cildi beyazların en beyazı olan diğer yoldaş Müslümanlarla birlikte," diye yazmaktaydı. "Ve B eyaz Müslümanların sözlerinde ve davranışlarında , Nijer­ ya, Sudan ve Gana'nın Siyah Afrika Müslümanları arasında 59

60

William Ochsenwald, "Saudi Arabia and the Islamic Revival , " Inter­ national Joumal ofMiddle East Studies, 1 3 , no. 3, 1 9 8 1 , s. 2 7 1 -286 . İkinci Dünya Savaşından sonraki Müslüman enternasyonalizmi için, bkz. Reinhard Schulze, A Modem History of the Islam ic World, New York: NYU Press, 2002, s. 200-20 1 . 287

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

his s ettiğim içtenliğin aynısını hiss ettim. " Fays al'ın diploma­ tik yeteneğinin ancak bu kadar iyi bir örneği olabilirdi. Ç ün­ kü Faysal, Mekke'yi bir taraftan ideolojisine b akılmaksızın tüm Müslümanların manevi merkezi olarak siya s et sahası­ nın dışına çıkarırken, diğer taraftan Suudi eğitim, yardım ve diplomasi ağlan aracılığıyla orayı İslam enternasyonalizmi­ nin simgesi haline getirerek siyasileştirmeyi baş arıyordu. Kral Fays al ayrıca İslam dünyasındaki liderlik itibarını, Suudi makamlarına Malcolm X'i tanıtan kişi olan Ab durrah­ man Azzam ile olan ilişkisiyle simgelenen imp aratorluklar ç ağı p an-İslamizmine olan tarihsel b ağlarla destekledi. Az­ z am 1 964'te, Cidde'de Malcolm X ile tanıştığı zam ana kadar, elli yıldır p an-İslamist bir dava adamıydı. 1 9 1 2 yılında, genç Azzam, İngiltere'deki tıp eğitimini B alkan S avaşlarında Os­ manlı ordusu için gönüllü olmak üzere yarıda b ırakmıştı. B alkanlar'da ve İstanbul'dayken, harbiye nazırı olarak, im­ p aratorluğun son dönemlerinin en güçlü isimlerinden biri olan E nver Paş anın da aralarında bulunduğu bazı tanınmış Jön Türk liderleriyle tanışmıştı. Birinci Dünya S avaşı sıra­ sında Azzam, Britanya'nın kontrolü altındaki Mısır'ı, Lib ­ ya'daki Osmanlı cihadına katılmak ve İtalya'ya karşı Libya direnişine destek vermek üzere terk etmişti. D aha s onra kıs a ömürlü bir Libya cumhuriyetinin oluşturulmasına ve uluslararası tanınırlığının güvence altına alınmasına ça­ lışmıştı. 1 9 2 2 yılında Azzam, Mısır' a dönmüştü ve kısa süre s onra Hıdivin Suudi Arabistan'daki büyükelçisi olarak gö­ revlendirilmişti. 1 93 1 yılında Britanya ve Mısır'dan gelen resmi itirazlara rağmen Kudüs 'teki İslam Dünyası Kong­ resine katılan Azzam, daha sonra, s avaş 1 945 yılında sona ererken, Filistin'in b ölünmesine karşı Birleşmiş Milletler'de kamp anya yap abileceği bir makam olan Arap Birliği'nin ilk genel s ekreteri olmuştu.61 1 952 Devriminin Mısır hanedanını s ona erdirmesinden s onra, Azzam, Arap Birliği'ndeki liderlik görevinden ayrıldı ve aynı z amanda dünürü olan Kral Fay-

61

Ralph Coury, The Making of an Egyptian Arab Nationalist: The Ear­ ly Years ofAzzam Pasha, 1 893-1 936, Reading: Ithaca Press, 1 998. 288

MÜS LÜMAN ENTE RNASYONALİ N İ N DİRİLİ Ş İ

s al tarafından çok iyi muamele gördüğü Suudi Arabistan' a yerleşti. 1 950'lerin ortalarından 1 960'ların ortalarına ka­ dar Azzam Paşa ve onun gibi diğer pek çok figürün Suudi Arabistan'daki mevcudiyeti sömürgecilik-sonrası b ağlamda yeni bir İslam dünyası ilişki ağını faaliyete geçirirken, Prens Fays al'a yakın p an-İslamist fikirlerin ve tahayyülün tarihi hatırasına s ahip bir grup ins anın varlığını da gösteriyordu . Japon p an-Asyacı Umar Mita Ryoichi'nin İkinci Dünya Savaşından sonraki biyografisi, Fays al'ın mekan ve nesil­ ler b oyunca inş a edilen pan-İslamist ilişki ağlarını yeniden canlandırma girişimlerinin bir başka portresini sunmakta­ dır. İki savaş arası dönemde Mita Mançurya'da yaş amış ve Ç in'de İslam'ı araştırmış biriydi . 1 909'da Ab dürreşid İbra­ him ile beraber hac vecibesini yerine getiren ilk Fan-Asyacı Jap on Müslüman olan Ômer Yamaoka, 1 94 1 yılında Mita'nın ihtida etmesine vesile olmuştu. Japon hükümeti savaş b o ­ yunca Mita'nın p an-Asyacı yazılarına mali destek s ağlamış ve o da Japonya'nın İslam dünyası siyas eti için aktif olarak çalışmıştı. Japonya'nın yenilgisi ve Fan-Asyacı siyaseti terk etmesi üzerine, Mita Müslümanlığı yaş amaktan vazgeçme ­ di . 1 960'lı yıllarda Japonya Müslüman Derneğinin b aşkanı olarak, İslam dünyası ve düşüncesi üzerine çok s ayıda kitap yazdı ya da tercüme etti . 1 97 2 'de ise Mita, Kuran' ı kendi ana ­ diline çeviren ilk Japon Müslüman oldu. Mita'nın b u dönem­ deki çabaları Mekke'deki Müslüman Dünya Birliğinin yanı sıra, Suudi Arabistan'ın Japonya büyükelçisine Mita'nın çe­ virisini finanse etmesi talimatını veren Kral Faysal tarafın­ dan da maddi olarak desteklendi . 62 Bu tarihi ve coğrafi b ağlantılar Faysal'ın Soğuk Savaş ko ­ şullarında bir tür Ab dülhamid olarak hareket etmesine im­ kan tanıdıysa da, bu tamamıyla kralın sahip ol duğu destek s ayesinde değildi. Azzam'ın hikayesinin de gösterdiği gibi, 62

Mita Ryöichi, Sei kuruan: Nichia taiyaku chilkai, Tökyö: Nihon Mu­ surimu Kyökai, 1 982; Hans Martin Kramer, "Pan-Asianism's Religi­ ous Undercurrents: The Reception of Islam and Translation of the Qur'an in 'IWentieth-C entury Japan," Joumal of Asian Studies 73, no. 3 , 20 1 4, s . 6 1 9-640. 289

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

onun p an-İslamistleri araması gibi, Soğuk S avaşın ortasın­ daki bir dönemde, İslam alemi dayanışmasına inananlar da Fays al gibi bir lider arıyordu . Gerçekten de sömürgeci­ lik-sonrası dönemde milliyetçiliğin küstürdüğü pek çok İs­ lamcı düşünür, dünya Müslümanlarının büyük bir ülke tara­ fından liderlik edilecek İslami bir dayanışma imkanı bulaca­ ğından umutsuzdu. Pakistan'daki C emaat-i İslami Partisi'nin sözcülüğünü yapan ve iktisatçı bir İslam alimi olan Hurşid Ahmed, Mevdüdi'nin İslam dünyasının birliği üzerine 1 967 tarihli konuşmasına girişte ş öyle yazmaktaydı : "Müslümanlar b ugün insan ırkının beşte birini oluştur­ maktadır . . . Ve bütün bunlara rağmen, Müslümanların dünya mes elelerinde etkili bir sesi yoktur. Müslümanlar anc ak başkalarının kampının basit takipçileri oldular. Doğu ve B atının emperyalist güçleri topraklarında faali­ yet halinde . . . Müslümanların asıl meseleleri kendi haline bırakılmıştır; çözümlerinin ne olduğu ise konuşulamaz haldedir. Filistin kanlar içinde. Keşmirliler inliyor. Kıb ­ rıslı Türkler ağlıyor. Eritre Müslümanları eziliyor. Ni­ jeryalılar içeriden sabotaja maruz kalıyor. Somali halkı yakınıyor ve protesto ediyor. Ama tüm bu acı ve ı stırap sesleri yok sayılıyor. S orunlar gittikçe daha da kötüleşi­ yor. Durum kötüleşiyor ve biz , altı yüz elli milyon Müslü­ man , kendi yıkımımızın çaresiz ve apaçık s eyircileri ola­ rak duruyoruz. Bu bir çelişkidir ve kendimizi bu mutsuz durumlardan ç ekip çıkarmalıyız . Bu duruma verilecek yanıt, Müslümanların İslam ilkelerine uygun olarak bi­ reysel ve kolektif yaş amlarını samimiyetle yeniden şekil ­ lendirmeleri ve dünyadaki meşru rollerini oynamak için kaynaklarını bir araya getirmeleridir. İslami Diriliş ve İ s ­ lami Birlik aracılığıyl a , olayların gidiş atını değiştirebilir ve kaderle randevumuzu yerine getirebiliri z . "63

Kral Faysal, l 970'lerin ortasındaki petrol fiyatlarının hızlı artışı s ayesinde Suudi Arabistan'ın ekonomik gücünün 63

S. Abul A'la Maududi, Unity of the Muslim World, Lahor: Islamic Publications, 1 967. Hurşid Ahmed'in önsözü 17 Şubat 1 967 tarihini taşır. 290

M Ü S LÜMAN E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

zirvesine çıkmasından önce bile, Mevdı1di gibi p an-İslamist­ lerin, krallığıyla irtib atını güçlendirmekteydi . Mevdı1di. Fay­ s al'ın Medine'deki İslam Üniversitesine öğrenci ve öğretim görevlisi çekmesine yardımcı oldu. Mevdı1di gibi İslamcı fi­ gürler, Faysal'a, farklı pan-İslamist projelere destek olabile­ cek bir bilge kral olarak b akabilmekteydi. Fays al ise Mısırlı Nasır'ın Arap milliyetçiliğinin cazibesini bir tehdit olarak algıladığı sırada, kendisine ve Suudi Arabistan'a bu ulusl a ­ rarası desteğin gelişinden güç bulmuştu. B ölgesel Soğuk S avaş rakibi olan Abdül Nasır, İsrail'e karşı 1 96 7 Savaşında küçük düşürücü bir yenilgiyle siyasi itib arını kaybederken, Faysal farklı Müslüman ülkelerdeki prestijini hem ikili ilişkiler hem de sivil toplum hareketle­ riyle ve entelektüellerle b ağlantı kurarak yükseltiyordu. Fay­ s al ve Suudi kamuoyu tabii ki bu savaşta Mısır'ın ve Arap­ ların tezlerini destekledi ve Nasır'ın yenilmesini istemedi. Ancak yenilgi ve toprak kaybı Nasır'ın uluslararası itibarını büyük ölçüde zedeledi. Pan-Arabizmin cazibesi devam et­ mesine rağmen, (Libya'da Nasır-yanlısı devrimci Muammer Kaddafi'yi iktidara getirecek olan 1 96 9 darbesi, Mısır lide­ rinin 1 96 7 yenilgisinden s onra dahi süregiden nüfuzunu göstermekteydi) Nasır, Ortadoğu'daki ABD liderliğinin Soğuk Savaş kampına karşı kaydadeğer bir sorun olarak görülme ­ d i . Nitekim Faysal'ın İslamcı b i r lider olarak yüks elen ima ­ j ı , Nasır'ın ölümünden sonra yeni bir siyasi önem kazandı. Kral Faysal'ın uluslararası mes elelere askeri müdahale ko­ nusundaki katılımı çok azdı, fakat Filistin davasının güçlü bir destekçisiydi ve İsrail'in Kudüs 'te Müslümanların kuts al mekanlarını kontrol etmesiyle artık Filistin davasında ona da bir liderlik rolü düşmekteydi . Fays al'ın sıkı bir Amerikan müttefiki olmasına rağmen İsrail'in Filistin'i s ömürgeleştir­ mesine karşı çıkması, kendisini , mazlum Filistinlilere yar­ dım edebilecek muhtemel bir küresel Müslüman dayanışma­ sının lideri yapmaktaydı. 64 64

Kral Faysal yönetimi ve etkisi üzerine, bkz. A. M. Vasil' ev, King Faisal of Saudi Arabia: Personality, Faith and Times, Londra: Saqi, 20 1 2 . 291

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Kral Faysal, p an-İslamist prestij, ABD i l e iyi ilişkiler ve Filistinlilerin kaderiyle içtenlikle ilgilenen bir Müslüman lider imajının verdiği ayrıcalıklı konumu, Filistin mesele­ sinde rol oynayabilecek bir aktör olarak kullanmak istedi. ABD'nin, kendisine b ağımlı bir ülke olan İsrail'i dizginle­ mesi için muhataplarını ikna etmeyi umuyordu . B u süreçte Faysal yine kurnaz bir stratejist olduğunu kanıtladı. Doğu blokunun, sömürgecilik-s onrası Müslüman toplumlarının bir dostu olarak görülmesine rağmen, kendisini S ovyet-kar­ şıtı olarak konumlandıran Faysal , İsrail aleyhtarı sözlerine rağmen Amerika'nın kendisine duyduğu güveni korudu . Bu Amerikan ittifakı, Sovyet-yanlısı Müslüman ülke yönetici­ lerini kendisinden uzaklaştırmış olabilir; ama Faysal, Filis ­ tin'i s ahiplenen beyanatlarıyla Müslüman kamuoyundaki s aygınlığını koruyordu. Böylece İsrail' e desteği nedeniyle ABD'ye karşı duyulan güçlü Müslüman eleştirisinin kendi itibarını zedelemesini de engellemiş oluyordu. Bu hassas dengeler, 1 969 yılında Kudüs 'ün geleceğini konuşmak üzere İslam Birliği Kongresini düzenlemesinin Kral Faysal'ın ulus­ lararas ı meşruiyeti için neden bu kadar önemli olduğunu da gö stermektedir. 65 Mısır'la girilen rekabet 1 97 l 'den 1 97 7 'ye kadar süren Su­ udi-Mısır ittifakı yoluyla bir nebze olsun azaldı. Suudi Ara­ bistan-Mısır ilişkileri, bu iki ülke Yemen İç S avaşında b arış s ağlandığında iyileşti. Suudiler l 967'de Mısır'ı desteklemişti ve yenilgiden sonra pan-Arabizm ve s eküler Arap milliyetçi­ liğinin gücü azaldıktan sonra Nasır'la iletişim kurarken ken­ dilerini daha rahat his s ettiler. Böylece Suudiler, İsrail'e karşı Mısır'ın liderliğindeki 1 973 Savaşına destek için, Suudi yu­ muşak gücünün en üst seviyedeki ifadesi olarak kanıtlanan petrol amb argosuna öncülük ederek, Arap ve Müslümanların ortak mücadelesine yaptıkları katkıyı ispat etmiş oldular. 65

Saad Khan, Reasserting Intemational Islam: A Focus on the Orga­ nization of the Islamic Conference and Other Islamic Institutions, Karaçi: Oxford University Press, 200 1 ; Stephane Lacroix, Awake­ ning Islam: The Politics of Religious Dissent in Contemporary Sa udi Arabia, C ambridge, MA: Harvard University Press, 2 0 1 1 . 292

M Ü S LÜMAN E N T E R N A SYONA L İ N İN D İ R İ Lİ Ş İ

1 973 S avaşının ardından, Suudiler ayrıca nüfusunun ço­ ğunluğunu Müslümanların oluşturduğu tüm ülkelerin resmi temsilcilerini gönderdiği Lahor'daki İkinci İslam Zirves ini Pakistan ile birlikte düzenleyerek bu ülkeyle ilişkilerini ge­ liştirdi. Birçok açıdan, 1 974 yılındaki Lahor İslam Dünyası Zirvesi, Soğuk Savaşın en baş arılı pan-İslamist etkinliğiydi ve Mısır'dan Enver Sedat, Suudi Arabistan Kralı Fays al ve Pakistan'dan Zülfikar Ali Butto önderliğinde eşi görülmemiş seviyede bir Müslüman birliğini ortaya koydu .66 Lahor Zirve­ si, destekçilerine göre, önde gelen Müslüman ağırlıklı nüfu­ s a s ahip ülkelerin askeri , ekonomik ve siyasi kaynaklarının bir araya getirildiği İslam dünyasının kolektif gücünü temsil etmekteydi. 67 Kral Faysal'ın zekice planlanmış p an-İslamist diploma­ sisinin s onuçları Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da görüldü. Yavaş yavaş sosyalist ve Üçüncü Dünya b loklarına mensup ülkelerle ittifak içindeki Müslüman ülkelerin, Filis­ tin meselesi hakkında bir oy gücü oluştu. 10 Kasım 1 9 7 5 'te bu üç farklı grubun dayanışması, Siyonizmi bir ırkçılık biçi­ mi olarak kınayan 3379 S ayılı Kararın kabul edilmesine yol açtı . Destekçiler arasında Sovyetler Birliği , Ç in, Hindistan ve p ek çok bağlantısız ülke bulunuyordu .68 Birleşmiş Millet­ ler'deki bu oy blokunun ortaya çıkışı, kısmen Faysal'ın İslam Konferansı Örgütü'nü oluşturmasına ve 1 969'dan 1 974'e ka­ dar İslam zirvelerini birlikte düzenleme konusundaki diplo­ matik kaz anımına borçluydu. Yine de 3379 S ayılı Kararın geçişi, Birleşmiş Milletler sisteminde Müslüman dayanışmasının kritik bir z ayıflığını 66

67

68

Robert Tignor, Anwar al-Sadat: Transforming the Middle East, New York: Oxford University Press, 20 1 6 . Report on Islamic Summit, 1 9 74 Pakistan, Lahore, February 22-24, 1 9 74, Islamabad: Department of Films and Publications, Ministry of Information and Broadcasting, Government of Pakistan, 1 974. Ay­ rıca bkz. Zahid Malik, Re-Emerging Muslim World, Lahor: Pakistan National Centre, 1 974. Walid Khalidi, From Haven to Conquest: Readings in Zionism and the Palestine Problem until 1 948, Washington, DC : Institute for Pa­ lestine Studies, 1 987. 293

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

d a ortaya çıkardı . Filistin meselesiyle ilgili birliğe rağmen, ABD destekli İsrail işgali altında ezilen Filistinlilerin ya­ ş amlarında hiçbir şey değişmedi. Kral Fays al'ın faaliyetleri ve Arap krallarının petrol zenginliği , İslam dünyasının dün­ ya s ahnesindeki etkilerine dair b eklentileri artırmıştı, ama yüks elen b eklentiler Filistinlilerin yardımına büyük güçler­ den bir devlet gelmediği için daha büyük hayalkırıklıkları­ na yol açtı. Müslümanların p arası, kuvvetli askeri güçleri ve büyük nüfusu vardı, bütün bunlara rağmen neden uluslara­ rası işbirliği sonuç vermiyordu? Bu soru, 1 979 yılında İran Devriminin arifesinde Suudi Arabistan'ın uluslararası dip ­ lomasisini eleştiren Amerikan-karşıtı p an-İslamist s öylemin güçlenmesine yol açtı. 69 Kral Faysal'ın nüfuzunun kaynaklarından biri, sosyaliz­ min ve Üçüncü Dünya enternasyonalizminin Müslümanla­ rın siyasi hedeflerine yeterince destek vermemesiydi . Ama 1 970'lerdeki İslam ülkelerinin işbirliği zirveleri de Müs ­ lüman kamuoyunun b eklentilerini karşılayamıyordu. Bazı Müslüman fikir adamları için yeni taktiklere b aşvurma za­ manıydı. 1 9 75- 1 97 7 yılları arasında Müslüman birliği viz ­ yonları Amerika Birleşik Devletleri'ni b askı altına almak ve İsrail'i tecrit etmek için sosyalistlerle Üçüncü Dünya enternasyonalistlerini kendine yakın görüyordu. Bu nokta­ da, p an-İslamist kimliğin en güçlü sütunlarından biri olan Filistin meselesini çözmek için bazı fırs atlar vardı . Fakat 1 978'den 1 980'e kadar olan bir dizi b eklenmedik olay -yani C amp D avid Anlaşması, İran Devrimi ve Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali- Müslüman dayanışmasına dair fikirlerin yükselen b eklentilerini yeni siyasi projelere ve açıkça Ame­ rikan-karşıtı bakış açısına s ahip ittifaklara yöneltti . İran'da Ayetullah Ruhullah Humeyni, ABD ile ittifak halindeki Suudi kralını ve Mısır lideri Enver Sedat'ı ümmeti zayıflatan işbir69

Southeastem Massachusetts University'de profesör olan Şevket Ali, 1 980'lerde p an-İslamizmin dirilişinden önce, bu konuda, "pan" ha­ reketler üzerine Batılı kaynaklardan yararlanarak 1 976'da bir kitap yayınlamıştır: Pan-Movements in the Third World: Pan-Arabism, Pan-Africanism and Pan-Islamism, Lahor: Publishers United, 1 976. 294

M Ü S L Ü M A N E N T E R N A S YO N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

likçiler olarak kınayıp, İslam dünyasının anlamını, "B atıyla i şbirliği içindeki birtakım sömürgecilik-sonrası Müslüman elitler tarafından aş ağılanan bir sömürgecilik-s onras ı böl­ ge" olarak yeniden tanımlayarak, 1 980'ler b oyunc a tekrarla­ yacağı yeni bir p an-İslamist vizyonu dillendirecekti.70

İslam Dünyasının Yeniden Doğuşu, 1 979- 1 988 E dward Said, 1 97 8 'deki Oryantalizm adlı kitabında Müslü­ manlarla ilgili özcü yaklaşımın birçok epistemolojik kayna­ ğını tahlil edip eleştirmişti . 7 1 Said'in kitabı , İslamofobinin ve İslam dünyası jeopolitiklerinin ırkçı mirasını aşabilmek için hem akademik dünyayı hem de genel kamuoyunu e leşti­ riye tabi tutmaktaydı ve bu eleştiri akademik çalışmalarda bir karşılık buldu . Fakat 1 97 9 'daki olaylar özcü genellemele­ ri aşmaya çalışan bu yönelimi tersine çevirdi. İslam dünya­ sı hususundaki genellemeler kısa süre içinde gazetecilerin, akademisyenlerin ve küresel kamuoyunun muhayyilesinde giderek daha da büyüyen bir rol oynayacaktı . Aradan geçen onca yıllık s avaşa ve sömürgecilikten kurtuluş mücadelesine karşın, 1 980'lerdeki "İslam dünyası" söylemi 1 9 1 0 'lardakine çok benziyordu. Peki, bu nasıl mümkün olabiliyordu? Pan-İs­ lamizmin 1 97 0'lerdeki çeşitli Üçüncü Dünya enternasyona­ lizmlerinin müttefiki olarak yeniden ş ekillenip vücut bulma­ sı, sorunun cevabının önemli bir p arçasıdır. Ancak mes ele­ nin özüne ulaşmak için, 1 978'in Eylül ayındaki C amp D avid Anlaşmasıyla başlayan b eklenmedik bir dizi tarihi gelişmeyi nazar-ı dikkate almalıyız . Nasır'ın 1 970'teki ölümünün ardından b a ş a geçen Enver S edat'ın cumhurb aşkanlığıyla Mısır'daki p an-İslamist duy­ gularda büyük bir artış gözlemlendi ve Sedat öncelikle b a şka b ölgelerdeki Müslümanlar arasında Mısır'ın itib arını tekrar

70

71

İslam birliği için çalışan Suudi Arabistan'ın ARAMC O üzerinden Amerika'yla b ağlarının ironisine dair, bkz. Robert Vitalis, A meri­ ca 's Kingdom: Mythmaking on the Sa udi Dil Frontier, Stanford, CA: Stanford University Press 2007. Edward W. Said, Orientalism, New York: Vintage Books , 1 978. 295

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

artırdı. S e dat, Mısır'ın radikal seküler milliyetçilik tonunu yumuşatıp İslamcı gruplara yapılan baskıları yavaş yavaş kaldırdı . Sedat ayrıca, Faysal'ın krallığında kendisini İslam dünyasının yeni merkezi olarak tanıtan Suudi Arabistan'la ilişkileri geliştirdi . 1 97 3 'te Mısır ordusu İsrail' e karşı saldı­ rıya geçip artan gücünü gösterdiğinde, Sedat hem p an-Ara­ bist hem de p an-İslamist bir kahraman olarak uluslarara­ sı bir şöhret kazandı . Suudi önderliğindeki p etrol b oykotu Mısır'ı desteklerken, Müslümanların birliği konusundaki jeopolitik b eklentileri artırdı ve Mısır'ın İslam dünyasındaki merkezi konumunu yeniden kazanmasına katkı sağladı. Fakat Sedat kendisine atfedilen bu b eklenti ve güveni C amp D avid Anlaşmasında heba edecekti. Mısır ile İsrail arasındaki ikili b arış anlaşması, Filistinlilerin temel me­ selelerini çözmek için hiçbir şey yapmadığı için, yüks elen p an-İslamist beklentileri b o ş a çıkardı. Dahası, söz konusu anlaşma Filistinlilerin topraksızlaştırılmasını ve Filistin'in devlet olma iddiasının reddedilmesini onaylıyordu . Bu ne­ denle, anlaşma Filistin meselesi etrafında birleşen Arapla­ rın dayanışmasına da, Müslümanların dayanışmasına da ihanet o larak görüldü. C amp D avid Anlaşması ayrıc a Birleş­ miş Milletler Genel Kurulunda da, sürece Filistinlileri dahil etmediği ve Filistinlilerin geri dönüş hakkını engellediği için kınandı . İsrail ile ayrı bir b arış yap an Mısır, Filistin kurtuluş mücadelesinde kilit rolünü açık bir şekilde terk etti . Milli çıkarların İslam birliği dayanışması idealine kıyas­ la önceliklendirilmesi elb ette yeni bir ş ey değildi . Osmanlı İmparatorluğu ve s onrasında Türkiye C umhuriyeti, hilafet ve İslam dünyası hakkındaki görüşleri kendi çıkarlarına hizmet edecek ş ekilde kullanmış ve nihayetinde her ikisini de bir ke­ nara bırakmıştı. C amp D avid Anlaşması sonrasında Mısır'ın uluslararası durumu, Hilafet Hareketinin Britanya'yı baskı altına alarak Lozan Antlaşması için Türklere yardımcı olma­ sından kısa bir süre s onra Türkiye Büyük Millet Meclisinin halifeliği kaldırdığı 1 924'ün Türkiye Cumhuriyeti'nin İslam dünyas ı karşısındaki durumuna b enzetilebilirdi . Z aman za­ man Pakistan ve Suudi Arabistan da İslam dünyası adına kü296

M Ü S L Ü MA N E N T E R N A S Y O N A L İ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

res el ahlaki ilkelere dayalı iddialan frenleyerek ülkelerinin milli menfaatini seçmişti . Aynca p an-Arabizm bağlamında Sedat'ın tercihi konusunda eşsiz ya da anormal bir durum da yoktu. Arap milliyetçiliğinin Nasır yönetimindeki en parlak günlerinde bile, Arap birliği s öylemine rağmen, ulus-devlet temelli realist siyaset Arap devletleri arasında bir standart olmuştu. Mısır'ın Suriye ile olan birliği, kısmen iki ülkeli bu federasyonun bileş enlerinin milli çıkarlarını uzlaştırmanın imkansız olması dolayısıyla b a ş arısızlığa uğramıştı. Bu s e ­ beple, p an-Arap milliyetçiliğinin çöküşü, 1 96 7 yenilgisi veya Sedat'ın C amp David'deki gibi kendi ülkesinin menfaatleri için yaptığı hamlelerin sonucundan değil, yapısal nedenler­ den kaynaklanmaktaydı.72 C amp David'in s onuçlarıyla ilgili asıl sorun, Mısır'ın kendi ülke menfaatlerini gözetmesi değildi. Asıl mes ele, En­ ver Sedat'ın Mısır için en iyi anlaşmayı elde etmek amacıyl a önce pan-İslamist v e Üçüncü Dünyacı kamuoyunun sağla ­ dığı küresel baskıdan yararlanmasına rağmen Filistinliler, Mısırlı-olmayan Müslümanlar ve Araplar için somut kaz a ­ nımlar s ağlamaya çab alamamasıydı. Sedat kendisine dönük teveccühü yanlış yorumlamış gibiydi. 1 973 Savaşından son­ raki kahraman imajının, Filistin'in talepleri p ahasına ayrı bir b arış yapmasına rağmen popülaritesini korumaya izin vereceğini düşündü. Oysa Mısır'ın İslam birliği söyleminde sahip olduğu prestij , esas olarak Mısır'ın milli çıkarlarının ötesinde, daha geniş bir uluslararası davayı s avunduğu ve bu uğurda verdiği fedakarlık algısından kaynaklanmıştı. B u yüz den d e Enver Sedat'ın Filistin meselesini C amp D avid'de çözmeden imzalan atması, zamanının en önemli p an-İsla­ mist meselesine ihanet etmek olarak görüldü. C amp David'in adaletsizliğine dair ortaya çıkan Arap ve Müslüman halklarının edindiği olumsuz algı, Mısır'ın tecrit edilmesi yönünde bir kamuoyu b askısına yol açtı ve Mısır, 72

Rashid Khalidi, "The 1 967 War and the Demise of Arab N ationalism: C hronicle of a Death Foretold." içinde: The 1 967 Arab-Israeli War: Origins and Consequences, der. Wm. Roger Louis ve Avi Shlaim, C ambridge: C ambridge University Press, 2 0 1 2 , s . 264-284. 297

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Arap Birliği'nden o n yıllığına ihraç edildi. Pan-İslamistler arasında Sedat'a karşı öfke en yüksek s eviyelere çıktı. 73 Mı­ sır bocalarken, Amerika Birleşik Devletleri ile ittifakına rağ­ men Suudi Arabistan, bir sonraki büyük Arap ve Müslüman gücü olmaya aday gibiydi . İsrail-Filistin meselesine gelindi­ ğinde, Suudiler Mısır'ın artık yoksun kaldığı teveccühe s ahip görünüyordu. Kral Fays al'ın ardından tahta çıkan Kral Halid, Faysal'ın­ kinden daha zengin ve daha prestijli bir Suudi krallığını yö ­ netti. S uudilerin p etrol zenginliği ve artan küres el statüsü göz önüne alındığında, Kral Halid'in Arabistan'ının İslam dünyas ının liderliğini üstlenmesi yönündeki beklentiler de yüksekti . Ancak tüm b eklentilere rağmen, Suudi Arabistan'ın C amp D avid'in yol açtığı hayalkırıklığı s onrasında bölgesel liderlik boşluğunu doldurması çok da gerçekçi değildi. Ta­ rihsel olarak Suudi Arabistan, sadece diğer Arap veya Soğuk S avaş müttefikleriyle işbirliği içinde söz konusu uluslara­ rası liderlik rolünü üstlenebilecek kapasitede bir ülkey­ di. C amp D avid s onras ında, Filistin mücadelesinde sorunu çözebilecek güç olarak akla ilk Suudi Arabistan'ın gelmesi de çok zordu. Filistin'in kurtuluş davasının Sosyalist Viet­ nam ve Çin'den, L atin Amerika ülkelerine ve Avrupalı Soluna kadar uzanan güçlü siyasi b ağları göz önüne alındığında, Mısır'dan b o ş alan siyasi boşluğu hala Sovyetler Birliği ile diğer Arap ülkeleri arasındaki Soğuk Savaş ittifakı doldu­ rabilir diye düşünmek pekala mümkündü. Zira C amp D avid Anlaşması, Ortadoğu'yu bir tür Amerika hegemonyası altına alan Monroe Doktrini gibiydi ve b ölgesel harita Amerika'nın arzusu doğrultusunda yeniden ş ekillendirilmişti.74 Elbette S ovyetler Birliği bu gelişmeden hoşnut olamazdı ve Ortado­ ğu'da çok daha aktif rol oynayabilirdi. 73

1•

Fawaz A. Gerges, "The Transformation of Arab Politics: Disentang­ ling Myth from Reality," içinde: The 1 96 7 Arab-Israeli War: Origins and Consequences, der. Wm. Roger Louis ve Avi Shlaim, C ambridge: C ambridge University Press, 2 0 1 2 , s. 285-3 1 3 . Rashid Khalid, Soviet Middle East Policy in the Wake of Camp Da­ vid, Beyrut: Institute for Palestine Studies, 1 979. 298

M Ü SLÜMAN ENTERNASYONA L İ N İ N D İ R İ Lİ Ş İ

Ancak Sovyetler Birliği'nin d e C amp David'e karşı etkin bir cevabı yoktu ve 1 97 9 yılının s onunda Afganistan'ı i şgal ettikten s onra Müslüman halklar arasında güvenilirliğini büyük ölçüde yitirdi. Komünist Ç in, Üçüncü Dünyacıların dayanışma projelerini destekleyebilecek başka bir güç ola­ rak görülüyordu; ancak Ç in de ekonomik reformlarını tehli­ keye atmamak ve Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerini iyileştirmek adına O rtadoğu'daki gelişmeleri, müdahil olma­ dan, uzaktan izledi ve gelişmelerle pek ilgilenmedi. Enver Sedat, Ekim 1 980'de radikal İslamcılar tarafından suikastla öldürüldü. Arap ve Müslüman aleminin Müslüman-olmayan müttefikleri tarafından adeta terk edildiği ya da b öyle gö­ rüldüğü 1 980'lerde, p an-İslamist gruplar Müslümanların ve Arapların dünya düzeninin adaletsizlikleri hakkındaki haklı şikayetlerinin giderilmesi için kendi enternasyonalizmleri­ nin en güvenilir araç olduğuna kanaat getirdiler.75 İran'da hiç b eklenmedik bir şekilde gerçekleşen 1 979 İ s ­ l a m Devrimi, kısmen bu yeniden dirilen jeopolitik p an-İsla­ mizmden doğmuş ve onu daha da giriftleştirmiştir. İslam dünyasının önderliğine talip olan İmam Humeyni, küçük düşürücü B atı emp eryalizmi ve ABD'nin Ortadoğu'daki he­ gemonyasıyla ilgili birçok eleştiriyi ve hoşnutsuzluğu der­ leyip toplayarak dile getirmekteydi. Takipçileriyle berab er iktidara gelen Humeyni, İran Ş ahının İsrail ve ABD ile olan ittifakını bozdu ve İsrail büyükelçiliğini Filistin Kurtuluş ôrgütü'ne dönüştürdü. İran, İslami jeopolitik dayanışmayı taahhüt altına alan projeleri finanse etti ve Suudilerin Fay­ s al z amanında b enimsediği hamilik rolüyle etkin bir reka­ b ete girdi. Ve İran İslam Devrimi çeşitli Müslüman toplum­ larda tazelenmiş bir Müslüman enternasyonalizmine ilham verdi . Ancak Suudi Arabistan'la girişilen rekabet z amanla mezhepçiliğe dönüştü ve farklı İslam dünyası vizyonlarının çatış masına yol açtı. 76 75

76

Paul Thomas C hamberlin, The Global Offensive: The United States, the Palestine Liberation Organization, and the Making of the Post­ Cold War Order, Oxford: Oxford University Press, 20 1 2 . Simon Mabon, Saudi Arabia and Iran Soft Power Rivalry in the Middle East, Londra: I. B. Tauris, 20 1 3 . 299

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Devrim gerçekleştiğinde, siyasi s onuçlar b akımından önceleri hiçbir Şii- Sünni ayrımı görünmüyordu . İran mo­ dern tarih b oyunca diğer Müslüman topluml arla b ağlarını geliştirmişti ve İranlı p an-İslamistler kendilerini bütün İ s ­ l ami mezhepleri birleştiren Müslüman bir dünyanın p arça­ sı olarak görmüştü. Mesela Irak'ın Şii din adamları 1 9 1 4'te O smanlı cihadını desteklemiş ve B irinci Dünya S avaşından s onra İngiliz hakimiyetine karşı çıkan isyana Iraklı Şiiler, Kürtler, Türkmenler ve Sünni Araplarla hep birlikte katıl­ mıştı . Yine Birinci Dünya S avaşında İranlı din adamları ve halk O smanlı tarafına semp ati duyduklarını ortaya koy­ muştu. Türkiye , İran ve Afganistan, aralarında herhangi bir mezhep çatışması bulunmaksızın işbirliği içinde olduğun­ dan, bu tür b ağlantılar iki s avaş arası dönemde de devam etmişti. Şii-Sünni ayrımı, İran'ın prensi Muhammed Rıza Ş ah ile Mısır Prensesi Fevziye ara sında 1 93 9 'da gerçekleşen evlilik s ırasında hiç dikkate alınmamı ştı bile. Keza, Şii din adamları ve entelektüeller İkinci Dünya Savaşından önce ve s onra düz enlenen p an-İslamist kongrelerin önemli katılım­ cılarıydı. Humeyni'nin ilham kaynakları arasında bulunan Ayetullah Talagani, 1 9 50'lerin b a şlarında mezhep çilik ya­ pılmayan Kudüs Kongresine katılmıştı . İranlılar 1 97 0 ' ler­ de mezhep sel farklılıklara b akmaksızın çeşitli Müslüman örgütlerine katılmıştı . Türkiye ve Endonezya'nınkiyle kar­ şılaştırılabilen Ş ahın kontrolündeki İran dış siyas eti, Müs­ lüman kimliği ve diğer Müslüman toplumlarda mezhebe b akılmaksızın b ağlantıların önemini kabul ederken, Ame­ rika B irleşik Devletleri de dahil olmak üzere , B atılı güçlerle ittifaklar kurmuştu. Ayrıca İran Devriminin entelektüel arka planı, dev­ rim-sonrası hükümetlerin takip ettiği katı ideolojik muhte­ vadan çok daha fazla çeşitlilikle doluydu. İran'ın Müslüman enternasyonalizmi , seküler b ir monarşinin b askısı altındaki geleneksel dini değerlere indirgenemeyecek birçok küresel kökene sahipti. Ali Şeriati'nin entelektüel biyografisi buna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Şeriati, İslami gelenek içinde adalet ve eşitlik temelli bir dini yorumu formüle edip hare300

M Ü S LÜMAN E N T E R N A SYO N A L İ N İ N D İ R İ Lİ Ş İ

kete geçiren, enternasyonalist, yeni - solcu bir yazardı v e bu süreçte Ş ahı devirmek için Humeyni ile işbirliği yapan s o lcu gençlik hareketleri için entelektüel bir ilham kaynağı haline geldi. Şeriati, Ernesto "Che" Guevara ve Patrice Lumumba'nın fikirlerini, Hz. Muhammed'in torunu ve Şiilerin ilk şehitle­ rinden olan İmam Hüseyin'in dini semb olizmiyle birleştir­ meyi baş armıştı. Bu anlamda, on dokuzuncu yüzyılın sonla­ rında İslami metinlerin yeniden yorumlanmasıyla bilimsel ilerlemeyi ve evrensel uygarlığı harmanlayan Muhammed Ab duh gibi Müslüman modernistlerden metot bakımından çok da farklı s ayılmazdı; zira İslam dini geleneğinin deği­ şen ş artlarda siyasi olarak nasıl yeniden yorumlanabildiğini gösteriyordu. Ali Şeriati önemli fikirlerinin çoğunu Paris 'te lisansüstü öğrencisiyken olgunlaştırmıştı. Oryantalist Henry C orbin' in, so syolog Georges Gurvitch'in, Jean-Paul Sartre'ın, Frantz Fanon'un ve çağdaşlarının yazılarına aşina olmuş, S artre 'ın ortaya koyduğu şekilde hem kapitalizmin hem de sosyaliz­ min eleştirisine ilgi duymuştu. Şeriati es erlerinde , Mevdı1di ve Kutub gibi tanınmış Soğuk Savaş İslamcılarından hiç bahsetmemekle birlikte, Muhammed İkb al ve C ezayirli alim Malik B ennabi gibi diğer birçok sömürgecilik-sonrası Müs ­ lüman düşünürün fikirlerine vakıf olduğunu b elli ediyordu. 1 970'lerin başına kadar Şeriati, bu melez kaynakları , Müslü­ man entelektüel ve dini mirasından gurur duyan yeni bir sol ideolojiye dönüştürmüştü . Şeriati, sömürge- s onrası Küresel Güneyin yeni dünya düzenine ş ekil verme mücadelesi ve ka­ deriyle ilgilendiği kadar, özellikle de onun alt kategorilerin­ den biri olarak gördüğü İslam dünyasının geleceğini dert edinen bir Müslümanlık yorumu eklemekteydi . Şeriati 'nin fikirleri

l 970'li

yılların başlarında İranlı

gençler ve üniversiteli aktivistler üzerinde çok etkili oldu . Genç İranlılar, kimi z aman çıkmaz yollara girdiği düşünü­ len diğer enternasyonalist görüşlere karşı, Şeriati'nin geli ş ­ tirdiği İslami alternatifi benimsedi. Şahın hem ABD hem d e İsrail'le girdiği ittifaka karşı çıkan jeopolitik pan-İslamist 301

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

yeniden uyanış d a gençleri cezbetmekteydi.77 Şahın 1 953 yı­ lında C IA'in desteklediği bir darbeyle iktidara getirildiği za­ ten biliniyordu; şimdi İsrail'le olan yakın ilişkisi, onu İslam dünyas ına sırtını dönen, yab ancılaşmış bir hükümdar konu­ muna getirmişti . Gerçi belirtmek gerekir ki, Şeriati'den etkilenmiş devrim­ cilerle Humeyni'ye yakın olanlar arasındaki ittifak pek çok açıdan s adece bir hedef birliğinden ib aretti. Humeyni, her ikisi de İslam dünyası ve B atı hakkında b enzer fikirler p ay­ laşmış olsa da, Şeriati ile karşılaştınldığında farklı bir en­ telektüel soykütüğüne s ahipti ve bir din adamıydı. Humeyni, 1 944 yılında genç bir din alimiyken, Yezd'deki bir c aminin zi­ yaretçi defterine ş öyle yazmıştı: "Bizi bugünün karanlık gün­ lerine götüren ve bizi dünya hakimiyetine kul eyleyen kendi b encilliğimiz ve Allah için mücadelemizi terk etmemizdir. İslam alemini baltalayan ş ey bencilliktir."78 1 95ü'li yıllarda Humeyni, Filistinlilerin, Cezayirlilerin ve diğer sömürgeleş ­ tirilmiş Müslümanların çektiği acıları konuşmak için top­ lanmış İslam birliği toplantılarındaki cılız giriş imlerden haberdardı. 1 963 yılında, Ş ahın ABD' ye karşı itaatkar tav­ rına dair dile getirdiği sert bir eleştiri neticesinde İran'dan sürgün edildi. Soğuk S avaşın son dönemindeki sürgünü sı­ rasında, dünyanın her yerinden Şii hacıları kendine çeken Irak'ın Necef şehrindeki Humeyni, yeni bir Müslüman enter­ nasyonalizmine duyulan ihtiyacın farkındaydı . Nihayetinde, takip çileri Ş ahı devirip İslami bir cumhuriyet kurduğunda, İslam dünyasının ezilen halklarına destek vermek, devrimci İran hükümetinin açıkladığı hedeflerden biri olacaktı. Rekabet halindeki pan-İslamist s öylemlerin ve İslam dünyas ına dair ortak vizyonun köken olarak birbiriyle iç iç eliği ve ortak geçmişi göz önüne alındığında, 1 980'lerin b aşından beri İran ile Suudi Arabistan arasında yaş anan ça77

78

Ali Rahnama, An Islamic Utopian: A Political Biography of Ali Sha­ ri 'ati, Londra: I. B. Tauris , 1 996. Humeyni'nin 1 944'teki siyasi görüşleri için, bkz. Baqer Moin, Kho­ meini: Life of the Ayatollah, New York: Thomas Dunne B ooks , 2000, s. 60. 302

M Ü S LÜMAN E N T E R NASYONAL İ N İ N D İ R İ Lİ Ş İ

tışma, mezhep sel b ölünmenin kaçınılmaz b i r sonucu olarak görülmemelidir. Devrimci İran ve Suudi Arabistan Krallığı­ nın ikisi de hem C amp D avid Anlaşmasını eleştirmesi hem de Filistinliler adına bir işbirliğine girişmesi nedeniyle, Sedat'ın Mısır'yla olandan çok daha fazla ortak ö zelliğe sa­ hipti . Devrimci İran, seküler, Sünni nüfusun ağırlıklı olduğu Türkiye ile de iyi ilişkilerini sürdürdü. Hem Suudi Arabistan hem de devrimci İran, Afganistan'daki Sovyet-karşıtı cihadı destekledi. iran'ın devrimci hükümetinin ABD 'yi "Büyük Şeytan" ilan etmesi ve bölgedeki Amerikan müttefikleri olan Körfez krallıklarını ve seküler Arap milliyetçisi rejimleri Washing­ ton'ın Ortadoğu'daki haksız hegemonyasının yerel uşakları oldukları için eleştirdiğinde, Suudi rejimi kendisini bu s ert eleştiriye yanıt vermek zorunda hiss etti . Bir grup Mehdici Sünni Suudi tarafından 20 Kasım 1 979'da başlatılan ve iki hafta süren KB.be'nin işgali eylemi de, Krallığın İslamcıla­ rın gözünde kendi meşruiyeti konusundaki güvensizliği derinleştirdi. iran'dan esinlenen İslamcı devrimlerin ya da Arap Ortadoğu'sundaki Şiilerin ayaklanma korkusu, Sün­ ni İslamcıların kendi ülkelerinde yürüttükleri muhalefetle birleştiğinde, bir b aşka Suudi enternasyonalizmini harekete geçirdi; ancak bu kez özellikle Sünni bir mesaj a ve İran'daki devrimci yeni Şii yönetimin Sünniler arasındaki hasımlarını desteklemek üzerine odaklanmış olarak. 79 İran Devriminin 1 97 9 Şub atındaki başarısı bölgedeki tesirinin zirvesine ula­ şırken, Sovyetler Birliği de, bir darb eyle iktidarı ele geçiren ve binlerce siyasi tutukluyu derhal idam eden Sovyet-yanlı­ sı b askıcı Nur Muhammed Terakki hükümetine arka çıkmak üzere, Afganistan'ı işgal etti. Bu koşullarda Suudi Arabistan, S ovyet işgaline karşı General Ziya ül Hak'ın askeri yönetimi altındaki Pakistan aracılığıyla Afgan direnişine büyük p arasal ve askeri des­ tek vererek Sünni Müslümanların mes ajını yaydığını iddia

79

Thomas Hegghamıner, Jihad in Saudi Arabia: Violence and Pan-Is­ lamism since 1 979, C ambridge: C ambridge University Press, 20 1 0 . 303

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

edecekti . İran d a Afganistan'ın cihadına semp ati duyuyor­ du, ancak ABD 'nin desteklediği Afgan mücahitler için açık destek vermekten çekinerek, yaptığı yardımları Şii grupla­ ra kanalize etmeye çalışacaktı . Ç in ve Avrup a ülkeleri de ABD ile beraber Afgan direnişinin Sovyet-destekli so syalist hükümete karşı direnişini desteklese de, 1 980'li yıllardaki Afgan cihadı Suudilere nüfuz edebileceği nisp eten açık bir alan yaratmış oldu. Irak Cumhurb aşkanı Saddam Hüseyin, İran'ın Irak'taki Şii nüfusu üzerindeki etkilerinden korktu­ ğundan, 1 980'de İran' a savaş ilan etti . Suudi Arabistan, di­ ğer ABD -yanlısı Arap ülkeleri ve ABD bu s avaşta Irak'ı des­ tekledi . 80 Mezhep sel bölünmeler, Suriye'de demokratikleş­ me talebinde bulunan Sünni İslamcı gruplara karşı şiddet uygulayan Hafız E s ad'ın Baas rejimine İran'ın arka çıktığı 1 982 yılında daha da derinleşti. E s ad, Şii İslam'ın bir kolu­ na mensup olduğu kabul edilen Alevi bir aileden geliyordu . Suriye Baas Partisi'nin iktidarında ülkenin Alevi nüfusunun desteğini alan E s ad, Saddam Hüseyin'in Irak Baas Partisi tarafından yönetilen Irak' a karşı, çeşitli siyasi nedenlerle, İran'la müttefik olmuştu. Bütün bu anlaşmazlıklara taraf olanlar, İslam dünyasının ABD veya S ovyet hegemonyasından kurtuluşuna dair jeopo­ litik birlik hayaline atıf yap arak kendilerini haklı çıkarmak­ taydı . Bu nedenle Soğuk Savaşın son on yılında, nüfusunun çoğu Müslüman olan toplumların siyas etine b akınca, İslam­ cı muhalefet gruplarının pan-İslamist bir söylemle dünyanın her iki Süper Gücüne birden muhalif anlatılar geliştirdikle­ rini görürüz. Ama Müslüman birliğinin gerekliliğine dönük bu çağrılar dönemi, aynı zamanda Müslümanlar arasındaki keskin mezhep ayrılıkları çağının da doğuş vaktiydi. Suudi­ ler, İslam birliği projesini, küresel merkezi Mekke ve Medine olan S ovyet-karşıtı bir Vahhabi ilişki ağıyla sınırlandırmaya çalıştı. İran, her iki Süper Gücün de bölge üzerindeki hakimi­ yetini tamamen reddetti ve kendi devrimci İslam görüşünün

00

Lawrence Potter ve Gary Sick (der. ) , Iran, Iraq, and the Legacies of War, New York: Palgrave Macmillan, 2004. 304

MÜS LÜMAN ENTE RNASYONALİ N İ N D İ R İ Lİ Şİ

tüm Müslümanların kurtuluşunun tek hakiki yolu olduğunu savundu. Tam Müslümanların birliğini s avunan ideolojilerin ahlaki ve hukuki üstünlüğü için coşkulu çağrılarla İslam­ cılık küresel bir güç olarak ortaya çıkıyorken, Müslüman­ lar kendilerini çeşitli jeop olitik ve mezhep sel bölünmelerle Müslümanlar- arası yeni çatışmalar içinde bulmaktaydı.81 1 980'lerin

sonrasında

birbiriyle

yarış an

ve

çatış an

pan-İslamizmler, Avrupa ve ABD 'deki Müslüman-karşıtı ırk­ çı siyasetin canlanmasına da vesile oldu. Müslümanlar ken­ di aralarında birbirleriyle savaş ırken, aynı zamanda çatı ş an gruplardan b azıları Hıristiyan B atıya karşı İslami dayanı ş ­ ma çağrısı yaptığı için, A B D v e Avrupa çıkarlarına tehdit olarak görülmeye b aşladı. Gerek İranlı öğrenci grupları­ nın Amerikan Büyükelçiliği pers onelini rehin aldığı Kasım 1 97 9 'daki olaylarda, gerekse 1 980'lerde Lübnan'da Batılıla­ rın rehin tutulması gibi haberler karşısında, B atılı gazeteler, hab erleri yoğun bir İslamofobik yorumla sunarak, p an-İsla­ mist gruplar arasında yayılan "medeniyetler çatışması" tezi­ ne katkıda bulundu . Hem elçilik binasında bir yıldan uzun bir süre rehin tutulan Amerikalılar hem de Lübnan'da kaçı­ rılan Batılılar, militan ve uzlaşmaz bir din olarak İslam'ın kurb anları olarak resmedildiler. Ayetullah Humeyni'nin, 1 988'de yayınladığı bir fetvayla Salman Rushdie'nin yaz dı­ ğı Şeytan Ayetleri a dlı kitap ne deniyle katledilmesine cevaz vermesi, bazı İngiliz Müslümanları tarafından düzenlenen sembolik kitap yakma eylemleri gibi gelişmeler kimi Batılı entelektüellere ve g azetecilere, değişmeyen İslami gelenek­ ler adına Batı modernitesini ve liberal değerleri reddeden, güvenilmez Müslümanlar anlatısını kurma fırs atını verdi. Batılı gözlemciler, z aten 1 973 Arap -İsrail Savaşından b eri medyada yükselen Arap -karşıtı söylemlerde iz bırakan Orta­ doğu'daki potansiyel bir İsrail ve Batı-karşıtı bir Müslüman dayanışmasından endişe duymaktaydı . Ortadoğu'daki güya Batı-karşıtı görülen Müslümanlara yönelen korku ve nefret,

81

Odd Arne Westad, The Global Cold War, C amhridge: C ambridge Uni­ versity Press, 2007, s. 288-330. 305

İ S L A M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

zamanla Avrupa'da v e ABD'de yaş ayan Müslümanların varlı­ ğıyla, talepleriyle ve temsiliyle de ilişkilendirilmeye başla­ dı.82 S alman Rushdie'nin kitabını protesto için yakan Britan­ ya Müslümanlarının resimleri ve b azı kişilerin katledilmesi­ ni emreden Humeyni'nin fetvasıyla hemfikir o lmalarını alıp kullanan Avrupa ve ABD medyası, B atıdaki İslamofobiye yeni bir konu başlığı d aha ekledi: Irks allaştırılmış Müslüman komşularının ve vatandaşlarının B atı ülkelerinde yaşama­ larına rağmen, ifade özgürlüğü gibi liberal B atı değerleriyle uyuşmadıkları iddiası. Sir Thomas Henry Hall C aine'nin Mohamet adlı oyunu­ nun 1 890 yılında iptal edilmesi ile Şeytan Ayetleri'nin 1 988 yılında yasaklanması girişimleri arasında yüz yıl aradan s onra yapılacak bir karşılaştırma, İslam dünyasının ırksal tahayyülünün jeopolitik sonuçlarında görülen

dramatik

değişimlerin yanı s ıra, yaklaşımdaki · devamlılığı da gös­ termektedir. Üçüncü Bölümde gördüğümüz üzere, oyun Hz. Muhammed'i ve İslam'ı s aygılı bir ş ekilde tasvir etmesine rağmen, Hint Müslümanlarının ileri gelenleri , Müslüman te­ baanın dini hassasiyetlerini rencide etmemesi için Britanya İmp aratorluğuna oyunu s ahneden kaldırması için kaleme alınan bildiri mektubunu imzalamış ve s onuç almakta başa­ rılı olmu şlardı . Bu b ağlamda İngiliz İmp aratorluğu emper­ yal stratejinin gereksinimlerine göre davranmıştı, zira karar alıcılar s adece Hint Müslümanlarının gözündeki meşruiyet­ lerini değil, O smanlı İmparatorluğuyla süregiden ilişkisini de düşünmekteydi . İmp aratorluk nezaketi hakim gelmişti ve bunun karşılığında da herhangi cihad çağrısı yapılmamıştı. Bir a s ır s onraki S alman Rushdie Olayına b aktığımızday­ sa, İslam ' a ve Müs lümanlara hakaret içerdiği iddia edilen kitap konusunda, İslam dünyasının önderliğinin, uluslara­ rası emperyal sistemde konumunu muhafaza etmeye istek82

David Farber, Taken Hostage: The Iran Hostage Crisis and Ameri­ ca 's First Encounter with Radical Islam, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2005. Rushdie Olayı için, bkz. Talal Asad, "Multi­ culturalism and British Identity in the Wake of the Rushdie Affair," Politics and Society 1 8, no. 4, Aralık 1 990, s. 455-480. 306

M Ü S L Ü MAN E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

l i bir Osmanlı halife - s ultanı tarafından değil, Müslüman toplumlara dönük küresel b askı ve sömürü düzenine isyan eden İran'ın resmi dini lideri tarafından üstlenildiğini g ö ­ rürü z . İslam ' a karşı h akaret olarak algılanan e s er, B eyaz bir İngiliz yazar değil, Kahverengi derili ve Müslüman köken ­ li bir Hintli tarafından yazılmıştı. Bununla b erab er, İslam dinine hakaret etmekle itham edilen S alman Rushdie'nin kendisi, on dokuzuncu yüzyılın s onlarında B ritanya sömür­ gesi altında yaş ayan Müslümanlar gibi , bu sefer İngiltere'de yaş arken ırks allaştırılmış Müslüman kökenli vatandaşlar­ dan biri olarak ayrımcılık ve İslamofobiye maruz kalıyordu. Biz atihi Rushdie de İngiltere 'deki Hintlilerin ırkçı ve ayrım ­ cı muamele görmesini eleştirmekteydi. Rushdie, İslam hak­ kında bir inanç geleneği olarak s ert s özler kaleme almıştı, ama Kahverengi ırk olarak Müslümanlar h akkında değil. Humeyni, p an-İslamizmi Sultan Abdülhamid' in ve Kral Fay­ s al ' ın uygulamalarından oldukça başka bir yöne taşıyan bir dille , Avrup a 'daki Müslümanlara, Rushdie'yi p rotesto etme ve cezalandırma çağrı sında bulunuyordu. Vaktiyle Ab dülha ­ m i d , Britanya İmp aratorluğuyla işbirliğinin yollarını ara­ mıştı; Kral Faysal ise Amerika Birleşik Devletleri ile ittifak halinde B irleşmiş Milletler vesilesiyle dünya düzenindeki Müslüman bloku güçlendirmeyi ummuştu. Şimdiyse Hu­ meyni B atı tarafından dışlanmış Müslümanlara ve Müs ­ lüman kamuoyuna, b i r yazar için ölüm emri veren b u B a ­ tı-karşıtı Müslüman din adamından ç o k korkmuş görünen B atının uydu yayını yap an televizyon kanalları aracılığıyla doğrudan ulaşmaya ç alışıyordu. Suudi Arabistan, İslam Konferansı ôrgütü 'nün bir top ­ lantısında Şeytan Ayetleri'ni kınayan fakat Rushdie'nin ha­ yatını tehdit etmekten ya da başkalarının bunu yapmasına müs a ade vermekten kaçınan bir ortak tepki verilmesine ç a ­ lıştı . 83 Ancak Humeyni, dünyadaki sıradan Müslümanların eşitsiz dünya düzeninde maruz kaldığı ayrımcılık hakkında-

83

Naveed S. Sheikh, The New.Politics ofIslam: Pan-Islamic Foreign Po­ licy in a World of States, Londra: Routledge C urzon, 2003 , s. 67. 307

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

k i hoşnutsuzluğunu bir kere daha S alman Rushdie'ye verilen B atı desteği vesilesiyle ustaca yönlendirerek, İslam dünyası­ nın sözcülüğü iddiasına taraftar bulmuş oldu. ABD ve İngil­ tere ile birlikte B atı Avrupa'nın fetvaya verdiği korku dolu karşılık ve Müslümanların bu süreçteki protesto eylemleri , s ömürgecilik- s onrası Avrup a'da yaş ayan Müslüman azınlı­ ğın, İslam dünyasının bugünün B atı medeniyetinin kalbine tehditkar birer uz antısı olarak gösterilmesine yol açacaktı . Kıs acası, İran D evrimi pan-İslamist bir dayanışma adı­ na Soğuk Savaşın her iki kampına da meydan okuyan yeni bir dünya düzeni vizyonu sunmaktaydı. Aynı z amanda Tah­ ran merkezli bu İslamcı s öylem bir yandan diğer İslamcılar arasında hayranlık ve gurur duymayı, bir yandan da Sünni p an-İslamizm adına rekabeti teşvik etmekteydi .84 E dward S aid'in Oryantalizm isimli kitabıyla tam da o sıralarda aka­ demik dünyanın Avrup a-merkezciliğe ve medeniyetçi özcü­ lüğüne karşı etkili bir eleştiri yönelttiğini dikkate aldığımız­ da, İran Devriminin hemen s onrasında İslam-B atı medeni­ yeti çatışması tezlerinin canlanışı ironik bir gelişmeydi. Bu nedenle Soğuk Savaş döneminin son on yılında güncellenmiş İslam dünyas ı tahayyülü, yalnızca Avrupalı ve Amerikalı jeo­ p olitik ç alışmalarda değil , pekal8. s eküler milliyetçilik, kapi­ talizm ve Soğuk S avaşın sonrasındaki uluslararası düzenin başarısızlıklarına meydan okuyan İslamcı grupların siyasi tasavvurunda da görülmekteydi. Örneğin dönemin pan-İs­ l amistleri ve B atılı İslam-karşıtları , akademik çalışmaların bu tezi ne kadar güçlü bir şekilde çürüttüğüne bakmaksızın, İslam'ın milliyetçilik ve ulus - devlet temelli dünya düzeniyle b ağdaşmadığı konusunda mutabıktı . 85 Liberal demokrasinin standart normlarını İslam'ın temel inançlarına yab ancı bir B atıcı ideoloji olarak telakki eden radikal İslamcılar, onlar84

85

John L. Esposito { der. ) , The Iranian Revolution: Its Global Impact, Miami: Florida lnternational University Press, 1 990; Maryam Panah, The Islamic Republic and the World: Global Dimensions of the Irani­ an Revolution, Londra: Pluto Press, 2007. James P. Piscatori, Islam in a World of Nation States, C ambridge: C ambridge University Press, 1 986. 308

M Ü S LÜMAN E N T E R NASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

dan nefret eden Avrup a v e Aınerika'daki Müslüman-karşıt­ l anyla Müslümanlann demokrat olamayacağı konusunda hemfikirdi. Zaten Müslüman azınlığın liberal demokrasiyle b anşamayacağı fikri, Avrup a ve Aınerika'daki yeni Müslü­ man-karşıtı ırkçılığın en temel tezlerinden biri haline geli­ yordu. Amerikan basınının İslam dünyasına dönük Oryanta ­ list görüşleri yayan propagandasıyla daha da kötüleşen b u koşullarda, E dward S aid Müslümanlara karşı yeni kitle ile­ tişim araçlannın ırkçılığını anlattığı 1 98 1 tarihli Haberlerin

Işığında İslam'ı yazarak, Oryantalizm kitabındaki eleştirel tavnnı 1 980'lerde yükselen İslamofobi gerçeğinin eleştiri­ siyle devam ettiriyordu.86 Yenilenmiş bir medeniyetler çatışması s öylemi sürer­ ken, b azılan Oryantalizm-karşıtı akademisyenleri s anki B a ­ tı-karşıtıymış gibi yaftalamaya b aşladı. 1 980'lerde birçok p an-İslamist, S aid'in kitabını, B atının İslamofobik ve ger­ çekleri saptıran beyanlarına karşı gerçek ve hakiki İslam'ın s avunması olarak okudu. Halbuki Edward Said bu eleştiriyi hümanist ve seküler bir ırkçılık-karşıtlığı adına yapmıştı. Suriyeli akademisyen S adık C elal el-Azın Oryantalizm'e dair yazdığı kitap tahlilinde, E dward Said'in eleştirisini, İslam adına B atıya cevap verme olarak okuyan veya Avrup a-mer­ kezci s öylemlere alternatifin gerçek İslami değerlere ve me­ deniyete geri dönüp onu diriltmek gerektiği tezini uTersten O ryantalizm" olarak niteledi. 87 E l-Azm'in Said'in Arap dün­ yasındaki okurlarında gözlemlediği husus, Müslümanlann çeşitli siyasi hedeflerin peşinden giderken, B atıyı reddetmek adına, kendi kendilerini Şarklılaştırma alışkanlığının çağdaş tezahürleriydi. Müslüman solcular da, Said'in Oryantalizm eleştirisinin kendi ülkelerinde yüks elen İslamcı eğilimleri 86

87

E dward W. Said, Covering Islam: How the Media and the Experts Determine How We See the Rest of the World, New York: Pantheon Books, 1 9 8 1 . Sadiq Jalal al-Azm, "Orientalism and O rientalism i n Reverse," Khamsin no. 8, 1 988, s . 5-26, tekrar basımı: Alexander Lyon Macfie (der. ) , Orientalism: A Reader, New York: New York University Pre s s , 2000, s . 2 1 7-238. 309

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

destekleyeceğini endişeyle fark edecek v e adeta İslamcılaştı­ nlan E dward Said yorumlarına itiraz edecekti.88 ***

1 99 2 'den 1 995'e kadar Bosnalı Müslümanlara uygulanan s oykırım, bitmek tükenmek bilmeyen medeniyetler çatışması tezleri hakkındaki kolaycı genellemeler için bir fırsat daha sundu . Güneydoğu Avrupa'da, Osmanlı ve Habsburg imp ara­ torluklarının eski sınır b ölgelerindeki Müslümanlara yapı­ lan kıyımlar, Arap -İsrail çatışmasından ve İran Devriminden s onra gelişen İslamofobi ile onun on dokuzuncu yüzyıldaki Avrupa ırkçılığı arasındaki b ağlan gö stermekteydi. Bosnalı Müslümanlara soykırım uygulayan Sırp milliyetçileri, Avru­ p alı Müslümanları etnik olarak neden soykırımdan geçirmek gerektiğini gerekçelendirirken Osmanlı'nın son dönemine gitmekle kalmayıp, 1 980'lerdeki Müslüman köktendinciliği korkusu gibi güncel Müslüman-karşıtı ırkçılık klişelerini de kull anmaktaydı. 1 990'lann pan-İslamist seferberliği sı­ rasında Türkiye ve Pakistan'dan İran ve Suudi Arabistan'a kadar farklı Müslüman nüfus çoğunluklu ülkeler, Müslüman kimlikleri nedeniyle soykırıma uğrayan B osnalılara yardım etmeye çalıştılar. Milliyetçi Sırplara karşı Yunanistan'dan Rusya'ya dek gösterilen ilk destek dalgasının yanı sıra, Ba­ tılı hükümetlerin Avrup a'da Müslüman nüfusun çoğunlu­ ğu oluşturduğu b ağımsız bir Bosna devletinin kuruluşunu engellemek için Sırpların yaptığı katliamlara göz yumuşu, B osnalı Müslümanları desteklemek üzere başlatılan ulus­ larara sı İslami s eferberlikle bir arada değerlendirildiğin­ de, ortaya çıkan manzara, S amuel Huntington' a, Sovyetler Birliği' nin çöküşünden s onra İslam dünyasının B atının bir sonraki düşmanı olacağını tahmin ettiği, çok ses getiren "Medeniyetler Ç atışmas ı mı?" makalesi için ilham kaynağı oldu.89 B öylece İslam dünyasının on dokuzuncu yüzyılın s on88

89

Fadi B ardawil, "Sidelining Ideology: Arab Theory in the Metropole and Periphery, c. 1 977 ," yayınlanmamış konferans tebliği, Princeton Üniversitesi, Ekim 201 1 . Samuel Huntington, "The Clash of Civilizations? ," Foreign Affairs 72, na. 3, Yaz 1 993, s . 2 2 -49. 310

MÜS L ÜMAN E N T E RNASYONALİ N İ N D İ R İ L İ Ş İ

lanndan yirminci yüzyıla kadar bir jeopolitik, bir din ve bir medeniyet birliği olarak hayal e dildiği önemli algı ve anlatı, bütün benzerlikleriyle beraber yeniden gün yüzüne çıktı . 90 İran Devriminden Bosna S avaşının sona ermesine kadar uzanan on beş yıllık süreç içerisinde, akademik çalışmalar­ daki dikkatler İslamcı p artilerin ve hareketlerin yükseliş ine çevrilmişti. Söz konusu ulus-ötesi İslamcı ideolojiler ve ha­ reketler, İslam cünyasına mahsus bir otantik siyasi hareket olarak görülüp , B atı dünyası, Asya ya da Afrika'daki seküler ve milliyetçi siyas etlerle karşılaştınldığında, İslam dünyası­ nın özcü farklılığı olarak algılanıyordu. Ancak bu değerlen­ dirmeler durumu yanlış teşhis etmekteydi. Müslüman top­ lumlar, egemen ulu s - devletlerin bünyesindeki temel siyasi deneyimler bakımından dünyanın geri kalanından farklı de­ ğildi. İslam Konferansı Ôrgütü'nün tüzüğü bile, egemenliğe saygı ve kendi kaderini tayin hakkı gibi, Birleşmiş Milletler Kurucu Antlaşmasının ardında yatan küresel normlan tekrar ediyor ve evrens elleştiriyordu .91 Sosyalistlerden feministle­ re kadar çeşitlenen Müslüman örgütler, insanlar ve fikirler ulus al sınırlan aşmaktaydı ve bu artık p ek de alışılmadık bir şey değildi. Hıristiyan ve Budist misyonerleri, hayır kurum ­ ları v e sivil toplum kuruluşlan da -b azıları Afrika, Asya veya B atı değerleri adına faaliyet göstermekle- yerkürenin her yanına uzanmaktaydı. Dolayısıyla kimi İslamcı partilerin ve örgütlerin de, bu misyonerler ve kurumlar gibi, ulu s - devlet sınırlannı aşan ortak faaliyetleri ve fikirleri p aylaşması bir istisna oluşturmuyordu. Müslümanlar arasındaki seküla­ rist, s osyalist, liberal ve çevreci fikirler de ulusal sınırlan aşmaktaydı. Bütün bunlarla eşzamanlı olarak E ndonez­ ya'dan Sahra- altı Afrika'ya ve Sovyetler Birliği'nden Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar, sömürgecilik-s onrası dönemin Müslümanları da şahsi ve siyasi hayatlannda muazzam bir 90

91

Michael Anthony Sells , The Bridge Betrayed: Religion and Genocide in Bosnia, Berkeley: University of C alifornia Press, 1 998. Saad S. Khan, Reasserting Intemational Islam: A Focus on the Orga­ nization of the Islamic Conference and Other Islamic Institutions, Karaçi: Oxford University Press, 200 1 . 311

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

çeşitlilikle karşılaşıp bunu tecrübe ettiler. Dini uyanış, hat­ ta köktendincilik, Müslüman toplumları Hıristiyanlardan, Budistlerden ya da Afrikalılardan farklı kılacak ö zelliklere s ahip değildi . 1 980'lerden sonraki dönemde İslamcılar, İsla­ mi inanç geleneğini kendi yorumlarına göre gözden geçirip, dinin en doğru şeklini s adece kendilerinin temsil ettiği ve kendilerinin İslam'ın tek hakiki temsilcisi olduğu yönündeki s öylemlerle, B atı İslamofobisini haklı çıkarm akta kullanılan bir dizi yanıl s amayı Müslümanların kendi ağzından çıkan s özlermişçesine tekrarlamış oldular. İslam dünyasının jeopolitik ve medeniyet açısından bir birlik olduğuna dair keskin inanç ve kabul, ekonomik kal­ kınmadan Filistin, Keşmir veya Afganistan'daki uluslararası çatışmaların çözümüne yahut Müslüman ülkelerin iyi yöne­ tilmesine kadar çeşitlilik gösteren p ek çok sorunu aş acak bir araç olarak Müslüman dayanışması beklentilerini git­ gide artırdı. Bu b eklentiler karşılanmadığı z aman, ümmetin aciz ve zayıf oluşundan duyulan huzursuzluk, Müslüman­ ların ç oğunluğunun inançlarının gereksinimlerine uygun yaş amadığına dair öfkenin yanı sıra, onların önce dinlerine s ahip çıkıp, s onra dinlerinin gerektirdiği üzere dayanışma içinde o lmaları mesajlarının tekrarlanmasına yol açtı. Müs­ lümanların her türlü sorununun ancak pan-İslamist birlikle çözüleceğine dair umutlar genellikle mantıki bir temele sa­ hip değildi. Tıpkı bir Afrika Birliği ordusunun ya da "Siyah ırk ümmetinin" tek b aşına ve b aşka toplumların dayanışma­ sı olmadan Mandela liderliğindeki Güney Afrika Siyahlarını ırk ayrımcılığından kurtarmasını beklemek gibi, Müslüman­ ların işbirliğinin tek başına Filistinli, Boşnak ve Keşmirli Müslümanlara siyasi kurtuluş sağlamasını ummak da ha­ ş an ş ansını azaltmaktaydı. Örneğin Filistinli Arapların yüz­ yıl b oyunca ezilmesi, emperyal dünya düzeni ve Birleşmiş Milletler tarafından yaratılan bir sorun olarak, her zaman, kapsamı itibariyle gerçekten uluslararası bir dayanışma ve çözüm gerektiren bir mesele olmuştur. Fakat Müslümanla­ rın karşılaştığı sorunların, s anki uluslararası düzenin ve büyük güçlerin bu sorunların kaynağında hiç suçu yokmuş 312

MÜSLÜMAN ENTERNASYONALİ N İ N D İ R İ LİŞİ

gibi, ümmetin iç zaafından kaynaklandığına duyulan inanç, yükselen b eklentiler ve aş ağılanma duygusunun b irbirini beslemesi döngüsünü yaratmıştır. Sorunların tek çözümü­ nün İslam dünyasının B atı karşısında yeniden llirleşmesi olduğu sloganı, B atı-karşıtı İslamcılık ile Müslüman-karşıtı İslamofobi arasında simb iyotik ilişkinin derinleşmesine yol açmıştır. Her zaman olduğu gibi, dünyanın geri kalanından fark­ lılaştırılmış ve izole bir İslam dünyasının varlığına dair hatalı varsayımları, p an-İslamist aktivistlere, uzaklardaki Müslümanların desteğini kazanmak konusunda, varlığına inanılan dayanışmanın ancak yüzeysel avantajlarını kullan­ mak b akımından kısmi faydalar s ağlamıştır. Fakat ırksal ve dini kimliğe b aşvuru p an-İslamizm için evrens elci dayanış ­ m a vizyonunu b altalayarak bir z ayıflık kaynağı olagelmi ş ­ tir. Pan-İslamizm, ortaya çıktığı ilk zamanlardan 1 970'lere uzanan yüz yıllık tarihinde , tüm dünya için kendi kaderini tayin etmeye kararlı ve Avrup a hegemonyasından b ağımsız bir dünya kurmak isteyen teo - sofistlerle, p an-Afrikacılarla , p an-Asyacılarla, s osyalistlerle, Üçüncü Dünyacı hareketlerle ve milliyetçilerle yapılan ittifaklarda görüldüğü gibi , güçlü bir enternasyonel dayanışma fikrine s ahipti . Ne var ki, Müs ­ lüman-olmayanlarla ittifak yapılması fikrinden vazgeçen ve kendisinin tek dostunun yine kendisi olduğunu varsayan bir İslam dünyasının hayali, b öyle bir enternasyonalizmin önü­ nü kapatmakta ve Müslümanları çoğu kez B atılı evrensellik i ddialarına karşı, tepkisel ve uzlaşmaz ins anlar pozisyonu­ na düşürmektedir. Öte yandan, jeopolitik, din veya medeni­ yete dair çok-katmanlı özcü bir İslam dünyası söylemi, İ s ­ l amcı partilerin enternasyonalizmine, Müslümanların siya s i deneyimlerinin mevcut çeşitliliğinden ç o k daha fazla önem atfetmekte ve s anki İslamcılık İslam dünyasının sözcüsüy­ müş gibi bir algı yaratmaktadır. Gerek akademik, gerekse ya­ zılı b asın ve görsel medya z aviyesinden yapılan analizlerde , tüm Müslümanların otantik ideolojileri olduğu öne s ürülen İslamcılık mesajına gösterilen aşın ilgi s ebebiyle, nüfusu­ nun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki geniş yelp azede 313

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I ŞM A S I

farklılaş an yönetim tarzları ve siyasi vizyonlar büyük ölçüde gözardı edilmektedir. 1 990'ların ortaları itib ariyle, İslamcı­ ların ve İslam-karşıtlarının karşılıklı olarak birbirini güç­ lendiren söylem ittifakları, dünyanın değişik bölgelerindeki gerçek Müslümanların farklı seslerini ve siyasi taleplerini bastırarak İslam dünyasına dair yanıls amayı iyiden iyiye tahkim etmiştir.

314

S ON UÇ

1 980'li yıllar Müslümanlara yönelik fikri söylemler açısın­ dan ş aşırtıcı bir tekrara tanıklık etti. 1 880'lerdeki impara­ torluklar çağında pan-İslamizm ve İslam dünyası hakkında ortaya çıkmış ırksal kavramlar, S oğuk S avaşın s on on yılın­ da adeta yeniden harmanlanıp canlandırıldı . Üstelik bu en­ telektüel s öylem, p eriş an edilmiş milyonlarca Müslümanın hayatına mal olan siyasi ve askeri çatışmalarla üst üste gel­ mekteydi. Zira 80'li yıllarda Filistin, Lübnan, Suriye, İran, Irak ve Afganistan'daki çatışmalarla ilgili açıklamalar, bir elde top ­ lanarak İslam ve B atı arasında daimi bir çatışma olduğu yö ­ nündeki tezleri desteklemek için kullanılmaya başlandı. Bu çatışmalar tam bitti derken p atlak veren Irak'ın Kuveyt'i iş­ gali ve ardından gelen Birinci Körfez Savaşı, C ez ayir'deki iç s avaş ve B o sna'da Müslümanların s oykırıma uğraması gibi gelişmeler giderek bir medeniyetler çatışmasının yaş andığı izlenimini güçlendirdi . Din adamlarından ya da s eküler ga­ zetecilerden Amerikalı akademisyenlere , Avrup alı yazarlara ve bir ş ekilde günlük haberleri takip eden sıradan ins anlara dek herkes Müslümanların hayatını etkileyen değişik çatış­ maların medeniyetler ç atışması tezine uygun ve normal ol­ duğunu düşünmeye b a şladı. Gerçekte, Soğuk S avaşın man­ tığına uygun girilen ittifaklar (Amerika'nın Afganistan'daki cihadı desteklemesi gibi) , muhayyel İslam dünyası ile B atı­ nın çatışması teziyle çelişen durumlarla s onuçlanabiliyor­ du . Ancak İslam dünyas ının ve B atının tanımlanmış birer medeniyet ve jeopolitik çerçeveye s ahip, birbirinden ayn ve 315

İ S LAM D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

kendi içlerinde tutarlı yapılar olduğu fikri artık neredeyse tartışılmaz bir ortak görüş haline geldi . 1 980'li yıllardaki bu dönüşüm, yirmi birinci yüzyılda bile kendisine destekçi bulan bir medeniyetler çatışması anlatısı etrafında, B atı tarafından kuş atma altına alınmış ve mağdur edilmiş bir İ slam dünyasını s aldırılara karşı korumak adına şiddeti meşru gören yeni nesil radikal İslamcı gruplar ve ha­ reketler yarattı. 1 B ugün Irak, Suriye, Yemen ve Afganistan'da­ ki Müslümanlar birbirleriyle uzun süren s avaşlara girişmiş ve Müslüman toplumları her zamankinden çok daha fazla bölünmüş vaziyette ols alar da, idealleştirilmiş bir İslam bir­ liğine yapılan atıf ısrarla devam etmektedir. Detaylarındaki tüm çelişkilere rağmen, bu büyük anlatının genelleştirilme­ sinin fikri gücü, Müslümanları, özellikle Avrup a'da ve Ameri­ ka'da daha da ırks allaştırmakta ve bugünün Müslüman-kar­ şıtlığını iyice tahkim etmektedir. Buna karşın, ırkçılık-karşıtı entelektüeller, Müslüman düşmanlığını yenmek için, a slında "birden çok İslam'ın bu­ lunduğu" gerçeğine ve Müslüman olmanın birbirinden farklı yaşam deneyimlerine imkan tanıdığına dikkat çekmiştir. Fa­ kat iyi Müslümanları kötü Müslümanlardan ayırmaya çalı­ ş an ırkçılık-karşıtı fikri çab a , ırksallaştırılarak kurgulanan "İslam dünyasının bütüncüllüğü"nün epistemolojik ve siyasi vars ayımlarını sorgulamaktan uzak kalmıştır. Irkçılığın te­ meli olan ö zcülüğe daha etkili bir şekilde eleştiri getirebil­ mek için, on dokuzuncu yüzyıl Avrup a imp aratorluklarının ayrımcı sömürge yönetimlerinin uygulamalarının büyük Müslüman nüfusların yaş adığı toplumların siyasi müca­ delelerini ve kaderlerini nasıl kolektifleştirdiğini ve onlar hakkındaki büyük anlatıların nasıl kurguladığının tarihinin

1 920'lerden 2000'lere modern İslamcı düşüncenin dönüşümü ko­ nusunda, bkz. Roxanne L. Euben ve Muhammad Qasim Zaman, Princeton Readings in Islamist Tho ught: Texts and Contexts from al-Banna ta Bin Laden, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2009. Ayrıc a bkz. Peter Mandaville, Global Political Islam , New York: Routledge, 2007. 316

SON U Ç

farkında olan bir değerlendirme ve alternatif tarihi anlatılar geliştirmek gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki , yirminci yüzyıla girilirken Hin­ distan, B atı Afrika, O rta Asya veya Güneydoğu Asya'da Müs ­ lüman olmak ırksal çağrışımlara s ahipti. Tüm b u değişik bölgelerin bir bütünü olarak tahayyül edilen İslam dünya­ sı, bu nedenle B eyaz ırkın üstünlüğü tezlerine rakip ve de tehdit olarak görülüyordu . B öylesi koşullar altında, ister Hı­ ristiyan bir imp aratorluğun yönetimi altında olsun, isterse B atı-merkezli dünya düzeninde ayrımcılığa maruz kalan O s ­ manlı topraklarından izlemek suretiyle olsun, Müslümanla ­ rın B atılılar tarafından aş ağılanması söylemi, Müslümanla­ rın adeta ortak tarihsel bilincine dönüştü. İslam dünyasıyla B atı dünyası arasında yaş andığı söylenen "ebedi çatışma" anlatısı on dokuzuncu yüzyılın s onlarında ortaya çıktıys a da, hem gayrimüslimler hem de Müslümanlar bu anlatının yedinci yüzyıldan beri var olan tarihsel bir hakikati yansıt­ tığına inandılar. Müslümanların çoğunlukta olduğu toplumların yirmin­ ci yüzyılda karşılaştığı zorluklar da, b ağımsızlığa kavuşsa­ lar bile, maruz kaldıkları emperyal ırkçılığın mirasını yan­ sıtıyordu. Bu nedenle söz konusu ırkçılığa karşı direnmek için Müslüman dayanışmasının gerekliliği fikri, sömürgeci­ lik- s onrası dönemde de yeni ve daha adil bir dünya düzeni kurmak için gerekli görüldü . Zaten Müslüman toplumlarda hayli rağbet gören sömürgecilik-s onrası milliyetçi ve enter­ nasyonalist ideolojiler genellikle mazlum İslam dünyasını B atı hegemonyasının aş ağılamasından kurtarma fikri üze­ rine yoğunlaşmıştı. B u ideolojilerin temsilcileri bazen bir­ biriyle çekişen rakiplere dönüştü. Üstelik hem sorun h em de çözüm konusundaki kavrayışları birbirinden tamamen fark­ lılaş abilmekteydi . Ancak amaçlan daima aynıydı: H aksız yere ezilen İslam dünyas ı için birlik ve dayanışma sayesinde gelecek bir kurtuluş . . . Bu yüzden günümüzde İslam'ın ve İslam dünyasının öz­ cüleştirilmesine cevab en ortaya çıkan karşı- anlatılar, söz 317

İ S LA M D Ü N Y A S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

konusu özcülüğün koşullarını v e muhtevasını şekillendiren tarihsel b ağlamı doğru bir ş ekilde hesaba katmak zorunda­ dır. Aksi halde, Müslümanların birliğine dair çağrıların bir tahayyülden ibaret olduğunu göstermek tek b aşına yeterli değildir. İslamcılar ve İslam-karşıtları, birbirine b enzer şe­ killerde, sonu gelmeyecek bir medeniyetler çatışması tezi­ ne, çoğu zaman İslami düşüncenin ve Müslüman kimliğinin kaynakları olarak görülen dini metinlere referanslar vererek de delil getirebilir. Müslümanların dini ve siyasi hayatın­ daki b ariz çeşitlilik ve farklılıklar, onların kendi itikadının gereklerine ve tarihine yab ancılaşması veya hakikatten s ap­ ma olarak yorumlanabilir. Yanlış olduğunun gösterilmesi gerekirken milyarlarca insan tarafından sürekli tekrarlanan veya ön-kabul olarak s ahiplenilen "İslam dünyas ı ile B atı arasında eb edi bir medeniyetler çatışması yaş andığı" tezinin büyük anlatısı işte budur. Bu büyük anlatı son iki yüzyıllık -bir kısmı tes adüfi kararlara dayanan- tarihsel tecrüb enin ürünü olup, bir yandan emp eryalist ırkçılığın, diğer yandan İslam birliği fikrini siyasi projelerinin hizmetine sokmaya çalışan Müslüman reformcuların p an-İslamizm iddialarının icat ettiği bir şeydir. İnş a edilen İslam dünyas ı fikrinin on dokuzuncu yüzyılın s onlarındaki kökenleri hakkındaki unutkanlığımızı ve kasıt­ lı hafı z a kaybını aşmak, bugünkü İslamofobinin ve p an-İsla­ mizmin tartışmalı taraflarını anlayıp, onu eleştirmemize de katkı s ağlayacaktır. Son otuz yılda, özcülüğü mümkün kılan ırk ve medeniyet teorilerini ç ökerten eşi b enzeri görülmemiş miktarda kitap, akademisyen ve cemiyet varken, neden özcü bir ş ekilde kurgulanan "B atıya karşı İslam" anlatısı küresel kamuoyunda tekrar zirveye ulaştı? Örneğin pek çok ilmi ça­ lışma, İslam'ın Hıristiyanlık ve Yahudilik tarafından da pay­ laşılan İbrahimi geleneğe mensup olduğunu vurgulayarak, Hıristiyanlar arasındaki Müslüman düşmanlığını azaltmaya çalışıyor. Diğerleri ise teorik ve pratik alanda İslam'ın hü­ manizminin ve çoğulculuğunun altını çiziyor. B aşkaları da Müslümanların medeniyet birikimini ve küres el modernite­ ye katkısını göstermek suretiyle, İslam medeniyeti hakkın318

SON U Ç

daki negatif algıları ve mitleri p arçalamaya devam etmekt e . Bilim v e teknoloji tarihçileri, ins anlık tarihini "İslami" v e "B atılı" diye bölmenin yeni b i r tür özcülüğe y o l açmamas ı için "İslam bilimi" gibi terimler kullanmaktan kaçınmakta ve bilimin medeniyetler arasında paylaşılan ortak tarihini yazmayı tercih etmekte. Dünya tarihçileri de tüm halkların birbiriyle b ağlantılı tarihine dikkat çekiyor ve artık ins anlığı medeniyet çerçevelerine hap s eden teorileri reddediyor. Ayrı ­ ca İslam tarihi b oyunca, hakkaniyet ilkesi adına, gayrimü s ­ limlerle Müslümanların birbirleriyle dayanışma gösterdiği ve ö zellikle b ağımsızlık savaşları sırasında çoğunun Asyalı ve Afrikalı Müslüman halklarla ortak kader bilinciyle mü­ cadele ettiğini anlatan tarih kitapları medeniyetçi yaklaşımı çürütüyor. Ne var ki , günümüzün akademisyenleri ve aktivistleri , asla değişmeyen bir inanç ve medeniyet anlayış ını reddeden özcülükten kaçınmak konusunda ellerinden geleni yap salar da, ortaya konan eleştiriler bu özcülüğün nasıl ortaya çıktı­ ğını ve neden Müslümanlar tarafından b öylesine kabul edil­ diğini anlamadan, çok tesirli olamamaktadır. Bu yüz den sırf hatalı tahayyül ve teorileri eleştirmekle yetinmemeli , aynı z amanda İslam dünyas ının birliği idealini besleyen modern siyasi mücadeleler üzerine de düşünmeliyiz. Son iki yüzyıl b oyunca Müslümanların pek çoğu, bir Müslüman dayanı ş ­ masını, karşı karşıya kalınan sorunların çözümü için zaruri görmüştür. Müslümanların ulus -devletlerin yönetiminde ya­ ş adığı bugün de, emperyal çağda olduğu gibi, gerçek İslam inancının tutarlılığını ve ahlakını veya İslam'ın altın ç ağını yücelten s avunmacı, apolojetik Müslüman söylemleri, İsla­ mofobinin doğasında b ulunan jeopolitik korkulan yenmeyi umarken, bu söylemler sebebiyle p ek çok kez İslamofobiyi mümkün kılan özcü genellemelere de farkında olmadan kat­ kıda bulunuyorlar. Bunun yerine, yüz elli yıl b oyunca süren İslam dünyası anlatılarının evrimini izlersek, kendi dönemlerindeki siyasi meselelere cevap arayan jeopolitik projelerin hem pan-İsla­ mizmin hem de Müslüman-karşıtı ırkçılığın temelini oluş 319

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

turduğunu görebilir; ve birbiriyle mücadele içindeki bu iki­ linin ü stünkörü ve hatalı bir "dinler ve medeniyetler çatış­ ması" fikrine dayanan kimlikler yarattığını çok daha isab etle takdir e debiliriz. Büyük p an-İslamist anlatıların oluşumu­ nu tarihselleştirerek, yüz yıl öncesinin Müslümanlarının karşılaştığı bir dizi soruna cevab en niçin b öyle bir çözüm ürettiğini daha iyi anlayabiliriz. Daha da önemlisi, bugünün "Müslüman tehdidi"ne odaklanmış B atılı ırksal korkuların veya sömürgeciliği aşmaya çalışan Müslüman enternasyo­ nalizminin tarihi serüveninden gerekli dersleri çıkarıp, artık miadını doldurmuş bazı fikirleri geride bırakarak yeni kav­ ramlarla sorunlara çözüm arayabiliriz. Örneğin Renan, Gladstone ve Hurgronje gibi Avrupalı emperyal figürlerin İslam hakkında cahillik veya önyargı s ebebiyle değil, bilaki s , kendi tebaaları o l an Müslümanla­ rın onlardan istediği eşit hak talebini reddetmek için İslam hakkında ırkçı genellemeler yaptığını artık görm emiz gere­ kir. Bu anlamda, Müslümanlara yönelik ayrımcı muamele, İslam' a dair ırkçı fikirleri yaratmış oluyor, aksini değil. Aynı ş ekilde, Müslüman modernizminin ve p an-İslamizmin, kötü muameleye meşruiyet kazandıran ırkçılığa karşı koymak amacıyla B atı kamuoyunu ve sömürgeci elitleri ikna etmeye çalıştığını ve bu yüzden B atılı kavranılan kullanma ihtiyacı duyduğunu fark edebiliriz . Bu tarihi tecrüb enin ve geçmişin farkına varmamız , pan-İslamist s öylem içindeki ırkçılık-kar­ ş ıtı stratejilerin niye tam tersine bir sonuç da doğurabile­ ceğini görmemize vesile olup , bugün bu eski strateji yerine daha s alim ve yeni bir ırkçılık-karşıtı strateji geliştirmemizi mümkün kılabilir. İronik olarak, bizzat Müslümanlar stra­ tejik olarak İslam dünyası kavramı ile kendi tarihlerini ve dinlerini kurgularken, Müslüman toplumların yaş adığı em­ p eryal, ulusal, küresel ve yerel deneyimlerle çelişen genel­ lemeler yap abilmektedir. C emaleddin Afgan! ve II. Ab dülha­ mid'den Seyyid Emir Ali, Şekib Arslan ve Ebülala Mevdıldl'ye kadar p an-İslamistlerin, bir İslam birliği ç ağrısı yapmaları, onların Allah'ın vahyettiği ilahi iradesini yorumlamalarıyla açıklanamaz. Bu durumda, niye on dokuzuncu yüzyıl önce320

SONUÇ

sinde böyle bir p an-İslamizmin olmadığı s orusu akla gele­ cektir. Bilakis, bu p an-İslamist fikirleri yönlendiren daha ziyade siyasi irade olmuştur: Yani içinde bulundukları ken­ di tarihsel bağlamlarına, karşılaştıkları sorunlar kümesine karşı geliştirdikleri bir mo dernlik ve dünya düzeni vizyonu bu gelişmelere yön vermiştir. Günümüzde İslam dünyası ve Batıya ait tarihsel anlatı­ lar, bu kategorilerin doğduğu siyasi b ağlamları görmezden geliyor. Bu siyasi b ağlam ırks allaştırılmış imparatorluktu: İmp aratorluk sınırlarını koruma, stratejik ittifakları sürdür­ me ve imp aratorluklar içinde ve imp aratorluklar arasında eşit haklar ve insan haysiyetine uygun muamele vaat eden kozmopolit ideale ulaşma arzusu. Örneğin on dokuzuncu yüzyılın s onunda Müslümanların hakları ve siyasi gele­ cekleri üzerine verilen mücadele sebebiyle hem Müslüman modernistler hem de Oryantalistler erken dönemdeki İslami metinlere gidip , o kaynaklardan kendilerini destekleyen il­ keler ve deliller bulmaya çalışmıştır. B öylelikle Müslüman­ lar arasında daha önceki bin yılda hiç görülmediği şekilde, dini metinlerle siyasi ve s o syal hayatı anlama ve ş ekillen­ dirme hass asiyeti doğmuştur. İşte bu dini metinlere b ağlı Müslümanlık anlayış ı bizzat modernist İslam'ın ürünü olup, herhangi bir anti-modernist Vahhabiliğin veya köktenciliğin ürünü değildir. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıldaki İslamofobinin tari­ hi de, onun ten rengini değil, dini temel alan bir ırkçılık türü olduğunu açıkça göstermektedir. Müslüman modernistlerin fikri çabalarının temeli de , ırks al olarak aş ağı ve farklı g ö ­ rülen İslam dini, dünyası v e medeniyetinin B atı, Aydınlanma ve Hıristiyanlıkla eşit seviyede olduğunu ispat etmektir. Ni­ tekim 1 920'lerden s onra, Mustafa Kemal Atatürk liderliğin­ de Türkiye C umhuriyeti gibi ülkeler, Batılılaşma ve l aikleşme s ayesinde aşikar olan ve ABD ve Avrup a'da kendilerine karşı nefrete yol açtığı düşünülen Müslüman kimliğinin negatif siyasi etkilerinden kurtulmaya çalışmıştı. Ancak Müs lüman­ ları B atılılaştırarak ve modernleştirerek Müslüman-karşıtı ırkçılığı yok etme projesi uzun vadede başarısız oldu, zira 321

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

hiçbir B atılılaşma veya laikleşme çabası Müslüm anların farklılığının ırksal göstergelerini ortadan kaldıramıyordu. B o şnaklar ve Kosova Arnavutları da benzer bir kaderin kah­ rını çekti; kozmopolit sekülerlikleri ve Yugoslav kültürüne entegrasyonları 1 990'lardaki s oykırımı engellemeye yetme­ di. Açıkçası, hem p an-İslamizm yoluyla hem de İslamofobi yoluyla inşa e dilen Müslüman kimliğinin özü itib ariyle fark­ lılığı tezi, ten rengine dayalı biyolojik ırk anlayışının küresel olarak kınanmasında veya yokluğunda bile, ayrımcılığı ve nefreti desteklemekteydi. Ç ağdaş İslamofobiyi İslam'ın başlangıcından itibaren değişmeden devam eden ve dini farklılık sebebiyle Hıri s ­ tiyanlar arasında ortaya çıkmış zaman-aşın b i r gerçeklik olarak görmek de hatalı olur. Modern dönemdeki Hıristiyan misyonerliğinin İslam-karşıtı p olemikleri b azen ortaçağ Hı­ ristiyanlığının Haçlılardan kalma Müslüman-karşıtı s öylem ezb erlerine dayansa da, İslam dünyas ı fikri -yani bugünün dünyasındaki Müslümanların ortak medeniyetleri , dinleri ve siyas etiyle, gayrimüslimlerinkinden farklı küresel bir ce­ maat oluş turduğu fikri- daha çok s eküler bir fikir tarihinin ürünüdür. Avrupa ve ABD 'de, laiklik ve Aydınlanmayla gurur duyan kesimler de b enzer bir İslam dünyası algısını yeni­ den üretebilmektedir ve bu kitabın da gösterdiği gibi , fikrin siyasi tarihi imparatorluklar çağının hak ve eşitlik müca­ delelerine dayanmaktadır. İslamofobik ve p an-İslamist s öy­ lemlerin s ekülerliğinin son yüz elli yıl içinde İslam dünyası fikrinin yeniden üretilmiş olmasından daha açık bir kanıtı yoktur. Bugün Müslümanların dünyaya ş ekil vermek isteyen siyasi iradeleri ve onlara karşı nefret üreten İslamofobiyle ilgili yeni tartışmalara girişeceksek, biyolojik değil de dini temel alan bir farklılık s öyleminin müşterek olarak yeniden üretiminin sebepleri en öncelikli ve en merkezi sorgulama konusu olmalıdır. İslamofobi ne tarih- a şırı ne de tarih-dışıdır, ancak Müs ­ lümanların uygulamalarına yönelik her eleştiriyi İslamofo­ bi olarak tanımlamak yanlış olur. İlk Müslüman ordularıyla s avaşan Perslere ya da on altıncı yüzyılın o rtalarında O s 322

SONUÇ

manlı-Fransız ittifakına karşı eserler veren Habsburg pro­ p agandacılarına bugünkü anlamıyla İslamofobik denemez ­ di. B öyle bir şey yapmak, Haçlı S eferlerinden itibaren tüm Müslümanlara karşı bin yıl boyunca süren Avrupa Hıristi­ yanlığının daimi düşmanlığına dair çarpık bir anlatım inş a etmek olur. Modern İslamofobinin kökenleri, Müslüman top ­ lumların Avrup alı Hıristiyanlarla beraber aynı imp arator­ luğun siyasi sistemini paylaştığı ve bu imparatorluklardaki haklarını talep edebildiği on dokuzuncu yüzyılın s onlarında yer almaktadır. Ôte yandan, on dokuzuncu yüzyılın s onlarıyla İslam dün­ yasının şu anki kavramları arasında bir süreklilik bulun­ makla beraber, bu son evrimi bile doğrusal veya kaçınılmaz olarak tasvir etmek de yanlış olacaktır. İslam dünyası sü­ rekli yeniden tanımlanabilen bir inşa/yaratım sürecindedir. Büyük kopuşlar, dönüşümler ve yeniden keşifler, halifelik, ümmet ve p an-İslamizm gibi kavramlara yeni anlamlar yük­ lemektedir. Bütün Hindistan'ın Müslüman Birliği Birliği'nin lideri olarak Pakistan'ın kurucusu Muhammed Ali C innah ile Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan el-Ban.na her ikisi de İslam dünyas ının varlığına inanmıştı. Anc ak bu açıdan Soğuk Savaşın s onlarındaki siyasi İslam'ın öncüleri olarak görünseler de, ne C in.nah ne de el-Benna 1 980'lerde İslam adına ilan edilen cihad ve İslam devleti projesini tam ola­ rak öngörebilirlerdi . Zira 1 980'lerin siyasi İslam'ı, sosyalizm gibi Soğuk S avaş ideolojileriyle zenginleştirilmiş ve şekillen­ dirilmiş b ambaşka bir fenomendi. Bugünün İslamcı siyasetinde yaşanan hafıza kaybının en canlı örneği b azı İslamcı grupların halifeliğin kurulma­ sı yönündeki gayretlerinde görülüyor. Günümüzdeki hilafet hareketleri , selefleri olarak gördükleri O smanlı halifelerinin hayat tarzına ve siyasi duyarlılıklarına tamamen yabancıdır. O smanlı halifeleri kozmopolit bir imp aratorluk anlayışını benimserken, bugünün hilafet teorisyenleri kendi ulus-dev­ letleri içinde homojen bir hukuki yapı dayatarak kendile­ rince özgün ve "hakiki İslam"ı tüm vatandaşlara dayatmak istemektedir. 1 920'lerin başlarında Hindistan'daki Hilafet 323

İ S LA M D Ü N Y A S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Hareketi, dünya çapında b i r Müslüman dayanışması gerçek­ leştirmek amacıyla, İstanbul merkezli hilafetin korunması­ na odaklandığı için, belki bugünün İslamcılarının daha doğ­ rudan bir öncüsü gibi görünebilir; ama o hareketin liderleri ve takip çileri de bugünün p an-İslamistlerinden tamamen farklı bir değerler dizisini somutlaştırmıştı. Hilafet Hareke­ tinin mensupları imparatorluklar dünyasında Müslümanla­ rın toplumsal hakları ve haysiyeti adına bir mücadele yürüt­ müştü. Küresel düzeni reddetmemi ş , Müslüman olsun ya da olmasın, herhangi bir halka İslam hukukunun uygulanması­ nı talep bile etmemişlerdi . O smanlı İmparatorluğu yıkıldı­ ğında ve kısa süre s onra da halifelik makamı kaldırıldığın­ da, Hilafet Hareketinin taraftarları yüks elen milliyetçi ha­ reketleri reddetmek için inatçı bir çıkış yapmamış , zamanla milliyetçi bağımsızlık hareketlerine ve imparatorluklar- s on­ rası bir dünyaya siyasi olarak adapte olabilmişlerdi . İslam dünyası, hilafet ve ümmet kavramlarının muhteva­ ları 1 980'lerden sonra bile değişmeye devam etmiştir. İran Devrimi s onrasında bir ulus- devleti kontrol etmeye ve ulus­ lararası toplumla uyum içinde kendi vizyonlarına göre yö ­ netmeye çalı ş an 1 980'lerin İslamcıları bile, 2 0 1 4'ten sonra Irak ve Suriye'de ortaya çıkan IŞİD'in vahşi Mehdiciliğini ko­ lay kolay anlayamamaktadır. IŞİD'in kökleri 2 003 'ten sonra ABD'nin Irak i şgalinde b enimsediği çarpık ve zalim politi­ kaların s onucuna dayanmaktayken, ideolojisi de halifeliğin Abb asi veya O smanlı'daki tecrübelerden ziyade, İslamofobik stereo-tiplerden türemiş görünen tarih-dışı bir karikatürüne benzemektedir. Amerikalı ve Avrup alı siyasi elitler de hafıza kaybından benzer ş ekilde nasiplenmiştir. Onlar da Müslümanların emp eryal çağda ırksallaştınlmasını, muhayyel İslam dün­ yasının jeopolitik açıdan ötekileştirilmesini , S oğuk Savaşın p an-İslamizmini, El Kaide'yi ve IŞİD 'i te şvik eden koşullan yaratmakta rol oynayan suçlarını inkar etmekte; bunun ye­ rine, Müslümanları ve İslam dünyasını, dinleri dolayısıyla şiddete b aşvurdukları için suçlamaktadır. Bunu yapmaktaki başlıca amaçları ise "B atının masumiyeti" anlatısıyla kendi324

SON U Ç

lerini haklı çıkarmaya devam etmektir. Sonuç, Avrup alıların ve Amerikalıların İslamofobisini, önemli hukuki ve siyas i sonuçlarıyla artırmaktan ibarettir. Bu yerleşik İslamofobi , İslam dünyasının hala aş ağılandığını ve b u yüz den p an-İs ­ lamist bir dayanışmaya ihtiyaç duyduğunu söyleyen militan İslamcı gruplara da epeyce fayda s ağlamaktadır. B ahsettiğimiz aş ağılamanın kanıtı olarak radikal İslam­ cılar, diğer şeylerin yanı sıra, bizzat katkıda buliınup suiis ­ timal ettikleri kargaşaya ve b ölünmüşlüğe atıf yapmaktadır. Değişik p an-İslamist vizyonların Müslümanlar için zorun­ lu bir birlik dayatmaya çalışması, Müslümanlar arasında­ ki etnik köken, dil, sınıf, cinsiyet ve ideolojik yönelimlerin doğal çeşitliliğini de ortaya koymakta ve derinleştirmekte­ dir. 1 979'dan sonra p an-İslamist söylemlerin yaygınlaşması Müslüman toplumlarda yeni ve çeşitli çatışmalar yaratmış ­ tır. Aslında 1 980'lerden sonrasının çatışmalı pan-İslamis t rekabetleri , kendini Müslüman olarak tanımlayan herkesin tahayyül edilen İslam dünyasının p arçası olduğu tezinin bir yanıls amadan b aşka bir şey olmadığını iyice aşikar kılmıştır. Hem İslamcılar hem de İslam-karşıtları bu yanıltıcı jeo­ politik İslam dünyası tanımından gerçekten kurtulacaklar­ sa, bu ancak o çokça s adık kaldıkları kavramların göb ekten b ağlı olduğu siyasi çatışmaların ve mücadelelerin mahiyeti­ ni kabul etmelerinden geçecektir. Bu süreçte bir yandan da İslam ve B atı medeniyetleri arasındaki ikili ayrımlara yas ­ lanmaya devam eden ve hala kullanımda olan dünya tarihi, beş eri bilimler ve sosyal bilimler alanlarındaki Avrup a-mer­ kezci kavramların revizyonu gerekli olacaktır. Avrupa imp aratorluklarının b asit ve tarih-dışı çerçevele ­ ri ile Avrup alı-olmayan, sömürgeleştirilmiş , mazlum kitleler denklemi artık çöpe atılmalı ve hakikaten var olan bir dünya tarihi perspektifiyle yer değiştirmelidir. Zira gerçekte, Müs ­ lüman ve Asya imparatorlukları, krallıkları ya d a prenslikleri entelektüel ve siyasi tarihte önemli roller oynamıştır. örne­ ğin Nap oleon'un Mısır'ı 1 7 98'de işgal etme si, B atı emp eryal hegemonyasında Müslüman toplumlar üzerinde bir dönüm noktası olmamıştı, çünkü Müslüman hanedanları -O smanlı, 325

İ S LA M D Ü N Y A S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L T A R İ H Ç A L I Ş M A S I

Fars, Umman, Afganistan v e Mısır- buna göre hazırlıklıydı. Hepsi de kendi zamanlarının dünya düzeni içinde güçlenme arayışındaydı, modernleştiler ve emperyal meşruiyete yönel­ diler. Toplumlarının mağdur olduğu haksızlıklar ve boyun eğmelerle birlikte ırkçılığa gösterilen tepkiler sonucunda Müslüman entelektüeller İslam medeniyetinin ve İslam dün­ yasının on dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki söylemlerini üreterek, Müslümanların gerilemesi ve yenilenmesi üzeri­ ne çeşitli tartışmalar başlatsa bile, Müslüman hanedanlar henüz çok yeni olan pan-İslamizmi pragmatik bir biçimde araçsallaştırdılar. Dolayısıyla Osmanlı hükümdarları için İslam dünyası, dış siyasetin stratejik bir aracı oldu. Daha sonra Pakistan, Mısır, Suudi Arabistan ve İran gibi sömürge­ cilik-sonrası Müslüman çoğunluklu nüfusa sahip ulus-dev­ letlerin liderleri, İslam alemine dair eski fikirleri stratejik olarak küresel ve bölgesel rekabete uyacak şekilde yeniden şekillendirdi. Bugünün medeniyetler çatışması tezinin ırksal anlatılarının üstesinden gelmeye çalışırken, Müslümanların bir yandan da bu anlatıların yeniden üretilip yayılma süre­ cinde oynadıkları rolü sorgulamaları ve bu hususta özeleşti­ ri yapmaları gerekmektedir. Bu tür bir öz-eleştiri, İslami dayanışmayı ve İslam dün­ yası yanılsamasını benimseyen ve kullananlar Avrupalı ve Müslüman elitlerle sınırlı olmadığı için özellikle önem ka­ zanmaktadır. Mazlum Müslümanlar, sömürgecilere ve ken­ dilerini ezen küresel güçlere karşı belli bir pazarlık gücüne sahip olabilmek için pek çok kez İslam dünyasının daya­ nışmacı enternasyonalizmine başvurageldi. Ezilen mazlum Müslümanlar her zaman ırkçılığa karşı konuşup yazdılar. Avrupalı ve Amerikalıların Müslümanların dinine, ırkına ve cemaatine dönük aşağılayıcı söylemlerine itiraz ederek karşı koymaya çalıştılar. Bu açıdan, Britanya kanunları ve emper­ yal meşruiyet kavramları temelinde taleplerini dile getiren ve şiddete başvurmayan "tartışmayı seven Hintli" imgesi çok isabetlidir ve Müslümanlar için de geçerlidir. 2 Mazlum MüsB arbara Metcalf, uAn Argumentative Indian: Maulana Husain, Ah­ mad Madani, Islam, and Nationalism in India," içinde: lslamic Le326

SON UÇ

lümanlar d a hem emperyal hukuk sistemine hem d e ulu s ­ lararası mekanizmalara ve hak-hukuk-adalet kavramlarına başvurdular ve karşı tezlerini güçlü bir retorikle ifade etti­ ler. Aynı z amanda, tüm dünya s athında emperyal sömürge­ cilik, ırkçılık, ataerkillik ve ekonomik sömürüye karşı daya­ nışma gibi konularda hem diğer Müslümanlarla hem de gay­ rimüslim Asyalılarla ve Afrikalılarla fikir alışverişinde bu­ lundular. Seyahatlere koyuldular; gazeteler, kitaplar, dergiler okudular; protesto eylemleri organize ettiler, örgütlendiler; kitaplar, risaleler yayınladılar ve uluslararası toplantılara katıldılar. Tüm bu tarihi mücadele göz önüne alınarak, daya­ nışma hareketlerinin gerçekte o hareketleri oluşturanların lehine çalışıp çalışmadığını ve hedeflerine ulaşıp ulaşmadı­ ğını da muhasebe etmenin z amanı geldi . Müslüman dayanışması arayan mazlum p an-İslamistle­ rin kendilerini çoğu kez O smanlılar, İngilizler, Mihver Dev­ letleri ya da Müttefik Devletler, Birleşmiş Milletler veya sömürgecilik- sonrası enternasyonalizmin desteğine, daha doğrusu, bir süper gücün himayesine muhtaç, z ayıf aktörler olarak gördüler. Elbette güçlü hamiler ve evrensel doktrin­ lerin ideologları bu mazlum grupları hayalkın klığına uğra ­ tacaktı, zira onların hak mücadelesi devletlerin çıkarlarına öncelik verdiklerinde sürekli olarak hüsrana uğrar. İslam dünyası adına yürütülen dava ö zellikle bu türden istismara ve araçsallaştırmaya yatkındır, çünkü İslam dünyas ı adına kimin konuşabileceği konusunda bir netlik yoktur. Hemen hemen herkes b öyles i bir müc adelenin himayesini üstlen­ meye talip olabilir ve daha s onra kendilerinin temsil ettiği kitlelere ihanet edebilir. D avanın hamisi ister O smanlı İmp a ­ ratorluğu, ister Suudi Krallığı, ister sömürge-sonrası Mısır, isters e Devrimci İran' ı olsun, devletlerin çıkarlarının söz k o ­ nusu mazlum Müslümanların enternasyonalizmin hedefle­ riyle mutlak bir uyum içinde kalması imkansızdır. gitimacy in a Plural Asia, der. Anthony Reid ve Michael Gilsenan, Londra: Routledge, 2008, s . 8 1 -97; B arbara D. Metcalf, Husain Ah­ mad Madani: The Jihad for Islam and lndia 's Freedom , Oxford: Oneworld, 2009. 327

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

İslam dünyası fikrine dayalı birlik idealinin b u hayalkı­ rıklıklarıyla dolu tecrübesi, tabii ki bugünkü Müslümanların kendi aralarında insani veya siyasi bir dayanışmayı hayal etme hakkından vazgeçmeleri anlamına gelmemeli. Aksine, bütün Müslümanların, dindaşlarının mevcut yaş am koşulları ve geleceği hakkında endişe duyma ve maruz kaldıkları ırkçı muameleye karşı direnme ve dayanışma hakkı vardır ve daha adil bir dünya yaratmak için hep si entemasyonalist ve hüma­ nist vizyonlar doğrultusunda hareket etme hakkına da sahip­ tir. Müslümanların dini ve manevi gelenekleri olan İslamiyet, adalet ve haysiyet mücadelelerinde onlara ilham vermeye de­ vam edecektir. Müslümanların dini inançları, pek çok ins ana ve gruba adalet talep etme ya da baskıya, sömürüye, ırkçılığa direnme konusunda ilham vermekte en önemli kaynak ola­ gelmiştir. Pek çok Müslüman, haksızlığa karşı mücadelesin­ de Hz. Muhammed ve İmam Hüseyin örneklerine baktığı gibi, Nelson Mandela ve Martin Luther King Jr.'dan da ilham ala­ bilmektedir. Fakat hem Müslümanlar hem de Müslüman-ol­ mayan müttefikleri, siyasi davaları için bu ahlaki gelenekleri devreye s okarken, siyasi mücadelelerini belli kalıplara sokup, onları çıkmaz s okaklara sürükleyen "İslam dünyası" ve "Batı" gibi muhayyel jeopolitik yapıların esaretinden kurtarabilme­ lidir. Zira bu kavramlar bizzat onları dışlayan ve ırks allaştır­ mış ideolojiler için temel teşkil etmektedir. B öylesine derin bir tarihsel hafıza ve farkındalıkla, Müs ­ lüman kimliğinin uluslararası siyasetteki daimi öneminin ve İslam'ın siyasallaştırılmasının, büyük ölçüde, Müslü­ man kimliğinin emperyal dönemdeki ırks allaştınlmasının ve ona direniş stratejilerinin bir ürünü olduğunu ve "İslam dünyası" ve "B atı" gibi jeopolitik kavramların bize bu sü­ recin mirası olduğunu göreceğiz . Din, medeniyet ve dünya düzeni gibi kategorilerimizi ve kavrams allaştırmalarımızı sömürge- siz-leştirerek (ve b elki de yapı-söküme tabi tutup s ömürge mirasından arındırarak) Avrupa'da ve ABD'de yük­ s elen Müslüman-karşıtı ırkçılığa daha iyi karşı koyabilir ve adaletsiz dünya düzeninin süregiden kriziyle başa çıkmak konusunda daha güçlü bir dayanışma içinde çalışabiliriz . 328

DİZİN

25, 98, 1 14, 1 1 6, 1 29, 1 3 1 , 2 1 5 , 301 Abdurrahman Efendi 71 Abdülaziz (bin Suud) . Kral 200, 244, 245 , 285 Ab dülaziz (Osmanlı sultanı) 68, 69, 9 1 , 92, 1 40 Abdülhamid (Osmanlı sultanı) 9, 29, 30, 97, 1 04, 1 27, 1 34, 1 39, 141 , 143 - 1 46, 148- 1 52, 1 54- 159, 1 6 1 , 1 63, 1 66, 1 74, 1 82, 1 90, 247, 249, 289, 307, 320 Abdül Kerim 1 28, 1 29, 1 30, 1 34 Abdülmecid (Halife) 29, 1 1 0, 1 73, 1 74, 1 87, 1 90, 1 99, 228 Abdülvahhab 1 65 Abdürrazık 201 Abu B akar (Johor Mihracesi) 69, 141 A ç e 6 1 , 92, 93 Afgani, C emaleddin 98, 1 1 1.. 1 23, 320 Afganistan/Afgan 1 8, 20, 54, 77, 96, 97, 1 28, 1 32, 141 , 1 69, 1 70, 1 7 1 , 1 79, 1 9 1 , 1 92, 1 97, 207, 208, 2 1 3 , 228, 236, 239, 249, 277, 28 1 , 294, 299, 300, 303 , 304, 3 1 2 , 3 1 5 , 3 1 6, 326 Ağa Han 1 3 1 , 1 72, 2 1 3 Ahmad, Mirza Gulam 1 28 Ahmed, C elal Ali 278 Ahmed Han, Seyyid 25, 63, 64, 70, 7 1 , 89, 90, 1 1 4 Ahmed, Hurşid 290 Akçura, Yusuf 1 56, 1 57 Akhis ari, Hasan Kafi 52 Ali , Ab dullah Yusuf 2 1 5 Ali, Duse Mohamed 1 26

Abduh, Muhammed

329

Ali, Muhammed

2 2 7 , 229, 254, 267,

323 215 229, 230, 294 al-Jamiat (dergi) 2 1 9 Allenby, E dmund 1 77 Alman/Almanlar 9 1 , 127, 1 46, 1 501 52, 1 59, 1 62, 1 63, 1 7 1 , 1 72, 1 78, 1 96, 234, 235, 242, 283 Almanya 22, 1 38, 144, 1 59, 1 62, 1 64, 1 65, 1 69, 1 95, 1 96, 2 1 2 , 222, 232, 233, 235, 237, 238, 242 al-Masala al Sharqiyah 2 1 9 al Mir'ah al jadidah 2 1 9 Amin, Kasım 2 1 9 Anadolu 49, 56, 1 32, 1 39, 1 62, 164, 1 76, 1 77, 1 82- 1 84, 1 87, 1 89 Anastasius 83 Ali, Şaudri Rahmet Ali , Şevket

anti-emperyal/anti-emperyalist/

2 1 , 86, 98, 1 09, 1 1 5, 1 27, 1 5 1 , 1 58- 1 60, 162, 1 79, 209, 232, 240, 241 Arap Birliği 228, 246, 25 1 , 254, 288, 298 Arnold, Thomas 1 07, 2 1 5 Arslan, Şekib 25, 1 2 1 , 1 7 7 , 1 96, 1 97 , 206, 2 1 6 , 22 1 , 228, 23 1 , 233, 320 Atatürk/Mustafa Kemal 1 77, 182, 187, 1 89, 1 92, 208, 209, 253, 277, 281 , 321 Azad, Ebu! Kelam 220, 257 Azzam, Abdurrahman 229, 288 anti-emperyalizm

B abür/Babür İmparatorluğu/ Babürlüler

43, 44, 54, 59, 60,

63, 88, 1 1 7 B ağdadi, Ebubekir el-

29

B ağdadi, Mevlana Halid

56

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Balfour (Deklarasyonu) 1 77 , 1 78,

1 44 , 1 52 - 1 55 , 1 60, 1 62 , 1 69 , 1 72, 1 77 , 1 78 , 1 79, 1 82 , 1 86 , 1 93 , 202,

2 2 3 , 2 2 5 , 226, 235

B alkanlar 56, 6 3 , 66, 8 1 , 84, 9 5 , 1 30,

206, 2 1 2 , 2 1 6 , 226, 2 3 0 , 232, 24 1 ,

1 32 , 1 60 , 1 6 1 , 1 65, 288

Balkan Savaşı/Balkan Savaşları l l 9 , 1 60 , 1 6 1 , 1 89

259, 327

Butto, Zülfikar Ali 2 9 3 Byron, George Gordon/Lord Byron

Bandung Konferansı 258

83

Bangladeş 258, 285 B artholdi, Frederic Auguste 70

Caine, Thomas Henry Hall 1 34, 306

Barthold, Vassily V. 1 74

C amp David 249 , 294, 295, 296, 297,

Benna, Hasan el- 20 1 , 2 1 6 , 2 1 7, 254 Bereketullah, Muha=ed 1 56

298, 2 9 9 , 303

Celal Nuri 1 46 , 1 64, 165, 1 66, 1 67 ,

Besant, Annie 2 1 5

1 68 , 1 69

Bigi, Musa Carullah 2 2 9

C engiz Han 3 6 , 42, 43

Birinci Dünya Savaşı/ Büyük Savaş

C evdet, Abdullah 99

1 26 , 1 38 , 1 39 , 1 62 , 1 68 , 1 8 1 , 1 94,

Cezayir 5 9 , 6 1 , 8 1 , 85, 8 6 , 1 26, 1 69,

1 96 , 1 97 , 1 99 , 223, 2 2 9 , 234,

1 92 , 2 1 1 , 2 2 9 , 248, 2 5 3 , 263,

269, 288

264, 3 1 5

Birleşik Devletler/ Amerika Birleşik

C ezayir Bağımsızlık Savaş ı 248,

Devletleri/ ABD 14, 1 8 , 6 1 , 8 5 , 1 20, 1 24, 1 26 , 1 3 3, 1 3 5 , 1 3 6 , 1 96 ,

263

Cezayiri, Abdülkadir el- 229

247, 249, 250, 2 5 3 , 2 5 8 , 2 6 2 , 2 7 1 ,

C ezayiri, Said el- 229

275, 280-284, 2 9 1 , 2 9 2 , 294, 298-

Cezzar Ahmed Paş a 60

308, 3 1 1 , 32 1 , 3 2 2 , 324, 328

Chirol, Valentine 1 88 C hurchill, Winston 1 38 , 1 96

Birleşmiş Milletler (BM) 2 1 7 , 242,

C ihad 88, 1 1 7 , 1 50 , 1 52 , 1 72

243 , 246, 247 , 250, 2 5 2 , 2 5 3 , 265,

C innah, Muha=ed Ali 2 54, 3 2 3

267, 2 8 8 , 293, 296, 307, 3 1 1 ,

C omte, Auguste 1 26

3 1 2, 327

Crescent (dergi) 1 20, 1 3 3 , 1 34, 1 36 ,

Blunt, Wilfrid 9 9 , 1 2 3 Blyden, Edward 64, 92, 94, 1 24

1 40 , 209

Cronkite, Walter 2 8 1

Bolşevizm/Bolşevik/Bolşevikler 1 80, 1 85 , 2 1 2 , 2 3 3 , 240

Darwin, Charles 1 06, l l 2 , l l 3 , 1 6 1 ,

Bosna/Bosna soykırımı 7, 22 1 , 3 1 0, 3ll, 315

Bourguiba, Habib 2 1 1

1 67

dini özgürlükler 5 5 , 2 8 1 Doğu Halkları Kongresi (B akü) 1 85

Breivik, Anders 5 2

Du Bois, Shirley Graham 262

Britanya/Britanya İmparatorluğu/

Dünya dini 1 8, 24, 9 1 , 92, 1 1 4, 1 1 5 ,

İngiliz İmparatorluğu 20, 2 1 ,

1 1 7 , 1 33 , 1 3 5 , 2 1 0, 2 3 6 , 268

6 3 , 6 9 , 7 2 , 86, 8 7 , 89, 90, 9 2 - 94, 96- 1 0 5 , 1 09, 1 1 7 , 1 1 8 , 1 2 3 , 1 27 -

Ebubekir Efendi 1 45

1 40, 1 47 - 149, 1 5 1 - 1 57 , 1 5 9- 1 63 ,

El.-Hilafetül !slamiyye ve 1 Camiat 'ül Osmaniyye (Ali

1 65 , 1 68 - 1 70, 1 72 , 1 74- 1 79, 1 82 ,

Fehmi) 1 5 7

1 83 , 1 86- 1 88, 1 90, 1 96 - 1 99 , 202, 206, 2 0 7 , 2 1 2 , 2 1 3 , 2 2 3 - 2 27 , 236,

Emir Ali, Seyyid 2 5 , l l l , l l 4, l l 6 ,

2 3 7 , 240, 242 , 2 5 3 - 27 1 , 2 7 3 , 2 7 9 , 280, 2 8 8 , 296, 306, 307 , 326

1 29 , 1 3 1 , 1 84, 320

Endonezya 9 , 66, 9 3 , 1 2 3 , 1 44, 1 92 ,

Britanyalı/Britanyalılar/İngilizler

24 1 , 2 5 1 , 258, 2 5 9 , 300, 3 1 1

2 1 , 70, 88, 89, 94, 99, 1 05 , 1 1 1 ,

Enver Paşa 1 52

1 27 , 1 28 , 1 29 , 1 30, 1 3 2 , 1 36 , 1 38,

Ermenistan 1 3 5

330

DİZİN

Esad, Hafız 304

Halid, (Suudi kralı) 298

Esed, Muhammed 2 5 , 2 1 5 , 2 1 6 ,

Halife 6 9 , 93, 1 05 , 1 3 2 , 1 34, 148,

2 1 7 , 286

149, 1 57 , 1 7 2- 1 74, 1 83 , 228

Evliya Ç elebi 50, 5 1 , 52

Halifelik/Hilafet 40, 45, 95, 1 38 ,

Eyüp Han 274, 282

1 52 , 1 54, 1 55 , 1 57 , 1 58 , 1 67 , 1 68 ,

Eyyubi, Selahaddin 1 1 9

1 79 , 1 80, 1 83 , 1 84, 1 88 , 1 90, 1 9 1 , 209, 2 1 3 , 2 1 9 , 220, 224, 226, 2 2 7 ,

Fas 1 0, 3 5 , 3 9 , 46 , 6 1 , 7 7 , 1 1 5, 1 4 1 ,

229, 243 , 2 5 9 , 296, 324

Halikuzzaman, Ş audri 225, 226

1 65, 1 69 , 204, 2 2 9 , 244

Faysal bin Abdülaziz/ Kral Faysal/

Hamdan Hoca 86

Suudi Kralı Faysal 244, 245 ,

Hamdi Paşa 1 74

247 , 249 , 250, 2 6 2 , 280, 284- 2 8 6 ,

Hanotaux, Gabriel 1 1 4 Han, Şaudri Nazır Ahmed 285

288-294, 2 9 8 , 3 0 7

Faysal. (Şerif Hüseyin'in oğlu) ,

Hardinge, Charles 1 72

Prens, Suriye 1 7 8 , 205, 2 2 3 , 2 8 9

Hayreddin Paşa 7 6 , 77 Hilafet Hareketi 1 79 , 1 80 , 1 83 , 1 84,

Felemenk 6 5 , 7 2 Filipinler 1 45

1 88 , 209, 220, 2 2 7 , 2 2 9 , 259, 3 2 3

Filistin 7, 3 0 , 60, 1 3 9 , 1 52 , 1 77 , 1 86 , 1 96 , 2 1 8 , 223-226, 230, 2 3 1 , 244246 , 249 , 252, 2 5 3 , 260, 26 1 , 2 6 5 , 274, 2 7 9 , 283, 286, 288, 290-294, 296-299, 3 1 2 , 3 1 5

Hilal Nişanı 6 0

Hilal ve Salib Münazarası (Halid'in kitabı) 1 20 Hilmi, Şehbenderzade Ahmed 1 6 3 , 1 64, 1 74

Fransa 2 1 , 3 1 , 58, 5 9 , 6 1 , 8 1 , 86, 8 7 , 1 30, 1 5 5 , 1 64, 1 65 , 1 72 , 1 76, 1 90 ,

Hindistan 9, 1 7 , 20, 3 1 - 3 3 , 35, 3 8 , 44, 49, 54, 5 6 , 58, 60, 6 2 , 64, 6 6 ,

1 92 , 1 98 , 204, 207, 2 1 1 , 2 3 7 , 242,

69, 7 5 , 8 1 , 87-90, 92, 9 6 , 97, 9 8 ,

2 5 3 , 263 , 264

9 9 , 1 1 6 , 1 2 3 , 1 28 , 1 30 , 1 3 3 , 1 34,

Fransızlar 5 3 , 85, 205

1 3 6 , 1 3 7 , 140, 1 57, 1 5 9 , 1 6 1 , 1 67 ,

Galib, Mirza Esedullah 63, 64

1 85 , 202, 203, 207, 208, 209, 2 1 2 ,

Gandbi, Mahatma 2 8 , 1 24, 1 85, 2 1 9 ,

2 1 3 , 2 1 6 , 2 1 9 , 220, 2 2 3 , 224, 2 2 5 ,

1 69 , 1 70, 1 72 , 1 7 5, 1 78 , 1 79, 1 83 ,

220, 2 5 5

226, 2 2 7 , 2 2 8 , 2 2 9 , 234, 24 1 , 2 5 3 ,

Garvey, Marcus 1 24, 1 26

254, 2 5 5 , 2 5 6 , 2 5 7 , 2 5 8 , 259, 2 6 3 ,

Gaspıralı, İsmail 1 03

274, 2 9 3 , 3 1 7 , 323

Gibb, Hamilton 2 1 4, 230

Hindistan Müslümanları/ Hint

Gita, Muhammed el-Hüseyin el­

Müslüman(lan)/ Hintli

Kaşif el- 229

Müslüman(lar) 20, 2 1 , 6 1 , 64,

Gladstone, William 9 5 , 9 6 , 97, 1 1 1 ,

66, 8 6 , 98, 1 09 , 1 1 5, 1 30 , 1 3 1 , 1 3 2 , 1 3 9 , 1 52 , 1 69 , 1 72 , 1 75, 1 77 ,

1 30 , 1 3 1 , 1 3 6, 3 2 0

Goldziher, Ignaz 1 0 7

1 78 , 1 79 , 1 80 , 1 83 , 1 86 , 204, 2 1 3 ,

Grey, Edward 1 3 1 , 1 54

234, 2 5 2 , 2 5 7 , 270

Hindli Abdülmecid 1 1 0 , 1 7 3 , 1 74

Guevara, Ernesto "Che" 3 0 1

Hollanda 1 6 , 2 1 , 86, 92, 9 3 , 94, 1 00 ,

Haberlerin Işığında lslam (Said'in

1 23 , 1 4 1 , 1 42 , 144, 1 73 , 241

kitabı) 309

Hope, Thomas 83 Humeyni, Ruhullah 1 5 , 2 94

Habil Adem/ Pelister, Naci 1 68 ,

Hunter, William Wilson 8 9

1 69 , 1 70

Hurgronje, Christiaan Snouck 1 8 ,

Haçlılar 9 Haçlı Seferi/ Haçlı Seferleri 1 1 9 ,

144, 320

Huntington, Samuel 18, 3 0 , 3 1 0

139

Hüseyin, Saddam 304

Halid, Halil 1 20

331

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Hüseyni, Emin el- 3 0 , 1 96 , 1 97 , 2 2 3 ,

İngiliz-Osmanlı/ Osmanlı-İngiliz (ilişkileri) 1 2 7 , 1 3 7

225, 233 , 252

!ngiltere ve Alem-i İslam Ikeda, Daisaku 270, 272

Incredible Turk (belgesel) 2 8 1

(Abdülmecid) 1 1 0, 1 73 , 1 74 İran 1 5 , 1 7 , 20, 34, 40, 4 1 , 54, 60, 6 1 ,

Irkçı(lık) 8 , 1 9 , 23, 85, 8 6 , 1 0 1 , 1 0 3 ,

69, 7 2 - 74, 77, 78, 142, 1 43 , 1 6 5 ,

1 04, 1 06 , 1 07, 1 1 1 , 1 1 2 , 1 1 9, 1 22 ,

1 6 9 , 1 9 1 , 1 97, 207, 208, 209, 228,

1 2 5, 1 2 6 , 1 2 9, 1 3 3, 1 73 , 1 80, 1 8 1 ,

229, 236, 239, 242 , 244, 247-249,

1 88, 1 9 1 , 1 92, 2 3 1 , 235, 242 ,

253, 272, 2 74, 2 7 5 , 277, 28 1 , 283 ,

2 5 1 , 2 6 7 , 268, 2 7 2 , 2 7 3 , 293, 2 9 5 ,

294, 299, 300, 302- 304, 307, 308,

305, 307, 309, 3 1 0, 3 1 6 , 320, 3 2 1 , 327, 328

3 1 0, 3 1 1 , 3 1 5 , 324, 326, 327

İran Devrimi/ Devrimci İran 294,

Irksallaştırma/ırks allaştınlma 20, 68, 1 1 0

Islam and Modemism in Egypt (Adams) 2 1 4

303, 308, 324, 3 2 7

İran İslam Cumhuriyeti 1 5 İshaki, Ayaz 229, 238 İslam alemi/ İslam dünyası/

Islam a n d the Psychology of the

Müslüman dünya 7- 1 0 , 1 3 - 2 1 ,

Musulman (Servier) 1 89

26-28, 30, 3 3 , 3 7 , 39, 49, 5 1 , 52,

Islam at the Crossroads (Esed) 2 1 6

57, 58, 62, 6 3 , 6 7 , 68, 7 7 , 92, 1 00,

Islamic Culture (dergi) 2 1 6 , 239

1 0 1 , 1 04, 1 1 3 , 1 1 7 , 1 1 8 , 1 2 1 , 1 2 2 ,

Isuramu B unka (dergi) 2 3 8 , 239

1 2 7 , 1 3 2 , 1 3 9, 1 4 2 , 148, 1 49, 1 56, 1 58, 1 59 , 1 62 , 1 64- 1 66, 1 70, 1 7 3 ,

İbn Battuta 3 7 , 48, 49, 50

1 77 , 1 82 , 1 84, 1 87 , 1 9 1 , 1 92,

İbn Teymiyye 42 , 43

1 9 5- 1 97 , 1 98, 204, 209, 2 1 0 , 2 1 2 ,

İbrahim, Abdürreşid 1 1 0, 1 22 , 1 94,

2 1 4, 2 1 6 . 2 2 3 , 228, 234, 236-24 1 ,

1 95, 1 9 7 , 2 3 3 , 2 3 9 , 289

246-250, 252-256, 258, 266, 268,

İkbal, Muhammed 1 1 7, 2 1 5 , 2 1 6 ,

280, 282, 289, 290, 295, 296, 299 ,

229, 3 0 1

İkinci Dünya Savaşı 1 7 , 1 9 , 1 95 ,

302, 308, 3 1 3 , 3 1 5 , 3 1 7 -328

İslam bilimi/ İslam bilim tarihi 2 3 ,

1 96, 1 98 , 230, 2 3 2 , 236, 2 3 7 , 24 1 , 242 , 243 , 250, 2 7 2 , 2 7 3 , 276, 283

276, 3 1 9

İslamcı 1 8 , 28, 3 2 , 58, 2 1 8 , 267, 268,

İmparatorluklar çağı/ emperyal çağ

275, 2 7 8 , 286, 290, 29 1 , 296,

8 , 1 7 , 2 2 , 28, 2 9 , 30, 44, 1 1 0, 1 49,

303, 304, 308, 309, 3 1 1 , 3 1 3 , 3 1 6 ,

1 79 , 2 1 2 , 2 1 5 , 247, 268, 280, 288, 3 1 5 , 3 1 9 , 322, 324

3 2 3 , 325

İslamcılık 1 09 , 1 63 , 1 64, 2 2 2 , 267,

İmparatorluklar düzeni/ imparatorluk düzeni/emperyal

278, 305, 3 1 3

İslam Dünyası ve İngiliz Misyoneri (Paşa) 1 7 3 , 1 74

düzen 6 7 , 68, 84, 87, 1 84 İngiliz(ier) 1 6 , 1 7 , 2 1 , 3 1 , 5 1 , 54, 60,

İslam Konferansı Örgütü 246, 293,

66, 68-70, 74-76, 79, 8 3 , 87-90, 94-96, 98- 1 00, 1 03 - 1 05 , 1 09,

307, 3 1 1

İslam medeniyeti 1 6 , 23, 24, 50,

1 1 8, 1 2 6 - 1 29, 1 3 1 , 1 3 2 , 1 3 5 ,

1 1 0, 1 1 1 , 1 1 7, 209, 2 1 0 , 2 1 5 , 268,

1 3 7 - 1 3 9 , 1 45, 1 47 , 149, 1 50, 1 53 ,

269, 276, 279, 3 1 8

1 54, 1 60, 1 6 5, 1 68, 1 70 - 1 74, 1 77 ,

İslamofobi/Müslüman-karşıtlığı/

1 78 , 1 80 - 1 83 , 1 8 5, 1 86 , 1 90, 1 93 ,

Müslüman-karşıtı/ İslam­

1 96 , 202, 205 , 206, 2 1 6 , 2 1 8 , 2 1 9 ,

karşıtlığı /İslam-karşıtı 8, 1 8 ,

2 2 3 - 2 2 8 , 230, 2 3 2 , 2 3 5 , 24 1 - 243,

2 2 , 29, 95, 1 02, 1 07, 1 1 4, 1 1 9,

249, 2 5 1 , 256, 2 5 9 , 26 1 , 262, 269,

1 3 5, 1 3 6, 1 44, 1 49 , 279, 305, 309,

270, 2 7 2 , 274, 2 7 7 , 284, 300, 305,

3 1 0, 3 1 3 , 3 1 9 , 32 1 , 322, 325, 328

306, 307, 327

İslam siyaseti 236, 237

332

DİZİN

İslam tarihi 1 05, 3 1 9

Kamil, Mustafa 1 24, 2 1 9

İsmail 1 1 , 43 , 69, 70, 74, 9 3 , 9 5 , 1 03 ,

Karakoç, Sezai 275

1 04, 1 24, 1 3 8 , 1 42 , 1 54, 1 55 , 1 58 ,

Karlofça (Antlaşması) 53

1 6 3 , 1 68

Kaşgar Emirliği 9 3 Katip Ç elebi 5 1

İstiklal Savaşı/ Kurtuluş S avaşı

Kemalizm / Kemalist 2 8 1

1 87 , 208

Kemal, Namık 74, 7 5 , 94, 1 1 1 , 1 1 9 Kenkichi, Kodera 1 20 , 1 2 1

İslam 5 , 7 - 1 0, 1 3 -28, 30, 3 2 - 3 7 , 3 9 , 4 1 , 42, 46, 47, 49 - 5 5 , 5 7 - 5 9 , 6 1 -

Kerbela 40

6 3 , 67, 68, 7 1 , 7 7 - 7 9 , 8 9 , 9 1 , 9 2 ,

Kırım Savaşı 8 1 , 86, 87

96- 1 2 2 , 1 2 5, 1 2 7 , 1 3 1 - 1 3 5 , 1 38 ,

Kızılhaç 1 43

1 3 9 , 1 40 , 1 42 , 1 4 3 , 1 4 5 , 148- 1 52 ,

Kos suth, Lajos 7 5

1 56 , 1 58 - 1 7 1 , 1 7 3 - 1 7 7 , 1 7 9,

Kozmopolit/ kozmopolitan/ kozmopolitanizm 2 1 , 44, 5 1

1 82 - 1 89 , 1 9 1 , 1 92 , 1 94-200, 2 0 3 , 2 0 4 , 207-2 1 9 , 2 2 1 -230, 2 3 2 - 24 1 ,

Kutub, Seyyid 26 1 , 278, 2 8 3 , 287

243 - 2 6 1 , 2 6 3 - 2 6 6 , 268, 2 6 9 , 2 7 2 ,

Kuvvetli, Şükıii 2 2 9

274, 2 7 5 , 276, 2 7 8 - 2 9 9 , 3 0 1 , 3 0 2 ,

Küçük Kaynarca Antlaşması 5 5

304-328

İsrail 17, 245, 249 , 2 5 3 , 2 6 0 - 2 6 3 ,

Lawrence, Thomas Edward 1 78 ,

2 7 9 , 2 9 1 , 2 9 2 , 294, 2 9 6 , 298, 2 9 9 ,

286, 304

Le Bon, Gustave 1 06

3 0 1 , 3 0 2 , 305, 3 1 0

İtalya 1 3 7 , 1 40, 1 59 , 1 60, 1 65 , 1 74,

Le Chatelier, Alfred 1 0 7

1 96 , 2 2 2 , 2 2 8 , 2 2 9 , 2 3 2 , 2 3 3 , 234,

Legacy oflslam (Arnold) 2 1 5

2 3 7 , 288

L e Khalifet et le Panislamisme

İtilaf Devletleri 1 3 8 , 1 52 , 1 63 , 1 7 1 ,

(Samne) 1 74

1 74, 1 7 9 , 1 8 1 , 1 8 3

Lenin, Vladimir 1 7 9

İttifak Devletleri 1 6 3

Lewis, B ernard 2 6 6

İttihad-ı İslam 5 5 , 5 7 , 9 8 , 1 3 1 , 1 56 ,

Libya 6 1 , 1 37 , 1 40 , 1 53 , 1 59 , 1 6 0 ,

1 6 2 , 1 64, 1 66 , 1 69 , 260

1 6 2 , 1 6 3 , 1 65 , 1 6 9 , 1 7 1 , 228, 2 2 9 ,

!ttihad-ı İslam (dergi) 1 6 3

233, 288, 291

!ttihad-ı !slam (Nuri) 1 64, 1 65

Lloyd George, David 1 3 9 , 1 77 , 1 8 2

İttihat ve Terakki 1 2 7

Londra Konferansı 1 6 1 Lozan (Antlaşması) 1 52 , 1 86 , 1 8 7 ,

Japon İmparatorluğu 2 3 2 , 2 3 7

1 88 , 1 89 , 1 90 , 1 9 7 , 1 9 8 , 296

Japonya 2 2 , 7 8 , 1 1 0 , 1 24, 1 58 , 1 6 5 ,

Lumumba, Patrice 3 0 1

1 67 , 1 94, 1 95 , 1 96 , 2 2 8 , 2 3 2 , 2 3 3 , 2 3 6 , 2 3 7 , 2 3 8 , 2 3 9 , 240, 241 , 242,

MacColl, Malcolm 1 55 , 1 56

2 7 2 , 274, 2 7 9 , 2 8 0 , 289

M ahmud II 82 Malcolm

Japonya İslam Birliği 239 Jön Türk Devrimi 1 50 , 1 58

X

2 6 , 2 2 9 , 2 6 2 , 2 6 3 , 287 ,

288

Mas signon, Louis 1 07

Jön Türk(ler) 1 3 8 , 1 50 , 1 5 1 , 1 56 , 1 58 , 1 5 9 , 1 6 1 , 1 68 , 1 7 3 , 2 0 5 ,

Matar, Nabil 5 1

249, 288

M atthew s , B a s il 2 1 3 , 2 1 4 M avrokordatos , Aleksandros/ Mavrocordatos , Alexander 5 3

Kaddafi, Muammer 2 9 1

Kaikyo Jijyo (dergi) 2 3 9

McKinley, William 1 45

Kaikyoken ( dergi) 2 3 9

M edeniyet 74, 7 5 , 1 08 , 1 1 2 , 1 2 1 ,

Kaikyo Sekai (dergi) 1 1 0 , 2 3 9

2 7 3 , 2 74

Medeniyetler Ç atışması 2 1 3 , 3 1 0

Kairanvi, Rahmetullah 9 1 , 1 1 5 Kamil Bey, Mehmed 1 44

333

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E KT Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Mekke 2 3 , 4 1 , 45 , 47 , 50, 7 0 , 93, 1 08,

Muir, William 1 1 4

1 40 - 1 42 , 1 45 , 1 47 , 1 48 , 1 53 , 1 78 ,

Musaddık, Muhammed 248

1 79 , 1 83 , 1 94, 1 99 , 200, 202-204,

Mustafa Sabri Efendi 228

207, 2 1 7 , 226, 2 2 7 , 240, 245-247,

Musuru s , Kostaki 6 9 , 84, 8 5

2 5 6 , 2 6 2 , 284, 2 8 5 , 287-289, 3 04

Münif P a ş a 7 3

Mekke'ye Giden Yol (Esed) 2 1 7

Müslüman dayanışması 8, 2 1 , 2 2 ,

Mekki, Muhammed el- 2 2 9

3 1 , 3 2 , 6 1 , 1 52 , 1 6 7 , 1 70 , 1 8 1 ,

Memluk/ Memlii.klü/ Memlii.kler 4 1 , 42, 45, 47, 58

1 93 , 230, 2 4 1 , 244, 3 1 2 , 3 24, 3 2 7

Müslüman Kardeşler 20 1 , 2 1 7 , 2 1 8 ,

Message ofIslam, The (Ali) 2 1 5 Message of the Qur'an, The (Esed)

2 2 5 , 254, 2 5 5 , 2 6 1 , 283, 286, 3 2 3

Müslüman Kongresi/ İslam Kongresi 2 2 7

217

Metternich, Klemens von 7 9

Müttefikler/Müttefik Güçler 5 3 ,

Mevdii.di, Ebülıilii 3 2 , 207, 2 1 5 , 2 1 6 ,

1 2 5 , 1 7 1 , 1 96 , 1 98 , 236, 24 1 ,

2 1 9, 320

242 , 280

Mihver Devletleri/ Mihver Güçler 1 7 , 1 96 , 1 97 , 2 3 0 , 232, 2 3 6 , 2 4 1 ,

Nallino, C arlo Alfonso 1 74

327

Nansen, Fridtjof 1 90

Mihver Devletleri/Mihver Güçleri 1 7 , 1 96 , 1 9 7, 2 3 0 , 232, 2 34, 2 3 6 ,

Napoleon 3 2 , 57-60, 6 2 , 3 2 5 Nasır 2 4 5 , 2 4 6 , 2 4 8 , 2 5 5 , 2 5 8 , 259, 2 6 1 - 2 6 3 , 2 7 7 , 280, 282-284, 286,

24 1 , 242 , 3 2 7

MiUat ofIslam and the Menace of Indianism, The (Ali) 2 1 5 Milliyetçi/ Milliyetçilik 1 5 , 1 6 , 1 9 ,

287, 2 9 1 , 2 9 2 , 2 9 5 , 297

Nasır, C emal Abdül 244, 2 8 2 Nelson, Horatio 6 0

20, 28, 80-85, 1 04, 1 06 , 1 54, 1 64,

New Arab Kingdom and the Fate

1 69 , 1 7 3 , 1 76 , 1 7 9 , 1 8 2 , 1 84- 1 86 ,

of the Muslim World, The (Olmstead) 1 74, 1 75

1 89 , 1 97 , 203, 204, 208 -2 1 0 , 2 1 4, 2 1 8 , 220, 2 2 3 , 2 2 8 , 2 2 9 , 234, 240,

New World of Islam, The (Stoddard) 1 2 1 , 1 85 , 2 1 3

241 , 245, 248, 2 5 2 , 2 5 3 , 2 6 1 , 2 6 3 , 264, 267-269, 2 7 1 , 2 7 3 , 2 7 5 , 2 7 9 , 296, 308, 3 1 0, 3 1 1 , 3 1 7 , 324

Obama, B arack 1 4

Mir Islama (dergi) 1 74

Occidentosis (Ahmed) 278

Misyoner/ Misyonerlik 34, 90, 9 1 ,

Olmstead, A. T. 1 74, 1 75

1 1 5, 2 1 1 , 2 1 8

Mita Ryoichi, Umar 289

Oppenheim, Max von, 1 7 1 Ortodoks Hıristiyan(lar) 5 5 , 86,

Mısır 1 0, 2 0 , 26, 3 1 , 3 6 , 4 1 , 45 , 5 7 - 6 2 , 64, 6 9 - 7 3 , 75, 7 6 , 78, 79,

90, 95

Oryantalizm (Said) 1 1 0, 2 9 5 , 308, 309

98, 99, 1 03 , 1 09 , 1 1 5 , 1 54, 1 6 3 , 1 69 , 1 7 9 , 1 86, 1 9 1 , 1 99 , 2 0 1 - 2 0 3 ,

O sman dan Fodio, Şeyh 56

206, 2 1 3 , 2 1 7 , 2 1 8 , 220, 22 1 , 2 2 3 ,

O smanlı Devleti/ Osmanlı

2 2 5 , 2 2 8 , 230, 2 3 9 , 244, 247 , 249,

!mparatorlu&u 20, 22, 26, 32,

254, 2 5 9 - 2 6 3 , 2 6 5 , 2 7 2 , 2 7 5 , 2 7 7 ,

45, 5 3 , 54, 59, 6 1 , 6 3 , 7 1 , 7 3 , 79,

282-284, 286-288, 2 9 1 -300, 3 0 3 ,

83-85, 88, 9 5 , 9 7 , 98, 1 03 , 1 1 8, 1 3 1 , 1 32 , 1 42 , 1 66 , 1 69, 1 72, 1 7 6,

325, 326, 327

1 82, 1 86, 1 8 9, 1 9 1 , 205, 269, 270,

Modern Trends in Islam ( Gibb) 2 1 5 Moğol İmparatorluğu/Moğollar 4 1

296, 324, 3 2 7

O smanlı(lar) 7, 9, 1 0, 1 6, 1 7, 20-22,

Mohamet ( C aine) 1 34, 306

26, 2 9 - 3 2 , 3 9 , 43-47 , 50-6 1 ,

Moltke, Helmuth von 1 7 1

63-88, 90-98, 1 00, 1 02- 1 07, 109,

Muhammed, Ali Fehmi 1 57

1 1 0, 1 1 5, 1 1 8- 1 20, 1 22, 1 24, 1 26-

334

DİZİ N

1 66 , 1 68- 1 87, 1 8 9 - 1 95 , 1 99 , 200,

Punjabee (gazete) 1 60

202-208, 2 1 7 , 2 1 9 , 220, 2 2 3 , 224, 227-229, 2 3 1 , 2 3 3 , 234, 2 3 7 , 2 3 9 , 245 , 247, 2 5 1 , 2 6 3 , 268-270, 2 7 7 ,

Ouilliam, Abdullah William 1 28, 1 32- 1 3 7

28 1 , 288, 296, 300, 306, 307, 3 1 0 ,

Rafiuddin Ahmed 1 34

3 1 7 , 3 2 3 , 324, 3 2 6 , 327

Renan, Ernest 2 3 , 1 0 1 , 1 1 1 , 276

Osmanlı-Rus Savaşı ( 1 877- 1 878)

Reşid Paşa, Mustafa 7 1

68, 95, 1 2 7

Overy, Richard 270

Revue d u monde musulman (dergi)

Ömer Muhtar 228

Rıza Şah, Muhammed 208, 277, 300

Özcülük/özcü 25, 57, 1 08, 266, 280,

Rihle (İbn Battuta) 48, 49

1 22 , 1 2 6

Riyad el-Sulh 229

295, 3 1 1 , 3 1 3, 3 1 8, 3 1 9

Rıza, Reşid 25, 103, 1 09, 1 29 , 1 3 1 , Pakistan 1 7 , 20, 2 1 6 , 2 1 7 , 2 1 9 , 2 2 5 ,

204, 205, 206, 2 1 5 , 22 1 , 230

244, 252-262, 265, 272, 274, 282,

Rohan, Denis Michael 244

2 8 5 , 286, 290, 2 9 3 , 296, 303, 3 1 0 ,

Rus Çarlığı/İmparatorluğu 80

3 2 3 , 326

Rushdie, Salman 305-308 Rus İmparatorluğu 59, 80, 90, 94,

Palmerston, Henry Johıı Temple 79 Pan-Afrikacı/ pan-Afrikacılık I pan­ Afrikanizm 7 , 8, 64, 65, 9 2 , 248,

1 00, 1 03 , 1 57 , 1 90

Ruslar 65, 96, 98, 1 30 Rustow, Dankwart 266

2 6 3 , 268

Pan-Arabizm 1 09, 248 , 258, 2 6 1 ,

Rusya 2 1 , 3 1 , 5 3 - 5 6 , 75, 80, 8 1 , 86,

264, 268, 286, 29 1 , 292, 2 9 7

87, 9 3 , 9 5 , 98, 1 02, 1 04, 1 27, 1 4 2 ,

Pan-Asyacı(lıkl 7 , 8, 1 20, 1 2 1 , 1 27 ,

1 47, 1 48, 1 58, 1 62 , 1 65 , 1 69, 1 70 ,

228, 238, 2 5 2 , 254, 255, 2 5 9 , 2 7 6 , 280, 289

1 72 , 1 90, 1 94, 202, 229, 237, 2 3 8 , 268, 3 1 0

Pan-İslamist 1 7 , 2 1 , 2 6 , 56, 94, 95, 98, 99, 1 02- 1 04, 1 06 , 1 08 , 1 1 0, 1 1 5 - 1 1 7 , 1 20- 1 2 7 , 1 2 9 , 1 3 1 , 1 34,

Safevi(ler) 39, 43, 5 1 , 53

1 3 7 , 1 3 8, 1 44, 145, 149, 1 5 1 , 1 52 ,

Said, Edward 295, 308, 309, 3 1 0

1 54, 1 5 5 , 1 59, 1 6 1 , 1 64, 1 69, 1 70 ,

Salih, Zeki 274

1 72 , 1 76 , 1 80, 1 8 3 , 1 84, 1 86, 1 92 ,

Samne, George 1 74

1 94- 1 96, 1 98, 203-206, 2 1 2 , 2 1 8 ,

Samuel, Herbert 224

2 2 1 -224, 2 2 7 , 228, 230, 2 3 2 , 234,

Sedat, Enver 26 1 , 293, 294, 295,

239, 243 , 2 5 1 , 2 5 2 , 255, 2 5 9 , 260, 267, 269, 2 7 6 , 278, 285, 287-289, 29 1 , 292-297, 299-302, 3 04, 305,

297, 299

Sevr (Antlaşma) 1 8 1 , 1 82 , 1 86

308- 3 1 0 , 3 1 2 , 3 1 3 , 320, 3 2 1 , 3 2 2 ,

Sırp(lar) 6 5 , 67, 80, 86, 1 6 1 , 3 1 0

325

Siyonizm/ Siyonist 1 77, 224, 227, 230, 23 1

Pan-İslamizm 7 , 8, 9 , 28, 62, 94,

Soğuk Savaş 1 8 , 247, 248, 2 5 3 , 258,

98, 1 2 7, 1 3 1 , 1 32 , 1 4 1 , 1 42 , 1 44, 149, 1 5 1 , 1 5 5, 1 5 7 , 1 65 , 1 66 , 1 68 ,

26 1 , 2 6 2 , 264- 269, 27 1 , 2 7 2 , 278-

1 70, 1 82 - 1 84, 1 93 , 2 1 4, 2 2 2 , 245 ,

282, 284-286, 289, 29 1 , 298, 30 1 ,

247 , 249, 268, 308, 3 1 3 , 3 1 5 , 3 1 8 , 322 , 323

308, 3 2 3

sosyal Darwinizm/sosyal Darwinist

Paris Barış Konferansı 1 6 5 , 1 8 1 ,

2 4 , 99, 1 1 0, 1 1 2

1 84

Sovyetler Birliği/ Sovyetler/ SSCB

Pfander, C arl Gottlieb 9 1 , 1 1 4

262

Popper, Karl 275

335

İ S LA M D Ü N YA S I F İ K R İ : K Ü R E S E L B İ R E N T E L E K T Ü E L TA R İ H Ç A L I Ş M A S I

Califfato Ottomano (Nallino)

Söınürge 1 72 , 266, 2 7 7

1 74

Söınürgecilik 1 7 , 20, 2 7 , 28, 93, 1 2 3 , 1 2 5- 1 27 , 1 4 3 , 1 5 2 , 1 92 , 204, 2 1 6 , 2 1 8 , 22 1 , 2 3 7 , 238, 247, 250, 254, 2 5 5 , 259, 2 6 7 , 268, 2 7 1 - 2 7 3 , 2762 7 9 , 282, 289, 290, 292, 295, 30 1 ,

Urquhart, David 83

üç Tarz-ı Siyaset (Akçura) 1 56 , 1 5 7 üınınet 1 5 , 2 2 , 2 9 , 3 1 -34, 39, 3 9 , 4 1 , 45-48, 98, 1 1 5 , 1 1 7 , 148, 1 5 7 ,

308, 3 1 1 , 3 1 7 , 326, 327

1 98, 203 , 224, 2 2 5 , 267, 294, 3 1 2 ,

Suudi Arabistan / Suudi Krallığı

3 1 3 , 3 2 3 , 324

1 4 , 20, 30, 1 9 7, 200, 202, 206, 208, 209, 230, 234, 236 , 244,

Vahhabi/ Vahhabiler 200, 203, 285, 304

245 -26 1 , 2 6 3 , 284- 286 , 288-296, 298, 299, 302-304, 307, 3 1 0, 3 2 6 ,

Vaınbery, Arıninius 1 03

327

Venizelos, Eleftherios 1 89

Süleyman (Sultan / Muhteşeın) 43 , 45

Verdi, Giuseppe 70 Victoria (Kraliçe) , bazen sadece "Kraliçe" 2 8 , 63, 68, 69, 70, 89, 1 28 , 1 2 9, 1 3 5 , 149, 1 52

Şerif Hüseyin 1 78, 1 79 , 1 99 , 200, 202, 206, 2 2 3 , 227

Şeytan Ayetleri (Rushdie) 305, 306, 307

Webb, Alexander Russell 1 24, 1 2 5 Wilhelınina 144 Wilhelın, Kayzer (Alınan

Talibi, Abdülaziz el- 229 Tanziınat 7 1 , 7 2 , 76, 7 9 , 85, 1 00, 1 30, 140, 1 45 , 1 5 1

Th e Islamic World (dergi) 7 2 , 1 3 3 Times (Londra) 1 34, 1 5 5 Toynbee, Arnold 30, 2 1 9 , 269, 270, 27 1 , 272, 2 74, 2 7 5 , 277

Trevor-Roper, Hugh 2 74, 275 Tunus 26, 6 1 , 64, 7 1 , 72, 76-78, 98, 1 69 , 2 1 1 , 229

Türkiye 7, 9, 1 0, 20, 7 9 , 1 60, 1 6 1 ,

İınparatoru) 1 7 1 Wilson Prensipleri 1 8 1 Wilson, Woodrow 1 79 , 1 8 2

Wither Islam? (Gibb) 2 1 4 Yeınen 1 97, 205, 206 , 225, 238, 244, 254, 284, 2 9 2 , 3 1 6

Young, Cuyler 265

Young Islam on Trek (Matthews) 213, 214

Yunan/Ruın 3 2 , 3 6 , 3 9 , 5 3 , 6 6 , 69, 7 2 , 74, 80, 8 1 , 82, 8 3 , 84, 8 5 , 86,

1 63 , 1 64, 1 69, 1 7 5 , 1 79, 1 8 1 - 1 90,

9 5 , 1 30, 1 47 , 1 5 1 , 1 58, 1 6 1 , 1 64,

1 92 , 1 95 , 1 97 - 1 9 9 , 20 1 , 202, 207-

1 76 , 1 7 7, 1 82 , 1 8 3 , 1 84, 1 85 , 1 89 ,

2 1 0, 2 1 2 - 2 1 4, 2 1 9 , 22 1 , 2 2 7 , 228,

2 1 9 , 272, 2 7 3

2 3 6 , 239, 240, 242 , 244, 253, 262,

Yugoslavya 23 1 , 2 5 3

2 6 3 , 269, 270, 2 7 2 , 274, 275, 2 7 7 ,

Yunanistan 8 1 , 82, 8 3 , 84, 8 5 , 8 6 ,

28 1 , 282 , 296, 300, 303 , 3 1 0, 3 2 1

U=an 76, 3 2 6 Uınran, Besyuni 2 2 1

Uppunti Sulla Natural del Califfato

W. �enere

ff

şul Presunto

1 76 , 1 82 , 1 89, 3 1 0

Zanzibar 2 6 , 7 6 , 1 40 Zi=em, Alfred 273 Zweıner, Saınuel 1 2 1 , 2 1 4

336