Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat [26 ed.]
 9757519022

Table of contents :
A
A-B
A-C
A-D
A-F
A-G
A-H
A-İ
A-J
A-K
A-L
A-M
A-N
A-R
A-S
A-Ş
A-T
A-V
A-Y
A-Z
B
B-A
B-E
B-I
B-İ
B-O
B-Ö
B-U
B-Ü
C
C-A
C-E
C-İ
C-U
C-Ü
Ç
Ç-A
Ç-E
Ç-I
Ç-İ
Ç-U
D
D-A
D-E
D-I
D-İ
D-O
D-U
D-Ü
E
E-A
E-B
E-C
E-D
E-F
E-G
E-H
E-İ
E-J
E-K
E-L
E-M
E-N
E-P
E-R
E-S
E-Ş
E-T
E-V
E-Y
E-Z
F
F-A
F-E
F-I
F-İ
F-U
F-Ü
G
G-A
G-E
G-I
G-İ
G-O
G-U
G-Ü
H
H-A
H-E
H-I
H-İ
H-O
H-U
H-Ü
I
I-B
I-D
I-H
I-K
I-N
I-R
I-S
I-Ş
I-T
I-Y
I-Z
İ
İ-A
İ-B
İ-C
İ-D
İ-F
İ-G
İ-Ğ
İ-H
İ-J
İ-K
İ-L
İ-M
İ-N
İ-R
İ-S
İ-Ş
İ-T
İ-V
İ-Y
İ-Z
J
J-A
J-E
J-İ
J-U
J-Ü
K
K-A
K-E
K-I
K-İ
K-Ö
K-U
K-Ü
L
L-A
L-E
L-I
L-İ
L-U
L-Ü
M
M-A
M-E
M-I
M-İ
M-O
M-U
M-Ü
N
N-A
N-E
N-I
N-İ
N-O
N-U
N-Ü
O
O-C
O-K
O-R
O-S
O-T
Ö
Ö-M
Ö-R
Ö-Ş
Ö-Z
P
P-A
P-E
P-I
P-İ
P-O
P-U
P-Ü
R
R-A
R-E
R-I
R-İ
R-U
R-Ü
S
S-A
S-E
S-I
S-İ
S-O
S-U
S-Ü
Ş
Ş-A
Ş-E
Ş-I
Ş-İ
Ş-O
Ş-Ö
Ş-U
Ş-Ü
T
T-A
T-E
T-I
T-İ
T-Ö
T-U
T-Ü
U
U-B
U-C
U-D
U-F
U-G
U-Ğ
U-H
U-K
U-L
U-M
U-N
U-R
U-S
U-Ş
U-T
U-V
U-Y
U-Z
Ü
Ü-B
Ü-C
Ü-D
Ü-F
Ü-H
Ü-K
Ü-L
Ü-M
Ü-N
Ü-R
Ü-S
Ü-Ş
Ü-T
Ü-V
Ü-Z
V
V-A
V-E
V-I
V-İ
V-U
V-Ü
Y
Y-A
Y-E
Y-U
Y-Ü
Z
Z-A
Z-E
Z-I
Z-İ
Z-O
Z-U
Z-Ü

Citation preview

OSMANLICA - TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK LÜGAT (ESKİ VE YEN İ HARFLERLE)

FERİT DEVELLİOĞLU

ISBN 975-7519-02-2

9 789757 519027

AYDIN KİTABEVİ YAYINLARI SÖZLÜK D İZİSİ: ı

ISBN 975-7519-02-2

FERİT DEVELLİOĞLU: OSMANLICA - TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK LÜGAT (Eski ve yeni harflerle) © Her hakkı saklıdır ve Aydın Sami Güneyçal’a aittir. Adını, şeklini, içindeki kelimeleri, açıkla­ maları, örnekleri, terkip ve deyimleri aktaran, 5846 sayılı “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ na göre sorumlu olur. Kitabın tamamı ya da bir bölümü, fotokopi dahil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz.

AYDIN KİTABEVİ İzmir Cad. No. 13/52 06440 Yenişehir - ANKARA Tel. ve faks : 230 27 59 www.aydinkitabevi.com

Bu Lügat : Millî Eğitim Bakanlığı (Talim ve Terbiye Dairesi)’nm 9٠XI.i970 tarih, 660/17209 sayılı kararıyla Türk Edebiyatı ve Türk Tarihi ile meşgul olan öğretmen ve öğrencilere tavsiye edilmiştir.

Dizgi ve sayfa düzeni: Aydın Kitabevi / Elektronik Dizgi Basıldığı yer : Aydan Web - Ofset Ankara 2010 Örnek Sanayi Sitesi 364 Sk. No: 4 Tel: 0312 385 00 42 - Faks : 0312 385 39 23 - [email protected] Cilt: Balkan Cilt San. Tic. Ltd. Şti. Tel: 0312 267 09 52 - Faks : 0312 267 09 53

II

OSMANLICA - TÜRKÇE ANSİKLOPEDİK

LÜGAT ESKÎ VE YENİ HARFLERLE

H A Z IR L A Y A N

FERİT DEVELLİOĞLU

Yeniden Düzenlenmiş ve Genişletilmiştir. (1993) Yayma Hazırlayan : AYDIN SAMİ GÜNEYÇAL Genişletilmiş, Düzeltilmiş (2009-2010) (Arapça-Türkçe Okunuşlu Dizinle Birlikte) Yeni Basım İnceleyen: PROF.DR. MUSTAFA ÇİÇEKLER

26. Baskı (2010)

AYDIN KİTABEYİ YAYINLARI - AN KARA

FERİT DEVELLIo G U ’NUN YAYINLANMIŞ ESERLERİ

1. Fransızca - Türkçe Halk Tabirleri Sözlüğü (1937). 2. Türk Argosu (1941,1945,1955,1959, ["Türk Argo Sözlüğü" adıyla] 1970,1980,1990). 3. Dobruca’da Türk Etnik Unsurları (Tadeusz Kovvalsky'den ‫ ؟‬evirme), (1942). 4 ٠ OsmanlIca - Türkçe Küçük Lügat (1949). 5. OsmanlIca - Türkçe AnsiklopedikLUgat (1962). 5000 kelime ilâveli 2. baskı ( 1 9 7 0 ) 1 0 ........... ‫؛‬. baskı (1992)‫ ؛‬genişletilmiş ve düzeltilmiş 11. baskı (‫ ا‬993)‫ذ‬ yeniden genişletilmiş, düzeltilmiş, Arap‫ ؟‬a-Türk‫ ؟‬e okunuşlu dizin eklenmiş 26. Baskı (2010). 6. 7. 8. 9. 10. 11.

IV

OsmanlIca - Türkçe Okul ve Yazışma Sözlüğü (1964). En Yeni Okul Sözlüğü (1972). Onikibin Kelimelik Türkçe Sözlük (1972). Fransızca - Türkçe Deyimler Sözlüğü (Genişletilmiş 2. baskı 1973). OsmanlIca - Türkçe Okul Sözlüğü (1975). En Yeni Büyük Türkçe Sözlük (1975).

FERİT DEVELLİOĞLU 18.1.1906 -1.4.1985

iç in d e k il e r

ilk Baskı (1962)11111 Önsözü : BAŞLARKEN............................................................. IX Lûgat’in Genişletilmiş Yeni Baskısı (1993) Üzerine BÎRKAÇ SÖ Z........................XI 26. BASKI (2010) AÇIKLAM ASI............................................................................ XIII AÇIKLAM ALAR........................................................................................................ XV BİBLİYOGRAFYA.................................................................................................. XVII KISALTMALAR......................................................................................................... XX LÜ G A T...................................................................................................................... XXI

İlk Baskının (1962) Önsözü:

BAŞLARKEN Biliyorsunuz, arkamızda 600 senelik mâzîsi olan bir Osmanlı Edebiyâtı, önümüzde de bu edebiyâtı öğrenmek arzusunu duyan, hattâ bâzı hâllerde mecburiyet içinde bulunan bir genç­ lik var. M illî Eğitim Bakanlığı mızın müfredat programlarına göre bu gençliğin; daha liseden başlıyarak, Divân, Tanzimat, Servet-i Fünûn, Fecr-i Âtî edebiyâtını, diğer taraftan İlâhiyat Fakültesi nde dinler târihi, Arap edebiyâtı, hadis, tefsir, Arap şâir ve ediplerinin biyografileri ile tasavvufî eserleri gözden geçirmek, diğer fakültelere devâm edenlerin de, birçok arapça, farsça kelimelerle hukukî tâbir ve ıstılahları öğrenmek zorunda bulunduklarını gözönünde tutarak 13 yıldan beri üzerinde meşgul olageldiğim “Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lügat” adlı eserimi bugün tamâmiyle bitirmiş ve baskısına başlamış bulunmaktayım. Bu Lügat, başta Naci lügati, Salâhi ve Ali Seydî’nin Kamûs-i Osmânî’leri olmak üzere Kamûs-i Türkî, Bahâ Lügati, Hüseyin Kâzım Kadri (Şeyh Muhsin-i Fânî), Mustafa Nihat Özön’ün sözlükleri ile Millî Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Dâiresi Müdürü Kemal Edip Kürkçüoğlu ve değerli dilcilerimiz­ den Osman Nedim Tuna’nm husûsî notları taranmak; şâir edebî eser ve ansiklopedilerden fay­ dalanmak suretiyle meydana gelmiş ve başından sonuna kadar da üstad K. E. Kürkçüoğlünun tetkik ve tashihinden geçmiştir. Lûgat’in hazırlığı sırasında büyük bir titizlik ve hassasiyet gösterilmiştir. Nitekim sıhha­ tinden şüphe edilen bir arapça kelime için, Ahterî, Akrebü’l-Mevârid, Redhouse, Âsim Efendi Lügatine; bir farsça kelime için, Gencîne-i Güftâr, Burhân-ı Katı5, Ferheng-i Nâsırî, Ferheng-i Şuûrî, Şemsü’l-Lûga, emsali gibi en güvenilir kaynaklara müracaat etmek külfetine katlanıla­ rak bir vahdet temîn olunması cihetine gidilmiştir. Bu eser, Osmanlıca’da kullanılan arapça ve farsça asıllı kelimeleri ihtiva etmektedir; türkçe kelimelerle osmanlıcaya batı dillerinden geçmiş kelimelere yer verilmemiştir. Buna m ukabil: hâk, berg, hacer... gibi dilimizde kullanılmış ve alenî; âlemşümul; beşûş; mütenekkiren... gibi kullanılmakta olan bütün Osmanlıca (arapça - farsça) kelimeler alınmış, bu sûretle 60 bin kelimelik bir lügat hazırlanmış bulunmaktadır. Yeri gelmiş iken şunu da arz etmek isterim ki ben şahsen Muallim Naci, Şemsettin Sâmi, A li Seydî, Salâhî merhum gibi eski lûgatçilerimizin uzun, yorucu ve yıpratıcı mesaîsini burada minnet ve şükranla karşılar, kendilerini hürmet ve rahmetle yâd ederim. Bu zevat memleket hesabına zamanının icaplarına göre, çok faydalı, ha­ yırlı ve semereli işler görmüş, büyük bir sebat ve ferâgatle bütün ömürlerini irfan âlemine vak­ fetmiş kimselerdir; meydana getirdikleri eserler kuvvetli bir irâde ve azmin mahsûlü olmakla berâber şunu da ifâde etmeliyim ki, bu çok değerli zevât, kelimelerin İlmî hüviyetini tâyîn etmek husûsunda değişik kaynaklardan faydalanmak yolunu her nedense ihmâl etmişlerdir. Meselâ : Salâhî’de, Kamûs-i Türkî’de, Nâcî’de veyâ Ali Seydî’de aradığınız bir kelimeyi çok zaman diğerlerinde de aynı şekilde îzâh edilmiş olarak görürsünüz; birinde bulamamışsa­ nız ötekinde bulacağınız şüphelidir. Lehçe-i Osmânî’de geçen bir yanlışlık Kamûs-i Türkî’de, A li Seydî’de, Salâhî’de de aynı şekilde tekrar edebilir. Meselâ, “eken, biçen, çiftçi” mânâsına gelen fâlih kelimesi, Kamûs-i Türkî’ de, A li Seydî’nin Kamûs-i Osmânî’sinde ve Redhouse lügatlerinde yoktur. Nâcî Lügatinde: “esbak, ekbâd, fere” kelimeleri alınmamıştır. Salâhî’nin Kamûs-i Osmânî’sinde: cürûf ve fetret kelimeleri yoktur. Şemsettin Sâmi merhûmun Kamûs-i Türkî’sinde : mürteci, tedâî, müteammim, ekbâd, tesbît, cevvâl, inkılâp, istismâr, mütekarrir,

IX

âbide... kelimelerini bulmak mümkün değildir. Bahâ lügatinde : fâsih, emvâç... kelimeleri­ ne yer verilmemiştir. Salâhı,nin Kamûs-i Osmânî’sinde : “parmak üzümü” (kara) demek olan esâbi’-ül-ızârî terkibi yanlıştır, esâbi’-ül-azârî veya esâbi’-ül-azârâ olması lâzımdır. A li Şeydi nin Kamûs-i Osmânî’sinde : “ keskin, kesici” mânâsına gelen bürrân kelimesi arapça; Kamûs-i Türkî’de aynı kelime berrân şeklinde farsça olarak geçmektedir. Kelime Nâci’de olduğu gibi bürrân şeklinde farsçadır. Mustafa Nihad’m 1955’te, genişletilmiş 2’nci basım olarak yayınladığı Osmanlıca - Türkçe Sözlük’ünde hurûf-i kameriyye’den olan c harfi her tarafta hurûf-i şemsiyye olarak gösterilmiştir. Meselâ: cem’-üc—cem, mukaddimet-üc-ceyş, dâr-üc-cihâd, serî-üc-cereyân, tâbiyet-üc-ceys... gibi. Buna mukabil hurûf-i şemsiyye’den olan kerîh-ün-nefes terkibi kerîh-ül-nefes şeklinde yer almıştır. Yine aynı eserde “oturanlar, yerli­ ler” mânâsına gelen ve katının cem’i olan kuttan kelimesi kutan şeklinde; “ululuk, büyüklük, gösterişlilik” mânâsına gelen übbehet kelimesi übehhet şeklinde okunmuş; hunfesâ kelimesi hunefsâ ve zünbûr kelimesi zenbûr; usfûr kelimesi asfûr şeklinde yanlış okunmuştur. Bu kabil örneklerden daha yüzlercesini, binlercesini sıralamak mümkündür. Basılmakta olan bu söz­ lüğe gelince : Eser aynı zamanda ansiklopedik mâhiyet arzetmekte, kelime ve tâbirler geniş mânâlarıyle izah olunmaktadır. Meselâ birer müzik terimi olarak kullanılan, hicaz, nihâvend, rast, uşşak, ferahfeza, tâhir pûselik ve şâire gibi kelime, tâbir ve terkipler, eski Osmanlıca lügatlerimizde sâdece: “makamât-ı mûsikiyye’ dendir” cümlesi ile karşılanmıştır; bu lügatte ise bütün müzik terimleriyle, tıbbî, hukukî, edebî, târihî v.b. lügat ve tâbirlerin İlmî izahları yapılmış, bunlara lüzumlu misaller verilmiştir. Divan Edebiyâtı’nın meşhur şâir ve edipleriyle îslâmiyetin ünlü şahsiyetlerinden bâzılarının kısa hal tercümeleri de burada yer almıştır. Uzun yıllardan beri devam edegelen yorucu ve yıpratıcı çalışmalarla meydana gelen bu eser, her gün biraz daha yükselmekte olan kültür ve eğitim âbidemize en küçük bir yapı taşı olabilirse ne mutlu bana. FERİT DEVELLİOĞLU

X

LÜGATİN GENİŞLETİLMİŞ YENİ BASKISI (1993) ÜZERİNE

BİRKAÇ SÖZ

Bu eserin genişletilmesine, ekleme ve gerekli düzeltmelerin yapılarak dizgiye ve baskıya hazır duruma getirilmesine 1981 yılında başlandı. Rahmetli Ferit Devellioğlu, -zaman içinde koruyacağıma ve geliştireceğime güven duygusu içinde- eserini bana devrederken, “ ilaveli 2’nci baskı” dan sonra geçen on bir yılda yeniden derlediği binlerce fişi de vermişti. Bu fişlerde yazılı olan kelime ve terkiplerin, tâdil ve ikmâli gereken madde başı kelimelerin kitaba girecek şekilde tertiplenerek yerlerine yerleştirilmesi işini de, -bizzat yapmamı telkin ederek- bana yüklemişti. Her fişte değişik kelimeler, terkipler, deyimler, düzeltmeler, anlam eklemeleri vardı. Bunları 2’nci baskıda Sayın Cem Dilçin’in yardımlarıyla kitabın sonuna eklenen 118 sayfalık “îlâve” deki maddelerle birlikte teker teker ayırıp sıraya koydum; sonra, basılı kitap sayfalarını yer yer keserek araya gerekli değişiklikleri işlemeye ve ek kelimeleri yerleştirme­ ye başladım. Sayfalar hazırlandıkça da rahmetli ile birlikte kelimelerin alfabetik sıralamaya uygunluğunu kontrol ediyorduk. Bu çalışmalar üç yıl kadar sürmüş, ancak henüz iş bitme­ mişti: Otuz kadar kelimenin Arap harfleriyle yazılışının ve tereddütlü yerlerin eski lügat ve benzeri kaynaklardan araştırılması, kitabın baştan sona yeniden okunarak, yer yer rastlanan ve değişik anlamlara veya yanlış anlamalara yol açabilen -gözden kaçmış- dizgi yanlışlarının giderilmesi gerekliydi. Araya Devellioğlunun bir yıldan fazla süren hastalığı ve ölüm acısının girmesiyle yavaşlayan bu işlere, 1990 yılbaşından sonra dizgi ile birlikte yürütmek üzere ye­ niden başladım. Bugün, beni uzun süre geceli gündüzlü uğraştıran, dikkat ve titizlik isteyen, zor fakat o kadar da zevkli olan bu işi sona erdirmiş bulunuyorum. Lügat’te 8350’den fazla değişiklik ve yenilik özelliğini taşıyan işlem yapılmıştır. Bütün bu işlemlerde Ferit Devellioğlunun uyguladığı (Lügat Osmarılıca ve öğretici olduğu için îmlâ Kı­ lavuzu kurallarına bağlı kalınmamıştır.” Bkz. Açıklamalar : 5) imlâ özelliklerini korumaya çalıştığımı belirtmek istiyorum. Yapılan ekleme ve değişiklikleri yaklaşık sayıda şöyle sırala­ yabilirim : 2840 yeni madde başı kelime, 3180 terkip ve deyim, 880 ikinci, üçüncü vb. anlam eklenmesi; 490 açıklamalı maddenin daha kolay anlaşılır duruma getirilmesi; ilk baskıda yan­ lış anlamlandırılan 20 kadar kelimenin, ayrıca eski ve yeni yazıda rastlanan 163 önemli imlâ yanlışının düzeltilmesi; 800’den fazla madde başı kelimenin de hangi Arapça kökten geldiği­ nin işlenmesi... Ayrıca, edebiyat terimlerinin açıklamalarında verilen manzum örneklerin bir kısmı düzeltilmiş, bir kısmı da daha uygun düşenleriyle değiştirilmiştir. Ferit Devellioğlunun bana özellikle emânet ettiği bu işi, elimden geldiği kadarıyla onun istediği şekilde bitirmeye çalıştım. Bütün bu gayretlerimin sonucunu kitabı kullananların ve bu işlerden anlayanların takdirine bırakırken şunu belirtmek isterim : Bütün hatâ ve sevabıy­ la otuz yıldan beri “mevcudun en iyisi” vasfını korumuş olan elinizdeki bu sözlük, yenilenmiş bu hâliyle, daha yıllarca en güvenilir Osmanlıca - Türkçe sözlük olma özelliğini koruyacaktır. Yapılan değişikliklerde, ekleme ve düzeltmelerde, rahmetli Devellioğlunun tereddüde dü­ şüp ileride bakmak üzere boş bıraktığı yerlerin karşılıklarını sürekli araştırdım. Elimdeki kaynakların yetersiz kaldığı durumlarda, irfan sâhibi arkadaşım Sayın Halil Erdoğan Cengiz, bâzı sayfalarda” ?” işareti koyduğum yerleri dikkat ve ısrarla teker teker gözden geçirmek külfe-

XI

yerlerdeki zorlukların çözülmesini sağladı. DTCF. Eski Türk Edebiyatı Bölümü’nün araştırma görevlilerinden Sayın Abdülkadir Gürer de bu çalışmalarda yardımcı oldu. Her ikisine de ne kadar teşekkür etsem azdır. Yıllardan beri, Lügat ,te bulamadığı için bir kenara kaydettiği 500 kadar kelimeyi yeni baskıya eklenmek üzere vermek lütfunda bulunan değerli hocamız Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu’na da burada gönülden teşekkür ediyorum. Bu kelimelerden işlen­ miş durumda olan 100 kadarı bu baskıda yerlerine kondu; diğerleri de işlendikten sonra yeni baskılara eklenecektir. Yine, yararlı açıklamaları ile çalışmalarıma katkıda bulunan değerli arkadaşım Doç. Dr. Cem Dilçin’e de teşekkür ediyorum. Masaüstü yayıncılık konusunda, bu işi bir kültür hizmeti kabul ederek sonuna kadar hiç­ bir teknik desteği esirgemeyen Bilgiişlem Hizmetleri Tic. Ltd. Şirketi Macrom un lütufkâr sahibi Sayın Barbaros Levent Karadağ’a da içtenlikle teşekkür etmeyi borç bilirim. 1 Nisan 1985 Pazartesi gecesi aramızdan ayrılan Ferit Devellioğlu, “Osmanlıca-Türkçe A n­ siklopedik Lügat” in hazırlanıp yayınlanmasını çok arzu ettiği bu düzeltilmiş ve genişletilmiş baskısını ne yazık ki göremedi. Bir borç ve görev kabul ettiğim bu arzusunu gecikmiş de olsa yerine getirmiş olabilmenin tesellisi içinde, azız Devellioğlunu burada rahmet ve saygı ile anıyorum. AYDIN SAMİ GÜNEYÇAL Ankara, 1 Haziran 1993

26 . BASKI (2010) AÇIKLAMASI

Osmanltca - Türkçe Ansiklopedik Lügat’in 1993 yılında çıkardığımız genişletilmiş 11 inci baskısının, yeniden dizgiye ve baskıya hazırlama çalışmaları dört beş yıl sürmüş; bazı teknik yetersizlikler ve zorunluluklar yüzünden, dizgi sonrası sayfa düzenlemesi bir hayli sorunlu ve sıkıntılı olmuştu. Sözlüğün metni, o yıllarda birden fazla dil ve belge kullanabilen Macintosh marka bigisayarda dizilmişti. Macintosh’un yanında bir de WinText adlı çok dilli bir sözcük işlem programı veriliyordu. Satıcı firma makineye Arapça fontlar da yüklemişti. Bu program bilgisayarın 6.0 sistem yazılımına uygundu. Ne var ki bu dizgi programıyla aynı sayfada çift sütun dizgi yapılamıyordu. Sözlüğün belli ölçülerde tek kolon olarak dizilen metni, yazıcıda dökümü yapıldıktan sonra pikaj (piquage = “ bilgisayarda dizilen yazıları milimetrik kartona yapıştırıp düzenleme işi”) yoluyla sayfa hâline getiriliyordu. Düzenlenen sayfaların matbaada hazırlanan negatif filmleri sekizer sayfa olarak montajı yapıldıktan sonra metal kalıplara çe­ kilip basıma geçilebiliyordu. Baskısı tükendiğinde, montajlar hazır olduğu için, kitabın yeni basımı yapılıyordu. Ancak, herhangi bir sayfada düzeltme ya da ekleme yapılmak istense, bu işlem, filmin kesilmesini gerektiriyordu. O zamandan beri bir iki satırı geçmeyen az sayıda zorunlu küçük değişiklik ve düzeltmeler, filmden satır kesme ve hazırlanmış yeni birkaç satırı bantla yapıştırma yoluyla yapıldı. Elimizde, kitapta rastlandıkça kayıt altına aldığımız, düzel­ tilmesi, değiştirilmesi, eklenmesi gereken kelimelerle ilgili pek çok not birikmişti. Bunlar bir an önce kitaptaki yerlerine işlenmeliydi. Ayrıca, yeni değişiklik ve eklemelerin bekletilmeden her yeni baskıdan önce yapılması da gerekliydi. Bunun çözümü için iki yol vardı: Kitabın ya Microsoft Office Word yüklü bir PC’de çift sütunlu sayfalar hâlinde yeniden dizilmesi, ya da eldeki metnin Word ortamına taşınması. M. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge yönetimi Bölümü öğretim görevlisi Dr. Yücel Dağlı (ne yazık ki 12.8.2009’da ansızın vefat etti, burada saygıyla anıyorum), kitabın tek sü­ tun dizilmiş metnini yeni teknik yöntemler uygulayarak Word ortamına taşıdı. Ancak, Arap harfli metinler aktarılamadığı için I.Ü. Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölü­ mü öğretim üyesi Prof. Dr. Sayın Mustafa Çiçekler’den eski yazı metnin dizimi için yardım istedi. Mustafa Beyefendi -sağ olsun- dizgiyi yaptırmayı ve bir kültür hizmeti olarak kontrol külfetini yüklendi. Elimdeki ilâve ve düzeltme notlarının önemli bir kısmını kendilerine gön­ derdim. Prof. Mustafa Beyefendinin yardımları, düzeltilerek dizilen eski yazı metnin kontrolü ile kalmadı, ayrıca öğretim üyesi arkadaşları Prof.Dr. Mustafa Kaçalin, Prof.Dr. Mehmet Atalay, Prof.Dr. Ali Güzelyüz, Dr. Ekrem Tak ve Ok. Ahmet Eryüksel Beyefendileri de devreye sokarak, el birliğiyle kitap bugünkü durumuna getirildi. Ferit Devellioğlu’nun “Açıklama­ lar” 5. Maddede “Lügat Osmanltca ve öğretici olduğu için imlâ kurallarına bağlı kalınmamıştır” diye açıkladığı yazım özelliklerine müdahale edilmedi. Arapça terkip, tanım edatları, birleşik isimlerin yazımı günümüzdeki yazım şekline çevrildi. Bi-l-farz / bi’l-farz, hasb-el-kader / hasbe’l-kader vb. Göze çarpan dizgi ve imlâ hataları giderildi. Eklenmesi, sürekli istenen Arap harfli dizin hazırlandı ve kitabın sonuna eklendi. Her şey temenni edilen yolda sonuca ulaştı. Bütün bu çalışmalar Lûgat’ın değerini artırmak için verilmiş birer değerli emektir. Sayın Prof. Dr. Mustafa Çiçekler’e ve yukarıda adı geçen saygıdeğer arkadaşlarına, kitabın teknik hazırlığında emeğini esirgemeyen Hüseyin Karaer ve Ender Boztürk’e burada içtenlikle ve bütün saygımla ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, dilimizde kullanılmış ve kullanılmakta olan Arap­ ça ve Farsçadan geçmiş, günümüzde Osmanlı Türkçesi diye adlandırılan kelimeleri doğru okumak, doğru söylemek, doğru yazmak ve doğru anlamlarıyla öğrenebilmek için 47 yıldır kullanılan en güvenilir kaynaktır. 26’ncı baskı (2010), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’a üçüncü kez uygulanan geniş­ letme, geliştirme ve düzeltme çalışmalarının başlangıcıdır. Dizilmiş metni üzerinde işlem yapılabilecek teknik kolaylıklar sağlanmış olan bu eser, muhtevasıyla bundan böyle daha da geniş ve gelişmiş bir şekilde hizmetinizde olacaktır. AYDIN SAMİ GÜNEYÇAL Ankara, 20 Nisan 2010

AÇIKLAMALAR ı- Lûgat’in madde başı kelimeleri siyah, îzâhları 9,5 punto, Arap harfleri 11,5 punto siyah ile dizilmiştir. 2- Madde başı olan kelimelerin imlâsı, Arap harfleriyle yazılan imlâ esâsına göre alınmıştır: mahbûb, imtidâd, imtizaç... gibi. 3- Lügat’teki Arap harfleri, yalnız madde başı olan kelimelerin karşısında yer almıştır. 4- Söyleniş itibariyle bir olup, mânâca ayrı olan kelimeler, 1., 2., 3., ... numaralarla ayırdedilmiştir: 1. emsal (a. misl’in c.); 2. emsâl (a. mesel’in c.)... gibi. 5- Lügat, Osmanlıca ve öğretici olduğu için İmlâ Kılavuzu kurallarına bağlı kalınmamıştır. Madde başı olan kelimelerde bütün uzun vokaller, üzerlerine “ A” konularak işâret edildiği gibi, izahlarda da bugün uzun olarak telâffuz edilen vokaller aynı şekilde belirtilmiştir; yalnız bir karışıklığa meydan vermemek üzere “k ” ve “g” seslerinden sonra gelen uzun “a” ve “u” yu göstermek için bu işâret kullanılmamış, madde başının yanına: [“ka” uzun oku­ nur, “ga” uzun okunur] cümleleri ilâve edilmiştir. 6- Bir maddenin izahları arasındaki küçük farklar (;) ile ayrılmıştır: akıllı; uyanık... gibi. 7- Söyleniş îtibâriyle bir olup da, biri Arapça, diğeri Farsça olan kelimeler ayrı madde hâlinde alt alta yazılmıştır: ân (f.i.): güzellik câzibesi; ân (a.i.): pek az bir zaman... gibi. 8- Lügatte Arap harfleri bulunduğu için madde başı kelimelerinin transkripsiyonu gerekli görülmemiştir. 9- îki türlü okunabilen kelimelerin en yaygın şekli alınmakla berâber, arandığı zaman lügatte bulunamıyanları kalın veyâ ince şekilleriyle de aramak gerekmektedir: terakki - tarakkî; mübâdele - mubâdele; mürabbâ - murabbâ; ünvân - unvân; behhâs - bahhâs... gibi. 10- Arapçada bulunmayıp da Osmanlıcanın bir tasarrufu olarak Arapçanın kurallanna göre yapılmış kelimelere yer verilmiş ve bu kelimeler Osmanlıca demek olan (o) harfi ile işaret edilmiştir: tayyâre (o.i), mefkûre (o.i.), ensice (o.i.)... gibi. 11- Lügatte, müfettiş; muharrir; kâtib; vekâlet... gibi kelimeler alındığı için başmüfettiş; başkâtip; başvekâlet... gibi “baş-” ile başlayan birleşik kelimelere yer verilmemiştir. 12- Bî-, bîlâ-, lâ-, nâ-, gayr-, adem-i... gibi kelimeyi menfileştiren öneklerin hem ayrı ayrı mânâları, hem de bir kelimeye eklendiği zamanki mühim ve yaygın olan şekilleri alın­ mıştır. 13- -laşmak; -leşmek; -etmek; -olmak; -landırmak; ,.letmek; -latmak; -len-mek; -lanmak; -lık; -lik; -luk; -lük; -lı; -li; -lu; -lü; -sız; -siz; -cı; -ci... gibi son takılı Arapça ve Farsça kelimeler alınmamıştır. 14- Arapça veyâ Farsça bir kelimeye takılan -hâne; -zâde kelimeleriyle yapılan birleşik keli­ meler alınmış : hemşîre-zâde, birâder-zâde; devlet-hâne, mey-hâne... gibi. Türkçe kelimeye takılanlar alınmamıştır: döküm-hâne, dikim-hâne; dayı-zâde... gibi. 15- -dâr; -kâr; -keş; -gâh gibi son eklerin hem mânâları, hem de takıldığı Arapça veya Farsça kelime ile birlikteki izahları alınmıştır : haber-dâr, dil-dâr; garaz-kâr, füsun-kâr; esrar­ keş, dem-keş; karar-gâh, hâb-gâh... gibi. Türkçe kelimelere takılanlar alınmamıştır: emekdâr, bayrak-dâr... gibi.

XV

16- Birleşik kelime unsurları, birbirlerinden küçük çizgi (-) işâretleri ile ayrılmışlardır : cihânnümâ; hayır-hâh; vatan-perver... gibi. 17- Farsça sıfat veyâ izâfet terkiplerinde (isim veyâ sıfat tamlamalarında) iki kelime birbirin­ den -i işâreti ile ayrılmıştır. Türkçenin ses uyumu kurallarına göre bu -i harfi, -1, -u, -ü şekillerinde söylenirse de bu sesler lügatte -1 ve -i harfleriyle gösterilmiştir: arz-ı (u) hâl; kamûs-ı (u) Türkî; hüsn-i (ü) tabiat... gibi. Ancak, bu sıfat veyâ izâfet terkiplerinde (tamla­ malarda) ilk kelimesinin sonu bir a, u ile biterse, terkibin arasındaki -i harfi yerini -yi ye verir: süferâ-yi ecnebiyye; uzamâ-yi devlet... gibi. Yine “-yi” hecesi ses uyumu kurallarına göre konuşma dilinde : -yu, -yü şeklinde söyleniyorsa da lügat ,te “-yi” şeklinde gösterilmiş­ tir : Bâzû-yi (yu) merdân... gibi. 18- Bağlantı edâtı olan ve’ 1er, iki kelimeyi birbirine bağladığı için çizgisiz olarak u, ü şeklinde alınmıştır: ulum u fünun; kadr ü kıymet... gibi. Ancak, baştaki kelime bir vokalle nihâyet bulursa ortadaki bağlantı edâtı olan “ ü”, vü şekline girer : kazâ vü kader; safâ vü cefâ... gibi. 19- Madde başı kelimelerinin altına alfabe sırasiyle dizilmiş ve terkip (tamlama) hâlinde alın­ mış olan örnekler miniskülle, izahların arasında yer alan örnekler, yine alfabe sırasına göre, majüskülle dizilmiştir. 20- (*) işareti XX. yüzyılın néologisme (yeni kelimeler)’ini gösterir. 21- zarb = darb; zucret = ducret; fâzıl = fâdıl... gibi iki türlü okunabilen kelimeler her iki şeklîle de aranmalıdır. 22- Büyük harfle başlıyan has (*özel) isimlerden sonra gelen ilk harf veyâ heceden önce bir “apostrof’ konulmuştur: Ahmed’e, Ankara’ya, Hindistan’da... gibi. 23- dünyâ, güneş, cennet... gibi kelimeler, özel ad olarak değil de, bir sıfat, zarf ve bir deyim gibi kullanıldıkları zaman küçük harfle alınmışlardır. Meselâ : dünyâda olmaz (=kat’ iyen, aslâ olmaz); Bursa bir cennettir (=.... yeşilliği, bağ, bahçesi bol olan bir yerdir) cümlelerinde olduğu gibi. 24- Bâzı güç anlaşılabilecek terimlerin, her hangi bir karışıklığı ve iltibası önlemek üzere, Fransızca, Lâtince gibi karşılıkları da alınmıştır.

XVI

b ib l iy o g r a f y a

AH TERÎ KEBÎR. (Arapça - Türkçe Lügat) - Afyonkarahisarlı Şemseddin oğlu Mustafa. 1302. AKREBÜ-L-M EVÂRİD - Saîdü-ı-Hûrî. Beyrut 1833. ÂSİM

- KAM US t e r c ü m e s i - Firuzâbadlı Muhammed MecdUddin. Matbaa-i Osmaniye, İstanbul 1305.

efen d i

BÜRHÂN-I KATI' - Ahmet Asim. 1214. BÜ YÜ K OSMANLI LÜGATİ - Ali Rıza Alp, SabahatAlp. Ekicigil Matbaası, İstanbul 1958. ÇİÇEKLİ NEBATLAR (Phanerogamae) - Prof. Dr. Phil. Kurt Krause. Çeviren : Dr. Phil. Selâhattin Kuntay. Recep Ulusoglu Basımevi. Ankara 1939. ve OTOKRİTİĞİ - Prof. 0 . Gern Gross. T.C. Ziraat Vekâleti Köy ve Zirai Kalkınma Kongresi Neçriyâtı. Yaltrak Basımevi. Ankara 1938.

debagat m ad d eleri

DİVAN ŞİİRİANTOLOJÎSİ - Halil Erdoğan Cengiz. Bilgi Yayınevi. Ankara 1983. EDEBİYAT LÜGATİ - Tâhir Olgun. Aydınlık Basımevi, İstanbul 1937. EL-FERÂÎDÜ-D-DÜRRÎYYE (Vocabulaire Arabe - Français) - L B. Belot. Beyrut 1899. FERHENG-l NÂSIRÎ - Hidâyet. 1288. FERHENG-I ŞUÛRÎ. I ve II. - Hasan, İstanbul 1155. GENCÎNE -1 GÜFTÂR (Ferheng-i Ziyâ), (Farsçadan Türkçeye Lügat) - Ziyâ Şükûn. M aarif Matbaası, İstanbul 1944 İSLÂM ANSlKLOPEDÎSİ - Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1941 -1960. IZAH LI DÎVAN ŞİİRİ ANTOLOJİSİ - Necmeddin Halil Onan. M aarif Matbaası. İstanbul 1940. KA M Û S -1 FRANSEVl, (Fransızcadan Türkçeye lügat kitabi, dördüncü tab'ı) - Şemseddin Sâmi. Mihran Matbaası, İstanbul 1905. KAM Û S -1 FRANSEVl, (Türkçeden Fransızcaya lügat) - Diran Kelekyan. Âmedî Matbaası. İstanbul 1928. K A M .S -1 OSMÂNÎ - Mehmed Salâhi. Mahmut Bey Matbaası, İstanbul 1313. KA M Û S -1 TÜ RK l - Şemseddin Sâmi. ikdam Matbaası, İstanbul 1317. KILAVUZ SÖZLÜK (OsmanlIca - Türkçe, Türkçe - OsmanlIca) - Yaşar Nâbi. Ekin Basımevi, İstanbul 1961. KÜÇÜK LÜGAT (Türkçe - Fransızca) - w. Wiesenthal. Mahmut Bey Matbaası, İstanbul 1887. LEHÇE-Î OSMÂNÎ - Ahmet Vefik Paşa. İstanbul 1306. LES ARTS DECORATTFS TURCS - Celâl Esat Arseven. M illi Eğitim Basımevi. İst. LÛGAT-1 NÂCÎ - Muallim Nâci. Asır Matbaası. İstanbul. M ÜKEM M EL OSMANLI LÜGATİ - Ali Nazima. Hacı Hüseyin Efendi Matbaası, İstanbul 1319. N A ZA RI ve AM ELÎ TAKSÎM-Î A R A ZÎ - (Tevsi ve tashih olunmuş ikinci tab'ı). Mehmet Şevki, İstanbul 1331.

OSMANLICADAN TÜ RKÇEYE CEP KILAVUZU - Türk Dil Kurumu, Devlet Basımevi. İstanbul 1935. OSM ANLICADAN TÜ RKÇEYE SÖZ KA RŞILIKLA RI - Tarama Dergisi I. Türk Dil Kurumu. Devlet Matbaası, İstanbul 1934. OSM ANLICA - TÜRKÇE KÜ ÇÜ K LÜGAT - Ferit Devellioğlu. Tan Matbaası, İstanbul 1949. OSM ANLICA - TÜRKÇE SÖZLÜK - Mustafa Nihat Özön. Birinci basım 1952, ikinci basım 1955, üçüncü basım 1959. OSMANLI TÂRİH D EYİM LERİ VE TERİM LERİ SÖZLÜĞÜ - Mehmet Zeki Pakalm. M aârif Basımevi, İstanbul 1946 -1956. ÖRNEKLERLE TÜ RK ŞİİR BİLGİSİ - Cem Dilçin. T.D.K. Yayınları. Ankara. 1983. RESİM Lİ KA M Ü S-IO SM ÂN Î - Ali Seydî. Cihan Matbaası. İstanbul 1330. SON ASIR T Ü RK EDEBİYATI TÂRİHİ - Mustafa Nihat Özön. M aârif Matbaası. İstanbul 1941. ŞEMS-ÜL-LÜGA - 1 ve II. Farsça lügat. 1309. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ I - Türk Dil Kurumu. Cumhuriyet Basımevi. İstanbul 1943. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ II - (A - İ). Türk Dil Kurumu. Cumhuriyet Matbaası. İstanbul 1945. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ II - (K - Z). Türk Dil Kurumu. Türk Târih Kurumu Basımevi. Ankara 1953. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ III - Türk Dil Kurumu. Karınca Matbaası. Ankara 1954. TA N IKLARİYLE TA RA M A SÖZLÜĞÜ IV - Türk Dil Kurumu. Türk Târih Kurumu Basımevi. Ankara 1957. TA RA M A DERGİSİ I., (Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları) - Türk Dili Tetkik Cemiyeti. Devlet Matbaası. İstanbul 1934. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R I. - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi, İstanbul 1947. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R II. (Fasikül 1) - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1947. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R II. (Fasikül 2) - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1948. TÂRİH BOYUNCA GÜZEL Y A Z ILA R III. - Süleyman Şevket Tanlı. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1947. TERİM LER KILAVUZU - Mustafa Nihat Özön. Remzi Kitabevi. Ahmet Sait Matbaası. İstanbul 1948. TOPKAPI SARAYINDA II. SULTAN FÂTİH M EHM ET’E Â İT ESERLER - Türk Târih Kurumu Basımevi. Ankara 1953. TÜ RK ANSİKLOPEDİSİ - M illî Eğitim Basımevi. Ankara 1946 -1961. TÜ RK CİLT SAN ATI TÂRİHİ A RAŞTIRM ALARI. Vesikalar I - Rıfkı Melûl Meriç. Güven ve Sevinç Matbaası. Ankara 1954.

XVIII

TÜRKÇE IV (Türkçe Metinler l) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1945. TÜRKÇE V (Türkçe Metinler II) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. İstanbul 1945. TÜRKÇE VI (Türkçe Metinler III, Fasikül 1) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. Ankara 1946. TÜRKÇE V I (Türkçe Metinler III, Fasikül 2) - [Millî Eğitim Bakanlığınca kurulan özel bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.]. M illî Eğitim Basımevi. Ankara 1946. TÜRKÇEDEN FRANSIZCAYA YEN İ LÜGAT - Reşat Nuri Darago. Ahmet Sait Basımevi, İstanbul. TÜRKÇEDEN İNGİLİZCEYE LÜGAT KİTABI - James W. Redhouse. İstanbul 1921. TÜRKÇE SÖZLÜK - Türk Dil Kurumu. Cumhuriyet Matbaası. İstanbul 1945. TÜRKÇE SÖZLÜK - (3. baskı). Mehmet A li Ağakay. Türk Dil Kurumu. Yeni Matbaa. Ankara 1959. TÜ RK H U KU K LÜGATİ - [Türk Hukuk Kurumu tarafından hazırlanmıştır.]. M aârif Matbaası. Ankara 1944. TÜ RK KUM AŞ VE KADİFELERİ I - Tahsin Öz. M illî Eğ. Basımevi. İstanbul 1946. TÜ RK KUM AŞ V E KADİFELERİ II - Tahsin Öz. M illî Eğ. Basımevi. İstanbul 1951. TÜ RK KİTAP KAPLARI - Kemal Çığ. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslâm Sanatları Târihi Enstitüsü Yayınları. Sayı: 4. Feyz ve Demokrat Ankara Matbaası. Ankara 1953. TÜ RK LÜGATİ I - Hüseyin Kâzım Kadri. Devlet Matbaası. İstanbul 1927. TÜ RK LÜGATİ II - Hüseyin Kâzım Kadri. Devlet Matbaası. İstanbul 1928. TÜ RK LÜGATİ III - Hüseyin Kâzım Kadri. M aârif Matbaası, İstanbul 1943. TÜ RK LÜGATİ IV - Hüseyin Kâzım Kadri. Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1945. TÜ RK M ÛSİKİ LÜGATİ - A. Yılmaz Öztuna. (Mûsiki Mecmûası 15 - 91 fasiküllerde). İstanbul. Mayıs 1949 - Eylül 1955. TÜ RK NAKIŞ SAN ATI TÂRİHİ A RA ŞTIRM ALARI, Vesikalar I - Rıfkı Melûl Meriç. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk ve İslâm Sanatları Târihi Enstitüsü Yayınları. Feyz ve Demokrat Ankara Matbaası. Ankara 1953. YEN İ TÜRKÇE LÜGAT - M. Bahaeddin. (ikinci tab’ı). Evkaf-ı İslâmiye Matbaası. İstanbul.

XIX

KISALTMALAR

ahi. aim. anat. ask. astr. b. biy. bkz. bot. c. c. coğr. cü. d. den. d. huk. dey. ed. est. f. fels. fer. fık. fi. fiz. fızy. fr. geo. 8r٠ grk. g.s. ha. hak. hek. h.i. huk. Hz. i. ing. it.

arapça ahlâk almanca anatomi askerlik astronomi birleşik biyoloji bakınız botanik cemi ceminin cem’i coğrafya cümle doğum denizcilik devlet hukuku deyim edat edebiyat estetik farsça felsefe ferâiz fıkıh fiil fizik fizyoloji fransızca geometri gramer grekçe güzel sanatlar harf hakkında hekimlik has isim hukuk Hazret-i isim İngilizce isim tamlaması

jeod. jeol. kirn. koz. leng. lat. m. mad. mant. mat. mec. mece. meteor. muh. miien. muz. o. 6. ped psik. rub. sosy. st. siil. t. tas. tic. top. trig. vak. v.b. vet. yun. zf. zm. zir. zool.

jeodezi jeoloji kimya kozmografya lengüistik lâtince masdar madencilik mantık matematik mecazen mecelle meteoroloji muhacir müennes müzik nida osmanlıca ormancılık ölüm pedagoji psikoloji rubâî sıfat sosyoloji sıfat terkibi sülâsî türkçe târih tasavvuf terkip ticâret topografya trigonometri vakıf ve başkaları, ve benzerleri benzerler veteriner yunanca zarf zamir ziraat zooloji

LUGAT

Aa

â ٤ ، ، * J (ha.) ‫ ؛‬Osmanlı alfabesinin ilk har­ fi olan elif ile yirmi birinci harfi olan ayın harfleri, Türk alfabesindeki a veya â işâretleriyle karşılanır. a T (a.f.n.) : 1. kelimenin sonuna gelen ve “ey!” mânâsını veren bir nidâ edâtıdır: cânâ (ey cân); zâhidâ (ey zâhid) .. gibi. 2. sesli ile bi­ ten has isimlerin sonuna gelirse a harfi yâ şeklini alır : Nâbiyâ (ey Nâbi) ; Bâkiyâ (ey Bâki).. gibi. 3. iki aynı veyâ iki ayrı kelime arasına sıkışarak sözün mânâsını kuvvetlen­ dirir : rengârenk; lebâleb; gûnâgûn.. gibi, âb ،->T (f.i.) : 1. su. (bkz : mâ'), âb-ı âbistenî : 1. gebeliğe sebebiyet veren su, menî; 2) nebatların yetişip büyümesine se­ bep olan su ve yağmur, âb-ı adâlet; doğruluğun feyz ve bereketi, âb-ı ahmer (kırmızı su), âb-ı âteşin (ateşli su), âb-ı âteş-mizâc (ateş mizaçlı su), âb-ı âteşnâk (ateşli su), âb-ı âteş-nümâ (ateş göste­ ren su/ateş görünümlü su), âb-ı âteş-pâre (ateş parçası gibi su), âb-ı âteş-reng (ateş renkli su), âb-ı âteş-zây (ateş doğuran su), âb-ı âteş-zede (ateş vurmuş su/ateşe çalan su), âb-ı âzer-âsâ (ateş gibi su), âb-ı âzer-sâ (ateş gibi su), âb-ı ergavânî (erguvan rengindeki su) : 1) kırmızı şarap; 2) (haksızlığa uğrayanın döktüğü) göz yaşı, âb-ı Âmû : Amuderyâ suyu, âb-ı âşâmî: içilir su. âb-ı bâde-reng : 1) şarap rengindeki su; 2) kanlı göz yaşı.

âb-ı bârân : ı) yağan su, yağmur; 2) yağmur suyu. âb-ı beka, âb-ı câvid, âb-ı câvidân, âb-ı cevânî, âb-ı hayât, âb-ı hayvân, âb-ı hızır, âb-ı zindegânî, âb-ı zindegî: nerede oldu­ ğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'ül-hayât). âb-ı beste : 1) donmuş su, buz, dolu, çiy; 2) mec. billur, sırça; şişe, âb-ı bün : çok zaman köhne ve içi boş ceviz ağaçlarının köklerinde bulunan zamka ben­ zer bir nesne, ağaç karası, âb-ı ciğer : 1) ciğer suyu; 2) göz yaşı, âb-ı ciğer-hûn (ciğeri kanayanm suyu) : ke­ derden dökülen göz yaşı/kanlı göz yaşı, âb-ı çeşm : göz yaşı. âb-ı dehân, âb-ı dehen : ağız suyu, salya, âb-ı dendân : 1) diş suyu, salya, tükürük; 2) tükürülüp atılmış şey; 3) dişin güzelliği, âb-ı dîde : 1) göz suyu, göz yaşı; 2) mütevâziyâne bakış. âb-ı dîde-i câm : (bardağın, kadehin göz yaşı) : şarap. âb-ı engûr (üzüm suyu): şıra, şarap, âb-ı eyyâm (günlerin suyu = güzelliği): 1) gü­ neş ışığı. 2) ay ışığı. âb-ı füsürde : 1) donmuş su, buz; dolu; kar; 2) pelte; 3) mec. kılıç, hançer; 4) billûr, şişe, âb-ı gerdende (dönen billûr) : gök kubbesi/ gökyüzü. âb-ı gûşt; et suyu. 1

âb-ı güşâde âb-ı güşâde (açılmış s u ): sulandırılmış şarap, kötü şarap; beyaz şarap veyâ rakı, âb-ı güvârâ : hazmı kolay, içimi güzel su. âb-ı haclet: utanma teri, âb-ı harâbât (harâbelerin = meyhânelerin suyu): şarap. âb-ı harâm (yasak su ): şarap, âb-ı hasret: kederden dökülen göz yaşı, âb-ı hâtır (hatırın suyu = güzelliği) : güzel muhayyile. âb-ı hayât (hayat suyu) : 1) içene ebedî hayat bağışlayan efsânevî su; 2) mec. çok tatlı ve hafif su. âb-ı hayât-ı la'l: dudağın âb-ı hayâtı, dudağın cana can katicı hassası, âb-ı hayât-ı tesliyet: teselli âb-ı hayâtı, âb-ı hazân (sonbahar suyu) : sonbahar yağ­ muru. [bitkilere ve insanların sıhhatine za­ rarlıdır]. âb-ı hufte (uyuyan s u ): 1) durgun su; 2) don­ muş su, buz; kar; dolu; kırağı; çiy, şebnem; 3) billûr; 4) cam; 5) bardak; şişe; 6) kınında bulunan kılıç ve benzerleri, âb-ı hurdenî: içilir su, içme suyu, âb-ı hûrşîd (Güneşin suyu) : 1) güneş ışı­ ğı; 2) ebedî hayat veren su. (bkz : âb-ı beka v.b.). âb-ı huşk (kuru s u ): 1) billûr; 2) cam; 3) cam veya billûr bardak; 4) şişe, âb-ı İskender : (bkz : âb-ı hayât), âb-ı işret (işret suyu): şarap, âb-ı kâr (işin suyu) : işin parlak gidişi, başarı, refah; nutfe, döl suyu, âb-ı kebûd (mâvi su ): Çin denizi, âb-ı kevser : 1) Cennet’teki sulardan biri. 2) müz. adına anonim bir edvâr-ı ilm-i mûsikîde rastlanan makam. âb-ı la'lî 1 ‫ )؛‬lâl renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı, âb-ı lûtf (lütfün suyu, yağmuru) : lütufkârlık, âb-ı meleh : çekirge suyu, (bkz: âb-ı mür­ gân). âb-ı Meryem : 1) Meryem suyu, çeşmesi [Hz. Meryem'in doğruluğundan, nâmus ve iffe­ tinden kinâye olarak] ; 2) Hz. Meryem'in doğruluğu ve iffeti; 3) şıra; 4) şarap, âb-ı mey-gûn : 1) şarap renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı. 2

âb-ı muallâk: ı) gök; 2) güzellerin çenesi, âb-ı musaffa : tasfiye edilmiş, temizlenmiş su, saf su. âb-ı mün'akid (donmuş su): 1) buz; 2) kılıç, hançer; 3) şişe, billûr. (bkz: âb-ı müncemid). âb-ı müncemid (donmuş su): 1) buz, kar, dolu, kırağı, çiy; 2) billûr; 3) cam; 4) billûr veyâ cam bardak veyâ şişe; 5) kılıç; hançer, kama. âb-ı mürde : donuk, akmayan su/durgun su. âb-ı mürgân : 1. kuşların suyu. 2. [Y.W. Redhouse'a göre] Şiraz civârında bir suyun adı. 3. efsânevî bir çeşme olup; suyu nereye gö­ türülürse götürülsün içinden sığırcık kuş­ ları çıkar ve orada bulunan çekirgeleri yer. [Ferheng-i Ziyâya göre : 1) Şiraz civârında bir gezinti yeridir ki, halk Recep ayında her salı günü eğlenmek için oraya gider; 2) Fars ile Irak arasında bulunan Semirem kasaba­ sında bir pınardır ki bir yere çekirge musal­ lat olduğu zaman o pınardan şişe içine biraz su alarak çekirgelerin bulunduğu yere gö­ türürler, yolda birçok sığırcık kuşları şişeyi götüren kişinin ardına düşer ve çekirgelerin üşüştükleri yere gelince sığırcıklar, çekirge­ lerin hepsini telef ederler]. âb-ı mürvârîd : 1) inci suyu [aydınlıktan kinaye olarak]; 2) göze su inmek tâbir olu­ nan bir hastalık, âb-ı nâb (saf su) : şarap, âb-ı nâfi' (faydalı su) : şarap, (bkz : ebû nâfı). âb-ı nâr (ateşin/nar suyu): kırmızı şarap, âb-ı nârdân : 1) yabâni nar suyu; 2) kırmızı şarap; 3) kan; 4) göz yaşı, âb-ı neşât (neşe suyu): menî, mezî. âb-ı puhte : 1) kaynamış su; 2) et suyu; 3) pelte/umaç aşı. âb-ı püşt (bel suyu) : 1) menî, nutfe; 2) mun­ dar ilik. âb-ı rengin : 1) renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı, âb-ı revân : 1) akar su; 2) mec. hayat, âb-ı rez, âb-ı rezân (asma kütüğünün suyu) : şarap. âb-ı rû(y) : 1) yüzsuyu; 2) ırz, nâmus, şeref, haysiyet, yüz aklığı, (bkz : tezellül). âb-ı rûşen : 1) yüz suyu; 2) ırz, nâmus, şeref, haysiyet.

âbân

âb-ı sebiik (hafif su ): kolay hazmedilebilir şey. âb-ı siyâh : ı) siyah su; 2) tûfân; 3) şarap; 4) karasu illeti, glokom, âb-ı surh : 1) kırmızı su; 2) şarap, âb-ı sükûn : İran'da yari kurumuş büyük bir göl ve bu göle dökülen bir ırmağın adi. âb-ı şakayık: 1) şakayık suyu; 2) şarap; 3) göz yaşı. âb-ı şeng : (bkz : âb-zen). âb-ı şengerfi: 1) al renldi su; 2) şarap/kırmızı şarap; 3) göz yaşı/kanlı gözyaşı, âb-ı şîrîn : tatil su, şerbet, âb-ı şor : 1) acı su. (bkz : ücâc); 2) göz yaşı, âb-ı tarab : 1) İnşirâh suyu; 2) şarap, SÜCİ. âb-ı Teberistan : Taberistan veyâ Mazenderan denden bir dağ tepesindeki pınar, [bir kimse 0 suya "dur!" derse durur, "ak!'' derse akarmış]. âb-ı Teberime : Suriye'nin Teberiyye kasabasında, suyu yedi sene akan ve yedi sene kesilen bir pmar İmiş, âb-ı telh 1 ‫[ )؛‬acı su] şarap;'2) göz yaşı, âb-ı tîg : kılıcın suyu, âb-ı y âk u t: (yâkut gibi su ): kırmızı şarap, âb-ı yeh : 1) eriyen buzun suyu; 2) buzlu su. âb-ı zehre : 1) safra suyu, safra; 2) şarap; 3) şafak ışığı. âb-ı zer : 1) altın suyu, ince toz hâlinde öğütiiliip zamkla suda eritilmiş ve yaldızlama İşlerinde kullanılmış olan altm varak; 2) safran suyu; 3) altm renkli şarap, âb-ı zerd : 1) sari su; 2) kederden dökülen gözyaşı. âb-ı zîndegânî: (bkz : âb-ı hayât), âb-ı zindegi: (bkz ‫ ؛‬âb-ı hayât), âb-ı zîr-i kah : 1) farkına varılmadan Sizan su; 2) gizli veya tanınmayan kabiliyet; 3) entrikacı, mürâî, saman altından su yürüten; 4) dolap, desise, entrika, âb-ı z ü lâ l: 1) berrak su; 2) billûr; 3) cam. âb ü dâne : su ve ekmek, (bkz : kısmet, rızk), âb ü k i l : 1) su ve kil (= arz); 2) fânî vücut, âb ü tâb : 1) güzellik, parlaklık, tazelik. 2) tarz, âdet, yol. 3) Ağustos ayı. âb (a.i.): ayıp, nakisa, kusur, (bkz : ayb). abâ ‫( ﻋﺒﺎﺀ‬a.i) : 1. yünden yapılmış kaba kumaş, aba. 2. bu kumaştan yapılmış bol, geniş gi-

yecek. [mec. dervişlik, şeyhlik], (bkz : Â1-İ abâ). a'bâ ‫( اﻋﺒﺎ‬a.i.c.): 1. yükler, ağırlıklar. 2. mes'ûliyetler, *sorumluluklar. 3. ‫ ؟‬ift denk veyâ sandık. âbâ ‫( آﺑﺎﺀ‬a.i. eb'in c.) : 1. babalar. 2. gök küreleri, seyyâreler, gezegenler, âbâ-iken îsâi^e : kilise ileri gelenleri, âbâ-i u lv ic e : 1. felekler ve gezegenler. 2. yüksek babalar. âbâ ve ecdâd : atalar, babalar ve dedeler, ab'âb ‫( ﻋﺒﻌﺎب‬a.s.) : 1. uzun boylu adam. 2. sözü karnından söyler gibi görünen [adam], fr. ventriloque. âbâb ‫( آﺑﺎ ب‬a.i. ebb'in c.) : otu ‫ ؟‬ok olan yerler, mer'alar, ‫ ؟‬ayırlar. ab-âbi^et ‫( ﻋﺒ ﻌﺎﺑﻴ ﺖ‬a.i.) : sözü kanından söyİermiş gibi konuşabilme. a'bâd ‫ ا د‬٠‫( اﺀ‬a.i. abd'in c.) : köleler, (bkz : abid, İbâd). âbâd ‫( آﺑﺎد‬a.i. ebed'in c.) : sonsuz gelecek zamanlar. âbâd ‫( آﺑﺎد‬f.s.) : 1. mâmur, şen, bayındır. 2. f. e. ‫ ؟‬okluk bildirir. Şems-âbâd : güneşi'bol olan yer. Feyz-âbâd : feyizle dolu olan yer. âbâdân ‫( آﺑﺎدان‬f.s.) : şen,mâmur,bayındır, âbâdânî ‫( آﺑﺎداﻟﻰ‬f.i.) mâmurluk, şenlik, bayındirlik, (bkz : âbâdî', umrân). âbâdî ‫( ﴽ ﺑ ﺪ ى‬fi.) : 1. mâmurluk, bayındırlık, şenlik. 2. Hind'in Devlet-âbâd şehrinde ipekten yapılma bir ‫ ؟‬eşit ince veya kalın yazı kâğıdı, abâdile ‫( ﻋﺎدﻟﻪ‬a.i. Abdullah'ın c.) : Abdullah admda olan kimseler. [Hz. Muhammed zamânmda.bu adda 220 kişi vardı]. Harbü'1Abâdile (Abdullahlar harbi) : Abdullah adil dört kumandanın bulunduğu harb. âbâft ‫( آ ﺑ ﺎ ك‬f.i.) : gayet şık, saglam ve kalın kumaş. (bkz : âbeft). âbâl ‫( ﴽﺑﺎ ل‬a.i. Ibü'in c.) develer, âbâm ‫( آﺑﺎم‬f.i.) : ı.kule. 2. gübrelerini toplamak üzere güvercinler İ‫ ؟‬in yapılan, kule. 3. bur‫ ؟‬lar mıntakasınm bir işareti, âbân ‫( آﺑﺎن‬f.i.) : 1. Güneşin akrep burcu'na girdigi Güneş yılının sekizinci ayı. 2. Güneş ayınin onuncu günü. 3. eski Acem (Iran, Fiirs) an'anesine göre, Güneş yılının sekizinci ayında meydana gelen işlerin ilerlemesine

âbân.gâh

vekil tâyin edildiği farz olunan bir melegin adi. âbân-gâh ‫( آﺑﺎ ﻧﻜﺎه‬f.b.i.) : 1. Güneş yılının onuncu günü. 2. bu onuncu güne me'mur farzolunan meleğin adi. [eski Fiirs inanışına göre o gün yağmur yağarsa erkeklere, yağmazsa kadınlara âit 'sanılır ve hangi sınıfa âit ise onlar suya girip yıkanırlar ve birbirleriyle su serpişip eğlenirlermiş]. abâ-pûş ‫( ﻋ ﺎ س‬a.f.b.i.) : ı.aba giyen, dervi?. 2. rind.3 ٠fakir. âbâr ‫( آ؛أر‬a.i. bi'r 'in c .) : su kuyuları, âbâr ‫( آﻷر‬f.i.): hesap defteri, âbâr-gîr ‫( آ ﺑ ﺎ ر ر‬f.b.s.): hesap defterlerini tutan, muhasebeci, *sayman. âbât ‫( ﴽﺑﺎ ط‬a.i. ibt veyâ ıbıt'ın c .) : koltuk altları, abb ‫ب‬٠‫( ﺀ‬a.i.): I?ık. (bkz : nûr, ziyâ') abbâs (a.i.) : ı.arslan. (bkz: esed, gazanfer, ?îr). '2. Peygamberimizin amcalarından, Mekke fethinde Müslüman olan zât.

âb-dâr ‫( آﺑﺪار‬f.b.s.) : 1. sulu, tâze. 2. parlak. 3. saglam vücutlu. 4. nükteli. 5. zarif, güzel. 6. ho?. 7. i. su veren hizmetçi, âb-dendân ‫( آﺑﺪﻧﺪا ن‬f.s.) : ?açkın, saf, bön; maglûp,âciz [kimse]. âb-dest ‫( آﺑﺪ ت‬f.b.i.): 1. namaz vesâire İçin din İcâbına göre el, ağız (bkz: mazmaza), burun (bkz : istinçak), yüz; dirseklere kadar kollan ve açıkkemigi üstüne kadar ayakları yıkama, kulaklara, boyuna ve ba?a meshetme (bkz : vuzû'). 2. el yıkama suyu. 3 ٠gaita ve idrar çıkarma ameliyesi; gaita; idrar. 4. paylama, azarlama, [...ini almak, ...ini vermek fiilleriyle kullanılır]. âbdestân, âbdest-dân ‫ آﺑ ﺪ ﺳﻌﺪان‬، ‫( آﺑ ﺪ ﺳﺘﺎن‬f.b.s.): abdest, su ibrigi. âbdest-hâne ‫( اﺑﺪ ﺳ ﺨﺎﻧﻪ‬f.b.i.): 1. aptesâne, ayak yolu, hela, (bkz : âb-rîz). 2. abdest alacak yer. âbdestlik ‫( آﺑ ﺪ ﺳﺘﻠ ﻚ‬f.t.b.i.): bir nevi kısa cübbe, âb-dih ‫( آ ب ده‬f.b.i.): zariflik ve güzellik veren [süs].

Abbâsî ‫( ﺑ ﺎ س‬a.s. c. Abbâsiyân, Abbâsiyyûn) : abdü'l-lezîz ‫( ﻋﺒﺪ اﻟﺬﻳﺬ‬a.b.i.).: Akdeniz bölgesin1. Hz.Abbâs'amensûp0İan.2. i.Emeviler'den de ve Afrika'da yetişen bir ağacın dut kurusonra kurulan halifelik. (750-1258). 3. i. Iran suna benzeyen yagil ve taflımsı bir meyvası. şâhı Abbas taraftndan çıkarılan para. (bkz: habbü'1-lezîz). Abbâsiyân (f.i.); Abbâsiyyûn (a.i.) ،‫ﻋﺒﺎﺳﻴﺎن‬ ‫ ﺳ ﻮ ن‬١‫( ب‬Abbâsi'nin c .) : Abbâsî halîfeleri, âb-bâz ‫( آ ب ﻷز‬f.b.s.): su cambazı, âb-berîn ‫( آ ب رس‬f.b.i.) : nehir. Irmak ve çağlayan kenarlarında suyun şiddetle dökülmesinden meydana gelen İÇİ oyulmu? kovuk. âb-câme ‫( آ ب ﺟﺎﻫﻪ‬f.b.i.): su kabı, âb-çerâ ‫( آ ب ﺟﺮا‬f.b.i.): kahvaltı, âb-çîn ‫( آﺑﺠﻴﻦ‬f.b.i.): ölü yıkayıcıya âit ve ölüyü kurulamaya yarayan peştemal, bez. abd ٠‫( ﺀب‬a.i.c. İbâd, â'bâd, abid): köle, kul. (bkz : bende). abd-i âsim : günahkâr, suçlu kul.

abede ‫( ﻋ ﺪه‬a.s. âbid'in c.) : İbâdet edenler, tapmanlar. abede-i esnâm) abede-i evsân : puta tapanlar. âbeft ‫( آﺑﻔ ﺖ‬fi.), (bkz: âbâft). âbek ‫( آد ى‬fi.) : 1. sulu, su dolu olan ?eyler. 2 .Civa. (bkz: zibak). 3 .kabarcık denflen sivilce, çıban. a'bel ‫( اﻋﺒﻞ‬a.s.): 1. çok sert [ta?]. 2. i. ta?lık dag. âb-endâm ‫( آ ب اﻧﺪام‬fb .i.): giizel, tenâsüplü endam; güzellik. âb-endâz ‫( آ ب اﻧﺪاز‬fb .i.): su mühendisi. Aber ‫( ﻋﺎﻳﺮ‬a.h.i.): Nûh'un erkek torunu,

abdâlân ‫( آﺑﺪا ﻻ ن‬f.i. abdâl'ın c.) : abdallar [bunlar 7,40,70 olarak sayılır],

aberât ‫( ﺑ ﺮا ت‬a.i. abre'nin c .) : göz yaşlan, abes ‫( ﻋﺒﺚ‬a.s.): boş, saçma [şey]. Abesle iştigal etm ek: bo? şeylerle uğraşmak, abes-gû ‫( ﺑ ﺘ ﻜ ﻮ‬a.fb.s.) : boş söz söyleyen, saçma konuşan. abesiyyât ‫( ﻋﺒﺜﻴﺎت‬a.i.c.) : işe yaramaz şeyler, -'Saçmalıklar, (bkz: tiirrehât)

âb-dân ‫( آ د ا ن‬fb .i.): 1. su kabı, kova. 2. sidik kavugu, mesâne.

âb-gâh ‫( آﺑﻜﺎه‬fb.i.) : ı.su biriken yer, havuz. 2. anat. karnin, kaburga kemikleri kıkırdağı

abd-i m üçterâ: para fle satın alınmış köle, abdü'l-kadîr : 1. Allah'ın kulu; 2. erkek adi. âb-dâde ‫( آ ب داده‬f.b.s.): su verilmiş, sulanmış, abdâl ‫( آ دا ل‬a.i. bedil'in c.). (bkz: ebdâl).

4

âbişten-gâh ve kısa kaburgalar altında olan nâhiyesi, boş böğür. âb-gîne 4 ‫( \ ﻝ‬f.b.i.) : 1. billûr. 2. şişe, sürâhi; kadeh. 3. ayna. 4. elmas. 5. kılı‫ ; ؟‬bı‫ ؟‬ak. 6. göz yaşı. 7. sevgilinin kalbi. 8. şarap, âb-gîr j U (f.b.i.) : 1. su biriken yer, havuz. 2 ٠dokumacı fırçası. âb-gûn ‫( ﴽ ﻛ ﻮ ن‬f.b.s.) : 1. suya benzer. 2. mâvi renk. 3. i. gök. 4. parlak [kılı‫ ؟‬v.b.l. 5. i. nişasta. âb-gûn kafes ‫( آﺑﻜﻮن ﻗﻨ ﺲ‬f.b.i.) : gökyüzü, abher ‫ﻫﺮ‬٠‫( ﺀ‬a.i.) 1. nergis ‫ ؟‬i‫ ؟‬eği. 2.yâsemin. 3. zerrinkadeh çiçeği. 4. dolu kap, dolu kadeh. a b h e r it ^ ^ (a.s.) : nergis gibi, nergisimsi. âb-hest ‫( آ‬f.b.i.) : bozulmuş meyva [kavun, karpuz v.b.]. âb-hîz ‫ز‬٠‫( آ ب خ‬f.b.i.) : ‫ ؟‬ok yükselen su dalgası, âb-hûn, âb-hûst ‫ آﺑ ﺨ ﻮ ﻣ ﺖ‬، ‫( آﺑﺨﻮن‬f.b.i.) : 1. ada. 2. sel suyunun oyduğu ‫ ؟‬ukur, kovuk. 3. orman İçinde bataklık. 4. ‫ ؟‬eşme; su yolu. âb-hûr, âb-hûrd ‫ ﴽﺑﺨﻮرد‬، ‫( آﺑﺨﻮو‬f.b.s.) : 1. su İ‫_ ؟‬ miş olan [kimse]. 2. i. su ve yemek. 3. i. günlük yiyecek. 4. i. nasip, kısmet. 5. i. kısa bir istirahat İ‫ ؟‬in durma. 6. i. içilecek su kabı. 7. i. İ‫ ؟‬me suyu bulunan yer. âb-hurde ‫( آﺑﺨﻮرده‬f.b.s.) : su İ‫ ؟‬en. âbık ‫( آ ق‬a.s.) : 1. sebepsiz olarak efendisinin yanından kaçan köle. 2. Civa. (bkz : âbek, zibak). âbî ‫( اﻳﻰ‬a.s. İbâ'dan) : ‫ ؟‬ekinen, nazlanan, sakinan; tiksinen. âbî ‫( ا ى‬f.i.) : 1. ayva. 2. s. suda yaşayan ve suda hâsıl olan. 3. s. a‫ ؟‬ık mâvi. abid (a.i. abd'in c.) : kullar, köleler, (bkz : a'bâd). âbîd ‫( آ د‬a.i.c. : evâbid) : mesel, *yanıltma‫ ؟‬, âbîd ‫ر‬ (a.s. ibâdet'den. c. : abede; miien. âbide) : İbâdet (kulluk) eden, tapınan (bkz : zâhid) . âbîd ‫( ا ب‬f.i.) :kıvılcım, âbid-âne ‫( ﻋﺎﺑﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.) : İbâdet edene yakışacak bir sûrette. (bkz : zâhidâne). âbidât ‫( آﺑﺪا ت‬a.i. yanlış olarak âbide'nin c.) ‫إ‬ anıtlar. âbidât-ı islâmiyye: İslâm medeniyeti anıtları, âbidât-ı kadime: ilk ‫ ؟‬ağlardan kalma anıtlar.

âbidât ‫( ﺀا؛دا ت‬a.i. ve s.) : İbâdet eden, İnanmış kadınlar. a'bide ‫( اﺀﺑﺪه‬a.i. abd'in c.) : köleler, âbide ‫( آﺑﺪه‬a.i.c. : evâbid). [âbidât yanlıştır]: yâdigâr kalacak eser, anıt. âbidevi ‫( آ د و ى‬a.s.): 1. âbide gibi, âbideyi andırır, ٠anıtsal. 2. ‫ ؟‬ok büyük, fr. ' ‫ا‬ (bkz: muazzam). âbidîn ‫( ﺀأﺑﺪﻳﻦ‬a.i. ve s. âbid'in c .) : İbâdet edenler; inanmışlar. âbü ‫( آﺑ ﻞ‬a.s.): 1. koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan [adam]. 2. ‫ ؟‬ayırda otlayarak suya muhta‫ ؟‬olmayan [haydan], âlîile ‫( آﺑﻠﻪ‬f.i.) : 1. sivilce, kü‫ ؟‬ük ‫ ؟‬iban. 2. su kabarcıgı. âbîle-i pistân : meme düğmesi, ucu. âbüe-i rûh-i felek : astr . yıldızlar, âbüe-i r û z : Güneş, (bkz: Âftâb, Hurşîd, Mihr, Şems). abir (a.i.) : ı.b ir ila‫ ؟‬terkibi, [bu terkip; beyaz sandal, sünbül kökü, kırmızı gül, turun‫ ؟‬ve İğde çekirdekleri, nâren‫ ؟‬gibi güzel kokulu bâzı otlarla bir miktar döğülmüş miskten meydana gelirmiş]. 2 ٠güzel koku, âbir ‫( ر‬a.s. ubûrdan. c . : âbirûn, âbirîn) : bir yerden ge‫ ؟‬en, geçici. âbirîn , âbirûn ‫ ر و ن‬، ‫ ن‬٠‫ر‬ (bkz: âbir).

(a.s. âbir'in c.).

abis ‫( ﻋﺎﺑﺚ‬a.s.): alaycı, saygısız, âbis ‫ س‬،‫( ﺀ‬a.s.): asık suratlı, yüzü ekşi [kimse], âbist ‫ ت‬٠‫( آس‬f.s.) : gebe, (bkz: âbistân,. abiste, abisten). âbistân ‫( ﴽ ﺑ ﺘ ﻦ‬f.s.) : 1. gizli, gizleme. 2. gebe, âbiste ‫ب‬ hâmile.

(f.s.) : 1. (bkz: âyiştene). 2. gebe,

abisten ‫( آ س‬f.s.) : 1. gebe, (bkz: hâmile). 2. dişi. âbisten-gâh ٥^ ‫( آ س‬f.b.i.) : 1. gebelik yeri, rahim, döl yatağı. 2. Dünyâ, âlem, âbisteni ‫( آ ﺳ ﻰ‬f.i.) gebelik, âbiş-hor ‫( ﴽﺑﺸﺨﻮر‬f.i.) : 1. [ha٣ an ve insan] sulama yeri. 2. İ‫ ؟‬me kabı. 3. günlük yiyecek. 4 ٠dinlenmek İ‫ ؟‬in kısa bir duraklama, âbişten-gâh ‫( آ ﺳﺘﻨ ﻜﺎ ه‬f.b.i.) ; 1. gizli yer, gizlenecek yer. 2. aptesâne (bkz : âbişt-gâh, âbiştgeh).

âbiş.-gâh, âbişt-geh

âbişt-gâh, âbişt-geh ‫ آﺑ ﺸﺘﻜﻪ‬، ‫( آ ﺳ ﻜﺎ ه‬f. b.i.) : 1. gizli yer, gizlenecek yer. 2. aptesâne. âbiye ‫( ا ب‬a.s.) : yüzünü Orfii ile örten utangaç İcadın veyâ kız. âbiye ‫ي‬ (a.s. müen.): güzel, zarif [kız), âb-kâme ‫( آﺑﻜﺎﻣﻪ‬f.i.) : 1. Bagdat ve Anadolu'nun bâzı Doğu dlerinde yapılan turşu ve salata nevinden bir katık. 2. ekşi hamurdan pişirilip sirkeye konulan ve turşu yerine kullamlan bir yiyecek‫ ؛‬piyaz; salata, âb-kâr ‫( ﴽﺑﻜﺎ ر‬f.b.i.): 1. sucu, saka. 2. sâki, kadeh sunucu. 3. şarap tüccarı. 4. şarap a^aşı. abkari (a.s.) : büyük bir ustalıkla İşlenmiş kumaşlara Sifat olarak : ince, çok giizel mânâsına gelen bu kelime, Yemen'in bir tarafında bulunan ve cinlerin oturduğu samlan Abkar şehrinin admdan almmıştır. âb-kend ‫( آﺑﻜﻔﺪ‬f.b.i'.) : 1. dere, su geçidi. 2. havuz. âb-keş ‫( آﺑﻜ ﺶ‬fb.s.) : 1. su çeken. 2. i. delikli kevgir. 3. i. sucu, saka. 4. i. sâkî, kadeh sunucu. 5. i. şarap tiryâkisi. âb-kûr ‫( آ ب ﻛﻮر‬f.b.i.) : lâğım çukuru, pisliğin alctığı yol ve delik. âblîse ‫( آ ﺑ ﺐ‬f.i.) tarlayı tohumlayan, ekinci, âblûc, âblûk' ‫ آﺑﻠﻮك‬، ‫( آﺑﻠﻮ ج‬fi.) '‫" ؛‬nöbet şekeri" denden''nebat şekeri", âb-nâk ‫( ﴽ ﺗ ﻚ‬f.b.s.): 1. sulu. 2. ıslak, nemli, âb-nâme ‫( آﺑﻐﺎﻣﻪ‬f.b.s.) : su münâsebetiyle yazılan şiir. âbnûs ‫( ﴽﺑﻮ س‬f.i.): abanoz denilen sert ve siyah bir ağaç. abnûsî ‫( ﴽ ﻣ ﺴ ﻰ‬f.b.s.): 1" abanoz‫ ؛‬abanozdan yapılmış. 2. abanoz gibi [siyah].'3. i. abanozcu. abnUsi^e ‫( آﺑﻐ ﻮﺑ ﻪ‬f.a.i.): bot. abanozgiller, fr. ebCnacdes. âb-râh, âb-râhe ‫ آ ب ر اﻫﻪ‬، ‫( آ ب راه‬f.b.i.): su yolu, mecrâ, kanal. âb-râne ‫( آﺑﺮاﻧﻪ‬f.b.i.): su yollarına ve borularına bakan mühendis,, su mühendisi, âbrâş ‫( آﺑﻮاش‬a.s.) : 1. alacalı, benekli [at]. 2 .beyaz ve kırmızı alaca renk. 3. vücudunda sam lekesi bulunan [adam]. abre ‫( ﻋﺒﺮه‬a.i.c.: aberât): göz yaşı, (bkz: âb-zîhy dem'). âb-rîz ‫( آﺑﺮﻳﺰ‬f.b.i. ve s .): 1. su akıtan. 2. aptesâne. 3. ibrik, çirkef çömleği, havruz, lâzımlık. 6

âbrûd ‫( آﺑﺮود‬f.b.i.); sünbül‫ ؛‬nilüfer, âbsâl, âbsâlân ‫ آ ﺳﺎ ﻻ ن‬، ‫( آﺑ ﺴﺎل‬f.i.) ٠٠ bahçe, pa koru. âb-seyr ‫( ﴽﺳﺴﺮ‬f.a.b.s.) : su gibi akan, yürüyü çabuk at. âb-süvâr ‫( ﴽ ﺑ ﻮ ا ر‬f.b.s.) : 1. su yüzünde yüz 2. SU yüzündeki kabarcık, âb-süvârân ‫( آد وا را ن‬f.b.i.c.) :'Suyun veyâ şa bin üzerindeki kabarcıklar, âb-şâr ‫( آﺑﺸﺎر‬f.b.i.): su şarıltısı, şelâle, âb-şîb ‫( ﴽ ﺿ ﺐ‬f.b.i.) dere gibi aşağı akan akıntı, akarsu. âb-şinâs ‫ ﺷﻄ ﺲ‬٠ ‫( آ ب‬f.b.i.), : 1. sudan anlay 2. su yolcu. 3. gemi kılavuzu, abt ‫( ﻋﺒﻂ‬a.i.) : 1. yalan. 2. şüphe uyandırıcı ] reket. âb-tâb ‫( ﴽ ﺗ ﺐ‬f.b.i.). (bkz : âb ü tâb). âb-tâbe ‫( آﻻﻷﺑﻪ‬f.b.i.) : 1. bahçıvan lcovası, ib) 2. Güneş biçiminde yapılan mücevher, (bl âftâbe*). âbû ‫( آ و‬f.i.): nilüfer çiçeği. abûs ‫وس‬٠‫( ﺀ‬.a.s. ubUsefden): somurtkan. abûsü'l-vech : suratı asık., asık suradı. âb-vend ‫( آ و د‬f.b.i.): su kabı, maşrapa, bard âb-verz ‫( آﺑﻮرز‬f.b.s.) : suda meşkeden, suda ' zen, yüzgeç. âb-yâr ‫( آ ﺳ ﺎ ر‬f.b.s.): 1. 'sulayan, sulayıcı. 2. ir feyizlendiren, bereked'endiren. âb-yârî ‫( آ ﺳﺈ ر ى‬f.b.i.) : 1. sulayıciidc. 2. m yardim. âb-yârî-i himmet: himmet yardımı., âb-zen ‫( آو ت‬f.b.i.) : 1. küçük havuz. 2. bar (bkz: âb-ı şeng). âb-zih ‫( آ ب زه‬f.b.i.) : 1. su sızıntısı, su kayn: 2. göz yaşı. ( bkz : abre, dem'), âb-zürüft ‫ ( آﺑﻨ ﺮﻧ ﺖ‬f.b.s.) : eskimiş, bozuln [kavun, karpuz gibi şeyler), âc & (a.i.): fildişi, baga. âc ‫( ا ج‬f.i.): bot. dgm [ağaç), acâc ‫ ج‬١‫( ىج‬a.i.): 1. bulut. 2. duman. 3. toz. acâfet ‫( ﻋﺠﺎﻓﺖ‬a.i.): zayıflık, çelimsizlik, acâib ‫( ﻋﺠﺎﺋﺐ‬a.s. acibe'nin c.) : çok tuhaf anlaşılmaz. acâîb-i Seb'a-İ âlem : dünyânın 7 acib 7 tane şaşılacak şeyi. [ı. Mısır pirami ri. 2. Bâbil'de Semiramis'in asma bal leri. 3. Zeus'un heykeli. 4. Rodos heyl

acem-pûselik

5. Efes'te Artemis-Diana ma'bedi. 6.Bodrum' (Halikarnas) da Mosoleus'un türbesi. 7. İskenderiye deniz feneri]. Acâibü'1-Mahlûkat (yaratıkların acâyipligi): XV. yüzyıl münşilerinden Yazicioglu Ahmet Bîcan'ın Arapçadan tercüme ettiği, yer, gök ve denizlerdeki garabetlerden bahseden eseri. acâibât ‫( ﻋ ﺠﺎﺑﺎ ت‬a.i. acâib'in c.) : 1. acâyip şeyler.2. normale aykırı gelen, yadırganan mahlûkları inceleyen flim.3. normale aykırı yaratılmış mahlûklar.

aceleteri ‫( ﻋﺠﻠﻪ‬a.zf.) : çarçabuk, (bkz: ale'1acele). acem ‫( ﻋﺠﻢ‬a.i.): harflere nokta koyma. Acem ‫ل‬٠‫( ﺀج‬a.i.c. : a'câm) : 1. Arap olmayan, Araptan gayri olan kavim. 2. îranhlar. A'cem ‫ ﺀ ﺟ ﻢ‬١ (a.i.c. : eâcim) : Arap kavminden olmayan kimse. acem-âne ‫( ﻋﺠﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : Acemlere yakışırca-

Sina.

acâlet ‫( ﻋﺠﺎﻟ ﺖ‬a.i.). [asil ; icâlet'dir]. (bkz: İcâlet).

acem-aşîrân (makamı) (‫ا ﻋﺸﺮان )ﻣﻘﺎﻣﻰ‬٠‫ﺀج‬ (a.f.b.i.) : müz. Tiirk musikisinde kullanılan ?ed makamlardan biri. Bu makam çârgâh makamının acem-açîrân perdesi üzerine nakledilmiş şeklidir. Dominantı çârgâh, tonikası Acemaşirân perdeleridir, acem-aşîrân (perdesi) (‫ﻋﺠﻢ ﻋﺸﻴﺮان )ﻳﺮده ﺳﻰ‬ (a.f.t.b.i.) : miiz. aralıkları birbirine müsâvî olmayan 24 dereceli Türk musikisi ses dizisinin kaba çârgâhdan başlamak iizere dördüncü perdesinin adi.

acâleten ‫( ﻋﺠﺎﻟﻪ‬a.zf.) : [asil: icâleten'dir]. (bkz : icâleten).

acem-ırak ‫( ﻋﺠﻢ ﻋﺮاق‬a.b.i.) : müz. adına anonim bir edvarda rastlanan isim.

a'câm ‫ ﺀﺟﺎم‬١(a.i. Acem'in c.) : Acemler, Arap olmayan kavimler, Iranlilar. (bkz : eâcim).

acemi (a.s.c. : acemiyân) : 1. tecrübesiz, toy. 2. îranlı.

âcâm ‫( آﺟﺎم‬a.i. ecme'nin c.) : meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.

a'cemî ‫ ى‬٠‫( اﺀج‬a.f.s.) : 1. Arap olmayan, îranlı. 2. Acemce. 3 ٠beceriksiz [kimse]. 4 ٠dilsiz.

âcân ‫( اﺟﺎن‬f.i.) : polis,

acem-istân ‫ن‬-

âcâr ‫( ﴽﺟﺎر‬a.i. ecr'in c .) : kirâlar, mükâfatlar,

acemiyân ‫ ن‬(a.f.b.s. acemi'nin c.) : 1. tecrübesizler, toylar. 2. îranlılar.

acâiz ‫( ﻋﺠﺎﺋﺰ‬a.s. acûz ve acûze'nin c.) : koca kanlar. âcâk ‫( آﺟﺎك‬f.i.): toprak, (bkz : hâk), âcâl ‫( ﴽ ﺟﺎ ل‬a.i. ecel'in c.) : vâdeler, tabii ömrün sonları, gayetler, ölümler, acâle ٠ ‫( ا‬a.i.). [asil: İcâle'dir]. (bkz : İcâle).

acc ‫( ﻋﺞ‬a.i.): bağırma, na're. âcc ‫م‬

(a.s. müen. âcce): kalabalık,

accâc ‫( ﻋﺠﺎج‬a.s.) : 1. gürültülü. 2. ftrtinali, rüzgârlı; soyu temiz [at], âce ٠‫( ﺀاج‬a.s.) bir tâne fildişi, aceb ‫( ﻋﺠ ﺐ‬a.i.) : acabâ, hayret, gariplik, şaşılacak şey. a'ceb ‫( اﻋﺠﺐ‬a.s.): (daha, çok, pek) acâyip, tuhaf ve garip olan. a'cebü'l-acâib : 1) çok garip ve gülünç olan, (bkz: garib). 2) Manyas'li Mahmut'un dine ve hekimliğe âit eseri. acebâ ‫( ﻋ ﺠﺎ‬a.e. acib'den) : şüphe ve tereddüt bildiren edat, acaba, (bkz âyâ). a'cef ‫( اﻋﺠﻒ‬a.s.): ince, zayıf, a'cel ‫ ل‬٠‫( ا ﺀ ج‬a.s.): pek acûl> çok acele eden, acele ‫( ﻋﺠﻠﻪ‬a.i.) : çabuk, çabukluk, (bkz: İsti'câl).

(a.f.b.i.): Iran ülkesi.

acem-kürdi ‫( ﻋﺠﻢ ﻛﺮد ى‬a.fb.i.) : müz. Tiirk musikisinde kullanılan mürekkep bir makamdır. Acem makamım teşkil eden acemaşîrân ve uşşak makamları dizilerinin pest taraflna bir kiirdi dörtlüsünün katılmasıyla terkip edilmiştir. Makamın melodik seyrinde önce Acem makamının, sonra da kürdi dörtlüsüyle kiirdi makamının özelliklerini gösterir. acem-peresti ‫ ر ﺳ ﻰ‬٠ ‫( ﻋﺠﻢ‬a.fb.i.) : 1. Iran sanat ve edebiyatına karşı düşkünlük ve bu sanat ve edebiyat taraftarlığı. 2, Iran taklitçiliği, acem-pûselik ‫إ ﺑ ﻮ ﺳﻴ ﻚ‬٠‫( ﺀج‬a.f.b.i.) : müz. tahminen iki asırlık bir mürekkep makamdır. Acem mürekkebine, bir pûselik beşlisi ilâvesinden doğmuştur. Bütün pûselfldi mürekkep ,makamlar gibi lâ-dügâh perdesinde durur; pûselik beşlisini inici bir şekilde İcrâ ederek karar verir. Acemde olduğu gibi bu-

acem-rast

rada da güçlü perdesi bdhassa re-nevâdır. Donanıma acem gibi bir si İçin.bir koma bemolü konulur; icâbederse nota İçinde ,acem'deki gibi si bekar ve si küçük mücenneb bemolü, pûselik İçin ise, sâdece si bekar İlâve olunur. acem-rast ‫( ﻋﺠﻢ راﺳﺖ‬a.f.b.i.) : miiz. adına Kirşehirli Yusuf'un edvarında ( XV. yy.) rastlanan makam. acenı-uşşak ‫( ﻋﺠﻢ ﻋﺸﺎق‬a.b.i.) : müz. adma Müstakimzâde Süleyman'ın dergisinde (XVII. yy.) rasfianan makam, acem-zîr-keşîde ‫( ﻋﺠﻢ زﻳﺮ ﻛ ﺜ ﻴ ﺪ ه‬a.f.b.i.) : miiz. adına Kırşehirli Yusuf'un edvarında (XV. yy.) rastlanan makam. Acer ‫( آ ص‬a.h.i.) : İsmâil Peygamberin anası, (bkz: Hâcer). âcer, âcir, âcürr ‫ آ ﺟ ﺮ‬،‫ آ ﺟﺮ‬،‫( آ ﺟﺮ‬a.i.) : tugla, kiremit. a'cez ‫( اﻋﺠﺰ‬a.s. âciz'den): çok âciz ve lcudretsiz. aceze ‫( ﻋﺠﺰه‬a.f. âciz'in c .): düşkünler, güçsüzler, beceriksizler, zayıflar. âcî

(a.s.) : 1. fildişinden yapılmış, fildişine âit. 2. fildişi satıcısı, işçisi.

acib ‫( ﻋﺠﻴﺐ‬a.s. aceb'den): tuhaf, acîbü'l-kıyâfe: kılığı kıyâfeti tuhaf olan, (bkz : garip). âcib ‫ب‬٠‫( ﺀاج‬a.s. aceb'den): şaşılacak şey. acibe ‫( ﻋ ﺠﻴ ﺒ ﻪ‬a.i.): şaşılacak şey. acibe-i hilkat : hilkat acibesi, anormal yaradılmış. (bkz: u'cûbe). âcil ٠‫(' آ ﺟ ﻞ‬a.s. ecel'den. müen. “âcile”) : vâdeye bağlı, vâdesi geldiğinde yapılacak olan, *ertelenmiş. âcil ‫ ﺟ ﻞ‬1‫( ﺀ‬a.s. acele'den) : acele eden, acele, gecikmez. âcil-âne ‫( ﻋﺎﺟﻼﻧﻪ‬a.f.zf.) : 1 . acele edene âit. 2. şimdiki zamana âit. âcilen ‫( آ ﺟ ﻼ‬a.zf. ecel'den) : sonradan, geç, vâdesi geldiğinde yapılmak üzere, âcilen veyâ âcüen : er veyâ geç. âcilen ‫( ﻋﺎﺟﻼ‬a.zf. acele'den) : tezelden, gecikmeden. (bkz : müsta'celen). a c i n - (a.s.) :yogurulmuş ‫ ؟‬ey,hamur,mâcun. Lahnı-İ acin : yogurulmuş, mâcunlaşmış et, lahmacun.

âcin ‫( ﴽ ﺟ ﻦ‬a.s.) : rengi ve tadı değişmiş, bozulmuş pis su. (a.s.): 1. hamur gibi, hamur, mâcun kıvâmında. 2. kim. hamurumsu, fr. pateux. aciniyyet (a.i.) : hamur, mâcun hâlinde olma.

‫ص ﻻﻷﺀ ع‬

‫ﻷﺀف‬٠‫( ﴽ ﺟ ﺮ‬a.s. ecr'den): elindekini bir başkasına

kirâlayan.

‫ﺀث‬٤‫( ﴽ ﺟﻴ ﺶ ؟‬f.i.): üşüme, aciz ‫( ﻋﻴ ﺮ‬a.i.) .(b ^ :a c z ). âciz ٠‫( ﺀاﺟﺰ‬a.s. acz'den. c. âcizân) : 1. eli ermez, beceriksiz, kabiliyetsiz. 2. zayıf, güçsüz, âcizân ‫ ن‬١‫( ﺀاﺟﺰ‬a.s. âciz'in c .): âcizler, â ciz -ân e iü ^ ^ (a.f.zf.): beceriksizcesine;alçak gönüllülüğe .

‫ﺀث‬٤.‫( ﺀاﺟﺬىلﺀ‬a.f.i.): !.kabiliyetsizlik,beceriksiz! 2 ٠tevâzu, alçakgönüllülük, âcizî ‫ ى‬٠‫( ﺀاﺟﺰ‬a.f.s.): fakir, alçakgönüllü kimseye âit, yâni “benimki”. âcizi^ et ‫ت‬.‫( ﺀاﺟﺰ‬a.i.) : 1 . beceriksizlik, kabdiyetsizlik. 2. fakirlik; tevâzu. a c m i ^ - (a.s.): akıllı, anlayışlı, ince fikirli, acn ‫( ص‬a.i.) : mâcun kıvâmına getirme, yogurma. acûl ‫( ﻋﺠﻮل‬a.s.): aceleci, İÇİ dar. acûl-âne ‫( ﻋﺠﻮﻻﻻ‬a.fizf.) : acele edene yakışır surette. acûz, acûze ‫ ﺀﺟﻮزه‬، ‫( ﻋﺠﻮز‬a.i.) : kocakarı, mec. cadı kari, (bkz : pire-zen). âcü l ‫( ﴽ ﺟ ﻞ‬f.i.): gegirme. âcür ‫( آ م‬a.i.) : 1. tugla. 2. kiremit. 3. kerpiç, (bkz: âcer). âcürî ‫( آ ر ى‬a.i.): tuglacı, kiremitçi. âc‫' ؟‬s-sinn ‫( ﻋﺎج اد س‬a.b.i.) : biy. fildişi, fr. ivoacz ‫( ص‬a.i.) : 1. beceriksizlik. 2.ed. düz yazıda bir fıkranın son cümlesi. 3. manzumede beytin ikinci * dizesinin son yarısı, [zıddı : sadr]. acz-i İkdâm : uğraşıp da bir şey yapamama, (bkz: aciz). â‫ ؟‬âr ‫( آ ^ ر‬f.s.) : 1. katılmış, karıştırılmış, birleştirilmiş [turşu, tarator, salata ve benzerleri gibi şeyler]. 2. İnişli yokuşlu, düz olmayan [yer].“Gencîne-i güftâr" adil Farsça - Türkçe lügatte kelimenin Türkçe oldugu bddirilmektedir.

adâ.et-penâh Âd ‫( ﻋﺎد‬a.h.i.) : ‫ ؟‬ok eskiden Yemen taraflarında bulunan ve Hud Peygamber tarahndan îmâna getirilemediği İ‫ ؟‬in Allah tarahndan yok edildiğine inanılan bir kavmin adi. âd ‫( ﻋﺎد‬a.i.c.): âdetler, a'dâ ‫( ا س‬a.s.): en zâlim, pek gaddar, a'dâ' ‫( اﻋﺪاﺀ‬a.i. adû' ve adüvv'ün c .) : düşmanlar, yağılar. a'dâ-yı dîn : din düşmanları, âdâb ‫( آدا ب‬a.i. edeb'in c.) : 1. terbiyeler, utanmalar. 2. usuller, yollar, kaideler, âdâb-ı asr : zamânm usulleri, âdâb-ı m uâşeret: İçtimâi yaşayış bilgisi, usulleri. âdâb-ı m utâvaat: İtâat usulleri, âdâb-ı m U âzara : konuşma kaideleri, âdâh-ı u m û m ice : umûmî ahlâk kaideleri, âdâb ve erkân : yol iz, yöntem, Sira saygı, a'dad ‫( اﻋﻀﺪ‬a.s.): kolu ince, kısa kollu [adam], a'dâd ‫( اﻋﺪاد‬a.i. aded'in c .) : sayılar, a'dâd-ı a s lic e : gr. *asal sayılar, a'dâd-ı kesrime : gr. kesir sayılan, a'dâd-ı miitebâyine : mat. *asal sayılar (aralarında). a'dâd-ı rütbi}^e ‫ ؛‬gr. sira sayılan, a'dâd-ı tevziin e : gr. üleştirme sayıları, a'dâd ‫( اﻋﻀﺎد‬a.i. adad ve adııd'ım c .) : 1. sâidler, bâzular, kollar. 2. hainiz kenarındaki büyük ve düz taşlar, duvarlar, adâhî ‫( اﺿﺎﺣﻰ‬a.i. udhiyye'nin c .) : kurbanlar, adâhik ‫( ا ﺿﺎﺣﻚ‬a.s. ııdhûke'nin c.) : gülünecek şeyler, latifeler, şakalar, âdâk ‫( آداك‬f.i.): ada. (bkz : cezire), adakk ‫( ادق‬a.s.) : (daha, en veyâ ‫ ؟‬ok) dakik, ince. a'dâl ‫ ا ل‬٠‫( اﺀا‬a.i. ıdl'm c.) : 1. denkler. 2. eşitler, müsâvîler. adalât ‫( ﻋﻀﻼت‬a.i.: adale'nin c .) : *kaslar, adalât-ı İnebi}

۴

: anat. gözbebeği *kasları,

adalât-ı mUcevvefe : anat. kalb *kasları, adale ‫( ﻋﻀﻠﻪ‬a.i. c. adalât) : vücutta hareketleri

yapan sinirli eder, *kas. adale-i cebhiyye : anat. alin *kası, adale-i Cildi^e-İ u n k : anat. boyun deri *kası, fr. platysma.

adale-i dâliyye : anat. delta *kasi, fr. muscle deltoïde. adale-i fahzi^e : anat. uyluk *kası, adale-i hiyâtiyye : anat. terzi *kasi, fr. muscle couturier. adale-i hicâb-1 hâciz : anat. diyafram *kası, adale-i kalb : anat. yürek *kası, adale-i madgi^e : anat. ‫ ؟‬İğneme *kası, adale-i medâri^e : anat. ‫ ؟‬evre *kası, fr. muscle orbiculafre. adale-i melsâ : anat. yalız k a s , fr. muscle lisadale-i muassira : anat. büzücü, *büzgen *kas, fr. muscle sphincter, adale-i mudhike : anat. güldürücü *kas. adale-i muhattata : anat. ‫ ؟‬izgdi *kas. adale-i mukabile : anat. *karşıt *kas, fr. muscle opposant. adale-i muşti^e : anat. *tarak kası *kas, fr. muscle pectinC. adale-i miirabba'-i miinharife : anat. *yamuk *kas, fr. muscle trapèze, adale-i miisennene ; anat. dişli *kas. adale-i na'liye : anat. *nalmsı *kas. adale-i rahmime : anat. dolyatagı kası, adale-i sadri^e : anat. göğüs *kası, adale-i savti^e : anat. ses *kasi, fr. muscle vocal. adale-i şeddadice : anat. tıkayıcı kas, fr. muscle obturateur. adale-i tev'emi^e-i sâkiyye : anat. baldır *ikizkasi, fr. muscle gastrocnémien. adale-i zâtii'r-riiûs-i selâse : anat. ü‫ ؟‬başlı *kas. adalet ‫( ﻋﺪاﻟ ﺖ‬a.i.) : 1. hakka riâyetkârlik, hak tanirlik, haklilik, doğruluk, (bkz : adi, dâd). 2. kadinadi. adâlet emri : tar. ahâliye zıdüm ve taaddi edilmemesi hakkında sadrâzam tarafından vâlilere yazılan emir. adâlet-kâr ‫( ﻋﺪاﻳﻜﺎ ر‬a.f.b.s.) : âdil, adaletli, (bkz : adâlet-penâh). adâlet-kâr-âne ‫( ﻋﺪاﻟﺘﻜﺎراﻧﻪ‬a.f.zf) : adâledicesine. adâlet-kârî ‫( ﻋﺪاﻟﺘﻜﺎرى‬a.f.i.) : adillik, adâlet-penâh ‫( ﺀداﻟﻌﺠﺎه‬a.f.b.s.') : adaletli, (bkz : adâ!et-kâr). 9

adali adali ‫( ﺀﻫﺬاى‬a.s.) : adaleli, sinirli ete mensup, *kaslarla ilgili. adali ‫( اﺿﻞ‬a.s. dalâl'den) : 1. dogru yoldan pek uzak olan, ‫ ؟‬ok sapıtmış bulunan., ‫ ؟‬ok fenâ yol tutmuş olan. 2. pek ‫ ؟‬ok hatâda bulunan, adâmet ‫( ﻋﺪاﻣﺖ‬a.i.): ahmaklık, akilsizlik, adarr ‫( اﺿﺮ‬a.s.): en zararlı, (bkz: azarr). adarr-ı m iiskirât: içkilerin en zararlısı, a'dâs ‫( اﻋﺪاس‬a.i. ades'in c .) : mercimekler, âdât ‫( ﻋﺎدات‬a.i. âdet'in c.) : âdeder, görenekler, usuller, tabiatlar, alışkanlıklar, âdât-ı m e d e n iy e t: medeniyet âdetleri, usulleri. âdât ii a h lâk : sosy. töre, fr. moeurs. adâvet ‫( ﻋﺪاوت‬a.i.) : düşmanlık, yağılık, (bkz : bugz). add ‫( ﻋﺪ‬a.i.) : 1. sayma, sayılma. 2. İtibâr etme, edilme. add etm ek: ı) saymak; 2) İtibâr etmek, addâr ‫( ﻋﺪار‬a.i.) : denizci, gemici tâifesi. âde ‫( ﻋﺎده‬a.i.): âdet kelimesinin Arap kaidesine göre yapılan mürekkep kelimelerdeki ‫ ؟‬ekli : fevka'1-âde; ale'l-âde.. gibi, aded ‫( ﻋﺪد‬a.i.c. a'dâd): sayı, aded-i âsam : mat. *oransal sayı, fr. nombre rationnel. aded-i asli : mat. asil sayılar, aded-i â‫ ؟‬âri : mat. ondalık sayılar, aded-i ferd : mat. tek sayı, aded-i gayr-i m untak: mat. *orandışı sayı, fr. nombre irrationnel. aded-i hakiki : mat. gerçek sayı, aded-i kesri : mat. kesir sayıları, aded-i menfi : mat. negatif sayı, aded-i mevhUm : mat. *sanal sayı, aded-i muntak : mat. rasyonel sayı, aded-i miiretteb : sosy. tamsayı, aded-i m iisbet: mat. pozitif sayı, aded-i r iitb i: mat. Sira sayıları, aded-i rüüs : fer. şâhısların adedi, [bir kimse vefat edip yalnız ü‫ ؟‬kızı kalsa mes'elenin mahreci aded-i rüûsuna göre "ü‫ " ؟‬olur.] aded-i silsile-i ale'l-vüâ : mat. aritmetik dizi, aded-i tâmm : mat. tamsayı, aded-i tevzii : mat. üleştirme sayıları, adeden ‫( ﻋﺪدا‬a.zf.): sayı bakımından, sayıca. 10

adedi, adedime ﻟ ﻠ ﻞ‬‫( آ‬fb.i.) : alçakgönüllülükle edilen hizmet. âyiş, âyişe ‫( و ش؛‬a.s.) : 1. yaşayan, 2. rahat yaşayan, (bkz: âiş, âişe). âyişne, âyişte, âyîştene ‫ آﻳ ﺸﺘ ﻪ‬، ‫ آ ﻳ ﻔ ﺘ ﻪ‬،‫( آﻳﺸﻐﻪ‬fi.) 1. câsus. 2. s. dalkavuk, (bkz : âbiste),. âyiz, âyize ‫ ه‬٠‫( و ض ؛ ﺀاﻳﻎ‬a.s.)-: 1. karşılık olarak veren. 2. karşılık olarak verilmiş, (bkz: âiz, âize). ayke ‫( ﻋ ﻜ ﻪ‬a.i.): sik koruluk, aykevî ‫( ﻋﻜ ﻮ ى‬a.i.): coğ. ormanla ilgili, ayn ‫( ض‬a.i.c.: a'yân, uyUn) : 1. göz. 2. asil, kendisi. 3. bir şeyin eşi, tıpkısı. 4. kaynak, pınar, (bkz: a'yün). 5. Osmanh alfabesinin yirmibirinci harfi, (bkz : ayin). ayne'1-yakîn : gözüyle görmüş gibi) kat'î. 62

ayn-ı betrâ (ayın harfinin başı): hemze, ayn-ı hatâ : yanlışın ta kendisi, ayn-ı hayât (hayat pınarı) ‫( ؛‬bkz : âb-ı hayat), ayn-ı kerâm et: Peygamberlere yakışacak bir kudretle, kerâmet gibi. ayn-ı mazmûn : huk. kusur olsun olmasın her halde tazmini lâzım gelen ayn. ayn-ı m evkuf: huk. vakfolunan şey. ayn-ı mürekkeb : ı) anat. petekgöz; 2) bileşik göz. ayn-ı v â h id : tek gözlü, (bkz : yek-çeşm). aynü'l-bakar: bot. öküzgözü, fr. arnica. aynü'l-fiil: fiil maddesinin ikinci harfi, aynü'l-kemâl: nazar değme; gözün çok tesirli bakışı. aynü's-sevr : ı) boğa gözü. 2) astr. semânm kuzey yarmıküresinde bulunan boğa burcu­ nun en parlak yıldızı, Ed-deberân, lâ t .: alpha Taurus; fr. Aldebaran; ing. Aldebaran. aynü'ş-şems : değerli bir taş. aynâ h۶‫( ؛‬a.s.c.: îy n ): iri ve güzel gözlü, aynen ، -‫؛‬٠• (a.zf.): tıpkısı, tamamı, aynı olarak, ayneynî

(a.s.): iki gözle bakan,

ayni ، ‫ ؛‬٦‫( *؛‬a.zf.) : 1. hep o, başkası değil. 2. tıp­ kısı. aynı ‫؛‬٠^ (a.s.) : göze mensup, gözle ilgili. Emrâz-ı ayniyye : göz hastalıkları, aynî ‫؛‬.^٦٠• (a.s.): para olarak değil madde (eşya) olarak verilen. ayniyyât o L up (a.i. aynîn c.) : kullanılmaya veyâ harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler. ayniyye ﺧﺎ‬٠، ‫( ﺑﺎد‬f.a.b.s.): 1. cömert. 2. i. mec. [bu] dünyâ. bâd-sene ‫( ﺑﺎد ت‬f.s.): kibirli, büyüklük taslayan, kötü niyetli. bâd-ser ‫ د ﻻر‬١‫( ب‬f.b.s.): 1 . kibirli. 2. âsî. (bkz: ser-keş). 3. mutaassıp. bâd-serî ‫( ﻷد ر ى‬f.b.i.): 1. kibirlilik. 2 ٠âsîlik. 3. taassup. bâd-seyr ‫( ﻷد ﺳ ﺮ‬a.f.b.s.): hızlı yürüyen, ayağına ‫ ؟‬abuk, r'üzgâr gibi koşan. 71

bâd-süvâr

bâd-süvâr ‫( ﺑﺎد ﺳﻮار‬f.b.i.): 1. hızlı yürüyen at, koşu ati. 2. hızlı giden atlı, ba'dü bu'din ‫( ﺑﻌﺪ ﺑﻌﺪ‬a.zf.): hayli zaman sonra, neden sonfa. bâd-vîz ‫( ﺑﺎد وﻳﺰ‬f.b.i.) : yelpâze. (bkz : mirvaha, bâd-zen, bâd-zene). bâd-zehr ‫( ﺑﺎد زﻫﺮ‬f.b.i.) : panzehir, bâd-zen, bâd-zene ‫ ﺑﺎد زﻧﻪ‬، ‫( ﺑﺎد زن‬f.b.i.): yelpâze. (bkz : bâd-bîz, bâd-bîzen, bâd-keş). -bâf ‫ﺑﺎ ف‬- (f.s.): dokuyan, dokuyucu. Bûriyâb â f: hasır ören. Zer-bâf: sırma dokuyan, bâfende ‫( ﺑﺎﻓﻔﺪه‬f.i.): dokuyucu, bâf-kâr ‫( اﻓ ﻜﺎ ر‬f.b.i.): dokuyucu, çulha, bâft ‫( ﺑﺎﻓﺖ‬f.i.): kumaş, bâfte ‫( اﻓﺘﻪ‬f.s.): dokunmuş, bâfte ‫ ( ﺑﺎﻓﺘﻪ‬fi.) : 1. büyük renkli leke. 2. oyma levha. 3. parça. 4. büyük bir haritayı olu?turan parçalardan her biri, pafta, [kelime, dilimizde “pafta'' ?eklinde kullanılmakta-, dır]. bagal ‫( ﺑﻐﻞ‬f.i.): koltuk. Zîr-i b a g a l: koltuk altı. bagalek ‫( ﺑﻔﻠ ﻚ‬f.i.): koltuk altından çıkan yumruca, köpek memesi, bagal-gir ‫( ﺑ ﻌ ﺸ ﺮ‬f.b.s.): koltuk tutan, koltuğa giren. bâgat ‫“( ﺑﺎﻏﺎت‬ga" uzun okunur, f.i. bâğ'ın c.): bağlar, üzüm bağları, bahçeler, bagayâ ‫“( ﺑﻐﺎﻳﺎ‬ga" uzun okunur, a.i. bagiyy'in c.) : fahişeler, bâgel ‫ ( اﺳﻤﻞ‬fi.) : ılık su. baggal (a.i. bagl'den): katırcı, b a g ı ^ ^ (a.i.c. bagayâ) : fâhişe. bâgız ‫( ﺑﺎﻏﺾ‬a.s.buğz'dan) : bugzeden, nefret eden, tiksinen, (bkz : bagiz).

‫( ﺿﺎ ﺟ ﻶ ﻷ‬a.i.) : serkeşlik, azgınlık. ‫ ﺟﺔﻷ‬٤‫( اﻏ ﻰ‬a.s.c.: bugat): haksizlik eden serke?.

bâgût ‫( ﺑﺎﻏﻮت‬a.i.): paskalca, bagy ‫( ض‬a.i.): ileri gitme, azgınlık, serkeşlik, bagza, bagzâ ‫ ﺑﻔﻀﺎ‬، ‫( ﺑﻐﻀﻪ‬a.i.) : şiddetli nefret, hi‫ ؟‬sevmeyiş. bâg ‫( ﺑﺎغ‬f.i.) : 1. bag, büyük bahçe, bostan, bâg-ı bahâr : bahar bahçesi. 2. seyir yeri, gezinti yeri. 3. Dünyâ. bâg-ı b e d i': mec. cennet, (bkz : bâg-1 vesi'). bâg-ı vahş : hayvanat bahçesi, bâg-ı v e s i': mec. cennet, (bkz : bâg-ı bedi). bâg-ı cihân, bâg-ı d e h r: dünyâ bahçesi. 4. cennet. bâg-ı adn, bâg-ı behiştl, bâg-ı cinân, bâg-ı firdevs, bâg-ı huld, bâg-ı irem, bâg-ı kııds, bâg-ı nalm, bâg-ı rıdvân, bâg-ı ref ‫ أ ' ؛‬cennet. bâg-bân ‫( ﺑﺎﻏﺎن‬f.b.i.): bahçıvan, b.ağcı. (bkz : bâğ-vân). bâg-bân-ı girân-destmâye : zengin, hünerli bahçıvan. bâg-bânî ‫( ﺑﺎﻏﺎﻧﻰ‬f.b.i.): bağcılık, bahçıvanlık, bag bekçiliği. bâğ-çe ‫( ﺑﺎﻏﺠﻪ‬f.b.i.): bahçe, [bag ile küçültme edâtı olan çe den yapılmıştır; “küçük bağ'١ demektir]. bâğ-çe-vân ‫( ﺑﺎﻏﺠﻮان‬f.b.s.): bagçivan, bahçıvan. bağdâ' ‫( ﺑﻔﻀﺎﺀ‬a.i.): şiddetli nefret, hiç sevmeyi?. B a ğ d â d ît ^ '^ (a.b.i.) : Bağdatlı, bâğ-istân ‫ ﺑﺎﻏﺴﻌﺎن‬.(f.b.i.): bağlık, bahçelik, bağrâ ١‫( ﺑﺾ‬f.i.): erkek domuz, bagteten ‫( ﺑﻐﺘﺔ‬a.zf.): birdenbire, apansızın, bâğ-vân ‫( ﺑﺎﻏﻮان‬f.b.s.): bağcı, bahçıvan, (bkz : bâg-bân). bâğ-zâr ‫( ﺑﺎﻏﺰار‬f.b.i.) : bağlık yer, bag. bâh ‫( ﺑﺎخ‬f.i.): yol. (bkz : râh, tarik).

(bkz: âsî). bâgî ‫( اﻏ ﻰ‬f.s.): ayni bahçede yetişen,

b â h ٥^ (a.i.): ?ehvet.

bâgî-lik ‫( ا ﻏﻴﻠ ﻚ‬a.t.b.i.): serkeşlik., âs'îlik. bâgî-yâne ‫( ا ﻏﺎ ﻻ‬a.f.zf.): serkeşlikle,

bahâ' ‫( ﺑﻬﺎﺀ‬a.i.): 1. güzellik, zariflik. 2. parıltı. 3. alışma, dadanma,

bagiz ‫( ﺑﻴ ﺾ‬a.s. bugz'dan): herkese bugzeden, neftet eden, kimseyi sevmeyen, (bkz : bâgız).

bahâ ‫( ﺑﻬﺎ‬f.i.): kıymet, bedel, deger.

b a g l ^ (a.i.c.: bigal): ester, katır, bagle ‫( ﺑﻐﻠﻪ‬a.i.): dişi katil-. 72

bahâ-p‫ ؛‬râ-yi İsm â il: meşhur bir çeşit lâle, bâhâ, bâha ﻣﻪ‬a.i. batrik'in c .): patrikler, batbata ‫( ﻷ س‬a.i.): 1. kazm ötmesi. 2.kazın suya dalışı. bâtere ‫( ﺑﺎﺀره‬f.i.): tef. (bkz: dâire), bathâ' ‫( ﻵﻟﺤﺎﺀ‬a.i.c.: bitâh): 1. çakıl taşlı büyük dere. 2. Mekke'de dağ arasında bulunan bir dere. 3. dağ arasındaki dere. 4. h. i. Mekke-i Mükerreme. bâtıl ‫( ﻷش‬a.s. bııtlân'dan): boş, beyhude, yalan‫ ؛‬çürük. bâtıl i'tik a d : boş İnanç, batin ‫( د ش‬a.i.c.: bütün, ebtân): 1. karin. 2. nesil, soy. (bkz: batn). bâtın ‫( ﻷش‬a.i.c.: bevâtm) : 1. İç. 2. İç yüz. 3. gizli, görünmeyen nesne. 4. Tanrı. 5. İçteki, İçyüzdeki. Ehl-İ b â tın : sOfiler, İlâhî

baytarî Sirra ermiş bulunanlar. Havâss-1 b â tın a : fels. “hissi müşterek, hayâl, vehm, hâfıza, mutasarrıfa" denilen beş İç duygusu. 6. (a.i.c. ebtine): çukur, kuytu yer.

battâliyye ‫( ﺑﻄﺎ ﻟﻴﻪ‬a.i. battâl'dan): [eskiden] İÇİ bitmiş olan resmi kâğıtların konulduğu torba.

bâtınen ‫( ﺑﺎﻃﺘﺄ‬a.zf.) : dâhilen, içyüzünde; İçinden olarak.

battâniyye ‫( ﺑﻄﺎ ﻧﻴﻪ‬a.i. bat'dan): yorgan yerine veyâ yorgan üstünde kullanılan yünden yapılmıç kalın örtü.

bâtınî ‫( ﺑﺎﻃﻨﻰ‬a.s.): dâhili, sır ve hakikatle ilgili [zâhirî mukabili].

baûza, baUz ‫ ﺑﻌﻮض‬، ‫( ﺑﻌﻮﺿﻪ‬a.i.): sivrisinek,

b â tın i^ e ‫( ﺑﺎﻃﻨﻴﻪ‬a.i.): bâtıl me'zheplerden biri olup âyetlerin dış mânâlarından ziyâde bâtın, İç mânâlarına ehemmiyet verdikleri İçin Tanrı sıfatlarının bâzılarını şüpheli gösterirler; Hasan Sabbah'm tarikatı,

bâ-vücûd-ki ‫( ﺑﺎ و ﺟﻮدﻛﻪ‬f.a.b.s.): böyle, iken) bununla berâber. (bkz : maa-hazâ). bayâtî ‫( ﺑ ﻴﺎ ﺗ ﻰ‬f.i.): miiz. (bkz : beyâtî).

bâtıye ‫( ﺑﺎﻃﻴﻪ‬a.i.): İçki siirâhisi.

bâyeste ‫( ﺑﺎﺳﺘﻪ‬f.s.): lüzumlu, gerekli,

bati ‫( ﺑﻄﺊ‬a.s. batâet'den): yavaş, ağır hareketli. .

bay-gân ‫( ﺑﺎﻳﻜﺎن‬f.b.i.): bekçi, koruyucu,

bâver ‫( ﻷور‬f.i.): 1. tasdik, inanma. 2. s. sağlam; pek doğru.

batîü'1-hareke : hareketi, davranışı ağır,

bâyız ‫( ﺑﺎﻳﺾ‬a.s. beyzâ'dan): yumurtlayan, yumıırtlayıcı.

batîü'l-hazm : hazmı güç. *sindirimi ağır,

b âyî ‫ﺑﻊ‬.‫( ﺑﺎ‬a.s. bey'den): satan, satıcı,

batîü'l-mizâc : tabiatı, huyu ağır, yavaş olan,

bâyiiyye ‫( ﺑﺎﻳﻌﻴﻪ‬a.i.): pazar yerlerine gönderilen mevad ve eşyâdan gümrük ihtisap resminden başka olarak alman resim,

batih ‫( ﺑﻄﻴﺢ‬a.s.) : zengin [adam], batiha ‫( ﺑﻄﻴﺤﻪ‬a.i.c.: batâyih): sazlı, kamışlı dere. b âtik ^ ^ (a.s.): keskin, (bkz : bürrân). batin ‫( ﺑﻄﻴﻦ‬a.s.): 1. büyük karınlı. 2. uzak yer.

bâyin ‫( ﺑﺎﻳﻦ‬a.s. beyn'den): aralayıcı, ayırıcı. TaJâk-1 b â y in : boşayan tarafindan ric'ati mümkün olmayan talâk,

batır ‫( ﺑﻄﻴﺮ‬a.i.): nalbant,

bâyir ‫( ﺑﺎﻳﺮ‬a.i.): sürülmemiş, açılmamış, sert, kati, ham toprak.

b â t i r ^ (f.i.) : turna kuşu,

bâyiste ‫( ﺑﺎﻳﺴﻪ‬f.s.): zarûrî, lâzım, gerekli.

bâtir ‫( ﺑﺎﺗﺮ‬a.s.): keskin [kılıç],

bâyiste-i h e sti: Cenâbıhak.

bâtire ‫( ﺑﺎﺗﺮه‬a.i.c.: bevâtir) : keskin kılıç, (bkz : tîg-i bürrân).

baykar ‫( ﻳ ﻐ ﺮ‬a.s.): çulha, bez ve kumaş dolcuyan.

batîş ‫( ﺑﻄﻴﺶ‬a.s. batş'dan): sertlikle, şiddetle hareket eden.

baykara ‫( ؛—ﻳﻌﺮه‬a.i.): 1. helâk olma, mahvolma. 2. bobiirlene böbiirlene salınarak yiiriime. 3. mail çok olma,

b a t n ^ (a.i.c.: ebtân, bütün), (bkz : batin), batnen ba'de batnm : soydan soya, nesilden nesile, kuşaktan kuşağa, ['‫؛‬evvelki batinda kimse varken ikinci batinda olan kimse istifâde edemez” demektir].

bayrak ‫ ( ﺑ ﻴ ﺮ ق‬fi.) : bayrak, sancalc. (bkz: alem).

batn-ı kebir : büyük karin,

Bayrâmiyye ‫( ﺑﺎﻳﺮاﻣﻴﻪ‬o.i.): Hacı Bayrâm-1 Veli tarafından XIV. asrin sonlarıyla XV. asrin ilk yarışında Ankara'da kurulan' bir tarikat.

batni ‫( ض‬a.s.): karma mensup, karınla ilgili, batş ‫( ﺑﻄﺶ‬a.i.) : zor ve şiddetle yakalayış, sertlikle tutuş. batt ‫( ﺑﻂ‬a.i.): 1. kaz. 2. kaz şeklindeki sürâhi, su kabı. battâl (a.s. batâlet'den): 1. cesur, kahraman. 2. pek büyük. 3 ٠işe yaramaz, hantal. 4 ٠İşsiz.

bayrak-dâr ‫( ﺑ ﻴ ﺮ ﻗ ﺪا ر‬f.b.s.): bayrak taşıyan, (bkz: alem-dâr, sancak-dâr).

baytâr ‫( ﺑ ﻴ ﻄﺎ ر‬a.i.): hayvan hekimi, veteriner, baytara ‫( ﺑ ﻄ ﺮ ه‬a.i.) : baytarlık, hayvan hekimliği. baytari ‫( ﺑ ﻴ ﻄ ﺮ ى‬a.s.): baytarlıkla, veterinerlikle *ilgili, [müen. "baytariyye"]. 83

baylar b a y z a r ‫( ﺑ ﻴ ﻈ ﺮ‬a .i.): 1. ra h m in başlan gıcın d ak i et p arçası, dilcik, (bkz : bazr). 2 . sövm e, sövüp saym a. b a 'z ‫( ﺑﻌﺾ‬a .i.): 1. b ir şeyin k ü çü k k ısm ı, parçası. 2. s. b ir kaç, b ir m iktar, bir kısım , b ir takım . b â z ‫( ﻷز‬a.zf.) : 1. geri, gerisin geriye. 2. tekrar, yeniden. b â z ‫( ﻷز‬f.i.): 1. doğan [kuş], şehbaz, şâhin. 2. s. açık. S er-b âz : başı açık. 3. s. oynatıcı, oynâyan. Â t e ş - b â z : ateşle oynayan; C ân b â z : can i ile oynayan, canbaz, fr. acro b ate; K u m a r - b â z : k u m a r oynayan, ku m arCI. 4. tekrar, geri; yin e. 5. b ir k u laç b oyu. 6. İniş. 7. fark etm e, ayırm a. 8 ٠sel uğrağı. 9. yan taraf. ıo . k arış. 1 1. dönük. 12 . şarap. 13. haraç. b â z ü 'l-E şh e b : H z. A b d ü l-K a d ir G eylân i'n in lâkabı.

‫( ﺟ ﺊ‬a .z f.): v a k it v a k it, ara-sıra. b â z â r ‫( ﻷزار‬f.i.) : 1. pazar, çarşı. 2 . alışveriş.

b a 'z â n

3. pazar yeri. Ş â h id -i b â z â r : z a y ıf ah lâk lı kadın . b â z â r -ı â le m : b ütün çarşı, pazar.

olm ası. N ak şî tâbirlerindendir. N akçî tarikatın d a hususi olarak m evcut on bir kelim eden birisi, [d iğ e rle ri: hûş der dem, nazar ber kadem , sefer der vatan, h alvet der encüm en, yâd-kerd> nigâh-dâçt, yâd-dâşt, v u k u f i zam ânî, v u lc u fi adedi, v u k u f i k albi'd irl. b â z g û n , b â z g û n e ‫ ﻷ زاﻟ ﻪ‬، ‫( ﺑﺎزﺳﻤﻮن‬f.s.) : 1. ters, baçaşağı. 2. şom , uğursuz, (bkz : bâşgûne). b â z -g iiş â ‫( ﻷزﺳﻤﺸﺎ‬f.b.i.) : in san d ak i ayırdetm e kuvveti. b â z -h â n e ‫( ﺑﺎزﺧﺎﻧﻪ‬f.b .i.): ev k u şların ın yetiştirild ig i ve b a rın d ırıld ığ ı yer. b a 'zı

‫( ﺑﻌﺾ‬a .z f.): birazı, bir k ısm ı; kim i,

b â z ıa ‫ذﻋﻪ‬٠‫( ﻷ‬a .i.): hek. derisi kesilm ek üzere olan yara. b â z ıh ‫( ﻷ ﻧ ﺦ‬a.s.) :y ü c e ,y ü k s e k .C ib â l- İ b â z ıh a : yiice, y ü k se k dağlar, b â z ık

‫( ﻷﻧﻒ‬a .s.): zeki, anlayışlı,

b â z î ‫( ﻷذى‬a .s.): 1. beğenm eyen, is tih fa f eden, ağzıbozıık, k ü fü rb az, bâzî

‫( ﻷزى‬f.i.): oyun, eğlence, ‫( ﻷزﻳﺠﻪ‬f.i.): 1. oyu n cak. 2. oyun, eğlen-

b â z îçe

b â z â r -ı U k â z : (bkz : sûk-1 Ukâz). b â z â r - g â h ٥^

١^ (f.b .i.): p a z a ry e ri, çarşı,

b â z â r î ‫( ﻷزارى‬f.s .): p azarla ilgili, pazarda alinıp satılan. b â z -b â n

‫( ﻷزﻷن‬f.b .i.): doğancı, kuşçu,

b â z -b e -h a z in e ^ ^ ‫( ﻷز‬f.a.b.i.) : geri verilm ek üzere eğreti olaralc hazîneden alm an şeyler. b â z -d â r ‫( ﻷزدار‬f.b .i.): doğancı, avcı, kuşçu, kuşçubaşı.

‫( ﻷﻧﻚ‬f.i.) : k ü çü k doğan [kuş], b â z en d e ‫( ﻷزﻧﺪه‬f.s.) : oynayan, oynayıcı, danbâzek

b â z î-g â h yeri.

‫( ﻷزﻳﻜﺎه‬f.b .i.): oyu n yeri, eğlence

b âzî-g ed e yeri.

‫( ﻷزﻳﻜﺪه‬f.b .i.): o y u n yeri, eğlence

b â z î-g e r ‫( ﻷ ﻧ ﻜ ﺮ‬f.b.s.) : oyu n oynayan, rakseden, köçek, ‫ ؟‬engi. b â z î-g e rî ‫( ﻷزﻳﻜﺮى‬f.b .i.): köçeklik , çen gilik, oyunculuk.

‫( ﻷزﻳﻜﻮش‬f.b.s.) : şen, İâtîfeci kim se, b â z î-h â n e ‫( ﻷزﻳﺨﺎﻧﻪ‬f.b .i.): oyun, eğlence yeri, b â z il ‫( ﻷﻧﻞ‬a.s. bezl'den) : b ol bol veren, d ağıb â z î-g û ş

tan.

söz.

‫( ﻷزﻧﺪه زﻷن‬f.b .s.): geveze, boş-

b â z ir ‫( ﻷﻧﺮ‬a.s.) : 1. ekici, eken. 2. dedikoducu. 3 . geveze.

b â z e rg â n ‫( ﻷزرﺳﻤﺎن‬f.b.i.) : 1. bezirgân, tâcir. 2. ağa m ak am ın d a Y ahudilere verilen bir ad.

b âz-m ân d e ‫( ﻷزﻣﺎﻧﺪه‬f.b .s.): 1. geri k alm ış, durm uş. 2. kafasız, kabiliyetsiz,

b âz e n d e -z e b â n boğaz.

‫( ﻷزرﺳﻤﺎﻧﻰ‬f.b.i.) : tü ccarlık, b â z -g e şt ‫( ﺑ ﺎ ز ى‬f.b .i.): 1. geri dönm e. 2. piş-

b âzergân î

m an lık. 3. gerilem e; çöküş, b â z -g e şt ‫( ﺑ ﺎ ز ى‬f.b .i.): geri, dönüş, dönm e. M atlup ve m aksû d u n an cak A lla h rızâsı

b âz-n âm e ‫( ﻷزﻧﺎﻣﻪ‬f.b .i.): k u şçu lu k , b ilh assa avcı k u şlar İçin yazılan eser, b âz-p es rar.

h

‫( ﻷﻧ ﺲ‬f.b.zf.) : 1. geri. 2. yeniden, tek-

bazr ،‫( ﺑ ﻐ ﺮ‬a .i.): k ad ın lık nişân esin d eki fazla et, dilcik.

bed-âg.z b â z û ‫( ﺑﺎزو‬f.i.): 1. kolun om uz ile d irsek arasm d aki kısm ı, pazı. 2 ٠m ec. gü ‫ ؟‬, k u vve t ve istidat. b â z û -b e n d ‫( ﺑﺎزوﺑﻨﺪ‬f.b .i.): kolbagı, p azvan t (pazıbent).

b ecb ece ‫( ﺑﺠﺒﺠﻪ‬a .i.): ‫ ؟‬o cu k avu tm ak İ‫ ؟‬in yapılan gü rü ltü , h okkab azlık, tu h a flık , b e c ce -i k û y m eşrû).

‫ ﺑﺠﻪﺀ ر ى‬: ( b k z : veled-i gayr-i

b ece ‫( ﺑﺠﻪ‬a .i.): sivilce, arp acık [‫ ؟‬iban]. b â z û - d ir â z ‫( ر و دراز‬f.b.s.) :''u zu n kollu” :1 . nü- b e cel ‫( ﺑ ﺠﻞ‬a .i.): 1. yalan , İftirâ. (bkz : bühtân). fuzlu, sözü geçer. 2. zâlim . 3. m üdahaleci. 2 ٠şaşm a. 4. isferdiyâr'ın oglu B ehm en'in lâkabıdır, b e -c id d ‫( ﺑﺠﺪ‬f.s .): 1. ciddî, gerçek. 2. zf. cid-be ‫ ( د‬f e . ) : 1. kelim elere -e h â lin i verir. D estden, gerçekten. b e - d e s t : elele. 2. -e k a d a r m ân âsın ı v e rir : b e c îl ‫( ﺑﺠﻴﻞ‬a .s.): 1. b ü yü k , itibarlı, gösterişli, T â - b e - s a b â h : sabaha kadar, m uhterem kim se. 2. şişm an, b e - c e y b : yak aya dogru. b e c îr ‫( ﺑﺠﻴﺮ‬a .s.): birçok, b e - d e r : dışarı, b e crâ' ‫( ﺑﺠﺮاﺀ‬a .s.): 1. göbeği ç ık ık [İcadın]. b e - d û ş : om uzda, 2. y ü k se k [yer, tepe]. b e - g â y e t : ‫ ؟‬ok aşır'ı, son derece, b e ‫ ؟ ؟‬e ١ b e ‫ ؟‬e ‫ ﺑﺠﻪ‬، ‫ ( ﺑﺠﻪ‬f.i.c .: b e ç e g â n ): insan b e - h a k k ı: h a k k i İ‫ ؟‬in. veyâ h ayvan yavru su . b e h a k k -ı H u d a : A llah h a k k i İ‫ ؟‬in. b e ‫ ؟ ؟‬e -i n e v : yen i doğm uş ‫ ؟‬o cu k veyâ hayb e-h em -zed e : (bkz : behem -zede). van. b e - h o d : kendi başına, yalnız, b e ‫ ؟‬e -i h o r : (bkz : b e‫ ؟‬e-i hurşîd). b e -h ü k m -i k a d e r : k ad erin hükm üyle, b e ‫ ؟‬e -i h û n în : (k an lı y a v r u ) : acı gözyaşları. b e -h ü k m -i k a d i : k ad ı k ararıyla, b e ‫ ؟‬e -i h û r ş î d : (G üneşin y a v r u s u ) : k ıym e tli b e -h ü k m -i İillâ h : A lla h 'ın hükm ünce, taş v e yâ m âden. b e -k a v l-i ş â r l ': h u k. kan u n u koyan a göre, b e ‫ ؟‬e-i tâ v u s-1 u l v î : (gökteki tâvû su n yavb e b â n , b e b b â n ‫ ﺑﺒﺎن‬، ‫( ﺑﺒﺎن‬a .i.): tarz, üslûp, rusu) : ı) Güneş. 2) Ay. 3) gündüz. 4) ateş. yol. 5) yâku-t. b e b b â n -ı şü b b ân : gençlerin tarzı, yü rü yü şü , b e ‫ ؟‬e -b âz ‫ﺀ ﺑﺎز‬١‫( ج‬f.i.) : "‫ ؟‬ocu k la o y n a y a n " : yolu. gulâm pâre, ku lam para. bebga

‫( ﺑﺒﻐﺎ‬a.i.): dudu, papagan. (bkz : pebga).

b e b g a i^ e ‫( ﺑﺒﻐﺎﺀﺳﻪ‬a .i.): fels. p apağan lık, fr. p sittacism e. b eb r, b e b ir ‫ ﺑ ﺮ‬، ‫( ﺑ ﺮ‬f.i.) : eski k itap lara göre, H in d istan 'd a ve A frik a'd a bulunur, kediye benzer, gayet büyük, üstü yol yol tüylü, sald ırd ığı zam an derisindeki tüyleri, kabarıp k o rk u n ‫ ؟‬b ir m an zara arzeden, arslam n bile kGrktugu, azgm b ir canavarm ış, [eski lUgatçiler, “ b öbürlen m ek" k elim esin in “ b ebir''den geldiğin i söylerler], b e c ‫( ﺑﺞ‬f.i.): 1. su ve şarap sızıntısı. 2. ağzın İ‫ ؟‬İ, avurt. b e -câ' ‫( ^ﺀ‬a.s.): 1. geniş, bol. A yn -İ b e c â ': geniş, iri göz. 2. i. geyik, karaca, b e câ

‫( ﺑﺠﺎ‬f.z f.): yerinde, uygun,

b e ‫ ؟‬e -d â n

‫ ﺟﻪ داف‬٠(f.i.): rah im , dolyatagi.

b e ‫ ؟‬e -d â r ‫ ﺟﻪ دار‬٠(f.s.) : 1. ‫ ؟‬ocugu, ya v ru su olan. 2. hâm ile, gebe. b e ‫ ؟‬e -g â n ‫( ﺑﺠﻜﺎن‬f.b.i. b e ‫ ؟ ؟‬e ve beçe'nin c.) : yavru lar, ‫ ؟‬ocuklar. b e ‫ ؟‬e g â n -ı d id e : gözyaşları, b e d ‫( د‬f.s. "fe n â" m ân âsın a c . : b e d â n ) : 1. fenâ, yaram az, ‫ ؟‬irkin . 2. i. kötülük. 3. i. ateş tutu ttu rm aya m ahsus y a ri yan m ış paçavra, b e d ' ‫( ﺑﺪﺀ‬a .i.): başlam a, başlayış, b e d '-i b esm ele : fa r. eskiden O sm anlI saraylarm d a şehzadelere verilen ilk okum a dersi. b e d â a t ‫( ﺑﺪاﻋﺖ‬a .i.): b e d iilik , gü zellik; yen ilik, ( b k z : bedûat).

b ecâ-n â-b e câ : yerli ve yersiz, iy i ve kötü, uygun ve uygunsuz.

b e d âd ‫( د ا د‬a .i.): 1. fırk a. 2. hisse, nasip, pay. 3. savaşacak akran .

b e c â y iş ‫( ﺑﺞ\ﻳﺶ‬f.i.): değişm e, k a rşılık lı ye r degiştirm e.

b e d -â g a z ‫( ﺑﺪ آﻏﺎز‬f.b.s.) : b aşlan gıcı kötü; lcötü b ir şekilde başlan m ış.

85

bed-ahd

bed-ahd ¥ vefâsız.

‫( د‬f.a.b.s.): ahdinde durmayan,

bedâhe, bedahet ‫ دا ﻫ ﺖ‬، ‫ﻫﻪ‬١‫( د‬a.i.): 1. herhangi bir konuya dâir birdenbire söz söyleme. 2. mant. apaçıklık, fr. Cvidence. bedâheten ‫( د ا ئ‬a.zf.): birdenbire, ansızın, düşünmeksizin, (bkz: bi'1-bedâhe). bed-ahlâk ‫( ﺑﺪ اﺧﻼق‬f.a.b.s.): huyu ve ahlâkı kötü olan [kimse]. bedahş ٠‫( دﺧﺶ‬f.i.),: Bedahşan yâkutu. bedahş-i mıızâb : şarap, bed-ahter ‫ ﺧ ﺮ‬١ ‫( د‬f.b.s.): yıldızı, tâlihi kötü olan [kimse]. bed-âhû ‫( د ﴽﻫﻮ‬f.b.s.): huyu, karakteri bozuk, bedâih ‫( د ا د‬a.i. bedih'in c .): güzel sözler. bedâihü'1-ukul: akıllıca söylenen sözler, bedâl ‫( د ا ل‬a.i.): miibâdele, trampa, değişme, değiştirme. bed-amel ‫( د ﻋﻤﻞ‬f.a.b.s.): İŞİ ve hareketi fenâ olan. bed-âmûz ‫( د ﴽﻣﻮز‬f.b.s.): 1. fenâlık öğrenmiş. 2. fe‫ ؟‬âhk öğreten. bed'an ‫( د ﺀا‬a.zf.): başlangıçta; ilkin, ilkönce, bedân ‫( داف‬f.s. bed'in c .): 1. fenâlar, yaramazlar; çirkinler. 2. f. z f .: onunla, bedânet ‫( د ا ت‬a.i.): yağlı, semiz olma, semizlik. bed-asl ‫ل‬٠‫( د اص‬f.a.b.s.): soyu kötü, asil fenâ. bed-âvâz ‫( د اواز‬f.a.b.s.): fenâ sesli, bedâvet ‫( دا و ت‬a.i.) : 1. bedevilik, yürüklük, göçebelik. 2. çöl. bedâvî ‫( دا و ى‬a.i. bedevi'nin c.) : bedeviler, göçebeler, çölde yaşayanlar, bedâyi' ‫( د ا ح‬a.i. bedi', bedîa'nın c .): eşi ve benzeri olmayan güzel, mükemmel ve yeni şeyler. bedâyi'-i âsâr : eserlerin güzelleri, bedâyi'-i İâfzıyye: ed. şekil, kelime güzellikleri. bedâyi'-i ma'neviyye : ed. mânâ güzellikleri, bedâyi' ‫( ﺑ ﻬﺎ ع‬a.i. bidâa'nın c .): sermâyeler, anamallar. bedâyi'- âşinâ ‫( د ا ح اﺷﺘﺎ‬a.f.b.s.) : güzellik taniyan, güzellikten anlayan, bed-âyîn ‫( د ا س‬f.b.s.): geleneği, göreneği ve âyini kötü olan. 86

bedâyi'-perver ‫د ا ع رور‬

(a.f.b.s.) : sanatkâr,

sanatçı.

bedâyi'-pesend ‫ د‬٠‫( د ا ع س‬a.f.b.s.) : gü zelliği tak d ir eden.

bedâyi'-şinâs

‫ﺷﺎ س‬

‫( ' دا ح‬a.f.b.s.).

(bkz :

bedâyi'-âşinâ).

bed-baht ‫ ت‬٠‫( د ﺑﺦ‬f.b.s.) : bahtsız, bahtı k ara, k ara bahtlı, talihsiz.

bed-bîn ‫( د ص‬f.b.s.) : fenâ gören, kötüm ser, fr. pessimiste. bed-bîn-âne ‫( إد ؛— دﻧ ﻪ‬f.b.zf.) : h içbir şeyi begenm eyen, her şeyi fenâ gören adam a yakı?acak sûrette, kötüm serce,

bed-bînî -

‫د‬

(f.b.s.) : fenâ görürlü k, kö-

tüm serlik.

bed-bû ‫( د ر‬f.b.s.) : fenâ kokulu, koka.n. bed-bûd ‫( إد ر د‬f.b.s.) : fenâ yapılı, bed-bûk ‫( إد ر ك‬f.s.) : hâin, korkak. bed-cins ‫( د ص‬f.a.b.s.) : cinsi bozuk, bed-çehre ‫( إد ﺟﻬﺮه‬f.b.s.). (bkz : bed-çihre). bed-çeşm ‫ل‬٠‫( د ﺟﺶ‬f.b.s.) : n azari değen, haset‫ ؟‬i.

bed-çihre ‫( إد ﺟﻬﺮه‬f.b.s.) : çirk in y ü zlü , beddâl ‫( د ا ل‬a.i.): b akkal, bedde ‫( د ه‬a.i.) : tâkat, derm an, güç. (bkz : bidde).

bed-dil ‫( د دل‬f.b.s.) : yü rek siz, korkak, bed-dimâğ ‫( د دﻣﺎغ‬f.a.b.s.) : kap risli, inatçı, bed-dııâ ‫( د د ئ‬f.a.b.i.) : in kisar, İlenç. bed-edâ ‫( د ا د ا‬f.a.b.s.) : nezâketsiz, terbiyesiz, kaba [kim se].

bedel ‫د ل‬

(a.i.c. : bedelât) : 1. k arşılık , karşı. 2. b ir şeyin yerin e verilen ve y e rin i tutan şey. (bkz : ivaz). 3. b aşkasın ın ad m a ve m asrafıyla hacca giden.

bedel-i askeri : askerlik bedeli, askere gitm em ek İçin verilen para.

bedel-i cizye : tar. .Buğdan b eyleriyle D obra, V en ed ik cu m hu riyetlerin in verd iği kesin vergi.

bedel-i hâss : tar. H as yerin e hazîneden verilen para.

bedel mâ-yetehallel : vü cu d u n sarfiyatım tam am layan yiyecekler.

bedel-i misi : huk. ta s a rr u fh a k k i m u kab ilin de verilen m uaccele-i m isil, y â n i em sâline uygu n peşin para.

bedîa-zâr

bedel-i n a k d i: ask. askerlik yapmakla görevli ve yükümlü bulunan bir kimsenin askere gitmemek İçin verdiği para, bedel-i öşr : ekilmesi bırakılmış bir tarla İçin öşre karşılık alınan bedel, bedel-i ra k ab e: huk. kölenin şahsı yerine geçen kıymeti veyâ nefsi mukabilinde vermeyi deruhte ettigi “itk" veyâ “kitâbet" akçesi. bedel-i tım âr:tar. bir beylik arâzî(mâlikâne) veyâ muayyen bir kira karşılığında birine bırakılan arâzi (mukattaa) ye konulan vergi. bedel-i zeâm et: tar. zeâmet, tımar sahiplerinin haklarım, devletin gerekli buldugu hallerde hazîneye maledilmesi üzerine zeâmet sâhibine verilen aylık, bedelen ‫( د ﻻ‬a.zf): yerine, karşılığında, mukabilinde. beden ‫( ﺑﺪن‬a.i.c.: ebdân): gövde, vücut, cisim, ten. bed'en ‫( ﺑﺪﺀأ‬a.zf). (bkz: bed'an). bed-encâm ‫م‬،‫( د اذﺀج‬f.a.b.s.): sonu kötü, bed-endâm ‫( د ا دا م‬f.b.s.): biçimsiz, çarpık, kambur. bed-endîş ‫( د ا د ش‬f.b .s.): kötülük düşünen, bedene ‫( ﺑﺪﻧﻪ‬a .i.c . : b ü d ü n ) : ku rban lık deve, bedenen ‫( ﺑﺪﻧﺎ‬a .zf.) : 1. beden ile, şahsen. 2 . VÜcutça.

bedeni, bedeniyye ‫د ب‬

، ‫( د ﻧ ﻰ‬a .s.) : bedene Terbiye-i bedeniy-

mensup, vücu tla ilgili.

y e : ]im nastik. beden-kâr ‫( ﺑﺪ ﻧﻜﺎ ر‬a.f.b.i.): kakum kaplı bir nevi kısa ceket, [büyük memurlar giyerdi], beden-nûr ‫( د ن ﻧﻮر‬a.b.i.): samur kaplı bir nevi ceket, [büyük memurlar giyerdi], be-der ‫( د ر‬f.i.) : dışarı. be-dergâh ‫( ﺑﺪرﺳﻤﺎه‬f.b .i.) : 1. kapıya çıkma. 2. tar. acemi ocaginda ve ocak dışındaki türlü hizmetlere verilmiş olan acemilerin. Yeniçeri ocagma kayıt ve kabulleri hakkinda kullanılan bir kelime, bedesgân ‫( ﺑﺪ ﺳﻜﺎن‬f.i.): sarmaşık [ot], (bkz : bıdisgan, bıdışgan, bidişgan). bedestân ‫( د ﻗ ﺎ ن‬f.i.): degerli eşyâ ve mücevherlerin alınıp satıldığı çarşı, (bkz: beziztân). bed'et ‫( دأت‬a.i.): başlangıç.

bed'eten ‫( ﺑﺪأة‬a.zf.): ilk başta, bed'etmek ‫( ﺑﺪأ اﻳﻌﻤﻚ‬a.t.b.m.): başlamak, bedevi ‫( د و ى‬a.i.): 1. göçebe. 2. çölde yaşayan. Bedevi ‫( د و ى‬a.i.): Seyyit Ahmedü'1-Bedevî tarafından kurulan tarikat. Seyyit Ali'nin oğludur. Seyyit Ali'nin babası Seyyit ibrâhim, onun babası Seyyit Mehmed, Seyyit Mehmed'in babası da Seyyit Ebî Bekr'dir. 576 (1180-1179) senesinde Fas şehrinde dünyâya geldi. 675 (1276) da Mısır'da vefât ederek Tanta'daki türbesine gömüldü, bedeviy-âne ‫( دوداﻧﻪ‬a.f.zf): çölde yaşayanlara uygun bir sûrette. bedeviyyet ‫( د وﻳ ﺖ‬a.i.): bedevilik, göçebelik, bed-fercâm ‫( د ؤرﺟﺎم‬f.b.s.): âkibeti, sonu fenâ. bed-fermâ ‫( د ﻓﺮﺀا‬f.b.s.): fenâlık ve ayıp İşlemesini emreden. bed-fiâl ‫( د ﻫﻌﺎل‬f.a.b.s.): yaptığı İşler kötü olan. bed-gevher ‫( ﺑﺪ ا ﻫ ﺮ‬f.b.s.): cevheri fenâ, mayası bozuk. bed-gû ‫( ﺑﺪ ﺳﻤﻮ‬f.b.s.): aleyhte bulunan münâfık, dedikoducu. bed-güher [gevher] [‫( د ﺳﻤﻬﺮ ]ﺳﻤﻮﻫﺮ‬f.b.s.): İÇİ, tabiatı fenâ, soysuz, mayası bozuk. bed-gümân ‫( ﺑﺪ ﺳﻤﻂن‬f.b.s.): her şeyden şüphe eden, şüpheci, septik. bed-hâh ‫( د ﺧﻮاه‬f.b.s.) : her İşin fenâlıgını isteyen. bed-hâhâne ‫ﻫﺎذه‬١‫( د ﺧﻮ‬f.b.zf.): kötülük,fenâlık isteyene yakışacak sûrette. bed-hâl ‫( د‬f.a.b.s.) : hâli kötü, düşkün, bed-hisâl ‫ ا ل‬٠‫( د ﺧﻊ‬f.a.b.s.): hasletleri, huyları kötü. bed-hufy] [‫( د ﺧﻮ]ى‬f.b.s.): 1. kötü huylu, huysuz. 2. i. kötü huy. bedi' ‫( دﻳ ﻊ‬a.s.): 1. eşi ve b'enzeri olmayan, mükemmel bir şeyi icâdeden. bedî'ü's-semâvâti ve'1-arz: Cenâbıhak. 2. yeni, garip, eşsiz ve görülüp işitilmemiş. 3. i. ed. sözün giizel olması usûl ve kaidelerinden bahseden ilmin adi, estetik. bedia, ^„‫( د‬a.i.c.: bedâyi'): 1. beğenilen ve takdiredilen pek yeni şey. 2. i. kadm adi. bedia-i hayâliyye : ülkü, fr. İdéal, bedîa-zâr ‫ﺑﻌﻪ زار‬.‫( د‬a.f.b.i.): güzellik yeri. 87

٥٥

be î , bedîdar

bedîd, bedidâr ‫ ﺑﺪﻳﺪار‬، ‫ ﻳ ﺪ‬٠‫( ﺑﺎ‬f.s.): meşhur; görünür; açık, meydanda, (bkz: âşkâr, hüveydâ). bedih ‫( ﺑﺪﻳﺦ‬a.s.): şan ve şerefi büyük olan,

bed-nâm ‫( ﺑﺪ ﻧﺎم‬f.b.s.): kötü adil, fenâ tanınmış, adi kötüye çıkmış.

bedihe ‫( ﺑﺪﻳﻬﻪ‬a.s.): 1. düşünmeden, birdenbire söylenen güzel söz. 2. i. başlangıç, bedîhe-gû ‫( ﺑﺪﻳﻬﻪ ﻛ ﻮ‬f.b.s.): bedihe, güzel söz söyleyen, söylemeye alışık bulunan kimse,

bed-nigâh ‫( ﺑﺪ ﻧﻜﺎه‬f.b.s.): kötü bakışlı,

bedîhî ‫( ﺑﺪﻳﻬﻰ‬a.s.c.: bedihiyyât): 1. alda kendiliginden gelen. 2. delilsiz, açık olan, besbelli. bedîhî-i û lâ: İspâta ihtiyaç olmayan, gün gibi âşikâr hakikat. bedihiyyât ‫( ﺑﺪﻳﻬﻴﺎ ت‬a.i. bedihi'nin c .): delili ve ispâtı gerekmeyen açık şeyler, bedihiyyet ‫( ﺑﺪﻳﻬﻴ ﺖ‬a.i.): bedîhî olma, besbellilik, açık olma. bedii ‫ى‬٠‫( ﺑﺪﻳﺄ‬a.s.): 1. güzel. 2. i. güzellik, bedii kırâat: ed. konuyu ses ve işâretlerle canlandırarak çok güzel okuma, b e d iiy a t ‫( ﺑﺪﻳ ﻌﺎ ت‬a.i.) estetik, (bkz: İlm-i bedâyi'). bedii ‫ل‬٠‫( ﺑﺪي‬a.i.): 1. bir şeyin karşılığı, (bkz: ivaz). 2. tutuşulan bir bahiste aldanan kimsenin vereceği şey. bed-kadem ‫( ﺑﺪ ﻫﺪم‬f.a.b.s.): ayağı uğursuz, kademsiz. bed-kâr ‫( د ﻛﺎر‬f.b.s.): İŞİ, hareketi kötü; İŞİ, hareketi fenâ. bed-kirdâr ‫ د ا ر‬/ ‫( ﺑﺪ‬f.b.s.). (bkz : bed-kâr). bed-legâm ‫( ﺑﺪ ص‬f.b.s.): "gem almaz, serkeş at" : 1. âsî, serkeş, söz dinlemeyen kimse. 2. i. bedevi, çöl adamı.

bed-nesl ‫( ﺑﺪ ﺳ ﻞ‬f.a.b.s.): soysuz, asil fenâ, rezil. bed-nihâd ‫( ﺑﺪ ﻧﻬﺎد‬f.b.s.): rezil, asil bozuk, soysuz. bed-nijad ‫( ﺑﺪ ﻧﺰاد‬f.b.s.): asil, soyu bozuk, bayağı [kimse]. bed-pesend ‫ ﺳ ﺪ‬٠ ‫( ﺑﺪ‬f.b.s.) : 1. kötülüğü metheden, kötülüğü beğenen. 2. müşkülpesent, güçbeğenir. bed-peymân ‫( ﺑﺪ ﺑﻴ ﻤﺎ ن‬f.b.s.): andında, sözünde durmayan, sözünün eri olmayan. Bedr ‫( ﺑﺪر‬a.h.i.): Hz.Muhammed'in dinsizlerle çarpıştığı Mekke ile Medine arasında bir yer olup, bu savaşa "Bedir Gazâsı” denir, bedr ‫( ﺑﺪر‬a.i.): ayin on dördüncü gecesi, dolunay. bedr-i biilend : ayin ondördü. bedr-i kâm il: ayin ondördüncii gecesi, bedr-i miinir : parlak dolunay, bedr ii kemâl: g. s. bir yazı stili, bed-râh ‫( ﺑﺪ راه‬f.b.s.): fenâ yola sapan, bed-râm ‫( ﺑﺪ رام‬f.s.): 1. sert başlı at. 2. zf. dâima. 3. hoş, lâtif, yakışıldı, süslü, bed-rân ‫ د ران‬٠(f.b.s.) : 1. İşleri kötü İdâre eden. 2. çapkın [kadın]. 3. orospu, bed-rây ‫( ﺑﺪ راى‬f.b.s.) : kötü düşünceli, bedre ‫( ﺑﺪره‬a.i.c.: bider) : 1. kuzu, oğlak derisi. 2. İÇİ altın dolu kese, [beşyüz kuruşa eslciden "kese” denilirdi], (bkz : bedri),

bed-lika ‫( د ق‬f.a.b.s.): lcötü yüzlü, çirkin suratlı.

bed-reftâr ‫( ﺑﺪ رﻓﻘﺎر‬f.b.s.): hareketi, gidişâtı fenâ olan.

bed-maâş ‫( ﺑﺪ ﻫﻌﺎش‬f.a.b.s.): yaşayışı davranışı iyi olmayan, kötü olan, bed-mâye ‫ﺑﻪ‬.‫( د ﻣﺎ‬f.b.s.): soysuz, sütü bozuk, bed-meııiş ‫ ﺋ ﺶ‬٠ ‫( ﺑﺪ‬f.b.s.): kötü huylu, kötü tabiatlı.

bed-reg ‫( ﺑﺪ رس‬f.b.s.) : asil kötü, huys.uz, kötü damarlı (insan ve hayvan],

bed-mest ‫ت‬ ‫( ﺑﺪ‬f.b.s.): 1. sarhoşluğu kötü, fenâ sarhoş, i. kendini bilmeyecek derecede sarhoş. bed-mesti sarhoşluk.

bedreka ‫( ﺑﺪرﻗﻪ‬f.i.) yol gösteren, kılavuz, delil, (bkz: bezreka).

‫رﻧﺲ‬

bed-reng ‫( ﺑﺪ‬f.b.s.): açıkla, koyu arasmdaki kirli bir renk. bedri ‫ ( ددرى‬fi.) : 1. İÇİ altın dolu kese, (bkz : bedre2 .‫ ؟‬. erkek adi.

‫( ﺑﺪ‬f.b.i.): bedmestlik, kötü

bedriyye ‫( ﺑﺪرﻳﻪ‬a.s.): 1. [bedri kelimesinin miien.]. (bkz : bedri). 2. i. kadın adi.

bed-mihr ‫ ﻫﺮ‬٠ ‫( ﺑﺪ‬f.b.s.): iyilik etmeyen, insâniyetsiz.

Bedriyye ‫ددرده‬ (a.h.i.): Sühreverdiyye tarikatının altı şûbesinden biri [öteki

behem-zede

şûbeleri: Zeyniyye, Bahâiyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necibiyye'dir]. bedrûd ‫( إدرود‬f.i.): vedâ, esenlik, esenleme, (bkz: bidrûd). bed-sigâl ‫( ﺑﺪ ﻣ ﻜﺎ ل‬f.b.s.): fenâ düşünceli, herkes hakkında kötü söyleyen, bed-sîret ‫ﺑ ﺮ ت‬ ahlâksız.

‫ د‬٠ (f.a.b.s.): kötü huylu,

bed-sirişt ‫( ﺑﺪ ﻣﺮﺷ ﺖ‬f.b.s.): tabiatı, yaradılışı kötü. bed-sûret ‫( ﺑﺪ ﺻﻮرت‬f.a.b.s.): hâli, tavrı,biçimi kötü. bed-şükûn ‫( ﺑﺪ ﺷﻜﻮن‬f.b.s.): uğursuz, bed-tâli' ‫( دد ﻃﺎﻟﻊ‬f.a.b.s.): tâlihi kötü, tâlihsiz. (bkz: şûr-baht). bed-tedbir ‫( ﺑﺪ ﺗ ﺪ ﺑ ﻴ ﺮ‬f.a.b.s.): fenâ istekli, niyeti bozuk. bed-ter ‫ در‬٠‫( ﺑﺎ‬f.b.s.): daha kötü, çok kötü, beter. bed-tıynet ‫ ﻳ ﺖ‬٠ ‫( ﺑﺪ‬f.a.b.s.): yaratılışı, tabiatı fenâ olan, soyu bozuk, bayağı adam, (bkz : bed-siret). bedûat ‫( ﺑﺪوﻋﺖ‬a.i.). (bkz ; bedâat). bedûh ‫( ﺑﺪوح‬a.i.): mektup zarflarının üstüne yazılan asil meçhul bir kelime. Bunun yerine “ebced" hesâbına göre karşılığı olan : (2,4,6,8) sayılan da kullanılır, be-dûş ‫( إدوش‬f.e.): omuza, omuzda. Abâ-bed û ş : abası omuzunda, serseri. Dûş-bedûş : omuz omuza. bed-üslûb ‫د اﺳﻠﻮب‬ kötü.

(f.a.b.s.): tavrı, gidişi

bed-zebân ‫( ﺑﺪ زﺑﺎن‬f.b.s.): 1. ağzı pis, ağzı boz u k . 2 . i. k ö t ü d il. bed-zehre ‫ د زﻫﺮه‬٠ (f.b.s.) : korkak, yüreksiz, ödlek. befm ‫( ﺑﺬم‬f.i.) : keder, tasa, İç sıkıntısı, [kelime ''befem” şeklinde de kullanılır], befş ‫( ﺑﻬﺶ‬f.i.) : azamet, debdebe, beft ‫( ﺑﻬﺖ‬f.i.). (bkz : zer-beft). beftere ‫( ﺑﻐﺘﺮه‬f.i.) : avcılar tarafından kullamlan alıştırılmış kuş. befterî ‫( ﺑﻐﺘﺮى‬f.i.): sik dişli çulha tarağı, tezgâha mahsus ağaç tarak, (bkz : kefteri). beganUş ‫"( ﺑﻐﺎﻧﻮش‬ga" uzun okunur, f.i.): eşkin, yürük at ve katır.

begas ‫ ﺑﻐﺎ ث‬. (a.i.c.: bagsân): 1. lori [veyâ "İûri" kuşu [avcı olmadığı İ‫ ؟‬in âdî, değersiz kuşlar arasında adi geçer].' 2. kartal; karga; doğan gibi hayırsız ve zararlı kuşlar, (bkz : bigas, bügas). begayâ ‫"( ﺑﻐﺎﻳﺎ‬ga” uzun okunur, a.i.c.): askerlikte keşif kolu takımı. be-gayet ‫“( ﺑﻐﺎﻳﺖ‬ga" uzun okunur, a.zf.) : pek çok, aşırı, son derecede, pek ziyâde, begend ‫( ﺑ ﻜﺘﺪ‬f.i.): 1. kümes, folluk. 2. yuva, (bkz: âşyân). begter ‫( ﺑﻜﺘﺮ‬f.i.): eskiden kullanılan zırhlı elbise. begnek ‫( ﺑ ﻜﺘ ﻚ‬f.s.): kuyruğu kesik, güdük [hayvan]. behâcet ‫( ﺑﻬﺎﺟﺖ‬a.i.): güzellik, güzel yüzlü oluş. behâim ‫( ﺑﻬﺎﺋﻢ‬a.i.), (bkz : behime). Behâiyye۶ ^ (a.i.): Sühreverdiyyetarikatinin altı şubesinden biri, [öteki şûbeleri: Bedriyye, Zeyniyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necibiyye'dir]. behak ‫( ﺑﻬﻖ‬a.i.): insanin derisinde pul pul beyazlık ve alaca bir renk meydana getiren bir çeşit hastalık, (bkz : behek). be-hakkı ‫( ص‬f.a.z.): hakki İçin. be-hakkı Huda : Allah hakki İçin, behâmln ‫( ﺑﻬﺎ ﻣﻴﻦ‬f.i.): bahar mevsimi, behas ‫( ﺑﻬﺺ‬a.i): susama, (bkz : atş). behatt ‫( ﺑﻬﻂ‬a.i.): sütlâç, süt lâpası. behbûd ‫( ﺑﻬﺒﻮب‬f.i.): iyilik, sağlık, sıhhat, behc ‫( ﺑﻬﺞ‬a.i.): keyfi her zaman yerinde olan [adam]. behcet ‫( ﺑﻬﺠ ﺖ‬a.i.): 1. sevinç. 2. güzellik, güİeryüzlülük, şirinlik. 3. erkek adi. behdel ‫( ﺑﻬﺪل‬a.i.): 1. sırtlan yavrusu. 2. erkeğin memeleri büyük olma, b e h e k . (f.i.). (bkz : behak). behem ‫( ﺑﻬﻢ‬f.zf.): toplu, birarada, hep bir yere, hep bir yerde, (bkz : bâhem). behem-ber-âmeden ‫( ﺑﻬﻢ ﺑﺮ آﻣﺪن‬f.b.m.): 1. birikmek, toplanmak. 2. mec. kızmak, miiteessir olmak. be-heme-hâl ‫( ﺑﻬﻤﻪ‬f.a.zf.): her halde, elbette, nasıl olursa olsun, mutlaka, behem-zede ‫( ﺑﻬﻤﺰده‬f.b.s.): cemiyeti dağıtmış, topluluğu bozmuş.

beher

beher ‫ ( ﺑﻬﺮ‬f . b . s . ) : h e r, h e r b ir , h e r b ir i, be-her-hâl ‫( ﺑﻬﺮ‬f.a .z f.): h e r h a ld e , m u t l a k a , be-her-mâh ‫ ( ﺑﻬﺮ ﻣﺎه‬f . b . i . ) : h e r ay. behet ‫( ﺑﻬﺖ‬f.i.) : 1 . s ü t lâ 2 .‫ ؟‬. M e m û n i y e d e n ile n ve p i r i n ‫ ؟‬u n u ile p i ş i r i le n h e lv a . [ A b b â s î h a lî f e l e r i n d e n " e l - M e 'm û n " u n ‫ ؟‬o k s e v d i g i b i r y e m e k o l d u g u s ö y le n ir ],

behhâs ‫( ﺑﺤﺎ ث‬a.s.). ( b k z : b a h h â s ) . behic ‫( ﺑ ﻬ ﺞ‬a.s. b e h c e t 'd e n ) : ş e n , g ü z e l ,

‫ﺑﻬﻴﺠﻪ‬

[k a d ın ]. b e h ile —

‫ﺑﻬﻴﻢ‬

b e h im

2.

van. b e h im e

( a . s . ) : 1 . ş e n , g ü z e l; g ü l e r y i i z l ü

2.

behle ‫( ﺑﻬﻠﻪ‬f.i.): kaim kuşçu eldiveni, b e h l e l ^ (a.s.): abes, bâ-tıl, beyhude, boş, boşuna, (bkz: biihlel).

‫ﺑﻬﻤﻪ‬

( a .i .c .; b e h â im , b e h â y i m ) : d ö rt

( a .s .) : h a y v a n a m e n su p , h a y v a n -

i lk , h a y v â n i .

behimiyyet ‫ﺑﻬﻴﻤﻴﺖ‬ hCbetude.

( a .i.) :

hayvanlık hâli, fr.

‫ ( ﺑﺨﺮ‬a . i . ) : a ğ ı z k o k u s u , ‫ ( ﺑﻬﻴﺮ‬a . s . ) : 1 . n e fe s i s ı k ı ş ı p 2.

‫ ؟‬o k so lu y a n

g ö g ü s d a r lığ ı h a s ta lığ ı d o la y ıs iy -

la s o l u m a k t a n y o l y ü r ü y e m e y e n [a d a m ], b e h ir e

‫ﺑﻬﻴﺮه‬

(a .s.) : 1 ş i ş m a n l ı k d o l a y ı s ı y la y ü -

r iirk e n so lu y a n

[k a d m ] .

2.

h a y ır v e iy ilik

s e v e n , s o y u t e m i z [ k a d m ] . ( b k z : b e h ile ). b e h iş t

‫ﺑ ﻬﺜ ﺖ‬

( f .i .) : ce n n e t, u ‫ ؟‬m a k . ( b k z : a d n ,

b i h i ş t , f ir d e v s ) .

behişt-i dünyâ

(d ü n y â

c e n n e ti):

yerd ek i

c e n n e t = S e m e r k a n d v â d i s i , Ş a m o v a s ı; B a s r a c i v â r ı v .b .)

behiçt-î güm -geçt : k a y b o l m u ş c e n n e t , behişt-âşiyân ‫ ( ﺑﻬﺸ ﺖ آﺷﻴﺎن‬f . b . s . ) : m e s k e n i c e n n e tte o la n (= m e rh u m ),

behiçt-hırâm ‫ﺑﻬﺸ ﺖ ﺧﺮام‬

( f . b . s . ) : c e n n e t e g it -

m iş .

behişti ‫ ( ﺑﻬﺸﺘﻰ‬f . i . ) : b e h iş t e m e n s u p , c e n n e t li k , behiçtî-rû ‫( ﺑﻬﺸﺘﻰ رو‬f.b .s.) : h û r i g ib i g ü z e l ( f .b .s .) : c e n n e tte o tu -

ran .

behişt-sîmâ ‫ﺑﻬﺸ ﺖ ﺳﻴﻤﺎ‬

behlûl ‫( ﺑﻬﻠﻮل‬a.s.): 1. ‫ ؟‬ok gülen, ‫ ؟‬ok gülücü. 2. hayır sâhibi, ‫ ؟‬ok iyi adam [Arapça'da fasihi bühlûl dür], (bkz: bühlûl). Behlûl ‫( ﺑﻬﻠﻮل‬a.h.i.): Harûn-ür-Reşîd'in kardeşinin adi olup, delice hareketleriyle meçhur olmuştu. behmân ‫( ﺑﻬﻤﺎن‬f.s.): filan, filanca, (bkz: bâhmân). behmâr ‫( ﺑﻬﻤﺎر‬f.zf.): ‫ ؟‬ok ziyâde, fazla, behme ‫( ﺑﻬﻤﻪ‬a.i.c.: bühüm, bihâm ‫ ؛‬c. c . : bihâmât): 1. kuzu. 2. oglak. 3. buzağı. 4. ke‫ ؟‬i otu. (bkz : bühme). behmen ‫( ﺑﻬﻤﻦ‬fis.): 1. zeki, anlayışlı, kavrayışil. 2. tedbirli. 3. i. bot. turpa benzeyen ve “kavza kökü''denüen bir ot. Behmen ‫( ص‬f.h.i.): Iran hükümdarlarından Isfendiyâr'm oglu Erdşîr'in lâkabı, beh-nâme ‫( ﺑﻬﺘﺎﻣﻪ‬f.b.i.). (bkz : bâh-nâme). behnân ‫( ﺑﻬﺎ ن‬a.i.): 1. güle‫ ؟‬, güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen adam. 2. erkek adi. behnâne ‫( ﺑﻬﻨﺎ ﻧﻪ‬a.i.) : 1. güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen kadm. 2. kadm adi. behnâne ‫( ﺑﻬﻔﺎ ﻧﻪ‬f.i.): 1. maymun. 2. beyaz pide. [dogrusu pehnâne'dir]. behne ‫( ﺑﻬﻨﻪ‬a.s.): yumuşak [yer],

y ü z lü .

behişt-nişîn ‫ﺑﻬﺸ ﺖ ﻧﺸﻴﻦ‬

(f.a .b .s .) : c e n n e t g ib i

g ü z e l y ü z lü .

behîçt-zâr ‫ ( ﺑﻬﺸ ﺖ زار‬f . i . ) : c e n n e t g ib i behite ‫ ( ﺑﻪ؛ﻋﻪ‬a . i . ) : İ f t i r â , y a l a n s ö z . 90

behl ‫( ﺑﻬﻞ‬a.i.): 1. İânet, nefret. 2. s. az şey, az

(a .s.). ( b k z : b e h ir e ) .

d ik , p ü r ü z s ü z se s.

[a d a m ].

behkeşe ‫( ﺑﻬﻜﺸﻪ‬a.i.): emir ve İçte ‫ ؟‬abuklukj bir İŞİ ‫ ؟‬abuk görme ve tutma,

( a . i . ) : 1 . d ü z s i y â h ş e y , a la c a s ı z h a y -

behîmî ‫ﺑﻬﻤﻰ‬

b e h ir

behken ‫( ﺑﻬﻜﻦ‬a.s.) güzel ve gösterişli gen‫[ ؟‬erkek].

k a d ı n a d i.

a y a k lı h a y v a n .

b e h ir

behkele ‫( ﺑﻬﻜﻠﻪ‬a.i.) : nârin, ince ve güzel VÜcutlu kız, sevgili, (bkz : behkene).

b e h k e n e - (a.s.). (bkz: behkele). g ü le r -

y ü z l ü [a d a m ]. b e h ic e

b e h i^ e , b e h i ^ ، ‫( ﺑﻬﻪ‬a.s. behâ'dan): güzel. H edi^e-İ b eh iyye: güzel hediye. İdâre-i b e h i^ e : güzel İdâre.

yer.

behneke ‫( ﺑﻬﻔﻜﻪ‬a.s.): şişmanca ve vücudu güzel kadın. behnes ‫( ﺑﻬﻨﺲ‬a.s.): sakil, kaba, ‫ ؟‬irkin [adam], behr i (a.i.): 1. uzaklık, mesâfe. 2. felâket. 3 ٠ümidin boşa ‫ ؟‬ıkması. behrâ ‫( ﺑﻬﺮا‬f.zf.): onun İ‫ ؟‬in, ondan dolayı.

be-kef ‫ﺑﻬﺮام‬

b eh râm

( f .i.) : 1. M e r ih y ıld ız ı. 2 . A c e m

p e h liv a n la rın d a n

b ir in in

a d i. 3 . I r a n

hü-

‫ ( ﺑﻬﺼﻮص‬a . s . ) : b i r m i k t a r , a z şe y . ‫ ( ﺑﻬ ﺖ‬a . i . ) : ş a ş k ı n l ı k , h a y r a n l ı k ,

b eh sû s beht

b e h te

k ü m d a r l ’a r ı n d a n b i r k a ç ı n ı n a d i k i e n m e ş -

u ğ r a m a k : ş a şa k a lm a k , d o n a k a lm a k , (b k z :

h u r u , y a b a n e ş e ğ i a v ı n a p e k d ü ş ü n o la n

m e b h û t o lm a k ) .

"B e h r â m G ü r ” d ur. b eh râm e

‫ﺑﻬﺮاﻣﻪ‬

b e h te re

( f . i . ) : 1 . y e ş i l e lb is e . 2 . ( b k z :

b e h râ m e c). ( a .i.) :

1. h er

re n k te

o la n

l e y l â k ç iç e ğ i. 2 . ç i ç e ğ i k o k u l u o l a n b i r c i n s s ö ğ ü t a ğ a c ı. ( f.i.) :

1. b ir

nevi

k ır m ız ı

y â k u t . 2 . ip e k t e n d o k u n m u ş g ü z e l b i r k u m a ş . 3 . a s fu r ç iç e ğ i, k ır m ı z ı g ü l. 4 . k a d ın la r m k u l l a n d ı k l a r ı a ll ı k , k ı r m ı z ı d ü z g ü n , b e h râ m -te l

‫ﺑﻬﺮام ﺗﻞ‬

( f.i.) : B e h râ m

‫ﺑﻬﺮه‬

e l - B e h û r î e r - R û m î 'd i r . E d i r n e l i o lu p A l i e r -

(16 2 9 /16 30 )).

‫ﺑﻬﻮت‬

behût

‫ﺑﻬﻮ‬

a yârı b o z u k p ara.

‫ﻟ ﺪا ر‬

b e h re -d â r

(f.b .s.) : b e h r e li, h is s e li, p a y lı ,

‫ﺑﻬﺮه دارى‬

behv, beh ve

c . : “ e b h â , b ü h ü v v " g e lir ]. 3 . g e n iş m e y d a n , y e r . 4 . g ö ğ s ü n İ‫ ؟‬İ, b o ğ a z d a n m i d e y e k a d a r o l a n a r a lı k . 5 . r a h i m ile m a h r e c i n i n a r a s ı,

‫ﺑﻬﺰ‬

v e a y a k d e r i l e r i n i n s e r tle ş m e s i. 2 . y a r a l a r -

b e is

‫ﺑﺄس‬

b e jm â n

beka b e h r e m f i ‫ ( ؛‬a . i . ) : a s f u r ç i ç e ğ i , k ı r m ı z ı g ü l. b e h r â m e n ) .b e h r e m â n ,

‫ؤد ى‬ ‫ﺑﺆﻣﺎن‬

( f . i . ) : g e ‫ ؟‬i m d a r lı ğ ı , ( f i . ) : 1 . h ü z ü n l ü , k e d e r li, y a s lı .

‫ﺑﻘﺎ‬

("k a ” u z u n o k u n u r, a .i.) : d e v a m , se-

b a t, e v v e lk i h a l ü z e re k a lm a k , b a k ilik . b e k a - y ı ş ö h r e t : ş ö h r e t i n b e k a s ı, i y i n â m ı n k a lm a s ı.

( a .i.) : 1. ç iç e ğ in

g ö z a lı c ı g ü -

٠H i n d l i l e r i n

ib â d e t i.

3 . s a ‫ ؟‬v e s a k a l ı k m a ile b o y a m a : ، U i

( f.i.) : b u rg u ,

( b k z : 'm a tk a b ,

b e h re -m e n d ■ b

‫ﺑﻬﺮه‬

( f . b . s . ) : b e h r e li, h is s e li,

‫ﺑﻬﺮه‬

( f . b . i . ) : b e h r e m e n d li k ,

( f s . ) : m a k s a t v e m e r â m ı n a u la -

b e -k â m

o l m a k : e rm e k , k a z a n m a k v e m a k -

‫ﺑﻜﺎ ﻣﺖ‬

bekâm et

( a . i . ) : d i ls i z l i k , f r . a l a l i e . ( b k z :

bekâr

‫ﺀر‬

( a .s .) : h i‫ ؟‬e v le n m e m iş , e rg e n [k im -

se ].

b e h re lilik .

‫ ور‬٥İ

‫ﺑﻜﺎ م‬

şan .

b ik â m e t ) .

( b k z : b e lr r e -d â r ). b e h re -m e n d i

b e -k â m

ş a d ı n a u la ş m a k , ( b k z : n â i l o lm a k ) ,

m is k a b ) .

( f . b . s . ) : h is s e v e n a s i b i n i a l-

b ek âret

‫ﺑﻜﺎرت‬

(a.i.) : e r k e k g ö r m e m i ş k ı z ı n

h â l i , k ı z l ı k , k ı z o g l a n k ı z l ı k , ( b k z : b ik r ) .

m ış .

behs i r i

(a .i.). ( b k z : b e 's ).

b eh rem en

(f.i.) : ( b k z : b e h r â m e n ') .

z e l l i g i v e p a r la k l ı ğ ı . 2

b e h re -y â b

g ö ğ s e v u r m a , ile -

2 . y ı r t ı k , d ö k ü k , p e jm ü r d e ,

d a n g e le n ir in .

b eh rem e ، U i

( a . i . ) : 1 . ş id d e tle

r i k a k m a . 2 . B e n û S e l i m k a b ile s in d e n b i r

b e je n d i ( f . i . ) : 1 . ‫ ؟‬o k ‫ ؟‬a lı ş m a d a n d o l a y ı el

‫ن‬٠‫ﺑﻬﺮﻷف ؛ ﺑﻬﺮﺀ‬

( a .i .) : 1. m is â fir o d a sı.

c e m â a t i n is m i,

( f . b . i . ) : b e h r e l i l i k , p a y lı -

ilk .

‫ﺑﻬﻮك‬

‫ ﺑﻬﻮه‬، ‫ﺑﻬﻮ‬

2 . y e r a l t m d a h a y v a n a ğ ı lı , [ b u i k i m â n â d a k i

behz

( b k z : b e h re -m e n d ). b e h re -d â ri

b e h re -v e r

( a .z f .) : h ü k m ü n c e , h ü k m ü y le ,

( f . i . ) : 1 . k ö ş k . 2 . s o fe . 3 . s a lo n . 4 . c u m -

b a . 5 . ‫ ؟‬a rd ak .

2 . a r z u y a b ı r a k ı l m ı ş şe y , İş. 3 . e k s i k v e y â

b e h re m e

‫ﺑ ﺤﻜﻢ‬

b e -h iik m

( f . i . ) : h is s e , p a y , k ıs m e t , n a s ip ,

‫ ( ﺑﻬﺮهض‬f . b . s . ) : ş e r ik , o r t a k , b e h r e - b e r l ‫ ( ﺑﻬﺮه ر ى‬f . b . i . ) : ? e r i k li k , o r t a k l ı k , b e h r e c ‫ ( ﺑﻬﺮج‬a . s . ) : 1 . f a y d a s ız , iş e y a r a m a z şe y .

(b k z :

( a .i.c .: b ü h ü t ) : d u y a n la rı h a y re te

d ü şü re n İftirâ , y a la n .

behv

b e h re -b e r

b eh rek

( a .b .i.) :

ş u b e le r in d e n

b i r i n i n a d i. [ k u r u c u s u : Ş e y h M u h a m m e d

Ç u b î 'n i n

k e s tiğ i b a ş la r d a n y a p tır d ığ ı m in â r e . b eh re

‫ﺑﺨﻮرﻳﻪﺀ ﺧﻠﻮ ب‬

H a lv e tiy y e

R û m î 'd e n h i l â f e t a lm ı ş t ı r , ( d . : ? - ö . : 1 0 3 9

‫ﺑﻬﺮاﻣﻦ‬

b eh râm en

( a . i . ) : y a l a n sO y le m e .

R a m a z â n iy y e -i

‫ﺑﻬﺮاﻣﺞ‬

b eh râm ec

‫ﺑﻬﺘﺮه‬

B e h U r iy y e -i h a lv e t im e

‫ ﻷب‬٥İ

(f.b .s.): h is s e v e n a s i b i o la n ,

( a .i .) : 1. n e şe v e g iile r y ü z le k a r ş ıla -

m a . 2 . c ü r 'e t , y ı l m a m a z l ı k . 3 . s. k a h r a m a n , y iğ 'it [a d a m ].

b e -k a v l

‫ﺑﻘﻮل‬

( a .f .z f .) : d e d iğ in e g ö re , s ö z ü n e

g ö re . b e - k a v l - i ş â r i ' : k a n u n u k o y a n a g ö re , b e -k e f

‫ﻳ ﺠﺪ‬

( f . a . z f . ) : el İ ç in d e , a v u ç t a .

91

bekil

‫ﺑﻜﻴﻞ‬

b e k il

( a .s .) : y a k ış ık lı,

s ü s lü

d e li k a n l ı ,

‫أ‬٠‫ﺑﻜﻲ‬

b e k im

( a . s . ) : d i ls i z [a d a m ], ( b k z : a h r a s ,

e b k e m ). M e k k e 'n i n e s k i a d i. ( b k z :

M ek k e ).

‫ﺑﻜﻢ‬

( f . i . ) : k ı r m ı z ı b o y a a ğ a c ı, ( b k z :

‫( ﺑﻜﺮه‬a .i.) : 1.

‫ﺑﻜﺮوى‬

b ekri ‫ﻛ ﺮ ى‬

( a . s . ) : m a k a r a ş e k lin d e

1.

( a .i.) :

2. s.

e rk e n , s a b a h .

B e k ri

t a r a fın d a n

k u r u lm u ş t u r .

( f . i . ) : k a t i e k m e k , p e k s im e t ,

‫ ﺑﻼد ور‬، ‫ﺑﻼدر‬

( f .i .) : 1. [k a d ın la -

“ h a b b ü lfe h m ”

d e n ile n

ve

ila ‫؟‬

o l a r a k k u l l a n ı l a n H i n d i s t a n 'd a y e t i ş i r b ir m e y v a ] . 2 . b e lâ s a v m a k İ‫ ؟‬i n v e r i l e n s a d a k a .

b e lâ g

( a .i .) : 1 . y e tiş tir m e , e riş tirm e . 2 . y e -

(f.i.)

:

ak ran ,

( b k z : k ü fv ,

e ş.

b e lâ g u 'l- m ü b în :

İlâ h î

t e b li g a t ,

K u r 'â n - 1

K e r im .

‫ ﺛ ﻰ‬٠‫ﺑﻜﺘﺎ‬

(a .h .i.) :

‫ﺑﻜﺘﺎ ﺷﺎ ن‬

B e k îâ ş iy â n

H acı

b e lâ g a t B e k tâ ş

V e li

(f.i.

‫ﺑﻜﻮرى‬

b e k t â ş i 'n i n

c .) :

lo k m a n ın y u tu lm a s ı. 2 . e m m e ,

(a .f.b .s .) : u z d illilik

‫ﺑﻼﻏﺖ‬

‫ﺑﻼﻏﺖ ﻓﺮوﺷﻰ‬

b e lâ g a t-p e rd â z ‫ﺑﺮداز‬ b e lâ h e t

K a lû -b e lâ

:

( a . f z f . ) : u z d il-

( a . f . b . s . ) : b e lâ g a t

‫ﺑﻼﻏﺖ‬

(a .f.b .s .) : iy i v e

‫ﺑﻼﻫﺖ‬

( a . i . c . : b e l â y â ) : g a m , k e d e r , m u s ib e t ,

â fe t, c e z â , g a y e t z o r İş, b ü y ü k g a ile ,

b e lâ -k e ş

‫^ﻛ ﺶ‬

: i k i b e lâ a r a s ı n d a b e r z a h g ib i

b e lâ-k eşîd e ‫ﺑ ﻼ ﻛ ﺸ ﺪ ه‬ b e lâ k ik ‫ر ﻗ ﻖ‬

b e lâ s ı,

m ec.

(a .f.b .s.) : b e lâ ‫ ؟‬e k m iş ,

(a.i. b i i l u k k a 'n m c . ) : ‫ ؟‬ö lle r, d ü z

o v a la r .

: a p a n s ı z ı n g e le n b e lâ , b e lâ ):

( a .f .b . s .) : b e l â ‫ ؟‬e k e n , e z iy e t v e

s ık ı n t ı ‫ ؟‬e k e n .

o la n yer.

b e lâ -y ı h i l k a t : y a r a t ı l ı ş

( a .i .) : b ö n lü k , a lık lık , k a lın k a -

fa i l li k . b e l a k ^ (a .i.) : a y a k l a r ı a la c a lı o l a n at.

e v e t d e d ile r , ( b k z : â r î, b e li),

h â d is e le r , ,o la y la r.

‫ﺑﻼﻏﺖ‬

d ü z g ü n s ö z s ö y le y e b ile n ,

( a . e . ) : e v e t , h a y h a y , p e k i.

(k a ra

düzgün,

fü ru ş lu k , u z d illilik .

b e l ^ ( f . i . ) : ö k ‫ ؟‬e.

b e lâ -y ı siy â h

sö zü n

li l i k l e , u z d i l l i o l a n a y a k ı ş a c a k s û r e t te .

b e lâ g a t-fü rû şî

( a .e .) : b e lk i.

b e lâ -y ı n â g â h

2. ed.

b e lâ g a t-fü rû şâ n e ‫ﻓﺮوﺷﺎن‬

( f .b .s .) : 1. k o p m u ş , k o p u k .

(a .i.) : 1. y u tm a , y u tu lm a .

b e lâ -y ı b e rz a h

iy i, g ü z e l, p ü r ü z s ü z s ö z

t a s la y a n .

2 . ç ö z ü lm ü ş , ‫ ؟‬ö z ü k , g e v şe k ; d ü şü k ,

b e l'-i l o k m a :

1.

m e s i n i ö ğ r e t e n i l m i n a d i. ( b k z : b e y â n ) ,

b e lâ g a t-fü rû ş ‫ﻓﺮوش‬

( a . i . ) : i l k e v lâ t lık ,

‫ﺑ ﻜ ﺴﺘ ﻪ‬

( a .i.) :

k u s u r s u z , y e r i n d e v e a d a m ı n a g ö r e s ö y le n -

( a . i . ) : i l k d o ğ a n ‫ ؟‬o c u k , i l k e v la t,

b e k û r iy y e t

‫ﺑﻼﻏﺖ‬

s ö y le m e , u z d i l l i l i k .

1 . B e k t â ş ile r . 2 . y e n iç e r ile r .

92

serfr. ab ru tissem e n t, apat-

iz a n s ız lık , a k ils iz lik ,

t i ş t i r i l e n s ö z , şe y .

t a r i k a t ı n a .m e n s u p o l a n k i m s e .

‫ﺑﻼ‬

:

b e l â - d î d e ٥^,۵ ‫( ﺑﻸ‬a .f.b .s.) : b e l â g ö r m ü ş , b e l â y a

b e k t a ş l ı k : m ü s â v î l i k , * e ş i t lik .

b e lâ

(a.i.)

‫ ؟‬a t m ış .

‫ﺑ ﻜ ﻤﺎ ت‬

‫ﺑﻜﺘﺎ ش‬

b e lâ ‫ض‬

‫^د ت‬

b e lâd e t

A r a p la r d a

m u â d i l) .

‫ز‬

(f.s.) : 1 . k ö t ü k i m -

(a.b. i.) :

p e sm e t.

bel

‫ ﺑﻼد‬، ‫ﺑﻼده‬

b e lâd e , b e lâ d

z ü m r ü t g ib i sü s e ş y â s ı; g e lin t a c ı, [ b e lâ d û r

‫ﺑﻜﺮﻳﻪﺀ ﺧﻠﻮ ي‬

d o ğ m u ştu r.

b e l ' ‫ﺑﻠﻊ‬

(a.i.) : 1 . e le m , k e d e r, t a s a . 2 . te lâ ş,

r i n k u l la n d ı ğ ı ] , a lt m , g ü m ü ş , e lm a s , y â k u t ,

M u s t a f a B e k r i 1 0 9 9 ( 1 6 8 7 - 1 6 8 8 ) d e K u d ü s 't e

b e -k ü siste

‫ﺑﻼﺑﻞ‬

‫ ؟‬o k İ‫ ؟‬k i

K a r a b â ş i y y e - i H a l v e t i y y e ş u b e le r in d e n b ir i.

b ekû rî

b e lâ b il

hie.

o la n

İ‫ ؟‬e n , İ ç k iy e d ü ş k ü n a d a m , s a r h o ş .

b e k sim â t

( a . i . b ü l b ü l ü n e . ) :b ü l b ü l l e r , ( b k z :

b e lâ d ır, b e lâ d û r

B e k riy y e - i H alv e tiy y e M u sta fa

b e lâ b il ‫ﺑ ﻼ ر‬

s e m lik , b u d a l a l ı k ,

[ k e m i k v e ş â ir e ].

B e k tâşi

v e s v e s e le r ,

b ilâ d e ).

k u y u v e s â ir e d e k u lla n ıla n

r a ş e k lin d e b u l u n a n o y u k l u k e m ik ,

b e k tâ ş

c .) :

se , g ü n a h k â r , m ü z e v i r . 2 . f e n â şe y . ( b k z :

‫ ؟‬ark , ‫ ؟‬ık r ık , m a k a r a . 2 . m a fs a lla r d a m a k a -

b ekrevi

b e İ b â l'i n

( b k z : b e lb â l, b e lb â le ).

b a k k a m ).

b e k re

(a .i.

a n â d il) .

B ek k e ‫ ﻛ ﻪ‬٠ ( a .h .i.) : bekkem

(‫ﺑﻼﺑﻞ‬ ٠

b e lâ b il

te lâ ş la r, t a s a la r , k u r u n t u l a r ,

gen‫ ؟‬.

acı

b e lâ l o la n

(a.s. v e i . ) : s u g ib i ıs la t a n , ıs la t ış , IS-

İ a k lı k . [k e lim e (b k z :b i!â l) .

b ilâ l

ş e k lin d e d e k u l la n ı l ı r ] .

belvâ

‫ﺑﻠﻌﻢ‬

b e l'a m

( a .s .) : 1. terb iyesiz, a‫؟‬

bogaz,

obu r.

2.İ.

H z.

M û sâ

gö zlü , p ish a k k ın d a

is r â illile r i k a n d ır a r a k fen â sö y le d iğ in d e n d o la y ı t a n m m ı‫ ؟‬o la n “ B e l'a m b in B â u r â " a d m d a îs r â il k a b ile sin d e n b ir z â tın adi.

‫ﺑ ﻼﻟ ﻚ‬

b e lâ re k , b e lâ le k

،

‫ﺑﻼرك‬

( f .i.) : 1. ce v h e rli,

iy i su v e r ilm i ‫ ؟ ؟‬elik, k ılı‫ ؛ ؟‬k ılıc ın c e v h e ri v e m e n e v işi. 2 ٠ o k m a h fa z a sı, tem ren i,

b e lâ -sen c ‫ﺳ ﺢ‬

‫ﺑﻼﻳﺎ‬

b e lâ y â

‫ﺑﻼ‬

( a .f.b .s .) : b e lâ ya u ğ r a m ı‫ ؟‬,

v e se , telâ‫ ؟‬, tasa, k u r u n tu , (b k z : belibil).

‫ﺑﻠﺒﻮس‬

( f .i .) : 1 . y a b â n i so g a n , s a rm ıs a k ,

d a ğ so ğ a n ı. 2 . b ir ‫ ؟‬e‫ ؟‬it h aşh aş,

b e ld e

‫ﺑﻠﺪه‬

m em le k et.

‫ﺑﻠ ﺐ‬ ‫ﺑﻠﺪ‬

( f b . z f . ) : d u d a k ta .

C â ü - b e - le b :

( a .s .) : 1. ‫ ؟‬eh irli, m e m le k e tli. 2 . i.

b ir çeşit y e rli k u m a ‫ ؟‬, cilt bezi,

b e le d iy e ‫ﺑﻠﺪﻳﻪ‬ m iz lig in e ,

( a .i.) : b e led iye, b ir ‫ ؟‬e h rin teb a y ın d ır lığ ın a

ve

in tiz â m ın a

b a k a n d âire.

‫ ( ﺑﻠﻪ‬a .i.) : b ö n lü k , a h m a k lık , b e le l ‫ ( ﺑﻠﻞ‬a .i.) : 1. y a ş lık , ısla k lık . 2. s. b eleh

h a sta -

İık ta n iyileşen . 3 . zafer. 4 . m ih n e t, keder. 5.

d ü şk ü n lü k . 6 . m ü câd e le, k a v g a ,

b elen d

‫ﺑﻠﻐﺪ‬

( f .s .) : 1. (b k z : biilen d ). -2. k a p ı p er-

v a z ı v e ‫ ؟‬er‫ ؟‬evesi. (b k z : b e len d in ),

b e le n d in

‫ﺑﻠﻐﺪﻳﻦ‬

( f .i .) : k a p ı p e r v a z ı, p e n ce re

ç e rç e v e sin in alt tah tası, (b k z : b e le n d i,

‫ ( ﺑﻠﻔ ﺴﻢ‬a .i.) : k a tra n , b e lesâ n ‫( ﺑﻠﺴﺎن‬f.i.) : bot. p e le se n k

a ğ a cı, b a ls a -

m a v e b u a ğ a c ın y a ğ ı,

b e lh a m

‫ﺑﻠﻰ‬

‫ﺑﻠ ﺤﻢ‬

( a .i.) : sa b a n [çiftçilik te],

( f .e .) : evet. [A r a p ç a d a n F a r s ‫ ؟‬a la ‫ ؟‬tır ıl-

m ı‫ ؟‬tır]. (b k z : ârî, belâ),

b e lid

‫ﺑﻠﻴﺪ‬

(a.s. b e lâ d e t'd e n ): İz'an sız, a h m a k ,

sersem , b u d a la , bö n .

b e lîg -â n e

‫ﺑﻠﻴﻐﺎ ﻧﻪ‬

( a .f .z f.) : b e lig ce sin e , fe sih v e

d ü z g ü n o la ra k .

(a.i. b e liy y e 'n in c . ) : felâketler,

( a .i.c .: b e lâ yâ , b e l i y y â t ) : felâket,

( "k a ” . u z u n o k u n u r, a . s . ) : alaca,

a la c a b a c a k lı [at].

‫ﺑﻠﻘ ﻊ‬

b e lk a '

( a .s .) : te n h a [‫ ؟‬Öİ], h a ra p v e b o ‫؟‬

[yer].

‫ﺑﻠﻜﻪ‬

( f .e .) : ih tim â l, u m u lu r, o lab ilir, ne

b ilirs in , h attâ,

‫ﺑﻞ‬

( a .i . ) : ıslatm a.

‫ﺑﻠﻠﻮﻋﻪ‬

b e llû a

( a .i.) : 1 . k ü ‫ ؟‬ü k ap test b o z u la c a k

yer. 2 . s u la r ın la ğ ım a a k m a s ın a m a h s u s d e-

‫ﺑﻠﻮ ط‬

( a .i.) : p elit a ğ a c ı, m e ‫ ؟‬e p a la m u d u .

b e llû tü '1-a rz : bo t. y e r p a la m u d u , b e lm â , b e lm ‫؟‬

‫ ﺑﻠﻤﻪ‬، ‫ﺑﻠﻤﺎ‬

( f .s .) : fa y d a sız , iri, k a b a

‫ ؟‬ey.

‫ ( ﺑﻠﻤﺎرﻳﺶ‬f.b .s .) : k a b a sa k a l, a h m a k , ‫( ﺑﻠﻤﻪ رﻳﺶ‬f.b.s.). ( b k z : b e lm â -r î‫) ؟‬. b e lse m i ‫ ( ﺑ ﻠ ﻤ ﻰ‬a .s .) : p e le se n k y a ğ ı ile *ilg ili, b e lm â - rî ‫؟‬ b e lm e -r i ‫؟‬

b e lse m iy y e ‫(' ﻣ ﻤ ﻴ ﻪ‬a .i.): bot. k m a ‫ ؟‬i‫ ؟‬egigiller, fr. balsam in C es.

‫ﺑ ﻜﻢ‬ belû ' ‫ﺑﻠﻮع‬

b eltem

(a.s.) : p eltek [adam ], (a.s. b e l 'd e n ) : ‫ ؟‬o k y iy ic i,

(b k z :

ekûl). B e lû c î b e lû l

‫ ( ﺑﻠﻮ ﺟﻰ‬f .h .i.) : B elû cista n lı. ‫( ﺑﻠﻮل‬a.i.) : k u r tu lm a , h a s ta lık ta n

k u r-

tu lm a . ( b k z : b ü lû l). [k elim e “ k e sb -i b e lû l" v e y â , " -b ü lû l" ‫ ؟‬ek lin d e k u lla n ılır],

b elen sem

b e li

‫ﺑﻠﻘﺎﺀ‬

b e lk a '

b e llû t

rem e.

‫ﺑﻠﺪ ى‬

‫ﺑﻴﺎ ت‬

lik li t a ‫ ؟‬.

( a .i.) : ‫ ؟‬ehir, m em le k et.

B e le d u lla h , B ele d ü ' 1-em în . M ekke-i M iikerb e le d i

( a .s .) : 1. y a ğ m u r lu , serin rü z g â r. 2. IS -

‫ﺑﻠﻴﻪ‬

b e lic e

b e li

c a n i d u d a k ta , ö le cek h ald e,

b e led

‫ﺑﻠﻴﻞ‬

la n m ış ‫ ؟‬ey.

b e lk i

( a .i .c .: b ilâ d , b ü l d â n ) : ‫ ؟‬eh ir, k a sa b a ,

B e ld e -i T a b i b e : M e d în e -İ M ü n e v v e r e , b e-leb

o la n k a d ın . b e lil

keder, k a sâ v e t, tasa, (b k z : b elvâ).

b e lb â l, b e lb â le ‫ ﺑﻠﺒﺎﻟﻪ‬، ‫ ( د ا ل‬a .i.c .: b e l â b il ) : v e s b e lb û s

v e y â eser].

b e lih a ‫( ﺑﻠﻴ ﺨ ﻪ‬a.s.c. b i l â h ) : a rk a sı b ü y ü k , gen i?

kederler, g a m la r, k asâvetler, tasalar,

(a.i. b e liy y e 'n in c . ) : felâketler, g a m -

‫ﺑﻼ زده‬

(a.s. b e lâ g a t'd e n c . : b ü l e g a ) : 1. fasih ,

d ü z g ü n sö z sö yleye n . 2 . fa sih , d ü z g ü n [söz

b e liy y â t

( a .f.b .s .): b e lâ ta rta n ,

lar, kederler, tasalar.

b e lâ -zed e

‫ﺑﻠ ﻎ‬

b e lig

b e l'û m ‫ ( ﻣ ﻮ م‬a .i.) : [d o ğ ru su b ü l'û m 'd u r ]. (b k z : b ü l'û m ).

b e lû s, b ü lû s ‫ ﺑﻠﻮس‬، ‫ ( ﺑﻠﻮس‬f .i .) : 1 . h ile, y a la n , d o la n . 2 . s. h ileci. 3 . tevâ zu . b e lû t

‫ﺑﻠﻮط‬

( a .i.) : b o t. ı . m e ‫ ؟‬e a ğacı. 2 ٠m e ‫ ؟‬e

a ğ a c ı m e y v a sı, p a la m u t,

b e lû tiy y e b e lv â

‫داوى‬

‫ﺑﻠﻮﻃﻴﻪ‬

( a .i.) : bo t. p a la m u tla r,

( a .i.) : keder, g a m , tasa, felâket, ız tı-

rap. (b k z : b e liy y e , bilye).

93

belvâje ‫ ( ﺑﻠﻮاؤه‬f .i .) : şişe [n a z ım d a "b e lv â r e "

b e lv â je

b e y itli p a rç a la r d a n m e y d a n a gelen v e k isim k ısım , g azel ta rz ın d a k a fiy e le ri d eğ işe n

o la r a k d a k u lla n ılır],

m a n z û m e le rin h e r b ir p a rç a sı, (b k z : terci-i

b e lv â y e ‫ ( ﺑﺎواﻳﻪ‬f .i .) : k ırla n g ıç , b e lv â z ‫( ﺑﻠﻮاز‬f.i.) : ç ık ın tı, d u v a r d a n d ış a r ı Ç1-

b e n d , te rk lb -i bend ). b e n d -i h i s â r : m ü z .

k a n d ire k u cu . b e ly â d ‫ د‬، ‫ ( د‬f .i .) : n a k ışsız , sâd e k o stü m , b e m m ‫ م‬٠ ( a .i.) : 1. m iiz . k a n u n , ta m b u r gib i ç a lg ıla ra t a k ıla n tel. Z î r ü b e m m : en in ce v e e n k a lın tel. [n a z ım d a b e m şe k lin d e k u lİa n ılır]. (b k z : bâm *). 2 . p e s p erd e , b e n Ü İ ( f .i .) : 1. h a r m a n , ek in . 2 . b a ğ . 3 . çitle n bik .

sû z-i dil, p û s e lik v e

sııltâ n î y e g â h m a k a m la r ın d a n m ü re k k e p tir. Y â n i b ir n e v i h ü s e y n î g e çk isiz v e so n u n a s u k â n î-y e g â h İlâve e d ilm iş h isâ r-p û se lik 'tir. M a k a m , s u h â n î-y e g â h ile y e g â h p erd e sin d e k a lm a k ta d ır. G ü ç lü b ir in c i d erece d e s û z -i d il'in d u ra ğ ı v e p û s e lik 'in g ü ç lü s ü o la n h ü s e y n î m i, ik in c i d erece d e p û s e lik 'in d u r a ğ ı v e s u ltâ n î-y e g â h 'ın g ü ç lü s ü o la n d ü g â h

‫ ( ﺑﻐﺎﺑﻪ‬f .i .) : d e f a , n öb et, b e n â d ık ‫( ﺑﻔﺎﻟﻖ‬a.i. b u n d u k 'u n benâbe

İâ dır. E v v e lâ s û z -i d îl'd e u z u n c a b ir m ü d c . ) : 1. y u v a r la k ,

b e n â d ir

‫ﺑﻐﺎدر‬

d et

d u ru ld u k ta n

so n ra

m ü şte re k

sesler-

d en v e s û z -i d il'in d u ra ğ ı, a y n i z a m a n d a

k u rş u n la r. 2 . fın d ık la r. (a.i. b e n d e r'in c . ) : tic â re t y e rle ri,

p û s e lik 'in g ü ç lü s ü o la n h ü s e y n î p e rd e sin -

tic â re t iskeleleri, [k elim e F a r s ç a d a n A r a p -

d en istifâd e ed ilerek , s û z -i d il'in re p erd e si

ç a la ş tırılm ış tır].

b e k a rla ş tırılm a k ta v e so n ra , p û s e lik 'in re

b e -n â m benâm

-

‫ ( ﺑﻐﺎم‬f .b .s .) : n a m lı, ü n lü , ‫ ( ﺑﻐﺎم‬a .i.) : p a r m a k u cu .

benân

m eşh u r,

( a .i .) : p a rm a k la r , p a r m a k u ç la rı.

M ü ç a r ü n b i ' 1-b e n â n : p a r m a k la gö sterilir, m eşh u r, [b â z a n " e l" m â n â sın a d a gelir], b e n â t ‫( زا ت‬a.i. b in t'in c . ) : 1. k ız la r. 2 . k u k la la r, bebekler.

şe d d i y a p ıla r a k , m ek ted ir.

sııltâ n î-y e g â h

M akam

İcrâ

u m û m iy e tle

e d il-

in ic id ir.

D o n a n ım ın a s û z -i d il g ib i sol v e re b a k ıy y e d iy e zle ri k o n u lu r. P û s e lik İçin re b e k ar, su h â n î-y e g â h İçin d e sol b e k ar, re b e k a r, si b a k ıy y e v e y â k ü ç ü k m iic e n n e b b e m o lü , d o b a k ıy y e d iy e zi İâ h in İçin d e İlâve ed ilir, b e n d ii b e lâ : g ö n ü l b a ğ lılığ ı v e b u n d a n d o -

b e n â t -ı H a v v â : k a d ın k ıs m ı, k a d ın la r, b e n â t -ı n a 'ş : ı) n a a ş k ız la rı. 2) a str. D ü b b -i E k b e r d e n ile n yıld ız , k ü m e s in in k u y r u ğ u n u n u c u n d a b u lu n a n k ü m e n in en sö n ü k y ıld ız ı, lâ t. e ta U r s u s M a jo r is ; fr. b e n e t-

ğ a n eziyet. bendaka

٠‫ﻷدق‬

( a .i.) : 1. h id d e tli b a k m a , se rt b a -

kış. 2 . b ir şe y i h n d ık gib i u fa k la m a . bende

‫ ( ﺑﻐﺪه‬f .i .c .: b e n d eg â n )

: 1 . k u l, kö le, b a ğ lı,

( b k z : abd).

n a sh ; in g . A l k a i d . b e n â t ü '1 -la h m : etli, se m iz k ızla r, b e n â v e r ‫( ﺑﻴﺎور‬f.i.) : ir i çıb a n , k a n çıb a n ı,

b e n d e -i d ir e m h a r id e : p a ra ile sa tm a lın m ış köle.

b e n b e k ‫( ﺑﻐﺒﻠﺶ‬a.i.). (b k z : b ü n b e k ).

b e n d e -i e fg e n d e : -düşkün köle,

b e n b e l ‫ ل‬٠‫ ( ﻻ‬f .s .) : 1. ek şi şey. 2 . e k şi elm a,

b e n d e -i f e r m â n : fe r m a n kölesi, emi.r k u lu ,

b e n c ‫ ( ﺑ ﺞ‬a .i.) : "b a n o tu " d en ilen , u y k u v e ri-

b e n d e -i h a lk a - b e - g û ç : k u la ğ ı h a lk a lı köle,

ci v e g ö z b e b e ğ in i a ç a n b ir ot. (b k z : b e n g). [“ b e n c ”, “ b e n g ” in A ra p ç a la ş tır ılm a s ıd ır ]. bend

‫ﻻد‬

( f .i .) : 1. b a ğ , y u la r, râb ıta, b a ğ la m a ,

esir. m e c . itâatli. b e n d e -i h ir id e : sa tın a lın m ış köle, b e n d e -i U fk e n d e : v u ı-g ıın k u l.

b e n d - i â h e n în (d em ir b a ğ ) : k e lep çe, b e n d -i d i l : g ö n ü l b a ğ ı, a lâ k a , ilg i, sevgi. 2 . b ir in i e m r i a ltın a a lm a . 3 . b o ğ u m , m a f sal. 4 . m a k a le , fık r a , m a d d e . 5 ٠su b irik tir m e k İçin ik i d a ğ a r a s ın d a y a p ıla n set,

2 . in tisâ b e d e n , ta ra fta r, b e n d e -g â n

‫ﺑﻐﺪه ﺳﻤﺎن‬

(f.i. b e n d e 'n in c . ) : 1 . k u lla r,

köleler. 2 . p â d iş â h h iz m e tin d e o la n la r,

y a p ıla n kem er.

b e n d e - g i ‫ ( ﺑﻐﺪﺳﻤﻰ‬f .b .i.) : ı.b e n d e lik , k u llu k , k ö -

7 ٠s. b a ğ la y a n , b a ğ la n m ış , b a ğ lı. 8. ed . B a -

lelik. (b k z : u b u d i y e t ) . 2 . b e n d e y e m e n su p ,

şın d a n so n u n a k a d a r a y n i v e z in d e b ir ç o k

k ö leye âit.

b a ra j.

94

b e n d e - n iz [eski n e zâ k e t d ilin d e] : k ö len iz.

6 . su m e c r â s ı İçin

benîka

bende-hâne ‫ه ﺧﺎﻧﻪ‬٠‫( ﺑﺘﺎ‬f.b.i.): [eski nezâket dilinde] köle evi, kölenizin evi (= bizim ev), (bkz: çâker-hâne). bendek ‫( ذ ك‬f.i.). (bkz: bendeş). bendene ‫( ذ ذ ه‬f.i.): esvabın bâzı yerlerine dikilen düğme, kopça, (bkz: bendime, bendime, bendine). bende-nuvâz ‫ را ز‬٥^ (fb .s.): kölesini, kulunu, adamım taltif eden. bende-nuvâzâne ‫( ذ ه ﻧﻮازاﻧﻪ‬fb.zf.): bendenuvâzcasma, öyle muâmelede bulunan kimseye lâyık bir şekilde, bende-perver ‫( ﺑﺘﺪه رور‬f.b.s.): kul, köle, adam besleyici. bende-perverâne ‫( ذ ه روراﻧﻪ‬f.b.zf.): bendepervercesine. bende-perveri ‫( ﺑﻐﺪه رورى‬f.b.i.): köle besleyicilik‫ ؛‬iyi muâmelede bulunma', bender ‫( ص‬f.a.i.c.: benâdir): ticâret yeri, İşlek ticâret iskelesi. benderek ‫( ودرك‬f.i.): küçük iskele, liman ve bogaz ağzına yapılan küçük kale, mendirek. beııder-gâh, bender-geh ‫ ﻧ ﺮ ى‬، ‫( ﻧ ﺮ ﻛ ﺎ ه‬f.b.i.): İşlek iskele, liman, şehir, benderz ‫( ﺑﺪرز‬f.i.): çuvaldız, beııdeş ‫( ذ ش‬f.i.): atılmış pamuk yumağı, eğrilmek İçin hazırlanmış pamuk parçası, (bkz: bendek). bende-zâde ‫ زاده‬٥^ (fb .i.): köle çocuğu, mec. çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevâzı muâmelede bulunan, bendi ‫( ذ ى‬f.i.): esir, köle, bendide ‫( ذ ﻳ ﺪ ه‬fb .s.): 1. bağlı, bağlanmış. 2. esir, köle olan. bendime, bendime ‫ﺑﻤﻪ‬.‫ ه ؛ ﺑﺪ‬٠‫( ذ‬fi.) : 1. düğme, ilik. 2. esvap yakasına ve kollarına açılan ufak delik, (bkz : bendine), bendine ‫( ذ ذ‬f.i.) . (bkz: bendene, bendime, bendime). bendiş ‫( ذ ش‬f.i.): altı.n ve gümüş üzerine İşlenilen nakış, savat. bend-rûg ‫( ﻧ ﺮ و غ‬f.b.i.): cetvel, kanal, su bendi, tarla ve bostan kenarlarına suyun akıntısını kesip havuz gibi birikmesi İçin yapılan setli çukur. benduki ‫( ذ ش‬a.i.): keten bezinin en iyisi.

bene ‫ع‬٠‫( ﻷ‬f.i.) : ince urgan, palamar, ip. benefsec ‫ج‬٠٠‫( ﻻف‬a.i.): menekşe, (bkz: menef?e). benefsenci^e (a.i.): bot. menekçegiller, fr. violacCes. benefş, benefşi ‫ص‬ ، ‫( ﻻ س‬f.s.): mor renk, menekşe rengi. benefşe ٠‫( ﻷﻏﺸﺎ‬f.i.): 1. menekşe, (bkz: benef sec). 2. s. mor. benefşe-gûn ‫( ﺑﻐﻐﺸﺪ ا ن‬fb .s.): menekşe renkli, gökyüzü. benefşe-zâr ‫( د ئ زار‬fb .i.): menekşelik, menekşe tarlası. benek ‫( ﺑ ﻚ‬fi.) : atlas zemin üzerine Sirma İşlemeli bir nevi kumaş. benek-i b üzürg: eski kumaşlarda bulunan dairevi bir motifin adi. benes ‫( ص‬a.i.): kötülükten, fenâlıktan kaçınma, ‫ ؟‬ekinme. benevî ‫( ﻻوى‬a.s.): ogula mensup, ogul ile ilgili. benevre ‫ ( ﻻوره‬fi.) : asil, esas, temel. beng J j . (f.i.) : 1. afyon gibi uyuşturucu ve key if verici “ban” denilen bir nebat ve bunun tohumu, esrar, (bkz : benc). 2. küçük çitlenbik. 3. atlas üzerine İşlenmiş sirma çiçekli bir nevi kumaş. bengâh ‫( ﺑ ﻜﺎ ه‬fb .i.): 1. keçeden yapılmış Türkmen evi. 2. emir'lere ve büyük rütbeli kimselere mahsus çadır. bengere ‫( ﺑﻔﻜﺮه‬f.i.): çocukları uyutmak İçin söylenen ninni. bengi ‫( ﺑ ﻜ ﻰ‬f.s.): benk tiryâkisi, esrarkeş. beni ‫( ﻻى‬a.i.c.): ogullar. beni Âdem : Ademogulları, insanlar, beni b e şe r: insanlar, beni Hâşim : Hâşim oğulları, beni İ s r â il: îsrâil oğulları, Yahudiler. beni ü m e y y e : Emeviler. [beni kelimesi, benin'in muzaf halinde n si düşmek sûretiyle meydana gelir]. benik ‫( ﺑﻔﻴﻚ‬f.i.): çok zaman çorap yapılan âdi ipek. benika ‫( ﻻش‬a.i.c.: benâyık): 1. atin göğsünden yukarı, boğazı üstünde çıkan tüyden iki dâirenin biri. 2. esvabın koltuk altındaki parçası. 95

benîn benin ‫( ﻷﻫﻦ‬a.i. İbn'in c .) : 1. oğullar. 2. s. akıllı, tem k in li [kim se]. B e n ic e

‫( ﺑﺘﻴﻪ‬a .i.): “K â'b e -i m u azzam a”,

benka ‫( ﺑﺘﻘﻪ‬f.i.): bot. b u rça k nevinden, m ercim eğe benzer b ir m ahsûl,

berâcim ‫( ﺑﺮاﺟﻢ‬a.i. bürcüm e'n in c .) : m afsallar, b oğum lar. berâet ‫( ﺑﺮاﺋﺖ‬a .i.): bir dâvâ sonucun da tem iz ve ilişiksiz ‫ ؟‬ikm a, aklık, arılık , aklanm a. berâet-i z im m e t: zim m etinde bir şey olm ayış, aklık.

b e n n â ' ‫( ﺑﻐﺎﺀ‬a.i. binâ'dan) : yapı yapan, m îm âr, kalfa, dülger.

berâgis

bennâk ‫( ﺑﻐﺎك‬a .i.): tar. raiyy et ya zılı olanla rm tim ar sâhibine ve rd ik leri resim lerden b irin in adi. [bu resim , k azan ç vergisi kabilin den b ir vergi idi],

berâhide ‫( ﺑﺮاﻫﻴﺪه‬fs.) : yola çık arılm ış, gönderilm iş, yo llan ılm ış.

güleç [adam], (bkz : bâsim, bessâm). besir ‫ﺷﺮ‬٠(a.s.): çok, birçok. 1.2

bess ‫( ﺑﺚ‬a.i.): 1. dağıtma, yayma, saçma. 2. meydana çıkarma, bess-i şekvâ : şikâyeti meydana çıkarma, bessâm ‫ ا م‬٠‫( س‬a.s.): güler yüzlü, çok gülen adam, (bkz : bâsim, besim). Bessâse ‫( ﺳﺎ ﺳ ﻪ‬a.i.): Mekke-i Mükereme. best ‫ ( ﺳ ﺖ‬fi.) : düğüm, (bkz : ukde), beste t J ( fi.) : 1. miiz. şarkının makam ve ahengi. 2. s. kapalı, bağlı; bitiştirilmiş, bağlanmış. Dil-beste : dili bağlı. 3. s. donmuş. 4. Esterâbâd ve Gürgan'da yapılan basma nakışlı ipek kumaş. beste-dehân ‫ دﻫﺎن‬٠‫( ﺳﻰ‬fb .s.): ağzı kapalı, dili bağlı, sükût eden, susan, beste-dem ‫( ﺑ ﺖ دم‬f.b.s.) :nefesitutulmuş, bestegi ‫( ﺳ ﻬ ﻰ‬fb .i.): 1. bağlılık. Dil-bestegi : gönül bağlılığı, açıklığı, (bkz : merbUtiyyet). 2. kapalı olma, kapalılık, beste-hân ‫( ﺳﺘ ﻪ ﺧﻮان‬fb .i.): beste okuyan, şarkıcı. beste-hisâr: müz. adi Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde geçen makam, beste-ısfahân: müz. Isfahan makamı gibi başladıktan sonra Ozatışla ırak perdesinde karar veren makam. beste-kâr ‫( ﺳﺘ ﻪ ﻛﺎر‬fb-.s.),: besteleyen, besteci, kompozitör, fr. compositeur.

beşîr

beste-leb ‫( ﺑﺴﺘﻪ ﻟ ﺐ‬fb .s.): dudağı kapalı; tutuk.

be‫ ؟‬âret-âver ‫( ﺑﺸﺎرت آور‬a.f.b.s.) : müjdeci, muştucu, .haberci.

beste-nigâr ‫( ﺑﺴﺘﻪ ﻧﻜﺎر‬f.b.i.): miiz. en eski mürekkep Türk makamlarmdandır. Husûsî ve orijinal bir kıymet taşıyan bu makam rağbetle kullanılmıştır ve hâlen de kullamlmaktadır. Bilhassa kuvvetli hüzün, iztırap ve dindarlık mevzularında kullamlabilir. Sabâ makamına Irak makamının pest dörtlüsünün (yâni Irak perdesindeki segâh dörtlüsünün) ilâvesinden meydana gelmiştir. Bu dörtlü ile Irak perdesinde durur. Güçlü, birinci derecede kuvvetli olarak kullanılan çârgâh do perdesidir ki,' sabânın güçlüsüdür. Donanımına sabâ gibi si İçin koma ve re İçin bakıyye bemolü konulur. Lâhin İçinde icâbeden yerlere sabânın tiz sekizlisi İçin İâ bakıyye bemolü ve Irak'm pest dörtlüsü İçin de fa b a k ic e diyezi İlâve olunur.

be‫ ؟‬âret-nâme ‫( ﺑﺸﺎرﺗﺘﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : Hurûfî bir şâir olan Refîî'nin hurûfîhğe dâir yazdığı 110 sahifelik bir eseri.

beste-nigâr-hisârek: müz. adi anonim ve manzum bir edvarda geçen makam.

be-şartı ân ki ‫( ﺑﻐﺮ ط ض ﻛﻪ‬f.a.zf.) : çu ‫ ؟‬artla ki. be‫ ؟‬â‫ ؟‬et ‫( ﻣﺎ ﺷ ﺖ‬a.i.) : güler yüzlülük; güler yüz. be‫ ؟‬e ‫( ﺑﺸﻪ‬f.i.) : zool. atmaca [ku‫] ؟‬. be‫ ؟‬e l ^ (f.i.) : 1. iki ‫ ؟‬eyin birbirine sarılması; iki kimsenin birbiriyle tutuşması, i . "asil, sarıl!" mânâsına beşeliden mastarından emir. be‫ ؟‬em ‫( ﺑ ﺸﻢ‬fs.) : 1. kederli, yaslı, mahzun. 2. güç hazmolan ‫ ؟‬ey. be‫ ؟‬en ‫( ﺑﺸﻦ‬fi.) : 1. cisim, beden. 2. uzun boy. 3. t a r a f kenar, uç.

be‫ ؟‬enc ‫( ﺑ ﺸ ﺢ‬f.i.) : yüz İâtifliği, güzelliği, parlaklığı ve gençliği.

beste-nigâr-ı atik: miiz. adi ilk önce Nasır Abdlilbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde geçen makam.

beşer ‫( ض‬a.i.) : insan. Ebü'l-be‫ ؟‬er : Hz. Âdem. Nev'-i be‫ ؟‬er: insan cinsi. Hayrü'1-beşer, Se^idü'l-beçer: Hz. Muhammed. ilmü'lbe‫ ؟‬er : antropoloji, fr. anthropologie.

beste-nigâr-1 k a d im : müz. adi ilk olarak Nasır Abdulbaki'nin Tedkikve Tahkik'inde terkipler arasında geçen makam,

beşere ‫( ﺑﺸﺮه‬a.i) : 1. insan derisinin di‫ ؟‬tabakaSI. 2.bot.kütikül.

beste-pâ ‫( ﺑﺴﺘﻪ دا‬f.b.s.): ayağı bağlı,

be‫ ؟‬ere-i muhât-1 rasafi : anat. yassı epitelyum, fr.épithéüum pavimenteux.

beste-rahim ‫( ﺳﺘﻪ رﺣﻢ‬f.a.b.s.): kısır kadın, (bkz: betrâ')..

be‫ ؟‬ere-i muhât-1 üstüvânî : anat. silindirsel epitelyum.

besûr ‫( ض‬a.i. besr'in c .): sivilceler, küçük Ç1banlar.

be‫ ؟‬ere-i muhâtiyye : biy.. vücudun içindeki "gi‫ ؟‬â-yi muhâtî" denilen derinin di‫ ؟‬yüzü.

besûs ‫( ﺑﺒﺮ س‬a.i.) : 1. okşadıkça süt veren'deve. 2. Araplarda çok meşhur ve meş'um bir kadm. [eş'emu min BesUs : BesUs'tan daha uğursuz].

be‫ ؟‬ere-i muhâtiyye-i mi'de : biy. mide SÜmiikzari. beşerî, beşeriyye ‫ ﺑﺸﺮﻳﻪ‬، ‫( ﺷﺮ ى‬a.s.) : beşere, insana mensup, insânî.

beşâat ‫( ﻣﺎ ﻋ ﺖ‬a.i.): 1. yiyinti ve içintilerdeki acılık. 2. kabahat.

beşeriyyât ‫( ﺷﺮ^ ت‬a.i.c.) : antropoloji, fr. anthropologie.

be‫ ؟‬âm ‫( ﻣ ﺎ م‬a.i.): Hicaz'da yetişen ve misvak yapılan ho‫ ؟‬kokulu bir ağaç, balsama ağacı,

b e şe riy e t ‫( ﻣ ﺮ ﻳ ﺖ‬a.i.) : 1. beşerlik, insanlık. 2. başyazarı Dr. Nevzat olan ve Paris'te yayimlanmi‫ ؟‬aylık bir dergi.

beşânika ‫( ﻣ ﺎ ى‬a.i.c.): [boşnak kelimesinin cemi olarak kullanılmıştır] : boşnaklar. beşâret ‫( ﻣﺎ ر ت‬a.i.): 1. müjde, muştu, (bkz: bişâret). 2. çirkin kıyâfet; yeni çıkan garip ‫ ؟‬ey. [2 nci mânâsı ekseriyâ kadınlar arasında kullanılmaktadır].

be‫ ؟‬g ‫( ﺑ ﺶ‬f.i.) : 1. naz, İşve. 2. dolu; kar; ‫ ؟‬ebnem, çiy. be‫ ؟‬î ' ‫( ﻣ ﻊ‬a.s.) : acı, ek‫ ؟‬i, tadı fenâ ‫ ؟‬ey. be‫ ؟‬îr ‫ر‬٠‫( م‬a.s.) : 1. müjde getiren, müjdeci. 2. güleryüzlii, güleç [adam], (bkz : be‫ ؟‬û‫) ؟‬. 103.

beşm

beşm ‫ا‬٠‫( ﺑﺶ‬f.i.) : 1. k ıra ğ ı, ( b k z : şebnem). 2. d insiz, m ezhepsiz. 3. R ey ile Taberistan arasında h avası ‫ ؟‬ok sogulc b ir yer.

beşme ‫( ﺑﺸﻬﻪ‬f.i.) : 1. tab ak lan m am ış ham deri.' 2. h ek. "‫ ؟‬eşm ezen” denilen bir göz İlacı. 3. beş p arm ak da denilen, ayrı ren k li beş ‫ ؟‬ubuk m o tifi ile süslenm iş b ir ‫ ؟‬eşit kum aş.

beştek, beçtük ‫ ﺷ ﺘ ﻚ‬، ‫( ﺑ ﺸﺘ ﻚ‬f.i.) : vazo; kap; zarf; kâse, ‫ ؟‬in i saksı.

beşûş ‫( ﺧ ﻮ ش‬a .s.): güleryüzlü> şen. ( b k z : b e ş îr).

beşûş-âne ‫ﺷﺎذه‬،‫( ﺷﻮ‬f.b .zf.): giileryü zlü lü kle. beşyûn ‫ ﺷ ﻮ ن‬. (f.s .): sem iz, yağ lı, besili, beta' ‫( ًﺑﺘﺎ‬a .i.): otu rm a [bir yerde], (b k z : ikamet).

be-tahsîs (a.b .zf.): husûsiyle, hele, betât ‫ ت‬١‫( ﺑﻊ‬a .i.): kat'î, kesm e. Bey'-i b etâ t : kat'î satış.

beter ‫م‬

(f.s .) : daha fenâ, ‫ ؟‬ok ‫ ؟‬irkin , (bkz : bed-ter).

b e t i l ^ (a .i.): 1. H z. M eryem 'in lâkabı. 2. ana ağaçtan ayrılıp başka kök salan fidan. 3 ٠nehirlerdeki akıntı. 4. sa lk ım la rı sark ık olan ağa‫ ؟‬.

betile ‫ﻟﻪ‬٠‫( ﺑﻊ‬a .i.): ayrılm ış h u rm a fidan ı, betkîş ‫( ﺑﺘﻜﻴ ﺶ‬f.i.): ok m ahfazası, okluk, atilacak ok lar İ‫ ؟‬ine konulup om uza alın an m ahfaza, ( b k z : tîrdân).

betr ‫( ص‬a.i.) : 1. kesm e. 2. kusu rlu, eksik bırakm a.

betyâb ‫ ب‬١‫(ص‬f.i.) : dert, keder, m ihnet, bet^^âr, betyâre ‫ ﺗ ﺮ ه‬، ‫( ﻻي ر‬f.i.) : 1. şeytan, ifrit, gulyabâni; dev. 2. düşm an. 3. görülm esi istenilm eyen şey. b e v ' ‫( ر ع‬a .i.) : 1. k u la ‫ ؟‬, kulaçlam a. 2. atm seyrek basm ası. 3. sataşm a. 4. s. ku ytu , sık ışık [yer].

bevâ ' ‫( واﺀ‬a .i.): benzer, berâber, berâber oluş, bevâbet ‫( واﺑ ﺖ‬a .i.): k ap ıcılık, k ap ı bekçiliği. [K am ûs-İ M uhit'e göre “ bivâbet” şek li de k u llan ılır], ( b k z : bivâbet).

bevâbî ‫( ﺑﻮاﻳﻰ‬a .i.): k ap ıcılık, bevâdî ‫( وا د ى‬a.i. bâdiye'nin c . ) : sahrâlar, ‫ ؟‬Öİler, kırlar.

bevâdir ‫( واد ر‬a.i. bâdire'nin c .) : olagelen hâdiseler, ( b k z : badire),

bevâh ‫( وا ح‬a .s.): m eydanda, âşikâr, belli. (b k z:h ü v e y d â ). b e v â h e . ^ (a.i. b û h e 'n in c .): 1. d işi baykuşlar. 2. ah ٩ ak adam lar. 3. çak ır d oğan lar [kuş],

bevâhen ‫( وا ﺣﺎ‬a.zf.) : âşikâr, b elli olarak, bevâhid ‫( و ا د‬a.i.c.): belâlai", âfetler, m usibetler [kelim e, m üfret gibi k u lla n ılan cem idir],

bevâik ‫وأ ق‬

(a.i. bâik a'n ın c . ) : belâlar, m usibetler, felâketler [kelim e m ü fret gibi k u llan ılan cem idir],

bevâis ‫( وا ﻋ ﺚ‬a.s. b âis'in c.). (bkz : bâis). bevâkî ‫( واﻓ ﻰ‬a.s. b â k î ve b âkiye'n in c . ) : kalanlar, dâim olanlar.

betrâ' ‫( را ﺀ‬a .s.): k ısır kad m . ( b k z : besterahim ), [kelim e ebter in m üennesidir].

bevân ‫( واف‬a .i.c .: büven, ebvine). (bkz : bivân,

betre ‫( ﺑﺘﺮه‬a .s.): d işi eşek, bett ‫( ﺑ ﺖ‬a .i.): tiftik ten yap ılm ış şal, s o f bettâr ‫ ( ﺑﻌﺎر‬a . s . ) ‫ ؟‬ok kesen, ‫ ؟‬ok keskin, (bkz : bürrân). Seyf-İ bettâr : ‫ ؟‬ok kesk in k ılı‫ ؟‬, bettât (a.i.) : şalcı, şal yap an ve satan, betûk ‫( ﺑﺘﻮك‬f.i.): y u v a rla k tabla, b a k k a l tablası,

bevânî ‫واﻓ ﻰ‬

sepeti. b e tû k

۶ (a.s.) : ‫ ؟‬ok keskin, (bkz : bettâr).

bevvân). (a .i.): -2. deve ayakları.

1. kab u rga

k em ikleri.

bevâr ‫( وا ر‬a .i.): ı .y o k olm a, m ah volm a, ‫ ؟‬Ürüm e. Darü'l-bevâr : cehennem . 2. k ocaya v a rm ayarak k ad ın ın evde çü rü yü p kalm aSI.

bevârî ‫( وا ر ى‬a.i. bâı٠iyâ, b âriyye, b â riy y 'in c . ) : hasırlar, ince k am ıştan örülen hasırlar,

‫( ﻷول‬a .s.): 1. erkeklerden ‫ ؟‬ekinen nâm uslu kadm . 2. ,i. H z. M u h am m ed 'in k ız ı Fâtım at-üz-Zehrâ ile H z. M eryem 'in lâkap ları, (bkz : betil). 3. i. ayrı k ök salan fidan.

bevârid ‫( وا رد‬a.s. b ârid 'in c . ) : 1. soğu tu lm u ş

betûliyye ‫( ﺑﺘﻮﻟﻴﻪ‬a .i.): 1. bot. kayıngiller. 2. gürgengiller, fr.betulinCes.

bevârih ‫( وا ر ح‬a.i. b â rih 'in c.) : sam yeli deni-

betûl

104

şeyler, yem ekler. 2. sakat şeyler. 3. [Ahteri'ye göre] k u lak lar arasınd a ensede veyâ om uzlarla b o yu n arasında, gerd anın y an ın d a olan etler. .len sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar.

bey'

bevârik ‫( وارق‬a.s. bârika'nm c.): 1 . şimşek, yıldırım parıltıları. 2 . parıltılar, göz kamaştırıcı şeyler.

bevârik-i s ü y û f : kılıçların parıltıları,, bevâs ‫( واس‬f.i.): 1 sıkıntı, keder. 2. yokluk, bevâsir ‫( وا س‬a.i. bâsûr'un c.) : bâsurlar, mayasıllar.

bevle ‫( ﺑﻮﻻ‬a.s.) : 1. çok İşeyen adam, (b kz : bevvâl). 2.İ. kız çocuğu. 3.İ. biy., kim. üre. bevli, bevliyye ‫ و د ه‬، ‫( وذى‬a.s.) : sidikle ilgili, bevn ‫( ﻳﻮف‬a.i.): mesâfe, ik i şey arasındaki uzaklık, açıklık.

bevn-i baid : uzak mesâfe, çok açıklık, bevn ‫( ﺑﻮن‬f.i.): hisse, nasip, pay.

bevâşe ‫ﺷﻪ‬١‫( و‬f.i.): çiftçilerin harman savurdukları yaba.

bevâtıl ‫( وا ش‬a.s. bâtıl'ın c.): bâtıl, yaramaz şeyler.

bevne ‫( ﺑﻮﻧﻪ‬a.i.): küçük kız çocuğu, bevr ‫( ﺑﻮر‬a.i.) : 1 . yoklama, smama. 2 . yokolma, mahvolma. 3. mal, eşyâ, sermâye azalma, kıtlaşma. 4 . sürülmemiş yer.

bevâtın ‫( ﺑﻮاﻃﻦ‬a.i. bâtın'ın c.): gizli, kapalı şeyler. (zıddı: "zevâhir" dir].

bevâtir ‫( واش‬a.i. bâtire'nin c.): keskin kılıçlar,

bevs ‫( ﺑﻮص‬a.i.): 1 . acele; ileri geçme, ileri gitme. 2 . bıktırıncaya kadar ısrâr etme. 3 . bir kimseden kaçıp gizlenme.4 .s. bir şeyin rengi,

(a.i.): sahrâ, kir, çöl. (b kz:

bevsâ' ‫( ﺑﻮﺻﺎﺀ‬a.s.): 1. iri k ıçlı kadın. 2 . Arap

bevc ‫( و ج‬a.i.): 1. yorulma. 2. şimşek, (b kz:

bevs "etmek" ‫( ر ث اﺳﻤﻚ‬a.t.m.): 1. bahis ve

bevbât ‫ ا ت‬٠‫و‬ bâdiye).

berk). 3 . haykırma.

bevc ‫( و ج‬a.i.): 1 . ziynet, süs, debdebe. 2 . büyüklük, gösteriş, (bkz : beviç). bevd ‫( و د‬a.i.): kuyu, (bkz : bi'r, çâh, çeh).

çocuklarının çok oynadıkları bir oyun, teftîş "etmek''. 2 . dağıtma "k".

bevş ‫( ﺑﻮش‬f.i.): çalım, gösteriş, debdebe, bevt ‫( ر ط‬a.i.): zengin iken fakirleşme, düşme, düşkünlük.

‫( را‬a.i.): Hindistan cevizi,

bevg ‫( و غ‬a.i.): galip gelme, üstünlük,

bevvâ

bevga' ‫ﺀ‬١‫( و غ‬a.i.):yumuşak toprak,

bevvâb ‫( را ب‬a.i.c. bevvâbin, bevvâbân) : kapıCI, çocukları evlerine getirip götüren okul hademesi.

bevh ‫( و ح‬a.i.): 1 . zâhir, âşikâr, meydanda, (bkz : bevâh, hüveydâ). 2 . belâya uğrama, kederlenme.

bevh ‫( و خ‬a.i.): 1. ateşin sönmesi. 2. hiddet ve kızgınlığın geçmesi.

bevvâb-ı mi'de : mide kapısı, bevvâbân ‫( ﺑﻮاﺑﺎن‬a.i. bevvâb'in c.): kapıcılar, bevvâbet ‫( و ا ت‬a.i.): kapıcılık,

bevh ‫( و ه‬a.i.): 1. düşünme; haberli olma. 2. İânet etme, sövme, bedduâ etme, ilenme. 3 ٠çiftleşme [kadın ve erkek].

bevvâbin ‫( و ا س‬a.i. bevvâb'm c.): kapıcılar.

beviş ‫( و ش‬f.i.): farzetme, tahmin, oranlama,

bevvâl ‫( وا ل‬a.s. bevl'den): çok, sik sik İşeyen,

bevj ‫( و ؤ‬f.i.): şiddetli kasırga, girdap, su çevrintisi. (b kz: berj).

bevk ‫( و ق‬a.i.): 1 . fenâlık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme. 2 . musibet, felâket. 3 . izinsiz ve habersiz olarak bir yere apansızın gelme. 4. çalıp çırpma. 5. s. yalan söz. 6. s. boşboğaz [adam]. 7. şiddetli yağmur.

bevk ‫( و ك‬a.i.): 1. sıçrayıp binme. 2. bir araya geliş. 3 . su kaynağını karıştırıp açma. 4. karmakarışık olma,

bevkâ' ‫( وﻛﺎ ﺀ‬a.i.): kargaşalık. bevl ‫( و ل‬a.i.c.: ebvâl): 1. idrar, sidik, ÇİŞ. Habs-İ b e v l : küçük aptesini tutma. 2. işeme.

be٣ âbîn-i medâris ü mekâtib: mektep (*okul) ve medreselerin kapıcıları, (b kz: bevle).

bevvâl-i çeh-i zemzem : zemzem kuyusuna İşeyen [yalnız şöhret kazanmak ve adi anılmak İçin uygunsuz bir İş yapan],

bevvân ‫( وا ن‬a.i.c.: büven, ebvine): çadır direği. (bkz : bevân, bivân).

bevz ‫( و ض‬a.i.): 1. devamlı oturuş. 2. kaybolan çillerden sonra yüzün güzelleşmesi,

bevz, bevzek ‫( و ز ؛ و ز ك‬f.i.): 1. rutûbet dolayıSiyla yiyecek ve giyeceklerde meydana gelen yeşil küf. 2. eşek arısı. 3. ağacın köküne yakın olan yerleri.

bey' ‫( د ع‬a.i.c.: büyü') : satma, satış, satılma, satın alma.

105

٠

bey' b‫'؛‬l-îs î، fâr

bey' bi'l-isticrâr: huk. sonradan mecmû bedeli verilmek üzere belli bedeUe ceste ceste mal satmak, [bakkallardan deftere yazılmak sûretiyle mal almak bu kabildendir], bey' bi'l-istiglâl: huk. satanın mail kiralamak üzere vefâen bey'etmesi. bey' bi'1-mücâzefe : huk. götürü satmak, bey' bi'l-vefâ: eko., huk. belirli bir süre İçinde satılanı geri almak şartıyla yapılan akit, bey'-ibât: kat'î satış, bey'-i bâtıl: eko. hükümsüz olan satış, bey'-i câiz: sahih olan satış, bey'-i fâsid: eko., huk. akdin yapılmış olmaSina rağmen bâzı dış nitelikleri itibârıyla geçersiz olan satış. bey'-i gayr-i lâzım : huk. kendisinde hıyârattan birisi bulunan bey'-i nâfiz. bey'-i lâzım : huk. hıyârattan ârî olan bey'-i nâfiz. bey'-i mevkuf: eko., huk. başkasının iznine bağlı olan satış, [fuzûlî'nm bey'i gibi], bey'-i mukayaza: huk. ayni 'ayna, yânî nak'itten başka olarak mail mal ile değiştirmektir ki trampadan ibârettir. bey'-i miin'akid: huk. in'ikad bulan satış akdi demektir ki sahih, fâsid, nâfiz, mevkuf kısımlarına ayrılır, bey'-i nâfiz: huk. üçüncü şahsın hakki taallûk etmeyen satış akdidir ki lâzım ve gayr-i lâzım kısımlarına ayrılır, bey'-i sahih: huk. zâten ve vasfen meşrû .olan satış akdi. bey'-i teâti: huk. alıp vermekle olan fi'lî bir satış akdi, [pazarlıksız ve lâkırdısız müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği vermesi gibi]. bey' men yezid : artırma ile satış, bey ü şirâ': alim satım, beyâ ‫( ؛—؛؛‬f.s.): 1. dolmuş, dolu. 2 ٠i. girilecek yer, kapı. beyâbâü ‫( د إ ﻻ ن‬f.i.): .kir, çöl. beyâbân-ı gam : gam çölü, beyâbânî ‫( د إ ﻻ ﻧ ﻰ‬f.i.)ç ö l adamı, (f.b.s.): .aşiret-, göçebe, yurtsuz, beyâbân-nişîn ‫اﻻن ﻟ ﺸ ﻦ‬٠ ‫( د‬f.b..s.): bedevi, beyâd ‫( د إ د‬a..i.): yok olma, mahvolma, (bkz bid, b.üyûd, beydûdet). 106

beyâdıka, beyâzıka ‫ ﺑ ﺎ ﻧ ﻒ‬، . ‫( دداد ق‬a.i. beydak, beyzak'm c.): 1. [satran‫ ؟‬oyununda] paytaklar, piyâdeler. 2. s. küçük yapılı ve çabuk yürüyen [adamlar], paytaklar, beyâdir ‫( د ا د ر‬a.i.c.): harmanlar. b e y â h ^ ( a .i .c . :büyâh) :ufakbalık. ["biyâh” şeklinde de kullanılır], (bkz : biyâh). beyân ‫( د ا ن‬a.i.c.: beyânât): 1. anlatma, açık söyleme, bildirme. 2. ed. belâgat ilminin, hakikat, mecâz, kinâye, teşbîh, istiâre gibi bahislerini Ogreten kısmı, (bkz : belâgat). beyân-ı efkâr : fikirleri söyleme, beyân-ı h âl: hâlini bildirme, anlatma, beyân-ı matlalj: istenilen şeyin beyân edilmesi, dilegin bildirilmesi, beyân-ı zarûret: huk. beyâna mevzû olmayan bir nevi söz, söylenmediği halde söyİenmiş sayılan hüküm. beyânât ‫( ﺑ ﺈ ﻻ ت‬o.i. beyân'ın c.): nutuk, Söylev, *demeç. beyân-nânıe ‫ ه‬٠‫( د ا ن ﻻ‬a.fb.s.): I.*bildirge. 2. hâli yazı ile bildiren açıklama, beyâre ‫( ﺑ ﺈ ر ه‬f.i.): kısa, boysuz, bodur olarak yerde yetişen fidan, sebze ve meyva. beyâriş ‫( دإ ر ش‬fi.): çâre, tedbir‫ ؛‬ilâç, bey'at (a.i.). (bkz : biat), bey’atü'n-nisâ (kadınlar anlaşması): Hz. Muhammed ile Medineli 12 kişi arasında yapılan anlaşma. beyât ‫( ﻳ ﺎ ت‬a.i.): gece uyuma, gece İş görme, geceyi İş ile geçirme. beyâtî ‫( ﻳ ﺈ ﺗ ﻰ‬f.i.): miiz. Tiirk müziğinin en eski makamlarından olup, hâlâ kullanılmakta ve çok kullanılmış bur makamdır. Bu makam, uşşak dörtlüsüne pûselik beşlisi ilâvesinden meydana gele.n ve Tiirk müziğinin 5 numaralı basit makamı olan uşşak'ın inici şeklidir. Uşşak gibi dügâh [İâ perdesinde durur ve güçlüsü nevâ] re dir. Bu güçlü perdesinin uşşak'dan daha ehemmiyetli olarak kul'lamlması ve ekseriyâ bu perdeden başlayarak bestekârların bir hicâz geçkisi yapmış olmaları, makamın yapışıyla alâkalı değildir. Uşşak'dan farkı, tiz perdelerden başlaması, bu perdelerde gezinerek ikinci bir .şekilde karar etmesid'ir. Donanımına uşşak gibi .si İçin bir koma bemolü konulur. Niseb-i şerlfesi 8 dir. Orta

beydere

sekizlideki sesleri şöyledir (pesten tize doğru): dügâh, segâh, çârgâh, nevâ, hüseyni, acem, gardâniye, muhayyer. Beyâtî, uşşak kadar rûha huzur verici değildir. Uşşak'ın tasavvufi ve felsefi karakterine mukabil beyâti'nin biraz hiizne kaçan bir karakteri vardır. beyâti-arabân ‫( ﺑ ﻴﺎ ﻓ ﻲ ﻋﺮﺑﺎن‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. ‫ ؟‬ok eski bir terkip ise de, bir kaç asır tutulmuş ve XVIII. asrin son senelerinde Sâdullah Ağa tarahndan tekrar ortaya atilarak İhyâ olunmuştur. Beyâtî-arabân١ isminden de anlaşıldığı üzere araban (yâni şetaraban) makamına beyâtî ilâvesinden mürekkeptir. Terkibindeki beyâtî ile, onun gibi dügâh [İâ perdesinde kalır; bu perde, şetaraban'ın da -güçlüsü olmaktadır. Beyâti'nin güçlüsü ve şetaraban'ın durağı olan nevâ) re perdesi, makamın birinci derece güçlüsüdür. Donanımına beyâti'nin si koma bemolü ile şetaraban'ın yalnız mi bakıyye bemolü ve fe bakıyye diyezi ârızaları konulur. Lâhin İçinde beyâtî İcrâ olunurken son iki ârıza bekar yapıldığı gibi şetaraban İçin si bekar ve si bakıyye bemolü kullanıldığı da çok vâkidir. Ancak şetaraban'ın dördüncü ârızası olan do bakıyye diyezi'nin beyâtî araban'da bulunmayışı, eskiden yalniz "araban'' diye anılan makamda do perdesinin natürel olarak kullanılması ve hattâ araban'm yegâh gibi bâzan dügâh perdesinde de kalması ile alâkalıdır. Esâsen beyâtî arabân'da şetaraban dizisi bütün sesleriyle tam olarak yapılmaz. Beyâtî araban'm terkibi bu şekilde ise de,- son yarim asırda biraz değişikliğe uğrayarak, bestekârlar tarafından hicâz beşlisinde fazla dolaşan bir karcığar gibi kullanılmağa başlanmıştır. Beyâtî makamının karcığar geçkilerine çok elverişli olması ve karcığar'ın sonunda da şetaraban başındaki beşli'nin bulunması buna sebebolmuştur. Esâsen güçlü, durak, hattâ donanım ve seyir husûsiyetleri karcıgar ile müşterektir. beyâtî-arabân-pûseük ‫ﺑ ﻴ ﺎ ش ﻋﺮﺑﺎن ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬ (f.b.i.): müz. Fahri Efendi'nin terkibettigi bir makamdır ki, onun fahte peşrevi ile saz semâisi, makamın yegâne nümûneleridir. Beyâti-araban makamının sonuna bir

pûselik beşlisi ilâvesinden ibârettir. Makam ekseriyâ beyâtî araban'ın güçlüsü olan nevâ perdesinden itibâren bir pûselik dörtlüsü göstererek ve sonra istenirse tam bir pûselik dörtlüsü göstererek, ve sonra tam bir pûselik dizisi veyâ hüseyni perdesini güçlü ittihâz ederek inici bir şekilde sıralanan pûselik beşlisi ile seyir ve böylece bu dizi parçası ile .dügâh perdesinde karar kılmaktadır. Beyâti-araban gibi donanır ve puselik dizisinin icâbeden seslerinde, bu ârızalar bekar yapılır. beyâtî-hisâr ‫ ﺑ ﻴ ﺎ ش ﺧﺼﺎر‬: müz. adi anonim bir edvar-ı İlm-i musikide geçen makam.. beyâtî-pûseük ‫( ﺑ ﻴ ﺎ ق ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬f.b.i.): müz. Zekâi Dede'nin terkibettigi bir mükekkep makamdır. Beyâtî ile pûselik makamının ekseriyâ tam dizisinden müteşekkildir. Pûselik makamı ile dügâh perdesinde kalir. Güçlü birinci derecede beyâtî'de oldugu gibi nevâ ve ikinci derecede pûseük'de oldugu gibi hüseyni perdeleridir. Donammma beyâtî gibi si İçin bir koma bemolü konulur. Nota İçinde pûselik İçin si bekar ve sol bakıyye diyezleri kullanılır. beyâvâr ‫( ﺑ ﻴ ﺎ و ا ر‬ki.): meşgûliyet, uğraşma, İş, güç• beyâz ‫( ﺑ ﺎ ض‬a.i.): 1. aklık. 2 ٠yumurta akı. 3. aydınlık. 4. s. ak. beyâzî ‫( ﺑ ﺎ ض‬a.i.): 1. beyazlık, aklık. 2. uzunluguna açılan yazma kitap ve mecmuâ; sigir dili. beydâ' ‫( ﺑ ﺪ ا ﺀ‬a.s.): 1. tehlikeli yer. 2. i. sahrâ, çöl. 3. i. Mekke ile Medine arasında düz bir yer. beydah ‫( ﺑ ﻴ ﺪ خ‬ki.): sert başlı, haşarı at. (bkz : bidah). [kelime bidah şeklinde de kullamlabilir]. beydaha ‫( ﺑ ﺪ ﺧ ﻪ‬a.i.): etine dolgun, iri ve şişmanca kadın, (bkz : beyzah). beydak ‫( ﺑ ﻴ ﺪ ق‬a.i.c.: beyâdıka) : satranç oyununda piyâde denilen taşların her biri, paytak. . beydâne ‫( ﺑ ﻴ ﺪ ا ﻧ ﻪ‬a.i.c.: beydânât): yabâni dişi eşek. beyder ‫( ﺑ ﻴ ﺪ ر‬a.i.): 1. ekin harmani, harman yeri. 2. doğru İûgat. beydere ‫( ﺑ ﻴ ﺪ ر ه‬a.i.): ekini harman etme. 107

beyderî

beyderi ‫^ وى‬ (a.s.): harmana mensûp, harmancı. beydûdet ‫( ﺑ ﺪ و د ت‬a.i.): yok olma, (bkz : bid, beyâd, büyûd). bey-gâh ‫( ﺑ ﻜ ﺎ ه‬f.i.): pazar yeri, pazar. beygar, beygare ‫ ﺑ ﺬ ر ه‬، ‫“( د ﻧ ﺮ‬ga” uzun okunur, f.i.): sövme; tekdir; çıkışma, başa kakma. beyhân ‫( ﺑ ﻴ ﺤ ﺎ ن‬a.s.): 1. sır saklamayan, dâimâ aklindakini ve kalbindekini söyleyen, boşbogaz. 2. i. kadm adi. beyhen ‫( ﺑ ﻴ ﻬ ﻦ‬a.i.): bot. bir ‫ ؟‬eşit beyaz ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek, mısır gülü. beyhuşt ‫( ﺑ ﻴ ﺨ ﺜ ﺖ‬f.i.): kökünden, dibinden kopmuş, koparılmış olan şey. bey'iyye (a.i.): eko. pul, lcıymetli kâğıt ve benzeri şeylerde satıcıya bırakılan satma payı. beykem ‫( ﺑ ﻴ ﻜ ﻢ‬f.i.): sofa ve salon, yazlık köşk. beylek ‫( ﺑ ﻴ ﺒ ﻚ‬f.i.) : berat, ferman, hiiccet, vesika. beylem ‫( ﺑ ﻴ ﻠ ﻢ‬a.i.): 1. açılmamış pamulc koza-

SI. 2. kazma; rende. beyn ‫( د ن‬a.i.) : 1. ara, aralılc. 2. arada, araya, arasında. Gurâbü'1-beyn: ayrılık kargası; mec. nefret edilen kimse, beyne'd-dıl'î: anat. eğeler arası, fr. intercostal. beyne'd-diivel: devletlerarası. beyne'1-ahâlî: ahâli arasında, beyne'l-akrân : alcranlar, yaşıtlar arasında, beyne'l-bahreyn: miiz. adi anonim bir edvarda geçen makam. beyne'l-cinseyn : fels. cinsarası. fr. intersexuel. beyne'1-enâm : halk arasında. beyne'1-esâbî: biy. parmaklararası, fr. interrigital. beyne'l-eviddâ: ahbaplar, gerçek dostlar arasında. beyne'l-guzât: gaziler arasında, beyne'l-halk: halle arasında, beyne'l-havf ve-r-recâ : korleu ile ümit arası. beyne'1-hücrevî: biy. hücrelerarası, fr. intercellulaire. beyne'l-ihvân : eş dost arasında. 108

beyne'l-kitaât : cog. karalar arasi. beynel-medâreyn : cogr. tropikler arasi, fr. intertropical. beyne'l-mefâsil : anat. *eklemlerarasi, fr. interarticulaire. beyne'l-ulemâ : âlimler arasında. beyne'1-üdebâ : edipler arasında, beyne'n-nâs : halk arasında, beyne'n-nehreyn : iki nehir arasında, beyne'n-nevm ve'l-yakaza : uyku ile yari uyanıklık arası. beyne's-semâi ve'1-arz: yerle gök arasında, beyne's-seyyârât (gezegenler arası) : astr. Güneş ‫ ؟‬evresinde dolanan cisimler arasındaki boşluk, fr. interplanétaire, beyne'z-zevceyn : karikoca arasında. beyne beyne ‫( ﺑ ﻴ ﻦب — ﻳ ﻦ‬a.b.zf.) : ne iyi ne kötü, ikisi ortası. beynehû beynallah : ‫( ﺑ ﻴ ﺘ ﻪ ﺑ ﻴ ﻦ اﻟﻠﻪ‬a.c.) : onunla Tanrı arasında, bir Allah bir kendi bilir. beynehiimâ -

(a.zf.) ikisi arasında.

beyne'l-milel ‫ن ا س‬ fr. international.

‫د‬

(a.s.)

:

milletlerarası,

beynûnet ‫( ﺑ ﻴ ﻮ ذت‬a.i.) : 1. iki şey arasındaki mesâfe, aralık. 2. ihtilâf, anlaşmazlık, ara açıklığı. 3. astr. gezegen-yer-GUneş üçlüsünün Oluşturduğu *a‫ ؟‬ı, fr. élongation, beynûnet-i a'zamiyye : ast. *uzanım, fr. elongation. beyrem ‫( د د ر م‬a.i.c. : beyârim) : 1. marangoz rendesi. 2 ٠kazma [âlet]. 3. sert ve uzun taş. 4. eritilmiş sürme, yagil sürme. beyt ‫( ﺑ ﻴ ﺖ‬a.i.c. : büyüt) : 1. mesken, hâne, ev, oda, oba. beyt-i ahzân : 1) gam ve keder yuvası; 2) (bkz : beytü'1-ahzân). beyt-i ankebût, beytü'1-ankebût : örümcek yuvası; mec. derme ‫ ؟‬atma ev. beyt-i halfi : biy. ardoda, fr. chambre postérieure. Beyt-i Harâm : (Kâbe). beyt-i iddet : huk. evlilik devâm ederken kari ile kocanın birlikte oturdulclari ev. b.eyt-i kuddâmi : biy. Onoda, fr. chambre antérieure.

beyz

beyt-i

muzlim

:f o t o ğ r a f

k u t u s u ,k a r a n l ı k

oda.

b e y t-i

beyt-i şerif:

1) Y u s u f 'u

kaybeden

Ya-

[a s lî

(a .h .i.).

(b k z:

Beytü'1-

? e k li:

dil"].

beytü'l-mâl ‫ا ز ل‬

‫ ( ﺑ ﺠ ﺖ‬a . i . ) : [e s k id e n ] m â l i y e

h a z în e s i.

lc u b 'ıın ç a d ı r ı ; 2 ) d ü n y â .

beytü'l-arûs

m u k a d d e s),

Makdis'

: B e y t - u llâ lı) .

K â b e . (b k z

beytü'1-ah zân :

: g e lin o d a s ı , (b lcz : h a c le , h a c l e -

beytü'1-ma'mur ‫اﻟﻤﻌﻤﻮر‬ K âbe

g â h ).

h iz â s m d a

(a .b .i.)

‫ﺑ ﺠ ﺖ‬

K e rû b iy â n m

:

g ö k te,

ta v â fı

o la n

B e y t - İ Ş e r îf .

beytii'l-H aram : K â b e . beytü'l-hüzn

: h ü z ü n l ü , g a m l ı , k e d e r li ev.

beytü'l-m âl :

m â l i y e h â z in e s i. [İ s lâ m h u k u -

k u n d a ].

beytü's-sadaka ‫ﺖ اﻟﻤﺪﻗﻪ‬ sandığı. beytii'z-zifâf ‫ﺑ ﻴ ﺖ اﻟﺰﻓﺎف‬

(a.b.i.): yardim

‫ﺑ ﺠ‬

( a . b . i . ) : g e lin o d a s ı .

( b k z : b e y t ü 'l - a r û s ) .

beytii'1-ma’mûr, beyt-i ma'mûr

: y e d in c i k at

g ö k t e , C e n n e t - i F i r d e v s 'd e b i r k ö ? k o lu p H z . A d e m 'l e y e r y ü z ü n e i n d i r i l m i ? - K â b e m e v lc iin e - T û f a n d a n s o n r a y i n e Ç e n e t t e k i y e r i n e a lı n m ı ? t ı r .

Beytii'l-Mukaddes beytii’z-zifâf:

. ( b k z : b e y t ü 'l - M a k d i s ) .

g e lin

o d a sı,

a r û s ). 2 . ( a . i . c . : e b y â t ) :

ed.

(b k z :

b e y t ü '1 -

a y n i v e z i n d e ik i

m ı s r a 'd a n İ b â r e t s ö z .

beyt-i musarra’ : ed.

b e y û -

(f.i.) :.g e lin , ( b k z : a r û s ).

beyûg ‫( ﻳ ﻮ ر‬f.i.) : g e lin , ( b k z : a r û s ). beyûgânî ‫ وﺳﻤﺎذى‬۴ ‫( ب‬f.i.) : d ü ğ ü n , beyûn ‫ﺑ ﻮ ف‬ beyûn ‫ﺑ ﻴ ﻮ ن‬

( f .i.) : a fy o n , ( a . i . ) : d ib i g e n i? k u y u , b o s t a n k u -

y u s u . ( b k z : b â in ).

beyûs ‫ﺑ ﻴ ﻮ س‬ 4.

( f .i.) :

o la n b e y t i .

is t e k .

2.

ü m it.

3.

ta m a h .

((a .s. b e y z â 'd a n ) : ‫ ؟‬o k y u m u r t -

la y a n . b e^â' ‫ﺑﻴﺎ ع‬

b e y t i i ’ l - g a z e l : e d . g a z e lin e n g ü z e l, e n iy i

1.

y a l t a k l a n m a ; a lç a k g ö n ü l l ü l ü k ,

beyûz ‫ﺑﻴ ﻮ ض‬ m ı s r â l a r ı n ik i s i d e k a -

fi y e li o la n b e y it .

( a .i. b e y 'd e n ) : p e r â k e n d e s a t ı?

y a p a n k ü ç ü k tü cca r,

‫( ﺑ ﻴ ﺎ ب‬a .i.) : sak a, su cu , ‫( ﺑ ﻴ ﺎ ﺣ ﻪ‬a.i.) : b a l ı k a ğ ı. b e ^ â k a l l a h ‫( ﺑ ﻴ ﺎ ك اﻟﻠﻪ‬a .n .) : " A l l a h

be^âb

beytü'1-lcasîd : ed.

k a s id e n in s e ç ilm i? e n g ii-

z e l b e y t i.

beytâr ‫ﺑﻴ ﻄﺎ ر‬

Beytii'l-Makdis ‫ﺑ ﺠ ﺖ اﻟﻤﻘﺪس‬

( a .i .) : b a y ta r lık , h a y v a n

he-

( a .h .i.) : “ M u k a d -

d e s e v ” : 1 . K u d iis . 2 . K u d i i s c â m i i . ( b k z : M e s c id -i A k s â ).

3. i.

A lla h s e v g is in d e n b a ? -

k a b i r ? e y e b a ğ l ı o l m a y a n b i r g ö n ü l, ( b k z :

Beytullah ‫ﺑ ﺠ ﺖ اﻟﻠﻪ‬

( a . h . i . ) : 'A l l a h 'ı n

e v i” :

beyyinât ‫ﺑ ﻴ ﯫ ت‬

(a.i. b e y y i n e 'n i n c . ) : d e lille r,

? a h it le r , * t a n ı k l a r .

beyyine ‫ (ب — ﻳ ﺌ ﻪ‬a . i . c . : b e y y i n â t ) : d e lil,

(a.i.

b e y t 'd e n ) :

g e c e le m e ,

? â h it , t a -

‫ﺑﻴ ﻐﺎ‬

: d o g r u ? â h it , t a n ı k ,

( a . z f . ) : a ç ı k o la r a k , â ? i k â r o la -

r a k . ( b k z : v â z ıh a n ).

Beyyûm iyye ‫ﺑﻴ ﻮ ﻫﻴ ﻪ‬

g e ce k a lm a .

? U b e le r in d e n

beytü'l-arûs ‫ﺑ ﻴ ﺖ اﻟﻌﺮوس‬

( a . b . i . ) : g e lin o d a s ı ,

( b k z : b e y t i i 'z - z i f â f ) . ( a . b . i ) : " h i k m e t 'i n

e v i ” : T a n r ı 'y a â ? ı k b i r g ö n ü l, ( b k z : b e y t - i m u k a d d e s ^ ).

( a .i .) : K a d ir iy y e ta r ik a tı

b ir in in

a d i.

[ M ı s ı r 'd a

B e y y u m 'd a ( 1 1 0 8 - 1 6 9 6 ) d a d o g m u ? A l î B i n e l-H â fız

beytii'l-hikme ‫ﺑ ﻴ ﺖ اﻟﺤﻜﻤﻪ‬

beytü'1-kasîd ‫ﺑ ﻴ ﺖ ا ﻵ ب‬

beyyine-! âdile b e k in e n

K â b e . (b lcz : B e y t - İ Ç e r îf) .

en iy i b e y ti.

( a . s . ) : a ç ık , â ? ik â r . ( b k z : a y â n ,

b â h i r , c e li, h ü v e y d â ) .

n ık . ( b k z : b ü rh â n ).

b e y t i i 'l - h i k m e ) .

beytûtet ‫ﺑ ﻴ ﺘ ﻮ ﺗ ﺖ‬

m â n â s ı n a g e le n b i r t â b ir,

beyyin ‫ﺑ ﻴ ﻦ‬

lc im lig i.

Beyt-İ Mukaddes ‫ﺑ ﻴ ﺖ ﻣﻘﺪس‬

sen i se-

v i n d i r s i n , g ü l d ü r s ü n , i s t e ğ in e k a v u ? t u r s u n "

(a.i.) : b a y t a r , v e t e r in e r .

beytârâ ‫ﺑﻴ ﻄﺎ را‬

be^âhe

ib n i M u h a m m e d

ta r a fın d a n k u -

ru lm u ? tu r ].

beyz ‫ﺑ ﻴ ﺾ‬

( a . i . c . : b ü y û z ) : 1. y u m u r t a [ u m û m î

o la r a k ] . 2 . h a y v a n l a r ı n , e n ‫ ؟‬o k a t i n a y a k l a (a .b .i.)

:ed. k a s i d e n i n

r m d a p e y d â o la n y u m u r t a b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i ?İ?le r. 3 . k ı ı ? u n y u m u r t l a m a s ı .

109

beyzâ' bezaga ‫( ز ئ‬f.i.): kertenkele, keler,

beyzâ' ‫( ﺑ ﺠ ﻔ ﺎ ﺀ‬a.s.): 1. daha ak, ‫ ؟‬ok beyaz. H ilât-ı beyzâ' (beyaz kaftan): şeyhülislâm kaftanı. M ille t-i beyzâ : islâmlar.

bezâne ‫( زا ﻻ‬f.s.): esici, esen [rüzgâr],

beyzah ‫( ﺑ ﻴ ﺬ خ‬a.i.): etine dolgun, iri yapılı şişmanca [adam], (bkz : beydaha).

bezâzet ‫( داذ ت‬a.i.): pejmürdelik, perişanlık, kıyafetsizlik, (bkz : bizâz, büzûzet).

beyzâr

‫( ﺑ ﻴ ﺰا ر‬a.i.): tenâsiil âleti,

beyzâr, beyzâre ‫ ﻳ ﺪ ا ر ه‬، ‫( ﺑ ﻴ ﻨ ﺎ ر‬a.s.): 1. geveze, ‫ ؟‬al‫ ؟‬ene. (bkz : bî-hûde-gû). beyzâre

‫( ﻳ ﺰ ا ر ه‬a.i.): uzun, büyük sopa,

beyzavi ‫ وى‬٠٩‫ﺳ ﻊ‬ (b kz: beyzi).

(a.s.) : yumurta şeklinde,

beyze-i âftâb, beyze-i âteşin, beyze-i ‫ ؟‬arh, beyze-i zer, beyze-i subh, beyze-i zerrin : Güneş. beyze-bâz ‫ ﻷر‬(a.f.b.s. ve i.) : yumurtalarla gözbağcılığı ve elçabuklugu yapan oyuncu. beyze-i İslâm ‫اﺳﻼم‬ beyzetü'1-islâm).

‫( ﺑ ﻴ ﻐ ﻪ ﺀ‬a.it. ve i.), (b kz:

(a.i.c.) : hayalar, (bkz : hus-

beyzetü'd-dik ‫( ﺑ ﺠ ﻨ ﺔ اﻟ ﺪ ق‬a.it. ve i.) : horoz yumurtası, mec. bulunmaz şey. beyzetii'l-akr ‫( ﺑ ﻴ ﻐ ﺔ اﻟﻌﻬﺮ‬a.it ve i.) : "kısırlık yumurtası" : 1. horoz yumurtası. 2. mec. ‫ ؟‬ok nâdir şey. beyzetii'l-arz ‫( ﺑ ﻴ ﻐ ﺔ اﻻرض‬a.it. ve i.): “yer yum urtası'': yer mantarı, keme, domalan [bitki].

beze ‫( وه‬f.i.): günah, hatâ, kabahat, su‫ ؟‬, beze-kâr ‫( وه ﻛﺎ ر‬f.b.s.): günahkâr, SU‫ ؟‬İU. beze-kârî ‫( وه ﻛﺎ ر ى‬f.b.i.): günahkârlık, su‫ ؟‬luluk. bezer ‫( ﻧ ﺮ‬a.i.): gevezelik, bezi' ‫( وﻳ ﻊ‬a.s.): akıllı, uslu, zarif [‫ ؟‬ocuk], bezim ‫ل‬٠‫( ﺑﺬي‬a.s.): 1. kuvvetli, zorlu kimse. 2. kızgınlığını belli etmeyip sogukkan1ı olarak hareket eden adam [müennesi "bezime"dir]. bezin ‫( ز ى‬f.s.) : esici, esen ["esnek” mânâsına gelen "beziden" mastarından], bezir ‫( د ر‬a.s.): geveze. bezir ‫ و ر‬، ‫( د ر‬a.i.): tohum, ekilecek tâne. (b kz: bezr). bezk ‫ ( و ك‬fi.) : zool. tespihböcegi. bezi

‫دل‬

(a.i.): bol bol verme, saçma,

bezl-i cehd : elinden geldiği kadar ‫ ؟‬alışma, bezl-i giiher : cevher dagitma, inci saçma,

bezle ‫( ﺑﺬﻟﻪ‬f.i.): 1. hoşa giden nâzik söz, lâtife, şaka tarzında söylenen lâkırdı. 2. âhenk ile okunan şiir.

‫( ﺑ ﻴ ﻐ‬a.it. ve i.): örtülü,

beyzi (a.s.): 1. yumurta biçiminde olan, oval, (bkz : beyzavi). 2. i. yumurta şeklinde bir şey. (a.i.): konuşmada a‫ ؟‬ıksa‫ ؟‬ıklık.

bezâdî ‫( وا د ى‬a.i.) : gök‫ ؟‬il, mâvimsi bir nevi değerli taş; küçük yâkut.

110

bezbeze ‫( ر و ه‬a.i.): hızlı yürüme‫ ؛‬kaçma. 2. şiddetle sarsma, depretme.

‫( ﺑ ﺠ ﻨ ﺔ اﻟﺤﺮ‬a.it. ve i.): şiddetli

beyzetü’l-İslâm ‫( ﺑ ﻴ ﻐ ﺔ اﻻﺳﻼم‬a.it. ve i.) : 1. İslâm milleti. 2. İslâm'ın yayıldığı sâha, İslâm ülkesi. 3. İslâm'ın hakîkî merlcezi. (b kz: beyze-i İslâm).

‫دا‬

‫ز‬١‫( ﺑﺰب‬f.i.): Hindistan cevizi kabugu.

bez beze ‫( ﺑﺬإذه‬a.i.): 1. zafer, galebe, üstünlük. z.nasip, pay, kısmet. 3. daralma, sıkılma,

bezl-i n ü k u d : parayı bol verme, para dökme. (b kz: İbzâl)'.

beyzetii'l-hıdr ‫ﺔ اﻟﺨﺪر‬ kapalı güzel kadın.

bezâ

(a.i.): bezcilik, manifaturacılık,

‫( ﺑ ﺠ ﻨ ﺔ‬a.it. ve i.): deve-

beyzetii'l-beled ‫اﻟﺒﻠﺪ‬ kuşu yumurtası. beyzetii'l-harr sıcaklık.

bezbâz

‫رازت‬

beze ‫( وه‬f.s.): fakir; miskin,

beyze (a.i.): 1. yumurta. 2. haya, (bkz : husye). 3. demir başlık, (bkz : migfer).

beyzeteyn yeteyn).

bezâzet

bezle-bâz ‫ﺑﺎو‬ bezle-gû). bezle-gû ‫ا‬

‫دك‬

(f.b.s.): lâtifeci, şakacı, (b kz:

‫( ﺑﺬﻟﻪ‬f.b.s.). (bkz : bezle-bâz).

bezm ‫( و م‬a.i.): 1. diş ucu ile ısırma, kırma. 2. yayın kirişini ‫ ؟‬ekip salıverme, bezm

‫دم‬

(f.i.): İçkili, eğlenceli meclis, dernek,

bezm-i a ş k : aşk meclisi, bezm-i cem : ı) Iran mitolojisindeki Cem'in İ‫ ؟‬ki meclisi. 2) Bektâşilerin İ‫ ؟‬ki âlemleri. 3) İ‫ ؟‬ki âlemi. bezm-i cihân : cihan, dünyâ meclisi.

bı.no bezm-i elest: tas. Allahın ruhları yaratıp ''elestii bi-rabbikUm” (=ben sizin Rabbiniz degil miyim ?) dedigi an. bezm-i fenâ : dünyâ, hayat, âhiret. bezm-i ferâ-yi Ahmed Efendi : meşhur bir çeşit lâle. bezm-i fütûh : zafer meclisi, bezm-i gam : gam meclisi, bezm-i hâss : husûsî meclis, bezm-i İşret: İçki meclisi, (bkz : bezm-i mey, bezm-i nûşânuş). bezm-i mey : İçki meclisi, (bkz : bezm-i İşret, bezm-i nûşânuş, meclis-i mey), bezm-i nûşânuş : (bkz : bezm-i İşret, bezm-i mey). bezm-i safâ : safâ meclisi, bezm-i tarab : müz. yeni terkibedilmiş ve ragbet görmemiş bir mürekkep makamdır. Nihâvend makamı İçinde sabâ makamının (dügâh, segâh, çargâh, hicâz, hüseyni) perdelerinden İbâret olan ilk beşlisini kullanmaktan ibârettir ki, esâsen bu beşli, gerçek olarak nihavend eserlerde pek çok kullanılmıştır. Nihâvend makamı ile, onun gibi rast perdesinde durur. Güçlü, nihâvend'de oldugu gibi nevâ ve ikinci derecede de sabâ'da oldugu gibi çargâh perdeleridir. Donanımına nihâvend gibi si ve mi küçük mücenneb bemolleri ile fe bakıyye diyez konulur ve İâhin İçinde sabâ'nın ilk beşlisi İçin si bekar, si koma bemolü, re bakıyye bemolü, mi bekar kullanılır, bezm-i vuslat: sevgililerin vuslat (birbirine kavuşma) meclisi. bezm-ârâ ‫( ز م ارا‬f.b.s.): 1. meclisi süsleyen. 2. müz. adi Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkikinde terkipler arasında geçen makam. bezme (a.i.): gündüz yenilen bir ögün yemek. bezme ‫( ز ﻵ‬fi.): sohbet ve muhabbet meclisinin bir köşesi. bezm-efzâ ‫( و م اﻓﺰا‬f.b.s.): eğlencenin, ziyâfetin zevkini arttıran. bezm-gâh , bezm-geh ‫ وﻣﻜﻪ‬، ‫( ر ﻣﻜﺎه‬f.b. i.); eğlence yeri. bezr ‫( د ر‬f.i.): ekim, (bkz : ziraat). bezr ‫( د ر‬a.i.c.: büzûr): tohum, ekilecek tâne.

bezr ‫( ور‬a.i.): bot. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek ve sebze tânesi. bezreka ‫( ﻧ ﺮ ق‬a.i.): yol gösteren, kılavuz, delil, (bkz: bedreka). bezr-ger ‫( ورﻛﻞ‬f.b.i.). (bkz : bezr-kâr). bezr-ger ‫( ﻧ ﺮ ﻛ ﻞ‬a.f.b.s.): tohum saçan, ekinci, çiftçi. bezr-kâr ‫( ورﻛﺎر‬f.b.i.) : ekinci. bezrü'1-bene ‫( ﻳﺬر ا ب‬a.b.i.): bot. banotu tohumu. bezyûn ‫( وﺑﻮق‬a.i.): 1. ince kuma?. 2 ٠sündüs denilen altın işlemeli atlas, bezz ‫( و‬a.i.) : pamuktan veyâ lcetenden yapılmış dokuma. bezzâz ‫( واز‬a.s.): 1. bezci, kuma? satan, manifaturacı. 2. i. çarşı, bedesten, bezzâz-istân ‫( ﺑﺰازﺳﺘﺎن‬a.f.b.i.): bedestan, bedesten, esnaf çarşısı, (blcz : bedestân). bezz-istân ‫( ﺑﺰﺳﺘﺎف‬a.f.b.i.) : bedestan, bedesten, esnaf çarşısı, (bkz : bedestân). bıd'j bıd'a ‫ ﺑﺪﻋﻪ‬، ‫( ﻣ ﻊ‬a.i.) : geceden bir kısım, bıdâa, bıdâat ‫ ﺑ ﻌ ﻨ ﺎ ق‬، ‫( ذ ى‬a.i.): 1. sermâye, ana para. 2. bilgi. bıdisgan ‫“( ﺑﺪﻣﻐﺎف‬ga" uzun okunur, f.i.): bot. sarmaşık [ot], (bkz : bıdışgan, bidisgan, bidişgan, ışka). bıdışgan ‫"( ﺑﺪﺷﻔﺎن‬ga" uzun okunur, f.i.): sarmaşık [ot], (bkz: bidisgan, bidisgân, bidişgân, ışka). bigza ‫( ﺑﻐﻬﻪ‬a.i.): şiddetle nefret, hiç sevmeyiş. (bkz: bagza'). bıka'‫“( ﻗﺎ ع‬ka” uzun okunur, a.i. buk'a'nın c.): bir parça yer, topraklar, ülkeler, bilgin ‫ ﻟ ﺾ‬٠(a.i.): âfet, musibet, felâket, bırtîl ‫ ﻟ ﻞ‬٠‫( و‬a.i.c.: berâtil): 1. rüşvet. 2. bir hakki İptâl İçin rüşvet olarak verilen şey. 3. varyoz. bıtâ' ‫( ب ﺀ‬a.i.): gecikme, ağır davranma, bıtâka ‫( ﺑﻄﻞ ﻗﻪ‬a.i.c. batâik): pusla kâğıdı, yafta, varaka. bıtâne ‫( ﺑﻬﻼذه‬a.s.): 1. gizli şey, gizlenilen hal. 2. i. astar. 3. mahrem, sırdaş. 4. i. bir şehrin ortası. bitn ‫( ﻷش‬a.s.): 1. zengin [adam]. 2. bodur [adam]. 3. obur [adam]. 4. şaşkın [adam]. 5. yalnız kendi nefeini düşünen [adam], bitna ‫( ث‬a.i.): 1. mide dolgunluğu. 2. malin ve paranın çokluğundan dogan sevinç. 111

bıt.îh

‫( ﺑﻄﻴﺦ‬a.i.) : 1. kavu n . 2. karpuz, b ız â a , b ız â a t ‫ ﺑ ﻔ ﺎ ق‬، ‫( ﺑﻀﺎﻋﻪ‬a.i.). (bkz : bıdâa, b ıttîh

bıdâat).

m eleri -e haline getirir; ile , İçin m ân âların ı vererek F arsçad ak i b e- edâtıyla ayn i İŞİ görür. B i- h a k k ın : h akk ıyla. K am eriye h arfleriyle başlayan kelim elere eklendiği zam an b i' 1- şek lin i (b i' 1-m ün âsebe); şem s (Güneş) harfleı-iyle bi'd-, b i'n -, bi'r-> bi's-> bi'ş-, bi't-, bi'z-, ş e k ille r in i: (bi't-tabi', bi'nnetice., gibi) alır.

‫( إى‬f.e.) : -SIZ, -m az [Farsça kelim elerin başına getirilir), b î- â r : arsız, utanm az. B iâ ş i y â n : yu vasız,

b i a - (a .i.c .: biyâ') : kilise, b î-â b ‫( ﻳﻰ آ ب‬f.b .s.): 1. k u ru , susuz. 2. donuk. 3. hayâsız, rezil,

‫( ﻳﻰ ﻋﺪ‬f.a .s .): sayısız, b i-a d e d ‫( ﺑﻰ ﻋﺪد‬f.a .s .): hesapsız, b î-a d îl ‫ ﻳﻞ‬٠‫( ﻳﻰ ﺀا‬f.a .s.); benzersiz, benzeri olb î-a d d

m ayan. b î - a m â n G ١‫( ﺑﻰ‬f.b.s.) : am ansız, am anverm ez, acım az, m erham etsiz. b î-â r

‫و‬

‫( إى‬fa.b.s.) : arsız, utanm az, sıyrık,

b î- â r â m ‫( إى آرام‬f.b .s.): 1. durup dinlenm eyen. 2. zf. bidüziye. 3. rahatsız, b î-a sl ‫ ﺻﻞ‬١ ‫( إى‬f.a.s.) : asilsiz, tem elsiz. B î-a sl ü esâs : asli esâsı olm ayan, d ayan ağı olm ayan. b î-â ş iy â n

‫ﺑﻰ‬

b î- b â r j^

‫( ﺑﻈﺮ‬a .s.): beyhude, boş. bi- ‫( ﻟﻰ‬a .e .): b aşların a eklendiği zam an keli-

b ız r

b i-

b î- b â k î ‫ﺑﺎ ش‬ etmeme.

‫( ﺑﻰ آﺷﻴﺎن‬f.b.s.) yu vasız.

b ia t (a.i.) : kabu l ve tasd ik m uâm elesi. [a s li: “ bey'at" dır), b i- a v n i ‫( ﺑﻌﻮن‬a.b.zf.) :y a rd ım ıy la . b i-a v n illâ h i te â lâ : A lla h 'ın yard ım ıyla, b i-a y n ih i, b i-a y n ih â ‫ ﺑﻌﻨﻬﺎ‬، n iyla, olduğu gibi, tıpkı,

‫( ﺑﻌﻴﻔﻪ‬a.b. zf.) : ay-

b îb (a.i.) : h avu za su akıtan m usluk; hav u z d an d ışarıya su akıtan delik; havu za gelen suyun yolu, bacası.

‫( ﻳﻰ‬f.b .i.): korkusuzluk) ald ırış (f.s .): kuru, m eyva verm eyen,

b i-b a sire t ‫( ﻳﻰ ﺑ ﺼﺮ ت‬f.a.s.) : basiretsiz, anlayışSIZ, kör, e trafın d akileri görm eyen, b i-b e d el

‫( ﺑﻰ د ل‬f.a.b.s.) : benzersiz, eşsiz,

b l-b eh re ‫ى ﺑﻬﺮه‬٠ (f.b .s.): 1. behresiz, nasipsiz, m ah ru m . 2. değersiz. b i-b e k a ‫ﺑﻘﺎ‬ kasız. b î-b e râ e t İuşsuz.

‫ﺑﻰ‬

‫( ﻳﻰ ﺑﺮاﺋﺖ‬f.a.b .s.): berâetsiz, k u rtu -

‫ﺑﻰ ﺑﺮﻛﻞ‬

b i-b e rg

b îb î ‫ ( ﺑﻰ ﺑﻰ‬f i . ) : 1 sayın bayan, h an im , ev kadını, hatun. 2. hala, b ib r

‫ﺑﺒﺮ‬

(f.i.): fâre, sıçan,

b î-c â ‫( ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ‬fb.s.) : yersiz, b icâ d ‫( ﺑ ﺠﺎ د‬a .i.): 1. yo l yol, çizgili olarak doku n m u ş k ilim , hail, aba. 2. H z. A b d u llah 'ın lâkabı. b îcâ d , b îc â d e ‫ ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ د ه‬، ‫( ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ د‬f.i.) : 1. kehrib ar gibi sam an çöpü n ü kendin e çeken, yâku ttan daha az değerli k ırm ız ı b ir taş [“m ercan” diyen lûgatlar da vardır]. 2. kirm ızı dudak. b îcâ d e -i m ü zâb (erim iş yâkut): k ırm ız ı şarap. b î-c â n ‫ﺟﺎن‬ B icen -

‫( ﻳﻰ‬f.b.s.) : cansız, ruhsuz. (f.h.i.). (bkz : B ۶ n).

b î-cev âb ‫ﺟﻮا ب‬

kuşu, ( b k z : usfûr).

‫( ﺑﺠﺮﻳﺖ‬a .s.): hâlis, tem iz şey. b î-ç â r, b î-ç â re ‫ ﺑ ﻴ ﺠﺎ ر ه‬، ‫( ﺑ ﻴ ﺠ ﺎ ر‬f.b .s.c .: biçâre-gân) : çâı٠esiz, zavallı, b î-ç â re g â n ‫( ﺑﻴﺠﺎرﺳﻤﺎن‬f.b.s. bî-çâre'nin c.) : bîçâı'eleı', zavallılar.

b îç â re -v â r ‫وار‬ vallı gibi.

112

(f.a .s .): cevapsız,

b ic rit

‫( ﺑﻰ‬f.b .s.): bahânesiz, sebepsiz, ‫( ﺑﻰ ﺑ ﺨ ﺖ‬f.b .s.): bahtsız, talihsiz, b î - b â k ^ ‫( ﻳﻰ‬f.b .s.): korkm ayan , çekinm eyen, sakın m ayan .

‫ﺑﻰ‬

‫( ﺑﻰ ﺟﺒ ﺮ‬f.b .s.): yüreksiz, korkak, b ic işk ‫( ﺑﺠﺸﻠﻎ‬f.s .): 1. h akim , bilgin . 2. serçe b î-c iğ e r

b î-ç â re g î ilk.

b i-b a h t

(f.b .s.): dalsız,

b i-b e rg ü n e v â : elinde avu cu n d a bir şeyi olm ayan.

b î-b a h â ‫( إى‬f.b.s.) : p aha biçilem eyecek kad a r değerli. b î-b a h â n e ^ ^

("k a” uzun okunur, f.a.b.s.) : be-

‫( ﺳﺠﺎرﺳﻤﻰ‬f.b.i.) : b îçârelik, zavallı‫( ﺑ ﺮ ه‬f.b.s.) : çâresiz gibi, za-

b içe k ‫( ﺑ ﺠ ﻚ‬t.i.): bir çeşit kesici âlet; k ü çü k biçak, k ü çü k silâh.

bîdis.ân bi‫ ؟‬i?k ‫( ﺑ ﺠ ﺜ ﻚ‬f.s.): hekim, doktor, (b kz: bizi?k).

bi‫ ؟‬îz ‫( ﺟ ﺰ‬f.s.): p e k kii‫ ؟‬ükve değersiz [?ey], biçrek ‫( ﺑﺠﺮك‬f.s.):aldatılarak kendisiyle dâimâ alay edilen kimse.

bî-‫ ؟‬ün ‫ن‬-

(f.b.s.): 1. emsâlsiz, e?siz. 2. sebep sorulmaz, Allah.

bî-‫ ؟‬Un u ‫ ؟‬i r â : ni‫ ؟‬in ve nedensiz, mutlak (Allah), (bkz : lâyüs'elü ammâ yefal).

bi'd- ‫( ﻷ ك‬a.e.) : Arapçadaki bi- edâtının d, t ile ba?layan kelimelere katıldığı zamanki ?ekli olup kelilueyi zarf yapar. Bi'd-da'vâ : dâvâ ederek. Bi't-tedric : tedricen,

bid

A h (a.i.): yok olma, (bkz : beyâd, büyüd, beydûdet).

bid A r i (f.i.): söğüt ağacı, (bkz : safsâf). bîd-i giryân, bîd-i mecnUn, bîd-i nâlân, bîd-i piyâde, bîd-i revân, bîd-i sernigUn : bot. ağlayan söğüt, salkımsöğüdü. bîd-i m ü ?k : bot. sultani söğüt, bîd-i siirh : bot. kızılsögüt.

‫( ﺑﺪ ﻋ ﺖ‬a.i.c.: bida'): 1. sonradan meydana ‫ ؟‬ikan ?ey. 2. peygamber zamânmdan sonra dinde meydana ‫ ؟‬ikan ?ey.

b id 'a t

b id 'a t -i h a s e n e : begenilebilir yenilikler, b id 'a t -i m a k b u l e : makbul olan, beğenilen

yenilik.

bid'at-i merdUde : reddedilen, beğenilmeyen yenilik.

bid'at-i seyyie : fenâ yenilikler, bidâyet ‫( ﺑﺪإﻳ ﺖ‬a.i.): ba?lama, ba?langı‫ ؟‬. bidâyeten ‫ﻳﺔ‬١‫( ﺑﺪ‬a.zf.): ba?langı‫ ؟‬ta, ba?ta, ilkin [aslı:bedâet'dir]. b id â y e t m a h k e m e s i ‫( ﺑﺪاﻳ ﺖ ﻣ ﺤﻜ ﻤ ﺴ ﻰ‬a.t.b. i.) : [eskiden] asliye mahkemelerine verilen ad.

‫( ﺑ ﻴ ﺪ ﻷ ف‬f.b.i.): sepetçi, sepet örücü, ‫( ﻷ ك‬a.zf.): dâva ederek, b i'd -d a 'v e ‫( ﻷﻟﺪﺀوه‬a.zf.): dâvet ederek,

b îd -b â f

b i 'd - d a 'v â ‫ ى‬۶

b id d e ‫( ﺑ ﺪه‬a.i.): tâkat, derman, gü‫ ؟‬. (bkz : bed-

de).

‫( ﻷﻟﺪﻓﻌﺎ ت‬a.zf.): bir defalarla, (b kz: mükerreren).

b i 'd - d e f 'â t

ka‫؟‬

kere,

bida' ‫( د ع‬a.i. bid'at'ın c.): sonradan meydana ‫ ؟‬ikan ?eyler.

b i 'd -d e v l e t i Ve’l -İ k b â l

bidâd ‫( د ا د‬a.i.): 1. hisse, bedel verme. 2. arka-

‫( ﻷﻟﺪور‬a.zf): devrederek, dola?arak. b i'd -d u â ' ‫( ﻷﻟﺪﻋﺎﺀ‬a.zf.): dua ederek, b i - d e r d ‫ رد‬٠‫( د ا‬f.a.b.s.) : dertsiz, kedersiz, b î - d e r m â n ‫( ﻳﻰ درﻣﺎن‬f.b.s.) : dermansız, gü‫ ؟‬-

da?lar arasında nöbetle satın alma.

bî-dâd ‫د د ا د‬

(f.i.) : 1. zulüm, i?kence. 2. s. zâlim, (bkz : ga?ûm٩ gürdâs).

bî-dâd-ger ‫( ﺑ ﻴ ﺪا د ﺳ ﻤ ﺮ‬f.b.s.): zâlim, gaddar, hâin.

bî-dâd-gerî ‫( ﺑ ﻴ ﺪا د ﺳ ﻤ ﺮ ى‬f.b.i.) : zâlimlik, gaddarlık, hâinlik.

bî-dâdît£ ۵١A r i (f.i.): zâlimlik. bidah ‫ خ‬A r i (f.s.): ha?arı, sert ba?lı, huysuz [aygır, at], (bkz : beydah).

bidâk ‫( دا ق‬f.i.): don, pantolon gibi ayaktan giyilen ?eylerin paçası.

bidâl ‫( د ا ل‬a.i.) : bir ?eyi ba?ka bir ?eyle degi?me, trampa etme.

bîdâr ‫( د د ا ر‬f.b.s.): uyanık, uyumayan, uykusuz. Baht-ı b îd â r: uyanık tâlih: Dîl-i b îd â r: uyanık gönül, bîdâr-baht ‫( ﺑ ﻴ ﺪا ر ﺑ ﺨ ﺖ‬fb.s.): mutlu, b îd âr-d il‫( ﻳ ﺪ ا ر د ل‬f.b.s.): uyanık, aydın, b î d â r e . ^ (f.s.): â?ık, dü?kün.

bîdârî ‫( د د ا ر ى‬f.i.): 1. uyanıklık. 2. ugra?ma, ‫ ؟‬abalama. 3. dikkatlilik.

‫( ﺑﺄ ﻟ ﺪ وﻟ ﺖ واﻻﻗﻸل‬a.b.zf.):

devlet ve ikbal ile. b i 'd - d e v r

süz.

bidest ‫( ﺑﺪ ﺳ ﺖ‬f.i.): kari?, [bazı lûgatlarda "bedest" ?ekli de var].

bidester ‫( ﺑ ﻴ ﺪ ﺳ ﺮ‬f.i.) : zool. kunduz, suiti. bî-devâ ‫( ﺑﻰ دوا‬f.a.s.) : devâsı bulunmayan, ‫ ؟‬âresiz.

‫ى د وﻟ ﺖ‬٠(f.a.b.s.): mutsuz, zavallı. ‫( ﺑﺪ ح‬a.i.): geni? ova.

b i-d e v le t b id h

‫( د د د ل‬f.b.s.): 1. korkak. 2. nüktesiz. 3. â?ık. 4. kalpsiz, gönülsüz,

b î-d il

b î-d im â g

‫( ﺑﻰ دﻣﺎغ‬f.a.b.s.): akilsiz, kafasız, be-

yinsiz.

‫( ﺑﻰ دس‬f.a.b.s.): 1. dinsiz. 2. acımasız, merhametsiz.

b î-d în

b i-d ire n g ‫د ر ﻧ ﻚ‬

‫ﺑﻰ‬

( f b . s . ) : d u rm a y a n , eg len -

m e y e n , ‫ ؟‬ab u k .

‫( ﻳﻰ د ر خ‬f.b.s.): 1. esirgenmeyen. 2. esirgemeyen, elinden geleni yapan,

b î-d ir îg

b i d i s t â n ‫( ﺑ ﺒ ﺪ ﺗ ﺎ ف‬f.b.i.): söğütlük.

113

Bdpây B id p â y

‫ﺑﺪﺑﺎ ى‬

(f.h.i.) : K e lile v e D im n e 'n in m ii-

e llifi o la n m e ş h u r H in d filo z o fu ,

sûrette.

‫ ( ﺑﺪره‬f .i .) : a g a ‫ ؟‬k u rd u , b id r û d ‫ ( ﺑﺪرود‬f .i .) : s a ğ lık , se lâ m et, e sen lik , b î-d ııh t ‫ ( ﺑ ﺒ ﺪ ﺧ ﺖ‬f.b .s .) : 1 . k ız ı o lm a y a n , k ız SIZ [k im se ]. 2 . h. i. Z ü h r e (V enüs) y ıld ız ı, b id v en d ‫ ( ﺑ ﻴ ﺪ و ﻧ ﺪ‬f .i .) : k a n ta şı. b id re

‫ﺑﺎﺟﻤﺎﻋﻬﻢ‬

(a.zf.) : h e p si, cü m le si,

‫ ( ﺑﻰ أدا ت‬f.a .b .s .) : aletsiz, ‫ ( ﺑﻰ أد ب‬f.a .b .s .) : e d e p siz , terb iy esiz, b î-e d e b -ân e ‫( ﺑﻰ أدﺑﺎ ﻧﻢ‬f.zf.) : e d e p siz c e sin e. b i- e m r illâ h ‫( ﺑﺎﻣﺮ اﻟﻠﻪ‬a .z f.):A lla h 'ın e m riy le , b î-e n b âz ‫ ( ﺑﻰ أﻧﺒﺎز‬f .s .) : a rk a d a ş sız , o rta k sız , b î-e n c â m ‫ ( ﺑﻰ اﻧﺠﺎم‬f .s .) : s o n s u z , s ın ırs ız , b î-e n d â z e ‫ ( ﻳﻰ أﻧﺪازه‬f .s .) : ö lç ü sü z , a şırı, b i- e s r ih i ‫ ( ﺑﺎﺳﺮه‬a .z f.) : h ep b ir a ra d a , b ie t ‫ ( ﺑ ﻴ ﺌ ﺖ‬a .i.) : 1 . h a l, d u ru m , k e y fiy e t, n itelik . 2 ٠b ir m e n z ile k o n m a , b i-e y y i-h â l, b i- e y y i-h â ü n ‫ ﺑﺎى ﺣﺎل‬، ‫( ﺑﺎ ى‬a. b î-e d â t

b i-e d e b

f . z f . ) : h e rh a ld e , m u tla k a ‫ ؛‬elbette,

b î-fâ id e ‫( ﺑﻰ ﻓﺎﺋﺪه‬f.a.b.s.) : fa y d a sız , y a r a rs ız , b i- fa z lilla h i te â lâ

‫ﺑﻔﻀﻞ اﻟﻠﻪ ﺗﻌﺎﻟﻰ‬

(a. b .z f . ) :

‫ﺑﻰ ﻓﺘﻮر‬

(f.a.b .zf.). (b k z : b ilâ -fü tû r).

b î-g â h j b î-g e h ‫ ﺑ ﺔ‬، ‫ ( ﺑ ﻴ ﻜ ﺎ ه‬f .b .s .) : v a k its iz . G â h ü b î-g â h : v a k it li v a k its iz , b ig â l ‫"( د ا ل‬g a " u z u n o k u n u r, a.i. b a g l'm c . ) :

‫ﺑﻴ ﻐﺎ ل‬

("g a ” u z u n olcu nu r. f . i . ) : m ız r a k ,

٠‫ﺑﻰ غ‬

bi-gayr ‫( ﺑﻐﻴﺮ‬a.b.e.): başkasıyla, -SIZ. bi-gayri hakkin : haksızlıkla, haksiz yere, ‫( ﺑﻰ ﻏﻴﺮت‬f.a.s.) : gayretsiz, hareketsiz,

b lg a y re t

cansız, tembel.

bi-gayri kasdin ‫( ﺧ ﺮ ﻗ ﺼﺪ‬a.b.zf.) : istemeyerek, bl-gışş ‫(* ﺑﻰ ﻏﺶ‬f.a.b.s.) : hilesiz, karışıksız, samimi.

bî-gümân ‫( ﺑﻰ أﻗﻤﺎ ن‬f.b.s.): şüphesiz, (bkz : bişekk).

bî-günâh ouf ‫( ﺑﻰ‬f.b.s.): günahsız, suçsuz, zavallı. bih ٠‫( ﺑﺎ‬f.s.) : 1. iyi, yeg. 2.İ. ayva, (bkz : bihi). bih ، 4 (a.zm.): 0, onu, ona, ondan, onunla [tek erkek). M ef'ûlü b ih : gr. -i. hâli, fr. accusatif. cürsûm e). 2. kaynak.

[tek dişi).

b i h â ' (a.i.): anat. m urdarilik daman, bî-hâb ‫ ب‬١‫( د ﺧ ﻮ‬f.b.s.) : uykusuz, uyumaz, bi-haber ‫( ﻳﻰ ﺧﺒﺮ‬f.a.b.s.): habersiz, bilgisiz;

‫ ؟‬ok.

bi-hadd ü pâyân : sınırsız ve sonsUz, u‫ ؟‬suz bucaksız, tükenmez.

o lan .

b î-g â n e -g â n ‫ﺑ ﻴ ﻜ ﺎ ﻧ ﻜ ﺎ ن‬

(f.s. b î-g â n e 'n in

c .) :

b ig â n e le r, k a y ıts ız la r , ilg isiz ler,

‫( ﺑ ﻴ ﻜ ﺎ ﻧ ﻜ ﻰ‬f.b.i.) ; y a b a n c ılık , ‫( ﻳ ﻌ ﺎ ﻧ ﻪ ﺧﻮى‬f.b.s.) : s o ğ u k

b î-g â n e -h û y

b î-g â n e -m e şre b

‫ﻳ ﻌ ﺎ ﻧ ﻪ ﻣﺜ ﺮ ب‬

bi-hamdi lillah ‫( ﺑﺤﻤﺪ ﻟﻠﻪ‬a.zf.): Allah'a şükür

(f.a .b .s .) : k a y ıt-

tih ân (f.i. bih'in c.): iyiler, iyi adamlar, bî-hâniimân ‫( ﻳﻰ ﺧﺎﻧﻤﺎن‬f.b.s.): yersiz yurtsuz,

olsun.

SIZ ta b ia tlı, ta n ıy ıp d a ta n ım a z lık ta n gelen ,

b i-g a re z ‫ ( ﺑﻰ ﻏﺮض‬f.a .b .s .) : 1. g a re z siz . 2. t a r a f SIZ, t a r a f tu tm a y a n .

bihâh, bihâhe ‫ ﺑﺤﺎﺣﻪ‬،‫( ﺑﺤﺎح‬a.i.) : ses kısıklığı. bihâk ‫( ﺧﺎ ق‬a.i.) : erkek kurt. bi-hakkın ‫( ص‬a.b.zf.) : hakkıyla, tamamıyla.

tab iat-

il, u ta n g a ‫ ؟‬, s ık ılg a n .

114

("ga" uzun okunur, f.a.b.s.): sonsuz. 2. ‫ ؟‬ok.

bi-hadd ‫( ﻳﻰ ﺣﺪ‬f.a.b.s.): hadsiz, sınırsız, pek

( f.a .b .s .) : g a m s ız , ta sa sız ,

b î-g â n e ‫( ﻳ ﻌ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.b.s.) : 1. k a y ıts ız , ilg isiz . 2. y a b a n c ı. 3. tas. d ü n y â ile ilg is in i k e sm iş

b î-g â n e -g î

‫ﺑﻰ‬

vurdumduymaz.

k a r g ı, ( b k z : ru m h ).

b i-g a m m

‫ ﺀاﻳﻪ‬٠

uyanık.

esterler, k a tırla r.

b îg â l

bî-gaye

b îh-ikûhî :bot. dağ kökü, b ald ıran kökü, bihâ ١‫( ﺑﻪ‬a.zm.) : 0, onu, ona, ondan, onunla

A lla h 'ın fa z lıy la .

b î- fiitû r

gaye'nin c.): sonsuzlar, sonu olmayanlar,

bih ‫ ﺟﺦ‬٠‫( ب‬f.i.) : 1. kök, asil, tem el, (b k z :

‫ ( ﺑﻰ‬f .a .s .) : fa rk s ız .

b lfa r k ^

bigas ‫( دا ث‬a.i.). (bkz : begas). bî-gavr ‫( ﺑﻰ‬f.a.b.s.): dipsiz, bî-gayât ‫"( ﺑﻰ ﻏﺎﻳﺎت‬ga" uzun okunur, f.a.b.s. bi-

1. gayesiz,

b ie ‫( ﺑ ﺴ ﻪ‬a.i.) : y u r t , k o n a k , b i-e c m â ih im

bî-garez-âne . ‫( ﺑﻰ ﻏﺮﺿﺎن‬f.a.zf.) : garezsiz bir

‫ ؟‬oluksuz ‫ ؟‬ocuksuz.

bihâr

(a.i. bahr'in c.) : denizler.

bî-hüner bihâr-ı baîde : u zak denizler, bî-hâr ‫( ﻳﻰ ر‬f.b .s.) : dikensiz, bi-hareket ‫( ﺑﻰ ﺣ ﺮﻛ ﺖ‬f.a.b .s.): hareketsiz, kim ıldam ayan.

‫( ﻳﻰ ﺧﻮداﻧﻪ‬f.b.zf.): baygınlıkla,

‫ﻟﺘﻤﺪ‬-

(f.b.i.): baygınlık,

b i h r â m ‫( ﺑﻬﺮام‬f.i.): oru‫ ؟‬. (bkz : rûze). b îh -rû z ,

b ih rU z e

‫ا وزه‬

،

‫ﺑﻬﺮوز‬

(f.b.s.):

1. “günü iy i” : iyi günlü, mutlu. 2 . i. kıy-

m ından.

bi-hasebi'1-örf ve'1-izâfe ‫ ؛‬âdet oldugu üzere, üşülünce.

metli bir taş. b ih te

bî-hâsıl ‫( ﺑﻰ د ل‬f.a.b .s.): 1. sonsuz, nihayetsiz.

‫( ﺑ ﻴ ﺨ ﺘ ﻪ‬f.s.): elekten, kalburdan geçiril-

miş. b ih te r, b ih t e r e k ‫ ك‬٠‫ ﺑﻬﺘﻢ‬، ‫ع‬٣ ‫( ﺑﻪ‬f.s.): daha, en, pek

2. verim siz.

bîhaste (f.s .): âciz; şaşkın, yorgu n , bî-hayâ ‫( ﻳﻰ ب‬f.a.b.s.). (bkz : bî-âr). bî-hayât ‫( ﻳﻰ ر ت‬f.a .s.): cansız, bî-hazân ‫( ﻳﻰ را ن‬f.b .s.): sonbaharsız, her zam an tâze, her zam an bahar,

bihbûd ‫( ﺑﻪب ود‬f.s.) : iyi, sag, saglam , sıh h î [vücut].

bihbûdî ‫( ^ د ى‬f.i.): iyi olm aklık, bîh-dâne ‫( إ ه داﻻ‬f.b .i.) : ayva tohum u, bih-efgen ‫( ﺑ ﺦ ا ﻣ ﺖ‬f.b.s.) : kökünden söken, bî-hemâl J U fei : (f.b .s.): eşsiz, benzersiz, bî-hemtâ ‫ظ‬،،٠‫( ﻳﻰ ه‬f.b .s.): benzersiz, ( b k z : bînazir).

bî hengâm ‫( ﺑﻰ ﻫ ﻜﺎ م‬f.b .s.): vakitsiz, bî-hesâb ‫ ا ب‬٠‫( ﻳﻰ ح‬f.a.b.s.) : hesapsız, sayısız, bih-güzîn ‫ ﻳ ﻦ‬/ ٠‫(ب‬f.b .s.): 1. en iyisin i seçen. 2. i. sarraf.

iyi. b ih t e r e k ‫( ﺑ ﻬ ﺮ ك‬f.i.): Farslılarca 120 senede bir

kere on ü‫ ؟‬ay İtibâr edilen senenin ismi, [sonraları dört senede bir gün fazlası olan s e n e -i k e b is e şekline konulmuştur], b i h t e r i ‫( ﺑ ﻬ ﺮ ى‬f.i.): en iyi olma, üstünlük, b ih t e r in ‫ﺑﻦ‬.‫( ﺑﻬﺮ‬f.s.): en iyi, pek iyi. b î - h û d ‫( ﻳ ﺨ ﻮ د‬f.b.s.). (bkz : bî-hod).

‫ دا ﻻ‬-

b î-h û d -â n e

(f.b.zf.).

(bkz:

bî-

hodane). ، ‫( ﻳ ﻬ ﻮ د ه‬f.b.s.): boşuna, boş yere, beyhude,

b î-h û d e , b î-h ü d e ‫ﻳ ﻬ ﺪ ه‬

‫( ﻳﻬﻮد ﺳﻤ ﻰ‬f.b.i.) : beyhudelik, faydasızlık, yararsızlık.

b î-h û d e -g î

‫( ﺑ ﻴ ﻬ ﻮ د ه‬f.b.s.): boşuna, boş

b î-h û d e -g û ‫ا‬

yere konuşan, geveze. b î-h û d e -k â r

‫( د ﻫ ﻮ د ه ﻛﺎر‬f.b.s.): boşuna ‫ ؟‬ali-

şan.

bi-hıred ‫( ﻳ ﺰ د‬f.s.) : a k ıllı [kim se], bî-hıred ‫— د‬ (f.b.s.) : akilsiz, kafasız, bihî ‫ﻫﻰ‬٠(f.i.): 1. ayva, (bkz : b ih ) . 2. iyilik , üstünlük.

‫( ﻳﻰ‬f.a.b.s.): hads'iz hududsuz,

b î- h u d û d ‫ﺣ ﺪ و د‬

pek ‫ ؟‬ok. b î-h û ş

‫( ﺑ ﻬ ﻮ ش‬f.b.s.): 1. şaşkın, sersem, bihoş.

2. deli.

bî-hicâb ‫ ب‬١‫( ﻳﻰ حﺀج‬f.a .s.): u tan m ayan, utanm ası olm ayan.

bihim ‫ا‬٠‫( ﺑﻪ‬a .z m .): 0, on ları, on lara, on lardan, on larla [‫ ؟‬ok erkek].

bihîmâ ‫( ﺑﻬﻤﺎ‬a.zm.) : ٥, on ları, on lara, onlardan, onlarla [‫ ؟‬ift erkek],

bihîn, bihîne ‫ ﺑﻪ؛ﻏﻪ‬t ‫ ( ﺑﻬﻦ‬f s . ) : 1. pek iyi, en iyi, seçkin. 2. i. h alla‫ ؟‬. ‫( ﻳﻰ‬f.a.b .s.) : hissiz, duygusuz, (f.i.) : cennet, uçm ak, ( b k z : be-

hişt).

bîh-ken ‫ش‬٠‫خ‬

‫ذه‬١‫( ﻳﺠﻬﻮش‬f.b.zf.) : şaşkıncasına, kendinden geçmişçesine,

b î - h û ş -â n e

‫ط‬(f.a.b.s.): hatsız, ‫ ؟‬izgisiz, karışık ‫ ؟‬izgili, karışık.

b î-h u t û t

b î-h u z û r SIZ,

‫( ﻳﻰ ﺣﻀﻮر‬f.a.b.s.): huzursuz, rahat-

tedirgin.

‫( ﻳ ﻬ ﺪ ه‬f.b.s.): geveze, ‫ ؟‬al‫ ؟‬ene. (b kz: beyzâr).

b î - h ii d e - g û ‫ا‬

b î- h ü d e - g û y â n e

‫ ﻳ ﻰ‬/ ‫( ﻳ ﻬ ﺪ ه‬f.b.i.): boşuna ge-

vezelik. b î-h ü n e r ‫ﻫ ﺮ‬

(f.i.): b eyaz, has ekm ek.

‫( ﺑ ﻴ ﻬ ﺪ ه ﺳﻤﻮﻳﺎﻧﻪ‬fb.zf.): geveze-

likle. b î-h ü d e -g û y î

(f.b .s.): kök söken, kökünden

söken.

bihnâne ‫^ ﻻ‬

olan, ‫ ؟‬ılgın. 2. bayılmış, b î- h o d - â n e b î-h o d î

bi-haseb ‫( ﺑ ﺤ ﺐ‬a .z f.): -ce; b akım ın d an , bi-hasebi'l-merâtib : rütbece, rütbe baki-

bî-hîss ‫ص‬ bihîşt ٩

‫( ﺑﻰ ﺧﻮد‬f.b.s.): 1. kendinden geçmiş

b î- h o d

‫( ﻳﻰ‬f.b.s.): hünersiz, mârifetsiz,

mahâretsiz.

115

bîh.zâd b îh -z â d

‫ﺑﻬﺰاد‬

(f,b .s .) : 1. d o ğ u ş u iy i, s o y u g ü ze l,

asli te m iz. 2 . h . i. erkelc ad i; [b e h z â d ‫ ؟‬elclinde de k u lla n ılır]. 3 . X V . y ü z y ıld a y a ş a m ış Ira n 'li ü n lü b ir m in y a tü rc ii. b i - ib â r e t îh â

‫ﺑﻌﺒﺎرﺗﻬﺎ‬

(a.b.zf.) : ib â re si ib â re sin e ,

a y n ıy la .

‫( ﺑﻰ ادراك‬f.a.s.) : id ra k siz , a n la y ışsız , ‫( ﺑﻰ اﺧﺘﻴﺎر‬f.a.b.s.) : k e n d iliğ in d e n ,

b î-id r â k

b î - îh t iy â r

elde o lm a y a ra k .

‫( ﺑﻰ اﻗﺪار‬f.a.s.) : iktidarsız, güçsüz.

b î - îk t id â r

‫( ﺑﻰ ﻋﻼج‬f.a.s.) : [“hiç bir şey yemeden”

b î- iJ â c

anlamına gelen] "aç, bîilaç" deyiminde geçer.

‫( ﻳﻰ اﻧﻔﻬﺎل‬f.a.b.s.) : a y rilm a s iz . ‫ ى ف‬١‫( ﺑﻰ‬fa .b .s .) : in s a fs ız , a c ım a z , b î- in t ih â ‫( ﺑﻰ اﻧﺘﻬﺎ‬f.a.b.s.) : n ih â y e tsiz , so n su z, b î- ir tîy â b ‫( ﻳﻰ ارﻳﺎ ب‬f.a.b.s.) : şü p h e siz. b î- i‫ ؟‬tib â h ‫( ﻳﻰ اﺷﺒﺎه‬f.a.b.s.) : şü p h e siz, b î- i'tib â r ‫ ﺗ ﺮ‬١‫( ﺑﻰ‬f.a.b.s.) : i'tib a rsiz . b î-i'tid â l ‫( ﺑﻰ ا د ا ل‬f.a.s.) : i'tid â lsiz , ö lçü sü z , b î- ît tis â l ‫( ﺑﻰ اﺗﺼﺎل‬f.a.b.s.) : k a v ıışm a sız . b î- iz n îllâ h ‫( ﺑﺎذن اﻟﻠﻪ‬a.b.zf.) : A lla h 'ın iz n iyle , b î- in fîs â l

b î- in s â f

b i- îz n îllâ h i te â lâ

‫ﺑﺎذن اﻟﻠﻪ ﺗﻌﺎ!ى‬

(a.b.zf.). (b k z :

b i-iz n illa h ). b î - iz n î ‫ ؟‬e r 'î

‫ﺑﺎذن ﺷﺮﻋﻰ‬

(a.b.zf.) : şe rîa tın e m ir

v e m ü sâ a d esiyle . b î - îz z e t ‫ر ت‬

‫( ﻳﻰ‬f.a.s.) : iz zeti, d ege ri, k ıy m e ti

o lm a y a n . b ije

‫ﺳﺰه‬

(f.s.) ; 1 . h â lis, k a tık sız , saf, s ı r f sâde,

salt. 2 . z f. h u sû siyle.

‫ﻳﺰ ف‬

B îje n

(f.i.) : Ira n m ito lo jisin d e k a h ra -

m a n m e şh u r R ü ste m 'in k ız k a r d e ş in in o glu . [E frâ s y a b 'm k ız ı M ü n îje 'y e â ‫ ؟‬ık o ld u g u n d a n d o la y ı E fr â s y a b ta ra fın d a n b ir k u y u y a h a p se d ilm işse

de

M ü n îje 'm n

y a r d ım ıy la

R ü ste m t a ra fın d a n k u r ta r ılm ış tır ], b ije n g b ik a '

‫ﺑﺰﻧ ﻚ‬

‫ﺑﻘﺄع‬

(Ei.) : k a p ı a n a h ta rı,

(a.i. b u k 'a 'n ın c.) : yerler, to p ra k la r,

ülkeler. b ik a

‫د ب‬

b î-k â m

(a.i.) : m erc im e k ,

‫ﻳﻰ ﻛﺎ م‬

b ik â m e t

(f s .) : y a ra r s ız , (a.i.). (b k z : be k âm et).

‫(ب— ﻛﺎ ر‬f.b.s.): 1 . İşsiz [k im se ]. 2 . be k âr, b î - k a r â r ‫ر‬١ ‫( ﻟﻰ ﻗﺮ‬f.a.b.s.) : 1. k a ra rs ız . 2 . ra h a tb î-k â r

SIZ.

b î-k a râ rî

11،

‫ﻳﻰ ﻗﺮارى‬

(f.a.i.) : k a ra rsız lık .

bî-kayd ‫( ﺑﻰ ﻗ ﺪ‬f.a.b.s.) : kayıtsız, alâkasız, aldırmaz. bî-kayd-âne ‫( ﻳﻰ ﻗ ﺪا ﻧ ﻪ‬f.a.zf.): kayıtsızca, kayıtSizlıkla, ilgisizlikle, aldırışsızlıkla. bî-kelimât ‫( ﺑﻰ ﻛ ﻠ ﻤ ﺎ ت‬f.a.s.): kelimesiz, sözsüz, bî-kem ü kâst ‫( ﺑﻰ ﻛ ﻢ و ﻛ ﺎ ﻣ ﺖ‬f.b.zf.): eksiksiz olarak, tamam olarak. bî-kerân ‫( ﺑﻰ ﻛﺮان‬f.b.s.): nihayetsiz, sınırsız, uçsuz, bucaksız. bî-kerân ‫( ﺑ ﻜ ﺮ ا ن‬f.b.s.): sınırsız, sonsuz, uçsuz, kenarsız. bî-kes ‫( ﻳ ﻜ ﺲ‬f.b.s.): kimsesiz; çaresiz, bî-kes-âne ‫( ﺑ ﻴ ﻜ ﻤ ﺎ ﻧﻪ‬f.b.zf.): kimsesizlere yakışır bir halde. bî-kesî ‫ ( ﺑ ﺒ ﻰ‬fi.) : bikeslik, kimsesizlik, bî-kıyâs ‫( ﺑﻰ ﻗﺎ س‬f.a.b.s.): ölçüsüz, bî-kıymet ‫( ﺑﻰ ﻗ ﻴ ﻤ ﺖ‬f.a.s.): kıymetsiz, değersiz, bikle ‫( ﺑﻜﻠﻪ‬a.i.) : 1. tabiat, yaradılış. 2. ‫ ؟‬ekil, biçim, kılık, kıyâfet. bîkmâz ‫( ﺑ ﻜ ﻤﺎ ز‬f.i.): şarap, şarap meclisi; şarap İçme. bikr ‫( ﺑﻜﺮ‬a.i.c.: ebkâr): dokunulmamı‫ ؟‬, kizoglan kız, genç kız; kızlık, (bkz : bekâret), bikr-î fik r : ilk olarak söylenen fikir, bikr-î h ü k m î: huk. tekerrür etmemek ve hakkında İıadd-i zinâ İcrâ edilmemi‫ ؟‬olmak şartıyla zinâ ettigi malûm olan İC1Z. bikr-î m azm ûn: orijinal ve ilk olarak söyİenmiş mazmun. bîkrân ‫( ﺑﻜﺮان‬a.i. bikr'in c .): bakireler, (bkz: ebkâr). bî-kusûr ‫( ﺑﻰ ﻗ ﺼﻮر‬f.a.b.s.): kusursuz, eksiksiz, tam. bî-küsîste ‫( ﺑ ﻜ ﺘ ﻪ‬f.b.s.): 1. kopmu‫ ؟‬, kopuk. 2. çözülmüş, çözük, gevşek; düşük, bî'l- ‫ ﺑﺎﻻ‬، ‫( ا ل‬a.e.): -ile mânâsına gelip, eklendigi -kameriyye harfleriyle başlayan- kelimeleri zarf yapar. Bîl-îktifâ : İktifâ ederek... gibi. bîl ‫( ﺑ ﻞ‬f.i.): 1. bel; çapa. 2. Hindayvası denilen Hindistan'a mahsus bir meyva. 5. gübre sepeti. bîlâ- - ٠‫( ﺑﺎد‬a.e.): -siz. B ilâ-bedel: bedelsiz. [Arapça kelimelerin başına getirilirj. bilâ-bedel ‫( ^ د ل‬a.b.s.): bedelsiz, karşılıksız, bîlâd ‫( ﺑﻼد‬a.i. belde'nin c .) : memleketler, ‫ ؟‬ehirler, kasabalar.

biliftihâf : imar görmüş, bayındır duruma getirilmiş, mâmur beldeler, şehirler, b i l â d - ı a ş e r e : ıo şehir : [İzmir, Eyup, Kandiye, Halep, Selânik, Sofya, Trabzon, Galata, Kudüs, Lârisa]. b i l â d - ı c e s i m e : büyük memleketler, b i l â d - ı e r b a a : döı٠t şeh ir: [Edirne, Bursa, Çam, Kahire]. b i l â d - ı g a r b i y y e : bati memlelcetleri. b i l â d - ı h a r â c i y y e : haraca bağlı aı٠âzi. b i l â d - ı İ s n â a ş e r : on iki şehir : [Adana, Erzurum, Bağdat, Beyrut, Diyarbakır, Rusçuk, Bosnasaray, Sivas, Maraş, Trablusgarp, Antep, Çankırı]. b i l â d - ı r û m : OsmanlI imparatorluğuna dâhil şehirler, Anadolu, b i l â d - ı s e l â s e : [eskiden] 1 . İstanbul'da : üsküdar. Galata ve Eyüp semtleri. 2. İstanbul, Edirne, Bursa.

‫ ﻻ اﺷﻌﺄر‬٠ (a.b.zf.): iş'ar etmeden, bildirmeden, haber vermeden, b i l â - k a y d ü ‫ ؟‬a r t ‫ ; ﺑﻼ ﻗ ﻴ ﺪ و ﺷﺮط‬kayıtsız ve ‫ ؟‬artSIZ , kesin olarak. b i '1 - a k i s ‫( اأﻟﻌﻜ ﺲ‬a.b.zf.): aksine, tam tersi, tersine, tersine olarak, b i l â l ‫ ﻻ ل‬٠(a.s. ve i.), (bkz : belâl). b i l â - l ü z û m ‫ ﻻ و وم‬٠ (a.b.s.): lüzumsuz, gereksiz. b i l â - s e b e b ‫( ﺑﻼ ﺳﺒﺐ‬a.b.s.): sebepsiz, b i l â - t a h k i k ‫( ﺑﻼ ﺗﺤﻘﻴﻖ‬a.b.zf.) : tahkik etmeden, sorup soruşturmadan. b ü â - t a k s î r ‫( ﺑﻼ ﺗﻘﺼﻴﺮ‬a.b.s.): taksirsiz, kusursuz. b i l â - t a s h i h ‫( اﻻ ﺗ ﻤ ﺤﻴ ﺢ‬a.b.zf.) : tashih edilmeden, düzeltilmeden. b i l â - t e e m m ü l ‫( ﺑﻼ ﺗﺄض‬a.b.zf.): düşünmeksizin, irticâlen. b i l â - t e v a k k u f ‫( ﺑﻼ ﺗﻮﻗﻒ‬a.zf.): durmadan, b i l â - u d û l ‫( ﺑﻼ ^ و ل‬a.b.zf.): sapmadan, dönb i l â d e ‫( ﺑﻼده‬f.s.): müzevir, fesatçı, (bkz: meden. belâde, belâd). b i l â - f â s ı l a ‫(> ﻻ ﻓﺎﻣﻠﻪ‬a.b.s.): fâsılasız, aralıksız, b ü â - ü c r e t ‫( ﺑﻼ أ ﺟ ﺮ ت‬a.b.s.): ücretsiz, parasız, arasız. b i l â - v â s ı t a ‫( ﺑﻼ واﻣﻄﻪ‬a.b.s.) : vâsıtasız, araçsız, doğrudan doğruya. b i '1 - â f i y e ‫ ﻓ ﻪ‬١‫( ﺑﺎﻟﻊ‬a.zf.) : afiyetle, sağlıkla, b i l â - v e l e d ‫( ﺑﻼ وك‬a.b.s.): veletsiz, ‫ ؟‬ocuksuz. b i l â - f ü t û r ‫( ﺑﻼ ﺿﻮر‬a.b.zf.): korkusuzca, aldırmayarak, bezmeksizin. b i '1 - b e d â h e ‫( ﺑﺎﻳﺪاﻫﻤﻪ‬a.b.zf.) : düşünmeksizin, birdenbire, apansızın, (bkz : bedâheten). b i l â h [ ‫( ﺑﻼ‬a.s. beliha'nm c .): arkaları büyük olan kadınlar. b i '1 - c ü m l e ‫( ﺑﺎﻟﺠﻤﻠﻪ‬a.b.zf.) : hep, bütün, toptan, (bkz: cümleten). b i '1 - â h i r e ٥‫( ﺑﺎﻻﺧﺮ‬a.zf.): sonra, sonradan, sonunda.-' b î l e ‫( د ﺟﻠ ﻪ‬f.i.) : 1 . ada. 2 . yanak. 3 . yan. 4 . "kesme" denilen küçük bahçıvan beli şeklindeb ü â - i h t â r ‫ اﺧﻄﺎر‬% a.b.zf.) : ihtar edilmeden, ki ok temreni. 5. kayık küreği; gönderi, hatırlatılmadan. b i l e k ‫( ﺑ ﻴ ﻠ ﻚ‬f.i.): çatal temrenli bir çeşit ok. b i l â - ü ı t i y â r ‫ ﺑ ﺮ‬١ ‫ ﻻ‬٠ (a.b.zf.): elinde olmayab î - l e r z i ş ‫( ﺑﻰ ﻟﺮزش‬f.b.s.): titremez, titremeden. rak, kendiliğinden. b i '1 - f a r z ‫( ﺑﺎﻟﻔﺮض‬a.b.e.): diyelim ki, tutalım ki. b i l â - i n k ı t â ' ‫( ﺑﻼ اﻧﻘﻄﺎع‬a.b.zf.): devamlı, sürek(bkz: farazâ). li. b i 'l - f i 'l ‫( ﺑﺎﻟﻔﻌﻞ‬a.zf.): hakîkî olarak, gerçekten. b ü â - i n t i h â b ‫( ﺑﻼ اﻧﺘﺨﺎب‬a.b.zf.): seçilmeden, seçmeden. b i '1 - h â s s a ‫( ﺑﺎﻟﺨﺎﺻﺔ‬a.zf.): mahsus, husûsî olarak; hele, (bkz : hâssaten). b i l â - i n t i k a l ‫( دﻻ اذﺗﻬﺎل‬a.b.zf.): 1. intikal etmeb i '1 - h a y r ‫( ﺑﺎﻟﺨﻴﺮ‬a.zf.) : hayırla, uğurlu olarak. den, geçmeden, bulaşmadan. 2. kavramadan. b i '1 - h ü k m i ‫( ﺑﺎﻟ ﺤﻜﻢ‬a.zf.): hükmünden dolayı, b ü â - i r t i k â b ‫ ا رﺗﻜﺎ ب‬i i (a.b.zf.): irtikap etmeb i 'l - î c â b ‫( ﺑﺎﻻﻳﺠﺎب‬a.zf.) : lâzım olduğu İçin, geden, rüşvet almadan, rekli görüldüğü İçin, (bkz : bi'1-iktizâ). b ü â - i s b â t ‫ ادا ت‬٠ ‫( ﺑﺎﻵ‬a.b.s.): isbatsız. b i 'l - i c r â ‫( ﺑﺎﻻﺟﺮا‬a.zf): İcrâ ederek, yaparak, İcrâ marifetiyle. b ü â - i s t i c v â b ‫ ﻗ ﺠ ﻮ ا ب‬١ ‫( ﺑﻼ‬a.b.zf.) : sormadan, söyletmeden. b i '1 - i d d i â ١‫( ﺑﺎﻻدﺀ‬a.zf.): iddia İçin. b i '1 - i f t i h â r ‫( ﺑﺎﻻﻓﺘﺨﺎو‬a.zf.): iftiharla, öğünerek. b ü â - i s t i s n â ‫( ﺑﻼ ا ث‬a.b.s.): istisnâsız. b ilâ d -ı â m ir e

b i l â - i ş 'â r

117

b‫'؛‬٠ -‫ ؛‬h٠ ‫؛‬mâm

‫( ﺑﺎﻻﻫﺘﻤﺎم‬a.b.zf.): özenerek, özenle, dikkat ederek, dikkatle.

b i 'l - i h ، i m â m

‫( ﺑﺎﻻﺣﺘﺮام‬a.zf.): saygı duyarak,

b i '1 - i h t i r â m

kapatmak İ‫ ؟‬in.

b i '1 - i k t i d â r b i '1 - i k t i s â b

dilikle.

‫( ﺑﺎﻻﺧﻴﺎر‬a.zf.): dileğiyle, isteğiyle. ‫ر‬١‫( ﺑ ﻼ ك‬a.zf): iktidar ile. ‫( ﺑﺎﻻﻛﺘﺴﺎب‬a.zf.): kazanarak, elde

ralayarak.

‫( ﺑﺎ ﻻﻗﺘﻬﺎ‬a.zf.). (bkz : bi'l-îcâb).

b i '1 - i k t i z â

‫( ﺑﺎﻻ ﺳﺪﻻل‬a.zf.): delil getirerek,

b i 'l - i s t i d l â l

yol göstererek.

‫( ﺑﺎﻻﻟﺘﺰام‬a.zf.): bile bile, (bkz : an-

kasdin).

‫( ﺑﺎ ﻻﻣﺘﻐ ﻼ ل‬a.zf.): kandırarak, yoldan ‫ ؟‬ikartmak sûretiyle, ayartarak,

b i 'l - i s t i d l â l

‫( ﺑﺎﻻﻣﻼﺀ‬a.zf.): söyleyip yazdırarak,

dikte ederek. b i '1 - i m t i h â n

‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﻐﺎده‬a.zf.): faydalanarak, ya-

b i 'l - i s t i f â d e

rarlanarak.

‫( ﺑﺎﻻﻣﺘﺤﺎن‬a.zf.): imtihanla, *SI-

navla.

‫( ﺑﺎ ﻻ ﺳ ﻔﺎ ر‬a.zf): sorup anlayarak, ‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﺨﺒﺎر‬a.zf.): haber alarak, b i 'l - i s t i h d â m ‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﺨﺪام‬a.zf): liizmete alarak, b i 'l - i s t i f s â r

‫( ﺑﺎﻻﺳﺎل‬a.zf.): misal, örnek, ben-

b i '1 - i m t i s â l

zer göstererek.

‫( ﺑﺎﻻﺳﺰاج‬a.zf): uyuşmak, anlaşmak yoluyla, uyuşarak, anlaşarak, b i 'l - i m z â ‫( ﺑﺎﻻﻣﻬﺎ‬a.zf.): imza ederek, imzalanarak. b i '1 - i n c i m â d ‫( ﺑﺎﻻذﺟﻤﺎد‬a.zf.): donarak.

b i 'l - i s t i h b â r

kullanarak.

b i '1 - i m t i z â c

‫( ﺑﺎﻻﻧﻐﺎذ‬a.zf.): infaz yoluyla, yerine getirerek, yaparak.

b i '1 - i n f â z

‫( ﺑﺎﻻﻧﻔﻜﺎك‬a.zf.): çözülerek, ayrıla-

b i '1 - i n f i k â k

‫ ق‬-‫ﻷ ﻻ‬ liyâkatli olarak.

b i 'l - i s t i h k a k

(a.zf.) : hakki

ile,

‫( ﺑ ﺎ ﻻ ﻣ ﺴ ﺎ ل‬a.zf.): husûle, meyda-

b i 'l - i s t i h s â l

na getirerek.

‫ﺀ‬٠‫( ﻷ ﻻ ﺳﺒ ﻞ‬a.zf.): karşılayarak, kar-

b i 'l - i s t i k b â l

şı giderek.

‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﻘﻼل‬a.zf): istiklâl üzere,

b i '1 - î s t i k l â l

başlıbaşına.

rak. b i '1 - i n f i l â k

‫( ﺑﺎﻻﺳﻄﺰام‬a.zf.): lüzumlu, gerekli görerek, gerektirerek.

‫( ﺑﺎﻻﻧﻐﻼق‬a.zf.): infilâk ederek, pat-

b i 'l - i s t ü z â m

‫( ﺑﺎﻻﻧﻐﺮاد‬a.zf.) : ayrılarak, ayrılıp

b i 'l - i s t i m l â k

layarak. b i '1 - i n f i r â d

b i '1 - i n f i s â l

‫( ﺑﺎﻻﻧﻔﺼﺎل‬a.zf.) : ayrılarak, yerini

bırakıp giderek. b i '1 - i n k ı s â m

‫( ﺑﺎﻻﻧﻀﻤﺎم‬a.zf.) : kısımlara ayıra-

rak, keserek, bölerek.

‫( ﺑﺎ ﻻﻧ ﻜﺜﺎ ف‬a.zf.) : açılarak, gelişerek, meydana ‫ ؟‬ikaralc.

b i 'l - i n k i ş â f

b i '1 - i n t â c

‫( ﺑﺎﻻﻧﺘﺎج‬a.zf.): neticelenerek, sonu‫ ؟‬-

b i '1 - i n t i h â b

b i'l-istirârj ١۶ ^ (a.zf.): ister istemez. ‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﺜﻨﺎﺀ‬a.zf.) : ayırarak, ayırma ile.

b i '1 - i s t i s n â

danışarak.

‫( ﺑﺎﻻﻣﺘﻨﺎ ن‬a.zf.): izin 'ile, ruhsat

b i 'l - i s t î z â n

alarak.

‫( ﺑﺎﻻﻧﺘﺨﺎب‬a.zf.): seçerek, ‫( ﺑﺎﻻﻧﺘﻘﺎل‬a.zf.): intikal ederek, bir‫( ﺑﺎ ﻻ ﻛ ﺎ ب‬a.zf.): birine mensup

olarak.

b i 'l - i ş 'â r b i '1 - i ş g a l

‫( ﻻ ص‬a.zf.): yazı ile bildirerek. ‫( ﺑﺎﻻﺷﻐﺎل‬a.zf.): İşgal ederek, İşgal

sûretiyle. b i ' l - i ş t i r â ' ‫ﺑﺎﻻﺳﺘﻮاﺀ‬ b i 'l - i ş t i r â k

‫ ب‬١‫( ﺑﺎﻻرق‬a.zf.): bindirilerek.

(a.zf.): satm alarak,

‫( ﺑﺎﻻﺷﺘﺮاك‬a.zf.) : ortaklaşa, birleşe-

rek.

‫( ﺑﺎﻻراﻻ‬a.zf.): göstererek, gösterip öğ-

reterek. b i 'l - i r k a b

.‫( ﺑﺎﻻ ﺳﻔﺎر‬a.zf.): İstişâre yoluyla,

b i '1 - i s t i ş â r e

birinden diğerine geçerek. b i '1 - i n t i s â b

‫( ﺑﺎ ﻻ ﺳﺎ ق‬a.zf.): sorguya ‫ ؟‬ekerek.

b i 'l - i s t i n t â k

lanarak. b i 'l - i n t i k a l

‫( ﺑﺎﻻﺳﻤﻼك‬a.zf): istimlâk yoluyla,

istimlâk ederek.

tek kalarak.

118

‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﺠﻮاب‬a.zf.): soruşturup,

b i 'l - i s t i c v â b

cevâbını alarak.

b i '1 - i l t i z â m

b i 'l - i r â e

‫( ﺑﺎﻻﺳﺘﻴﺠﺎو‬a.zf.): kiraya vererek, ki-

b i 'l - i s t î c â r

ederek.

b i 'l - i m l â '

‫( ﺑﺎ ﻻﻗﻌ ﺠﺎ ل‬a.zf.): acele ederek, ive-

b i '1 - i s t i 'c â l

saygıyla. b i '1 - i h t i y â r

‫( ﺑﺎ ﻻﻣﻜﺎ ت‬a.zf.) : susturmak, ağzını

b i '1 - i s k â t

b i 'l - i 't â

I

‫ﺑﺎﻻﻋﻄﺎﺀ‬

sûretiyle.

(a.zf.):

vererek,

verme

blmânend

‫( ﻷﻻﻋﺘﺮاف‬a.zf.) : itiraf ederek, hakki teslim ederek, bir şeyi saklamadan söyleyerek.

b i ' l - i 't i r â f

bi'1-miişâfehe ‫ﺑﺎﻟﻤﺸﺎﻓﻬﺔ‬ sûretiyle, konuşarak, bi'l-müşâhede

‫( ﺑﺎ ﻻﺗﻤﺎم‬a.zf.): tamamlayarak, biti-

ı'erelc.

bi'1-miişâvere nuşarak.

‫( ﺑﺎﻻ'ذﻏﺎق‬a.zf.): berâberce, uyuşarak, elbirligiyle, oybirliğiyle, (bkz: müttefikan, müttehiden).

bi'1-müzâkere konuşarak.

b i '1 - i t m â m

b i '1 - i t t i f â k

‫( ﺑﺎﻻﺗﺤﺎد‬a.zf.) : bileşerek. b i '1 - i t y â n ‫( ﺑﺎﻻﻳﺎت‬a.zf.): getirerek. b i '1 - i z â f e ‫( ﺑﺎﻻﺀ ذاﻓﻪ‬a.zf.). (bkz : izâfeten). b i '1 - i t t i h â d

b i '1 - i z z i v e '1 - i k b â l

‫( ﺑﺎﻟﻌﺰ واﻻﻗﺒﺎل‬a.zf.): izzet ve

İkbâl ile.

meydan.a çıkararak. b i '1 - k i m y â b i 'l - k u v v e

‫( ﺑﺎﻟﻜﺈ ﻣﺄ‬a.zf.): lcimyaca. ‫( ﺑﺎﻟﻌﻮه‬a.zf.) : tasavvuri olarak, dü-

şünce halinde. b i 'l - k ü l ü y y e

‫( ﺑﺄﻟﻜﻠ ﻪ‬a.zf.) : büsbütün, bütün

bütün.

dam) taş veyâ pek saf ve temiz beyaz cam, kristal [Farsçası b i l û r durl. b illû r i

‫( ﺑﻠﻮرى‬a.i.): k i m . billur, ‫ ﺑﻠﻮرد‬، ‫( ﺑﻠﻮرى‬a.s.): billûrdan

b illû r i, b illû r iy y e

yapılmış veyâ billûr ile *ilgili. E c s â m - 1 b i l l û r i y y e : billûrdan yapılmış cisimler. b illU r in b i 'l - m â '

‫( ﺑﻠﻮرﻳﻦ‬a.s.): billûr gibi; billûrdan. ‫( ﺑﺎﻟﻤﺎﺀ‬a.zf.): k i m . su veyâ hidrojeni

bulunan mânâsına h y d r o karşılığı, b i 'l - m a i y y e ‫ ﻋﻪ‬٠‫( ﺑﺎل‬a.zf.): maiyyetiyle, adamlarıyla. b î '1 - m u h â f a z a

‫( ﺑﺎ ﻟ ﻤ ﻰ ﻓﻄﻪ‬a.zf.): muhafaza ede-

rek, bozmadan.

‫( ﺑﺎﻟﻤﻘﺎﺑﻠﻪ‬a.zf.): karşılık olarak, b i 'l - m u v â c e h e ‫( ﺑﺎﻟﻤﻮاﺟﻬﻪ‬a.zf.): yüz yüze, yüz-

b i ’l - m u k a b e l e

leştirerek.

‫( ﺑﺎﻟﻤﻨﺎﺑﻪ‬a.zf.): sırası düşünce, sırası gelince, sırasında, sırasını bularak, sırasını getirerek.

b i '1 - m ü n â s e b e

b i '1 - m ü n â v e b e

şe değişe.

‫( ﺑﺎﻟﻤﻔﺎوﺑﻪ‬a.zf.): nöbetleşe,, degi-

‫( ﺑﺎﻟ ﻤﺜﺎ ﻫ ﺪه‬a.zf.) : görerek. ‫( ﺑﺎﻟﻤﺸﺎوره‬a.zf.) : danışarak, ko‫( ﺑﺎﻟﻤﻨﺎﻛﺮه‬a.zf.) : müzakere ile,

bilsâniyye ‫( ﻣ ﺎ ﻧﻴ ﻪ‬a.i.) : bot. 1. sarmaşıkgiller. 2. hanımeligiller. b ils ik â ' ‫( ﺑﻠ ﺴﻜﺎﺀ‬a.i.) : yapışkan otu.

‫( ﺑﺎﻟﻌﻤﻮم‬a.zf.) : bütün, hep.

‫( ﺑﻠﻮر‬f.i.) : billûr. b ilû rin ‫( ﺑﻠﻮرﻳﻦ‬f.s.) : billûrdan, billûr gibi,

b ilû r

b i-lu tfih i ‫ﺑﻠﻄﻔﻪ‬ inâyetiyle.

(a.s.) :

bî-liizûm bi'1-vâsıta

‫ﺑﻠﻮه‬

lütuf,

‫ﺑﻠﻄﻔﻪ ﺳﺎﻟﻰ‬

bi-lu tfih i teâlâ inâyetiyle.

bilve

‫ ﺑﺎ؛ف‬، ۵ ‫( ﺑﺎ‬a.zf.): Allah İçin. b i '1 - l i s â n ‫( ﺑﺎﻟﻠﺴﺎن‬a.zf.): konuşarak, b i l l û r ‫( ﺑﻠﻮر‬a.i.): gayet parlak ve şeffaf (sayb illâ h , b ilâ h i

konuşmak

bilsâm ‫( ﺑﻠ ﺴﺎم‬a.f.i.) : zâîülcenp, akciğer zari İltihâbı, satlıcan, fr. pleurésie,

bi'l-umûm

‫( ﺑﺎﻟﻌﻠﺐ‬a.zf.) : değiştirme yoluyla. b i '1 - k a y d ‫( ﺑﺎﻟﻘﻴﺪ‬a.zf.): kaydederek, b i 'l - k e ş f ‫( ﺑﺎ ﻟﻜ ﺸ ﻒ‬a.zf.): keşfederek, açarak,

b i '1 - k a l b

(a.zf.) :

kerem

ve

(a.zf.) : Allah'ın

‫( ﺑﻰ ﻟﺰوم‬f.a.b.s.) : lüzumsuz, gereksiz. ‫( ﺑﺎﻟﻮاﺳﻄﻪ‬a.b.s.) : vâsıta ile, *araçlı,

(a.i.). (bkz : belvâ).

bi'1-vekâle

‫( ﺑﺎ ﻟﻮﻛﺎ ﻟﻪ‬a.zf.) : vekâlet ederek.

bi'1-vesîle ‫( ﺑﺎ ﻟ ﻮ ﺑ ﻠ ﻪ‬a.zf.) : bu vesile ile, yeri gelmişken. bi' 1-viicûh bim ‫ﻢ‬ ke.

‫ﺑﻴ‬

‫ﺑﺎﻟﻮﺟﻮه‬

(a.zf.) : her yönden,

(f.i.): 1. korku, (bkz : havf). 2 . tehli-

bîm -i cân : can korkusu, bîm -i dûzah : cehennem korkusu, bîm -i ta'ne : azarlanma, sögülüp sayılma korkusu. bim ii üm îd : korku ile ümit, kararsızlık, bi-magz pa.

(f.b.s.) : beyinsiz, akilsiz‫ ؛‬hop-

bî-magz-âne ‫( ﺑﻴﻤﻔﺰاﻧﻪ‬f.zf.) : akilsiz, hoppa adama yakışacak sûrette. bi-m ahall ‫ﻣﺤﻞ‬ ' mahall).

‫ﺑﻰ‬

(f.a.s.) : yersiz, (bkz : nâ-be-

bi-maksad ii bî-giinâh ‫و ﺑﻰ ﻛﻨﺎه‬ f.b.s.) : maksatsız ve günahsız,

‫( ﺑﻰ ﻣ ﻐ ﻤ ﺪ‬a.

bî-ma'nâ ‫ﻋﺬا‬٠ ٠‫( ﺑﻰ‬f.a.b.s.) : anlamsız, mânâsız, bi-ma'nâhü ‫( ﺑﻤﻌﻨﺎه‬a.s.) : yine o mânâya, yine o *anlama. bî-mânend ‫( ؛_ﻋﻤﺎذﺗﺪ‬f.b.s.) : manendi, eşi benzeri olmayan, (bkz : bî-hemâl, bî-nazîr). 119

bîmâr bîm âr ‫( ﺑ ﻴ ﻤ ﺎ ر‬f.s.c.: bîm ârân): hasta, sayrı, bîmârân ‫( ﺑﻴ ﻤﺎ را ن‬f.b.s. bîmâr'ın c.) : hastalar, bimâr-ciger ‫( ﺑﻴ ﻤﺎ ر ﺟ ﻜ ﺮ‬f.b.s.): çok sıkıntılı ve üzüntülü. ' ٨ ٨ ,, ‫( ﺑ ﻴ ﻤ ﺎ و ﺟ ﺸﻢ‬f.b.s.): [gözü] baygın bakışlı olan. ' ‫ ﺑ ﻤﺎ و دا ر‬٨. (fb.s.) : hastabakıcı, bîm âr-dil ‫( ﺑ ﺠ ﻤﺎ رد ل‬f.b.s.): gönlü sıkılmış, üzüntülü. bîmâre ‫( ﺑ ﻴ ﻤ ﺎ ر ه‬f.s.) : 1. hasta. 2. akınlar veyâ hai'pler sırasında ele geçen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan biri, bîmâr-hâne ‫ﻣﺎرﺧﺎذه‬٠‫( ب؛‬f.b.i.): 1. hastahâne. 2. tımarhâne, deliler yurdu, (bkz: bîmâristân٩ . bîmâr-hîz ‫( ﺑﻴ ﻤﺎ ر ﺧﻴ ﺰ‬f.b.s.) : hastalıktan yeni lcalkan [Icimse]. bîm ârî ‫( د ﺟﻤﺎ ر ى‬f.i.): hastalık, bîmâr-istân ‫( ﺑﻴ ﻤﺎ ر ﺳﺘﺎ ن‬f.i.) : 1. hastahâne. 2. tımarhâne. (bkz : bîmâr-hâne). bî-mâye ‫ ﻷ‬. ‫( ﻳ ﺎ‬f.b.s.): 1. yoksul, güçsüz; 2. mayası bozuk, kötü yaratılışlı. (bkz: bed-siret, bed-tıynet). , bî-meâl ‫( ﺑﻰ ﺗ ﻞ‬f.a.b.s.) : mânâsız, hükümsüz, saçmasapan [söz].

bî-minnet ‫( ﻳﻰ ﻣ ﺖ‬f.a.b.s.) : 1. yapılan bir iyiligi gücendirecek şekilde hatırlatmayan, başına kalkmayan‫ ؛‬İûtufkâr. 2. giicendiricibir ‫ ؟‬ekilde hatırlatmayan [İûtuf}. bî-misâl ‫( ى ﻫﺜﺎل‬f.a.b.s.): eşsiz, eşi bulunmayan. (bkz : bî-nazîr). , bîm-nâk (f.b.s.): korkmuş, bî-muâdil ‫( ﺑﻰ ^ د ل‬f.a.b.s.):eşsiz, benzersiz, bî-mubâlât ‫( ﺑﻰ ﻣﺒﺎﻻت‬f.a.b.s.): dikkatsiz, kayıtsız; saygısız. bî-mûcib ‫( ﺑﻰ ﻣﻮﺟﺐ‬f.a.b.s.): mûcipsiz, sebepsiz, yolcyere. bî-muhâbâ ‫( ﻳﻰ ﻣﺤﺎﺑﺎ‬f.b.s.): çekinmeksizin, ‫ ؟‬ekinmeden, sakınmadan, (bkz : bî-pervâ). bî-mübâlât ‫( ﺑﻰ ﻣﺎ ﻻ ت‬f.a.b.s.). (bkz: bîmubâlât) bî-miidânî ‫( ﺑﻰ ﻣﺪاﻧﻰ‬f.a.b.s.) : emsalsiz, benzersiz. bî-mürüvvet ‫( ﺑﻰ ﻣﺮوت‬f.a.b.s.) : mürüvvetsiz, insâniyetsiz. bi'n- —‫اف‬٠(a.e.) : -e, -de, -ile hallerini' karşılar ve şemsiye harfleriyle başlayan kelimeleri zarf yapar. Bi'n-netice: netice olarak, neticede. Bi'n-nefs : nefisle,

bin ‫( س‬a.i.c.: b eni): ogul. Bin M ehm ed: Mehmed'in oglu. bî-mecâl ا‬a.s. cehl'den. c . : cehele, cühelâ, cühhâl): 1. bilimsiz, bilgisiz. 2. genç, tecrübesiz, toy. Câhil-İ anûd : inatçı câhil. Câhil-İ m unsif: insaflı, bilmediğini teslim

eden, söyleyen câhil. câhil-âne ‫( ﺟﺎﻫﻼﻧﻪ‬a.f.zf.): câhilce, câhillikle. Ciir'et-İ câhilâne : câhilce ataklık, c â h ili,c â h iliy y e ^ ^ ، ‫( ﺟﺎﻫﻠﻰ‬a.s.) :1. câhillige âit. 2. Islâmdan önceki Arap devrine âit. C âhilim e ‫( ﺟﺎ>ﻫﻴﻪ‬a.i.): Câhiliyet devri adamlan, puta tapanlar. câhilime، ‫( ﺟﺎ ﻫﻴ ﺖ‬a.i.): 1. câhillik, bilgisizlik. 2. islâmdan evvelki devrin adi; Hz. Muhammed'den önce Arap yarımadasındaki puta tapma devri. cahim ‫س‬ (a.i.): cehennem, tamu. Nâr-1 cahim : cehennem ateşi,

ca'feri ‫( ﺟﻌﻬﺮى‬a.s.): 1. Şîîlerden İmâm Ca'fer-İ Sâdık taraflısı olan. 2. i. güzel sanatlarda lcullamlan bir çeşit kâğıt cinsi [tezhip, hat, minyatür v.b.].

câhiyen ‫( ﺟﺎﻫﻴﺎ‬a.zf): alenen, açık olarak,

ca'feriyye ،،‫( ■ ؟ > ؛‬a.i.): Ca'feri tarikatı,

câhiz ‫( ﺟﺎﻫﺾ‬a.s.): cesâretli, gözüpek [adam],

câfî ‫( ﺟﺄﻓﻰ‬a.s.): cefâ eden, eziyet eden,

cahiz, cafiz (a.i.): katilar İçin kullanılan hacim ölçüsü.

câger ٨

(f.i.): kuş kursağı,

cahimi ‫( ﺟ ﺤﻴﻤ ﻰ‬a.s.): cehennem gibi,

c â - g î r ^ ^ (f.b.s.). (blcz : cây-gîı-).

câhsûk ‫( ﺟﺎﺧﺴﻮك‬f.i.): orak,

câ-güzîn ‫ ﻳ ﻦ‬/ ‫( ﺟ ﺎ‬f.b.s.): yer seçen, yerleşmek üzere yer beğenen.

cahûd ‫( ﺟﺤﻮد‬a.s. cahd'dan): 1. ısrarla İnkâr

câh, câhe ‫ ﺟﺎﻫﻪ‬، ‫( ﺟﺎه‬a.i.) : itibar, makam, Orun, mevki. Hırs-1 câh : mevki hırsı, cahd ‫ﺣﺪ‬،‫( ج‬a.i.): bile bile İnkâr etme, cahd-ı mutlak, cahd-1 m ustagrak: Arap gramerinde iki tâne menfi (Olumsuz) geniş zaman sıygası (.kipi), câhız ‫( ﺟﺎﺣ ﻆ‬a.s.): patlak gözlü, lolcma gözlü [adam].

eden. 2 ٠i.Yahudi, cühûd).

çıfıt,

(blcz:

câhid,

Cahûd-İ anûd : çok inatçı Yahudi, cahûd-âne ‫( ﺟﺤﻮداﻧﻪ‬a.f.zf.) : çıfıtçasma. Yahu-

dicesine. cahûf ‫( ﺟﺤﻮ ف‬a.s.) : kendini beğenmiş, kibirli,

(bkz : mağrûr). câibe ٠‫( ﺟﺎﺀب‬a.i.c.: cevâib): halicin ağzında do-

İaşan haber. 137

câîfe câîfe ‫( ﺟﺎﺋﻔﻪ‬a.i.): huk. cevfe (boşluğa) kadar giden yara, [göğüste, arkada, karında açılan yaralar câife olabilirj. câil ‫( ﺟﺎﺋﻞ‬a.s. cevelân'dan): cevelân eden, dönüp dolaşan. câil ‫( ﺟﺎﻋﻞ‬a.s.): işleyen, yapan, eden, yaratan. câilü'1-leyli ve'n-nehâr : geceyi gece, gündüzü gündüz eden, Cenâbıhak. câile ‫( ﺟﺎﺋﻠﻪ‬a.i.): insanin İçinde dönüp dolaşan hâtıra. câir ‫( ﺟ ﺎ ﺋ ﺮ‬a.s. cevr'den): çevreden, zulmeden. Dilber-i câir : zulmeden, cefâ eden güzel, c â îz ^ ^ (a.s. cevâz'dan) : işlenilmesinde cevaz olan; olabilir, olur. câizât ‫( ﺟﺎﺋﺰات‬a.s. câiz'in c .): câiz olan ‫ ؟‬eyler, câize ‫( ﺟﺎﺋﺰه‬a.i. cevâz'dan. c . : cevâiz) : 1. yol yiyeceği, azık. 2. hediye, bahşiş, armağan. 3. ed. eski ‫ ؟‬âirlere, yazdıkları medhiyeler dolayısıyla verilen para ve bahşiş, (bkz: âidât, atiyye, avâid, İhsân, Sila). ca'1 ‫( ﺟﻌﻞ‬a.i.) : 1. yapma, meydana getirme. 2. sabır, tahammül. 3. i‫ ؟‬e başlama; alma, câl, câlî ‫ ﺟﺎﻟﻰ‬، (f.i.): 1. tuzak. 2. misvak ağacı [“evvelce” lifli dalları, di‫ ؟‬fırçası vazifesini görürdü). câJe ‫( ﺟﺎﻟﻪ‬f.i.): nehrin bir tarafından öbür tarafina geçmek İçin ağaç, saz ve şişirilmiş tulumlardan yapılan sal, kelek, ca'lî ‫( ﺟﻌﻠﻰ‬a.s.): 1. sahte, yapmacıklı, düzme. Etvâr-ı ca'liyye : sahte tavırlar. 2. fels. yapma, fr. artifice. câlî' ‫( ﺟﺎﻟﻊ‬a.s.): 1. açık saçık [kadın). 2 ٠utanması kıt [adam). câlî ‫( ﺟﺎﻟﻰ‬a.s.): 1. parlayan, cilâlı. 2. cilâlayan, parlatan, temizleyen. 3. sürgün eden, câlîb ‫( ﺟﺎﻟﺐ‬a.s. celb'den): celbeden, Icendine ‫ ؟‬eken, ‫ ؟‬ekici. câlîb-i d ik k a t: dikkat ‫ ؟‬eken, câlib-m erham et: merhamet ‫ ؟‬eken, [müennesi câlibe, kadın adi olarak da kullanılır), câlib-î ‫ ؟‬iibhe : şüphe uyandırıcı, câlîf ‫( ﺟﺎﻟﻒ‬a.s.): deri, kabuk soyan, soyucu, câlîfe ‫( ﺟﺎﻟﻐﻪ‬a.i.): hek. deri ile eti berâber koparan yara. Câlîm ıs ‫( ﺧ ﻮ س‬a.h.i.): ilk çağların, ipokrat ile berâber en büyük Grelc hekimi. Galen (131-210). 138

câlis ‫س‬٠‫( ﺟﺎل‬a.s. cülûs'dan. c . : cüllâ‫؛‬ cülûseden, oturan, oturucu, tahta ‫ ؟‬ikan. Câlis-İ evreng-i saltanat veyâ câl ٤s-i seril saltan at: saltanat tahtına oturan. câliş ‫( د ش‬f.i.): 1. çiftleşme. 2. s. naz ve ga: ze ile salınan. câliş-ger ‫( ﺟﺎﻟﺸﻜﺮ‬f.b.i.): 1. yalnız şehvet di guları İçin yaşayan kimse. 2. naz ve gam ile salınan güzel. ca'liyyât ‫( ﺟﻌﺐ ت‬a.i.c.): sahte, düzme, yapr olan hususlar. ca'liyye ‫( ﺟﻌ ﺐ‬a.s.): [“cali” nin müen.]. (bk ca'lî). ca'liyyet ‫( ﺟ ﻴ ﺖ‬a.i.c.: ca'liyyât): yapmacık. câlîz ‫( ﺟﺎﻟ ﺰ‬f.i.): sebze bahçesi, kavun karptarlası, bostan. câm (f.i.): 1. sırça, cam; bardak, kadeh, ‫ ؟‬j ve toprak cinsinden şarap kadehi, [kelin nin Arapçası cemi "câmât" dır), câm-ı âlem-nümâ (bkz: câm-1 cihân-nün câm-ı gîtî-nümâ). câm-ı a ş k : tas. (bkz: câm4). câm-ı âteş-fâm : ateş renkli kadeh, câm-ı ay‫ ؟‬: hayat kadehi, zevk ve safâ ka, hi. câm-ı ce m : Şark mitolojisinde, ‫ ؟‬arat icatçısı sayılan ''Cem" in sihirli kadehi; rap. câm-ı cihân-bîn (cihânı gösteren kadel (bkz: câm-ı cihân-nümâ). câm-ı cihân-nüm â: cihânı gösteren kad İçinde dünyâyı seyrettiren kadeh, câm-ı fenâ (fânilik kadehi): ölüm, câm-ı gevheri: ı) billûr kadeh; 2) sevgilin dudağı. câm-ı gîtî-nümâ : (bkz : câm-ı âlem-nür câm-ı cihân-nümâ). câm-ı gurûr : gurur veren İçki kadehi, câm-ı gül-fâm (gülrengi kadeh): kırmızı rap. câm-ı İk b â l: dünyâ ululugu kadehi, şarab câm-ı leb (dudak kadehi) : kırmızı ‫ ؟‬ara] dolu bir kadehe benzeyen dudak, câm-ı İeb-rîz : agzma kadar dolu kadeh, câm-ı memlû : dolu kadeh, câm-ı m e rg : ölüm kadehi.

câm‫'؛‬ câm-1 m e v t: ölüm kadehi, (blcz: câm-1 merg). câm-1 m e y : şarap kadehi. câm-1 mînâ : açık mâvi, gök renkli kadeh. câm-1 minâreng : açık mâvi renk kadeh. câm-1 musaffa : parlalc kadeh. câm-1 n eşâ t: neş'e, sevinç veren kadeh. câm-1 reng : gök mâvisi kadeh. câm-1 rûşen : parlak kadeh. câm-1 sab û h î: sabah İçkisi İçilen kadeh. câm-1 sah b â: kırmızı şarap İçilen kadeh. câm-1 seh er: Güneş, (bkz : câme-i seher). câm-1 sim (gümüş kadeh): mec. sevgilinin çenesi. câm-J şarâb : şarap kadehi. câm-1 şeh riyârî: büyük kadeh. câm-1 şîr : sütlü meme. câm-1 tehi : boş kadeh. câm-1 zerrin (altm kadeh): beyaz şarap. 2. h. i. Horasan'da bir kasaba. 3. kendilerini Cemşit sülâlesinden sayan Sent ve Kişmiıhâkimlerinden bir !cisminin lâkabı. 4. tas. Tanrı âşığının yüreği, Câmâsb ‫( ﺟﺎﻣﺎ ﺳﺐ‬f.h.i.): Keyânilerden Keykuştasbln veziridir; hikmet ve heyette yüksek bilgisi vardı. [Eski Farsça ile ve “Ferheng-i Mülûk” ve "Esrâr-1 Acem'' adıyla yazdığı kitap, bu gün "Câmâsbnâıne" adıyla anılır. câme ‫( ﺟﺎﻣﻪ‬f.i.): 1. elbise, çamaşır, câme-i â h ire t. (bkz : câme-i fenâ). câme-i fenâ : (fânilik elbisesi): kefen, câme-i g u k : yosun, câme-i h â b : gecelik. câme-i h âssa : tar. OsmanlI pâdişahlaı-1 taİ'afından verilen elbiselik kumaşlar, câme-i h ayât: (hayat elbisesi): ömür, câme-i hurşid : Güneş'in ışığı ve yei.. Güne‫ ؟‬in tesirinden korumaları İtibâııyle ağaç yaprakları, toz, duman ve bulut, câme-i îdî : 1) kırmızı elbise; 2) bahar çiçekleri. câme-i İhrâm : hacıların giydiği dikişsiz elbise. câme-i k atrân : Peygamberimizin sülâlesinden olanların. Muharrem ayı-

nin onuncu günü giydikleri siyah elbise [burhân-ı kaatı]. câme-i mâtem : mâtem elbisesi, câme-i mûyî (kıllı elbise): mec. kürk, câme-i n ahcivân i: sade dikilmiş elbise, câme-i n ev-rû zî: ı) rengârenk elbise2 ‫ )؛‬baharda açılan türlü ‫ ؟‬içekler. câme-i seh er: Güneş, (bkz: câm-1 seher). 2. sürâhi. câme-âlûd ‫( ﺟﺎﻣﻪ آﻟﻮد‬f.b.s.): kirli elbise, câme-dân ‫ داف‬. ‫( ﺟﺎم‬f.b.i.): esvap ve çamaşır koymaya yarayan sandık, dolap; gardırop, câme-dâr ‫( ﺟﺎﻣﻪ دار‬f.b.i.): 1. elbiseyi muhafaza eden kimse. 2. vestiyer. câme-deride ‫( ﺟﺎﻣﻪ ﺑﺮﻳﺪه‬f.b.s.): elbisesi yırtılmış. câme-dûz ‫( ﺟﺎﻣﻪ دوز‬f.b.i.): elbise biçen, diken, terzi. câme-gâh ‫( ﺟﺎﻣﻪ ﺳﻤﺎه‬f.b.i.): çamaşır yeri, çamaşır odası, soyunup giyinilecek yer. câmegî ‫( ﺟﺎﻣﻜﻰ‬f.i.): 1. hizmetçilere verilen maaş, ücret ve elbise parası. 2. hizmetkâr. 3. tüfelc fitili. 4. elbiselik kumaş, câme-hâb ‫( ﺟﺎﻣﻪ ﺧﻮا ب‬fb .i.): yatak‫ ؛‬pijama, câme-hâne ‫( ﺟﺎﻣﻪ ﺧﺎﻧﻪ‬fb .i.): yük, yerli dolap, câme-lcân ‫( ﺟﺎﻣﻜﺎن‬fb .i.): camlık, elbise soyunulacak yer. [doğrusu "câme-ken” dir]. câmekiyye ‫( ﺟﺎﻣﻜﻴﻪ‬f.i.) : vakfın gailesinden vazife sahiplerine verilen aylık, atiyye. câme-seher ‫( ﺟﺎﻣﻪ ﺳﺤﺮ‬f.a.b.s.) : sabah rüzgâı.1 veyâ güneş. câme-şûy ‫( ﺟﺎﻣﻪ د و ى‬f.b.i.c.: câme-şûyân) : çamaşır yıkayan, çamaşırcı, câme-şûyân ‫( ﺟﺎﻣﻪ ﺷﻮﻳﺎن‬f.b.i. câme-şûy'un c .): çamaşır^ukayanlar, çamaşırcılar, câm-ger ‫( ﺟﺎﻣﻜﺮ‬f.b.i.) : camcı ustası, cam yapan sanatkâr. câmgul ‫( ﺟﺎﻣﻐﻮل‬f.i.) : küllranbeyi. câm-hâne ‫( ﺟﺎم ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.) : cam fabrikası, câmi' ‫( ﺟﺎﻣﻊ‬a.i. cem'den. c . : cevâmi') : İçinde namaz kliman İbâdet yeri; İçinde cumâ namazi kliman mescit, câmi-i devrân : devrin, zamânm câmii. câmi-i kebir : büyük câmi. câmi' ‫ ع‬٠‫( ﺟﺎ‬a.s. cem'den): 1. cemeden, derleyen, toplayan. 2. İçine alan, İçinde bulunduran. 139

câmî-‫ ؛‬Kur'ân câmi-i Kur'ân (K u r'ân derleyen) : H alife OsCâm i'u'l-Fürs : X V -X V I. y ü z y ılla rı arasm -

cân ‫د‬ (f.i.): 1. cân, ruh. 2. hayat, yaşayış. 3 ٠gönül. Gûş-i cân : can kulağı. Yâr-1 cân : can dostu.

da y a şad ığ ı sa n ıla n în egöllü M u stafa bin M eh m ed b in Y û su f'u n F ars‫ ؟‬adan T iirkçeye ‫ ؟‬e v ird iğ i İûgat lcitabi.

cân-ı şîrîn : tatil can. 4. silâh, (bkz : câne). 5. erkek adi.

m an.

câm i'u'l-hurûf : kitap yazarı. câmi'u'l-kelîm : b eyân tâbirlerindendir. Lâfzı az, m ân âsı ‫ ؟‬o k söz. (bkz : teşbîh, istiâre).

câmi'u'l-mahâsîn : giizel v a s ıfla r bulunan. Câmi'u'n-Nasâyîh (nasihatleri toplayan) : ü n lü T iirk b ilg in i ib n i K e m al'in didalctilc b ir eseri.

Câmi'u'n-Nezâir : E g rid irli H acı K em al'in , X V . y ü z y ıl şa irle rin in birb irlerin e yazdıkla n nazireleri toplayan m ecm uası.

Câm î ‫( ﺟﺎﻣﻰ‬f.h.i.) : İran 'ın X V asırd a yetişm iş b ü y ü k m u tasavvıf, m iitefelckir ve âlim şâiri; Fatih 'le m ulrabere etm iştir. A sil adi A b d u rrah m an 'd ır. B ir ‫ ؟‬ok m an zu m ve m en su r eserleri vard ır. Bizde C â m î adiyla şöhı'et b u lan eseri A rap n ah vin e âit K âfiye 'n in şerhi olup vak tiyle m edreselerde okutulurdu.

câmîa ‫( ﺟﺎﻫﻌﻪ‬a.i. cem'den. c. : cevâmi') : 1. topluluk. 2. fiz. *topla‫ ؟‬, fr. collecteur, câmîd, câmîde ‫ ده‬٠‫ ﺟﺎه‬، ‫ د‬٠‫( ﺟﺎ‬a.s. cümûd'dan. c. : cevâmid) : donmuş, donuk; cansız. Cism-İ câmîd : cansız cisim. Ecsâm-1 câmîde : cansız cisimler. Mâ-i câmîd : donmuş su. tsm-î câmîd : a.gr. tasrifi (‫ ؟‬ekimi) ve İştikaki (türesi) olmayan isim veyâ fiil. câmidü'l-ayn : yüreği kati, ağlamak nedir bilmeyen. câm idiî'1-keff: cimri, tamahkâr, eli sıkı. câmidü'l-mâl : taşınmaz mal, mülk, arâzi. (bkz : gayr-i menkul), câmîh ‫( ﺟﺎﻣ ﺢ‬a.s.) : başı sert [hayvan], câmîîyyet ‫( ﺟﺎﻣﻌﻴﺖ‬a.i.) : câmi'lik, toplayıcılık, topluluk, toplu olma. câmiyye ‫ ه‬٠‫( ﺟﺎه‬f.i.) : Nakş-1 bendiyye tarikatının 9 şubesinden birinin adi. [ötekiler : Ahrâriyye, Nâciyye, Kasaniyye, Mecdediyye, Murâdiyye, Mazhariyye, Melâmiyye-i Nûriyye, Hâlidiyye'dir]. câmûs ‫وس‬٠‫( ﺟﺎ‬a.i.c. : cevâmis) : manda, su SIgırı. câmûs-ı cesim : iri, büyük manda. 140

Cân-ı cân (cânın cânı) : Allah,

cân

(a.i.). (bkz : cânn).

cânâ ‫( ﺟﺎﻧﺎ‬f.n.) : ey cân, ey sevgili! cân-âferîn ‫( ﺟﺎن آر س‬f.b.s.) : yaratıcı, Allah, cânân, cânâne ‫ ﺟﺎﻧﺎﻧﻪ‬، ‫( ﺟﺎﻧﺎن‬f.s.) : 1. sevgili, gönül verilmiş, ma'şûka. 2. kadın adi. 3. tas. Allah. cân-âver, cân-ver ‫ ﺟﺎﻧﻮر‬، ‫( ﺟﺎن آور‬f.b.s.) : 1 . canlı, yaşayan. 2. i. zararlı hayvan. 3. i. domuz; canavar. cân-âzâr ‫( ^ن آزار‬f.b.s.): can inciten, can yakan, eziyet eden. cân-bahş ‫ ﺧ ﺶ‬٠‫( ^ن‬f.b.s.) : 1. can veren, hayat bağışlayan, cana can katan, sevgili. 2. h. i. Cenâbıhak. cân-bâz 3 ‫( ﺟﺎﺑﺎ‬f.b.i.c.: cân-bâzân): 1. can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz. 2. s. aldatıcı. 3 ٠i. hayvan alışverişiyle meşgul olan kimse. 4. i. [eski) fedâî atlı asker. cân-bâzân ‫( ﺟﺎﺑﺎزان‬f.b.i. cân-bâz'ın c .): canbazlar. cân-bâz-âne ‫زاذه‬١‫( ﺟﺎب‬f.b.zf.): canbaza yakışacak sûrette, canbazlıkla. cân-bâz-hâne ‫ازﺧﺎذه‬٠‫( ﺟﺎذ‬f.b.s.): * oynadıkları, hünerlerini gösterdikleri yer. cân-bâzî ‫ازى‬١‫( ﺟﺎذ‬f.b.i.): canbazlık. cân-be-leb, cân-ber-leb ‫ ﻟ ﺐ‬Ji ‫ ﺟﺎن‬، ‫ﺟﺎن ﺑﻠ ﺐ‬ (f.b.s.): cani dudaginda; ruh teslim edecek; halde bulunan. cân-cîger ‫( ﺟﺎن ﺟﺒ ﺮ‬f.b.s.): ‫ ؟‬ok teklifsiz sevişen [kimse]. cân-dâde ‫( ﺟﺎﻧﺪاده‬f.b.s.): candan, bağlanmış, candan bağlı. candâne ‫ ﻧﺪاﻧﻪ‬hr (f.i.): 1. tepe ile alin arasındaki yer, bıngıldak. 2. beyin, cân-dâr ‫( ﺟﺎﻧﺪار‬f.b.s.): 1. canlı, diri. 2. silâhlı [kimse]. 3. i. muhâfız, koruyucu, emniyet memuru. 4. i. azık, cân-dârû ‫( ﺟﺎﻧﺪارو‬f.b.i.): tiryâk. câne ‫ذه‬،‫( ج‬f.i.): 1. silâh, (bkz: cân4). 2. ruh, can. câne-dâr ‫( ﺟﺎﻧﻪ دار‬f.b.s.). (bkz : cân-dâr).

can-ver

‫ﺟﺎن اﻓﺸﺎن‬

cân-efşân

( f . b . s . ) : b i r d a 'v â u ğ r u n a

cânib

c a n ı n ı v e r e n , ( b k z : c â n -f e ş â n ) .

‫ﺟﺎن اﻧﺪاذ ى‬

cân-efşânî

( f . b . i . ) : b i r d a 'v â u ğ r u n -

‫ﻓﺰا‬١‫( ^ن‬f.b .s.). ( b k z ‫ ( ﺟﺎﻧﻤﺎز‬f . b . i . ) :

: c â n -f e z â ) . “nam az

y e r i '':

‫( ﺟﺎن ﻧﺪا‬f.b.s.) : canını veren [asil ‫ﺟﺎن ﻓﺮدا‬

( f .b .s .) : c a n d a y a n a m a y a -

‫ﺟﺎﻧﻔﺰا‬

(f.b .s.). ( b k z : c â n - e f ş â n ) .

1.

c a n a r t ı r a n , g ö n ü le

fe r a lr lık v e r i c i , c a n a c a n k a t ic ı. 2 . a y i n y i r -

3. i. miiz.

m iü ç ü n c ü g ü n ü .

ta h m in e n b e ş

a lt ı a s ı r lı k p e k a z k u l l a n ı l m ı ş b i r m ü r e k k e p m a k a m d ır. S a b â m a k a m ın ın p e s t ta r a fın a , dügâh

lıü s e y n î-a ş îr â n

p e r d e s in d e n

p e r d e s in e

u ş ş a k d ö r t lü s ü

i t ib â r e n

n a k le d ilm iş b ir

(in ic i o l a r a k s e s le r i ş ö y l e -

d i r : d ü g â h , r a s t , ır a k , a ş îr â n ) ilâ v e s in d e n ib â r e t t ir .

‫ﺟﺎﻧﺤﻪ‬

câniha

C a n fe z â ,

bu

d ö r t lü y ü 'i n ic i b i r

câ-nişîn

o la n

dügâh,

ik in c i

d ereced e

de

b i r i n c i g ü ‫ ؟‬lü k a d a r e h e m m i y e t a r z e t m e k s a b â 'n ı n

g ü ‫ ؟‬lü s ü

o la n

‫ ؟‬a ı-g â h 'd ır .

D o n a n ı m a s a b â g ib i si İ‫ ؟‬in k o m a b e m o lü v e re İ‫ ؟‬in b a k ı y y e b e m o lü k o n u lu r . L â h i n İ ç in d e u ş ş a k d ö r t lü s ü İ‫ ؟‬in d e fa b a k ı y y e d i y e z i İlâ v e e d ilir , ( s a b â 'n ı n ik i â r ı z a s ı b u d ö r t lü 'n ü n s e s le r in e d â h i l d e ğ ild ii').

‫ﺟﺎن ﻓﻜﻦ‬

(f.b .s.) : c a n d ü ş ü r e n , c a n

‫ﺟﺎن ﺳﻤﻨﺎ‬

(f.b .s.)

: can

ıs ı r ıc ı, r u h s ık ıc ı;

‫( ﺟﺎﻧﻜﻴﺮ‬f.b .s.) : c a n cân-güdâz ‫( ﺟﺎﻧﻜﺪاز‬f.b .s.) cân-gîr

s ık ıc ı, : c a n e r it ic i, a c ı m a

u y a n d ıra n .

‫ﺟﺎﻧﺜﻴ ﻦ‬

‫ﺟﺎﻧﻜﻨﺎر‬

(f.b .s.) : c a n d a n g e ‫ ؟‬e r o la n ,

‫ ( ﺟﺎﻧﻴﺎﻧﻪ‬a . f . z f . ) : c â n î g ib i, c â n îc e . ‫ ﻧﺪه‬،‫( ج‬a.i.) : c â n î k a d m . cân-kâh ‫ ( ﺟﺎﻧﻜﺎه‬f . b . s . ) : c a n a z a lt ıc ı, r u h e k s il-

câniyâne câniye tic i.

2. i.

‫ﺟﺎﻧﺨﺮاش‬

(f.b .s.) : y ü r e k p a r a l a y a n , i‫؟‬

( f . s . ) : a z iz , c a n d a n s e v i le n [k im s e ] ,

cânî, câniye

c a n e v i.

( a . i . ) : c i n t â ife s i.

‫ﺟﺎن ﻧﺴﺎر‬

( f .b .s .) : c a n ın ı fe d â ed en ,

c a n ın ı lia r c a y a n .

cân-perver

‫ﺟﺎن ﻳﺮور‬

( f . b . s . ) : r u h b e s le y e n , i‫؟‬

a ‫ ؟‬an ; g ö n ü l a‫ ؟‬an.

‫( ﺟﺎن‬f.b .s.): g ö n ü l k a p a n , d ilb e i.. ‫ ( ﺟﺎﻧ ﺠﺎر‬f . b . s . ) : c a n ı n ı t e s lim e d e n ,

cân-rübâ ١‫ﻟﺐ‬ cân-sipâr

c a n ın ı fe d a ed en .

cân-sipârâne ‫ﺟﺎ ﺳﺠﺎراﻧﻪ‬

( f . b . z f . ) : c a n ı n ı fe d â

e d e r c e s in e .

cân-sipârî ‫ﺟﺎ ﺳﺠﺎرى‬

( f . b . i . ) : c a n fe d â e d ic ili k ,

cân-sitân

‫ﺟﺎن ﺗ ﻦ‬

( f . b . s . ) : r u h a lı c ı , c a n ‫ ؟‬ik a -

cân-sitânî

‫ﺟﺎن ﺳﺘﺎﻧﻰ‬

a lıc ılılc , c a n

cân-sûz

‫ وز‬٠‫ﺟﺎس‬

( f . b . i . ) : c a n s i t a n lı k , r u h

1 (f.b .s.) c a n y a lc a n , f a z l a k e d e r

‫ﺟﺎﻧﻴﻪ‬

c i n â y e t iş le y e n .

cân -şik âf

‫ﺟﺎن ﺷﻜﺎ ف‬

( f .b .s .) : c a n y ır t ıc ı, y a r a -

la y ı c ı .

t ı r m a la y a n , ( b k z : d i l- h i r â ş ) .

‫ﺟﺎﻧﻰ‬

( a .f .b . s .) : b i r i n i n y e r i n e g e ‫ ؟‬en ,

v e s ık ın tı v e re n .

c a n a d o lc u n a n .

cânî

k a b u rg a k e m ik le rin in

r ı c ı, i n s a n a b e lâ o la n , g ü z e l,

ö ld ü l'ü c ü , t e lılik e li o la n ,

cân-hırâş

2. i.

fe d â k â r lık .

lia rc a y a n .

cân-güzâr

( a .s .) : 1. c e n â h a m e y le d e n v e y â

b i r i n i n y e r i n e o t u r a n ; v e k i l,

cân-nisâr

c â n -g e z â

fr. latCral.

(a .s. c ü n h a 'd a n ) :

d a k i h e r h a n g i b i r k e m i k o lu p e k s e r i y â b e -

d e d u ı'u ı'. G ü ‫ ؟‬lü b i r i n c i d e l'e c e d e s a b â 'n ı n d u r a ğ ı v e u ş ş a k d ö r t lü s ü n ü n m i ş e d d i n i n

cân-figen

*y a n a l,

‫ﺟﺎﻧﺢ‬

ş i n c i, a lt ı n c ı v e y â y e d i n c i k e m i k o lu r ,

cânn

ü zere

،

i k i n c i v e y â ü ‫ ؟‬ü n c ü s ü ile y e d i n c i s i a r a s ı n -

ş e k ild e İ d â r e ile , h ü s e y n î - a ş î r â n p e i'd e s in -

g ü ‫ ؟‬lü s ü

‫ﺟﺎﻧﺤﻪ‬

b ir ta r a fı tu tan .

( f .b .s .) :

o la n

2. jeol., mant.

cânih, câniha

s u ‫ ؟‬İ ş le m iş , s u ‫ ؟‬s â h ib i o la n ,

‫ﺟﺎن ﻓﺸﺎن‬

d u rağı

‫ ( ﺟﺎﻧﺒﺪار‬a . f . b . s . ) : y a n c ı [a s k e r lik te ], ‫ ( ﺟﺎ ﻧ ﺒ ﻴ ﻦ‬a . b . s . ) : ik i y a n , i k i t a r a f , cânibî ‫( ﺟﺎﻧﺒﻰ‬a .s.) : 1 . y a n a â it, y a n d a o la n , y a n a d ü şen .

c a k d ereced e.

cân-fezâ

٨

cânibeyn

“cân-fidâ” dil-].

cân-feşân

e r k e k a d i. ( b k z : s û y ) .

A l l a h 'ı n n e z d i.

se ccâ d e .

cân-fersâ

2.

ten s o n r a y a p a c a ğ ı İ h s â n ın b u lu n d u ğ u yer,

câ-nem âz cân-fedâ

(a .i. c e n b 'd e n c . : c e v â n i b ) : 1 . t a r a f,

Cânib-İ ra h m e t : A l l a h 'ı n k u l l a r ı n a ö ld ü k -

d a c a n v e r ilic ik .

cân-efzâ

‫ﺟﺎﻧﺐ‬

c ih e t , y a n .

،

‫ﺟﺎﻧﻰ‬

(a .s. c i n â y e t 'd e n ) :

cân-şikâr, cân-şiker

‫ﺟﺎن ﺷﻜﺮ‬

،

‫ﺟﺎن ﺷﻜﺎر‬

(f.b .s.

v e i . ) : c a n a v l a y ı c ı , c a n a lı c ı , A z r â i l .

cân-çiken

‫ﺟﺎن ﻧ ﻜ ﻦ‬

( f .b .i.) : A z r â il. (b k z : c â n -

ş ik â r , c â n - ş ik e r ) .

cân-ver

‫ذور‬١‫ج‬

(f.b .s.) ( b k z : c â n -â v e r ) .

141

car câr ‫( و‬a.i.c.:cirân) : 1. komşu. câr-ı mülâsık, cârü'l-cenb : bitişik komşu. cârullah : Mekke'ye gidip orada 0tuı-an. cârü'l-cünüb : akrabadan olmayan, yabancı komşu. 2. müşteri. 3. çarşaf, örtü, cârî ۶ ‫( ى‬a.s. cereyân'dan) : 1. cereyân eden, akan, ge‫ ؟‬en, yürüyen. Mâ-i c â r î: akar su. Şehr-i cârî : geçen ay. 2. sosy. ge‫ ؟‬er> fr. courant. cârî fâîz h a d d i: eko. para piyasasında doğan, para arz ve talebine göre meydana gelen fâiz. cârî f ia t : eko. satış esnasında geçerli olan fiat. cârî h â sıla : elco. ı) bir yatırımdan bir yıl İçinde sağlanan gelirin yatırım değerine oram; 2. sermâyenin yüzde ile gösterilen yıllık gelil"‫؛‬. cârîhesâb : eko. (bkz : hesâb-1 cârî). cârî ih tiy ât: eko. kısa zamanda paraya ‫ ؟‬evrilebilecek aktif hesaplai". cârî m âliyyet: eko. hâlihâzıi" fiatlara dayanan mâliyet. cârî m a sra f: eko. belirli bir devre İçinde yapılan.masraf.

cârr, cârre ‫ ^ره‬، (a.s. cerr'den): cerreden, ‫ ؟‬eken, sürükleyen, ‫ ؟‬ekici. Hurûf-İ cârre : a. gr. harf-i cer'ler. cârşeb ‫( ﺟﺎرذ ب‬ki.): çarşaf, cârû, cârub ‫ ر و ب‬، ‫( ^رو‬f.i.) : süpürge, cârûb-keş j S ‫( ﺟﺎروب‬f.b.s.): süpürücü. [evvelce, Mekke'de Kâbe'nin, Medine'de câmilerin süpürme İŞİ mühim ve şerefli bir vazife ve rütbe idi[. cârûb-nümâ UJ ‫( ر و ب‬f.b.s.): süpürge gibi, süpürgeyi andıran. Lihye-i cârûb-nüm â: süpürgeyi andıı'an sakal, cârûb-zen ‫( ﺟﺎروب زن‬f.b.i.) : süpürücü, ‫ ؟‬öpcü. cârullah ‫( ﺟﺎراق‬a.b.i.) : Mekke'ye ‫ ؟‬ekilip orada oturan. câselik ‫ذﻟﺒﻰ‬٠‫( ﺟﺎ‬a.i.) : katolik; başpiskopos, başpapaz, büyük papaz, patrik, câsim ١٠‫( ﺟﺎث‬a.s.): yüzükoyun, göğsü üstüne yatmış kimse. câsir ‫( ﺟﺎدر‬a.s. cesâret'den): cesâret eden, cass ‫( ﺟﻬﻰ‬a.i.): 1. kire2 .‫ ؟‬. al‫ ؟‬ı taşı, cassâs ‫( ﺟﻤﺎ ص‬a.i.): kire‫ ؛ ؟ ؟‬, sıvacı, câst ‫ ﺳ ﺖ‬١‫( ج‬f.i.): üzümün sıkıldığı yer, üzüm teknesi.

câsûm ‫( ﺟﺎدوم‬a.i.) : kâbus, korkun‫ ؟‬rüyâ. câsûs ‫( اﺟﺎﺳﺮس‬a.i.c.: cevâsis): 1. hafiye, gizli cârî n isb et: elco. mütedavil kıymetler toplahaberler öğrenerek veyâ sırlan ‫ ؟‬Ozerek haminin kısa vâdeli borçlar toplamına bölüber veren, ‫ ؟‬aşıt. 2. düşmanın, askerliğe dâir mü. haberlerini öğrenip bildiren kimse, cârîh, cârîha ‫ ﺟﺎوﺣﻪ‬، ‫( ﺟﺎرح‬a.s. cerh'den): câsûsî ‫( ﺟﺄﺳﻮﻣﻰ‬a.i.): câsusluk. 1. cerheden, yaralayan. Eslîha-î c â rîh a : câvers ‫( و ر س‬a.i.): buğday arasında biten bir yara a‫ ؟‬an silâhlar. 2. ‫ ؟‬ürüten. ‫ ؟‬eşit sari darı. cârîha ‫( و ﺣ ﻪ‬a.i.cerh'den c . : cevârih): 1. zool. câversî ‫( ﺟﺄورﺳﻰ‬a.s.): bir darı tânesi büyüklüyırtıcı kuş veyâ hayvan, fr. repaçCs. 2. insağünde olan kabarcık. Dâ-I câversi: kabarnin el, ayak gibi âzâsı. cık hastalığı. cârîhîn ‫( ر ﺣ ﻦ‬a.s. cârih'in c .): cerh edenler, câversiyyü'ş-şekl: darı şeklinde, yaralayanlar. câvid, câvidân, câvidâne, câvidânî ، ‫ﺟﺎود‬ cârim, cârime ‫ ﺟﺎرﻫﻪ‬، ‫( و م‬a.s. cürm'den): ‫ و د ا ﻧ ﻰ‬، ‫ ﺟﺎوداﻧﻪ‬، ‫( ﺟﺎودان‬f.s.): 1. dâimî lca1. kesen. 2. İıurma toplayan. 3. ailesinin lacak olan, sonrasız, ebedi, bengi, (bkz: maişetini kazanan. 4. su‫ ؟‬lu> mücrim, câvîd, câvîdân, câvîdâne, câvîdânî). 2. ercâris ‫( وس‬a.s.): hırçın [kadın], kek adi. câriye ‫( وده‬a.i.c.: cevârî): 1. para ile satın ali- câvîd , câvîdân , câvîd-âne, câvîdânî ، ‫ﺟﺎوﻳﺪ‬ nan halayık,hizmet‫ ؛ ؟‬kız; kız. 2. harpte esir ‫ وداﻧﻰ‬، ‫ ودا ﻻ‬، ‫( ﺟﺎوﻳﺪان‬f.s.). (bkz : câvid, düşmüş veyâ odalık olarak alınmış kız. câvidân, câvidâne, câvidânî). câriyye ‫( و ﻻ‬a.s.).: cârî olan, ge‫ ؟‬er olan. Câvidân-hıred ‫( ﺟﺎودان ا د‬f.b.i.): "ebedi ve Silcke-i câ riy y e: ge‫ ؟‬er ak‫ ؟‬e. Hesâbât-1 daimi akil” anlamına gelen bu kitap İran câriyye : karşılıklı ge‫ ؟‬en hesaplai". şahlarından Hıışeng'e âit olup, Hint, İran, 142

، ebe.

Yunan ve Arap filozoflarının ahlâk hakkındaki kurallarından bahseder. Câvidân-nâme ‫( ﺟﺎوداذﺗﺎﻣﻪ‬f.b.i.): Baba Efdâl-İ Kâşânî tarafından yazılmış ahlâk ve felsefe kurallarım derleyen Farsça eser. Câvidân-nâme veyâ Câvidân-1 kebir r ~ f ‫( ﺟﺎوداذاﻫﻪ وب ﺟﺎودان‬f.b.i.): Kui"'ân'ın, Estei"âbâd'lı Fazlullah tarafından, Hurûfiye tarikatının inancına göre yapılmış tefsiri, câvidân-serây ‫ ى‬١‫( ﺟﺎودان ﻣ ﺮ‬f.b.i.): cennet, (bkz : adn, behişt, firdevs). cây (f.i.) : yer. (bkz : câ). cây-i b eh işti: cennet gibi yer. cây-i bûse : öpülecek yer. cây-i İlticâ : sığınma yeri, sığınak, (bkz: cây-i penâh). cây-i İşret: İçkili eglence yeri, cây-i İştibâh : şüphe noktası, cây-i karâr : durma, dinlenme yeri, cây-i meşakkat (sıkıntı yeri): mec. [bu] dünyâ. cây-i mülâhaza : düşünülecek yer, nokta, cây-i mütalâa : mütalâaya, okumaya deger. cây-i penâh : sığınma yeri, sığınak, (bkz: cây-i İlticâ). cây-i râ h a t: rahat yer. cây-i s ü â l: sorulacak şey. cây-i şek : (bkz : cây-i İştibâh). cây-i şübhe : (bkz : cây-i şekk, cây-i İştibâh). cây-i taacciib : şaşılacak şey. cây-i tereddiid: (bkz: cây-i İştibâh, cây-i şekk, cây-i şübhe). cây-ı iim id : 1. arzu edilen nokta. 2. ümit veren şey. cây-bâş ‫( ^ ى ﺑﺎش‬f.b.i.): oda, ikamet yeri, ev, yurt, mekân, mesken. cây-gâh, cây-geh ‫ ﺟﺎﻳﻜﻪ‬، ‫( ﺟﺎﻳﻜﺎه‬f.i.): 1. yer. 2. mevki, I"ütbe. cây-gîr ‫( ﺟ ﺎ ﻓ ﺮ‬f.b.s.) : yer tutan, yerleşen, yerleşmiş. cây-güzîn ‫( ^ ى ا ﻳ ﻦ‬f.b.i.). (bkz : câ-güzîn). câyi' ‫( ﺟﺎ؛ع‬a.s.c.: ciyâ'): a‫ ؟‬, acıkmış, a‫ ؟‬olan, (bkz : cev ؛؛‬i. cem'-i sahih (sâlim): a. gr. saglam cemi'

mânâsında kullanılan bir cemi olup, bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. iki türlüdür : cemi müzekkeı-, cemi müennes. 4. mat. "toplam, cem 'ü l-cem ' : cem'in cem'i.

‫( ﺟﻤﺎﻋﺖ‬a.i. cem'den. c . : cemâât): 1. insan topluluğu, (bkz : ma'şer). 2 ٠ İmamın arkasında namaz kılanlar,

cemâat

‫( ﺟﻤﺎﻋﺎت‬a.i.c. cemâat'ın c .): 1. insan toplululcları. 2. İmamın arkasında namaz kılanlar. 3. bir mezhepten olan topluca halk. 4. tar. Yeniçeri teşkilâtında birkaç odadan meydana gelen kısım.

cemâât

Cemâat-İ çilin girân -1 h âssa : tar.

saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla görevli sanatkâr zümresi.

148

Cemâat-İ

h ad em e-i

eh l-‫؛‬

h ir e f :

tar.

sa-

ray içlerini gOrmek İ‫ ؟‬in görevlendirilm iş sanatkârlar züm resi. ceın âat-i m ü ce llid â n -1 h âssa : tar. saraydaki kitapları ciltlemekle görevli sanatkârlar zümresi. cem âd

‫ﺟﻤﺎد‬

(a.i.c. cemâdât) : taş gibi cansız

olan şey.

‫^ دا ت‬ ‫ﻟﺪ ى‬

cem âd ât cem âd î sim.

(a.i. cem âd'ın c.) : cansızlar, (f.s.) : rûhu olm ayan, cansız ci-

cemâdiyet ‫( ﺟﻤﺎدﻳ ﺖ‬a.i.) : cansızlık, cemâdiyyet ‫( ﺟﻤﺎدﻳ ﺖ‬a.i.) : cansızlık, ruhsuzlulc, donuklulc. cem âh

(a.i.) : baş sertliği, harın lık (atta],

c em âh îr

(a.i. cum hûr'un c.) : cum hûrlar,

cum huriyetler, cum hûrluklar.

cemâhîr-i müttehide : birleşik devletlei". cemâl ٠‫( ﺑ ﻞ‬a.i.) : 1. y ü z giizelligi. Arz-1 cemâl : yü z gösterme, görünm e. 2. erlcelc adi.

cemâlî ‫( ﺟﻤﺎاى‬a.s.) : güzellikle, kusursuzlukla "ilgili.

Cemâliyye ‫ﺟﻤﺎده‬ U şşâkiyye

(a.h.i.) :

tarikatları

[Cem âlüddîn-i

H alvetiyye

şubelerinin

A k sa râ yi

M ehm et H am idiiddin

ve

adları.

neslinden

olan

el-C em âlî tarafın -

dan kurulm uştur].

Cemâliyyei

Sâniye-İ

halvetime :

tas.

U şşâkıyye-i A h m e d iy y e şubelerinden birin in

adi olup

Edirn eli

Şeyh

M ehm ed

Cem âleddin Efendi tarafından ku ru lm u şce m â lu lla h

cem'an

‫ﺟﻤﺎل اﻟﻠﻪ‬

‫د‬

(a.it.)

(a.zf.) :

: A llah 'ın lütfü.

bir

yere

toplam ak

sUretiyle. cem 'â n iyye

‫ﺟﻤﻊ\ﻓﻪ‬

(a.i.): ah i. ortakçılık, ko-

lektivizm , fr. collectivism e. cem âziye' 1-â h ir

‫ﺟﻤﺎذى اﻵﺧﺮ‬

(a.b.i.) : arabi ay-

İarın altıncısı ("d o ğru su " bkz : cüm âde'lâhire).

cemâziye'l-evvel ‫( ﺟﻤﺎذى اﻻول‬a.b.i.) : 1. arabi ayların beşincisi ("d o ğru su '' bkz : cüm âde'lûlâ). 2. bir kim senin geçmişi,

cemder ‫( د ر‬f.i.) : bil" çeşit bı^ak veyâ kam a, cemed ‫د‬

(a.i.):

1. buz. 2. kar. 3. dondurm a.

Cenâb-ı mühavvilü'l-havli ve'1-ahvâl

cemedi ‫( ﺟﻤﺪ ى‬a.s. c e m e d 'd e n ) : ‫ ؟‬o k s o ğ u k , b u z gib i.

4

‫ﺟﻤﻊ‬

(a.f.b.i.). ( b k z : cem 'iy-

yet-gâh ).

cemel ‫ ل‬٠‫ ( ج‬a . i. c .: cim âl) : erk ek deve. cemeü'1-bahr ‫ ﻟ ﻢ‬١ ‫( ﺟ ﻤ ﻞ‬a.b.i.) : 1. k ılıç b a lığ ı. 2 ٠ b a lin a , (blez : c e m e lü 'l-m â ').

cemm ‫م‬

(a.i.)

: b ü y ü k sa y ı, ‫ ؟‬o k lu k , k a la b a lık .

cemm-i gafir : in s a n k a la b a lığ ı, cemmâl ‫ ا ل‬٠ ‫ ( ج‬a .i.) : d eve s ü rü c ü sü , d eveci.

cem eli^ e ‫( ■؟‬a.i.). (blcz : CÜİI). cülâb ‫( د ب‬a.i.): 1. gülsuyu. 2. ishal veren şerbet, (bkz : cüllâb). cülâhek ‫ﺟ ﻼ ﻫ ﻚ‬ 2. örümcek.

(f.i.): 1. küçük dokumacı.

cülâzî ‫( ﻟ ﻰ‬a.s.): 1. kocaman ve kuvvetli. 2. i. hizmetkâr. 3. i. kilise veyâ manastır uşağı. 4. i. papaz veyâ keşiş, cülbe ‫( د ه‬a.i.): hek. onulan yaranın derisi, pullan.

cüdür ‫د‬ (a.i. cidâr'ın c.): 1. duvarlai". 2. zarlar. ince deriler. cüfâ ' ‫( ذ ﺀ‬a.i.): 1. köpük. 2. su üzerindeki ‫ ؟‬er‫ ؟‬öp. cüfâen ‫( ﺟﻔﺎﺀ‬a.zf.): boşuna, beyhude, faydasız yere.

cülcül ‫د‬ (a.i.c.: celâcil): kü‫ ؟‬ük ‫ ؟‬an, ufak çıngırak.

cüfâf ‫( ؤ ف‬a.s.) : kurumuş, cüfâl ‫( ؤ ل‬a.s.): bol. (bkz : vâfir).

cülesâ' ‫( ﺟ ﺪا ﺀ‬a.s. celis'in c .): birlikte oturanlar.

ciiff ‫ذ‬ (a.i) : 1. dinraga İşlemiş olan baş yariğ ı 2. S. kof, İ‫ ؟‬İ boş.

cüleyde ‫د ه‬ cule.

cüfre ‫( ﺟﻔﺮه‬a.i.c.: cüfer): ‫ ؟‬ukur, boşluk, ciift ‫د‬ (f.s.): ‫ ؟‬ift, ikili, eşi olan, tek olmayan.

c ü l l ^ ( a . i . ) : ‫ ؟‬ul.

cüft-i b e tû l: Hz. Fâtıma'nın kocası, Hz. Ali.

cülcülân ‫( ﺟﻠﺠﻼن‬a.i.): kişniş, cülciile ‫( ﺟﻞ؛ﺟﻠﻪ‬a.i.): 1. hademeyi ‫ ؟‬agırmakta kullanılan el çıngırağı. 2. tef ‫ ؟‬evresine dizilen zil, pul.

cüllâb

(a.i.): zool. dericilik, fr. pelli-

(f.i.): gülsuyu, (bkz : cülâb).

cüllâh, -cülleh ‫ ﺟﻠﻪ‬، ‫( ﺟﻼه‬a.i.): ‫ ؟‬ul dokuyan, ‫ ؟‬ullra. 165

cüllâs

cüllâs (a.s. câlis'in c.) : cülûs edenlei", oturanlar. cüllenâr, cülnâr ‫ ﺟﻠﻔﺎر‬، ‫( ﺟﺒﺎ و‬a.i.): gülnar, narçiçeği. cülmûd ‫( ﺟﻠﻤﻮد‬a.i.) : kaya.

cümle-i asliyye : gr. temel cümlesi, cümle-i cezâiyye : gr. şart cümlesinin ikinci kısmı.

cülmüd ‫( ﺟﻠﻤﺪ‬a.i.): sesi kuvvetli olan kimse. cülnâr ‫ر‬١‫( ﺟﻚ‬a.i.). (bkz : gül-nâr). cülûd ‫ د‬٠‫( ﺟﻠﻮ‬a.i. cild'in c.) : hayvan derileri. cülûs ‫وس‬٠‫( ﺟﺎ‬a.i.) : 1. oturma. 2. tahta çıkma. cülûs-i hümâyûn : pâdişâhın tahta çıkması, cülûsî ‫( ﺟﻠﻮ س‬a.s.): tar. pâdişâhın tahta çıkmasıyla ilgili olan.

cü m le -i ih b â riy y e : gr.

cü lû si^ e ‫ ه‬٠‫( ﺟﻠﻮس‬a.i.): 1. tahta çıkanlar İçin söylenmiş veyâ yazılmış yazı. 2. hükümdâı٠ın ilk tahta çıktığı gün verdiği bahşiş. cümâde ‫( ﺟﻤﺎدى‬a.i.) arabî aylarının beşinci ve altıncısının adi. cümâde'l-âhire ‫( ﺟﻤﺎدى اﻵﺧﺮه‬a.b.i.): arabî ayİarının altıncısı. (blcz : cemâziye'1-âhir). cümâde'l-ûlâ ‫( ﺟﻤﺎدى اﻻوﻟﻰ‬a.b.i.): arabî aylarının beşincisi, (bkz : cemâziye'l-evvel). cümân ‫ن‬١‫( ﺟﻢ‬a.i.): iri inci. Ikdü'l-cüm ân: inci gerdanlık, cümâne ‫( ﺟﻤﺎﻟﻪ‬a.i.) : tek inci, cümcüme (a.i.): kafatası, ciimd ٠‫( ﺟﻤﺎ‬a.i.): taş. ciimel ‫؛‬٠‫( ﺟﻤﻞ‬a.i. cümle'nin c.) : cümleler, takımlar, kelime dizileri, (blcz : cümle), cümel-î hikemiyye : hikmetli cümleler, cümel-î miintahabe : seçme cümleler, cümel, cümmel ‫ ﺟﻤﻞ‬، ‫( ﺟﻤﻞ‬a.i.) : harflerin sayı kıymetine göre ölçülmesi, lıesaplanması. cümel-î ekber : ebced cümlesi harflerinin sayılarının, Arapça adlaı'ının sayılmasıyla yapılan hesap. Meselâ : Muhammed birincide 92, İkincide 224, üçüncüde 1530 eder, cümel-î kebir : ebced harflerinin adlaı-ının sayısına göre yapılan hesap, cümel-î sagîr : ebced hesâbı. ciimle ‫( ﺟﻤﻠﻪ‬a.i.c.: cümel) : 1. bütün, hep, birikîş. cümle-î hukûk-î mülctesebe: kazanılmış hakların benzerlerinden biri, ciimle İcapısı: sarayın büyüle kapısı. 2. fiil, fâil (özne) ve mef'ûl (nesne) den meydana gelen mânâlı söz. 166

cü m le -i fi'liy y e : gr.

fiil cümlesi,

emir cümlesi, haber cümlesi, cü m le -i iltiz â m iy y e : gr. istek cümlesi, cü m le -i in şâ iy y e : gr. emir cümlesi, cü m le -i e m riy y e : gr.

cü m le -i ism iy y e : gr.

isim cümlesi,

: gr. *karşıtlı cümlecik, soru cümlesi, c ü m le -i m u 'ta rız a : gr. iki virgül veyâ iki çizgi, parantez içinde bulunan cümle,

c ü m le -i istid râlciyye

cü m le -i istifh â m iy y e : gr.

c ü m le -i

m ü fessire :

(bkz :

gr.

cümle-i

tefsîriyye). kendinden önceki cümleye bağlı olmayan cümle, c ü m le -i m ü tem m em e : gr. başka bir cümle­ ye bağlı olan, anlamı başka bir cümle tara­ fından tamamlanan cümle, (bkz : cümle-i tâbia).

c ü m le -i m üste'nefe : gr.

cü m le -i m ü te vâ liy ye : gr.

sıra cümlecikler,

fr. p ro p o sitio n ju xtap o sées, cü m le -i şa rtiy y e

: gr. şart cümlesi, : gr. sözde şart

cü m le -i şa r tiy y e -i fa r a z iy y e

cümleciği. : gr. gerçek şart cümleciği, fr. p ro p o sitio n co n d itio n ­

cü m le -i şa rtiy y e -i h a k ik ıy y e nelle réelle.

: gr. (bkz ‫ ؛‬cümle-i mütemme­ me). cümle-i tâm m e : gr. tek başına anlamı ta­ mam olan cümle. cü m le -i tâb ia

: gr. “yâni”, “meselâ..” gibi sözlerle kendinden önce gelen cümleleri açıklayan cümle, (bkz : cümle-i müfessire).

cü m le -i te fsîriy y e

vasfiyye : gr. cümlede sıfat olarak kullanılan kelime grubu,

cü m le -i

: gr. gereklilik cümlesi, : gr. zarf olarak kullanılan kelime grubu. 3. sistem,

cü m le -i v ü cû b iyy e cü m le -i z a r fiy y e

asabiyye : anat. sinir sistemi, : astr. takımyıldız, c ü m le -i le n fâ v iy y e : anat. lenf sistemi, cü m le -i

cü m le -i k evk e b iyye

c ü m le -i sem p ati-i k e b ir : anat.

patik sinir sistemi.

büyük sem­

cür'e.-kâr ciimleten ‫( ﺟﻤﻠﺔ‬a.zf) : bütün, hep, hep birlilcte.

cündî ‫ ﺟﺪ ى‬٠(a.s.) : askerî süvâri, sipâhi, ata iyi binen, binici.

cümmâ' ‫( ﺟﻬﺎع‬a.s.) : bir araya gelerelc tortop olmu‫ ؟‬, İcüme.

cündi-y-âne ‫( ﺟﺘﺪاﻳﺎذه‬a.f.zf.) : ciindîcesine, iyi binicilere yakışır bir tarzda, böyle bir tarz takınarak.

cümmâü'l-lceff (del-top olmuş avuç) : yum1.

UİC.

cümmâü's-Süreyyâ : astr. üllcer topu, Ülker yıldız lcümesi. cümmâl, cümâl ‫ ﺟﻤﺎل‬، ‫( ﺟﻤﺎل‬a.s.) : çok güzel, ÇOİC iyi. cümûd ‫ ود‬٠‫( ج‬a.i.) : donulclulc, donuk olma, donma. cümûd-ı ayn : göz donulclugu. cümûdü'l-mevt : ölüm titremeleri. Dâü’lcümûd : donma, lcatalepsi, fr. catalepsie, cümûdiyye ‫دﻳﻪ‬٠‫( ﺟﻤﻮ‬a.i.) : glâsiye, *buzul, cümûh ‫( ﺟﻬﻮح‬a.i.). (bk : cemâh). cünâb ‫( ﺑﻬﺎ ب‬f.i.) : yâdes (lâdes) tutuşma, cünâbe ‫ه‬،‫( ﺟﻐﺎ‬f.i.) : ikiz çocuk, cünâh ‫ ح‬١‫( ﺟﺬ‬a.i.) : günâh, cünbân öL^r (f,s.) : sallayan, kımıldayan, harelcet eden. -cünbân ‫ ﺟ ﺒ ﻦ‬٠ (f.s.) : lcimildanan, lcimildatan, sallanan, oynayan, oynatan mânâsıyla SIfatlai" yapar : Dünbâle-cünbân : İcuyı-uk sallayan. Ser-ciinbân : baş oynatan, baş sallayan. cünbânî ‫اذى‬-‫( ﺟﺬ‬f.i.) : tahi-ilc edicilik, ciinbide ٥(f.s.) : İcımıldanmı‫ ؟‬, sallanmi‫ ؟‬, hareket etmiş. ciinbi‫( ﺟﺘ ﺶ ؟‬f.i.) : 1. kımıldanma, hareket. cünbi‫ ؟‬-i evvel : ı) kaza ve lcaderin başlangıCi; 2) feleğin harelceti; 3) gezegenlerin Hamel burcundalci harelceti. cünbiş-i müjgân : kirpiklerin hareketi. cünbi‫ ؟‬-i yemin : yer sarsıntısı, deprem. cünbi‫ ؟‬-i zemin : yel- sarsıntısı, deprem. 2. cümbüş, zevk, eğlence, (bkz : cünbüş). cünbîş-geh ‫( ﺟﺌﺒﺶ ﺳﻤﻪ‬f.b.i.) : eğlence yeri, cünbüde ‫( ﺟﺒﻠ ﻪ‬a.i.) : kubbe; kümbet, (bkz : cünbüz). cünbüş ‫( ﺟﺒ ﺶ‬f.i.) : 1. eğlenti, zevk. 2. uta benzer mâdenî bir çalgı. 3. hareket, kımıldanma. [doğrusu “cünbiş” dir]. cünbüz ‫( ﺟﺘﺒﻦ‬a.i.) : kubbe, kümbet, kemer, ciind ‫( ﺟﻐﺪ‬a.i.c. : cünûd) : asker; aslcei" topluIugu.

ciinh ‫( ﺟ ﺢ‬a.i.): koruma, esirgeme, c ü n h a - (a.i.): ufak cürüm, küçük kabahat, küçük suç. cünha-dâr ‫( ﺟﻐﺤﻪ دار‬a.f.b.s.): suçlu, cünnâr ‫ار‬-‫( ج‬a.i.): çınar, cünne ٠‫( ﺟﻰ‬a.i.): 1. eski sava‫ ؟‬silâhlarından kalkan. 2. İcadın başörtüsü, cünûd

(a.i. cünd'ün c .) : askerler, ordular,

cünûn ۶ ‫( ن‬a.i.) : 1. delirme, çıldırma, delilik. 2. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi, cünûn-i â h id î: merak hastalığı, cünûn-i d e v ri: zaman zaman gelen delililc. cünûn-i ehl-i a‫ ؟‬k : âşıkların çılgınlığı, cünûn-i gayr-i mutbik : gelip giden akil bozulclugu. -cünûn-i m u tb ik: lcesilmelcsizin devam eden akil hastalığı. cünûn-i şebâb : erken bunama, (bkz : kable'lmîâd). cünüb ‫( ﺟﻨ ﺐ‬a.i.): şer'an yıkanmak zorunda kalma hâli, (bkz : cenâbet). cür'a t f y (a.i.): yudum, İçim, cür'a-i câm-i leb : dudak kadehinin yudumu, bir damlası. cür'a-i m e v t: ölüm yudumu, cür'a-dân ‫( ﺟﺮﻋﻪ دان‬a.f.b.i.): 1. İçki kadehinin dibinde kalan kısım. 2. ‫ ؟‬arap artıklarının dölcüldüğü icap. cür'a-nû ‫( ﺟﺮﻋﻪ ر ش ؟‬f.b.s.): İçen, İçici İçen, cür'a-nûşân ‫( ﺟﻮ ى ذ وﺛ ﻦ‬a.f.b.i.): İçici içenler, cür'a-rîz ‫( ﺟﺮﻋﻪ رﻳﺰ‬f.b.i.): 1. bil- çeşit ibrik. 2. s. damla damla döken, cürâz ‫( ﺟﺮاز‬a.s.): kesicin, cürd ‫( ﺟﺮد‬a.s.): 1. tüysüz, İcılsız. 2 ٠İcısa tüylü [at]. 3. bitki örtüsü olmayan. 4. cilt hastası [deve]. 5. piyâdesiz [süvâri]. cürde ‫( ﺟﺮده‬a.i.): 1. çıplak vücut. 2. çorak bölge. 3. atlı asker. cür'et ‫( ﺟﺮأ ت‬a.i.): cesâret, atılganlık, yigitlilc. cür'et-kâr ‫( ﺟﻮأﺗﻜﺎر‬a.f.b.s.): cesûr, yiğit, atılgan, gözüpelc. 167

cür'et-kâr-âne cür'et-kâr-âne ‫( ﺟﻮأﺗﻜﺎراﻧﻪ‬a.f.b.zf.): cesurlukla, yiğitlikle. cür'et-kârî ‫( ﺟﺮأﺗﻜﺎرى‬a.f.b.i.): cesurluk, atılganlık, yiğitlik. cür'et-yâb ‫( ﺟﺮأﺗﻴﺎب‬a.f.b.s.): cesûr, atılgan, (bkz: cür'et-kâr). ciirez ‫( ﺟﺮن‬a.i.c.: cirzân): tarla fâresi. cü rf ‫( ﺟﺮف‬a.i.): yar, uçurum, cürh ‫( ﺟﺮح‬a.i.c.: cürûh): yara, ciirha ‫( ﺟﺮﺣﻪ‬a.i.): 1 . bir tek yara. 2. şâhitlikte bir tek hükümsüzlük sebebi, ciirm ‫( ﺟﺮم‬a.i.c.: cürüm, cerâim ): su‫ ؟‬, cürm-i m eşhûd: gözönünde işlenen su‫ ؟‬, *suçüstü. cürm-âne ‫( ﺟﺮﻣﺎﻧﻪ‬f .i .) : c e z â . cürm-nâk ‫( ﺟﺮﻣﻐﺎك‬a .f .b .s .): k a b a h a tli , SU‫ ؟‬İU. cürre ‫( ﺟﺮه‬f .s .) : 1.

c esû r , c ü r 'e tk â r .

2. i.

u‫ ؟‬an

h er tü rlü k u ş u n e rk e g i .

cürre-bâz ‫( ﺟﺮه ﺑﺎز‬f.b.i.): 1. erkek şâhin veyâ akdoğan. 2. atmaca [kuş]. 3. hızla u‫ ؟‬an ok. ciirsûme ‫( ﺟﺮﺛﻮﻣﻪ‬a.i.) : 1. dip, kök. (bkz : bîh). cürsûme-i d ıra h t: ağacın kölcü. 2. karınca yuvası. cürûb ‫( ﺟﺮوب‬a.i.c.): fenâ sözler, bedduâlar, ilençler. cürûf ‫( ﺟﺮوف‬a.i.) : mâden posası, demir boku, cürûh ‫( ﺟﺮوح‬a.i. cürlı'ün c .): yaralar, cürûn ‫( ﺟﺮون‬a.i.) : alışkanlık, ciiriif ‫( ﺟﺮف‬a.i.) : yar, uçurum, cürüz ‫( ﺟﺮز‬a.s.): verimsiz, ‫ ؟‬orak [yer], ciirz ) f r (a.i.). (bkz : gürz), [kelime Farsçadan geçmedir]. cüsâd ‫( ﺟ ﺎ د‬a.i.) : karin ağrısı, cüsâl (a.i.): tarla kuşu, cüsâle ‫( ﺟﺜﺎ ﻟﻪ‬a.i.): sonbaharda dökülen yapraklar. cüsâm ‫( ﺟﺴﺎم‬a.s.): büyük, geniş, cüsâm ‫( ﺟﺜﺎم‬a.s.) : uykuda gelen ağırlık, ağırbasma, kâbus. ciises ‫( ئ‬a.i. cüsse'nin c.) : gövdeler, cesetleı', bedenler, kalıplar, ‫ ؟‬elimlei". cüseym ‫( ﺟ ﺴﻴﻢ‬a.i. cism'den. c . : ciiseymât) : küçük cisim, cisimcik. ciiseymât ‫( ﺟﺴﻴﻤﺎ ت‬a.i. cüseym'in c.) : küçük cisimler, cisimcikler. 168

ciiseyme ‫( ﺟﺴﻴﻤﻪ‬a.i.): cisimcik, fr. corpuscule. cüsmân ‫( ﺟﺴﻤﺎن‬a.i.): bütün vücut [âzâlarla birlikte]. ciisse ٠‫( ﺟﺚ‬a.i.c.: cüses): gövde, ceset, beden, kalıp, ‫ ؟‬elim. cüsse-dâr ‫( ﺟﺜﻪ دار‬a.s.): cüsseli, iri yapılı, irikıyım [kimse]. cüst ‫( ﺟ ﺖ‬f.i.) : arama, araştırma, cüst ü cû ‫( ﺟ ﺴ ﺖ و ﺟﻮ‬f.b.i.) : arayıp sorma, araştırma. cüsû' ‫( ﺟ ﺮ ع‬a.i.): tamahkârlık, pintilik, cüsûm ‫( ﺟﻤ ﺮم‬a.i. cism'in c.): cisimler, (bkz: ecsâm). cüsûr ‫( ص‬a.i. cisr'in c.) : köprüler, cüşâ' ‫( ﺟﺜﺎ ﺀ‬a.i.): geğirme, cüvâl ‫( ﺟﻮال‬f.i.): ‫ ؟‬uval. cüvâl-dûz ‫( ﺟﻮاﻟﺪوز‬f.b.i.): ‫ ؟‬uvaldız. (bkz: ‫ ؟‬üvâl-dûz). cüvân ‫ ن‬١‫( ﺟﻮ‬f.s.): gen‫ ؟‬, tâze delikanlı, (bkz: civân). [kelime “cevân” şeklinde de kullanılır]. cüvân-baht ‫( ﺟﻮان ﺑﺨ ﺖ‬f.b.s.): bahtı a‫ ؟‬ık, tâlihli, şanslı, cüvânî ‫( ﺟﻮاﻧﻰ‬f.i.): gençlik, ciivân-merd ‫( ﺟﻮاﻧﻤﺮد‬f.b.s.): cömert, elia‫ ؟‬ık. cüvân-merd-âne ‫( ﺟﻮاﻧﻤﺮداﻧﻪ‬f.zf.): cömertlikle, ela‫ ؟‬ıklığıyla. cüvân-merdî ‫( ﺟﻮاﺳﺮدى‬f.b.i.): cömertlik, ela‫ ؟‬ıklığı. cüveyre ‫( ﺟﻮﻳﺮه‬a.i.) : kü‫ ؟‬ük câriye, câriyecik. cüyûb ‫( ﺟﻴﻮب‬a.i. ceyb'in c.). (bkz : ceyb). cüyûd ‫( ﺟ ﻮد‬a.i. cîd'in c.) : boyunlar, gerdanlar. cüyûş ‫( ﺟﻮ ش‬a.i. ceşy'in c .): askerler, ordular, ciiz ' ‫( ﺟﺰﺀ‬a.i.c.: eczâ) : 1. kısım, paı'‫ ؟‬a, bölük, cüz'-i ced d : huk. babanın babasının ogulİarı ve onların oğulları, yânî yakın ve uzalc ana baba bir amcalar ve onların ogullan ve oğullarının ogullaı'ı. cüz'-i eb : huk. babanın oglu ve oğlunun oglu. [yânî ölünün ana ve baba bil" kardeşleı'i ve onların oğulları], cüz'-i fe rd : atom, cüz'-i fe rd i: atomal. cüz'-i ferdiyye : fels. atomculuk, fr. atomisme.

cuzur cüz'-i içtim â': astr. iki gök cisminin birbirini kestiği yerin tülü (boylamı), cüz'-i istik b âl: astr. fezada karşı karşıya gelen iki şeyin tülü (boylamı), cüz'-i İâ-yetecezzâ: bölünemeyen, parçalanamayan kısım, bölünme imkânı olmayan en ufek zerre. cüz'-i mütemmem : tam olan parça, cüz'-i ş â y i': bir şeyin üçte bir veyâ dörtte bir gibi bir parçası. cüz'-i tâ m : bütün, parçalandığı vakit ana vâsfını kaybeden şey. 2. elifte, tebârelce, amme cüzleri gibi evvelce mahalle melcteplerinde okunan küçük okul lcitabı. cüz g ü lü : bir çeşit süsleme olan hâlkârda görülen gül motifinin bir nev'i. cüzâf ‫( ﺟﺮاف‬a.i.): götürü pazar, ciizâfen ‫( را ئ‬a.zf.): götürü-pazar olarak. ciizâfenbey': götürü satmak, cüzâm ‫( ﺟﺬام‬a.i.): insan vücûdunda onulmayan ‫ ؟‬ibanlar ve yaralar meydana getiren miskin hastalığı. cüzâm-hâne ‫( ﺟﺬاﻫﺨﺎذه‬a.f.b.i.): cüzamlıların barındığı yer. cüzâzât ‫( د ا ت‬a.i. cüzâze'nin c .): kesintiler, kırıntılar. cüzâzât-ı zeheb : altm kesintileri, kırıntıları, cüzâze ‫( ز ا ﻧ ﻪ‬a.i.c.: cüzâzât): kesinti, kırıntı, ciiz-bend ‫( ر ت‬f.b.i.): 1. bir nevi cüzdan, cilbent. 2 ٠mücellit.

cüz-bendî ‫( ر ﻷ د ى‬f.i.): mücellitlik, cüz-dân ‫( ر دا ن‬a.f.b.i.): 1. evrâk konulan ‫ ؟‬anta. 2. portföy, para ‫ ؟‬antası. 3. maa? defteri, cüzeyr ‫( ز د ر‬a.i.) : ince kök, kök dalı, cüzeyre ‫( ﺟﺬﻳﺮه‬a.i.): küçük ada, adacılc. ciizeyrevi ‫( ﺟﺬير وى‬a.i.) : adali, adada oturan, cüz-hân ‫( ر ﺀ ر ا ن‬f.b.i.): Kur'ân'ı okumayı Ogrenen talebe. cüz'î, cüz'îyye ‫( ر ش ؛ ر ﺑ ﻪ‬a.s.c.: cüz'iyyât): az, pekaz, az miktarda. İrâde-i cüz'iyye : elinde olma, elindelik. Masârif-İ cü z 'i^ e : küçük bir masraf. cüz'î k ü sû f: astr. güneşin kısmen tutulması, cüz'î-yi h a k ik i: hakikatte var olan şey. cüz'î-yi iz â f î: varlığı başka bir şeye veyâ duruma bağlı olan şey. cü z 'i^ â t ‫( ر ﺑ ﺎ ت‬a.i. cüz'î'nin c .): 1. ehemmiyetsiz, değersiz, ufak tefek şeyler. 2. mânâsı düşünüldüğü zaman zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler, cüz'iyyât-i umûr : işlerin ayrıntıları, cüz'iyyet ‫( ر ﺑ ﺖ‬a.i.): azlık, cüzûlîyye ‫( ر و ﺑ ﻪ‬a.i.): Şâzeüyye tarikatinin on iki şUbesinden biri, [kurucusu: Berberiye kabilelerinden Sus-1 Aksâ'da sâkin Cüzûle kabilesi' halkından şeyh Ebû Abdullah Mehmet bin Süleymân el-Cüzûlî'dir]. cüzûr ‫( ^ور‬a.i. cezr'in c .): kökler.

169

Çç

‫( ج ؟‬f-ha.): OsmanlI alfabesinin yedinci harfi olup, 'ebced" hesâbında "cim" gibi üç sayısının karşılığıdır.

çâder-i lâciverd : 1) gOk; .2) çayır ve çimen, çâder-i şeb : 1) yatak bağlanan yaygı. 2) genellikle Arap kadınlarının giydigi çarşaf,

‫ ؟‬â, çây ça'dır].

çâder-i te rsâ : 1) Hıristiyan kadınların büründükleri bir çeşit örtü; 2) şafak ve güneşin aydınlığı.

t ‫( د‬f.i.): İçtiğimiz çay [asil ‫ ؟‬ince

çâbûk ‫( ﻟ ﺮ د‬f.s.). (bkz : çâbük). çâbük ‫( ﺟﺎ!اغ‬f.s.) : çabuk, seri, hafif, (bkz : zûd).

çâderî ‫( ^ درى‬f.s.): gök rengi, mâvi ile yeşil arası bir renk.

çâbük-dest ‫( ﺟﺎﺑ ﻚ دﺳ ﺖ‬f.b.s.): eline çabuk [kimse].

çâder-nişîn ‫( ﺟﺎﺑﺮ ذ ذ ن‬f.b.s.): çadırda oturan, göçebe.

çâbük-destî ‫( ﺟﺎﺑ ﻚ د س‬f.b.i.): elçabuklugu, eline çabuk olma.

çağz ‫( ﺣﻔﻦ‬f.i.): 1. kurbaga. (bkz : difda'). 2. ağzı kapandığı halde İçinde cerâhat bulunan yara. 3. inilti. 4. korku,

çâbük-hırâmân ‫( ﺟﺎﺑ ﻚ ﺧﺮاﻣﺎت‬f.b.s.): çabuk yürüyen. çâbükî ‫ ﺑﻜ ﻰ‬1‫ ( ج‬fi.) : 1. çabukluk, çeviklik, i . sür'atli giden at. çâbük-inân 0‫( ﺟﺎﺑ ﻚ ئ‬f.a.b.s.): dizginine çabuk, atını hızlı süren, (bkz : çâbük-süvâr). çâbük-pâ ‫( ^ ﺑ ﻚ وا‬f.b.s.): ayagina çabuk [lcimse]. çâbük-rev ‫( ﺟﺎﺑ ﻚ رو‬f.b.s.) : çabuk giden. çâbük-süvâr ‫( ﺟﺎﺑ ﻚ ﺳﻮار‬f.b.s.c.: çâbüksüvârân) : iyi at süreıı, ata iyi binen, (bkz : çâbük-inân). çâbük-süvârân ‫( ﺟﺎﺑ ﻚ ﺳﻮاران‬f.b.s.): ata iyi binen kimseler. çâçele ‫( ﺟﺎﺟﻠﻪ‬f.i.): çarık, pabuç, postal. çâder ٨ (f.i.): 1. çadır. 2. kadınların başlarına büründükleri örtü, çâder-i İhrâm : mec. kar.

çâh, çeh ‫ ﺟﻪ‬، ‫( ﺟﺎه‬f.i.) : kuyu, çukur, çâh-ı B â b il: Bâbil'de Harut ile Marut'un kıyâmete kadar saçlarından asılı kalacaklan kuyu. çâh-ı B ije n : Bijen'in Efrâsyâb tarafından hapsolundugu kuyu, çâlı-ı bün : kuyu dibi, çâlı-ı gabgab : çenealtı çukuru, çâh-ı Nahşeb : Ortaasya'da Naüşeb'de bir müneccimin çukuru, çâlı-ı nisyân (-a atılmalc) : unutulmak, çâh-ı p e st; ı) alçak çukur; 2) i. dünyâ, çâh-ı Riistem : Riistem'in üvey kardeşi tarafından tuzaga düşürülüp öldürüldüğü ÇUkur. çâh-ı sitâre-cû : müneccim kuyusu,

çâder-i k â fû r î: sabahın aydınlığı,

çâh-ı Y ûsuf: Yusuf peygamberin, kardeşleri tarafından atıldığı kuyu,

çâder-i lcûhlî: ı) gök; 2) karanlık gece.

çâh-ı zekân : çene çukuru.

170

çâr-bâlif , ‫ ؟‬âr-bâlişf

‫ ؟‬âh-ı zemzem : zemzem kuyusu , ‫ ؟‬âh-ı zenahdân , ‫ ؟‬âh-1 zenah (‫ ؟‬ene kuyusu ) : ‫ ؟‬ene ‫ ؟‬ukuru . ‫ ؟‬âh-ı zîc : rasat ‫ ؟‬ukuru. (bkz : bi'r). ‫ ؟‬âh-ı zulm ânî : ı) karanlık ‫ ؟‬,ukur; 2) ten nefs. ‫ ؟‬âh-ken ‫( د ﻫﻜ ﻦ‬f.i.): kuyu kazıcı, ‫ ؟‬â h - s â r j L % (f.b.i.): kuyusu ‫ ؟‬ok yer. ‫ ؟‬âh-yûz ‫( د ﻫﻴﻮز‬-f.b.i.): kuyuya düşen şeyi al makta kullanılan âlet, ‫ ؟‬âiye ‫( د ب‬a.i.) : bot . ‫ ؟‬aygiller. ‫ ؟‬âk ‫( د ك‬f.i.) : 1. yarık, yırtık. 2. yırtma ‫ ؟‬. ‫ ؟‬âk-ı gîrîbân : yaka yırtma ‫ ؟‬-ı. 3. sabahm ay dınlığı. ‫ ؟‬-âk-i gîrîbân (etmek): sıkıntısından yakası nı yırtmak , ‫ ؟‬ak-â -‫ ؟‬âk ‫( د ﻛ ﺎ د ك‬-fb .i.): silâh çatışmaların dan ‫ ؟‬ikan ses. (bkz : ‫ ؟‬ekâ‫ ؟‬âk). ‫ ؟‬âk ‫ ؟‬âk ‫( ﺟﺎك د ك‬f.b.s.) : 1 . ‫ ؟‬ok yırtık, par‫ ؟‬a par‫ ؟‬a. 2. i. kılı‫ ؟‬, bı‫ ؟‬ak gibi kati şeylerin çarpışmasından ‫ ؟‬ikan ses. ‫ ؟‬âk ‫ ؟‬âk (etmek): parçalamak , ‫ ؟‬âlc-dâr ‫( ﺟﺎﻛﺪار‬-fb .s.): çatlamış, yarılmış, yır tılmış . ‫ ؟‬âker ‫( ﺟﺎﻛﺮ‬.f.i.) : kul, köle, câriye, yanaşma bkz :bende)). ‫ ؟‬âker-âne ‫( ﺟﺎﻛﺮاﻧﻪ‬.f.zf.): 1. kölecesine. 2. zm ben" mânâsına. Ma'rûzât" -1 ‫ ؟‬:âkerân e mâruzâtım, bildirdiklerim , ‫ ؟‬âl، er-hâne ‫( د ا ﺧ ﺎ ﻻ‬-fb.s.). (bkz: bende hâne). ‫ ؟‬âkerî ‫( ﺟﺎﻛﺮى‬-f i . ) : 1. kula âit. 2. kulluk, kö lelilc. ‫ ؟‬âker-nevâz ‫( ﻟ ﻜ ﻞ ﻧﻮاز‬-f.b.s.): kölesini okşa yan. [siz mânâsına da gelir]. ‫ ؟‬âker-nevâzî ‫زى‬١‫( د ﻛ ﻠ ﻮ‬-f.b.i.): kul okşayıcı ille. ‫ ؟‬âker-perver ‫( ﻟ ﻜ ﻞ رور‬.f.b.s.): kul kayıran siz yerine de kullanılır]]. ‫ ؟‬âker-perver-âne ‫ ﻻ‬١‫( د ﻛ ﻠ ﺮ و ر‬-f.zf.): köle okşa yana, köle kayırana yakışır yolda , ‫ ؟‬âker-perveri ‫ وورى‬٨ (-f.b.i.) kul kayırıcı ille. ‫ ؟‬âker-zâde ‫[( ﺟﺎﻛﺮزاده‬f.b.i.) : [nezâket dilinde kul veyâ lcölenin ‫ ؟‬ocuğu, yâni konuşanın ‫ ؟‬ocuğu . ‫ ؟‬âk etmek ‫( ﺟﺎك اﻳﻌﻤﻚ‬ft.m.) yırtmak ,

‫ ؟‬âkîde ‫( ﺑ ﻜ ﺪ ه‬f.s.): yarılmış, yırtılmış , ‫ ؟‬âlcû‫( ﺟﺎﻛﻮ ج ؟‬f.i.) : ‫ ؟‬eki‫ ؟‬. ‫ ؟‬âlâk ‫( د ﻻ ك‬f.s .) : 1 . ‫ ؟‬evik, eline ayagma ‫ ؟‬,abuk -tez canlı olan. 2. adam Oldüren hırsız, yol kesici. 3. yüksek yer; büyük adam , ‫ ؟‬âlâkî ‫( د ﻻ ﻛ ﻰ‬f i .) : ‫ ؟‬abukluk, eline ayagma ‫ ؟‬abukluk, tezcanlılık . ‫ ؟‬âlbûs ‫( دﻟﺒﻮ س‬f i . ) : dalkavuk, yaltakçı, (bkz ‫؛‬ câblûs, ‫ ؟‬âplûs). ‫ ؟‬âlîk ‫( د ﻳ ﻚ‬f.i.) : ‫ ؟‬elik ‫ ؟‬omak oyunu , ‫ ؟‬âlîk-bâz ‫( د ﻳ ﻜ ﺎ ز‬f.b.s.) : ‫ ؟‬elik ‫ ؟‬-omak oyna yan kimse , ‫ ؟‬âliş ١ ‫ ؟‬âlîç ‫ ﺟﺎﻟﻴ ﺶ‬، ‫( ﺟﺎﻟﺶ‬-f i . ) : 1. savaşta düş -mana karşı kibir ve naz ile yürüme. 2. sa vaş, mücâdele. 3. karşı durma . 4 . ‫ ؟‬,iftleşme birleşme. ‫ ؟‬âliş-ger ‫( د ﻟ ﺜ ﻜ ﺮ‬.fb .s .): 1. salınai-ak yürüyen sevgiye, birleşmeye düşkün 2 ٠, ‫ ؟‬âl-pâre ‫( د ﺑﺎ ر ه‬f.b.i.): ağaçtan yapılmış dört parçadan İbâret kö ‫ ؟‬ek zili, ‫ ؟‬alpara. (b k : ‫ ؟‬âr-pâre). ‫ ؟‬âm ‫( د م‬f i . ) : 1. salınma. 2. eğrilme, ‫ ؟‬âme ‫( د ﻣ ﻪ‬f.i.): şiir ve gazel, ‫ ؟‬âme-gûy ‫ا ى‬ hânende. ‫ ؟‬âmîn ‫د س‬ ‫ ؟‬emin).

‫( د ﻣ ﻪ‬.f.b.i.): 1. şâir. 2. mec

(f.i.): sidik ve pislik, (bkz :

‫ ؟‬âne ‫( د ﻻ‬f.i .) : ‫ ؟‬ene. ‫ ؟‬âpâr ‫( دﺑﺎ ر‬fi.) : postacı, ‫ ؟‬âplûs ‫( دﺑﻠ ﻮ س‬f s . ) : dalkavuk, yaltak‫! ؟‬, (: blcz câblûs). ‫ ؟‬âr ‫( د ر‬f.s.): 1. dört, (bkz : ‫ ؟‬İhâr). ‫ ؟‬âr-cîh et: dört taraf dört yan . ‫ ؟‬âr -‫ ؟‬ûb-i fıtr a t: insan vücudundaki dört unsur : (kan, balgam, safra, İenfâ). 2, i . ‫ ؟‬.âl'e i. tugla ve .3 ‫ ؟‬anak çömlek fu'ını. ‫ ؟‬âr-âgâzin ‫( د ر آﻏﺎزن‬f.b.i.): miiz. Santuri -Ethem Efendi'nin yaptığı ve on örnek ver digi bir mürekkep malcam olup sûzidil ve -zengûlenin birleştirilmesiyle elde edilmiş til'. ‫ ؟‬âr-aktâr ‫( د ر اﻗﻄﺎر‬f.a.b.i.) : her taraf her yön . ‫ ؟‬âr-bâliŞj ‫ ؟‬âr-bâlişt ‫ د ر ﺑﺎﻟﺸﺖ‬، ‫د ر ﺑﺎﻟﺶ‬ (-f.b.i.): 1. [evvelce] pâdişâhların ve büyük .lerin üzerinde oturdukları döl't katil şilte dört unsur .2 .

١71

çât-bâl‫؛‬5 "‫ ؛‬erkân ‫ ؟‬:âr-bâliş-i e rk â n : tabiatteki dört özellik ,(sıcaklık, soğukluk, kuruluk, rutubet) çâr-cihet ‫( د ر ﺟﻬ ﺖ‬f.a.b.i.): dört taraf, dört yön . ‫ ؟‬âr -‫ ؟‬eşm ‫( د ر ﺟ ﺸﻢ‬f.b.s.): dört göz. [candan gönülden bekleme, isteme mânâsına]. ‫ ؟‬âr -‫ ؟‬ûbe ‫( د ر ﺟﻮﺑﻪ‬f.b.i.) : ‫ ؟‬er‫ ؟‬.eve çâr-darb ‫( د ر ﺿﺮب‬f.a.b.i.): Melâmilikte sa‫ ؟‬,ı sakalı, kaşı ve bıyığı ustura ile traş etme geleneği. ‫ ؟‬âr-deh ‫( ﻟ ﺮ د ه‬f.b.s.): 1. on dört. 2. i. dolunay, ‫ ؟‬âr-deh ma'sûm-i pak ‫( ﺟﺎوده ﻣﻌﺼﻮم ﻳﺎك‬:( . a.f.cü -on dört pak mâsûm" : “ İsnâ aşeriyye" olan" larla tarikat erbâbına göre on iki imam ile Hz. peygamber ve Fâtıme'dir. ‫ ؟‬âr-dehûm ‫( ﺟﺎردﻫﻢ‬f.b.s.): on dördüncü, ‫ ؟‬âr-dîvâr ‫( د و درار‬-f.b.i.): Dünyâ'nin dört ta rafı . ‫ ؟‬âr-duvâl ,‫ ؟‬âr-d evâl ‫ د ر د وا ل‬، ‫( د ر د وا ل‬:( . f.b .i ucu dört dilli kırba ‫ ؟‬. ‫ ؟‬âre ‫( د ره‬yardim. 3. ilâ f.i.) : 1. yol. 2 ٠‫ ؟‬, .tedbir hile. 5. ayrılık. 6. bir kerre .4 . ‫ ؟‬âre-i halâs : kurtuluş çâresi, ‫ ؟‬âre-i h a il: hâl çâresi, ‫ ؟‬âre-i teennüs : alışkanlık yolu , ‫ ؟‬âr-ebrû ‫( ﺟﺎر أ ر و‬-f.b.s.) : "dört kaşlı" : ter bi yıklı gen‫ ؟‬. ‫ ؟‬âre-cû ۶ ‫( د ره‬f.b.s.) : ‫ ؟‬âre arayan , ‫ ؟‬âre-cûy-âne ‫( د ره ﺟﻮﻳﺎ ﻧﻪ‬f.zf.) : ‫ ؟‬âre arayana münâsip görülecek sûrette. ‫ ؟‬âre-ger ‫( ﺟﺎره ﺳﻤﺮ‬f.b.s.). (bkz : ‫ ؟‬âre-cû , ‫ ؟‬-âre sâz). ‫ ؟‬âre-hâh ‫( ﻵره ﺧﻮاه‬f.b.s.) : ‫ ؟‬âre arayan , ‫ ؟‬âr-emîn ‫( د ر أ س‬,f.h.i.) : Hz. Ebûbekir, Ömer .(Osman, Ali. (bkz : Hulefâ-yi Râşidîn çâre-perdâz ‫( د ره ﻳﺮدان‬f.b.s.) : ‫ ؟‬âre bulan , ‫ ؟‬-Ö züm yolu bulan, (bkz : ‫ ؟‬âre-sâz). ‫ ؟‬âr-erkân ‫( ﻵر أرﻛﺎف‬f.b.i.) : mec. dört eleman, ‫ ؟‬-âr erkân-ı cu v â n î: Pâdişâhın husûsi hiz -metinde bulunan ve enderun'un büyükle ;rinden olan dört zat hakkında kullanılır b unlar: has odabaşı, silâhdar, ‫ ؟‬,uhadar rikâbdar'dır. ‫ ؟‬âre-sâz ‫ز‬١‫( ﺟﺎرهس‬f.b.s.) : ‫ ؟‬âre bulan , ‫ ؟‬âre-sâzî ‫( ﺟﺎره واﻧ ﻰ‬f.b.i.) ‫ ؟‬âre buluculuk, ‫ ؟‬âre-yâb ‫ﺑﺎب‬٠ ‫( ﺟﺎره‬f.b.s.) : ‫ ؟‬âre, ‫ ؟‬özüm yolu bulan . 172

çâr-gâh ‫( درﺳﻤﺎه‬f.b.i.): 1. dört taraf [doğu, bati, güney, kuzey]. 2. Dünyâ. 3. müz. Türk mûsikisinin 1 numaralı basit makamı ve anadizisidir. ‫ ؟‬ârgâh beşlisinin tiz tarafına bir ‫ ؟‬ârgâh dörtlüsü katılmasından meydana gelmiştir. Durağı kaba, ‫ ؟‬ârgâh ve gü‫ ؟‬lüsü rast perdeleridir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir: kaba ‫ ؟‬ârgâh, yegâh, hüseyniaşîran, acem-aşiran, rast, dügâh, pûselik, ‫ ؟‬ârgâh. Bu şekilde hi‫ ؟‬bir ârıza yoktur. Makam ‫ ؟‬ikici olarak seyreder. Niseb-i şerife sayısı 9, yânî tamdır. ‫ ؟‬âr-gâme ‫( ﺣﺎر ﺳﻤﺎﻣﻪ‬f.b.i.): 1. sür'atli giden yorga at. 2. İşret meclisinin kızışması. ‫ ؟‬âr-gûşe ‫( ﺟﺎر ﺳﻤﻮﺷﻪ‬f.b.s.) : 1. dört taraf. 2. dört köşe. ‫ ؟‬âr-gûşi ‫( ﺟﺎر ﺳﻤﻮﺷﻰ‬f.b.i.): dört köşeli şarap şişesi. ‫ ؟‬arh ‫ح‬ (f.i.): 1. ‫ ؟‬ark, tekerlek. 2. felek, gök. 3. yaka [elbisede]. 4. okyayı. 5. ‫ ؟‬akır doğan. 6. tef. 7. s. devreden, dönen. ‫ ؟‬arh-ı âb-kesî (su ‫ ؟‬eken ‫ ؟‬a rk ): bostan dolabı. ‫ ؟‬arh-ı âbnûs : göğün dokuzuncu kati. ‫ ؟‬arh-ı ahdar : mâvi gök kubbesi. ‫ ؟‬arh-ı âhengeri: demircilerin kullandığı biİeği taşı. ‫ ؟‬arh-ı ‫ ؟‬ep-eııdâz : hilekâr dünyâ, gaddar felek. ‫ ؟‬arh-ı ‫ ؟‬ihârüm : Batlamyos sisteminde dördüncü felek. ‫ ؟‬arh-ı d evrân : ı) (bkz: ‫ ؟‬arh-ı devvâr)‫؛‬ 2) tâlih, kısmet, kader. ‫ ؟‬arh-ı d e v v â r: gök. ‫ ؟‬arh-ı esir : göğün esir tabakası kısmı. ‫ ؟‬arh-ı felelc : 1) sihir, tâlih; 2) yanarken dönerek ateş sa‫ ؟‬an donanma fişeği; 3) hanimeline benzer bir ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek. (bkz : ‫ ؟‬erh). ‫ ؟‬ark(h)-ı felek : eski kumaşlarda görülen bir motif şekli. ‫ ؟‬arh-ı gaddâr : zâlim felek, kötü tâlih. ‫ ؟‬arh-i gerdân (dönen ‫ ؟‬ark ): dünyâ (bu-), ‫ ؟‬arh-ı kîne-sâz . (bkz : ‫ ؟‬arh-ı nigân). ‫ ؟‬arh-ı mînâ : mâvi gök kubbe. ‫ ؟‬arh-ı nigân (altüst olmuş): kötü tâlih. ‫ ؟‬arh-ı nühüm : dokuzuncu gök.

çâvele ‫ ؟‬a rh a ‫( ﺟﺮﺧﻪ‬f.i.) : 1. ‫ ؟‬ıkrık gibi dönen yuvarlak dolap. 2. ordunun ilerisinde bulunan askerin yaptığı tâlim. ‫ ؟‬arh-endâz3 ٠٠uî ‫( ﺟﺮخ‬f.b.s.). (bkz : ‫ ؟‬arh-zen).

‫ ؟‬âr-şenbih ‫( د ر ب‬f.b.i.): dördüncü gün, ‫ ؟‬arşamba. (bkz : ‫ ؟‬ehâl'-çenbih). ‫ ؟‬ârtâ, ‫ ؟‬ârtâre ‫ ﺟﺎرىره‬، ‫( د رﺗﺎ‬f.b.i.) : 1. dört telli tambur ve kemençe. 2. Dünyâ. 3. dört unsur.

‫ ؟‬arh-gâh ٥^ ^ (f.b.i.) : mevlevi dervişlerinin semâ yaptıkları yer.

‫ ؟‬âr-tâk ‫( در ﻃﺎ ق‬f.b.i.): 1. ‫ ؟‬ardak. 2. dört köşe ‫ ؟‬adır.

‫ ؟‬arhi ‫( ﺑﺠﺮاﻳﻰ‬a.s.): 2. semavî, lcutsal.

‫ ؟‬âr-tekbîr ‫( د ر ﺗ ﻜ ﺒ ﻴ ﺮ‬f.a.b.i.) : dört defa tekrarlanan “Allahü ekber” sözü. ‫ ؟‬ârûb ‫( د ر و ب‬f.i.) : süpürge.

‫ ؟‬arh-âb ‫( ﺣﺮخ آ ب‬f.b.i.) : "dönen su" : girdap.

1. devreden,

dönen.

Çarh-nâme ‫( ﺟﺮﺧﻔﺎﻣﻪ‬f.b.i.): Ahmed Fakih'in dînî fikii'lerini İfâde ettigi mairzum eseri, ‫ ؟‬arh-zen ‫( ﺟﺮﺧﺰن‬f.b.s.) : arbalet (oluklu ok) kullanan. ‫ ؟‬âr-kûşe ‫( ﻵرﻛﻮﺷﻪ‬f.b.i.) : g. s. kitap ciltlerinin aşınmaması İ‫ ؟‬in köşelere konulan ve ‫ ؟‬ok lcere süslemeli olan bakırdan yapılma ü‫_ ؟‬ gencik. ‫ ؟‬âr-mâder ‫ر‬۵‫( ﻵ ر ئ‬f.b.i.) : 1. dört unsur. 2. na'ş denilen dört yıldız. ‫ ؟‬âr-mağz ‫( د ر ﻣﻐﺰ‬f.b.i.): sert kabulclu yemişlerin İ‫ ؟‬İ. ‫ ؟‬âr-mezheb ‫( د ر ﻣﻨﻬ ﺐ‬f.a.b.i.): dört mezhep : (Sünnî, Maliki, Çâfiî, Hanbeli). ‫ ؟‬âr-mısrâ' ‫( د ر ﻣﺼﺮاع‬f.a.b.i.): ed. rübâî naZ im şeklinin başka bir adi. (bkz: dü-beyt, terâne). ‫ ؟‬âr-mîh ‫( ﺣﺎرﻣ ﺦ‬f.i.): 1. "dört ‫ ؟‬ivi" : ‫ ؟‬armık, suçluyu ha‫ ؟‬a germelc İ‫ ؟‬in kurulmuş put şeklindeki darağacı, salip. 2. bir erkeğin digel. bil. erkekle birleşme şekli. ‫ ؟‬ârmîh-ı h ayât: vücudun, hayatin esasini teşkil eden dört unsur. ‫ ؟‬âr-nâ-‫ ؟‬âr ‫( ﻵ ر ﻷ د ر‬f.b.zf.) : ‫ ؟‬âresiz, ister istemez. ‫ ؟‬âr-pâ ‫( ﻵوﻷ‬f.b.i.): dört ayaklı hayvanlar, [en ‫ ؟‬ok “katır; eşek; deve; sığır; koyun'' hakkında]. ‫ ؟‬âr-pâre ‫( ﻵرﺑﺎره‬f.b.i.): 1. dört parça, dört kisim. 2. miiz. ‫ ؟‬alpara, Türk müziğinde kullamlan bir usûl vurma âletidir ki, dört kü‫ ؟‬ük parça sert tahtadan yapılmıştır; oyun havalarında kullanılır, [evvelce oyuncular bunu avuçlarının içerisine alarak bir ‫ ؟‬iftini birden vururlardı], (bkz: ‫ ؟‬âl-pâre). ‫ ؟‬âr-sû ‫( در س‬f.b.i.): dört taraf, dört tarafı olan şey; pazar, ‫ ؟‬arşı. ‫ ؟‬âr-şeb ‫( ﻵ ر ﻓ ﺐ‬f.b.i.) : çarşaf [giyilen].

‫ ؟‬ârûb-furûş ‫( دروﺑﻐﺮوش‬f.b.s. ve i.) : süpürge satan, siipürgeci. ‫ ؟‬ârûb-keç ‫( د ر وﺑﻜ ﺶ‬f.b.s.) : 1. süpüren. 2. tekke şeyhi. ‫ ؟‬ârûb-zen ‫( دروﺑﺰن‬f.b.s.) : süpürücü. çâ ru g ‫( د ر غ‬f.i.):‫ ؟‬arık. çârû-keş ‫( ﻵ ر و ﻛ ﻞ‬f.b.i.): tekke şeyhi. ‫ ؟‬ârüm ‫( ﻟ ﺮ م‬f.s.) : dördüncü, (bkz : ‫ ؟‬ehârüm). ‫ ؟‬ârüm în ‫( د ر س‬f.b.s.): dördüncü, (bkz: ‫ ؟‬ehârümîn). ‫ ؟‬ârüm în bâm, -felek, -sip ih r: Batlamyos sisteminin döı٠düncü felegi. ‫ ؟‬âr-yâr ‫ر‬١‫( ﺑﺮي‬f.b.s.): dört dost. [Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali], (bkz: Hulefâ-yi Râşidîn). ‫ ؟‬â r y â i '1

‫ ؟‬âr-yârî

güzîn . (blcz : ‫؟‬

İh a ryâ rı

( f .b .i.) :

güzîn).

‫ ؟‬â r y â r 'a ,

ilk

dört

h a l î f e y e b a ğ l ı l ı k , S ü n n ilik .

‫ ؟‬âr-yek ‫( ﻟ ﺮ ﻳ ﻚ‬f.i.): ‫ ؟‬eyrek, dörtte bir. ‫ ؟‬âr-zebân ‫( د ر زﺑ ﻦ‬f.b.s.): geveze, ‫ ؟‬al‫ ؟‬ene. ‫ ؟‬âsâr ‫( د ا ر‬f.i.) : 1. kayser. 2. ‫ ؟‬ar. ‫ ؟‬âç ‫( د ش‬f.i.): hububat, tahıl yığını. ‫ ؟‬âçnî ‫( د ﺷ ﻰ‬f.i.): çeşni, lezzet, tad‫ ؛‬tadımlık, (bkz: tu'm'-). ‫ ؟‬âşnî-gîr ‫( ﺑ ﺸ ﻜ ﺮ‬f.b.i.c.: ‫ ؟‬âşnî-gîrân): [evvelce saraylarda] ‫ ؟‬eşnigir, yemeklerin lezzetine, tadına bakan kimse, ahçıbaşı, sofracıbaşı. ‫ ؟‬âşnî-gîrân ‫( ﺑ ﺸ ﻜ ﺮ ا ن‬f.b.i. ‫ ؟‬âşnî-gîr'in c .): [evvelce saraylarda] sofra hizmetine bakanlar. ‫ ؟‬âşt ‫ ( ﻵﺷ ﺖ‬f . i . ) : 1. k u ş l u k v a k t i . 2. k u ş l u k y e m e g i.

‫ ؟‬âşt-dân, ‫ ؟‬âşdân ‫ ﺟﺎ ﺷ ﺪا ن‬، ‫( د ﺷ ﺘ ﺪ ا ن‬fb. i.) : ekmek ve başka yiyecek konulan sepet, çâvele ‫( د وﻟ ﻪ‬f.i.): 1. hoş renkli bir ‫ ؟‬eşit gül. 2. s. egribüğrü. 173

‫؟‬âvû‫؛‬ çâvûş ‫( ﺟﺎووش‬f.i.) : aslc. çavuş, onbaşıdan sonra gelen erbaş. çâvUşân ‫( ﺟﺎووﺷﺎن‬f.i. çâvûş'un c.) : çavuşlar. -‫ ؟‬e ‫ﺟﻊ‬- ( fe .): küçültme edâtı. Bağ-‫ ؟‬e= küçük bağ. çeç ‫ ( ﺟﺞ‬fi.) : 1. hububat elenen lcalb.ur. 2. harman savurdukları yaba, çeçek ‫( ﺟ ﺠ ﻚ‬f.i.): 1. gül. 2. çiçek hastalığı. 3. [vücuttaki] ben. (bkz : hâl), çegale ‫( ﺟﻰ ﻟﻪ‬f.i.): çağla. çegane ^‫ ( ﺟﻰ‬fi.) : bil- çeşit çalpara, çengi te f cigi. ‫ ؟‬egâne-bâz ‫( ﺟﻔﺎ ﻧﻪ ﺑﺎز‬fb.s.) : çegâne denilen zilli maşayı çalan kimse, çeh ‫( ﺟﺦ‬f.i.): kılıç ve hançer gibi şeylerin kını, kılıfı. çeh ‫( ﺟﻪ‬f.i.): kuyu, (bkz : bi'r, çâh). çeh-i B â b il. (bkz : çâh-1 Bâbil). çeh-i zemzem . (bkz : çâh-1 zemzem), çehân ‫ ( ﺟﻬﺎن‬fs .) : damlayıcı, damlayan, çehâr (f.s.): dört, (blcz : çâr, cihâr). çehâr-âgazin ‫( ﺟﻬﺎر اﻏﺎزت‬f.b.i.): miiz. (bkz: çâr-âgâzin). çehâr-deh ‫( ﺟﻬﺎرده‬f.b.s.) : on dört. çehâr-deh ma'sûm : Hz. Muhammed ve lcızı Fâtıma ile on iki imam, çehâr-gâne ‫( ﺟﻬﺎرﺳﻤﺎﻧﻪ‬f.b.s.) : dört unsur, çehâr-pâ ‫( ﺟﻬﺎرﺑﺎ‬f.b.s.) : dört ayaklı hayvan, çehâr-şenbih ‫( ﺟﻬﺎرﺷﺒﻪ‬f.b.i.): dördüncü gün, çarşamba, (blcz: çâr-şenbih). çehârüm ‫( ﺟﻬﺎرم‬f.s.) : dördüncü, (bkz: çârüm). çehârümîn ‫( ﺟﻬﺎرﻣﻴﻦ‬f.b.s.): dördüncü, (bkz : çârümîn). çehâr-yâr ‫( ﺟﻬﻤﺎرﻳﺎر‬f.b.i.). (blcz : çâr-yâr). çehre ‫( ﺟﻬﺮه‬f.i.): 1. yüz, surat. 2. surat asma. 3. şekil, [asli “çihre” dil.]. Çehre-İ g ü lg û n : giil renlcli (pembe) yüz. 4. tas. İlâhî tecelli nurlarının görünmesi, (bkz: çihre). çehre-gû (-başı) [‫( ﺟﻬﺮه ﺳﻤﻮ ]ﺑﺎش‬f.b.i.) : [saraylarda] satranççı başı. çehre-güşâ ‫( ﺟﻬﺮه ﺳﻤﺸﺎ‬f.b.s.) : yüzünü açan, yüz açıcı. çehre-nümûd ‫( ﺟﻬﺮه ﻧﻤﻮل‬f.b.s.) : yüz gösterici, yüzünü gösteren. 174

çehre-perdâz

‫ رداز‬٥#

(f.b.i.) ‫ ؛‬ressam.

‫ ؟‬ehre-perdâz-ı c ih â n : Güneş,

‫( ﺣﻜﺎ ﺟﺎك‬f.i.): kılıç, bıçak ve benzerleri gibi şeylerin çarpışmasından çıkan ses. (bkz: çâkâçâk). çekâçâk-1 sü y û f: kılıçların çarpışmasından dogan ses.

çekâçâk

çekân ‫( ﺟﻜﺎن‬f.s.): damlayan, damlamış. H ûnç e k â n : kan damlayan. çekçâk çekîde

‫( ﺟﻜ ﺠﺎ ك‬f.i.). (bkz : çekâçâk). ‫ه‬٠‫( ﺟﻜﻴﻞ‬f.s.): 1. damlamış. 2. topuz, gürz

gibi evvelce kullanılan savaş âleti. çekre, çekle

‫ ﺟﻜﻠﻪ‬، ‫( ﺟﻜﺮه‬f.i.): küçük su dam-

lası; serpinti.

‫( ﺟﻜﻮ ج‬f.i.): 1. dişengi, taşçı tarağı. 2. degirmen taşı dişengisi. 3. çekiç.

çekûç

‫( ﺟ ﻠ ﻚ‬i.): mücevher veyâ herhangi bir mâdenden yapılıp başa takılan sorguç,

‫ ؟‬elenk

‫( ﺟﻲ؟ا‬f.i.): 1. haç, put. (bkz : büt, salib, sanem). 2. kavisli, kıvrık çizgi. 3. güzellerin kâhkülü. [evvelce kadınlar kâhküllerini haç şeklinde iki taraftan yanakları üzerine sarkıtıılarmış].

‫ ؟‬elîpâ

‫ ؟‬eliyye

‫( ا؟ﻳﻪ‬f.i.): ırmaklarda işleyen bir çeşit

kayık. çem ‫( ﺑ ﻢ‬f.i.) : 1. naz ve edâ ile salınarak yürüme. 2. s. süslü, düzgün. 3. kazanılmış, toplanılmış. 4. mânâ. 5 ٠kabahat, suç. 6. yemek.

‫ن‬١‫( ﺟﻢ‬f.s.): 1. naz ile salınarak yürüyen, (bkz : hırâmân). 2. i. şarap kadehi. 3. i. çemen.

çemân

çemâne ‫( ﺟﻤﺎ؛ه‬f.i.); İçki kadehi, şarap kadehi, (bkz: piyâle). çemânî ‫اذى‬.‫( ﺟﻢ‬f.i.): 1. salınıcı, naz edici. 2. (bkz : mec. sâkî).

‫( ﺟﻬﻦ‬f.i.): 1. yeşil ve kısa otla-rla örtülü yer, çimen. 2. ağaç ve çiçeği olan çayır, yeşillik. 3. pastırmaya konulan bir ot. çemen-ârâ ‫( ﺟﻤﻦ آرا‬f.b.i.): bahçıvan, çemen

çemen-der

‫( ﺟﻤﻨﺪر‬f.b.i.): eşek.

Çemen-İstân ‫ن‬(f.b.i.): çimenlik, bahçe, çemen-pîrâ ١‫ ن ﺳﺮ‬٩ (f.b.s.): bağ budayıcı. çemen-soffa ‫ ن‬٠‫( ج‬f.b.i.): bahçede, çimle kaplı bulunan oturacak yer. çemen-zâr ‫( ﺟ ﻤ ﻔ ﺰا ر‬f.b.i.); çimenlik.

çera-zar çemîn çâmîn).

(f.i.): sidik ve pislik, (bkz:

çenâg ‫( ﺟﺄ غ‬f.i.): çanak, çenâr ‫ار‬-‫( ج‬f.i.): çınar, çınarağacı. lat. platanus. çenber ‫ ر‬٠‫ ( ج‬fi.) : 1. tahtadan veyâ demirden yapılan dâire veyâ halka, kasnak. Derçenber : çenbeı. İçinde sıkıştırılmış. 2. başa bağlanan yemeni. 3. esirlik, bağlılılc. çenber-bâz (fb.s. ve i.) : çenberlerin arasından atlayıp geçen oyuncu. Çenber-İ gerden : anat. boyun kemiği. Çenber-İ m în â : gökyüzü, çenber-deş ‫( ﺟﺒﺮ دش‬fb .i.): ayni çenberde bulunan noktalar. çenberi ‫( ﺟ ﺮ ى‬f.s.) : çenber biçiminde olan, çend ٠‫( ﺟﺎ‬f.s.) : birkaç. Çend-bâr : birkaç defa, ‫ ؟‬end-katre : birkaç damla. Çend-rûz : birkaç gün. 2. zf. iler ne kadar. 3. zf. tâki, çendân ‫( ^ان‬f.zf.) 0 kadar, çendî ‫( ﺧ ﺪ ى‬f.e.): biraz, bir müddet, çend-în ‫( ﺧﺪد ن‬f.b.zf.): bu kadar, çene ‫( ﺟﻴﻪ‬f.i.). (bkz : çâne). çeneb ‫( ﺧ ﺐ‬fi) : sünnet, çene-bâz ‫ ﺟﻴﻪ ﺑﺎز‬، ‫( ﺟﻜﻪ ﺑﺎز‬f.b.s.): çok konuşan, çenesi düşük. çeng ‫( ﺟ ﻜ ﺎ‬f.i.): 1. el. 2. pençe. 3. kanuna benzer, dik tutularak çalınır bil- çeşit saz. 4. zf. eğri büğrü. çeng-i m eryem : meryemeli denilen nebat, (blcz: buhûr-i meryem). çengâl, çengül ‫ ﺧ ﺶ‬، ‫( ﺟﻨﻜﺎ ل‬f.i.): 1. çengel. 2. pençe. çengâl-i şâhin : şâhin pençesi, çengâr ‫( ﺟﻨﻜﺎر‬f.i.): 1. yengeç. 2. bakir pasından yapılan yeşil boya. çengârî ‫( ﺧﻜﺎر ى‬f.i.): bakir pası renginde olan, çengel ‫( ﺟ ﺶ‬f.i.): 1. çengel. 2 ٠pençe. 3. orman. Çengel-İstân ‫( ﺟ ﻜ ﻔ ﻨ ﺎ ن‬f.b.i.): sik orman, çengî ‫( ﺟ ﺶ‬f.i.): 1. çeng denilen sazı çalan kimse. 2. oyuncu kız, çengi. çengî-nâme ‫( ﺟ ﺶ ﻧﺎﻣﻪ‬f.b.i.): köçekler İçin yaZ ila n şiir. çeng-nâme ‫( ﺟ ﻰ ﻣﻪ‬f.b.i.): 1. ed. Divan edebiyatında manzum bir nevi. 2. Ahmet

Dâî'nln Yıldırım Bayezit'in oglu Süleyman Çelebi adma kaleme aldığı manzum eseri, çep ‫( ﺟ ﺐ‬f.s.) : 1. sol. çep ii r â s t : sağ ve sol. 2. falso, yanlış, çepçâp ‫( ﺟ ﺠ ﺎ ب‬f.i.): öpüş sesi. ‫( ﺟ ﺐ اﻧﺪا ز‬f.b.s.): hîlekâı..

çep-endâz-âne ‫( ﺟ ﺐ اﻧﺪازاﻧﻪ‬f.b.zf.): hîlekâı-a yakışır yolda, hîlekârcasına. çep-endâzî ‫( ﺟ ﺐ اﻧ ﺪا ز ى‬f.b.i.): hilekârlık, çeper ‫( ﺟﻴﺮ‬f.i.): iki odayı birbirinden ayıran duvar, bölme. çep ü râst ‫( ﺟ ﺐ و را ﺳ ﺖ‬f.b.s.): sağ ve sol. çerâ ‫( ﺟﺮا‬f.i.): 1. otlama. 2. otlak, çerâ-câ ‫( ﺟ ﺮا ﺟﺎ‬f.b.i.): otlak, çayır, (bkz: çerâgâh, çer-gâh). çerâ-çeşm ‫( ﺟﺮا ﺟ ﺸ ﻢ‬f.b.s.). (bkz : çeşm-çerag). çerâg ‫( ﺟ ﺮا غ‬f.i.): 1. fitil, mum. 2. otlama; otlak. çerâg-ı m u gan : şarap, çerâg-ı seher : sabah yıldızı, çerâg-ı sipihr : mec. ı) Güneş; 2) Ay; 3) yıldızlar. çerâ-gâh, çerâ-geh ‫ ﺟﺮاﺳﻤﻪ‬، ‫( ﺟﺮاﺳﻤﺎه‬f.b.i.): hayvan otlatılan yer, çayır, otlak, (bkz : mer'a). çerâgân ‫( ﺟﺮاﻏﺎف‬f.i.): 1. [evvelce] suçluların başlarına yaralar açarak ve herbirine fitiller koyarak uçlarını yakmak sûretiyle edilen işkence. 2 ٠etrâfı aydınlatma, şenlik, donanma. çerâg-bere ‫( ﺟﺮاﻏﺒﺮه‬f.b.i.): şamdan, sokalc feneri. (bkz : çerâg-pâ, çerâg-pâye). çerâg-çeşm ‫( ﺟ ﺮا غ ﺟ ﺸ ﻢ‬f.b.i.): göz nûru, evlât, çerâg-küş ‫( ﺟ ﺮا ﻏ ﻜ ﺶ‬f.b.s.) : sır tutan, sır saklayan. çerâg-pâ, çerâg-pâye ‫ ﺟ ﺮا غ ﺑﺎﻳﻪ‬، ‫( ﺟ ﺮا غ ﺑﺎ‬fb .i.): şamdan, sokak feneri, (bkz : çerâg-bere). çerâg-perhîz ‫( ^ ا غ د ر ﻫ ﺰ‬f.b.s.): fener fanusu, çerâg-vâre ‫( ﺟ ﺮا غ واره‬f.b.i.): İçinde “çeı-ag" yakılan kap, kandil. çerâ-hâr ‫ ر‬١‫( ﺟ ﺮا ﺧ ﻮ‬f.b.i.): ot yiyen hayvan, otçul. çerâ-hûr ‫ ﺧ ﻮ ر‬١‫( ﺟ ﺮ‬f.b.i.). (bkz : çerâ-hâr). çerâkese ‫( ﺟ ﺮا ﻛ ﺴ ﻪ‬a.i. Çerkeş'in c .): ‫ ؟‬erkesler. çerâm, çerâmîn ‫ ﺟ ﺮا س‬، ‫( ﺟ ﺮام‬f.i.): otlak, çerâ-zâr ‫( ﺟﺮازار‬fb .i.): çayır, otlak. 175

‫ ؟‬erb ‫( ؟ ر ب‬f.s.) : 1. semiz, yağlı. 2. uygun. 3. fazla ve üstün olma. ‫ ؟‬erb ü huşk: semiz ile kuru; zengin ile fakir, çerb-âhûr ‫( ﺟ ﺮ ب آ ﺧ ﻮ ر‬f.b.i.) : 1. yemi bol olan ahir. 2. nimet ve bolluk İçinde yaşayan kimse.

çespîde (f.s.): lâyık, uygun, münâsip, (bkz : çespân, şâyeste). -çeş ٠_r٠‫؛؛؛‬r- (f.s.): “sınayan, deneyen, tadına ba­ kan” mânâsıyla birleşik kelimeler meydana getirir. Nemek-çeş : tuzlu, çeşân oLi، ‫( • ؟‬f.i.) ‫ ؛‬gürz, topuz,

‫ ؟‬erb-dest ‫( ﺟ ﺮ ب د ت‬f.b.s.) : eline çabuk; eli İşeyatkın.

çeşende kan.

‫ ؟‬erbe ‫( ﺟﺮﺑﻪ‬f.i.) : 1. yağ. 2. yağlı kâğıt,

çeşide ..M، ‫( ؛؟‬f.s.) ‫ ؛‬tatmış, tadılmış olan,

çerb-gû ‫ا‬ ‫( ؟ ر ب‬f.b.s.). (bkz : çerb-güftâr, çerb-zebân).

çeşm ٣٠ ‫( ؛؛؛‬f.i.c.: çeşmân) : göz. (bkz: ayn, dîde).

(f.s.): tadıcı, tadan, tadına ba­

çerb-güftâr ‫( ﺟ ﺮ ب ﺋ ﻐ ﺘﺎ ر‬f.b.s.). (bkz: çerbzebân).

çeşm-i âhû : ceylân gözü, çeşm-i bed : kem göz.

‫ ؟‬erbi ‫( ر ﻳ ﻰ‬f.i.): ı.yağlılık, semizlik. 2. yumusaklık, tatlılık; tatil dillilik,

çeşm-i bed-dûr : “ kötü nazar değmesin” an­ lamında iyi bir dilek sözü, çeşm-i bî-âb: utanmaz, sıkılmaz, (bkz: çeşm-i deride, bî-hayâ).

çerb-pehlû ‫و‬،‫( ﺟ ﺮ ب ﻳﻪ‬f.s.) : semiz, yağlı, gövdeli. ‫ ؟‬erb-zebâıı ‫( ﺟ ﺮ ب زﺑﺎن‬f.b.s.): 1. tatil ve güzel sözlerle halkı kendine çeken kimse. 2. yaltakçı, hilekâr. (bkz : çerb-gû, çerb-güftâr). ‫ ؟‬erde ‫( ﺟﺮده‬f.s.) : renle, yağız. Siyeh-‫ ؟‬erde: leara yağız. ‫ ؟‬erende ‫( ﺟ ﺮﻧ ﺪه‬f.s.) : otlayıcı, otlayan, çeres ‫( اﺟﺮس‬f.i.) : 1. zindan, hapis. 2. işkence. 3. üzüm teknesi. 4. otlale. 5. dilencilerin dilenerele biriletirdikleri şey. çeres-dân ‫( ﺟ ﺮ ﺳﺪا ن‬f.b.i.): fuleara torbası, ‫ ؟‬er-gâh ‫( ﺟ ﺮ ﯪ ه‬f.b.i.) : çayır, otlak, (blez : çerâcâ, çerâ-geh). ‫ ؟‬erge ‫( ﺟﺮﺋﻪ‬f.i.) : sürele avı. ‫ ؟‬erge ‫ ؟‬erisi: çingeneler halekmda kullanılan bil' söz. ‫ ؟‬erh ‫ح‬

(f.i.). (bkz : ‫ ؟‬arh).

‫ ؟‬erkeşiyye ،‫( ﺟ ﺮﻛ ﺸﺄ‬f.i.) : Halvetiyye tarikatının ayrıca tâlî şûbeleı-i de meydana gelmiş olan Nasûhiyye şûbesinin ileinci derecedeleilei'den birinin adi. [kurucusu : ‫ ؟‬erkeş'li Şeyh Hacı Mustafa Efendi'dir]. ‫ ؟‬erm ‫( ﺟ ﺮم‬f.i.) : insan ve hayvan derisi, ‫ ؟‬erm-şîr ‫( ﺟ ﺮم ﺷﺠﺮ‬f.i.): kamçı, (blez : tâziyâne). çerviş ‫ش‬٠‫( ﻣ ﻮ‬f.i.): !.hayvanin eritilmiş yağı. 2. kavrulmuş un ile yapılan bir çeşit yemek.

çeşm-i bülbül: ı) noktalı veyâ damarlı sır­ ça. 2) g. s. camdan yapılmış ve üzeri spiral renkli camlarla bezenmiş veyâ bu spiraller arasına çiçek motifleri yerleştirilmiş şurup vesâire konmak için kullanılan uzunca bo­ yunlu, kulplu veyâ kulpsuz, kapaklı veyâ kapaksız bir çeşit sürâhi. çeşm-i câdû : büyüleyen göz. çeşm-i deride : edepsiz, hayâsız, çeşm-i dünbâle-dâr (kuyruklu göz): boya ile kuyruk çekilmiş göz. çeşm-i fettân: büyüleyici ve çekici bakış. (bkz: gamze-i fettân). çeşm-i firengî (frenk gözü): gözlük, çeşm-i gâv, çeşm-i gâvmîş : bot. sığırgözü denilen bir çeşit iri papatya, çeşm-i gazâl: âhû gözü. mec. çok güzel göz. çeşm-i gazûb : kızgın bakış, çeşm-i giryân : ağlayan göz. çeşm-i hâb-âlûde : uykulu, mahmur göz. çeşm-i hâbîde : uykulu göz. çeşm-i horos : horoz gözü, kırmızı şarap, çeşm-i hoş-nigâh: güzel bakışlı göz. çeşm-i hûn-feşân (kan dökücü göz): zâlim, gaddar bakışlı göz.

çesbân ‫( ﺟ ﺴﺎ ن‬f.s.). (bkz : çespân).

çeşm-i hûn-hâr, çeşm-i hûn-rîz: (bkz: çeşm-i hûn-feşân).

çespân ‫( ﺟ ﺠ ﺎ ن‬f.s.): lâyık, münâsip, yakışır, uygun, (bkz : beı'câ, şâyeste).

çeşm-i hurûs : 1) kırmızı şarap, (bkz : çeşm-i horos); 2) kırmızı dudak.

176

çeşme-i nûr-bnhş ç e ş m - i İ s m a i l : k ad ere ra z ı o lan göz. [b a b a si t a ra fın d a n k u rb a n ed ile cek o lan İsm a il P e y g a m b e r in gözü],

( f.b .s .) : g ö z â şin a lığ ı

ta n ışık lık .

ç e ş m -i m a h m û r : b a y g ın , sü z ü k göz.

‫ ؟‬e ş m - â v îz ‫( ﺟ ﺸ ﻢ آ وﻳ ﺰ‬f.b .i.) : 1 . p eçe, y ü z ö rtü sü . 2 . a tla rın y ü z ü n e ta k ıla n m e şin gö zlü k .

ç e ş m -i m e s t : sarh o ş göz. ç e ş m - i m e y g û n : şa ra p g ib i sarh o ş e d ici göz. ç e ş m -i m î z â n : terâzi kefesi, ( b k z : ç e şm -i

‫ ؟‬e ş m -b â z

‫ﺟ ﺜ ﻢ ﺑﺎز‬

( f.b .s .) : "g ö z o y n a ta n ” : y a l-

v a ra n . ç e ş m -b e n d ‫ ( ﺟ ﺸ ﻢ ﺑﻐﺪ‬f.b .s .) : "g ö z b a ğ c ı” : b ü y ü -

terâzû ).

çeşm -i n e rg is (n ergisin ta ‫ ؟‬y a p r a k l a r ı ) : g ü -

cü . ‫ ؟‬e ş m -b e n d e k ‫ﺑﻔﺪ ك‬

zel göz.

‫ ؟‬eşm -i n e rg is : m u ta s a v v ıfın , u la ştığ ı m u t-

g ö zle r

‫ ( ﺟ ﺸ ﻢ‬f .b .s .) : k ö reb e gib i

b a ğ la n a r a k

o y n a n ıla n

b ir

‫ ؟‬ocuk

oyunu.

lu lu g u in sa n g ö z ü n d e n g iz li tu tu şu .

‫ ؟‬e şm -i n e rm : s e v im li, y u m u ş a k b a k ış lı göz. çeşm -i p e n â m : n a z a rlık [n a za r d e ğ m e sin

‫ ؟‬e ş m -b e s te ‫ ( ﺟ ﺸ ﻢ ﺳ ﺘ ﻪ‬f.b .s .) : g ö z ü b ağ lı. ‫ ؟‬e ş m -b û s ‫ ( ﺟ ﺸ ﻢ ﺑﻮ س‬f.b .s .) : g ö z öp en . ‫ ؟‬e ş m -b û s î ‫( ﺟ ﺜ ﻢ ﺑ ﻮ ﺳ ﻰ‬f.b .i.) : g ö z ö pm e.

d iy e y a z ıla n m u ska].

çeşm -i p iirh u m â r : m a h m u r, b a y g ın , sü z g ü n

‫ ؟‬e ş m - ‫ ؟‬e r â ğ ‫ﺟ ﺮا غ‬

‫ ( ﺟ ﺸ ﻢ‬f.b .s .) : se ç k in , ( b k z :

gü zîd e).

göz.

çeşm -i p iir - m a h m û r : b a y g ın , s ü z g ü n gö z.

‫ ؟‬e ş m - d â n ‫( ﺟ ﺸ ﻢ دا ن‬f.b .i.) : g ö z e v i. (b k z : ‫ ؟‬eşm hâne).

( b k z : ‫ ؟‬e ş m -i m a h m û r).

çeşm -i sepid (b e y a z , a k g ö z ) : m ec. fe ri k a ‫ ؟‬-

ç e ş m - d â r ‫ ( ﺟ ﺸ ﻤ ﺪا ر‬f .b .s .) : g ö zle ye n , b ek leyen . ç e ş m - d a ş t ‫ ( ﺟ ﺜ ﻢ دا ﺷ ﺖ‬f .b .i.) : u m m a .

m ış, d o n u k göz.

çeşm -i s it â r e -ş ü m â r : u y k u su z gö z. ( b k z :

ç e ş m -d e r îd e

‫ﺟ ﺸ ﻢ ﺑﺮﻳﺪه‬

( f.b .s .) : u ta n m a z , SI-

k ılm a z .

‫ ؟‬e şm -i şe b -p e y m â ).

ç e ş m - d û z ‫ ( ﺟ ﺜ ﻢ د و ز‬f .b .s .) : b ir şeye g ö z d ik m iş

‫ ؟‬eşm -i siyâh : k a r a gö z. ‫ ؟‬e şm -i sü zen : ı) İğne g ö zü ; 2) ‫ ؟‬o k p in tilik , ‫ ؟‬eşm -i şeb (g e ce n in g ö z ü ) : m ec. a y v e y ıl-

o lan . çeşm e

‫ﺟ ﺸﻤﻪ‬

( f i . ) : 1. m u slu k lu

su

h azn esi.

2 . p ın a r, su k a y n a ğ ı.

d ızlar.

şe b -p e y m â :

u y k u su z

gö z.

(b k z :

‫ ؟‬e ş m -i sitâ re-şü m â r).

‫ ؟‬e şm -i şehlâ : şeh la göz. ‫ ؟‬e şm -i ter : ıslak , su lu göz. ‫ ؟‬eşm -i t e r â z û : terâzi kefesi, (b k z : ‫ ؟‬e şm -i m îz â n ).

‫ ؟‬eşm -i y â r : s e v g ilin in gö zü . ‫ ؟‬e şm -i za g (k a rg a g ö z ü ) : m â v i, a‫ ؟‬ık m â v i göz. ayn).

(b k z : ‫ ؟‬eşm e -i h a y v â n , ‫ ؟‬eşm e -i H ızır), ‫ ؟‬e ş m e -i â f t â b : g ü n e şin p a rıltısı. ‫ ؟‬e ş m e -i â t e ş -fe ş â n : G ü n e ş, ( b k z : ‫ ؟‬eşm e -i g e rm ,

‫ ؟‬eşm e -i h â v erî,

‫ ؟‬e şm e-i

n û r-b a h ş,

‫ ؟‬e şm e -i rû şen). ‫ ؟‬e ş m e -i g e r m : G ü n e ş, (b k z : ‫ ؟‬eşm e -i âftâb, ‫ ؟‬e şm e -i â teş-feşân , ‫ ؟‬eşm e -i h averi, ‫ ؟‬eşm e-i n û r-b a h ş , ‫ ؟‬eşm e -i rû şen , h u rşîd ).

ç e ş m e -i h a y v â n v e y â H ı z ı r : â b -1 h a y â t d en ilen s u y u n , b e n g is u 'y u n ‫ ؟‬eşm esi,

‫ ؟‬eşm -i zâ n û : d iz k ap ağ ı. ‫ ؟‬eşm ü gû ş (g ö z v e k u l a k ) : d ik k a t. ‫ ؟‬eşm ân ‫( ﺟ ﺸ ﻤﺎ ن‬f.i. ‫ ؟‬e şm 'in c . ) : gözler, ‫ ؟‬e şm â n -ı d i l - f ü r û ş : g ö n lü a y d ın la ta n g ö z ler.

‫ ؟‬e şm -â rû ‫ار و‬

ç e ş m e -i â b -1 h a y â t : eb ed i h a y a t ‫ ؟‬eşm esi.

‫ ؟‬e ş m e -i h â v e r î : G ü n e ş,

‫ ؟‬e şm -i za h m : n a z a r d eğm e, ( b k z : İsâbet-i

m u sk a .

‫ﺟ ﺸ ﻢ آ ﺷﻐﺎ‬

o lan , ta m d ık . ç e ş m - â ş n â y î ‫( ﺟ ﺸ ﻢ آ ﺷﻐﺎﻳ ﻰ‬f.b .i.) : g ö z â şin a lığ ı,

ç e ş m -i k e şîd e : ‫ ؟‬e k ik göz.

‫ ؟‬eşm -i

ç e ş m - â ş in â

ç e ş m e -i h ıd r , h ı z r v e y â h ıd ır , h ı z ı r : âb-1 h a y â t ‫ ؟‬eşm esi. ç e ş m e -i h u r ç îd : (b k z : ‫ ؟‬eşm e -i âftâ b , ‫ ؟‬eşm e -i germ ). ç e ş m e -i n û r - b a h ş : G ü n e ş,

‫ﺟﺜ ﻢ‬

(f .b .i.) : n a z a r b o n c u ğ u ,

( b k z : ‫ ؟‬eşm e -i

âteş-feşâ n , ‫ ؟‬eşm e-i ge rm , çe şm e -i h âverî, ‫ ؟‬eşm e -i rû şen).

177

çeşme-, nu‫؟‬

çeşme-i nûş : 1) bengisu, (bkz : âb-1 hayât)‫؛‬ 2) sevilen erkeğin ağzı, çeşme-i rûşen: Güneş, (bkz: çeşme-i âteşfeşân, çeşme-i hâverî, çeşme-i nûr-bahş). çeşme-i sîm-âb : Ay. (bkz : kamer, mâh). çeşme-i süzen : (bkz : çeşm). çeçme-i tedbîr : 1) dimag, beyin2 ‫ )؛‬düşünme kuvveti. çeşme-i tîre-gûn : gece, (bkz : leyi), çeşme-i vasi: kavuşma pınarı, çeçm-efsâ ‫( ﺟ ﺸﻢ ا ﻓ ﺎ‬f.b.s.): nazar değmesine afsun eden. çeşm-efsây ‫( ﺟ ﺸﻢ ا ﻓ ﺎ ى‬f.b.s.). (bkz: çeşmefsâ). çeçme-sâr ‫( ﺟﺸﻤﻪ ﻣﺎر‬f.b.s.): çeşmesi bol olan yer. çeçme-zâr ‫( ﺟﺸﻤﻪ زار‬f.b.s.): pınarı, çeşmesi çok olan yer. (bkz : çeşme-sâr). çeşm-güşâ ‫( ﺟ ﺸﻢ ﺳﻤﺸﺎ‬f.b.s.): "göz açan" : dilekatle bakan. çeşm-hâne ‫( ﺟﺸﻢ ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.) : gözevi. çeşm-hurde ‫( ﺟ ﺸﻢ ﺧﻮرده‬f.b.s.): nazar değmiş, çeşm-nişîn ‫( ﺟﺸﻢ ﻧﺸﻴﻦ‬f.b.s.): göz dolduran, her zaman görülebilen, çeşm-pîş ‫( ﺟ ﺸﻢ ﺑﻴﺶ‬f.b.s.): utangaç, çeşm-pûş ‫( ﺟ ﺜ ﻢ ﺑﻮش‬fb .s.): gözü kapalı, bakmayan. çeşm-pûşî ‫( ﺟ ﺸﻢ ﺑﻮاﺷﻰ‬f.b.i.) : 1. göz yumma, görmemezlikten gelme. 2. affetme, bağışlama. çeşm-resîde ‫( ﺟ ﺸﻢ رﻣﻴﺪه‬fb.s.). (bkz: çeşmhurde). çeşm-ter ‫( ﺟﺜ ﻤﺘ ﺮ‬f.b.s.): “gözü sulu'': çok aglayan. çeşm-zahm ‫( ﺟ ﺸﻢ زﺧﻢ‬f.b.i.) : nazai- degme. çeşm-zed ‫( ﺟ ﺜ ﻢ زد‬f.b.i.) : 1. nazai- boncuğu. 2. kısa bir zaman, bil' an. çeşn, çeşen ‫ ﺟﺸﻦ‬، ‫( ﺟﺸﻦ‬f.i.) : 1. bayram. 2. ziyâfet, şölen. 3. düğün, çetr ‫( ﺟﺘﺮ‬f.i.) : 1. çadır; gölgelik. 2. gece, çetr-i âb-gûn (gök çadırı, ınâvi çadır) : gök yüzü. çetr-i anberîn : karanlık gece, çetr-i bî-sütûn: gök. çetr-i fîrûze-fâm : mâvi renkli gök. çetr-i nûr, çetr-i seher : Güneş. 178

çetr-i rûz : (bkz : ‫ ؟‬etr-i nûr, çetr-i seher), ‫ ؟‬etr-i sîmâbî, çetr-i sîmîn : Ay, dolunay, çetû ‫( ﺟﺒﺮ‬f.i.): perde, örtü, çetûk ‫( ﺟﺒﺮك‬f.i.): serçe kuşu, (bkz : usfûr). çevgân ‫( ﺟﻮﺳﻤﺎن‬f.i.): ı.cirit oyununda atlıların birbirine attıkları degnek. 2. ucu egri degnek, baston, ‫ ؟‬evgen. 3. tas. Allah'ın ezeldelci takdiri. çevgân-1 siinbiil: sevgilinin sa‫ ؟‬ı. çevgân-bâz ‫( ﺟﻮﺳﻤﺎن ﺑﺎز‬f.b.s.): çevgân ile oynayan, sopa sallayan. çevgân-dâr ‫( ﺟﻮﺳﻤﺎﻧﺪاو‬f.b.s.): çevgân taşıyan uçak. çevgânî ‫( ﺣﻮﺳﻤﺎﻧﻰ‬f.i.): 1. cirit oyununa alışık at. 2. bir çeşit tatil kavun. çevgân-zen ‫( ﺟﻮﺳﻤﺎن زن‬f.b.s.c.: çevgân-zenân): çevgân vuran, çevgân ile oynayan, çevgen ‫( ﺟﻮﺳﻤﻦ‬f.i.): 1. degnek. 2. (bkz: çevgân]. çınâr ‫( ﺟﯫر‬f.i.): [doğrusu "çenâr” dır], (bkz: çenâr). Çİ- ٠‫( ج‬f.e.c.: çihâ) : ne.

çi-fâide : ne fayda var‫ ؛‬kaç para eder. -çîde ‫ ﺟﻴﺪه‬- (f.s.): toplanmış, devşirilmiş mânâSina gelerek birleşik kelimelei. yap ar: Berçîd e : çekilip toplanmış, çi-gûne 4 ‫( ؟‬f.e.): nasıl, ne türlü, çi-gûnegî (f.i.): nasıllık, ne türlülük, nicelik. çihâr ‫( ﺟﻬﺎر‬f.s.): dört, (bkz : çâr‘, çehâr). çihâr âgazin : miiz. Santuri Edhem'in (18551926) adlandırdığı makam. çihâr-ıyâr-1 güzîn : (bkz : çihâr-dûSt). çihâr ü dû (cıhârıdü) : dört (ile) iki. [zai- oyununda]. çihâr ü se (cıhârıse) : döı٠t (ile) üç. [zar oyununda]. çihâr ü yek (cıhârıyek) : dört (ile) bir. [zar oyununda]. çihâr-dost ‫( ﺟﻬﺎر د و ت‬f.b.s.): "dört dost" : Hz. EbUbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. (bkz : çihâr-ı yâr-1 güzîn). ç i h î l ^ (f.s.): kırk. mec. çok. (bkz : çil), çihil-çerâğ ‫( ﺟﻬﻞ ﺟﺮاغ‬f.b.i.): çok kollu büyük avize. çîhil hadis ‫( ﺟﻬﻞ ﺣﺪﻳ ﺚ‬f.a.b.i.): kırk hadis.

‫؟‬ûbe ‫ ؟‬İhil-pâ ‫( ﺟﻬﻨﺎ‬f.b.i.) : zool. kırkayak denilen hayvan . ‫ ؟‬İhil-sâl ‫( ﺣﻬﻞ ﺳﺎل‬f.b.s.) : klik yaşında , ‫ ؟‬ihr i ‫( ؟‬f.i.). (blcz : ‫ ؟‬ehre, ‫ ؟‬ihre). ‫ ؟‬ihre ‫( ﺟﻬﺮه‬f.i.). (blcz : ‫ ؟‬ehre).

‫ ؟‬inende ٥(f.b.s.) : toplayıcı, devşirici. ‫ ؟‬îne-rîz J j j ‫ ﺑ ﻪ‬٠‫(ب‬f.b .s.): yem döken, dökücü, ‫ ؟‬ini ‫ ﺑ ﻰ‬٠‫(ب‬f.i.) : ‫ ؟‬ini; sıı'lı kap. ‫ ؟‬in-seher ‫( ﺟ ﻴ ﻦ ﺳﺤﺮ‬f.a.b .i.): alacakaranlık, ‫ ؟‬irâ ‫( ﺟﺮا‬f.e .): nasıl. Çûn ü ‫ ؟‬irâ : niçin ve ne-

den. (bkz : ‫ ؟‬ün). ‫ ؟‬ihre-perdâz ‫( ﺟﻬﺮه ﻳﺮدان‬f.b.i.): resim ve nakış ‫ ؟‬irâğ ‫( ﺟﺮاغ‬f.i.): 1. fitil, kandil, m um . 2. ‫ ؟‬ırak. yapan; ressam , 5. S."‫؟‬tekaüt, emekli. 4 . i. talebe, *Ogrenci. ‫( ؟‬f.s.): 1. kırk, (bkz il : ‫ ؟‬ihil). [kelime -i ‫ ؟‬ire ‫( ﺟﺘﺮه‬f.s .): 1. m ahâretli, becerikli, eliuz. hil" in hafifletilmişidir]. 2. alımalc.

‫ ؟‬ile , ‫ ؟‬ille ‫ ﺟﻠﻪ‬، ‫( ﺟﻠﻪ‬f.i.) : 1. kirle günlük; zevle ve sefadan el ‫ ؟‬eleerek, bir yerde 40 günlük İbâdet.

2 . kahram an, yigit. (bkz : bahâdır),

‫ ؟‬ire-dest ‫( ﺟﻴﺮه دﺳ ﺖ‬f.b .s.): eli işe yakışan , becerikli.

‫ ؟‬,İlle-i b ü zü rg: zemherir, erbain. 2. eziyet .sıkıntı. 3. ibrişim, yün ve şâire demeti yay İçirişi 4 ٠,

‫ ؟‬îre-destî ‫( ﺟﻴﺮه د س‬f.b .i.): uzellilik, ustalık, ‫ ؟‬iregi ‫ا‬/ ‫( ﺟ ﻴ ﺮ‬f.i.): 1. yigitlilc, kah ram an lık.

‫ ؟‬İle-hâne ‫( ﺟﻠﻪ ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.): dervişlerin ‫ ؟‬-ile dol durdulcları yer. ‫ ؟‬İle-keş ‫( ﺟﻠﻪ ﻛ ﺶ‬f.b.s.) : ‫ ؟‬ile ‫ ؟‬eken, ‫ ؟‬ile ‫ ؟‬ekmiş, ‫ ؟‬ile dolduran,

‫ ؟‬îre-kâr ‫( ﺟﺘﺮه ﻛﺎر‬f.b .s.): eline ‫ ؟‬abuk, cesur ve

‫ ؟‬İlle-nişîn ‫( ﺟﻠﻪ ﻧﺸﻴﻦ‬f.b.s.): hücrede oturan , ‫ ؟‬ile doldul'an. ‫ ؟‬im ‫( ﺟﻢ‬-f.i.) : 1. rütûbetten meydana gelen yo sun. 2. kesilmiş ‫ ؟‬imenli yerler,

‫ ؟‬irk ‫( ﺟﺮك‬f.i.): 1. kil", pas, pis. 2 . yarad a olan

‫ ؟‬imen ‫( ﺟﻤﻦ‬f.i.). (bkz : ‫ ؟‬emen). ‫ ؟‬in ‫( ص‬f.i.) : 1. kıvrım, büklüm , ‫ ؟‬-atılclılc, bu ruşukluk . ‫ ؟‬în-i cebin : alin buruşukluğu , ‫ ؟‬în-i ebrû : kaş ‫ ؟‬atıldığı. 2 . ‫ ؟‬in . -‫ ؟‬in ‫ﺟﻴﻦ‬- (-f.s.): “toplayan, derleyen" mânâla nyla mürekkep lcelimeler yapar. Hurde ‫ ؟‬i n : kırıntı toplayan. Hûşe -‫ ؟‬î n : başak toplayan. ‫ ؟‬ine ‫( ﺟﺴﻪ‬f.i.): kuş yemi, ‫ ؟‬îne-dân ‫( ﺟﻴﺘﻪ دان‬fb .i.): kuş kursağı,

2 . ustalık. anlayışlı.

‫ ؟‬îre-zebân ‫( ﺟ ﻴ ﺮ ه زﺑﺎف‬f.b.s.) : güzel konuşan, tatil dilli. kan ve irin.

‫ ؟‬irk-âb ‫( ﺟﺮﻛﺎ ب‬f.b .s.): ‫ ؟‬irkef, pis su. ‫ ؟‬irk-âlûd ‫( ﺣﺮك آﻟﻮد‬f.b .s.): kirli, murdar, bulaşık. ‫ ؟‬irk in

‫ﺟﺮﻛﻴﻦ‬

(f.b .s.): 1. pek lcirli. 2. güzel ol-

m ayan. 3. kanlı, irinli yara ve ‫ ؟‬iban.

‫ ؟‬îstân ‫( ﺣ ﻴ ﻂن‬f.b.i.) : bilm ece. ‫ ؟‬iz ‫( ح؛ز‬f.i.) : şey, nesne. ‫ ؟‬û ‫( ﺟﻮ‬f.e.). ( b k z : ‫ ؟‬Un). ‫ ؟‬ûb ‫( ﺟﻮ ب‬f.i.): ağa‫ ؟‬değnek, odun, sopa; ‫ ؟‬öp. (b lcz: ‫ ؟‬Ubelc).

‫ ؟‬ûbân ‫( ﺟﻮﻳﺎن‬f.i.): ‫ ؟‬oban, sığırtm aç, (bkz : râî, şûbân).

‫ ؟‬ûbe ؟‬harb). erdeb ‫( اردب‬a.i.): Arap şehirlerinde kullamlan ve İstanbul kilesiyle dokuz kileyi kar‫ ؟‬ılayan büyük bir ölçek, [kelimenin asil "irdeb” dir]. Erdebiliyye ‫( ا ر د ﻳ ﺪ ﺀ‬a.i.): Ebhâriye tarikatı ‫ ؟‬Ubelerinden birinin adi. [kurucusu: Safiyüddîn-İ Erdebili'dir[. erdeh ‫( ارده‬a.s.): çürük ‫ ؟‬ey. erdem ‫( اردم‬a.i.) : usta gemici, erdiye ‫( ارد ؟‬a.i. ridâ'nın c .): ba‫ ؟‬örtüleri, omuzlardan aşağı ve belden yukarı örtülen ‫ ؟‬eyler. erdiye-i nisvân : kadın böşörtüleri. erd-‫ ؟‬îr ‫( اردﺷﺮ‬f.b.i.): eski îı٠an hükümdarlarmdan bir kaçının ismi. erd‫ ؟‬îr-i ceng ‫ ؛‬cenk eri; kükremi‫ ؟‬cenk arslam. erdçîrân, erd‫ ؟‬îr-dârû ‫ ر و‬١‫ ا ر د ﺿ ﺪ‬، ‫ا رد ض) ن‬ (f.b.i.): bot. koca yarpuzu denilen ho‫ ؟‬kokulu, tadı acı bir nebat (*bitki), erec ‫( ا ر ج‬a.i.): giizel koku; misk, anber, ıtır gibi ‫ ؟‬eylerin güzel kokusu, (bkz : eric). e r e n b â n î ^ j ١(a.i.): boz, koyu renk ‫ ؟‬al, sof. erendân ‫( ا ر دا ن‬f.e.): “hâ‫ ؟‬â" mânâsına İnkâr İfâde eden bir kelime, eres ‫( ار س‬a.i.): çiftçilik, çiftçi olma, er'es ‫( ارا س‬a.s.): ba‫ ؟‬ı büyük, kocakafa. erett ‫( ا ر ت‬a.s.): peltek [adam], (bkz : ertel). erez ‫( ارز‬a.i.): bot. acibâdem ağacı, erfa' ‫( ا رﻓ ﻊ‬a.s. refi'den): daha (en, pek) yüksek, yüce. erfa'-ı derecât: derecelerin en yükseği, erfak ‫( ارﻓﻖ‬a.s.): 1. en ziyâde yumuşak. 2. yolda‫ ؟‬olmaya en çok lâyık, erfe ‫( ارﻓ ﺶ ؟‬a.s.): 1. nefsi isteklerine düşkün olan. 2. kulakları kaba ve uzun [adam], ergâ, ergâb, ergâv ‫ ارﻏﺎو‬، ‫ ر ﺀا ب‬١ ، ‫"( ارﻏﺎ‬ga" lar uzun okunur, f.i.) : 1. Irmak, dere. 2. su akıtmak üzere açılan yol, ark. ergad ‫( ا ر ﻏﺪ‬a.i.): hâli valcti çok iyi olma, en ferahlı yaçayı‫ ؟‬. 259

ergande ergande ‫( ارﺀﻏﺪه‬f.s.): 1. öfkeli, hırslı. 2. şaraba düşkün olan sarhoş, erganûn ‫( ارﻏﻮن‬f.i.): miiz. org. ergavân ‫( ارﻏﻮان‬f.i.) :.erguvan da denilen kirmızımtırakbir çiçek. ergavâni ‫رﻏﻮاذى‬١ (f.s.): erguvan çiçeği renginde, güzel ve parlak kızıl. Şarâb-1 ergavân i: erguvan renginde kırmızı şarap, ergide ‫( ارﻏﻴﺪه‬f.s.): hiddetlenmiş, kızmış, ö f kelenmiş. ergide-nigâh ‫( ارﻏﻴﺪه ﻧﻜﺎه‬f.b.s.) : hiddetli, öfkeli bakış. ergun ‫( ارﻏﻮن‬f.s.): sert başlı, oynak ve hızlı giden at. [“ergenûn” un muhaffefi]. erguvâni ‫ذى‬١‫( ارﻏﻮ‬f.s.) : erguvan renginde olan, (bkz: eı'gavânî). erhâ ‫( ارى‬a.i. rehâ'nın c .): el değirmenleri, erham ‫( ارﺣﻢ‬a.s. rahim'den): daha (en, pelc, çok) rahim, merhametli. Erham ii'r-râhim in: merhametlilerin en merhametlisi, .Allah. erhâm ‫ رﺣﺎم‬١(a.i. rahm'in c .): 1. döl yatakları. 2. hışımlar, akrabâlar. erhas ‫( ا ر ص‬a.s. rahis'den): daha (pek, en, çok) ucuz. erhas-ı es'âr : satılan eşyânın en ucuzu, erib , eribe ‫ ا ر ﻳ ﺒ ﻪ‬، ‫( ارﻳﺐ‬a.s. irb'den): akıllı, zeki, zeyrek, olgun [adam]. erib ü edib : akıllı fikirli ve edepli [lcimse]. erîc ‫( ار ح‬a.i.): güzel koku, misk, anber, ıtır gibi şeylerin güzel kokusu, (bkz : erec). erilce ‫( ا ر ك‬a.i.c.: erâik). taht, (bkz : serir). erîke-ârâ ‫( ارﻳﻜﻪ آرا‬f.b.s.): tahtı süsleyen [pâdişâh], (bkz: erîke-pîrâ). erîke-nişîn ‫( ارﻳﻜﻪ ﻧﺸﻴﻦ‬f.b.s.): tahtta oturan, erîke-pîrâ ‫( ارﻳﻜﻪ ﻣﺠﺮا‬f.b.s.): tahtı süsleyen [pâdişâh], (bkz: erîke-ârâ). erir ‫( ارر‬a.s.): 1. oyunda mızıkçılık eden veyâ lcazanan kimsenin kopardığı yaygara. 2. ses, haykırış. eris ‫( ارص‬f.s.): zeki, uyanık; akıllı, uslu, eris, erisi ‫ﺑ ﻰ‬.‫ ا ر‬، ‫( ارص‬a.i.): çiftçi, ekinci, (bkz: hâris). eriş ‫( ارش‬f.i.): 1. bilelc. (bkz : rusug). 2. endâze, arşın. erjen ‫( ارزن‬f.i.) : bot. acibâdem ağacı, (bkz: ercen).

erjeng ‫( ا ر ز ك‬f.i.): Iran hurafelerine gOre meşhur ressam “Mânî” nin yaptığı resimleri İhtivâ eden mecmûa. (bkz : erteng). erk ‫( ارق‬a.i.): hek. uykusuzluk hastalığı, erka ‫ “( ارﻓﻰ‬ka” uzun okunur, a.s.): pek yüksek, en yukarı. erkab ‫( ارﻗﺐ‬a.s.): boynu kaim [adam, arslan]. erkâh ‫( ارﻛﺎح‬a.i. rükh'ün c .): sığınılacak yerler. erkâh-ı rehâbin : [kilisede] papazların SIğmdıkları, oturdukları yerler, erlcam ‫ رﻗ ﻢ‬١ ("ka" uzun okunur, a.i. rakam'm c.) : yazılar; resimler, sayılar, erkam-ı arabiyye : Arap rakamları, erkam-ı a şe re: sıfır da dâhil olduğu halde birden dokuza kadar olan sayılar, erkam-ı ciim el: ebced hesâbı. erkam-ı dâlle : birden dokuza kadar olan sayılar. erkam-ı divâniyye: bâzı Arap harfleriyle gösterilen rakamlar. erkam-ı gubariyye : bugün Batı'da kullamlan rakamların başka bir değişik şekli idi. erkam-ı Hindiyye: İslâm âleminde kullanılmış olan iki türlü sayı işaretlerinden birinin adi. İkincisine “erkam-ı gubâriyye" denilir. erkam-ı setiniyye : [eskiden] setini adi verilen hesapta kullanılırdı, [hurûfı cümel'in ayni olmakla berâber kullanılış itibariyle forklıdır. (Zeyçlerde kullanılırdı.)], erkân ‫( اوﻛﺎن‬a.i. rükn'ün c .): 1. esaslar, destekler; direkler, sütunlar. 2. reisler, erkân-ı ask e rice: yüksek rütbeli zâbitler, subaylar. erkân-ı devlet: devletin ileri gelenleri, erkân-ı harbiyye: meslek İhtisâsı görmüş zâbitler, subaylar grubu, erkân-ı harbice-‫ ؛‬u m û m ice : ordunun sevk ve idâresiyle meşgul en yüksek askeri makam, genelkurmay, erkân-ı harb zâbiti: meslek İhtisâsı görmüş zâbit, *kurmay subay. erkân-ı istiâre (istiarenin esasları) : ed. ı) miisteâr [kendine benzetilen]; 2) müsteârün minh [kendine benzetilenin mânâsı]; 3) müsteârün leh [benzeyenin

erus mânâsı]; 4) câmi' [benzeyen ve benzetilen arasında benzeyiş şekli], erkân-ı salât: namazın rükünleri. 3 yol, yöntem, usûl, âdâb.

errâc ‫( اراج‬a.s.): fesatçı, m^zevir, yalancı ' [adam]. erre ‫( اره‬f.i.): bıçkı, destere, [dest-erre = el biçkısı, destere]. (bkz: minşâr). erre-hâne ‫( اره ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.): bıçkı yeri, hızar, erre-keş ‫( اره ﻛ ﺶ‬f.b.i.): bıçkıcı,

erkân-ı teşbîh (teşbihin esasları): ed. 1) müşebbeh [benzeyen]; 2) mUşebbehUn bih [kendine benzetilen]; 3) vech-i şebeh er-rızkıı alâllah ‫( ارزق ﻋﻠﻰ اﻟﻠﻪ‬a.cü.): rızlcı ve[benzeyen ve benzetilen arasındaki şekil]; ren Allah'dır. 4) edât-ı teşbih veyâ vâsıta-1 teşbih [benzeers ‫( ارس‬f.i.) : gözyaşı, (bkz : dem'), yiş hükmünü veren kelime], ersâd ‫( ارﻣﺎد‬a.i. rasad'm c .): rasatlar, gözlemeerke ‫( ارﻛﻪ‬a.i.): misvâk ağacı, [sıcak memleler, gözetlemeler. ketlerde, en çok Yemen'de yetişir], ersah ‫( ارﻣﺢ‬a.i.): 1. kurt. 2. s. oylukları etsiz, ermâ' ‫( ارﻣﺎﺀ‬a.s.): çok güzel ve cilveli olan [sevzayıf [adam]. gilij. ersen ‫ ( ار س‬fi.) : meclis, kurultay, kongre, ermagan ‫( ارﻣﻔﺎن‬f.i.); armağan, hediye, (bkz : ersûsa ‫( ارﺻﻮﺻﻪ‬a.i.): eslci zamanda kullanılan bergüzâr, hediye). kavuk, büyük sarık, (bkz : mücevveze). ermâh ‫( ارﻣﺎح‬a.i. remh'in c .): 1. darbeler, er? ‫( ارش‬a.i.c.: urûç): 1. fık. sakatlanan bir vumşlar.2. (rıımh'un c .) : mızraklar, sünuzuv İçin cerhedenden alman şer'î diyet, güler. kan pahası. 2. satılılc malin, kusûru dolayıermâm ‫( ارﻣﺎم‬a.i. rimme'nin c.): çürük kemikSiyla, değerinden indirilen para, ler. erş-i gayr-i mukadder: fık. ölüme sebeb ermân ‫( ارﻣﺎف‬f.i.) : 1. arzu, istek. 2. yerinme, olmayan ve miktârı muayyen bulunmayan pişman olma. uzuvlaı. İçin bilirkişinin takdir ve tâyinine ermân-hâr ‫( ارﻣﺎﻧﺨﻮار‬f.b.s.): yerinen, pişman bırakılan diyet. olan. erş-mukadder : file, ölüme sebep olmayarak kesilen veyâ muattal bıralcılan uzuvlara ermâs ‫( ارﻣﺎث‬a.i. remes'in c .): sallar, mahsus, miktârı muayyen olan diyet, ermed ‫( ارﻣﺪ‬a.s.): 1. kül rengi, gri. 2 ٠gözü ağerşah ‫( ارﺷﺢ‬a.s.) : cin fikirli [adam], riyan [adam]. erşed ‫( ارﺷﺪ‬a.s. reşîd'den) : daha (en, pek) reşîd, ermedâ ‫( ارﻣﺪا‬a.i.): ateş külü, ergin olan, dogru yola daha yakın, hareket ermele ‫( ارﻣﻠﻪ‬a.s.c.: erâmil, erâmile): dul kahattı daha iyi olan, dm. [dâimâ c. "erâmil" kullanılır], erşed-i evlâd: çocukların en ergini, ermide ‫( ارﻣﻴﺪه‬f.s.): durmuş, sâkin. erşem ‫( ارﺷﻢ‬a.s.) : 1. vücûduna igne batıı-ıp Ermin ‫( ار س‬f.h.i.): Keykııbât'ın dördüncü çivit ile resim ve şekil yapmış olan [adam]. oğlu. 2. yemeğin kokusundan iştahı gelip karni ermiye ‫( ارﺑﻪ‬a.i. remi'nin c.) : dolu yağdıı'an acıkan [adam]. kasırga bulutları. ertâ ‫( ارﻃﻰ‬a.i.): tabalcların, yaprağıyla sahtiermûd ‫( ارﻫﻮد‬f.i.): armut, (bkz : emrûd). yan [deri] boyadıkları bir nevi ağaç, ermûn ‫( ارﻣﻮن‬f.i.): gündelikçiye peşin verilen ertel ‫( ارش‬a.s.): peltek [adam], (bkz : erett). ücret, (bkz: arbûn). erteng ‫( ا ر ﺗ ﺪ‬f.i.)-: Iran hurafelerine göre meşerneb ‫( ا ر ب‬a.i.c.: erânib): zool. tavşan, llur ressam ve nakkaş Mânî'nin yaptığı resimleri İçine alan koleksiyon, mecmûa, ernebe ‫( ارب‬a.i.c. erânîb): anat. burun ucu. dergi, (bkz : engelyun, erjeng). ernebiyye ‫( ا رﻧﺒﻴ ﻪ‬a.i.): zool. tavşangiller. erûm ‫( اروم‬a.i. erûme'nin c .): bot. sâk-1 cezri, Ernevâz ‫( ارﻧﻮاز‬f.h.i.): Cemşîd'in kız kardeşi*köksap [lar]. dir [ki öteki hemşiresi Çehrinaz ile berâbelCrUme ‫اروﻣﻪ‬ (a.i. c . : erûm ): kök; anakök. Dahhâk'in sarayında idiler. Dahhâk öldükten sonra Feridun'un idâresine geçtiler]. erUs ‫ ( اروس‬fi.) : kumaş; meta. ‫ ؟‬61

erva' erva' ‫( اروع‬a.s.): 1. çok güzel [genç]. 2. son derece cesur ve yiğit [adam], ervâh ‫( ارواح‬a.i. rûh'un c .) : canlar, hayâtın cevherleri. ervâh-ı h ab ise: kötü ruhlar, [cinlerle şeytanlardan kinâye bir deyim], ervâh-ı latife : melâikeden kinâye olan bir deyim. ervâh-ı malcamât: müzik makamlarının ruhları. ervâh-ı mukaddese : kutsal ruhlar, ervâh-ı tayyibe : iyi ruhlar, ervâhî ‫( ارواﺣﻰ‬a.i.c.): ruhlar âlemine mensup olanlar. ervâhiyye ‫( ارواﺣﻴﻪ‬a.i.) : fels. tabiatın bütün varlıklarında insanmlcine benzer ruhlar bulunduğu yolundaki illcel İnanç, *canlıcıilk, fr. animisme. ervâlc ‫( ارواق‬a.i. revk'ın c .): 1. perdeler. 2. çadırlar. ervâm ‫( اروام‬a.h.i. rûmî'nin c .): 1. Roma'lılar. 2. Rûmiler, Arap diyârının dışında bulunanlar. ervâne ‫( ارواﻧﻪ‬f.i.) : 1. bot. yabâni şebboy, (bkz : erdâne). 2. zool. bir cins dişi deve, arvana. erveb ‫( اروب‬a.i.): yoğurt, (blcz : duğ). ervenân ‫( اروﻧﺎن‬a.s.): 1. dik [ses]. 2. sılcıntılı, ıztıraplı [gün]. ervend ‫( اروﻧﺪ‬f.i.) : 1. tecrübe, sınama, deneme. 2. şeref ve itibar, ervin ‫( اروﻳﻦ‬f.i.). (bkz : ervend'). eryâf ‫( ارﻳﺎف‬a.i. rîf'in c.) : ma'mur, verimli, düz ve ekini bol olan yerler, erz ‫( ارز‬a.i.): pirinç [hububattan], fasihi "erüz” dür. erz, erziş ‫ ارزش‬، ‫( ارز‬f.i.): kıymet, baha, değer, kadir ve itibar. erzâk ‫( اوزاق‬a.i. rızk'ın c .): yiyecek, İçecek, yenilecek, içilecek şeyler, azıklar, erzak-ı askeriyye : askere verilen yiyecekler, erzak-ı mukaddere : Allah'ın herlcese takdir ettiği rızık. erzâl ‫( ارذال‬a.s. rezîl'in c .): alçaklar, soysuzlar, yüzsüzler, (bkz: rüzelâ). erzân ‫( اوزان‬f.s.): 1. ucuz. 2. lâyık, uygun, yerinde. erzân-bahâ ‫( ارزان ﺑﻬﺎ‬a.f.b.s.): ucuz fiyatlı. 262

erzânî ‫( ارزاﻧﻰ‬f.i.): 1. ucuzluk. 2. lâyık görülme) liyâkat. e z â n iş ‫( ارزاﻧﺶ‬f.i.): hayır ve iyilikler, erze ‫( ارزه‬f.i.): 1. samanlı Siva ‫ ؟‬amuru. 2. çamdan çıkarılan zift. 3. eski usûle göre yeryüzünün bölündüğü yedi iklim, yânî yedi parçadan birinci iklim, elcvatora yakın olan mıntıka. 4. bot. çam, fr. pin. erze ‫( ارزه‬a.i.) : çam ağacı, erze-ger ‫( ارزه ﺳﻤﺮ‬f.b.i.): sıvacı, erzel ‫( ارذل‬a.s. rezîl'den): 1. alçak, soysuz. 2. daha [en, pek, çok) rezil. I erzel-i nâs : insanların en fenâsı. erzel-i S m r : İhtiyarlığın sonları, bunaklılc günleri. erzen ‫( ارزن‬f.i.) : darı [hububattan]. erzen-i zerrin (yaldızlı darı) : mec. yıldızlar, erzenin ‫( ارزﻧﻴﻦ‬f.i.): darı ekmeği, erzide ‫( ارزﻳﺪه‬f.s.): pahâsı kesilmiş, biçilmiş [?ey]. erziz ‫( ارزﻳﺰ‬f.i.): kalay, esâ ‫( اﺳﺎ‬a.i.) merhem, ilâç, es'ab ‫( اﺻﻌﺐ‬a.s. sa'b'dan): daha (en, pek) güç, zor. es'ab-1 umûr : işlerin en zoru, es'abî ‫ﺛﻌﻠﻰ‬١(a.i.): gayet güzel ve beyaz göz. esâbi' ‫( اﺻﺎﺑﻊ‬a.i. ısbı'ın c .): parmaklar, esâbi'ü'l-kadem: ayak parmakları, esâbi'-zîb : parmaklarım süsleyen, esâbi'-zîb-i dest-i te k rim : tekrim elinin parmalclarım süsleyen; mec. ele hürmetle alman. esâbî' ‫( ا ﺳ ﺎ ﺑ ﻊ‬a.i. üsbû'un c.) : haftalar, esâbi'-sukur ‫( اﺻﺎﺑﻊ ﺻﻌﺮ‬a.b.i.) : bot. meryemana eli denilen bir kök. esâbi'ü'l-azârî ‫( اﺻﺎﺑﻊ اﻟﻌﺬارى‬a.b.i.): parmalc üzümü. [Anadolu'da “ hâtûn parmağı'' denilen üzüm]. es’ad ‫( اﻣﻌﺪ‬a.s. said'den.): pek said, daha saâdetli; çokhayırlı, en mutlu, es'ad-ı eyyâm : günlerin en mutlusu, esâfil ‫( اﻣﺎ ﻓ ﻞ‬a.s. esfel'in c .): pek aşağı ve bayağı olanlar, halkın en aşağı tabakası, esâfil-i nâs : halkın en aşağı, en bayağı takıe s â fili ‫ ؟‬a r k : paryalar.

esbâb-ı cefâ

esahh ‫( اﺻﺢ‬a.s. sahîh'den): daha (en, pek) sahih, dogru. esâhîc ‫( اﺳﺎه؛ج‬a.i. eshece'nin c .): türlü türlü yürüyüşler. esâka ‫( اﻣﺎقﺀ‬a.s.): üzengi kayışı, esâkıf ‫( اﻣﺎﻗ ﻒ‬a.i. üsküfün c .): piskoposlar, metropolitler. esâkîf ‫( اﺳﺎﻛ ﻒ‬a.s. eskefin c .): eskiciler, kunduracılar, köşkerler. esâlîb ‫( ا ﺳﺎﻟ ﺐ‬a.i. üslûb'un c .): usuller, yollar, tarzlar, İfâde şekilleri. esâme ‫( اﻣﺎﻣﻪ‬a.i.): yeniçerilerin kaydı,., ulûfe defteri. esâmî ‫( اﻣﺎﻫﻰ‬a.i. İsm'in c. olan esmâ'ın c.): 1. namlar, adlar, (bkz : esmâ'). 2. Muallim Nâci'nin şâir ve ediplerin biyografilerine dâir 1891'de basılmış bir eseri, esânîd ‫( اﺳﺎﻧﻴﺪ‬a.i. isnâd'ın c.). (bkz : İsnâd). es'âr ‫( اﻣﻌﺎر‬a.i. si'r'in c.): satılan şeylerin bilinen fiyatları, narhlar. Galâ-yî es'âr : fiatlarin yüksekliği. es'âr ‫( اﻣﺎر‬a.i. su'r'un c.): yiyecek İçecek artığı, esârâ ‫( اﺋ ﺮ ى‬a.i. esîr'in c .): esirler, köleler, (bkz: üserâ). esâre ‫( اىره‬a.i.). (bkz : esire, esre), esâret ‫( اﻣﺎر ت‬a.i.): 1. esirlik, harp esirliği, .tutsaklık. 2. kölelik, kulluk, hüküm altında bulunma.Taht-ı esâret: esirlik altında. esâret-î vicdâniyye : vicdan esirliği, esârîr ‫( اﺳﺎرﻳﺮ‬a.i. sırr'ın c. olan esrâr'ın c .) : 1. avuç ve alındaki çizgiler. 2. yüz güzelliği, esâs ‫( اﺛﺎث‬a.i.): döşeme, minder gibi ev eşyâsı. esâs-ı b e y t: ev eşyâsı. esâs ‫( اﻣﺎس‬a.i.c. esâsât): 1. asil, temel, dip, kök. 2. doğruluk, gerçek. esâs d evre: eko. esas olarak alman kıymet sayısı ile alâkalı .sayışım bilgilerinin topİandıgı dönem. esâs f ia t : eko. fiatlara esas olarak alman unsur. esâs m âliyyet: eko. 1) İptidâî madde ve müstahsil İşçilik mâliyeti; 2) eko. direkt mâliyet, istihsâlin umûmî hacmine göre inip çıkan mâliyet. esâs m evduat: eko. herhangi bir ikraz veyâ istikraz neticesi husûle gelmeyen mevdûât.

esâs serm âye: eko. 1) hisselere bolünmüş şirket sermâyesi2 ‫ )؛‬kurucular veyâ ortaklar tarafından taahhüt edilen sermâye, esâs iic ret: eko. İlâve, ikrâmiye, tahsisat, prim gibi ödemeler hâriç olmak üzere verilen ücret. esâsât ‫( ا ﺳﺎﻣﺎ ت‬a.i. esâs'ın c .): esaslar, esâse ‫( اﺳﺎﺳﻪ‬f.i.): göz ucu ile bakma, esâsen ‫( ا ﻣﺎ ﻣﺎ‬a.zf.): esâsından, aslından, kendiliginden, temelinden, (bkz: zâten), esâsî, e s â s iy e ‫ اﺳﺎﺳﻴﻪ‬، ‫ ﺳﺎ س‬١ (a.s.): asil ve temele mensup, esasla ilgili. Kanûn-1 esâsî, Teşkilât-ı esâsiyye: Anayasa, esaslı ‫( اﺳﺎﺳﻠﻰ‬a.t.s.): sağlam, dogru. (bkz: hakîkî, sahih). esâtîn ‫( ا ﻣﺎ ر ن‬a.i. üstüvâne'nin c.). üstüvâneler, bir takımın, bir hey'etin ileri gelenleri, [müfredi bu mânâda kullanılmaz.!, esâtîn-i ulemâ : âlimlerin, (.bilginlerin) ileri gelenleri. esâtîr ‫( اﻣﺎ ﺑ ﺮ‬a.i. üstûre'nin c .): uydurma hikâyeler, yalanlar, masal nevinden şeyler, mitoloji. esâtîr-i Îrânîyye : Iran mitolojileri, esâtîr-i Yûnânîyye : Yunan mitolojileri, esâtîrîi'l-evvelîn: ilk zamanlara âit masallar. esâtîz, esâtîze ‫ اﻣﺎﺗﻴﺬه‬، ‫( اﻣﺎﺗ ﻦ‬a.i. üstâz'ın c .): üstatlar, ustalar, [kelime Farsça “ üstâd” sözünden alınmıştır]. esâtîze-i elhân (elhan üstadları): mûsiki üstatları, ustaları. esâtîze-i mûsikî : mûsiki, müzik üstatları, esâvîd ‫( اﺳﺎود‬a.i. sevâd'ın c .): siyahlıklar, karalıklar. e sâ v îr,e sâ v ire .ijL ، '، ‫( اﺳﺎور‬a.i. sivâr'ınc. olan “esvire”nin c.): kadın bilezikleri, esâvire-î m u rassaa: mücevherli, pırlantalı bilezikler. esâvir-î nîsvân : kadın bilezikleri, esb ‫ ( ا ب‬fi.) : at, beygir, (bkz : feres). esb-î s٥b â-reftâr: yel gibi seyirten at. esb-i tâzî : Arap ati. esbâb ‫ ﺳﺎ ب‬١ (a.i. İâzımalar.

sebeb'in

c .): vâsıtalar,

esbâb-ı c e fâ : cefâ sebepleri. 263

esbâb-ı feshiyye

esbâb-ı feshiyye : hulc. bir ilâmın İstînâf [yeniden başlama] sûretiyle cerhini [çürütülmesini] îcâbeden sebepler. esbâb-ı hakikiyye : hakiki, gerçek sebepler. esbâb-ı matlub : huk. [eslciden] İflâs hâlinde bulunan şahsın alacaklarının kanûnî toplulugu. esbâb-ı mûcibe : huk. gerekçe. esbâb-ı m uhaffife : işlenen cürmü hafifletici sebepler. esbâb-ı m ücbire: zorlayan, icbar eden sebepler. esbâb-ı müçeddide : “esbâb-ı muhaffife” nin zıddı. Arttırıcı, kuvvetlendirici sebepler. Bir hükmün usûl ve lcanûnuna uygunluğunu İspât İ‫ ؟‬in ileri sürülen sebepler. esbâb-ınalcziyye : bir ilâmın temyiz sûretiyle cerhini [‫ ؟‬ürütiilmesini] icâbettiren sebepler. esbâb-ı sah ih a : dogru'sebebler. esbâb ü efâil-i azime : büyük İşler ve sebepler. esbak ‫( ا ﺳ ﻖ‬a.s. sâbık'dan): 1. öncekinden daha önceki, geçmişten önceki, daha eski. 2. ‫ ؟‬ok daha evvel olan. esbân ‫( اﺳﺒﺎن‬a.i.) : 1. kadınların başlarını örttülcleri ince ve güzel bir öı'tü. 2. lcadmların yüzlerini kapadılcları tül, pe‫ ؟‬e. esbân ‫( اﺳﺒﺎن‬f.i. esb'in c .): atlar, beygirlei". esbât ‫ ﺑ ﺖ‬١(a.i. sebt'in c .): 1. rahatlaı', İıuzurlar. 2. cumartesiler. esbât ‫ل‬٠‫( اﺳﺠﺎ‬a.i. sıbt'm c.) : 1. evlât ve torunlar.2. kıvırcık olmayan düz ve uzun saçlar. esbât-ı b en îisrâ il: Isrâilogulları, [Yahudiler]. esb-efgen ‫( اﺳﺐ اﻓﻜﻦ‬fb.s.) "atdeviren” :yalnız başına düşmana saldıran ve düşman ati Öİdül'en yigit, cenk eri; kuvvetli, güçlü, e s b e l ^ ' (a.s.): uzun bıyıklı [adam], esb-engiz ‫( ا ﺳ ﺐ اﻧﻜﻴﺰ‬f.b.i.): mahmuz, esbgul ‫ ﺑ ﻮ ل‬١ (f.b.i.): karnıyarık denilen tohum. [“gul” kulak mânâsınadır; bu tohumun nebâtı at kulagina benzediğinden bu ismi almıştır], esbll ‫( ا ﺳ ﻞ‬f.i.): at hırsızı, esb-rân 264

‫ا ﻣ ﺠ ﺮا ن‬

(f.b.s.): at süren, at koşturan.

esb-rîz, -rîs ‫رﻳ ﺲ‬- ، ‫( ا ب رﻳﺰ‬f.b.i.): 1. at koçusu. 2. savaç meydanı, (bkz : mızmar). esb-süvâr ‫ ب ﺳﻮار‬٠‫( ا‬f.b.s.): ata binmiş, esb-tâz ‫( اﺳ ﺐ ﺗﺎز‬f.b.s.): 1. at koşturucu. 2. i. at kokturacak meydan. 3. her şemsî ayin 18 inci günü. escâ' ‫( اﺳﺠﺄع‬a.i. sec'in c .): ed. nesirde fikra sonlarının kafiye tarzında olan uygunlukları> mevzun nesirler. escâl ‫( اسﺀﺟﺄل‬a.i. secel'in c .): İÇİ su dolu kovalar. esdâf ‫( اﺻﺪاف‬a.i. sedefin c .): sedefler, inci kabuklaı٠ı. esdak ‫( اﺻﺪق‬a.s.): daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) sâdık, dogru, çandan [kimse], esed ‫( ا ﻣ ﺪ‬a.i.): 1. arslan. (bkz : dırgam, gazanfer, haydar, hizerb, hizber, leys, şîr). esedullâh (Allah'ın arslam ): Hz. Alî. 2. astr. Güneş'in, rûmî temmuzun dokuzunda ve efrenci temmuzun yirmi üçünde İçine girdigi ve semânın kuzey yarim küresi eteginde bulunan birçok parlak yıldızdan müteşekkil beşinci bur‫ ؟‬. Lât. Leo; fr. le Lion. Esedullâhu'1-gâüb (Allah'ın galip arslam) : Hz. Ali. esedi ‫( اﻣﺪ ى‬a.i.): üzerinde arslan resmi bulunan Selçûkî parası. esediyye ‫( اﻣﺪﻳﻪ‬a.i.): 1. zool. arslangiller. 2. bot. sukamışigiller, fr. typhacCes. esef ‫( اﻣ ﻒ‬a.i.) : acıma, kedei-, hüzün, gam, tasa. esefâî !‫( اﻣﻐﺎ‬a.e.): eyvah, yazık! esef-hân ‫( اﺳﻒ ﺧﻮان‬a.f.b.s.) : esef eden, acıyan, esef-nâk ‫( اﻣﻐﻨﺎك‬a.f.b.s.) : acıklı, hüzünlü, esele ‫( اس‬a.i.c. eslâl, iisel): bot. (bkz : esi), esenn ‫( اﺳﻦ‬a.s.) : daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) yaşlı. esenn-i çüyûh : yaşlıların en yaşlısı, eser ‫ ر‬٠‫( ا‬a.i.) : serçe kuşu, (bkz : usfûr). eser ‫( اش‬a.i.c. : âsâr): 1. nişan, iz, alâmet. 2. te'lif. 3. basılmış kitap. 4. hadis-i şeı'îf. 5. târih, vakayi lcitabı. 6. bil. lcimsenin meydana getirdigi şey. 7. te'sir. eser-i ced id : [eskiden] mevcut kâgıtlaı-dan birinin adi. [Kâğıdın başında Arap harfi ve soguk damga ile eser-i cedid yazılı oldugu İ‫ ؟‬in bu adi almıştır], eser-i h ay â t: hayat, canlılık alâmeti.

eshâb-ı sebt

eser-i hayr : hayırlı İş. eser-i hayret: şaşkınlık belirtisi, eser-i îcâd : icat mahsûlü, eser-i mesâî: çalışarak meydana getirilen eser. eser-i san'at: san'at eseri, fr. objet d'art. eser-i telâş : telaş belirtisi, esere, eseri ‫ ا ر ى‬، ‫( ا ره‬a.i.): 1. anlatılan "ilm ü kelâm" in sonu, neticesi. 2. s. en güzel eşyâyı kendine ayıran [kimse].esfâ ‫( اﺻﻬﻰ‬a.s.) : en saf, en temiz, esfâr ‫( اﺳﻬﺎر‬a.i. sefer'in c .): 1. yolculuklar, yola gidişler. 2. düşmana karşı gidişler, esfâr-ı bahriyye : deniz seferleri, esfâr-ı baide : uzak seferler, yolculuklar, esfâr-ı bihâr : deniz seferleri, (bkz : esfâr-ı bahriyye). esfâr-ı hasire : içdenizlerde yapılan seferler, esfâr ‫( اﻣﻔﺎر‬a.i. sifr'in c .): büyük kitaplar, ciltler. esfât ‫( اﺳﻔﺎ ط‬a.i. sefet'in c .): sepetler, esfel ‫( اﺳﻔﻞ‬a.s.): 1. en sefil, pek aşağı, çok bayağı. 2. aşağı [taraf], esfel-i sâfilin : cehennem. 3. kıç, makat, esfeliyyet ‫( ا ﺳﻨﻴ ﺖ‬a.i.): aşağılık, eshâ' ‫( اﻣﻬﺎﺀ‬a.s.c.): rengârenk, türlü türlü. (bkz : gûnâ-gûn). [müfretsiz cemidir], eshâ' ‫ ﺧ ﻰ‬٠‫( ال‬a.s. sahi'den): daha (en, pek, çok) sahi, cömert, eli açık [kimse], eshâb ‫( ا ى ﻇ ﺐ‬a.s. sâhib ve sahb'm c.): 1. sâhipler, mâlik ve mutasarrıf olanlar, (bkz : sâhib). 2. Peygamberimizi görmek ve sohbetine ermek şerefini kazanmış kimseler. eshâb-ı abâ . (bkz : âl-i abâ). eshâb-ı akar : gelir sâhipleri. eshâb-ı âm âl: aç gözlü, hırslı kimseler, eshâb-ı a'râf: Cennetle Cehennem arasında kalıp her ikisine de giremeyen ruhlar, eshâb-ı Bedr: Bedir gazâsi'nda Peygamberimizin maiyyetinde bulunan iman sâhibi kimseler, [bunların bâzı kaynaklara göre 305, bâzı kaynaklara göre de 313 olduğu bildiriliyor]. eshâîj-ı câh : rütbe sâhipleri. eshâb-ı cahîm: Cehennemlikler.

eshâb-ı cennet: Cennete gidebilecek olan­ lar. eshâb-ı devlet: ı) servet sâhipleri, zenginler. 2) ileri gelenler. eshâb-ı dirâyet: dirâyetli, becerikli kimse­ ler. eshâb-ı emlâk: mal, mülk sahibi olan kimse­ ler. eshâb-ı ferâiz: huk. terekeden kendilerine şer'an muayyen sehim takdir olunan vereeshâb-ı güzîn : Hz. Muhammed'in yalcınlaeshâb-ı hayr : hayır sâhipleri. eshâb-ı idâre : idâre adamları, eshâb-ı intikal: bir mirastan pay alma hak­ kını kazanmış olanlar, eshâb-ı inzivâ : inzivaya çekilenler, eshâb-ı i'tibâr : itibar gören kimseler, eshâb-ı kalem: me murlar. Eshâb-ı Kehf: Kuran'da kendilerinden bah­ sedilen ve bir mağarada uzun müddet uyu­ muş bulunan kişiler. [Yemlîha, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatayyuş; Kıtmîr (köpekleri)], eshâb-ı kehânet ü şerâfet: kâhinler ve şe­ refli, itibarlı kimseler. eshâb-ı kibâr: Hz. Muhammed'in seçkin, değerli dostları, arkadaşları, eshâb-ı kirâm : Hz. Muhammed'in sahâbeleri. eshâb-ı kubûr: ölüler, eshâb-ı matlûb: alacaklılar, eshâb-ı mesâlih: resmî dâirelerde işlerini tâkibeden kimseler. eshâb-ı menâsib : yüksek rütbeli memurlar, eshâb-ı muâhaze : tenkitçiler, her şeyi tenkit fikri ile düşünenler, eshâb-ı mütâlaa: okuyucular, eshâb-ı Nâr : Cehennemdekiler, zebâniler. eshâb-ı rivâyet: rivâyetçiler. (bkz: râvî, ruvât). eshâb-ı salîb : Haçlı seferlerine katılanlar, Hıristiyan askerler. eshâb-ı sebt: “cumartesiciler, cumarte­ siye bağlı olanlar”; Yahudi kavmi. (bkz: Sebtiyyûn). 265

eshâb-1 serve. e s h â b -ı s e r v e t :

servet sâhipleri, zenginler. : Medine'de Mescid-i Nebevi civârında "Suffa" denilen misâfirhânede Peygamberimiz tarafından yedirilip İçirilen fakir Müslümanlar. e s h â b - ı s ü y û f : "kılı‫ ؟‬adamları" : aslcerler. e s h â b - ı t a h r î c : İçtihâda muktedir olmayıp mezhep usûl ve lcaidelerini ve şâir fıkıh hükümlerini ve bunların delil ve mehazlarını kavramış olduklarından Sâhib-İ mezhepten veyâ mezhepte müçtehid olan zâtın eshâbından nakledilmiş olup da bir ‫ ؟‬ok cihetlere ihtimâl olan bir muhtemel sözü tafsile ve iki cihete ihtimâli bulunan müphem bir hükmü tavziha ve mevcut olmayan mes'elelerin hükümlerini mezhep usûl ve kaidelerinden istinbat ve tahrice muktedir olan kimseler.

e s h â b -1 S u f f a

e s h â b - ı t e d b î r : t e d b ir li k iş ile r , id a r e c ile r , e s h â b -ı

t e m y i z : ta h r ic

ve

te rc ih

k u d r e ti-

n i h â i z o l m a y ı p y a l n ı z Z â h ir -İ m e z h e p v e Z â h ir -İ r i v â y e t ile r i v â y e t - i n â d i r e y i t e f r i k a v e m e z h e p te m e v c u t k u v v e t li r e y v e m ü tâ lâ a ile z a y ı f m ü t â l â a y ı a y ı r m a ğ a m u lc t e d ir o la n k im s e le r .

: h u k . mezhepte mevcut sözlerden ve rivâyetlerden birini diğerine tercilı iktidarları bulunan kimseler, [bunlar muhtelif sözler arasından “esas” veyâ “sahih” olan veyâhut hassa veyâ kıyâsa uygun olan budur gibi tâbirlerle değişik sözlerden birini diğerine tercih ederler], e s h â b - ı t e v â r i h : târihçiler, târih yazarları, e s h â b - ı t i m â r : tımar ve zeâmet sâhipleri. e s h â b - ı y e m i n : mübarek, kutsal kişiler, e s h â b - ı z e â m e t : t a r . büyük tımar sâhipleri. e s h â b ü 'r - r e 'y : bir emre veyâ bir maddeye baglanmaksızm, kendi görüşüne ve Öİ‫ ؟‬Üsüne göre hükmedenler, e s h â b ü 'r - r a k î m : Kur'ân-1 Kerim'in 18 inci sûresinin 9 uncu âyetinde bahsedilen ve bir tefsire göre, isimleri ve nesepleri yazılan levha sâhipleri. [bir tefsire göre de "rakim", keh fin bulunduğu dağın, vâdinin veyâ Eshâb-ı K ehfin köpeğinin yânî, kıtmîr adıyla meşhur olan köpeğin adıdır], e s h â m ‫( اﻣﻬﺎم‬o.i. sehm'in c .) : 1 . oklar. 2 . hisseler, paylar, nasipler. 3. bor‫ ؟‬alınan paraya karşılık senetler. e s h â b -ı te rc ih

266

: Tanzimat sıralarında devletin, halka bor‫ ؟‬karşılığı olarak, verdiği senetler. e s h â m v e t a h v i l â t : hisse senetleri ve tahvilleri, f r . a c t i o n s . eshâr ‫( اﺳﺤﺎر‬a.i. seher'in c.) : sabahlar, sabah vakitleri. Nesîm-İ esh âr: sabahlan esen rüzgâr. e s h â r - ı b a h â r : bahar sabahları, e s h e d ‫( اﺳﻬﺪ‬a.s.): becerikli, açıkgöz [adam], e s h e l ‫( اﺳﻬﻞ‬a.s. sehl'den): daha (en, pek) kolay. e sh â m -1 u m û m iy y e

: en kestirme, en ‫ ؟‬ikar yol. : işlerin en kolayı, e s h ı y â ' ‫( اﺳﺨﻴﺎﺀ‬a.s. sahi'nin c .): cömertler, eli a‫ ؟‬ık olanlar. e s h i y e ‫( اﺳﺤﻴﻪ‬a.i. sihâ'nın c.) : 1 . ince deriler. 2. beyin zarları. e s i f ‫( ا ﺳ ﻒ‬a.s.): esefli, kederli, gamlı, e s i h h â ' ‫( ا ﻣ ﺤﺎﺀ‬a.s. sahih'in c.) : vücûdu Sihlratte bulunanlar, özürsüz olanlar, e s i l d i (a.s.): 1. uzun, dolgun ve parlalc [yüz]. 2 doğru şey. e s h e l-i t a r i k

e s h e l-i u m û r

e s il

‫ ( اﺷﻞ‬a . s . ) : ş e r e f li v e

e s 'i l e

‫اﻣﺌﻠﻪ‬

e s im

‫ص‬

o t o r it e r [a d a m ],

(a .i. s u â l 'i n c . ) : s o r u l a n ş e y le r , ( a .s .) : g ü n a h k â r , y a la n c ı, k a b a h a tli,

SU‫ ؟‬İU [ k im s e ] . e s in e

٠‫ا ﻣﻴﺎ‬

( a . i . ) : 1 . k i r i ş i n b i r k a t i. 2 . y a l ı n k a t

tasm a. e s in n e

‫ا ﺳﻪ‬

(a .i. s i n â n 'ın c . ) : 1 . k ıl ı ç l a r . 2 . s ü n -

g ü le r . 3 . b i l e ğ i t a ş la r ı .

‫( اﺋﻴﻮ‬a.i.): kâinatı dolduran ve bütün cisimlere niifûzeden, fizikçilere ışık, harâret ve elektrik gibi şeylere nakil vâsıtası hizmeti gördüğü farzolunan, tartı'sız, elâstiki ve akıcı hafif bir cisim.fkelime Rumcadan Arapçaya geçmiştir]. esir ‫( ا ﺳﺮ‬a.s.c.: üserâ) : 1. savaşta düşman eline düşen lcimse, *tutsak. 2. kul, köle. 3. düşkün, vurgun. e s î r - i a ş k : aşkın esiri, aşka t u t u l m u ş ,

e s ir

e s î r - i f i r â ş : y a t a la k , e s î r - i h a r b : h a r p e s ir i, e s î r - i h i z m e t : h i z m e t e s ir i, e s î r - i s â f i y y e t : s a f l ı k e s ir i, e s îr -i t u r r a - i c â n â n : s e v g ilin in p e r ç e m in in e s ir i.

esmar esîr-âne ‫( ' ﺳ ﻴ ﺮ ا ﻻ‬a.f.zf.) : esirce, kulca, kölece, esire ‫( ا ﺳ ﺮه‬a.i.). (bkz : esâre, esre), esiri ‫ ﺳ ﺮ ى‬١ (a.i.) : esirlik, kulluk, kölelik‫ ؛‬tu tsaklık: tutkunluk. esiri ‫( ا ﺳ ﺮ ى‬a.s.): esirle ilgili, uçacak gibi hafif, esirre ‫( ا ﺳ ﺮ ه‬a.i. serir'in c .): tahtlar, oturacak yerler. esîrü'l-Hind ‫( ا ﺳ ﻴ ﺮاﻟ ﻬ ﻔ ﺪ‬a.b.i.): "Hint esiri'' : sözü dinlenmeyen, şarlatan [kimse], esis ‫ ى‬٠‫( ا ب‬a.i.): 1. asil. 2. armagan olarak verilen ?ey. eskal ‫"( اﻣﺌﻬﺎل‬ka" uzun okunur, a.i. sıkal'ın c .) : ağır yükler, ağır ?eyler. eskal ‫( ا ﺛ ﻬ ﻞ‬a.s. sakil'den): 1. daha (en, pek) sakil, en ağır. 2. en çirkin. 3. kaba, can sıkıcı, eskam ‫"( ا ﻣ ﻐ ﺎ م‬ka" uzun okunur, a.i. sakam'm c .): hastalıklar, illetler, dertler, (bkz: emrâz). eskam-ı demeviyye: fizy. kan bozuklukları, eskef ‫( ا ﺳ ﻜ ﻒ‬a.i.c. esâkif): eskici, kunduracı, köşker. eskefe ‫( ا ﺳ ﻜ ﻔ ﻪ‬a.i.): eşik, kapının basamağı, (bkz: atebe, südde). esi ‫( ا ش‬a.i. esele'nin c .): bot. karaılgm ağacı, (bkz: esele). eslâf ‫( ا ﻣ ﻼ ق‬a.i. selefin c .): bir me'murlukveyâ hizmette birinden önce bulunmu? olanlar, yerlerine geçilen kimseler, geçmişler, eslah ‫( ا ﺻ ﻠ ﺢ‬a.s. sâlih'den): daha (en, pek) sâlih, iyi. eslahakallah : Allah seni ıslâh etsin,

esliha-i câriha : cerh edici, yaralayıcı silâhlar. [kılıç, hançer, lcama ve şâire gibi], esliha-i cedide : yeni silâhlar, esliha-i hafife : hafif silâhlar [tabanca, tüfek gibi]. esliha-i n â r i^ e : ateşli silâhlar, esliha-i sakile : ağır silâhlar, [top gibi], esmâ' ‫( اﺳﻤﺎﺀ‬a,i. İsm'in c .): adlar, (bkz: esâmî). esmâ-i seb'a (yedi a d ): [hayy, alim, mürîf, kadir, semi', basir, mütekellim] yerine kullamlan deyim. Esmâ-yi Hüsnâ, Esmâ-yi Şerife (Allah'ın en güzel, en ?erefli isimleri): [99 tanedir ve ?unlardır: Adi, Afüvv, Ahir, Aliyy, Alim, Azim, Aziz, Bâis, Bâkî, Bârî, Basir, Bâsıt, Bâtın, Bedi', Berr, Câmi’> Cebbâr, Celil, Dârr, Ehad, Evvel, Fettâh, Gaffâr, Gafûr, Ganiyy, Habir, Hâdî, Hâfid, Hafiz, Hakem. Hakim, Hakk, Hâlik, Halim, Hamid, Hasib, Hayy, Kabız (“ka" uzun okunur). Kadir ("ka” uzun okunur), Kahhâr, Kaviyy, KayyUm, Kebir, Kerim, Kuddiis, Lâtif Mâcid, Mâlikü'l-Mülk, Mâni', Mecid, Melik. Metin, Muahhir, Mucib, Mugni, Muhsi, Muhyi, Muid, Muizz, Mukaddim, Mukıyt, Muksit, Muktedir, Musavvir, Mübdî', Müheymin, Mü'min, Mümît, Müteâlî, Müntekim, Mütekebbir, Muzill, Nâfi', Nûr, Râfi'١ Rahim, Rahman, Rakib, Ra'ûf Re?îd, Rezzâk, SabUr, Samed, Selâm, Semi', Çehîd, Şekûr, Tevvâb, Vâcid, Vehhâb, Vâhid, Vâlî, Vâris, Vâsi', Vedûd, Vekil, Veliyy, Zâhir, Zü'l-Celâli ve'1-ikrâm.].

eslâl ‫ ﺛ ﻼ ل‬١ (a.i. esl'in c .): bot. karaılgm ağaçlan.

esmâ' ‫( ا ﺳ ﻤ ﺎ ع‬a.i. sem'in c .): kulaklar, kulak işitmeleri.

eslâs ‫( ا ﺛ ﻼ ث‬a.s. süls'ün c .): üçtebirler, üçtebir parçalar.

esmah ‫( ا ﺳ ﻤ ﺢ‬a.s.): en semahatli‫ ؛‬çok eli açık, pek cömert.

esleb ‫( ا ﺛ ﺐ‬a.i.): 1. insanin yüzünde veyâ vücudunda bulunan ben. (bkz: hâl). 2. çerçöp, süprüntü, moloz.

esmâk ‫( ا ﺳ ﻤ ﺎ ك‬a.i. semek'in c .): balıklar,

eslem ‫( ا ﺳ ﻠ ﻢ‬a.s. sâlim'den): en selâmetli, en emin, en doğru, en sağlam, eslem-i tu ru k : yolların en selâmetlisi, en emini‫ ؛‬en doğru yol. eslenc ‫( ا ﺳ ﻠ ﺞ‬f.i.): bot. ulama yonca, yerde sürünerek açılan yonca, esliha ‫( ا ﺳ ﻠ ﺤ ﻪ‬a.i. silâh'ın c.). (bkz : silâh), esliha-i atik a: eski silâhlar.

esmâk-i azmime : zool. kemikli balıklar, esmâk-i merhii'l-misbah-ı k ısm î: zooJ. yumuşak *yüzgeçliler, fr. malacoptCrygiens. esmân ‫( ا ﺛ ﻤﺎ ن‬a.i. semen'in c .): bedel(ler), kıymet(ler), deger(ler). [bizde, müfret gibi kullanılır]. esmâr ‫( ا ﺳ ﻤﺎ ر‬f.i.): bot. mersin ağacı, esmâr ‫( ا ﺳ ﻤ ﺎ د‬a.i. simer'in c .): gece masalları, kıssalar, hikâyeler. esmâr ‫( ا ﺛ ﻤﺎ ر‬a.i. semer'in c .): meyvalar. 267

esmâr-ı bünye-hîz esmâr-ı bünye-hîz: vücûdu canlandıran meyvalar. esmâr-ı eşcâr : ağaçların meyvaları. esmâr-ı gayr-î münferice : bot. açılmaz yemiş. esmâr-ı gûnâ-gûn: türlü türlü, ‫ ؟‬eşitli meyvalar, yemişler. esmâr-ı münferice : bot. açılır yemiş, esmed ٠‫( اﺛﻤﺎ‬a.i.): kaba tutya, siirmetaşı, antimon. esmer ‫( اﺳﻤﺮ‬a.s.): buğday renlcli, karayagız. esmerü'l-levn: karayagız. esna' ‫ ﺳ ﻊ‬١(a.s.): “efdal" gibi "bülent, yüksek" [şey]. esnâ' ‫( اﻧﺎﺀ‬a.i. siny'in c.) : [bizde kullanılmaz] ara, aralılc, vakit, sıra.(bkz: hengâm, hin), esnâ-yî harb: ask. savaş sırası, savaş zamânı. esnâ-yî ikamet: bir yerde oturulduğu an. esnâ-yî müzâkere: bir konunun tartışıldığı

esr ‫( ا ﺳ ﺮ‬a.i.) esirlik, kulluk, tutsaklık. Kayd-1 esr: esirliğe düşme. esra' ‫( ا ﺳ ﺮ ع‬a.s. seri'den): daha (en, pek, çok) seri, ‫ ؟‬abuk. esrâr ‫( ا ﺳ ﺮا ر‬a.i. sırr'ın c .): 1. gizlenilen ve bilinmeyen şeyler, aklin eremiyecegi İşler, esrâr-ı derûn : başkalarından gizli tutulan,' saklanan sırlar. esrâr-ı Elest: Elest gününün, yaratılış gününün sırlan, (bkz : Elest). esrâr-ı hafiyye : gizli sırlar, esrâr-ı hiisn ü ân : güzelliğin sırları. 2. Hint kenevirinden çıkarılan, uyuşturucu ve sarhoş edici te'sirleri olan bir zehir, [kelime, miifret olarak kullanılır], esrâr-âlûd ‫آﻟﻮد‬

‫ا ﺳ ﺮا ر‬

(a.f.b.s.): esrarlı,

esrâr-engîz ‫( ا ﻣ ﺮ ا ر ا ﻋ ﺰ‬a.f.b.s.): sırlı, gizli, esrâr-keş ‫( ا ﻣ ﺮ ا ر ﻛ ﺶ‬a.f.b.s.): esrar ‫ ؟‬eken, esrar kullanan, esrar tiryâkisi. Esrâr-nâıne‫( ا ﺳ ﺮا رﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.s.) : ŞeyhFeridüddin Attâr'ın tasavvufa dâir ünlü eseri,

esnâ-yî râh : yolda giderken, yürürken, esnâ-yî tesâdüm : ask. müsâdeme sırası, ‫ ؟‬arpışma zamanı.

esre ‫( اره‬a.i.): eski zamanlardan rivâyet ve hikâye edilegelen bilgi ve haberlerin neticesi, (bkz : esire, esâre).

esnâf ‫( ا ﻣﻨﺎ ف‬a.i. sınf'ın c.) : 1. neviler, ‫ ؟‬eşitler, cinsler, zümreler, lcategoriler. 2. bir sanatla veyâ dülckâncılılcla geçinen [lcimse]. 3. uygunsuz, nâmussuz kadın, (blcz: âlüfte, âşüfte, fâhişe, zâniye). esnâh ‫( ا ﺳﺎ خ‬a.i. sinh'in c .): asıllar, kökler.

Esrib ‫( اﺛﺮب‬a.h.i.): Medîne-İ Münevvere'nin bir başka adi. (blcz : Yesrib).

esnâh-ırieviyye : anat. akciğer petekleri, esnâm ‫( ا ﺻﺂم‬a.i. sanem'in c.) : putlar, Hıristiyanların taptıkları heykeller, sûretler. (bkz : ensâb‫)؛‬. esnâm-perestân: puta tapanlar, esnân ‫( اﺳﺎن‬a.i. sinn'in c .): 1. dişler, esnân-ı hilm : anat. alcıl dişi, yirmi yaş dişi, esnân-ı katla : kesici dişler. 2. yaşlar, esnân-ı askeriyye : kurra seneleri. 3. ‫ ؟‬ürümüş ağa‫ ؟‬lcökleri.

esrem ‫( ارم‬a.s.): dişi kırık, dişleri dökük kim-

es-sabrıı miftâhü'1-ferec ‫ا ﻟ ﺼ ﺮ ﻣ ﻐ ﺘ ﺎ ح ا ﻟ ﻔ ﺮ ج‬ (a.cü.): sabır, genişliğe kavuşmanın anahtarıdır. es-salâ ‫( ا ب‬a.cü.): halici namaza dâvet İ‫ ؟‬in lcullamlan bir söz mânâsına gelmekle berâber: "lcendine güvenen meydana ‫ ؟‬ıksin!'' mânâsında kullanılır, es-selâm ‫( ا ﻟ ﻼ م‬a.cü.): selâmlaı., hayırdııâlar olsun, [sulh ve selâmet], esta' ‫( اﺳﻌﻠﻊ‬a.s. satı'dan): uzun boyunlu [insan ve hayvan].

estabe ‫( اﺳﻬﻠﻪ‬a.i.): üstübü denilen keten tarantısı. esnân-ı nâbiyye : anat. küçük azıdişleri. estagfirullah ‫( ا ﺳ ﻔ ﻔ ﺮ ا ﻟ ﺪ‬a.b.zf.): “Allah'dan mağfiret (afiv) dilerim, ricâ ederim; hi‫ ؟‬bir esniye ‫ﺷﻪ‬٠‫( ا‬a.i. senâ'nın c .): medihler, sitâyişleı٠> zaman, mahcûbediyorsunuz, hâşâ, bir şey bir adamm, bir şeyin iyiliğini ve güzelliğideğil” mânâlarına kullanılır, ni söylemeler. esnîye-î seniyye : pâdişâhı medhetmeler, öv- estân, estâne ‫ ﺳﺎﻧﻪ‬، ‫ ( ا ﺳ ﺘﺎ ن‬fi.) : uyku uyunacak ve istirâhat edilecek yer. meler.

eşedd-î mütâzâ.

estâr ‫ ﺗ ﺮ‬١ (a.i. sitr'in c.) : örtüler, perdeler, (bkz: sütûr). estâr ‫( اﻣﻄﺎر‬a.i. satr'ın c.): yazı şıraları, dizileri, (bkz: sütûr). estâr-ı kitâb : kitap satıı-ları. ["sütûr” daha çok kullanılır]. estarek ‫( ا ﺻ ﻄ ﺮ ك‬f.i.): kara günlük ağacının zamlcı. esteh ‫( ا ﻣ ﺘ ﻪ‬f.i.) : 1 çekirdek, (bkz : heste). 2. kemik. ester ‫( اﻣﺾ‬f.i.) : katır, (bkz : bagl). esterven ‫( ا ﺳﺘ ﺮ و ن‬f.s.) : çocuk doğurmayan, kiSirkadm. estine ‫( اﺳﺠﻪ‬f.i.): yumurta, (bkz: âstîne, beyzâ). esûf ‫( اﺳﻮف‬a.s.): pelc çabuk eseflenen, kederlenen, yüreği yufka, (bkz : esvef). esûm ‫( اﺛﻮم‬a.s.): pek yalancı ve günahkâr [adam]. esvâ' ‫( ا ﺻ ﺮا ع‬a.i. sâ'ın c.) : 1. çukur yerler. 2. Öİçekler. 3. ?arap kadehleri, esvâb ‫( اﺛﻮاب‬a.i. sevb'in c.) : giyimler, giyecek ?eyler. esvâf ‫( اﺻﻮاف‬a.i. sûf'un c.) : koyun yünleri, [halk "sof" der]. esvâk ‫( اﺳﻮاق‬a.i. sûk'un c .): alışveriş yerleri, çarşılar, pazarlar. esvâr ‫( اﺳﻮار‬a.i. sûr'un c .): 1. kaleler, hisarlar. 2. ziyâfetler. esvât ‫( ا ﺻ ﻮا ت‬a.i. savt'm c.) : sesler, sadâlar. esvât-ıhayvânât: hayvanflarm] sesleri, esved ‫( اﺳﻮد‬a.s. sevâd'dan): siyah, kara, esvedeyn ‫( اﺳﻮدس‬a.i.c.): "iki siyah” : yılanla akrep. esvedii'l-kalb ‫اﻣﻮداﻟﻘﻠ ﺐ‬ (a.b.i.). (bkz: süveydâü'l-kalb). esvef ‫( اﺳﻮف‬a.s.). (bkz : esûf). esvide ‫( اﺳﻮده‬a.i. sevâd'ın c.) : 1. siyahlıklar, karalıklai"; karaltılar. 2. çokmalflaı']. esyâf ‫( ا ﺳﺎ ف‬a.i. seyfin c .): kılıçlar, (bkz : süyûf). [bizde "süyûf” daha çok kullanılır], esyâh ‫( اﺳﻴﺎح‬a.i. seyh'in c.) : 1. akar sular. 2. çizgili elbiselei". (blcz : süyûh). esyân ‫( ا ﺑ ﺎ ن‬a.s.): hüzünlü, lcederli, üzüntülü [adam]. Eş'ab ‫( ا ﺷ ﻌ ﺐ‬a.h.i.): Araplar arasında meşhur bir tamahkâı'ın adi.

eçâib ‫( ا ﺷﺎﺋ ﺐ‬a.s. üşâbe'nin c .): karışıklıklar; cins bozuklukları. eçâim ‫( ا ﺷﺎﺋ ﻢ‬a.s. eş'em'in c .): en uğursuzlar, en ?omlar. eçâire ‫( ا ﻧ ﺎ ر ه‬a.s. eş'arî'nin c .): dinde meşhur, imam Ebü'1-Hasen el-Eş'arî'ye bağlı olanlar, sünnet ehlinin bir kısmına dâhil olanlar, (bkz: MâtUrldiyye). e?âm ‫( ا ﺛ ﺎ م‬f.i.) : ölmeyecek kadar az yiyecek ve İçecek ?ey. (bkz : âşârn, kut-i lâ-yemût). eç'ar ‫( ا ﺷﻌﺮ‬a.s. şâir'den) : en, daha güzel şiir söyleyen. eş'ar-ı nâs : halkın en iyi ?iir söyleyeni, eş'ar-ı zemân : zamâmn en iyi ?iir söyleyeni, eş'âr ‫( ا ﺷﻌﺎر‬a.i. şi'r'in c .): 1. vezinli ve kafiyeli sözler, (bkz : nazm). 2. (şa'r'ın c .): kıllar, eç'âr-ı guddeviyye : bot. bez tüyler, e ş 'â rı miimisse : bot. emici kıllar, eş'arî ‫( ا ﻧ ﺮ ى‬a.s.c.: eşâire). (bkz : eşâire). eşbâh ‫( ا ﺷ ﺎ ح‬a.i. şebâh'ın c .): 1. şahıslar, cisimler, vücutlar, gövdeler. 2 ٠büyük kapılar. 5. uzaktan görünen ?eyler, hayaller, karaltılar. e?bâh ‫( اﺷﺒﺎه‬a.s. ?ibh ve ?ebih'in c .): 1. nazirler, misiller, benzeyenler, eşler, (bkz: endâd). 2. İbn-i NUceym ile İbn-i Vekil'in “Furû”a, Süyûtî'nin "nahv" e âit meşhur eserleri, [kiSaitlimi? a d i: el-eşbâh ve'n-nezâir). eşbâl ‫( ا ﺑ ﺎ ل‬a.i. ?İbl'in c .): arslan yavrulan, eşbeh ‫( ا ﺑ ﻪ‬a.s. şebîh'den): 1. en müşâbih, pek benzeyen. 2. en iyi, en güzel. ["Cümle-İ eş'ârında bu matla-ı meşhurdan eşbehi yoktur.”- (Lâtîfî)]. e?bû ‫( ا ﺑ ﻮ‬f.i.) : kömürlük,, kömür lconulacak yer. eşca' ‫( ا ﺷ ﺠ ﻊ‬a.s. şecî'den): daha (en, pelc) ?ecâatli, en cesur ve yiğit, eşcân ‫( ا ﺷ ﺠﺎ ن‬a.i. ?ecen'in c .): gamlar, tasalar, elemler, kederler, sıkıntılaı'. eşcâr ‫( ا ﺷ ﺠﺎ ر‬a.i. ?ecer'in c .): ağaçlar. e?câr-ı bâg : bahçenin ağaçları. eşcâr-1 müsmire : meyva ağaçları, eşdak ‫( ا ﺷ ﺪ ق‬a.s.) : doğru söz söyleyen, eşedd ‫( ا ﺷ ﺪ‬a.s. şedîd'den) : daha, (en, pek) şiddetli, çetin ve sert. e?edd-i İhtiyâç : en zorlu ihtiyaç. e?edd-i m ücâzât: en şiddetli cezâ. 269

eşekk

eşekk ‫( ا ﺷ ﻚ‬a.s.): ‫ ؟‬ok şek sâhibi, fazla tereddüdeden. eşeli ‫( اﺣﻞ‬a.s.): ‫ ؟‬olak [kimse], eş'em ‫( اﺷﺺ‬a.s.c. eşâim ): daha (en, pek) ugursuz, şom. eş'emü min B esû s: Besûs'tan daha ugursuz. [Arap atasözü], (bkz : besûs). eşen ‫( اﺷﺲ‬f.s.): 1. ters giyilmiş elbise. 2. kavun ve karpuzun hami, kelek, eşerr ‫( اﺷﺮ‬a.s. şerîr'den): daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) şerir, şer'li. eşerr-i nâs : insanların en şerlisi, eşfâ ‫( ا ض‬a.s.): en şifâlı [şey]. eşfâ-yi edviye : ilâçların en şifâlısı. eşfâk ‫( اﺷﻐﻖ‬a.s. şefîk'den): 1. daha, (en, pek) şefkatli, ‫ ؟‬ok merhametli. 2. i. erkek adi. eşfâk ‫ ق‬١‫ ﺧﻎ‬١(a.i. şafakat mânâsına gelen “şafak” in c .): şefkatler, merhametler, acımalar, [müfredi, bu mânâda kullanılmaz], eşfâk-ı şâm ile: herkese yapılan merhametler. eşfâr ‫( ا ﺷﻔﺎر‬a.i. şüfr'ün c .): göz kapağının kenarları, kirpik yerleri. eşgal ‫"( ا ﻧ ﻔ ﺎ ل‬ga" uzun okunur, a.i. şugl'ün c .): İşler, güçler. Ta'tîl-i eşgal (İşleri bırakm a): grev. eşgâl-i mühimme : ehemmiyetli İşler, eşgal ‫ب‬ (a.s. m eşgulden): daha (en, pek) meşgul, ‫ ؟‬ok İŞİ olan. eşhâ ‫( اﺷﻬﻰ‬a.s. şehî'den): en ‫ ؟‬ok, pek fazla sevilip beğenilen, istekle yenilen [şey], eşhâd ‫( اﺷﻬﺎد‬a.i. şâhid'in C.C.). (bkz : şevâhid, şühûd). eşhâr ‫( اﺷﺨﺎر‬f.i.) : 1. kalye taşı denilen radyom hamızı. 2. nişadır. eşhâs ‫( ا ﺷ ﺨﺎ ص‬a.i. şahs'ın c .): adamlar, kişiler, kimseler. eşhâs-ı ma'rûfe : bilinen, tanınmış kimseler, eşhâs-ı m uzırre : zararlı kimseler, eşheb ‫( ا ﺷ ﻬ ﺐ‬a.s.): 1. beyaz, kir at. 2. soğuk [gün]. 3. gü‫ ؟‬İş. 4. i. arslan. (bkz : esed, gazanfer, ‫ ؟‬îr, dırgam). eşhedü ‫( ا ﺷ ﻬﺪ‬a.n. şehâdet'den): “şâhitlik, *tanıklık ediyorum” mânâsına, eşhedü en İâ İlâhe illallah : Allah'tan başka Tanrı olmadığına *tanıklık ederim.

eşhel ‫ ﺷ ﻬ ﻞ‬١ (a.s.) : koyun gözlü, elâ gözlü [adam]; kırmızı ile karışık koyu mâvi, elâ [müen. “şehlâ” dır]. eşher ‫( ا ﺷ ﻬ ﺮ‬a.s. şehir'den) : en şöhretli, pek meşhur, ‫ ؟‬ok iyi tanınmış, eşher-i şuarâ-yi zemân : zamânm en taninmış şâiri. eşhür ‫( ا ﺷ ﻬ ﺮ‬a.i. şehr'in c.) : aylar. eşhiirü'1-hacc ‫( ا ﺷ ﻬ ﺮ ا ﻟ ﺤ ﺞ‬a.b.i.) : “ hac aylan" İslâm'dan evvel "Kâbe" nin tavâf edildiği aylardır : [Şevvâl, Zilka'de ile Zilhicce'den de alınan 10 günle, cem'an 70 gündür], eşhürü'l-hurum ‫( ا ﺷ ﻬ ﺮ ا ﻟ ﺤ ﺮ م‬a.b.i.) : İslâm'dan evvel, harbin ve ölümün haram kabul edildigi arabi aylarından “Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Receb” aylan, [bu aylarda “Kâbe" civârmda av dahi avlanamazdi]. eşhürün ma'lûmât ‫( ا ﺷ ﻬ ﺮ ﻣﻄﻮﻣﺎت‬a.b.i.). (bkz: eşhürü'l-hacc). eşi'a ‫ﺷﻌﻪ‬١ (a.i. şuâ'ın c.) : aydınlıklar, ışıklar, (bkz : pertev, ziyâ'). eşi'a-yi âlem-tâb-1 âftâb : Güneşin âlemi ışıltan aydınlıkları, eşi'a-yi hûrşîd : Güneşin ışıkları, eşi'a-yi m u h ite : bot. öz *ışınlar, fr. rayons médullaires. eşi'a-pâş ‫ﺷﻌﻪ ﻷش‬١ (a.f.b.s.) : nur, ışık dagitan, aydınlık veren. eşiddâ' ‫( ا ﺷ ﺪا ﺀ‬a.s. şedîd'in c.) : şiddetli davranan yiğitler. eşiddâ-yi mücâhidîn : cehdeden, savaşan yigitler. eşîha ‫( ا ب‬f.i.) : at kişnemesi, (bkz : sahil). eşir ‫( ا ذ ر‬a.s.) : pek sevinçli, eşirrâ, eşrâr ‫ ا ﺷ ﺮا ر‬، ‫( ا ﺷ ﺮا‬a.s. şerîr'in c.) : azıİılar, fesat karıştıranlar, kötiüük edenler, edepsizler, haşarılar. eşk ‫( ا ﺷ ﻚ‬f.i.) : gözyaşı, (bkz : dem', sirişk). eşk-i mescûm : dökülmüş gözyaşı, eşk-i sürür : sevin‫ ؟‬gözyaşı, eşk-i şâdi, eşk-i şîrîn : sevinçten dökülen gözyaşı, sevinçle ağlayış, eşk-i şekkerin : sevin‫ ؟‬gözyaşı, eşk-i tahassür : tahassürden, hasretten, ayrıİıktan dolayı akan gözyaşı eşk-i tarab : sevin‫ ؟‬ile ağlayış, sevin‫ ؟‬ile dökulen gözyaşı.

eşrefiyye eşk-i teessür : te e ssü rd e n a k a n g ö zyaşı, eşk-i telh : k ed er, k a y g ı, ta s a d a n d o ğ a n gö zy a şı.

eşka ‫ “( اﻓ ﺶ‬k a " u z u n o k u n u r, a . s . ) : d a h a (en, pelc) ş a k î, h ayd u t.

eşkah ‫ ( اﺷﻘﺢ‬a .s .) : 1. a l ren lcli [at]. 2. k ız ıl d o n lu [h a y v a n ]. 3. k ır m ız ı y ü z lü [adam ], (b k z : eşkar).

eşkâl ‫( اﺷﻜﺎل‬a.i. ş e k l i n c . ) : b iç im le r, sUretler, ta rzlar.

eşkâl-i hayât : h a y â tın şe k ille ri, eşkâl-i hendesi^e : g e o m e tri şe k ille ri, eşkâl-i mUteşâbihe : mat. b e n z e r şe k ille r, eşkâl-ı nazm : ed. m ıs r a 'd a n k a sid e y e v a r ın c a y a k a d a r m a n z u m e le r in m ısra ' s a y ıs ı ve k a fiy e s ır a sı ile b u lu n d u ğ u sU retler; n a z ım ş e k ille ri.

Eşkâl-i Zemân (z a m â n m ş e k ille r i) : A h m e d R â s im 'in 66 k a d a r m ü sâ h a b e, d en em e, m ak a le v e fılc ra sım İçin e a la n b ir eseri,

eşk-âlüd ‫ ( اﺷﻚ آﻟﻮد‬f.b .s .) : g ö z ü y a şlı. eşkar ‫ ( ا ش‬a .s .) : 1. a l re n k li [at]. 2. k ız ıl d o n lu [h a y v a n ]. 3. k ır m ız ı y ü z lü [adam ], (b k z : eşkah ).

eşk-bâr

‫ ( ا ﺷ ﻜ ﺒ ﺎ ر‬f.b .s .) : g ö z y a ş ı y a ğ d ır a n , ‫ ؟‬o k

a ğ la y a n , ( b k z : eşk-rîz).

eşk-bârî ‫رى‬١‫ﺷ ﻚ ب‬

‫ ( ا‬f.b .i.) : a ğ la y ıc ılık . ( b k z :

eşk-rîzî).

eşk-efşân, -feşân

‫ﻓﺜﺎ ن‬

- ، ‫ ( ا ﺷ ﻚ ا ﻓ ﺜ ﺎ ن‬f.b .s .) :

y a ş d ö k e n , ‫ ؟‬o k a ğ la y a n , a ğ la y ıc ı.

eşk-efşânî, -feşânî ‫ ﻓ ﻘ ﺎ ﻧ ﻰ‬- . - . ،

‫ ( ا ﺷ ﻚ ا ﻓ ﺸﺎ ﻧ ﻰ‬f .b .i.) :

a ğ la y ıc ılık .

eşkel ‫ ( اﺷﻜﻞ‬a .s .) : g ö z le rin in a k ı k ır m ız ılı o la n [adam ].

eşkelü'1-ayneyn : ik i g ö z ü n ü n a k ı k ız ıl o la n . Eşkeş ‫ ﺷﻜ ﺶ‬٠ ( f .h .i.) : ‫ ؟‬e h n â m e 'd e a d i geçen T U ra n lı b ir cen k çi.

eşkıyâ' ‫ ﺷﻌﺎﺀ‬١(a.s. ş a k î'n in c.) : d a ğ h ır s ız la n , h ayd u tlar.

eşk-rîz

٠‫ ( ا ﺷ ﻜ ﺮﻳ ﺰ‬f.b .s .) : g ö z y a şı d ö k en , a ğ la y a n , (b k z : eşk-bâr).

eşk-rîzî ‫( اﺷﻜﺮﻳﺰى‬f.b.i.) : g ö z y a ş ı d ö k ü c ü lü k , a ğ la y ış, (b k z :'eşk -b ârî).

eçkû, eşküb ‫ اﻣﺸﻜﻮب‬، ‫ ( اﺷﻜﻮ‬f .i .) : 1. ta v a n . 2. tab a k a , k at.

eşk-ver ‫ ﺷﻜﻮر‬١( f.b .s .) : g ö z y a şı d ö k en , a ğ la y ıc ı.

eşkyûd ‫( ا ﺷ ﻜ ﻴ ﻮ د‬f.s.) : müfret ve basit karşılığı olan mürekkep. eşmat ‫( ا ﺷ ﻤ ﻂ‬a.s.): saçına, sakalına kir düşmüş olan. eçmel ‫( ا ﺷ ﻤ ﻞ‬a.s. şâmil'den): daha (en, pek) şâmil, ‫ ؟‬ok şümullü olan, kaplayan, eşııa' ‫( ا ﺷ ﻊ‬a.s. şenî'den): daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) şeni', fenâ, kötü ve ‫ ؟‬irkin, eşnâ ‫( ا ﺷ ﺎ‬f.s.): 1. ‫ ؟‬ok kıymetli mücevher. 2. yüzgeç, yüzücü, eşne ‫( ا ﺷ ﻪ‬a.i.) : ağa‫ ؟‬yosunu, eşneb ‫( ا ﺷ ﺐ‬a.s.) : inci gibi, beyaz dişli [adam], eşrâf ‫( ا ﺷ ﺮا ف‬a.s. şerifin c.) : şeref ve itibar sâhibi kimseler, ileri gelenler. eşrâf-ı belde : memleketin ileri gelenleri, eşrâk ‫( ا ﺷ ﺮا ك‬a.s. şerîk'in c .): ortaklar, arkadaşlar. [şerîk'in cem'i olan "şürekâ” bizde ‫ ؟‬ok kullanılır]. eşrâr ‫( ا ﺷ ﺮا ر‬a.s. şerîr'in c .): şerirler, azılılar, fesat karıştıranlar, kötülük edenler, edepsizler. (bkz: eşirrâ). eşrât ‫( ا ﺷ ﺮ ا ط‬a.i. şarat'ın c .): alâmetler, nişanlar [Türkçe'de miifredi kullanılmaz]. eşrât-ı sâat: kıyâmet alâmetleri, eşref ‫( ا ﺷ ﺮ ل‬a.s. şerîf'den): 1. daha (en, pek) şerefli, onurlu. eşref-i mahlûkat (mahlûkların en şereflisi): insan. eşref-i sâat: uğurlu ve mesut saat. 2. i. erkek adi. Eşref ‫ ﺷ ﺮ ى‬١ (a.h.i.): Kırkağa‫' ؟‬ın Gelenbe köyünde doğmuştur. Babasının adi Hâfız Mustafa'dır. Medresede okumuş ve bir ara Avrupa'ya kaçarak Paris ve İsviçre'de bulunmuştur. 1908 den sonra İstanbul'a dönmüştür. Hicivleriyle tanınmış olan bu şâirin pervâsız bir karakteri vardır. Eserler i : Hasbihal, İranda Yangın Var, istimdat, Deccâl, Külliyât-1 Eş'âr. [şiirleri toplanarak sonradan neşredilmiştir], (d .: 1846, ö .: 1911). eşrefî ‫( ا ﺷ ﺮ ﻓ ﻰ‬a.s.): eşrefe âit, eşrefle ilgili, şerefli. eşrefim e ‫( ا ﺷ ﺮ ﻓ ﻪ‬a.h.i.) : Kadiri tarikatı şubelerinden birinin adi. [kurucusu: Kuzeybatı Anadolu Kadirileri arasında pîr-i sânî (ikinci pir) olarak tanınan EşrefoglUdur]. 271

e§rem eşrem ‫( ا ﺷ ﺮ م‬a .s .): bu ru n su z, bu rn u kesik [kim se].

eşria ‫( ا ﺷ ﺮ ﻋ ﻪ‬a.i. şirâ'ın c.) : yelkenler. eşria-i s ü fü n : gem ilerin yelkenleri, eşribe ‫( اﺷﺮﺑﻪ‬a.i. şerâb'ın c . ) : içilecek şeyler, İçkiler.

eşribe-i bâride : soğu k içkiler. eş-Şücâ ‫( اﻟ ﺜ ﺠﺎ‬a .h .i.): astr. sem ân ın gü n ey y a rim küresinde Esed (A rslan) b urcu ile Kelb-İ A sg ar (K ü çü k Köpek) b u rçları araSinda cenûba (güney) d oğ ru uzanan b ü yü k z in cirvâri b ir burç, lât. Hydra; fr. Hydre.

eştâd ‫ ( اﺷﺘﺎد‬f i . ) : güneş ayın ın y irm i altıncı

etâyib ‫( اﻃﺎﻳﺐ‬a.s. etyab'in c.) : seçkin, seçme nesneler. etbâ' ‫( اﺗﺒﺎع‬a.s. îâbi'nin c.) : 1. birinin sözüne, İçine, mesleğine uyanlar. 2. hizmetçiler, uçaklar. etbâ ü hadem : taraflılar ve hizmet edenler, etbâk ‫( اﻃﺎ ق‬a.i. tabak ve tabaka'nm c.) : 1. büyük sahanlar, yemek tepsisi veyâ tahtaları, kapaklar, örtüler. 2. haller, katlar, mertebe1er, dereceler, (bkz : tabakat). 5. kabileler, etemm ‫ ﺗ ﻢ‬١ (a.s. tamm'dan) : daha, (en, pek) tam‫ ؛‬kusursuz, eksiksiz, etfâl ‫( ا ﻃ ﻐﺎ ل‬a.i. tıfl'm c.) : 1. çocuklar,

günü. 2. 0 güne m e'm ur sayılan m elek. 3. 21 sûreden İbâret olan zend'den (Z erdüşt'ün kendisin e n üzûlünü İddiâ ettiği kitaptan) b ir sû ren in adi.

etfâlî mekâtib : mektep çocukları. 2. tâze fidanlar, çiçekler.

eçtât ‫( ا ﺷﺎ ت‬a.i. çetît'in c .) : takım lar, fırk alar,

etfâliyyât ‫( ا ﻃ ﻐﺎﻟﻴﺎ ت‬a.i.) : çocuk bilgisi, fr. pédologie.

Sim flar, neviler, çeşitler,

eçtât-ı ulûm : ilim le rin nevileri, çeşitleri, eçvâk ‫( ا ﺷ ﻮا ق‬a.i. şevk'in c . ) : şiddetli arzular, istekler, neçveler.

eçvâk ‫( ا ﺷ ﺮا ك‬a.i. şevk'in c .) : 1. bot. dilcenler [bitki]. 2. hek. kem ik lerin u zam aları, eçvât ‫( ا ﺷ ﻮ ا ط‬a.i şavt'ın c .) : 1 koşm alar, sıçrayışlar. 2. K âb e'yi yed i kere ta v â f etm e (doİaçma) hareketleri.

eşyâ’ ‫( اﺷﻴﺎﺀ‬a.i. çey'in c . ) : nesneler, m evcut olan şeyler, İevâzım ‫ ؛‬çam aşır, elbise, yolcunu n san dığı, b avu lu , ç ık ın ı, sepeti‫ ؛‬e vin m asaSI, koltuğu, kanapesi, perdesi ve benzerleri gibi nesneler.

eşyâ-yi beytiyye : ev eşyâsı. eşyâ’ ‫( اﺷﻴﺎع‬a.i. şîa'nın c . ) : bölükler, cem âatler, yard ım cılar, ( b k z : şiya').

eçyâh ‫( اﺷﻴﺎخ‬a.s. şeyh 'in c.) : ihtiyarlar, yaşlılar,

etfâl-i bâg : yeni yetişen, körpe fidanlar, etfâl-ibehâr : tâze çimenler, çiçekler,

etıbbâ, etibbe ‫ اﻃﺒﻪ‬، ‫( اﻃﺒﺎﺀ‬a.i. tabib'in c.) : hekimler, doktorlar, tip ilmini bilenler, etıbbâ-yi hâssa : saray doktorları, et'ime ‫( ا ف‬a.i. taâm'ın c.) : yemelcler, açlar, et'ime-i lezize : lezzetli yemekler, et'ime-i nefise : çok güzel yemekler, etka ‫“( اﺗﻐﻰ‬ka” uzun okunur, a.s. taki'den) : pek taki, ziyâde perhizkâr, giinah içlemekten çok çekinen. etkıyâ'‫( اﺗﻐﻴﺎﺀ‬a.s. taki'nin c.) : Allah korkusuyla günah içlemekten çekinenler, etlâd ‫( اﺗﻼد‬a.i.c.) : telidler, evde doğan kul ve câriyeler. etra' ‫( ا ر ع‬a.i.) : dere gibi akan su. etrâb ‫( اﺗﺮاب‬a.s. tirb'in c.) : akranlar, bir yaşda olanlar.

(bkz : şüyûh). [“eçyâh ” m üfret o larak “u su l" m ân âsın a da gelir].

etrâf ‫( ا ﻃ ﺮا ف‬a.i. taraf'm c.) : yanlar, uçlar, kiyılar.

eçyeb ‫( اﺷﻴﺐ‬a.s.şe yb 'd en ): saçı, sak alı ağarm ış

etrâf-ı halfiyye: anat. hayvanin iki art aya-

etâ ‫( ا ط‬f.i.) : bot. lcavak ağacı,

gı. etrâf-ı kuddâmiyye : anat. hayvanin iki ön ayağı. etrâf-ı sü flice : anat. her iki ayak,

etân ‫ىف‬١ (f.i.): 1. dişi eşek. 2. yo su n lu taş; bir

etrâf-ı ulviyye : anat. her ilci el.

ih tiyar [adam].

eşyem ‫( اﺷﻴﻢ‬a .s .): yü zü n d e vü cû d u n d a çok beni olan [adam], (bkz : hâldâr).

k ısm ı su yu n İçinde, b ir k ısm ı dışında k alan kaya.

etâve ‫( اﺗﺎوه‬a .s .): gelm iş, gelen, m isafir, garip.

272

etrâfü'1-beden : anat. baş‫ ؛‬eller, ayaklar, etrâf ‫( اﺗﺮا ف‬a.i. türfe'nin c.) : 1. zarif ve nâzik şeyler. 2. güzel yemekler.

evt etrâh ‫اﺗﺮاح‬

(a.i. te ra h 'm c.) : g am lar, tasalar,

k a y g ıla r, lcederler.

etrâh-1 kalb : g ö n ü l sılcıntıları. Etrâk ‫( آ را ك‬a.i. T ü rlc'ü n c.) : Türlcler. etrâs ‫( ا را س‬a.i. tü r s 'ü n c.) : k a lk a n la r

[h a rp

âleti].

etribe ‫( ا"رﺑﻪ‬a.i. etrika ‫اﻃﺮﻗﻪ‬

tü râ b 'ın c.) : topralelar. (a.i.

ta r ik 'in

c.) :

1. y o lla r,

c a d d e le r.2. g e ç in m e k ü zere tu tu la n yo llar, m esleklek , tarik a tle r. 3 . sebepler, vâ sıta la r, vesileler, (b k z : tu ru k ).

et-tâir ‫( اﻟﻄﺎر‬a.i.) : astr. (b k z : n e srü 't-tâ ir). et-tekrârii hasen veiev kâne y i i z seksen

‫اﻟﺘﻜﺮار ا ﺣ ﺲ و ﻟﻮ ﻛﺎن ﻳﻮز ﺷ ﺎ ن‬

(a.t.cü.) : tele-

ra r iy i şe y d ir v e le v k i y ü z seksen leerre de olsa.

ettûn ‫( ادون‬a.i.) : h a m a m etvâk ‫ ق‬٠‫( اﻃﻮ‬a.i. ta v k 'in

k ü lh a n ı, c.) : 1. k a d m g e rd a n -

İıleları. 2 . H in d is ta n c e v iz in in sütü,

etvâr ‫اﻃﻮار‬

(a.i. ta v r 'm c.) : h a l v e hareketler,

İşler, tarzlar.

etvâr-1 mütehayyirâne : şa şk ın c a ta vırla r, etvâr-ı nâ-lâyıka : u y g u n s u z hareketler. etvâr-1 seb'a : tas. n e fsin y e d i d erecesin e g ö re d eğ işen haller.

etvâs ‫اﻃﻮا س‬ evâbid ‫ا و ا د‬

(a.i. tâû s'u n c.) : ta v u s k u şla rı, (a.i. âb id e 'n in c.) : ge leceğe h â tıra

k a la n eserler, (b k z : âbidât).

evâbid-i İidebâ : e d ip le rin eserleri, evâgî ‫( اوا ض‬a.i. â g iye 'n in c.) : b a ğ , b a h ‫ ؟‬e ١ta rla ve b o s ta n la r i s u la m a k İ‫ ؟‬in a ç ıla n a rk lar, su a k ıtıla c a k yerler.

evâhir ‫اواﺧﺮ‬

(a.i. â h ir'in c.) : so n la r; a y in so n

g ü n le ri, [zıd d ı " e v â il” d ir].

evâhir-i saltanat : sa lta n a tın so n la rı, evâil ‫( اواش‬a.i. e v v e l'in c.) : ilk v a k itle r,

evvel

evân ‫( اوان‬a.i. c . : âvine): vakit, zaman, ‫ ؟‬ağ. (bkz: hen-gâm). evân-ı şebâb : gençlik ‫ ؟‬ağı. evânî ‫( اواﻓﻰ‬a.i. inâ'nın c.): kapkacaklar, kaplar. evânî-i sim ü zer : altm ve gümüş kapkacak. evâr, evâre ‫ اواره‬، ‫( اوار‬f.i.): divan ve hükümet dâirelerine âit defter, (bkz : eyâr). 2. İmâret. evârîn ‫( اوارس‬f.s.): ‫ ؟‬irkin, evâsıt ‫( ا و ا ط‬a.i. evsat'm c .): ortalar, ortadakiler, ortada bulunanlar; orta günler, orta zamanlar. evâsıt-ı k elim ât: gr. kelimelerin ortalan, evâvîn ‫( اواوس‬a.i. iyvân'ın c .): büyük sofalar, salonlar, köçkİer. evâzıh ‫( اواﺿﺢ‬a.i.) : mehtaplı geceler; her arabi ayının : ön ü‫ ؟‬, on dört ve on beşinci geceleri ki gündüzlerinde oru‫ ؟‬tutulması müstahaptır, (bkz : eyyâm-1 bîd). evb ‫( او ب‬a.i.): taraf, cihet, yön. evbâr ‫( اودار‬f.i.): yutma, yutuş. evbâş ‫ وﺑ ﺶ‬١(a.i. vebeş'in c .): ayak takımı, terbiyesiz, aşağılık kimse, (bkz : evkâş, evşâb, şirzime, tûnî). [kelime müfret gibi kullamliri. evbâşân ‫( اوﺑﺎﺷﺎن‬a.s. evbâş'ın c.): ayaktakımlari, aşağılık kimseler, (bkz: hazele, rüzelâ). evbâş-âne ‫( اوﺑﺎﺷﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): terbiyesize, aşağılık kimseye yakışacak sûrette. eve ‫( اوج‬a.i.c.: evcât): 1. yüce, yüksek, bir şeyin en yüksek noktası, doruk, (bkz: şâhika). [zıddı "haziz” ]. evc-i âsmân : göğün en yüksek kısmı, evc-ibâlâ : en üst derece, evc-i hevâ : havanın üstü, en yüksek tabaka-

z a m a n la r, eski, g e ç m iş z a m a n la r, İptidâlaı., önceler, b a şla n g ıçla r, [zıd d ı " e v â h ir ” dir].

evâil-i lcelimât : gr. evâm

‫اوام‬

k elim e le rin e v ve lle ri,

(f.i.) : 1. b o r ‫ ؟‬, ö d ü n ‫ ؟‬, (blez : d eyn ).

2 . ren k, b o y a , (blez : levn).

evâmir ‫اواس‬

(a.i. e m r'in c.) : b u yru k lai", b u y -

ru ltu lar.

evâmir-i aşere :

Y a h u d ilik te riâ y e t e d ilm e si

fr. le s dix commandements. evâmir ü nevâhî : em irle r v e y a sa k la r. şa rt o lan on k aid e,

evc-i İk b â l: yükselişin en son noktası, evc-i r if'a t : yüksekliğin tepesi, son notası. 2. astr. 21 haziranda arzm mahreki üzerinde Güneşten en uzak bulunduğu nokta, eve ve haziz h a ttı: astr. *günberi- *günöte doğrusu. eve ‫( اوج‬f.i.): miiz, eski makamlardandır. Bu malcam ırak makamının inici şeklidir. Segâh dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi ile uşşak d'örtlüsünün karışmasından 273

evc-aşırarı mürekkep bir makamdır. Durak ırakve birinci derecede gü‫ ؟‬lü dügâh'dır. Donanıma si koma bemolü ile fa bakıyye diyezi konulur. Ancak evic'de bestekârlar hemen her zaman mi diyez (acem) kullanmışlardır. Makam tiz perdelerde dolaştıktan sonra, inici bir şekilde ırak'da karar verir. evc-aşîrân: miiz. adi anonim bir edvar-1 İlm-i musikide ge‫ ؟‬en makam. evc-i hûzî : miiz. altı yedi asırlılc bir miirekkep makamdır. Sengin semâî, düyek ve s o f yan (2 adet) usûllerindeki 4 bektâşi nefesi makama misaldir. Evc-hûzî, evic makamına uşşak ilâvesinden mürekkeptir. Uşşak ile dügâh perdesinde kalır. Donanımına uşşak gibi yalnız si İ‫ ؟‬in bir koma bemolü lconulur (bu ses evic'de de müşterektir), evi‫ ؟‬-aşîran da evc-hûzî'nin diger bir isminden başka bir şey değildir. evc-i nihâvendi : müz. tahminen iki asırlık veyâ daha eski, nümûnesi bulunmayan bir mürekkep makamdır. evc-i pûselilc: müz. iki asırlık bil' mürekkep makamdır, evi‫' ؟‬e bir pûselilc beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. Bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Gü‫ ؟‬lü birinci derecede evi‫' ؟‬in durağı olan fa diyezidir. Donanıma evi‫ ؟‬gibi si koma bemolü ile fa balcıyye diyezi konulur. PUselik beşlisi İ‫ ؟‬in ise bu sesler bekar yapılır. evc-maklûb : miiz. adi Millet Kitaplığındaki bir edvarda ge‫ ؟‬en malcam. evcâ' ‫( اوﺟﺎع‬a.i. vecâ'ın c.) : agnlar, sancılar, acılar, sızılar. evcâ'-ı batn : karin ağrıları. evcâ'-ı şedide : şiddetli sancılar,

nevâ, acem, evic. Güçlü, beşinci derecede olan nim hicazdır. evceb ‫( اوﺟ ﺐ‬a.s. vâcib'den): en vâcip, pek İÜzumlu, ‫ ؟‬ok gerekli. evceb-i vecâib : lüzumluların lüzumlusu, evceh ‫( اوﺟﻪ‬a.s.): en vecihli, pek münâsebetli, ‫ ؟‬ok uygun. evceh-i a k v â l: sözlerin en münâsebetlisi. evcel ‫( اوض‬a.s.) : ‫ ؟‬okkorkak [adam], evcer ‫( ا و م‬a.s.) : ‫ ؟‬o k ‫ ؟‬ekingen [kimse], evc-gir ‫( اوﺟﻜﻴﺮ‬a.f.b.s.): yüksege ‫ ؟‬ikan, yükselen. evcire ‫( اوﺟﺮه‬a.i. vecâr ve vicâr'ın c.). (bkz : V Ü cür). evc-mend ‫( اوﺟﻤﺌﺪ‬f.i.): 1. top, küme, yığın. 2. s. idâreli, evini iyi bir halde bulunduran, evc-pervâz ‫( اوج إرواز‬a.f.b.s.): yüksekte u‫ ؟‬an. evdâd ‫( اوداد‬a.s. vedid'in c.). (bkz: eviddâ', evüdd). evdiye ‫( ا و دا‬a.i. vâdî'nin c .): dereler, daglar arasındaki yerler, (bkz : vâdî). evend ‫( اوﻧﺪ‬f.i.): kap kacak, evfâ' ‫( اوﻓﺎﺀ‬a.s. vefâ'dan): 1. daha (en, pek) vefâlı, cana yakın, sözünde duran. 2. en ‫ ؟‬ok, pek tamam, yetkin, evfak ‫( اوﻓﻖ‬a.s. vefik'den): daha (en, pelc, ‫ ؟‬ok) muvâfık, pek uygun. evfer ‫( اوﻓﺮ‬a.s. vâfir'den): daha (en, pek) vâfir, sayıca daha bol, pek ‫ ؟‬ok [olan], evgad ‫"( اوﻏﺎد‬ga” uzun okunur, a.i. vagd'm c .): ahmaklar, akılsızlar. evgenc ‫اوﺳﻤﻨﺞ‬ nedâmet).

(f.i.):

pişmanlık,

(bkz:

evhad ‫( اوﺣﺪ‬a.s. vâhid'den): yegâne,, tek, bir tâne, biricik.

evcâr ‫( او ض‬a.i): İçinde gizlenmelc İ‫ ؟‬in avcılar tarafından yapılan ‫ ؟‬ukurlar, siperler,

evhâl ‫ل‬،‫( اوح‬a.i. vahal'ın c .): 1. balçıklar, Sivalar. 2. mekânlar, yerler.

evc-ârâ ‫( اوج ارا‬f.b.i.): miiz. III. Selim'in adİandırdıgı bir makamdır. Bu makam zirgüle makamının fa diyez (ırak) perdesindeki şeddidir. Hicazkâr makamının yarim ton pestte kalan şekli olan bu makamın ismi, terkibinde evic olduğunu degil, 0 perdede kaldığını bildirmektedir. Donanımına fa, do, sol İ‫ ؟‬in ü‫ ؟‬diyez ve si İ‫ ؟‬in bir koma bemolü konulur. Orta sekizlideki sesleri şOyledir : ırak, rast, lcürdî, segâh, nim hicâz.

evhâm ‫( اوﻫﺎم‬a.i. vehm'in c .): zanlar, kuşkular, esassız şeyler, kuruntular,

274

evhaş ‫( اوﺣﺶ‬a.s. vahşî'den): daha (en, pek) vahşî, ‫ ؟‬ok vahşetti, evhaş-i efâî : yılanların en vahşisi, evhen ‫( اوﻫﻦ‬a.s.): daha (en, pelc) zayıf, gevşek, dayanıksız, (bkz: vehen). evhen-i büyüt (evlerin en dayanıksızı): örümcek yuvası.

evlâ' e v ic - a ? îr â n

‫ﻋﺒ ﺮا ن‬

‫( ا و ج‬f.b.i.). ( b k z : e v c -i

e v k a f-ı

c e lâ liy y e :

R û m î'y e

hûzî). e v ic - g e r d â n iy y e ‫( ا و ج ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ‬f.b.i.) : ik i a şırd ır k u lla n ılm a y a n ve elde h iç b ir n ü m û n e si b u lu n m a y a n m ü rek k e p b ir m a k a m d ır. E v iç ve g e rd â n iy e m ü re k k e p m a k a m la r ın ın bil"le şm e sin d e n ibârettii".

a y rıla n

M e v Jâ n â ve

C e lâ le d d in

g elirleri

M e v le v i

ta rîk a tin e tah sis ed ilen v a k ıfla r , e v k a f - ı h ü m â y û n : ta r. p â d iş â h la r ın ve o n la ra m e n su p o la n la rın v a k ıfla r ı, e v k a f - ı m a z b û t e : h ü k ü m e t ta ra fın d a n İd âre o lu n a n v a k ıfla r .

e v id d â ' ‫( اوداﺀ‬a.s. v e d îd 'in c . ) : ah bap lar, h a k ik i do stlar, sevgililer, (b k z : evd âd , ev ü d d ).

e v k a f - ı m t i l h a k k a : ta r. O s m a n lIla rd a d ev letin d e n e tim v e g ö z e tim i a ltın d a o lm a k ?a rtıy la

e v id d â - y î k a d îm e : eski dostlar, e v in d ‫ ( ا و د‬f .i .) : h ile, o y u n , ald a tm a , ( b k z :

k u ru cu su n u n

so yu n d an

gelen

m iite ve llîlerce y ö n e tile n v a k ıfla r , e v k a f - ı m iin d e r is e : g elirleri y o k o lm u ? v a -

hud'a). e v 'iy e ‫( ا و ي‬a.i. v iâ 'n ın c . ) : 1. k ap lar, m a h fa z a -

k ifla r. e v k a f - ı s e lâ t în . (b k z : e v k a f-ı h ü m â y û n ),

lar. 2 . d a m a rla r.

evkâr

e v 'iy e -î d e m e v iy y e : a n a t. k a n d a m a rla rı, e v 'iy e -i h a le z O n iy y e : b o t. *b itk in in ge lişm e sin e y a r a y a n v e b irb iri ü zeı'in e sa rılıp d o lan a n d a m a rla r.

‫اوﻛﺎر‬

e v k â r - ı t u y û r : k u ? y u v a la r ı,

‫اوﻗﺎش‬

evka?

e v 'îy e -i h a l k a v i y y e : b o t. b itk ile rin ge lişm e-

(a.i. veler v e v e k re 'n in c . ) : k u ? y u -

v a la rı.

( " k a " u z u n o k u n u r, a . s . ) : ayale

ta k ım ı, terb iy esiz, a ş a ğ ılık k im se ,

(b k z :

e v b â ?, ev?âb ).

sine y a r a y a n h a lk a ? ek lin d e k i d a m a rla r,

evkat

e v 'iy e -i h a ş e b iy y e : b o t. o d u n d a m a rla rı, e v 'iy e -î h e v â iy y e : a n a t. İÇİ h a v a ile d o lu o lan

1.

‫ “( اوﻗﺎت‬k a "

u z u n o k u n u r, a.i. v a k t 'in c . ) :

z a m a n la r, ç a ğ la r, i . H alek i T a r ik U s ta -

r a fın d a n İs ta n b u l'd a y a y ım la n m ış gü n lü le

d am ai'lar. e v 'iy e -î l e b e n iy y e : b o t. sü t k ıv â m ın d a b e y a z , tu r u n c u , sari, y e şilim si, h â sılı tü rlü ren k -

b ir gazete. e v k a t -ı h a m s e (b e? v a k i t ) : sa b a h n a m a z ı v a k t i (tan y e r i a ğ a r d ık ta n G ü n e ? d o ğ m a -

lerd e b ir su y u b u lu n a n b itk i d a m a rla rı,

Sin a y a k ın o la n z a m â n a k a d a r); ö ğle; ik in -

e v 'iy e - î J e n f â v î ^ e : a n a t. le n f d a m a rla rı,

d i;

e v 'iy e -î m e ftU h a : a n a t. a ç ık d a m a rla r,

akşam ;

y a ts ı

n a m a z la r ın ın

k ılın d ığ ı

v a k itle r, s a b a h n a m a z ı : d ö rt rekât (ik isi

e v 'iy e - î m iin a k k a t a : b o t. n o k ta lı d a m a rla r,

sü n n et, ik is i farz), ö ğ le n a m a z ı : o n rekât

e v 'iy e -î n â k ile : b o t. *iletk e n d a m a rla r,

(d ö rd ü sü n n e t, d ö rd ü fa rz, ileisi so n sü n n et),

e v 'iy e -î

s ü l l e m i y y e : a n a t.

b a s a m a k lı

d a-

ik i n d i n a m a z ı : sek iz rek ât (d ö rd ü sü n n e t “ s ü n n e t-i g a y r i m ü e k k e d e ” , döı ٠d ü farz), a k -

m arlar. e v 'iy e -î ş a 'r îy y e : a n a t. k ır m ız ı v e s iy a h k a n d a m a r la rı a ra s ın d a k i g ayet in c e d a m a rla r, e v 'iy e -î ? e b e k iy y e : b o t . b itk ile rin ge lişm e sine y a r a y a n v e b a lık a ğ ı g ib i b irb ir in in ü z e rin e d o la şm ış b u lu n a n in ce d a m a rla r, e v 'iy e -î ş i r y â n i y y e : a n a t. k ır m ız ı k a n taşıy a n n a b ız d a m a rla rı. e v 'iy e - i v e r îd iy y e : a n a t. siy a h k a n d a m a r la -

? a m n a m a z ı : b e? rek ât (ü çü fa rz, ik isi s ü n net), y a t s ı n a m a z ı : o n ü ç rek ât (d ö rd ü s ü n n et, d ö rd ü fa rz , ik isi so n sü n n e t “ sü n n e t-i g a y r i m ü ek k ed e'', ü ç ü v it ir n am azı).] e v k a t -ı m u a y y e n e : b e lli za m a n la r, e v k a t -ı s a l â t : n a m a z v a k itleri. e v k a t -g U z â r

‫ ا ر‬/ ‫اوﻗﺎت‬

( a .f.b .s .): v a k it g e çi-

ren. e v k e d ^ ‫ ( او‬a .s .) : d a h a (en, p ek) tek itli, k u v -

‫ ( اوق‬a .i . ) : y ü k , e v k a f ‫ “( اوﻗﺎف‬k a "

evk

a ğ ırlık , u z u n o k u n u r, a.i. v a k f ı n

ve tli. e v k e d - i e v â m i r : em irle rin en k u v v e tlisi,

‫اوﻛﺲ‬

c . ) : 1. c â m i, m ed rese, İm â re t g ib i h a y r â tm

evkes

id âresin e a y rıla n a râ z î, b in â v e şâire. 2 . v a -

e v lâ ' ‫ ( اوﻻﺀ‬a .s .) : 1. d a h a u y g u n , d a h a lâ y ık ,

k ifla r u m u m m ü d ü rlü ğ ü .

( a .s .) : s o y s u z v e p in ti [adam ],

d a h a iyi, ü stü n .

275

evlâd

evlâd ‫( اوﻻد‬a.i. veled'in c .): 1. ‫ ؟‬ocuklar. 2. [Türk‫ ؟‬ede miifred olarak lcııllanılır] oğul‫ ؛‬kız ‫ ؟ ؛‬ocuk. 3. sülâle, nesil, evlâd-ı b ü tü n : huk. bir kimsenin kız 0‫ ؟‬cuklarınm erkelc ve kız ‫ ؟‬oculcları. evlâd-ı fâtihân : Rumeli zaptında bulunanİarın soyu. evlâd-ı İnâs : kız ‫ ؟‬ocukları, evlâd-ı iimm : ölünün ana tarafından oğlan ve kız kardeşleri, evlâd-ı vatan : vatan ‫ ؟‬oculcları. evlâd-ı zuhûr : huk. bir adamm öz erkelc ve kız ‫ ؟‬oculclarıyla erlcek evlâdının erlcek ve kız ‫ ؟‬ocukları.[zıddı "evlâd-ı bütün” dur], evlâd-ı zükûr : erkelc ‫ ؟‬ocuklar, evlâd ü iy a l: (bkz : ıyâl). evlâdiyye ‫( اوﻻدﻳﻪ‬a.s.) : 1. evlâda mahsus, evlâtlık. 2. mec. ‫ ؟‬ok sağlam ve dayanıldı [ev, eşyâ]. evlâdiyyet ‫( اوﻻدﻳ ﺖ‬a.i.) : evlâda mahsus, evlâtlık. evleviyyet ‫( اوﻟﻮﻳﺖ‬a.i.) : 1. evlevililc, evlâlık, üstün tutulmaya lâyık olma. 2. diyecelc kalmama. evleviyyetle : haydi haydi, fr.fortiori. evliyâ' ‫( ا و ﻳ ﺎﺀ‬a.i. velî'nin c .): 1. kerâmet sâhibi olanlar, erenler. 2. Allah'a daha yakın bulunanlar. 3. emir sâhibi bulunanlar. 4. himâye edenler, lcoruyanlar. evliyâ-yı umûr: İş başında bulunan lcimseler. evliyâ-yı e tfâ l: ‫ ؟‬oculcların velileri. Evliyâ Çelebi ‫( اوب ﺟﺒ ﻰ‬a.h.i.) : 10 Muharrem 1020 (25 Mart 1611) târihinde İstanbul'da Unkapani'nda doğmuştur. Babaşının adi, Dervîş Mehmed Zıllî'dir. Aslen Kütahya'lıdır.1631 târihinde İstanbul civârmdan başlayarak seyâhate ‫ ؟‬ıkmış ve yarim asırlık bir seyâhat devresinde Anadolu ve Rumeli'den başka; Macaristan, Polonya, Avusturya, Almanya, Hollanda, Dalma‫ ؟‬ya, Rusya'nın güneyi, Kafkasya, İran'ın bir parçası, Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz taraflarım dolaşmış ve birinci cildi İstanbul'a âit olmalc üzere on ciltlik seyâhatnâmesini meydana getirmiştir. Eserlerinde bir talcım hurâfe ve masallar da epeyce yer tutmakla beı-âber verdiği bilgiler, miiteveklcil bir edâ

m

ve kendini mahsus tatil bir üslûp ile anlatılmıçtır. Yetmi? yaşlarında İstanbul'da ölen ‫ ؟‬elebî'nin ölüm târihi ve mezarı bilinmemektedir. evrâ ‫( اورا‬f.i.): hisar. evrâd ‫( اوراد‬a.i. vird'in c .): 1. okunması âdet olunan dînî duâlar. 2. her vakit dilde ve ağızda dolaşan sözler, (bkz : ezkâr). evrâk ‫( اوراق‬a.i. varak'ın c .): 1. yapraklar, kâğıtlar, 2. arşiv. evrâk-ı halkaviyye : bot. bir halka meydana getirmek sûretiyle ‫ ؟‬ikan yapraklar, evrâk-ı havâdis : gazeteler, evrâk-ı m ahzeni: arşiv, evrâk-ı matbûa : eko. basılı kâğıtlar, evrâk-ı miisbite : eko. bir mevzuun husûlünü veyâ doğruluğunu İspât edici vesikalar. evrâlc-1 müteâkibe : bot. alm aşık yapraklar. evrâk-ı mütekabile : bot. karşılıklı yapraklar. evrâk-ı nakdiyye : kâğıt paraflar]. Evrâk-ı P erîşân : Namık Kemal'in Selahattin Eyyûbî, Fatih ve Yavuz Sultan Selim'i anlatan 1872 de basılmış tarihe dâir bir eseri. evrâk-ı rlşiyye : kuş tüyü şeklinde olan yapraklar. evrâm ‫( اورام‬a.i. verem'in c .): vücûtta peydâ olan şişler, yumrular. evre ‫( اوره‬f.i.) : esvabın, elbisenin dış yüzü. evrek ‫( اورك‬f.i.) : ‫ ؟‬ocukların ağaca ip takarak yaptıkları salıncak. evrencen, evrencin ‫ اورﻧﺠﻴﻦ‬، ‫( اورﻧﺠﻦ‬f. i.) : kadin bileziği, (bkz : ebrencen). e v re n d ^ ^ ١(f.i.) :1. hile,aldatma["evrendîden” mastarından]. 2. şan, şeref. 3. dîhîm, taht, (bkz. (blcz: erilce, seril-). 4. Keyâniler'den Keypeşin'in oğlu ve LUhrasbln babası. evren g ‫( ا و ر د‬f.i.): 1. taht, (bkz : erike, dîhîm, serir). 2. şeref‫ ؛‬süs. 3. akil ve irfen. 4. hâlin hoşluğu. 5. ağa‫ ؟‬kurdu. 6. yakışıklılık. 7. hile, (bkz : desise, hud'a). evreng-nişln ‫( ا و ر د ﻧ ﺸ ﻦ‬f.b.s.): tahtta oturan, hükümdar. evreng-zib ‫( ا و ر د زﻳﺐ‬f.b.s.) : tahtı süsleyen hükümdar.

evvel-‫ ؛‬riyâh-1 bevârih

evride ‫( اورده‬a.i. verid'in c .): 1. anat. siyah lean damarları, toplardamarlar. 2. boyunun iki tarafında olan damarlar, (bkz : verid). evsa' ‫وﺳﻊ‬١(a.s. vâsî'den) : daha (en, pek) vâsi' ve geniş. evsâf ‫( اوﺻﺎى‬a.i. vasfm c .): sıfatlar, lealiteler. (blez : vasf). evsâf-ı cemile : güzel vasıflar, evsâf-ı h am ide: övülen, beğenilen nitelikler. evsâh ‫( اوﻣﺎخ‬a.i. vesah'm c.): kirler, pislikler, murdarlıklar. İzâle-i evsâh : kirlerin giderilmesi. evsak ‫( اوش‬a.s.) : 1. ‫ ؟‬ok muhkem, pek sağlam. 2. en ‫ ؟‬ok güvenilir olan, inanılan. evsâl ‫ و ﻣﺎ ل‬١ (a.i. vasİ'ın c.): vücuttaki mafsallar, oynaklar, (bkz: evşâz-١). [müfredi, bu mânâda kullanılmaz]. evsâm ‫( اوﺳﺎم‬a.i. vesm'in c .): vücut üzerine bir İğne ile kara bir tozdan yapılan resimler, şekiller veyâ yazılan yazılar, dögmeler. (blez: veşm).

evçen ‫( اوﺷﻦ‬a.s.): dalkavuk, (bkz : müdâhin, mütahallik). evşeng ‫( او ﺷﻐﻚ‬f.i.): ince ip) sicim, evtâd ‫( ا و د‬a.i. veted'in c.) : ağa‫ ؟‬veyâ demir kazıklar, direkler. evtâdü'l-arz: dağlar. evtâdü'l-bilâd : büyükler ve başta gelenler. evtâdü'l-fem : dişler. evtân ‫( اوﻃﺎن‬a.i. vatan'm c .): insanin doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, uğrunda ölünen topraklar. Terk-İ e v tâ n : vatanlarmdan ayrılma. evtân-ı muhâcirin : göçmenlerin vatanları. evtâr ‫ و ﻃﺮ‬١(a.i. vatar'ın c .): ihtiyaçlar, lüzumlu olan şeyler. evtâr-ı âcile : acele ihtiyaçlar. evtâr ‫( ا و ر‬a.i. veter'in c.) : 1. yaya gerilmiş ipler, kirişler, teller. 2. bir kavsin iki ucuna bağlanan düz çizgiler. evtâr-ı hüzn ü İlhâm : hüzün ve ilham telleri.

evsâm ‫( اوﺻﺎم‬a.i. vasm'ın c .): ayıplar, ârlar, hayâlar, utanmalar.

eviidd ‫( اود‬a.s. vedid'in c.). (bkz: eviddâ', evdâd).

evsân ‫( اوﺛﺎن‬a.i. vesen'in c .): putlar, haçlar, (bkz: esnâm).

evvâb ‫( اواب‬a.s.): Allah'a sımsıkı bağlı, sofu, zâhid. evvâbin n am azı: Celvetiyye tarikatı mensupları tarafından beş vakit dışında kliman nâfile namaz, [akşam namazından sonra kliman bu nâfila namaz altı rekâttir].

evsat ‫( اوﺳﻂ‬a.i.c. evâsit): 1. bir şeyin ortası. 2. ortadaki. 3. s. orta, orta halli. 4 ٠s. yüksek ile alçak arası. 5. müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi altı zamanii ve on ü‫ ؟‬darplıdır. Evsat, İlâhilerde düyek'den sonra en ‫ ؟‬ok kullanılmış Öİ‫ ؟‬Üdür. Ayrıca peşrev, beste ve şarkı formları İ‫ ؟‬in de kullanılmıştır. 26/8 lik yürük evsat mertebesi ‫ ؟‬ok kullanılmıştır. Usûl, Sirasiyla 1 Türk aksağı, 2 sofyan'dan mürekkeptir. Beste devr-i revân adi verilen usûl, evsat'ın darplarının birleştirilmiş şeklinden başka bir şey değildir. evsât ‫( اوﻣﺎ ط‬a.i. vasat'ın c .): ortalar. evşâb ‫( اوﺷﻤﺎب‬a.s.): ayak takımı, aşağılık kimse. (bkz : evbâş, evkâş). evşâl ‫ وﺷﺎل‬١ (a.i. veşl'in c .): 1. damla damla akan su. 2. birbii-i ardından katar gibi kuyruklanmış olarak gelen kimseler. evşâz ‫( اوﺛﺎز‬a.s.) : 1 . yardımcılaı', taraflılar. 2. bayağı, aşağılık kimseler. 3. i. vücuttaki oynale yerler, (bkz : evsâl).

evvâh ‫( اواه‬a.s.): 1. ‫ ؟‬okâh eden. 2. ‫ ؟‬okduâeden. 3. merhametli. 4. îmânı sağlam. 5. din bilgisi ‫ ؟‬ok geniş olan [kimsej. [Kur'ân'da bu kelime ile Hz. Ibrâhim vasıflandırılmıştır]. evvel ‫( اول‬a.s.c.: evâil): 1. önce, ille, birinci, İbtidâ, başlangıç. 2. zf. eski, geçmiş, geçmiş zamanda. evvel-bahâr: illebahar. (bkz: nev-bahâı, rebi'). evvel-i berde'1-acûz: leocakarı soğuklan denilen ve bil' hafta kadar sül'en mevsim değişmesinin başı, [berde'1-acûz'un başlangıcıdır. 9 Marta rastlar, bunu hus fırtınası tâkibeder]. evvel-i mâ-halak (ilk yaratılan) : Hz. Muhammed. evvel-i riyâh-ı bevârih : Haziran başlangıemdan. Temmuzun illehaftası sonuna kadar

m

evvelUl-evvelin

zaman zaman esen mevsim rüzgârlarının başlangıcı. evvelü'l-evvelin (birincilerin birincisi): Allah. evvel ve âhir : eninde sonunda, ergeç. evvelâ ‫( اوﻻ‬a.zf.) : birinci olarak, her şeyden önce, ilkönce, (bkz : evvelen). evvelallah ‫( اول اﻟﻠﻪ‬a.b.zf.) : önce Allah'ın yardımıyla. [bir sözü sağlamlaştırmak İçin kullanılır]. evvel-be-evvel ‫( اول ﻷول‬a.zf.) : her şeyden evvel. evvelce ‫ وﻟﺠﻪ‬١(a.t.zf.): daha evvel, önce, evvel-emirde ‫( اوﻻﺻﺪه‬a.t.zf.): her şeyden evvel, İşin başlangıcında. evvelen ‫( اوﻻ‬a.zf.): birinci, ilk olarak, (bkz : evvelâ).

evzâr ‫( اوزار‬a.i. vizr'in c.) : 1. hamûleler, yükler. 2. günâhlar, hatâlar; cinâyetler. evzâr ‫( اوزار‬f.i.). (bkz : efzâı-3). evzâr ‫( اوزار‬a.i. vezer'in c.): 1. hisarlar, kaleler, sığınacak yerler. 2. galebeler, üstünlükler. 3. daglar. (bkz : cibâl). evzâyi? ‫( اوزا ش‬f.i.) : artış, ‫ ؟‬ogalıç. (bkz: efzâyiş). ey ‫( اى‬a.f.t.n.) : nidâ İçin ve nidâya cevap İçin lcıılanılır; "hey, yâhû, bana bale!" gibi mânâlara gelir. [“Iranlılar “ iy” de derler], eyâ ‫( اب‬a.f.n.) : "ey, hey!” mânâsına gelen ve Arapça leelime ve terkiplere giren nidâ edâtıdır. eyâdî ‫ ﺑﺪ ى‬١(a.i. yed'in c. olan eydi'nin c .): eller. (bkz : eydi). ["eydi" çok kullanılmaz]. eyâdîm ۴ ^ ١(a.i.c.) : yer yüzleri, zeminler,

evveli, e v v e lic e ‫ اوﻳﻪ‬، ‫( اوﻟﻰ‬a.s.) : en evvel, en önce olan, ille zamanlarla ilgili. Tahkikat-I evveliyye : ille ağızda yapılan tahkikler, soruşturmalar.

eyâg ‫ ﺑ ﻎ‬١ (f.i.): ayaldi kadeh, şarap kupası, (bkz: piyâle). [Ziyâ Şükûn'un “Gencîne-İ Güftâr"ında leelimenin Türkçeden alındığı yazılıdır].

evvelin ‫( اوش‬a.i.s.): evvelkiler, evvel gelen insanlar, eski zaman adamları, evvelin ü âhirin : eskiler ve yeniler. e v v e liy y â t G j. (a.i.) : başlangıç, bir hâdisenin başlangıçtaki hâli. evveliyyet ‫( اورت‬a.i.) : 1. öncelik. 2 ٠fels. *başmanlık, sırada üstünlük, Sira üstünlüğü, fr. primaute. evvelki ‫ وﻟﻜ ﻰ‬١(a.t.s.): 1. birinci, ilk. 2. eski, evvelûn ‫( اوﻟﻮن‬a.i.c.): önceki insanlar, eski adamlar.

eyâlât ‫ ﺑ ﻼ ت‬١(a.i eyâlet'in c .): vâlilerin idâresi altında bulunan memleketler, (bkz: vdâyât).

evvelü'1-evâil ‫( اول ا ﻻ وا ر‬a.b.i.): evvellerin evveli; dünyânın asil desteği, hâdiselerin başlangıcı. evzâ' ‫ و ﺗ ﻊ‬١ (a.i. vaz'ın c .): haller, vaziyetler, tavırlar, duruşlar. evzâ-ı dil-bâzâne : gönül eğlendirecek şekilde vaziyetler. evzâ-ı garibe : garip, tuhaf haller, evzah ‫( او ص‬a.s. vâzıh'dan): daha (en, pek) vâzıh, çok açık, besbelli, evzân ‫( اوزان‬a.i. vezn'in c .): tartılar, ağırlıklar, ölçüler, (bkz: vezn). evzân-ı a rû z i^ e : ed. arûz vezinleri, evzân-ı a tik a : eski tartılar, evzân-ı şi'riyye : ed. şiirin ölçüleri. 278

eyâlât-ı miimtâze : imtiyazlı, husûsî idâreli eyâletler. eyâlet ‫ ﺑﻠ ﺖ‬١(a.i.c.: eyâlât): bir vâlinin idâresi altında bulunan memleket, vilâyet [''eyâlet'' kelimesi eskidir]. eyâlet-gâlı ‫( أﺑﻠﺘﻜﺎه‬a.b.i.): eyâlet merkezi olan şehir. eyâmin ‫ ﺑ ﺲ‬١ (a.s. eymen'in c .); en yümünlü, en kutlu olanlar. eyâm ٤n-i eyyâm : günlerin en kutlusu. eyâzî١eyâsî ‫ ﺑﻠ ﺲ‬١ ، ‫ ﺑﺰ ى‬١(f.i.): [evvelce] kadınİarın yüzlerine örttükleri ince delikli peçe, örtü. eydi ‫( ا د ى‬a.i. yed'in c .): eller, (bkz: eyâdî). ["eyâdî” çok kullanılır], eyger ‫( ا ﻛ ﺮ‬f.i.): bot. “enir" denilen bir cins yaban mersini. eymân ‫( اﻳﻤﺎن‬a.i. yemin'in c .): 1. andlar, andiçmeler, büyük yeminler, eymân-ı galize : fena, kötü yeminler, eymân-ı kâzibe : yalan yeminler, eymân-ı sâd ık a : doğru yeminler. 2. sağ eller, sağ taraflar. 3. kuvvetler, kudretler.

eza

4. bahtlar, tâlihler, mutluluklar, (bkz : eymün). eymen ‫( اﻳﻤﻦ‬a.zf. yümn'den): 1. sag taraftaki. 2. s. en yümünlü, hayırlı; tâlihli, kutlu. Vâdî-i Eymen : Mûsâ Peygamberin Tur dagında. Tanrı tecellîsine mazhar oldugu yer. eymenü'1-yemîn : en yümünlü, en kutlu, eymiin ‫اﻳﻤﻦ‬ eymân\3,4).

(a.i.

yemin'in

c.).

(bkz:

eyn ‫( اس‬a.i.): 1. zaman, an. (bkz : hin). 2. yorgunluk. 3 ٠e. nerede, eyne'l-meferr: kaçacak yer yok mu? eyser ‫( اﻳﺴﺮ‬a.s.): 1. sol taraftaki. 2. pek kolay, eytâm ‫( اﻳﺘﺎم‬a.s. yetim'in c .): anası babası Öİmüş, yalnız kalmış küçük çocuklar, öksüzler. eytâm ve erâmil: yetimler ve dullar, eyvâh ‫( اﻳﻮاه‬f.n.): yazık, heyhat, eyvallah ‫( اﻳﻮاﻟﻦ‬a.zf): I. evet, peki, öyle olsun. 2. Allah'a ısmarladık. 3. teşekkür ederim. 4. s. aldırış etmeyen. eyvân ‫( اﻳﻮان‬f.i.): 1. büyük sofa, divanhâne, salon. 2. kemerli yüksek binâ, oturacak yüksek yer, köşk. 3. çardak. [Arapçası: "İyvân" dır]. eyvân-ı kisrâ: Dicle kıyışındaki Medâyin şehrinde harâbesi bulunan eski bir saray, eyvân-ı sîmâbî: gökyüzü, eyvân-ı zerkâri: gökyüzü, eyyâm ‫( اﻳﺎم‬a.i. yevm'in c .): 1. günler, gündüzler. eyyâm-ı âdiyye: tâtil ve sayılı günlerden başka günler. eyyâm-ı bâhur: ağustosun ilk haftasında olan en Sicak günler. eyyâm-ı bukalemûn: değişen zaman, bir kararda kalmayan zaman, eyyâm-ı cem': Mekke'de Mina ve Arafot ziyâretiyle geçen dört gün. eyyâm-ı devlet: saltanat süresi, eyyâm-ı ezâ; matem günleri, eyyâm-ı hayât: ömrün günleri, e^âm -ı hâzıra : şimdiki günler, eyyâm-ı kaille : birkaç günlük kısa zaman, eyyâm-ı ma'dûdât, eyyâm-üt-teşrîk: kurban bayramının ilk üç günü. eyyâm-ı

ma'dûde: sayılı günler; kurban bayramınin ilk üç günü. eyyâm-1 mâziyye : geçmiş günler. eyyâm-1 ömr. (bkz : eyyâm-1 hayât), eyyâm ola!: “ heyâmola” nm asildir. Gemiciler demir alırken bir agızdan çarkı gibi söyledikleri şey. eyyâm reisi: zamâna göre hareket eden [adam]. eyyâm-1 resm ice : resmi günler. eyyâm-1 sabâvet (çocukluk günleri): çocukluk yılları, çocukluk devresi. eyyâm-1 ta'tiliyye: tâtil günleri, dinlenme günleri. eyyâm-ı tercil; din mefhumundan önce kurbanlar İçin ayrılan zaman. 2. geminin hareketine elverişli olan rüzgâr. 3. zaman, (bkz : hengâm). 4. nüfuz, iktidar. eyyâmii'1-bîz: her arabi ayının on ikinci, on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci günleri. eyyede ‫( أﻳﺪ‬a.fi. Îe'yîd'den): sürdürsün, kuvvetlendirsin. eyyid ‫( اﻳﺪ‬a.s.): kuvvetli, saglam; muktedir. eyyid-Allahii : Allah kuvvet versin! eyyim ‫( اﻳﻢ‬a.s.): dul, bekâr. E ^ û b ‫( اﻳﻮب‬a.h.i.): Kur'an'da adi geçen ve kendisinden ''kulumuz" diye bahsedilen ve sabırlı insan örneği olarak gösterilen isrâilogulları peygamberlerinden biri, eyyühâ ‫( اﻳﻬﺎ‬a.e.): "ya, ey!” gibi hitap edâtı. Yâ eyyühe's-sâkî: ey İçki sunan! Yâ eyyühe'1huzzâr : ey hazır bulunanlar! eyyühe'1-ashâb : ey mal ve mülk sâhipleri! eyyühe'1-islâm : ey Müslümanlar! eyzan ‫( اﻳﻀﺎ‬a.zf.): yine öyle, kezâ, bu dahî, öteki gibi. ez ‫( از‬f.e.): "den, dan'' mânâsına gelir, ez-an-ciimle : o cümleden olarak, ez-ciimle : bu arada, başlıca, *özellikle, ez-dil: gönülden, ez dil ü cân : can ve gönülden, ez her cihet: her bakımdan, her yönden, ez kazâ: kazârâ. ez ser-i n ev: yeni baştan, ezâ ‫ اذى‬، ‫( اذا‬a.i.): incinme, incitme, can yakma, eziyet, (bkz : cefâ, cevr). 279

ezâ-yjderûn ezâ-yi derûn : i‫ ؟‬incinmesi, ez'âf ‫ ى ف‬١(a.s. zaifden) : daha (en, pek) zayıf, dermansız, kuvvetsiz. ez'af-ı İbâd : halkın en zayıfı, [evvelce saygı göstermiş olmak İ‫ ؟‬in "ben" zamiri yerine kullanılırdı]. ez'af-ı nâs : insanların en zayıfı, ez'âf ‫ ى ف‬١(a.s. zı'f'ın c .): bir şeyi ilci misli yapan fazlalılclar, icatlar. ez'âf-ı mıızâafa : kat kat, pek ‫ ؟‬ok. ezâfîr ‫ ﻓ ﺮ‬١‫( اظ‬a.i. zufr'un c. olan ezfâr'ın c.) : tırnaklar, (bkz : ezfâr). ez'akî ‫ زﺀﻛﻰ‬١ (a.s.) : 1. kötülük eden [kimse]. 2 ٠kısa boylu, al‫ ؟‬alc [kimse]. 3. kısa boylu ve kötü huylu [adam]. ezâmîm ‫( ا ق‬a.i. izmâme'nin c.) : cemaatler, ezân ‫( اذاف‬a.i.) : 1. Müslümanları ibâdete ‫ ؟‬agırmalc İ‫ ؟‬in ‫ ؟‬ok defa minâreden, muayyen kelimeleri söylemek sûretiyle, yülcselc sesle yapılan dâvet. [Allâhü ekber Allâhü elcber, Allâhü elcber Allâhü ekber. Eşhedü en İâ İlâhe illallah. Eşhedü en İâ İlâhe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh. Hayye ale's-salât, Hayye ale's-selâî, Hayye ale'1-felâh Hayya-ale'l-felâh (sabah ezanlaİ'inda ilâveten : es-salâtü hayrün mine'nnevm). Allâhü ekber Allâhü ekber. Lâ İlâhe illallâh]. (ezânı ilk okuyan z ât: Hz. Bilâl-İ Habeşi'dir). 2. Tunalı Hilmi tarafından İsviçre'de yayımlanmış bir gazete, ezânî ‫( اذاﻓ ﻰ‬a.s.): ezan ile ilgili. ezânî s a a t: Güneşin battığı zaman 12 olan saat. ez'ar ‫( ا ز ر‬a.s.): gaddar ve zâlim [adam], ezbâd ‫( اﻧﻮال‬a.i. zebed'in c .): 1. köpükler. 2. paslar. 3. ‫ ؟‬eyrekler. ez-ber ‫( ازر‬f.b.i.): zihinde tutma, unutmamaya ‫ ؟‬alışma, [ez : den; “ ber : gögüs"; ez.beı.: "göğüsten" kelimesinin karşılığı olduğuna göre “ezberden'' kelimesi yanlıştır], ezberm ‫( ازرم‬f.i.) : ezber, ezdâd ‫( اﺿﺪاد‬a.i. zıdd'ın c .): karşı olan şeyler, karşıtlar. Cem’-i ezdâd : birbirine zıt olan şeyleri bir araya toplama, ezder ‫( ازدر‬Es.): lâyık, münâsip, yaraşık, (bkz : bercâ, ‫ ؟‬espân, şâyeste). ez-dil ‫( ازدد‬üb.s.): gönülden. 280

ez-dil ü cân : can ve gönülden. ezebb ‫( ازب‬üs.) : kaçlarının kılı ‫ ؟‬ok ve sa‫ ؟‬ı uzun [adam]. ezecc ‫( ا ز ج‬a.s.): ince ve uzun kaçlı, kalem kaçil.

ezeccü'1-hâcibîn : ince ve uzun kaçlı. ezel ‫( ازل‬a.i.): başlangıç olmayan geçmiş zaman, öncesizlik [zıddı "ebed” dir]. Mine'1e z e l: ‫ ؟‬ok eskiden, (bkz : mine'1-kadîm). Tâ e z e l: ezelden beri. ezeli, ezeliyye ‫ ازب‬، ‫( ازﻟﻰ‬a.s.) : ezele mensup, ezel ile ilgili, öncesiz, başlangı‫ ؟‬sız. tlm-i e z e li: Tanrı bilgisi. Kudret-i e z e l i c e : Tanrı gücü. ezeli ve eb ed i: başlangıcı ve sonu olmayan. ezeliyyet ‫( ا ز ق‬a.i.): ezelilik, öncesizlik, başlangı‫ ؟‬sızlık. ezeli ‫( اذل‬a.s. zelil'den): daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) zelil, aşağılık [kimse], ezell-i nâs : en zelil ve aşağılık adam. ezfâr ‫( ا ﻇﻔﺎر‬a.i. zufr'un c .): 1. tırnaklar, b k z : ezâfîr). 2. tırnak bahuru denilen tıbbî bir koku. 3. Kuzey Kutbunda bulunan kü‫ ؟‬ük yıldızlar. ezfer ‫( اﻧﺾ‬a.s.): güzel kokulu [şey]. ezfile, ezfeli ‫ ا ز ش‬، ‫( ازﻓﻠﻪ‬a.i.): gürûh, cemaat, bölük. ezgehân ‫( ازﺳﻤﻬﺎن‬f.s.): İçsiz güçsüz, tembel [adam]. ezhâb ‫( اذﻟﻬﺎب‬a.i. zeheb'in c .): 1. altınlar. 2. yumurta sarılan. ezhân ‫( اذ ﻫﺎ ن‬a.i. zihn'in c .): insanda akil, fikir, zekâ, hâfıza, anlayış, kavrayış kudr.etleri. ezhân-ı nâs : halkın zihni. ezhâr ‫( اﻇﻬﺎر‬a.i. zahr'ın c .): 1. arkalar, sırtlar; satıhlar, yüzler. 2. binek hayvaninin Sirtİarı. ezhâr ‫( ازﻫﺎر‬a.i. zehre ve zehere'nin c .) : ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ekler. (blcz: zühûr). ezhâr-ı bahâr : bahar ‫ ؟‬içekleri. ezhâr-ı erbaa : “ebegümeci, hatmi, menekşe, gelincik" ‫ ؟ ؛ ؟‬ekleri, ezhâr-ı nev-bahâr: bahar ‫ ؟ ؛ ؟‬ekleri. Ezhâr-ı Ramazan (Ramazan ‫ ؟‬i‫ ؟‬ekleri): Selânikli Tevfik tarafından İstanbul'da yılda bir defe olmak üzere Ramazan ayında yayımlanmış bir dergi.

e z a - ı arızıyye

ezhâr-ı rebîî : bahar çiçekleri, ezhel ‫( اذﻫﻞ‬a.s.): pek dalgın ve unutlcan, ‫ ؟‬ok gaflette bulunan. ezher ‫( اﻧﺺ‬a.s.): pek beyaz, güzel ve parlak. Câmi'-i Ezher: Mısır'da meşhur bir medrese. ezh erü l-levn: parlak yüzlü. [Hz. Muhammed'in vasıflarından biri], ezherül-vech : yüzü gözü nurlu, ezherân, ezhereyn ‫ ازﻫﺮﻳﻦ‬، ‫( ازﻫﺮاف‬a.i. c .): Ay ve Güneş. ezheriyye ‫( ازﻫﺮﻳﻪ‬a.i.): Halvetiyye tarikatı şubelerinden birinin adi. [kurucus u : Şeyh Ebû Abdillah Muhammed bin Abdurrahmân ez-Zü-vâvî el-Ezheri'dir]. ezib ‫( ازﻳﺐ‬a.i.): 1. kıble rüzgârı. 2. s. alçak, aşağılık [adam]. ezilclca ‫( ازﻗﻪ‬a.i. zukak'm c .): sokaklar, yollar. Tanzîf-İ ezilcka : S0kaklaı-1 temizleme, ezille ‫( اذﻟﻪ‬a.s. zelil'in c.): alçaklar, âdiler, a‫ ؟‬ağılıklar. ezimme ‫( ازﻣﻪ‬a.i. zimâm'ın c .): 1. yularlar, dizginler. 2. mec. İdâre. Mâülc-i ezimme-i k â in â t: herkesin idâresine sâhip olan (Allah). ezimme-i umûr : işlerin idâresi. ezir ‫( ازﻳﺮ‬f.i.) : haykırma, eziyyet ‫( اﻧﻴ ﺖ‬a.i.): eziyet, incinecek, incitecek hal, incitme, cefâ, meşakkat, zahmet, (bkz : âzâr, renci‫) ؟‬. eziz ‫( ازر‬a.s.): 1. soğuk, soğuk [‫ ؟‬ey]. 2. i. ateşte tencerenin içindeki şeyin lcaynaya kaynaya taşma derecesine gelmesi, ezkâ ‫( ازﻛﻰ‬a.s.) : daha (en, pelc, ‫ ؟‬ok) İrâlis, lekesiz, faziletli, temiz. ezkâ ‫( اذﻛ ﻰ‬a.s.): daha (en, pek) anlayışlı, ‫ ؟‬ok zeki. ez-kadim ‫( از ﻗ ﺪ ﻳ ﻢ‬f.a.zf) : eskiden beri, ezkâr ‫( ا ذ ﻛﺎ ر‬a.i. zikı-'in c.) : 1. anmalar, hatırlamalar, bildirmelei", söylemeler, (blcz : zikr). 2. zikirler, (bkz : evrâd). ezkâr-ı cemile : medih ile, iyilikle yâd etmeler, anmalar. ezlcât ‫( ازﻛﺎ ت‬f.s.): kötü düşünceli [kimse], ez-kazâ ‫( از ﻗ ﻀﺎ‬f.a.zf.): kazârâ, yanlışlıkla, ezkiyâ' ‫( ازﻛﻴﺎﺀ‬a.s. zeki'nin c .): lekesizler, hâlisler, faziletliler.

ezkiyâ-yi ehl-i ta rik a t: tarikat ehlinin en faziletlileri. ezkiyâ' ‫( ا ذ ي ﺀ‬a.s. zeki'nin c.): keskin fikirliler, anlayışlılar. ezkiyâ-yi e tfâ l: zeki ‫ ؟‬ocuklar, ezlâf ‫( ا ﻇ ﻼ ف‬a.i. zılf'ın c .): zool. ‫ ؟‬atal tırnaklar [hayvanlarda]. ezlag, ezlagi^tb. ، ‫( ا ﻧ ﺒ ﻎ‬a.i.): tenâsül âleti, ezlai ‫( اﻧﻠ ﻌ ﻰ‬a.s.): iri, uzun ‫ ؟‬ey. ezlak ‫( اﻧﻠ ﻖ‬a.s.): 1. keskin ‫ ؟‬ey. 2. dil uzatan, aleyhte söz söyleyen [adam], ezlâl ‫ ﻇ ﻼل‬١(a.i. zıll'ın c .): gölgeler, (bkz : azlâl, zıiâi). ezlâm ‫( ا ز ﻻ م‬a.i. zelem ve zelm'in c .): Câhiliyet devrinde Arapların fal açmak veyâ ugur saymak İ‫ ؟‬in kullandıkları kumar okları, ezmân ‫( ازﻣﺎف‬a.i. zamân'ın c.): vakitler, anlar, çağlar [dilimizde az kullanılır] . (bkz: ezmine). e z m â rj^ i ١(a.i.zimrvezemir'inc.) :bahâdırlar, kahramanlar, yiğitler. ezmâr-1 Etrâk : Türk yiğitleri, ezmine ‫( اﻧﺴﻪ‬a.i. zamân'ın c .): anlai", vakitler, çağlar, (bkz: ezmân). ezmine-i cedide : yeni zamanlar, ezmine-i kadime : eslci zamanlar, ezmine-i kadime-i h ay â t: jeol. paleozoik, ezmine-i mâziyye : geçmiş zamanlar, ezmine-i mechûle : bilinmeyen zamanlar, ezmine-i m utavassıta: ortaçağ, ezmine-i müstakbele : gelecek zamanlar, ezmine-i selâse : üç zaman, eznâb ‫( اﻧﻨﺎ ب‬a.i.): 1. (zenb'in c .): günahlar, suçlar, (blcz : zünûb). 2. (zeneb'in c.): kuyruklar. (blcz : zeneb). ez-nev ‫( از ر‬f.zf.) :yeniden, e z a ' ‫( ا ﻧ ﺮ ع‬a.s.): pek fasih, sözü düzgün [adam]. Şahs-ı e z ra ': fasih, sözü düzgün adam, ezrâ' ‫( اﻧﺮا ﺀ‬a.i.): beyaz kulaklı siyah at. ezrak ‫( ازر ق‬a.s.): 1. mâvi, gök renkli. 2. saf ve temiz [su]. ezrâr ‫( ازرار‬a.i. zırr'ın c .): 1. esvap düğmeleri, ezrâr-ı lib â s : elbisenin düğmeleri. 2. bot. nebatların (.bitkilerin) üzerinden ilk ve son baharda meydana gelen tomurcuklai". ezrâr-ı â rız ıy y e : bot. alışık olunmayan bir yerden ‫ ؟‬ikan tomurcuklar. 281

ezrâr-ı ٠b»,yye ezrâr-ı ıb tıy y e: bot. yaprakların dibinde meydana gelen tomurcuklar, ezrâr-ı intihâiyye : bot. dal tepelerindeki tomurcuklar. ezrâr-ı lahmiyye : hek. yaranın etrâfında meydana gelen et ‫ ؟‬ıkıntıları, ezrâr-ı şahmiyye : bot. kozalak, ezrâr-ı z ü h re v ic e : bot. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek tomurcuklaEzrebi ‫( اﻧ ﺮﻳ ﻰ‬a.i.) : Azerbaycan'ın Arapça adi. ezûc ‫( ازوج‬a.s.) : 1. edepsiz [adam]. 2. başı sert [at]. ezûm ‫( ازوم‬a.s.): ısıran, ısırıcı. Kelb-İ ezûm : ısırıcı, ısıran köpek. ezûz ‫( ا ذ و ذ‬a.s.) : pek keskin olan [hançer, kiil‫ ؟‬v.b.] Seyf-İ ezûz : pek keskin kılı‫ ؟‬, (bkz : bürrân). ezvâc ‫( ازواج‬a.i. zevc ve zevce'nin c.) : kocalar, eşler, ‫ ؟‬iftler, kadının veyâ kocanın eşleri. [“zevce” nin c. olarak “zevcât" kelimesi daha ‫ ؟‬ok kullanılır], ezvâc-ı asabiyye : anat. sinir ‫ ؟‬iftleri. ezvâc-1 tâ h irâ t: Hz. Muhammed'in ismetli zevceleri.[Hadîcetü'l-Kübrâ (Huveylid'in kızı)‫ ؛‬Sevde bintü Zem'a; Â'işe binti EbîBeler‫ ؛‬Hafea bintü Ömer el-Fârûk‫ ؛‬Zeyneb binti Huzeyme‫ ؛‬ümmü Seleme (Hind bintü Ebî ümeyye); CUveyriyye bintü Hâris (adi

Berre olup Peygamber tarafından değiştirilmiş); Zeyneb bintü Cahşî ümmü Habibe (Remle bintü Ebî Süfyân); Safiyye (Hayber Yahudilerinden Huyey bin Ahtab'ın kızı)‫؛‬ Meymûne bintü Hâris (nikâhladığı son eşi). Câriyeleri: Mâriyetii'l-Kıbtiyye (Çem'un adli birinin kızı olup Mukavkıs tarafından Mısır'dan hediye olarak gönderilmiştir)‫؛‬ Reyhâne (Kurayza Yahudi kabilesinden). Hz. Muhammed on bir nikâhlı evlilik yapmış, eşlerinden ikisi Peygamber hayatta iken vefat etmiştir.]. ezvâk ‫( اذ وا ق‬a.i. zevkin c .): tatlar, neşeler, lezzetler, hazlar. ezvâk-ı pâdişâh-âne: pâdişahlara yakışır zevkler. ezver ‫( ازور‬a.s.) : boynu eğri [kimse], ezveri ‫( ازورى‬f.i.): karaçalı denilen, kaim ve ‫ ؟‬ok dikenli bir ağa‫ ؟‬. ezyâf ‫( اﺿﻤﺎف‬a.i. zayfin c .): misâfirler, davetliler, konuklar, (bkz : zuyûf). ez-yah ‫( از ج‬f.b.s.): "buzdan soğuk” mânâsına gelir. ezyak ‫( اﺿﻖ‬a.s. zik'dan): pek dar, sıkıntılı. ezyâl ‫( اذﻳﺎل‬a.i. zeyl'in c .) : etekler, ilâveler‫؛‬ kuyruklar, ekler. ezyed ‫( ا ز د‬a.s.): daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) ziyâde, fazla.

Ff

f, fâ' ‫ ئﺀ‬، ‫( ف‬a.ha.) : 1. OsmanlI alfabesinin yirmi üçüncü harfi olup "ebced" hesâbmda seksen sayısının karşılığıdır. fa'âl ‫( ﻫﻌﺎل‬a.s. fi'1'den) : 1. ‫ ؟‬ok işleyen, dâimâ harekette bulunan; gayretli, çalışkan. 2. kim., fels. *etkin, fr. actif, fa'âl hissedâr : eko. şirkette faal bir İş gören hissedar. fa'âl şirket : eko. ‫ ؟‬alışır durumda olan ticari kuruluş. fa'âlün limâ yürîd : dilediği İŞİ yapan. Allah. fa'âl-âne ‫( ﻓﻌﺎﻻﻧﻪ‬a.f.zf.) : fa'alcasına, fa'al olana yakışacak sûrette, çalışkancasına. faale ‫( ﻓﻌﻠﻪ‬a.i. fâil'in c.) : fâiller, yapanlar. fa'âüyyet ‫( ﻓﻌﺎﻟ ﺖ‬a.i.) : 1. ‫ ؟‬alışma, hareket, gayret. 2. fels., kim. *etkinlik, fr. activité, fa'al mekteb : ped. *etkinci-*okul, fr. école active. fâci' ‫( ﻓﺎﺟﻊ‬a.s.c. : fevâci') : insani dertli eden; keder veren, acıklı. fâcia ‫( ﻓﺎﺟﻌﻪ‬a.s.) : 1. âfet, musibet, (bkz : fecla). 2. hazin ve acıklı tiyatro oyunu, fr. drame, [“fâci” in müennesi]. fâcia-engiz ‫( ﻓﺎﺟﻌﻪ ا ﻋ ﺰ‬a.f.b.s.) : ‫ ؟‬ok acıklı, (bkz : feci'). fâcia-nüvîs ‫( ف؛ﺟﻌﻪ ﻧﻮص‬a.f.b.s.) : fâcia yazan, hazin ve acıklı tiyatro oyunu yazan [kimse], trajedi üstâdı. fâciât ‫ ﺟﻌﺎ ب‬٠‫(ف‬o.i.c.) : musibetler, acıklı şeyler. fâcir١ fâcire ‫ ﻓﺎﺟﺮه‬، ‫ﺟﺮ‬،‫( ف‬a.s. fücûr'dan. c. : fecere, füccâr) : 1. fücûr sâhibi, fenâ huylu, günahkâr. 2. ayyaş, sefih. 3. habis; rezil;

şerîr; çakî. 4. yalancı. 5. kadma düşkün erkek, erkeğe düşkün kadın,

‫ ل‬٠‫( ىض‬a.s.c.: fudalâ): 1. (bkz : fâzıl). 2. i. erkek adi.

fâ d ıl

‫( ﻓﺎﺿﻠﻪ‬a.s.): 1. [“fâdıl" kelimesinin müen.]. (bkz : fâdıl). 2. i. kadın adi.

fâ d ıla

fa d ih , fa d îh a

‫ ﻓ ﻀ ﺤ ﻪ‬، ‫( ﻓ ﻀ ﺢ‬a.s.). (bkz : fazlh,

fazîha). (f.i.): 1. [evvelce] Çin imparatorlarma verilen bir ad. 2 ٠Çin'de porselenden yapılan kapkacak. 3. Selâmi izzet (Sedes) tarafından İstanbul'da yayımlanmış edebî, felsefi, İçtimâi bir dergi,

fa g fû r

fa g fû r -‫؛‬

Çîn : Çin fağfuru, Çin İŞİ.

fa g fû r ‫؛‬

‫( ^ رى‬f.s.): fağfura mensup, ‫ ؟‬ini. fa h â m e t ‫( ﻓ ﺨﺎ ﻣ ﺖ‬a.i.): 1. fahimlik, ululuk. 2.

itibar, kıymet, değer. 3. kadm adi.

‫( ﻓ ﺨﺎ ﻣﺘﻠﻮ‬a.t.s.): [evvelce] sadrâzam, Mısır hidivi ve prenslere verilen bir lâkap, fahâmetli.

fa h â m e tlü

‫( ﻓ ﺨﺎ ﻣﺘﻨﺎه‬a.f.b.s.): yegâne başvurulacak en büyük makam,

fah â m e t-p e n â h fa h h

‫( ﻓ ﺦ‬a.i.): kapan, tuzak, ağ, fak.

f a h h ü 'l- f â r : fâre fa h h â m fa h h â r

kapanı,

‫( ﻓ ﺤﺎم‬a'.i.): kömürcü, ‫( ص‬a.s.): 1. kendini medheden, ‫ ؟‬ok

övünen, Ovüngen. 2. ‫ ؟‬anak, ‫ ؟‬Omlek, toprak testi. 3. saksı.

‫( ﻓﺤﺎ ش‬a.s. ) : her türlü kötülükleri şahSinda toplamış [kimse],

fa h h âş

٠‫ ﻓ ﺨﻴﻢ‬، ‫ م‬٠‫( ﻓ ﺦ‬a.s. fahm'den. c. : fihâm) : fahâmetli, ‫ ؟‬ok kuvvetli, itibar ve

fa h lm , fa h im e

283

fâhim, fâhime nüfûz sâhibi olan. Düvel-İ fahim e : itibar ve nüfûz sâhibi olan devletler, fâhim , fâhim e ‫ ﻓﺎ ﻫ ﻤ ﻪ‬، ‫( ﻓﺎ ﻣ ﻢ‬a.s. fehm'den) : an-

layışlı, akıllı. fahîm-âne ‫( ﻓﺨﻴﻤﺎﺋﻪ‬a.f.zf.): fahim olana yakı?acak sûrette. fâhir, fâhire ‫ ﻓ ﺎ ﺧ ﺮ ه‬، ‫( ﻓ ﺎ ﺧ ﺮ‬a.s. fahr'den): 1. fah-

reden, onurlu, şanlı, ?erefli. (bkz: m üf tehir). 2. mükemmel. 3. kıymetli, değerli. 4. erkek ve kadın adi. fâhiş ‫( ﻓ ﺎ ﺣ ﺶ‬a.s. fah?'dan) : 1. mübalâğalı, ta?"

kin, aşırı. 2. büyük, iri. 3. ahlâksız, ahlâka aykırı; ‫ ؟‬irkin, pek kötü. Kavl-İ fâhiş : ‫ ؟‬irkin söz. H atâ-yı fâhiç : pelc kötü yanlış. 4. insafsızca. 5. tamahkâr, pinti, kısmık [adam]. fâhiş f i a t : eko. haklcaniyete, teâmüle uyma-

yan gayr-i kanûnî fiat.

fahr ‫( ﻓ ﺨ ﺮ‬a.i.): 1. övünme, böbürlenme, büyüklenme, ?erek onur, kıvan2 .‫ ؟‬. büyüklük,

ululuk. 3. şöhret, ün. 4. fazilet, erdem, fahr-i âlem, fahr-i k â in â t : Hz. Muham-

med. fahr-i e d h e m i : dört terekli ta‫ ؟‬, fahr-i h iise y n i : on iki terekli ta‫ ؟‬. fahrü' 1-m ürselîn : Hz. Muhammed. (bkz :

Fahr-İ âlem, Fahr-İ kâinât). fah rü '1-u lem â : bilginlerin en büyüğü, en

büyük bilgin. fah rü 'l-ü d eb â : ediplerin en büyüğü, en de-

gerlisi. fah rü 'l-v ü z e râ : vezirlerin övünüleni. fah ri ‫( ﻓ ﺨ ﺮ ى‬a.s.): 1. ?erek onur İ‫ ؟‬in, parasız, maaşsız, aylıksız, ücretsiz görülen [İ?1. 2. i.

erkek adi.

‫( ﻓﺎ ﺣ ﺸ ﻪ‬a.i. fuhş'den. c . : fevâhi?): 1. ahlâksız kadın, kahpe, [bkz: âlüfte, âşüfte, zâniye). 2. ar, ayıp, kabahat, günah,

fahriyyât ‫( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﺎ ت‬a.i. fahriyye'nin c .): ed. eski

fâhite ‫( ﻓ ﺎ ﺧ ﻪ‬a.i.c.: fevâhit): yabâni güvercin,

f a h r i c e ‫( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﻪ‬a.i.c. fahriyyât): 1. ed. eski

fâhiçe

üveyik, (bkz: hamâm). fahl ‫( ﻓ ﺤ ﻞ‬a.s.c.: fuhûl): 1. aygır. 2. akıllı ve zeki [adam]. 3. i. erkek. 4. s. beyitler, hadis-

ler ve rivâyetler anlatan [kimse], fahm ‫( ﻓ ﺨ ﻢ‬a.s. fahâmet'den. c . : fihâm ): bü-

yük, ulu. (blcz : azim, cesim, kebir), fahm ‫( ﻓ ﺤ ﻢ‬a.i.): kömür, (blcz : engist). fahm -i b illû r i : elmas, fahm -i fa 'â l : lcim. actif kömür, fahm -i h açeh î : cogr., kim. odun kömürü, fahm -i hayvâni (hayvan kömürü): fr. charbon animal. fahm -i m âd e n î : mâden kömürü, fahm -i n e b â tî : nebâtî, *bitkisel kömür, fahm -i sânî-i a lü m in y u m : kim. alümin-

yum karbür. fahm -i sânî-i kalsiyum : lcim. kalsiyum kar-

bür, karpit. fahm -i tabîî : kim. *doğal kömür, fahm -i tü r â b î : huy kömürü, fahm i, fahm iyye ‫ ﻓ ﺤ ﻤ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻓ ﺤ ﻤ ﻰ‬a.s.): kömürle ilgili, kömürümsü. H avza-i fahm iyye: kö-

mür havzası. fahm iyyet ‫( ﻓ ﺤ ﺐ‬a.i.): kim. karbonat.

284

şâirlerin, kendi faziletlerini ve ?âirliklerini övmek yolunda yazdıkları ?iirler. şâirlerin, kendi faziletlerini ve üstünlüklerini övmek sûretiyle yazdıkları ?iirler. 2. kadm adi. 3. ed. divan edebiyâtında. kasidenin belirli kısımlarından biri, fahriyyen ‫( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﺄ‬a.zf.): fahri olarak, onur İ‫ ؟‬in,

parasız ve menfaatsiz. fahriyyet ‫( ﻓ ﺨ ﺮ ﻳ ﺖ‬a.i.): fehrilik. (bkz : fahri‘), fahs ‫( ﻓ ﺤ ﺺ‬a.i.) : bir ?eyin i‫ ؟‬yüzünü araştırma,

arama. fahçâ' ‫( ﻓ ﺤ ﺸﺎ ﺀ‬a.i.) : 1. akil ve mantığın lcabul

edemeyeceği söz ve İş. 2. meşrû olmayan şehvânî haller, fuhu?, zinâ. 3. verilen zekâttaki tamahkârlık. fâhte ،‫( ﻓﺎ ﺧ ﻰ‬f.i.): 1. üveyik kuşu. 2. müz. Türk

müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi zamanlı ve on bir darplıdır. Peşrev, beste ve İlâhiler ölçülmüştür. Yalnız 20/4 mertebesi kullanılmıştır. Yirmi zamanlı tek usul olan fâhte, muhtelif şekillerde bulunan bir sofyan, iki yürük samâî ve gene bir sofyan'dan mürekkeptir, ‫ ؟‬enber usulü fâhte'nin başına bir sofyan getirilerek teşkil edildiği gibi, bu usul zencir'in de terkibinde bulunur, fahûr ‫ ل‬٠‫( ﻓ ﺨ ﻮ‬a.s. fahr'den): ‫ ؟‬ok fahreden, övü-

nen, kendini medhetmek itiyâdında olan, (bkz: mütemâcid, mütemeddih).

fâkihetü'ş-şitâ fahûr-âne

‫اذه‬٠‫( ﻓ ﺾ‬a.f.zf.) : fahûrcasına, kendi-

ni medhederek, öğünerek, kurularak. fahz .‫( ﻓﺨﻒ‬a.i.c. : efhâz) : uyluk, kalça ile baldır arasındaki kısım. A zm -İ fahz : uyluk

kemiği.

‫( ىﺀده‬a.i.c. : fevâid) : 1. fayda, menfaat, kâr, kazan2 .‫ ؟‬. ümit; hayır; işe yarama. BÎfâide : faydasız. Çi-fâide : neye yarar, boşuna. fâide-i hiber : bir İşin hakikatine varma faydasi. 3 ٠faydalı olan bend, fıkra, fâide-i târih im e : târihî fayda, kazan‫ ؟‬, fâide-cû f ‫( فﺀده‬a.f.b.s.) : fayda arayan, ‫ ؟‬ikar gözeten. fâide-mend ‫( ئﺀده ﻣ ﺪ‬f.b.s.) : menfaat elde eden, kârlı. fâih ‫( ﻧﺎﻳﺢ‬a.i.c. : fevâih) : ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek ve meyva kokusu. ["fâyih" şeklinde de kullanılır], fâik, fâika ‫ ﻓﺎﺋﻌﻪ‬، ‫ﺋﻖ‬١‫(ف‬a.s. fevk'den) : 1. fevkinde bulunan, mânevi olarak üstünde olan. İhtirâm ât-1 fâika : üstün saygılar, fâikü'l-akrân : akranlarından üstün, fâikü'l-em âsil : benzerlerinden daha üstün durumda olan. 2. a'lâ. 3. erkek ve kadın adi. fâikat ‫( ﻓ ﺎ ﺋ ﻘ ﺎ ت‬a.s. fâik'in c.) : fâikler, üstünler, ilerde olanlar. fâikiyyet ‫( ﻓ ﺎ ﺋ ﻘ ﻴ ﺖ‬a.i.) : üstünlük. Esbâb-1 fâikiyyet : üstünlük sebepleri [yapma kelimelerdendir.].

fâide

fâil ‫( ﻓﺎ ﻋ ﻞ‬a.s.c. fevâil, faale) : 1. işleyen, yapan. 2 . te'sirli. 3. gr. bir fi'lin anlattığı İŞİ yapan, fr. sujet. fâil-i hakiki (gerçek yapıcı) : Allah, fâil-i hayr : hayır işleyen, fâil-i m uhtâr : istediğini yapmakta serbest

olan. fâil-i m übâşir : huk. bir şeyi bizzat yapan

kimse. fâil-i m üstakil : huk. bir su‫ ؟‬u kendi işleyen

veyâ bunun işlenmesine sebep olan, fâil-i m üşterek: hulc. işlenen bir su‫ ؟‬ta par-

mağı olan, su‫ ؟‬ortağı, fâil-i şerr : kötülük işleyen. fâiliyyet ‫( ﻓ ﺎ ﻋ ﻴ ﺖ‬a.i.) : 1. faillik, işleyicilik; İşleyen ve yapanın hâli. 2. fels., kim. müessirlik, te'sir, fr. activité.

fâiz ‫( ئﺀض‬a.i. fevz'den. c . : fevâiz): 1. ödün‫ ؟‬verilen paraya karşı alınan kâr. (bkz : güzeşte) nemâ, ribâ). 2. bolluk, ‫ ؟‬okluk, taşkınlık. 3. s. feyezan eden, taşan, fâiz-i basit: alınan bor‫ ؟‬müddeti İçinde degişmeyen anaparanın getirdiği fâiz, kâr. fâiz-i cüz'î; bir liranm belirli zaman İçinde getirdiği fâiz. fâiz-i külli: bir parayı teşkil eden cüz'î fâizlerin tutarı olan asil fâiz. fâiz-i miirekkeb : bir paranın getirdiği fâiz, vâde sonunda ana paraya katılmak sûretiyle hesap edilen fâiz. fâizü'n-nûr: nur bolluğu, fâiz, fâize ‫ ئﺀوه‬، ‫( ئﺀز‬a.s. fevz'den): 1. fevz bulan, mıırâdına ulaşan, bir başarı kazanan. 2. erkek ve kadın adi. fâj, fâje ‫( ﺋ ﺰ‬f.i.): esneme, fâka ‫( ﻓﺎﻗﻪ‬a.i.): fakirlik, yoksulluk, ihtiya‫ ؟‬. Fakr ü fâka : yoksulluk, fâka-yı şedide : şiddetli ihtiya‫ ؟‬. fakahet ‫"( ﻓ ﻘﺎ ﻫ ﺖ‬ka” uzun okunur, a.i.): fakihlik, fıkıh ilminde bilgi sâhibi olma, fakahetli, -İÜ ‫ ش‬- ، ‫“( ﻓ ﻬ ﺎ ض‬ka" uzun okunur, a.s.): evvelce] müftüler hakkında kullamlan resmi bir Unvan. fakat ‫( ﻓ ﻘ ﻂ‬a.e.): yalnız, ancak, lâkin, ama, şu kadar var ki. fakd ‫( ﻓ ﻘ ﺪ‬a.i.): yokluk, bulunmama, (bkz: ftkdân). fakd-i nakd : para yokluğu, fakha ‫( ﻓﻘﺤﻪ‬a.i.c.: fıkâh ): 1. andropogon muricatus denilen bir ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek. 2. anat. anüs, makat, uyluk. 3. astr. Dübb-i ekber denilen yıldız kümesinin dörtgeninde bulunan bir yıldız, lât. Gamma Ursus Majoris; fr. Phegda; ing. Phecda. [yedili kümenin üçüncü derecedeki parlak yıldızıdır.], fakid ‫( ﻓ ﻤ ﺪ‬a.s.): nâdir bulunan [nesne], falcih ‫( ﻓ ﻤ ﻪ‬a.s. fıklı'dan c . : fukahâ) : 1. fıkıh (din, şeriat) ilminin üstâdı. fakihü'1-fukahâ: fakihlerin fakihi, en büyük fakih. 2. zeki, anlayışlı [kimse], (bkz: fehhâm). fâkihe ‫( ﻓﺎﻛﻬﻪ‬a.i.c.: fevâkih): yemiş, meyva. fâkihetü'ş-şitâ (kış meyvası) : ateş, [ennârü fâkihetü'ş-şitâ': ateş kışın meyvasıdır.] 285

fakir fakir ‫( ﻓ ﻔ ﻴ ﺮ‬a.s. fakr'den. c . : fukarâ') : 1. zengin

olmayan, yoksul, parasız, züğürt. 2. dilenci, (bkz : sâil). 3. zavallı, bîçare, âciz. 4. alçakgönüllülük göstererek “ben” mânâsına gelir. 5. Hindistan'da kendi kendilerine türlü eziyetler yapmaya alışmış olan dervişler, fak îr-î m u 'te m il : huk. kazanıp yaşayabil-

meye kudreti olan yoksul kimse,

fâlikü'1-habbi ve'n -n u v â î : habbeyi, tâneyi

ikiye yaran, fâlik ü 'n -n evâ : Allah. fâlik ‫( ﻓ ﺎ ﻟ ﻚ‬a.i.): memeleri henüz arşaklanmış

[kız]. fâl-nâm e ‫( ﻓﺎﻧﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): fal kitabi, fâl-zen ‫( ﻓﺎﻟﺰ ن‬f.b.s.): fala bakan, falcı, (bkz:

fâl-gîr). (a.f.zf.): 1, fekire yakışa-fâm ‫ ﻓﺎ م‬- (f.i.): renk, (bkz: levn). G ül-fâm : cak sûrette. (bkz : âcizâne). 2. fakircesine. gül renkli. S e b z -fâ m : yeşil renkli. Zer3. nezâket olarak “ben” zamirinin karşılığı, fâm : altın renkli v.b. fakir-hâne ‫( ﻓ ﻘ ﻴ ﺮ ﺧﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): (alçakgönüllülükfân î ‫( س‬a.s. fenâ'üan): 1. ölümlü. 2. muvakle] söz söyleyenin evi. kat, geçici ["baki” zıddı]. 3. ihtiyar, yaşlı. fakr ‫( ﻓﻘﺮ‬a.i.): fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık, Âlem -i f â n î : fânî dünyâ. P îr-i f â n î : pek züğürtlük. yaşlı olan. fakr u fâka . (bkz: fâka). fâniyyet ‫( ﻓ ﺎ ﻧ ﻴ ﺖ‬a.i.): fânilik, ölümlülük, fakîr-âne

‫ﻓ ﻐﻴ ﺮاﻧ ﻪ‬

fakr u sefâJet : büyük yoksulluk, fekirlik. fak r u z a rû re t : şiddetli yoksulluk, fakrü'd-dem : kansızlık, fr. anCmie. Fakr-nâm e ‫( ﻓﻘﺮﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): Âşık Paşa'nın ta-

savvufa dâir bir mesnevisi, fâl ‫( ﻫﺎ ل‬a.i.) : ugur; tâlih deneme‫ ؛‬kahve fin-

canına, iskambile bakmak gibi bir takım garip usullerle insanin tâlihine âit şeyler söyleme. fâl-i bed : fenâ hal, fenâ alâmet, fâl-i hayr : iyi hal, iyi alâmet, ugur sayma, falak ‫( ﻓﻠ ﻖ‬a.i.) : 1. sabah aydınlığı. 2. tomruk;

falaka. falaka ‫( ﻓﻠﻘﻪ‬a.i.): 1. [eskiden] mektepte veyâ

medresede kabahatli talebenin -arkası üstü yatırıp dayak atmak üzere- ayak bileklerine takip sıkıştırılan iki ucu ip bagil bir sopa. 2. bâzı manivela işlerinde kullanılan ucu iple bagil bir ağaç. 3. iki ucu bir yere bağil olan halat. 4. çift atlı yük arabalarında, çeki kayışlarının bağlandığı ağaç, fâl-gîr

‫( ﻓﺎﻟﻜﻴﺮ‬f.b.i.): falcı,

fâl-gû ‫( ﻓﺎ ﻟﻜ ﻮ‬f.b.s.): fal söyleyen, fala balcan.

fânûs ‫( ﻓﺎﻧﻮ س‬a.i.c.: fevânls): 1. küre veyâ silin-

dir şeklinde cam kapak. 2. İçinde mum yakılan büyük fener, camii mahfaza, abajur, fânûs-i h a y â l : hayâlî fener, İçinde mum ya-

nan üsütü tabiat resimleriyle İşlenmiş döner fener. fâr ‫( ﻓﺎر‬a.i.): sıçan, fâre. (bkz : mûş). Fârâbî ‫( ﻓﺎراﻳ ﻰ‬t.h.i.): 870 veyâ 873 le 950 yıl-

lan arasında yaşamış ve Aristo felsefesinin îslâm âleminde yayılmasına yol açmış büyük bir Tiirk filozofudur. Kendisine muallim-i sânî (felsefede Aristo'dan sonra ikinci üstad) ünvânı verilmiştir. Eserlerinin Ibn-İ Sînâ üzerinde büyük te'siri vardır. Eserlerini zamânının ilim an'anesi geregince hep Arap diliyle yazmıştır. Kendisine Garplılar : Alfarabius derler. Kanun dediğimiz çalgının mûcididir. Asil adi Ebû Nâsır Muhammed'dir. fjzlukoglu Tarhan'ın torunudur. Babasının adi Muhammed'dir. farazâ ‫( ﻓ ﺮ ﺿﺎ‬a.zf.). (bkz : farzâ). farazi ‫( ﻓ ﺮ ﺿ ﻰ‬a.s.). (bkz : farzi). faraziyye ‫( ﻓ ﺮ ﺿ ﻪ‬a.i.c.: faraziyyât). (bkz : far-

ziyye).

fâlîc ‫( ﻓﺎﻟ ﺞ‬f.s.): galip, muzaffer,

fâre ‫( ﻓﺎره‬a.i.): sıçan, (bkz : fâr, mûş).

fâlîc ‫( ﻓﺎﻟ ﺞ‬a.i. felc'den): yarim inme, vücudun

fârık, fârıka ‫ ﻓﺎرﻗﻪ‬، ‫( ﺋ ﺮ ق‬a.s. fark'dan): 1. fark

yaı-ısına inen inme, (bkz : n ısfı nüzûl). fâlîce ‫( ﻓﺎﻟ ﺠ ﻪ‬a.i.): ["fâlic” kelimesinin müen.]

(bkz: fâlic). fâlîh ‫( ﻓﺎﻟ ﺢ‬a.s.): 1. toprağı süren, eken. 2. mu-

vaffak ve mes'ud [kimse]. 3. i. erkek adi. fâlik

28،

(a.s.) : ikiye bölen, ayıran.

eden, ayıran. fârık-ı nîk ü bed : iyiyi kötüyü ayıran. 2. fark

olunmasına, ayrılmasına sebebolan. fârîg ‫( ﻓﺎ ر غ‬a'.s. ferâğ'dan): 1. vazgeçmiş, çekil-

miş. 2. rahat, âsûde. 3. boş, boş kalmış, İşini bitirmiş, İşsiz. 4. huk. bir mülkün, tasarruf.

‫ ؛‬arien sâhip olma, kullanma hakkini başkasına terk eden. fâ r ig ü 'l - b â l : başı

din‫ ؟‬, gönlü rahat, f â r ig ü 'l- h â l : hâli vakti iyi olan, fâris, fâ r is e ‫ ﻓﺎرﺳﻪ‬، ‫( ﻓﺎرس‬a.s.): 1. atlı, (bkz: süvâri). 2. binici, ata binmekte mahâretli. 3. ferâsetli, anlayışlı. 4 . h. i. İran'ın güneyindeki Şîraz vilâyeti. 5. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. fâ ris â n ‫( ﻓﺎرﺳﺎن‬a.f. fâris'in c .): OsmanlI saltanatınm kuruluşu sıralarında eyâletlerde hudutlardaki muhâfız askerler, fârisî, fâ r is iy y e ‫ ﻓﺎ ر ﺳﻴ ﻪ‬، ‫( ﻓﺎرﻣﻰ‬a.s.): 1. Iran dili, Farsça, Acemce. 2. İran'ın dili ve halkı ile ilgili olan. fâ r is iy y â t

‫( ﻓﺎر ﺳﺎ ت‬a.i.c.) Iran edebiyâtı.

(a.i.c.: ferâiz): 1. farz, Allah'ın emri. 2. lâzım, vâcip, gerek. 3. bor‫ ؟‬, vazife. 4. mirasçılardan herbirine şer'an düşen hisse, pay. (bkz : ferâiz^).

fa riz a ‫ ه‬٠‫ﻓ ﺮ ﻳ ﻪ‬

fa r iz a -i z im m e t : boyun fark

borcu,

‫( ﻓﺮق‬a.i.c.: fu rû k): 1. ayrılık, başkalık;

iki veyâ daha ‫ ؟‬ok şey arasındaki ayrılık. 2. ayırma, ayrılma, seçilme, fa rk -ı c e m ' : merâtipte zııhûr itibâriyle vâhidin teksiri. fa rk -ı fâ h iş : ‫ ؟‬ok aykırı fark. 3. başın tepesi; baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer. fa rk -ı s iih û n e t: cogr. Sicaklıkferkı, fr. am p litude.

: şişmanlık aşırılığı,

fa r t-ı ta g d iy e

: biy. aşırı besi, fr. su ralim e n -

tation. fa r t-ı zekâ

: zekâ taşkınlığı.

(a.i. fark'dan): 1. Hz. Ömer'in lâkabı. [İraklıyı haksızdan ayırdederek adâleti tam yerine getirmekle ün kazandığı İ‫ ؟‬in "fârûk" kelimesiyle adlandırılmıştır]. 2. hakliyi haksızdan ayırmakta pek mâhir olan. 3. keskin. 4.İ. erkek adi.

fâ r û k

‫ “( ﻓﺎروﻗﺎﻧﻪ‬ka" uzun okunur, a.f. z f.): fârıık olana yakışır sûrette. [Hz. Ömer gibi].

fâ r û k -â n e

fâ r û k î

‫( ﻓﺎروﻓﻰ‬a.s.): Hz. Ömer ve adaletine

mensup.

‫ ب‬١‫( ﻓﺎري‬f.i.): 1. ‫ ؟‬ay ve ırmak suyu ile sulanan yer. (bkz: pâryâb). 2. (h.i.): eski Horasan'da Beİh'e yakın bir şehir.

fâ r y â b

‫( ﻓﺮض‬a.i.c.: furûz): 1. bir netice elde etmek İ‫ ؟‬in ihtimalli veyâ gerçek olarak kabul edilen bir tahminde bulunma, sayma, tutma, bir husûsu bir dâvâya mevzû ve asil kilma : "beni burada yok farzedin". 2. Allah'ın, işlenmesi kat'î olarak lüzumlu, terki günah olan emirleri, [namaz; oru‫ ; ؟‬hac; zekât gibi]. 3. s. zarûrî, lüzumlu, gerekli: “onu ziyâret etmek ferzoldu”. B i '1 - f a r z : diyelim ki, tutalim ki, şOylece düşünelim.

fa r z

fa r z - e t m e k : saymak,

tutmak,

fa r z -ı a y n :

: tas. dünyâ alâkalarım tamâmiyle terkederek ehâdiyyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak hâleti. F a rs ‫( ﻓﺎرس‬a.h.i.): Iran. F a rs c ü m le -ik e v k e b iy e s i : astr. Pers *takımyıldızı, fr. con stellatio n de PersCe. fa r t ‫( ﻓﺮط‬a.i.): aşırı, aşırılık, aşkın, aşkınlık, taşkın, taşkınlık, fevkalâdelik, fa r t-ı c ü n û n : aşırı delilik, aşırı heyecan, fa r t-ı e n â n iy y e t : psik. .benlikçilik, fr. fa rk -ı

fa r t-ı sem ân e

tâ m m

Cgotism e. fa r t-ı g a y r e t : gayrette fa r t-ı h a s s â s iy y e t :

aşırılık, duyguda aşırılık, aşırı

duygu, fr. hyperesthCsie. fa r t-ı h ı f z : psilc. aşırı

.bellem,

hyperm nCsie. fa r t-ı m a h a b b e t :

fr.

Allah'ın, teker teker her Müslümanin yerine getirmesi lâzımgelen emri,

: Allah'ın, bir kısım Müslümanİarın yerine getirmesiyle, diğerlerinden sâkıt olan emirleri, [cenâze namazı kılmak gibi]. fa r z -ı m ı ı h â l : olmayacak bir şeyi olacakmış gibi düşünme.

fa r z -ı k ifâ ye

: dünyânın her tarafına yayılmış olan ve son derece elastikiyeti (esnekliği) sebebiyle havayı, sesi ve ışığı nakle yarayan ve "esir" denilen ince maddenin ferz ve kabul edilen dalgaları.

fa r z -ı te lâ tu m

‫( ﻓﺮﺿﺎ‬a.zf.) : farzedelim ki, diyelim ki, tutalım ki, ola ki [“ farazâ” yanlıştır], (bkz : bi'1-farz, fi'l-mesel).

fa r z â

‫( ﻓﺮﺿﺄ‬a.zf.) : diyelim ki, tutalım ki. (bkz: farzâ).

fa r z e n

sevgide aşırılık.

287

farzî ‫( ﻓﺮ ﺿ ﻰ‬a.s.) : farz, takdir ve tahmin usûlüne dayanan, ["farazi" yanlı?tır].

fa r z l

fa r z iy y â t ‫ﻓ ﺮ ﺿﻴﺎ ت‬

(a.i. farziyye'nin c.). (blcz :

farziyye). : gerçekle?mesi İmkânsız olan düşünceler ve incelemeler,

fa r z iy y â t-i g a y r-i m ü m k in e

‫( ﻓﺮﺿﻪ‬a.i.c. : farziyyât) : bir İddiâyı aydmlatmak İçin söylenen ve hükmü kat'î olmayan, farz ve takdire bagil bulunan mesele, *varsayımlı, *varsayım, fr. h yp o th étiq u e, h ypoth èse, ["faraziyye" yanlıştır],

fa r z iy y e

‫( ﻓﺼﺎﺣﺎت‬a.i.) : güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme lcabiliyeti. [asil mânâsı Arapçada : "köpüksüz hâlis süt” demektir].

fa sâ lıâ t

fa sâ h a t-p erd âz ‫ﻓ ﻤ ﺎ ﺣ ﺎ ت ﻳﺮدان‬

(a.f.b.s.) : giizel

ve açık konuşan, uzdilli.

‫( ﻓ ﻤ ﺪ‬a.i.) : kan alma, hacâmet).

fa sd

(bkz: idma',

‫ ﻟ ﻖ‬٠‫( ى‬a.s. fisk'dan. c. : feseka, füssak): Allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, lcötülülc eden.

fâ s ık

: günah işlemeye hazır oldugu halde bir fırsatını bulamayan,

fâsık -1 m a h rû m

‫( ﻓ ﻤ ﻞ‬a.i.c. : fusûl) : 1. (bkz : fasl). 2. m üz. bir bestekârın ayni makamdan bestelediği iki beste. 3. m üz. [geniş mânâsıyla] Türk müziğinde klasilc bir konser programı,

fa s ıl

‫( ﻓﺎ ﻣ ﻞ‬a.s. fasl'dan) : fasleden, ayıran, bölen. H a tt-ı fâ sıl : iki ?eyi birbirinden ayıran ‫ ؟‬izgi.

fâ sıl

‫( ﻓﺎﺻﻠﻪ‬a.i.c. : fevâsil) : 1. aralık, ara. 2. ayıran şey. 3. ilci ?eyin arasındaki bölme.

fâ s ıla

: gr. dört harelceli ve bir sâkin harften meydana gelen be? harfli kelime, (vatanimiz) gibi.

fâ s ıla -y ıl‫ ؛‬ü b râ

: Yıldırım Beyazit'in esir düşmesinden sonra ‫ ؟‬elebi Mehmet'in pâdişâh olmasına kadar geçen zaman,

fâ s ıla -y ı saltan at

: gr. üç harekeli ve bir sâkin harften meydana gelen dört harfli kelime : (vatanim) gibi.

fâ s ıla -y ı sııg râ

‫ ﻓﺎﻣﺪه‬، ‫ﺀﺳﺪ‬١‫(ف‬a.s. fesâd'dan. c. : fesede) : 1. kötü, fenâ; yanlış, bozulc. 2. münâfık, fesat çıkaran. B e y '-i fâsid : huk. alim satım ?artlarında eksiklik olan satış,

fâsid , fâsid e

fâ sid d âire

288

: lcısır *döngü.

fâsidü'l-m izâc: ahlâk ve tabiatın normal durumunu bozan. fâsidât ‫( ﻓﺎﺳﺪات‬a.s. fâsid'in c .): bozucu ?eyler, fasih ‫( ﻓﺼﻴﺢ‬a.s.c.: fusahâ): 1. güzel, düzgün ve açık konu?an, iyi söz söyleme kabiliyetinde olan [kimse], uzdilli. Kelâm-1 fasih : düzgün söz. 2. â?ikâr, sarih, açık, fasîhü'l-lisân : düzgün söz söyleyen, (bkz : talik‫)؛‬. fâsih ‫( ﻓﺎﺳﺦ‬a.s. fesh'den): fesheden, iptal eden, bozan, çürüten, fâsih-i ?irk et: ?irket fesheden, fasîh-âne ‫( ﻓ ﺼﻴﺤﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.): fasâhatli; fasih olana yakı?acak bir tarzda, fasile ‫ب‬ (a.i.c.: fasâil): 1. âile, ana-baba. 2. bot. bir cinsten olan nebatların (*bitki) hepsi, familya. faslle-i bakliyye: bakla fasilesi, *baklagiller, faslle-i ceresiyye : bot. *çançiçeğigüler. faslle-i karanfüliyye : karanfil fesllesi, *lcaranfilgiller. faslle-i k ib ritim e : kibritotları. faslle-i lahmiyye : damkorugugiller. faslle-i sabbâriyye: bot. etli *bitkiler, fr. cactCes. faslle-i salib iyye: turpgiller, faslle-i sanevberiyye: kozalaklılar, faslle-i sencâriyye: hodangiller, faslle-i ?efeviyye: ballıbabagiller, faslle-i zeytûniyye: zeytingiller, fasl ‫( ﻓ ﻤ ﻞ‬a.i.c.: fusûl): 1. ayrıntı‫ ؛‬ayırma, ayrılma; kesme; kesinti; bölüm. 2. halletme, neticelendirme. 3. aleyhte bulunma, adam çeki?tirme. 4. bir kitabin ba?lıca bölüntülerinden her biri. 5. ed. kelimeler, terkipler ve cümleler aı٠asında bağlantı edâtı bulunmadan yazı yazma usûlü. 6. miiz. bir defada çalman pe?rev, ?arkı vesâirenin hepsi, (bkz: fasıl7 .(‫؛‬. tiyatro oyununun ba?lıca Icısımlarından herbiri. 8. dört mevsimden herbiri. fasl-ı bahâr, fasl-1 r e b l: bahar mevsimi, fasl-ı g ü l: gül mevsimi, ilkbahar, fasl-ı h a r lf: güz mevsimi, fasl-ı hazân : sonbahaı., güz. fasl-ı k a r lb : mant. ayırım, fork, fr. diffCrance.

fatk fasl-ı m u d h ik : Arap ülkelerinde iptidâi bir komik *türü. fasl-ı m üşterek: geo. *arakesit, fasl-ı s a y f: yaz mevsimi, fasl-ı şitâ : kış mevsimi. 9. a) bir bestekârın ayni makamdan bestelediği iki beste ile iki semâî; b) geniş mânâsıyla Türk müziginde klâsik bir konser programı, (bkz: fasih) 10. iki sathin (*düzey) birleşmesinden meydana gelen çizgi (fasl-ı müşterek). 11. anat. mafsal, vücûdun oynak yerleri, faslii’l-cesed : anat. vücûdun mafsalları, oynalc yerleri, (bkz : fasıl). fasla ‫( ﻓﺼﻠﻪ‬a.i.c.: fasalât): 1. hurma ağacının fidanı. 2. geo. bir düzlem üzerinde birbirine dik olarak tasavvur edilen kemiyyât-1 vaz'iyye mihverleri'nden ufuk hattına amut olanına ayni düzlem üzerindeki bir noktadan indirilmiş dikmenin uzunluğu, [topografyada bu sistem 90 derece farklı olduğundan geometrinin faslası topograf yanın tertibi olur, fr. abscisse]. fass ‫( ﻓﺺ‬a.i.c.: fusûs): 1. yüzük taşı, fass-ı nigin : yüzük taşı. 2. badem gibi meyvaların İÇİ. 3. kemiğin oynak yeri. 4. mec. gözbebeği. fassâd ‫( ﻓ ﺼﺎد‬a.i. fasd'dan): kan alıcı, kan alan, hacamatçı: cerrah. fassâl ‫( ﻓ ﻤ ﺎ ل‬a.s. fasl'dan): herkesin ayıplannı ve kusurlarım diline dolayıp zemmeden, sayıp döken, dedilcoducu. fassâl-i b ed-hısâl: fenâ huylu, dedikoducu. fâş ‫( ﻓﺎش‬f.i.): meydana çıkma, duyulma, açığa vurma, dile verme, [“fâşetmek” meydana çıkarmak, açığa vurmak, dile vermek, duyurmak]. . fâşî ‫( ﻓﺎﺷﻰ‬a.s.): meydana çıkmış, duyulup yayılmış. fatânet ‫( ﻓﻄﺎ ﻧ ﺖ‬a.i.): fetinlik, zihin açıklığı, zihnin yaradılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak husûsundaki istîdâdı, zeyreklik, (bkz: fıtnet). Fâtıma ‫( ﻓﺎﻃﻤﻪ‬a.h.i.): Hz. Peygamberin ilk zevceleri Hz. Hadice'den dünyâya gelen, dört kızının en küçüğüdür, [diğerleri: Zeyneb, Rukiyye, ümmü Külsûm'dur]. Hicretten 18 yıl önce 605 de Mekke'de dünyâya gelmiş, hicretten 11 yıl sonra, 632 de Medine'de

vefât etmiştir. 18 yaşında Hz. Ali ile evİenmiş, Hz. Hasan ve Hüseyin'in) ümmü Külsûm, Zeyneb ve Rukiyye isimli kızların annesidir [kızlarına, ablalarının adını vermiştir]. Hz. Peygamberden sonra ancak 6 ay yaşamıştır. Lâkabı Zehrâ'dır. fâtır ‫ﻓﺎﻃﺮ‬ Hâlik).

(a.s.) : yaratan, yaratıcı,

(bkz:

fâtıra ‫( ﻓﺎﻃﺮه‬a.s.) : [“ fâtır” kelimesinin müen.], (bkz : fâtır). Kudret-i fâtıra : Tanrı'nın yaratma gücü. fâtırii's-sem âvât: gökleri yaratan; Tanrı. Kudret-i fâtıra : Hakk'm yaratma kudreti, fâtih ‫( ﻓﺎﺗﺢ‬a.s. feth'den) : 1. fetheden, a‫ ؟‬an. fâtih-i bilâd : beldeler, şehirler fetheden, fâtihü'l-ebvâb: kapıların açıcısı; Tanrı. 2. bir memleket zapteden. 3. h. i. II. Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesi dolayısiyla aldığı târihî lâkap. fâtiha ‫( ﻓﺎﺗﺤﻪ‬a.i.c. fevâtih): 1. başlangıç, methal, giriş. 2. Kur'ân-1 Kerim'in birinci sûresi, fâtiha sûresi [“elhamdü lillâhi rabbi'1-âlemîn" diye başlayan sûre], (bkz: seb'ül-mesânî). fâtiha-i fik r e t : sözün başlangıcı, (bkz: fâtiha-i kelâm). fâtiha-i kelâm : sözün başlangıcı. fâtihatü!'-kitâb : mukaddime, dîbâce. fâtiha-hân ‫( ﻓﺎﺳﻪ ﺧﻮان‬a.f.b.s.): birinin rûhuna fâtiha okuyan. fâtihân ‫( ﻓﺎﺳﺎن‬a.f.c.): fatihler, fethedenler, fâtik ‫( ﻓﺎﺗ ﻚ‬a.s.c. füttâk): fırsat buldukça adam öldüren kimse. fâtike ‫( ﻓﺎﺗﻜﻪ‬a.s.c. fevâtik) : fırsat buldukça adam öldüren [kız, kadın], fatim ^

(a.s.) : sütten kesilmiş [çocuk], fâtin ‫( ﻓﺎﺗﻦ‬a.s. fitne'den): fitneci, fatin, fatine ‫ ﻓ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻓﻄﻴﻦ‬a.s. fıtnat'dan): 1. zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. 2. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. fatir ‫( ﻓﻄﻴﺮ‬a.i.): 1. mayasız saç ekmeği, bazlama. 2. bir çeşit pasta. 3. s. olmamış, derecesini bulmamış şey. fâtir ‫( ى'ر‬a.s.): 1. füturlu, durgun, gevşek. 2. az Sicak, ılık olan. fatk ‫( ﻓﺘﻖ‬a.i.): 1. kırma, yarma, ayırma, çatlatma. 289

fa.k u ratk-ı umûr fatk u ratk-ı u m û r: İşleri düzeltme, yoluna koyma. 2. elbisenin dikişlerini sökme. 3. "kasık yarığı" denilen bir nevi hastalık, [yanlış olarak "fıtık” şekli yaygındır]. fatr ‫( ﻓ ﻄ ﺮ‬a.i.c. futur) : 1. ‫ ؟‬atlak, yarık. 2. bot. mantar. fatûr

‫ﻓﻄﻮر‬

(a.s.) : oru‫ ؟‬bozacak şey.

fâyîh ‫( ﻓ ﺎ ﻳ ﺢ‬a.i.) : kendiliğinden dağılan güzel koku. fâyîha ‫( ﻓ ﺎ ﻳ ﺤ ﻪ‬a.i.c. fevâyih): 1. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek ve meyva kokusu. 2. s. güzel kokulu nesne, faysal ‫( ﻓﻴ ﻤ ﻞ‬a.i.): 1. kesin hüküm, karar. 2. keskin kılı‫ ؟‬, (bkz : tîg-i bürrân). 3. hâkim. 4. erkek adi. faysal-pezir ‫( ﻓﻴﺼﻞ ﺑﻨﻴﺮ‬a.f.b.s.) bir hüküm kabûl eden, hal ve fasl olunabilen, nihâyet bulan. fazâhat ‫( ﻓ ﻬ ﺎ ﺣ ﺖ‬a.i.c. fazâyih): edepsizlik, al‫ ؟‬aklık, (bkz: fazîha). fazâhat-î lisân iyye: utanılacak tarzda söz söyleyiş. fazâîl ‫( ﻓ ﻀ ﺎ ﺋ ﻞ‬a.i. fazîlet'in c .): insanda iyilik etmeye ve fenâlıktan ‫ ؟‬ekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel vasıflar, erdemler, (blcz ‫ ؛‬fazilet), fazâil-î ahlâk : ahlâk faziletleri, fazâîl-i âliye : yüksek faziletler, fazâil-î a sliy y e: temel faziletleri, fr. vertus cardinales. fazâil-î cemile : iyi faziletler, erdemler, fazâil-î insâniyye : insanlık faziletleri, fazâil-î zâtiyye : zâtî faziletler, fazalât ‫( ﻓ ﻀ ﻼ ت‬a.i. fazla« ün c.) : kazûratlar, necâsetler, pislikler, murdarlıklar, fazâyih ‫( ﻓ ﻀﺎ ﻳ ﺢ‬a.i. faziha'nın c.). (blcz : fazîha). [Arapçadaki şekli “ fazâih" dir]. fazâzet ‫( ﻓ ﻈ ﺎ ﻇ ﺖ‬a.i.): kabalık, sertlilc, kötü sözlülük. fâzıl ‫( ﻓ ﺎ ﺿ ﻞ‬a.s.c. fuzalâ): 1. faziletli, fazilet sâhibi, erdemli; fâik, üstün. 2. erkek adi. (bkz : fâdıl). [müen. “ fâzıla” dır], fâzıla ‫( ﻓﺎ ﺿﻠ ﻪ‬a.s.): 1. [''fâzıl'' kelimesinin müen.]. (bkz : fâzıl). 2. i. kadın adi. fâzılât ‫( ﻓ ﺎ ﺿ ﻼ ت‬a.i.c.): fazilet, erdem sâhibi olan kadınlar. 290

fazîh, fa z îh a . ‫ ﻓ ﻀ ﺤ ﻪ‬، ‫( ﻓ ﻀ ﻴ ﺢ‬a.s.): 1. utanmaz, rezil. 2. fenâ, ‫ ؟‬irkin. Kavl-İ fazîh : ‫ ؟‬irkin, fenâ sOz. fazîha ‫( ﻓ ﻀ ﺤ ﻪ‬a.i.c. fazâyih): edepsizliği, al‫ ؟‬aklığı gerektiren İş, şey. (bkz ‫ ؛‬fazâhat). fazîhet ‫( ﻓ ﻀ ﻴ ﺤ ﺖ‬a.i.). (bkz : fazâhat). fazilet ‫( ﻓ ﻀ ﻠ ﺖ‬a.i. c. fazâil): 1. insanda iyilik etmeye ve fenâlıktan ‫ ؟‬ekinmeye olan devamlı ve değişmez istidat, güzel vasıf, insanın yaradılışındaki iyilik, iyi huy erdem. 2. kadın adi. fazilet-kâr ‫( ﻓ ﻀ ﻠ ﺘ ﻜ ﺎ ر‬a.f.b.s.): faziletli, erdemli. fazîletlii ‫( ﻓ ﻀ ﻴ ﻠ ﺘ ﻠ ﻮ‬a.t.s.): tar. OsmanlI imparatorlugu'nda ilmiye sınıfına mensup olanlardan İstanbul ve Harameyn ünvanım alan kimselere verilen bir lâkap, fazilet-mend ‫( ﻓ ﻀ ﻠ ﺘ ﻤ ﻐ ﺪ‬a.f.b.s.): faziletli, erdemli. Fazilet-nâme ‫( ﻓ ﻀ ﻠ ﺘ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): "erdem kitabı” : Hafızoglu Mehmet Yemînî'nîn 1519'da Hz. Muhammed'in ve Hz. Ali'nin v a sıf larını ve Hz. Ali'nin kerametlerini bâzı hikâyelerle kaynaştırarak kaleme aldığı bir mesnevisidir. fazilet-perver ‫ﺑ ﺮ و ر‬ fazilet sâhibi.

‫ﻓ ﻀﻴﻠ ﺖ‬

(a.f.b.s.): fazîletsever,

fezl ‫( ﻓ ﻀ ﻞ‬a.s.c.: fuzûl): 1. fazla, ziyâde, artik, bâki. 2. fazlalık, üstünlük. 3. i. iyilik, fazilet, erdem, İûtuf. fazl-ı hakk (ile): Tanrı'nın inâyeti (ile). 4. i. iki sayının birbirinden olan farkları, fazl-ı k ü re v î: astr., mat. bir düzlem iizerinde bulunan üçgenin i‫ ؟‬açıları toplamı (200 grat) veyâ 180 derece olduğu halde, kürevî bir satıh üzerindeki ü‫ ؟‬noktanın teşkîl ettiği üçgenin i‫ ؟‬açıları toplamı dâimâ (200 grat) veyâ 180 dereceden fazladır. Bu fazlailk miktarına "fazl-ı kürevî" adi verilir, fazl-ı m üşterek: mat. ortak fark, fazl ta r ik i: huk. vereseden bâzısının digerini ilcrar ve bâzısını İnkâr hâlinde yapılan verâset taksimi. fazla ‫( ﻓ ﻀﻠ ﻪ‬a.s.): 1. artık, ziyâde, ‫ ؟‬ok, artan. 2. lüzumsuz, gereksiz. 3. ileri. 4. (i.c.: fazalât): kazûrat, pislik, fazla mesâî : eko. 1. yazı ile sınırlandırılan normal süreden daha ‫ ؟‬ok ‫ ؟‬alışma. 2 ٠görevliyi, işçiyi yapılagelen İşin önemi ve acele

îehm-sâz oluşu gibi sebeplerle kendi muvafalcati de almaralc yasasında tespit olunan sınırları aşmamak üzere normalinden daha çok çalıştırma. fa z liy ye ‫( ﻓ ﻬﻴ ﻪ‬a.i.) : tas. Rufâî tarikatı kollarındanbiri. [kurucusu :ŞeyhSeyidCemâleddin bin Fazl-ı Hindî-İ BurhanbUri'ye nisbetle bu adi almıştır. Şeyh Cemâlettin 9 41 (15341535) de Küçeraî'da doğmuş, 1029 (1620) da Burhanlar'da ölmüştür], fazz ‫( ﻓﻬﻞ‬a.s.) : huysuz, kötü sözlü, kaba [adam]. febiha ‫( ﻫﺠﻬﺎ‬a.zf.) : ne âlâ, ne güzel; öyle olsun! fecâat ‫( ﻓﺠﺎﻋﺖ‬a.i.) : acıklılık, yürelcler acısı. [yapma kelimelerdendir]. fecâyi' ‫ ﻳﻊ‬١‫( ﻓﺞ‬a.i. fecîa'nın c.) : musibetler, ö f keler, belâlar. fecc ‫( ﻓﺞ‬a.i.) : ilci dag arasındaki yol, boyun, bogaz. (bkz : berzah). fecere ‫( ﻓﺠﺮه‬a.s. fâcir'in c.) : 1. fücur sâhipleri, fenâ huylular, giinahlcârlar. 2٠ayyaşlar, sefiller. 3. reziller, şerirler, eşkıyâ. 4. yalancılar. f e c i ' ‫( ﻓ ﺠﻴﻊ‬a.s.) : 1. elem, keder ve ıztırap veren, acıklı. 2. dehşetli, korkunç, fecia (a.i.c. : fecâyi') : musibet, âfet, belâ), (bkz : fâcia). fecir ‫( ض‬a.i.). (bkz : fecr). fecr ‫( ﻓﺠﺮ‬a.i.) : sabaha karşı, Güneş dogmadan önce, ufkun gün doğusu tarafından görünen aydınlığı, tan yel'inin ağarması, fe cr-i âti : ed. “gelecek zamânm fecri'' : 1908 Meşrûtiyetinden sonra Ed eb iyât-I C ed id e'ye benzemelc gayreti ve Se rv et-i Fünûn mucmûasında, yeni bir “ école" kurmak arzusuyla toplanan gençlerin takındiklari ad. fe cr-i k â zib (yalancı fecr) : sabaha karşı doguda, amûdî şekilde görünen aydınlık, fecr-i m iibtesim : gülümseyen feci", fe cr-i sâ d ık (hakilci fecir) : şafak sölcme. fe cr-i şim â lî : uzun gece yanlarında kutup bölgelerinde, türlü renlcte görünen ışıklar, fecve ‫( ﻓﺠﻮه‬a.i.) : 1. açıklık. 2. avlu, fedâ' ‫( ﻓﺪاﺀ‬a.i.) : 1. gözden çıkarma, ugruna verme. 2. lcurban. fe d â -y ı câ n : canını fedâ etme, canını verme.

fedâ-yi cennet: cenneti fedâ etme, [kelimenin asli "fidâ” dır]. fedâî ‫( ﻓﺪاﺋﻰ‬a.s.) : canını esirgemeyen, mühim bir maksat ugruna canını vermeye hazır bulunan, [asil "fidâî" dir]. fedâiyân ‫( ﻓﺪا'ﻳﺎ ن‬a.f. fedâî'nin c.) : fadâiler [asil "fidâî-yân" dır]. fedâkâr ‫( ﻓ ﺪا ﻛ ﺎ ر‬a.f.b.s.) : kendini veyâ şahsî menfaatlerini esirgemeyen, fedâ eden, CÖmert, eli a‫ ؟‬ık. [asil "fidâ-lcâr" dır], fedâ-kârân ‫ ﻛﺎ را ن‬١‫ك‬ (a.f. fedâkâr'ın c.): fedakârlar. fedâ-kârân-ı m ille t: millet ugruna kendi menfaatlerini fedâ edenler, [asil “ fidâkârân" dır]. fedâ-kâr-âne ‫( ﻓ ﺪا ﻛﺎ راﻧ ﻪ‬a.f.zf.): fedâkâr olana yakışacak sûrette, canını fedâ' edercesine, [asli "fidâkâr-âne” dir). fedâ-kârî ‫ رى‬١‫( ﻓﺪاك‬a.f.b.i.): fedâkâr olanın hâli, fedâkârlık, canin menfeatini fedâ etme, [asli "fidâ-kârî” dir]. fedâviyye ‫وﻳﻪ‬١‫( ﻓﺪ‬a.i.): fedâyî takımı, serdengeçtiler [Bâtınilerde]. feddân ‫( ﻓﺪان‬a.i.c.: fedâdin): 1. bir çift öküz. 2. bir çift öküzle bir günde sürülebilen toprak. 3. yer ölçülerinde kullanılan bir kelime. [Mısır'da kullanıldığı İçin Mısır'la alâkalı vakfiyelerde geçer.], fedm ‫ م‬٠‫( ﻓﺪ‬a.i.): budala, kalın kafelı. fe-emmâ ‫( ﻓﺄﻣﺎ‬a.bağ.): kaldı ki; gelince, fegâne ‫( ﻓﻜﺎﻧﻪ‬f.s.): düşük [çocuk], (bkz : Sikt). fehâris ‫س‬3‫( ب‬a.i. fihris'in c.). (bkz : fihris). fehâvî ‫ىوى‬٠‫( ف‬a.i. fehvâ'nın c .): mânâlar, anlamlar, mefhumlar, kavramlar, fehd ‫( ﻫﻬﺪ‬a.i.c.: fühûd): zool. pars, fehhâm ‫ م‬١‫( ﻓﻪ‬a.s.) : pek, en çok anlayan, anlayışlı, pek zeki, [bkz : fakîk\ fehîm ٠). fehhâme ‫( ﻓﻬﺎﻣﻪ‬a.s.): [“ fehhâm'' kelimesinin müen.]. (bkz : fehhâm). fehim ‫ل‬٠‫( ﻓﻬﻲ‬a.s. fehm'den) : 1. zelci, anlayışlı, akıllı [kimse], (bkz : faklhb fehhâm). fehm ‫إ‬٠‫( ﻓﻪ‬a.i) : anlama, anlayış, [“etmelc, olunmak" masdarlanyla kullanılır], fehmi ‫ ى‬٠‫( ﻓﻪ‬a.s.) : f. fehme mensup, fehm ile ilgili. 2. i. erlcek adi. fehm-sâz ‫( ﻓ ﻬ ﺴﺎ ز‬a.f.b.s.): akla yatkm, anlaşılir. 291

fehvâ fehvâ ‫ ﻓ ﺤ ﻮا‬، ‫( ﻓ ﺤ ﻮ ى‬a.i.c. : fehâvî) : mânâ, anlam, mefhum, kavram. fehvâsmca ‫( ﻓ ﺤ ﻮا ﺳﻴ ﺠ ﻪ‬a.t.zf.) : uyarınca, sözü gereğince. fe-illâ ‫( ﺋ ﻼ‬a.zf.) : olmadığı halde, olmazsa, fekâhet ‫( ﻓ ﻜ ﺎ ﻫ ﺖ‬a.i.) : lâtifecilik, hoşmiza‫ ؟‬lık. fekar ‫( ص‬a.i. fekare'nin c.) : anat. enseden kuyruk sokumuna kadar istif istif dizili olan omurga kemikleri, omurgalar. Ziilfekar : Peygamberimizin Hz. Ali'ye hediye ettiği kılı‫ ؟‬. fekari ‫( ﻓﻘ ﺮ ى‬a.s.) : omurga kemiği ile ilgili olan. Amûd-i fekarî : omurga, fr. colonne vertébrale. fekariyye ‫( ﻓﻘﺮﻳﻪ‬a.i.) : zool. omurgalılar, fr. vertébrés. fek‫ ؟‬e ‫( ﻓ ﻜ ﺠ ﻪ‬a.i.) : zool., bot. *‫ ؟‬enek. fe-keyfe ‫( ﻓ ﻜ ﻴ ﻒ‬a.zf.) : “nasıl'' mânâsına kullamlan eslci bir tâbir. fekk ‫( ﻓ ﻚ‬a.i.) : 1. feshetme, bozma; koparma, kesme. fekk-i mühür : mühürü bozma. fekk-i râ b ıta : bağı koparma, ilgiyi kesme. 2. ayırma, ayırdetme. 3. zoru halletme, ‫ ؟‬Ozme. 4. kurtarma. fekk-i ra k ab e: memlûkii veyâ câriyeyi azâdetme, kölenin boynundaki esâret kaydini giderme. fekk-i rehn : rehini kurtarma. 5. anat. ‫ ؟‬ene kemiği. fekk-i a'la : anat. üst ‫ ؟‬ene. fekk i e sfel: anat. alt ‫ ؟‬ene. 6. [ağız hakkinda] a‫ ؟‬ma, söz söyleme, fekkeyn ‫( ﻓ ﻜ ﻴ ﻦ‬a.i.c.): iki ‫ ؟‬ene [alt ve üst], feklci, felckiyye ‫ ﻓ ﻜﻴ ﻪ‬، ‫( ﻓ ﻜ ﻰ‬a.s.) : anat. ‫ ؟‬eneye âit, ‫ ؟‬ene ile ilgili, felâ ‫( ﻓ ﻼ‬a.zf.): 0 halde, 0 zaman, fe-lâ cerem ‫( ﻓ ﻼ ﺟ ﺮ م‬a.zf.): muhakkak, şüphesiz. felah ‫( ﻓﻠ ﺦ‬f.i.) : İptidâ, başlangıç, (bkz : mebde'). felâh ‫( ﻓ ﻼ ح‬a.i.) : 1. kurtuluş, selâmet, onma. 2. mutluluk, kutluluk. felâh-ı vatan : 1) vatanın selâmeti, kurtulu­ şu; 2) tar. 10 şubat 1920 de İstanbul Meclis-i Meb'ûsânı'nda teşekkül eden bir grup. 292

felâhan, felâhân ‫ ﻓ ﻼ ﺧﺎن‬، ‫( ﻓﻼﺧﻦ‬f.i.): taç atmaya mahsus âlet, sapan. Seng-İ felâh an : sapan taşı. felâhat ‫( ﻓ ﻼ ﺣ ﺖ‬a.i.): [asil “filâhat" dir]. (bkz : filâhat). felâh-yâb ‫حﺀاب‬٠‫( ﻓ ﻼ‬a.f.b.s.): felâh bulan, kurtuluşa eren. felak ‫( ض‬a.i.). (bkz : falak). felâket ‫( ﻓ ﻼ ﻛ ﺖ‬o.i.): 1. musibet, belâ, (bkz: dâhiye). 2. bahtsızlık. felâket-dlde ‫( ﻓ ﻼ ﻛ ﺪﻳ ﺪ ه‬a.f.b.s.c.: felâket-dîdegân): belâya uğramış, musibete uğramış. felâket-didegân ‫( ﻓ ﻼ ﻛ ﺖ دﻳﺪﺳﻤﺎن‬a.f.b.s. felâketdide'nin c .): belâya uğramış olanlar, musibet görmüşler. felâket-gâh ‫( ﻓ ﻼﻛﺘﻜﺎه‬a.f.b.i.): felâket yeri. felâket-zede ‫ﻓ ﻼ ﻛ ﺮده‬ (a.f.b.s.c.: felâketzedegân): belâya uğramış, musibet görmüş. felâket-zedegân ‫( ﻓﻼﻛﺘﺰدﺳﻤﺎن‬a.f.b.s. felâketzede'nin c .): belâya uğramışlar, musibet görmüşler. felâsife ‫( ﻓ ﻼﻣﻐﻪ‬a.i. feylesofun c .) : 1. felsefe ile uğraşanlar, filozoflar, âlimler, bilginler, akıllı kimseler. 2. düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar. 3 ٠dinsizler, (bkz : feylesof). Mezâhib-İ felâsife : feylesofların okulları, felâsife-i Yûnân : Yunan feylesofları. felât ‫( ﻓ ﻼ ت‬a.i.c.: felevât): susuz 01‫ ؟‬. (blcz: bâdiye). Felâtûn ‫( ﻓﻼﻃﻮن‬yun. Plâton'dan bozma a.h. i.) : Socrate'ln talebesi, Aristo'nun hocası olan meşhur EflâtUn. felc ‫( ﻓﻠﺞ‬a.i.): vücutta bir tarafın hareketsiz kalması, inme, (bkz : nüzûl). felc-i k ıs m î: vücudun bir kısmına gelen fel‫ ؟‬. felc-i n ıs f î: vücudun yalnız bir tarafına gelen fel‫ ؟‬, yarim fel‫ ؟‬. felce u ğram ak : ı) nüzûl İsâbet etmek, inme inmek; 2) yarim kalmak [bir İş]; yiiriiyemez olmak. felek ‫( ﻓ ﻠ ﻚ‬a.i.c.: eflâk, fülük): 1. gökyüzü, semâ, (bkz: âsman). felek-i aksâj felek-i a'lâj felek-i atlas, (bkz : felek-i a'zam). felek i cev-zehr : hâle, ayin ‫ ؟‬evresinde görülen parlak halka.

îend-bâz felek-debdebe: etrafı yıldızlar gibi çok ve kalabalık olan kimse, çok itibarlı, felek-i esfe l: birinci gök.

felsefe-i ahlâkıyye : ahlâk felsefesi, felsefe-i dînim e : din felsefesi,

felsefe-i târihiyye : târih felsefesi, felekUl-a'zam, felekü'1-eflâk: evvelce, gök felsefe-i ûlâ : ilkçağ felsefesi, bilgisi ile uğraşan âlimlere göre dokuzuncu felsefi, felsefiyye ‫ ﻓﻠﺴﻔﻴﻪ‬، ‫( ﻓﻠﺴﻐﻰ‬a.s.): felsefeye kat gök. [sekizincisi: felek-i sâmin‫ ؛‬yedinmensup, felsefe ile ilgili. Efkâr-ı fe ls e fic e : cisi ‫ ؛‬Zuhal (Satürn); altıncısı: Müşteri ()ufelsefe fikirleri. piter); beşinci: Merih (Mars); dördüncüsü : felsefiyyât ‫( ﻓﻠﺴﻔﻴﺎ ت‬a.i.c.): hikmet bilgileri, Şems (Güneş); üçüncüsü: Zühre (Venüs, felsefe ile ilgili düşünceler ve bilgiler, ‫ ؟‬obanyildızı); İkincisi: Utarid (Merkür); Birincisi: Kamer (Ay)]. 2. âlem, dünyâ. fem ‫( ﻓ ﻢ‬a.i.c.: efmâm [kullanılmaz]): I. ağız, 3. tâlih, baht, kader. 4. askeri müzikte bir (bkz: dehân, dehen). Gonce-fem : gonca gibi küçük ağızlı. G iil-fem : ağzı gül gibi zilli âlet. 5. eskilerin inanışına göre, irer olan, [asli “fevh” dir. c . : efvâh]. seyyâreye [gezegen yıldız] mahsus bir gök tabakası. 6. yuvarlak kütük, kızak, fem-i l â t if : güzel ağız. 2. nehir ağzı, menfez,

felek-âvâze ‫( ﻓ ﻚ آ وا زه‬f.b.s.): "felek ‫ ؟‬ohretli" : derecesi, mertebesi yüksek olan, felek-câh ‫( ﻓ ﻠ ﻜ ﺠ ﺎ ه‬a.b.s.): felek mertebeli, rütbesi gök kada'r yüksek olan, feleki, felekiyye ‫ ﻓﻠ ﻜ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻓ ﻠ ﻜ ﻰ‬a.s.): 1. feleğe, gök bilgisine mensup. 2. astronomik, felek iy a t ‫( ﻓ ﻠ ﻲ ت‬a.i.c.): gök ve hey'et ilmine âit ‫ ؟‬eyler, fr. astronomie. felekiyyûn ‫( ﻓﻠ ﻜﻴ ﻮ ن‬a.i.c.) : gökbilgisiyle uğraşan âlimler, fr. astronome'lar. felek-me‫ ؟‬reb ‫( ﻓ ﻚ ﻣ ﺸ ﺮ ب‬a.b.i.) : mec. kimine yâr olur, kimine olmaz; cefâdan hâzeden; dönek; sözünde durmaz.' Felek-nâme ‫( ﻓ ﻠ ﻚ ﻻﻣﻪ‬a.f.b.i.): Şeyh Ahmet Gülşehrî'nin tasavvufa dair Farsça mesnevisi. felek-seyr ‫( ﺷ ﺮ‬f.a.b.i.): gidiş ve hareketi felek gibi çabuk olan. felek-zede ‫( ﻓﻠ ﻜ ﺰ د ه‬a.f.b.s.): feleğin kahrma uğrami‫ ؟‬, tâlihsiz.

fem-i nehr : çay, nehir ağzı. fem ii'1-hût: astr. semânın güney yarim küresinde bulunan Hut burcunun en parlak yıldızı, fr. Fomalhaut. femi ‫( ﻓﻤﻰ‬a.s.): ağıza mensup, ağız ile ilgili, fenâ ' ‫( ﻓﻨﺎﺀ‬a.i.): 1. yok olma, yokluk, geçip gitme ["bulmak" fiili ile kullanılır], "beka” nin zıddı, [tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma]. Ki?ver-İ fe n â : yok olma yeri, dünyâ. 2. s. kötü, iyi olmayan, uygunsuz [olan] : fenâ ‫ ؟‬ey, fenâ adam, fenâ söz. fenâ fi'l-a‫ ؟‬k : tas. a‫ ؟‬k İçinde yok olma, fenâ fi'Uâh : tas. Allah'ın varlığı İçinde yok olma. fenâ fi'l-p îr: tas. bütün varlığını pirin mânevi şahsiyetinde yok etme, fenâ fi'r-resû l: tas. bütün varlığını Hz. Muhammed'in mânevi şahsiyetinde yok etme. fenâ-gâh ‫( ﻓﺎ ﺀةاه‬f.b.i.): fânilik yeri, bu dünyâ.

felevât ‫( ﻓﻠ ﻮا ت‬a.i. felât'ın c.): susuz çöller, fe-li-hâzâj fe-ü-zâlike ‫ ﻓ ﻠ ﺬ ﻟ ﻚ‬، ' ‫( ﻓﻠﻬﻦ‬a.f. b.zf.): şunun İçin, imdi.

Feııâiyye ‫( ﻓﺎﺋﻴﻪ‬a.h.i.): Celveti tarikatı şubelerinden biri, [kurucusu: Kütahyalı Fenâî Ali Efendi'dii'].

fellâh ‫( ﻓ ﻼ ح‬a.i. felâhat'dan): 1. ekinci, çiftÇİ, ekin eken ve biçen, (bkz: harrâs, zâri'). 2. zenci, siyah Arap.

fenâ-pezîr, fenâ-yâb ‫ ﻓﺎﻳﺎ ب‬، ‫( ﻓ ﺎ ﺑﻨﻴﺮ‬a. f.b.s.) : fenâ bulan, yok olan.

felsefe ‫( ﻓ ﻔ ﻪ‬a.i.): 1. hikmet bilgisi, filozofi. 2. hikmet ve mârifet sevgisi. 3. bir ilmin esaslı düsturları. 4. meşhur bir feylesofa âit husûsî bir meslek. 5. tabiat, huy ve mizaç sâkinligi; rahatlık. 6. musibete, felâkete sabretme, dayanma ve -Allah'tan geldiğine inanarak- boyun eğme.

fenâriyye ‫( ﻓﺎرﻳﻪ‬yun. a .): Rufâî tarikatı kollarmdan biri, [kurucusu 834 (1430 - 1431) de şeyh Şemseddin Mehmed 'bin Hamzatü'1Fenârî'ye nispetle bu adi almıştır], fend ‫( ﻓﻔﺪ‬f.i.) : hile, dek. (bkz : desise), fend ‫( ﻓﻔﺪ‬a.i.): büyük dağ. fend-bâz ‫( ﻓﻴ ﺪ ﺑﺎز‬f.b.s.): hilekâr, sahtekâr. 293

feng feng ‫( ﻓ ﻨ ﻚ‬f.i.) : bot. ebûcehil karpuzu, acı hiyar. (bkz : hanzal). fenn ‫( ﻓﻦ‬a.i.c. : fünûn) : 1. nevi, çeşit, sınıf, tabaka, türlü. 3. hüner, mârifet, sanat, ilim, fenn-i deryâ : denizcilik, fenn-i harb : harp, savaş tekniği, fenn-i inşâ' : yazı yazma sanatı, fenn-i kimyâ : kimyâ ilmi, fenn-i ma'deniyyât : mineraloji, fenn-i menâfi'ü'l-a'zâ : fizyoloji, fenn-i ınesâha-i arâzî : jeod. yer ölçme bilgisi, fr. géodésie, fenn-i saydelâni : eczacılık, fenn-i tabakatii'l-arz : jeoloji, fenn-i terbiye-i etfâl : pedagoji, fenn-i teçrîh : anatomi bilgisi, fenn-i zirâat : ziraat, ekincilik bilgisi, [kelimenin hile mânâsı, yalnız Arapçada kullanılır, dilimizde bu mânâda, Farsça “ fend" sözü yaşamaktadır]. fennen ‫( ﻓﻨﺎ‬a.zf.) : fen vâsıtasıyla, fen ile, fence, fenne uygun olarak. fenni, fenniyye ‫ ﻓﻨﻴﻪ‬، ‫( ﻓﻨﻰ‬a.s.) : fene mensup; fen ile ilgili olan. Mebâhis-İ fenniyye : fen ile ilgili bahisler. Kıtaât-1 fenniyye : ask. fen kıt'aları : [istihkâm, muhabere], fenni ıstılah : teknilc terim, fenni ta'bîr : teknik terim. fenniyyât ‫( ﻓﻨﻴﺎت‬a.i.c. teknoloji, fr. technologie. fer ‫( ﻓﺮ‬f.i.) : 1. parlaklık, aydınlık, (bkz : furâğ, nur, ziyâ). 2. zinet, süs, bezek. 3. kuvvet, nüfuz, iktidar. fer-i devlet : devlet nüfûzu, kuvveti. fer' ‫( ﻓ ﺮ ع‬a.i.c. : fürû) : 1. dal, budak. 2. tomurcuk. 3. bir aslin neticesi. 4 ٠ s. ikinci derecede ehemmiyeti olan [şey]. 5. şûbe. fer'-i fiil : gr. Orta‫ ؟‬.

ferâgat

‫( ﻓ ﺮا ﻏ ﺖ‬o.i.): 1. vazgeçme, el ‫ ؟‬ekme. 2. istirahat, dinlenme. 3. vazgeçecek kadar zengin olma, (bkz : istignâ').

ferâgat-i nefs : kendini fedâ etme, ferâgat-kâr ‫( ﻓ ﺮا ﻏ ﺘ ﻜﺎ ر‬a.f.b.s.) : feragat sâhibi, hakkından vaz geçen.

ferâğ

‫( ﻓ ﺮا غ‬a.i.): 1. vazgeçme, bırakıp terketme. 2. huk. bir mülkün tasarruf, sâhip olma hakkini başkasına terketme. 3. istirahat etme, dinlenme. 4. hi‫ ؟‬bir İçle meşgul olmama, rahat etme.

ferâğ ani'1-cihât : vak. bir kimsenin uhdesindeki bir ciheti vakıftan kasr-1 yed ederek onu başkasına ferâgetme.

ferâğ bi'l-istiglâl: vak. fârigin, meftûgunbihi mefrûzun lehden İstîcâr etmek üzere yaptığı ferâğ.

ferâğ bi'l-vefâ : vak. bir kimsenin ahardan istidâne eylediği para mukabilinde bor‫؟‬ ödendikte İâde olunmak çartıyle alacaklıSina yaptığı ferâğ.

ferâğ bi'1-muvâzaa: vak. fâriğ ile mefrûgunleh gizlice aralarında : ''sana mutasarrıf oldugum şu icâreteynli gayri menkulü ferâğ edeceğim; fakat aramızda hakikatte ferâğ olmayıp gayri menkul eskisi gibi benim uhdemde kalacaktır" diye sözleştikten sonra zâhiren yapılan ferâğ.

ferâğ-ı b â l : gönül rahatı. Kûçe-i ferâğ : rahatlık köşesi.

ferâğ-ı bâtıl : huk. akit şartlarından biri mevcut veyâ me'murun izni munzam olmaksızm yapılan ferâğ.

ferâğ-ı fâsid : huk. akdin sıhhat şartlarından biri bulunmaksızın yapılan ferâğ.

ferâğ-ı fuzûlî : huk. başkasının arâzisini, yâhut şerikinin hissesini mutasarrıfı veyâ şerîki tarafından ferâğa vekâleti yâhut velâyet veyâ vasiyyeti olmaksızın me'mûru izniyle bir kimsenin başkasına ferâğı.

fer'-i tâlî : bot. bitkinin dibinden süren filiz, sürgün.

ferâğ-ı kat'î : huk. kayıt ve şartsız yapılan

ferâde ferâde ‫( ﻓﺮاده ﻓﺮاده‬o.zf.) : tek tele, teker teker, (bkz : ale'l-infirâd). ferâdis ‫( ﻓ ﺮا د س‬a.i. firdevs'in c.) : 1. bahçeler, 2. cennetler, uçmaklar, ferâdîs-i cennet : cennet bahçeleri, ferâğ ‫( ﻓ ﺮا غ‬f.i.) : serin rüzgâr.

ferâğ ü intikal: alim satımda tapu muâme-

294

ferâğ. leleri.

ferah ‫( ﻓ ﺮ ح‬a.i.): gönül açıklığı, sevin‫ ؟‬, sevinme, ferâh ‫( ﻓ ﺮا خ‬f.s.): 1. bol, geniş, yayvan, a‫ ؟‬ık. Hesâb-ı ferâh : geniş tutulan hesap, [maddi mânevî]. 2. sefih, müsrif, savruk.

ferâh-rû

ferâhan ‫ ا ﺣﺎ‬٠‫( ﻓﺮ‬a.zf.): sevinçle, neşe ile. ferâh-âstîn ‫( ﻓ ﺮا خ آ ﺳ ﻴ ﻦ‬f.b.s.) : “yeni b o l'': CÖmert, (bkz : civânmerd, sahi),

yegâh'ın yedeni İ‫ ؟‬in de nota içerisinde do bakiyye diyezi kullanılır. 3. meşhur bir çeçit lâle.

ferah-âver ‫( ﻓ ﺮ ح آ و ر‬a.f.b.s.) : ferah getiren, sevinç getiren, sevindiren,

ferâh-gâm ‫( ﻓ ﺮا خ ﺳﻤﺎم‬f.b.s.): mes'ut, bahtiyar > mutlu, kutlu.

ferah-bahş ‫( ﻧ ﺮ ح ﻷ ش‬a.f.b.s.): ferah bağışlayan, sevinç veı'en.

ferâhî ‫ ﺧ ﻰ‬٠‫( ﻓﺮا‬f.i.): bolluk, genişlik; ucuzlul، .

ferâh-dehen ‫ خ د ض‬١‫( ﻓﺮ‬f.b.s.): ağzı geniş, geniş ağızlı; geveze, çalçene. ferâh-dest ‫ خ د ت‬١‫( ﻓﺮ‬f.b.s.): eli açık, eli geniş, cömert, [bkz: fetâ‫)؛‬. ferâh-desti ‫( ﻓ ﺮا خ د ﻓ ﻰ‬f.b.i.): el açıklığı, el genişligi, cömertlik. ferâh-ebrû ‫( ﻓ ﺮا خ ا ر و‬f.b.s.) : güler yüzlü, ferah-efşân, -feşân ‫ ﻓﺜﺎ ف‬- ، ‫( ﻓ ﺮ ح ا ﻓ ﺜ ﺎ ن‬a.f.b.s.): ferah saçan, sevinç veren, ferah-efzâjfezâ ‫ ﻓﺰا‬- ، ‫( ﻓ ﺮ ح اﻓﺰا‬a.f.b.s.): ferah artıran, sevinci artıran, gönüle açıklık veren, safâlı, İç açıcı. ferâhem ‫ ﻫ ﻢ‬١‫( ﻓﺮ‬f.i.): 1. toplanma, birikme. (bkz: tahaşşüd). 2. s. toplu, devşirili. Dâmen-ferâhem : toplu etek, ferâh-engîz ‫( ﻓ ﺮا ح اﻧﺴﻤﺰ‬f.b.i.): meşhur bir çeşit lâle. ferâhet ‫( ﻓ ﺮ ' ق‬f.i.): şan ve şeref, ferâh ferâh ‫( ﻓ ﺮا خ ﻓ ﺮا خ‬f.b.s.): bol bol, geniş geniş. ferah-fezâ ‫( ﻓﺮ ﺣﻔﺰا‬a.fb.i.): 1. ferah arttıran. 2. miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarmdandır. Tahminen 1870 senelerinde Ahmed Ağa tarafından terklbedilmiştir. Şûh, neşeli ve zarif mevzularda kullamlabilecek güzel bir makamdır. Bu makam acem-aşlran ve sukânî-yegâh makamlarından mürekkeptir. Sukânî-yegâh ile yegâh perdesinde durur. Güçlüleri birinci derecede -Acem-aşîrân'ın durağı olan- Acem, ikinci derecede -ayni makamm güçlüsü olan- çârgâh, üçüncü derecede de -sultâniyegâh'ın güçlüsü olan- dügâhtır. Makamın seyrinde, terkibindeki her iki makamın müşterek seslerinden istifâde edilir. (Acem-aşîrân ve sukânî-yegâh makamlarını, yegâhdan Aceme kadar sâdece bir onlu hâlinde tam bir şekilde göstermek mümkündür). Donanıma yalnız -terkibindeki her iki makamm müşterek ârızası olan- si küçük mücenneb bemolü konur; sultânî-

ferâh n â ‫( ﻓﺮا ﺧﻴﺎ‬f.i.) : 1. bolluk, genişlik. 2. geniş yer. ferah-nâk ‫( ﻓ ﺮ ﺣﺘﺎ ك‬a.f.b.s.): 1. sevinçli, (bkz : mes'ûd, şâd). 2. miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarmdandır. Tahminen 1820 senelerinde Çâkir Aga tarafından terkibedilmiştir; biraz eviç makamına benzerse de İfâde itibariyle dahi ondan farklıdır; şen ve hafif mevzûlar, bahar tasvirleri gibi parçalarda kullanılabilir. Bu makam, nevâ'da rast beşlisi, segâh'da ferahnâk beşlisi, dügâh'da rast beşlisi, ferahnâk beşlisi ve nîm hicâz'da hicâz dörtlüsünden mürekkeptir. Bu diziler, ekseriyâ karışık bir sûrette kullanılır. Makam ferahnâk beşlisi ile karar eder. Durak ırak ve güçlü birinci derecede dügâh perdeleridir. Makam umûmiyetle inicidir. Donanıma fa ve do İçin birer bakiyye diyezi konur. Zikredilen beş dizinin son ikisinde her iki ârıza, ilkinde yalnız birinci ârıza ve üçüncüsünde yalniz ikinci ârıza mevcuttur. Bu diziler kullamlırken, bu noktalar gözönünde tutularak bekar konulur. Segâh'daki ferahnâk beşlisinin si koma bemolü ve hicaz dörtlüsünün mi bakiyye diyezi ârızaları, nota içerisinde geçen yerlere konur. Bununla berâber hicaz dörtlüsünün kullanılmadığı ferahnâk eserler de vardır. ferah-.ü m â ‫( ﻓ ﺮ ﺣﺘ ﻤﺎ‬a.f.b.i.): Türk müziğinin şed makamlarmdandır. 1910'da H. Saadettin Arel taraftndan isimlendirilmiştir; kürdî makamının yegâh perdesindeki şeddidir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir: yegâh, nîm hisar, Acem-aşîrân, rast, dügâh, kürdî, çârgâh, nevâ. Güçlü -dördüncü derecede olan- rast'tır. Dizisi umûmiyetle inicidir. Donanımına si ve mi İçin iki küçük miicenneb bemolü konur, ferâh-rev ‫( ﻓ ﺮا خ رو‬f.b.s.): acele ve geniş adimlarla yürüyen. ferâh-rû ‫( ﻓ ﺮا خ رو‬f.b.s.). (bkz : ferâh-ebrû). 295

ferâh-sâl

ferâh-sâl ‫ﺳ ﺎ ل‬

‫ﻓ ﺮا خ‬

(f.b.s.): bereketli yıl, ürünü

bol olanyil.

ferâhûr

‫( ﻓ ﺮا ﺧ ﻮ و‬f.s.): münâsip, uygun, (bkz: çespan, ?âyeste).

ferah-zâr ‫( ﻓ ﺮ ﺧ ﺰا ر‬a.f.b.i.): Türk müziğinin -en az iki asil- önce terklb edilmi?- bir miirekkep makamıdır ki, elde hiçbir nümûnesi yoletur.

ferâid

(a.i. ferid ve ferîde'nin c.). (blez: ferid, feride). ‫ﻓ ﺮا ﺋ ﺪ‬

Ferâine ‫( ﻓ ﺮا ﻋﻔ ﻪ‬a.i. fir'avn'ın c .): 1. Mısır'ın eski hükümdarları, Firavunlai".

ferbiyûniyye 1er.

‫ﻓ ﺮﺑﻴ ﻮﻧﻴ ﻪ‬

(a.i.) : bot. sütleğengil-

fere ‫( ﻓ ﺮ ج‬a.i.c. : fürûc) : 1. aralık, yarık, ‫ ؟‬atlak. 2. dişilerde tenâsül âleti, avret, utyeri, edep yeri. fercü'1-bahr : zool. denizanası. fercâd ‫( ﻓﺮ ﺟﺎل‬f.s.) : âlim ve fâzıl [kimse]. fercâm ‫( ﻓﺮ ﺟﺎ م‬f.i.) : 1. son, âkıbet. (bkz : encâm). 2. menfaat, fayda. Bed-fercâm : sonu kötü. Bî-fercâm : 1) sonsuz; 2) faydasız. Nâfercâm : faydasız, yaramaz, uğursuz.

Firavunları.

fercâm-gâh ‫( ﻓ ﺮ ﺟ ﺎ ﻣ ﻜ ﺎ ه‬f.b.i.) : "son, âkıbet yeri” : mezar, kabir, sin.

(a.i. ferş'in c .): 1. döşemeler, yataklar. 2. odalılclar, oda hizmetçileri,

ferd ‫( ﻓﺮد‬a.s.c. : efrâd) : 1. tek, yalnız olan ?ey, çift olmayan, e?i bulunmayan. 2. tek olan sayı.

Ferâine-İ Mısriyye : Mısır 2. mec. kibirliler, gururlular, ferâiş

‫ﻓ ﺮا ﺋ ﺶ‬

ferâiz ‫( ﻓ ﺮاﺋ ﺾ‬a.i. fariza'nm c .): 1. (bkz ; fariza), ferâîz-i dîniyye : dînin farzları. 2. şer'î miras ilmi. Eshâb-1 ferâiz : mirasçılar, ferâmin

‫ﻓ ﺮا ﻣ ﻦ‬

ferâmû?

‫ﻓ ﺮا ﻣ ﻮ ش‬

(a.i. fermân'ın c.) : fermanlar, buyruklar., [kelime, teşkil bakımından yanil? olmakla berâber lcullamlır olmuştur], (f.i.) : 1. unutma, hatırdan çıkma. (blez : nisyân). 2. erkek adi.

ferâmûşî ‫( ﻓﺮاﻣﻮﺷﻰ‬f.i.): unutma, ferâmü?

‫ﻓ ﺮا ﻣ ﺶ‬

( fi.) : "ferâmû?" un hafifletil-

mi?i.

fer'an ‫( ﻓ ﺮ ﻋﺄ‬a.zf.): ikinci dereceden olarak, ferâset

(a.i.): anlayışlılık, çabuk seziş. [asli "firâset” dir]. (bkz : firâset). ‫ﻓ ﺮا ﺳ ﺖ‬

ferâşe ‫( ﻓ ﺮا ﺷ ﻪ‬a.i.): pervâne [gece kelebeği], ferâşet ‫( ﻓ ﺮ ا ﺷ ﺖ‬a.i.): Kâbe süpürücüsünün hizmeti.

ferâşet-i şerife beratı : Kâbe'nin temizlik me'mûruna verilen berat,

ferâşet-i şerife vekili : Kâbe'nin temizliğiyle görevli bulunan kimselerin İstanbul'daki temsilcisi.

ferbâl, ferbaie

، ‫( ﻓ ﺮ ﺑ ﺎ ل‬f.i.); etrâfı pencereli yaz köşkü, çardak. ‫ﻓ ﺮﺑﺎﻟ ﻪ‬

ferbih ‫( ﻓ ﺮﺑ ﻪ‬f.s.): semiz, etli, toplu, besili, (bkz : mülahham).

ferbihi ‫( ﻓﺮﺑﻬﻰ‬f.i.): semizlilc, etlilik, topluluk, ferbiyûn ‫( ﻓ ﺮ ﺑ ﻴ ﻮ ن‬a.i.) : Sicak memleketleı-de yetişen ve ilâç olarale kullanılan reçineli bir zamlc. 296

ferd-i âferide : hiç kimse. ferdü'1-ferd : ikiye bblUnemeyen sayı. 3. şahıs, ki?i. 4. ed. tek beyit; altı, üstü olmayan, başka bir yere bağlı bulunmayan beyit, (bkz : müfted). ferda ‫( ﻓﺮدا‬f.i.) : 1. yarin, yarinki gün, günün ertesi, ertesi gün, öbürgün. 2. âtî, gelecek zaman. 3. âhiret, öbür dünyâ, kiyâmet. 4. kadın adi. 5.1919'da Ali İlmî tarafından İstanbul'da haftada iki defo olmak üzere yayımlanmış, siyasi, İlmî, edebî bir gazete, ferdâ-yi kiyâmet : kiyâmetten sonra. Endî?e-i ferdâ : yarını düşünme. Tâ-beferda : kiyâmete kadar. ferd-a-ferd ‫( ﻓﺮداﻓﺮد‬a.f.zf) : fert fert, tek tek. (bkz : ferden-ferdâ). ferdâniyye ‫( ﻓﺮداذ؛ه‬a.i.) : fels. .bireycilik, fr. individualisme. ferdâniyyet ‫( ﻓ ﺮ د ا ﻳ ﺖ‬a.i.) : birlik, teklik, eşsizlik, fr. individualisme. [Allah'ın vasıflarindandir]. (bkz : vahdâniyyet). ferden-ferda ١‫( ﻓﺮدا ﻓﺮد‬a.zf.) : fert fert, tek tek. (bkz : ferd-a-ferd). ferdi, ferdiyye ‫ ﻫﺮدﻳﻢ‬، ‫( ﻓﺮد ى‬a.s.) : 1. fertle ilgisi olan, fr. individuel. 2. tek ?ey. 3. h. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. ferdiyyU'l-esâbi : zool. .tekparmaklilar, fr. périssodactyles. ferdiyyet ‫( ﻓﺮدﻳ ﺖ‬a.i.) : teklik, birlik, individualité, (bkz : vahdâniyyet).

fr.

fer'î aynî hakk

(a.i.) : 1. gam, tasa ve sıkıntıdan kur­ tulma; kederden, darlıktan sonra gelen se­ vinç, teselli. 2. zafer.

‫( ﻓﺮﻫﺎد‬f. h.i.) : 1. Ferhâd ve Şîrîn adıyla meşhur olan eski bir hikâyenin erkek kahramam olup Şîrîn'in âşıkıdır. 2. erkek adi.

ferec

F e rh âd

zorluktan sonra ge­ len kolaylık; kederden, darlıktan sonra ge­ len sevinç. 2) yazarları meçhul olan hikâye kitapları olup yedisi Türkçe, sekizi Arapça, biri de Acemce olmak üzere İstanbul ve Ankara kütüphanelerinde 16 nüshanın bu­ lunduğu Şükrü Kurgan tarafından bildiril­ mektedir. (Türk Dili Belleten, Seri III, Sayı 4-5>yıl 1945. sah. 353). Feren gîs. ، j٠١& j> (f.i.) : zühre, (ÇobanyıldızıVenüs) gezegeni.

ferh âl

Ferec ba'd e'ş-şid d e : 1)

feres ، j.'ÿ

( f . i . ) 1. oyun. 2 . satranç oyununda

at. (a.i.c. : efrâs) : at, beygir, (bkz : esb). : at cinsinin ıslahı.

feres

Islâ h -ı n e fs-i feres

feres-i a s g a r : astr. Tay.

semânın kuzey yarım küresinde Keykâvüs (Cassiopée) ile Elfâris (Persée) burçları yakınında parlak yıldız­ lardan müteşekkil bir burç, lât. Pegasus, Fr. C a rré e de Pégase.

fe resü 'l-b a h r feresiyye

(bkz : Feres-i a'zam).

: su aygırı, hipopotam.

} (a.i.) : zool. ,.■ atgiller, (bkz : hay-

liyye). feresü 'l-h ayât o L ١J ١

(a.b.i.) : Cebrâil'in

atı.

geveze, çalçene.

(a.i) ; 1. farfara, hafif meşreplik, akılsızlık, ["vakar” zıddı]. 2. ağzı kalabalık, patırtıcı, gürültücü.

ferfere

٥٠^ ٤■)> ، ٠■،■‫؛‬£■ } (f.i.) : 1. sarıl­ dığı ağacı kurutan bir cins sarmaşık. 2. s. fenâ koku, kokmuş.

fergan d , fergan d e

ferh

٤ j ٥(c. efrâh) : piliç.

ferh en g

(a.i.): sevinç, neşe.

‫ ( ﻓﺮ ﻫﻨ ﻚ‬fi.) : 1. bilgi; hüner, mârifet;

edep; akil; temkin. 2. Farsça İûgat kitabi. F e rh en g -i C i h a n g i r i :

Şirazlı Cemâlüddin HUseyn incu tarafından yazılan ve 1608 de Cihangir devrinde tamamlanan Farsça İûgat.

Fe rh en g -i N â s ı r î : Nâsırî'nin F e rh en g -i R eşid i

Farsça İûgati.

: Reşîdî'nin Farsça İûgati. Şuûrî'nin Fasça-Türkçe

İûgati. Z i y â : Ziyâ'nın Farsça İûgati, (Gencîne-İ GUftar).

F e rh en g -i

S a 'd î : Hoca Mesud'un, Sâdî'nin Bostan adil eserinden seçme 170 beytin tercümesi.

F e rh e n g -n â m e -i

(f.i.): sihir, sihirbazlık, büyü. (f.s.): 1. mübârek, mes'ut, meymenetli, kutlu, mutlu, uğurlu.2. i. kadm adi.

ferh est ‫ﻓ ﺮ ﻫ ﺖ‬ ferhu n d e

‫ﻓﺮرده‬

fe rh u n d e -fâl

(a.h.i.) : Arapların “Cerîr ve Ahtal” la birlikte meşhur üç hiciv şâirinden biridir. Hicrî 20-115 (Milâdî 641-728) yıl­ ları arasında yaşamıştır; aslen Basra'lıdıı., Hz. Hüseyn'in oğlu imam Zeynü'l-Âbidîn hazretleri hakkındaki kasidesi, Arap edebiyâtınm şaheserlerindendir. Asıl adı “Hemmâm” dır, babası, Sa'saa oğlu Galib'dir.

Fe re zd ak

fe rfâ r jiâjâ (a .s.) : farfara,

fe rh a t ‫ﻓ ﺮ ﺣ ﺖ‬

F e rh en g -i Ş u û r î :

F eres-i a 'za m : astr.

Feres-i ekber : astr.

‫( ﻓﺮ ^ل‬f.i.): kıvırcık ve dolaşık olmayan uzun saç. (bkz : gîsû). fe rh â n ‫( ﻓﺮ ﺣﺎ ت‬a.s.): 1. sevinçli, neşeli, (bkz : ferih). 2 . şen; memnun. 3. i. erkek adi. ferh âş ‫( ﻓﺮ ﺧﺎ ش‬f.i.): savaş, kavga, (b k z: perhâş).

‫( ﻟ ﺮ ﺧ ﺪ ه ﺋ ﻞ‬f.a.b.s.): fail kutlu,

ugurluolan. fe rh u n d e -g i ‫ ا‬/ ‫ﻓ ﺮ ﺧ ﺜ ﺪ‬

(f.b.i.): mübareklik, kut-

luluk, ugurluluk. [‫إا]ى‬

ferh u n d e-p â[y]

‫ﻓ ﺮ ﺧﻨ ﺪ ه‬

(f.b.s.): ayağı

uğurlu [olan].

‫راى‬

fe rh u n d e -re 'y

‫ﻓ ﺮ ﺧﻨﺪ ه‬

(f.a.b.s.):

reyi

mübârek, kutlu. fe rh u n d e -sâl ‫ ل‬١‫ﻓ ﺮ ﺧﻐﺪه س‬

(f.b.s.): uğurlu, kutlu

yıl. fe rh u n d e -tâ li'

‫( ﻓ ﺮ ﺧ ﺪ ه ﻃﺎﻟﻊ‬f.a.b.s.): talihi yâver,

mes'ut, lcutlu.

‫( ﻓﺮص ؛ ﺿﻌﻪ‬a.s.) : 1. asılla ilgili olmayıp, fer'e mensûp olan, ayrıntılı. 2. ikinci derecede olan.

fe r'î, fe r'iy y e

fe r'î a y n i h a k k : huk.

bir alacagm temini gayesiyle ona bağlı olarak kurulan menkul veyâ gayri menkul rehin. 297

fer'î zi'1-yed

zi'1-yed: huk.' bir şey üzerinde sınırlı bir ayni veyâ şahsî hakka dayanarak zilyet olan kimse.

fe r'î

‫( ﻓﺮﻗﺪان‬a.i.c.): astr. Dübb-i asgar (Küçükayı) denilen yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan "Dübb" ve “Merak''ın müşterek adi. ferid ‫( ﻓﺮﻳﺪ‬f.i.) 1. avcı kuş. ..2. s. donmuş, katilaşmış [şey]. -fe rm â ‫ﻓﺮﻣﺎ‬- (f.s.): 1. emreden) buyuran, âmir. 2. süren. F e r m â n -fe r m â : hüküm süren, ferid , ferid e ‫ ﻓﺮﻳﺪه‬، ‫( ﻓﺮﻳﺪ‬a.s. ferd'den c . : emir buyuran, emreden. H ü k ü m -f e r m â : ferâid): 1. tek, eşsiz, eşi olmayan; İcıyas kahükmeden, hüküm süren. bul etmez, ölçüsüz; üstün, [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. fe rm â n ‫( ﻓﺮﻣﺎن‬f.i.): emir, buyruk; [evvelce( pâdişâh tarafından verilen yazılı emir, beferîd ü 'l-asr, fe rîd ü 'z-ze m â n : asrin, zamânm rat, buyrultu, (blcz : tevlci', nişân). bir tânesi. (bkz : feâdü’d-dehr). 2 ٠dizilmiş fe rm â n -ı âlî, fe rm â n -ı p â d i ş â h ı : hükümdar inci; çok değerli inci. fermam, buyrugu. feride ‫( ﻓﺮﻳﺪه‬f.s.) : kendi reyiyle hareket eden, fe rm â n -ı â li-şâ n (şanı ve şerefi büyük olakibirli, gururlu [kimse]. nm fermam): m ec. pâdişâh fermam, F e rid u n ‫( ﻓﺮﻳﺪون‬f.h.i.): 1. Pişdâdilerin altıncı fe rm â n -ı b e şâ re t-u n v â n (yüksek unvan pâdişâhı olup Cemşîd sülâlesinden demirci sâhibinin fermam): m ec. pâdişâh fermam, Gâve'nin yardımıyle Dahhâk-İ Mârî'yi Öİbuyrugu. dürmüştür. Lâkabı Ferruh'dur. 2. sekizinci fe rm â n -ı ce !îlü ’l-k a d r (degeri, kıymeti, kadgök. [bkz : felek-i sâmin). 3. erkek adi. ri ulu olanın fermam): m ec. pâdişâh ferF e rld û n -fe r ‫( ﻓﺮﻳﺪون ﻓﺮ‬f.b.s.): Feridun gibi şanmani, buyrugu. il. fe rm â n -ı h ü m â y û n : pâdişâh buyrugu. fe rid ii'd -d e h r ‫( ﻓﺮﻳﺪاﻟﺪﻫﻮ‬a.b.s.): zamânmda fe rm â n -ı İlâh i : Tanrı buyrugu. tek olan, eşi bulunmayan, zamânının bir fe rm â n -ı p â d i ş â h i : pâdişâh buyrugu. E m r tânesi. ‫( ﻓﺮح‬a.s.): sevinçli, neşeli ["fahûr” kelimesiyle birlikte kullanılır], (blcz : ferhân).

fe rih

fe rih fa h û r

: iftihâr ederek, sevinçli olarak.

‫( ﻓﺮﻳﻖ‬a.i.): 1 askeri kolordu kumandam, tümgeneral, korgeneral. 2. insan topluluğu, cemâat, [birinci ferik = *korgeneral; ilcinci ferik = *tümgeneral],

fe rik

fe rik -i e v v e l : fe rik -i s â n î :

*korgeneral,

*tümgeneral.

‫( ﻓ ﺮﻳ ﻚ‬a.i.): buğday tânesinin olgunu, öğütülecelchâle gelmişi.

fe rik

‫ “( ﻓﺮﻳﻘﺎن‬ka" uzun okunur, a.i.c.): topluluklar.

fe rik a n

fe rik a y n

‫( ﻓﺮﻳﻔﻴﻦ‬a.i.): iki askeri fırka, iki taraf.

T ek a b ü l-İ fe rik a y n

: iki düşman (taraf) m

karşılaşması. ‫( ﻓﺮﻳ ﺸﻪ‬f.i.) : [asil “ firişte” dir]. (blcz : firişte).

ferişte

‫( ﻓﺮﻗﺪ‬a.i.): a str‫ ؛‬Kuzey kutbuna yakın ve Küçükayı kümesine tâbi iki parlak yıldızdan herbiri olup, bulundukları yerden dogup batarlar, [bu yıldızlardan ikisine birden "ferlcadân" denilir].

ferk a d

298

F e rk a d â n

ü fe rm â n h azret-i m en le h ii'l-e m rin d ir :

emir ve ferman, emir sâhibi kimsenindir, (ululuga, şerefe, üstünlüğe erişenin fermam) : m ec. pâdişâh fermam, buyrugu. fe rm â n -ı v â c ib ü '1-im tisâ l (İtâat edilmesi, boyun eğilmesi gerekli olanın ferm âm ): m ec. pâdişâh fermam, buyrugu. fe rm â n -ı v â c ib ü 'l-iz 'â n (İtâat edilmesi, boyun eğilmesi gerekli olanın ferm am ): m ec. pâdişâh fermam, buyrugu. fe rm â n -b e r ‫( ﻓﺮﻣﺎن ﺑﺮ‬f.b.s.) : aldığı e'mri yerine getiren. fe rm â n -b e rd â r ‫( ﻓﺮﻣﺎن ﺑﺮدار‬f.b.s.): fermana uyan. fe rm â n -ı şere f-ik tirâıı

fe rm â n -b e rd â r î ١ -b eri

‫ — ﺑﺮى‬، ‫ﻓﺮﻣﺎﻧﺒﺮداوى‬

(f.b.i.): fermanberlik, fermana uyarlık. fe rm â n -d ih ‫( ﻓﺮﻣﺎ ﻧﺪه‬f.b.s.) : fermam, emri yürüyen, hülcmü geçen, (bkz : fermân-fermâ, fermân-revâ). fe rm â n -fe rm â ‫( ﻓﺮﻣﺎن ﻓﺮئ‬f.b.s.). (bkz : fermândih). ١‫( ﻓﺮﻣﺎذرو‬fb .s.): emri kabûl edilen, pâdişâh, (bkz: fermân-dih).

fe rın ân -re v â

fezânegân fermâyende ‫ ( ﻓﺮﻣﺎﻳﺘﺪه‬fs .) : emir veren, buyuran. fermâyi‫( ﻓﺮﻣﺄﻳﺶ ؟‬f.i.): 1. emretme, buyurma. 2 ٠emir, sipâri‫ ؟‬, ısmarlama. fermâyi‫ ؟‬-٤‫ ؟‬â l : ‫ ؟‬al sipârişi. fermend ‫ ( ﻓﺮﺳﺪ‬fi.) : mevki ve ‫ ؟‬erefsâhibi kimfermûde ‫ ( ﻓﺮﻣﻮده‬fs .) : 1. emrolunmu‫ ؟‬, buyurulmu2 .‫ ؟‬. i. emir, ferman, İrâde. Bermûde-İ ferm ûde: emrolunan nesne, fernâs ‫( ﻓﺮﻧﺎس‬f.i.): 1. gaflet, şaşkınlık. 2. s. gafil, ‫ ؟‬aşkın. fernûd ‫ ( ﻓﺮﻧﻮد‬fi.) : delil, hüccet, ferr ) (a.i): firâr, kaçma. Kerr ü ferr : saldırma ve ‫ ؟‬ekilme [savaşta], ferrâ ‫( ﻓﺮاش ؟‬a.i. fer‫' ؟‬den.): 1. döşeyen, döşemeci. 2. hizmetçi. 3. Kâbeyi süpüren, ferrâşî ‫ ﺷﻰ‬١‫( ﻓﺮ‬a.i.): ferraşlık, süpürücülük. ferruh ‫( ﻓﺮخ‬f.s.): 1. uğurlu, kutlu, (bkz: mübârek). 2. i. erkek adi. ferrııh-fâl ‫( ﻓﺮﺧﻬﺎل‬f.a.b.s.): tâlihi uğurlu, bahtı a‫ ؟‬ık. ferruhi ‫ ا‬/ ‫( ﻓ ﺮ‬f.i.): meymenet, ugurluluk. ferruh-kadem ‫( ﻓﺮخ ﻗﺪم‬f.a.b.s.) : ayağı uğurlu, ferrııh-zâd ‫( ﻓﺮﺧﺰاد‬f.b.s.) : 1. hayırlı, kutlu olan. 2.İ. mübârek, kutlu ‫ ؟‬ocuk, uğurlu evlât, -fersâ ‫ﻓﺮ ئ‬- (f.s.) : aşındıran, mahveden, yoran. Taham m ül-fersâ: tahammül bırakmayan. Tâkat-fersâ: tâkat bırakmayan, tâkatsiz düşüren. fersah ‫( ﻓﺮﺳﺦ‬a.i.): 1. muhtelif mesâfelere tekabili eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü. 2. ü‫ ؟‬millik bir mesâfe [denizde], (bkz: ferseng). fersah fersah : bol bol, pek ‫ ؟‬ok. fersân ‫( ﻓﺮﺳﺎن‬f.i.): derisinden kiirk yapılan bir kir sansan. fersendâc ‫( ﻓﺮ ﺳﺪا ج‬f.i.): ümmet, ferseng J j ) (f.i.): fersah, fersûd, fersûde ‫ ﻓﺮﻣﻮده‬، ‫( ﻓﺮﺳﻮل‬f.s.): yıpranmi‫ ؟‬, eskimiş, aşınmış; eski, yırtık. Câme-i fersûde : eskimi‫ ؟‬, yıpranmış elbise, fersûde-gi ‫ى‬۴‫ ( ﻓﺮﺳﻮد‬fi.) : fersûdelik, eskilik, yıpranış. fersûde-pî‫ ؟‬ânî ‫( ﻓﺮﺳﻮده ﺳﺸﺄذى‬f.b.i.). (bkz: halî'ü'l-izâr).

fer ‫( ﻓﺮش ؟‬a.i): 1.döşeme, yayma. 2. hail, ta‫ ؟‬ve şâire döşetme. 3. (c.: furûş, fürü‫ ) ؟‬: yayılan ‫ ؟‬ey, yaygı, ‫ ؟‬ilte, hail, seccâde, hasır. 4. yeryüzü, kir, sahra. M ine'1-ferşi ile'1-ar‫ ؟‬: fakir iken tâlihi yardim edip zengin oluverme. (fer‫ ؟‬-i) sâl-h u rd: ‫ ؟‬. k eski, ‫ ؟‬ok ya‫ ؟‬lı, (‫ ؟‬ok eski, milyonlarca yıl önce meydana gelmi‫؟‬ olan dünyâ). fe rş i^ â t ‫~\ ت‬â) (a.i.): döşeme İşleri. fer ‫ ؟‬٤^ e ‫( ﻓﺮش؛ه‬a.i.): döşemecilikte kullanılan malzeme. fertût, fertûte ‫ ﻓﺮﺗﻮﺗﻪ‬، ‫( ﻓﺮﺗﻮت‬f.s.): pek ihtiyar, pir, kocamış, bunak, (bkz: ma'tuh, pirezen). fer، ût-âne ‫( ﻓﺮﺗﻮﺗﺎﻧﻪ‬f.zf.): bunakçasına, fertûti ‫ى‬٠‫( ﻓﺮﺗﻮ‬f.i.): plrlik, bunaklık, ferve ‫( ﻓﺮوه‬f.i.): kürk, makbul hayvanların postu, kürk kaplı elbise, ferve-i b eyzâ: beyaz kürk, [evvelce şeyhülislâmlar giyerdi), ferve-i m urabba': ‫ ؟‬aprazlan mücevherli, kürkü tilki, kabı atlas, düğmeleri murassa' olan kapani‫ ؟‬e. ferve-i semmûr : samur kürk, ferverdin ‫( ﻓﺮوردﻳﻦ‬f.i.): 1. bahar mevsiminin ilk ayı. 2. MecUsilerin melâikesi. feryâd ‫ د‬١‫( ﻓﺮي‬f.i.): 1. yardim istemek İ‫ ؟‬in 1‫ ؟‬karılan yüksek ses; bağrışma, çağrışma. 2. sızlanma, ‫ ؟‬İkâyet. 3. yaygara, gürültü, (bkz: figan). feryâd-ı andelib : ı) bülbülün feryâdı, ötmesi; 2) yirmi iki martta olan bir fırtına. feryâd-bah‫ ؟‬â ‫( ﻓﺮﻳﺎد ﺑﺨﺸﺎ‬f.b.s.) : feryâdettiren. feryâd-lıân ‫( ﻫﺮﻳﺪ ﺧﻮان‬f.b.s.): yardim isteyen, feryâd-nâk ‫( ﻓﺮﻳﺎدﻧﺎك‬f.b.s.): patırtılı, gürültülü, feryâd-nâme ‫( ﻓﺮﻳﺎدﻧﺎﻣﻪ‬f.b.i.): kendini açındırmak gayesiyle yazılan mektup, yazı, feryâd-res ‫ﺑﺎدرس‬.‫( ﻓﺮ‬f.b.s.); feryâdedenin İmdâdına yetişen. fe r z ^ ( f.i.) :s a t r a n 0 ‫ ؟‬yununda‫ ؟‬âhınmü‫ ؟‬âviri, veziri sûretinde kullanılan bir taş. ferzân ‫ ( ﻓﺮزان‬fi.) : ilim ve hilcmet. ferzâne ‫ذه‬١‫( ﻓﺮز‬f.s.): 1. hakim, feylesof; bilgili [kimse]. 2. tas. nefsâni bağlantılardan siyrılm ı‫ ؟‬olan dervi‫ ؟‬. ferzânegân ‫( ﻓﺮزاﻧﻜﺎن‬f. ferzâne'nin c .): âlimler, bilginler. 299

feîzâne-gî feseka ‫( ﻓﺴﻘﻪ‬a.s. fâsık'ın c .): günah işleyenler, ‫( ﻓﺮزاﻧﻜﻰ‬f.b.i.) : bilgi, üstünlük, sapkınlar. ‫( ﻓﺮزﻧﺪ‬f.i.c.: ferzendân): oğul, çocuk, fesh ‫( ﻓ ﺴﺦ‬a.i.): 1. bozma, bozulma, dağıtma, (bkz : mahdûm, veled, ibn). dağılma. fe rze n d -i âb : suda yaşayan hayvanlar, hava fesh -i İ h b â r : eko. âkit taraflardan birisikabarcığı. nin diger tarafa sözleşme hükümlerinin fe rze n d -i â ftâ b : yâkut. devâmını istemediğini bildirmesi, fe rze n d -i b e v v â b : bevvaplarm Acemi fesh -i m ukavele : mukavelenin, anlaşmanın Ocağı'na kayıtlı çocukları, bozulması. fe rze n d -i çâ v u ş : Tar. Acemi Ocağı'nda kafesh -i ş i r k e t : şirketin dağılması. 2. h uk. bir yitil bulunan çavuş çocuklarına verilmiş mahkemenin verdiği karan, onun üstünde bir ad. bulunan bir başka mahkemenin bozması, fe rze n d -i ercm en d : şerefli çocuk, hükümsüz bırakması, çürütmesi, fe rze n d -i h â v e r : yâkut. fesh -i i'lâ m : h uk. ilâmı hükümsüz bırakma, fe rze n d -i s i p â h î : tar. Acemi Ocağı'nda kayitil bulunan sipahi çocuklarına verilmiş fesih ‫( ﻓ ﺴ ﺢ‬a.s. füshat'den): geniş, açık. S a h râ yi fesih : geniş, açık sahra. M e y d â n -1 fesih : bir ad. geniş meydan. ferzen d ân ‫( ﻓﺮ زدا ن‬f.i. ferzend'in c.) : çocuklar, fesi ‫ ل‬٠‫( ف‬a.i.c.: efsâl, fisâl): zir. daldırma.[bag ferzen d -ân e ‫( ﻓﺮزﻟﺪاﻧﻪ‬f.zf.) : oğula yakışacak çubuğu ve şâire]. sûrette. fe -siib h ân allâh ‫( ﻓﺴﺒﺤﺎن اﻟﻠﻪ‬a.c.). (bkz: fe rzin ‫( ﻓﺮزﻳﻦ‬f.i.). (blc : ferz), sübhânallâh). fe's ‫( ﻓﺄس‬a.i.c.: füûs) : iki yüzlü balta, feçâfeç ‫( ﻓﺸﺎ ﻓﺶ‬f .i.) : 1. atılan okun havada Ç1fesâd ‫ ا د‬٠‫( ف‬a.i.c. : fesâdât): 1. bozukluk, kardığı ses. fe sâ d -ı a h l â k : ahlâk bozukluğu, fe şâ feş-i t i r : okun sesi. 2. hışıltı, şıpırtı, fife sâ d -ı d i m â ğ : delilik, şırtı. fe sâ d -ı m i'd e : mide bozukluğu, feşâ feş-i d e ry â : denizin fışırtısı, fe sâ d -ı t e 'l î f : ed. bir cümlede tertibin, mânâ feşâ feş-i d â m â n : eteğin hışırtısı, çıkmayacak derecede karışık ve bozuk olması. 2. fenâlık, kötülük; arabozanlık, an- fe şâ feş-k âr ‫ر‬۵ ‫( ﻓﺎ ف‬f.b.s.): hışırtı, fışırtı, vınlama çıkaran. İaşmazlık. E rb â b -1 fesâd : eşkıyâ. 3. s. fitne; -feşân ‫( “ﻓﺸﺎن‬f.s.): saçan, saçıcı, serpen. Â te şalıngan. 4. çürüme, bozulma, çürüklük, f e ş â n : ateş saçan. Z e r - f e ş â n : altın saçan, fe sâ d -â m îz ‫ ا د آﻣﻴﺰ‬٠‫( ف‬fb .s): fesat karıştıran, [“efşân” muhaffefi]. (bkz : efşân). oyunbozanlık eden. feşâr ‫( ز ر‬f.s.) : sıkıcı, sikan, fesâdât ‫( ﻓ ﺎ د ا ت‬a.i. fesâd'ın c .): fesatlar, feşfeşe (f.i.) : hışırtı, fışırtı, fesâd-engiz ‫( ﻓﺴﺎد اﻧﻜﻴﺰ‬f.b.s.) : fesatla karışık, zararı icâbettiren. feşil ‫ل‬٠‫( ﻓﺶ‬a.s.c.: efşâl): cesâretsiz, korkak, yüreksiz. fe sâ k î ‫( ﻓﺴﺎﻗﻰا‬a.i. fıskıyye'nin c .): 1. suyu, aşağıdan yukarı fışkırtan havuz ağızlıkları. fetâ ‫( ﻓ ﻰ‬a.s.c.: fityân): 1. genç, delikanlı, yiğit; 2. çocukların oynadıkları su püskürten mert. L â fetâ İllâ A l i : Ali'den başka yiğit oyuncaklar. yoktur. 2. cömert, eli açık, (bkz : ferâh-dest, sahi). feşân ‫( د ن‬f.i.) : 1. bileği taşı (seng-i feşân). 2. hikâye, masal, (bkz : fesâne, efsâne), fetâvâ, fe tâ vî ‫ وى‬١‫( ﻓﺎو ى ؛ ﻓﺖ‬a.i. fetvâ'nın c .): fesân e ‫ ( ﻓ ﺎ ﻧ ﻪ‬fi.) : asilsiz hikâye, masal, (bkz : müftünün verdiği şer'î cevaplar, efsâne). fe tâ vâ -y i â l e m g îr î : bütün âleme yayılan fetvâlar. fe sâ n e-p e rd â z ‫( ﻓ ﺎ ﻧ ﻪ رداز‬f.b.s.): masal ve hikâye düzen, asilsiz şeyler söyleyen, fetehât (a.i. fetha'nm c .): Arapça lcelife şâ r ‫( ﻓ ﺎ ر‬f.i.) : yular, (blcz : efsâr). melerin üstüne konulan "üstün” işâretleri. fesede ‫( ﻓﺴﺪه‬a.s. fâsid'in c.). (bkz : fâsid). feterât ‫ ت‬١‫( ﻓ ﺮ‬a.i. fetret'in c.). (bkz : fetret).

fe rz â n e -g i ferzen d

300

fevâid

feth ‫( ﻓﺘ ﺢ‬a.i.c. : fütûh; C .C . : fütûhât): 1. açma, açılma, [sûre-i feth ‫ ؛‬İnnâ fetahnâ-leke sûresi], (blcz : küşâd). feth-i bâb : kapmın açılması, feth-i İslâm : Tuna nehri üzerinde Kladove lcasabasına yakm bil" kalenin adi. feth-i Konstantiniyye : İstanbul'un II. Mehmet tarafından fethi. feth-i meyyit: ölümün sebebini anlamalc İçin cesedin açılarak muâyenesi, otopsi, feth-i miibin : açık, aşikâr zafer, feth-i müçkilât: zorlukları çözme, feth ii kırâat: [Kur'ân ve fermanlar hakkında] açma ve olcuma. 2. başlama, (bkz: bed'). feth-i İcelâm : söze başlama. 3. kuşatma, zaptetme. feth-i bilâd : ş e h ir le r in İstilâsı, zaptı. 4. b i r hai'fin üstün, [e] o la r a lc olcunması. [fe t h -i lâm ile = lâmın fethiyle, üstün "e” okunmaS iy la ].

fetha ‫( ﻓﺘ ﺤﻪ‬a.i.c.: fetehât) : 1. Arapça kelimelerin üstüne lconulan üstün ( : ) İşâreti. fetha-i hafife : e olcutan üstün, fetha-i sakile : a okutan üstün. 2 ٠delile, fethateyn (a.i.c.): müteâlâp ilci harfin fethasıyla (okunan kelime): [faraza, feverân... gibi]. fethi, fethiyye ‫ب‬ ، ‫( ﻓﺘ ﺤ ﻰ‬a.s.): 1. fethe mensup; fetilı halckında yazılan kaside. 2. erlcelc ve İcadın adi. feth-nâme ‫( ﻓ ﺘ ﺤﺂ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): bil. fethe dâir yazi' lan şiir veyâ risâle; düşmanın mağlûbiyetini bildirmek İçin yazılan meletup (Nâme-i Hümâyûn), (bkz: zafer-nâme). fetil, fetile ، ، M ، ‫( ﻓﺖ؛ل‬a.i.): 1. lâmba fitili. 2. ovarale deriden Çilcarılan yuvarlalc lcir. 3. yaralara konulan tiftik. 4. örgü, fetile-i giysû : saç örgüsü, fetile-i hacer : bot. dağ keteni. fetk ‫( ﻓﺘ ﻚ‬a.i): apansızın adam öldürme, fetret ‫( ﻓﺘﺮت‬a.i.c.: -feterât): 1. iki peygamber veyâ pâdişâh arasında peygambersiz veyâ pâdişalısız geçen zaman. Devr-İ fetret: fetret devri, zamânı. [OsmanlI târihinde: Yıldırım'ın mağlûbiyetiyle ‫ ؟‬elebi Sultan Mehmed'in idâreyi ele alışı arasında geçen selciz sene.lilc müddet]. 2. iki vak'a

arasındaki zaman. 3. hek. iki Sitma nöbeti arasında geçen zaman. 4. uyuşukluk, za'f. (bkz: fitl'et). fett ‫( ﻓ ﺖ‬a.i.). (bkz : reft). fettâh ‫( ﻓﺘﺎ ح‬a.s. feth'den) : 1. zafer kazanmış, üstün gelmiş. 2. fetheden, açan. 3. kullarının kapalı işlerini açan, Cenâbıhak. 4. i. erkek adi. fettâh-ı kerim : iyilik etmesini seven, kerem sâhibi olan Cenâbıhak. fettâh-ı nûr (nur açan) : Allah, fettâk ‫( ﻓﺘﺎ ك‬a.s. fetk'den) : çok adam öldürmüş kimse, kanlı katil. fettân ‫( ﻓ ﺂ ن‬a.s. fitne'den) : 1. fitne ve fesâda teşvik eden, fenâlık yapan, ayartan. 2. oynak [kadın]. 3. câzibeli, gönül alıcı, fettâne ‫( ﻓﺘﺎﻧﻪ‬a.i.) : altm ve gümüşü muâyeneye yarayan taş, mehek (mehenk, mihenk) taşı, (bkz : mısdak). fetvâ ‫ ض ى‬، ١‫( ﻓﺘﻮ‬a.i.c.: fetâvâ, fetâvî): müftü tarafından verilen şer'î hüküm veyâ karar. Bâb-ı fetvâ. Dâire-İ fetvâ: Şeyhülislâm kapısı. fetvâ-emini ‫أﻣﻴﻨﻰ‬ (a.t.b.i.): [eskiden] Şeyhülislâm kapışında fetvâ işleriyle meşgul olan dâirenin başkam, fetvâ-lıâne ‫( ﻓﺪوى ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): 1. mülga Meşihat dâiresindeki meşhur İftâ müessesesi. 2. müftünün bulunduğu resmi dâire, müftülük, (bkz : bâb-1 fetvâ). fetvâhâne-٤ â lî: mülga Şeyhülislâm dâiresinde mahkeme-i şer'iyye ve müftülerin mercii olmak üzere vücuda getirilen İftâ müessesesi. [pusla odası, fetvâ odası, i'lânât odası adlarıyla üç dâireden ibâretti]. fetvâ-penâlı ‫ب ﺑﺬاه‬ (a.fb.s.): “ fetvâya sıgın an '': Şeyhülislâm. fevâci' ‫( ﻓ ﻮا ﺟ ﻊ‬a.i. fâci'in c.). (bkz : fâci'). fevâhir ‫ﺧﺮ‬٠‫( ﻓﻮا‬a.s.: fâhire'nin c.). (bkz: fâhir, fâhire). fevâhi‫( ﻓﻮاﺣﺶ ؟‬a.s. fâüişe'nin c.) : ahlâksız kadınlar, kalıbeler. (bkz: fâhişe). Dârü'lfevâhiş : umumhâne (genel ev), fevâid ‫( ﻓﻮاﺋﺪ‬a.i. fâide'nin c .) : 1. menfaatleı٠, faydalar, kârlar, kazançlar, (bkz: fâide). 2 . 1888'de Murat Emir tarafından İstanbul'da onbeş günlük olarak yayımlanmış edebi, fenni bir dergi. 301

fevâid-î me'mû.e

fevâid-î me'mûle : umulan faydalar, fevâih ‫( ﻓ ﻮا ح‬a.i. fâih'in c .): ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek ve meyva kokulan, [“fevâyih" şeklinde de kullanılır), fevâiz ‫( ﻓ ﻮا ض‬a.i. fâiz'in c.). (bkz : fâiz). fevâkih ‫( ﻓ ﻮا ﻛ ﻪ‬a.i. fâkihe'nin c .) : meyvalar, yemişler. fevâkih-i lezize : lezzetli, tatil meyvalar. fevânis ‫( ﻓ ﻮاﻧﻴ ﺲ‬a.i. fânûs'un c.).(bkz: fânûs). fevâris ‫( ﻓﻮار س‬a.s. fâris'in c .): atlılar, biniciler, (bkz: fâris). fevâsıl ‫( ﻓ ﻮا ﺻ ﻞ‬a.i. fâsıla'nın c.). (bkz : fâsıla). fevâtih ‫( ﻓ ﻮاﺗ ﺢ‬a.i. fetiha'nm c .) : fatihalar, (bkz : fatiha). fevâyih ‫( ﻓ ﻮاﻳ ﺢ‬a.i. fâyiha'nm c .). (bkz : fevâih). fevâzıl ‫( ﻓ ﻮا ﺿ ﻞ‬a.i. fâzıla'nın c.).(bkz: fiizalâ). fevc ‫( ﻓ ﻮ ج‬a.i.c.: efvâc): bölük, takım, cemaat, fevc-â-fevc : takım takım, akm akm. fevc fevc : bölük bölük, fevehân ‫( ﻓ ﻮ ﺣﺎ ن‬a.i. fevh'in c.): güzel kokular, fevehât ‫( ﻓ ﻮ ﺣﺎ ت‬a.i. fevha'nm c.) : güzel kokular. feverân ‫( ﻓﻮران‬a.i.): 1. kaynama, galeyan etme. 2. [damar] vurma. 3. [su] fışkırma, feverân-ı âh : su fışkırması, feverân-ı dem : kan fışkırması. 4. [hiddetle] köpürme. feverân-ı gazeb : kızgınlığın patlak vermesi, feverân-ı zamân : zamânm taşkınlığı, fevh ‫( ﻓ ﻮ ح‬a.i.c. fevehân): güzel koku, fevha ‫( ﻓﻮ ﺣﻪ‬a.i.c.: fevehât): güzel koku, fevk ‫( ^ ق‬a.i.): üst, üst taraf, yukarı [maddi, mânevi], [müen. “fevkiyye"]. fevka'1-me'mûl: ümidin dışında, fevk-i işb â ': fiz. aşırı doyma, fevk-izevebân: fiz. ahirlerime. fevka'1-âde ‫( ﻓ ﻮ ق اﻟﻌﺎﺑ ﻪ‬a.it.): âdetin üstün de, duyulmadık, görülmedik, Olağanüstü. fevka'1-âde b ü tçe: fevkalâde hallerin meydana getireceği masrafları karşılamak gayesi ile hazırlanan bütçe, fevka'l-arz ‫( ﻓ ﻮ ق ا ﻻ ر ض‬a.s.): arzm, toprağın üzerinde, üstünde, göğe âit. fevkal-beşer ‫( ﻓ ﻮ ق اﻟﺒ ﺸﺮ‬a.s.): 1. İnsanüstü. 2. i. üst insan. fevka'l-gaye ‫"( ﻓﻮ ق اﻟﻐﺎﻳﻪ‬ga” uzun okunur, a .b .zf): son derecede. 3.2

fevka'l-hadd ‫ ﻟ ﺤ ﺪ‬١ (a.b.zf.) : hadden aşkın, haddinden fazla, pek ‫ ؟‬ok. fevka'1-me'mûl ‫( ﻟﻮق اﻟﻤﺎﻣﻮل‬a.b.s.) : umulanın üstünde, umulandan ‫ ؟‬ok. fevka'1-mu'tâd ‫( ﻓﻮق اﻟﻤﻌﺘﺎد‬a.b.s.) : alışılmıştan, her zamankinden başka, fevkani ‫“( ﻫﻮﻗﺎذى‬ka” uzun okunur, a.s.) : 1. üstte olan, yukarıda bulunan, i . i. üstte noktaSI olan harf (Arap alfobesinde). fevkani tahtâni : altlı, üstlü, fevka's-serâ ‫( ﻓﻮ ق اﻟﺴﺮا‬a.f.b.i.) :topraküstü,yer yüzü. fevka't-tabia, fevka't-tabiiyye ، ‫ﻓﻮق ا ﻟ ﺒ ﻴ ﻌ ﻪ‬ ‫ﻓﻮق ا‬(a.b.s.) : tabiat üstü, fevr ‫( ض‬a.zf.) : acele, hemen, derhal. Ale'1fevr : derhal, ‫ ؟‬ar‫ ؟‬abuk, birdenbire, fevren ‫( ﻓﻮرا‬a.zf.) : çarçabuk, birdenbire, fevri, fevrice ‫ ﻓﻮر ؟‬، ‫( ﻓﻮرى‬a.s.) : birdenbire, düşünmeden yapılan [hareket),

fevt

(a.i.) : 1. bir daha ele geçmemek üzere kaybetme, elden ‫ ؟‬ikarma, kaçırma,

fevt-i fursat : fırsat kaçırma. 2. ölüm, (bkz : mevt).

fevt-i nâgehânî : ansızın ölüm, fevvâre .‫( ﻓﻮار‬a.i.) : içinden su fışkıran şey, fıskiye.

fewâre-i âb-1 hayât : âbihayat hskiyesi. fevvâre-ibedâyi' : güzellikler fıskiyesi, fevz ‫( ض‬a.i.) : galiplik,zafer,üstünlük;selâmet, kurtuluş.

fevz u nusret : zafer, utku, fevzâ ‫( ﻓ ﻮ ت‬a.i.) : kargaşalık, anarşi, fevzâî ‫( ﻓﻮتﺀﻣﻰ‬a.s.) : kargaşalıkla ilgili; anarşist.

fevzâviyyet ‫( ﻓ ﻮ ﺿﺎ وﻳ ﺖ‬a.s.) : fels. fr. anarchique. fevzi ‫( ^ ز ى‬a.s.) : zaferle, kurtuluşla ilgili, fevziyye ‫( ﻓﻮزﻳﻪ‬a.i.) : 1. tar. Yeniçeri Ocagı'nın kaldırılması üzerine II. Sultan Mahmut tarahndan eski odalar mevkiine verilen ad. 2. kadın adi. feyâfî ‫( ﻓ ﺎ ﻓ ﻰ‬a.i. feyfâ'nın c.) : susuz çöller, sahrâlar.

feyâyih ‫( ﻓﻴﺎﻳ ﺢ‬a.i. feyhâ'nın c.) : boşluklar, genişlikler, enginlikler.

feyezân ‫( ﻓ ﻴ ﻔ ﺎ ن‬a.i.) : 1. suyun taşması, coşma-

fıkarât-ı us'ösîyye

feyezân-ı Nîl: 1. Nil'in taşması. 2. bolluk, fazlalık, feyiz. feyfâ' ‫( ﻓﻴﻐﺎﺀ‬a.i.c.: feyâfî): düz, büyük sahra, susuz kumlu çöl. (bkz : kafr).

feyz-yâb ‫( ﻓﻴﻀﻴﺎب‬a.f.b.s.): feyiz bulan, feyiz bulucu. feza' ‫( ﻓ ﺰ ع‬a.i.): 1. korkma, bağırıp çağırma. 2. dayanamama. 3. ümitsizlik. 4. inleyip sızlanma. feyfâ-neverd ‫( ﻓﻴﻐﺎ ﻧﻮود‬a.f.b.s.): çöllerde ilerleyen, yol alan, çöl yolcusu, fezâ' ‫( ﻓ ﻀﺎﺀ‬a.i): 1. ucu bucağı bulunmayan boşluk, dünyânın sonsuz olan genişliği, feyhâ ‫( ﻓﻴﺤﺎ‬a.i.): büyük, geniş olan, engin, fezâ-yı ferdâ : yarinin boşluğu, feyiz ‫( ﻓﻴﺾ‬a.i.c.: füyûz). (bkz : feyz). fezâ-yı vatan : vatanin fezâsı, vatanin uçsuz, feylesof ‫( ﻓﻴﻠﺴﻮف‬a.i.c.: felâsife): 1. felsefe ile bucaksız gökleri. 2. geniş ova, geniş sâha, uğraşan, filozof, âlim‫ ؛‬akıllı kimse. 2. kayyer, alan. gısız, rahat yaşayan, kalender kimse. 3. s. fezâ-yı feyz: feyiz sâhası, feyiz alanı. dinsiz, (bkz: dehri). 4. *uzay. feyyâl ‫( ﻓﺎ ل‬a.i.): file bakan kimse, fil çobanı, -fezâ[y] [ ‫ ﻓﺰا إ ى‬- (f.s.): artıran, çoğaltan, (bkz : (bkz: fîl-bân). efzâ). Ferah-fezâ: ferah artıran. Hayretfeyyâz ‫( ﻓﺎ ض‬a.s.): 1. feyiz, bereket ve bolluk fezâ : hayret artıran, hayret veren, veren‫ ؛‬Allah. fezâî ‫( ﻓ ﻀﺎﺋ ﻰ‬a.s.): 1. fezâya âit, fezâ ile ilgili. feyyâz-1 kudret, feyyâz-1 mutlak: Allah. 2. *uzaysal. 2 . İÇİ ç o k t e m iz , ç o k c ö m e r t [k im s e ] . 3 . t a fe-zâlik ‫( ﻓ ﺬ ا ﻟ ﻚ‬a.i. fezleke'nin c .): fezlekeler, ş a n [sel]. 4. i. e r k e k a d i. hulâsalar, icmaller, *özetler, feyyil ‫( ﻓﻴﻞ‬a .s.) : z a y i f h ü k ü m . fezâ-neverd ‫( ﻓ ﻬ ﺎ ﻧﻮود‬a.f.b.s.): fezâda giden, feyz ‫ض‬٠‫ ( ف‬a . i . c . : f ü y û z ) . [ f ü y û z â t , f e y z 'i n c . fezâda dolaşan. o la n f ü y û z 'u n c.]. 1 . s u y u n t a ş ıp a k m a s ı. fezâyişte ‫ ( ﻓﺰاﻳﺸﺘﻪ‬fs .) : ziyâde, fazla, çok. 2 . b o l l u k , ç o k lu k , v e r im lililc , f a z l a l ı k , g ü r fezleke ‫ﻪ‬ ‫ﻜ‬ ‫( ﻓ ﻨ ﻠ‬a.i.) : 1. hulâsa, netice, muhtasar, lü k , ile r le m e , ç o ğ a l m a . 3 . ilim , İ r fâ n . özet. 2.huk. [evvelce] mahkemelerde soFeyz-İ âti (geleceğin feyzi, verimliliği, gürruşturma evrâkının altına yazılan hulâsa, lüğü): İstanbul'da, Kuruçeşme ile Arnafezleke-i târih : târih hülâsası, özeti, vutköy arasında, deniz kenarında Boğaziçi fezleke resmi: [evvelce] huk. mahlcemelerin liseleri adını taşıyan lisenin eski adi. cereyânım kısaca tespit eden vesikadan alifeyz-i câvidân: ebedi feyiz, devamlı berenan masraf. ket. feyz-i mukaddes: a'yân'ı sâbitenin‫ ؛‬fidda ‫( ﻓ ﻠ ﻪ‬a.i.) : gümüş, (bkz: sim, nukra). Dâü'l-fıdda : gümüş ile zehirlenme, istidatlarına göre, onların hâriçte zuhûrunu fıddâ-i hâlise : hâlis gümüş, istilzâm eden tecelli, fıkarât ‫( ﻓ ﻘ ﺮا ت‬a.i. fıkra'nın c.) : 1. küçük feyz-i neş'e-bahşâ : neşe verici bolluk, hikâyeler, lcıssalar. feyz-i safâ : safânm, neşenin feyzi, bolluğu, fıkarât-ı lâtîfe : lâtif, hoş hilcâyeler. feyz-i tabii : tabii olan bereket, bolluk, fıkarât-ı İâzime ve nâzike : ince ve gerekli feyz ü rif'at: bolluk, ilerleme, yükseklik, fıkralar. feyzâ-feyz ‫( ﻓﻴﻐﺎ ﻓ ﺾ‬a.b.s.): feyz ile dolu olan, fıkarât-ı miintehabe: seçilmiş hikâyeler. feyz-âver ‫( ﻓ ﺾ آور‬a.f.b.s.): feyiz getiren, 2. cümleler, paragraflar. feyz-bahş ‫( ﺑ ﺾ ﻷد ش‬a.f.b.s.): feyiz bağışlayan, fıkarât-ı anife : yukarıda geçen cümleler. feyiz, bereket veren, 3. omurga kemiklerinin boğumlan, feyz-dâr ‫ ا ر‬(a.f.b.s.): feyizli, gür. fıkarât-ı acziyye : anat. sağrı *omurları, feyz-efzâ ١‫( ﻓﻬﺾ اﻓﺰ‬a.f.b.s.): feyiz arttıran, fıkarât-ı arzi^e : anat. sağrı omurları, fıkarât-ı kataniyye : anat. bel omurları, feyz-nâk ‫( — د‬a.f.b.s.): feyizli, bereketli, fıkarât-ı rakabiyye : anat. boyun omurları, feyz-resân ‫ ا ن‬٠‫( ﻓ ﺾ رل‬a.f.b.s.): feyiz eriştiren, bereket ve bollulc getiren. fıkarât-ı us'ûsi^e : anat. kuyruk omurları. 3.3

fıkarât-1 zahriyye

fıkarât-1 zahriyye : anat. Sirt omurları. 4. kiSimlar, fesillar, bölümler, (bkz : fıkra),

kalabalıklar; ehl-i sünnet ve cemaat'ten ayrılan mezhepler.

fıkarî ‫( ﻓﻘ ﺮ ى‬a.s.) : [asil "fekari” dir]. (bkz : fekari).

fırak-ı d âlle: dalâlete düşmüş, sapıtmış, îman etmeyen fırkalar,

fikariyye ‫( ﻓﻘﺮﻳﻪ‬a.i.) : [asil ''fekariyye” dir]. (blcz : felcariyye). fikariyye-i âliyye : zool. yüksek *omurgalılar. [asli "fekariyye"dir]. fikariyye-i siifliyye : zool. aşağı *omurgalılar. [asli “ fekariyye” dir]. fıkdân ‫( ﻓﻘﺪا ف‬a.i.) : yokluk, darlık, bulunmazilk, kıtlık, (bkz : fakd).

fırak-ı siyâsiyye : siyâset, politika partileri, fırka ‫( ﻓ ﺮﻗ ﻪ‬a.i.c. : firak) : 1. insan kalabalığı, grubu. 2. siyâset partisi. 3. ask. tümen, fırka-i a s k e r ic e : tümen, fırka-i n â ç iz e : selâmet yolunu bulmuş fil." ka, Müslüman grupu. fırka-i siyâsiyye : siyâset partisi,

fılcdân-1 akl : akil kıtlığı,

firkateyn ‫( ﻓ ﺮ ﻗ ﻴ ﻦ‬a.i.): eskiden kullanılan bir çeşit savaş gemisi,

fıkdân-ı dem : fizy. kansızlık, fr.anémie. (bkz : fakrü'd-dem).

fırsâd ‫( ﻓ ﺮ ﻣ ﺎ ل‬a.f.i.): karadut.

fıkdân-ı elem : acı *yitimi, fıkdân-ı hassâsiyyet : psilc. *duyumsamazille, fr. apathie. fıkdân-ı İmkân : İmkânsızlılc. fılcdân-1 İrâde : İrâde yitimi, fr. aboulie. fılcdân-1 kuvâ : Fransızca "adynamie" karşılığı. fıkdân-ı ma'rifet-i hissice : psik. * t a n ı ş ı z ilk , a g n o s i.

fıkdân-ı nalcd : para darlığı, fıkdân-ı nukud : para darlığı, fıkdân-ı temyiz : fels. zihin darlığı, fiich ‫( ﻓﻬﻪ‬a.i.) : 1. bir şeyi geregi gibi anlayıp bilme. 2. şerîat ilmi, şerîatın usul ve hükümleri, ameli ve şer'î meseleler bilgisi, hkih. fıkhî ‫( ﻓﻬﻬﻰ‬a.s.) : fıkıha âit, filcihla ilgili, fikhiyye ‫( ﻓﻘﻬﻴﻪ‬a.s.) : ["fıkhî" kelimesinin müen.]. (bkz : fıkhî).

fırsat ‫( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖ‬a.i.). (bkz : fursat). fısâd ‫( ﻓ ﻤ ﺎ ل‬a.i.): kan alma, damardan kan 1‫ ؟‬karma.-(bkz: fasd). fisk ‫( ﻓ ﻖ‬a.i.c.: fusuk): 1. hak yolundan veyâ hak yoldan ‫ ؟‬ikma, Allah'a karşı İsyân etme. 2. sefahate dalma. 3. hâinlik. 4. dinsizlik, ahlâlcsızlık. (bkz: fücûr). fıskıyye ‫( ﻓ ﺴ ﻘ ﻴ ﻪ‬a.i.c.: fesâkî): suyu, aşağıdan yukarıya fışkırtan havuz ağızlığı. 2. ‫ ؟‬ocukİarın oynadığı su püskürten oyuncak, fıtâm ‫( ﻓ ﻄﺎ م‬a.i): ‫ ؟‬ocugu, yavruyu sütten kesme. Vakt-İ fıtâm : sütten kesme zamânı. fıtık ‫( ص‬a.i.). (bkz : fatk). fıtnat ‫( ﻓ ﻄ ﺌ ﺖ‬a.i.): 1. zihnin her şeyi ‫ ؟‬abuk anlayışı, zihin açıklığı, zeyreklik, (blcz: fatânet). 2. kadın adi. [“gabâvet” in zıddı], fıtr ‫( ﻓ ﻄ ﺮ‬a.i.): oru‫ ؟‬bozan, [adam]. îd-i f ı t r : ramazan bayramı, şeker bayramı, (bkz: sadaka-i fıtr).

fıtra ‫( ﻓ ﻄ ﺮ ه‬a.i.): ramazan bayramında bölünmeden verilmesi şer'an vâcibolan : ı) bugfıkra ‫( ﻓﻘﺮه‬a.i.c. : fikarât) : 1. omurga kemikday, bugday unu veyâ bugday kavutunİeı-inden bir bogum, omur. 2. bend, maddan 1458 veyâ 1667; 2) arpa; 3) kuru üzüm; de, paragi-af. 3. İcısa hikâye, masal, kıssa. 4) kuru hurmadan 2917 ile 3333 gram sada4. kanun maddelerinin paragraflarından ka. [Hanefi'den gayri diger ü‫ ؟‬elıl-i sünnet her biri. 5. kısım, fasıl, bölüm, [kitap veyâ mezhebine (Şâfiî, Mâliki, Hanbeli) güre, eserde]. 6. yazılmış kısa bir haber. 7. gaze''arpa, kuru üzüm ve lcuru hurma miktatelei-de, gündelik hâdiselerin kısa ve temiz rı da: bugday, bugday unu veyâ bugday bir üslupla yazılmış şekli, fr. chronique, kavutu”nun miktarı olan 1458 veyâ 1667 gramdır]. fıkra-hân ‫( ﻓﻘﺮه ﺧ ﻮا ن‬a.f.b.s.) : hikâye okuyan,

fılcıh ‫( ﻓﻘﻪ‬a.i). (bkz : fikh).

söyleyen. firak ،‫( ﻓﺮق‬a.i. fırka'nın c.) : 1. tümenler, alaylar, bölükler. 2. partiler. 3. cennetler; talcimlar, 304

fıtrat ‫( ﻓ ﻄ ﺮ ت‬a.i.): yaradılış, tabiat, miza‫ ؟‬, huy. (bkz :.seciyye, tinet). fıtraten ‫( ﻓ ﻄ ﺮ ة‬a.zf.): fıtrî olaralc, yaradılıştan.

fikret

fıtrî, fitriyye ‫ ﻓﻄﺮﻳﻪ‬، ‫( ﺋ ﺮ ى‬a.s.): tabîî, yaradı- -figende ‫ ﺷ ﺪ ه‬- (f.s.) : yıkılmış, yıkık, düşkün. ["efgende” kelimesinin hafifletilmişi]. İıştaki. (bkz : efgende). fitriyye ‫( ﻓﻄﺮﻳﻪ‬a.i.) : fels. *doğuştancılık, fr. na-fîh ‫ ﻓ ﻪ‬- (a.e.) : " onda, İçinde" mânâsını verir. tivitisme. Mâ nahnii fîh : konuştuğumuz. Münâziün fî ‫( ﻓﻲ‬a.i.c.: fîat): fiat, baha, kıymet, fîh : hakkında münâkaşa, çekişme olan, fî-i aslî: asil deger. kavgalı. Mef'ûlün fîh : “-de" hâli. fî-i cârî: geçer deger. Fîhî Mâfîh (0 şey ki onun İçinde) : Hz. fî-ik at'î: son fiat, olacagi. Mevlânâ'nın tasavvufa dâir ünlü eseri. fî-i maktu : biçilmiş kıymet, deger. fîhâl ‫( د خ ل‬a.i. fahl'in c.) : itibarlı, üstün kimfî ‫( ﻓﻰ‬a.zf. ve e.): 1. İçinde, -de ["fîhâ" müfseler. ret müennes İçin kullanılır]. 2. [evvelce] fîhâm (a.s. fahîm ve fahm'm c.) : çok kuvtârihin başına konurdu, vetli, nüfûz ve itibar sâhibi kimseler, ulular, fî 20 Teşrîn-i evvel: 20 *Ekimde, büyükler. fî zemânînâ : (f.zf.): zamâmmızda, şimdiki fihris ‫( ﻓﻬﺮ س‬a.i. c. : fehâris) : 1. bil- kitabin İçinzamân İçinde. de neler bulunduğunu gösteren ve kitabin fiâl ‫ل‬،‫( ﻓﻊ‬a.i. fi'1'in c .): İşler, kârlar, ameller. ya başına, ya sonuna konulan cetvel, indeks. Bed-fiâl: kötü İşler işleyen kimse, (bkz : 2. eşyânın adlarım gösteren defter, [kelime ef'âl). Farsça "fihrist" den alınmıştır]. fîât ‫( فﺀﴽت‬a.i. fî'nin c .): bahalar, kıymetler, de- fihrist ‫( ﻓ ﻬ ﺮ ﺳ ﺖ‬f.i.). (bkz : fihris). gerler. [yapma kelimelerdendir], fikir ‫( ﻓﻜﺮ‬a.i.c. : efkâr), (bkz : fikr). ficâ \‫( ﻓ ﺞ‬a.zf.): ansızın, birdenbire, (bkz: fikr ‫( ﻓﻜﺮ‬a.i.c. efkâr) : 1. fikir, düşünce. 2. idr-âk. fücâ'). 3. hâtır. 4. zihin, akil. 5. rey, oy, zan, inanfidâ' ‫( ﻓﺪاﺀ‬a.i.) : bir esiri kurtarmak İçin verilen ma. 6. zihin tasavvuru, kuruntu. 7. murad, şey, fidye, (bkz : fedâ). maksat, niyet. fidâî ‫( ﻓﺪ'ﻧ ﻰ‬a.s.). (bkz : fedâî). fikr-i âmiyâne : alelâde, bayağı fikir, düşünfidye ‫( ﻓﺪﻳﻪ‬a.i.): can kurtarma karşılığı verilen akçe vesâire. fikr-i âteşîn : ateşli fikir, düşünce. fîdye-î necât: kurtulmalık, can kurtarma fikr-i fâsid : bozuk, bozucu fikir. akçesi. fikr-i ferda : yarinin fikri, düşüncesi. fie ‫( ف‬a.i.c.: fiât): tâife, güruh, cemâat, bölük, fikr-i galat : yanlış düşünce, yanlış bir şeyi takım. düşünme. fîe-i kalîle : az cemâat, [çok zaman küçümfikr-i garâib-perver : garip şeyler icâdeden seme yoluyla söylenir]. fikir, düşünce. fî emânî'llâh ‫( ﻓﻰ اﻫﺎن اﻟﻠﻪ‬a.cü.): Allah'ın hıfz ve fikr-i mukaddes : mukaddes fikir, kutsal siyânetinde; Allah kerîm, düşünce. figan ‫“( ﻓ ﻰ ن‬ga” uzun okunur, f.i.): ıztırap ile fikr-i muzmar: dışarı vurulmamış, gizli fibağırıp çağırma, inleme, (bkz : feryad). kir. fîgan-1 tîz : yüksek feryâd. fikr-i sâbit : *saplantı, fr. idée fixe. fîgan-1 tîz-i heves : arzunun yüksek feryâdı. figan-perver ‫ر و ر‬ (f.b.s.): figan ettiren, bağırtan. fîgâr ‫( ﻓﻜﺎ ر‬f.i.) : yara, (bkz : ceriha). -fîgâr ‫ ﻓ ﻜ ﺎ ر‬- (f.s.) : yaralı, müteessir, incinmiş. Dil-fi^âr: yüreği yaralı, (bkz : efgâr). -figen ‫ ﻓ ﻜ ﻦ‬- (f.s.): a‫ ؛‬ıcı, yıkıcı, düşürücü, ["ef gen" kelimesinin hafifletilmişi] . (bkz: e f gen).

fikr-i ta'kib : peşini bırakmama, sona erdirme. fikr-i vatan : vatan fikri, vatan düşüncesi, (bkz : fikret). fikren ‫( ﻓﻜﺮأ‬a.zf.) : fikir ile, düşünerek, zihnen. fikret ‫( ﻓﻜﺮ ت‬a.i.) : 1. (bkz : fikr). 2. erkek ve kadm adi. 3.5

fikrî, fikriyye

‫ ﻫﻜﺮﻳﻪ‬، ‫( ﻫﻜﺮى‬a.s.): 1. fikre mensup, fikirle ilgili, düşünerek meydana getirilen [şey]. H a y â t-ı f i k r i c e : düşünce hayâtı, düşünce âlemi. 2 . i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. f i k r i y a t ‫( ﻓﻜﺮﻳﺎ ت‬a.i.c.): fikir, düşünce ile olan İşler.

fik r i, f i k r i c e

‫( ﻓ ﻜ ﺮا‬a.zf.): fikir, düşünce *bakimından. fi '1 ‫( ﻓ ﻌ ﻞ‬a.i.c.: efal, fiâl, C.C. : efâîl): İş, kâr, amel; zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime, *eylem.

fik r iy y e n .

fi'l-i b a s i t : gr.

basit fiil, tek kökten yapılan fiil [olmak, gelmek; gitmek... gibi], : gr. "imek” mastarından yapılan varille fiili.

fi'l-i cevlıeri

leaidesiz, kuralsız fiil [yemek; İçmek; oturmak... gibi],

fi'l-i g a y r-ı k ı y â s î : gr.

fi'l-i g a y r-i m iite a d d i: gr.

geçişsiz fiil, fr.

in tra n sitif. fi'l-i h a y r

: iyi İş.

: gr. geçmiş zamanda olmuş, fakat konuşanın görmüş oldugu bir İŞİ anlatan fiil [yazmış idi; okumuş idi... gibi],

fi'l-i h ik âye

fi'l-i İ k t i d â r î : gr.

“bilmek” maddesiyle meydana gelen fiil [yazabildim; koşabildim... gibi].

fi'l-i İ l t i z â m î : gr.

emir sîgasının sonuna: ''-elim, -e sin, -e siniz” katılarak yapılan fiil, dileme kipi [sevelim; çekesin; yeresiniz... gibi]. fi'l-i İ n t i h â î : gr. İntihâ fiili, fr. verb e accom pli. fi'l-i İ s t im r â r î : gr.

sürerlik fiili [gide durmak; bakakalmak... gibi], : gr. kaideli, kurallı fiil [ateş'den : ateşlemek; iş'den : işlemek... gibi],

fi'l-i k ıy â s î

fi'l-i İ â n e : gr.

yardımcı fiil [idi, İmiş, ise...

gibi]. : gr. “-İ hâli” almayan fiil [uyumak; gülme... gibi].

fi'l-i lâ z ım

: gr. fâili, öznesi bilinen fiil, *etgen fiil [yemek; İçmek... gibi],

fi'l-i m a 'lû m

fi'l-i m â 'y û b

: ayıplanmayı gerektiren davra-

niş. fi'l-i m â z î : gr.

bir İşin geçmiş zamanda oldugunu bildiren siga, kip.

306

fi'l-i m e ç h û l : gr.

fâili, *öznesi bilinmeyen fiil, *edilgen fiil [yazılmak; açılmak... gibi], fi'l-i m e n f i : gr. kendisinde nefi edâtı bulunan fiil, *olumsuz fiil. fi'l-i m e zm û m : gr. kötü ݧ, fenâ İş; zinâ ve İivâta. fi'l-i m u k a r e b e : gr. “yazmak” maddesiyle meydana gelen fiil [düşeyazdım... gibi], fi'l-i m u t â v a a t : gr. *dönüşlü fiil, fi'l-i m u z â r i ': gr. hem hâle, hem istikbâle delâlet eden sıyga (kip) [gelirim; giderim gibi]. fi'l-i m iin 'ak is : tepke, fr. rCflexite. fi'l-i m iirekkeb : gr. yardımcı bir fiille birleşerek tek kelime hükmüne giren fiil, *birleşik fiil [yazabilmek; koşabilmek... gibi], kendisinde nefi edâtı bulunmayan fiil, *olumlu fiil, fi'l-i m ü ş a r e k e t: gr. *İşteşlik fiili [koşuşmak, sevişmek... gibi]. fi'l-i m iite a d d i : gr. “-İ hâli” alan geçişli fiil, nesne tümleci alan fiil [yemek; İçmek... gibi]. fi'l-i n i y y e t : gr. niyet fiili, davranma fiili, fr.

fi'l-i m iis b e t: gr.

verb e intentionnel. fi'l-i r i v â y e t : gr.

geçmiş zamanda olmuş, fakat konuşanın görmüş oldugu bir İŞİ anlatan fiil [koşmuş İmiş; sevmiş İmiş... gibi],

fi'l-i ş a r t î : gr.

bir şeyin vukuunu başka bir şeye şart kılmak İçin kullanılan siga, kip ki, s morfemi ile yapılır [gelecekse; verecekse... gibi]. fi'l-i şen î (kötü fiil) : ırza geçme [nlutlaka “ırza geçme” mânâsına gelmez], fi'l-i şe rr : fenâ, kötü İş. fi'l-i t a 'c î lî : gr. “vermek” maddesiyle meydana gelen fiil [yazıverdim; alıverdim... gibi], fi'l-i tem en n i : gr. dilek-şart kipi, fi'l-i .v ü c û b î: gr. emrihâzırın sonuna “meli” sözü katılarak meydana getirilen siga, gereklikkipi [girmeliyim; sevmeliyim... gibi],

(a.i.c. efyâl, füyû l): bilinen büyük hayvan, fil. filâ h a t ‫( ﻓ ﻼ ﺣ ﺖ‬a.i.) ekincilik, çiftçilik, (bkz: harâset, zirâat). ‫ ' ة‬1 ‫ ا‬1 ‫( ﻓ ﻰ ا ﻻ ﺻ ﻞ‬a.zf.) : aslında, fîl-b â n (a.f.b.i.). (bkz : feyyâl).

fil ‫ﻓ ﻞ‬

Fir'avıı fi'1-cü m le ‫ﻓ ﻰ اﻟ ﺠ ﻤﻠ ﻪ‬

(a.zf.): nihâyette, sonun-

da.

(a.zf.): hakilcatte, gerçekten, İşleyerek. (blcz : bi'l-fi'l).

fi'len ‫ﻓ ﻌ ﻼ‬

fi'len z i-m e d h a l : hulc.

İş görerek karışmış

[kimse]. (a.zf.): hakikatte, halcikaten, gerçeleten, doğrusu,

fi'l-h a k ik a ‫ﻓ ﻰ ا ﻟ ﺤ ﻴ ﻘ ﻪ‬ fi'l-h â l ‫ﻓ ﻰ اﻟ ﺤﺎ ل‬

(a.b.zf.): bu anda, hemen, şim-

di. fi'1-h a y r

‫( ﻓ ﻰ اﻟ ﺨ ﺮ‬a.b.e.): hayırlı İş.

، ‫( ﻓﻌﻠﻰ‬a.s.c.: fi'liyyât): fiille ilgili, gerçekten yapılan İş. C iim le -i f i 'l i y y e : gr. fiil-cümlesi, *yüklemi fiil olan cümle. H izm et-i fi'liy y e : ilk askerlik vazifesi, *görevi.

fi'lî, fi'liy y e ‫ﻓ ﻌ ﻴ ﻪ‬

tedavülde fi'len mevcut olan para; 2) tedavül bankasının çıkardığı banknotların halicin elinde bulunan kısmı,

fi'lî t e d â v iil: eko. ı)

bir sürenin kontrolünde bahse konu olan İşin yapılabilmesi İçin 0 İŞİ yapanın İcullandığı gerçek süre,

fi'lî z a m â n : eko.

fi'liy y â t ‫ﻓ ﺌ ﻴ ﺎ ت‬

(a.s. fi'lî'nin c .): gerçekten İş-

lenilen İşler. filim e ‫ﻓ ﻌﻴ ﻪ‬

(a.i.): fels. *etlcincililc, fr. a e tivis-

me.

(a.i. c . : filizzât) : 1. eritilip teiuizlenmemiş olan altın, gümüş, balen', demii' gibi ham mâden, külçe. 2. erimiş balcır.

filiz z ‫ﻓﻠﺰ‬

filiz z -i ın a 'd e n î : lcim.

mâden filizi,

(a.i. filizz'in c.) : ham mâdenler, ham külçeler.

filiz z â t ‫ﻓﻠ ﺰا ت‬

filiz z â t-ı m a'd en iyye

: cogr. naâden Cevheı-İ.

(7 ham mâden) : altın; gümüş; Civa; balcır; demii'‫ ؛‬kalay; Icurşun filizlel'i.

fiü z z â t-ı seb'a filiz z î ‫ﻇ ﺰ ى‬

(a.s.) : filizi, açık yeşil, filiz rengi,

(a.i.) : bot. tolıumda cü cü ğü kaplayan etli lcısım.

fillca ‫ﻓﻠﻘﻪ‬

(a.zf.): m eselâ, misâldelci gibi, (bkz: farzâ).

fi'l-m esel ‫ﻓ ﻰ اﻟ ﻤﻔ ﻞ‬

fi'l-v â k i' ‫( ﻓ ﻰ اﻟ ﻮاﺑ ﻊ‬a.Zf.)

: vâlcıa, halcikaten, ger-

çekten.

‫( ﻓﻰ ﻣﺎ ﺑﻌﺪ‬a.zf.) : bundan sonra, bundan böyle, bir daha.

fî m â ba'd fin â ‫ﻓﻨﺎ‬

önü.

(a.i.c. efniye) : 1. avlu. 2. evin ve şehrin

‫ ﻫ ﻰ اﻻﻣﺮ‬. ‫( ﻓ ﻰ‬a.zf.): hakikatte, gerçekte. fir â d ‫( ﻓﺮاد‬a.i. ferd'in c .): fertler. f ir â k ‫( ﻓﺮاق‬a.i) : 1. ayrılık, ayrılma; sevişenlerin ayrılığı. L e y l-İ f i r â k : ayrılık gecesi. (bkz: hicrân). 2. hüzün, kedei', sıkıntı, (bkz: gamm, gussa). F irâ k ty y e ‫( ﻓﺮاﻗﻴﻪ‬a.i.) : sevgilisinden ayrılan bir kimsenin duydugu ıstırabı belirtmek üzere yazdığı veyâ söylediği manzume. f ir â r ‫( ﻓﺮار‬a.i.): kaçma, savuşma, izinsiz veyâ nizamsız olarak ortadan kaybolma. fir â r î ‫( ﻓﺮارى‬a..s.): kaçak, kaçkın. [firâriyân şeklinde c. de kullanılmıştır]. firâ s e t ‫( ﻓﺮا ﺳ ﺖ‬a.i.): 1. (bkz; ferâset). 2. binicililc, at yetiştirme bilgisi, (bkz : fiirûsiyyet). 3. yiğitlik, mertlik. fir â ş ‫( ﻓﺮاش‬a.i.c. fürüş): 1. döşek, yatak; yaygı, şilte. 2. hasır, hail. E s îr -i fir â ş : yataktan kalkamayan hasta. H e m - f ir â ş : zevce. S â h ib -fir â ş : hasta, fir â ş -ı d e rû n : İç yatağı, İçteki yatak, fir â ş -ı İ s t ir â h â t : rahat döşeği, f î n e fsi'I-e m r

fir â ş -ı k a v i : file,

evli İcadının firâşı. [bilâ dâvet neseb sâbit olup nefy ile neseb nefyolunmayıp lâkin laan ile nefy olunur], fir â ş -ı m u t a v a s s ıt : file, ümm-i veled'in firâşı. [bilâ dâvet nesep sahih olmaz], fir â ş -ı sa h ih : file, nilcâh ve müHc-i yemine müstenit bulunan İstifrâş [mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan câriyedir; bu balcımdan bu ilci şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk vâris sayılır. Ancalc câriyeyi istifraşta İıusûle gelen Ç0cugun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi gerelcir]. f ir â ‫ ؟‬-ı z a i f : fık . câriyenin firâşı. [bununla nesep sâbit olui"]. fîr â v â n ‫( ﻓﺮاوا ن‬f.s.): çok, bol, fazla, aşırı, (blcz : bisyâr, kesir, vâfir). N a k d -İ f i r â v â n : para bolluğu, ö m r - i fir â v â n : çöle ömür, fir â v â n î ‫( ﻓﺮاواﻓ ﻰ‬f.i.): bolluk, çoleluk. (blcz: kesret). F ir'a v n ‫( ﻓﺮﻋﻮف‬a.i.c.: ferâine): 1. eski zamanlarda Mısır hükümdarlarına verilen unvan. 2. Allahlılc iddiâsmda bulunduğu İçin Hz. Mûsâ'nın mücâdele ettiği Mısır hülcümdârı. 3. s. pek lcibirli, gururlu ve inat [adam], 307

fîr'avnî firaun. [bâzı metinlerde "firavun, firavuniyyet" şeklinde de geçer). fir'avni ‫( ﻓﺮﻋﻮذى‬a.f.i.): 1. firaunluk. 2. s. firaun ile ilgili. firâz ‫ ز‬١‫( ﻓﺮ‬f.i.): 1. yokuş, çıkış, firâz ü nişîb : yokuş ve İniş. 2. yüksek, yukarı. 3. s. yükselten, kaldıran. S er-firâz: itibar makamında bulunan, müstesnâ mevkide olan, sivrilmiş [kimse], (bkz : ser-efrâz). firâzî ‫( ﻓﺮاز ى‬f.i.) : yükseklik, yukarılık. firdevs ‫( ﻓﺮدو س‬a.i.c. ferâdis) : 1. cennet, uçmak. 2. bostan, bahçe. 3. kadın adi. firdevs-i a'lâ : Cennet'teki altıncı bahçe, firdevs-âşiyân ‫( ﻓﺮد و س آ ﺷﻴﺎ ت‬a.f.b.s.) : cennetlik, merhûm. (bkz : cennet-mekân). Firdevsi ‫( ﻓﺮد و ﺳ ﻰ‬f.h.i.): İran'ın milli destam olan "Şehnâme''nin nâzımıdır. Adi Mansur, Hasan veyâ Ahmed'dir; künyesi Ebülkasını'dır. Takriben 934 - 1020 yılları arasında yaşamıştır. Eseri, muhtelif dillere, bu arada Türkçe'ye de çevrilmiştir. Firdevsiyye ‫ ه‬٠‫( ﻓﺮدوس‬a.h.i.): Kibreviyye tarikatı kollarından birinin adi. [kurucus u : Rükneddinü'l-Firdevsi'dir). firdevs-mekân ‫( ﻓﺮدو س ﻣ ﻜﺎ ن‬a.b.s.). (bkz: firdevs-âşiyân). firdevs-mukim ‫إ‬٠‫( ﻓﺮدو س ش‬a.b.s.). (bkz : firdevs-âşiyân). firdevs-nişln ٠‫ﺷ ﺰ‬ firdevs-âşiyân).

‫ﻓﺮد و س‬

(a.f.b.s.). (bkz:

fireng-i fer' ‫( ﻓ ﺮ ﻧ ﻚ ﻓ ﺮ ع‬f.a.b.i.) : Türk müziginin büyük usullerindendir. Yirmi sekiz zamanlı ve on üç darplıdır; çok nâdir kullanılmış olan bu usul ile sâdece bestelerin ölçüldüğü görülmüştür. Fireng-i fer' usulü, başta iki adet yürük semâî ile üç muhtelif şekilde dizilmiş dört tâne sofyan'dan mürekkeptir. fireûni ‫ا‬/ ) (a.i.): güzel sanatlarda kullamlan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b.]. firfahiyye ‫( ر ي‬a.i.) : bot. Semizotugiller, fr. portulacees. -firlb ‫( _ ﺷ ﺐ‬f.s.): aldatan, aldatıcı [firibinden mastarından), ü il- fir îb : gönül aldatan. Ebleh-firib : ahmak aldatan. Nazar-firlb : göz aldatan. firibende ‫ه‬٠‫ ب‬. ‫( ش‬f.s.): aldanmış, kapılmış. 308

firîb-gâh ٥‫( ﻓ ﺮ ﻳ ﻌ ﺎ‬f.b.i.): tılsım bağlanan yer. firifte ‫( ﻓﺮﻳﻬﺘﻪ‬f.s.): aldatılmış, kandırılmış, aldanmıç. firifte-dil ‫( ﻓ ﺮ ﻓ ﻪ د و‬f.b.s.): gönlü aldanmış, firiftegân ‫( ﻓ ﺮ ﻳ ﻔ ﻌﺎ ن‬f.s. firifte'nin c.) : aldatılmıçlar, aldanmışlar, kandırılmışlar, firistâde ‫( ﻓﺮ ﺳﺘﺎده‬f.i.c. firistâde-gân): 1. peygamber. 2. s. gönderilmiş, el‫ ؟‬i. firistâdegân ‫( ﻓﺮﻣﺘﺎدﺳﻤﺎن‬f.s. firistâde'nin c .): 1. gönderilmişler, elçiler. 2. peygamberler, firişte ‫( ﻓﺮﺷﺘﻪ‬f.i.c.: fir‫؛‬şte-gân): 1. melek, (bkz : sürüş). 2. s. mec. iyi ve yumuşak huylu [adam). 5. s. günahsız, mâsum. firiştegân ‫( ﻓﺮ ﺷﺘﻜﺎ ف‬f.i. firişte'nin c .) : melekler. (bkz: melâik, melâike). frişte-h û , firişte-haslet ‫ ﻓ ﺮ ﺷ ﺔ ﺧ ﻌ ﻠ ﺖ‬، ‫ﻓﺮﺷﺘﻪ ﺧ ﻮ‬ (f.a.b.s.): huy ve tablatçe melek gibi olan, (bkz: firişte-sıfat). firişte-merg ‫( ﻓﺮﺷﺘﻪ ﻣﺮﻛﻞ‬fb .i.): “ ölüm meleği” : Azrâil. firişte-sıfat cifi ‫( ﻓﺮﺷﺘﻪ‬f.a.b.s.): huyve tablatçe melek gibi olan, (bkz : firişte haslet). firişte-siret ‫( ر ﻓ ﺘ ﻪ ﺳ ﺮ ت‬f.a.b.s.): melek huylu. (bkz: firişte-üû, firişte-haslet). firkat ‫( ﻓ ﺮ ﻗ ﺖ‬a.i.): dostlardan ve sâireden ayrıilk, ayrılış, (bkz : firâk, iftirâk, müfârekat). [asli: “fürkat" dir]. , fîrkat-nümâ : (bkz : fürkat-nümâ). firkat-zede ‫ﻓﺮﻗﺘﺰده‬ zede).

(a.fb.s.).

(bkz: fürkat-

firûdest ‫( ﻓ ﺮ و د ﺳ ﺖ‬f.b.i.): bir ka‫ ؟‬hanendenin bir ağızdan usul ile söyledikleri nağme, fîrûz ‫( ﻓﻴﺮوز‬a.s.): 1. mes'ııt, mutlu, sevinçli, ferah, uğurlu, iyi bahtlı. 2. erkek adi. [kelime, Farsça “pîrûz” dan alınmıştır), firûz-baht ‫( ﻧ ﺮ و ز ﺑ ﺨ ﺖ‬a.f.b.s.): tâlihi kutlu, uğurlu. fîrûze ‫( ﻓﻴﺮوزه‬a.i.): i. Nişabıır'da çıkan açık mâvi renkli ve değerli bir yüzük taşı, [kelime Farsça “pîrûze” den alınmıştır). 2. başyazan Muazzez Yusuf olan ve haftalık olarak İstanbul'da yayımlanmış, kadınlara mahsus edebi bir dergi, fîrûze-deryâ (mâvi deniz): mec. gök. fîrûze-fâm ‫( ﻓﻴﺮوزه ﻓﺎم‬a.f.b.s.): mâvi renkli, gök renkli.

‫اﻫﺎ‬ fîrûze-gâh ‫( ﻓﻨﺒﺮوزه ﻛﺎه‬f.b.i.): gökyüzü, (bkz: semâ). fîrûze-gûn ‫( ﻓﻴﺮوزه ا ن‬f.b.s.): firûze renkli, firûzende ‫( ﻓﻴﺮ وزﻧﺪه‬f.i.): meşhur bir ‫ ؟‬e‫ ؟‬it lâle, firûze-reng ‫( ﻓﻴﺮوزه ر ﻧ ﻚ‬fb .s.): gök mâvisi. firû ze-rivak ‫( ﺗ ﺮ و ﻧ ﻪ روا ق‬a.b.i.): gökyüzü, firûz-mend ‫( ﺗ ﺮ و ز ﻣﻨﺪ‬a.'f.b.s.): zafer kazanmış, tâlihi a‫ ؟‬ık. fîrûz-mendî ‫( ﻓﻴﺮوز ﻣﺘ ﺪ ى‬a.f.b.i.): zafer, üstünlük. fisâl (a.i.): 1. ayırma. 2. sütten kesme, (bkz: fıtâm). fî-sebîliHâh ‫( ﻓﻰ ﺑ ﻴ ﻞ اﻟﻠﻪ‬a.zf.): Allah yolunda‫ ؛‬karşılık beklemeksizin, fiten ‫( ﻓﺘ ﻦ‬a.i. fitne'nin c .): fitneler, ayartmalar, azdırmalar, ara bozmalar, (bkz : fitne), fitnat ‫( ﻓ ﻄﻨ ﺖ‬a.i.). (bkz : fıtnat). fitne ‫( ص‬a.i.c.: fiten): 1. belâ, mihnet, sıkınti. 2. ayartma, azdırma. 3. fesat, arabozma, karışıklık, ihtilâl. îkaz-1 fitne : karışıklık ‫ ؟‬ikarma. 4. dinsizlik, cânilik. 5 ٠cezâ. 6. delilik. 7. güzel yüz, güzel göz; güzel kadın, fitne-i âlem: herkesi birbirine düşüren güzel. 8. ara bozan, karıştırıcı, fitne-i uzmâ : büyük fitne. 9. köpek yavrufitne-âmiz ‫( ﻓﺘﺸﻪ آﺳﺰ‬a.f.b.s.): fesat karıştıran, bozgunculuk yapan. fitne-cihân ‫( ﻓﺘﻨﻪ ^ ن‬a.f.b.s.): fitne sıçratan, fitne koparan. fitne-cû ‫( ﻓﺘﻨﻪ ﺟﻮ‬a.f.b.s.) : fesat arayan, fitne-engiz ‫( ﻓﺘﻨﻪ ا ﻧ ﻜ ﺰ‬a.f.b.s.) : fesat koparan, fesat ‫ ؟‬ikaran. fitne-ger ‫( ﻓﺘﻨﻪ ا‬f.b.s.): fitneci, fitne-kâr ‫( ﻓﺘﺘﻪ ﻛ ﺎ ر‬a.f.b.s.): fitneci, fesat ‫ ؟‬ikarmak âdetinde bulunan, fitne-zâ ‫( ﻓﺘﻨﻪ زا‬a.f.b.s.): fitne ‫ ؟‬ikaran. fitrâk ‫( ﻓﺘﺮا ك‬f.i.): atin terkisi, terki kayışı, egerin arkasındaki tasma, at eğerinin arkaSinda bulunan ve e‫ ؟‬yâ bağlamaya yarayan kayışlar. fitret ‫( ﻓﺘ ﺮ ت‬a.i.). (bkz : fetret), fityân ‫( ﻓﺘﻴﺎن‬a.s. fetâ'nın c .): gençler, delikanİılar, yiğitler, mertler, (bkz: fetâ). [evvelce "ahi" teşkilâtına dâhil bulunanlar], fi-yevminâ ‫( ﻓ ﻰ و ت‬a.b.zf.) : günümüzde, fî-zemânınâ ‫( ﻓﻲ زﻣﺎﻧﻨﺎ‬a.b.zf.) : zamanımızda.

‫( ﻓﺰﻳﻜﻞ‬fj-.a.s.) : fizik bakımından, *fiziksel, fr. physique.

fiz îk î

(a.i.) : 1. kalp, yürek, gönül. C â z ib ü 'lgönlü kendine ‫ ؟‬eken, sevimli, sempatik. M e c rû h ü 'l-fu â d : gönlü yaralı, kırık. M e srû rii'1-fu â d : sevinçli, ‫ ؟‬en. 2 . erkek adi.

fu â d ‫و ا د‬ fu âd :

fu â d -ı m i'de : anat. m ide ağzı, m idenin üst

deligi. fu â d î ‫و ا د ى‬ fu â k

(a.s.) : kalple, gönülle ilgili,

‫( وآ ق‬a.i.) : 1. hıçkırık. 2. can çekişme,

(bkz : hâlet-i nez'). 3. midenin tekallüsü, ‫ ؟‬ekilip toplanması.

‫( ﻓﻌﻼ‬a.i. fâil'in c.) : fâiller, işlemişler, yapmi‫ ؟‬olanlar.

fu a lâ

fudalâ' ‫( ﻓﻀﻼﺀ‬a.i. fâdıl'ın c.). (bkz : fuzalâ'). fuh‫ ش ؟‬٠‫( ف‬a.i.c. : fuhû‫ ; ؟‬c.c. fevâhi1 : (‫ ؟‬. haddini aşma. 2. kötülük, nâmıısa aykırı hareket, orospuluk, (bkz : faziha). fuhş-hâne ‫( ﻓ ﺤﺜ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.) : *genelev, fuhşiyyât ‫( ﻓ ﺤ ﺸﺎ ت‬a.i.c.) : edep, terbiye ve ahlâka aykırı olan İşler, zinâ ile ilgili hareketler. [kelime, Redhouse lügatinde “fah‫ ؟‬iyyât'١‫ ؟‬eklinde geçer], fuhûl ‫ ل‬٠‫( ﻓﺢﺀ‬a.i. fahl'in c.) : 1. aygırlar. 2. er1er, erkekler. 3. s. akıllı ve zeki [adamlar]. 4. beyit, hadis ve rivâyetleri ‫ ؟‬ok iyi anlatan kimseler. fu h û l-i m u h ad d isin

: hadisçilerin en ileri

gelenleri. fu h û l-i m iife ssirîn

: tefsircilei-in en ileri ge-

lenleri. fu h û l-i şu a râ fu h û l-i u lem â

: şairlerin en üstünleri. : âlimlerin en değerlileri,

‫( ﻓﻬﻮم‬a.i. fehm'in c.). (bkz : fehm). fu k a h â ' ‫ﺀ‬١‫( ﻓﻘﻪ‬a.i. fakih'in c.). (bkz : fakih). fu h û m

fu k a h â -i h a n e fiy y e

: hanefi din âlimleri,

*bilginleri. fu k a h â -i ‫ ؟‬â fiiy y e

: şâfiî din âlimleri, bilgin-

leri. ‫( ﻓﻘﺮاﺀ‬a.s. fakir'in c.) : fakirler, yoksullar. (bkz : fakir).

fu k a râ '

fu k a r â -y ı b â b u lla h

: tas. Allah kapısının fa-

kirleri. : sabi-eden, dayanan, avu‫؟‬ açmayan fakirler.

fıık a r â -y i sâ b irin fû l

‫( و ل‬a.i.) : bakla. 309

föl-i Mısrı fû l-i M ı s r î : nohudu andıran ve "d eveyu lafı" da denilen k ü çü k kara tâne. fû lâ d

‫^ ﻻد‬

(a .i.): çelik, (bkz : pûlâd).

f û m ^ (a.i.). (bkz : sîr).

‫ﻧﺪ ق‬

fu n d u k

(a.i.) : 1. fındık, ( b k z : bunduk,

‫زا غ‬

(f.i.): parıltı, ışık, (bkz : fer, fürû g,

(a.i. fasİ'ın c.). (bkz : fasl).

fıısû l-i erbaa (döı-t fasıl) : bahar; yaz; güz; kış. fu sû s

punduk). 2. han, misâfiı-hâne. fu r â ğ

‫ﻓﻤﻮل‬

fu su l

‫ﻓﻤﻮص‬

(a.i. fass'm c . ) : 1. y ü z ü k taşlan,

( b k z : fass). F u sû sü ' 1-H ik e m :

M u h yid d in -i

A rab i'n in

m eşhur tasavvu fi eseri. 2. yem iş İÇİ [fındık, bâdem gibi].

ziyâ). fu râ t ‫ ت‬١‫( ﻓﺮ‬a .i.): tatlılık [su hakkında], fu rk a n

("k a” uzun okunur, a.i.) : 1. iyi ile

kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı

fû ta

‫ﻓﻮده‬

(f.i.) : 1. peştemal. 2. eskiden ku llam -

lan bir çeşit kumaş, fu tu r ‫( ﻓﻄﺮ‬a .i.): bot. zehirli mantar,

gösteren herşey. 2. K ur'ân -1 Kerim , (bkz :

fu tu r-ı h a r a k i ^ e : bot. *pasm antarıgiller.

H üdâ, Hitâb, Kitâb, Kitâb-1 mübîn, M ushaf,

fu tu r-ı k a id ü 'l-b ü z û r : bot. bazitli mantar,

N ecm , Nûr, Zikr).

fu tu r-ı m u h â tiy ye : bot. Civıkmantar.

‫"( ﻓﺮﻗﺄذى‬k a " uzun okunul-, a .s .) :

fu r k a n î

K urân-1 Kerim 'le ilgili. fu rsa t ‫( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖ‬a .i.): 1. u ygun zam an, elverişli durum , faydalanm a sırası, elden kaçırılm ayacak faydalı vakit, hal ve münâsebet. 2. nöbet, [kelime, dilim izde yanlış olarak "fırsa t” şeklinde yaygındır], fu rsa t-b în

‫د ن‬

‫( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖ‬a.f.b.s.) : fıı-sat gözeten,

fırsat kollayan, (bkz : fursat-cû). fu rs a t-cû

‫ﺟﻮ‬

‫( ﻓ ﺮ ﺻ ﺖ‬a.f.b.s.): fırsat arayan, fır-

sat bekleyen. fu rsa t-yâ b

‫ ﻳ ﺐ‬٠‫ﻓﺮﺀ‬

‫ﻓﺮوده‬

erdemli kimseler, (bkz : fudalâ'). fu z û l d ‫( ﻓﺸﻮ‬a.s. fazl'm c . ) : lüzum suz, fazla şey veyâ söz. fu z û lü 'l-g a n â im : fık. ganim et m alların ın tâyin ve tevziinden kalan ve

‫ب‬

çokluğu yüzün den taksim i kabil olm ayan az m iktardaki m al hakkın da ku llan ılır bir *deyim . fıız û le n

‫ﻓﻀﻮﻻ‬

(a .z f.): usulsüz, yersiz, haksiz

olarak; zorbalıkla. (a.f.b.s.) : fırsat bulan, eline

fırsat geçen. fu rû d e

fu z a lâ '‫ﺀ‬١‫( س‬a .s.fâ z ıl'ın c .): fâzıllar,faziletliler,

fu z û lî ‫( ﻓﻐﻮ ﻟﻰ‬a.s. fu z û l'd e n ): 1. boşuna, yersiz, lüzum suz; haksiz. 2. boşboğaz, lüzum suz

(f.i.): 1. hasislik, alçaklık. 2 . s.

denî, alçak, hasis. 3. s. kavrulm uş, kebap olmuş.

işlerle uğraşan; kendisine düşm eyen sözler söyleyen. 3. i. erkek adi. F u z û lî

‫ ىﻟ ﺔ‬2 ‫( ﺷﻮض‬a.i. farz'm

c.). (bkz : farz).

fu r û z -î m u k a d d ere : hu k. nas ile takdir olu-

‫ﻓﻬﻮﻟﻰ‬

(a .h .i.): X V I . asırda yaşam ış ve

en b ü yü k T ü rk şâirlerinden biridir. Ç ağ atay edebiyâtı da dâhil olm ak üzere, T ü rk

nan sehim lerdir ki, hiç n ısıf (yari), rubu'

edebiyatının bir çok sâhalarm d a ku vvet-

(dörtte bir), süm ün (sekizde bir), sülüsân

li te'sir ve n üfû z sâhibi olan b ü y ü k şâir,

(üçte iki), sülüs (üçte bir), südüs (altıda

A zerl-O sm an lı edebiyâtınm k u ru cu ların -

bir) dir. [bu sehim leri İhrâz eden vereseye

dandır. Türkçe, A rap ça, Farsça, m an zu m

“eshâb-1 ferâiz” denir].

ve m ensur bir çok eser vü cû d a getirm iş-

fu sa h â '

‫ﻓﺼﺤﺎﺀ‬

(a.s. fasîh'in c . ) : güzel, düzgün

ve açık konuşanlar, iyi söz söyleme kabiliyetinde olan kimseler, uzdilliler. ( b k z : fasih).

(a .i.): anat. kulakm em esi, fr. lo -

bule.

‫ﻷ ى‬

(a .s.): fıstıkî, sarim tırak, açık

yeşil [renle]. f u s u k ^ (a.i. fısk'ın c.). (bkz : fisk).

310

‫هﺀﺟﺎﺀ‬

1555

y ılın d a

(a .zf.): ansızın, birdenbire, ( b k z :

ficâ).

‫( ﻓﺠﺎﺀه‬a.zf.). (bkz : füc'eh). ‫( د ة‬a.zf.). (bkz : füc'eten). fü c c â r ‫( ﻓﺠﺄر‬a.s. fâcir'in c . ) : günahkârlar, fenâ

fü c â e h

fü câeten

f u s t u k ^ (a .i.): fistık. (bkz : piste), fu s tu k i

m esnevisi çok meşhurdur. B ağdat'ta ölmüştür. fü c â '

fu s a h â -y î A r a b : A ra p fesihleri, fu se ys -

tir. B unlar arasında “ L eylî ve M ecn û n ”

huylular, ( b k z : fâcir). füc'e

‫( ﻓﺠﺎﺀه‬a .i.): ansızın, birdenbire, ‫( ﺑ ﻪ‬a .zf.): apansızın, birdenbire.

fü c'eh

fürûk

fiic'eten ‫ب ؛‬ rak. fü clyy

(a.zf.): birdenbire, ansızın ola(a.s.). (bkz : fiic'eten).

fücûr (a.i.) : İşret; sefihlik, günahkârlık, ahlâka aykırı durum. fiigen ‫( ﻓ ﻜ ﻦ‬f.s.) :atıcı,yıkıcı,düşürücü, [“efgen" kelimesinin hafifletilmiş‫]؛‬, (bkz : efgen). fükâhât ‫ﻓ ﻜ ﺎ ﻫﺎ ت‬ fükâhet).

(a.i. fükâhet'in c.). (bkz:

fiikâhet ‫( ﻓ ﻜ ﺎ ﻫ ﺖ‬a.i.c.: fükâhât) : lâtife, mizah, alay, hoşa giden söz. fülân ‫( ﻓ ﻼ ن‬a.i.): herhangi bir şahıs, biri, beliı-siz bir şey, filân. fülân ibni fülân : filân oglu filân. fülfül ‫( ﻓ ﺺ‬a.i.) : kara biber. Dâr-1 fü lfü l: kara biberin uzunca bir çeşidi, tarçın tolrumu denilen kuyruklu biber, fülfül-i ta v il: uzun biber.

1862 de Cemiyyet-i İlmiyye-İ Osmâniyye tarafından çıkarılan aylık mecmûa. fünûn-i b a h r ic e : den. denizcilik fenleri. fünûn-i h a r b ic e : ask. harp bilgileri, fünûn-i şettâ : ‫ ؟‬eşitli fenler. fürâde ‫( ﻓ ﺮاده‬a.i.): yalnızlık. Ale'l-fürâde : tek tek. fürât ‫( ﻓﺮا ت‬a.i.): 1. tatil su. 2 ٠h. i. meşhur nehir, Fırat. fürce ٠‫( ﻓﺮ ﺟﺎ‬a.i.) : 1. iki şey arasındaki açıklık, yarık, aralık. fiirce-i d îv â r: duvar yarığı. 2. güzel manzara, fr. panorama. 3. şiddetten kurtulma. 4. vakit; fırsat. fürce-yâb ‫( ﻓ ﺮ ج؛ا ب‬f.b.s.): fırsat, İmkân, vakit bulan. fürkat-nümâ ‫( ﻓﺮﺻﻤﺎ‬a.f.b.i.): ayrılığı gösteren, fürkat-zede ‫( ﺷ ﻘ ﺰ د ه‬a.f.b.s.): sevdiğinden ayrılmış [kimse).

fiilk ،‫( ﺳ ﺚ‬a.i.) : 1. gemi. 2. sandal, kayık. 3. Nûh'un gemisi, (bkz : keştî, sefine, zev- Fürs ‫( ﻫﺮس‬a.h.i.c.): Farslılar, Fars milleti; eski Iran. rak, zevrakçe). fürsân ‫( ﻓ ﺮ ﻣﺄ ن‬a.i. fâris'in c .): 1. usta biniciler. fülk-i d i l : gönül gemisi, 2. atlılar, (bkz : rükbân). fülk-i elfâz (sözler gemisi): mec. Nuh'un geFürsî ‫( ﻫ ﺮﻣ ﻰ‬a.h.i.): Fars milletinden olan, misi. Farsh, eski îranlı. fülk-i hidâyet (dogru yol gemisi): mec. fürsiyyât ‫( ﻓ ﺮ ﺳ ﻸ ت‬a.i.c.): Fars dili ve edebiyâtı Nuh'un gemisi. bilgisi. fülk-i İn âyet: (Tanrı yardımı gemisi): mec. fürû ‫( ﻫﺮل‬f.i.) : aşağı. Fürû-m ânde: aşağıda, Nûh'un gemisi, geride kalmış olan, âciz, beceriksiz; yorgun, fülk-i Nûh : Nûh'un gemisi, şaşkın. fülk-i rahmet (Tanrı bağışı gemisi): mec. fü r û ' ‫( ﻓﺮ و ع‬a.i. fer'in c.). (bkz : fer'), Nûh'un gemisi. fürûât ‫( ﻓﺮوﻋﺎت‬a.i. fer'in C.C.). (bkz: fer') fülk-i selâmet (kurtuluş gemisi): mec. Nûh'un gemisi. fiils ‫( ﻓﺪ س‬a.i.c.: fülûs) : 1. pul, mangır, akçe, para. füls-i ahmer : kızıl mangır, bakir sikke, füls-i ahmere muhtac : pek fekir. 2. hek. pul pul düşen kabuk. fülsî ‫ ى‬٠‫( ﻓ ﻞ‬a.s.): fiilse âit, füls ile ilgili. fülûs ‫( ﻇﻮ س‬a.i. füls'ün c.) : pullar, mangırlar, akçeler, paralar, bakir sikkeler, fülûs-i tenâsiiliyye : anat. Cşeylik plağı, fr. plaque g en ital. fülüle ‫( ﻓ ﻠ ﻚ‬a.i. felek'in c.). (bkz : eflâk). fünûn ‫( ب‬a.i. fenn'in c.). (bkz : fenn). Dârü'lfü n û n : üniversite. Mecmûa-İ fü n û n :

fürû'). fürû-bürde ‫( ﻓﺮ وﺑ ﺮده‬f.b.s.): aşağı, öne egilmiş. fürûc ‫( ﻓ ﺮ و ج‬a.i. ferc'in c.). (bkz : fere), fürûg b J (f.i.) : nur, ziyâ, ışık, parlaklık, parıldayış. (bkz : furâğ). Mihr-İ fürûg-efçân : ışık saçan Güneş, fürûg-i âftâb : Güneş'in ışığı, fürûg-i a s e fî: meşhur bir çeşit lâle, fürûg-dih ‫( ﻓ ﺮ و غ ده‬f.b.s.) ‫ ؛‬ışık veren, fürûg-efşân ‫ ن‬١‫ اﻓﺶ‬b J (f.b.s.): ışık saçan, fürûht ‫ ت‬٠‫( ﻓﺮ و خ‬f.i.): satma, satım, satış, (bkz : bey). ‫؟‬ fürûhtâr ‫( ﻓﺮ و ﺧﺘﺎر‬f.b.i.); satıcı, fürûhte ‫( ﻓﺮو ﺧﺘﻪ‬fs.): satılmış, fürûk ‫( د و ق‬a.i. fark'ın c.). (bkz : fark). 311

fürû-mânde

fürû-mânde ‫( ﻓﺮو ﻣﺎ ﻧﺪه‬f.b.s.): aşağıda, geride kalmış olan, âciz, beceriksiz; yorgun, şaşkm. fürû-mandegî ‫( ﻓﺮو ﻣﺎ ﻧﺪﺳﻤﻰ‬f.b.i.): beceriksizlik; yorgunluk, bitkinlik.

füsürde ‫( ﻓ ﺮ د ه‬f.s.) : donmu?. [“efsürde" nin hafifletilmişi]. füsüîde-beyân ‫( ﻓ ﺮ د ه ﺑ ﻴ ﺎ ن‬f.a.b.s.): mec. tat-

SIZve soguk sözlü. füsürde-dîl ‫( ﻓ ﺮ د ه دل‬f.b.s.) : kalbi donmuş, hissiz, duygusuz, (bkz : efsürde).

fürû-mâye ‫( ﻓﺮو ﻣﺎﻳﻪ‬f.b.s.): sütü bozuk, mayası bozuk, soysuz, aşağılık [kimse].

füşürde ‫( ﻓﺸﺮﺑﻪ‬f.s.): ısrar eden, direnen,

fürû-nihâde ‫( ﻓﺮو ﻧﻬﺎده‬fb.s.) : tenziledilmiş, indirilmiş.

füşüde-kadem ‫( ﻓﺜ ﺮد ه ﻗﺪم‬f.a.b.s.): ayak direyen.

fürûsî ‫( د و س‬f.i.) : ata iyi binen, iyi binici,

fütâde ‫( ﻓﺘﺎده‬f.s.c.: fütâde-gân): 1. düşmüş, düşkün. 2. tutkun, müptelâ. 3. bîçare, (bkz : üftâde).

fürûsiyyet ‫( ﻓ ﺮ و ﺳﻴ ﺖ‬a.i.): 1. süvârilik, binicilik. 2. at yetiştirme bilgisi, (bkz : ferâset).. -fürûş ‫ش‬ ‫ﻗﺮو‬- (f.s.): satan, satıcı. Azametfürûş : büyüklük satan. Hod-fürûş : kendini satan, kendini yüksek gösteren. Nânfürûş : ekmek satan, fürûş

‫( دوش‬a.i. ferşün c .): döşemeler.

fütâde-gân ‫( ﻓﺘﺎدﺳﻤﺎن‬f.s. fütâde'nin c.): 1. düşmüşler. 2. düşkünler. 3. bîçâreler, tutkunlar, fütân ‫( ﻓﺘﺎن‬f.s.): düşen, düşerek, (bkz : eftân). füttâk ‫( ﻓﺘﺎك‬a.s. fâtik'în c .) : fırsat buldukça adam öldürenler.

-fürûz ‫ ﻓ ﺮ وز‬- (f.s. -efrûz'dan): parlatan, aydinlatan. C ih ân -fürûz: cihânı aydınlatan ["efrûz" un hafifletilmiş‫]؛‬, (bkz : efrUz).

fütûh ‫ح‬ (a.i.c.: fütûhât): 1. zafer, galibiyet, üstünlük, (bkz: feth). 2. açma; açılma, ferahlanma, gönül ferahlığı,

fürûzân ‫( ﻓﺮوزا ن‬f.s.) : 1. parlayıcı, parlayan, parlalc. Necm-İ fü rû z â n : parlak yıldız. 2. erkek ve kadm adi. 3. Muallim Nâci'nin I886'da basılmış bir şiir kitabi,

fütûhât ‫( ﻓﺘﻮﺣﺎت‬a.i. feth'in c. olan "fütûh" un c .): zaferler, fethedilen, zaptedilen memleketler.

fürûzende ‫( دوزﻧﺪه‬f.s.): yanıcı, yakıcı; parlatan, paı'layıcı, parlayan, aydınlatıcı, aydınlatan. fiiseyfisa ‫( ﻓ ﻴ ﻐ ﺎ‬a.i.): küçük boncuk ve taş veyâ parçalarıyla nakş olunmuş satıh, fiishat ‫( ﻓ ﺴ ﺤ ﺖ‬a.i.) : genişlik, açıklık, (bkz: vüs'at). füshat-kede ‫( ﻓ ﺤ ﺘ ﻜ ﺪ ه‬a.f.b.s.): geniş yer. füshaî-serây ‫ﺳ ﺮ ا ى‬ geniş yer. füshat-zâr ‫ ار‬-

(a.f.b.i.) : geniş saray,

(a.f.b.s.): geniş [yer],

füsûn ‫( ﻓ ﺴ ﻮ ن‬f.i.): 1. sihir, büyü. 2. kadın adi [efsûn" un hafifletilmiş‫]؛‬, (bkz : efeûn). füsûn-ger ‫( ﻓ ﻮ ﻧ ﻜ ﺮ‬f.b.i.): sihirbaz, üfürükçü, füsûn-kâr ‫( ﻓ ﻮ ﻧ ﻜ ﺎ ر‬f.b.s.): 1. sihirbaz. 2. büyüleyici. (bkz : füsûü-perver, füsûn-sâz). fiisûn-perver ‫( ﻓ ﻮ ن ر و ر‬f.b.s.): büyüleyici. (bkz: füsûn-kâr, füsûn-sâz). füsûn-sâz ‫ ﺳ ﺎ ز‬٠‫( ﻓ ﺮ‬fb .s.): büyüleyici, (bkz: füsun-kâr, füsûn-perver). füsûs ‫( ﻓ ﻮ س‬f.n.) : yazık, eyvah! ["efsûs" un" hafifletilmiş‫]؛‬, (bkz: efsûs). 312

Fütûhât-ı Mekkiyye : Muhiddîn-i Arabi'nin meşhur tasavvufî eseri. fütûr ‫( ض‬a.i.): 1. zayıflık, gevşeklik, bezginlik, usanma, usanç, bıkma. 2. keder, ümitsizlik. B ilâ-fütûr: korkusuzca, aldırmayarak, pervâsızca, bezmeksizin. fütüvvet (a.i.): 1. soy temizliği. 2. mertlik, yiğitlik, gençlik, delikanlılık. 3. cömertlik, elaçıklığı. (bkz: güşâde-destî). 4. eski esnaf teşkilâtı. fütüvvet-ü, -İÜ ‫ — ﻟﻮ‬، ‫( ﻓﺘﻮﺗﺎى‬a.t.s.): ,1. fütüvvet sâhibi. 2. [eskiden] askerlikte mülâzım (teğmenler) ile kol ağası ve yüzbaşılara mülkiyede, râbia ve hâmise rütbeleri taşıyan kimselere verilen unvan, fütüvvet-mend ‫( ﻓﺘ ﻮﺗ ﻤﺪ‬a.f.b.s.): cömert, eli açık, (blcz: güşâde-dest). fütüwet-nâme (a.fb.i.): esnaf teşkilâtı ile bunların riâyet etmeleri lâzım gelen usul ve kaidelerden bahseden eser, *yönetmelik, *tüzük. fü'ûl

(a.i.): fallar.

füûs ‫س‬،‫( ﻓﯯ‬a.i. fe's'in c .): iki yüzlü baltalar. füvve ‫( د ه‬a.i.): kökboya, kızılkök, fr. garance.

füzûn-ter fü y û l fü y û z

‫( ﻓﻮ ل‬a.i. fîl'in c . ) : filler, (bkz : efyâl). ‫ﻧﻰ‬٠‫( ﻓ ﻮ‬a.i. feyz'in c.). (bkz : feyz).

fü y û z â t

‫( ﻓ ﻴ ﻮ ﺿ ﺎ ت‬a.i. feyz'in c. olan füyû z'u n c.).

( b k z : feyz). -fü zû d

-fü z û n

‫( ~ ﻓ ﺰ و ن‬f.s .): çok, fazla, [“efzûn'un hafif-

letilmişi]. ( b k z : efzûn). fü z û n î

‫( ﻓ ﺰ و ﻓ ﻰ‬f.i.): çokluk, fazlalık, ‫ ( ﻓ ﺰ و ﻧ ﺘ ﺮ‬f s . ) : pek çok, pek fazla.

fü z û n -te r

‫ ﻓ ﺰ و د‬- (f.s .): artıran, ‫ ؟‬ogaltan. M a h a b -

b e t - f ü z û d : sevgi artıran, ["efzûd” un hafifletilm içi]. ( b k z : efzûd).

313

G.g

gabâgıb ‫( ﻏﺒﺎ ﻏ ﺐ‬a.i. gabgab'ın c.) . (bkz; gab-

gab). gabâvet ‫^ و ت‬

(a.i.): anlayışsızlık, bönlük, kaim kafalılık, (bkz: belâhet, hamâkat, humk).

gabâvet-i mücesseme : büyük aptallık,

gadâ' ‫( ﻏﺪاﺀ‬a.i.c.: agdiye): öğle yemeği, gadâir ‫( ﻏ ﺪ ا ر‬a.i. gadire'nin c.) : sa‫ ؟‬örgüleri, gadârif ‫( ﻏﻌﻨﺎ رﻳ ﻒ‬a.i. gudrûfun c.): kıkırdak-

lar, kıkırdak kemikleri, gadât ‫( ﻏ ﺪا ت‬a.i.c.: gadavât): 1. sabahın erken

zamânı. 2. kuşluk yemeği [Hadiste geçer],

gabe ‫"( ﻏﺎ؛ع‬ga” uzun okunur, a.i.c.: gabât) :

gadât ‫( ﻏﺪاة‬a.i. gudve'nin c.). (bkz : gudve).

arslan yatağı olan sik orman, koru ormanı. üsdii'1-gabe : ı) sik orman arslanları: 2) Suyûtî'nin> Eshâb-1 Kirâm'ın hal terciimelerinden bahseden meşhur eseri, gabes ‫س‬٠‫( ﻏﺐ‬a.s.): karanlık [gece], gabgaij ‫( ﻏﺒﻐﺐ‬a.i.c.: gabâgıb): ‫ ؟‬ene altı, ‫ ؟‬ifte gerdan. g a b g a b î g â v : öküzün gerdanı. gabgab-ı simin : gümüş (gibi) gerdan, gabi ‫ﺑﻰ‬١‫"( غ‬ga" uzun okunur, a.s.c. : gubât) : ahmaklık, budalalık eden, gabi ‫( ﻏ ﻰ‬a.s. c . : agbiyâ'): kalmkafalı, anlayışSIZ, kabiliyetsiz, (bkz : ahmak, ebleh). T ıfl-1 g a b i: kalmkafalı ‫ ؟‬ocuk. gaİJİn ‫س‬.‫“( ﻏﺎ‬ga” uzun okunur, a.s. gabn'dan): 1. alışverişte hile eden, aldatan [kimse]. Bâyi-i gabin : lıîle yapan satıcı. 2. tenbel. gabir ‫ ر‬٠‫"( ﻏﺎ‬ga” uzun okunur, a.s.) : 1. kalan. 2. i. gelecek zaman. 3. a. gr. gelecek zaman,

gaddâr ‫( ﻏﺪا ر‬a.s. gadr'den) : 1. ‫ ؟‬ok gadreden, zulmeden, hâin, merhametsiz, kıyıcı. 2. ‫ ؟‬ok

fr. futur.

(a.i.) : alışveı-işte hile, aldatma, yaİancılık. gabn-i fâhiş : alışverişte kazıklama, gabrâ' ‫( ﻏ ﺮا ﺀ‬a.i.) : yer, yeı-yüzü, arz [“agber” in müennesi]. Sâha-i gabrâ : yer yüzü, dünyâ, gad ‫( ﻏﺪ‬a.i.) erte, yarin. gabn ‫ض‬

314

pahalı mal satan, soyucu [tüccar], gaddâr-âne ‫( ﻏﺪاراﻧﻪ‬a.f.zf.): gaddarca, merha-

metsizce, haincesine. gaddâre ‫( ﻏﺪاره‬a.i.): 1. büyük bı‫ ؟‬ak. 2. küçük tabanca, [yapma kelimelerdendir], gadir ‫“( ﻏﺎدر‬ga” uzun okunur, a.s.): gadreden, hıyânet eden, fenâlık eden, gadir-i nefs : nefse fenâlık eden, gadir ‫( ﻏﺪدر‬a.i.c.: guderâ', gııdürân): 1. sel ile peyda olan birikinti su, durgun su, göl. 2. küçük ırmak. gadire ‫( ﻏﺪﻳﺮه‬a.i.c.: gadâir): sa‫ ؟‬örgüsü, gadiri, gadiriyye ‫ه‬،‫ ﻏﺪﻳﺮ‬، ‫( ﻏﺪدر ى‬a.s.): gölde yaşayan, gölde bulunan [hayvan, *bitki]'. Fasîle-İ gadiriyye : göl nebatları, *bitkileri, gadiyye ‫( ﻏﺪ؛ه‬a.i.c.: gadiyyât) : sabahın erken vakti; tan atmasıyla Güneş dogması arası, gadr ‫ر‬،‫( ﻏﺎ‬a.i.): 1. hâinlik, vefâsızlık. 2. zulüm, merhametsizlik. 3. haksizlik. 4. e. yazık, gadr-dide ‫( ﻏ ﺪ ر دﻳ ﺪ ه‬a.f.b.s.) : gadir görmüş, gadre uğramış, haksizlik görmüş, gaferallâhü leh : Allah onu yarlıgasın, bağışlasın! gafere

jii■

(a.fi.): bağışladı, yarlıgadı.

ga.a.-ı tahakküm‫؛‬ gaffâr ۶ (a.i. ve s.) : 1. kullarının günahlarını affeden, Allah. gaffârü'z-zünûb : günahları, suçları bağışlayan [Allah]. 2. i. [abdülgaffâr'dan kısaltılmi? olarak] erkek adi. gafil, gafile ‫ ﻏﺎﻓﻠﻪ‬، ‫“( ﻏﺎﻓ ﻞ‬ga” uzun okunur, a.s. gaflet'den. c . : gafele, gafilin): gaflette bulunan, İhmâl eden, ilerisini iyi düşünmeyen, dikkatsiz, ihtiyatsız, dalgm, tembel. , gafil-âne ‫"( ﻏﺎﻓﻼﻧﻪ‬ga” uzun okunur, a.f.zf.): gafilcesine, dikkatsizlikle, ihtiyatsızlıkla, dalgıplıkla. gafilen ‫"( ﻏﺎﻓ ﻼ‬ga” uzun okunur, a.zf.): gaafil olal'ak, habersizce. gafir p ("ga” uzun okunur, a.s.) : mağfiret eden, yarlıgayan, affeden; Allah, gafirii'z-zenb : su‫ ؟‬bağışlayan (Allah). gafir ‫( ص‬a.s.): 1. örten, etrâfını ‫ ؟‬eviren. 2. ‫ ؟‬ok fazla. Cemm-İ gafir : büyük cemaat, insan kalabalığı. 3. i. muhafız askerler. gaflet ‫( ﻏ ﻐﻠ ﺖ‬a.i.) : 1. gafillik, bo? bulunma, dalgınlık, dikkatsizlik, ihtiyatsızlık. 2. ihmal, endişesizlik. gafleten ‫( ﻏﻐﻠﺔ‬a.zf.): gaflet eseri olarak, dalgınlıkla. gafûr ‫( ﻏﻔﻮو‬a.s. gııfrân'dan) : mağfiret eden, yarlıgayan, su‫ ؟‬bağışlayan, meı-hamet eden [Allalr]. (bkz: gaffâr). gafûrü'r-rahîm: esirgeyen, su‫ ؟‬bağışlayan [Allah]. gâh, geh ‫ ﺳﻤﻪ‬، ‫( ﺳﻤﺎه‬f.e.): 1. zaman bildii-en edat. Seher-gâh : seher vakti. Subh-gâh : sabah vakti. 2. yer bildiren edat. Secde-gâh ; secde yeri. 3. zf. arasıra, kimi, bâzı, gâh ü bî-gâh : vakitli vakitsiz, sıralı sırasız, gâh ü nâ-gâh : vakitli vakitsiz. gâh gâh ‫( ﺳﻤﺎه ﺳﻤﺎه‬f.zf.) : zaman zaman, vakit vakit. gâhî ‫( ﺳﻤﺎﻫﻰ‬f.zf). (bkz : gehi). gâhvâre ‫( ﺳﻤﺎﻫﻮاره‬f.i.): beşik, (bkz: gehvâre, mehd). gai, gaiye ‫ ﻏﺎﺀﻳﻪ‬، ‫ا‬٠‫“( ﻏﺎﺋﺞ‬ga” lar uzun okunur, a.s.): gaye, maksat ve netice ile ilgili. İllet-İ gaiye: bir İşin elde edilmeye uğraşılan neticesi, fr. cause finale. gaib ‫ ب‬٠‫“( ﻏﺎ‬ga" uzun okunur, a.s. gayb', gıyâb'dan): 1. görünmeyen, hazıı- olmayan, yok olan, kayıp. 2. i. gr. üçüncü şahıs, o.

gaibâne ‫"( ﻏﺎﺋﺒﺎﻧﻪ‬ga'' uzu n okunur, a.f.zf.) : görm eyerek, görünm eyerek, arkadan, yü ze k arşı olm ayarak, gizliden, haberi olm aksizm tan ım ak, ?ahsan tan ım ad ığı halde, gaile ‫"( ﻏﺎﺋﻠﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.c. : gavâil) : 1. dert, sıkıntı, keder. 2. felâket, m usibet, (bkz : dâhiye). 3. u ğraştırıcı ve sık ın tılı i?. 4. m ullârebe, sava?. gaile-i zâile : zeval bulan, geçen, ardı kesilen sıkıntı. gait, gaita ‫ ﻏﺎﺋﻄﻪ‬، ‫"( ﻏﺎﺋﻂ‬ga" lar uzun okunur, a.i.) : 1. insan pisliği, insan tersi. Mevadd-I gaita : insan tersi, (bkz : gûh, neces). 2. ‫ ؟‬uk u r yer. gaiyye ‫"( ﻏﺎﻳﻪ‬ga uzun okunur, a.i.) : fels. *erek‫ ؟‬ilik, fr. finalisme. g a i ^ e t ‫"( ﻏﺎﺳﺖ‬ga" uzun okunur, a.i.) : fels. fr. finalité. gâl, gâle baid).

g

،

(f.s.) : uzak, ırak, (bkz :

g a lâ ' ‫( ﻏ ﻼ ﺀ‬a.i.) : p ah alılık . Kaht ii gala' : k ıtlık ve p ah alılık . galâ-yi e s'âr : fiatlarm yü k sek liği. galat ‫( ﻏﻠﻬﻞ‬a.s.c. : galatât) : yan lı?, yan ılm a, galat-i basar : görü? d uygusunun aldanm ası, ‫؛‬suya batm i? b ir degnegin k irlim i? gibi görünm esi]. galat-i elvân : ren kleri yan lı? veyâ kusu rlu görm e, fr. dyschromatopsie, galat-i fâhi? : p ek a‫ ؟‬ık yanlı?, galat-i fik r : düşünce yan ılm ası, galat-i hilkat : h ilk at garibesi, galat-i hiss : d u yu ştak i aldam ?, duygu yan ıltısı. galat-i m eşhur : (m eşhur yaygın yanlış) : yan lı? oldugu halde herkes tarafın d an tutu n an ve k u llan ılm ak ta bulunan kelim e, galat-i m eşhûr fasih-i m ehcûrdan evlâdır : m eşhur (yaygın) yan lış, terkedilm iş fasih sözden daha üstündür, galat-i rü'yet : b ir rengi, tabiisinden başka o larak görm e, görm e bozu klu ğu , göz yan ıltısı, [k ırm ızıyı yeşil, m âviyi m enekşe renginde görm e]. galat-i tahakkiim i : ed. b ir kelim en in gerek lâfzı, gerek m ân âsı itibarıyla herkesin kullan d ığ ı gibi k u llan ılm am ası, (bkz : k ıyâsa m uhalefet).

g.lâl galât ‫( ﻏ ﻼ ت‬a.i. gali'n in c.). (bkz : gali). galatât ‫( ﻏﻠ ﻄﺎ ت‬a.i. galat'ın c .) : yan lışlar, yan ılm alar. galat-gû ‫ا‬ yen.

‫( ﻏﻠ ﻂ‬a.f.b.s.).: yalan ya n lış söyle-

galat-niivis ‫( ﻏﻠ ﻂ ﻧﻮﻳﺲ‬a.f.b .s.): yalan, yan lış yazan ve tespit eden. galebât (galib 'in c. olan galebe'nin c . ) : galebeler, üstünlükler. galebe ‫( ي‬a .i.): 1. galip gelm e, yenm e, üstünlük. 2. çokluk, kalab alık . 3. s. zaptolunm ay a cak derecede azgın, galebe ç a lm a k : üstün gelm ek, galebe-i şeh vet: şehvet galib 'in c.). (bkz : galib). galel ۶

azgın lığı.

4. (s.

( a .i.c .: a g lâ l) : k oru lu k tan akan su.

galeyân OLU- (a .i.): k ayn am a, çalkan m a, coşma. (blcz : feverân). Derece-i galeyân : kaynam a derecesi (ıoo santigrat), galeyân-ı m â ': su yu n kayn am ası, galeyân-ı e f k â r : fik irle rin kayn am ası, coşması. gali ‫ ﺋﻠ ﻰ‬٠(“ga” uzu n okunur, a.s. galâ'dan . c . : galât) : 1. değerinden çok p ah alı olan [şey]. Eşyâ-yi g a liy e : p ah alı şeyler. 2. galeyân eden, kayn ayan. galib ‫“( ﻏﺎﻟﺐ‬ga” uzun okunur, a .s .) : 1. galebe eden, galebe çalan, üstün gelen, yenen. 2 ٠daha kuvvetli. galib e k seriyyet: b ü y ü k çoğunluk, galib ih tim â l: daha k u vve tli ihtim al, galib-i m utlalc: tam m ân âsıyla galip, galib-i tüvânâ : güçlü galib. 3. i. erkek adi. Galib (Şeyh-) :m eşh u r D iv an şâirlerin d en d ir; İstan b u l'd ad o g m u ştu r,a sılad ıM e h m e d 'd ir‫؛‬ bab asın ın adi M ustafa R eşîd'dir. B üyükçe bir d îvân ı vard ır. G azel ve kasidelerinin b âzıların da Nâbi, N edim , ve N e f'î'n in tesirleri görülür. "H üsn -i A ş k ” adil eserini y irm i altı yaşın d a iken m esnevi taı'zında yazm ıştır. S ır f T ürkçe y azılm ış b ir de gazeli vardır, (d. : 1757 - ö . : 1798).

galibe ‫"( ﻏﺎﻟﺒﻪ‬ga" uzun okunur, a .s .) : [galib'in m üenj. ( b k z : galib). galiben ‫ “( ﻏﺎ ﺑﺄ‬ga'' uzun okunur, a .z f.): üstünlükle. galibiyyet ‫“( ﻏ ﺎ ﻳ ﺠ ﺖ‬ga" uzun okunur, a .i.) : galip gelm e, üstün lü k, galil ‫( ﻏ ﻴ ﻞ‬a .s.): susam ış, (bkz : ‫ ؟‬eşme), galiyâ ‫ “( ﻏﺎﻟﻴﺎ‬ga” uzun okunur, f .i .) : m isk ile anberden yap ılm ış siyah koku lu b ir m adde olup boya olarak k ad ın larca saçlara ve başlara sürülür, (bkz : galiye), galiyâ-sâ ‫ “( ﻏﺎﻟﻴﺎ ﻣ ﺎ‬ga” uzun okunur, f.b .i.): galiye, ıtır, güzel koku terkipleyen kim se, aktar (attâr). galiye ‫"( ﻏﺎﺑ ﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.). ( b k z : galiyâ). galiye-bâr ‫“( ﻏﺎﻳ ﻪ ﻳﺎ و‬ga” u zu n okunur, a.f. b .s .) : güzel kokulu şey saçan, galiye-dân ‫“( ﻏﺎﻳ ﻪ دا ت‬ga” uzun okunur, a .f.b .s.): galiye kutusu, güzel kokulu şeylerin m uhâfaza olu ndu ğu kap, m alıfaza. galiye-fâm ‫ “( ﻏﺎﻳ ﻪ ﻓﺎم‬ga” uzun okunur, a .f.b .s.): galiye renginde, (güzel siyah), galiye-gûn ‫ “( ﻏﺎﻳ ﻪ ا ن‬ga” uzun a .f.b .s.): güzel siyah renkli,

okunur.

galiye-m isk ‫ “( ﻏﺎﻟﻴﻪ ﻣ ﺴ ﻚ‬ga” uzun okunur. a.b.i.) : “ kalem is yağ ı” denilen güzel koku, galiz, galiza ‫ ﻏﻠﻴﻈﻪ‬، ‫( ﻏﻠﻴﻆ‬a.s. g ılz e t'd e n ): 1. kaba, nezâket dışı, terbiye dışı. Eym ân-1 galize : kaba yem inler. Ta'bîrât-1 galize : terbiye, nezâket dışı sözler. Şütûm -i galize : kaba küfürler. 2. şe ffa f olm ayan, k'alın sik. Ebr-İ galiz : k alın bulut. Em 'a-i galize : kaİın b a ğ ırsa k . gallât ‫( ﻏ ﻼ ت‬a.i. galle'nin c.) : 1. zahireler,, m ahsuller. 2. ev k irâsı gelirleri. 3. el em ekleri, ( b k z : gılâl'■ 1). gaile ‫( ﻏﻠﻪ‬a.i.c. gallât, gılâl) : 1. zahire, m ahsul, ekin. 2. îrât, gelir. galle-i adem (yokluk e k in i) : m ezar, kabir, galle-i âtiye : [vakıfta], (bkz : galle-i hâdise),

galiba ‫“( ﻏﺎﻟﺒﺎ‬ga” uzun okunur, a .z f.) : saglam b ir ihtim âle göre, görünüşe göre, belki.

galle-i h â d ise : [vakıfta] v â k ıfın İcâbından sonra m eşrût-ün-lehin reddinden husûle gelip te henüz m eşrût-ün-leh tarafın d an alın m am ış olan gaile.

galib-âne ‫( ﻏﺎﻟﺒﺎﻧﻪ‬a .f.z f.): galip sıfatıyla, galip olana y ak ışacak sûrette.

galle-i m âziyye : [vakıfta] ret yü zü n d en gayri m ünkati' cihete tevzi olu ndu ktan sonra

316

g٠m[m]-kede şartı kabul eden meşrût-ün-lehin istirdât edemeyeceği gaile. : [vakıfta] meşrût-ün-leh tarafından ahız ve kabzedilmiş olan gaile, :alle-i v a k f : vakıftan gelen gaile (gelir, îrât). 3. el emegi. alle-i m e 'h û za

.He-dân

‫ دان‬،0 ‫( غ‬a.f.b.i.): zahire, tahıl anba-

.lle-fü rû ş ‫ﻓﺮو ش‬

،0‫( غ‬a.f.b.s.): zahire satan,

zahireci. (a.f.b.i.): ekilmiş tarla. ، lsama ‫( ﻏ ﻠ ﻤ ﻤ ﻪ‬a.i.): 1. gırtlak ağzı, hançere. 2. suda yaşayan hayvanların nefes alma uzuvları, .solungaç. ıltân ‫( ﻏﻠ ﻄﺎ ن‬f.s.): yuvarlamcı, yuvarlanan, tekerlenen. Ser-İ g a l t â n : kopup yere yuvarlanan baş. ılle-zâr ‫ﻏﺄه زار‬

(f.s.): yuvarlanmış, tekerlenmiş, aşağılık, alçaklık toprağına yuvarlanmış. am [m ] ‫ل‬٠‫( غ‬a.i.c.: gum ûm ): lceder, tasa, kaygı, dert. D e f'i g a m m : kederini giderme, (bkz : firâlc, gussa). altide ‫ﻏ ﻠ ﻄ ﺪ ه‬

galtid e-i h â k -i m e z e lle t :

g am [m ]-ı a ş k :

aşk gamı. : zamânın, devrin gamı. gam [m ]-ı ferd a : istilcbâl kaygısı, yarinin tasası. g am [m ]-ı e y y â m

gam [m ]-ı f ü r k a t :

ayrılık gamı, uzaklık der-

di. : tatil, yumuşak gam. z ü lf: zülfün gamı,

gam [m ]-ı n e rm in gam [m ]-ı

gam fm ] yem ek : lceder ve tasa etmek, gâm f i f (f.i.): 1. adim, (bkz: hatve). 2. ayak, (bkz : lcadem). 3. İcöy.

gam[m]-âbâd deri bol.

‫آﺑﺎد‬

‫( ﻏﻢ‬a.f.b.s.): hüzün ve lce-

gamâim ‫( ﻏﻤﺄﺀﻟﻢ‬a.i. gimâme'nin c.): hayvanlarin, yem yemesini veyâ ısırmasını önlemelc İçin ağızlarına takılan torba, burunduruk gibi şeyler. gam alc

‫ص‬

(a.i.) : 1. rutubetli ağır hava.

2. rııtûbet. (a.fb.s.): kaygı veren, lcederli, hüzünlü, (bkz: gam[m]-nisâr, gam[m]-nişân). gam â m ,g am âm e^ ^ ، ‫( ﻏ ﻂ م‬a.i.c. :gam âyım ): bulut, (bkz : ebr, sehâb, gaym). g a m [m ]-âlû d ‫ﻏ ﻢ آﻟ ﻮ د‬

gam : gam bulutu, ["gamâme” tek bulut yerinde de kullanılır],

g a m â m -1

gam fm ] âçâm

‫آﺷﺎم‬

(a.f.b.s.): gamlı, gam-

‫ﻏﻢ‬

lanmış. gam d ‫ﻏﻤﺪ‬

(a.i.): 1. kin. i. zarf) mahfaza. (a.f.b.s.): gam görmüş,

gam [m ]-d îd e ‫ﻏ ﻤ ﺪﻳ ﺪ ه‬

kederli) tasalı. (a.f.b.s.): sıkıntılı, ke-

g a m [m ]-e n g îz ‫ﻏ ﻢ ا ﺷ ﺰ‬

derli. gam [m ]-fe rsâ ‫ﻏ ﻢ ﻓ ﺮ ﻣ ﺎ‬

(a.f.b.s.): üzüntüyü da-

gitan. g am fm j-fersû d ‫ﻏ ﻢ ﻓ ﺮ ﺳ ﻮ ل‬

(a.f.b.s.): gamdan, SI-

kıntıdan yıpranmış. g am [m ]-fe zâ ‫ﻏ ﻢ ﻓ ﺰا‬

(a.f.b.s.): tasa, keder art-

tiran. (a.i.): 1. savaşan, muharip. 2. inekler gibi böğürme. 5. savaş sırasında çıkarılan ses.

g am ga m e

(a.f.b.s.b): kederli, tasalı, hüzünlü, (bkz : gamin, gam[m]-nâk).

g a m [m ]-g în ‫ﻏ ﻤ ﻜ ﻴ ﻦ‬

(a.f.b.s.) : gam ve kederi defeden, teselli veren, gam ortağı; arkadaş, dert ortağı.

g a m [m ]-g ü sâ r ‫ﻏ ﺸ ﺎ ر‬

g a m [m ]-g ü sâ r-ı

h ayât-ı

in s â n î:

insan

hayâtının gam ortağı. gam[m]-güsîl ‫ﺳﻤﺴﻴﻞ‬ gitan.

‫ﻏﻢ‬

(a.f.b.s.): gam, tasa da-

gam[m]-hâne ‫( ﻏ ﻤ ﺨﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.s.): 1. kaygı, tasa yuı'du. 2. dünyâ (bu-). gam[m]-hâr ‫( ﻏ ﻤ ﺨ ﻮا ر‬a.f.b.s.): gam yiyen, kederlenen, tasalanan. gam ık ‫"( ﻏﺎ ﻫ ﻖ‬ga” uzun okunur, gamak'dan): az lekeli, puslu; nemli.

a.s.

gamız ‫“( ﻏﺎ ﻫ ﺾ‬ga” uzun okunur, a.s. c . : gavâmız): anlaşılması güç olan, anlaşılmaz, karışık, kapalı [söz]. S u â l-i g a m ı z : güç anlaşılır sual. gamıza ‫"( ﻏﺎﻣ ﻀﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.): anlaşılması güç durum, [kelime müennestir]. ‫ض‬ (f.s.): kaygılı, tasalı, gam[m]-gîn, gam[m]-nâk).

g a m in

(bkz:

g a m ir ^ ^ ("ga” uzun okunur, a.s.c. :gavâm ir): 1 . mâmur (bayındır) olmayan, harap, ISSIZ yer. 2. terkedilmiş, ekilmemiş yer. [“âmir” in zıddı]. g am [m ]-k ed e ‫ﻏ ﻤ ﻜ ﺪ ه‬

(a.f.b.s.): tasa evi. 317

gammaz gammâz ‫( ﻏﻤﺎز‬a.s. gamz'dan): birine, İftirâ ederek zarar veren, münâfık, fitneci, kogu-

gam[m]-zidâ' ‫( ﻏﻢ زداﺀ‬a.f.b.s.): gamı, kederi defeden.

gammâzâne ‫( ﻏﻤﺎزاﻧﻪ‬a.f.zf.): gammazlıkla, fitnecililcle, lcovucululda.

-gân ‫ﺳﻤﺎن‬- (f.e.): sonu e ile nihâyet bulan Fars‫ ؟‬a kelimeleri cemi yapar, [hâce = hâce-gân; hânende = hânende-gân v.b.].

gammâze ‫( ﻏﻤﺎزه‬a.i.): göz lcırparalc lâtife eden giizel [kız].

ganâim ‫ﻋﻔﺎ ﻣﻢ‬ ganimet).

gammâziyyet ‫( ﻏﻤﺎزﻳﺖ‬a.i.) : gammazlık, kovuculuk. gam[m]-nâk (a.f.b.s.): gamlı, tasalı, kaygılı. (blcz : gam[m]-gîn, gamin). gam[m]-nisâr ‫( ﻏﻢ ﻧﺜﺎر‬a.f.b.s.) : tasa, kaygı, lceder veren. gam[m]-ni‫ ؟‬ân ‫( ﻏﻤﺘﺸﺎن‬a.f.b.s.): tasalı, kederli, tasa veren, (bkz: gam[m]-âlûd, gamfm]nisâr). gam[m]-penâh ‫( ﻏ ﺒ ﺎ ه‬a.f.b.s.): tasanın, kederin sığındığı yer, tasalı yer. gam[m]-perest ‫( ﻏﻢ درﺳﺖ‬a.f.b.s.): gama, kedere, üzüntüye alışmış. gamfmj-perver ‫( ﻏﻢ ﺑﺮور‬a.f.b.s.): gam artıran, tasa veren. gamr ‫( ﻏﻤﺮ‬a.i.): suyun derinliği, derinlilc. (bkz: umlc). gamre ‫( ﻏﻤﺮه‬a.i.c. : gamerât): görgüsüzlük, tecrübesizlik, bönlük, anlayışsızlık. gâmûs ‫( ﺳﻤﺎ ﻣﻮس‬f.i.): manda, (bkz : câmûs). g a m z ^ (a.i.): 1. kaşla, gözle işâret, göz kırpma. 2. münâfıklık etme, kogulama. gamze ‫ب‬ (a.i.): 1. süzgün bakış. 2. çene veyâ yanak çukurluğu. gamze-i ahter: yıldızın göz kırpması. gamze-i câdû: büyüleyen gamze (süzgün bakış). gamze-i cellâd: cellât gamze; cana kıyan yan bakış. gamze-i dil-dûz : gönül delen gamze. gamze-i fettân: aldatıcı, câzip ve süzgün bakış. gamze-i giil: mec. çiçek açma. gamze-i hûn-hâr : kan İçen yan bakış. gam[m]-zede ‫( ﻏﻤ ﺰده‬a.f.b.s.) : gamlı, tasalı. (bkz: gam[m]-nâk, gam[m]-nisâr). gamze-figen ‫( ﻏﻤﺰه ﻓ ﻜ ﻦ‬a.f.b.s.): gamze saçan, süzgün bakan. gamzi ‫( ﺋ ﺮ ى‬a.s.): gözkırpan.

318

(a.i.

ganimet'in

c.).

(bkz:

ganâim-i bahriyye : savaşan devletin bayrağını taşıyan gemilerin veyâ bunlara âit eşyânın zaptı. ganâim-i gayr-i m e'lûfe: harp ile düşmandan kahren veyâ sulhan alman gayrimenkul mallardan yânî düşman topraklarından İbâı'ettir ki bunun hakkında karar îtâsı ülü'l-emre âittir. ganâim-i hâlise : enfel denilen ganimet malİarıdır ki, mücâhit askerlerden bir kısmına tenfil sûretiyle tahsis -edilmiş bulunur, [bu malları elde edenler bunlara dâr-1 harpten itibâren mâlik olurlar], ganâim-i harbice : harp ganimetleri, harpte düşmandan ele geçirilen top, tüfek, yiyecek, İçecek ve şâire gibi şeyler, ganâim-i maksûme : beşte bir beytü'l-mâl'e alındiictan sonı'a kalanı mücâhitler arasmda hisselerine göre tâyin ve tevzi olunan ganimet mallarıdır ki, dâr-1 İslâm'a, çıkarılmadıkça bunlara kimse mâlik olamaz, ganâim-i me'lûfe: harp esnâsında düşmandan kahren alınan menkul mallardan ibârettir ki bunun yalnız beşte biri beytü'1mâl'e âittir. -gâne ‫ﺳﻤﺎﻻ‬- (fe .): bâzı sayıların sonuna gelerek “-lik” hâlinde sıfatlar yap ar: [dhâr-gâne : dörtlük‫ ؛‬dü-gâne : ikilik (iki rekâtlık sabah namazı)., gibi]. ganem ‫( ﻏﺌﻢ‬a.i.c.: agnâm ): koyun. Lahm-1 ganem : koyun eti. (bkz : gûsfend). gani ‫( ض‬a.s.c.: ağniyâ) : 1. zengin, varlıklı, bol, doygun. 2.İ. Allah'ın adlarından biridir. 3.i. [abdülgani'den kısaltma olarak] erkek adi. gani gani ‫( ﻏﻨﻰ ﻏﻨﻰ‬a.zf.) : bol bol, çok çok. ganim ‫"( ﻏﺎﻧﻢ‬ga" uzun gavânim): ganimet alan,

okunur,

a.s.c.:

ganimen ‫"( ﻏﺎﻧﻤﺄ‬ga" uzun okunur, a.zf.): ganim olarak, ganimet almış olarak.

gareng

ganimet ‫ ت‬٠‫( ف‬a.i.c.: ganâim): 1 . ‫ ؟‬alışmaksızm elde edilen şey, emeksiz kazan2 .‫ ؟‬. düşmandan alman mal. 3. tesâdüfî ve faydalı durum. 4. beklenmeyen kazan‫ ؟‬, ganimin ‫"( ﻣ ﺲ‬ga” uzun okunur; a. ganim'in c .): harpte muhârip olarak hazır bulunup ganimete nâil olan muzaffer mücâhitler, ganiye ‫“( س‬ga" uzun okunur, a.s.): 1. zengin [kadın, kız]. 2. ‫ ؟‬ok hoş. 3. i. kadın şarkıcı, (bkz: muganniye). gannâc ‫( ذ ج‬a.s. gunc'dan): ‫ ؟‬ok nâzilc, ‫ ؟‬ok İşveli, (bkz: şîve-kâr). gar ‫"( ر‬ga uzun okunur, a.i.): 1. mağara, in. (bkz: kehf). Yâr-1 gar (mağara dostu): Hz. EbUbekir; mec. ‫ ؟‬ok vefâlı, ‫ ؟‬ok sâdık arkadaş. 2 ٠defne ağacı. Habbü'1-g a r: defne tânesi. -gâr / - (f.e.): fâillik ve nispet mânâlarıyla isimlere sonek olarak katılır, ["yâd-gâr, hııdâvend-gâr, beste-gâr" v.b.J. (bkz : -ger), g a r â b e t ^ ^ (a.i.) : 1. gariplik, tuhaflık. 2. ed. ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tâbirlerin söz arasında kullanılması. [Meselâ : mizâcınız bu gün mütenahnih midir, yoksa mütenahnah mıdır ?]. garâbet-cU ^ ‫( ﻏ ﺮاﺑ ﺖ‬a.f.b.s.) : garip, tuhaf şey al'ayan, böyle şeylere meı'aklı olan, garâbet-nümâ ‫( ﻏ ﺮاﺑﺘ ﻤﺎ‬a.f.b.s.): garâbet gösteren, garip, tuhaf. g a r â b î l ^ d ^ (a.i. gırbâl'in c.): kalburlar, iri delikli elekler. g a r â b l n ^ ^ (a.i. gurâb'ın c. olan gırbân'ın c.): kargalar, (bkz : agribe). garâib ‫( ﻏﺮاﺀب‬a.s. garibe'nin c .): tuhaf şaşılacak şeyler, [c.: garâibât]. garâib-i Seb'a-İ âlem ‫ ؛‬dünyânın 7 garibesi, (bkz : acâib-i Seb'a-İ âlem). garâibât ^ ٧ (a.i. garib'in c. olan garâib'in c.): görülmedik, anlaşılmadık, tuhaf şaşılacak şeyler. garâib-cû ۶ ‫( ﻏ ﺮاﺋ ﺐ‬a.f.b.s.): garip şeyler arayan, garip şeyler meraklısı, garâib-den ‫( ﻏﺮاﺋﺒﺪ ن‬a.t.s.): garip, tuhaf alışılmamış. garâib-perver ‫( ﻏﺮاﺀب ر و ر‬a.f.b.s.): garipliklerden hoşlanan, tuhaflıkları seven, garâm ‫( ﻏﺮام‬a.i.): 1. aşk, sevdâ, şiddetli arzu, fezla gönül düşkünlüğü. 2. Abdülhak

Hamid'in meşhur manzum eseri, [kelime Arapçada : “azâb; helâk" mânâsına gelir[, garâmât ‫( ﻏ ﺮا ﻫ ﺎ ت‬a.i. garâmet'in c .): 1. bor‫) ؟‬ diyet gibi şeyleri ödemeler. 2. vergiler, resimler. garâmet ‫( ﻏ ﺮ ا ت‬a.i.c.: garâmât): 1. bor‫ ؟‬, diyet gibi şeyleri ödeme. 2. vergi, resim, g a râ m e te n ^ ^ (a.zf.): hakkına göre, herkese müsâvî (*eşit) olarak, taksim ederek, garâmî ‫ س‬١‫( ض‬a.s.): lirik, *duygusal, garâmiyyât 0 ‫( ﻏ ﺮا ﻣﺎ‬a.i.c.): sevgi ile alâkalı mevzûlar, konular, fr. lyrisme. garâre ‫( ﻏﺮاره‬a.i.c.: garâyir): harar, büyük kil ‫ ؟‬uval. (bkz : gırâr, gırâre). garât ‫ ت‬١‫“( ﻏﺎر‬ga" uzun okunur, a.i. garet'in c .) : yağmalar, ‫ ؟‬apullar. (bkz : garet). garâyir ‫ﺑﺮ‬،‫( ﻏﺮا‬a.i. garâre'nin c .): hararlar, büyük kil ‫ ؟‬uvallar. garaz ‫س‬٠‫( ﻏﺮ‬a.i.c. agrâz): 1. hedef, gaye, maksat, meyil, istek. E l-garaz: maksat, niyet odur lci. garaz-ı a s li: asil maksat. 2. gizli düşmanilk, kin, kötü niyet. B i-garaz: garezsiz. Ligarazin : sebep altında, bile bile, garaz-ı v â k ıf: vâkıf (valcfeden) m arzusu, garaz-âlûd ‫ﻓﻰا ا د‬٠‫( ﻏﺮ‬a.f.b.s.): garezi, husûsî bir maksadı olan. g a ra z -â m îz ^ ١ ‫ش‬٠‫( ﻏﺮ‬a.f.b.s.): 1. garazlı, kinli. 2. kot‫ ؛‬niyetli, gizli maksatlı, garazen ‫ب‬ (a.zf.): garez ve düşmanlıkla, garaz-kâr ‫( ﻏ ﺮ ﺿﻜﺄ ر‬a.f.b.s.): kinli, düşmanlık güden, (bkz: kîn-dâr). garaz-kâr-âne، ü١j 6 > (a.f.zf.) :garazkârlıkla, garez ve düşmanlığa kapılarak, (bkz: kindârâne). garb ‫( ز ب‬a.i.c.: gurûb): 1. Güneşin battığı taraf günbatısı, bati. 2. memleketimizin yönüne göre Avrupa, garb-ı cenûbî : lodos tarafı (güney-batı). garb-ı ş im â lî: karayel tarafı (kuzey-batı). garben ‫( ب‬a.zf): bati tarafından, batidan, garbi, garbiyye ‫ ه‬٠ ‫ ﻏﺮد‬، ‫( ﻏﺮﺑﻰ‬a.s.): ı.batı ile ilgili, Avrupa'ya mensup. 2. h. i. aşağı Mısır'ın bati kısmı. garbiyyUn (a.i.c.): garplılar, bati memleketleri ahâlisi, AvrupalIlar, gareng ‫( ﻏ ﺮ ﻧ ﻚ‬f.i.): ‫ ؟‬ığlık. 319

garet

garet ‫ ر ت‬١‫"( غ‬ga'' uzun okunur, a.i.c.: garât): çapul, yağma; akın, [eski zamanlarda] düşman toprağına yağma İçin yapılan saldırış, garet-ger ‫"( ﻏﺎ رﺗﻜ ﺮ‬ga" uzun okunur, a.fb.i. c . : garet-gerân): yağmacı, çapulcu, garet-gerân ‫"( ﻏﺎ رﺗ ﻜ ﺮا ن‬ga” uzun okunur, (a.f.b.i.: garet-ger'in c.): yağmacılar, çapulcular. gargara ‫( ﻏﺮﻏﺮه‬a.i.): suyu, İçilen ilâcı veyâ her hangi bir mâyii boğazda oynatıp çalkalama. (bkz: mazmaza). gârî ‫( ^ ر ى‬f.s.): sebat ve karârı olmayan, garib ‫ ب‬٠‫“( ﻏﺎر‬ga” uzun okunur, a.s. gurûb'dan): gurûbeden, batan. garib ‫( ﻏ ﺮ ب‬a.s. gurbet ve garâbet'den. c. gurabâ): 1. kimsesiz, zavallı. 2. gurbette, kendi memleketinin dışında bulunan, yabancı. 3. tuhaf şaşılacak, bambaşka. 4. dokunaklı. garîbü'd-diyâr: memlelcetin yabancısı, garibân ‫( ز د ا ن‬a.fs.c.): garipler, garîb-âne ‫( ز ﻳ ﺠ ﺎ ﺗ ﻪ‬a.f.b.zf.): garipçesine, garip gibi, garibe yakışacak bir sûrette. garibe ‫( ز د ه‬a.s.c.: garâib): evvelce görülmemiş tuhaf şaşılacak şey. garibe-i hilkat: acâip *yaratık. garibe-i rüzgâr : zamânm garibesi, garibiyye ‫( ز‬a.i.): Kadiriyye tarikatı kollarmdan biri, [kurucusu Şeyh Muhammed Garîbullâhü'1-Hindî'ye nisbetle bu adi almıştır.] Garib-nâme ‫( ز ﺳ ﺎ ﻫ ﻪ‬a.f.b.i.): Âşık Paşa'nın tasavvuf kaidelerini anlatan mesnevi tarZinda yazılmış manzum bir eseri, garîb-nüvâz ‫( ز ﻳ ﺐ ﻧﻮاز‬a.f.b.s.) : garip, bîçare olanlara İkrâm eden, kimsesizleri koruyan, (blcz: garib-perver). garib-perver ‫( ﻏ ﺮﻳ ﺐ رور‬a.f.b.s.). (bkz : garibnüvâz). garik ‫( ز د ق‬a.s. gark'dan) : 1. gark olmuş, suya batmış; suda boğulmuş. 2. su İçine dalmış, (bkz: mağrûk). garik-i bahr-i İsyân : isyan denizine garkolmuş. garik-i İsyân : İsyâna dalmış, garim ‫ل‬٠‫( زي‬a.s.c.: guremâ) : 1. alacaklı, (bkz : dâin). 2. hasım, rakip. 320

garimîn ‫ ن‬٠‫"( ﻏﺎره‬ga" uzun okunur, a.i. ve s.): borçlular. gariyye ‫"( ﻏﺄرﻳﻪ‬ga" uzun okunur, a.i.) : bot. defnegiller, fr. lauracees. garize ‫( ز ﻳ ﺰ ه‬a.i.): 1. tabîî sevk, içgüdü. 2. huy, tabiat, fr. instinct. (bkz : cibillet). 3. kendiliginden meydana gelme, garizevi ‫( ﻏ ﺮ ز و ى‬a.s.): psik. *içgüdüsel, fr. instinctif. garîzî, gariziyye ‫ ز ر ﻳ ﻪ‬، ‫( >ﻳﺰى‬a.s.): fıtrî, tabii, yaradılıştan, kendiliğinden. Harâret-İ gariziyye: vücûdun normal harâreti, fr. caloricite. garîzi^ât ‫ ت‬٠‫( ﻏﺮﻳﺰي‬a.i.c.): fizyoloji, gark ‫( ز ق‬a.i.): 1. suya batma‫ ؛‬batma‫ ؛‬batırma. 2. bogulma, bogma. gark-ı n ûr: nûra batma, nûra boğulma, nur İçinde bırakma. garka ‫( ب‬a.s.): suya batmış, (bkz : mağrûk). gark-âb ‫( ز؛؛أ ب‬a.fb.s.) : suya batan, batmış olan‫ ؛‬boğulmuş. garrâ' ‫( زا ﺀ‬a.s.): 1. alnmda beyaz bir lekesi, akıtması olan [at ve şâire], (bkz: gurrel. 2 ٠ak, parlak, güzel, gösterişli, nümâyişli, şatafatlı, ["egarr" in müennesi]. garrân ‫( زا ن‬f.s.): homurdanan; kükreyen, garrende ‫( ز د ه‬f.s.): kükreyip azan arslan vesâire gibi yırtıcı hayvan, gars ‫( ز س‬a.i.): ağaç dikme, dikilme, gars-ı eşcâr : ağaç dikimi, ağaçlandırma, gars-ı yemin: ı) sağ el ile dikilen fidan‫؛‬ 2) birinin yanından, fidanı gibi ayrılmaz kimse. garûr ‫( ز و ر‬a.s.): aldatan, aldatıcı, garz ‫( ز ز‬a.i.) : batırma, sokma: İğne sokma, oyulgalama. gasak ‫( ص‬a.i.): gecenin ilk karanlığı, gasb ‫ ب‬٠‫( ﻏﻊ‬a.i.): 1. zorla alma, zaptetme; kapma. 2. s. zorla alman şey. gasb-ı emvâl: malların zorla alınması, gasb-i nükud : paraların zorla alınması, gasben ‫ا‬٠‫( ﻏﻢ‬a.zf. gasb'dan): gaspederek, zorla alarak, (bkz : cebren), gasben anh ‫( ﻏ ﺐ ﻋ ﻪ‬a.zf.): ona rağmen, gasben ank ‫( ﻏ ﺼﺎ ﻋ ﻠ ﻎ‬a.zf.) : sana rağmen, gaseyân ‫( ﻏﺸﺄن‬a.i.): 1. kusma, kayetme. 2. İÇİ bulanma, bulantı, (bkz : kayy).

gavs-î a'zam gasıb ‫“( ﻏﺎ ﺻ ﺐ‬ga" uzun okunur, a.s. gasb'dan): gasbeden, sâhibinin izni, haberi olmalesiZin bir mail, bir ?eyi hile veyâ zor ile alan, zorba, yağmacı, çapulcu, gasıbü'l-gasıb : gasbedilmi? mail gasıptan gasbeden. gasil ‫“( ﻏﺎ ﺳ ﻞ‬ga" uzun okunur, a.s. ve i.) : ölü yıkayan adam, (bkz : gassâl). [müen. "gasile” ]. gasl ‫( ﻏ ﻞ‬a.i.) : 1. ölüyü yıkama, temizleme. 2. yıkama; yıkanma. gasl-i m e y yit: ölünün yıkanması, (bkz: gusl). gass ‫( ﻏ ﺖ‬a.s.) : 1. ince. 2. zavallı. 3. tatsız, yavan. 4. incelik, zavallılık, gass ü semin : ı) zayıf ve semiz; 2) fakir ve zengin. gassâl ‫ ا ل‬٠٠‫( غ‬a.s. gasl'den) : 1. gasleden, ölü yıkayan, yıkayıcı, [müen. "gassâle” dir]. Selâse-İ gassâle: İçki kadehini üçleme, üçüncü kadehi içmiş olma. 2. ölü yıkanan gaşeyân ‫( ﻏ ﺸﺎ ن‬a.i.): gaşyolma, kendinden geçme. gaşiye ‫"( ﻵ ث‬ga" uzun okunur, a.i.) :1. kıyâmet. 2. örtü, zar, perde. 3. at eyerinin altına örtülen sırmalı veyâ ?eritli örtü, haşa, (bkz : bergüstvân). ["gaşiye" kelimesi Arapçada “ kıyâmet" mânâsına da gelir], gaşiye-dâr ‫“( ﻏﺎ ف< دا ر‬ga” uzun okunur, a. f.b.s.): haşa tutan, at uşağı, seyis, gaşûm ‫ص‬ (a.s.): 1. inatçı. 2. zâlim, (bkz : bidâd, gürdâs). g a ş y ^ t (a.i.): kendinden geçme, bayılma, gaçy-âver ‫( ﻏ ﺸ ﻰ آور‬a.f.b.s.): bayıltan, baygınilk veren. gaşyet ‫ ت‬٠‫( ﻏﺶ‬a.i.): kendinden geçme. gaşyet-î m e vt: koma hâli, gatârif, gatârife ‫ ﻏﻄﺎوﻳﻐﻪ‬، ‫( ﻏ ﻄﺎرﻳ ﻒ‬a.s. gıtrîf'in c .); 1. asil, soylu kimseler. 2. reisler, başlar, başkanlar. gats ‫( ﻏ ﻄ ﺲ‬a.i.): daldırma, batırma; daldırılma, batırılma. gâv ‫ﻹ‬

(fi.) : öküz, sığır, (bkz : cevder).

gâv-ı a r z : eski Hintlilerin, dünyâyı boynuzİarı üzerinde taşıdığını sandıkları öküz, gâv-ı âsmân (gök öküzü): Süreyya yıldızı.

gâv-ı deçtî : yaban sığırı. gâv-ı s a m îrî: incil'de adi geçen altın buzag• gâv-ı zemin, (bkz : gâv-ı arz), gavâfil ‫( ﻏ ﻮاﻓ ﻞ‬a.s. gafile'nin c .): gaflette bulunanlar. gavâil ‫( ﻏ ﻮاﺋﻞ‬a.i. gaile'nin c .): dertler, sıkıntılar, felâketler, musibetler, belâlar, gavâlî ‫ﻟﻰ‬١‫( ﻏﻮ‬a.i. galiye'nin c.): güzel kokular, gavâmız ‫( ﻏﻮاﻣ ﺾ‬a.i. gamız ve gamıza'nm c .): 1. anlaşılmaz ?eyler, güç ?eyler, karışık ve kapalı sözler. 2. sırlar, gizli tutulan ?eyler. gavâmm ‫( ﻏﻮاذم‬a.s. ganim'in c.). (bkz : ganim), gavânî ‫ا‬٠‫( ﻏﻮاذج‬a.i. ganiye'nin c .): 1. zenginler. 2. kadın şarkıcılar. gavâçî ‫ﺷﻰ‬٠‫( ﻏﻮا‬a.i. gaşiye'nin c .): perdeler, örtuler, zarlar. gavâyâ ١‫( ﻏﻮاي‬a.i. gaviyye'nin c .): şapmışlar, sapıtmışlar. gavâyet ‫( ﻏﻮاﻳﺖ‬a.i.): azgınlık, hak yolundan sapma, kötü yola sapma. gavâyet-٤ nefs : nefsin azgınlığı, gâv-bân ‫( ﺳﻤﺎوﻳﺎت‬f.b.i.): sığırtmaç, sığır çobanı. Gâve ‫( ﺳﻤﺎوه‬f.h.i.): Dahhâk'in zulmüne karşı halkı ayaklandıran îranlı meşhur demirci, gavga ‫( ﻏﻮﻏﺎ‬f.i.): kavga, dövüşme, vuruşma; gürültü. 2. harp, sava?, gavga-yi h ü rriyyet: hürriyet kavgası, gavi ‫ و ى‬£ (“ga” uzun okunur, a.s.c.: gavûn, guvât) : azmi?) azgın, yoldan çıkmış [adam), (bkz: gaviyy). gavi ‫( ﻏﻮ ى‬a.s.): çok azmi?, çok azgın, çok gümrah. (bkz; gavi). gâv-meşreb ‫( ﺳﻤﺎو ﻣ ﺸ ﺮ ب‬fa.b.s.): öküz tabiatlı. gavr ‫( ﻏﻮر‬a.i.): dip, esas, hakikat, (bkz : gıyâbe, ka'r, künh). gavr-ı a m ik : derin dip. gavr-ı mes'ele : meselenin dibi, esâsı, künhü. gavs ‫( ض ث‬a.i.c.: agvâs): 1. yardim, muâvenet. 2. yardim istemek İçin bağırma, medet. 3. s. yardımcı, İmdâda yetişen. [Allah'ın velileri, uluları hakkında kullanılır], gavs-i a'zam : tarikat kurucusu, (bkz : kutb). [tahsisen Abdülkadir-i Geylâni haklcında kullanılır]. 321

govs gavs ‫( ﻏﻮ ص‬a.i.): 1. suya dalma, dalgıçlık, (blcz : gavta-bâzi). 2. İçine girmek İçin bir ?eyi derinle?tirme, iyice anlama. gâv-sâle ‫( ﺳﻤﺎوﺳﺎﻟﻪ‬f.i,). (bkz : gûsâle). gavt ‫( ﻏ ﻮ ط‬a.i.) : 1. batma, bir nesne İçine girme. 2. derin ‫ ؟‬ukur. gavta ‫( ﻏﻮﻃﻪ‬a.i.) : 1. topragm çukurluğu. 2. sulak yer, ağaçlık yer; düzlük, ova. gavta-i Şâm : Şam düzlüğü, Şam ovası, gavta ‫( ﻏﻮﻃﻪ‬f.i.) : su içindeki derinlilc. gavta-bâz ‫( ﻏﻮﻃﻪ ﺑﺎز‬f.b.i.) : dalgıç, gavta-bâzi ‫( ﻏﻮﻃﻪ ﺑﺎزى‬f.b.i.) : dalgıçlık, (bkz: gavs'). gavta-gâh ‫( ﻏﻮﻃﻪ ﺳﻤﺎه‬f.b.i.): dalma yeri, gavta-hâr ‫( ﻏﻮﻃﻪ ﺧ ﻮار‬f.b.s.): batan, dalan, gavûn ‫"( ﻏﺎوون‬ga" uzun okunur, a.s. gavi'nin c.) : azmışlar, azgınlar, yoldan çıkmışlar, (bkz : guvât). gavvâs ‫( ﻏﻮاص‬a.i.): dalgıç, inci ve sünger bulmak veyâ denize düşen bir ?eyi çıkarmak ve yâhut rıhtım gibi deniz altında yapılan İnşaatın temellerini düzenlemelc üzere suya dalan, denizin dibine inen kimse, gayâhib ‫( ﻏﻴﺎﻫﺐ‬a.i. gayheb'in c.) : gece karanİıkları. gayât ‫"( ﻏﺎﻳﺎت‬ga” uzun okunur, a.i. gaye, gayet'in c.). (blcz : gaye), gayb ‫( ﻏﻴﺐ‬a.s.c.: guyûb) : 1. gizli olan, göze göı'ünmeyen ?ey, kayıp. 2. belirsiz, bilinmeyen ?eyler. Âlem-i gayb : gözle görünmeyen ?eylerin âlemi. Âlim-i gayb, Âlimü'l-gayb : görünmez ?eyleri bilen, Allah. Hazîne-İ gayb: Allah nimetlerinin gözle görünmeyen hazînesi. Lisânü'1-gayb: Hâfız Şîrâzî'nin lâkabı. Ricâl-İ gayb : her devirde bulunan, ancalc herkes tarafından görülmeyen ve Allaİr'ın emirlerine göre insanları İdâre etmeye çalışan kutsal kimseler, gayb-ı meknûn ve gayb-1 masûn : İlâhi yerinde kullanılır bir tâbirdir; künh-i zâtını Hak'dan başkası bilemediğinden ağyardan masûn, ulcul ve ebsardan meknundur, mesturdur. gayb-dân ‫( ﻏ ﻴ ﺒ ﺪا ن‬f.b.s.): gaybi bilen, gaybet ‫( ﻏﻴ ﺠ ﺖ‬a.i.). (blcz : gıybet), gaybet-i efkâr : bunama, (blcz : ateh).

gaybi, gaybiyye ‫ ﻏ ﻴ ﺒ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻏ ﻴ ﺒ ﻰ‬a.s.) : göze görünmeyen ?eylere âit, görünmezlik dünyâsına mensup. gaybubet ‫( ﻏﻴﺒ ﻮﺑ ﺖ‬a.i.) : kaybolma, yokluk, bulunmayı?, gözönünde olmayı?, gaye ‫"( ﻏﺎﻳﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.c. : gayât) : maksat, meram; netice, son; hedef. Fevka'lgaye : son derece, umulmadılc lcadar. gaye-i hayâl : ülkü, ideal, gaye-i irtilca : astr. *yücelim, fr. culminatigayet ‫"( ﻏﺎﻳﺖ‬ga" uzun olcunur. a.i.c. : gayât) : 1. nihâyet, u‫ ؟‬, son. 2. zf. ‫ ؟‬ok, fazla, son derece. gayet-i merâm : merâmm gayesi, sonu, gayetii'l-gaye : en son derecede, (bkz : nihâyet-ün-nihâye). gayevl ‫"( ﻏﺎﻳﻮى‬ga” uzun okunur, a.s.) gayeye âit, gaye ile ilgili. gayheb ‫( ﻏ ﻬ ﺐ‬a.i.c. : gayâhib) : gece karanlığı, gaym ‫( ﻏ ﻴ ﻢ‬a.i.c. : guyUm) : 1. bulut, (bkz : ebr, gamâm, sehâb). 2. susama, susuzluk. 3. kin. gayn ‫( غ‬a.ha.) : OsmanlI alfabesinin yirmi ikinci harfi olup, “ebced" hesâbmda ıooo sayısının kar?ılıgıdıı'. gayr ‫( ﻏﻴ ﺮ‬a.s. agyâr) : 1. ayrı, ba?ka> özge, artık, diger, ma'dâ, degil. (bkz : âher١gayri). 2. yabancı, bildik olmayan. 3. e. Arapça sıfatlaİ'in ba?mda nefi edâtı olan "-siz", "degil" mânâsına gelir. gayr-i ahlâkî : ahlâka aykırı, ahlâksızca, gayr-î ahlâkice : fels. *törelsizcilik, fr. immoralisme. gayr-i ameli : ameli olmayan, pratik olmayan. gayr-i câiz : olamaz, yara?maz, yara?iksiz. gayr-i cebri (aded) : yükselen (sayılar), gayr-i ciddi : ı) agırba?lı olmayan, uçarı; 2) güvenilmeyen, doğruluğundan ?üphe edilen. gayr-i cinsi : bot. eşeysiz, fr. asexuel. gayr-i cismâni : fels. *tinsel. gayr-i devri : periyodik olmayan. gayr-i dini : dince aykırı, dine uymaz. gayr-i elâstiki : esnemez, *esnelcsiz. gayr-i fa'âl : faal, alctif olmayan. gayr-i fa'âl bürkân: coğr. sönmü? yanardağ.

gayr-i mahsûs gayr-i fa'âl şerik : eko. sermaye koyan, fakat şirketin idaresine iştirak etmeyen ortak, gayr-i fıkariyye : omurgasızlar, gayr-i hakikî temettü' : eko. gerçek bir gelir mâhiyetinde olmayan ve bilançoda işletme kaynaklarıyla ilgili görülmeyen kazanç, gayr-i ihtiyârî : düşünmeden, istemeksizin, elinde olmayarak. gayr-i ilmi ‫* ؛‬bilime aykırı, *bilimdışı. gayr-i insânî : insanlığa yakışmayan, zâlimce, merhamet etmeden, gayr-i irâdî : *istemsiz, gayr-i kabil : imkânsız, olamaz, gayr-i kabil-i afv : bağışlanamaz, gayr-i kabil-i aks : mant. *tersinmez, fr. irréversible. gayr-i kabil-i hail mes'ele : çıkmazlık, fr. aporie. gayr-i kabil-i ictinâb : sakınılması, kaçınıl­ ması *olanaksız. gayr-i kabil-i ihtisâr : mat. *kısıkkesir, fr. fraction irréductible, gayri-kabil-i inhilâl : erimez, gayr-i kabil-i inhinâ : bükülmez, eğilmez, gayr-i kabil-i ircâ' : kim. *indirgenmez, fr. irréductible. gayr-i kabil-i isbât : ispat edilemez, *tanım­ lanamaz. gayr-i kabil-i işbâiyyet : kim. doymazlık, fr. insaturation. gayr-i kabil-i iştiâl : kim. alevlenmez, tutuş­ maz, fr. ininflammable, gayr-i kabil-i i'tirâz : söz götürmez, su gö­ türmez, karşı çıkılmaz, gayr-i kabil-i kabûl : kabulü *olanaksız, gayr-i kabil-i kıyâs : ölçülemez, ölçülmez, bambaşka. gayr-i kabil-i nüfûz : coğr. *geçirimsiz, fr. imperméable. gayr-i kabil-i redd : reddedilemez, gayr-i kabil-i şifâ : onulmaz, şifâ bulmaz, iyi olmaz. gayr-i kabil-i taarruz : *dokunulmaz, saldırılamaz. gayr-i kabil-i tahammül : çekilmez, daya­ nılmaz, katlanılmaz.

gayr-i kabil-i tahmin : ı) kestirilemez; 2) beklenmedik. gayr-i kabil-i ta'rif : mant. *tanımlanamaz. fr. indéfinissable, gayr-i kabil-i tecezzi : bölünemez, gayr-i kabil-i tedâvi : tedavi edilemez, onul­ maz. gayr-i kabil-i tefrik : ayırt edilemez, gayr-i kabil-i tekzîb : tekzibedilemez, ya­ lanlanamaz. gayr-i kabil-i telâfi : yerine konulamaz, yeri doldurulamaz, onarılamaz, eksikliği gide­ rilemez. gayr-i kabil-i te'lîf : uzlaştırılamaz. gayr-i kabil-i temyiz : mant. ayırdedilemez, fr. indiscernable, gayr-i kabil-i vezn : tartılamaz. gayr-i k âfi : *yetersiz. gayr-i kanûnî : kanuna aykırı, kanunsuz, kanun dışı. gayr-i kanûnî rekabet : eko. ve huk. 1) ka­ nunlarla yasaklanan davranış ve muamele yapmak sûretiyle bir tüccarın alıcı sağla­ ması; 2) malını satabilmek için hileli yola başvurma; 3) rakibini zarara uğratmak gayesiyle yayın yapma; 4) kendi mallan ve ticarethânesi ile rakibi arasında kendi men­ faati için bir benzerliğe bilerek ve isteyerek yer verme. gayr-i kat'î : kat'î, *kesin olmayan, gayr-i kıyâsî : kural dışı, gayr-i kıyâsî fiil : *kural dışı *eylem, gayr-i lâyık : yakışmaz, uygun düşmez, uyuşmaz. gayr-i maddî hak : eko., huk. kıymet, fikrî haklar, sınaî mülkiyet, ihtira hakkı, patent gibi haklar. gayr-i maddiyye : immateryalizm. gayr-i ma'dûd : sayısız, çok sayıda, gayr-i mahdûd : hudutsuz, uçsuz, sınırsız, (bkz : nâ-mahdûd). gayr-i mahdûd mes'ûliyyet : eko., huk. söz­ leşme veya kanunla sınırlanmamış kanûnî sorumluluk. gayr-i mahdûd müstakim, geo. sınırsız doğru. gayr-i mahsûs : duyulmaz, sezilmez. 323

gayr-i ma kûl

gayr-i ma'kûl : akla aykırı, saçma, “usalmaz. gayr-i ma'lûm : bilinmeyen, bilinmez, gayr-i ma'mûr: bayındır olmayan, *şenlik­ siz. gayr-i mantıkî : mant. mantıksız, gayr-i matbû': basılmamış, *yayımlanma­ mış. gayr-i medenî : medenî olmayan, görgü ve *gelenek dışı. gayr-i mekşûf : keşfedilmemiş, bulunama­ mış, *açıklanamamış. gayr-i melhûz : beklenmedik, imkânsız, ola­ naksız. gayr-i memnun : küskün, kırgın, gayr-i me'mûl : umulmadık, beklenmedik, gayr-i menkul : gayrimenkul, taşınmaz mal, *göçümsüz. gayr-i me'nûs : alışılmamış, yadırganan, gayr-i mer'î : ı) geçerli olmayan, geçersiz; 2) gözle görünmeyen, mikroskopik. gayr-i mesbûk : daha önce bir benzeri görül­ memiş. gayr-i meskûn : boş, ıssız, oturulmayan, gayr-i mes'ûl : *sorumsuz, sorulmaz, gayr-i meşbû' : doymamış, gayr-i meşrû': kanunsuz, töreye aykırı, yol­ suz. gayr-i meşrût ‫ ؛‬salt, hiç bir şarta bağlı olma­ yan. gayr-i meş'ûr, gayr-i müsteş'ar : *bilinçsiz, sezmeyen, fr. inconscient, gayr-i mevkuf : *tutuklu olmayarak, gayr-i mevzûn : düzgün olmayan, dengesiz, gayr-i mezru' : ekilmemiş, *ekimsiz, açılma­ mış [toprak]. gayr-i millî : millî olmayan, gayr-i muarref : sınırsız, tariflenmemiş. gayr-i muayyen : belirli olmayan, tesbit edil­ memiş. gayr-i muayyeniyyet : *belirimsizlik. gayr-i mugaddi : *besinsiz, beslemez, gayr-i muhârib : fi'len savaşmayan, savaşa girmeyen asker, askerî personel, gayr-i muhikk : 1) eğri; 2) haksız, gayr-i muhtemel : *olasız. gayr-i muktedir : gücü yetmez, güçsüz. 324

gayr-i mûnis : alışılmamış, yadırganan, gayr-i muntak aded : mat. *yadrasyonel sayı. gayr-i muntazam : düzensiz, dağınık, gelişi­ güzel. gayr-i muntazar : beklenmedik, gayr-i mutâbık : uymayan, uygun gelmeyen, (bkz : nâ-hemvar2). gayr-i mu'teber : sayılmayan, değersiz, *önemsiz. gayr-i muvâfık : uygunsuz, gayr-i muvâzî : düzgün ve paralel olmayan, gayr-i müessir : kim. *etkisiz, fr. inactif, gayr-i müessiriyyet : kim. *etkisizlik, fr. inactivité. gayr-i müfârik : ayrılmaz bitişik, gayr-i müfîd : faydasız, yararsız, gayr-i mükellef : *yükümlü olmayan, gayr-i mümkin : olamaz, *olanaksız, gayr-i münâsib : uygunsuz, yakışıksız, gayr-i münbit : verimsiz, çorak, gayr-i münfekk : ayrılmaz, yapışık, gayr-i münhal : kim. erimez, gayr-i münsarif : çekimsiz, gayr-i münteşir : yayımlanmamış, gayr-i müntic : mantıkça birbirine uygun düşmeyen, *tutarsız, gayr-i mürekkeb : *yalınç, gayr-i müsâid : (bkz : gayr-i münâsib). gayr-i müsâvat : *eşitsizlik, gayr-i müsâvî : *eşit olmayan, *eşitsiz, gayr-i müsellah : silahsız, gayr-i müselmân : (bkz : gayr-i müslim). gayr-i müslim : İslâm olmayan, gayr-i müsmir : yemişsiz, verimsiz, sonuç­ suz. gayr-i müstaid : kabiliyetsiz. gayr-i müstakar : kararsız, durulmamış. gayr-i müsta'mel : kullanılmayan [kelime]. gayr-i müstevî : düz olmayan. gayr-i müşâbih : benzemeyen, eş olmayan. gayr-i müştereki'l-mikyas adedler : mat. ortak ölçülmez sayılar, gayr-i müteayyiş bi'l-hevâ : biy. *havasız ya­ şar, fr. anaérobie.

gaz

gayr-i mütecânis : iyi karışmamış, *bağdaş­ mamış, ayrı türden, *bağdaşmaz, kaynaş­ maz, fr. hétérogène. gayr-i mütecessid : vücudu, yapısı olmayan, gayr-i mütecezzî : bölünmez olan, gayr-i müteharrik : hareketsiz, oynamaz, kımıldamaz, sâbit. gayr-i mütemerkiz : aynı, bir merkezde top­ lanmış olmayan. gayr-i mütenâsib : *orantısız, *bağdaşıksız, gayr-i mütenâzır : simetrik olmayan, gayr-i nâfi' : faydalı olmayan, gayr-i nâkil : *yalınkan. gayr-i nizâmî : düzene aykırı, düzen dışı, *kurala aykırı, *kural dışı, gayr-i resmî : resmî olmayan, *özel olarak, gayr-i sâfî : karışık, katışık, gayr-i sâfîhâsılât : eko. masraflar çıkmadan önce menkul, gayrimenkul hak ve menfa­ atlerin bütün geliri. gayr-i sahih mikyas : düzeltilmemiş oran, gayr-i samimî ; içten olmayan, *içtensizlik, gayr-i sarih mef ûl : *dolaylı tümleç, gayr-i sıhhî : sağlığa aykırı, sağlığa zararlı, gayr-i şahsî ‫* ؛‬kişilik dışı, gayr-i şahsî hesap : eko. şahsî olmayan em­ val, kasa ve ayniyat gibi kıymetler üzerine açılan hesap. gayr-i şeffaf : saydam olmayan, gayr-i şuûr : *bilinçdışı, *bilinçaltı, fr. in­ consciente. gayr-i şuûrî : şuursuz, şuursuzca, yaptığını bilmeyerek. gayr-i tabîî : ı) tabiat dışı, tabiata aykırı; 2) *olağandışı; 3) acaip. gayr-i tabîî mukarenet : normal olmayan cinsel ilişki. gayr-i Türk : Türk olmayan, gayr-i uzvî : inorganik, gayr-i vâki : olmamış, olmayan, olmadık, gayr-i vârid : düşünülemez, hatıra gelmez, gayr-ı vâzıh : anlaşılmaz, kapalı, örtülü, gayr-i zâtî : fels. *dışınlı, fr. extrinsèque, gayr-i zâtî hâle (getirme) : *nesnelleştirme, fr. objectivation. gayr-i zîrûh : 1) ruhsuz, cansız; 2) donmuş.

g â y r-e n d îş

‫( ﻏﻴﺮاﻧﺪﻳﺶ‬a.f.b.s.) : başkalarım dü-

çünen. gayret ‫( ﻏﻴ ﺮ ت‬a.i.) : 1. ‫ ؟‬alışma, ‫ ؟‬abalama. 2 ٠kıskanma, ‫ ؟‬ekememe. 3. aziz ve kutsal bir şeye tecâvüz edildiğini görmekten doğan asil, temiz duygu. Sâhib-İ gayret : gayretli, cesâretli. [gayret-i vataniyyesine dokundu), gayret-i bâtıla : faydasız uğraşma, gayret-i câhiliyye : körükörüne uğraşma, gayret-i diniyye : din uğı٠una didinme, gayret-i Islâmiyye : İslâmlık gayreti, gayret-i merdâne : mert‫ ؟‬esine gayret, gayret keş ‫ﻏﻴ ﺮﺗ ﻜ ﺶ‬ (a.f.b.s.) : 1. çalışkan, ‫ ؟‬abalayıcı.2 ٠kıskan3 .‫ ؟‬. taraftar, bir tarafı tutan. gayret-mend ‫( ﻏﻴ ﺮﺗ ﻤﺘﺪ‬a.f.b.s.) : gayretli, (bkz :

gayret'Şİâr). gayret-şiâr ‫( ﻏﻴﺮت ﺷﻌﺎو‬a.b.s.) : gayretli, (bkz : gayret-mend). g a y r i ‫( ﻏﻌﺮ ى‬a.i.s.e.). (bkz : gayr). gayriyyet ‫( ﻏﻴ ﺮﻳ ﺖ‬a.i.) : gayrdık ayrılık, fels. fr. altérité. gays ‫( ﻏﻴ ﺚ‬a.i.c. : guyûs) : 1. yağmur, (bkz : bârân, matar). gays-i nâfi' : faydalı yağmur. 2. bulut, (bkz : ebr, gamâm, gaym, sehâb). gayUr ‫( ﻏﻴﻮر‬a.s. gayret'den. c. : gayûrân) : 1. gayretli, ‫ ؟‬ok çalışkan. [Allah'ın adlarından biridir]. 2. kıskan3 .‫ ؟‬. hamiyetli. 4. dayanıklı, ["gayyur" şekli yanlıştır]. gayûrân ‫( ﻏﻴﻮران‬a.f. gayûı-'un c.) : gayretliler, ‫ ؟‬ok çalışkanlar. gayûr-âne ‫( ﻏﻴﻮراﻧﻪ‬a.f.zf.) : gayûr olana yakışacak sûrette. gayyâ ‫( ي‬a.i.) : cehennemde bir kuyu veyâ bir dere. Bi'r-i gayyâ : gayya kuyusu, mec. belâlı yer, İ‫ ؟‬ine düşenin kolay kolay bir daha ‫ ؟‬ikamayacağını anlatan yer veyâ vaziyet, mec. gayyâ lcuyusu. gayz kJ- (a.i.) : hiddet, öfke, kızma, kızgınilk; kızgınlık başlangıcı, hin‫ ؟‬, (bkz : gazab). Kâzımü'1-gayz : öfkesini yenen, gayz ü gazab : kızgınlık ve liiddet. gayz-efşân ‫( ﻏﻴﻆ اﻓ ﺸﺎ ن‬a.f.b.s.) : öfke sa‫ ؟‬an, öfkeli, hiddetli. gaz ۶ (“ga" uzun okunur, fı-.i.) : [bu kelime eski terminologie'ye de girmiştir : Mıkyâs-1 325

gaz-î hevâ

gaz : fr. gazomètre. Müvellid-i gaz : fr. gazogène gibi.] gaz-i hevâ : kim. ]eneratör (*üreteç) gazi. gaz-i mühlik : öldürücü gaz. gazîyü'ş-şekl : fr. gazeiforme. gâz ^ ( f .i.) : 1. diş. 2 ٠ dişle tutma, ısırma. gazâ ١ ‫( ﻏﺰاﺀ‬a.i.c. : gazavât) : din uğruna savaş, (bkz : gazve). gazâ-yi ekber : din uğrunda yapılan büyük savaş. gazab ‫( ﻏ ﻐ ﺐ‬a.i.) : darginlilc, kızgınlık, darilma, Icizma, hiddet, öfke, (bkz : gayz). ‫؛‬Allah'ın gazabı ; şerîr, ‫ ؟‬ok fenâ adam; âfet, musibet]. Mîr-i gazab : cellât. gazab-i İlâhî : belâ, musibet, gazaben ‫( ﻏ ﻀﺄ‬a.zf) : öfke ile. gazab-nâk ‫( ﻏ ﻀ ﻐﺎ ك‬a.f.b.s.) : gazaplı, öfkeli, dargın; kızgın. gazâl ‫ ل‬١‫( ﻏﺰ‬a.i.c. : gazale, gazelân) : 1. ceylan. 2. geyik, maral, âhû. 3. geyik yavrusu. 4 ٠güzel göz. Çeşm-i gazâl : iri ve güzel göz. gazâl-i ma'nî : mânâ ceylanı. 5. şarkıcı, mizıkacı. gazâlân ‫( ﻏﺰا ﻻ ن‬ai. gazâl'ın c.). (bk : gazâl). gazâle ‫( ﻏﺰاﻟﻪ‬a.i.) : dişi geyik. Gazâlî ‫( ﻏﺰاﻟﻰ‬a.h.i.) : XVI. asırda yaşamıştır. OsmanlI edebiyâtmda eserleri kadar şahsiyetinin garipliği ile de şöhret kazanan bu BursalI şâirin asil adi Mehmed'dii"; babasının adi Durmuş'dıır. Şiirlerinde Gazâlî mahlâsını kullanmakla berâber, muâsirlari arasında Deli-Birâder diye şöhret kazanmıştır. (1466 -1535). gazâlî^e ‫( ﻏ ﺰاﻳ ﻪ‬a.i.) : tas. îmâm-1 Gazâlî tarafmdan kurulan tarikatın adi. gazanfer ‫( ﻏ ﻐ ﺨ ﺮ‬a.i.) : 1. iri arslan. (blez : esed, ?îr). gazanfer-i gazûb : kükremiş arslan. 2. s. cesur, yürekli, yiğit [adam]. 3. Hz. Ali'nin lâkabı. 4. erkek adi. gazanfer-âne ‫( ﻏﻬﻨﻔﻐﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.) : arslancasma. gazanfer-fer ‫( ﻏ ﻀ ﻔ ﺮ ﻓﺮ‬f.b.s.) : arslan kuvvetli, gazât ‫"( ﻏﺎ زا ت‬ga" uzun okunur, fr.i. gaz'ın c.) gazler. gazavat ‫( ﻏ ﺰ وا ت‬a.i. gazve'nin c.). (bkz : gazevât). 326

gazavat-nâme ‫( ﻏﺰواﺗﻨﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : ed. büyük bir kumandanın kahramanlıklarım ve savaşlarını anlatan manzum, mensur eser, gazbân ‫( ﻏ ﻀﺎ ن‬a.s.) : dargm, kızgın; öfkeli, gaze ‫“( ﻏﺎزه‬ga" uzun okunur, f.i.) : kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün, allık, gâze ‫( ﺣ ﺰ ه‬f.i.) : ‫ ؟‬ocuk salıncağı, ga'zel ٠‫( ﻏﺰل‬a.s.) : 1. lâtif. 2. i. e d . İdâsik ?ark Şİİrinin en mühim ve en ‫ ؟‬ok kullanılmış olan nazım şeklidir. Arap'lardan Acem'lere ve onlardan da Türk'lere geçmiştir. Gazel, nazariyatta 5-15 beyit olur, ille beytin mısrâları aralarında kafiyeli, diğer beyitlerde ilk mısrâ serbest, ikinci mısrâ matla ile kafiyelidir, ilk beyte "matla'”, son beyte "makta'' denir. Gazel "lyrique” bir şekildir: başta aşkın her türlü safahâti ve mevzûatı, cânân ve mey olduğu halde, rindlik, Irayat felsefesi, tasavvuf, tabiat gibi şeyler mevzûunu teşkil edebilir. 2. mec. İrticâî olarak ses ile yapılan taksim'dir, ekseriyâ saz ile karşılıkil olarak saz-söz taksimi şeklinde yapılır, gazel-i müzeyyel : ed. mahlas beytinden sonra, bir iki beyitle ünlü bir kişiden, bahseden gazel. gazel-hân ‫( ﻏﺰ ﻟ ﺨ ﻮا ن‬a.f.b.s.) : gazel okuyan, gazd-hânî ‫( ﻏﺰﻟﺨﻮاﻧﻰ‬a.f.b.i.) : gazel okuyuculuk. gazeli ‫ ى‬1‫( ﻏﺰ‬a.s.) : gazele âit, gazelle *ilgili, ga z eli^ ât ‫( ﻏ ﺰ ﻳﺎ ت‬aie.) : gazelle ilgili ve gazel tarzında olan şiirler. gazel-nüvis ‫( ﻏﺰﻟﻨﻮﻳﺲ‬a.f.b.s.) : gazel yazan. (bkz : mütegazziT, gazel-serâ). gazel-perdâz ‫( ﻏﺰﺑﺮداز‬a.f.b.s.) : gazel düzenleyen. (bkz : gazel-serâ). gazel-serâ ‫( ﻏﺰ ﻟﺴﺮا‬a.f.b.i.) : nazım şekilleri araSinda gazel meydana getiren, gazevât ‫( ﻏﺰوات‬a.i. gazve'nin c.). (bkz : gazve), gazevi ‫( ﻏﺰوى‬a.s.) : gazaya âit, gaza ile ilgili, gazi ‫“( ﻏﺎز ى‬ga” uzun okunur, a.i. gazâ'dan. c. : guzât) : 1. gazâ eden, ordunun başına ge‫ ؟‬en> savaşan; savaştan sağ ve muzaffer dönen. 2. böyle bir ordunun başkumandanı. Gazi Mustafa Kemâl : Atatürk. 3. kadınların gerdanlarına taktıkları ikinci Sultan Mahmut devrinden kalma bir ‫ ؟‬esit süs altını, gazir

‫ﻏ ﺰد ر‬

(a.s. ve zf.) : ‫ ؟‬ok. (bkz : kesir).

gend

gazir, gazire ‫ ﻏ ﻀ ﺮ ه‬، ‫( ﻏ ﻀ ﺮ‬a.s.) : yumuşak, mülâyim, tatil, nâzik; uysal. Gaznevi ‫( ر ر ى‬a.s.): Afganistan'ın Gazne şehrinden olan [kimse]., gazûb ‫ ب‬٠‫( ﻏ ﺾ‬a.s. gazab'dan): 1. Icızgın, öfkeli, hiddetli. 2. kükremiş. Gazanfer-i gazûb : kükremiş iri arslan. gazûb-âne ‫ﺑﺎذه‬٠‫( ﻏ ﺾ‬a.f.b.zf.): kızgınlıkla, hiddetle, öfkeli olarak. gazve ‫( ﻏﺰوه‬a.i.c.: gazevât): 1. akın, plâçka, cenk, savaş. 2. din düşmanı üzerine olan sefer, saldırış, (bkz : gazâ). Gazve-i Bedr : Bedir Gazvesi. Gazve-i H endek: Hendek Gazvesi, gebr ‫( ﺳﻤﺮ‬f.s.): mecûsî, ateşe tapan, (bkz: Zerdüştî).

gebr ü tersâ : ateşe tapanla Hristiyan. gec ‫( ﺳﻤﺞ‬f.i.): harç; kireç, (bkz : girec). gec ü â h e k : harç ve kireç, gec-bâz (f.s.): oyunda hile yapan, ged, gedbe ‫ ﺳﻤﺪ؛ه‬، i (f.i.): 1. dilenen. 2. dilencilik. (bkz : sâil). gedâ ‫( ﺳﻤﺪا‬f.s.c.: gedâyân): dilenci, yoksul. (bkz : sâil). Bây ü gedâ : zenginle fakir. gedâ-çeşm ‫( ﺳﻤﺪا ﺟ ﺸﻢ‬f.b.s.): dilenci gözlü; mec. gözü aç, açgözlü. gedâ-çeşm-âne ‫( ﺳﻤﺪاﺟﺸﻤﺎﻧﻪ‬f.z f): aç gözlücesine, aç gözlülükle. gedâ-sûret ‫( ﺳﻤﺪا ﺻﻮر ت‬f.a.b.s.) : dilenci kılılclı. gedâyân ‫( ﺳﻤﺪاﻳﺎف‬f.s. gedâ'nın c .): dilenciler, gedâ-yâne ‫( ﺳﻤﺪاﻳﺎﻧﻪ‬f.zf.): dilencilikle, gedâyî ‫( ﺳﻤﺪ'ﻳﻰ‬f.i.): dilencilik. gef ı f (f.ha.): OsmanlI alfabesinin yirmi beşinci harfi olup “ebced” hesâbında yirmi sayısının karşılığıdır. -geh ‫ﺳﻤﻪ‬- (f.e.): “-gâh" kelimesinin hafifletilmişi [daha çok nazımda kullanılır, zaman ve mekân eki olarak kullanılır]. geh ‫( ﺳﻤﻪ‬f.zf.): bâzı, arasıra. (bkz : gibben). gehân ‫( ﺳﻤﻬﺎ ن‬f.i.): vakit, zaman. Seher-gehân : seher vakti. Nâ-gehân : vakitsiz, birdenbire, ansızın. gehi ‫( ﺳﻤﻬﻰ‬f.zf.) : bâzan, arasıra. (bkz : gâhî, gibben). gehvâre ‫( ﺳﻤﻬﻮاره‬f.i.): beşik, (bkz: gâhvâre, mehd). gehvâre-i fenâ (fânililc beşiği): dünyâ.

gehvâre-ger ‫ا‬

‫( ﺳﻤﻬﻮاره‬f.b.i.): beşikçi,

gehvâre-nişin ‫( ﺀةﻫﻮاره ﻧﺸﻴﻦ‬f.b.s.): beşikteki çocuk. gejdiim ‫( ﺳﻤﺆدم‬f.i.): egri kuyruklu akrep, gele . ‫( ﺳﻤﻞ‬f.i.): 1. sürü. 2. koyun, keçi ve sığır surusu. gele-bân ‫( ﺳﻤﻠﻪ ﺑﺎف‬f.b.i.): çoban, sığırtmaç, geliz ‫( ﺳﻤﻠﻴﺰ‬f.i.): fizy. salya, gelû ‫( ﺳﻤﻠﻮ‬f.i.): boğaz, (bkz : gülü, hulkum). gelU-bend ‫( ﺳﻤﻠﻮﺑﺪ‬f.b.i.). (bkz : gerden-bend). gelû-gîr ‫( ﺳﻤﻠﻮ ﺳﻤﻴﺮ‬f.b.i.): 1. dağ armudu, ahlat. 2. s. boğazdan geçmesi güç olan şey. gene ‫( ﺳﻤﻨﺞ‬f.i.): hazîne, define, (bkz : gencine, kenz). genc-i arûs, genc-i bâd, genc-i bâr, genc-i dibe, genc-i Efrâsyâb, genc-i gâv, genc-i gâvân, genc-i gâvmiş, genc-i hadrâ, genc-i sâyegân, genc-i sûhte, genc-i şadâverd, genc-i şaygân : HUsrev Perviz'in hazinelerine verilen adlar. genc-i hakim : Fatiha sûresinin bir adi. genc-i İeâl (incilerin hazînesi): G.encî Pir Mehmed'in 1631 de yazdığı Arapçadan TUrkçeye ve Farsçadan TUrkçeye manzum sözlük. genc-i m a â n î: mânâlar hazînesi, şiir hazinesi. genc-i nihân : gizli hazine, genc-i revân : Karun'un kaybolan hazînesi, genc-i sûhte : miiz. otuz ezgiden onselcizincisi. genc-bahş ‫( ﺳﻤﺢ ﻳ ﺨ ﺶ‬f.b.s.): hazine bağışlayan. genç-dâr ‫( ﺳﻤﻨﺠﺪار‬f.b.i.). (bkz : hazine-dâr). gencine ‫( ﺳﻤﺠﻴﻨﻪ‬f.i.). (bkz : gene). Gencîne-İ G ü ftâ r: 1) söz hazînesi; 2) Fars‫ ؟‬adan TUrkçeye Ziyâ Şükûn tarafından hazırlanmış olan bir İûgat kitabi. gencine-dâr ‫( ﺳ ﻤ ﺠ ﻪ دا ر‬f.b.i.). (bkz: hazinedâr). genc-nâme ‫( ﺳﻤ ﺠﺎ ﻫﻪ‬f.b.i.): hazine ile ilgili olan lcitap. gencûr ‫ﺟﻮر‬-‫( ﺳﻢ‬f.i.): hazinedar, hazine bekçisi, (blez: genever). genever ‫ ر‬۶ ‫( ﺳﻢ‬f.i.). (bkz : gencûr). gend ‫( ﺳﻤﻴﺪ‬f.s.) : fenâ koku. 327

gendâ,gendây

genda, gendây ‫ ﻛ ﻨ ﺪ ا ى‬، ‫( ﻛ ﻨ ﺪ ا‬f.s.): fenâ kokulu, kokmuş. gendeme ‫( ﻛ ﻐ ﺪ ﻣ ﻪ‬f.i.): sigil. gendide ‫( ﻛ ﻨ ﺪ ﻳ ﺪ ه‬a.s.): kokmuş, gendiim ‫( ى " م‬f.i.): bugday. (bkz : bürr, hınta, kamh). gendiim-gûn ‫( ﻛ ﺪ م ﻛ ﻮ ن‬f.b.s.): bugday renkli, gendüm-nümâ ‫( ﻛ ﻨ ﺪ م ﻧﻤﺎ‬f.b.s.) : yüze gülüp adam aldatan. gendüm-nümâ vü cev-fürûş (bugday gösterip arpa satan): yüze gülücü, hilekâr. ger ‫( ر‬fe.) : "eger” kelimesinin kısaltılmışıdır, nazımda kullanılır. -ger ‫ ﻛ ﻞ‬- (f.e.): isimlerin sonuna eklenen ve fâiliyet (yapıcılık) bildiren bir edat.Aheng e r : demirci; Zer-ger: kuyumcu, (bkz: gâr). ger ‫( ﻛ ﺮ‬f.i.): uyuz hastalığı, gerçi ‫( ﻛ ﺮ ﺟ ﻪ‬f.e.): heı- ne kadar; ise de [“eğerçi” nin kısaltılmışıdır]. gerd ‫( ﻛ ﺮ د‬f.i.): 1. toz, toprak, (bkz : gubâr). gerd-i kiid ûret: gam, kederlilik tozu, kederlilik eseri. gerd-i siyeh : kara toz. 2. tasa, gam, keder, gerd-i züm ürrü d: yeni çıkmaya başlayan sakal. -gerd ‫( _ ﻛ ﻠ ﺪ‬f.s.) : kelimelere eklenerek “ dönen'', “ dolaşan” mânâsını verir. Tiz-gerd : çabuk dönen, v.b. gerd-â-gîrd ‫( ﻛ ﺮ دا ﻛ ﺮ د‬f.zf.) : fırdolayı, (bkz: dâiren mâdâr). gerd-âlûd ‫( ﻛ ﺮ د آﻟ ﻮ د‬f.b.s.): toza, topraga bulanmış, toz toprak İçinde, (bkz : gubâr-âlûd). gerd-âlûde ‫( ﻛ ﺮ د آﻟ ﻮ د ه‬f.b.s.): toza, toprağa bulaşmış, tozlu; mec. dünyâlığı olan kimse, paralı, yağlı. gerdân ‫( ﻛ ﺮ دا ن‬f.s.) : 1. dönücü, dönen, (bkz: gerdun‘). Rû-gerdân : yüz çeviren, yüz vermeyen. Ser-gerdân : serseri, yersiz, yurtsuz sefil. 2. (bkz : gerdûn). gerdâniyye ‫ذﻳﻪ‬١‫ ( ﻛ ﻠ ﺪ‬fi.) : miiz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlaı-ındandil'. Halk müziğinde en ı'ağbet edilmiş bir makam olan gerdâniye bilhassa hamâsî ve milli karakterli parçalarda kullanılmıştır; ı'ast ve hüseyni makamlaı-ından mürekkeptir. Hüseyni ile dügâh pel'desinde kalır. 328

Güçlüler, birinci derecede rast'ın güçlüsü nevâ, ikinci derecede rast'ın durağı rast, üçüncü derecede de hüseyninin güçlüsü hüseyni'dir. terlcibindeki her iki basit makarnin müşterek seslerinden istifâde eder. Rast ile hüseyni malcamları, müştereken, rast ile muhayyer arasındaki bir dokuzluda İfâde edilebilirler. Donanımına si İ‫ ؟‬in koma bemolü ve fa İçin bakıyye diyezi konur ki terkibindeki her iki makamın da müşterek ârızalarıdır. gerdâniyye bUselik ‫( ا د ا ﻧ ﻪ ﺑ ﻮ ﻣﻠ ﻚ‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin eski birleşik makamlarından biri olup gerdâniye makamının sonuna bir bûselik beşlisi lcatılmasından meydana gelir ve bu beşli ile dügâh perdesinde karar kılar. Az kullanılan bir makamdır. gerdâniyye-büzürg J j j i ‫( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ‬f.b.i.) : müz. en az dört asırlık bir müreklcep makamdır. Hiçbir nümûnesi kalmamıştır, gerdâniyye-hicâz ‫( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﺣﺠﺎز‬f.a.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümûnelik bir eseri kalmamıştır. gerdâniyye hiiseyni ‫( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﺣ ﻴ ﻰ‬f.b. i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört asırlılc bir mürekkep makamı olup, niimûnesi lcalmamıştır. gerdâniyye-ırak :müz.Hızırbin Abdullah'ın edvarına göre gerdaniye avazesine ırak makamını eklemekle elde edilen terkip. gerdâniyye-isfahan ‫( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ اﺻﻔﻬﺎن‬f.b. i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlanndandır. Nümûnesi kalmamıştır. gerdâniyye-kUçek ‫( ﺳﻤﺮداﺳﻪ ﻛ ﻮ ﺣ ﻚ‬f.b.i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört ası'rlık bir mürekkep makamı olup, nümûnesi kalmamıştir. gerdâniyyekürdi ‫( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﻛﺮدﺗﻢﺀ‬f.a.b.i.) : miiz. III. Selim'in terkibettigi bir mürekkep makamdır. Bu makamdan bir esei" kalmamıştir. Makam, gerdâniye'ye bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden İbâret olup bu dörtlü ile dügâh'da kalır. geı-dâni^e-nevâ ‫( ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ ﻧﻮا‬f.b.i.) : miiz. Türk müziğinin en az dört asillik bil- mürekkep makamı olup, nümûnesi kalmamıştır.

gerdûnşir‫؛؛‬t

gerdâniyye-nigâr ‫ر داﻧﻴ ﻪ ﻧ ﻜﺎ ر‬

müz.

( fb .i.) :

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r lı k m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ‫ ؟‬-

( f.b .i.) : b o y u n b a ğ ı, b o -

y u n a b a ğ l a n a n ‫ ؟‬e y ; g e r d a n lı k , ( b k z : g e lU b e n d ).

gerden-beste ‫ﺳﻤﺮدن ﺑﺴﺘﻪ‬

tir.

gerdâniyye-nikrizi ‫ر د ي ﻧ ﻜ ﺮﻳ ﺰ ى‬

( f.b .i.) :

miiz.

T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z s e k i z a s ı r lı k m ü r e k kep

gerden-bend ‫ر د ن ﺑﻐﺪ‬

m a k a m la r ın d a n

o lu p , n ü m û n e s i k a l -

( f . b . s . ) : b o y n u b a ğ lı)

b o y u n e ğ m i ş , it â a t li. ( b k z : g e r d e n -d â d e ) .

gerden-dâde ‫ر د ن داده‬

(f.b .s.). ( b k z : g e r d e n -

b e s te ).

gerden-efrâz, -firâz ‫ﻓﺮاز‬

m a m ış tır .

gerdâniyye-pûselik ‫ ( ر د ي ﺑﻮ ﺳﻠ ﻚ‬f . b . i . ) : miiz. T ü r k m ü z i ğ i n i n a lt ı a s ır k a d a r e v v e l t e r k îb e d ilm i‫؟‬

b ir

m ürekkep

m a k a m ıd ır .

G e r d â n i y e m a k a m ı ile p û s e l i k b e ş lis in d e n

- ،

‫اﻓﺮاز‬

‫ ( ﺳﻤﺮدن‬f . b . s . ) :

b o y u n k a l d ı r a n , b a ‫ ؟‬ı y u k a r ı d a , k ib i r l i , g u r u r l u ‫ ؛‬k im s e ) .

gerden-ke‫ دذﻛﺶ ؟‬/

( f . b . s . ) : 1 . in a t ç ı; k ib i r li.

2 . s e r k e ‫ ؟‬, â sî.

m ü r e k k e p o lu p , b u b e ş li ile d ü g â h p e r d e -

g e rd -h îz ۶

s in d e k a lır . D o n a n ı m ı n a g e r d â n i y e g i b i si

gerdîde ‫ ( اﻟ ﻨ ﺪ ه‬f . s . ) : d ö n m ü ‫ ؟‬, h â l i d e ğ i ş m iş , gerdi‫دش ؟‬/ ( f . i . ) : d ö n ü ş , d ö n m e , d o la ş m a . gerdi‫ ؟‬-i d e vrâ n ; ( b k z : g e r d i ‫ ؟‬-‫ ؛‬e y y â m ,

k o m a b e m o lü v e fa b a k ı y y e d i y e z i k o n u r ; p û s e l i k b e ş lis i İ ç in s o l b a k ı y y e d iy e z i, s i b e k a r k u l la n ı l ı r .

gerdâniyye-râst ‫ر د ا ﻧ ﻪ را ﺳ ﺖ‬

müz.

( fb .i.) :

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z d ö r t a s ı r lı k m ü r e k k e p m a k a m la r ın d a n

o lu p , n ü m û n e s i k a l -

gerdâniyye-rehâvi ‫( ر د ي ر ﻫﺎ و ى‬fb .i.): müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z d ö r t a s ı r lı k m ü r e k m a k a m la r ın d a n

o lu p

n ü m û n esi

k a l-

gerdâniyye-trâk ‫ر داﻧﻴ ﻪ را ق‬

miiz.

( f .a .b . i .) :

T iir k m ü z iğ in in en a z d ö r t a s illik b ir m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , n ü m û n e s i k a l m a m ı ‫ ؟‬tir.

gerdi‫ ؟‬-i ecrâm gerdi‫ ؟‬-‫ ؛‬eflâk:

: ( b k z : g e r d i ‫ ؟‬-‫ ؛‬e flâ k ) , f e le k le r in , d ü n y â l a r ı n d ö n ü -

gerdi‫ ؟‬-‫ ؛‬eyyâm : ( b k z : g e r d i ‫ ؟‬-‫ ؛‬z e m â n ) . gerdi‫ ؟‬-‫ ؛‬zemân : z a m â m n d ö n ü ş ü , gerdûn ‫ ( ا د و ن‬f . s . ) : 1 . d ö n ü c ü , d ö n e n , d e v r e gerdûn-i dûn gerdûne ‫ دﻟﺬه‬/

: a lç a k fe le k ; s e fil d ü n y â , ( f.i.) :

a ra b a,

[t e k e r le k le r in

d ö n m e s i d o l a y ı s ı y la v e r i l e n b i r a d o ld u ğ u a n l a ş ı lm a k t a d ı r ) ,

geı-dâniyye-uşşâk ‫ر د ي ﯪ ق‬

(f.a .b .i.) :

miiz.

T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z d ö r t a s ı r lı k b i r m iir e k k e p m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ‫ ؟‬tir.

gerdûne-i İ c l â l : s a lt a n a t a r a b a s ı, gerdûne-i şükûh : ‫ ؟‬a n v e ‫ ؟‬e r e f a r a b a s ı,

m ürekkep

‫رد ي‬ az d ört

m a k a m la r ın d a n

o lu p ,

n ü m û n e s i k a lm a m ış tır .

-gerde ‫ ﻛﺮده‬-

m i ‫ ؟‬, e t m i ‫ ؟‬, e y l e m i ‫ '' ؟‬g ib i İ s m -i m e f 'U ll e r m eyd an a

iltim âs-gerde : ilt i m a s Te'lif-gerde : t e 'l î f e d i l m i ‫ ؟‬. Tertibg e t i r ir ,

gerd e : t e r t î b e d i l m i ‫ ؟‬. gerden ‫ر د ن‬

( f .i.) :

1.

( fi.) :

g e rd an .

1.

gerdûn-‫؛‬kt‫؛‬dâr ‫ ( ﺳﻤﺮدون اﻗﺘﺪار‬f . a . b . s . ) : fe le k

g ib i

m u k t e d ir , k u d r e t li. ( f.b .i.) : gö k .

(b k z :

â sm ân ).

gerdûn-pâye ‫رد و ن ﺑﺎﻷ‬

(f.b .s.)

:

y ü k s e k ‫ ؟‬e r e fi

o la n .

gerdûn-penâh ‫رد و ن ﻳﻌﺎه‬

(f.b .s.) : fe le ğ i n s ı ğ ı n -

d ıg ı.

gerden-i e frâ d : f e r t le r in gerdenâ ‫ر د ى‬

(f.a .b .s .) : g er-

d u n , fe le k g ib i h a ş m e t s â h ib i.

gerdûn-mînâ ‫رد و ن ﺳﻨﺎ‬

(f.s.) : is i m le r e e k le n e r e k " y a p ı l -

(b k z :

k â rû se ).

gerdûn-ha‫ ؟‬met ‫ر د و ن ﺣ ﺸ ﻤ ﺖ‬

gerdâniyye-zengiile (zirgiile) ‫زﻧﻜﻠﻪ‬ ( f . b . i . ) : miiz. T i i r k m ü z i ğ i n i n e n

e d ilm i‫ ؟‬.

g e r d i ‫ ؟‬-‫ ؛‬z e m â n ) .

d e n . ( b k z : g e r d â n ). 2 .İ . fe le k , d ü n y â , s e m â ,

m a m ış tır .

a s ı r lı k

( f .b .s .) : to z , t o p r a k k a ld ır a n ,

‫؟‬ü.

m a m ış tır .

kep

^

2.

boyun,

boynu.

kebap

gerdûn-serir ‫رد و ن ﺳﺮﻳﺮ‬

( f . b . s . ) : t a h t ı fe le k k a -

d a r y ü k s e k o la n .

‫ ؟‬İ‫ ؟‬İ. 2.

k u ‫ ؟‬veyâ

gerdûn-s‫؛‬r‫ ؟ ؛‬t ‫ر د و ن ﺳ ﺮ ﺷ ﺖ‬

( f b . i . ) : 1 . k ib i r li,

k u z u ç e v ir m e s i. 3 . to p a ç , flr ild a k . 4 . y e n i

g u r u r lu

y iiriim e y e

c ü , z â li m , ( b k z : h û n - h â r , h û n - r î z , s e f f â h ,

b a ş la y a n

ç o c u k la rı

yü rü m eye

a lı ş t ı r a n a r a b a . 5 . a ‫ ؟‬ı b o y a t o p r a ğ ı.

[k im s e ) .

2 . te m b e l.

3. kan

dökü-

s e ffâ k ) .

329

gerk

gerk ‫( ﺳﻤﺮك‬f.s.) : uyuz [hayvan], germ ‫( ﺳﻤﺮم‬f.s.) : Sicak. [zıddı "serd” dir]. germ ü serd (sicak ve soğuk): iyilik kötülük; darlık genişlik; acı tatil. germâ ‫( ﺳﻤﺮﻣﺎ‬f.s.): sicak. Mevsim-i germâ (sicak m evsim): yaz. germâbe ‫( ﺳﻤﺮﻣﺎﺑﻪ‬f.i.): sicak su hamamı, kaplıca, ılıca, kaynarca. germâ-germ ‫( ﺳﻤﺮﻣﺎ ﺳﻤﺮم‬f.b.s.) : 1. kızışıp ısınmış, pek kızışmış. 2. zf. sıcağı sıcağına. germ âgerm i ‫( ﺳﻤﺮﻣﺎ ﺳﻤﺮﻣﻰ‬f.b.i.): kızışıp ısınmak hâli. germâ-peymâ ‫( ﺳﻤﺮى ب‬f.b.i.) : termometre, germ-gâh ‫( ﺳﻤﺮﻣﻜﺎه‬f.b.i.): öğle vakti, germ-hâne ‫( ﺳﻤﺮﻣﺨﺎﻧﻪ‬f.b.i.): çiçek seri, germ-hûn ‫( ﺳﻤﺮﻣﺨﻮن‬f.b.i.): kani sicak, yalpak, sokulgan. germi ‫( ﺳﻤﺮﻣﻰ‬f.i.) : sıcaklık, kızgınlık, harâret. germi-i şems : Güneş'in sıcaklığı, germi-i mübâhase : konuşmanın harâreti. germiyyet ‫( ﺳﻤﺮﻣﻴﺖ‬o.i.): harâret, sıcaklık; ateşli ‫ ؟‬alışma, [yapma kelimelerdendir]. germ-mend ‫ﻣ ﺪ‬ eden.

‫( ﺳﻤﺮم‬f.b.s.) : aceleci, acele

germ-rân ‫( ﺳﻤﺮم ران‬f.b.s.): ati ‫ ؟‬ok süren, germ-ülfet ‫( ﺳﻤﺮم اﻟ ﻐ ﺖ‬fa.b.s.): görüşmesi harâretli olan; sıkı-fıkı görüşen. Gerşâsb ‫( ﺳ ﻤ ﺮ ﺷﺎ ب‬f.h.i.): Iran hükümdarlarmdandır. İran'ın eski masallarına göre Rüstem'in ecdâdından biri ve Neriman'ın babasıdır. Feridun'un muâsırıdır. "Esedi-i Tûsî" fütûhâtım yazmıştır, gerziş ‫ ز ش‬/ (f.i.): zulümden şikâyet etme, gesti ‫( ﺳﻤﺴﺘﻰ‬f.i.): çirkinlik, yakışıksızlık, geş ‫ش‬١‫ ( ﺳﻢ‬fs .) : 1. güzel, hoş. 2. naz ve edâ ile yürüme. geşt ‫( ﺳﻤﺸﺖ‬f.i.): 1. gezme, seyretme, dolaşma, (bkz : tenezzüh, teferrüCJ). geşt ü güzâr : gezme, gezip tozma. 2. geçme. -geçte ‫ ﺳﻤﺸﻪ‬- ( fs .) : gezmiş, dönmüş, dolaşmış. Ber-geşte: altüst olmuş. Ser-geşte: başı dönmüş. gev / (f.s.c.: gevân); kahraman, bahâdır, yigit. (bkz:bati). gevâh ‫ ( ﺳﻤﻮاه‬fs .) : şâhit, tanık. gevâhî ‫اﻫﻰ‬/ (f.i.): şâhitlik. 330

gevân ‫ ا ن‬/ ler.

(f.s. gev'in c .): kahramanlar, yiğit-

gev‫( ا ج ؟‬f.i.): ağa‫ ؟‬zamkı. gev-‫ ؟‬âh ‫ﺟﺎه‬/ kuyu.

(f.b.i.): dibi görülebilen alçak

gevden ‫( ا د ن‬f.s.): ahmak, sersem, (bkz: İâde). gevder, gevdere ‫ ا د ر ه‬، ‫( ﺳﻤﻮدر‬f.i.): 1. buzağı. 2. dana derisi, güderi. geveşt ‫ ( ﺳﻤﻮﺷﺖ‬fi.) : müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından olup, XVI. asırdan kalma, sâhibi bilinmeyen remel peşrev ile bir saz semâisi, Kantemiroglu'nun sakil peşrevi, bu makama misaldir. Durak, segâh ve güçlü mâhur (geveşt) perdeleridir, geveştbüzürg Jjji ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır, geveşt-gerdâniyye ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ا د ا ﻳ ﻪ‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-hicâz ‫( ا ﺷ ﺖ ﺣ ﺠﺎ ز‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-hüseyni ‫( ا ﺷ ﺖ ﺣﺴﻴﺘﻰ‬f.a.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-ırak ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﻋﺮا ق‬f.a.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-ısfahân ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ا ﺻﻔﻬﺎ ن‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-kûçek ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ا ﺟ ﻚ‬f.b.i.)m üz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-nevâ ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﻧﻮا‬f.b.i.): müz. Türk müziginin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveştpûselik ‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬fb .i.): müz. Türk müziğinin en az dört asırlık miirekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. geveşt-rast: müz. Geveşt âvâzesine ana makam rastın katılmasıyla elde edilen terkip.

gıdâî geveşt-reh âvl

‫ا ﺷ ﺖ رﻫﺎوى‬

( f b .i .) : m üz. T ü rk

m üziğinin en az dört asırlık bir m ürekkep m akam ı olup, nümUnesi kalm am ıştır. geveşt-u şşâ k

‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ ﻋ ﺚ ق‬f.a.b .i) : m ü z.

T ü rk

m üziğinin en az dört asırlık mürekkep m a-

‫( ﺳﻤﻮﺷﺖ زﻧﺴﻤﻠﻪ‬f. b .i .) :

m üz. T ü rk m üziğinin en az dört asırlık m ürekkep m akam ların dan olup, nümUnesi kalm am ıştır. gevlıer

‫ ﻫﺮ‬/

( f i . ) : 1. elmas, cevher. 2 . inci.

3 ٠değerli taş. 4 . bir şeyin asil, esâsı. B e d g e v h e r : soysuz. P â k -g e v h e r : asil temiz, soylu. g evh er-i p e n d : ı) nasihat

incisi;

‫(ﺳﻤﻦ‬f.i.) : 1. arşın, endâze. 2 . kısa tâlim oku.

3 . okun çentiği. 4. nişâne. 5. ılgın ağacı,

‫( ﺳﻤﻨﺎ‬f.s.): ısıran, ısırıcı. C a n - g e z â : can ısıran, can acıtan. L e b -g e z â : dudak ısıran, şaşakalan..

gezâ

kam larından olup, nümUnesi kalm am ıştır. geveşt-zengU le (zirgiile)

gez

2) öğüt

‫( ﺳﻤﺰﻧﺪ‬f.i.): 1. zarar, ziyan. 2. elem, keder; âfet, musibet. îs â l-i gezen d e t m e k : zarara, ziyâna sokmak.

gezen d

gez î

‫( ﺳﻤﺰى‬f.i.): hâre taklidi arşınlık enli ku-

maş.

‫( ﺳﻤﺰﻳﺪه‬f.s.): ısırılmış. M â r-g e z id e : kendisini yılan ısırmış olan,

gezid e g ib b

‫( ﻏﺐ‬a.e.): 1. son. 2. -den, -dan sonra,

g ıb b e 'd -d u â :

duâdan sonra,

küpesi. 5. ed. “ebced” hesâbı ile y.apılan

g ib b e 'l-m u v â c e h e :

târihlerden yaln ız noktalı h arfleri hesâba

g ıb b e 'ş -ş e h â d e :

katılacak olanlar, (bkz-: cevher, cevherin, m enkut, mu'cem). gevh er-b a h ş

‫ ( ﺳﻤﻮﻫﺮ ﻳﺨﺶ‬f b .s .) :

''gevher bağış-

‫( ﺳﻤﻮﻫﺮﺑﺎر‬f.b .s.): cevher yağdıran, ‫ ( ﺳﻤﻮﻫﺮ اﻓﺜﺎ ن‬f b .s .) : cevher'saçan,

gevh er-efşâ n

( b k z : gevher-pâş). g ev h er-fü rû ş

‫( ﺳﻤﻮﻫﺮ ﻓﺮوش‬fb.i.)

: cevâhirci, ku-

y u m cu . (bkz : gevheri, gevher-şinâs). gevh eri

‫اﻫﺮ ى‬

(f.i.): ku yu m cu , (bkz : gevher-

fürûs, gevher-şinâs). gevh erin

‫ ﻫﺮﻳﻦ‬/ (f.s.): 1. cevherli. 2. m ücevher

gibi. g evh er-n isâ r serpen,

‫ﻧﺎ ر‬

(b k z :

‫( ﺳﻤﻮﻫﺮ‬f.b .s.): 1. cevâhir gevher-efşân,

gevher-pâş ١

gevher-riz). 2. güzel,' düzgün söz söyleyen. gevh er-n îşîn

‫( ﺳﻤﻮﻫﺮ ﻧ ﺸ ﻦ‬f.b .s.): cevâhirle İş-

‫ﺳﻤﻮر ا ش‬

(f.b .s.): 1. cevher saçıcı,

saçan, ( b k z : gevher-efşân, gevher-nisâr). 2 . çok güzel söz söyleyen. g ev h er-riz

güzel konuşan kim se, (bkz : gevher-nisâr).

‫( ﺳﻤﻮر ﺷﺂ س‬f.b .i.): cevâhirden

anlayan, cevâhirci, ku yu m cu , (b k z : gevherfürûş, gevheri).

‫^ د ر ﺗﺎب‬

(f.b.i.)

: altınla İşlenmiş

kadın başörtüsü.

‫ﻟﻪ‬١‫( ﺳﻤﻮس‬f.i.): bir yaşına girm iş dana. ‫( ا ز‬f.i.): ceviz, ( b k z : cevz, girdgân,

gevsâle g evz

girdû).

g ib b e 't -t a s d ik :

h uk. şer'iye mahkemelerinden verilip İkrâr ve takrire miitedâir olan hüccetlerde: “gibbe't-tasdik mâvaka bittalep ketbolundugu..” ibâresinde çokça tesâdüf olunur ki, “ diğer taraf tasdik ettikten sonra cereyân-1 hâl talebe binâen yazılı" demektir, [hâkim tarafından tasdik edildikte‫ ؟‬sonra demek değildir], g ib b e n ‫( ﻏﺒﺎ‬a.zf.) : arasıra, nâdiren, seyrelc. (blcz: geh, gehi).

gibta ‫( ﻏﻄﻪ‬a.i.): ayni hâli şiddetle arzu etme, imrenme.

‫( ﻏﺒﻄﻪ‬a.f.b.s.): imrendiren, ‫( ﻏﺒﻄﻪ اﻓﺰا‬a.f.b.s.). (bkz : gibta-âver). g ıb ta -fe rn ıâ ‫( ﻏﺒﻄﻪ ﻓﺮﻣﺎ‬a.f.b.s.): gıpta verici, g ib ta -âv e r ‫آور‬

gıpta veren, (bkz : gibta-resâ). g ıb ta -k eş

‫( ﺳﻤﻮر ر ز‬f.b .s.) : cevher döken,.çok

g evh er-şin âs

gevh er-tâ b

tahkikten sonra. 3. gün aşırı, iki günde bir. H u m m â -y ı g ib b : hek. gün aşırı tutan Sitma.

g ib ta -e fz â

İenmiş. g evh er-p âş

sonra. g ıb b e 't -t a h k ik ;

layan” : m ec. çok cöm ert, gevh er-b â r

muvâceheden sonra,

şahitlikten (.tanıklıktan)

‫( ﻏﺒﻄﻪ ﻛ ﺶ‬a.f.b.s.): gıpta eden, im-

renen. gibta-resâ ‫( ﻏﺒﻄﻪ رﺳﺎ‬a.fb.s.): gıpta verici, imrendirici. (bkz: gibta-fermâ). g ıd â ' ‫( ﻏﺪاﺀ‬a.i.c.: ağdiye): 1. insani besleyen şeyler, besi. 2. yiyip İçilen şeyler. 3. mec. zihni ve ahlâkı olgunlaştırmaya yardim eden şey. ilim zihnin gıdâsıdır. (bkz ; gızâ'). gıdâ-yı rûh : rûhun gıdâsı. gıdâî ‫ﺋﻰ‬١‫( ﻏﺪ‬a.s.): gıdâ ile ilgili, gıdâ olabilen [nesne]. 331

gılâf g ılâ f ‫( ﻏ ﻼ ف‬a.i.c. : gulüf) : kılıf, km , m ahfaza, (blcz : gimd).

gılâf-1 adalât : anat. kas kılıfı. gılâf-1 bizr : anat. klitoris kılıfı, gılâf-ı dâhilî-i semer : bot. m eyvaiçi. gılâf-ı hâricî-i semer : m eyvadi?!. gılâf-ı hiicrevî : anat. *göze zari, fr. membrane cellulaire. gılâf-ı lîf-i adali : anat. *kaszan, fr. sarcolemme, myolemme. gılâf-ı mutavassıt-ı semer : bot. m eyva ortası.

gılâf-ı seyf : k ılı‫ ؟‬kını, (bkz : gım d-1 seyf). gılâf-ı veteri : anat. kiı٠i? kılıfı. gılâfü'1-kalb : anat. di? yürek zari, gılâl (a.i. galle'nin c.) : 1. tahıllar, m ahsul1er. 2. irâtlar, gelirler, (bkz : gallât' ‫) ؛‬. gılâz ‫( ﻏﻼظ‬a.s. galiz'in c.) : 1. kalınlar. 2. kabalar. (bkz : galiz).

gıll ‫( زل‬a.i.) : gizli kin ve garez, dü?m anlık. [dâim a "gı??" ile berâber kullanılır],

gıll ü gı?? : kin ve hile. gılmân ‫( ﻏﻠﻤﺎ ن‬a.i. gulâm 'ın c.) : 1. tüyü, bıyığı ‫ ؟‬ıkm am ı? delikanlılar, gençler. 2. köleler,

gırbâliyyü'?-?ekl: kalbur gibi bir ‫ ؟‬ok delikleri olan. gırbâlî ‫( ﻏﺮﺑﺎﻟﻰ‬a.s.): kalbur ?eklinde olan, kalbur gibi bir ‫ ؟‬ok delikleri olan, kalburumsu [kemik]. gırbân ‫( ﻏﺮاان‬a.i. gurâb'ın c .): kargalar, (bkz : agribe). gırîv

(ki.) : bagirma, bagrı?ma.

gırîv-i nisvân : kadınların bagrı?maları, ‫ ؟‬ığİıkları. gırra ‫( ﻏﺮه‬a.s.): gururlu, kibirli, kendini begenmi? [kimse], (bkz : mağrûr). gıçâ' ‫( ﻏﺸﺎﺀ‬a.i.c.: ağ?iye) : örtü, perde, zar, deri. gıçâ-i ankebUti: anat. OrUmceksi zar, fr. arachnoîde. gı?â-i b ek âret: anat. kızlık zari. fr. hymen. gı?â-i cenb : biy. akciger zari. gı?â-i dâhilî-i gubâr-ı tali’ : bot. ‫ ؟ ؛ ؟‬ektozu i‫ ؟‬zarı (İ‫ ؟‬zar). gi?â-i dâhilî-i rahm : dölyatagı *i‫ ؟‬zarı. gı?â-i h â ric i: bot. dı?der‫؛‬. gı?â-i lıâricî-i gubâr-1 t a li': bot. çiçektozu dı?zarı. (dı?zar).

gılmân-1 cennet : cennet u?aklan . gılmân-1 h assa : pâdi?ah sarayında hizm et gören gençler.

gı?â-i h iicrevî: anat. mukoza zaı٠ı. gı?â-i kilye : anat. böbrek zari. gı?â-i m u h âtî: anat. vücudtın bütün i‫ ؟‬bo?İuklarını kaplayan, örten ince deri.

gılmân ii cevârî : köleler ve câriyelei". gilme ‫( ﻏﻠﻤﻪ‬a.i. gulâm 'ın c.) : gençler, delikan-

gı?â-i miistebtınü'l-batn : anat. periton, karinzarı.

esirler.

lılaı..

glizet ‫( ﻏﻠﻐﻠﺖ‬a.i.) : galizlilc, kalinlilc, kabalık, sertlik.

gilzet-i kumâ? : kum a? kabalığı, glizet-i mizâc : İıuy, tabiat, yaradili? sertliği, gimd ‫( ﻏ ﻤ ﺪ‬a.i.c. : agm âd) : 1. km . (bkz : gılâf). gımd-1 seyf: k ılı‫ ؟‬kını, (b k z : g ılâ fı seyf). 2. bakla ve benzerleri gibi ?eylerin kabuğu,

gınâ' ‫( ﻏﻐﺎﺀ‬a.i.) : 1. zenginlik, bolluk. 2. usan ‫ ؟‬, bıkkınlık. 3. ?arlci, türlcü, nağm e, ezgi, irlama.

gınâî ‫( ﻏﻐﺎﻓﻲ‬a.s.) : lirik, fr. lyrique, gırâr, gırâre ‫ ﻏﺮاره‬، ‫( ﻏﺮار‬a.i.c. : garâyir). (bkz : garâre) : b ü yü k kil ‫ ؟‬uval, harar,

gırbâl ‫( ﻏﺮ؛ال‬a.i.c. : garâbil) : kalbur, iri delikli elek.

332

gı?â-i n eb âtî: bot. ‫ ؟‬ekirdek zari. gı?â-i ta b iî: anat. kulak zari. gı?âiyyü'l-cenâh : zool. zarkanatlılar. gı?âî ‫( ئ ﺀ ﻓ ﻲ‬a.s.) : gı?â ile ilgili, zar kabilinden olan. gı?âve ‫( ﻏ ﺸﺎوه‬a.i.). (bkz : gı?a'). gı?âvet ‫( ﻏ ﺸﺎ و ت‬a.i.): anat. körlüğü meydana getiren zar; aksu, fr. cataracte. gıç? ‫( ﻏ ﺶ‬a.i.): 1. karı?ıklık, hile. 2. s. saf olmayan. 3. hâinlik. [bizde ‫ ؟‬ok defâ "gıll” ile berâber kullanılır]. G ıll ü gı?? : kin ve hile, gıtâ ‫( ﻏﻄﺎ‬a.i.c.: agtiye): 1. örtü, örtünecek ?ey. Ke?f-1 gıtâ : örtüyü a‫ ؟‬ma. gıtâ-yi r a k îk : ince örtü. 2. perde, zar. gıtâ-yi b asar: göz perdesi, (bkz: gı?â', gı?âve).

girân-hûy

‫ﻏﻄﺮﻳﻒ‬

g ıtrîf

(a.i.c. : g a tâ rif, g atârife) : 1. so y-

d an , asil k im se. 2 . b a şk an , reis,

‫ ب‬١‫ ( ﻏﺐ‬a .i.) :

g ıy â b

-g in / -

- g î n ‫ﺳﻤﻴﻦ‬- (f.e.) : T iirk ç e d e k i “ -İ1, - !‫ ؛‬, -lu, -İÜ,” e k in in k a rşılığ ı. G a m - g i n : g a m lı, tasalı,

1. lıazıı- ve m e v c u t o lm a m a ,

kederli, ( b k z : nâk).

g ö zö ııü n d e b u lu n m a m a , u z a k la şm a . 2 . k a y g ir

g ir /

‫رﻻ‬

(a.i.) : dip, d e rin lik , ( b k z : g avr,

‫ﻏﻴﺎﺑﺄ‬

(f.i.) : tu tm a , t u tu ‫ ؟‬, (f.e.) : 1. tu ta n , tu tu c u [g irifte n m a sta-

rin d a n ]. C i h â n - g î r : c ih â n ı tu ta n . 2 . s. d a ğ ıla n , y a y ıla n . 3 ٠i. h a rp , k a v g a , s a v a ‫ ؟‬,

ka'r, kiin h ). g ıy â b e n

(a.zf.) : hazıı. ve m e v c u t o lm a k -

g î r â ١ ‫ ( ﺳﻤﻴﺮ‬f .s .) : tu tu cu , müessii".

sızın , b u lu n m a d ığ ı İıald e‫ ؛‬m alık e m e d e , du -

g î r - â - g î r ‫ا ﺳﻤﻴﺮ‬/

rıışm a d a b u lu n m a k sız ın ,

g irâ m î

g ıy â b î, g ıy â b iy y e

‫ ﻏﻴﺎ ﺑ ﻴ ﻪ‬، ‫ﻏﻴﺎﺑﻰ‬

(a.s.) ; kendisi

h a z ır o lm a d ığ ı İıalde y a p ıla n m u âıııele ile ilg ili; sa v c ılık ç a ‫ ؟‬a ğ ırıla n d u ru ş m a y a gel-

‫ا ﻫ ﻰ‬/

(f.zf.) : tu tan tu ta n a . (f.s.) : a ziz, m u h terem , sa y g ın ;

ulu. g irâ n

‫ان‬/

(f.s.) : 1. ağır, sak il, [m ad d i, m â n e vî].

R ıt l- ı g i r â n (b ü y ü k , a ğ ır kadelı) : d olu b a r-

m eyen k im se h a k k ın d a y a p ıla n m u â m e le

d a k . 2 . fenâ; k o k m u ş. 3 . b ık tırıc ı, u s a n d ın -

ile i l g i l i : H ü k m - i g ıy â b î.

CI. 4 . sert, kati.

g ıy â s

‫ ا ث‬5‫( غ‬a.i.)

: y a ı'd ım . (b k z : g avs, m u âveııet,

nusl'et).

mi

ı) d in in

dokunan

zât;

y a y ılm a s ın a

2) eı'kek adi.

y a rd i-

[eskiden

p â d işa h la r, b ü y ü k d evlet ricâli h a k k ın d a lâkap o la ra k k u lla n ılırd ı], g ıy b e t

‫ﻏﻴﺒ ﺖ‬

d e d ik o d u y a p m a , (b k z : gaybet).

m ad -

(a.s.) : g ız â (gıd â) ile ilg ili, (b k z :

: b a lç ık , su ile ısla n m ış to p rak ,

gil-i erm en i : e v v e lce

İÜ-

e c z â c ılık ta k u lla n ılm ış

olan, siya lıa ‫ ؟‬alaı', k ırm ız ı ren kli, b ira z y u -

(f.i.) :

1.

y a n ıp

y a k ılm a ,

‫ ؟‬İkâyet.

z. ü z ü m tânesi. 3 . iki d a ğ a ra sın d a k i yol.

‫( ﺳﻤﻠﻪ ﻣ ﺪ‬f.b.s.)

: ‫ ؟‬İkâyet eden, (b k z :

‫ ؟‬âkî).

‫اﻧﺠﺎن‬/

(f.b.s.) : a ğ ır c a n lı, k an i ağıl",

can sık ıcı [adam ].

‫اﻧﺠﺎﻧﻰ‬/

(f.b.i.) : g ir â n c â ıılık , can

g irâ n -d e st

‫راﻧ ﺪ ﺳ ﺖ‬

(f.b.s.c.: g ir â ıı- d e s t â n ) : eli

g irâ n -d e s ti

‫اﻧﺪ ﺳ ﻰ‬/ ( f .i .) : el a ğ ırlığ ı, ‫ اد ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ‬/ (f.b.s.) : serm âyesi

‫ ؟‬o k olan, ze n g in . 2 . hüneı'li, m â rifetli.

‫ا د و د‬/

(f.b.s.) : 1. k a ra b u lu t. 2 . sis,

dum an.

‫ ش‬/‫ا‬/

g ir â n -g û ‫؟‬

(f.b .s .c .:

g ir â n -g û ş â n ) :

k u la ğ ı a ğ ır İşiten, sağır.

‫ ا ﻧ ﺎ ﺷ ﺎ ﻻ‬/ (f .b .z f .) : sa ğ ırc a sın a , ‫ﺷﻰ‬/ ‫اذ‬/ (f.b.i.) : sa ğ ırlık ,

g i r â n - g û ‫ ؟‬-â n e g ir â n -g û ş î

‫اﻧﺨﻮا ب‬/

g irâ n -h â b

(f.b.s.) :

u yk u su

a ğ ır

(f.b.i.) :

g ir â n -h â b 'h k ,

[adam ].

gile-mendi ‫ ( ﺳﻤﻠﻪ‬f .b .i.) : şik âye t edicililc. gili-ger / ‫ ( ﺳﻤﻠﻲ‬f .i .) : d u v a rc ı, y a p ıc ı; ‫ ؟‬a m u rcu . (b k z : v a h h â l).

‫أ‬٠‫ ( ﺳﻤﺎج‬f .i .) : kab a y ü n d o k u m a , k ilim . G i l - ‫ ؟‬â h ‫( ﺳﻤﺜﻪ‬f.h.i.) : 1. b a lç ık ‫ ؟‬ah, b a lç ık ta n g ilim

y a p ıld ığ ı İ‫ ؟‬in  d e m 'in lâk ab ı. 2 . F a rs'la ı'ın m asal h ü k ü m d a r ı K e y y u m e r s 'in adi.

‫ار‬/

g irâ n -c â n

g irâ n -d û d

ıııu şak, y a ğ lı ve k u ru b ir ç a m u r, k ile rm e n i,

g îl-z â r

(f.b.s.) : 1. ağıl" y ü k lü . 2 . m ey-

g irâ n -d e st-m â y e

leci ‫ ؟‬am u ı'u , kil. (b k z : tıyn ).

g ile -m e n d

‫ ﺗﺎ ر‬١/

v a si ‫ ؟‬o k a ğ a 3 .‫ ؟‬. ze n g in . 4 . gebe [insan ve

ağu', İşini ağıl' göl'en [adam ],

gıd âî).

gile ‫ﺳﻤﻠﻪ‬

g irâ n -b â r

sık ıc ılık .

deler, (b k z : gıd â').

(f.i.)

li h ediyeler.

g ir â n -c â n î

‫( ﻏﻤﻼن‬a.i. g û l'ü n c.). (b k z : ag vâ l). g ı z â ' ‫اﺀ‬٠‫ ( ﻏﻞ‬a .i .c .: agziye) : in sa n i besleyen g ıy lâ n

/

(f.b.s.) : p a h a sı ağır, k ıym e t-

lrayvan ].

(a.i.) : 1. k a y b o lm a . 2 . a le y liin d e

b u lu n m a , a rk a sın d a n sö ylem e, ç e k iştirm e ,

gızâî ‫ﻏﺬ'ﺋﻰ‬

‫اﻧﺒﻬﺎ‬/

g îrâ n -b a h â

li, d eğe rli. H e d â y â -y i g i r â n - b a h â : k ıym e t-

g ıy â s iid d in :

gil

jS

b o lm a . 3 . a rk a . A n - g ı y â b ı n , a n i '1- g j y â b : k e n d isi lıa z ır d e ğ il ilcen, a rk a sın d a n , g ıy â b e

( f .e .) : “ g în " m u h a ffe fi. (b k z : gîıı).

( f .b .i.) : ‫ ؟‬a m u rlu yer.

‫اﻧﺨﻮاﺑﻰ‬/

g ir â n -h â b î

u y k u a ğ u 'lığ ı. g ir â n -h â r

‫اذﺧﻮار‬/

(f.b.s.) : ‫ ؟‬o k y iy ic i, y iy e n ,

( b k z : ekÛ1). g i r â n - h â r î ‫اﻧﺨﺮارى‬/ g ir â n -h â tır

‫اﻧﺨﺎﻃﺮ‬/

( f.b .i.) : ‫ ؟‬o k y iy ic ilik , (f.a .b .s .): ca n i sık ılm ış,

g ü c e n ik , ( b k z : m iln fail). g irâ n -h û y

‫اف ر ى‬/

( f.b .s .) : k ö tü llu ylu.

333

gîrânî

girânî ‫( را ﻧ ﻰ‬f.i.): ağırlık, (bkz : sıklet), girân-kadr ‫( ر ا ن ﻗﺪر‬f.a.b.s.): lcadir ve itibar sâhibi. girân-kıymet ‫( ر ا ن ﻳ ﻤ ﺖ‬f.a.b.s.). (blcz : girânbahâ). girân-kise ‫ي‬ ‫( ر ا ن‬f.b.s.) : hasis, cimri, pinti. girân-mâye ‫( راﻧﻤﺎﻳ ﻪ‬f.b.s.): pahası ağır, kıymetli, değerli [şey]. girân-püşt ‫( ر ا ن ﺑ ﺸ ﺖ‬f.b.s.) : sırtı sağlam, girân-rikâb ‫را ﻧ ﺮ ﻛﺎ ب‬ (f.a.b.s.c.: girânrikâbân) : 1. savaşta düşmana saldıran, düşmanın saldırışından yılmayan, azimli. 2. vakarlı, ağır kimse. girân-rikâb-âne ‫( ر ا ن رﻛﺎﺑﺎﻧﻪ‬f.b.zf.): 1. düşmana saldırırcasına. 2. ağır, vakarlı kimseye yakışacak sûrette. girân-rikâbî‫( ر ا ن رﻛﺎﻳﻰ‬f.b.i.) : ağırbaşlılık, girân-sâye ‫ﺑﻪ‬.‫( ر ا ن ت‬f.b.s.): yüksek mevki sâhibi; ordu kumandam. girân-sâyegi‫( ر ا ن ﻣ ﺎ ﺑ ﺮ‬f.b.i.) :yüksekm evki sâhibi olma; ordu kumandanlığı, girân-seng J j ‫( ر ا ن‬f.b.s.) : 1. tartışı ağır, vakarlı. 2. kanaatli; sabırlı, girân-ser ‫( ر ا ﺷ ﺮ‬f.b.s.c.: girân-serân): kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, (bkz: mütekebbir). girân şer-âne ‫( را ﺳ ﺮاﻧ ﻪ‬f.b.'zf.): kibirlilikle, kendini beğenmişlikle. girân-seri ‫ ر ى‬٠‫( را س‬f.b.i.): kibirlilik, kendini beğenmişlik. girân-seyr ‫ ا ﺳ ﺮ‬/ (f-a.b.s.c.: girân-seyrân) : yürüyüşü ve hareketi ağır olan.

gird-âb-1 belâ : belâ girdabı, felâket anaforu. gird â-gird ‫( ر د ا ر د‬f.b .s.): çepeçevre, fırdolayi. ( b k z : dâir-en-m âdâr).

gird-âlûd ‫( ر د آﻟﻮد‬f.b.s.) : toza b u lan m ış, toz toprak İçinde.

girdâr ‫( ﻛﺮدار‬f.i.): 1. m eşguliyet, İç. Bedgirdâr: İŞİ kötü olan. 2 ٠âdet, tarz, yü rü yüş■

gird-bâd ‫( ا ﺑ ﺎ د‬f.b .i.): dönerek çevrin ti ile esen şiddetli rüzgâr, kasırga, tulum ba, hortum ,

girde ‫( ا د ه‬f.i.) : 1. açılm ış y u fk a . 2. s. değirm i, yu varlak . 3. evvelce Y ahu dilerin M üslüm an lardan ayrılm ası İçin om u zların a diktikleri sari parça. 4. d eğirm i yastık . 5. s., zf. bütün, hepsi. g ir d e - b â lin ^

‫( ا د ه‬f.b.i.) : y u v a rla k yastık, (f.b.i.). ( b k z : girde-

girde-bâüş ‫ا د ه ﺑﺎ دش‬ hâlin).

girde-bân ‫( ر د ه ﺑﺎف‬f.b.s.) : gözetici, gözcü. (b k z:n ig e h -b ân ).

girdek ‫( ر د ك‬fi.) : gerdek, (bkz : hacle). girdgân ‫( ﺳﻤﺮدﺳﻤﺎن‬f.i.): ceviz, (bkz : girdû). girdu ‫( ر د و‬f.i.): ceviz, ( b k z : gevz, girdgân). g i r e c ^ (f.i.) : kireç, (bkz : gec).

girec-hâne‫( ر ^ ﻻ‬f.b .i.): kireçhâne, kireçlik, k ireç ocağı.

girev ‫( ر و‬fi.): rehin. giribân ‫( ر ﻳ ﺒ ﺎ ن‬f.i.): elbise yakası, ( b k z : ceyb). Çâk-i giribân (yaka y ır t m a ) : çok açıklanm a.

girîbân-çâk ‫( ر ﻳ ﺒ ﺎ ن ﺣﺎك‬f.b .s.): “y a k a sı yırt i k " : kederli.

girîbân-gîr ٠‫( ر ﺑ ﺒ ﺎ ن ر‬f.b .s.): y a k a tutucu, girân-sîrişt ‫را ﺳ ﺮ ﺷ ﺖ‬ (f.b.s.c.: girân— tutan. siriştân): ağır tabiatlı; tenbel. girîbânî ‫( ر ﺑ ﺒ ﺎ ﻧ ﻰ‬f.b .i.): b ir çeşit göm lek, girân-siriçt-âne ‫( راﻧ ﺮ ﺷﺘﺎﻧ ﻪ‬f.b.zf.): ağır cangirift ‫( ر ﻓ ﺖ‬f.i.) : 1. tutm a, yakalam a. Ahz ü İılıkla; tenbellilcle. girift : yakalayıp tutm a. 2. dolaşık, birbiri girân-siriçti ‫( را ﻧ ﺮ ﺷ ﺘ ﻰ‬f.b.i.): ağır canlılık, İçine girgin , k arışık . Girift y a z ı : k arışık tenbellik. yazı. 3. g. s. arabesk denilen süslem enin girân-suhan ‫( ر ا ﻓ ﺨ ﻦ‬f.b.s.): ağır sözlü, tok bordürlerde k u lla n ılan çeşidi, [çe şitle ri: sözlü. çifte d allı girift; çiçekli hendesi g irift (süsgird ‫ ( ر د‬fi.) : yuvarlak, çevre, değirmi. Tâ-i gird : yuvarlak t [ = ‫] ة‬. gird-âb ‫( ر د ا ب‬f.i.): 1. suların döndüğü ve çukurlaştığı yer, anafor, çevrinti, burgaç, [rüzgârın da yaptığı çevrintiye "girdap" denilir]. 2 ٠tehlikeli yer. (bkz : mehleke). 334

İÜ hendesi girift)]., 4. miiz. T ü rk m üziğin in nefesli sazların d an olup, bu gü n un u tu lm ak üzeredir; ney'e benze'r. K aba çâr-gâh'd an m uhayyer'e k ad ar an cak b ir b u çu k sekizli ses alm asına rağm en k ısa, k ü çü k kam ıştan yap ılm ış b ir âlettir.

gîrye-nümöd giriftâr ‫( ر ﻓ ﺘ ﺎر‬f.s.): 1. tutulmuş, yakalanmış, esir. 2. düşkün, uğramış, tutkun, (bkz: dûçâr). giriftâr-ı aşk: aşka tutulmuş, giriftârân ‫( رﻓﺘﺎ را ن‬f.b.s. giriftâr'ın c.): tutulmuşlar, yakalanmışlar; düşkünler, uğramışlar, tutkunlar. giriftâr-âne ‫( ر ﻓﺂ را ﻧ ﻪ‬f.zf.): giriftâr'casma. giriftâre ‫( ر ﻓﺘﺎ ر ه‬f.i.): tutulma, tutkunluk, yaka-lanma. (bkz: giriftâri). giriftâri ‫( ر ﻓﺘﺎ ر ى‬f.i.): giriftarlık, girifte ‫( ر ﻓ ﻪ‬fs.): 1. tutulmuş, yakalanmış, girifte-i dâm : tuzağa tutulmuş. 2. yakalanmi?, tutulmuş [bir hastalığa]. 3. esir (tutsak). girifte-dem ‫( ر ﻓ ﻪ دم‬f.b.s.): nefesi tutulmuş, girifte-gi ‫( ﺳﻤﺮ ﻓﺘﻜ ﻰ‬f.b.i.) : tutkunluk. 2. tutsakilk. 3. hastalık hâli. girifte-hâtır ‫ر ك ﺧﺎﻃﺮ‬ cenik.

(f.a.b.s.): kırgın, gii-

girifte-leb ‫( ر ﻓ ﻪ ﻟﺐ‬f.b.s.c.: girifte-lebân): "dudağı tutulmuş" : sakin, sessiz [kimse]. girifte-leb-âne ‫( ر ﻧ ﻪ ب؛ه‬f.b.zf.): sessizlilcle, sakinlikle. girifte-ser ‫( ر ص ب‬f.b.s.): akil, fikri dağılmış [kimse]. girifte-zebân ‫ﺑﺎن‬3 ‫( ر س‬f.b.s.): dili tutuk, kekeme. girift-zen ‫( ر ﻓ ﻪ زن‬f.b.s.): girift (ney) çalan, girih ‫( ر ه‬f.i.): düğüm, bağ. (blcz : ukde, piç). girih girih : düğüm düğüm. girih-'bend ‫( ر ه ك‬f.b.i.) : 1. düğümcü, bağcı. 2. uçkur. girih ber girih ‫( ر ه و ر ه‬f.zf.): düğüm düğüm üstüne, (bkz : pîçâpiç). girih-bür ‫( ر ه و‬f.b.s.): "düğüm kesen” ‫ ؛‬yankesici, (blcz : lcîse-bür). girihçe ‫ر ب‬ ğüm.

(f.i.): düğümcülc, küçük dü-

girih-gir ‫( ر ﻫ ﻜ ﺮ‬f.b.s.) : "düğüm tutmuş" : düğümlü, dolaşık, (bkz : muakkad). girih-küşâ ‫ئ‬ ‫( ر ه‬f.b.s.): "düğüm açan, çözen": zorlukları yenen, halleden, (bkz: hallâl-i müşkilât). giris, girise ‫ ﺑ ﻪ‬. ‫ ر‬، ‫( ر س‬f.i.): hile, oyun, dalavere. (bkz : hud'a).

girişme ‫( ر ﺷ ﻤ ﻪ‬f.i.): naz, İşve, cilve, gamze, kaç ve gözle işâret. [fasihi "kirişme” olduğu halde, eski lUgatçilerimiz kelimeyi “girişme" ?eklinde kabul etmi?lerdir]. girive ‫( ا ﻟ ﻮ ه‬f.i.): 1. çıkmaz yol, çıkmaz sokak. 2. içinden çıkılması zor durum, girive-i ı?k : a?kın çıkmaz yolu. 3. geçit, uçurum, yar. giriz ‫( ر و‬f.i.): [asli “gürîz” dirj. (bkz : gürîz). girizân ‫( ر ز ا ن‬f.s.): [asil “gürîzân” dır], (bkz : gürîzân). girizende ‫( ﺳﻤﺮﻳﺰﻧﺪه‬f.s.c.: girizendegân): [asil “gürizende" dil.], (bkz : gürizende). girîz-gâh ‫( رز ﺳﻤﺎه‬f.b.i.): [asil "gürîz-gâh" dır]. (bkz: gürîz, gürîz-gâh). gîrûdâr ‫( ر و دا ر‬f.b.i.): cenk, sava?, kavga. (bkz : â?ûb, cidâl, perhâ?). giryân ‫ ن‬١‫( ر ي‬f.i.): ağlayıcı, ağlayan. Çe?me-i giryân : ağlayan göz. giryâni ‫( ا ﻳ ﺎ ﻧ ﻰ‬f.i.): giryanlık, ağlayıcılık. girye ‫( ر ز‬f.i.) : ağlama, ağlayı?; gözyaşı, (bkz : bükâ'). girye-i âşıkane : âşıkçasına ağlayı?. girye-i şâdi: sevinç ağlaması, girye-bâr ‫( ر ز ﺑﺎر‬f.b.s.): ağlayan, gözyaşı döken. (bkz: girye-nâk). girye-dâr ‫( ر ز دار‬f.b.s.): ağlamı?. girye-engiz ‫( ر ﺑ ﻪ اﻧ ﻜ ﺰ‬f.b.s.): ağlamaya sebebolan, ağlatacak. girye-fe?ân ‫( ر ﺑ ﻪ ﻓﺸﺎن‬f.b.s.): gözyaşı saçan, acı acı ağlayan. girye-fezâ ‫( ر ز ﻓﺰا‬f.b.s.): ağlamayı arttıran, çok ağlatan. g ir y e -h iz ^ ‫( ر ز‬f.b.s.c.: girye-hizân): girye (ağlama) koparan, İcoparıcı. girye-künân ‫( ر ز ﻛ ﺎ ن‬f.b.zf.) : ağlayarak, girye-meşhûn ‫( ر ز ﺷ ﺤ ﻮ ن‬f.a.b.s.): gözyaşı ile dolu. girye-nâk ‫( ر ز ﻧﺎك‬f.b.s.): ağlayıcı, ağlayan, (bkz : girye-bâr). giryende ‫ ﺑ ﺪ ه‬. ‫( ر‬f.s.) : ağlayan, ağlayıcı. giryende-i lıasret: hasret ağlayıcısı, girye-nikab ‫( ر ز ﻟﻐﺎ ب‬f.a.b.s.): gözyaşı ile örtülü. girye-niimâ ‫( ر ز ﻧﻤﺎ‬f.b.s.) : ağlar yüzlü, girye nümûd ‫( ر ز ﻧﻤﻮ د‬f.b.s.) : ağlar gibi görünen, ağlamışa benzeyen. 335

gırye-paş girye-pâş ‫( ﺳﻤﺮﻳﻪ ﺑﺎش‬f.b.s.) : gözyaşı döken, dökücü. girye-perverd ‫( ا ﻧ ﻪ ﻳﺮورد‬f.b.s.) : ağlamayı getiren, ağlatan, ağlatıcı. girye-riz ‫ز‬.‫ﺑﻪ ر‬. / (f.b.s.) : ağlayan, gözyaşı döken. (bkz : girye-bâı-, giı-ye-nâk). girye-zâr ‫( ا ﻳ ﻪ زار‬f.b.i.) : oturup ağlanılan yei". girye-zâr-ı hicrâıı: ayrılık açısıyla ağlanan yei". gîsû / (f.i.) : omuza dökülen saç, uzun saç, saç öi'güsü, kâhkül. (blcz : ferhâl, cu'd. Iram, zülf). gîsû-yi aııber-bâr: anber saçan saç‫ ؛‬güzel kokulu saç. gîsû-yi nıüşg-efşân : misk saçan saç. gîsû-yi yâr : yârin, sevgilinin saçı. gîsû-beııd ‫( ﺳﻤﺴﻮﺑﻐﺪ‬f.b.i.) : 1 . saç bağı; saç örgüsü. 2٠altından yapılmış İcadın tarağı, gîsû-dâr ‫ودار‬/ (f.b.s.) : saçlı. Necm-İ gîsûdâr : kuyruklu yıldız. giş ‫( ﺳﻤﺘﻦ‬f.i.) : 1. yürek, lcalb. (bkz : fuâd). 2. kış kış diye lcovmalc İçin çıkarılan ses. 3. şatrançta lcovma. giti ‫( ﺳ ﻤ ﻴ ﻰ‬f.i.) : dünyâ, (bkz : âlem, cilıân). gîtî-ârâ ‫( ﺳﻤﻴﺘﻰ آرا‬f.b.s.) : dünyâyı süsleyen, gîtî-ârây ‫( ﺳﻤﺘﻨﻰ آراى‬f.b.i.) : bot. iri yapraklı, güzel lcolculu sadberk gülü. gîtî-bâıı ‫( ﺳ ﻤﻴ ﺘ ﻰ ﺑﺎف‬f.i.) : pâdişâh, hükümdar, gîtî-fürûz ‫( ﺳﻤﻴﻰ ﻓﺮوز‬f.b.s.) : cilıânı aydınlatan, giti-neverd ‫( ﺳ ﻤ ﻴ ﺘ ﻰ ﻧﻮرد‬f.b.s.) : dünyâyı dolaşan, gezen. gîtî-nümâ ‫( ﺳﻤﺾ ﻧﻤﺎ‬f.b.s.) : ci]ıânı gösteren. (bkz : cilıâıı-nümâ). gitî-sitâiî ‫( ﺳ ﻤﻴ ﻨ ﻰ ﺳﺎ ن‬f.b.s.): cilıânı zapteden. (bkz : cihân-gîr). Giv ‫( ا ر‬f.lı.i.) : Fars'ların masal kahramanlanndan biri. Gyuders'in oğlu, Rüsteııı'in üvey oğlu. giyâ, giyâh ‫ ﻳ ﻪ‬، ‫( ﺳﻤﻴﺎ‬f.i.) : nebat, *bitki, tâze ot. [hafifletilmiş‫“ ؛‬giyeli" dil"], giyâh-ı kayser : bot. sari yonca, lcolculu yongiyâh-ı ııem-nâk: bot. semizotu, giyâh-ı ?iitiir : bot. deve dilceni. giyâh-beste ‫ﺗﻪ‬٠٠‫ ب‬٥/ (f.b.s.) : ot bağlamış, ot bitmiş. 336

giyâ-zâr ‫( ﻛﻴﺎ زار‬f.b.i.) : çayır, otluk. (bkz : giyâ, giyâh). giyeJi ‫ ؛( ﻛﻴﻪ‬.‫ ؛‬.) : giyâh'ın hafifletilmiş‫؛‬. (bkz : giyâh). gizlik ‫ ؛( ا ﻟ ﻚ‬.‫ ؛‬.) : çakı, bıçak, kılıç gibi kesici nesnelerin keskin tarafı, ağzı‫ ؛‬ıızıın saplı kalemtıraş. gonce ‫( ب‬f.i.) : konca, tomurcuk, açılmamı? çiçek, [billaassa gülün açılmamışı], gonce-i âb : yağmur yağarken suyun yüzünde meydana gelen kabarcık. Gonce-iEdeb :Sûdi Bey tarafından Selâııik'te yayımlanmış fenni, edebi bir dergi, gonce-i hamrâ : kırmızı konca, goııce-i handân : gülen konca, gonce-i ra'nâ : miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. En az iki asilliktir. Heftgâlı ile lıüseynî beşlisinin ııevâdaki şeddinden mürekkeptir. Bu beşli ile nevâ veyâ yegâlı perdesinde kalır, gonce-dehân, -dellen ‫ دﻫﻦ‬،1 ‫ﻏﻐﺠﻪ ﻟﻬﺎ ن‬ (f.b.s.) : ağzı konca gibi küçük ve güzel'olan, konca ağızlı, (bkz : gonce-fem). gonce-fem ‫( ﻏﻨﺠﻪ ﻓﻢ‬f.b.s.). (bkz : gonce-dellân, -dellen). gonce-leb ‫( ﻏﻨﺠﻪ ﻟﺐ‬f.b.s.) : dudakları lconca gibi olan, konca dudaklı, göl-âb ‫( ا ﻻ ب‬f.i.) : 1. göl. (bkz : kûl-âb, gadir). 2. büyük dalga. gû[y] [‫ ] ى‬/ (f.s.) : söyleyen, diyen, ]"güften” mastarından]. Suhen-gû: söz söyleyen. Râst-gû : doğı'u söyleyen, v.b. gubâr ‫( ﻏﺎر‬a.i.) : 1. toz. (bkz : gerd). gubâr-ı gamfm] (gam tozu) : esrar-. gubâr-1 hâtır : keder, elem, gubâr-ı t â li': bot. *bitkilerin cinsiyet tozları, pollen. gubâr-ı tarik : yol tozu. 2. g.s. bir yazı sitili, [“gubâr” mecâzen “esrar" mânâsına da geİİ1-].

gubâr-âlûd ‫( ض ﻟ ﺮ د‬a.f.b.s.): toza bulanmış, tozlanmış, tozlu, (bkz: gerd-âlûd, gerdâlûde). gûbâre ‫( ا ﺑ ﺎ ر ه‬f.i.): 1. sığıl, süi-üsü. 2. sığıl" ağıil, mandıra.

gulâz gubârî ‫^ رى‬

(a.s.)

: 1.

gubar

ile

ilg i li ,

to z a

b e n z e i', t o z d a n . 2 . e s k i y a z ım ız d a b ir y a z ı

gudrûf-i vustânî : anat.

b ir b ir in d e ir a y ır a n k ı k ı r d a k p e r d e d o k u ,

gudrûfi ‫اﺀﻣﺮوﻓﻰ‬

ç e ş id i.

gubât ‫ات‬٠ ‫( غ‬a.s. g a b i 'n i n c.). ( b k z gubeyrâ ١ ‫ ( ﻓ ﺮ‬a .i.) : ü vez, gudde ‫( ﻏﺪه‬a .i.c . : g u d e d ) : hek.

b u r n u n d e l ik l e r i n i

(a.s.) : k ı k ı r d a k l a ilg i li , k ı k ı r -

d a g a â it, * İc ık ır d a k s ı. [m ü e n . “ g u d r û f i y y e "

: g a b i),

d ir ].

ile e t a ı'a s ın d a v e e n ‫ ؟‬o k b o y u n d a , k a s ık t a

gudrûfin ‫( ﻏﻐﺮوﻓﻴﻦ‬a.i.) : anat. 2. k a b u k la ş m a , fr. chondrine.

‫ ؟‬i k a n ŞİŞ, b e z .

gudürân ‫ﻏﺪوان‬

v ü c u t t a deı-i

gudde-i arakıyye : tei- b e z i, gudde-i dem'iyye : anat. g ö z y a ş ı b e z i, gudde-i derakıyye : anat. k a lk a n b e z i, gudde-i diihniyye : anat. y a g b e z i. gudde-i em'a-i rakika : anat. b a ğ ı r s a k

gudiivv ‫ ( ﻏﺪو‬a . i . ) :

o la n

k ış ım d a ,

Bl'1-gudüvvi ve'l-âsâl:

s a b a h la rı v e a k ş a m la rı. b e z le -

bâzan

u f a k u fa lc m e y d a n a g e le n b e z le r,

gudve ‫ ( ﻏﺪوه‬a . i . c . :

g a d â t ) : s a b a h , s a b a h la g ü -

n e ş d o g m a s ı a r a s ın d a k i z a m a n , ( b k z : g u d ü vv).

gufrân ‫ﻏﻐﺮ'ن‬

( a . i . ) : a f fe t m e , m e r h a m e t e tm e ,

y a r l ıg a m a .

gufrân-ı İlâhî : A l l a h 'ı n

g ü n a h l a r ı a ffe t m e s i,

y a r l ıg a m a s ı.

gufûl ‫ﻏﻬﻮل‬

(a.i.) : d i k k a t s i z li k t e n v e y â ş a ş ır -

m a d a n d o la y ı bil" İşte k r ıs û r e t m e ; n e o la c a g ı n ı k e s t ir e m e m e .

gûgird ‫ ( ﺳﻤﻮﺳﻤﺮد‬f . i . ) : k ü k ü r t .

gudde-i sanevberiyye : b o t d k o z a l a k s ı b e z . gudde-i tahte'l-fekkiyye : anat. ‫ ؟‬e n e a lt ı b e z i.

gudde-i tahte'l-üsân : anat. d i la lt ı b e z i, guddevi ‫ وى‬٠‫ ( ﻏﺎ‬a . s . ) : anat. g u d d e ile i lg i li , * b e zel, fr. glandulaire. guded ‫( ﻏﺪد‬a .i. g u d d e 'n in c . ) : anat. b e z le r, guded-i beşere-î m u h âtî : anat. b e z e p ite li. guded-i cildiyye : c ilt b e z le r i, güdek ‫ (ﺳﻤﻮدك‬f . i . ) : ‫ ؟‬o c u k , ( b k z : t ıfl) . gûdekân ‫(ﺳﻤﻮدﻛﺎف‬f.i. g U d e k 'in c . ) : ‫ ؟‬o c u k la r , gûdek-âne ‫( ﺳﻤﻮدﻛﺎﻧﻪ‬f.z f.): ‫ ؟‬o c u k ‫ ؟‬a s ıııa . ( b k z : t ı f l - â n e , t u fû l- â n e ) .

gûh ٥/

( f . i . ) : p i s li k , n e c â s e t . ( b k z

gûk ‫ب‬ gûl ‫ا ل‬

( f . s . ) : a h m a k , s a fd il , b ö n .

: g â it).

( f . i . ) : k u r b a ğ a , ( b k z : d ifd a ', v a k v â k ) .

gûl ‫ ( ﻏ ﻬ ﺮ ل‬a . i . ) : lı o r t la k , ş e y t a n , gûl-ibeyâbânî: g u ly a b a n i . gulâm ‫ﻏﻼم‬

k a ra k o n c o lo s .

1. t ü y ü ,

( a .s .c .: g ılm â n ) :

b ıy ığ ı

ç ı k m a m ı ş d e l ik a n lı , g e n 2 .‫ ؟‬. k ö le , esil-, k ö le m e n .

gulâmiyye ‫ ( ﻏﻼﻫﻴﻪ‬a . i . ) :

c iz y e v e b a ş k a v eı-gi-

le r i t a h s i l e d e n le r i n t 0 p la d ık la ı- ı p a r a l a r ı n h a z în e

v e z n e s in e

t e s lim i

s ır a s ın d a

c iz y e

v e y â v e r g i l i a r ‫ ؟‬p u s ııla la ı- ın ın h e r b i r i İç in k e n d il e r in e v e r i le n t a h s il â id â t ı.

guderâ' ‫( ﻏﺪراﺀ‬a .i. g a d îl-'in c.). ( b k z : gad îı-). gudrûf ‫ ( ﻏﻀﺮوف‬a . .i . c . : g a d â r i f ) : k ı k ı r d a k ,

gulâm-pâre ‫ ( ﻏﻼﻣﺎره‬a .f b .s . k i-

t e ş k il e d e n

k ı k ı r d a k l a r d a n k a l k a n ş e k li n d e o la n k ı k ı r dak.

gudrûf-i haikavi : anat. k ı k ı r d a k lıa llc a . gudrûf-i tercih âli: anat. *İb ı-ik si İ c ık ır d a k , fr. arytCno'ide (cartilage). gudrûf-i tü rsû : anat. h a n ‫ ؟‬e r e y i o lu ş t u r a n k ı k ı r d a k l a r d a n k a l k a n a b e n z e y e n i.

v e i . ) : k u la m p a r a ,

o ğ la n c ı .

gul-âne‫ (ﻏﻼﻧﻪ‬a . f . z f . ) : 1.

k ı r d a k k e m iğ i.

gudrûf-i daraki : anat. h a n ‫ ؟‬e r e y i

s a b a h v a k t i [bil- İç y a p m a

v e y â y o la ‫ ؟‬ik m a ) .

İ'İ.

kadar

(a.i. g a d ir 'in c.). ( b k z : g a d ir ,

g ııd e r â ') .

gudde-i fer'iyye : anat. y a ı- d ım c ı b e z . gudde-i fevka'1-küye : b ö b r e k ü s t ü b e z i, gudde-i in e b i : anat. S a l k ı m s ı b e z . gudde-i luâbiyye : anat. t ü k r ü k b e z i, gudde-i mi'deviyye : anat. m id e b e z i, gudde-i n ekfiyye : anat. ‫ ؟‬e n e d e n , k u la ğ ı n y u m u ş a ğ ın a

1. k o n d rin .

g u l 'l e r e y a r a ş ı r sûı-ette.

2 . ü s t ü n b i r g a y r e t le .

gulât

(a .s. g a l i'n i n

c .) :

1.

( b k z : g a li).

2 . d in d e , m e z h e p t e t a a s s u b u ‫ ؟‬o k ile r i v a r d ı r a n k im s e le r .

gulât-ı Ş ia :

Ş iîlik

m ü f r i t le r i ,

H z.

A l î 'y e

A l l a h 'l ı k İs n â d v e İz â fe e d e n le r ,

gulâz ‫ ( ﻏﻼظ‬a . s . ) : k a b a ,

k a illi.

Eymân-1 gulâz

:

b ü y ü k y e m in , a n d .

337

gû.le güle ‫( ﺳﻤﻮك‬f.i.): gülle. gûle-endâz ‫( ﺳﻤﻮ ﻟ ﻪ أ ﻧ ﺪا ز‬f.b .s.): Topçu, ni?ancı. gulfe ‫( ﻏﻠ ﻔ ﻪ‬a .i.): ha?efenin etrâfinda bulunan deri, sünnet derisi.

gulfevî

‫( ﻏ ﻠ ﻐ ﻮ ى‬a .s.): gulfeye, sünnet derisine ‫ ﻏﻠ ﻐﻠ ﻪ‬، ‫( ﻏ ﻠ ﻐ ﻞ‬a .i.): 1. gürültü,

?am ata; bağrı?ıp çağrı?m a. (bkz : velvele),

gulgule-i e tfâ l: ço cu k ların bagrı?ıp çağrı?ması.

gulgule-i m ü teâl : "A llah A lla h " sesleri, gulgule-i su ku t : dü?me gürültüsü, gulgule-i yâ M ü teâl: yâ A llah ! gürültüsü. 2. ağzı dar bir kapdan akan suyun çıkardıgi ses.

gulgule-endâz

‫( ﻏﻠ ﻐﻠ ﻪ ا ﻧ ﺪا ز‬a.f.b.s.): ses çıkaran,

akseden, çınlayan.

gull

‫( ﻏ ﻞ‬a .i.c .: a g lâ l) : suçlunun boynuna ve

bileklerine geçirilen dem ir halka, zincir, pranga.

gulmet ‫( ﻏ ﻠ ﻤ ﺖ‬a .i.): ?ehvet fazlalığı, guliif ‫( ﻏ ﻠ ﻒ‬a.i. gılâf'ın c . ) : kılı'flar, kınlar, m ahfazalar.

guliivv

a?kınlık, ta?kınlık.

guliivv-i âmm : u m û m î ayaklanm a. 2. h ü cum , saldın ?. 3. ed. son dere.ce m übalâğa, ( b k z : İgrâk).

guliivv ve İg râ k : aklin hududunu a?an m übalâğa. lar, dertler, kaygılar, (bkz : gusas). ‫( ﻏ ﻤ ﻮ‬a .i.): gü ç anla?ılır, kapalı ve ka-

rı?ık olm a [söz], (bkz : m uam m â, rumûz).

gumûzet

‫( ﻏ ﻤ ﻮ ﺿ ﺖ‬a .i.): güç anla?ılır olma, ka-

rı?ık olma. (f.s.) : 1. renk,

gün. ‫ﻛ ﻮ ن‬

( b k z : fâm, levn).

gü l renkli. S e b z -g U n : ye?il renkli. 2. i. gidi?, tarz, Sifat. (bkz : güne),

‫ي‬

(f.s.). (bkz : güne).

gûn-â-gûn

‫ ﺳﻤﻮن‬.‫( ﺳﻤﻮﻧﺎ‬f.z f.): renk renk, türlü

türlü; alaca.

gunc ‫( ﺿﺞ‬a .i.) : naz, cilve, edâ, kırıtm a. gunc ii d e lâ l : naz ve edâ. güne ‫( ا ﻧ ﻪ‬f.i.) : türlü, gidi?, tarz, yol; sifat. ( b k z : gün*).

338

gi. 3. m e?hur pehlivan Rüstem 'in lâkabı.

Behrâm-ı gür : eski Iran ?ahlarından, gurâb ‫( ﻏ ﺮا ب‬a .i.c .: agribe, g ır b â n ): karga, (b k z : gırbân).

gurâb-1 ehka', -1 eb lak : zool. saksağan, gurâb-ı esved : ku zgun karga, gurâb-ı zem in : karanlık. gurâbü'1-beyn : alakarga. gûrâb ‫( ﺳﻤﻮراب‬f.i.). (bkz : serâb). gûrâbe ‫ ( ﺳﻤﻮراﺑﻪ‬f i . ) : kubbeli türbe. gurâbî ‫( ﻏﺮاﺑﻰ‬a .s.): karga ile ilgili, gurâbin ‫( ﻏ ﺮاﺑﻴ ﻦ‬a.i. gurâb'ın c . ) : kargalar, (bkz :gu râbî).

gurâbiyye ‫( ﻏ ﺮ ا ب‬a .i.): İslâm î inançlara aykirı dü?iinceler ileri süren bir mezhep.

gurâbü'1-beyn ‫( ﻏ ﺮا ب اﻟﺒ ﺠ ﻦ‬a.b .i.): alakarga, guramâ' ‫( ﻏﺮ ﻣﺎ ﺀ‬a.i. garîm 'in c . ) : 1. alacaklılar. 2. hasımlar, rakipler, dü?m anlar. 3 . fecrin ‫ ؟‬o cugu n

[dü?üt]

cani üzerine

alınm ası

lâzım gelen m al diyeti,

guramâ-î s ıh h a t : hastanın sıhhat hâlindeki alacaklıları.

gurbet

.‫ﻏ ﺮ ﺑ ﺖ‬

(a .i.): 1. gariplik,

yabancılık.

2. yabancı bir memleket, yaban cı yer, vatan

G e n d iim -g û n : bu ğd ay renkli. G ü l - g û n :

gûnâ

rinde u y u m u ? ): m erhum olm u?, ölmü?.

gûnyâ ‫( ﺳﻤﻮﻧﻴﺎ‬f.i.) : gönye, geom etri âleti, fr. equerre. gür ‫( ﺳﻤﻮر‬f.i.): 1. mezar, kabir. 2 . yaban e?e-

ilk aydınlığı, parlaklığı. 4 . dü?ürülen ölü

‫( ﻏ ﻤ ﻮ م‬a.i. gam m 'ın c . ) : kederler, tasa-

gumûz ‫ض‬

ganmıç.

g u r â b î ^ e ‫( ﻏ ﺮ ا ﺳ ﻪ‬a .s.): ["gu râb î" nin mUen.].

‫( ﻏﻠ ﻮ‬a .i.): 1. haddin i a?ma, ileri gitme,

gumûm

türlü.

gunne ‫( ﺿ ﻪ‬a .i.): genizden gelen ses. günüde ‫( ﻏﺘﻮده‬f.s.): uyum u?, u yu klam ı?, im izgunûde-î hâk-i rahmet (rahm et toprağı üze-

âit, bu deri ile ilgili.

gulgul, gulgule

gûne-gûne ‫( ﺳﻤﻮﻧﻪ ﺳﻤﻮﻧﻪ‬f.z f.): rengârenk, türlü

dı?ı, yâdel.

gurbet-gâh

‫ﻏ ﺮﺑ ﻜﺎ ه‬

(a.f.b.i.): yabancı m em le ٣

ket.

gurbet-zede ‫( ﻏﺮﺑﺘﺰده‬a.f.b.s.): gurbet görmü?) gurbete dü?m ü? olan, m em leketinin dı?ında kalan [kimse].

gure ‫“( ﻏﻮره‬g u " uzun okunur, f .i .) : koruk, olm am ı?, ham üzüm .

gurebâ ‫( ﻏﺮﺑﺎ‬a.s. garîb'in c.). (bkz : garîb). gurebâ-î m iislim în : M ü slüm an garipler, kimsesizler.

gûş etmek g u re b â -i

y e m in :

P aça ve

E d ir n e

m u h areb ed e

ta r.

G a la t a ,

s a r a y la rın d a n

f e v k a lâ d e

ib r â h im ç ık a n la r la

y a r a r lık

g ö ste re n

y a b a n c ı l a r .ve y e n i M ii s lU m a n la r d a n t e ç k îl o lu n a n i k i s ü v â r i b ö lü ğ ü n d e n b ir i, g u re b â -i

yesâr:

Paça ve

E d ir n e

m u h âreb ed e

ta r.

G a la ta ,

s a r a y la rın d a n

f e v k a lâ d e

‫زور ى‬

g u rû rî

g ö ste re n

i l k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , n ü m û n e s i

y a r a r lık

k a lm a m ı ? t ı r .

‫ ( ﻏﺮوه‬a . i . ) :

g u rv e

le r. S û r e - i g u r e f : K u r 'â n 'ı n 3 9 . s û r e s i, ( b k z : g u ru fâ t). g u r e m a ‫( ﻏ ﺮ ﻣﺎ‬a.i. g a r i m 'in c.). ( b k z : g u r a m â ) . (a .i. g u r r e 'n i n c.). ( b k z : g u r r e ) . ( a . i . c . : g u r e f,

g u r u fâ t) : ça rd a k :

k ö ş k ‫ ؛‬b a lk o n , c u m b a ,

‫اﺳﺎﻟﻪ‬

‫ﺺ‬ ‫( ﻏﺼ‬a .i.

gu seyn g û sfe n d

g û r - is t â n

‫(ﺳﻤﻮرﺳﺎن‬f.b .i.)

gu sl J

: k a b r is t a n , m e z a r l ık ,

( f . b . i . ) : m e z a r k a z a n , m e z a r c ı,

( f.s .) : h o m u rd a y a n ,

g ü rle y e n ,

k o rk u n ç h a y k ır a n , ‫ ؟‬i r - i g u r r â n : g ü rle y e n

‫زه‬

( a .i.c .: g u r e r ) : 1. a k lık , p a r la k lık .

2 . a t in a l n ı n d a k i b e y a z lı k , a k ı t m a , ( b k z : g a r r â ', s a b â h ü ' 1- h a y r ) . 3 . a r a b i a y i n b i r i n c i

g u rre -i m u h a r r e m : m u h arrem

a y ın ın ilk

g ü n ü v e g e c e s i.

‫زﻧ ﺪ ه‬

‫زو ب‬

( f . s . ) : g ü r le y e n , h id d e t v e ? id -

o lm a s ı, b a t m a s ı,

( b k z : h ü sû f,

k ü s û f, u fû l) .

c j . ( b k z : garb ).

‫زوﻳ ﻰ‬

( a . s . ) : g u r u b ile i l g i li ,

g u r u b i s a a t : G ü n e ş i n b a t m ı ş o ld u ğ u s ır a d a o n i k i y i g ö s t e r e n s a a t , a l a t u r k a s a a t, g u ru fâ t

‫ز ﻓﺎت‬

(a .i. g u r f e 'n i n c . ) : ç a r d a k la r ,

k ö ş k le r , ( b k z .: g u r e f ) . g u rû r

‫زور‬

m a y a v e e ? y â k o y m a y a y a r a y a n , a l t ı ç in k o

gu sn

‫ ( ﻏﻬﺲ‬a . i . c . : a g s â n ,

g u s û n ) : a ğ a ç d a lı , b u -

dak. g u s n - i m e k s û r : k i r l i m i ? d a l.

‫ ( ﻏﺼﻪ‬a . i . ) : t e k d a l. ‫ ( ﻏﻌﺘﻰ‬a . s . ) : d a lla , b u d a k la i lg i li , g û sp e n d ‫ ﺳﺪ‬/ ( f.i.) : k o y u n , ( b k z :

g u sn e

g û sp e n d -k ü çâ n

gan em ,

( a . i . ) : b o ? ? e y le r e g ü v e n e r e k a l d a n -

‫ﺳﺬد ﻛﺸﺎن‬/

( f.b .i.) : k u rb a n

b a y r a m ı , ( b k z : îd - i a d h â ) . gu ssa

g u r û b - i ş e m s : G ü n e ş i n b a t m a s ı. 2 . [ g a r b 'm

g u rû b î

1. g u s l e d i le c e k ,

g û s fe n d ) .

(a.i.) : 1 . b i r g ö k c i s m i n i n b a t id a

g ö rü n m e z

( a . f .b .i .) :

g u sn î

d e t le b a ğ ı r a n , ( b k z : g u r r â n ) . g u rû b

‫ﻏﻠﺨﺎﻧﻪ‬

y ı k a n ı l a c a k y e r . 2 . e s k i u s u l e v le r d e y ı k a n -

g u s n - i ? e c e r : a ğ a ç d a lı,

g ecesi v e g ü n ü .

g u rren d e

( a . i . ) : c ü n ü b lü k , h a y ı z v e n i f a s h a l le -

k a p lı k ü ç ü k h ü cre.

a r s la n . ( b k z : g u r r e n d e ) . g u rre

j

r in d e n s o n r a d i n g e r e ğ in c e y ı k a n m a , a r ı n -

g u sl-h â n e

(a.i.). ( b k z : g a r â m e t ) .

‫زا ن‬

g u rrân

‫ ( ض‬a . i . ) : b o t . d a lc ık , b u d a k c ik . ‫ ( ا ﺳ ﻔ ﺪ‬f .i.) : k o y u n , (b k z : gan em ).

m a.

k u rg a n .

‫زم‬

g u s s a 'n m c . ) : k e d e r le r , k a y g ı-

la r , t a s a la r , ( b k z : g u m û m ) .

‫ (ﺳﻤﻮرﺧﺎﻧﻪ‬f . b . i . ) : t iir b e .

g u rm

( f . i . ) : 1 . b u z a ğ ı , d a n a . 2 . k ö s e le ,

[a sli " g â v s â le " d ir ]. g u sa s

g û r-h ân e

‫رﻛﻦ‬/

: y ık a m a su y u , y ık a n tı.

g u s â l e ‫( ﻓ ﺎ ﻻ‬a.i.)

g u s â s - ı m e v t : ö lü m a ç ıl a r ı, ö lü m k e d e r le r i,

g u r f e - i â liy e : y ü k s e k k ö ?k , ç a rd a k ,

g û r-k en

b u rn u n u cu n d a k i y u m u ?a k

k ıs ım , k ık ır d a k .

g û s â le

‫زفﺀ‬

( a . s . ) : 1 . g u r û r 'a â it , g u r u r l a i lg i -

li. 2 . i. m i i z . T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z b e ? a s ır -

g u r e f ‫( ﻏ ﺮ ى‬a .i. g u r f e 'n i n c . ) : ç a r d a k la r , k ö ? k -

g u rfe

g u r û r - i t â a t : t â a t 'ın g u r u r u , i n s a n i n , e t t i ğ i

ç ık a n la r la

l a n i k i s ü v â r i b ö lü ğ ü n d e n b ir i,

‫زر‬

g u r û r - i c i v â n î : g e n ç l ik g u r u r u ,

ib â d e t e g ü v e n m e s i. ib r â h im

y a b a n c ı l a r v e y e n i M U s lU m a n la r d a n k u r u -

g u re r

h is s i. D â r ü 'l - g u r û r ( g u r u r e v i ) : b u d ü n y â . H a b - İ g u r û r : k e n d in i b ü y ü k s a n m a ,

‫ه‬٠ ‫ ( ﻏﻊ‬a . i . c . :

g u s a s ) : k e d e r , k a y g ı, t a s a .

g u s s â - y ı â ? ı k : â ? ı ğ ın t a s a s ı, k e d e r i, gu ssa-n âk

‫ك‬٧ ‫ ه‬٠‫ﻏﻊ‬

( a .f .b .s .) : k e d e r li, k a y g ıl ı,

t a s a l ı. gu sû n O j d

(a .i. g u s n 'u n c . ) : a ğ a ç d a l l a n , fi-

liz le r . ( b k z : a ğ s â n ). g u s û n - i t e r : t â z e , g e n ç d a lla r , gûç

‫^وش‬

( f . i . ) : 1 . k u la k , ( b k z : ü z n ). 2 . İş itm e ,

d in le m e .

m a , b o ? ? e y le r le b ö b ü r le n m e , k ib ir , k u r u m ,

g û ? - i c â n : c a n k u la ğ ı ,

k u r u l m a ; k e n d i n i y ü k s e k v e d e ğ e r li t u t m a

g û ? e t m e k : d in le m e k .

339

gûş-i hû? g û ? -i hû? (akil kulağı) : dikkatle dinleme.

g û ?t-în

g û ? -i m â h î : zool. 1) yu m u şak çalar fam ilya-

g û ?-v â r, g û ? -v â re

Sindan bir deniz h ayvan in in kabuğu; 2) deniz hayvan i kabuğundan yapılan bardak.

‫ا ﺷﻌ ﻦ‬

g û ?â n ‫( ﻛ ﻮ ﺷ ﺎ ن‬f.i.): pelemez.

gu te

‫ﺳﻤﻮﺷﺎب‬

(f.i.) : 1. rüyâ. 2. dü? azma.

(bkz : ihtilâm). 3. s. tüysüz gen‫ ؟‬. g û ? -d â r

‫ﺳﻤﻮﺷﺪاو‬

(f.b.s.) : "k u la k tutan” : kulak

‫( ﺳﻤﻮﺷﻪ‬f.i.): kö?e, bucale.

g û ?e -i d âm en : etek ucu.

?esi.

ciltli leitaplai'da kapağın döı٠t köşesine ya-

‫( ﺳﻤﻮﺷﻪ دار‬f.b .s.): köşeli. ‫ل‬$ ‫( ﺳﻤﻮﺷﻪ‬f.b.i.):bir köşeye ‫ ؟‬ekilen. g û ? e -g ü z în ‫( ﺳﻤﻮﺷﻪ ﺳﻤﺰﻳﻦ‬fb.s.) : insanlardan g û ş e -d â r

g û ? e -g îr

uzaklaşan, bil- köşeye ‫ ؟‬ekilen, (bkz : gû?enişîn).

‫( ﺳﻤﻮﺷﻪ‬f.b.s.)

: köşeye ‫ ؟‬ekilen,

insanlardan uzaklaşan, (bkz : m ünzevi).

‫( ﺳﻤﻮش ﺳﻤﺮان‬f.b.s.) : ağlı. İşiten, (bkz :

‫( ﺳﻤﻮش ﺳﻤﻮﻓﺘﻪ‬f.b.s.)

: ağır İşiten, (bkz :

‫( ﺳﻤﻮﺷﻜﻨﺎر‬f.b.s.). (bkz : gûş-zed). ‫( ﺳﻤﻮش ﺧﻮرده‬f.b.s.) : kulağı burul-

‫( ﺳﻤﻮﺷﺶ‬f.i.) : çalışm a, çabalam a. g û ? -m â l ‫( ﺳﻤﻮ ﺛ ﻤﺎ ل‬f.i.): kulak bükm e,

yola ge-

‫ﺳﻤﻮش ﺑﻴﺠﻴﺪه‬

،

‫ﺳﻤﻮش ﺑ ﺞ‬

(f.b.s.) : ağır İşiten.

( b k z : gû ?-girân , gû?-girif'te). g û ?t ‫ ﺷ ﺖ‬/

340

‫ﺑﺎ‬.‫ﺳﻤﻮ‬

gûyâ

(f.s.) : 1. söyleyen, söyleyici. 2 ٠zf.

sanki, diyelim ki. T û tî-i g û y â (söyleyen dudu) : ?akrak söyleyen,

‫ﺑﺎن‬.‫( ﺳﻤﺮ‬f.s.)

gûyân

: 1. söyleyen, söyleyici, konu-

?an. 2. zf. gûyâ. g û y e n d e . . ^ ^ (f.s .): söyleyen, söyleyici. (bkz : kail).

‫ﺑﺪﺳﻤﻰ‬.‫( ﺳﻤﻮ‬f.i.) : söyleyicilik. ‫ ( ﺳﻤﻮﻳﻰ‬f i . ) : söyleme, söyleyi?. H o ? - g û y î :

g û y e n d e -g i

güzel, düzgün, ho? söyleme.

‫( ﺳﻤﻮﻳﺶ‬f.i.) : konuşma. ‫ و ب‬٠‫( غ‬a.s. gayb'ın c.)

guyûb

: kayıplar, (bkz :

gayb).

‫ﻏﻴﻮم‬

(a.i. gaym'ın c.) : bulutlar, (bkz :

‫( ﻏﻴﻮ ث‬a.i. gays'ın c.) : yağm urlar, ‫( ﻏﺰات‬a.s. gazin in c.). (bkz : gazi), ‫"( ﻏﻮزه‬gu ” uzun okunur, f.i.) : koza,

guyûs

g u ze

güze). g û ze -i âb : su kabarcığı,

(bkz : gû?-lıuı'de).

‫ﺳﻤﻮش‬

ü g û y : dedikodu, (bkz : kil ü kal). 3. s. söyleyen, söyleyici.

gu zâ t

(f.b.s.) : kulağı burulm uş, tei-biye edilmi?.

j

atlılar

gaym).

tiı-me. (bkz : te'dîb).

g û ş -s e n g în J

topunun

yazılm ış Farsça bil. eserin adi. 1 . söz. G iift

gu yû m

mu?, terbiye edilm i?. gû şiş

g û ş -p î‫ ؟‬, g û ? -p î‫ ؟‬îde

g û y -i z e rrin : astr. Güne?,

g û y i?

gû ?-girân , gû?-sengîn).

g û ?-h u rd e

(f.b.s.) : suya

g û y -i sim (güm ü? t o p ): astr. Ay.

gûyî

gû?-giı-ifte, gû?-sengîn).

g û ? -g ü z â r

‫ ﺧ ﻮ ر‬، ‫ﻏﻮﻃﻪ ﺧﻮار‬

SI esâsına dayanan ?ark o yu n u ‫ ؛‬bu hususta

: 1. köşebent. 2. g. s.

pılan süsleme.

g û ş -g ir ifte

gu te-h âr, -h o r dalan.

tarafından uçlaı.1 eğri değneklei'le atılm a-

g û ?e -i v a h d e t : tenha kö?e, yalnızlık.

g û ş -g ir â n

("gu " uzun okunur, f.i.) : suya dal-

m a‫ ؛‬suya bil. kere daljp çıkm a,

benzer ?ekilde, m eydan

g û ?e -i u z l e t : I S S I Z , tenhâ kö?e.

g û ?e -n i?în ‫ﻧ ﺜ ﻴ ﻦ‬

‫ﻟﻪ‬٠‫ﻏﻮ‬

(f.b .s.): kulağa ‫ ؟‬arpan, İçiti-

g û y ü ç e v g â n : Ingilizlerin g o lf oyununa

g û ?e -i k itâb : kitap köşesi.

‫( ﺳﻤﻮﺷﻪ ﺑﻐﺪ‬f.b.i.)

‫ر ش زد‬

g û y -i ıııü s â b a k a t: yari? topu,

ağzın ilei tarafı.

g û ?e -i ferâgat, g û ? e -i r â h a t : dinlenm e kö-

g û ?e-b en d

(f. b .i.);

g û y ‫( ﺳﻤﻮى‬f.i.) : 1. Acem lere m alisus bil" ‫ ؟‬eşit oyun topu‫ ؛‬yuvarlak ?ey.

g û ?e -i ‫ ؟‬e?m : gözucıı.

g û ? e -i d eh ân

‫ﺳﻤﻮﺷﻮار‬

gu v ât ‫( ﻏﻮات‬a.s. gavî'nin c . ) : azgınlar, sapkınlar. (bkz-.gavî).

veren, sözü lâyıkıyla dinleyen. gû ?e

،

g û ş-v â re -i felek : yeni doğm uş Ay. g û ş-z e d len.

g û ?-a sb

‫ﺳﻤﻮﺷﻮاره‬

küpe.

‫( ﻏﺜﺎ‬a.i.) : hele, guatr, fr. goitre. gû ?âb ‫( ﺳﻤﻮ ﺷﺎ ب‬f.b .i.): pekmez.

g u ?â

(f.b.s.) : etten, etten İbâret.

(f.i.) : et. (bkz : lahm).

g u z e -i penbe : pam uk kozası. gü ze

‫( ﺳﻤﻮزه‬f.i.) : koza, (bkz : guze). ‫( ﺳﻤﺪاﺧﺘﻪ‬f.s.) : erimi?.

gü d âh te

(bkz :

gül.bûse

-güdâz ‫ﻛﺪاز‬-‫ا‬

(f.s.) : e ı'ite ıı, y a k a n , m a lıv e d e n .

( " g ü d â h t e ıı" y â lıu 't “ g ü d â z îd e n ” m a s t a r ı n d a n ]. Tahammül-güdâz : t a h a m m ü l e i'ite n . Tâkat-güdâz : t â k a t i m a lıv e d e n .. v.b . giidâzende ‫ ( ﻛﺪازﻧﺪه‬f . s . ) : e r it ic i, eı-iten . güdâziş ‫( ﻛﺪازش‬f.b .s.) : y a n m a , y a k ı lm a , güft ‫( ﻛ ﻔ ﺖ‬f.i.) : 1 . s ö z , lâ k ı r d ı , ( b k z : k e lâ m ) . 2 . d e d i, s ö y le d i.

güft ü gû

( g ü f t : d e d i, g û : s ö y le ) : d e d ik o d u ,

( b k z : k i l ü k a l) .

güft ü k a l : ( b k z : g t if t ti g û , k il ti k a l), güft ü şlııîd : m e s m u â t , d u y u l a n h a b e r le r , d e d ik o d u .

güftâr ‫ﻛﻔﺘﺎر‬

gül-i ziba : g iiz e l, p a r la k g ü l. gül-âb ‫ ( ﻛ ﻼ ب‬f . b . i . ) : g ü ls u y u , ( b k z : c ü llâ b ) . gül-âb-dân ‫( ﻛﻼﺑﺪان‬f.b .i.) : İç iu e g ü ls u y u k o n u la n m a h f a z a , k a p .

giilâbiye ‫( ﻛﻼﺑﻴﻪ‬f.b .i.) : k e k ; b ir gülâc ‫( ﻛﺎﻵج‬f.i.): 1. n i ş a s t a d a n

p a s t a ç e ş id i, y a p ıla n

in c e

y u f k a , g ü llâ ç . 2 . iç e r is in e to z h â lin d e k i a c ı ü z e ı٠ e e c z â c ıl a r ı n

İ la ç la r ı k o y m a k

k u lla n -

d ik la r ı, n iş a s ta d a n y a p ılm ış k ü ç ü k v e y u v a r l a k m a h fa z a .

(f.i.) : sö z .

güftâr-ı şîrîn ;

ta til

Perîşân-güftar:

söz.

s ö z ü d a ğ ı n ı k o la n , s ö z ü n d e d ü z e n o lm a y a n .

Şeker-güftâr ( ş e k e r s ö z lü ) : t a t il s ö z lü , güftâr-ı âtıl : b o ş s ö z , b o ş lâ k ı r d ı , güftâr-ı sene ‫( ﻛﻔﺘﺎر ﻣﺘ ﺢ‬f.b .s.) : s ö z ta i-ta n , ( f . s . ) : s ö y le n iş , s ö y le n m iş .

giilân ‫( ﻛ ﻼ ن‬f.i. g ü l 'ü n gül-bâg ‫ ( ﻛﺐغ‬f b . i . ) :

c.) : g ü lle ı'. g ü l b a h ç e s i, ( b k z : g ü l-

İs t â n , g ü l- ş e n , g ü l- z â r ) .

gül-bahâr ‫ﻛ ﺒ ﻬﺎ ر‬

( f . b . i . ) : 1. p e m b e b o y a . 2 . k a -

d in a d i. 3 . bil- ç e ş it t a v la o y u n u . uy-

g u n , ö lç ü lü s ö z s ö y le y e n ,

güfte ‫ﻛ ﻔ ﻪ‬

güJ-i surh : k ı r m ı z ı g ü l. gül-i ter : tâ z e g ü l. gül-i zemin : m e ş v e r e t m e c lis i,

2. miiz.

bil" s ö z e s e r i n in b e s t e le n m iş b u lu n a n m a n z u m sözleı-i.

gül-bâm ‫( ﻛﺒﺎم‬f.b .i.). ( b k z : g ü l- b â n g ) . gül-bâng ‫( ﻛﺒﺎ ﻧﻜﺢ‬f.b .i.) : e s k id e n t e k k e le r de,

â y in

s ır a s ın d a ,

s a r a y la r d a

s e s le o lc u n a n ,ilâlıi v e y â d u â .

güfte-kârî‫ﻛﻔﺘﻜﺎ ر ى‬

( f.b .i.) :

g. s. 1.

p ir in ç t e n y a -

p ılm a , m o t i f v e y a z ıl a r la s ü s lü fe n e r , lâ m b a

m uayyen

m e r â s im Ş ır a s ın d a h e p b ir a g ı z d a ıı y ü k s e k

Giilbang : “ A l-

la lı A l la l ı i l l a l l a l ı , b a ş u ı'y â n , s in e p ü l'y â n , k ı l ı ç a l k a n , b u m e y d a n d a n ic e b a ş la r k e -

a y a ğ ı. 2 . ü s t ü n d e y a z ıl a ı ' b u lu n a n v e y a l n ı z

silil- o lm a z

îı'a n 'd a n g e le n b i r c in s h a il,

k a l ı r ı m ı z k ı l ı c ı m ı z d ü ş m a n a z iy a n , k u llu -

güher ‫ﻛﻬﺮ‬

(f.i.) : [“ g e v h e r " i n

h a f if le t i lm iş i ] .

( b k z : gevlaeı-).

güher-bâr ‫ﻛﻬﺮﺑﺎ ر‬

cevlaei"

y a ğ d ıra n ,

(f.b .s.) : c e v â h il- s a ç a n ,

( b k z : g ü h e r-p â ş).

güher-fürûç ‫( ﻛﻬﺮﻓﺮوش‬f.b .s.): c e v lıe ı- s a ta n , güüer-pâre ‫ ( ﻛﻬﺮﺑﺎره‬f b . i . ) : c e v lıe ı. p a ı-ç a sı. güher-pâş ‫( ﻛﻬﺮﺑﺎش‬f.b .s.) : c e v â lıiı- s a ç a n , ( b k z

gül

a ğ a c ı,

:

[ k ıy â s î

o lm a y a n

gül cem i

" g ü l â n ” d ır ].

N û ı'-i

s u l t â n ım ız

gülbang-ı Muhammedi: e z a n , gül-beden ‫( ﻛﺒﺪن‬f.b .s.) : ile d e n i

N e b i,

hünkâr

lıs ı. (f.t.b .i.) : a ç ıl m ı ş g ü l ş e k li n d e

b ir sü s, b e z e m e . k ırm ız ı

r e n k t e o la n bil- ç e ş it g ü l.

gül-i ruh-sâr : ı) g ü le

g ü l g ib i l â t i f

gül-berg ‫ ( ﻛ ﻞ ﺑﺮﻛﻂ‬fb .i.) : g ü l y a p r a ğ ı , gül-berg-i bâg-1 öm r : ö m ü l- b a h ç e s i g ü lü n ü n y a p r a ğ ı ; mec. t o r u n , gülberg-i ter : t â z e g ü l y a p r a ğ ı . gül-be-‫ ؟‬eker ‫( ﻛﻠﺒ ﺸ ﻜ ﻮ‬f.b .i.) : bil- ç e ş it g ü l ta tgül-bezek ‫ﻛﺒ ﺰ ك‬

gül-i gül-zâr : g ü l b a h ç e s in in g ü lü , gül-i ra'nâ : g ü z e l g ü l; d ış ı s a ı. 1, İÇİ

b e n z e y e n y a n a le , g ü l

y a n a k ; 2 ) m e ş h u r b il. ç e ş it lâ le ,

gül-i sad-berk :

M u l ıa m m e d l,

A lî, p ir im iz ,

v e n â z ilc o la n .

g ü h e r-p â ).

güher-rîz ‫( ﻛﻬﺮرﻳﺰ‬f.b .s.) : c e v lıe ı- d ö k e n , gül ‫( ﻛ ﻞ‬f.i.) : 1. ç iç e k . 2٠b ilin e n ç iç e k , ç iç e ğ i;

g ü lb a n g - ı

k e r e ııı- i

H a c ı B e k t â ş - i V e li d e m in e İıû d iy e lim İ ıû ” .

( b k z : g e v h e r-b â r).

güher-feşân ‫ﻛﻬﺮ ﻓﺜﺎ ن‬

e y v a l la h

g u ıı ı u z p â d i ş a l ıa a y â n , ü ç le r, y e d ile r , k ır k la r,

(f.b .s.) :

İliç s o ı'a n , e y v a l la lı

k a t m e r li bil- ç e ş it ir i g ü l.

giil-bister ‫( ﻛﺒﺘﺮ‬f.b .i.) : g ü ld e n y a t a k , gül-bîz ‫( ﻛﺒﻴ ﺰ‬f.b .s.) : 1 . g ü l se ı-p e ıı. 2 . i. k a d ın a d i.

gül-bûse ‫ﻛ ﻞ ﺑﻮﻣﻪ‬

( f . b . s . ) : (g til ö p ü ş l t i ) : ö p m e s i

g ü l li i s s i n i v e r e n .

341

gül-bün g ü l-b ü n

‫ل‬

( f . b . i . ) : g ü l k ö k ü , g ü l b it e n y e r .

‫ ( ﺳﻤﻞ ﺟﻤﺎل‬f . a . b . s . ) ;

g ü l-c e m â l

g ü l y ü z lü , y ü z ü

g ü l g ib i g ü z e l o la n . g ü l-‫ ؟‬e

،‫ﺀﻗﻠﺠﺎ‬

( f . i . ) : 1 . g ü l c ü k , k ü ç ü k g ü l; ç iç e k -

g ö b e k e t r â f ı n a d i z i l m i ş s ip ir a l p e t a lle r d e n İ b â r e t s it iliz e g ü l m o t i f i , r ö l y e f m o t i f . [ b u n a r o s a c e (r o z a s ) d a d e n ilir ],

‫ﺳﻤﺎﺟﻬﺮه‬

( f . b . s . ) : g ü l ç e h r e li, ç e h r e s i

g ü l g ib i l â t i f o la n . D u h t e r - i g ü l - ç e h r e : g ü l ç e h r e li k ı z . [ f a s i h i : " g ü l - ç i h r e " d ir ]. g ü l-ç în

‫س‬

( f . b . s . ) : g ü l' t o p la y a n , g ü l d e v -

g ü l- g e ş t - i s a h r â : k ır d a g ü l v e y â ç iç e k s e y r i İ ç in y a p ı l a n g e z in t i.

gül-gonce . ‫( ﺳﻤﻠﻐﻨﺞ‬f.b.i.): henüz açılmamış gülgül-gûn ‫ ( ﺳﻤﻠﻜﻮن‬f . b . s . ) : 1 . g ü l r e n k li , p e m b e . 2 . i. k a d m a d i. gül-gûne ‫ﺳﻤﻠﻜﻮﻧﻪ‬ 3

٠s.

( f . b . i . ) : g ü l m a h f a z a s ı , ç i ç e k lik ,

vazo. g ü l-d e h â n , g iil-d e h e n

s .):

‫ﺳﻤﻠﺪﺳﺘﻪ‬

d e s te s i. 2 . m i i z . T ü r k m ü z i ğ i n i n m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n d ı r . E s k i d e n m e v c u t o lu p

kiimeyt ‫ﺳﻤﻠﻜﻮن ﻛ ﺴ ﺖ‬

giil-hen ‫ﺳﻢ]ﺧﻦ‬

bu m akam a H .

Saa-

d e t t in A r e l t a r a f ı n d a n b u i s i m v e r i l m i ş t i r .

gül-hîz ‫ص‬ gülî ‫ﻛﻠ ﻰ‬

r e n k li , p e m b e ,

( f .b .i.) : k ü lh a n , h a m a m o c a ğ ı.

gül-istân ‫ﺳ ﻤ ﻦف‬

m âhur

m a k a m la r ın d a n

3 - miiz.

d iz ile r

se rb e st

m ü r e k k e p t ir .

Bu

k u l la n ı l a b i l i r .

( f.b .s .) : g ü l b itire n , g ü l y e tiş ti-

( f s . ) : g ü l r e n k li .

2 . Ş îra z h

k a rış ık

( f.b .i.): k ır m ız ı

re n .

G ü ld e s t e , p û s e l i k t e z ir g ü l e , r ı ı h n ü v â z v e

ve

g ü l r e n k li .

[ g ü l : a te ? + h e n : h â n e = a te ş h â n e ].

(f.b .i.) : 1 . g ü l d e m e t i; ç i ç e k

d a is m i b ilin m e y e n

2. s.

?arap .

giil-gülî ‫ ( ﺳﻤﻞ ﺳﻤﻠﻰ‬f . s . ) : g ü l

‫ ﺳﻤﻠﺪﻫﻦ‬، ‫ﻫﺎن‬٠‫( ﺳﻤﻠﺪ‬f.b .

g ü l a ğ ız lı, a ğ z ı g ü l g ib i o la n , g ü l-d e s te

( f b . i . ) : 1. k a d ın la r ın k u lla n -

g ü l y a n a k lı.

g ü lg û n

‫ﺳﻤﻠﺪان‬

( f.b .i.) : g ü l s e y r i, g ü l g e z in -

d i k l a r ı g ü l r e n k li d ü z g ü n .

ş ir e n . g ü l-d â n

( f .b .s .) : g ü l sa ç a n .

tisi.

c ik . 2 . g . s. f i l d i ş i o y m a v e k a k m a l a r d a b i r

g ü l-ç e h r e

gül-feşân ‫ﺳﻤﻠﻔﺜﺎن‬ gül-ge?t ۴‫ﻟ ﻜ ﺜ ﺖ‬

( f .b .i.) :

Şeyh

1. ( b k z :

S â d i 'n i n

g ü l-z â r ).

m eşh u r

e s e r i.

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z b e ş a s ı r lı k

m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n o lu p n ü m û n e s i

M a k a m , m â h u r v e y â m â h u r 'ı ı n i l k b e ş lis i

k a lm a m ış tır .

ile r a s t p e r d e s in d e k a lır . B i r i n c i d e r e c e d e

d a n 1 9 1 0 'd a İ s t a n b u l 'd a a y l ı k o l a r a k y a y ı m -

g ü ç lü , r u h n ü v â z 'ı n d u r a ğ ı o l a n h ü s e y n i d i r .

la n m ış ç iç e k ç ilik v e

D o n a n ı m a y a l n ı z f a İ ç in b i r k ü ç ü k m ü c e n -

d e r g i.

n e b d i y e z i k o n u r k i, m a k a m ı n t e r k ib i n d e k i h e r ü ç d i z i 'n i n d e m ü ş t e r e k b i r â r ı z a s ı d ı r . A y rıc a

n o ta

iç e r i s i n d e

ic â b e d e n

y e r le r e

z i r g ü l e 'n i n p û s e l i k ş e d d i İ ç in re v e İâ b a k ı y -

gül-izâr ‫ﺳﻤﻠﻌﻨﺎر‬

4 . Istra ti

Sab u n cak i tarah n -

b a h ç ıv a n lığ a

â it b i r

( f .b .s .) : 1. g ü l y a n a k lı, a l y a -

n a k li.

gül-izâr-ı gonce-fem: zeyen

gül

y a n a k lı

ağzı

g ü z e l.

k on caya

2. müz.

benT ü rk

y e d iy e z le r i, r ı ı h n ü v â z ( m i d e p û s e lik ) İ ç in

m ü z iğ in in

v e b a k ı y y e d i y e z i k o n u r . 3 . ş i i r a n to lo jis i,

T a h m i n e n b e ş a s ır e v v e l t e r k l b e d i l m i ş t i r .

g ü le

‫ ( ﺳﻤﻠﻪ‬f . i . ) : k ı v r ı l m ı ş

v e b ü k ü lm ü ş sa ç,

ZÜ-

lü f. g ü le f

m a k a m la r ın d a n d ır .

B u n a “ H ü s e y n i G ü l 'i z â r " d a d e n ilir . K a r c ığ a r v e h ü s e y n i m a k a m la r ın d a n

‫ ( ﺳﻤﻠﻒ‬f . i . ) : b o t .

b i r ç e ş it k ı r m ı z ı g ü l.

g ü l-e fs û n

‫ ( ﺳﻤﻞ ا ﻓ ﻮ ن‬f b . i . ) :

a f s u n lu ş a r a p ,

g ü l-e fş â n

‫ ( ﺳﻤﻞ ا ﻓﺜﺎ ن‬f . b . s . ) :

g ü l saçan ,

g ü l-e n d â m

‫ﻛ ﻞ اﻧﺪام‬

( f . b . s . ) : g ü l b o y lu , n â z i k ,

g ü z e l e n d a m lı. g ü l-e n g ü b în

‫ﺳ ﻤﻠ ﺸ ﻦ‬

g ü l-fâ m

‫ﺳﻤﻠﻐﺎم‬

( f . b . s . ) : 1 . g ü l r e n k li , g ü l g ib i

‫ ( ﺳﻤﻠﻐﻢ‬f . b . s . ) : 1 .

G ü ç l ü b i r i n c i d e r e c e d e h i i s e y n i 'n i n g ü ç l ü s ü o la n h ü s e y n i v e i k i n c i d e r e c e d e d e k a r c ı gar

g ü ç lü s ü

o la n

n e v â 'd ı r .

D o n a n ım ın a

h ü s e y n i 'n i n k i g ib i si k o m a b e m o lü v e fa

â r ı z a m ü ş t e r e k o lu p , a y r ı c a m i İ ç in b a k ı y y e b e m o lü İ lâ v e e d ilir . M a k a m ı n u m û m î s e y r i

r e n g i k ı z ı l o la n . 2 . i. k a d ı n a d i. g iil-fe m

m ü rek -

k e p tir . H ü s e y n i ile d ü g â h p e r d e s i n d e k a lır .

b a k ı y y e d i y e z i k o n u r . K a r c ı g a r 'd a b u i k i ( f . b . i . ) : b a l ile y a p ı l a n

g ü l m ıır a b b â s ı.

g ü l a ğ ı z l ı , a ğ z ı g ü l g ib i

k ü ç ü k o la n . 2 .İ . k a d ı n a d i.

342

m ü rekkep

in ic id ir .

giil-kand ‫ ( ﺳﻤﻞ ﻗ ﺪ‬f . b . i . ) : b i r gül-kâr ‫ﺳﻤﻠﻜﺎر‬ ç e k ç i.

ç e ş it g ü l t a t lıs ı,

( f b . i . ) : 1 . ç i ç e k y e t i ş t i r e n . 2 . Çİ-

güm-geşt, güm>ge§٠e

gülmîh ‫ص‬ (f.b.i.): kapı kanatlarına, dolap kapaklarına çivi altma konulan pul, kaba-

gülşen-âbâd ‫ ﴽ ﻳ ﺪ‬٠‫ص‬ (f.b.i.): Beşiktaş'taki eski saraylardan birinin adi.,

giil-nahl ‫ ﺧ ﻞ‬٠‫( ﺳﻤﺎ‬fb .i.): gül ağacı, gül fidanı,

gülşen-ârâ ‫ آوا‬.‫ص‬ leyen.

gülnâk ‫( ﺳﻤﻠﻨﺎك‬f.i.): hisar ve kale. gül-nâr

‫ ز‬١‫ﺳﻤﺦ‬

(f.b.i.) : nar çiçeği.

gül-nârî ‫( ﺳﻤﻠﻨﺎرى‬f.b.s.): nar çiçeği renginde olan. gül-nefesi ‫( ﺳﻤﻞ ﻧ ﻔ ﻰ‬fb .i.): güzel kokululuk, hos ve lâtif sözlülük. gül-nihâl ‫( ﺳﻤﻠﻨﻬﺎ ل‬fb .i.): gül fidanı, gül-nikab ‫( ﺳﻤﻞ ﻧﻘﺎب‬f.a.b.i.): yüzü gülle örtülü, pembe yüzlü, (bkz: gül-pûş). gül-nûş ‫( ﺳﻤﻞ و ش‬f.b.s.): 1. gül İçen. 2. i. kadın adi. gül-pûş ‫( ﺳﻤﻞ ﻳﻮش‬fb .s.): gül örtülü, pembe yüzlü, (bkz: gül-nikâb). gül-reng ‫( ﺳﻤﻠﺮﻧﻚ‬fb .s.): gül renkli, pembe. gül-reng-i feyz: m e şh u r b ir ç e ş it lâ le, gül-rîz ‫ﺑﺰ‬.‫ ( ﺳﻤﻠﺮ‬f .b .s .) : 1. g ü l sa ç a n , g ü l se r p e n . 2.

m e şh u r b ir ç e ş it lâ le.

gül-rû[y] ‫( ]ﺳﻤﻠﺮوإى‬f.b.s.): gül yüzlü, al yanakgül-ruh ‫( ﺳﻤﻠﺮخ‬f.b.i.): müz. Tüı٠k müziğinin mürekkep makamlarından olup elde nümûnesi yoktur. gül-ruh, gül-ruhsâr ‫ ﺳﻤﻠﺮﺧﺪر‬، ‫( ﺳﻤﻠﺮخ‬f.b. S .) : gül yanaklı güzel. gül-şâh ‫( ﺳﻤﻠﺸﺎه‬f.h.i.): Varaka'mn sevgilisi, masal kadını. gül-şeker ‫( ﺳﻤﻠﺸﻜﺮ‬f.b.i.): gül tatlısı, gül-şen ‫( ﺳﻤﻠﺸﻦ‬f.b.i.): 1. gül bahçesi. 2 ٠kadm adi. (bkz: gül-istân, gül-zâr). 3.1886 - 1887 yıllarında Kirkor Efendi tarafından İstanbul'dan yayımlanmış olan haftalık, edebi ve fenni dergi. Gülşen-i Şuarâ (şâirler bahçesi): Bağdat'lı Ahdi'nin (Öİ. 1594) kısa bir devreyi (1522 1563) İçine alan biyografi kitabi, gül-şen-i vefâ: müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarmdandır. Ferâizcizâde ibrâhim Vefâ Efendi tarafından 1900 senelerinde terkibedilerek bir peşrev ile bir saz semâisi yazılmıştır. Bu makam daha sonra başka bir bestekâr tarahndan kullanılmamıştır.

(f.b.s.) : gül bahçesini süs-

gülşen-fürûz ‫( ﻫﻘﻜ ﻦ زون‬f.b.s.): gül bahçesini düzenleyen. gülşen-gâh ‫ﻪ‬

‫( ﺋ‬f.b.i.): gül bahçesi. ‫( ﺳﻤﻠﺸﻪ‬f.h.i.): tas. Halveti-

gülşeııiyye ye tarikatı kollarından biri. [Diyarbakır civârında 826 (142i) da dogan ibrâhim Gülşenî tarafından kurulmuştur], gülşen-sarây ‫( ﺳﻤﻠﺸﻦ ﺳﺮاى‬f.b.i.).- gül bahçesi içindeki saray. gülşen-tirâz ‫ راز‬، r‫؛‬l f (fb .i.): bahçıvan,

gül-ten ٠‫( ﺀىر‬f.b.s.): 1. gül tenli, gül vücutlu. 2. i. kadın adi. gülü j l f (f.i.): bogaz. [insanda veyâ hayvanda], (bkz : halk ‫) ﺣﻠﻖ‬. gülû-bend ٠‫( ﺳﻤﻠﻮﺑﻐﺎ‬f.b.i.): bogaz sargısı, boyuna sarılan bag. gülû-gîr ‫ﺳﻤﻴﺮ‬٠‫( ﺳﻤﻠﻊ‬f.b.s.): 1. bogaz tutan, bogazda kalan, boğazdan güçlükle geçen [şey] 2. ahlat armudu. gülve a‫( ﺳﻤﻠﻮ‬f.i.) : fırın bacası. gül-vend ‫( ﺳﻤﻠﻮ ﻧﺪ‬f.b.i.): hediye [en çok, incir, ceviz, fıstık dizisinden yapılan armağan], gül-zâr ‫( ﺳﻤﻠﺰار‬f.b.i.): 1. gül bahçesi, gül tarlası, (bkz: gül-bağ, gül-istân, gül-şen). gül-zâr-ı firâk : ayrılık gül bahçesi, gül-zâr-ı hümâyûn-sây: şâhâne gülzâr, padişahlara mahsus ve lâyık gül bahçesi. 2. müz. Türk müziğinin en az iki asır evvel terkibedilmiş mürekkep makamlarından olup A . A. Konuk'un kâr-1 nâtık'ının düyek U S U İ İ Ü 119 (son) parçası, bu makama misâldir. gül-zemîn ‫( ﺳﻤﻞ زﺑ ﻦ‬f.b.i.): mec. İşret edilen. İçilen yer. güm ‫( ﺳﻤﻢ‬f.s.): kayıp, yitik, (bkz : zâyi'). gümân, gümâne ‫ ﺳﻤﻤﺎﻧﻪ‬، ‫( ﺳﻤﻤﺎن‬f.i.): zan, sanma, sezme. Bed-gümân : şüpheci, fenâ düşünceh. (bkz : zann, vehm). gümâşte ‫ ( ﺳﻤﻤﺎ ﺷﺘﻪ‬fi.c .: gümâşte-gân): vezir, vekil. güm-geşt, güm-geşte ‫ ﺳ ﻤ ﺨ ﺘ ﻪ‬، ‫( ﺳ ﻤ ﻤ ﻜ ﺸ ﺖ‬f.b.s.): kaybolmuş, (bkz: güm-şüde). 343

güm-kerde, güm-kerde-pey giim-kerde, giim-kerde-pey ‫ — ﻟﻰ‬ı ‫ﻛﻤﻜﺮده‬ (f.b.s.) : adi saııı kaybolmuş, eseı٠i kalmamış, izi yok olmuş. güm-nâm (، uf (f.b.s.) : adi sam yok olmuş, unutulmuş. güm-râh, güm-reh ٥; ، ‫( ﻛﻤﺮاه‬f.b.s.) : 1. yolunu şaşırmış, doğı٠u yoldan ayrılmış, (bkz : dâll). 2. bol, gür. güm-râhân ‫( ﻛﻤﺮاﻫﺎف‬f.s. gümrâh'ın c.) : yolunu şaşıranlar, doğı-u yoldan ayrılmış olanlaı.. güm-râhî ‫( ﻛﻤﺮاﻫﻰ‬f.b.i.): doğru yoldan çıkmış olma, yolunu şaşırmış olma, sapıtma, güm-şüde ‫( ﻛ ﻤ ﺜ ﺪ ه‬f.b.s.) : kaybolmuş, telef olmuş. (bkz : güm-geşt, güm-geşte). giin ‫( ﻛ ﻦ‬f.i.) : haya, husye, günâh ‫( ﺳﻤﺘﺎه‬f.i.) : Allah'ın emirlerine aykırı olarak görülen İş, dînî suç. [nazımda “güneli” şeklinde geçeı.]. (bkz: günelı, ism, zenb). günâh-lcâr ‫( ﺳﻤﺎ ﻫﻜﺎر‬f.b.s.) : günahlı, günah İşleyen. (bkz : güneh-kâr, güneh-pîşe). giinâh-kâr-âne ،‫( ﺳﻤﻨﺎﻫﻜﺎراﻧﺎ‬f.b.zf.) : günalı İşleyene yaı'aşır sûrette.

güncâyiş-pezîr ‫( ﺳﻤﻴﺠﺎﻳﺜﺠﻨﻴﺮ‬f.b.s.) : sığışan, S.1gabilen. giincide ‫ ؛( ﺀﻛ ﺠﺒ ﻪ‬.s.) : sıkıştırılmış, sıkılmış, giincişk ‫( ﺛ ﻤ ﺠ ﺜ ﻚ‬f.i.): serçe kuşu, (bkz: usfûr). giineh ‫( ﻛ ﻪ‬f.i.). (bkz : günâh, zenb). güneh-kâr ‫( ﺳﻤﻔﻬﻜﺎو‬f.b.s.): günah işleyen, günailli, (bkz : günâh-kâr). güneh-kârî ‫( ﺳﻤﺘﻬﻜﺎرى‬f.b.i.) : günalı işleyicilik. güneh-pîşe ،‫ ﺑ ﺜ ﺎ‬، uf (f.b.s.c.: güneh-pîşegân). (bkz: günâh-kâr). güng ‫( ﻛ ﺦ‬f.s.) : dilsiz, (bkz : ahıaş, ebkem, lâl). gürâz ‫( ر ا ز‬f.i.) : azgın erkek domuz, giirbe ‫( ر ﺑ ﻪ‬f.i.) : kedi, (bkz : hiı'r, lıiı're, sinnevr). Çütiir-gürbe (deve ile kedi) : dey. münâsebetsiz, mânâsız, gürbe-i d e ştî: yalian kedisi, gürbüz ‫( ا ﺑ ﺰ‬f.s.) : 1. cei'bezeli. 2. kahraman. 3. anlayışlı. 4. t. gül'büz, genç irisi, giird ‫( ر د‬f.s.) : eesur, kahraman, yigit, koçyigit. (bkz : bahâdıı', dilâvel', dilil', ferzâııe).

giinâh-pîşe ٠‫( ﻛﺎ ه ﻳ ﺜ ﺎ‬f.b.s.c.: günâh-pîşegân) : günalı işlemeyi âdet edinen.

gürdâs ‫( ر دا س‬f.s.) : zâliııı, gaddai". (bkz: bîdâd, gaşûm‫)؛‬. gürde ‫( ر د ه‬f.i.) : böbrek, (bkz : kilye).

günâh-pîşegân ‫( ﻛ ﺎ ه ﻳ ﺸﻜﺎ ن‬f.b.s. günâlıpîşe'nin c.) : günah işlemeyi âdet edinenler,

gürg ‫( ر ؛ ﻻ‬f.i.c.: gürgân) : kurt, canavar, (bkz: sirhân, zi'b).

giinbed ‫( ﻛﻨﺒ ﺪ‬f.i.) : kümbet, kubbe, üstü yuvai.lale şekilde olan binâ veyâ çıkıntı, günbed-i âb : su kabarcığı, giinbed-i a'zam : dokuzuncu gök.

gürg-i bârân-dîde : (yağmur görmüş kurt) : görmüş geçirmiş, feleğin ‫ ؟‬enberinden geçmiş [adam], eski kurt.

giin âh -kârî ‫( ﻛ ﺎ ^ ر ى‬f.b.i.): günahkârlık,

giinbed-i azrak : gök yüzü, giinbed-i d e stâr: sarık, (bkz: giinbed-i imânıe). giinbed-i devrân . (blez : giinbed-i azrak). giinbed-i devvâr (dâinıâ dönen kubbe): göleyiizii. günbed-i e k v â r: gökyüzü, giinbed-i hadrâ' (yeşil kubbe) : göleyüzü. günbed-i İmâme . (blez : giinbed-i destâr). günbed-i mînâ . (blez : giinbed-i devvâi"). günbed-i m înâ-fâm : göleyüzü. giinbedi ‫( ر ى‬f.s.): "güııbed” şeklinde, "giinbed" le ilgili. güncâyiş ‫ﺑﺶ‬.‫( ﻛﻐﺠﺎ‬f.i.) : sığma, sığışma. 344

Gürgân ‫( ﺳﻤﺮﺳﻤﺎن‬f.lı.i.) : 1. İran'ın Kuzeydoğusunda bir yer. 2 ٠Aksak Timur'un lâkabı. gürg-zâde ‫( ر ر ا د ه‬f.b.i.): kurt yavlusu. gürihte ‫( رﻳ ﺨﺘ ﻪ‬f.s.) : kaçmış, kaçkın, gürisne ‫( ر ﺳ ﻪ‬f.s. c.: gürisnegâıı) : aç, fakii". (bkz: câyi'١cev'ân). gürisne-çeşm ‫ﺟ ﺜ ﻢ‬ cimri.

‫( ر ﺳ ﻪ‬f.b.s.) : aç gözlü,

gürisne-‫ ؟‬eşın-âne ‫( ر ﺿ ﻪ ﺟﺜﻤﺎﻧﻪ‬f.zf.) : aç gözlücesine, cimrilikle. gürisne-çeşmî ‫( ر ﻓ ﻪ ﺟﺜ ﻤ ﻰ‬f.b.i.) : aç gözlülük, cimrilik. giirisnegân ö L > ; (f.b.i. gürisııe'nin c .): açlal", fakirler. giirisnegi ‫( ر ﻓ ﻜ ﻰ‬f.i.): açlık.

güşâyende

‫( ﺳﻤﺮﻳﺰ‬f.i.) : 1. kaçm a, (b lcz: firâr). 2. s. kaçkın, kaçan. 3. ed. kasidelerde m evzûa girm eden evvel söylenen beyit, ( b k z : gürîz-gâh).

giiriz

‫( ﺳﻤﺮﻳﺰان‬f.s.) : kaçıcı, kaçan, ( b k z :

g ü rîz â n

girizende).

gü stâh

ty j

‫( ﺳﻤﻂ ﺧﺎﻧﻪ‬f.zf.) : küstahçasına, edepsizcesine, sıı'a saygı tan ım aksızın ,

g ü stâh -ân e

‫ ﻃ ﺨ ﻰ‬٠‫( ﺳﻢ‬f,i.) : kü stahlık, edepsizlik, sıı'a, saygı tan ım azlık.

g ü stâ h î

g i ir î z â n î ‫ﺑﺰاﻧﻰ‬.‫( ﻛﻞ‬f.i.) : giı-îzanlık.

G ü steh em

g iirize n d e ‫( ﺳﻤﺮﻳﺰﻧﺪه‬f.s .c .: gürîzende-gâı ٦) : lcaÇicı, kaçan, (bkz : girîzâıı).

-g iister

g ü rîz -g â h

‫ﺑﺰﺳﻤﺎه‬.‫( ﻛﻞ‬f.b.i.) : 1. kaçacak yer. (bkz :

melce'. 2. (bkz : güı'îz-’). g ü rîz -p â

‫ﺑﺰﺑﺎ‬.‫ ( ﻛﻞ‬f b .s .) : bir yerde durm ayan,

‫( ﺳﻤﺮﻣﻴﺦ‬f.i.) : enser, çivi. 2. hayvan bağlad ıklaı'ı b ü yü k İcazık.

g iirm ih

‫( ﻛﻠ ﺲ‬f.i.) : 1. açlık. 2. kil-, pas, leke. 3. kâhkül. (bkz : zülf).

giirs

g ü rû h

‫ ( ﻛﻠ ﻮ ه‬f i . ) : cem âat, bölük, takını,

e ş k ı y â ': eşkıyâ (bkz : şirzime).

g ü rû h -i

güı-fıhu, takım ı,

‫( ﻛ ﺮ و ﻫﺎ ﻛﻠ ﻮه‬f.z f.): bölük bö-

g ü r û h -â -g ü r û h

lük, takım takım . g ü rz, g ü rze

g ü r z -i g ir â n : iri, ağlı- topuz,

‫( ﻛﺮزﺑﺎز‬f.b.s. ve i . ) : eskiden m eydanda veyâ sahnede ağırlık k ald ırara k hüneıgösteren oyuncu.

g ü rz -b â z

‫ار‬٠‫ﺳﻤﺎ‬- (f.s.) : İçici, İçen; yiyici, yiyen.

M e y - g ü s â r : m ey İçen, şarap İçen. G a m g ü s â r : dert 01-tagı. güsiste

m iş, çözülm üş, sölpük.

‫( ﺳﻤﻤﺘﻪ آﺷﻴﺎن‬f.b.s.) : yu vası yi-

kılm ış.

zını açan. D il-g ü şâ : gönül açan, gönüle ferah h k veren. K iş v e r-g ü şâ : m em leket açan, fetheden.

‫ ا د‬٠‫( ﺳﻤﺚ‬f.i.) : 1. açına, açılm a, açılış, (bkz : fetlı). R esm -İ g ü şâ d : açış töreni,

g ü şâ d

g ü şâ d -ı d i l : gönül açılm ası. 2. tavla oyunla-

rın ın bir çeşidi, açm az. 3. bir çeşit ok atışı şekli. g ü şâ d -ı g o n ce -i d i l : gönül kon casın ın açıl-

‫( ﺳﻤﺜﺎده‬f.s.) : açılm ış, açık, ferah, şen. (b lcz: güşûde).

g ü şâ d e

‫( ﺳﻤﺸﺎده دﺳ ﺖ‬f.b .s.c .: güşâdedestâıı) : eli açık, civanm ert, (bkz : fiitiivvetm end, sahi, salıâvet-kâr).

g ü şâ d e-d est

‫( ﺳﻤﺸﺎده داﻃﻒ‬f.b.s. dest'in c . ) : eli açıklar, cöm ertler.

g ü şâ d e -d e stâ n

güşâde-

‫( ﺳﻤﺜﺎده د ﺳ ﻰ‬f.b .i.): elaçıklığı, civan m ertlik . (bkz : fü tü vvet ١).

g ü şâ d e -d e stî

‫( ﺳﻤﺸﺎده د ل‬f.b.s.) : gönlü şen. ‫( ﺳﻤﺜﺎده دﻟﻰ‬f.b.i.) : gönül şenliği, g iişâ d e -e b rû ‫( ﺳﻤﺸﺎده اﺑﺮو‬f.b.s.) : güleı-yüzlü, g ü şâ d e -g î ‫ا‬/‫( ﺳﻤﺸﺎد‬f.b.i.) : güşâde'lik, açıklık,

g iişâ d e -d ilî

feı'ahlık, şenlik.

giisiste-b iin yâd

‫ت‬

t j

(f.b.s.) : tem elden

yok edilm iş. gü siste-d em

J

‫ دم‬l

‫دل‬

l

gü siste-k em er

(f.b.s.) ; nefesi kesilm iş, (f.b .s.) : kalbi k ırılm ış,

J

(kem eri k o p u k ) : kalender,

derbeder.

‫( ﺳﻤﺸﺎده ﺧﺎﻃﺮ‬f.a.b .s.): gönlü ra-

‫( ﺳﻤﻤﺜﺎده ﺑ ﻴ ﺜ ﺎ ﻧ ﻰ‬f.b .s.): alm açık, ‫( ﺳﻤﻤﺸﺎده رو‬f.b .s.): açık yüzlü, g ü şâ d e -z e b â n ‫( ﺳﻤﺜﺎده زﺑﺎن‬f.b .s.): dili açık, fag ü şâ d e -p îşâ n î g ü şâ d e -rû

sih.

‫( ﺳﻤﺜﺎد ﻧﺎﻣﻪ‬f.b.i.) : 1. pâdişâh ferm ani. 2. boşan m a vesikası.

gü şâ d -n ân ıe

giisiste -m a h â r

(yu ları kopm uş) : başıboş,

kayıtsız. gü sn , güsne

g ü şâ d e -h â tır

hat.

çok yorgun düşm üş. g ü sis te -d il

‫( ﺳﻤﺘﺮده‬f.s .): yayılm ış, döşenm iş, ‫( _ﺳﻤﺸﺎ‬f.s.) : a‫ ؟‬an ١açıcı. D e h en -gü şâ : ağ-

gü sterd e

g ü şâ d e -d il

‫( ﺳ ﻤ ﺴ ﻪ‬f.s.) : k ırılm ış, kopm uş; gevşe-

g ü siste -â şiyâ n

jj-

(f.s .): yayan, döşeyen [“gUsterden” m astai'indan]. A d â le t-g ü ste r : adâlet, d oğ ru lu k yayan. Z iy â -g iiste r : ışık yayan,

m asi, mes'ut olm a.

‫ ﻛﻠ ﺰه‬، ‫( ﺳﻤﺮز‬f.i.): [eskiden] silâh

olarak ku llan ılan uzun saplı, bü yü k demiitopuz.

-g ü s â r

‫( ﻛ ﺘ ﻬ ﻢ‬f.h .i.): eski Iran pehlivanlaıın d an iki m eşhur zâtın ogullaı'ın ın adi.

-g iişâ

çok kaçan.

(f.s.) : küstah, hayâsız, arsız,

edepsiz, saygısız.

‫ ﺳﺐ‬u f (f.h.i.). (bkz : Güştâsb). gü şâyen d e ‫ﻓﺪه‬.‫( ﺳﻤﺸﺎ‬f.s .): açıcı, açan. G ü şâsb

lJ

،

‫( ﺳﻤﺴﻦ‬f.i.) : açlık.

345

guşayış güşâyiş ‫( ﻹ ش‬f.i.): açılma, açıklık, açılış, güşâyiş-i hâtır : İç açıklığı, gönül ferahlığı, güşâyiş-i hevâ : havanın açıklığı, güştâ ‫( ﺳﻤﺸﺎ‬f.i.): Cennet, (bkz: Behişt, Firdevs). Güştâsb ‫( ﺳﻤﺸﺘﺎﺳﺐ‬f.h.i.): 1. Fars hükümdarlarmdan Hystaspes. 2. Tanrı'nın kullarına rahmetini ulaştırdığı manevî yol. güşûd ‫( ﻹ ل‬f.s.): açık, açılmış olan, (bkz: güşûde). güşûde ‫( ﻹ ﻟ ﻪ‬f.s.) : açılmış, (bkz : güşâde). güvâ ‫ا‬/ (f.s.): şâhit, *tanık, delil, ["güvâh" m hafifletilmişi.]. (bkz : güvâh). güvâh ‫( ﺳﻤﻮاه‬f.s.) : şâhit, .delil, *tamk. (bkz: güvâ). güvâhî ‫( ر ض‬f.i.): şâhitük, *tanıklık. güvâr, güvârâ, güvârân ‫ ﺳﻤﻮاران‬، ‫ ﺳﻤﻮارا‬، ‫ﺳﻤﻮار‬ (f.s.): hazmı lcolay olan [yemek]. Âb-I güvârâ : hazmı kolay, İçimi giizel su. Hoşgüvâr : hazmı pek kolay olan. giivârende ‫( ﺳﻤﻮارده‬f.s.) : hazmı kolay, giivârendegî ‫( ﺳﻤﻮاردﺳﻤﻰ‬f.i.): hazım kolaylığı, güvâriş ‫( ﺳﻤﻮارش‬f.s.): hazme yardımı olan şeyler. güvâş, güvâşe ‫ ﺳﻤﻮاﺷﻪ‬، ‫( ﺳﻤﻮاش‬f.s.): renk, boya. güzâf ‫ ى' ف‬، ‫( ﺳﻤﺰاف‬f.s.): bîhûde,boş. [lâkırdı, söz], (bkz : laklaka). Lâf-1 g ü z â f: mânâsız, boş söz. [kelimenin asil “gizâf” dır], güzâr ‫ﻹ‬ (f.i.): 1. geçme, geçiş, güzâr-ı bâ-şitâb : hızla geçiş, güzâr-ı ömr : ömrün geçişi. 2. s. geçirici, geçiren. [bileşik Sifat oldugu zaman]. Demgüzâr : vakit, zaman geçiren. 3. s. beceren, ödeyen, yapan. M aslahat-güzâr: (İş yapan, beceren): elçi, sefir. güzâre ‫( ﺳﻤﺰاره‬f.i.): rü'yâ tâbir etme, düş yorma. (bkz: güzâriş). güzârende ‫( ﻹ د ه‬f.s.): geçici, geçen; geçirici, geçiren. güzârende-î e v k a t: vakit geçiren, geçirici. güzâriş ‫( ﺳﻤﺰراش‬f.i.): rü'yâ tâbir etme, düş yorma. (bkz: güzâre). güzâriş ‫ ( ﻹ ش‬fi.) : geçme, geçiş, güzâriş-i h ay â t: hayâtın geçişi.

346

güzâriş-ger ‫( ﺳﻤﺰاوﺷﻜﺮ‬f.b.s.): rü'yâ tâbir eden, (bkz: muabbir). güzâriş-nâme ‫( ﺳﻤﺰارﺷﺎﻣﻪ‬f.b.i.): tâbirnâme. güzâşte ‫( ﺳﻤﻨﺎﺷﺘﻪ‬f.s.): geçmiş, geçmiş olan. giizer ‫( ﺳﻤﻨﺮ‬f.i.): 1. geçme, geçiş, (bkz : güzâriş). 2. S. geçen, geçici. H oş-güzer: hoş geçici, geçen, (bkz: güzârende). güzerân ‫( ﺳﻤﻨﺮان‬f.s.): geçici, geçen, ["olmak” mastarıyla kullanılır[, ö m r-i giizerân : geçici ömür, (bkz : güzârende, giizer*). güzer-gâh, giizer-geh ‫ ﺳﻤﻨﺮﺳﻤﻪ‬، ‫( ﺳﻤﻨﺮﺳﻤﺎه‬f. b .i.): 1. geçilen yer, geçit, derbend; uğrak. 2. [yol İnşâatında[ arâzî veyâ harita üzerinde yolun başlangıç ve son noktaları arasından, geçirilen kırık hat. giizer-nâme ‫( ﺳﻤﻨﺮﻧﺎﻣﻪ‬f.b.i.): geçiş tezkeresi, güzeşt ‫( ﺳﻤﻦ ﺷ ﺖ‬f.i.s.): geçme, geçiş, geçen. .Sergü zeşt: baştan geçen. giizeşte ‫( ﺳﻤﻨﺸﻪ‬f.s. c.: güzeşte-gân): 1. geçmiş. Sâl-i giizeşte : geçmiş yıl. 2. i. İşlemiş fâiz. (bkz: fâiz). giizeştegân ‫( ﺳﻤﻦ ﺷ ﻜﺎن‬f.s. giizeşte'nin c.) : geçmişler, önden gelmişler, (bkz : eslâf). güzeştegân-ı şu a râ : şâirlerin geçmiş olanİarı. güzîde ‫( ر د ه‬f.s.c.: güzîde-gân): 1. seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, (bkz : giizin, müntahab, nuhbe). 2. i. kadm adi. güzîdegân ‫( ﺳﻤﺰﻳﺪﺳﻤﺎن‬f.s. güzide'nin c .): seçkinler, seçilmişler, beğenilmişler. güzîde-suhen ‫( ﺳﻤﺰﻳﺪه ﺳﺨﻦ‬f.s.): seçilmiş, begenilmiş söz söyleyen. güzîn ‫( ﺳﻤﺰﻳﻦ‬f.s.) : 1. seçen, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş. Çihâr (çâr)-i yâr-i güzîn : Hz. Muhammed'in başlıca dört dostu: [Hz. Ebûbekir; Hz. Ömer; Hz. Osman;.Hz. Alî]. Gûşe-güzîn-i u zle t: tenhalık köşesini seçmiş. Halvet-giizîn: tenhayı beğenen, seçen. Vahdet-güzîn: tek başına kalmayı seçen, (bkz : güzîde, müntahab, nuhbe, pesendîde). 2. i. kadm adi. güzîniş ‫( ﺳﻤﺰﻳﺶ‬f.i.) : seçme, seçiş, güzîr ‫ر‬.‫( ﺳﻤﺰ‬f.i.) : çâre, derman. N â-gü zîr: çâresiz.

Hh

h, ha ‫( ح‬a.ha.): OsmanlI alfabesinin sekizinci harfi olup, “ebced" hesâbmda sekiz sayısınin karşılığıdır. hâ-i mühmele, hâ-i huttî: noktasız ha. [hâ-i menkute, hâ-i meftûha veyâ hâ-i mu'ceme (noktalı h a): hı harfinin adıdır], hâ-yı zâhîr : eski yazıda e veyâ a okunmayıp h okunan ha'ya denir. -hâ ‫ ﻫ ﺎ‬- (f.e.): 1. cemi (*‫ ؟‬oğul) edâtı. Esb-hâ: atlar. Kazâ-hâ : kazâlar. Seg-hâ: köpekler... gibi. 2. zm. O. -hâ[y] [‫( خ ا ] ى‬f.s.): "‫ ؟‬igneyen” mânâsına gelen kelimelere katılarak vasfı terkibi (birleşik kelime) yapar. Şeker-hâ (şeker ‫ ؟‬igneyen) : tatil söyleyen, tatil sözlü. Jâj-hâ: sa‫ ؟‬ma sapan sözler söyleyen, hâ-ât ‫( ﺧﺎﴽ ت‬a.ha. hı'nın c .): hı'lar. hâb ‫( ر را ب‬f.i.): uyku, rü'yâ. hâb-ı adem (yokluk): ölüm uykusu, hâb-ı câvîd (ebedi uyku): ölüm, hâb-ı ecel: ölüm uykusu, hâb-ı gaflet: gaflet uykusu,

hâb-ı pür-ıztırâb : ıstıraplı uyku, hâb-ı râhât: dinlenme uykusu, hâb, hâbe ‫ ﺣﺎﺑﻪ‬، ‫ب‬١ ‫( ح‬a.i.): günah, su‫ ؟‬. habâb, habâbe ‫ﺑﻪ‬١ ‫ ر‬، ‫( ﺣﺎب‬a.i.): su üzerinde olan hava kabarcıkları. habâbir r —‫( ب؛‬a.i.c.): zool. toy kuşunun yavrulan. habâib ‫( ﺣ ﺒ ﺎ ﺋ ﺐ‬a.s. habibe'nin c .): sevgili kadinlar. habâik ‫( ﺣ ﺒ ﺎ ﺋ ﻚ‬a.s. habike'nin c.): 1. ‫ ؟‬izgiler. 2. saman yolları, kehkeçanlar. h ab âil ^ ٧ (a.i. hibâle'nin c .): ince ipten yapılmış olan tuzaklar, aglar. habâü-i' m evt: ölümün sebepleri, habâilü'ş-şeytân (şeytan tuzakları): kadınlar. habâir ‫( بﺀر‬a.i. habâri'nin c .): zool. toy kuşlan. habâis ‫ د ث‬،‫( ﺧ ﺎ‬a.i. habîse'nin c .): kötü şeyler, kötülükler, ümmü'l-habâis (kötülüklerin anası): şarap; İ‫ ؟‬ki.

hâb-ı gurûr : gurur uykusu; kendini büyük sanma.

h a b a k - (a.i.) :bot.yarpuzveyânarpuzda denilen ve nâne cinsinden olan güzel kokulu, tadı iştihâ a‫ ؟‬ıcı bir ot, lât. mentha pulegium.

hâb-ı hargûş : tavşan uykusu, hafif ve kuşkulu uyku; hile, yalan.

habâk ‫( ﺧ ﺎ ك‬f.i.): 1. dört yani ‫ ؟‬evrilmiş olan yer; avlu. 2. ağıl, mandıra.

hâb-ı nâz : naz uykusu, cilve ile kendini uykuda gösterme hâli.

habâl ‫( ﺧﺎ ل‬a.i.): düzensizlik, bozulma; üzüntü, sıkıntı.

hâb-ı nâz-ı yâr : sevgilinin naz uykusu. hâb-ı nûşîn: tatil uyku.

habâlâ

hâb-ı girân : ağır uyku,

hâb-ı perîşân : dağınık, rahatsız uyku.

(a.i. hublâ'nın c .): gebeler.

habâleyât ‫ ﺑ ﺒ ﺖ‬٠ (a.s. hublâ'nın c. olan habâlâ'nın c .): gebeler. 347

hâb-âlûd, hâb-âlûde

hâb-âlûd, hâb-âlûde ‫ ﺧﻮا ب آﻟﻮده‬، ‫ﺧ ﻮ ا ب آﻟﻮد‬ (f.b.s.): uykusu gelmiş, uyku basmış, (bkz : hâb-nâk). habâr, hibâr ‫ ﺟ ﺎ ر‬، ‫( ﺟ ﺎ ر‬a.i.c. : lıabârât) : 1. damga. 2. İmzâ. habârât ‫( ﺟ ﺎ ر ا ت‬a.i. habâr'ın c.) : 1. damgalaı.. 2 ٠İınzâlar. habârir ‫( ﺣﺠﺎرﻳﺮ‬a.i. İıibrîr'in c.) : dağ ‫ ؟ ؛ ؟‬ekleri, habâset ‫( ز ا ' ﺋ ﺖ‬a.i.): habislik, kötülük, al‫ ؟‬ak_ ilk. habat ‫ﺟ ﻂ‬ (a.i.) : yara iyileştikten veyâ vücûdun bil" tarafına değnekle vurulduktan sonı٠a kalan iz, nişâne. hâb-âver ‫( ﺧﻮاب آور‬f.b.s.): uyutan, uyutucu, habâyâ ‫ ﺑ ﺎ‬. ‫( ز ا‬a.i. h,abîbe'ı٦in c.): 1. gizli şeyler, gizli İşler, (bkz : hafâyâ). 2. definelei".

habbü'l-bülûg ‫( ﺣ ﺐ اﺑﻠ ﻮ غ‬a.b.i.): erkek ve kız ‫ ؟‬ocuklarının aklilarında ve yüzlerinde 1‫ ؟‬kan kabarcıklar, ergenlik. habbü'1-gamâm ‫ي اﻟﻐﻤﺎم‬

(a.b.i.): yağan dolu.

habbü'1-gurâb ‫( ﺣ ﺐ اﻟﻐﺮاب‬a.b.i.): bot. kargabülcen denilen zehirli bir ağa‫ ؟‬ve bu ağacın meyvası, lât. strychnos nox vomica. habbü'1-lezîz ‫ي ا ﻟ ﺬ ﻳ ﺬ‬ (a.b.i.): galat olarak abdülleziz denilen, Alcdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetişen bir ağacın dut kurusu ‫ ؟‬eklinde ve büyüklüğünde olan yağlı ve tatil yemişi; buttum. hâb-câme ،‫( ﺧﻮاب ﺟ ﺎ ﻣ ﺎ‬f.b.i.): gecelik entârisi, pijama gibi uyku sıı'asında giyilen ‫ ؟‬ey. (bkz: câme-lıâb). hâb-dâr ‫( ﺧﻮاب دار‬f.b.s.): uykulu, hâb-dîde ‫( ﺧﻮاب ﻟ ﺪ ه‬f.b.s.): mec. “rü'yâ görmü‫ " ؟‬: bülûga eı'mi‫ ؟‬, dti‫ ؟‬ü azmi‫[ ؟‬gen‫] ؟‬,

habb ‫( ﺣ ﺐ‬a.i.c. lıubûb. c. c .: lıubûbât): 1. tâne, tohum, ‫ ؟‬ekirdek. 2. yutulacak yuvarlak ilâ‫ ؟‬, hap.

habe ‫ز‬

habb ‫( ز‬a.s.) : hilekâr, aldatıcı, kurnaz, (blcz : liibb, hubb).

habeb ‫( ﺧ ﺐ‬a.i.): hile, aldatma, kurnazlık, habek ‫( ى‬f.i.): üzülme, sıkılma,

habb, hibb ‫ ﺧ ﺐ‬، ‫( ﺧ ﺐ‬a.i.) : denizin dalgalanması, kabarması.

habel ‫( ﺟ ﻞ‬a.i.): 1. cenin, ana karnındaki 0‫ ؟‬cuk. 2. fels. musallat fikir, *takınak, fr. obsession. 3. gebelik; gebelik zamânı.

habbâl ‫( ﺟﺎ ل‬a.i. habl'den) : ip ve uı-gan satan kimse; İp‫ ؟‬i, uı-gancı. habbâr ‫( ز ر‬a.i.): 1. mürekkep2 .‫ ؛ ؟‬. terzi, habbâs ‫( ز س‬a.i.) : liapseden, zindancı, habbât ‫ز ت‬ 2. haplar.

(a.i. habbe'nin c .): 1. liabbeler.

habbâz ‫( ز ز‬a.i. hubz'dan. c .: habbâzân): ekmek‫ ؟‬i. habbâzi ‫( ز ز ى‬a.s.) : ekmekçilik, habbâzin ‫( ز ﻧ ﻴ ﻦ‬a.i. habbâz'ın c.): ekmekçiler. habbe ‫ز‬ (a.i.c.: İıabbât, hubeb) : buğday, arpa ve şâire gibi ufak ve yuvarlak olan ‫ ؟‬eyler, tâııeleı-. habbe-i hadrâ : bot. ‫ ؟‬itlenbik. habbe-i sevda, habbetii's-sevdâ: bot. ‫ ؟‬örelcotu. habbe-i vâhide : tek tâne; -azliictan kinâye olarak- hiçbir ‫ ؟‬ey. habbetii'l-kalb : (bkz : süveydâü'l-kalb). habbevit^۶

(a.s.) :bot.tânecikli.

habbezâ ‫( ﺟ ﻨ ﺎ‬a.zf.) : "ne sevimli, 11e güzel” mânâsında takdir edâtı. (bkz : hö‫ ؟‬â, zilli). 348

(f.i.) : boğulma, bunalma, sıkılma,

haben ‫( ز ن‬a.i.): hek. karında su toplanmaSindan ileri gelen bir İıastalık, siroz, haben ‫( ز ن‬a.i.): 1. kasma, kısaltma. 2. ed. aruzda, "fâilâtün') den “ ât" hecesini atarak "fâilün” veznine sokma, haber ‫( ض‬a.i.c. :ahbâr) :1. sonveyenihavâdis, bilgi. 2. ağızdan ağıza dolaşan söz. haber-i kâzib : yalan habei". haber-i sâdık: doği'u haber. 3. hadis. Peygambei'imizin sözü. haber-i mütevâtir: birçoklarının birçokları vâsıtasıyla rivâyet ettikleri hadis-‫؛‬, ‫ ؟‬erifler. haber-i me‫ ؟‬hûr : bir veyâ birka‫ ؟‬kişiden bir‫ ؟‬oklarına söylenerelc böylece sürüp giden lıadîs-i ‫ ؟‬erif. haber-i vâhid : haber-i mütevâtir ve haber-i meşhur kadai" yaygın olarak gelmiş bulunan lıadîs-i ‫ ؟‬erif. [lıabeı'-i vâlıid, bilkişinin ı'ivâyet ettiği haber demek değil, mütevâtiı'in mulcabili olup, mütevâtir iradisin 1'âvîleı.i araştırılmaz.]. 4. gr. isim cümlelerinde *yüklem, haber /

(a.i.): ‫ ؟‬üi'üme, berelenme.

hablü'1-verîd h ab e r-d â r

‫( ﺧﺒ ﺮ دا ر‬a.zf.): haberli, (blez : lıabîı.,

vâleıf).

‫ﺑﻪ‬.‫ ﺧﺮ‬، ‫( ﺧﺮ ى‬a.s.): 1. haberle ilgili; haberden İbâret olan. 2. gr. *yülelemle ilgili.

haberi, h a b e riy ye

‫( ﺧﺒﺮ ﺑﻨﻮه‬a.f.b.s.): haber araştıran, haber almaya çalışan.

haber-pijU h h ab er-şîn âs

‫( ﺧﺒﺮ ﺷﺎ س‬a.f.b.s.): iyi haber alan.

‫( ز ده‬a.s. habis'in c.): kötüler, alçaklar, pislei". (blez: hubesâ).

habese H abe ‫؟‬

‫( ﺣ ﺒ ﺶ‬a.lı.i.): Afrika'nın doğusunda,

Yemen'in karşı kıyısında bulunan ve lıalkınin çoğu Hıristiyan olan, Habeşistan leitaSinda yaşayan yerli halk.

‫( ﺣﺒﺸﻪ‬a.lı.i.): 1. Habeşistan.

H abeşe

2.

Habeş.

habîke ‫( ﺣ ﺒ ﻴ ﻜ ﻪ‬a.i.c.: habâilc ) : 1. ‫ ؟‬izgi. 2. samanyolu. (bkz: kehlceşâıı). habîl ‫( ﺣ ﺒ ﻴ ﻞ‬a.i.): 1. tuzak. 2. yigit. hâbil ‫( ﺣﺎﺑ ﻞ‬a.s.): büyücü, sihirbaz, efsuncu. Hâbîl ‫( ﻫ ﺎ ﺑ ﻴ ﻞ‬a.h.i.): Hz. Adem'in oğullarından birinin adi, Kabil'in kardeşi, hâbile ‫ ﻟﻪ‬٠‫( ﺣﺎ‬a.s.): gebe, yüklü, (bkz : hâmile), habin (a.i.): 1. zakkum ağacı. 2. s. sıska, istiska. h a b ir

(a.s.): 1. haberli, bilgili. 2. h. i.

‫ﺧ ﺒ ﻴ ﺮ‬

Ceııâbıhak. h a b ir

-

(a.s.): tâze; yeni, turfanda,

(a.f.zf.): haberli, bilgili olana yakışacak sûrette.

h a b îr-â n e ‫ﺧ ﺒ ﻴ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬ h abis

‫( ﺣ ﺒ ﻴ ﺲ‬a .s.): parasız olarak verilen, ba-

(a.s. ve i.) : Habeşistan İıalleından olan leimse.

h abis ‫ﺧ ﺒ ﻴ ﺚ‬

(a.i.): 1. güzel sanatlai'da leullaııılan bil- kâğıt cinsi, [tezilip, hat, miııyatüıv.b.l. 2. s. çok esmer.

h â b is -^ ( a .s .)

H abeşî habeçî

‫ﺷ ﻰ‬

‫( ﺣ ﺒ ﺸ ﺘﺎ ن‬a.h.i.): Habeşlerin vata-

H abeşistâıı

h âb -g â h , h â b -g eh

‫ ﺧ ﻮ ا ﺑ ﻜ ﻪ‬، ‫( ﺧ ﻮا ﺑ ﻜ ﺎ ه‬f.b. i.) :

uyunacale yel', yatale odası.

‫( ﺧ ﺰا ﺑ ﻜ ﻨﺎ ر‬f.b.s.) : uyuyucu. (bkz :

h â b -g ü z â r

ııâim). habhâb

‫( ﺧ ﺒ ﺨ ﺎ ب‬a.i,.) :

Cchasse. 2. habh âbi

1.

canbaz ayalelığı, fr.

taleunye.

‫ا‬٠‫( خ؛ﺧﺎب م‬a.i.): İşsiz güçsüz dolaşan

adam. hâbıt

(a.s. hubs'daıı. c .: habese, habisin, habisUn, habesâ) : kötü, alçak, pis, soysuz. E r v â h -ı h abise : kötü ruhlar. :liapseden,tutan,

‫ ﺧ ﺒ ﻴ ﻌ ﻪ‬، ‫( ﺧ ﺒ ﻴ ﻌ ﻦ‬a.i.): un hel-

habis, h ab isa

vasi, (bkz : berile, berilce), h abise ‫( ﺧ ﺒ ﻴ ﺜ ﻪ‬a.i.c.: habâis) : fenâ huy, fenâ hal, çirlein şey, kötü hareket,

‫( ﺧ ﺮا ﺑ ﺨ ﺎ ن‬f.b.i.) : yatale odası, yatakhâne. (blez : hâb-gâh, l٦âb-geh). h ab l ‫( ﺣﺒﻞ‬a.i.c.: hibâl, lıubûl): ip, urgan, halat, (bkz: ı'ismân). h â b -istâ n

h ab l-i m etin

(sağlam ip ): İslâm dini.

: olacak gibi görünüp de gittileçe uzaklaşan gaye.

h ab l-i m evhU m

‫( ﻫ ﺎ ﺑ ﻂ‬a.s. hübût'daıı): hubût eden, yu-

karıdan aşağı inen. T ed rîc-İ h â b ı t : derece derece leüçüleıı [top, tüfek, süngü, 'tırnak..] gibi. habib (a.s. hubb'dan. c .: ahibbâ): 1. sevgiİ'İ. 2. seven, dost. 3 ٠eı-leek adi. h ab ib -i

gişlanan şey.

H udâ,

h a b ib -i

k i b r iy â :

(blez:

habibullâh), (Allalı'ın sevgilisi): Hz. Muhammed. [nıüeıı. "İıabîbe” dir].

h ab ib u llâh

‫( ﺧ ﻮ ا ﺑ ﻴ ﺪ ه‬f.s.c.: hâbîdegân): uyumuş, uyleuya dalmış.

hâbîde

h âb îd e-gân

‫( ﺧ ﻮا ﺑ ﻴ ﺪ ﺳ ﻤﺎ ن‬f.b.s. hâbide'niıı c.).

(blez: İlâhîde). (a.s.); göi'ülmenıiş, keşfedilmemiş; göze görülmeyen şey.

halıîe ‫ﺧ ﺒ ﻴ ﺌ ﻪ‬

h ab l-i s a v t i : an at.

hançere İçinde gerilmiş olan ve sesin perdelerini düzenleyen ipler.

h ab l-i s ü r r e v i : anat.

ana rahmindeki ÇOCUgu meşime denilen sona bağlayan ip, göbele bağı.

h ab l-i z a h r i : anat.

Sirt ipi, fr. co rd e d o rsa-

le. h a b lü '1-ın e sâ lc în : bot.

sarmaşık,

(a.i.) ‫ ؛‬zool. *ipsiler. h a b liy e -i ib t i d â i y y e : zool. ille *ipsiler, fr.

h ab liye ‫ﺣﺒﻠ ﻪ‬

protocordCes. h a b lu lla h

‫اﻟﻠﻪ‬

‫ﺟ ﻞ‬

(a.b.i.): 1. Kuı٠'ân-1 Kerim.

2. İslâm dini. h ab lü '1-ve rîd

‫اﻟ ﻮ وﻳ ﺪ‬

‫ﺣﺒﻞ‬

(a.b.i.): anat. boyun

damarı, şahdamarı. 349

hâb-nâ-dîde

hâb-nâ-dîde ‫( ﺧﻮاب ﻧﺎدﻳﺪه‬f.b.s.): bülûga ermemi? [‫ ؟‬ocuk]. hâb-nâk ‫( ﺧ ﻮاﺑﻨﺎ ك‬f.b.s.): uykulu, uykusu gelmi? [kimse], (bkz : hâb-âlûd, hâb-âlûde). hâb-nâme ‫( ﺧﻮاﺑﻐﺎﻣﻪ‬f.b.i.): rü'yâ kitabi, hâb-nûş ‫( ﺧ ﻮ ا ب ﻧ ﻮ ش‬f.b.s.): uyumu?, (bkz: hâbîde). habr ‫( ﺣﺒﺮ‬a.i.c.: ahbâr, hııbûr): 1. âlim, bilgin, fakih, zekî, anlayışlı. 2. isrâilogulları bilgini. (bkz: hibr). habs ‫( ﺧﺒﺚ‬a.s.): 1. murdar, ‫ ؟‬irkin. 2٠ayıp, habs ‫( ﺣ ﺒ ﺲ‬a.i.): 1. hapis, alıkoyma, bir yere kapama, salıvermeme, bir yere kapayıp di?arı ‫ ؟‬ikarmama, hapishâne. 2. tutma, zaptetme. habs-i bevl: idrârını tutma, habs-i dümû': gözyaşlarını metânet gösterme.

zaptetme,

habs-gâh ‫( ﺣﺒ ﺲ ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.): hapisevi, cezaevi, (bkz: habs-hâne). habs-hâne ‫( ﺣ ﺒ ﺴ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): hapsolunan yer, hapislerin bulunduğu yer, hapis, cezâevi. habt ‫( ﺣﺒ ﻂ‬a.i.) : 1. İbtâl etme, bozma. 2. bir bahiste birini susturma, ağzını kapama, habt-î a'mâl ‫ ؛‬dinden ‫ ؟‬ikan bir kimsenin daha önce yapmış oldugu ibâdetlerin boşa gitmesi, [bu mesele, “Mâtiirîdiyye" ile “Eş'ariyye” arasındakiihtilâfmevzûlarından biridir]. habt ‫( ﺧﺒﻂ‬a.i.): yanlış hareket etme, yanılma, habt-ı dimâgî: delilik. habt ii hatâ, habt ü halel: yanlış, düzensizlik. habûk ‫( ﺧ ﺒ ﻮ ق‬a.i.): şarap [akşam üzeri İçilen]. (bkz : bâde, handeris, rahik, sahbâ). hâc ‫ ج‬١‫( ح‬f.i.): hâ‫ ؟‬, put. (bkz : salib, ‫ ؟‬elîpâ). hâc ‫( ﺣ ﺎ ج‬a.i. hâcet'in c .): 1. (bkz: hâcât, havâyic). 2٠bot. deve dikenleri, akdikenler, hacâlet ‫( ﺧﺠﺎﻟ ﺖ‬o.i.): utanma, utangaçlıkla şaşırma. (bkz: hacel, haclet.). hâcâlet-âver ‫( ﺧﺠﺎﻟ ﺖ آور‬a.f.b.s.): utandırıcı, hacâmet ‫( ﺣﺠﺎﻣ ﺖ‬a.i.): boynuz veyâ şişe ile VÜcudun bir organına kani topladıktan sonra nişter ve mengene denilen âletlerle kan alma, hacamat, [kelimenin asil “hicâmet” dir]. 35.

hâcât ‫( ﺣﺎﺟﺎت‬a.i. hâcet'in c .): istekler, dilekler. Kadîyü'l-hâcât: hâcetleri, istekleri, dilekleri yerine getiren, Allah, hacb ‫( ﺣﺠ ﺐ‬a.i.): 1. menetme, mahrûm.etme. 2. birini mirastan menetme, mahrûm etme. hacb-i hirmân: h k mirastan ٨ menetme, mahrûm etme, hacb-i noksân: huk. mirastan kısmen mahrûm etme, miras hissesini azaltma, hacc ‫( ﺣﺞ‬a.i.): İslâm'ın be§ şartından biri olan ve muayyen zamanda Mekke'deki “Kâbe-i Şerife" yi ziyâret etmek üzere yola ‫ ؟‬ikma farizası, fkelimenin aslında “kasid" ve “teveccüh” mânâları vardır]. haccetü'1-vedâ': Hz. Muhammed'in son hacci. hâcc ‫( ﺣ ﺎ ج‬a.s. ve i.c .: hüccâc): hacca giden, Kâbe'yi ziyâret eden, hacı, [‫ ؟‬ok zaman kelime “el-hâcc” ?eklinde kullanılır ve “ hacı” çekli daha yaygındır], (bkz: hâcı). hâccü'l-haremeyn: zamânmda çer'î merâsime uyarak Mekke-i Mükerreme ile Medîne-İ Miinevvere'yi ziyâret eden kimse. Haccâc ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ج‬a.h.i.): 1. Irak vâlîsi olup, Hz. Muhammed soyuna ve taraftarlarına eziyet eden Yusufbin Sakafi'nin unvânı. 2. s. delil 'ile galip olan. haccâc-âne ‫( ﺣﺠﺎﺟﺎﻧﻪ‬a.zf.): Haccâc'a yakışacak sûrette zulüm. haccâl ‫( ﺣﺠﺎ ل‬a.s.): gösterişli, şatafatlı, haccâm ‫( ﺣﺠﺎم‬a.i.): hacamat eden, hacamatçı, haccâr ‫( ﺣﺠﺎر‬a.i.): taşçı, ta? işçisi, hâcce ‫( ﺣ ﺎ ﺟ ﻪ‬a.i.c.: hâcc): bot. bir çeşit akdiken. hâcce ‫( ﺣ ﺎ ﺟ ﻪ‬a.s.c.: havâcc): hacca giden, Kâbe'yi ziyâret eden, hacı, [kadm, kız], hâce ‫( ﺧ ﻮا ﺟ ﻪ‬f.i.c.: hâcegân) : 1. hoca, efendi, ağa, ‫ ؟‬elebi, sâhip, muallim, profesör, *öğretmen, müderris, (bkz : hired-âmûz); molla, ev sâhibi. hâce-i âlem, hâce-i dii serâ, hâce-i kâinât: Peygamberimiz Hz. Muhammed. hâce-i biizurg: tar. başvezir. hâce-i evvel (ilk hoca): milletin ilmen ve fikren kalkınması İçin ‫ ؟‬eşitli bilgileri basitleştirerek halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dille yayan kimse, [bu Unvan, Tanzimat

hâcib-î şarkî devrinde Ahmed Midhat Efendi'ye de verilmi?tir]. 2. tüccar. hâce ‫( ﺣﺎﺟﻪ‬a.i.). (bkz : hâcet). inde'1-hâce : gerektiği zaman... gibi. haceb ‫( ﺣ ﺠ ﺐ‬a.i.) : anat. gırtlak, fr. trachée artère. hacebe ‫( ﺣﺠﺒﻪ‬a.i. hâcib'in c.) : kapıcılar, perdeciler. (bkz : hâcib). hâcegân ‫( ﺧ ﻮا ﺟ ﻜﺎ ن‬f.b.i. hâce'nin c.) : 1. hocalar. 2. [eskiden] yüzbaşı rütbesinin karşılığı olan bir sivil rütbe. Hatm-İ hâcegân ‫ ؛‬nakşî tarikatının âdâbı. hâcegân-ı dîvân-1 hümâyûn : [eskiden] dîvân-ı âlî efendileri mânâsında kullanılan devlet ricâline verilen bir ad. hâcegî ‫( ﺧ ﻮا ﺟ ﻜ ﻰ‬f.i.) : 1. efendilik, hocalık. 2. tüccar. Bedestân hâcegîsî : bedesten tüccarlarından. hacel ‫( ﺣ ﺠ ﺰ‬a.i.) : utanma, utanıp şaşırma, (bkz : hacâlet, haclet). hacer ‫( ﺣﺠﺮ‬a.i.c. : ahcâr) : 1. ta?, (bkz : seng). hacer-i bürlcânî : jeol. volkan çakılı, hacer-i esved, -es'ad : Kâbe'nin duvarında bulunan meşhur kara ta?, hacer-i fil : yanmaz ta? denilen bir mâden olup iplik gibi cüzü'leri birbirinden ayrılmak hassâsını hâizdir, hacer-i kilsi : kireçtaşı, hacer-i mıknatısî : mıknatıs ta?ı. hacer-i necmî : J'eol. yıldıztaşı, fr. aventurihacer-i semâî : gökten düşen ta?, göktaşı, aerolit. hacer ?ecer makulesi : ehemmiyetsiz, derme çatma eşyâ. hacerü'1-cev : astr. ,göktaşı, (bkz : hacer-i semâvî). hacerü'n-nûr : kükürt ile demir'in birleşmesinden meydana gelen altm sarısı renginde bir cisim [hacer'in bir başka cemi olan "hicâre” kullanılmaz]. 2. kadm adi. hacereyn ‫ﺑﻦ‬.‫( ﺣﺠﺮ‬a.i.c.) : "iki ta?" : altm ile gümü?. haceri ‫( رﺛ ﻢى‬a.s.) : taşla ilgili‫ ؛‬ta? gibi olan. hacer-pâre ‫( رﺛﻤﺒﺎره‬a.f.b.i.) : taş parçası. hâce-serâ ١‫( ﺧﻮاﺛﻢ ﺳﺮ‬f.b.i.) : hadimagasi, haremağası. (bkz : hâdinp).

hâcet ‫( ﺣﺎج— ت‬a.i.c.: hâcât, havâyic): ihtiya‫ ؟‬, lüzum, gereklik, muhtaçlık, (bkz : zarûret). Def'-i h âcet: abdest bozma. Arz-1 h âcet: eksiğini, isteğini bildirme, hâcet ne : ne ihtiya‫ ؟‬var, ne lüzum var. hâce-tâş ‫ ﺟﻪ د ا ش‬١‫( ﺧﻮ‬f.b.i.): [eskiden] bir efendinin kölelerinden her biri, kapı yoldaşı. hâcet-mend ٠‫( ﺣﺎﺟﻤﺬا‬f.b.s.c.: hâcet-mendân): İhtiyaçlı, muhta‫ ؟‬. hâcet-mendân ‫ ﻣﺪا ن‬٠‫( ﺣﺎ ج‬a.f.b.s.hâcetmend'in c .): muhtaçlar. hâcet-mend-âne ‫( ﺣﺎ ﺟﺘ ﻤ ﻐﺪاﻧ ﻪ‬a.f.zf.): İhtiyaçlı olarak, muhtaccasma. hâcet-mendi ‫( ﺣﺎ ﺟﺘﻤﺪ ى‬a.f.b.i.): İhtiyaçlı olma, muhtaçlık. hâcet-revâ ‫( ﺣ ﺎ ﺟ ﺖ روا‬a.b.s.): İhtiyâcı gören, gideren. hâcı ‫ا‬٠‫( ﺣ ﺎ ﺟ ﻢ‬a.s. ve i.c. ‫ ؛‬hüccâc): hacca giden, Kâ'be'yi ziyâret eden, hacı, (bkz: hâcc). hacı tehniyesi: hacdan sağ sâlim dönenleri kutlamak iizere yapılan toplantı. hâcî ‫( ﻫ ﺎ ﺟ ﻰ‬a.s. hicv'den) ‫ ؛‬hicveden, hiciv yazan. hâcib ‫( ﺣﺎﺟ ﺐ‬a.i. hicâb'dan. c . : hacebe): 1. kapıcı, perdeci, [evvelce vezirlere, âmirlere denilirdi], (bkz: bevvâb). 2. perde, hâil. 3. (c.: havâcib): ka?. (bkz : ebrû). hâcib-i b â r î: Cebrâil. hâdb-i g a rb i: astr. Kutup Yıldızı aslında Cphemerides denilen bir münhani (egri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri, astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabûl edilmi?tir. Hakîkî ?imal (poie) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesi?me noktasındadır. Polaris yânî Kutup Yıldızı elipsin büyük çapının solunda bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı İstivâ düzlemine paraleldir], hâcîb-i ?arki ‫ ؛‬astr. Kutup Yıldızı aslmda dphCmerides denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabûl edilmi?tir. Hakîkî ?imal (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesi?me noktasındadır.'Polaris, yânî Kutup Yıldızı elipsin büyük çapının sagmda bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı İstivâ düzlemine paraleldir]. 351

hâcîb-i yetilin hâcib-i yemin : sağ ka?. hâcib-i yesâr : sol ka?. hâcibeyn j .. . :‫( ﺣﺎ ج‬a.c.i.) : iki ka?. Beyne'lhâcibeyn : iki ka? arası, hacif -

(a.i.): kai'in gııı-ııltusu.

hacil (a.s.): utanım?, utancından yüzü kızarmış. hacil ‫ ﺑ ﻼ‬٩‫( ح‬a.s.): üç ayağı beyaz olan at. hâcinı ‫( ﺣ ﺎ م‬a.s.) : lıacamat eden, hâcim ‫ا‬٠‫( ﻫﺎج‬a.s.): hücum eden, saldıran,

hacrnen ‫( ﺣﺠﻬﺎ‬a.zf.): hacim itibâriyle, büyüklükçe. hacr ‫( ﺣﺠﺮ‬a.i.): 1. birini, malını kullanmaktan menetme, biı-iııe bil. ‫ ؟‬eyi yasak etme, (bkz : hacz). 2. âgu?, kucak, İıimâye. ["1ı" haı-fi, harekelerin üçünü de kabûl ederi, hacren ١‫( ﺣﺠﺮ‬a.zf.) : malını kullanmaktan menetine yoluyla. hâc-vârî ‫ى ج—ر ارى‬- (f.s. ve zf.) : haç biçiminde yapılan, olan.

hâcire ‫( ﻫﺎج—ره‬a.i.c.: lıâcii'ât) : 1. terbiye sınırlaı'ını a?an küfür. 2. (c.: lıevâciı.) günün en sıcak zamânı.

hacz ‫ ى ﺟ ﺰ‬٠ (a.i.) : İıaciz, alacağa karşılık birinin malını veyâ parasım zaptetme muâmelesi. hacz-ııâme ،‫( ﺣﺠﺰﻧﺎى‬a.f.b.i.): huk. alacaga kar?ılık birinin malını zaptetmek üzere 0 kimseye alacaklı taı'afıııdan göııdeı'ilen resmi kâğıt.

hâcis ‫( ﻫﺎﺟ ﺲ‬a.i.) : 1. gam, tasa. 2. lıâtıı'a.

hâd

hâcise ı —‫( ﻫﺎ ج‬a.i.c. : İıevâcis) : gönüle doğan endîşe, merak.

lnadaa ‘‫( ﺧ ﺪ ﻋ ﺎ‬a.s. lıâdi'nin c.) : dalavereciler, hileciler, aldatıcılar. hadâi' ‫ ﺋﻊ‬١‫( ﺧﺪ‬a.i. hadia'nııı c.) : lıîleleı-, oyuıılaı', yalanlat-, aldatnnalaı., deklei". ["İıadâyi" ?ekli de kullanılmıştır).

hâcir ‫( ﻫﺎﺟﺮ‬a.s.): 1. liicret eden, bir yerden ba?ka bil. yere göçen. 2. sayılclayan [hasta],

hâciyân ‫( ﺣ ﺎ ﺟ ﺒ ﺎف‬a.i. h-âcı'nın c.) : ilacılar, Hicaz'a gitmi? olanlaı'. (bkz : lıüccâc). hâci-yâne ‫( ﻫﺎ ﺟﺎ ﻷ‬a.f.zf.): liicvedei. gibi, liicvedeı- ?ekilde. hâciz } —‫( ﺣﺎج‬a.s. hacz'den): 1. ayıran, bölen. Hicâb-1 h âciz: anat. göğüs boşluğu ile karin boşluğu arasında bulunan büyük pei.de, zar, karin zari, periton. 2. haczeden, hacle (a.i.): gelin odası, gerdek, [bu kelimede yei" adi, esâsen bulunduğundan buna bir de "-gâlı” mekân edâtı getirerek "haclegâlı” ?eklinde kullanmalc doğru değildir], hacle-gâh ‫( ﺣ ﺠ ﻠ ﻪ ﺀﻛﺎه‬a.f.b.i.): gelin odası, gel'delc odası, ["hacle" lcelimesinde esâsen yeladi bulunduğundan, buna tekrar "-gâlı” mekân eki getirerek "hacle-gâlı” ?eklinde kullanmak doğru olmamakla berâber kulanılmıştır]. haclet ‫( ﺧ ﺠ ﻠ ﺖ‬a.i.): utanma, ?aşırma, (blcz : hacâlet, İıacel). haclet-âver ‫( ﺧ ﺠ ﻚ آور‬a.f.b.s.): utandırıcı, utanç vel'ici. (bkz : İıaclet-eııgiz). haclet-engiz ‫( ﺧ ﺠ ﻠ ﺖ ا ش‬a.f.b.s.): utandırıcı, (bkz: haclet-âver). hacm r ‫( ﺣﺞ‬a.i.) : 1. bir cismin kapsadığı bo?luk. 2. oylum. hacm-i İstiâb î: bil- ?eyin, İçine alabildiği miktar. 352

(f.i.): zool. çaylak [ku?].

hadâic ‫( ^ ا ﺋ ﺞ‬a.i. İıidâce'nin c .): deve sırtına vurulan yükler, ["hadâyic" ?ekli de kullanılmıştır]. hadâid ‫( ﺣ ﺪ ا ﺗ ﺪ‬a.i. hadid, lnadide'nin c.): 1. demirden yapılma ?eyler. 2. keskin ?eylei'. 3- sert ?eyler. ["İıadâyid” ?ekli de kullanılmı?tır]. hadâidât ‫( ﺣ ﺪ ا ﺋ ﺪ ا ت‬a.i. İıadâid'in c .): demir nesnelei". ["hadâyidât” ?ekli de kullanılnııştır]. h a d â îk ^ l^ (a.i. hadika'nm c .): bahçeler, bağ ve bostanlar. ["hadâyık” ?ekli de kullanılmı?tır]. hadâik-i hâssa : pâdişâh, saray bahçeleri. Hadâikii'l-Halcaik fî Tekmîleti'?-Şakaik (Şakayık adil eseı'i 'tamamlayan hakikat bahçeleri) : Nev'î-zâde Atâî'niıı (1585-1635), Taşköpı'ülü zâde'niıı Şakaiku'11-Nû'ınâniyye fi Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye (OsmanlI devleti bilginlerinin Şakaik adil biyografi kitabi)' sine yazdığı zeyl. hadak ‫ ق‬٠‫( ى‬a.i.): patlıcan, (bkz : bâdincâıı). hadâlet ‫( ﺧ ﺪا ك‬a.i.) : lcol ve baldırı etli olma, hadâret ‫( ﺣﺪارت‬a.i.): alçak gönüllülük, hadâret ‫( ﺧﻐﺎ ر ت‬a.i.): yeşillik.

hadd-i vasat

hadâset ‫( ﺣ ﺪ ا ﺛ ﺖ‬a.i.) : 1. evvel, İptidâ, önce, başlangıç. 2. tâzelik, gençlik, hadâset-i sinn : yaş küçüklüğü, hadd ‫( ﺣ ﺪ‬a.i.c. lıudûd) : 1. sınır, iki devlet toprağının birleştiği yel", kenar. Bi-hadd: hesapsız, sınıi'sız. Fevka'J-hadd: pek çok. Ser-hadd: sinil'. 2. derece. 3. gerçek değeı'. 4. şeı'îatçe vei'ilen cezâ. 5. mant. bir *önermede konu ile *yüklemden iler bii'i, tei'im. 6. mat. cebii.de teııâsüp (*oran) veyâ muâdeleyi (*denldem) meydana getil'en kısımlardan her bil'7 .‫؛‬. bir şeyin ııilıâyeti, sonu. hadd-i asgar : mant. küçük *önerme, hadd-i asgarî te'sîr : psik. *uyaı-ım eşiği, hadd-i a'zamî: en büyük, en yüksek derece, hadd-i bülûğ : ergenlik çağı, hadd-i cenûbî: top. herhangi bir arâzî üzerinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en cenûbunda (güney) bulunan re'si, yânî nirengi noktası, hadd-i ekber : mant. büyük önerme, hadd-i evvel: mat. herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan bil'incisi. hadd-i evsat: mant. orta tei'im. hadd-i fâsıl: iki bölgeyi birbirinden ayıran sinil-. hadd-i garbi: top. herlıangi bir arâzî üzerinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en garbında (bati) bulunan re'si, yânî nirengi noktası. hadd-i hakîkî: mant. bil- terimin esas târifi. hadd-i İcâz: fasâhat'in mûcize derecesinde olanı. hadd-i İmkân : mümkün olma İıudûdu. hadd-i İstiâbî: kapsam, İçine alma, kapasite, hadd-i İ'tidâl: nıâkul, *ılımlı derece, hadd-i ittisâl: bitişme lraddi, noktası, hadd-i kat'-i tarîk: huk. [eskiden] yol kesicilikte bulunan bil" şahıs veyâ bir çok eşlıâs İıakkında cinâyetlei'ine göre îcâbeden ukubet. hadd-i kazf: huk. [eskiden] bil- mulısin veyâ mulısineye, yânî mükellef hür, müsJim, zinâdaıı afifbiı- kimseye dâr-1 İslâm'da zinâ İsııâdeden mükellef bir şahıs hakkında

îcâbeden ukûbettiı. ki, miktârı hadd-i şiırb gibidir. hadd-i kemâl: olgunluk hâli, hadd-i lcifâye : yeterlik derecesi, hadd-i kusvâ : son sınır, hadd-i lafzî: kelime tarifi, kelime mânâsı, hadd-i lâyık : tam derece, tam değer, hadd-i ma'rûf .٠ normal kabul edilen bir sı­ nır. hadd-i müntehâ : son nokta, hadd-i müşterek : ortak derece, hadd-i resmî : tam tarif, hadd-i sâlis: mat. herhangi bir riyâzi düs­ turda birbirinden zâit nâkıs işâıetlerinden biriyle ayrılmış parçalardan üçünciisü. hadd-i sânı: mat. herhangi bir riyâzi düs­ turda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan İkincisi, hadd-i sekr : huk. [eskiden] hamirden başka müskir meşrûbattan birinin bilihtiyâı. içil­ mesinden mütevellit sarhoşluktan dolayı îcâbeden ukûbettir ki, miktârı hadd-i şürb gibidir. hadd-i sirkat: huk. [eskiden] şerâitini câmî bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesil­ mesi sûretiyle tatbik edilen bir cezâ. hadd-i şarkî: top. herhangi bir arâzî üze­ rinden üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en doğusunda bulunan resi, yânî nirengi noktası. hadd-i şer'î: şerîate uygun olarak verilen cezâ. hadd-i şimalî: top. herhangi bir arâzî üze­ rinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en şimâlinde (kuzey) bulunan resi, yânî nirengi noktası. hadd-i şürb : huk. [eskiden] az veyâ çok miktarda bilihtiyâr “ hamr” içilmesinden dolayı îcâbeden ukubet, [sekil, vermiş olsun olmasın bu ukubet hür ve hürre hakkında seksen, köle hakkında kırk celdedir. (Celd, kamçı ile vurma veyâ derisine dokunma­ dır.)]. hadd-i ta'bîr: tasvir ve anlatma derecesi, gücü. hadd-i te'dîb ‫ ؛‬şeriata göre cezâ, dayak dere­ cesi. hadd-i vasat: orta. 353

hadd-î zâtinde

hadd-i zâtinde: zâten, esâsen, yaradılışta, aslında, oluşunda. 8. bir şeyin keskin olan yeri, ağzı. hadd-i seyf: kılıcın keskin yeri, ağzı.' hadd-i zinâ: huk. [eskiden] şerâiti dâhilinde vâkı ve sâbit olan zinâdan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukubettir ki, ya celd veyâ recim sûretiyle olur, hadd ‫( ه—اد‬a.s.): 1. denizden gelen gürültülü ses. 2. gürültü ile yıkılan. 3. gürültülü bir sesle çağıran.

hadeb ‫( ر د ب‬a.i.): kanbur olma, kanburluk, yumrulu olma, (bkz : hamide), hadebe

(a .i.c . : a h v â l) : 1. ş im d i k i z a m a n , g e ç -

m iş v e

g ele celc

o lm a y a n

zam an.

b u lu n u ş , s û r e t , lc e y fiy e t, * d u r u m .

ü İcârda :

2 . o lu ş ,

Her hâl

h a n g i d u r u m d a , lr a n g i ş a r t la r a l-

t ı n d a o lırı'sa o ls u n ,

hâl-i hâzır

: ş im d i k i d u r u m ,

hâl-i hâzır kıymet : eleo.

g ele celctelci bil- iliz -

: c a n ç e k iş m e , ö lü n r lıâ li.

hâl-i intizâr

: b e ld e m e lıâ li.

: k e d e r li, Icedei- v e r ic i bil- d u -

hâl-i sâbıka İrcâ'

: eslci d u r u m u n a s o k m a ,

lıâl-i sahv : huk.

[eslcid en ] d â im î v e y â â r ı z î

b i r s e b e p t e n d o la y ı ŞUÛ 1.U m ü n s e lip b u lu a k li

m e le lc e le i'in i m u v a k -

lcaten ilc t is â b e t n le s i,

fr. intervalle lucide,

moments de lucidité, hâl-i tabîî : lcim. * d o ğ a l hâl-i tevelliidî :

in s a ııla ı.. 2 . h a l a y ı k , s a t ın

a li-

n a n k a d ı n h iz m e t ç i. c . ) : z e v c e le r , n i k â h l ı

(a .i. h a lk a 'n ııı c . ) : h a l k a la r , ( b k z :

halâk (a.i.) : p a y , liis s e , n a s ip , halaka ‫( ﺣﻠﻘﻪ‬a.i.). ( b k z : h a lk a ), halaka i ■ (a.i. h â l ik 'ı n c . ) : b e r b e r le r . halakat ‫ “( ﺣﻠﻘﺎت‬k a ” u z u n o k u n u r , a .i. h a lk a 'n m c . ) : h a l k a la r , ( b k z : h a la k ).

halâkat ‫ ( ﺧﻼﻗﺖ‬a . i . ) : 1. h a l u k l u k , 2٠d ü m d ü z lü k , d ü z lü k , halaki ( a . i . ) : p a ç a v r a c ı, halâkim ‫ا‬٠-—‫ﺣﻼي‬

iy i a h lâ k lılık .

(a .i. h u lk u m 'u n c . ) : b o ğ a z la r

[ in s a n v e h a y v a n la r d a ] .

lia i,

d o ğ u ş İ ıâ lin d e , o r t a y a ç ık -

halâî ‫ﺧ ﺎ ل‬

( a .i.) :

1.

d o s t lu k .

2.

ik i n e sn e a ra s ı

a ç ık o lm a .

m ale ü z e r e o la n .

hâl ü keyfiyyet :

(a .i. h a l ik a 'n m c . ) : 1 . m a h lû k l a r ,

h a la k a t ) .

ru m .

b il. ş a h s ın

( a . i .h a l î f e 'n i n c .) :h a l î f e l e r .

h a lâ ile ^ ‫؛‬

balak ‫ض‬

hâl-i müstakbel : g ele celc z a m a n , hâl-i perîşân : p e r i ş a n , a c ın a c a k d u r u m .

nan

h a lâ if^ ‫؛‬

halâiyyûn ‫ﺧﻼﻳﻬﻠﻒ‬I ( a . i . c . : fels. b o ş l u k t u l a r , fr. vacuistes. halak < ‫ﺧﻠﻖ‬I ( a . i . ) : p a ç a v r a , y ı p r a n m ı ş e s k i şe y .

m e d e n i d r t ru m .

hâl-1 pür-melâl

b o ş l u k l a ilg i li .

k a d ı n la r .

: d o y m a h â li, d o y m u ş lu k h â li,

hâl-i medenî :

٠ ‫ ( ﺧﻼﺋﻰ‬a . s . ) :

halâil ‫( ﺣﻼﺋﻞ‬a .i. İ ıa lîle 'n in

: s a v a ş * d u r u m u , s e fe r b e r lik ,

hâl-i ihtizâr hâl-i işbâ'

a y a k b ile z i k le r i. h a lâ î

* y a r a t ık la r ,

m e t in v e y â b ir ş e y in ş im d i k i d e ğ e r i,

hâl-i harb

g ü m ü ş t e n v e y â a l t ı n d a n y a p ı l m ı ş h a l k a la r ,

d u r u m v e n ite ld e .

3.

m e c â l,

halâle ‫ﺣﻼﻟﻪ‬

( a . i . ) : İca d ın , eş. (b lcz : İ ıa lîle , z e v -

k u v v e t , t â k a t . 4 . d e r v iş le r i n , s o f u l a r ın c e z b e s i, b a y g ın lı ğ ı , c o ş k u n lu ğ u . 5 . d e ı't, leedei-, e le m , s ıle ın tı. 6 . is im ç e le im i ş e k il le r in d e n heı- b i r i :

evden : den hali, soleaga : -e

lr a li

1. b o ş .

(a.s.) :

( b k z : lıâ lî, te lli).

2. i.

a y a k y o lu , ( b k z : lıa lâ c â ) .

hâla ‫ﻟﻪ‬١ ‫( خ‬a .i.c .

: lıâ lâ t) : İ ıa la , b a b a n ı n k ı z k a r -

d e ş i.

hâlâ ‫اﻻ‬-‫ح‬

( a .i.) : s a m im i d o s tlu k , (b k z :

lı ı lâ le t , h u lâ le t ) .

halâlûş

( f . i . ) : lc a v g a , g ü r ü lt ü , ş a m a t a ,

( b k z : h ilâ ş ) .

g ib i.

halâ' ‫ﻧ ﺎ ﺀ‬

halâlet ‫ﺧ ﻼﻟ ﺖ‬

halâs

( a .i.) : k u rtu lm a , k u rtu lu ş ,

halâs-ı meşhur :

b e ğ e n ile n , ş ü k r e d i le n k u r -

t u lu ş .

halâs-dide ‫ﺑﺪه‬.‫ﻵﺀل د‬١ ‫ ( خ‬a .f .b .s .) : (a .zf.) : ş im d i, lıe n ü z . (liiez : e l'â n ,

halâs-kâr ‫ ( ﺧﻼﺻﻜﺄر‬a .f .b .s .) :

lıâ le n ).

halâat ‫( ﺧﻼﻋﺖ‬a.i.) halâb ‫ﺧ ﺎ ب‬

: lıa y â s ız lıle , y ü z s ü z lü k ,

(f.i.) : ç a ıııu r , b a t a k lı k ; b a t a k lıle

a r a z i. : a p te s lr â n e . (blez : h a l â ٩.

halâfet ‫ت‬٠ ‫ﺧﻼف‬

(a.i.) : a h m a k l ı k , b u d a l a lı k .

(blez : İ ıa m â k a t , İıu m le).

halâhil ‫( ﺧﻼﺧﺄﻻ‬a .i.

lı a l l ı a l 'ı ı ı c.) : A r a p k a d ı n la -

r ın ın , s ü s o la r a k , a y ale b i le k le r i n e t a le t ik la r i

k u r t a r ıc ı,

halâşe ‫شه‬ ‫( ﺧﻼ‬f.i.): 1. ç e r ç ö p . 2, g e m i d ü m e n i, hâl-âşinâ ‫ﺋﻂ‬٠ ‫ل آ‬١ ‫ ( ح‬a .f .b .s .) : lıa ld e n an lai". hâlât ‫اﺣﺎﻻت‬

lıalâcâ ٠ ‫( ﺧﻼﺟﺎ‬f.i.)

h a la s g ö r m ü ş ,

k u rtu lm u ş.

(a .i. h a l e t 'i n c . ) : h â lle ı'j s û r e t le r ,

lc e y fiy e tle r , * n ite ld e le r,

hâlât-ı ııevm : u y lc u d a u ğ r a n ı l a n lr a lle r . hâlât-ı selâse kanunu : psik. ü ç h a l k a n u n u , fr. loi des trois etats. hâlât ‫( ﺧﺎﻻت‬a .i. h a la 'n m c . ) : h a la la r . 363

h.lâve. halâvet ‫( ﺣ ﻼ و ت‬a.i.): 1. tatlılık, şirinlik. 2. zevk. halâvet-i kelâm : söz tatlılığı, halâvet-i taâm : yemegin tadı, halâvet-bah?‫( ﺣﻼوﺗﺒﺨﺶ‬a.f.b.s.) :tatlılıkveren, zevk veren. halâvet-yâb ‫( ﺣ ﻼ و ﻳ ﺎ ب‬a.f.b.s.): tatlılık bulan, zevk bulan. halb ‫( ﺣﻠ ﺐ‬a.i.): süt sağına. halb ‫( ﺧ ﻠ ﺐ‬a.i.): 1. pen‫ ؟‬eleme, parçalama. 2. birinin aklını başından alma, halbâ ‫—ا‬٠‫( ﺧﻞ‬a.s.): 1. şaşkın; ahmak. 2. hilekâr, aldatıcı, [kelime “ahleb" in müennesi). halbe ‫( ﺣﺒﻪ‬a.i.c.: halâbib): yari? İ‫ ؟‬in veyâ yardım i‫ ؛ ؟‬n toplanan atlılar grupu. hâl-bu-ki L ‫ك‬٠‫( ﺣﺎﻟﻮ‬a.t.f.e.): öyle iken, hakikat ?udur ki, şu kadar var ki. hale ‫( ﺣﻠﺞ‬a.i.): yün ve pamuk atma, hald ‫( ﺧﻠﺪ‬a.i.): devamlılık, süreklilik, hâl-dâr ‫( ﺧ ﺎ ﻟ ﺪ ا ر‬a.f.b.s.): benli, benekli, (bkz : eşyem). hâle ‫( ﻫﺎﻟﻪ‬a.i.): bâzan Ay ve Güneş'in etrâfında görülen parlak dâire, ay ağılı, hâle-i mâh : ay ağılı. hâle ‫( ﺧ ﺎ ل‬a.i.c. hâlât): 1. teyze, annenin kız kardeşi, [bizde babanın kız kardeşi, “ hala” dır). 2. kadın memesinin ‫ ؟‬evresinde bulunan koyu renkli daire. haleb ‫( ﺣﻠ ﺐ‬a.i.): 1. sağılmış süt. 2. süt sağma, h a l e b e ^ (a.s.hâlib'inc.): sütsaganlar. halebe ‫ب‬ (a.s. hâlib'in c.): aldatanlar, kandıranlar. Halebî ‫ى‬ olan.

‫( د‬a.s.): Halepli, Halep halkından

halefen ba'de halef: bir ‫ ؟‬ok haleflerden sonhalefi ‫( ﺧﻠﻐﻰ‬a.s.): haleflikle ilgili, halefiyyet ‫( ﺧﻠﻐﻴ ﺖ‬a.i.): haleflik, birinin yerin’e geçmiş olma. halel ‫( ﺧ ﻠ ﻞ‬a.i.): 1. iki ?ey aralığı, boşluk. 2. bozma, bozukluk, eksiklik, halel-dâr ‫( ﺧ ﻠ ﻠ ﺪ ا ر‬a.f.b.s.): bozma, bozulm'a. ["etmek”, “olmak'' yardımcı fiilleriyle kulİanılır]. halel-pezir ‫ﺑﺮ‬.‫( ﺧﻠﻠﺬ‬a.f.b.s.): halel bulucu, bozulucu. halemât ‫( ﺣﻠﻤﺎ ت‬a.i. halme'nin c.) : meme ba?" İarı. haleme ‫( ﺣﻠﻤﻪ‬a.i): meme ucu. halemi ‫( ﺣﻠﻤﻰ‬a.s.): anat. mememsi, hâlen ‫( ^ ﻻ‬a.zf.): şimdiki halde, ?u anda, daha, henüz, bugünkü günde, (bkz : hâlâ), halenciyye ericacees.

(a.i.): bot. fundagiller, fr.

hâlet ‫( ﻃ ﺖ‬a.i. c.: hâlât): hâl, sûret, keyfiyet, *nitelik, [kelime, “ hâl" kelimesinin eşiti ve müennesi olmakla berâber: "dikkate deger hal" mânâsına gelir). El-hâletü hâzihi: ?imdiki halde. hâlet-î cerr : (a.gr.): kelimenin cerr (kesreli) hâli. hâlet-i gaşy: baygınlık, kendini bilmezlik hâli. hâlet-i nez': can ‫ ؟‬ekişme. hâlet-i rûhiyye ‫ ؛‬ruh durumu, fr. Ctat d'âme. hâlet-i ?ııûriyye : ?uur hâli,

halecân ‫( ﺧﻠﺠﺎن‬a.i.): çarpıntı, titreme.

hâlet-efzâ ‫( ﺣﺎﻟ ﺖ اﻫﺰا‬a.f.b.i.): meşhur bir ‫ ؟‬eşit lâle.

halecân-ı kalb : yiirek çarpıntısı, hâle-dâr ‫( ﻫﺎﻟﻪ دار‬a.f.b.s.): hâleli, hâlelenmiş.

hâlet-engiz j j j \ ‫( ﺣﺎﻟ ﺖ‬a.f.b.s.): insani türlü hal ve şekillere sokan vaziyet,

halef ‫( ﺧﻠ ﻒ‬a.i.): 1. babadan sonra kalan oğul. hâle-vâr ‫( ﻫ ﺎ ﻟ ﻪ واو‬a.fb.s.): hilâl, ay şeklinde 2. me'murlukta, birinden sonra gelip onun olan. yerine geçen kimse. Hayrü'l-halef: hayırlı halevât ‫( ﺧﻠﻮا ت‬a.i. halâ'nın c.): boşluklar, haloğul, babasını hayırla andıracak olan oğul, vetler; yalnız bulunulacak yerler, halef ü selef: ı) sonra gelen ve önceki [kimse); 2) baba ile oğul, halefen ‫( ﺧﻠﻐﺎ‬a.zf.) ‫ ؛‬arkadan gelerek, halefen an-selef: seleften halefe geçme yoluyla. 364

hâle-zâde ‫( ﺧﺎﻟﻪ زاده‬a.f.b.i.): 1. hala kızı. 2. hala oglu, teyze oglu. halezdn ‫( د ز و ن‬a.i.): 1. kabuklu sümüklüböcek; sümüklüböcek kabuğu. 2. geo. helis, (bkz: helezon).

halîfe-.ı sânî h a le zO n i

‫ﺣﻠﺰوﻧﻰ‬

( a .s .) : lıe lezo n la ilg ili‫ ؛‬helisel,

( b k z : helezOni).

‫ﺣﻠ ﻒ‬

h a lf

h â lic , h â lic e

( a .i.) : 1. y e m in etm e, (b k z : halfe).

2 . y e m in , (b k z : lcasem).

‫ﺣﻠ ﻔﺎ‬

( a .i.) : b o t . lifle rin d e n ip ek ta k lid i

şeyler d o k u n a n bil- n e v i b e şp a r m a k otu.

‫ﺣﻠﻔﻪ‬

( a .i.) : y e m in etm e, a n d i‫ ؟‬m e. (b k z :

‫( ﺧﻠﻐﻰ‬a.s.) h a lh â l ‫ﺧ ﻠ ﺨ ﺎ ل‬ h a lf i

(a.i.c. h a l â h i l ) : A r a p k a d m la -

m ü şten v e y â a ltın d a n y a p ılm ış lıallca, ayale

‫ ( ﺧﻠﺨﻠﻪ‬a .i.) : elastilciyet, esnelelik. ‫ ( ﺧﻠ ﻊ‬a .s .) : 1. so y u lm u ş. 2 . k o v u lm u ş,

h a lh a le

h a l î ü 'l - iz â r a ln ın ın

(y ü z ü

d am aı'ı

y ır tık ) : sıyı-ılc, ed ep siz, ç a tla m ış,

( b k z : fe rsû d e -

‫( ﺧ ﻠ ﻰ‬a.s.) : 1. g a m sız , 2 ٠e v le n m e m iş [eı'kek].

h a li

gailesiz , İcayıtsız.

‫ﺧﺎﻟ ﻰ‬

( a .s .) : 1. ten h a, b o ş, sâ llip siz yel-. yer.

topralelar.

A r â z î-i E v k a t -I

h â liy e : h â liy e :

bo ş, boş

ten h a

valcitler.

z ih n i

bo ş.

[m ü e n ."h â liy e "

dir].

h â lid e

( f .s .) : d ü rterek b a s tır ılm ış , sap -

‫ﺧﺎﻟ ﺪ ه‬

( a .s .c .: h â lid â t ) : 1. [" lıâ lid ” in

m ü en .]. (b k z : h â lid ). 2 . i. İcadın adi. h â l i d in , h â lid û n

‫ﺧﺎﻟ ﺪﻳ ﻪ‬

H â l id i y y e

‫ ﺧﺎﻟﺪون‬، ‫ﺧﺎﻟﺪﻳﻦ‬

(a.s. lıâ lid 'in

( a .i.) : N a k ş ib e n d i tarik atı

şu b e le rin d e n b iri. [K u ru c u su : E b ü 'l-B a h â E ş -ş e y h

Z iy â ü d d in

M e v lâ n â

H â lid

bin

A h m e d b in H ü s e y n e l-O s m â n î e ş -Ş â fiî eş-

‫ﺣﻴ ﻒ‬

h a lif

( a .s .) : y e m in ed erek b irb iriy le sö z-

‫ﺧﻴ ﻒ‬

h a lif

( a .s .c .: İ ıu l e f â ') : a rk a d a n gelen,

h â lif

‫ز ف‬

( a .s .) : y e m in eden, a n d İ‫ ؟‬en.

h â lif

‫ﺧﺎﻟﻒ‬

( a .s .) : 1. p eşten gelen. 2 . biı-iniıı y e -

rin e g e ‫ ؟‬en. 3 . ‫ ؟‬ü rü m ü ş , b o z u lm u ş, [m üen.

h a life ne

( a .s .) : lıâl'e m en su p , şim d ik i,

‫ﺧﺎﻟ ﻌ ﻪ‬

( a .i.) : [ " h â l i'" in m ü en .J. ( b k z :

h â li').

‫( ﺣ ﺒ‬a.i.) :siît,tâ z e s ü t. ‫ ( ﺣﺎﻟﺐ‬a .i.) : 1. sü t‫ ؟‬ü. 2 . sidile b o ru su , ‫ ( ﺧ ﺎ ﻟ ﺐ‬a .s .c .: h a le b e ) : hîlekâ.-, ald a tıcı,

[m üen. "h â lib e ” dil-].

‫ﺧﻴ ﺞ‬

‫ﺧﻴ ﻐ ﻪ‬

( a .i .c .: İ ıu le f â ') : 1. b irin in y e ri-

geçe n

lcim se.

2 . H z.

M u h a m m e d 'in

v e fâ tln d a n so n ra ü m m e t İd âresin in b a şın a g e ‫ ؟‬en lcim se. 3 . p â d işâ h . 4 ٠resm i d âirelerd e lcalem b a şın ın ilcincisi. 5. lcalfa, ilcinci usta,

h a lib ‫ﺐ‬

h a lic

‫ﺧﻠﻴ ﺪ ه‬

" h â life "].

E y y â m - ı h â liy e : b o ş g ü n ler, h â h y ü 'z - z i h n :

h â lib

h a lid e

s o n ra d a n ge len ‫ ؛‬bii'in in y e rin e g e ‫ ؟‬en.

dil'].

h â lib

(a.i. İıâlid e'n in c.) : s ü rü p g i-

leşen a d a m la r d a n h erbiri.

h â l i ' ‫( ﺧﺎﻟﻊ‬a.s.) : b o ş a n m ış erkek, [m iien. "lıâ lia ”

h â lia

‫ﺧﺎﻟ ﺪا ت‬

denlei". C e z â i r - İ h â l i d â t : K aııaı-ya A d a la rı,

Ş e h r e z û r î'd iı ٠ ].

p îşân î).

‫ﺣﺎﻟﻰ‬

h â lid â t

c.). ( b k z : h âlid ).

b ileziğ i, (b le z : ebrencen).

h â lî

a ğ a ‫] ؟‬. E ş c â r - 1 h â lid e : bil- y ıld a n fa zla y a ş a -

‫ ؟‬er.

: arlca, a rt ile ilg ili olan,

r ın ın süs olaralc b ilek le rin e talctılcları g ü -

2 ٠a ‫ ؟‬ık

( a .s .c .: h â h d û n , h â l i d i n ) : 1. so n su z,

la n m ış . H a n c e r i h a l i d e : sap laırn ıış ila n -

İıalf').

h â lî

‫ﺧﺎﻟﺪ‬

y a n a ğaçlar. 3 . erk ek ad i. [m ü en. İıâlide].

evlât.

h a li'

( a .s .) : o y n a tm a , sa rs-

d â im , eb ed i. 2 . b ir y ıld a n ‫ ؟‬o k y a ş a y a n [ot,

h a lf - i İ m â m : İm a m ın a rk ası, ard ı. 2 . s. kö tü

h a lfe

( a .s .) : p a m u k eğ iren ,

m a ‫ ؛‬h a re k e t ettirm e. h â li d

h a lf، ji( a .i٠ ) :1 . a rt.a rk a .

h a lfâ

‫ ﺣﺎﻟﺠﻪ‬، ‫ﺣﺎﻟﺞ‬ ‫ ﺧﺎﻟﺠﻪ‬، ‫ﺧﺎﻟﺞ‬

h â lic , h â lic e

( a .i.) : d en iz in , büyüle 11-male şek-

lin d e, ilei k a ra aı-asında u z a y ıp g itm iş olan k ısm ı, tab ii lim a n , b o ğ â z , leanal. H a lîc -İ A r â b : B ah ı'-i A h m e r. H a lîc -İ B a h r -İ S e f id : ‫ ؟‬analeleale. H a lîc -İ B a lır - İ S iy â h : B o ğ a z içi.

h a l i f e -i e v v e l : d evlet d â irele rin d ek i y a zı İşİeı-inde ‫ ؟‬a lışa n la r. [T a n z im a t'ta n ö n ce lcalem t e ş k il â t ı: “ İıalîfe, h a life -i sân î, h alife-i e v v e l" o lm a k ü zere ü‫ ؟‬del-ece idi], h a l i f e - i m ü s l i m i n (M ü s lü m a n la rın h a life s i) : Y a v u z 'd a n

so n ra

O sm a n lI

h ü k ü m d a rla rı

h a k k ın d a k u lla n ıla n b ir tâbir, h a l i f e -i r û y - i z e m in (yeı-yüzü halifesi) : Y a v u z S u lta n S elim 'd en soııi'a gelen p â d işa h la r İ‫ ؟‬in Icu llam lan bir u n v a n , lıa l îf e - i s â n î : d evlet d â irele rin d ek i y a z ı İşle-

H a lîc -İ D e r s a â d e t': İsta n b u l H a lici.

İ'inde ‫ ؟‬a lışa n la r. [T a n z im a t'ta n ö n ce lcalem

H a lîc -İ F â r is : B asra K ö rfe zi.

t e ş k il â t ı: "İıa lîfe , l٦alîfe-i sân î, h a life -i ev-

H a lîc -İ İ s t a n b u l : İsta n b u l H a lici.

v e l " o lm alc üzeı'e ü ‫ ؟‬d erece idi].

365

halik

halilc

( a .s .) :

‫ﺣﻴ ﻖ‬

ı.

tıı'aş e d ilm iş.

2.

'tuvaletli

Hâlilc

‫ﻖ‬

‫ﻟ‬

‫ﺧﻤﺎ‬

(a.i. ve s . ) : ya ra ta n , yoletan vai-

y a ra tılm ış o la n la rın yaı'a-

(a.s. helâlc'den) : lıelâlc olan, m is-

‫ﻫﺎﻟ ﻚ‬

Tuı.âb-1 İıâlilc

lcinlilc İçinde öleıı.

lıâlüc

: aı'senilc.

( a .i.c .: halalca) : berber,

‫ﺣﺎﻟ ﻖ‬

(blez :

‫( ﺧﻴﻌﻪ‬a.i.c. : h alâik) : tabiat, nas. h â lik e ‫ ( ﻫﺎﻟﻜﻪ‬a .i.) : çöle h a ris olan nefis, h â lilc ıy y e t ‫( ﺧﺎﻟﻘﻴﺖ‬a.i.) : h â lik h k , y a ra tıc ılık , lıa lîl ‫ ( ﺣﻴ ﻞ‬a .i.) : zevç, lcoca. lıa l îl ‫( ﺧﻴ ﻞ‬a.s.c. : a lıih â ve İıullân) : 1. s a m im i h a lik a

[dost]. 2. i. ei'lcelc adi. 1. İıalis,

sa-

d ik dost. 2 . ib râ h im a ley h isse lâ m . [ıııüen. “ İıalîle” dil'].

h a lit

‫ﺧﻠﻴ ﻂ‬

(a.i.) : h u k . su ve yol h a k k i gibi

a râ z îııin h u k u k u n d a nıüşâı'ilc olan k im se,

(b k z :

harem -’ ).

2. M e v lev ile ı'in

â y in lerd e ç a ld ık la r ı b ir m usilci âleti,

halile-zen ‫ﺣ ﻠ ﻴ ﻠ ﻪ زن‬ (a.s.) :

(a.f.b.i.) : telclcelei.de ç a lı-

halîm-âne

1.

'tabiatı y a v a ş o lan , y ıım u -

2. i.

a d la rın d a n d ır].

[nıüen.

eı'lcelc adi. (a.f.zf.) : yu m ıışa lc lıııylu

‫ﺣﻴ ﻤﺎﻧ ﻪ‬

‫( ﺣﺎي‬a.zf.).

h â liy e

‫ﺧﺎﻟﻴ ﻪ‬

hâliyen

ve d o ğ ru Icimse.

adi. h â lis m ıılılis : k a tışık sız, elesilesiz, tam . :

saf

lcan,

arı

lcan.

[m üeıı.

‫( ﺣ ﺎ ﺑ ﺎ‬a.zf.) : şim d ik i z a m a n d a , ş im d ik i

(a.zf. l ıâ l î'd e n ) : h âlî, b o ş o ld u ğ u

h ald e, bo ş o la ra k .

hâliyle ‫ﺣﺎﻟ ﻴﻠ ﻪ‬ İ ıa liy y â t

(a.'f.zf.) : s â f v e tem iz o lan a

y a k ış a c a k süı'ette; tem iz yüı'elcle, y ü re k 'te-

(a.i. İıa liyye'n iıı c . ) : b e k â r ica-

(a.i.c. : İıa liyyâ t) : b e k â r İcadın,

‫ﺣﺎﻳ ﻪ‬

( a .i.) : İbâdet e sn â sm d a I'alcset-

tarik at. (a.i.) : 1. y a ra tm a , ya i'a tılm a .

halk-ı dii cihân

(ilci c ilıâ n ın İıallcı) : ölüleı'le

b ir bölü k.

halk ‫ ( ﺣ ﻠ ﻖ‬a .i.) : 1. b o ğ a z , ( b k z : lıullcum ). Hıırfıf-i İıallc : leng. b o ğ a z h a rfle ri, [lıa, 1٦1, ayn, g a yn , ile] gibi. 2 . tıraş etm e, ‫ﺣﻠ ﻔ ﻪ‬

(a.i.) : 1. o rtası bo ş, y u v a r la k şekil,

d âire b içim in d e olan şey.

hallca-i âb-gûn İıallca-i diirr

m iz liğ i ile. ( a .s .) : [" h â lis " in ıııüen]. (b k z :

: göleyü zü .

: inci h alk ası, d izisi,

hallca-i gîsû-yi miişg-efşâıı

: misle sa ç a n sa-

çın k ıv rım ı.

lıâlis).

hâlisen ‫ًﺧ ﺎ ﻟ ﻌ ﺎ‬

(a.t.zf.) : istei' istem ez, n o rm a l

‫ﺧﻠﻴﺎ ت‬

haliyye ‫ﺧﻠﻴﻪ‬ hâliyye

halka

“ h â lise " dil']. ‫ﺧﺎﻟ ﻌﺎﻧ ﻪ‬

( a .s .) : [“ h â lî” n in n٦üen.]. (b k z :

d iriler. 2. icat. 3 . in sanlaı'. 4 . in sa n la rd a n

lıâ lis ‫ ( ﺧﺎ ﻟ ﺺ‬a .s .) : 1. İıîlesiz, lcatlcısız. 2 . i. erlcelc

hâlisü'd-dem

(bk z : İıâliyen). [asil "İ ıâ liy y a "

hald e.

halle ‫ﺧﻠ ﻖ‬

‫( ﺣ ﻴ ﻢ ﺳ ﻠ ﻴ ﻢ‬a.b.s.) : yuıııu şalc h u ylu

hâlise ‫ﺧﺎﻟ ﻌ ﺴ ﻪ‬

h â li y â

m e, el şa k la tm a gibi şeyleri lıelâl sa ya n bir

o la n a y a k ış a c a k süı'ette.

halim selim

(a.b.s.) : kötü, a ln ıııın

dınlaı-.

şa k h u ylu . [A lla h “ h a lin le " dil"].

‫ﺧﻠﻴ ﻊ‬

d a m a n ç a tla m ış, y ü z ü y ır tık İcadın,

o larak .

nail zilleri çalan .

lıalîm ‫ﺣ ﻠ ﻴ ﻢ‬

m e y d a n a gelen, k a rm a ; k im . *alaşım , h a l î 'ü 'l - ı z â r ‫ا ﻟ ﻌ ﻨ ﺎ ر‬

hâliyen ‫ﺧﺎﺑﺎ‬

(a.i.c. : İıalâil) : 1. zevce , nilcâl٦lı

‫ﺣﻴﻠ ﻪ‬

İcadın,

( a .z f .) : 1. lıâlis o ld u ğ u lıalde.

2 . lıilesizce.

hâliset ‫( ﺧﺎﻟ ﻤ ﺖ‬a.i.): ed. ibâreııiıı saf düzgün ve alcıcı olması-. 366

‫( ﺧﺎ ﻟ ﺴ ﺘ ﺎ ن‬f.b.i.) : v ü c u tta , b irk a ç b e n in

toplu b u lu n d u ğ u yer.

lıâlî).

lralilullah; halîlü'r-rahm ân :

lıâlis-âne

( a .i.) : h âlislik , d o ğ ru lu k ,

h ilesizlik .

h a lit a ‫( ﺧ ﻴ ﻄ ﻪ‬a.i.) : b irk aç şeyin k a rışm a sın d a n

İıallâlc).

halile

ra h m a n H â lis ü t -T â h b â n î'd ir ].

hâl-istân

tıcısı.

lıâlik

( a .i.) : K a d iri ta rik a t, kolla-

hâlisiyyet ‫ﺧﺎﻟ ﺼﻴ ﺖ‬

eden) y a ra tıc ı, A lla lı.

hâlilcü'l-berâyâ :

halisiyye ‫ﺧ ﺎ ﻟ ﻌ ﻴ ﻪ‬

rıııd aıı biri, ( k u r u c u s u : Z iy â ü d d iıı A b d u r-

[ad am v e y â İcadın).

halka-i gudrfifiyye : anat.

k ık ır d a k lıallca.

hallca-i havlü'l-m erî : anat.

yem elc b o ru su

g e rd a n lığ ı.

hallca-i şelı-per

: büyüle k a n a t lıallcası.

halt hallca-i tesbih (tespilı halkası): dua ellen, tespilı çeken kimselerin çevresi,

h atâcî, hallâciyye ‫ﺣ ﻼ ﺟ ﻴ ﻪ‬

halka-i teslim : dervişlerin boyun eğme İşâreti olarak üzerlerinde bulundurdukları halka.

hallâf ‫ﺧﻼ ف‬

(a.s.) : ‫ ؟‬ok y e m in eden [k im se ],

hallâk ‫ﺣﻼق‬

(a.i.) : berb er, (b k z : h âlılı).

hallâk ‫ﺧﻼق‬

(a.s. ve ‫ ؛‬.) : h a lk ed ici, lıâlilı

halka-i z ik r : zilli", İbâdet halkası, İbâdet SIı'asında meydana gelen İıallıa. 2. bir çeşit ufak, yağlı ve tuzlu simit. [İıelinıe “ lıalalca” şeklinde de kullanılmıştır], halka-be-gûç ‫( ﺣ ﻠ ﻘ ﻪ ﺑ ﻜ ﻮ ش‬a.fb.s.c.: İıalka-begûşân): lıulağı lıallıalı, İıüpeli, mec. köle, halka-be-gûşân ‫( ﺣ ﻠ ﻘ ﻪ ﺑ ﻜ ﻮ ﺷ ﺎ ن‬a.f.b.s. halka-begûş'un c.) : lıulağı İıalkalılaı., lıulağı İıüpeliler, mec. köleler. halka-bend ‫( ﺣ ﻠ ﻘ ﻪ ﺑ ﻐ ﺪ‬a.f.b.i.) : toplanıp çepeçevre oturma. halkau ‫( ًﺧ ﻠ ﻘ ﺎ‬a.zf.): yaradılışça,

hallâk-1

maânî,

hallâku'l-maânî

Iran

m a k la berâber, y a ra tıc ı başk a ü n lü şâirlerin d e sıfatıd ır.

hallâl ‫ﺣ ﻼل‬

(a.s.) : lialled en , çö zen , ç â re b u lan ,

hallâl-i müçkilât

: m ü şk ü lü

lialled en , zo r-

İlıkları yen en , çö ze n [k im se], ( b k z : ıık d egi'ışâ).

hallâlü'1-ukad :

b ü tü n

d ü ğ ü m le ri

:

çö zen ,

ıık d e -g ü şâ ).

mec.

C e ııâ b ılıa k .

hallâl ‫ﺧﻼل‬

hallâs ‫ﺧ ﻼ س‬

hallcaviyye ‫( ﺣﻠ ﻘ ﻮ ﻳ ﻪ‬a.i.): 1. bot. küpeçiçeğigüler, fr. oenothCracees. 2. zool. halkalılar, fr. anneiees.

hallât

halkıyyât ‫( ﺧﻠﻘﻴﺎ ت‬o.i.c.): folklor,

halledallah ‫ﺧ ﻠ ﺪ اﻟﻦ‬

halkıyye ‫( ﺣﻠﻘﻴﻪ‬a.İ'İ.): ebediyyen, sonsuz, hail ‫( ﺣ ﻞ‬a.i.) : 1, çözme, çözülme, karışık bir meselenin içinden çıkn٦a‫ ؛‬karar verip neticeye vai'ma. İıall-i mes'ele : meselenin lıalli, çözülmesi, hall-i müşkilât: zorlukların İıalli. 2. ei"itme. 3. talılil, analiz, *çözümleme, hail ii akd : ed. "İş bitirme" : bilmece şelıliııde düzenleyip açıklama, işlerin

:

şâ irle rin d en İsfah an 'ı) K e m â l'in lâkabı ol-

hallcavi ‫( ﺣ ﻠ ﻘ ﻮ ى‬a.s.): İıallıa şeklinde olan,

um fir:

(‫)ﺧﺎﻟﻖ‬,

y a ra tıc ı, y a ra ta n , v a re d e n .

hâl-kârî ‫ ر ى‬١‫( ﺣ ﺎ ﻟ ﻚ‬f.b.i.). (blcz : hall-kârî).

hail ii alıd-i neticelenmesi.

(a.s.) :

ta rik a tı.

m ü ş k ü lle r ‫ ؛‬yen en , (b k z

hâl'kâr ‫ ر‬1‫( ﺣ ﺎ ﻟ ﻚ‬f.b.i.). (bkz : hâll-kâr).

، ‫ﺣﻼ ﺟ ﻰ‬

1. h a lla ç lık la ilg ili o lan . 2 . H a llâ c -1 M a n s h r

göi'ülüp,

İıall ü fa sl: sona erdirıue, müspet bir neticeye bağlama, *açıklayarak bitirme.

(a.i.) : sirke y a p a n k im se, (a.s.) : ç o k tu tan , y a k a la y a n k im -

‫ﺧﻼط‬

(a.s.) :

o rta lığ ı

k a rıştıra lı,

m ü n â se b e tsiz, yei'siz sö zler sö yleyen , (a.n .cü .) : A lla li d â im ve

b â k i eylesin!

hailede ‫ﺧ ﻠ ﺪ‬

(a.fi.) : e b e d iy ye n , so n su z o la ra k

m u h a fa z a etsin , k o ru su n !

halli ‫ﺣ ﻠ ﻰ‬

(a.s.) : İıalle m en su p , taltlil ile olan,

talih i ile ilgili.

hâili ‫ﺣ ﺎ ﻟ ﻠ ﻰ‬

(a.s.) :

1.

k u v v e tli.

h alli,halliyye ‫ ﺧ ﺐ‬، ‫ﺧ ﻠ ﻰ‬ fr. acéteux, acétique. halliyyet ‫ﺧ ﻠ ﻴ ﺖ‬

(a.i.) :

2.

zen gin ,

(a.s.) : sirke ile ilg ili,

kim.

sirke asid in in

e sa n sla rd a n b iriy le k a rışm a sın d a n m ey d a na gelen t'iız,

hâll-kâr ‫ﺣﺎﻟﻜﺎر‬

fr. acétate, (f.b.i.) : gü zel y a z ılm ış bir y a zı-

yi v e y â s a n a tk â râ n e y a p ılm ış bir m in y a tii-

İıall ‫( ﺧﻞ‬a.i.) : sii'lce. Hâmız-1 İıall: Icim. sirke asidi.'

rü ç ev re le y en çiçek m o tifle rin d e n , b ilh assa,

hallâb ‫( ﺧ ﻼ ب‬a.s.): çok yalancı, çok hî.ekâr.

tezh ip , süslem e.

Iıallâc ‫( ﺣ ﻼ ج‬a.i.): pamuk, yatalı, yorgan atan ilimse. Hallâc-ı M ausur: 922 yılında asılmak sûretiyle öldü٠"ülen ve Divan Edebiyâtinda adına sili sili rastlahan ünlü söfî, adi Htiseyin'dii".

lıatâyî cin si k u lla n ılm a k sû retiyle )'apılaıı

hall-kârî ‫ﺣﺎﻟﻜﺎرى‬

(f.b.i.) :

1.

in ce tel İşlem e. 2 . g.

s. h alkâı. t a rz ın d a y a p ılm ış tezliip, s fişlem e; altın la sü slem e y a p m a sanatı.

İıalme ‫ﺣﻠﻤﻪ‬

(a.i.c. : İıalem ât) : m em e başı.

halme-i Sinâiyye : em zik , halt ‫ﺧﻠ ﻂ‬

(a.i.)

: ı.

k a rış tırm a , (b k z

: m eze). 367

halt-ı anâsır halt-ı anâsır : Unsuı-İarı, elemanları karıştırma. halt-ı kelâm : sözü, lâfı karıştırma, bozma. 2. fenâ, münâsebetsiz söz söyleme. 3. nazlanma. hâlta ‫( ﺧﺎﻟ ﻄ ﻪ‬a.i.): köpeklere takılan büyük İıalka. tasma. İıaltıyyât ‫( ﺧ ﻠ ﻌ ﻴ ﺎ ت‬o.i.c.): münâsebetsiz, yakışık almayan sözler. lıaltî ‫( ا ﺣﻠ ﻄ ﻰ‬a.s.): halta âit, lıaltla ilgili. halûlc ‫( ﺧ ﻠ ﻮ ق‬a.s.) : 1. iyi huylu , insâniyetli, ge‫ ؟‬im eilli olan. 2. erkek adi. hâlûk ‫( ﻫﺎ ﻟ ﻮ ك‬a.i.): 1. sıçan otu. 2. mercimek ocağı. halvet ‫( ﺧ ﻠ ﻮ ت‬a.i.): 1. yalnız, teıılıa kalma, tenilaya ‫ ؟‬ekilme, tenhalık. 2. tenlıa yer. 3. hamamın Sicak bölmesi. halvet-i fâside: huk. mukarenete mânî bir ?ey bulunduğu İıalde kari ve koca arasında vuku' bulan halvet. halvet-i hümâyûn sokakları: pâdişahlar halvet yapaı-keıı yolun iki tarafına ‫ ؟‬ekilen, gel'ilen yelken bezleri. halvet-i sahiha : huk. mukarenete mânî bir ?ey bulunmadığı halde İcarı lcoca aı'asında vulcu' bulan lıalvet. halvet-gâh, -geh ‫ ﺧ ﻠ ﻮ ﺗ ﻜ ﻪ‬، ‫ ﻧ ﻜ ﺎ ه‬- ‫( ﺧ ﻠ ﻮ‬a.f.b. i.): lıalvet yeri, gizli görüşülecek yer, yalnız başına 0tuı-up ibâdetle vakit geçirilen yei'. (blcz: halvet-sarây). İıalvet-güzîde, -güzîn ‫ ذ ﻛ ﺰ ﻳ ﻦ‬- ‫ ﺧ ﻠ ﻮ‬، ‫ﺑ ﺪ ه‬. ‫ﻧ ﻜ ﺰ‬- ‫ﺧﺎﻟ ﻮ‬ (a.f.b.s.) : lralveti, tenha bir yeri seçmiş olan ficimse). İıalvet-hâne ‫( ﺧ ﻠ ﻮ ﺗ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): dinlenme yeri; yalnız başına otuı-ulııp ibâdetle valcit ge‫ ؟‬i_ rilen yer. lıalveti ‫ذ ى‬-‫( ﺧﻠﻮ‬a.s.): 1. lıalvetle ilgili. 2. i. İbâdet ve törenlerini tenlıada yapan bir tarikat. 3. i. Halvetiye tarikatından olan lcimse. [rnüen. "halvetiyye" dil-]. Halvetiyye ‫( ﺧﻠ ﻮ ' ذ ه‬a.i.): tas. Şeyh Ebî Abdullalı Sirâcüttiıı ömeı. İbn-i E?-?eyh Ekmelüttin el-Ehci tarafından kurulan tarikat. halvet-nişin ‫( ﺧ ﻠ ﻮ ت ﺷ ﻦ‬a.f.b.s.) ‫ ؛‬halvette, yalnizliicta otııı-an. halvet-nişinî ‫( ﺧ ﻠ ﻮ ت ﻧ ﺜ ﺒ ﻰ‬a.f.b.i.) : İıalvetııi?inlilc. =

368

‫( ﺧﻠﻮ ﺳﺮا ى‬a.f.b.j.) : halvet yer‫؛‬, bir hükümdânn husûsî dâiresi, (bkz : halvetgâh, halvet-geh). h a m ‫ا‬٠‫( خ‬f.s.) : egri, bükülmüş. K a m e t - i h a m : eğri boy. E b r û - y i h a m : egri lca?. h a m - ı z i i l f : zülfün (sa‫ ؟‬lülesinin) kıvrımı, büklümü. h â m ‫( ﺧﺎم‬f.s.) : 1. pişmemi?) olmamış, ‫ ؟‬İğ. 2. İşlenmemi?, üzerinde ‫ ؟‬alışılmamış. 3. boş, nâfile, beyliûde. H a y â l-İ h â m , ü m î d - i h â m : bo? İıayal, bo? ümit. 4. terbiye, tecrübe göı'memiş, acemi [kimse), h a m â id ‫( ﺣ ﻤ ﺎ د‬a.i. hamîde'nin c.) : birinin medhe lâyık olan İşleri, h a m â il ‫( ﺣ ﻤ ﺎ ﺋ ﻞ‬a.i. himâle ve hamîle'nin c.) : 1. kılı‫ ؟‬bağı, kılıç kayışı. 2. nuslaa, muska, tılsım, [kelimenin ikinci mânâsı dilimizde miifret olarak kullanılmaktadır, "İıamâyil" ?eklinde yazılmamalıdır]. h a m â ih ‫ ا ش‬٠‫( ح‬a.s.) : arkuru, ‫ ؟‬apraz. h a m â im ‫( ﺣﻤﺎﺋﻢ‬a.i. hamâme'ııin c.) : güvercin1er. [“ lıaıuâyim” ?eklinde yazıhııamalıdır). h a m â k a t ‫( ﺣﻤﺎﻗ ﺖ‬a.i.) : ahmaklık, beyinsizlik. bönlük, (bkz : İıalâfet, humk, hütr). h a m â m ,h a m â m e ‫ ﺣﻤﺎﻣﻪ‬، ‫( ﺻﺎم‬a.i.c. :hamâim) : 1. güvercin, (bkz : lıâdir, kebUter). 2. kumh a le t- s a r â y

h a m â m iy e

‫ ا ي‬٠‫( ح‬a,.i.) :

z o o l.

güvercinler

fasilesi.

‫( ﻫﺎﻣﺎن‬a.h.i.) : Hz. Mûsâ zamânmdaki Misil- firaununun veziri, h a m â s e ‫( ﺣﻤﺎﺳﻪ‬a.i.) : ed . sava? kahramanlığım yansıtan ?‫ ؛؛‬٠'. h a m â s e t ‫( ﺣ ﻤ ﺎ ت‬a.i.) : 1. cesâret, kahranaanilk, yiğitlik. 2. kahramanca ?‫'!؛؛‬. h a m â s î ‫ س‬٠‫( ﺻﺎ‬a.i.) : 1. İıaıuâsetle ilgili. 2. Fransızca "épique" kelimesinin karşılığı, h a m â s iy y â t ‫ ت‬۶ ‫( ﻳ ﺎ‬a.i.c.) : kahramanlık destanları. h a m - b e - h a m (٠‫ا ﺑﺦ‬٠‫( خ‬f.zf.) : büklüm büklüm, kıvrım kıvrım, (bkz : ilam endei- ilam). İıa m d ٠‫( ﺣﻤﺪ‬a.i.) : Tann'ya olan şükran duygularını bildirme. h a m d e le ‫( ﺣﻤﺪﻟﻪ‬a.zf.) : "elhamdülillah" cümlesinin, Arapçada naht denilen kaideye göre mastai. liâline getil-ilip kısaltılması, h â m - d e s t ‫( ﺧﺎم د ﺳ ﺖ‬f.b.s.) : eli işe yatmayan, beceriksiz.

H âm ân

hâm‫؛‬٥ hâm e

‫ﺧﺎﻣﻪ‬

h â m ız

( f .i .) : k a le m ,

h â m e -i e d e b : e d e b iy a t k a le m i, h â m e -i e z e l : A lla h 'ın k a d e rle ri tesb it e ttiğ i

‫ﺣﺎﻣﺾ‬

( a .s .c .: h â m ız â t ) : 1 . ekçi ve sirk e

g ib i o la n , asit. 2 . k ek re . h â m ız - 1 a z o t : k im . n itrik asit, h â m ız - ı b e v l : k im . ü r ik asit.

k ale m . h â m e -i m û y , - m û y î, - m û y î ı ı : k il k alem ,

h â m ız - 1 f a h i m : k im . asit k a r b o n ik ,

h â m e -i ş e k e r - r îz : şek er sa ça n k alem ,

h â m ız - ı h a d id : k im . o k sit d o fer, d e m ir asi-

h â m e -i ş e k v â : ş ik â y e t k a le m i, şik â y et y a z a n h â m e v i i ş e m ş î r : k a le m v e k ılı‫ ؟‬, hâm e

‫ﻫﺎ ﻣ ﻪ‬

( a .i.) : b a şın ü st k ısm ı, tep esi, k afa-

tası.

h â m ız - ı h ıım m â s : k im . o k s a lik asit, h â m ız - ı k a r b o n : k im . asit k a r b o n ik , h â m ız - ı k i b r i t : k im . s ü lfü r ik ,

h â m e -cü n b â n

‫ﺧﺎ ﻣ ﻪ ﺟﺎ ن‬

( f.b .s .) : k a le m o y n a -

tan , y a z a r.

h â m ız - ı k i y a n i k : k im . s iy a n ik asit, h â m ız - ı k lo r - i m â ‫ ؛‬k i m . asit k lo r h id r ik .

‫ﺧ ﺎ ﻣ ﻪ دان‬

h âm e -d â n

( f.b .i.) : k a le m lik , k a le m

k u tu su .

h â m ız - ı n e m i : k i m . fo r m ik asit, h â m ız - ı p i k r i k : k im . asit p ik r ik , trin itro fe -

h â m e -g ü z â r

‫ﺧﺎﻣﻪ ﺳ ﻤﻨﺎ ر‬

( f.b .s .) : k a le m le y a z ıl-

m ış.

n o l. h â m ız - ı s a fs â f: k im . a s e til-s a lis il asit, asp i-

h â m e -k e ç

(f.b.i. v e s . ) : y a z a n ; y a z ıy ı

‫ﺧﺎ ﻣ ﻪ ﻛ ﺶ‬

ip tal ed e n , y a z ın ın ü stü n ü ‫ ؟‬izen . h a m e l ‫ ( ﺣ ﻤ ﻞ‬a .i.) : 1 . k u z u . 2 . a s tr. s e m â n ın k u ze y y a r ım k ü r e s in d e S e v r b tırctı ile Süı٠e y y â m a n z û m e s in in y a k ın la r ın d a b u lu n a n b ir b u r‫ ؟‬k i, G ü n e ş b u ra y a M a r tin d o k u z u n d a d â lıil OİU1., lâ t . L a c e r t a ; fr . B e lie r .

‫ﺣﻤﻼ ت‬

h a m e lâ t

(a.i. h a m le 'n in c . ) : a tılışla r,

a tılm a la r, s a ld ır ış la r , s a ld ır m a la r, h a m e le

di. h â m ız - ı h a il: k im . sirk e asid i, s a f a s e tik asit,

k ale m .

‫ﺣﻤﻠﻪ‬

(a.i. h â m il'in c . ) : ta ş ıy a n la r, k a l-

d ıra n la r , h â m il o la n la r, h a m e le - i A r ş : A rç'ı en se k ö k le r in d e ta ş ıy a n : Is râ fil, C e b r â il, M îk â il, A z r â il a d la r ın d a d ö rt b ü y ü k melelc. h a m e le - i h ü c c e t : y a z ı, k a y ıt m e le k le ri, h a m e le - i K u r 'â n : K u r'â n 'ı e z b e rle y ip h â ftz olanlai".

h am -e n d e r-h a m r

‫خ‬

b ü k lü m , k ıv r ım

‫ا ا د ر‬٠‫خ‬

k ıv r ım ,

( f.z f .) : b ü k lü m ( b k z : h a m -b e -

h am ).

‫ﺧ ﺎ ﻣ ﻪ ران‬

( f.b .s .) : " k a le m y ü r ü te n ” : ( f.a .b .s .) : 1 . k a b a sab a,

‫ﺧ ﺎ ﻣ ﻪ زن‬

( f.b .i.) : ü z e rin d e k a le m k e-

s ile c e k âlet, m akta'.

ham ham a

‫ﺣﺎ ﻣ ﻔﺎ ت‬

(a.i. h â m ız 'ın c . ) : 1 . ekçi v e

sirk e g ib i o la n şeyler, asitlei". h â m ız â t - ı g a y r - i u z v i y y e : k im . in o r g a n ik asitler. h â m ız â t - ı ş a h m iy y e : y a g asitle ri, h â m ız â t - ı u z v i y y e : k im .

o r g a n ik

asitler.

2 . k e k reler. h â n ı ız ı y y e t

‫ﺣﺎ ﻣ ﻐﻴ ﺖ‬

( a .i.) : 1 . e k ç ilik . 2 . k e k re -

lik . h â m ız î ‫ﺣ ﺎ ﻣ ﻐ ﻰ‬

( a .s .) : h a m ız la , asitle * ilg ili,

asitli. h â m î ‫ ( ﺣﺎ ﻣ ﻰ‬a .s .c .: h u m a t ) : 1 . h im â y e ed en , k o erk ek a d i. [m ü en . "h â m iy e " d ir]. h â m î ‫ ى‬٠‫ ( ﺧ ﺎ‬f .i .) : h a m lık , g e v ç e k lik . h a m id

‫ﺣ ﻤﻴ ﺪ‬

h a m id e :

(a.i. h a m d 'd e n ) : 1 . A lla h 'ın ad2 . ö v ü lm e y e ö v ü lm e y e

d eger. deger

E v sâ f-ı v a s ıfla r .

3 . A b d ü lh a m id 'd e n g e lm e e rk e k ad i.

‫ى ؛ ارواح‬

h a m h a la t [k im se ].

h a m -g e ç te

h â m ız ). h â m ız â t

la r m d a n d ır .

yazan. h âm -e rv âh h â m e-zen

İ lâ m ız a ‫ ه‬٠‫ ( ﺣ ﺎ ﻣ ﻪ‬a .s .) : [“ h â m ız ” ın m ü en .l. (b k z :

ru y a n , k o r u y u c u , sâ h ip ‫ ؟‬ik a n , gö zeten ; 2 . i.

h a m a le t ü '1- a r ç : (b k z : h a m e le -i arş),

h â m e -râ n

rin . h â m ız - ı t ı r t ı r : k im . t a r t a r ik asit.

‫ﺧﻢ ﻣﻤﺸﺘﻪ‬ ‫ﺧﻤ ﺨﻤﻪ‬

m e, h ım h ım l.ık .

h â m id

‫ﺧﺎﻣﺪ‬

( a .i.) : k o r u s ö n m e d iğ i h a ld e a le v i

sö n e n ateç. h â m id

‫ﺣﺎ ﻣ ﺪ‬

(a.s. h a m d 'd e n . c . : h â m id in ,

h â m id û n , h u m m â d ) : 1 . h a m d e d e n , ç ü k re -

(f.b .s .).(b k z : h am -şü d e).

d en . A b d - İ h â m i d : h a m d e d e n , ş ü k re d e n

( a .i.) : sö z ü g e n iz d e n sö yle-

k u l.

2 . i. e rk ek a d i.

[hz. M u h a m m e d 'in

lâ k a p la r ın d a n d ır j.

3، 9

hamide hamide ‫( ﺧﻤﻴﺪه‬f.s.): eğrilmiş, bükülmüş‫ ؛‬lcanbur. (blcz : hadeb, hadebe). ham ide-kam et: iki büklüm. hamidegi ‫( ﺧ ﻤ ﻴ ﺪ ﻛ ﻰ‬f.i.): eğrilik, büğrülük, lcanburluk. hâmidin ‫س‬٠‫( ﻣ ﺎ‬a.s. hâmid'in c.): hamdedenler. (bkz: hâmidûn). hâmidUn ‫دون‬٠ ‫( ﺣﺎه‬a.s. hâmid'in c.): hamdedenler. (blcz: hâmidin). hâmil ‫( ﺣﺎﻫﻞ‬a.s.c.: lıamele) : 1. yüklü. 2. gebe. 3. hâiz. 4. sâhip, mâlilc. 5. taşıyan, götül-en. 6. uhdesinde bir poliçe bulunan, hâmüetü’s-spor : bot. spol- taşıyan, hâmü-i bâr-ı g ir â ıı: ağlı- yülc yülclenen. hâıııil-i Kur'âıı: Kur'ân'ı ezbei-e bilen, lıâfız. hâmü-i m uştiyye: zool. *taı-alclılaı, fr. etenophores. hâmil-i ünbûbe: kim. tüplüle, fr. portetube. hâmil-i vahy : Cebrâil Aleyhisselâm. hâmil ‫( ﺧﺎﻫﻞ‬a.s.) : adi kötüye çıkmış olan kimhâmile ‫( ﺣ ﺎ ﻣ ﻠ ﻪ‬a.s.c.: İıavâmil): gebe [kadın], (bkz: âbisten). hamile â l f (a.i.c.: İıamâil). (blcz : hamâil). hâmileıı ‫( ﺳﺎ ﻫ ﻼ‬a.zf.): hâmil 0İaı-ak, lıâmil olduğu halde, taşıyarak. hamim ‫ ﺟ ﻢ‬٠‫( ح‬a.i.): 1. soy sop. 2. s. pelc Sicak, pelc icaynai- nesne. hamir, hamire ‫ ﺑﺮ ‘ ﺧ ﺼﻪ‬٠‫( خ‬a.i.): hamul-. hamir-i mâye : mayanın hamuru, ham îr-gâr ‫ر‬١‫( ﺧ ﺼ ﻚ‬a.f.b.i.): hamul- yoğurucu, lıamuı'cu. h a m i s - (a.s.): 1. beşinci. Yevmü'1-hamîs : İıaftanın beşinci günü, peı-şembe. 2. i. öncü, artçı ve diğeı- mei'kezlerden meydana gelen büyük ordu.

hâmiç ‫( ﻫﺎ ﻫ ﺶ‬a.i.): mektubun altına İlâve edilen yazı, (bkz : hâşiye). hamiyye ‫( اﺣﻤﻴﻪ‬a.i.): [“ hamiyyet” kelimesinin Arapça terkiplerde aldığı ?ekil], (bkz: hamiyyet). hamiyyet (a.i.): 1. millî onul- ve lıaysiyet. 2 ٠kadın adi. [kelime, bil- aralık taassup (fanatisme) karşılığı olarak ileri sürülmüşse de tutunamamıştır]. hamiyyet-i câhiliyye : hakikate kaı-?ı harcanan emek. hamiyyet-kâr ‫ز‬(a.f.b.s.): hamiyetli, milli onul- ve haysiyet sâhibi. (bkz: hamiyyet-mend). hamiyyet-mend (a.f.b.s.c.: hamiyyetmendân): hamiyetli, (bkz : hamiyyet-kâr). hamiyyet-mendân ‫اف‬(a.f.b.s. hamiyyetmend'in c .): hamiyetlileı.. hamiyyet-mend-âne ‫( ﺣ ﻤ ﺒ ﺴ ﺪا ﻓ ﻪ‬a.f.b.zf.): hamiyetli olana yakışacak sûrette, hamiyetlicesine. hamiyyet-mendi ‫ ى‬٠‫ﺣ ﺒ ﺊ‬ lilik.

hamka ‫ “( ب‬ka” uzun okunur, a.s.): ahmak, budala [kadın], [“ahmalc” in müen.J. hami ۶ (a.i.): 1. ana karnındaki ‫ ؟‬ocuk. 2. gebe olma, gebelik. Müddet-İ h a m i: gebelik zamânı. Vaz'-ı h a m i: ‫ ؟‬ocuk doğul-ma. 3. isnat, atf. 4. yük. 5. yüklenme, haml-i k â z ib : hek. İcadının gebe imi? gibi karninin şişmesi. hamlâc ‫ ج‬٠‫ ا ل‬٠‫( ح‬a.i.) : 1. lcuyumcu körüğü. 2. kim. bil- alevi üfleyip bir ?ey üzerine ‫ ؟‬evirmek İ‫ ؟‬in lcullamlan ince mâden boru, *üfle‫ ؟‬. hamle ‫( اﺣﻤﻠﻪ‬a.i.c. hamelât): atılış, atılma, saldiri?, saldıı-ma. (bkz ‫ ؛‬savlet),

hâmis ‫( ﺧﺎﻫﺲ‬a.s.): beşinci, dördüncüden son1-a gelen sayı, (bkz : hamîs).

hamli, hamliyye ،*yüklemli, fr. prCdicatif.

hâmise ‫—ه‬٠‫( ﺧﺎس‬a.i.): 1. beşinci 1-ütbe, sivil memurların ille rütbeleri. 2. “hâmis” kelimesinin müennesi.

hamm ‫م‬

hâmise-i Süleymâniyye İstanbul'daki Süleymâniye medresesini oluşturan medreselerdenbiri. hâmisen ‫( ﺧ ﺎ ﻫ ﺎ‬a.zf.) : beşinci olarak, beşincisi. 370

(a.f.b.i.): lıamiyet-

(a.s.): mant.

(a.i.): şiddetli haı-âret.

hammadde ‫( س ﻣﺎده‬f.a.b.i.): *genellikle maddeleı-iıı tabîî olarak işlenmemi?, üzerinde bir değişiklik yapılmamı? durumu, hammâl ‫ ا ل‬٠‫( ح‬a.i. haml'den): 1. para karşılığında, arkasıyla, eliyle yük taşıyan' adam, hamal. 2. s. mec. icaba ve tei'biyesiz. ["hami" Arap‫ ؟‬ada “yülc" mânâsına gelir].

hamyâze *

( a .f.z f.) : lıa m a la y a k ış a -

‫ﺣ ﻤﺎ ﻻﻧ ﻪ‬

h a m s e - i m iit e h a y y ir e : a s tr. M e rih , Z ü lıre , U ta rit, M ü şte ri ve Z ü h a l'd e n o lu şa n y ıld ız

c a k sûı'ette, lıa ıııa lc a s ın a .

hammâliyye ‫ ( ﺣ ﻤ ﺎ ﻟﻴﻪ‬a .i.) : İıa m a l üci'eti. hammâm ‫( ﺣ ﻤ ﺎ م‬a.i.) : İıa m a m , lıa ııy o . hammâm-1 harr : s ıc a k lık d erecesi 37+

k ü m esi. h a m s e - n ü v îs ‫ﺧ ﻤ ﺴ ﻪ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲ‬ - 25‫؛‬

ye k a d a r o lan Iram am .

hammâm-1 mari: kim. m a ri b a n y o su , fr. bain-marie. lıammâm-ı mu'tedil: s ıc a k lık dei'ecesi + ı8 +25 e k a d a r o lan h a m a m .

( f.b .i.) : h a m sec i,

İıam se y a z a n , m e sn e v i ‫ ؟‬e k liy le b e ‫ ؟‬k itap tan İbâret b ir ta k ım y a z a n k im se , h a m s in ‫ﺲ‬

(a.s.) : 1. elli; k ır k d o k u z d a n

‫ﺧ‬

so n ra gelen sa y ı. 2. i. " e rb a in ” d en ilen kaı'a k ışta n so n ı'a gelen elli g ü n lü k k i‫ ؟‬, h a m s û n ‫( ﺧ ﻤ ﺴ ﻮ ن‬a.s.) : elli sa y ısı, (b k z : İıa m sîn , m er, p eııcâh ).

hammâm-1 tennûrî-i râtıb :

s ıc a k lık deı٠e-

h a m - ‫ ؟‬ü d e ١ h a m - g e ‫ ؟‬te t

i

‫ﺧﻢ‬

،

‫ﺷ ﺪ ه‬

‫ﺧ ﻢ‬

cesi + 4 0 - 45‫ ؛‬o lan ve su b u h a rıy la ısıtıla n

( f.b .s .) : e ğ ı'ilm i‫ ؟‬, b ü k ü lm ü ş . K a n ıe t- İ h a m -

lıa m a ııı.

‫ ؟‬iid e : e ğ r ilm iş boy. K â k ü l - i h a m - g e ‫ ؟‬te :

hammâm-1 tennûrî-i yâbis.:

s ıc a k lık d ere-

cesi 55‫ ؛‬37 - ‫ ؛‬e k a d a r o lan Iram am .

hammâm-‫ ؟‬e ‫ﺣ ﻤ ﺎ ﻣ ﺠ ﻪ‬ hammâmi ‫ﺣ ﻤ ﺎ ﻣ ﻰ‬

(a .f.b .i.) : k ü ç ü k İıa m a m . ( a .i.) : lıa m a n ıc ı; İıa m a m

‫ﺣ ﻤﺎ ﺑ ﻪ‬

(a.i.) ‫؛‬

ed.

D iv a n

E d e b iy â tm d a g ii'i‫ ؟‬lcısnıı lıa m a ııı eğlen cesi ta sv ii'in e ta lisîs o lu n a n icaside ve sâil'e. [Şâir N e d im 'in h a m m â m iy e s i m eşh u rd u r],

hamınâm-nâme

‫ ( ﺣ ﻤ ﺎ ﻣ ﻐ ﺎ ﻣ ﻪ‬a . f b .i .) :

ed.

veyâ

hammâr:

‫ ؟‬aı'ap çı, m e y lıâ ııe c i.

‫ ؟‬a ra p h â ııe . 2.

Hâne-i

tas. mec.

m ü rşit,

k ıla v u z .

hâmme ‫ﻫ ﺎ ﻣ ﻪ‬

(a.i. c . : lıev â m n ı) :

1. b in e k

‫ﺧ ﻤ ﺮ‬

(a.i.)': şarap , (blcz : b âd e, h ab û k ,

n ıızı, k ız ıl.

: h a m id lü k , ta h a m m ü llü -

kil'.

El-hanırâ':

d a, çö ld e d o la şa n . h a m u ‫( ﺧ ﻤ ﺶ ؟‬f.s.). (b k z : lıa m û ş ,h â m u ş ). h a m û ş ‫( ﺧ ﻤ ﻮ ش‬f.s.) : " h â m ü ‫" ؟‬u n h a fifle tilm iş i. hâm uş ‫ﺧ ﺎ ﻣ ﺶ‬

('f.s.). ( b k z : h a m il‫ ؟‬, h a m u ‫ ؟‬,

k u lla n d ığ ı k e lim elerd e n d ir], hâm û‫ﺧﺎ ﻣ ﻮ ش ؟‬

( a .s .) : (d alla, en, p ek, çok) k ir-

‫ﺣ ﻤ ﺮا ء‬

(a.i.)

lıâ m û ş). [M e v lâ ııâ 'n ın “ D îv â n -1 K e b i r i n d e

İıan d ei'îs, 1'alıîk , salıb â).

hami'â'

‫ﺣﻤﻮ ﻟ ﻰ‬

lü k , s a b ıılılık , d a y a n ık lılık ,

( b k z : h â m il‫) ؟‬. liay-

v a ııı. 2. zaı-arlı h aşerat, b ö cek .

İıamr

h a m û lî

h â m û ıı- n e v r e d ‫( ﻫ ﺎ ﻣ ﻮ ن ﻧ ﻮ ر د‬f.b.s.) : k ır d a , o v a-

‫( ﺧ ﻤ ﺎ ر‬a.i. h a m id e n ) : 1. ş a ra p y a p a n

satan ,

h a m ille ‫( ﺣ ﻤ ﻮ ﻟ ﻪ‬a.i.) : 1 . y ü k . 2 . g em i y ü k ü ,

h â m û n ‫ ( ﻫﺎ ﻣ ﻮ ن‬f .i .) : b ü y ü k s a lır â , d ü z o v a , b oz(blcz :

İıa m m â n ıiy y e ).

hammâr

bıı'lı, d a y a n ık lı [k im se], h a m û l- â ııe ‫ ( ﺣ ﻤ ﻮ ﻻ ﻧ ﻪ‬a .f.z f.) : ta lıa m m ü llü o la n a y a k ış a c a k sûı'ette.

İdâre eden [ad am v e y â İcadın],

hammâmiyye

b ü k ü lm ü ş k â h k ü l. h a m û l ‫( ﺣ ﻤ ﻮ ل‬a.s. h a m i d e n ) : ta h a m m ü llü , sa-

is p a n y a 'd a G ıi'iıa ta

( f .s .c ,: h â m iışâ n ) : 1. su sm u ş,

sessiz, ( b k z : sâ k it, sâın it). 2. M e v lâ n â 'n ın bâzı

ga z e lle l'in d e

k u lla n d ığ ı

n ıa h lâ sı.

ş e h rin d e , A ı'a p la i'd a ıı lcalm a m e şh u r saı'ay.

[D iv â n -ı

["a lın ıe ı'” in ıııü en.].

h a m il‫ ؟‬, h a m u ‫ ” ؟‬şe k ille rin i k u lla n m ış tır],

lıamrî ‫( ﺧ ﻤ ﺮ ى‬a.s.) hamriyye ‫ﺧ ﻤ ﺮ ﻳ ﻪ‬

: ‫ ؟‬ara b a âit, ‫ ؟‬a ra p la ilg ili, ( a .i.) : ed . şarab ı öven lcaside

hams, lıamse ‫ﺧ ﻤ ﺴ ﻪ‬ so ııi'a gelen sayı. ‫ﺧ ﻤ ﺴ ﻪ‬

، ‫ ( ﺧ ﻤ ﺲ‬a .s .) : beş; döi'tteıı

Bilâd-1 hamse :

b e ‫ ؟ ؟‬e llili

( a .i.) : ed . n ıe sııe v î ‫ ؟‬elcliyle y a-

z ılm ı‫ ؟‬b e ş kitap'tan ibâı'et b ir ta k ın ı. [îl'an e d e b iy â tm d a

" lıâ m û ş ,

lıâ m u ş,

h â m û ş â n ‫( ﺧﺎ ﻣ ﻮ ﺷﺎ ن‬f.s. h âm iış'u n c.) : sessizlei', s u sm u şla r. V â d î- i h â m iış â n (sıısm ıışlai'in , se ssiz lerin yeri) : k a b rista n .

ve sâil'e.

hamse

K e b i r 'in d e :

"H a n ٦ se-İ

N iz â m î” ,

T ü rk

e d e b iy â tm d a “ H aınıse-i A t â y î” m eşh u rd u r],

hamse-i âl-i abâ :

(b k z : â l-i abâ).

h a m û ‫ ؟‬-â n e ‫ ( ﺧ ﻤ ﻮ ﺷﺎ ﻧ ﻪ‬f.z f .) : sessizc e, se ssiz liğ i aııdıi'11', ‫ ؟‬ek ild e. .h â m û ‫ ؟‬î

‫ﺷ ﻰ‬

‫ ( ﺧﺎ ﻣ ﻮ‬f .i .) : se ssiz lik , su sm a, (b k z :

sam t, sü k û n e t, sü kû t). h â m ü ‫( ﺧ ﺎ ﻣ ﺶ ؟‬f.s.) : [lıâ m û ‫ ” ؟‬u n h a fifle t ilin ‫] ؛ ؟ ؛‬, (b k z : lıâ m û ‫) ؟‬. h a m y â z e ‫( ﺧ ﺒ ﺎ ز ه‬f.i.) : 1. esn em e, esnek.

371

h.myâze-i gayr-‫؛‬ hamyâze-i gayr-i İhtiyârî: ferkında olmadan esneme. hamyâze-i resen: ipin, halatın esnemesi. 2. fenâ, kötü hareket. hamyâze-bahş ‫( ﺣﻤﻴﺎزه ﻳﺨﺶ‬f.b.s.): esneme getiren, gevşeklik veren. haınyâze-keş ‫( ﺧﻤﻴﺎزه ﻛ ﺶ‬f.b.s.): esneyen, insanın rûhunu sikan, hamz ‫( ﺣﻤﺾ‬a.i.) : ekşilik, kekrelik. Hamza ‫( ﺣ ﻤ ﺰ ه‬a.h.i.): Abdülmuttalib'in oğlu ve Hz. Muhammed'in amcasıdu". önce Hâşimilerin, doğmakta olan İslâm dinine karşı gösterdikleri düşmanlığa İştirâk etmiş, fakat sonra Ebû Cehl'in, muhâsamada ileriye gitmiş olmasına hiddetle ilk vahiy gelişinin ikinci, yâhut altıncı senesi Peygamberimize îmân ve iltihak etmiştir; fJhud Gazâsi'nda şehit olmuştur. Hamza-nâme ‫( ﺣ ﻤ ﺰ ه ﻧ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): İslâm lcahramanlarından Hz. Hamza'nın yaptığı adi edilen İşlere dâiı' yazılan destâni kitabin adi. Hamzaviyye‫( ﺣﻤﺰوﻳﻪ‬a.h.i.) : tas.HacıBayrâm-1 Veli tarafından kurulan Bayrâmiyye tarikatı şubelerinden biı'i. [lcurucusu: Bosna'lı Hamza Bali'dii']. hân (f.i.c.: lıânân): hükümdar, hâkân. hân ‫( ﺧ ﺎ ن‬f.i.c.: hânât): 1. han, kervansaray, otel. 2. dükkân, meyhâııe. hân-ı sebîl: falcir yolcuların barındıkları han. hân ‫( ﺧﻮان‬f.i.): 1. yemelc sofrası; üstüne yemek konulan tepsi, sini. 2. ahçı dükkânı. 3. yemek. (bkz: taam). hân-ıyağmâ : ı) tabiatın İbzâl ettiği nimetler; 2) fakirlere, yoksullara dağıtılan yemek; 3) Tevfik Fikret'in meşhur şiiri. -hân ‫ ﺧ ﻮ ا ن‬- (f.s.): okuyan, okuyucu, çağıran. Duâ-hân : duâ eden. Ebced-hân: ebced olcuyan. Gazel-hân : gazel okuyan. Mevlidhân : mevlit olcuyan. Salâ-hân : salâ veren, salâ çağıran, [“hânden” mastarından], hanâbile ‫( ﺣﻐﺎ؛ﻟﻪ‬a.i. İıanbelî'nin c .): lıanbeliler, imam Ahmed b. Hanbeli'nin mezhebinden olan kimseler. hanâcır ‫( ﺣﻨﺎﺟﺮ‬a.i. hancere'nin c.) : hançereler, gırtlaklar. hanâdık ‫ ىد ق‬٠(a.i. handek'in c.): ilendekler.

lıanâdır ‫( ﺣ ﻨ ﺎ د ر‬a.s.) :görme kuvveti ‫ ؟‬ok olan. hanâfis ‫( ﺧﻨﺎﻓﺲ‬a.i. hunfesâ'mn c.): bok böcekleri, mayıs böcekleri. hanak ‫( ﺣ ﻨ ﻖ‬a.i.c.: hınâk): darılma, kızma, hiddetlenme. hanân ‫( ﺣ ﻨ ﺎ ن‬a.i.): yürek yufkalığı, acıma, merlıamet. hânân ‫( ^ﻻف‬f.i. hân'ın c.) : hükümdarlar, hanlal'. hânât ‫( ﺧ ﺎ ﻧ ﺎ ت‬a.i. hân'ın c.) : dükkânlar, meyliâneler. hanâzıl ‫( ﺣﻨﺎ ﻇ ﻞ‬a.i. lıanzal, İıaıızale'nin c.): ebûcehil karpuzları. hanâzir ‫( ﺧﻨﺎزﻳﺮ‬a.i. lıınzîr'in c .): domuzlar. Hanbeli ‫( ﺣ ﻐﺒﻠ ﻰ‬a.i.) : Alamed ibni Hanbel'in kurduğu mezilep ve bu mezhepten olan lcimse. hân-bere ‫( ﺧﺎ ف ﺑ ﺮ ه‬f.b.i.) : hamel burcu, ko‫؟‬ bui'cu. hancer ‫( ﺧ ﺠ ﻢ‬a.i.) : ucu sivri, iki yani keskin bıçak, hançer. hancer-i ebrû: kaşların hançeri, hançere benzeyen kaşlar. hancer-i felek, hancer-i subh, hancer-i zer, hancer-i sim : güneş ışığı. hancer-i müjgân: kirpikler hançeri, hançere benzeyen kirpikler. hancere ‫( ﺣﻨﺠﺮه‬a.i.c.: haııâcır): hançere, gırtlak. hanceri, hanceriyye ٧ .‫ ﺣﺬﺟﺮ‬، ‫ﺗﻤﻂ‬(a. s.): 1. hançer şeklinde olan. i . hançerle ilgili. 3. gırtlağa âit. Hurûf-İ hançeriyye : gr. gırtlaktan çıkarılan hai-fler: [“e; ha; hi; ayn; gayn; lıe” ]. hanceriyyii'l-lihye : ince, uzun sakallı [kimse]. hânçe ‫( ﻟﺠﻮاﻧﺠﻪ‬f.i.): küçük tepsi. hânçe-i zer (küçük altın tepsi): Güneş. hançeriyye ‫( ﺣﺘﺠﺮﻳﻪ‬a.i.): bot. lâtinçiçegigiller, fr. tropColacCes. hand-â-hand ‫( ﺧﻐﺪا خ— د‬f.b.i.): 1. sürekli, devanılı gülme. 2. s. sürekli, devamlı gülen. handân ‫( ﺧﻨﺪان‬f.s.): 1. gülen, gülücü, güler; sevinçli. 2. kadın adi. handân handân: giile güle, gülerek, (bkz: l٦ande-künân).

hâne-ber-dûş handân-rû[y] [‫( ﺧﺪا ن رو ] ى‬f.b.s.): güleı- yüzlü, güleç, (bkz: beşûş).

hande-niimâ ‫( ﺧ ﻔ ﺪ ه ﻧ ﻤ ﺎ‬f.b.s.): gülen, (bkz : hande-zen).

hande ‫( ﺧﻔﺪه‬f.i.) : 1. gülme, gülüş.

handeris ‫( ﺧﺪ ر ص‬a.i.): şarap, yıllanmış şarap. (bkz : bâde, 1'ahîlc, sahbâ).

hande-i âftâb (Güııeşiıı gülmesi): Güneşin dogması. hande-i câm : icadeliin İçine İçki lconuldugu zaman meydana gelen sis, buğu; İçki dolu lcadehin parlaklığı, icadeliin (insana) gü,linesi. hande-i dirine : eslci gülüş. hande-i g iil: gülün açması. hande-i istih faf: alaylı gülüş, lıafifseyeı.ek gülümseme. hande-i zemin : yei'in, toprağın yeşillenmesi, yeşermesi. 2. Sedat Simâvî tarafından İstanbul'da yayımlanmış edebi, siyâsî bir mizalı gazetesi. haııde-bahşâ ‫( ﺧ ﻔ ﺪ ه ﺑ ﺨ ﺜ ﺎ‬f.b.s.): güldüi'ücü. (bkz: haııde-fermâ, İıande-fezâ). haııde-bâr ‫( ﺧ ﺪ ه ﺑ ﺎ ر‬f.b.s.): güldül-ücü. (bkz : lıande-balışâ', haııde-fermâ, lıaııde-fezâ, mudilde). haııde-fermâ ‫( ﺧ ﺪ ه ﻓ ﺮ ﻣ ﺎ‬f.b.s.): güldül-ücü. (bkz : haııde-bahşâ, İıande-bâr, İıande-fezâ, mudilde).

hande-riz Jij ‫( ﺧ ﺪ ه‬f.b.s.) : gülüp duran, hande-rûy ‫( ﺧ ﺪ ه روى‬f.b.s.) : güler yüzlü, hande-zâd ‫( ﺧ ﺌ ﺪ ه زاد‬f.b.s.) : gülümsemeden meytfana gelen şey. 2. sevinçle güldüren, gülümseten. hande-zen ‫ﺧ ﺪ ه زن‬ hande-ııümâ).

(f.b.s.) : gülen, (bkz:

handistân ‫( ﺧ ﺪ ﺳ ﺘ ﺎ ن‬f,j.): 1. maskara ve soytarıların derneği. 2. lâtîfe, şaka. hâne ‫( ﺧﺎﻧﻪ‬f.i.): 1. ev. (bkz : beyt, dâr, mesken), hâne-i âfet-rîz: "belâ döken) saçan ev" : mec. [bu] dünyâ. hâne-i a v ârız: avârız ve bedel-‫ ؛‬nüzül ve emsâli tekâlifin tevzii İçin tutulan esas (mikyas). hâne-i âyine : her yani ayna olan oda, salon veyâ köşk. hâne-i b â d : astr. on iki burçtan biı٠i olan cevzâ, mizan buı'cu. hâne-i bâriyân : pâdişâhın şikâı. halici denilen avcılarından bil- sınıfın barındığı yel-,

haııde-feşân ‫( ﺧ ﺪ ه ﻓ ﺸ ﺎ ن‬f.b.s.): gülnıeleı-, giilümseıııeleı- saçan.

hâne-i dil (gönfıl evi): mec. İcâbe.

hande-fezâ ‫( ﺧ ﺪ ه ﻓﺰا‬f.b.s.): güldül-ücü. (bkz : hande-balışâ, hande-feı-mâ, mudhik).

hâne-i g ü l: (bu) dünyâ,

handehariş ‫( ﺧ ﺪ ه ﺧ ﺮ ﻳ ﺶ‬f.b.s.): birisine, alay yollu gülme.

hâne-i zerin : 1) Güneş; 2) yıldızlaı-3 ‫ )؛‬selcizinci gök kati.

h a n d e k ^ (a.i.c.: lıanâdık): 1. kale etıâfına açılan uzun çukur, hendek. 2. birçok ölünün gömülmesi İÇİ11 açılan büyüle, geniş çukur.

hâne-i zünbûr: arı kovam. 2. bir şeyin bölündüğü, ayrıldığı kısımlardan herbiri. 3. mat. basamalc. 4 ٠ lıayâlî me'vâ. 5. müz. Tüi"k müziğinde bil- müzilc parçasının teşkil edilmiş olduğu lâlınî toplululclaı-a veı-ileıı bir ad. 6. halle şâirlerinin beyte verdikleri ad.

Handelc Gazvesi: Hz. Mulıammed'in, Hicret'in beşinci senesinde Medine'de, şehrin etrâfına sui- kazdırarak yaptığı savaş, hande-kâr ‫( ﺧ ﺪ ه ﻛﺎر‬f.b.s.): gülen, gülücü. hande-künân ‫( ﺧ ﺪ ه ﻛ ﺸ ﺎ ن‬f.zf.): gülerek, güle güle, (bkz : lıaııdân İıandân). hande-meşhûn ‫( ﺧ ﺪ ه ﻣﺜ ﺤ ﻮ ن‬f.b.s.): çok gülen, hep gülen. hande-mıı'tâd ‫ ﻣﻌﺘﺎد‬٠‫( ﺧ ﺪ‬f.a.b.s.): lıeı- zaman gülme îtiyâdıııda olan, hânden ‫( ﺧﻮاد ن‬f.fi.). (bkz : bkz : kırâat).

hâne-i ferda: âhiret. hâne-i zer : ı) Güneş2 ‫ )؛‬döl-düncü gök.

hâne ‫ﺧ ﺎ ﻧ ﻪ‬ hânûfe).

(a.i.c.: hânât): meyhâne. (blez:

haneb ‫( ﺧ ﺐ‬a.i.): atin arka ayaklarının ortaSinda bulunan dirsele gibi dışarı çıkık kısmi. hâne-bâz ‫( ﻟﺠﺎﻧﻪ ﺑﺎز‬f.b.s.): batasıya oynayan kumarbaz. hâne-ber-dûş ‫ دوش‬r ١۶^ ‫( ؛‬f.b.s.): “evi omuzunda” : yersiz yurtsuz, serseri.

373

hâne-beî-endâz

hâııe-ber-endâz ‫ ر ا دا ز‬٠‫( ﺧﺎﻻ‬f.b.s.) : ev yılcıcı. hâne-ber-endâz-âne ‫ ا دا زا ﻷ‬J j . ‫( ﺧﺎﻧﻪ‬f.b. zf.) : lıâne, ev yıkıcıya yakışacak sfırette. hâne-ber-endâzî ‫ ر ا د ا ز ى‬٠‫( ﺧﺎى‬f.b.i.): ev yilcıcılılc. Jıânedân ‫( ﺧﺎ ﻧ ﺪا ف‬f.i.): kökten asil ve büyük âile, ocalc, fr. dynastie. hânedân-ı Â1-İ Osnıân, hânedân-1 Osmânî: Osıınanlı lıâııedaını. hânedân-ı Niibiivvet: Hz. Mulıamıııed'in âilesi. hâne-dâı. ‫ دار‬٠ ‫( ﺧﺎف‬f.ln.i.) : 1. âile ı'eisi. 2. velcilbar‫ ؟‬. İ ı a n e f - (a.i.) : doğruluk, İstilcaıııet. hanefi er ٥> (a.s. ve i. c. : lıanefiyyûıı) : 1. Înıâını-I Âzaını Ebû Hanife'ıniıı ıııezlıeininden olan. 2. Inu mezhep ve lau nnezlneple ilgili. Hanefiyye (a.ln.i.) : tas. Sofiyenin büyük!erinden Eİnü'l-Hasan Ali eş-Şâzelî tarafından lcııı'ulan Şâzelî tarikatı şaibelerinden birinin acil. [Şeylı Şenısüddîıı Mulıanııııed inin Hüseyn el-EIaııefî tarafından lcurulduğu İ‫ ؟‬İ11 Inu adi almıştır]. lnanefiyyûn ‫( د و ن‬a.i. lıaııefi'niıı c.) : lnanefi nnezlnelninden olaıılaı'. hâne-fiirûş ‫( ;ى ﻧ ﻂ ﻓﺮوش‬f.ln.i.) : ev tellâlı, ev lcomisyoncusu. lnâne-gâlı ‫( ﺧﺎﻧﻪ ﻛﺎه‬f.ln.i.). (inlcz : lıân-gâlı). lıâne-gî ‫( ﺧﺎ د ى‬f.s.) : lıâııede, evde bulunanlardan, evdelci. hâne-gîr ‫ر‬ [lcinnse].

‫( ﺧﺎﻧﻪ‬f.ln.s.) : bir yeri melcân sayan

lıâne-harâb ‫ ب‬٠‫( ﺧﺎﻧﻪ ﺧﺮا‬f.a.b.s.) : 1. evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış, lıâli perişan olıııuş [lcinnse]. 2. câlıil. hâne-hudâ ‫ا‬٠‫( ﺧﺎذه ﺧ ﻞ‬f.ln.i.): ev sâlnilni. (inlcz : rabbü'1-beyt). hâne-hudâyî ‫ﺑﻰ‬.‫( ﺧﺎﻧﻪ ﺧﺪا‬f.b.i.) : ev sâllijnliği. hanek ‫د‬ (a.i.) : anat. dannalc, ağız tavam. hâne-kah ‫"( ﺧﺎﻧﻪ ﻗﺎه‬lca" uzun olcunui'. f.ln.i.) : ev. (blcz : lıâne). hâne-keş J j ‫( ^ ﻧ ﻪ‬f.b.i.) : avârız ve bedel-i ııüzfıl gilni İnâne îtilnâl'ıyle taı'ln ve tevzi olunan tekâlife tâlnî olan. hanekî ‫( ﺣ ﻚ — ى‬a.s.) : anat. damakla ilgili, *damalcsal. 374

hanekî sâm it: gr. damak sessizi, h â n e - k i iş ^ ‫( ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.s.): sefih, mirasyedi, hâilende ‫( ﺧﻮاذده‬f.i.c.: hânendegâıı): şarkıcı, şarkı söyleyeli, (bkz : lıînâ-geı', huııyâ-ger). hâîiende-gân ‫( ﺧﻮاذد؛ةان‬f.b.i. lılııeııde'lliıı c.): şarkıcılar, şarkı söyleyenler. hânendegi ‫( ﺧ ﻮ ' ﻻ د ﻛ ﻰ‬f.i.) : hâııeııdelik, şarkı söyleyicilik. lıâne-niçîn ‫ض‬ ne bağlı.

، üü; (f.lı.s.) : evde otiii.an, evi-

lıâne-perdâz ‫ ر د ا ز‬. ‫( ﺧ ﺎ ﻓ ﻪ‬f.b.s.) : ev yapan, ev yapıcı. h â ııe -p e r v e r

‫ﺧﺎ ن رور‬

(f.lı.s.) : e v d e b ü y ü m ü ş ,

d ü n y â g ö ı'ın e ıııiş [ k im s e ] , h â n e -p e rv e rd

‫ ﺋ ﺪ‬. ‫ﺧﺎﻓ ﻪ‬

( f.b .s .) : ev d e b ü yü -

ıııü ş , d ü n y â g ö r n ıe m iş , e v d e y e t iş m iş . h â ı ı e - p e r v e r î ‫رورى‬. ، bb; (f.lı.i.) : h â n e p e r v e r lik , e v d e b ü y ü m ü ş o lıııa .

hâne~siyâh ٥^ ‫( ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.s.) : evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış, lıâli perişan olnııış [killise], hâııe-sûz ‫ ر ز‬،‫( ;ىن‬f.b.s.) : "ev yakıcı" : mec. âilesiııi düşüıımeyeıı, gözü dışarda olan kimse. haneşiyye hidiens.

(a.i.): zool. yılaıılaı-, fr. op-

hâııe-zâd ‫( ﺧ ﺎ ﻧ ﻪ زاد‬f.b.s.): efendisinin evinde doğmuş olan köle veyâ câriye çocuğu, hân-gâh ‫( ﺧ ﺎ ﻧ ﺜ ﺎ ه‬f.ln.i.) : dervişlerim evi, tekke, (bkz: lıân-kâlı). h ân ık^ ^ (a.s.lıun k'dan ):b o ğaıı,b o ğu cu. hânıkü'1-kelb (köpek boğaıı): bot. ‫ ؟‬İğdem, hânıkü'n-nenıir, hânıkü'z-zeneb : bot. kurt boğaıı denilen bir nebat, (*bitki), hâni' ‫( ﺧﺎذع‬a.i.) : kocasından boşanmış İcadın veyâ İcai'isını boşamış lcoca. hanif ‫ ل‬- ■■■> (a.s. c. : hunefâ) : İslâm dilline sııınsılcı bağlı Inulunan lcinnse. hânif

(a.s.) : 1. küskün, daı-gııı. 2. gurur-

1 ‫اا‬.

hanin (a.i.) : 1. şevk, arzu, iştiyak, istelc. 2. şiddetli aı'zudaın doğan feı-yâd, inilti, hanin-i hâzin : acildi sızlanma, hanis ‫ب‬ (a.s.): yemini bozup altından ‫ ؟‬ıknnayan adana. İnânis ‫( ﺣ ﺎ ﻓ ﺚ‬a.s.) : ettiği yemini yei'iııe getirnıeyeıı. [olmalc mastarıyla kullaınılıı'].

harâhir

hânîye ‫( ر ب‬a.i.) : şarap, (bkz : bade, habûk, hamr, mey, rahik, salıbâ). hank ‫( ص‬a.i.) : boğazını sıkıp boğma, boğazı sıkılıp boğulma, (bkz : iİmâle). hân-kalı ‫ “( ﺧ ﺎ ﻧ ﻘ ﺎ ه‬ka” uzun oleıınııı-. a.i.c.: lıavânık): teleke, (bkz : deı'gâlı, zâviye, açı). hân-kah-1 m evlevi: mevlevi tekkesi, lıaıılean ‫( ﺧﻘﺄ‬a.zf.) : boğıııale sûretiyle. hânmân ‫( ﺧﺎ ﻧ ﻤ ﺎ ن‬f.i.): ev bark, ocale. lıânmâıı-beı٠-endâz ‫( ﺧ ﺎ ﻧ ﻤ ﺎ ف ﺑﺮ ا ﻧ ﺪ ا ز‬f.b.s.) :

hânünıan, ev bark, ocale mahvedici, eden. hânmân-sûz ‫( ﺧﺎﻧﻤﺎف ﺳﻮز‬f.b.s.) : lıâııüınan, ev bark, ocale yakıcı, yakan, leiil eden. Harîle-1 hânmân-sûz : evi leül eden yangm. hannâle ‫( ﺧﺎ ق‬a.s.) : boğucu, boğan, hannâıı ‫( ح■—ان‬a.s.) : çok acıyan, çöle acıyıcı. [Allah'ın adlarmdandır]. baıınâs ‫( ﺧﯫس‬a.i.) : şeytan, haıınâsî ‫( ﻟ ﻰ‬a.s.): şeytanla ilgili, lıân-sâlâr ‫( ر ' ذ ا ﻻ ر‬f.b.i.) : sofl'acıbaşı, İeileı.ci. hân-sâr ‫( ز ا ﻷ ر‬f.b.i.) : sof'racıbaşı, ahçıbaşı. (bkz : hân-sâlâr). hanûme ‫( ﺣﻮﻫﻪ‬a.i.): hele, mide ekşiliği. hanût ۴ ‫( ط‬a.i.): ölüyü talıııit etmelete kullamlan ilâç. hânût ‫( ﺣ ﺎ ﻧ ﻮ ط‬a.i.c.: havâııît): 1. dükkân. 2. meyhâne. (bkz : lıâne). hânût-i k e b ir: büyüle dülekân, büyüle meylıâııe. h a n z a l » (a.i.c. lıanâzıl): ebficehil İeaı-puzu da denilen, poi'taleal büyüklüğündeki meyvasi, çok acı ve İç sül'dül'ücü olan bil- *bitki, har ‫( ز‬f.i.) : eşele, (bkz : lıimâı', merleeb). har-ı d e ştî: yaban eşeği, lıar-ı dü-pâ (ilei ayalelı eşele) : mec. aptal, sersem leimse. haı٠-ı îsâ : îsâ'nın eşeği, hâr ‫ر‬١‫( خ‬f.i.) : diken, hâr-ı fü rk a t: ayrılık dikeni, hâr-ı üştür : bot. devedikeni, hâr ü h a s : ot kırıntısı, çalı çırpı, çerçöp. (bkz: İıas ‫) ر‬. hâr ‫( ر ا ر‬f.s.) : 1 . 1101', İıaleiı", aşağı, bayağı. 2. yiyici, yiyen. Merdiim-hâr (insan yiyen) : yamyam. Mey-hâr١ Mey-hOr: İçki İçen, sarhoş. Şîr-hâr (süt İçen) : küçük Ç O cuk. Gam-hâr : İeedeı-li, sıkıntılı.

har ‫ر‬

(a.s.) : yıkılmış, (bkz : milnhedim).

hârâ ١‫( ﺧ ﺎ ر‬f.i.): I.^eol. pek kati taş, mermer. 2. üzeri menevişli kumaş, (bkz : lıâı'e’’^). h a r â b ^ ^ a . s . ) :1. yıkık,viıaıı. harâb-ı g a m : harâbolan.

gamın

harâbı,

gamla

harâb-eııder-harâb: büsbütün bozulmuş, yıpranmış. 2. geçkin, sarhoş, [nıüen. “ haı'âbe” dil-]. hârâb-âbâd ‫( ر ا ب ﴽﺑﺎد‬f.b.s.): haraplıkla dolu yeı'١tam harâbe. harâbât ‫ ﺑ ﺖ‬١‫( ز‬f.i. harâbe'niıı e.) : 1. harabeler, virâneler. 2. meyhaneler. 3. Ziyâ Paşa'nın meşhur üç ciltlik antolojisi, [birinci mânâsı bizde kullanılmaz]. harâbât ٧ ^ ( f . i . c . :haı'âbâtiyânj.ı. harâbâta mensübolan, vaktini meyhânede geçiren. 2. s. süfli, pejmürde [adam]. harâbât‫؛‬yân ‫( ر ا!اا~ان‬f.b.i.): harâbâtî'nin c .): vaktini ıııeyhânede geçirenler, meyhâne adamları. harâbâtîy-âne ‫را ﺑ ﻴ ﺪ ا ﺀ‬ (f.zf.) : ı. vaktini meyhanede geçirerek. 2. harabatilikle, süflilikle, pejmürdelikle, harâbe ‫( ز ا ب‬a.s.) : 1. eski biııâların yıkıntısı. 2. çok harap ev. (bkz : vîrâne). harâbe-niçîn ‫( زا ب ﻧ ﺸ ﻦ‬a.f.b.s.): liarap yerlerde, virânede oturan, harâbe-zâr ‫( را ب زار‬a.f.b.i.): viranelik, harâbî, harâbiyyet ‫ ر ا ﺑ ﻴ ﺖ‬، ‫( ﺧ ﺮا ﺑ ﻰ‬a.i.): 1. haraplık, viranlık, [“ harâbiyyet" kelimesi yanlış olmakla berâber kullanılmıştır]. 2. [birinci kelime] okun, nişaııın önüne vurarak sıçrayıp nişâııa İsâbet etmesi. lıarâc ‫( ر ا ج‬a.i.) : 1. vaktiyle Müslüıı٦an olmayan teb'adan alman vergi. 2. haraç mezat satılığa çıkarma. harâc-ı mukaseme : arâzi-i hâriciyye mailsullerinden onda birden yarışına kadai- alinan veı-gi. harâc-ı m uvazzaf: aı-âzî-i hâriciyye üzerine yeı'iıı talıammülüııe göl'e, maktfıiyet veçhile tâyin olunan veı-gi. harâc-güzâr ‫( ز ا ﺀ ا ر‬f.b.s.): lıaraç verici, harâhir ‫( ر ا ر‬a.i. harhara'nııı c .): 1. horlamalar [uykuda]. 2. hek. akciğerden gelen hırıltılaı'. 375

harâib

harâib ‫( ﺣﺮاﺷﺐ‬a.i. haribe'nin c.) : bir kimsenin geçineceği ‫ ؟‬eyler.

h arâş

harâid ‫( ز ا ﺋ ﺪ‬a.i. haride'nin c.) : 1. kızoğlankızlar. 2. delinmemi‫ ؟‬inciler. hazırlıkları.

harâit ‫( ﺧﺮاﺋﻂ‬a.i. harita'nm c.). (bkz : harita). harâm ‫( ح—رام‬a.s.) : 1. ‫ ؟‬eriatçe, dince yasale edilmiş şey. 2. tecâvüz edilmesi, dokunulması men' edilen, kutsal, miibârek. Belde-i harâm : Meleke ‫ ؟‬evresi. Beyt-İ harâm : Mekke'deki Kâbe. Mescid-i harâm (kutsal mescid) : Kâbe-i Mükerreme'nin bulunduğu İbâdetgâlı. Şehr-i harâm : liaram ayı. [Islâmdan önceki zamanda, Arapların, birbirleriyle savaşı yasak olan ay. Muharrem ayı].

harâmî

‫( ر ﻫ ﻰ‬a.s.) : hırsız, haydut, yol kesen, (blez : kuttaü't-taı-îk).

harâm-kâr‫( ر ﻣ ﻜ ﺎ و‬a.f.b.s.) : nikâhsız olarak cinsi ilişkide bulunan.

harâm-nemek ‫( ﺣﺮام ﻧ ﻤ ﻚ‬a.f.b.s.) : 1. nankör kimse. 2. tenbel (evlât).

harâın-zâde ‫( ﺣﺮام زاده‬a.f.b.s.) : 1. pi‫ ؟[ ؟‬ocuk]. (blez : veled-i gayr-i me‫ ؟‬rû', veled-i zinâ). 2. lrileci, nâmııssuz.

hârân ‫( را را ن‬f.s. hâr'ın c.) : yiyenler, yiyiciler. Fûdla-hârân : fodla yiyenler. harâret ‫( ﺣﺮارت‬a.i.) : 1. sıcaklık, (bkz : germi). harâret-i hevâ : havanın sıcaklığı. 2. susuzlule. 3.[hastalıkta] ate‫ ؟‬, yanma, İnımma, fiyevi-, fr. fièvre.

garîziyye :

girmen. h arâşe

harâif ‫( ز ا ﺋ ﻒ‬a.i. harife'nin c.) : ev İ‫ ؟‬in güz

harâret-î

‫( ﺧﺮاﺷﺖ‬a.‫؛‬.), (bkz : filâhat, İıirâset). ‫( ﺧ ﺮا ش‬f.i.) : hayvan ile döndürülen de-

h arâse t

vücûdun

noi'inal

harâreti.

harâret-i ihtirâk : kim. yanma *ısısı.

h a r â ş if

‫( ﺧﺮاﺷﻪ‬a.i.) : 1. talaş. 2. terementi, ‫( ﺧ ﺮا ﺧ ﻒ‬a.i. haı-şefin c.): 1. pul pul

olan ‫ ؟‬eyler, balık pullan. 2 . yaprakları bailk puluna benzeyen enginar gibi bitkiler, nebatlar.

‫( ﺧﺎراﺷﻜﺎف‬f.b.s.): 1. mermer yarıcı, yaran. 2. üzeri menevişli kuma‫ ؟‬,

h â r â -‫ ؟‬ik â f

‫( ر ا ﻳ ﻢ‬a.i.): 1. fil burunları, fil İıortumları. 2. hortumlar, (bkz : hortum),

h arâtîm h arâtîn

kapı Sarayında bir sınıf sanatkârların adi. [ağa‫ ؟‬ve demii- e‫ ؟‬yâyı tesviye ederlerdi; aşağı yukarı tomacılıktıı.. Bileziklerden ‫ ؟‬arklara ve silâh yivlerine kadar her şeyi yaparlardı].

٠‫( ر ا ﻳ ﺒ ﺎ‬a.s.): zool. halka bi‫ ؟‬i_ minde, halka gibi olan, halkalılar, (bkz: halkaviyye).

h a râ tîn iy y e

‫( ر ا ن‬a.i.): derdin, hastalığın uzayıp gitmesi, müzminleşmesi, kronik bir İıal alması.

h a râ z e t

‫( ر ب‬a.i.c.: hurûb): cenk, lcavga, dögü‫ ؟‬, sava‫ ؟‬. B i lâ -h a r b : savaşsız, savaş a‫ ؟‬madan. D îv â n -ı h arb (liarp dîvanı): askeri mahkeme. E rk â n -1 h arb :*kurmay. Fen n -İ h arb : sava‫ ؟‬bilgisi, i'lâ n -ı h a r b : sava‫؟‬ açına. M e y d â n -1 h a rb . : savaş meydanı. Y âver-İ h arb : büyüle kumandan, emil- subayi. D â rü 'l-h a rb : sava‫ ؟‬yeri, İslâm elinde olmayan yerler, (bkz : cidâl, perhâ‫) ؟‬.

h arb

h a rb -i u m û m î h a rb a

harâret-i ‫ ؟‬ems : cogr. güne‫* ؟‬ısısı. [Arap-

h a rb a k

kelimenin

yazılı‫؟‬

şekli

harâret-bin ‫( ﺣ ﺮا ر ت ﻳ ﻦ‬a.f.b.i.) : İıarâret derecesini gösteren âlet.

haras ‫( ر س‬a.i.) : 1. dilsiz olma. 2. dilsizlik. harâs ‫( را س‬f.i.) : hayvanla döndül-ülen değirmen

harâs-i harâb (harap değirmen) : dünyâ. 376

(*genel savaş): birinci cilıân

harbi (1914).

harâret-i mahsûsa : fiz. ısınma *ısısı. harâret-i muhtefiyye : fiz. gizli *ISI, fr. chaleur latente. ‫ ؟‬a terkiplerde "harâre"dir].

‫( ر ا ض‬a.i.): zool. sogulcan. ‫( ز ا ض ﺧﺎﻣﺤﻪ‬a.b.i.): tar. Top-

h a râ tîn -i h âssa

‫( ﺣﺮده‬a.i.): giine‫؟‬

Işığının

bulutlara vur-

m ası .

‫( ر ق‬a.i.): 1. bot. zanbak fasilesinden, beyaz ve siyah renklerde iki nevi bulunan bil. *bitki. 2 . ‫ ؟‬Opleme.

h a rb a k -ı e b y a z : bot. h arb a k -ı esved

ak ‫ ؟‬Opleme.

: bot. kara ‫ ؟‬Opleme.

‫( ﺧﻮﺑﺎن‬f.i.) : eşekçi, h arb a t ٠‫( ر ﺑ ﺎ‬f.i.): 1. iri icaz. 2.

h a r-b â n

s. ahmale. 3. s. kalıbı kıyâfeti yerinde olduğu halde akil kıt olan kimse.

hareket-i gayr-‫ ؛‬ihtlyâriyye

‫ﺣﺮﺑﺠﻮ‬

h a rb -cû

( a .b .s .) : sa v a ? a ra y a n , k a v g a Ç 1-

‫ﺣﺮب ﺿﺮب‬

h a rb -d a rb

( a .b .i.) : sava?, sa v a ?m a ,

m ü câd ele.

‫ﺣ ﺮﺑ ﻪ‬

h arb e

(a.i.) : 1 . k ıs a

m ızi'ak ,

sü n g ü .

‫ﺣﺮﺑﻠﻪ‬

( f .i .) : k u y u d a n su çe k m e y e m a h -

sus d ‫ ؟‬lap, b o sta n d o lab ı. h arb en

‫ﺣﺮﺑﺎ‬

( a . z f ) : h a rb e tm e k sû retiy le , sa v a -

?a ra k , d ö ğ ü ?e re k .

‫اﺑﺪه‬

h a r -b e n d e

( f b . i . ) : 1. e?ek ١ k a tır g ib i y ü k

lıa y v a n la r ın a b a k a n [k im se], s e y is. 2 . t a r . s a ra y k a tıı'c ıla rı. [Selçû k îleı'e âit t â r ilıî bil.

(a.s.) : 1. h a rb e m en su p , lia rb ie ilg i-

harekât-ı selâse : gr. hecelerin üç hareke (e, i,

vokaller.

‫ﺣﺮ؛ى‬

m iz le m e y e y a r a y a n d e m ird e n v e y â a ğ a ç ta n y a p ılın ı? ç u b u k , [asil “ h a rb e " dil']. h a r b i y y e ، ، H / ( a .s .) : 1 . h a rb e m en su p , lia rb -

le ilg ili. F ü n û n - i h a r b i y y e : sava? b ilg ile ri. 2 . [eski] h a rb o k u lu .

OsmanlI hükümet erkânı meyânmda milli ınüdâfaa vekâleti, *savunma bakanlığı.

h a r b iy y e

n e z â re ti:

h a r b iiz , h a r b iiz e

‫ﺧ ﺮﺑ ﺰ ه‬

،

‫ﺧ ﺮﺑ ﺰ‬

( f i .) : kavun,

kai-puz. h a r b i i z e - i H i n d i : K aı-pıız. h a r b ü z e - i R U b a h : E b û c e h il k a r p u z u , (b k z :

h a n zal).

‫ﺧﺮﺑﺰه ﻓﺮوش‬

( f.b .i.) : k a v u n k a r-

p u z satan ad am . h a rb iiz e -z â r

‫ﺧ ﺮﺑ ﺰ ه زار‬

(f.lt.i.) : k a v u n k a r p u z

b o sta m . (a.i.) : 1. veı'gi. 2 . s a ı'f gidei-, b ir i?

İçin k u lla n ıla n m ad d e. h a r c - ı â le m , h a r c - 1 â m m :

herkese, lıeı- kese-

ye elveri?li. h a r c - i r â h : yo l h arc ı, yo l m a sra fı. h a r -ç e n g

‫ﺧﺮﺗﺠﻒ‬

( f .i .) : z o o l . yen g eç .

h â r - ç î n ‫( ﺧﺎ ل ؛جء — ن‬f.lt.s.)': d ik e n to p la y a n , c n n -

b iz. h ard al ‫ل‬

‫ر د‬

( a .i.) : lia rd a l, so fra d a İ?tah aç-

m a k İçin k u lla n ıla n ın â c ıın u m su m adde. h a r d a la

o) ile okunu?u.

harelce ‫( ﺣ ﺮ ﻛ ﻪ‬a.i.c. ‫ ؛‬harekât) : gr. Arapça ve OsmanlIca bil- lıaı-fin nasıl okunacağım gösteren ve " üstün : fetha = e " ; " esre : kesre = 1, i " Otre : zamme = o, ö, U, ü ” denilen İ?âretleı-den herbiri, vokal,

hareket ‫ﺣ ﺮ ﻛ ﺖ‬

(a.i.c. : harekât) : 1. sarsmti, deprem, (bkz : zelzele),

hareket-i arz : yer sarsıntısı, deprem. 2. kimildama, oynama, yer deği?tirme. 3. i? İ?leme, i? görme, davranma. 4. tavır, tarz, muâmele, gidi?. 5. yola çıkma, (bkz: azimet). 6. [eskiden] medreselerde bil' derece. 7. miiz. armonide sesten sese gitme,

hareket-i anife : anat. di? etkenlere kar?ı ya-

h a r b iiz e -fu r û ?

.

davram?lar.

harekât-ı nâ-pesendâne : ho?a gitmeyen haharekât ‫( ﺣ ﺮ ﻛ ﺎ ت‬a.i. hareke'nin c.) harekeler,

li. 2 . i. h aı'b e, tü fe k d o ld u rm a y a , en ç o k te-

‫و و ل‬

gidi?ât. 2. askeri manevra,

harekât-ı harbiyye : ask. sava? hareketleri. harekât-1 havliyye : biy. *sığamsal *devinimlei", fr. mouvements péristaltiques, harekât-ı mü?tereke : mU?terek, berâber

( a .f.b .i.) : h a rb yeri, sava?

‫ﺣ ﺮﺑ ﻜﺎه‬

m e y d a n ı.

h are

reket).

reketler.

ü n vân ]. h a rb -g â h

h arb i

hâre ‫( ﺧﻮاره‬f.i.) : yiyecek, yiyinti, harekât ‫( ﺣ ﺮ ﻛﺎ ت‬a.i. hareketin c.) : 1. (bkz : haharekât ve sekenât (tavırlar ve hareketler) :

2 . ( b k z : harbî*). h a r b e le

hâre ‫( ﺧ ﺎ ر ه‬f.i.) : 1. sert ta?, kaya. 2. menevi?; menevi?li kuma?, (bkz : hârâ'd).

k a i'm a y a is te k li o lan .

‫ﺧﺮدك‬

( a .i.) : h a rd a l tân esi.

bancı maddelei'i gidermek İçin Oi-ganizmanin yaptığı a?ırı çaba.

hareket-i dâhil : tar.Kaııûni zamânında SUleymâniye Medresesinin itinâsından sonı'a on ikiye çıkarılan tarik-i tedı'îs (okutma yolu) silsilesinin döl'düncü mel'teltesindeki müderrislerine verilen bir Unvan,

harelcet-i devrâniyye : noktalarının ltepsi düzeyleri sâbit bir mihvere dikey dâireler çizen cismin hareketi,

hareket-i dîdânî : (bkz : hareket-i dûdiyye). harelcet-i dûdiyye: zool. soğıılcan gilti hayvanlaı-ın büzülmesi lıâli. (bkz : hareket-i didâniyye).

hareket-igayr-iihtiyâriyye,hareket-igayr-i irâdiyye: istemeyerek yapılan hareket. 377

hareket-i gayr-i muntazama hareket-i gayr-i m untazam a : in tiz a m s ız , hareket-i hakikıyye : fiz. g e rç e k h arek et, hareket-i hâriç : tar. K a n û n î z a m â n ın d a S ü le y m â n iy e

M e d r e s e s in in

b in â sın d a n

s o n ra on ik iy e ç ık a r ıla n ta rîk -i te d ris (o k u t­ m a yolu ) s ils ile s in in ik in c i m e rte b e sin d e k i m ü d e rrisle re v e rile n b ir ü n v a n .

hareket-i ihtilâf-i m anzar : astr. p a r a la k t ik h are k e t, fr. mouvement parallactique. hareket-i ihtizâziyye : fiz. * titre şim h a re k e ­ ti.

hareket-i kasriyye : fiz. b ir h â ric i sebep te s ir iy le

.h a re k î elek trik : fiz. *devimli elektrik, fr .e le ctro d y n a m iq u e

d ü z e n siz h a re k e t.

m eydana

gelen

h arek et,

(b k z :

h a re k iy yâ t ‫( ﺣ ﺮ ﻛ ﻴ ﺎ ت‬-a.i.c.) : fiz. kinematik, de ,vinim *bilimi, fr. c in ém atiq u e ‫ﺣ ﺮ م‬ (a.i.) : 1. herkesin girmesine -müsâade edilmeyen, saygidegei" ve kut sal yer. 1. Hac zamanında İhrâma girilen ,yerden itibâren Kâbe'ye doğl'u olan kısım aksi "Hill" dil'.]. Şe y h ü '1-h arem : Medine] şehı'i ve civârının mullâfızı [OsmanlI .[imparatorluğunda

h arem

[H arem -i Ş e r i f : Kâbe ve civârı. 3. [evvelce -büyük İslâm konaklarında bulunan İcadın .lal' dâiresi h ü m ây û n : pâdişâh sarayında .İcadınlaı. dâiı'esi. 4. nilcâlılı kadın, zevce .(bkz : İıalîle)

h are m -i

h are k e t-i m ü k tesebe).

hareket-i m er'iyye : koz. g erçek te b u lu n m a ­ d ığ ı h ald e v a r im iş gibi g ö rü n e n h arek et,

,h are m -i y â r : sevgilinin haremi, odası

(b k z : h are k e t-i z â h iriy y e ).

hareket-i m untazam a : fiz. d ü z g ü n h arek et,

(a.i.) : ed. "mefâilUn” den “me”yi atal'alc "fâilün” kelimesini "mef'ûlün"e ‫ ؟‬-e .(viı'me. (bkz : ahrem

hareket-i m utlaka : fiz. h a re k e tli n o k ta n ın

h are m e yn ‫( ﺣ ﺮ ﺑ ﻦ‬-a.i.c.) : 1. Mekke-i Miikerre

hareket-i m uahhara : fiz. y a v a şla y a n h a r e ­ ket.

h arem ‫ﺧ ﺮ م‬

me ile Medine-‫ ؛‬.Münevvere

h a re k e tsiz n o k ta la ra gö re h a re k e ti,

hareket-i m uttasıla : fiz. d â im a b ir ta r a ­

h are m e y n -i ‫ ؟‬erifeyn : Mekke'deki Kâbe ile

fa y ö n elen c ism in h a re k e ti, [ak si o lu rsa ,

-Medine'deki “ Ravza-i Mutahhara”. 2. [eslci -den] ilmiye sınıfının Misil" pâyesinden son ı٠a, Istanbul pâyesinden evvel nâil oldukları .büyük rütbe

h are k e t-i m u n fa s ıla d en ir],

hareket-i müktesebe : (b k z : h arek et-i k a s ­ riyye ).

hareket-i m üstakim e : fiz. d o ğ r u b ir ç iz g i

h a re m -g â h ‫( ﺣ ﺮ ﻣ ﻜ ﺎ ه‬.a.f.b.i.) : harem dâiresi h a re m -se râ y

ü z e rin d e o la n h arek et,

hareket-i müstedîre : fiz. b ir m ü n h a n î (eğri)

‫ﺣ ﺮ ﻣ ﺴ ﺮا ى‬

(a.f.b.i.) : 1. harem

dâiresi. 2. câmi İ‫ ؟‬.İ

yi tâ k îb e n v â k i o la n h a re k e t, *d âiresel h a r e ­

h ares ‫( ﺧ ﺮ س‬.(a.i.): dilsizlilc. (blcz: ebkemiyyet

ket.

h arf

hareket-i m ütehavvile : fiz. tü rlü le rd en

d o la y ı

eşit

z a m a n la r d a

sebep­ a ld ığ ı

m e sâfe le rd e ç o ğ a la n v e y â a z a la n n o k ta n ın h are k e ti.

.h a rf-i â b -d â r : güzel ve mânâlı söz

hareket-i m ütehavvile-i m untazam a : fiz. d ü z g ü n d e ğ işe n h arek et, z a m a n la r d a m ü sâ v î (eşit) m e sâfe a la n n o k ­ ta n ın h a re k e ti, d ü z g ü n d e ğ işe n h arek et,

hareket-i seneviyye : astr. y ıllık h arek et, hareket-i yevm iyye : astr. g ü n lü k h arek et, hareket-i

zâhiriyye :

(b k z :

h a re k e t i

m e r'iy ye ).

y

h a r f-i âb î, h a r f-i m â î : e d . ‫ ز‬، ‫ ة‬، ‫ س‬، ‫ ع‬، ‫ك‬ ‫ ج‬، ‫خ‬

hareket-i mütesâviye : fiz. m ü s â v î (.eşit),

harekî .‫؛‬ ٠_‫ ؛‬٠ (a.s.) : h a re k e tle ilg ili, k in e tik . fels. fr. cinétique.

378

‫( ﺣﺮ ف‬a.i.c.: hurûf) : 1. alfabeyi meydana getiren ‫ ؟ ؛‬âletlerden İıei" biri, bu ‫ ؟ ؛‬âletlerden -birini gösteren mâdeni küçük matbaa İcalı ١âkıi"dı. ,bı. 2. söz

، .harflerinin her biri

‫ى‬

Iıarf-İ âlâ, h a rf-i n û ra n î : e d . ،

‫؛‬

‫ ط‬t ‫ع‬

، ‫ و‬، ‫ س‬، ‫ ص‬، ‫ م‬، ‫ ل‬، ‫ ك‬، ‫ ق‬، ‫ ن‬، ‫د‬ harflerinin lıeı. bil"‫؛‬. ‫ ا‬، ‫ح‬

h a rf-i a rz i, h a rf-i h âk i : ed . ، ‫ح‬

، ‫د‬

‫ذ‬

،

‫ع‬

،

‫ف‬

،

‫ل‬

، ‫ ش‬.harflerinin herbiri

-h a rf-i asli : gr. bil" kelimenin kökünde bulu .nan es'as harf h a rf-i âteşi, h a rf-i m e rfu ’ : e d . ‫ ا‬، ‫ت‬

‫ض‬،‫ط‬

، ‫ ص‬، harflerin her biri,

،

‫م‬

،

‫ﻻ‬

harf-i pehlû-dâr

harf-i atf : gr. ik i k e lim e v e y â c ü m le y i b ir h ü k ü m d e to p la y a n , b ir in i ö te k in e b a ğ la ­ yan .

­harf-i

medd : A ıa p ç a d a u z u n o k u n a n h a r f

.ler o lu p elif, v a v v e y e ’ d ir

harf-i mehmûs : ed. j u j ‫ ؛‬، ^ ، J ، — ٥ ، .‫)؛‬

harf-i bî-magz : m â n â sız b o ş söz.

o

harf-i cerr : gr. isim le ri k esreli, y â n i esreli o k u ta n , şu y ir m i h a rf: [bâ, m in , ilâ, a n , lâm ,

، ö

، £ ٠ ، £ ٠ ، .h a r fle r in in her b ir i

harf-i mektûbî, harf-i melbûbî : ed. ، j ، j ،٠£ .h a r fle r in in h e r b ir i

alâ, fî, k a f, h attâ, riıb b e, v âv -ı k a se m , tâ-i

harf-i melfûzî : gr. ü ç h a r fle y a z ıla n ve b u

k ase m , h â şâ , n ıü z, m ü n z, a d â, key, !ev lâ,

h a r fle r in iç in d e h iç b i r i te k r a r la n m a y a n on

h alâ, lealle].

.üç h a r fin h er b i r i

harf-i cevâb : gr. c e v ap c ü m le sin in b a şın a gelen h a rf. ، o

، j

، ‫؛‬٠ ، ^

h a r fle r in in h e r

b iri.

harf-i merfû١

,k e lim e n in s o n u n d a k i ü n s ü z

harf-i mesrûrî : gr. ad ı ik i h a r fle y a z ıla n ,h a r f ;j ، ö ، ۶ h a r fle r in in h er b ir i

harf-i gûlû-sûz : ı) se rt söz. 2) k ılıc ın k e sk in ta ra fı.

­harf-i

musavvat : gr. b elli b ir ü n lü y ü b e lir

.ten h a r f

harf-i hâtır-reııc : in c itic i söz. harf-i H indi : A r a p ç a r a k a m la r : ١ ، ٢ ، ٣ harf-i huşk : k u r u lâf, k u ru söz.

­harf-i

mutbak : gr. te la ffu z d a d ili ü st d a m a

ğa d o k u n d u ra n h a r f (.٠,٠ ، j a ، J . ، J ‫)> ؛‬.

harf-i mücerred, harf-i mühmel : n o k ta sız

harf-i illet : gr. (١ ، j ، ٠، $) h a rfle ri,

.h a r f

harf-i inhirâf : g r . a k ıc ı ü n sü z : ( j ve J ) h a rfle ri.

harf-i müfred : gr. şek il b a k ım ın d a n b ü tü n h a rfle rd e n b a şk a o lan h a r f : (— ٥ ، j ، ‫؟‬٠ ، ')■

harf-i istidrâlc : gr. a y ırıc ı b a ğ la ç g ö revi b u ­ lu n a n h a rf.

harf-i münfetih : gr. jt> ،

jp

، J . ، J . d ışın d a

,b u lu n a n b ü tü n h a r fle r

harf-i istifhâm : gr. s o ru y u b e lir tm e k için k u lla n ıla n h a rf, edat.

harf-i müselsel: b ir b iriy le iliş iğ i o lan b ir k aç ,d ü şü n c e ü z e rin e a ç ıla n ta r t ış m a

harf-i istisnâ : gr. istisn a y ı b e lirtm e k te k u l­ la n ıla n edat.

­harf-i

müstakil : gr. “ m ü s ta li” h a r fle r in d ı

.şın d a b u lu n a n h a r fle r

harf-i istitâle : gr.

{ j p ) h a rfi,

­harf-i

harf-i lcalb : b ir *ö rn e ğ in o rta h a rfi,

j p ، ‫ ؛‬٠/ ٠ ، £ ٠

,ik i h a r f : ( o v e J . ) g ib i

، ،$ ، .‫؛‬J

harf-i kamerî: gr. k a m e r h a r fi, ( b k z : h u rû f-ı

harf-i mütekarib : gr. te la ffu z b a k ım ın d a n ,a y n ı sesi veren ik i h a r f (i ve J p ) g ib i

k a m e riy y e ).

harf-i müteşâbih, harf-i mütezâvic : n o k ta lı

harf-i kasr, harf-i maksûr, harf-i taksir : gr. k e lim e n in so n u n a gelen k ısa ٠٠£ ve ١

ve b a şk a h a rfle rd e n a y r ılm ış o lan h a r f (، ،٠ ‫؛‬ .( o

harf-i magz-dâr : d eğ erli söz. harf-i ma’nâ : gr. fiil v e y a isim o lm a y a n h e r­

، ö

harf-i nâsıb : gr. d â h il o ld u ğ u m u z â r î fiilin -n ih â y e tin i ü s tü n o k u tan d ö rt h a rfte n h e r

h a n g i b ir k e lim e.

harf-i ma’rûf : gr. u zu n “ u” o la r a k o k u n a n “ j ” v e y a u z u n “ i ” o la r a k o k u n a n “ ،٠‫ ” ؛‬h a rfi, ve

“e ” o la r a k o k u n a n

harf-i meczûm, harf-i sâkin : gr. b â z ı h a l­ lerd en d o la y ı h a re k e siz o k u n a n h a rf.

١،

،3 ، ٤ ). harf-i mütecânis : gr. a y n i k a te g o rid e n o lan

[ K u r ’a n o k u m a d a ] t it r e ş i m li h a r f :

harf-i mechûl ‫ ؛‬gr. “ o ” o la r a k o k u n a n

müstali: gr. k o n u şm a d a d ilin y ü k s e l

m e sin i g e rek tire n h a rf. (، J ‫ >؛‬،

harf-i kalkale, harf-i laklaka : gr. O ، £ ٠ ، .‫ ؛‬،

menkut, harf-i mu’cem : n o k ta lı h a r f

n o m in a t if h â lin d e b u lu n a n :

harf-i ednâ, harf-i halk, harf-i zulmânî: ed. i ، ‫؛‬

,harf-i

.b ir i ,harf-i

nefy : gr. * o lu m su z lu k e d a tı

harf-i nevâî : ed. j ، d ، ، i ، J ‫ >؛‬، o ، ، -٠ ­h a r f .le rin in h e r b ir i .harf-i

nidâ’ : gr. se sle n m e e d a tı

harf-i pehlû-dâr : ed. k in a y e , 379

harf-î revî h a rf-i re v i : ed. ı) kafiyenin esas ünsüzü. 2) Iran edebiyatında bir kafiyenin son harfi.

h a r f g î r r $ ‫( ﺣ ﺮ ف‬a.f.b.s.): her İşte ayıp ve noksan arayan.

‫( ﺣ ﺮ ف ﻣ ﻤ ﺮ ى‬a.f.b.i.): her İşte ayıp ve

h a r f-g îr î

h a rf-i s a f i r : ıslığı andıran, ıslığım sı ses. h a r f-i s â i t : sesli h a r f vokal. Jıa rf-İ s â m i t : sessiz h a r f (‫ ى‬،

‫ و‬، ‫ )ا‬dışındaki

ünsüzler.

noksan arayıcılık. h a rfiy e n ‫( ر ي‬a .zf.): h arfi harfine, tastam am , tıpatıp, olduğu gibi.

‫ﺣﺮﻓﻜ ﺶ‬

h arf-k e ş

h a r f-i sebiik, h a r f-i s e h l : m ânâsız boş söz. h a r f-i serd : sert söz. h a rf-i şed îd : gr. hece sonunda uzun okunm ayan h a ı'f:

‫ د‬، ‫ ج‬، ‫ ت‬، ‫ ب‬، ‫ أ‬، ‫ ك‬،‫ ق‬، ‫ط‬

h a rf-i şefehî, h a rf-i şefevî : gr. d u d a k sıl, la-

(a.fb.s.) : 1. yazı yazan, çizgi

‫ ؟‬eken. 2. saçm asapan konuşup can sikan, h a rf-p e y m â nuşan.

‫ﺣﺮف ﻳ ﻤ ﺎ‬

(a.f.b.s.): ‫ ؟‬ok güzel ko-

‫( ﺣ ﺮ ﻓ ﺰ ف‬a.f.b.s.): ‫ ؟‬al‫ ؟‬ene, geveze. h a r-g â h , Jiar-geh ‫ ا ﻣ ﻤ ﻪ‬، ‫( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﺎ ه‬f.i.) ‫ ؛‬bü yü k h a rf-ze n

çadır, otak.

biyal. h a r f-i şem sî : gr. başına "el” (harfi tarif) geldiği zam an bu haı-fi tai-iften sonra gelen

h a rg â h -ı m âh : hâle, ay ağılı.

‫( ﺧ ﻮ ا ر ﻣ ﻤ ﺎ ر‬f.b .s.): hakaret edici, eden.

h â r -g â r

[miien. “ hâr-gâre” dir .1

kelim eyi şeddeli okutan h a r f güneş h a r f i : ، ‫ ث‬، ‫ ت‬، ‫ ن‬، ‫ ظ‬، ‫ ط‬، ‫ ض‬، ‫ ص‬، ‫ ش‬، ‫ س‬، ‫ ز‬، ‫ر‬

h a r-g e d â

‫ ذ‬، ‫( د‬bkz : hurûf-1 şemsiyye)

h ar-gele

‫( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﺪا‬f.b .s.): zorla yardına isteyen, ‫( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤﻠ ﻪ‬f.b .i.): 1. eşek süi'üsü. 2. s. ter-

biyesiz, azılı kimse. [Farsçada “ h a r e ş e k ,

h a r f-i ta ’r î f : gr. *tanım edatı, h a rf-i ta 'rîf-i g a y r-i m u a y ye n : gr. *belirsiz

ge le= sü rü ” ). h a rg û ş

tanım edatı. h a r f-i ta ’r îf-i m u a y y e n : gr. *belirgin *tanım

‫ ( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﻮ ش‬f i . ) : tavşan. H âb -1 h a r g û ş î :

tavşan uykusu, h a fif uylcu. h a r g U şe k ‫ﻚ‬

edatı.

h â rh â r

h a r f-i te n k îr : gr. belirsizlilc edatı,

‫( ﺧ ﺮ ﻣ ﻤ ﻮ ﺷ‬f.i.): tavşan yavrusu, ‫( ﺧ ﺎ و ﺧ ﺎ ر‬f.i.): 1. gönül üzüntüsü, yiirek

sıkıntısı. 2. devam lı istek. 3. sürekli kaşınti.

h a r f-i v â h î : boş, sa‫ ؟‬m a söz. h a r f-i v â h id : hiçbir h a r f hiçbir söz.

h a rh a ra

h a r f-i v a r a k -g ir : bir boşluğu doldurm ak İ‫ ؟‬in uzatılan harf.

‫( ﺧ ﺮ ﺧ ﺮ ه‬a .i.c.: haı٠âhiı٠) : 1. sürekli ho-

rultu. 2. sürekli hırıltı, h arh işe

h a r f-i veted : gr. bir sırada bulunan harflerin: birinci, dördüncü, yed in ci ve onuncu-

h â r ık

(f.i.) ‫ ؛‬gürültü, patırtı,kavga,

‫( ﺧ ﺎ ر ق‬a .s.): yırtıcı, yırtan,

h â rık -ı â d e : âdeti yırtan) âdetin dışarısında, hârikulâde‫ ؛‬yalancı.

h a rf-i zâ id : gr. bir kelimede asli harfler dişında fazla olarak görünen h a r f :( ‫ ا‬، h arf

‫ﺣﺮف‬-(‫ ة‬.1 .) ‫ ؛‬yem iş toplam a, ‫( ﺣﺮف آﻓﺮﻳﻦ‬a.fb.s. ve

h a r f-â fe r în

‫ و‬، ‫) ى‬,

2 . şâir; hatip. h a rf-â ş in â anlayan.

‫ف‬

- ‫ﺣﺮف‬

( a .z f ) : olduğu gibi,

aynen, aslından ayrılm aksızm .

‫( ﺣﺮ ﻓ ﺠ ﺰ‬a.f.b.s.): birinin İşine kari-

şan.

h a ri

‫ى‬

‫ر‬

(a .s.): lâyık, m üstahak, [“a h râ ” ke-

çespân, şâyeste). h â rî

‫( ﺧ ﻮ ا ر ى‬f.i.): lıorluk, ilakirlik. ‫( ﺣ ﺮ ﻳ ﺐ‬a .s.): yağm a olunm uş, soyulm uş,

h a rib

talan edilmiş.

‫ﺣ ﺮ ف اﻧﺪاز‬

(a .fb .s .): söz atan, liay-

siyete dokunucu söz söyleyen, h a rf-e n d â z î

38.

derecede peydâ

olan yara. limesi dalla ‫ ؟‬ok kullanılır], ( b k z : bercâ,

h a r f-b e -h a r f

h a rf-e n d â z

‫( ﺣ ﺎ ر ص‬a .s.): hırslı olan, (bkz : ha.rîs). ‫( ﺣ ﺎ ر ﻋ ﻪ‬a .i.): insanin başında veyâ yii-

h â rısa

zilnde kan ‫ ؟‬ikm ayacak

‫( ﺣﺮف آ ﺷ ﻨ ﺎ‬a.f.b.s.): 1. harfleri bir-

birinden ayırabilen, harfleri tanıyan. 2 . lâf

h a r f-‫ ؟‬în

rik). 2. yanan, tutuşmuş, hârı.s

1 :( .‫ ؛‬. A llah.

‫( و ق‬a .s.): 1. yakan, yakıcı, (bkz : m uh-

h â r ık

‫ﺣﺮ ى ادا ز ى‬

(a.f.b.i.) ‫ ؛‬söz atıcılık.

h â rib h â rib

۶ ‫( ب‬a.s.) : ka‫ ؟‬an, fii'âi" eden, ‫ﺧﺎ ر ب‬ (a.s. h a r â b 'd a n ):

liarâbeden. 2. haydut, yol kesen.

1. yıkan ,

harîm harîbe *L—r—‫ب‬.‫( ﺣﺮ‬a.i.c.: harâib): bir kimsenin geçineceği ?ey.

harîc

‫ب — ج‬.‫( ﺣﺮ‬a.s.): 1. dal", ensiz. 2. kuşatılmış, (bkz: mahsûl").

hâriç ‫( ﺧ ﺎ ر ج‬a.i.): 1. di?, dışarı. 2. dışarı çıkan, dı?a]"da, dışta. 3. hiç ilgisi olmayan kimse.

Hareket-i hâriç, ibtidâ-î hâriç : medrese yolunda ilk rütbeler,

hâriç anî'1-merkez : geo. *dışmerkezli. hâriç ani'l-merkeziyyet: geo. *dışmerkezlik.

hâriç ani'1 merkeziyyet hesâbı: top. üzeı'inde âlet kurulamayan, 'fakat rasat yapılması gereken bil" noktanın yerine o nokta civârındaki başka belli bil" nokta üzei"‫؛‬nde âlet kurmak sûretiyle yapılan tasatların ilk iroletaya iı'câı lıesâbı, merkeze İrcâ metodu,

hâriç ez-memleket: huk. bir memlekette iken hükmen başka bil" memlekette sayılan.

hâric-î lcısmet: mat. bölüm, [bölme İşleminden sonra aı'ta kalan sayı],

hâric-i vatan : vatanin dışı. 1‫( ﺑ ﺮ ﺟ ﻄ ﺄ ة ا‬a.s.) : suçlu, günah İşlemiş,

hâricen ‫( ﺧ ﺎ ر ﺟ ﺎ‬a.zf.) : hâriçten, dıştan, dışarıdan.

hâricen mersum dâire : geo.*çokgenin kö?elerinden geçen dâire,

hâricen mersum mudallâıgeo.dışçokgen. hâricen mümâs dâire ‫ ؛‬geo. dış *teğet dâire, hâricen mütebâdil: geo. *dışters [açı], hâricî ‫( ﺧ ﺎ ر ﺟ ﻰ‬a.s.): 1. hârice, dışarıya mensup, hâriçle ilgili. 2. tar. vaktiyle Hz. Ali'ye İsyân eden cemâat ferdlerinden herbiri.

hâricî haşefe-î nebât: bot. di? *yönlü *başçık. hâricî merkez: jeol. *dışmerkez, fr. âpicentre. hâricî tufeyli: zool., bot. *dışasahık, fr. ectoparasite. hâricî tufeyliyyet: *dışasalaklık, fr. ectoparasitisme. hâriciyye ‫( ﺧﺎ ر ﺟﻴ ﻪ‬a.i.): 1. dış siyâset İşleri, di?İşleri. 2. ameliyatla tedâvi edilen hastalıklar, di? hastalıklar. 3. s. hâriçle ilgili,

harîd ‫( ﺣ ﺮ ﻳ ﺪ‬a.s.): tek; ayi'1. harîd ‫ﺪ‬

‫زﻳ‬

(f.i.): satın alma.

harîd ü fürûç : alim satım, hârid ‫( ﺣ ﺎ و د‬a.s.): öfkeli, hiddetli, kızgın, harîd, harîde ‫ ﺧ ﺮ ﻳ ﺪ ه‬، ‫( ﺧ ﺮ ﻳ ﺪ‬a.i.c.: haı-âid): 1. kızoglankız. 2. delinmemi? inci, harîdâr ‫( ر د ا ر‬f.b.s.): satın alıcı, harîde ‫( ﺧ ﺮ ﻳ ﺪ ه‬f.s.): satın alınmış, harîf ‫( ﺣ ﺮ ﻳ ﻒ‬a.i. hirfet'den): 1. meslekdaş, san'at arkada?!, (bkz: hirfet). 2. herif, âdî ٧e

bayagiadam. 3. teklifsiz dost,

harîf ‫( ﺧ ﺮ ﻳ ﻒ‬a.i.): sonbahar, güz. hârîf ‫( ر ف‬a.s.): yemi? toplayan, harîf-âne ‫( ﺣ ﺮﻳ ﻐﺎﻧ ﻪ‬a.f.zf.): esnafça, herkes masraftan kendi hissesini vererek, ortaklaşa yapılan ziyâfet. [yanlı? olarak “ ârifâne” kelimesi daha yaygındır].

harîfe ‫ﻪ‬

‫ﺧ ﺮﻳﻔ‬

(a.i.c.: harâif): ev İ‫ ؟‬in sonbahaı.

hazırlığı.

harîfî ‫( ر ض‬a.s.): sonbaliarla, güzle ilgili, harîk ‫( ر ق‬a.i.): yangın, ate?. (bkz : hârika), harîk-î hânmân-sûz: evi yakan, evi kül eden yangın.

harîk ‫ﻚ‬

‫( ر ﻳ‬a.s.): erkekliği olmayan [adam], (bkz: İnnîn).

harika ‫( ﺣ ﺮ ﻳ ﻘ ﻪ‬a.i.): 1. bulamaç [yemek]; yulaf ve şâire lâpası. 2. acı, SIZI, hârika ‫( ﺧﺎرﻗﻪ‬a.s.c.: havârık): imkânların üstünde olup, insanda hayret uyandıran ?ey. (b k z: mu'cize). hârika ‫( ﺣﺎرﻗﻪ‬a.i.): ate?, od. (bkz : harîk, nâr). hârika-î sevdâ : a?k ateşi, hârikat ‫"( ﺧ ﺎ ر ﻷ ت‬ka” uzun okunur, a.s. hârika'nm c .): insanda hayret uyandıran ?eyler, ?aşılıp kalınacak ?eyler,

hârîkavî ٠‫( ﺧﺎرﻗﻮى‬a.s.): hârika gibi, hârilca nevinden.

hârikü'l-âde ‫( ﺧﺎرق اﻟﻌﺎﺑﻪ‬a.zf.): âdetin üstünde, hâricinde.

harik-zede ‫( ر ﺿ ﺪ ه‬a.f.b.s. harik-zedegân): evi veya eşyası yanmış kimse, yangına uğrami?, yangından zaraı. görmüş,

harîk-zede-gân ‫ﺣﺮﻳﻘﺰدﺳﻤﺎن‬

(a.f.b.s. harikzede'nin c .): yangına uğramı? kimseler, yangından zarar görmüşler,

harîm ‫ص‬

.‫ز‬

(a.s.): saygısız, çekinmez, kayıtsız

[adam].

harîm ‫ ﻳﻢ‬/

(a.i.s.) : 1. biı٠i İçin kutsal olan ?eyler. 2 ٠ i. harem dâiresi, harem. 3. i. evin İÇİ

381

harim-i hâss

gibi başkasına kapalı olan yer. 4. i. bir evin civâı.1. 5. i. avlu. 6. i. ortak, şerik. 7٠i. lıacıkırın, İıac zanıânıııda büründükleri örtü. harînı-i hâss : büyük bir zâtın kendi dâiresi. harim-i ism et: mukaddes ocak, nâıııus ocağı٠ harim -i kâ'be-i aşk : aşk kâbesiııiıı harinai, gizli ve mukaddes bucağı, harime ‫ﺑﻤﻪ‬/ (a.i.): kişinin dilediği gibi lcullanabilecek hakka mâlik olduğu mail, harir r ‫( ر ي‬a.i.) : 1. ipek. Câme-j harir : ipek elbise, ipek çamaşu-. Dûd-i lıa r îr : ipek böceği. 2٠s. laarâretli, at'eşli. Kalb-İ harir : ateşli kalb. harir-i H in d i: Hindistan'a nialisus bil. çeşit ipek kağıt. harir-i Sem erkandi: eskiden kullanılan kâğıt türlerinden biri. hariri, haririyye ‫ ر ى ‘ ر ر ﺀ ﻷ‬. ‫( ر‬a.s.): 1. ipelcle ilgili, ipekten yapılmış; ipek gibi yumuşak. Akmişe-İ haririyye : ipek kumaşlar. 2. güzel saııatlaı'da kullanılan ve Semerkand'da ipekten yapılan ilil" kâğıt cinsi, [tezhip, laat, minyatür v.b.]. Haririyye ‫ د ه‬.‫ﻳﺮ‬/ (a.la.i.) : tas. sofiyenin büyüklerinden Seyyid Alnnned eı'-Rufâî 'taı'afıııdan kurulan Rııfâiyye tarikatınım şubelerinden biri, [kurucusu : Ebü'1-Hasaıı Ali el-Haı-îrî'dir]. haris ‫ ا ي— ص‬- (a.s. lıırs'daıı): hırslı, tanıahkâı', bir şeye çok düşkün, lüzUıuuııdan fazla istekli. haris-i câh : nnevlci, riitbe düşkünü. haris-i m â l: mal calilisi. haris-i şöh ret: şöhret düşkümü, hâriş ‫ ث‬٠‫( ر‬a.i. hars'dan): İıarâset eden kimse, çiftçi, ekinci. hâris-i gayûr : gayretli, çalışkan çiftçi, hâ'ris ‫( ر س‬a.s. lıirâset'deıı) : muhâfız, bekçi, gözcü; koruyan, koruyucu, (blcz : dîde-bâıı, pâs-bân). hâris-i vatan : vatanin bekçisi, koruyucusu, hâriş ‫( ر ص‬a.s.) : son dei'ece İ111.S İ 1olan, harîs-âne ،‫( ا ﺑ ﻌ ﺎ ﻻ‬a.zf.): lnariscesine, lıaı'îse yakışacak sUl'ette. hâr-istân ‫ف‬١‫ر س‬ (bkz: hâr-zâr). 382

(f.b.i.): dikenlik, çalılık.

hâriş ‫( ر ش‬f.i.): kaşıma, kaşıııma. harîta ‫ﺑ ﻄﻪ‬.‫( ر‬a.i.c.: harâit): 1. bir yerin coğrâfî durumunu bildiren çizgiler, harta, harita-i bahriyye : cogr. deniz haritası, harita-i ink‫ ؟ ؛‬â f‫؛‬yye : cogr. tanıtma haritası, harîta-î müsteviyye : cogr. plân, harita-‫ ؛‬semâviyye : astr. gök haritaları. 2. kulplu kese, dağarcık. hariz ‫ ض‬.‫( ر‬a.s.): giicshz, tâkatsız [killise], hariz j j - f (a.s.): hıfzolunmuş, şaklanmış, (bkz: mahfUz). Hârizııı ‫ارزم‬(f.lı.i.): Aınıuderyâ'11111 aşağı mecrâsınrn her iki tarafında bulunan Üİkellin ve bu ülkede XIII. aşıra kadai. dilini rııulıâfaza ederek yaşamış olan bil- şarkî Iran kavminin adıdıı-. hârîzmî ‫ ﻫﻰ‬3‫( ر ا ر‬f.s.): lıâriznıe âit, harizm ile ilgili. hârizmiyye ‫( ر ا ر ز ب‬f.i.): horzumlu yolu, algoritma. hark ‫( ر ق‬a.i.): 1. yarıp yırtma, yırtılma. 2. su akacak yarık, ark. hark ‫( ح—رى‬a.i.) :yakma, (bkz :İhrâk). harkafa ‫( ﺣﺮﻗﻬﻪ‬a.i.): anat. kalça kemiği, oylul، kemiğinin başı. harlcafi ‫( ﺣﺮﻗﻬﻰ‬a.s.): anat. kalça kemiğine âit, kalça kemiğiyle ilgili. hâr-keş ‫ د ش‬- ‫( ر ك‬f.b.s.): yoksulluktan dolayı evine diken ve çalı çırpı taşıyan, har-kiirre ٥j j / (f.b.i.): eşek yavrusu, Sipa. [“ kün'e-har”] : yavı'u eşek, harmel ‫( ر ﻫ ﻞ‬a.i.): bot. üzerlik otu. harmen ‫( ر س‬f.i.) : lıaı'man. (asil "hirmen” dil-.]. harmeıı-gâh ‫( ر م ﺀ ه‬f.b.i.): harman yeri, har-meni‫( ر — ؟‬f.b.s.): eşek tabiatlı, har-miihre ‫( ر ﻣ ﻬ ﺮ ه‬f.b.i.): katırboncuğu. har-nâme < L j \ j / (f.b.i.) : Şeylıî'nin başından geçen bir vaka üzerine tanzim ettiği “satyrique” bil- manzum eseri, harnûb ‫( ر د و ب‬a.i.): keçiboynuzu [yemiş], (bkz: harrUb). hâr-püşt ‫ ﻓ ﺖ‬١‫( ر إ‬f.b.i.) : "diken sırtlı", mec. kirpi. harpüşte ‫ ﺷ ﺘ ﺪ‬.‫( ر‬f.s.): harpuşta, balıksıı-tı biçiminde olan. harr / (a.i.c.: harUr): harâret, sıcaklık, Sicak.

hasânet-î hîsâr harr-ı şedîd : şiddetli harâret. harr-ı tem m ûz: temmuzun sıcaklığı, temmuz sıcağı.

, İc ız g ın , S i c a l c , y a l c ı c ı . B ilâ d -1 h â r r e : s i c a k m e m l e I c e t l e ... E k a lim -i l i a r r e : S i c a l c i l c l i m l e i ', 11.0 p i l c a l b ö l g e l e r . M ın ta k a-İ h â r r e : cogr. ISI k u şak .

h ârr, h â rre

‫ر ه‬

‫؛‬

‫ر‬

(a.s.):

h a r â r e tli

harrâlc ‫( ر ا ق‬a.i.): hek. pelılivan yalcısı. harrâka ‫( ر ا ت‬a.i.): [evvelce] düşman gemilerini ve şehirlerini ateşlemelc üzere, yalcıcı âletlerle bezenmiş olan harb gemisi, harrân ‫( را ن‬a.i.) : miiz. Türk müziğinin eslci müı'ekkep makamlarından olup en az beş asilliktir, elde İliç bir nünıûııesi yoktur. İıarrâs ‫( ر ' ث‬a.i. haı'âset'den) : elcinci, çiftçi, toprağı işleyip elcin elcen. (İİİCZ : fellâh'). h a r r â ^ ^ (a.s.) : çıkrıkçı, doğı'amacı. lıarrâtîn ‫( ز ا ض‬a.i. lıaı-rât'ın c.) : çıkrıkçılar, doğramacılar. harrûb ‫( ر و ب‬a.i.) : keçiboynuzu [yemiş], (blcz: İıarnûb). hars ‫ ث‬٠‫( ﺣ ﻢ‬a.i.) : 1. tarla süi'iııe. 2. kültür. [Fransızca “culture" karşılığı], harsi ‫( ر ض‬a.s.): lıaı٠sa âit, harsla ilgili, İcültürel. harsiyyât ‫> ﺑ ﺖ‬ Icültüı- İşleri.

(a.i.c.) : harsla ilgili şeyleı-,

harşef ‫( ر ذ ف‬a.i.c.: harâşif) : 1. balık pulu. 2. enginai.. 3. lcallcan balığı, harçefî ‫( ر ض‬a.s.): balık pulu şeklinde olan, harşûf ‫( ر ر ق‬a.i.): bot. enginar, (bkz : hal.-

şef2). hart ‫( ر ط‬a.i.) : el ile ağaç dallarından yapralc sıyırma ve ağacın kabuğunu soyup çıkarma. h artû c ‫( ز ﻻ ج‬f.i.): topa, merminin arkasından süı٠ülen barut kesesi, hartût ‫( ز د و ب‬f.s.): iri, yapışkan ve tatsız bil. kaı٠a dut. h a r û k ^ r ۶ (a.i.) :lcav. harûn ‫( ر و ن‬a.s.): İıai'in, ilerileyecelc yerde duran veyâ geri giden [hayvan], (blcz: müİcirı.). Hârûn ‫( ه—ارون‬a.lı.i.): 1. Mûsâ Peygamberin büyüle kardeşi [Aaron]. 2. Bagdad halîfelerinden Flârûnü'r-Reşîd.

harûnî ‫! ؛( ا و د ى‬.‫ ؛‬.) : hainlik, hayvanin huysuzluğu. Hârûnü'r-Reşîd ‫( ﻫﺎروف ا ﻟ ﺮ ﺷ ﺪ‬a.h.i.): Abbâsî halîfelerinin en meşhurudur (766-809). harûr ‫( ا و ر‬a.1 :( .‫؛‬. Güneşin kızgınlığı. 2. gece esen Sicak rüzgâr. [Fransızca “calorifique” karşılığı]. harûrî, harûriyye ‫ ر و ر ﻳ ﻪ‬، ‫( ﺣ ﺮ و ر ى‬a.s.) : harârete mensûb, harâretle ilgili. Kııvve-i h arh riyye: harâret kuvveti. Hârût (a.lı.i.): 1. arkadaşı Mârût ile ün almış bir melek olup, büyü ile SİİIİI"ile uğraştıklarından kıyânıete kadar kalmak üzeı'e Babil'de bir kuyuya hapsedilmişlerdir. 2 ٠s. silıiı. yapan. hârûtî ‫( ر و ﻓ ﻰ‬ki.): 1. Hârût'un İÇİ, büyücülük. 2. Hârût yolunda olan, büyücü, hâr ü zâr ‫( ﺧﻮ؛ر و زار‬f.b.s.) : hor, zavallı, har-vâr ‫( ر وا ر‬f.b.i.): eşek yükü, hâr-zâr ‫( ر ز ا ر‬f.b.i.) : dikenlik, çalılık, (bkz : hâr-istân). has ‫ى‬٠‫( خ‬f.i.): ot kırıntısı, çerçöp. Hâr ü has : çalı çırpı. hasad (a.i.): 1. ekin, çayır biçme, biçilme. 2 ٠biçilmiş ekin. 3. ekin biçme zamânı, orak vakti, [kelime: "hısâd" şeklinde de kullam ili'].

hasâdet ‫ ا د ت‬٠‫( ح‬a.i.): hasudluk, hasedcilik. hasâfet ‫( ﺣ ﻌ ﺎ ﻓ ﺖ‬a.i.): 1. hükümde sağlamlık, kuvvet ve olgunluk. 2. rey sağlamlığı. J ı a s â i l ^ ' ^ (a.i. lıaslet'in c.) : hasletler, lauylaı٠>tabiatlar, (bkz : lıısâl). hasâis ‫ ا ﺋ ﻌ ﻞ‬٠ ‫( ح‬a.i. hâssiyyet'in c .): bir şeye, birine İıas olan keyfiyetler‫* ؛‬nitelikler, hasâis-i insâniyye : insanlık hassalan. hasâis ‫ ا ﺋ ﺲ‬٠‫( ى‬a.s. hasise'nin c.): kötü, fenâ, alçak tabiatlai', lluylar. hasâle ‫( ﺣ ﺸﺎ ل‬a.i.): bot. bâzı çiçeklerin filkası, çeneği. hasali ‫ض‬ (a.s.) karnin, göbek kasık arasındaki yei" ile *ilgili. hasânet ‫( ﺣ ﻌ ﺎ ﻧ ﺖ‬a.i.): 1. bir binâ veya başka yapının zaptolunamıyacak derecedeki sağlamlığı. 2 ٠İcadının nefsine hâkim olması, hasânet-i h is â r: 1) lıisârın, kalenin sağlamİığı2 ‫ )؛‬temiz ve nâmııslu bulunma. 383

htısâr, hasâret

‫ ﺧ ﺎ ر ت‬، ‫( ﺧ ﺎ ر‬a.i.c.: lıasârât): zarar, ziyan (bkz : İıasâret). l ı a s â r â t ‫( ﺧ ﺎ و ا ت‬a.i. hasâr'ın c.): zararlar, ziyanlar. h a s â r - d i d e ‫( ﺧﺎ ر د ﻳ ﺪ ه‬a.fb.s.): hasâra uğramış, zarar görmüş. h a s â r e t ‫( ﺧ ﺎ ر ت‬a.i.c.: lıasârât): zarar, ziyan. (bkz : lıasâr, Iıusı-, Jııısrân). h a s â r e t ‫( ﺣﺜﺎرت‬a.i.): sivile, sulu şey, leoyulaşıp katılaşma. h a s â s e , h a s â s e t ‫ ﺧ ﻬﺎ ﻣ ﺖ‬، ‫( ﺧ ﻌ ﺎ ﺻ ﻪ‬a.i.): ilitiya‫ ؟‬, yoksulluk, züğürtlük, h a s â s e t ‫( ﺧ ﺎ ت‬a.i.): 1. hasislile, tamahkârlık, pintilile, cimrilik, (bkz: liisset); 2 ٠alçaklık, bayagılıle. [zıddı “asâlet" dirj. h a s â t ‫( ﺣ ﺼ ﺎ ت‬a.i.): 1. kü‫ ؟‬üle taş, ‫ ؟‬aleıl taşı. 2. ‫ ؟‬aleıl taşlaı٠ı ‫ ؟‬ok olan yer. 3. mesâııe, kaı-aciğer, böbrek gibi yerlerde peydâ olan taş. h a s â t - ı b e v l i y y e : h e k . böbreklerde ve sidile yollarında meydana gelen taş. h a s â t - ı i h l i l i y y e : h ele, erkeklerde, sidile yollannda hâsıl olan taş. h a s â t - ı le e b e d : h ele, karaciğerde biriken taş. h a s â t - ı k i l y e v i y y e : h e k . böbreklerde lıâsıl olan taş. h asâr, h asâret

h a s â t-ı m e s â n e : h ek .

idrar leesesinde mey-

dana gelen taş. h a s â t ü 'l - e m 'a ': h e k .

bağırsaklarda hâsıl olan

taş. h a s â t ü 'l ü z n h asb

‫( ﺣ ﺐ اﻟﻘﺪو‬a.zf.): kaderden. ‫( ﺣ ﺐ اﻻزوم‬a.zf.): lüzrım dola-

h a s b e '1 - l ü z û m

yısıyla, gerektiği İçin. h a s b e l - m e 'm û r i y y e

‫اﻟ ﻤﺄ ﻣ ﻮ رﻳ ﺔ‬

‫ﺣ ﺴ ﺐ‬

(a. zf.) :

me'mûriyet dolayısıyla. h a s b e ’l - m e v s i m

‫( ﺣ ﺴ ﺐ اﻟﻤﻮﺳﻢ‬a.zf.): mevsime

göre. h a s b e 'l - u b û d i y y e

‫( ﺣ ﺐ اﻟﻌﺒﻮدﻳﺔ‬a.zf.): bende-

lik, kulluk İcâbıyla.

‫ب‬ (a.zf.): karşılıksız, parasız, bedava, (bkz : fahri, lıasbî).

h a sb e te n

‫( ﺣ ﺐ ﻟﻠﻪ‬a.zf.): Allah rızâsı İ‫ ؟‬in, Tanrı uğruna, [hasbe kelimesinin a sil: ecir, sevâb mânâsına olarak "hisbe"dir].

h a s b e te n -lîlla h

‫ى‬٠‫ س‬I (a.s.) : karşılıksız, parasız, bedâva. (bkz :fahri).

h asbi

‫( ﺣ ﺐ ر ا ل‬a.b.i.) : 1. görüşüp dertleşme; halleşme. 2.1912'de Alımet Şerif tarafından İstanbul'da yayımlanmış dini bir gazete.

h a s b ih â l

h a s b ü k a llâ h

‫اﻟﻠﻪ‬

‫ﺣ ﺴﺒ ﻚ‬

(a.zf.): (bkz : İıasbün-

allah).

‫( ﺣ ﺴ ﺒ ﻦ اﻟﻠﻪ‬a.zf): 1. Allah'ım bana yeter. 2 ٠ya Rabbi sen bilirsin.

h a s b ü n a llâ h

‫( ﺣ ﺐ‬a.i.): baba tarafından gelen şeref, asillilc, soy temizliği, (bkz : asâlet). [zıddı “ hasâset” dil-].

h aseb

h a s b ü n a l l â h v e n i 'm e ' 1- v e k î l :

bize Allalı ye-

ter, 0 heı. işimizi güzel yapai'. : (İşitme taşı),

a n at.

leulaktozu.

‫( ﺣ ﺴ ﺐ‬a.zf.) : göl'e, nazai'an, binâen, ci-

iletiyle, gereğince, [asil "miktar” mânâsına gelen "İıaseb” dil.]. h a s b -i h â l : görüşüp dertleşme, (blez: hasbihâl). h asbe (a.i.): h e k . kızamık hastalığı, [lcelime "hasebe” şeklinde kullanılır], h a s b e 'l - b e ş e r r i y y e ‫( ﺣ ﺐ اﻟﺒﺸﺮﻳﻪ‬a.zf.): insanille icâbı olal'ak. h a s b e 'l - h a m i y y e ‫( ﺣ ﺐ اﻟﺤﻤﻴﻪ‬a.zf.): lıamiyet yüzünden, hamiyet icâbı, h a s b e 'l - î c â b ‫ ب‬١‫( ﺣ ﺴ ﺐ اﻻﻳﺞ‬a.zf.): durum dolayısıyla, durum icâbı olaralc. h a s b e 'l - i k t i z â ‫( ﺣ ﺐ ا ﻻﻗﺘﻔﺎ‬a.zf.) : gerelctiginden dolayı, ötürü. h a s b e 'l - i s t i 'd â d ‫( ﺣ ﺴ ﺐ ا ﻻ ﺳ ﺘ ﻌ ﺪا د‬a.zf.): me'mûriyet dolayısıyla. 384

h a s b e 'l - k a d e r

‫( ﺣ ﻌ ﺒ ﻴ ﺖ‬a.i.): hısımlık, akl'abaille. hased ‫( ح— ل‬a.i.) : kıskançlık, ‫ ؟‬ekememezlik, günü.

h a s e b iy y e t

‫( ﺣ ﻤ ﺪ ه‬a.s. hâsid'in c.) : İıased edenlei", kıskananlar, ‫ ؟‬ekememezlik edenlei", .günüleyenler. h asek ‫ﻃ ﺚ‬ (a.i.): 1. kin. (bkz : adâvet). 2. savaş âletlerinden ü‫ ؟‬köşeli diken, demir dikeni. h asede

‫( ﺧﺜﻠﻪ‬a.i.): h ele, karnin, göbek ile leasıle arasındaki leısmı. h a s e n ‫( ﺣ ﺴ ﻦ‬a.s.): llüsünlü, güzel. V e c h - İ h a s e n : güzel yüz. A 'm â l - i h a s e n e : gtizel İşler, [müen. "hasene” dir). [Osmanlıcada erkek adi olarak “Hasan” şeklinde kullanılır), h a s e le

h a s e n ü 'l - h u l k : h a s e n ü 'l - v e c h :

huyu güz.el. güzel yüzlü.

hâsîrân h asenii's-savt : güzel sesli, hasenât

‫( ﺣ ﻨ ﺎ ت‬a.i. hasene'nin c .): iyilikler,

iyi haller, iyi İşler, hayırlı İşler. Sâhibü'lh a se n â t : güzel şeyler meydana getirmiş olan, [zıddı “seyyiât" dır], ‫( ﺣ ﻐ ﻪ‬a.i.c.: hasenât): 1. iyilik, iy hal, iyi İş, hayırlı İş. [zıddı "seyyie” dil.]. 2. eski altın paralardan birinin adi. Haseneyn ‫( ﺣ ﻨ ﻴ ﻦ‬a.h.i.c.): “ iki Hasaıılaı-” : Hz. îmâm-ı Hasan ve Hüseyin, h a s f - (a.i.): 1. yere batma. 2. nuru, ışığı sönme; ayin tutulması, (bkz : husûf). hashasa 1 ‫( ﺣ ﻤ ﺤ ﻢ‬a.i.): 1. açık, âşikâr olma. 2. bir şeyi başka bir şeyin İçinde -iyice bil.leşmesi İçin- sallama. hâsıb ‫( ﺣﺎص — ب‬a.i.): ortalığı toz toprak İçinde bırakan şiddetli 1-üzgâr, tipi, h â sıd ‫( ﺣ ﺎ ﻣ ﺪ‬a.i. ve s. hasâd'dan): hasâdeden, ekin biçen [adam], orakçı, (bkz : hassâd). hâsıl ‫( ﺣﺎ ﻋ ﻞ‬a.s. husûl'den. c . : hâsılat): husûle gelen, husûl bulan, peydâ olan, olan, çıkan, üreyen, türeyen, biten. hâsıl-ı c e m ' : mat. birkaç sayının bir araya toplanmasından meydana gelen yekûn, toplam. hâsıl-ı kelâm : sözün kısası, kısacası, (bkz : el-hâsıl) hâsıl-ı m asdar : gr. fiil ismi, hâsıl-ı r e f ' : mat. bir sayının bil- veyâ birkaç defâ kendisiyle çoğaltılmasından meydana gelen sayı. hâsıl-ı t a r h : mat. bil- sayınııı diğerinden çıktıktan sonı-a kalan kısmı, hâsıl-ı z a r b : mat. *çarpım, fr. produit. [ınüen. "hâsıla” ]. hâsıla ‫( ﺣﺎ ﻣ ﺤﻠ ﻪ‬a.i.): 1. *sonuç, netice. 2. elden edilen kazanç. S a f h â s ıla : bil- işlemin bakıyyesi. hâsılât ‫( ﺣ ﺎ ﻣ ﻼ ت‬a.i. hâsıl'ın c .): herhangi bilİşten husûle gelen şeyler, temettü', fayda, îrât, vâridat, gelir, kazanç, [kelime, dilimizde müfret gibi kullanılır], hâsılât-ı gayr-i sâfiyye : gelil-in hepsi, hâsılât-ı sâfiyye : masraf çıktıktan sonra kazaııç olarak kalan lıâsılat, net kazanç, hasılât-ı seneviyye : yıllık gelirler, hâsııı, hâsıne ‫ ﺣﺎﻣﻐﻪ‬، ‫( ﺣﺎ ض‬a.s.c. hâsınât): i f fetli, şeı'efli, nâmuslu [kadın]. hasene

‫( ﺣ ﺎ ﻋ ﺮ‬a.s. hasr'dan) ‫ ؛‬hasreden, muhâsarada bulunan, etrâfı kuşatan, hâsıra ‫( ﺧﺎﺀره‬a.i.): hek. boş böğür, hasib ‫( ﺧ ﺼ ﻴ ﺐ‬a.s.): 1. ucuzluk, bolluk yer. 2. hayır sâhibi, eli açık, .cömert [adam],

hâsır

‫ب‬ (a.s.): 1. değerli, itibarlı, soyu temiz, muhterem, saygın, şahsî meziyet sâhibi [kimse]. 2. i. muhâsebeci, sayman. 3. i. erkek adi. [müen. "hasibet'']. 4. Allah'ın sıfatlarından.

hasib

hâsib hâsid

‫( ﺣﺎا ب‬a.s.) ‫ ؛‬hesâbeden, hesâbedici. ‫( ﺣ ﺎ ﺳ ﺪ‬a.s. hased'den. c . : hasede,

hussâd): haset eden, kıskanan, kıskanç, (bkz: hasfıd).

‫( ﺣﺎﻣﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): hasetçesine, kıskanarak, kıskınçlıkla. (bkz : hasûd-âne). h a s i f - (a.s.): hasâfetli, akil başında, olgun [adam], (bkz : hasâfet). hâsid-âne

‫( ﺧ ﺎ د ؛ ؛ ؟ ة ا ا‬a.s. husûf dan): sararmış, rengi, parlaklığı kalmamış.

‫( ﺣﺼﻔﺎﻧﻪ‬a.zf.): hasâfetli, akil başında, olgun adama yakışacak sûrette. hasîfe ‫( ﺣ ﻴ ﻔ ﻪ‬a.i.) ‫ ؛‬gizlenen kin ve düşmanlık, (bkz: hasike). hasîf-âne

hasike

‫( ﺣﺴﻴﻜﻪ‬a.i.). (bkz : hasife).

hasim ‫( ﺧ ﺼ ﻢ‬a.i.c.: husemâ): iki düşmandan

her biri. ‫( ﺣ ﺎ ﻣ ﻢ‬a.s.) : lrasmeden, kat'eden, kesip atan. H âkim -İ hâsim : bil- kararı derhal lıükme bağlayan, kesip atan hâkim, hasin ‫( ﺣ ﺼ ﻦ‬a.s.hısn'dan): ınüstalıkeın, kuvvetli, sağlam [yer]. Binâ-yi h a s in : sağlam yapı.

hâsim

hasir (a.s.) : 1. feri gitmiş, donuklaşmış [göz]. Basar-I h a s ir: fersiz, donuk göz. 2. hasret çekeıı. (bkz : lıâsir', hası-et-keş). hâsir ‫( ﺣ ﺎ ﺳ ﺮ‬a.s. lrasret'den): 1. hasret çeken, merâmına nâil olamayan. 2. çıplak, silâhsız, eliboş, müdâfaadan âciz [adam], [“ hâib” kelimesiyle birlikte kullanılır], hâsir ‫( ﺧ ﺎ ﺳ ﺮ‬a.s. hasâr'dan. c. lıâsirân, lıâsirîn, lıâsirûn): zarara, ziyâna uğrayan, hasir ‫( ﺣ ﺼ ﺮ‬a.i.): 1. hasıı-. 2. s. söyleı- veyâ okurken dili tutulan. h â s î r - ( a .s .) . ( İ 3 k z :lıâsir). hâsirân ‫ن‬ yanlai".

‫ﺧﺎ ﺳ ﺮا‬

(a.s. hâsiı-'in c.) : zarara uğra385

hâsiren

hâsiren ‫( ﺧﺎ ﺳ ﺮا‬a.zf.) : zarar göl'düğü halde, ziyâna uğrayarak. hâsirin ‫( ﺧﺎﺳﺮس‬a.s. lıâsir'in c.) : zarara, ziyâna uğrayanlar, (bkz: lıâsiı'ûn). hâsirûıı ‫( ﺧﺎ ﺳ ﺮ و ن‬a.s. lıâsir'in c.) zarara, ziyâııa uğrayanlar, (bkz: lıâsii'âıı, lıâsii'îıı, lıâsirûn). hasis ‫( ﺧ ﺴ ﻴ ﺲ‬a.s. lıisset'deıı): 1. nekes, cimi'i, pinti. 2. al‫ ؟‬ak, değeı'siz, kıymetsiz; insani küçülten. Hasis menfaatlar. hasisa ‫( ﺧ ﺼ ﻤ ﻪ‬a.i.) lcendine malisus olup başkasında bulunmayan keyfiyet, karakter, hasise ‫ب‬ (a.i.) : kötü lauy, feııâ tabiat, hasiyy ‫( ﺧ ﻌ ﻰ‬a.s.) : laadııaı edilmiş, İıayası 1‫ ؟‬karılmış, burulmuş [insan veyâ laayvanj; iğdiş. laasl ‫( ﺣﺜﻞ‬a.i.): feıaâ laal sâhibi olnaa. haslet ‫( ﺧ ﻌ ﻠ ﺖ‬a.i.c.: laısâl): insanin yaı'adılıŞindaki lauyu, tabiatı, mizâcı. haslet-i cemile : güzel lauy. hasm ‫( ﺻ ﻢ‬a.i.) : lcesme, kesip atma, kesin olarak laal ve fasletme, hasm-ı da'vâ : dâvâııın laalli. hasm ‫( ﺧ ﻌ ﻢ‬a.i. ve S.C. : lausûııı) : 1. düşman, (bkz : adû). 2. mulaâlif karşı tai'af. hasmeyn : huk. dâvâlı olan iki taraf, hasm-ı ca'lî: huk. [eslciden] hakikatte laasnu olmadığı laalde, İlasını İ111İŞ gibi lıâkiııı huzûrunda İausûııaeti kabul eden kimse, hasm-ı cân : can düşmanı, hasm-ı ekber : en büyük düşman, şeytan, hasm-ı bî-ser ü pâ : sefil düşman, hasm-i mütevârî: hulc. [eskiden) mahkemeye gelnaelcten ve vekil göndermekten ‫ ؟‬ekinen ve koi'kan kimse. lıasm-âne ‫( ﺧﺼﻤﺎﻧﻪ‬a.f.b.zf.) : düşmancasına, hasmeu ‫( ﺣ ﻤ ﺎ ﺀ‬a.zf.) : kesin karar ile halledip laitirmek sûretiyle. hasmi ‫ﺧ ﻌ ﻤ ﻰ‬ (a.i.) : düşmanlık, (bkz: husûmet). hasııâ ‫( ﺣ ﻌ ﻐ ﻰ‬a.s.) : fazlasıyla nâmuslu olan [kadın). hasnâ-yi hüsnâ: hem güzel, İaeıu nâmuslu [İcadın]. hasııâ' ‫ت ﺀ‬ (a.s.) : güzel [kız veyâ kadın). Arûs-i hasnâ : güzel gelin, hasnâ-yi müstesııâ : eşi olmayan güzel. 386

has-pûş ‫( ﺧ ﻬ ﻮ ش‬f.b.s.) 1. yalancı, hîlekâr, mürâî. 2 ٠‫ ؟‬ali ‫ ؟‬İi'pı ile örtülü, has-pûşî ‫( ﺧ ﻬ ﻮ ﺷ ﻰ‬a.s.) : riyâ, lıîle. hasr ‫( ﺣﺼﺮ‬a.i.): 1. sıkıştırma, dai" bir yerin İ‫ ؟‬İne alma. 2. hareketten menetme, etrâfını ‫ ؟‬evirme. 3. mahsus klima, kılınma. 4. vakfetme, talisîs etme. 5. zaman ayırma. 6. konıışurken veyâ okurken tutulup kalma. hasr-i iştigal: bütün uğraşmayı bir şeye İıasretme. hasr-1 nazar : bakışı bil" tarafa veyâ noktaya dikme. hasr ‫( ﺧﺼﺮ‬a.i.): 1. böğür. 2. anat. bel. hasreme ‫( ﺣﺜﺮﻣﻪ‬a.i.): anat. üst dudağın alt dudak üzerine taşınası. hasren ‫( ﺣ ﻤ ﺮأ‬a.zf.): muhasara ederek, etrafım kuşatarak, çemberleyerek, hasret ‫( ﺻ ﺮ ت‬a.i.): ele ge‫ ؟‬irilemeyen veyâ elden kaçırılan bir nimete üzülüp yanma, i‫؟‬ ‫ ؟‬ekme, inleme‫ ؛‬üzüntü, i‫ ؟‬sıkıntısı, keder, zalnnet; eseflenme, göreceği gelme, özleyiş, (bkz: İştiyâk). hasret-dide ‫( ﺣ ﺮ ت ﻟﺒﺪه‬a.f.b.s.): hasret görmüş. hasret-fiken ‫( ﺻ ﺮ ت ﻓﻜ ﻦ‬a.f.b.s.): hasret düşüren, lıasret döken. hasret-giidâz ‫( ﺣ ﺴ ﺮ ت ﺳﻤﺪاز‬a.f.b.s.) : lıasretle yanan. hasret-hâne٠ü ^ ^ ( a . f . b . ‫؛‬.):hapishane, hasret-keş ‫( ﺣ ﺴ ﺮ ﺗ ﻜ ﺶ‬a.f.b.s.) : hasret ‫ ؟‬eken, özlemiş. hasret-keş-âıe ‫( ﺻ ﺮ ﺗ ﻜ ﺸ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : hasret ‫ ؟‬ekene yakışacak sûrette. hasret-nâme ‫( ﺻﺮﺗﻐﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : ed. ayrılık doİayısıyla yazılan mektup, hasret-zede‫( ﺻﺮﺗﺰده‬a.f.b.s.c.hasret-zedegân) : lıasrete uğl'amış, hasrete düşmüş, hasret-zede-gân ‫( ﺣ ﺴ ﺮﺗ ﺰ د ﻛﺎ ن‬a.f.b.s. lıasretzede'ııin c.) : lıası'ete uğl'amış olanlaı-, hası'ete düşmüş olanlar). hasret-zede-gi ‫( ﺻ ﺮ ﺗ ﺰ د ﻣ ﻰ‬a.f.b.i.): lıası'ete ıığı'amış, lıasrete düşmüş olma, hass ‫( ﺣ ﺚ‬a.i.) : biı'iııi, bil' işe teşvik etme, kandıi'ip ayaı'tına. hass ü iğrâ': teşvik ve kışkırtma, hass ‫( ﺣﺲ‬a.s.): 1. al‫ ؟‬ak١âdî. 2. i. marul.

haşâiş

[/‫ل‬

hâss (a.s.c. : havâs) : 1. malisus, *özel. İsm-i hâss : has isim, *özel ad. 2. hükümdaı-ın kendine mahsus olan. 3. saf hâlis. 4. tar. OsmanlI imparatorluğunun eski devirlerinde, devletin büyüklerine ayı'ılan ve yıllık geliri yüzbin akçadan yukaı'ı olan aı'âzi. hâsse'1-hass : tas. vahdet-i vücuda inanan, Allah'ı mutlak bir vaı'lılc olarak kabul eden, hâss ü âm : herkes, hâssü'l-hass : en has, en giizel. hâss ۶‫( ا س‬a.s. hiss'den): hisseden, duyan, [ıuüen. "hâsse"diı-]. hassa ٥—‫( ﺧﺎص‬a.i.) : bir Icimseye, ya da bil- şeye özel olan nitelik, kuvvet, gü‫ ؟‬. hassa a sk e ri: tar. pâdişâhı veya hükümdarı korumalcla görevli askeri sınıf. hassâd ‫( ﺣ ﻤ ﺎ د‬a.s.): ekin biçen, orakçı, (bkz : lıâsid). hassân (a.s. hüsn'den): 1. ‫ ؟‬ok güzel olan. 2. i. erkek adi. hassâs ۶‫( ا س‬a.s. hiss'den): ‫ ؟‬ok hisseden, pek ‫ ؟‬abuk ve kolay müteessir olan, alıngan, liisli, duygulu : Hassâs bir kalb. Hassâs terâzî : en ufak bir farkı gösteren [terâzi]. hassâs-âne ‫( ﺣ ﺴﺎ ﺳﺎﻧ ﻪ‬a.fzf.): hassas, duygulu olana yakışacak sûrette. hassâsiyyet ‫ ا ﺳﺒ ﺖ‬٠‫( ح‬a.i.) : hassaslık, duygulu olma İıali, *duygusallılc. hâsse ‫( ح ا ﺳ ﺎ‬a.i. İıiss'den. c .: İıavâss): bir şeye mahsus olan lcuvvet ve İıal, duygu, [“ hâss” in müennesidir]. hâsse-i lems : elle dokunma kuvveti, hâsse-i rü 'ye t: görme kuvveti, hâsse-i selime : sağ duyu, fr. bon sens. hâsse-i sem ': İşitme kuvveti, hâsse-i şemm : koklama lcuvvet'i. hâsseten ‫( ﺧﺄﺻﺔ‬a.zf): İıusûsi olarak, *özellikle, ayrıca, yalnız. hâssiyyet ‫ىﺳﻴﺖ‬٠(a.i.): (bkz : hassâsiyyet).' hâssiyyet ‫ ﺑ ﺖ‬٠‫( ﺧﺎه‬a.i.c.: İıasâis) : kuvvet, te'siı-. [bir şeye malisus olan], hâssiyyet-i lcat-1 h ayât: ölüm İıassası; ölüm te'siri. haste (f.s.c.: haste-gân): hasta, raliatsız, sayrı. haste-i b î-şifâ : şifâsız İıasta.

haste-i gam-1 a ş k : aşk gamınııı hastası, h â s t e ^ ^ (f.s.) : 1. ayağa kalkmış, i . uzaıımış. Ber-hâste: ayaklanmış. Nev-hâste : yeni yetişen delikanlı; yeni yetme, hâste (f.s.): istenilmiş, istenilen, (bkz : matlûb). haste-bend ٠‫ى ﺑﺘﺪ‬ (f.b.i.): kırık çıkık sarmaya yarayan bağ, sargı, (bkz : cebire), haste-dil ‫ د ل‬.‫ﺲ ط‬ ‫( ﺧ‬f.b.s.): gönlü İıasta, üzüntülü; sıkıntılı. haste-gân ‫ف‬١‫( ﺧﻮا ﺳﻚ‬f.s. haste'nin c .): lıastalar, rahatsızlar, saynlaı.. haste-gi ‫( ﺧ ﺌ ﻰ‬f.b.i.): hastalılc, rahatsızlık, haste-hâne

‫ ط‬٠‫( خ‬f.b.i.): hastane.'-

hâst-gâr ‫ ﺳ ﻄ ﺮ‬1‫( ﺧﻮ‬f.b.s.): isteyici.., isteyen, (bkz: tâlib). hâst-gârî ‫ى‬ tâliplik.

‫را ﺀ‬

(f.b.i.):

isteyicilik,

hasûd ۶ ‫( د‬a.s. hased'den): hasetçi, kıskan ‫ ؟‬, ‫ ؟‬ekemeyen. El-hasûd lâ-yesûd: haset‫ ؛ ؟‬kimse faydalanmaz ve onmaz, (bkz: lıâsid). hasûd-âne ‫( ﺣ ﺴ ﻮ داذ ه‬a.f.zf.): hasûd olana yakışacak sûı-ette; hasetçilikle, kıskançlıkla, hasûdî ‫ وﻟﺪ ى‬٠‫( ﺣﻶ‬a.i.): hasutluk, hasetçilik, kıs.kan‫ ؟‬hk. hasûr ٠٥۶—‫( ور‬a.s.): 1. tasad.aıı gönlü daralan. 2 . Sil- saklayan. 3 ٠mücâhede yoluyla e.vlenmeye ve kadınlara yaklaşmaya 1-ağbet etmeyen. [Kuı-'ân'da bu kelime ile "Hz. Yahya” vasıflandırılmıştı!-]. has ü hâşâk ‫س ﺧﺎﺷﺎك‬ ٠ ‫ ( خ‬fi.) : ‫ ؟‬eı-‫ ؟‬öp. hasve ‫( ﺣ ﺮ ه‬a.i.c.: İıusevât, İıusvât): azal- azal', yudum yudum İ‫ ؟‬me. hâş ۶ (f.i.) : 1. kırıntı,- döküntü, süprüntü. (bkz : hâşâk). 2. şiddet, kızgınlık, hâşâ ١‫( ﺣﺎش‬a.e.) : aslâ, katiyen, hiçbir vakit. Allal) göstermesin, uzak olsun, (bkz: hâşeİi'llâh). hâşâ siimme h â ş â : öyle olması İmkânsız, öyle degildii". h a ş â fe t ^ ^ ^ ( a .f) :kinve.dUşmanhk. haşâhiş

(a.i. haşhâş'ın c.) : haşhaşlar,

haşâiş ‫( ﺣﺶ —اﺋ ﺶ‬a.i. haşîş'ilT e .) : kuru otlar, (bkz : haşiş), [“ haşâyiş” şeklinde de kullanılmıştır]. (bkz : haşâyiş). 387

hâşâk hâşâk ‫( ﺧﺎﺷﺎﻟﺚ‬fi.) : çöp, süprüntü; yonga, (bkz : hâş‘).

‫ﺧ ﺸ ﺨﺎ ش‬

haşhâş

(a.i.): bot. kapsüllerinden af-

yon, tohum larında da yağı çıkarılan bir nebat, *bitki.

hâşâk-i z a if : lcuru çalı, çırpı, hâşâ mine't-teşbih ‫ﻣﻦ ا ﻟ ﺘ ﺜ ﺒ ﻴ ﻪ‬

‫ﺣﺎ ﺷﺎ‬

(a. c ü .) :

benzetmelcten korkulur, benzetilemez.

hâşâ min-huzûr

‫ﺣﻔ ﻮ ر‬

‫ﻣﻦ‬

‫ﺣﺎ ﺷﺎ‬

(a .c ü .): (sö-

haşhâşiyye ‫ﺧ ﺜ ﺨ ﺄ ب‬

(a .s.): haşhaş ile ilgili,

haşhaş nev'inden. Fasîle-İ haşhâşiyye : gelincikgilleı'.

kim se alınm asın; burada bulunanları ilgi-

hâşır ‫( ﺣﺎﺷﺮ‬a .s.): haşreden, cemeden, toplayan. Nidâ-yî hâşır : toplayan ses.

lendii-mez.

hâşi' ‫( ﺧﺎﺷﻊ‬a.s. huşû'dan. c . : h â ş 'în ): alçakgO-

züm) burada bulunanlardan uzalc, buna

‫( ﺣﺸﺎﻳﺶ‬a .i.: haşîş'in c.). (bkz : haşâiş). haşeb ‫( ﺧ ﺜ ﺐ‬a .i.): kereste yapılan lcalm, lcuru haşâyiş

nüll٩ lük gösteren.

‫ ﺧﺎﺷﻌﺎ‬alçakgönüllülük göstererek, ‫( ﺧﺎﺷﻌﺎﻧﻪ‬a .zf.): alçakgönüllülük göste-

h âçian

h âşiân e

ağaç, odun.

haşeb-i kâzib (yalancı o d u n ): bot. enine ke-

reı'ek. (b k z : mütevâzıâne).

silen ağacın kabuğuna yak ın olan yu m u şak

h a ş î f u ‫ ~؛‬J > (a .i.): eski, yıp ran m ış elbise,

kısmı.

h âçiîn

haşeb-i s â d ık : bot. ağacın halciki odun hasebü'1-enbiyâ : bot. peygam ber ağacı, (a .i.c .: haşebât) : ağaç, odun; yon-

haşebî, haşebiyye ‫ﺧ ﺜ ﺒ ﻴ ﻪ‬

، ‫ﺧ ﺸ ﻰ‬

(a .s.):

1. odun yapışında, odun gibi, odunla ilgili, (a .i.): odun

niteliği,

‫ﺧ ﺜ ﺐ داره‬

(a.f.b.i.) : ağaç, tahta par-

çası; yonga.

‫( ﺣ ﺸﺪ‬a .i.): insan topluluğu, haşefe ‫( ﺣ ﺸ ﻨ ﻪ‬a .i.): 1. anat. erlcegin

‫ﻫﺎ ﺷ ﻤ ﻰ‬

(a.h .i.): H z. M u ham m ed 'in

m ensuboldugu kabile.

‫ﻫﺎﺷﻤﻴﻪ‬

(a.h .i.): tas. Celveti tarikatı

şubelerinden biri. [Üsküdarlı Seyyit M u s-

‫ ﺛ ﻞ‬٠‫ح‬

girdiği İçin adına nisbet edilen H âşim iyye-İ B ayrâm iyye şubesinden sayanlaı. da vardır. digi İçin kendisine ondan dolayı baba de-

tenâsül

âletinin baş tarafı. 2. bot. başçık, (a.i.) : âdi, bayağı, rezil olma; ba-

yağılık.

nilm iştir).

haşin, haşin

‫ﺣﺎ ش‬

(a .zf.): A llah göstermesin,

aslâ kat'iyen, hiçbir vakit, (bkz : hâşâ), "iy

(a .i.c .: a h ş â m ): 1. maiyet, yan ın -

da bulunanlar. 2. âile. 3. hademe. H ad em ü h aşem : hizm et edenlei", m aiyet halici,

‫( ﺣﺸﻢ ﻧﺸﻴﻦ‬a.f.b.i.) ‫ ؛‬göçebe, ‫( ﺣ ﺜ ﺮ ا ت‬a.i. haşere'nin c . ) : 1. küçülc

h a şe m -n işîn

böcekler. 2. örüm cek, kaı'ınca, akrep; fâre; yılan ve benzerleri gibi hayvanlar. 3 ٠ m ec. değersiz ve zaraı-lı kimseler.

haşerât-ı lâ-yüflihûn : mec. insani rahatsız eden kü çü k ço cu k gürûhu.

‫ﺣ ﺸﺮه‬

(a .i.c .: h a şe râ t): arı, lcarınca,

‫ ﺧﺸﻦ‬،

-

(a.s. h u şıın et'd en ) :

kati, sert, kırıcı, gönül kırıcı, icaba,

haşiş

h âşe İillâh ‫ﻟﻠﻪ‬

haşere

H âşim î

Seyyit M ustafa H âşim , Bektâşiüğe de gir-

haşed

h aşerâ t

1. kuru ekm ek kırıntısı dog-

tafa H âşim (H âşim Baba) M elâm iliğe de

odunlulc.

haşem t

(‫ا‬٠‫( ﻫﺎش‬a.s.)

rayan [çorba ve benzeri gibi şeylere). 2. ezen,

Hâşimiyye

odun cinsinden. 2. bot. *ağaçsıl.

haşebiyyet -

haşel

hâşim

yaran , kiran, parçalayan. 3. erkek adi.

ga. ( b k z : haşeb).

haşeb-pâre

‫( ﺧﺎﺷﻌﻴﻦ‬a.s. hâşi'in c . ) : alçakgönüllüler, ٣ ‫( ﺣﺶ‬a .s.): haşmetli, gösterişli, (bkz :

muhteşem, müdebdeb).

hâline gelen kısmı.

haşebe -

h açîm

‫ﺣ ﺸﻴ ﺶ‬

(a.i.) : 1. kuru ot. 2. bot. esrar de-

nilen "H in d keneviri” yaprağı,

haşişe

‫ﺣﺸﻴﺸﻪ‬

(a.i.) : ot.

haşîşetü'd-dîk : bot. ökse otu. haşîşetü'd-dînâr :bot. şerbetçiotu, Omiirotu, fr. houblon. haşîşetü ١d-dûd : zool. sogulcan otu. haşîşetü'l-buzâk : bot. tü k rü k otu. haşîşetü'l-cereb : bot. u yu z otu. haşîşetü'l-hattâf : bot. kırlangıç otu. haşîşetü'l-himâr : bot. eşek otu. haşîşetü'r-rie : bot. ciger otu. haşîşetUr-rühbân : bot. papas otu.

örüm cek ve benzerleri gibi kü çü k h ayvan -

haşîşetü'z-zîbâk: bot. yaban fesleğeni,

lar, böcelc.

haşîşetü'z-zücâc : bot. yapışkan otu.

388

hatar-geh

haşîşî ‫( ﺣﺸﻴﺸﻰ‬a.s.): bot., cogr. *otsu, *otsul. haşî‫ ؟‬în - ( a .i.c .) :lıa ş lıâ ş île ı- ,lıa ş îş île ı ٠. hâçiye ‫( ﺣﺎ ﺷ ﻴ ﻪ‬a.i.c.: havâşî) : 1. kenar, pervaz, bir kitabin sahifeleri kenarına veyâ altına yazılan yazı, (bkz: hâmiş). 2. bir eserin metnini şerlı ve îzalı eden kitap. hâ‫ ؟‬iye-i tecrîd : Nasirüddin Tûsî'nin Tecrîdü'1-i'tikad (inancın tecridi, soyutlanması) adli eserine Seyyid Çei'if Curcâni tarafından yazılan bir hâşiye. haşl ‫ﺣ ﺜ ﻞ‬ ğısı.

(a.s.): heı-şeyin feııâsı, âdîsi, baya-

haşmet ‫( ﺣ ﺸ ﺖ‬a.i.): 1. “ haşenı” den meydana gelen büyüklük, lıeybet. 2. saygıdan dolayı ‫ ؟‬ekilime. 3. nezâlcet. 4. liiddet, kızgınlık. 5. alçakgönüllülük. haşmet-li, -İİİ : haşmet sâllibi mânâsına olup ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır. haşmet-meâb ‫( ﺣ ﺜ ﻤ ﺘ ﻤ ﺄ ب‬a.b.s.): haşmetli, haşmet sâllibi. [pâdişâhla! İ‫ ؟‬in İcullanılaıı, hürmet bildireli cüıııleleı'den idi], haşr ‫( ﺣ ﺸ ﺮ‬a.i.): 1. toplama, cem'etme. 2. ölüleri dii'iltip mahşere ‫ ؟‬ikarma; kıyâınet. Sûre-i lıa ş r : Kur'ân'ın 59. sûresi. Medine devrinde ııâzil olmuştur, 24 âyettil-. haşr-ı em vât: ölülei'in bir araya toplanması; kıyâınet günü, (bkz : yevmü'1-lıaşr). haşr ü neşr : toplanıp dağılma, haşr ü ııeşr [olıııak] : haşır ııeşiı' [olmak], uğraşıp durmak. haşrece ‫( ﺣﺸﺮﺟﻪ‬a.i.): can çekişnıe imâlinde bulunan bil- İıastanı çıkardığı hırıltı, haşşâş ‫( ﺣﺸﺎش‬a.s.) : esrar İ‫ ؟‬en, esrar gibi uyuştui'ucu şeyler kullanan, haşv ‫( ﺣﺸﻮ‬a.i.c.: hışviyyât): 1. miııdeı-, yastık gibi şeylerin İçine doldui'ulan pamuk, kıtık, kuru ot. 2. kırılacak şeylerin aı-asıııa konulan sannan ve sâil-e. 3. ed. uzun ve faydasız söz, dolma ve doldui-ma söz.

haşv-i m iifsid : ed. yalnız kalabalık etmekle kalnaayıp mânâyı da anlaşılmaz bir hâle 'getiren. ha‫ ؟‬v-i m utavassıt: ed. söze çirkinlik de, güzellik de vermeyen fazlalık. Jıaçvî ‫( ﺣﺸﻮى‬a.s.) : 1. haşve mensup‫ ؛‬mânâsız sözleı- söyleyen. 2. haşve benzeyen, haşviyyât ‫( ﺣﺸﻬﻠﻴﺎت‬a.i. haşv'in c.): söz arasında "şey, meselâ, sözüm yabana" gibi söylenen sözleı.. lıaşye, haşyet ‫ ﺧ ﺸ ﺖ‬، ‫ ه‬٠‫( ﺧﺶ‬a.i.): korku, korkma. haşyeten ‫( ﺧﺜﻴ ﺔ‬a.zf.): korku ile, ürkerek. haçyeten m inallâh : Allalı'taıı korkarak, haşyetullah .‫( ﺧﺸﻴﺔﻟﻦ‬a.b.i.): Allalı korkusu hât ‫( ﺧﺎت‬f.i.) : ‫ ؟‬aylak [kuş], hatâ ' ‫( ﺧ ﻄ ﺎ ﺀ‬a.i.) : 1. yanlış; yanlışlık; yanılma. 2. günah. 3. kabahat, kusul., hatâ m uâdelesi: jeol.; top. her İıangi bir nirengi şebekesinin muvâzene hesaplarına başlandığı zaman behel. ü‫ ؟‬gen İ‫ ؟‬in hazırlanan muhteıuel hatâlara âit muâdele (denklem). Hatâ ‫( ﺧﻄﺎ‬a.h.i.): şimâlî (kuzey) ‫ ؟‬in. hatab ‫ﺣ ﻄ ﺐ‬ hlzem).

(a.i.c.: ahtâb): odun, (bkz:

hatâ'bahş ‫( ﺧﻄﺎﺑﺨﺜﻦ‬a.f.b.s.): kabahatleri affeden, bağışlayan. hatâen ‫( ﺧﻄﺎة‬a.zf.): yanlış olarak, yanlışlıkla, hatâire ‫( ﺧ ﻄﺎﺋ ﺮه‬a.i. hatire'nin c.): mühim, *önemli İşler. hatâîyyât ‫( ﺧﻄﺎﺋﻴﺎت‬a.i.c.): yanlışlar, yanlışlıklar. hatâ-kâr ‫( ﺧﻄﺎﻛﺎر‬a.f.b.s.): lıatâ eden, yanlış yapan, yanılan. hatâ-pûç ‫( ﺧ ﻄﺎﺑ ﻮ ش‬a.f.b.s.): kabahatleri örten, örtbas eden. hatar ‫( ﺧﻄﺮ‬a.i.c.: hatarât): tehlike,

haşv-i gayr-i müfsid : ed. anlaıııı bozmayan fazla söz.

hatâr ‫( ﺣ ﺘ ﺎ ر‬a.i.): 1. çadır eteklerine bağlanan paı٠‫ ؟‬a. 2. birşeyiıı etrâfını çevreleyen pervaz, ‫ ؟‬enber gibi şeyler.

haşv-i kabih : ed. söze çirkinlik veren fazlailk.

hatarât ‫( ﺧ ﻄ ﺮا ت‬a.i. hatar'ın c.): tehlikeler, (bkz: hıtâr).

haşv-i m elih : ed. ibâı٠e arasında, cüınıle-i mu'tarıza kabilinden bil" söz karıştırma ve ikinci derecede bir mânâ İfâde etmektir.

hatar-gâh ‫( ﺧﻄﺮﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.): telılike yeri, telılikeli yer. hatar-geh ‫( ﺧﻄﺮﺳﻤﻪ‬a.f.b.i.) . (bkz : İıatar-gâh). 389

hatar-mend

hatar-mend ‫( ﺧﻄﺮﻣﻐﺪ‬a.f.b.s.) : telılikeli, korkulu, korkunç.

cömertliğiyle meşhur olan "Jbnü Abdillâln bin Sa'd” in lâkabı. 2 ٠s. çok cömert [adam],

hatar-nâk ‫( ﺧﻄﺮﻧﺎك‬a.f.b.s.) : telılilceli, korkulu, korkunç.

hatemallâh ‫( ﺧ ﻢ اﻟﻠﻪ‬a.n.): "Allah sona erdirsin!'' anlamında kullanılan bir dilek,

hatâ-sevâb ‫( ﺧﻄﺎ ﺻﻮاب‬a.b.i.): kitaptaki yanlışİıklai'i gösteren düzeltme cetveli,

hatemallahü avâkibehu bi'1-hayr : Allalı sonunu hayırlı kılsın.

hatât ‫( ﺣ ﻄ ﺎ ط‬a.i.): 1. süt kaynıağı. 2. hele, cilt iltilıâbıııdan meydana gelen kabuklaı-111 soyularak iyi olanları.

hâtem-âne ‫( ﺣ ﺎ ﺗ ﻤ ﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.): hâtem'e yakışacak sûrette. Cömertçesine.

hatât ‫( ﺣ ﺘ ﺎ ت‬a.i.): bağırnıa, çağıı-ma. (bkz: feı-yâd, gırîv). hatâtif

‫ﺧ ﻄﺎ ﻃﻴ ﻒ‬

hatavât

‫ﺧ ﻄ ﻮا ت‬

(a.i. lıuttâf'ın c .): kırlangıçlar, (a.i. lıatve'niıı c .): adımlai".

hatavâtü'ş-şeyâtîn: şeytânın mesleği, eğri yol. [Kur'an da “ hutuvât” olarak geçer], hatâ-ver

‫ﺧ ﻄﺎ و و‬

(a.f.b.s.): lıatâlı.

hatâyâ ‫( ﺧ ﻄ ﺎ ﻳﺎ‬a.i. lıatâ'ııın c.) : leabalaatler, suçlar, giinahlaı-, yanlışlar, yanlışlıklar,

hâtemât ‫( ﺣ ﺎ ﺗ ﻤ ﺎ ت‬a.i. hatme'nin c.): liatim etmelei", bitirmeler. hatemât-1 Fürkan-1 Kerim : Kur'ân-I Kerim'‫؛‬ birkaç defa liatmetme. hâtem-bend ‫( ﺧ ﺎ ﺗ ﻢ ﺑ ﻐ ﺪ‬a.f.b.s.): mühür kazan, mühür yapan, mühürcü, hateme ‫( ﺧ ﺘ ﻤ ﻪ‬a.n.): "Allalı sona erdirsin!” mânâsında lcullamlan bir dilek, hâtemî

‫ﺣﺎﺗ ﻤ ﻰ‬

(a.s.): lıâtem'e mensup,

hâtenıî ‫( ﺧ ﺎ ﺗ ﻤ ﻰ‬a.s.) : 1. mühürle ilgili. 2. mühülyapan.

hatâyî ‫ ﺑ ﻰ‬. ‫( ﻫﺎﺗﺎ‬a.i.): 1. Hata), kumaşı. 2. g. s. süslemede (tezlaip) açılmış lotüsü andı- hâ، emî-kerem ‫( ﺣ ﺎ ﺗ ﻤ ﻰ ﻛﺮم‬a.b.s.) : Hâteın gibi lütfü, i lisânı çok olan. ran bir çiçek ıaaotifi. 3. tezlaipte, merkezini hâtem-kârî ‫( ﺧ ﺎ ﺗ ﻤ ﻜ ﺎ و ى‬a.f.b.i.): bir satlıııı (*dilİaatâyî deıaileıa çiçek ıaaotifi İşgal etlaaele üzezeyin) üzerine süs şekilleri oyarak meydana re birbirine geçmiş sipiral dallardaki çiçek gelen boşluklaı-ı o satlıa benzeyen başka bir naotifleı'inden teşekkül eden süslenae taı٠zı. madde ٧eyâ mâdenle doldurmak sûretiyle 4. güzel sanatlai'da kullanılan ve Çin'de piyapılan süslemeler. ı'inçten yapılan bir kâğıt cinsi, [tezlaip, laat, minyatür v.b.]. h a ، e n ^ ( a .i.) :dâmât. Hatâyî

‫ﻫﺎﺗﺎﻳ ﻰ‬

(a.s.) : Hatay'a ait, Hatay ile ilgili,

hâteııa ‫( ﺧ ﺎ ﺗ ﻢ‬a.i.) : 1. mühür, üstü mühürlü yiizük.

hatenât

‫ﺧﺘﺎ ت‬

(a.i. lıateııe'nin c .): kaynanalar,

hatene ‫( ﺧ ﺘ ﻐ ﻪ‬a.i.c.: lıateııât) : kaynana, (bkz : hatne).

h âtem -î m e r â r e t :

acılık mührü. 2. en son.

h âtem -î s a d â r e t :

pâdişâhın sadrâzamlarda

hatfe enfihi vefat: rahat döşeğinde eceliyle ölen.

h âte m ü 'n -n e b îy y în

hatf ‫( ﺧ ﻄ ﻒ‬a.i.) : 1. kapma, aşırına, çalma. 2. şimşeğin göz kamaştırması, gözü alıııası.

duran ıaaülaüı-ü. h âtem ü 'l-en b iyâ ,

(nebilerin, peygamberlerin Hz. Mulaananaed. h â te m ü 'l-m ü lk :

sonuncusu):

hükümdar mührü,

(payganaberlerin sıaıauıacusu): Hz. Mulaananaed.

h âtem ü 'l m ü rse lîn h âtem ü ' 1-v a h y

(vahi mülaüı٠ü ): Hz. Mulaana-

naed.

hatf ‫( ﺣ ﺘ ﻒ‬a.i.) : ölüm, ölme, (bkz : mevt),

hatf-ı ebsâr : göz kamaşması, hâtıb ‫( ﺣ ﺎ ﻃ ﺐ‬a.s. ve i. liatab'dan): 1. odun toplayan, oduncu, (bkz: hattâb). 2. iyiyi kötüyü ayırdedemeyen kimse, hâtıb-ı leyi, hâtıbü'1-leyl (gece odun toplayan): mec. saçma sapan konuşan [adam],

Peyganaberlik İşareti. 2) Hz. Mulaananaed'in onauzlaı.! arasındaki ben.

hâtıf ‫( ﺧﺎﻃﻒ‬a.s.c.: lıavâtıf): 1. kapıp götüreıı. 2. göz kamaştıran.

Hâtem ‫( ﺣ ﺎ ﺗ ﻢ‬a.la.i.) : 1. Arap kabileleri arasında tanınmış "Tayyi” kabilesine mensup ve

hâtır ‫( ﺧﺎ ﻃ ﺮ‬a.i. hutür'daıı): 1. zillin, fikir. 2. keyif, İıal. 3. gönül.

h â te m ü 'n -n ü b ü v v e t : ı)

390

hâtım ‫( ﺣﺎﻃﻢ‬a.s.): kırıcı, kırıp ufalayıcı,

hatibe h âtır-ı â tır : m ektuplarda geçen lıatıı- sorma formülü.

gOnüJ inciten.

h â tır-ı n â-çâd : tasalı gönül. 4 . tas. kalbe gelen nıânevî ilitap. h âtır-ı

m e le k i:

A hiret

muhabbeti,

rûhânî kuvvetlerin geleceği ve bu yüzden

betinin cisıııâni kuvvetlere üstünlüğü. r a h m â ıı i:

tas.

de ceınâl-i vahdetin

sâlikin

kalbin-

tecellîsiyle tam bil'

sükûııet husûlü. [ayni zam anda "m uhabbetııllalı” da demektil-J. h âtır-ı ş e y t â n î: tas. nefse m uhabbet yüzün den ma'siyyet işlemesi, [şehvet ve ma'siyyet demektir).

‫ﺧﺎﻃﺮه‬

(a.i. İıutûr'dan. c . : ilâ'tıı'ât): hatı-

ı.a gelen, hatırda kalan şey, anda‫ ؟‬. h â tıra -i

hâtır-mandegi ‫( ﺧﺎﻃﺮﻣﺎ ﻧﺪﺳﻤﻰ‬a.f.b.i.) : hatırı kalmış olma, giicenm işlik.

hâtır-nevâz ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﻧ ﻮا ز‬a.f.b.s.): gönlü okşayan,

h â tır-ı n e fs â ı ıî: tas. nefis ve tlünyâ m uhab-

lıâtıı'a

Jîâtır-mânde ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﻣﺎ ﻧ ﺪ ه‬a.f.b.s.): hatırı kalm ış, gücenm iş.

tas.

taatm zuhûru.

h â tır-ı

hâtır-hırâç ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺧ ﺮ ا ش‬a.f.b.s.) : hatır kiran,

âbid e-i

m eşru tiyet

m a d a ly a s ı:

İıatırnaz. h â tır-n e v â z î

‫( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ ﻧ ﻮا ز ى‬a.f.b.i.) : gönül okşa-

yıcılık, hatıı'nazlık.

hâtır-nişân ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﻧﺸﺎف‬a.f.b.s.): hatırda kalan, aklida kalan.

hâtır-nişîn ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﻧ ﺒ ﻦ‬a.f.b.s.): İıatırda kalan, aklida kalan.

hâtır-pesend ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺑ ﻐ ﺪ‬a.f.b.s.) : sevilen, beğenilen.

hâtır-pezîr ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺑ ﻨ ﻴ ﺮ‬a.f.b.s.) : beğenilen, sevilen.

Hürı'iyet âbidesinin yapılm ası dolayısıyla

hâtır-pürs ‫( ﺧﺎﻃﺮﺑﺮس‬a.f.b.s.) : İıal hâtır soran.

bastıı'ılan altın ve güm üş m adalya.

hâtır-sâz ‫( ﺧﺎﻃﺮﺳﺎز‬a.f.b.s.): gönül yapan, hoş-

‫ﺧﺎﻃﺮآﺳﺎ‬

h â tır-âsâ

(a.f.b.s.): İ1UZU1.U olan, kay-

gısı olm ayan. h âtır-â şü fte

‫ﺧﺎﻃﺮ آﺷﻔﺘﻪ‬

(a.f.b.s.) : gönlü perişan

nül inciten.

hâtır-çikeste ‫( ﺧﺎﻃﺮﺷﻜﺴﺘﻪ‬a.f.b.s.): gönlü kırık,

olan. lıâtırât

nııt eden.

hâtır-şilcen ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺷﻜ ﻦ‬a.f.b.s.): hatır kiran, gö-

‫( ﻟ ﺠ ﺎ ﻃ ﺮ ا ت‬a.i. hâtıra'nın c . ) : 1. hatıra

gelen, hatırda kalan şeyler. 2. ed. bir kim senin, yaşadığı zam âna, bulunduğu İşlere, görüştüğü kim selere dâir düşüncelerini ve d u ygularım İçinde topladığı kitap.

‫( ﺧﺎﻃﺮ آ ز ا ر‬a.f.b.s.): lıatıı. kiran, h â tır-â z â rî ‫( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ آ ز ا ر ى‬a.f.b.i.): lıatıı-, gönül

h â tır-â z â r

kırıcılık.

‫ﺟ ﻮ‬

‫( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ آ ز ر د ه‬a.f.b.s.) : hatırı kırıl-

olana yakışacak sûrette.

hâtır-çinâsî ‫( ﺧﺎ ﻃﺮﺷﻨﺎ ﺳ ﻰ‬a.f.b.i.) : hatıı-şinaslık, gönül alıcılık. gelen.

hâtî ‫( ﺧﺎﻃﻰ‬a .s.): yanıltan, şaşırtan; hatâya dü-

‫ﺧﺎﻃﺮ‬

(a.f.b.s.): lıatıı- alan, gönül

alan.

‫ ؟‬tiren. ( b k z : nıulıtî).

hatla ‫( ﺧﻄﻔﻪ‬a .i.c .: lıatâyâ) : 1. günalı, kabahat, ‫( ﺧ ﺎ ﻃ ﻮ د ا ﺷ ﺖ‬a.f.b.i.): hatırda tutm a,

h â tır-d â şt

aklida tutma.

‫( ﺧﺎﻃﺮﻓﺮﻳﺐ‬a.f.b.s.): gönül aldatıcı, ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺳﻤﺮﻓﺘﻪ‬a.f.b.s.) : üzgün, kir-

h â tır-firîb

h â tır-g irifte gın. h â tır-g ü s â r ilk veren. h â tır-g ü şâ

Siıç. 2. yanlış, yanlışlık.

hatib ‫( ﺧ ﻄ ﻴ ﺐ‬a .i.c .: lıııtebâ) : 1. câıııide İıutbe okuyan. 2. güzel, düzgün konuşan lcirnse. ( b k z : n âtıka-pe ٠٠dâz).

Iıâtib ‫( ﺧﺎﻃﺐ‬a .s.): hitâbeden, söz söyleyen, ‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺳﻤﺴﺎر‬a.f.b.s.) : gönüle ferah-

‫( ﺧﺎﻃﺮ ﺳ ﻤ ﺜﺎ‬a.f.b.s.): gönül açan, gö-

nüle ferahlık veren. h âtır-h â h

nül alıcı.

hâtır-şinâs-âne ‫( ﺧﺎﻃﺮﺷﻔﺎﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): lıatırşinâs

hâtır-zâd ‫( ﺧﺎﻃﺮ زاد‬a.f.b.s.): hatıra doğan, akla

h âtır-â zü rd e mış. h âtır-cû

gücenik.

hâtır-çinâs ‫( ﺧﺎﻃﺮﺷﺎ س‬a.f.b.s.): lıatıı- alıcı, gö-

‫( ﺧ ﺎ ﻃ ﺮ ﺧ ﻮ ا ه‬a.fb.i.): gönlün istediği.

hâtib-‫ ؛‬felelc : astr. M üşteri, Jüpiter. hatîb-âne ‫( ﺧ ﻄ ﻴ ﺒ ﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.): liatibcesine, hatiblere, güzel söz söyleyenlere yakışııcasına; nutulc söylercesine.

hatibe ‫( ﺧ ﻄ ﻴ ﺒ ﻪ‬a.i.) : odunlulc, orm anlık. 391

hâtif hâtif ‫( ﻫ ﺎ ﺗ ﻒ‬a.s.) : 1. sesi işitilip de lcendisi göı-ülmeyen [kimse], seslenici, çağırıcı. 2. i.

gaipten haber veren melek, hâtif-î gaib : görünmeyen çağıi'icı, seslenici‫؛‬

şuur, vicdan, *bilinç. hâtif-âııe ‫( ﻫﺎﺗﻔﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): hâtife yakışacak

sûrette. hâtifî ‫( ﻫﺎ'ذﻏﻰ‬a.s.): lıâtif'le ilgili, hâtil ‫( ﻫﺎ ﺗ ﻞ‬a.s.) : 1. durmadan akan [yağmur[.

2. yoı-guıı; dingin. (a.s. hatm'deıı) : 1. hitâma erdiren, bitil'en. 2. mühürleyen, mühürleyici. [“ hâtem” olarak da kullanılır],

hâtim ‫ﺧ ﺎ ﺗ ﻢ‬

hâtime ‫ ﺧ ﺎ ﺗ ﻤ ﻪ‬, (a.i.): 1. son, ııihâyet. Hüsn-i hâtime : iyi bil- şekilde bitirme. 2. son ne-

feste kelime-i şalıâdet getil-me.

‫( ﺧ ﻄ ﺮ ه‬a.i.): den. nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği, hatt ‫( ﺧ ﻂ‬a.i.c. : hııtût) : 1. ‫ ؟‬izgi. 2. satir. 3٠yol. 4. yazı. 5. pâdişâh yazısı, ferman, buyruk. 6. sıı'a, saf. 7٠gemileı- İçin hareket istikanaeti olarak belirtilen taraf. 8. geo. yalnız uzunluğu olan buut, *boyut. 9. gençlerde yeni terleyen bıyık veya sakal. ıo. parmağın on ikide biri olan bil- ölçü, hatra

hatt-ı âb : gözle görülmeyen yazı, hatt-ı â ftâ b î : kuyruklu harflerin sonunu

süsleyerek yazılan Arapça bir yazı, hatt-ı a n ıû d î : geo. dikey çizgi, hatt-ı âteş-h ân : ateşe gösterilerek okunabi-

len Arapça bil' yazı, hatt-ı a y â g : kâse veya kadeh kenaı-1.

Fatin Efendi'nin 672 şâirin hal tercümesini kapsayan şairler tezlciresi.

hatt-ı âzâdî : azat edilme yazısı,

‫( ﺧﺎﺗﻤﻪ ﻛﺶ‬a.f.b.s.): İıâtime çeken, son veı'en, bitiren.

hatt-ı bâlâ : cogr. doruk çizgisi, tepelei'in en

H âtim etü 'ş-şu arâ :

hâtinıe-keş hatir

/

(a.s.). (bkz : hattâı-, hatûr).

hatir >

(a.s.): 1. şan ve şeref sâhibi [kimse]. 2. yüce, ulu. 3. mıılıâtaı'alı, tehlikeli, [müen. "hatire” dir].

hatire ‫( ﺣ ﻄ ﻴ ﺮ ه‬a.i.). (bkz : hazire).

(a.i.) 1. hitâma erdirme, bitirme. 2. Kuı-'ân'ı başından sonuna kadai' olcuma. 3. mühürleme, mühürlenme.

hatm ‫ﺧ ﻌ ﻢ‬

hatt-ı

B agdâd:

Cemşîd'in

kadehindeki

üçüncü satir. yüksek noktasından geçen hâyâlî çizgi, hatt-ı b â tıl : bil. yazıyı iptal eden, hükümsüz

kılan çizgi. hatt-ı b eııd egî : köle sahibi olabilmek İçin

alınan belge. hattı-ı b e y z â v î : harflerin sonundaki ,kıv-

rıınlai'i oval şeklinde olan arap yazısı, hatt-ı butlân : batal etmek kasdıyla bil- kay-

din veyâ künyenin üzerine çekilen çizgi,

hatm ‫( ﻟ ﺠ ﺘ ﻢ‬a.s.): 1. lıâlis. 2. i. hüküm ve İcazâ îcâbettirme. 3. i. sağlamlaştırma,

hatt-ı c â m : Cemşîd'in efsanevi kadeliinin

hatm ‫( ﺧ ﻄﻢ‬a.i.) : 1. kuş gagası. 2. burun [insan

lıatt-ı cânibî : *yanal çizgi,

ve hayvanda]. hatme ‫( ﺧ ﺘ ﻤ ﻪ‬a.i.c. : hatemât) : liatim etme, bi-

tirme. [bir kere].

üstündeki yazı, hatt-ı celi : bütün İslâm yazılarının uzaktan o k u n a b ile c e k k a d a r

iri yazılmış nev'i. ve



-

' .

İÜ S y a z ı s ı n ı n İl i s i

hatm i ‫( ﺧ ﻄ ﻤ ﻰ‬a.i.) : bot. ebegümeciye benze-

hatt-ı cevr : Cemşîd'in kadehindeki, yazıla-

yen, ondan daha büyük bil" çiçek olup kök ve çiçekleı'i hekimlikte İcullaırılır.

lıatt-ı çeşm-i n ıû r î : ince ve çok küçük liarf

(a.f.b.i.) : tas. Nakşî taı'îkati müritlerinin şeyh lluzûrunda diz çöküp filcı'î ve nazari mâsivâdan tecerrüd edel'elc şeyhe ve dolayısıyla hakka vasi ile yönelip şeyliin işâretleriyle “Fâtiha, İhlâs, inşirah" sûrelel'ini muayyen adetlei'de olcuıua.

hatm -i hâcegâıı ‫ﺧ ﺘ ﻢ ﺧ ﻮا ﺟ ﻜﺎ ف‬

hatn ‫( ﺧﺘﻦ‬a.i.): 1. sünnet etme. 2. dâmad. hatne ‫( ﺧﺘﻐﻪ‬a.i.): kaynana, (bkz : hatene).

392

1.111 ilk satırı. lerle yazılmış bir yazı, mikroskopik yazı, hatt-ı d e s t : el yazısı, el yazması, d îv â iıî : rık'a'nın birleştirilmesinden doğmuştur. Düz ve devil'li Icısımlarııı dalla kısa şekilde tatbik edilmesi sûl'etiyle çabukluk elde edilmiştir, "ince dîvânî, lcıı'ma dîvânî, celî dîvânî” diye çeşitleri vardır. Bunların lnepsine biı'deıı "çepyazısı” denir. Divânî ile celî dîvânî, vakfiye, îlân, İıüccet,

lıatt-ı

hatt-ı nesih

ilmihaber gibi resmî kayıtlarda kullanıl­ mıştır. hatt-ı emân : düşman ülkesinde verilen gezi kâğıdı. hatt-ı esâs, hatt-ı zemîn : geo. geometrik çizgilerde esas alman çizgi, hatt-ı eşk : Cemşîd'in kadehindeki yazıların beşinci satırı. hatt-ı evvel : ı) Tanrı buyruğu; 2) Tanrının tahtı sayılan Mekke; 3) Arap alfabesinin ilk harfi olan elif ( ١). hatt-ı fâsıl : fasledici, ayırıcı çizgi, hattı-ı firârî : geo. gerçekte paralel olduğu halde uzaktaki bir noktada birleşir gibi gö­ rünen çizgiler. hatt-ı gubârî ; g. s. bir yazı sitili, hatt-ı gül-zâr : çevresi çiçek resimleriyle süslenmiş olan bir Arap yazısı, hatt-ı hareket : davranış, davranma yolu, hatt-ı hatâ : iptal çizgisi, hatt-ı havâî : havaî hat, havadan çekilen hat. hatt-ı hisâr : sihirli dâire, (bkz : hatt-ı men­ del) hatt-ı hûbân : sevgilinin yanağında çıkan ince tüyler. hatt-ı hudûd : sınır çizgisi, hatt-ı hûn : baş kesilmesi için verilen fer­ man. hatt-ı hurûc, hatt-ı irtisâm : geo. bir daire­ ye teğet olan çizgi. hatt-ı hümâyûn : pâdişâhların herhangi bir iş için bizzat yazdıkları yazılar, (bkz : hatt-ı şerif). hatt-ı icâzet : g. s. vakfiyelerin, dua kitap­ larının, hattat icazetnamelerinin yazıldığı sülüsle nesih arası bir yazı şekli, hatt-ı ictimâ-i miyâh : suların toplandığı hat, çizgi, dere. hatt-ı imtiyâz : XIX. asırda, Sırbistan, Ro­ manya gibi beylik olan yerlerin sınırı, hatt-ı istivâ : coğr. ekvator, fr. équateur, hatt-ı istivâî : coğr. ekvatorla *ilgili fr. équa­ torial, e. hatt-ı istivâ-i semâvî : astr. arzın merkezin­ den geçerek mihver-i âleme amut (*dikey) olmak üzere tasavvur edilen düzlemin semâ küresi ile arakesidi.

hatt-ı İ'tidâl: astr. ekvator çizgisinin üstünde Güneş'in geçtiği daire, hatt-ı kati' ‫ ؛‬geo. sekant, hatt-ı kebg: kekliğin tüyünün üzerindeki ‫ ؟‬izgi. hatt-ı kirdâr : iyi veya kötü durumların kaydedildigine inanılan yazı, hatt-ı k û fî: "mensûbî" adi da verilen bu yazı ile sikke, kitâbe ve Kur'an yazılmıştır. IV. Halife Hz. Âlî'nin bunu geliştirdiği ve ustaca kullandığı söylenir, önceleri “Mekkl”, "Medenî”, “Basrl” adlan verilmiş olan bu yazı, nesih yazısından sonra itibârını kaybederelc yalnız kitabelerde ve süs yazısı olaralc arasıra kullanılmıştır, hatt-ı lâ-îsme leh : anat. azm-i kas (sternum) üzerinden karma kadar geçen mevhum çizgi, fr. grand droit de l'abdomen. hatt-ı leb : genç çocuğun dudağının üstünde çıkan tüy. hatt-ı mağribi ‫ ؛‬magrip adi verilen : Cezâyir, Tunus ve Fas'lılarm yazıları, hatt-ı mendel: sihirli daire, (bkz: hatt-ı hisâr). hatt-ı mevhûm : hayâli çizgi, hatt-ı mîhî, -1 mismâri ‫ ؛‬çivi yazısı, hatt-ı muhakkak: bir buçuk parçası düz, geri kalanı devirli olan sülüs ile nesih araSindaki bir yazı. hatt-ı munassıb : geo. bir açıyı ikiye ayıran ‫ ؟‬izgi. hatt-ı mûvazî: geo. paralel çizgi, doğru, hatt-ı mücâüib: asimptot, hatt-ı müdâfaa: ask. müdâfaa, korunma, savunma hattı. hatt-ı mümâss : geo. *teğet, fr. tangente. hatt-ı münebbih: geo. *aradogru, fr. ligne de rappel. hatt-ı münhani : geo. eğri çizgi, hatt-ı münkesir: geo. kırık çizgi, hatt-ı müstakim : geo. doğru çizgi, hatt-ı müstedir : geo. *dâiresel çizgi, hatt-ı müşgîn : yanaktaki ben. hatt-ı nâzım : geo. normal çizgi, hatt-ı nesih : kalınlığı "sülüs” yazısının üçte biri kadardır. Sonradan, tashihe elverişli olmadığından, yazanın ustalığını deneme 393

hatt-ı nesta'lîk bakımından, hattatlar arasında bir meheng olmuştur. Başka yazılara nispeten daha ko­ lay okunduğundan, çok yayılmıştır. Kur'an, tefsir ve hadîs yazmakta çok kullanılmıştır. “Nesih kırması” ve “ ince nesih” diye iki şek­ li daha vardır. hatt-ı nesta'lîk : tâlik yazısı, hatt-ı nev, -1 nevhîz, -1 nevîn : yeni yeni ter­ lemeye başlamış olan sakal, hatt-ı nev-zuhûr : yüzde yeni çıkmaya baş­ layan tüy. hatt-ı nısfı'n-nehâr : coğr. meridyen, fr. méridien. hatt-ı nısfı'1-leyl : astr. gece yarısı çizgisi, hatt-ı nîl : nazara karşı çocuğun alnına ko­ nulan işaret, hatt-ı nisyân : unutma, hatt-ı nişeste : tam gelişmiş el yazısı, (bkz : hatt-ı pûhte). hatt-ı pây-ı kelâğ, hatt-ı pençe-i gürbe : okunaksız, kargacık burgacık ve karışık yazı. hatt-ı pîşânî : kader, alın yazısı, hatt-ı pûhte : işlek, gelişmiş yazı, (bkz : hatt-ı nişeste). hatt-ı reyhânî : kalınlığı sülüs gibidir. Bun­ da gözü kapalı harf yoktur. Kur'an ve duâ yazmakta çok kullanılmış ise de, sonraları kullanılmaz olmuştur. İbni Bevvâb tara­ fından îcâdedildiği söylenir, hatt-ı rılca' : “tevki” e bağlı ve tevki'î kırması gibidir, kat'î bir şekli olmadığı gibi, kalınlı­ ğı için de bir ölçü yoktur. Harflerinin çoğu bitişiktir. Çabuk yazılabilir bir yazı oldu­ ğundan mektup ve şâire yazmakta kulla­ nılmıştır. Bunun, Bağdatlı Ebü'1-Fazl bin Hâzin tarafından îcâdedildiği söylenir, hatt-ı rık'a : divânî'deki harf şekillerinin sâdeleştirilmesi ile meydana gelmiştir. De­ vir ve meyiller azaltılmış, bu suretle yazıda çabukluk elde edilmiştir. Müsvedde, pusu­ la, mektup gibi şeylerde kullanılır. “Rık'a kırması”, “Babıâlî kırması” ve II. Abdülhamid devrinden beri kullanılan “İzzet Efen­ di rık'ası” gibi çeşitleri vardır, hatt-ı sâf : bot. *arıdöl. hatt-ı sak : geo. bir üçgenin tabanı. 394

hatt-ı sebz : ı) yeni çıkan, biten sebze; 2) ço­ cuğun yanağında çıkan ince tüyler; 3) şim­ diki zaman ile sonsuzluk arasında bulunan dünyâ. hatt-ı semt-i Kıble : Kıbleyi gösteren yön. hatt-ı siyâh, hatt-ı şeb : Cemşîd'in kadehin­ deki yazıların dördüncü satırı, hatt-ı siyâkat: bir yazı çeşididir. Her keli­ mede bir kısaltma yapılmış, çok defa nokta da kullanılmamıştır. Okunması çok zordur. Mâliye, Tapu, Evkaf gibi dâirelerde resmî kayıtlar tutmada çok kullanılmıştır. Güç okunan bir yazıdır. hatt-ı sülüs : harflerin altında dört parçası düz, iki parçası devirlidir. Yazının sülüs (=üçte bir) adını alması, bu üçte iki ve üçte bir nisbetinin dâimâ korunmasındandır. Kalınlığı meşk kalemidir; daha incelerine “ ince sülüs”, kalınlarına da celî (= iri, kalın) veyâ “sülüs celisi” denir, hatt-ı şafak ü fecr: astr. usturlaptaki şafak ve tan çizgisi. hatt-ı şecerî : budak şeklinde bir yazıdır, hatt-ı şikeste : İran'a mahsus bir yazı şekli, hatt-ı şuâ-i müteşâbihe: mat. *özdeş vek­ törler. hatt-ı taksîm-i miyâh : coğr. su bölümü çiz­ gisi, *su çatı. hatt-ı ta'lîk: İran yazısıdır, bütün harfleri devirlidir. Kalınlığı sülüs kadardır. Daha incelerine, “ ince ta'lîk”, “hurda ta'lîk”, “gubârî tâ'lik”, daha kalınlarına da “ta'lik celisi” denir. “Kırma ta'lîk” diye bir şekli daha vardır. Rivâyete göre Hoca Ebii-1 Âl, Pehlevî yazısı ile “kûfî furûatı” m birleştir­ mek sûretiyle îcâdetmiştiı.. hatt-ı tâziyâne : vurulan kırbacın bıraktığı iz, kırbaç izi. hatt-ı tertîb : ordinat. hatt-ı tev'emân : iki ayrı kâğıtta yazılan ve ancak bitiştirildiği zaman okunabilen bir yazı şekli. hatt-ı tevki' (icâzet): eski hattatlarımızın “ icâzet” dedikleri yazıdır. Yarısı düz, yarısı devirlidir. Kalınlığı nesih gibidir. Ferman, menşur, süfera, nâme, mahkemelerden çıkan vakfiye sûretlerinde kullanılmıştır.

havâle-‫ ؛‬muaccele

Bunun da Ebü'1-Fazl bin Hâzin tarafından îcâdolundugu söylenir, hatt-ı u f k : ufulc. hatt-ı u f k i: geo. *yatay, hatt-ı v â sıt : geo. *kenarortay, hatt-ı v a si : bitiştirici, bitiştiren çizgi, hatt-ı vetedü'1-a r z : astr. usturlapta yer kü-

resinin altında meridyendeki tutulum derecesini gösteren çizgi, hatt-ı veter ‫ ؛‬kiriş; daire kirişi, hatt-ı yem ânî : hatt-ı hamîrî denilen ve Arap

harflerinin asil ve esâsını meydana getiren hat, yazı. hatt-ı zemin : geo. yer *ekseni, hatt-zer-endûd : altınla yazılmış celi yazılar, hattii's-semt ve'l-kadem : astr. her hangi

bir mahalde râsıdın bulunduğu nolctadan ve semâ küresinin merkezinden, yânî Arzili merkezinden geçerek iki tai'afa doğru uzanan ve semâ küı٠esini iki noktada delen hattın bu iki nokta arasında kalan parçası, hattü's-semt ve'n-ııazîr : astr. muayyen bir

maksatla rasat yapmak İçin belli bil. noktada (mevkıf) duran ı'âsıdın bulunduğu noktadan ve Arzın merkezinden geçip iki tarafa uzanarak küre-i semâvî'yi iki noktada delen mevhum hat ve bu hattın iki nokta aı-asında kalan parçası. (a.i.): 1. aşağı inme, indirme. 2٠oyunda taş çıkarma. hattâ (a.zf.): bundan başka, fazla olarak, dalıî, bile, hem de, üstelik de. hatt ‫ﻁ‬

hattâb ‫( ﺣﻬﻼب‬a.i.): oduncu, (bkz : hâtıb). ‫( ﺧ ﻄﺎ ﻑ‬a.s.): 1. kapan, aşıran, kapıp aliCI. 2. i . kırlangıç, hattân (a.i.): sünnetçi,

hatt-şînâs ‫ﺛﻄﺲ‬٠٠‫( ﺧﻂ‬a.f.b.s.) : yazıdan anlayan, yazı uzmanı, fr. graphologue, h â t û n ^ ^ (a.f.c. :havâtîn) :kadın. hâtûn-i İtıyâmet : Hz. Fâtıma. hatUr ‫( ض‬a.s.), (bkz : battâr). hatve ‫ﺧﻂ—ؤه‬٠(a.‫؛‬.c. : hatevât) : adim. Fesîhü'lhatve : geni? adim atan, hatve-endâz ‫( ﺧﻄﻮه ادا ز‬a.f.b.s.) adim atan, hatve-endâzi ‫ ى‬3‫( ﺧﻄﻮه ا ﻓ ﺪ ا‬a.f.b.i.) : adim aticılık. hatve-şümâr ‫ ار‬٠ ‫ ف‬٥(a.f.b.s.) : 1. hatve, adim sayan. 2. ihtiyatla, çekinerek yürüyen. hâv ۶ (a.i.) : 1. ‫ ؟‬eftâlide oldugu gibi bâzı meyvalann üstündeki ince tüy. 2. çuha ve benzeri gibi kumaşların ters yüzünde bulunan tüy. havâ ‫( ﻫﻮا‬a.i.) : 1. hava. Serdiyihavâ : havanın soguklugu. (bkz: hevâ). 2. müz. saz veyâ söz müziğine âit olup da husûsî bir isimle belirtilmeyen parçadır, havâ-yi nesîmî : astr. atmosfer, *havaküre. havâcc ‫( ر و ا ج‬a.i. hâcce'ııin c.) : hacca giden, Kâbe'yi ziyâret eden hacı [kadınlai", kızlar], havâcib ‫( ﺣﻮ'ﺟﺐ‬a.i. hâcib'in c.). (bkz: hâcib). havâdis ‫( ﺣﻮا د ت‬a.i. hâdise'nin c.) : ilgi ile karŞilanan haber; yeni söz. [kelime müfred gibi kullanılır]. havâdis-i mütevâüye-i muhtelife-‫ ؛‬kevniyye : dünyâya âit ÎÜ1.İÜ türlü ve birbiri ardından gelen ilâdiseler. h a v â f î ^ ^ (a.i. İıâfiye'nin c.) : anat. omuzun İçyüzleri.

hattâf

havâfir ^ ' ۶ (a.i.hâfiı٠'inc.).(bkz : hâfir).

hattâr ‫( ﺧﺘﺎ)ل‬a.s.): hilekâr. (bkz : hud'a-kâr).

havâkin ‫( را ض‬a.i. hâkan'ın c.) : hükümdarlar, pâd‫ ؟؛‬ahlaı٠, başbuğlar, hâkaıılaı-, hanlai". havâlât ‫( ﺣ ﻮ ' ﻻ ت‬a.i. İıavâle'nin c.). (bkz : havâle).

hattât

‫ﺧ ﻄﺎ ﻁ‬

(a.i.): el yazısı çok güzel olan

sanatkâr. hatt-âver ‫( ﺧ ﻂ ﺁ ﻭ ﺭ‬a.s.): sakalı yeni yeni çıkmaya başlamış [genç]. hatt-âverde, -hatt-ber-âverde ‫ ﺧ ﻂ‬،

‫ﺧﻂ ﺁﻭﺭﺩﻩ‬ j J . (a.f.b.s.): sakalı gelmiş, sakalı çıkmış olan. hatti ٠‫( ﺧﻄﻰ‬a.s.) : 1. hat'ta âit, hatla ilgili. 2. i. g. s. bir yazı stili. 3. geo. *çizgisel, *doğrusal, ‫ﺃﻭﺭﺩﻩ‬

fr. linCaire.

havâle ۶ ‫( اك‬a.i.c. : lıavâlât) : 1. bil. İŞİ veya bir şeyi başka bil'ine bıı'alcma, üstüne bırakma, ısmarlama. 2 ٠gebelerde ve küçük çocuklaı'da bâzaıı göl'ülen sar'a nevinden bil' hastalik. 3. görmeyi önleyen, mâni, lıâil, tahta perde, duvai- gibi şeyler, havâle-i muaccele : huk. mııhal-ün-bih'in fillial ödenmesi lâzım olarak yapılan havâle. 395

havâle-î mukayyetle

havâle-i mulcayyede : huk. muhilin muhal-ün-aleyh zimmetinde yâhut yedinde olan malından vermek üzere diye mulcayyet olan havâle. havâle-î mübheme: huk. muhal-ün-b‫؛‬h'in tâcil ve te'cili beyan olunmaksızın yapılan havâle. havâle-i müeccele: huk. mııhal-ün-bih'in muayyen vâdesi hululünde ödenmesi lâzım olarak yapılan havâle. havâle-gâlı ‫( ﺣﻮاك ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.): 1. sıkıntı ve darilk hâlinde başvurulan yer. 2. eğlenti, gezinti yeri (blcz : mesir, mesire), havâle-nâme ‫( ﺣﻮاﻻ ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): posta, banka gibi vâsıtalarla para göndermek üzere yazılan mektup, havâle mektubu, havâleten ‫( ﺣ ﻮ ا ﻻ‬a.zf.): havâle olarak, havâle sûretiyle. havâlî ‫( ﺣ ﻮ ا ﻟ ﻰ‬a.i.): etraf civar, çevre, yöre. havâlî-i beyne'1-hücerât: bot. nebatların hüceyreleri arasındaki boşluklar. havâmiJ ‫( ; ا ﻣ ﻞ‬a.s. hâmile'nin c .): gebe lcadınlaı'. havâmis -1 Siileymaniyye ‫ل ﻳ ﻤﺎﻧ ﻪ‬ ‫ﺧ ﻮا ﻣ ﺲ‬ (a.b.i.): Süleymaniye Medresesi'ni teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvân. havânık($ ١^ (a.i. hânkah'ın c .): tekkeler, havânît ‫( ﺣﻮ'ﻓ ﺖ‬a.i. hânût'un c.): 1. dükkânlar. 2. meyhâneler. h avâre ‫( ﺧﻮاره‬f.i.): yiyecelc, yiyinti, havânk ‫( ﺧ ﻮا ر ق‬a.s. hârık ve hârika'ııın c .): hârikalar, İmkân ve yaradılışın üstünde olan, insanda lrayranlık uyandıran, şeyler, tansıklar. havârık-ı âde : fevlcalâde hâdiselei', Olaylar, h avâ rî ‫( ;ارى‬a.i.c.: havâriyyûıı): 1. yardımcı. 2 ٠peygamberlerin fikirlerini yaymada yardımlan dokunan lcimselerden her biri. Hz. îsâ'nın on iki yardımcısından her biri, havâric ‫ارج‬(a.s. hâriç ve hârice'nin c .): 1. âsîler; zorbalar. 2. “ Halcemeyn Vakası" ndan soni'a Hz. Ali'ye İsyân eden zümre, hâricîler. HavâriyyUn ‫; ا ر د و ن‬ (a.h.i. havârl'nin c .): havâriler, îsâ Peygamberin oniki kişiden İbâret olan yakm dostlan, yardımcıları. [Simun Petrus ve kardeşi Andreas, Yakub 396

(Zebedi'nin oğlu), Yuhanna (Zebedi'nin oğlu), Filipus, BarOlomeus, Tomas, Matta (vergi mültezimi), Yakub (Alfeus'un oğlu)j Taddeus, Simun (gayur-), Yahuda iskariyot (îsâ'yi ele veren)]. H avarnak ‫( ر ر ش‬a.h.i.). (bkz : Havernak). havâsıb ‫( ﺣ ﻮ ا ى‬a.i. hâsıb'ın c.): şiddetli rüzgârlar. havâsm ‫; ا ض‬ (a.i. hâsın, hâsına'nın c.): nâmuslu kadınlar. havâss ۶—‫( واس‬a.i. hâsse'nin c .): hasseler, duygular. havâss-ı hamse-i bâtına (İçteki be‫ ؟‬duygu): Hiss-İ müşterek, hayâl, velim, hâfıza, mutasarrıfa. havâss-ı hamse-i zâhire (dıştaki beş duygu): görme, İşitme, tatma, koklama, dokunma, havâss ‫( ﺧﻮاص‬a.s. hass ve hassa'nm c.): 1. hassalar, keyfiyetler. 2. muhterem, saygın olanlar. havâss-ı hümâyûn : tar. OsmanlI Devleti'nin fütuhat devirlerinde zaptolunan arâziden hazine uhdesinde alıkonulanları. havâss-ı me'mûrîn : me'murların İlei'i gelenleri. 3. i. bâzı mânevî te'sirler İ‫ ؟‬in okunan duâlar. Ehl-İ havâss : büyücüler. havâss-ı refîa : resmi yazılarda Eyiip Kadıları hakkında kullanılan bil. tâbir. havâss-ı vü ze râ : tar. OsmanlI Devletinde vezirlere, eyâlet paşalarına, sancak beylerine verilen haslar. havâss ü avâm : ileri gelenler ve lralk. havâssi ‫( ﺣ ﻮ ' ﺳ ﻰ‬a.s.): biy. duyum sal. h a v â ş î، r ‫( ; ا د‬a.i. hâ‫ ؟‬iye'n‫؛‬n c.) : 1. hâşiyeler. derkenarlar, (bkz : hâşiye). 2. lcuyruklar, maiyet adamları. lıavâtıf rıcı şeyler.

(a.i. hâtıf'ın c .): göz kamaştı-

havâtır — ^ (a.i. hâtıra'nın c.) : hâtıralar, fikirler, düşünceler. havâtır-ı nefsâniyye : insan nefsiyle igili dü‫ ؟‬ünceler. havâtır-ı rabbâniyye: İlâhî ilhamlai", telkinler. havâtır-ı ‫ ؟‬eytâniyye : ‫ ؟‬eytan telkinleri, havâtim, havâtim ‫ا‬٠‫( ﺧﻮ\ ﺗﻢ ؛ ﺧﻮاب‬a.i. hâtem'in c.): 1. mühürler.

havz-, hayâl

havâtim-i resmiyye : resmi mühürler. 2. sonlaı٠, âkibetleı..

S iy la 2 s o f y a n , 2 y ü r ü k s e m â î, 7 s o f y a n v e 1 n im

h a fifte n

m ü r e k k e p tir ,

havâtîn ‫ ﻟ ﻦ‬٠‫( ﺧ ﻮا ي‬a.i. lıâtûn'un c .): İıâtunlar, şerefli kadınlar.

hâvî,hâviye ‫ ﺧﺎ وﻳ ﻪ‬، ‫( ﺧ ﺎ و ى‬a.i.) : 1. yer. 2. boş ‫ ؟‬Öİ.

havâyic ‫( ﺣ ﻮ ا ﻳ ﺞ‬a.i. lıâcet'in c.) : ihtiyaçlar, İÜzumlu, gerelcli şeyleı'.

hâviye ‫( ﺣﺎ وﻳ ﻪ‬a.i.): havya, tenekecilerin leliim yaparken kullandıkları, çekice benzer bir âlet.

havâyic-i zarûriyye : zai'ûrî, giderilmesi gerelcen İlıtiyaçlaı.. (“İıavâic” şekli doğı'udur). havelâıı ‫( ﺣ ﻮ ﻻ ف‬a.i.): 1. dönme, dolaşma. 2. değişme. hâven ‫( ﻫﺎو ف‬a.i.): İıavan. havene ‫( ﺧ ﻮ ﻟ ﻪ‬a.s. lıâin'in c .): İıâinlilc edenleı', hayııılar. hâver ‫( ﺧ ﺎ و ر‬f.i.): şark, dogu yönü, gün doguhâver ü bahter: doğu ile bati, (blcz: hâveı٠ân). hâverân ‫( ﺧ ﺎ و ر ا ن‬f.i.c.) : şark ile gaı'b (dogu ile bati). hâverî ‫( ﺧ ﺎ و ر ى‬f.s.): şarkla, doğu ile ilgili. hâveristân ‫( ﺧ ﺎ و ر ﺳ ﺎ ن‬f.b.i.): doğu tarafı.

IS S IZ , t e n h a

Hâviye ‫( ﻫﺎ وﻳ ﻪ‬a.h.i.) : Celrennem'in yedinci kati, en şiddetlisi, (bkz : llutame, sakar, saîı'). havkal ‫( ﺣﻮﻗﻞ‬a.i.) . (bkz : lravkale). havlcale ‫( ﺣﻮ ﻗ ﻒ ﺀ‬a.i.c.: lıavâkıl) : 1. lıızla yüı٠üme. 2. s. ‫ ؟‬ok İlıtiyaı', zayıfve ‫ ؟‬elimsiz adam. 3. (bkz : havlaka). havi ‫( ﺣ ﻮ ل‬a.i.) : 1. yıl, sene. 2. etraf, ‫ ؟‬evre. 3. güc, kuvvet, tâkat. Lâ-havle velâkuvvete İllâ b illâh : kuvvet ve kudret ancak Cenâbıhakk'a mahsustur, havlalca ‫( ﺣ ﻮ ﻟﻘ ﻪ‬a. cü.): İâ İıavle ‫ ؟‬ekme, "İâ-havle velâ-kuvvete İllâ billâh (= güç de, kuvvet de ancak Allah'ın yardımı ile husûle gelil.)" cümlesini söyleme, havme ‫( ﺣ ﻮ ﻣ ﻪ‬a.i.): tasarruf dâiresi,

Havernak ‫( ﺧ ﻮ ر ذ ق‬a.h.i.): mimar Sinimmâi" tarafından, Fırat'ın Hire yalcınlarında yapılmış meşhur köşk.

havrâ ‫( ﺣ ﻮ را‬a.i.c.: hür): âhû gözlü [kız, kadın], (ahver'in müennesi).

havf ‫( ﺧ ﻮ ف‬a.i.) : 1. korku: korkma. 2. psik. fobya, yılgı.

havsal ‫( ﺣ ﻮ ﺻ ﻞ‬a.i.): havuzun kenarında suyun durulduğu yer.

havf-i âr : utanma korkusu, haf-i b â r i: Allah koi'lcusu.

havsala ‫( ﺣ ﻮ ﻣ ﺤ ﻒ‬a.i.): 1. kuş kursağı. 2. mide. 3 ٠ anlayış, akil‫ ؛‬zihin. 4. biy. legen.

havf-i fiishat: meydan korkusu, fr. agoraphobie.

havsala-sûz ‫ ه ﺳ ﻮ ز‬٠‫( ﺣﻮﻣﺤﺪ‬a.f.b.s.): tâkati, tahammülü yakan, mahveden,

havf-i m ehat: kapalı yei" korkusu, klostrofobi.

havsali ‫( ﺣ ﻮ ﺻﻠ ﻰ‬a.s.): havsalaya ait, ilavsala ile *ilgili.

havfen ‫( ووﻓﺎﺀ‬a.zf.): korkarak, ‫ ؟‬ekinerek, korku ile.

Havvâ' ‫( ﺣ ﻮ ا ﺀ‬a.h.i.): 1. Hz. Adem'in zevcesi olup, Adem Cennet'te uykuda iken sol taraf .kaburgasından alman bir kemikten yaratılmış ve bu .ameliyeden Adem ili‫ ؟‬acı duymamıştır. Adem topraktan, Havvâ, kemikten yaratılmıştır, (bkz: ümmü'l-beşer). 2. esıneı. İcadın. 3. kadın adi.

havf m ine'l-m â': su lcorlcusu, fr. hydrophobie. lıavfen minallâh : Allah'dan korkarak. havf-nâlc ‫( ﺧ ﻮ ﻓﻐﺎ ك‬a.f.b.s.) : korkulu, korkutan, hâvî ‫( ﺣ ﺎ و ى‬a.s.) : 1. ilrtivâ eden, İ‫ ؟‬ine alan, şâmil, kaplayan, toplayan, (bkz: câmi'). 2. miiz. Türk müziğinin büyüle usullerindendir. 64 zamanlı ve 48 daı'blıdıı". 64 zamanlı yegâne Öİ‫ ؟‬Ü olan hâvî'nin 64/2 lik “ağır hâvî" mei'tebesi de kullanılmıştır. Bu usul ile peşrev ve besteleı' ölçülmüştür. Hâvî, 16 uzun ("2” kıymetinde) ve 32 İcısa ("!'' kıymetinde) zamânı teşkil eden, sıı'a-

havye ۶ ‫( ﻳ ﻪ‬a.i.) : yaranın etrâfmdaki kabarık etler. havz ‫ ز‬٠‫( ﺣﻮ‬a.i.): etrâfı ‫ ؟‬itle ‫ ؟‬evrili yer. havz ‫( ر ض‬a.i.): 1. suya girme. 2. salcımlacalc içe solculma, girişme, havz J P f ■ (a.i.c.: lıiyâz): havuz, havz-ı beh işt: cennet lıavıızu. havz-ı h a yâl: İıayal havuzu. 397

havz-ı kevset lıavz-ı lcevser : Cennet'de bir İıavuz. havz-ı mâ : su ilavuzu, fr. cuve â eau. havz-ı n ıâ h î : ‫ ؟ ؛‬inde balık bulunan İıavuz. lıavz-ı m evt (ölüm ilavuzu) : içinden İçene

iler şeyi unutturduğuna inanılan İıavuz. havz-ı re s û l : Kıyamet'te Cennet'te bulunan kimselerin İçinde S'U İçeceğine inanılan ilavuz. havz-ı sâbih : yüzer, yüzen İıavuz. havz-ı te r s â : İçinde şarabin ıuayalandığı yei". İıavza ‫( ﺣ ﻮ ز ه‬a.i.) : 1. bir hükümetin İdâl'esi al-

tında bulunan ülkelerin bütünü. 2. taı'af yön. havza ‫( ﺣﻮﺿﻪ‬a.i.) : 1. cogr. a‫ ؟‬ık ve düz olan deniz kıyısı. 2. ırmak veya kollaı'ı vasıtasıyla sulanan aı'azi. havza-i İııtihâiyye : cogr. *ııçtelcne. hây ‫( ﻫﺎى‬f.n.) : vay!, eyvalı! hayâ' ‫( ﺣ ﻴ ﺎ ﺀ‬a.i.) : 1. utanma, sıkılma. 2. âı٠, ııâmus, edep. 3. Allalı korkusu ile günahtan kaçınma. (a.f.b.s.): utanan, utanga‫ ؟‬. (bkz: malıcûb). hayâdid ‫( ﺣ ﻴ ﺎ د ﻳ ﺪ‬a.i. lıaydûd'ıın c .): lıaydııtlaı'. [uydurma kelimelerdendir], hây-â-hây ‫( ﻫ ﺎ ﺑ ﺎ ﻫﺎ ى‬f.b.i.): yas tutan kimsenin iniltisi; feı-yâdı. (bkz : lıâyâhûy) hây-â-hûy ‫( ﻫﺎ ﻳﺎ ﻫ ﻮ ى‬f.b.i.): 1. çalıp eğlenmeden ‫ ؟‬ikan gürültü. 2. vâveylâ, ‫ ؟‬ığıltı. (bkz : lıâyâ-lıây). lıayâl ‫( ﺧﻴﺎل‬a.i.c.: lıayâlât) : 1. insanin kafasında tasarlayıp canlandıı'dığı şey. hayâl-i âşık-âne : âşıkcasıııa İıayal. hayâl-î beşer : insan İıayâli. hayâl-î h a k ik i : fiz. gerçek görüntü, hayâl-î h a t â : yanlış İıayâli, yanlış bir şeyi tasarlama. hayâl-î m urâd : miiz. adi anoniiu liir edvai"-ı İlm-i musikide geçeıı malcam. hayâl-î s â f: teiuiz hayal, bönce düşünce, hayâl-î sefid : beyaz İıayal. hayâl-î tesliıu : teslim İıayâli, teslim olmayı düşünme. 2. kuruntu. 3. kaı'agöz oyunu. 4. gölgeli görünen şey. hayâl-î z â h ir î : fiz. görüııen İıayal, göl'ünen *göi'üntü. 5. Melımet Rauf tai'afıııdan hayâ-dâr ‫ﺣ ﻴ ﺎ د ا ر‬

398

İstanbul'da liaftada iki defa olmak üzere yayınlanmış mizalii bil. gazete,

hayâlât ‫ﺧ ﻴ ﺎ ﻻ ت‬

(a.i. hayâlin c.) : İıayalleı, hulyâlar. (bkz : hayâl),

hayâlât-ı âliyye : yüksek İıayalleı. lıayâlât-1 askeriyye : askerlik hayalleri, hayâl-bâz ‫( ﺧﻴﺎ ل ﺑ ﺎ ز‬a.f.b.i.) : hayal, dalla ‫ ؟‬ok, karagöz oynatan, (bkz : hayâlî).

hayâlen ‫( ﺧﻴﺎ ﻻ‬a.zf.) : kafada tasarlayıp canlandıraı'ak, İıayal olarak.

İıayâlet ‫( ﺧ ﻴ ﺎ ﻟ ﺖ‬a.i.c. : lıayâlât) : göze görüııen İıayal, karaltı, görüntü.

hayâl-gede ‫( ﺧ ﻴ ﺎ ﻟ ﻜ ﺪ ه‬a.f.b.s.) : liayaletlerin bulundugu yei-, bu dünya,

hayâl-hâne ‫( ﺧﻤﻴﺎل ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : vellim, kuruntu melekesi, * yetisi.

hayal-hırâş ‫( ﺧﻴﺎﻟ ﺨ ﺮا ش‬a.f.b.s.) : hayali yırtan, parçalayan.

hayâlî ‫( ﺧ ﻴﺎﻟ ﻰ‬a.s.) : 1. hayâl'e mensup, hayâl ile ilgili. 2. karagöz oynatan, liayalci, fr. romantique, (bkz : hayâl-bâz). '3. h. i. Kanûnî Sultan Süleyman devrinin büyük şâirlerinden biri.

hayâliyyât ‫( ﺧ ﻴ ﺎ ﻳ ﺎ ت‬a.i.c.) : hayâle âit şeyler. hayâliyyUn ‫( ﺧﻴﺎﻟﻴﻮف‬a.i. hayâlî'niıı c.) : romantik şâirler, yazarlar, fr. les romantiques, hayâl-perest ‫( ﺧ ﻴﺎ ﺑ ﺮ ﺳ ﺖ‬a.f.b.s.) : liayalci, İıayal kuı'an, İıayal peşinde dolaşan, dalgın,

hayâl-perver ‫( ﺧﻴﺎﺑ ﺮ و ر‬a.f.b.s.) : İıayâle düşkün, hayamât ‫( ﺧ ﻴ ﻤﺎ ت‬a.i. lıaynıe'niıı c.). (bkz : hayme, lııyâm, lriyem).

hayât ‫( ﺣﻴﺎ ت‬a.i.) : 1. dirilik, caıılılılc. hayât-1 alil : hastalıklı İıayat, hasta ömür. hayât-1 askeriyye : askerlik lıayâtı. hayât-1 câvidânî : dâimî İıayat. hayât-1 husûsiyye : husûsî, *özel İıayat, şahsa âit İıayat.

hayât-1 iıısâni : insana âit İıayat. hayât-1 ma'neviyye : mânevi İıayat. lıayât-1 ma'sûmâne-i tıflâııe : ‫ ؟‬ocuga yalcişacak mâsumlukta ömür.

Hayât-1 Muhayyel : Hüseyin Callit Yalçın'ın 1899da yayımladığı 21 hikâyeden oluşan bir hikâye kitabi.

hayât-ı miisteâr : geçici İıayat, ödün‫ ؟‬İıayat. hayât-1 müştereke : bot. *ortakyaşama. hayât-1 sahiha : esen İıayat.

hayme-n‫؛؛‬în hayât-ı talcdiriyye : huk. hamlin, yânî ı٠a-

hâyende ‫( ﺧ ﺎ ﻳ ﻔ ﺪ ه‬f.s.) : ağızda ‫ ؟‬iğııeyeıı, çiğne-

ilimde bulunan çocuğuıı hayâtı, [bu cihetle lmamil ölüm zamâıııııda aııası ı-alııııinde olıııak ve sağ doğmak ?artiyle vâl'is olur], lıayât-ı uhreviyye (ahret lıayâtı): ebedi ilayat. 2. Şevket Rado'1111,11 1956'da yayınlamaya başladığı haftalık Türkçe deı-gi. 3. Melimet Emin Yuı'dakıll'uıı 2 Aralık 1 9 2 6 da yayımladığı Türkçe edebi deı-gi. 4. Müdafaa-İ Hukuk Cemiyeti taı'afıııdan 1 9 2 1 de 2 4 sayı kadar Samsun'da yayımlanıııış olan Türkçe günlük gazete. hayât-bah? ‫( ﺣﻴﺎ ت ﺑﺨ ﺶ‬a.f.b.s.) : lmayat bağışlayan, hayat veı'eıı, yeni baştan zindelik kazandıraıı. hayat-dâr ‫( ﺣﻴﺎ ﺗﺪار‬a.f.lm.s.): *dirimli, hayât-efzâ ‫( ﺣﻴﺎ ت اﻓﺰا‬a.f.b.s.) : lmayat artıran, hayât-engiz ‫( ﺑ ﺎ ت اﻧﻜﻴﺰ‬a.f.b.s.) : yaşatan, yaşamaya zoı'layaıı. hayâtî, hayâtiyye ‫ ﺑﺎ ﺗ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﺟ ﺎ ﺗ ﻰ‬a.s.): hayâta, yaşayışa âit, lmayatla ilgili, hayâtiyyât ‫( ﺟ ﺎ ﺗ ﻴ ﺎ ت‬a.i.c.): biyoloji, fr. biolo-

hâyîde-gû ‫( ﺧ ﺎ ﺑ ﻴ ﺪ ه ﺗ ﻤ ﻮ‬f.b.i.) : lıâyîde, bayağı

gie. hayâtiyyet ‫( ﺣﻴﺎﺗﻴﺖ‬o.i.): calililik.

hâyîde-sııhen ‫ﺳ ﺨ ﻦ‬

hayâtiyyUn ‫( ﺟﺎﺗﻴﻮن‬a.i.c.): biyoloji imilgiımleri. haybet ‫( ﺧ ﻴ ﺒ ﺖ‬a.i.) : malıı-um ve nıe'yfıs olma,

mahrumluk. haybet-zede ‫( ﺧ ﻴ ﺒ ﺖ زده‬a.fb.s.): kedere, S I kıııtıya, nmahrumluğa uğrayan, haydar ‫( ﺟ ﺪ ر‬a.i.): 1. aı-slaıı. (bkz: esed, dil-gam, gazanfel-, ?ir). 2. Hz. Ali. 3. cesul-, yiğit adam. 4. erkek adi. haydar-ı kerrâr : döııe döne imalimle eden, saldıı-aım. [Hz. Ali'nin vasıflarındandır]. haydara ‫( ﺣﻴﺪره‬a.i.). (bkz : imaydai-). haydar-âne ‫( ﺣ ﻴ ﺪ را ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): haydarcasına, arslancasına; Hz. Ali'yi hatırlatır, andıı-11sûrette. (bkz : gazanferâne, şîrâne). haydari ‫( ﺟ ﺪ و ى‬a.i.): 1. haydarlık, aı-slaıılık. 2٠eskiden giyilen kolsuz, İcısa aba hırka, lmaydariyye. lıaydariyye ‫( ﺣ ﻴ ﺪ و ﻳ ﻪ‬a.i.): hırka altına giyilen kolsuz ve kısa elbise. haydûd ‫( ﺣ ﻴ ﺪ و د‬a.i.c.: hayâdid): dağ lııı-sızı. [keliıuenin asil Macarca'dır], hâye ‫( ﺧﺎﻳﻪ‬f.i.): 1. haya. 2. yumui-ta. hâye-i ib lis : jeol. ?eytan hayası denilen bir nevi ta?.

yici.

hayevân ‫( ﺣﻮان‬a.‫؛‬.), (bkz : hayvâıı). hayevi ‫( ﺟ ﻮ ى‬a.s.) : 1. yılana âit, yılanla ilgili. 2. fels. canlı, dirimsel, fr. vital, [müen. "hayeviyye" dil].

hayeviyye ‫( ﺟ ﻮ ﻳ ﻪ‬a.i.) : fels. *dirimselcilik, fr. vitalisme. hayf, hayfâ'‫ ﺣﻴﻔﺎ‬، ‫( ﺟ ﻒ‬a.e . ) 1 ‫؛‬. h a k s i z l i k , c e v ir , z ııl ıım . 2. y a z ı k k i, h e y h a t , v a l i ! . 5. ile ııç , a li, b e d d u a .

hayıflanma : yanıp yakılma, hâygene ‫( ﺧﺎﻳﻜﻔﻪ‬a.i.) : kaygana denilen, yunmurta ve un ile yapılan bil. tatil,

hâyır ‫( ﺧﺎﻳﺮ‬a.s.) : hayi-ette icalan, ?aşıran, (bkz : ınütelıayyiı').

hayır-hâh ‫( ﺧﻴﺮﺧﻮاه‬a.f.b.s.) . (bkz : hayr-hâlı). hâyic ‫( ﻫﺎﻳﺞ‬a.s.). (bkz : hâic). hâyîde ‫( ﺧ ﺎ ﻳ ﺠ ﺪ ه‬f.s.) : ağızda çiğneıııııi?, ağızdan ağıza dolaşmış, bayat, köhııe söz. söz söyleyen, bayağı şâir,

‫( ﺧ ﺎ ﻳ ﻴ ﺪ ه‬f.b.i.). (bkz :

lıâyîde-gû).

hâyih ‫( ﺣ ﺎ ﻳ ﺢ‬a.i.) : lâzım olduğu imalde bulunmayan nesne.

hâyik ‫( ﺑ ﻚ‬a.i.) : bez dokuyan, çulha, hayl ‫( ﺧﻴﻞ‬a.i.c. : alıyâl, hüyûl) : 1. at. 2 ٠at sürüsü. 3. atli SÜ1.ÜSÜ. 4. zümre, takım, giiruh.

hayl-i adû : düşman sürüsü, hayl-i düşmen : düşman oi'dusu, düşman gürûhu.

hayli ‫( ﺧﻴﻠﻰ‬f.s.) 1 ‫؛‬. epeyice, çokça. 2. bir talcım. 3. zf. oldukça. h a y lic e ‫( ﺧ ﻴ ﺐ‬a.i.) : *atgillei". (blcz : fei'esiyye).

haylûlet

‫( ﺟ ﻠ ﻮ ﻟ ﺖ‬a.i.) : yolu kapama, mânî olma, araya giı٠ıııe.

hayme ‫( ﻟ ﺠ ﻴ ﻤ ﻪ‬a.i.c. : hayamât, lııyâm, lııyenı) : çadır.

hayme-i gerdûn-cenâb : gökyüzü kadar geili? bil- meydana kurulumu? olan çadır,

hayme-i kebûd (ınâvi çadır) : gök, semâ, hayme-i ezrak (mâvi çadır) ‫ ؛‬gök, semâ. hayme-gâh, -geh ‫ ﺧﻴﻤﻪ ﺗﻤﻪ‬، ‫( ﺧ ﻴ ﻤ ﻪ ﺗﻤﺎه‬a.f.b.i.) : çadır lcurulan yer.

hayme-nişin ‫( ﺧﻴﻤﻪ ﻓ ﺸﻴ ﻦ‬a.f.b.s. ve i.) : çadırda oturan, göçebe. 399

hayme-nişînî

‫( ﺧ ﻤ ﻪ ﺷ ﺒ ﻰ‬a.f.b.i.): İıayme nişinlik, göçebelik, çadırda otııı'ma. h a y m e - s e r â y ‫( ﺧ ﻤ ﻪ ﺳﺒ ﺮا ى‬a.f.b.i.): hükümdar çadırı, otağ. h a y n ıe -ııiş în î

h a y n ıe -ş e b b â z î

‫( ﺧ ﻤ ﻪ ﺷ ﺠﺎ ز ى‬a.f.b.,i.): İran'da

çadıı'da oynatılan lculcla. (a.s.): çadır biçiminde olan, h a y r ‫( ز ر‬a.i.) : iyililc; iyi, faydalı İş; fayda, h a y ı - i m u k a y y e d : a h i. birine göre lıayıril olduğu halde, diğerine göre zararlı olan h a y m i ‫ ﻣﻰ‬٠‫خ‬

‫ ؟‬ey.

(a.s.): iyi, faydalı, hayırlı, yarar. H a y r ü ' 1- b e r î y y e : Hz. Mulıamıııed. h a y r ü ' 1-b e ş e r : "insanların hayırlısı” : Hz. Muhammed. h a y r ü 'l - e n â m : varlıkların, yaratılmışların en hayırlısı; Hz. Mulıammed. h a y r ü ' 1-f â t ih in : fatilılerin en hayırlısı; İŞİ en iyi eyleyen İÇİŞİ. h a y r ü 'l - h a l e f : lıayırlı oğul; İıalef. [Arapçada ‘'babasından sonra lcalan oğul” demektir!. h a y r ü '1 - u m û r i e v s a t u h â : lıeı- İşte orta yol hayıı'lıdıı'. h a y r ü 'l - v e r â : İıallcın, âlemin hayırlısı; Hz. Mulıammed. hayrân ‫( ﺟﺒﺮاف‬a.s.): 1. şaşmış, şaşa İcalmı?, ?aşırmış. (blcz : hâil'). 2. çok tutkun. 3. afyon sarhoşu. h a y r â n i ‫( ﺣﻴﺮاﻧ ﻰ‬a.i.) : hayranlık, şaşkınlık, h a y r â t ‫( ﺣﻴ ﺮا ت‬a.i.c.) : 1. sevap icazamnalc İçin yapılan hayıı'lı İşler, iyililcler. 2. sevap İçin kui'ulan müessese. S â h ib ü 'l- h a y r â t v e ' 1h a s e n â t : sevap İşler ve güzel şeyler sâhibi. h a y r - e n d lş ‫( ﺧﺮاﻧﺪﻳ ﺶ‬a.f.b.s.) : lıayıı'lı İş, iyililc düşünen. hayr-endî?-âne ‫( ﺧﻴ ﺮاﻧ ﺪﻳ ﺸﺎﻧ ﻪ‬a.f.zf.): hayırlı i? düşünene yalcişacalc sûrette. hayr-endîşî ‫ ﺷ ﻰ‬.‫( ﺧﺒ ﺮا ذ د‬a.f.b.i.): lıayırlı i? düşünücülük. hayret ‫( ﺣﻴ ﺮ ت‬a.i.) : şaşına, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağım bilmeme, hayret-i g a m : gam şaşkınlığı, hayret-i Sirfe : tam, hâlis bir şaşkınlık, hayret-bahş ‫( ﺣﻴ ﺮ ت ﺑﺨ ﺶ‬a.f.b.s.): hayret veren, hayret vel'ici.

hayr

/

hayret-bahşâ ‫( ﺣﻴ ﺮ ت ﺑ ﺨ ﺸ ﺎ‬a.f.b.s.) : laayret veren. 400

h a y r e t - d ih h a y r e t -e fz â

‫( ^ ت ده‬a.f.b.s.): şaşkınlık veren, ‫( ﺣ ﺮ ت اﻓﺰا‬a.f.b.s.): hayret artıran,

(bkz: hayret-fezâ).

‫( ﺣ ﺮ ت ا ﻧ ﻜ ﺪ‬a.f.b.s.): hayret veren, hayret İçinde bırakan,

h a y r e t - e n g iz

‫( ﺣﻴﺮت ﻓ ﺰ ا‬a.f.b.s.) ‫ ؛‬hayret veren, şaşırtan (bkz: hayret-efzâ). h a y r e t -z â ‫ ر ت زا‬٠٠‫( ح‬a.f.b.s.): hayret doğuran, şaşkınlık veren.

h a y r e t -fe z â

‫ رت زده‬٠٠‫( ﺣﻲ‬a.f.b.s.) ‫ ؛‬hayrete düşmü? olan, şaşa kalmış olan,

h a y r e t-z e d e

‫ ﺧﻮاه‬/ (a.f.b.s.): herkesin iyiliğini isteyen, iyiliksevel..

h a y r-h â h

‫ ﺧﻮاﻫﺎﻧﻤﻪ‬/ (a.f.zf.): hayırhah olana yakışacak sûrette, hayırhahlıkla, iyilikseverlikle.

h a y r-h â h -â n e

h a y r-h â h î .‫ﻢ‬

‫ ا ﻫ‬٠‫( ز—ر ﺧﻮ‬a.f.b.i.): hayırhahlık,

iyilikseverlik.

‫ ﺧﺒﺮﻳﻪ‬، ‫( ﺧﺒﺮى‬a.s.): hayırla, iyilikle ilgi‫ ; ؛‬ugui" ve kutluluğa âit. h a y r u l l a h ‫( ز ر اﻟﻠﻪ‬a.b.s.): “Allah'ın hayırlı ettiği” mânâsına gelen bil. erkek adi. h a y r ü '1 - b e ş e r ‫( ز راﻟ ﺒ ﺸ ﺮ‬a.b.i.): insanların en hayırlısı; Hz. Mulıammed. h a y r ü 'l - h a l e f ‫( ز راﻟ ﺨ ﻒ‬a.st.): lıayırlı evlâd. hayrii'n nisâ ' ‫( ز راﻟ ﻔ ﺴ ﺎ ﺀ‬a.it.): “ kadınların hayıi'lısı” : 1. Hz. Fâtıma'nın sıfatı. 2. i. İcadın adi. h a y r i, h a y r iy y e

haysd*_^(a.i.) 1 ‫؛‬. îtibar,saygı.2. ilgi, haysiyyet ‫ ت‬٠ ‫( ﺟ ﺐ‬a.i.): şeref, onul-, îtibaı-, deger. h a y s iy y e t -ş ik e n ‫( ﺣ ﺸ ﺖ ﺷﻜ ﻦ‬a.f.b.s.) : şeref ki1.1C1, itibar düşürücü. haysü ‫( ﺑ ﺚ‬a.zf.) : itibâren, itibâriyle., Minhaysi'1-esmâ': isimlerden sebebiyle ımüseımmâ, bilme, tanıma. Min-haysi'lm ecm û': mecmûu itibâriyle, toptan. Minhaysi's-sıfat: Sifat dolayısıyla zâtı tanıma, hayşûm ‫( ﺧ ﺸ ﻮم‬a.i.): anat. geniz, hayşûmî ‫( ﺧﻴﺸﻮﻣﻰ‬a.s.): genize mensup, genizden gelen. h a y ş û m î s â m i t : gr. hayt

geniz .ünsüzü,

‫( ﺧ ﻂ‬a.i.c.: alıyât, h uyU ): 1. iplilc, tire, lif.

2. tel. h a y t - ı a k im , h a y t -1 m a h c û b fr. p a ra p h y s e . h a y t-ı b â t ı l :

uzun ahmalc.

:

b o t.

*İcısırtel,

: fecir zamânı ufulcta'beliren ve gittikçe artan sabah ağartısı.

h a y t-ı e b ya z

fecir zamânı, yavaş yavaş silinen gecenin iplik iplik lcaranligi. h a y t -ı m iile v v e n : b o t. lcromatilc iplik, lcromatin.

h a y t -ı e s v e d :

nesc-i dokusu.

g u d rû fi

: anat. telli kıkırdak

h a y t ii'r -r a k a b e : a n a t.

murdar ililc, omurililc,

h a y t-ı

fr. m o e lle é p in iè re .

: Güneş'in iplilc gibi görünen ışınları. 3 ٠a n a t. tel gibi olan organ,

h a y t ü 'ç -ç u â

(a.i.) : 1. urgan, ip, çadır ipi. Zik; çadır kazığı.

h a y t a ،‫ﺧ ﻂ —ا‬

h a y ta -i h a y m e h a ١٢t î - ( a . s . ) h a y t iy y e

2.

ka-

(a.i.) :

z o o l.

*ipsiler,

fr.

n é m a to d e s .

‫( ض‬f.i.) : tükrülc, salya, h a y û n e t ‫( ﺣ ﻮﻧ ﺖ‬a.i.) : vakit yaklaşma, h a y v â n ‫ ﻳ ﻮا ن‬٠ (a.i.) : 1. canlılık, dirilik. 2. canlı hayû

şey. 3. insani da İçine alan bütün canlılar. 4 ٠ahmalc adam. hayvân-1 gayr-i van ): hayvan.

n â t ık

(konuşamayan hay-

bahriyye : denizde yaşayan hay-

vanlar. h a y v â n â t -1 b e r r iy y e

: karada yaşayan liay-

vanlai'. h a y v â n â t -1 e h l iy y e

: insana alışlcın hayvan-

ib t id â iy y e : z o o l.

tele İıücreli

hayvanlar.

hayye'l-Kayyum (diri, canlı Allah) ‫ ؛‬mec. önü olmayan, daima yaratan ve yarattıklarının içlerini tedbirle ele alan canlı Allah, hayy ü kadir : canlı ve kudretli, hayyâ ‫( ب‬a.i.) : yılan, (bkz : hayye). hayyâk ‫( ﺣﺎ ك‬a.i. hâik'ın c.) : ‫ ؟‬ulhalar.

hayyâl ‫( زا ل‬a.s. hayl'den) : at yetiştiren, at terbiyecisi. hayyâl ‫( ﺣ ﺎ ل‬a.s.) : hileci, dalavereci, (bkz: haddâ', reng-âver). hayyâm ‫( ﺧ ﺈ م‬a.i.) : 1. çadırcı. 2. h. i. İran'ın meşhur şâirlerinden Ömer Hayyâm'ın adi. h ay y â، ‫( ﺣ ﺈ ت‬a.i. hayye'nin c.) : 1. yilanlai.. 2. mec. geçimsiz, huysuz, muzur kimse, hayyât ‫( ﺧﺎ ط‬a.i.) : dilcici, terzi. hayyâtin ‫( خ ا ﻳ ﻦ‬o.i. hayyât'ın c.) : dikiciler, terziler. hayyâ، în-i hâssa : tar. saray terzilei"‫؛‬. hayye ‫( ﺣ ﺪ‬a.i.c. : hayyât) : yılan. hayye-i esved : icara yılan, hayye /

(a.n.) : toplanıp gelin,

hayye ale's-salâï : toplanın namaza gelin!

h a y v â n â t -1 n a k ia

hayyen ١‫( ح‬a.zf.) : diri, canlı olarak. hayyen meyyiten : ölü ve diri [olarak],

: z o o l. su hayvanları. : sulu şeyler İçinde gelişen

h a y v â n â t -1 m â iy y e

hayvanlar. h a y v â n â t -1 n e b â t iy y e : z o o l.

helotüritler.

h a y v â n â t -1 ş ib ilı n e b â t iy y e

: *bitkimsi liay-

vanlar. h a y v â n â t -1 t â liy e : biy.

çok hücreli hayvan-

lal.. h a y v â n â t -1 t ü r â b i y y e : z o o l.

vanlai..

hayy / (a.i.) : 1. Allah'ın adlarindandir. 2. s. diri, canlı.

hayye ale'1-felâh : toplanın felâha gelin!

lal'. h a y v â n â t -1

hayvâniyye، ‫( ﻣ ﻮ ا ب‬a.i.) : hayvanlık,

hayyât-1 mâhir : usta terzi,

hayvân-1 nâtık (konuşan hayvan) : insan, hayvânât ‫( ﺣ ﻮ ا ﻧ ﺎ ت‬a.i. hayvân'ın c.) : hayvanlar. l ıa y v â n â t -1

hayvânî, hayvâniyye ‫ ﺣ ﺪ ا ب‬، ‫( ﺣ ﻴ ﻮ ا ﻧ ﻰ‬a. s.) : hayvanla ilgili, canlıya âit.

hayyâkâllah ‫( ﺣﺈ ك اﻟﻠﻪ‬a.n.cü.) : Allah ömrünü uzun etsin!

: çadır ipi; çadır kazığı. :telşelclindeolan.

‫ ه‬٠‫ﺧ ﻴ ﻞ‬

hayyïz-î İ'tibâr hayvânât-1 vahşiyye : vahşî, yabânî hayvanlar,

*toprakçil hay-

hayyir / (a.s.c. : alıyâr) : 1. her zaman iyililc eden. 2. ‫ ؟‬olc lıayırlı. h a ^ iz j —‫( ح‬a.i.) : 1. taraf, meydan, melcâıı, mevlci. 2. fels. *uzam, fr. étendue, extension. hayyiz-i husûl : lıâsıl olma yeri, hayyiz-i İmkân : imkânı saglanabilecelc durum. hayyiz-i İ'tibâr : saygı gösterilen yer ve dilı'um. 401

hayyız-ı müselles h a y y ı z - ı m ü s e lle s : a n a t. g ö ğ s ü n İ ç in i u z u n l a m a s ı n a ilciy e a y ı r a n a r a lı k , b o ş lu k , b ö lg e ,

fr. m C d ia s tin . h a y y i z - i t a b i i : h e k . g ö ğ ü s ü , İç te n ik i m ü s â v î o l m a y a n k ı s m a , a y ı r a n zai'.

‫رزران‬

(a.i.) : h e z â r e n , S ic a k m e m l e -

k e t le r d e y e t iş e n u z u n y a p r a k l ı k a m ış ,

h ayzerân

‫رزران‬

( f . i . ) : 1. h e z â r e n a ğ a c ı.

h a y z e r â n - ı b e l d i : b o t . y a b a n m e r s in i d e n ile n bil- a ğ a ç . 2 . h . i. H â r û n ü 'r - R e ş î d 'i n a irn e si.

‫رزوم‬

hayzûm

(a.i.) : h e k . g ö ğ ü s ta lr ta s ı, i m a n

t a h t a s ı, fr. s te r n u m .

۶

hâz

haza'

( f . i . ) : k ir , p a s .

‫رع‬

( a . i . ) : 1. k e s m e 2 . k e s ip y a r m a .

h a z a - i ş e z e n : h e k . n e fe s b o r u s u a r a s ı n d a n m a s u r a g e ç i r i p , h a s t a y ı b u s û r e t le t e n e f f ü s e t t i r m e k İç in y a r ı p a ç m a ,

hazâ

١‫ﻫ ﺬ‬

(a .i.): b u , 0 , şıı. F i - y e v m i n â h a z â :

bugünkü

günde.

İlâ -y e v m in â h a z â : g ü -

n ü m ü z e k a d a r , h â lâ . L i - h a z â : b u n u n İç in .

M a a - h a z â : b u n u n l a b eı-âb er.

‫را س‬

hazâbî

(a.i. İ r iz b â 'n ın c.) : â i'iz a lı, e n g e -

b e li [to p l'a lcla r, y e r le r ],

h a z â fe h a z â in

‫( ر' ف‬a.i.) : lâ v a n t a ç i ç e ğ i , ‫( ر ا ش‬a .i. h a z in e v e h i z â n e 'n i n

c.).

( b l c z : h a z in e ).

h a z â i n - i m e d f û n e : g ö m ü lü h a z in e le r . H a z â in ü 's - s a â d â t

[ s a â d e t le r in

M e h m e t o ğ lu E ş r e f i n h e k i m l i ğ e d a i r e s e r i, (a.i. h a z i r e 'n i n c.) :'e t r â f m d a d u -

v a ı. v e y â ç it b u lu n a n a ğ ılla ı'j m e z a r lı k l a r v e ş â ir e .

h a z â lc a t

‫ﺣﻨﻔ ﺖ‬

( a . i . ) : h â z ı k l ı k , ü s t a t lık , u s t a -

ille, u z lu k , [en ç o k h e k i m l e r h a k k ı n d a k u lla n ılıı'].

‫( را ﻫ ﺖ‬a .i.). ( b k z : lra z m ). h a z â n ‫( را ن‬f.i.) : s o n b a h a r , g ü z . ( b k z h a z â n - d î d e ‫ ( را ن ﻟﻲ—ده‬f . b . s . ) : İra z â n hazâm et

: h a r if). g ö rm ü ş,

y a p r a k l a r ı s a r a r m ı ş , s o ln r u ş .

‫( ر ا ﻻ‬a .i.). ( b k z : h iz â n e ) . h a z â n - g â h ‫ ( راﻟ ﻜﺎ ه‬a .f .b . i .) : â le m , d ü n y â , h a z â n î ‫ ( راﻓ ﻰ‬f . s . ) : g ü z m e v s i m i n e â it, g ü z 402

hazar (a.i.) : 1. sâbit meskeni olanların oturdukları memleket. 2. barış ve güven. [Hazei.de : barış ve güven zamânmda]. hazar ve sefer : ı) evde oturma ve yolculuk; 2) barış ve savaş zamânı. hazâreniyye ‫( را و ذ ﻻ‬a.i.) : bot. kavun ağaçları, fr. passiflorCes. hazâret ‫( ﺣ ﻬ ﺎ ر ت‬a.i.) : hazır olma, yakınında bulunma, [“gıybet” karşılığı], [kelime, bugün Arapçada "medeniyyet'' mânâsında kullanılmaktadır]. hazaret-i hamse : Tanrı sıfatlarının mazhaı٠ı olan 5 makama verilen ad : [1) Hz. gayb-ı mutlak; 2) Hz. gaybm karşıtı olan Hz. şalıâdet; 3) Hz. gayb-1 muzâf; 4) âlem-i şahâdete yakm olan âlem; 5) Hz. câmia]. hazari ‫ ى‬(a.s.) : 1. köyde, kasabada yaşayanların hayâtına âit; şehiı'li, lcöylü. 2. barış ve güvenle ilgili, baı'ış zaınânına âit. Kuvve-i hazariyye : barış zamâmndaki asker kuvveti, ["seferi" karşılığı]. üazâzü's-sahr : bot. cigerotu. hazâze ‫( ز ا ز ه‬a.i.) : hek. bulaşıcı, müzmin ve bâzan da öldürücü bil- cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse' ölümü İcâbettiı'ir. hazef ۶ çömlek.

(a.i.) : topraktan yapılan çanak

hazefi ‫( ر ض‬a.s.) : lrazefle, çanak çömlekle ilgili. hazefiyye ‫( ر ب‬a.i.) : 1. çanak, çömlek gibi topraktan yapılmış şeyler. 2. çanak çömlekçilik, keramik, fr. céramique, hazef-pâre ‫ر ﺑ ﺮ ه‬ çömlek kıı'ığı.

hazâne

ilg ili.

hazân-resîde ‫( را ن ر ﺑ ﺪ ه‬f.b.s.) : hazâna erişm İş, solup sararmış.

h a z â z ^ ( a . i . ) :yosun.

( m u t lu lu k la -

ı'ııı) h a z i n e le r ‫] ؛‬. X V . y ü z y ı l b ilg in le l'in d e ir

h a z â i r ^ '^

hazân-lika ‫( ر ا ن ق‬f.b.s.) : hazan yüzlü, saı'aı'rnış, soluk yüzlü. hazân-nümâ Ui ‫( ر ا ن‬f.b.s.) : sonbahar görünüşlü; hüzün verici.

h a y z ، / V " ( a .i .) : a y b a ş ı [k a d ın la r d a ],

h ayzerân

hazân-is، ân ‫( ﺧ ﺰ ا ﺳ ﺎ ن‬f.b.i.) : hazan görmüş, sararıp solmuş yer.

ile

(a.f.b.i.) : çanak parçası,

hazef-rize ‫ﺑﺰه‬.‫( رﻓﺮ‬a.f.b.i.) : çanak çömlek parçası, kırıntısı. hazelô j j (a.i.) :ed. (bkz :bahr).

hazin

‫( ﺧ ﺬ ﻻ ت‬a.s. lnazele'nin c .) : âdiler, al-

h a z e lâ t

‫ ؟‬aklar, bayağılaı', kalleşler, h a z e le

‫( ﺧﺬﻟﻪ‬a.s. İnâzil'in c .) : yüzsüzler, âdîleı-,

aşağılık lar, b ayağılar, kancıklar.

alçaklar,

kalleşler,

‫( ﺧﺰم‬a .i.): 1. dizm e. 2. ed . ilk beytin ortasına birden dörde kadai- lnaı-f İlâve etme.

hazem

(f.i.) :baldız,

hâzen۶

‫ ﺣ ﺰ ن‬، ‫( ﺣﺰن‬a .i.c .: a lız â n ): gam , keder tasa. B e y t ü 'l- h a z e n (hazen evi) : kederi, tasası ‫ ؟‬ok olan yer. Â m ü 'l- h a z e n (tasa y ı l ı ) : Hz. M u h am m ed 'in zevcesi Hz. H adice ile am cası Hz. Ebû-Tâlib'in öldüğü yıl.

hazen, h üzn

h a z e r ‫( ﺣ ﺬ ر‬a .i.): sakın m a, kaçınm a, koi'unm a,

çekinm e. E l - h a z e r : sakin! h a z e r â t ‫( ﺣ ﻔ ﺴ ﺮ ا ت‬a.i. hazret'in c.). (bkz : haz-

ret). h a z e r â t -ı h a m s e : tecellînin 5. derecesinin

basam akları. lnazf ‫( ﺣﻨ ﻒ‬a.i.) : 1. aradan çık arm a, çık arılm a, yok etm e, silm e, ortadan kaldırm a, giderm e, düşürm e. 2. ed. eski yazıd a noktasız h arfli kelim elerden nnanzûm, nnensuı' cüm le tertipleme, (bkz : gayr-i menkut).

h â z ır

‫( ﺣﺎﺿﺮ‬a .s.c .: huzzâı., hâzırûn, h â z ır in ):

1. huzurda, m eydanda, gözönüude olan, bizzat bulunan. 2 ٠yapılın ı? bil' lıalde satılan [elbise, ayakkabı gibi ‫ ؟‬eyler), fr. c o n fe c tio n . h â z ı r b i'l-m e c lis : m ecliste hazır olan adam , h â z ı r -l ö p : 1) suda pişip k ayn am ı‫ ؟‬kabu klu

yu m u rta; i ) m e c . em eksiz elde edilen kazail‫ ؟‬, [miien. "h âzıra"), h â z ı r ü n â z ı r : heı- yerde lıulıınan ve göreıı

[Allalı].

‫( ﺣﺎﻧﺮ‬a .s.): hazei. eden, korkup ‫ ؟‬ekinen. h â z ı r a ‫( ﺣﺎ ﺿ ﺮ ه‬a .i.): 1. ‫ ؟‬eliirli. 2 . bir yere yerh â z ır

İeçm i‫ ؟‬. h â z ı r â n , h â z ır â t ‫ ﺣﺎ ﺿ ﺮا ت‬، ‫( ﺣﺎ ﺿﺮا ن‬a.s. lıâzır'ın c . ) : b u lu n a n la r [b ir y erd e-],

‫ ( ﺣﺎ ﺿﺮ ﻳﺨﺶ‬a .f.b .): 1. h a z ır la n n n ‫ ؟‬. 2. n. lıazır ol! em ri.

h â z ır -b a h ‫؟‬

‫( ﺣﺎ ﺿ ﺮ ﺟ ﻮا ب‬a.b .s.): lıeı. söze, dei"inal, düşünm eksizin uygun cevap veren,

h â z ı r -c e v â b

‫( ﺣﺎﺿﺮﺟﻮاﺑﻰ‬a.b .i.): h azırcevaplık, ‫( ﺣﺎ ﺿ ﺮﻳ ﻦ‬a.s. hâzıı-'ın c . ) : hıızûrda,

h â z ı r -c e v â b î h â z ı r în

m eydanda, gözönünde olanlai", liizzat bulunanlar. ( b k z : hâzırûn, İıuzzâi"). [zıddı, “gaibin").

h a zh a z a ‫( ﺧ ﻐ ﺨ ﻐ ﻪ‬a.i.) : 1. sallanma, el ile harekete getirm e. 2. otuzbir çekımme, fr. on an ism e. (blcz : istim n â bi'1-yed).

h â z ırû n ‫( ﺣﺎ ﺿ ﺮ و ن‬a.s. lıâzır'ın c .) : huzûrda, m eydanda, gözönünde olanlaı', bizzat bulunanlai'. (bkz : İıuzzâr, lıâzıı'în).

‫( ﺧﺎﺿﻊ‬a .i.): alçakgönüllülük gösteren, ‫ ﺿ ﻌ ﺎ‬l۶ (a .z f.):a l‫ ؟‬akgönüllüolarak. h âzı-â n e ‫( ﺧﺎ ﺿﻌﺎﻧ ﻪ‬a .z f.): alçakgönüllülükle,

h â z il ‫ ( ﺧﺎﻧ ﻞ‬a .s.c . : lia z e le ) : arkadaşım Z O I' duru m d a b ırakıp kaçan, alçak, aşağılık, k aile‫؟‬ kim se.

hâzı'

h â z ıan

m ütevâzıâne.

‫( ﺣ ﺎ ﻧ ﻖ‬a.s.c. : h u z z a k ): hazâkatli, işiımiım e imli, usta, eli uz. [dililmiizde, eım ‫ ؟‬ok doktorlal. h akkın d a kullanılır.],

h â z ık

‫( ﺣ ﺎ ﻧ ﻘ ﺎﻧﻪ‬a.zf.) : lmâzık olana yakışacak sUrette, lmazâkatle. (bkz : ı٦mâlmiı'-âıme).

h â z ık -â n e

h â z ık ıy y e t

‫( ﺣ ﺎ ﻧ ﻘ ﻴ ﺖ‬a .i.): hâzıklık, nmâhirlik.

h â z ım ‫( ﻫﺎ ﺿﻢ‬a.s. hazm'deim): hazm ettiren, siim-

diren, sindirici. h â z ı m a ‫( ﻫ ﺎ ﺿ ﻤ ﻪ‬a .i.): yeimileım ‫ ؟‬eyleri ımıîdede

imaznmettireim kuvvet.

‫( ﺣﺎزﻣﺎﻧﻪ‬a .z f.) : ilmtiyatlı olan adam a yak ışacak sûl'ette.

h â z im -â n e

h â z ın a

‫( ﺣﺎﺿﻨﻪ‬a .s.): em ziren, em zirici, siltnine,

dadı.

h â zile ‫( ﺣ ﺎ ﻧ ﻠ ﻪ‬a .i.): anat. kenarlarında k irp ik Inulunmayan çok kıı'm ızı gözkapağı, h a z in i ‫ﻢ‬

‫ﻵ( ﺧ ﻔ ﺒ‬.‫ ة‬.) :sarho‫ ؟‬.

lıâ z in ı ‫( ﺣ ﺎ ز م‬a .s.): 1. lıaznneden, lnazinnli, ilntiyatlı, akıllı, İşinde gözü açık, sağlam olan. 2. i. erkek adi. h â zim ‫( ﻫﺎزم‬a.i. lnezim et'den): inezimete uğratan, zafer kazanan, galip, h a z în ı- â n e

‫( ﺧ ﻨ ﻴ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.zf.): sarhoşçasına, sar-

ino‫ ؟‬gibi. h â z im e

‫( ﻫﺎﺿﻤﻪ‬e .i.): m idedeki eritici, sindirici

kuvvet. h a z in ‫( ﺣﺰﻳ ﻦ‬a.s. h ü z m 'd eıı): 1. lıüzünh'ı, ınıalı-

zun olarak, kederli, gam lı. K a lb - İ h a z i n : tasalı gönül. 2 ٠hüzün verici, ( b k z : nnüteessif).

403

hâzin

‫( ﺧﺎزن‬a.i. hizâne'den. c. : huzzân) : İıazîne muhâfızı, hazinedar, bek‫ ؛ ؟‬,

h â z in

‫( ﺧ ﺰﻳ ﺘ ﻪ‬a.i.c. : hazâin) : devlet malinin, devlet parasının saklandığı yeı٠.

h a z in e

h a z in e - i â m ir e

: devlet hâzinesi, : mâliye dâiresi,

h a z in e -i e m i r i y y e

(i‫ ؟‬İıazîne) : savaş ve başkaca olağanüstü durumlar İ‫ ؟‬in yapılacak liarcamalara malisus yedek İıazîne.

h a z in e - i e n d e r û n

h a z in e - i e s lih a

: bugünkü Askeri Müze'ııin

eski adi. : vakıf idaresi, ı) aı-şiv. 2) Mahmut Celâlettin tarafından 1881-1882 yıllarında 48 sayı kadar İstanbul'da yayımlanmış olan haftalık edebiyat dergisi,

h a z in e -i e v k a f h a z in e -i

evrâk :

Tanrı nimetlerinin görünmeyen hazînesi. h a z i n e - i h â s s a : hükümdarlık makamına malisus tahsisat ile enıvâl ve emlâk, fr.

h a z i n e - i g a y b : fe ls.

t r é s o r e r ie p r iv é e d u S u lta n ,

: ta r. Tanzimat'tan sonra, 1839 da kurulan ve sarayın gelir ve giderleriyle göı'evli bulunan nezaret, bakaillik.

h a z in e - i h â s s a n e z â r e t i

: ta r. Devlet İıazînesi. h a z in e - i r a h t : ta r. OsmanlIlarda has alinlıaziııesiııe verilen bil' ad.

h a z in e - i h ü m â y û n

‫( ﺧ ﺰ ﻳ ﻪ داو‬a.f.b.i.) : 1. lıazîneniıı İdâre ve mulıâfazasıııa me'mur edilen kimse. 2. pâdişâh saı'aylaı'ıııda lıaı'em kısmının tertip ve taııziıııiııe lıakaıı İcadın, lıa z în e - d â r î ‫( ﺧﺰﻳﻪ دارى‬a.f.i.) : hazinedarlık,

h a z in e -d â r

‫( ﺧ ﺰ ﻳ ﻪ ﻣﺎ ﻧﺪه‬a.f.b.s.) : şalısı üzeriııdeıı kaydı siliııeı'ek devlete lcalan mal, para.

h a z iııe -n ıâ n d e

‫( ﺣﻀﻴﺮه‬a.i.c. : İıazâir) : etrâfmda duvaiveyâ çit İıulrınan ağıl, mezaı-lık ve sâil-e. h a z îr e t ü '1 - K u d s : m e c . cennet, [bu kelime çok zaman yanlış olarak "hatira" şelclinde kullanılmaktadır]. h a z iz ‫( ﺣ ﻈﻴ ﻆ‬a.s.) : 1 . nıes'ııd, mutlu. 2 . liisse ve nasibi olan.

h a z ir e

h a z iz

‫ﺣﻀﻴﺾ‬

(a.i.) : 1. zil., en a şa ğ ı. 2 . d a ğ eteği,

[zıddı “ e v e ” dil.].

: zilletin en aşağı noktaAy'ın veyâ başka bir seyyâi'eııiıı

h a z i z - i m e z e lle t

SI. 3 . a s tr .

404

mahreki üzerinde Dünyâ'ya en yakın bir mesâfede bulunan nokta, h a z m ‫( ﺣ ﺰ م‬a.i.): 1. kat'î karar, sebat, direnme. 2 . doğru ve sağlam rey ve karar, (bkz ‫؛‬ hazâmet); fels. fr. p ru d e n c e . h a z m ‫( ﻫﻀﻢ‬a.i.): midedeki yiyecekleri eritme, sindirme. Iıa z m -İ d â h il -i h i i c r e : biy. *göze İ‫ ؟‬İ *sindirim. h a z m - i h â r ic î : b iy. *dışsindiı-im. h a z m -i h â r ic - i h ü c r e : b iy. *göze dışı *sindirim. h a z m i ‫( ﻫﻐ ﻤ ﻰ‬a.s.): biy. *sindirel, fr. d ig e s tif. h a z r â ' ‫( ﺣﻀﺮاﺀ‬a.s.). (bkz : lıadrâ'). h a z r e t ‫( ﺣ ﻔ ﺮ ت‬a.i. huzûr'dan. c . : hazerât): 1. [asil mânâsı "kurb", “piş-gâlı” dır). 2 . saygı saymak iizere büyüklere verilen Unvan. H a z r e t -i P e y g a m b e r , H a z r e t - i A li... gibi, [şâhısların dışında da kullanılabilir. H a z r e t -i K u r 'â n gibi). 3. [evvelce] büyük sayılan kimselerin adlarının sonuna "hazretleri" şeklinde getirilirdi: A h m e d B e y e fe n d i H a z r e t le r i. 4 . kalenderce bir sesleniş şek li: -H a z r e t ! s ö z ü n ü y e r in e g e t ir m e d in !

‫( ز ﻧ ﻮ ل‬a.s.): kimsesiz, yardımsız kalarak her şeyden mahrum sürünme, h a z û l- â n e ‫( ﺧ ﻨ ﻮ ﻻ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): hazul olana yakışacak sûı'ette. h a z û r ‫( ﺣﻨﻮر‬a.s. hazer'den): ‫ ؟‬ok çekingen, ‫ ؟‬ok dikkatli. h a z z ‫( ﺣ ﻆ‬a.i.c.: huzûz, lıuzûzât): 1. hoşlanma, zevklenme; sevin‫ ؟‬, memnunluk. 2 . balat, tâlih, nasip, saâdet, kıymet, [‫ ؟‬ok zaman “etmek” mastarıyla birlikte kullandı‫] ؟‬, h a z z ‫( ﺣ ﺰ‬a.i.): 1. kesme, kısaltma. 2 . kazıma; yırtma; silme. h a z z â f ‫( ﺧﺰاف‬a.i.): çanakçı, çömlek‫ ؛ ؟‬, h a z z â n ‫( ﺣﺰاف‬a.s.). (bkz : lıâzin). h e , h â ' ‫( ﻫ ﺎ ﺀ‬a.ha.): Osmaıılı alfabesinin otuzrmcu harfi olup, “ İıâ-İ hevvez” veyâ “ İıâ-İ resmiyye” denilen ve “ebced" hesâbında beş sayısının karşılığı olan İıai'fin adi. h e b a ' ‫( ﻫﺒﺎﺀ‬a.i.) : 1. gayet ince toz, zerre. 2 ٠yok yere, boş, ııâfile. h e b â e n ‫( ﻫﺒﺎﺀ‬a.zf.): boşuna, beyhude olaiyık. h e b â e n m e n s û r â : boşuna harcanarak, h e b b ‫( ﻫ ﺐ‬a.i.): uykudan uyanma. hazû l

٠

hef -bünyâd

‫( ﻫﺒﻬﻪ‬a .lı.i.): 1. a lıın ak lığıyla ŞÖİ1ret bulm uş olan Yezid adında bir Arap. 2. s. alımalc, aptal.

H ebenneka

h e b ib hebt

‫( ه— ﻳ ﺐ‬a .i.) : rüzgâr, (bkz : âsıf). ٠‫( ﻫ ﺎ‬a.i.) : aşağı inm e, aşağı İndiı-me.

( b k z : hübût, nüzûl). h e b û ^ ۶ ^(a.i.) ‫ ؛‬inişyer. hecâ' ‫( ﺑ ﺠ ﺎﺀ‬a .i.): 1. lıece, hep birden telâffuz olunan bir veyâ biı'kaç haı'f, bir harelcetle ağızdan çıkan söz. 2. bil. Icimseyi şiir veyâ nesil- yoluyla yerm e, (bkz : hicv). H u rû f-î h e c â : 1) e lift e (alfabe) sırasına göre dizilm iş haı-fleı"; 2) kelim elerdeki h arfleri sesİendiı'en (e lif vav, ire, ye) haı-fleı'. h ecâ-gû ‫( ﻫﺠﺎ ﻛ ﻮ‬a.f.b .s.): hicveden, yeı-en şiir veyâ nesil- yoluyla birin in aleyliinde bulunan, birini zem m eden.

‫( ﻫﺠﺄﻧﻰ‬a .s.): lıece veznine âit, lıece vezni

h ecâî

ile ilgili. V e z n -İ h e c â î : lıece vezni,

‫ﺑﺎ‬.‫( ﻫﺠﺎ‬a.i. Irece'nin c .) : ileceler. h e c c â v ‫( هﺀﺟﺎو‬a .s.): çok hicveden, çok yeı-en. h e c d e h -h e z â r ‫( ﻫﺠﺪه ?ار‬f.b .s.): on sekiz bin. h e c e ‫( ﻫﺠﻪ‬a.i.). (bkz : hecâ'). h ece v e z n i ‫ و ز ﻧ ﻲ‬(a.t.b.i.) : ed . paı-ınakhecâyâ

hesâbı da denilen eski bir nazım âhengi ölçüsü olup lıâlâ da İcullanılıı; 3 den 16 ya lcadar tül'lü heceli ölçüleı'i vaı-dır.

‫( ﻫﺠﻞ‬a .i.) : c o g r . ilci dağın aı-asındaki İÇİsim , vâdî, dere.

h e c il

‫( ص‬a.i.) : arkasında ilci höl-gücü olan ve çok lıızlı koşan bil- cins deve,

h e c in

h e c îr

(a .i.) : yazın öğle zam ân m daki SI-

-

caklılc. hecm e، ١~ i ‫ ؟‬، ٥(a.i.) :?iddet. h e c m e tü '‫ ؟‬-‫ ؟‬i t â : kışın ‫ ؟‬iddeti.

r ‫( ﻫﺞ‬a .i.) : ayı-ılma, tei'ketme; aynlılc. [A rapçada bulunm ayan "h ic r” şekli daha yaygın dır], (blez: hicı.).

h ecr

hecs

‫ص‬

(a.i.) : gönüle düşen hâtıralar,

h e d â h îd

٠ ‫( ﻫﺪاﻫﻲ‬a.i. hüdhüd'ün c .) : çavuş kil?-

İarı, ibibikleı-. hedâyâ

‫ﺑﺎ‬.‫( ﻫﺪا‬a.i. h ediyye'nin c.) : arm ağanlar,

hediyelei". hedbe

‫( ﺑﺪده‬a .i.): ufak tesbih böceği,

hedeân

‫( ﻫﺪﺟﺎن‬a .i.): yava? yü rü yü ş,

٥ (a .i.): bir binâyı güi'ültü ile yık m a, (bkz :h ed m ).

hedd L

h ed d e ‫( ﻫ ﺪ ه‬a .i.): duvar ve şâire gibi ?eylerin y ık ılm asın d an çıkan ses, gü rü ltü , güm bürhedGb ‫ ( ﻫﺪب‬a .i.c .: elıdâb). (bkz : llüdüb).

‫( ﻫﺪﺑﻰ‬a .s.): kirpigim si. h e d e f ‫( ﻣ ﺪ ف‬a.i.c. ‫ ؛‬e h d â f) : 1. ni?an, nişan ali-

h ed eb i

nacak yer, am aç, nişangâh. 2. m eram , m aksat, gaye, am aç. h e d e f-‫ ؛‬â m â ‫ ؛‬: ulaşm ak istenilen nokta, heder

‫( ﺋ ﺪ ر‬a .i.): boşa gitm e, yok yere giden

şey.

‫( ﻫﺪﻫﺪه‬a .i.): kuşun ötm esi; devenin b ağırm ası; ötm e; bağırm a,

hedhede

h e d î r ‫ﺑﺮ‬.‫( ﻫﺪ‬a.i.) : 1. güvercin ve benzeri kuşla-

rin ötm esi. 2. aygırııı kişnem esi, h e d iy y e

‫ ( ﻫﺪ؛ﻳﻪ‬a .i.c .: lıe d â y â ):

1. ilediye, arm a-

gan. h e d i y y e - ‫ ؛‬d e n d â n : diş k iıâ sı. h e d i y y e - ‫ ؛‬y â k u t : yakut hediyesi. 2 . kıym et,

değer, ba‫ ؛‬â. 3. İcadın adi. h e d iy y e t e n

‫( ﻫ ﺪﻳﺄ‬a .z f.): hediye sûretiyle, ar-

m agan olarak. hedm

‫( ﻟﺪم‬a.i.) Y ık m a, harâbetm e.

h e fe v â t O l j i

(a.i. hefve'nin c . ) : 1. kaymalai", ayale kayıp sürçm eler. 2. yam lm alai", yanlışlıklar.

h e ft

‫( ﻫﻔﺖ‬a .s.): 7 sayısı,

h e ftâ d

‫( ﻫﻔﺎد‬f.s.): yetm iş 70. (blez : seb'ûn).

h e f t â d ü d ii ‫ ؟‬â h (yetm iş iki d a l) : insan ırkı-

11111 72 dalı veyâ M üslü m an lıktan m aada 72 m illet.

٠ ‫( ﺳﺖ اﺧﺘﻢ‬f.b .s.) : a s tr . yedi seyyâre ( g e z e g e n ) : [Utarit, Z ü lıre, M erih, M üşteri, Z u lial, G üneş, Ay], ( b k z : lıe'ft-âyîne, İıeftbânü).

h e f t -a h t e r

h e ft-â sm â n

‫( ﻫﻔﺖ اﻣﻤﺎن‬f.b .s.): yedi kat gök.

h e ft-â ‫ ؛ ؟‬y â n e

‫( ﻫﻔ ﺖ ا ﻓ ﺎ ذ ه‬f.b .i.): yedi yu va,

gökleı..

‫( ﻫﻔ ﺖ ا ﻳ ﻴ ﺪ‬f.b .s.): a s tr . yedi seyyâre, (ge zeg en ), (blez: heft-ahter, heftbânü).

h e ftâ y in e

‫( ﻫﻔﺖ >اﻓﻮ‬f.b.s.): a s tr . yedi seyyâre (*gezegen), (bkz : heft-ahter, İıeft-âyine).

h e ft-b â n û

h e ft-b ü r، y â d

‫( ﻫﻔﺖ د ا د‬f.b .i.): yedi yapı, gök-

ler.

405

heft-‫ ؟‬ûş h e ft - ç û ‫؟‬

‫ﺳ ﺖ ج—وش‬

( f.b .i.) : d e m ir, ç in k o , k u ı _٠

1111‫ ؟‬, b a k ir, k alay , a ltın , g ü n lü ‫ ؟‬e ritilm e s iy le m e y d a n a gelen * a la şıııı.

‫دا د‬

h e ft - d â n e

C Â A ( f.b .i.) : a ‫ ؟‬û re y a p ım ın d a

‫> درب‬:• ‫ ( س‬f.b .i.) : "y e d i

d e n iz ” : Pa-

s ifik O k y a n u su , A tla s O k y a n u su , A k d e n iz ,

‫ﻫ ﻐ ﺖ دور‬

( f.a .b .s .) : y a r a d ılış ta n ,

k ıy â ıııe t g ü n ü n e k a d a r g e ç e c e k o la n y e d i devil-. h e ft e

‫ﻫﻔﻪ‬

( f .i .) : h a fta , y e d i g ü n .

h e ft - e jd e h â

‫ ( س —ت ارده—ا‬f.b .s .) : a s tr .

Inâınû).

‫ن‬١‫ت ا ﻟ ﻮ‬٠‫ ( س‬f.a .b .s .) :

yem ele. (b k z : lneft-reng). o rgan ”

:

‫ ت ا و ر ﺀ‬٠‫( س‬f.b.i.)

‫ ؛‬a s tr . B ü yü le v e

K ü ’ç ü leayı'yı m e y d a n a getiı'eıı yed i y ıld ız , h e ft - g â h

‫ﻫﻐﻜﺎه‬

(f.b.i.) : m ü z . T ürle nn üziginin

m ü re k k e p şed m a leam lai'ın d an d ıı'. Segâh m ü re k k e p

m ak aıu ıın ın

‫ﻫﻔ ﺖ ﻛ ﺸﻮر‬

h e f t - k i‫ ؟‬v e r

‫ ﺳ ﺖ ﻣﺮدان‬، ‫ﻫ ﻔ ﺖ ﻣ ﺮ د‬

» ( f.b .i.) :

"y e d i

A h y â r,

E v tâ d ,

b ü y ü k le r ": E b d âİ,

‫ﻫﻔ ﺖ ﺑ ﺮ ه‬

h e ft - m e y v e

‫ﻫﻔ ﺖ ﻣﺤﻴﻂ‬

h e ft - m u h it

( f.a .b .i.) : “ y ed i d e n iz ” ‫؛‬

P a s ifik , A tla n tik , A k d e n iz , K a ra d e n iz , Ta-

ninn lnicaz p erd e-

‫ئ ددر‬

h e ft - p e d e r

( f.b .i.) : aS tr. y e d ig e r d en i-

len yed i y ıld ız ‫ ؛‬y e d ik a t gö k . h e ft - p e y k e r

‫ﻫﻔ ﺖ ﺑ ﻜ ﺮ‬

h e ftre n g ^

‫ت‬٠‫( س‬f.b.s.)

k u n m u ‫ ؟‬b ir çeşit d ib a.

lealan

A lıy â r,

E v tâ d , E b d â İ,

m aleam ıdu ').

Doınanıınnıına si, fa, do, sol İçin b aleıyye d iye zle l'i leonulur. O rta seleizlidelei sesleri ş ö y l e d i r : kalna n îm lnicaz, yegâln, a şîra n , ıı'ale, n îm z irg ü le , dfigâln, çai'gâln, n im h ic az (çıleıcı o la ra k ). Segâln gib i, lneftgâln da segâln b e şlisi ile lnicaz d ö rtlü sü n d e n m ü l'elekep tir ve n is e b -i şe rîfe sa y ıs ı 7 dir. y e d i tâ n e , y e d i tül.-

h e f t - h â ı n ^ c i (f.b.i.) ‫ “ ؛‬y e d i k o n a k lık y o l” : Rüstenn ile isfen d iyar'u n g e ç tik le ri yol. h e ft - h â n

‫ن‬١‫ ﺧﻮ‬٠‫ﺳ ﺖ‬

( f.b .i.) : "y e d i s o fr a ” : N e v 'î

Z â d e A tâ î'n in t a s a v v u f n ite liğ in d e o lan b ir m e s n e v isi (1627).

h e ft - h û n ö j j

‫ﻟﻬﻐﺖ‬

( f.b .s .) : celnen nem in y e d i

ta b a k a sı. h e f t - ı k lim r

( f.b .i.) : 1 . (b k z : esh âb -1

b ü y ü k le r :

[K u tu b ,

N u k a b â ',

G a v s,

N ü ceb â].

( b k z : h e ft-m e rd , h eft-m erd ân ).

‫ص‬

،

‫ا‬٠‫( ﻫﻚ‬f.s.) ‫ ؛‬y e d in c i,

( b k z : sâbi'> sâbia). h e fv â n

‫ان‬-

( a .i.) : 1 . h ız la g itm e. 2 . a y a k k a -

y ıp sü rç m e .3. y a n ılm a , y a n lış lık , (b k z : h e f ve). h e fv e OjJA ( a .i.c .: h e fe v â t ) : 1. k a y m a , a y a k k a y ıp sü rçm e . 2. y a n ılm a , y a n lış lık , (b k z : h efv ân ).

‫ﻫﺮده‬ ‫ﻫ ﻜﻴ ﻚ‬

h e jd e h

( f.b .s .) : o n se k iz ,

h e k ik

(a.i.) ‫ ؛‬k a d ın ta v ır lı erk ek , k a d ın s ı

erk ek , efem in e. h e k im

‫ ﻛ ﻴ ﻢ‬٠ (o.i.).

‫ص‬

(b k z : h a k im ),

(a.s. h ü llıtil'ü n c . ) : ç â re si, p a n -

z e h iri o lm a y a n , ö ld ü rü c ü zeh ir, a g u . h e lâ h ü - n i s â r

‫ﻫﻼﻫﻞ ﻧﺜﺎر‬

(a.b.s.) ‫ ؛‬ö ld ü rü c ü z e h ir

saçan .

‫ﻫﻐﺖ اﻫﻔﻞ‬

( f.a .b .i.) : B a tla m y o s'u n

a y ıı'd ıg ı d ü n y â n ın y e d i b ö lg e si.

406

‫ﻫﻔ ﺖ ﺗﺸﺎن‬

h e ft ü m , h e ft ü m in

h e lâ h il

h e f t - h u m ^ ^ ( f . b . i . ) : C e ı ٦n e tin 7 k a tı.

: 1 . y e d i re n k , (b k z :

h e ft-e lv â ıı). 2 . y e d i re n k ü z e r in e ip lik le d o -

2 ٠y e d i

m ü z iğ i

( f.b .i.) : 1. (b k z : h eft-

ev re n g ). 2. y e d ik a t gök.

k e h f).

‫ت‬٠‫ ( ﻫﻒ‬f.b .s .) :

G a v s,

N ü ceb â].

( f.b .i.) : “ y e d i m e y v e ” :

h ü s e y n î-a ş îr a n 'd ır (n îm lnicaz p e rd e sin d e

h e ft - g â n e ، ulf İÜ o lan .

[K u tu b ,

N ukabâ,

k u şü z ü m ü , ü z ü m , in cir, k a y ıs ı, ‫ ؟‬e ftâ li, llu r-

h e ft - t e n â n

Türle

‫ ﺳﺘﻨ ﺪا ن‬، ‫ﺳ ﺘ ﻨ ﺪ‬

(f.b.i.) . (b k z : h eft-ten âıı).

sindelei ‫ ؟‬eddidii-. Drıı'ale n îm lnicaz ve g ü çlü yegân e

(f.b.i.). (b le z ‫ ؛‬h eft-

ik lim ).

b eriy e, Hazei", A r a l.

‫ت ا د ا م‬٠‫( س‬f.b.s.) : “ y e d i

b a ‫ ؟‬, g ö ğ ü s, k a r in , ilei el, ilei a y a k , h e ft - e v r e n g

( f.b .i.) : y e d i tü rlü ip lik le d o -

m a, e rik . “ y e d i renle” :

H z. îs â 'y a g ö n d e rild iğ i sö y le n ile n y e d i çeşit h e ft - e n d â m

‫ﺳﺘ ﻜﺎ ر‬

( b k z : h e ftten ân 2). y e d i ge-

zegen . ( in k z lı e f t - a lı t e ı ., lıe ft-â y iııe , h efth e ft - e lv â n

h e f، -k â r

h e ft-m e n d , h e ft - m e n d â n

K a ra d e n iz , T a b eriy e, H azer, A r a l, h e ft - d e v r

(f.a .b .s .) ‫ ذ‬y e d i y a z ı ç e ş i d i :

[sü lü s, m u h a k k a k , tevk i', reylnâni, rık 'a , nesih , ta 'lik j. kunm u‫ ؟‬kum a‫ ؟‬.

k u lla n ıla n 7 çeşit h u b u b at, h e ft - d e r y â

‫ﻟﻬﻐﺖ ﻓﻠﻢ‬

h e ft - k a le m

h e lâ h il- r iz saçan .

‫ﻫ ﻼ ﻫﻠ ﺮﻳ ﺰ‬

( a .f.b .s .) : ö ld ü rü c ü z e h ir

hem-ber helâk ‫( ﻫ ﻼ ك‬a.i.): 1. malivolıua, ölme. 2. harcanma. 3. çok yorulma, helâl ‫( ح ا ﻵ ل‬a.i.): 1. kullanılması şeı-'an câiz olan, dinin hükümleri bakımından kullanılabilen, lıaı'am olluayan şey. 2. nikâhlı İcadın, (blcz : İıalîle, harem, lıem-fiı'âş). helâlî ‫ﻛﻰ‬١ ‫(ﺣﺮ‬a.i.) : 1. bir çeşit yeı-li, buruşuk bez, arışı bürümcük, aı٠gacı pamuk olan bez. Helâlî gömlelc. 2. eslci zaman saati. 3. s. lıelâl ile ilgili olan. helâl-kâr ‫ ﻵ ﻟ ﻜ ﺎ ر‬١‫( ح‬a.f.b.s.): lıelâl İş göl-en, ilaı'anıdan lcaçıııan. helâllaşmalc (a.t.lı.fi.) : birbirlerine lıaklaı'ını lıelâl etmelc. helalli ‫( ﺣﻼﻟﻞ—ى‬a.t.,i.) : zevce, ııilcâlılı İcadın. (İ3İCZ : İıalîle, harem’, lıenı-fiı-âş). helâl-nemek ‫ﻻد ك‬ (a.f.lı.s.): tuz İıalclcı bilen, sâdılc. helâl-zâde ‫( ا ﻵ ل زاده‬a.b.s. ve i.) : ııilcâlılı bilana ve baliadan düııyâya gelmiş [çocuk], [alcsi "lıaı'âm-zâde"]. 2. helâl süt emıııiş, sütü temiz, namuslu. 3. mec. sözünün eı'i, doğı'u, dürüst killise. heleyûıı ‫( ﻫﻴﻮ ن‬a.i.) : bot. kıışlcoıımaz denilen nebat, fr. asperge. (bkz : İıelyûn, mârçûbe). lıelezOıı ‫( ﺣﺎ—زون‬a.i.): 1. kabulclu sünıülclü böcelc. 2. saat zembereği gilıi gittilcçe dal'alan dâil-e şelcli, yılan İcavı. 3. geo. İıelis. helezOnü'1-üzn: anat. salyangoz (lculakta-), fr. limaçoıı, colimaçon. helezOni ‫( و و ﻧ ﻲ‬a.s.): 1. helezon ‫ ؟‬eklinde olan. 2. geo. lıelisel. helile ‫( ﻫﻴﺎ د‬f.i.): hek. İıalîle, tohumları müshil olarak lcullamlan bil. nebat, icara İıalîle. helîme (a.i.): lıelme, piriııç, fasulya, nohut ve benzeri gibi ‫ ؟‬eylerin kaynamasıyla meydana gelen kaymalc; peltelenme, heliimme cerrâ ١‫( ﻫﻠﻢ ﺟﺮ‬a.cü.): “çek beri getir", “var kıyas eyle!" mânâsına ve çok zaman “ve...” ile kullanılır. helvâ ‫( و ا‬a.i.): unlu, yağlı ve ‫ ؟‬ekerli maddelerle yapılan bil- tatil. helvâ-furûş j j j j ١۶ (a.f.b.i.) : helva yapan veyâ satan lcimse, İıelvacı (İ3İCZ : İıelvâ-ger). helvâ-ger (a.f.b.i.): İıelvacı. helvâ-hâne ‫ﺧﺎذه‬١‫( و‬a.f.lı.i.): İıelva pişirmeye malisus tencere veyâ lcazan. helvâyî (a.i.): İıelva satan, İıelvacı.

/ ‫وا‬

‫راﻳﻰ‬

helyun ‫( ﻫﻴ ﻮ ن‬f.i.): bot. kuşkonmaz, fr. asperge. (b k z: hilyevn). hem r * (f.e.) : -dalc, -d e ‫ ؟‬, -İ bil. Hem-pâ : arkada‫ ؟‬. Hem-cins : cinsleri bir, b ir cinsten, hem ziyâret, hem ticâret: bir ziyaret SiraSinda, herhangi bir i‫ ؟‬ile de ilgilenildigi zaman kullanılan, söylenen bil' deyim, hem-âguç ‫“( ﻫ ﻢ ﴽﺀو ش‬gu” uzun okunur, f.b.s.) : kucak k u c^ a , sarma‫ ؟‬dola‫ ؟‬, hem-âheng ‫ ﴽ ﺳ ﻰ‬١٠‫( ه‬f.b.s.) : uygun, denlc. hemâhim ‫ا‬٠‫( ﻫ ﻤ ﺎ ه‬a.i. hemheme'nin c.) : dertler üzüntüler. hemâl (f.i.) : ortak, ‫ ؟‬erik, nazil-, e‫ ؟‬, benzer. Bî-hem âl: e‫ ؟‬i, benzei'i yok, eşsiz, hemân ‫( ﻫ ﻬ ﺎ ن‬f.zf.) : 1. hemen, del-hal, o anda, çarçabuk. 2. öylece, böylece. hemânâ ‫( ﻫﻤﺎذ —ا‬f.e.): 1. gûyâ, sanki. 2. taıu, tamam, tamâıııen, aynen, tıpkı, hem-ân-dem ‫( ﻷ د م‬f.b.zf.) : liemen, çabucak 0 anda, (bkz : deı'-akab, deı'-hâl). hemânend ‫( ﺷﻤﺎ ﻧ ﺪ‬f.b.e.): gibi, benzer, hem-ân-gâh ‫( ﻫﻤﺎ ﻧ ﻜﺎ ه‬f.zf.): o anda, heıuen. hem-ârâmi‫ا آ را ش ؟‬٠‫( ه‬f.b.s.): berâber, birlikte dinlenen. hemâre ‫( ﻫ ﻤ ﺎ ﻟ ﻪ‬b.zf.): dâima, her zaman. ["hem-vâre” den bozma). hem -asılJ- ١٠' ‫ا‬٠‫( ه‬f.a.b.s.): ayni asıldaıı. hem-asr jM■‫( ﻫ ﻢ‬f.a.b.s.): bil. asırda yaşayan, çağda‫ ؟‬. hem-â‫ ؟‬iyân ‫ م ﴽ ﺷ ﺎ ف‬٠‫( ه‬f.b.s.): bil' yuvada, bir yerde birlikte bulunan. hem -âvâz ‫( ﻣ ﻢ آواز‬f.b.s.): sesleri birbiı-iııe uygun, ayni sesi çıkaran; arkada‫ ؟‬, hem-âver ‫ا آور‬٠‫( ه‬fb .i.): efendileri bir olan kölelei"; İcapı yoldaşı, arlcada‫ ؟‬. hem-âverd ‫ا آورد‬٠‫( ه‬f.b.i.): savaşan iki kişiden herbiri: [“İıem-nâverd” den bozma]. h e m -â v îz ^ J (.٠٥(f.b.i.): savaşta karşılaşan iki kişiden biri. hem-ayâr ‫ى‬ ‫( د م‬f.a.b.s.) : denk, eşit, [asil “lıem-ıyâr” dil']. hem-bâr ‫ ار‬٠ ‫( س‬f.b.s.): ayni yükü yüklenmiş olan. hem-bâz ‫( ﻫﻤﺒﺎز‬f.b.i.): "berâber oynayan" : Ol-tak, şerik. hem-ber (f.b.s.): birlikte oturan, yakın, beı'âbeı' olan. 407

hem-bezm

hem-bezm ‫ص‬ (f.b.s.) : bir mecliste oturan, dernek arkadaşı; İ‫ ؟‬ki arkadaşı, hem-bû ‫( ﻫ ﻢ—و‬f.b.s.) : bil' kokuda, bil' kokulu, kokusu bil.; mec. tarz ve âdetleı'i bir. hem-câ[y] [‫ ا ] ى‬٠‫( ﻫ ﻤ ﺞ‬f.b.s.) : bil- yeı-de oturan; hemşeri. hem-cenâh ‫ا ﺟ ﺎ ح‬٠‫( ه‬f.a.b.s.) : müsâvî, denk, *eşit. hem-cenb ‫ﺟ ﺐ‬ hem-pâ).

‫( د م‬f.a.b.s.) : a icran, (blcz:

hem-cereyân ‫ﺑﺎن‬,‫( ﺟﺮ‬٠‫( ه‬f.a.b.s.) : ayni, bir aİÇİŞta olan. hem-cins ‫ا‬٠‫( ه‬f.a.b.s.) : cinslei'i bir olan, ayni soydan. hem-cinsî ‫ ى‬٠٠‫( ﺳ ﺠ ﻎ‬f.a.b.i.): hemcinslik, cinsleri bir olma, ayni soydan olma, h em -civârj'— (f.a.b.i.) : İcomşu. hem-civâri ‫رى‬١‫( ﻫ ﻢ ﺀ م‬f.a.b.s.) : lcomşululc. hem-‫ ؟‬ü — (f.e.) : [onun] gibi. hem-‫ ؟‬ünân ‫— ن‬ (f.zf.): böylece. (bkz : İıem‫ ؟‬ünîn). hem-‫ ؟‬ünîn ‫ ن‬٠‫( ﻫ ﻤ ﺞ‬f.zf.) : böylece. (blcz : hem‫ ؟‬ünân). hem-dâmân ‫( ﻫﻤﺪاﻣﺎن‬f.b.i.) : bacanak, hem-dâstaıı ‫( ﻫ ﻤ ﺪا ﺳ ﺘﺎ ن‬f.b.s.). (bkz: İıemdestân). hem-dem ‫م‬-‫( ﻫﻤﺎ‬f.b.i.) : sılcı fılcı, canciğer arkada‫ ؟‬, (blcz: refik). hem-dem-i gamm : gam arkadaşı, hem-deml ‫( ﻫﻤﺪﻣﻰ‬f.b.i.) : 1. sılcı fıkı arkadaşlık. 2 . h. i. ‫ ؟‬ehnâme taı-zında manzum OsmanlI târihi yazan bir şâirimiz, hem-derd ‫( ﻫ ﻬ ﺪ ر د‬f.b.s.): dert ortağı, dert ve mihneti bir olan. hem-dest c —j ‫( ﻫﻤﺪ‬f.b.s.c.: hem-destâıı): 1. lcuvvet ve lcudi'ette berâber olan, elele veren. 2. ortak. 3. kuma‫ ؟‬dolcuyuculukta bir çırağa, ai'tık tele başına ‫ ؟‬alışabilecek seviyeye geldiğini bildiren beratı veren lcimse. hem-destân ‫( ﻫﻤﺪ ﺳ ﺎ ن‬f.b.s.): 1. ayni sözleri söyleyenleı-, ağızbirliği edenlei". 2. (hemdest'in c .): kuvvet ve kudi'ette berâber olanlar. hem-dest-âne ‫( ﻫ ﻤ ﺪ ﺳ ﺂ ﻧ ﻪ‬f.zf.): kuvvet ve kudrette berâber olarak, elele vererek, ortakça, hem-destî ‫ ﺳ ﻰ‬٠‫( ﻫﻤﺪ‬f.b.i.): 1. birlik, berâberlik. 2. ortaklılc. 408

‫( ﻫ ﻤ ﺪ ﻛ ﺮ‬f.b.s.) : herbirinin Oteki. ‫( ﻫﻤﺪه‬f.b.s.): ayni köyden, köyleri bir

h e m -d ig e r h e m -d ih

olan, (bkz : hem-şelırî). ‫( ﺻ ﺪ ل‬f.b.s.) : düşünceleri, yürekleri bil' olan, gönülde‫ ؟‬. h e m -d û ‫ وش ؟‬(f.b.s.): omuz omuza gelen, müsâvî olan. heme ،‫ﻫﻢ‬ ١ (f.s.): cfimle, hep, bütün, hemec ‫( ﻫﻤﺞ‬a.i.) : 1. sivrisineğe benzer küçük bir böcek. 2. s. şaşkın [kimse]. H e m e d â n iy y e y J^ (a .lı.i.): t a s . Necmeddin-i Kübrevî'nîn kurduğu “Kübreviyye" tarilcatınm şûbelerinden birinin adi. heıııegân ‫( ﻫﻤﻜﺎن‬f.zf.): İıepsi, cf'ımlesi. heıııezât ‫( ﻫﻤﺰات‬a.i. lıemeze'niıı c.) : vesveseleı., kuruntular. h e m e z e ‫( ﺳ ﺰ ه‬a.i.c.: hemezât) : vesvese, ku1'un'tu. h e m -f ik r ‫( ﻫ ﻤ ﻔ ﻜ ﺮ‬a.f.b.s.) : ayni filcirde olan‫؛‬ kafadar. h e m -f i'1 ‫ا ص‬٠‫( ه‬f.a.b.s.): su‫ ؟‬ortağı, h e m -f ir â ş ‫( ﺳ ﻔ ﺮ ا ش‬f.a.b.i.): yatak arkadaşı, (bkz: hem-hâb). h e m g e r ‫( ﻫ ﻤ ﺎ‬f.i.): ‫ ؟‬ulha dokuyucu, h e m -g în â n ‫ ﻓ ﺎ ن‬١‫( ﻫﻢ‬f.b.i.): hep, bütün insanlar. h e m -g û ‫ ؟‬e ‫( ﻫﻤﻜﻮﺷﻪ‬f.b.i.): komşu, (bkz : hemcins). h e m -h â b ‫ ا ب‬(f.b.s.): 1 . berâber uyuyan, yatak arkadaşı. 2. eş. (bkz : hem -f‫؛‬râ‫) ؟‬. h e m -h â b e ‫ ا د‬(f.b.i.): yatak arkadaşı, oda arkadaşı. h e m -h â h ‫( ﺳ ﺨ ﻮ ا ه‬f.b.s.): ayni istekte olan, istekleri bil. olan. h e m -h â l ‫( ﻫﻤﺢ—ال‬f.a.b.s.): bir halde bulunan, lıalleri birbirine benzeyen, bir İıalli. h e m -h â le t ‫( ﻫ ﻤ ﺤﺎ ك‬f.a.b.s.): ayni halde olan, h e m -h â n e ‫( ﻫ ﻤ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.b.i.): bir evde oturan‫ ؛‬arkada‫ ؟‬. h e m -h ııd û t ‫ ود‬(f.a.b.s.): hudutları bir olan, sınırları yanyana olan, h e m -h û y ‫ خ— وى‬٠‫( ه‬f.b.s.) : ayni huyda, ayni tabiatte olan, huyları bil. olan, h e m îl (a.i.): b o t . saıısarmaşık denilen bir ‫ ؟‬eşit yabani ot. h e m im — (a.s.): ince [yağmur], (müen.: "İıemîne"). h e m -d i l

hem-rîkâb h em in ‫( ﻫﻤﻴﻦ‬f.e.zf. ve s . ) : bu bile, tıbkı bu; ‫ ؟‬ok, [İıem = beı'âbeı' ‫ ؛‬in = bu dan yapılm ıştır],

h em -m eşreb ‫( ﻫﻢ ﻣﺸﺮب‬f.a.b .s.): m eşrepleri bir, h u ylan uygun , kafadar.

h em -in â n ‫( ﻫﻤﻌﻔﺎ ف‬f.a.b .s.): dizgin i bir, atbaşı berâber,olan, yanyana birlikte bulunan, arkadaş. ( b k z : refik).

‫ا‬

h em îşe ‫( ﻫﻤﻴﺜﻪ‬f.z f.): d âim â, iler vakit, lıeı- zam an. ( b k z : hem -vâr).

h em -m izâc bil- olan.

h e m k ‫( ﻫ ﻤ ﻚ‬a .i.): b ir işe d aldırm a, bir İşle m eşgul etm e [birini].

h em -n âm ‫( ﻫﻤﻨﺎ م‬f.a.b .s.): a d la n b ir olan, adaş, (bkz ‫ ؛‬semi).

h em -k a d d ‫( ﻫﻤﻘﺪ‬f.a.b .s.): b ir boyda olan, boyla n bil- olan.

h em -n eb e rd 2. rakib.

h em -k ad eh ‫( ﻫ ﻤ ﻘ ﺪ ح‬f.a.b .s.): kadeh aı-kadaşı, İ‫ ؟‬ki arkadaşı, sıkı fık ı dost, ( b k z : İıemsifâl).

h em -n efes

hem -lcadem ‫( ﻫﻤﻘﺪم‬f.a.b.i. c . : h em k ad e m ân ): ayakdaş, aı'kadaş. (bkz : hem-pâ). h e m -k a d r ‫( ﻫﻤﻘﺪر‬f.a.b .s.): sayılm akta ayni deı-ecede olan. ,

‫( ﻫﻢ ﻗﺎﻣﺖ‬f.a.b .s.): bil- boyda olan, boylaı-ı bil- olan, boydaş, (bkz : hem-kadd).

h em -k a m e t

h e m -k â r ‫( ﻫﻤﻜﺎر‬f.b.s.) : ayni İşte olan, ayni İŞİ işleyen. h em -k âse ‫( ﻫ ﻤ ﻜ ﺎ ﻣ ﻪ‬f.b .s.): kâseleri, kadelaleri bil- olan; ‫ ؟‬anak arkadaşı, h em -k efş ‫( ﻫ ﻤ ﻜ ﻐ ﺶ‬f.b .s.): pabucu bir olm a, ayni ayakkab ıyı giym e. h e m -k ırâ n ‫( ﻫ ﻤ ﻘ ﺮا ن‬f.b .s.): ayni yaşta olan, kuvvette eşit olan. h e m -k ıy m e t olan.

‫( ﻫﻢ ﻗﻴﻤﺖ‬f.a.b .s.): ayni kıym ette

h em -k îş ‫( ﻫ ﻤ ﻜ ﻴ ﺶ‬f.b .s.): bil- din ve mezilepte bulunan, dindaş, din yoldaşı, (b k z : hem mezheb). h em -k itâb ‫( ﻫﻤﻜﺘﺎ ب‬t'.a.b.s.) : 1. kitabi bir olan, ayni dersi göl-en [O grenci]. 2. din arkadaşı, ayni dinde olan.

‫( ﻫﻢ ﻗﺪر ت‬f.a.b.i.): görev birliği, h em -k ü n ‫( ﻫ ﻤ ﻜ ﻦ‬f.b .s.): İş, m eslek aı-kadaşı, h em -k u d re t

ayni İşte işleyen, (bkz : meslekdâş). hem m r kaygı.

‫( ع‬a .i.c .: h ü m û m ): gam , keder, tasa,

h em -m a'n â ‫ ﻋﻰ‬٠ ‫( ﻫﻢ‬f.a.b .s.): bir anlam da, anlamlaı-ı bil- olan. h em -m atleb ‫ﻣ ﻄ ﻠ ﺐ‬ satlaı.1 bir olan.

‫( ﻫﻢ‬f.a.b .s.) : istelc ve m ak-

h e m m â z ^ ( a . i . ) :kogucu.

‫( ﻫ ﻢ ﻣ ﻨ ﻬ ﺐ‬f.a.b .s.): bir din ve m ezhepte bulunan, m ezhepdaş, din, m ezhep yoldaşı, (bkz : hem -kîş). ‫( ﻫﻢ ﻣﺰاج‬f.a.b .s.): h u ylan tabiatları

‫( ﻫ ﻤ ﻐﺒ ﺮ د‬f.b .s.): 1. savaş arkadaşı,

‫( ﻫﻤﻨﻔﺲ‬f.a.b .i.): arkadaş,

h em -n esl ‫( ﻫ ﻤ ﻞ‬f.a.b .s.): 1. ayni nesilden, ayni soydan, soydaş. 2. yaşdaş. h e m -n işîn ‫( ﻫﻤﻐﺸﻴﻦ‬f.b .s.): berâber oturup kalkan, teklifsiz arkadaş. h em -pâ[y] [ ‫( ﻫﻤﺠﺎ ] ى‬f.b .i.): [kötü işleı'de] arkadaş, ayaktaş, om uzdaş, (bkz : hem -kadem ). hem -p âye ‫ ﺑ ﻪ‬. ‫( ﻫﻤﺠﺎ‬f.b .s.c .: h em p âye -g ân ): pâyece berâber, 1'ütbece bil., h em -p âyeg ân ‫( ﻫ ﺐ ﻳﻜﺎن‬f.b.s. hem pâye'nin c .) : pâyece berâber olanlaı-, rütbece bir olanlar, ( b k z : hem -rfitbe). h em -p îşe ‫ ﺳﺜﻪ‬٠‫( ﻫﻢ‬f.b .s.): sanati bil-, bil- san'atte bulunan. h e m -râ d ‫( ﻫ ﻤ ﺮ ا د‬f.b .s.): cöm ertlikte ve kahram an h k ta denk olan kim seler, h e m -râ h ٥‫( ﻫ ﻤ ﺮ ا‬f.b .i.c.: h e m -râ h a n ): yoldaş, yol arkadaşı, (bkz : hem -reh, hibb2). h e m -râ h â n ‫( ﻫ ﻤ ﺮاﻣﺎ ف‬f.b.i. hem -râh'ın c .) : yoldaşlaı-, yol arkadaşları. h e m -râ h î ‫( ﻫ ﻤ ﺮ ا ﻫ ﻰ‬f.b .i.): yol arkadaşlığı, yoldaşlık. hem -ı-âz ‫( ﻫﻤﺮاز‬f.b .s.): sılcı fık ı arkadaş, sil- arkadaşı. (bkz ‫ ذ‬sır-dâş). h e m -râ z î h em -reh

‫ازى‬۶ ‫( ه‬f.i.): ark ad aşlık dostluk, ‫( ﻫﻤﺮه‬f.b.i.). (bkz : lıem -ı٠âh).

h em -ren g ‫( ﻫ ﻤ ﺮﻧ ﻚ‬f.b .s.): bil- renkte, rengi bil.; m ec. lıuylaı-ı bir olan. h e m -re v daşı.

(f.b .s.): berâber giden, yol arka-

h em -re y ‫( ﺳ ﺮ ؛ ى‬f.a.b .s.): bil- 1-eyde, bil. sözde bulunan, O ydaş. he‫ ؟‬ı-ı'‫ ؛‬k âb berâber.

‫( ﻫ ﻢ رﻛﺎ ب‬f.a.b .s.) : m üsâvî; atbaşı 409

hem.rî‫؟‬ h e m -rî ‫ﻫ ﻤ ﺮ ﻳ ﺶ ؟‬

(f.b.s.): 1. sakallai". bil" Ornelc olan. 2. bacanalc [iki kız kardeşle evlenen erkekler].

(f.a.b.s.): ayni rütbede olan, (bkz: hem-pâye-gân).

h em -rü tb e ‫ﻫﻤﺮﺗﺒﻪ‬

‫( ﺳ ﺎ ل‬f.b.i.) ‫ ؛‬ya‫ ؟‬da ‫ ؟‬١ yaşıt, (bkz: hem-sinn, heın-zâd).

h em -sâ l

h eın -sâye ‫ﻫ ﻤ ﺎ ﻳ ﻪ‬

(f.b.i.c.: hem-sâyegân): lcom-

‫ ؟‬u. h em -sâ y e-i m esih

: Güne‫ ؟‬,

h em -sâyegâ n ‫ﻫ ﻤ ﺎ ﻳ ﻜ ﺎ ن‬

(f.b.i. hem-sâye'nin c.):

‫( ﻫ ﻤ ﺎ ﻳ ﻜ ﻰ‬f.b.i.): komşululc.

(f.b.i.) : ikiz ‫ ؟‬ocuk, (bkz :

tev'em). hemşîme ‫( ﻫ ﻤ ﺜ ﻴ ﻤ ﻪ‬a.i.) : 1. ağaçları kurumu? yer. 2. lcuru odun; kuru odun olmaya yüz tutmu? ağa‫ ؟‬. (f.i.) : “sütleri bir olan" : kızkardeş, (bkz : uht). h e m - ‫ ؟‬îr e -z â d e ‫( ﻫ ﻤ ﺜ ﻴ ﺮ ه زاده‬f.b.i.) : lcizkai.de‫؟‬ ‫ ؟‬ocuğu,yeğen.

h e m - ‫ ؟‬îr e ‫ﻫ ﻤ ﺸ ﻴ ﺮ ه‬

‫( ﻫﻢ‬f.b.i.) : ortak, kuma, (blcz :

h e m -‫ ؟‬û y ‫ﺷ ﻮ ى‬

hem-‫ ؟‬evher). h e m -t â ‫ﻫ ﻤ ﺘ ﺎ‬

lcomşulai". h em -sâ yeg i

h e m - ‫ ؟‬ik e m ‫ﻫ ﻢ ﺷ ﻜ ﻢ‬

(f.b.s.) : benzer, tayda‫ ؟‬, denlc,

müsâvî. (f.b.i.) : ‫ ؟‬apulda, yağmada arkada‫ ؟‬, omuzda‫ ؟‬,

(f.b.s.): 1. uygun, uygunlulc. 2. arkada‫ ؟‬, arkadaşlık.

h e m -t â z ‫؛‬y â n e ‫ﻫﻤﺘﺎ زﺑﺎ ﻧ ﻪ‬

‫( ﻫ ﻢ ﺑ‬f.b.i.): ders arkadaşı, berâber deı's olcuyan, melctep (*okul) sınıf arkadaşı.

h e m -t e k

‫( ﻫ ﻢ ﺳﻔﺮ‬f.a.b.i.c,: hem-seferân): yol arkadaşı, yolda‫ ؟‬, (blcz : hem-ı'âlı).

h e m -v â r ‫ﻫ ﻤ ﻮ ا ر‬

h em -sâ z ‫ﻫ ﻤ ﺎ ز‬ hem -sebalc ‫ﻖ‬

h em -sefer

‫( ﻫ ﻢ ﺳﻔﺮان‬f.a.b.s. hemsefer'in c.) : yol arkadaşları, yoldaşlar.

h em -seferân

İıem-seng ‫ﻫ ﻤ ﺪ‬ ‫ ؟‬üde.

(f.b.s.): bir taı-tıda, bir Öİ-

(f.b.i.): 1. arkada‫ ؟‬, kafadar. 2. eı'lcelc ve İcadın eşlerden lıeı' biri,

h em -ser ‫ﻫ ﻤ ﺮ‬

h em -seri ‫ﻫ ﻤ ﺴ ﺮ ى‬ h em -sıfa t

(fb.i.) : lcai'ikocalılc.

‫( ﻫ ﻢ ﺻﻐﺖ‬f.a.b.s.): ayni vasıfta, *ni-

telikte olan.

‫( ﻫ ﻢ ﺳ ﻔ ﺎ ل‬f.a.b.s.): lcadelı arkadaşı, (bkz: hem-kadeh).

h em -sifâ l

‫( ﻫ ﻢ ﺳ ﻦ‬f.a.b.s.): sinlei"‫؛‬, yaşları bil" olan, yaşıt, (bkz : hem-sâl, lıem-zâd).

h em -sin n

‫( ﻫ ﻢ ﺻ ﺤﺒ ﺖ‬f.a.b.s.): birbiriyle sohbet eden, konuşan, arkada‫ ؟‬,

h em -soh b et h em -su fre

‫( ﻫ ﻢ ﺳﻔﺮه‬f.a.b.s.): sofra arkadaşı,

(f.b.s.) : berâber ata binmi‫؟‬ olan, yol arkadaşı.

h e m -s ü v â r ‫ﻫ ﻤ ﺴ ﻮا ر‬

(f.b.i.): 1. bir memleketli. (bkz : hem-dilı). 2. yurtta‫ ؟‬.

h e m -‫ ؟‬e h rî ‫ﻫ ﻤ ﺸ ﻬ ﺮ ى‬

‫( ﻫ ﻢ ﺷﻜ ﻞ‬f.a.b.s.): bir ‫ ؟‬ekilde, bir bi‫ ؟‬imde, ‫ ؟‬elden bil" olan.

h e m -‫ ؟‬ekl

h e m -‫ ؟‬e rr ‫ﻫ ﻤ ﺸ ﺮ‬

(f.a.b.s.): kötülükte berâber

olan. (f.b.s.): kocalan bir. Ol"talc İcadın, lcuma. (blcz : hem-‫ ؟‬ûy).

h e m -‫ ؟‬evh er ‫ﻫ ﻢ ﺷ ﻮ ﻫ ﺮ‬

410

‫( ﻫ ﻢ ﺗ ﻚ‬f.b.s.) : yolda‫ ؟‬, arkada‫ ؟‬.

(f.b.s.) : bil" tartıda, bir Öİ‫ ؟‬Ude, müsâvî, denlc.

h e m -te r â z U ‫ﻫ ﻤ ﻌ ﺮ ا ز و‬

(f.b.s.) : 1. düz yei-, bir çırpıda olan yei-, uygun yeı٠. N â - h e m v â r : çarpık, eğri, düz olmayan. 2. zf. dâimâ. (blcz : hemî‫ ؟‬e). h e n ı-v â r e ‫( ﻫ ﻤ ﻮ ا ر ه‬f.b.zf.) : dâimâ, her zaman. [nazımda kullanılır]. (bkz : muttasıl), h e m -v â r î ‫( ﻫ ﻤ ﻮا ر ى‬f.i.) : düz olma, düzlük, h e m y â n ‫( ﻫ ﻤ ﻴ ﺎ ن‬f.i.) : heybe, dağarcık, ‫ ؟‬anta, büyük kese. h e m y â n ‫ ؟‬e ‫( ﻫ ﻤ ﻴ ﺎ ﻧ ﺠ ﻪ‬f.i.) : kese; kü‫ ؟‬ülc torba; ‫ ؟‬anta. hem z ‫ﻫ ﻤ ﺰ‬ (a.i.) : 1. Silcma [parmaklarla]. 2. dürtme. 3. ısırma. 4. yere ‫ ؟‬alma, (f.b.s.) : 1. ya‫ ؟‬da‫ ؟‬, ya‫ ؟‬ı bir. (blcz : hem-sâl١hem-sinn). h e m -z â n û ‫( ﻫﻤﺰاﻧﻮ‬f.b.s.) : yan yana oturan; diz dize otui'up konuşan. h e m z e ‫( ﻫ ﻤ ﺰه‬a.i.c. : hemezât) : 1. Arapçada elifin adi. 2. “elif, vav, ye, ile" üzerine konulan ( ‫ )ﺀ‬i‫ ؟‬âi"eti. 3 . parmakla Sikma, bil" yere S I kıçtırma ve dürtme. h e m -z e b â n ‫( ﻫﻤ ﺰ ﺑ ﺎ ن‬f.b.s.) : 1. dilleri bir olan, ayni dili lcoııuşan. 2. ağzı bil" olan,

h e n ı-z â d ‫ﻫ ﻤ ﺰاد‬

h e m -z e m â n

‫( ﻫ ﻢ زﻣﺎن‬f.a.b.s.) : 1 . ‫ ؟‬ağda2 .‫ ؟‬. ayni

zamanda işleyen. h e m -z e m â n

sistemi,

m u a d e lâ t

:

m a t.

denklemler

fr. é q u a tio n s s im u lta n é e s ,

h e m -z e m â n i ‫ز ﻣ ﺎ ﻧ ﻰ‬

e ‫ ؟‬inzamanhk,

‫ﻫ ﻢ‬

(f.a.b.i.) : çağdaşlık,

fr. s y n c h r o n is m e .

h e rg â h h e m -z e m in

‫( ﻫﻤﺰ ﺑ ﻦ‬f.b.s.) : ayni d ü z e y d e , ayni

seviyede olan.

‫( ﺧﻨﺎزﻳﺮ‬a. hınzir'ın c.) : 1. hınzırlaı-, dom uzlar. D â ü 'l- h e n â z îr : h e k . dom uzbaşı denilen ve ekseriyâ boyunda çık an ŞİŞ, Siraca. 2 . m e c . kötü, fena kişiler, hınzıı-lar. ‫( ﻫﻔﺠﺎم‬f.s.) : beceriksiz, elinden İş gel-

m eyen. h en câr

N â-

b e -h e n c â r : usulsüz, yolsuz,

‫( ﻫﻨﺪ ﻣﻪ‬a.i.) : geom etri.

U s û l-i h en d e-

se : geom eti.‫ ؛‬kitabi.

fr. g é o m é tr ie é lé m e n ta ir e ,

‫ﻫﻨﻮز‬

( f .z f .) : şim d iy e kad ar, b u â n e dek;

d a lla , y e n i, h â lâ ; a n ca k , h e r ‫ ( ﻫﺮ‬f .e .) : hep, b ü tü n ,

fr. g é o m é tr ie d a n s l'e sp a c e ,

meti'i, fr. g é o m é tr ie p la n e , fr. g é o m é tr ie d e s c r ip tiv e .

( f .z f.) : m u tla k a ; herh alde;

‫ ( ﻫﺮﺑﺎر‬f .z f .) : h er d efe, d â im â . ‫ ( ﻫﺮج‬f .i .) : k a rışık lık , g ü r ü ltü lü v e

k a rışık

h e r e ü m e r c : altiist, k a rm a k a r ış ık , a lla k b u lh e r c â î ‫ ( ﻫﺮﺟﺎ ﻓﻰ‬f .s .) : h ercâ yi, k a ra rs ız , sebatsız,

‫ﻫ ﺮ ﺟﺄﻳﻠ ﻚ‬

H e n d e s e -h â n e -i b a h r i : B ahriye M ektebinin

ilk adi. [ı. A bdülham it zam ânm da 1187(1773) yılın d a C ezâyirli H asan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersâne İçinde açılm ıştır],

‫ ﻫﻨﺪ ﺑ ﻪ‬، ‫( ﻫ ﻐ ﺪ ﺳ ﻰ‬a.s.) : ge-

om etrik, geom etri ile ilgili. E ş k â l - i h e n d e s iy y e : geom etrik şekiller, h e n d e s i s ils ile -i a le '1 -v ilâ : geo. geom etri di-

zisi, geoıııetı'ik dizi. 1. güç, kuvvet. 2 . ağırlık, va-

kar.

(f.t.b .i.): v e fâ sız lık , sebat-

sizlik , k a ra rsız lık .

‫ﻫﺮﺟﻨﺪ‬

h erçen d

h e n d e se -h â n e ٠ ^ ^ ( a .f .b .i.) :T a n z im a t 't a n biraz önce açılm ış olan m ühendis melctebi.

h e r ç i- b â d â b â d

( f .z f .) : iler ne za m a n ,

‫ﻫﺮﺟﻪ ﺑ ﺎ د ا ﺑﺎد‬

( f .z f .) : n e o lu rsa

o lsu n , istei" istem ez.

‫ ( ﻫﺮﺟﻪ‬f .e ) : h er ne, lıeı- ne şekilde, h e r - d e m ‫ ( ﻫ ﺮ د م‬f .z f ,) : heı- d a k ik a , h er z a m a n , h e r ç ih

d â im â . (b k z : h er-â n ; h er-gâl ٦). h e r -d e m

t â z e : tâ ze lig in i, p a rla k lığ ın ı h iç

k a y b e tm e y e n . h ereb

‫ﻫﺮب‬

( a .i.) : 1. k a çm a , (b k z : fii"âr). 2 . şid-

d etli keder. h e r e b â n ‫ ( ﻫﺮﺑﺎن‬a .i.) : k o rk u p k a çm a , h erem

‫ﻫﺮم‬

( a .i.) : 1. k o c a m a , k o c a lm a , ih tiyai'-

la m a . H e n g â m - 1 h e r e m : İh tiyaı ٠lık za m â n ı. 2 . h. i. M ıs ır E h r a m la r ın d a n bil.‫ ؛‬,

(f.i.)

:

zam an, çağ, sira, vakit,

m evsim .

h e r e m â n ‫( ﻫ ﺮ ﻣ ﺎ ن‬a.lı.i.) :M ıs ı r 'd a taştan y a p ılm ış, â sâ r-ı a tik a d a n iki b in â . E h r a m la r d a n

h e n g â m -1 ş itâ : kış m evsim i,

ik isi.

‫( ﻫ ﻜﺎ ﻣﻪ‬f.i.) : lcavga, güi"ültü.

h e r e m -d id e

h e n g â m e -i a z â b : azap zam ânı.

‫( ﻫ ﻜﺎ ﻣ ﻪ ﺳﻤﻴﺮ‬f.b.i.) : 1. hikâye söyleyici; oyu n cu ; hokkabaz. 2. kavgacı, gürültücü. 3. lelce tozu, diş m âcunu gibi şeyler satan çığırtkan lar. ‫ﺳﻤﻴﺮ ى‬

‫ﻫ ﻜﺎ ﻣ ﻪ‬

hengâm egirlik, kavgacılık.

‫ﻫﺮم ﻟ ﻴ ﺪ ه‬

( a .f.b .s .): İ o c a m ış , ih ti-

y a rla n ıış , z a y ıfla m ış .

h e n g â m e - g ir

h e n g â m e - g îr î

here

h e r c â îl ik

h e n d e s e -i r e s m iy y e : geo. *tasarı geometi"‫؛‬,

‫ﻫ ﻜ ﺎم‬

‫ﻫ ﺮآﻳﻴﻨ ﻪ‬

elbette; z a ru ri.

lak, d a r m a d a ğ ın ık .

h e n d e s e -i m iis t e v iy y e : g e o . *düzlem geo-

‫( ﻫ ﻔ ﻚ‬f.i.) :

( f .z f .) : her d a k ik a , h er z a m a n ,

d â im â . (b k z : h er-d em , heı--gâh).

harek et.

h e n d e s e -i m ü c e s s e m e : g e o . *uzay geometi"‫؛‬,

h e n d e s i, h e n d e s iy y e

(a ra g m en ).

h e r-b â r

fr. g é o m é t r ie c o té e .

hengâm e

h e n iiz

h e r - â y în e

h e n d e s e -i m u r a k k a m a : g e o . kotlu geom etri,

hengâm

‫ ( ﻫ ﻰ‬a .s .) : h a z m i kolay, sılılıate u y g u n , ‫ ( ﻫﻨﻴﯫ‬a .z f .) : a fiy e t o lsu n , şifâ olsu n !

h e r-â n ‫ﻫ ﺮ آ ن‬

h e n d e s e -i â d iy y e : g e o . elemantei- geom etri,

heng

heni

h e n ie n

h e r h â l ü k â r ( d a ) : iler tü rlü d u ru m ve şart

‫( ﻫﻔﺠﺎر‬f.i.) : usul, yol, kaide, k u r a l.

h e n d e se

( f .s .) : b ir m e v sim y a şa ya b ile n

nesne.

h e n â z îr

h en câm

‫ﻫﻜﺎﻣ ﻰ‬

hengâm i

(f.b.i.) :

h erem i

‫ ( ﻫﺮﻣﻰ‬a .s .) : e h ra m

ile, pil-am it ile ilg ili,

o n u n gibi. h e r e m -r e s id e

‫ﻫﺮم ر ﺑ ﺪ ه‬

(a .f.b .s .): ih tiy a rlığ a

e rm iş, k o c a lm ış. h e r-g â h

‫ﻫﺮﺳﻤﺎه‬

( f .z f.) : heı- z a m a n , hei" v ak it,

(blez : h e r-â n , h er-d em ).

411

hergele

hergele ‫( ﺧﺮﺳﻤﻠﻪ‬f.i.): 1. eşek süi-üsü. 2. binek ve taşıta alışmamış huysuz hayvan. 3. terbiye ve görgüden uzak, bayağı, aşağılık kimse, hergiz ‫( ﻫ ﺮ ا‬f.z f): aslâ, katiyyen, hiç bir vakit, hiç bil- sûretle. her-heft ‫( ﻫﺮﻫﻔ ﺖ‬f.b.i.): kadınların süs olarak kullandıkları yedi şe y : kına, çivit, lâl (alilk), üstübeç, antimon, altın varak, mis. herim ‫( ﻫ ﺮ ﻳ ﻢ‬a.s.): çok ihtiyarlamış veyâ çökmüş [kimsel. herir ‫( ﻫ ﺮ ﻳ ﺮ‬a.i.): 1. köpek hırlaması. 2. köpek uluması, (bkz: herr). herise ‫( ﻫ ﺮ ﻳ ﻪ‬a.i.): keşkek yemeği, herkele ‫( ﻫﺮﻛﻠﻪ‬a.s.): 1. ince, zarif hoş. (bkz : hiı-ekle, hurekile). 2. i. hoşluk, incelik, herr ‫( ﻫﺮ‬a.i.): köpek hırlaması, köpek uluması, (bkz: herir). hers ‫( ﻫﺮس‬a.i.): bot. mersin ağacı, herseme ‫( ﻫ ﺮ ﺛ ﻤ ﻪ‬a.i.): 1. arslan. (bkz : dıı-gam, esed, gazanfer, haydar, şîr). 2. burun, hert ‫( ر ت‬a.i.): 1. yıı-tma. 2. dürtme. 3. dolcunakli söyleme. lierv ‫( ﻫ ﺮ و‬a.i.): 1. sopalama, dövme. 2. pişirme. hervele ‫( ﻫ ﺮ وﻟ ﻪ‬a.i.): 1. koşma, (bkz: şitâb). 2. leng, at yürüyüşü; yüi'üyüş. herze ‫( ﻫ ﺮ ز ه‬f.s.c.: herzevât): boş lâkırdı, saçma. (bkz: tirzik). herze-derây ‫( ﻫ ﺮ ز ه ﻟﺮاى‬fb .s.): mânâsız söz söyleyen, saçmasapan konuşan, geveze, yanşak, (bkz: heı-ze-gû, heı'ze-hâ, herzeİâ). herze-gû j j ‫( ﻫﺮزه‬f.b.s.): saçma sözler söyleyen. (bkz : herze-hâ, herze-!â, herze-pâş). herze-gûyi ‫( ﻫﺮزه ا ﻳ ﻰ‬f.b.i.): herze söyleyicilik. herze-hâ ‫( ﻫﺮوه ﺧﺎ‬f.b.s.). (bkz : heı-ze-gû, herzelâ). herze-hâr ‫( ﻫ ﺮ ز ه ﺧ ﻮا ر‬f.b.s.c.: heı-ze-hârân). (bkz: herze-derây,herze-gû,herze-hâ, herzeİâ). herze-hârân ‫( ﻫﺮزه ﺧﻮا را ف‬f.b.s. herze-hâi-'ın c.) ‫ ذ‬saçma sapan konuşanlar, herze-hâyi ‫( ﻫﺮزه ﺧ ﺎ ﻳ ﻰ‬f.b.i.): heı-ze söyleme, saçma sapan söyleme. herze-kâr ‫( ﻫﺮزه ﻛﺎر‬f.b.s.): abuk sabuk, saçına sapan konuşan, (bkz : heı-ze-gû). 412

herze-lâ ‫( ﻫﺮزه ﻻ‬f.b.s.). (bkz: herze-gû, herzelrâ). herze-pâş ‫( ﻫﺮزه ﻳﺎش‬f.b.s.).(bkz : heı-ze-gû). herze-vât ‫( ﻫ ﺮ ز وا ت‬a.s. herze'nin c .): boş lâkırdılar, saçma sapan sözler, herze-vekil ‫( ﻫ ﺮ ز ه وﻛﻴﻞ‬a.b.s.): heı- içe karışıp boşboğazlık eden, saçma sapan konuşan, herze vekil i kâinât: boşboğazlığıyla tanınm ış .

hesâb ‫( ﺻﺎ ب‬a.i.). (bkz : lıisâb). hesâbı-1 câri: eko. iki kişi arasındaki alacakların belirli bil. süre sonunda tasfiyesi yapılmak üzeı٠e karşılıklı borçlu ve alacaklı hesaplara ayrıntılarıyla yazılması, hesâbât-ı asliyye : eko. muhasebede tutulan hesaplardan bil- İıesap dalını gösteren ve tâlî hesaplaı-a ayrılabilen ana hesaplai'. hesâbî ‫( ﺻﺎﺑ ﻰ‬a.s.). (bkz : hisâbî). hesti ‫( ﺳ ﻰ‬f.i.): vâr olma, varlık, (bkz: mevcUdiyyet). h e ş â ş e t c ^ ^ f ı . i . ) :gevreklik, heşîm ‫( ﻫ ﺸﻴﻢ‬a.s.): kırılmış, ufalanmış, heşş ‫( ﻫ ﺶ‬a.s.): 1. şen, keyifli. 2. kolay kırılır olan, gevrek. he‫ ؟‬t ‫( ﻫﺸ ﺖ‬a.s.): 8 sayısı, heçtâd, heşted ‫ ﻫ ﺜ ﺘ ﺪ‬، ‫( ﻫ ﺸ ﺎ د‬f.s.): seksen. (bkz: semâırîn, semânûn). heşt-bihişt ‫( ﻫﺸ ﺖ ﺑ ﻬﺜ ﺖ‬f.b.s.) : 1. Kur'an'da adi geçen sekiz cennet: [Huld, Dârü's-selâm, Dârü'l-karâr, Adn, Me'vâ, Naim, illiyyin, Firdevs]. 2. İdrîs-i Bitlisi'nin sekiz Osıııanlı pâdişâhı İçin yazdığı meşhur târihi. 3. ilk OsmanlI edebiyâtı şuarâ tezkiresinden Sehi tezkiresi. he‫ ؟‬t-pâ[yj [‫( ﺷ ﺖ ا ] ى‬f.b.ı.) ٠zool. alıtapot. heştüm, heştümîrı ‫ ﻫﺜﺘ ﻤﻴ ﻦ‬، ‫( ﻫ ﺜ ﺘ ﻢ‬f.s.) : sekizinci. (bkz:sâmin). hetf ‫( ﻫ ﺘ ﻒ‬a.i.): inceden inceye ve gizlice bir şeyi hatırlatma, fısıldama, hetk ‫( ﻫﺘ ﻚ‬a.i.): yırtma, yarma, hetki-i hicâb-ı ismet: nâmus pel-desini yırtma. hetk-i perde-i ır z : nâmus perdesini yıı-tma, ırza saldırma, hetl ‫( ﻫﺘﻞ‬a.i.). (bkz: hütûl). hetlân ‫( ﻫ ﻄ ﻼ ن‬a.i.): sürekli yağan İıafif yağmur.

hevlnâk hetn ‫( ﻫﺘﻦ‬a.i.). (blcz : hütûn) hetr ‫( ص‬a.i.) : 1. fenâ sözleı'le birini kötüleme. 2. bunama. 3. sei'semleme. h e ttâ k ^ (a .s.):y n 'tıp p a rç a la y a n . hevâ'۶ (a.i.) :hava.(bkz :havâ) hevâ ‫ ى‬, ‫( ى‬a.i.) : heves, istelc, arzu; sevgi; hoşlanma. Ehl-İ h e v â : hırs sâllipleri, nefsine düşkünler. hevâ vii heves : zevlc ve şehvetler, lıevâ-yi çeşnı-i m est: mahmur gözün ai'zuhevâ-yi ışk : aşk arzusu, hevâ-yi sayd : av hevesi, hevâ-yi sevdâ-fezâ : sevdâ arttıran ilava. hevâ-yi vatan : vatan İıavası. hevâcir ‫( ﻫﻮاج—ر‬a.i. hâcire'niıı c .): 1. hicret / edenler, göçenler. 2. günlerin en sıcak zamanları. hevâcis ، r —‫( ﻫﻮاج‬a.i hâcise'ııin c.): akla gelen lcötü düşünceler, İcuı'untulaı'. hevâ-dâr ‫( ﻫﻮادار‬f.b.s.): 1. havadar, etrâfı açık, ı-üzgâl'lı yer. 2. yar, dost, (blcz : lıevâ-hâh). hevâdî ‫( د د ا د ى‬a.s. hâdî'nin c .): 1. hidâyet edenler, dogru yol gösteı'enleı'. 2. lcılavuzlaı', ı'ehbeı'leı'. (bkz: hüdât). hevâdic ‫( ه— وادج‬a.i. hevdec'in c .): kadınların binmesi İçin, deve üzeı'ine yapılan malifeler. hevâ-hâh ‫( ﻫ ﻮا ﺧ ﻮا ه‬a.f.b.i.): yar, dost, (blcz: hevâ-dâr‫؛‬, muhibb). hevâî ‫( ﻫﻮاﺋﻰ‬a .s . ) : 1. nefis ve şehvetine mağlûp olmakla ilgili. 2. nefsine düşkün, ciddi şeyİei'le ilgisiz, [müen. “ hevâiyye”]. 3. havaya âit, laava ile ilgili; laavada bulunan, hevâî h a t : ı) direklere dilcilmiş telefon, telgraf telleri; 2) teleferilc. hevâî hisse : tar. OsmanlI devletinde tımar, zeâmet, sipahi salliplerine verilen ele paylar. hevâî-meşreb ‫( ﻫ ﻮا ﺋ ﻰ ﻣ ﺸ ﺮ ب‬a.b.s.): gelgeç tabiatlı, hoppa. hevâîyyât ‫( ﻫ ﻮ ا ﺑ ﺖ‬a.s. hevâî'nin c.): ciddi olmayan, gelip geçici şeyler, hevâmm ‫( ﻫ ﻮ ا م‬a.i. hâmme'nin c.) : zool. böcelclei", haşereler, [piı'e, lcaı'ınca, lcehle, yılan, akrep... gibi]. El-avâm ke'1 -hevâmm : halk böcekler gibidir.

hevâmm-ı cereb î: uyuz hastalığı böceği, hevân ‫( د و ا ن‬a.i.): horluk, aşağılık, zelillilc, alçaldık. hevâ-perest ‫ﺑﺮﺳﺖ‬.‫( ﻫﻮا‬a.f.b.s.) : nefsine, zevkine düşkün, sefih [killise], hevâ-perestî ‫( ﻫﻮاﺑﺮﺳﻰ‬a.f.b.i.): nefsine, zekine düşkünlük, sefih olma durumu, hevdec ‫ د ج‬۶ ‫( ش‬a.i.c.: hevâdic): kadınlar İçin deve üzerine yapılan mahfe, heves ‫( ﻫ ﻮ س‬a.i.): 1. arzu, istek. 2. gelip geçici istelc. Nev-heves : yeni hevesli, yeni alışan, hevesât ‫ ت‬١‫( ﻫﻮس‬a.i. heves'in c.): lıeveslei". hevesât-ı nefsâniyye : nefis düşkünlükleri, heves-bâz ‫ ا ز‬٠‫( ﻣ ﻠ ﺲ‬a.f.b.s.): hevesli, istekli. (bkz: heves-kâı-, heves-nâk). heves-dâr ‫( ﻫﻮﻣﺪار‬a.f.b.s.): hevesli, heves-giizâr ‫( ﻫ ﻮﻣﻜﻨﺎ ر‬a.f.b.s.): lceyfince vakit geçiren. heves-güzâr-âne ‫( ﻫﻮﺳﻜﻨﺎراﻧﻪ‬a.b.zf.): lceyfine göre hareket edercesine, heves-kâr ‫( ﻫﻮﺳﻜﺎر‬a.f.b.s.c.: heveskârân): hevesli, istekli, (blcz : heves-nâk). heves-kârân ‫( ﻫﻮﻣﻜﺎران‬a.f.b.s. heveskâr'ın c .): hevesliler, istelcliler. (bkz : heves-ııâkân). heves-kâî-âne ‫( ﻫ ﻮ ﺳ ﻜﺎ راﻧ ﻪ‬a.f.b.zf.): heveskâr, hevesli kimseye yakışacak yolda. İıeves-kâri ‫( ﻫﻮ ﺳﻜﺎرى‬a.f.b.i.): heveskârlık, heves-nâk ‫( ﻫﻮﺳﺎﻟﺔ‬a.f.b.s.c. : hevesnâkân): heves edici, lievesli. (bkz : ireveskâr). heves-nâkân ‫( ﻫ ﻮ ﺳﺎﻛﺎ ن‬a.f. hevesnâk'ın c.) : heves edenleı-, lieveslileı'. (blcz : heves-kâı-ân). heves-perver ‫( ﻫﻮﺑﺮو ر‬a.f.b.s.): hevesli, (bkz: heves-kâı-, heves-nâk). heves-perverân ‫( ﻫﻮﻣﺠﺮوراف‬a.f. heves-perver'in c.) : hevesliler, istekliler, (bkz: lieveskârân). heves-perver-âne ‫( ﺻ ﺴ ﺮ و ر' ﻻ‬a.f.zf.) : hevesli olana yakışacak şekilde, heves-riibâ ‫( ﻫﻮﺳﺮﺑﺎ‬a.f.b.s.) : heves uyandıran, hevl ‫( ﻟ ﻮ د‬a.i.c.: ehvâl) : Icorlcu. (blcz : ilavf). hevl-âver ‫آور‬ (a.f.b.s.): korku getiren, korlcu veren, korkunç, (blcz : hevl-engiz). hevl-engiz ‫( ﻫﻮل ا ﻓ ﺰ‬a.f.b.s.) : korlcunç. (bkz : hevl-âver). hevl-nâlc ‫( ﻫ ﻮ وا ك‬a.f.b.s.) : İcorlcıınç, korkulu. Mevt-İ h evl-nâk: lcorkunç ölüm. Vâdî-i h e v ln â k : lcoı'lculıı vâdi. 413

hevn

hevn ‫( د و ن‬a.i.): 1. kolaylık, (bkz: sühûlet). 2. ehemmiyetsizlik, değersizlik, heyâ-hây (a.n.): çok acı çeken kimsenin bağırtısı. heyâkil ‫( ﻣ ﺎ ﻛ ﻞ‬a.i. heykelin c .): lreykelleı.. heyâkil-î kadîme : eski heykeller, heyâm ‫( د ا م‬a.i.): hayranlık hâli, hey'ât (a.i. İıey'et'in c .): lreyetlei". heybân ‫( د ا ن‬a.s.) : 1. korkunç; korku veren. 2. çok utangaç. heybet (a.i.): korku ile saygı duygularını bil-den uyandıran hal veyâ gösteriş, (bkz: mehâbet). heyc ‫ص‬ (a.i.): 1. savaş, vuruşma başlama. 2. heyecan, telâş, galeyan, tahrik. 3. s. tozlu, ı-üzgârlı [gün]. heycâ' ‫( ﻫﻴﺞ—اﺀ‬a.i.) : kavga, savaş, dövüş. Meydân-ı heycâ : savaş yeri, (bkz: lıeycâgâh). heycâ-gâh ‫( ﻣﺠﺎﺀﻛﺎه‬a.f.b.i.) : savaş yeri, heycâ-zâr ‫زار‬(a.f.b.s.): savaş y e ri. (bkz : heycâ-gâh). heyd ‫( ي‬f.i.) : ekinci yabası, heyecân ‫— ن‬ (a.i.): 1. duyguların bir tepki hâlinde şiddetlenmesi. 2٠coşma, coşkunluk. 3. tozmak, tozumak, heyelân ‫( ^ن‬a.i.): toprak lcayması. hey'et ‫ب‬ (a.i.c.: hey'ât): 1. şekil, sûret, kıyâfet. 2. görünüş. 3. hal, duı'um. 4. kurul. İlm-i hey'et: astronomi. hey'et-î asliyye : esas şekil. hey'et-î a'yân: senato. hey'et-î bahriyye : gök cisimlerine göre geminin bulunduğu yerin tâyinini konu alan astı'onomi bölümü. hey'et-î îctîmâîyye: toplantı lreyeti, .kurulu. hey'et-î idâre-î âlem : dünyânın İdâre lreyeti, *kurulu. hey'et-î îctîmâîyye: toplantı heyeti, *kurulu. hey'et-î îhtîyârîyye : mahalle ilrtiyar heyeti, köy *kurulu, mııhtaı. *kurulu. hey'et-î mahsûsa : husûsî (*özel) olarak meydana getil'ilen kurul. hey'et-î mecmûa: bir şeyin toptan hâli, umumi görünüşü. 414

hey'et-î mecmûa-1 milliyye : millî topluluk, hey'et-î ta'lîmiyye: ped. *öğretim .kurulu, hey'et-î temsîliyye (temsil İıey'eti): tar. Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adını alan cemiyetin nizâmnâmesi mûcibince seçilen şahıslardan müteşekkil heyet (6 ağustos 1919). hey'et'î umûmiyye : 1) umûmî heyet, .genel kurul2 ‫ )؛‬bil. şeyin hepsi, heı. tarafı, tamami. hey'et-î vekile, -i vükelâ: vekiller heyeti, *bakanlar kui'ulu. hey'et-çinâs ‫س‬١‫ش‬ âlimi, bilgini.

‫( ﻣﺄ ت‬a.f.b.i.): astronomi

heyhat ‫( ﻫﻴﻬﺎ ت‬a.n.): yazık, ne yazık‫ ؛‬ne kadar uzak. heyhey ‫( ص ص‬f.i.): bil. meclis sonunda İçilen İçki dolu kadeh, heyî ‫( ﺑ ﻰ‬f.i.): madde, varlık, hey'î ‫( س‬a.s.): astronomik. 'heylcel ‫( ﻳ ﻜ ﻞ‬a.i.c.: heyâkil): 1. tunç, taş ve benzei"‫ ؛‬gibi şeylerden yapılan büyük insan ve şâire. heykel-i lîfî: anat. sti'oma. heykel-i zî-rûh : canlı heykel. 2. s. yakışıklı, güzel. 3. s. soğuk ve duygusuz [kimse], heykel-tırâş ‫اش‬(a.f.b.i.) : heykel yapan kimse, [asil “lıeykel-terâş” dır]. heykel-tırâşî ‫( ﻫ ﻤ ﻜ ﻠ ﺘ ﺮ ا ﻧ ﻰ‬a.f.b.i.): heykeltıraşilk, heykeltıraşın sanatı, [asil “ l٦eykel-terâşî” dil-]. heynr, heyemân ‫ د ا ن‬t ‫( ﻣ ﻢ‬a .i .) : 1. âşık olma. 2. şaşkınlık. h e y m â ^ (a .i.) :susuzçOl. h e y n ^ (a.s.) : kolay; ı'alıat. (bkz : heyyin). heyne ‫ه‬٠‫( م‬a.i.): hek. kolera. heyUb ‫ب‬ rişli.

‫ذ‬

(a.s.): heybetli, azametli, göste-

heyûlâ' ‫( ﻣﻮﻻﺀ‬a.i.): 1. madde. 2. [eski fels.] bütü,n cisimleı-iıı ilk maddesi olarak varsayılan madde. 3. zihinde tasarlanan şey. 4. tas. ı'uh-i a'zaın. 5. eşyânın geı'çek olan kısmı. 6. eliemmiyetsiz, küçük şey. heyûlâî, heyûlânî ‫ ﻣ ﻮ ﻻ ﻧ ﻰ‬، ‫( ﻣ ﻮ ﻻ ﻧ ﻰ‬a.s.) : heyulâya âit, maddî. heyûlânîyyûn

(a.i.c.): maddeciler.

hıdâb heyûlâ-zâr ‫ﻻزار‬madde âlemi.

(a.f.b.i.) : hayal veyâ ille

heyyin ‫( ص‬a.s.) : leolay. (bkz : İıeyn). heyza leusma.

(a.i.) : hek. 1. kolera. 2. şiddetli

heyziim ‫(>ﻳ ﺰ م‬f.i.): kuru odun, heyzüm-pâre ۶ ‫( ﺑ ﺮ ه‬f.b.i.): odun parçası, hezâbir ‫( ر ا ر‬a.i. hizebr'in c .): zool. arslanlar; yigitlet'. Jıezâr ‫( ز ا ر‬f.i.c.: hezâı-ân): 1. bülbül, (blez : endelib). 2. s. bin. 3. s. pele çok. hezârâıı ‫( —اران‬f.i. hezâr'ın c .): 1. bülbüller. (bkz : anâdil). 2. s. binleı.. hezâr-aşnâ ‫ى‬ olan.

‫( زا ر آ‬f.b.s.): pek çok tanıdığı

hezâr-âvâ, hezâr-âvâz ‫( رارآوا ‘ رارآواز‬f.b.i.): bülbül, (bkz: andelib). hezâr-dâstaıı, hezâr-destân ‫را ر د ا ﻃ ﻦ ‘ ر ا ر‬ ‫ ﻃ ﻦ‬٠‫( د‬f.b.i.): bülbül. hezâr-fenn ‫( را ر ﻫﻦ‬f.a.b.s.): 1. çok bilen, elinden çok İş gelen. 2. i. minâre yapmakta mâhir olan usta. hezâr-nîh ‫( را ر ﺑ ﺦ‬f.b.i.): 1. bin yerinden yamali olan derviş hırkası. 2٠s. gök yüzlü. 3. s. çok süslü. h e z â r - p â ^ — (f.b.s.): 1. bin ayaklı, ayakları çok olan. 2. i. zool. leırleayale. hezâr-pâre‫ﻷره‬.‫( رار‬f.b.s.) : bin parça, un ufale. hezâr-renk‫( ر ا ر ر ﻧ ﻚ‬f.b.i.): (bin renleli): *düğün çiçeğigillerden hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki. hezâr-tâbe ‫( ر'رىر‬f.b.i.): Güneş, (blez : Âftâb, Milli', Şems). hezâr-yâr ‫( را ر ﻷ ر‬f.zf.): bin kerre, bin defa, hezec ‫( ر ج‬a.i.): 1. güzel sesle şarkı söyleme. 2. ed. (blez : bahı--i hezec). 3. miiz. Türle müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi iki zamanlı ve on beş darblıdıı' (22 zamanlı yegâne usuldül'). Peşrev, beste ve İeâr ölçülmesine malisus olup, asırlardan beı'i leullanılınadığından elde nümûneüle bir misal yoktul'. Hezec, bir yül'ük semâî ile onu mütealeip üç muhtelif şeleilde dizilmiş 4 adet sofyan'dan mürekkeptir, hezeyân ‫ ﺑ ﻦ‬. ‫( ر‬a.i.c.: İıezeyânât): 1. sayılelama. 2. saçma sapan konuşma.

hezeyân-ı miirtei‫ ؟‬: sarhoşluktan ileri gelen titremeli sayıklama hastalığı, hezeyân-âlûd ‫( ﻫﺰﻳﺎن آ ﻟ ﻮ د‬a.f.b.s.): hezeyâna bulaşmış, saçma sapan, çok saçma, hezeyânât ‫( ر داﻧﺎ ت‬a.i. hezeyân'111 c.): 1. sayıklamalar. 2. saçma sapan konuşmalar, hezheze ‫( ر ﺿ ﻪ‬a.i.): cisimlerin, hava veyâ başka bir şey dokunmasıyla titremesi, hezil ‫( ر د ل‬a.i.). (bkz : hüzâl). hezim ‫ل‬٠‫( ري‬a.i.) : 1. gök gürültüsü, (bkz : ra'd). 2. koşarken kişneyen at. 3. saganaklı yağmur. hezimet (a.i.) : bozgun, bozgunluk, savaşta bir taraf askerinin bozulması, hezl ‫— ز ل‬٥ (a.i.c.: hezliyyât) : 1. eğlence, alay, şaka, lâtife. 2. ed. meşhur ve yaygın bil. nazmın vezni ve kafiyesi taklidedilmek sûretiyle lâtife tarzında nazım yazma; bu tarzda yazılan nazım, (bkz : telızil). hezl-âmîz ‫( ? ل آ‬a.f.b.s.) ‫ ؛‬şaka ile karışık [söz). ‫( ﻫﺰل‬a.f.b.s.): hezel söyleyen, hezelci, şakacı, İâtîfeci. h e z l- g û n e ‫ و ﻷ‬۵ ‫( ر‬f.s.) : hezel tarzında, şaka, lâtife yollu. h e z l- g û y - â n e ü [ i j ‫( ﻫﺰل‬a.f.zf.): hezl-gû'ca, hezl, şaka, lâtîfe söyleyene yakışacak sUrette. h e z l- g û j j

‫( ﻫﺰل‬a.f.b.i.): hezlgû'luk, şakacılık, lâtifecilik.

h e z l-g û y î ‫ا ﻳ ﻰ‬

hezliyyât ‫( ر ب ت‬a.i. hezl'in c .): şaka ve mizahla ilgili şiiı' veyâ sözleı.. hezm ‫ص‬ (a.i.): 1. Sikma, sıkıştırma. 2. bozma, bozguna uğı'atma. hezr ‫( ض‬a.s.) : mânâsız, boş, saçma [söz]. hezz۶ (a.i.) : dil'etme; tahrik, hezzâr ‫( د ا ر‬a.s.): dâima saçmalayan [adam], hı ‫( خ‬f.a.lıa.): OsmanlI alfebesinin dokuzuncu harfi olup "ebced'' hesâbmda altiyüz sayısının karşılığıdır. h ıb â z e ^ — ma İŞİ.

(a.i.): ekmekçilik, elemek yap-

hibâziyye ‫ د‬. ‫( ﺑ ﺰ‬a.i.): bamya, ebegümeci, hatmi gibi nebatların (*bitkilerin) bağlı bulundukları familya. hıdâ' ‫( ﺧﺪا ع‬a.i.) : hile, (blez : lıud'a). hıdâb ‫( ﺧ ﻈﺎ ب‬o.i.) . (bkz : lıizâb). 415

h id h ı d ı r - ( a . i . ) . (bkz : hizr, hızır). H ıdîv ‫ﺑﻮ‬.٠‫( ﺧﺎ‬f.i.) : imtiyazlı Mısır vâlîsi veyâ bu vâlinin ünvânı. hıdîv-âne ،‫ﺑ ﻮاﻓﺎ‬.‫( ﺧ ﺪ‬f.b.s.) : hıdîve yakışacak sûrette. h ıd îv î ‫ب— و ى‬ .‫( ﺧﺪ‬f.b.s.) : hıdîve mensup, hıdivle ilgili. h ıd îv i^ e t ‫ ﻻ ر ت‬.‫( ﺧﺪ‬a.i.) : tar. OsmanlI imparatorluğunda vezirliğe muâdil bir rütbe ve ünvân olup Mısır vâlîlerine tevcili olunur ve Mısır'a “ Hidîviyyet” ve Misır vâlîlerine de "Hıdiv" denilirdi, [bu rütbe, diğer bütün vezirlerin üstünde ve sadrâzimla ayni riitbe ve derecede sayılırdi]. hidr ‫( ر‬a.i.) : 1. perde, hâil. 2. mânî. h ı f â z ^ ^ (a.i.) : haktanırlık, vefâlılık. hifz ٥۶ ‫( ط‬a.i.) : 1. saklama. 2. ezberleme. Tahte'l-hifz : muhâfaza altında, polis veyâ jandarma ile. hıfz-ı bilâd ü İbâd : şehirlerin ve halkın lcorunmasi. hıfz-ı emânet : emâneti (can) saklama, hıfz-ı hulculc : halclan koruma, hıfz-ı Kur'ân : Kuı-'ân-ı Kerim'‫ ؛‬başından sonuna kadar ezberleme, hifzus-sihha : sağlığı koruma, h ı f z î ( a . s . ) :1. *belleksekfr. mnémonique. 2. i. erkek adi. hikd ‫( ﺣﻬﺪ‬a.i.c. : ahkad, hukud) : kin tutma, öç almalc İçin fırsat bekleme, hılâb ‫( ﺧ ﻼ ب‬a.i.) : yırtıcı ku? ve hayvan pen‫ ؟‬esi. hılât ‫( ﺧﻼط‬a.i.) : bil. şey başka ?eye karışına, hilk ‫ق‬٠‫( ﺧﺎ‬a.i.) : boğaz balgamı, hilt ‫( ﺧ ﻠ ﻂ‬a.i.c. : ahlât) : 1. eslci hekimlerin insan vücûdunda var saydığı : safra; sevdâ; dem; balgam gibi döl't unsurdan herbiri. hılt-ı mahmûd : vücûdun rahat oluşu, hılt-ı mâî : bot. su *gözeneği, fr. hydratoîde. hılt-ı redî : vücûdu rahatsız eden lıılt. 2. bil. ?eye karışmış olan başka şey. hıltî ‫( ﺧﻠ ﻬ ﺬ ى‬a.s.) : dört halttan biriyle ilgili olan. hiltiyyûn ‫( ﺧﺄ ﻋﻠ ﻦ‬a.i.c.) : alılât'a ‫ ؟‬ok eheminiyet vermek mesleğini tutmu? olan hekimler, fr. humoriste. 416

‫ ت‬، ‫( ﺣﺬأ‬a.i.): kına. Ş e c e r -İ h ım m a : yapraklarından kma çıkarılan ağa‫ ؟‬, hınâ-i girye : ağlayışın acılığı, hınâ-i kadeh : kırmızı şarap, hınâî ‫( ﺣﺘﺎ؛ى‬a.i.): kınacı, kına satan. 1‫ ة ا ا ا ا‬٤ ‫( ى ف‬a.i. hanak'ın c.): darılmalar, kızmalar, kin tutmalar. hınâs ‫( ﺧﺘﺎث‬a.s. hünsâ'nın c .): kendisinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunanlar, hınat - b - (a.i. hıııta'nın c.) : buğdaylar, hms ‫( ﺣ ﺚ‬a.i.): yeminin hakkından gelemeyip hükmü altında kalma, hınsır ‫( ﺧ ﺘ ﻌ ﺮ‬a.i.): serçe parmak, [kelime "hınsar" şeklinde de kullanılabilir], hınsîr ‫( ز ر‬a.s.): soysuz, alçak, h ı n t a ^ (a.i.c.: hınat): buğday, (bkz ‫ ؛‬kamh, kendüm). h m t a - î e s v e d (siyah buğday): z il. burçak, h ın z îr ‫ ﺑ ﺮ‬. ‫ﺧ ﺰ‬ (a.i.c.: hanâzir): 1. domuz. L a h m - İ h ı n z î r : domuz eti. Ş a h m - i h ı n z î r : domuz yağı. 2. m e c . pis ve İcatı yürükh kimse. h ı n z î r e ‫ ﻟ ﺮ ه‬. ‫( ﺧ ﺮ‬a.i.c. ‫ ؛‬hınzîrât): hilekâr, fitne kadın, [“ hınzîr" in müennesi olduğu halde mânâ değiştirmiştir]. hınzîriyye ‫ ر ﻷ‬. ‫( ﺧ ﺰ‬a.i.): zool. domuzgiller. Hırâ' « ■ 'r ‫( خ‬a.h.i.): Mekke civâı٠ında bulunan yalçın bil" kayalığın adi. [Hz. Muhammed'e ilk vahy bu dagdalci mağarada gelmiştir], (bkz: Cebelü'n-Nûı'). h ıra k ‫( ﺧﺮق‬a.i. hıi'ka'nın c.). (bkz : hırka), hırâm ‫( رام‬f.i.): nazil, edâlı, salına salma gidiş. (bkz: bahtere). h ı r â m â n ‫( ﺧ ﺮا ﻣﺎ ن‬f.s.): 1. salına salma, naz ve edâ ile yürüyen. 2. z f . : salına salma, salınaı'ak. h ir â m e n d e ‫( ﺧﺮاﻣﺬده‬f.s.): bkz : hırâmân). h ir â s e t ‫( ر ا ت‬a.i.): bekleme‫ ؛‬koruma, (bkz : yâs-dârî). ‫و‬ - h ır â ? ‫( _ ر ا ش‬f.s.): tırmalayan, [“hırâşîden” mastarından]. h ı r e d ‫( ر د‬f.i.): alcıl, us. (bkz : hû?). h ı r e d - â m û z ‫( ر د ا ﺳ ﻮ ز‬f.b.s.): öğreten, belleten; lioca, .öğı'etmen. h ır e d - â ş û b ‫( ر د ا ر ب‬f.b.s.) ‫ ؛‬akil dağıtan, h ır e d - f e r s â ‫ ا‬٠ ‫( ر د ﻓﺮ‬f.b.i.): alcıl yorucu, alcıl yıpı'atıcı. h ın â , h ı n n â

hısân hıred-mend ‫( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻨ ﺪ‬f.b.s.c.: hıred-mendân): alcıllı, anlayışlı.

h ırk a -p û ş ‫ﺑﻮ ش‬

hıred-mendân ‫( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻨ ﺪا ن‬f.b.s. hıred-mend'in c .): alcıllılaı-, airlayışlılar.

h ır le a -p û ş -â n e

hıred-mend-âne ‫( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻐ ﺪا ﻧ ﻪ‬f.zf.) : alcıllı olana yakışacak sûrette, alcıllıca.

h ırle a -p û ş î

hıred-mendi ‫( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻨ ﺪ ى‬a.b.i.): alcıllılılc.

h ı r m â n ‫ﺣ ﺮ ﻣﺎ ن‬

hıred-pesend ‫( ﺧ ﺮ د ﺑ ﺴ ﻨ ﺪ‬f.b.s.): akıllı, iyi düşüırül'.

h ı r r â n ‫ﺧ ﺮا ن‬

hıred-sûz ‫( ﺧ ﺮ د ﻣ ﻮ ز‬fb.s.): alcıl yalcıcı, şaşırtıcı, hıred-ver ‫( ﺧ ﺮ د و ر‬f.b.s.): akıllı, akil olan, hırîdâr ‫( ﺧ ﺮ ﻳ ﺪا ر‬f.i.) : müşteri, satın alan, hırîde ‫( ﺧ ﺮ د ه‬f.s.): satın alıırmış, satın alııraır. Hıristiyâni ‫( ﺧ ﺮ ﺳﻴﺎﻧ ﻰ‬s.) : Hıristiyanlığa âit, Hıristiyanlılcla ilgili. hırka ‫( ﺧ ﺮ ﻗ ﻪ‬a.i.c.: İrırak): kalın kumaştan yapılmış veyâ İÇİ paırrulcla besleırmiş celcet uzuırlugunda bir giyecek, hırka-i A l î : tarikat şeyiriniir Hz. Ali'ye baglılıgını göstermelc İçin mül'îdine giydirdiği hırka.

hırka-i sOfiyye: tas. tarikat erbabının, giı-diklel'i tarikatın özelliklerine göre törenle giydikleri hırka. Hırka-İ Ş e rîf: Hz. Peygamber'in hıı-kası. hırka-i teberrük: bil- kimsenin ille dervişliğe başladığı zaman giydiği hırka,

(a.f.b.i.): fakirlilc, der-

(a.i.) : mahrumluk; ümitsizlik,

(a.s.) : İtâat eden, boyun egen.

(a.i.) : 1. öfke, kızgınlık. 2 . azgınlık. 3. sonu gelmeyen arzu, istek, (bkz: tûl-i emel).

h ırs -ı câ h

: mevlci lıırsı.

h ırs -ı m â l :

mala olan düşkünlük,

h ırs -ı p i r i :

ihtiyarlık hırsı, ihtiyarlıktan merak, öğı'enme hırsı,

h ır s ‫ﺧ ﺮ ص‬

(a.i.): takdir ve kıyas,

h ırs ‫ﺧ ﺮ س‬

(f.i.) : z o o l. ayı. (bkz : dtibb).

h ırs-b e ç e

: z o o l. ayı yavrusu, (bkz : hırsek).

h ı r s - b â n ‫ﺧ ﺮ ﺳ ﺒﺎ ن‬ h ırs e k ‫ﺧ ﺮ ﺑ ﻚ‬

(f.b.i.): ayı oynatan, ayıcı, (f.i.) ‫ ؛‬ayı yavrusu, (bkz: hırs-

be‫ ؟‬e).

‫( ﺧﺮ ط‬a.i.): 1. hastalıktan dolayı sari su ile karışık ve kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık siit. 2. erkek keklik,

h ırz ‫ر ز‬

Hırka-İ Saâdet: Hz. Muhammed'in Topleapı Saı-ayı'nda gümüş saııdıle İçinde salelanair hırkası.

‫ﺧ ﺮﻗ ﻪ‬

h ırs ‫ر ص‬

hırka-i Enes : Enes ibni Mâhk'e bağlananlarm hırkalarına Veı-İlen ad.

hırka-i İrâdet, -teberriik: birinin dervişliğe kabulünde ille giydiği hırka.

‫ﺑﻮ ﺷﻰ‬

vişlik.

h ırt

hırka-i hezâr-pâre: Melâmî dervişlerinin giydikleri çok parçalı hırka,

‫( ﺧﺮﻗﻪ ﺑﻮﺷﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): fakircesine,

dervişçesine.

hırka-i Ebû Saîdi'1-Hudrî : keırdi adııra kurulair tarikata girenlere tarikat şeyhi tarafından giydirilen hırka,

hırka-i Fâruk : tas. Halîfe Ömer'den geldiği rivayet edileır ve müritlere giydii-ilen hırka,

‫( ﺧﺮﻗﻪ‬a.f.b.i.): hırka giyen fakir,

derviş.

(a.i.) : 1. sığınak, (bkz : melâz, melce'). 2. nazar değmemesi İçin kullanılan muska; nazar boncugu. 3. tılsım,

h ırz b i- g a y r ih i: h u k .

esâsen eşyâ saklamaya hazırlanmış olmayıp izinsiz gii'ilebilen ve konulacak malların yanibaşında muhâfızı bulunan bil- yei-. [mescitleı-, yollaı-, meydanlargibi].

l ıı r z b i - i l e f s i h i : h u k .

İçinde eşyâ saklamak üzere lıazıı'lanıp içerisine izinsiz girilmesi memnU olan lıeı- hangi bil- yei-. [evleı', dükkânlar, çadırlar gibi; çuvallar, sandıklal- da bu hükümdedir),

h ırz -i cân

: cani gibi saklama,

(a.i.): 1. İnsaırı iradim etme. 2 . hayvam burma, eıreme, lrayalarım çıkarma,

h ıs â ' ‫ﺧ ﻌ ﺎ ﺀ‬

(a.i. lraslet'in c . ) : huylar, tabiatlar, alrlâlclar. (bkz: lrasâil).

h ıs â l ‫ﺧ ﺼﺎ ل‬

hırka-bâzî ‫( ﺧ ﺮ ﻗ ﻪ ﻷ ز ى‬a.f.b.i.): vecde gelen sofuların hırkaları ile oynamaları,

hısâm ‫( ﺧ ﻌﺎ م‬a.i. hasm'm c .): 1. iki kişi, birbirlerine düşmanlık etme. 2. mullâsama.

hırka-ber-endâz ‫( ﺧ ﺮ ﻗ ﻪ ﺑ ﺮا ﻧ ﺪا ز‬a.f.b.i.): zileiı-de vecde gelen dervişin hıı-kasını çıkarıp atması.

hısâm ‫( ﺧ ﺼﺎ م‬a.i.): kavga, çekişme, mücâdele, münâkaşa, uğraşma; İddiâ. hısân ‫( ﺣ ﻤﺎ ن‬a.i.): zool. aygır.

417

hısân-1 bahrî, hısânü'1-bahr h ı s â n - 1 b a h r i , h ıs â n ü '1 - b a h r

:

z o o l.

deni-

zaygıı-ı.

‫( ﺧﺼﺎن‬a.s.) : mümtaz kişiler, h is a s ‫( ﺣﺼﺺ‬a.i. lrisse'nin c.) : paylar, nasipler, h is b ‫( ﺧ ﻌ ﺐ‬a.i.) : ucuzlulc, bollulc.

h ıs â n

‫( ﺣ ﺾ‬a.i.c. : İrusûn) : sağlam, sarp [yer], icale. (blcz : hisâı-2). h is s ‫( ﺧﺺ‬a.s.) : elcsilc, noksan, h is s is a ‫( ﺧ ﺼﻴ ﺼﺎ‬a.i.) : bir şeye, bil- kimseye mahsus olan liai. h ış 'a ‫( ﺣ ﺜ ﻌ ﻪ‬a.i.) : h ek . doğum vakti geldiği sirada ölen annesinin karni yarılarak ‫ ؟‬licaı'ılan ‫ ؟‬oculc. h ı ş f ‫( ﺧﺸ ﻒ‬a.i.) : geyik yavl'usu. h ış m ‫( ﺧ ﺸﻢ‬f.i.) : kizgmlilc, Oflce. h ı ş m - â lû d ‫( ﺧ ﺸ ﻢ آﻟ ﻮد‬f.b.s.) : darılmış lcıı-gın. (blcz : hışm-gîn, hışmîn, hışm-nâlc). h ı ş m - g îı ı ‫( ﺧ ﺜ ﻤ ﻜ ﻴ ﻦ‬f.b.s.) : darılmış, dargm, oflceli, İcızgın. (blcz : hışm-âlûd, hışmîn, hışm-nâlc). h ı ş m în ‫( ﺧ ﺜ ﻤ ﻴ ﻦ‬f.s.) : darılmış, daı-gın. (bkz : hışm-âlûd, lıışm-gîn, lıışm-nâlc). h ı ç m - n â k ‫( ﺧ ﺸﻢ ﻧﺎك‬f.b.s.) : Oflceli, kızgın, (blcz : hışm-âlûd, hışm-gîn, hışmîn). h ıç t ‫( ﺧ ﺜ ﺖ‬f.i.) : 1. kerpiç. 2 . tuğla. h ı ‫ ؟‬t -ı h â m : ham, pişmemiş Icerpi3 .‫ ؟‬. İcısa el mızrağı‫ ؛‬icalm haı-bi. h ış t - i p ü h te : fırında pişirilmiş tuğla, lcei-pi‫ ؟‬. h ıç t e k ‫( ﺧ ﺸﺘ ﻚ‬f.i.) : kü‫ ؟‬ük keı-pi‫ ؟‬, tuglacik. h ıç t -tâ b e ‫( ﺧ ﺜ ﺖ ﺗﺎﺑﻪ‬f.b.i.) : tuğla ocağı, h ış t -z e n ‫( ﺧ ﺜ ﺖ زن‬f.b.i.) : tuğlacı, h ı t â m ‫( ﺧ ﻄ ﺎ م‬a.i.) : yulai-, dizgin, (bkz : efsâr, zimâm). h ı t â r ‫( ﺧﻄﺎر‬a.i. lıatar'ın c.) : hatarlar, tehlikelel-. (bkz : hatarât). h it a t ‫( ﺧﻄﻂ‬a.i. lııtta'nın c.) : hittalar, ilclimleı-, diyarlai-, memleketler, ülkeler, h itb e ‫( ﺧ ﻄ ﺒ ﻪ‬a.i.) : olcunmuş, evlenmek üzeı-e istenilmiş kız veyâ kadın, h it t a ‫( ﺧﻄﻪ‬a.i.c. : hitat) : memlelcet, diyar, ülke, h i t t a - i c e s im e : büyük ülke, h ı t t a - ı e v v e l : a s tr . dolcuzuncu ve en sonuncu gök tabakasına kadar bütün arş. h i t t a - i k iill : a s tr . (blcz : hıtta-1 evvel), h ıy â b â n ‫( ﺧﻴﺎﺑﺎن‬f.i.) : 1. i Ici taı-afı ağaçlı yol, bulvai-, fr. b o u le v a r d , a llé e . 2 . Tahran'da meşhur bir cadde. h ıs ıı

418

h ıy â b e t ‫ ( ﺧﻴﺎﺑ ﺖ‬a .i.) : h isse v e n asibi o lm a, h ı y â m ‫( ﺧﻴﺎم‬a.i. h a y m e 'n in c.) : ç a d ırla r. R e k z -İ h ı y â m : ‫ ؟‬adil, d ik m e , (b k z : h iyem ). h ı y â n â t ‫( ﺧﻴﺎﻧﺎ ت‬a.i. lııy â n e t'in c . ) : h â in lik le r. h ıy â n e t ‫ﺧ ﻴ ﺎ ت‬

( a .i.c .: h ıyâ n â t) : ı.h a y ın lılc .

2 . S. v e fâ sız, h â in . 3 . İtim âd ı, g ü v e n i kö tü ye k u lla n m a .

hıyânet-i vatan :

v a ta n h â in lig i, v a ta n a e d i-

len k ö tü lü k .

hıyâneten ‫ ( ﺧﻴﺎﻧﺔ‬a .z f .) : h ıy â n e t y o lu y la , h ıy â n e t edel'ek.

hıyânet-lcâr ‫( ﺧﻴﺎﻧﺘ ﻜﺎ ر‬a.s.) : h ıy â n e t ed en , h âin, hıyânet-kâr-âne ‫ ( ﺧ ﻴ ﺎ ﻧ ﺘ ﻜ ﺎ ر ا ﻧ ﻪ‬a .z f .) : h â in ce, lıâ in e y a k ış a c a k sûı-ette.

hıyâr ‫ﺧﻴﺎر‬

( a .i.c .: hıyâl-at) : 1.

yapm am ada

huk.

se rb e stlik ‫؛‬

bil- İŞİ ya p ıp

İslâ m

llu k u lcu n -

d a a h ş -v e ıiş m es'elelerine âit m u h a y ye rlilc h u su su . 2 . (h a y y ir 'in c.) h a y rı, iy ilig i ‫ ؟‬ok olan içim seler.

hıyâr-ı ayb : mece.

m a lin ay ıp lı o lm a sı sebe-

b iyle o lan m u h a y y e rlik ,

hıyâr-ı bülûg : mece. b ü lû ğ

seb eb iyle n ik â h ı

fe sh e ttirm ek m u lıa y y e rlig i.

hıyâr-ı gabn ü ta'rîr : mece.

a la n ile sa ta n -

d an b iri d iğ e rin i ald a tıp d a b e y id e g a b n -i fâ h iş o ld u g u tah a lck u k e ttiğ in d e a ld a n a n lcim se İ‫ ؟‬in sâbit o lan m u h a y y e rlik , [satan : " b u m al şu kadai- k u ru ş edei- a l ” diyei-ek m ü şte riyi aldatu- v e m üşteı-i de b â y iin b u sö zü n e İn an ıp o m ail o lcadar k u r u ş a sa tm a ld ık ta n so n ra b e y id e g a b n -i fâ h iş o ld u g u a n la şılırsa

m ü şte ri

İ‫ ؟‬in

b e y 'i

fesh etm ek

İıaklcı sâbit olur].

hıyâr-ı

hiyânet-i

m ül-âbaha

mürâbaha:

y o lu y la

alcit

mece.

o lu n a n

b e yid e

b â y iin İıiyân eti zâhiı- o ld u ğ u n d a m üşteı-in in m ıılıayyeı- o lm ası.

hıyâr-ı hiyânet-i tevliye : mece.

tevliy e y o lu

ile alcit o lu n a n b e y id e b â y iin h iy â n e ti z â h ir o ld u ğ u n d a m ü şte rin in m u h a y y e r o lm a sı,

hıyâr-ı hîyânet-i vazia : mece.

v a z ia yo lU yia

a k it o lu n an b e yid e b â y iin h iyâ n e ti zâlıiı. o ld u g u n d a m ü şte rin in m u h a y y e r o lm a sı,

hıyâr-ı itk : mece.

itk seb eb iyle c â r iy e n in

n ik â h ı fesh etm ek m u h a y y e rliğ i. taı-afınd aıı

b irisin e

[ıu evlâsı

te z v ic e d ilm iş

o lan

c â riy e azat o lu n d u ğ u z a m a n k o c a s ın ı istem ezse İıâ k im in h ü k m ü n e lıâcet o lm a y a ra k

fııyregî nikâhı feshedebilir, köle için hıyâr-ı ıtk yoktur].

yâhut bâyi dilediğini vermek üzere yapılan satıştaki muhayyerlik.

hıyâr-ı icâzet: mece. fuzûlînin icrâ eyle­ diği akde icâzet vermek salâhiyetini hâiz olan kimsenin icâzet verip vermemek husûsunda muhayyerliği,

hıyâr-ı tefrik-1 safka : mece. safka'nm tefrik edilmesinden dolayı sâbit olan muhayyerlik [kable'l-kabız mebiin bâzısının telef ve helaki sebebiyle bakiyesinde müşterinin mulıayyer olması gibi],

hıyâr-ı idrâk : mece. (bkz : hıyâr-ı bülûğ). hıyâr-ı istihkak: mece. mebiin bâzısı bilistihkak zabıt olundukta bakiyesinde müş­ terinin bey1i fesih veyâ kabul arasında mu­ hayyer olması. hıyâr-ı kemmiyyet: mece. miktâra ıttıla ile sâbit olan muhayyerlik, [bir kimse mevcut fakat miktârı meçhul para ile bir mal iştirâ eyledikten sonra bâyi, paranın miktârına muttâli' oldukta muhayyer olması gibi], hıyâr-ı keşf-i h âl: mece. hubûbat muay­ yen kab ve ölçek ile ölçülerek veyâhut bir muayyen taş ile tartılarak satıldıktan son­ ra hâli keşfinde yânı kab ve ölçeğin istiap miktârına ve taşın ağırlığına ıttılaında müşterinin muhayyer olması, hıyâr-ı nakd: mece. bâyi ve müşterinin filân vakte kadar te'diyede bulunmak aksi takdirde beyi olunmamak üzere pazar­ lık etmeleriyle olan muhayyerlik, [hiyâr-ı nakd'de vaktin bilinmesi îcâb eder], hıyâr-ı rü'yet: mece. görmekle sâbit olan muhayyerlik, [bir malı görmeden satın alan veyâ kirâlayan kimsenin o malı gör­ düğünde muhayyer olması gibi; dilerse fes­ heder, dilerse kabûl eder], hıyâr-ı şart: mece. akitte taraflardan biri­ nin veyâ her ikisinin mâlûm müddet içinde akdi fesih veyâhut icâzet ile infâz eylemek hususlarında şart kıldıkları muhayyerlik, hıyâr-ı ta'rîr-i fi'lî : mece. bâyiin müşteriyi fi'len ta'rîri sabit oldukta müşteri için sâbit olan muhayyerlik. Meselâ [bâyi, ineğin sütü çok zannolunsun diye bir kaç gün sağma­ yarak müşteri de memesinin büyüklüğüne aldanıp sütü çok zannıyla iştirâ ettikten sonra bâyiin bu veçhile ta'rîr-i fi'lî'si zâhir olsa, Hanefî imamlarından bâzılarına göre müşteri muhayyer olur], hıyâr-ı ta'yîn : mece. kıyemiyattan iki yâhut üç şeyin başka başka pahaları beyân olu­ narak bunlardan müşteri dilediğini almak

hıyâr-ı vasf: mece. akitte meşrut v a sfı mergubun bulunmamasıyla sâbit olan muhayyerlik. ["sağılır diye satılmış olan bir İneğin sfitten kesilmiş olduğunun zâhir olmasıyla müşterinin muhayyerliği" gibi], hıyârât ‫ ت‬١‫( ﺑ ﺮ‬a.i. hıyâr'ın c .): İslâm hukukunda alışveriş meselelerine dâir muhayyerlik hususları, (bkz : hıyâr). hıyât ‫( ﺟ ﺎ ط‬a.i. hâit'în c.): perdelei", mâniler, engeller. hıyât si.

(a.i.): 1. ibrişim, tire. 2. dikiş İğne.-

hıyâte ‫( ﺧ ﺈ ف‬a.i.): hek. 1. kesilip yarılan bir uzvun yapışmak üzeı٠e dikilmesi. 2. ameliyatta dikiş yapmaya yarayan bağırsak ve şâire gibi şeyler. hıyâtet ‫ ﻟ ﺖ‬٠‫( ﺧﺔا‬a.i.): terzilik, dikicilik, hıyâtet-hâne ‫( ﺧﻴﺎ ﻃﺘ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): dikiş evi, dikim evi. 1‫ ا ا‬٢‫( ﺑ ﻀ ﺔ ة‬a.i. hayz'ııı c .): hek. (bkz : lıiyâz). h ıyâzt ۶ ^ (a.i. havz'un c .): İıavuzlaı.. hıyâze ‫( ﺑ ﺰ ه‬a.i.): sahipsiz olan ve özel mülkiyete geçirilmesi mubalı bulunan bir mail ihraz ederek kendi malvarlığına geçirme., hıyenı ‫( ز م‬a.i. lıayme'nin c .): (bkz : hıyâm). hıyere ٥/ (a.i.) 1 ‫؛‬. aralarından beğenme, seçme. 2. s. beğenilmiş, seçilmiş, hıyere-i İlâs : halkın seçilmişi, hıyeretullah ‫ش‬١‫( خﺀره‬a.b.s.): Allah'ın seçtiği, hryre ‫( ﻧ ﻤ ﻪ‬f.s.) : kamaşık, donuk, fei'siz [göz], hıyre-bah‫ ؟‬J J a . ٥/ akil durduran.

(f.b.s.): göz kamaştıran,

hıyre-çeçm ٥/ (f.b.s.): 1. kamaşık, fersiz gözlü. 2. hayâsız, utanmaz. 3. inatçı. 4 ٠cesur. hıyre-dest ‫( ز ر ه د ﺳ ﺖ‬f.b.s.): eli sakar, tuttuğu İŞİ bozar olan [kimse]. hıyregi ‫> ﺋ ﻰ‬ (f.i.): donukluk, kanıaşıklık [göz hakkında]‫ ؛‬şaşkınlık.

١

4 9

hıyre-küş hıyre-küş ‫( ﺧﻴﺮه ﻛ ﺶ‬f.b.s): 1. İıalcsız yere adam öldüren. 2. sevilen, sevgili, hıyre-re'y ‫( ﺧ ﻤ ﻪ رأى‬f.a.b.s.): fenâ reyli, reyi zararlı olan. hıyre-sâz ‫ز‬١‫( ﺧﺮه س‬f.b.s.): göz kama?tırıcı, ?a?ırtıcı. hıyre-ser ‫( ﺧ ﺮه ص‬f.b.s.): sersem, alık, lııyre-ser-âne ‫( ﺧﻴﺮه ﻣﺮاﻧﻪ‬f.zf.) : sersemcesine, alıkçasına. hıyre-seri ‫( ﺧﻴﺮه د ر ى‬f.b.i.): sersemlik, alildik, hızak ‫( ﺧﺰق‬a.s. hızka'nın c .): kalabalılclar, yiğınlar. hızâne ‫( ﺣﻤﺎﻧﻪ‬a.i.): medresede Veı-İlen sütanailk dersi. hızânet ‫( ﺣ ﻔ ﺎ ت‬a.i.): sütninelik, tayalık. hızıriİyâs ‫ ﺑ ﺲ‬١‫( ﺧﻀﺮ‬a.b.i.) ‫ ؛‬hıdırellez, 5 mayısa ı-astlayan gün. hızka‫( ر ﻧ ﻪ‬a.s.c. :hızak) :kalabalık;yığın. Hızr, Hızır ‫ ﺧ ﻐ ﺮ‬، ‫( ﺧ ﻀ ﺮ‬a.h.i.): içenlere Öİmezlilc veren âb-1 hayât'ı İçmi? bulunan ve lcul sıkıldığı zaman İmdâdına. yeti?mekle me?hur olan peygamber, hibâ ‫( ب‬a.i.): 1. vergi. 2. bah?i?. 3. kadma kocasından kalan hisse. hibâ ‫( ب‬a.i.c.: ahbiye): keçeden veyâ abadan yapılmı? göçebe çadırı, oba. hibâb ‫( ﺑ ﺐ‬a.i. habb'ın c.): 1. haplar. 2. tâneler, tohumlar. hibâl ‫( ﺣ ﺎ ل‬a.i. habl'in c .): ipler, urganlar, halatlar. (bkz:hubûl). hîbâl-i savtıyye-i süflâ: anat. alt *seskasla-

‫ب‬٠‫( م‬a.i. hibbe'nin c.) : paçavralar, kesil,mi? kuma? parçaları.

hib eb

‫( ﺻﻪ ﻷ ى‬a.f.b.i.) : birine bir?ey bağı?!amak üzere yazılan senet, hib ere ٥/ (a.i.c. : hiberât, hiber) : bir çeşit ÇUbuklu elbise. h ib e-n âm e

‫( ص‬a.i.c. : ahbâr, hubûr) : 1. hoca, .öğretmen. 2. mürekkep. 3. Yahudi âlimi, bilgini, (bkz : habr).

h ib r

٥-

h ib r e

(a.i.)

: bil-

?ey h a k k m d a k i b ilg i

ve

tecrü b e , (b k z : hibi-et). E h l -İ h ib r e : .b ilir kişi, (b k z eh l-i h ib r e t

‫ﻝ‬

vukuf).

‫ا‬

‫( ﺍ‬a.i.) ‫ ؛‬b ir ?ey h a lc k m d a k i b ilg i v e

tecrü b e , (blcz : hibı'e). h i b r ir

‫ﺑﺮ‬.‫( ﺣﺒﺮ‬a.i.c.

: h a b â rir) : d a ğ ç içeğ i,

h i c â ' ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ﺀ‬a.i) : b ilm ec e, b u lm a c a , y a n ıltm a -

h ic â '

‫( ﻫﺔﺟﺎﺀ‬a.i.)

: h ic v e tm e , y erm e,

h ic â b ‫( ﺣ ﺞ — ا ب‬a.i.c. : h ü cü b) : 1. u ta n m a ,'s ık ılm a. 2 . p erde, (b k z : hâil). h i c â b - 1 e b r : b u lu t perdesi. h ic â b - 1 ç ih r e : y ü z ö rtü sü . h ic â b - 1 h â c iz : 1 . a n a t. h ic â b -1 sa d r d a d en ilen, g ö ğ ü s ile k a rn i a y ır a n in ce v e g e n i? zar, fr. d ia p h r a g m e . 2 . fz . d ü rb ü n le rd e , fo to g r a f m a k in e le rin d e o b je k tif a ç ık lığ ın ı b ü y ü tü p k ü ç ü lte n d ü zen , d iy a fr a m . h ic â b - 1 k a lb : a n a t. k a lb in b o ? ١u ğ u n u h ü c re lere ta k sim eden za rla rd a n h e r b iri. h ic â b - 1 m e ? îm î : a n a t. ra h im d e c e n in i (k ü ç ü k ç o c u ğ u ) sa ra n zar. h i c â b - ı m ü s t a b t m : a n a t. p levra .

hibâl-î savtıyye-i ıılyâ : anat. üst ses telleri, hibâle ‫( ﺟﺎ ك‬a.i.c.: habâil): ağ, tuzak; bağ, kement. hibâle-i izdivâc : evlenme bağı, hîbâle-i telbisât: gizli kapaklı tuzak, hibâr ۶ (a.i.). (bkz : habâr). hibât ‫( ﻣﺎ ت‬a.i. hibe'nin c.): hibeler, bağı?lar. hibb ‫ب‬٠‫( ح‬a.i.): 1. sevgi, sevgili. 2. (c.: ahbâb) yol arkada?ı. (bkz: hem-râh). hibb ‫( ﺧ ﺐ‬a.s.): hîlekâı-, aldatıcı, kurnaz, (bkz : habb, hubb). hibbân ‫( ﺣﺒﺎن‬a.s. hibb'in c.) ‫ ؛‬sevgililer, hibbe ‫( ﺻﻪ‬a.i.c.: hibeb): paçavra, kesilmi? kuma? parçası. hibe ‫ه‬٠‫(ص‬a.i.c.: hibât): bağı?lama; bağı?. 420

h ic â b ü '1-c e v f, h ic â b ü '1-k e b e d : a n a t. d iy a fra m .

‫( ﺣ ﺠ ﺄ ﺑ ﺎ ت‬a.i. hicâb'ın c.) : tılsımlar, ?iİ-İnlilc muskaları. h icâb et ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ﺑ ﺖ‬a.i.) : 1. kapıcılık; perdecilik. 2. mâbeyncilik, te?rîfatçıhk, hükümet veznedarlığı. 3. Kâbe perdeciliği [bahadan ogula kalır]. h icâb î ‫اﺑﻰ‬-‫( ﺣﺞ‬a.s.) : zarla ilgili, perde ile ilgili. [müen. “ hicâbiyye” dir]. h icâc ‫( ﺣﺠﺎ ج‬a.i.) : anat. gözün ilcinci tabakası, h icâc ‫( ﺣﺠﺎ ج‬a.i. hüccet'in c.) : hüccetler, delil1er, vesikalar, senetler, (bkz : hücec). h ic âl ‫ ل‬(a.i. hacle'nin c.) : gelin odaları. R ab b âtü 'l-h icâl (hacle sâhipleri) : gelinler.

h icâb ât

h'ıcâzî"U‫ ؛ ؛‬âk hicâl ‫( ﻫﺠﺎ ل‬a.i. lıecl'iıı c.): çukurlar, uçurumlal'. Iıicâm ‫( ﺣﺠﺎم‬a.i.) : ağızlık [hayvan İçin], hicâmet ‫( ﺣ ﺠﺎ ت‬a.i.), (bkz : İıacâmet). hicân ‫( ﻫﺠﺎن‬a.i. hecine'nin c.) : zool. hecinlei'. hîcâr, hicâre ‫ ﺣﺠﺎوه‬، ‫( ﺣﺠﺎر‬a.i. İıacer'in c.): taşlal'. Hicâz ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ز‬a.Iı.i.): Arap yarımadasında, Mekke ve Medîııe'niıı bulunduğu ülke, hicâz ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ز‬a.i.): müz. Tiirk müziğiııin 8 numai'alı basit makamıdır, en eski zamanlai'dan olup, hâlen de en büyük rağbetle kullanılmaktadır. Btıgün elde bulunan Tiirk müziği eserlei'inde en ziyâde kııllanılan makam hicazdıi'. Hicaz makamı liicaz döi'tlüsüne rast beşlisi ilâvesinden ibârettir. Dui'ağı dügâh ve güçlüsü -dördüncü derecesi olan- nevâdıi'. Dizisi inici çıkıcıdır. Donanımına si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulur. Niseb-i şei'îfe sayısı 7 dil'. Orta sekizlikteki sesleri -pestden tize doğru- şöyledir: dügâh, dik-kül'dî, nim liicaz, ııevâ, lıüseyııî, eviç, gerdâniye ve muhayyer. hîcaz-aşîran : müz. en eski belgelei'i XIX. yy. ortasında olan makam. hicâz-1 hicâz ‫ ؛‬müz. Türk müziğinin en az ilci buçuk üç asıı'lık bir mürekkep makann olup elde nüıuûnesi yoktur. hicâz-1 ırâ k : müz. Türk müziğiııin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup ııümûııesi kalmamıştır. hicâz-1 m uhâlifek: müz. Türk müziğiııin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup ııümûnesi yoktur. hicâz-1 Türlcî: miiz. Türk müziğinin en az altı asillik bil' mürekkep makamı olup ııümûııesi kalmamıştır, hicâz-acem ‫( ﺣﺠﺎز ﻋ ﺠ ﻢ‬a.b.i.) miiz. en az altı asıılılc mürekkep bil' Türle müziği makamı olup adi Hızıi' bin Abdullah'ın edvaı'ıııda tei'kipler aı'asıııda geçer, hicâz âilesi ‫ ﺳﻰ‬،‫( ﺣﺠﺎز ﻋﺎﺋﻞ‬a.t.b.i.): müz. hicaz, uzzâl, hümâyûn ve ziı'güle makamlai'indan mül'ekkep gı'upa vei'ilen isimdii' ki, bu döl't nialeam çok defa -birbii'lei'ine fazla benzediklerinden- karışık kullanılmışlardır. Bu benzerlile umûmiyetle hei' döl't makamın

hicaz dörtlüsü veyâ beşlisi ile başlamasından doğmuştur. hicâz-büzürg ‫( ﺣﺠﺎز ﺑﺰرى‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinin, en az altı asillik bil' mürekkep makamı olup, elde bir nümûnesi yoktul'. hicâzeyn ‫( ﺣ ﺠﺎ زﻳ ﻦ‬a.i.c.): 1. iki hicaz. 2. müz. III. Selim'in terkibettigi mürekkep makamlardan biridir. Bugün elde bu makamdan bir parça bulunmamaktadır. Makam, hicaz ile âşîranda hicaz makamlarından mürekkep olduğu İçin bu ad verilmiştir. Terkibindeki ikinci dizi ile aşîran perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede hicazın durağı ve aşîran'da hicazın güçlüsü olan dügâlı ve ikinci derecede de hicazın güçlüsü olan nevâ'dır. Donanımına liicaz gibi si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulul. ve aşîı-anda hicazın geçtiği yerlerde si ve fa bekarlaştırılarak, sol İçin bir bakıyye diyezi katilli, hicâz-gerdâniye ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ز ا د ا ﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asillik makamlaı٠ından olup, elde nümûnesi yoktur. h٤câz-geve‫ ؟‬t ‫( ﺣﺠﺎز ﺳﻤﻮ ﺷ ﺖ‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğiııin en az altı asillik mürekkep makamlarından olup, elde nümûnesi yoktur, h icâzî‫( ﺻ ﺎ ز ى‬a.s.) :1. Hicâz'amensup,Hicaz'la ilgili. 2. Hicazlı. hicâzî ısfahân ‫( ﺣﺠﺎزى ا ﺻﻔ ﻬﺎ ن‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az beş asillik mürekkep makamlai'indan olup adi Ali Şalı bin Hacı Büke'ııiıı edvarında geçer, hicâzî-uşşâk ‫( ﺣﺠﺎزى ﻋﺸﺎق‬a.b.i.): miiz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Bu ıııakaııı adsız bil' Bektâşi nefesinde görülmüş olup RaufYektâ Bey taı'afıııdan adlaııdırılmıştır. Terkibi hicaz ve hümâyûn makamına uşşak veyâ hüseyni makamının 'ilâvesinden ibârettir. Uşşak veyâ lıüseyııî dizisi ile dügâlı'da duı'ııi'. Güçlüleri bii'iııci dei'ecede -liicaz, llümâyûn ve uşşak makamlarının güçlüsü olan- nevâ ve ikinci dei'ecede de -hüseyııi'nin güçlüsü olanlıüseyııî'dir. Donanımına hicaz gibi si baİcıyye liemolü ile fa ve do bakıyye diyezlei'i konulur. Uşşak İçin bu üç pei'de bekar yapilli' ve si koma bemolü alil', (lıüseyııî İçin si bekar ve si koma bemolü ile do bekar yapılir ve fa bakıyye diyezi mullâfaza edilii'). 421

hîcaz-kâr hicaz-kâr ‫( ﺣ ﺠ ﺎ ز ﻛﺎر‬a.f.b.i.): miiz. Türk müziginin şed malumlarındandır. Tahminen 170 sene önce terklbedilmiştir. Rağbetle kullanılmış bil- makamdıı-; çok husûsî biledâ taşıyan bir diziye mâliktir. ZirgUle basitesinin rast (sol) perdesindeki şeddidir. (evcârâ'nın bir yarim ses tizinde kalan şekli OİU1-) güçlüsü -beşinci del-ecesi olannevâ'dıı-. Dizisi inicidir, niseb-i şerife sayısı, zirgülede olduğu gibi, 7 dir. Donanımına si koma mi ve İâ bakıyye bemolleı-‫ ؛‬ile fa bakıyye diyezi lconulur. 11‫ ؟‬hâle göre orta sekizlideki sesleri şöyledir (tizden peste doğru ): gerdâniye, eviç, hisâı-, nevâ, çârgâh, segâh, zirgüle ve rast. Ancak bestekârların hicâzkâı- eserlerde Sikca ve karışık olarak nihâvend ve yegâhda hicâz ile rastda l٦icâz (donanımı si ve mi koma ve İâ bakıyye bemolleridir) geçkileri yapmış olduklaı-ını İlâve etmelc lâzımdıı". hicazlcâr-kürdî ‫( ﺣﺠﺎزﻛﺎر ﻛ ﺮ د ى‬a.b.i.): müz. Icürdî'li hicazkâr'ın eskiden ve az kullanılmış olan birinci şekline (ki hicâzkâı- ile rast'da kürdî'den mürekkeptir) verilmiş bir ad. (bkz : kürdî'li hicâzkâr). hicazkâr-pûselik ‫( ﺣﺠﺎزﻛﺎو ﺑﻮﻣﻪ ﻟ ﻚ‬a.f.t. b.i.): müz. Santûı-Î Edilem Efendi'nin terkibettigi ille maleamdan biridir; hicâzkâı- makamına bir pûselile beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. PUselilc beşlisi ile dügâlı perdesinde kaili.. Güçlü bii'inci del-ecede -hicazkâr'ın güçlüsü olan- ı٦evâ'dır. Donanımına, hicazkâr gibi, si leoma, mi ve la bakıyye bemolleri ile fa baleıyye diyezi leonııluı-; pûselik beşlisi veyâ pûselik maleamı İçin, bütün bu âıızalar bekar yapılır ve sol İçin bakıyye diyezi (yeden olal'ale) İeullanılıı-. hicâz-mâye ‫( ﺣﺠﺎزﻣﺎﻳﻪ‬a.f.b.i.): müz. Türk müziginin en az altı asillik bil- mürekkep maİeamı olup nümûnesi kalmamıştır. hicâz-nevrûz ‫( ﺣ ﺠﺎ زﻧﻮ رو ز‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asıı-lık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. hicâz-pûseük‫( ﺣﺠﺎزﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬a.f.b.i.): müz.Türk müziğinin mürekkep makamİarındandıı. Dede Efendi tarafından terklbedilmiştir. Makam, İıicaz'a pûselilc beşlisi veyâ makarni ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik ile dügâl٦da kalır. Güçlü birinci derecede 422

-hicaz'ııı güçlüsü olan- nevâ'dır. Donanımına hicaz gibi si bakıyye bemolü ile fâ ve do bakıyye diyezleri konulur. PUselik İçin bu ârızalaı. düzeltilii" ve yeden olan sol. bakıyye diyezi alır. hicâz-selmek ‫( ﺣ ﺠﺎ ز ﻣﻠ ﻤ ﻚ‬a.f.b.i.) : rniiz. Türk müziğinin e١٦ az altı asillik mürekkep makamlarından olup nümûnesi kalmamıştır, hicâz-şehnâz ‫( ﺣﺠﺎزﺷﺤﻨﺎز‬a.f.b.i.): müz. Tüı٠k müziğinin en az altı asillik mürekkep makamlarından olup nümûnesi kalmamıştır, hicâz-zemzeme ‫( ﺣﺠﺎززﻣﺰﻣﻪ‬a.b.i.): müz. Türk müziğinin en az bir buçuk iki asillik mürekkep makamlarından olup, ııümûnesi kalmamıştır. Hicaz'dan sonra, kürdî dörtlüsü ile kalmaktan ibârettir. hicce ‫( ﺣﺠﻪ‬a.i.): bil- kerre İıacca gitme. hiccetü'1-vedâ (vedâ h-accı): vefâtından bir yıl önce Hz. Muhammed'in Mekke'ye yaptıgı son hac. hicîr ‫( ﻫﺠﻴﺮ‬a.i.): huy, âdet, tabiat. hicr ‫( ﻫ ﺠﺮ‬a.i.): 1. ayrılık, (bkz : cüdâyî, fürkat). 2. sayılclama, saçmalama, hicrân ‫( ﻫ ﺠﺮا ن‬a.i.): 1. ayrılık, (bkz : firak, fürkat, iftirâk). 2. unutulmaz acı, kedei-, İç acıhicrân-meâl ‫( ﻫ ﺠﺮا ن ﻫﺂل‬a.b.s.): hicran anlatan, hicran bildiren. hicrân-zede ‫( ﻫﺠﺮا ن زده‬a.f.b.s.): hicı-âna uğramış, İıicranlı. hicret ‫( ﻫﺠﺮ ت‬a.i. hecr'deıı): 1 . tar. memlelcetten memlekete göç. 2. Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki, İslâm takviminde tâl-ih başı sayılıı-. hicret-i nebeviyye: Hz. Mulıammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi, hicri ‫( ﻫﺠﺮى‬a.s.) : 1. tar. hicretle ilgili. 2. târih başı olarak hicreti a lan : Hicri 1298 târihinde.... [nıüen. "İıicı-iyye” dil-), hicv ‫( ﻫ ﺠ ﻮ‬a.i.): ed. biriyle, şiir yoluyla alay etme, şiir yoluyla bil-ini gülünç hâle koyma, yerme, [kelimenin asil "İıecv” dil"), hicvi ‫( ﻫﺠﻮى‬a.s.): ed. liicivle ilgili; yermeli, liicviyyât ‫( ﻫﺠﻮﻳﺎت‬a.i. hicviyye'nin c.) : ed. 1٦İcivle ilgili Şİİ1- ve manzûmeler. hicviyye ‫( ﻫ ﺠ ﻮ ﻳ ﻪ‬a.i.c.: hicviyyât) sözü veyâ yazısı, taşlama.

ed. hiciv

hikmet-‫ ؛‬hukûk İıîç ‫( ﻫ ﻴ ﺞ‬f.zf.) : 1. yok denecek kadar az olan; yok olan. 2. s. elıemmiyetsiz, değersiz. 3. Neyzen Tevfik'in bir Şİİ1-kitabinin adi. hiç-â-hîç ‫( ﻫﻴﺠﺎ ﻫ ﺞ‬f.s.) : İliç yok, boıııboş. İıîçî ‫( ﻫﻴﺠﻰ‬f.i.) : hiçlik, yokluk, hîç-kâre ‫( ﻫﻴ ﺠﻜﺎره‬f.lı.s.) : İŞİ rast gitmeyen, hîç-kes ‫( ﻫ ﻴ ﺠ ﻜ ﻰ‬f.z.) : İliç killise, hida' ‫( ﺧﺪ ع‬a.i.) : lıîle, düzen, kurnazlık, oyun, hidâb ‫( ﺣ ﺪ ا ب‬a.i. İıadelı'in c.) : kanburluklar, yumruluklar. lıidâb ‫( ﺧ ﻔ ﺎ ب‬a.i.). (bkz : lıizâlı). hidâb-âlûd ‫( ﺧ ﻀ ﺎ ب آﻟﻮد‬a.f.b.s.) : renkli, renk ı'enlc. hidâc ‫( ﺧ ﺪ ا ج‬a.s.) : kusur, noksan, eksik [ibâdette]. İıidâce ‫( ﺣﺪاﺟﻪ‬a.i.c. : hadâic) : deve sırtıııa VIIİ'ulaın yük. hidâd ‫( ﺣﺪاد‬a.i.) : bil. dul kadıııın mâtem tutujn süsten vazgeçmesi, hidâdet ‫( ﺣﺪاد ت‬a.i.) : demircilik, lıidâk ‫( ﺣﺪاق‬a.i. hadeka'ııın c.) : göz bebekleri, (blcz : ahdâk). hîdâl ‫( ﺧﺪال‬a.s. İıadle ve lıadlâ'11111 c.) : kolları bacakları semiz, etli olan kadınlar, hidânı ‫( ﺧﺪام‬a.i. lıadenıet'iıı c.) : deve ayağına lıağlaııan kayışlaı', halkalar, ayak' bilezikleİ'İ; ayale kösteklel'i. hidân ‫( ﻫﺪان‬a.s.) : alııııale. hidâs ‫( ﺣﺪاس‬a.i.) : son, nilnâyet, ilitim. hidâşj ‫؛؛‬١j_jı(a.i.) :tırmalama, hidât ‫( ﻫ ﺪ ا ت‬a.,i. lıâdî'nin c.) : İıidâyeti, doğl'u yolu gösterenler, (bkz : lıâdî). hîdâye ‫( ﺣﺪاﻳﻪ‬a.i.) : zool. çaylak, hidâyet ‫( ﻫﺪاﻳ ﺖ‬a.i.) : 1. lnale yoluna, doğru yola leılavuzlama. 2. eı'kek adi. hiddet ‫( ﺣﺪ ت‬a.i.) : 1. öfke. 2. keskinlik, hiddet-i basar : göz keskinliği. İıiddet-i seyf, hiddet-i tig : leılıç keskinliği, hiddet-i zelcâ : zekâ keskinliği, hidem, hidemât ‫ ﺣ ﺪ ﻣ ﺎ ت‬، ‫( ﺧ ﺪ م‬a.i. hidmet, hiznnet'in c.) : hizmetliler; hizmetler', İşler, vazifeler. hidemât-1 şâklca : toprak leazmale, taş taşımale gilli mahkûmlara gördürülen ağlı, ilizmetler, fr. travaux forcés. [ 12 7 4 târihli Cezâ Kanununda mevcut "kürek" ve 1286 târihli

Askerî

C ezâ

Kanunnâm esinde

mevcut

“ prangabent” cezâlan bu ııevîdeııdirler].

hidmet ‫( ﺧ ﺪ ﻣ ﺖ‬a.i. c. h id e m ât): 1. İş, liizmet, vazîfe (.görev). 2. İş görme, birinin İşini görme.

hidmet-i aslteriyye : askerlik hizmeti, görevi.

hidmet-i yârân-1 safâ : safâ dostlarının ilizmeti. hidmet-giizâr ‫ﺧ ﺪ ﻣ ﻜ ﻨ ﺎ ر‬

(a.f.b.i.): 1. liizmet-

güzâr, şunun bunun İşini görüveren. 2 ٠ kom isyoncu.

hidmet-kâr ‫( ﺧ ﺪ ﺳ ﺖ ﻛ ﺎ ر‬a.f.lı.i.): hizmetkâr, hizm etçi [dalla çok erkek). h ‫ ؛‬d n ıe t-k â r î ^

^ ‫( ﺧ ﺪ ت‬a.f.b.i.):hizn ietkârhk,

hizm etçilik.

hife ‫( ﺧ ﻴ ﻐ ﺔ‬a.i.) . (lıkz : İıavf). hiffet ‫( ﺧ ﻔ ﺖ‬a .i.): 1. ilafiflik. 2. hoppalık. hiffet-i mizâc : hafifm eşreplik, hoppalık, hîk ‫( ر ك‬f.i.) : tulum . hîk-i şerâb : şarap tulumu, hikâyât ‫( ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﺎ ت‬a.i. hikâyet'iıı c . ) : hikâyeler, hikâye, hikâyet ‫ ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﺖ‬، ‫( ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﻪ‬a .i.c .: h ik â y â t): 1. anlatm a. 2 . rom an. 3. masal. 4. olnıuş bir İıâdise.

hikâye-i m â-sebak : geçıııişi İıilcâye etine, hikâye-ııiivîs ‫( ﺣ ﻜ ﺎ ﻳ ﻪ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲ‬a.f.b.i.): İıikâye yazan, İıikâyeci, ı'omancı.

hikâye-nüvîsî ‫ ﺑ ﻪ ﻧ ﻮ ﻳ ﺴ ﺲ‬. ‫( ﺣﻜﺎ‬a.f.b.i.) : hikâyenüvislik, rom ancılık.

İıikâye-perdâz ‫ ﺑ ﻪ ﺑ ﺮ د ا ز‬. ‫( ﺣﻜﺎ‬a.f.lı.s.) : hikâye söyleyen, İıikâyeci.

hîltçe ‫( ر ﻛ ﺠ ﻪ‬f.i.) : küçük tulum , hilcern ‫( ﺣ ﻜ ﻢ‬a.i. h ik m etin c . ) : hikmetler, hilcemi ‫ﺣ ﻜ ﻤ ﻰ‬ ilgili

söz

(a.s.) : hikm et ve felsefe ile ve

düşünce,

[kelimenin

asil

“ lıikn ıî” dir].

lıilcenıî v â d î : ed. D îvan şiirinde felsefeye ve fikre *önenı veı'eıı edebî çığır,

hikemiyyât ‫( ﺣ ﻜ ﻤ ﻴ ﺎ ت‬a .i.c.): hikm et ve felsefe ile ilgili söz ve düşünceler,

hikka ‫( ﺣ ﻘ ﻪ‬a.i.) : dört yaşına giren dişi deve, hikke ‫( ﺣ ﻜ ﻪ‬a .i.c .: h ik e k ): kaşıntı, lıilcmet ‫( ﺣ ﻜ ﻤ ﺖ‬a.i.) : 1. hakim lik. 2. sebep, hikmet-i ameliyye : pratik lıilgi. hikıııet-i bed âyi' : estetik, hilcmet-i hulcûk : hukuk hikm eti.

423

hikmet-‫ ؛‬ilâhiyye h‫؛‬lcmet-i ilâhiyye : ancak Tanrı'nın bileceği hikmet-i mâdde : İşin lıilcmeti. 3. fizilc [eskiden]. hikmet-i tabiiyye : fizik bilgisi. hikmet-i tecrübiyye: tecrübeye dayanan ilikmet. hikmet-i te ş r i: Allalı'ın emil' ve nehilerine İıükmolan ı'abbânî pl'ensip. hikmet-âmiz ‫( ﺣ ﻜ ﺖ ﴽﺗ ﻤ ﺴ ﺰ‬a.f.b.s.) : hikmetle karışık, (bkz: hakimâne). hikmet-âmUz ‫( ﺣﻜﻤﺖ آﺳﻮز‬f.b.s.) : 1 . hikmet öğreten. 2. hikmetli. hilcmeten ‫( ﺣ ﻜ ﻤﺎ‬a.zf.): hikmetçe, hikmet baİcımından. hikmet-furûş ‫ ت ﻓ ﺮ و ش‬٠‫( ﺣ ﻚ‬a.f.b.s.): hikmet satan, hilcmetli bir söz söylediğini sanan. Hikmet-nâme ‫( ﺣ ﻒ ﻧ ﺎ ﻣ ﺎ‬a.f.b.i.): Antepli ibrâhim bin Bâlî'nin, hilkatten, tabiatten, peygamberler târihinden ve uzun müddet gezip dolaştığı memleketlerin târih ve cogrâfyasmdan İcısa kısa, doğup büyüdüğü Antep ile Mısır târihinden nisbeten daha geniş bahseden manzun eseridir, [müellif, 13.000 beyti bulan bu güzel mesnevisini 1487 (H. 893) yılında memlelcetinde bitil'miştiı-]. hikmet-şinâs ‫ ﻓ ﺎ س‬٠ ‫( ﺣﻜﻤﺖ‬a.f.b.s.): hikmet, felsefe bilen; filozof. hila' ‫( ﺧ ﻠ ﻊ‬a.i. İril'at'ın c .): hil'atler, giydirilen lcaftanlaı". h ilâf (a.i.) : 1. karşı Zid. 2. yalan. hüâf-i âde : fels. sapıklık, (*düzgüsüzlük), fr. anomalie. hilâf-ı h ak ik a t: halcikata, gerçeğe uymayan, hakikata Zid. hilâf-ı .tabiat: tabiat, yaradılış dışı, anormal, hilâfen ‫( ﺧ ﻼﻓﺎ‬a.zf.) : hilâf, yalan olaralc. hilâfet ‫( ﺧ ﻼ ﻓ ﺖ‬a.i.): 1. birinin yerini tutma. 2. halifelik, peygamber vekili olal'alc İslâmlığı lcoruma vazifesi. D ârü'l-hilâfe: İstanbul (bkz : Âstâne). hüâfet-nâme ‫( ﺧﻼﻓﺘﺘﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): tarikate intisâb ile usûl dâiresinde muayyen menzilleri aşarak İrşad mertebesine yükselenlere isteklilerin iı-şad ve terbiyesine rulısat ve izni mutazammın şeyhi taı'afmdan vel'ilen mühürlü vesika. 424

hüâfet-penâh ٥‫( ﺧ ﻼ ﻓ ﻴ ﺎ‬a.f.b.i.) : hilâfetin dayanağı olan, hilâfeti koruyan kimse, halifeliği hâiz bulunan, pâdişâh. hüâfet-penâhî ‫ﺧ ﻼﻓﺎ ﻟ ﻰ‬ (a.f.b.i.)‫؛‬ hilâfetpenahhk. hilâf-gîr ‫( ﺧ ﻼﻓ ﻜﻴ ﺮ‬a.f.b.s.c.: hilâf-gîîan): aleyhinde, Zid fikirde bulunan, hilâf-gîrân ‫( ﺧ ﻼ ﻓ ﻜ ﻴ ﺮ ا ن‬a.f. hilâf-gîr'in c .): hilâfgirler, aleylite bulunanla، -, hilâf-gîr-âne ‫( ﺧ ﻼ ﺷ ﻮا ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): hilâfgii. olana yaraşır sûrette. hilâf-gîrî ‫( ﺧ ﻼﻓ ﻜﻴ ﺮ ى‬a.f.b.i.): hilâfgirlik, karşı tarafı tutma. hilâfına ‫( ﺧ ﻼ ﻓ ﻪ‬a.t.zf.): aksine, zıddına, tersihilâfî, hilâfiyye ‫ ﺧﻼﻓﻴﻪ‬، ‫( ﺧ ﻼﻓ ﺲ‬a.s.): 1. İıilâfa âit, İıilâfile *ilgili. 2. münakaşalı, tartışmail. 3. münakaşacı, tartışan. 4. a‫ ؟‬ık tartışma ile ilgili. hilâfiyyât ‫( ﺧﻼﻓﻴﺎ ت‬a.i.c.): polemik bilgisi, hilâfü'l-âde ‫( ﺧ ﻼ ف اﻟﻌﺎﺑﻪ‬a.b.s.): usul ve kaideye karşı. hilâl ‫( ﻫ ﻼ ل‬a.i.c.: ehille): 1. yeni Ay. (bkz : mâh-ı nev). Rii'yet-İ h ilâ l: Ayı görme, [eskiden ertesi günü ramazan ve bayram olacağına işâıet sayılmak üzere, Ay'ın bil. akşam önce batida ufka yakm vaziyette görülmesi ve bunun mutlaka şâhitlerle İspât edilmesi keyfiyeti. Hava kapalı olup da rü'yet-i hilâl vâki olmazsa şâban ve ramazan otuz gün üzerinden hesap edilii" ve buna "İkmâl-i selâsin” (otuza doldurma) denilirdi]. 2. İcadın adi. hilâl-i ahdar : 1) yeşilay. 2) 1926da Fahrettin Keı'im (Gbkay) tarafından İstanbul'da ayilk olal'alc yayımlanmış "İçki düşmanı" bir ('dergi. hüâl-i ahm er: 1) İcızılay. 2) 1920'de Hilâl-İ Ahmel- Cemiyeti tarafından İstanbul'da yayımlanmış bil. gazete, hüâl-i b eyzâ: anat. lunula, tırnağın dibindelci beyaz lelce, fr. lunule. Hilâl-İ O sm ânî: 1912'de Abdülaziz Bey tarafından İstanbul'da günlük olaralc yayımlanmış İlmî, edebi, siyasi, iktisadi bir gazete. hüâl-i Ramazân : Ramazan ayının başı, ilk günleı'i.

hîlmî

hilâl (a.i.): 1. diş, kulak karıştırıcak âlet. hile ‫( ﺣﻴﻠﻪ‬a.i.c.: hiyel): oyun, aldatma, dubârâ. fArapçada asil mânâsı “çâre"dir]. 2. iki şey arasına sokulan üçüncü şey. 3. ara, aralık. hile-i ‫ ؟‬er'iyye: şer'î çâre, bulunan çer'î koİaylık. hilâl-î sütûr: satırların aralığı. 4. zaman aralığı, (bkz: hengâm). hîle-bâz ‫ ا ﺑ ﺎ ز‬٠‫( ب‬a.f.b.s.): hileci, oyuncu, dubâracı, aldatıcı, (bkz: hîle-kâr, hilehüâl-i Şa'bân : Şaban ayı İçinde, perdâz, hîle-sâz). hilâl-dân ‫( ﺧ ﻼﻟ ﺪا ن‬a.f.b.i.): kürdanlılc. hîle-kâr ‫ ﻛﺎر‬i ٠‫( ﺣﻴﻞ‬a.f.b.s.): hileci, hîle eden, hilâle ‫( ﻫﻼﻟﻪ‬a.i.). (bkz : hâle), düzenbaz, oyuncu, (bkz: hîle-bâz, hîlehlâl-ebrû ‫( ﻫﻼل ا ر و‬a.f.b.s.): hilâl kaşlı, kaşı perdâz, hîle-sâz). Ay gibi olan. hîle-kâr-âne ‫( ﺣﻴﻚ ﻛﺎ را د‬a.f.zf.): hilekârcasına. hilâlet ‫( ﺧ ﻼ ﻟ ﺖ‬a.i.): samîmî dostluk, (bkz: hîle-kârî‫( ب ﻛﺎر ى‬a.f.b.i.): hilekârlık, halâlet, hulâlet). hîle-perdâz ‫ﺀﻟﻪ د ر د ا ذ‬., (a.f.b.s.): hileci, (blcz : hilâlî ‫( ﻫﻼل—ى‬a.s.): 1. hilâl, yeni Ay şeklinde hîle-bâz, hîle-lcâr, hîle-sâz). olan, yeni Ay ile ilgili. 2. i. bil- yazı sitili. 3. i. hîle-sâz ‫( ﺣﺎ— ه ﺳ ﺎ ز‬a.f.b.s.): hîleci, düzenci, erkek adi. oyuncu, (blcz: hîle-bâz, hîle-kâr, hîlehilâlî sâat ‫( ﻫﻼذى ﻣﺎﻋ ﺖ‬a.i.): kalıbı balcır veya perdâz). tombak olan eski bir saat, h i l f - (a.i.c.: ahlâf) 1 ‫؛‬. birlik maksadıyla hilâliyye ‫ ا‬٠‫( ﻫﻼل‬a.i.): bot. kırlangıç otu deniittifak, yardımlaşma. 2. sözleşme, len bir nebat (.bitki). hilkat ‫( ﺧ ﻠ ﻔ ﺖ‬a.i.): 1. yaratılma, yaradılış. Hilâliyye ٠‫( ﻫ ﻼﻟﻴ ﺖ‬a.lı.i.): tas. Kadiri tarikatı (blcz : âferîniş, fıtret). 2. tabiat, şubelerinden bil-inin adi. [bu adi kuru- hilkaten ‫( ﺧ ﻠ ﻘ ﺔ‬a.f.): hilkatçe, yaradılış bakicusu: Şeyh Muhammed Hilâlü'r-Râmi'lmından. Hemedâniyyi'ş Şefîî'nin adından almıştır.], hilkatıyyât ‫( ﺧﻠﻔﻴﺎ ت‬a.i.c.): tabîî nitelikler, hilâl-manzar ‫د‬ ‫ ل‬٠‫( ى‬a.b.s.): “ay görünüşhilkati ‫س‬ (a.s.): 1. hilkatle, yaradılışla ilgili İÜ” : ay çehreli; çehresi ay gibi olan sevgili, olan. 2. hilkatten, doğuştan, tabîî. hilâsi ‫ ى‬٠‫( س‬a.s.): beyaz ile zenci melezi, fr. hilkatiyyet ‫( ﺧﻠ ﻘﺒ ﺖ‬a.i.): hilkatten, doğuştan hybride. [milen. "hilâsiyye”dir]. var olan özellik. hilâş ‫( ﺧ ﻼ ش‬f.i.): kavga, gürültü, şamata, (bkz : hilkıyyât (a.i.c.): hilkatle ilgili, yaradıhalâlûş). lışta olan vasıflar. hil'at ‫( ﺧ ﻒ‬a.i.c.: hila'): eskiden, pâdişâh veyâ vezir tarafından talcdîr edilen, begenilen kimseye giydirilen süslü elbise, kaftan, hil'at-î fâhire : çokdegerli olan kaftan; gösterişli elbise. hil'at-i vedâ : sai-ayda ağırlanan misafirlere giderken giydirilen kaftan, hîl'at-i zerrin : altınla İşlenmiş hil'at, kaftan, hîl'at-bahâ ‫( ﺧ ﻠ ﻌ ﺖ ﺑ ﻬ ﺎ‬a.f.b.i.): hil'at bedeli, İıil'at giyecek kadar önemi olmayan kişilere elbise yaptırmak üzere armagan olarakverilen para. hîl'at-dûz ‫( ﺧﻠ ﺴ ﺪ و ز‬a.f.b.i.) : hil'at diken, hil'at biçen, terzi. hilb ‫( ﺧ ﻠ ﺐ‬a.i.c.: ahlâb): anat. 1. tırnak. 2. ciger; cigerin perdesi. 3. bot. turp. 4. asma yapragi. 5. s. zampara [genç].

hilkıyy٠e - (a.s.): ["hilkî" nin müen.]. (bkz : hilkî). hilkı^et ‫ا‬٠‫( ﺧﻠ ﻒ‬a.i.): hılkî olma, yaradılışta olma. hilki ‫( س‬a.s.): hilkata mensup, hilkatle ilgili. (blcz: cibillî). h i l l ^ (a.s.): 1. helâl, şerîatçe yapılmasına izin verilmiş. 2. hac zamânmda Mekke dışında ehrâma girilen yerin dışında bulunan sâha. (bkz: Harem). h i lle ^ ( a .i.) :durak,istasyon. hilm ‫ا‬٠‫( ﺣﻞ‬a.i.): insanin tabiatında olan yavaşilk, yumuşaklık. hilm-i him ârî: aşırı derecede yavaşlık ve yumuşaklık ki, makbul sayılmaz, hilmî ‫ ى‬٠‫( ﺣﻞ‬a.s.): 1. yumuşak huylu, nâzik, kibar. 2. i. erkek adi. [müen. "hilmiyye”]. 425

hHmjyyet hilmiyyet ‫( ﺣﺪ ﻣ ﺖ‬a.i.): yavaşlık, yumuşaklık, hiltit (a.i.) : bot. fenâ kokulu bir çeşit zamk, şeytan tei-esi. hilye ‫( ﺣ ﺐ‬a.i.) : 1. süs, zinet, cevlıei". 2. güzel Sifatlaı'. 3. güzel yüz. 4. Hz. Muhammed'in mubâı'ek vâsıflarını ve güzelliklerini anlatan manzum veyâ mensul' esel-. [bizde “ hilye-i hâlcani" meşhurdur), hilye-i çihâr-yâr-1 güzîn: ed. dört halife hakkında yazılmış hilyeler. (bkz : İıilye). hilye-i enbiyâ : bütün peygamberler hakkinda yazılmış İıilye. hilye-i Fahr-İ âlem : (bkz : hilye-i şerîf). hilye-i nebevi: (bkz : hilye-i şerîf). hilye-i şerîf: g. s. Hz. Muhammed'in yazı ile yapılmış portresi. 5. g. s. bir yazı sitili, hilyevn ‫ن‬٠‫( ﻫ ﺐ‬a.i.): bot. kuşkonmaz, fr. asperge. (bkz: helyûn). him ‫( ز م‬a.i.): huy, tabiat, himâle ‫( ﺣﻤﺎﻻ‬a.i.c.: İıamâil) . (bkz : hamâil). himan ‫( د ﻫ ﺎ ن‬a.i.): susamış, susuz, (bkz : atşân). himâr ‫( ﺣﻬﺎل‬a.i.c.: lıam îr): erkek eşek, h i m â r î ^ ^ (a.s.) 1 ‫؛‬. himarla ilgili, eşeklik. 2. eşek gibi. himâriyyet ‫ ت‬. ‫( ى ا ر‬a.i.): 1. eşek olma durumu; eşeklik. 2. mec. aptallık, himârü'l-vahş ‫( ﺣﻤﺎﻻﻟﻮﺣ ﺶ‬a.b.i): yaban eşeği, himâye, himâyet ‫ﺑﺖ‬.‫( ﺣﻤﺎ؛ ه ؛ ﺣﻤﺎ‬a.i.): koruma, korunma. himâye-î etfâl cem'iyyeti: ‫ ؟‬ocuk Esii-geme Kurumu. himâye-î hayvânât cem'iyyeti: hayvanlaı.! koruma derneği. hime ¥ (f.i.): odun, kütük (bkz: lıîzem). hîme-keş j S ¥

(f.b.i.). (bkz : hîzem-keş).

himem (a.i. liimmet'in c .): 1. gayretler, emekler, çalışmalar, yüksek irâdeler. 2. ermiş 0İanlaı-ın te'sirleri. himemât ‫( ﻫ ﻤ ﺴ ﺎ ت‬a.i. himmet'in c.). (bkz : himem). himl ،‫ﺣﻤﻞ‬ ٠ (a.i.): yük. himl-i cesim : ağır yük. himl-ihafif: İıafifyük. himmet ‫( ﻋﻤﺖ‬a.i.c.: himem ): 1. gayret, emele, çalışma, çabalama. 426

Himmetii'r-ricâl, takla'ü'l-cibâl; becerikli insanların himmeti, dağları yerinden söker. 1. yüksek İrâde. 3. ermiş kimsenin te'siri. Himmetiyye ‫( ﻫ ﺒ ﺪ‬a.h.i.): tas. Sofiyyenin büyüklerinden Hacı Bayrâm-1 Veli tarafıııdan kurulmuş olan Bayrâmiyye taı'îkati şubelerinden birinin adi. [Kurucusu Himmet Efendiye nispetle bu adi almıştır.) h i m y e A ^ (a.i.) :perhiz[yeme;İçmede). Himyer f (a.h.i.): Yemen'de bir şehir adi. h i m y e r i ^ ^ (a.s.): Himyer'li. himyevi ‫رى‬٩‫( ﺣﺐ‬a.s.): perhiz ile ilgili, hin ‫( ض‬a.i.c.: ahyân): an, zamaıa, vakit, Sira. hîn-i h âcet: gerektiği zaman, hîn-i sefer (yolculuk ân ı): ölüm, hînâ ‫( ب‬fi.) : şarkı söyleme, (bkz : huıryâ, terennüm). hînâ-ger ‫ب ﻭ ﻭ‬ (f.b.i.): şarkı söyleyen, hânende, sâzende. (bkz: hânende, lıunyâger). hinâs (a.s. hünsâ'nın c .): kendilerinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunan kimseler. Hind ‫ئ‬ (a.h.i.): 1. bil- kadın adıdır. [Hz. Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın. EbU Süfyân'ın karısı). Fetvâ ve şeriat işlerinde mücerret olarak kadından bahis açılınca bu ad çok geçer. 2. Hindistan. Deryâ-yi Hind: Hind Okyanusu. Hind-İ Garbi: bati Hint, Amerika. hindâm ‫( ﻣ ﺪا م‬a.i.): iyi tertipleme, uygunluk, simetri. hindi ‫( ﻷ ى‬a.i.): güzel sanatlarda kullanılan bil. İcâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatüt-, v.b.J. Hindi ‫( ذ د ى‬a.h.i.c.: Hünüd) : 1. Hindli. 2. Hindistan ileveyâ Hintlileı. ile i.lgili olan. Temr-hindi: demirhindi denilen ve su ile ezilerek İçilen kara bil. meyva. hindibâ'‫ ( ^ ^ ؛‬a . i . ) :bot.hiııdibâ.

Hindiyye ‫بﺀ‬.٠‫( ﻓ ﻞ‬a.lı.i.): tas. Kadiri tarikat‫؛‬ şubelerinden birinin adi. hindû ‫و‬٠‫( ﻓ ﺎ‬fi. ve s.) : 1. Hintli. 2. Satürn. (bkz : Sekendiz, Zulial). 3. ben, benek. hindUbâr ‫ و ﺑ ﺎ ر‬٠‫( ﻓ ﺎ‬f.i.): 1. yazı hokkası. 2. h. i. Hindistan. hinduvâne (f.'i.): karpuz; kavun, hine ‫ ه‬٠‫( ه‬a.i.) : onurlu olma hâli.

hïsâr h i n k ^ (a.i.): kir at.' hirâbe ‫( ر ب‬a.i.): şehir dışında yapılan haydutlukta, yol kesicilikte bulunma, hirâm ۶—‫( رام‬fi.): salınma, salınarak edâl'ı edâlı yürüme, (bkz : bahtere). hirâm ‫( د ر ا م‬a.i. herem'in c.): ihramlar, piramitler. hirâs ‫س‬١‫( ﻫﺮ‬f.i.): korku, (bkz: bim, havf ters), hirâsân ‫( ﺧﺮاﺳﺎن‬f.s.): korkan, korkak, hirâse ‫( ر ' ﻣ ﻪ‬f.i.): Icorkutacak şey, bostan korkulugu. hirâset ‫ ا ﺛ ﺖ‬/ (a.i.). (bkz: harâset). hirâve ‫( را و ه‬a.i.): asâ, baston, hirbâ ‫إا‬/ (a.i.): zool. bukalemûn‫ ؛‬mec. sik sik fikir değiştiren kimse, hirbed ‫( ﻫﻢ؛د‬f.i.): ateşe tapanların reisi, hire ‫( ﺧﻴﺮه‬f.i.). (bkz: hıyre). hîre-bahş ‫( ر ه ﻷ ش‬fb.s.). (bkz: hıyre-bahş). hire-çeşm ‫( ر ه‬f.b.s.): (bkz ‫ ؛‬hıyreçeşm). hired ‫( ر د‬f.i.): (bkz : hıred)'. hred-âmûz ‫( ر د ا ر ز‬f.b.i.): muallim (*öğretmen). (bkz:hâce). hire-dest ‫( ر ه د ت‬f.b.s.): (bkz : hıyre-dest). hiref ‫( ر ى‬a.i. hirfet'in c.): sanatlar, meslekler. hiregi ‫ ا‬/ ‫( ر‬f.i.). (bkz ‫ ؛‬hıyregi). hîre-küş ‫ ﻛﺶ‬٠‫( ر ه‬f.b.s.). (bkz: hıyre-küş). hirem ‫( ر م‬a.i.c.: ehrâm). (bkz: ehrâm). hiremi ‫( ر س‬a.s.): hireme mensup, ehram şeklinde. hîre-re'y ‫( ر ه راى‬f.a.b.s.). (bkz: hıyre-re'y). hire-ser ‫( ر ه ر‬fb.s.). (bkz: hıyre-ser). hîre-ser-âne‫( ر ه ﺳ ﺮا ﻧ ﻪ‬fzf.). (bkz‫ ؛‬hıyreserâne). hîre-serî ‫ رى‬٠‫( ر ه د‬f.b.i.). (bkz: hıyre-seri). hirfet ‫( ر ك‬a.i.c.: hiref): san'at, meslek, hirfet-kâr ‫ ر‬، ‫( رﻓ ﻚ‬a.fb.i.): sanatkâr, hirmân ‫( ر ﻫ ﺎ ن‬a.i.): 1. nasipsizlik, mahrumluk. 2. mahrûm olma, hirmen ‫( ر س‬fi.)harman. hirmen-i m âh: Ay ağılı, (bkz ‫ ؛‬hâle), hirmen-gâh ‫( ز ﺀ ه‬f.b.i.): harman yeri, hirmen sUhte‫( ﺧﺮﻣﻦ ﺳ ﻮ ﺧﺘ ﻪ‬f.b.s.)''harmani yanmış'': mahvolmuş, zarar görmüş. hirr ‫( ر‬a.i.): kedi, (bkz : gürbe, sinnevr).

hirre ‫( ر ه‬a.i.c. : hürer) : dişi kedi, hirrekle ‫( ر ى‬a.s.).(bkz : herkele, hurekile). hirre-nâme ‫ ه‬٠‫( ﻣ ﺮ ه ذا‬a.f.b.i.) : merhum Pertev Paşa'nın mizâhî bir eseri, hirriyye ‫( ب‬a.i.) : zool. kedigiller, hisâb ‫ ا ب‬٠‫( ح‬a.i.c. : hisâbât) : hesap, sayma, aritmetik, fr. arithmétique. Bî-hisâb : hesapsız, sayısız, pek ‫ ؟‬ok. İlm-i hisâb : aritmetik bilgisi, tnde'1-hisâb : hesap sonunda, hesâbedilerek. hisâb-1 ameli : mat. pratik hesap. hisâb-1 asgar-i nâ-miitenâhî : infinitezimal hesap. hisâb-1 a'çârî : mat. ondalık hesap. hisâb-1 cümel : Arap harflerinin cümledeki sayı değerine göre yapılan hesap, ebced hesabi. hisâb-1 havâi : mat. zihin hesabi, fr. calcul mental, (bkz : hisâb-1 zihni). hisâb-1 kat'î : kesin hesap. hisâb-1 nazari : mat. teorik hesap. hisâb-1 tefâzuli : mat. diferansiyel hesap. hisâb-1 temâmî : mat. intégral hesap. hisâb-1 zihni : mat. zihin hesâbı, fr. calcul mental. hisâbû'l-benân (parmak hesâbı) : ed. hece vezni, (bkz : vezn-i benân). hisâbî ‫( ر ى‬a.s.) : 1. hesâbını iyi bilen. 2. eli sıkı. hisâl ehemmiyetli, alıcı noktası. 5. değiştirme; ‫ ؟‬evirme, (bkz: tahvil, tebdil). 6. gr. harflerin yer değiştirmesi; meselâ ‫[ ؛‬vav müteharrik, mâ-kabli meftuh olursa, vav yâya kalb olur : vecede, yecidii.. gibi], kalb-i â h e n în demirden yürek, demir gibi sağlam kalb. kalb-i ba'z: ed. metatezli kelimeler : "İhmâl imhâl..'١gibi. kalb-i hâbîde : uyumuş kalb. kalb-i lıâbide-i cihân: cihânm uyumuş kalbi. kalb-i harâb : harap gönül, kalb-i mecrûh : yaralı gönül, kalb-i meftûr: bezgin gönül, kalb-i metrûk: terkedilmiş, bırakılmış göniil. kalb-i muavvec: ed. çapraşık evirm ece. (bkz: mahbûb-1 muavvec). kalb-i muntazam : ed. harfleri ters okunduğu zaman da bil- mânâ ‫ ؟‬ikan kelime : “reşat, taşer..” gibi. kalb-i muztarib : ıztıraplı kalb. İcalb-İ nâ-şâd ‫ ؛‬kederli, hüzünlü gönül, kalb-i selim : temiz gönül, kalbii'l-akreb : astr. semânın kuzey yarimküresinde görülebilen Akreb burcunun en parlak yıldızı, Antares, lât. alpha Scorpuis. kalbü'l-ceyş : ask. ordunun merkez kısmı. kalbü'1-esed: astr. arslan burcunun en parlak yıldızı, (Regulus); fr. RCgulus, lât. alphake.. kalben ‫( ًﻗ ﻠ ﺒ ﺎ‬a.zf.): kalb ile, kalbden olarak, samimi, İ‫ ؟‬ten, gönülden, kendi kendine, can ve gönülden.

kalak ‫( ض‬a.i.): i‫ ؟‬sıkıntısı, gönül darlığı, kal'a kân ‫( ﻗﻠﻌﻪ ﻛﺎف‬a.f.b.s.): kale yıkan,

kalb-gâh ‫( ﻗ ﻠ ﺒ ﻜ ﺎ ه‬a.f.b.i.): 1. canevi. 2. ask. ordunun sağ ve sol kanadlarmın arası, merkez bölümü.

kalâllb ‫( ﻗ ﻼ ﻳ ﺐ‬a.i. kullâb'ın c.): ucu eğri demirler, ‫ ؟‬engeller; kancalar, (bkz: kelâlib). kalânis ‫( ﻗﻼﻧﺲ‬a.i. kalensöve'nin c.): tepesi sivri kiilâhlar, takkeler.

kalbi ‫( ﻗﺒ ﻰ‬a.s.): 1. kalbe mensup, kalble ilgili. Emrâz-ı kalbice : kalb hastalıkları. 2 ٠i‫ ؟‬ten, gönülden. Kalbiyyü'ş-şekl: yürek bi‫ ؟‬iminde olan.

55،

kalîlü'l-akl k a lb ic e ٠‫( ﻗ ﻒ‬a.s.): [“ kalbinin miien.]. (bkz : kalbi).

kalem-şör ‫( ﻧﻠ ﺴ ﻮ ز‬a.f.b.s.): kalem münâkaşası yapan. kâlbüd ٠‫( ﻛﺎﻻ‬f.i.): 1. kalıp, şekil, [daha çok] kalem-tıraş ‫( ﻗ ﻠ ﻤ ﺘ ﺮ ا ش‬a.f.b.i.): 1. [eskiden] kakerpiççi kalıbı. 2 ٠insan veyâ hayvan cesedi; mi? kalem açmakta kullanılan uzun saplı beden; kafes, gövde. küçük bıçak. 2. kurşun kalemi açan âlet, kalb-zen ‫( ﻗﻠﺒﺰن‬a.fb.s.): 1. kalpazan. 2. yalan- kalem-zede ‫( ﻗ ﻠ ﻤ ﺰ د ه‬a.f.b.s.): kaleme alınmış, yazılmış. kalem-zen ‫( ﻗ ﻠ ﻤ ﺰ ن‬a.fb.s.): kalem vurucu, yakâle ‫ﻛﺎﻟﻪ‬٠ ( fi.) : 1. kumaş, (bkz : kâlâ ٠). zıcı, kâtip, (bkz : kalem-keş). kâJe-i kâm : emel kumaşı. 2. kelek, ham kakalen ‫“( ^ ﻻ‬ka" uzun okunur, a.zf.): sözle, söyvun. leyerek. Kalen ve kalemen: sözle ve yazı kalem ‫( ﻗﻠﻢ‬a.i.c.: alclâm): 1. kalem. 2. taş yontile. (bkz: şifahen). maya yarayan demir âlet, keski. 3. tülbent kalenbek ‫( ﻗ ﻠ ﺒ ﻚ‬f.i.): tesbih yapılan, öd nevinve kumaşlara boya çekmek üzere kullani" den hoş kokulu bir ağaç, lan bir çeşit ince fırça. 4. yazı çeşitlerinden her biri. 5. bir ağacı aşılamak üzere diğer kalender ‫( ﺑ ﺪ ر‬f.s.): 1. dünyâdan elini çekip başı boş dolaşan [derviş]. 2. dünyâdan elini ağaçtan kalem şeklinde kesilmiş olan aşı. 6. yazı, yazma. 7. dâire, dâirelerde yazı İşle- eteğini çekip herşeyi hoş gören [kimse], rinin görüldüğü yer, büro. 8. bir listede ya- kalenderân ‫( ﻗﻠﻔﺪران‬fs. kalender'in c .): kalenzili nesnelerin her biri. Ceffe'l-kalem : diiderler, dervişler. şünüp taşınmadan, hemen hüküm vererek. kalender-âne ‫( ﻗﻠﺪواﻧﻪ‬f.zf.): kalenderce, kalenEhl-İ kalem : eli kalem tutanlar, *yazarlar, dere yaraşır bir şekilde, kalem-i mahsûs : *özel kalem, kalender-hâne ‫( ﻗﻠﻨﺪوﺧﺎﻷ‬a.f.b.i.): fakir dervişlerin barınmaları İçin yapılan tekkeler, kalem-i sülüs : g. s. sülüs kalemi, sülüs sitilkalender ‫( ﻗ ﻠ ﻔ ﺪ ر ى ؛‬f.i.): 1. kalenderlik; feyde yazı yazmak İçin husûsî olarak hazırlanlesofluk; dervişlik; serserilik. 2. ed. halk mış kalem. edebiyâtı tâbirlerindendir. Saz şâirlerinin kalem-dân ‫( ﻗ ﻠ ﻤ ﺪ ا ن‬a.f.b.i.): kalemlik, kalem “mef'ûlü, mefâîlü, mefâîlü, faûlün" vezkutusu. ninde tertip ettikleri gazeller; sazla çalınıp kalemen ‫( ﻗ ﻠ ﻤ ﺄ‬a.zf.): 1. kalemle, yazı ile. 2٠saokunan tasavvuf nazmı, yıca. kalenderiyye ‫ ( ﻗﻠ ﻨ ﺪ ر ﻳ ﻪ‬fi.) : kalendelligi şiâr kalem-gîr ‫( ﻗ ﻠ ﻌ ﺮ‬a.f.b.i.): yazı yazılırken kaedinen tarikat. lemin kâğıda takılmaksızın kolaylıkla yiikalensöve ‫( ﻟ ﻮ ه‬a.i.c.: kalânis): 1. tepesi sivriimesi. ri külâh, takke. 2. bot. yüksük, kalemi, kalemime ‫ب‬ ، ‫( ﻗﻠﻤﻰ‬a.s.): kalemle kalevi ‫( ﻟ ﻮ ى‬a.s.c.: kaleviyyât): kim. kül ilgisi olan. kabilinden olan şey, alkali, kalemis ‫ ( ﻗﻠﻤﻴﺲ‬fi.) : zool. bir misk faresi, kaleviyyât ‫( ﻗﻠﻮﻳﺎت‬a.s. kalevi'nin c .): kim. kül kalemime ‫( ﻗ ﻠ ﻤ ﻴ ﻪ‬a.i.): [eskiden] resmî kabilinden olan şeyler, alkaliler. dâirelerde gördürülen İşler İçin ödenen ÜC- İcalıb ‫"( ﻗﺎﻟﺐ‬ka” uzun okunur, a.i.): 1. her hanret, yazı parası. gi bir şeye muayyen bir şekil vermek İçin kalem-kâr ‫( ز ﺀ ز‬a.f.b.s.): ince nakkaş, kullanılan ve o biçimi taşıyan vâsıta, kalıp. 2. vücııd, beden, gövde. 3. nümûne, örnek, kalem-kâri ‫( ﻛﻞ ؟‬ne kadar?'' gibi. kemâl-i mehabet ve azam et: azamet ve kem ‫( ﺗ ﻢ‬f.s.) : 1. az, eksik, (bkz : kalil, noksân). heybetin son derecesi. 2. fenâ, kötü; bozuk. kemâl-i muhabbet(le): sevgi ile dolu olakemâ ‫( ﻛ ﻤ ﺎ‬a.e.) : "gibi; misilli, olduğu üzere" rak. gibi benzetme edâtıdır. kemâl-i salâhiyyet: salâhiyetin son derecesi, k em â-fi'1-ew el : evvelki gibi, geniş salâhiyet, geniş ‫ ؛‬yetki, kem â-fi's-sâbık: eskisi gibi, kemâl-i z e v k : zevkin son derecesi. 3. bilgi, kem â-hiye-hakkıhâ : hakkıyla, gereği gibi. fazilet. kemâl-i e v v e l: fels. entelekya, fr. intCliechie. kemâ-hiive'1-mu'tâd : mûtâd üzere, alışıldığı 4. erkek adi. gibi. kelim e-i müvellede : yeni türetilen kelime, yeni kelime bulma, neolo)i, fr. néologie,

581

kemâ.ât

(a.i. kemâl'in c.)in san in , bilgi ve ahlâk güzelliği bakımından olgunlu-

kem â lâ t ‫ﻛ ﺪ ا ﻻ ت‬ gu.

k e m â lâ t-ı m e d e n i c e :

medeniyetçe olan ol-

gunluklar. k e m â lâ t-p e rv er ‫ﻛ ﻤ ﺎ ﻻ ﻻ ﺑ ﺮ و ر‬

(a.f.b.s.) ‫ ؛‬kemal

sâhibi, olgun kimse.

‫( ﻛ ﻤﺎﻟﻴ ﻪ ﺀ ﺧﻠﻮت؛ه‬a. b.i.): Halvetiyye ‫ ؟‬Ubesinin Bekriyye kolundan meydana gelen üçüncü kol. [kurucusu: Şeyh Muhammet Kemâlettin'dir]. k em â n ‫( ﻛ ﻤ ﺎ ن‬f.i.): 1. yay [ok atan]. 2 . kavis. 3. keman. kem â n çe ‫( ﻛ ﻤ ﺎ ﻧ ﺠ ﻪ‬f.i.): 1. kemençe, yayla -diz üzerinde- çalınan, kemana benzer küçük bir çalgı. 2. tar. resmî imzalara çekilen uzun kavis. k e m â liy y e -i h a lv e tim e

(fb .i.): 1. yay zarfı, ok kuburu. 2. keman kutusu, k e m â n -d â r ‫( ﻛ ﻤ ﺎ ﻧ ﺪ ا ر‬f.b.s.): yay tutan, yay tutucu.

k e m â n -d â n ‫ﻛ ﻤﺎ ﻧ ﺪا ن‬

(f.i.): 1. keman veyâ kemençe oku. 2. matkap yayı. 3. güreşte bir oyun çeşidi.

k em ân e ‫ﻛ ﻤ ﺎ ﻧ ﻪ‬ y a y ı,

kem ân e çek m e : g ü r e ş te , e lle r i h a s m m arkasm d a n g ö ğ s ü ü z e r in d e k ilitle d ik te n so n r a m id e s i v e k a r n i ü z e r in d e k u v v e tle S ivazlıya S iva zlıya

gezdirme.

‫( ﻛﻤﺎف‬f.b.s.): kaşları yay gibi güzel, biçimli olan, keman kaşlı, k e m â n -g e r ‫( ﻛﻤﺎ ﻧ ﻜ ﺮ‬f.b.i.): yay [ok atmaya yarayan] yapan sanatkâr,

k e m â n -e b rû ‫ا ر و‬

k e m â n -g îr

‫( ﻛﻤﺎﻧﻜﻴﺮ‬f.b.s.): usta ok atıcı,

k e m â n î ‫اذى‬٠‫ﻛ ﻢ‬

(f.i.): alaturlca kemancı,

j L ‫( ﻛﻤﺎﻧﻚ‬f.b.s.): 1. keman, yay çeken, ok atan. 2 ٠keman çalan. k e m â n -k e ‫ ؟‬î ‫( ﻛﻤﺎ ﻧﻜ ﺸﻰ‬fb .i.): ok atıcılık, k em â n -k eş

(a.f.b.s.): asil nesli bozuk, (f.a.b.s.): ayârı doğru olmayan, ayârı bozuk, [kelimenin a sil: "kemıyâr" dır].

k e m -a sl ‫ﻛ ﻢ ا ﺻ ﻞ‬

k e m -a y â r ‫ﻛ ﻤ ﻌ ﻴ ﺎ ر‬

(a.zf.): gereği gibi; lâyık olduğu gibi, uygun şekilde. k e m â -y e ‫ ؟‬â ‫ﺑ ﺸﺎ‬.‫( ﻛﻤﺎ‬a.zf): dilediği gibi, istediği yolda. k e m â -y e n b a g î ‫ﻛ ﻬ ﺎ ﻳ ﻔ ﻲ‬

k e m -â z â r ‫ﻛ ﻢ آ زا ر‬

rarsız. 582

(f.b.s.): zarar vermeyen, za-

(f.b.s.): kıymeti az, değersiz, (f.b.s.): talihsiz, k e m -b id âa ‫( ﻛ ﻤ ﺒ ﻀ ﺎ ﻋ ﻪ‬f.b.s.): 1. sermayesi kıt. 2. bilgisi zayıf az okumu‫ ؟‬, k e m -b îzâ a ‫( ﻛ ﻤ ﺒ ﻔ ﺎ ﻋ ﻪ‬f.b.s.). (bkz: kem-bidâa). k e m -cevâb ‫ ب‬١‫( ﻛ ﻢ ﺟﻮ‬f.a.b.s.): eksik veya kötü cevap veren. k e m -d il ‫ ل‬٠‫( ﻛ ﻤ ﺎ‬f.b.s.): gönlü kötü, kötülük seven. İ e m -b a h â ‫ ﻫﺎ‬٠‫ﻛ ﻢ‬ k em -b a h t

-

kem 'e ‫ئ‬ tru ffe.

(a.i.): b o t. yermantarı, domalan, fr.

(ki.): m ü z. ü‫ ؟‬telli, küçük kemana benzer diz üstünde yayla çalınan bir çalgı.

ken ıen -‫ ؟‬e

(f.i.): 1. uzakta bulunan herhangi bir ‫ ؟‬eyi tutup çekmek üzere atılan ucu ilmekli uzun ip. 2. idam İçin kullanılan yağlı kayış [eskiden]. 3. geyik ve benzerleri gibi hayvanların yuları. 4. güzelin saçı, kem en d -i c â n -g ü d â z : cani parçalayan, insam öldüren kement, kem en d -i z i i l f : saçın kemendi, k em en d -en d âz ‫( ﻛ ﻤ ﻐ ﺪا ﻧ ﺪا ز‬f.b.s.): kement atan,

kem en d ‫ﻛ ﻤ ﺪ‬

( fi.) : 1. bele takılan kuşak, kayış. 2. don, pantalon, ‫ ؟‬alvai. gibi ‫ ؟‬eylerin bele rastlayan kısmı. 3. kapı, pencere, köprü gibi ‫ ؟‬eylerin, oyugu aşağı bakan kavisli kubbesi, tavam. 4. s. tümsekli, tümseği olan : “kemer burun...” gibi. k em er-i â ftâ b : astr. Güneş'in merkezinden geçtiği farzolunan hat. k em er-b en d ٠‫ ر ﻻد‬٠‫( ك‬f.b.i.): 1. kemer bağı. 2 ٠ s. belinde kemer olan. 3. m ec. dervi‫ ؟‬. k em er-b en d -i h iz m e t : hizmete, i‫ ؟‬e hazır, k em er-b est ‫( ﻛ ﻤ ﺮ ﺑ ﺖ‬f.b.s.): kalrraman, yiğit, kem er-beste ‫( ﻛ ﻤ ﺮ ﺑ ﺴ ﺘ ﻪ‬f.b.i.): 1. kemer, kuşak b a ğ la m ı2 ‫ ؟‬. ٠tas. bektaşilikte belini bağlami‫ ؟‬, i‫ ؟‬e, hizmete hazır kimse, k e m e r-gâ h ‫( ﻛﻤﺮﺳﻤﺎه‬fb .i.): kemer yeri, bel. k em er-giisiste ‫( ﻛ ﻤ ﺮ ﻛ ﻪ‬f.b.s.): belindeki kemeri açmış olan, kemersiz‫ ؛‬çıplak, k e m -feh m ‫( ﻛ ﻢ ﻓ ﻬ ﻢ‬f.a.b.s.): anlayışı kıt. k e m -g û ‫( ﻛ ﻤ ﻜ ﻮ‬f.b.s.): az söyleyen, k e m -g û y î ‫( ﻛ ﻤ ﻜ ﻮ ﻳ ﻰ‬f.b.i.): fenâ, kötü söz söyleyicilik. k e m -g iiftâ r ‫( ﻛ ﻤ ﻜ ﺴﺎ و‬fb.s.): az sözlü, az konu‫ ؟‬an, az lâkırdı eden. k em er ‫ﻛ ﻢ —ر‬

kenâk kemhâ ‫( ﻛ ﻬ ﻬﺎ‬f.i.): ipek kumaş; havsız kadife, kem-hâb ‫ ب‬٠‫( ﻛ ﻢ ﺧﻮا‬f.b.s.): uykusu az olan, kemhâ-bâfân ‫( ﻛ ﻤ ﺨ ﺎ ﺑﺎﻫﺎن‬f.b.i.): kemhâ dokuyuculan. kenıhâ-hâne ‫ ( ﻛ ﻤ ﺨ ﺎ ﺧ ﺎ ﻓ ﻪ‬f.b .i.) : ip e k li k u m a ş d o k u n a n yer.

kem -harf ‫ ﻛ ﻢ ا ف‬.(f.a.b.s.): az söyleyen kimse. (bkz: kem-suhan, kem-zebân). kem-havsala ‫( ﻛ ﻢ ﺣﻮﺻﻠﻪ‬f.a.b.s.): tahammülü az olan kimse. kem-hired ‫( ﻛ ﻢ ا د‬f.b.s.): beyinsiz, ahmak. k e m - h U y t ^ ‫ م‬- ‫( ك‬f.b.s.) :kotühuylu. kemi ‫ ي‬٠‫( ك‬a.s.c.: kümât): yiğit, kahraman; savaşçı, (bkz: bahâdır), kemin ‫ ن‬٠‫( ﻛ ﻢ‬f.s.): 1. ‫ ؟‬ok az. 2. pek küçük, kemin ‫ ن‬٠‫( ﻛ ﻢ‬a.i.c. ‫ ؛‬kemâîn): 1. pusuya gizlenmiş adam. Der-kemin : pusuda. 2. pusu, kemin-i u fû l: yok olma pususu (Güneş'in battığı ufuk). lcemine ‫ى‬ (fs .): 1. noksan, eksik. 2. âciz, hakir; zavallı. kemîn-gâh, kemin-geh ‫ ﻛ ﻤ ﻴ ﻦ ﺳﻤﻪ‬، ‫ﻛ ﻤ ﻴ ﻦ ﺳﻤﺎه‬ (a.f.b.i.): pusu yeri, pusu tutulan gizli yer. kemîn-giişâ ١ ‫( ﻛﻤﻴﻦ ق‬a.f.b.s.): tuzak a‫ ؟‬an, tuzak kuran. kemîn-sâz ‫و‬ ‫( ﻳ ﺰ‬f.b.s.): pusu kurmuş o la n .

kem-iyâr ‫ ( ﺻ ﺎ ر‬f.a .b .s .) : ayârı fenâ, k a r ış ık altm ve gümüş. kem-kadr ‫( ﻛ ﻤ ﻌﺪر‬f.a.b.s.): kadri, İtibârı az, âdi, değersiz. kem-kaim ‫( ﻛ ﻤ ﻌ ﺎ ﺋ ﻢ‬f.a .b .s .) : a n la y ışs ız , kem-kâr ‫ ( ﻛ ﻤ ﻜ ﺎ ر‬f .b .s .) : 1. İŞİ az. 2. İŞİ b o z u k , fen a.

kem-kıymet ‫( ﻛ ﻢ ﻗﻴﻤﺖ‬f.a.b.s.): kıymetsiz, degersiz. kem-mâye ‫ا ﻫﺄﻳﻪ‬٠‫( ك‬f.b.i.): asil, cevheri, mayası, tıyneti bozuk.

mihverlerine olan amûdî (dikey) uzaklıgma, o noktanın “kemiyyât-ı vaz'iyye” si (coordinate'lan) adi verilir, kemmiyyet ‫( ﻛ ﻤ ﻴ ﺖ‬o.i.c.: kemmiyyât): 1. sayı, (bkz : aded). 2. nicelik. 3. gr. miifred hâli (tekillik) veyâ cemi hâli (*‫ ؟‬oğulluk). k e m m û n ^ ( a . i . ) :kimyon, kem-nâm ‫( ﻛ ﻤ ﻐﺎ م‬f.b.s.): namsız, şöhretsiz, adi sam belirsiz. kem-nazar ‫( ﻛ ﻤ ﻄ ﺮ‬f.a.b.s.): kötü gözle bakan, nazari değen. kemne ، uT (a.i.): hek. karasu denilen bir göz hastalığı, fr. amaurose. kem-pâye ‫ﺑﻪ‬.‫( ﻛﻤﺎ‬f.b.s.): pâyesiz, rütbesi, derecesi aşağı. kemrâ ١‫( ﻛﻤﺮ‬f.i.): ağıl, mandıra, kem-sâl ‫( ﻛ ﻤ ﺎ ل‬f.b.s.): sinni, yaşı az, gen‫ ؟‬, kem-suhan ‫ا ﻣ ﺨ ﻦ‬٠‫( ك‬f.b.s.): az söyleyen kimse. (bkz: kem-harf, kem-zebân). kem-şerm ‫( ﻛ ﻢ ﺷﺮم‬fb.s.): utanması olmayan, arsız. kem-ter ‫( ﻛ ﻤ ﻌ ﺮ‬f.b.s.): 1. daha aşağı, aşağıda bulunan, halcir, itibarsız. 2. eksik, noksan. Bende-i kem -ter: âciz kul, köle, kem-ter-âne ،٧ ‫( ﻛ ﺌ ﺮ ا‬f.zf.): âcizce, hakirce, ‫ ؟‬ok küçükçe, [kendinden bahseden kimse alçakgönüllülük gösterirken kullanırdı], (bkz: âciz-âne). kem-terin ‫ ﺑ ﻦ‬. ‫( ﻛ ﻢ‬f.b.s.): 1. en küçük, en aşağı; en ‫ ؟‬ok eksik. 2. pek âciz, ‫ ؟‬ok hakir, kem-yâb (f.b.s.): nâdir, az bulunan, kem-zebân ‫ا زاف‬٠‫( ك‬f.b.s.): az söyleyen kimse, (bkz: kem-harf kem-suhan). kem-zede ‫( ﺛ ﻢ زده‬f.b.s.): tâlihsiz. (bkz : kemzen). kem-zen ‫ﻛ ﻢ زن‬ zede).

(f.b.s.): tâlihsiz. (bkz: kem-

kem-zihn ‫( ذض‬٠‫( ك‬f.a.b.s.): akil zayıf aptal,

kemmi ‫( ﻛ ﺴ ﻤ ﻰ‬a.s.): 1. cesu r, y iğ it [k im se ]. -ken C3-S- (f.s.): kazıcı, kazan, koparan; yıkan, söken. K ûh-ken: dağ yıkan, tünel a‫ ؟‬an. 2. s ilâ h lı [kimse]. Gûr-ken: mezar kazan, mezarcı. Sikkekemmiyyât (a.i. kemmiyet'in c .): kemiken : sikke kazan. yetler, *nicelikler. kenâin ‫س‬ ‫ﺀ‬ ‫ي‬ (a.i. kinâne'nin c .): okluklar, ok kemmîyyât-1 vaz'iyye: astr.; top.‫ ؛‬mat. her kılıfları, tirkeşler, sadaklar, ok kuburları, hangi bir noktanın “kemiyyât-ı vaz'iyye" mihverlerine amûdî (*dikey) uzaklıkla- kenâis ‫( ي ﺀ د س‬a.i. kenise'nin c .): kiliseler. (bkz:biya'). rina, ve yine her hangi bir noktanın bir hacim İçinde Ü‫ ؟‬İÜ kemiyyât-ı vaz'iyye kenâk (f.i.): buruntu, karin ağrısı. 583

Ken'ân K en 'ân

‫ﻛ ﻊ—ان‬

leketi,

(a.h .i.): 1. H z. Ya'k u b'u n m em -

Filistin,

Palestin.

M â h -1

K en 'ân ,

Y û su f-İ K e n 'â n : H z. Y û s u f P îr -i K e n 'â n : H z. Y âkub. 2 . erkek adi.

(bkz : sâhil). 3. uc, köşe, caklam a, ku caga alm a.

6. etra f pervazı,

çerçeve. 7 ٠çenber.

‫( ﻛ ﺎ ر ذ‬f.b .i.) : süs olarak kitaba

kasap çengeli. 4 . g.s. kenarlara serilen

‫ر‬

‫ى‬

(f.b .i.): fıçı ve şâire çenberi.

ken bûr, ken b û re

‫ ﻛﺌﺒﻮره‬، ‫( ﻛﻨﺒﻮر‬f.i.): hile, ya-

‫ﻛ ﺪ ه‬

(f.i.): 1. çukur, ilendek. 2. s. kesil-

miş, biçilm iş. ken d e-h âye

‫ﻛ ﺪ ه ﺧﺎﻳ ﻪ‬

(f.b .i.): "hayası kesil-

m iş" : hadim ağası.

‫ﻧ ﺪ ه‬

k e n d e -k â r ‫ﻛ ﺎ ر‬

(f.b .s.): kazıyan, oyan,

nakşeden.

‫( ﻛﻔﺪه ﻛﺎران‬f.i.): kalem kâr. k e n d iriyy e ‫ﺑﻪ‬.‫( ﻛﺪﻳﺮ‬a .i.): bot. ‫ ؛‬kendirgiller, k en d -m en d ‫( ﻛ ﺪ ﻣﻨﺪ‬f.b .s.): perişan, darm ada-

İten d e-kârân

gın, harap. k en d û ‫( ﻛ ﺪ و‬f.i.): genişçe toprak, k en d û re, k e n d û ri

‫^و ى‬

، ‫( ﻛ ﺘ ﺪ و ر ه‬f.i.): 1. de-

riden yapılm ış b ü yü k softa. 2. peşkir, (f.i.): koyun, köpek, at gibi h ayvan la-

rin derisine takılan böcek, sakırga,

‫ى‬

( a .i.c .: e k n â f) : 1. t a r a f yön. E t r â f

ve e k n â f : ya n la r ve yönler. 2. sığın acak yer.

3 . (o .i.): tuvalet, ayakyolu, k e n i f - (a .i.): ayakyolu,

ken isa , ken ise

ziin lâ -y e fn â : kanaat tükenm ez hazinedir. ilk

sûresi

olan

Fâtilia. bulunan, yân î üzerinde put resm i veyâ gayrim üslim hüküm darlardan m â ru f bi-

‫ﻛﻠ ﺰ‬

‫ﻛﻴ ﻤ ﻪ‬

،

‫ب‬

(a .i.c .: k e n â is):

(f.i.): 1. câriye, halayık. 2 ٠evlenm e-

m iş kız, bâkire. k en lz-b eçe

m eskukât ve şâire. k en z-i İ s l â m î : üzerinde İslâm alâm eti bu-

‫ﻛﻠ ﺰ؛ ﺟﻪ‬

zili veyâ M üslüm anlara aidiyeti m âlûm bir nakşı olan göm ülü m eskukât ve şâire, k e n z-i m U şte b ih : husûsâ alâmetten hâlî veyâ darb ve nakşı karışık olup M üslü m an lara m i, gayrim üslim lere m i aidiyeti anlaşılam ayan göm ülü m eskukât ve şâire, kep âd e-k eş

J

‫ﻛﺄاده‬

j

(f.b .i.): okçuluğa yeni

başlayan. k e p ân

d i f (f.i.): b ü yü k terâzi, kapan. [A rap -

ç a s ı : “ kabbân'’ dır]. k ep en ek

‫ﻚ‬

‫ﺑ‬

(f.i.): çobanların giydiği, kol-

suz, dikişsiz, keçeden -dövülerek- yapılm ış giyecek. k er

‫ﻛﻞ‬

( f s . ) : 1. sagir. (b k z : utrûş). 2. i. kuvvet,

kudret. 3. m erâm ve m aksat. k e r â b is -

١‫ﻛﻞ‬

(a.i. kirbâs'ın c . ) : bezler; ku -

maşlar. kerâd , k erâd e k erâh aten

kilise, (bkz :bey'a).

‫را د ه‬

،

‫ﻛﺮاد‬

( f s . ) : eski, y ırtık

‫ﻛﺮاﻫﺔ‬

(a .zf.): iğrenerek, tiksinerek,

istemeye istemeye, zorâki. kerâh et

‫ﻛ ﺮا ﻫ ﺖ‬

(a .i.): 1. iğrenm e, tiksinm e,

(bkz : kerh1). 2. istemeyerek, bask ı ile y ap ma. M a a ' 1-k e r â h e : iğrenerek, tiksinerek, istemeye istemeye. 3. [şer'î ıstılah olarak]

(f.b .i.): câriyenin erkek Ç0-

cugu. k en izek

k e n z-i m a h f i : gizli hazîne. E l-k a n â a tü ken -

elbise.

k e n î n ^ (a.s.): örtülü, gizli, (bkz : meknûn).

k e n iz

(a .i.c .: k ü n û z ): hazîne, define, ye-

lunan, y ân î üzerinde kelim e-i çehâdet ya-

lan, dolan.

kenef

‫ﻛ‬

rin in ism i gibi bir alâm et bulunan göm ülü

k e n â r-g îr

٠‫ﻛ ﺎ‬

k eliz ‫ﺮ‬

k e n z-i c â h il î: üzerinde câhiliyet alâm eti

‫( ﻛ ﺎ ر ه‬f.i.): 1. kıyı, kenar. 2. kucak.

hali.

kene

(a .s.): 1. nankör, iy ilik bilm ez.

S û re -i k e n z : Kur'ân'ın

geçirilen kap.

kende

‫ﻛ ﻮد‬

raltında sakil değerli eşyâ.

k e n â r-ı â s m â n : ufuk. 4 . nihâyet, son. 5. k u -

3.

ken û d

bahîl, hasis).

k e n â r j ^ (f.i.): 1. kıyı, çevre. 2 . deniz kıyısı,

ken âre

(a .i.): çöpçü, süpürücü; m evlevî

tekkelerinde aptesâne tem izleyicisi. 2 . âsî, günahkâr. 3. pinti, tam ahkâr. (bkz :

ken ân e ‫ ( ﻛ ﺎ ﻧ ﻪ‬f s . ) : köhne, eski,

k e n âr-b e ııd

‫ﻛﺎ س‬

k en n âs

bir hâlin, bir hareketin sarih ve kat'î şekilde degil, delâlet sûretiyle men'olunm ası.

‫ﻛﻞ—زك‬

(fi.) ‫ ؛‬k ü çü k câriye veyâ acm -

kerâh et-î

fa h rim iz e :

İıarâm a

yak ın

dırm a m ânâsıyla câriyeniz. (bkz : memlûke,

kerâhet. [Güneş'in tulü, zeval ve gu ru b v a-

süriyye).

kitlerine y ak m nam az lcılm ak gibi].

584

Savt-ı kerih k erâ h et-i te n zih iy y e : helâla y ak m kerâhet.

‫ﻛ ﻮ ﺷ ﺮ‬

k e re m -giister

(temiz su varken kedi artığı olan su ile ab-

g ü ste râ n )k e re m

det alm ak gibi). (Kerâhet denildiği zam an

m ükrim ).

ilk h a tıra gelen kerâhet-i tahrim iyye'dir). k e râ h iy ye t k e râ ih

‫ﻛﺮاﻫﻴﺖ‬

‫ﻛ ﺮاﺋ ﻪ‬

(a.i.). (bkz : kerâhet).

(a.i. kerihe'nin c . ) : iğrenç şeyler,

‫ﻛ ﺮاﺋ ﻢ‬

(a.i.

c.).

(b k z:

(f.i.): 1 . karga, (b k z : gurâb,

zag). 2 . kuzgun. k e r â k iy y

‫ﻛ ﺮا ﻛ ﻰ‬

(a .i.): zo o l., astr. turna, fr.

‫ﻛﺮاﺳﺪ‬

(f.s.): lâyık, m ünâsip, uygun.

grue. k erâ m en d

‫ﻛ ﺮا ﻣ ﺖ‬

(a .i.c .: k e râ m â t): 1. kerem,

m a. 5. velilerin lüzûm u ânında gösterdikleri fevkalâde hal. 4 . erm işçesine yapılan İş, hareket veyâ söylenen söz, fikir. S â h ib -İ k e r â m e t : kerâm et gösterm iş kim se, k erâ m et-i k e v n iy y e : kâinatın yaradılış m ucizesi.

İcerâm et-nıedâr

‫ر‬١‫ﻛﺮاﻣﺖ ت‬

(a.b.s.): 1. keram et

gösteren kim se. 2. uysal, iyiliksever kimse,

‫ ﻛﺮاﻧﻪ‬، ‫ﻛﺮان‬

kerân , k erâ n e

(f.i.): kenar, uc, kıyı.

B î-k e râ n : kenarsız, uçsuz bucaksız kıyışız, k e râ n e -g ir

J—S ‫( ﻛﺮاﻧﻪ‬f.b .s.): bir kenara çeki-

len, toplum dan uzak yaşayan kim se, (bkz : m erdüm -giriz, m ünzevi), k e râ n -tâ -k e râ n : bir uçtan bir uca.

‫ﻛﺮارﻳﺲ‬

(a.i. kiirrâse'nin c . ) : elyazm ası

kitapların sekiz sahifeden İbâret olan form aları.

‫ﻛﺮاﺳﺘﻪ‬

(a.f.b.i.): kerem güs-

kârî).

‫ﻛ ﺮ ﻣ ﻜ ﺎر‬

k e re m -k â r

(a.f.b.s.): kerem

eden,

lütfeden, eliaçık olan, bağışlayan, cöm ert,

‫ﻛ ﺮ ﻣ ﻜﺎ راﻧ ﻪ‬

k e re m -k â r-â n e

(a.f.zf.):

sûrette, elaçıklığı ile, cöm ertlikle, ( b k z : kerem -perverâne). k e re m -k â ri (b k z :

‫ﻛ ﺮ ﻣ ﻜﺎ و ى‬

kerem,

(a.f.b.i.) : kerem kârlık.

kerem -giisteri,

kerem -

perveri).

‫ﻛ ﺮ ﻣﺒ ﺮ و ر‬

k e re m -p e rv e r

(a.f.b.s.): kerem eden,

lütfeden, eli a‫ ؟‬ık olan, bağışlayan, cöm ert,

‫ ﻛﺮاوﻳﻪ‬، ‫ﻛﺮاوﻳﺎ‬

k e re m -p e rv e r-â n e

‫ﻛﺮﻣﺠﺮوواﻧﻪ‬

(a.f.zf.): kerem

sâhibine yak ışacak sûrette, elaçıklığıyla, cöm ertlikle,

verim lilikle,

(b k z :

kerem -

kârâne). k e re m -p e rv e ri

‫ﻛ ﺮﻫﺒ ﺮو ر ى‬

(a.f.b.i.): keremper-

verlik, kerem sâhibi olma, elaçıklığı, CÖm ertlik, verim lilik, ( b k z : kerem -giisteri, kerem-kâri). k erem -p işe

‫ ﺳ ﺸﻪ‬/

(a.f.b.s.): cöm ertçe davra-

nan. kerenây, k e rre -ııâ y

، ‫ﻛ ﺮﻧﺎ ى‬

(f.i.): eski-

den kullanılan bir çeşit nefesli saz. k e re v

(f.i.): kereste,

k e râ viy â , k e râ viy e

‫ﻛﺮو‬

(f.i.): örüm cek, ( b k z : ankebût,

ankût). (f.i.): bo t. ka-

ram an kim yonu.

‫ا‬

K erb elâ

‫( ﻛﺮﺑﻼ‬a.h .i.): Irak'd a im am

kerh

‫ﻛ ﺮه‬

(a.i.) 1 ‫؛‬. iğrenm e, tiksinm e, hoşlan-

m am a. 2 . zorlam a, (bkz : kerâhet

(a .i.c. : k ü r u b ) : tasa, kaygı, gam , ke-

kerb ‫ب‬ der.

k erh en

‫ﻛ ﺮ ﻫﺎ ﺀ‬

‫ )ت'ل‬٠

(a .z f.): 1. iğrenerek. 2 . istem eye-

rek, hoşlanm ayarak, zorla‫ ؛‬zorâki. T a v 'a n HUseyn'in

şehldedildiği ve türbesinin bulunduğu yel'. k e r e f s ^ ^ ^ ( a . i . ) :kereviz, kerem

‫ﻛ ﺮ ﺷﺘ ﺮ ى‬

terlik, cöm ertlik, elaçıklığı. ( b k z : kerem -

verim li, (bkz : kerem-kâr, sahi),

k erâ m et-i m a 'r if e t : bilgi kerâmetleri.

kerâste

(a.f.zf.): cöm ert-

kerem kârcasına, kerem sâhibine yak ışacak

bağış, ( b k z : İhsân, lutf). 2. ikram , ağırla-

k e râ ris

‫ﻛ ﺮ ﺷﺘ ﺮاﻧ ﻪ‬

verim li, (bkz : kerem -perver, sahi),

(bkz : bercâ, çespân, şâyeste). kerâ m et

(a.f.b.s. kerem -

likle, elaçıklığıyla. k e re m -giisteri

‫ﻛ ﺮا ﻛ ﺮ‬

(b k z :

a‫ ؟‬ık olanlar. k e re m -giister-ân e

kerim e'nin

kerime). k erâ k er

‫ﻛ ﺮ ﺷﺘ ﺮا ن‬

k e re m -g iisterân

kerem -

güster'in c . ) : kerem sâhipleri, cömertler, eli

nefret edilecek şeyler. k e râ im

(a.f.b.s.:

sâhibi, cöm ert,

‫ﻛ ﺮم‬

(a .i.): 1. asâlet, asillik, soyluluk.

2 . cöm ertlik, elaçıklığı, İûtuf, bağış, bahşiş.

ve kerh en : ister istemez, k e r^ r k e ri

‫ى‬

k e rih

‫( ك‬f.i.)

:1. ö rü m cek ağı.2. sağırlık,

(a .i.): kazm afk].

‫ا د ه‬

(a.s. k e rh 'd e n ): 1. iğrenç; çirkin.

S a v t-ı k e rih : çirkin ses.

585

kesret-i müvâneset ziyâde sayı İ‫ ؟‬in kullanılan cemi' sıygası, *kipi, [zıddı: "kıllet” dir]. kesret-i m ü v â n e s e t : iilfet ve iinsiyet ‫ ؟‬oklugu. k esret-gâh ‫( ﻛﺜﺮﺗﻜﺎه‬a.f.b.i.): tas. dünyâ, (bkz : kâinât). k esretiyye ‫( ﻛﺜﺮﺗﻴﻪ‬a.i.): fels. ‫ ؟‬okçuluk, fr. p lu ralism e.

‫( ﻛ ﺮ ى‬a.s.): kesirle ilgili, kesûb ‫( ﻛ ﺴ ﻮ ب‬a.s.): ‫ ؟‬ok kesbeden, ‫ ؟‬ok kaza-

k e sri

nan.

‫( ﻛ ﺸﻐﻴﺎ ت‬a.i. keşfin c.) : keşifler, bulup meydana çıkarılan şeyler,

k e şfiy y â t

k e şfiy y â t-ı f e n n i c e k e şfiy y â t-ı ilm iy y e ke‫ ؟‬fiy y â t-ı sm â iy y e k e şfiy y e

: fenle ilgili buluşlar,

: *bilimsel buluşlar. : endüstriyel buluşlar,

‫( ﻛ ﺸ ﻔ ﻴ ﻪ‬a.i. keşf'den): kelâmcı mez-

heplerinden biı'i.

‫( ﻛ ﺸ ﻔﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): bir yapının önceden hesaplanan masraflarım gösteren defter, keşif defteri.

keşf-n âm e

K e şfü 'z -zu n û n ‫ اﻟ ﻈﻨ ﻮ ن‬- ( a . i t . ) : "şüpheli ‫ ؟‬eken, ‫ ؟‬ekici. A f y o n şeylerin keşfi" : Kâtip ‫ ؟‬elebi'nin 20 yılda keş : afyon ‫ ؟‬eken. C e f â -k e ş : cefâ ‫ ؟‬eken, tamamladığı bibliyografyaya dâir bir eseri, ü il-k e ş : gönül ‫ ؟‬eken. S îm - k e ş : Sirma İş[asil a d i: Keşfü'z-Zunûn an Esâmi'1 Kütüb leyen.. gibi. ve'l-Fünûn = Kitapların ve fenlerin isimlek e ş-â-k eş ‫( ﻛ ﺸﺎ ﻛ ﺶ‬f.i.): 1. ‫ ؟‬ekişme, münâkaşa. rinden şüpheli şeylerin keşfi' dir.]. 2. iki kişinin, bir şeyi birer ucundan tutup her birinin kendine dogru ‫ ؟‬ekmesi. 3. peh- keçide ‫( ﻛ ﺜ ﻴ ﺪ ه‬fs. ve i.) : 1. ‫ ؟‬ekilmiş, ‫ ؟‬ekiİİŞ. 2. tartılmış. 3. tertibedilmiş, dizilmiş. livanların birbiriyle savaşması. 4 ٠gam, ke4. yazılmış. 5. eski yazıda bâzı harflerin der, tasa, kaygı. 5. felâket, üzerine ‫ ؟‬ekilen ‫ ؟‬izgi; sin, çın, vav .. gibi keşân ‫( ﻛ ﺸﺎ ن‬f.s. keç'in c .): ‫ ؟‬ekenler, ‫ ؟‬ekiciler. kuyruklu uzantılı harflerin yazıda mahsus M ih n e t -k e ş â n : milrnet ‫ ؟‬ekenler, sûrette ‫ ؟‬ekilmesi: "kâf'ın keşidesi güzel olkeşân ‫( ﻛ ﺸﺎ ن‬f.s.): ‫ ؟‬eken, ‫ ؟‬ekerek, muştu.." k e ş â n b e r k e şân : zorla, ‫ ؟‬eke ‫ ؟‬eke siiriikleye keşîd e-i silk -i ta h r ir ‫ ؛‬yazıya ‫ ؟‬ekilmiş, sUrUkleye götürerek. keşid e-k am et ‫"( ﻛ ﺸﻴﺪه ﻗﺎﻣﺖ‬ka” uzun okunur, k eşân k e şân ‫( ﻛ ﺸﺎ ن ﻛ ﺸﺎ ن‬f.zf.): zorla, sürüklef.a.b.s.): uzun boylu. ye sUrUkleye, ‫ ؟‬eke ‫ ؟‬eke götürerek, keşîd e-rû [y] [‫( ﻛ ﺸﻴﺪه ل و ]ى‬f.a.s.): uzun yüzlü, keşâverz ‫( ﻛ ﺸﺎ و ر ز‬f.i.) : 1. ekinci, (bkz : fâlih). sürâhi yüzlü. 2. ekinlik. keşiş ‫( ﻛ ﺸ ﻴ ﺶ‬f.i.c.: keçîşân): papaz, karabaş, k e ş e f ‫ ﻛ ﺸ ﻒ‬.(f.i.): kaplumbağa. kilise papazi, (bkz : râhib). -keçende ‫ ﻛ ﺸ ﺪ ه‬- (f.s.): 1. ‫ ؟‬ekici, ‫ ؟‬eken. M ih n etk eşîşân ‫( ﻛ ﺸ ﻴ ﺸ ﺎن‬f.i. keşîş'in c .): papazlar, kakeçende : mihnet ‫ ؟‬eken. 2. mütahammil, rabaçlar; kilise papazları, (bkz : ruhbân). dayanan. l c e ş f - ( a . i . c . :keşfiyyât) :1. a‫ ؟‬ma,meydana k eçîş-ân e ‫ش اﻻ‬.‫( ﻛﺶ‬f.zf.): keşişe, papaza yakışır surette, papaz gibi. ‫ ؟‬ikarma. 2. gizli bir şeyi bulma. 3. bir sırrı öğrenme. 4. bir şeyin olacağını önceden k eşîş-h ân e ‫ ﻻ‬(f.b.i.): manast-ır, kilise, anlama. 5. Allala tarafından İlhâm olunma. keşk ‫( ﻛ ﺸ ﻠ ﻒ‬a.i.): 1. keşkek, unla berâber dö6. bir yapı İ‫ ؟‬in harcanacak paranın aşağı vülmüş et ve buğdaydan yapılan ve ortayukarı hesaplanması. 7. [ask. düşmanın Sina kızdırılmış yağ dökülen bir yemek. durumunu anlamak iizere gönderilen erle2. yogurt kurusu, keş, kurut, re "keşif kolu" deııiliı']. k eşk ü l ‫( ﻛ ﺸ ﻜ ﻮ ل‬f.i.): 1. keşkül, [eskiden] derk e ş f -ik e r â m e t : kerametlerin bilinmesi, viçlerin veyâ dilencilerin kullandığı. Hink e şf-i n ik a b : bir şeyin yüzündeki perdeyi distan cevizi kabuğundan veyâ abanozdan kaldırma, gizli yönünü öğrenme, yapılmış dilenci ‫ ؟‬anağı. 2. üstü, dövülmüş k e şf-i r â z : bir sırrı öğrenme, flndık, fıstık ve rendelenmiş Hindistan cevizi gibi şeylerle süslenmiş olan bir ‫ ؟‬eşit süt k eşf-i u y û b : ayıplaı-ın ortaya ‫ ؟‬ıkması. tatlısı, keşkül-i fukarâ. keşfi, k e ş fim e ‫ص ؛‬ (a.s.) : keşfe men-

‫ﻛ ﺶ‬-

-keş

(f.s .c . : keşân):

sup, keşifle ilgili. 588

k eşk û l-i fu k arâ.

(bkz : keşkül).

kevâîb-i “"fiil" keş-m e-k eş

‫( ﻛ ﺸ ﻤ ﻜ ﺶ‬f.b.i.): 1. çekişme, kavga‫؛‬

mücâdele. 2. kararsızlık, keşnî ‫ض‬ (f.i.): orman; koruluk, k e ş ş â f j u r .(a.s. keşfden ): 1. ‫ ؟‬ok keşfeden, edici, gizli bir şeyi meydana ‫ ؟‬ikaran. 2 . sırİarı ‫ ؟‬özen. 3. i. [eskiden] keşifkolu. 4. i. [eskiden] izci. 5. meşhur bir tefsir, keştî ‫ص‬ (f.i.): gemi, (bkz : sefine), k eştî-i g am (gam gemisi): [bu] dünyâ, k eştî-i N û h :

Hz. Nûh'un tufandan kurtulmak üzere yaptığı ve İ‫ ؟‬ine her canlıdan birer ‫ ؟‬ift aldığı gemi.

(hoşnutluk gemisi): tasavvufta kişinin herşeyi hoşgörür haldekilere İcatılma hâli.

k e ştî-i r ız â

‫( ص ﺑﺎد؛ا‬f.b.s.): kayık biçiminde olan bardak, kadeh.

k eştî-bâd e

‫ن‬(f.b.i.) : gemici, gemi süvârisi, kaptan, (bkz : nâhudâ, rubbân). k e ştî-b â n î ‫ﻧﻰ‬(f.b.i.): gemicilik, kaptanlık. k e ştî-b â n

k e ştî-gâh

‫( ﻛ ﺸ ﻜ ﺎ ه‬f.b.i.) : gemilerin barındığı

yer, liman.

‫( ﻛ ﺸ ﻰ‬f.b.i.): 1. gemi reisi. 2 . m ec. İçici, İçkici. (bkz : ayyâş). k e ş t î- n iş în ^ ‫ﺷﻨﻰ‬١‫( ك‬f.b.s.c.: keştî—nişînân): gemide otul'an, gemide bulunan, k e ştî-n işîn â n ‫ ان‬٠٠‫ ذش‬j j S (f.b.s. keştî-nişîn'in c .): gemide oturanlai', gemide bulunanlar, k e ş t î - s â z j l j j J S (f.b.s.) : gemi yapan, gemi tâmir eden, (bkz : keştî-ger).

k e ş tî-k e ş ^

‫ ر‬١‫ ﻛ ﺸ ﻰ ﺳﻮ‬٠ (f.b.s.): gemiye binmiş

veya bindirilmiş. k e ş tlş ik e s te

‫( ﻛ ﺸ ﻰ ﺷﻜ ﺴﺘﻪ‬f.b.s.): kazaya

uğ-

ramış gemi kalıntısı. k e şû fi^ e ‫( ﻛ ﺶ_وﻓﻴﻪ‬a.i.): OsmanlI devletinde Mısır valilerinin topladığı veı'gi. keşU fiyye m a i l : tar.

Mısır'da devlet göı'evinde bulunabilmek İ‫ ؟‬in vâlilere veı'ilen ve vâliler tarafından lıarçlık olarak padişahlara göndei'ilen para, lcetâib ‫( ﻛﺂ ﺋ ﺐ‬a.i. ketibe'nin c.): askerler, alaylal-, birlikler. ketb

‫( ﻛ ﺒ ﻪ‬a.i. kâtib'in c .): kâtipler.

keteb e-i a k lâ m

: kalem kâtipleri,

(a.fi.): 1. eskiden "onu, 0 şeyi yazdı” mânâsına, levhaların altına isimle birlikte yazılan bir tâbir,

ketebehu

‫ب‬

ketebehu S â m î :

Sâmi yazdı... gibi. 2. [eskiden] hattatlık icâzeti: falan kimse "ketebehu'' aidi... gibi.

‫( ص‬a.i.): kefiyye, Arapların -omuzlarını dahi örtmek iizere- başlarına sardıkİarı örtü. ketib e 111.11. ‫ه‬.;( (a.i.c.: ketâib): asker, alay, birlik. k e tfiy y e

‫( ﻛ ﺒ ﺠ ﻪ ^ و ر‬a.f.b.s.): asker yetiştiren, askeri koruyan ve seven. P â d işâh -1 k e tib e -p e r v e r : askeri himâye eden, koruyan, asker yetiştiren pâdişâh. k etif, k itf, k e te f ‫ ﻛ ﻌ ﻒ‬، ‫ ﻛﺘ ﻒ‬، ‫ ﻛ ﺘ ﻒ‬-(a.i. c . : ek tâf): 1. omuz. 2. anat. omuz küreği, kürek kemiği, fr. om oplate. k etm ‫( ﻛﺘ ﻢ‬a.i.) : 1. bir sözü, bir haberi, bir sırrı saklama, gizli tutma. k e tib e -p e rv e r

a d e m : Allah'ın ruh ve cisim âlemlerini yaratmayı istediği zaman bütün mahlûkların ilki olan cevher-i ahzar'ın çıktığı yer.

k e tm -i

keştî-ger ‫د‬ (f.b.s.): gemi yapan, gemi tâmir eden [kimse].

k e ştî-sü vâ r

ketebe

‫ب‬٠‫( ﻛﺖ‬a.i.): yazma, (bkz: tahrir),

ketb ü ta h r ir e t m e k :

yazmak.

k e tm -i e s r â r :

sırları saklama. 2. gösterme-

me. k e tm -i n ü fû s

: kendini göstermeme,

‫( ﻛﺂ ن‬a.i.): bo t. keten, k e ttân i ‫( ﻛ ﺂ ﻧ ﻲ‬a.s.): ketene âit, ketenle *ilgili. k e ttân

[müen. "kettaniyye” ]. ‫( ﻛﺘﺎﻧﻴﻪ‬a.i.): bot. ketengiller,

k e ttân iy y e

‫( ﻛﺘﻮم‬a.s. ketm'den) : sil. saklayan, herşeyi saklayan, ağzı sıkı, k e tû m -â n e ‫( ﻛﺘﻮﻣﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.zf.) : ketûm kimseye, herşeyi saklayana, ağzı sıkı olaira yakışır sûrette. ketU m iyyet ‫( ﻛ ﺘ ﻮ ﺑ ﺖ‬a.i.): ketûmluk, ağız SIkılığı. k evâbis ‫( ﻛ ﻮ ا ﺑ ﺲ‬a.i. kebise'nin c.). (bkz: kebise). k e v â h il ‫( ﻛﻮ'ﻫﻞ‬a.i. kâhil'in c.). (bkz : kâhil). k evâib ‫( ﻛ ﻮ ا ﻋ ﺐ‬a.i. kâib'in c.): tomurcuk memeli kızlar, (bkz : nevâhid). k e tû m

k e v â ib -i e n c iim : astr.

yedigir, Büyükayı'yı meydana getiren yedi yıldız. 589

kevâkib

‫( ﻛ ﻮ ا ﻛ ﺐ‬a.i. kevkeb'in

c.) : yıldızlar, (bkz : nücûm). Cüm le-İ kevâlcib : takım-

kevâlcib

yıldız. kevâkib-i câriyye : astr. gezegen, kevâkib-i kutbiyye : astr. *dolaykutupsal,

kutba yakın yıldız. kevâkib-i muvalckata : astr. yeni doğmuş

bir yıldız sanılmışsa da gerçekte parlaklığı birdenbire artıp değişen yıldız, fr. Nova, kevâkib-i m uzâafiyye : ast. birbirinin *‫ ؟‬ekim *etkisinde bulunan ve böylece ortalc kiitle merkezi ‫ ؟‬evresinde dolanan yakm ilci yıldız, fr. étoile double, binaire, kevâkib-i m iitehaw ile : astr. parlaklığı zamana bağlı olaralc değişme gösteren yıldız, fr. étoile variable. kevâkib-i sâbite ‫ ؛‬astr. durağan yıldız, kevâkib-i s a h â b i^ e : astr. bulutsu yıldızlar, kevâkib-i ulviyye : astr. Mars, Jüpiter ve Sa-

türn gezegenleri. kevâkibü'1-fark : astr. a, p ve n cepheus yıl-

dizlari. kevâkibii'l-ham se : astr. beş büyük gezegen, kevâkibii's-seyyâre : astr. Güneş, A y ve beş

gezegen. kevâkib-şiüâs

‫( ﻛ ﻮا ﻛ ﺐ ﺷﺎ س‬a.f.b.i.) : astr. mü-

neccim. kevden kevkeb

‫( ﻛﻮدت‬f.s.) : ahmak, düşüncesiz, ‫( ﻛ ﻮ ﻛ ﺐ‬a.i.c. : lcevâkib) : yıldız, (blcz :

ahter, necm, sitâre). kevkeb-i derri : parlak yıldız. kevkebü'1-hadîd : demir parıltısı; demirin

kıvılcımı.

‫( ﻛﻮﻛﺒﺎن‬a.i.c.) : Güney Arabistan'da birka‫ ؟‬yer adi. kevlcebe .‫( ﻛ ﻮ ك‬a.i.) : 1. gökteki yıldız. 2. süvâri alayı. kevlcebe ‫( ﻛﻮك؛ه‬f.i.) : gösteriş, tantana. kevkebi ‫( ﻛ ﻮ ﻛ ﻰ‬a.s.) : yıldıza âit, yıldızla ilgili, lcevme ‫( ﻛ ﻮ ﻣ ﺪ‬a.i.) : fels. *katışmaç, lciime, fr.

kevkebân

agrégat.

‫( ي‬a.i.c. : ekvân) : 1. olma. 2. var olma, varlık, vücut. Âlem -i kevn ü fesâd : dünyâ, lcevn ii fesâd : olma ve bozulma, kevn ii mekân : varlık, lcâinat. kevneyn ‫( ﻛ ﻮ ﻧ ﻴ ﻦ‬a.i.c.) : 1. cismâni ve rûhânî âlem. 2. dünyâ ve âhiret. Seyyidü'1kevn

590

kevneyn (iki cihâmn U İ U 'S U , Efendisi) : Hz. Muhammed. kevni ‫( ﻛﻮﻧﻰ‬a.s.) : ^acunsal, kozmik, fr. cosmique. kevniyyât ‫ذﻻت‬/ (a.i.c.) : ^evrenbilim, kozmoloji, fr. cosmologie. kevniyye ‫( ا ب‬a.s.) : l“kevnî’’nin müen.l. (bkz : kevni). kevr ‫( ض‬a.i.) : 1. sarık sarma. 2. ‫ ؟‬okluk, bolluk. El-havrii ve'1-kevr : ‫ ؟‬okluktan sonra yokluk. kevsel ‫( ﻛﻮ ﺳﻞ‬a.i.) : geminin ki‫ ؟‬tarafi. kevser ‫( ﻛﻮﺛﺮ‬a.i.) : 1. maddi ve mânevi ‫ ؟‬okluk‫؛‬ kalabalık nesil. 2. Cennet'te bir havuzun adi. 3. Kur'ân-ı Kerim'in 108 inci sûresi. Â b -I kevser : kevser suyu. Şerâb-1 kevser : kevser şarâbı. 4. İcadın adi. key ‫ا‬/ (f.zf.) : ne zaman, ne vakit. Tâ-be-key veyâ Tâ-key : ne zamana kadar. lcey ٠‫( ﻫ ﻢ‬f.i.c. : keyân) : büyük hükümdar, pâdişâh, eski Acem şahlarından ikinci tabakada bulunanların adlarının başına getirilirdi. Key-husrev, Key-kubâd, Keykâvûs... gibi, key cem il : ‫ ؟‬ok güzel. keyân ‫( ﻛ ﻴ ﺎ ن‬f.i. key'in c.) : keyler, büyük hukümdarlar, şahlar. keyânî ‫ ﻳ ﺪ ى‬٠(fs.) : key'e, büyük hükümdâra mahsus, onunla ilgili. keyâniyân ‫( ﻛﻴﺎ ﻧﻴﺎف‬f.i.c.) : Key'lerin soyundan olanlar, eski Iran şahları, Irân'ın Ahemenitler âilesi. keyd ‫ د‬٠‫( ك‬a.i.) : hile, oyun, dalavere, dolap. keyf ‫( ﻛ ﻴ ﻒ‬a.i.) : 1. sağlık, afiyet. 2 ٠hoşlanma, memnunluk. 3. gönül açıklığı. 4. neş'e; hafif sarhoşluk. 5. arzu, heves, istek. 6. miza‫ ؟‬, tabiat. keyfe ‫ ﻛﻴ ﻒ‬-(a.zf.) : h e r nasıl, (bkz : keyfe-mâ). keyfe-mâ ‫( ﻛﻴﻬﻤﺎ‬a.zf) : h e r nasıl, (blcz : keyfe). keyfe-mâ-yeşâ' ‫ ا ث ﺀ‬٠‫( ﻛﻴﻎ‬a.zf.) : nasıl isterse, istediği gibi. keyfe-me'ttefak ‫( ﻛ ﻴ ﻐ ﻤ ﺎ ص‬a.zf.) : nasıl rastgelirse, hangisi olursa. keyfer ‫( ﻛ ﻴ ﻐ ﺮ‬f.i.) : 1. karşılık. 2. mükâfat veyâ mücâzât. keyfi, keyfiyye ‫ ﻛﻴﻔﻴﻪ‬، ‫( ﻛﻴﻐﻰ‬a.s.) : keyfe, arzuya, İsteğe bağlı; bir kanuna, bir usûle, bir düzene bağlı olmayan. İdâre-i k e y fic e :

kıble-nâme

keyfe göre edilen İdâre. Muamele-i keyfiyye : keyfe göre yapılan muâmele. keyfiyyât ‫( ﻛ ﻴ ﻔ ﻴ ﺎ ت‬a.i. keyfiyyet'in c.). (bkz : keyfiyyet). keyfiyyet ‫( ﻛﻴﻐﻴ ﺖ‬a.i.c.: keyfiyyât): 1. *nitelik. 2. bir ‫ ؟‬eyin iyi veyâ lcötü olması ciheti. 3. gr. bir ismin miizeklcer veyâ müennes olması hâli. 4. bir hâdisenin geçişi. 5. madde, husus, İş. 6. gr. cins. keyfiyyeten ‫( ﻛﻴﻐﻴﺔ‬a.zf.): keyfiyet, *nitelik baİcımından. keyfiyyet ve kem m iyyet: gr. erkeklik ve di‫ ؟‬ilik, müfretlik ve cemi'lik. keyhân ٠‫( ﺳﻤﻬﺎذ‬f.i.): Dünyâ. Key-husrev ‫( ﻛ ﻴ ﺨ ﺴ ﺮ و‬f.h.i.): Keykâvus'ıın torunu, s ٤yâvu‫' ؟‬un oğlu olan meşhur hükümdar. Keykâviis ‫( ﻛ ﻴ ﻜ ﺎ و س‬f.h.i.): 1. Keyâniyân'ın ikinci pâdişâhı olup Keykııbâd'ın torunu ve halefidir. 2. i. astr. semânm kuzey yarim küresinde bulunan ve Küçükayı ile Kuğu burçları arasında Tanin burcunun dirseği hizâsmda ü‫ ؟‬parlak yıldızdan müteşekkil bir bur‫ ؟‬, lât. Cepheus, fr. CCphCe. keyl ‫( ﻛﻴ ﻞ‬a.i.c.: ekyâl): 1. ölçme. 2. kile, tahıl, İıubûbat ölçüsü, ölçek, keylî ‫( ﻛﻴﻠ ﻰ‬a.s.): lcile ile ölçülen [şeyler], keynûnet ‫( ﻛﻴﻨﻮﻧ ﺖ‬a.i.): vâr olma, varlık, (bkz : sayrûret). keys ‫ ﻛ ﺲ‬٠(a.i.): zekâ, anlayış, kavrayı‫ ؟‬. keysiyye ‫( ﻛ ﻴ ﺐ‬a.i.) :zool.(bkz :kisiyye). keyvân ‫( ﻛﻨﺒ ﻮا ن‬f.i.): astr. Zuhal (Satürn) gezegeni, fr. Saturne. keyvâni, keyvâniyye ‫ ﻛ ﻴ ﻮا ﻧ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻛ ﻴ ﻮ ا ﻧ ﻰ‬f. s.) : keyvâna âit, keyvan ile ilgili, keyy ‫( ﻛﻰ‬a.i.) : dağlama [yarayı], keyyâl ‫( ﻛ ﻴ ﺎ ل‬a.s.): kileci, lcile ile ölçen [kimse]. keyyâliyye ‫( ﻛﻴﺎ ﻟﻴﻪ‬a.i.) : 1. lcilecinin aldığı ücret. 2. tas. [büyük k ile] sofiyenin büyiilclerinden Ahmedü'r-Rufâî tarafından kurulmuş olan Rufâî' tarikatı lcollarından birinin adi. (kurucusu : Keyyâlü'r-Rufâî adıyla meşhur Şeyh Ismâil Keyyâli'dir). keyyis ‫( ﻛﻴ ﺲ‬a.s.): 1. kiyâsetli, akıllı, anlayışlı, kavrayışlı. 2. ince, zarif, [miien. : "keyyise”]. kezâ ‫( ﻛ ﺬ ا‬a.e.): böyle, böylece; bu da öyle.

kezâbir ‫( ﻛﺬاﺑ ﺮ‬a.i. küzbere'nin c .): asmacıklar. ke-zâlik ‫( ﻛ ﺬ ا ﻟ ﻚ‬a.e.) : kezâ٠bu; bu da öyle, kezâz, kezâzet ‫ ﻛ ﻈﺎ ﻇ ﺖ‬، ‫( ﻛ ﻈﺎ ظ‬a.i.): hek. soluk alamayacak derecede mide dolgunluğu, kezim ‫ﻛ ﻴ ﻢ‬ nen.

(a.s.): kızgınlığını, öfkesini ye-

lcezm ‫ا‬٠‫( ﻛ ﻆ‬a.i.) : kızgınlığı, öflceyi yenme, kezûb ‫( ﻛﺬ و ب‬a.s.) ‫ ؛‬pek yalancı, ‫ ؟‬olc yalan söyleyen. kezzâb ‫( ﻛ ﺬا ب‬a.s. kizb'den): 1. ‫ ؟‬ok yalan söyleyen, pek yalancı. kezzâb-ı bî-hicâb: utanmaz yalancı. 2. i. kim. asit nitrik (HNO3). kıbâb ‫(' ﻗ ﺎ ب‬a.i. kubbe'nin c .): tepesi yarim küre ‫ ؟‬eklinde olan binâ damları. Niih kıbâb (dokuz kubbe): gökyüzü, (bkz : kubeb). kıbâbü'l-aktâb (kutupların Mevlânâ'nın türbesi.

kubbeleri):

kıbâh ‫( ﻗ ﺎ ح‬a.s. kabih'in c .): kabihler, ‫ ؟‬irkinler. kıbâl ‫( ﻗ ﺴ ﺎ ل‬a.i.): 1. kar‫ ؟‬ıla‫ ؟‬tıı٠ma [bir yazıyı-]. 2. hareket, davranış ‫ ؟‬ekli, kıbâle ‫( ﻗ ﺒ ﺎ ﻟ ﻪ‬a.i.): ebelik, ‫ ؟‬ocuk doğurtma san'atı. kıbel ‫( ق— ل‬a.i.): taraf, yan, yön. (bkz : cânib, cihet). M in-kıbeli'r-Rahm ân: Allalı tarafından. (bkz: min-tarafillâh). kıbel-i ‫ ؟‬er'-i ‫ ؟‬eriften : ‫ ؟‬eriat tarafından, kıble ‫( ﻗﺒﻠﻪ‬a.i.): 1. namaza başlarken yönelinen taraf; Mekke tarah. kıble-i âlem (dünyânın kıblesi): ‫ ؟‬ark (doğu) hükümdarları hakkında kullanılan bir deyim. kıble-i hâcet (hâcet kıblesi): bir arzunun gerçekleşmesi İ‫ ؟‬in başvurulan makam. kıble-i İs lâ m : Müslümanların namazda yüzünü döneceği, yöneleceği yer. 2. (bize nazaren) cenup tarafı (güney). 3. güneyden esen rüzgâr. 4. darlıkta başvurulan kapı. kıbletü'l-hâcât: hacetlerin husûlü niyâziyle yönelinen makam. kıble-gâh ‫( ﻗ ﺒ ﻠ ﻪ ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.): kıblenin bulunduğu semt. kıble-nâme ‫( ﻗﺒﻠﻪ ﻧ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): “kıbleyi yazan, gösteren” : pusula. 591

kıble-nümâ

kıble-nümâ ‫( ﻗﺒﻠﻪ ﻧ ﻤ ﺎ‬a.f.b.i.): kıbleyi, cenûbu (güneyi) gösteren âlet, pusula, kıble-rû ‫( ﻗﻠ ﻪ رو‬a.f.b.s.): yüzünü kıbleye doğru çevirmi‫ ؟‬, kıbleye yönelmi‫ ؟‬kimse, kıbletân ‫( ﻗﺒﻠﺘﺎف‬a.i.c.). (bkz : kıbleteyn). kıbleteyn ‫( ﻗ ﺒ ﻠ ﺘ ﻴ ﻦ‬a.i.c.): "iki kıble”: Beyt-İ Muazzam ile Kudüs'teki Beyt-İ Makdis. Mescid-i zû-kıbleteyn : iki kıbleli mescit. Zû-kıbleteyn: iki kıbleli. kıblî ‫( ﻗ ﻠ ﻰ‬a.s.): 1. güneye âit, güneyle ilgili. 2. i. güneyli. kıbt ‫( ﻗ ﻂ‬a.i.): Mısır'ın eski, yerli halkı, kıbtî ‫( ﻗ ﻄ ﻰ‬a.i.c.: kabâtî): 1. kıbt soyundan, çingene, (bkz: kıbtiyân). 2.S. çingene ile ilgili. kıbtiyân ‫( ﻗ ﺒ ﻄ ﻴﺎ ن‬a.i. kıbtî'nin c .): çingeneler, (bkz: kabâtî.). kıbtiyye ‫( ﻗ ﻄ ﻪ‬a.s.): ["kıbtî'nin müen.J. (bkz : kıbtî). kıdâh ‫( ﻗ ﺪ ا ح‬a.i. kadelr'in c .): kadelaler. (bkz : akdâh). kıdem ‫( ﻗ ﺪ م‬a.i.) : 1. kadim olma, eskilde, bir İ‫ ؟‬te eskilik. 2. zamanca, me'mûriyetçe, rütbece eskilik. 3. başlangıcı olmayacak kadar eskilik, ["kıdem", Allah'ın asli sıfatlarındandır]. kıdem-i âlem : dünyânın eskiliği, kıdem-i zam ân î: zaman bakımından eskilik. kıdem-i z â tî: (birinin) rütbe bakımından eskiliği. kıdem tazm în âtı: belirli müddet bir yerde çalıştıktan sonı'a içinden ayrılan kimseye verilen .para, İkrâıniye. kıdemen ‫( ﻗﺪﻣﺎ‬a.zf.): kıdemce, kıdem yoluyla, eskilikçe. kıdemî ‫( ﻗﺪﻣﻰ‬a.s.): eskilikle ilgili olan [rütbe veme'mûriyette]. kıdemiyye ‫( ﻗ ﺪ ﺑ ﻪ‬a.i.) : ["kıdemî” ninmüen.]. (bkz :kıdemî). kıdr, kıdre ‫ ﻗﺪره‬، ‫( ﻗﺪر‬a.i.c.: kudûr): çömlek, kıdve ‫( ﻗ ﺪ و ه‬a.i.) : 1. kendisine uyup ardından gidilecek kimse. 2. bir sınıfın veyâ topluluğun başında olan kimse, lcıdvet (bkz: kıdve). kıdvetü 'l-ârifîn: bilgililerin en bilgisi olan [kimse]. 592

kıdvetü'l-ebrâr : dindarların ve iyi kimselerin en büyüğü. kıdvetü'l-hükemâ: hikmet erbâbının tâbî olup boyun eğdikleri kimse, kıdvetü'l-ulem â: âlimlerin tâbî olup boyun eğdikleri kimse. kıdvetü'l-ümerâ: emirlerin, beylerin tâbî olup boyun eğdikleri kimse, [kelime: ''kadve” ve “kudve” ‫ ؟‬eklinde de kullanılır], kıfâr ‫( ﻗﻔﺎر‬a.i. kafr'ın c .): çöller, susuz yerler, k ıh f ‫( ﻗﺤ ﻒ‬a.i.c.: akhâf, kuhûf) ‫ ؛‬hek. beynin, İçinde bulunduğu kafa kemiği, kafatası, k ıh fî ‫ص‬ (a.s.): kıhıfa, kafatasına âit, kafatası ile ilgili. kihfiyyât ‫( ﻗ ﺤ ﻔ ﻴ ﺎ ت‬a.i.c.): kafatası kemiğinin ‫ ؟‬ekil bakımından akli meleke (.yeti) lerin belirtisi olduğunu ileri süren görü‫ ؟‬, kils ‫( ﻗﻼع‬a.i. kal'a'nın c.): kaleleı-, surlar, kılâ-ı erb aa: "dört kale" [eskiden] An'adolu ve Rumeli Kavaklarıyla Yû‫ ؟‬â ve Telli Tabya hakkında kullanılan bir tâbir, kılâ-ı hâkanî (“ka” uzun okunur): hâkan kaleleri. kıla-ı metine : sağlam kaleler, kılâ-ı rasine : sağlam kaleler, kılâa ‫( ﻗﻼﻋﻪ‬a.i.): yelken, kılâde ‫( ﻗﻼده‬a.i.c. : kalâid): gerdanlık; akarsu, kılâfet ‫( ﻗﻼﻓ ﺖ‬a.i.): kalafat, gemi kalafatlama, gemi ziftleme usul ve san'atı. kıllet ‫( ﻗﻠ ﺖ‬a.i.): 1. azlık, [zıddı: kesret]. 2. kıtilk. (bkz: nedret). Cem'-i k ılle t: a. gr. türlü vezinlei.de cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı malrsus olanlaı'ı. kıllet-i nukud ("ka" uzun okunur): para darlığı. kım âr ‫( ﻗ ﻤ ﺎ ر‬a.i.). (bkz : kumâr, meysir). [kelimenin asil “kımâr" olduğu halde, ''kumar" yaygındır]. kımâr-bâz ‫( ﻗﺎرﺑﺎز‬a.f.b.i.). (bkz : kumâr-bâz). [kelimenin asil "kımâr-bâz” olduğu halde "kumâr-bâz” yaygındıı']. kımâr-hâne ‫( ﻗ ﻤ ﺎ ر ص ﺀ‬a.f.b.i.).(bkz : kumârlıâne). [kelimenin asil "kımâr-hâne” olduğu halde, "kumar-hâne” yaygındıı']. k ı m â t ^ (a.i.): sargı, örtü; sarılacak bez.

kısâr

‫( ﻗ ﻤ ﻪ‬a.i.) : 1. bot. köm e‫ ؟‬, fr. capitule. 2. bot. deste şeklinde olan ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek; tepe [‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek vaziyetinde].

k ım m e

k ım m e tü 'r -r e 's : anat. k ın â'

bregma.

‫( ﻗﻴﺎ ع‬a.i.): örtü; başörtüsü; yaşmak; pe‫ ؟‬e.

(bkz: nikab). kındîl ‫( ﻗﻔﺪﻳﻞ‬a.i.c.: kanâdil). (bkz : kandil), k m n â re

‫( ﻗﺘﺎره‬a.i.): kanara, mezbaha.

(nahs-i kırân ): astr. Mars (Merîh) ile Satürn (Zuhal) ün ayni burçta birbirine yaklaşması, [kutsuzluk İşâreti sayılır).

k ır â n -ı n a h se y n

(sa'd-i k ırân ): Venüs (Zühre) ile [üpiter (Müşteri) in ayni burçta birbirine yaklaşması, [kutluluk İşâreti sayılır]. S â h ib -k ır â n : ‫ ؟‬ok tâlihli, ‫ ؟‬ok kuvvetli hükümdar.

k ır â n -ı sa'd eyn

k ın n e b ^ ( a .i.) :k m n a p ,in c e sicim,

k ır â n â t

‫( ﻗﻨﻄﺎر‬a.i.c.: kanâtir). (bkz: kantâr). Icirâat ‫( ﻗ ﺮ ا ﺋ ﺖ‬a.i.) : 1. okuma; devamlı ve düz-

k ır â t

k ın tâ r

gün okuma, (bkz: hânden). (İlm -i k ı r â a t : Kur'ân'ın usûl ve kaidesine göre okunması, : Kur'ân-1 Kerim'in yedi türlü okunuş tarzı, (bkz : rivâyet-i aşere).

k ırâ a t-i seb’a

: bu yedi tarz arasında yaygm olam. B e d ii k ı r â a t : ed. mantıki kıraat şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirme, şiddet makamında yükseltme, -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzûu ses ve İşâretle canlandırma. M a n tık i k ı r â a t : ed. acele etmeyerek, fakat yazı işâretlerine dikkat ederek, yânî virgüllerde biraz, noktalı virgüllel'de biraz daha durmak, şaşma ve sualleri anlatmak, konuşmalarda konuşanların sözlerini ayırmak sûretiyle okuma. M ih a n ik i k ı r â a t : kelimeleri, terkipleri dogı'u telâffuz etmekle berâbel', ezbel' deı'si dinletircesine ve makine gibi saldır saldır okuma. 2. namazın ı'ükünlerinden olmak üzere Kur'an'dan muayyen parçalan okuma farizası,

k ırâ a t-i  s î m

k ırâ a t ü k it â b e t :

okuma ve yazma,

‫( ﻗﺮاﻻت‬a.i. kırâat'in c .): (bkz : kırâat). k ırâ a t-h â n e ‫( ﻗ ﺮاﺋﺘ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): İçinde gazete, k ırâ â t

mecmua bulunan büyük kahvehane, k ırâ b

‫( ﻗ ﺮ ا ب‬a.i.): kılı‫ ؟‬ve bıçak kını, ‫( ﻗﺮا ﻟﻴ ﺖ‬a.i.): kııallık. [yanlış ve uy-

k ir â liy y e t

durma bir kelime olmakla berâber kullanılmış ve kullanılmaktadır].

‫( ﻗﺮان‬f.i.): 1848 den 1927 ye kadar İran'da kullanılan bir gümüş para. [1 1/4 dolar degerinde olup 10 kıı'an 1 tornan ederdi],

k ır â n

‫( ﻗﺮان‬a.i.c.: kırânât): 1. yakınlık, (bkz : mukarenet). 2. iki şeyin birleşmesi. 3. astr. seyyâre (*gezegen) lerden ikisinin bir bur‫ ؟‬ta birleşmesi.

k ır â n

‫( ﻗﺮاﻧﺎت‬a.i. kırân'ın c .): yakınlıklar, yakınlaşmalar, birleşmeler, biraraya gelmeler, ‫( ﻗﺮاط‬a.i.). (bkz : kîrât).

‫( ﻗﺮﺑﻪ‬a.i.c.: kurubât): 1. [evvelce] sakalarm kullandığı, ince köseleden veyâ deriden yapılmış su kabı, saka tulumu. 2. hek. 0‫ ؟‬cuklarda karin şişmesi.

k ır b a

k ır b â v iy y ü 'ş -ş e k l: zo o l.

*tulumlular, fr. as-

cons. k ır d

‫( ﻗ ﺮ د‬a.i.c.: akrâd, kırede, kurûd): may-

mun.

‫( ﻗﺮده‬a.i. kırd'ın c . ) : zool. primatlar, bütün maymun ‫ ؟‬eşitlerini, ve bâzı âlimlerin sınıflamasına göre, insanları da İ‫ ؟‬ine alan memeliler takımı.

k ıre d e

‫( ﻗ ﺮ ﺳ ﺰ‬a.i.): kırmız böceğinden ‫ ؟‬ıkarılan parlak ve al boya.

k ır m ız

‫( ﻗﺮﻃﺎس‬a.i.c.: karâtis): 1. kâğıt, kâğıt tabakası, sahife. 2. kâğıtçı,

k ır tâ s

‫ ﻗﺮﻃﺎ ﺑ ﻪ‬، ‫( ﻗ ﺮ ﻃﺎ ﺳ ﻰ‬a. s.): âit, kâğıt ile ilgili. M a sâ r if-İ k ı r t â s iy y e : kırtâsiye, kâğıt ve yazı İşleri masrafları, *giderlel'i.

k ırtâ s î, k ı r t â s i ^ e

kâğıda

‫( ز ﻷ ب‬a.i.): kâğıtla yapılan muâmeleler; kâğıt İşleri,

k ırtâ s iy y e

‫( ﻗﻴ ﺮ وا ن‬a.i.): 1. keı٠vaıı, kafile, (bkz: kârbân). 2. dünyânın tarafları, doğu ve bati.

k ır v â n

‫( ﻗ ﺮ ز ا م‬a.i.): kaldırım şâiri; sa‫ ؟‬ma sapan söz söyleyen, (bkz: heı'ze-gû, jâj-hâ, tirzîk-gû).

k ır z â m

k ıs

j J

(a.f.): kıyas et!, bununla Öİ‫ ! ؟‬V e İtıs bunun üzerine kıyas et! V e kıs a le y h i'1-b e v â k î : arta kalanlarım, diğerlerini de buna kıyas et! a lâ -h â z â :

kısâr ‫( ﻗ ﻤ ﺎ ر‬a.s. kasir'in c .): 1. kısalar, boyu küçükler. 2. Kur'ân-1 Kerim'in az âyetli sûreleri, (bkz: tıvâl). 593

kisâret k isâ re t

‫( ﻗ ﻤﺎ ر ت‬a.i.): 1. leke çıkarma sanatı, le-

kecilik. 2. çırpıcılık, temizleyicilik, (a.i. kıssa'nın c.) ‫ ؛‬fıkralar, hikâyeler; rivâyetler. k ıs a s -ı e n b iy â ' : peygamberlerin târihi, lcısâs ‫( ﺻﺎ ص‬a.i.): h u k. öldüreni öldürme, yaralayam yaralama cezâsı. k ı s â s f i'l- e t r â f :h u k . [eskiden] kesilmiş veyâ yaralanmış bir uzuv (organ) mukabilinde, yaralıyanm ve kesenin mümâsil uzvunu yaralama veyâ kesme. İcısas f i'n - n e f s : h u k . [eskiden] katili, nefsi mukabilinde katletme. k ı s â s e n ^ ^ (a.zf.): kısas yoluyla, öldüreni öldürerek, yaralayanı yaralayarak, müsâvî şekilde cezalandırarak. k ısm ‫( ﻧ ﻢ‬a.i.c. ‫ ؛‬aksâm ): 1. bölük, parça, takim; çeşit, nevi. 2. fasıl, bahis [kitap hakkında]. k ıs m -ı a 'ş â r î : m at. mantis, fr. m an tisse, lcısm -ı tâ m m 1 ‫ )؛‬m at. (logaritmada) tam kisim, *belirtgen; 2) karakteristik, k ısm en L j (a.zf): bil- kısım, bir bölük, bir parça, bir takım olai'ak; bir bahis, bir fasıl olarak, (bkz: kısmî). lcısm et ‫( ﻓ ﻤ ﺖ‬a.i.): 1. bölme, pay etme, hisselere ayırma. 2. tâlih, nasip, kader. 3. h u k. şâyî olan liisseyi tâyin etme, belirtme. H â ric -İ k ısm e t (bölıhe işleminden sonra arta kalan sayı): m at. *bölüm, k ısm e t-i âd ile : eşit olarak yapılan ayırım, k ısm e t-i a s k e r iy y e : kassamlık, kassam dâiresi. k ısm e t-i c e m ' : fık . türlü ve müşterek şeylerin kısımlara bölünerek her birinde şâyî olan liisselerin birer kısmında cemi, [üç kişi arasında müşterek olan otuz koyunu onai' onai' üçe bölmek gibi], k ısm e t-i fe rt veyâ k ısm e t-i t e f r i k : fık . müşterek bir nesnenin bölünüp, her cüzünde şâyi olan hisselerin birer kısmını belirten kısmet, [bir arsanın ikiye taksimi gibi], k ısm e t-i f u z û l î : fık . yapılması sözle veyâ fiil ile icâzete vakfedilen kısmet, [bir kimsenin, müşterek bir mail, sahiplerinin izin, söz ve fiil icâzetiyle taksim etmesi gibi], k ısm e t-i k a z â : fık . müşterek bir mülke sâhip olanlardan bâzılarının istegi üzerine k ısas ‫ﻗﻤ ﺺ‬

594

hâkimin (yargıç) cebren ve hükmen yaptığı taksim, kısmet. kısnıet-i rızâ : fık. hepsi âkıl ve bâliğ olmuş bulunan vârislerin (mirasçıların), müşterek mülk sahiplerinin rızâlarıyla yapılan kısmet olup kendi arzularıyla aralarında veyâ hepsinin muvâfakatiyla hâkim (yargı‫ ) ؟‬tarafından taksim edilir, kismet-i tefrik : her cüzünde şâyî olan hisselerin ?uyûunıın izâlesi sûretiyle ayrılması, kismet-i tereke : huk. terekeye âit olan hakİarı, sahiplerine ulaştırma, kısm î ‫ى‬٠‫( ف‬a.s.) : bir kısım, bir kısmına mahsus, bir bölük, bir parça, (bkz : kısmen), kısm î intihâb : ara seçimi, kıssa ‫( ﻗ ﺐ‬a.i.c. : kısas) : 1. fıkra, hikâye, rivâyet. 2. vak'a, mâcerâ. El-kissa : hâsılı, sözün kısası, kıssa' ‫( ﻗﻔﺎﺀ‬a.i.) : hıyar. kıssâü'l-himâr ‫( ﻗﺎﺀاﻟﺤﻤﺎر‬a.it.) : bot. eşek hıyari, fr. eiater. kıssa-gû ‫( ﻗ ﻤ ﻪ ﺳﻤﻮ‬a.f.b.i.) : hikâye, masal söyleyen. kıssa-güzâr ‫ر‬١‫ى‬ ‫( ﻗ ﺼ ﻪ‬a.fb.i.): kıssa, masal, hikâye söyleyen kimse, (bkz : kıssa-hân). kıssa-hân ‫( ﻗ ﺐ ﺧ ﻮ ا ن‬a.fb.i.) : kıssa, hikâye, masal söyleyen kimse, (bkz : kassâs, kıssagüzâr). kissâiyye ‫( ﻫﺜﺎﺋﻪ‬a.i.) : bot. kabakgiller, kissa-perdâz ‫ ه رداز‬٠‫( ﻗﻪ‬a.f.b.i.) : kıssa, hikâye düzeıı kimse, masalcı. kıssîs ‫س‬٠‫( ﻓ ﻲ‬a.i.c. : kasâvise) : keşiş, papaz, (bkz : râlıib). kist ■ U (a.i.) : 1. hisse, pay, nasip. 2. tarti, ÖİÇÜ ve bölüşmelerde doğru İş görme. 3. parça parça ödenen bir boı٠ç ve sâirenin her defâda verilen kısmı, taksit, kıste'l-yevm : ı) çalışılmayan günler İçin kesilen para; 2) bir aylık maaşın bir güne İsâbet eden kısmı. kist mevâcibi : hisseye düşen paranın verilmesi, ücret. kist mevâcibleri : tar. üç aylık ulûfe. kıstâs j A J (a.i.) : 1. büyük terâzi. 2. ÖİÇÜ. (bkz : mizân). 3. fels. kriteriyum. fr. critérium.

(a.i.c.) : iki kist, iki hisse, pay; iki ÖİÇÜ, iki parça.

kisteyn J .b- J

kıyam lillah

kısteyn m evâcibi: iki kist ulûfe. k ı‫ ؟‬r ^ ( a . i . c . :ku‫ ؟‬ûr)ı. kabuk. k ı‫ ؟‬r-ı arz : Jeol. yer lcabıığu. 2. tahıl; yemi‫؟‬ kabuğu. k ı‫ ؟‬r-ı bâdem : bot. bâdem kabuğu. k ı‫ ؟‬r-ı s â n î: bot. içkabuk. k ı‫ ؟‬r-ı s in : anat. dişin kökünü lcaplayan İÇİsim, seman. k ı‫ ؟‬r-ı ‫ ؟‬ecer : bot. ağa‫ ؟‬kabuğu. k ı‫ ؟‬r-ı t â lî: bot. *ikincil kabuk, kıçrî, k ıç r i^ e ‫ ﻗﺸﺮﻳﻪ‬، ‫( ﻗﺸﺮى‬a.s.): kı‫ ؟‬ra, kabuğa mensup, lcabulcla ilgili. Hayvânât-1 k i‫ ؟‬riy y e : zool. *kabuklular, yenge‫ ؟‬, İstakoz gibi kabuğu olan hayvanlar. k ı‫ ؟‬riyye-i âliye : zool. yüksek kabuklular, fr. malacostracees. kıt'a ‫( ﻗﻄﻌﻪ‬a.i.c.: kıtaât): 1. par‫ ؟‬a, bölük, cüz. kıt'a-i arz : yeryüzü parçaları, kıt'a-i cesîme : büyük paı٠‫ ؟‬a. kıt'a-i d â ire : geo. dâii'e parçası, daire kesmesi. kıt'a-i h a rk a fi^ e : anat. kalça kemiği, kıt'a-i kebîre : ed. iki beyitten fazla olan kıt'a. 5. bir satir sülüs ve altında yazılan birka‫؟‬ satir nesiliten meydana gelen yazı parçası, kıt'a-i kiire : geo. küre kesmesi, kıt'a-i m uhayyel: tasarlanmış kıt'a. 3. askerî birlik. 4. ed. en az iki beyitten meydana gelen, gazel tarzında kafiyelenen, ancak ilk beytinin mısraları birbiriyle kafiyeli olmayan nazım şekli. kıt'a-i münkasime : *bölüt, fr. segment. kıt'a-i m üstakim e: mat. doğru paı-‫ ؟‬ası. 2. arâzî, memleket iillce. kıt'a kıt'a : parça parça, bölülc bölülc. kıtâ' ‫( ﻗ ﻄ ﺎ ع‬a.i.): 1. kat'etme, lcesme. 2. geo. dâireden bil' kıt'a, bir parça, bil' lcesme, fr. segment. kitâ'-ı d â ire : geo. dâire parçası, dâire lcesmesi. kıtaât ‫( ﻗ ﻄ ﻌ ﺎ ت‬a.i. kıt'a'nın c .): 1. parçalar, bölükler, cüzler. 2. memleketler, ülkeler. 3 ٠askeri birlikler. 4. büyük kara parçaları, kıtaât-ı hamse-i ma'lûme: bilinen be‫ ؟‬kıt'a. kıtâl ‫( ﻗﺂ ل‬a.i. katl'den): vuruşma, birbirini Öİdürme; savaş, (bkz : mukatele). kıtâr ‫( ﻗﻄﺎر‬a.i.). (bkz: katâr).

kıtarü'l-feres: astr. bir takımyıldızın adi. Tay, fr. Petit Cheval. kıtm îr ‫( ﻗﻄﻤﻴﺮ‬a.i.): Eshâb-1 K ehfin köpeğinin adi. kıtt ‫( ﻗ ﻂ‬a.i.c.: kıtât): kedi, (bkz : gürbe, hirre, sinnevr). kıvâm ‫( ﻗﻮام‬a.i. kavim'in c.) : dikler, doğrular. kıvâm ‫( ﻗﻮام‬a.i.) : 1. duru‫ ؟‬, durma. 2. direk. kıvâm-1 dîn : dinin direği. 3. bir mâyi (Sıvı) nm koyuluk derecesi. 4. tav; ‫ ؟‬ağ. kıvâm ü'd-dîn: 1) dinin direği; 2) i. erkek adi. ["kıvamettin” ‫ ؟‬eklinde kullanılır]. İcıyâdet ‫( ﻗ ﺎ د ت‬a.i. kaide'den) : kumandanlık, kumanda, Somuta. kıyâfet ‫( ﻗ ﻴ ﺎ ﻓ ﺖ‬a.i.): 1. kılık; bir ‫ ؟‬eyin di‫ ؟‬görünü‫ ؟‬ü. 2. ‫ ؟‬ekil, heyet, sûret. 3. bir kimsenin giyindiklerinin bütünü. İlm-i k ıy â fe t: insanin yüzünden ve di‫ ؟‬görünüşünden, i‫؟‬ vasıflarına, i‫ ؟‬hayâtına dâiı' ahkâm ‫ ؟‬ikarma bilgisi. Tebdîl-İ k ıy âfe t: tanınmayacak kılığa girme. kıyâfet-ııâme ‫( ﻗﻴﺎﻓﺘﻨﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): kıyafetten hüküm ‫ ؟‬ikarma kitabi. [Bıırsa'lı büyük mutasavvıf İsmail Halckı'nm "Kıyâfet-nâme”si meşhurdur]. kıyâm ‫( ﻗ ﺎ م‬a.i.): 1. kalkma, ayağa kalkma, ayakta durma. 2. namazın iftitalr tekbîriyle rükû arasındaki ayakta dui'ma kısmı. 3. bili‫ ؟‬e kalkışma, başlama. 4. ayaklanma, (bkz : İsyân). 5. ölümden sonra dirilip ayağa kalkma, (bkz: ba'sü ba'de'l-mevt).Yevmü'lkıyâm : kıyâmet günü, (bkz : rûz-i kıyâm, 1.Û Z-İ mahşer). kıyâm ve İsyân : ayaklanma, kıyâm billah ‫( ﻗﺎ م ﺑ ﺎ ﻟ ﻠ ﻪ‬a.b.i.): tas. 1-üsumdan bilkülliye ferâgat ve seyr anillâh, billâh, fillâh sûretiyle mânevî menzillerin hepsini geçtikten sonra hâsıl olan belca billâh mertebesindeki istikamet. kıyâmet ‫( ﻗﺎ ﻣ ﺖ‬a.i.): 1. dünyânın sonu, bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacakları zaman. Kıyâm -1 k ıyâm et: İcıyâmet vakti, (blcz : rûz-i mah‫ ؟‬eı'). 2. büyük sıkıntı, belâ, gürültü, patırdı. lcıyâm lillah ‫( ﻗ ﺎ م غ‬a.b.i.): tas. gaflet uykusundan uyanılc olnaa ve seyr-i İlâllah'a gaflet hâlinden beri bulunma. 595

kıyâs

kıyâs ‫( ﻗ ﺎ س‬a.i.): 1. bir ‫ ؟‬eyi başka başka bir ‫ ؟‬eye benzeterek hüküm verme, bu yolda verilen hüküm, bir tutma. 2. karşılaştırma; ‫ ؛‬Ornekseme. 3. umûm kaideye uyma. 4. mant. ‫ ؛‬tasım. Alâ-gayri'l-kıyas : kıyâsa ve kaideye uygun olmamak üzere, kıyâsa m uhalefet: ed. (bkz: galat-1 tahakkümi). kıyâs-ı c e li: asıldaki illetin ferde vücûdu zâhir ve zihne mütebâdir olan kıyas, kıyâs-ı fâ s id : mant. mantığa uymazlık, paralojizm, fr. paralogisme. kıyâs-ı fu k a h â : fık. hakkında açıkça âyet veyâ hadis bulunmayan meselelere dâir, üzerine âyet ve hadis olan benzerlerine göre âlimler tarafından verilen hüküm, kıyâs-ı h a f i: sebebi gizli olan ve zihne birden gelmeyen kıyas. kıyâs-ı m atvi: mant. ‫ ؛‬Onertilerinden biri gizli veyâ söylenmemi‫ ؟‬olan ‫ ؛‬tasım, entimem, fr. enthymeme. kıyâs-ı mevsûlii'n-netâyic: mant. ‫ ؛‬Ontasım, fr. prosyUogisme. kıyâs-ı m ukassim : mant. ‫ ؛‬ikilem, fr. dilemme. kıyâs-ı m üdellel: mant. ‫ ؛‬kanıtlı karşılaştırma, epikerem, fr. epichereme. kıyâs-ı m iilh akk: mant. ‫ ؛‬astasım, fr. episyllogisme. kıyâs-ı m üselsel: mant. sorit. kıyâs-ı n e fs : kendine benzeterek İıükmetme. kıyâsât ‫( ﻗ ﺎ ﻣ ﺎ ت‬a.i. kıyâs'ın c .): 1. kıyaslar, (bkz : kıyâs). 2 ٠mant. ‫ ؛‬tasımlar, kıyâsât-ı m iiselsele: mant. ‫ ؛‬çoktasım, fr. polysyllogisme. kıyâseıı ‫ ا‬٠‫( ﻗ ﺎ‬a.zf.): 1. kıyas sûretiyle, yoluyla. 2. benzeterek, sanarak. 3. kaideye tatbik ederek. lcıyâsî, k ıy â s i^ e ‫ ﻗ ﺎ ﺑ ﻪ‬، ‫( ﻗ ﺎ ﺳ ﻰ‬a.s.c.: kıyâsiyyât): 1. umûmî kaideye uygun olan. 2. tatbik veyâ benzetme ile olan. kıyâsiyyât ‫( ﻗ ﺎ ﺑ ﺎ ت‬a.s.kıyâsî'ninc.) :1. umûmî kaideye uygun olanlar. 2. tatbik veyâ benzetme ile olanlar. kıyem ‫( ﻗ ﻢ‬a.i. kıymet'in c .): değerler. kıyemî ‫( ﻗ ﻤ ﻰ‬a.i.c.: kıyemiyyât) : az bulunan pahalı nesne. 596

kıyemiyyât ‫( ﻗ ﻤﻴﺎ ت‬a.i. kıyemî'nin c .): az bulunan pahalı nesneler, degeri olan ‫ ؟‬eyler, kıymet ‫( ﻗﻴﻤ ﺖ‬a.i.c.: kıyem ): 1. deger. 2. bedel, baha, tutar. 5. ‫ ؟‬eref, onur, itibar. Kaimen kıym et: fık. binâ ve ağaçların‫ ؟‬bulunduklan yerde durmak üzere kıymeti. Mebniyyen kıym et: fık. binâların bulundukları, durdukları yerdeki kıymeti. M aklûan kıym e t: fık. binâların ve ağaçların yıkıldıktan sonraki kıymeti. Zî-kıym et: kıymetli, değerli, (bkz: kıymet-dâr). kıymet-i adedime : mat. ‫ ؛‬sayımsal değer, kıymet-i a h l â k ic e : mânevi kıymetler, değerler. kıymet-i h a k ik ic e : hakiki, gerçek değer, kıymet-i i'tib âriyye: devletçe kabul edilen değer, fiat. kıymet-i ittihâdiyye : kim. birleşme değeri, kıymet-i izâfiyye : ‫ ؛‬özgül değer, kıymet-i m evzûa: satan tarafından konulan değer, fiat. kıymet-i m u tlaka: mat. mutlak değer, kıymet-i t a k r ib ic e : mat. ‫ ؛‬yaklaşık değer, kıymet-i vasatiyye : fiz. ortalama değer, kıymet-i z â t ic e : birinin kendi, öz değeri, kıymet nazariyyesi: mant. değer ‫ ؛‬kuramı, fr. axiologie. kıymet-agâh ‫( ﻗﻴﻤ ﺖ آﺀةاه‬a.f.b.s.): kıymet bilir, değer bilir. kıymet-dâr ‫( ﻗﻴﻤﺘﺪار‬a.f.b.s.) : kıymetli, değerli, pahalı, (bkz: zî-kıymet). kıymet-nâ-‫ ؟‬inâs ‫( ﻗ ﻤ ﺖ ﻧ ﺎ ﺷ ﺘ ﺎ س‬a.f.b.s.c.: kıymet-nâ-‫ ؟‬inâsân): kıymet bilmeyen, değer takdir edemeyen. kıymet-nâ-‫ ؟‬inâsân ‫( ﻗ ﻤ ﺖ ﻧﺎ ﺷﺘﺎ ﺳﺎ ن‬a.f. b.s. kıymet-nâşinâs'ın c.): kıymet bilnteyenler, değer takdir edemeyenler, kıym et-şiııâs ‫( ﻗ ﻤ ﺖ ﻷ س‬a.f.b.s.c. :kıymet‫ ؟‬inâsân): kıymet bilen, değer bilen, kıymet-şinâsân ‫( ﻗﻴﻤ ﺖ ﻓ ﺎ ﺳ ﺎ ن‬a.f.b.s. kıymetşinâs'ın c.): kıymet bilenler, değer bilenler, kıytas (a.i.): zool. ispermeçet balinası, kadırgabalığı. k ıy ta si^ e ‫( ﻗﻬﻠ ﺴﻴﻪ‬a.i.): zool. balinagiller. kıyye ‫( ﻗ ﻪ‬a.i.): okka, dört yüz dirhem, kıyye-i â ş â r i: kilo, bin gram olan ağırlık Öİçiisü.

kibrî.î kıyye-i atika (eski okka): okka, [eskiden]

dört yüz dirhem olan bir ağırlık ölçüsü. (1282 gramı karşılar). kıyye-i cedide (yeni okka): kilo, bin gram

olan ağırlık ölçüsü, (okkanm % 78 ini karşılar). [asli "ûkiyye” ve “vukye” dir]. kızbân ‫( ﺗ ﻀ ﺠﺎ ن‬a.i. kadib'in c .): 1. ince, düz fi-

danlar, dallar, ‫ ؟‬ubuklar. 2. erkeklik âletleri, ki

‫( ﻛﻪ‬f.e.): kelimelerin sonuna gelen “-ki” sonekinden ayrı olan bu edat bir ismi veyâ bir cümleyi arkadan gelen bir cümleye türlü ilgilerle bağlamakta kullanıldığı gibi, bâzen birtakım duyguları izah etmeye de yarar. 1. bir ismi veyâ zamiri bir cümleye bagladıgı vakit 0 ciimle, ismin sıfatı durumunda o lu r: b ir adam k i söz dinlemez.. (= söz dinlemeyen bir adam). 2. bilmek, anlamak gibi bir hâlin açığa ‫ ؟‬ıkışmı veyâ görmek, işitmek gibi bir duyuşu bildiren fiillerle kurulan bir cümleyi başka bir cümleye bağladığı zaman İkincisi birincisinin fâili (*öznesi) veyâ mef'ûlü (nesnesi) hükmüne geçer : herkes bilir ki D ü nyâ yuvarlaktır (= Dünyânın yuvarlak olduğunu herkes bilir). 3. birinci cümlede fiile belirsiz bir zarf, mütemmime (*tümlece) veyâ fâile (*özneye) sayı veyâ belirsizlik sıfatı geldiğinde ilcinci cümle 0 fiili, mütemmimi (*tümleci) veyâ fâili (*özneyi) vasıflandırmış olur : öyle koşar ki arkasından kurşun yetişmez (= arkasından kurşun yetinemeyecek kadar koşar). 4. ikinci cümledeki hükmün birincideki İşin yapılışı sırasında görülerek şaşıldığını belirtemeye yarar: geldim ki kimseler yok. 5. iki eksiksiz cümleyi bağladığı valcit İkincisi birincideki hiikme bir delil teşkil eder: Ahm et ‫ ؟‬alışıyor ki siz onu seviyorsunuz. 6. ilcinci cümle istek *kipinde veyâ üçüncü şahıs emir kipinde olduğu vakit bu cümle, birincisinin gayesini gösterir : oturdum lci biraz dinleneyim. 7. birinci cümle menfi (*olumsuz) olup, İkincisi yukarıdaki şekilde bulunursa, bu sonuncusu olamayacak bir netice bildirir : sakalım yok ki sözüm dinlensin. 8. soru cümlelerini "bilmem” fiiline bağlayarak tereddüt veyâ ‫ ؟‬âl'esizlik anlatmaya yarar : bilm em ki öyle şey olur mu? 9. şikâyet veyâ kınama gibi duygular anlatmak İ‫ ؟‬in bir cümlenin sonuna getirilir: 0, beni

sevmez ki. 10. “o kadar, öyle bir" gibi belirsiz zarflarla yapılan ifâdelerin sonuna getirildigi zaman fiile ‫ ؟‬okluk mânâsını verir : o kadar eğlendik ki.. 11. ayni belirsiz zarflar Sifat gibi kullanıldığı vakit begenme veyâ şaşma duygusu anlatır: bana öyle bir kitap verdi ki. 12. bir soru cümlesinin sonuna getirildiği vakit tereddüt veyâ endîşe anlatır : acaba gelmez m i ki. 13. bâzı kelimelerin sonuna, en ‫ ؟‬ok, bir ek gibi eklenerek birtakım zarflar, yeni edatlar meydana getirir: "belki, ‫ ؟‬iinlci, halbuki, mâdem ki, oysaki, öyle ki, sanki, şöyle k i” gibi,

‫( ﻛ ﺒ ﺎ ر‬a.s. kebir'in c .): 1. büyükler, ulular. 2. ince, terbiyeli, görgülü, nâzik. Sigar ü k ib â r : küçükler ve büyükler. Ricâl-İ k ib â r : büyük adamlar,

kibâr

kibâr-ı m üderrisin : mûsile-i Süleymâniyye

ile üst tarafındaki medreselerde müderrislik edenler. kibâr-ı r i ş â t : iri ve sert kil veya tüy; zool. telek, sert ve uzun kanat tüyü, fr. remiges. kibâr ii sigar : büyükler ve küçükler, büyük

küçük herkes.

‫( ﻛ ﺒﺎ را ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): büyük adamlara, ince, nâzik, görgülü kimselere yakışacak sûrette.

kibâr-âne

k ib â r iy y e ^ .j^ (a .i.) :bot.gebreotugiller. kibâr-zâde ‫( ﻛ ﺒﺎ ر زا د ه‬a.f.b.i.): lcibar kişilerin oğulları ve kızlan. kibâş ‫( ﻛ ﺒ ﺎ ش‬a.i. kebş'iü c.): koçlar, erkek koyunlar. kiber /

(a.i.): büyüklük, yaşlılık, yaşlı olma; ilerlemiş yaş.

kiber-i sinn : yaş büyüklüğü.

‫ م‬٠‫( ك‬a.i.) : 1. büyüklük, ululuk. 2. büyüklük taslama, yüksekten bakma [birisine].

kibr

kibrit ‫( ﻛ ﺒ ﺮ ﻳ ﺖ‬a.i.): 1. kırmızı yakut; altın.

2. kükürt. 3. kibrit. kibrit-i ahm er : 1) kırmızı kükürt; 2) simyâ

ilminde topragı altın yapmaya yarayan müessir madde; 3) tas. (bkz : mürşid). kibrit-i n e b â tî : bâzı otların köklerinden

elde edilen ve tedavide kullanılan sari bir toz.

‫( ا ﻻ‬a.s.): 1. kükürtle ilgili. 2. kükürt renginde olan; a‫ ؟‬ık sari, a‫ ؟‬ık limon rengi.

lcibriti ‫ى‬

597

kibrliyye

L p J (a.i.): bot. kısa kökleri yapraklarla örtülü olan haşişi (Otsu) nebatları (*bitkileri) İçine alan fasile, k ib r itiy y e t ‫( ا ﻳ ﺒ ﺖ‬a.i.): kükürt *niteliği, k ib r itiy y e t-i h ad id : lcim. yeşil vitriyol. k ib r itiy y e t-i m a g n e z i : k im . sulfat dö manyezi, fr. su lfate de m agndsie. k ib r itiy y e t-i nııh âs : k im . bakir sulfatı, göztaşı, fr. su lfate de cu ivre. k ib r itiy y e t-i sû d : k im . sulfat dö sut, fr. su lk ib r itim e

fa t e d e soude.

(a.i.): 1. büyüklük, ululuk. : Hz. Muhammed. 2. Allah. k ib r iy â i ، T ‫ﻳﺎئ‬/ (a.s.): kibriyâya mensup, kibriyâ ile ilgili, İlâhî, k ib t ‫( ﻛ ﺖ‬f.i.): bal arısı, (bkz : nahl). k ifâ e t ‫( ﻛﺊﺀت‬a.i.). (bkz: kifâyet, küfv). k i f â f ‫ ﻛ ﺎ ف‬-(a.i.): 1. (bkz : kefâf). 2. (keffe'nin c .): kefeler, terâzi gözleri, terâzi tablaları, (bkz: kefef). k ifâ f-ı nefs : (bkz : kefâf-1 nefs). k ifâ h c ‫؛‬i ( a . i . ) :savaş. k ifâ t ‫( ﻛ ﻔ ﺎ ت‬a.i. küfv'ün c.): eşler, benzei-ler, denkler, arkadaşlar, k ifâ ye ‫( ﻛﻬﺎﻳﻪ‬a.i.). (bkz : kifâyet). k ifâ ye t ‫( ﻛﻐﺎﻳ ﺖ‬a.i.) : 1. yetişme, elvei'me; yeterlik. 2. iktidar, yaraı'lık. k ifl ‫( ﻛ ﺎ ل‬a.i.c.: ekfâl): hisse, nasip, pay. Zü'lk i f l : h .i.: Kur'aıı'da zilcri geçen, rivâyete göre adi Bişr ibni Eyyûb olan zâtın lâkabı, kig, kîh ‫ ﻛ ﺦ‬٠، ‫ ( ﻛ ﻎ‬fi.) : göz çapağı. k ih ‫ى‬ (f.s.c.: kihân): küçük, (bkz: kihin, sagîr). k ih ‫( ك؛ح‬a.i.): irin, cerahat, k îh -i k â zib : biy. irine benzeyen, bâzı ifrâzat (*salgılar). k îh -i m e s â n e : biy. mesânenin İfrâz ettiği irin. k ih â l ‫( ﻛ ﻬﺎل‬a.s. kehl'in c .): 30-50 yaş arasında olan kimseler, olgunluk çağında bulunanlar. (bkz: küllûl). k ih â le t ‫( ﻛ ﺤ ﺎ ل‬a.i.): 1. göz hekimliği, göz hastalıkları bilgisi. 2. göz İçin sürme yapma, siirmecilik. k ih â n ‫( ﻛ ﻬ ﺎ ن‬f.s. kilı'iıı c .): küçükler, (bkz : sigar). k ib riy â '

‫ﻳﺎ ﺀ‬/

H a b îb -İ k ib riy â , R esû l-İ k ib r iy â

598

:küçükler ve büyükler, (bkz : sigar ü kibar). k ih ân e t (a.i.): kâhinlik, falcılık, bakıcıilk. [bizde "kehânet" şekli yaygındır], k ih in ‫( ﻛﻪ؛ن‬f.s.): küçük, (bkz : kih, sagir). k ih -te r ‫ ﻛ ﻬ ﺪ ر‬٠ (f.b.s.): çok küçük [yaşça]. B irâ d e r-İ k ih -ter : küçük birâder. k ih -te ri ‫( ز ى‬f.b.i.): çok küçüklük [yaşça], k i h t e r i n ‫ ن‬٠‫( ﻛ ﻬ ﺮ د‬f.b.s.): çok (daha, en, pek) küçük [yaşça]. F e rze n d -i k ih te rin : en küçük ogul. k il ‫( ﻳ ﻞ‬a.i.): söz. (bkz: giift, kelâm), k il ü k a l ("ka” uzun okunur): dedikodu; çok konuşma, (bkz : giift ü gû). k ilâ ‫ ﻟ ﻰ‬، ‫( ﻛ ﻼ‬a.s.): her iki, her ikisi. A lâ k ile 't-ta k d ire y n : her iki takdirde, k ile 'ş-şık k a y n : her iki şık. k ilâ b ‫( ﻛ ﻼ ب‬a.i. kelb'in c.): köpekler. A v 'av e-İ k i l â b : köpeklerin havlaması, k ilâ b -ı e h liy e : ehli köpekler; çoban, av, sokak, ev köpekleri. k ilâ b -ı m a h a lle : mahalle köpekleri, k ilâ b -ı zu lm : zulüm köpekleri, k i l â r ‫( ﻛ ﺎ ر‬f.i.) :kiler, kile ‫( ﻛﻬﻠﻪ‬a.i.) : kile, ölçek, k ilem ‫ﻛ ﻠ ﻢ‬ (a.i. kelime'nin c.): kelimeler, lâkırdılar, sözler, (bkz: kelimât). M e v sû k u '1-k ü em : sözüne güvenilir kimse, k i l î m - p û ş ^ ‫( ﻛ ﻴ ﻢ‬f.b.s. ve i.c. :kilîm -pûşân): aba, hıı'ka, giyen, derviş, k ilîm -ş û y ‫( ﻛ ﺎ م ﺷ ﺮ ى‬f.b.i.): kilim, aba, keçe yıkayıcı. k ilin d ir ‫( ﻛ ﺎ د ر‬f.i.): şarap ölçeği, k ilis a ‫ ا‬٠ ‫ ( ﻛ ﻲ‬fi.) : kilise, (blcz : bey'a, kenisa, kenise). k i l k - ( fi.) : kamış kalem, (blcz : hâme). k ilk -i d ü rr-e fşâ n : inci saçan kalem, k ilk -i i'câz ‫ ؛‬mucize kabilinden düzgün ve güzel söyleyen (kalem), k ils ‫ س‬٠‫( ﻛﺎ‬a.i.): kireç, kireç taşı. H a c e r-i k ils : kireç taşı. k ilsi ‫( ﻛ ﺎ ى‬a.s.): kireç taşı yapışında olan, kilsim e ‫( ﻛﺎ ﺳ ﻪ‬a.s.): ["kilsi"nin müen.]. (bkz : kilsi). kilte ‫( ﻛ ﺎ ه‬a.i.): demet, deste, k il ü k a l ‫"( د ل و ﻛ ﻞ‬ka” uzun okunur, a.b. i.) : dedikodu, (bkz : güft ü gû). k i h â n ü m ih â n

kira'

‫وس‬١‫ ﻛﻞ‬، ‫( ﻛﻴﻠﻮ س‬a.i.) : yemeklerin midede, sonra da bağırsaklarda ezildikten sonra aldığı hal ki, lenf (tümür) damarları tarafından emilmeye elverişlidir, [kelimenin asli Yunancadır].

kiliis, keylû s

(a.i.) : anat. böbrek [insanda] : böbreklerde hâsıl olan taş, kum. Z â tü 'l-k ily e : kilyelerin iltihaplanması. k ilye tâ n ‫ﺗﺎن‬٠ ‫( ﻛ ﻞ‬a.i.c.) : (insanda) böbrekler, k ilye te y n ‫( ﻛﻠﻲ؛ن‬a.i.c.) : anat. iki böbrek, k ily e v i ‫ و ى‬٠‫( ﻛﻞ‬a.s.) : anat. böbrekle ilgili‫ ؛‬böbrek biçiminde olan. k im â m ‫( ﻛ ﻤ ﺎ م‬a.i.) : 1. hayvan ağızlığı, burunduruk. 2. (kiının'in c.) : bot. tomurcuklar, k im m ‫( ﻛ ﻢ‬a.i.c. : kimâm) : bot. çiçek kâsesi, çiçek kapçığı, tomurcuk, (bkz : kiimm). kim iis, k e y m û s ‫ ﻛﻴﻤﻮ س‬، ‫( ﻛ ﻴ ﻤ ﻮ س‬a.i.) : yemeklerin midede ezildikten sonra aldığı hal. [kelimenin asil Yunancadır], k im yâ ' ‫ﺀ‬١‫( ﻛﻴﻤﻲ‬a.i.) : kimyâ. k ilye

‫ي‬

H a sâ tü '1-k ily e

b â tıl : [eslciden] simyâgerlerin mevzuları olan şeyler, (bkz : simyâ). k im y â -y ı fiz îk î : k im . *fiziksel Icimya. k im y â -y i g a y r-1 u z v î : k im . inorganik kimyâ, k im y â -y i

fr. ch im ie in organ iq u e,

: k im . termokimya, k im y â -y i m a'den i : kim . mâdenî kimyâ, fr. k im y â -y ı h a r û r î

ch im ie m in érale.

kimyâ-yı saâdet : ı) rûhun maddiyattan aynlarak mâneviyâta geçmesi; 2) Gazzâli'nin meşhur eseri. k im y â -y i u z v i : k im . organik kimyâ, fr. ch im ie organ iqu e.

‫ﻟﻮ‬

‫( ﻛ ﻴ ﻤ ﺠ ﺎ‬a.f.b.i.) : İcimyâ âlimi, tahlil işleriyle uğraşan uzman, k im ye v i ‫ﻛ ﻴ ﺴ ﻮ ى‬ (a.s.) : kimya ile ilgili, kimyâlilc. k im y e v i ak sü '1-am el : k im . *kimyasal *tepkime. k in ‫( ﻛ ﻴ ﻦ‬f.i.) : gizli düşmanlık, garaz, (blcz : gayz, adâvet, bugz). k în -i p elen g (kaplan kini) : deve kini, siirelcli kin. k în -â g in ‫( ﻛﻴﻐﺎﺳﻤﻴﻦ‬f.b.s.) : kinle dolu, lcinâne ‫( ﻛﻔﺎ ﻧ ﻪ‬a.i.c. : kenâin) : okluk, ok kılıfı, tirkeş, sadak, ok kuburu. k im y â -g e r

kîn-âver ‫( ﻳ ﺎ آ و ر‬f.b.s.): kin besleyen, kinci, (bkz: kîn-dâr). kinâyât ‫( ﻛﻐﺎي\ت‬a.i. kinâye'nin c .): kinayeler, kinâye (a.i.c.: kinâyât): 1. maksadı, kapalı bir şekilde ve dolayısıyla anlatan söz. 2. üstü örtülü, dokunaklı söz. 3. ed. hakiki mânâsına alınması da câiz iken mecaz olarak kullanılan söz. "Yüzü kızardı, a‫ ؟‬ık göz...” gibi. kinâye-i baide : ed. uzak bir karineye dayanan kinâye. kinâye-i hafife : ed. kinâyemsi söz, şiir. kinâye-i karibe : ed. yakın bir kârineye dayanan kinâye. kinâye-i vâzıh a: ed. başka bir mânâya gelmesi muhtemel olmayan apaçık kinâye. lc in c e r r 1 ‫ ) ؛( ﻛ ﺞ‬:büyükfil. kin-dâr ‫ار‬٠‫ي‬ (f.b.s.): kinci, İçinde kin besleyen. (bkz: garaz-kâr). kîn-dârân ‫اراف‬٠‫ي‬ (f.s. kîn-dâr'ın c .): kin tutanlar, kinciler. kîn-dâr-âne ٠‫( ﻛﻴﺪاراذا‬f.zf.): kindarcasına, kinci olarak, (bkz: garaz-kâi"-âne). kine ‫ي‬ ( fi.) : gönülde gizlenen düşmanlık, (bkz: kin). kîne-i pelen g: “kaplan kini” : deve kini, kolay kolay sükûnet bulmayan kin. kîne-cû ‫ي ج—و‬ (fb.s.): öç almaya çalışan, (bkz: miintakım). kîne-dâr ‫ي دار‬ (f.b.s.): kin tutan, kinci, (bkz: kîn-dâr). kîne-gâh, kine-geh ‫ ﻛﻴ ﻪ ﻛﻪ‬، ‫ ﺀﻗﺎه‬،‫( ﻛﻲ—ا‬f.b.i.): savaş meydanı, cenk yeri, kîne-hâh ‫( ي ﻧ ﻤ ﺎ ه‬f.b.s.): Ocalmak isteyen, kinci, (bkz : kînecû, müntakim). kîne-keş ‫( ي ﻛ ﺶ‬f.b.s.): düşmandan öç alan, (bkz: müntakim). kîne-meşhûn ‫ي ﻣ ﺸ ﺤ ﻮ ف‬ (f.a.b.s.): kin ile dolu, [“meşhûn-i kine” den çevrilmiştir], kine-ver ‫ي و ر‬ (f.b.s.): kinci, kin tutan, kin besleyen, (bkz: kîne-cû, kîne-llâh, kinedâr, kîn-dâr). ‫ ظ‬1‫ب‬ (a.i.) :ziffkatran. kir ‫( ﻛﺒﺮ‬f.i.): erkelclik âleti, (bkz : kadib, zeker, ziibb). kirâ' ‫( ﻛﺮاﺀ‬a.i.): kirâ, bir şeyin kullanılmasına bedel olarak verilen ücret. 599

kbâ.hâne kirâ-hâne ‫( ﻛﺮاﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.c.): kira getirmek üzere yapılan yer.

kîs ‫( ﻛ ﻠ ﺲ‬a.i.c.: ekyâs): 1. para kesesi; torba. 2. anat. dölyatağı [rahimde], (bkz: meşime). 3. anat. vücuttaki bâzı sıvıların toplandığı kese biçimindeki oyuklar.

kirâ-hör ‫( ﻛ ﻴ ﺮ ا ﺧ ﻮ ر‬a.f.b.s.): kiralayan, lciraile tutan. kirâm ‫( ﻛﺮام‬a.s. kerim'in c .): soydan gelenler, soyu temizler; ulular, şerefliler. 2. cömertler, eli açıklar, (bkz : küremâ u).

kisâ i S (a.i.): 1. yün elbise. 2. seccâde) hail, kisb ‫( ﻛ ﺐ‬a.i.). (bkz: kesb). kisb ü kâr : İç güc, kazan‫ ؟‬,

kirâmü'd-dîn ‫( ﻛﺮام اﻟﺪﻳﻦ‬a.it.): 1. din büyükleri, şerefli din ululan.

kisbi ‫ س‬٠‫( ك‬a.s.): kazanılmış, sonradan edinilmiş.

kirâmen kâtibin : işlenilen günah ve sevapİarı yazmakla görevli bulunan melekler,

kise ‫( ﻛ ﺴ ﻪ‬f.i.c.: ekyise): 1. kese, küçük, büyük torba, kap. 2. cepte taşman para torbaSI. 3 . kumaştan yapılmış ‫ ؟‬anta biçimindeki kap. 4 ٠para, para hesâbı; para gücü, kîse-i dem'iyye : anat. gözyaşı kesesi, kîse-i fem : zool. bâzı hayvanların avurtları içindeki kese.

kirâr ‫( ﻛﺮار‬a.i.): tekrar, bir daha, (bkz: tekerrür). kirâren ‫( ﻛ ﺮ ا ر أ‬a.zf.): tekrar olarak, tekrar sûretiyle, tekrar tekrar, (bkz : miikerreren). kirâren m irâ râ : (bkz: mükerreren). kîrât ‫( ﻗ ﺮ ا ط‬a.i.): kırat, şer'îsi, orta büyüklükte beş arpa ağırlığında olan ve kuyumcular arasında kullanılan miskalm yirmi dörtte biri kadar bir ağırlık; ölçüsü, kırât-ı ö r f î: [eskiden] bâzı fukahâmn beyânına göre beş, bâzılarının beyânına göre de dört mutavassıt arpa ağırlığından ibârettir. Bu fark beldelere veyâ örfün tebeddülüne müstenittir, kırât-ı ç e r'î: [eslciden] beş adet mutavassıt arpa ağırlığından İbârettiı'. H afif tartılar ınıkyâsâtından olup elmas ve cevâhir gibi kıymetli eşyâ tartılmasında kullanılır, kirbâs ‫ﺑﺎس‬/ (a.i.c.: kerâbis): bez; kumaş, keten ve pamulc bez. (bkz : kirpâs*). kirdâr ‫( ﻛﻠﺪ' ر‬f.b.i.): 1. İç. 2. tarz, yol. Kîrd-gâr ‫ر‬١‫( ﻛﺮدﺳﻢ‬f.b.i.): Allah, kîr-fâm ‫( و ر و ا م‬f.b.s.): katran renginde, simsiyah. kiris ‫ ص‬/ (f.i.): 1. aldatma. 2 ٠yaltaklanma, kîrîçek ‫ ﻳﺸﻠﻎ‬/ ceng-cû).

(f.i.): savaşçı, (bkz : ceng-âver,

kiriçtete"^(f.i.) :çerçöp. k i r m ^ ( f . i . ) ‫؛‬kurt[böcek], kirm -i eb rişîm : ipekböcegi. kirm -i çeb-efrûz: ateşböcegi. kirm -i şeb-tâb: ateşböcegi. kirm ân ‫( ﻛ ﺮ ﻣﺎ ن‬f.i.c.): kurtlar, kirpâs ‫ ﻻ س‬/ (f.i.): 1. pâdişâh ve vezir evlerindeki divanhâne, dergâh. 2. (bkz: kirbâs). 600

kîse-i hevâiyye: anat. hava kesesi, kîse-i m eşîm iyye: bot., anat. cücük kesesi, embriyon kesesi. kîse-i m ıs rî: 600 kuruşluk para birimi, kîse-i misbâhiyye : anat. yüzme kesesi, kîse-i rieviyye : akciğer keseleri, kîse-i r û m î: 500 kuruşluk para birimi, kîse-i safrâviyye : anat. safrakesesi, kîse-i sebhiyye : yüzme kesesi, kîse-i t a li b e : bot. *çiçektozu kesesi, kise-bud ‫( ﻛ ﻠ ﻪ ﺑﺪ‬f.s.): ‫ ؟‬ok fakir, pek yoksul, kîse-bür ‫ﻛ ﻠ ﻪ ﺑ ﺮ‬ girih-biir).

(f.b.s.) ‫ ؛‬yankesici, (bkz:

lcîse-dâr ‫( ﻛ ﻠ ﻪ دار‬f.b.i.): para hesâbını tutan, parayı toplayan kimse, velcilhar‫ ؟‬. kîse-dûz ‫( ﻛ ﻠ ﻪ دوز‬f.b.s.): kese yapan, kisef ‫ ﻛ ﺴ ﻒ‬-(a.i. kisfe'nin c.): cüzler, kısımlar, parçalar. lcisfe ‫( ﻛ ﺴﻠ ﻪ‬a.i.c.: k isef): cüz, kısım, parça, kisiyye ‫( ﻛ ﺴﻤ ﻪ‬a.i.) : zool. keseliler, kisrâ ‫( ﻛ ﺮ ى‬a.i.c.: ekâsire) ‫ ؛‬eski İran hülcümdarlarından Nûşirevân-1 Âdil'in lâkabı olup, kendisinden sonra gelenler de bu lâkapla anılmışlardır. Ekâsire-İ A cem : Acem hükümdarları, kisve ‫( ﻛ ﻮ ه‬a.i.c.: küsâ). (bkz : kisvet.). kisvet ‫( ﻛ ﺴ ﻮ ت‬a.i.): 1. elbise. 2. husûsî kıyâfet. 3. kisbet, yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri dar paçalı meşin pantalon. 4. bir kimsenin veyâ bir şeyin dış görünüşü.

kî.âbet kiş J

j (f.i.): satranç oyununda bil- taşı zor-

M azıoglu'nun hazırladığı m etin T.D .K . tarafından 1974 te yayım lanm ıştır.].

lama.

kî? ‫( ﻛﻬﺶ‬f.i.) : 1. din, mezhep. Bed-kîş : dinsiz.

Kitâb-ı Güzîde (beğenilm iş, seçkin k ita p ):

2. ok kuburu. 3. keten kum aş. 4. kuş yeleği.

X I. y ü z y ıl *bilginlerinden im am Serâhsi'nin

5.

Tiirk

?İmşir. 6. âdet, huy, töre,

kişmiş -

(f.i.): kişniş, çok kü çü k tâneli

kişniş J J S (f.i.): 1. (bkz : kişmiş). 2. bot. güzel kokulu bir tohum , karakim yon, lât. coriandrum sativum. (bkz : küzbüre). kişnîz ‫( ﻛ ﺜ ﺒ ﺰ‬f.i.). (bkz : kişniş). ‫ب‬

kişt-kâr ‫ ( ﻛ ﻔ ﻜ ﺄ ل‬f b .i .) : ekinci; çiftçi, ( b k z : fellâh, fâlih).

kişt-zâr ‫ر‬١‫( ﻛ ﺸ ﺮ‬f.b .i.): ekinlik, ekin tarlası, kişver ‫ر‬j j ( f i . ) : iklim ; memleket, vilâyet, ülke. k işve r-î

memleket, iilke ülke.

S

(f.b .s.) :

"memleket, ülke

sü sle y en '': pâdişâh, kıral, hüküm dar. k is v e r-g îr

‫ﻛﺜ ﻮ ر ﻣﻤﺮ‬

(f.b.s. ve i.) : ülke, m em le-

ket tutan, pâdişâh.

Furkan, H üdâ, H itâb, Kitâb, M u s h a f Necm ) Nûr, Zikr).

Kitâb-ı h a k im : K u r'ân -1 Kerim . kitâb-ıhâkim : K u r'ân -1 Kerim , (bkz : kitâb-ı H akk).

kitâb-ı h ü k m î: huk. [eskiden] bir şahsın vekili bulunm ayan gaip bir şahıs ile olan dâvâ ve beyyin esin i İstim â ile yargıcın bunu m ü b eyyin olarak kaybolan kim senin

c . ) : iilke, memlelcet tutanlar, pâdişahlar.

kişver-gîr-âne ‫( ﻛﺸﻮر ﻣﻤﺮاﻧﻪ‬f.zf.): ülke, m em leket tutuculukla, pâdişahçasına.

‫ﻛﺜ ﻮ ر‬

(f.b.i.): iilke, memleket

tutuculuk, pâdişahhk.

yargıcın a

gönderdiği

Kitâb-ı Mukaddes : Incil ve Tevrat. Kitâb-ı Miibin : K u r'ân -1 K erim . K itab u llah : K ur'ân. ( b k z : Furkan, H üdâ, Hitâb, N ecm , Nûr, Zikr).

kitâbü'l-âm âl : günah ve sevapların yazıld ı-

açıcı, açan, cihangir, (bkz : fâtilıü'l-bilâd).

kişver-güşâyî ‫( ﻛ ﺸ ﻮ ر ﺗﻤﺜﺎﻳﻰ‬f.b.i.): memleket, iilke açıcılık, fâtihlik, cihangirlik,

‫ﻛﺸﻮر‬

kitâbü'l-egaııî : A rap tarih ve edebiyatçısı Eb ü ' 1-Ferec'in m usikiden bahseden bir kitabi.

kitâbii'l-m übîn :

Kur'ân.

(b k z :

Furkan,

H üdâ, H itâb, Kitâb, M u s h a f N ecm , Nûr, Zikr).

kişver-güsâ ‫( ﻛﺜ ﻮ ر ﻣﻤﺸﺎ‬f.b.s.) : memleket, ülke

kişver-hüdâ ‫ﺧ ﺪ ا‬

m ahal

ğına inanılan kitap.

kişver-gîrân ‫( ﻛﺜ ﻮ ر ﻣﻤﺮان‬f.b.s. ve i. kişver-gîı-'in

k îs v e r - g îr î ‫ﻣﻤﺮى‬

arttırm ak

yazı.

k işve r be k i ş v e r : vilâyet vilâyet, memleket jjJ

bilgisini

kitâb-ı Hakk (A llah 'ın k ita b i): Kur'ân. (bkz :

bulunduğu

R û m : Anadolu.

kişver-ârâ ‫آرا‬

din

didaktik eser.

çekirdeksiz üzüm .

k i ş t c ^ ( f .i .)

ulusunun

am acıyla Tiirk m en -K ıp çak ağzıyla yazd ığı

( f b .i .) : hüküm dar.

["hü d â-yi kişver" den çevrilm iştir],

kitâb ‫( ى ب‬a .i.c .: k ü tü b ): kitap, ümmü'lkitâb : Kur'ân. (bkz : Furkan, Hüdâ, Hitâb, M u s h a f N ecm , Nûr, Zikr). Ehl-İ k itâb : dört kutsal kitaptan birine îm ân eden, inanan, bağlı kalan, (bkz : kitâbî‫ ؛‬.

Kitâb-ı Bahriyye (denizcilik k ita b i): Pîrî Reis'in 1521 de denizciler İçin yazd ığ ı bir elkitabi.

Kîtâbu Evsâfî M esâcidi'ş-Şerîfe : A h m e t

kitâbii'n-nakz : huk. [eskiden] mütâreke ve m üsâlâhayı veyâ ahd ve em ânı fesh ve izâleye dâir düşm an tarafından gönderilen m ektuptur ki, düşm an kum an d an tarafın dan gönderildiği sâbit olm adıkça m eâliyle am el ve düşm an üzerine llü cû m olunam az,

kitâbe ‫( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﻪ‬a .i.): 1. kazılm ış yazı, *yazıt. 2. m ezartaşı yazısı.

kitâbe-i m ezâr : m ezar yazısı. kitâbe-i seng-i m ezâr : m ezar taşı yazısı. 3. bir levhanın etrâfına yapılan çiçekli, yaldizil nakışlar, (bkz : ketebe). k i t â b e n ^ (a .z f.): kitap, yazı olarak,

kitâbet ‫( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﺖ‬a .i.): 1. yazı yazm a, bir m add eyi kaidelerine

u ygun

şekilde kalem e

2. kâtiplik. 3. huk. [eskiden] m evlâ

F a k ih 'in bir H ac ziyâretini ve orada gör-

alma.

düklerini anlatan eseri [Prof. Dr. H asibe

ile m em lûkü

(efendi ile köle)

arasında

6.1

kitâbe.-l bâtıla muvâzaa yoluyla câl'î olan bil' alcit. [buna mükâtebe de denir]. kitâbet-i bâtıla : huk. [eskiden] in'ikad şartlarını câmi olmayan mükâtebedir ki, bununla kitabet hükümleri sâbit olmaz. kitâbet-i fâside : hulc. [eskiden] şart-1 fâside mukarin olan mükâtebedir ki, fâsiden ınün'akit olur. M eselâ: [iki taksitte ellişer liradan yüz lira vermek ve bir taksit zamânmda verilmediği takdirde on lira dalla verilmek şartıyla yapılan kitâbet bu kabildendir. Bu bedeli tediye İıâlinde itk tahakkuk eder. Bununla berâber bu kitabeti mevlâ ile memlûkten her biri digeı'inin rızâsına bakmaksızın feshedebiliı']. kitâbet-i m üştereke: huk. [eskiden] iki kimsenin müştereken mâlik oldukları bir köle veyâ câriye hakkında bir akit ile yaptıkları mükâtebe (yazışma) ki, memlûk bu şeriklere âit kitâbet bedelini tamâmen tediye edince azâdolur. kitâbet-i sah ih a : huk. [eskiden] şerâitini câmî olan mükâtebedir ki, cinsi mâlûm, miktâl'ı belli ve kat'î bir bedel üzerine yapılmış olar. İcitâbet-İ r e sm ic e : resmi yazışına dili, kitâb-hâne ‫( ﻛ ﺘﺎ ﺑ ﺨﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): kütüphâne, kitabevi; kitapsaray, kitap satılan veyâ kitap okunan yer. kitâbî ‫( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﻰ‬a.s.): 1. kitapla ilgili; kitapta yazili; kitaba bağlı kalan. 2. dört kutsal kitaptan birine İnanıp bağlı kalan, (bkz: ehl-i kitâb). 3. kitaplara bakmaya me'mûr edilen [kimse]. 4. Hint ve Şam'ın bir çeşit nakışlı kumaşı. 5. kitaba bağlı kala.n, serbest düşüilemeyen kimse : Kitâbî adam, kitâbiyyat ‫( ﻛ ﻨ ﺎ ﺑ ﺎ ت‬a.i.): bibliyografya, kitâbiyye ‫( ﻛ ﺘ ﺎ ﺑ ﻪ‬a.i.): bot. ağaçların kâğıt yapılan İç kabuğu, özü. kitâb-serây ‫ﻛ ﺄ ﺑ ﺴ ﺮ ا ى‬ kütüphâne.

(a.f.b.i.):

umumi

(a.i.) : sır saklama, sır gizleme, sir tutarlik. [zıddı : "İzhâr”].

k itm â n ‫ﻛ ﺘ ﻤ ﺎ ن‬

k itm â n -1 e srâ r : k iv â re

sır(ları) saklama,

‫( ﻛﻮاره‬a.i.) : petek, (bkz : küvâre).

k iy â n ‫ﻛ ﺎ ن‬

(f.i.) : 1. yıldız. 2. merkez,

‫( ﻛﻴﺎﻧﻰ‬a.s.) : fels. *evrendoğumsal, kozmogonik, fr. cosm ogon ique,

k iy â n î

‫( ﻛﻴﺎ ﻧ ﻴ ﺎ‬a.i.) : *evrendogum, kozmogoni, fr. cosm ogonie,

k iy â n iy y â t ‫ت‬ k iy ân u s

‫( ﻛﻴﺎ ﻧﻮس‬o.i.)

: k im .

k iy â n U s-ih a d id : kim . lciyâset

siyanür.

denair siyanür,

‫( ﻛﻴﺎ ﺳﺖ‬a.i.) : zeyreklik, uyanıklık, air-

layıçlılık. (bkz : fatânet, zekâvet).

‫( ﻛ ﻴ ﺎ ﻧﻴﻪ‬a.h.i.) : tas. şîanın dört ?Ubesinden biri. [Kurucusu Kiysan'a nispetle bu adi almıştır].

K iy s â n i^ e

‫( ﻛ ﺬ ب‬a.i.) : yalan söyleme, yalan, (bkz : dürûg). ("Sidk” karşılığı), k izb i ‫( ﻛﻨﺒ ﻰ‬a.s.) : sakat, yanlış, yalan, k iz b iy y â t ‫( ﻛ ﻨ ﺒ ﺠ ﺎ ت‬a.i.c.) : yalan, dolan sözler, yalanlar. köhne ‫( ﻛ ﻬ ﻔ ﻪ‬f.s.) : 1. eski, eskim iş. 2. zam ânı

k izb

m odası geçmiş,

köhnebahâr : sonbahar, köhne-sâi ‫( ﻛﻬﺘﻪ ﻣﺎ ل‬f.b.s.) : ihtiyar, yaşlı, (bkz : kühen-sâl).

kûb ‫( ﻛ ﻮ ب‬f.s.) : vu ran , vu ru cu . Leked-kûb : tekme vu ran . Pây-kûb : ayak v u ru cu . Zerkûb : altın dogen, kuyum cu, kubâ'‫"( ﻗﻮﺑﺎﺀ‬k u " uzu n okunur, a.i.) : hek. tuzlu balgam .

kubâî ‫“( ﻗ ﻮ ﺑﺎ ﺋ ﻰ‬k u ” uzun olcunur. a .s.) : hek. kuba'ya mensup, tuzlu balgam la ilgili,

kûbân ‫( ﻛ ﻮ ﺑ ﺎ ن‬f.s.): 1. (kûb'un c.): vuruculai.. 2. zf. vurarak. Pây-kûbân : ayak vu rarak, kubbe ‫( ﻗ ﻪ‬a.i.c. : kıbâb, kubeb) : y arim küre veyâ kiim betim si yapılan binâ dam ı,

kubbe altı : tar. eskiden, bir n evi kabine toplantısı denilebilecek şekilde vezirlerin d ivan günlerinde, husûsî merâsim lerle top-

Kitâbü'1-cilve ٠‫( ﻛ ﺂ ب اﻟﺠﻠﻮ‬a.b.i.): Yezidi'lerin iki kutsal kitaplarından biri,

landiklari, İstanbul'da, Topkapı S arayfn d a

kitefe ‫( ﻛ ﺘ ﻔ ﻪ‬a.i. ketef, ketif, kitfin c.). (bkz: ektâf).

bulunm a hakki olan vezirlere “ kubbe veziri''

kitfeyn ‫( ﻛﺘﻔﻴﻦ‬a.i.c.): iki omuz küreği. kitle ‫( ﻛﺘﻠﻪ‬a.i.) [asil: “kütle” dir]. (bkz : kütle). 602

bulunan üstü kubbeli bir dâire. [Bu dâirede denilirdi]. k u b b e -i âb : su yüzün de cık.

peyda olan kabar-

kudât

kubbe-i ‫ ؛‬irûze-fâm : mâvi renkli olan semâ, gökyüzü. kubbe-i gerdende: gökyüzü. kubbe-ihadrâ(yeşilkubbe):Hz.Mevlânâ'nın türbesi. kubbe-i kanek: anat. ağzın tavam, damak. İcubbe-İ m înâ: gökyüzü. İcubbe-İ ser-beft: yıldızlı gökyüzü, kubbe-i u lyâ: gökyüzü, kubbe-i zebercedi: gökyüzü, kubbe-i zerbeft: yıldızlı semâ, gökyüzü, kubbe-i zerrin: Güneş, kubbe-i zümürrüd-fâm: gökyüzü, kubbetii'l-arz: yer yuvarlağının insan oturan kısmının merkezi, kubbetii'l-hanek: anat. damak kemeri. kubbetü'l-İslâm (İslâmın kubbesi): Belh şehrinin bir başka adi; Basra. kubbe-nişin ‫ب ﻧ ﺜ ﻴ ﻦ‬ (a.f.b.s.c.: kubbenişînân): [eskiden] İstanbul'da Topkapı sarayında “Kııbbe-altı” denilen yeı'de toplanan vezirlerden heı' biri. kubeb ‫( ﻗﺒ ﺐ‬a.i. kubbe'nin c.) : tepesi yuvarlalc, yarim küre şeklinde yapılan binâ damlan, (bkz: kıbâb). lcubebâ ‫( ﻗ ﺒ ﺒ ﺎ‬a.i. kebâbe'den): karabibergillerden tohumları toz hâline getirilip helcimlikte kullanılan tıı'manıcı bir bitki. k u b e l " (a.i. kuble'nin c.): öpnaeler, öpüşler, öpücükleı-. kû'bere ‫( ﻛ ﻌ ﺒ ﺮ ه‬a.i.): anat. sâidi, bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü, fr. radius. kubh ‫( ﻗ ﺒ ﺢ‬a.i.): 1. çirkinlik, [zıddı: "hüsn"]. 2. İslâm fıkhıııda Hanefi mezhebine âit bil' prensip. kubhiyyât ‫( ﻗﺒﺤﻴﺎ ت‬a.i.c.): fenâ, çirkin olan hususlaı', hareketler, İşler. kuble ، di (a.i.c.: lcubel): öpme, öpüş, öpücük, (bkz: bûse). İcubûr ‫( ﻗ ﺒ ﻮ ر‬a.i. kabr'in c.): mezarlar, sinler. Ehl-İ kubûr: kabirde bulunanlar, ölüler. Ziyâret-İ kubûr : kabirleri, ölüleri ziyâret. kûçe ‫( ﻛ ﻮ ﺟ ﻪ‬f.i.) : 1. küçük sokak, dar sokak. 2. çarşı, pazar. kûçek ‫( ﻛ ﺮ ﺟ ﻚ‬f.i.) ‫ ؛‬miiz. Türk müziğinin eır eski miirelckep makamlarından biri. Sabâ makamı ile ondan evvel gelen aşîran (mi)

perdesine nakledilmiş bir hüseyni beşlisinden mürekkeptir. Sabâ ile dügâh (İâ) perdesinde durur. Güçlü birinci derecede -sabâ'nın güçlüsü olan- çârgâh, ikinci derecede de -beşlinin durağı olan- aşîran (mi) dır. Donanımına sabâ gibi si koma bemolü ile re bakıyye bemolü konulur. Aşirandaki hüseyni beşlisi İçin icâbeden yerlere "fa” bakıyye diyezi ile "si" bekar İlâve ediliı. (bâzen bu beşli -son sesi kullanılmayarakuşşak dörtlüsü İıâlinde geçer ki, bu şekilde "si" nin bekâr yapılmasına lüzum yoktur). Makam umûmiyetle çıkıcıdır. Kulakta geçkili bir sabâ te'sirinden başka bir hâtıra yaratmaz. kûçelc-gerdâniyye: müz. Hızır bin Abdullah'ın edvârına göre küçek makamına gerdaniye âvâzesi katılmakla elde edilen terkip. kûçek-geveşt ‫( ﻛﻮ ﺣ ﺚ ا ﺷ ﺖ‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep malcamı olup) zamâmmıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-mâye ‫( ﻛ ﻮ ﺟ ﻠ ﻒ ﻣ ﺎ ﻳ ﻪ‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-nevrûz ‫( ﻛ ﻮ ﺣ ﻖ ﻧﻮروز‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-selmek ‫( ﻛ ﻮ ﺣ ﻖ ﺳ ﻠ ﻤ ﻚ‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir müreklcep makamı olup, zamâııımıza bir numûnesi kalmamıştır. kûçek-şehnâz ‫( ﻛ ﻮ ﺣ ﻖ ﺷ ﻬﺎز‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bil. numûnesi kalmamıştır. kûçek-zemzeme ‫( ﻛ ﺮ ﺟ ﻚ ز ﻣ ﺰﻣ ﻪ‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir makami olup zamâmmıza bir niimûnesi kalmamıştır. kudâs ‫( ﻗ ﺪ ا س‬a.i.): Hz. îsâ'nın Havârileriyle berâber yediği son yemeği anmak üzere Hıristiyanlarm lcilisede bir kab İçinde ekmek ve şarabı talcdis ederek yaptıkları tören. kudât ‫( ﻗ ﺪ—اة‬a.i. kâdî'nin c .) : kadılar, (bkz : kadi, kazi, İcuzât). 603

kuddâm kuddâm

‫( ف ' م‬a.i.): ön taraf, ileri taraf, (bkz :

pîş). kuddâm î

‫( ﻗﺪاﻣﻰ‬a.s.): a n a t . ön.

‫( ﻗ ﺪ س‬a.n.): "mukaddes, mübârekolsun!" mânâsına gelen ve ermişler hakkında kullanılan bir duâ.

k u d d is e

k u d d is e S ir r u h u

: sırrı mukaddes olsun!

‫( ﻧ ﻮ س‬a.s.): 1 . temiz, pâk. lanndandır.

kuddûs

2.

Allah ad-

kuddûsi ‫( ﻧ ﻮ س‬a.s.): 1. kuddûs-i İlâhî isminin tecellîsine mazhar olmuş kimse. 2 ٠i. XIX : asrin Borlu meşhur mutasavvıf Türk şâiri. 3. erkek adi.

kudret-i miiyessire: psik. kudretin yüksek mertebesidir. Mâlî mükellefiyetlerden 0‫ ؟‬gunun mesnedi budur. kudret-i şems : fiz. güneş enerjisi, kudret-i ziyâiyye : fiz. ışık enerjisi, kudret-yâb ‫( ﻗﺪر ت ﻳﺎ ب‬a.fb.s.): kudretli, gücü yetebilen. kuds ‫( ﻗ ﺪ س‬a.i.) : 1. temizlik, paklık, arılık, (bkz: tahâret). 2. kutsallık, mübareklik. Hazîretü'1-kuds: cennet bahçesi.

kûdek ‫( ﻛ ﻮد ك‬f.i.c.: kûdegân): ‫ ؟‬ocukluk. (bkz : sabi, tıfl).

kudsi ‫( ﻗ ﺪ ﻣ ﻰ‬a.s. kuds'den): 1. kutsal, (bkz: muazzez, mukaddes). 2. Allah'a mensup, Allah ile ilgili, (bkz: İlâhî, lâhûtî). Âlem-i kudsi: melekler âlemi. Kuvve-i kudsiyye : kutsal güc. 3. i. erkek adi. [müen.: “kudsiyye”].

kUdek-meniş ‫( ﻛ ﻮد ك ﻣﻨﺶ‬f.b.s.): ‫ ؟‬ocuk miza‫ ؟‬-

kudsiyân ‫( ﻗﺪﺳﻴﺎن‬a.f.s. kudsî'nin c.): melekler.

kûdegî ‫( ﻛ ﻮ د ر‬f.i.): ‫ ؟‬ocukluk.

il.

eskiler, eski adamlar. 2. eskiliği bakımından ileri gelenler. (bkz: eslâf).

kudem â'

‫( ذ ﻫﺎﺀ‬a.s. kadîm'in c.) :

1.

kudeyh ‫( ﻗﺪﻳﺢ‬a.i.): kadehçik, kü‫ ؟‬ük kadeh, kudret ‫( ﻗ ﺪ ر ت‬a.i.): 1. kuvvet, tâkat, gü‫ ؟‬. 2. Allah'ın ezelî gücü. 3. varlık, zenginlik. 4 ٠Allah yapısı. 5. ehliyet, kabiliyet. Bi-kudret: kuvvetsiz, iktidarsız, tâkatsiz. Yed-İ kudret: Allalı'ın, yaradamn eli. ZÎkudret: zengin. 6 . erkek adi. kudret-i ciiz'iyye: psik. kudret-i külliyenin muayyen bir fi'le taallukudur ki, fiil bununla hâsıl olur. Kudret-i ciiz'iye -fiil ile berâberce vücut bulur, kudret-i elektrikiyye : fiz. elektrik enerjisi, kudret-i harâret: fiz. *ISI enerjisi, kudret-i kimyeviyye : fiz. *kimyasal enerji, kudret-i kiilliyye: psik. esbâb ve alâtın selâmeti mânâsınadır ki, bir şeye temekkün ve iktidar demektir, insan bununla bir İŞİ yapıp yapmamaya mütemekkin ve muktedir olur, [şuradan kalkıp gidebilmek İktidârı kudret-i külliyedir], kudret-i mihânikiyye : fiz. mekanik enerji, kudret-i miimekkine: psik. fiili îfâya kudı'etin aşağı mertebesidir ki, teklifin Sihhatinin şartıdır, [bu kudret olmazsa teklif sahih olmaz; buna: "kudret-i mutlaka'' da denir]. 6.4

k u d sî^ ât ‫( ﻗﺪﺳﻴﺎ ت‬a.s. kudsiyye'nin c.): Allalr'a, meleklere, lâhût âlemine mensup, 0 âlemle ilgili İşler. kudsiyye ‫( ﻧ ﺴ ﻪ‬a.s.): ٢‘kudsî”nin müen.j. (bkz: kudsi). Kuvve-i kudsiyye: kutsal kuvvet, İlâhî kuvvet. kudsiyyet ‫( ﻗ ﺪ ﺳ ﻴ ﺖ‬a.i.): 1. kutsallık, mukaddeslik, azizlik. 2. temizlik, arılık, kudüm ‫( ﻗ ﺪ و م‬a.i.): 1. uzak bir yoldan, uzak bir yei'den gelme; ayak basma, (bkz: muvâsalat). miiz. Türk müziğine mahsus usul vurma âletlerindendir. En ‫ ؟‬ok mevlevihânelerde olmak üzere, tekkelerde kullanılmış, lâdînî müzikte az kullanılmıştır; tembâl'in İptid'âîce bir şeklinden İbârettiı'; kendine has ve tatil bil- ses verir. Mevlevi âyinlerinde büyük ehemmiyeti vardır, zîrâ rakseden dervişler kudümün vuruluşuna tâbidir. kudûmî ‫( ﻗ ﺪ و ﻣ ﻰ‬a.s.): 1. kudiim'e âit, lcudiimle ilgili. 2. i. kudüm ‫ ؟‬alan san'atkâı-. (bkz : kudûm-zen). kudûmiyye ‫ ه‬٠‫( ﻗﺪوه‬a.i.): 1. uzak yoldan gelen bir büyüğe, 0 yerin halkı tarafından sunulan armağan. 2. ed. böyle bir vaziyet dolayısıyla yazılan kaside. kudûm-zen ‫( ﻗﺪ و ﻣ ﺰ ف‬a.f.b.i.): kudüm ‫ ؟‬alan san'atkâr. (bkz: kudûmî*). kudûr ‫( ﻗﺪور‬a.i. lcıdr'ın c.): ‫ ؟‬Omlekler.

kulâme

Kudüs ‫( ض‬a.h.i.): Filistin'in merkezi olan ?ehir. Rûhü'l-Kudüs : ı) Cebrâil; 2) Hz. îsa'ya üfürülen ruh. kûf ‫ ﻛ ﻮ ف‬-(f.i.): zool. bayku?. (bkz : bûm).

kûhe L a / (f.i.): 1. dağ. (bkz : kûh). 2. at eyeri. 3 ٠deve hörgücü, dağ tepesi gibi sivri ve kubbeli olan ?ey. 4 ٠saldırma, hücum, (bkz : savlet).

kufâr ‫( ﻗ ﻔ ﺎ ر‬a.i. kafr'ın c .): susuz yerler, otsuz, ISSIZ ‫ ؟‬Oller.

kûh-efgen ‫( ﻛﻮه اﻓﻜ ﻦ‬f.b.s.) "dağ deviren” : ‫ ؟‬ok kuvvetli.

küfe ‫( ا ﻓ ﻪ‬f.i.): küfe, kaba ve dayanıklı büyük sepet.

kûhî ‫( ﻛﻮﻫﻰ‬f.i. ve s.): 1. dağa âit, dağ ile ilgili; dağ gibi. 2. dağlı. Şükûfe-i k û h î: dağ ‫ ؟‬i‫ ؟‬eği. 3. ta?ralı, dı?arlıklı kaba lcimse; dağlı,

kûfî ‫( ﻛ ﻮﻓ ﻰ‬a.s.): 1. "Küfe" ?ehrine mensup, bu ?ehirle ilgili olan. 2. (bkz: hatt-1 kûfî). kûfîyyûn ‫( ﻛﻮﻓﻴﻮن‬a.i.c.): eski Arap dilcilerinin ayrıldığı iki büyük ?u'beden biri olup, digerine "basîriyyûn” denirdi. kufl ‫( ﻓﻐﻞ‬a.i.c.: akfâl, ku fû l): kilit, sürgü, küfte ‫( ﻛ ﻮ ﻓ ﺘ ﻪ‬f.i.): köfte, kıyılmı?, ezilmi?, dövülmü? et, kofte. kûfte-hâr ‫( ﻛ ﻮ ﻓ ﺘ ﻪ ﺧﻮار‬f.b.s.): “köftehor, köfte yiyen'' 1 ‫؛‬. geveze, ‫ ؟‬al‫ ؟‬ene. 2. kendini begenmi?; ?arlatan. 3. çapkın. İcufûl ‫( ﻋ ﻬ ﺮ ل‬a.i. kufl'un c .): 1. kilitler, (bkz : akfâl). 2. seferden, yolculuktan dönme. kûh ‫ ( ﻛﻮه‬fi.) : dağ. (bkz : cebel). kûh-i âte?-fe?ân : "ate? sa‫ ؟‬an dağ” : yanardağ. kûh-i ce lil: üzerinde Hz. Nûh'un evi İ3UİU-

nan tepe. kûh-ı nûr (ı?ık dağı): ünlü elmas, [?imdi İngiltere tacının elmasları arasında yer almakta olup; yontulmadan Onceki ağırlığı 800 kırat iken acemice yontulması sonunda 279 kırata dü?mü?tür]. kûh-i K a f: 1) Kafdağı; 2) mec. eri?ilemeyen yer. kûh-i rah m et: Mekke-i Miikerreme'de bir

dağ. kûh-i revende : heybetli at, deve, fil. kûh ü d e?t: 1) dağ ve ova; 2) mec. her yer, her taraf. kûhâmûn ‫( ﻛ ﻮ ﻫﺎ ﻣ ﻮ ن‬f.i.) : tepesi düz olan dağ. kûhân ‫( ﻛ ﻮ ﻫ ﺎ ن‬f.s.): 1. lcambur. (bkz ‫ ؛‬kûhpü?t). 2. i . at eyeri. 3. i. deve veyâ sığır hörgücü, (bkz : kûhe 3 ’‫)؛‬.

kûh-istân ‫( ﻛ ﻮ ﻣ ﺘ ﺎ ن‬f.b.i.): dağlık; dağı olan yer. (bkz: kûh-pâye). kûhî-yâne ‫ﻫﺎذه‬/ rette, kaba.

(f.zf.): dağlıya yakı?acak su-

kûh-ken ‫( ﻛ ﻮ ﻫ ﻜ ﻦ‬f.b.s.): dağ kazıcı, dağ kazan : Ferhâd-ı kûh-ken : dağ kazan Ferhad. (bkz: kûh-kûb). kûh-kûb ‫ — وب‬r ‫( ﻛﻮه‬f.b.s.): 1. dağ vuran, dağ kazan, (bkz : kûh-ken). 2. kuvvetli at veyâ katır. 3. kale döven top. 4. i. Şîrînin sevgilisi Ferhâd. kuhl ‫( ﻛ ﺤ ﻞ‬a.i.): 1. göze ‫ ؟‬ekilen sürme. 2. göz ilâcı. kuhli ‫ص‬

(a.s.): sürme gibi siyah olan,

kûh-nümûn ‫( ﻛ ﻮ ﻫﺘ ﻤ ﻮ ن‬f.b.s.): dağ gibi görünen, heybetli. kûh-pâre ‫( ﻛﻮه واره‬f.b.i.): 1. dağ parçası. 2. kuvvetli at. kûh-pâye ‫( ﻛ ﻮ ﺻﺎﻳ ﻪ‬f.b.i.): dağlık, (bkz : kûhİstân). kûh-peyker ‫( ﻛﻮه ﻳ ﻜ ﺮ‬f.b.s.): dağ gibi heybetli, iriyaı'ı. (bkz: kûh-nümûn, kûh-ten, kûhvâr). kûh-pü?t ‫( ﻛﻮه ﺷ ﺖ‬f.b.s.): kanbur. kûh-sâr

‫ﻛ ﻮ ﻫ ﺴﺎ ر‬

(f.b.i.) : dağlık; dağ tepesi,

kûh-ten ‫( ﻛ ﻮ ه ﺗﻦ‬f.b.s.): iriyarı, gOsteri?li, dağ gibi (kimse), (blcz: kûh-nümun, kûhpeyker, küh-vâı'). kuhûf ‫( ﻗﺤﻮف‬a.i. kıhf'ın c.). (bkz : akhâf). kûh-vâr ‫ي وار‬ (f.b.s.): iri kıyım, gOsteri?li, dağ gibi (kimse), (bkz: kûh-nümûn, kûh-peyker, kûh-ten). kûj

(f.i.): bot. ali‫ ؟‬.

kûh-beden ‫( ﻛﻮه ﺑﺪن‬f.a.b.s.): dağ gibi, iri yapılı kimse.

kûl-âb ‫( ﻛﻮﻻ ب‬f.i.): 1. göl. (bkz : göl-âb, gadir). 2. büyük dalga.

kûh-ciğer ‫( ﻛ ﻮ ه ﺟﻜﺮ‬f.b.s.): dağ yiirelcli, yiğit, kahraman, (bkz: bahâdır).

kulâfe ‫ ﻗﻼﻓﻪ‬.Â(a.i.) : zarf; kabuk, kılıf, kulâme ‫( ﻓﻼﻣﻪ‬a.i.): kesinti; tırnak lcesintisi. 605

kulâme.eyn

kulâmeteyn ‫( ﻗ ﻼﻫﺒ ﻦ‬a.i.c.): ''iki tırnak kesintisi” : parantez [()]. kulel ‫( ص‬a.i. kulle'nin c .): 1. dag tepeleri, doruklar. 2. kuleler. kulel-i seb'a : yedi kule [İstanbul'da], kulkasiyye (a.i.): bot. *yılanyastıgıgiller, fr. aroidees. kulkul ‫( ﻗﻠ ﻬ ﻞ‬a.s.): 1. ruhu hafif, eline ayagma çabuk [adam]. 2. i. bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkan ses. kullâb ‫( ﻗ ﻼ ب‬a.i.c.: kalâlib): çengel, kanca, ucu egri nesne, (blcz: küllâb). kulle ‫( ﻗ ﻠ ﻪ‬a.i.c.: kulel): 1. dag tepesi, doruk, (bkz : zirve). 2. kule. 3. den. bâzı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top. kulûb ‫( و و ب‬a.i. kalb'in c .): kalbler, gönüller. Mahbûbü'l-kulûb : ı) bütün kalblerin sevgilisi, Hz. Muhammed; 2) Ali Çîr Nevâî'nin meşhur bir eseri. kulunç ‫"( ﻗ ﻮ ﻟ ﺞ‬ku" uzun okunur, a.i.): hek. bagirsak ağrısı, bağırsaklarda peyda olup omuz başlarına ve vücûda gelen bir ağrı, kulzüm ‫( ﻗ ﺰ م‬a.i.): cogr. 1. deniz. Bahr-ikulzüm : Çap denizi, Kızıldeniz. (bkz : bahr). 2. Kızıldeniz. kumâme ‫( ﻗﻤﺎﻣﻪ‬a.i.): Kudüs'te Hıristiyanlarca Hz. îsâ'nın mezarı bulunan ma'bed. kum âr ‫( ﻗﻤﺎ ر‬a.i.): para karşılığı oynanan oyun. [asli “kımar" dır], (blcz : meysir). kumâr-bâz ‫( ﻗﻤﺎرﺑﺎز‬a.f.b.i. ve s.-) : kumarcı, kumar oynamak âdetinde olan, [asil "kımârbâz'' dır]. kumâr-bâzî ‫( ﻗ ﻤ ﺎ ر ﺑ ﺎ ز ى‬a.f.b.i.): kumarbazille, kumarcılık, kumar düşkünlüğü, [asil "kımâı'-bâzî" dir]. kıımâr-hâne ‫( ﻗﻤﺎر ﺧﺎﻧﻪ‬a.fb.i.): [dâimâ] kumar oynanılan yer. [asil: "kımâr-hâne” dir]. kum ârî ‫( ز ر ى‬a.s.): Hindistan'ın güneyinde kumar (Comoi'in) burnundan çıkarılan en güzel öd. kumâş ‫( ﻗﻤﺎ ش‬a.i.c.: akm işe): ipek, yün, keten vesâireden yapılan dokuma, küme ‫( ﻛ ﻮ ﻣ ﻪ‬a.i.c.: kiivem, ekvâm ): kiime. (bkz: kevme). kumkuma ‫( ﻗ ﻤ ﻘ ﻤ ﻪ‬a.i.c.: kamâkım) : İçine zemzem, mürekkep gibi şeyler konulan yuvarlak testi. 606

kum rî ‫( ﻗ ﻤ ﺮ ى‬a.i.c.: kam ârî): kumru, kumriyye ‫( ﻗﻤﺮﻳﻪ‬a.i.c. ‫ ؛‬kam ârî): kumru, kûn ‫( ﻛ ﻮ ن‬f.i.): ki‫ ؟‬, kuyruk sokumu bolgesi. (bkz: mak'ad). kunduz ‫( ض‬a.i.): kunduz, postu makbul bir hayvan, kastor. kuneyve ‫( ﻣ ﻮ ه‬a.i.): anat. kanalcık, fr. canalicule. lcunfuz ‫( ﻗ ﻬ ﺬ‬a.i.c.: kanâfiz): 1. kirpi. 2. fâre. kunneb ‫( ﻗ ﺐ‬a.i.): kendir, kenevir, kunû ' ‫( ﻗﻨ ﻮ ع‬a.i.): kanaat etme. kunUt ‫( ﻗ ﻮ ط‬a.i.): ümitsizlik, ye'se kapılma, (bkz: nevmidi, ye's). kunût ‫( ﻗﻨ ﻮ ت‬a.i.): 1. İbâdet, (bkz : tâat). 2. yatSI namazından sonra Icılman ve salât-1 vitir denilen üç rekâtlık namaz. kunut d u â sı: vitir namazının son rek'atmda okunan duâ. kunzua ‫( ﻗ ﺰ ﻋ ﻪ‬a.i.c.: kanâzı'): 1. kafatasının kenarında bulunan saç; tıraşlı başın iistünde bulunan bir tutam saç. 2. çakıl taşı. 3. başa takılan kadm filesi. 4. ibik, kûpâl ‫ ﺑﺎ ل‬/ (f.i.): demir topuz, gürz, kûr ‫( ﻛ ﻮ ر‬f.s.c.: kûrân): kör. kur'a ‫( ﻗ ﺮ ى‬a.i.c. kura'): 1. yalnız tesâdüfe ve tâlihe bağlı bir ayırma yapmak üzere başvurulan her türlü vâsıta; ad çekme. 2. Tanzimat sonrası askerlik işlerinde kullamlan bir usûl olup, bir yılın doğumluları arasında, ad çekilerek, adına K yazılı kâğıt çekilen asker olur. k ıır'a cı: kur'a çekme İşine me'mur edilen subay ve şâir kimseler. kur'a e frâ d ı: kur'a çekerek askere gidenler, [eskiden]. kur'a-i şer'iyye : askere alma İŞİ. İcur'ası çıkm ak ‫ ؛‬asker olmak, kura' ‫( ﻗ ﺮ ع‬a.i. kur'a'nın c.). (bkz : kur'a). kurât^^ (a.i. karye'nin c.): köyler, kasabalar. kurâ-yî m ütecâvire: komşu köyler, kûrâb ‫( ا ر ا ب‬f.i.): serap, ılgım, yalgın, kûrâbe ‫( ا ر ا د ه‬f.i.): kubbeli türbe, mezar, k u ra d ‫( ﻗ ﺮاد‬a.i.): hayvan kehlesi. Kur'ân ‫( ﻗ ﺮآ ن‬a.i.): Hz. Muhammed'e inen kutsal kitap, (bkz: Furkan). Hâfız-1 K u r'âu : Kur'ân'ı, başından sonuna kadai- ezberlemiş olan kimse, [kelime Arapçada : ı) usul

kurs, kursa ve

saygı

ile

okum ak;

2) "z a m m e tm e k ,

c e m 'e t m e k ” m â n â s ı n a g e lir ].

kûrân ‫ﻛﻮوان‬

(a .f.b .i. v e s . ) : i y i K u r 'â n

o k u y a n k i m s e , K u r 'â n o k u m a y ı m e sle lc e d in e n k im s e .

Kur'ânî, Kur'âniyye ‫ﻗ ﺮ ﴽ ﻳ ﻪ‬

،

‫ﺷﴼ ذ ى‬

(a .s.):

Âyât-1 Kur'âniyye : K u r 'â n â y e t le r i. Ta'bîr-i Kur'ânî: K u r 'â n 'd a g e ç e n s ö z . Mu'cizât-1 Kur'âniyye : K u r 'â n 'ı n b i l d i r d i ğ i m û c iz e le r .

K u r 'â n 'a m e n s u p , K u r 'â n ile i l g i l i :

k u r â z a . ‫^؛‬

( a . i . ) : 1 . a lt ın v e g ü m ü ş k ı r ı n t ı l a -

rı. ( b k z : İ 'îz e -i ze r).

kıırâza-i sim :

g ü m ü ş k e s i n t ile r i.

2. k u m a ş

v e ş â ir e p a r ç a s ı . 3 . k ı r ı n t ı , d ö k ü n t ü ,

kıırâza-i kâğâz : lcurb ‫ﻗﺮب‬

Kureşî, K u r e y ç i ^ ^ ، ‫ ( ز ﻓ ﻰ‬a . h . i . ) : K u r e y ? k a b i l e s i n d e n o la n A r a p . Âftâb-1 Kureyşl ( K u r e y ş G ü n e ş i ) : H z . M u h a m m e d . Nebî-i Kureyşl ( K u r e y ş p e y g a m b e r i ) : H z . M u ham m ed.

kurevl‫( ر و ى‬a.i.s.,.) : k ö y l ü . Maîşet-ikureviyye : k ö y lü g i b i g e ç i n m e , y a ş a m a , kureybe ‫ ب‬. ‫ز‬ ricule.

( a .i.) :

Kureyş ‫ﺑ ﺶ‬.‫ﻗ ﺮ‬

anat.

( a .h .i.) :

H z.

k o ru n m ası

Sanâdîd-i Kureyş :

o lm a , y a k ın lık , y a k m

tu lu m c u k ,

fr. ut-

M u h a m m e d 'i n

m e n s û b o ld u g u A r a p k a b i l e s i n i n a d i o lu p K â b e n in

k â ğ ıt p a r ç a s ı,

1. y a k ı n

( a .i.) :

( f . i . ) : a l at. ( b k z : k ü r e n d , k ü -

re n ).

( f . z f . ) : k ö r c e s in e .

Kur'ân-hân ‫ﻗﺮآن ﺧﺎن‬

p â d iş â h ın y a k ın la r ın -

d a b u l u n a n k im s e le r , m â b e y n c i l e r .

kûreng‫ﻛ ﻮ ر ﻧ ﻚ‬

(f.s. k û r 'u n c . ) : k ö rle r.

kûr-âne‫ﻛﻠ ﺮ' ﻷ‬

kıırenâ-yi pâdiçâhî:

bu

k a b ile y e

H z.

â itt i.

M u h a m m e d 'i n

p e y g a m b e r liğ in i k a b u l e tm e y e n v e k e n d is in e k a r ş ı d u r a n K u r e y ş k a b i l e s i n i n u l u l a n ,

b u lu n m a .

l‫ ؛‬urb-ı derece : fer.

ö le n k i m s e y e d e r e c e v e

v â s ıta b a lc ım m d a n y a k ın lık , (m ü te v e ffâ y a

k u rh a

: A l l a h 'a m â n e v i y a k ı n l ı k .

İcurb-İ mesâfe

: y e r y a k ın lığ ı.

( b k z : k a r ib ,

n e z d ik ) .

3.

tas.

2.

Kureyşl ‫ز ﻓ ﻰ‬

s.

e z e ld e

yakm . yânî

‫ر ى‬

‫ﻳ‬

d a s e b k a t e d e n a h d e v e fâ .

k u rn e

ü )

m a ğ a v e s ile o la n şe y . 2 . e ti, f t k a r â y a p a r a s ı z

[k e l i m e n i n

a s il

d ır ], ( b k z : k a ı'h a ).

e r v â h â le m in d e A l l a h ile a b d (k u l) a r a s m -

( a . i . ) : 1. A l l a h 'ı n r ı z â s ı n ı k a z a n -

( a . i . c . : k u r û lı )

" k u r h a ” o l d u g u h a ld e “ k a r h a ” ş e k li y a y g ı n -

k û rî‫ﻰ‬

kurbân ‫ﻗ ﺮ ﺑ ﺎ ن‬

( a . h . i . ) : K u r e y ş k a b ile s in d e n

o la n , K u r e y ş l i .

o ğ lu , t o r u n u n d a n d a h a y a k ı n d ı r ] ,

kurb-ı Hudâ

re is le r i.

( f . i . ) : k ö r lü k , ( b k z : a m â ). ( a . i . ) : 1 . s i v r i , t ü m s e k şe y . 2 . h a -

m a m k u r n a s ı. k u rn e te yn

‫ﻗﺮذت؛ن‬

(a .i.c .) : " i k i k u r n a ” : i k i k a p

o l a r a k d a ğ ı t ı l m a k n iy e t iy le f a r z , v â c i b v e y â

ö l ç ü s ü n d e o l a n su . [ y ı k a n m a y a y e t e r s a y ı -

s ü n n e t o la l'a lc k e s i le n

lir ].

( k o y u n , k e ç i, s ığ ır ,

d e v e ... g ib i) h a y v a n . 3 . b i r g a y e u ğ r u n d a fe d â o lm a .

lcurbet ‫ﻗ ﺮ ت‬

( a . i . ) : 1 . y a k ı n l ı k , ( b k z : n e z d ik i) .

kurbet-i i i m m

:

huk.

v â s ıta s ıy la

[eslcid en ] a n a v e b ü y ü k

o la n

k a ı'â b e t .

[a n a

b il'

k a r d e ş le r v e b u n l a r ı n f e r ile r i y a k ı n v e u z a k d a y ıla r , t e y z e le r v e b u n l a r ı n fe r ile r i g ib i],

lcurbiyyet A ı 'a p

:)

.

g l'a m e r i

( o .i.) : y a k ın lık ,

yönünden

y a n lış

k û r-b o ğ a z ۶ ^

kûr-dîl ‫ا و ﻟ ﻮ‬

‫ا ر‬

c . ) : K u r 'â n 'ı , Y e d i

:

‫ﻗ ﺮه‬

( a . i . ) : 1 . s o g u k . 2 . ış ı k , t â z e lik , p a r -

l a k h k . ( b k z : n û ı', z iy â ) . k u r r e t i i 'l - a y n : g ö z n û r u . ( b k z : n û r - i d ld e ).

3- b o t.

s u te re si. 4 . s. p a r la k , n u r lu , ( b k z :

m ü n e v v e r). k u rr e tiy y e

‫ر ب‬

( a . i . ) : B â b lle r d e n Z e r r i n t a ç

a d ı n d a g ü z e l l i ğ i , b i l g i v e f a z i l e t i ile t a m i r m ış b ir k a d ın ın ta r a fta r la r ı,

(f.b .s.) : g ö n lü k ö r, c â h i l.

(f.i.)

lc u r re

( f.b .s .) : k ö r b o ğ a z ; o b u r,

1. k u y u m c u o c a ğ ı ; d e m i r c i

o c a ğ ı; m â d e n o c a ğ ı. 2 . k ü re ,

lcurenâ ‫ﻗﺮئﺀ‬

(a.s. k a r i 'i n

t a d l ıâ f ız la r .

[k e lim e , o lm a k la

b e râ b e r k u lla n ılm a k ta d ır ].

İcûre ‫—وره‬r

‫ﻓ ﺮ' ﺀ‬

K ır â e t v e O n R iv â y e t d â h ilin d e o k u y a n ü s -

2 . h ı s ı m l ı k , a k r a b â lı k . 3 . A l l a h 'a y a k ı n l ı k ,

a n a la r

k u rrâ'

(a.i. k a r i n 'i n c . ) : y a k ı n la r .

k u r s , lc u r s a

‫ﻗﺮ ﺻﻪ‬

،

‫ﻗﺮص‬

(a .i.c .: a k r â s ) : 1. y u -

v a r l a k , v e y a s s ı n e s n e , te k e r, t e k e r le k n e s n e , a ğ ı r ş a k , ç ö r e k ; k ü r e , d â i r e v e h e r t ü r lü d â i r e ş e k lin d e n e s n e . 2 ٠b i r y ı l d ı z ı n g ö r ü nen yü zü .

607

kurs-ı nân

kurs-ı nân : yuvarlak, tekerlek biçimindeki ekmek. kurs-ı simin : astr. Ay. kurs-i Kamer: Ay'ın uzaktan düz görülen yüzü. kurs-i m er'î: görülen halka, kurs-i Şems : Güneş'in uzaktan düz görülen yüzü. kurs-i varak: bot. yaprak, kurs-i zer : altın para. kurta ‫ﻟﻪ‬٠‫( ﻗﺮ‬a.i.): kadınların süs olarak kulakİarına taktıkları kiipe. kurta-i gûş : kulak küpesi, (bkz : mengûş). kurubat ‫( ﻗﺮﺑﺄت‬a.i. kırba'nın c.). (bkz: kırba), kurûd ‫( ﻗﺮود‬a.i. kırd'ın c.). (bkz: kırede). kurûh ٧ ) (a.i. karha, kıırha'nın c.): yaralar, ülserler. kürüm ‫( ﻗﺮوم‬a.i. karm'ın c .): degerliinsanlar. kürün ‫( ﻗ ﺮ و ن‬a.i. karn'm c.): 1. zamanlar, devirler, ‫ ؟‬aglar. kurûn-i âhire: tar. İstanbul'un fethi (1453 ) nden sonraki zaman. kurûn-1 muzafferiyyet: zafer aşırları, kurûn-ı sâlife : geçmiş asırlar. kurûn-1 uhrâ: tar. S o n ‫ ؟‬ağ. kurûn-ı ûlâ : tar. ilkçağ [târihin en eski zamanlarından başlayarak, milâdin 395 yılına kadar süren ‫ ؟‬ağ]. kurûn-ı vııstâ : Ortaçağ. [îsâ'nın dogumundan sonra 395. yıldan İstanbul'un Tiirkler tarafından alındığı 1453 yılına kadar süren ‫ ؟‬ag]. 2. boynuzlar. Adîmetü'l-kurûn : zool. deve gibi boynuzu oymayan ‫ ؟‬atal tırnaklı hayvanlar. kürüz ‫( ﻗﺮوض‬a.i. karz'm c.): ödün‫ ؟‬verilen paralar, borçlar. kıırûz-i hasene : fâizsiz olarak verilen bor‫؟‬ paralar. kûs ‫( ﻛ ﻮ س‬f.i.): kös, eski savaşlarda, alaylarda deve veyâ araba üstünde taşınarak ‫ ؟‬alman büyük davul, kûs-i gazâ: savaş davulu, kûs-i rahil, kûs-i rihlet: gö‫ ؟‬davulu, ölüm ânı. kusâme ‫( ﻓ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.i.): kassâm'ın, mirası üleştiren kimsenin ana paradan kendi hissesine düşen miktar. 608

kusâre ‫( ﻗ ﻤ ﺎ ر ه‬a.i.): 1. husûsî yer, husûsî hîîcre. 2. den. güvertelerin en üstündeki yarim güverte. küse .‫( ﻛ ﻮ ﻣ ﺎ‬f.i.s.): köse, (bkz : kûsec). kûsec ‫( ا ﺳ ﺞ‬a.i.s.): köse, (bkz : küse), kuseybe ‫( ﻗ ﺐ‬a.i.): anat. bronşçuk, kuseyrâ ‫( ﻗ ﻢ ~ ر ى‬a.i.): ege kemiğinin öksüzcesi, gegrek. kusûdiyye ‫( ﻗ ﻬ ﻮ د ﻳ ﻪ‬a.i.): tas. kasdi, irâdesi İrâde-i bârî'de fânî olmak tarikında bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbir, kusûr ‫( ﻗ ﻤ ﻮ ر‬a.i.),: 1. eksiklik. 2. ayıp; sakatilk; özür, yersiz hareket. 3. su‫ ؟‬, kabahat, (bkz : İhmâl, tekâsiil). 4. ihmal, tedbirsizlik. 5. bir hesâbın üstü, artanı; artan kısım, üst. 6. (kasr'ın c .): köşkler, kusûr-i Behişt: cennet köşkleri, kusûr-i cenân : gönül köşkleri, kusûr-i cinân : cennetlerdeki köşkler. kusvâ (‫ﻟ ﻞ‬-‫( ل‬a.s.): 1. son derecede bulunan. 2. i. nihâyet, son. Hadd-İ kusvâ: (bkz: aksâ). 3. erişilecek son nokta, son sınır. Derece-i kusvâ, Mertebe-i kusvâ: son derece. 4. Hz. Muhammed'in devesinin adi. (bkz: el-Kusvâ). kuça'rîre ‫( ﻗ ﺸ ﻌ ﺮ ﻳ ﺮ ه‬a.i.): 1. titreme, (bkz: ikşi'râr). 2. hek. tavuk derisi gibi pürtük pürtük kabararak meydana gelen bir hastalik. kûşe ‫( ﻛ ﻮ ﺷ ﻪ‬f.i.). (bkz : gûşe). kûşe-i ferâg: insanin her şeyi bırakıp ‫ ؟‬ekil-digi köşe. kûşe-i nisyân : terketme, unutma köşesi, kûşiş ‫( ﻛ ﻮ ﺷ ﺶ‬f.i.): ‫ ؟‬alışma, ‫ ؟‬abalama. (bkz: gayret). kûçk ‫( ﻛ ﻮ ﺷ ﻚ‬f.i.): köşk, (bkz : kâh, kasr). kuşûr ‫( ﻗ ﺸ ﻮر‬a.i. kışr'ın c .): kabuklar. kuçûr-i eşcâr: aga‫ ؟‬kabukları, kut ‫“( ﻗ ﻮ ت‬ku” uzun okunur, a.-i.c.: akvât): 1. yaşamak İ‫ ؟‬in yenilen şey. 2. yiyecek, kut-i lâ-yemût ("ku" uzun okunur): ancak ölmeyecek kadar alman gıda, (bkz : tûşe). kut-i mesih ("ku” uzun okunur): hurma, kut-i nâ-bûd ("ku" uzun okunur): ölmeyecek (yok olmayacak) kadar yiyecek, kut-i rûh (“ku" uzun okunur): can İ‫ ؟‬in olan gıdâ.

kutb-i şimâlî kut-i uşşâlc

( " k u ” u z u n o k u n u r ) : "â ş ık la r ın

‫ﻛ ﻮﺗﺎ ه‬

،

: a s t r . m ih v e ı ٠- i A r z i m t i d â d m d a n

y â n î m i h v e r - i â le m 'd e n y a l n ı z 1 0 5 c i v a r ı n d a

g ıd â s ı” : ö p ü ş, ö p m e .

lcûtâh, kûteh ‫ﻛ ﻮ ﺗ ﻪ‬

kutb -i izâfî

( f .s .) : k ıs a , b o y s u z ,

u z a k ta b u lu n a n k u tu p y ıld ız ın ın h e r h a n g i b i r a n d a k i d u r u m u n a g ö r e t â y i n e d i lm i ş

( b k z : k a s ir ). . ‫ ( ﻛﻮى‬f . b . s . ) : lcö tü o ld u ğ u

lcûtâh-âstîn ‫ا ﺳ ﺨ ﻦ‬

h a ld e i y i g i b i g ö r ü n e n [k im s e ] ,

kûtâh-bîn ‫ﺑ ﻴ ﻦ‬

‫ﻛ ﻮﺗﺎ ه‬

( f . b . s . ) : İcısa g ö r e n ,

h a k î k î 'n i n

n e t i c e y i g ö r m e y e n , b a s ir e t s iz ,

kûtâh-nazar ‫ﻛﻮﺋﻪ ﻧ ﻈ ﺮ‬

o la n k u t u p n o k t a s ıd ır ,

kutb-i m e n fî: astr. * e k s i k u t u p , kutb-i m e r'î: astr. k u l l a n ı l a n

(f.a .b .s.). (b lcz : k û t â h -

b in ).

kabûl

e d ile n

k u tb -i

a d ı.

[M u t­

l a k k u t u p n o k t a s ı ( k u t b - i m u t la k ) b u g ü n iç in t â y in i m ü m k ü n o lm a y a n b ir n o k ta d ır ; ç ü n k ü K u t u p y ı l d ı z ı , G ü n e ş s is t e m i d â i m i

kûtâh-ter

( f.b .s .) : p e k k ıs a .

lcûtâh-terîn ‫ﻛﻮﺗﺎ ﻫﺘﺮﻳﻦ‬ lcutb ‫ﻗ ﻄ ﺐ‬

h a r e k e t iç in d e

b u lu n a n

( a . i . c . : a k t â b , k u t û b ) : 1. d ö n e n b i r

d a n e n u z a lc o la n v e y e r * e k s e n i n i n g e ç t i ğ i v a r s a y ı l a n ik i n o lc t a s m d a n h e r b ir i. 3 . e le k trilc c e r e y â n ı m m e y d a n a g e t i r e n p o t a n s i y e l f a r k ı n ı n e n y ü k s e k d e r e c e y i b u l d u ğ u ik i n o k t a d a n h e r b ir i. 4 . b i r m ı k n a t ı s d e m i r i n i n i k i u c u n d a n h e r b ir i. 5 . B i r t a r i k a t i n

a n c a k o n b in sen e k a d a r b u v a z ife s in i g ö r e ­

p r a t i k m a k s a t l a r l a k a b û l e d ile n b a s i t l e ş t i ­ rilm iş k a p a lı m a h r e k te k i k u tu p h a k îk î d e ­ ğ e rle e ş it t u t u l m u ş b u l u n d u ğ u n d a n b u n a k u t b - i m e r 'î a d ı v e r i l i y o r ] ,

kutb-i m ıkn atîsî : fiz., jeod. 1. p u s la i b r e le ­ r i n i n g ö s t e r d i k l e r i y ö n . 2. coğr., top., jeod. m ık n a tîs iy e t-i A r z ı n

g e n iş b i l g i s i v e s a l â h i y e t i o la n k im s e . 7. b ir

le r

g r u p u n , b i r k a v m i n b a ş ı, u lu 's u , b ü y ü ğ ü .

d e ğ i ld ir .

is t e k le r in , a r z u l a r ı n c e v a p b u l-

e n k e s if o ld u ğ u y e r ­

k u tu p la rın

A m e r i k a 'd a

b u lu n d u ğ u

L a b r a d o r 'u n

y e r le r ü z e r in ­

d e z a m a n z a m a n y e r d e ğ iş tire n , b u n u n la

y e t e n fa z la o ld u ğ u n d a n b u s â h a n m o rta sı lc u tu p ; [ h iç b ir a ç ı k l a m a ile

k u lla n ılm a d ığ ı ta k d ir d e z e y k u tb u )

c o ğ râ fî

b e râ b e r b e lli b ir sâ h a d a m a h s u r m ık n a tıs i-

d u g u y e r, h u z u r .

kutb-î arz : coğr.

m ü th iş

b i le c e k t ir . İ h t i y â c ı m ı z b u l u n a n k u t u p i ç i n

u lu 's u [ G a v s 't e n s o n r a g e lir]. 6 . b i r m e v z û d a

kutb-î â m â l :

k â in a tta

s ü r a t le r le h a r e k e t h â l i n d e d i r . K u t u p y ı l d ı z ı

( f . b . s . ) : e n ç o k İcısa.

ç a r k ı n a k s i. 2 . d ü n y â y u v a r l a ğ ı n ı n e k v a t o r -

k a rş ılığ ın d a

İcutb-İ şimâlî k u l la n ı l ı r ,

(k u -

(b k z :

İcu tb -İ ş im â li) ].

d â i r e le r i n i n

g ü n e y k u t b u ; A r z 'ı n

( b o y la m )

h a t t -i

İ s t iv â

d â i r e s i n i n (e k v a t o r) a lt ı n d a ( g ü n e y i n d e k i ) k e s i ş m e n o k t a s ı.

kutb-î c o ğ râ fî : astr.

İ s t iv â d â i r e s i n i n ( e k v a -

to r) m e r k e z in d e n a m û d (d ik ) g e ç e n h a t t ı n A r z 'ı n d e ld iğ i i k i b a sile n o k t a , [fa r a z i o l a r a k t u l d â i r e le r i n i n k e s i ş m e n o k t a l a n ] .

kutb-î coğrâfî-i cenûbî : coğ.

(b k z : k u tb -i

c e n û b î).

lir. B u n a b e n z e r b i r k u t u p d a c e n u p t a b u ­ l u n m a k t a d ı r . [ K u t b - i m ı k n a t î s î t â b i r i h iç

y a l n ı z k u t b - i m ı k n a t î s î - i ş i m â l î 'y i g ö s t e r ir ],

kutb-i m üsbet: astr. kutb-i risâ le t :

* a r t ı k u tu p ,

H z. M u h am m ed.

kutb-i sem âvî : astr.

A r z ın

m e rk e z in d e n

y â n î se m â k ü r e s in in m e rk e z in d e n d â ir e -i i s t i v â - y i s e m a v i y e a m û t ( * d ik e y ) o l a r a k g e ­ ç e n h a t t ı n s e m â k ü r e s i n i d e ld iğ i t a s a v v u r e d ile n i k i n o k t a .

kutb-i semâvî-i cenûbî : a str. :

sem â k u tu p ­

l a r ı n d a n d â i r e - i i s t i v â - i s e m â v î 'n i n a lt ı n d a

İcutb-İ coğrafî-i şim a lî : coğ.

( b k z : k u tb -i

ş im â lî) .

( g ü n e y i n d e ) b u lu n a n k u t u p ,

kutb-i semâvî-i şim â lî: astr.

kutb-î deverân : tar. OsmanlI hâkanı, halife. kutb-î h a k îk î : astr.

k u tb -i m ık n a tıs î-i şim â lî o la r a k k a b û l e d i­

b i r a ç ı k l a m a ile k u l l a n ı l m a d ı ğ ı t a k d i r d e

kutb-î cenûbî : coğr. tu l

d iğ e r

P o la r is , y â n i K u t u p Y ı l -

d i z i n i n p r a t i k m a k s a t l a r l a a s il m a h r e le in -

se m â k u tu p la ­

r ın d a n d â ir e -i is tiv â -i s e m â v î' ü s tü n d e (k u ­ z e y in d e ) b u l u n a n k u t u p ,

kutb-i ş im â lî: coğr., jeod., top. h a t t -ı

is tiv â

A r z ın tu l

d e n fa rlclı o la ra le ç i z d i ğ i t a s a v v u r e d ile n

d â i r e le r i n i n

(e k v a t o r)

e lip t ik m a la r e k in in b ü y ü le v e k ü ç ü k ç a p l a -

s in in ü z e r in d e (k u z e y in d e ) k e sişm e n o k ta ­

d â ir e ­

r ı n ı n k e s i ş m e n o k t a s ı.

sı, k u z e y k u t b u .

609

ku٠ b"î ulemâ kutb-i ulemâ : bilginlerin en büyüğü,

k u tr-i h a k ik î ( g e r ç e k ç a p ) : m at. u z u n l u k b i -

kutb-î zemân : zamâmn ermişlerinin başı,

r i m i n d e ö lç ü le n ç a p . fr. d iam ètre réel,

kutbü'd-dîn ‫ ؛‬ı) dinin kutbu; 2) erkek adi.

k u tr-i k ü re -i sem â : astr. * g ö k k ü r e s i ç a p ı,

kutbü'1-aktâb (kutupların kutbu) : Allalı'ın, lcendisine tasai'ruf kudreti vermiş oldugu veli.

k u tr-i zû -k e sîri'l-ad lâ' : m at. k ö ş e g e n , fr.

kutbü'l-ârifîn : â r i f k im s e le r in k u tb u , en ileİ'İ gelen i.

kutub yıldızı : astr. saplı bir tavaya benzetilen küçükayı denilen takımyıldızının (bir tavaya benzetildigi takdirde tava'nm) ucunda bulunan yıldız, demii' kazık, lât. : Polaris; fr. Etoile Polaire, Alpha Ursus Minoris. lcutbeyn ‫( ﻗ ﺒ ﻴ ﻦ‬a.i.c.) : 1. ik i k u tu p : [k u z e y k u tb u , g ü n e y k u tb u ]. 2. mec. H z. H a sa n ve H z. H ü s e y in .

kutbi, kutbiyye ‫ ﻗ ﺒ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻗﻄﺒﻰ‬a.s.) : kutuba âit, kutupla ilgili. kutbiyyet ‫( ﻗ ﻄ ﺒ ﻴ ﺖ‬a.i.) : 1. fiz. p u s u la ib resin in k u tu b a d o ğ r u d ö n m e k h a ssa sı, fr. polarité, [y a p m a k e lim e le rd e n d ir]. 2 . tas. lcutup m e rte b e sin e e rm e İm tiy â z ı.

lcııtbi^et-i kübrâ : tas. m â n e v i m e rte b e lerin en y ü k s e ğ i.

kUteh ‫( ﻛﻮﺗﻪ‬f.s.) : kısa, (bkz : kûtâlr). kûteh-bâl ‫ ا ل‬٠‫( ﻛﻮﺗﻪ‬f.b.s.) : kısa boylu,

diago n ale. k u tren ‫( ﻗ ﻄﺮأ‬a .z f.) : k u t u r i t ib a r ıy la . k u tri

‫ﻗﻄﺮ ى‬

(a.s.) : k u t u r a â it, k u t u r l a ilg ili.

k u tta' ‫( ﻗ ﻄ ﺎ ع‬a.s. k â t ı'ın c.) : k a t 'e d ic ile r , k e s i c i-

1er,

k e s e n le r .

k u ttâ -i tarik , k u tta ii't-ta rîk : y o l k e s e n le r , h a y d u t la r .

k u ttâ l

‫ﻓﺂ ل‬

(a.s. k a t i l i n c.) : k a t ille r , ö ld ü r e n le r ,

ö ld ü ı'ü cü le ı-.

k u ttâ n ‫( ﻗ ﻄ ﺎ ن‬a.s. k a t ı n 'ı n c.) : o t u r a n l a r , y e r l i -

1er. ku tû ' ‫( ﻗ ﻄ ﻮ ع‬a.i. k a t 'ın c.) : k e s in tile r , k u tû -i m a h rû tiy y e : k o n u b i ç i m i n d e k i p a r ç a la r .

ku tû ' ‫( ﻗ ﻄ ﻮ ع‬a.i.) : 1 . b i r y o l d a n v e y â s u d a n g e ç m e . 2 . g ö ç e t m e [k u ş la r },

ku tû b ‫( ﻗ ﻌ ﻠ ﻮ ب‬a.i. lc u t b 'u n c .). ( b k z : a k t â b , k u tb ). k û t-v â l

‫ﻛ ﻮ ﺗ ﻮا ل‬

(f.b .i.) : 1 . k a le m u h â f ı z ı , d iz d a r .

2 . b e le d iy e ı'eisi. kuûd

‫ﻗﻌ ﻮد‬

(a.i.) : 1 . o tu ı-m a . 2 . n a m a z ı n o t u -

ı-aı'ak e d â e d ile n k ı s m ı , ( b k z : k a 'd e - i û lâ , k a 'd e -i a lıîre ).

lcûteh-dest ‫( ﻛﻮﺗﻪ دﺳ ﺖ‬f.b.s.) : 1. kısa elli. 2. keremsiz, hasis.

k u û r ‫( ﻗ ﻌ ﻮ ر‬a.i. k a 'r 'ın c.) : diplei", d e r i n l i k l e r ;

kûteh-endîç ‫( ﻛﻮﺗﻪ ا ﻧ ﺪ ﻳ ﺜ ﻦ‬f.b.s.) : kısa düşünen, sonunu düşünmeyen,

ku vâ[y] [ ‫( ﻗ ﻮ ا ]ى‬a.i. k u v v e t i n c.) : k u v v e t l e r ,

kûteh-pâ ‫( ﻛﻮﺗﻪ ﻷ‬f.b.s.) : kısa ayaklı, bodul-. kııtelâ' ‫( ﻗﺘﻼﺀ‬a.s. katil'in c.) : öldürülmüş kimselel'. (bkz : katlâ). kutn ‫( ﻗﻄﻦ‬a.i.) : pamuk, kutne ‫( ﻗ ﻄ ﻨ ﻪ‬a.i.) : zool. şirden, geviş getiren hayvanlai'da dördüncü mide,

n iliâ y e t le r .

g ü ç le r , t â k a t la r . ( b k z : k u v v e t ) ,

k u v â -y î h am se-i b â tın a : ru h . z i l i n i n b e ş k u v v e t i , m e le k e s i, * y e t is i,

k u v â -y i h am se-i zâ h ire : ru h . d ı ş t a k i b e ş [g ö r m e , İ ş itm e , k o k l a m a , d o k u n m a , t a d a lm a ] k u v v e t , * d u y u , * y e ti.

K u v â -y î M illiy y e : ''m i ll i ( * u lu s a l) k u v v e t " ask. i s t i k l â l S a v a ş ı b o y u n c a A n a d o l u 'd a

k u r u la n h ü k ü m e t v e b u liiik û m e t in a sk e ri kutni, kutniyye ‫ ﻗﻄﻨﻴﻪ‬، ‫( ﻗ ﻌﻠ ﻨ ﻰ‬a.s.) : 1. pamuğa lc u v v e ti. âit, pamukla ilgili. 2. pamuktan yapılma. 3. ipek karışığı pamukla yapılmış l'enlcli k u v â -y î tah iîyye : t a b i a t a â it k u v v e t l e r , entârilik. [vaktiyle erkekler giyerdi], k u v â -y î u m û m iyy e : u m û m i , b ü t ü n k u v v e t kutr ‫( ﻗ ﻄ ﺮ‬a.i.c. : aktâr) : 1. yan, taraf, bölük, 1er. cihet. 2. mat. *köşegen, çap. Nısıf kutur : k u v â d iy y e ‫( ﻗ ﻮاﻟﺒ ﻪ‬a.i.) : zo o l. * s ıç a n g ille r . *yarıçap. k u v v â d ‫( ﻗ ﻮ ا د‬a .i. k a 'i d 'i n c.) : k u m a n d a n l a r

kııtr-i arz : astr. yer çapı.

.

lcutr-i dâire : mat. dâire kutru, çap. 61

(* lc o m u ta n la r).

kuvvâni

‫ﻗﻮاﻧﻰ‬

(a.s.)

: d i n a m i k , fr. d yn am iq u e.

kuvve-‫ ؛‬muharrike

kuvvâniyyet c~ 3١jâ (a.i.): dinamizm, fr. dynamisme. k u v v e ٥j —‫( ؛‬a.i.): ı. kuvvet, güc. 2. niyet, fikir. 3. salâhiyet (*yetki). 4. keyfiyet, vasıf. 5. his. 6. kabiliyet. 7. fels. fr. faculte. k u v v e -i a d a liy y e : anat. adale, kas gücü, k u v v e -i a d l iy y e : h u k. hukuk ve cezâ ka­ nunlarını, valc'a ve hâdiselere tatbik eden kuvvet. k u v v e -i â h i z e : 1) ahzetme, alma veyâ kav­ rama gücü. 2) cezbedici, çekici, büyüleyici manevî kuvvet. k u v v e -i a n -il m erk eziyye : fiz. *merkezkaç kuvvet, bir merkez çevresinde hareket eden bir cismi, o merkezden uzaklaştıran kuv­ vet, fr. fo rce cen trifu ge. k u v v e -i a s k e r iy y e : askerî kuvvet, bir yere çıkartma yapabilecek, kullanılabilecek as­ ker kuvveti. k u v v e -i azm : azim kuvveti; başarı sağlamak amacıyla her türlü zorluğu yenme kararı, k u v v e -i b a h riy y e : ast. deniz harp kuvveti, k u v v e -i baîd e : gerçekleşmesi uzak bir ihti­ mal olan şey. k u v v e -i b â sıra : hek. görme kuvveti, gözdeki görücülük kuvveti. k u v v e -i c â z i b e : fiz. [Arz'ın] cezbetme, çek­ me kuvveti, fr. pesanteur. k u v v e -i câ zib e -i u m û m iy y e : bir cismi oluş­ turan atomların birbirlerini çekmeleri, k u v v e -i c e b r iy y e : zorlama, ltu vve -i c e rriy y e : fiz. çekme gücü, k u v v e -i c ü z'-i fe rd iyy e : karşılıklı olarak iki cismin birbirlerini çekme kuvveti, k u v v e -i d â f i a : defetme, savma kuvveti, k u v v e -i d e lk iy y e : fiz. sürtünme kuvveti, k u v v e -i elâ stik ıy y e : fiz. *esnek kuvvet, k u v v e -i ele k trîk ıy y e : fiz. elektrik gücü, k u v v e -i e zeliyye (ezelî kuvvet): Allah k u v v e -i fâile, k u v v e -i h âlik a : tanrısal güç. k u v v e -i fâ ile -i e le k t r îk î : fiz. elektrik *geri­ limi. kuvve-i galibe (“ga” uzun okunur): üstün, ezici kuvvet. k u v v e -i g ıd â iy y e : beslenme gücü, k u v v e -i h â f ı z a : hâfıza kuvveti, hıfzetme, unutmama kuvveti.

: duyum alma gücü, : hayal gücü, k u v v e -i h ayeviyye: sağlığı sürekli kılan güç. K u w e - i h asse

k u v v e -i h a y â liy y e

: hayvan gücü, : sindirim gücü, k u v v e -i h u lû liy y e : gözenekli bir zar ile ay­ rılan iki sıvının birinden ötekine geçme özelliğinin derecesi. k u v v e -i h a y v â n iy y e k u v v e -i h âzım e

devlet idâresiyle ilgi­ li, umûmî icrâât ile zâbıta kanun ve nizam­ larının ve mahkemelerden çıkan hüküm v e ilâmların yerine getirilmesiyle mükellef b u lu n a n kuvvet, k u v v e -i ih tilâ l : ihtilâl kuvveti, k u v v e -i ic r â iy y e : h u k.

: ira­ seçebilme yetisi, k u v v e -i ilâ h iy y e : (bkz : kuvve-i kudsiyye). k u v v e -i ih tiy â riy y e , k u v v e -i irâ d iy y e de y e tisi,

*merkezcil muhitten merkeze doğru yönelen k u v v e t, fr. fo rce centripète, [kuvve-i an-il merkeziyye'nin zıddı], k u v v e -i in b âtiyy e : *bitelge, *biteklik, k u v v e -i ile'l- m erk eziyye : fiz. k u v v e t,

: bot. yerdeki tohumun fi­

k u v v e -i in tâ şiy ye

lizlenme gücü. k u v v e -i istih sâ liy y e

: *üretim gücü,

‫ ؛‬dayanma kuvveti, k u v v e -i k a lb iy y e : dînî inancı kuvvetlendir­ me. k u v v e -i istin â d

k u v v e -i k a z â iy y e

: h u k. yargılama kuvveti, : fiz. *ürüt, *üretim,

k u v v e -i k e m m iy y e t

: Allah sırlarının kendi­ sinde gözüktüğü peygamberlerin, ermişle­ rin kuvveti. k u v v e -i lâ m ise : hek. bir nesnenin yumu­ şaklığını, katılığını hisseden kuvvet, k u v v e -i k u d siy ye

: fiz. yapışkanlık, : fiz. enerji, k u w e - i m â liy y e : mal ve servetçe olan ikti­ dar.

k u v v e -i lâ sık a

k u v v e -i m a d d iy y e

: iç, yürek gücü; moral, k u v v e -i m â sik e : tutucu kuvvet, k u v v e -i m e k n iy y e : fiz. gizli güc, potansiyel, k u v v e -i m a 'n e v iy y e

k u v v e -i m ih â n ik iy y e

: denge ve hareket

meydana getiren güç. k u v v e -i m u h a rrik e : fiz.

tinden doğan enerji.

bir cismin hareke­

kuvve-i muharrike-i elektrîkiyye k u v v e -i

m u h a rr ik e -i

e le k tr îk iy y e :

fiz.

k u v v e -i

m u h a rr ik e -i

m ık n a t ıs ıy y e :

fiz.

mağnetomotor kuvvet, fr. fo rce m a g n eto m otrice.

kuvvetlerin *bileş­ kesi, birçok kuvvetlerin yerine geçen kuv­ vet.

kuvve-i musavvire : maddenin türlü şekille­ re girme gücü. ‫ ؛‬zihinde hayâlin sakla­ dığı şeyleri istenildiği şekilde düzenleme ve harcama kuvveti.

k u v v e -i m u ta s a rrıfa

: beş duyu ile duyulan şey­ leri zihinde de duyma kuvveti, k u v v e -i m ü essire : fiz. *etkin şiddet, k u v v e -i m ü e y y id e : *yaptırım gücü, kuvve­ ti. k u v v e -i m ü m e y y iz e : içde hissedilen şeyleri birbirinden ayırma kuvveti, k u v v e -i m ü tefek k ire ٠ . p sik. düşünce yetisi, k u v v e -i m ü d rik e

m ü te h a r rik

b i'l-e le k t r ik :

fiz.

elektromotor kuvvet, fr. fo rce m a g n eto m o trice.

k u v v e -i zâ ik a : hek.

tadıcılık kuvveti.

k u v v e -i zâ k ire : psik. a k lid a tu tm a gücü,

duyulmuş bir şeyi tekrar canlandırma kuvveti, k u v v e -i n â b it e : yetişme kuvveti, (bkz: kuvve-i nâmiyye). lcu vve-i n â m iy y e : nemâlandırıcı kuvvet, k u v v e -i n â tik a : p sik. idrak, akıl, k u v v e -i r û h iy y e : p sik. ruh inceliği, k u v v e -i sâ m ia : işiticilik kuvveti, k u v v e -i şâ m m e ٠ . koku alma kuvveti, k u v v e -i şeh ev iy ye : dünyâ zevklerine, şeh­ vet, ten arzularına düşkünlük, fr. co n cu -

: kişisel nitelik.

k u v v e -i zih n iy y e : p sik.

zihin gücü,

‫( ﻗ ﻮ ت‬a.i.c. : kuvafy]) 1 ‫؛‬. giic, kudret, tâkât; Sihlrat, sağlamlık. 2. bir hükümetin

kuvvet

askeri gücü. k u v v e t i d evlet : d e v l e t i n k u v v e t i . k u v v e t-i k a lb

: İtimâdı, güvenmeyi arttırma.

k u v v e t i k a râ b e t : h uk. k a r â b e t t e k u v v e t . M e s e lâ : baba

[a n a - b a b a b i r k a r d e ş i n

b ir

k a rd e şte n

k u v v e tlid ir :

k a râ b e ti çün kü,

a n a b a b a b ir k a rd e ş ik i k a râ b e t v e d ig e ri b ir k a r â b e t s â h ib id ir ] .

k u v v e t-i tab':

manzum söz söyleme kabiliye-

ti. k u v v e t-i tâli', k u v v e t-i b a h t : t a l i h l i l i k , b a h t a ç ık lığ ı, a ç ik b a h tlilik .

k u v v e t-i tâ lî : y a r d ı m c ı k u v v e t , i k i n c i d e r e k u v v e t-p e z ir

‫ر‬.‫( ﻗﻮﺗﻪ‬a.f.b.s.) : kuvvetli, güçlü.

(arka kuvveti) : 1) yedek kuvvet, arka kuvveti; 2) dayanılacak olan kimse, şeyveyâ hal. 3 . m at. 2 X2 X2 gibi *çarpanlan müsâvî olan bir *çarpmada bunların.miktârmı gösteren rakam : 2X2X2=23 muâdele (*denklem) sinde 3 sayısı, 2 ‫؛‬nin kuvvetini gösterir. [Arapça, Farsça yapılan terkiplerde kelime k u v v e şeklinde kullamlir], (bkz: kuvve),

k u v v e tü 'z -z a h r

‫ى‬.‫( ق‬a.s.) : tels. fr. v irtu e l, ‫( ﻗﻮﻳﺖ‬a.i.) : fels. fr. v irtu a lité , ‫—وى‬r (f.i.) : 1. köy. 2. mahalle ve İşlek yol;

kuvvi

k u v v iy y e t

piscence. k u v v e -i şe h vâ n iy y e

k u v v e -i zâ tiy ye

ced ek i k u vve t.

k u v v e -i m ü t e h a y y ile :

: istek, yeme içme arzu-

k u v v e -i te b 'îd iy y e : fiz.

kaldırma kuvveti, k u v v e -i t e ş r îiy y e : h u k. kanun yapma salâhiyeti, yetkisi, yasama gücü, k u v v e -i t e 'y îd iy y e : doğruluma, onaylama gücü. k u v v e -i u m û m iy y e : umûmî kuvvet, [en çok] asker ve silâh kuvveti, k u v v e -i v â h im e ‫ ؛‬zihinde hazır olan şeyleri tertip ve sarf etme kuvveti.

612

: arka veren kuvvet, yar-

h â fız a .

k u v v e -i m u h a s s a la : fiz.

k u v v e -i

k u v v e -i z a h riy y e

dımcı, İmdatçı.

elektromotor kuvvet.

kûy

sokak, (bkz : şâh-râh). 3. sevgilinin bulunduguyer. : sevgilinin köyü; sevgilinin oturdugu yer.

k û y -i y â r

kû y-d âş، j ‫>؛‬١٠l kuyûd

j/(f.b.s.) : köydeş, bir köylü,

‫( ﻗ ﻮ د‬a.i. kayd'm

c.)

: 1. kayıtlar, bağlar.

2. deftere geçirmeler. (eski kayıtlar) : Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü'nün bugünkü Arşiv dâiresi (müdürlüğü).

k u y û d -i k a d im e

küfûf

kuyûd-ı vak fiye : Vakıflar Umum Müdürlüğü'nün arşivi.

kübûd ‫( ﻛ ﻮ د‬a.i. kebd, kebed'in c .): karaciğerler. (bkz: ekbâd).

kııyûdât ‫( ﻗﻴﻮدات‬a.i. kayd'm c. olan kuyûd'ıın c.): resmi muâmeleler ve haberleşmeler defteri.

kücâ ‫ب‬ (f.i.): 1. yer. (bkz : câ, cây). 2. zf. nereye?) nasıl?.

kuyûdât-ı atika : eski kayıtlar, kuyûdât-ı vakfiyye: Vakıflar Müdürlüğü'nün arşivi, kuyûh ‫( ﺷﻮح‬a.i. kayh'm c.) : irinler,

Umum

kûy-yâft ‫( ا ى ﻳ ﺎ ﻓ ﺖ‬f.b.i.): sokakta bulunan bebek, bırakıntı.

küdâs ‫س‬١‫( ﻛ ﺪ‬a.i.): hayvan aksırığı, küdûr ‫( ﻛﺪ و ر‬a.i. keder'in c .): kederler, sıkıntılar, üzüntüler, (bkz: ekdâr). küdûrât ‫( ﻛ ﺪ و ر ا ت‬a.i. küdur'un c .): (bkz: ekdâr). kiidûret ‫( ﻛ ﺪ و ر ت‬a.i.): 1. bulanıklık. 2. gam, tasa, kaygı, (bkz : kürbet).

kûz j j j (f.s.): kanbur. (bkz: kûhân., kûhpüşt).

küfât ‫ ت‬١‫( ﻛﻊ‬a.s. kâfî'nin c.). (bkz : kâfî).

kûz ‫( ﻛﻮز‬a.i.): 1. bardak, (bkz ‫ ؛‬kadeh). 2. tas‫؛‬ çanak.

küfe ‫( ﻛ ﻔ ﻪ‬f.i.): küfe, kamıştan veyâ ağaçtan örülmüş sepet.

kuzah ‫( ﻗ ﺰ ح‬a.i.): 1. bulutlara karışan bir melek. 2. şeytan adlarından biri. 3. renk renk olan çizgi. Kavs-İ kuzah: coğ. ebem kuşağı, yağmur kuşağı, (bkz: alâim-i semâ'). Tabaka-i kuzahiyye ‫ ؛‬anat. göz tabakalarindan biri.

küffâr ‫( ص‬a.s. kâfir'in c .): kâfirler, hak dinini İnkâr edenler, (bkz : kâfirûn, kefere.),

kuzâhî ‫( ﻗ ﺰ ا‬a.s.): kuzalıa ait, kuzahla *ilgili, renkli.

kiifr ‫( ﻛ ﻐ ﺮ‬a.i.c.: küfür): 1. Allah'a ve dine âit şeylere inanmama, Cenâb-1 Hakk'a ortak koşma. 2. dinsizlik, imansızlık. 3. İslâm dinine uymayan inanışlarda bulunma. 4. nankörlük. 5. sövüp sayma, fenâ, kaba söz söyleme. 6. örtme ve gizleme.

k u za h i^ e ‫( ﻗﺰﺣﻴﻪ‬a.i.): anat. gözün renkli olan tabakası, fr. iris.

küfr-i cahûdî: içinden bilip ağızdan ikrar etmeme.

kuzât ‫( ﻗ ﻀ ﺎ ة‬a.i. kadi, kazi'nin c .): lcadılar. Kadi'1-kuzât: kadıların başı, (bkz : kadi, kazi, kııdât).

küfr-i inâdî: içinden bilip diliyle İkrâr ettiği halde İslâm dinine girmeme.

kûze ‫( ﻛﻮزه‬f.i.): su testisi, kûze-bâz^ ‫( ﻛﻮزه‬f.b.s. ve i.) : testileri başının üstünde tutarak hiiner gösteren oyuncu. kUze-ger ‫( ﻛﻮزه ﺳ ﻤ ﺮ‬a.f.b.i.): bardakçı; çömlek‫؛؟‬. kübâd ‫( ﻛ ﺎ د‬a.i.): hek. karacigeı. İltilıabı. kübbâd ‫( ﻛ ﺒ ﺎ د‬a.i.): bot. ağaç kavununu andıran, iri ve yumuşak bir limon, küberâ' ‫( ﻛ ﺮ ا ﺀ‬a.s. kebir'in c .): büyükler, ulular. (bkz: eâzım). küberâ-yi ümmet: ümmetin büyükleri, ululan.

küfr-i inkârî : Allah'ı aslâ bilmeyip ikrar ve îtirâf etmeme. küfr-i nifâkî: dil ile tasdik edip kalben İnkâr etme. küfr-i ziilf: zülfün karalığı, küfrân ‫( ﻛ ﻔ ﺮ ا ن‬a.i.): iyilik bilmeme, gördüğü lütuf ve insâniyeti unutma, [zıddı: şükrân]. kiifrân-ı ni'met: nankörlük, küfr-bâz ‫( ﻛ ﺒ ﺮ ﺑ ﺎ ز‬a.f.b.s.): kiifeedici, sövüp sayıcı.

kiibr ‫( ﻛ ﺮ‬a.i.): büyüklük, (bkz : kibr).

küfr-bâzî ‫( ﻛ ﻔ ﺮ ﺑ ﺎ ز ى‬a.f.b.i.): İcüfürbazlık, küfredicilik, sövüp sayma,

kübrâ ‫( ر ى‬a.s.): 1. daha (en, pek, çok) büyük olan, ["ekber” in müennesi]. Hadîcetü'1Kübrâ: Hz. Muhammed'in ilk zevcesi. 2. mant. büyük *önerme.

küfriyyât ‫( ﻛ ﻔ ﺮ ﻳ ﺎ ت‬a.i.c.): 1. kâfirliğe, küfre sebebolan İşler, sözler. 2. hicviyeleı'. 3. mürekkepçi Havâî'nin hicviyelerinden mürekkep mecmûa.

Kübreviyye ‫( ﻛ ﺮ و ﻳ ﻪ‬a.lı.i.): Alımed Necmeddîn-i Kübrâ taı'afındaıı kurulan bir tarikat.

küfûf ‫ ﻛ ﺒ ﺮ ق‬.(a.i. keffin c.): el ayaları, avuçlar. 613

küfv

küfv / (a.i.c.: kifât): eş, benzer, denk, arkadaş. (bkz : kifâet, mâııend, muâdil, müsâvî, nazir). küfye ‫( ﻛ ﻔ ﻴ ﻪ‬a.i.) : ancalc geçinecek kadar olan yiyecek. küh ‫( ﻛ ﻪ‬f.i.): dağ. ["kûh" kelimesinin h a fif letilmişi]. kühen ‫( ﻛﻬﻦ‬f.s.): eski, yıpranmış, modası geçmiş. Hâne-i İcühen: eski ev‫ ؛‬mec. dünyâ, (blcz : atik, bâstân, kadim), kühen-deyr ‫( ﻛﻬﻨﺪﻳﺮ‬f.b.i.): (bu-) dünyâ, küüen-gürg ‫( ﻛﻬﻔﻜﺮك‬f.b.i.): (bu-) dünyâ, kühen-lıarâbât ‫( ﺳ ﻤ ﻬ ﻦ ﺧ ﺮا ﺑﺎ ت‬f.b.i.): (bu-) dünyâ. kühen-pîr ‫( ص ﺑﻴﺮ‬f.b.s.): çok yaşlı, kühen-sâl ‫( ﻛ ﻬ ﻔ ﺎ ل‬f.b.s.): "eski yıl” : yaşlı, yaşlanmış, kocamış; eslci. (bkz : atik), küheyli, hiiheylân ‫ ﻛ ﺤ ﻴ ﻼ ن‬، ‫( ﻛ ﺤ ﻴ ﻠ ﻰ‬a.i.): gözü sürmeli cins Arap ati. kühhân ‫( ﻛ ﻬﺎ ن‬a.s. kâhin'in c .): falcılar, bakıcılar. (blcz: kehene). küh-istân ‫( ﻛ ﻬ ﺘ ﺎن‬f.b.i.): dağlık, dağı çok olan yer. ["kûh-istân" in hafifletilmişi]. kühlân ‫( ﻛ ﻬ ﻼ ن‬a.i. kelal'in c.). (bkz : kehl). küh-sâr ‫( ﻛ ﻬ ﺎ ر‬f.b.s.): dağlık, dağ tepesi. ["kûh-sâr” kelimesinin hafifletilmiş‫]؛‬, kühûf ‫( ﻛ ﻬ ﻮ ف‬a.i. kehfin c .): mağaralar. kühûf-i c ib â l: dağların mağaraları, kühûl ‫( ﻛ ﻬ ﻮ ل‬a.i. kehl'in c .): 30-50 yaş arasında bulunan kimseler, olgunluk çağında bulunanlar. (bkz: kihâl). kühûlet ‫( ﻛ ﻬ ﻮﻟ ﺖ‬a.i.) : olgunluk çağı, 30-50 yaş aı'ası. (blcz : sinn-i kemâl). kükürd ‫( ﻛ ﻮ ﻛ ﺮ د‬f.b.i.). (bkz : gûgird). külâh, küleh ‫ ﻛ ﻠ ﻪ‬، ‫( ﻛ ﻼه‬f.i.): 1. külâh, [eskiden] giyilen, ucu sivri veyâ yüksek başlık, başa giyilen şey. (bkz : serpûş). Kec-külâh : külâhı eğri, külâhını eğri giyen, külâh-ı İstivâd âr: sat. İstivâ denilen yeşil şerit dikilmiş bulunan mevlevi sikkesi, külâh-ı M evlevi: Mevlevi kiilâlıı. 2. İçine şeker ve şâire koymak üzere huni şeklinde bükülen kâğıt. 3. mec. oyun, hile, [hafifletilm işi: kiileh'dir]. ltülâh-ı s e y fi: tas. bil. çeşit mevlevi külâhı. külâh-ı v e fâ î: Sultan Divâni ''Dîvân-1 Kebîr’’i almak üzere İran'a giderken Haleb'e

‫ه‬1‫ه‬

uğradığı sırada oranm şeyhlerinden Ebü'lVefâ'nın ziyarete geldiğinde "teberrilken sikke giymek istediğini” söylemesi üzerine. Sultan üivânî'nin başından çıkarıp şeylıe giydirdiği serpûş'un adi. Ki bu başlık, Dîvânî'nin geceleri giydiği kısa bir sikke İmiş. kiilâh-1 zerd: tar. acemi oğlanlarının başlarina giydikleri başlık. külâle ‫( ﻛ ﻼ ﻟ ﻪ‬f.i.): 1. kıvırcık sa‫ ؟‬. 2 . ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek demeti. kiilbe ‫( ﻛﻠﺒﻪ‬f.i.): kulübe, kiilbe-i ahzân (lıiizünler kulübesi): gam, keder, tasa evi. külef ‫ ﻛ ﻒ‬٠( ‫ د ة‬külfet'inc.) :1. zalımetler,sıkıntılar, zorluklar, yorgunluklar.2. merâsimler, seremoniler. kiileh ‫( ﻛ ﻠ ﻪ‬f.i.). (bkz: külâh). küleh-dûz ‫( ﻛ ﻠ ﻪ دوز‬f.b.s.): külah diken, küleh-kûşe ‫( ﻛﻠ ﻬ ﻜ ﻮ ﺷ ﻪ‬f.b.i.) : [eskiden] külâhın, fes'in köşesi. küleng ‫( ﻛ ﻠ ﻔ ﻚ‬f.i.): turna kuşu. külfe ‫( ﻛ ﻠ ﻔ ﻪ‬a.i.): OsmanlI idaresi zamanında Mısır'da kul taifesinin giderlerini sağlamak üzere alman vergi. külfet ‫( ﻛ ﻠ ﻐ ﺖ‬a.i.c.: k ü lef): 1. zahmet, sıkıntı, zorlulc, yorgunluk, zorlu İş. 2. merâsim, seremoni. külhân, kiilhen ‫ ﻛﻠ ﺨ ﻦ‬، ‫( ﻛ ﻠ ﺨ ﺎ ت‬f.i.): külhan, han, hamamlarda suyu ışıtmak İçin ateş yakılan yel-, hamam ocağı, külhânî, külheni ‫ ﻛﻠ ﺨ ﻰ‬، ‫( ﻛ ﻠ ﺨ ﺎ ﻧ ﻰ‬f.i.): 1. çapkm, serseri. 2. okşama ile azarlama sözü. Külhânî-i lây-h âr: meşhur Hakîm-İ Senâî'nin mürşidi. kül٤ç e - ( f . i . ) :külçe, külîçe-i nühâs : bakir külçesi, külîçe-i sim : gümüş külçesi. küll ‫( ﻛ ﻞ‬a.s.zf.): hep, bütün, çok. Akl-1 kiill ‫؛‬ her şeyi kavrayan akil. Alâ-külli hâlin (her halde): şöyle böyle, olabildiği kadar, üstâd-ı k üll: herkesin, umûmun üstâdı. Min-külli'l-vücûh: her veçhile, her bakımdan. külle yevm : her gün. küllâb ‫( ﻛ ﻼ ب‬a.i.c.: kelâllb): ucu eğri demir, çengel, kanca.

künd-gûş b i r i n i n a d i. T u l â n î v e k ü ç ü k o l a n b u k i t a p küllâbî ‫( ﻛ ﻼ ﺑ ﻰ‬a.i.): tımarhâne hademesi, l a n â li m l e r c ü b b e le r i n i n y e n le r i n d e t a ş ı r gullâbici. İ a r d ı. KüUâbü'l-cenîn ‫( ﻛ ﻼ ب ا ﻟ ﺺ‬a.b.i.): hek. İâvta kümün ‫( ﻛﻤﻮن‬a .i.) : g i z l e n m e , (b lcz : İh tifâ ). denilen hekimlik âleti, külle ‫( ﻛﻠﻪ‬f.i.): 1. kâhkül. 2. topuk, kiin ‫( ﻛ ﻦ‬a .fi.) : o l, o ls u n !, kün fe-kân, kün fe-yekûn : o la n o ld u . [ A l l a l i , küllî, kiilliyye ‫ ﻛﻠﻴﻪ‬، ‫( ﻛﻠ ﻰ‬a.s.): 1. umûmî, büb u -k ü n !_ e m ir le b ü t ü n v a r l ı k l a r ı y a r a t t ı tün. 2 ٠‫ ؟‬ok. 3. mant. *tümel. Husûf-İ k ü llî: g m d a n , t a s a v v u f e d e b iy a tın d a b u k e lim e y e Ayin tamâmının tutulması. Küsûf-1 k ü llî: ‫ ؟‬o k ra s tla n ır ]. tam güneş tutulması. Kaide-i k iilliy ye: umûmî, herşey hakkında tatbik edilecek künâ ‫ ( ﻛﺘﺎ‬f i . ) : y e r , e t r â f ı ‫ ؟‬e v r i l e r e k e k ile n y e r . kaide, *kural. Kudret-i k iilliy ye: Allaİr'ın künâm ‫( ﻛ ﻨ ﺎ م‬f.i.) : 1. i n s a n i n d i n l e n e c e ğ i y e r . kudreti. 2 ٠k u ? y u v a s ı . 3 . v a h ş î h a y v a n in i. külliyyât ‫( ﻛ ﻠ ﻴ ﺎ ت‬a.i. külliyet'in c.): 1. bir ya- -künân ‫ ﻛ ﻨ ﺎ ن‬- ( f e .) : - y a p a r a k , - e d e r e k ‫ ؛‬- y a zarın basılmış eserlerinin tamâmı. 2. [eski] p a n , -e d e n . Handekünân: g ü le r e k . Nâlebir şeyin bütünü, hepsi. künân : fe r y â d e d e r e k . Raks-künan : r a k külliyyât-1 hams : mant. Aristo sisteminde ‫؛‬ se d e re k , o y n a y a r a k . Nakş-künân : n a k ş e nevi, cins, fark, has, araz (*ilinek). d e re k . Tazal!üm-künân : t a z a l l ü m e d e n , k ü llic e , külliyyet ‫ ﻛ ﺒ ﺖ‬، ‫( ﻛ ﺐ‬a.i.): y a n ı p y a k ı la n . Zevk-kiinân : z e v k e d e re k , 1. umûmilik, bütünlük. 2. ‫ ؟‬okluk, bolluk. künâsât ‫( ﻛ ﻨ ﺎ ﻣ ﺎ ت‬a .i. k ü n â s e 'n i n c .) : s ü p r ü n 3. OsmanlI imparatorluğu zamânmda tiile r. Araplardaki bâzı medreselere üniversite künâse ‫( ﻛﺎ ﺳ ﻪ‬a .i.c . : k ü n â s â t ) : s ü p r ü n t ü , kelimesinin karşılığı olarak verilen bil- ad. künât ‫( ﻛ ﻨ ﺎ ت‬a .i. k â n î 'n i n c .) : k i n â y e d e b u lu Bi'l-külüyye : bütün bütüne. Ervâhiyye-i n a n la r , k i n â y e c ile r . k iilliy ye: fr. panpsychisme. Kelimiyye-i kiinc ‫( ﻛﺘ ﺞ‬f.i.) : 1 . k ö ş e , b u c a k , kiilliyye : fr. panlogisme. Kuvve-i kiilliykünc-i kanâat : k a n a a t k ö ş e s i, ye : büt‫ ؟‬n silâhlı kuvvetler, künc-i mihen : m ih n e t , s ı k ı n t ı k ö ş e s i. 2 . e lkiilliyyen ‫( ﻛ ﺐ‬a.zf.): büsbütün, ‫ ؟‬ok olarak, b is e v e k i l i m g ib i ş e y le r d e m e y d a n a g e le n tamâmiyle, toptan, kökünden, b u r u ş u k l u k . 3 . s. k a n b u r . 4 . e v a lt ı b o d r u küllü âtin karîb : bütün gelecekler yakındır, m u. küllü şey'in yerciu ilâ-aslih i: her şey aslma küncüd ٠‫( ﻛﻐﺠﺎ‬f.i.) : bot. s u s a m , lât. sesamum döner. orientale. kiiliing ‫ ( ﻛ ﻠ ﺌ ﻚ‬fi.) : taşçı kazması, kiind ‫( ﻛ ﻨ ﺪ‬f.s.) : 1. kör, keskin olmayan. 2. cekümâhe ‫( ﻛﻤﺎﻫﻪ‬f.i.): nazarlık, sur, yigit. 3. i. bukağı. 4. kısa, biçimsiz. kümât ‫( ﻛ ﻤﺎ ت‬a.s. kemi'nin c .): yiğitler, kahra5. anlayışsız. manlar‫ ؛‬savaşçılar, künde ‫( ﻛ ﻨ ﺪ ه‬f.i.) : 1. i r i v e k a l ı n a g a 2 .‫ ؟‬. s u ‫ ؟‬lu_ kiimbed ‫( ﻛ ﺎ ب‬fi.), (bkz: günbed). n u n a y a k la r ın a g e ç irile n to m r u k . 3 . y a k ıkiimdet ‫( ﻛ ﻤ ﺪ ت‬a.i.): renk değiştirme, ş ı k s ı z , k u v v e t l i g e n ‫ ؟‬ir is i. 4 . k ü t ü k , k a i m kiimeyt ‫ب‬ (a.i.): 1. doru at. a ğ a ‫ ؟‬g ö v d e s i. 5 . t u z a k , d ü z e n . 6 . k a l ı n k a fa il, a n l a y ı ş s ı z lc im se . kümeyt-i hâme (söz meydanının atma benzetilerek): kalem. 2. kırmızı şarap, kiinde-i ‫ ؟‬ehâr bend : [d ö rt u n s u r itib a riy le ] D ünyâ. kiimm (a.i.c.: kim âm ): bot. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek kâsesi, çiçek kapçığı, tomurcuk, (bkz : kimm). kiinde-i hizem : y a k ı l a c a k o d u n , kümmel ‫( ﻛ ﻤ ﻞ‬a.s. kâmil'in c.): kâmiller, ol- künde-kâr ‫( ﻛ ﺪ ه ﻛ ﺎ ر‬f.b .i.) : k ı y m e t l i a ğ açla rı." gunlar. iş l e y e n m a r a n g o z , s e d e fç i, fr. ébéniste menuisier. kümmelîn ‫( ﻛ ﻤ ﻴ ﻦ‬a.s. kâmil'in c. olan kümmel'in c.): kâmiller, künde-kârî ‫( ﻛﻨﺪه ﻛﺎر ى‬f.b .i.) : i n c e m a r a n g o z lu k , s e d e f ç ilik , fr. ménuiserie, ébénisterie. kümmî ‫( ﻛ ﺎ س‬a.s.): 1. mahrut, koni biçiminde olan. 2. eski yazma kitap ‫ ؟‬eşitlerinden künd-gûş ‫( ﻛﻐﺪ ا ش‬f.b .s.) : s a ğ ır .

6,5

künende

künende ‫( ﻛ ﻨ ﺪ ه‬f.s.): edici, yapıcı, eden; yapan. Agaz-kiinen: başlayıcı, başlayan.'

v e a ç k -e fz â ( h ü s e y n î - a ş î r a n 'd a ) ; k ü r d î, s o n

küngüre ‫( ﻛ ﻴ ﻜ ﺮ ه‬f.i.): kubbenin tepesi, en yüksek yeri.

h a k k ın d a

künh ‫( ﻛ ﻨ ﻪ‬a.i.): 1. bir şeyin asil, hakikati, temeli. 2. kök, dip. 3. fels. esas, öz. Künhü'l-Ahbâr ‫( ﻛ ﻨ ﻪ ا ﻻ ﺧ ﺒ ﺎ ر‬a.it.) ‫" ؛‬haberlerin esasi, özü” ‫ ؛‬Gelib.olulu Mustafa Âlî'nin 1591'de yayınladığı 4 bölümden oluşan tarih kitabi. künişt ‫( ﻛ ﻨ ﺸ ﺖ‬f.i.): Yahudilerin havrası, künnâşe ‫( ﻛ ﻨ ﺎ ﺛ ﻪ‬a.i.c. ‫ ؛‬lcünnâşât): kök. k ü m k b j j ٠(a.i.) :nankörlük, künûn d j J (a.i.) ‫ ؛‬bir şeyi gizleme, sakil tutma. künûn ‫( ﻛ ﺸ ﻮ ن‬f.zf.): şimdi, (bkz ‫ ؛‬el'ân). [“eknûn” kelimesinin hafifletilmişi). lcünûz ‫( ﻛ ﻮ ز‬a.i. kenz'in c .): hazînelei". künûzât ‫( ﻛ ﻨ ﻮ ز ا ت‬a.i. kenz'in c. olan künûz'un c .): hazineler. lciinye ‫ ﻗ ﺐ‬٠ (a.i.): bir kimsenin adi, soyadı, doğumu, memleketi, mesleği ve İŞİ gibi hususiyetlerini gösteren kayıt, kürân ‫( ﻛ ﺮ ا ن‬f.i.): al renkli at. (bkz : küreng). 1‫ ة ة ئ ؛‬1 ‫( ﻛ ﺮ ا ﺀ ى‬a.i.kürsî'ninc.). (bkz :kürsî). kürât ‫( ﻛ ﺮ ا ت‬a.i. küıe'nin c .): küreler, yuvarlak olan cisimlei", toparlak nesneler. k ü r b e ^ ( f . i . ) :dükkân, lciirbet ‫( ﻛ ﺮ ﺑ ﺖ‬a.i.): gam, tasa, kaygı, (bkz: küdûı.et2). kürbet-î gu rbet: gurbet tasası, kürd ‫( ا د‬a.i.c.: ekrâd): Kürt, kürdî ‫( ا د ى‬a.s.): kürt biçimi, kürtlerinkine benzer. kürdî hotoz : tar. OsmanlIlarda kadınların başlarına taktıkları bir ‫ ؟‬eşit hotoz, kürdî (‫( ﻛ ﺮ د ﺗ ﻢ‬a.i.): müz. Türk müziğinin ü‫؟‬ numaralı basit makamı. Kürdî dörtlüsü ile pûselik beşlisinden ibârettir. Pûselik beşlisi ile dügâh'da durur. Gü‫ ؟‬lü -beşli ile dörtlünün birleştiği- nevâ'dır. Donanımda “si'' kü‫ ؟‬ük mücenneb bemolü mevcuttur. Dizisi umûmiyetle ‫ ؟‬ikici olarak seyreder. Orta sekizlideki sesleri -pestden tize doğru- şöyledir: dügâh, kürdî, ‫ ؟‬ârgâh, nevâ, hüseyni, acem gerdâniye ve muhayyer. Şu şedleri isimli olarak kullanılmıştır : Kürdili 616

h ic a z k â r

(r a s t'd a ),

fe ra h n ü m â

(y e g â h 'd a )

a s ır la r d a k u l la n ı l m ı ş v e b u y ü z d e n b ü n y e s i m u s ik is e v e r le r c e

ih t ilâ f a

d ü ş ü l-

m ü ş t ü r j h a l b u k i e n e s k i m a k a m l a r d a n b ir i o lu p , e s k id e n k u l l a n ı l m a k t a id i. N i s b e t e n m u a h h a r z a m a n l a r d a is e - ‫ ؟‬â i'g â h d a o ld u g u g ib i- ş e d le r i v e m ü r e k k e p le r i b o l b o l k u lla n ı l m ı ş fa k a t a s il m a k a m a r a g b e t e d i lm e m i ş tir. B ilh a s s a irer m a k a m ı n s o n u n a - p û s e li k b e ş lis i g ib i- b i r k ü r d î d ö r t lü s ü İlâ v e e d ile r e k p e k ‫ ؟‬o k k ü r d i l i m a k a m l a r t e r k lb e d ilm iş t ir .

k ü r d î-a ş îrâ n

‫ﻛﺮد ى ﺀﺷﻴﺮ'ن‬

( a .f .b . i .) : m iiz. b i r -

k a ‫ ؟‬a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m .

‫( ﻛﺮد ى ر ﺟﺎرﺀىه‬a.t.f.b.i.): m iiz. ‫ ؟‬ârgâh dizisinin kürdili şekli; yânî, çargâh beşlisine, çargâh dörtlüsü degil de, pûselik dörtlüsü İlâve olunmuş şekli (ki bu durumda, pûselik perdesi yerine kürdî kullanılmakta ve makam "si" küçük mücenneb bemolu almaktadır). Bu diziye H. Saadettin Arel ve Dr. Subhi Ezgi bu ismi vermişlerdir. Abdiilkadir Merâgî bu nrakama “uşşak" demekte ve “TUrklerin millî makamlarıdır” kaydım İlâve eylemektedir. Bugiiırkii uşşâk'ın tertibi ise bambaşka olup, bu “eski uşşak ” yânî kürdili ‫ ؟‬ârgâh 'dan zamâmmıza bir nümûne intikal etmemiştir. Bu dizinin de niseb-i şerife adedi tamam, yânî 9 dur. Orta sekizlideki sesleri -pestden tize dogruşudur. ‫ ؛‬kaba-‫ ؟‬ârgâh, yegâh, aşîran, kaba‫ ؟‬ârgâh, yegâh, aşîran, acemaşiran, rast, dügâh, kürdî ve ‫ ؟‬ârgâh.

k iird i'li ‫ ؟‬â rg â h

k ü rd i'lî h îc az -k â r

‫ زﻛﺎر‬1‫( ﻛﺮد ى ﻟﻰ ﺣﺞ‬a.t. f.b.i.):

m iiz. Hacı A rif Beyin îcâdettigi bir makam-

dır. Aşağı yukarı 130 senelik olan bu makam, bu müddet İçinde ‫ ؟‬ok büyük bir ragbete mazhar olarak bilhassa şarkı for'me'11 İ‫ ؟‬in bol bol kullanılmıştır. Bugüır .liicaz, uşşak, hüseynî ve hüzzamdan sonra 5 inci olarak en ‫ ؟‬ok kiirdi'li hicazkâra mensuptul-; en fazla şarkının yazıldığı makam ise, doğrudan doğruya kürdi'li hicâzkârdır. Asil kürdi'lî hicazkâr, kürdî makamının bir pest perdedeki yâırî rast (sol) daki şeddidir. Gü‫ ؟‬lüsü -dördüncü derece olan- ‫ ؟‬ârgâh (do) dır. Donanımına “si", “mi" ve “la” İ‫ ؟‬in 3 tâne kü‫ ؟‬ük mücenneb bemolü alır. Kürdî gibi tabiatıyla bunun da 9 niseb-i şerlfesi vaı'dıı'. Dizisinin seyri umûmiyetle inicidir. Orta

küreyve-î hamrâ s e k i z li s in d e k i s e s le r i -t iz d e n p e s te d o ğ r u o l-

m e r k e z i o l m a k ü z e r e y a p ı ç a p ı s o n s u z o la -

m a k ü z e r e - ş ö y le d ir : g e r d â n iy e , a c e m , n i m -

r a k t a s a v v u r o lu n a n v e s a th ın d a b ü tü n y ıl-

h is a r , n e v â , ç â r g â h , k ü r d i, n i m - z i r g ü l e v e

d ız la r m

r a s t m a k a m ı n ı n i k i n c i b ir ş e k li d a h a v a r d ı r

k ü re .

k i b u , m ü r e k k e p b ir m a k a m d ır v e h ic a z k â r

k ü re -i

ile k ü r d i d iz ile r in d e n v e y â s â d e c e h i c â z k â r ı m ü t e â k ıp

k ü r d i d ö r t lü s ü n d e n ib â r e t t ir ; 3

b e m o l ile

d o n a n ır ;

n o ta

İç in d e

m ü r t e s e m l e r i b u lu n a n m u h a y y e l

s u lb e :

*ta şk ü re ,

lito s fe r,

fr.

l i t h o s p h C r e . ( b k z : k ü r e - i h a c e r i) . k ü r e -i çe m s : a str. G ü n eş,

h ic a z k â r

İ ç in “ fa ” b a k ı y y e d i y e z i ile " s i ” b e k a r v e “ s i " k o m a b e m o lü İlâ v e o lu n u r . M a k a m a “ k ü r d ili h i c a z k â r " , y â h u t “ h i c a z k â r - k ü r d i ” a d i-

k ü r e -i z e m in : y e r y ü z ü , y e r y u v a rla g i. k ü re -i

z iy â :

* ıç ık k ü r e ,

fo to s fe r ,

fr .

p h o to sp h e re.

n i n v e r i l m e s i i l k i n h i c a z k â r ile k ü r d id e n

k ü r e t ü '1 - k e v â k i b : a s t r . a s t r o n o m i o la y ı,

m ü r e k k e p o lu ş u d o la y ı s ıy la d ır . Ç im d i a r t ı k

k ü r e t ü 'l - k ü l l : d o k u z k a t o ld u ğ u n a in a n ıla n

h e m e n d â i m a b a s it ş e k li y â n î k ü r d i n i n r a s t p e r d e s in d e k i ş e d d i k u l la n ı l m a k t a d ı r ,

g ö ğ ü n e n ü s t k a t i. k ü rem â

k ü r e ‫( ﻛ ﺮ ه‬a .i.c : k ü r â t ) : 1. y u v a r l a k , t o p a r la k ,

‫ﺳﺎ‬

k ü r e - i a r z : y e r y u v a r l a ğ ı . 2 . g e o . * k iir e .

a ‫ ؟‬ık

k ü r e - i a r z u m â : D i i n y a 'd a k i k a r a , su , k a y a ,

k i r â m ' 3 ).

k ıs m ı.

2 . u lu la r ,

‫ﻛ ﺮﻧ ﻚ‬

،

b ü y ü k le r,

‫ﻛ ﺮﻧﺪ‬

(b k z:

( f i . ) : a l at. ( b k z :

‫ﻛﺮو ى‬

( a . s . ) : y u v a r l a k ; m a t . * k ü r e s e l.

H e n d e s e -i k ü r e v i y y e : geo . *k ü resel g e o m e t r i . [ " k ü r i y y " d e d e n ir ],

k ü r e - i b e y z i y y e : b iy . o o s fe r,

k ü r e v i y y ü ' ş - ş e k l : g e o . y u v a r l a k ç e k il,

‫)اﺛﻴﺮ‬,

k ü r e - i h a c e r i : * t a ş k ü r e , lito s fe r, f r . l i t h o s -

k ü r e v i y y ü 'ş - ş e k l c i i m l e - i k e v k e b i y y e : a s t r . *k ü re m si y ıld ız y ığ ın la r ı.

p h ere. k ü r e - i h a d i d i y y e : h e k . s u d a e r it ile r e k k a n -

k iir e y b e

٠‫ﻛ ﺮ ﻳ ﺐ‬

( a . i . ) : b iy . t u l u m c u k , f r . u t r i -

c u le .

s ı z lı ğ a k a r ş ı k u l l a n ı l a n d e m i r l i b i r ilâ ç ,

k ü reyvât

k ü re -i h a k : y eryü zü . k ü r e - i h â r i c e t i i 'l - m e r k e z : a s t r . e s a s i P t o le m a i o s t a r a f ı n d a n o r t a y a a t ıla n v e d ü n y â y ı k â in a tın m e rk e z i s a y a n b ir a s tro n o m i m e r-

‫ا د وا ت‬

(a.i. k ü r e y v e 'n i n c . ) : k ü ç ü k

k ü r e c ik le r , y u v a r la k la r , * y u v a r la r , k ü r e y v â t - ı b e y z â : a n a t. *a k y u v a r la r , k a n v e l e n f g ib i v ü c u t SIVI ( m â y i) l a r m d a b u lu n a n ç e k i r d e k l i v e y u v a r l a k h ü c r e le r ,

k e z i.

k ü r e y v â t - ı h a m r â : a n a t . * a ly u v a rla r, k a n a

k ü r e - i h e v â , - l â c e v e r d : g ö k k u b b e s i,

al r e n g in i v e r e n ç e k ir d e k s iz y u v a r la k k ü -

k ü r e -i k a m e r : a str. A y.

ç ü k h ü c r e o lu p , k a n i n h e r m ilim e t ı-e k ü -

k ü re -i lâ c e v e r d : gö k ku bbe, h avak ü re.

b ü n d e b e ş m i l y o n k a d a r b u lu n u r ,

k ü r e - i l e v n i y y e : * r e n k k ü r e , k r o m o s fe r , f r . ch ro m o sp h C re. m â iy y e :

fr.

h y-

k ü re y v â t-ı y â b is e : hek.

k a n in

t e r k ib i n d e

y ü z d e o n d ö r t n i s p e t i n e b u l u n a n d e m i r b i-

k ü r e - i m u s a t t a h a : * d ü z le m k ü r e .

le ç iğ i. [ k e l i m e n i n d o ğ r u s u “ k ü r e y y â t ” d ır ] .

.k ü r e -i m ü c e s s e m e : *y e rk ü re ,

k ü reyve

k ü r e - i n â r i y y e : j e o l . p ir o s fe r , n e s im i:

h avak ü re,

a tm o s fe r,

fr .

( a .i.c .: k ü r e y v â t ) : 1. k ü ç ü k y u -

k ü re y v e -i

beyzâ:

a n at.

*ak yu var,

(b k z :

* a ly u v a r,

(b k z :

k ü re y v â t-ı b e y z â).

k ü r e - i s e m â : a s t r . g ö k t e k i, g ö k c i s i m l e r i n i n g ö ste re n

‫ﻛﺮﻳﻮه‬

v a r l a k , * y u v a r . 2 . f i z . m o le k ü l, e le k tr o n ,

a tm o sp h C r e .

v a z iy e tin i

k ü r e y v â t - ı m e n e v i ş e : a n a t . m e n id e k i c in s iy y e t z e rr e c ik le ri.

* s ıık ü r e , h id r o s fe r ,

d ro sp h C re.

k ü re -i

k im s e le r .

k ü râ n ). lc iir e v i

k ü r e - i a y n : h ele, g ö z y u v a r l a ğ ı ,

k ü re -i

(a .s. k e r i m 'i n c . ) : 1 . k e r i m , a s il,

k iir e n d j k iir e n g

t o p r a k p a r ç a l a r ı v e d e n iz le r, k ü r e - i â t e ç : h a v a t a b a k a s ı ü z e r i n d e k i ate ş

k ü r e - i e s i r : ( b k z : e s ir

/

n e c ip , iy i l i k s e v e r , h a y ı r s â h ib i, c ö m e r t , e li-

k ü re ;

m e r k e z i A r z 'ı n

k ü reyve i

h am râ:

a n at.

k ü r e y v â t-ı h a m râ ).

617

küreyve-î ‫ ؛‬ahmiyye kiireyve-i şahmiyye : biy. yağ *yuvarı,

kürük ‫ ك‬/

(f.b .i.) : d e v e y a v r u s u , ( b k z : ş ü t ü r -

p e ‫ ؟‬e).

küreyvi ‫( ﻛ ﺮ ﻳ ﻮ ى‬a.s.) : *küresel, kiireyvin ‫( ﻛ ﺮ ﻳ ﻮ ﻳ ﻦ‬a.i.c.): fizy. alyuvarlara kirmızı rengi veren duru suya benzer bir madde, *yuvarcıklar, fr. globules. kürîz ‫( ا ﻳ ﻦ‬f.i.): hizmetkâr, kiirizi ‫( ﻛ ﺮ ﻳ ﺰ ى‬f.s.): düşkün, beli bükük ihtiyar.

küs j S (f.i.) : k a d ı n ، e n â s ü l â le ti, ( b k z : fe re ), küsâ ‫ ى‬- ٠‫( ك‬a.i. k i s v e 'n i n c.). ( b k z : k is v e ), kiisâhat ‫( ﻛ ﺎ ﺣ ﺖ‬a .i.) : s ıs k a lı k , k e m i k h a s t a l ı ğ ı, fr. rachitisme. lc iis b e ‫ي‬ (a.i.) : y a ğ p . s a s ı ‫ ؛‬y a ğ ı , s u y u ç ı k a r ı l m ı ş h e r t ü r lü * b i t k i m a d d e l e r i n i n k u r u k a lın t ıs ı.

kürrâsdj ١^ ( a . i . ) :bot.pırasa. kiirrâse ‫( ﻛ ﺮ ا ﻣ ﻪ‬a.i.c,: kerâris): elyazması kitaplann sekiz sahifeden İbâret olan forma-

kiisbere ‫( ﻛ ﺒ ﺮ ه‬f.i.) : bot. k a r a k i m y o n , k iş n iş , küstâh ‫ خ‬٠‫( ﻛ ﺖ‬f.s.) : a s li " g ü s t â h ''d ı r . ( b k z : g ü s tâ h ).

kiirre ٥/

küstâh-âne ‫ﺎ ﺧﺎﻧﻪ‬

(fi.): 1. Sipa. 2. tay.

‫ﺴ‬

(f.z f.) ‫ ؛‬a s il " g ü s t â h - â n e ”

‫ﻛ‬

d ir . ( b k z : g ü s t â h - â n e ) .

kiirre-i h a r : sıpa. kiirsi ‫ ﺳ ﻰ‬/ (a.i.c. ‫ ؛‬kürâsî): 1. oturulacak yüksekçe yer. 2. taht, (bkz : serir). 3. makam, vazife. 4. hükümet merkezi, başkent, (bkz: makarr, merkez). 5. kaide, ayaklık, mesnet. 6. arş-ı a'zam'ın altında bir düzlükte olan, İevh-i mahfûz'ıın bulunduğu yer. Âyete'1k ü rsî: Kur'ân'da: Allahü İâ İlâhe İllâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü... ibâresiyle başlayan ve Bakara sûresinin 255. âyetini teşkil eden kısım. 7. koltuk'un X yıldızı, ‫ ؟‬edir, fr. sehedir. lcürsî-i h â k : kâinatın dayanağı, dünyâ, kürsî-i h a tt: kurallara uygun olarak yazılmış elyazısı. kürsî-i hüküm et: parlamento, kürsî-i memleket: başkent, kürsî-i ses-kûşe : (bu-) dünya, kürsî-i z e r : Güneş. kürsî-dâr ‫ ا ر‬٠‫( ﻛ ﺮ ﺳ ﺎ‬a.f.b.i.): kiirsiidar, kirmızı ‫ ؟‬uha veya kadife İcaplı olan kürsî-i llümâyûna bakan görevli,

küstâhî ‫ ﻛ ﻄ ﺨ ﻰ‬٠(f.i.) : k i i s t a l i l i k , e d e p s iz lik , küstel ‫ — > ؛‬٠‫( ك‬f.i.) : zool. b o k b ö c e ğ i , ( b k z

:

h u n f e s â ') .

kiisûd۵- ( a . i . ) :k e s a d . küsûd ‫ ﺑ ﺪ‬٠ ‫( ك‬a .i.) : ‫ ؟‬e k ilm e ,

m ak sad a va rm a -

d a n g e r i d ö n m e , ( b k z : ric 'a t).

küsûf ‫ف‬

‫ﻛ ﻮ‬

(a .i.) :

astr.

G ü n e ş 'i n t u t u l m a s ı ,

A y 'ı n , D ü n y â 'm ı z ile G ü n e ş a r a s ı n a g i r e r e k g ö lg e s iy le G ü n e ş 'i k ı s m e n v e y â t a m â m e n ö r t m e s i.

küsûf-i ciiz'î : astr.

G ü n e ş 'i n b i r k ı s m ı n ı n

tu tu lm a s ı.

kiisûf-1 halkavi : astr.

h a lk a lı g ü n tu tu lm a -

küsûf-i külli : astr. G ü n e ş 'i n t a m t u t u l m a s ı , küsül ‫ و ل‬٠‫( ك‬a.s.) : te n b e l, iiş e n ic i. küsûr ‫ و ر‬٠‫( ك‬a.i. k e s r 'i n c.) : 1. p a r ç a l a r , a r t a n p a r ç a l a r , a r t ık la r , z. mat. k e s irle r, küsûrât ‫ ت‬١‫( ﻛ ﻮ ر‬a.i. k e s r 'i n c. o l a n k ü s û r 'u n c.) : a rtik la i-, a r t a n k ıs ım la r ,

küsûrât-ı aşeriyye : mat. o n d a l ı k k e s irle r, kürsî-nişîn ‫ص‬ ‫( ﻛ ﺮ س‬a.f.b.i.): ı) tahtta otu-küş ‫ ز ش‬- (f.s.) ‫ ؛‬ö ld ü r e n , ö l d ü r ü c ü . Düşmanran pâdişâlı; 2) vâli; 3) câmide, kürsüde küş : d ü ş m a n ö ld ü r e n . Merdüm-küş : oturan, vaaz eden. a d a m ö ld ü r e n . Zebûn-küş : d ü ş k ü n ö ld ü lcürûb ‫( ا و ب‬a.i. kerb'in c .): tasalar, kaygılar, kederler, gamlar. lcürûm ‫( ر و م‬a.i. kerm'in c .): üzüm, bağ kiitülcleri. Fasîle-İ kürûmîyye : *iizümgiller. kürûr ‫( ا و ر‬a.i.): bir şeyin tekrârı. kürûr-i a'vâm : tâkibetmesi.

senelerin

kürûş ‫وش‬/

kiişende ‫ﺸ ﺪ ه‬

‫( ﻛ‬f.s.) : ö ld ü r e n , ö ld ü l-ü c ü . (blez :

k a t il) .

küşkûye ‫ ﻵ‬-

( fi.) :

miiz.

T iir k m ü z iğ i-

n in e sk i m ü r e k k e p m a k a m la r ın d a n

birbirini

kürûr-i ed vâr: devil'lerin tekrarı, 618

re n ; f ı r s a t d ü ş k ü n ü .

(a.i. kerîş'in c .): işkenbeler.

o lu p ,

z a m â m m ı z a k a l m ı ş b il' n i i m û n e s i y o k t u r ,

küşt-âr ‫ﺸ ﺘ ﺎ ر‬ küşte ‫ﻛ ﺸ ﺘ ﻪ‬

1. k e s i lm i ş , 2. mec. et.

‫( ﻛ‬f.s.) :

m i ş [k o y u n ] .

k u r b a n e d il-

(f.s .c . : k ü ş t e - g â n ) : ö l d ü r ü lm ü ş .

küzbere.ü'l-kanât küştegân ‫( ﻛ ﺸ ﻜ ﺎ ن‬f.s. küşte'nin c.) : öldürülmüşler. kiişte-gân-ı zinde : şehitler, (bkz : şühedâ). küştegî ‫( ﻛ ﺸ ﻜ ﻰ‬f.i.) : adam öldürme, cânîlik,

katillik. kiîştenî ‫ص‬

kütüb-i sitte : Hanefî fıkhı üzerine yazılmış 6 kitap: [Mebsûta, Ziyâdât, câmi-i Sagir, Câmi-i Kebir, Sîyer-î Sagir, Siyer-i Kebir], kütüb-i tefâsir : tefsir kitapları, kütüb-i tevârih : târih kitapları.

(f.s.) : öldürülmeye lâyık, öldü-

riilesice. küştere ‫( ﻛﺸﺘﺮه‬f.i.) : uzun dülger rendesi, küştî ‫( ﻛ ﺪ ى‬fi.) : güreşme, pehlivanlık, (bkz :

musâraa). küştî-câ br ‫ ى‬٠‫( ﻛﺚ‬f.b.i.) : güreş yapılan yer. küştî-gâh ٥l f ‫( ﻛ ﺸ ﻰ‬f.b.i.) : güreşe çalışılan

yer. küştî-gîr ‫( ﻛ ﺸ ﻌ ﺮ‬f.b.i.) : güreş tutan, güreşçi,

pehlivan. küştî-gir-i cehân : cihan pehlivanı. küştî-gîrî ‫( ﻛ ﺸ ﻌ ﺮ ى‬f.b.i.) : pehlivanlık, kütle ‫( ﻛ ﺄ ه‬a.i.) : yığın, kiime, toplu şey. kiitle-i izâfiyye : fiz. OzkUtle, fr. masse spécifique. kütle-î ta l'î^ e ‫ ؛‬bot. *çiçektozu kümesi, küttâb ‫( ز ا ب‬a.i. kâtib'în c.) : kâtipler, yazıcılar. (bkz : ketebe). Menşe-İ küttâb : kâtip yetiştiren *okul. Reîsü’l-küttâb : divan

kâtiplerinin başı olup Tanzimat'tan önce "hâriciye nâzırı” na verilen bir ad idi. küttâb-ı dîvân-ı hümâyûn : tar. Dîvan-1

Hümâyûnun yazı işlerini görenler, kütüb ‫( ﻛ ﻘ ﺐ‬a.i. kitâb'ın c.) : kitaplar. Hâfız-1 kütüb : kütüphaneci, kitaplık me'muru, fr. bibliothéquaire. Dârü'l-kütiib : okuma

salonu. kütüb-i mukaddese : mukaddes kitaplar

[Tevrat, Zebûr, incil, Kur'an]. (bkz : kütüb-i semâviyye). kütüb-i miinzeJe : inzal olunmuş, indiril-

miş kutsal kitaplar [Tevrat, Zebûr, Incil, Kur'ân]. kütüb-i miitedâvile : tedavülde bulunan,

herkesin okuduğu kitaplar. kütüb-i semâviyye : kutsal kitaplar.

kütüb-hâne tapsaray.

‫ﻛﺘﺒ ﺨﺎﻧ ﻪ‬

(a.fb.i.) : 1. kitaplık. 2. ki-

kütüb-hâne-i umûmî: umûmî kütüphâne) umûmî kitaplık. küûb١küûbet ‫ ﻛﻌﻮﺑ ﺖ‬، ‫( ﻛﺤﻮب‬a.i.) ‫ ؛‬kız memesinin büyümesi, kabarması. küûl ‫( ا ل‬a.i.): alkol, ispirto. Dâii'l-kiiûl: alkol düşkünlüğü, alkolizm, fr. alcoolisme. küûl-i muattar : kim. alkolat. küûl-i mutlak: kim. arı ispirto, küûlî, küûliyye ‫ ﻛ ﻮ ﻟ ﻪ‬، ‫( ﻛ ﻮ ﻟ ﻰ‬a.s.): alkol ile, ispirto ile ilgili, onun gibi olan. Mevâdd-İ küûliyye: alkol, alkollü maddeler. Meşrûbât-ı küûliyye: alkollü, ispirtolu içkiler. küûliyye ‫ ىوﻟﻪ‬٠(a.s.): "küûlî” nin miien.]. (bkz: küûlî). küûl-perest ‫( ﻛ ﯯ د ﺑ ﺮ ت‬a.fb.s.): alkolik, alkole düşkün kimse. küûs ‫( ﻛ ﯯ س‬a.i. ke's'iü c.): 1. İÇİ dolu kaplar, çanaklar. 2. kadehler, bardaklar. 3. şarap dolu bardaklar; bardaklarla şaraplar. 4. bot. çanaklar. küvâre ‫( ﻛﻮاره‬a.i.): petek, (bkz: kivâre). kiivem ‫( ﻛ ﻮ م‬a.i. kûme'nin c.): kümeler, (bkz : ekvâm). küveys ‫( ﻛﻮ_س‬a.i.): 1. bot. kadehçik. 2. biy. kesecik, fr. saccule. küzâz ‫( ﻛﺰاز‬a.i.): hek. sinir gerilmesi, tetanos, küzâz-ı fizyoloji: fizyolojik tetanos. küzbere ‫( ﻛ ﺰ ﺑ ﺮ ه‬a.i.c.: kezâbir): bot. asmaelk, lât. coriandrum sativum. küzberetü'1-bi'r: bot. tere. küzberetü'1-kanât: bot. baldırıkara denilen nebat (.bitki).

619

Ll

İâ ‫( ﻻ‬a.e.): menfi (*olumsuzluk) edâtıdır. İâ-havle ve-!â-kuwete İllâ b illâh : kuvvet ve

kudret Allah'tadır. İâ İlâhe illallah : “yoktur tapacak; Allah'tır

ancak". lâ-ahlâkıy ۶ e ‫( ﻻ اﺧﻼﻗﻴﻪ‬a.i.): 1. *ahlâkdışıcılık, fr. amoralisme. 2. ahlâk dışıcılıgı şiâr

edinmiş zümre. lâ-ahlâkî ‫( ﻻ ا ﺧ ﻼ ﻗ ﻰ‬a.s.): *ahlâkdışı, fr. amorai. İâ-akall ‫( ﻻ ا ﻗ ﻞ‬a.s.): en azından, daha aşağı

olmaz. lâ-ale't-ta'yîn ‫( ﻻ ﻋ ﻠ ﻰ ا ﻟ ﺘ ﻌ ﻴ ﻴ ﻦ‬a.zf.): ayırdet-

meksizin, rastgele, gelişigüzel. lâ-ale't-teşbîh ‫( ﻻﻋﻠﻰ اﻟﺘ ﺸﺒﻴ ﻪ‬a.zf.): teşbih yo-

luyla olmayan, benzetilmeksizin.

lâc ‫( ﻻج‬a.s.) : dar şey. Mekânı lâc: dar yer. (bkz : dayyik, mazîk). İâ-cerem ‫( ﻻ ﺟ ﺮ م‬a.s.zf.) : şüphesiz; besbelli, elbette, [aslında : "İâ-cereme : İnkıta' yok" demektir). lâ-cevâb ‫( ﻻﺟﻮا ب‬a.s.) : cevap dışı, lâceverd ‫( ﻻﺟﻮود‬a.s.) : 1. lâcivert. 2. koyumâvi, degerli bir süs taşı. [Farsçasi : “lâjverd” dil.]. İâceverd-hûn ‫( ﻻﺟﻮردﺧﻮن‬f.b.i.) : gökyüzü. İâceverdî ‫( ﻻ ﺟ ﻮ ر د ى‬f.s.) : lâcivert renlcte. Kubbe-i İâceverdî : gök kubbe, semâ, lâ-cezrî ‫( ﻻﺟﻨﻮ ى‬a.s.): köksüz ve tohumsuz ot. İâ‫( ﻻج ؟‬f.i.) : aldatma, oyun etme, (bkz ‫ ؛‬âl, firib, hud'a, mekr).

laalle ‫( ﻟﻌﻞ‬a.e.): belki, umulur ki, ola ki. (bkz:

lâd ‫( ﻻد‬f.i.) : duvar, (bkz : cidâr). Bün-i lâd : duvarın dibi. Ser-İ lâd : duvarın üstü.

leyte)., [olması mümkün şeyler İ‫ ؟‬in kullanılır].

İâde ‫( ﻻﻟﻪ‬f.s.) : akilsiz, ahmalc. (bkz : ebleh, gevden).

laane ‫( ﻟﻌﻦ‬a.n.): İânet etti.

lâ-be's ‫( ﻻﺑﺄس‬a.s.) : sakınca yok.

İâden ‫( ﻻدن‬f.i.) : 1. bir cins ‫ ؟‬ali, lât.. cistus. 2. bu ‫ ؟‬alının zamkı. 3. [eslciden] kadınların yüzlerine ben taklidi yaptıkları madde, lâ-des ‫ ﻻدس‬: sözünün fars‫ ؟‬a "yâd-dâşten = aklida tutmak” dan geldiği söyleniyor! İâdine ،‫( ﻻﻟﻰ‬f.i.) : kendir, kenevir,

İâbis ‫( ﻻ س‬a.s.): giyen, giymiş.

lâ-dînî ‫( ﻻدض‬a.s.) : *dindışı, fr. laïque,

lâ-bi-şartın ‫( ﻻ ﺑ ﺸ ﺮ ؛‬a.s.): şarta dayanmaksi"

lâ-edrî ‫ درى‬١‫( ﻻ‬a.s.) : bilmem, [söyleyeni belli olmayan şiirlerin sonuna konulur],

laan-Allah : Allah İânet etsin! lâ-an-şey ‫( ﻻض ﺷ ﺊ‬a.zf.): boş yere, boşuna. İâbe ‫( ﻻ ﺑ ﻪ‬f.i.) : 1. yaltaklanma, yalvarma, acz

gösterme. 2. bu yolda söylenen söz.

zm. (a.s.zf.): lâzım, gerekli, gerek, (bkz: zarûrî). [aslında: "ayrılık yok" demeletir].

lâ-büdd ‫ﻻ ﺑ ﺪ‬

lâc ‫( ﻻج‬f.s.): ‫ ؟‬iplak. (bkz : üryân). 620

lâ-edri^e ‫( ﻻادر„ده‬a.i.) : fels. *bilinemezcilik, fr. agnosticisme. lâ-ene ‫ى‬١‫( ﻻ‬a.s.) : fels. *bendegil, fr. non-moi. lâf ‫( ﻻ ق‬fi.) : 1. lâkırdı, söz. 2. konuşma.

Ohif lâfü güzâf: boş lâkırdı, (bkz: ]â], lagv). lâg ‫( ﻻغ‬f.i.): 1. çaka) lâtife. 2. oyun, (bkz: lû'b). lafk ‫( ﻟ ﻔ ﻖ‬a.i.): iki şeyi birbirine çarpma. lafz ‫( ﻟ ﻐ ﻆ‬a.i.c.: elfâz): söz. [mânâlı olursa "ke- İâgar ‫( ﻻ ﻏ ﺮ‬f.s.): 1. arık, zayıf, cılız [hayvanj. Esb-İ İâgar : zayıf beygir. Gâv-1 İâgar: arık lime", mânâsı, edatlarda olduğu gibi, başöküz. 2 ٠mec. ağır, yavaç hareketli [kimse], kalarıyla meydana gelirse "harf'' kısmına ayrılır]. lâgarî ‫( ﻻ ﻏ ﺮ ى‬f.i.) : arıklık, zayıflık, cılızlık. lafz be lafz : kelime kelime, İâgt ‫( ف‬a.i.) : mırıldanma, ses ‫ ؟‬ikarma. lafz-ı küllî: mant. mânâsı herkesçe müşte- lâgzân ‫( ﻟﻔﺰا ف‬fs.) : sürçen, kayan, (bkz : zâlik). rek olmayan lafız : "zeyd” gibi, lagzide ‫( ﻟ ﻐ ﺰ ﻳ ﺪ ه‬f.s.): sürçmüş, kaymış, lafz-ı küllî: mant. mânâsı herkesçe müştelâgzîde-pâ, lâgzîde-pây ‫ ﻟ ﻐ ﺰ ﻳ ﻠ ﻪ ﻷ ى‬، ‫ د هب—ا‬. ‫ﻟ ﻐ ﺰ‬ rek olan lafız : ''insan” gibi, (f.b.s.): ayağı sürçmüş, ayağı kaymış, lafz-ı muhtemel: huk. iki veyâ dalla ziyâde lâgziç ‫( ﻟ ﻐ ﺰ ش‬f.i,) : SÜ1.ÇÜŞ, kayış, sürçme, kaymânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, ma. hangisinin kasdolundugu mücerret rey ile İâgv ٠‫( ﻟﻐﻮ‬a.i.): 1. faydasız, beyhude, boş. 2. yadeğil, deliller, karineler ile tâyin olunur, mlma, atlama. 3. kaldırma, hükümsüz bılafz-ı mu'teber : ed. mânâlı (anlamlı) söz. rakma. Yem în-İ l a g v : alışkanlıkla edilen lafz-ı miifesser: huk. tahsis ve te'vile ihtive şer'an kefâret lâzımgelmeyen yemin, mal bırakmayacak derecede açık olan sözlâğvî, İâğviyye ‫ ﻟ ﻐ ﻮﻳ ﻪ‬، ‫( ﻟ ﻐ ﻮ ى‬a.s.) :lâğva mensup, dür ki, onunla amel vâcip olur, lâğv ile ilgili. Eym ân-1 İâ ğ v iy y e : alışkanlafz-ı miirekkeb: mant. cüzülerinden biri; İıkla edilen ve şer'an kefâret lâzımgelmeyen mânâsının cüzü'lerinden birine delâlet yeminler. eden lafız. lafz-ı müşterek: huk. birçok müsemmâsı lâğviyyât ‫( ﻟ ﻐ ﻮ ﻳ ﺎ ت‬a.i. İâğviyye'nin c .): beyhude, boş sözler, İşler. bulunan lâfızdır ki, hangi mânâ kasdolundugu taayyün etmediği sûı'ette mânâsız ad- İâgz _‫( ﻟﻐﺰ‬a.i.) : sürçme, kayma. dolunur, onunla amel olunmaz, -lâh ‫ ﻻ خ‬- (f.e.): kelimenin sonuna gelerek "yer" lafz-ı vâhid : tek söz. mânâsını verir. Dîv-lâh : cinin, perinin bulundugu yer. R û d -lâh : akar suyu bol yer. lafzı zâhir : huk. teemmül ve tefekküre muhSeng-lâh : taşlık [yer], taç olmaksızın dinleyenin derhal mânâsını anladığı sözdür ki, bunun Ziddma "hafi" lâ-halâ ‫( ﻻﺧﻼ‬a.i.) : gökkubbenin arkası. denir. İâhâmet ‫( ﻟ ﺤ ﺎ ﻣ ﺖ‬a.i.): etlilik, semizlik. lafza ‫( ﻟ ﻆ‬a.i.): bir tek söz veyâ kelime. İâ havle ‫( ﻻ ﺣ ﻮ ل‬a.i.): bir sıkıntı, bir belâ vuİafza-İ celâl: Allah kelimesi, kuunda sabrın tükendiğini göstermek İçin lafzan ‫( ﻟ ﻔ ﻈ ﴼ‬a.zf.): lafız itibâriyle, kelimenin söylenir, (bkz: İâ). söylenişine, yapışına göre, yazılı olmayaİâ-havle ve-lâ-kuvvete İllâ billâh : yetki ve rak. kuvvet yalnız Allâh'ındır. İâf-zen ‫( ﻻﻓﺰن‬f.b.s.): 1. lâfazan, geveze. 2. övü- lâ-havle-gûyân ‫ ﺑ ﺎ ن‬. / ‫( ﻻ ﺣ ﻮ ل‬a.f.b.i.): lâhavle nen, Ovüngen. okuyanlar, bir sıkıntı, bir belâ vukuunda lafzıyye ‫( ﻟ ﻔ ﻈﻴ ﻪ‬a.i.): fels. 1. *boşsözcülük. 2. ezsabrm tükendiğini göstermelc İçin lâhavle bercilik. çekenler. İafzî ‫( ﻟ ﻐ ﻈ ﻰ‬a.s.): gr. kelimenin söylenişine ve İâ-hayr ‫( ﻻ ر‬a.s.): hayırsız, uğursuz. yapışına âit, onlarla ilgili. Tezyînât-1 lafİâ-hayre fih ‫( ﻻ ﺧ ﺮ ي‬a.cü.): bu İşte hayır yok. ziyye : sözde ve yazıda görülen ve çok defâ İâhd ، bJ (a.i.c.: elhâd, lühûd): çukur, mezar, tasannua kaçan kelime süsleri. lcabir. İafzî mıırâd ‫( ﻟﻐﺶ ﻣ ﺮا د‬a.b.i.): mânâsı bir yana İâhe ‫( ﻻﺧﻪ‬f.i.) : yama. bırakılaralc, lafzı itibâriyle söylenen söz. lafziyye ‫( ﻟ ﻔ ﻔ ﻠ ﺴ ﻪ‬a.s.): ["lafzi” kelimesinin mü- İâhib ‫ ﻻ ﺣ ﺐ‬, (a.i.) : açık yol. ennesi]. (bkz: İafzî). İâhif ‫ ﻻ ض‬.(a.s.): zulüm görmüş, kalbi yanık. 621

İâhik İâhik ‫( ﻻ ﺧ ﻖ‬a.s.) : 1. lühûk eden, yetişen, ulaşan. 2. eklenen. 3. sonradan tâyîn edilen, yenisi. Sâbık ve İâhik : eskisi ve yenisi, önceki ve şimdiki. İâhike ‫( ﻻﺣﻘﻪ‬a.i.c. : levâhik) : gr. ek. Iâhika-İ müteahhire : gr. son ek, fr. suffixe. İâhika-i miitekaddime : gr. *önek, fr. préfixe. İâhika-i tasrlfiyye : gr. tasrif, ‫ ؟‬ekim eki. İâhim ‫( ﻻ ﺣ ﻢ‬a.s.) : 1. dâimâ et yiyen. 2. et yediren. lâhîm ‫( ﻟ ﺤﻴﻢ‬a.s.) : etli, semiz. İâhime ‫( ﻻ ﺣ ﻤ ﻪ‬a.i.s.) : 1. *etçil, et yiyen hayvan. 2. zool. *etoburlar. İâhin ‫( ﻻ ﺣ ﻦ‬a.s.) : bilhassa Kur'ân-1 Kerim'i okurken talâffuzda yanlışlık yapan [kimse].(bkz:lehhân). İâhis ‫( ﻻ ﻫ ﺚ‬a.s.) : sıcaktan veyâ susuzlulctan dilini ‫ ؟‬ikararak soluyan [köpek], lâhîz ‫( ﻻ ﺧ ﺰ‬f.i.) : sel suyu, seylâb. lâhîz ‫ب‬ (a.i.) : benzer, (bkz : manend, mesel, nazîr, şebîh, veş). İâhk ‫( ﻟ ﺤ ﻖ‬a.i.) : jeol. lig, alüvyon, fr. alluvion. lâhlcî ‫( ﻟ ﺤ ﻬ ﻰ‬a.s.) : cogr. lığlı, alüvyonlu, lâhlâh ‫( ﻟ ﺤ ﻼ ح‬a.i.) : bot. ‫ ؟‬İğdem, lâhlaha ‫( ﻟ ﺤ ﻠ ﺤ ﻪ‬f.i.) : 1. güzel kokulardan meydana gelen koku. 2. anber, misk, kâfur, İâden gibi şeylerden meydana gelen şamama. lâhlâhiyye ، L٠‫( ﻟ ﺤ ﻼ ح‬a.i.) : ‫ ؟‬igdemgiller, fr. colchicacées. İâhm ‫( ﻟ ﺤ ﻢ‬a.i.c. : lühûm) : 1. et. Âkilü'l-lâhm : et yiyen hayvan], (bkz : gûşt). 2. meyvenin çekirdekle kabuk arasında bulunan kısmı. İahm-i zâid: anat. vücutta hastalık neticesinde ‫ ؟‬ikan fazla et. İâhm ii şahm : et ve yağ. İâhme ‫( ﻟ ﺤ ﻤ ﻪ‬a.i.) ‫ ؛‬et parçası, lâhmiyye ‫ ه‬٠‫( ﻟ ﺤ ﻢ‬a.i.) : bot. *damkorugugiller. lahn ‫( ﻟ ﺤ ﻦ‬a.i.c. : elhân) : 1. kaideye uygun ve güzel ses, nagme, ezgi, birden ziyâde sesin yanyana gelerek meydana getirdiği müzik cümlesi, fr. mélodie. 2. ahenk. 3. lügat; dil. 4. olcurken yanlışlık yapma. lâhn-i dâvûdî : tok ses, kaim ses. lâhn-i inkisâr : kırılma sesi, kırgınlık nagmesi. 622

lâhnî ‫( ا ﺣ ﻰ‬a.s.): sesle *ilgili, ahenkle *ilgili. İâhs ‫ ص‬٠‫( ل‬a.i.): yalamafk]. İâht ‫( ﻟ ﺨ ﺖ‬f.i.): bir şeyin parçası, cüzü, lâht-ı c iger: ciğerden kopma. lâhûrî ‫( ﻻ ﻫ ﻮ ر ى‬f.i.): Hindistan'ın Lâhur ‫ ؟‬ehrinde dokunan bir ‫ ؟‬eşit şal. lâhûs ‫( ﻻ ﺣ ﻮ س‬a.s.): ugursuz. (bkz: meş'ûm, nahis). İâhut ‫( ﻻﻫﻮت‬a.i.): ulûhiyyet âlemi, lâhûtî ‫( ﻻ ﻫ ﻮ ﺗ ﻰ‬a.s.): lâhûta mensup, İâhut ile ilgili, (bkz :İlâhî). lâhûtiyân ‫( ﻻ ﻫ ﻮﺗﻴﺎ ن‬a.f.c.): lâhûtîler, ulûhiyet âlemine girebilen melekler, lâhût-nişân ‫( ﻻﻫﻮﺳﺜﺎن‬a.f.b.s.): İâhut'a benzer, lâhût-pâye ‫ﺑﻲ‬.‫( ﻻﻫﻮﺗﺎ‬a.f.b.s.): İâhut derecesinde [yüksek]. İâhz, lâhzân ‫ ﻟ ﺤ ﻈ ﺎ ن‬، ‫( ﻟ ﺤ ﻆ‬a.i.): göz ucu ile bakma. İâhze ‫( ﻟ ﺤ ﻈ ﻪ‬a.i.): 1. göz ucu ile bakış. 2. göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zaman. İâic, lâice ‫ ﻻﻋﺠﻪ‬، ‫( ﻻﻋﺢ‬a.s.c.: İevâic): aşk ateşi kalbini saran [kimse]. lâ-îcâbiyye V - !‫( ﻻا ﻳﺠﺎ‬a.i.) ‫ ؛‬fels. *yadgerekircilik, fr. indCterminisme. lâ-ilâc ‫( ﻻﻋﻼج‬a.s.) ‫ ؟ ؛‬âresiz, İmkânsız. İâim ‫( ﻻ ﺋ ﻢ‬a.s.): levm eden, yüze karşı ‫ ؟‬ekiştiren. (bkz: İevvâm). İâime ‫( ﻻﺋﻤﻪ‬a.i.c.: İevâim): çekiştirme, (bkz: serzeniş). lâîn 0—1*1 (a.s.): kovulmuş‫ ؛‬nefret kazanmış; istenilmeyen. Şeytân-ı lâ în : Allah'ın rahmetinden (yarlıgamasından) mahrum olan şeytan. lajverd ‫( ﻻزورد‬f.s.): lâcivert. İâjverdî ‫( ﻻزوردى‬f.s.): lâcivertle ilgili, lâk ‫( ﻻك‬f.i.): 1. tahta kadeh. 2. s. aşağı, hakir. İâkab ‫ق‬ (a.i.c.: elkab): İâgap, bir kimseye, kendi asil admdan başka takılan ad. İâkah ‫( ! ﻗ ﺢ‬a.i.): hurma, incir gibi bâzı ağaçlarin erkeğinden dişisine vurulan aşı. lâ k a t ^ ( a .i.) .( b k z :İükate). İâ-kayd ‫( ﻻ س‬a.s.): kayıtsız, ilgisiz, lâ-kayd-âne ‫( ﻻﻗﻴﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): kayıtsızca, ilgisizlikle. lâ-kaydî ‫ ى‬٠‫( ﻻﻗﺎ‬a.i.): kayıtsızlık, ilgisizlik.

lâle-sar lâ-kaydiyye ‫ﻳﻪ‬٠‫( ﻻ ي‬a.i.) : fels. sekincilik, kiyetizm , fr. quiétisme. İâ-kaydiyyûn ‫ﺑﻮن‬.‫( ﻻﻗﺪ‬a.s.c.) : İâkayıt bulunan kimseler.

lâ-kelâm ‫( ﻻﻛ ﻼم‬a.s.) : hiç bir diyecek yok; ga-

‫ﻻﻻ‬

(f.i.) : 1. bir ço cu ğu gezdiren, oyalayan

uşak. 2. saray harem agasi. 3. pâdişâhların sadrâzam lara hitâbederken kullan dıkları Unvan.

‫ﻻﻻداش‬

la la -d â ş

(f.t.i.) : tar. O sm anlI sarayın-

daki acem ilerin "kard eş" m ânâsına gelen

yet kesin.

lâkî ‫( ﻟﻬﻰ‬a.s.) : itibarsız, değersiz [kimse], lâkîm ‫( ﻟ ﻤ ﻢ‬a.s.) : yontulm uş, yonulm uş. lâkin ‫( ا ﻛ ﻦ‬a.e.) : am a, fakat, ancak, şıı kadar var ki. [A rap çada bu ''lâkin ” den başka bir

lâkît, lâkîta ‫ ﺷ ﻬ ﺪ ه‬، ‫ق‬

(a.s.) : 1. yerden kal-

dirilip alınan şey. 2 . sokağa bırakılm ış yeni dogm a çocuk, (bkz : liikata).

lâklâk ‫( ﺳ ﺎ‬a.i.c. : lekalik) : leylek. Âmeden-İ lâklâk : leyleklerin gelme zam ânı. İâklâka ‫( ﻟﻌﻠﻌﻪ‬a.i.c. : lâklâkıyyât) : boş, m ânâsız, faydasız lâkırdı.

‫ﺳ ﻘﴼا ت‬

birbirlerine söyledikleri söz. lala d estû r

‫ﻻ ﻻ د ﻣﺘ ﻮ ر‬

(f.b.i.) : tar. sarayda bu-

lu nan larm dar yerlerden geçerken birbirlerinden izin isteme sOzii. lâle

de “ lâkinne” şekli vardır],

lâklâkı^ât

İâla

‫ﻻك‬

(f.i.) : bot. 1. lâle. 2. [eskiden] esirlerin

ve cezâlilarin b o yu n ların a taktıkları dem ir halka. 3. kadın adi. 4 . ağaçtan m eyve toplam ak üzere k u lam lan u cu üç v eya dört çatallı u zu n bir ağaç. lâ le -g ü l : m iiz. H ü seyin bu ldu ğu hüzzam

Sadettin A re l'in

m akam ı gibi başlayıp

sonradan şedarabân m akam ı gibi yegâhda karar kılan m akam ,

(a.i.

lâklâka'nın

c.) :

m ânâsız, faydasız, boş lâkırdılar.

İâkt ‫( ﻟﻬﻌﻞ‬a.i.) : yerden toplam a, lâktü'l-izâm ve'1-mismâr : vet. atin ayasım , yerde bulunan çivi, kem ik, şişe kırığı gibi şeylerden birinin yaralam ası.

İâkve ‫( ﻟﻘﻮه‬a.i.) : ağız çarpılm ası, lâ'l ، M (a.i.) : 1. kırm ızı, al. §arâb-ı İa'l : kirm ızı şarap. 2. kırm ızı ve değerli bir süs taşı. 3 ٠dudak.

la'l-i âb-dâr : güzelin dudağı, lâ'l-i Bedahşâıı : Bedahşân yâkutu. lâ'l-i dürr-efşân : inci saçan, arasından inci gibi dişler görünen dudak,

lâ'l-i gül-feşân : gül saçan dudak, lâ'l-i kehrubâ : sevgilin in dudağı, lâ'l-i mey-gûn : kırm ızı dudak, lâ'l-i mûzab : ı) şarap: 2) kan. lâ'l-i nâb : saf dudak, kıpkırm ızı dudak, lâ'l-i nâ sûhte : işlenm em iş lâl. lâ'l-i revân : şarap, lâ'l-i sâkî : sâkî'nin dudağı, lâ'l-i şeker-bâr : şeker saçan, şeker döken dudak; sevgilin in dudağı,

lâ'l-i yâkut: 1) kıym etli bir taş, grena taşı. 2) seylan taşı.

lâl ‫( ﻻل‬a.s.) : dilsiz, (bkz : ebkem). lâl ii ebkem : şaşa kalm ış, dona kalm ış.

lâ le -i h a m r â : k ırm ızı lâle, lâ le -i n u 'm ân : bo t. bir çeşit lâle, d ag şakayığı, k ir gelinciği.

‫ﻻش‬

lâ-leb en î

(a.s.) : 1. sütü yetersiz, sütü kıt

olan [kadm ]. 2. henüz süt em m eyen [çocuk]. lâ le -fâ m

‫ﻻﻟ ﻪ ﻓﺎ م‬

(f.b.s.). (bkz : lâle-gûn, lâle-

‫ﻻك‬

(f.b.s.). (bkz : lâle-fâm , lâle-

reng). lâ le -g û n ö j j reng). lâ le -g ü l

‫ﻻك ﺳﻤﻞ‬

(f.b.i.) : m ü z. T ü rk m üziğinde

ku llan ılan ihUrekkep bir m akam .

‫ﻻك ﺣﺪ‬ İâlek, lâlek â ‫ﻻﻟﻜﺎ‬ İâle-h ad d

(f.b.s.) : lâle yanaklı.

‫ﻻﻟ ﻚ‬

،

(f.i.) : 1. pabuç. 2. taç.

3. horoz ibigi, fr. crête. lâ le-n âm e

‫ﻻك ﻻﻣﻪ‬

(f.b.i.) : eski edebiyatım ızda

lâle çeşitleri yetiştirilm esi, fiyatları ve şâire üzerine yazılm ış m ensur ve m an zu m eser. İâle-ren g

‫ﻻك رﻧ ﻚ‬

(f.b.s.) : lâle renkli, lâle ren-

ginde olan, (bkz : lâle-fâm , lâle-gûn). İâ le -ru h

‫ﻻك رخ‬

(f.b.s.) : 1. lâle yanaklı, yan ağı

lâle gibi k ırm ızı olan, (bkz : lâle-ruh-sâr). 2. m iiz. T ü rk m üziğin in en az iki asırlık bir m ürekkep m akam ıdır. Z a m â m m ıza kadar gelm iş bir niim ûnesi yoktur. lâ le -r u h -s â r ‫ ا ر‬٠‫ر خ‬ İâ le -sa r ‫ﻣ ﺎ ر‬

‫ﻻﻟ ﻪ‬

‫ﻻك‬

(f.b.s.). (bkz : İâle-ruh).

(f.b.i.) : 1. sığırcık kuşu.

2. lalelik, (bkz : lâle-zâr).

623

lâle-veş lâle-veş yen.

‫ﻻ ﻟ ﻪ وش‬

lâ le -z â r

‫ﻻﻻ زار‬

(f.s.): lâle gibi, lâleye benze-

(f.b .i.): lâlelik, lâle yetişen yel-,

lâle bahçesi. lâ le -z â r-ı c e m â l: güzellik lâleligi.

‫وا م‬

lâ 'l-fâ m

J J

(a.f.b.s.): k ırm ızı renkli, al.

( b k z : lâ'l-gû n , lâ'l-reng). lâ 'l-g û n

‫ﺳﻚ^ن‬

(a.f.b.s.): kırm ızı renkli, al.

( b k z : lâ'l-fâm , lâ'l-reng). lâ 'lîn

‫ﻻد ن‬

‫ﻟﻌﻞ ﻭ ﻟ ﻮ‬

(a.f.b.s.) : k ırm ızı renkli, al.

lâ'l-veş

‫ل‬

‫ﻻ ل وش‬

(a.f.b.s.) : yaku t gibi,

(a .h a .): 1. O sm anlI alfabesinin y irm i al-

tıncı h arfi olup "eb ced " hesâbm da otuz sayısın ın karşılığıdır; “ i ” sesini verir. 2. Şev-

‫ﻻ ﻣﺎ د ﻳ ﻪ‬

(a .i.):

eşyânın

m addiliğin i İnkâr edenlerin mesleği, fr. im m ateria lism e.

‫ﻻ ﺟ ﻞ‬

İâ -m a h a ll

(a .s.): yersiz, yeri olm ayan,

( b k z : lâ-m ekân). İâ -m a n tık i

‫ﻻﻣﻄﻬﻰ‬

(a .s.): fels. *m antıkdışı, fr.

alogiqu e. İâm e, İâm ek

‫ﻻ د‬

،

‫ﻻﻣﻪ‬

(f.i.) : 1. H intlilerin

sarık üzerine sardıkları bir ‫ ؟‬eşit tülbent. 2. baştan ayağa kadar bütün vü cu d u örten örtü. lâ -m eh âle

‫ﻻﻣﺤﺎ ﻟ ﻪ‬

(a.s. ve z f .) : ‫ ؟‬âresiz, ister is-

temez. [asil m â n â sı: “ hilesiz” dir]. lâ -m ek â n

‫ﻻﻣﻜﺎن‬

(a .s.): m ekânsız, yersiz, yere

İhtiyâcı olm ayan; A llah . İâ m -e lif

‫ﻻ‬

tan, dolcunan.

İâmise ‫( ﻻﻣﺴﻪ‬a.i.) : 1. dokunm akla olan duym a duygusu. 2. biy. d o k u n u m . 3. psilc. doİâmişger ‫( ﻻ ﺷ ﻜ ﺮ‬f.i.) : bot. karaaga‫ ؟‬. lâ-muhâle ‫( ﻻﻣﺤﺎ ﻟﻪ‬a.zf.) : m utlaka, kesinlikle, lâ m ü ’l-fi'l

‫ﻻم ا ﺳ ﻞ‬

(a.b.i.) : A rap çad a ÜÇİÜ kök-

ten gelen bir kelim enin son harfi,

lâ-müselüm ‫( ﻻ ﺳ ﻠ ﻢ‬a.n.) : h i‫ ؟‬teslim etmem;

val [kam eri aylardan]. İâ -m â d d iyy e

2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi]

kunm a.

( b k z : lâ'l-fâm , lâ'l-gûn).

lâ m

rahşende).

İâmis ‫( ﻻ س‬a.s. lems'den) : lemseden, el ile tu-

(a.f.b.i.): yaku tu ‫ ؟‬ok olan

ülke. lâ 'l-re n g

1. parlayan, parıldayan, parlak, (bkz : dikad m adi.

(a .s .) : kırm ızı renkli.

‫ﺳﺘﺎ ن‬

lâ '1-ista n

İâmia ‫( ﻻ ﻣ ﻌ ﻪ‬a.s. lem eân'dan. c. : İevâm i') : 1. parlayan, paraldayan [şey]. Karniyye-i İâmia: hek. gözün ön tarafın da bulunan cam gibi şeffaf (saydam) tabaka, fr. cornée. 2. i. kad m adi. İâmih ‫( ﻻ ح‬a.h.i.) : H z. N û h 'u n erkek kardeşi. İâmih, İâmiha ‫ ﻻ‬، ‫( ﻻ ﻣ ﺢ‬a.s. lem h'den) :

hayır!

lân ‫( ﻻن‬f.i.) : vefâsizlik, hakikatsizlik, lâ'n ‫( ﻟ ﻌ ﻦ‬a.i.) : lâ'netleme; ilen‫ ؟‬, (bkz : bedduâ).

lâ-nazîr ‫( ﻻﻧﻈﻴﺮ‬a.s.) : eşsiz, benzersiz, lâ-nâzîre-leh ‫( ﻻﻧﻈﻴﺮﻟﻪ‬a.b.s.) : eşsiz, benzersiz. İ â n e ^ (f.i.) :yu va, (bkz :âşiyân). lâne-i harâb : bozulm uş yuva, lâne-i miirg : kuş yuvası, lâne-i nermin : yum uşak , sıcak yuva, lâne-i peder : baba yuvası, lâne-gîr j S ‫( ﻻﻧﻪ‬f.b.s.) : y u v a tutan, lâ'net ‫( ﻟ ﻌ ﻔ ﺖ‬a.i.) : 1. A lla h 'ın m ağfiretinden (yarligam asindan)

m ahru m lu k;

bedduâ,

ilen 2 .‫ ؟‬. fenâ, kötü, ugu rsuz [yer, kim se], alfobesinde

lâ'netullah ‫( ﻟ ﻌ ﺌ ﺔ اﻟﻠﻪ‬a.b.i.) : "A llah 'ın İâneti” :

"la m " ile "e lif'' h arflerin in bir arada yazıl-

(a .h a .): 1. O sm anlI

A lla h İânet etsin, m ağfiretinden (yarliga-

m ış şekli. 2. s. eğri, dolam ba‫ ؟‬. İâ m i'

‫ﻻﻫﻊ‬

(a.s. le m e â n 'd a n ) : İem eân eden, par-

layan, parıldayan; parlak. B erk-İ İ â m i ': parıldayan şimşek.

‫ﻻﺑ ﻪ‬

،

‫ﻻﻣﻰ‬

(a .s.): 1. lâm h arfi

şeklinde olan. 2. i. lâm kafiyesi ile düzenİenmiş olan kaside. 3. i. a. gr. lâm h arfi ile yapılm ış İzâfet terkibi (isim tam lam ası), ( b k z : İzâfet-i lâm iyye).

624

üzerine olsun!

İâ'netullâhâne ‫( ﻟﻌ ﺸﺔ اﻟﻠ ﻬﺎ ﻧ ﻪ‬a.zf.) : A lla h 'ın

lâ m iü 'n -n û r : n ur saçarak parlayan, lâ m î, lâ m iy y e

m asından) m ah ru m kalsın,

lâ'net-ullahi aleyh : A lla h 'ın İâneti onun

İâ'netine uğram ışçasına, u ğram ış gibi,

lâ-râhate fi'd-dünyâ ‫( ﻻ ر ا ق ﻓﻰ اﻟﺪﻧﻴﺎ‬dünyâda rahat yoktur), (zf.) : durup dinlenm eden daim a ‫ ؟‬alışılm ası gerektiğini anlatır,

lâ-reybe-fîh ‫( ﻻرﻳﺐ ﻓﻴﻪ‬a.b.s.) : onda h i‫ ؟‬şüphe yok; kitab-U llah.

lâ-ya'nî

lâ -r e y b î( ^ ^ ( a .s .) :şüphesiz, lârkî ‫( ﻻ ر ش‬a.i.): bot. keçiboynuzu, (bkz: harnûb). lâs ‫( ﻻس‬f.i.): 1. âdi ipek. 2. dişi hayvan. 3 ٠köpek. lâ-sânî ‫( ﻻﺛﺎﻧﻰ‬a.s.): İkincisi olmayan, tek. (bkz : vahîd, yektâ). lâsık ‫( ﻻ س‬a.s.): yapışıcı, yapışkan; yapışmış olan, (bkz: lâzık). lâsîf ‫ ﻟ ﻌ ﺠ ﻒ‬-(a.s.): parlayan, parlayıcı, (bkz : tâbân). İâ-siyyemâ ‫ﻻ ﺳ ﻴ ﻤﺎ‬ bâhusûs. İâsk ‫ق‬٠‫( ﻟ ﻢ‬a.i.): yakı.

(a.zf.): hele, en ‫ ؟‬ok;

(a .f.b .i.) : lâ t î f e c i l i k , ç a -

k a c i l i k . ( b k z : lâ t îf e - p e r d â z î) .

latife-perdâz ‫ﻟ ﻄ ﻴ ﻔ ﻪ ﻳ ﺮ دا ن‬

(a .f.b .s .c . : lâ t if e -

p e r d â z â n ) : lâ t ife c i, ş a k a c ı, ( b k z : lâ t î f e - g û ) .

İatîfe-perdâzân ‫ﻟ ﻄ ﻴ ﻔ ﻪ ﺑﺮدازا ف‬

(a .f.b .s . lâ t if e -

p e r d â z 'ı n c.) : lâ t ife c ile r , ş a k a c ıla r .

la، îfe-perdâz-âne ‫ﺑ ﺮ دا زاﻧ ﻪ‬

‫ﻟ ﻄﻴ ﻔﺎ‬

(a .f.z f.) :

l â t if e c ilik le , ş a k a c ı l ı k l a ,

lâtîfe-perdâzî ‫ﺳ ﻒ ﺑ ﺮ دا ز ى‬

(a .f.b .i.). ( b k z

:

lâ tîfe -g û y î).

Latîfî ‫ﻟ ﻬ ﻠ ﺬ ى‬

(a .h .i.) : X V I . a s ı r d a y a ş a m ı ş b i r

T ü r k t e z k i r e c i s i d i r ; K a s t a m o n u l u 'd u r , ş â i r v e e d ip t ir ,

896 (1491)

de d o ğ m u ştu r;

1582 d e

d e n iz d e b o ğ u l a r a k ö lm ü ş t ü r .

lâskî ‫( ﻟﺼﻬﻰ‬a.s.): yalcıya âit, yakı ile ilgili, lass ‫( د ﻫ ﻰ‬a.i.c.: lüsûs, elsâs): hırsız, (bkz: düzd, sârık). İâş ‫( ﻻش‬f.i.): 1. yağma, ‫ ؟‬apul. 2 ٠s. alçak, aşagılık, itibarsız [kimse]. lâşe ‫( ﻻ ى‬f.i.): 1. leş. (bkz : cife). 2. zayıf, arık hayvan. 3. mec. kıyıda kalmış kayık, gemi teknesi. lâ-şebîhe-leh ‫ي ﻟﻪ‬ mayan.

latîfe-gûyî ‫ د ى‬/ ‫ﻟﻄﻬﻔﻪ‬

‫ﻻ‬

(a.s.): eşi, benzeri ol-

lâşe-hâr ‫( ﻻ ى ر ا ر‬f.b.s.): leş yiyen, lâ-şekk ‫( ﻻ ﺷ ﻚ‬a.zf.): şüphesiz, tabii, elbette, (blez: bî-gümân). İâ çerîke lehu ‫( ﻻﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪ‬a.sü.): Allah'ın şeriki, naziri yoktur. 0, eşsizdir, tektir, lâ-çey ‫( ﻻ ش ﺀ‬a.s.): bir şey değil, pek değersiz İŞ-

lât ‫( ﻻ ت‬a.i.): İslâm'dan önce, Arapların Kâbe'de bulunan putlarından biri, lâ-tâil ‫( ﻻ ظ ﺀ د ل‬a.s.): faydasız, boş, mânâsız, abes. lâ-tenâhî ‫( ﻻﺗﻴﺎﻫﻰ‬a.s.) : bitip tiilcenmez. lâ-teşbîh ‫ب‬ ‫ﻻ‬ (a.b.s.): benzetmek gibi olmasın! latha ‫( ﻟﻄﺨﻪ‬a.i.): leke. İatha-İ safrâ : lât. macula lutea. lâtif ‫ ﺳ ﻒ‬-(a.s.): 1. Allah adlarmdandıı-. 2. yumuşak, hoş, güzel; nâzik. 3. i. [abdüllâtif'ten kısaltılarak erkek adi]. latife ‫( ﺳ ﺲ‬a.i.c.: İetâif): 1. güldürecek tuhaf ve güzel söz ve hikâye, şaka. 2. İcadın adi. latîfe-gû j j ‫( ﺳ ﻐ ﻪ‬a.f.b.s.): lâtifeci, şakacı, (blez: İâtîfe-perdâz).

latîm eA ٠sü(a.‫؛‬.) :m is k . la t m ^ ( a .i .) :t o lc a t a t m a . latma ‫( ﻟﻄﻬﻪ‬a.i.) : to k a t , ş a m a r . İatma-hâr ‫( ﻟﻄﻤﻪ ﺧﻮار‬a .f.b .s .) : t o k a t

y iy e n ,

latma-zen ‫( ﻟﻄﻤﻪ زف‬a .f.b .s .) : t o k a t a ta n . İaûk ‫( ﻟﺒﺮق‬a.i.) : y a l a n a c a k ) y e n i l e c e k , m â c u n . [“ İ u û k ” ş e k li y a y g ı n d ı r ] ,

lâübâlî ‫ﻟﻰ‬١‫( ﻻأب‬a .s .z f.)

: il i ş i k s i z , k a y ı t s ı z , s a y g ı -

SIZ, s e n li b e n l i [şey, lc im s e ]. ( a s lın d a , A r a p ‫ ؟‬a : " a l d ı r ı ş e t m e m " d e m e k t ir ) ,

lâübâli-yâne ‫ﻻ؟ﺑﺎﻟﻴﺎذه‬

(a .z f.) : l â u b a li li k le , k a y ı t -

s iz , il g i s i z , s a y g ıs ı'z b i r t a r z d a , s e n li b e n li o la r a k .

lâ-vallâhî ‫( ﻻ و ا ش‬o .n .) : v a l l â h i , h a y ır . İâ ve naam ‫( ﻻوﻧﻤﻢ‬a .c ü .) : h a y ı r v e evet

[‫ ؟‬o k z a -

m a n , h i ç b i r filc ir s ö y l e n m e d i ğ i n i b i l d i r m e m a l c a m m d a k u l la n ı l ı r ] ,

lâ-vücûd ‫( ﻻ و ﺟ ﻮ د‬a .s.) : f e ls . b e n d e g il, fr. nonêtre. lây ‫( ﻻى‬f.i.) : 1. ‫ ؟‬a m u r . 2. t o r t u . 3. k ü l. lây ‫ﻻى‬ yen,

(f.s.) : " İ â y î d e n ” m a s t a r ı n d a n : s ö y le s ö y le y ic i.

Herze-lây :

h e r z e s ö y le y e n ,

s a ç m a la y a n , (b k z : h e rz e -g û ).

lâ-ya'kıl ‫( ﻻ ﻳ ﻌ ﻘ ﻞ‬a .b .s .) : d a l g m , b ih o ş . Mest-İ lâ-ya'kıl : s ı z m ı ş , s a r ilo ş . lâ-ya'kıl-âne ‫( ﻻﻳ ﻌ ﻘ ﻼﻧ ﻪ‬a .b .z f.) : a k i l e r d i r i lm e y erele, d ü ş ü n c e s i z li k le , d a l g ı n l ı k l a ,

lâ-ya'lem ‫ﻻ ﻳ ﻌ ﻠ ﻢ‬

(a.s.) : b i r ş e y b i l m e y e n , b i l -

m ez.

lâ-ya'lemü'l-gaybe

illallah :

k a y b o la n ı

A l l a h 't a n b a ş k a s ı b ilm e z ,

lâ-ya'nî ‫ﻻﻳ ﻌﻔ ﻰ‬

(a .b .s .) : m â n â s ı z .

Mâ lâ-ya'nî :

m a n a sız , sa çm a sa p a n .

625

lâ-yecûz lâ -y e c û z

‫ﺻﺰ‬,‫ﻻ‬

(a.s.) : c â i z d e ğ i l.

İâ-yefhem (٠‫ﻻﻏﻪ‬

(a .s.) : a n l a y ı ş s ı z ,

lâ-yefnâ ‫ﻻ ض‬

(a .s.) : f e n â b u l m a z , y o k o l m a z ,

tü k e n m e z .

El-kanaatii kenziin İâyefuâ :

k a n a a t, tü k e n m e z b ir h a z in e d ir ,

lâ-yemût ‫ﺑﺒﺮت‬.‫ﻻ‬

(a .b .s .) : ö lm e z ,

fr. immortel,

(b k z : c â v id â n î).

lâ-yemût-âne ‫( ﻻﻳ ﻤ ﻮﺗﺎﻧ ﻪ‬a .z f.) : ö lm e z lik le , fr. immortellement. ( b k z : c â v id â n e ) .

(a .b .s .) : a z lo l u n m a z , a z lo lu -

lâ-yuhsâ ‫( ﻻﻳ ﺤ ﻌ ﻰ‬a.s.) : sayılmaz, hesâba gelemez.

(a .b .i.) ‫ ؛‬ö l m e z l i k ,

lâ-yuhtî ‫( ﻻ ﻳ ﺤ ﻄ ﻰ‬a.s.) : hatâ işlemez, yanlış yapmaz, fr. impeccable.

n am az. (a .b .s .): y a k ı ş m a z , u y g u n

a y r ıla m a z , b ö lü n e -

İa-yu'kal ‫( ﻻ ﻳ ﻌ ﻘ ﻞ‬a.b.s.) : akil ermez, anlaşılmaz.

(a .z f.) : a r d ı k e s i lm e k s i z in ,

lâ-yukâl ‫( ﻻ ﻳ ﻘ ﺎ د‬a.b.i.) : tenâsül âleti, (bkz : kadîb, kîr, merz-gûn).

d ü şm ez, u ym a z.

lâ-yenfekk ‫ﻻ ﻳ ﻨ ﻔ ﻚ‬

(a .s.)

:

m ez.

İâ-yenkat‫ﻻ ﻳ ﺌ ﻘ ﻄ ﻊ ' ؛‬

lâ-yu'lâ ‫( ﻻ ش‬a.zf.) : üzerine çıkılmaz, üstüne ‫ ؟‬ikmak mümkün değil, lâ-yu'lem ‫( ﻻﻳﻌﻠﻢ‬a.s.) : bilinmez, bilinemez,

d u rm a d a n , hep.

lâ-yenkesir ‫ﻻﻳﻐﻜ ﺴﺮ‬

(a .s.) : k ı r ı l m a z , k e s i lm e z ,

lâ-yetebeddel ‫ﻻﻳﺘﺒﺪل‬

(a .s.) : d e ğ i ş m e z .

İâ-yetecezzâ ‫ﻻﻳﺘﺠﺰى‬

(a .b .s .) :

fiz. p a r ç a l a n m a z ,

b ö lü n m e z , p a r a la n m a z , b ü tü n ,

lâ-yetegayyer ‫ﻻﻳﺘﻐﺒﺮ‬

(a .b .s .) : d e ğ i ş m e z , b o z u l-

m a z . ( b k z : sâ b it).

lâ-yetehammel ‫ﻻﻳﺘﺤﻤﻞ‬

(a .s.) : t a h a m m ü l e d il-

m e z , d a y a n ılm a z .

lâ-yetenâhî ‫ﻻﻳﺘﺘﺎﻫﻰ‬

(a .s.) : s o n s u z , s o n u b u lu n -

lâ-yetenâhiyyet ‫ﻻﻗﻴﺎ ﻫﻴﺖ‬ lâ-yetezelzel ‫ﻻﻳﺘﺰﻟﺰل‬

(a .i.) : s o n s u z lu k ,

(a .s.) : 1 . s a r s ı l m a z . 2 . g ü -

v e n i l i r , d e v a m l ı , s ü r e k li, (a .b .s .) : z e v a l s i z , b i t i m s i z ,

lâ-yezâlî ‫ﻻﻳﺰاﻟﻰ‬

(a .b .s .) : İ â y e z a l'e m e n s û b o la n .

lây-hâr ‫ﻻﻳﺨﻮار‬

(f.b .s.) : t o r t u İ‫ ؟‬e n ; ş a r a p t o r t u -

su n u İçecek k a d a r a yy a ş.

Külhânî-İlâyhâr

:

m e ş h u r h a k i m S e n â î 'n i n m ü r ş i d i ,

2.

‫ﻻ ﻳ‬

(a .s. l e v h 'd e n ) : 1 . p a r la k , p a r la y a n .

â ş ik â r , m e y d a n d a , ( b k z : h iiv e y d â ) . 3 . h a -

t i r a g e le n . [ A r a p ç a d a “ İ â i h " d ir ] . 4 . İ ç in e

(a .i.) :

1.

d ü ş ü n ü le n b i r ş e y i n y a z ı

h â lin e g e tirilm e s i.

2. huk.

ta s a r ı. [A r a p ç a -

d a " İ â i h a ” d ır ].

İâyiha-i kanûniyye

:

huk.

o l u n m a m ı ş k a n u n t a s a r ıs ı.

626

lâ-yiifnâ ‫( ﻻ„ﻏﻰ‬a.s.) : fenâ bulmaz, yok olmaz, tükenmez. lâ-yii'selü ammâ yef'al : yaptığından dolayı sorguya, suâle uğramayan; Allah, (bkz : bi‫ ؟‬Un u ‫ ؟‬irâ). lâ-yiizâl ‫( ﻻ زا ل‬a.s.) : izale edilmez, tükenmez. İazâ ‫( ﻟﻈﻰ‬a.i.) : 1. ateş, alev. 2. cehennem'in bir adi. lâ-zâle, lâ-zâlet ‫ ﻻرﻟ ﺖ‬، ‫( ﻻزال‬a.zf.) : 1. zâil olmasın, zeval bulmasın. 2. olsun! lâ-zâle âliyen : yüce olsun! lâzebeliyye‫( ﻻ ز ﺑ ﻰ‬a.i.) :bot. horozibiğigiller, fr. amarantacées. lâ-zevâl ‫( ﻻزوال‬a.s.) : zevalsiz.

doğan.

lâyiha ‫ﻻﻳﺤﻪ‬

lâ-yu'ref ‫( ﻻﻳﻌﺮى‬a.s.) : bilinemez, lâ-yutâk ‫( ﻻﻳﻄﺎق‬a.s.) : tâkat yetmez, ‫ ؟‬ekilmez, dayanılmaz. Teklîf-İ mâ lâ-yutâk : dayamlmaz ve kabul olunamaz teklif, lâ-yüfhem ‫( ﻻﻳﻔﻬﻢ‬a.s.) : anlaşılmaz,

lâ-yüs'el ‫( ﻻﻳ ﺸ ﻞ‬a.s.) : mes'ûl olmaz, sorulmaz,

m az.

lâyıh ‫ﺢ‬

İâ-yuaddvelâyuhsâ ‫( ﻻﻳﻌﺪ و ﻻﻳ ﺤﻌ ﻰ‬a. b.s.) : sayısız, hesapsız, pek ‫ ؟‬ok. İâ-yugleb ‫( ﻻ ﻳ ﻐ ﻠ ﺐ‬a.s.) : mağlûp olmaz, yenilmez.

İâ-yenbagî ‫ﻻﻳﻨﺒ ﻐ ﻰ‬

lâ-yezâl ‫ﻻزال‬

lâyık-âne ‫( ﻻ؛ﻗﺎذه‬a.f.zf.) : yaraşır, yakışır yolda. İâ-yuadd ‫( ﻻ‬a.b.s.) : sayılmaz, sayılamaz, pek ‫ ؟‬ok.

fr.

lâ-yemûtiyyet ‫ﻻﻳ ﻤ ﻮﺗﻴ ﺖ‬ immortalité. İâ-yen-azl ‫ﻻﻳﻨﻌﺰل‬

lâyık ‫( ﻻ س‬a.s. liyâkat'den) : yakışan, yara?ir, yakışık, (bkz : bercâ, çespân, şâyân, şâyeste).

henüz

ta s d ik

İâ-zevâle-leh ‫( ﻻ ز و ا ل ﻟ ﻪ‬a.s.) : asla zeval bulmaz. lâzık ‫( ﻻ ز ق‬a.s.)': yapışıcı, yapışkan; yapışmış olan, (bkz : lâsık, lâzibı). lâzım ‫( ﻻ ز م‬a.i.) : 1. gerek. 2. gr. geçişsiz.

lâ z ım -ı g a y r -i m ü f â r ı k :

terki câiz olmayan, onsuz olmayan, ‫ ؟‬ok gerekli. lâ z ım ve k â fî ş a r t : m at. gerek ve yeter şart. lâ z ım ve m e lz û m

: biri olunca öbürünün 'de

olması şart olan. lâ zım , lâ zım e

‫ ﻻ ز ﻣ ﻪ‬، ‫( ﻻزم‬a.i.): 1. gerekli şey.

2. m a t. *gerekçe.

‫( ﻻ ﻇ ﻰ‬a.i.): 1. ateş. 2. cehennemin altıncı tabakası [puta, ateşe tapanlarla büyücülerin yeri burası olacaktır].

lâ z î

İâzib ‫( ﻻزب‬a.s.): 1. yapışıcı, yapışkan. 2. sâbit. 3. lâzım, gerekli, (bkz : lâzık). İeâl ‫( ﻵل‬a.i. lü'lü'ün c .): inciler, (bkz: dürer, İeâli). leâlî ‫( ﻵﻟﻰ‬a.i. lü'lü'ün c.): inciler, (bkz : dürer, İeâl). le â lî-fe şâ n

‫( ﻵﻟﻰ ﻓﺸﺎن‬a.f.b.s.): inciler saçan.

‫( ﻻﻣﺖ‬a.i.): leimlik, alçaklık, bayağılık.

İeâm et

(bkz:denâet). ‫( ﻟ ﺐ‬f.i.) : 1. dudak. Şeker-leb : şeker dudaklı. G o n ce -le b : gonca gibi dudağı olan. İeb-i â f t â b : gölge.

leb

İeb-i câ n â n

: sevgilinin dudağı.

İeb-i d e r y â :

(deniz dudağı): m ec. deniz ke-

narı. İeb-i d i l b e r : ı)

dilber dudağı; 2) dilber dudağı denilen hamur tatlısı. İeb-i h a n d â n : gülen dudak. İeb-i şe fk a t: şefkat dudağı. 2 ٠u‫> ؟‬kenar. İeb-i c û : ırmak kenarı. İeb -i c û y - b â r : su kenarı. İeb -i h a d r â : ufuk. İeb-i keştî-gâh : nehirlerin geçit yeri, boğaz, liman ağzı. İeb-i sâ g a r : kadeh ağzı. ‫( ب ﺀ‬a.i.): ağız, doğumdan sonra gelen süt.

İebâ'

lebâbet

‫( ﻟ ﺒ ﺎ ؛ أ‬a.i.): zeyreklik, akıllılık, (bkz:

fatânet). lebâçe

‫( ﻟﺒﺎﺟﻪ‬f.i.): önü a‫ ؟‬ık elbise, hırka; cübbe;

ferâce.

‫ ﺑ ﺪ ه‬، ‫( ﻟ ﺒ ﺎ د‬f.i.): 1. yağmurluk 2 ٠kısa hırka. leb -â-leb ‫( ﻟﺒﺎﻟﺐ‬f.zf.): ağızına kadar dolu. İebân ‫( ﻟﺒﺎن‬a.i.): göğüs. İebâd, İebâde

İebbân

le b -b e-leb

‫( ﻟ ﺐ ﺑﻠ ﺐ‬f.zf.): dudak dudağa, (bkz :

leb-ber-leb).

‫( ﻟ ﺐ ﺑ ﺮ ﻟ ﺐ‬f.zf.): dudak dudağa, (bkz: leb-be-leb). leb-beste ‫( ﻟ ﺐ ﺳﺘ ﻪ‬f.b.s.): 1. dudağı, ağzı bağlı. 2. susan. le b b eyk ‫( ﻟ ﺒ ﻴ ﻚ‬a.n.) ‫" ؛‬buyurunuz, emir sizindir efendim!'' mânâsına kullanılan bir kelime, [hac ferizasınm icrâsı esnâsmda bu kelime ile başlayan muayyen duâlar söylenir ki buna “telbiye" denir], (bkz : telbiye). lebb eyk -zen ‫( ﻟ ﺒ ﻴ ﻜ ﺰ ن‬a.f.b.s.): evet diyen, râzı olan. leb -b e r-leb

‫ ؛‬Allah'ın emrine koşup uyan, [ölen hakkında kullanılır]. İeb -cü n b ân ‫( ﻟ ﺒ ﺠ ﻨ ﺒ ﺎن‬f.b.s.): "dudağını oynatan" : söz söyleyen, konuşan, lebeb ‫( ﻟ ﺐ‬f.i.): deriden örülmüş at başlığı, leben ‫( ﻟﺒﻦ‬a.i.): süt. A d e iftii'l-le b e n : sütsüzlük. A d îm e tü ' 1-le b e n : sütü kesik kadın. İeben-İ k ils ‫ ؛‬k im . kire‫ ؟‬sütü, lebeni, le b e n iyy e ‫ ﻟﻴﺸﺪ‬، ‫( ﻟﺒﻨﻰ‬a.s.c.: lebeniyyât) ‫؛‬ süte âit, sütle ilgili, sütlü. M e v â d -1 leb en iyye : sütlü maddeler, ürünler, le b e n iyy â t ‫( ﻟ ﺒ ﻔ ﻴﺎ ت‬a.i. lebeniyye'nin c .): sütlü nesneler. le b -g ü şâ u l ) (f.b.s.): ‫ﺀﺀ‬dudağı açık" : konuşan, söyleyen. lebi ‫( ﻟ ﻰ‬f.i.): dilim [ekmek, kavun, karpuz], lebib ‫( ﻟ ﺒ ﺐ‬a.s.c.: İibâb): 1. akıllı, (bkz : fatin, zeki). 2. i. erkek adi. leb b eyk -ze n -i İcâbet

le b ik

‫( ﻟﺒ ﺠ ﻖ‬a .s.): 1. akıllı, zeki. 2. ‫( ﻟﺒﻼب‬a .i.): bo t. sarm aşık.

tatil sözlü.

İeblâb

leb lâb ü ' 1- a r z : bot.

yer sarmaşığı, leb lâb iyye ‫( ﻟ ﺒ ﻼ ﺑ ﻴ ﻪ‬a.i.): bot. sarmaşıkgiller, fr. hedCracCes.

‫( ﻟﺮي—ز‬f.b.s.): taşıcı, ağzına kadar dolmuş. [maddi mânevî].

İeb -rîz

‫( ﻟﺒ ﺲ‬a.i.): 1. giyecek şey. 2. iki şeyi bir birinden ayırt edememe, (bkz : iltibâs). İeb-teşne ‫( ﻟﺒﺘ ﺸ ﺨ ﻪ‬f.b.s.c.: İeb-teşnegân): susamış. İeb -teşn egân ‫( ﻟﺐ ' ﺷ ﻜ ﺎ ت‬f.b.s. leb-teşne'nin c.): susamışlar. İebûn ‫( ﻟﺒﻮن‬a.s.): sütlü, sağmal [hayvan]. B in t-İ İebûn : süt vermeye başlamış dişi koyun. lebs

‫( ﺑﺎن‬a.i.): sütçü. 627

letâc, lecâtel İecâc, lecâcet ‫ ﻟ ﺠﺎﺟ ﺖ‬، ‫( ﻟﺠﺎج‬a.i.): ayak direme, çekişme [düşmanlıkta], (bkz : taanniid). lecc ‫( ﻟﺞ‬a.i.): 1. dar şey. Mekân-1 lecc : dar yer. 2. inâdetme, ayak direme [düşmanlıkta]. İeccâc ‫( ﻟﺠﺎج‬a.s.): 1. inatçı. 2. inatçılık. İeclâc ‫( ﻟ ﺠ ﻼ ج‬a.h.i.): 1. satranç oyununun icatçısı. 2. s. sözü tutuk söyleyen, leclece ‫( ﻟﺠﻠﺠﻪ‬a.i.): kararsızlık, tereddüt [sözde]. İecûc ‫( ﻟﺞ— وج‬a.s.) :çokinatçı, çok çekişken, leç ‫ ( ﻟﺞ‬fi.) : 1. yanak, (bkz : ruh). 2. yüz. (bkz : rûy, ruh, ruhsâr). lede- - ‫( ﻟﺪ ى‬a.zf.): sırasında, yapıldığı zaman. lede'1-hâce ‫( ﻟ ﺪ ى اﻟﺤﺎﺟﻪ‬a.b.zf.): hacet, ihtiyaç görüldüğü zaman. lede'l-havâle ‫( ﻟﺪى اﻟ ﺤ ﻮاﻟ ﻪ‬a.zf.): havâle olundukta. İede'l-İhtiyâc ‫( ﻟ ﺪ ى ا ﻻ ﺣ ﺒ ﺎ ج‬a.zf) : ihtiyaç hâlinde. İede'l-İktizâ ‫( ﻟ ﺪ ى ا ﻻ ﻗ ﺘ ﻀﺎ‬a.zf.): gerektiği zaman. lede'l-mutâlaa ‫( ﻛ ﻌ ﺪ اﻟ ﻤ ﻄﺎﻟ ﻌ ﻪ‬a.zf.): okunduktan sonra. lede'l-müzakere ٥‫( ﻛ ﻌﺎ ا ﻟ ﺬ ا ﻛ ﺮ‬a.zf.) :müzâkere sırasında. İede's-suâl ‫ى ا د ؤا ل‬-‫( ل‬a.zf.): soruldukta, lede't-tahkik‫( ﻟ ﺪ ى ا‬a.zf.) ‫ ؛‬tahkikolundukta. lede't-teemmül ‫( ﻟ ﺪ ا ﻟ ﺘ ﺄ ﻣ ﻞ‬a.b.zf.): teemmül edilince, düşünülünce. ledg ‫( ﻟ ﺪ غ‬a.i.): yılan veyâ akrep sokması, (bkz: les'). İedîg ‫( ﻟ ﺪ ﻳ ﻎ‬a.s.): yılan, akrep ve buna benzer hayvanlar tarafından sokulmuş kimse, lediin ‫( ﻟ ﺪ ن‬a.i.) : Allah yani. İlm -i İedün: Allah'ın sırlarına âit mânevî bilgi, gayb ilmi. İedünnî ‫( أدذى‬a.s.): Allah bilgisine ve sırlarına âit, onunla ilgili. Mevâhib-İ lediinniyye: Hz. Muhammed'e Allah'ın ihsânı olan bilgi. İed ün n i^ ât ‫( ﻟ ﺪﻧﺎ ت‬a.i.c.): Allah bilgisi ve sırİarı; mec. bir İşin gizli tarafları, içyüzü. İed ün n i^ e ‫( ددي‬a.s.): ["İedünnî'' nin müen.]. (bkz :İedünnî). İefâ ‫( ص‬a.i.) : 1. toprak, (bkz : türâb). 2. s. hakir 628

İefâif ‫( ﻟﻐﺎﺋﻒ‬a.i. lifâfe'nin c .): sargılar; zarflar, (bkz: İifâfe). lefc, lefce ‫ ﻟﻔﺠﻪ‬، ‫( ﻟﻐﺞ‬a.i.): kaim dudak. leff ‫( ف‬a.i.) : sarma; dürüp bir zarf İçine koyma; devşirip kaldırma. İeffü neçr : ed. birkaç isim yazıldıktan sonra bunların herbirine âit olan Sifat veyâ fiilleri ayrıca sıralama. leff ü neşr-i m üretteb: ed. yazılan birkaç isimden sonra bunlara âit sifat veyâ fiillerin ayni tertiple sıralanması. M eselâ: "Meşk eyledi pervâne vü şe'm ü gül-i sadberg / Yanmağı, yakılmağı, yaka yırtmağı benden.'' leff ü neşr-i müşevveş veyâ gayr-i miiretteb : yazılan birkaç isimden sonra bunlara âit sifat veyâ fiillerin karışık olarak sıralanması. M eselâ: “Zülfünle rûhun M ushafi hüsnünde nigârâ / Tefsirin eder âyet-i Nûr ile Duhâ'nın.” İeffâf ‫( ﻟ ﻔ ﺎ ف‬a.s.) : çok lâfeden, çok söyleyen, cansıkan. leffen ‫( ًﻟ ﻐ ﺎ‬a.zf): dürülmüş, sarılmış olarak; zarf veyâ mektup İçine koyarak. leftfuM l -(a.s. le ff den): 1. dürülmüş, sarılmış. 2. a. gr. üç harfli kelimenin iki harfi “elif" veyâ “y” olanı. İefîf-i m ak rû n : a. gr. “fâ" SI (ilk harfi) ile, “lam”ı (son harfi) birlikte h a rfi illet olursa : tayy “tavy"... gibi. İefîf-i m efrûk: a. gr. “fâ" SI (ilk harfi) ile “ lâm” 1 (son harfi) birlikte h a rfi illet olursa : vefâ "vefeye” .. gibi. leflâfe ‫( ﻟﻐﻼﻓﻪ‬a.i.): bot. kurt tırnağı denilen bir *bitki. leftere ‫( ﻟﻔﺮه‬f.s.): alçak, sefil. legleg ‫( ﻟ ﻜ ﻠ ﻚ‬f.i.): leylek. leh ‫( ﻟﻪ‬a.e.): 1. onun İçin, ona. Magfûrun-leh : kendisine mağfiret olunmuş. 2. i. birinin çıkarına davranış; yana. lehinde ‫ ؛‬onun çıkarına uygun olarak. leha ‫( ﻟ ﻬ ﺎ‬a.i. lehât'ın c.) ‫ ؛‬anat. küçük diller, (bkz : lehevât, İihâ, lihi, lühî). İehâ ١‫( ﻟﻪ‬a.e.): leh ve lehu nun miiennesi. (bkz : leh-lehu). İehât (a.i.c.: İehâ, İihâ, lehevât, lihi, lühî) : anat. küçük dil. [“İihât, lühât” şekilleri de vardır].

İemeân-. fosfor‫؛‬ İehâz ‫( ﻟﺤﺎﻓﻞ‬a.i.): gözucu, göz kuyruğu. lehce ‫( ﻟ ﻬ ﺠ ﻪ‬a.i.): 1. dil‫ ؛‬dil kolu, bölge dili, fr. dialecte. Fasîhü'1-lehce: dili uz. 2. (Tiirk‫ ؟‬ede) yüz, surat. Lehce-i Osmânî (osmanlıca İûgat): Ahmet Vefik Paşa'nın iki bölümden oluşan ve 1889 da her iki cildi de bir arada basılan ünlü sözlüğü. LehcetiiT-hakaik: Âli Bey'in 1896 da hazırlanmış bir mizah eseri olup XIX uncu yüzyılın sonundaki OsmanlIların kusur ve hatâlarım eleştirmiştir. İeh-dâr ‫( ﻟ ﻬ ﺪ ا ر‬a.f.b.s.): 1.... dan yana, lehte olan, bir şey veya kimseden yana olan. 2. lehine poliçe ‫ ؟‬ekilen kimse. leheb ‫( ﻟ ﻬ ﺐ‬a.i.): alev. EbU-leheb (alev babasi): Hz. Muhammed'in amcası ve Abdü'lMuttalib'in oğlu'dur. İslâm dinini kabûl etmemiş ve halkı da bu dini kabulden uzaklaştırmayı kendisine İç edinmişti. ["Kur'ân-ı Kerim'de Tebbet yedâ ebi lehebin..." diye başlayan 111 inci Tebbet sûresi bununla karısı ümmü Ciimeyl hakkındadır].

lehümâ ‫( ﻟﻬﻤﺎ‬a.e.): birinden yana olan birinin tarafım tutan iki kişi, lehv ‫( ﻟ ﻬ ﻮ‬a.i.): oyun, eğlence, faydasız İç. lehviyyât ‫( ﻟﻬﻮﻳﺎت‬a.i.c.): oyunlar, eğlenceler. İeîm ‫( ﺑ ﻢ‬a.s. levm'den. c .: leîmân, İiâm): al‫ ؟‬ak, açağılık, cimri [kimse], leîmân ‫( ﻳ ﻤ ﺎن‬a.s. İeîm'in c.): alçak, pinti, açağılık kimseler, (bkz : İiâm). leîm-âne ‫( ﻟﺌﻴﻤﺎ ﻧ ﻪ‬a.zf.): alçakca. Muâmele-İ İeîmâne: alçakca muâmele. lek ‫( ﻟ ﻚ‬a.z.): sana, senin İ‫ ؟‬in. lek ‫( ﻟ ﻚ‬f.s.): 1. ahmak, sersem, (bkz: ebleh). 2. yüz bin. lek ‫( ﻟ ﻚ‬fi.): kırmızı boya ‫ ؟‬ikarmaya yarayan bir mâden. lekâlik ‫“( ﻟﻘﺎﻟﻖ‬ka” uzun okunur, a.i. İaklak'ın c.): leylekler. lekânet ‫"( ﻟﻔﺎ ﻧ ﺖ‬ka" uzun okunur, a.i.): ‫ ؟‬abuk anlayışlı olma. leke ‫( ﻟﻜﻪ‬fi.): 1. kirliliği gösteren iz. 2. vücutta görülen siyah veya kahverengi İçâretler. leked ‫( ﻟ ﻜ ﺪ‬f.i.): tepme, ‫ ؟‬ifte.

lehebân ‫( ﻟ ﻬ ﺒ ﺎ ن‬a.i.): ateşin alevlenmesi, (bkz : iştiâl).

İeke-dâr ‫( ﻟ ﻜ ﻪ دار‬f.s.): lekeli, (bkz: ma'yûb, m'uttehem). [kelimenin asil “lek” dir]. İeked-hâr ‫( ﻟ ﻜ ﺪ ﺧﻮار‬f.b.s.): tepme yiyen, ‫ ؟‬ifte yiyen, (bkz: İeked-kûb, leked-zede).

lehef ‫ ﻟ ﻬ ﻒ‬-(a.i.): kaybolan bir şeyin arkasından üzülme.

İeked-kûb ‫( ﻟ ﻜ ﺪ ﻛ ﻮ ب‬f.b.s.): ‫ ؟‬ifte yiyen, tepme yiyen, (bkz: İeked-hâr, leked-zede).

lehevât ‫( ﻟﻬﻮات‬a.i. lehât'ın c.): anat. kü‫ ؟‬ük diller. (bkz : İehâ, İihâ, liihi).

leked-zede ‫( ﻟ ﻜ ﺪ زده‬f.b.s.) ‫ ؛‬tepme yiyen, ‫ ؟‬ifte yiyen, (bkz ‫ ؛‬İeked-hâr, İeked-kûb).

İehfân ‫( ﻟ ﻬ ﻔ ﺎ ن‬a.s.): kalbi yamk. (bkz: mütehassir).

leked-zen ‫( ﻟ ﻜ ﺪ زن‬fb.s.): tepme vuran, ‫ ؟‬ifte atan, ‫ ؟‬ifteli.

İehhân ‫( ﻟ ﺤ ﺎ ن‬a.s.): okurken ‫ ؟‬ok yanlışlık yapan [lcimse]. (bkz : İâhin).

leken ‫( ﻟﻜ ﻦ‬a.i.c.: elkân): leğen, lem' ‫( ﻟ ﻤ ﻊ‬a.i.): parlama, parıldama, (bkz: İemeân). İem'a ‫ﻋﻪ‬٠‫( ل‬a.i.c.: İemeât): parıltı, parlayış,

lehebü'n-nâr: ateş alevi.

İehîb ‫( ﻟ ﻬ ﺒ ﺐ‬a.i.): 1. alev. 2. ateşin sıcaklığı. 3. alevlenme [ateş], (bkz: iştiâl). İehîf ‫ ﻟﻬﻴﻒ‬-(a.s.). (bkz: İehfân). lehinde ‫( ﻟ ﻬ ﻔ ﺪ ه‬a.t.zf.): onun çıkarına uygun olarak; birinden yana, [zıddı: "aleyhinde"]. lehm ‫( ﻟﻬﻢ‬a.i.): bir nesneyi hemen yutma. lehs ‫( ﻟ ﻬ ﺚ‬a.i.): dili dışarı ‫ ؟‬ikma, nefesi kesilme.

lem'a-pâş ‫( ﻟﻤﻌﻪ ﺑﺎش‬a.f.b.s.) : parıldayan, lem'a-rîz ‫( ﻟﻤﻌﻪ ر ﻳ ﺰ‬a.f.b.s.): parlayan, parıldayan. İemeân ‫( ﻟ ﻤ ﻌ ﺎ ن‬a.i.): 1. parlama, parıldama, (bkz: lem'). 2. fiz. gazışı, fr. luminescen-

lehu ‫( ﻟ ﻪ‬zf.): onun İ‫ ؟‬in, ondan yana [müen. “İehâ”, tesniyesi: “lehümâ" dır].

lemeân-ı flüârî: fiz. flüorışı, fr. fluorescen-

lehiim ‫( ﻟﻬﻢ‬a.e.c.): birinden yana olanlar; birinin taraftni tutanlar.

lemeân-ı fosfori: fiz. *fosforışı. 3. kadın adi. 629

lemeât lemeât ‫( ﻟﻤﻰ ت‬a.i. lem'a'nın c . ) : parıltılar, parlemeât-ı şems : G ün eş'in parıltıları. lemehât ‫( ﻟ ﺴﺎ ت‬a.i. İem ha'nın c.) ‫ ؛‬bir defâ bakışlar, bir göz atışlar. lem h

‫ﻟﻤﺢ‬

(a .i.): 1. bakm a, göz atma.

İemh-i b a s a r : çabucak bir göz atıverme. 2. parıltı, parlam a.

lemha ‫( ﻟ ﻤ ﺤ ﻪ‬a .i.c .: lem e h ât): 1. bir defâ bakm a, bir göz atış. 2. parıltı, parlam a.

İemha-İ b a s a r : göz açıp kap ayın caya kadar geçen zam an, pek az [zaman].

İemha-İ iftitâh : gözün açılışın daki ilk bakişı, d ü nyâyı ilk görüşü.

İemha-İ û lâ : ilk bakış. lem hatii'l-basar : göz açıp kap ayın caya kadar, pek az zam anda.

lems ‫( ﻟ ﻤ ﺲ‬a .i.): el ile dokunup duym a, el ile tutm a; dokunm a ile duyulan.

lemsi, lemsiyye ‫ ﻟ ﺐ‬، ‫ ( ﻟ ﻤ ﺲ‬a .s .d e m s i y y â t ) : lems ile, dokunm a ile ilgili, ihsâsât-ı lems i y y e : dokunm a .d u yu ları. le m s i^ e t

lenger ‫ﻗ ﺮ‬

(f.i.)

‫ ؛‬gem iyi yerinde m ıh lam ak

İçin denize atılan zincir ve bu zincirin

İayışlar.

‫ﻟﻤ ﺴ ﺖ‬

(a .i.) : bir cisme, bir mâdene

ucun d aki ‫ ؟‬apa.

Fekk-İ len ger : gem inin

lenger alıp yola çıkm ası.

lenger-endâz ‫( ﻟ ﻜ ﺮ ا دا ز‬f.b .s.): 1. lenger atan, dem ir atan. 2 . (lim anda) dem ir atm i? olan [gemi].

lenger-hâne ‫( ﻟ ﻜ ﺮ ﺧﺎ ﻧ ﻪ‬f.b .i.): lenger yapılan yer.

lengeri ‫( ﻟ ﻜ ﺮ ى‬f.i.): lenger, b ü yü k bak ir sahan. leng-fâhte ‫ ( ق ﻓﺎﺧﺘﻪ‬f b .s .) : 1. topal güvercin. 2. miiz. T ü rk m üziğin in k ü çü k usullerindendir; bun a “ aksak fâhte”, “n im fâhte" de denilir. ıo zam an lı ve 6 darblıdır. Lengfâhte, fahte usûlünün yarısıdır. Şarkı gibi k ü çü k

form e'larda

kullan ılm az;

b ü yü k

usuller gibi peşrev, beste (bilhassa nedense nakış besteler bununla ölçülm üştür) şekillerinde

kullanılır.

 y în -i

şeriflerde

de görülür. B u yü zd en İstisnâî olarak büy ü k usuller gibi m uâm eleye tâbî tutulur ve 10/16 ilk degil (ki bu m ertebesi henüz hiç kullanılm am ıştır) 10/8 lik mertebesine "y ü rü k leng fâhte” denir. Şırasıyla T ü rk

parm ak la dokunm aktan m eydana gelen

aksağı, sem âî ve n im sofyan usullerinden

his.

m ürekkeptir. 6 darbının kıym eti sırasıyla

lem-yezel J y . ‫( ﻟﻢ‬a.b .s.): zeval bulm az, zâil olm az, bâkî, kalıcı. [A llah'ın sıfatlarındandır]. lem -yezeli

‫ﻟ ﻢ ﻳ ﺰﻟ ﻰ‬

(a.b .i.): zeval bulm azlık,

bâkilik, kalıcılık. lem ze

‫ﻟﻤﺰه‬

(a .i.): göz veyâ kaşla işâret etme,

( b k z : İümeze). lenc

‫ﻓ ﺞ‬

(f.i.): naz ve edâ ile salınm a, (bkz :

hırâm ân).

lenf, İenfâ ‫ ﻟﻔﺎ‬، ‫( ﻟ ﻐ ﻒ‬a .i.) : hek. beyaz kan, VÜcutta ince dam arların İçinde dolaşan, kanin esâsını teşkil eden ve eskilerin ahlât-1 erbaa dedikleri bu dört m addeden biri.

lenfâî, lenfâiyye ‫ ﻟ ﻐ ﺎ ب‬، ‫( ﺑ ﻐ ﺎ ﺋ ﻰ‬a.s.i.): lenfe âit, lenfle ilgili; len f m addesi; ağır kimse.

Ciimle-i lenfâiyya : len f sistemi. İenfâ-yi dâhilî : hek. *içakkan, fr. endolymphe. leng ‫( ﻟ ﻔ ﺦ‬f.s .): 1. topal, aksak, (b k z : a'rec). 2. tenâsül âleti. 3. yolcu lu k sırasında kafilen in bir yerde bir iki gün kalm ası.

İeng-âne ‫( ﻟﻜﺎﻧ ﻪ‬f.z f.): topalcasına. 630

şö y le d ir : n im kavi, kavi, z a if kavi, nim kavi ve zaif. D arb lan n vu ru lu ş şekilleri ve im tidatlan ise şudur : düm (2 zam an), tek (3 zam an), düm (1 zam an), tek (2 zam an), te (1 zam an) ve ke (1 zam an). Leng fâhte, zam an itibârıyla bir kü çü k usûl olduğundan, bu usûl ile ölçülm üş bir eserin notasında, ölçünün terkibine giren T ü rk aksağı, semâî ve nim sofyan, noktalı çizgilerle ayrılm az.

İengî ‫( ﻟ ﻜ ﻰ‬f.i.): topallık, aksaklık. len terânî ‫( ﻟﻦ 'ﻧﺮاﻧ ﻰ‬a .c ü .): [sen] beni görm eyeceksin.

İerzân ‫( ﻟﺮزان‬f.s.): titrek, titreyen, ( b k z : ra'şân, ra'şe-dâr).

lerze ‫( ﻟﺮزه‬f.i.). (b k z : İerziş). İerze-İ istitâr ü istig n a : saklanıp çekilm e titreyişi. le r z e -b a h ş ^

‫ﻟﺮزه‬

(f.b .s.): titreten, titreme

veren.

lerze-bahş-ı d i l : gönül titreten. İerze-dâr ‫( ﻟﺮزه دار‬f.b .s.): titrek, titreyici. (bkz : İerze-nâk).

levâzımâî

İerze-nâk ‫( ﻟ ﺮ ز ه ﻧ ﺎ ك‬f.b.s.): titreyen, titreyici, titrek, (bkz: İerze-dâr).

let ‫( ﻟ ﺖ‬f.i.): 1. dayak, kötek. 2. şiddetle ‫ ؟‬arpma. (bkz: sadme).

lerzende ‫( ﻟ ﺮ ز ﻧ ﺪ ه‬f.s.): titreyen, titrek, (bkz: İerzân).

letafet ‫( ﻟ ﻄ ﺎ ﻓ ﺖ‬a.i.): 1. latiflik, hoşluk. 2. güzellik. 3. nezâket. 4 ٠yumuşaklık, (bkz : mülâyemet).

lerze-resân ‫( ﻟﺮزه رﻣﺎن‬f.b.s.): titreten, titreme veren. İerziş ‫( ﻟ ﺮ ز ش‬f.i.): titreme, titreyiş, (bkz: irtiâş). les' ‫( ﻟ ﻊ‬a.i.): yılan, akrep ve benzeri gibi şeylerin sokması, (bkz : ledg). İesâs ‫( ﻟ ﺼﺎ ص‬a.i.): hırsızlık etme, (bkz: liisûsiyyet, sirkat), lesâset ‫( ﻟ ﺼﺎﻋ ﺖ‬a.i.): hırsızlık, lesme ‫( ﻟﻤﻪ‬a.i.): pe‫ ؟‬e> yüzörtüsü. (bkz ‫ ؛‬biirka', nikab, şâme). less ‫( ﻟ ﺚ‬a.s.): dâim olan, lest ‫( ﻟﺴ ﺖ‬f.s.): güzel, iyi; kuvvetli. İesûs, İesû si^ et ‫ ﻟ ﻬ ﻮ ﺑ ﺖ‬، ‫( ﻟ ﺼ ﻮ ص‬a.i.): hırsizlik, hırsızlık etme, (bkz : sirkat). İeşker ‫( ﻟ ﺸ ﻜ ﺮ‬f.i.): 1. asker. 2. mec. yigit, kahraman, cesur. İeşker-i aramrem : ‫ ؟‬ok asker. İeşker-i gam m : gam askeri. İeşker-i İslâm : OsmanlI ordusu. İeşker-i şikeste : kırılmış ordu, bozguna ugramış asker. İeşker-gâh ‫( ﻟ ﺸﻜﺮ ﺳﻤﺎه‬f.b.i.): ordu yeri,

İetâif ‫ ﻟﻄﺎﺋﻒ‬-(a.i. İâtîfe'nin c .): latifeler, güldürecek güzel sözler ve hikâyeler. İetâif-i rîvâyât (rivayetlerin, söylentilerin hikâyeleri): Ahmed Midhad Efendi'nin hikâye kitapları. ١ İetâif-i siinbiile : astr. (bkz: Semâk-İ a'zei). letâifü'1-hiyel: harb oyunları ve hileleri. İetâif-gûne ‫( ﻟﻄﺎﺋﻔﻜﻮﻧﻪ‬a.fb.s.): lâtife, şaka yollu. letre ‫( ﻟﺘﺮه‬fs .) : eski, yırtık; par‫ ؟‬a parça. lett ‫( ﻟ ﺖ‬a.i.): 1. karıştırma, (bkz: halt). 2. baglama. 3. yaklaşma, yanaşma. 4. dövme, vurma, (bkz: darb). l e v j (a.e.): olsa bile. lev' ‫( ﻟﻮع‬a.i.): 1. yakma. 2. yanma, lev'-i garâm : sevgi ile, aşk ile yanma. İev'a ‫( ﻟ ﻮ ى‬a.i.c.: İeveât): yiirekyanıklığı, gönül acısı, (bkz : sûziş-i dil). İev'a-i kalb : gönül acısı, i‫ ؟‬yanıklığı. İev'a ‫( ﻟﻮﺀا‬a.i.): den. yısa etme, ‫ ؟‬ekme. levâhik ‫( ﻟﻮاﺣﻖ‬a.i. İâhika'nın c .): lahikalar, ekler, eklenen şeyler.

leşker-geh ‫( ﻛ ﻜ ﺮ ﺳﻤﻪ‬f.b.i.): ordu yeri, ordugâh. (bkz: İeşker-gâh).

İevâhik-i İâm ise: biy. *dokuna‫[ ؟‬böceklerde], fr. tentacule.

İeşkerî ‫( ﻛ ﻜ ﺮ ى‬f.s.): leşkere âit, leşkerle, ordu ile *ilgili.

İevâic ‫( ﻟﻮاﻋﺞ‬a.s. lâi‫> ؟‬İâice'nin c .): kalbi aşktan yananlar.

İeşkerîyân ‫( ﻟ ﺸ ﻜ ﺮﻳﻴﺎ ن‬f.i.c.): askerler, ordular.

İevâih, levâyih ‫ ﻟﻮاﻳﺢ‬، ‫( ﻟﻮاﺋﺢ‬a.i. İâyiha'nın c .): 1. lâyihalar. 2. Molla Câmi'nin meşhur eseri.

İeşkeri^e ‫( ﻟﺜﻜ ﺮﻳ ﻪ‬f.s.): ["İeşkerî” nin miien.]. (bkz: İeşkerî). İeşker-keş ‫( ﻟﺜ ﻜ ﺮ ﻛ ﺶ‬f.b.s.): asker ‫ ؟‬eken, asker İdâre eden. leşker-keşân ‫( ﻛ ﻜ ﺮ ﻛ ﺸﺎ ن‬f.b.i. ve s. İeşker-keş'in c .): asker idare edenler, kumandanlar, leşker-şikâf ‫ ﻛ ﻜ ﺮ ﺷ ﻜ ﺎ ف‬.(f.b.s.): düşman askerini kiran, (bkz: İeşker-şiken, İeşkerşükûf). İeşker-şiken ‫( ﻛ ﻜ ﺮ ﺷ ﻜ ﻦ‬f.b.s.): düşman askerini kiran, (bkz : leşker-şikâf, leşker-şükûf). leşker-şükûf ‫ ﻟ ﺸ ﻜ ﺮ ﺷ ﻜ ﻮ ف‬.(f.b.s.): düşman askerini kiran, (bkz: leşker-şikâf İeşkerşiken).

İevâim ‫( ﻟ ﻮ ا ﺋ ﻢ‬a.i. İâime'nin c .): çekiştirmeler, çekiştirilecek İşler. . İevâmi' ‫( ﻟﻮاﻫﻊ‬a.i. lâmia'nın c.): 1. parlamalar, parıldayan şeyler, nurlar. 2. Molla Câmi'nin meşhur eseri. İevâzım ‫( ﻟﻮازم‬a.i. lâzime'nin c .): 1. lâzım olan şeyler, gerekli şeyler; yaşamak, geçinmek, yolculuk İ‫ ؟‬in lüzumlu olan nesneler. 2. ask. askerin yiyecek, giyecek, yakacak ve savaş eşyâsı ve bu işlerle uğraşan dâire. levâzımât ‫( ﻟ ﻮا ز ﺳﺎ ت‬a.i. levâzım'ın c.). (bkz: İevâzım). ، 31

levc levc

‫ﻟﻮ ج‬

(a .i.): ağızda bir şeyi veyâ lokm ayı

öteye beriye döndürm e. İeveât

‫ﻟ ﻮ ﻋﺎ ت‬ ‫ﻟ ﻮﻧﺪ‬

(a.i. lev'a'nın c . ) : yürekten gelen

İe vm -i İâ im : çekiştiricinin kınam ası, lev m e

(f.i.c .: le v e n d â n ): 1. yeniçeri dev-

rinde deniz erlerine verilen bir ad. 2 . vaktiyle Venediklilerin

(a .i.): zem m etm e, çekiştirm e; payla-

ma; başa kakm a.

acılar, İç yanıklık ları. leven d

‫ﻟﻮم‬

le v m

Şark m em leketlerin-

‫ﻟﻮﻣﻪ‬

(a .i.): pekiştirilmesini, zem m edil-

mesini, başa kakılm asın ı gerektiren İş.

‫ﻟﻮن‬

le v n

(a .i.c.: e lv â n ): 1. renk, boya; Sifat.

(bkz : fâm). 2 . nevi, çeşit, (bkz : gûn). 3. be-

den m aaşla topladıkları bahriye askeri. 3. s.

niz, yü zü n rengi. M ü te m â silü '1-le v n : iki

tenbel. 4 . s. ayyaş, ipkici. 5. s. zam para. 6. s.

y ü zü de ayni renkte olan (yaprak). A d e m -İ

kabadayı.

te m y iz-i l e v n : hek. renkkörlüğü.

7. hizm etçi;

gündelikçi;

çırak.

8.

nâm ııssuz kadm . 9. ibne. [Türkçede kulİevn î ‫( ذوﻓﻲ‬a.s.): renkle ilgili, renge âit. İandıgım ız m ân âlar Farsçada yoktur], L e v n i ‫( ﻟ ﻮ ﻧ ﻰ‬a.h .i.): X V II I . yü z yıld a yaşam ış, leven d â n ‫( ﻟﻮاﻧﺪان‬f.i. leven d'in c . ) : levendler. Ed irn eli ünlü T ü rk m inyatürcüsü. leven d -ân e

‫ﻟﻮﻧﺪاﻧﻪ‬

(f.zf.): leventcesine, sür'atle,

hızla.

‫ﻟ ﻮﻧ ﺪا ت‬

(a.i. levend'in c . ) : leventler.

(a .i.c .: e lv â h ): yassı, düz, üzerine re-

sim, yazı gibi şeyler yazılabilen nesne. İevh -i c e b i n : alin, (bkz : nâsiye). İevh -i d ii- r e n g : gece ile gündüz. İevh -i em les : üzerine hiç bir şey yazılm am ış, leke düşm em iş levh, fr. table rase. İevh -i h â m û şî (sessizlik le v h a sı): üzerine hiç bir şey yazılm am ış, boş levha, (bkz : İevlı-i emles). İevh -i h â t ı r : hâfıza. len şeylerin yazılı bu lunduğu m ân evi levha; İlm -i İlâhi.

‫ﻟﻮﺧﻪ‬

2. m ec. m an zara, görünüş. S er-lev h a : başilk [yazılarda].

(a.i.c.): kirli, pis şeyler.

، ‫( ﻟﻮام‬a.s. :ç o k le v m e d i-

‫( ﻟﻮز‬a .i.): bâdem. ‫( ﻟﻮذﻋﻰ‬a .s.): zarif, akıllı, ince [kimse], levze ‫( ﻟﻮزه‬a .i.): 1. [bir tek] bâdem. 2 . anat. [bir

le v z

le v za i

‫ﻟ ﻮ زﺗﺎ ن‬

lev zetân

(a.i.c.). (bkz : deffeteyn).

l e v î d ^ J ( f . i . ) :kazan[kap ], ،

‫ﻟﻮﻻك‬

hadisten alın m ış olup, H z. M u ham m ed'e hitâptır. levlâke levlâk e İem â h a la k tii'l-e flâ k e : Sen olm asaydın. Sen olm asaydın yeri göğü yaratm azdım . [hadis-i kudsi].

‫ﻟﻮز ﺳﻦ‬

(a .i.c.): anat. bademcikler,

( b k z : levzetân). İevzî

‫ﻟ ﻮﻧ ﻰ‬

(a.s.) 1. bâdem biçim inde olan.

2. bademle ilgili.

‫( ﻟﻮزﻳﻦ‬a .i.): hek. bâdem hülâsası, ‫( ﻟﻮزﻳﻔﻪ‬f.i.) 1 ‫؛‬. bâdem helvası. 2. bâdem li

levzin e

‫( ﻟﻮزﻳﺢ‬a .i.): bâdem li helva, ‫( ﻟﻮزﻳﺎ ت‬a.i.c.): bâdemle yapılm ış

tat-

İılar. le v ziy y e

(a .i.): bir kudsi

(a .i.): anat. iki badem cik,

bademcikler, fr. am ygd alites.

le v z iy y â t

‫ﻟﻮﻻك‬

kat-

le v v â m e : nefsin yedi m ertebesinden biri,

levzin ec

h aşallah ” dır].

levlak, levlake

birisini

şahısta katlin

( b k z : nefs-i emmâre).

helva.

‫ﻟﻮﺣﺘﻴﻦ‬

olan

ci, çekiştirici, başa kakıcı, paylayıcı. N e fs-İ

(a .n .): A llah , irak etme-

632

‫ﻟ ﻮﻳﺎ ت‬

İ e v v â m ,le v v â m e ‫ﻟﻮاﻣﻪ‬

sin! vahşet verm esin; âferin. [asil ‫" ؛‬İâ evlevh a teyn

[eskiden]

karineler. Ievsiyyât

İevzîn

İevha-İ n u h û s e t : uğu rsuzluk levhası,

‫ﻟﻮﺣﺜﻰ اﻟﻠﻪ‬

h u k.

müttehem

bir düşm anlık bulunm ası gibi alâm et ve

levzeteyn (a .i.): 1. bir yere asılm ak üzere

yazılm ış veyâ yapılm ış yazı veyâ resim.

le v -h a şa lla h

letmekle

tek] bademcik, fr. am ygd ale.

İevh -i m a h fû z : A lla h tarafın dan takdir edi-

levh a

(a.i.) ‫ ؛‬pislik, m undarlık, kir.

nişânesi yâhut m aktu l ile araların da zâhir

[yapm a kelim elerdendir],

‫ﻟﻮح‬

‫ﻟﻮث‬

le v sü '1-k a tl:

leven dât levh

levs

‫ﻟ ﻮﻧﻴ ﻪ‬

(a .i.): bot. bâdem, erik, kayısı,

şeftali, vişne, kiraz ve benzerlerinin İçinde bulundukları fasile. le y

‫ﻟ ﻰ‬

(f.i.): 1. kab, zarf. 2. çamur, (bkz : ve-

hal). İeyâil

‫ﻟﻴﺎ ر‬

leyâlî).

(a.i. leyl'in c . ) : geceler, (bkz : İeyâl,

fezzat İeyâl, leyâlî ‫ ﻟﻴﺎ ﻟﻰ‬، ‫( ﻳﺎ ل‬a.i. leyl'in c.) : geceler. İeyâl-i hasret : hasret geceleri. İeyâl-i hoş-nümâ : güzel görünen geceler. İeyâl-i vesvese-hiz : vesvese koparan geceler. İeyân ‫( ﻳﺎن‬f.s.) : parlayan, parlayıcı. İeyân ‫( ﻳﺎن‬a.i.) : konforlu, lüks hayat, leyin ‫( ﻳ ﻦ‬a.s.). (bkz : leyyin). leyk ‫( ﻳ ﻚ‬f.e.) : lâkin, am m â, fakat, ancak, (bkz : lik).

leykin ‫( ﻟﻴﻜﻦ‬a.e.) : lâkin, (bkz : lik, likin). leyi ‫( ﻟ ﻴ ﻞ‬a.i.c. : İeyâil, İeyâl, İeyâli) : gece, (bkz : şeb, şev) Nısfü'l-leyl : gece yarısı. Tesâvî-i leyi ü nehâr : astr. gece ile gü n düzün m üsâvi (*eşit) uzunlukta oluşu, fr. équinoxe. [21 M a rt ile 21 Eylülde yıld a iki kere olur].

İeyl-i dimâg : dimagin gecesi, karanlığı. İeyl-i serd : soguk gece. İeyl-i târik : karan lık gece. leyi ü nehâr : gece gündüz. Leylâ' ‫( ﻟ ﻴ ﻼ ﺀ‬a.h.i.) : Leylâ ile M ecn ûn hikâyesi.nin kadm kah ram âm .

Leylâ vii Mecnûn : Fu zû li'n in ünlü m esnevisi.

İeylâ' ‫( ﻟ ﻴ ﻼ ء‬a.i.) : 1. çok karan lık gece. 2. arabi aylarının son gecesi. Leyle-i İeylâ : çok uzun ve ıztıraplı gece. 3. kadm adi. leylâk ، 3‫( ﻳ ﻼ‬a.i.) : bot. leylâk, lât. syringa vulgaris. İeylâkî ‫( ﻳﻼﻗ ﻰ‬a.s.) : leylâk renginde olan, mor. leyle ‫( دﻧﻪ‬a.i.) : 1. bir gece, bir tek gece. 2. gece, (bkz :ley i, şeb).

İeyle-İ bedr : ayin ûndördüncü gecesi. İeyle-İ berât : A ra b i aylarından şâbanın on beşinci gecesi.

İeyle-İ erbaa : çarşam ba gecesi. İeyle-İ hâmûş : susm uş gece. İeyle-İ kadr (kadir gecesi) : ram azan ın yirm i yedin ci gecesi.

İeyle-İ

mi'râc

(m îrâc

gecesi) :

H z.

M u h am m ed 'in göge çıktıgı gecedir ki, kamer aylarından receb'in yirm i yedisine rastlayan kandil gecesidir. İeyle-İ

regaib

A m in e'n in

H z.

(rağbetler

gecesi) :

M u am m ed'e

H z.

gebe kaldı-

gı kam er aylarından receb'in ilk cu m â ve kandil gecesidir.

leyletü'1-arûs : Hz. Mevlânâ'nın âhirete intikali günü hâtırası olarak yapılan tören. leyletü'1-isrâ': ınîrac gecesi, (bkz: İeyle-İ mi'yâc). leylen ‫( ﻟﻤﻼ‬a.zf.): geceleyin, gece vakti. Leyli ‫( س‬a.h.i.). (bkz : Leylâ). leyli, le y lic e ‫ ﻟ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻟﻴﻠ ﻰ‬a.s.): 1. gece ile ligili, gece olan; gece gibi karanlık, hüzünlü. 2. gece kalman, yatılı. Câriha-İ leyliyye ‫؛‬ zool. gece kuşları [başkuş, puhu gibi], leyli mekteb : yatılı *okul, leyli talebe : yatılı *öğrenci. İeymûn ‫( ﻟﻴﻤﻮت‬a.i.): limon. leynet ‫( ﻟﻴ ﺖ‬a.i.): yumuşak koltuk yastığı. leys ‫( ﻟﻴ ﺲ‬a.i.): yokluk, (bkz : adem), leyse'l-haberû k e'l-ıyân : işitmek görmek gibi olmaz. leys ‫( ﻳ ﺚ‬a.i.): 1. arslan. (bkz : dırgam, esed, haydar, gazanfer, şîr). 2. hızla hücum eden kimse. leysiyye ‫( ﻳ ﺐ‬a.i.): fels. nihilizm, fr. nihilisme. leyte ‫( ﻟ ﻴ ﺖ‬a.e.): olsaydı, keşke, ne olurdu, [tailakkuku mümkün olmayan şeyler İçin kullanılır]. leyte la a lle : "bakalım, bugün, yarin" gibi sözlerle vakit geçirme, İŞİ sürüncemede bırakma, savsaklama. leyyin ‫( ﻟﻴ ﻦ‬a.s.): yumuşak, (bkz : miilâyim). leyyinü'l-cânîb : yumuşak tabiatlı, kani sicak kimse. İezâiz ‫( ﻟﻨﺎﺋﺬ‬a.i. lezize'nin c.): tatil şeyler, zevk alınacak şeyler. lezâiz-idiinyeviyye : dünyâ lezzetleri, dünyâ zevkleri. lezez ‫( ﻟ ﺬ ن‬a.i.): kapıkulu askerine verilen maâşın (ulufenin) dördüncü üç aylığını (şevval, zilka'de, zilhicce) belirten bir tâbirdir. lezim ‫( ﻟﺰم‬a.i.). (bkz: malzem). lezir ‫( ﻟﺰﻳﺮ‬f.s.): akıllı. leziz, lezize ‫ ذ ه‬٠‫ ﻟﺬ‬، ٠‫( ﻟﺬﻳﻞ‬a.s. lezzet'den): lezzetli, tatil, hoşa gider [şey]. İezûk ‫( ﻟﺰوق‬a.i.): hek. yakı gibi vücuda yapıştınlan ilâç. lezz ‫( ﻟﺬ‬a.i.): lezzet, tad, çeşni. İezzât ‫( ﻟﻨﺎ ت‬a.i. lezzet'in c .): tatlar, çeşniler. 633

lezzet lezzet ‫( ﻟﺬ ت‬a.i.c.: İezzât): 1. tat, çeşni. 2. mec. zevk, haz, keyif. İezzet-İ ilm : ilmin lezzeti. İezzet-İ nân : ekmeğin lezzeti. İezzet-İ pehlû: yan lezzeti, yanyana bulunma tadı. İezzet-İ sahbâ: şarabin tadı. İezzet-şinâs ‫( ﻟ ﺬ ت ﺷﺘﺎ س‬a.f.b.s.): tat alan, tadına varan. lezzet-yâb ‫( ﻟﺬﺗﻴﺎ ب‬a.f.b.s.): lezzet alan, tat duyan. İıss ‫( ﻟ ﺺ‬a.i.c.: elsâs, lüsûs): hırsız, (bkz : lass, luss). İİ- ‫( ل‬a.e.): "İçin, ötürü, dolayı, yüzünden” mânâsına gelir. İi-zâlike: bundan dolayı, onun İçin., gibi. İiâm ‫( ﻟ ﯫ م‬a.s. İeîm'in c.): alçak, aşağılık, pinti kimseler, (bkz: leîmân). İiân ‫( ﻟﻌﺎن‬a.i.): 1. İâ'netleşme, birbirine lâ'net etme. 2. kari kocanın hâkim huzûrunda çer'î usûlüne uygun olarak dörder defa şahâdetde bulunduktan sonra karşılıklı kendi nefslerine İa'net okumalai'ı. İibâb ‫( ﻟﺒﺎب‬a.s. İebîb'in c.): akıllılar. libâçe ‫( ﻟﺒﺎﺟﻪ‬f.i.): elbise. İibân ‫( ﻟ ﺠﺎ ز‬a.i.): kadın sütü, insan sütü, (bkz : rızâ'). İibân ‫( ﻟﺒﺎن‬a.i.) : süt emzirme, (bkz : ırzâ'). libâs ‫( دا س‬a.i.c.: elbise): esvap, (bkz : câme). libâs-ı fâh ir: tar. pâdişâh veya vezirlerce birine taltif olarak verilen değerli kumaş, elbise veya giydirilen kürk, kaftan, libâs-ı fersûde : eskimiş esvap, libâs-ı mâtem : mâtem elbisesi, libâs-üt-takvâ: iman; hayâ. libs ‫( ﻟﺒﺲ‬a.i.): Kâbe'ye örtülen örtü. libse ‫( ﻟ ﺴ ﻪ‬a.i.): giyiş, elbise giyme. İicâm ‫( ﻟﺠﺎم‬a.i.c.: elcime, elciim, lücüm): hayvanm ağzına vurulan gem. [Farsça “İigâm” dan alınmıştır]. licâm-ıkadîb : anat. zekerin altındaki dil. İi-eb ‫( ﻻب‬a.zf.): baba tarafindan, baba yoluyla. li-ebeveyn ‫( ﻻ ﺑ ﻮ ﻳ ﻦ‬a.zf) : baba ve ana tarafından, ana baba yoluyla. İi-ecl ‫( ﻻ ﺟ ﻞ‬a.zf.):... den dolayı, İçin, maksadiyla. 634

li-ecli'1 maslaha: ݧ İ‫ ؟‬in. li-ecli'1 muhakeme : muhakeme İ‫ ؟‬in. li-ecü't-tahsîl: tahsil İçin, okumak İçin, lif j j -(a.i.c.: elyaf): 1. biy. tel. 2. yıkanırken sabunu köpürtüp yıkanmak üzere kullamlan ve bâzı nebatları (.bitkilerin) telleri didiklenerek yapılan gevşek yumak, lîf-i adali: anat. .kas teli, lîf-i hayvâni: anat. .hayvansal tel. lîf-i hhcrevi: anat. .gözeli tel. lîf-i isfenci: anat. .sünger teli, lîf-i nebâtî: bot. .bitkisel tel. İifâfe ‫( ﻟﻰ ﻓ ﻪ‬a.i.c.: İefâif): 1. hek. sargı. 2. bot. bâzı çiçeklerin etrâfını çeviren değişik yapraklar. lîfî ‫ ﻟﻬﻰ‬-E(a.s.): lif gibi, life benzer, lîfîn ‫( ﻟﻒ—ن‬a.i.): biy. fibrin, kanin terkibine dâhil olan beyaz bir madde, lif lif ‫( ﻟﻒ ﻟﻴﻒ‬a.zf.): tel tel, ince ince. İigâm‫( ﻟ ﻐ ﺎ ه‬fi.) :gem‫ ؛‬dizgin, (bkz :İicâm). İigam-rîz ‫( ﻟ ﻜﺎ ﻣ ﺮﻳ ﺰ‬f.b.s.): dolu dizgin, son sürat. İihâ' ‫( ﻟﺤﺎﺀ‬a.i.): ağaç kabuğu, (bkz: İuhâ, kışr). İihâ ‫ا‬/‫( لﺀ‬a.i. lihye'nin c.): sakallar. İihâ ‫( ﻟ ﻬ ﺎ‬a.i. lehât'ın c.): anat. küçük diller. (bkz : İehâ, lehevât, lihi, lühî). İihâb (a.i. lihb'in c.).(bkz: elhâb, lühûb). İihâf ‫( ﻟ ﺤ ﺎ ف‬a.i.c.: lühûf): 1. örtünecek şey. 2. yorgan. 5. sargı. 4. bot. zar, kabuk, lihâfî ‫( و ﻓ ﻰ‬a.s.): bot. tohum zari ile *ilgili. İihâm ‫( ص‬a.i.): 1. lehim. 2. lehimleme. İihâz (a.i.): 1. düşünme, (bkz : mülâhaza). 2. riâyet etme. li-hâzâ ‫( ﻟﻬﺬا‬a.zf.): bunun İçin, bundan dolayı, lihb ‫( ﻟﻬﺐ‬a.i.c.: elhâb, lühûb, İihâb): iki tepe veya kayalık arasındaki boğaz, dar geçit, l i h e v i i ^ (a.s.): lihye, sakal ile ilgili, lihi ‫( ﻟﻬﻰ‬a.i. lehât'ın c.): anat. küçük dil. (bkz: İehâ, İihâ, lehevât, lühî). lî-hîkmetîn ‫( ﻟﺤﻜﻤﺔ‬a.zf.): bir hikmete mebni olarak. İihyânî ‫ ا ذ ى‬٠‫( ﻟ ﺢ‬a.s.): uzun sakallı, lihye ‫( د ي‬a.i.c.: İihâ, İuhâ): sakal, (bkz : rîş). İrhâ-yi lihye: sakal koyuverme. Azîmü'llihye: uzun sakallı. Teysü'1-lîhye: keçi sakallı.

lisânü'l-asâfîr İihye-İ b e y z â

lime lime ‫ ؛‬parça parça.

: b e y a z , a k s a k a l.

İihye-İ hut : zool.

b a lin a b a lık la r ın ın k a n a t-

limmi ‫( د س‬a.s.) : mant. Gnsel, fr. a jiriori. (bkz:kablî).‫ ؛‬٩

: H z . M u h a m m e d 'i n s a k a l l a n -

lim m i^et ‫( ﻟ ﻤ ﻴ ﺖ‬a.i.) : mant. *önsellik, fr. a priorité.

İ a r ı.

İihye-İ çerîfe

n i n k ı r p ı n t ı s ı n d a n t o p l a n ı p m u h a f a z a e d ile n k i l v e y â k ılla r ,

lihyetii’t-teys : bot.

lîmû ‫ﻣﻮ‬٠‫( ب‬f.i.) ‫ ؛‬lijnon. k e ç is a k a lı.

li-muharririhi ‫( ﻟ ﻤ ﺤ ﺮ ر ه‬a.zf.) : muharriri, yazari tarafından.

İihye-dâr ‫ىه ﺩ ﺍ ﺭ‬٠‫( ل‬a .f.b .s.) : s a k a llı , lik ‫ﻳ ﻠ ﻎ‬

( f e .) : l â k i n , fa k a t , a m m a , a n c a k , ( b k z :

l e y k l n , İ îk in , v e li).

lika' ‫ﻟ ﻘ ﺎ ﺀ‬

1. g ö r m e , 2. y ü z , ç e h r e . Mehlika : A y y ü z l ü . Hurşid-lika : G ü n e ş y ü z l ü , y ü z ü G ü n e ş g ib i. Bed-lika : ç i r k i n y ü z l ü . rast

( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i.) :

g e lip

İikâ-yi âfâk lika ‫ﻳﻬﻪ‬

k avu şm a.

: G ö k y ü z lü .

(a.i.) : [e s k id e n ] m ü r e k k e p h o lc k a l a n -

n a k o n u la n h a m ip e k , lö k . lik â ^

۵

ü z e d e n : s ü s lü p a la n .

İikâf-i zerrin li-kailihi ‫ﻟ ﻘﺎﺋﻠ ﻪ‬

: y a l d ı z l ı p a la n , ( " k a " u z u n o k u n u r , a .c ü .) : s ö z

s ö y le y e n in .

likat ‫ﻗ ﻂ‬

( " k a " u z u n o k u n u r , a .i.) : b a ş a k t o p -

la m a .

likaullah ۵ ١‫ﻟ ﻘ ﺎ ﺀ‬

( " k a '' u z u n o k u n u r , a .b . i.) :

A l l a h 'a k a v u ş m a .

likin ‫ﻟ ﻴ ﻜ ﻦ‬

(f.e.) : l â k in , ( b k z : lîk , le y k i n ) .

li-kiilli ‫ﻟ ﻜ ﻞ‬

(a .e.) : h e p s i İ ç in .

li'1-arzîyye ‫( ﻻ و ب‬a .s.) : astr. j e o s a n t r i k , fr. géocentrique. ü’l-beçeri^e ‫غ‬٠‫( ﻟﺒ ﺸﺮا‬a .s.) anthropocentrique.

* y e r m e r k e z li,

: a n tr o p o s a n tir ik ,

ü'1-eneiyye L ‫ ﻟﻼﻷﺀي‬: fels. égocentrisme. :

* b e n iç in c ilik ,

fr. fr.

İillâh, lillâhi ‫ ﻟﻠﻪ‬، ‫( ﻟﻠﻪ‬a .e.) : A l l a h 'a m a h s u s . A l l a h İç in . El-hamdii İi'llâh : h a m d , a n c a k A l l a h 'a d ı r . El-hükmü İi'llâh : h ü k ü m a n c a k A l l a h 'ı n d ı r . El-minnetii İillâh : m i n n e t a n c a k A l l a h 'a m a h s u s t u r . Rızâen İi'llâh : A l l a h r ı z â s ı İ ç in .

İi'llâhi ve resûlihi

: A lla h v e re sû l h ü r m e ti-

İi'llâhi derre derriihu :

h a y r ı , A l l a h İ ç in a r t -

s in .

lillâhi taalâ ‫ﺗﻌﺎﻟﻰ‬ li-maslahatin lime ‫ ﻣﻪ‬٠‫ي‬

-

ü-münşihi ‫( ﻟ ﻤ ﻐ ﺸ ﻪ‬a.zf.) : nesri yazan tarafından. li-miitercimihi ‫( ﻟ ﻤ ﺮﺟﻨﻪ‬a.zf.) : mütercim (*çeviren) tarafından. linet ‫( ﻳ ﻌ ﺖ‬a.i.) : yumuşaklık, mülâyimlik, ishal. -lis ‫( _ ﺑ ﺲ‬f.s.) : yalayan, yalayıcı. Kâse-lîs : çanak yalayıcı, dalkavuk, ["lisiden" mastarmdan). (bkz : miidâhin).

(a.i.) :p a la n .

İikâf-i m

li-miiellifihi ‫( ﻟ ﻤ ﺆﻟ ﻔ ﻪ‬a.zf.) : müellifi, yazarı tarafından.

‫( ﻟﻠﻪ‬a .c ü .) : u lu T a n r ı ,a ş k ı n a , (a .z f.) : İş ic â b ı,

( f i . ) : p a r ç a , k ü ç ü k v e u z u n d i li m .

İisâm ‫( ﻟﺜﺎم‬a.i.) : yüz örtüsü, yaşmak, (bkz : nikab). lisân ‫( ل—ان‬a.i.c.: elsine, elsün, İüsn, lüsün) : 1. dil [ağızdaki]. 2. konuşulan dil. Fasîhi'1lisân: fesih, açık, düzgün olarak söz söyleyen, uzdilli. İlm-i lisân : yer yüzündeki bütün dilleri ses, şekil, mânâ ve sintaks bakimindan umûmî veyâ mukayeseli olarak inceleyen ilim, lengüistik, fr. linguistique. lisân-1 avâm : halkm konuşma dili. lisân-1 edeb : edep ve edebiyât dili. lisân-1 erâzil: âdi, aşağılık kimselerin dili, argo, (bkz : lisân-1 hazele). lisân-1 hâl : insanin, yüzünün hareketlerinden, duruşundan anlaşılan şey. lisân-1 hazele : âdi, aşağılık kimselerin dili, argo, (bkz : lisân-1 erâzil). lisân-1 kal : konuşma dili; nağme, kuş nağmesi. lisân-1 kâmil: tanrısal olgunluğu olan insan. lisân-1 Kıhtî : Çingene dili, Çingenece. lisân-1 mâder-zâd : ana dili. lisân-1 ma'sûm : temiz, günahsız dil. lisân-1 mizmâr : anat. küçük dil. lisânü’l-asâfîr : bot. kuş dili. 635

Lisanü'1 Gayb

Lisanü'1 Gayb (Gayb'm, Allah'ın dili) : fala bakılması dolayısıyla Hâfız-1 Çîrâzî'nin divanma verilen ad. lisânü'1-hayye : bot. aslandili denilen bir *bitki. lisânü'1-kelb : bot. köpekdiline benzeyen yapraklan hekimlikte kullanılan bir *bitki, lisânü'n-nâr : ateşin parıltısı, alevi, üsânü's-savt : azıdişi ‫ ؟‬ikarmaya yarayan kerpeten. üsânü's-sevr : bot. sığırdili denilen ‫ ؟‬ok yaprakli bir nebat (*bitki). lisân-â‫ ؟‬nâ ‫ن آﺷﻐﺎ‬٧ (a.f.b.s.) : dilbilir, yabancı bir dil bilen. lisânen ‫( د ا ذ أ‬a.zf.) : ağızdan, (bkz : ‫ ؟‬İfâhen). lisânî ‫( ﻟ ﺴ ﺎ ﻧ ﻰ‬a.s.) : lisâna, dile mensup, dille ilgili. lisâniyyât ‫( ﻟﺴﺎﻧﻴﺎ ت‬a.i.c.) : dil ilmi, lengüistik, fr. linguistique. lisânullah ‫( ﻧ ﺎ ن اﻟﻠﻪ‬a.b.i.) : Kur'ân-1 Kerim. İisât ‫( ﻟﻔﺎ ت‬a.i. lise'nin c.) : hek. diş etleri, lise ‫( ﻟﺜﻪ‬a.c. : İisât): hek. di‫ ؟‬eti. (bkz : lisse), li-sebebin ‫( ﻟﺴﺒ ﺐ‬a.zf.) : bir sebepten dolayı, lisevi ‫( ﺀ ﻛ ﻮ ى‬a.s.) : di‫ ؟‬etlerine âit, di‫ ؟‬etleriyle ilgili. lisse ‫( ﻟﺜﻪ‬a.i.c. : İisât). (bkz : lise). ü'‫ ؟‬-‫ ؟‬emsiyye ‫( ﻟﻰ ا ﻟ ﺸ ﻤ ﻴ ﻪ‬a.s.) : astr. giinmerkezli, fr. héliocentrique. İitâf ‫ ﻻﻧ ﻒ‬-(a.i. lâtîf'in c.). (bkz : lâtîf). İitâm ‫( ﻟﻄﺎ م‬a.i.) : el ayasıyla vurma, tokat atma, li-ümm ‫( ﻻم‬a.b.i.) : ana bir karde‫ ؟‬. lîv ^ (f.i.) :Güne‫ ؟‬.(bkz :Âftâb). İivâ' ‫( ﻟﻮاﺀ‬a.i.c. : elviye) : 1. bayrak, livâ-i saâdet : Hz. Muhammed'in bayrağı, livâ-i ‫ ؟‬erif : Hz. Muhammed'in bayrağı, livâü'l-hamd : Hz. Muhammed ümmetinin mahşer günü altında toplanagma inamlan bayrak; Makam-I Ahmedi. 2. mülkî idârede kazâ ile vilâyet arasında bir derece, sancak. 3. ask. *tugay. 4. ask. *tuğgenaral. Mîr-livâ : miralay ile ferik arasındaki pa‫ ؟‬a rütbesi, *tuğgeneral. İivâta ‫ ف‬١‫( ش‬a.i.) : lûtilik, erkekler arasındaki cinsi sapıklık, kulamparalık. İivâz ‫( ﻟ ﻮ ا ذ‬a.i.) : 1. sığınmalc. (bkz : İlticâ). 2. birbii-inin arkasına gizlenme.

İîve ‫( ﻳﻮه‬f.s.): yaltaklamcı, aldatıcı; şakacı; ‫ ؟‬evik. liyâkat ‫( ﻳﺎ ﻗ ﺖ‬a.i.): 1. lâyık olma, değerlilik, yararlık. 2. iktidar, hüner, fazilet. 3. değim , yararlık. liyâkat-mend ‫( ﻳ ﺎ ﻗ ﺘ ﻤ ﻐ ﺪ‬a.f.b.s.c.: liyâkatmendân): liyâkatli, değerli; faziletli. liyâkat-mendân ‫( ﻳﺎ ﻗ ﺘ ﻤ ﻐ ﺪا ن‬a.f.b.s. liyâkatmend'in c.): liyakatliler, değerliler; faziletliler. üyâkat-mend-âne ‫( ﻳﺎﻗﻤﺘﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): liyâkatli olarak, değerlilikle. İi-zâlike ‫( ﻟ ﺬﻟ ﻚ‬a.zf.): bunun İçin, bundan dolayı, bu sebepten. İizâm ‫( ﻟ ﺰ ا م‬a.i.): lâzım olma, lüzum, gereklilik. İi-zâtihi ‫( ﻟﺬاﺗﻪ‬a.zf.): kendiliğinden. İizâz ‫( ﻟ ﺬ ا ذ‬a.s. İezîz'in c .): lezzetli, tatil, hoşa gider ‫ ؟‬eyler. İuâb ‫( ﻟﻌﺎ ب‬a.i.): fizy. 1. salya, luâb-ı ankebût: örümcek ağı. luâb-ı gâv: ışığın, güneşin parlaklığı, luâb-ı sürür: sevin‫ ؟‬tükrüğü. 2 ٠bal, şeker gibi ‫ ؟‬eylerle yapılan tatil. 3. mec. sevin‫؟‬ gözyaşı. luâb-ı ‫ ؟‬ems, luâbü'‫ ؟‬-‫ ؟‬ems : serap, pusarık, luâbü'n-nahl: bal. luâbî ‫ ى‬٠ ‫( ﻟ ﻌ ﺎ د‬a.s.): 1. İuâba mensup, salya ile ilgili. 2. salya gibi yapışkan. luâbîn ‫( ف‬a.i.c.): luâb'ın, sudan başka, terkibinde bulunan maddelerin hepsi. luâbiyye ‫ ه‬. ‫( ﻟﻌﺎا‬a.s.): ["luâbî"nin müen.l (bkz: luâbî). lu١b ، - J ( a .i.) :oyun.eglence. İu'bet ‫( ﻟ ﻌ ﺒ ﺖ‬a.i.): 1. oynanan, oynanılan ‫ ؟‬ey, oyuncak. 2. herlcesi hayrette bırakan ‫ ؟‬ey, hâl. lübet-bâz^ ‫( ﻟﻌﺒﺖ‬a.f.b.i.): oyuncu, hokkabaz, hayalci, kuldacı. lû'bet-bâzân ‫( ﻟﻌﺒ ﺖ دا زا ن‬a.f.b.i. lû'bet-bâz'ın c .): oyuncular, hayalciler, kuklacılar. İu'bet-gâh ‫( ﻟﻌﺒﺘﻜﺎه‬a.f.b.i.): oyun yeri; tiyatro. lu'betü'1-ayn‫( ﻟﻌﺒﺔ اﻟﻌﻴﻦ‬a.b.i.): gözbebeği. lu'bî ‫ى‬٠‫( ﻟﻊ‬a.s.): oyun ile ilgili olan. İu'biyyât ‫( ﺳ ﺎ ت‬a.i.c.): oyunla ilgili eğlenceler. [canbaz, hokkabaz, tiyatro... gibi], lûc ‫( ﻟﻮج‬f.s.): ‫ ؟‬a‫ ؟‬ı.

lutfiyye İûgat ‫( ﻟ ﻐ ﺖ‬a.i.c. : lügat) : 1. kelime, söz. 2. her milletin konuştuğu dil ve bu dilin lier kelimesi. 3. İûgat kitabi (*sözlük). İlm-i İûgat : lügatçilik (*sözlükçülük), fr. lexicologie. Ehl-İ İûgat : lügatçilikten anlayan, İûgatçi (*sözlükçü), İûgat sâhibi. Lûgat-İ Nâcî : Muallim Nâci'nin, OsmanlIcada en çok kullanılan Arapça ve Acemce kelimeleri İçine alan ve 1904 te basılan bir lûgatı. (bkz : Nâcî). Lûgat-İ Nimetullah (Nimetullah'm *sözlüğü) : SofyalI Nimetullah Efendi'nin 1540 da düzenlediği Farsçadan Türkçeye *sözlük. Lûgat-İ Şeh-nâme (Şeh-nâme sözlüğü) : Bağdatli Ömer oğlu Abdülkadir adil bir zatin 1721 de §eh-nâme'de geçen kelimeler üzerine düzenlediği Farsçadan Tiirkçeye sözlük. İûgat ‫"( ﻟﻔﺎ ت‬ga” uzun okunur, a.i. İûgat'in c.) : 1. lügatler, kelimeler, sözleı'. 2. İûgat kitaplan, *sözlükler. lûgat-çe ‫ب‬ (a.f.b.i.) : küçük İûgat, *sözlük, *sözlükcük. lûgat-nüvîs ‫( ﻟﻐﺖ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲ‬a.f.b.s.) : İûgat yazan, *SÖZİİİİC yapan. İûgat-perdâz ‫( ﻟ ﻐ ﺖ وﺑﺎ ز‬a.f.b.s.) :İûgatparalayan, konuşmasında seçme kelimeler kullanan. lûgât-çinâs ‫( ﻟﻔﺎ ت ﺷﺘﺎ س‬a.fb.s.) : iyi İûgat bilen. lûgavî (a.s.) : 1. İûgate mensup, İûgat anlayan. 2. mecâzî olmayıp hakiki bir mânâya delâlet eden kelimeye âit olan. lûgavi^ât ‫( ﻟﻐﻮﻳﺄت‬a.i.c.) : İûgat ilmi, İûgat bilimi, fr. lexicologie. lûgaviyye ‫( ﻟ ﻐ ﻮ ﻳ ﻪ‬a.s.) : [''lûgavî’’nin müen.]. (bkz : lûgavî). lûgavi^ûn ‫( ﻟ ﻐ ﻮﻳ ﻮ ن‬a.i.c.) : İûgat (*sözlük) ile uğraşanlar, lûgatçüer (*sözlükçüler). İûgaz ‫( ﻟ ﻔ ﻦ‬a.i.c. : elgaz) : 1. bilmece, bulmaca; yanıltmaca. 2. ed. manzum bilmece, eski divanların çoğunda bulunan ve halk dilinde hece vezni ile yazılmış olan bilmece : “Bir küçücük fıçıcık / içi dolu turşucuk" : limon. "Bir küçüçülc Arabcik / Başındadır tablacik” : çivi... gibi. lûhâ ١‫( ﻟﺢ‬a.i.). (bkz : İihâ). luhayme ‫ ﻣﻊ‬٠‫( ﻟﺢ‬a.i.). (bkz : liihayme). lûhâza ‫( ﻟﺤﺎﻇﻪ‬a.i.) : gözucu ile bir şeye dikkatli dikkatli bakma.

İuhûd ‫( ﻟﺤﻮد‬a.i. İâhd'in c.). (bkz : lühûd). lûk ‫( ﻟ ﻮ ك‬f.i.): lök, kısa tüylü yük devesi. İûkata ‫( ﻟﻮﻗﻌﻠﻪ‬a.i.). (bkz : lukta). Lukmân ‫( ﻟ ﻘ ﻤ ﺎف‬a.h.i.): İslâmlıktan önceki Araplarda efsânevi bir şahsiyet olup, Kur'ân'da da zikredildigi gibi, sonraki devirlerin efsâne ve şiirinde öğüt veren sözleriyle meşhur olan pek eski bir hekimin veyâ hikayecinin adi. İûkme ،‫( ﻟﻮ ﻗﻤﺎ‬a.i.): lokma. lûkme-şümâr ‫( ﻟﻮﻗﻤﻪ ﺷ ﻤ ﺎ ر‬a.fb.s.): herkesin lokmasını sayan‫ ؛‬mec. hasis, pinti, (bkz: bahil). İûkta ‫( ﻟ ﻮ ﻗ ﻄ ﻪ‬a.i.) : yerden toplanan şey. (bkz : İûkata). İÛİ, 1Û1Î ‫ ﻟﻮﻟﻰ‬، ‫( ﻟﻮل‬f.i.): 1. şarkı söyleyen, oynayan kadm. 2. utanmaz, hayâsız, nâmussıız [kadın]. 3. s. nâzik ve zarif. İûle ‫( ﻟﻮﻟﻪ‬f.i.): 1. liile, çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. 2. halka gibi dürülmüş şey, liile. 3. kâğıt külâh. lûrî ‫( ﻟ ﻮ ر ى‬f.i.): miskinlik denilen hastalık, (bkz: cüzâm). luss ‫( ﻟﺺ‬a.i.c.: elsâs, lüsûs): hırsız, (bkz : lass, sârık). İusûs ‫( ﻟ ﻤ ﻮ ص‬a.s. lass, lıs ve luss'ıın c.): (bkz : lüsûs). Lût ‫( ﻟ ﻮ ط‬a.h.i.): Hz. İbrâhîm'in yegeni olan peygamber. Kavm-İ L û t: Lût peygamberin çağırışına ehemmiyet vermeyerek ahlâksızlığa düşkünlüklerinden dolayı Allalı tarahndan yok edilen Sodom ve Gomorrah halkı. lût ‫( ﻟﻮت‬f.s.): 1. çıplak. 2. tatil yemekler. lutf ‫ ﻟ ﻄ ﻒ‬-(a.i.): 1. hoşluk, güzellik. 2. iyi muâmele‫ ؛‬iyilik. İutf-i ahlâk: huy, ahlâk, yaradılış güzelliği, lûtf-i amirn : kamu işlerinin düzenliliği, lûtf-i mizâc ‫ ؛‬tabiat, ahlâk güzelliği, lûtf-i yâr : sevgilinin lütfü. İutf-dîde ‫( ﻟﻄﻐﺪﻳﺪه‬a.f.b.s.): lütuf, iyilik gören. lutfen ‫( ﻟ ﻄ ﻐ ﺎ‬a.zf.): bir lütuf olarak, hoşlukla, tatlılıkla, (bkz: inâyeten). lutfi ‫( ﻟ ﻄ ﻐ ﻰ‬a.s.): 1. İûtfa âit, lûtufla ilgili. 2. i. erkek adi. lutfiyye ‫( س‬a.s.) :1. ["lûtfî"nin müen.l. (bkz : lûtfî). 2. i. kadm adi. 637

lu.f-kâr İutf-kâr ‫ ( ﻟﻄﻔﻜﺎر‬a .f.b .s .) : h o ş, g iiz e l, iy i, lû tfile m u â m e le ed en .

k ü ç ü k ‫ ؟‬İ‫ ؟‬e k y a p r a g i to p lu lu ğ u ,

lutf-kârî ‫( ﻟ ﻄ ﻔ ﻜﺎ ر ى‬a .f.b .i.) : lü tu fk â r lık , iltifa tç ılık , c a n a y a k ın lık , iy ilik ç ilik ; İû tu flrâr, iy ilik ç i, c a n a y a k m .

İutf-kâr-ane ‫ ( ﻟﻄﻔﻜﺎزاﻧﻪ‬a .f.z f.) : İû tu fk â r o la n a y a r a ş ır y o ld a .

lutf-perver ‫ ( ﻟﻄﻒ ﻳ ﺮ و ر‬a .f.b .s .) : (b k z : lû tf-k â r). lutf-şiâr ‫ىر‬٠‫( ﻟﻄﻒ ذ‬a .b .s .) : lû fe d e n , iy ilik t e b u -

lûtî ‫ ( ﻟ ﻮ ﻃ ﻰ‬a .s .) : L û t k a v m in in ç ir k in h a lle r in i t e k r a r la y a n [k im s e }, k u la m p a r a ,

luveyha ‫ ( ﻟﻮﻳﺤﻪ‬a .i.) : 1. la v h a c ık . 2. fiz. lam el, lübân ‫ ( ﻟﺒﺎن‬a .i.) : g ü n lü k , k e n d ir. lübân-ı C âvî : C a v a z a m k ı. İübb ‫( ﻟ ﺐ‬a.i.) : 1. İç, öz. lübb-i sinn : hek. d işö z ü . lübbü'l-cevz : c e v iz İÇİ. 2. ( i . c . : e lb â b ) : a k ilse lim , *sa ğ d u y u . 3 . ( s .c .: lü b û b ) : h e r ş e y in iy isi, h â lisi.

( a .s .) : ["lü b b î” n in m ü en .J

( b k z : lü bb î). İü b s ‫ ( ﻟﺒ ﺲ‬a .i.) : g iy m e . İü b s e ‫ ( ﻟﺒ ﺴ ﻪ‬a .i.) : s ö z ü n k a r ış ık lığ ı,

‫ﻟﺒ ﻮ ب‬

(a.s. lü b b 'ü n c . ) : 1 . İçler, özler.

2. mec. h e r ş e y in iy ile r i, h â lisle r i. 3. kabulelu m e y v a la r m İÇİ.

lübûs ‫( ﻟ ﺒ ﻮ س‬a.i. lib â s 'ın c . ) : e sv a p la r, (b k z : elbise).

İücc ‫ ( ﻟﺞ‬a .i.) : k a la b a lık , g ü rû h , cem aat. İücce ‫ ( ﻟﺠﻪ‬a .i.c .: İ ü c e c ) : 1. e n g in su. 2. k a la b a ilk , g ü rû h . ( b k z : c e m m -i g a fir). 3 ٠ g ü m ü ş. 4 . ayn a.

İücce İücce ‫ ﻟﺠﻪ‬، ‫ ( ﻟﺠﻪ‬a .z f.) : d a lg a d a lg a . İücec ‫( ﻟ ﺠ ﺞ‬a.i. İü c ce 'n in c . ) : 1. e n g in su lar. 2 . k a la b a lık la r , cem aatler.

lü c e y n ^ J(a .i.) :g ü m ü ş. İücme ‫ ( ﻟﺠﻤﻪ‬a .i.) : coğr. ır m a k ağzı, lücüm ‫( ﻟ ﺠﻢ‬a.i. lic â m 'ın c . ) : gem ler. İüç ‫( ﻟﺞ‬f.s.) : ç ıp la k . lüfâh ‫ ( ﻟﻔﺎح‬a .i.) : bot. g ü z e lh a tu n ç iç e ğ i. lüfâhîn ‫( ﻟﻔﺎﺣﻴﻦ‬a.i.) : bot. a tro p in . 638

k u lu b ir * b itk i o lu p e v v e lc e b ü y ü c ü lü k te k u lla n ılır d ı, lât. mandragora officinalis, lüffân ‫( ﻟ ﻔﺎف‬a.i.) ‫ ؛‬e k ş i n ar. İiihât ‫ ( ﻟﻬﺎت‬a .i.) : anat. k ü ç ü k d il. [“ İeh ât, İih â t” ş e k ille r i d e v a r d ir j.

İühaymât ‫( ﻟ ﺤ ﻴ ﻤ ﺎ ت‬a.i. lü h a y m e 'n in c . ) : etçik liihayme ‫( ﻟ ﺤ ﻴ ﻤ ﻪ‬a.i. la h m 'd e n . c . : İ ü h a y m â t ) : e tç ik . li ih a y m e - i d e m i m e ‫ ؛‬b iy . g ö z y a ş ı *etçiğ i, l ü h î ‫( ﻟﻬ ﻰ‬a.i. le h â t'ın c.) ‫ ؛‬a n a t . k ü ç ü k d il. (b k z ‫؛‬ İeh â, İih â , leh e v â t, lih i). lü h û b ‫ﻟ ﻬ ﻮ ب‬

(a.i. lih b 'in c . ) : ( b k z : elh âb ,

İihâb).

lühûd ‫( ﻟﺤﻮد‬a.i. la h d 'in c . ) : ç u k u r la r, m e z a rla r, k a b irler.

lühûd-i şühedâ' (şe h itle rin k a b ir le r i ) : şeh itlik .

lühûf ‫( ﻟ ﺤ ﻮ ف‬a.i. lih â f'ın c . ) : ö rtü le r, s a r g ıla r ; ö r tü n e c e k şeyler.

‫ ( دى‬a .s .) : ö z ile, İç ile ilg ili,

liib b iy y e ‫ﻟ ﺒ ﻴ ﻪ‬

lü b û b

lüffâh ‫ ( ﻟﻔﺎح‬a .i.) : b ü y ü k v e gen i? y a p r a k lı, k o -

ler.

lu n a n .

lutfullâh ‫ ( ﻟﻄﻒ اﻟﻠﻪ‬a .it .) : 1. A llâ h 'ın lü tfü , k a y ra sı. 2. i. e rk e k ad i.

lü b b î

hifeyfe a J J J ( a .i.) : 1. bot. b ü r ü m c ü k . 2. bot.

lühûk ‫ ( ﻟﺤﻮق‬a .i.) : u la şm a , e rişm e . İiihûm ‫( ﻟﺤﻮم‬a.i. İa h m 'ın c . ) : etler. lühûm-i lezize : le z z e tli etler, lühûn ‫( ﻟﺤﻮن‬a.i. İa h n 'ın c . ) : lâ h in le r, n ağ m eler, ah en k ler.

liik ‫ ( ﻟ ﻚ‬f .i .) : 1. y o ğ u n ve k a lın şey. 2. k ız ıl b o y a . 3. lö k . 4 . u r ; sıra ca ,

liikah ‫"( ﻟﻘﺎح‬k a " u z u n o k u n u r, a . i . ) : bot. k a n k u ru ta n , a d a m o tu , lât. mandragora officinalis. liikata ‫"( ﻟ ﻘﺎ ﻃ ﻪ‬k a '' u z u n o k u n u r, a .i.) ': y ere a tılm ış v e y â y e rd e n a lın m ış d e ğ e rsiz şey; b u lu n tu .

lükate-çîn ‫ﻦ‬

‫ﻳ‬

‫ﻟ ﻘﺎ ﻃ ﻪ‬

( " k a ” u z u n o k u n u r.

a .f.b .s .) : d eğ ersiz, a r t ık şe y le ri to p la y a n ,

liiknet ‫ ( ﻟﻜﻔ ﺖ‬a .i.) : p e lte k lik , d il b a s ık lığ ı, sö z sö y le rk e n d ild e k i tu tu k lu k , k e k e le m e .( b k z : liik û n e t, İü k n û n et).

İiiknet-İ elhân : se sle rin , n a ğ m e le r in p eltek ligi-

İüknûnet ‫ ( ﻟ ﻜ ﻴ ﻮ ﻧ ﺖ‬a .i.) : p e lte k lik , d ild e k i tu tu k lu k ; k ek elem e, (b k z : İü k n e t, liik û n e t).

İükta ‫ ( ﻟ ﻔ ﻌﻠ ﻪ‬a .i.) : fık. s o k a k ta b u lu n u p a lm a n ve sâ h ib i b e lli o lm a y a n şey.

lüzûm-ı vakf İükûnet ‫( ﻟﻜﻮﻧ ﺖ‬a.i.): pelteklik, dildeki tutuklulc, kekeleme, (bkz : İülcnûnet, İüknet). İÜ'İÜ' ‫( ﻟ ﺆ ﻟ ﺆ‬a.i.c.: leâlî) : 1. inci, (bkz : dürr). 2. mec. bâkire, el değmemiş. İÜ'İÜ'-İ lâlâ : parlak inci. İÜ'İÜ'-İ mekııûn: midyenin, kabuğunun İçinde sakil bulunan inci. İÜ'İÜ'-İ miinazzad: ı) inci dizisi, inci kolye. 2) mec. düzgün dişler. İÜ'İÜ'-İ şehvâr: iri inci, lü'lü'-bâr ‫( ﻟ ﺆﻟ ﺆﺑﺎ ر‬a.f.b.s.): inci yağdıran, inci yağmuru. lii'lü'-feşân ‫( ﻟ ﺆ ﻟ ﺆ ﻓ ﺜ ﺎ ن‬a.f.b.s.): inci saçıcı, inci saçan, (bkz: İü'lü'-pâş). lü'hi'-pâş ‫( ﻟ ﺆﻟ ﺆﺑﺎ ش‬a.f.b.s.): inci saçıcı, inci sa‫ ؟‬an. (bkz: lü'lü-feşân). liinc ‫( ﻟﻨﺞ‬fi.) : 1. dudak. 2. ağzın İÇİ. 3. s. ‫ ؟‬olak. İüseyn ‫( ﻟ ﻦ‬a.i.): küçük dil, dilcik, liisn ‫( ﻟ ﻦ‬a.i. lisân'ın c.): diller, konuşulan diller. (bkz : elsine). tpek az kullanılır], lüsûk ‫( ﻟ ﺼ ﻮ ق‬a.i.) : 1. yapışma, yapışıp tutma, bitişik olma. 2. ulaşma, lüsûs ‫( ﻟﻤﻮ ص‬a.s. lass, lıs ve luss'un c.): hırsızlar. lüsûsiyyet ‫( ﻛ ﻮ ب‬a.i.): hırsızlık etme, (bkz : İesâs, sirkat). l ü s ü n - (a.i. lisân'ın c.). (bkz : elsine, elsün, liisn).

lüsün-i atika : leng. eski diller. liitre ‫( ﻳ ﺮ ه‬f.i.): 1. ancak iki kişi arasında başkalarınm anlayamayacağı şekilde görüşülen uydurma dili, kuşdili. 2. s. boşboğaz. İüveyf ‫( ﻟﻮﻳﻒ‬a.i.): anat. *sinirtelcigi. İüveyfî,lüveyfiyye^.^ ، ‫( ﻟ ﻮ ﻳ ﻐ ﻰ‬a.s.) :küçük lifle, telcikle ‫ ؛‬ilgili. lüzûb ‫( ﻟ ﺰ و ب‬a.i.): yapışma,yapıştırma,birbirine kafes gibi sokup yapıştırma. İüzûcet ‫( ﻟﺰوﺟﺖ‬a.i.): 1. yapışkanlık. 2. yapışıp uzayan şeyin hâli. lüzûcîjlezcî‫ ر ﺟ ﻰ‬، ‫( ﻟ ﺰ و ﺟ ﻰ‬a.s.) :İüzûcetli,yapışkan; kopmadan uzayan. lüzûciyyet ‫( ر و ﺟ ﻴ ﺖ‬a.i.): kopmayış, ‫ ؟‬ekilip uzayış. lüzûm ‫( زوم‬a.i.): 1. lâzım olma, gereklik. 2. bir işe yarama. 3. sayma, lüzûm-i gayr-i miinfekk: ayrılmazlık, lüzûm-ı mâ-lâ-yelzem: ed. şiirde zengin kafiye yapma, (bkz : i'nât). lüzûm-ı muhakeme : huk. muhâkeme lüzûmu; eski usûl-i muhâkemât-1 cezâiyye kanûnuna göre cezâ işlerinde, yapılan tahkikat neticesinde İşin mahkemeye tevdi lüzûmunu İfâde eden kararlar. liizûm-1 vakf: huk. vakfm rücûu kabil olmayacalc sûrette kat'î bir hâle gelmesi.

639

Mm

mâ' ‫( ﻣﺎﺀ‬a.i.c. : m iy â h ) : su. (b k z : âb). Bi'l-mâ' : h id ra . Havz-1 mâ' : su h a v u z u . Kibrît-İ mâ' : kim. h id r o s ü lfir ik . Klor ma' : kim. h id r o k lo r ik . Mikyâs-1 mâ' : fiz. h id r o m e tre . Miivellidii'l-ma' : kim. h id ro je n , fr. hydrogène. Müvellidü'1-humûza: kim. o k sije n , fr. oxygène. Tedâvî bi'l-mâ' : su te d â v isi.

mâ'-i billûri : b illû rla ş m a su y u . mâ'-i câmid : d o n m u ş su. mâ'-i cârî : cog. a k a r su. mâ'-i dâhili : cogr. g ü n d e ğ m e m i? su. mâ'-i ebyaz : hek. b ir p e rd e d e n d o la y ı g ö rü ? k u v v e t in in k a y b o lm a s ı, m â '-i h a m im : Sicak su. m â '- i h a r â c iy y e : A r a p t o p r a k la n d ış ın d a k i su la r. [D icle, F ır a t g ib i b ü y ü k n e h irler], m â '- i k i l s : k im . k ir e ç taşı,

m â '-i m u k a t t a r : * d a m ıtık su. m â '- i r â k i d : d u rg u n su. m â '- i v e r d : (b k z : m â-verd ). m â '- i z e r r in : a ltın su y u , m â 'ii'l- b a h r : d e n iz su y u , m â 'ii'l- h a y â t : h a y a t s u y u , (b k z : âb -1 h ayât), m â 'ii'l- v e r d : g ü l s u y u , (b k z : m â-verd ). m â - - ‫( ﻣﺎ‬a.e.) : 1 . o ? e y k i, ?u n e s n e ,... d a k i. m â - b a 'd : a ltta k i, so n d a k i, m â - b e y n : a r a d a k i ik i ? e y in a ra sı. 2 . n e fi e d â tı. (b k z : İâ).

huk.

m ü n âsah ad ak i

ilk

m es'elelerd e v â r is le r d e n h e r b ir in e İsâbet

640

veresesine

taksimi

mâ ‫( ﻣﺎ‬f.zm.): biz. ma', maa ‫ ع‬٠ ، ‫( ﻣﻊ‬a.e.): ile, berâber, birlikte. maa-fâiz: fâizle birlikte, maâb ‫( ﻣﻌﺎ ب‬a.i.): 1. ayıp yeri. 2. ayıp, maâbid ‫( ﻣﻌﺎد‬a.i. ma'bed'in c.): İbâdet edecek yerler, tapmaklar. maâbîd ‫( ﻫﻌﺎدﺟﺪ‬a.i. ma'bûd'un c.): mabutler, ibadet edilecek yel'ler. maâbîd-i islâmiyye : İslâm ma'bedleri; mescid ve câmiler. maâbir ‫( ﻣﻌﺎﺑﺮ‬a.i. ma'bed'in c.): çitler, geçilecelc yerler, köprüler, kemerler. Turuk u maâbir: yollar ve geçitler. Turuk ve maâbir nezâreti: [eskiden) nâfia vekâleti, maâcîn ‫( ﻣﻌﺎﺟﻴﻦ‬a.i. ma'cûn'un c.): hamur kıvâmına getirilmiş, yugurulmu‫? ؟‬eyler, maâcîn-i tıbbice : hekimliğe âit mâcunlar.

m â '- i le z iz : ta til su.

mâ-fi'l-yed :

eden ve mûrisin lâzımgelen miktar,

maâd ‫( ﻣﻌﺎد‬a.i. avdet'den): 1. dönülen, dönüp gidilecek yer. 2. âhiret. 3. dönüş, geri gidi?. 4.tas. gaye, amaç, ulaşılacak yer. 5. dünyâdan sonraki hayat. Akl-İ maâd: geleceği, bundan sonraki hayâtı kavrama. İlm-i maâd : hayat sonu bilgisi, fr. eschatologie. Mebde ü maâd: gelinen ve gidilecek olan yer; insanin dünyâya gelişi ve dönüşü. Yevm-İ maâd: kıyâmet günü, tekrar dirilme günü, (bkz : rûz-i mahşer), mâ-adâ ‫( ﻣﺎﻋﺪا‬a.e.): -den başka., (bkz: mâhalâ).

maârî.-perver-âne

mâ-adâ ‫( ﻣﺎﻋﺪا‬a.e.): ma'dâ', ba?ka> fazla, gayri, maâdin ‫( ﻣﻌﺎدن‬a.i. ma'den'in c.): mâdenler. maâd‫؛‬n-i seb'a (yedi mâden): altın, gümü?, bakir, kalay, demir, kur?ıın, nikel, maâdiyyat ‫( ﻣﻌﺎدﻳﺎت‬a.i.c.): eskatologya, fr. eschatologie. (bkz: İlâhiyyât). maa-hazâ ‫( ﻫﻊ ﻫﺪا‬a.zf): böyle iken, bununla berâber. maâhid ‫( ﻣﻌﺎﻫﺪ‬a.i. ma'hed'in c.): akit, antla?ma yapılan, sözle?ilen yerler,

maa'l-memnûniyye ‫ ع ا ﻟ ﻤ ﻤ ﯯ ﻧ ﻴ ﻪ‬٠ (a.zf.): memnûniyetle, memnunlukla, seve seve, seve isteye. maa-mâ-fîh ‫( ﻣﻊ ﻫﺎﻏﺪ‬a.zf.): bununla berâber, böyle iken, böyle ise de. maâmi' ‫( ﻣﻌﺎﻫﻊ‬a.i. ma'maa'mn c.): ate? çatırtıları. maan ‫( ًﻣﻌﺎ‬a.zf): berâber, birlikte, (bkz: mashûben). maân

(a.i.): mekân, (bkz : menzil).

maâi? ‫( ﻣﻌﺎﺋﺶ‬a.i. maî?et'in c.). (bkz: maâyi?).

maânî ‫( ﻫﻌﺎذى‬a.i. ma'nâ'mn c.) : mânâlar. İlm-i maânî: İûgat ve sintaks mes'eleleriyle, SÖzün maksada uygunluğundan bahseden ilim.

maâk ‫( ﻣﻌﺎك‬a.i.): 1. mezhep; meslek. 2. sığınacak yer. (bkz : melâz, penâh).

maâr ‫ﻋﺎر‬٠ (a.i.) : ar ve hayâya sebebolacak ?eyler.

maâkıd ‫( ﻣﻌﺎﻗﺪ‬a.i. ma'kad'ın c.): ma'kadler, akdedilecek yerler.

maârî ‫( ^ رى‬a.i.): insanin dâimâ ‫ ؟‬iplak kalan âzâsı.

maâkıl ‫( ﻫﻌﺎﻗﻞ‬a.i. ma'kıl, ma'kale, ma'kııle'nin c.): 1. sığınacak yerler. 2. kan pahalan,

maârîc ‫( ﻣﻌﺎر؛ج‬a.i. mi'râc'ın c.): merdivenler.

mâ-âile ‫( ﻫﻊ ﻋﺎﺋﻠﻪ‬a.zf): âilece, ev halkı ile birlikte.

maâkîs ‫ ﻳ ﺲ‬٠‫( ﻣﻌﺎ‬a.s. ma'kûs'un c.): ters ?eyler, maakka ‫( ﻣﻌﻘﻪ‬a.i.) : ‫ ؟‬ocugun anaya babaya olan itaatsizliği. maa'1-cemâe ‫ ع اﻟﺠﻤﺎﻋﻲ‬٠ (a.zf.) : cemaatle, cemaatle birlikte. maa'l-esef ‫ ع اﻻﺳﻒ‬٠ "(a.zf.) : esefle [söyliiyorum],yazık ki. maâlî ‫( ﻫﻌﺎﻟﻰ‬a.i. ma'lât'ın c.): 1. yüksek, derin fikirler. İdrâk-i m aâlî: yüksek, derin fikirleri kavrama. 2. ?erefler, ululuklar. İktisâb-1 m aâli: ?erefler, ululuklar kazanma. Meyl-İ m aâlî: ululugu, derin ?eyleri ögrenme hevesi. maâlif -(a.i. ma'lefin c.): alef ot, saman, hayvan yemi gibi ?eyler konulan yerler. maa'1-îftihâr ‫( ﻣﻊ اﻻﻓﺘﺨﺎر‬a.zf.): iftiharla, övünerek. maâlim ‫( ﻣﻌﺎﻟﻢ‬a.i. ma'lem'in c.): 1. izler, eserler, ni?âneler. 2. dînî inanmalara âit meseleler. maâlimü'1-hayr, maâlimü’l-yakîn: dînî itikatlara âit yazılını? iki eser. maa'1-kerâha ‫( ﻫﻊ اﻟﻜﺮاﻫﻪ‬a.zf.): kerâhatle, istemeyerek, zorla.

maârif ‫ ﻣﻌﺎرف‬.(a.i. ma'rifet'in c.): 1. ma'rifetler, bilimler. 2. bilgi, kültür. 3. Milli Egitim Bakanlığı; maarif müdürlüğü. 4. Sultan Veled'in 1284-1296 yılları arasında hazırladıgı tasavvufla ilgili 56 bölümden İbâret eseri. maârif-i rabbâniyye : İlâhî bilgiler. maârîf-i miitenevvia: türlü türlü bilgiler. Maârif-İ Um ûm ice Nezâreti: Maârif Vekâleti, Maârif Vekilliği, Milli Egitim Ba'-kanlığı. Maârif-İ umumiyye nizâmnâmesi: 1869 da Maârif nâzırı Saffet Pa?a tarafından yayımlanmı? bir egitim yönetmeliği, maârif-mend ‫( ﻣﻌﺎرﻓﻤﺘﺪ‬a.f.b.s.c.: mendân): bilgili, bilgi sâhibi.

maârif

maârif-mendân ‫( ﻣﻌﺎرﻓﻤﻔﺪان‬a.f.b.s. maârif mend'in c.): bilgililer, bilgi sâhibi olanlar. Maârif-nâme ‫( ﻣﻌﺎوﻓﺘﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): 1486'da İstanbul'da ölen Hızır Bey oglu Sinan Pa?a'nın ahlâk ve nasihata dâir eseri. maârif-perver ‫( ﻣﻌﺎرﺑﺮور‬a.f.b.s.): maârifi seven, maârifle ilgili ?eyleri koruyan. maârif-perver-âne ‫( ﻣﻌﺎرف?روراذه‬a.f.zf.): maârif pervercesine, maârifi korurcasma. 641

moârif-perverî

maârif-perveri ‫ﻣﻌﺎرﺑﺮورى‬

( a .f .b . i .) :

m a â rifi

s e v m e , m a â r i f l e i l g i l i ş e y le r i k o r u m a ,

maârif-simât ‫ﻣ ﻌﺎ رﻓ ﻤﺎ ط‬ maârik ‫ﻣﻌﺎرك‬

(a .b .s .) : b ilg ili,

(a .i. m a 're k , m a 'r e k e 'n in c . ) : s a -

v a ş m e y d a n la r ı .

maârîz ‫ﺑﺔش‬.‫ﻣﻌﺎر‬

(a.i.

m i 'r â z 'ı n

c.) :

k a p a lı

[m â n â la r ].

Maarretii'n-Nu'mân: maâsır ‫ﻣﻌﺎ ﺻﺮ‬

c . ) : ü z ü m , su -

s a m v e s â i r e n i n s ı k ı l a c a ğ ı y e r le r ,

maâsî ‫ﻫﻌﺎىى‬

(a.i. m a 's i y e t 'i n c . ) : 1 . a s ilik le r , is -

y a n l a r , it a a t s iz lik le r . 2 . g ü n a h l a r ,

maâş ‫ﻣﻌﺎش‬

(a .i.

a y ş 'd e ıı) : 1 . y a ş a y ı ş ,

d ir lik .

2 . g e ç i n e c e k şe y . 3 . ( c . : m a â ş â t ) m e 'm u r la r a , d u l ve y e t i m l e r e v e r i l e n a y Akl-ı maâş : g e ç i m , k a z a n ç d ü ş ü n c e s i, m a i ş e t d e r d i. Bed-maâş : h a r e k e t i, y a ş a y ı ş ı fe n â o la n . Teng-maâş : g e ç i m i d a r , s ı k ı n t ı e m e k li le r e ,

i lk .

il.

maâşât ‫ﻣﻌﺎ ﺷﺎ ت‬

(a.i. m a â ş 3ü n c.) : m e 'm u r la r a ,

e m e k li le r e , d u l v e y e t i m l e r e v e r i l e n a y lık la r.

maâşir ‫ﻣﻌﺎﺷﺮ‬

(a.i. m a 'ş e r 'in c.) : c e m a a t le r , t o p -

lu lu k la ı-, g ü r u h l a r .

maâtıf ‫ﻣﻌﺎﻃﻒ‬

(a.i. m a 't ıf , m ı 't a f 'ı n c . ) : b a k ı l a -

c a k , g ö z l e n i l e c e k y e r le r,

maâtîr ‫ﻫﻌﺎﻃﻴﺮ‬

(a .s. m ı 't â r 'ı n c . ) : d â i m a g ü z e l

k o k u s ü r ü n e n le r .

maa't-teessiif ‫ﻫﻊ اﻟﺘﺎﺳﻒ‬

(a .zf.) : t e e s s ü f le , e s e f

le, y a z ı k k i.

maâvil ‫^ ول‬

(a.i. m i 'v e l 'i n c.) : k iilü n k le r , ta ş ,

k a y a p a r ç a l a m a y a y a r a y a n s i v r i k a z m a la ı'.

maâvin ‫^وف‬

(a.i. m a û n e t 'i n c . ) : 1 . y a r d ı m l a r .

2 . a z ık la r , y o l y i y e c e k l e r i ,

maâyib ‫ﻣﻌﺎ ﻳ ﺐ‬

(a .i. a y b 'd a n . m a i b 'i n c.)

:

a y ıp

s a y ı l a n ş e y le r , k u s u r la r , le k e le r,

maâyiş ‫ﻣﻌﺎﻳﺶ‬

(a.i. m a î ş e t 'i n

c.) : g e ç in m e le r ,

g e r in i ş le r , g e ç i n m e k İ ç in l ü z u m l u şe y le r,

maâz ‫ ( ﻣﻌﺎذ‬a . i . ) : s ı ğ ı n a c a k

y e r . ( b k z : İ lt ic â -g â h ,

m e lc e ).

maa-zâlik ‫ﻫﻊ ذﻟ ﻚ‬ v a r k i.

642

maâzım ‫( ﻣﻌﺎﻇﻢ‬a.s. mu'zam'ın c.) : en büyük kısımlar [bir şeyin]. maâzır ‫( ئ زر‬a.i. me'zer'in c.) : sığınacak yer1er. maâzır ‫( ﺳﺎﻧﺮ‬a.i. ma'zeret'in c.) : mâzeretler.

H a l e p e y â le t i ,

(a.i. m a 's a r a 'n m

maâzallah ‫( ﻣﻌﺎذاﻟﺬذ‬a.n.) : 1. yegâne sığınacak Allah'dir. 2. Allah korusun, Allah esirgesin, Allah saklasın.

(a .e.) : b u n u n l a b e r â b e r , ş u

maâzîr ‫ﺑﺮ‬.‫( ﻣﻌﺎذ‬a.i. mi'zâr'ın c.) : perdeler, ma'a-ziyâdetin ‫( ﻫﻊ زﻳﺎدة‬a.zf.) : ziyâdesiyle, fazlasıyla, bol bo٦. mâ-ba'd ‫( ﻣﺎ؛ﻋﺪ‬a.i.) : fels. sonu, sonrası, sonraki, alttaki. Mâ-ba'de't-tabüyye : *fizikötesi. mâ-ba'de'r-rûhî: psik. *ruhötesi, fr. métapsychique. mâ-ba'de'r-rûhiyyât ‫( ﻣﺎﺑﻌﺪ اﻟﺮوﺣﻴﺎت‬a. it.) : psik. (bkz : mâ-ba'de'r-ruhî). mâ-ba’de't-tabüyye ‫( ﻣﺎﺑﻌﺪ اﻟﺒ ﺠ ﻌﻴ ﻪ‬a.b. i.) : .fizikötesi, metafizik, fr. métaphysique, mâ-bâki ‫( ﻫﺎﺑﺎﻗﻰ‬a.i.) : kalan, arta kalan, geri kalan. (bkz : bakiyye, mâ-baka). ma'bed ‫( ﻫﻌﺒﺪ‬a.i. ibâdet'den. c. : maâbid) : İbâdet edilecek yer, tapmak, mâ-beka ‫"( ﻣﺎﺑﻬﻰ‬ka” uzun okunur, a.i.) : kalan, arta kalan, geri kalan, (bkz : bakiyye, mâbâkî). ma'ber ‫ ﻋ ﺒ ﺮ‬٠ (a.i. ubûr'dan. c. : maâbir) : geçit, geçilecek yer, köprü, kemer, (blcz : derbend). mâ-beyn ‫( ﻫ ﺎ د ن‬a.i.) : 1. iki şeyin arası, aradaki şey, ara. 2. haremle (kadınlar dâiresi ile) selâmlık (erkekler dâiresi) arasındaki oda. 3. sarayda, vükelânın ve diger zevâtm miirâcaat edecekleri ve pâdişâha yakınlarınm bulunduğu dâire. 4. pâdişâh sarayı, mâ-beyn-i hümâyûn : sarayda, pâdişâhın husûsî olarak erkekleri kabûl ettiği dâire, mâ-beyn kapısı : harem ile selâmlık dâirelerinin arasındaki kapı, mâ-beyn müşiri : sarayda mâbeyn dâiresi başı. 5. araya soğukluk girmiş olma, mâ-beyn olmalc : ara açılmak. 6. miiz : tam seslere göre İtibâr edilen âhenklere nazaran, yarim ses tiz olan ara âhenklere verilen bir

mâdde.î haşebiyye ad. Bu sûretle mansur mâbeyni, dâvud mâbeyni, bolahenk mâbeyni, miistahsen mâbeyni, kizneyi mâbeyni elde edilir, mâ-beyne-hümâ ‫( ﻣﺎ ﺑ ﻴ ﺘ ﻬ ﻤﺎ‬a.b.zf.): arası, araİarı. mâ-bihi'l-hayât ‫( ﻣﺎﺑﻪ اﻟﺤﻴﺎ ت‬a.b.s.) : hayâta vesile olan, yaşamaya sebebolan. mâ-bihi'1-iftihâr ‫( ﻣﺎﺑﻪ ا ﻻ ى ر‬a.b.s.): kendisiy,le övünülen. mâ-bihi'1-ihticâc‫( ﻣﺎﺑﻪ اﻻﺣﺘﺠﺎج‬a.b.s.): bir delilin veya iddianın dayandığı nokta. mâ-bihi'1-ihtiyâc ‫اﺑﻪ ا ﻻ ﺣﺘﺎ ج‬٠ (a.b.s.): gerekli olan. mâ-bihi'l-istihkak ‫( ﻣﺎﺑﻪ اﻻﺳﺘﺤﻘﺎق‬a.b. zf.): istihkak, hak etme sebebi,

mâcid, mâcide ‫ ﻣﺎﺟﺪه‬، ٠‫ﺟﻞ‬١٠٥ (a.s. mecd'den): 1. çan ve çeref sâhibi olan [kimse]. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. mâcin ‫( ﻫﺎﺟﻦ‬a.s.) : hileyi, hile yolunu Ogreten. ma'cûn ‫( ﻣﻌﺠﺮن‬a.i. acn'den c .: maâcîn) : 1. hamur kıvamında olan şey. 2. hamur kıvâmına getirilmiş ilâ3 .‫ ؟‬. uyuşturucu maddelerden süzme afyon. 4. sokaklarda satılan, baharlı, tarçınlı ve yapışkan şekerleme. 5. cami, çerçeveyi tutturan madde. 6. künk lökünü. mâ‫( ﻣﺎ ج ؟‬f.i.) : öpüş. Mâ‫ ؟‬în ‫( ﻣﺎﺟﻴﻦ‬a.h.i.): ‫ ؟‬in ülkesinin giiney bölgesine verilen bir ad. [dâimâ "‫ ؟‬in” kelimesiyle berâber kullanılır], mada ‫( ﻣ ﺾ‬a.f.i.). (bkz : mazâ).

mâ-bihi'l-i'timâd ‫( ﻣﺎﺑﻪ اﻻﻋﺘﻤﺎد‬a.b.s.) : itimâda sebeb ve vesile olan şey.

madâhik ‫( ﻣﻀﺎﺣﻚ‬a.i. madhek'in c.): hâline gülünecek nesneler; soytarılar, komikler,

mâ-bihi'1-kıvâm 1 :‫ﻣﺎﺑﻪ اﻟﻘﻴﺎم‬. mant. dayanak, fr. substrat, substratum; 2. fels. varlığın, keyfiyetlerin dayandığı şey, dayanarak,

madâk ‫ﻣ ﻬﺎ ق‬ mazâk).

madalle ‫( ﻣ ﻬﻠ ﻪ‬a.i.): yolun kaybolduğu yer.

mâ-bihi'ş-şufa ‫( ﻫﺎﺑﻪ اﻟﺸﻔﻌﻪ‬a.zf.) : şuf'a onunla olur.

m â -d âm ^ ^ (a.bağ.): 1. mâdem, ‫ ؟‬ünkü, degil mi ki. 2. e. devâm ettikçe,

mâ-bihi't-temeddiin ‫اﻟﺘﻤﺪن‬ medenilik 0 şeyle hâsıl olur,

(a.zf.):

mâ-dâme ‫( ﻣﺎدام‬a.e.): devam ettikçe, süresin-

mabsara ‫( ﻣﺒﻤﺮه‬a.i.): a‫ ؟‬ık ve meydanda olan hususlar.

mâdâme'l-hayât ‫( ﻣﺎدام اﻟﺤﻴﺎ ت‬a.zf.): yaşadıkça, hayat devâm ettikçe, ömür oldukça,

‫ﻣﺎﺑﻪ‬

ma'bûd ‫( ﻫﻌﺈود‬a.i. ibâdet'den): 1. kendisine İbâdet olunan, tapınılan. 2. Allah, ma'bûd-i hakîkî: Cenâbıhak. ma'bûd-i lâ-yezâl: ölmez, ebedî mâbut. ma'bûdün bi'1-hakk (yanılmadan tapılacak zat): Allah. ma'bûde ‫( ﻣﻤﻮده‬a.i.): şirk dolayısıyla kendisine İbâdet olunan peri, put, dişi tanrı, fr. dCesse. m a ' c e l - (a.i.): menzile ulaştıran yol. mâ-cerâ ‫ اﺟﺮا‬٠ (a.i.): cereyan eden, geçen, olup geçen şey. (bkz : ser-güzeçt). Mâcerâ-yı A şk : AbdUlhak Hamit'in 1873'te basılmış bir tiyatrosu. mâcerâ-perest ‫( ﻣﺎﺟﺮاﺑﺮﺳﺖ‬a.f.b.s.): mâcerâcı.

(a.i.): darlık, sıkıntı, (bkz:

madârib ‫( ﻣﻬﺎ ر ب‬a.i. darb'dan. madrab, mazrab'ın c.): darbedilecek, dövülecek yerler. madârîb-i emsâl: atasözü söylenecek hal, yer, zaman. madca'‫( ﻣ ﻬ ﺠ ﻊ‬a.i.c.: madâcı', mazâcı'): mezar, kabir, sin. Nevverallâhu madcaahu: Allah yattığı yeri nurlandırsm. mâdde^U (a.i.c.:mevâdd) : 1. madde. 2. maya, cevher; asil. 3. sicim. 4. İş; mes'ele. 5. sözün özü, rûhu. 6. kanun veyâ nizâmnâmenin bir ftkrası. 7. İûgat kitaplarında izah edilen kelimelerin her biri, mâdde-i asliyye : gr. ı) gövde; 2) köken, mâdde-i dimâgıyye : biy. lesitin. mâdde-i hadrâ (yeşil madde): bot. klorofil, mâdde-i haşebiyye : bot. OdunözU. 643

mâdde-‫ ؛‬hiicreviyye-i zü's-surûc mâdde-i hiicreviyye-i zü's-surûc : kim. nitrosellüloz. mâdde-i ibtidâiyye : cogr. kim. hammadde, mâdde-i k ışrı^e : bot. kabuk bölgesi, mâdde-i mahsûsa : huk. bir kimseye, o kimsenin halkın nefret ve hakaretine maruz kalmasına sebep olacak yolda belli bir fiil isnat etme. mâdde-i musavvire-i miiçekkile : anat. plazma. mâdde-i musavvire-i ûlâ : biy. protoplazma, mâdde-i mUlevvine : kim. boyar madde, fr. matière colorante. mâdde-i miinevvime : kim. uyuşturucu madde, fr. narcotique, mâdde-i mUşekkile : biy. plazma, mâdde-i sincâbiyye : kim. *bozmadde. mâdde-i vücûd : vücûdun maddesi, mâddetü'l-fesâd : fesâda sebebiyet veren, fesadm başı olan İş. 8. anat. erkeklik organı, mâddeten ‫( ﻣﺎدة‬a.zf.) : 1. madde ve cisim olarak. (bkz : cismen). 2. gözle görülür, elle tutulur şekilde. 3. İş ile, İş olarak, mâddî, mâddiyye ‫ ﻣﺎﻟﻴﻪ‬، ‫ د ى‬1‫( ه‬a.s.) : 1. madde ile ilgili [olan], (bkz : cismâni). 2. dokunma, görme, İşitme, tatma ile duyulan şey1er. 3. paraya ve mala çok ehemmiyet veren. 4. maddeden oluşan : maddi dünya, maddi nokta : fiz. *maddesel nokta, fr. point matériel. mâddiyyât ‫( « اددا ت‬a.i. maddiyyet'in c.) : 1. gözle görülür, elle tutulur şeyler, cismâni şeyler. 2. mec. para ile ilgili olan şeyler, mâddi^e ‫( ﻣﺎﻟﻴﻪ‬a.i.) : matérialisme. Lâ immatérialisme.

materyalizm, m addice :

fr. fr.

mâddiyyet ‫( ﻣﺎدﻳﺖ‬a.i.c. : maddiyyât) : gözle görülen, elle tutulan şey, madde kısmı, mâddiyyûn ‫( ﻣﺎدﻳﻮن‬a.i. maddi'nin c.) : maddenin ezeli ve ebedi olduğuna, sonradan yaratılmamış bulunduğuna inananlar, maddeye bağlı kalanlar, fr. matérialistes, mâde ‫( ﻣﺎده‬f.s.) : dişi. Şîr-mâde : dişi arslan. mâdegân ‫( ﻣﺎدﺳﻤﺎن‬f.i. mâde'nin c.) : dişiler, mâdegî ‫( ﻣﺎدﻣﻰ‬f.i.) : dişilik, kadınlık.

‫؛‬M

ma'delet ‫( ﻣﻌﺪﻟﺖ‬a.i. adl'den) : adâlet, adillik; insaflılık, (bkz : ma'dilet). [dogru okunuşu bOyledir]. ma'delet-güster ‫( ﻣ ﻌ ﺪﻟ ﻜ ﺴ ﺮ‬a.f.b.s.) : adaletli, insaflı, dogru. (bkz : ma'-delet-perver). ma’deleî-kâr ‫( ﻣﻌﺪﻳﻜﺎر‬a.f.s.) : adaletli, insaflı, dogru. ma'deleî-nişân

‫ﺳ ﺪ ﻛ ﺸﺎ ن‬

(a .f.b .s .):

(b k z :

(a .f.b .s .) :

a d a le t li,

m a 'd e le t -p e r v e r ) .

ma'delet-perver ‫ ﻋﺪﻳﺄرور‬٠

d o g r u , i n s a f l ı , ( b k z : m a 'd e le t -g ü s t e r ) .

ma'delet-perveri

‫ددرور ى‬

(a .f.b .i.)

:

a d a le t lilik , d o ğ r u l u k , i n s a f l ı l ı k ,

ma'den ‫ﺳﺪ ن‬

(a .i.c . : m a â d i n ) : m â d e n ,

ma'den-i asil : kim.

so y m aden,

ma'den mukataasi

:

esk i

m âden

id â r e s i.

[fa s ih i : " m a 'd i n " d ir].

ma'deni, ma'deniyye ‫ ﺳﺪذ؛ه‬، ‫ا‬٠ ‫( ﻣﻌﺪذح‬a.s. c. : m a 'd e n i y y â t ) : 1. m â d e n l e i l g i l i . 2. m â d e n d e n y a p ılm ış .

ma'deniyyât

‫ﻣﻌﺪﻧﻴﺎ ت‬

,(a.i.

m a 'd e n i

ve

m a 'd e n i y y e 'n i n c.) : 1 . m â d e n d e n y a p ı l m ı ş

2. m â d e n le r . 3 ٠m â d e n minéralogie.

n e s n e le r .

ma'deniyyûn ‫ﻣﻌﺪﻧﻴﻮن‬

il m i ,

fr.

(a .i.c .) : m â d e n b i l g i n l e r i ,

m â d e n i l m i y l e u ğ r a ş a n k im s e le r ,

mâder ‫^ در‬

(f.i.) : a n n e , a n a . ( b k z : ü m m ) .

mâder-âne ‫ﻣﺎدراﻧﻪ‬

(f.z f.) : a n a c a , a n a y a , a n n e y e

y a k ı ş ı r s û re t te .

mâder-be-hatâ ‫ﻣﺎدرﺑﺨﻄﺎ‬

(f.b .s.):

p i‫ ؟‬.

(b k z :

v e l e d -i g a y r - i m e ş r û ', v e l e d - i z in â ).

mâder-ender ‫ﻣﺎدر ا د ر‬ mâderî ‫^ درى‬

(f.b .i.) : ü v e y a n a .

(f.i.) : a n n e lik , a n a l ı k ,

mâderî âile : sosy. maternelle. mâderiyyet ‫ﻣﺎدرﻳﺖ‬

a n a lık o c a k ,

fr. famille

(o .i.) : a n a l ı k , a n n e l i k , [u y -

d u r m a k e lim e le r d e n d ir ] ,

mâder-nâmî ‫( ﻣﺎ درﻧﺎ ﻣﻰ‬f.b .s.) fr. matronymique. mâder-şâhî ‫ﻣﺎدرﺷﺎﻫﻰ‬ fr. matriarcal.

:

sosy.

*a n a s a n li,

(f.b .i.) : s o s y . a n a e r k i l ,

mâder-zâd ‫( ﻣﺎدرزاد‬f.b.s.) : anadan dogma. Cânî-i mâder-zâd : anadan dogma cânî, fr. criminel-né. Lisân-1 mâderzâd : ana dili, madg ‫( ﻫ ﻤ ﻎ‬a.i.) : 1. ağızda çiğneme, (bkz : mazg). 2. biy. çiğneme, fr. mastication, madgare ‫( ﻣﺪﻏﺮه‬a.i.) : iki tarafın ?iddetli hücûmu ile meydana gelen sava?,

‫( ﻣﻌﺪودا ت‬a.i.s.): -yumurta gibisayı ile alınıp satılan ?eyler. E y y â m iin m a 'd û d â t : kurbanbayramınm son üç günü. [Kur'an'da : “ramazan ayının sayılı günleri'' mânâsında geçer]. G a y r -1 m a 'd û d â t : sayısiz, hesapsız, çok. (bkz: İâ-yuadd).

m a'd û d ât

m a 'd û d iyyet

‫( د و ل‬a.s.): 1. bâzı Farsça kelimelerde yazıldığı halde okunmayan "V, y” harfleri. 2. (bkz : ma'dil.).

madhek ‫( ﻣ ﻀ ﺤ ﻚ‬a.i.c. : madâhik) : hâline güliinecek nesne; soytarı, komik, (bkz : mudhik).

m a'd û l

mâdıg ‫( ذ غ‬a.s.). (bkz : mâzıg).

m a'd û m

mâdih ‫( ^ د ح‬a.s. medh'den) : medheden, öven. (bkz : meddâh, medîha-gû, mediha-serâ). mâdihe ‫( ﻣﺎدﺣﻪ‬a.s.) : [“mâdih" in müen.] : (bkz : mâdih). ma'dil ‫( د ل‬a.i.) : 1. sapılacak yer. 2. (bkz : ma'dûl‫)؛‬. ma'dilet ‫( ﻣﻌﺪﻟ ﺖ‬a.i.). (bkz : ma'delet). mâdiyân ‫( ﻣﺎدﻳﺎن‬f.i.) : kısrak, madreb, madrıb ‫ ﻣ ﻐ ﺮ ب‬، ‫( ﻣﻀﺮب‬a.i. darb'dan c. : madârib) : 1. darbedecek yer. (bkz : mazreb, mazrib). 2. çakma, kakma yeri, madribe ‫( ﻣﻀﺮﺑﻪ‬a.i.) ; kılıcın çalım yeri, ağzı, madrûb ‫( ﻣﻀﺮوب‬a.s. darb'dan) : 1. darbolunmu?, dövülmü?, vurulmu?, çarpılmı?. 2. basilmi?, damgalanmi?. 3. mat. : çarpılan. (bkz : mazrûb). madrûbun fih : mat. *çarpan, fr. multiplicateur. madrûbât ‫( ﻣﻀﺮوﺑﺎت‬a.i. madrûb'un c.) : (bkz : madrûb). madrûbâta tefrik : mat. *çarpanlara ayırma. madrûbeyn ‫( ﻣ ﻐ ﺮ وﺑ ﺠ ﻦ‬a.i.c.) : mat. birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. (bkz : mazrûbeyn). madrûs ‫( ﻣﻤﺮوس‬a.s.) : örülerekyapilmi?, örülmü? ?ey. Çâh-I madrûs : İÇİ örülmü? kuyu. ma'dûd, ma'dûde ‫ ﻣ ﻌ ﺪ و د ه‬، ‫( ﻣ ﻌ ﺪ و د‬a.s. add'den) : 1. sayılı, sayilmi?. 2. muayyen, belli. E?hâs-1 ma'dûde : belli olan birkaç ki?i. Eyyâm-1 ma'dûde : sayılı günler. Gayr-1 ma'dûd, Nâ-ma'dûd : sayısız, hesapsız, çok. (bkz : İâ-yuadd, lâ-yuhsâ).

‫( ﻣﻌﺪودﻳ ﺖ‬o.i.): sayılma,

‫( ﻣﻌﺪوم‬a.s. adem'den. c.: ma'dûmât): yok olan, mevcût olmayan. E n -n â d ir ü ke'1m a 'd û m : nâdir olan, az bulunan ?ey yok gibid ir.M evcû d ü 'l-ism ,

m a 'd û m ü 'l-c is m :

ismi var cismi yok, adi var kendi yok. m a 'd û m û 'd -d im a ğ : beyinsiz, m a 'd û m ü 'l-c e n â h : zool. *kanatsızlar, m a 'd û m ü 'l-e r c ü l : zool. *ayaksızlar, m a'd û m ü ’z - z ü h r e : bot. çiçeksiz, m a 'd û m iy y â t

‫( ﻣﻌﺪوﻣﻴﺎت‬a.i.c.): bulunmaz ?ey-

ler.

‫( ﻣ ﻌ ﺪ وﺑ ﺖ‬a.i.): ma'dumluk, yokluk. (bkz : mevcûdiyyet). [yapma kelimelerdendir]. m a 'd û m iy y e t-i esm âr : meyva darlığı,

m a 'd û m iy y e t

‫( ﻣﺎدون‬a.i.): alt, a?ağı derece, emir itibârıyla a?ağıda olan, [“mâ-fevk” kar?ılı-

m â -d û n

gı]. m â -d û n e '?-?u û r : fels. fr. su b lim in al.

‫( ﻣﺎ ﻓﺎ ت‬a.i.): fevt olan, kaybolan, elden çıkan ?ey. T e lâ fî-i m â - f â t : kaybedilen bir ?eye kar?ı ba?ka bir ?ey kazanma,

m â -fâ t

‫( ىﻓﻮﻗﺄ‬a.i.): 1. üst, yukarı. 2. üstte, üst derecede bulunan kimse, ba?, ?ef. m â -fe v k a 't-ta b ia : tabiatın, maddiyâtın aksi olan ?eyler, tabiat üstü,

m â -fe v k

m â -fîh â

‫( ﻣﺎﻓﻴﻬﺎ‬a.i.): öteki dünyâ, âhiret.

m â -fi'l-b â b

‫( ﻣﺎﻓﻰ اﺑﺎ ب‬a.b.s.): kapı İçinde,

‫ ﺑ ﻞ‬١ ‫( ﻣﺎﻓﻰ‬a.b.i.) : kalbdeki, gönüldeki, yürekteki ?ey. (bkz : mâ-fiz-zamîr).

m â -fi'l-b â l

‫( ﻣﺎﻓﻰ اﻟﻐﺆاد‬a.b.s.): gönüldeki, İçteki ?ey. (bkz : mâ-fi'l-bâl, mâ-fi'z-zamîr).

m â fi'l-fu â d

‫( ﻣﺎ ﻓﻴﺶ‬a.e.): ["mâ-fîh-?ey" den] : yok, kalmadı, hak getire.

m â -fî?

645

mâ-fi'z-amîr mâ-fi'z-zamîr ‫( ﻣﺎﻓﻰ اﻟﻔ ﻤﻴ ﺮ‬a.b.i.) : gönüldeki, İçteki şey. (bkz : mâ-fi'l-bâl).

magarim ‫"( ﻫﻐﺎﻟﻢ‬ga” uzun okunur, a.i. magrem'in c.): ödenecek borçlar; diyetler,

mafsal ‫( ﻣ ﻔ ﻌ ﻞ‬a.i.c.: mefâsıl): anat. oynak yeri, ‫ ؛‬eklem, [asil “mafsıl” dır], mafsal-ı gayr-1 müteharrik : anat. oynamaz ‫ ؛‬eklem.

magaris ‫ىرس‬٠‫"( ه‬ga" uzun okunur, a.i. magris'in c.): fidanlıklar, fidan yetiştirilen yerler.

mafsal-i müteharrik: anat. oynar ‫ ؛‬eklem, mafsalî ‫ ا ى‬٠‫( ﻣﻐﻊ‬a.s.) : mafsalla ilgili, oynalc yerlerine, ‫ ؛‬eklemlere âit. mafsıl ‫ل‬٠‫( ﻣﻐﻢ‬a.i.c.: mefâsıl). (bkz : mafsal), ma'fûn ‫( د ن‬a.s.) : kokmuş et; bozulmuş, ‫ ؟‬Ürümüş şey. ma'füvv ‫( ذ‬a.s. afv'den) :1. affolunmuş, suçu bağışlanmış. 2. istisnâ edilmiş, miistesnâ, ayrı tutulan. magabin ‫"( ﻣﻐﺎ؛ن‬ga" uzun okunur” a.i. magben'in c.): anat. kasılclar, oyluk kemikleri. magafir ‫"( ﻣﻐﺎﻓﺮ‬ga” uzun okunur, a.i. migfer'in c.): miğferler, ‫ ؟‬elik başlıklar, tulgalar. magair ‫"( ﻫﺨﺎﺋﺮ‬ga" uzun okunur, a.i. megare'nin c.): mağaralar, (bkz : magarât). magak ‫"( ﻣﻐﺎك‬ga" uzun okunur, f.i.): ‫ ؟‬ukur. (bkz: hufre). magak-ı g a r: ‫ ؟‬ukur. magak-ı zulmet (karanlıklar 1. dünyâ. 2. insan.

‫ ؟‬ukuru) :

magak-‫ ؟‬e ‫"( ﻫﻐﺎﻛﺠﻪ‬ga” uzun olcunur. f.i.): ‫ ؟‬ukurcuk, küçük ‫ ؟‬ukur.

magasil ‫"( ﻣﻐﺎﺳﻞ‬ga" uzun okunur, a.i. magsel, magsil'in c.): gasilhâneler, ölülerin yıkandıgı yerler. magazi ‫"( ﻫﻐﺎزى‬ga” uzun okunur, a.i. magzâ'nın c.): 1. gazâ, sava? hikâyeleri. 2. gazâlar, savaçlar. Fenn-İ magazî: Hz. Muhammed'in gazâlarmdan bahseden târih. Gazî-i ebü'lmagazî: gazâ ile, sava? ile ilgili menkabelerin sâllibi olan gazi, magazil ‫( ﻫﺪزل‬a.i.): (bkz : megazil). magbat ‫ﻏﺒﻂ‬٠ (a.i.c.: magabit): gibta edilecek yer. magben ‫ ن‬٠‫( ﻣﻎ‬a.i.c.: magabin): anat. kasık, oyluk kemiği, (bkz : âne, ibt). magbûn ‫( ﻣﻤﻮن‬a.s. gabn'den): 1. alıç verişte aldanmış olan. 2. şaşkın, şaşırmış, magbûniyyet ‫( ﻣﻐﺒﻮﻧﻴﺖ‬a.i.): şaşkınlık, magbût ۶ ‫( ط‬a.s. gibte'den c .: magabit): gıpta edilmiş, imrenilmiş, magdebe -

(a.i.). (bkz : magzebe).

magdûb ‫ ب‬٠‫( ﻫﻐﻌﺐ‬a.s.). (bkz : magzûb). magdûbiin-aleyh. (bkz : magzûbiin-aleyh). magdûben ‫( ﻣﻐﻐﻮﻳﺎﺀ‬a.zf. gadab'dan). (bkz: magzûben).

magamiz ‫“( ﻣﻐﺎﻣﺾ‬ga” uzun okunur, a.i. magmaz'm c.): pek ‫ ؟‬ukur yerler, lcaranlık yerler.

magdûbin ‫( ﻣﻐ ﻀﻮﺑﻴ ﻦ‬a.s. magdûb'un c.) g a zaba uğramış olanlar.

magani ‫"( ﻫﻐﺎذى‬ga” uzun okunur, a.i. magni'nin c.): menziller, hânelei".

magdûr ‫( د و ر‬a.s. gadr'den): gadre, haksızlıga uğramış.

maganim ‫ا‬٠‫"( ﻣﻐﺎذ‬ga" uzun okunur, a.i. magnem'in c.): ganimetler, düşmandan ele geçirilen mallar.

magdûre ‫( ﻣﻐﺪوره‬a.s.) : gadre, haksızlığa ugramış [kadın, kız].

magarât ‫"( ﻣﻐﺎرات‬ga” uzun olcunur. a.i. magare'nin c.): mağaralar, (bkz : magair). magare ‫"( ﻣﻐﺎره‬ga” uzun okunur, a.i.c.: magarât). (bkz : gar, kehf). magarib ^^.("ga"uzunokunur.a.i.magrib'in c.): 1. garplar, batilar. 2. akşamlar.

‫ئ‬

magdûriyyet ‫( ﻣﻐﺪورﻳﺖ‬o.i.) : mağdurluk, gadre uğramış kimsenin hâli, magib ‫( ﻣ ﻐ ﺐ‬a.i.): kaybolma, maglak ‫( ﻣﻐﻠﻖ‬a.i.) : kilitleyecek yer. maglata ‫( ﻣﻐﻠﻄﻪ‬a.i.c.: magalit): ‫ ؛‬yanıltma‫ ؟‬, birini şaşırtmak, yanıltmak İ‫ ؟‬in söylenen zihin karıştırıcı, saçmasapan söz.

m.gşı maglata-perdâz ‫( ﻣﻐﻠﻄﻪ وﺑﺎ ز‬a.fb.s.): şaşırtacak, yanıltacak, zihin karıştıracak söz tertipleyen, söyleyen. maglata-perdâz-âne ‫( ﻣﻐﻠﻄﻪ ودازاﻧﻪ‬a.f.zf.): maglata-perdâzcasma, şaşırtacak, yamltacak söz söyleyene yaraşır sûrette. maglata-perdâzi ‫( ﻣﻐﻠﻄﻪ و داﻧ ﻰ‬a.f.b.i.): *yamltmaç, insani yanıltacak, şaşırtacak söz söyleme. maglûl ‫( ﻫﻐﻠﻮل‬a.s.): 1. susuz kalmış, su sıkıntısında bulunan. 2. zincire vurulmuş, zincirle bağlı. maglûlü'1-yed: eli bağlı, magmûd (a.s. gamd'dan): kınına, kılıfına, zarfına konmuş olan, magmûr ‫ﻏﻤﻮر‬٠ (a.s.): 1. adi sam silinmiş. 2. harap, yıkık, viran. magmUri^et ‫( ﻣﻐﻤﻮرﻳﺖ‬a.i.): 1. magmurluk, haraplık, viranlık. 2 ٠adi sam kayboluş, magmûz ‫( ﺳ ﻮ ز‬a.s.): suçlu, kabahatli, magnem ‫( ﻫﺨﻢ‬a.i.c.: maganim): ganimet, düşmandan ele geçirilen mal. magrem ‫( و م‬a.s.c.: magarim): 1. âşık, tutkun. 2. borçlu. 3. i. borç, diyet gibi ödenmesi gereken şey. magres ‫( و س‬a.i.): fidanlık, fidan bahçesi,

magriz ‫( و ز‬a.i.c,: magariz): 1. bir şeyin dâhil edildiği, sokulduğu yer; bir şeyin çıktığı, büyüdüğü geliştiği yer, kuyruk dibi. 2. astr. Dübb-i Ekber (Büyükayı) denilen yıldız grupunun dörtgeniyle kuyruğunun birleşme noktasında bulunan, kümenin dördüncü parlak yıldızı, lât. delta Ursus Majoris. magrûk ‫( ﻣﻐﺮوق‬a.s. gark'dan c .: magrûkin): 1. garkolmuş, suya batmış, suda boğulmuş. 2. batmış, batik [gemi]. magrûka ‫ﻏﺮوﻗﻪ‬٠ (a.s.): [“magrûk"un müen.l (bkz: magrûk). magrûkin ‫( و و ﻗ ﻦ‬a.s. magrûk'un c.): 1. suda boğulanlar. 2. batmış, batik [gemiler], magrûr-âne ‫( و و راﻧ ﻪ‬a.zf.): (bkz: mağrûr-âne, mütefahhir-âne, miitekebbir-âne). magrûre ‫و و ر ه‬ mağrûre).

(a.s.):

(bkz:

mağrûr,

magrûren ‫( و و ر أ‬a.zf.): (bkz : magrûren). magrûriyyet ‫( و و ر ﻳ ﺖ‬a.i.) :(bkz :mağrûriyyet, azamet, tefâhhur, tekebbür). magrûs, magrûse ‫ ﻣﻐﺮوﺳﻪ‬، ‫( ﻣﻐﺮوس‬a.s. gars'dan): garsolunmuş, toprağa dikilmiş. Şecer-İ magrûs : dikilmiş, dikili ağaç. Nihâl-İ magrûs : dikilmiş fidan, magrûz ‫( و و ض‬a.s.): tâze. Lâhm-i magrûz : tâze et.

magrib ‫( و ب‬a.i. garb'den c .: magarib): 1. garb, bati. 2. akşam. Salâtü'1-magrib : magsel ‫( ﻫﻐﺴﻞ‬a.i. gasl'den c .: magasil): gasilhâne, ölü yıkanan yer. akşam namazı. magsil ‫( ﻣﻔﺴﻞ‬a.i.c.: magasil). (bkz : magsel). Magrib ‫( و ب‬a.h.i.): garb, bati tarahnda olan memleketler; Afrika'nın Mısır ötesindeki şimal (kuzey) kısmı, ispanya, Portekiz. Bahr-İ magrib : Atlantik Okyanusu. Magrib-i aksâ: Fas, Merakeş. Magrib-i ednâ : Tarablus ve Berberiyye. Magrib-i esvât ‫ ؛‬Tunus, Cezâyir. Magrib ocakları: Tarablus, Tunus ve Cezâyir. Magribi ‫( و ﻳ ﻰ‬a.s.): Magribli, Fas halkından, Mısır ötesi Kuzey Afrika halkından olan kimse. magris ‫( و س‬a.i. gars'den. c .: magaris): fidanlık, fidan yetiştirilen yer.

magsûb ‫( ﻣﻔ ﻌ ﻮ ب‬a.s. gasb'dan c.: magasib): gasbolunmuş, zorla alınmış, magsûbün-minh: fık. izni olmaksızın mail gasbedilmiş, zorla alınmış kimse, magsûbe ‫( ﻣﻐﺼﻮﺑﻪ‬a.s.) : [“magsûb" un miien.]. (bkz: magsûb). magsûl ‫ و ل‬٠٠‫( ﻣﻎ‬a.s.): guslolmuş, gusletmiş, yikanmış. Mâ-i magsûl: kullanılmış su. magsûle ‫( ﻣ ﺨﻮﻟﻪ‬a.s.): ["magsûl” ün miien.]. (bkz: magsûl). magşî ‫ ى‬٠‫( ﻣﻐﺚ‬a.s. gaşy'den): gaşyolmuş, kendinden geçmiş) hayran, baygm. (bkz: mest).

‫ﻯ‬

magş‫؛‬yyün oleyh m a g şiyy U n a l e y h : baygm , bayılm ış,

‫ﻣﻐﺸﻴﺎﻧﻪ‬

m a g şi-yâ n e

mağlûk ‫( ﻣﻐﻠﻮق‬a .s.): kilitli; kapalı, ( b k z :

(a.f.zf.): baygıncasına; ba-

yılm ış gibi.

mağmûm ‫( ﻣﻐﻤﻮم‬a.s. g a m m 'd a n ): 1. gamlı,

‫ﻣﻐﺸﻴﺄ‬

m a g şiyy e n

(a .zf.): baygm , bayılm ış ola-

‫ﻣﻐﻄﻮس‬

(a .s.): hava, gaz, su gibi şeyle-

m agzâ

‫ﻫﻐﺰى‬

(a.i.) : m eram , m aksat, istek,

m agzâ

‫ﻫﻐﺰى‬

،

(a .i.c .: m a g a z i): 1. gazâ, sa-

-

(a.i.) : 1. gazap

m a g z ln e

‫( ﻣﻐﺰﻳﻰه‬f.i.).

m agzU b

hiddeti

‫ﻣﻐﻀﻮب‬

(bkz : magz).

(a .s .c .: m a g a z ib ): gazep olun-

muş, kendisine kızılm ış olan. m a g z U b iin -a le y h : Icendisine gazabe gelinm iş, kızılm ış olan; A llalı'ın gazabına ugra-

‫( ًﻣﻐﻐﻮﺑﺎ‬a.zf.

g a z a b 'd a n ): gazap ile,

öfke ile. m a g z U b în ‫( ﻣ ﻐ ﻐ ﻮ ﺑ ﻴ ﻦ‬a.s. m agzUb'un c . ) : (bkz : magdUbin). m a ğ fir e t

(a.i. g ııfrâ n 'd a n ): A llah 'ın ,

k u lların ın gü n âh ların ı bağışlam ası, yarlıgaması. m a g fir e t-i ilâ h iy y e : A lla h 'ın yarlıgam ası.

‫ﻣﻐﻐﻮر‬

(a.s. g u frâ n 'd a n ): A lla h tarafın -

dan gü n ah ları affedilm iş olm ası İçin duâ edilen [kim se], ölm üş, yarlıgan nıış [kimse], ( b k z : merhUm, m igfir). m a g fU r iin -le h : yarlıgan m ış, A lla h tarafın dan gü n ah ları affedilm iş,

‫ﻣﻐﻠﻮب‬

(a.s. gale b e'd e n ): galebe edil-

m iş, kendisine üstün gelinm iş, yenilm iş, yenilen [kimse]. m aglU b -ân e

‫ﻣﻐﻠﻮﺑﺎﻧﻪ‬

‫( ًﻣﻐﻠﻮﺑﺎ‬a.zf

gale b e'd e n ): yenilerek,

yenilm iş olarak. m a ğ lû b iy e t

‫ﻣ ﻐﻠ ﻮ دﺑ ﺖ‬

magrûr ‫( ﻣﻐﺮور‬a.s. gıırûr'dan) : 1. gururlu. 2. bir şeye güvenen 3. güvenilm eyecek şeye güvenip aldanan, kendini beğenm iş [kim se]. 4. bü yü klü k taslayan, (bkz : girra, m üteazzım, mütekebbir).

mağrûr-âne ‫( ﻣﻐﺮوراﻧﻪ‬a .z f.): 1. m ağrurcasına,

tında bulunm a.

dini beğenerek. 2 . gururla, kibii'le. ( b k z : m ütefahhir-âne, mütekebbir-âne).

magrûre ‫( و و ر ه‬a .s.): ["m agrû r” un müen.] ( b k z ; m ağrûr).

magrûren ‫( ﻣﻐﺮورأ‬a .zf.): 1. inanarak, güvenerek. 2. aldanarak.

magrUriyyet ‫ﻣﻐﺮورﻳﺖ‬

1. gururluluk.

(a .i.):

2 ٠bir şeye güvenip aldanm a. 3. kibirlenm e, övünm e, (b k z ; azam et, tefâhhur, tekebbür).

mağşûş, magşûşe ‫ﻣﻐﺸﻮﺷﻪ‬

،

‫ﻣﻐﺸﻮش‬

(a.s.

gışş’d a n ) : karışık, sa f olm ayan, katışık..

Sikke-i magşûşe: karışık, hileli m âden Leben-i magşûş : karışık, hileli süt.

para.

mağşûşât ‫( ﻣﻐﺸﻮﺷﺎت‬a.s. m agşûş'un c . ) : karışık, katışık olan nesneler, [daha ‫ ؟‬ok "m eskukât” hakkın da kullanılır].

ve sa f olmayış.

magz ‫( ﻣﻐﺰ‬f.i.): 1. beyin, dim ag. 2. anat. ilik, magz-ı püşt : anat. om urilik, m eni. 3. i‫ ؟‬, öz. (bkz : İübb).

(a.i.): .1. maglUpluk,

yenilm e. 2. bir ku vvetlin in idâresi, em ri al-

648

palı, sıkıntılı olm a [hava-].

ınagşüşiyyet ‫( ﻣﻐﺸﻮﺷﻴﺖ‬a .i.): karışıklık, hâlis (a.f.zf.): maglUp olana ya-

kışacak sUrette. m a glû b e n

magmûmiyyet ‫( ﻣﻐﻤﻮﻣﻴﺖ‬a.i.) : 1. m agm um luk,

güvenilm eyecek bil- şeye güvenerek, ken-

yan lcimse.

m a g lû b

magmûmen ‫( ﻣﻐﻤﻮت‬a .zf.): tasalı, gam lı, keder-

gam lı, kederli, tasalı olma. 2. bulutlu, kave

icâbettiren şey. 2. gazebetme, hiddetlenme,

m a ğ fû r

‫ذ‬

li olal'ak, üzülerek.

‫ﻣﻔﺰا‬

vaş hikâyeleri. 2. gazâ, savaş,

m agzU ben

mağmûm-âne ‫( ﻣﻐﻤﻮﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): na, gam lı, kederli olarak.

rin İçine batırılm ış.

m agzeb e

kedeı'ü, tasalı. 2. bulutlu, kapalı, sıkıntılı, [hava-], ( b k z : mukassi),

rak, baygın bir halde. m agtU s

mesdUd).

m a g z -ı b â d â m : bâdeın İÇİ. m a g z -ı

K u r 'â n :

M esnevi.

Kur'ân'ın

1-uhu,

özü;

mahâfil m a g z -ı M e s n e v i: M esn evi'n in ilk on sekiz beyti. 4 . akil. E fs ü r d e -m a g z : beyn i don-

m â h -ı siy â m [sinle], (bkz : m âh-1 nahşeb). m â h -ı ç e b -â râ (geceyi süsleyen, aydınlatan

m u ‫ ؟‬, hissiz, düşüncesiz. S e b ü k -m a g z : Ira-

A y ) : sevgili, güzel, (bkz : m âh -ı çeb-efrûz).

fifb e y in li, akilsiz, düşüncesiz. T e h l-m a g z :

m â h -ı ş e b -e frû z (gece aydınlatan A y ) : (bkz :

boş kafalı, ahm ak.

‫و دا ر‬

m âh -ı çeb-ârâ).

(a.f.b.s.): 1. İÇİ, özü dolgun,

m â h -ı şid : ayıçıgı (bkz : m âh-tâb).

İ‫ ؟‬İİ [badem, ceviz, bugday, m ısır gibi ‫ ؟‬ey-

m â h -ı tâb â n : parlayıcı, parlak Ay.

ler]. 2 . anlayışlı, kavrayışlı, akıllı. 3. ilikli,

m â h -ı Y e m â n î : H z. M u ham m ed . 4. güzel

m a ğ z -d â r

iligi dolgun. m a g z -d â r î 2. m âh

‫و دا ر ى‬

k ız veyâ gen‫ ؟‬, ["m eh " ‫ ؟‬eklinde de ku llam ( a .fb .i.): 1, akıllı olm a hâli.

ilikli, İ‫ ؟‬İİ, dolgun olm a hâli.

‫ﻣﺎه‬

(f.i.) : 1. astr. Ay. (bkz : Kam er). 2. se-

nenin on ikide bir kısm ı, ay. (bkz : ‫ ؟‬ehr). m â h -ı â le m -â râ (dünyâyı süsleyen a y ) : m ec. ay yüzlü, güzel, sevgili, m â h -ı â le m -e frû z (âlemi, dünyâyı aydınlatan a y ) : m ec. güzel, sevgili, m â h -ı a r ‫ ؟‬-â r â (gökleri süsleyen a y ) : güzel, sevgili. m â h -ı h â l : İçinde bulunulan ay. m â h -ı k a m e r i : arabi ayı. m â h -ı K â ş g a r : güzel, yakışıklı T ü rk kızı veya T iirk genci, m â h -ı k e ‫ ؟‬. (bkz : m âh-ı nahşeb). m â h -ı K en'ân, -K e n 'â n î (Ken'an ülkesinin ayı) : Y û s u f Peygamber, m â h -ı M u k a n n a ': M ukanna'ln N ahşeb'teki yapm a ayı; dolunay. m â h -ı m iizev ve r : (bkz : m âh-ı nahşeb). m â h -ı n ah şeb : M ukanna' adil ve H orasanlı bir şahsın N ahşeb (Nesef) şehrinde Siyam D ağın ın eteğinde, m ahâret ve san'atle ku yu içinden dogar halde gösterdiği ay şekli, (bkz : m âh-i ke‫ ؟‬, m âh-i siyâm). m â h -ı n e v : ı) yeni Ay. (bkz : hilâl); 2) kadin adi. 3. tas. seyrii sülük yoluna giren müptedi, ‫ ؟‬ile doldurm aya yeni başlam ış d ervi‫ ؟‬. m â h -ı r û : tas. İlâhî tecelliyatın nurlarının zuhuru.

lir]. m âh

‫ﻣﺎخ‬

(f.s .):

1. geçm ez

[ak‫ ؟‬e].

2 . rezil,

m ünâhk, alçak, m ah ab b et

‫ﻣﺤﺒ ﺖ‬

(a .i.): sevgi,

m ah a b b e t-i İ l â h i ^ e : hakiki güzellige sahip olan A llah 'ın kendi cem aline meyletmesi ve zâtının aynasında kendi güzelliğini görmesi.

‫ﻣﺤﺎ ﺑ ﻴ ﺐ‬

m ah âb lb

(a.i. m ahbûb'un c . ) : m ah-

buplar, sevilm i‫ ؟‬olanlar, sevilenler,

‫ ﺣﺎﺑ ﺲ‬٠

m ah âb is

(a.i.

m ahbes'in

c .) :

hapishaneler, cezâ evleri, m a h â b is-i k a d im e : eski hapishaneler,

‫ﻣ ﺤﺎ ﺑ ﻴ ﺲ‬

m ah âb is

(a.i. m ahbûs'un c . ) : hapse-

d ilm i‫ ؟‬, bir yere kapatılm ış olanlar, ( b k z : m ahbûsin).

٠‫ﻣﺨﺎﺑﺰ‬

m a h â b iz

(a.i. m ahbeze'nin c.) : ekmekçi

fırınları; ekm ekçi dükkânları,

‫ﻣﺤﺄﺟﺮ‬

m a h â c ir

(a.i. m ahcer'in c.) : göz ‫ ؟‬ukur-

İarı. m â-h ad es

‫ ﻣﺎ ﺣﺪ ث‬:

vâk i olan ‫ ؟‬ey, m âcera, se-

riiven. m a h â d îm

(٠‫( ﻣﺨﺎدي‬a.i. m ahdûm 'un

c . ) : ogullar;

kibar kim selerin ‫ ؟‬ocukları, m ah âfet

‫ﻣﺨﺎﻓﺖ‬

(a.i.) : korkm a, korku, ( b k z :

havf). R e'sü '1-h ik m eti m a h â fe tu lla h : hikm etin ba‫ ؟‬ı, A lla h korlcusudur. m a h â fe t u lla h : A lla h korkusu, m a h a ffe

‫ﻣﺤﻔﻪ‬

(a.i.) : deve, katır gibi hayvan la-

m â h -ı rû ze : ram azan ayı, oru‫ ؟‬ayı.

rin Sirtm a konulan ve İçine ilci k i‫ ؟‬i oturabi-

m â h -ı si-rû ze : 1) otuz gü n süren ay : [nisan,

len kapalı vâsıta, mahfe,

haziran, eylül, kasım ]; 2) ‫ ؟‬ok küçük; 3) s. zarif, ince yapılı kadm . m â h -ı sitâre (ay t a lih li): bahtı, talihi, a‫ ؟‬ık, iyi olan. m â h -ı siyâm : oru ‫ ؟‬ayı, ram azan.

m a h â fil

‫ﻣﺤﺎﻓﻞ‬

(a.i. m ah fil'in c.) : 1. oturulacak,

görüşülecek yerler, toplantı yel'leri. 2. büy ü k câm ilerde hüküm darlara veyâ miiezzinlere ayrılm ış ve etrâfı parm aklılcla ‫ ؟‬evrilm i‫ ؟‬olan yerleı'.

649

mahâfir

mahâfir ‫( م ^ﻓﺮ‬a.i. m ihfer ve m ihfere'nin c . ) : beller; kazm alar.

mahâîf ‫( ﻣﺨﺎﺋﻒ‬a.i.c.). (blcz : m ahâvif). mahâk ‫( ﻣﺤﺎق‬a.i.) : her arabî ayın ın son ii‫؟‬ gecesi, [kelim eyi, ü‫ ؟‬harekesiyle de kullan m ak câizdir]. (bkz : m ıhâk, muhâk).

mahallî, m ahallice ‫ ﻣﺤﻠﻴﻪ‬، ‫( ﻣﺤﻠﻰ‬a.s.) : bir yere m ahsus; yerli. Hükûmet-i mahalliyye : m ahallî hüküm et, 0 yerin İdâre heyeti, mahallî örf: m ahallî âdet ve gelenekler; ö rf ve âdet hukuku.

mahalli sâat : astr. her hangi bir yerin m ahallî saati, o yerin m sf-ü n -nehâr (me-

mahâkim ‫( ﻣ ﺤﺎﻛﻢ‬a.i. m ahkem e'nin c.) : m ahkemeler.

ridyen) indan G üneş'in tam on ikide ge‫ ؟‬mesi esâsma dayanılarak hesaplanan sa-

mahâkim-î âdîyye : huk. cezâ m ahkem ele-

attir.

[m eselâ: G reem vich'de

saat 14.0 0

iken Türkiye'nin saat m ebdei olan A fy o n

rinden gayri mahkemeler.

mahâkim-î adliyye : huk. adliye m ahkem e-

tûliinde G üneş tam n ısfün-nehâr üzerinde olduğundan, A fy o n 'u n m ah allî h ak ikî saati

leri.

mahâkim-î askeriyye : askerî mahkemeler. mahâkim-î nîzâmîyye : n izâm î m ahkem eler. mahâkim-î şer'i^e : huk. şer'î mahkemeler, mâ-halakallah ‫( ﻣﺎ ﺧﻠﻖ اﻟﻠﻪ‬a.b.i.) : 1. A llah 'ın yarattığı [her şey]. 2. kalabalık,

12.00 dir].

mahâmid ‫( ﻣﺤﺎﻣﺪ‬a.i. m ahm edet'in c . ) : 1. m edihler, sitâyişler, senâlar, şükürler. 2 . güzel huylar.

mahâmil ‫( ﻣﺤﺎﻣﻞ‬a.i. m ah m il ve m ih m el'in c . ) : m ahfiller, m ahm iller, deve üzerine konulan -iki kişinin bineği- sepetler.

mahâlib ‫( ﻣﺨﺎﻟ ﺐ‬a.i. m ahleb'in c . ) : arslan, kedi, doğan gibi h ayvan ların ‫ ؟‬engelli pençeleri, m a h a ll

‫ﻣﺤﻞ‬

(a.i. hulûl'den c . : m ahâll) : yer.

(bkz :c â y ,m e k â n ).B î-m a h a ll,N â b e m e h a ll: yersiz.

mahalle-i hâmûçân (sessizlerin, susm uşlarm m a h a lle si): m ezarlık, kabristan, ( b k z :

mahall-i hendesi: geo. geom etrik yer. mahall-i ikamet: ikam et yeri, otu ru lan yer, adres.

( b k z : mihrâb).

mahâric ‫( ﻣﺨﺎرج‬a.i. m ahrec'in c . ) : hurûc edemahâric-î hurûf : gr. harflerin ağızda teşekkül ettiği yerler.

mahârim ‫( ﻣﺤﺎرم‬a.s. m ahrem 'in c . ) : m ahrem

mahall-i sadaka : huk. [eskiden] sevap İ‫ ؟‬in bağışlanan m ail şer'an alm aya ehil olan kimse.

olan, haram olan şeyler.

mahârimü'1-leyl : yo lcu lu k etm ek câiz olm ayan korkun‫ ؟‬geceler.

mahall-i tahaffuz : sığın ılacak üstü kapalı yer, sığınak.

mahârim ‫( ﻣﺤﺎرﻳﻢ‬a.s.i. m uharrem 'in c.). (bkz : m ahârim , m uharremât).

mahaHü'1-bey' : mece. satılan şey.

mahârît ‫( ﻣﺨﺎرﻳﻂ‬a.i. m ahrût'un c . ) : koniler,

mahâll ‫( ﻫﺤﺎل‬a.i. m ah all'in c.) : yerler, (b k z: em kine, m evâki').

mahârît-ı munzama: jeol. yan ard ağın ‫ ؟‬atlaklarından, yarık ların d an ‫ ؟‬ıkıp biriken

mahallât ‫( ﻣﺤﻤﻼت‬a.i. m ahalle'nin c . ) : m ahalleler.

kül ve taş kümeleri.

mâ-hasal ‫( ﻣﺎ ﺣﺼﻞ‬a.b .i.): hâsıl olan, m eydana

mahalle ‫( ﻣﺤﻠﻪ‬a .i.c .: m ahallât) : bir şehir veyâ biri.

riklilik, el uzluğu.

cek, ‫ ؟‬ikacak yerler.

vâdî-i hâm ûşân).

650

vâre, m âh-yâne).

mahâret ‫( ﻣﻬﺎرت‬a .i.): m âhirlik, ustalık, becemahârîb ‫( ﻣﺤﺎوﻳﺐ‬a.i. m ih râb'ın c . ) : m ihraplar,

mahall-i fîrâr : kaçış yeri.

kasabanın,

mâh-âne ‫ ( ﻣﺎ ﻫﺎﻧﻪ‬f i . ) : aylık m aaş, ( b k z : m âh-

bölündüğü

kısım lardan

her

gelen şey, netice, (bkz : m ahsûl, semere).

mâ-hasal-1 öm r : 1) evlât; 2) öm ür b o yu n ca ‫ ؟‬alışıp didinerek elde edilen şey, v ü cû d a

mahbûsiyyet getirilen eser; 3) M u allim N âci'n in m eşhur eseri.

mahâsin ‫( ﻣﺤﺎ س‬a.i. hüsn ve m ahsen'in c.) : 1. güzellikler. İlm-i mahâsin: estetik, fr. esthétique. mahâsin-i ahlâk : ahlâk, h u y güzellikleri. 2. yü ze gü zellik veren sakal ve bıyık,

mahâsin-i gurbet : gurbetin güzellikleri, mahâsin-i sefâd : ak sakal. mahaşşe ‫( ﻣﺤﺸﻪ‬a.i.) : kıç. (bkz : dübür, İst, m ak'ad).

mahâtim ‫( ﻣﺤﺎﺗﻴﻢ‬a.s. m ahtûm 'un c.) : 1. m ühürlenm iş

[şeyler]. 2. bağlanm ış kilitlen-

m iş [şeyler].

mahatt ‫( ﻣ ﺤ ﻂ‬a.i.) : yolculukta inilecek yer, konak. (bkz : m enzil, m evkif).

mahatta ‫( ﻣﺤﻄﻪ‬a.i.) : istasyon, mahâvif ‫( ﻣﺨﺎو ى‬a.s. m a h û fu n c.) : korkunç, korkulu, tehlikeli [yerler],

mahâvir ‫( ﻣﺤﺎور‬a.i. m ihver'in c.) : mihverler, ek sen ler.

mahâyil ‫( ﻫﺤﺎﻳﻞ‬a.i. m ahile'nin c.) : hayal eserleri.

mahâz ‫( ﻣﺤﺎض‬a.i.) : hele, dogum ağrısı, mâ-hazar ‫( ﻣﺎ ﺣﻀﺮ‬a.i.) : daha önceden hazır olan, hazır bulunan şey, hazır olarak her ne varsa.

Hayrii't-taâmı mâ-hazar‫ ؛‬yem egin

hayırlısı daha önceden hazır olanıdır,

mahâzir ‫( ﻣﺤﺎﺿﺮ‬a.i. m ahzar'm c.) : m ahzarlar, u m ûm î dilekçeler, m ürâcaatlar.

mahâzî ‫( ﻫﻰزى‬a.i.c.) : rezâlet sebebi olan huylar.

mahâzil ‫( ﻣﺨﺎﻧﻴﻞ‬a.i. m ah zû l'ü n c.) : rezil, rü svâ olmuş kimseler.

mahâzin ‫( ﻣﺨﺎزن‬a.i. m ahzen'in c.) : mahzenler, bodrum lar.

mahâzir ‫( ﻣﺤﺎﻧﻴﺮ‬a.i. m ahzûr'un c.) : hazel- olunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; engeller, sakıncalar, (bkz : m ahzûrât).

mahbel ‫( ﻣﺤﺒﻞ‬a.i.): h ayvan in gebelik zam ânı. mâh-be-mâh ‫( ﻣﺎه ﻳﻤﺎه‬f.zf.): aydan aya. (bkz : şehriyye).

mahber, mahbere ‫ ﻫﺤﺒﺮه‬، ‫( ﻣﺤﺒﺮ‬a.i.): [eskiden] hokka, divit. mahbes (a.i. habs'den): 1. hapsolunma yeri, hapishâne, cezâevi) zindan, (bkz : habs-hâne, sicn). mec. karanlık, sıkıntılı yer. mahbes-i âm âl: emellerin hapishanesi. mahbez ‫( ﻫ ﺨﺰ‬a.i.c.: mahâbiz): ekmekçi fırını, ekmekçi dükkânı. mahbûb ‫ ب‬٣ (a.s. hııbb'dan): 1. muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen, sevgili. 2. erkek sevgili. Zer-İ mahbûb : XVIII. asırda kesilmiş bir altm. mahbûb-i cihân : bütün cihanın sevgilisi. mahbûb-i Hüdâ (Allah'ın sevgilisi): Hz. Muhammed. mahbûb-i muavvec : ed. (bkz : kalb-i muavvec). mahbûbii’l-kalb: gönlün sevgilisi. Mahbûbü'l-Kulûb (gönüllerin sevgilis i): Büyük Türk Şâiri Ali Şîr Nevâî'nin içtimâiyata âit ünlü eseri. mahbûb-dost ‫( ﻣﺤﺒﻮب دوﺳﺖ‬a.f.b.s.): oglan seven, oglancı, kulampara, (bkz : şâhid-bâz). mahbûbe ‫ ﺑﻮﺑﻪ‬١‫( ه‬a.i. hubb'dan) : 1. muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen [kadın]. 2. vaktiyle tânesi beş yüz liraya kadar satılan lâle cinsinden bir çiçek. mahbûb-perest ‫( ﻣﺤﺒﻮب ﺑﺮﺳﺖ‬a.f.b.s.): delikanlılara, gençlere düşkün erkek, mahbûn ‫( ﻣﺨﺒﻮن‬a.i.) : 1. kıtlık İçin saklanan şey. 2. ed. aruz vezninde ikinci harfin düşürüleı'ek veznin kısaltılması. [Arap harflerinde]. mahbûs ‫( ﻣﺤﺒﻮس‬a.s. ve i. habs'dan c.: mahbûsin, mahâbis): hapsolunmuş, bilyere kapatılmış. mahbûs-hâne ‫ ﻻ ى ﻻ‬۶ ‫( ل‬a.f.b.i.): hapishâne, cezâevi. mahbûsîn ‫( ﺳ ﻮ س‬a.s. ve i. mahbûs'un c.) : hapsolunmuşlar, bir yere kapatılmış olanlar. (bkz : mahâbis). mahbûsiyyet ‫( ﻣﺤﺒﻮ ﺑ ﺖ‬a.i.): mahbusluk, hapislilik; hapis kalman müddet. 651

mâh-cebîn mâh-cebîn ‫( ﻣﺎه ﺟ ﺒ ﻴ ﻦ‬fa.b.s.) (Ay alın lı) : mec. alm açık, namuslu, temiz, mahcer ‫( ﻣ ﺤ ﺠﺮ‬a.i.c.: mahâcir): hek. göz kuru, (bkz: hııfretü'l-ayn).

ÇU-

mahcir ‫( ﻣ ﺨ ﺠﺮ‬a.s.): 1. bölünmüş, ayrılmış yer. 2. parmaklık. mahcûb ‫( ﻣ ﺤ ﺠ ﻮ ب‬a.s. hicâb'dan) : 1. kapalı, örtülü, perdeli, (bkz : mestûr). 2. utanan, utanmış, utangaç, (bkz : şerm-sâr). mahcûb-âne ‫( ﻣﺤﺠﻮﺑﺎ ﻟﻪ‬a.f.zf.): utanarak, utangaçlıkla, sıkılganlıkla. mahcûbe ‫( ﻣﺤﺠﻮﺑﻪ‬a.s.): 1. utangaç, nâmuslu [kadın, kız]. 2.İ. kapı ardına konulan ağaç, mahcûbiyyet ‫( ﻣ ﺤ ﺠ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖ‬a.i.): 1. mahcupluk, utangaçlık, sıkılganlık. 2. kapalı, örtülü olma durumu. m ahcûc‫( ﻣ ﺤ ﺠ ﻮ ج‬a.s.hüccet'den): hiiccet, delil gösterilmiş. mahcûr ‫( ﻣﺤﺠﻮر‬a.s. hacr'den): huk. hacr altma alınmış, haczolunmuş, kullanmaktan menedilmiş. mahcûriyyet ‫( ﻣ ﺤ ﺠﻮرﻳ ﺖ‬a.i. hacr'den): hacir altma almma, *kısıtlanma, mahcûz ‫( ﻣﺤﺠﻮز‬a.s. hacz'den): huk. haczedilmiş, mahkemece rehin altma alınmış, mâh-çe ‫( ﻣﺎﻫﺠﻪ‬f.i.): 1. küçük ay. 2. minâre, kubbe, bayrak direklerinin başına geçirilen küçük ay. mâh-çehre ‫( ﻣﺎﻫﺠﻬﺮه‬f.b.s.): ay yüzlü, [asil: "mâh-çihre" dir). mahdûb ‫( ﻣﺤ ﻀﻮ ب‬a.s.). (bkz : mahzûb). mahdûd ‫( ﻣ ﺤﺪ ود‬a.s. hadd'den): 1. tahdid edilmiş, sınırlanmış. 2. sınırlı. 3. belirli, (bkz : muayyen). Nâ-mahdûd, Gayr-İ mahdûd : sınırsız, (bkz : gayr-i muayyen). 4. fık. hudut ve sınırlarının tâyini kabil olan akar, mal, mülk. mahdûdiyyet ‫( ﻣ ﺤﺪ ودﻳ ﺖ‬a.i.): sınırlılık‫ ؛‬darlık. mahdûm‫( ذ و م‬a.i. hidmet'den c. :m ahâdîm): 1. ogul, evlât, (bkz : ferzend). [asil: “ hizmet edilmiş" mânâsınadır]. 2. hizmet edene nispetle efendi veyâ hanim. mahdûm-1 k â in â t: Hz. Muhammed.

mahdûme ‫( ﻣﺨﺪوﻣﻪ‬a.i. hidmet'den): kız evlat, m ahdûm i^et ‫( ﻣ ﺨﺪوﻣﻴ ﺖ‬a.i.): mahdumluk, ogulluk. mahdûr ‫( ﻧ ﻮ ر‬a.s. hıdr'dan): sakil, örtülü, mahdûre ‫( د و ر ه‬a.i.): örtünüp kapanarak kimseye görünmeyen [kız], mahdûş ‫( ﻣﺨﺪو ش‬a.s.): 1. tırmalanmış. 2. vesveselendirilmi?. mâhe ‫( ﻣﺎﻫﻪ‬f.i.): burgu, matkap, (bkz : miskab, mette). ma'hed ‫( ﻣﻌﻬﺪ‬a.i.c.: maâhid): ahit, antlaşma yapılan, sözleşilen yer. mahfaza ‫( ﻣﺤﻔﻈﻪ‬a.i. hıfz'dan): İçinde öteberi saklanan küçük kutu, kab, zarf, mahfaza-i b illû riyye: h e k .: göz adesesini İhâta eden şeffaf (saydam) zar. mahfaza-i büzeyre : bot. küçük sporkesesi. mahfaza-i b ü z û r: bot. ı) ovogondagarcıgı. 2) sporkesesi. Mahfel ‫( ﻣﺤﻔﻞ‬a.i.): Tahiriilmevlevi tarafından İstanbul'da yayımlapmış aylık bir dergi, mahfi ‫( ﻣﺨﻔﻰ‬a.s. hafi'den): gizli, sakil, (bkz : hafi). m ahfil ‫( ﻣﺤﻔﻞ‬a.i.c.: m ahâfil): 1. oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri. 2٠büyük câmilerde hükümdarlara veyâ müezzinlere ayrılmış ve etrâfı parmaklıkla çevrilmiş olan, yerden biraz yüksek yer. m ahfil-i â l î : Allah'ın huzuru. Tanrı kati, m ahfil-i hümâyûn, mahfil-i şerif: hünkâr mahfili, selâtin camilerde padişahların namaz klimaları İçin ayrılmış yer. (bkz: mahfil‫)؛‬. mahfil-i kazâ : adâlet meydanı, mahfil-i kuds (kudsi meclis) : mukaddes ruhların toplandığı yer. mahfil-i ş e rîf: (hkz : mahfil-i âlî), mahfil-i şer'iyyât: İstanbul'un zaptından sonra Fâtih'in teşkil ettigi mahkeme, mahfiyyen ‫( ﻣﺨﻔﻴﺄ‬a.zf): gizlice, gizli olarak, sakil olarak, (bkz : Sirran). m ahfûf ‫ ﻣﺤﻔﻮف‬-(a.s.): etrâfı, zarar gelmesin diye, kuşatılmış, çevrilmiş.

mahkeme.‫ ؛‬köbrâ

mahfûk ‫( ﻣﺨﻔﻮق‬a.s.): hafakanlı, ikide bir yiiregi oynayan. mahfûr ‫( ﻣﺤﻔﻮر‬a.i.): hafr olunmuş, kazılmış mezar.

mâhî-püşt

‫( ﻫﺎﻫﻰ‬f.b.i. ve s.): balıksırtı.

m âhir ‫( ﻫﺎﻫﺮ‬a.s. mâhâret'den c . : mehere): 1. mahâretli, hünerli, elinden İç gelir, becerikli. 2. i. erkek adi.

mahfûz ‫ ظ‬(a.s. hıfz'dan): 1. hıfzolunmıış, şaklanmış. 2. korunmuş, gözetilmiş. 3. gizİenmiş. 4. ezberlenmiş.' Levh-İ mahfûz : Allah taraflndan takdir olunan şeylerin ezelde -yazılı - bulunduğu levha, mahfûz h isse : huk. miras bırakanın istegiyle ortadan kaldırılamayan, hissesi, payı.

mâhir-âne ‫( ﻣﺎﻫﺮاﻧﻪ‬f.zf.) : mahâretle, ustalıkla, ustaca.

mahfUz ‫( ﺳ ﻮ ض‬a.s.): alçalmış,

mâhiyân ‫ ﻫﻴﺎن‬١‫( م‬f.i.): 1. [mâhî'nin c.] balıklar. 2. [mâh'ın c.] aylar.

mahfûzât ‫( ﻣﺤﻔﻮﻇﺎت‬a.i.c.): 1. gizlenilmiş şeyler. 2. ezberlenmiş şeyler. 3٠müz. Türk müziginde nota İcullanılmadığı devirlerde, bir miizikçinin ezbere bildiği müzik eserleri, mahfûzen ‫ ئ‬(a.zf.): polis veyâ]andarma gibi resmi kuvvetlerin muhafazası altında olarak. mâh-gâne ‫ ا ﺛ ﻼ‬٠ (fb.i.) : aylık maaş, aylık, mâhî ‫( ﻣﺎاﻫﻰ‬f.i.c.: m âhiyân): 1. balık, (bkz : semek). Sayd-İ m â h î: balık avı. 2. ast. Güneybalıgı'nın a yıldızı, fr. fomalhaut. 3. aylık. mâhî / ‫( ﻣﺎ‬a.s. mahv'dan): mahveden, mahvedici, yok edici, yok eden, mâhî emrâz : hastalıkları yok eden, mâhî'n-niikuç : nakışları silen, mahveden‫؛‬ aptesânelerin, binâlarm İç ve dış duvarlarma münâsebetsiz kimseler taraflndan tebeşir, kömül., boya gibi şeylerle yazılan yazılarla yapılan resimleri silme İşini gören memur. mâhî-dân ‫( ﻣﺎﻫﻰ دان‬f.b.i.) : 1. balık havuzu, balıklava. 2. mec. "Hut” burcu, mâhî-fürûç ‫( ﻫﺎﻫﻰ زو ش‬f.b.s.) : "balık satan” : balıkçı, (bkz: semmâk). m âhî-gîr ‫( ﻣﺎﻫﻰ ر‬fb.s.) : balık tutan, (bkz : mâhî-hâr). mâhî-hâr ‫ ر‬١‫( ﻣﺎﻫﻰ ض‬f.b.s.): "balık yiyen" : bailk avlayan, balıkçıl, (bkz : mâllî-gîr). mahile (a.i.c.: mahâyil) : sanmaya ve düşünmeye sebebolan işâret, alâmet, hayal eseri.

m â h ire.^ G (a.s. mehâret'den): 1. ["mâhir" in miien.]. (bkz : mâhir). 2. kadm adi. mahls (a.i.): 1. bir şeyden dönme. 2. kurtulma.

mâhiy-âne rilen ücret.

(f.i.): aylık, ay hesâbıyla ve-

m â -h iy e ^ t٥ (ter.): 0 çey ki. m â h i^ e ‫( ﻣﺎ ي‬o.i.): aylık. m â h iy e t ‫( ﻣﺎﻫﻴﺖ‬a.i.): 1. bir çeyin asil, esâsı, içyüzü. 2. fels. *kendilik. 3. doğa. m a h i z - (a.i.) :hayizhâli. mahk ‫ ﺣ ﻖ‬٠ (a.i.): tas. abdin vücûdünun zâtı hakkında fenâsı. m a h k e m e - (a.i.hükm'dene, :m ahâkim ): dâvâlaı'm görülüp hiikme bağlandığı yer. mahkeme-i bidâyet: huk. dâvaların ilk görüldüğü mahkeme, [bundan sonra : "istinaf temyiz” mahkemeleri gelil'], mahkeme-i evkâf: huk. [eskiden] evkaf miifettiçligi denilen dâireye ikinci meşrûtiyetin îlânındaır az sonra verilen bir ad. [vazifesi, cihad tevcih etmek, muhtelif vakıflar arasmdaki gayrimenkul ihtilâflarıyla, vakıf gediklerine bir gayrimenkulun mülk veyâ vakıf olduğuna âit dâvâlaı'ı vesâireyi görmekidi]. mahkeme-i İstîn âf: huk. bidâyet mahkemeleı-iııden verilip kanûnen istînâfı kabil olan hukuk ve cezâ dâvâlarma tekrar bakan ve İbtidâî mahkemelerin üstünde bulunan bir mahkeme ki hukuk ve cezâ adi ile iki kisimdir. mahkeme-i İcird-gâr : Allah'ın mahkemesi, mahkeme-i kübrâ (en büyük mahkeme): kıyâmet günü, (bkz : yevmü'1-kıyâme). 653

m.hkeme-î nizâmiyye mahkeme-i nizâmiyye : huk. cezâ ve hukuk malikemeleri. [“bidâyet" ve "istinaf” adıyla iki dereceye ayrılmıştır]. jnahkeme-i şer'iyye : huk. [eskiden] nikâh, miras talcsimi ile din işleriyle ilgili mes'elelere bakan mahkeme. mahkeme-i tem yiz: huk. temyiz mahkemesi, mahkeme kararlarının yolunda verilip verilmediğini tetkik etmekle vazifeli makam, *yargıtay. mahkeme-i ticâre t: huk. ticâret mahkemesi, ticâretle ilgili dâvâlara bakan mahkeme, mahki ‫( ﻣ ﺤﻜ ﻰ‬a.s. hikâyet'den): hikâye olunmuş, anlatılmış. mahkud ‫"( ﻣﺤﻘﻮد‬ku" uzun okunur, a.s.): hased olunan, hased edilen, (bkz : mahsûd). mahkuk ‫“( ﻣﺤﻘﻮق‬ku” uzun okunur, a.s.): doğrultulmuş, doğru yapılmış, mahlcûk ‫( ﻣﺤﻜﻮك‬a.s. hakk'den): 1. hakkolunmuş, ‫ ؟‬elik kalemle -sert bir şey üzerine- kazılmış. 2. yazıldıktan sonra ‫ ؟‬akı, kalemtraş gibi şeylerle kazınmış. mahkûkât ‫( ﻣ ﺤﻜ ﻮﻛﺎ ت‬a.s.c.): kazınmış, hakkedilmiş resimler, yazılar; İıakkâk İşleri, mahkûm ‫( ﻣﺤﻜﻮم‬a.s.): 1. kendisine hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan. 2. bir mahkemece hüküm giymiş, [müen.: "mahkûme" dir]. 3. katlanma, zorunda olma. mahkûmiin aleyh : huk. aleyhine hükmolunan, dâvâyı kaybeden. mahkûmiin bih : hulc. hüküm ve karârı verilmiş, hüküm giymiş. mahkûmiin leh : hult. lehine hiikmolunan, dâvâyı kazanan. mahkûme ‫( ﻣﺤﻜﻮﻣﻪ‬a.i.) : ["mahkûm" un müen.]. (bkz: mahkûm), mahkûmin ‫( ﻣﺤﻜﻮﻣﻴﻦ‬a.i. mahkûm'un c.): mahkûmlar, hüküm giyenler, m ah k û m iyet ‫( ﻣﺤﻜﻮﻣﻴ ﺖ‬a.i.): 1. hüküm giymişlik. 2. hüküm giyilen süre, mahkun ‫“( ﻣﺤﻘﻮن‬ku” uzun okunur, a.s.): masum, suçsuz. mahkunii'd-dem (“ku" uzun okunur): fık. lcatli lâzım olmayan kimse, [savaşta. 654

İslâmlığı kabul eden bir kimse, mahkunüd-dem olmu? olur], mahkûr ‫( ﻣﺤﻘﻮر‬a.s.): hakir, aşağılık, mahlas ‫( ﻣﺨﻠﺺ‬a.i. hıılûs'dan): 1. halâs olunacak, kurtulacak yer. 2. bir kimsenin ikinci adi. 3. eskiden şâirlerin şiirlerinde kullandikları ad. mahlas b e y ti: ed. gazellerde şâirin adi bulunan beyit. mahlas hâne ‫( ﻣﺨﻠﺺ ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): ed. divan Şİİrinde şâirin mahlasının bulunduğu beyit, mahlas-nâme ‫( ﻣ ﺨ ﻒﻣﻪ‬a.f.b.i.): ed. yeni şiir söylemeye başlamış olan birine, üstat bir şâir tarafından bir mahlâs verildiğine dâir yazılan manzume. mahleb ‫( ﻣﺤﻠ ﺐ‬a.i.): 1. Idris ağacı. 2. bal. (bkz : asel). mahleb ‫( ﻣ ﺨﻠ ﺐ‬a.i.c.: mahâlib): arslan, kedi, doğan gibi hayvanların ‫ ؟‬engelli pençesi, mâh-lika ‫( ﻣﺎﻫﻠﻘﺎ‬f.b.s.). (bkz : mehlika). mahlu' ‫( ﻣﺨﻠﻮع‬a.i. hal'den): tahtından indirilmiş hükümdar. mahlûa ‫( ﻣﺨﻠﻮﻋﻪ‬a.s.): [“mahlû'“ un müen.J. (bkz : mahlU'). mahlûc ‫( ﻣﺤﻠﻮج‬a.i.): hallâclanmış, atılmış [pamuk]. m ahlûf ‫( ﻣﺤﻠﻮف‬a.i.): yemin etme. mahlûfii'n-aleyh: huk. yemin edilen husus, mahlûk ،3 ‫( ﻣﺤﻠﻮ‬a.s.): tıraş edilmiş baş veyâ yüz. (bkz : matrûş, tırâşîde). mahlûk (3‫( ﻣﺨﻠﻮ‬a.s. ve i. halk'dan) : halk olunmuş, yaratılmış; *yaratık, mahlûka ‫( ﻣﺨﻠﻮﻗﻪ‬a.i.) : benimsenen, ‫ ؟‬alınan, kaside, şiir. mahlûkat ‫"( ﻣﺨﻠﻮﻗﺎت‬ka” uzun okunur, a.s. ve i. mahlûk'un c.) : yaratılmış şeyler, canlılar; *yaratıklar. mahlûl ‫( ﻣﺤﻠﻮل‬a.s. İıall'den): 1. hallolunmuş, çözülmüş, dağılmış. 2. erimiş, eritilmiş, *eriyik. 3. sâhipsiz maaş veyâ me'murluk. 4. i. mirasçısı bulunmayan ve hükümete kalan [miras]. mahlûl-i m u fassal: tapu usûlüne âit bir ıstılah. [iki kısımdır : biri, defter-i mufassalda

m.hmûl k a y ıtlı olu p d a ic m a l d e fte rin e k a y ıtlı o l-

‫ﻣﺤﻤﻮد‬

m ahm ûd

m a y a n k ö y le r v e m e z ra a la r tim a ı ٠ ı olu p h e r

lu n m u ‫ ؟‬,

k im e b e ra t ile v e r ilm iş ise o n a âitti. D iğ e ri,

M a k a m -I

ic m a l d efte rin d e n o k sa n v e d e fte r-i m u fa s sa ld a fa zla o la ra k k a y ıt o lu n a n d ı],

v e h a k k -ı ta p u esh âb ı b ıra k m a k s ız ın m u ta s a r r ıfın m v e fa tıy la m a h lû l k a la n a râ z î.

‫ ﺧﻠﻮل‬٠‫ ( ه‬a .s .) :

ö v ü lm e y e

m a h m û d : H z.

değer.

M u h a m m e d 'in

en b ü y ü k şefaat m a k a m ı, C e n n e t,

m a h m û d ü 'ş - ş i y e m : ö v ü le c e k h u y la ra sâ h ip

o lan . 2 . i.

H z.

P e y g a m b e r'in

a d la r ın d a n

b iri. 3 . i. erk ek adi.

d e lin m iş, ö b ü r ta ra fın a

‫ﻣﺤﻤﻮد‬

M ahm ûd

İşlen m iş o la n şey.

(a.h.i.),: E b re h e 'n in K â b e 'y i

y ık m a k ü zere g e tird iğ i filin adi.

‫ﻣﺤﻠﻮﻻ ت‬

m a h lû lâ t

h a m 'd a n ) : 1 . h a m d o -

e d ilm iş ;

m a h m û d ü 'l - h i s â l : iy i a h lâ k sâh ib i.

m a h l û l - i s i r f : h u k . [eskiden] h a k k -1 in tik a l

m a h lû l

(a.s.

sen â

( a .i.c .) : m ira s ç ıs ı o lm a y a n

b ir ö lü n ü n e v k a fa v e y â m ir iy e k a la n m ir a -

M a h m û d ( K â ş g a r l ı - ) ( ‫ﻣﺤﻤﻮد‬

‫( ) ﻛﺎﺷﻐﺎرﻟﻰ‬a. h . i . ) :

K a r a h a n lıla r d a n o la n b u T ü r k b ilg in i v e

‫ﻣﺤﻠﻮﻟﻪ‬

m a h lû le

( a .s .) : 1. [“ m a h lû l" ü n m üen.]

( b k z : m a lılû l). 2 . i. k o c a sı ö lm ü ş, d u l k a lm ış k a d m .

o lm a h âli.

k ita b i t a rz ın d a o la n b u eserin i, T ü rk ç e n in A r a p ç a k a d a r v e o n d a n d a h a z e n g in b ir d il

‫ﻣﺨﻠﻮط‬

m a h lû t

y a z ılm ış o la n b u eser İslâ m iy e t te'siri a ltın d a k i ilk eserlerd en d ir. M a h m u t, b ir İûgat

‫ ( ﻣﺤﻠﻮﻟﻴ ﺖ‬a .i . ) : m a h lû llu k , m a h lû l

m a h lû liy y e t

ed ib i, D i v â n ü L i i g a t i 't - T i i r k a d il ü n lü eseriy le t a n ın m ıştır. 10 7 4 y ılın d a K â ş g â r'd a

(a.s. h a l t 'd a n ) : 1. h a lt o lu n -

o ld u ğ u n u g ö ste rm e k İ‫ ؟‬in y a z m ış tır. T ü rk ç e

m u ş, k a tılm ış, k a r ış tır ılm ış , k a rışık , (b k z :

sözler, A r a p k a id elerin e g ö re te rtib e d ilm iş

İıalîta). 2 . k i m . *k a rışım .

v e A r a p ç a o la r a k a n la tılm ıştır. M a h m u d ,

‫ﻣﺨﻠﻮﻃﻪ‬

m a h lû ta

( a .i.) : b u lg u r la k a r ış ık m e rc i-

imek ço rb ası. ( a .s .) : [“ m a h lû t” u n m iien.]

( b k z : m ah lû t). m ah m asa

g e çirerek

A bbâsî

H a lîfe le rin d e n

M u k t e d i B illâ h 'a ta k d im etm iştir. B u kitap

‫ﻣﺨﻠﻮﻃﻪ‬

m a h lû t e

e serin i y a z d ık t a n ü ç y ıl s o n r a b ir d ü zeltm eden

‫ﻣﺨﻤﺼﻪ‬

1335 h ic r i y ılın d a K ilis li R ifa t'ın k o p ye si v e d ü ze ltm esiy le b a sılm ış, d a h a so n ra B e-

(a.i. h a m s 'd a n ) : açlık , açlık -

s im A t a la y ta ı'a fm d a n ü ç cilt v e b ir in d ek s

ta n z a y ıf d ü şm e.

h â lin d e y e n i h a rfle rle 19 39, 19 4 0 , 19 4 1 y ıl-

‫ﻣﺤﻤﻰ‬

la r m d a , O ztürk çeye ç e v rilm iş tir. A s il tek

m ahm i

(a.s.) : h im â y e gören , k o r u n a n

n ü sh a F â tih M ille t K ü tü p h a n e si E m îr î k ıs -

[kim se].

‫ﻣ ﺤﻤﺪ ت‬

m a h m id e t

( a .i .c .: m a h â m i d ) : m e d -

m ahm ûde

h etm e, ö vm e , (b k z : senâ, sitâyiş). m a h m id e t-s â z

‫ﻣﺤﻤﺪﺗﺴﺎز‬

( a .f.b .s .): İıa m d ve

sen â eden. m a h m il -

(a.i.c. :m a h â m il) : 1 . m a h fe , d eve

(b k z : m ih m e l'). 2 . heı- y ıl H a re m e y n 'e İlacı k a file siy le g ö n d e rilen a rm a ğ a n la r, ş e r îf:

h a re m e y n e

sü rre

‫ﻣﺤﻤﺮده‬

( a .s .) :

["m a h m û d ”

un

m iien.] ( b k z : m a h m û d ). m ahm ûde

ü ze rin e k o n u la n -ik i k iş in in b in e ğ i- sepet,

m a h m il-i

m m d a m a h fu z d u r.

‫ﻣﺤﻤﻮده‬

( a .i.) : b o t . b iııg ö z o tu , sak-

m unya. m a h m û d i, m a h m û d iy y e

‫ﻣﺤﻤﻮدﻳﻪ‬

،

‫ﻣﺢ م ودى‬

(a.

s . ) : 1. II. S u lta n M a h m ııd 'a âit, o n u n la ilgili. 2 . i. o n u n z a m â m n d a ç ık a rılm ış o lan

a d ıy la

25 g ü m ü ş k u r u ş d eğ e rin d e a ltın p a ra . 3 . i.

g ö n d erile n p a ra v e h e d iye le rin y iik le tild iğ i

o n u n a d ın a y a p ılm ış o la n esk i b ir h a rb

vâ sıta .

ge m isi, lcalyon. [9 A ğ u s to s 1 8 1 4 (22 Ç âban

m a h m iy e

‫ﻣﺤﻤﻴﻪ‬

(a.i. h im â y e 'd e n ) : 1. bil- şe y i

h im â y e etm e, lcoru m a. 2 . [m u h a fa za lı] b ü y ü k şehir. m a h m iy e -

12 2 9 ) de d e n ize in d irilm iş tir]. 4 . i. M a h m u t d evı-iııde b a sıla n a ltm p ara, m ahm ûl

( a .s .) : [“ m a h m i” k e lim e sin in

m iien nesi]. (b k z : m a h m i).

‫ﻣﺤﻤﻮل‬

(a.s. h a m l 'd e n ) : 1. lıa ın l o lu n -

m u ş, y ü k le n m iş . 2 . b ir şe y ü ze rin e k u r u lm u ş. 3 . i. g r., m a n t . m iisn et, *y ü k le m , h a-

655

mahmûle

ber : "insan hayvandır” cümlesinde : insan "mevzu'', hayvan "mahmul') dür.

. ‫ﻣﺤﻤﻮل‬

m a h m û le

(a.i.) : yük.

(bkz: bâr,

‫( ﻣﺤﻤﻮﻷ‬a.zf.) : mahmûl olarak,

m a h m û le n

yüklü olarak.

‫( ﻫﺤﻤﻮم‬a.s.) : 1 . hümmâya, sıtmaya tutulmuş, sıtmalı olan; ateşli, ateşi olan. 2. m e c . saçmasapan konuşan, ‫( ﻣﺤﻤﻮﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) :

mahmumcasma, ateşli olarak, ateşler İçinde. 2. sayiklarcasma.

m ah m û m âne

1.

m a h m û r ‫ر‬-

(a.s.hamr'den) : 1 . sarhoşluğun verdiği sersemlik. 2. uyku basmış, ağırlaşmış göz, baygın göz. Ç e ş m - i m a h m û r : baygın göz, süzülerek bakan göz. [müen : “mahmûre" kadın adi olarak kullanılır],

m a h m û r-â n e

‫( ﻣﺨﻤﻮراﻧﻪ‬a.f.zf.) : mahmurcası-

na, baygm baygın. N i g â h - 1 baygm baygm bakış.

m ahm ûz

m a h m û r-â n e :

(bkz : mahmûr).

2 . i.

un

kadm adi.

‫( ﻫﺤﻤﻮض‬a.s.) : hamızlanmış, olcsit-

İenmiş.

O sm a n lI id a re sin d e

ask eri id a d ile re

r ü ştiy e m ek teb i. m a h r e c m e v le v iy y e t i : ta r. O sm a n lI d e v le tin d e ü ç ü n c ü k a d e m e d e k i y ü k s e k k a d ılık la ra v e rile n b ir ad. m a h r e c - i m ü ş t e r e k : m a t. o r ta k .p a y d a , fr. m ê m e d é n o m in a te u r , m ah ref

‫ﻣﺨﺮى‬

m ah rek ‫ﺄ‬ m ah rek

‫ﻣﻘ‬

‫ﻣﺤﺮك‬

(a.i.) : y e m iş sepeti, (a.i.) :y a k a c a k y e r . (a.i. h arek et'd e n ) : 1 . m a t . h a re -

k e tli b ir n o k ta n ın g ü ttü ğ ü yo l. 2 . a str. b ir g ö k c is m in in h a re k etin d e a ğ ır lık m e rk e zin in g e o m e tri b a k ım ın d a n y e ri, .y ö r ü n g e , fr. o rb ite .

m a h r e k -i d â ir e v i : a str. ç e m b e r .y ö r ü n g e . m a h r e k -i ş e m s -i c e n û b î : a str. A r z 'ın m e y lin d e n

d o la yı

G ü n e ş in

S e re ta n

(Y e n g e ç

d ö nen cesi) v e C e d i m e d a r la r ı (O ğ la k d ö n e cesi) a rz la rı a ra sın d a h a re k et ed er g ö r ü n -

m ahnûk(iy ^-٥ a.s. hank'dan) : boğulmuş, bogazi sıkılmış, boğuk.

‫( ﻣ ﺨﻮﻗﺄ‬a.zf.) : boğulmuş olaralc,

m a h n û lc a n

boğazı sıkılarak.

‫( ﻣﺎﻫﺎره‬f.b.i.) : 1. ay parçası. 2. çok güzel kimse, (bkz : meh-pâre).

m â h -p â re

‫( ﻣﺎ ﻫ ﺠ ﺮ ت‬f.b.s.) : "Ay'a tapan”: m e c .

bir dilbere gönül veren, m â h -p e rv e r

‫( ﻣﺎه رور‬f.b.s.) : mehtaplı,

m a h -p e y k e r / i

‫( ﻣﺎه‬f.b.s.) : yüzü ay gibi par-

lak, güzel, nurlu [olan], (bkz : meh-peyker).

‫( ﻣﺤﺮى‬a.i.) : 1. elverişli, uygun şey. 2. değerli kimse.

m ah râ

(a.i. hurûc'dan c. : mahâr c.) : 1. hurûcedecek, dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2. le n g . ağızdan harflerin çıktığı yer, *çıkak, *boğumlama yeri, f r . p o in t d 'a r t i c u l a t i o n . 3 . ilmiyye rütbesinden Istanbul tarîk-1 mevleviyetlerinin ilk

m a lir e c

la n

m a h r e k -i a r z : a str. y e r .y ö rü n g e s i.

‫( ﻣﺨﻤﻮره‬a.i.c.) : ["mahmûr"

m â h -p e re s t

m a h r e c - i m e k â t ib -i a s k e r i y y e : 1 8 6 4 de a ç ıO grenci y e tiş tirm e k ü ze re 1 8 6 4 de a ç ıla n

m ahm ûm

m ü e n .] .

a ltın d a k i sayı. m a h r e c - i a k lâ m : 18 6 2 de m e m u r y e tiştirm e k ü ze re k u r u la n o k u l.

hamûle).

m ah m û re

p â ye si. 4 . m a t. .p a y d a ) â d î k e sird e ‫ ؟‬iz g in in

‫ز ج‬

d ü ğ ü sıra d a h att-1 s e m â v î d â iresin e p a ra le l v e A r z m m erk e zin d e n itib a re n 23 d erece 2 7 d a k ik a g ü n e y d e tersim e ttiğ i m e v h u m dâire. m a h r e k -i ç e m s -i ş îm â l î : a str. A r z 'ın m e y lin d e n d o la y ı G ü n e ş 'in S ereta n (Y e n g eç d ö n encesi) ve C e d i m e d a rla rı (O ğ la k d ö n e n cesi) a rz la rı a r a s ın d a h a re k et ed er g ö r ü n d ü ğ ü sıra d a h att-1 İstiv â -i s e m â v î d â ire sin e p a ra le l v e A r z 'ın m e rk e zin d e n itib â re n 23 d erece 2 7 m e v h u m d a k ik a k u z e y d e te rsim e ttiğ i d âire. m a h r e k m ü s t e v îs i : a str. .y ö r ü n g e .d ü z le m i, m ah rem

‫ر م‬

(a.i.) : ik i d a ğ a r a s ın d a k i yo l.

m ah rem

‫ﻣﺤﺮم‬

(a.s. h a r â m 'd a n c. : m a h â r im ) :

1.

h a ra m , şerîatın y a s a k e ttiğ i şey. 2 . n ik â h

d ü şm eyen , şerîatçe e v le n ilm e si y a s a k ed ilen. 3 . şerîatçe, k a d m ın k e n d isin d e n k a ç m a d ığ ı

[erkek].

4 . [biriyle]

ço k

s a m im i.

İçli d ışlı o la n . 5 . g iz li o lan , h erk ese sö ylen m e y e n . 6 . h erk esçe b ilin m e m e si icâ b e d e n .

mahsûbât

N â-m ahrem : nikâh düşen, kendisinden kaçılan erkek. 7. tas. Tanrı'nın sırlarını ögrenmeye başlayan kimse, mahrem-i e s râ r: kendisine sır söylenen kimse; sırdaş. mahrem-i râz : kendisine sır verilmiş kimse, tas. Allah'ın sırrına âşinâ olmaya başlayan kimse; veli. mahremân ‫( ﻣﺤﺮﻣﺎن‬a.i.c.): mahremler, en yakm olan teklifsiz dostlar, mahrem-âne ‫( ﻣﺤﺮﻣﺎﺗﻪ‬a.f.zf.): mahrem olarak, gizlice. mahremiyyet ‫( ﻣﺤﺮﻣﻤﺖ‬a.i.): mahremlik, mahrem olma hâli, gizlilik. mâh-rû ‫( ﻣﺎه رو‬f.b.s.c.: mâh-rûyân): ay yüzlü, yüzü ay gibi olan, giizel. mahrûb ‫( ﻣ ﺮ و ب‬a.s.): mahrum edilmiş, elinden sermâyesi alınmış, eli avucu bomboş bırakılmış. mahrûb ‫( ﻣ ﺰ و ب‬a.s.): harâbedilmiş. m â h -r ııh ^ ‫( ﻣﺎه‬f.b.s.) : ay yanaklı, mâh-rııhsâr ‫( ﻣﺎه ر ﺧ ﺎر‬f.b.s.): (ay yanaklı) parlalc, güzel yanaklı; yanağı, yüzü ay gibi yuvarlak olan [kimse], (bkz : mâh-ruh). m ahrûk ‫( ﻣﺤﺮوق‬a.s. hark'dan): yanmış,yanık, [maddi, mânevi]. m ahrûkii'1-fuâd: yüreği yamk. mahrûkat ‫"( ﻣﺤﺮوﻗﺎت‬ka" uzun okunur, o.i. mahrûk'ıın c .): odun, kömür gibi yakılacak şeyler. mahrûkat-ı mâyia : kim. *akaryakıt, mahrûkat-ı tabiiyye : kim. *doğal yakacaklar.

m ahrûr ‫( ﻣﺒﺮور‬a.s. harâret'den): ‫ ؟ ؛‬i harâretli olan, ateşli, ateşlenmiş, kızmış. ٠ İİ-İ mahrûr: ateşli gönül. nıahrûr-âne ‫( ﻣﺒﺮوراﻧﻪ‬a.f.zf.): ateşli ateşli, harâretli bir şekilde. mahrûre ‫( ﻣﺤﺮوره‬a.s.): [“mahrûr" un miien.]. (bkz: mahrûr). mahrûs ‫( ﻣﺤﺮوس‬a.s. hirâset'den c . : mahâris : muhafaza edilen, gözetilen, korunan. Memâlik-İ m ahrûse: muhafaza edilmiş memleketler; OsmanlI ülkesi, (bkz: Memâlik-İ Şâhâne). mahrûsa ‫( ﻣ ﺮ و ﻣ ﻪ‬a.i.): büyük şehir, (bkz: medine-i azime). Memâlik-İ mahrûsa-i şâh ân e: OsmanlI ülkesi, mahrûsa-i m uhabbet: muhabbet şehri, sevgi ülkesi. mahrûse ‫( ﻣﺤﺮوﻣﻪ‬a.s.): ["mahrûs" un müen.] (bkz: mahrûs). mahrût ‫( ﻣﺨﺮوط‬a.i.): geo. *koni, m ahrût-ıkaim ‫ ؛‬geo. *dikkoni. mahrût-1 n â k ıs : geo. *kesikkoni, fr. tronc decOne. mahrût-1 teb errü zi: cogr. birikinti *konisi, m ah rûti ‫^ و ش‬

(a.s.): geo. *konik,

mahrûtiyyât ‫( ﻣ ﺨﺮوﻃﺎ ت‬a.s.c.): mahrûti, konik olan şeyler. m ahrûtiyye ‫( ﻫ ﺰ و ﻓ ﻲ‬a.i.): geo. konik, mahrûtiyyet ‫( ﻣ ﺮ و ق‬a.i.): mahrûtilik, konik olma hâli. m âh-rûy ‫( ^ ^ وى‬f.b.s.). (bkz : mâh-rû). mâh-rûyân ‫( ﻫﺎﻫﺮوﻳﺎن‬f.b.s. mâh-rû'nun c .): ay yüzlüler, yüzü ay gibi olanlar, güzeller,

mahrûm ‫( ﻣﺤﺮوم‬a.s. hirmân'dan): 1. bahtsız, nasipsiz. 2. istediğini, dilediğini elde edemeyen.

m ahrûz ‫ض‬٠‫( ﻣﺤﺮو‬a.s.): rezil, kepâze, aşağılık,

mahrûm-âne ‫( ﻣﺮوﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): mahrumcası-

mahser ‫م‬

mahrûme ^ ‫( د ر و‬a.s.) : ["mahrûm" un müen.]. (bkz: mahrum).

mahsub ‫ ب‬٠‫( ﻣﺤﺴﻮ‬a.s. hisâb'dan c . : mahâsib, mahsûbât): 1. hesâbedilmiş, hesâba dâhil edilmiş, avans kapatma. 2. büyük bir zâta mensup kimse.

mahrûmen ‫( ﻣﺒﺮوئ‬a.zf.): mahrum olarak, bir şeyi veya dilediğini elde edemeyerek, mahrûmiyyet ‫( ﻣﺤﺮوﻣﻴﺖ‬a.i.) : mahrumluk, diledigini, istediğini elde edememe.

mahsebe -

(a.i.): sanma, şüphe etme, (a.i.): huy, tabiat,

mahsûb ‫ ﺣ ﺼﻮ ب‬٠ (a.s.): kızamık ‫ ؟‬ikarma. mahsûbât ‫ ا ت‬٠‫( ﻣﺤﺴﻮ‬a.s. mahsûb'un c .): hesâbedilmişler, hesâba dâhil edilmişler.

٥57

mahsûben

‫( ﻣﺤﺴﻮﺑﺄ‬a.zf.): hesâba katılarak, alacaga tutularak, hesâba geçirilerek; avans olarak.

m ah sû b en

m a h s û b iy y e t ‫ﺖ‬

‫ﺑ‬

‫( ﻣ ﺤ ﻤ ﻮ‬a.i.) : mahsupluk,

‫( ﻣ ﺤ ﻤ ﻮد‬a.s. hased'den): hasedolunan, hased edilen, (bkz : mahkud).

m ah sûd

m a h s û s v e n â -m a h s û s

٠‫ ا‬٠‫ ﺧ ﻤ ﻮ ﺀ‬٠ (a.s.): mahsus) husûsî.

m ah sû sa

m a h s û s a , t d â r e - î a z i z i y y e : Sultan Abdiilaziz zamânmda İstanbul'da ilk olarak deniz işletme idâresi olup, sonraları “Seyr-İ Sefâin” ve ‫ ؟‬imdi de "Devlet Denizyolları" adını almıştır. İd â re -i

‫( ﻣ ﺤ ﻤ ﻮ د‬a.s.): 1. hasad edilmiş, ekini biçilmiş. 2. biçilmiş ekin,

m ah sû sât

‫ ﻣﺨ ﺴﻮ ف‬.(a.s. hıısûf dan): husûfa ugramış, gölgelenmiş.

m ah sû sen

m ah sûd

m ah sû f

‫( ﻫﺤﺼﻮل‬a.s. hıısûl'den): 1. husûl bulan, hâsıl olan, meydana gelen şey. 2. ürün. 3. verim. m a h s û l - î b e d î a : güzel mahsul,

m ah sûl

‫( ﻣﺤ ﺼﻮﻻت‬a.i. mahsûl'ün c .): 1 . hâsıl olan, elde edilen şeyler. 2 ٠topraktan yetişen şeyler. 3. ehlî hayvanlardan elde edilen maddeler. 4. sanâyi maddeleri. m a h s û l â t - 1 a r z i y y e : toprak mahsulleri. m a h s û l â t - 1 k i m y e v i c e : kimyâ yoluyla elde edilen maddeler. m a h s û l â t - 1 Sinâiyye : endüstri mahsulleri,

m a h s û lâ t

m a h s û l-d â r

‫( ﻣ ﺤﻌﻮﻟﺪا ر‬a.f.s.) : mahsul veren,

verimli, bereketli.

: belli belirsiz,

‫( ﻣﺤﺴﻮﺳﺎت‬a.i.c.): gözle görülür şeyler. [ma'kulât'ın zıddı]. ‫( ًﻣ ﺨ ﻌ ﻮ ﻋﺎ‬a.zf.): malısûs olarak, ayrica, bile bile, (bkz : bi'1-iltizâm).

m ahsû si^et ‫( ﻣﺨﺼﻮﺻﻴﺖ‬a.i.): mahsusluk, husûsî olma hâli (.özellik),

‫( ﻣ ﺤﺜ ﺮ‬a.i. haşr'den): 1. haşrolunacak, toplanılacak yer; kıyâmette ölülerin dirilip toplanacakları yer. 2. ‫ ؟‬ok kalabalık,

m ah şer

‫( ﻫﺤﺸﺮى‬a.s.): mahşeri andıran, mah-

m ah şerî

şer gibi. m ah şûd

‫( ﻣﺤﺸﻮد‬a.s.): toplanmış, yığılmış,

m ah şû r

‫و‬-

(a.s. haşr'dan): toplanmış,

‫( ﻫﺎﻫﺬاب‬f.b.i.)

: 1. ay ışığı, mehtap. 2. on dört gecelik Ay. (bkz: bedr). 5. maytap, şenlik gecesinde yakılan renkli kibrit veyâ fişek.

m â h -tâ b

‫( ﻣ ﺤﻤﻮ ن‬a.s. hisn'dan): kuvvetlendirilmiş, istihkâmlı.

mâh-tal'at ‫ اه ﻃ ﻖ‬٠ (f.a.b.s.) : yüzü ay gibi parlak, güzel olan.

‫( ﻣﺤﻤﻮر‬a.s.): 1. muhâsara edilmiş, kuşatılmış. 2. hasredilmiş, sınırlanmış, belli edilmiş. N â - m a h s û r : sınırsız, pek ‫ ؟‬ok. 3. menedilmiş; tazyik edilmiş, sıkıştırılmış.

m ah tû b e

m ah sûn

m ah sûr

f (a.s. hasr'dan) : feri gitmiş, yorulmuş [göz]. Ç e ş m - i m a h s û r : fersiz, yorgun göz.

m ah sûr

‫( ﻣ ﺤ ﺮ س‬a.s. hiss'den) : 1. hissedilen, beşduygu'dan biriyle duyulan, anlaşılan, duyulur. 2. belli, âşikâr, meydanda,

m ah sû s

m a h s û s e ‫ ﻣ ﺨ ﻤ ﻮ ﻋﻪ‬، ‫( ﻣﺨﻤﻮ ص‬a.s. husûs'dan c . : mahâsîs, mahsûsât) : 1. husûsîleşmiş; başkasında bulunmayan, yalnız bir kimseye âit olan. 2. birine ayrılmış olan. 3. lâyık. 4. ayrı, müstakil, başlı başına. 5 . z f . husûsî olaralc, *özel, bilhassa. 6. zf. isteyerek, bile bile. 7. zf. şakadan, yalandan.

m ah sû s,

‫( ﻣﺨﻄﻮﺑﻪ‬a.i.): evlenmek İ‫ ؟‬in istenilen

kadın.

‫( ﻫﺨﺘﻮم‬a.s.): 1. hâtemlenmiş, mühürİenmiş. 2. kilitlenmiş; bağlanmış, m a h t û m ü 'l - e b s â r : gözkapaklan kapalı olan kör.

m ah tû m

‫( ﻣﺨﺘﻮن‬a.s.) : hitân edilmiş, sünnet olunmuş. Tıfl-1 m a h t û n : sünnet edilmiş ‫ ؟‬ocuk.

m ah tû n

‫( ﻣﺨﻬﻠﻮر‬a.s. hatar'dan): 1. hatar'a, likeye yakm. 2 . i. fikir v e endîşe,

m a h tû r

te h -

m a h t û t e ‫ ﻣﺨﻄﻮﻃﻪ‬، ‫( ﻣﺨﻄﻮط‬a.s.) : 1. hatlanmış, ‫ ؟‬izgilenmiş, ‫ ؟‬izilmiş. 2. yazılmış. (blcz: mektûb).

m ah tû t,

m ah tû tâ t

‫ ﻻت‬٠‫( ﻣﺨﻄﻮ‬a.i. mahtut'un c .): yazma

kitaplai". m a 'h û d , m a 'h û d e

c .:

maâhid) :

‫ ﺳﻬﻮﻟﻪ‬، ‫( ﻣﻌﻬﻮد‬a.s. ahd'den. 1. ahdolunmuş,

bilinen;

mâhya, mâhye sö zleşilen. 2 . sö zü geçen, (b k z : m e zk û r).

k o n u lu r. H ic a z İçin si b a k ıy y e b e m o lü , do

3 ٠m e c .

b a k ıy y e d iy e zi ''fa ” b e k a r v e " f a ” b a k ıy y e

[İkincisi] fenâ b ilin e n k a d m .

m âhûdâne

‫ﻣﺎﻫﻮداﻧﻪ‬

(f.i.) : kene o tu d en ilen şid-

m ahûf

çası g ö ste rir v e m â h u r d iz is in in ü ç ü n c ü

‫ﻣﺨﻮف‬

(a.s. h a v f d e n

1 . k o rk u n ç, m a h û f iy y e t m a h û le

m â h u ly â

c . : m a llâ v if):

k o rk u lu [yer]. 2 . tehlilceli.

‫ﻣﺨﺮﻓﻴﺖ‬

‫ﻣﺨﻮﻟﻪ‬

d iy e z i k u lla n ılır. H ic a z d izisin d e b ir m ik fa r se y re ttik te n so n ra , k ısa b ir m â h u r p a r-

d etli m ü sh il.

( a .i.) : k o rk u n çlu k ,

( a .s .) : k o c a sı ö lm ü ş k a d m .

‫( ﻣﺎ ﺧﻮ ﻟﻴﺎ‬f.i.).

(b k z : m â lîh u lyâ ).

m âhûr

‫ﻣﺎﺧﻮر‬

( f .i .) : m e y h â n e , k u m a rh â n e .

m âhûr

‫ﻣﺎ ﻫﻮر‬

(f.i.) : m iiz . T ü r k m ü z iğ in in en

d erecesi o lan p û se lik "s i” p erd e sin d e k alır. B u tâ rifte n de a n la ş ıla c a ğ ı ü zere b ilg isizc e te rk ib e d ilm i? b ir m a k a m d ır,

‫ﻣﺎﻫﻮر ﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬

m â h û r-p û se ü k

(f.b.i.) : m i i z .

T ü r k m ü z iğ in in t a h m in e n ik i a s ırlık b ir m ü re k k e p m a k a m ıd ır. M â h u r ile p û se lik b e şlisi

veyâ

ta m

d iz isin d e n

P û s e lik ile d ü g â h

“ İâ ”

ib ârettir.

p e rd e sin d e k alır.

esk i m a k a m la r m d a n d ır . N e şe li, şu h , fe ra h

G ü ç lü s ü -m â h u r m a k a m ın ın g ü ç lü s ü o la n -

v e r ic i b ir m a k a m d ır. A s ır la r d a n b e ri ra ğ b e t

n e v â (re) d ır. D o n a n ım ın a m â h u r g ib i " f a "

ile k u lla n ılm ış tır. M â h u r, ç a r g â h m a k a m ı-

k ü ç ü k m ü c e n n e b d iy e z i alır. T a m p û se lik

n m ra st (sol) p erd e sin d e k i şe d d id ir; y â n i

d izisi k u lla n ılır s a “ fa” b e k a r y a p ılır ‫ ؛‬y e d e n

b asit b ir şed m a k a m d ır. (A c e m -a ş ir a n gib i

İçin de " s o l” b a k ıy y e d iy e z i k o n u r,

k i, b u d a m â llû r'u n b ir p erd e p e stin d e k a la n b ir ç â r g â h şed d id ir). G ü ç lü sü -b e şin c i d erece o la n - n e v â (re) dır. D iz in in u m û m î se y ri in ic id ir. D o n a n ım ın a " f a ” İçin b ir k iiç ü k m ü c e n n e b d iy e z i a lır (y â n i garb m ü z ig in d e k i "so l m a ]ö r"ü n a y n id ir.), o rta se k izlisin d ek i sesleri -tiz d e n p este d o ğ ru o lm a k üzeı ٠ e- ş ö y le d iı-: g e rd â n iy e , m â lıu r, h ü se y ııî, n e vâ , ç a rg â h , p û se lik , d ü g â h v e rast, m â h û r - i k e b i r : m ü z . T ü r k m ü z iğ in in en az, beş asıı-lık b ir m ü re k k e p m a k a m ı olup z a m â n ım ız a k a lm ış b ir n iim û n e si yo k tu r, m â h û r - ı k e b ir - i k a d i m : m iiz .

ad i N a s ır

A b d iilb a k i'n in T e d k ik ve T a h k ik in d e ge-

az, beş a sırlık b ir m ü re k k e p m a k a m ı olup z a m â n ım ız a k a lm ış b ir n iim û n e si y o k tu r,

‫ﻣﺎﻫﻮر ﻋﺸﻴﺮان‬

(f.b.i.): m iiz . T ü r k

m ü z iğ in in en az ik i b u ç u k a sırlık b ir m ü rek k ep m alcam ı olup z a m a n ım ız a k a lm ış b ir n ü m û n e si y o k tu r. m âh û rek

‫ ( ﻣﺎ ﻫﻮرك‬f .b .i.) : m iiz .

T ü r k m ü z iğ in in

en az ik i a s ır lık b ir m ü rek k e p m a k a m ı olu p z a m â n ım ız a k a lm ış bil- n iim û n e si y o k tu r. m â h û r-h â n

‫ﻣﺤﻮﺿﻪ‬

( a .s .) : 1. h â lis, saf, k a tk ısız .

2 . te m iz, şe refli, asil. m â - h ü v e 'l - h a k k

‫ﻣﺎﻫﻮاﻟﺤﻖ‬

( a .b .s .) : h a k

o lan

şeym ahv

‫ﻣﺤﻮ‬

( a .i . ) : 1. y o k etm e, o rta d a n k a ld ır-

m a; h a râ b e tm e , p e riş a n etm e; b a tm a , bitm e, y o k o lm a . 2 . t a s . b e şe rî n a k is a la rd a n k u i'tu lm a lıâli. [ z ıd d ı: “ İsb â t"]. m a h v - i a y n - i a b d : ta s. â y a n a v ü c u t iz â fe sin i iskat. m a h v -i

u b û d d iy y e :

ta s.

âyana

vücu t

iz â fe sin i iskat. m a h v ü İ s b â t : b ir m ü sv e d d e n in b â zı y erle-

çen m a k a m . m â h û r - i s a g i r : m iiz . T ü r k m ü z iğ in in en

m a h û r - a ş îr a n

m ahûza

‫ﻣﺎﻫﻮرﺧﻮان‬

( f .b .i.) : m iiz . i. H a k k i

B e y 'in te rk ib e ttiğ i b ir m ü re k k e p m a lca m -

ı'in i çizip , b a z ı y e rle rin i ilâvelerle d ü zeltm e. 3 . a str. A y 'd a k i siy a h lık . m â h -v â r

‫( ﻣﺎﻫﻮار‬f.b.s.)

; a y gibi, (b k z ; m e h v â r l

m eh -veş). m â h -v â re

‫ﺋﻬﻮا ره‬

(f.i.) : a y lık m a a ş, (b k z : m â h -

ân e, m â lı-y â n e ). m â h -v e ş

‫ ( ﻣﺎ ﻫﻮش‬f.b .s .) . (b k z

m a h v iy y e t

‫ﻣﺤﻮﻳﺖ‬

( o .i.) :

: m eh -veş). a lç a k g ö n ü llü lü k ,

[y a p m a k e lim ele rd e n d ii']. (b k z : tevâzu '). m âhya, m âhye

‫ ﻣﺎﻫﻴﻪ‬، ‫( ﻣﺎﻫﻴﺎ‬a.i.

m â h iy y e 'd e ıı) :

R a m a z a n 'd a b ird e n ç o k m in a re si o lan c a -

dır. M â h u r ile h ic a z d iz isin d e n b ir p a rç a -

m ile r in m iııaı'ele ri a ra sın a gel'ilen İpleı'e

n in b irle şm e sin d e n ib ârettir. D o n a n ım ın a

k a n d il v e y a e le k trik am p u llleı'iyle y a z ıla n

m â h u r gib i " f a ” k ü ç ü k m ü c e n n e b d iy e z i

y a z ıla r, y a p ıla n resim ler.

659

mâh-yâne

mâh-yâne ‫اذه‬٠‫( ﻣﺎه‬f.i.): aylık maaş, (blcz : mâhâne, mâh-vâre, şehriyye). mahz ‫( ﻫﺤﺾ‬a.i.): 1. su !çatılmamış, hâlis süt. 2. hâlis, İcatkısız, sâde; tam; ta lcendisi, asil. Hikmet-i m ah zâ: tam bir hikmet, hikmetin ta kendisi. mahz-ı h ik em : hilcmetlerin hâlisi, akıllılıgm, filozofluğun ta kendisi.

mahzûlîn ‫( ﻣﺨﺬوﻟﻴﻦ‬a.s. mahzûl'ün c .): horlar, hakirler, perişanlar, riisvâlar. (bkz: mahâzil). mahzûn ‫( ﻣﺒﺮوت‬a.s. hazine'den) : hazînede saklanan şey. mahzûn ‫( ﻣﺒﺮون‬a.s. hiizn'den): hüzünlü, tasail, kaygılı, (bkz : mükedder).

mahz-ı kerâm et: tam kerâmet.

mahzûn-âne ‫( ﻣﺒﺮوﻧﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): mahzuncasına, tasalı, kaygılı olarak.

mahz-ı n i'm et: nimetin hâlisi, lcendisi.

mahzûnen ‫( ﻣﺒﺮوﻧﺄ‬a.zf.): İcaygılı, tasalı olarak,

mahzâ ‫( ﻣ ﺤ ﻔﺎ‬a.s.) : 1. ancak, yalnız, tek, sâde. 2. hâlis, katkısız, tam.

mahzûniyyet ‫( ﻣ ﺮ و ﺳ ﺖ‬a.i.): mahzûnluk. tasalı, kaygılı oluş.

mahzana ‫( ﻣﺤﻔﻐﻪ‬a.i.); güvercinlik,

mahzûr ‫( ﻣﺤﻈﻮر‬a.s. hazr'dan c . : mahâzir) harâm edilmiş, yanma yaklaşılması yasak edilmiş; haram.

mahzar ‫( ﻣ ﺤ ﻔ ﺮ‬a.i. huzûr'dan): 1. huzur yeri, büyüle bir lcimsenin önü. 2. hazır olma, görünüş, gösteriş. N ik-m ahzar: görünüşü güzel olan. 3.birkaç kişi tarafından İmzâlanmış olan dilekçe. 4. mahleeme sicili. mahzen ‫( ﻣ ﺤ ﻔﺄ‬a.zf.): ancak, yalnız, tek. (bkz : mahzâ).

mahzûr ‫^ور‬ (a.s. ve i. hazer'den): hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şey; engel; sakınca. mahzûrât ‫( د ر ا ت‬a.i. mahzûre'nin c.): şer'an yasak edilmiş olan şeyler. Ez-zarûrâ، tübîhü'l-m ahzûrât: zarûretler, yasak ve haram sayılan şeyleri mubah kılar,

mahzen ‫( ﻣﺨﺰن‬a.i. hazn'den c. : mahâzin): mahzûrât ‫( ﻣ ﺤﻨ ﻮ را ت‬a.i. mahzûr'un c .): hazer 1. İçinde eşyâ saklanacak yer; yer altı, bodolunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; rum. 2.s. havasız, karanlık [yer]. Kurengeller, (bkz: mahâzir). şunlu m ahzen: İstanbul'da Galata'da, mahzûre ‫( ﻣ ﺤﻨﻮره‬a.i.): 1. sakınma, ‫ ؟‬ekinme, deniz kıyısında bulunan gümrük binâsı Sakin 2 .‫ ؟‬. çekinilecek şey, korku. 3. savaş, [Tanzimat'tan önce]. (bkz: ceng). mahzen-i cûb : İstanbul'da, Tersâne'deki kemahzûre ‫( ﻣﺤﻈﻮره‬a.i.c.: mahzûrât): men' ve reste anbarı. haram edilmiş olan şey. mahzen-i s iirb : İstanbul'da Tersâne'deki mahzûz ‫( ﻣﺤﻈﻮظ‬a.s. hazz'den): hazetmiş, hoşİevâzım anbarı, kurşunlu mahzen, lanmış, (bkz: memnûn). mahzû' ‫( ﻣ ﺨ ﻔ ﻮ ع‬a.s.): huzûa ermiş, gönülden mahzûzât ‫( ﻣﺤﻈﻮﻇﺎت‬a.i.c.): hoşlanılacak şeymünkadolmuş, boyun eğmiş, ler. mahzûb ‫( ﻣ ﺨ ﻔ ﻮ ب‬a.s.): boyanmış, (bkz: mahzûziy ۶et ‫( ﻣﺤﻈﻮﻇﻴﺖ‬a.i.): mahzuzluk, hâz mahdûb, masbûg, mülevven). etme, hoşlanma, (bkz : mesrûriyyet). m aiızûf ‫ ﻃ ﻮ ف‬٠ (a.s.): 1. hazfolunmuş, silinmâî, mâiyye ‫ ﻫﺎﺋﻪ‬، ‫( ﻫﺎﺋﻰ‬a.s. m â'dan): 1. suya miş, kaldırılmış. 2. ed. eski yazıda noktasız âit, su ile ilgili. 2. su renginde, mâvi. harflerle yazılmış manzum ve mensur söz. Buna "mühmel" ve “mücerred" de denir, maib ‫( ﻣﻌﻴﺐ‬a.i.c.: maâyib): ayıp sayılan şey, kusur, leke. (bkz: mücerred, mühmel), mâide ‫( ﻣﺎﺋﺪه‬a.i.): 1. üzerinde yemek bulunan mahzûl ‫ ﺧ ﺬ و ل‬٠ (a.s.c.: mahâzil): hor, hakir, sofra. Sûre-i mâide : mâide sûresi, Kur'ân'ın perişan; rüsvâ. 5. sûresi. 120 âyettir, Medine devrinde nâzil olmuştur. 2. yemek, ziyâfet. mahzûlen ‫( ﻣﺨﺬوﻻ‬a.zf.) : hakir, rüsvâ olarak.

660

makam

Mâide-İ M esih : Hz. îsâ ile Havârilerine gökten nâzil olan sofra, (bkz : V. sûre), mâide-i seniyye : pâdişâh ziyâfeti. mâide-i Süleym ân: Endülüs fatihleri araSinda nifâka sebebolan meşhur sofra takı-

‫ﻣﺎ ﻗﺒﻞ‬

m â -k a b l

(a.i.) : ön, ö n d ek i, ü sttek i, g e ‫ ؟‬-

m iş; b ir ş e y in k e n d in d e n e v v e l o la n i.fz id d i : "m â -b a 'd ” ]. m â - k a b l e ç ü m û l : g e çm işe e tk ili o lm a.

ta rih ö n c e si,

‫ﻣﺎ ﻗﺒﻞ‬

‫اﻟﺘﺎر خ‬

m â - k a b l e '، - t â r i h

(a.b.s.) :

fels.

fr. préhistoire,

mâide-sâlâr ‫( ﻣﺎﺋﺪه ﺳﺎﻻر‬f.b.i.): sofracı başı,

ma'kad ‫( ﻣﻌﻘﺪ‬a.i.c. : m a â k id ): a k d e d ile c e k yer.

mâil ‫( ﻣﺎﺋﻞ‬a.s. meyl'den): 1. bir yana eğilmiş, egik, egri. 2 ٠hevesli, istekli, düşkün. 3. andırır, benzer, ...e çalar. 4. i. geo. egik. mâil-i in h id âm : yıkılmaya yüz tutmuş, kağşamış, (bkz : müşrif-i harâb).

mak'ad ‫( ﻣﻘﻌﺪ‬a.i. k u û d 'd a n c. : m a k â id ) : 1. o tu -

m âil üstüvâne : geo. egik silindir, mâile ‫( ﻣﺎﺋﻠﻪ‬a.i.): cogr. aklan, fr. versant. mâiliyyet ‫( ﻣ ﺎ ﻳ ﺖ‬a.i.): mâillik, egrilik. main ‫( ص‬a.i.): 1. saf, akar su. 2. geo. Sşkenar dörtgen, fr. losange.

r u la c a k y e r , m in d er. 2 . o tu r a k y eri, geri, k i‫ ؟‬, m a k a t, (b k z : dubr, İst.),

‫ﻣﻘﺎدم‬

makadim

("k a ”

uzu n

o k u n u r,

a.i.

m a k d e m 'in c.) : gelm eler, d ö n ü p gelm eler,

‫ﻣﻘﺎدو‬

makadir

( "k a ”

uzun

o k u n u r,

a.i.

m a k d e re t'in c.) : ku d retler, k u w e t le r .

makadir ‫ “( ﻣﻘﺎدﻳﺮ‬k a ” u z u n o k u n u r, a.i. m ik d â r v e m a k d û r 'u n c.) : m ik ta rla r, k ısım la r.

makadir-i müştereke : a y n i Öİ‫ ؟‬Ü ile ö lç ü le b ile n m ik ta rla r.

maişet ‫( ﻣﻌﻴﺸﺖ‬a.i. ayş'den c . : m aâyiş): 1. yamakadir-i mütenâsibe : mat. o r a n tılı ço k şama, yaşayış. 2. geçinme, geçiniş, dirlik, lu k la r. geçinmek İçin lüzumlu olan şey. (bkz: İş). 3. ilmiye tarikinin başlangıcında bulunan- mak'ad-i Sidk ‫( ﻣﻘﻌﺪ ﺻﺪق‬a.it.) : t a k v â e rb â b ın ın C e n n e t'te b u lu n a c a k la rı m a k a m , lara verilen tahsisat. maîşet-gâh ‫( ﻣﻌﻴ ﺸ ﻜﺎه‬a.f.b.i.) : maişet yeri, geçim temin edilen yer.

makaid ‫ “( ﻣﻘﺎﻋﺪ‬k a ” u z u n o k u n u r, a.i. m a k 'a d 'ın

mâiyye ‫( ﻣﺎﺋﻪ‬a.i.): zool. Susallar, fr. aquatiques.

m akal

c.) : m ak atler.

2.

maiyyet ‫( ﻣﻌ ﺖ‬a.i.) : 1. beraberlik, arkadaşlık. 2. bir büyük me'mûrun emri altında bulunma. maiyyet-i se n id e : pâdişâhın yanında bulunanlar. maiyyet me'muru : bir vâlinin yanında İdâre stajı yapan me'mur. maiyyet vapuru ‫ ؛‬kıyı ve ada valilerinin emrinde bulunan vapur, elçiliklerin İstanbul'da bulunan gemileri, mâiyyet ‫( ﻣﺎﻳ ﺖ‬a.i.): kim. hidrat, fr. hydrate. mâiyyet-i karbon : kim. karbonhidrat, makabih ‫“( ﻣﻘﺎ ح‬ka" uzun okunur, a.i. makbaha'nm c .): yakışıksız, çirkin hareketler. makabir ‫“( ﻣﻘﺎﺑﺮ‬ka" uzun okunur, a.i. makbire'nin c .): mezarlar, (bkz : medâfin).

‫ﻃﺎ ل‬

(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. k a v l'd e n

c. : m a k a lâ t) : 1. sö z, lâ k ırd ı, (b k z : kavi). sö yle m e, sö yleyiş. H ü s n - i m a k a l : sö z

g iize llig i.

‫ﻣﻘﺎﻻ ت‬

makalât

(“ k a ”

uzun

o k u n u r,

a.i.

m a k a le 'n in c.) : 1. sözler. 2 . gazeted e v e y â d erg id e ç ık a n y a zıla r.

‫ﻣﻘﺎﻟﻪ‬

m a k a le

(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. k a v l'd e n

c. : m a k a lâ t) : 1. söz. 2 . n u tu k . 3 . tek b ir b a h is ü z e rin e k a le m e a lın a n şey.

‫ﻣﻘﺎﻟﻴﺪ‬

m a k a lid

(“ k a ”

uzu n

o k u n u r,

a.i.

m ık lâ d 'ın c.) : 1. kilitler, k ilit d illeri, a n a h tarlar. 2 . h azin eler. m a k a lim

‫ﻣﻘﺎﻟﻢ‬

( " k a ” u z u n o k u n u r, a.i. m a k -

le m in c.) : u c u b u d a n m ış şeyler, m akam

c. :

‫ “( ﻣﻘﺎم‬k a ”

u z u n o k u n u r, a.i. k ıy â m 'd a n

m a k a m â t) :

1. k ıy â m

ed ilen ,

d u ru -

la n , d u r u la c a k y er; d u ra k . 2 . m e'm û riye t, m e 'm u rlu k y e ri. 3 . erm işle rd e n b irin in m e z a ri s a n ıla n yer. 4 . m ü z . b ir d u ra k ile b ir

661

makam-ı âî٥

güçlünün etrâhnda, onlara bağlı olarak toplanmış seslerin umûmî heyeti, fr. mode, ton. Nihâvend makamı, hicaz makamı... gibimakam-ı âid : yetkili makam, (bkz : merci'-i âid). makam-ı âlî (yiice m akam ): nezâretler hakkmda kullanılırdı. makam-ı evvel-i sânî: seyyâre (*gezegen) lerin mahrek (*yörünge) leri üzerindeki hareket noktası. makam-ı hizmet: hizmet, İş görme yeri. makam-ı İbrâhîm: Kâbe'de sakil bulunan bir taş. makam-ı Mahmûd: mahşer günü Hz. Muhammed'in diğer nebilerle velilere melce' olan Şefaat-İ Kübrâ makamı. [Ta'bîrât-i Kur'âniyye'dendir]. makamât ‫"( ﻣﻘﺎﻣﺎت‬ka” uzun okunur, a.i. makam ve makame'nin c .): 1. makamlar. 2. meclisler, topluluklar, kalabalıklar. Sâhib-İ malcamât: tasarruf ve hakikat vâdisinde yüce mertebelere ermiş olan. makamât-ı âliyye: yüce makamlar, nezâretler. makamât-ı H arîrî: Arap edibi Hariri'nin hikâye kitabi. makamât-ı mûsikiyye : mûsiki makamları, havalan. makamât-ı mübâreke: Kudüs'te M Ü S İ Ü manlar ve Hıristiyanlarca mübarek addedilen makamlar. makamât-ı Rıdvân: Cennetler, makame ‫"( ﻣﻘﺎﻣﻪ‬ka" uzun okunur, a.i.c. : makamât): 1. meclis, cemâat, topluluk, kalabalık. 2. nutuk tarzında söylenilen sözler, makami' ‫ “( ﻣﻔﺎﻫﻊ‬ka” uzun okunur, mıkmaa'nm c.). (bkz : mıkmaa).

a.i.

makani' ‫"( ﻣﻘﺎﻧﻊ‬ka” uzun okunur, a.i. mıkna' ve mıknaa'nm c .): başörtüleri, makariz ‫“( ﻣﻌﺎرﻳﺾ‬ka” uzun okunur, a.i. mikrâz'ın c .): kesecek âletler, makaslar, makarr ‫( ﻣﻘﺮ‬a.i. karâr'dan c . : m akarr): 1. karar edilen, durulan yer, karargâh. 2. oturulan yer. 3. ocak, merkez. Cennet-makarr :

durağı, yeri cennet olan, (bkz: cennetmekân). 4. payitaht, başkent, makarr-ı hiikûmet: hükümet merkezi, (bkz: pây-taht). makarr-ı İdâre : *başşehir, *başkent, makarr-ı sefil: alçak durak, makarr-ı sefil-i feryâd: alçak feryat durağı, ıztırapla dolu dünyâ. nıakas(s)dâr ‫( ﻣﻘﻌﺪا ر‬o.f.b.i.): elbise İçin kumaş biçen kimse. makasid ‫“( ﻣﻘﺎﺻﺪ‬ka" uzun okunur, a.i. maksad'm c .): maksatlar, niyetler‫ ؛‬arzular, istekler. makasid-i insâniyyet: insanlık maksatları, makasir ‫“( ﻣﻌﺎﺻﻴﺮ‬ka” uzun okunur, a.i. maksûre'nin c .): 1. câmilerde etrâfı parmaklıklı yüksek yerler. [Muâviyye tarafından İhdâs edildiği söylenir]. 2. bir evin en mahrem tarafları. makass ‫( ص‬a.i.c.: makass): makas, [fasihi: mikass dır], (bkz : mıkrâs, mıkrâz). makass ‫ﻗﺎص‬٠ (“ ka" uzun okunur, a.i. makass ve mikassın c .): makaslar, (bkz: mıkrâs, mıkrâz). makatı'‫ “( ﻣﻘﺎﻃﻊ‬ka” uzun okunur, a.i. makta'm c.). (bkz : makta'). makatiü'1-enhâr : cogr. nehil-lerin geçitleri, makatiü'l-evdiye: derelerin aşağı ucu, sularin dağıldığı yerler. m a k a til^ '^ ("ka” uzun okunur, a.i. maktel'in c .): katledilen, öldürülen yerler. makavil ‫“( ﻫﻘﺎوﻳﻞ‬ka" uzun mikvel'in c.) : diller.

okunul*, a.i.

makazif ‫"( ﻣﻘﺎذ ف‬ka'' uzun okunur, a.i. mikzâf'ın c.): kürekler [gemide]. makbaha (a.i.c.: makabih) : yakışıksız, çiı'kin harelcet. makbaza ‫( ﻣﻘﺒﻀﻪ‬a.i.): cerrahların cımbıza benzer bir âleti. makber, makbere ‫ ﻣﻘﺒﺮه‬، ‫( ﻫﻘﺮ‬a.i.c.: m akabir): 1. mezar, mezarlık. 2. AbdUlhak Hâmid'in, karısı Fatma Hanım'ın ölümü üzerine yazdığı uzun şiir. makbere-i sükûn: sükûn mezarı, insanin ölünce dinleneceği mezar.

makiyân

makbere-i şühedâ: şehitlerin mezarı, makbûh ‫( ﻣﻬﺒﻮح‬a.s. lcubl'dan c .: makabih) : beğenilmeyen, fenâ görülen, makbûha ‫ ﻗ ﻮ ﺣ ﻪ‬٠ (a.i.) : hoşa gitmeyen hal veyâ İŞ-

makbul (a.s. kabûl'den): 1. kabul olunmuş, alınmış, alınan. 2. beğenilen, hoş karŞilanan; geçer. makbûlü'ş-şahâde : şahadeti kabul edilmiş, edilen, [miien. makbule, kadm adi olarak da kullanılır]. makbule ‫( ﻣﻘﺒﻮﻻ‬a.s.): 1. [“makbûl” ün müen.]. (bkz : makbûl). 2. kadm adi. makbûliyyet ‫( ﻣﻘﺒﻮﻳ ﺖ‬a.i.): makbullük, begenilmişlik. makbûr ‫ ﻗ ﻮ ر‬٠ (a.s. kabr'den): kabire konulmuş, gömülmüş, (bkz : medfûn). makbUz ‫( ﻣﻘﺒﻮض‬a.s. kabz'dan): 1. kabzolunmuş, alınmış, (bkz: me'hûz). 2. sıkılmış, daraltılmış. 3. i. bir şeyin alındığına karşı verilen mühürlü, imzâlı kâğıt. 4. gr. “u" ve "ü” sesleri ile okunan "v” harfi: [kayıt ve şart yerine : kayd ü şart gibi], makbûzât ‫( ﻣﻘﺒﻮﺿﺎت‬a.i. makbûz'un c.): borçlulardan veyâ satıştan toplanan para, makdem ‫( ﻣﻘﺪم‬a.i. kudûm'dan c .: makadim) : 1. gelme; dönüp gelme. 2. tar. OsmanlIlar zamanında kalyoncuların İcullandığı ve üzerinde ucu saçaklı bir sargı sarılı olan başlık. makdem-i behâr : balıârın gelmesi, makderet ‫( ﻣﻘﺪرت‬a.i. kudret'den): güç, kuvvet, zor. Makdisiyye ‫( ﻣﻘﺪﻳﺴﻴﻪ‬a.h.i.): Kadiri tarikatı şubelerinden biri, (kurucusu AbdüHâtîf Makdisi'ye nisbetle bu adi almıştır], makdûh, makdûhe ‫ ﻣﻘﺪوﺣﻪ‬، ‫^ وح‬ (a.s. kadh'den): kadh olunmuş, beğenilmemiş, ayıp. Ahvâl-İ makdûhe: beğenilmeyen haller, (“memdûh"un zıddı], makdûr ‫( ﻣﻘﺪور‬a.i. kadr'den c .: makadir, makdûrât): 1. güc, kuvvet, kudret. 2 ٠Allah'ın takdiri, kader. 3. s. elden gelen. Bezl-İ makdûr : elden geldiği kadar yapma.

Hasbe'l-makdûr : bir kuvvetin üstünde, en fazlası. makdûr-î beşer : insan İçin yapılabilecek, makdûrü'l-istîfâ : istîfâsı mümkün olan. makdûrü'، -teslîm : ele geçirilmesi mümkün olan. makdûrât ‫( ﻣﻘﺪورات‬a.i. makdûr'un c.): 1. gücler, kuvvetler, kudretler. 2. Allah'ın takdirleri, kaderler. m a 'k e s

‫( ﻣ ﻌ ﻜ ﺲ‬a.i. aks'den): akseden yer, akis

yeri. ‫( ﻣﻔﻬﻮر‬a.s. kahr'dan): 1. kahrolmuş, maglûbolmuş, bozguna uğratılmış, yenilmiş. 2. Allah'ın gazabına uğramış, m a k h û r - i k a h r - i İ l â h î : Allah'ın kahrıyla kahrolmuş.

m akhûr

‫( ﻣﻘﻬﻮراﻧﻪ‬a.f.zf.): kahra uğrayarak, kahra, bozguna, gazaba uğramışlara yaraşır sûrette.

m a k h û r-â n e

‫( ﻣﻘﻬﻮرأ‬a.zf.): kahrolarak, bozguna uğratılmış olarak, Allah'ın gazabına uğrayarak.

m ak h û ren

makhUriyyet ‫( ﻃﻬﻮرﻳﺖ‬a.i.): kahrolmuşluk; bitiklik, bitkinlik; Allah'ın gazabına uğrama. ma'kıl ‫( ﻣﻌﻘﻞ‬a.i.c.: maâkıl): sığınacak yer. (bkz: melce'). ma'kılî ‫( ﻣﻌﻬﻠﻰ‬a.i.): hiç bir parçasında yuvarİaklık olmayan, düz, dik ve köşeli bir yazı sitili. ma'kid ‫( ﻣﻌﻘﺪ‬a.i.): akdedilecek yer; bağ, düğüm yeri. makil ‫( ﺷ ﻞ‬a.i.): 1. öğle uykusu, (blcz : kaylûle). 2. Öğle uykusuna dalınacak yer. ‫( ﻣﺎ ﻛ ﺮ‬a.s. meker'den): mekr eden, hileci, (bkz: hîlekâr).

m â k ir

‫( ﻣﺎﻛﺮﻳﻪ‬a.i.): iskelelerin bazılarında alman resimlerden biri.

m â k ir iy y e

‫( ﻣ ﻘ ﺲ‬a.s. kıyâs'dan): kıyâs edilebilir, benzetilebilir, f r . c o m p a r a b l e .

m a k is

m â k is , m â k îs e

‫ ﻣﺎﻛﺜ ﻪ‬، ‫( ﻣ ﺎ ﻛ ﺚ‬a.i.): mekseden,

duraksayan. m a k it

‫( ﻣ ﻘ ﺖ‬a.s.). (bkz : mebguz).

m â k îy â n

‫( ﻣﺎﻛﻴﺎن‬f.i.): tavuk, (bkz : decâce). 663

makleb

makleb ‫( ﻣﻘﻠ ﺐ‬a.i.): 1. kalbetme, bir şeyin altını üstüne çevirme, bir nesnenin sonunu ön ve önünü son yapma. 2. kalbedecek, degişecekyer. maklû' ‫( ﻣﻘﻠﻮع‬a.s. kal'den): kal'olunmuş, kökünden çıkarılmış, sökülmüş. Şecer-İ maklû': sökülmüş ağaç. maklûan ‫( ﻣﻘﻠﻮﻋﺎﺀ‬a.zf.): kal'edilerek, sökülmüş, kökünden çıkarılmış olarak, maklûan kıymet: fık. sökülmüşüne, yıkılmışına takdir edilen kıymet, [ağaç, binâ... gibi]. maklûb ‫( ﻣﻘﻠﻮ ب‬a.s. kalb'den): 1. kalbolunmuş, altı üstüne getirilmiş, ters döndürülmüş, başka şekle sokulmuş. 2. harfleri tersinden okunduğu zaman da yine ayni olan kelime veyâ cümle : ["tut, mum, kak, pap, bab, Anastas mum satsana" gibi], maklûb-i muavvec : ed. bir kelimedeki harflerin düzensizce yer değiştirmesiyle ortaya başka bir lcelimenin çıkması, ‫ ؛‬çevirmece, bozuntu. maklûb-i miicennah: ed. söylenişleri ayni iki kelimeden birini beytin başında, öbüİ'ünii sonunda getirme sanat. Meselâ : "Gül ruhun hecriyle lâl olmuş gönül ey goncafem / Gel bana ben ağlayım bülbül gibi sen bak da giil." maklûbiyyet ‫ﻣ ﻘﻠ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖ‬ hâli.

(a.i.): maklûbolma

maklûm ‫( ﻣﻘﻠﻮم‬a.s.) ٠ . yonulmuş, yontulmuş, kesilmiş. Ezfâr-1 maklûme: kesilmiş tirnaklar. maklûmü'z-zııfr: tırnağı kesilmiş, yontulmuş. maklûme ‫( ﻣﻘﻠﻮﻣﻪ‬a.s.): ["maklûm" un miiennesi], (bkz: maklûm). makrebe ‫( ﻣﻘﺮﺑﻪ‬a.i.). (bkz : karâbet). makreme ‫( ﻣﻘﺮﻣﻪ‬a.i.): 1. sofra havlusu. 2. elbezi. 3 ٠mahrama, bâzı köylü kadınların başlarma sardıkları nakışlı örtü. 4. peştemal [asli "mıkreme” dir].

makrûn : kabûle yakın, yaklaşmış. Lefîf-İ makrûn. (bkz: İefîf). makrû٠ -i müsâade : izne kavuşmuş, izin almış. makrûn-i sıhhat: sıhhat ve hakikate yakın, makrûniyyet ‫( ﻣﻐﺮوﻧﻴﺖ‬a.i.): makrunluk, yakinlik yaklaşma. makrûz ‫( ﻣﻘﺮوض‬a.s. karz'dan): İkrâz edilmiş, ödünç verilmiş. maksad ‫( ﻣﻘﺼﺪ‬a.i. kasd'den c .: makasid): kasdolunan, istenilen şey. (bkz : merâm). maksad-! teşbih : (bkz : vech-i şebeh). maksebe ‫( ﻣﻘ ﻬﺒ ﻪ‬a.i.): kamışlık, sazlık, (bkz: ney-istân, ney-sitân). maksim ‫( ﻣ ﺸ ﻢ‬a.i.c.: makasim): 1. taksim edilecek, bölünecek, dağıtılacak yer. 2. suyun kollara ayrıldığı yer, musluk, savak, maksûd ‫( ﻣﻘﺼﻮد‬a.s. kasd'den): kasdolunan, istenilen şey, istek, (bkz : emel), maksûde ‫( ﻣﻘﺼﻮده‬a.s. kasd'den): ["maksûd"un müen]. (bkz: maksûd). maksûm, maksûme ‫ ﻣﻘﺴﻮﻣﻪ‬، ‫( ﻣ ﺸ ﻮ م‬a.s. kısm'dan): 1. taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş. Emvâl-İ maksûme: taksim edilmiş, bölünmüş mallar. Rızk-1 maksûm: (Allah tarafından] ayrılmış rızk‫ ؛‬kısmet. 2. mat. ‫ ؛‬bölünen, fr. dividente. maksûmiin aleyh : mat. ‫ ؛‬bölen, fr. diviseur. maksûmiyyet ‫( ﻣﻘﺴﻮﻣﻴﺖ‬a.i. kısm'dan) : taksim olma, olunma, bölünme, maksûr, maksûre ‫ ﻣﻘﻤﻮره‬، ‫( ﻣﻘﻌﻮر‬a.s. kasr'dan) : 1. kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış. 2. alıkonulmuş. 3. bir şeye ayrılmış. 4. a. gr. bâzı Arapça kelimelerin sonunda bulunan "Y" (‫ ) ى‬şeklinde yazılan elifharfi: [“murtezl - mürtezâ", "da'vî - da'vâ (، ‫دﻋﻮى‬

‫ ﻣﺮﺗﻀﻰ‬,)" gibi]. maksûre ‫( ﻣﻘﺼﻮره‬a.i.c.: makasir) : câmilerde etrâfı parmaklıklı yüksek yer. [biraz daha yüksek olul'sa "mahfil" denilir]. [Muâviye tarafından İhdâs edildiği söylenir],

makrûh ‫( ﻣﻘﺮوح‬a.s.) : karhedilmiş, yaralanmış. (bkz: mecrûh).

maksûs ‫( ﻣﻘﺼﺮص‬a.s.) : kesilmiş, kırpılmış,

makrûn ‫( ﻣﻘﺮون‬a.s. karn'dan): 1. yakınlaştırılmış, yakm. 2. ulaşmış, kavuşmuş. İcâbet-

makşûr ‫( ﻣﻘﺸﻮر‬a.s.): kışrı, kabuğu çıkarılmış, soyulmuş.

MA

makye'

makt ‫( ﻣﻌﺖ‬a.i.) : lcin; hiddet.

m a'k u d ‫"( ﻋﻌﻬﺮد‬ka” uzun okunur, a.s. akd'den) :

akdolunmuş, bağlanmış‫ ؛‬bağlı düğümlü.

malcta' ‫( ﻣﻌﻬﻠﻊ‬a.i. kat'dan c. : makatı') : 1. kat'edilen, kesilen yer, bir şeyin, kesildiği yer, eski kamış kalemlerin yontulduktan sonra üzerine yatırılıp uçlarının kesildiği sert ağaçtan veyâ kemikten yapılma âlet. 2. mat. *kesit. 3. ed. bir gazel veyâ lcasidenin son beyti. makta-i mahrûti : geo. *konik *kesit, makta'i muvâzenet : cogr. *denge *yanayı, fr. profil d'équilibre.

m a'kul, ma'kule

maktaa ‫( ﻣﻘﻄﻌﻪ‬a.i.) : üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemik, şimşir veyâ mâdenden yapılmış âlet.

m akulât

maktel ‫ﺷﻞ‬٠(a.i. katl'den c. : makatil) : 1. katledilen, öldürülen yer. 2. ünlü ölülerin senâsmda yazılan şiirler, maktel-i Hiiseyn : Hz. Hiiseyn'in şehâdetinden bahseden Türkçe ve Farsça eserler. maktû', maktûa ‫ ﻫﻌﻄﻮﺀه‬، ‫( ﻣﻘﻄﻮع‬a.s. kat'dan. c. : makati') : 1. kat'olunmuş, kesilmiş. 2. değeri, bahası biçilmiş, pazarlıksız, fr. prix fixe. 3. götürü.

ma'kudU'n-aleyh : fık. bir akdin yapılmasın-

dan as.ıl maksat olan şey; akit kendisi üzerine vâki olan şey. [bir ev satıldığında 0 evin ayni) kirâya verildiğinde 0 evin menfaati, bir kimse nefsini îcâr ettiğinde o kimsenin ameli ma'kud-ün-aleyhtir]. m akul ‫"( ﻫﻌﻮل‬ku” uzun okunur, a.s. kavl'den) :

söylenilmiş, denilmiş; söylenilen [söz],

‫ ﺳﻘﻮﻟﻪ‬، ‫ ﻋﻘﻮل‬٠ ("ku” uzun okunur, a.s. akl'dan) : akıllıca, akla uygun, akıllıca İş gören, anlayışlı, mantıklı,

‫“( و ﻻ ت‬ku” uzun okunur, a.i. makule'nin c.) : takımlar; ‫ ؟‬eşitler, kategoriler.

‫^ﻻت‬ (“ku” uzun okunur, a.i. ma'kul'ün c.) : aklin uygun bulduğu, akil ile bilinen şeyler; fels. fr. prédicables.

m a'kulât

‫“( و‬ku'' uzun okunur, a.i.) : 1, takım, ‫ ؟‬eşit, soy. 2. mant. Ulam, fr. catégorie. 3. s. ilim tasnifi yapılmış, fels. fr. predicament,

m akule ‫ك‬

m akul ‫؛‬

‫ ﻗﻮﻟﻰ‬٠ (“ku” uzun okunur, a.i.) : kategorik, fr. catégorique.

maktûa ‫( ﻫﻌﻄﻮﺀه‬a.i. kat'dan c. : maktûab) : gazete, dergi ve benzeri şeylerden kesilmiş parça, fr. coupure.

ma'kuliyyet ‫“( ﻫ ﻮﻟ ﻴ ﺖ‬ku'' uzun okunur, a.i.) : makullük, akla uygunluk, anlayışlılık,

maktûan ‫(ًﻣﻌﻄﻮﺀا‬a.zf.) : maktû', götürü olarak, toptan.

ma'kum ‫"( ﻣ ﻮم‬ku” uzun okunur, a.s.) : kapail. (bkz : mesdûd).

maktûât ‫( ﻫﻌﻄﻮﺀات‬a.i. maktûa'nın c.) : maktualar, gazete, dergi ve benzeri şeylerden kesilmiş parçalar, fr. coupurer. maktû' cizye ‫( ﻫﻌﻄﻮع اﺟﺬﻳﻪ‬a.b.i.) : fetih Sirasmda ahâlisi Müslüman olmayan yerler halkmdan sulh yoluyla tâyîn olunan malctû bedel, vergi. maktûl, maktûle ‫ﺷﻮﻟﻪ‬٠ ، ‫ﺷﻮل‬٠(a.s. katl'den. c. : makatil, maktûlât, maktûlin) : lcatledilmiş, vurulmuş, öldürülmüş [kimse]. maktûlen ‫( ﻣﺸﻮﻻ‬a.zf.) : katledilerek, öldürülerek.

‫ ﺀ‬، ‫( ﻣﻌﻜﻮس‬a.s. aks'den) : 1. aks olunmuş, tersine ‫ ؟‬evrilmiş, başaşağı olmuş. M ahrût-İ ma'kûs : geo. başaşağı ‫ ؟‬evrilmiş koni. 2. başka bir şeyin zıddı. 3. ters, yolunda gitmeyen; uğursuz. 4. bir yere çarpıp geri dönen. 5.mat. *evrik, ters. Tâli-i ma'kûs : ters giden, uğursuz tâlih.

m a'kûs, ma'kûse ‫ت‬

ma'kûsen ‫( ﻣ ﻌ ﻜ ﻮ ﺳﺄ‬a.zf.) : ma'kûs, aksine, ters

olarak. ma'kûsen miitenâsib : mat. ters *orantılı,

birbirine nispet edilen iki şeyden biri ‫ ؟‬oğıldık‫ ؟‬a diğerinden eksilme, fr. inversement proportionnel.

maktûlin ‫( ﻫﻌﺘﻮﻟﻦ‬a.s. maktûl'ün c.) : katledilmiş, vurulmuş, öldürülmüş [kimseler].

m a'kûsiyyet ‫( ﻣ ﻌ ﻜ ﻮ ﺳﻴ ﺖ‬a.i.) : ma'kûsluk, aksi-

maktûr ‫( ﻣﻬﻌﻠﻮر‬a.s.) : katran sürülmüş, katran-

m a k y e ' ‫( ًﻣﺸﺎ‬a.i.) : konacak, duracak yer. (bkz :

il.

lik, terslik, [yapma kelimelerdendir], mevzi'). ، 65

makzere

makzere ‫( ﻣﻘﺰره‬a.i.) : dı?kılık, fr. cloaque, makzi ‫( ﻣﻐﻀﻰ‬a.s.) : kazâ olunmu?, odenmi?. makzi'l-merâm ‫( ﻣﻘﻬ ﻰ اﻟﻤﺮام‬a.it.) : eri?ilmek istenilen. makzıyyün-aleyh. (bkz : mahkûmiinaleyh). makzûf ‫( ﻣﻘﻨ ﻮ ف‬a.s.) : hazfolunmu?) atılmı?. Seng-İ makzûf : atılmı? ta?. -mal ‫ ﻫﺎل‬- (f.s.) : "süren, sürülen; takılan, sarilan” mânâlarıyla terkipler yapar. Rû-mâl : yüz süren. Pây-mâl : üzerine ayak sürülen, ayak altında çiğnenen. mâl (a.i.c. : emvâl) : 1. bir kimsenin tasai-rufu altmda bulunan değerli ve gerekli ?ey. 2. varlık, servet. 3. para, nakit, gelir. 4. tüccar e?yâsı. Beytü'l-mâl : [Tanzimat'tan önce] devlet hazînesi; [Tanzimat'tan sonra] ?erîat mahkemelerinde mirasçıları bulunmayan ölmü? kimselere âit mallaı-ın hesâbı görülen dâire. Re'sü'l-mâl : ana para, (bkz : sermâye). 5. eroin, esrar ve benzeri uyu?turucu ?eylerin ortak adi. mâl defterdân : [Tanzimat'tan önce] devlet mâliyesi i?leriyle ıığra?an kimse, mâl-i cizye : arâziden alman haraç, mâl-i ganâim : sava? ganimetinden elde edilen paranın be?te biri ölçüsünde olan ve yetimlere, kimsesizlere verilen para, mâl-i gaybi: sâhibi çıkmayan, bulunmu? mal. mâl-i gayr-i menkul : ta?mmaz, göçüm süz mal. mâl-i gayr-i miitekavvim: huk. [eskiden] İntifâı mübâh olmayan veyâ mübah olup ta İhrâz edilmemi? olan mal. Meselâ : [?arap mal ise de MUslümanlara göre onunla İntifâ mübah olmadığından miitekavvim değildir. Lâkin dinlerince İstîmâli mübah olanlara nazaran mütekavvimdir]. mâl-i KarUn : mec. çok zengin, mâl-i ke?Ufiyye : Mısır'da mansıp almak İçin kâ?ifler tarafından vâlilere verilip Misır hazînesi arasında, cep harçlığı olarak, pâdi?âha gönderilen paralar, mâl-i menkul : nakledilebilen, ta?mabilen mal [binâ ve arâziden maada], mâl-i mîrî : mîrî'ye, hükümete âit olan mal.

bbb

m â l-i m u g te n e m â t:

vurulan urbandan ele geçen hayvan ve sâirenin bedeli, m â l - i m u k a b e l e : t a r . timarlardan hâsıl olan gelirler. m â l-i m ukayyed: mukataalarla malikânelerin defterlerde yazılı gelirleri, m â l-i m iit e k a v v im : h u k . [eskiden] iki mânâda kullanılır: biri İntifâı miibah olan ?eydir, diğeri mâl-i muhrez demektir. M eselâ: [denizde iken balık gayri miitekavvim olup, tutmak ile İhrâz olundukta mâl-i miitekavvim olur. Kezâ, ?ıra ile İntifâ mübalı olduğundan mâl-i mütekavvimdir]. m â l - i n â t ı k : canlı mal, at, deve, katır gibi dört ayaklı hayvanlar. m â l - i s a d a k a t : yoksullara, sava? dü?künlerine verilmek iizere Müslüman tüccarlardan alman zekât, m â l - i s â m i t : cansız mal. m â l - i u h r e v i : âhiret İçin kazanılan sevap, m â l k a l e m i : mâliye dâiresi, m â l m ü d ü r ü : kazâ mâliye me'muru. m a l s a n d ı ğ ı : devlet geliri sandığı, vezne, m â l i i m e n â l : sahip oldugu her ?ey, varı yogu, bütün varlığı,

m a la

‫ﻻ‬

(f.i.). (bkz : mâle).

‫( د ﻛ ﻼ م‬a.b.s.): söz götürmez, diyecek yok. [asil: “mâ-lâ-kelâme fih” dir].

m â -lâ -k e lâ m

‫( ﻻ ﻣ ﺎ ل‬a.zf.): çok dolu, dopdolu. (bkz : kesir, firâvân, pür),

m â l-â -m â l

‫( ﻻذ ﻫﺎ؛ه‬a.s.): sonsuz, uçsuz bucaksız. (bkz : bî-nihâye, bî-pâyân).

m â -lâ -n ih â y e

‫( ﻣﻌﻼت‬a.i.c.: m aâlî): 1. yüksek, derin fikir. 2. ?eref, ululuk.

m a 'l â t

‫( ﻻ س‬a.s.c.: mâlâ-ya'niyyât): mânâsız, faydasız, bo? [?ey], (bkz : jâj).

m â - l â - y a 'n î

‫ ﻋﺒﺎ ت‬٠‫( ﻻ‬a.s. mâ-lâ-ya'nî'nin c .): mânâsız, faydasız, bo? [?eyler],

m â - l â - y a 'n i y y â t

‫( ﻻ ﻳ‬a.s.): tâkat getirilmez, dayanılmaz. T e k l î f - İ m â - l â - y u t â k : dayamlmaz bir teklif

m â - l â - y u t â k ، 3‫ﻄ ﺎ‬

m â l-d â r

‫( ﻣﺎﻟﺪار‬a.f.b.s.): maili, mail olan, zen-

gin. m â l-d â r î

servet).

‫( ﻫﺎﻟﺪارى‬a.i.): zenginlik, (bkz: gınâ,

ma'lûmât-ı zarûriyye

mâle ‫( ﻣﺎﻟﻪ‬f.i.) : duvarcı malası, ma'lef ‫( ﻣﻌﻠﻒ‬a.i.c. : maâlif) : alef, ot, saman, hayvan yemi gibi ?eyler konulan yer. mâle-kârî ‫( ﻣﺎﻟﻪ ﻛﺎر ى‬f.b.i.) : alçıdan yapılını? kabartma süs. ma'lem ‫ا‬٠‫( ﻣﻌﻞ‬a.i.c. : maâlim) : iz, eser, ni?an. mâ-lem-yekün ‫( ﻣﺎ ﻟﻢ ﻳﻜ ﻦ‬a.zf.) : sözden İbâret. mâ-lezîm, mâ-lezîme ‫ ﻣﺎ ﻟﺰﻣﻪ‬، ‫( ﻣﺎ ﻟﺰم‬a.i.) : malzeme, lüzumlu, gerekli ?ey. mâlî ‫( ﻫﺎﻟﻰ‬f.s.) : 1. ‫ ؟‬ok, fazla. 2. dolu, (bkz : memlû', pür). mâlî, mâliyye ‫ ﻣﺎﻟﻴ ﻪ‬، ‫( ﻣﺎﻟ ﻰ‬a.s.) : 1. mala, paraya mensup, mal ile ilgili. 2. devlet gelir ve giderlerinin idâresine âit. Fenn-İ mâlî : mâliye bilgisi. Sene-İ mâliyye (mâlî yıl) : 1840 (1256) yılından sonra, yılba?ı mart hesâbiyla resmi i?lerde kullanılan târih. [0 yıldan sonra otuz altı senede bir yıl fark göstererek, bati takvim sisteminin alınmasına kadar devam etmi?tir]. Usûl-i m â lic e : mâliye usûlü ile ilgili İ?ler. mâlî cizye : tar. OsmanlIlar devrinde sava? larda kazanılan dü?man topraklarından cizye olarak alman vergi,

diger ü‫ ؟‬mezhep ?unlardır: Hanefî, Şâfiî veHanbelî]. mâlikime، ‫( ﻣﺎ ﻟﻜﻴ ﺖ‬a.i.): mâlik olma, sâhip olma. mâli? ‫ اﻟ ﺶ‬٠ (f.i.) : sürme, sürü?türme, ugma, ugu?turma. mâli?-gâh, mâli?-geh ‫ ﻣﺎ ﻟﺸﻜﻪ‬، ‫( ﻣﺎﻟﺜﻜﺎه‬f. b.i.) : yüz sürülecek yer. (bkz : secde-gâh). mâli?-ger ‫( ﻣﺎﻟﺸﻜﺮ‬f.b.s.): sürtücü, ugucu, masör. mâliyyât ‫( ﻫﺎ ﺑ ﺖ‬a.i.s.): mâliye i?leriyle ilgili, mâliye bilgisi. m â l i c e ‫ﻟﻪ‬١٠٥ (a.s.c. :

mâliyyât) : devlet gelir ve giderleri İ?iyle ugra?an dâire,

mâliyyet ‫( ﻣ ﺎ ق‬o.i.): mal olma değeri, m âliyyûn ‫ ادو ن‬. (a.i.c.): maliyeciler, mâlizme ‫( ﻣﺎ ﻟﺰﻣﻪ‬a.i.): tar. [eskiden] yirmi sahifeden İbâret olan cüz, bro?ür. mâl-perest ‫ ﺑ ﺮ ت‬٠‫( ىل‬a.f.b.s.): mail, parayı ‫ ؟‬ok seven, mal canlısı.

mâlîde ‫( ﻣﺎﻟﻴﺪه‬f.s.) : sürülmü?, ugulmu?.

ma'lûl ‫( ﻫﻌﻠﻮل‬a.s. illet'den c . : ma'lûlîn): illetli, hastalıklı, sakat. m a'lûl-gazî: bir sava?tan sakat olarak çıkmi? kimse.

mâlih ‫( ﻣﺎﻟﺢ‬a.s.) : tuzlu,

ma'lûlen ‫( ﻣﻌﻠﻮﻷ‬a.zf.) : ma'lûl, sakat olarak,

mâlîhulyâ ‫( ﻣﺎﻟﻴﺨﻮﻳﺎ‬yun.i.) : 1. karasevda. 2. kuruntu, (bkz : hayâl-i hâm, vesvese). 3. melankolya, fr. mélancolie.

ma'lûlîn ‫( ﺳﻠﻮﻟﻴﻦ‬a.s. ma'lûl'ün c .): sakatlai", hastalıklılar, illetliler.

Mâlik ‫( ﻣﺎ ﻟ ﻚ‬a.h.i.) : Yedi Cehennemin hâkimi ve kapıcısı olan melek, zebânileri İdâre eden melek, (bkz : Rıdvân). mâlik ‫( ﻣﺎﻟﻚ‬a.i. mülk'den. c. : miillek) : 1. sâhip, bir ?eye sâhip, bir ?eyi olan. 2. erkek adi. [müen. “mâlike”], mâlikü'l-mülk : Allah. mâülc-âne ‫( ﻣﺎﻟﻜﺎﻧﻪ‬f.i.) : 1. kanunda gösterilen ?artlara göre birine verilen beylik arâzî. 2. büyük ve zengin kö?k. (bkz : kâh, kasr, kâ?âne). mâlikî ‫( ﻣﺎﻟﻜﻰ‬a.i.) : Islâmiyette “ehl-i sünnet" denilen dört mezhepten biri olup imam Malik bin Enes tarafından kurulmu?tur. [Hicaz, Basra ve Afrika'da yaygındır;

ma'lûliyyet ‫( ﻣﻌﻠﻮﻟﻴﺖ‬a.i.): ma'lulluk, sakatlık, hastalık. ma'lûm, ma'lûme ‫ ﻣﻌﻠﺮﻣﻪ‬، ‫( ﻣﻌﻠﻮم‬a.s. ilm'den c . : ma'lûmat) : 1. bilinen, belli. 2. gr. etken, fâili bilinen ve belli olan, m a 'lû m â t ( o .i.m a 'l û m 'u n c .) :1. ma'lûm olan, bilinen ?eyler. 2. bili?. 3. fels. ‫ ؛‬bili, bilgi. Eyyâm-ı ma'lûmât. (bkz: eyyâm). 4. İstanbul'da Artin tarahndan çıkarılan ve eski edebiyatı savunan haftalık edebiyat dergisi. ma'lûmât-ı cüz'iyye : az bilgi, ma'lûmât-ı k ü llic e : esaslı bilgi, ma'lûmât-ı v â s îa : geni? bilgi, ma'lûmât-ı zarûriyye : lüzumlu, gerekli bilgi. 667

mu'lûmât-dar

‫( ﻫﻌﻠﻮﻣﺎﺗﺪار‬a.f.b.s.) : ma'lûmatlı,

m a 'l û m â t - d a r

bilgili. ‫وروش‬ ‫( ﻣﻌﻠﻮﻣﺎت‬a.fb.s.) : ma'lûmat, bilgi satan, bilgiçlik taslayan,

m a 'lû m â t-fü rû ?

‫ ه‬٠‫ﻋﻠﻮ‬٠ (a.s.) : ["ma'lûm"un müennesi]. (bkz : ma'lûm). A h v â l - İ m a 'l û m e : bilinen haller, durumlar. Ş e r â i t - i m a 'l û m e : bilinen ?artlar, *koşullar. H a r e k â t - 1 m a 'l û m e : bilinen hareketler.

m a 'l û m e

‫( ﻫﻌﻠﻮﻫﻴﻪ‬a.i.) : tar. her yıl Mekke ve Medine halkına dağıtılmak üzere gönderilen siirre arasında geçen bir tâbir olup “ bilinen" anlamına gelir,

m a 'lû m iy y e

m a 'lû m iy y e t

‫ ﻳ ﺖ‬٠‫( ﻣﻌﻠﻮ‬a.i.) : ma'lûmluk, belli

olma, bilinme. m a lze m e

‫( ﻣﺎﻟﺰﻫﻪ‬a.i.) : *gereç, (bkz : mâ-lezim,

mâ-lezime). m â -m e le k

‫( ﻣﺎﻣﻠﻚ‬a.i.) : nesi varsa, varı yoğu,

olanı biteni; olanca ?ey.

‫( ﻫﺎﻣﻐﻰ‬a.i.) : geçen ?ey, geçmiş ?ey, geçmiş zamân. M e z â m â - m e z â : geçen geçti, olan oldu.

m â -m e z â

f (a.s. amel'den).: imal edilmi?, yapılmış, İşlenmiş.

m a 'm û l J

‫ ﻋﻤﻮﻻت‬٠ (a.s. ma'mûl'ün c.) : İmâl edilmi?, yapılmış ?eyler, makinede, elde yapılmış, İşlenmiş e?yâ.

m a'm û lât

: memlekette, yerli yapilan ?eyler, fr. p ro d u its indigènes, m a 'm û lâ t-ı S in âiyye : sanâyi ürünleri, m a 'm û lâ t-ı d â h îlîy y e

m a 'm û lü n b ih

Aj. ‫ﻋﻤﻮل‬٠ (a.b.s.) : kendisiyle

amel olunan, yürürlükte olan, hükmü geçer. [kanun, nizam; gramer kaidesi],

‫( ص‬a.s. umrân'dan) : bayındır, ?enlikli. (bkz : âbâdân). B e y t-İ m a 'm û r : Kâbe.

m a 'm û r

‫( ﻣﻌﻤﻮﻟﻪ‬a.i.) : ma'mûr olan yer, insan bulunan, bayındır yer; ?ehir, kasaba,

m a 'm û re

m a 'm û re-i d e rû n

: gönül ma'mûresi; gönül

?ehri. m a 'm û re-i d ü n y â

: dünyâ ma'mûresi.

m a 'm û re-i m u h ab b e t m a 'm û re tü 'l-a zîz eski

adi.

: sevgi ülkesi,

‫( ﻣﻌﻤﻮره‬a.it.) : Elâzığ'ın

ma'mûriyyet ‫ ﻋﻤﻮرﻳﺖ‬٠ (a.i.) : ma'murluk, bayındırlık. (bkz : âbâdânî, umrân). ma'nâ ‫( ﻫﻌﻰ‬a.i.c. : maânî) : 1. mânâ, anlam . 2 . İç, İçyüz. 3. rüyâ, düş. 4. akla yakın sebep. Âlem-i ma'nâ : rüyâ. Bî-ma'nâ : mânâsız, münâsebetsiz. İsm-i ma'nâ : gr. mücerret, *soyut isim. ma'nâ unsûru : gr. semantem. ma'nâ-yi İugavî (bir kelimenin) : lügat mânâsı, lügat anlamı. mânâ ‫ﺗﺎ‬١‫( م‬f.i.) : e‫ ؟‬, benzer, (bkz : misi, nazir). ma'nâ-dâr ‫( ﻫﺤﺎدار‬a.f.b.s.). (bkz : ma'nîdâr). mâ nahnü fîh ‫ ذﺣﻦ ﻓ ﻪ‬١‫( م‬a.cü.) : bahsini ettigimiz, üzerinde konuştuğumuz [?ey), mânde ‫( ﻣﺎ ﻧﺪه‬f.s.) : kaimi? olan, gitmi? olan. Amel-mânde : İşten kaimi?, i?e yaramaz, ma'nen ‫( ﻣﻌﺎ‬a.zf.) : İç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, (bkz : bâtmen). mânend ‫( ﻫﺎﻛﺪ‬f.i.) : benzer, e?. Bî-mânend: eşsiz, emsalsiz, (bkz : bî-nazîr, küfv, mesil, nazir, ?ebih). mânend-i bedîhî-i ûlâ : ille bakışta apaçık görünüp bilinen ?ey gibi, mânend-i serv : servinin benzeri, servi gibi, mânend-âbâd ‫( ﻫﺎﻓﺪ آﺑﺎد‬f.b.i.) : ölümlekiyâmet arasında geçen zaman. mânende ‫( ﻣﺎﻛﺪه‬f.s.) : 1. benzeyen. 2. astr. Oriyon'un p yıldızı, fr. Rigel. ma'nevî, ma'nevi^e ‫( ﻫﻌﺬوى ؛ ﻫﻌﻮﻳﻪ‬a. s. any'den) : 1. madde dı?ı olan, mânâya âit. 2. rûha ve içe âit olan. Ecr-İ ma'nevî : maddi olmayan karşılık, savap. Kuvve-i ma'neviyye: İç, yürek leuvveti. Veled-i ma'nevî : evlâtlık, oğulluk, ma'nevî evlâd : birinin kendine evlât edindiği kimse. ma'neviyyât ‫( ﻫﻌﻐﻮﻳﺎت‬a.i. ma'nevi'nin c.) : maddi olmayan, mânevi olan hususlar‫ ؛‬yürek gücü. mâneviyye ‫( ﻫﺎذوﻳﻪ‬a.i.) : iyilik ve kötülük İlâhına inanmaktan İbâret bâtıl bir mezhep olup Zerdüştler'den alınmıştır, manikeizm, fr. manichéisme.

mantıkî

‫ﻣﻌﻨﻮﻳﻮن‬

m a 'n e v iy y û n

(a.i.c.):

A lla h 'a

in a n -

m a n s û b in ‫( ﻣ ﺘ ﻬ ﻮ ﻳ ﻦ‬a.i. m a n s û b 'u n c . ) : m a n -

m ış , b e lb a g la m ış o la n la r, ( b k z : İlâ h iy y û n ,

su b

r a b b â n iy y û n ).

o la n la r.

m a 'n î ‫( ﻣﻌﻨ ﻰ‬f.i.). (b k z : m a'nâ).

‫ﻣﺎخ‬

m â n i' 1.

(a.s.

b u lu n a n la r ,

m e'm U riyette,

m an sû r, m an sû re ‫ﻣﺘ ﻬ ﻮ ر ه‬

m e n 'd e n

c .:

m e n e a ):

m en 'ed en , ge ri b ır a k a n , a lık o y a n , en gel

r e t 'd e n ) : d ım ıy la

m a n sû re -i

o la n . 2 . i. engel, özür. m â n i - i i r s : h u k . [eskiden] irse m â n i' o la n h a ld ir k i, d ö rt k ıs ım d ır : rik , k a til, ih tilâ f-1 d în , ih tilâ f-1 dâr. m â n i - i is t ik t â b : fiz . *k u tu p e n g e l, fr . d e p o la r is a n t .

، ‫( ﻣ ﺘ ﺼ ﻮ ر‬a.s. n u s-

1 . n a s r o lu n m u ‫ ؟‬, g a lib ,

ü s tü n

h iz m e tte '

A lla h 'ın

yar-

g e lm iş.

A s â k ir-İ

M u h a m m e d iy y e :

Y e n iç e ri

te ş k ilâ tın ın İâ g v ın d a n s o n r a k u r u la n o rd u [bu u z u n a d in k ı s a l t ı l m ı ş ı : " m a n s û r e " d ir]. 2 .m ü z . T iir k m ü z iğ in d e d iy a p a z o n " l â ” s ın ı d ü g â h o la r a k a la n a h e n k k i, e s k id e n b u a h e n k ile o k u n u rd u . 3. a y n i e sâ sa d a y a n a n n e y çeşid i.

m â n i - i ş e r ' î : şe r'an k a b û le en gel o la n h al.

m a n s û r e h a z î n e s i : II. S u lta n M a h m u t'u n

M â n î ‫ ( ﻣﺎﻧ ﻰ‬f .h .i.) : m e ş h u r ‫ ؟‬in li n a k k a ş ın ad-

Y e n iç e r io c a g ım k a ld ır d ığ ı h ic r i 1 2 4 1 (1826)

d ıd ır. B e h r a m Ş â p û r z a m â m n d a İra n 'a ge-

y ılın d a "a s â k ir -i m a n s û r e -i M u h a m m e d iy -

lip Z e r d ü ş t v e îs â d in le ri h a lita s ı o la n b â tıl

y e ” a d ıy la k u r u la n a s k e ri te ş k îlâ tın m a sra -

m e z h e b in i

im a k a r ş ı lık o la r a k a y r ıla n d e v let g e lir le r i

n eşre

b a şla m ış

o ld u ğ u n d a n

îd â m o lu n m u ştu r. ''E rte n g ", " E r je n g " a d il e se rle ri m e şh u rd u r. m â n ia

‫ﻣﺎﻧﻌﻪ‬

(a.i.

m e n 'd e n

c .:

m e v â n î ') :

‫ ( ﻣﻌﻔﻴﺪار‬a .f.s .) : m â n â lı, b ir şeye d elâlet

ed en , b ir ş e y d e m e k isteyen . m a 'n îd â r - â n e

‫ﻣﻌﻨﻴﺪاراﻧﻪ‬

(a .f.z h ) : m â n â lı şe k il-

( a .i.) : c ih a z o d a sı, g e lin o d a sı,

m ış,

‫ﻣﻨﺼﺐ‬

(a.i. n a s b 'd a n . c . : 1 . m e n â s ıb ) :

d e v le t h iz m e ti, m e 'm û riy e t. 2 . m a k a m , rü tb e, d erece, o ru n . ı n a n s ıb - d â r

‫ﻣﻨﺼﺒﺪار‬

m u ş,

( a .f.b .i.) : m a n s ib d a b u lu -

(a.s. n a s b 'd a n ) : 1 . n a s b o lu n -

k on m u ş,

d ik ilm iş .

2 . m e 'm û riy e te

A r a p ç a y a m a h s u s o lm a k ü zere s o n u n d a k i h a r f i ü stü n e o k u n a n k e lim e : S ü le y m a n (e),

( a .i.) :

1 . s a tra n ç

oyunun-

d a "n e r d ” in a y r ıld ığ ı o y u n la r ın y e d in c isi.

d u b â ra c ı.

A h k â m -1

‫( ﻣﻔﻄﻖ‬a.i.

n u t k 'd a n ) : 1 . sö z. 2 . h a k ik a t

ç ık t ığ ın ı g ö ste re n ilim . 3 . lü z u m , m a k s a t v e y â h ü k ü m ile İş, v â s ıta v e y â d e lil a ra s ın d a tu ta r lık .

m a n t ı k - ı s û r î : fo rm e l, b iç im se l m a n tık .

‫ﺿﺼﻮﺑﻪ ﺑﺎز‬

(k u ş d i l i ) : Ş e y h

F e rîd ü d -

d în - i A ttâ r 'ın a h lâ k î fik ir le r le sü slü m e ş h u r m a n z u m eseri. m a n tık a n

‫ﻣﻔﻄﻘﺄ‬

( a .z f.) : m a n tık ç a , m a n tığ a

göre.

‫ﻣﻨﻄﻘﻴﺎت‬

(a.i.) : m a n tık la ilg ili m e-

seleler. m a n t ık ıy y U n

‫ﻣﻨﻄﻘﻴﻮن‬

( a .i.c .) : m a n tık â lim le r i‫؛‬

m a n tık la u ğ ra ş a n la r .

2 ٠ ted b ir, o y u n , açm az. m a n sû b e -b â z

âyet b u lu n a n .

(a. s. a n la tıl-

a ra r k e n y a p ıla n z ih n i m u â m e le le rd en h a n -

ı n a n t ı k ıy y â t

h a m z e t (e)., gib i, (b k z : m eftû h ).

‫ﻣﻐﺼﻮﺑﻪ‬

‫ﻣﺘ ﺼ ﻮ ص‬

a ç ık ç a

ad i.

M a n t ı k ü 't - t a y r

‫ﻣﻨﺼﻮب‬

k o n u lm u ş , m e 'm û riy e tte b u lu n a n . 3. i. g r.

m an sû b e

h a k k ın d a

،

m a n t ık - ı r e m z i : s e m b o lik m a n tık .

n an . m an sû b

1 . K u r 'â n 'd a

g ile r in in d o ğ r u v e h a n g ile r in in y a n lış y o la

[k e lim e n in a s il “ m ın n a s a '' d ır]. m a n s ıb

n a s s 'd a n ) :

m a n tık

‫ﻣﻐﺼﻪ‬

‫ﻣ ﻨ ﻌ ﻮﻣﺤﻪ‬

m an sû s, m an sû sa

m a n s û s a : a ç ık la n m ış h ü k ü m le r. 2 . e rk ek

de. m an n asa

( a .i.) : A lla h 'ın y a r d i-

m ıy la m u v a ffo k o lm a , b a şa r m a ,

1. m e n 'ed en şey, en gel, ö zü r. 2 . z o rlu k . m a 'n îd â r

m a n s û r iy y e t ‫ﻣ ﻐ ﻤ ﻮ ر ﻳ ﺖ‬

(a.f.b.s.) ‫؛‬

h îlek â r,

m a n t ı k i ‫ ( ﻣ ﻄ ﻘ ﻰ‬a .s .) : m a n tığ a v e m a n tık k a id e le rin e u y g u n , m a n tık lı.

669

mantûk, m.n.ûka m a n tû k ,

mâr-i ham-be-ham : k ıv r ım k ıv r ım , ‫ ؟‬örek-

manzam ‫( ﻣﻨﻈﻢ‬a.i.c. : ınenâzım) : dizi, Sira.

mâr-i ser-biiride : b a şı k o p a r ılm ış y ıla n , mâr-i sermâ-dide : k ış ın s o ğ u ğ u n d a n u y u -

m a n tû k a ‫ﻣﻨﻄﻮﻗﻪ‬ ، ‫؛ ﻣﻐﻄﻮق‬a.s. nutk'dan): 1. söylenilmiş, denilmiş. 2. söz, kelâm, nutuk, mânâ, meflunn.

m anzar

‫( ﻣﻨﻈﺮ‬a.i. nazar'dan): 1. nazar edilen,

bakılan, görünen yer. 2. görünüş. 3. ‫ ؟‬ehre yüz, H o ş - m a n z a r : görünüşü güzel, güzel yüzlü. K e rîh ü ' 1- m a n z a r : görünüşü ‫ ؟‬irkin, ‫ ؟‬irkin yüzlü. 4. gözbebeği, m a n z a r -ı ‫ ؟‬e ş m : anat. gözbebeği,

‫( ﻣﻨﻈﺮه‬a.i. nazar'dan c . : m anâzıı):

m a n z a ra

1. bakılıp seyredilen yer. 2. görünüş. 3. pencere. m a n z a râ n i

‫( ﻣﻨﻈﺮاﻧﻰ‬a.s.) : gösterişli, güzel

le n m i‫ ؟‬y ıla n .

m u ş v e u y u ş m u ş y ıla n .

ma'râ ‫( ﻫﻌﺮى‬a.i.) : v ü c û d u n ‫ ؟‬o k z a m a n ‫ ؟‬ip la k o la n ye ri.

mârân ‫( ﻣﺎرات‬f.i. m â r'ın c.) : y ıla n la r . Şâh-I mârân : y ıla n la r ın p â d iş â h ı; e jd erh â, maraz ‫( ﻣﺮض‬a.i.c. : em râz) : h a s ta lık ; mec. d e rt, b elâ , d a y a n ılm a s ı g ü ‫ ؟‬d u ru m ,

maraz-ı asabi : p s ik . n e v ro z , maraz-ı beledi : hek. sü reg elen s a lg m h a sta ilk .

[adam], (bkz: manzari).

maraz-i dil : k a lp r a h a ts ız lığ ı,

‫( ﻣﻐﻈﺮى‬a.s.): gösterişli, giizel [adam], (bkz: manzarâni).

maraz-ı hadd : hek. h ız lı s e y re d e n h a s ta lık , maraz-ı İndifâî : hek. siv ilc e , ç ıb a n g ib i cilt-

m a n z a ri

m a n zû d

‫( ﻣﻐﻀﻮد‬a.s.) : 1. üstiiste istif edilmiş.

2. i. sik bitmiş ağa‫ ؟‬.

‫ﺑ ﻮم‬

(a.s. nazm'dan) : 1. nazmoİunmuş, tanzim edilmiş, dizilmiş, düzenİenmiş, sıralanmış. D ü r r -i m a n z û m : dizi incisi. 2. ed. vezinli, kafiyeli söz.

m a n zû m

m a n zû m â t

‫( ﻣﻔﻈﻮﻣﺎت‬a.i. manzûme'nin c.):

manzûmeler.

‫( ﺑﻮﻣﻪ‬a.i.c.: manzûmât) : 1. sira, dizi, takım; sistem. m a n z û m e -i d ü v eliyye : birleşmiş milletlerin oluşturduğu bir bütün, m a n z û m e -i e le k trik iy y e : fiz. pil. m a n z û m e -i Ş ü r e k â : astr. (bkz: Siireyyâ). m a n z û m e -i ş e m s iy y e : astr. Güneş ile ona tâbî olan seyyâreler. (Güneş sistemi). 2. vezinli, kafiyeli söz, Şİİ1٠.

m a n zû m e

‫( ﻣﻨﻈﻮر‬a.s. nazar'dan) : 1. nazar olunan, bakılan, bakılmış, görünen, görülmüş. 2. gözde olan, beğenilen, m a n z û r-ı â lile ri o l m a k : dikkat nazarini ‫ ؟‬ekmek.

m an zûr

m a n z û re

‫( ﻣﻨﻈﻮره‬a.s.): 1. noksan, kusûru olan,

ayıplanacak kadın. 2. i. âfet, belâ, m âr

‫( ﻣﺎر‬f.i.c.: m ârân): yılan, (bkz : hayye).

(iki dilli y ılan ): m ec. iki yüzlü, münafık [kimse].

m â r -i d ü -zeb â n

670

te ‫ ؟‬ik a r a k , p a tla y a n h a s ta lık ,

maraz-ı kalb : hek. 1) k a lb h a s ta lığ ı; 2) mec. elem , ız tıra p , acı.

maraz-i mevt : hek. ö lü m h a s ta lığ ı, ö lü m k o r k u s u h a s ta lığ ı, [erk eği e v in d ış ın d a v e k a d ın ı e v in İçin d e İş g ö rm e k te n m e n e d e n ve b a ş la d ığ ı tâ rih te n itib â r e n en az b ir y ıl İçin d e ö lü m le n e tice le n e n h a s ta lık ],

maraz-i miihlik-i müstevli : hek. b ü y ü k ‫ ؟‬ap d a h a y v a n ö lü m ü n e seb ep o la n s a lg ın

fr. épidémique mortelle, maraz-i müstekarr : hek. u z u n s ü ren s a lg ın h a s ta lık , k ir a n , h a s ta lık .

maraz-ı müstevli : hek. İstilâ ed en h a s ta lık , s a lg ın h a s ta lık , fr. maladie épidémique, maraz-i müzmin : hek. m ü z m in , sü reg en , sü rü n c e m e d e b ır a k a n h a s ta lık ,

maraz-ı rûhî : psik. r u h h a s ta lığ ı, fr. psychopathie. maraz-i sâkıt : hek. sar'a. maraz-ı sâri : hek. sirâ y e t ed ic i, g e çici, b u la Şicı h a s ta lık , fr. maladie contagieuse, ma'raz, ma'rız ‫ ﻣﻌﺮض‬، ‫( ﻣﻌﺮض‬a.i. a rz 'd a n c. : m a â rız ) : 1 . b ir ş e y in g ö l'ü n d ü ğ ü , ‫ ؟‬ık t ığ ı yer.

2. b ir ş e y in a rz o lu n d u g u , b ild ir ild iğ i yer. 3. serg i, fr. exposition, (b k z : m eşh er), marazi ‫( ﻣﺮ ض‬a.s. m a ra z 'd a n ) : h a s ta lığ a âit, h a s ta lık la ilg ili; h a s ta lık lı.

Mârût maraziyyât ‫( ﻫ ﺮ ﺻ ﺎ ت‬a.i.c.) : h a s t a lık la r ilm i, fr. pathologie.

m a 'rife t-p e rv e rî

maraziyyûn ‫( ﻫﺮﺻﻮن‬a.i.c.) : hek. p a to lo ji u z-

m a 'rife tu llâ h

‫( ﻣﻌﺮﻓﺖ اﻟﺪ‬a.it.) : tas. Allah'ı an-

lama.

m a n ia n .

ma'rec ‫ ﺑ ﺮ ج‬٠ (a.i.c. : m a â ric ) : ç ık a c a k yer, m erd ive n .

ma'ref ‫ ﻫ ﻌ ﺮ ى‬.(a.i.) : y ü z ü n , d â im â a ç ık g ö rü n e n y e ri.

mâr-efsâ ‫( ﻣﺎ را ﻓﺎ‬f.b.s.) : y ıla n e fsu n c u su , y ıla n tu ta n ; y ıla n so k m u ş k im s e y i te d â v î eden ,

ma'rek ‫ ﻋ ﺮ ك‬٠ (a.i.c. : m a â rik ). (b k z : m a'reke). ma'reke ‫( ﻫ ﻌ ﺮ ﻛ ﻪ‬a.i.c. : m a â rik ) : sa v a ş m e y d a n ı, mâr-gîr ;

‫( ﺑﺮور ى ﻣﻌﺮﻓﺖ‬a.f.b.i.): mârifetperverlik, mârifetlilik, hünerlilik.

‫( ى ر‬f.b.s.) : y ıla n tu ta n , y ıla n tu tu -

‫( ﻫﺎ رﺗ ﻦ‬f.b.i.): hastahâne. ["bîmârİstân" dan bozmadır].

m â r-istâ n

‫( ﻫﺎرﻳﻪ‬a.h.i.): Çem'ûn admda birinin kızı olup hicretin 7. yılında kız kardeŞİ Şîrîn ile birlikte, Mukavkıs tarafından Hz. Muhammed'e hediye edilen kipti bir câriye.

M â riy e

(a.s. maraz'dan c . : merzâ): marazlı, hasta, hastalıklı, sayrı.

m a r iz ‫رﻳﺾ‬٠‫ه‬

m a rîz -â n e

‫ﺋﻼ‬٠ ‫ﺮ‬ ‫(ﻫ‬a.f.zf.): marizcesine; has-

talıklı. mâr-hâr ‫ ر‬١‫( ﺋ ﺮ ض‬f.b.s.) : y ıla n yiy e n ,

m a rp îç

mârın, mârına ‫ ﻣﺎرﻧﻪ‬، ‫( ﻣﺎرن‬a.s.) : 1. ç e k iç le d ö -

m â rr

v ü le r e k a ç ılm a y a m ü sta it o lan . 2. i. tü rlü tü rlü re n k le rd e o la n b ir to p ra k . k ire ç ta ş ı,

3. i. jeol.

mâric ‫( و ج‬f.s.) : 1. d u m a n sız ateş, alev. 2. du -

m â rre

‫( ﻣﺎره‬a.i.) :

fık.

herkesin gittiği yoldan

gidenler. (a.s.c.): geçenler, : gelip geçenler, gelen gi-

den.

ma'rife ‫( ﻣﻌﺮﻓﻪ‬a.i.c. : m a â r if) : gr. m â n â ve o la n

sOz,

A ı'a p ç a

h a r f i ta 'rifi (el-) a n la ta n k e lim e, [b ah ç en in k a p ısı gib i. "B a h ç e k'apısı" o lu rsa

nelere

dir].

ma'rifet ‫( ﻣﻌﺮﻓﺖ‬a.i.c. : m a â r if) : 1. h e rk e sin y a p a m a d ığ ı u s ta lık ; h er

şeyd e

g ö rü lm e -

y e n h u sû siy e t, u s t a lık la y a p ılm ış o la n şey. (b k z : h ü n er, san'at). 2 . b ilm e , b iliş. 3. h o ş a g itm e y e n hareleet. 4 . v â s ıta , aı'acı, ik in c i el.

ma'rifet-nazari^esi : fels. b ilg i n a z a riy e s i, * k u ra m ı, fr. épistémologie.

‫ﻣﻌﺮﺳﺎﻣﻪ‬

: zikri (yukarıda) geçmiş olan.

m â r r în ve â b irîn

mârid ‫( و د‬a.s.) : in a tç ı, b e lir tilm iş

beyânı (yukarıda) geçmiş

olan.

m â r r în ‫ﻣﺎرﻳﻦ‬

in a n s ız b a ru t,

Ma'rifet-nâme

‫( و‬a.s. mürûr'dan): mürûr eden, geçen,

m â r ü 'l-b e y â n : m â r r ü 'z -z ik r

fr. marne.

mârız ‫( ﻣﺎرض‬a.s.) : h a sta , sa y rı, (b k z : m a riz ),

m e fh û m u

‫( ﻣﺎرﻳﺞ‬f.i.): marpu‫ ؟‬.

(a.f.b.i.) :

ib r â h im

H a k k i b e y in d îv â n k ü ltü r ü n e âit h a z ır la d ığ ı m e ş h u r eseı'i.

‫( ﻫﻌﺮوﻓﺎت‬a.i.c.) : 1. bilinen şeyler. 2. şerîatçe (kanunca) yapılması istenilen şeyler.

m a 'rû fâ t

‫( ﻣﻌﺮوﻓﺘﺖ‬a.i.): ma'rufluk, meşhurluk, tanınmışlık, ünlülük.

m a 'rû fiy y e t

m a 'rû r

‫( ﻫﻌﺮور‬a.s.) : uyuz.

‫( ﻣﻌﺮوش‬a.i.): üstü çardak ve kameriye şeklinde yapılmış binâ.

m a 'rû ş

ma'rifet-perver ‫( ﻣﻌﺮﻓﺖ رور‬a.f.b.s.) : m â rife tli, hü n eı'li.

ma'rifet-perver-âne ‫و ر ا ﻻ‬

‫( ﻫﻌﺮوف‬a.s. İrfân'dan) : 1. herkesçe bilinen, tanınmış, belli. 2. meşhur, ünlü. K avl-İ m a 'r û f: meşhur, ünlü söz. 3. şerîatın emrettigi, uygun gördüğü. E m r i b i'l-m a 'r û f n eh yi a n i' 1-m ü n k e r : şerîatın emirlerini ve yasaklarım halka bildirme, m a 'rû f-i c ih â n : cihâmn bildiği, dünyâca taninan.

m a 'r û f

‫( ﻫﺎروت‬a.h.i.): arkadaşı "Hârût" ile meşhur olan bir melek olup büyü ile uğraştıklaı'ından dolayı kıyâınete kadar kalmak

M â rû t

‫ﻫﻌﺮﻓﺖ‬

(a.f.zf.) :

m â l'ife tli, h ü n e rli o la n a y a k ış a c a k sû rette.



ü ze re

B â b il'd e

kuyu

iç erisin d e

h a p se d il-

m işle rd ir. ( b k z : H â rû t). m a 'r û z ,

m a 'r û z e

‫ ؟‬e y in

‫ ﻣﻌﺮوﺿﻪ‬، ‫ﻣﻌﺮوض‬

k a rşısın d a ,

s e r ilm i‫ ؟‬,

m u5

( a .i . c .:

te'sîr

a ltın d a

y a y ılm ış .

b u lu n a n .

4 . v e r ilm i‫ ؟‬,

su n u l-

.‫ ؟‬. s ö y le n ilm i‫ ؟‬, a n la tılm ış, d e n ilm i‫ ؟‬.

E l - m a 'r û z :

akran dan

‫ﻫﻌﺺ‬

ak ran a

m a 's -ı a d a l i : a d a le y e (.k a s a )

cek o lan ‫ ؟‬ey. E v r â k - 1 m â 'r û z a : su n u la n

san cı,

m â -sa b a k

‫ا ﺳ ﻖ‬٠

( a .s .) : g e çm iş ‫ ؟‬ey, ge çm iş.

H ik â y e -İ m â - s a b a k : g e çm işi h ik â y e etm ek, ( b k z : s e r -g ü z e ‫ ؟‬t).

‫ﻣﺼﻌﺪ‬

m a s 'a d

( a .i.c .: m a s â i d ) : 1. su u d y e ri, y u -

k a r i ç ık a c a k yer. 2 . m e rd iv e n . 3 . m e c . *a ‫ ؟‬am a . ( b k z : rütbe).

m a g a n la r. m a 'r û z - ı b e n d e g â n e m d i r : b ü y ü k b ir m a k a m a y a z ıla n d ile k ç e le rin b a ş ın a k o n u rd u ; b e n k u lu n u z u n d ile ğ id ir.

m asâd

‫د‬

( a .i.) : 1. d a ğ y a m a c ın ın y ü k s e k b ir

k ısm ı. 2 . y ü k s e k v e s a rp k ıy ı, m â -sa d a k

m a 'r û z - ı b e n d e - i d i r i n e l e r i d i r : u le m â n ın d ışın d a b u lu n a n la r t a r a fın d a n ‫ ؟‬e y h is lâ m a

m a 'r û z - ı b e n d e le r id ir ‫ ؛‬u le m â n ın

d ış ın d a

b u lu n a n la r ta ra fın d a n ‫ ؟‬e y h is lâ m lık ta b u lu n m u ‫ ؟‬o la n la ra h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i elk ap

o la r a k k u lla n ıla n b ir tâbir,

[ulem â t a ra fın d a n b u n u n y e rin e ''m a 'rû z -ı

ge ri o lm a y a n b e n k u lu n u z u n d ile d iğ id ir. m a 'r û z - ı d â î- i d ir in e l e r i d ir : u le m â t a r a fın d a n ‫ ؟‬e y h is lâ m a h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i elk ap o la r a k k u lla n ılır b ir tâ b ir olu p “ b e n esk i [sâd ık, y a k m ] d u â c ın ız ın d ile ğ id ir ” a n la m ın d a d ır. m a 'r û z - ı d â î - i k e m in e le r id ir : u le m â t a r a fın d a n s a d râ z a m a h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i elk a p o la r a k k u lla n ıla n b ir tâ b ir olu p “ d e ğ e rsiz d u â c ın ız ın d ile ğ id ir ” a n la m ın d a dır. m a 'r û z - ı d â iy â ıı e m d ir : b e n d u â c ın ız ın d ile -

‫ﻣﺼﺎدر‬

(a.i. m a s d a r 'ın c . ) : g r . m a s d a r -

lar, isim -fiille r.

‫ﻣﻤ ﻒ‬

m a sa ff

- ( a .i.c .: m a s â f f ) : a sk . saf, ta b u -

r u n to p la n d ığ ı yer. (a.i. m a s a f f ı n c . ) : h a rb , s a v a ‫ ؟‬.

‫ﻣ ﻬﺎ ى‬

m a sâ ff

(b k z : cen g , cid a l, p ü r h â ‫) ؟‬.

d â ile rid ir " d en ilird i]. m a 'r û z - ı ç â k e r - i k e m in e le r id ir : h iç b ir d e-

( a .b .i.): ta sd ik ed ilen , o lu -

a le y h : s a d ık o la n ‫ ؟‬e y ü z e rin e ” d e m e k tir], m a s â d ır

r a k k u lla n ıla n b ir tâbir.

‫ﻣﺎ ﺻﺪق‬

n a n h u su s, u y g u n , tıp k ı, f a s l ı : “ m â - s a d a k a

h itâ b e n y a z ıla n k â ğ ıtla rd a re sm i e lk ap o la -

m a s â h if

‫ﻣ ﻤﺎ ﺣﻒ‬

-(a.i. m u s h a fı n c . ) : m u s h a f

lar. ( b k z : m e s â h if).

‫ﻣﻤﺎ ش‬

m a s â if

(a.i. m a s i f i n c . ) : sa y fiye le r, y a z -

İıklar, y a z m o tu r a c a k yerler, m asâk

‫ﻣﻤﺎق‬

m a s â le

‫ ( ﻣﺼﺎ ﻟﻪ‬a .i.) : sızın tı,

m asân

‫ﻣﻬﺎن‬

m a s â n i'

( a .i.) : d a rlık ,

( a .i.) : e‫ ؟‬y a s a k la n a c a k y er.

‫اذى‬٠‫( ﻣﻤﺢ‬a.i.

m a sn a 'ln c . ) : su m a h z e n le -

ri, sa rn ıçla r. m a 's a r

‫( ﻣﻌﺼﺮ‬a.i.).

m a 's a r a

‫ﻣﻌﺼﺮه‬

(b k z : m a'sara).

( a .i .c .: m a â s ı r ) : ü z ü m , -su sam

v e s â ire y i sık a c a k yer.

ğ im d ir.

‫ﻣﻌﺮوﺿﺎت‬

(a.i. m a 'rû z 'u n c . ) : ı . k ü -

ç ü k te n b ü y ü ğ e b ild irile n , s u n u la n şeyler. 2 . C e v d e t P a şa 'n ın 18 3 9 -18 7 6 y ılla r ı a ra s m d a m e y d a n a gelen ta rih i v e siy a si o la y la rı k o n u e d in e n ü n lü eseri, m arzi

g ire n

k ra m p .

y a y ıla b ile -

k â ğ ıtla r. H e d â y â - y i m â 'r û z a : su n u la n ar-

m a 'r û z â t

( a .i.) : h e k . a d a le n in tu tu lm a sı, b u -

zü lm esi, fr. c r a m p e .

m a 'r û z â t ) : 1. a r z o lu n m u ‫ ؟‬, a rz o lu n a n . 2 . b ir 3.

m a 's

‫ﻫﺮﺿﻰ‬

m a s â r i'

‫ﻣﻌﺎ ر ع‬

(a.i. m ısra 'ın c.) : 1. m ısra 'la r.

2 . (a.i. m a sra 'm c . ) : g ü r e ‫ ؟‬m e y d a n la rı, m a s â r if

‫ﻣ ﻌﺎ ر و‬

(a.i. m a s r a f ı n c . ) : h a r c a n a n

p a ra la r, h a rc a m a la r, giderler, m a s â r if - i d â im e : d e v a m lı giderler,

(a.i. r ı z â 'd a n ) : r ız â g ö ste rilm iş,

m a s â r if - i g a y r - i m e lh û z a : ek o. ne gib i İşler

( b k z : p esen d id e,

d o la yısıy la , n erelere ö d e n e c e ğ i ö n c e d e n b i-

rız â -d â d e ). G a y r - i m a r z i ^ e , N â - m a r z î :

lin e m e ye n v e z o r u n lu lu k g ö r ü ld ü k ç e ö d e -

h o ‫ ؟‬a g itm e m i‫ ؟‬, b e ğ e n ilm e m i‫ ؟‬.

n ilm e si z a r û r î o la n m a s ra fla r, fr. im p r C v u .

b e ğ e n ilm iş ;

672

h o şn u tlu k ,

masîf masârif-i melhûza : eko. ne gibi yerlere, ne gibi İ?ler kar?ılıgı ödeneceği önceden bilinen, dü?ünülebüen masraflar, m asârif-i muvakkate : geçici giderler, m asârif-i müteferrika : ‫ ؟‬eşitli giderler, m asârif-i seneviyye : yıllık giderler, masârif-i ?ehriyye : aylık giderler, masârif-i u m û m ic e : umûmî masraflar, giderler. m asârif-i zâide : gereksiz, fazla giderler, m asârif-i zâtiyye : ?ahsi giderler, m asârif ‫ ﻣﺼﺎرﻳﻒ‬-(a.i. masrûfun c .): sarfolunanlar, harcananlar. m asârifât ‫( ﻣﺼﺎرﻓﺎت‬a.i. m asârifin c .): harcanan paralar, giderler. masârin ‫( ﻣﺼﺎرﻳﻦ‬a.i.c.) : bağırsaklar, (bkz: em'â). masâtıb ‫( ﻣﺼﺎﻃﺐ‬a.i. mastaba ve mıstaba'nm c.) : 1. peykeler, sedirler, sekiler. 2. meyhâne peykeleri. masbah ‫( ﻣﺼﺄح‬a.i.c.: masâbih): doğacak yer‫؛‬ dogacak zaman. masbû' ‫( ﻫﻤﺒﻮ ع‬a.s.): kendini begenmi?, kibirli. masbUg ‫( ﻫ ﺼﻮغ‬a.s. sibg'dan. c.: masâbig): boyanmı?, boyalı, (bkz : mülevven). masbûret ‫( ﻣﺼﺒﻮرة‬a.i.c.: masâbir): huk. kendisine yemin dü?en kimsenin hapsine sebebolan yemin. masda ' ‫( ﻣ ﺼﺪع‬a.i.): ta?lık yerlerden geçen düz yol.

na iki üstünlü yuvarlak t (‫ ) ة‬getirilen ?ekli: kitbeten... gibi. masdar-ı m îm î: a. gr. ba?mda m harfi bulunan mastar, [meselâ : ketb = yazmak, mikteb yazmak mimi mastar ?ekli], masdari, masdariyye ‫ ﻣﺼﺪرﻳﻪ‬، ‫( ﻣﺼﺪرى‬a.s.): masdarla ilgili, masdara âit, masdarlık. m asdariyye ‫( ﻣﺼﺪرﻳﻪ‬a.i.): Tanzimat'tan önce ?arap ve şâire gibi usâre maddelerinden alinan vergi. m a sd a ri^ et ‫( ﻣﺼﺪارﻳﺖ‬a.i.): mastarm anlattıgı olu? mânâsı. Edât-1 m asdariyyet: gr. sıfatların sonuna gelen : yyet edâtı: insânî = İnsâni + yyet... gibi. masdû' ‫( ﻣﺼﺪوع‬a.s.): ba? ağrısına tutulmu? olan. masduk ‫( ﻣﺼﺪوق‬a.s.). (bkz : mısdak), masdûka ‫( ﻣﻌﺪوﻗﻪ‬a.s.): ["masdûk" un müennesi], (bkz : masduk). masdûka ‫( ﻣﻌﺪوﻗﻪ‬a.i.c.: masdûkat): dogru söz, gerçek [lâkırdı]. masdûm ‫( ﻣﺼﺪوم‬a.s.): kendisine vurulmu?, ‫ ؟‬arpılmı?. masdûr ‫( ﻣﺼﺪور‬a.s.): 1. yollanmı?, gönderilmi? olan. i . göğsünde ağrısı olan, mâ-sebak ‫( ﻣﺎ ﺳﺒﻖ‬a.s.): sebkat eden, geçen, geçmi?. mâ-selef ‫ﻒ‬

‫ ﺋ‬-(a.s.): geçmi?, evvelki,

ma’sere, ma'seret ‫ ﻋﺴﺮت‬٠ ، ‫( ﻣﻌﺴﺮه‬a.i.): güçlük, zorluk.

masfûf, masfûfe ‫ ﻣﺼﻔﻮﻓﻪ‬، ‫( ﻣﺼﻔﻮف‬a.s.): s a f İanmı?, safbaglamı?, Sira ile dizilmi?. masdar ‫( ﻣ ﻌ ﺪ ر‬a.i. sudûr'dan. c . : masâdır): 1. bir ?eyin sudûr ettigi, çıktığı yer, kaynak, mashara ‫( ﻣﺴﺨﺮه‬a.s.): 1. maskara, soytarı, temel. 2. gr. fiillerin ?ahıs ve zaman gösmashara-i a le m : âlemin maskarası, retermeyen, fakat müspet (Olumlu) ve menfi zil, kepâze. 2. gülünç, komik. 3. eglenme, (Olumsuz) halleri bulunabilen ismi ?ekli, zevklenme. isim fiil: “gelmek, gelmemek, gelmeklik, mashûb ‫( ﻣﺼﺤﻮب‬a.s.c.: mesâhib): berâber gelme, geli?...” gibi. alınmı?, birlikte götürülmü?, kucaklanmı?. masdar-ı binâ'-i merre : a. gr. Arapça masmashûben ‫( ﻣﺼﺤﻮﺑﺄ‬a.zf.): birlikte oldugu haltarlarm sülâsilerinde birinci harfi fetha de, berâberce. (bkz : maan). (üstün) okunan ve sonuna iki üstünlü yumâsî ‫( ﻣﺎﺳﻰ‬f.s.): korkusuz, pervâsız. varlakt (‫ ) ؛‬getirilen ?ekli: ketbeten... gibi, masdar-j binâ'-i n e v i': a. g r .: Arapça mastarlarda birinci harfi kesreli okunan, sonu-

m a s i f - -(a.i. sayf'dan c . : m asâif): sayfiye, yazlık, yazın oturulacak yer. 673

mâsîk ‫ﻣﺎ ﻣ ﻚ‬

( a .s .) : 1 . y a p ış k a n . 2 . tu ta n , zap -

m a s lî, m a s liy y e ‫ ﻣ ﻌ ﻠ ﻴ ﻪ‬، ‫ ( ﻣ ﻌ ﻠ ﻰ‬a .s .) : h e k . m a s l'a

m â s ik ü 'l - i n â n : a s tr. s e m â n ın k u z e y y a r im -

m a s lû b ‫( ﻣ ﺼ ﻠ ﻮ ب‬a.s. s u lb 'd a n ) : sa lb o lu n m u ş)

m â s ik

ted en .

âit, se ro m la ilg ili.

k ü re s in d e b u lu n a n ‫ ؟‬o k p a r la k y ıld ız la r d a n m ü te ş e k k il b ir b u r ‫ ؟‬, [A u rig a].

m a s lû b e n ‫ ( ﻣ ﻌ ﻠ ﻮ ﺑ ﺄ‬a .z f.) : sa lb e d ile re k , a s ılm ış

m a s ir ‫( ﻣ ﺼ ﻴ ﺮ‬a.i. s a y rû re t'd e n c . : m a s â y i r ) : 1 . s u y u n a k t ığ ı yer. 2 . k a r a r g â h . 3 . s. s ü r ü p gid e n . m â - s iv â

‫ﻣﺎﻣﻮى‬

( a .i.) : 1 . b ir şe y d e n b a ş k a o la n

ş e y le rin h e p si; A lla h t a n m â a d a b ü tü n v a r İık la r. 2 . d ü n y â ile ilg ili o la n şeyler. T e rk -İ m â - s iv â :

dünyâdan

geçm ek,

A lla h 'd a n

‫ ﻣﺴﻘﻂ‬، ‫ﻣﺴﻘﻂ‬

(a.i. s ü k u t'd a n .

c . : m e s â k ıt ) : d ü şe c e k yer, d ü şü le n yer.

(“ k u " u z u n o k u n u r, a . i . ) : say-

( a .i.) : k a n in

ve yo ğ u rd u n

İ‫ ؟‬in -

de b u lu n a n ta b ii su. A g ş iy e - İ m a s l i ^ e : v ü c û d u n , d im a g , ciger, k a lb v e b a ğ ır s a k la r g ib i m ü h im o r g a n la r ım ö rte n in c e , ş e ffa f m a s l- ı le b e n : y o ğ u r d u n y e ş ilim t ır a k su y u , m a s lii'd -d e m : h e k . s e ro m ; k a n in su lu k ıs m ı,

‫ﻣ ﻌﻠ ﺤ ﺖ‬

(a.i. s u lh 'd a n c . : m e s â l ih ) :

1 . İş, e m ir, h u s u s , m a d d e , k e y fiy e t. 2 . eh em m iy e tli İş. 3 . b a r ış , d ir lik d ü z e n lik , m a s la h a t - ı â m m e : k a m u n u n y a r a r ın a o la n , m a s la h a t - b in ‫ﺑ ﻴ ﻦ‬

‫ﻣ ﻤﻠ ﺤ ﺖ‬

( a .f.b .s .) : İş gö ren ,

İş g ö r m e sin i b ile n .

‫ﻣ ﻌﻠ ﺤﺘ ﻜﻨﺎ ر‬

m a s la h a t - g ü z â r

( a .f.b .s .) : 1 . İş b iti-

re n , İş b ilir. 2 . i. el‫ ؟‬i n â m ın a İşle ri tâ k ip le v a z ife li k im se . m a s la h a t - p e r d â z ‫ﺑ ﺮ د ا ز‬

c . : m a sn û â ، ):

‫ﻣﺼﻨﻮﻋﺎت‬

m asn û ât

(a.s.

m a s n û 'n ıın

c.) :

m e şeyler.

‫ﻣﺼﺮع‬

( a .i.c .: m a s â r i ') : m ııs â r a a e d ile-

c e k y e r , g ü re ş m e y d a n ı,

‫ﻣﻤﺮ ف‬

m a sra f

(a.i.

s a r f dan

c . : m a s â rif):

1 . h a rc a n a n p a ra , g i d e r . 2 . h a r ‫ ؟‬, m a s r a f n â z ı r ı : a s k e r lik d â ire s in d e m u h â se b e reisi. m a s r if

‫ﻣﺼﺮف‬

-(a.i. s a r f d a n ) : s a r f h a rc a m a

‫ﻣ ﺼﻠﺤ ﺖ‬

( a .f.b .s .) : elin -

‫ﻣ ﻌﻠ ﺤ ﺖ ﺷﺎ س‬

( a .f.b .s .) : İş b ilen ,

İşd e n a n la y a n .

su.

‫ ( ﻣﺼﻼق‬a .i.) : 1 . d â im â a k a n su b o ru 2. SU y o lu ü z e r in d e b u lu n a n su lia z n e si.

3.

b ü y ü k y a la k .

m a s lâ k

m asrû '

‫ﻣﻌﺮ و ع‬

( a .s .) : saı٠'alı, sa r'a h a s ta lığ ın a

tu tu lm u ş. m a srû a n

‫ﻣﻌﺮوﻋﺄ‬

m a s r û f,

m a s r û fe

( a . z f ) : s a r'a lı o la r a k ,

‫ﻣﺼﺮوﻓﻪ‬

،

s a r f d a n ) : 1 . s a r f o lu n m u ş ,

‫ﻣﺼﺮوف‬

(a.s.

h a rc e d ilm iş .

N a k d - İ m a s r û f : h a r c a n a n p a ra . M e b â liğ - i m a s r û fe ,

M e s â î- i

h a rc a n a n

p a ra la r, m e sâile r.

m a s rû fe :

s a rfo lu n a n , 2 . ‫ ؟‬e v r ilm iş ,

d ö n d ü rü lm ü ş . m a s r û f i, m a s r û f iy y e t

‫ ﻣﺼﺮوﻓﻴﺖ‬، ‫ ( ﻣﺼﺮوﻓﻰ‬a .i.) :

m a s r u flu k , h a rc e d ilm iş lik .

d e n iy i İş gelen , e li işe y a tk ın , m a s la h a t - ş in â s

(a.s. s ıın 'd a n

san 'atle y a p ılm ış . 2 . sah te, d ü z m e , u y d u r-

m a h a lli.

(sayd am ) z a rlar.

m a s la h a t

1.

m asra'

k a l v u r u lm u ş , c ilâ la ıım ış . (b k z : m ü c ellâ).

‫ﻣﺼﻞ‬

‫ﻣ ﺼﻮع‬

m asn û '

y a r a tıla n la r.

m a s k a t i i 't - t â i r : k u ş u n k a n a d ı,

m asl

s a rn ıç , su m a h z e n i.

m a s n û â t - ı İ l â h î c e : İlâ h î k u v v e t t a r a fın d a n

m a s k a t - i re 's : in s a n in d o g d u g u yer.

‫ﻣﺼﻘﻮل‬

m a s n a ', m a s n a a ‫ ﻣ ﺴ ﻌ ﻪ‬، ‫ ( ﻣ ﻌ ﻎ‬a .i.c .: m a s â n i ') :

1 . san 'atle y a p ılm ış şeyler. 2 . u y d u r m a , dü z-

itâ a tsiz lik ; is y a n , g ü n a h ,

m asku l

o ld u g u h a ld e , a s ılm a sû re tiy le , a s ıla r a k , m a s lû b iy y e t ‫ ( ﻣ ﺼ ﻠ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖ‬a .i.) : m a s lu b lu k .

m a, yapm a.

b a şk a h e rşe y le ilg is in i k e sm e k , m a 's iy e t ‫( ﻣ ﻌ ﺼﻴ ﺖ‬a.i. siil. asâ. c . : m a â s î ) : â s îlik ,

m a s k a t , m a s lc ıt

a s ılm ış , a s ıla r a k ö ld ü rü lm ü ş ,

m ass ‫ص‬

( a .i.) : e m m e , e m e re k ‫ ؟‬e k m e , s o g u r-

m a. m âss, m â ssa

‫ ﻣﺎﺻﻪ‬، ‫ ( ﻣﺎص‬a .s .) : m a s se d ic i,

e m i-

ci. H a y v â n â t - ı m â s s a : p ire v e b e n z e ri g ib i h o r tu m u y la em en h a y v a n la r , m â s s - ı a d îm ü '1- c e n â h iy y e : z o o l. p ireler, m âst

‫ﻣﺎﺳﺖ‬

( f .i .) : y o g u rt.

maşrık m a stab a ,

m is t a b a

-

،

-

(a.i.c. :

m asâtib ) : 1 . p e y k e , se d ir, selci. 2 . m e y h â n e p e y k e si.

‫ﻣﺴﻄﺮ‬

m a star

(a.i.) : s a k ız ,

(a.i.) : [asil : m ıs ta r d ır], (b k z :

m ıstar). (a.s.) : d a m a r la rd a n ta ş m ış

[kan].

‫ﻣﺼﻮ ﺑﻪ‬

m asû b e

(a.s.) : İsâb et e tm i‫؟‬

[m u sib et,

fe lâk et, ked er]. m asû g

‫ﻣﺼﻮغ‬

(a.s.) : 1. lcaliba d ö k ü lm ü ş. 2 . dü z.

‫ﻣﻌﺼﻮم‬

(a.s. ism et'd en ) : 1. su ç su z , k a -

b a h a tsiz . 2 . i. k ü ç ü k ‫ ؟‬o c u k , (b k z : sabi), [m üen. ; m a'sû m e]. im â m iy e

t m â m - 1 m a 's û m : ı)

m e z h e b in d e

g ü n a h s ız

s a y ıla n

e h l-i b e y t m e n sû b ıı; 2) im â m - ı R a b b â n i'n in o ğlu . m a 's û m ü 'd -d e m : h u k . [eskiden] k ıs a s ı m ü s-

te lz im b ir c in â y e tte b u lu n m a m ı‫ ؟‬o la n h erh a n g i b ir M ü s lim v e y â Z ım m î. m a 's û m -â n e

‫ﻫﻌﺼﻮﻣﺎﻧﻪ‬

(a.f.zf.) : m a 'su m c a sın a ,

m a 'sû m o la n a y a k ış a c a k sû rette. m a 's û m e

‫ﻣﻌﺼﻮﻣﻪ‬

(a.i.) : 1. g ü n a h s ız , su ç su z k a -

d m . 2 . k ü ç ü k k ız ‫ ؟‬o c u ğ u . 2 ٠ s. [m a'sû m 'u n m ü en .]. (b k z : m a 'sû m ‫)؛‬.

‫ﻣﻌﺼﻮﺳﺖ‬

m a 's û m iy y e t

(a.i.) : m a 'su m lu k s u ‫ ؟‬-

su z lu k , k a b a h a tsiz lik , (b k z : ism et), m asû n

‫ﻣﻤﻮن‬

(a.s.

sa v n 'd a n ) : 1. ş a k la n m ış ,

(b k z : m a h fû z ). 2 . Siyân et o lu n m u ‫ ؟‬, lcoru n m u ‫ ؟‬, k o r u n a n . 3 . sâ lim , s a ğ la m ,

‫ﻣﻤﻮﺳ ﺖ‬

m a sû n iy y e t

(o.i.) :

1. m a h fu z lu k ,

e m in lik , s a ğ la m lık . 2 . lco ru n m a. 3. *d o k u n u lm a z lik . m a s û n iy y e t - i ‫ ؟‬a h s iy y e : hulc. k i‫ ؟‬i d o k u n u l-

m a z lığ ı, fr. in v io la b il it é p e r s o n n e lle . m a sû n iy y e t-i

t e ş r iiy y e :

m e b 'u s lu k

doku-

n ıılm a z lıg ı. m a 's û r

‫ﻫﻌﺴﻮر‬

(a.s. u sret'd e n c. : m a'sû rât) : zor,

‫ﻫﻌﺼﻮر‬

(a.s.) : s ık ılm ış , s u y u v e y â y a ğ ı

gü‫ ؟‬. m a 's û r

mâ ‫( ﻫﺎش ؟‬f.i.) : börülceye benzeyen fasulyenin iki türü.

‫( ﻣﺎﺷﺎﺀاﻟﻦ‬a.n.): 1. Allah'ın istediği gibi. 2. Allah nazardan saklasın, ne güzel. 3. nazar değmemesi İ‫ ؟‬in ‫ ؟‬ocukların üzerlerine iliştirilen ve üstünde bu söz bulunan altm veyâ başka şeyden yapılmış nazarlık. 4. hayret ve memnunluk anlatır.

m â‫ ؟‬e

3 . ö rn e ğ e u y g u n . m a 's û m

‫( ﻣﺼﻮات‬a.s.): ‫ ؟‬ok bağıran.

m â -‫ ؟‬âa lla h

‫ﻣﻌ ﻄ ﻮ ب‬

m astû b

gü‫ ؟‬İşler. m asvât

‫ﻫﺼﻄﻜﻰ‬

m astak l

‫ ﺳ ﻮ وا ت‬٠ (a.i. ma'sûr'un c .) : zor olan,

m a'sûrât

٠‫( ﻣﺎش‬f.i.): maşa.

‫( ﻫﻌﺸﺮ‬a.i. İşret'den c . : m aâşir): cemaat, topluluk, birlikte yaşayan cemâat.

ma'çer

ma'şerî

m a'şeriyyet

m â s û r ‫( ﻫﺎﺳﻮر‬f.s.) : b ir b irin e k a t lim i ‫؟‬

(b k z : m ü m tezic).

[‫ ؟‬ey],

‫( ﻣﻌﺸﺮﻳﺖ‬a.i.): ortaklaşma, fr.

collectivite. (bkz : mecmûiyyet).

‫( ﻫﻤﺜﺮﺷﺎ س‬a.f.b.i.): sosy. *toplumbilim bilgini, sosyolog, fr. sociologue.

ma'‫ ؟‬er-‫ ؟‬inâs

‫ئ‬ (a.i.) : kadınlara tuvalet yapan kadın, (bkz: meşşâta).

m âşıta

m âşîj m â ş i^ e ‫ ﻫﺎﺷﻪ‬،

‫( ﻫﺎﺷﻰ‬a.s. meşy'den c . : mü‫ ؟ ؟‬ât): yürüyen, yürüyücü. m â‫ ؟‬î-ale'l-esâb i' : zool. parmaklarının u‫ ؟‬İarı üzerinde yürüyen ve et yiyen sınıfına dâhil olan hayvanlar [köpek, sırtlan... gibi]. m â‫ ؟‬î-a le 'l-k e ff : zool. ayaklarının tabanına basan ve et yiyen sınıfına dâhil olan hayvanlar [ayı., gibi]. ‫( ﻷ‬a.i.c.: m evâşî): deve, koyun, ke‫ ؟‬i gibi hayvan.

mâşiye ‫ب‬

‫( ﻫﺎﺳﺄ‬a.zf.): yürüyerek, yaya olaralc. (bkz: meşyen).

mâşiyen

‫( ﻫﺸﻌﻮق‬a.s. ‫ ؟‬akk'dan): ‫ ؟‬akkedilmi‫ ؟‬, yarılmış; yarık. m aşk û k ü 'r-ricl : zool. *yankayaklılar.

m aşkûk

m aşrık

a lın m ış ‫ ؟‬ey.

‫( ﻫﻌﺸﺮى‬a.s.): topluluğun olan, ortak-

İaşa.

‫ ﺷﺮق‬٠ (a.i. ‫ ؟‬ark'dan. c . : meşârık) :

Güneş'in hâver).

doğduğu

taraf,

doğu,

(bkz;

m aşrıkî ‫( ﻧ ﺪ ﻓ ﻲ‬a.s.): 1. şark'a, dogu'ya mensup, ‫ ؟‬ark ile, doğu ile ilgili. 2. ‫ ؟‬ark tarafı. 675

ma'şûk ma'şûk ‫( ﻫﻤﺜﻮق‬a.s. ışk'dan) : 1. sevilen, sevilmiş [erkek]. 2. i. erkek adi. 3. müz. adi Şerh-i Mevlâna Mübârek Çah'da geçen makam. ma’şûka ‫( ﻣﻌﺸﻮﻗﻪ‬a.s. ışk'dan): sevilen, sevilmiş [kadın, kız]. ma'şûkıyyet ‫( ﻣﻌﺸﻮﻗﻴﺖ‬a.i.): ma'şııkluk, sevilme hâli, sevilmiş kimsenin hâli, mâşûre ٠‫( ﻫﺎﺿﺮ‬f.i.): 1. masura. 2. lüle, emzik; oluk. ma'şûş ‫( ﻣﻌﻔﻮ ش‬a.s.): zayıf, arık [adam], (bkz : İâgar). mât ‫ ا ت‬٠ (f.i.): satran‫ ؟‬oyununda yenilme, matâbi' ‫( ﻫﻄﺎﺑﻊ‬a.i. matbaa'nın c .): *basımevleri. matâbih ‫( ﻣﻄﺎ؛خ‬a.i. matbah'm c.). (bkz: metâbih).

m atâlil ‫( ﻣﻄﺎ ﻳ ﻞ‬a.s. m a tlû l'ü n c.) : y a ş , ıs la k [nesneler].

‫ﻣﻄﻌﻢ‬

m at'am 1.

m atâm ih m atâm ir

m at'an

‫ﻣﻄﻌﻦ‬

m atar

‫ﻣﻄﺮ‬

matâîn ‫( ﻷ س‬a.i. mıt'ân'ın c .): mızrakla yaralamakta mâhir olan, m a t â l i ' ( a . i . matla'm c.). (bkz : metâli'). matâlib ‫ﻫﻄﺎﻟﺐ‬ metâlib). 676

(a.i.

matlab'ın

c.).

(bkz:

(a.i.c. : m a tâ in ) : ta'n e d ile c e k , SÖ-

(a.i.c. : em târ) : y a g m u r.

‫ﻣﻄﺮه‬

m atara

(b k z :

(a.i.) : y o lc u lu k ta b o y u n a v e y â

b ele a s ılı o la r a k ta ş ın a n , e k s e riy â .ü zeri ab a k a p lı s u k a b ı.

matâre

‫( ﻣﻄﺎره‬a.i.)

m atârih

matâin ‫( ﻫﻄﺎﺀن‬a.i. mat'an'ın c .): ta'n edilecek, sövülecek yerler.

(a.i. m a tm û re 'n in c.) : 1. to p ra -

b â râ n , gays).

matâhir ‫( ﻫﻈﺺ‬a.i. mathare'nin c .): 1. İçinde yikamp tahâret olunacak yerler, gusiilhâneler. 2. mataralar, su kaplan,

matâin ‫( ﻫﻄﺎﺋﻦ‬a.i. matin'in c.) : balçıkla Sivanmış [yerler].

‫ﻣﺔر‬،‫ﻣﻂ‬

v ü le c e k y e r .

m atârid

matâîm ‫( ﻣﻄﺎﻋﻴﻢ‬a.s. mıt'âm'ın c .): 1. başkalarım beslemeler. 2. doymakbilmezler, oburlar,

(a.i. m a tm a h 'in c.) : gö z d ik i-

k a lti yerler. 2 . m e z a rla r,

m atâf ‫ ﻣﻄﺎف‬.(a.i. tavâfdan c . : matâif) : tavâf edilecek, etrâfı dolaşıp ziyâret edilecek yer.

matâim ‫( ﻣﻄﺎﻋﻢ‬a.i. mat'am'ın c.) : taâm edilecek, yemek yenilecek yerler, yemek odaları,

‫ﻣﻄﺎ ﻣﺢ‬

len , gö z k o n u la n şeyler.

m atân k

m atâif ‫ ط ﺀ ف‬.(a.i. tavaftan, matâf'ın c .): tavâf edilecek, etrâfı dolaşıp ziyâret edilecek yerler.

c. : m a tâ im ) :

m e k o d a sı. 2 . y e n ile c e k y e m e k ,

matâbih ‫( ﻣﻄﺎ د خ‬a.i. tabh'dan. matbûh'un c .): tabholunmuş, pişirilmiş şeyler,

mâ-taht ‫( ﻣﺎﺗﺤﺖ‬a.s.): alt, altta, altta bulunan nesne.

(a.i. ta a m 'd a n .

ta â m ed ilec ek , y e m e k y e n ile c e k yer, ye-

‫ﻣﻄﺎرق‬

: k ış ı ‫ ؟‬o k o la n yer.

(a.i. m it r a k v e m itr a k a 'n ın c.) :

d e m ir c i ‫ ؟‬e k içle ri.

‫ﻣﻄﺎره‬

(a.i. m itr e d 'in c.) : m ız r a k la r ,

z ıp k ın la r.

‫ﻣﻄﺎرح‬

(a.i. m a tra h 'in c.) : 1. ta rh e d ile -

cek yerler. 2. b ir şe y a tıla n yerler,

m atariyyet ‫ﻣﻄﺮﻳﺖ‬ pluviosité. m atâvî ٤ ‫ﻃ ﻮ ﺗ ﻢ‬

(a.i.) : y a ğ m u r lu lu k ,

fr.

(a.i. m a tv â , m a tv i'n in c.) : dü-

r ü lm ü ş , b ü k ü lm ü ş ş e y le r‫ ؛‬k ıv r ım la r ,

matâyâ' ‫ﻳﺎ‬١‫( ﻣﻌﻞ‬a.i. m a tiy y e 'n in c.) : b in e k h ayv a n la n . (b k z : devâb b).

matbaa

‫ﻋﻪ‬٠‫ﻣﻂ‬

(a.i. ta b 'd a n . c. : m atâb ı') : m at-

b a a la r, * b a sim e v le ri.

m atbaa-i âmire : d e v let m a tb a a sı, matbah

‫ﻣﻄﺒﺦ‬

(a.i. ta b h 'd a n . c. : m a tâ b ih ) :

m u tfa k , (b k z : tâb -h ân e).

m atbah-ı âm ire ; s a r a y m u tfa g i. m atbah-i hass : tar. s a ra y d a , p â d iş â h yem e k le rin in p iş ir ild iğ i b ö lü m ,

m atbah-ı şerif : ı) M e v le v i te k k e le rin d e y e m e k p iş irile n y e r; 2) M e v le v i te k k e le rin d e d e r v iş in ilk te rb iy e y e ri,

matbû'

‫ﻣﻄﺒﻮع‬

(a.s.) : 1. ta b 'o lu n m u ş , b a s ılm ış

[k itap , gazete]. 2 . h o ş, lâ tif, m a k b u l, g ü zel.

Suhen-i matbû' : h o ş, g ü z e l söz.

matla’

‫( ﻣﻄﺒﻮﻋﻪ‬a.i. tab'dan) : 1 . gazete, kitap, dergi gibi basımevinde basılarak hazırlanmış şeyler, basma.

m a tb û a

m a tb û â t

‫( ﻣﻄﺒﻮﻋﺎت‬o.i. matbû'un c.) : basılmış

şeyler; kitaplar; [en çok] gazeteler. C e m 'i y y e t i :

Türk

m a tb û â t m iid ir iy y e t-i u m û m iy y e s i:

basm

M a tb û â t-ı

O s m â n i^ e

Basm Birligi. yaym umum müdürlüğü.

‫( ﻣﺎﺗﻢ ﻛ ﺪ ه‬a.f.b.s.) : mâtem, yas evi. (bkz : beytü'l-hazen, mâtem-serâ).

m â te m -k e d e

m â te m -k ü n â n

‫( ﻣﺎﺗﻤﺰار‬f.b.i.) : mâtem yeri, mâtem tutulan yer. (bkz : mâtem-gâh).

m â te m -z â r

‫( ﻣﺎﺗﻤﺰده‬a.f.b.s.): mâtem'e, yasa tutulmuş, mâtemli, yaslı,

‫( ﻣﻄﺒﻮخ‬a.s. tabh'dan c. : matâbî'h): tabholunmuş, pişirilmiş. T a â m -1 m a t b û h : pişmiş yemek. 2 . kaynatılmış, haşlanmış [İlaç].

m a tfâ

1.

‫( ﻣﻄﻮﺧﺎ ت‬a.i. matbûh'ıın c .): 1. pişirilmiş yemekler. 2. kaynatılmış İlâçlar,

m a tb û h â t

‫( ﻣﺎﻷﺧﺮ‬a.b.zf.) : sonradan meyda-

m â -te a h h a r

na gelen. (bkz: mâzî). 2. geçen şey. (bkz: sâbık). 3. önceleri.

‫( ﻣﺎﺗﻢ‬a.i.) :

hüzün, keder ve musibet zamânmdaki ağlayış, yas; yaslı, kederli bulunma. (bkz : şîven). 2. Muharrem ayının ilk on gününde Hz. imâm-ı Hüseyin İçin yas tutarak mersiyeler okuma âdeti, 1.

‫( ﻣﺎﺗﻤﺪار‬a.f.b.s.): mâtemli, yaslı,

m â te m -d â r

acılı.

‫( ﻣﺎﺗﻢ اﻓﺰا‬f.b.s.). (bkz: mâtem-

m â te m -e fz â

fezâ).

‫( ﻣﺎﺗﻢ اﻧ ﻜ ﺰ‬a.f.b.s.): mâtem koparan, mâtemi, yası gerektiren,

m â te m -e n g iz

‫( ﻣﺎﺗﻢ ﻓﺰا‬a.f.b.s.): mâtemi, yası ar-

m â te m -fe z â

tiran.

‫( ﻣﻄﻔﻮ‬a.s.c.: mafûât) : 1. İtfâ edilmiş, söndürülmüş. 2 ٠sandıktan ödenen para hesabi.

m a tfû

‫( ﺑ ﺂ ت‬a.i. matfû'nun c .): sandıktan ödenen paralar hesabi.

m a tfU â t

‫( ﻣﻄﻬﺮه‬a.i.c.: matâhir): 1. İçinde yikamp tahâret olacak yer, gusülhâne. 2. matara, su kabı.

m ath û m m ath û n

‫( ﻣﺎﻟ ﻜﺎ ه‬f.b.i.): mâtem tutulan yer,

yas evi. (bkz : mâtem-zâr). m â te m -g îr

‫ﺗﻌﺮ‬

m â te m -g îr -â n e

(f.b.s.): mâtem, yas tutan,

‫( ﻣﺎﺗﻤﻜﻴﺮاﻧﻪ‬f.b.zf.): yaslı olarak,

yaslı bir halde. m â te m -h â n e

‫( ﻣﺎﻟ ﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): yas evi,

[bu] dünya.

‫( ﻣﺎد ى‬a.s.) : mâtemli, yaslı.

m ec.

‫( ﻣﻄﺤﻮم‬a.i.): dolu, dolmuş, ‫( ﻣﻄﺤﻮن‬a.s. tahn'dan): tahnolunmuş,

öğütülmüş. m â t ır ^ ^ (a.s matar'dan) : yagan, yagıcı. m â t ır ^ ^ (a.s. matar'dan): yagan, yagıcı. m a tin e ‫( ﻣﻄﻴﻪ‬a.i.c.: matâyâ) : binek hayvani, (bkz: dâbbe). m a tiy y e -i n e f s :

binek atını andıran nefs. [nefeuke matiyyetuke ferfik biha = nefsin binek âtındır, onu hoş tut! - Hadîs-İ Şerif],

m atî^ e-rân ‫( ﻣﻄﻴﻪ ران‬a.b.s.): bindiği hayvani yola süren. m atk a b

m â te m -g â h

m âte m î

‫( ﻣﻄﻔﻰ‬a.s. ıtfâ'dan) : ıtfâ edilmiş, söndü-

rülmüş.

m ath are

‫( ﻣﺎﺗﻘﺪم‬a.i.) : 1. geçmiş zaman,

m â -te k a d d e m

m âte m

(a.f.zf.): mâtem ede-

‫( ﻣﺎﺗﻢ ﺳﺮا‬a.f.b.s.) : mâtem, yas evi, yeri, (bkz : beytii'l-hazen, mâtem-kede).

m â te m -z e d e

m atb û h

‫ﻣﺎﺗ ﻢ‬

m â te m -s e r â

: Basm, Yaym (ve Turizm) Genel Müdürlüğü,

M a tb û a t U m û m M ü d ü r lü ğ ü

‫ﻛﺎ ن‬

rek, yas tutarak.

‫( ﻣﻌﻠﻘﺐ‬a.i.): delgi, (bkz : mıskab).

‫( ﻣﻄﻞ‬a.i.): 2. çekme.

m atl

1.

geçirme, atlatma, defetme.

‫( ﻣﻄﻠﻊ‬a.i. tulû'dan c . : m atâli'): 1 . tulü' edecek, dogacak yer. 2. Güneş ve şâir yıldızlarm dogması. 3. e d . kaside veyâ gazelin kafiyeli olan ilk beyti. H ü s n - i m a t l a ' : e d . gazelde matla'dan sonra gelen giizel, renkli beyit. 4. t a s . Kur'an'ı ezbere okuyan bir ermiş kimseye Allah'ın tecelli etmesi.

m a tla '

*77

matla'-, garrâ m a t l a ’- ı g a r r â : e d .

her iki mısrâında kafiye

bulunan beyit. bir gökcisminin düz

m a tla -i İ s t iv â î: astr.

açılımı. Güneşin ılım çizgisinden

m a t l a - i İ 't i d â l :

doğduğu nokta. m a tla b , m a tla b e

‫ﻣﻄﻠﺒﻪ‬

،

‫( ﻣﻄﻠﺐ‬a.s. taleb'den.

c. : matâlib) : 1. talebolunan, meram, maksat, istenilen şey, istek. 2. bahis, mesele. 3 . h u k . kanunda, maddenin kenar başlıklarina verilen bir ad. m a t l a b - i d i l h â h : gönlün istediği arzu, maksat.

‫( ﻃﻠ ﻮ ب‬a.i. taleb'den c. : ınatlûbât) :

m a tlû b

1. talebedilen, istenilen, aranılan şey. 2. alacak, f r . c r é d i t . 3 . m i i z . Tiirk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza bir nümûnesi kalmamıştır.

‫( ﻣﻄﻠﻮﺑﺎت‬a.i. matlûb'un c.) : 1. talebedilen, istenilen, aranılan şeyler. 2. alacaklar, f r . c r é d i t s .

ın a tlû b â t

matrah ‫( ﻣﻄﺮح‬a.i. tarh'dan c . : matârih): 1. tarh edilecek; tarh olunacak nesire, miktai'. 2. yer. (bkz : mahal). 3. bir şey atılan yer. 4. vergiye esas tutulan kazan‫ ؟‬, m atrâk ‫( ﻃ ﺮا ق‬a.i.). (bkz : mitrak). matrân ‫( ﻣﻄﺮان‬a.i.): ta‫ ؟‬giymiş piskopos. [mıtrân şekli de vardırj. matrûd ‫( ﻣﻄﺮود‬a.s. tard'dan c . : matrûdiır): tardolunmuş, kovulmuş, vazifesinden 1‫ ؟‬karılmış, kovuntu. matrûdin ‫( ﻣﻄﺮودﻳﻦ‬a.s. matrûd'un c .): tard olunmuşlar, kovulmuşlar. matrUdiyyet ‫( ﻣﻄﺮودﻳﺖ‬a.i.): matrutlulc, kovuntuluk. matrûh ‫( ﻣﻄﺮوح‬a.s. tarh'dan): 1. tarlı edilmiş, ‫ ؟‬ıkarılmış. 2. belitilmiş, konulmuş [vergi]. 3. temeli atılmış [binâ]. matrûhun anh : mat. eksilen, matrûhiin-minh ‫( ﻣﻄﺮوح ﺳﻪ‬a.b.s.): mat. eksilen, kendisinden başka bir sayı ‫ ؟‬ılcarılan.

Türk müziginin en eski bil. mürekkep makamı olup nümUnesi kalmamıştır,

matrûk ‫( ﻣﻄﺮوق‬a.s.): 1. gevşek, sölpük [adam]. 2. lcuruduktan sonra yağmurun tarâvetlendirdigi yer.

‫( ﻣﻄﻠﻮل‬a.s.c. : matâlil) : yaş, ıslalc [nes-

matrûş ‫( ﻣﻄﺮوش‬o.s.): sakalsız, sakalı tıraş edilmiş, (bkz: mahlûk),

‫( ﻣﻄﻤﻊ‬a.i.) : tamah

mattâl, mattâle ‫ ﻣﻄﺎﻟﻪ‬، ‫( ﻣﻄﺎل‬a.s.): dâimâ vâdini veyâ borcunu uzatıp geciktiren,

‫( ﻃ ﻤ ﺢ‬a.i.c. : matâmilr) : göz dikilen şey, göz konulan yer, gözü kaldırıp bakacak yer. m a t m a h - ı n a z a r : göz *dikegi.

ma'tûf ‫( ﻣﻌﻄﻮف‬a.s. a tfd an ): 1. eğilmiş, bir tarafa doğru çevrilmiş. 2. biı'iııe isnâdolunmuş, yöneltilmiş. ma'tûfün aleyh : bir rabıt edâtı ile (*bağla‫) ؟‬ kendisine bağlı olan kelime,

m a tlU b e k

m a tlû l

‫( ﻣﻄﻠﻮﺑﻚ‬a.f.b.i.) :

m iiz .

ne]. m a t m a ', m a t m a a

‫ﻣﻄﻤﻌﻪ‬

،

edilecek, istenilecek şey. m a tm a h

‫( ﻣﻄﻤﻮع‬a.s. tama'dan) : tama' olunmuş; hırsla istenen [şey],

m atm û '

‫( ﻣﻌﻠﻤﻮر‬a.s.) : toprak altına konulmuş, gömülmüş, (bkz : medfûn).

m a tm û r

‫( ﻣﻄﻤﻮره‬a.i.c. : matâmir) : 1. mahzen gibi topi'ak altmda öteberi saklanan yer. 2. mezar, kabir. m a t m û r e - i f e n â : mezai", kabir,

m atm û re

ma'tûh, ma'tûhe ‫ ﻣﻌﺘﻮﻫﻪ‬، ‫( ﻣﻌﺘﻮه‬a.s. atelr'den): ateh getirmiş, bunamış, bunalc. (bkz: fertût). ma'tûh-âne ‫( ﻣﻌﺘﻮﻫﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.) : bunamışçasma, bunakçasına. ma'tûk, ma'tûka ‫ ﻣﻌﺘﻮﻗﻪ‬، ‫( ﺳﺘﻮق‬a.s. atâk'dan. c . : maâtîk): azatlı, azat olunmuş, (blcz: atik1).

muş [adam].

ma'tûka ‫( ﻣﻌﺘﻮﻗﻪ‬a.s.c.: m aâtîk): azatlı, azat olunmuş [kadm, kız].

: ı ) gözleri tamamen kör olan lcimse; 2) tek gözlü deccâl.

mat'ûm ‫( ﻣﻄﻌﻮم‬a.s.c.: mat'ûmât) : yenecek yemek.

m atm û s

‫( ﻣﻄﻤﻮس‬a.s.) : gözü sonradan kör ol-

m a t m û s ü '1 - a y n

mâye-kevser

mat'ûmât ‫( ﻣﻄﻌﻮﻣﺎت‬a.i.c.): yenecek şeyler, mat'ûn ‫( ﻣﻄﻌﻮن‬a.s. ta'n'dan): 1. ta'n olunmuş, ayıplanmış. 2. (tâûn'dan): taûn'a, vebâya tutulmuş. mat'Unen ‫( ﻣﻄﻌﻮﻧﺄ‬a.zf.): taûn'a, vebâya tutularak.

peşrev ile bir tâne yine müellifi bilinmeyen saz seınâîsi makama misaldir, mâverâü't-tabîa: fizikötesi, metafizik, mâ-verâî ‫( ﻣﺎوراﻧﻲ‬a.s.) : öteye mensup, öteki âlemle ilgili.

matvâ ‫( ﻣﻄﻮى‬a.i.c.: matâvî). (bkz : matvi).

mâ-verd ‫اورد‬, (a.f.b.i.): gülsuyu, (bkz: mâ-i verd, mâü'l-verd).

matvi ‫( ﻃ ﻮ ى‬a.i. tayy'dan c . : matâvî): dürülmüş, bükülmüş şey; kıvrım, (bkz : matvâ).

mavtm ‫( ﻣﻮﻃﻦ‬a.i. vatan'dan c . : mevâtm): vatair, yurt edilen yer.

matviyyen ‫( ﻣﻄﻮﻳﺄ‬a.zf.): bir şeyin İçine sararak, dürerek; sarılı, dürülü olduğu halde,

mâye ‫( ﻣﺎ؛ه‬f.i.): 1. maya, asil ve lüzumlu madde; asil, esas. 2. para, mal. 3" iktidar, güc. 4. bilgi. 5. dişi deve. 6. müz. Tiirk müziginde bir makam adi. mâye-i S id k : mec. Hz. Ebubekir. mâye-i ‫ ؟‬eb : gece karanlığı, mâye-i zevk ü sü rü r: eğlence ve sevin‫ ؟‬mayası, mevzuu. mâye-i zindegâni : yaşama gücü,

maûl ‫( ﻣﻌﻮل‬a.s.): üstün gelinmiş, (bkz: mağlûb). m aûlün-aleyh: kendisi İ‫ ؟‬in ağlanılan kimmaûn ‫( ﻣﻌﻮن‬a.i.): yardim, imdat, mâûn ‫( ﻣﺎﻋﻮن‬a.i.): 1. malin zekâtı. 2. kendisinden faydalanılacak şey. 3. eve lâzım olan şeyler. maûne ‫ﻋﻮذه‬٠ (a.i.): mavna,

mâye-büzürg ٠‫( ﻣﺎﻳﻪ ﺑﺰرﺀك‬f.b.i.): Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. NümUnesi kalmamıştır,

mâûne ‫( ﻣﺎﻋﻮﻧﻪ‬a.i.) : mavna, [yük taşıyan büyiik kayık (kürekli ve motorludur)!,

mâye-dâr ‫( ﻫﺎﻳﻪ دار‬f.s.): mayalı, kudretli; paralı.

maûnet ‫( ﻣﻌﻮﻧﺖ‬a.i. avn'den. c . : m aâvin): mâye-hicâz ‫( ﻣﺎﻳﻪ اﺣﺠﺎز‬f.a.b.i.): miiz. Tiirk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep ma1. yardim, (bkz : İmdâd). 2. azık, yol yiyekarni. Niimûnesi kalmamıştır, cegi. 3. huk. masârif. mâ-vaka' ‫( ﻣﺎوﻗﻊ‬a.s.): vuku' bulmuş, olup ge‫ ؟‬miş [şey!, (bkz : ser-güzeşt)٠ mâ-verâ ‫( ﻣﺎوراﺀ‬a.i.): ard, geri, bir şeyin ötesinde, arkasında bulunan. mâverâ-i benefşevi: fiz. dalga boyu mor renkli ışığınkinden daha kısa olan ışık (yaklaşık olarak 4000 A. dan küçük), fr. ultraviolet. mâverâ-i K a fk a s : Kafkas sıradağlarının ötesindeki şehirler. mâverâü'n-nehr (nehrin ötesi): 1. Orta Asya'da Ceyhun (Amuderyâ) nehrinin kuzeyinde bulunan iilkeye Araplar tarafından verilen coğrafi bir isimdir. Bu coğrafî sâhaya eski Garp (Bati) kaynakları Transoksiyana (Transoxiana) demişlerdir. 2 ٠müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı. Biri devr-i kebir, öteki fahte usûlünde ilci tâne müellifi belli olmayan

mâye-hüseynî ‫ ﺳ ﻰ‬٠‫( ﻫﺎﻳﻪ ح‬f.a.b.i.): müz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. NUmUnesi kalmamıştır, mâye-ırâk ‫اﻳﻪ ﻋﻮاق‬٠ (f.a.b.i.): müz. Tiirkmüziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makami. NiimUnesi kalmamıştır, mâye-ısfahân ‫( ﻫﺎﻳﻪ اﺻﻔﻬﺎن‬f.b.i.): müz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir miireklcep makamı. NUmUnesi kalmamıştır, maye-i atik ‫ﻣﺎﻳﻪ ﻋﻌﻖ‬: müz. Türk müziğinin en az ü‫ ؟‬asırlık bir mürekkep makamı. NUmUnesi kalmamıştır, mâye-i kebir p — $z ‫اﻳﻪ‬٠: müz. Türk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı. NUmUnesi kalmamıştır,

‫ال‬

mâye-kevser ‫( ﻫﺎﻳﻪ‬f.a.b.i.): müz. Tiirk müziğinin eski bir miirelckep makamı. NümUnesi kalmamıştır. 679

mâye-kûçek

‫( ﻫﺎﻳﻪ‬f.b.i.) : m i i z . Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni. NiimUnesi kalmamıştır,

m â y e -k û ç e k

m â y e -n e v â

‫( ﻫﺎﻳﻪ ذوا‬f.b.i.) : m ü z . Türk müziği-

nin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. Nümûnesi kalmamıştır, m â -y e n k a se m

‫أ‬٠‫( ﻣﺎﻳ ﺶ‬a.b.s.) : kısımlara ayrı-

labilen, bölünebilen. m â -y e n k a s e m iy y e t

lünebilme, taksim).

fr.

‫ ﺷﺒ ﺖ‬.‫ى‬

d iv is ib ilité ,

(a.b.i.) : bö(bkz : kabil-i

mâye-pûseük ‫ ه ﻻف‬٠‫( ﻫﺎﻳﻪ رس‬fb.i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. Nümûnesi kalmamıştır, mâye-râst ‫اﻳﻪ ر ا ت‬٠ (f.b.i.) : miiz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makami. Nümûnesi kalmamıştır, mâye-rehâvî ‫اﻳﻪ‬٠ (f.b.i.) : miiz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni. Nümûnesi kalmamıştır, [asil "mâyeruhâvî" dir].

nıa'yûbe ‫( ﻣﻌﺒﻮﺑﻪ‬a.s.): ["ma'yûb" ün müen.J. (bkz: ma'yûb). ma'yûben ‫ ﻋﻮﺑﺄ‬٠ (a.zf.): ayıplanarak, ayıp, kusur sayılarak. mâ-yuhdes ‫ اﻳ ﺤ ﺪ ت‬٠ (a.b.s.): sonradan olan, m a - y u 'k a l ^ ‫( ئ‬a.b.s.): anlaşılır, mâ-yu'kes ‫( ئ"ﻟﻌﻜﻰ‬a.b.s.): 1. aksedebilir; mant. *evrilir. 2. değiştirilebilir, mâ-yu'ref ‫( ﻫﺎﻳﻌﺮف‬a.b.s.): 1. bilinmez. 2. i. minder altında saklanan mal. m âyu'refiyyet cognoscibilite.

(a.b.i.): bilinirlik, fr.

m âyüfhem iyyet ‫( > ﻏﻬﺴﺖ‬a.b.i.): kavranabilirlik, fr. concevabilite. ma'z ‫( ﻫﻌﺰ‬a.i.): ke‫ ؟‬i; karaca, (bkz : üm'ûz). mazâ' ‫ ﻏﺎﺀ‬٠ (a.fi.) ; geçti. mazâ mâ mazâ : geçen geçti, olan oldu, mazâbıt ‫ ﻣﺎ ﺑ ﻂ‬٠ (a.i. mazbata'nm c .): kararnameler, *tutanaklar.

mâ-yetehallel ‫( ﻫﺎ ﻳ ﺨ ﻞ‬a.b.s.) :hallolunabilir,

mazâcı'‫( ﻣﻀﺎﺟﻊ‬a.i. mazca'ln c .): mezarlar, kabirler, sinler, (bkz : medâfin, makabir).

mâye-uşşâk ‫( ﻫﺎﻳ ﻪ ﻋﺸﺎق‬f.a.b.i.) : m i i z . Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı. Nümûnesi kalmamıştır,

m a z â c i r ^ ^ (a.i. mazcer'in c .): gönül daralacak, sıkılacak yerler.

mâye-zengûle ‫( ﻣﺎﻳﻪ ز ﺀ ﻻ‬f.b.i.) : m i i z . Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makajni. Nümûnesi kalmamıştır, ‫( ﻫﻐﻴﻊ‬a.i.c. : mâyiât) : su gibi akan, su hâlinde bulunan şey, *SIVI, m â y i '- i b e d e n : b iy . vücut *sıvısı, m â y i '- i b e y n e 'l - h i i c r e : b i y . *göze arası *SIVI,

m â y i'

fr. liq u id e in te r c e llu la ir e ,

: akaryakıt,

mazâhir ‫( ﻵ ﻫ ﺮ‬a.i. mazhar'm c.): 1. bir şeyin göründüğü, çıktığı yerler. 2. nâil olmalar, şereflenmeler. m azâik ‫( ﻫﻤﺎﺋﻖ‬a.i. mazlk'in c .): dar olan yerler. mazâin ‫( ﻵ ش‬a.i. mazanne, mazmne'nin c.). (bkz: mazanne, mazınne). m a z â k t ^ (a.i.): darlık, (bkz : madâk).

mâyiât ‫( ىﻳﻌﺎ ت‬a .i . mâyi'in c.) : SU gibi akan, su hâlinde bulunan şeyler, sıvılar,

mazâlim ‫( ﻣﻈﺎﻟﻢ‬a.i. mazleme, mazlime'nin c .): 1. zulümler, can yakmalar, haksızlıklar. 2. adâlet dâiresi.

‫ﻣ ﺖ‬.‫( ﻫﺎ‬a.i.) : mâyi'lik, mâyi'hâlinde olma vasfı, niteliği.

m azâll ‫( ﻵ ل‬a.i. mazalle'nin c.). (bkz : mazalle).

m â y i '- i m a h r û k

m â y iiy y e t

‫ً•ﻣﻌﺄاوب‬

(a.s. ayb'dan c. : maâyîb) : 1. ayıplanmış; ayıplanan. 2. bir eksiği, kusûru olan.

m a 'y û b

m a 'y û b â t

‫( ه؛ﻋﻴﻮﺑﺖ‬a.i. ma'yûbe'nin c.) : 1. ayıp

sayılan, ayıplanan şeyler. 2. kusurlar, noksanlar. 680

mazalle 4 (a.i. Zill'dan. c . : m azâll): gölgelik. (bkz : sâyegâh, sâye-zâr, zılâle). mazalle-nişln 4 oturan.

‫ ن‬٠‫( ذش‬a.f.b.s.): gölgelikte

mazâmin ‫ﻫ ﻰ س‬ (a.i. mazmûn'un c.) : 1. ödenmesi lâzımgelen şeyler. 2 ٠mânâlar.

mâzî-î baîd m e fh u m la r, * k a v ra m la r . 3. n ü k te li, c in a slı,

özür.

sa n 'a tlı sözler.

mazanne ‫( ﻣﻈﻐﻪ‬a.i. za n n 'd e n . c . : m a z â in , m a z â n n ) : 1 . b ir ş e y in v ü c u d u n u n z a n n o lu n d u ğ u yer, z a n gö tü re n . 2 . e rm iş sa n ıla n .

mazanne-i hayr : k e n d is in d e n a n c a k iy ilik b e k le n e n k im se .

mazanne-i

ma'zeret-i şer’iyye : m e ş rû m â z e re t, g e çe rli ma'zeret-cû ‫ ( ﻣﻌﻨﺮﺗﺠﻮ‬a .f.b .s .) : m â z e re t, ö z ü r a ra y a n .

ma'zeret-hâh ‫( ﻣﻌﻨ ﺮ ت ﺧﻮاه‬a.f.b.s.) : m â z e re t, ö z ü r d ile y e n .

ma'zeret-hâhi ‫ ( ﻣﻌﻨ ﺮ ت ﺧﻮاﻫﻰ‬a .f.b .i.) : m âz e re t,

kîrâm'dan...:

e rm iş

s a m la n la r 'd a n .

mazanne-i sû ' : k e n d is in d e n a n c a k fen âlılc

ö z ü r d ile y ic ilik .

ma'zeret-mend ‫( ﻣﻌﻨﺮﺗﻤﻐﺪ‬a.f.b.s.) : ö z ü rlü , ma'zeret-mend-âne

b e k le n e n k im se .

mazârib ‫( ﻣﻀﺎرﻳﺐ‬a.i. m ız r â b 'ın c . ) : m ız ra p la r. mazârr ‫( ﻣ ﻔﺎ ر‬a.i. m a z a rr a t'm c.) : z a ra rla r, ziy a n la r.

mazarrat ‫( ﻣﻀﺮت‬a.i. z a r a r 'd a n c . : m a z â rr) : zara r, z iy a n ; z a r a r v e rm e , d o k u n m a .

mazarrât ‫( ﻣﻀﺮات‬a.i. m a z a rr a t'm c . ) : z a ra rla r, z iy a n la r, ( b k z : m a z â rr).

‫ﻣﻌﻨﺮﺗﻤﻨﺪاﻧﻪ‬

(a.f.zf.) :

m â z e re tli, ö z ü rlü o la ra k ,

ma'zeret-mendi‫ ( ﻣﻌﻨﺮﺗﻤﻨﺪ ى‬a .f.b .i.) : ö z ü rlü lü k , mazg ‫ﻣﻀﻎ‬

( a .i.) :

a ğ ız d a

‫ ؟‬İğn em e,

(b k z :

m ad g ).

mazgut ‫( ﻣﻀﻔﻮ ط‬a.s.) : 1. s ık ılm ış , s ık ış t ır ılm ış . 2 . kim. * sık ıt, fr. comprime. mazhar ‫( ﻣﻈﻬﺮ‬a.i. z u h û r'd a n . c . : m a z â h ir) : 1. b ir ş e y in g ö r ü n d ü ğ ü , ‫ ؟‬ık t ığ ı yer. 2 . n â il

mazâyık ‫( ﻣﻀﺎﻳﻖ‬a.s. m â z îk 'm c.) : 1. d ar, s ık ın t ılı ye rle r. 2 . zor, sık ı, g ü ‫[ ؟‬İşler].

mazaz ‫ﻣﻌ ﺾ‬ 2.

( a .i.) :

r a r a k u y u n u rk e n d a y a n ıla n k ıs a d eğ n ek .

1. a cım a , k ed e rlen m e .

mazbata ‫( ﻣﻀﺒﻄﻪ‬a.i. z a b t'd a n . c . : m azâb ıt) : k a r a r n â m e ; * tu ta n a k .

mazbût ‫( ﻣ ﻀ ﺒ ﻮ ط‬a.s. zab t'd an ) : 1. zab to lu n ele

g e ç irilm iş .

2 . y a z ılm ış ,

k a y d e-

d ilm iş . 3 . h a tır d a tu tu lm u ş. 4 . d e rli to p lu . 5.

m u h a fa z a lı, k o ru n m u ş . 6 ٠ b elli, b e lir til-

m iş. 7. sa ğ la m .

mazbuta ‫( ﻣ ﻤ ﺒ ﻮ ﻃ ﻪ‬a.s.) : ["m a z b u t" u n m iien .]. (b k z : m azbû t).

mazbûtât ‫( ﻣ ﻬ ﺒ ﻮ ﻃ ﺎ ت‬a.i. m a z b û t'u n c.) : m azb u t o la n şeyler.

zar, k a b ir, sin . (b lc z : m ad ca'). 2. y a t ıla c a k yer, y a ta k .

mazcer ‫ ( ﻣ ﻬ ﺠ ﺮ‬a .i.c .: m a z â c i r ) : gö n ü l d a r a la cak , s ık ıla c a k yer. â ^ (a.i. ö zr'd en ) : is te n ilm e y e n b ir

h â lin o lu şu n a y o l a ‫ ؟‬a n k a ç ın ılm a z sebep , ö zü r, b a h â n e . [ a s i l : "m a 'z ire t” d ir].

beyân-1

ma'zeret: m â z e re t b ild irm e , m â z e re t ile r i sü rm e .

e rk ek ad i. 5. b ir ‫ ؟‬eşit tef.

mazhariyet ‫ ( ﻣﻈﻬﺮﻳﺖ‬a .i.) : 1. elde etm e, n â il o lm a , ( b k z : m u v a ffa k ıy y e t). 2. ed. b ir g e rç e k v a r lığ ın b ir m e c a z a k a y n a k o lu şu . M e se lâ : k u v v e t en ‫ ؟‬o k k o ld a k e n d in i g ö ster ir v e b u n d a n , k u v v e tli, g ü ‫ ؟‬lü d e m e k o la n : ('kolu u z u n '' d e y im i d o ğ m u ştu r,

mazhar-zen ‫( ﻣﻈﻬﺮزن‬a.f.b.i. v e s . ) : m a z h a r ‫ ؟‬ala n , t e f ‫ ؟‬alan .

mâzıg ‫( ﻣﺎﺿﻎ‬a.s.): ‫ ؟‬ig n e y ic i, ‫ ؟‬iğ n e y e n . Hayvâııât-1 mâzıg: g e v iş g e tire n h a y v a n lar.

mazınne ‫ﻣ ﺬ‬

mazca' ‫ ( ﻣﻀﺠﻊ‬a .i.c .: m ad âcı'; m a z â c ı ') : 1. m e-

n ı a 'z e r e t ٩

4.

mazhar-ı İ'tibâr : itib a r e d ilm e ,

m u sib e t, fe lâ k et acısı.

m u ş,

o lm a , şe re fle n m e . 3 . b â z ı te k k e le rd e o tu -

( a .i.c . : m a z â in ). (b k z

: m azan-

ne).

mâzır ‫( ﻣﺎﺿﺮ‬a.s.) : ekşi, (b k z : h â m ız , m azir). mâzî, mâziyye ‫ ﻣﺎﺿﻴﻪ‬، ‫( ﻣﺎﺿﻰ‬a.i. m e z â 'd a n ) : 1. g e ç m iş z a m a n . El-mâzî İâ yiizker : g e ‫ ؟‬m iş ş e y z ik ro lu n m a z . Ezmine-i mâzîye: g e ç m iş z a m a n la r. 2 . gr. g e ç m iş z a m a n d a o la n b ir h â d is e y i a n la ta n fiil.

Fi'l-i m âzî :

m â z î s îg a sı (kipi).

mâzî-i baîd (u z a k geçm iş) : m iş 'li g e ç m iş zam a n in h ik â y e si.

681

mâzî-i nakli

mâzî-i nakli: gr. yalnız işitilen bir ‫ ؟‬eyi anlatan fiil sîgası (kipi): "Ahmet gelmi‫ ؟‬..” gibi‫؛‬ "-mi‫ " ؟‬li geçmiş zaman, mâzî-i şâd: mes'ut, neşeli mâzi. mâzî-i ‫ ؟‬ühûdî: gr. gözle görülen veyâ görmü‫ ؟‬gibi bilinen bir ‫ ؟‬eyi anlatan fiil sîgası (kipi): “Ahmet geldi.” gibi; "-di" li geçmiş zaman. mazif ‫( ﻣ ﻀ ﻒ‬a.i.) : 1. ziyâfet evi. 2. herkese kapisi, sofrası açık ev. mazife (a.i.): 1. İzâfe olunmu‫ ؟‬. (bkz: mazûfe). 2. gam, keder, tasa. mazik ‫( ﻣﻀﻖ‬a.i. zik'dan c . : m azâik): sıkıntılı, dar yer. mazille 4 dır.

(a.i.): kıldan yapılma büyük ça-

mazim ‫ا‬٠‫( ﻣﺾ‬a.s. mazâim). (bkz : mazlûm). mâzi-perest ‫ ر ت‬. ‫( ﻫﺎ ﺿ ﻰ‬a.f.b.s.): mâzîye, geçmi‫ ؟‬e, hâtıralara bağlı bulunan [kimse], mazir ‫( ﻫﺤﺒﺮ‬a.s.) : ek‫ ؟‬i. (bkz : hâmız, mâzır). mâziye ‫( ﻫﺎﺿﻪ‬a.i.): ["mâzî" nin müen.]. (bkz : mâzî). maziz uğramı‫ ؟‬.

(a.s.): musibet, felâket açısına

mazleme (a.i.c.: mazâlim): zulüm, can yakma, haksizlik. mazlime ^ 4 leme).

(a.i.c.: mazâlim). (bkz: maz-

mazlûm (a.s. zulm'den): 1. zuliim görmü2 .‫ ؟‬. halim selim, sâkin, sessiz [insan veyâ hayvan]. 3.İ. erkek adi. [müennesi "mazlûme”]. mazlûm-âne ‫( ﻣﻈﻠﻮﻣﺎﻧﻪ‬a.zf.): 1. mazlûm'a, zulüm görmüşe yaraşır sûrette. 2. sessizce, sessizlikle. m a z l û m e (a.s.) :1. ["mazlûm'unmüen.” ]. (bkz : mazlûm). 2. i. kadm adi.

mazmaza (a.i.): abdest alırken agıza su alma, ağız çalkalama, (bkz : gargara), mazmûm ‫( ﻣﺤﻤﻮم‬a.s. ve i. zamm'dan) : 1. zamme ile, Otre ile okunan, Otreli. 2. zammolunmu‫ ؟‬, İlâve olunmu?. (bkz : mansûb). mazmûn ‫( ﻣﺤﻤﻮن‬a.i. Zimn'dan. c. mazâmin): 1. ödenmesi lâzımgelen ‫ ؟‬ey. 2. mânâ, k a v ram. 3. nükteli, san'atlı, ince söz. Bikr-İ mazmûn : ilk defa söylenmiş mazmun, mazmûn-perdâz ‫رداز‬ ‫( ﻣﻀﻤﻮن‬a.f.b.s.) : mazmûn düzen, mazmûn söyleyen, mazmûn-tirâz ‫( ﻣﺤﻤﻮن ﺗﺮاز‬a.f.b.s.) : mazmun söyleyen, nükteli sözler söyleyen, maznûk ‫( ﻣﺤﻔﻮك‬a.s.) : nezleli, nezle olmu‫ ؟‬. (bkz: mezkûm). maznûn ‫( ﻣﺸﻮف‬a.s. zann'dan c. : mazânin) : 1. zannolunmu2 .‫ ؟‬. zan altında bulunan, kendisinden ‫ ؟‬Uphe edilen. 3. huk. bir suç dolayısıyla sorguya çekilen. Sanık, maznûnln ‫( ﻣﻈﻨﻮﻧﻴﻦ‬o.s. maznûn'ıın c .): zan altmda bulunanlar. mazreb, mazrıb ‫ ﻣﺤﺮ ب‬، ‫( ﻣ ﺤﺮ ب‬a.i. zarb'dan. c . : m azânb): 1. zarbedecekyer. (bkz : madreb, madnb). 2. çakma, kalcma yeri, mazrûb ‫( ﻣﻀﺮوب‬a.s. zarb'dan): 1. zarbolunmu‫ ؟‬, dövülmüş, vurulmu‫ ؟‬, çarpılmış. 2 ٠basılmış, damgalanmış. 3.mat. çarpılan, (bkz: madrûb). mazrûbun fih : mat. .çarpan, fr. multiplicateur. mazrûbât ‫( ﻣﻀﺮوﺑﺎت‬a.i. mazrûb'un c.). (bkz: mazrûb). mazrûbâta tefrik: mat. çarpanlara ayırma, mazrûbeyn ‫( ﻣ ﻀﺮ وﺑﻴ ﻦ‬a.i.c.): mat. birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. (bkz:... madrûbeyn).

mazlûmen ‫( ﻣﻈﻠﻮﻣﺄ‬a.zf.): zulme, gadre uğrayarak.

mazrûf ‫ ﻣﻈﺮوف‬-(a.s. z a rf d an ): 1. zarflanmış, zarfa konmu‫ ; ؟‬kalıplı, kılıflı. 2. zarflı kâğıt, (bkz: melfûf).

mazlûmin ‫( ﻣﻈﻠﻮﻫﻴﻦ‬o.s. mazlûm'un c .): zulüm görmüş kimseler.

mazrûfât ‫( ﻣﻈﺮوﻓﺎت‬a.i. mazrûfun c .): zarflı ‫ ؟‬eyler.

mazlûmiyyet ‫( ﻣﻈﻠﻮﻫﺠﺖ‬a.i.): 1. mazlumluk, zulüm görmüşlük. 2. sessizlik, yavaşlık.

mazrûfen ‫( ﻣﻈﺮوﻓﺄ‬a.zf.): zarf İçinde olarak, zarflı.

682

mebâl mazrûr ‫( ﻣﻐﺮور‬a .s .c .: m a z â r ir ): zarar, ziyan görm üş.

mazrûs ‫( ﻣﻐﺮو س‬a .s.): örülerek yapılm ış, örülmâzû ‫ ( ﻣﺎزو‬f i . ) : 1. m azi, servi cinsinden, gövdesi düz ve dipten dallanan bir süs ağacı ve bunun kozalağı olup tabaklıkta kullanılır,

lât. thuya. 2 ٠m azi böceği denilen bir haşere, fr. cynips.

m eâlperver ‫( ﻣﺂﻟﺠﺮور‬a .fb .s .): m ân â anlatan; m ânâlı. m e â rib

‫ﻫﺎرب‬

(a.i. me'rebe'nin c . ) : hâcetler, is-

tekler; hizmetler.

merdivenler.

mazûfe ‫( ﻣﻀﻮﻓﻪ‬a .i.): İzâfe olunmuş,

m eâsim

m a'zûl ‫( ﻫﻌﺰول‬a .s .a z l'd e n ): azledilm iş,işin den çıkarılm ış.

‫ﻣﺂﺛﻢ‬

(a.i. me'sem'in c . ) : gün ah edile-

cek yerler; günahlar.

meâsir ‫( ﻫﺂﺛﺮ‬a.i. me'sere'nin c . ) : güzel eserler,

ma'zûlân ‫( ﻣﻌﺰوﻻن‬s. m a'zûl'ün c.). ( b k z : ma'zûlîn).

nişanlar, izler.

meâsir-i ber-güzlde : güzel, seçme eserler,

‫ﻣﻌﺰوﻷ‬

(a .zf.): azledilm iş, işinden Ç1-

karılm ış olarak.

meâsir-i İ'tid â l : itidal eserleri. meâzib ‫( ﻫﺂزب‬a.i. m i'zâb'ın c . ) : oluklar.

ma'zûlî, ma'zûliyyet ‫ ﻣﻌﺰوﻟﻴﺖ‬، ‫( ﻣﻌﺰوﻟﻰ‬a .i.): m a'zullük, azledilm iş olma, işinden çıkarılm ış olma.

ma'zûlîn ‫( ﻣﻌﺰوﻟﻴﻦ‬a.i. m a'zûl'ün c . ) a z l e d i l mişler, işinden çıkarılm ışlar,

ma'zûr ‫( ﻣﻌﺬور‬a.s. ö z r'd e n ): özürlü, özürü

m eâzîb

‫ﻣﺂزﻳﺐ‬

(a.i. m îzâb'ın c . ) : su yolları,

oluklar.

meâzin ‫( ﻣﺂذن‬a.i. me'zene'nin c . ) : ezan okunan yerler.

meâzir ‫( ئ زر‬a.i. m i'zer'in c . ) : peştemallar. me-bâd, me-bâdâ ‫ ادا‬٠‫ م‬، ‫( ﻫﺒﺎد‬f.n .): sakin, ol-

olan.

ma'zûriyyet ‫( ﻣﻌﻨﻮرﻳﺖ‬a .i.): m âzurluk, özürlü-

m aya ki...

mebâdî ‫( ﻟ ﻰ‬a.i. m ebde'in c . ) : evveller, baş-

lük.

İangıçlar; prensipler, ilk unsurlar,

mazyefe ‫( ﻣﺤﻴﻔﻪ‬a .i.c .: m azâyif). -meâb ‫ ﻣﺎ ب‬- (a.i. İy â b 'd a n ): 1. geri dönülecek ,yer. 2. sığınılacak yer. Fazîlet-meâb : 3.

(a .z f.): m ânâ bakım ın d an, h arfi

meâric ‫( ﻫﻶرج‬a.i. m a'rec'in c .) : çık acak yerler,

m az'ûf ‫( ﻣ ﻮ ف‬a .s .): zayıflam ış, zayıf,

fezîletin

meâlen ‫ﻻ‬

harfine olm ayarak.

m üş şey. (bkz : m adrûs).

m a'zû len

H akikat-m eâl : gerçek, İçten. Hulâsa-İ m e â l : m ân ânın özü. m ânâsız, saçm a.

barın d ığı

yer,

vücu t,

kim se.

Şevltet-meâb : şevketin barın d ığı yer,

vücu t, kim se; pâdişâh.

meâbız ‫( ﻣﺎﺑﺾ‬a.i. m e'bız'ın c . ) : anat. dizkap akların ın arkasındaki çukurlar,

m eâd ‫ﻋﺎد‬٠ (a .i.): tas. âhiret. meâdîb ‫ آ د ب‬٠ (a.i. m e'debe'nin c . ) : ziyâfetler. meâhîz ‫( ﻫﺂﺧﺬ‬a.i. m e'haz'in c . ) : bir şeyin alin dıgı, çıktıgı yerler, kaynaklar,

meâkil ‫ ﻛﻞ‬٦‫( م‬a.i. me'kele'nin c.) : eklolunacak, yenilecek şeyler, (bkz : erzâk).

mebâdî-i a h v â l : hallerin başlangıçları, mebâdî-i âliye: felekleri hareket ettiren ruhlar.

mebâdî-i i'tik a d : itikada âit ilk bilgiler, mebâdî-i û lâ : ilk prensipler; başlangıçlar, hilkate âit meseleler.

mebâdî-i u lû m : ilk bilgiler, ilk ilim başlangıçları.

mebâdîyü'u-nihâyât:

tas.

nam az,

oruç,

zekât ve h ac gibi farz olan ibâdetler.

mebâhis ‫( ﻣﺒﺎﺣﺚ‬a.i. m ebhas'in c .) : 1. bir şeyin bahsolundugu yerler. 2. araştırm a, aram a yerleri; m ünâkaşa m evzûları.

mebâhis-i ilmiyye : ilm i bahisler.

meâl ‫( ﻫﺂل‬a .i.): 1. m eydana gelen şey, netice. mebâl ‫( ﻫﺒﻞ‬a.i. bevl'den) : anat. sidigin çıktığı 2 . m ânâ, kavram , m efhum . B î-m eâl : yer. (bkz : fere, kadib). 683

ıtıebâliğ mebâlig ‫( ﻣﺒﺎﻟﻎ‬a.i. meblag'm c.): paralar, akçeler. mebânî ‫ى‬٠‫( ﻣﺎ‬a.i.c.): binâlar, yapılar‫ ؛‬temeller. [Arapçada: sözün yapıldığı yer mânâsına gelen "mebni" nin cem'idir]. mebânî-i kelâm: sözün esâsını te‫ ؟‬kîl eden ‫ ؟‬eyler. meb'as ‫( ﻣﺒﻌﺚ‬a.i.c.: mebâis): gönderilme, yollanma. mebde' ‫( ﻣﺒﺪأ‬a.i.c.: mebâdî): 1. evvel, ba‫_ ؟‬ langıç, prensip, ilk unsur‫ ؛‬ilmin ilk kısmı, a. tas. bir sâlikin Tanrı gerçeğine erişmek İçin hareket ettigi başlangıç noktası, mebde'-i a rz : cog. ı) ekvator; 2) ekliptik, Ay ve Giine‫ ؟‬tutulmasına âit. mebde'-i asli: ilk örnek, mebde'-'i metâlî: astr. itidâleyn dâiresi, ilk semavi meridyen. mebde'-i meyi: astr. ekvator üstünde giine‫ ؟‬in geçtiği daire. mebde'-i semt: astr. azimut, gökkiiresinin herhangi bir noktasıyla güney yönü arasındaki açı. mebde'-i' sükût: düşüş başlangıcı, mebde-i tezâd : fels. karşıtlık prensibi, mebde'-i tû l: jeod. tul dâirelerinin (*boylam) başlangıç kabul edildiği Londra'da Gremvich'den geçen tul dâiresi,

mebhas-i ciimûdiyye : cogr. *buzul *bilim i, fr. glaciologie. mebhas-i enhâr : cogr. akarsu *bilim i, fr. potamoloji.

mebhas-i esbâb : fels. *nedenbilim , etioloji, mebhas-i esvât : gr. *sesbilgisi, fonetik, mebhas-i gayât : fels. *erekbilim, teleoloji, mebhas-i hayvânât-1 nâime : zool. *yumu‫ ؟‬akçalar *bilimi.

mebhas-i kuvvet-i havâ: fiz. aerodinam ik, mebhas-i ma'rifet : fels. *bilgi *k'urami, fr. gnoséologie, Cpistemologie. mebhas-i miistehâsât : *eskivarlik *bilim i, paleontoloji, (bkz : m ebhasü'1-m üstehâsât).

mebhas-i rüçeym : biy. embriyoloji, mebhas-i tasvir-i cibâl : cogr. *dagbilgisi. mebhas-i tavsif-i maâdin : kim. m etalo gra-' fi.

mebhas-i tufeylât : zool. *asalakbilim i. mebhas-i viicud : fels. fr. ontologie, mebhas-i zıyâ : fiz. *ışıkbilgisi. mebhasii'l a'sâb : anat. *sinirbilimi, nevroloji. (bkz : mebhas-i a'sâb). mebhâsü'l-be‫ ؟‬er : antropoloji, mebhasü'l-eçkâl : bot. morfoloji, mebhasii'l-ev'iye : anat. *damarbilimi. mebhasii’l-ezhâr : çiçekler ilmi, bilgisi,

mebdeiyyet ‫( ﻣﺒﺪأﻳﺖ‬o.i.): başlangıç olma İŞİ.

mebhasii'l-harekât : fiz. *devinbilimi, fr. dynamique.

meberr /

mebhasü'1-ızâm : anat. *kemikbilimi.

(a.i.): ihsan etme, hayır İşleme,

meberrât ‫ ت‬١‫( ﻣﺒﺮ‬a.i. meberre'nin c.): hayır İçin, sevap kazanmak üzere yapılan İşler, -meberre ‫( ﻣﺮه‬a.i.c.: meberrât): hayır İçin, sevap kazanmak üzere yapılan i‫ ؟‬, mebguz ٠‫“( ﻣﺒﻐﻮض‬gu” uzun okunur, a.s. bugz'dan): bugzedilmi‫ ؟‬, nefret edilmi‫ ؟‬, sevilmemi‫ ؟‬. (bkz: menfûr).

mebhasii'l-miyâh : hidroloji. mebhasü'1-müstehâsât :

jeol. *eskivarlikbilimi, paleontoloji, (bkz : mebhas-i müstehâsât). mebhasü'1-urûk : ırkbilim. mebhasii'r-riişeym : anat. embriyoloji.

(a.s. buhr'dan) : soluyan, solugan, tıknefes illetine uğramış olan [insan veyâ hayvan].

mebhûr

mebhas ‫( ﻫﺒﺤﺚ‬a.i.c.: mebâhis): 1. bir ‫ ؟‬eyin arandığı yer. 2. arama, araştırma yeri. (a.s.) : bahsolunmu‫ ؟‬, sözü geç3. bâb, fasıl. 4. “-logie: ilim, bilim'' sözü-mebhûs mi‫ ؟‬, (bkz : mezkûr). nün karşılığıdır.' mebhûsiin-anh : bahsolunmu‫ ؟‬, sözü geçmiş mebhas-i adalât: anat. *kaSbilim. [nesne]. mebhas-i ahcâr: jeol. *taşbilim, litoloji, mebhas-i a'sâb: fels. sinirbilim, nevroloji, mebhûs ‫( ﻫﺒﺤﻮص‬a.s. bahs'tan) : solugan, tiknefes [insan, hayvan]. (bkz: mebhasü'l-a'sâb). 684

mebzMen

mebhût ‫( ﻣﺒﻬﻮت‬a.s. beht'den) : hayrette kaimi‫ ؟‬, şaşmış, (bkz : miitehayyir).

m eb rû s ‫( ﻣ ﺒ ﺮ و ص‬a .s.): baras hastalığına tutul-

me'bız ‫ﺾ‬ ‫( ﻣﺄﺑ‬a.i.c. : meâbız) : anat. diz kapağınin arkasındaki çukur.

m e b rû z ‫( ﻣ ﺒ ﺮ و ز‬a .s.): 1. İbrâz olunm u‫ ؟‬, gösteril-

me'bızî ‫( ﻣﺄ ﺑﻀﻰ‬a.s.) : anat. dizkapağının arkasmdaki çukurla *ilgili, dizardiya âit.

m eb sû s

mebi' ‫( ﻣ ﺒ ﻴ ﻊ‬a.s. bey'den) : satılmış ‫ ؟‬ey.

m eb sû s

mebit ‫( ﻣ ﺒ ﻴ ﺖ‬a.i. beyt'den) : geceleyecek yer. mebiz ‫( ﺑ ﻴ ﺾ‬a.i. beyz'den c. : mebâyiz) : 1. hek. rahmin sagmda ve solunda olmak -üzere, iki tarafında bulunan guddeler, bez1er, bezeler. 2. bot. yumurtalık, mebiz-i a'lâ : anat. yumurtalığı üstte, fr. ovaire supérieur. mebiz-i esfel : anat. yumurtalığı altta, fr. ovaire inférieur. meblağ ‫( ﻣﺒﻠﻎ‬a.i.c. : mebâlig) : para, akçe, meblû'j meblûa ‫ ﻣﺒﻠﻮﻋﻪ‬، ‫( ﻣﺒﻠﻮع‬a.s. bel'den) : bel'olunmu‫ ؟‬, yutulmuş. Lokma-i meblûa : yutulmuş lokma. meblûl ‫( ﻣ ﺒ ﻠ ﻮ ل‬a.s.) : ıslanmış, ıslak; nemli, ya‫ ؟‬, meblûle ‫( ﻣ ﺒ ﻠ ﻮ ﻻ‬a.s.) : [“meblûl'ün- müen.”]. (bkz : meblûl). mebnâ ‫( ص‬a.i.c. : mebânî) : 1. yapı yeri, binâ yeri. 2. yapı, binâ. mebni ‫( ﻣﺒﺘ ﻰ‬a.s.) : 1. binâ olunmu‫ ؟‬, yapılmış, kurulmuş. 2. bir ‫ ؟‬eye dayanan. 3. ...den dolayı, ...den ötürü. 4. a. gr. son harfi hiç bir ‫ ؟‬ekilde değişmeyen, sâbit harekeli kelime. mebnî-ale'1-hikâye : bir hikâyeden çıkarılmi‫ ؟‬veyâ bir hikâyeye dayanılarak söylenilen söz. mebniyyen ‫( ﻣﺒﻨﻴﺎه‬a.zf.) : 1. yıkılmamış, ayakta olarak. 2. bina hâlinde, mebrûd ‫( ﻣ ﺒ ﺮ و د‬a.s.) : sogumu‫ ؟‬, soğuk',

m uş olan, (bkz : baras).

m i2 .‫ ؟‬. açılm ış ‫؛‬mektup),

‫ﻣﺒﻔﻮث‬

‫ﻣﺒﻤﻮص‬

(a.s.) : 1. gösterilmiş. 2. açılm ış

[mektup). m eb sû t, m eb sû ta ‫ ﻣﺒ ﺴ ﻮ ﻃ ﻪ‬، ‫( ﻣ ﺒ ﺴ ﻮ ط‬a .s.): 1. bastolunm u‫ ؟‬,

yayılm ış,

açılm ış.

Z a m m e -i

m eb sû ta : "o ” sesi. 2. uzun uzad ıya anlatılan. 3. g. s. bir yazı sitili, m eb sû ten

‫ﺳﻮﻃﺎﺀ‬

(a .z f.): mebsût olarak,

m ebsû ten m iitenâsib : m at. biri, ötekinin sayısına göre büyüyen veyâ küçülen iki adedin aralarındaki nispet, m eb şû re

‫ﻣﺒﺸﻮره‬

(a .s.): yüzü, b o yu bosu yerin -

de, güzel [kadın). m eb çû ş

‫( ﻣﺒﺸﻮش‬a .s .c .: m e b â şîş): silinm iş, ‫ﻣﺒﻄﻮن‬

m eb tû n

(a .s.): ölüm ü intâceden ve

-B uh ârî-i Şerlf'd eki bir hadise n azaran - tutulam hükm en ‫ ؟‬ehit sayılan s algin dizanteriye tutulm uş kim se. m eb tû te

‫( ﻣﺒﺘﻮﺗﻪ‬a .i.): fık .

üç talâk ile boşanm ış

olan kadın. m e 'b û n ‫( ﻣﺄﺑ ﻮ ن‬o .s.): ibnelik hastalığına tutulm u ‫ ؟‬olan, ibne. m eb 'û s

‫ﻣﺒﻌﻮث‬

(a .s.c .: m e b 'û sâ n ): 1. ba's olun-

m u‫ ؟‬, gönderilm iş, (bkz : miirsel). 2 ٠i. peygam ber olarak gönderilm iş kim se. 3. i. halk tarafın dan seçilerek parlam entoda yer alan kim se, m illetvekili. 4. öldükten sonra diriltilm i‫ ؟‬olan [kimse]. m eb 'û sân

‫( ﻣﺒﻌﻮﺛﺎن‬a.i. m eb'ûs'un

c . ) : meb'uslar,

m illetvekilleri. M e c lis-i m e b 'û s â n : âzâsı halk tarafın dan seçilm iş olan m illi meclis,

‫ﻣﺒﻌﻮﺳﺖ‬

mebrûk ‫( ﻣ ﺒ ﺮ و ك‬a.s.) : tebrike ‫ ؟‬âyeste [kimse, şey]î kutlu.

m e b 'û siy y e t

mebrûke ‫( ﻣ ﺒ ﺮ و ﻛ ﻪ‬a.i.): 1. [mebrûk'ün müennesi). 2. kadın adi.

m eb yet

‫ﻣ ﺠﻴ ﺖ‬

m e b zû l

‫ﺑﻨ ﻮ ل‬

mebrûr, mebrûre ‫ ﻣﺒﺮوره‬، ‫( ﻣﺒﺮور‬a.s. birr'den) : 1. hayirh, makbûl,beğinilmi‫[ ؟‬i‫ ؟‬, ‫ ؟‬ey), (bkz : mergub). 2. i. [İkincisi] kadın adi.

(a .s.): yayılm ış, dağılm ış, saçıl-

m i‫ ; ؟‬herkese yayılm ış, herkesçe duyulm uş,

(a .i.): mebusluk, *millet-

vekilliği, (a .i.): geceleyecek yer. (a.s. bezl'den) : İbzâl olunmuş,

bol, çok. m eb zû len ‫( ﻣ ﺒ ﺬ و ﻷ‬a .zf.): bol olarak, bolca, çokça, esirgenmeyerek.

685

mebıö.î

‫وﻟﻰ‬،‫ب‬

m eb zû li

-(a.i.): çokluk, bolluk, ( b k z :

‫ﻣﺒﺬوﻟﻴﺖ‬

m e b zû liy ye t

(a .i.): bolluk, çokluk,

nın üst tarafında açılm ış bulunan b ir veyâ

m e b z û liy y e t-i elv â n : renk bolluğu.

iki delik.

(a .i.): açlık, ( b k z : mecâet).

‫ ف‬.‫ﺑ ﺪ‬

m e c â d îf

m e c â rî-i t e n e ffü s iy y e : anat. teneffüs bo ru ­

(a.i. m ic d â fm c . ) : kayık, san-

dal kürekleri.

‫د ل‬

m e c â d il

‫ ﻫﺠﺎﺀة‬، ‫ﻫﺠﺎﺀه‬

‫ﻣﺠﺎل‬

(a .i.): acıkm a; aç-

m ân âda kullanılan s ö z : “ arslanlar ilerliyor” derken,

(a .i.): 1. gü c, ku vvet, tâkat. 2 . fır-

sat, İm kân. B î- m e c â l: kuvvetsiz, tâkatsız.

‫ﻫﺠﺎﻟﻰ‬

ed. kendi öz m ânâsıyla kullanılm ayıp,

benzerlikle, benzetm e yolu ile başka bir

ilk. ( b k z : cû').

(a.i. m eclâ'nın c . ) : aynalar, ( b k z :

arslan kelim esinin

‫ﻣﺠﺎﻟﺲ‬

m e c â z -ı m ü rekkeb ‫ ؛‬ed. ( b k z : istiâre-i m ü ­ rekkebe). m ân âdan m ecâzî m ânâya naklederken ara­

(a.i. m eclis'in c . ) : 1. meclisler,

daki alâka ve m ünâsebetin m üşâbehetinden

toplantılar, toplantı yerleri, ( b k z : meclis).

(benzeyişinden)

2.

etm esi'dir.

köşkler.

M e c â lîs -i

Seb'a

(yedi

m e c lis):

H z.

M evlân â'n ın dinî, ahlâkî nasihatlarım hâvî bir eseri. M e c â lisü 'n -N e fâ îs

(güzelliklerin

toplantı-

l a n ) : ünlü ‫ ؟‬agatay şâiri A li §îr N evâî'n in 149 1 de hazırladığı X V . Y ü z y ıl ‫ ؟‬agatay ve Iran şâirleri hak kın d a değerli bilgiler veren ünlü eseri. m ecâ m î'

c . ) : toplanılacak

(a.i. m icm er' ve m icm ere'nin

c . ) : buhurdanlar, İçinde tütsü yakılan kaplar. m e c â n ik

bir

hâle

istinâd

(a .zf.): m ecaz yoluyla, m ecaz

olarak. m e c â zî ، Sj، ‫؛؛‬، * (a.s.) ٠ . m ecâza âit, m ecazla ilgili olan. M a 'n â -y i m ecâzî ‫ ؛‬m ecaz, gerçek ol­ m ayan m ânâsı. A ş k -ı m e c â z î: dünyâdaki güzelleri ve

dolayısıyla

A lla h 'ı

sevm ek.

M ü lk -i h a k îk î ve m e c â z î: A lla h 'ın hakikat

m ecâzîb

abdallar; sevgiden aklını kaybetm iş olan­ lar. m e câ z-istâ n m ecbû b

‫د ش‬

(a.s. ve i. m eczûb'un c . ) : m ec­

zuplar, cezbeye tutulm uş olanlar, dîvâneler,

m e c â m î ' ‫ ع‬٠‫( ﻣﺠﺎم‬a.i. m ecm ûa'nın c . ) : dergiler.

‫ﻫﺠﺎﻣﺮ‬

m ecâze n

başka

ve ruh âlemi.

‫( ﻫﺠﺎﻣﻊ‬a.i. m ecm a'ln

yerler, toplantı yerleri.

m e c â m ir

T ü rk askeri

m ânâsına gelişi gibi.

m e c â z -ı m ü r s e l: ed. bir kelim eyi hak ikî

merâyâ). m ecâ lis

geçecek yer. 2 . hakikatin, gerçeğin zıddı. 3.

mecâe» m ecâet

m ecâ lî

ları. m e c â z jk، * (a.i. cevâz'dan c . : m ecâzât) : ı. yol,

(a.i. m icdel'in c.) : köşkler, ka-

sırlar.

m e câ l

m e c â r î-i h e v â iy y e : zool. balina, gergedan, yu n u s b alığı gibi bâzı h ayvan ların başları­

( b k z : kesret, m ebzûlî).

m ecâ'

m e c â rî ، £j، ‫؛؛؟؛‬،٥ (a.i. m ecrâ'n ın c . ) : suyolları, akıntı yerleri, su yatakları.

kesret, m ebzûliyyet).

(a.i. m encenik'ın c.). (b k z :

m ecânîk).

(a.f.b.i.) : m ecaz yeri. (a.s.) ‫ ؛‬zekeri, husyeleri kesil­

miş. m ecb û l d ( a . s . cib illet'd en ): 1. yaratılm ış,

(a.i. m en cenîk'in c . ) : [eski-

(bkz : âferîde). 2. yaratılışın da bir hal ve sı­

den] m ancınıklar, savaşlarda b ü yü k taşları

fat bulunan. [A r a p ç a d a : “yarad ılışı iri olan”

atm akta ku llan ılan sapanlar, (bkz : m ence-

m ânâsı vardır].

m e c â n ik

‫دﺑ ﻖ‬

nikat). m ecâ n în

m ecbû le ، .Jj٠‫؛؛‬١ ،٠٥ (a .i.): [“m ecbû l” ün müen.].

‫ﻫﺠﺎﺑﻦ‬

(a.s.

m ecnûn'un

c .) :

de-

( b k z : mecbûl).

olanlar.

m ecb u r j j -‫؛‬١٠٥ (a.s. cebr’d e n ) : 1. icbâr edilm iş,

D a rü 'l-m e c â n în (m ecnunlar y u r d u ) : akil

zor görm üş, zorla bir işe girişm iş, ( b k z : nâ-

hastahânesi, tım arhâne.

çâr, m uztar. 2. [eski] hatırı, gönlü alınm ış.

liler,

686

çılgınlar,

aklindan

zoru

metO [asil m ânâsı: “kırıldıktan sonra bütünlenmi‫ ” ؟‬tir]. 3. bağlı, düşkün, (bkz : meftûn).

mecerre ‫ ﺟ ﺮه‬٠ (a.i.): astr. Samanyolu, (bkz: keh-ke‫ ؟‬ân).

mecbûren ‫( ًﻣﺠﺒﻮرا‬a.zf.): mecbur olarak, zorla, zorâki.

mechel ‫( ﻣﺠﻬﻞ‬a.s.c.: m ecâhil): 1. nişansız, belirtisiz. 2. yolu izi olmayan ‫ ؟‬Öİ.

mecbûri, mecbûriyye ‫ ﻣﺠﺒﻮوﻳﻪ‬، ‫( ﺻ ﻮ ر ى‬a.s.): yapma zorunda bulunanlar, ister istemez, zor altında. Hizmet-i mecbûriyye: mecbûri, yapma zorunda bulunulan hizmet. mecbûri h izm et: -devletin yaptırdığı görev,

mechele ‫( ﻣﺠﻬﻠﻪ‬a.i.): birini câhillige sevkeden ?ey.

mecbûriyyet ‫( ﺳ ﻮ رﻳ ﺖ‬a.i.): mecburluk, zor, zora tutulma. meccân ‫( د ن‬a.s.): bedâva, parasız, ücretsiz, meccânen ‫( ﻣﺠﺎﻧﺄ‬a.zf): bedâva, parasız, ücretsiz olarak. meccâni ‫( ﻣﺠﺄذى‬a.s.): parasız, bedâvacı. Leyli m eccâni: parasız yatılı, meccâniyyet ‫( د د ت‬o.i.): meccânilik, ücretsizlik. mecd ‫( ﻣﺠﺪ‬a.i.): büyüklük, ululuk; ‫ ؟‬an ve ‫ ؟‬eref. Dâme m ecdiihû: ululuğu, büyüklüğü devam etsin! Sûre-i m ecd: Kur'ân'ın ilk sûresi, (bkz : seb'ül-mesânî, sûretü'1-hamd, sûret-ü‫ ؟‬-‫ ؟‬ükr). mecdûd ‫( ^ ود‬a.s.): 1. rızkı bol, nasibi a‫ ؟‬ık, bahtiyar. 2. erkek adi. mecdûl ‫ ﺟ ﺪ و ل‬٠ (a.s. Cedi'den): 1. sağlam [‫ ؟‬ey], (bkz: muhkem). 2. bükülmüş. [Arap‫ ؟‬ad a : “ kemikli ve yapısı sağlam kimse” mânâsınadır]. mecdûr ‫د و ر‬ [kimse].

(a.s.): hek. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek ‫ ؟‬ıkarmı‫؟‬

mecel ‫ ﺟ ﻞ‬٠(a.i.): zool. ampul, kabarcık, mecellât ‫( ﻣﺠﻼ ت‬a.i. mecelle'nin c .): kitaplar, mecmûalar, dergiler. Mecellât-I a tik a : eski kitaplar. mecelle ‫( د ه‬a.i.): 1. kitap mecmûa, dergi. 2.huk. Tanzimat'dan sonra 1869-1876 araSinda fıkıh ilminin muâmeleye âit olan kısmma dâir te'lif edilmiş meşhur eser,

mechûd ‫ د‬(a.s. cehd'den): 1. cehdolunmu‫ ؟‬, ‫ ؟‬alışılmış, uğraşılmış. 2. kudret, kuvvet, güc. Bezl-İ mechûd, Sarf-1 mechûd: olanca kuvveti ile. mechûl, mechûle ‫ ﻣﺠﻬﻮﻟﻪ‬، ‫( ﻣﺠﻬﻮل‬a.s. cehl'den): 1. bilinmeyen, meçhûl. 2. gr. edilgen [bilmekten: “bilindi'', çalışmakta n : “‫ ؟‬alışıldı..” gibi]. m ech û lü 'l-ah vâln eyin nesi olduğu bilinmeyen kimse. mechûlii'n-neseb: kimin ‫ ؟‬ocuğu olduğu bilinmeyen. mechûlât ‫( ﻣﺠﻬﻮﻻت‬a.s. mechûl'ün c .): meçhul olan, bilinmeyen ‫ ؟‬eyler, mechûliyyet ‫( ﻣﺠﻬﻮﻳ ﺖ‬a.i.): meçhullük, bilinmezlik. meci' ‫ ﺟ ﻰ‬٠ (a.i.): geli‫ ؟‬, gelme. mecid ‫ ﺟ ﺪ‬٠ (a.s. mecd'den): 1. Allah adlarındandır. Abdü'l-mecîd : Allah kulu. 2. ‫ ؟‬an ve şeref sâhibi, büyük, ulu. 3. i. Abdü'lmecid'den bozularak erkek adi. mecîdî, m e cid iy e ‫ ﻫﺠﻠﺪﻳﻪ‬، ‫( ﻫ ﺠ ﻬ ﻰ‬a.s.): Sultan AbdUlmecit'le ilgili. Sim m e c id iy e : yirmi kuruş değerinde gümüş para. mecidiyye altını ‫ ؛‬AbdUlmecit zamânmda ‫ ؟‬ıkarılmı‫ ؟‬altın lira. mecidiyye n işan ı: AbdUlmecit zamânmda ‫ ؟‬ıkarılmı‫ ؟‬nişan. mecidiyye ‫ ؟‬eyregi: be‫ ؟‬kuruşluk gümüş para.

mecenn ‫ ﺟ ﻦ‬٠(a.i.). (bkz : mecenne).

mecidiyye ‫( ﻣﺞ؛دﻳﻪ‬a.i.): Sultan Abdiilmecit'in tahta çıkışının altıncı yılında (1260 = 1844) onun adma kesilmi‫ ؟‬olan altın ve gümüş sikkeler, [daha ziyâde 20 kuruşluk gümüş sikkelere verilen bir addır].

mecenne ‫د‬ (a.i.): 1. cinni ‫ ؟‬ok olan yer. (bkz : dîvlâh). 2. delilik, divânelik. 3. kalkan, siper.

meclâ' ‫( ﻫﺠﻼ‬a.i. cilâ'dan. c . : mecâlî): 1. ‫ ؟‬ikma yeri, görünme yeri. 2. ayna, (bkz: mir'ât, secencel). 687

meclis

meclis ‫( ﻣﺠﻠ ﺲ‬a.i. cülûs'dan. c . : mecâlis): 1. oturulacak, toplanılacak yer. 2. görüşülecek bir mes'ele İçin bir araya gelmiş insan topluluğu. 3. devlet işlerini görüşmek üzere milletvekillerinin toplanması ve bu milletvekillerinin toplandıkları büyük binâ. Def'-i m eclis: bir toplantıya son verme. Sadr-İ meclis : bir toplantıdaki başkanlık yeri. meclis-i âlî-i h az âin : mâliye işlerini yoluna koymak üzere teşkil olunan hey'et. meclis-i âlî-i s ıh h î: Yüksek Sağlık Şûrâsı. meclis-i âlî-i Tanzîm ât: Tanzîmât'ın icâbettirdigi kanun ve nizâmnâmeleri hazırlamak, memleketin ıslah ve îmârı İçin alınacak tedbirleri müzâkere ve karar ittihâz etmek, mevcut niza'mnâmelerden ıslâha muhtaç görülenler hakkında mııtâlaa bildirmek ve bunların tâdillerini hazırlamak, nâzırlarm vazifelerinden dolayı mesuliyetleri hâlinde muhakemelerini bidâyeten yapmak vazifeleriyle mükellef olmak üzere 1270 (1854) târihinde kurulan meclis. meclis-iâ'yân:ı)Osmanlıİmparatorluğu'nda iki millet meclisinden, üyeleri hükümetçe seçilmiş olanı; 2) [bugün] senato, cumhuriyet senatosu. meclîs-î b e y ': pazarlık İçin bir araya toplanma. meclis-i em ânet: huk. İstanbul'da ilkbelediye teşkilâtı yapıldığı zaman şehremânetinde İhdâs edilen. Hükümet tarafından tâyin edilmiş altı âzâdan olma meclis idi. meclis-i hâss-1 vükelâ : kabine toplantısı., meclis-i İdâre : 1. evvelce halkın seçtiği il meclisi. 2. *yönetim kurulu, meclis-i İdâre-i emvâl-i eytâm : yetimlerin mallarıyla ilgili olan hukuki işlemleri incelemekle görevli bulunan kurul, meclis-i İşret (İçki meclisi): tas. İlâhî iinsiyyetteki lezzet.

meclis-i m eb'ûsân: OsmanlI imparatorlugunda iki millet meclisinden, üyeleri, halk tarafından seçilmiş olam. meclis-i m eşâyilı: [eskiden] tekkelerin içleriyle meşgul olmak üzere meşihat dâiresinde kurulmuş olan bir teşekkül, meclis-i m ey: İ‫ ؟‬ki meclisi, (bkz: bezm-i mey). meclis-i miiessisân : huk. .kurucu meclis, meclis-i 'şer': şeyhislâm kapışında veyâ kadılarm yanında kanun hükmü alınmak üzere yapılan toplantı. meclis-i şü kû fe: tar. lâle yetiştiricilerinin lâle cinsleri, bakımı ve şâire üzerine tertibettikleri ko'ngre. meclis-i tedkikat-ı şer'iyye : mülga Meşihat Dâiresi'nde bir reisin riyâseti altmda müteşekkil hey'et-i âliye idi ki, 21 Muharre.m 1290 târihli tâlimatnâme ve zeyillerinde yazili oldugu üzere kendisine tevdi olunan İşlerle fetvâhâneden havâle olunan İlâmların vakii hâle ve zabıtnâmelerine uygun olup olmadığını tetkik ederdi, meclis-i ü lfe t: konuşma meclisi, meclis-i vâlâ-yi' ahkâm-1 a d l i c e : ISlahat hareketlerinin icâbettirdigi yeni nizâmnâmeleri hazırlamak, me'murlarm muhakemeleriyle meşgul olmak, lüzum gösterilen devlet içlerinde rey vermek üzere 1253 (1837) yılında teşkil olunan meclis, meclis-i vü k elâ : kabine toplantısı [bugünkü ''bakanlar kurulu'']. m edis-ârâ ‫( ﻣﺠﻠ ﺲ آرا‬a.f.b.s.): meclisi süsleyen, hoşsohbet kimse.. meclis-efrûz ‫( ﻣﺠﻠ ﺲ اﻓﺮوز‬a.f.b.s:'): 1. meclisi aydınlatan, parlatan, (bkz: mecüs-fürûz). 2. miiz. Tiirk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup nümûnesi kalmamıştır. mecüs-fürûz ‫( ﻣﺠﻠ ﺲ ﻓﺮوز‬a.f.b.s.): meclisi aydinlatan, ışıklandıran, (bkz : meclis-efrûz).

meclis-i kebîr-i m a â rif: maarif İşleri hey'eti. [bugünkü Millî Eğitim Bakanlığı “Ta'lim ve Terbiye Dâiresi'' karşılığı],

meclisi ‫( ﻣ ﺠ ﻠ ﻰ‬a.s.): 1. meclise âit, meclisle ilgili. 2. miiz. hâlen Âzerî müziğinde kullamlmakta olan bir makamdır.

meclis-i m âliyye : mâliye nezâreti danışmam kurulu.

meclisiyân ‫( ﻣﺠﻠﺴﻴﺎن‬a.i.): meclis ehli; bir topİant'ıda bulunanlar.

688

mecra

mecüs-nüvîs ‫( ﻣﺠﺎ س ﻧﻮص‬a.fb.s.): sekreter, zabit kâtibi. meclûb ‫( ﻣﺠﻠﻮ ب‬a.s. celb'den): 1. celbolunmuş, başka yerden getirilmiş, olan. 2.tarafdardıgı kazanılmış bulunan. 3. tutkun, (bkz: meftûn). meclûbîn ‫( ﻣﺠﻠﻮإ—ﻳﻦ‬a.s. meclûb'un c.). (bkz: meclûb). meclûbiyyet ‫( ﻣﺠﻠﻮ ﺑ ﺠ ﺖ‬a.i.): meclubluk, tutkunluk. mecliivv ‫( ﻣﺠﻠﻮ‬a.s.): cdâlı, parlak, (bkz: mücellâ). mecma' ‫( ﻣﺠﻤﻊ‬a.i.c.: mecâm i'): 1. toplamlacak yer. 2. kavuşulan yer, nokta, mecma-ı bahreyn, mecma'ii'l-bahreyn: ı) 'iki deniz veyâ büyük bir suyun kavuştuğu nokta, kavuşağı; 2) tas. kabe kavseyn mertebesi. mecma'ü'l-ezdâd: mutlak hürriyet. Mecma'ü'1-Letâif (latifeler mecmûası): BursalI Lâmiî'nin güldürücü ve ogütleyici küçük hikâyelerden meydana getirdiği mensur-manzum eseri. Mecma'ii'n-Nezâir (nazirelerin toplandığı kitap): Edirneli Nazmi'nin, başka şâirlerin gazellerine yazdığı nazirelerini topladığı ünlü eseri. mecmaa -

(a.i.). (bkz: mecmûa).

mecmece (a.i.): 1. kalbindekini söylemek isteyip de yine gizleme. 2. yazının karışıkolması. mecmede ٥-

(a.i.): buzluk, karlık,

mecmû, mecmûa ‫ ﻣﺠﻤﻮﻋﻪ‬، ‫( ﻣﺠﻤﻮع‬a.s. cem'den): 1. cem' olunmuş, toplanmış, bir araya getirilmiş şey, top, tüm. M in haysü’1m ecm û': toptan, hepsi. 2. i. bir yazı sitili, mecmû-i c e b ri: mat. *cebirsel *toplam, mecmûa ‫( ﻣﺠﻤﻮﻋﻪ‬a.i.c.: mecâm î'): 1. toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş, şeylerin hepsi. 2. seçilmiş yazılardan meydana getirilen yazma kitap. 3. dergi, (bkz : risâle). mecmua-i fünûn (ansiklopedi): ı.m ec. geniş bilgisi olan kimse. 2 ٠Cemiyet-i İlmiye-İ Osmaniye adına 4 yıl kadar yayımlanmış

olan bir dergi olup. İçinde tarih, jeoloji, kimya ve felsefeyle ilgili konular yer alırdı, mecmûa-i h ayvân ât: biy. direy, fr. faune. Mecmûa-İ M u allim : Muallim Naci tarafından İstanbul'da haftalık olarak yayımlanmış bir dergi. mecmUa-i nebâtât: bot., biy. *bitey, fr. flomecmûa-i sath ‫ ؛‬geo. bütün, *yüzey. mecmûatü'1-letâif (latifeler mecmuası): ed. gülün‫ ؟‬ftkra ve hikâyelerin bir araya topİandıgı dergi.' Mecmûatii'n-Nezâir (nazireler mecmûası): Ömer ibn Mezid'in XIV. yüzyıl şairlerinin birbirlerine yazdıkları nazireleri toplayan mecmûası. mecmûan ‫( ًﻣﺠﻤﻮﻋﺎ‬a.zf.): toplu olarak, toptan, birden; hep. m ecm û i^et (a.i.): 1. topluluk, bütünlük, tamlık, i . sosy. ortaklaşma, fr. collectivisme. mecniyyün-aleyh ‫ ه‬٠‫( ﻻ ص ﺀا‬a.s.): kendisi üzerine cinâyet vuku bulan, öldürülen kimse. mecnûb ‫ ﺟ ﻮ ب‬٠‫( ه‬a.s.): cenup (güney) rüzgârı alan [adam]. mecnûn ،‫ ؟> ؛‬،، (a.s. cinn'den c . : mecânin): 1. cin tutmuş, çıldırmış, deli; dîvâne. 2. delice seven, tutkun, (bkz : âşık). mecnûn-1 gayr-1 m utbik: huk. [eskiden] kâh mecnûn olup kâh iyileşen kimse. mecnûn-1 m utbik: huk. [eskiden] cünûnu, bütün zamânını kaplayan kimse. Mecnûn ‫( ﻫﺠﻮن‬a.h.i.): Leylâ ile Mecnûn hikâyesinin erkek kahramâm, Kays. mecnûn-âne ‫ذه‬٧‫( ﻣ ﺠ ﺮ‬a.f.zf.): delice, delicesine; divânelere yakışır yolda, mecnûne ‫( ﻫﺠﻮذه‬a.s.): ["mecnûn” un müen.]. (bkz: mecnûn). mecnûniyyet ‫( ﻣﺠﻔﻮﻧﻴﺖ‬a.i.): delilik. mecrâ ‫( ﻫﺠﺮى‬a.i. ,cereyân'dan. c . : mecârî): 1. suyun cereyan ettigi, aktığı yatak, su yolu, akıntı yeri. 2. bir İşin gidiş, oluş yolu. 3. bir havâdisin, bir haberin yayılma yolu. 4 ٠bedendeki ahlâtın akıştığıyol. 5. elektrik, 689

mecrâ-yı bevl

su, havagazı gibi şeylerin geçirilmesi İçin yapılan tesisat. m ecrâ-yib evl: fizy. sidigin aktığı yol. mecrâ-yi b e y z i^ e : anat. yumurta kanalı, mecrâ-yî dem 'î: anat. gözyaşı yolu, mecrâ-yî sem 'î: anat. *kulakyolu. mecrâ-yi tabi‫ ؛‬: bir şeyin tabîî yollardan ge‫ ؟‬İÇİ.

mecrûf ‫( ﻣﺠﺮوى‬a.s. cerfd en ): süpürülmüş, kürekle atılmış.

veya mecûs dinine mensup, bu dinle ilgili olan. mecûsiyân ‫( ﻣ ﺠ ﻮﻳﺎ ن‬a.s. ve i. mecûsi'nin c .): mecûsiler, ateşe tapanlar. m ecUsi^et ‫( ﻣ ﺠ ﻮ ﺑ ﺖ‬a.i.) : mecûsilik, ateşe taparlık. meczûb ‫( د و ب‬a.s.i. cezb'den c . : meczûbin : 1. cezbolunmuş, ‫ ؟‬ekilmiş. 2. Allah sevgisinden dolayı cezbeye tutularak k;endinden geçmiş [olan], (bkz : şeydâ). 3. deli, dîvâne, mecnûn.

m ecrûh ‫( ^ وح‬a.s.cerh'den): 1. cerholunmuş, yaralanmış, [bu mânâda c . : mecrûhin]. meczûbe ‫( د و ؛ ه‬a.s.): [“meczûb” un müenj. (bkz: meczûb). 2. huk. İnandırıcı sözlerle çürütülmüş [fikir, mevzu', dâvâ]. meczûbîn ‫( د و ذ ن‬a.s.i. meczûb'un c .): meczuplar. m ecrûha ‫( ﻣﺠﻮوﺣﻪ‬a.s.): [“mecrûh " un müen.]. (bkz: mecrûh). meczUbiyyet ‫( ﻣ ﺠ ﻨ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖ‬a.i.): [birine dogru] mecrûhin ‫( ﻣﺠﺮواص‬a.s. mecrûh‫ ؛‬in c .): cerh olunmuşlar, yaralanmışlar. m ecrU hi^et ‫( ﻣ ﺠﺮو ﺣ ﺖ‬o.i.): 1 . yaralanış, yaralanma. 2. bir fikri, düşünceyi çürütme, mecrûr ‫^ور‬ (a.s. cerr'den. c . : mecrûrât): 1. cerrolunmuş, ‫ ؟‬ekilmiş, sürüklenmiş. 2. a. gr. h a rfi cerr veyâ İzâfet hallerinde, son harfi i ile okunan kelimenin h â li: min külli'1-umûri.. gibi, "min'' cer harfi; "külli” : min ile mecrûr; "umûri" de : muzâfiinileyh hâlinde mecrûr. mecrûrât ‫( ﻣﺠﺮورات‬a.s. mecrûr'un c .): mecrurlar, mecrûr olanlar, mecûbe ‫( ﻣﺠﻮﺑﻪ‬a.i.): cevap, me'cûc ‫( ﻣﺄﺟﻮج‬a.i.). (bkz : ye'cûc). mec'ûl ‫ ل‬٠‫( ﻣﺠﻌﻮ‬a.s.): meydana çıkarılmış, yapılmış olan, (bkz : masnû'1). mec'ûle ‫ﺟﻌﻮﻟﻪ‬،‫( م‬a.s.): ["mec'ûl" ün. miien]. (bkz: mec'ûl). me'cûr ‫( ﻫﺄﺟﻮر‬a.s. ecr'den) : 1. ecr ve sevabı verilmiş olan. 2. kirâya verilen [şey], (bkz': mûcer).

gönül akması. meczûm ‫( ﻣﺠﺰوم‬a.s. cezm'den): 1. cezmolunmuş, niyet edilmiş, kat'î karar verilmiş. 2. a: gr. cezimli, son harfi harekesiz olarak okunan kelime : “ilm, cezb..” gibi, meczûm ‫( د و م‬a.s. cüzâm'dan): cüzamlı, miskin illetine tutulmuş [kimse], meczûme

(a.s.) :

["meczûm”

un

mhen.]. (bkz : meczûm ‫ ﻣﺠﺰوم‬، ‫) ﻣ ﺠﻨﻮم‬. meczûr ‫( د و ر‬a.s.): mat. cezri, kare kökü alınmış [sayı] : on sayısı yiiz sayısının kare köküdür. medâ ‫ د ى‬٠ (a.i.) : 1. mesâfe. 2. nihâyet, son. (bkz: gaye, miintehâ). mede'd-dühûr : dünyânın sonuna' kadar, mede'l-a'vâm: yılların sonuna kadar, mede'l-basar : gözün görebildiği kadar, göz erimi. mede'1-eyyâm : günlerin sonuna kadar, medâfi' ‫( ﻣﺪاﻓﻊ‬a.i. medfa'm c.) : ask. toplar, medâfin ‫( ﻫﺪاﻓﻦ‬a.i. medfen'in c .): defnolunacak yerler,' mezarlar, kabirler,

mecûs ‫ﺟﻮس‬٠‫( ه‬a.i.): Zerdüşt dîninde bulunan halk; ateşe, tapanların bağlı bulundukları din.

medâhik ‫( ﻣﻌﻨﺎ ﺣ ﻚ‬o.s.). (bkz : mudhikât).

mecûsî ‫( ﻫﺠﻮﺳﻰ‬a.s. ve i. c . : mecûsiyân): mecûs dîninde bulunan, ateşe'tapan kimse

medâih ‫( ﻣﺪاﺋﺢ‬a.i. mid'hat'm c .): medhetmeler, övmeler.

690

medâhil ‫ دا ﺧ ﻞ‬٠ (a.i. medhal'in c .): girilecek yerler, girişler.

١١

me'٥ebe٠ ü'l-htan medâin ‫( ﻣﺪاش‬a.i. medine'nin c .): şehirler, (bkz: büldân).

m edâyih ‫( د ا ﻳ ﺢ‬a.i. medîha'nin c.) : övülmeye

Medâin ‫( ﻣﺪاش‬a.h.i.): eski îrân'da Dicle civârında yedi şehrin adi olup, İslâm fetihleri sırasında başkenti teşkil ediyordu.

m edâyin

Medâin-İ kisrâ : Iran ülkesi, m edâm i' ‫( ﻣﺪاﻣﻊ‬a.i. medma'm c .): 1. gözyaşları. 2. gözler. medâmi'-i hicrân : ayrılık gözyaşları, medâr ‫( ﻣﺪار‬a.i. devr'den): 1. bir şeyin dönecegi, devredeceği, üzerinde hareket edecegi yer, etrâhnda dönülen nokta. 2. astr. *yorünge, bir seyyârenin (.gezegen) Güneş etrâfında dönerken ‫ ؟‬izdigi dâire. medâr-ı c e d i: cogr. oglak .dönencesi, ekvatorun iki cihetinde varsayılan iki dâireden güneyde bulunanı. medâr-ı ib re t: ibret almaya yarayan. medâr-ı iftih â r: övünme sebebi, övünme vesilesi. medâr-ı kelâm ‫ ؛‬konuşma, söz konusu. medâr-ı mahz-i m übâhât: tam övünme vesilesi. medâr-ı m aişet: ge‫ ؟‬im vâsıtası. medâr-ı seretân: cogr. ekvatorun iki cihetinde varsayılan iki dâireden kuzeyde bulunam, yenge‫ ؟‬.dönencesi. 3. vesile, sebep, vâsıta. 4 ٠s. yardımcı, (bkz : muin), medâreyn ‫( ﻣﺪار؛ﺑﻦ‬a.i.c.): cogr. oglak .dönencesi ile yenge‫ ؟‬.dönencesi, medârî ‫( دا ر ى‬a.s.): medara âit, medarla .ilgili, tropikal. medârî mmtaka : cogr. tropikal kuşak, medâric ‫رﻳﺞ‬١‫( ﻣﺪ‬a.i. medrec ve medrece'nin c.): 1. meslekler, tarikatler, yollar. 2. mec. merdivenler. Âric-i medârîc-i feyz ii İkbâl: yükselriıe merdivenlerine ‫ ؟‬ikan, medâris ‫( دا ر س‬a.i. medrese'nin c .): medreseler. medârîs-i sahn, - -İ semâniyye : İstanbul'da, Fâtih câmii etrâfında kurulan sekiz medre-

lâyık olan İçler ve hareketler, ‫( دا د ن‬a.i. medîne'nin c.). (bkz : medâin).

‫ ن‬٠‫( ﻣﺪاﻳ ﻞ‬a.s. midyân'ın c.) : borca garkolanlar, dâimâborç eden kimseler,

m edâyin

m edbûg ‫( د ر غ‬a.i.) : dibâgat olunmuç, taba-

kalanmiç, sepilenmiç. m edbûr

٠‫( ﻣﺎ‬a.i.) : 1. uzatma, ‫ ؟‬ekme. 2. yayma, döçeme.

medd

m edd-i âh : âhı ‫ ؟‬ekip uzatma. m edd-i basar : hek. uzağı görme, presbit, fr. presbyte. m edd-i basar-! şeyhî ‫ ؛‬biy. yakm görmezlik,

presbitlik. m edd-i bisat : hail, kilim yayma. m edd-i cüz'i : cogr. on beş giinde bir görülen

az deniz kabarması, az derecedeki kabarma zamanı. m edd-i ekmel.: cogr. büyük .gelim, fr. vives eaux. m edd-i k âm il : cogr. denizde yüksek kabar-

ma. m edd-i kiilli : cogr. denizin kabarması. m edd-i nazar : uzaga bakma, gözün görebil-

digi kadar göz alımı, göz irimi. m edd-i nigâh : (bkz : medd-i nazar). m edd-i y e d : el uzatma. 5. gr. bir harfi

lüzûmundan fezla uzatarak telâffuz etme. 4. deniz veyâ nehir sularının yükselip kabarmasi. medd ii c e z r: cogr. .gelgit, suların kabarması ve ‫ ؟‬ekilmesi. 5. elifi uzun okuma. H arf-İ medd : [Arapçada] hemze ile elifin birleşmesi. Harf-İ med ü‫ ؟‬tür : vav, ya, elif. 6. şer'iye nâiblerinin hizmet zamanlarının uzatılması.

‫( ﻣﺪاح‬a.s. medh'den) : 1. daha (pek, en, ‫ ؟‬ok) medheden. 2. i. taklitler yaparak hoş hikâyeler anlatıp halkı'eğlendiren kimse,

m eddah

medde

medârü'1-ayn ‫( ﻣﺪاراﻟﻌﻴﻦ‬a.b.i.): hek. göz ‫ ؟‬ukuru.

‫( « د ر ر‬a.s.) : 1. yaralı. 2. zengin,

‫( ﻣﺪه‬a.i.) : medd İşâreti.

me'debe

‫( ﻣﺄدﺑﻪ‬a.i.) : düğün yemegi.

me'debetü'l-hitan : sünnet ziyafeti. 691

meded

meded ‫( ﻣﺪد‬a.i.): 1. yardim, imdat, (bkz : nusret). 2. n. aman, eyvah! meded-Allah ‫( ﻣﺪد اﻟﻠﻪ‬a.n.): aman Allah! meded-cû ‫( ﻣﺪدﺟﻮ‬a.f.b.s.) : medet, yardim arayan. meded-cûyân ‫( ﻣﺪدﺟﻮﻳﺎن‬a.f.b.s. meded-cû'nun c.) ‫ ؛‬,yardim arayanlar. meded-cûy-âne ‫( ﻣﺪدﺟﻮﻳﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): medet, yardım arayana yakışacak sûrette.

Kerîm'in Medine şehrinde nâzıl olan sûre ve âyetleri. medeni hukuk: âile, şahıs, eşya, miras ve bor‫ ؟‬ilişkilerini düzenleyen hukuk. medeni kanun : 4 Ekim 1926 târih ve 743 sayı ile İsviçre .medeni kanununun Fransızca metninden tercüme edilerek daha önce yürürlükte bulunan "mecelle” nin yerini alan, ve âile, miras, kişi ve eşyâ hukukuyla dgili münâsebetleri düzenleyen kanun,

meded-cûyi ‫( ﻣﺪدﺟﻮﻳﻰ‬a.f.b.i.): medet, yardim arayıcılık.

medeniyet ‫( ﻣ ﺪﻳ ﺖ‬a.i.) : medenilik, şehirlilik, uygarlık. medeniyyet-i hâzıra : şimdiki medeniyet,

meded-hâh ‫( ﻣﺪدﺧﻮاه‬a.f.s.): medet, yardim isteyen; sığınan.

medenk ‫( ﻣﺪﻧﻠﺶ‬f.i.) : 1. kapı sürgüsü. 2 . ağa‫؟‬ anahtar; kilit damağı.

meded-hâh-âne ‫( ﻣﺪدﺧﻮاﻫﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : medet, yardim istercesine.

meder ‫( ﻣﺪر‬a.i.) : ı.k u ru ‫ ؟‬amur, kuru balçık; kerpi2 .‫ ؟‬. köy; mahalle,

meded-hâhi ‫( ﻣﺪدﺧﻮاﻫﻰ‬a.f.b.i.): medet, yardımisteyicilik.

medfa'‫( ﻣﺪﻓﻊ‬a.i.c. : medâfi') : ask. top.

meded-kâr ‫( ﻣﺪد ﻛ ﺎ ر‬a.f.s.): yardımcı, (bkz: muin, nasir). meded-kârân ‫( ﻣﺪد ﻛ ﺎ ر ا ن‬a.s. meded-kâr'ın c .): yardımcılar, yardim edenler, meded-kâr-âne edercesine.

‫ﻛﺎ راﻧ ﻪ‬

‫( ﻣﺪد‬a.f.zf.): yardim

meded-kârl ‫( ﻣﺪد ﻛﺎر ى‬a.f.i.): yardımcılık, meded-res, meded-resân ‫ ﻣﺪدرﺳﺎن‬، ‫ﻣﺪد ر س‬ (f.b.s.): medet, yardim eriştirici, yardıma yetişen, yardımcı; imdada yetişen, meded-resâni ‫( ﻣﺪد رﺳﺎ ﻧﻰ‬a.f.b.i.): yardim edicilik, yardımcılık. medeni, medeniyye ‫ ﻣﺪﻧﻴﻪ‬، ‫( ﻣﺪﻧﻰ‬a.s. medine'den): 1. medineye, şehre mensup, şehirli, şehir halkından olan. 2. bir. memleketle-ilgili olan. 3. Arabistan'daki Medine şehrine âit olan. 4. mec. terbiyeli, görgülü, kibar, nâzik. Akvâm-1 medeniyye : medeni kavimler. Hukuk-I m e d e n ic e : medeni haklar, (bkz: hukuk). Kanûn-İ m edeni: medeni kanun. Kavânîn-i m e d e n ic e : medeni esaslar kanunları. Vazâif-İ medeniyye : yurttaşlık vazifeleri (*görevleri), m edeniyyü't-tab': yaradılışı itibârıyla berâberce toplulukla yaşamaya .mecbur olan kimse. 5. [medeni] : Kur'ân-1

medfen ‫( ﻣﺪﻓﻦ‬a.i. defn'den. c. : medâfin) : defnolunacakyer, mezar, kabir, medfû' ‫( ﻣﺪﻓﻮع‬a.s.) : 1. d ef olunmuş, dışarı 1‫ ؟‬karılmış. 2. verilmiş, vezneden çıkarılmış, medfûât ‫( ﻣﺪﻓﻮﻋﺎت‬a.i. medfû'un c.) : 1. sarfedilmiş, verilmiş paralar, kasadan ‫ ؟‬ikan paralar. 2. verilen, harcanan paranın, hesap defterinde kaydedildiği hâne, kolon. medfUn ‫( ﻣﺪﻓﻮن‬a.s. defn'den) : defnolunmuş, gömülmüş, (bkz : melhûd). medfûne ‫( ﻣﺪﻓﻮﻧﻪ‬a.s.) : [“medfUn'un müen.l. (bkz : medfûn). medh ‫( ﻣﺪح‬a.i.) : övme, birinin iyi şeylerini söyleme, (bkz : senâ, sitâyiş). [zıddı : “kadh, zemm'' dir]. medhal ‫( ﻣﺪﺧﻞ‬a.i. dühûl'den) : 1. dâhil olacak, girecek yer, kapı, antre, fr. entrée. 2 ٠başİangı3 .‫ ؟‬. giriş. medhal-i kavâid : gramere giriş. 4٠karışma. 5.'parmak [bir İşte]. Zî-medhal : bir işe karışmış olan, bi.r İşte parmagi olan, (bkz : medhal-dâr). medhâl-dâr ‫( ﻣﺪﺧﻠﺪار‬a.f.s.) : bir işe karışmış olan, bir İşte parmagi olan, (bkz : ZÎmedhal). medhiyyât ‫( ﻣﺪ ﺣﻴﺎ ت‬a.i. medhiyye'nin c.) : övmeler.

medresetü'l-kuzât medhiyye ‫( ﻣﺪﺣﻴﻪ‬a.i.c.: medhiyyât): ed. birini övmek İçin yazılmış şiir, (bkz : senâiyye). medhUl ‫ د ﺧ ﻮ ل‬٠ (a.s. dahl'den): 1. dahi edilmiş, ayıplanacak bir kusur İşlemiş. 2. dile düşmüş. 3. kendisine bir şey girmiş olan. Zevce-i medhUletiin bihâ : gerdege girmiş zevce. Zevce-i gayr-i medhUletün b ih â : henüz gerdege girmemiş zevce. medhUn ‫( ﻣﺪﻫﻮن‬f.i.): tabaklanmış deri, (bkz : medbUg). medhUr ‫( ﻣﺪﺣﻮر‬a.s.): kovulmuş, uzaklaştırılmış. (bkz: matrûd). medhûç ‫( ﻣﺪﻫﻮش‬a.s. dehşet'den): dehşete ugramış, şaşırmış; korkmuş, ürkmüş, medhûş-âne ‫( ﻣﺪﻫﻮﺷﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): ürkmüş bir halde; ükmüş gibi. medhUşiyyet ‫( ﻣﺪﻫﻮﺷﻴﺖ‬o.i.): dehşete ugramışlık, şaşırmışlık, korkmuşluk. medid, medide ‫ ﻣﺪﻳﺪه‬، ‫( ﻣﺪﻳﺪ‬a.s. medd'den): çekilmiş, uzatılmış; uzun, çok uzun siiren. Müddet-İ medide : pek çok zaman. medîdü'1-basar: uzaktan gören, medih ‫( ﻣﺪﻳﺢ‬a.i.c.: medh'den. c . : medâyih): medhetmeye, övmeye sebebolan şey; övme mevzuu. mediha (a.i.). (bkz : meferr). mifre? ‫( ﻣﻔﺮ ش‬a.i.): g.s. hattatların kullandığı, yazıyı kazımaya yarayan bir ‫ ؟‬e?it kalemtira?. mifre?e ‫( ﻣﻔﺮ ﺷﻪ‬a.i.c.: mefâri?): karni? kalemlerin birbirine ve mahfazaya ‫ ؟‬arparak bozulmalarım önlemek İ‫ ؟‬in divitin kalem koymaya mahsus kısmına veyâ kalemdâna konulan örtü.

mihen

‫( ﻣﻔﺮز‬a.i.): kamış kalemi ayırmak İçin kullanılan bir çeşit kalemtraş.

m ifre z

‫( ﻣ ﻐ ﻤ ﺪ‬a.i.): neşter, kan alacak âlet, (bkz: mibza').

m ifs a d

‫( ﻣﻐﺘﺎح‬a.i.c.: mefâtih) : 1. anahtar.

m iftâ h

2. şifre cetveli. 3. dil öğrenirken yapılacak tercüme ve mes'elelelerin halledilmiş şekillerini gösteren kitap. M i f t â h ü ' 1- C e n n e (Cennetin anahtarı) : XV. asır şâir ve bilginlerinden Ahmed-i Dâî'nin Arapçadan dilimize çevirdiği bu eser, İslâmın şartlarından bâzı ay ve günlerle bu ay ve günlerde yapılan ibâdetlerin faziletlerinden. Cennetin nimetlerinden. Cehennemin korkunç azâbmdan bahseden bir eserdir. M i f t â h ü 'l - K ü t ü b : A n k a r a k i it iip h â n e s i m ü -

dan

m ifz a l

‫( ﻣﻐﻀﻞ‬a.i.): gündelik İş elbisesi,

m ifz â l

‫( ﻣﻐ ﻬﺎ ل‬a.i.): şeref ve fazilet sâhibi.

m îg

‫( ﻣﺦ‬f.i.): 1. kara bulut, (bkz : ebr, sehâb).

2.

duman, sis. (bkz : duhân).

m îg -n â k m ig s e l

‫( ﻣﻴﻐﻐﺎك‬f.b.s.): bulutlu, dumanlı,

‫( ﻣﻔﺴﻞ‬a.i.): kendisiyle birşey gusledile-

cek âlet, tas, ibrik.

‫ﻏﻮل‬٠ (a.i.c.: megavil): hançer, ince ki-

m ig v e l

1ı‫ ؟‬. m ig z e l

‫ﻣﻐﻼق‬

m ig lâ k m ih

İ ç in

duâ

( a . i . c . : m e g a l i k ) : k ilit , m a n d a l ,

‫ ( ﻣﻪ‬f . s . c . : m i h â n ) : b ü y ü k ,

u lu . ( b k z : a z i m ,

k e b ir , m i h i n , m ih in e ) . K i h - Ü m i h : k ü ç ü k ve bü yü k. m ih

( f .i . ) : m ıh , ç iv i, e n se r; k a z ık . Ç â r - m î h

‫ﻣﺦ‬

(d ö r t ç iv i ) : p u t b i ç i m i n d e o l a n i d a m â le ti,

‫ﻣﻬﺎد‬

m ih â d

( a .i.c .:

m ü h ü d ) : yatak ,

döşek.

B i 's e '1 - m i h â d (n e f e n a d ö ş e k ) : c e h e n n e m ,

‫ﻣﺤﻔﻪ‬

m ih a ffe

( a .i .) : m a h fe , d e v e v e y â k a tır ın

S i r t m a lc o n u la n v e i k i k i ş i o t u r a b i l e c e k b ü y ü k l ü k t e o la n s e p e t, ( b l c z : m a h a f f e , m i h m e l‫ )؛‬. -

2.

m i f t e l e ^ (a.i.): 1. öreke denilen ağaç. 2. yün eğirecek çatal degnek.

o lm a s ı

( b k z : m a ğ fû r) m e rh û m ).

m ih â h

(lügatin anahtarı): Amasyalı Şeyh Mahmûd bin İbrâhîm Edhem'in 1491 (H. 897) de II. Bayezid adına kaleme aldığı Farsçadan Türkçeye lügat kitabidir,

a ffe d ilm iş

e d ile n [ k im s e ] , ö l m ü ş y a r l ı g a n m ı ş [k im s e ] ,

d ü r ü R e m z i D e d e 'n in , B u r s a l I T â h i r B e y i n

İ ç in , h a z ı r l a d ı ğ ı f i h r i s t .

(a .s .c .: m e g a fir ) : A lla h ta r a ftn -

günahı

" O s m a n l I M ü e l l i f l e r i " a d il ü ç c i l t li k e s e r i

M i f t â h ü 'l - L û g â

‫ﻣﻐﻔﻴﺮ‬

m iğ fîr

‫ﻣﺨﺎخ‬

(a .i. m u h h 'u n c.) : 1 . a n a t . ilik le r .

a n a t . b e y in le r .

‫ﻣﺤﺎق‬

m ih â k

( a .i.) : h e r a ra b i a y ın ın so n ü ç g e -

c e s i. ( b k z : m a h â k , m u h â k ) . [k e l i m e y i , ü ç h a r e k e s iy le d e k u l l a n m a k c â i z d i r ] . m ih a n

‫ﻣﺤﻦ‬

m ih â n

‫ﻣﻬﺎن‬

K ih â n

(a.i. m i h n e t 'i n c . ) : s ık ın t ıla r , (f.s . m i h 'i n c . ) : b ü y ü k l e r , u lu la r .

ü

m ih â n :

b ü y ü k le r

ve

k ü ç ü k le r,

( b k z : s i g a r ü k ib â r ) .

‫ﻣﻬﺎر‬

m ih â r

(a .i. m ü h ü r 'ü n c . ) : t a y la r , a t y a v -

r u la r ı.

‫ﻣﺤﻄﻪ‬

m ih a tta

( a . i . ) : g . s .- h a t t a t l a r ı n k a l e m i n

,u c u n d a k i k ı l l a r ı n

a lı n m a s ı n d a k u l l a n d ı k -

İ a r ı b i r â le t. m ih b e b

‫ﻣﺤﺒ ﺐ‬

m ih c e m ,

( a . i . ) : t â n e t â n e k e s e c e k â le t.

m ih c e m e

‫ﻣﺤﺠﻤﻪ‬

‫؛‬

‫ﻣ ﺤ ﺠﻢ‬

( a .i.c .:

m e h â c i m ) : b iy . 1 . ç e k ip e m m e y e y a r a y a n o r g a n v e y â â le t. 2 . h a c a m a t ş iş e s i, f r . v e n to u se .

‫( ﻣﻔﺰل‬a.i.c.: megazil): ig, iplik eğirecek

m ih e k m ig z e li

‫ﻣﻐﺰﻟﻰ‬

‫ﻣﺤﺠﻦ‬

m ih c e n

âlet.

‫ﻣﻴ ﺨ ﻚ‬

( a . s . ) : ig e , ip lig e , e ğ i r e c e k â le te m ih e k k

a it.

‫ﻣﺤﻚ‬

gü m ü şü n

migfer ‫( ﻣﻐﻐﺮ‬a.i.c.: magafir). [eskiden] savaşta başa giyilen demir tas, migfer, çelik başlık, tulga. migferi ‫ﻣﻐﻐﺮى‬

( a .s .) : 1. m iğ fe re m e n su p , m ig -

fe rle i l g ili. 2 . m i g f e r ş e k l i n d e o la n .

2.

(a .i.) : ço m a k ,

( f .i . ) : 1. k a r a n fil. 2 . k ü ç ü k ç iv i,

m ec.

a h lâ k ın ı

(a .i.) : a y â r ın ı

b ir in in

1. m e h e n k , a n la m a y a k a d r in i,

a n la m a y a

yarayan

a lt m

veyâ

yarayan k ıy m e tin i şe y ,

ta ş . ve

v â s ıt a ,

( b k z : m i 'y â r ) . m ih e n

‫ ﺣ ﻦ‬٠ (a .i.

m i h n e t 'i n c . ) : e z iy y e t le r , m e -

ş a k k a t le r , s ık ın t ıla r .

749

mihfer, mihfere mihfer, mihfere ‫ ﻣ ﺤﻔ ﺮه‬، ‫( ﻣ ﺤ ﻔ ﺮ‬a.i.c. : m ahâfir): mihmân-perveri ‫رور ى‬ ‫ﻣﻬﻤﺎن‬ (f.b.i.): 1. hattatların yanlışı kazımakta kullandıkmisâfirseverlik, misâfir ağırlayıcılık. (bkz : İarı bir ‫ ؟‬eşit kalemtraş. z. bel‫ ؛‬kazma. mihmân-nüvâzî). mîhî ‫ ( ﻣﻴﺨﻰ‬fs .) : ‫ ؟‬iviye âit, ‫ ؟‬ivi şeklinde. m ihin, m ihine

‫ ﻣﻬﻤﺠﻪ‬، ‫( ﻣﻬﻴﻦ‬f.s.): büyük, ulu.

(bkz: mih). mih-kadem ‫( ﺻﺦ ﻗ ﺪ م‬f.a.b.s.): ayağı kırık, mihlâb ‫( ﻣ ﺤ ﻼ ب‬a.i.): zool. (bkz : mihleb). mihleb ‫( ﻣ ﺤﻠ ﺐ‬a.i.c.: m ahâlib): yırtıcı hayvan pençesi. mihmân ‫( ﻣﻬﻤﺎن‬f.i.): misâfir, konuk, (bkz: zayf ‫) ﺿﻴﻒ‬.

nühmân-serây ‫( ﻣﻬﻤﺎذﺳﺮاى‬f.b.i.): misâfirhâne, otel. mihmâz, mihmiz ‫ ﻣﻬﻤﺰ‬، (a.i.c.: mahâmiz): mahmuz, (bkz : mehmûz«). mihmel ‫( ﻣﺤﻤﻞ‬a.i.c.: m ahâm il): 1. mahmil, deve üzerine konulan -iki kişinin binegisepet, (bkz: mahmul‫؛‬, mihaffe). z. her yıl Haremeyn'e hacı kafilesiyle gönderilen armaganlar. mihmez ‫( ﻣﻬﻤﺰ‬a.i.). (bkz : mihmâz).

mihmân-dâr ‫( ﻣﻬﻤﺎﻧﺪار‬f.s.): 1. misâfir, konuk ağırlayan kimse, z. ağırlaması İ‫ ؟‬in resmi bir misâfirin yanma verilen lcimse (bkz: mihmân-nüvâz).

mihmeze ‫( ﻣﻬﻤﺰه‬a.i.): üvendire,

mihmân-dârî ‫( ﻣﻬﻤﺎﻧﺪارى‬f.i.) : mihmandarlık, misâfir ağırlayıcılık.

mihnet ‫( ﻣﺤﻔﺖ‬a.i.c.: mihen): 1. zahmet, eziyet, z. gam, keder, sıkıntı, dert. 3. belâ, musibet, mihnet-i rene ii b e lâ : üzüntü ve belâya ugrayan.

mihmân-hâne ‫( ﻣﻬﻤﺎﻧﺨﺎﻧﻪ‬f.b.i.): misafirhane, otel.

mihnet-âbâd ‫( ﻣﺤﻔﺖ آﺑﺎد‬a.f.b.i.): gam, keder dolu olan yer‫ ؛‬mec. diinya.

mihmân-hâne-iâlem(dünyâmisâfirhânesi): (bu) dünyâ.

mihnet-dide ‫( ﻣﺤﻔﺘﺪﻳﺪه‬a.fb.s.): mihnet görmüş, musibete uğramış,

mihmâni ‫( ﻣﻬﻤﺎﻧﻰ‬f.i.): mihmanlık, misâfirlik, konukluk. mihmânî-i h â s s : seçkin kişilere verilen ziyâfet. mihmânî-i hitân : sünnet düğünü. m ihmânî-i î d : bir dînî bayramda verilen ziyafet.

mihnet-didegân ‫( ﻣﺤﻨﺘﺪﻳﺪﺳﻤﺎن‬a.f.b.s. mihnetdide'nin c .): mihnet görmüş, musibete ugramış kimseler.

mihmân-nüvâz ‫( ﻣﻬﻤﺎﻧﺘﻮاز‬f.b.s.): misâfire İkrâm eden, misâfir ağırlayan, (bkz: mihmân-dâr). mihmân-nüvâz-âne ‫ﻣﻬﻤﺎﻧﻐﻮازاﻧﻪ‬ (f.zf.): misafirpervere, konuksevere yakışacak sûrette. (bkz: mihmân-perverâne). mihmân-nüvâzî ‫ﻣﻬﻤﺎﻧﻐﻮازى‬ mihmân-perveri).

(f.b.i.).

(bkz:

mihmân-perver ‫( ﻣﻬﻤﺎن ﺑﺮور‬f.b.s.): misâfir seven, misâfir ağırlayan, (bkz: misâfirperver). mihmân-perver-âne ‫( ﻣﻬﺪﻣﺎن روراﻧﻪ‬f.zf.): misafirpervere, misâfir ağırlayana yakışacak sûrette. (bkz : mihmân-nüvâzâne). 750

mihnet-gâh ‫( ﻣ ﺤ ﺘ ﻜ ﺎ ه‬a.f.b.i.): gam, kasâvet, eziyet ‫ ؟‬ekilen yer. (bkz : mihnet-kede). mihnet-kede ‫( ﻣ ﺤ ﻔ ﺘ ﻜ ﺪ ه‬a.f.b.i.): mihnet, gam, kasâvet, eziyet ‫ ؟‬ekilen yer. (bkz: mihnetgâh). mihnet-keş ‫( ﻣﺤﺘﺘﻜ ﺶ‬a.f.b.s. c . : m.ihnetkeşân): mihnet ‫ ؟‬eken, eziyet ‫ ؟‬eken, mihnet-keşân ‫( ﻣ ﺤﻔﺘﻜﺜﺎ ن‬a.f.b.s.: mihnetkeş'in c .): 1. mihnet, eziyet ‫ ؟‬ekenler, z. Ke‫ ؟‬ecizâde izzet Molla'nm, Keşan'da sürgün iken yazdığı mesnevisi, mihnet-keş-âne ‫( ﻣﺤﻨﺘﻜﺸﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): eziyet ‫ ؟‬ekene yaraşır bir sûrette. mihnet-keşl ‫( ﻣ ﺤ ﺸ ﻰ‬a.f.b.i.): mihnetkeşlik, eziyet ‫ ؟‬ekerlik. mihnet-zede ‫ ده‬(a.f.b.s.): mihnete, gam, keder, musibete uğramış.

m ihveri sagîr

mihnet-zedegân ‫( ﻣﺤﻨﺘﺰدﺳﻤﺎن‬a.f.b.s. mihnetzede'nin c.) mihnete, gam, keder, musibete uğramış olanlar. m ihr ‫ ( ﻣﻬﺮ‬fi.) : 1. Güneş, (bkz : âfttâb, hûrşîd, şems). m ihr-i c â n : miiz. adi Şerh-i Mevlânâ Mubârek Şah'da geçen makam, m ihr-i cihân-ârâ : cihânı süsleyen Güneş, mihr-i dirahşân : parlayan Güneş, m ihr ü mâh : Güneş ile Ay. 2. sevgi, (bkz : mahabbet). mihr-i mâder-âne : anaya yakışırcasına sevgi. 3. eylül ayı. mihrâb ‫( ﻣ ﺤ ﺮا ب‬a.i.): 1. câmilerde, mescidlerde yönelinen taraftaki duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılmış olan oyuk, girintili yer. 2. mec. ümit bağlanan yer. 3. mec. sevgilinin kaşları. 4. g. s. halinin bordür çerçevesi İçinde yalnız bir tarafta bulunan, kemei" görünüşlü motif. 5. *sunak, fr. autel. mihrâb-ı C em şîd: Güneş, m ihrâf ‫( ﻣ ﺤ ﺮا ف‬a.i.): doktorun yarayı muâyene ettigi âlet. m ihrâk ‫ ق‬١‫( ﻣ ﺤ ﺮ‬a.i.): fiz. odak, küre İÇİ bi‫ ؟‬i_ minde bir aynaya [veyâ konveks (dışbükey) bir merceğe] muvâzî (paralel) olarak gelen ışınların aksettikten veyâ kırıldıktan sonra toplandıkları nokta, odak noktası, m ihrâk-ı m e r'î: fiz. ışık *deneyi ile bulunan odak, fr. foyer virtuel. m ihrâk-ı zelzele : cogr. *deprem *odağı, m ihrâk ‫( ﻣ ﺤ ﺮا ك‬a.i.): ‫ ؟‬ok hareket eden, mihrâs ‫( ﻣﻬﺮا ص‬a.i.c.: mehâris): elvan yapmakta kullanılan şeyleri ezmege mahsus bir âlet. mihr-bân ‫( ﻣﻬﺮﺑﺎن‬f.b.s.): şefkatli, merhametli, muhabbetli, güleryiizlii, yumuşak huylu, mihr-bânî ‫( ﻣﻬﺮﺑﺎﻧﻰ‬f.b.i.): sevgi, dostluk, mihr-cân ‫( ﻣﻬﺮﺟﺎن‬a.b.i.). (bkz : mihre-gân). mihre ‫( ﻣﻬﺮه‬f.i.): acemi ördekleri avlamak İ‫ ؟‬in su kenarlarına bağlanan ördek, mihrgân ‫( ﻣﻬﺮﺳﻤﺎن‬f.b.i.): 1. sonbahar. 2. eski Iranlılarm iki büyük bayramlarından birinin adi olup yedinci Güneş ayının onaltıcı gününe rastlar. Bu gün. Iran MecUsilerinin

nevruz'dan sonra gelen en büyük bayramİarıdır. Ayin onaltısından başlayarak, yirmi birinci gününe kadar altı gün devam eder. Başlangıcına : mihrgân-1 âmme, sonuncu gününe: “mihrgân-1 hâssa” denir, (bkz: mihr-cân). mihr-nâz ‫( ﻣﻬﺮﻧﺎز‬f.b.s.) : 1. “naz güneşi” : ‫ ؟‬ok nazil. 2. i. kadın adi. mihsâb ‫( ﻣ ﻬ ﺎ ب‬a.i.): bir ‫ ؟‬er‫ ؟‬eve İçine gerilmiş tellere geçirilen boncukların oynatılması ile hesap yapmayı sağlayan *aygıt, abaküs, mihsad ‫( ﻣ ﺤ ﺼ ﺪ‬a.i.): ekin oragi. mihtab ‫( ﻣ ﺤ ﻄ ﺐ‬a.i.): balta. mihtât ‫( ﺧ ﻄ ﺎ ط‬a.i.): cetvel tahtası, mih-ter ‫( ﻣﻬﻌﺮ‬f.s.c.; mihterân): 1. daha büyük. 2 ٠i. (bkz : mehter). mih-terân ‫( ﻣﻬﺘﺮان‬f.s. mihter'in c.) : daha büyükler. ıpihteri ‫( ﻣﻬﺘﺮى‬f.i.): büyüklük, ululuk, mihver ‫( ﻣﺤﻮر‬a.i.c.: mahâvir): 1. *eksen, durdugu yerde dönmekte olan bir şeyin, dolayında döndüğü varsayılan dogru ‫ ؟‬izgi. 2. mat. ii'zerinde bir pozitif cihet varsayılan sonsuz hat. 3. kagni arabasının dingili. mihver-i âlem : astr. Arz'ın merkezinden ge‫ ؟‬erek semâ küresini her iki taraftan kesen hat. mihver-i a r z : astr. Arz'ın kutup noktalarım birleştiren dogru. mihver-i deverân : fiz. bir cismin berâber etrâftnda döndüğü mihver. mihver-i h arek ât: askeri harekâtın yapıldığı yer. mihver-i k e b ir: astr. Arz'ın Güneş etrafındaki mahrekinde 21 Haziran ve 21 Aralıkta bulunduğu iki noktayı birleştiren ve Güneş'in merkezinden geçen nazari büyük mihver, [bu mihverin iki ucuna "inkılâbeyn” denilirj. mihver-i n eb ât: bot. kök, yaprak ve gövdenin hepsi. mihver-i nuhâ-yı şe v k i: anat. *boyunomurilik *ekseni. mihver-i sa g ir: astr. 22 Eylül ve 20 Mart târihlerinde Arz'ın Güneş etrâfmda ‫ ؟‬evirdigi mahrek üzerindeki iki noktayı 751

mihver-i semâ

birleştiren ve Güneş'in merkezinden ge‫ ؟‬en nazari küçük mihver, fbu mihverin Güneş'e göre iki tarafta kalan parçalan eşit uzaklıktadır]. mihver-i semâ : astr. gök *ekseni, mihver-i üstüvânî : biy. silindir *ekseni,

mikleme ‫( ﻣﻘﻠ ﻤﻪ‬a.i.): g. s. kalem konacak âlet, (bkz: kalem-dân).

mihveri ‫ ﺣ ﻮ ر ى‬٠ (a.s.) : *eksenel, eksen ile *ilgili.

m ikrâm ‫( ﻣ ﻜ ﺮا م‬a.s.) :,pek çok kerem eden, bağışlayan.

mihyat ‫( ﻣﺨﻌﻞ‬a.i.) : İğne, (bkz : süzen),

m ikrâs, mikrâz ‫ ﻣﻘﺮا ض‬، ‫( ﻣﻘﺮا ص‬a.i.c.: mekaris): kesecek âlet, makas, (bkz: mıkrâz).

mihzâr ‫( ﻣ ﻬﻨﺎ ر‬a.s.) : mânâsız, saçma konuşan. Küllü m iksârün mihzâr ‫ ؛‬her ‫ ؟‬ok söyleyen saçmalayicidir. m ik ‫( ﻣ ﻴ ﻚ‬f.i.) : ‫ ؟‬ekirge. mik'âb ‫( ﻣ ﻜ ﻌ ﺐ‬a.i.) : mat. *küp, fr. cube, mik'abi ‫( ﻣ ﻜ ﻌﺒ ﻰ‬a.s.) : kübik, m îkâîl ‫( ﻣ ﻜ ﺎ ﻳ ﻞ‬a.i.) : dört büyük melekten rızkların talcsimine me'mur olan biri,

miknese ‫ﺷ ﻪ‬ (a.i.c.: mekânis) : süpürge, (bkz: cârûb). miknet ‫( ﻣ ﻜ ﻴ ﺖ‬a.i.): kuvvet, kudret, güc, zor.

mikreb ‫( ﻣ ﻜ ﺮ ب‬a.i.c.: mekârib): çift sürülen saban. miksaha ‫( ﺷ ﺤ ﻪ‬a.i.c.: mekâsih): süpürge. m iksâr ‫( ﺀ و‬a.s.): 1. sözü uzatan, geveze, ‫ ؟‬ok konuşan. 2. teksir eden, ‫ ؟‬ogaltan. (bkz: miksir). miksefe ‫( ﻣﻜﺜ ﻐ ﻪ‬a.i. kesâfet'den): kondansatör, İçine elektrik enerjisi yığılan âlet, fr. condensateur. (bkz: miikessife).

mikat ‫"( ﻣ ﻬﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. valct'den. c. : mevâkit) : bir İş İ‫ ؟‬in belirtilen vakit, zaman veyâ yer.

m iksir ‫( ﻣﻜ ﺸ ﺮ‬a.s.). (bkz : miksâr).

Mikat ‫"( ﺳ ﻔﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.h.i.) : Mekke yolu üzerinde hacıların İhrâma girdikleri yer. (bkz : Harem, Hill).

mikçat ‫( ﻣ ﻜ ﺸ ﻂ‬a.i.) : g.s. hattatların kamış kalemin kabuğunu s'oymak İ‫ ؟‬in kullandıkları âlet.

mîkatî ‫"( ﻣﻴﻘﺎﺗ ﻰ‬ka" uzun okunur, a.i.) : hac mevsimini beklemek üzere Mekke-i Mükerreme'de kalan kimse,

m i k v â l j '^ (a.s.) : ‫ ؟‬ok konuşan,

mikdaha ‫( ﻣﻘ ﺪ ﺣ ﻪ‬a.i.) : ‫ ؟‬akmak demiri, m ik d â m ^ ^ (a.i.c. : makadim) : 1. ‫ ؟‬okikdâm eden, ‫ ؟‬ok çabalayan. 2. s. pek kıdemli. 3. s. ‫ ؟‬ok ayaklı.

mikvel ‫ﻣﻘ ﻮ ل‬ lisân).

(a.i.c.: makavil) : dil. (bkz:

m ikyâl ‫( ﻣ ﻲ ل‬a.i. keyl'den. c . : mekâyil): Öİ‫ ؟‬ek, tahıl öl‫ ؟‬egi.

mikyâs ‫( ﻣﻘﻤﺎس‬a.i. kıyâs'dan): 1. kıyas edecek âlet, öl‫ ؟‬ek, Öİ‫ ؟‬Ü âleti. 2. uzunluk ölçeği. m ikdâr ‫( ﻣﻘ ﺪا ر‬a.i. kadr'den. c. : mekadir) : 3. astr., cogr., mat. öl‫ ؟‬ek. 1. par‫ ؟‬a> lcısım, bölük. 2. kıymet, değer. mikyâs-1 am el: kasgücünü ölçmekte kulla3. düze, belirlenen gerekli miktar, doz, fr. mlan âlet, ergograf. dose. 4. derece. Bî-mikdâr : ehemmiyetsiz. mikyâs-1 am û d î: fiz. ilci nokta arasındaki mikdâr-1 fâiz : mat. faiz fiyatı, fr. taux. şâkulî uzaklığı tâyin etmeye yarayan âlet. mikdâr-1 k âfî : yeter derecede. mikyâs-1 gaz : fiz. *gazölçer, manometre. mikdâr-1 muayyen : kim. *düze, belli mikmik.yâs-1 hacm : mat. hacim ölçüleri. tar, doz, fr. dose. mikyâs-1 h am z : fiz. asidoiçer, asidemetre. mikhâl, mikhel ‫ﺷ ﻞ‬ ، ‫( ﻣ ﻜ ﺤ ﺎ ل‬a.i.c. : mikyâs-1 hiss : psik. *duyumölçer. mekâhil) : sürmelik, göze sürme ‫ ؟‬ekecek mikyâs-1 hurdebin i: fiz. mikrometre. âlet, mil. mikyâs-1 İnhinâ veyâ m e y i: jeod. meyilölmikleb ‫( ﻣ ﻘﻠ ﺐ‬a.i.) : g. s. eski ciltli kitapların ‫ ؟‬er, bir sathin (*düzey) İnhinâ ve meyil derecesini ölçen tesviye âleti. sol tarafındaki fazla parçanın adi. 752

mîlhâ, milhâ. mikyâs-ı irtifâ' : fiz. *yülcseklikölçer, fr. al­ timètre. mikyâs-ı kalevî : kim. *alkolölçer, alkali­ metre. m ikyâs-ı kesâfet : fiz. *yoğunlukölçer, fr. densimètre. m ikyâs-ı klor : kim. *klorölçer, klorimetre. mikyâs-ı kuvvet : fiz. kuvvetölçer, dinamo­ metre. mikyâs-ı küre : fiz. *küreölçer, fr. sphéromètre. mikyâs-ı küûl : kim. alkollü bir mâyide (sıvı) yüzde (%) ne kadar alkol bulunduğu­ nu gösteren âlet. m ikyâs-ı leben : fiz. sütün kesâfetini (yo­ ğunluğunu) tâyin etmeye yarayan âlet, laktodansimetre. mikyâs-ı mâ : kim. hidrometre, mikyâs-ı mâyiât : fiz. *sıvıölçer, fr. aréomè­ tre. m ikyâs-ı meyi : mat. *eğim ölçüsü, mikyâs-ı nâr: fiz. *ateşölçer, fr. pyramètre. mikyâs-ı riyâh : fiz. *yelölçer, fr. anémomè­ tre. mikyâs-ı rütûbet : fiz. havanın rütûbet de­ recesini ölçen âlet. m ikyâs-ı saffet-i hevâ : kum. odyometre, mikyâs-ı sedâ : sedânm âhengini, şiddetini ölçmeye yarayan âlet. M ikyâs-ı Şeriat : 1908'de Dr. Hüseyin Remzi tarafından yayımlanmış haftalık siyasî ga­ zete. mikyâs-ı zelâzil : fiz. yer sarsıntısının şid­ detini ve istikametini gösteren âletler, sis­ mograf. mikyâsü'l-gazât : fiz. *gazölçer, manometre, mikyâsü'l-harâre : fiz. termometre, mikyâsü'l-hevâ : fiz. (bkz : mikyâs-ürriyâh). mikyâsü'l-levn: kim. renkölçer, kolorimetre, mikyâsü'l-matar : fiz. bir yılda yağan yağmurların miktârmı gösteren âlet, fr. pluviomètre. mikyâsü'l-mâyiât : fiz. mâyilerin (sıvı) kesâ­ fet (yoğunluk) derecesini ölçen âlet, mikyâsü'r-riyâh : fiz. rüzgârların hızını tâyin eden âlet.

m îl ‫ ل‬٠‫( ه‬a.i.c. : ernyâl, m üyûl): 1. gOze sürme ‫ ؟‬ekmeye mahsus bir âlet. 2. yollardaki mesâfeyi tâyin İ‫ ؟‬in dikilen nişan. 3. İğne gibi ince ve uzun bir âlet. 4. ucu sivri ‫ ؟‬elik kalem. 5. sivri dağ tepesi. 6. bir kilometreye yakm bir uzaklık. 7. bir ‫ ؟‬arkm, üzerinde döndüğü mihver, eksen, mîl-i bahri (deniz m ili): 1852 metre. mîlâd ‫( ﻫﺒ ﻼد‬a.i. velâdet'den): 1. doğum günü. 2. Rz. îsâ'nın doğum günü. Ba'de'l-mîlâd : mîlâd'dan sonra. Kable'1-m îlâd: mîlâd'dan önce. mîlâd-ı î s â : îsâ yortusu, îsâ'nm doğduğu yıl (24/25 aralık). milâdî, milâdiyye ‫ﻳﻼدﻳﻪ‬٠، ‫ ﻳﻼد ى‬٠(a.s.): milâtla, Hz. îsâ'nm doğum yılı ile ilgili. Sene-İ m ilâdiyye: mîlâd yılı. Târîh-i m ilâdî: mîlâd'târihi. mîlâh ‫( ﻣ ﻼ ح‬a.i. milh'in c .): tuzlar, milâhat ‫( ﻣ ﻼ ﺣ ﺖ‬a.i.): gemicilik‫ ؛‬gemicilik bilgisi. mil'aka ‫( ﻣﻠﻌﻘﻪ‬a.i.c.: m elâik): tahta kaşık‫ ؛‬g. s. hattatların kullandığı kü‫ ؟‬ük kaşık, m ilaka-tırâş ‫( ﻣﻠﻌﻘﻪ زا ش‬a.f.b.s.): tahta kaşık yapan. milel ‫( ﻣﻠ ﻞ‬a.i. millet'in c .): 1. milletler, uluslar. 2. bir dinde veyâ mezhepte olan topluluklar. B e y n e lm ile l: milletler arası. Hukuk-i beyne'1-m üel: milletlerarası hukuk, milel-i erbaa (dört topluluk): Müslüman, Yahudi, Ermeni, Rum. milel-i muhtelife-i miitegallibe : galebe etmiş muhtelif milletler. milel-i miitemeddine: medenileşmiş milletler. M ilel ve N ih â î: Şehristânl'nin mezheplere dâir meşhur eseri. m ilh ‫( ﻣﻠ ﺢ‬a.i.c.: emlâh, milah, milâh, m ilha): tuz. (bkz: nemek). m ilh-i hâmız : kim. asit tuz. m ilhii's-saga: kim. boraks, m ilha ‫( ﻣﻠ ﺤ ﻪ‬a.i. milh'in c .): tuzlar. milhâ, milhât ‫ ^ ت‬، ‫( ﻫﻠﻬﻰ‬a.i.c.: melâhî): oyun, eğlence, cünbüş. 753

milhafe milhafe ‫( ﻣﻠ ﺤﻔ ﻪ‬a.i.) : yorgan, bürünecek şey. [halk ağzında : "melhafe” şeklindedir], milhez ‫ﻟﻬﺰ‬٠‫( ه‬a.i.): g. s. mürekkep karıştırmakta kullanılan bir âlet. m ilhi ‫ ﻟ ﺤ ﻰ‬٠ (a.s.): tuza âit, tuzla ilgili; tuzdan, milhiyyet ‫ د ﻳ ﺖ‬٠ (o.i.): tuzluluk, m îlî ‫ ا ى‬٠ (f.i.): kedi, (bkz: giirbe, hirre, sinnevr). m ilk ‫( ﻣ ﻠ ﻚ‬a.i.): birinin tasarrufu altında bulunan şey. (bkz : mülk), m ilk bî-sebebin: huk. [eskiden], (bkz: milk-i mukayyed). milk-i m ukayyed: huk. [eskiden] irs ve şirâ gibi esbâb-1 milkten biriyle takyîd ve beyân olunan milkiyet. ["bu mal bana babamdan miras kaldı” yolundaki iddiâda oldugu gibi]. milk-i m utlak: huk. [eskiden] irs ve şirâ gibi esbâb-1 milkten biriyle takyîd ve beyân edilmeyen milkiyet. ["bu saat benim milkimdir" yolundaki iddiâda oldugu gibi], milk-i yemin : köle, câriye, m ilka ‫( ﻫﺎﻋﺎ‬a.i.) : g. s. ham iplik, [mürekkep hokkalarına konulurdu], milkat ‫( ﻣﻠ ﻘﺎ ط‬a.i.): cerrah maşası, milkat ‫ ا ﻗ ﻂ‬٠ (a.i.): 1. yerden bir şey alacak âlet. 2. lavta, rahimdeki çocuğu alacak âlet. milk-dâr ‫( ﻣ ﻠ ﻜ ﺪ ا ر‬a.f.b.s.): mülk sâhibi, hiikümdar. m ilk-dârî ‫( ﻣﺎ ﻛ ﺪا ر ى‬a.f.b.i.): mülk sâhipligi, hükümdarlık. millet ‫( ق‬a.i.c.: m ilel): 1. din, mezhep. 2. bir dinde veyâ mezhepte bulunanların topu. 3. sınıf, topluluk. 4. makule, kategori, millet-i b ey z â : Müslümanların hepsi, millet-i hâkime : hâkim millet. millet-i İs lâ m : İslâm dîninde bulunanların hepsi. millet-i mesîhiyye : Hıristiyanların hepsi, millet-i muazzama : büyük millet, m illî, m illic e ‫ ﻫ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﻫﺎى‬a.s.): din ve millete âit, milletle ilgili, *ulusal. Âdâb-1 milliyy e : millete uygun olan edeb ve terbiyeler. A'yâd-ı m illiyye : milli bayramlar.

1

m illî b ak ıy y e: milletvekili seçimi İçin gerekli olan her partinin aldığı oy sayısından artan miktar. m illî k ıy âfe t: bir milletin geleneksel giyim özelliklerini taşıyan kılık. M illî M ecm ûa: Mehmet Mesih Akyigit tarafından 1 Kasım 1923 den 15 Kasım 1928 tarihine kadar İstanbul'da her 15 günde bir yayımlanmış olan edebiyat ve san'at dergisi. M illî Mücadele (ulusal savaş): 19 Mayıs 1919 da Atatürk'ün Samsun'a çıkışından sonra Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kararlaştırılan ve 11 Ekim 1922 Mudanya Miitarekesi'yle sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı. m illî yegâh : sultanî yegâh makamına Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında birkaç gayretlinin taktığı geçici ad. m illiyyet ‫( ﻣﻴ ﺖ‬a.i.): 1. ayni kavim ve cinsten olma, cinsiyyet, tâifiyyet, kavmiyyet. 2. [büyük M ile] ilk sayısı 3 Mayıs 1950'de yayımlanmış olan ve hâlen İstanbul'da çıkmakta bulunan günlük siyasî gazete.[kurucusu Ali Nâci Karacan idi], milliyyet-perver ‫( د ر و ر‬a.f.b.s.): *ulussever, *ulusçu, nasyonalist. milliyyet-perver-âne ٠‫ ﻳﺘﻠ ﺮ و را ﻻ‬٠ (a.f.zf.): milletini sevene, milliyetçi olana yakışacak surette. m illiyyûn ‫( د ن‬a.s.c.): milliyetçiler, ulusçular, milliyet akımını benimseyenler, milzâb ‫ ب‬١‫( ﻣﻠﺰ‬a.s.c.: melâzîb): cimri, çok.ha'sis. mim ‫( م‬a.f.ha.): 1. OsmanlI alfabesinin yirmi yedinci harfi olup "ebced" hesâbmda kırk sayısının karşılığıdır. 2. bir kitap veyâ ibârenin altma, sonuna: temme (=bitti) yerine veyâ “mâlûm oldu”, “görüldü'' makamına konulan bir harftir. 3. muharrem ayını bildiren bir İşârettir; belli mânâsına : “ma'lûm'' ve gelmiş, hazır m ânâsına: "mevcUd" kelimelerinin kısaltılmışıdır, mi'mâr ‫( ﻣﻌﻤﺎر‬a.i. umrân'dan. c.: mi'mârân): inşâat plânlarım yapan ve bunların kurulmasına bakan san'atkâr, fr. architecte. mi'mâr-ı kâr-hâne-i k u d ret: Allah.

mine'1-kadîm mi'mârân ‫ﻣﻌﻤﺎرا ن‬ mimarlar.

(a.i.

mi'mâr'ın

c .):

mi'mârî, mi'mâriyye ‫ ﻣﻌﻤﺎرﻳﻪ‬، ‫( ﻣﻌﻤﺎرى‬a. s.): mimarlığa,, âit, mimarlıkla ilgili. Fenn-İ m i'm ârî: mimarlık bilgisi, fr. architecture. Usûl-i mi'mâriyye : üslûp, sitil, mi'mâriyye ‫( ﺳﻤﺎرﻳﻪ‬a.i.): bir yapı İçin mimara verilen para. mimi, mimiyye ‫ ﻣﻴﻤﻪ‬، ‫( ﻣﻴﻤﻰ‬a.s.): mim harfiyle ilgili; İçinde mim harfi bulunan [kelime]. Masdar-J mim i : Arapçada başında m bulunan masdar şekli. Meselâ, firâr'ın masdar-ı mim isi ‫ ؛‬meferr gibi,

min ba'd ‫( ﻣﻦ ﺑﻌﺪ‬a.zf.): bundan böyle, bundan sonra. minbaz ‫( ﻣﺌﺒﺾ‬a.i.): hallaç tokmagi. minber ‫( ص‬a.i.c.: menâbir): 1. câmilerde hatibin çıkıp hutbe okudugu merdivenli kürsü. 2 ٠‫ واوا‬da İstanbul'da yayımlanmış olan günlük siyasi ve ticari gazete. [Dr. Rasim Ferit tarafından yayımlanan bu gazete ancak 50 sayıya ulaşabildi], minber-i nüh-pâye (dokuz basamaklı minber) :.‫؛‬dokuz felekiistiinde Allah'ın tahtı, mincel ‫( ﻣﻨﺠﻞ‬a.i.c.: menâcil): ekin oragi. mincem ‫( ﻣﻔﺠﻢ‬a.i.c.: menâcim): terâzi kolu,

mimrâz ‫( ﻣﻤﺮاض‬a.s.): hastalıklı, (bkz: miskam).

min cihetin ‫( ﻫﻦ ﺟﻬﺔ‬a.zf.): bir cihetten,

min ‫ ن‬٠ (a.e.): -den, denberi. Anhâ m in h â : şundan bundan.

min-ciimle ‫( ﻣﻦ ﺟﻤﻠﻪ‬a.zf.): bu cümleden olarak, bu cümleden.

mînâ ‫( ﻣﻴﺘﺎ‬f.i.): 1. şarap şişesi. 2. şişe; cam; billûr. 3. mine, kuyumcuların gümüş üzerine nakşettikleri lâcivert veyâ yeşil renkli sırça. Kasr-ı m în â : gök kubbesi,

m indef ‫( ﻣﻨﺪف‬a.i. nedfden. c . : m enâdif): hallaç yayı.

mînâ ‫( ﺳﻌﺎ‬a.i. c . : m iyânî): liman,

mindil ‫( ﻣﻨﺪﻳﻞ‬a.i.c.: menâdil). (bkz : mendil).

mînâ-fâm ‫( ﻣﻴﺘﺎﻓﺎم‬fb .s.): mina renkli, sırça renkli, cam mavisi, (bkz : mînâ-reng).

mine'J-ân ‫( ﻣﻦ اﻵن‬a.zf.): bundan sonra, bundanböyle.

mînâ-gûn ‫( ﻣﻴﻐﺎﺳﻤﻮن‬f.b.s.): mine renkli, renkli cam.

mine'1-arç ile'1-ferç ‫( ﻣﻦ اﻟﻌﺮش اﻟﻰ اﻟﻔﺮش‬a.cü.): gökten yere kadar, baştan aşağı.

mînâ-kâr ‫( ﻣﻴﺘﺎﻛﺎر‬fb .s.): mine işleyen, mine işçisi.

mine'1-aşk ‫( ﻣﻦ اﻟﻌﺸﻖ‬a.zf.): aşk yüzünden.

mînâ-kârî ‫( ﻣ ﻐﺎ ﻛﺎ ر ى‬f.b.i.) : mine işçiliği, mine işleyicilik. min'âm ‫( ﻣﺘﻌﺎم‬a.s.): çok İn'am eden, çok bağışta bulunan. mînârât ‫ ت‬١‫( ﺗ ﺮ‬a.i. menâre [= minâre] nin c .) : minâreler. [asil: "menârât” dır], mînâ-reng ‫( ﻣﻴﺘﺎرﻧﻴﺮ‬f.b.s.): mine renkli, gök mâvisi. minassa ‫( ﻣﺘﻤﻪ‬a.i.): gelin sandalyesi, gelinin süslenmiş olarak oturup göründüğü yüksekçe yer. m‫ ؛‬nassa-pîrâ ‫( ﻣﻐﻤﻪ ﻳ ﺮ ا‬a.f.s. ve i.) : “gelin sandalyasını süsleyen" : gelin, mînassa-pîrâ-yi nâz ü edâ (nazlanma ve kiritma sandalyesini süsleyen): gelin.

mindel ‫( ﻣﻨﺪل‬a.s.): 1. yırtıcı, haris, açgözlü, doymaz, [kimse]. 2. zorba,

mine'1-bâb İle'l-mihrâb ‫ﻣﻦ اﺑﺎ ب اﻟﻰ اﻟﻤﺤﺮاب‬ (a.zf.): (kapıdan mihrâba kadar): hepsi, baştan başa, başından sonuna kadar‫ ؛‬hepsi, bütün. mine'l-bidâyeti İle'n-nihâye ‫ﻣﻦ اﻟﺒﺪاﻳ ﺖ اﻟﻰ‬

‫( اﻟﺘﻬﺎﻳﻪ‬a.cü.): başlangıçtan sonuna kadar, mine'l-evvel ‫( ﻣﻦ اﻻول‬a.zf.) : evvelden beri, öteden beri. m ine'l-evvelile'l-âhır ‫( ﻣﻦ اﻻول اﻟﻰ اﻻﺧﺮ‬a.cü.): baştan sona kadar. mine'l-ezel ‫( ﻣﻦ اﻻزل‬a.zf.): ezelden beri, mine'l-garâib ‫( ﻣﻦ اﻟﻐﺮاﺋﺐ‬a.zf.) : garip şaşılacak şey. mine'1-kadîm ‫( ﻣﻦ اﻟﻐﺪﻳﻢ‬a.zf.): eskiden beri, çok evvelden. 755

mînel-k.lbî ile'1-ka.bi sebîlâ mine'l-kalbi üe'1-kalbi sebîlâ: kalpden kalbeyolvardır. mine'1-merkezi'ş-şems: astr. güneş merkezine bagil olan, *giinmerkezli, fr. hCliocentrique.

minka', minkaa ‫ ﻣﺘﻘﻌﻪ‬، ‫( ﻣﺌﻐﻊ‬a.i.): küçük cerrah şırıngası.

minen ‫( س‬a.i. minnet'in c .): minnetler, (bkz : minnet).

minkale ‫( ﻣﻨﻐﻠﻪ‬a.i.): geo. *iletki, yarim dâire ‫ ؟‬eklinde dereceli hendese (geometri) âleti,

minfâh, m infah ‫ ﻣﻨﻐﺦ‬، ‫( ﻣﺘﻔﺎخ‬a.i.c.: m enâfih): körük.

m in k â r ‫"( ﻣﻘﺎ ر‬ka" uzun okunur, a.i. nakr'dan. c . : menâkir) : 1. yırtıcı ku‫ ؟‬gagası. 2. taşçı kalemi, (bkz: minser). m inkar-ı âteşin : ateşten gaga, m inkar-ı m ah rû t: gagaları kuvvetli ve mahrut (koni) ‫ ؟‬eklinde olan kuşlar [serçe, arıkuşu, karga.-., gibi].

m infâk ‫( ﻓﻔﺎ ف‬a.s.): çok nafaka veren, min-gayri ‫( ﻣﻦ ﻏﻴﺮ‬a.zf.): olmayarak, min gayri haddin ‫( ﻣ ﻨ ﻌ ﻴ ﺮ ﺣ ﺪ‬a.zf.): had, [edep] dışı olarak; haddim olmayarak. min-gayri k a sd in : istenmeyerek, min-gayri resmin ‫( ﻣﻦ ﻏﻴﺮ رﺳﻢ‬a.zf.): resmi olmayarak. minh, m inhii u ، ٠‫( ﻣﺬا‬a.e.c.: m inhüm): ondan. [müzekker hâli]. minhâ ‫( ﻣﺌﻬﺎ‬a.e.c.: m inhiinn): 1. ondan, bundan. 2. i. çıkarma ve indirme sembolu [in‫ ؟‬aat keşif hesaplarında hesâba katılmayacak boşluklar (pencere, kapı. v.b.)].

minkab ‫( ﻣﺘﻘﺐ‬a.i.): 1. cerrah burgusu. 2. yiv açtıkları oluklu kalem.

m inkar-ı m eşkû k: gagaları kısa ve çok yarik olan kuşlar [kırlangıç, çobanaldatan... gibi]. m inkar-ı r a k ik : gagaları uzun ve ince, düz veyâ egri olan kuşlar [çavuş ku‫ ؟‬u, sinek ku‫ ؟‬u.. gibi]. m inkâri ‫"( ﻣﻔﻘﺎرى‬ka” uzun okunur, a.s.): gaga biçiminde; gagayı andırır yolda, minkâş ‫"( ﻣﻔﻘﺎ ش‬ka" uzun okunur, a.i.): 1. cimbiz. (bkz : mûçîne). 2. demir kalem,

minhâc ‫( ﻣﻐﻬﺎج‬a.s.c.: menâhic) : açık, geni‫؟‬ yol. (bkz: ‫ ؟‬âh-râh). minhâc-i h idâyet: hidâyet yolu, dogru yol.

min-kıbeli'r-rahmân ‫( ﻣﻦ ﻗ ﻞ اﻟﺮﺣﻤﻦ‬a. zf.) : Allah cânibinden.

m inhâr ‫( ﻣﻔﺤﺎر‬a.i.): misâfir kabûl eden, misâfirsever.

min külli'l-vücûh ‫( ﻣﻦ ﻛ ﻞ اﻟﻮﺟﻮه‬a.b.zf.): her cihetle, her yönden.

minhas ‫( ﻣﻨﺤ ﺲ‬a.i.c.: menâhis): ugursuz ‫ ؟‬ey.

minnet ‫( ﻣﻐﺖ‬a.i.c.: m inen): 1. bir iyilige, bir iyilik yapana karşı kendini borçlu görme. 2. görülen iyilige karşı teşekkürde bulunma. '3. yapılan iyiligi başa kakma. B i-m in n et: minnetsiz, ettigi iyiligi ba‫ ؟‬a kakniayan. 4. şükür, teşekkür etme. Veliyyün-ni'-meti bi-m innet: pâdişâh.

minhât, minhat ‫ ﻣ ﺤ ﺖ‬، ‫( ﺿﺤﺎت‬a.i.c.: menâhit): ta‫ ؟‬ve .tahta yontma âleti, min-hays ‫( ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬a.zf.):... konusunda, min-haysi mecmû' ‫( ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺠﻤﺮع‬a. zf.): hepsi, topu. minhii ‫( ت‬a.e.): ondan, minhiim ‫( ﻣﻔﻬﻢ‬a.e. minh'in c .): onlardan, min... ilâ ‫ اﻟﻰ‬... ‫( ﻣﻦ‬a.zf.): -den ...-ye kadar, min-indillâh .‫( ﻣﻦ ﻋﻔﺪاﻟﻒ‬a.zf.): Allah tarafından. mine's-serâ İle's-Süre^â. [yerden Süreyya (Ülker yıldızı) 'ya kadar] : yerden göge kadar. min evvel ilâ â h irih i: başından sonuna kadar. 756

minnet-dâr ‫( ﻣﺘﺘﺪار‬a.f.b.s.): birinden gördüğü iyilige karşı mahcup ve müteşekkir kalan, ıninnet-dâr-âne ‫( ﻣﻐﺘﺪاراﻧﻪ‬a.f.zf.): minnet eder sûrette, minnetli olarak, minnet-dâri ‫( ﻣﻨﺘﺪارى‬a.f.b.i.): minnettarlık, minnet-dide ‫( ﻣﻨﺘﺪﻳﺪه‬a.f.b.s.): minnet görmüş, iyilik görmüş. minnet-ke ‫( ﺳ ﺖ ﻛﺎ ن ؟‬a.f.b.s.c. :minnet-keşân): minnet çeken, minnet altında bulunan.

mî'Otîyye mînnet-keşân ‫( ﻣﻐﺖ ﻛ ﺸﺎ ن‬a.f.b.s. minnet-keş'in c.): minnet ‫ ؟‬ekenler, minnet altında bulunanlar. mînnet-şinâs ‫( ﻣ ﺖ ﺷﻔﺎس‬a.f.b.s.c.: minnetşinâsân): minnetbilir, iyilik tanıyan, minnet-şînâsân ‫( ﻣ ﺖ ﺷﻐﺎﻣﺎن‬a.f.b.s. minnetşinâs'ın c .): minnetbilirler, iyilik tanıyanlar. minnet-şînâs-âne ‫( ﻣ ﺖ ﺷﻐﺎﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): minnetşinascasma, minnetbilirlikle. minnet-şînâsî ‫( ﻣ ﺖ اةﻃﺴﻰ‬a.f.b.i.) : minnetşinaslık, minnetbilirlik, iyiliktamyıcılık. minser ‫ ر‬٠٠‫( س‬a.i.c.: menâsir): 1. yırtıcı kuşlarm gagası. 2. taş‫ ؟‬ı kalemi, (bkz : minkar). minşaa ‫( ﻣﻐﺸﻌﻪ‬a.i.): ‫ ؟‬ulha mekigi. minşakka ‫( ﻣﻔ ﺸﻘﻪ‬a.i.): anat. ‫ ؟‬ukur, yarık, oyuk. minşakka-i müverrihin (teşrih‫ ؟‬ilerin ‫ ؟‬ukuru ) : anat. el başparmağı ile bilek mafsalı arasındaki ‫ ؟‬ukurluk. [eski teşrih‫ ؟‬iler (anatomistler), bu ‫ ؟‬ukurluga enfiye döküp kokİadıkları İ‫ ؟‬in bu adi vermişlerdir], minşâr ‫ ﻏﺸﺎر‬٠ (a.i. neşr'den. c . : menâşîr): destere, bı‫ ؟‬kı. (bkz : erre). minşârî, m inşâriyye ‫ ﻣﻐﺸﺎرﻳﻪ‬، ‫( ﻣﻐﺸﺎرى‬a. s .) : testere gibi, testere ile *ilgili, minşeb ‫ ب‬٠‫( ﻣﻐﺶ‬a.i.): bot. emici kök, fr. crampon. minşefe ‫( ﻣﻐﺸﻐﻪ‬a.i.): su silecek nesne; bez; sünger. mintân ‫( ﻷ ن‬i.), (bkz : nim-ten). m in-tarafillâh ‫( ﻣﻦ ﻃ ﺮ ف اﻟﻠﻪ‬a.zf.): Allah cânibinden. (bkz : min kıbeli'r-rahmân).

min-vechin ‫( ﻣﻦ وﺟﻼ‬a.zf.): bir bakımdan, minzâr ‫( ﺀﻣﻔﻈﺎر‬a.i٠) : ayna, (bkz : âyîne, mir'ât, secencel). m ir ‫( ص‬f.i.c. : mîrân) : âmir, baş; kumandan; bey; vâü. m îr-i alem : tar. bayrak beyi.feskiden, saray memurlarının ileri gelenlerine verilen bir Unvan] m îr-i âçıkan : bot. horozibiği, lât. Amaranthus. m îr-i k elâ m : güzel, düzgün, zarif konuşan kimse...-..'' m îr-i kıbtiyân : OsmanlI imparatorlugu'nda Çingenelerden ispen‫ ؟‬ve cizye vergilerini toplayan kimse, [‫ ؟‬ok zaman sipahilerden ve silâhtarlardan seçilirdi]. m îr-i m iran : tar. beylerbeyi. mîrâ' ‫( ﻣﺮاﺀ‬a.i. riyâ'dan): riyâ etme, mürâyi olma. mîr-âb ‫( ﻣﻴﺮآ ب‬fb .i.): bir şehrin su işlerine bakan kimse. mîr-âbâd kasrı (JjJ ‫( ﺳﺮ ﴽ ﺑ ﺎ د‬f.a.b.i.): sadrâzam Nevşehirli ibrâhim Paşa tarafından III. Sultan Ahmet İ‫ ؟‬in Kanlıca tepesinde yaptırılan kasır. mi'râc ‫( ﻣﻌﺮاج‬a.i.c.: maârîc): 1. merdiven, (bkz: mirkat, siillem). 2. göğe ‫ ؟‬ikma. Leyle-i mi'râc. (bkz : leyletü'1-isrâ): mi'râc gecesi, Hz. Muhammed'in göğe ‫ ؟‬ıktıgı gece ki, Receb ayının yirmi yedisine rastlayan kandil gecesidir. m i'râcü'n-nebîyy: Hz. Muhammed'in gOge agmasiyle meydana gelen büyük mu'cize.

mi'râciyye ‫( ﻫﻌﺮاﺟﻴﻪ‬a.i.): 1. Hz. Muhammed'in mi'râc-ı şeriflerinden bahseden eser, Mirac münâsebetiyle yazılan manzûme. 2. miiz. TUrk müziğinde, câmi müziğinin en tantanalı forme'udur. Bugün, elde bulunan Mînû-‫ ؟‬ihr # ‫( ﻫﺒﻮ‬fb .s.): 1. Cennet yüzlü, yegâne mirâciye Nâyî Osman Dede'nin şagüzel. 2. h. i. Iran mitolojisinde Ferîdûn'ıın heseridir ki, bütün TUrk miiziginin hâl-i büyük oğlu. hâzırda en büyük eseri bulunmaktadır. Bu eser de emsâli gibi unutulmak Uzere iken minvâl ‫( ﻣﻔﻮال‬a.i.): 1. çulhaların tezgâh Dr. Suphi Ezgi taraflndan H. Saadettin Arel âletlerinden üstüne bez sardıkları ağa‫ ؟‬. 2. tarz, yol, sUret, şekil. Ber-minvâl-î ve Ahmet Irsoy'un da yardımlarıyla büyük m eşrûh : açıklandığı, anlatıldığı üzere. bir ‫ ؟‬alışma ile kurtarılmış ve bozuk şeklinBer-mînvâl-i sâ b ık : eskisi gibi. den asli şekline döndürülmüştür. mînû ‫( ص‬f.i.): 1. cennet, (bkz: adn, bihişt, firdevs). 2. şişe , sır‫ ؟‬a. 3. zümrüt, zebercet, m înû-yi-hâk: kabir, mezar.

757

mi'râc-nâme

mi'râc-nâme ‫ﻣﻌﺮاﺟﺎﻫﻪ‬ (a.f.b.i.) : Hz. Muhammed'in Mi'râc-i Şerifleri hakkinda yazılmış kaside ve manzume, (bkz: mî'râcîyye). mîr-âhûr ‫( ﻣﻴﺮ آﺧﻮر‬f.b.i.): imrahor, sarayın ahir müdürü, ["mî'r-i âhûr"dan bozma], mîr-alây ‫( ص آﻻﺗﻤﺔ‬f.b.i.) :ask. "alay beyi" :albay. [yazıda : "izzetlii'' lâkabı ile hitâbedilirdi]. mîrân ‫( ^ان‬f.i. mîr'in c .): beyler. M îr-i m îrân : beylerbeyi; eyâlet vâlisi; miilkiyede paşa ünvânını kazanan rütbelerin İkincisi olup ûlâ sın ıfı sânîsine karşılıktır, m irâr ‫رار‬٠ (a.i. merre'nin c .): kerreler, defalar, kezler. mirâren ‫ﻻ‬١‫( ﻣﺮ‬a.zf.): defalarca. m irâren ve kirâren : birçok defalar, m î r â s ^ ^ (a.i. verâsetveirs'den c . : mevârîs): ölenin hışımlarına veyâ kanunen verilmesi gereken kimseye bıraktığı mal, miilk, para, mîrâsii'l-mükâteb : huk. [eskiden] kitâbete kesilmiş olan memlûke âit terekenin veresesine intikali, ki şu veçhile olur : mükâtebin terekesinden evvelâ yabancılara âit borcu varsa 0 tesviye olunur. Sonra mevlâsına borcu varsa bu verilir, daha sonra kitâbet bedelinden artan kısım te'diye olunur, bundan sonra ne kalırsa 0 da veresesine kalır,

mirfed ‫( ﻣﺮﻓﺪ‬a.i.): büyük kâse, m îrî ‫( ﺳﺮى‬f.s.): 1. beglik, devlet hazînesine âit. 2. i. devlet hazînesi. [Arapçaya benzetilere k : “mîriyye” demek yanlıştır], m îrilû ‫( ﻫﻴﺮﻳﻠﻮ‬i.): uzayan harpte ve askerin kifayetsizliği zamânmda aylıkla toplanan asker. m ir k a k ۶

(a.i.) : oklava,

mirkam ‫( ﻣﺮﻗﻢ‬a.i.c.: merâkım ): 1. kalem, yazacak âlet. 2. güneş saati mili, mirkat ‫"( ﻣﺮﻗﺎت‬ka" uzun okunur, a.i.c.: m erâkî): merdiven, basamak; derece, (bkz : mi'râc‫؛‬, süllem). Mîrkatü'1-Edeb (edeb merdiveni): Ahmedî'nin Farsça-Arapça manzum bir lügati. mîr-livâ ‫( ﻣﻴﺮﻟﻮا‬f.a.b.i.) : ask. tuğgeneral. M îrrîh ‫( ﻣﺮﻳﺦ‬a.h.i.). (bkz : Merih), [kelimenin a sli: "Mirrîh" olduğu halde, "Merih" şekli yaygındır]. mîrsâd, mirsad ‫ ﻣ ﺮ ﻣﺪ‬، ‫( ﻣﺮﺻﺎد‬c.: merâsid): 1. rasat yeri, gözetme yeri. 2. ilk 3 sayısının başyazarı Muallim Nâci olan ve 26 Mart 1891'de yayımlanmış bulunan haftalık edebiyat dergisi. mirsâd-î ib re t: ibretle seyretme yeri,

m îrâs-hâr ‫ راﺛﺨﻮار‬٠‫( ع‬a.f.b.s.): mirasyedi, [halk dilinde : "mîrâs-hör" sûretinde kullanılır],

mirsât ‫( ﻣﺮﺳﺎت‬a.i.c.: m erâsî): gemi demiri, lenger.

mîrâs-hör ‫ ث ﺧﻮر— ر ا ر‬١‫( ﻣﺮ‬bkz : mîrâs-hâr).

mirşahj mirşaha ‫ ﻫﺮﺷﺤﻪ‬، ‫( ﻣﺮﺷﺢ‬a.i.) : süzgeç, süzgü.

mir'ât ‫( ﻣﺮﴽت‬a.i.c.: merâî, merâyâ): 1. ayna, (bkz : minzar, secencel). 2. meşhur bir çeşit lâle. mir'ât-ı muhaddeb : bombeli ayna, mir'âtü'l-ayn : (bir şeyin) dış görünüşü,

mirtâz ‫( ﻣﺮئض‬a.s.) : dinin yasağından. ka‫ ؟‬ınan. (bkz: perhizkâr). mirvaha ‫( ﻣﺮوﺣﻪ‬a.i. rîh'den. c . : merâvih): yelpâze. (bkz: meges-rân).

mi'râz ‫( ﻫﻌﺮس‬a.i.c.: m aârîz): sözün gizli mânâsı.

m irvaha-ciinbân ‫( ﻣﺰوﺣﻪ ﺟﻐﺒﺎن‬a.f.b.s.) : yelpâze sallayan.

mirbat ‫( ﻣﺮ؛ط‬a.i.): davar bağlanacak bağ.

mîrvaha-cünbânî ‫اذى‬٠‫ﺟﻎ‬ yelpâze sallayıcıhk.

mircel ‫( ﻫﺮﺟﻞ‬a.i.c.: merâcil): kazan, m i r f a k ^ (a.i.c.: merâfık) : 1. dirsek. 2. mutfak. 3. kiler. 4. astr. semânın kuzey yarim küresinde El-fâris burcunda bulunan bir yıldız. m irfaka ‫( ﻣﺮﻓﻘﻪ‬a.i.): dirsek yastığı. 758

‫ﺣﻪ‬٠‫ﻣﺮو‬

(a.f.b.i.) :

mîr-zâ, mir-zâ ‫ ﻣﺮزا‬، ‫( ﻣﻴﺮزا‬f.b.i.): 1. Iranlılara mahsus bir asâlet ünvânı, beyzâde, [kelimenin sonuna getirilirse : (Haydar M irza gibi) nesebçe büyüklüğe delâlet eder; kelimenin başına getirilirse (Mirza Hiiseyin gibi) alelâde, efendi, bey mânâsına gelir].

m‫؛‬skîn-hâne

2. astr. Dübb-i Ekber yıldız kümesinin kuyruk ortasındaki çukurda bulunan, kümenin altıncı derecede parlak yıldızı, lât. zeta Ursus Majoris. mis ‫( ص‬f.i.): bakir. m isâfir ‫( ﺳﺎ ﻓ ﺮ‬a.i. sefer'den c . : m üsâfirîn): [asli: "müsâfir" dir]. (bkz : müsâfir). misâha, misâhat ‫ ﻣﺴﺎﺣ ﺖ‬، ‫( ﺳﺎ ﺣ ﻪ‬a.i.). (bkz : mesâha, mesâhat). mîsâk ‫( ﻣﻴﺴﺎ ق‬a.i. sevk'den) : sürme, sevketme. m îsâk ‫ق‬،‫( ﻣﻴﺔ‬a.i. vüsûk'dan. c . : m evâsik): sözİeşme, andlaşma. Rûz-i m îsâ k : kıyamet günü. Mîsâk-ı M illi: Türk istiklâl dâvâsının temel taşını teşkil eden ve Atatürk'ün reisligi altında toplanan Erzurum, Sivas kongrelerinde tesbit edilip OsmanlI meb'ûsân meclisince 28 Kânûnusânî (Ocak) 1920 târihinde kabûl ve bütün milletçe son haddine kadar tatbikine azmedilen 6 maddelik milli ahitnâme. mi'sâl ‫( ﻣﻌﺼﺎل‬a.i.): gelberi, ucu uzun ağaç, m isâl ، Jb (a.i.c.: emsile) : 1. örnek. 2. masal. 3. rüyâ, düş. 4 ٠s. benzer, andırır, (bkz: müşâbih). 5. a. gr. yalnız fâsı (ilk h arfi): h a rfi illet olan kelime. M isal: “vasi, vâiz; yümün, meysûr.." gibi. misâl-i m eym ûn: tugra. misâl-i v â v î: ilk harfi vav olan kelim e: “vücûd, va'z..” gibi. misâl-i yâyî : ilk harfi ye olan kelime : yüsr, yümün.. gibi. A dîm ü'l-m isâl: e‫ ؟‬i, örnegi, benzeri olmayan. Âlem-i m is â l: rü'ya. Bedr-İ m is â l: Ay gibi. B î-m isâl: eşsiz, örneksiz. D eryâ-m isâl: deniz gibi, pek çok. mi’sam ‫( د م‬a.i.): bilek, nabız yeri. mi'samü'1-yed (el bilegi): anat. bilek, mis'ar, mis'âr ‫ ﺳ ﻌﺎ ر‬، ‫( ﺳ ﻌ ﺮ‬a.i.c.: m esâir): ateş küsküsü, ate‫ ؟‬karıştırmaya yarayan demir. mi'sâr, mi'sar, mi'sara ‫ ﻣﻌﻤﺮه‬، ‫ ﻣﻌﺼﺮ‬، ‫ﻣﻌﻤﺎر‬ (a.i.): mengene. misâs ‫( ﻣﺴﺎس‬a.i. mess'den): degip dokunma; el sürme. Lâ-misâs : tâbû, dokunulmaz ‫ ؟‬ey [inanma bakımından], misbah ‫( ﺳ ﺒ ﺢ‬a.i.): biy. *yüzgeç.

misbah-ı b a tn i: biy. karin yüzgeci, misbah-ı s a d ri: biy. göğüs yüzgeci, misbah-ı ‫ ؟‬e r c i: biy. anus yüzgeci, misbah-ı z a h ri: biy. Sirt yüzgeci, misbah-ı zenebi : biy. balıkların kuyruğu, m isbahiyyü'r-ricl: biy. *yüzgeç ayaklılar, misbâr ‫( ﻫﺴﺎر‬a.i. sebr'den. c . : mesâbir): hek. 1. yara fitili. 2. sonda. misbelce ‫( ﻣﺴﺒﻜﻪ‬a.i.): mâden eritilip dökülecek kap. mi'sele ‫( ﻣﻌﺴﻠﻪ‬a.i. asel'den): arı kovam, misenn ‫( ﻣﺴﻦ‬a.i. senn'den): bilegi taşı, misfât ‫( ﻣ ﻌﻔﺎ ت‬a.i. safvet'den. c . : m esâfî): su arıtmaya mahsus süzgeç, mishal ‫( ﻣﺴ ﺤ ﻞ‬a.i. selh'den): 1. keser, törpü, ege gibi yontacak âlet. 2. Kur'ân-1 okumakta mâhir olan adam, m isillû ‫( ﺷﻠﻠ ﻮ‬a.t.s.): benzer gibi, misk ‫( ﺳ ﻚ‬a.i.): misk, Asya'nın yüksek daglarmda yaşayan bir cins ceylânın erkeğinin karin derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde, (bkz: müçk). miskab ‫( ﺷﻘ ﺐ‬a.i. sakb'dan. c . : mesâkıb): matkap, tahta, mâden, kemik gibi ‫ ؟‬eyleri delmeye yarayan âlet. m iskal ‫“( ﺷﻘﺎ ل‬ka” uzun okunur, a.i. Siklet'den. c . : m esâkil): yirmi dört kıratlık bir ağırilk ölçüsü, [on dört kırat bir ‫ ؟‬er'î dirhemin karşılığıdır]. miskam ‫"( ﺳ ﻘ ﺎ م‬ka” uzun okunur, a.s. sakamet'den): hastalıklı, (bkz : mimrâz). miskata ‫( ﻣﺴﻘﻄﻪ‬a.i.): düşürücü sebep ve ilâç, m iski ‫( ﺳ ﻜ ﻰ‬a.s.): 1. misk gibi güzel kokulu. 2. misk gibi siyah renkli. m iskin ‫( ﺳ ﻜ ﻴ ﻦ‬a.s. meskenet'den. c . : m esâkin): 1. âciz, zavallı, becereksiz, hareketsiz [adam]. 2. ciizzam hastalığına tutulmu‫ ؟‬olan. 3. miskli [misk + in], miskin-âne ‫( ﻣﺴﻜﻴﺘﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): miskincesine, tenbelcesine. miskin hane ‫( ﺳ ﻜﻴﺘ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i): miskin hastaİlgına tutulmuşların yurdu, cüzzamlıların hastahânesi. 759

m‫؛‬skîy

m iskly ‫ ﻛ ﻰ‬٠‫( س‬a.s.) : miske mensup, misk ile ilgili, misk kokulu. Hitâmiihu m isk: güzellikle sona erdi. miskiyyü'l-hitâm : mükemmel bir şekilde sona erme.

mi'şâb ‫( ﻣ ﺸﺎ ب‬a.i.): otu, çayırı bol olan yer. mi'şâr ‫( ﻣ ﺤﺎر‬a.i.): mat. ondabir (1/10). mîşe-zâr ‫ زار‬٠‫( ﺑ ﻒ‬t.f.i.): meşelik, küçük koruluk. [yapma kelimelerdendir],

miskiyye ‫( ﻣﺴﻜﻴﻪ‬a.i.) : zool. *misliler, fr. viverridés.

mişfer ‫( ﺷ ﻐ ﺮ‬a.i.c.: m eçâfir): devenin sarkık dudağı, (bkz: meşfer).

misi ‫( ﻣﺜﻞ‬a.i.c. : emsâl) : 1. benzer, kat. Mukabele-bi'l-misl : tıpkısını, benzerini yaparak karşılık verme, misilleme, misl-i hazân (sonbahar gibi) : sonbaharda dökülen yapraklar gibi. 2. miktar. 3. ön, yan, huzur. 4. mat. tekrarlanan bir saymın toplamı. misl-i müşterek : mat. *ortak kat, birtakım tam sayıların kati olabilen sayı. [40 sayısı : 5, 8,10 sayılarının ortalckati'dir]. misl-i mUşterek-i asgar : mat. en küçük ortak kat. misl-i m üştereki a'zam : en büyük ortak kat.

miçhat ‫( ﻣ ﺸ ﺤ ﻂ‬a.i.) : manivela.

m islak -

(a.s.) : uzdilli [kimse],

mîşîn -

(f.i.) : meçin,

miçkât ‫( ﺷ ﻜ ﺎ ت‬a.i.c.: meçâkî): İçine kandil, lâmba gibi ?eyler koymak İçin duvarda yapılan oyuk, hücre. miçmaa ‫( ﺷ ﻤ ﻌ ﻪ‬a.i.): ?amdan. mi?mi? ‫( ﻣﺸﻤﺶ‬a.i.). (bkz : mışmış), mişrât, mişrat ‫ ﺷ ﺮ ط‬، ‫( ﻣﺸﺮاط‬a.i. ?art'dan. c . : meçârît): 1. neşter, hekim bıçağı. 2. keskin bıçak. mişrebe

(a.i. şürb'den): maşrapa,

mişvâr ‫( ﻣﺸﻮار‬a.i.): 1. tarz, tavır, hareket, gidişat. 2. gUmeçten bal peteği sağılan âlet,

misli ‫( ﻫﺴﻠﻰ‬a.s. misl'den) : 1. misil ile ilgili. 2. fiyatta büyük bir fark olmadan benzeri bulunabilen.

mişvâre ‫( ﺷ ﻮا ره‬a.i.): çömlek, testi,

mismâr ‫ ﺳﻤﺎر‬٠ (a.i.c. : mesâmir) : 1. çivi, mıh. (bkz : mih). 2. kazık. mismâr-1 âhenîn : demir kazık,

mişvell ‫( ﻫﺸﻮﻟﻰ‬a.s.): orak biçiminde olan.

mişvâr-gâh ‫( ﻣﺸﻮار ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.) : at pazarı,

miçvâz ‫( ﺷ ﻮا ذ‬a.i.c.: meşâvîz): sarık, misma' ‫( ﻣﺴﻤﺢ‬a.i. sem'den. c. : mesâmi') : mişvel ‫( ﻫﺸﻮل‬a.i. şevlet [= yuvarlak kuyruk] 1. kulak, (bkz : üzn). 2. hek. hastanın, kal'den) küçük orak, orakcik. bini, göğsünü ve ciğerlerini dinlemeye yamişvel-i m u h : anat. beyni ikiye ayıran yarirayan âlet. 3. fz. kulaklık, fr. écouteur, ğın İçine giren örtü. mismaa ‫( ﻣ ﻤ ﻌ ﻪ‬a.i.). (bkz : misma').

mismâri ‫ ﺳﻤﺎر ى‬٠ (a.s.) : 1. mismâr'a, çiviye mensup, çivi ile ilgili. 2. çivi şeklinde olan. Hatt-ı mismâr‫ ؛‬: çivi yazısı, (bkz : hatt-1 mîhî). misred ‫( ﻫﺴﺮد‬a.i.) : biz, tığ. m issik ‫( ﺳ ﻚ‬a.s.) : çok cimri, m isvâk ‫ ك‬١‫( ﺳ ﻮ‬a.i. sevk'den. c. : mesâvîk) : Erâk ağacının ucu dövülüp fırça hâline getirilen ve diş temizliğinde kullanılması sünnet olan ince dalları, mîş ‫ ش‬٠‫( م‬f.i.) : koyun, (bkz : ganem, kûsfend). 760

mi?ver-geh ‫( ﺛﻮرﺳﻤﻪ‬a.f.b.i.). (bkz: mişvârgâh). mişyâ' ‫( ﺷ ﺎ ع‬a.s.): boşboğaz, mit'âm ‫( ﻣﻄﻌﺎم‬a.s.c.: matâim): yemeği bol olan; çok yemek yiyen, mithara ‫( ﻣﻄﻬﺮه‬a.i. tahâret'den): matara, mîtîn ‫ ﻋﻦ‬٠‫( م‬f.i.): külünk, taşlan kayaları parçalamakta kullanılan büyük çekiç, m îv ‫ ﻳﻮ‬٠ (f.i.): kil. (bkz : mûy). mi'vaz ‫( ﻣﻌﻮن‬a.i.): nüsha, muska, mîve ‫( ﻣﻴﻮه‬f.i.): [meyve'nin asildir], (bkz: meyve).

mîve-dâr ‫ﻣﻌﻮه دار‬

(f.b.s.). ( b k z : m e y v e -d â r,

şe m e re -d â r). (f.b.i.) : "g ö n ü l m e y v e s i"

k a y a la r ı p a rç a la m a y a y a r a y a n siv r i k a z m a ,

miyâh ‫( ﺻﺎه‬a.i. m â 'ın c . ) : su lar. Hatt-İictimâ-İ m iyâh : cogr. s u la n b ir y ere to p la n a n a r â z in in sın ırı. Hatt-1 taksim-i m iy â h : s u la n b a ş k a b a şk a ta ra fla r a a k a n a r â z iy i a y ır a n sırtlar.

miyâh-1 câriye : a k a r sular, miyâh-ı hârre : k a p lıc a , ılıc a

su la rı g ib i S icak

( f .i .) : 1 . o rta, (b k z : v a sa t). 2 . m e -

Der-miyân : o rta d a , a ra d a , miyân-ı giift ü g û : l â f a rası. 3 . bel, k e m e r y e ri. Mû-miyân (k il b e l l i ) : in c e belli. şa rk ı v e b e stelerin ü ç ü n c ü ' m ısra ı,

‫ﻣﻴﺎن‬

( f .b .s .) : o rta b o y lu , (b k z :

‫ﻣﻴﺎن ﺑﻐﺪ‬

m iy â n -b e s t e

‫ﻣﻴﺎن ﺑﺴﺘﻪ‬

( f .s .) : m e y a n e l, a ra cı, (b k z :

( f.z f) :

meyancıya, ara-

Ciya yakışacak sû rette.

miyân-dârî ‫ﺻﺎﻧﺪارى‬

( f i . ) : m e y a n c ılık , a r a c ı-

ilk . ( f .i .) : 1. o rta , (b k z : vasat). 2 . ara. k ıv a m

‫ ؛‬h e lva

p işirim in d e ].

4 . g e rd a n lığ ın o rta sın d a k i b ü y ü k in ci. 5 . g. s. o rta y a serile n h ail.

‫ﺻﺎﻧﻜﺮ‬ ‫ﻣﻴﺎﻧﻜﻴ ﺮ‬

( f .b .s .) : a ra b u lu c u , ( b k z :

m u ta v a ssıt, m u tavassıta),

m iyân-gîrî

2. kim.

* a y ıra ç , b ir şe-

âlet. ( f .i .) :

1.

so fra , (b k z

: m âid e). 2.

m isa fir,

mîzâb ‫ ( ﺻﺆاب‬a .i .c .: m e â z î b ) : su y o lu , o lu k, mîzâb-ı bârân : y a ğ m u r o lu ğ u , mîzâb-ı rah m et : M e k k e 'd e , K â b e n in d a m ın d a b u lu n a n su o lu ğ u ,

mizâbiyye ‫ﺻ ﺰاﺑﻴﻪ‬

( a .i.) :

fiz.

b irb irle rin e eşit

o lan v e h e p sin in sa tıh la rı (diizey) b ir d o ğ r u ç iz g iy e a m u t (d ik ey) o lan b ir ta k ım d â ire v i

‫ﺻﺎﻧﻜﻴﺮ ى‬

‫ﻣﺰاج‬

1 . b ir

şeyle

m eze 'd en .

k a r ış tır ılm ış

miiz.

o rta ses.

c .:

e m z ic e ):

o lan b a ş k a

şey.

Bed-m izâc : k ö tü h u ylu . H adîdü'l-m izâc : ç a b u k k ız a n , o s u ru ğu c in li. A sabiyyü'l-m izâc : y a ra d ılış ı tabiat.

itib â rıy la a sab i o la n k im se , ( b k z : se rîü 'lİn fiâl). Dem eviyyii'l-m izâc : ç o k k a n lı. Lenfâviyyü'1-m izâc : İen fâsı ga lip , İen fâ v î g u d d e le ri fa a liy e t h â lin d e b u lu n a n k im se .

N â-m izâc : ra h a tsız, k e y ifsiz . Safraviyyii'lmizâc : s a fra s ı g a lip k im se . 3. sıh h a t. Sû-i m iz â c : sıh h a t b o z u k lu ğ u . mizâc-ı n â z ik : n â z ik tabiat; in c e y a ra d ılış , (a .f.b .s .): m iz a ç b ilic i, b i-

len.

mizâc-gîr ‫ﻣﺰاﺟﻜﻴﺮ‬

( a .f.b .i.): k e y fe gö re h iz m e t

ed en , h er n a b z a şerbet v e rm e s in i bilen, ( a .f.z f) :

h erk ezin

m iz â c ın ı o k şa y a c a k , h o ş u n a g id e c e k y o ld a ,

m izâc-gîrî ( f .b .i.) :

(a.i.

mizâc-gîr-âne ‫ﻣﺰاﺟﻜﻴﺮاﻧﻪ‬

( f .b .s .) : a ra b u lu c u lu k ,

( b k z : tavassu t).

miyân-hâne ‫ﻣﻴﺎﻧﺨﺎﻧﻪ‬

selenoi.de.

mizâc-dân ‫ﻣﺰاﺟﺪان‬

( f .s .) : d o ğ r a m a c ılık , sem e r-

c ilik g ib i işlerd e k u lla n ıla n a v a d a n lık ,

miyân-gîr

*ölçü t.

y in h a lis lik d e re c e sin i a n la m a y a y a r a y a n

2 . huy,

miyân-dârâne ‫ﻣﻴﺎﻧﺪاراﻧﻪ‬

miyân-ger

ifad esi.

m iz â c ( f b . s . ) : "b e l b a ğ l a m ı ş '':

dellâl).

‫ﺻﺎﻧﻪ‬

n ite-

lig in i, m ik ta r ım v e a y â rın ı b e lirte n k a n u n

(f.b.i.) : k u şa k , kem er,

h e m e n işe h azır.

3. m eyân e,

m i'yâr ‫( ض‬a.i. iy a r'd a n ) : 1 . ÖİÇÜ. mi'yâr-ı nakdi : p a r a y a p ıla n m a d e n in

fr.

m iy â n - b e n d

m iy â n e

(a.i.): e v m e y d a n ı) avlu,

c e r y a n la r m o lu k şe k lin d e k i u m û m î h eyeti,

m iy â n -k a d d ).

miyân-dâr ‫ر‬١‫ﺻﺎذد‬

nıiyân-serâ ‫ﺻﺎﻧ ﺮا‬

k o n u k . 3 . s. tem iz.

y a n , ara, a ra lık .

miyân-bâlâ ‫ﺑﺎﻻ‬

( f.b .i.) : y a r ıs ı d eğerli taçla rla

sü slü o lan b ir ç eşit tâç.

miz ‫ﻣﺰ‬

miyâh-ı kilsim e : k ilsli sular, miyâh-ı mâlihe : tu z lu sular, miyâh-ı merre : a cı sular,

(b k z :

m iy â n -b â lâ ).

mi'yâr-ı Sidk :

sular.

4.

(a.i. m în â 'n ın c.) : lim a n la r,

miyân-ser ‫ﻣﻴﺎﻧ ﺴ ﺮ‬

( a .i .c . : m a â v i l ) : k ü lü n k , ta şla rı,

miyân ‫ﺻﺎن‬

‫ﻣﻴﺎﻧﻰ‬

m iyân-kad d^ ‫ ( ﺻﺎن‬f.a .b .s .): o rta b o y lu ,

mive-dil ‫ﻣﻴﻮه دل‬ mec. evlât. mi'vel ‫ﺳﻮ ل‬

miyânî

‫ﻣ ﺰا ﺟﻜﻴ ﺮ ى‬

( a .i.) : k e yfe gö re h iz m e t

etm e, h er n a b za şerbet v e rm e s in i bilm e.'

761

mi'zâd

‫ﻣﻌﻀﺎد‬

m i'z â d

( a .i.) : 1. ta h ra , a ğ a ‫ ؟‬b u d a m a b ı-

‫ ؟‬ağı. 2 . k o lç a k , p a z v a n t. m îz â d

‫ﻣﺰاح‬

m iz b e r

n eşe.

( a .i.) : şa k a , lâtife, e ğ len ce , [ a s i l :

‫ﻣﺰاح آﻣﻴﺰ‬

( a .f.b .s .): m iz a h k a r ış -

m ış, eğ len ce li. m iz â h - g û [ y ] m iz â h î

(a .f.b .s .): d a lk a v u k .

( a .s .) : m iz a h li, e ğ len ce li, [ a s i l :

“ m ü z â h î” d ir]. m iz â h - n ü v îs

‫ﻣﺰر‬

(a.i. zeb r'd en . c . : m e z â b ir ) : k a m ış

‫ﻣﻨﺒﻪ‬

‫ﻣﻌﻀﺪ‬

m i'z e d

(a.i. z e b b 'd e n ) : sin ek y elp âzesi. (a.i.). (b k z : m i'zâ d ).

m iz e k ‫ ( ﻣﺪﻧ ﻚ‬f .i .) : sid ik , (b k z : İdrâr).

[‫ﻣﺰاﺣﻜﻮى‬

‫ﻣﺰاﺣﻰ‬

k o n u g u a ğ ır-

k a le m . m iz e b b e

"m ü z â h "d ır ]. m iz â h â m iz

‫( ﻣﻴﺰﺑﺎﻧﻰ‬f.b .i.) : m is â firi,

la y ıc ılık ; e v sâ h ib ilik ..

‫ ( ﻣﻴﺰاد‬a .i.) : s e v in ‫ ؟‬, sü rü r,

m iz â h

m îz -b â n î

‫?ر‬

m i'z e r

m iz h e r

‫ ( ﻣﺰﻫﺮ‬a .i .c .: m e z â h ir ) : m iiz . ‫ﻣﺬﻛﺎر‬

m iz k â r

‫ﻣﺰاﺣﻴﻮﻳﺲ‬

(a .f.b .s .): m iz â h a d âir,

eğ len ce li y a z ı y a z a n ,

m iz l â c

( a .i.c .: m e â z i r ) : p eçtem al, fu ta,

‫ﻣﺰﻻج‬

[asil “ m ü z â h -n ü v îs ”

( a .i.) : d â im â erk ek d o ğ u r a n dişi, ( a .i.) : k ilid , sü rg ü ,

‫ ( ﻣﻴﺰﻣﺎت‬f .b .i.) : m is â fir i,

m îz - m â n

dir].

ut.

k o n u ğ u a ğ ır-

la y a n ; e v sâh ib i. (b k z : m îz -b â n ). m iz â h - p e r v e r

‫( ﻣﺰاﺣﻌﺮور‬a .f.b .s .): m iz a h i seven ,

m iz a h ta n h o şla n a n . m îz â n 1.

‫ﻣﻴﺰان‬

(a.i.

m iz m â r

‫ ( ﻣﺰﻣﺎر‬a .i .c .: m e z â m ir ) : 1 .

n ey, d ü d ü k ,

k a v a l, flü t. 2 . z e b û r'u n h er b ir sû re si. 3 . h e k .

v ez n 'd e n .

c .:

m e v â z in ):

terâzi, ÖİÇÜ âleti, t a r t ı‫ ؛‬öl‫ ؟‬ek.

m iz m â r - z e n ‫( ﻣﺰﻣﺎرزن‬a .f.b .s .): m iz m a r, d ü d ü k

m î z â n - ı r ü t û b e t - i h a v â : f iz . *n em ö lçer. m îz â n ü 'l - h a r â r e : f iz .

n efe s b o ru su , h a n ç ere.

te rm o m e tre ,

‫ ؟‬alan .

(b k z :

‫ ( ﻣﺰرﻗﻪ‬a .i.) : k ü ‫ ؟‬ü k

m iz r a k a

şırın g a ,

m ik y â s ü '1-h a râ re ). m îz â n ü 'l - h e v â : f iz . (b k z : m ik y â s ü '1-m a ta r ). m î z â n ü 'r - r î h : f iz . (b k z : m ik y â s ü 'r-r iy â h ). m îz â n ü 'r - r ii t û b e : f iz . (b k z : m ik y â s -1 rü tû bet). 2 . a s tr . T e râ z i b u r c u , se m â n ın k u z e y y a rım k ü r e s in d e

g ö rü le b ile n

ve

Siin b iile

(B a şa k ) b u r c u n u n y a n ın d a b u lu n a n b ir y ıld iz k ü m e s i o lu p b e lli b a ş lı d ö rt y ıld ız d a n

‫ر وا ج‬

m iz v â c

( a .i.) : ‫ ؟‬o k k o c a lı k a d ın ; ‫ ؟‬o k k o c a

d eğ iştire n .

‫زواﺟﻪ‬٠( a .i.) : b o t .

m iz v â c e

d işilik , h e m de e rk e k lik u z v u (o rg a n ı) b u lu n a n ‫ ؟‬İ‫ ؟‬e k [nerkis ‫ ؟‬i‫ ؟‬e ğ i gibi], m o lla

‫ظ‬

، ‫( ﻣ ﻼ‬a.i. m e v l â n â 'd a n ) : 1 . [eskiden]

m ü te şe k k il k ü ‫ ؟‬ü k b ir b u r ‫ ؟‬, lâ t. L ib r a ; fr. la

büyük

B a la n c e . [M iz a n b u r c u n u n en p a rla k y ıl-

m e d re se talebesi.

d ız ın a (A lp h a ) K i f f a A u s t r a l is , ik in c i d e re ce d e p a rla k y ıld ız ın a (B eta) K i f f a B o r e a lis d en ilir]. 3 . m a t. y a p ıla n h e sâ b ın d o ğ r u o lu p o lm a d ığ ın ı ö lç m e y e y a r a y a n b ir b a şk a

m o lâ -y â n e

büyük

â lim .

2 . [so n rad an ]

‫( ﻣﻐﻼﻳﺎﻧﻪ‬İ .z f.) : m o lla c a ,

m o lla y a y a -

k ış ır y o ld a . m o llâ y î m û [y ]

5 . a k il, id ra k .

k a d ı,

m o l ia - y i r û m : M e v lâ n a C e lâ le d d în -İ R û m î,

h esap , fr. C p re u ve . 4 . a d alet, e şitlik d u y g u su.

k ü ‫ ؟‬ü k k ü ‫ ؟‬ü k ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek-

lerd en m e y d a n a gelen v e k e n d isin d e h e m

‫ ( ﺳﻼ؛ى‬a .i.) : m o lla lık .

[‫ﻣﻮ] ى‬

( f .i .) : k il. ( b k z : m îv , şa'r). S e r - İ

m û : ı) k il başı, k il u c u 2 ‫ )؛‬k il k a d a r, p e k m i'z â r ‫ ( ﻣ ﻌﻨﺎ ر‬a .i . c .: m e â z î r ) : 1. p erde, (b k z : h icâb ). 2 . engel. 3 . ö rtü ,

m û - y i s e r (b a ş k ı l ı ) : sa ‫ ؟‬.

m iz b a h ‫ ( ﻣ ﺬﺑ ﺢ‬a .i . ) : b ı‫ ؟‬ak. m îz - b â n

‫ﻣﻴﺰﺑﺎن‬

konuğu

m uabber

( f .b .i.c .: m î z - b â n â n ) : m is â firi,

a ğ ırla y a n ; e v sâ h ib i. ( b k z : m iz -

m â n , m u z if). m îz - b â n â n

‫ﻣﻴﺰﺑﺎﻧﺎن‬

(f.b.i.

m îz -b â n 'ın

c .) :

m is â fir i, k o n u ğ u a ğ ırla y a n la r, e v s â h ip le r i.

‫ر‬٠‫ﻣﻊ‬

( a .s .) : tâ b ir e d ilm iş, y o r u lm u ş

düş. ( b k z : m U e v v e l). m u a b b id

٠‫ﻣﻤﺪ‬

m u a b b ir

‫ﻫﻌﺒﺮ‬

( a .s .) : ib ad et eden, tap an , (a.s.i. ib â r e t 'd e n ) : r ü y â tâ b ir

eden, g ö rü le n riiy â la r d a n [adam ], ( b k z : m iie v v ib ).

m â n â ‫ ؟‬ılcaran

muâhede-î bî-tarafî muabbirîn ‫( ﻣﻌﺒﺮﻳﻦ‬a.s.i. muabbir'in c.) : rüyâ tâbir edenler, görülen rüyâlardan mânâ Ç1karanlar.

muaddile ‫ﻣﻌﺪﻟﻪ‬

(a.s. a d l'd e n ) : [“ m u a d d il” in

m ü e n .].'(b k z : m u a d d il).

muâdelât ‫( ﻣﻌﺎدﻻت‬a.i. a d l'd e n .m u â d e le 'n in c .) : 1 . m ü sâ v îü k le r, m ü v â z îü k le r, b e ra b erlik le r. -muaccel ‫( ﻣ ﻌ ﺠ ﻞ‬a.s. acele'den) : 1. ta'cîl edil2. fels., mat. d e n k le m le r , fr. équations, miş, acele olunmuş. 2. peşin, Onden verilen. 3. müz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanıl- muâdele ‫( ﻣﻌﺎدﻟﻪ‬a.i. a d l'd e n . c. : m u âd elât) : mış usullerden biri. 1 . m ü s â v îlik , ٨ b e râ b erlik . 2 . fels. muaccel-âne ‫( ﻣﻌ ﺠ ﻼﻧ ﻪ‬a.fzf.) : acele, peşin olarak.

mat.

d e n k le m ,

fr. équation.

3.

mec.

a n la -

ş ılm a z İç. (b k z : m u a m m â ).

muaccelât ‫( ﻣ ﻌ ﺠ ﻼ ت‬a.i. muaccel'in c.) : peşin ödemeler.

muâdelet ‫( ﻣﻌﺎدﻟﺖ‬a.i. a d l'd e n ) : 1. d e n k lik . 2. geo., fiz. *eşd eğerlik ,

muaccele . ‫( ﻣﻌ ﺠﻠ ﻪ‬a.i.) : beylik ve kirâlarmdan peşin alman kısım,

muâdil ‫( ﻣﻌﺎدل‬a.s. a d l'd e n ) : 1. m ü s â v î, d en k . 2 . fiz. *eşd eğer. muâdil-i kimyevi: kim. * k im y a s a l *eşdeğer, muâdil siklet : fiz. *eşd eğ e r a ğ ırlık ,

evkaf

muaccelen ‫( ﻣ ﻌ ﺠ ﻸ‬a.zf.) : 1. acele, çabuk olarak. 2. peşin olarak. muacceliyyet ‫( ﻣ ﻌ ﺠﻠﻴ ﺖ‬o.i.) : *ivedilik, muaccib ‫( ﻣ ﻌ ﺠ ﺐ‬a.s. aceb'den).(bkz : mu'cib). muacciz ‫( ﻣ ﻌ ﺠ ﺰ‬a.s. acz'den) : 1. tâciz eden, SIkıntı veren, sıkıcı, bıktırıcı, usandırıcı. 2. yapışkan, sırnaşık [kimse],

muâdile ‫ﻣﻌﺎدﻟﻪ‬

(a.s. a d l'd en ) : [''m u â d il'' in

m ü en .]. (b k z : m u â d il).

m uâf

(o.s. a fv 'd e n ) :

m ü m tâ z ). 3 . serbest. 4 .

muâd ‫( ﻣﻌﺎد‬a.s.) : İâde edilmiş, geri çevrilmiş.-

muâf-gâh ‫ﻣﻌﺎ ﻓ ﻜﺎه‬

muadd ‫( ﻣ ﻌ ﺪ‬a.s. add'den) : îdâdûlunmuş, hazırlanmış. muaddün-li'1-îstiglâl : kirâya verilmek üzere hazırlanmış olan. muaddel ‫( ﻣ ﻌ ﺪ ل‬a.s. adl'den) : tâ'dîl edilmiş, eski hâli değiştirilmiş. muaddele ‫( ﻣﻌﺪﻟﻪ‬a.s. adl'den) : ["muaddelin müen.]. (bkz : muaddel), muaddid ‫( ﻣ ﻌ ﺪ د‬a.s.i.) : sayaç, muaddil ‫( د ل‬a.s. adl'den) : tâdîl eden, müsâvî ve berâber kılan, düzelten, denkleştiren, muaddüü'n-nehâr : *gün-tün eşitliği, fr. équinoxe çizgisi olup bir ucu “Hamel" burcunun başında, öteki ucu “Sünbüle” burcunun sonundadır.

a ffo lu n m u ş , b a ğ ış -

biy.

*b a ğ ışık , [asil :

“ m u â fî” d irj.

muâfât ‫ﻣﻌﺎ ﻓﺎ ت‬

muâdât ‫( ﻣ ﻌﺎ دا ت‬a.i. udvân'dan) : karşılıklı düşmanlik. [“muâdâ” şeklinde de kullanılır],

1.

la n m ış . 2 . a y r ı tu tu lm u ş, (b k z : m ü ste sn â ,

muaccize ‫( ﻣﻌ ﺠ ﺰه‬a.s. acz'den) : '"muacciz'' in müen.]. (bkz : muacciz).

muâdadat ‫( ﻣﻌﺎ ﺿ ﺪ ت‬a.i.): yardim etme, (bkz : muâzadat, müzâheret).

m ü s â v îlik ,

(a.i. a fv 'd e n ) : 1. a ffe tm e , sıh h at,

s a ğ lık v e rm e . 2 . sa ğ lık . 3 . g ü v e n lik , (a .fb .i.) : k e n d in i a ffe tirm e k

İçin b a ş v u r u la n yer. m u a fiy e t

2. biy.

‫ﻣﻌﻔﻴﺖ‬

(o.i.) : 1 . a ffe d ilm iş

o lm a.

*b a ğ ış ık lık .

muâf-nâme ‫ﻣﻌﺎ ﻓ ﺎ ﻣﻪ‬

(a.f.b.i.) : a f v k â ğ ıd ı, a f v

y a z ıs ı.

muâf-nâme-i (a.f.b.i.) : b ir

hümâyûn köy veyâ

‫ﻫﻤﺎﻳﻮن‬

‫ﻣﻌﺎﻓﯫﻣﻪﺀ‬

k a sa b a

h a lk ın ın

y â h u t b ir şa h sın v e r g i v e b a ş k a d ev let teklifle r in d e n a ffe d ilm iş o ld u ğ u n a d â ir y a z ıla n fe r m a n v e y â em ir.

muâhât O ‫ﻣﻌﺎ ﻫﺎ‬ 2.

(a.i.) :

1.

k a r d e ş lik

e d in m e.

k a rd e şlik . 3 . k a rd e şç e se v g i. 4 . İçten a r-

k a d a şlık .

muâhedât ‫ﻣﻌﺎﻫﺪات‬

(a.i. m ııâ h e d e 'n in c.) : a n d -

la şm a la r.

muâhede ‫ﻣﻌﺎﻫﺪه‬ 1.

(a.i. a h d 'd e n c. : m u â h ed â t) :

k a r ş ılık lı a n d iç m e. 2 . a n d la şm a .

muâhede-i bî-tarafî

: b â z ı d ev letlerin b a şk a

b ir d e v le ti ta ra fsız o la r a k tu tm a y a k a ra r v e r m iş v e 0 d ev letin b îta r a flığ ın ın m er'î

763

muahede-‫ ؛‬himâyet tutulacağım taahhiidetmiş olduklarım bildiren andlaşma. muâhede-i him âyet: bir devlet, diger bir hükümeti himâye ile düşmanlarının hepsine karşı muhafaza edeceğine dâir yapılan andlaşma. muâhede-i ittifâkıyye: d. h u k .: bir harb çıktıgı zaman birbirlerini desteklemek üzere iki veyâ daha çok devletler arasında yapılan andlaşma. muâhede-i m iizâheret: bir devletin iki devlet. arasında yapılan muhârebeye doğrudan dogruya katılmaksızın savaşanlardan birine nakdi yardımda bulunacağına veyâ para karşılığında bir mikdar asker veyâ harb gemisi vererek yardim edeceğine dâir yapılan andlaşma. muâhede-i su lh iyye: iki veyâ daha çok savaşan devletler arasında harb hâlinin kaldınlmasıyla dostâne münâsebetlerin İâdesi husûsunda yapılan andlaşma. muâhede-i te'm iniyye: bir devletin istiklâline hariçte bir tasallut vukuunda başka bir devlet tarafından yardim görecegine dâir iki taraf arasında yapılan andlaşma. muâhede-i tic â rî: yalnız ticâret işleriyle ilgili olmak üzere devletler arasında yapılan andlaşma. muâhede-nâme ‫( ﻣﻌﺎ ﻫﺪه ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): andlaşma şartlarının yazıldığı kâğıt, muâhez ‫( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ‬a.s.): muâhaze olunan, çekiştirilen; tenkidedilen. muâhezât ‫( ﻣ ﺆا ﺧ ﻨﺎ ت‬a.i. ahz'den. muâheze'nin c .): 1. azarlamalar, paylamalar, çıkışmalar, darılmalar. 2. tenkidler. (bkz : i'tirâzât).

muahhar ‫( ﻣﺆﺧﺮ‬a.s. îe'hîr'den): 1. te'hîr edilmiş, sonraya, geriye bırakılmış; sonraki. 2. i. mec. ki‫ ؟‬. muahhara ‫( ﻣﺆﺧﺮه‬a.s. te'hîr'den): ["muahhar” in müen.l. (bkz : muahhar), muahharen ‫( ﻣﺆﺧﺮأ‬a.zf.): muahhar olarak, sonradan, (bkz: bi'1-âhare). muâhid ‫( ﻣﻌﺎﻫﺪ‬a.i. ahd'den): 1. antlaşma yapanlardan herbiri. 2. İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himâye ettiren [Hıristiyan veyâ bir başka dinden kimse], muâhide ‫( ﻣﻌﺎﻫﺪه‬a.i.): ["muâhid” in müen.]. (bkz: muâhid). muâhideyn ‫( ﻣﻌﺎﻫﺪﻳﻦ‬a.i.c.): bir anlaşmayı imza eden iki kişi. muahidin ‫( ﻣﻌﺎﻫﺪﻳﻦ‬a.i.c.): anlaşma yapan taraflar. muâhiz ‫( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ‬a.s. ahz'dan): muâhaze eden, çekiştiren; tenkideden. muâkab ‫( ﻣ ﻌﺎ ﻗ ﺐ‬a.s.) : cezalandırılmış, muâkabe ‫( ﻣﻌﺎﺷﻪ‬a.i.): cezalandırma [birini], muâkad ‫( ﻣ ﻌﺎﻗ ﺪ‬a.s. akd'den): akdedilmiş, mukavele ile tasdik edilmiş olan, muâkade ‫( ﻣ ﻌﺎﻗﺪه‬a.i. akd'den): akid, mukavele yapma, anlaşma. muâkale ‫( ﻣﻌﺎﻗﻠﻪ‬a.i. akl'dan): fels. İş alanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacini güden düşünce, nazar, kurgu, muâkalevî ‫( ﻣﻌﺎﻗﻠ ﻮ ى‬a.s. akl'dan): *kurgul. muâkama ‫( ﻣﻌﺎﻗﻤﻪ‬a.i. akm'dan): dâvâlaşma, çekişme. muâkıb ‫( ﻣ ﻌﺎ ﻗ ﺐ‬a.s.): cezalandıran,

muâkıd ‫( ﻣﻌﺎﻗﺪ‬a.s. akd'den): birbiriyle akid muâheze ‫( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ ه‬a.i. ahz'dan c . : muâhezât): yapan, anlaşan, sözleşen, 1. azarlama, paylama, çıkışma, darılma, muakkab ‫( ﻣ ﻌ ﻘ ﺐ‬a.s. akab'dan): tâkibolunmuş, (bkz: İtâb). 2. tenkid. (bkz : İ'tirâz). ardı Sira gelinmiş, ardına düşülmüş, muâheze-kâr ‫( ﻣﺆا'ﻟﺠﺬه ﻛ ﺎ ر‬a.f.b.s.): 1. muâheze muakkad ‫د‬ (a.s. ukde'den): 1. tâkldedilmiş, edici, azarlayıcı, paylayıcı. 2. tenkidedici'. düğümlenmiş, düğümlü; mec. karışık, kamuâheze-kâr-âne ‫ﻛﺎ را ك‬ ‫ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ ه‬ (a.f.zf): palı [söz], (bkz : muğlâk). 2. ed. kolay kolay muâheze edercesine, azarlarcasına. mânâ çıkmayan şiir. muâheze-nâme ‫( ﻣ ﺆا ﺧ ﺬ ه ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): muâheze, tenkid yazısı, eliştiri yazısı veya kitabi.

1

muakkade ‫( ﻣ ﻌ ﻘ ﺪ ه‬a.s.): [“muakkad” in müen.]. (bkz: muakkad).

mu.llîmîn muakkam ‫ا‬٠‫( ﻣﻌﻖ‬a.s. akim'den): akim bırakılmış, kısırlaştırılmış. muakkib (a.s.i. akab'dan. c. :muakkibin): tâkipçi, arkasından koşan, ardından gelen, muakkibât ‫( ﻣﻌﻘﺒﺎت‬a.i.c.): 1. gece ve gündüz melâikesi. 2. namazdan sonra otuz üçer defa tekrarlanan tespih, muakkibin (a.s. akab'dan. muakkib'in c .): takipçiler, arkasından koşanlar, .ardmdan gelenler. mııâlecât ‫ ﻋﺎﻟ ﺠﺎ ت‬٠ (a.i. İlâc'dan. mııâlece'nin 'c.): ilâç yapmalar, ilâçla tedâviler.

muallâkat-ı seb'a: İslâm'dan Onceki Arap şâirlerinin, beggnilip Kâbe duvarına asilmi? bulunan meşhur yedi kasidesi. m uallâkıyyet ‫( ﻣﻌﻠﻘﻴﺖ‬a.i.): muallâk olma, (bkz: muallâk). muallel ‫ ﻋﻠﻞ‬٠ (a.s. illet'den): ta'lîl edilmiş, sakat, eksik. m ualfeliin-bi'l-garaz: garazla sakat, eksik gösterilmiş. muallem ‫( ﻫﻌﻠﻢ‬a.s. ilm'den): tâlim görmüş, talimli. Muallem asker : tâlim görmüş asker. muallî ‫( ﻫﻌﻠﻰ‬a.s.): yücelten, yükselten.

muâlece ‫( ﻫﻌﺎﻟﺠﻪ‬a.i. İlâc'dan. c . : mııâlecât): ilâç yapma, ilâç kullanma,

m uallik ‫( ﺳﻠ ﻚ‬a.s. alâka'dan): hek. ta'lik edici, aşıcı, fr. suspenseur.

muâlic ‫( ﻣﻌﺎ ﻟﺞ‬a.i.) : ilâç veren, hekim, tabip,

muallil ‫ﻋﻠﻠﺊ‬٠ (a.s. illet'den): ta'lîl eden, sebep, bahâne ileri süren.

muallâ ‫( ض‬a.s. ulüvv'den): 1. yüce, yüksek, (bkz : âlî, bülend). 2. makamı, ,rütbesi yüksek. (bkz : bülend-pâye). Dergâh-1 muallâ : pâdişâh sarayı. Makam-I muallâ :'yüce kat [sadrâzam ve şeyhülislâmlar İçin kullamlirdi). 3. kadm adi. 4. g. s. bir yazı sitili, muallâk ‫( ﺳﻠ ﻖ‬a.s. alâka'dan): 1. ta'lîk edilmiş, asılmış, asılı. 2. havada, boşta duran [bir yere dayanmadan). 3. sürüncemede kalmış [İş). 4. bağlı. 5. ed. açık hece, yânî bir vokal vâsıtasıyla okunan tek h arf: “bâ” hecesi gibi. 6. g. s. bir yazı sitili, m uallâk b i'ş-şart: huk. [eskiden] talikteki cezâ. m uallâkun-aleyh: huk. [eskiden] üzerine tâlik vâki olan şart, [“borçlun gelirse kefilim” gibi. Burada borçlunun gelmesi muallâk-un-aleyh, yânî şarttır), m uallâka ‫( ﻣﻌﻠﻘﻪ‬a.i.c.: muallâkat): islâmdan önce Arap şâirlerinin beğenilip Kâbe duvarina asılmış olan meşhur kasideleri ki ye'di veyâ dokuz tânedir. muâllaka ‫( ﺳﻠﻘ ﻪ‬a.s. alâka'dan): [“muallâk'' in müen.]. (bkz: muallâk), muallâkat ‫“( ﻣﻌﻠﻘﺎ ت‬ka” uzun okunur, a.i. mııallâka'nın c.): islâmdan önce. Arap şâirlerinin beğenilip Kâbe duvarına asılmış olan meşhur kasideleri.

muallim (٠‫( ﻫﻌﻞ‬a.s. ve i. ilm'den c . : m uallimin): 1. tâlim eden, öğreten, ‫ ؛‬öğretmen, hoca. 2. Muallim Naci'nin I886'da basılmış, Tercemân-I Hakikat gazetesinin edebi sayfosmdaki şiirlere yazdığı tenkitleri topladığı bir eseri. muallim-i e v v e l: Aristo. muallim-i s â n î: Fârâbî. muallimât ‫( ﻣﻌﻠﻤﺎت‬a.s. ve. i. ilm'den. muallime'nin c .): kadın ‫ ؛‬öğretmenler, kadm hocalar. Dârü'1-m uallim ât: Kız ٠Öğretmen Okulu [1870 de ilk defo İstanbul'da açılmıştır). muallime ‫( ﻣﻌﻠﻤﻪ‬a.s.i. ilm'den. c . : muallimât): ,kadm ‫ ؛‬öğretmen, kadın hoca. muallim-hâne ‫ﻧﻪ‬(a.f.b.i.): [eskiden) ögretmen yetiştiren okul. muallim-hâne-i nüvvâb ‫( ﻣﻌﻠﻤﺨﺎﻧﻪﺀ ﻧﻮاب‬a.it.) : hicri 1270 (1853) yılında ve şeyhülislâm Meşreb Efendi hafidi Mehmed A rif Efendi'nin zamânmda kadı yetiştirilmek üzere açılmış olan mektep (‫ ؛‬okul). m uallim in ‫ﻋﻠﺴﻦ‬٠ (a.s.i. ilm'den. muallim'in c .): tâlim edenler, ‫ ؛‬öğretmenler, ‫ ؛‬öğretenler, hocalar. Dârü'1-muallimîn : Erkek öğretmen Okulu. [1848 de ilk defo İstanbul'da açılmıştır). 7٥ 5

muâmelât

muâmelât ‫( ﻣﻌﺎﻣﻼت‬a.i. m u â m e le 'n in 1 . d âirele rd e y a p ıla n k a y ıt, tâ k ip v e

c .) : şâire

g ib i İşler. : Ö z l ü k İşleri,

(a.i. a m e l'd e n c . : m u â m e lâ t ) : d a v r a n ış . iy i

Hüsn-i muâmele

d a v r a n ış .

2 . yo l,

:

iy i

m u â m e le ,

d â ire d e y a p ıla n k a y ıt v e şâire. 4 . a lışv e riş,

iz.

5. kim. k a rşıla şm a , muâmele-i cemilekâr-âne : y a r a n m a k ü zere s a r ra flık , p a ra İşleri.

y a p ıla n m u âm ele. (a.s. a m e l'd e n ) : m u â m e le , İş y a -

muannid-âne ‫ﻣ ﻌ ﺪا ﻧ ﻪ‬

( a .f.z f.) : İn a tç ıy a y a k ış ır

y o ld a , İn a tçılık la .

m uannif ‫ﻣ ﻀ ﻒ‬

( a .s .) : ta 'n ife d e n , şid d etle a z a r-

la y a n .

muanven ‫ﻣﻌﺘﻮن‬

(a.s. ü n v â n 'd a n ) : 1. U n va n lı.

2 ٠d ebd eb eli, ta n ta n a lı.

m uâr ‫ﻣﻌﺎ و‬

( a .s .) : İâre o lu n a n , ö d ü n ç , e g re ti a li-

n a n [şey].

p an . m uam m â c .:

(a.s.) : in atçı, (b k z : m u â n id ).

[ya n lış b ir ke lim ed ir).

3.

mııâmil ‫ﺳﺎﻣﻞ‬

(a.s. u n k 'd a n ) : b irb ir in in b o y -

n u n a sa rıla n , s a rm a şa n , k u c a k la ş a n ,

muannid ‫ﻣ ﻌ ﺪ‬

muamelât-ı zâtiyye muâmele ‫ﻣﻌﺎﻣﻠﻪ‬ 1 . d avran m a,

muânik ‫ﻣﻌﺎﻧﻖ‬

‫ ا‬٠‫ﻣﻊ‬

،

‫ﻣﻌﻤﻰ‬

(a.s. v e

m u a m m e y â t):

i. a m â 'd a n .

1 . u sû lü n e

gö re

te rtib o lu n m u ş b u lu n a n v e ç o k d e fe is m in e d elâlet ed en b ilm e c e , y a n ıltm a c a , (b k z : İûgaz). 2 . m e c . a n la ş ılm a z İş. [ m â n â s ı: "g iz li v e g ü ç a n la ş ılır söz, şe k il.." v.b. d em ek tir], (b k z : m u a k k a d ). 3 . g. s. b ir y a z ı sitili,

‫ﻣﻌﻤﻢ‬

m uam m em

(a.s.

muâraza ‫ﻣﻌﺎر ﺿﻪ‬

(a.i. a r z 'd a n ) :

im â m e le n m iş, im â m e li, b a şı ş a r ıld a n m ış , s a n k l ıo l a n .

muârefe ‫ﺳﺎ رﻓﻪ‬

(a.i. İ r f â n 'd a n ) : b ilişm e , ta n ış-

m a , b ild ik lik , b irb irin i b ilip ta n ım a , (b k z : âş-nâ). (a.i. a rk 'd e n . m ııâ rek e'n in

c . ) : k a v g a la r, v u r u ş m a la r ; savaşlar,

muâreke ^ ‫ﻣﻌﺎر‬

( a .i.c .: m ııâ r e k â t ) : k a v g a , v u -

ru şm a ; savaş.

muammer ‫( ص‬a.s. ö m r 'd e n c . :m u a m m e r in ) : m uârız ‫( ﻣﻌﺎر ض‬a.s. a r z 'd a n ) : 1. ö m ü r sü re n , y a ş a y a n , y a ş a m ış . 2. i. erkek k a r ş ı gelen, (b k z : m u h â lif). v e k a d ın ad i. ( a .s .) :

[''m u a m m e r ''

in

m iien .]. ( b k z : m u a m m e r).

c . ) : ö m ü r sü ren le r, u z u n y a ş a m ış la r, y a ş a y a n la r . (a.i.

m u a m m â 'n m

c.).

( b k z : m u a m m â ). (a.i. u n k 'd a n ) : b irb ir in in b o y -

n u n a s a rılm a , s a rm a şm a , k u c a k la ş m a , (a.i.) : 1 . b ir ş e y in z a h m e tin i

çek m e . 2 . b ir ş e y i d ik k a tle g ö z a ltın d a b u -

muanber ‫ﻫﻌﺬﺑﺮ‬

(a.s. a n b e r 'd e n ) : an b e rle şm iş,

g ü z e l k o k a n , g ü z e l k o k u lu ,

muânede ‫ﻣﻌﺎده‬

(a.i. a n û d 'd a n ) : a n u tlu k , in at-

ç ılık , a y a k d irem e. (a.s. a n û d 'd a n ) : in a tçı, k im s e y e

u y m a y a n , d e d ig i d ed ik , (b k z : m u a n n id ).

mec.

te m iz le n -

m iş, a rın m ış. (a.s. A r a b 'd a n ) : A r a p ç a la ş t ı-

rılm ış , A ra p la ş m ış , A ra p la ş t ır ılm ış .

muarrebe ‫ﻣﻌﺮﺑﻪ‬

( a .s .) : [''m u a r r e b ” in m ü en .].

( b k z : m u arreb ).

m uarref ‫ﻣﻌﺮ ف‬ e trâ fıy la

(a.s. İ r f â n 'd a n ) :

b ild irilm iş .

lin en . ( b k z : m a 'rû f). (=el) b u lu n a n . 4 .

lu n d u rm a .

76،

ı ı r y 'd a n ) : 1 . çıp la k , s o y u l-

m u ş. (b k z : ârî, m ü b errâ ). 2 .

muarreb ‫ﻣ ﻌ ﺮ ب‬

muammeyât ‫ﻣﻌﻤﻴﺎت‬

muânid ‫ﻣﻌﺎ د‬

k a r ş ı gelenler, (b k z : m u h â lifîn ).

muarrâ ‫ﻋﺮى‬٠ (a.s.

m u a m m e r i n ^ ^ " (a.s. Ö m rd e n . m u a m m e r 'in

muânât ‫ﻣ ﻌﺎﻧﺎ ت‬

m u â r a z a eden,

m uârızîn ‫( ﻣﻌﺎر ص‬a.s. m u â r ı z 'ı n c .) : m u â rız la r,

muammere ‫ﻣﻌﻤﺮه‬

muânaka ‫ﻣﻌﺎ ﻧﻘﻪ‬

b irb irin e k a r-

m e.

mııârekât ‫ﻣ ﻌﺎ ر ﻛﺎ ت‬

İ m â m e 'd e n ) :

1.

şı gelm e, ( b k z : m u h alefet). 2 . k a v g a , ç e k iş-

n ırlı, tâ rifle n m iş.

1.

t â rîfe d ü m iş ,

2 . b ild ik ,

3. a. gr.

b elli,

b i-

h a r f i ta 'r if

fels. *ta n ım lı. 5. mat. SIEdviye-i muarrefe : h e k .

b ilh a ssa ciltte te'sirin i g ö ste rm e k v e c ild in ta b îî

ifr â z â tın ı

(salgısın ı)

ç o ğ a lt m a k

ve

İçin d e, h a s ta lık h â lin i ta b îî h â le g e tirm e k h a ssa sı b u lu n a n ilaçlar,

muarrefe ‫ﻣﻌﺮﻓﻪ‬

(a.s. İ r f â n 'd a n ) : ["m u a r r e f'' in

m iien.]. ( b k z : m u a rre f).

muavaza ( a .b .i.): a. gr.

ınuâşaka ‫( ﻣﻌﺎ ﺷﻘﻪ‬a.i. ıçk'dan) : sevişme, birbirini sevme.

‫ﻫﻌﺮق‬

(a.s. a r a k 'd a n ) : h e k . terletici

‫ﻣﻌﺮض‬

( a .s .) : ta'rîz eden, d o k u n a k lı

muâşeret ‫( ﺳ ﺎ ﻓ ﺮ ت‬a.i.) : birlikte yaşayıp iyi ge‫ ؟‬inme. Âdâb-1 muâşeret : görgü, fr. savoir vivre. Hüsn-i muâşeret : iyi geçinme,

m u a r r e f i in b i 'l - l â m

‫ﻣﻌﺮف ﺑﺎﻟﻼم‬

h a r f i t â r i f a lm ış ke lim e, m u a r rık [ilâ‫] ؟‬. m u a rrız

sö z sö yle ye n , taş atan, ( b k z : m u 'riz). [kelim e a slın d a : “ s ü n n e tç i” d em ek tir], m u a rrif

‫ﻣﻌﺮى‬

(a.s.

İ r f â n 'd a n ) : 1. tâ rife d e n ,

e trâ fıy la a n la ta n , b ild ire n . 2 . c â m i v e tekkelerd e h a y ır sa h ip le rin in a d la r ım sa y a n v e d u a ed en m ü e z z in v e y â d e rviş, m u a r r i f â n ‫( ﻣﻌﺮﻓﺎن‬a.i. m u a r r i f i n c . ) : 1 . b e lir ticiler. 2 . selâtin c â m ile rin d e c u m h u r m ü e z z in lig i edenler. m u a rriy e

‫ ( ﻫﻌﺮﻳﻪ‬a .i.) : h e k im

b ıç a ğ ı [eti, kem ilc-

ten a y ır m a ğ a y a ra r]. m u â sa ra , m u âsarat

‫ﻣﻌﺎ ﻣ ﺮ ت‬

،

‫ﻣﻌﺎﻣﺤﺮه‬

(a. i.

a s r 'd a n ) : ç a ğ d a şlık , b ir a sırd a y a ş a m ış b u lu n m a , b a ş k a la rıy la b ir a sırd a y a ş a m a , m uâsât

‫ﻣﺎ ت‬

m u a s fe r ‫( ﻣ ﻌ ﻌ ﻔ ﺮ‬a.s.) : sa fr a n la b o y a n m ış gib i sa ri, m e c . sa ra rm ış.

‫ﻣﻌﺎﻣﺮ‬

(a.s. a sr'd a n . c . : m u â s ır în ) : ‫ ؟‬a ğ -

d aş, b ir a sırd a y a ş a y a n la r d a n h e r b iri, fr. c o n t e m p o r a in , e. m u â s ır m e d e n i y e t : ç a ğ d a ş u y g a rlık , m u â s ır a

‫ﻣﻌﺎﻣﺤﺮه‬

(a.s. a s r 'd a n ) : [“ m u â s ır ” in

m ü en .J. ( b k z : m u âsır). m u â s ır în

‫ﻣﻌﺎﻣﺮﻳﻦ‬

(a.s. a sr'd a n . m u â sır'ın c . ) :

ç a ğ d a şla r, b ir a sırd a y a ş a m ış o lan lar, m u âsî

‫ﻣﻌﺎص‬

(a.s. İ s y â n 'd a n ) : ita a tsiz, is y a n

ed en , b a şk a ld ıra n . m u â s iy e

‫ﻣﻌﺎﺻﻴﻪ‬

( a .s .) : [“m u â s î” n in m ü en .].

( b k z : m u âsî). m u ask er

‫ﻣﻌﺴﻜﺮ‬

(a.i.

a s k e r 'd e n ) ;

1. ask er

k a r a rg â h ı. 2 . ask eri y ığ ın a k ta genel k u r m a y h e y e tin in b u lu n d u ğ u yer. (b k z : k a ra rg â h ), m u assel

‫ﻣﻌﺴﻞ‬

(a.s. a s e l'd e n ) : h a lli, İçin e b a l

k a tılm ış. m u a s s ir e ter.

‫ﻣﻌﺴﺮه‬

m u â ş ı k ^ ^ (a.s. ışk'dan) : âşık olan, seven. muâşır ‫( ﻣﻌﺎ ﺷﺮ‬a.s.c. : muâşırân) : mııâşeret eden, birlikte yaşayan. muâşır ân ‫( ﻣﻌﺎﺷﺮاف‬a.s. muâşır'ın c.) : mııâşeret edenler, birlikte yaşayanlar. m u a ş ş e r - (a.s. uşr'dan) : 1. onlu, onluk, on kısma bölünmüş. 2. geo. Ongen, on dılı'lı, on köşeli şekil, fr. décagone. 3. ed. her kıt'ası on mısrâlı şiir. muaşşir ‫ ﺛ ﺮ‬١‫( ﻣﻊ‬a.i. uşr'dan) : âşar me'murıı, öşürcü, ondalıkçı. muâtât ‫( ﻣ ﻌﺎ ﻃﺎ ت‬a.i. atâ'dan) : verme.

‫( ﻣﻌﺎ‬a.i.) : itâ a tsiz lik etm e,

m u â s e r e ‫ ( ﻣﻌﺎ ﺳﺮه‬a .i.) : 1. g ü ç lü k . 2 . fa k irlik ,

m u â s ır

muâşeret-i nisvân: kadınlarla düşüp kalkma.

( a .s .) : fiz . *b ü z g e n , fr. s p h in c -

muâteb ‫( ﻣ ﻌﺎﺗ ﺐ‬a.s. İtâb'dan) : tekdir olunan, azarlanan, paylanılan. muâtebe ‫( ﻷ ب‬a.i. İtâb'dan) : itâbetme, azarlama, paylama, çıkışma. muâtib ‫( ﻷ ب‬a.s. İtâb'dan) : tekdir eden, azarlayan, paylayan, çıkışan. muattal ‫( ﻣ ﻌ ﻄ ﻞ‬a.s. atal'dan) : 1. tâtil edilmiş, bırakılmış; kullanılmaz, battal. 2. boş, İşsiz. muattar ‫ﻋﻄﺮ‬٠ (a.s. Itr'dan) : 1. ıtırlı, güzel kokulu. 2. i. kadın adi. 3.İ. meşhur bir çeşit lâle. muattar-sâz ‫( ﻣﻌ ﻄﺮ ﻷ ز‬a.f.b.s.) : güzel kokulandiran [bir şeyi]. muattış ‫( ﻣﻌ ﻄ ﺶ‬a.s. atş'dan) : ta'tîş eden, susatan, susatıcı. muattis ‫( ﻫﻌﻄﺲ‬a.s. ats'dan) : ta'tîs eden, aksırtan, aksırtıcı. muâvaza ‫( ﻣﻌﺎو ﺿﻪ‬a.i. ivaz'dan) : 1. değiştûkuş, trampa, (bkz : mübadele). 2. hileli, dalavereli İş, danışıklı dövüş. 3. fels. odünleme, fr. compensation. 767

muâv.M.on

muâvazatan ‫( ﺳﺎو ﺿﺄ‬a.zf.): 1. degiştokuşla, trampa ile. 2. hileli, 'dalavereli, danışıklı dövüş olarak. muâvedet ‫( د و د ت‬a.i. avdet'den) : 1. geri dönme, dönüş, (bkz: avdet). 2. âdet, tabiat edinme.

muâyede ‫( ﻣﻌﺎﻳﺪه‬a.i. îd'den): bayramlaşma, muâyene ‫( ﻫﻌﺎﻷه‬a.i. ayn'den): gözden geçirme, yoklama. muâyene-hâne ‫( ﻫﻌﺎﻻه ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : hekimlerin hastalarım kabûl ettikleri yer.

muâyere ‫( ﻣﻌﺎ ﻳﺮه‬a.i.): ayarlama, muâveme ‫( ﻣﻌﺎوﻣﻪ‬a.i.): 1. bir yıllığına tutma. 2. aga‫ ؟‬, bir sene yemiş verip bir sene ver- muâyin ‫ﻋﺎﻳﻦ‬٠ (a.s. ayn'dan): görülmüş olan; meme. kat'î olarak belli olan. muâvenât ‫( ﻫﻌﺎوذات‬a.i. muâvenet'in c .): yardımlar, yardim etmeler; yardımcılıklar,

muayyeb (a.s. ayb'dan. c . : muayyebât): ta'yibedilmiş, ayıplanmış (bkz : ma'yûb).

muâvenet ‫ﻋﺎوذت‬٠ (a.i. avn'den. c. muâvenât): yardim, yardim etme; yardımcılık, muâvenet-i nakdiyye ‫ ؛‬para yardımı,

muayyebât ‫( ﻣ ﻌ ﻴﺒﺎ ت‬a.i. muayyeb'in c .): ayıp ve İğren‫ ؟‬şeyler.

muâvid ‫( د و د‬a.s.) :1. geri dönen. 2. ...âdetinde olan. muâvin, muâvine ‫ ﻣﻌﺎوﻧﻪ‬، ‫( ﻣﻌﺎون‬a.s. ve i. avn'den): 1. muâvenet, yardim eden, yardımcı. 2. bir me'murun işlerine veyâ kendi bulunmadığı zaman yerine geçe'rek yardim eden kimse. Asâkir-İ m uâvine: ask. savaşta başıbozuklardan kurulan ordu. Ef'âl-i muâvine : gr. yardımcı fiiller : [etmek, olmak.. gibi]. Muâviye ‫( د و ؛ ه‬a.h.i.) : Emevi devletinin ilk hükümdârı olup Hind'in ve Ebû Sufyân'ın oğludur. VII. asırda Mekke'de doğmuştur. Hz. Peygamber'in kaym birâderi ve vahi kâtibidir. muavvak ‫ﻋﻮق‬٠ (a.s. avk'dan): ta'vîk edilmiş, geriye bırakılmış, askıda bırakılmış [İş], muavvec ۶ ‫ج‬ (a.s. avec, ivec'den): ta'vlcedilmiş, eğilmiş, egik, egri, kemerli. Sath-ı muavvec : engebeli satıh, yüz.

muayyen ‫( س‬a.s. ayn'den): 1. tâyin edilmiş, belli, belirli. 2. kararlaştırılan, muayyenât ‫عﺀىت‬٠ (a.i. muayyen'in c .): asker, me'mur v.b. kimselere hükümetçe baglanmış erzak ve şâire. muayyenât-ı a sk e ric e : asker erzâkı. muayyene ‫( ﻫﻌﻴﻪ‬a.s. ayn'dan): [“muayyen” in müen.]. (bkz: muayyen), muayyeniyyet ‫( ﻣﻌﻴﻨﻴﺖ‬o.i.): bellilik, *belirlilik, m u a v in ‫ ص‬. (a.s. ayn'dan): tâyin eden, belirten. muâzadat ‫( ﻣﻌﺎ ﺿﺪ ت‬a.i.): yardim etme, (bkz : mııâdadat, müzâheret). muâzala ‫( د ﻇﻠ ﻪ‬a.i.): bir beytin mânâsını başka beyitle tamamlaması, muâzere ‫( ﻣﻰذره‬a.i. Ozr'den): mâzeret, özür dileme. muâzıd ‫( ﻣﻌﺎﺿﺪ‬a.i.): yardim eden,

muavvez ‫ﻋﻮذ‬٠ (a.i.): gerdanlık geçirilecek yer, nüsha (muska), nazarlık yeri,

muazzam, muazzama ‫ ﻣﻌﻈﻤﻪ‬، ‫( ﻣﻌﻈﻢ‬a.s. azm'den): 1. kocaman, koca. 2. ulu, koskoca. Düvel-İ muazzama : büyük devletler. 3. mühim, ağır. Umûr-i muazzama : mühim, ağır İşler.

muavvezetân ‫( ﻣﻌ ﻮذﺗﺎ ن‬a.i.c.). (bkz: muavvezeteyn).

muazzamât ‫( ﻣﻌﻈﻤﺎت‬a.i.c.): büyük ve ağır İşler. (bkz: mıı'zamât).

m uawezeteyn ‫( ﻣﻌﻮذش‬a.i.c.): Kur'ân-1 Kerim'in 113 ve 114. Felakve Nâs sûreleri,

muazzeb (a.s. azâb'dan): azâb İçinde bulunan, eziyet ‫ ؟‬eken, ‫ ؟‬ok sıkıntı gören,

m uavvik ‫( ﻣﻌﻮق‬a.s. avk'dan): ta'vîk eden, geriye bırakan, oyalayan [bir İŞİ].

muazzebe ‫ ﻋﺬﺑﻪ‬٠(a.s. azâb'dan): ["muazzeb” in müen.]. (bkz: muazzeb).

muavvece ‫( ﻫﻌﻮﺟﻪ‬a.i.): inbigin deve boynu gibi egri şişesi.

768

mûcib, mûcibe muazzel ‫ ل‬٠‫( ﻣﻌﺬ‬a.s.): ta'zîl edilmiş, ayıplanmış; paylanmış, azarlanmış,

mûbedân ‫( ﻣﻮﺑﺪاف‬f.i. mûbed'in c .): ateşperestlerin reisleri, âlimleri, filozofları,

muazzez ‫( ﻫﻌﺰز‬a.s. izzet'den): 1. ta'zîz edilmiş, izzetlendirilmiş. (bkz: izzet). 2. izzet ve şeref sâhibi. 3. İkrâm ve izaz olunan, ağırlanan, hürmetle, saygı ile kabul olunan. 4" kıymetli, değerli, aziz. 5. kadın adi.

mû-be-mû ‫( ﻣﻮﺑﻤﻮ‬f.b.zf.): kil kil, tel tel, birer birer, ‫ ؟‬ok dikkatle, inceden inceye,

muazzeze ‫( ﻣﻌﺰزه‬a.s. izzet'den): [('muazzez'' in müen.]. (bkz: muazzez), muazzezen ‫( ﻣﻌﺰزأ‬a.zf): izzet ve İkrâm ile, İkrâm olunarak, ağırlanarak, muazzib ‫ ﻋﺬ ب‬٠ (a.s. azâb'dan): 1. tâzibeden, azap ve eziyet veren. 2. mûzip, takılgan, muazzir ‫( ﻣﻌﻨﺮ‬a.s. Ozr'den): ta'zîr eden, sahte özür ileri süren. mubâh ‫( ﻣﺎ ح‬a.s. İbâha'dan. c . : mubâhât): İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şey, İş : su İçme, nefes alma., gibi, mubâhât ‫( ﻣﺒﺎﺣﺎت‬a.i. mubâh'ın c .): günâhı, sevâbı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler. mubahhal ‫( ﻫﺠﺨﻞ‬a.s.): tebhil olunmuş, bahil, cimri, pinti. mubahhar ‫( ﻣﺒﺨﺮ‬a.s. bııhâr'dan) : 1. buharlaşmış, buhar hâline gelmiş. 2. tütsülenmiş, m u b âh i^ et ‫( ﻣ ﺒ ﺎ ب‬a.i.) : mubahlık, mubâlaga ‫ﻣﺒﺎﻟﻐﻪ‬ miibâlaga).

(a.i.

bülûğ'dan).

(bkz:

mubâsaka ‫( ﻣﺒﺎﻣﺤﻘﻪ‬a.i.) : tükürme, mubâsara ‫( ﻣﺒﺎﺻﺮه‬a.i. basar'dan) : görme yarişma çıkma [hangimiz önce görürüz diye], mubassır ‫( ﻣﺒﺼﺮ‬a.i. basar'dan) : 1. gözetici, bekleyici, bakıcı. 2. mekteplerde talebenin durumu ile yakından ilgilenen, düzenliği sağlayan kimse, (bkz: muid). 3. gümrüklerde arayıcı kâtibi. mubâtaşa ‫( ﻣﺒﺎﻃﺸﻪ‬a.i. batş'dan): [iki kişi] elleriyle birbirini kucaklamaya ‫ ؟‬alışma, mubattm ‫( ﻣﺒﻄﻦ‬a.s. batn'dan): 1. kin tutan, içinden pazarlıklı. 2. karni zayıf ve İçine çökük olan. mûbed ‫( ﻣﻮﺑﺪ‬f.i.c.: mûbedân): ateşperestlerin reisi, büyük âlimi, hakimi, filozoflı.

mû-bend ‫( ﻣﻮﺑﺌﺪ‬f.b.i.): sa‫ ؟‬bağı, (bkz: mûybend). mûbez ‫( ﻣﻮﺑﺪ‬a.i.). (bkz : mûbed). mûbid ‫( ﻣﻮﺑﺪ‬a.i.): 1. Mecûsilerin büyük mezhep me'murıı. 2. hakim, feylezof. 3. tedbirli; akıllı adam. mûceb ‫( ﻣﻮﺟﺐ‬a.s. vücûb'dan): 1. îcâbetmiş, İâzımgelmiç. 2. bir süz veyâ emrin icâbettigi şey, netice. 3.İ. büyük bir me'mûrun, kendisine sunulan evrâkı tasdik İ‫ ؟‬in ettiği işâret, paraf mûceb-i a k d : huk. akit sebebiyle lâzım olan şey. [bir aş‫ ؟‬ı İstîcâr olunduğunda o aşçının yemek pişirmesi îcâr akdinin mûcebidir]. mûceb-i cin âyet: huk. cinâyetin hükmü demektir ki, üzerine terettübeden kısas, diyet, hükûmet-i adi gibi şeylerden ibârettir. mu'cem, mu'ceme ‫ ﻣﻌﺠﻤﻪ‬، ‫( ﻣﻌﺠﻢ‬a.s.): 1. i'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı. Cim-İ mu'ceme : noktalı cim. Târîh-İm u'cem : bir mısrâ beyit veyâ cümledeki noktalı h a rf lerin ebced hesabıyla yekûnunun delâlet ettiği târih. 2. ed. "ebced” hesâbmda noktali harfleri hesâbedilerek düşürülen târih. 3 ٠bir ilmi, müfredatıyla belirten eser., mûcer ‫( ﻣﻮﺟﺮ‬a.s. ecr'den): icar edilen, kirâya verilen şey. (bkz : me'cûr). mûcez ‫( ﻣﻮﺟﺰ‬a.s. vecz ve vücûz'dan): 1. icaz yoluyla, kısa, derlitopluyazılmış olan, (bkz : muhtasar, mücmel). 2. i. g. s. bir yazı sitili, mûceze ‫( ﻣﻮﺟﺰه‬a.s. vecz ve vücûz'dan): [“mûcez” in müen.l. (bkz : mücez). m û ci' ‫( ﻣﻮﺟﻊ‬a.s. veca'dan): vecâ ٠elem veren, mûcî ‫ وﺟﻰ‬٠ (a.s. vecâ'dan): ağrıtan, acıtan, mu'cib ‫( ﻣﻌﺠﺐ‬a.s. aceb'den): İ'câbeden, taaccübe, hayrete düşüren, şaşkınlık veren, (bkz: muaccib). mûcib, mUcibe ‫ ﻣﻮﺟﺒﻪ‬، ‫( ﻣﻮﺟﺐ‬a.s: vücûb'dan): 1 . icâbeden, lâzımgelen, gereken, gerektiren. 2. i. sebep, vesile. Büâ-m ûcib: sebepsiz, hi‫ ؟‬yoktan. Esbâb-1 mUcibe: gerektiren 7، 9

mûcîb-î âr, mûtib-.ı hayâ sebepler, *gerekçe. Kazıyye-İ mûcibe : mant. *olumlu *önerme, mûcib-i âr, mûcib-i hayâ : yüz kızartıcı, utandırıcı. mûcib-i tahalli : süslenme sebebi, mûcib-i tahrir-i tereke: huk. [eskiden] mirasçilar arasında gaip, merkut, sagir bulundugu veyahut mirasçılardan biri tarafından talep vuku buldugu takdirde şer'iye mahkemesi mârifetiyle yazılması icâbeden tereke. mûcib-i teyakkuz : uyanıklığı icâbettiren. mûcib sebeij : huk. *gerekçe, mûcibât ‫( ﻣﻮﺟﺒﺎت‬a.i. mûcib'in c.) : sebepler, mu'cibe ‫( ﻣﻌﺠﺒﻪ‬a.i.) : 1. taaccübolunacak, şaşılacak şey. 2. s. [“mu'cib ” in müen.]. (bkz: mu'cib). mûcibe ‫( ﻣﻮﺻﻪ‬a.s.) : mant. *olumlu, (bkz: müsbet). fr. affirm atif. mûcid ‫( ﻣﻮﺟﺪ‬a.s. vücûd'dan) : 1. vücut veren, icâdeden, yeni bir şey meydana getiren. 2. fikir ve mânâ yaratan, mûcid-i hakîkî : Allah, mu'cir ‫( ﻣﻌﺠﺮ‬a.i.) : bir çeşit kadm başörtüsü, mûcir ‫( ﻣﻮﺟﺮ‬a.s. ecr'den) : îcâr eden, kirâya veren [kimse]. mu'ciz ‫( ﻣﻌﺠﺰ‬a.s. acz'den) : icâzeden, acze düçüren, başkaları, -bir şey yapmada- geri bırakan; kimsenin yapamayacağı yolda olan, mucîz ‫( ﻣﺠﻴﺰ‬a.s. vecz ve vücûz'dan) : İcâzet veren, izin veren. mûciz ‫( ﻣﻮﺟﺰ‬a.s. vecz ve vücûd'dan) : 1. îcâz eden, kısaltan. 2. kısa, toplu, mu'cîzât ‫( ﻣﻌﺠﺰات‬a.i. mıı'cize'nin c.) : tansıklar, mûcizeler. mu'ciz-beyân ‫( ﻣﻌﺠﺰ ﺑ ﻴ ﺎ ن‬a.b.s.) : anlatışı heı-kese benzemeyen, [şâir, muharrir, kitap], mu'ciz-dem ‫( ﻣﻌﺠﺰدم‬a.f.b.s.) : nefesi mu'cize te'sirli olan. mu'cize ‫( ﻣﻌﺠﺰه‬a.i. acz'den. c. :mıı'cizât) :tansık, tansuk, dini teyit maksadıyla ve Allah'ın emriyle peygamberler tarafından yapılan ve halkı hayrette bırakan hârikıılâde İşler, hareketler, haller, (bkz : kerâmet). 770

mu'ciz-edâ ‫( ﻣﻌﺠﺰ أدا‬a.b.s.): edâsı, tavrı başkaİarının yapamayacağı kadar üstün olan. mu'cize-gû[y] [‫ ] ى‬/ ‫( ﻣﻌﺠﺰه‬a.f.b.s.): mu'cize gibi söz söyleyen. mu'cize-kâr ‫( ﻣﻌﺠﺰه ﻛﺎر‬a.f.b.s.): mucizeli, mu'cize-nümâ ‫( ﻣﻌﺠﺰه ﻧﻤﺎ‬a.f.b.s.): mûcize gösteren, mûcize derecesinde bir İç ortaya koyan. mu'cize-vi ‫( ﻣﻌﺠﺰوى‬a.s.): mucizeye âit, mucize ile ilgili, mucizeyi andıran. mû-‫ ؟‬îne ‫( ﻣﻮﺟﻴﻪ‬fb .i.): cımbız, (bkz : minkaş). mûd ‫ ( ﻣﻮد‬fi.) : tavşancıl [kuş]. mUda' ‫( ﻣﻮدع‬a.s. ved'den): kendisine emânet olarak verilmiş. mudalla' ‫( ﻣ ﻔﺎ ع‬a.i. dıl'dan): mat. *çokgen, poligon. mııdârebât ‫ﻣﻤﺎرﺑﺎ ت‬ (a.i. darb'den. mudârebe'nin c.). (bkz : mudârebe). mudârebe ‫ﻣﻐﺎرﺑﻪ‬ (a.i. darb'den. c .: mııdârebât): 1. dövüşme, vuruşma, i . tic. bir yandan sermaye, öte yandan emek konularak kurulan şirket, mııdârebe-i m ukayyede: tic. zaman ve mekânla ve bir çeşit ticâretle ve alıcı ve satıcı ile kayıtlı bulunan mudârebe. ["filân vakit veyâ filân yerde yâhut filân cins mal al, sat, yâhut filân kimselerle veyâ filân belde alıâlîsi ile alıç veriş et') gibi], m udârebe-im utlaka: tic. zaman vemekânla ve bir çeşit ticâretle ve alıcı ve satıcı ile kayitil bulunmayan mudârebe. mudârib ‫( ﻣﻀﺎرب‬a.s. darb'dan): 1. darbeden [birbirini], dövüşen. 2. mudârebe şirketinde, yânî bir yandan sermâye, öte yandan çalışmak üzere kurulan şirkette sermâyeyi kullanan adam. mudbik ‫( ﻣﺪﺑﻖ‬a.s. dibk'dan) : leng. tumturaklı, söylenişi parlak görünüşlü, mudcir ‫( ﻣﻀﺠﺮ‬a.s. ducret'den) : sıkıntıda bulunan, sıkılmış, kaygılı, mudhak ‫( ﻣﻀﺤﻚ‬a.s. dahk ve dehik'den): gülünecek adam, soytarı. mudhik ‫( ﻣ ﻀﺤﻚ‬a.s. dahk ve dehik'den) : güldüren, güldürücü.

mugalebe

mudhikât ‫( ﻣﻀﺤﻜﺎت‬a.i dihk'den, mudhike'nin c.) : gülünecek şeyler, komediler, fr. comédies. mudhikât-i dehr: zamânm gülünecek şeyleri. m udhike(a.i. dihk'den. c. :mudhikât) : gülünecek şey, komedi, fr. comédie, mûdi' ‫( ﻣﻮدع‬a.s. ved'den) : tevdi eden, emânet olarak bırakan, veren. mudi, mudie ‫ ﻣ ﻀﻐﻪ‬، ‫( ﻣﻀﻰﺀ‬a.s. ziyâ'dan). (bkz : muzi'). m u d i k - (a.s. dik'den). (bkz : muzik). mu'dil ‫ل‬٠‫د‬ (a.s.c. : mu'dilât) : gü‫ ؟‬, zor, ‫ ؟‬etin; fels. fr. complexe. mudil cümle : gr. *girişik cümle, mu'dilât ‫( ﻣﻌﻀﻼت‬a.i. mu'dil'in c.) : büyük, ağır, gü‫ ؟‬ve ‫ ؟‬etin olan İşler, m u'dile ‫( د ﻟ ﻪ‬a.s.) : ["mu'dil" in müen.]. (bkz : mu'dil). mudili ‫ ﻫ ﻞ‬٠ (a.s. dalâlet'den) : dalâlete düşüren, doğru yoldan ‫ ؟‬ıkarıp eğri yola saptıran. mudili fi'1 : gr. *katışık fiil, mudille ‫( ﻣﻀﻠﻪ‬a.i. dalâlet'den) : doğru yoldan sapıtan, azdıran, baştan ‫ ؟‬ikaran. mu'dim ‫( ﻫﻌﺪم‬a.s.) : idâmeden, yok eden, öldüren.

mufassala ‫ئ‬ (a.s. fasl'dan): [“mufassal" in müen.l. (bkz: mufassal), mufassalan ‫( ﻣﻐﻤ ﻸ‬a.zf.): mufassal olarak, 'uzun uzadıya, sözü uzatarak, etraflıca, mufassıl ‫( ﻣﻔ ﻌ ﻞ‬a.s.)': tafsil eden, uzun uzadıya anlatan. mufâz ‫( ﻣﻐﺎض‬a.i.): taşkın, ‫ ؟‬ok, bol‫ ؛‬feyizli, bereketli. mufâzü'1-batn : göğsü ile karni bir düzlükte olan kimse. mufâzala ‫( ﻣﻔﺎﺻﻠﻪ‬a.i.): fazl ve meziyette birbiriyle yarışma. mufazzal ‫( ﻣﻐ ﺾ‬a.s. fezl'dan): tafdil edilmiş, başkalarına üstün tutulmuş, m u f a z z a z - (a.s.): gümüşlü, gümüş kaplı. Seyf-İ m ufazzaz: gümüş kaplı kılı‫ ؟‬, mufazzih ‫( ﻣﻐﻀﺢ‬a.s.): tafzih eden, rezil eden, mûfî ‫( ﻫﻮﻓﻰ‬a.s.): ifâ eden, yerine getiren, ödeyen. mufsih ‫( ﻣﻐﺼﺢ‬a.s.): fasâhatle, uzdillilikle konuşan. m uftır ‫( ﻣﻐﻄﺮ‬a.s. fltr'dan): iftar eden, oru‫؟‬ a‫ ؟‬an, oru‫ ؟‬bozan. mug ‫( ﻣﻎ‬f.i.c.: m ugan): ateşe tapan, (bkz: âteş-perest> mecûsî, Zerdüşt), mugabene ‫ﻏﺎﻻه‬٠ (“ga" uzun okunur, a.i. gabn'den): aldatışma, birbirini aldatma,

mufaddal ‫( ﻣﻐ ﻀ ﻞ‬a.s.) : üstün kılınmış,

mugaddi ‫( ﻫﻐﺪى‬a.s. gıdâ'dan): besleyici, besleyen.

mufaddile (a.i.) : Hz. Ali'ye, diğer eshâba tafdiledenler hakkında kullanılan bir tâbir,

mugaddiye ‫ ﻏﺪﻳﻪ‬٠ (a.s. gıdâ'dan): [''mugaddi'' nin miien.]. (bkz : mugaddi),

mufâgame . ‫( ﻣﻔﺎ ﻏﻢ‬a.i.). (bkz : müfâgame).

mugaderet ‫"( د ر ت‬ga" uzun okunur, a.i.): salıverm.ek, bırakmak.

mufahham ‫ا‬٠‫( ﻣﻐﺦ‬a.s. fahâmet'den) : saygı, büyüklük, ululuk kazanmış, kerem sâhibi, itibarlı. mufahham (٠‫ﻏﺢ‬٠ (a.s. fahm'den) : kömürleşmiş, kömür hâlini almış, mufarrit ‫ل‬٠‫( ﻣﻐﺮ‬a.s. fart'dan) : aşırı giden‫ ؛‬eksik işleyen, kusur yapan,

mugalata ‫''( ﻣﻐﺎﻟﻄﻪ‬ga” uzun okunur, a.i. galat'dan. c .: mugalatât): 1. yanıltmak İ‫ ؟‬in, yanıltacak yolda söz söyleme. 2. ağız kalabalığı. mugalatât ‫“( ﻷ ﻻ ت‬ga” uzun okunur, a.i. mugalata'nm c.): yamltmacalar.

mufâsala ‫( ﻣﻔﺎ ﺻﻠﻪ‬a.i.) : ayrılma,

mugalaza ‫( ﻣﻐﺎﻟﻐﻠﻪ‬a.i.): düşmanlık, adâvet).

(bkz:

mufassal ‫د‬ (a.s. fasl'dan) : tafsilli, tafsilâtlı, uzun uzadıya anlatılan.

mugalebe ‫“( ﻫﻐﺎﻟﻪ‬ga” uzun olcunur. a.i. galebe'den): 1. galebe ‫ ؟‬almaya, üstün 771

mugallâ, m ugall

gelmeye uğraşma [birbirine]. 2. s. galip. Ustün.

mugavere ‫“( ﻣﻐﺎوره‬ga” uzun okunur, a.i.): ‫ ؟‬apul, yağma, (bkz : garet).

mugallâ, mugalli ‫( ﻣﻐﻠﻰ‬a.s. galeyân'dan) : 1. galeyan hâline getirilmiş, iyice kaynatılmış. 2. hek. papatya, ıhlamur, hatmi gibi çiçeklerin kaynatılmış suyu.

mugayebe ‫ ه‬٠ ‫“( ﻣﻐﺎد‬ga" uzun okunur, a.i.): 1. kaybolma. 2. birini arkadan zemmetme,

mugallat ١‫( ﺀﻏﻠﻂ‬a.s. galat'dan) : yanlış telâffuz edilmiş, [müen. : mugallata]. mugalliye ‫( ﻫﻐﻠﻪ‬a.s.) : ["mugalli” nin müen.]. (bkz : mugallâ, mugalli). mugamere ‫“( ﻣﻐﺎﻣﺮه‬ga" uzun okunur, a.i.) : nefsini şiddete ve sarp işe zorlama, mugameze ‫"( ﻣﻐﺎﻣﺰه‬ga'' uzun okunur, a.i.) : birini göz işâretiyle zemmetme, mugammed ‫( ﻣﻐﻤﺪ‬a.s. gamd'den) : örtülü, .kilifli, kınına konmuş, (bkz : mugmed). mugammedii'l-cenâh : zool. *kınkanatlılar, fr. coléoptères. mugan ‫د‬ (“ga” uzun okunur, f.i. mug'un c.) : 1. ateşe tapanlar. Pîr-i 'mugan : meyhânecilerin miçosu, en eskisi, yaşlısı. 2. mec. tarikat başkam. mugane ‫"( ﻣﻐﺎﻧﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.) ; ateşe tapanların âyini. muganni ‫( ض‬a.s.i. gınâ'dan) : 1. şarkıcı, fr. chanteur, (bkz : hânende). 2. güzel öten kuş. muganniyye ‫( ﻫﻐﻴﻪ‬a.s.i. gınâ'dan) : şarkıcı [kadın], fr. chanteuse. m ugarrak ‫( ﻣﻔﺮق‬a.s.) : 1. gümüşle (gark'dan) suya daldırılmış,

süslü.

m ugarrid ‫ﻏﺮد‬٠ (a.s.) : 1. tagrideden, yüksek sesle gönül okşayıcı şarkı söyleyen [hânende]. 2. pek güzel öten [kuş]. mugaşşî ‫ص‬ tıcı.

. (a.s. gaşy'den) : bayıltan, bayii-

mugaşşiy-âne ‫( ﻣﻐﺸﻴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : baygıncasına, kendinden geçercesine, mugaşşiye ‫( ﻣﻐﺸﻴﻪ‬a.s.) : [“mugaşşi” nin miien.]. (bkz : mugaşşî). mugatti ‫ﻏﻄﻰ‬٠ (a.s.) : örtülmüş, perdelenmiş, üstü örtülü. mugattiye ‫( ﻫﻐﻄﻴﻪ‬a.s.) : [('mugatti'' nin miien.]. (bkz :mugatti). 772

mugayeret ‫"( ﻫﻐﺎﻳﺮت‬ga” uzun okunur, a.i. gayr'den) : aykırılık, uymazlık, başkalık, (bkz: adem-i muvâfakat). mugayir ‫ ر‬.‫"( ت‬ga” uzun okunur, a.s. gayr'dan) : aykırı, uymaz, başka türlü, (bkz: gayr-i muvâfık). mugaylân ‫( ﻣﻐﻴﻼن‬f.i.): bot. deve dikeni, fr. acacia Arabica. mugaylân-gâh ‫( ﻣﻐﻴﻼ ﻧﻜﺎه‬f.b.i.): [bu] dünyâ. (bkzmugaylân-stân, mııgaylân-zâr). mugaylân-stân ‫( ﻣﻐﻴﻼﻟﺸﺎن‬f.b.i.) : [bu] dünyâ. (bkz : mııgaylân-gâh, mııgaylân-zâr). mugaylâü-zâr ‫( ﻫﺨﺔﻻدزار‬f.b.i.) : 1. [bu], dünyâ, (bkz: mııgaylân-gâh, mııgaylân-stân). 2. deve dikeni biten yer, dikenlik, mugayyeb ‫ﻫﻐﻴﺐ‬ (a.s. gayb'dan, c .: mugayyebât): tagylbedilmiş, kaybedilmiş, kayıp. mugayyebât ‫( ﻣ ﻐﻴﺒﺎ ت‬a.i. mugayyeb'in c .) : gizli, görünmez şeyler, (bkz : lediinniyyât). mugayyebât-ı hams (bilinmeyen beş şey): [Kur'ân-ı Kerim'in 34. âyetinde Lokman sûresinde bildirildiğine göre] : 1. kıyâmetin kopacağı zaman; 2. yağmurun yağacağı zaman; 3. ana karnında olanlar; 4. yarin başa ne gelecegi; 5. insanin nerede öleceği, mugayyebe ‫( ﻣ ﻐ ﻴﺒ ﻪ‬a.i.): gizli, görünmeyen bir şey. mugayyer ‫( ﻣﻔﻴﺮ‬a.s. gayr'den): tagyir edilmiş, değiştirilmiş, başkalaştırılmış, mugayyere ‫( ﻣﻐﻴﺮه‬a.s.) : ["mugayyer'' in müen.]. (bkz: mugayyer). mugazebe ‫“( ﻣﻐﺎﺿﺒﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.): birbirini gazaplandırma, kızdırma, mugazele ‫“( ﻣﻐﺎزﻟﻪ‬ga” uzun okunur, a.i.): âşıkane İâtîfeleşme. mugazzi ‫ ى‬٠‫( ﻣﻐﻞ‬a.s. gızâ'dan). (bkz : mugaddi), mugfel ‫( ﻫﻐﻠﺪل‬a.s. gufûl'den) : iğfâl olunmuş, aldatılmış.

muhabbetnâme mugfele ‫( ﻣﻔﻔﻠﻪ‬a.s. gufûl'den): ["mufel" in

müen.]. (bkz: mugfel). mugis ‫ ﻳ ﺖ‬٠ (a.s. gıyâs'dan): yardim eden, yar-

dıma koşan. muglim ‫( ﻣﻐﻠﻢ‬a.i. gulâm'dan) : oglanel. mugliyy ‫( ﻣﻐﻠﻰ‬a.s.): kaynamış, ot, çiçek, pa-

patya, ıhlamur şerbeti. mugmed ‫( ﻣﻐﻤﺪ‬a.s. gamd'den). (bkz : mugam-

med). mugnâ ‫( ﻫﻐﻰ‬a.s.). (bkz : miistagni). mugni ‫( ﻫﺨﻰ‬a.s. gınâ'dan) : 1. İgnâ eden, zen-

gin eden. 2. doyuran, gönlünü tok kılan. eski ‫ ؟‬algılardan birinin adi. [otuz dokuz kirişli, rübâb ve kanun ortası bir saz idi].

3 ٠ miiz.

mugtezî ‫( ﻣﻐﻌﺬى‬a.s. gızâ'dan). (bkz : mugtedi). mugzib ‫( ﻣﻐﻀﺐ‬a.s. gazab'dan): mûzip, gazebe getiren, liiddetlendiren, kızdıran. mug-be‫ ؟‬e ‫( ﻣﻐﺒﺠﻪ‬f.b.i.c.: nıug-be‫ ؟‬egân): 1. mecûsî ‫ ؟‬ocugu. 2 ٠meyhâneci ‫ ؟‬ırağı. mug-be‫ ؟‬egân ‫( ﻣﻐﺒﺠﻜﺎن‬f.b.i. mug-be‫ ؟‬e'nin c .) : 1- mecûsî ‫ ؟‬ocukları. 2. meyhâne çırakları,

m u g tâ ri^ e t ‫( ﻣﻐﺘﺎرﻳﺖ‬a.i.) : bir toplumun yabancılarla yönetilmesi hâli, *yaderklik, fr. hétéronomie. mugtasib ‫( ﻣﻐﺘﺼﺐ‬a.s. gasb'dan) : igtisâbeden, zor ile alan. m u g t e d ^ ^ (a.s. gıdâ'dan) : gidâlanan, gıdâ alan. mugtemiz ‫( ﺷ ﻌ ﺰ‬a.s.) : gammazlayan, mugtenem ‫( ﻣﻐﺘﺘﻢ‬a.s. ganimet'den) : ganimet olarak alınmış. mugtenim ‫( ﻣﻐﺘﺘﻢ‬a.s. ganimet'den) : ganimet olarak alan, ganimet bilen, m ugterib ‫( ﻣﻐﺘﺮب‬a.s.gurûb'dan) :1. gurûbeden, batan. 2. (gurbet'den) gurbete ‫ ؟‬ikan. 3 ٠gurûb. m ugterif ‫( ﻣﻐﺘﺮى‬a.s.) : elini daldırıp avucu ile su alan. mugterik ‫( ﻣﻐﺘﺮق‬a.s. gark'dan) : İğtirâk eden, suda boğulan. mugtesil ‫( ﻣﻔ ﺴ ﻞ‬a.s. gusl'den) : igtisâl eden, yıkanan. muh ‫ خ‬٠ (a.i.). (bkz : muhh).

mugberr ‫( ﻣﻐﺮ‬a.s. gubâr'dan): 1. tozlu, tozlanmış. 2 ٠gücenmiş, gücenik, küskün,

muhâb ‫( ﻣﻬﺎب‬a.s. heybet'den) : kendisinden korkulan, UrkUlen.

muğberrü'l-hâtır : hatırı kalmış, gücenik,

muhâbâ ‫( ﻣﺤﺎﺑﺎ‬a.i.) : korku, ihtiraz, ‫ ؟‬ekingenlik. (bkz : pervâ). Bî-muhâbâ : korkusuz, çekinmeden, (bkz : bî-pervâ).

m ugfil ‫( ﻣﻐﻬﻞ‬a.s. gufûl'den): İgfâl eden, aldatan. mugfile ‫( ﻣﻐﻬﻠﻪ‬a.s. gufûl'den): ["mugfil” in müen.]. (bkz: mugfil). mug-kede ‫( ﻣﻔ ﻜ ﺪه‬f.b.i.): 1. meyhâne. 2 ٠ateşe tapanların ibâdethânesi. muglak ‫( ض‬a.s. galak'den): 1. kapalı, kilitli. 2 ٠çapraşık, anlaşılmaz [öz]. [Arapçadaki asil m ânâsı: "kapanmış, kapalı” demektir], muglakat ‫"( ﻣﻐﻠﻘﺎت‬ka" uzun okunur, a.i. muglak'm c .): anlaşılmaz şeyler, zor şeyler, muglakıyyet ‫( ﻣﻐﻠﻘﻴﺖ‬o.i. galak'dan): muglak oluş, anlaşılmazlık. mugrak ‫( ﻣﻔﺮق‬a.s. gark'den) : gark edilmiş, batmış, batırılmış [suya], muğşâ ‫( ﻫﻐﺸﻰ‬a.s. gaşy'den): örtülmüş, bürünmüş. [“mugaşşâ” şekli de kullanılır].

muhabbet ‫( ﻣ ﺤ ﺖ‬a.i.) : [doğrusu : "mahabbet” dir). (bkz : mahabbet). muhabbet-i ebedi : sonsuz sevgi, muhabbetullâh : Allah sevgisi, muhabbet-âmiz ‫ آﻣﻴﺰ‬(a.f.b.s.) : muhabbetle, dostlukla, sevgi ile. muhabbet-ârâ ‫( ﻣﺤﺒﺖ آرا‬a.f.b.s.) : sevgi bezeyen. [asil : "mahabbet-ârâ" dır], muhabbet-hâne ‫( ﻣﺤﺒﺖ ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : karışık desenli bir İşleme çeşidi, muhabbet-kâr ‫( ﻣﺤﺒﺘﻜﺎر‬a.f.b.s.) : muhabbetli, sevgiyi gösteren, [asil : "mahabbet-kâr" dır]. muhabbet-nâme ‫( ﻣﺤﺒﺘﻐﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : 1. sevgi mektubu. 2. dostça mektup, [doğrusu : "mahabbet-nâme" dir]. 773

muhabbet-zede

muhabbet-zede ‫( ﻣﺤﺒ ﺖ زده‬a.f.b.s.) : muhabbet, sevgi yüzünden belâya uğramış, muhâberât ‫( ﻣﺨﺎﺑﺮات‬a.i. muhâbere'nin c .): haberleşmeler. muhabere ‫( ﻣﺨﺎﺑﺮه‬a.i. haber'den. c . : muhâberât): haberleşme; mektuplaşma. Hutût-İ muhabere : telgraf hatları, muhabere me'muru ‫ ؛‬telgrafçı, muhâbir ‫( ﻣﺨﺎﺑﺮ‬a.s. haber'den): haberci, haber veren kimse; bir yerden gazeteye haber, havâdis gönderen kimse,

muhâcir ‫( ﻣﻬﺎﺟﺮ‬a.s. ve i. hicret'den. c. :

muhacirin) : göçmen, göç eden, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede yerleşen, muhâcirin ‫( ﻣﻬﺎﺟﺮﻳﻦ‬a.s. ve i. muhâcir'in

c.) : 1. göçmenler, göç edenler, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede- yerleşenler. 2. Hz. Peygamber'in emriyle Mekke'den Medine'ye göç edenler, (bkz : ensâr). muhâdaa, muhâdaat ‫ ﻣﺨﺎدﻋﺖ‬، ‫( ﻣﺨﺎدﻋﻪ‬a.i.

had'dan) : hile etme, oyun etme, aldatma, muhâdara ‫( ﻣﺤﺎﺿﺮه‬a.i.). (bkz : muhâzara).

muhâcât ‫( ﻣﺤﺎﺟﺎ ت‬a.i.): bulmaca, bilmece üzerinde birbirleriyle zekâ yarışına çıkma,

muhâdarât ‫( ﻣﺤﺎﺿﺮات‬a.i. muhâdara'nın c.).

muhâcât ‫( ﻣﻬﺎﺟﺎت‬a.i. hecv'den): birbirini hicvetme, yerme.

muhâdât ‫( ﻣﻬﺎدات‬a.i.) : hediyeleşmek.

muhâcce ‫( ﻣﺤﺎﺟﻪ‬a.i.: hiiccet'den): huk. İddiâ edip münâkaşa ederek deliller ve ispatlar gösterme. muhacceb ‫( ﻣﺤ ﺠ ﺐ‬a.s.): perde ile ayrılan, perdelenmiş, (bkz: tecrid).

(bkz : muhâzarât).

muhaddab ‫( ﻣﺨﻀﺐ‬a.s.) : tahdibolunmuş, bo-

yanmış, (bkz : muhazzab). muhaddar ‫( ﻣﺨﻀﺮ‬a.s.) : tahdir olunmuş, yeşil

renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz : muhazzar). muhadde ‫( ﻣ ﺤﺪه‬a.s. hadde'den) : 1. sınırlan-

mış. 2. bilenmiş.

muhaccel ‫( ﻣﺤﺠﻞ‬a.s.): 1. zifafhâneye, gerdege konulmuş. 2. i. ayağı sekili, beyazlı at.

muhaddeb ‫ب‬

muhaccil ‫( ﻣﺨﺠﻞ‬a.s. haclet'den) : tahcil eden, utandıran.

convexe.

‫( د‬a.s. hadeb'den) : 1. kanburlu, tiimsekli. 2. geo. dışbükey, konveks, fr.

mııhâcemât ‫ﻣﻬﺎﺟﻤﺎت‬ (a.i. hücûm'dan. muhâceme'nin c .): hücûmlar, saldırışlar,

muhaddebii't-tarafeyn : iki yani tümsekli,

muhâceme ‫( ﻣﻬﺎﺟﻤﻪ‬a.i. hücûm'dan. c . : muhâcemât): 1. hücûm etme, saldırma. 2. her taraftan birden saldırma,

muhadded ‫( ﻣ ﺤﺪد‬a.s.) : tahdidedilmiş, sınırı

muhâceret1 ‫ ة( ﻣﻬﺎﺟﺮت‬.hicret'den):muhacirlik, göç etme, göç. mııhâceret-i akvâm : ı) kavimlerin muhacereti, göçü; 2) tar. Milâdî IV. asırda, Avrupa doğusunda Hunlarm tazyiki ile meydana gelen kavimler göçü,

muhadder, muhaddere ‫ ﻣﺨﺪره‬، ‫( ﻣﺨﺪر‬a. S. C. :

muhâcet ‫( ﻣﻬﺎﺟﺖ‬a.i. hecv'den): birbirini hicvetme.

muhaddes ‫( ﻣ ﺤﺪ ث‬a.s. hads'den) : 1. tahdis

muhâceze ‫( ﻣﻬﺎ ﺟﺰه‬a.i.); fısıldamak,

bombeli dürbün cami. çizilmiş, sınırlanmış. muhadded ‫( ﻣ ﺨﺪد‬a.s.) : eti buruşmuş olan,

muhadderât) : kapalı, örtülü, nâmuslu kadinj Müslüman kadını. ' muhadderât ‫( ﻣﺨﺪرات‬a.s. muhaddere'nin c.) :

kapalı, örtülü, nâmuslu kadınlar; MÜSİÜman kadınlan. olunmuş, haber verilmiş. 2. şükranla bildirilmiş.

‫( ﻣﺤﺪﺛﻪ‬a.s.) : ["muhaddes" in müen.]. (bkz : muhaddes).

muhâcim ‫( ﻣﻬﺎﺟﻢ‬a.s. hücûm'dan): saldıran, hücûmeden.

muhaddese

muhâcimîn ‫( ﻣﻬﺎﺟﻤﻴﻦ‬a.s. muhâcim'in c .): saldıranlar; üşüşenler.

muhaddid ‫( ﻣ ﺤﺪد‬a.s.) : 1. tahdideden, sınırını

çizen, sınırlayan. 2. bileyici, keskinleştirici.

Muhâkemeïü'1-Lûgateyn muhaddir ‫( ﻣﺤﺪر‬a.s.) : kabartan, şişiren. Darbe-i muhaddire : kabartıp şişiren vuruş.

muhâfaza-kâr ‫( ﻣ ﺤﺎﻓﻐﻠﻪ ﻛﺎ ر‬a.f.zf.) : tutucu, bir şeyi olduğu gibi, değiştirmeden tutmak isteyen, eskiye bağlı, fr. conservateur.

muhaddir, muhaddire ‫ د ر ه‬، ‫( ﻧ ﺮ‬a.s. hadr'den) : tahdir eden, hissi uyuşturucu, uyuşturan, fr. narcotique. Edviye-i muhaddire : hek. uyuşturucu İlâçlar,

muhâ‫ ؛‬aza-kâr-âne ‫( ﻣ ﺤﺎﻓ ﻈﻪ ﻛﺎ راﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : muhafazakâr olana yaraşır yolda.

muhaddirât ‫( د ر ا ت‬a.i. muhaddire'nin c.) : uyuşturucu İlâçlar.

muhâfete ‫( ﻣ ﺨﺎﻓﺘﻪ‬a.i.) : yavaş okuma; söyleme,

muhaddire ‫( ﻣﺤﺪره‬a.s.) : [“muhaddir'’ in miien.]. (bkz : muhaddir). muhaddis ‫د ث‬ (a.s. hadis'den. c. : muhaddisin) : hadis ile meşgul olan, Hz. Muhammed'in sözlerini bildirmiş olan kimse. muhaddisin ‫( د ﺷ ﻦ‬a.s. muhaddis'in c.) : hadis ile meşgul olanlar, Hz. Muhammed'in sözlerini toplamış olan kimseler, muhaddiş ‫( ﻣﺨﺪش‬a.s. hadş'den) : tahdîş eden, kulağı tırmalayan. muhâdene ‫( ﻣﻬﺎدﻧﻪ‬a.i.). (bkz : muhâdenet). muhâdenet ‫( ﻣﺨﺎدﻧ ﺖ‬a.i.) : dostluk, yakın ahbaplik. muhâdenet ‫( ﻣﻬﺎدﻧﺖ‬a.i.) : barışma, barışık olma, (bkz : musâlaha).

muhâfazat ‫( ﻣ ﺤﺎ ﻗ ﻔﻠ ﺖ‬a.i.) : muhafızlık, koruyuculuk.

muhaffef ‫ ﻣ ﺨ ﻔ ﻒ‬-(a.s. hiffet'den) : 1. tahfif olunmuş, hafifletilmiş, hafiflendirilmiş. 2.g. s. bir yazı sitili. muhaffefe ‫( ﻣ ﺨﻔﻔ ﻪ‬a.s. hiffet'den) : [“muhaffef” in müen.l. (bkz ; muhaffef). muhaffif ‫ ﻣ ﺨ ﻔ ﻒ‬-(a.s. hiffet'den) : hafifleten, hafifletici. Esbâb-1 muhaffife : hafifletici sebepler [suçu]. muhaffife (a.s. hiffet'den) : [“muhaffif” in miien.]. (bkz : muhaffif). muhâfiz ‫( ﻣ ﺤﺎ ﻓ ﻆ‬a.s. hıfz'dan) : 1. muhâfaza 'eden, değiştirmeyen saklayan, koruyan. 2. i. bekçi. ınuhâfızîn ‫( ﻣﺤﺎﻓﻈﻴﻦ‬a.i. . muhâfız'ın c.) : muhâfaza edenler, bir yeri koruyup bekleyenler.

muhâdese ‫( ﻣﺤﺎدﺛﻪ‬a.i. hadis'den) : konuşma; hikâye söyleme [birbirlerine],

muhâk ‫( ﻣ ﺤﺎ ق‬a.i.) : her arabi ayının son üç gecesi, [kelimeyi, üç harekesiyle d'e kullanmak câizdir]. (bkz : mahâk, mihâk).

mııhâdeşe ‫( ﻣﺨﺎدﺷﻪ‬a.i.) : tırmalama, zahmet, sıkıntı verme.

muhâkât ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﻛ ﺎ ت‬a.i.) : birbirine hikâye söyleme.

muhâdi' ‫( ﻣﺨﺎدع‬a.s. had' ve hid'den) : hile yapan, aldatan.

muhâkât ‫( ﻣ ﻬﺎ ﻛﺎ ت‬a.i.) : ahmak yerine koyma [birini].

muhâdi-âne ‫( ﻣﺨﺎدﻋﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : hile ile, aidatarak.

muhâkemât ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﻛ ﻤﺎ ت‬a.i. muhâkeme'nin c.) : muhakemeler.

mııhâdiş ‫( ﻣﺨﺎدش‬a.s.) : tırmalayıcı, zahmet ve ıztırap verici.

muhakeme ‫( ﻣ ﺤﺎ ﻛ ﻤ ﻪ‬a.i. hiikm'den. c. : muhâkemât) : 1. dâvâ İçin iki tarafın mahkemeye başvurması. 2. iki tarafı dinleyip hüküm verme. 3. bir hüküm çıkarmak İçin bir İŞİ zihinde inceleme. 4. yargılama. 5. fels. Uslamlama, U sa vurma, muhâkeme-i gıyâbi^e : huk. giyab karârı, dâvâcilardan biri veyâ ikisi hazır bulunmadiklari halde mahkemece verilen hüküm. MuhâkemetU'l-LUgateyn (iki dilin karşılaştırılması) : ünlü Tiirk şâiri Ali Şîr Nevâî'nin

muhadrem ۶- ( a .s .h a d r a m 'd a n ) :C â h iliy e devrinde doğan ve İslâmlık zamanında da yaşayan kimselere verilen bir ad. muhadremin ‫( ﻣﺤﻀﺮﻣﻴﻦ‬a.i. : muhadrem'in c.) : Câhiliyeti ve İslâmî İdrâk eden ve ikinci derece İtibâr olunan Arap şâirleri, muhâfaza ‫( ﻣﺤﺎﻓﻐﻠﻪ‬a.i. hıfz'dan) : hıfzetme, saklama, koruma, kayırma, (bkz : vikaye).

775

muhâkî

bir eseri olup Türkçe ile Farsçanm karşılaştırılmasını ve bâzı alanlarda Türkçenin bu dile üstün oluşu konusunu ele almıştır, muhâkî ‫( ﻣﺤﺎﻛﻰ‬a.s.): benzeyen, benzer olan, 'muhakka ‫( ﻣﺤﻘﻪ‬a.i.): 1. hak İddiâ etme. 2. çekişme.

muhâlefe ‫( ﻣﺤﺎ ﻟﻔﻪ‬a.i. h alfd en ): birbirine karşı yemin etme, antlaşma. muhalefet ‫( ﻣﺨﺎﻟﻐﺖ‬a.i. sü l.: halefe'den): muhaliflik, uygunsuzluk, aykırılık; düşmanlık. (bkz: Ziddıyyet). muhalefettin li'1-havâdis : mahlûkatın (*yaratıklarm) hiçbirine benzememek sıfatı ve hâli. [Allah'ın sifotlarındandır].

muhakkak, muhakkaka ‫ ﻣﺤﻘﻘﻪ‬، ‫( ﻣﺤﻘﻖ‬a. s. hakk'dan): 1. tahkik olunmuş, hakikati, gerçekliği, dogrulugu belli olmuş; dogru. 2. her halde, ne olursa olsun, (bkz : mutlaka).

muhaieset ‫( ﻣ ﺨ ﺎ ق‬a.i. hulûs'dan): birbiriyle dostça geçinme, dostluk ve iyi muâmele etme.

muhaltkar ‫( ﻣﺤﻘﺮ‬a.s. hakaret'den): tahkir olunmuş, ilakarete uğramış, hor ve hakir tutulmuş.

muhalhil ‫( ﻣ ﺨﻠ ﺨ ﻞ‬a.s.) : 1. havayı hafifleten. 2. fiz., kim. *analizleyen. 3. eriten, fr. solvent.

muhakkem ‫( ﻣ ﺤ ﻜﻢ‬a.s. hükın'den). (bkz : muhkem). muhakkik ‫ﻣﺤﻘﻖ‬ (a.s. hakk'dan c .: muhakkikin): tahkik eden, hakikati, gerçeği arayıp meydana çıkaran; soruşturucu, muhakkık-âne ‫( ﻣﺤﻘﻘﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): hakikati, gerçeği araştırana yakışacak yolda, muhakkikin ‫( ﻣﺤﻘﻘﻴﻦ‬a.s. muhakkikin c .): muhakkıklar, hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar. m u h a k k i r - (a.s. hakeret'den): tahkir eden, hakir ve hor gören. muhakkir-âne ‫( ﻣﺤﻘﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): tahkir edercesine. muhâl ‫( ﻣﺤﺎل‬a.s.) : mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak. Hayâl-İ muhal: İmkânsız, *olanaksız şey. muhale ta'lîk: olmaza bağlama, muhâlaa ‫( ﻣﺨﺎﻟﻌﻪ‬a.i. hal'den) : huk. kadının kocasına biraz mal vermek suretiyle birbirlerinden resmen ayrılmaları,

muhalif ‫ﻣﺨﺎﻟﻒ‬ (a.s. muhalefet'den): 1. muhalefet eden, aykırılık gösteren, uymayan, uygun olmayan. 2. birinin, düşüncesine zıt düşüncede bulunan, muhaiif-i a k l: akil ve mantiga aykırı düşen, muhâlîf-i ırâk : miiz. Türk müziğinin pek eski bir mürekkep makamı olup XVIII. asır ortalarına kadar kullanılmış, sonra terkedilmiştir. [Gazi Giray'm XVI. asır sonlarından kalma peşrev ve saz semâisi, makama misâldir). muhâlif-i kaide : mant. *düzgüsüz, fr. anormal. muhalif ku٣ e-i elektrikıyye : fiz. zıt elektromotor kuvvet. muhalife ‫ﻣﺨﺎﻟﻔﻪ‬ (a.s. muhalefet'den): [“muhâlif” in müen.]. (bkz : muhâlif). muhalifin ‫( ﻣﺨﺎﻟﻔﻴﻦ‬a.s. m uhalifin c .): aykırıilk gösterenler, zıt düşüncede olanlar, muhallâ‫( د ﻟ ﻰ‬a.s.halâ'dan) :tahliyeolunmuş, süslenmiş, süs yapılmış, donatılmış,

muhâlasat ‫( ﻣﺨﺎ ﻟﺼﺖ‬a.i.). (bkz : muhâleset).

muhallâ ‫( ﻣﺨﻠﻰ‬a.s. halâ' ve hâlî'den) : 1. tahliye olunmuş, boşaltılmış. 2. süslenmiş, süs yapılmış.

mu.hâlât ‫( ^ ﻻ ت‬a.s.c.) : muhâl olan, mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak şeyler,

m u h a lla k ^ ^ (a.s.) : 1. tıraş olmuş. 2. hacılarin Mina'da tıraş oldukları yer.

muhâlata ‫( ﻣﺨﺎﻟﻄﻪ‬a.i. halt'dan. c . : muhâlatât): 1. karışma, (bkz : ihtilât). 2. güzel uyuşma, anlaşma, (bkz : hüsn-i imtizâc).

muhalled ‫( ﻣ ﺨﻠﺪ‬a.s. huld'den. c. muhalledin ve muhalledûn): tahlid olunan, dâimi, sürekli olarak kalan, (bkz : ebedi),

mııhâlatât ‫( ﻣﺨﺎﻟﻄﺎت‬a.i. muhâlata'nm c .): 1. karışmalar. 2. güzel anlaşmalar.

muhalledât ‫( ﻣ ﺨﻠﺪا ت‬a.s. muhalled'in c .): 1. kalacak şeyler. 2. şaheserler.

٦٦‫ئ‬

Muhammediyyûn muhaUedin ‫( ﻫﺨﻠﺪﻳﻦ‬a.s. muhalled'in c.): dâimî, sürekli olarak kalan şeyler.

muhalliyetii'l-hevâ: fiz. hava boşaltma tulumbası.

muhalledûn ‫( ﻫ ﺨﻠﺪﻟ ﻦ‬a.s. muhalled'in c.): (bkz: muhalledin).

muhallün-leh ‫ ﻻ‬٠‫( ﻣﺤﻞ‬a.b.s.): 1. kendisine helâl olan. 2. fık. boşadığı karısı, başka birisiyle evlenip boşandıktan ve bir iddet devresi bekledikten sonra tekrar kendisine dönmesi şer'an kabûl edilen koca,

muh.allef ‫( ﻣ ﺨ ﻒ‬a.s.): 1. geride kalan. 2. i. ölenin bıraktığı mal. (bkz : tereke), muhallefât ‫( ﻣﺨﺲ ت‬a.i. muhallefe'nin c.): ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, (bkz: metrûkât). muhallefe ‫( ﻣ ﺨ ﻚ‬a.i.): olen bir adamm dul kalan karısı. muhalleliin-leh ‫( ﻣﺨﻠﻞ ﻻ‬a.b.i.) : huk. [eskiden] üç talâk ile boşadığı kadını, mahzâ kendisine helâl olmalc üzere başkasına tezvice râzı olan. muhalles ‫( ﻣﺨﻠﺺ‬a.s.): tahlis olunmuş, kurtarılmış.

muhâliin aleyh ‫( ﻣﺤﺎل< ﺀل؛ه‬a.s.): fık. "aleyhine gönderilen” : havâleyi kabûl eden kimse. muhâliin bih ‫إه‬ olunan mal.

(a.s.): fık. birine havâle

muhâliin leh ‫( ﻫﺤﺎل ﻻ‬a.s.): "lehine gönderilen” : fık. alacaklı olan kimse, (blcz: dâyin). muhâmât ‫( ﻣﺤﺄﻣﺎت‬a.i.): 1. koruma. 2. avukatilk etme. muhâmese ‫ ﻫﺎ ﺳ ﻪ‬٠ (a.i.): fısıldanma.

muhalli ‫( ﻫﺨﻠﻰ‬a.s. halâ'dan): tahliye eden, boşaltan.

muhâmî ‫( ﻣﺤﺎﻫﻰ‬a.i.): 1. müdafea eden, savunan, koruyan. 2. avukat,

muhallid ‫( ﻣﺨﻠﺪ‬a..s. huld'den): devamlı, SÜrekli kılan, ebedileştiren,

muhammara ‫( ﻣﺨﻤﺮه‬a.i.): son yıllarda Türkiye'de birçok evlerde yapılagelen ve uzun kırmızı yaş biber haşlanıp .ezilerek İçine bir miktar salça, .zeytinyağı, limon, sarımsak, ceviz ve biraz da kırmızı toz biberin karıştırılmasıyla oluşan ve çerez olarak hazırlanan bir çeşit Arap yemeği.

muhallide ‫( ﻣﺨﻠﺪه‬a.s. huld'den): [“muhallid" in müen.]. (bkz : muhallid). muhallil ٠‫( ﻣﺨﻠﻞ‬a.i.): huk. [eskiden] üç talâk ile boşanan bir kadını, mahzâ eski kocaS i n a helâl kılmak İçin, bu kadınla evlenen kimse, [bu hareket kötü sayılır]. muhallil (Jk . (a.s. hall'den): 1. tahlil eden, analiz yapan, kim. çözümleyen. 2. hek. yumruları, şişleri veyâ bir İltihâbı iyi eden ilâç. muhallilât ‫( ﻣ ﺤﻠ ﻼ ت‬a.i. muhallile'nin c.): hek. iltihapları, şişleri, yumruları iyi eden İlâçlar. * ‫( ﻣﺤﻠﻠﻪ‬a.s.): [“muhallil'' in müen.]. (.bkz: muhallil). muhallim ‫( ﻣﺤﺾ‬a.s. hilm'den): halim eden,, sâkin, yavaş kılan. muhallis ‫( ﻣﺨﻠﺺ‬a.s. halâs'dan): tahlis eden, kurtaran. muhallit ‫( ﻣ ﺨﻠ ﻂ‬a.s. halt'dan): tahlit eden, karıştıran. muhalliye ‫( ﻫﺨﺒﻪ‬a.i.): fiz. *boşaltaç.

muhammas ‫ ص‬٠‫( ﻣ ﺢ‬a.s.). (bkz : muhammes). Muhammed (a.h.i.): bir çok defalar hamd ii senâ olunmuş, tekrar tekrar övülmüş mânâsına gelen bu kelime, Peygamberimizin adıdır. [Kendisinden evvel de bu adi almış kimse yoktur]. Muhammedi ‫ ى‬٠‫( ﻣﺤﻤﺎ‬a.s. hamd'den): 1. Hz. Muhammed'e âit, onunla ilgili. 2. (a.c. Muhammediyyûn): Muhammed Ummetinden olan, Müslüman. Muhammediyye ‫ دﻳﻪ‬٠‫( ﻣﺢ‬a.s.): 1. (bkz: Muhammedi). 2. i. Hz. Muhammed'in hayâtına dâir Hacıbayram-ıVeli'nin halifesi Gelibolulu Muhammed efendi tarafından yazılmış olan meşhur manzum eser. 3. Şîî mezhebinin bir kolu. Muhammediyyûn ‫ و ن‬(a.s. Muhammedi nin c .): Hz. Muhammed'in ümmetinden olanlar, Miislümanlar.

Tll

muhammen

muhammen ‫( ﻣﺨ ﺲ‬a.s. hamn'den): tahmin edilmiş veyâ edilen, sanılmış, sanılan,

muhannâ ‫( ﻫﺤ ﻰ‬a.s.): 1. eğri, çarpık, bükük, dolambaç. 2. kınalanmış,

muhammene ‫( ﻣﺨﻤﻔﻪ‬a.s. hamn'den): ["muhammen.' in müen.l. (.bkz :.muhammen),

muhannes ‫( ﻣ ﺨ ﺚ‬a.s.): korkak, alçak, kadın tabiatlı, kaile‫ ؟‬, (bkz : nâ-merd).

muhammer ‫( ﻣﺤﻤﺮ‬a.s. himâr'dan): tahmir olunmuş, eşeğe benzetilmiş, kendisine eşek denilmiş.

muhannes-âne ‫( ﻣﺨﺘﺎﻧﻪ‬a.zf.)alçakça, alçakcasına, kalleşçe, kalleşçesine,

muhammer ‫( ﻣﺨﻤﺮ‬a.s. hamr'dan): 1. tahmir olunmuş, mayalanmış, ekşiyip kabarmış. 2. yugurulmuş; şarap gibi kaynayıp kıvâmını bulmuş, (bkz: muhmer). muhammes ‫( ﻣﺤﻤ ﺲ‬a.s.) : tahammüs etmiş, ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş, (bkz: muhammas). muhammes ‫( ﻣﺨﻤ ﺲ‬a.s. hums'dan): 1. tahmis edilmiş, beşli, beş katil. 2. ed. [İ.S.] her bendi beş mısrâlı olan manzûme. 3. geo. beşgen, fr. pentagone. muhammes-i muntazam : geo. düzgün beşgen. muhammes-i miitekerrir : ed. beşinci misrai tekrarlanan muhammes. muhammes-i miizdevic : ed. beşinci mısraı tekrarlanmış muhammes. 4. müz. bahr-i h a fifi sâniden 16 darblı beste ve İlâhilerde kullanılan bir usul. muhammez ‫( ﻣﺤﻤﺾ‬a.s. hamz'dan): hamızlanmış, oksitlenmiş, paslanmış, muhammis ‫( ﻣﺤﻤﺺ‬a.s.): 1. tava. 2. kahve, mısır gibi şeyleri kavuran, kavurup satan [kimse]. muhammız ‫( ﻣﺤﻤﺾ‬a.s.): humuzlayan, Oksitleyen. muhammin ‫( ﻣﺨﻤﻦ‬a.s. hamn'den): 1. tahmin eden, sanan. 2. i. karar veren, değer biçen kimse, eksper. muhammir ‫( ﻣﺤﻤﺮ‬a.s. hamr'dan): 1. tahmir eden, mayalayan, ekşitip kabartan. 2. yuguran; şarap gibi kaynatıp kıvâmını bulduran. (bkz: muhmir). muhammir ‫( ﻣﺤﻤﺮ‬a.s.): kızdırıcı ilâç, muhân (a.s. hevn'den): 1. İhânet olunmuş. 2. alçak kişi. muhânet ‫( ﻣﻬﺎ ﻧﺖ‬a.s.): ["muhân” in müen.J îhânet eden, hâin, alçak, (bkz : muhân*). 778

muhannet ‫( ﻣ ﺤ ﻂ‬a.s.): tahnit olunmuş, mumyalanmış, (bkz: muhnat). muhannit ‫( ﻣ ﺤ ﻂ‬a.s.): tahnit eden, mumyalayan. muhârât ‫( ﻫﻬﺎرات‬a.i.) : sakalına gülerek biriyl'e alay etme. muhârebât ‫ﻣﺤﺎر؛ات‬ (a.i. harb'den. muhârebe'nin c .): harbetmeler, savaşmalar; harbler, savaşlar. m u h â r e b e (a.i.harb'den.c. :muhârebât): harbetme, savaşma; harb, sava‫ ؟‬, savaşta yapılan çarpışmalardan her biri, (bkz : ceng, cidâl, perhâş, vega). muhârese, muhâreset ‫ ﻣﺤﺎرﺳﺖ‬، ‫( ﻣﺤﺎرﺳﻪ‬a. i. hirâset'den): muhafaza, koruma, muhâreşe ۵ ‫( ﻣﻬﺎر‬a.i.): kışkırtma, halkı birbirine düşürme. muhâreşe ‫( ﻣﺤﺎرﺷﻪ‬a.i.): fit verip kavga çıkartma. muhârib ‫( ^ و ب‬a.i. harb'den): 1. muhârebe eden, savaşan. 2. harb tekniğini iyi bilen, muhâribeyn ‫( ﻣ ﺤﺎ رﺑﻴ ﻦ‬a.s.c.): iki muhârib, iki savaşçı. Tarafeyn-i muharibeyn : savaşan iki taraf. muharrak (a.s. harik'den): tahrik olunmuş, yakılmış, yanmış. muharref ‫( ﻟ ﺮ ف‬a.s. harf'den): tahrif edilmiş, değiştirilmiş, kalem oynatılmış [üzerinde], muharref ‫( ﻣﺨﺮف‬a.s.): tahrif olunmuş, bunak denilmiş [kendisine-]. muharrefât ‫( ﻣﺤﺮﻓﺎت‬a.s. muharrefin c .): tahrif edilmiş, değiştirilmiş şeyler, muharrefe ‫( ﻫﻴﺮف‬a.s.): ["muharref" inmiien.]. (bkz: muharref). muharrem ‫( ﻣﺤﺮم‬a.s.i.c.: muharremât),: 1. tahrim. olunmuş, haram kılınmış. 2. kamer takviminin birinci ayı, aşûre ayı.

muhâsede

[Müslümanlıktan önce bu ayda savaş haram oldugu İ‫ ؟‬in muharrem adi verilmiştir. Bu ayin ilk on gününde, Kerbelâ vak'asınm yıldönümü olarak mâtem yapılır ve onuncu günü de aşûre pişirilir]. 3. erkek adi. muharremât ‫( ﻣﺤﺮﻣﺎت‬a.i. muharrem'in c.) : şerîat‫ ؟‬a haram ve yasak olan şeyler. m uharremim e ‫( ﻣ ﺤ ﺮﺑﻪ‬a.i.) : 1. muharrem'in ilk günü verilmesi âdet olan bahşiş, yılbaşı bahşişi [hicret yılı hesâbıyla]. 2. yeni yıl İ‫ ؟‬in söylenilen kaside; muharrem ayından bahseden şiir.

mevzu (^konu) yu yazı ile anlatan. 2. te'lif eser sâhibi. (bkz : müellif), muharrirân ‫( ﻣﺤﺮران‬a.i.c.) : muharrirler, yazarlar. muharrire ‫( ﻣﺤﺮره‬a.s. ve i.) : ‫"؛‬muharrir” in miien.]. (bkz : muharrir), muharririn ‫( ﻣﺤﺮرﻳﻦ‬a.s.i. muharrir'in c.) : 1. muharrirler, yazarlar. 2. te'lîf, eser sâhipleri. (bkz : müellifin), muharriş ‫( ﻣﺤﺮص‬a.s. hirs'dan) : tahris eden, hırslandıran, hırs ve tamah arttıran,

muharremii'l-harâm ‫( ﻣﺤﺮم اﻟﺤﺮام‬a.it.): Muharrem ayı.

muharris-âne ‫( ﻣﺤﺮ ﻋﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : hırslandırırcasmaj hırs ve tamahı arttirircasina.

muharrer ‫س‬ mış, yazılı.

muharriş ‫( ﻣ ﺮ ش‬a.s.) : 1. tahri? eden, tırmalayan; azdıran. 2. biy. .irkilten, fr. irritant,

(a.i.): tahrir olunmuş, yazıl-

muharrerât ‫ات‬.‫( ﻣﺤﺮر‬a.s. muharrer'in c .): yazılmış şeyler, yazılı kâğıtlar; mektuplar, muharrerât-ı resmiyye : resmi yazılar, mektuplar. muharrere ‫( ﻣﺤﺮره‬a.s.) : [“muharrer” in müen.]. (bkz: muharrer). muharrib ‫ز ب‬ (a.s. harab'dan. c . : muharribin): harâbeden, yıkan, yok eden, (bkz: muhrib).

muharrişe ٠‫( ﻟ ﺨ ﺮ ﺷﺎ‬a.s.) : ["muharri‫ " ؟‬in müen.l. (bkz : muharriş). muharrit

(a.s.) : ishal verici bir ilâ‫ ؟‬,

muharriz ‫( ﻣﺢ ر ص‬a.s.) : tahriz ve teşvik eden, kışkırtan. muhâsama ‫( ﻣ ﺨﺎ ﺻ ﻤﻪ‬a.i. husûmet'den. c. : muhâsamât) : iki taraf arasındaki düşmanilk. (bkz : husûmet).

muharribin ‫ز س‬ (a.s. muharrib'in c .) : harâbedenler, yıkanlar, yok edenler.

muhâsamât ‫( ﻣ ﺨ ﺎ ﻋ ﻤﺎ ت‬a.i. muhâsama'nm c.) : düşmanlık, i'lân-ı muhâsamât : ask. harb ilânı.

m uharrif ‫( ﻫﺤﺮف‬a.s.): tahrifeden, bozan, silen; hilecilik yapan.

muhâsamet ‫( ﻣ ﺨﺎ ﺻ ﺖ‬a.i. husûmet'den) : düşmanlik. (bkz : muhâsama).

m uharrik ‫( ز ق‬a.s. harik'den): tahrik eden, yakan.

muhâsara ‫( ﻣ ﺤﺎ ﺻ ﺮه‬a.i. hasr'dan) : kuşatma, etrâfını ‫ ؟‬evirme,fr. siège. Ref'-imuhâsara : mııhâsarayı kaldırma.

m uharrik ‫( ﻣﺤﺮق‬a.s. hark'dan) : 1. tahrik eden, ‫ ؟‬ok yakan. 2. ‫ ؟‬ok harâret veren, pek susatan. muharrik, muharrike ‫ ﻣﺤﺮﻛﻪ‬، ‫( ﻣﺤﺮك‬a.s. hareket'den): 1. tahrik eden, hareket getiren, oynatan. 2. kışkırtan, ayartan, dürten. 3 . fels. *devitken. 4. kim. *karma‫ ؟‬, m uharrik m a k ara : fiz. hareketli (*devingen) makara.

muhâsebât ‫( ﻣ ﺤﺎ ﺳﴼا ت‬a.i. muhasebe'nin c.) : hesap İşleri, hesap görmeler; hesap dâireleri. Dîvân-ı muhâsebât : *Sayıştay,

m uharrikiyyet ‫( ﻣﺤﺮﻛﻴﺖ‬o.i.): hareket ettiren güc.

muhâsebe ‫ﻣﺤﺎﺳﺠﻪ‬ (a.i. hisâb'dan. c. : muhâsebât) : 1. hesap İŞİ. 2 ٠hesaplaşma, hesap görme. 3. bir dâire veyâ " hesap işleriyle meşgul olan kısmı, *saymanlik. muhâsebe-i um ûm ice kanUnu : huk. devlet mallarının idâresi ve hesaplarının tutulması usullerini düzenleyen kanun,

m uharrir ‫( ﻫﺤﺮر‬a.s. ve i.c .: muharririn): 1. tahrir eden, yazı yazan, kâtib, yazar, bir

muhâsede ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﻣ ﺪ ه‬a.i. hased'den) : hasedleşme; birbirini ‫ ؟‬ekememe. 779

muhâsim muhâsim ‫( ﻣﺨﺎﺻﻢ‬a.s. husûmet'den) : hasım, düşman olarak karşılaşanlardan her biri, muhâsima ‫( ﻣﺨﺎﺻﻤﻪ‬a.s. husûmet'den) : ["muhâsim” in müen.]. (bkz : muhâsim). muhâsımîn ‫( ﻣﺨﺎ ﺻ ﻤ ﻦ‬a.i. muhâsım'ın c.) : düşmanlar, (bkz : a'dâ). muhâsir ‫ﻣﺤﺎﺻﺮ‬

(a .s. h a s r 'd a n . c . : m u h â s ı r î n ,

m u h â s ır û n ) : m u h â s a r a e d en , e t r â fın ı k u şa tan , sa ra n ,

fr. assiégeant,

muhâsira ‫ﻣﺤﺎﺻﺮه‬

(a .s. h a s r 'd a n ) : [“ m u h â s i r ”

‫ﻣﺤﺎﺻﺮس‬

m u h âsara

(a .s.

e d e n le r ,

m u h â s ı r 'ı n

e trâ fın ı

c .) :

k u şa ta n la r,

(b k z : m u h â s ır û n ).

muhâsırûn ‫ﻣﺤﺎﺻﺮون‬

‫( ﻣﺤﺼﻞ‬a.s. husûl'den): 1. husûle getiren, hâsıl eden, meydana getiren. M u h a ssıl-I fa h m : Karbon devri. 2. i. vergi tahsildârı [Tanzimat'tan önce]. 3. [eskiden] mutasarrıftan küçük, kaymakam ve müdürler derecesinde bir me'mıır.

m u h assıl

‫( ﻣﺤﺼﻦ‬a.s.): ı.kale gibi korunaklı ve saglam kılan. 2. nâmahremden saklayan.

m u h assın

i n m ü e n .] . ( b k z : m u h â s ir ) .

m uhâsırîn

‫( ﻣﺤﺴﻦ‬a.s. hasen'den): tahsin eden, güzel kılan, güzelleştiren.

m u h assin

‫ﻣﺨﺴﺮ‬ (a.s.: hasar'dan. c .: muhassirîn): hasâra, zarâra, ziyâna ugratan.

m u h a ssir (a.s. m u h â s ı r 'ı n c.). ( b k z :

m u h â s ır în ).

muhâsib ‫(' ﻣ ﺤ ﺎ ب‬a.s. ve i. hisâb'dan) : muhâsebe, hesap işlerini iyi bilen, Sayman. muhâsibiyye ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﺑ ﻴ ﻪ‬a.h.i.) : Ebi Abdullah el-Hâris bin Esed el-Muhâsibi tarafından kurulan tarikat. muhassal ‫( ﻣ ﺤ ﻤ ﻞ‬a.s. husûl'den) : 1. tahsil olunmuş, hâsıl edilmiş, elde edilmiş. 2. zf. hâsılı, hulâsa, sözün kısası, İşin sonu, muhassal-i kelâm : sözün kısası,

‫( ﻣﺨﺴﺮﻳﻦ‬a.s. muhassir'in c.): hasâra, zarâra, ziyâna uğratanlar,

m u h a ssirîn

m u h assis

‫ ﻣ ﺤﻔ ﻰ‬، ‫( ﻣﺤﺸﺎ‬a.s.): tahşiye olunmuş, hâşiye yazılmış.

m u h aşşâ

m u h aşşen ı

‫( ﻣﺨﺸﻢ‬a.s.): sarhoş, (bkz : mest).

m u h aşşî

‫ﻣﺤﺸﻰ‬

muhassan ‫( ﻣﺤﺼﻦ‬a.s. hisn'dan) : kuvvetlendirİlmiş, istihkâmlanmış.

m u h aşşî

muhassasa (a.s. husûs ve hâss'dan) : [“muhassas” in miien.]. (bkz : muhassas). muhassasât ‫( ﻣﺨﺼﺼﺎت‬a.s. muhassas'm c.) : 1. bir kimseye verilmiş olan maaş, tayin v.b. 2. bütçeden, devlet dâireleri İçin ayrılan para, ödenek. muhassen ‫( ﻣ ﺤ ﻦ‬a.s. hiisn'den) : beğenilmiş, güzel, faydalı, hayırlı İş. muhassenât ‫( ﻣ ﺤ ﺴﺎ ت‬a.i. muhassene'nin c.) : 1. güzel, faydalı, hayırlı İşler. 2. üstünlük sebepleri.

(a.s.):

hâşiye

yazan,

hâşiyeleyen. m u h aşşi'

muhassas ‫( ﻣﺨﺼﺺ‬a.s. husûs ve hâss'dan. c. : muhassasât) : tahsis olunmuş, tâyin edilmiş, ayrılmış [birine].

‫( ﻣﺨﺼﺺ‬a.s. hıısûs'dan): tahsis eden,

has kılan.

muhassala ‫( ﻣﺤﺼﻠﻪ‬a.i. husûl'den) : 1. elde edilen netice. 2. fiz. *bileşke,

780

‫( ﻣﺤﺴﻮ‬a.s.): tahsîr olunmuş) hasret

٠ kalmış.

‫( ﻣﺤﺸﻊ‬a.s.): kibirlinin, kibrini, bur-

nunu kiran.

‫( ﻣﺨﺸﻰ‬a.s. haşyet'den): haşyete düşüren, korkutan.

m u h aşşîd

‫( ﻣﺤ ﺸﺪ‬a.s.): tahşideden, bir yere

toplayan.

‫ا‬٠‫( ﻣﺤﺶ‬a.s.) : keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey.

m u h aşşim

m u h aşşiıı

‫( ﻣﺤﺸﻦ‬a.s.): gücendiren, öfkelen-

diren.

‫( ﻣﺤﺎط‬a.s.): 1. İhâta olunmuş, etrâfı çevrilmiş, kuşatılmış. 2. bir şeyin İçinde bulunan, (bkz: mazruf).

m u h ât

‫( ﺳ ﺎ ط‬a.i.): biy. sümük; sümüğe benzeyen yapışkanlı nesneler,

m u h ât

: öğle sıcağında tel tel gibi görünen Güneş'in ışığı.

m u h âtü 'ş-şeytân

muhayyer

‫ﻣﺨﺎﻃﺐ‬ (a.s. hutbe'den): 1. hitâbolunan, kendisine söz söylenilen. 2. gr. ikinci şahıs. 3 ٠i. eskiden, şeyhülislâm tarafından, medresede yetişmiş kimseler arasından seçilen ve huzur derslerine kati-, lan en ‫ ؟‬ok dört kişiden biri.

m u h âtab

‫ ﺣ ﻮ ل‬٠ (a.b.s.): üzerine (poliçe ve şâire) havâle edilen,

m u h avveliin aleyh ، uf.

m uhavvet

‫( ﻣ ﺨﺎ ﻃﺎ ت‬a.i. mııhâtaba'nın c.) : ko-

m u h a v v if

nıışmalar.

‫( ﻣﺨﺎﻃﺮه‬a.i. hatar'dan. c .: mııhâtarât): 1. tehlike. 2. zarar, ziyan, korku. Şirket-İ m u h a t a r a : kâr ve zarâra ortak olmak üzere kurulan şirket, m u h â ta ra -i i z m i h la l : dağılma tehlikesi,

m u h a ta ra

‫( ﻣﺨﺎﻃﺮات‬a.i. muhâtara'nm c .): 1. tehlikelei"; korkular. 2. zararlar, ziyanlar,

m ııh â ta rât

‫ه‬.‫( ﻣﺨﺎط‬a.i. hatel'den): aldatma, do-

m uhâtele

landırma.

‫( ﻣﺨﺎﻃﺐ‬a.s. lıııtbe'den): hitabeden,

m ııhâtıb

birine söz söyleyen. m u h âtî

‫( ﻫﺤﺎﻃﻰ‬a.s. muhât'dan) : biy. *sümük-

sel, sümüğümsü.

‫( ﻣﺨﻄﻂ‬a.s. hatt'dan): tahtit olun-

m u h atta t

muş, ‫ ؟‬izilmiş, resmi yapılmış, m u h attit

‫( ﻣﺨﻄﻂ‬a.s. hatt'dan): tahtit eden, ‫ ؟‬İ-

zen; resmini yapan. m ııhâvele

‫( ﻣﺤﺎوﻟﻪ‬a.i.): isteme, (bkz : taleb).

‫( ﻫﺤﻮط‬a.s.): tahvit eden, duvar ‫ ؟‬e-

ken.

‫ ﻫﺨﻮف‬.(a.s. h avfd en ): havf veren,

korkutan. (a.s.): [“muhavvif” İnmüen.]. (bkz: muhavvif).

m u h a v v ife

(a.s. havl'den): tahvil eden, değiştiren, başka şekle sokan. C e n â b -1 m u h a ٣ ilü 'l-h a v ü v e' 1- a h v â l : havli, kuvvetli ve halleri başka şekle sokan, Allah,

m u h a v v il

‫( ﻣﺤﻮﻟﻪ‬a.i. havl'den): fiz. transformatör, fr. tran sfo rm ateu r.

m u h a v v ile

‫( ﻫﻬﺎﻳﺎ‬a.i.): böliinemeyen bir şeyi nöbetleşe kullanma.

m u h ây â

‫ﻫﺎﻳﺌﻪ‬٠ (a.i.): bölüşmesi kabil olmayan bir şeyi Sira ile kullanma,

m u h âyee

muhâyene ‫( ﻣﺤﺎي؛ه‬a.i.): muayyen bir zaman İ‫ ؟‬in kirâlama. (a.s.) : mahrum kılınmış, yoksun bırakılmış.

m u h ay y e b

m u h ay y e b e n

‫ ﺧﻴ ﻞ‬٠ (a.s. hayâl'den): tahayyül olunmuş, hayal kurulmuş,

‫( ﻣﺤﺎوره‬a.i.c.: muhâverât) : konuşma [iki kişi karşılıklı olarak],

m u h ay y e lât

‫( ﻣﺤﻮط‬a.s. havt'dan) : ihata edilmiş, etrafı perde, duvar gibi şeylerle çevrilmiş olan.

m u h ayyele

m uhavvat

m uhavvef

‫ ﻣﺨﻮف‬-(a.s. h avfden ): korlcutul-

muş. m u h a vvel

‫( ﻣ ﺨ ﺎ‬a.zf.): mahrum, yoksun

bırakarak. m uh ayyel

m u h avere

edilen,

‫ل‬٠‫( ﻣﺤﻮ‬a.s.): tahvit olunmuş, duvar

‫( ﻣﺤﺎورات‬a.i. muhâvere'nin c .): konuşmalar [karşılıklı].

m ııhâverât

tahviır

‫ ؟‬ekilmiş. m u h a v v ıt

m ııh â ta bât

(a.s.):

hâinleçen.

‫( ﻣﺨﺎ ﻃﻪ‬a.i. hutbe'den. c . : mııhâtabât) : 1. birbirine hitâbetme, söyleşme, konuşma. 2 . m ec. ‫ ؟‬ekişme.

m u h atab a

‫ﻫﺨﻮن‬

m uh avven

‫( ﻫﺨﻴﻼت‬a.i. muhayyile'nin c.) : muhayyel olan, hayâl edilmiş şeyler, ‫( ﻫﺦﺀﻟﻪ‬a.s. hayâl'den): [“mulıayyel” in müen.]. (bkz : muhayyel),

‫( ﻣ ﺨﻴﻢ‬a.s. hayme'den): 1. kurulmuş çadır. 2. ‫ ؟‬adırı kurulmuş ordugâh,

m uhayyem

‫( ﻣ ﺨﻴﻤﻜﺎه‬a.f.b.i.): ordu yeri, ordugâh, (bkz: muasker).

m u h a ^ e m -g â h

‫( ﻫﺤﻮل‬a.s. İıavl'den) : 1. talıvil olun-

muş, değiştirilmiş. 2. havâle edilmiş, gönderilmiş; ısmarlanmış, bırakılmış,

‫( ﻣﺤﻮﻻت‬a.i. mullavvel'in c.) : havâleler, devlet borcu olaralc ödenmesi bir vilâyet veyâ dâireye havâle edilen paralar.

m u h avvelât

‫( ﻫﺨﻴﺮ‬a.s. hayr'dan) : 1. seçmeli, beğenmeye bağlı, beğenmece. 2. i. m iiz. Tül'k müziğinin en eski ve en ‫ ؟‬ok kullamlan makamlarındandır. 6 numaı'alı basit makam olan lıüseynî'nin inici şekline

m uh ayyer

781

muhayyer-kiirdî v e r i l e n b i r a d d ır . B a s i t b i r m a k a m d ı r . D u -

k o m a v e “ r e ” b a k i y y e b e m o ll e r i â r ı z a l a r ı

r a ğ ı d ü g â h (İâ) v e g ü ç l ü s ü d e - b e ş i n c i d e -

k o n u lu r . A c e m - a ç î r â n i‫ ؟‬in> “ s i " k ü ç ü k m ü -

r e c e d e o l a n - h ü s e y n i (m i) d ir . i n i c i o l a n

c e n n e b b e m o lü , “ r e ” b e k a r d e ğ i ş i k l i k l e r i

d i z i s i n i n “ fa ” b a k ı y y e d i y e z i v e “ s i ” k o m a

y a p ı l ı r . F a k a t m u h a y y e r - s ü n b i i l e e s e r le r in

b e m o lü â r ı z a l a r ı , d o n a n ı m ı n d a g ö s t e r ilir .

b ir ‫ ؟‬o g u n d a e v ic p e r d e s in in z iy â d e c e k u l-

H ü s e y n i b e ş lis in in

tiz in e u ş ş a k

d ö r t lü s ü

g e tirile re k d iz is i te ş k il o lu n a n m u h a y y e r i n n i s e b - i ş e r ife m i k t a r ı 8 , y â n i m ü l â y e m e t i h â i z d i r . O r t a s e k i z li s i n d e k i s e s le r i, t i z d e n p e s t e d o ğ r u o l m a k ü z e r e ş O y le d ir : m u h a y y e r, g e r d â n iy e , e v ic , h ü s e y n i, n e v â , ç a r g â h ,

‫ﻣﺨﻴﺮ ﻛﺮد ى‬

m u h ayyer k ü rd i

m ü z iğ in in

d a n d ır .

d a b i r m u h a y y e r g e ç k i s i y a p m a n ı n â d e t o ld u g u m â n â s ı ç ık a r ı l a b i l i r . Ş ü h a ld e , s â d e c e “ s ii n b iile ” d e n ile n m a k a m ı n b u f a r k d o la y i s i y l a m u h a y y e r - s ü n b i i l e 'd e n b i r a z b a ş k a o ld u ğ u ih tim a l d a h ilin d e d ir .

segâh ve d ü gâh .

T ü rk

l a n ı l d ı ğ ı g ö r ü lü y o r k i, b u n d a n d a , m a k a m -

( a .b .i.) :

m ü rekkep

T a h m in e n

b ir

m üz.

m a k a m la r ın -

bu çuk

a s ır

evvel

m u h a y y e r-z e n g û le T ü rk

‫ﻣﺨﺒﺮ زﻧﻜﻮﻟﻪ‬

(a .f.b .i.) : m i i z .

m ü rek k ep

m a k a m la r ın -

m ü z iğ in in

d a n d ir .

T a h m in e n

b ir

bu çuk

a s ır

evvel

te r k ib e d ilm iş tir . M u h a y y e r m a k a m ın a b ir

t e r k ib e d ilm iş t ir . M u h a y y e r v e z e n g û le m a -

k ü r d i d ö r t lü s ü i l â v e s i n d e n ib â r e t t ir . D u r a k

k a m l a r ı n d a n ib â r e t t ir . Z e n g U l e ile d ü g â h

v e g ü ç lü -a y n e n m u h a y y e r d e o ld u ğ u iiz e -

(la ) p e r d e s in d e k a lır . H e r i k i m a k a m m d a

r e - d ü g â h v e h ü s e y n i p e r d e le r id ir . D o n a -

g ü ç l ü s ü o l a n h ü s e y n i (m i), b u r a d a d a g ü ç -

n ı m ı n a m u h a y y e r i n “ s i ” k o m a b e m o lü v e

lü d ü r . D o n a n ı m ı n a m u h a y y e r 'i n “ s i ” k o m a

“ f a ” b a k ı y y e d i y e z i â r ı z a l a r ı k o n u lu r ; k ü r d i

b e m o lü v e “ fa ” b a k i y y e d i y e z i â r ı z a l a r ı k o -

d ö r t lü s ü

İ ç in ,

“ s i”

bekar

ve

“ s i”

küçük-

m ü c e n n e b b e m o lü d e ğ i ş i k l i ğ i y a p ı l ı r ,

‫ﻣﺨﻴﺮ ﻳﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬

m u h a y y e r-p û s e lik

(a .f.b .

i.) :

m ü z . T ü r k m ü z iğ in in m ü re k k e p m a k a m la r m d a n

o lu p ,

ta h m in e n

d ört

n u lu r . Z e n g U l e İ ç in " s i ” b e k a r v e “ s i ” b a k i y y e b e m o lü , “ d o ” b a k i y y e d i y e z i “ fa ” b e k a r

a s ır

ön ce

v e “ so l” b a k iy y e d iy e z i d e ğ iş ik lik le ri y a p ılir. U m û m i y e t l e i n i c i b ir s e y i r t â k ib e d e r . m u h a ^ e r z ir g ü le :

m üz.

adm a

H a m p a i- -

t e r k i b e d i l m i ş t i r . M u h a y y e r m a k a m ı n a b ir

s u m y a z ı ş ı y l a y a z ı l m ı ş b i r d e r g id e r a s t l a -

p û s e lik

nan m akam .

b e ş lis i

veyâ

s e k i z li s i

ilâ v e s in d e n

i b â r e t t ir . D u r a k v e g ü ç l ü - a y n e n m u h a y y e r m a k a m ı n d a o l d u ğ u ü z e r e - d ü g â h (İâ) v e h ü s e y n i (m i) d ir . D o n a n ı m ı n a m u h a y y e r i n “ s i ” k o m a b e m o lü v e “ fa ” b a k ı y y e â r ı z a l a r ı k o n u lu i'.

P û s e lik

d iy e z i

d i z i s i İ ç in

“s i"

‫ﻣﺨﺒﺮ زﻳﺮﻛﺶ‬

m u h a y y e rz ir -k e ş

( a .f b .i . ) : m ü z .

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı y e d i a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , s o n a s ı r la r d a h i ç k u lla n ılm a m ış tır ;

z a m â n im iz a

m akam a

b e k a r, " f a ” b e k a r v e "s o l” d iy e z d e ğ iş ik lik -

n ü m û n e o l a r a k b i r e s e r i n t i k a l e t m e m iş t ir .

le r i y a p ılır .

3.

m u h a ^ e r -s ü n b ü !e T ü rk

m ü z iğ in in

‫ﻣﺨﻴﺮ ﺳﻨﺒﻠﻪ‬

( a .b .i.) : m ü z .

m ü rek k ep

m a k a m la r ın -

d a n d ır . E n e s k i t e r k ip le r d e n b i r i d i r . E s k i den

sâd ece

a c e m -a ş ira n , ilâ v e s in d e n d u r a ğ ı o la n

“ s ü n b ü le ” sa b â

d e n ilird i.

d iz is in d e n

m ü r e k k e p tir. d ü g â lı

Sabâ

M akam ,

b ir k a ç

ses

ile ,

onun

(İâ) p e r d e s in d e

k a lır .

G ü ç l ü l e r b i r i n c i d e r e c e d e s a b â 'n ı n t i z d u r a ğ ı o la n m u h a y y e r (in c e İâ), i k i n c i d e r e c e d e h e m a c e m - a ş î r â n 'ı n h e m d e s a b â 'n ı n g ü ç l ü s ü o l a n ç â r g â h (d o ) ü ç ü n c ü d e r e c e d e d e a c e m - a ş î r a n 'ı n d u r a ğ ı o l a n a c e m - â ş î r a n v e y â a c e m " f a ” d ır. D i z i s i u m û m i y e t le in i c i o l a r a k s e y r e d e r . D o n a n ı m ı n a , s â b â 'n ı n " s i ''

782

g . s. g ü z e l s a n a t l a r d a k u l l a n ı l a n m o i r é e

b i r k â ğ ı t c in s i. m u h a y y ib

-

(a .s.) : m a h r u m

k ıla n , y o k -

su n b ıra k a n .

‫ﻻ‬-

m u h a y y ib -â n e

(a .f.z f.) :

m ah ru m ,

h a y â l'd e n ) :

tah ayyü l

y o k s u n b ir a k ir c a s in a . m u h a y y il

‫ﺧﻞ‬٠

(a .s.

eden , h a y a l k u ra n . m u h a y y ile

‫ﻫﺨﻴﻠﻪ‬

(a.i.

h a y â l 'd e n

c. :

m u h a y y e l â t ) : p s ik .. h a y â l e t m e g ü c ü , * i m g e le m , f r . i m a g i n a t i o n . m u h a y y ir

‫ﻫﺤﺒﺮ‬

(a.s. h a y r e t 'd e n ) : h a y r e t v e r e n ,

h a y re tte b ır a k a n , şa ş ır ta n .

muhibbe

m uhayyirii'l-ukul: 1. alcıllara şaşkınlık veren, akliları durduran. 2. meşhur bir lâle cinsi. m u h a b ir ‫( ﻫﺨﺮ‬a.s. hayr'den): iki şey arasında seçim yapılmasını serbest bırakan, muhâzara ‫( ﻣﺤﺎﺿﺮه‬a.i. huzûr'dan. c . : muhâzarât) : 1. hatırda tutulan şeyler. 2. edebi, târihî fıkralar, hikâyeler anlatma, bu mevzû üzerinde konuşma, muhâzarât ‫( ﻣﺤﺎﺿﺮات‬a.i. muhâzara'nm c .): aklida tutulan hikâyeler, faydalı bilgiler, muhâzât ‫( ﻣﺤﺎزات‬a.i.): yüz yüze gelme, muhâzât ‫( ﻣ ﺤﺎﻧﺎ ت‬a.i. hizâ'dan): ayni hizâda bulunma, karşı durma, karşı olma, muhâzele ‫( ﻣﺨﺎﻧﻠﻪ‬a.i.): hakirlik, aşağılık, muhâzere ‫( ﻣﺤﺎﻧﺮه‬a.i.): birbirini korkutma, muhâzî ‫( ﺳﺎ ز ى‬a.s. hizâ'dan) : 1. birbirinin karşısında ve bir hizâda bulunan. 2 ٠mat. paralel. muhâzî ‫( ﻟ ﻰ‬a.s. lıizâ'dan) : birbirinin karşısında bulunan, karşı hizâda bulunan, muhazzab ‫( ﻣﺨﻀﺐ‬a.s.): tahzlbolunmuş, boyanmış, (bkz: muhaddab). muhazzar ‫( ﻣﺨﻀﺮ‬a.s.): tahzir olunmuş, yeşil renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz : muhaddar). muhazzi' ‫( ﻣﺨﺰع‬a.s.) : ot ve saman kesmeğe yarayan bir çeşit ziraat makinesi, fr. hachepaille. muhazzil ‫ ل‬٠‫( ﻣﺨﻞ‬a.s.): tahzil eden, alçaklık, bayağılık İçinde bırakan, muhazzil-âne ‫( ﻣﺨﺬﻻﻧﻪ‬a.f.zf.): alçaklıkla, bayağılıkla. muhazzir ran.

(a.s.): tahzir eden, sakindi-

muhbir ‫ ﺧﺒﺮ‬٠ (a.s.i. haber'den): 1. haber veren, haberci. 2. bir gazete İçin haber toplayıp ulaştıran. 3. fiz. deney şişesi. 4 . 1866'da Ali Suavi tarafından İstanbul'da yayımlanmış haftalık bir gazete. muhbîr-î sâ d ık : sâdık haberci; mec. mes'ul olmaktan kaçınarak İmzâsız melctup yazan kimse.

muhbire ‫( ﻣﺨﺒﺮه‬a.s. ve i. haber'den): ["muhbir” in müen.]. (bkz : muhbir). muhcil ‫( ﻣ ﺨ ﺠ ﻞ‬a.s. haclet'den). (bkz: muhaccil). muhdes ‫( ﻣ ﺤ ﺪ ث‬a.s.) : 1. İhdâs edilmiş, sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan. 2. i. g. s. bir yazı sitili. muhdesât ‫( ﻣ ﺤ ﺪ ﺛﺎ ت‬a.s. muhdes'in c .): İhdâs edilmiş, sonradan meydana gelmiş şeyler, yeni şeyler. muhdis ‫( ﻣ ﺤ ﺪ ث‬a.s.): İhdâs eden, yeniden meydana getiren, icâdeden, kuran. muheyh ‫( ﻫ ﺨ ﺦ‬a.i.): anat. beyincik. muhh ‫( ﻣﺦ‬a.i.c.: mihâh) : 1. anat. ilik, muhh-i a z m i: anat. kemik iligi. muhh-i m utavassıt: anat. orta beyin, muhh-i şe v k i: anat. murdar ilik. 2. anat. beyin. 3. madde, cevher. muhıkk-ane ‫“( ﻣ ﺤﻘﺎﻧﻪ‬ka” uzun okunur, a.f. zf.): hakli olarak; hakli olana, dogruya yakışacak sûrette. muhibb ‫( ﻣﺤ ﺐ‬a.s. İıubb'dan): 1. seven, sevgi besleyen, dost. m uhibbii'l-kils: cogr. *kireççil. m uhibbii'l-m ilh: cogr. *tuzcul, muhibbii'l-milh n ebât: cogr. *tuzcul *bitki, fr. holophyte. muhibbii'l-yubûse: cogr. *kurakçıl, muhibbii'l-yubûse nebât: cogr. *kurakçıl *bitki, fr. xCrophyte. muhibbii'r-riitûbe : cogr. *nemcil, muhibbii'r-riitûbe n eb ât: cogr. *nemcil *bitki, fr. hygrophyte. 2. i. erkek adi. muhibbân ‫( ﺳﺒﺎ ن‬a.s. muliibb'in c .): 1. sevenler, sevgi besleyenler, dostlar. 2. bir tarikatın taraflısı olanlar [tarikattan olmadikları halde], (bkz : yârân). muhibb-âne ‫( ﻣﺤﺒﺎﻧﻪ‬a.zf.): 1. sevene, sevgi besleyene, dosta yakışır sûrette. (blcz: dost-âne). 2. tarikatsever kimseye yakışır sûrette. muhibbe ‫( ﻣﺤﺒﻪ‬a.s.): kadm dost, kadm sevgili. 783

muhibbi

‫ﻣﺤﻰ‬

m u h ib b i

(a.s.) : 1. m u h ib b e âit, m u h ib

ile ilg ili. 2 . K a n û n i'n in n a z ım d a k u lla n d ığ ı m a h la s.

‫ ﻣﺨﻴﻔﻪ‬، ‫ﻣﺨﻴﻒ‬

m u h if , m u lıife k o rk u tu c u ,

k o rk u n ç.

(a.s. h a v f d e n ) :

K ıy â fe t-i

m u h ife :

k o r k u n ç k iyâ fet.

‫ ﺣ ﻖ‬٠ (a.s.

m u h ik k

h a k k 'd a n ) : 1. ih k a k eden,

h a k k i y e rin e ge tire n . 2 . h a k li, d o ğ ru ,

‫ﻣﺤﻌﻪ‬

m u h ik k a

(a.s. h a k lc'd a n ) : [" m u h ik k ” in

m ü en .]. (b k z : m u h ik k ).

m u h il ‫( ﻫ ﺤ ﻴ ﻞ‬a.s.) : 1. İhâle eden, h a v â le eden.

2 . fık .

b o r c u n u b a ş k a s ın ın b o r c u n a n a k le -

m u h ili ‫( ﻫ ﺤ ﻴ ﻠ ﻰ‬a.i.) : h ile, h ile k â rlık ,

‫ ﺧ ﻞ‬٠ (a.s.

lialel'd en ) : İh lâl eden, d o k u -

n a n , sa k a tla y a n , b o z a n ,

m u h ill-i â s â y i‫ ؟‬: â sâyişi, g ü v e n liğ i b o z a n , m u h ill-i n â m û s : n â m u s a d o k u n a n , ııâ m u sa z a r a r veren .

‫س‬٠‫ﻣﺢ‬

m u h iss

(a.s. h iss'd e n ) : h isse ttire n , du -

yu ran .

‫ﻫﻮﺣﻤ ﺶ‬

m û h iş

muhkemât ‫( ﻣ ﺤ ﻜ ﻤ ﺎ ت‬a.i. muhkeme'nin c .): İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler. muhkemât-ı Kıır'âniyye : mânâsı sarih, açık olan âyetler, [zıddı: “müteşâbihât” dır], muhkeme ‫( ﻣ ﺤ ﻜ ﻤ ﻪ‬a.s.) : ["muhkem" in müen.]. (bkz : muhkem). muhkim ‫( ﻣ ﺤ ﻜ ﻢ‬a.s. hükm'den): İhkâm eden, kuvvet veren, kuvvetleştiren, sağlam kılan, m uhlif ‫( ﻣﺤﻠ ﻒ‬a.i.): şöyle idi veyâ böyle idi diye halkın yemin etmesine sebebolan ‫ ؟‬ey.

den.

m u h ill

saglamlaştırılmı‫ ؟‬, kuvvetli. 2. huk. degiştirilmesi mümkün olmayan yazı, söz. muhkem kaziyye : huk. kesin hüküm,

(a.s. v a h şe t'd e n ) : k o rk u v e d eh -

‫ ؟‬et v e re n , k o rk u ta n , ü rk ü te n , (b k z : m u v a h -

muhlis ‫( ﻣﺨﻠﺲ‬a.s.): saç ve sakalına kir dü‫ ؟‬mü‫[ ؟‬kimse]. muhlis ‫( ﻣﺨﻠﺺ‬a.s. hıılûs'dan) : 1. lıâlis, katkısız. 2. dostluğu, samimiliği ve hâli İçten, gönülden olan, [eskiden, büyükten küçüğe yazılan resmi yazılarda bir nezâket dili olarak ''ben” mânâsına gelen "muhlisiniz” kelimesi kullanılırdı]. 3. i. erkek adi. muhlis-âne ‫( ﻣﺨﻠﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): samimi olarak, İçten gelerek, dostlukla, (bkz : hâlis-âne).

h i‫) ؟‬.

m u h it

‫ ﺣﺔط‬٠ (a.s.

1. İh âta

ed en ,

v e i. h a v t'd a n . c. : m u h itâ t) : e tr â fın ı

ç e v ire n ,

k u şa ta n .

2 . m at., sosy. ç e v re . 3. A l l a h a d la rin d a n d ir.

4 . bot.

z a rf, k ılıf. 5. i. V a ta n K ü tü p h a n e -

si sa h ib i O h a n n e s F e rit E fe n d i t a ra fın d a n 18 8 8 de y a y ım la n m ış o n be ş g ü n lü k f ik ir v e

muhlise (a.s. hıılûs'dan): 1. [“muhlis'' in müen.]. (bkz : muhlis). 2. i. kadın adi. muhmer ‫( ﻣﺨﻤﺮ‬a.s.). (bkz : muhammer). muhmid (a.s.): ihmâdeden, ateşin alevini bastıran. muhmir ‫( ﻣﺨﻤﺮ‬a.s.). (bkz : muhammir).

sa n a t d ergisi.

m u h it-i A r z : cogr. D ü n y â 'n ın ç e v re si,

muhnat ‫( ﻣﺤﺘﻂ‬a.s.). (bkz : muhannet)..

m u h it-i d â ire : geo. çen ber, d â ire ç e v re si,

m u h n i k - (a.s. hank'dan): boğan,, boğucu,

m u h it-i d â ir e -i ‫ ؟‬â k u lî : astr. d ü ş e y d a ire

muhnika ‫( ﻣﺨﻨﻌﻪ‬a.s. hank'dan): [''muhnik” in müen.]. (bkz: muhnik).

ç e v re si.

m u h it-i İstivâ : astr. elcvator çe v re si, m u h it-i zâ viy e : m at. ç e v re *açısı. m u h itü ' 1-m a â r if : a n sik lo p e d i, m u h itâ t

‫ﻣﺤﻴﻄﺎت‬

(a.s. v e i. : m u h it'in c.) : ç e v -

reler.

m u h iti

‫ﻣﺤﻴﻄﻰ‬

m u h k em

(a.s.) : *çe vrel, fr. p érip hériq u e,

‫ﻣ ﺤﻜﻢ‬

(a.s. h ü k m 'd e n ) : 1. ta h k im

e d ilm i‫ ؟‬, s a ğ la m

784

k ılın m ış ,

sa ğ la m , be rk ,

muhnis ‫( ﻣﺤﺘ ﺚ‬a.s.): birine verdiği sözü geri aldıran. muhnit ‫( ﻣﺤﻨﻂ‬a.s.). (bkz : muhannit). m u h rec[y، ٥(a.s.hurûc'dan) :1. ihrâcolunmu‫ ؟‬, dışarı çıkarılmış. 2. bir ‫ ؟‬eyin sûreti çıkarılmi‫ ؟‬. muhrez ‫( ﻫﺤﺮز‬a.s.): 1. İhrâz olunmu‫ ؟‬, elde edilmi‫ ؟‬, kazanılmış. 2. sudaki balık, akan

muhtasıra

su gibi kimsenin mail olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi,

muhtâcîn ‫( ﻣﺤﻌﺎﺟﻌﻦ‬a.s. muhtâc'ın c .): ihtiya‫؟‬ sâhipleri; fakirler, yoksullar,

‫( ﻫﺤﺮب‬a.i.) : torpidoları avlamaya yarayan ve ‫ ؟‬ok hızlı giden bir çeşit küçük harb gemisi.

m u h tâci^et ‫ ﻇ ﺠ ﺖ‬٠‫( ﻣﻞ‬a.i.): muhtaçlık, ihtiya‫ ؟‬, yoksulluk, fakirlik,

m u h rib

m u h rib

‫ ﺧ ﺮ ب‬٠ (a.s. harâb'dan. c .: muhribin):

harâbeden, yıkıp yuguran. (bkz: muharrib).

‫ ه‬٠‫( ﻣﺨﺮ‬a.s.): ["muhrib'' in miien.]. (bkz : muhrib).

m u h rib e

‫( ﻣ ﺨ ﺮﺑﻴ ﻦ‬a.s. muhrib'in harâbedenler, yıkıp yuguranlar.

m u h rib in

c.) :

‫( ﻣﺨﺮﺟﻪ‬a.i.): çıkrıkçı,

m u h rice

m u h rik , m u h rik a

‫ ﻣﺤﺮﻗﻪ‬، ‫( ﻫﺤﺮق‬a.s. hark'dan):

1. İhrâk eden, yakan, yakıcı. E d v iy e -i m u h r ik a : yakıcı İlâçlar. 2. yanık [ses], m u h rik -d em

‫ دم‬،3‫( ﻣﺤﺮ‬a.f.b.s.): nefesi yakıcı

olan‫ ؛‬âşık.

‫( ﻣﺤﺮز‬a.s. İhrâz'dan): ihrâzeden, elde eden, kazanan.

m u h riz

‫( ﻣﺤ ﺾ‬a.i.): h uk. [eskiden] akil, bülûğ, İslâmiyet, hürriyet, nikâh-1 sahih ile teehhiil gibi evsâfı câmî olan kimse,

m u h sa n

muhtal ‫( ﻣﺤﺘﺎل‬a.s.): huk. havâleyi alan kimse, muhtâl ‫( ﻣﺤﺘﺎل‬a.s. hile'den): hileci, dalavereci, dubârâcı. (bkz : dessas, muhtedi'). muhtâl ‫( ^ ل‬a.s. hatl'dan): kibirli, büyüklük taslayan, (bkz : miitaazzım, mütekebbir). muhtâle ‫( ﻣﺤﺘﺎك‬a.s.): hileci, dalavereci [kadm).

‫( ﻣﺨﺘﺎف‬a.s.): 1. hâin. 2. kendisine hainlik edilen [kimse].

m u h tâ n

‫( ﺧﺘﺎ ر‬a.s. hayr'dan. c . : mııhtârân): 1. ihtiyâr eden, seçilmiş, seçkin [Hz. Muhammed hakkında kullanılır]. 2. hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan, dilediğini yapan. 3. i. köy veyâ mahalle i?lerine bakmak üzere halkın seçtiği kimse,

m u h tâ r

m u h tâ r-ı H a k k : m u h tâ râ n

‫( ﻣﺨﺘﺎران‬a.s.i. muhtâr'ın c.). (bkz:

muhtâr).

‫ت‬(a.i. muhsene'nin c .): haramdan sakınan temiz, nâmuslu kadınlar,

m u h tâ re

(a.i.c.: muhsenât): haramdan kaçman temiz, nâmuslu kadın,

m u h tâ riy y e t

m u h sen ât

m uhsene

m u h sm m u h si

‫( ﻣﺤ ﺺ‬a.s.). (bkz : muhassm.')).

‫( ﻣ ﺤ ﻌ ﻰ‬a.s.): İhsâ eden, sayan [sayı],

İhsân eden, iyilikte, bağışta bulunan. 2. i. erkek adi. [miien.: muhsine = kadm adi],

m u h sin

‫( ﻣﺤﺴﻦ‬a.s. hasen'den):

1.

(a.s. hâcet ve havc'den. c . : muhtâcin): 1. İhtiyâcı olan, kendisine bir şey lâzım olan, bir eksiği olup onu tamamlamak isteyen. m u h tâ c-ı b e yâ n : anlatılmaya muhta‫ ؟‬, anlatılması gerekli olan. m u h tâ c-ı h im â ye : korunmağa muhta‫ ؟‬. m u h tâ c-ı h im m e t : yardıma ihtiyacı olan, m u h tâ c-ı m u â v e n e t : yardıma muhta‫ ؟‬. m u h tâ c-ı sa d ak a : sadakaya muhta‫ ؟‬. m u h tâ c-ı t a 'r î f : anlatmaya muhta‫ ؟‬. m u h tâ c-ı te d â v î: tedâviye muhta2 .‫ ؟‬. yoksul, fakir.

m u h tâc

Hz. Muhammed.

‫( ﻣﺨﺘﺎره‬a.s. hayr'dan) : ["muhtâr" in müen.]. (bkz : muhtâr).

‫( ﻣﺨﺘﺎرﻳﺖ‬a.i.): muhtarlık, .erkinlik, irâdesi ve idâresi kendi elinde olma, kendi kendine hareket edebilme, (o.s. hasad'dan): hasat edilmiş, biçilmiş [ekin].

m u h ta sa d

‫( ﻣ ﺨﺘﻤﺮ‬a.s. hasr'dan): ihtisâr edilmiş, kısaltılmış, kısaltma, kısa,

m u h ta sa r

‫( ﻣﺨﺘﺼﺮه‬a.s. hasr'dan): ["muhtasar" in miien.]. (bkz : muhtasar),

m u h ta sa ra

m u h ta sa ra n

‫( ﻣﺨﺘﺼﺮأ‬a.zf.): muhtasar, kısaltıl-

mış, kısa olarak.

‫( ﻣﺨﺘﺼﺮﻳﺖ‬o.i. hasr'dan): muhtasar, .özetlenmiş olma durumu, kısalık,

m u h ta sa riy y e t

(a.s. hasad'dan): ihtisâdeden, ekin biçen, ekinci.

m u h ta sıd

‫( ﻣ ﺨ ﻌ ﻢ‬a.s. hasm'dan): husûmet, düşmanlık eden.

m u h ta sım

m u h ta sıra

‫( ﻣﺨﺘﺼﺮه‬a.i.): hülâsa, kısaltma. 785

muhtass

(a.s. husûs'dan. c . : muhtassin): bir lcimseye veyâ şeye mahsus olan, ....-e vergi.

m u h ta ss

(a.s. husûs'dan) : ["muhtass" m müen.]. (bkz : muhtass).

m u h ta ssa

‫( ﺳ ﻰ‬a.zf.): bilhassa, en‫ ؟‬ok.

m u h ta ssa n

(a.s. husûs'dan. muhtass'nm ,c.) : bir kimseye veyâ şeye muhsas olan şeyler, ....-e vergi olanlar,

m u h ta s s in -

‫( ﻣﺤﺘﻄﺐ‬o.i.) : bot. baltalık,

m u h ta ta b

‫ﻣﺨﺘﻄﺐ‬ (a.s. hatab'dan): 1. ihtitâbeden, nikâhla isteyen. 2. hutbe okuyan; nutulc veren.

m ııh tatıb

‫( ﻣﺤﺘﻄﺐ‬a.s. hatab'dan) : 1. odun ke-

m u h ta tıb

sen veya toplayan. 2 . i. baltalık,

muhtebis (a.s. habs'den): ihtibâs eden, kapanıp kalan. muhtecib ‫( ﻣﺤﺘﺠ ﺐ‬a.s. hicâb'dan): örtülü, örtünmüş, saklanan, gizlenen, muhtedd ‫( ﻣﺤﻌﺪ‬a.s. hadd'den): 1. keskinleşmiş, keskin. 2. hiddetlenmiş, kızmış, hiddetli, muhtedi' ‫( ﻣﺨﺘﺪع‬a.s. hud'a'dan): hilekâr, dalavereci. (bkz: muhtâl). m u h te d i-â n e

‫( ﻣﺨﺘﺪﻋﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): hilecilikle, da-

laverecilikle. m u h t e f i - (a.s. hafî'den) : İhtifâ eden, saklanan, gizlenen‫ ؛‬şaklanmış, gizlenmiş, muhtefiye ‫( ﻣﺨﺘﻔﻴﻪ‬a.s. hafi'den): ["muhtefi" nin müen.l. (bkz : muhtefi).

m ııh ta tıf

muhtelcır (a.s.): ihtikar eden, hakir, aşagı, hor gören.

m u h ta tıfa -

muhtekir ‫( ﻣ ﺤ ﺘ ﻜ ﺮ‬a.s.c.: muhtelcirin): ihtikâr yapan, yolsuz kazan‫ ؟‬elde eden, vurguncu, istifçi.

.(a.s.): 1. ihtitâf eden, kapıp götüren. 2. göz kamaştıran. E şi'a -i m u h ta tife : göz kamaştıran ışıklar, (a.s.) : ["muhtatıf” ınmüen.]. (bkz: muhtatıf).

‫( ﻣ ﺤﺘﻔ ﺮ‬a.s. huzûr'dan): hazırlan-

m u h ta z a r

mış, ölüme hazır, (blcz : muhtazır). m ıılıtazı'

‫( ﻣﺨﺘﻀﻊ‬a.s.): alçakgönüllülük göste-

ren; boyun egen. mııhtazı-âne ‫ﻧﻪ‬(a.f.zf.) : alçakgönüllülükle; boyun egerek.

‫( ﻣ ﺨﺘ ﻔ ﺐ‬a.s.): ihtizâbeden, renkle-

m u h ta zıb

nen, boyanan. hâlinde bulunan, can ‫ ؟‬ekişen. m u h ta z ır-â n e

‫( ﻣﺤﺘﻀﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): can ‫ ؟‬ekişiyor-

muş‫ ؟‬asına. 1.

başvurma. 2. miira-

caat yeri. 3. elkitabı. m u h tebes



(a.s. habs'den): hapsedilmiş,

(a.s. haber'den): 1. ihtibâr eden, yoklayan, deneyen. 2. haberi olan, bilen.

m u h te b ir

‫ص‬

m u h te b ir-â n e

‫( ﺳ ﺶ‬a.s. halel'den). (bkz : muhtell).

(a.s. h alfd en ): ihtilâf olunmuş, birbirine uymamış; uyuşmamış,

m u h te le f

‫ ي‬(a.b.s.): üzerinde ihtilâf olunmuş mesele, ‫( ﻣ ﺨﻠ ﻊ‬a.s.): İhtilâ eden, kocasından boşanan [kadın].

m u h teli'

‫( ﻣﺨﺖ؛راذه‬a.f.zf.): yoklarcasına,

‫( ﻣ ﺨﻠ ﺐ‬a.s.): aldatıcı, hileci,

m u h t e l i c - (a.s. halecân'dan): .ihtilâceden, titreyen [elinde olmayarak],

‫ ﻣ ﺨﻠﻐﻪ‬، (a.s. s ü l.: halefe) : 1. ihtilâf eden, biribirine uymayan, zıt. 2 . türlü, ‫ ؟‬eşitli; ‫ ؟‬eşit ‫ ؟‬eşit. E m sile -i m u h te life : a. gr. bir kökün ayrı zamanlara göre tasrif edilmiş, ‫ ؟‬ekilmiş şekilleri,

m u h telif, m u h telife

denercesine.

m u h te lik -

(a.s.): ihtilâk eden, tıraş eden,

‫( ﻣﺨﺘﺒﺮه‬a.s. haber'den): ["muhtebir'' in müen.]. (bkz: muhtebir).

m u h te lik -

(a.s. halk'dan): yalancı, uydu-

m u h teb ire

78،

m u h tel

m u h telib

‫( ﻫﺨﺘﺒﺮ‬a.i.):

m u h teb er

‫( ﻣﺤﺘﻜﺮﻳﻦ‬a.s. muhtekir'in c .) : ihtikâr yapanlar, yolsuz kazan‫ ؟‬elde edenler, vurguncular, istif‫ ؟‬iler.

m u h te k irin

m u h te le fiin -fih

‫( ﻣﺤﺘﻀﺮ‬a.s. hıızûr'dan): ihtizar

m u h ta z ır

muhtekir-âne ‫( ﻣﺤﺘﻜﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): vurgunculukla, istifçilikle.

rucu.

muhtesib

‫( ﻣﺤﺘﺾ‬a.s.) : ihtilâm olmuş, düşü

m u h telim

azmış.

muhtera'

‫ﻣﺨﺘﺮع‬

(a.s.):

1. İh tirâ

o lu n m u ş,

ic â d e d ilm iş. 2 . u y d u r u lm u ş, u y d u r m a [şey,

‫( ﻣﺨﺘﻠﺲ‬a.s.) : ihtilâs eden, ‫ ؟‬alan, ‫ ؟‬a-

m u h telis

lıp ‫ ؟‬ıı'pan [resmi yerlerden], m u h telis-ân e

‫( ﻣ ﺤ ﺸﺎﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : ‫ ؟‬alıp ‫ ؟‬ırparca-

söz].

muhtereât ‫ﻣﺨﺘﺮﻋﺎت‬ 1 . u y d u r m a , y a la n , ‫ ؟‬ılearılm ış,

Sina.

(a.s.

m u h te re a 'n m

c.) :

d ü zm e [sözler]. 2 . y e n i

y o k ta n

m eydana

g e tirilm iş

[şeyler].

‫( ﻣ ﺨ ﻒ‬a.s. hals'den) : ["muhtelis" in müen.]. (bkz : muhtelis).

m uhtelise

‫ ﻣﺨﺘﻠﻄﻪ‬، ‫( ﻣﺨﺘﻠﻂ‬a.s. karışık, karm a. A d e le -i m u h telite : anat. boyunun arkasındaki adele. H ey'et-İ m u h telite : türlü devlet delegelerinden olma hey'et (*kurul), m u h telit aded : m at. *karmaşık sayı, fr.

m u h telit,

m uh telite

halt'dan)

n o m bre com plexe, m u h telit te d risâ t m u h tell

: karma Ogretim.

‫( ﻣﺨﺘﻞ‬a.s. halel'den) : İhlâl edilmiş,

bozulmuş, bozuk; karışmış, m u h tellii's-sih h a : sıhhati, sağlığı bozulmuş, m u h tellü 'ş-şu û r : aklını oynatmış; akil bozuk.

‫( ﻣﺤﺘﻤﻞ‬a.s. haml'den) : 1. ihtimâli olan, umulur, beklenir, olabilir, olmayacak şey degil. 2. m ant. *olasi, fr. probable, m u h tem elii'z-zid d eyn : ed. bir sözün iki taraflı, yânî hem medih, hem zem olabilecek sûrette söylenilmesi. [Meselâ : “ â b -ı h a y v a n d ır efen d im a r t ığ ın ” mânâsındaki (âb-ı liayvan) hem âb -1 h ayât, hem h a y v a n su yu mânâsına gelir ki : efendim senin artığın â b -ı hayât'tır, yâhut : efendim senin artığın liayvan suyudur. Yânî : "sen hayvansm, senden artan su da hayvanin içtiği bir sudur" demek olur],

m u h tem el

muhterem, muhtereme ‫ ﻣﺤﺘﺮﻣﻪ‬، ‫ﻣﺤﺘﺮم‬ ger, s a y m .

Zevât-1 muhtereme :

muhteremi^et ‫ﻣ ﺤ ﺮﺑ ﺖ‬

muhteri' ‫ﻣﺨﻌﺮع‬

(a.s.) : 1. İh tirâ ed en , icâ d e d e n ,

y e p y e n i b ir ş e y m e y d a n a g etire n . 2 . y a la n d a n h a v â d isle r u y d u r a r a k iftir â d a b u lu n a n , [ b k z : m ü fteri].

muhteria ‫( ﻣﺨﺘﺮﻋﻪ‬a.s.

‫( ﻣﺤﺘﻤﻰ‬a.s.) : İhtimâ eden, perhiz

‫( ﻣﺨﺘﻤﺮ‬a.s. hamr'dan) : 1. ihtimâr eden, mayalanarak ekşiyip kabaran. 2. örtüye bürünen, yaşmaklanan,

m u h te m ir

‫( ﻣﺨﺪﻧﻖ‬a.s. hank'dan) : ihtinâk eden, nefes alamayıp boğulan; boğulmuş, boğuk.

m u h te n ik

h a r'd a n ) : [''m u h te ri'“ in

m iien .]. ( b k z : m u h teri'),

muhteri-âne ‫ﻣﺨﺘﺮﻋﺎﺗﻪ‬

( a .f.z f.) :

1. îc â d

ederek.

2 . iftir â d a b u lu n a ra k .

muhterib

‫ﻣﺤﺘﺮب‬

m u h t e r ib in ) :

(a.s.

h a rb ed e n ,

h a r b 'd e n . sa va şa n ,

c .: (b k z:

m u h â rib ).

muhteribin ‫ﻣ ﺤﺘ ﺮﺑﻴ ﻦ‬

(a.s. m u h te rib 'in

c .) :

h a rb ed e n le r, sa va şa n la r,

muhterif, muhterife ‫ ﻣﺤﺘﺮﻓﻪ‬، ‫ﻣﺤﺘﺮف‬

(a. i.

h i r e f d e n ) : sa n a tk â r, İş sah ib i,

muhterik ‫ﻣﺤﺘﺮق‬

(a.s. h a r k 'd a n ) : ih tirâ k eden,

tu tu şu p y a n a n , y a n m ış , y a n ık ,

muhterika ‫ﻣﺤﺘﺮﻗﻪ‬

(a.s. h a r k 'd a n ) : [“m u h t e r ik "

in m ü en .]. (b k z : m u h terik ).

muhteris ‫ﻣﺤﺘﺮص‬

eden.

h ü r m e t 'd e n ) :

d eğ e rlik .

‫( ﻣﺤﺘﻤﻸ‬a.zf. haml'den) : muhtemel olarak, görünüşe göre, umulur ki.

m u h tem i

(o.i.

m u h te re m o lm a h âli, m u h te re m lik , s a y g ı-

muhteris ‫ﻣﺤﺘﺮس‬

m u htem elen

sa y g ıd e ğ e r

k im se ler. 2 . i. erk ek ad i.

‫( ﻣﺤﺘﻤﻼت‬a.s. muhtemel'in c.) : beklenir, umulur, olabilir şeyler,

m uh tem elât

(a. s.

h ü rm e t'd e n ) : 1. ih tirâ m o lu n m u ş S a y g ı d e -

(a.s. h ir â s e t 'd e n ) : sa k ın a n ,

‫ ؟‬ek in e n . (b k z : m u h te riz , m u h tezir). (a.s. h ı r s 'd a n ) : 1. h ırs sâh ib i.

2 . ‫ ؟‬o k istekli. 3 . ateşli.

muhteriz ‫ﻣﺤﺘﺮز‬

(a.s. h ı r z 'd a n ) : ih tirâ z eden,

s a k ın a n , ‫ ؟‬e k in en . ( b k z : m u lrteris, m u h te zir).

muhteriz-âne ‫ﻣﺤﺘﺮزاﻧﻪ‬

( a .f .z f.) : s a k ın a ra k , sa-

k m a s a k ın a , ‫ ؟‬ek in erek , ‫ ؟‬ek in e ‫ ؟‬ekin e,

muhtesib ‫ﻣ ﺤ ﻨ ﺐ‬

(a.s. h i s â b 'd a n ) :

1.

[eskiden]

b e le d iy e işle rin e b a k a n m e'm u r, b ele d iye

787

muhteşem

me'muru. 2 . [eskiden] polis ve belediye İşlerine bakan me'mur. (bkz : şahne, şıhne). muhteşem ‫( ﻣﺤﺘﺸﻢ‬a.s. haşmet'den) : 1. ihtiçamlı, tantanalı, debdebeli, görkemli. 2 . i. erkek adi. [asil : "muhteşim" dir]. muhteşeme ‫( ﻣﺤﺘﺸﻤﻪ‬a.s. haşmet'den) : [“muhteşem" in miien.]. (bkz : muhteşem), muhteçi'‫( ﻣﺨﺘﺸﻊ‬a.s.) : kendisini alçak tutan,

‫( ﻣ ﺤ ﻔ ﺮ‬a.i. huzûr'dan) : 1. [eskiden] çerîat mahkemelerinde mübâçir hizmetini gören kimse. 2 . ask. Yeniçeri ocagmda bir yere bağlı bulunmayan müstakil, (*bağımSIZ) bir kumandan.

m u h z ır

‫( ﻣ ﺤﻔ ﺮﻳﻪ‬a.i.) : h u k. aleyhine açılan dâvâ münâsebetiyle “muhzır” veyâ “mübâşir" gönderilmek sûretiyle getirilenlerden alınan para.

m u h z iriy y e

muhteçid ‫( ﻣﺤﻌﺸﺪ‬a.s.) : İhtişâd eden, biriken, toplanan, (bkz : mUtehaşşid).

m u h z in

muhtetib ‫ﻣﺨﺘﻄﺐ‬ (a.s. hatab'dan) : 1. ihtitâbeden, odun toplayan. 2 . i. baltalık, lcoru, orman.

m u id

muhtetin ‫( ﻣﺨﺘﺘﻦ‬a.s. hitân'dan) : sünnet olmuş, (bkz : mahtûn).

m u id d

muhtevâ ‫( ﻣﺤﺘﻮى‬a.s.) : bir şeyin İçinde bulunan; İçteki şey.

m u il ‫ﻣﻌ ﻞ‬

muhtevi ‫( د و ى‬a.s.) : İhtivâ eden, İçine alan, İçinde bulunduran, kavrayan,

m u ill

‫( ض‬a.s.) : alil eden, hasta eden.

muhteviyyât ‫( ﻣﺤﺘﻮﻳﺎت‬a.i.c. : içindekiler, [doğrusu : "muhteveyât" dır],

m u in

‫( ﻫﻌﻴﻦ‬a.s. avn'den) : 1. İâne eden, yardim2. yardımcı.

muhtezen ‫( ﻣﺨﻌﺰن‬a.s.) : biriktirilip hazîneye, anbara konmuş.

m u in e

muhtezin ‫( ﻣﺤﺘﺰن‬a.s.) : hüzünlü, kederli, (bkz : mahzûn, miikedder).

m u ir

muhtezin ‫( ﻣﺨﺘﺰن‬a.s.) : hazîneye koyan [biriktirip-], biriktirip toplayıp saklayan, anbara atan. muhtezir ‫( د ﻧ ﺮ‬a.s.) : sakınan, çekinen, (bkz : muhteris, muhteriz). muhtır ‫( ﻣﺨﻄﺮ‬a.s. hatr'dan) : hatıra getiren, hatırlatan. muhtıra ‫( ﻣ ﺨ ﺮ ه‬a.i.) : 1. hatırlatmak üzere yazılan ve sunulan tezkere. 2 . hatıra gelen bir şeyin -unutmamak İçin- İçine yazıldığı kâğıt, defter... v.b. fr. mémoire,

‫( ﻣ ﺮ ن‬a.s. hüzn'den) : hüzün verici; aciklandirici.

‫( ﻫﻌﺪ‬a.i. avd'den) : inzibat te'minine me'mur muallim yardımcısı, (bkz : mubassır). ‫( ﻫﻌﺪ‬a.s. add'den) : idâdeden, hazırla-

yan. (a.s.) : çoluğu çocuğu ve müteallikatı çok olan kimse.

CI.

‫( ﻫﺎﺑﻪ‬a.s. avn'den) : [“muin" in müen.]. (bkz : muin). ‫( ﻣﻤﺮ‬a.s.) : İâre eden, ödünç veren.

‫( ﻫﻌﺰ‬a.s.) : izzet ve İkrâm edici, ağırlayıcı; Allah.

m u izz

mUje

‫( ﻣﻮره‬f.i.) :

gam, kaygı, tasa. 2. belâ,

m ûk

‫( ر ق‬a.i.) : göz pınarı.

m ûk

‫( ر ك‬f.i.) : diken.

‫( ﻫﻘﻌﺮ‬a.s. ka'r'dan) : 1. çukur, oyuk. 2. geo. *İçbükey, fr. concave. m u k a'ar-1 m u h ad d eb : geo. bir yani çukur, öteyam bombeli olan çekil, fr. co n cav o -

m u k a'ar

convexe.

‫( ﻣﻬﻌﺮه‬a.s.) : ["muka'ar" in müen.]. (bkz : muka'ar).

muhti ‫( ﻫﺨﻄﻰ‬a.s. hatâ'dan) : 1. hatâya düşüren, yanıltan. 2 . hatâ eden, yanılan,

m u k aa re

muhti-yâne ‫( ﻣﺨﻄﺄذه‬a.zf. hatâ'dan) : hatâya düşerek, hatâ ile, hatâ ederek, yanılarak,

m u k a'ariy y et

muhyi ‫ى‬٠‫( ﻣﺢ‬a.s. hayât'dan) : İhyâ eden, dirilten, canlandıran, hayat veren, [maddi, mânevî].

1.

musibet.

‫( ﻣﻘﻌﺮﻳﺖ‬a.i.) : çukurluk.

‫ﺷﺐ‬

m u k ab beb

(a.s. kubbe'den) : kubbeli. : kubbeli binâ.

B in â -y ٤m u k ab b eb m u k ab b el

‫ل‬٠‫( ﻣﻊ‬a.s. kabl'den) : takbil edilmiş,

öpülmüş.

muk٥ ddimetü'l-، eyş

mukabbız ‫( ﻣﻘﺒﺾ‬a.s. kabz'dan): daraltan, kan.

S I-

mukabbız-ı ev'iye : damar daraltan. mukabbil ‫( ﻣﻘﺒﻞ‬a.s. kabl'den. c . : mukabbilin): takbil eden, öpen. mukabbilin ‫( ﻣﻌﺪﴽن‬a.s. mukabbil'in c .): takbil edenler, öpenler.

2. *Öncüler, ordunun ilerisinde bulunan askerler. mukaddem-dem ‫( ﻣﻘﺪم دم‬a.f.b.s.): önceki zamanii takdim edilen. mukadder ‫( ﻣﻘﺪر‬a.s. kader'den) : 1. takdir olunmu?, kıymeti biçilmiş; kadri, değeri bilinmi?, beğenilmiş. 2 ٠i. yazılı, almda yazılı. El-mukadder İâ yugayyer: kader değiştirilemez. (bkz : kader). 3. ed. yazılı olmayıp, sözün gelişinden anlaşılan. 4. i. kadm adi.

mukabele ‫ﻗﺎﺑﻠﻪ‬٠ ("ka" uzun okunur, a.i. sül. : kabile) : 1. karşılık verme, karşılama. 2. karşı gelme. 3. birbiriyle karşılaştırma; mukadderât ‫( ﻣﻘﺪرات‬a.i. mukadder'in c .): alin karşılıklı yapılan okuma. 4. câmilerde halyazısı, (bkz : mukadderi, ka karşı Kur'ân okuma. Cebr ii mukabele : mukadderât-ı erbaa : fık. ölçüsü, kile, okka, mat. [evvelce muâdele adını alan] cebir. sayı gibi şeylerle belirtilen nesneler. 5. tas. Mevlevi âyinlerinde tarikat mensuplarının cezbe hâliyle ayakta dönmesi mukaddere ‫( ذ ر ه‬a.s.) : (“mukadder'in müen.). (bkz: semâ'). (bkz : mukadder). mukabele-bi'l-misl ‫"( ﻣﻘﺎﺑﻠﻪ ا ﻟ ﻔ ﻞ‬ka" uzun okunur. a.b.i.) : misilleme, yapılan muâmeleyi aynen tekrarlama. mukabeleten ‫( ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ‬a.zf.) : karşılık olarak; karşılık vererek; karşılaştırılarak. mukabil ‫"( ^ ل‬ka" uzun okunur, a.s. sü l.: kabile): 1. karşı karşıya gelen, bir şeyin karşısında bulunan. 2. bir şeye karşı, bir şeye karşılık yapılan. 3. i. karşılık. 4. zf. karşılığında. mukabil-i helezon: anat. *sarmal önü, fr. antheiix. muk'ad ‫( ﻣﻘﻌﺪ‬a.s. ku'ûd'dan): kötürüm, yatalak. mûkad ‫( ﻣﻮﻗﺪ‬a.s.): ağır yüklü, mukaddem ‫( ﻣﻘﺪم‬a.s. kıdem'den): 1. takdim edilen, sunulan [küçükten büyüğe-]. 2. Önde olan, önden giden. 3. önce gelen, önceki [zamanca-]. 4. değerli, üstün. 5. mant. *önerti. 6. ask. redif askerinin ayrıldığı iki kışımdan birincisi. mukaddem-i rüşeym: bot. cücük (embriyon) taslağı. mukaddemii'l-ayn: hek. gözün kenarı, pınarı. mukaddemâ ‫( ﻣﻘﻠﻤﺎ‬a.zf.): önce, eskiden, mukaddemât ‫ﻣﻐﺪﻣﺎت‬ (a.i. kıdem'den. mukaddeme'nin c .): 1. mant. *öncüller.

mukaddes, mukaddese ‫ ﻣﻘﺪﺳﻪ‬، ‫( ﻣﻘﺪس‬a. s. kuds'den): 1. takdis edilmiş, mübârek, kutsal; temiz. Kütüb-i mukaddese : miibârek, kutsal kitaplar : [Kur'ân, Tevrât, ZebUr, incil]. 2. i. kadın adi. mukaddesât ‫( ﻣﻘﺪﻣﺎ ت‬a.s. mukaddes'in c .): kutsal şeyler. mukaddim ‫( ﻣﻘﺪم‬a.s. kıdem'den): 1. takdim eden, sunan [küçük, büyüğe-]. 2. öne, ileri geçiren. mukaddimât ‫( ﻣﻘﺪﻣﺎت‬a.s.i.): nrukaddime'nin c.). (bkz: mukaddime), mukaddimat-ı ilm : fels., fr. propCdeutique. mukaddime ‫( ﻣﻘﺪﻣﻪ‬a.s. kıdem'den. c .: mukaddimât): 1. öne geçen, önde giden, (bkz: pîş-rev). 2.İ. başlangıç, giriş, önsöz [kitapta-], fr. prdface. mukaddime-i b e jin e : huk. “ beyyine başİangıcı'': hasımdan sâdır olan bir varakadır ki İddiâ edilen şeyi tamâmen İspât etmemekle berâber bu şeyin vukuuna delâlet eyler, fr. commencement de preuve. mukaddime-i darb ii cerh: yaralama ve dövme başlangıcı. mukaddime-i hâdia: ed. aldatıcı başlangıç, mukaddime-i kiiljrâ : büyük başlangıç. mukaddimetU'l-ceyş: ask. ordunun ilerisinde bulunan asker, (bkz : pîş-dâr). 789

İkadd im etü'l-Ede b

MukaddimetU'l-Edeb : Zemahşeri'nin ünlü Arappa - Tiirlcpe sözlüğü, mulcaddir ‫ﻣﻘﺪر‬ (a.s. kader'den. c .: mukaddirin): takdir eden, kıymet bipen; kadrini bilen, begenen. [Allah adlarındandır]. mukaddir-âne ‫( ﻣﻘﺪراﻧﻪ‬a.f.zf.): takdir edercesine, kıymetini bilircesine. mukaddirin ‫( ﻣﻘﺪرﻳﻦ‬a.s. mukaddir'in c .): takdir edenler, kıymet bipenler‫ ؛‬kendini bilenler, kendi beğenenler,

mak gibi tiplerden oluşan denizhayvam familyasmdan biri, mukanna'‫( ﺷ ﻊ‬a.i.): pepeli, mukanned ‫ئ‬ mu?.

(a.s.) : ?ekerle terbiye olun-

mukannen ‫( ﻣﻔ ﻦ‬a.s. kanûn'dan. c .: mukannenât): belli belirli, ?aşmaz, (bkz: muayyen). mukannenât ‫( ﺷ ﺎ ت‬a.s. mukannen'in c .): âdet olan tahsisat.

mukaffâ ‫( ﻣﻘﻔﻰ‬a.s.): kafiyeli, lcafiyelenmi?.

mukannene ‫ش‬ (a.s.): [“mukannen'' in müen.j. (bkz: mukannen),

mulcaffel ‫( ﻣﻘﻔﻞ‬a.s. lcufl'den): kilitli, kilitlenmi?. Bâb-ı mukaffel: kilitli kapı,

mukannin ‫( ض‬a.s. kanun'dan): kanun yapan. (bkz: kanûn-?inâs).

mulcahhir ‫( ﻣﻘﻬﺮ‬a.s. kahr'den) : tahkîı. eden, kahreden, yok eden.

mukantar, mukantara ‫ ﻣﺸﻄﺮه‬، ‫( ﻣﻘﻄﺮ‬a. s. kantara'dan): kemerli, kemer ?eklinde olan‫ ؛‬köprü.

mukalkal ‫( ﻣﻘﻠﻘﻞ‬a.s.): 1. kararsız. 2. i. ?arap. (bkz : bâde, hamr, sahpâ). mulcalkale ‫( ﻣﻘﻠﻘﻚ‬a.i.): surâhi‫ ؛‬şişe, multalled ‫( ﻣﻘﻠﺪ‬a.s. kald'den): 1. boynuna gerdanlık takılmış. 2. taklidedilen, örnek tutulan.

mukantarât ‫( ﻣﺸﻄﺮات‬a.i. mukantara'nm c .): kemer ?eklinde olan ?eyler: köprüler, mukaraa ‫ﻗﺎرﺀه‬٠ (“ka” uzun okunur, a.i. kur'a' dan): 1. ad pekişme. 2. pekişme, vuruşma,

mukallef ‫ ﻣﻘﻠﻒ‬.(a.s.): taklif edilmi?, kalafatlanmış.

mukaraza ‫ “( ﻣﻔﺎوﺿﻪ‬ka" uzun okunur, a .i.): kazanca ortak olup zararı sermâyeye âit olmak üzere birine bir miktar sermaye verme.

mukallib ‫( ﻣﻘﻠ ﺐ‬a.s. kalb'den): kalbeden, peviren, başka ?ekle sokan.

mukarebe ^‫“( ﻣﻘﺎر‬ka” uzun okunur, a.i. kurb'dan). (bkz: mukarebet).

mukallid ‫( ﻣﻘﻠﺪ‬a.s. kald'den. c . : m ukallidin): 1. bir ?eyi takan, kuşatan, boynuna asan. 2. taklitpi.

mukarebet ‫ “( ﻣﻘﺎرﺑﺖ‬ka" uzun okunur, a.i. kurb'dan): yakrnlrk‫ ؛‬akrabalık,

mukallid-âne ‫ذه‬١‫ى‬ sûrette.

(a.f.zf.): taklitpiye yakışır

mukallidin ‫( ﻣﻘﻠﺪﻳﻦ‬a.s. mukallid'in c .): 1. takmanlar, kuşananlar, boynuna takanlar. 2 ٠taklitpiler. mukamere ‫“( ﻣﻘﺎﻣﺮه‬ka” uzun olcunur. a.i.): kumar oynama, oynaşma, mukamir ‫“( ﻣﻘﺎﻣﺮ‬ka” uzun okunur, a.s. ve i.) : kumarbaz. mukanfez ‫( ﻣﻘﺘﻒ‬a.s.): zool. üzeri yumuşak dikenlerle örtülü olan hayvan, kirpi, mukanfezii'l-cild ‫( ﺷ ﻐ ﺬ ا ﻟ ﺠ ﻚ‬a.i.): zool. derisidikenlilerden, denizkestanesi ve beşpar790

mukarenet ‫ “( ﻣﻘﺎرﻧﺖ‬ka” uzun okunur, a.i. karn'dan): 1. bitişiklik‫ ؛‬yaklaşma, kavu?ma, bitişme, (bkz : telâkki): 2. uygunluk, mukarib ‫“( ﻣﻘﺎرب‬ka” uzun okunur, a.s. kurb'dan): karib, birbirine yakın olan, mukarin ‫“( ﻣﻘﺎرن‬ka" uzun okunur, a.s. karn'dan) : bitişik, ulaşmış, erişmiş, yaklaşmış, bir yere gelmi?. mukarnes ‫( ﻣﻘﺮﻧﺲ‬a.s.): 1. merdiven ?eklinde dereceleri olan patma tavan, kubbe. 2. kubbe bipiminde olan. 3. bir peşit serpu?. 4. nakışlı, işlemeli, rengârenk olan. Seyf-İ mukarnes: [eskiden] “kırk merdiven” denilen ve ağzı derece derece olan bir peşit kılıp, [bu kelime, dagdan burun gibi pikan

mukassi

sivrilik veyâ kalkık ve yüksek hörgüçlü deve mânâlarına olan “kurnâs” kelimesinden türemiştir]. mukarr ‫( ﻣﻌﺮ‬a.s. karâr'dan): İkrâr olunmuş, "vardır, evet öyledir” denilmiş, mukarreb ‫( ﻣ ﻘ ﺮ ب‬a.s. kıırb'dan c . : mukarrebân, mukarrebin): takrlbedilmiş yaklaşmış, yakın. Melek-i mukarreb: Allah'a yakm, yaklaşmış olan melek. mukarrebân (a.s.kıırb'dan, mukarreb'in c.). (bkz: mukarrebin). mukarrebin ‫( ﻣ ﻘ ﺮ ﺑ ﻴ ﻦ‬a.s. mukarreb'in c .): yakınlaşma, yaklaşmış olanlar, yakınlar. Melâike-İ mukarrebin: Allah'a yakm, yaklaşmış olan melekler, mukarrebûn ‫( ﻣﻘﺮﺑﻮن‬a.s. mukarreb'in c .): Allah'a yakm olan büyük melekler, (bkz: mukarrebân, mukarrebin).

medresede, dersi tekrar ederek anlatan müderris (profesör) muâvini. 4. i. huzur hocası [ramazanda pâdişâhın huzûrunda ders vermek, Kur'ân'ı tefsir etmekle vazifeli bulunan müderris, ders-i âmm]. mukarririn ‫( ﻣﻘﺮوﻳﻦ‬a.s. mukarrir'in c.).(bkz: mukarrir).

‫ ﺀ ﺳ ﻞ‬3 „ ‫( ر ﺿ ﻒ‬a.s. karz'dan. c. :m ukarrizin): takriz eden, medheden; medih yollu yazı yazan. mukarrizin ‫( ﻣﻘﺮﺿﻴﻦ‬a.s. mukarriz'in c .): takriz edenler, medhedenler; medih yollu yazı yazanlar. mukarriin-bih ‫( ﻣﻘﺮﺑﻪ‬a.b.i.): İkrâr olunan hak, başkasına âit bulunduğu, bir kimse tarafmdan haber verilen hak. mukarriin-leh ‫( ﻣﻘﺮﻟﻪ‬a.b.i.): kendisine, âit bulunan bir hak, başkası tarafından îtirâf olunan hakîkî veyâ (vakıf gibi) mânevi şahıs,

mukarrer ‫( ض‬a.s. karâr'dan. c. :mukarrerât): 1. kararlaşmış. 2. şüphesiz, sağlam. 3. anla- mukarriin-leh bi'n-neseb ‫( ﻣﻘﺮﻟﻪ ﺑﺎﻟ ﺴ ﺐ‬a.b.i.): tılmış, bildirilmiş. neseb bakımından mîrâsa hakki olduğu İkrâr olunan kimse. mukarrerât ‫( ﻣﻘ ﺮ را ت‬a.i. mukarrer'in c .): kararlaştırılan şeyler; kararlar, mukarriin-leh bi'n-nesebi ale'l-gayr: fer. nesebce başkasına karâbeti İddiâ edilemukarrere ‫( ﻣﻘﺮره‬a.s. karâr'dan) : [“mukarrer” rek mîrâsa hakki bulunduğu İkrâr olunan in müen.]. (bkz : mukarrer), kimse. mukarreren ‫( ﻣﻘﺮرأ‬a.zf.): kararlaşarak, kararmukasât ‫"( ﻣﻘﺎﻣﺎ ت‬ka” uzun okunur, a.i.): laştırarak, kararlaştırılarak, zahmet ‫ ؟‬ekme. mukarrız‫( ﻣ ﻘ ﺮ ظ‬a.s.). (bkz : mukarriz). mukaseme . ‫"( ﻣﻘﺎﺳﻢ‬ka” uzun okunur, a.i. mukarri' ‫( ﻫﻀﻊ‬a.s.: takri' eden, başa kakan; kısm'dan): taksim etme, paylaşma, bölüşazarlayan, paylayan. me. mukarrib ‫( ﻫﻌﺮب‬a.s. kurb'dan): 1. takribeden, mukasım ‫"( ﻣﻘﺎﺳﻢ‬ka” uzun okunur, a.s. yaklaştıran; yakınlaştıran. 2 ٠tar. ramazankısm'dan): taksim eden, paylaşan, bölüşen, da Kur'an metinlerini padişah huzurunda yorumlayan hoca, huzur hocası, (bkz : mu- mukassat ‫( ﻣﻘ ﺴ ﻂ‬a.s. kıst'dan): taksitli. karrir.). mukassatan ‫( ﻣﻘﺴﻄﺄ‬a.zf.): taksitle, taksitli olamukarrih ‫ر ح‬ a‫ ؟‬an ilâ‫ ؟‬.

(a.s.c.: mukarrihât): yara

mukarrihât ‫( ﻣ ﻘ ﺮ ﺣﺎ ت‬a.s. mukarrih'in c .): yara açmaya mahsus olan te'sirli İlâçlar, mukarrin (a.s. karn'den): takrin eden, birlikte bulunduran.

rak. mukassem ‫( ﻣﻘ ﺴﻢ‬a.s. kısm'dan): taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş. mukassır ‫( ﻣﻘﺼﺮ‬a.s. kasr'dan): 1. taksir eden, yapabilir iken yapmayıp ‫ ؟‬ekinen. 2. yapmaya gücü yetmediği İ‫ ؟‬in bırakan. 3. kusur işleyen, (bkz: mütekasır).

mukarrir ‫( ض‬a.s. karâr'dan. c.: m ukarririn): 1. takrir eden, yerleştiren, sâbit kılan. 2. an- mukassi ‫ ى‬٠‫( ش‬a.s. kasvet'den): kasvet verici, latan, bir maddeyi etraflıca anlatan. 3. i. kasvetli, sıkıntılı, sıkıcı; dar. 791

mukassim

mukassim ‫( ﻣ ﻘ ﻢ‬a.s. kism'dan) ; taksim eden, ayıran, bölen. Kıyâs-ı mukassim : mant. *ikilem, fr. dilemme. mukaşşer ‫( ﻣﻌ ﺸ ﺮ‬a.s. kışr'dan) : takşîr edilmiş, kabuğu soyulmuş. Bâdâm-1 mukaşşer : kabuğu soyulmuş bâdem. mukataa ‫"( ﻣﻘﺎ ﻃﻌﻪ‬ka” uzun okunur, a.i. kat'dan. c. : mukataât) : 1. arâzinin kesime verilmesi, muayyen bir kirâ karşılığında birine birakliması. 2. bağ, balı‫ ؟‬e, arsa hâline getirilen ekim toprağı İ‫ ؟‬in verilen vergi, mukataât ‫“( ﻣ ﻘﺎ ﻃ ﻌﺎ ت‬ka” uzun okunur, a.i. mukataa'nm c.). (bkz : mukataa). mukatelât ‫“( ﻣ ﻘﺎ ﺗ ﻼ ت‬ka” uzun okunur, a.i. katl'den. mukatele'nin c.) : 1. öldürüşmeler, birbirini öldürmeler, vuruşmalar. 2. savaşlar; kavgalar. mukatele ‫“( ﻣﻘﺎﺗﻠﻪ‬ka" uzun okunur, a.i. katl'den. c. : mukatelât) : 1. birbirini öldürme, vuruşma. (bkz : kıtâl). 2. savaş; kavga, m u k a t il^ ^ (“ka” uzun okunur, a.s. katl'den) : birbiriyle vuruşan, birbirini öldüren, mukatilûn ‫( ﻣﻘﺎﺗﻠﻮ ن‬a.i. mukatil'in c.) : düşmanla savaşan mücâhitler, mukatta', mulcattaa ‫ ﻣﻘ ﻄﻌﻪ‬، ‫( ﻣﻘ ﻄ ﻊ‬a.s. kat'dan. c. ; mukattaât) ; kat'edilmiş, kesilmiş; kesik, ayrı. Hurûf-İ mukattaa : ayrı ayrı yazılan, bitişik olmayan harfler, mukattaât ‫( ; ﻣ ﻘ ﻄ ﻌﺎ ت‬a.s. mııkatta'ın c.) : 1. kat'edilmiş, kesilmiş, kesik şeyler. 2. ed. matla'siz şiir parçaları. 3. türlü gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler. 4. herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler ve tamarnlanmamış cümleler. 5. kısaltmalar, fr. abréviation. mukattar ‫( ﻣﻘ ﻄﺮ‬a.s. katr'dan. c. : mukattarât) : taktir edilmiş, inbikten ‫ ؟‬ekilmiş; *damıtılmış. Mâ-i mukattar : *damıtık su. mukattara ‫( ﻣﻘ ﻄﺮه‬o.s. katr'dan) : [''mukattar'' m müen.]. (bkz : mukattar), mukattara-i fevkaniyye : jeol. *sarkıt, fr. stalactite. mukattara-i tahtâniyye : Jeol. *dikit, fr. stalagmite. 792

mukattarât ‫( ﻣﻘﻄﺮات‬a.s. mukattar'in c.) : taktir edilmiş, inbikten ‫ ؟‬ekilmiş nesneler. mukattib ‫( ﻣﻘﻄﺐ‬a.s.) : hek. buruşturucu, yapışkan [şey]. mukavelât ‫"( ﻣﻘﺎوﻻت‬ka" uzun okunur, a.i. kavl'den. mukavele'nin c.) : mukaveleler, sözleşmeler; yazılı sözleşmeler, mukavelât muharriri : noter, (bkz : kâtib-i adi). mukavele ‫"( ﻣﻌﺎوﻟﻪ‬ka" uzun okunur, a.i. kavl'den. c. : mukavelât) : 1. sözleşme. 2. yazili sözleşme. mukavele-nâme ‫“( ﻣﻘﺎوﻟﻪ ﻧﺎﻣﻪ‬ka” uzun okunur, a.f.b.i.) : mukavele, sözleşme senedi; sözleşmenin yazıldığı kâğıt; kontrat. mukavelevi ‫( ﻣﻘﺎوﻟﻮ ى‬a.s.) : mukaveleye, anlaşmaya âit, mukavele, anlaşma nevinden olan. mukavemet ‫ “( ﻣﻘﺎوﻣﺖ‬ka” uzun okunur, a.i. kıyâm'dan) ; karşı durma, dayanma, karşı koyma, direnme, direniş, mukavemet-i dâhilime: *i‫ ؟‬diren ‫ ؟‬١ fr. résistance intérieur. mukavemet-i mahsûsa : fiz. Ozdiren‫ ؟‬, fr. résistivité. mukavemet-sûz ‫"( ﻣﻘﺎوﻣﺼﻮز‬ka" uzun okunur, a.f.b.c.) : mukavemeti yok eden; dayanılmaz hâle getiren. mukavemet-şiken ‫“( ﻣﻘﺎوﻣﺖ ﺷﻜﻦ‬ka” uzun okunur, a.f.b.s.) : mukavemeti kiran. mukavim ‫“( ﻫﻘﺎوم‬ka” uzun okunur, a.s. kıyâm'dan. c. : mukavimin) : 1. mukavemet eden, karşı duran, dayanan, direnen: 2. dayanıklık. mukavimin ‫( ^ و س‬a.s. mukavim'in c.) : karşı koyanlar. mukavvâ ‫ ﻣﻘﻮى‬، 1. kavileştirilmiş, mukavva.

‫( ﻣﻘﻮا‬a.s. kuvvetten) : sağlamlaştırılmış.

2. i.

mukavver ‫( ﻫﻘﻮر‬a.s.) : 1. yuvarlak kesilmiş. 2. ziftle karışık veyâ ziftle kaplı. 3. g. s. bir yazı sitili. mukavves ‫ﻗﻮس‬٠(a.s. kavs'den) : 1. yay gibi eğri. 2. kavisli, bükülmüş, kemerli.

mukraz

mukavvi, mukavviyye ‫ﻋﻮﻳﻪ‬٠ ، ‫ﻋﻮى‬٠ (a.s. kuvvet'den. c. : mukavviyyât) : 1. takviye eden, kuvvet veren, kuvvetlendiren. 2. kuvvet İ‫ ؟‬in verilen [ilâ‫] ؟‬, fr. tonique. Edviye-i mukavviyye : lcuvvet ilâçları, mukavvim ‫( ﻣﻘﻮم‬a.s.) : 1. kıvâma getiren. 2. egriyi doğrultan, düzelten, mukavvi^ât ‫( ﻣﻘﻮﻷت‬a.s. mukavviyye'nin c.). (bkz : mukavvi). mukayaza ‫"( ﻣﻘﺎﻳﻐﻪ‬ka" uzun okunur, a.i.) : trampa etme, değişme, (bkz : mübadele), mukayesât ‫"( ﻣﻘﺎﻳﺴﺎت‬ka" uzun okunur, a.i. kıyâs'dan, mukayese'nin c.) : 1. kıyaslamalar, ölçmeler, ölçüler. 2.fels., gr. karşılaştırmalar. mukayese ‫"( ﻣﻘﺎﻳﺴﻪ‬ka” uzun okunur, a.i. kıyâs'dan. c. : mukayesât) ; 1. kıyâs etme, ölçme, Öİ‫ ؟‬Ü. 2. fels., gr. karşılaştırma, mukayese-i rûhiyye : psik. ruh ölçümü, psikometri, fr. psychométrie. mukayese miistevisi : geo. karşılaştırma düzlemi. mukayyed ‫( ﻣﻌﺐ‬a.s. kayd'dan) : 1. kayıtlı, bagil, bağlanmış. 2. ayağında zincir ve pranga bulunan. 3. bir içe ehemmiyet (٠önem) veren. 4. kaydolunmuş, deftere geçmiş, mukayyedât ‫( ﻫﻘﺪا ت‬a.s. mukayyed'in c.) : (bkz : mukayyed). mukayyede ‫( ﻣ ﻴ ﺪ ه‬a.s. kayd'dan) : ["mukayyed” in miien.]. (bkz : mukayyed).

mukbilân ‫ ﻣ ﻼ ن‬٠(a.f.s. kabl'den. mukbil'in c .): kutlular, mutlular, (bkz : mukbilin). mukbile ‫ ﻟﻪ‬٠‫( ﻣﻊ‬a.s. kabl'den) : 1. ["mukbil” in müen.]. (bkz : mukbil). 2. i. kadm adi. mukbilin ‫( ﻫﻘ ﺪ ن‬a.s. kabl'den. mukbil'in c .): kutlular, mutlular, (bkz : mukbilân). mukdim ‫( ﻣﻘﺪم‬a.s. kıdem'den): İkdâm eden, gayret ve devamlılıkla ‫ ؟‬alışan, İçine düşkün. mukdim-âne ‫( ﻣﻘﺪﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): dikkat ve gayretle. mukhem ‫( ﻣ ﻘ ﺤ ﻢ‬a.i.): cümle arasındaki fezla ve lüzumsuz kelime, mûkıd ‫( ﻫﻮﻗﺪ‬a.s.): ikadeden, ateş yakan, mûkın ‫( ر ش‬a.s.): ikan eden, şüphesiz, kat'î olarak bilen. mûkır ‫ وﻗ ﺮ‬٠ (a.s.): yemişin ‫ ؟‬okluğu dolayısıyla dalları şarkmış aga‫ ؟‬. mukırr ‫( ﻣﻘﺮ‬a.s. karâr'dan): 1. İkrâr eden, dogruyu söyleyen, “vardır, evet öyledir” diyen, kusûrunu, kabahatini gizlemeyen. 2. fık. birinin, kendisinde hakki olduğunu haber veren [kimse]. mukırr-âne ‫( ﻣﻘﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): İkrâr edene, dogruyu söyleyene yaraşır yolda; İkrâr ederek, kusurunu söyleyerek. mukim ‫( ﻣ ﻘﻴ ﻢ‬a.s. kıyâm'dan): ikamet eden, oturan, (bkz : ârâm-sâz, sâkin).

m u k a ^ i' ‫( ﻫﺸﺊ‬a.s. kay'dan. c.: mukayyiât) : kay ettiren, kusturan, kusturucu,

mûkiz ‫( ﻣ ﻮﻗ ﻆ‬a.s. yakaza'dan): 1. ikazeden, uyandıran. 2. gafletten, dalgınlıktan kurtaran.

mukayyiât (a.s.i. mukayyi'in c.) : kay ettirici, kusturucu İlâçlar,

mukle ‫( ﻣﻌﻠﻪ‬a.i.) : anat. gözbebeği,

mukayyiât-i ma'deniyye : hek. mâdeni kusturucu İlâçlar. m u k a y y i d i (a.s.kayd'dan. c. :mukayyidin) : 1. lcaydeden. 2. i. kayıt me'muru. mukayyidin ‫( ﻫﺸﺪﻳﻦ‬a.s. ve i. mukayyidin c.) : mukayyitler, kayıt me'murlari. mukbil ‫ ﺷ ﻞ‬٠ (a.s. kabl'den. c. : mukbilân, mukbilin) : 1. ikballi, kutlu, mutlu, (blcz : mes'ûd, bahtiyâr). 2. i. erkek adi.

mukmir, mukmire ‫ﺀةﻣﺮه‬ ، Kamer'den): mehtaplı [gece],

‫ﻣﻘ ﻤﺮ‬

(a.s.

mukni', muknia ‫ ﻣﺸﻌﻪ‬، ‫( ﻣﻘﻨﻊ‬a.s. kanâat'den): İknâ eden, kanaat getiren, İnandırıcı. Edille-i muknia : İnandırıcı deliller, muknia ‫( ئ‬a.i.) : zool. kurbağa yavrusunun yumurtadan ‫ ؟‬ıktıgı ilk hâli, mukraz ‫( ﻣﻘﺮ ض‬a.s. karz'dan): İkrâz olunmuş, ödün‫ ؟‬verilmiş. 793

mukrî m ukri ‫( ﻃﺮى‬a.s. İcırâat'den): 1. [Kur'ân] okuyan. 2 ٠Kur'ân okumasını ögreten veya ezberleten [birine-].

muktedâ, muktedâ-bih

‫( ﻷ‬a.s. kadv'dan) : 1. İktidâ edilen, uyulan‫؛‬ örnek tutulan. 2. önde bulunan, kendisine uyulan [imam, reis... v.b.].

mukriz ‫( ﻣﻘﺮض‬a.s. karz'dan): ikraz eden, ödün‫ ؟‬veren.

m uktedi

muksâ ‫( ﻣ ﻘ ﻌ ﻰ‬a.s.) : uzak kalınmış, uzaklaştırılmış.

m uktedir

muksem ‫( ﻣ ﻘ ﻢ‬a.s. kasem'den): kasem edilmiş, yemin edilmiş. m uksem iin-bih: huk. [eskiden] üzerine yemin edilen isim veyâ Sifat. [İslâm hukukunda Cenâb-1 Hakk'm ismi, zâtı veyâ SI fatları üzerine yemin edilir ki bu takdirde isim, zât veyâ sifat muksemün-bih olur], m uksır ‫( ﻣﻘﺼﺮ‬a.s.). (bkz : mukassır). muksim ‫( ﺷ ﻢ‬a.s. kasem'den): 1. kasem eden, yemin eden, andiçen. 2. i. yemin edilecek yer.

‫ ﻣﻘﺘﺪا‬، ‫ ﻣﻘﺘﺪا‬، ‫ﻣﻘﺘﺪى‬

‫( ﻣﻘﺘﺪ ى‬a.s. kadv'dan) : İktidâ eden, uyan, arkadan gelen, (bkz : tâbi'), ‫( ﻣﻘﺘﺪر‬a.s. kudret'den) : iktidarli, gücü yeten, becerebilen, ‫( ﻣﻘﺘﺪرﻳﻦ‬a.s. muktedir'in c.) : iktidarlilar, gücü yetenler, becerebilenler,

m uktedirin

‫ﻗﺘﻐﻰ‬٠ (a.s. kafâ'dan) : ıktıfâ edilmiş, ardı Sira, izinden gidilmi‫ ؛؟‬örnek tutulmuş, uyulmuş [birine].

m uktefâ

‫( ﻣﻘﺘﻬﻰ‬a.s. kafâ'dan) : ıktıfâ eden, ardı sira, izinden giden‫ ؛‬örnek tutan, uyan [birine].

m uktefi

‫( ﻣﻘﺘ ﺤﻢ‬a.s.) : iktihâm eden, göğüs geren, yorulmak bilmeyen,

m uktehim

muksit ‫( ﻣﻘ ﺴ ﻂ‬a.s. kast'dan) : 1. İksât eden, dogru hareket eden, İş gören. 2. Allah,

mukteia' ‫( ﺷ ﻠ ﻊ‬a.s. kal'den) : kökünden kopa-

m ukşairr ‫( ﻣﻘﺜ ﻌ ﺮ‬a.s.) : ıkşı'râr eden, ürperen,

mukteli' ‫( ﻣﻘﺘﻌﻊ‬a.s. kal'den) : kökünden kopa-

muktasır ‫( ﻣﻘﺘﺼﺮ‬a.s. kasr'dan) : iktisâr eden, kısa kesen. m uktataf -(a.s. katf'dan. c. :muktatafât): iktitaf edilmiş, devşirilmiş, toplanmış, derİenmiş, derleme.

rılmış. ran.

‫( ﻣﻘﺘﺮب‬a.s. kurb'dan). (bkz : miite-

mukterib

karrib).

‫( ﻣﻘﺘﺮح‬a.s.) : iktirâh eden, düşünmeden, aklina geldigi gibi söyleyen,

m ukterih

‫( ﻣﻘﺘﺮن‬a.s. iktirân'dan) : iktirân eden, yaklaşan, yakm gelen.

muktatafât ‫( ﻣﻘﺘﻄﻔﺎت‬a.s. k atf d an ): derlemeler, derlenmiş şeyler, antoloji,

m ukterin

m uktatif ،‫ ﻣﻘﺘﻄﻒ‬-(a.s. k atf d an): iktitâf eden, derleyen, toplayan.

m ukteriz

m u k te b e s-(a .s .k a b s 'd a n .c . :muktebesât): iktibâs edilmiş, faydalanmak üzere aynen alınmış, aktarılmış.

muktesid

muktebesât OLwuKa.i.kabs'dan,muktebes'in c .): muktebes olan, faydalanmak üzere alinan, aktarılan şeyler. muktebis ‫( ﻣﻘﺘﺒ ﺲ‬a.s. kabs'den, c. :muktebisin): iktibâs eden, faydalanmak iizere alan, aktaran. [Arapçadaki asil m ânâsı: “ateş yakmak üzere birinden ateş alan" demektir], muktebisin ‫( ﺷ ﻦ‬a.s. kabs'den. muktebis'in c.) : iktibâs edenler, faydalanmak üzere alanlar, aktaranlar. 794

‫( ﻣﻘﺘﺮض‬a.s. karz'dan). (bkz : istikrâz,

müstakriz).

‫( ﻣﻘﺘ ﻤ ﺪ‬a.s. iktisâd'dan. c. : muktesidân) : tutumlu, fr. économiste,

m uktesidân ‫ﻣﻘﺘﺼﺪان‬ (a.s. c.) : tutumlular, tutumlu économistes.

muktesid'in kimseler, fr.

‫( ﻣﻘﺘﻌ ﺮ‬a.s.) : 1. iktisâr eden, kısa kesen. 2. (bkz : kanaat-kâr).

m uktesir

m uktetif m uktezâ

-(a.s.). (bkz : muktatif).

‫ى‬.‫( ﻣﺔﺗﻎ‬a.s. kazâ'dan) : 1. İktizâ etmiş,

İâzımgelmiş. 2. kanun İcâbına göre yazılan yazı, derkenar. m uktezâ-yi hâl ü m akam : ed. sözde hâlin, makamm icâbettigi gibi konuşma tarzına

munfasıln

bağlı kalma, yerinde ve adamına göre söyleme. muktezâ-yi h ilk a t: yaradılış icâbı, muktezâ-yi ta b ': yaradılış icâbı,

nıûmesât ‫( ﻣ ﻮ ﺳﺎ ت‬a.i.). (bkz: umûm-hâne). mum-hâne ‫( ﻣﻮﻣﺨﺎﻧﻪ‬f.b.i.): mum yapılan veya satılan yer, mum fabrikası,

muktezâ-smca ‫( ﻣﻘ ﻀﺎ ﺳ ﺠﻪ‬a.t.zf.): gereğince,

mû-miyân ‫( ﻣﻮﻣﻴﺎف‬f.s.c.): kil belli, beli kil gibi ince olan güzeller.

muktezayât ‫( ﻣ ﺸ ﻬﻴﺎ ت‬a.i. muktezi'nin c .): 1. İktizâ eden, lâzımgelen, icâbeden şeyler. 2. neticeler.

mumtır ‫( ﻣﻤﻄﺮ‬a.s. matar'dan): yağmur yağdıran.

muktezî ‫( ﻫ ﺸﻐ ﻰ‬a.s. kazâ'dan): İktizâ eden, lâzımgelen, icâbeden, icâbettiren, gereken‫؛‬ gerektiren.

mumyâ ‫( ﻣﻮﻫﻴﺎ‬f.i.): 1. tahnit edilmiş, hi‫ ؟ ؟‬ürümemek üzere ilâçlanmış ölü. 2. her türlü derde devâ olduğu rivâyet olunan bir masal ilâcı. 3. ‫ ؟‬ok zayıf [kimse],

mukteziyye (a.s. kazâ'dan): [“muktezî" nin miien.]. (bkz : muktezî). muktî ‫ ﻗ ﻰ‬٠ (a.s.): 1. koruyan, kudretli. 2. h. i. Tanrı. mulctir > (a.s.): kocasını nafaka bakimindan sıkıştıran. mukzî ‫( ض‬a.s.) : 1. hüküm ve kazâ olunmuş. 2. gerekli görülmüş. 3. tamamlanmış. mûlâ-minhâ \‫( ﻣﻮﻻ ﺳﻪ‬a.b.i.): huk. [eskiden] îlâ olunan zevce, (bkz : ilâ),

mumzâ ‫( ﻣﻤﻀﺎ‬a.s. m azâ'dan): İmzâ edilmi? olan. mun'am ‫ا‬٠‫( ﺳﻊ‬a.s.): ‫ ؟‬ok kıymetli olarak büyütülmüş. munassab ‫( ﻣﻔ ﻌ ﺐ‬a.s. nasb'dan): 1. birbirinin üzerine tertiplenmiş olan. 2. i. me'mur, görevli. m unassaf ‫ ف‬٠ ‫ م‬-(a.s.): ikiye ayrılmış, bölünmüş.

mu'lem ‫( ﻣﻌﺪم‬a.s. ilm'den): İşâretlenmiş, belirtilmiş.

m unassıf ‫( ﺳ ﻌ ﻒ‬a.i.): mat. açıortay, fr. bissecteur (-trice).

mûlî ‫( ﻫﻮﻟﻰ‬a.i.): ilâ eden zev‫ ؟‬.

munazzaf ‫ ﻣﻔﻈﻒ‬.(a.s. n azifden ): tanzif edilmiş, temizlenmiş, arınmış,

mu'lim ‫ا‬٠‫( >ل‬a.s. elem'den). (bkz : müellim). mıı'lin ‫( ﻫﻌﻠﻦ‬a.s. alen'den): İlân eden, umûma bildiren, haber veren, mûm ‫( ﻫﻮم‬f.i.) : 1. mum. 2. s. yumuşak. mûmâ-üeyh ‫ ﻣﻮﻣﻰ اﻳﻪ‬، ‫( ﻣﻮﻣﺎﻳﻪ‬a.b. zm. c . : mumâ-ileyhüm): imâ edilen, adi geçen, yukarıda anılan [adam], mûmâ-ileyhâ ‫ ﻳ ﻬﺎ‬١ ‫( ﻣﻮس‬a.b.zf.c.: mûmâileyhiin): imâ edilen, adi geçen, yukarıda anılan [İcadın, kız]. mûmâ-üeyhim ‫ا‬٠‫( ﻣﻮﻣﻰ اﻳﻪ‬a.b.zm. mûmâileyh'in c.) : imâ edilenler, adi geçenler, yukarıda anılanlar.

mıınazzım ‫إ‬٠‫( ط‬a.s. nazm'dan): tanzim eden, düzenleyen. munazzif ‫ ﻣﻔﻈﻒ‬-(a.s. nazifden ): temizleyici, temizleyen. mundak ‫( ﻣﻐﺪق‬a.s.): dövülüp ufaklanmış, m unfasıl ‫( ﻣﻔﻨ ﻌ ﻞ‬a.s. fasl'dan. c .: miinfasılin): 1. infisâl eden, ayrılan, ayrılmış, ayrı; bitişik olmayan. 2. işinden ayrılmış, me'murluktan ‫ ؟‬ikmış. (bkz : ma'zûl). Zamîr-İ m u n fasıl: a. gr. başka lcelimeye bitişik olmayan zamir : [hüve, ente, ene gibi], munfasıla ‫( ﺳﻐﺼﻠﻪ‬a.s.): ["munfasıl” m miien.]. (bkz: munfasıl).

mûmâ-üeyhimâ ‫ ا‬٠‫( ﻣﻮﻫﻰ اﻟﻪ‬a.b.zm.): imâ edilen, adi geçen, yulcanda anılan [İcadın, kız, erlcek].

munfasılan ‫( ﻣ ﻔ ﻔ ﻌ ﺎ‬a.zf.) : munfasıl olarak, ayrı, ayrılmış olarak, (bkz : ma'zûlen).

mûmâ-ileyhinne ‫ ﻳﻬ ﻦ‬١ ‫( ﻣﻮس‬a.b.zm. mûmâİleyhâ'nın c .): imâ edilenler, adi geçenler, yukarıda anılanlar [kadm, kız].

m unfasılin ‫( ﺳ ﻔ ﻬﻴ ﻦ‬a.s. munfasıl'm c.): infisal edenler, ayrılanlar, ayrılmış olanlar, bitişik olmayanlar. 795

munfasım

‫( ﻣﻨﻔﺼﻢ‬a.s.): 1. infisâm eden, kırılan, eksilen. 2. zulüm ve gadir görmüş, kirılmış, kırgın.

m unfasım

‫( ﻣﻨﻔﺼﻰ‬a.s. fesâ'dan): bir şeyden ayrılıp kurtarılan.

m unfasi

‫( ﻣﺘﻐﻄﺮ‬a.s. fatr'dan): infitâr eden, ya-

m unfatır

Zilan. m unfazih

‫( ﻣﻨﻐﻀﺢ‬a.s.): fazâhate uğramış, rezil

olmuş. munhasrr

‫ﻣﻔﺤﺼﺮان‬

(a.s.c.).

(bkz:

münhasırân).

‫( ﻣﻮﻧﺲ‬a.s. üns'ten): 1. iinsiyetli, alışılan, yadırganmaz, alışılmış. 2. cana yakm, sevimli. 3. insandan kaçmayan. 4. i. erkek adi. [miien.: mûnise].

m ûnis

mûnise

‫( ﻣﻮﻧﺴﻪ‬a.i.) : can yoldaşı, hayat yoldaşı, ‫( ﻣﻨﻘﺒﺾ‬a.s. kabz'dan) : 1. toplanmış,

m unkabız

‫ ؟‬ekilmiş, büzülmüş. 2. sıkılmış. 3. İnkıbâza uğramış, pekliğe tutulmuş,

‫( ﻣﻔﻘﻠ ﺐ‬a.s. kalb'den) : inkılâbeden,

m unkalib

dönen, dönmüş, degişen, başka bir şekle, kılığa girmiş, giren, (bkz : münkalib).

‫( ﻣﻨﻘﺮض‬a.s. karz'dan): İnkırâz bulan, biten, arkası gelmeyen, sönen, zürriyeti, dölü tükenmiş, kesilmiş olan,

m u n k an z

m unkati

‫( ﻣﻐﻘﻄﻊ‬a.s. kat'dan). (bkz : münkati').

m unsabb

‫( ﻣﻨﺼﺐ‬a.s.): insibâbeden, dökülen,

karışan, kavuşan, [bir denize, bir ırmaga....].

‫( ﻣﻨ ﺼﻎ‬a.s. sibg'dan): insibâg eden,

m unsabig

‫( ﻣﻨ ﻄﻊ‬a.s. tab'dan): 1. intıbâ' eden, basılan, basılmış, damgalanmış, (bkz: matbu'). 2. yaradılıştan olan. 3. hoş görünen, giizel.

muntabı'

‫( ﻣﻨ ﻄﺒﺎ ت‬a.s. mııntabı'ın c .) : 1. mıntabi' olan, basılan, basılmış, damgalanmış olan şeyler. 2. yaradılıştan olan şeyler, hoş görünen, güzel şeyler.

muntabıât

‫( ﻣﻐﻄﺒﺦ‬a.s. tabh'dan) : intibah eden, pişen, pişmiş, (bkz : matbûh).

muntabih

‫( ﻣﻨﺤﺼﺮ‬a.s.). (bkz : münhasır),

m unhasirân

munsif-âne ‫( ﻣﻨﻌﻔﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): insaflılıkla,

boyanan. m unsalih

‫( ﺳ ﺼ ﺦ‬a.s.): sulh üzere olan,

m unsam i

‫( ﻣﻨﺼﻤﻰ‬a.s.): dökülüp akıtılmış,

‫( ﻣﻨﺼﺮم‬a.s.): insirâm eden, kesilen, (bkz: munkati').

m u n san m

‫( ﻣﻨﻤﺮ ف‬a.s. sa rf d an): 1. insirâf eden, geri dönen. 2. a. gr. yerine göre her türlü hareke alabilen kelime,

m u n sarif

‫( ﻣﻨﻄﺒﻖ‬a.s. tıbk'dan) : İntıbâk eden, birbirine tam uyan; uygun, (bkz: mııtâbık).

m untabık

‫( ﻣﻨﻄﻐﻰ‬a.s. tufû'dan): 1. ıntıfâ eden, sönen; sönük. 2. fiz. Sönümlü, fr. amorti,

m untafi

‫( ﻣﻌﻄﻠﻖ‬a.s. talâk'dan) : intilâk eden, giden, bırakılmış, koyuverilmiş, salıverilmiş. (bkz : âzâd).

m untalik

m untam is

‫ﻣﻔ ﻄ ﻤ ﺲ‬

(a.s.) : İntımâs eden, belirsiz

olan. .(a.s. m sfd a n ) : 1. yanlanmış, yarıya varmış. 2. i. yari, orta, m untasıf-ı sene : senenin yarısı, tam ortası,

m untasıf -

‫( ﻣﻨﺘﺼﺢ‬a.s. nush'dan) : nasihat kabûl eden, ögüt dinleyen.

m untasih

m untasıh-âne

‫( ﻣ ﻔ ﺴ ﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.): ögüt dinleye-

rek. m untasır

‫( ﻣﺘﺘﺼﺮ‬a.s.): öç alan,

m untavi'

‫( ﻣﻐﻄﻮع‬a.s.): sözdinler. (bkz : muti),

‫( ﻣﻨﻄﻮى‬a.s. tayy'den): İntivâ' eden, dürülüp bükülen, toplanmış, devşirilmiş.

m untavi

‫ ﻣﺘﺘﻈﻤﻪ‬، ‫( ﻣﻨﺘﻈﻢ‬a.s. nizâm'dan): 1. intizamlı, sıralanmış, düzgün, derlitoplu. 2. tertipli. 3. mat. düzgün, [asli: “muntazım" dır), m untazam h a re k e t : düzgün *devim,

m untazam , m untazam a

m untazam m uham mes : mat. düzgün *beş-

gen.

‫( ﻣﺘﺼﺮح‬a.s. sarâhat'den): a‫ ؟‬ık, mey-

m untazam m üseddes : mat. düzgün *altı-

m u n s i f - -(a.s. nasafet'den): 1. insâfeden, insaflı. 2. kötülükte ileri gitmeyen.

m untazam m ütehavvil h a re k e t : fiz. düz-

m unsarih

danda.

796

gen. gün değişen *devim.

murâfakat

muntazaman ‫( ﻣﻨﺘﻈﻤﺎ‬a.zf.): 1. muntazam, intizamlı olarak. 2. devamlı, sürekli olarak, dâimâ.

m urâbata

muntazar ‫( ﻣﺘﺘﻈﺮ‬a.s. nazar'dan); intizâr edilmiş, beklenmiş, beklenilen, gelmesi umulan.

m urabba'

muntazır ‫د‬ (a.s. nazar'dan. c. :muntazırin) : intizâr eden, gözleyen, bekleyen, mııntazır-ı rahmet-i Hüdâ: Allalı'ın merhametini bekleyen. muntazıra ‫( ﻣﻨﺘﻈﺮه‬a.s. nazar'dan) : [“muntazır” in miien.]. (bkz : muntazır). muntazıran ‫( ﻣﻐﺘﻈﺮأ‬a.zf.): intizâr ederek, bekleyerek. mııntazır-âne ‫( ﻣﻨﺘﻈﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): intizâr ederek, bekleyerek. muntazırin ‫( ﻣﻨﺘﻈﺮﻳﻦ‬a.s. muntazır'm c.) : intizâr edenler, gözleyenler, bekleyenler. munzacı'r ‫( ﻣﻐﻀﺠﺮ‬a.s. zucret'den): yüreği SIkılmış. munzalim ‫( ﻣﻨﻈﻠﻢ‬a.s.): İnzılâm eden, -isteyerek veyâ istemeyerek- zâlimin zulmüne boyun eğen. munzamm ‫ﻣﻨﻀﻢ‬ (a.s. zamm'dan): inzimâmeden, üste konan, katılan; ek. munzamm hatt: uzatılmış ele telefon teli. munzar ‫( ﻣﻐﻈﺮ‬a.s.): İnzâr edilmiş, te'hîr edilmiş, geciktirilmiş. munzicât ‫ ت‬(a.s.i.): yaranın İltihâbını yok edici, İrinini akıtıcı [İlâçlar]. munzic ‫( ﻣﻨﺸ ﺞ‬a.s.): 1. inzâceden, kemâle eren. 2. hek. cerahatlendiren, irinlendiren, olduran [yara ve çıbanı]. 3. hazmettirici, sindirici. mûr ‫ ول‬٠ (f.i.c.: m ûrân): 1. karınca, (blez: nemi). 2. yoksulluk, fukaralık sembolü. 3. pas hastalığı. murâbaa ‫( ﻣﺮاﺑﻌﻪ‬a.i. rab'dan): yazlığa çıkmak üzere mukavele yapma. murâbaha ‫( ﻣﺮاﺑﺤﻪ‬a.i. ribh'den): 1. mail kâr ile satma. 2. tefecilik, kanûnen verdiği izin SI nırmdan aşkın fâiz alma.

‫( ﻣﺮاﺑﻄﻪ‬a.i. rabt'dan) : 1. bağlamak.

2. düşmanı, saldıracağı yerlerde durup bekleme.

‫( ﻣﺮﺑﻊ‬a.s. rub'dan) : 1. terbi' olunmuş, dörde çıkarılmış. 2. dörtlü, dört şeyden olma. 3. dört köşeli. 4. i. geo. kare, fr. carre.

m urabba-i mütekerrir : ed. birinci kıt'anın

son mısraı öteki kit'alarin sonunda tekrarlanan murabba. m urabba-i miizdevic : ed. birinci kıt'anın son mısraı öbür kıt'alarm sonunda tekrarlanmayarak değişen murabba, m urabba-i tâm m : geo. tam lcare. 5. ed. dört misralik kit'alardan meydana gelen manzume. 6. adi, Kenzi Hasan'm edvarında (1700 yöresi) geçen makam, m urabba'ii't terkib : kim. dörtlü *bileşik, fr. quaternaire.

‫ ﻫﺮﺑﻰ‬، ‫رب‬. (a.s.) : 1. terbiye edilmiş. 2. (i.c. : murabbayât) : kaynayıp kıvâma geldikten sonra dondurulmuş meyva suyu tatlısı.

m urabba

m urabba'-nişin

‫( ﻣﺮﺑﻊ ﻧﺸﻴﻦ‬a.f.b.s.) : bağdaş ku-

rup oturan.

‫( ﻫ ﺮ دا ت‬a.i. murabba* nin c.) : kaynayıp kıvâma geldikten sonra dondu1'ulmuş meyva suyu tatlıları,

m urabbayât

m urâblt ‫ راﺑﻂ‬٠(a.s. ve i. rabt'dan. c. murâbıtîn) :

1. ibâdete bağlı kimse, (bkz : zâhid). 2. [Fas'ta] şeyhlerin, dervişlerin ünvânı.

‫( ﻣﺮاﺑﻄﻴﻦ‬a.s.i. murâbıt'ın c.) : ibâdete bağlı olanlar; şeyhler, dervişler,

m urâbıtîn

‫( ﻣﺮاد‬a.i. revd'den) : 1. arzu, istek, dilek. 2. malcsat, meram. Lâfzı m urâd : mânâsı İçin değil, lâfzı İçin söylenmiş söz : "tenbel bir çocuğa melctep talebesi demelc" gibi. m urâd-1 hakk : Allah'ın İsteği. 3. erkek adi.

m urâd

‫( ﻣﺮادﺑﺨﺶ‬a.f.b.s.) : 1. murad veren. 2. Tanrı sıfatlarından,

m urâd-bahş

‫( ﻣﺮاﻓﻌﻪ‬a.i. refden) : 1. mahkemeye verme; mahkemeye getirtme; *duruşma, yüzleşerek mahkeme olunma,

m urâfaa

‫( ﻣﺮاﻓﻘﺖ‬a.i. nfk'dan) : 1. refakat etme, yol arkadaşlığı, yoldaşlık. 2 ٠berâber bulunma, fr. accompagnement. 3. fels.

m urâfakat

797

murâfık

birkaç Olayın ayni zamanda olması, *düşümdeşlik.

‫( ﻣﺮاﻓﻖ‬a.i. refâkat'den) : 1. refakat eden, yol arkadaşı olan, yoldaş, (bkz : hemrâh). 2. bir şeyle berâber bulunan,

m urâfik

m urâfi'

‫( ﻣﺮاﻓﻊ‬a.s. ve i. refden) : murâfaa

eden. m urâgabet

‫ﻣﺮاﻏﺒﺖ‬

(a .i.) : d ile m e , a r z u e tm e ,

m urâgam e

‫ﻣﺮاﻏﻤﻪ‬

(a .i. r a g m 'd a n ) : b i r i n i d a -

n lt a c a k , g ü c e n d ir e c e k b ir d a v ra n ış ta b u lu n m a .

m urâgib

‫( ﻣﺮاﻏﺐ‬a.s.) : rağbet eden,

‫( ﻣﺮﺧﻢ‬a.s.) : 1. terhin olunmuş, son harfleri veyâ heceleri düşürülmüş : Zeynelâbidin : yerine "zeynel” demek gibi. 2. i. kısaltma, fr. abréviation,

m urahham

m urahhas

‫( ﻣﺮﺧﺺ‬a.s. ve i. ruhsat'dan) : 1. ruh-

murakka' germek: pabuç ve şâire üzerine deriye işlenecek motifler İçin patron kesmeye hazırlanmak. murakkaa ‫( ﻣﺮﻗﻌﻪ‬a.i.c.: murakkaât): hattat meçknâmesi, birbiri üstüne yapıştırılarak mukavva gibi olmuş bir kâğıt üzerine yazılan meşk, güzel yazı örneği, murakkaât ‫( ﻣﺮﻗﻌﺎت‬a.i. murakka'ln c .): meşk, giizel yazı örnekleri. murakkak ‫( ﻣﺮﻗﻖ‬a.s. rikkat'den): incelmiş, ince. murakkam ‫( ﻣﺮﻗﻢ‬a.s. rakam'dan): 1. yazılmış, yazılı. 2. terkin edilmiş, raklcam, sayı konulmuş; numaralanmış, numaralı, murakkan ‫( ﻣﺮﻗﻦ‬a.s.): terkin edilmiş, bozulmuş, aradan çıkarılmış, murakka'-pûş ‫( ﻣﺮﻗﻊ ﺑﻮش‬a.f.b.s.): yamalı hırka giymiş olan [derviş].

şatlı, izinli. 2. delege, devlet veyâ bir teşekkül, bir kurum adma salahiyetli olarak bir yere, birinin makamına gönderilen kimse

murakkım ‫( ﻣﺮﻗﻢ‬a.i.: rakam'dan): pusulanın ignesi.

fr. délégué.

mûrân ‫( ﻣﻮران‬f.i. mûr'un c.): karıncalar,

m urahhasa

‫( ﻣﺮﺧﺼﻪ‬a.i.) : Ermeni piskoposu,

m urahhasin

(a.i. ruhsat'dan). (bkz :

mûr-âne ‫( ﻣﻮراﻧﻪ‬f.zf.): 1. karıncavâri, karincaya yakışacak sûrette. 2. (bkz: âciz-âne, fakîr-âne, nâçiz-âne).

‫( ﻣﺮ ﺧﻤﺒ ﺖ‬a.i.) : murahhaslık,

murâsade ‫( ﻣﺮاﺻﺪه‬a.i. rasad'dan): gözetleme, dikkatle bakma.

‫ﻣ ﺮﻟ ﺠ ﺼﻴ ﻦ‬

murahhas). m u ra h h a si^ e t

delegelik. m urahhil

‫( ﻣﺮﺣﻞ‬a.s. rıhlet'den) : terhil eden,

bir yerden bir yere göçüren.

‫ﺀى‬١‫( ﻣﺮ‬a.s. riâyet'den) : riâyet eden, saygı gösteren.

m urâî

‫( ﻣﺮاﻗﺒﻪ‬a.i. rakb'dan) : 1. bakma, gözetme, göz altında bulundurma. 2. tas. kendi İç âlemine bakma, dalıp kendinden geçme. 3. denetleme, kontrol,

m urâkabe

m urâkasa

‫( ﻣﺮاﻗﻬﻪ‬a.i. raks'dan) : dans,

‫( ﻣﺮاﻗﺐ‬a.s. rakb'dan) : 1. murâkabe eden, koruyan. 2. Allah'a bağlanmış. 3. d e netçi, kontrolör, fr. contrôleur,

m urâkib

‫( ﻫﺮﻗﻊ‬a.s. ruk'a'dan) : terki' edilmiş, yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. Câm e-i m urakka' : yamalı elbise. Delk-İ m urakka' : ikiyüzlülerin -kendilerini derviş gibi göstermek iizere- giydikleri yamalı hırka.

m urakka'

798

murassa' ‫( ﻣﺮﺻﻊ‬a.s.): 1. kıymetli taşlarla bezenmiş. 2. ed. iki mısraı veyâ iki fıkrası kelime kelime birbiriyle ayni vezin ve kafiyede olan [söz, beyit]. 3. g. s. bir yazı sitili. 4. müz. Irak perdesiyle geveşt perdesi arasmda bulunan bir perde ismi, murassas ‫( ﻣﺮﺻﺺ‬a.s.): 1. kalay veyâ kurşunla kaplanmış. 2. lehimlenmiş, (bkz : mersûs).

٨

‫ﻣﺮاوﻏﻪ‬

(a.i.):

güreşme,

(bkz:

musâraa).

٨ ‫( ﻣﺮاوﺿﻪ‬a.i. râz'dan): 1. bir kimseyi hile veyâ kahir sûretiyle İknâ etme, kandırma. 2. huk. [eskiden] sulh mükâlemesi. murâzaa ‫( ﻣﺮاﺿﻌﻪ‬a.i. rızâ'dan): emzirme. mûr‫ ؟‬e ‫( ﻣﻮرﺟﻪ‬f.i.): 1 . küçük karınca. 2. metal, maden pası. 3. mec. alçak, rezil, değersiz kimse. mûrd ‫( ﻣﻮرد‬f.i.): mersin ağacı.

musâbiyyet

murdâd ‫( ﻣﺮداد‬f.i.): 1. takvim. 2. her ayin yedinci veya sekizinci günü. 3. bu ayı ve günü yönetmekle görevli bir melek, murdâr ‫( ﻣﺮداو‬f.s.): 1. mundar, kirli, pis. (bkz : mülevves, münecces, nâ-pâk). 2. İslâmî şerîat hükümlerine göre kesilmemi? [hayvan]. murdâr-hâr ‫( ﻣﺮدار ﺧﻮاو‬f.b.s. ve i.) : “murdar yiyen" : karga; ‫ ؟‬aylak. murdia ‫( ﻣﺮﺿﻌﻪ‬a.i. rıdâ'dan). (bkz : murzia). mu'reb ‫ﻫﻌﺮب‬ (a.s. Arab'dan): İ'raplı, İ'raplanmış; sonu her türlü harekeyi almaya müsâit kelime, (bkz : i'râb). murg ‫( ر غ‬a.i.). (bkz : miirg). murg-âne ‫( ﻣﺮﻏﺎﻧﻪ‬f.zf.): kuşlar gibi, kuşlara yakışacak ?ekilde. mu'rib ‫( ﻫﻌﺮب‬a.s. Arab'dan): meşhur bir kitabm îrâbını (bkz : İ'rab) bildiren kitap. mu'ribü'1-avâmil: avâmil adil eserin şerhi, mûris ‫( ﻣﻮرث‬a.s. verâset'den): 1. irâseden, getiren, veren, kazandıran. 2. miras bırakan, mûrise ‫( ﻣﻮرﺛﻪ‬a.s. verâset'den): ["mûris” in müen.]. (bkz: mûl'is). mu'riz ‫( ﻣﻌﺮض‬a.s. arz'dan): i'râz' eden, yüz ‫ ؟‬eviren, başka tarafa dönen; ta'rîz eden, dokıınaklı söz söyleyen, ta? atan, murtabıt ‫( ﻣﺮﺑ ﻂ‬a.s. rabt'dan) : 1. bağlı, bağlanmış. 2. mec. bir ?eyle ilgili; ilgisi olan, [müen. murtabıta]. 3. i. zool. kârınlarının bir kısmı gövdesine bitişik olan böcekler,

m uızı' ‫( ر ص‬a.s. rızâ'dan) : ırza' eden, ‫ ؟‬ocuk emziren. murzia ‫( ﻣﺮﺿﻌﻪ‬a.i. rızâ'dan): ‫ ؟‬ocuga süt veren, süt emziren, sütnine, bebege süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın, mûs ‫( ر س‬a.i.): bı‫ ؟‬ak. (bkz : kârd, sikkin). mûsâ ‫( ﻫﻮ ص‬a.s. vesâyet'den): 1. vasiyet olunan mal ve menfaat, mûsâ-bih : vasiyet olunan ‫ ؟‬ey. mûsâ-leh : kendisine bir ?ey vasiyet-OlUnan [adam]. 2. tavsiye olunmu‫ ؟‬, tavsiye edilmi‫ ؟‬. Mûsâ, M ûsî ‫ ﻣﻮ س‬، ‫( ﻫﻮﺳﻰ‬a.h.i.) : 1. Sînâ yarimadasmda Eymen vâdisinde Tür daginda Allah'ın lûtfuna mazhar olarak kavmine “Evâmir-İ a?ere" (on emir) adi altında ahlâk ve prensip kaidelerini bildiren peygamber. [Mısır'da Firaunlarm İsrâil ogullari" na zulmettikleri sırada dünyâya gelmi? ve ölümden kurtulması İ‫ ؟‬in bir sepet İçinde Nil Nehri'ne atılmış, kurtarılıp büyüdükten sonra Firaune, asasım (asâ-yi Mûsa'yı) yılan ?ekline sokmak mûcizesini göstermi? ve bu sûretle kavmini Mısır'dan dışarı 1‫ ؟‬karmak müsaadesini almıştır. Kızıldeniz kıyısına gelince asâsiyle denizi yararak kavmini geçirmiş ve arkadan gelen Firaun ve adamları tekrar birleşen su İçinde kalmıştır]. 2. erkek adi. mû-sâ[y] [‫( ﻣﻮﺳﺎ]ى‬f.b.i.) : ustura, musa'ad ‫( ﻣ ﻤ ﻌ ﺪ‬a.s. suûd'dan): 1. yüce, yücelmi?, ‫ ؟‬ok yüksek. 2. i. kaynatılarak arıtılmış ?arap.

m urtâdd ‫( ﻣﺮﺗﺎد‬a.s. redd'den) : İslâm dinini bırakip başka bir dine giren,

musâare ‫( ﻣﺼﺎﻋﺮه‬a.i.) : büyüklük taslayarak birinin yüzüne bakmayıp başını ‫ ؟‬evirme,

murtâz ‫( ﻣﺮﺗﺎض‬a.s.): alıştırılmış, tâlimli [hayvan].

musâb ‫( ﻣﺼﺎب‬a.s. savb'dan. c . : mıısâbin): 1. İsâbet etmi?, rastlamış, üzerine düşmüş. 2. musibete uğramış, (bkz : du‫ ؟‬âr, giriftâr).

murtazâ ‫( ﻣﺮﺗﻀﻰ‬a.s. rızâ'dan); 1. İrtizâ edilmiş, beğenilmiş, seçilmiş, (bkz: güzide, miintehab, nuhbe, pesendide). 2. (h.i.) Hz. Âlî'nin lâkabı. 3. erkek adi.

musabbag ‫( ﺻ ﻎ‬a.s.): boyanmış, boyalı. musâbere, musâberet ‫ﺑﺮت‬١‫ ﻣ ﻢ‬، ‫( ﻣﻌﺎﺑﺮه‬a.i. sabr'dan): sabretme, katlanma,

murtazavi ‫( ﻣﺮ'ذﺿﻮى‬a.s.) : Hz. Ali'ye mensup, Hz. Ali ile ilgili.

musâbin ‫( ﻣ ﻌ ﺎ ﻳ ﻦ‬a.s. musâb'ın c.). 1. (bkz: musâb). 2. hastalığa yakalanmış olanlar,

m urtazı' ‫( ﻣﺮﺗﺤﻊ‬a.s. rızâ'dan) : İrtizâ' eden, süt emen.

musâbiyyet ‫( ﻣ ﺼﺎﺑﻴ ﺖ‬a.i.) : bil- kötülüğe yakalanma, bir hastalığa tutulma. 799

musâdaka alel.istihkak m usâdaka ale'l-istihkak (a .b .i.) : huk. [e s k id e n ]

‫اﻻ ﺳﺤﻘﺎ ق‬

‫ﻋﻠ ﻰ‬

‫ﻣﺼﺎدﻗﻪ‬

m u a y y e n b ir h a k k a

h a n g is in in m â lik iy e t i h u s û s u n d a ik i k im s e n in i t t i f â k e t m e s i, [b ir v a k f i y e m û c i b i n c e k e n d is in e g a ll e -i v a l c i f t a n ş u k a d a r s e h i m

‫ﻣﻌﻔ ﻰ‬

m usaffi m usaffir

h ale

o ld u ğ u n u

onun

t a s d ik in e

m u k a rin

o la r a k v e k a r ş ılığ ın d a b ir iv a z a lm a y a r a k İ k r â r e ts e a r a l a r ı n d a m u s â d a k a b u lu n m u ş o lu r ].

‫ﻣﺼﻔﺮ‬

(a .i. s i d k 'd a n ) : k a r ş ı l ı k l ı

d o s t lu k .

‫ﻣﺼﺎﻓﺢ‬

m usâfih

( a . s . ) : m u s â f a h a e d e n , el s ı k ı -

.? a n l a r d a n h e r b ir i.

m usaggar

‫ﻣﺼﻔﺮ‬

(a .s. s a g i r 'd e n ) : k ü ç ü l t ü l m ü ş ,

" - c ık , - c a k " il m â n â s ı v e r ilm iş .

‫ﻣﺼﺎﺣﺒﺎت‬

(a .s. s a d 'd a n ) : t a s d i ' e d i lm i ş ,

(a .s. s i d k 'd a n ) : t a s d i k

o l-

ile b i l d i r i l m i ş .

‫ﻣﻤﺪر‬

(a .s. s u d u r 'd a n ) : s u d û r e t m iş ,

ç ık m ış .

m usaddık

‫ﻣﺼﺪق‬

(a .s. s i d k 'd a n ) : t a s d i k e d e n ,

g e r ç e k l i ğ i n i , g e ç e r l i ğ i n i r e s m i o la ra le y a z ı ile b ild ir e n .

m usaddık-âne

a h lâ k î k o n u şu p

t u l a n b i r k it a p .

musâhabe, musâhabet

‫ﻣﺼﺪق‬

m u ş , g e r ç e k l i ğ i , g e ç i r ü ğ i r e s m i o la ra le y a z ı

m usaddar

s o h b e t 'd e n .

g ö r ü ş m e le r ; 2 ) [e s k id e n ] i l k o k u ll a r d a o k u -

b a ş ı a ğ r ıtılm ış .

m usaddak

(a .i.

m u s â h a b e 'n i n c . ) : s o h b e t le r , k o n u ş u p g ö -

musâhabât-1 a h lâ k ic e : 1)

(a .i.). ( b k z : m u d â r â ) .

‫ﻣﻤﺪ ع‬

musadda'

ta s fir ed en ,

r ü ş m e le r .

‫ﻣ ﻤﺎ دا ت‬

musâdat

1.

r a r t a n , s a r ı la ş t ı r a n .

mıısâhabât

‫ﻣﺼﺎدﻗﺖ‬

m usâdakat

(a.s. s u f r e t 'd e n ) :

ı s l ı k ‫ ؟‬a la n , s e s le n e n . 2 . s a r ı y a b o y a y a n , s a -

v e r ilm e s i ic â b e d e n (A ), b u s e h m in h iç b ir k i m s e y e â it o l m a y ı p y a l n ı z (B ) y e â it b i r

(a.s. s a f v e t 'd e n ) : t a s f i y e e d e n ,

s ü z e n , s ız ır a n .

(a .f.z f.) : t a s d i k e d e r e k ,

g e r ç e k liğ in i, g e ç e r liğ in i re s m i o la r a k y a z ı ile b ild ir e r e k .

،

‫ﻣ ﻤﺎ ﺣﺒﻪ‬

(a. i.

k o n u şm a , g ö rü şm e .

musâhere, musâheret ‫ ﻣﻌﺎﻫﺮ ت‬، ‫( ﻣﻤﺎﻫﺮه‬a. i. Sihr'dan): evlenme ile meydana gelen akrabâlık. m usahhaf

‫ﻣﺼﺤﻒ‬

.(a .s . s a h f d a n ) : y a n l ı ş l ı k l a

d e ğ iş tir ilm iş .

‫( ﻣﺼﺤﺢ‬a.s. Sihhat'den): tashih

m usahhah

‫ﻣ ﻤ ﺪ ﻗﺎﻧﻪ‬

‫ﻣ ﻤﺎ ﺣﺒﺖ‬

s o h b e t 'd e n . c . : m u s â h h â b â t ) : s o h b e t , e t m e ,

yanlışı

o lu n m u ş ,

m usahhaha

-

d ü z e lt ilm iş , (a .s.

yanlışsız.

s i h h a t 'd e n ) :

[“ m u -

s a h h a h '' i n m iie n .]. ( b k z : m u s a h h a h ) .

m usaddi'

‫ﻣﺼﺪع‬

(a.s. s a d 'd a n ) : t a s d i ' e d e n , b a ş

a ğ r ıt a n .

musâdefe, musâdefet

‫ ﻣﺼﺎدﻓﺔ‬، ‫ﻣﺼﺎدﻓﻪ‬

(a. i.

s u d û f d a n . b k z : m ü s â d e fe ).

‫ﻣ ﻌﺎد ف‬

m usâdif

"(a.s.

‫ﻣﺴﺎ ﻓﻌﻪ‬

s a r ı lm a .

(b k z :

(a .i.) :

2. fizy.

1.

b ir b irin in

boynuna

g ö z ü n , h e r u z a k liic t a b u lu -

‫ﻫ ﻤﺎ ﻓﺤﻪ‬

‫ﻣﺼﺎﻓﺎت‬

(a .s.

ve

i.

s ih h a t 'd e n .

c .:

m u s a h h i h i n ) : t a s h i h e d e n , y a n l ı ş d ü z e lt e n ,

m usahhihin

‫( ﻣ ﺼ ﺤ ﺤ ﻴ ﻦ‬a .s. v e i. m u s a h h i h 'i n

z e ltic ile r .

m usahhin

‫ﺳﺨﻦ‬

(a.s. s a h n 'd e n ) : t e s h in e d e n ,

ıs ı t a n , ıs ı t ıc ı, k ı z d ı r a n .

(a .i. s a f h 'd a n ) : e l s ı k ı ş m a ,

t o k a la ş m a .

m usâfât

( a . s . ) : ele g e ç i r i l m i ş .

‫ﻣ ﺼﺤﺢ‬

c . ) : t a s h i h e d e n le r , y a n l ı ş d ü z e lt e n le r , d ü -

n a n e ş y â y ı g ö r e b ilm e h a s s a s ı.

m usâfaha

‫ﺳﺨﺮ‬

m usahhih d ü z e lt ic i.

s u h û f 'd a n ) .

m ü s â d if).

m usâfaa

m usahhar

m usahhir

‫ﺳﺨﺮ‬

(a.s. s a h r 'd a n ) : t e s h i r e d e n ,

z a p t e d e n , b o y u n e ğ d i r e n ; e ld e e d e n . (a .i. s a f v e t 'd e n ) : s a m i m i v e

m usâhî

h â l i s d o s t lu k .

‫ﻣﻤﺎ ﺣ ﻰ‬

( a . s . ) : b i r ? e y i n h â lis i, s e ç i l m i -

Şİ-

m usaffa

‫( ﻣﺼﻔﻰ‬a .s. s a f v e t 'd e n ) : t a s f i y e

e d i lm i ş ,

s ü z ü l m ü ş , y a b a n c ı m a d d e le r d e n a y r ı l m ı ş .

m u saffaf

‫ﻣ ﻌﻔ ﻒ‬

.(a .s. s a f f d a n ) : t a s f i f e d i lm i ş ,

s a f s a f, S ir a S ir a d i z i l m i ş .

800

m usâhib

‫ﻣﺼﺎﺣﺐ‬

(a .s.

s o h b e t 'd e n .

c .:

m u s â h ib â n ) : 1 . b ir iy le m u s â h a b e e d e n , so h b e t t e b u lu n a n , k o n u ş a n , a r k a d a ş . 2 . b ü y ü k b i r z â t ı n y a n ı n d a b u l u n a r a k o n u s ö z ü y le

musarra'

sohbetiyleeglendiren.3.pâdişahlarmhusûsi işlerinde bulunanlardan herbiri. mıısâhibân ‫ﻣ ﻌ ﺎ ﺣ ﺒ ﺎ ن‬ (bkz: musâhib).

(a.f.s. mıısâhib'in c.).

musâhibe ۶ ‫( ﻣ ﺎ‬a.i.): kadm musâhip. (bkz : nedime). musahrac ‫( ﻣ ﺼ ﻬ ﺮ ج‬a.s.) : horasan ve kireç ile sıvanmış sahrmç (sarnıç), musakka ‫"( ﺳ ﻘ ﻰ‬ka” uzun okunur, a.s. saky'den) : 1. sakyedilmiş, sulanmış. 2. musakka [yemek].

musammat ‫( ﻣ ﻤ ﻂ‬a.i.): 1. ed. beyitleri kafiyeli ve dOrt kışımdan İbâret manzûme. 2. ed. kıt'alardan meydana gelen Divan Edebiyâtı nazım şekillerinin genel adi. musammem ‫( ﻣ ﻌ ﻤ ﻢ‬a.s. samm'dan): tesmim olunmuş, kat'î olarak karar verilmiş, (bkz : mukarrer). musammet ‫( ﻣ ﻌ ﻤ ﺖ‬a.s. ve i. sammet'den): 1. İ‫ ؟‬İ boş, kof olmayan şey. 2.gr. Arap alfabesinde (m, r, b, n, f, 1) den başka bütün harfler.

m usakkab ‫( ﻣﻔﻘ ﺐ‬a.s. sakb'dan) :tesklbolunmuş, delinmiş. Lü'lü-i musakkab : delinmiş, delik inci.

musanna' ‫( ﻣ ﻌ ﻎ‬a.s. sıın'dan): 1. tasni edilmiş, sanat eseri olarak meydana getirilmiş, usta elinden çıkmış, fr. ofeet d'art. 2. çok süslü. 3. uydurulmuş.

musakkafa ‫( ﺳ ﻘ ﻔ ﻪ‬a.s.): ["masakkaf'' müen.]. (bkz: musakkaf).

musannaa -

m

musâlaha ‫( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺤﻪ‬a.i. sulh'den. c . : musâlahât). (bkz: miisâlaha). m u sâlahâ^^!^(a.i.su lh'd en.m usâlah a'nm c .): barışlar. mûsâ-leh ‫ ﺻ ﻰ ﻟﻪ‬٠‫( ﻣﻮ‬a.b.i.) : fık. lehine vasiyet olunan kimse.

m m iie n .].

(a.s. s u n 'd a n ) : [" m u sa n n a ”

(bkz : m u sa n n a '),

musannef ‫ ﻣ ﺼ ﻒ‬-(a.s. S i n f d a n ) : 1. t a s n if e d ilm iş , sıra y a k o n m u ş . 2 . t e 'lif e d ilm iş , y a z ılm ış; k ita p .

musannefât ‫( ﻣ ﺼ ﻔﺎ ت‬a.s.c.: sin fd a n ): tasnif edilmiş kitaplar.

musâlehün-aleyh ‫( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺢ ﻋ ﻴ ﻪ‬a.b.i.): sulh bedeli.

m usannif ‫ﻣﺼﻒ‬ .(a.s. sinfdan. c .: musannifin): 1. kitap yazan, müellif. 2. düzenleyici, donatıcı.

musâlehün-anh ‫( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺢ ﻋﻴﻪ‬a.b.s.): huk. İddiâ edilen ve istenen şey. (bkz : miiddeâ-bih).

musannifân ‫( ﻣ ﺼ ﻔﺎ ن‬a.i. m usannifin c .): kitap yazan kadınlar, (bkz : musannifin),

musâlih ‫( ﻣ ﻌ ﺎ ﻟﺢ‬a.s. sulh'den): sulh yapan, barışan.

musannife ‫( ﻣ ﺼ ﻔ ﻪ‬a.i. sin fd a n ): kadın yazar,

musannifek ‫( ﻣ ﺼ ﻔ ﻚ‬a.i.): 1. küçük musannif musalla ‫ ﻣ ﻌ ﺄ ى‬، ‫( ﻣ ﺼ ﻼ‬a.i.): 1. namaz klimaküçük müellifler. 2 ٠XVIII. yüzyıl m üellif ga mahsus açık yer. (bkz: namâz-gâh). lerinden Bekir Ahmet Efendi'nin lâkabı, 2. câmi civârmda cenâze namazı kliman m usannifin (a.i. m usannifin c .): kitap yer. Seng-İ m u salla: musalla taşı, yazanlar, (bkz: müellifin), musallat ‫( ﺳ ﻠ ﻂ‬a.s. salâtet'den): teslit olunmuş, birinin üzerine düşmüş, sataşmış, musâraa ‫( ﺻﺎر ى‬a.i. sar'dan) : güreşme, pehlivanlık. İlişmiş; sataşan, rahat bırakmayan, musallat fik r : psik. *takmak, fr. obsession. musalleb ‫( ﻣ ﺼ ﻠ ﺐ‬a.s. sulb'den) : taslibedilmiş, salâbet verilmiş, katılaştırılmış,

musâraha ‫( ﻣﺼﺎرﺣﻪ‬a.i. sarâhat'den) : İŞİ m e y d a n d a g ö rm e.

musârahaten ‫( ﻣﻌﺎرﺣﻪ‬a.zf.): âşikâr olarak,

musallî ‫( ﻣ ﺼﻠ ﻰ‬a.s. salât'dan): namaz kılan, beş vakit namazına devâm eden,

musâri' ‫( ﻣﻌﺎ ر ع‬a.s. ve i. sar'dan) : güreşçi,

musallit ‫( ﻣ ﺴ ﻠ ﻂ‬a.s. salâtet'den) : taslit eden, birini başkasına sataştıran.

musarra' ‫( ﻣ ﻤ ﺮ ع‬a.s. sar'dan) : ed. iki mısraı kafiyeli olan beyit.

p e h liv a n .

801

mustirah

musarrah ‫( ﻣﺼﺮح‬a.s. sarâhaf den) : tasrih olunmuş, açık söylenmiş, belirtilmiş, apaçık. musarraha ‫( ﻣﺼﺮﺣﻪ‬a.s. sarâhat'den) : ["musarrah” m müen.]. (bkz : musarrah). musarrahan ‫( ﻣﺼﺮﺣﺄ‬a.zf. sarâhat'den) : sarih, açık olarak, açıkça, (bkz : mufassalan, muvazzafan). musattah, musattaha ‫ ﻣﺴﻄﺤﻪ‬، ‫( ﻣﺴﻄﺢ‬a. s. sath'dan) : satıhlandırılmış, düz, yassı hâle sokulmuş. Hendese-i musattaha : geo. düzlem geometri, fr. géométrie plane. Küre-i musattaha : cogr. diizlemküre, fr. planosphère. musattah ÖİÇÜ : cogr. plânimetri. musattar ‫( ﻣﺴﻄﺮ‬a.s. satr'dan) : tastîr edilmiş,

yazılmış. musâvele ‫( ﻣﺼﺎوﻟﻪ‬a.i. savlet'den) : savlet etme, döğüşmek İçin birinin üzerine atlama,

m u sayk al

‫ﻣﺼﻘﻞ‬

(a.s. s a y k a l 'd a n ) : cilâ lı, p a r-

lak, y a ld ız lı, p erd a h lı.

‫ﻣﻌﻴﻘﻠﻪ‬

m u s a y k a la

( a .s .) :

["m u s a y k a l"

m

m ü en .]. ( b k z : m u sa yk a l). m û se m û sel

‫ ( ﻣﻮﻣﻪ‬f .i .) : arı. ‫ﻣﻮﺻﻞ‬

(b k z : n ah l).

(a.s. v ı ıs û l 'd e n ) : is â le d ilm iş, v a r -

d ir ilm iş , y e tiş tirilm iş, u la ş tırılm ış , m û s e v î ‫( ﻣﻮﻣﻮى‬a.s. v e i . ) : Y a h u d i, H z . M û s â 'n ın d in v e şe rla tin d e n o la n k im se , m û s e v iy y e

‫ ( ﻣﻮﻣﻮﻳﻪ‬a .s .) : [“ m û s e v î”

n in m ü en .].

( b k z : m û sev î). m u sh af

‫ ﻣﺼﺤﻒ‬-(a.s.

s ü l . : sah afe. c. m e s â h i f ) :

1. sa h ife h â lin e g e tirilm iş şey, k itap . 2.İ. K u r'a n . ( b k z : F iirk a n , H ü d â , H itâ b , K itâ b , N e c m , N û r, Z ik r). m û sî

‫ﻣﻮ ص‬

(a.s. v e s â y e t 'd e n ) : 1. v a siy e t eden;

b irin i v a s i gö steren. 2 . ta v siy e ed en , [m iie n .: “ m û siy e ” ].

musavver ‫( ﻣﻤﻮر‬a.s. sûret'den) : 1. tasvirli, resimli. 2. tasarlanmış, düşünülmüş. Rûh-i musavver : cisimlenmiş ruh.

m u s ib , m u s îb e ‫ ﻣ ﺼ ﺒ ﻪ‬، ‫( ﻣ ﺼ ﺐ‬a.s. se v a b 'd a n ) :

musavvere ‫( ﻣﺼﻮره‬a.s. sûret'den) : [“musavver” in miien.]. (bkz : musavver), musavveretii'l-adale : anat. sarkoplazma.

m u s ib e t

musavvir, musavvire ‫ ﻣﻌﻮره‬، ‫( ﻣﺼﻮر‬a.s. ve i. sûret'den. c. : musavvirân, musavvirin) : 1. tasvir, resim yapan, ressam, figürist. Madde-i musavvire : anat. protoplazma. 2. hayal, fr. image. 3. hayalgiicii. 4. varillelara biçim veren manâsına gelen Allah'ın Sifetlarmdan biri. musavvirân ‫( ﻣﺼﻮران‬a.f.s. musavvir'in c.).

(bkz : musavvirin). musavvir-âne ‫( ﻣﺼﻮراﻧﻪ‬a.f.zf.) : tasvir edene, resim yapana yaraşır yolda,

İsâbet eden, rastgelen ; y a n ılm a y a n . A k v â l - 1 m u s i b e : isâ b e tli sözler,

‫ﻣ ﺼﺠ ﺖ‬

( a .i .c .: m esâib ) : 1. felâket,

a n sız m gelen belâ, sık ın tı. 2 . m e c . u g u rs u z . M u s ib e t -n â m e

‫ﻣ ﺼﺒﺘﺎ ﻣ ﻪ‬

(a.f.b.i.) : îr â n ed eb i-

y â tın ın ta n ın m ış m u t a s a v v ıf şâ irle rin d e n F e rîd ü d d în -i A tt â r 'ın eseridir, m u s ib e t-z e d e

‫ﻣ ﺼ ﺠ ﺖ زده‬

( a .f.b .s .): m u sib e te ,

felâlcete, be lâya, k a z â y a u ğ r a m ış , m û s ik a l

‫ “( ﻣﻮﻣﻴﻘﺎل‬k a ”

u z u n o k u n u r, f.i.). (b k z :

m û sik ar). m û s ik a r ‫ﻣ ﻮ ﺳ ﻴ ﻘ ﺎ ر‬

( "k a ” u z u n o k u n u r, f . i . ) :

1 . m iz m a r ç e şid in d en Sira, k a le m , d ü d ü k ; k a v a l; d e rvişle re m a h s u s b ir saz. 2 . r ü z g â r estik çe g a g a sın d a k i d elik lerd e n tü rlü tü rİÜ ses ç ık a rd ığ ı İçin "m û s ik î" sö z ü n ü n de

musavvirin ‫( ﻣﺼﻮرﻳﻦ‬a.s. musavvir'in c.). (bkz : musavvir).

b u n d a n a lın d ığ ı riv â y e t o lu n a n m e v lru m

musavvit ‫( ﻣﺼﻮت‬a.s. ve i. savfdan) : 1. tasvit

E d v â r -ı İ lm -i M u s ık î'd e g e çe n m a k a m ,

eden, seslenen, ses çıkaran. 2. sesli, musâyaha ‫( ﻣﻤﺎﻳﺤﻪ‬a.i. sayha'dan) : haykırışına,

karşılıklı boğuşma. mıısâyefe ‫( ﻣﻤﺎﻳﻐﻪ‬a.i. sayfden) : yazlığına, bir yaz tutulmak üzere pazarlile etme.

b ir ku ş. (b k z : d iğerâır). 3 . a d i a n o n im b ir

m û s ik î, m û s ik ı y y e ‫ ﻣ ﻮ ﺳ ﻴ ﻘ ﻴ ﻪ‬، ‫ ( ﻣ ﻮ ﺳ ﻴ ﻘ ﻰ‬o .i.) : m ü zik . Â l â t - ı m û s ik ıy y e : m ü z ik âletleri, m û s ik î- i f ig a n (“ g a ” u z u n o k u n u r ) : fe r y â d ın m û sik isi. m û s ik î - i s ü k û t : se ssiz liğ in mû'Sİkîsi.

mustashib

‫ﺷﺎ س‬

m û s ik î - ş in â s

( a .f.b .i.): m U zikçi,

‫ﻣ ﻮﺑﻘ ﻰ‬

fr. m u s ic ie n . m û s il

‫ﻫﻮﺻﻞ‬

(a.s. v u s û l 'd e n ) : isâle d e n , u la ştı-

‫ﻫﻮﻣﻠﻪ‬

-

(a.s. m u s lih 'in

c . ) : İslâh

eden ler, İyileştiren ler, d ü zelticiler, a ra b u lu cu lar. M u s l ih i y y e - i H a l v e t i y y e

ra n , y e tiştire n , v a rd ıra n , m û s ile

m u s lih i n

( a .i.) : m ü d e rrislik te ik in c i y ü k -

sek d erece.

:

[k u ru c u s u , M U s lih 'in g a la tı olu p, " M û s il î” lâ k a b ıy la

m û s ile -i s a h n , -i S ü l e y m â n i y y e : “ F a tih v e

‫( ﻣﺼﻠﺤﻴﻪﺀ‬a.b.i.)

ta s. H a lv e tiy y e ta rik a tı ‫ ؟‬û b e le rin d e n biri, t a n ın a n

Şeyh

M u s ta fâ

M u s li-

h iid d in E fe n d i'y e n isp e tle b u a d i a lm ıştır;

S iile y m a n iy e m ü d e r ris lik le r i" o la n en y ü k -

T e k ir d a ğ 'd a d o ğ m u ştu r, ö l ü m ü : 10 9 9 (16 9 7

sek d ere ce d e k i b a sa m a k ,

- 98) d ir].

m ü ş ir

‫وﺳﺮ‬٠ (a.s.)

: zen gin ,

a y a k d ire ye n . .(a.f.zf.) : ısrâ r v e

in a tla ,

(a.s. s a r r 'd a n ) : ["m u s ır r "

in

‫ﻣﻤ ﺮأ‬

(a.zf.) : ısra r ederek, d iren erek ,

a y a k d ire ye re k , in atla, (b k z : m u sirr-â n e ). m û s iy e

‫ﺟﻪ‬٠‫ﻣﻮﺀ‬

h a r d a l y a k ıs ı g ib i şeyler,

m u sta f

(a.s.

ve

i.

su k u t'd a n .

c .:

d ü ş ü r ü c ü ilâç.

‫ﺳﻘ ﻄﺎ ط‬

‫د ر‬

‫ﻣﺼﻄﻒ‬

kat edenler, d ü şü ren ler, ç o c u k d ü ş ü r ü c ü İlâçlar.

( a .s .) : s a f v e ta b u r h â lin d e d i-

‫ ﻃﻐﻰ‬٠‫ع‬٠ (a.s. se ç ilm iş,

s a fv e t 'd e n ) : 1. ıs tıfâ e d il-

( b k z : g ü zid e ,

m ü n teh ab ).

2 . h . i. H z . M u h a m m e d 'in a d la rın d a n . 3 . i. erk e k adi. m u sta fâ v i,

(a.i. v e s. m u sk ıt'ın c . ) : is-

(a.s. s a b r 'd a n ) : sabred en ,

zilm iş.

m iş ,

m u s k it â t ) : 1. isk at eden, d ü şü ren . 2 . ç o c u k

m u s k it â t

( a .i.) : h e k . k a n h ü c û m ed en y e ri

m u sta fâ

( a .i.) : v a siy e t ed en k a d ın ,

‫ﺳﻘ ﻂ‬

m u s k ıt

m u s r if

m u s t a b ır

m ü en .]. ( b k z : m u sırr). m u s ir r e n

(a.s. v e i.), (b k z : m u sa m m e t).

iy i e tm e k İçin k u lla n ıla n k u r u h a c a m a t,

a y a k d ireyerek . m u s ir r e ‫ﻣ ﻤ ﺮ ه‬

(a.s. m u s lih 'in c.). ( b k z :

m u slih in ). m u sm et -

‫ﻣﺼﺮاﻧﻪ‬

m u s ir r - â n e

‫ﻣﻤﻠ ﺤﻮ ن‬

m u s lih U n

m u s i r r ^ (a.s. sa rr'd a n ) : ısrâ r eden, d ire n e n ,

‫ﻳﻪ‬٠‫ﻣﺼﻄﻐﻮ‬ m ed

m u s ta fâ v i^ e '(a.s.

s a fv e t 'd e n ) :

M u s ta fâ 'y a

m en su p ,

، H z.

‫ﻣﻤﻄﻔﻮ ى‬ M uham -

o n u n la

ilg ili.

A h lâ k -1 m u s ta fâ v iy y e : H z. M u h am m ed

m u s k ıt â t -ı c i z y e : h u k . [eskiden) c iz y e n in e d â sın ı b a 'd e lv ü c ııp [m ü k e lle fin

isk at

İslâ m lığ ı

ed en

k a b û lü ,

seb e p le r k a b leled â

ve fâ tı, k ab le le d â ta m b ir se n e n in g e çip d i-

M u s ta fâ 'n ın h ad isleri.

‫ﻣ ﻤ ﻄﻠ ﺢ‬

m u s t a la h

(a.s.

s ıılh 'd e n .

c .:

m u s t a la h â t ) : ıstıla h lı, İçin d e ç o k ıstıla h v e te rim o lan , a ğ d a lı.

g er se n e n in g irm e s i gibi]. m u s k ıt â t -ı h u d û d : h u k . h u d û d ıı b â d e lv ü c ııp isk at ed en sebepler. m u s k ıt â t -ı k ı s a s : h u k . [eskiden] k ısa sı isk at ed en sebepler, [k ısas o lu n a c a k n e fis v e y â u z v u n fe v t o lm a sı v e liy y i c in â y e tin c â n îy i

‫ﻣ ﻤﻠ ﺢ‬

(a.s.

sıılh 'd a n .

c . : m u slih in ,

m u s lih U n ): 1 . İslâh eden, iy ile ştire n , d ü z e ltici, a ra b u lu cu . 2 . i. erk ek adi. m u s lih a

‫ﻣﻤﻠ ﺤﻪ‬

(a.s. s u l h 'd e n ) : [“ m u s lih ” in

m ü en .]. ( b k z : m u slih ). m u s lih - â n e

‫ﻣﻤﻠﺤﺎﻧﻪ‬

‫ﻣ ﺼﻄﻠﺤﺎت‬

(a.i. m u s ta la h 'm c . ) : IS-

tıla h h â lin e g e tirilm iş kelim eler, m u s t a la h i -

( a .s .) : ıstıla h lı, a ğ d a lı k o -

n ıışa n . (b k z : ıstılâ h -p e rd â z , m u sta lih ). m u s ta lih

-

(a.s.

su lh 'd en ).

(b k z:

m u sta la h i).

a ffe tm e si gibi]. m u s lih

m u s t a la h â t

(a.f.zf. s u l h 'd e n ) : a ra b u -

lu c u lu k la , a ra c ılık la .

m u s t a n i . ‫ ( ﻣ ﻤ ﻄ ﻊ‬a .s .) : 1 . ziyâ fe t v eren , y e d ir ip İçiren . 2 . b ir in i y e tiştirip a d a m eden, m u stâ r

‫ﺳ ﻄﺎ ر‬

m u s ta r ıf

( a .i.) : ç o k sert v e k e sk in şarap,

‫ﻣﺼﻄﺮف‬

( a .s .) : ç ık a r ı İçin h er y a n a

başvu ran . m u s t a s h ib -

(a. s a h â b e t 'd e n ) : b ir in i

y a n m a a la n , b e ra b e rin d e g ö tü re n .

8.3

mustashiben mustashiben ‫( ﺳ ﺘ ﻤ ﺤ ﺎ‬a.zf.) : yanında olaralc,

birlikte. mustatâb ‫( ﻣ ﻄﺎ ب‬a.s. tayyib'den) : iyi, âlâ. Kitâb-1 mustatâb : güzel kitap,

‫( ﻣﺴﺘﻄﻴﻞ‬a.s. tûl'den) : 1. istitâle eden, uzayan. 2. i. geo. *dik dörtgen, fr.

mustatîl

réctangle. nïustatîlü’r-re's : dolichocéphale.

mûş-hâr ‫( ﻣﺮﺷﺨﻮار‬f.b.s. ve i.) : "sıçan yiyen" : ‫ ؟‬aylak [kuş], (bkz : mûş-gîr). mû-çikâf ‫ﻣﻮﺷﻜﺎ ف‬

-(f.b.s.c. : m û -şik â fâ n ) : k ılı

k l i k y a ra n , in ce d e n , in c e y e a ra ştıra n ,

mû-şikâfân ‫ﻣﻮﺷﻜﺎ ﻓﺎن‬

(f.b.s. m û -ş ik â f'ın c.) :

k ılı k ır k y a ra n la r, in c e d e n in c e y e a ra ç tıra n la r,

biy.

uzunkafali,

fr.

mustatili ‫( ﻣ ﻄ ﻴ ﻠ ﻰ‬a.s. tûl'den) : mustatil, *dik-

dörtgen biçiminde olan, mustazill ‫( ﻫ ﻄ ﻞ‬a.s. Zill'dan) : 1. istizlâl eden,

gölgede oturan, gölgelenen. 2 ٠birinin himâyesi, koruması altında [bulunan], korunan, gölgesine sığınmış, (bkz : mahmi). mustazref ‫ ﻣﺴﺘﻈﺮف‬-(a.s.) : 1. zariflik, nükte.

2. hâvî; muhit, mûş ‫( ﻣﻮش‬f.i.) : fâre. mûç-i desti, -i sahrâ : zool. tarla faresi; kös-

tebek. mûç-i dii-pâ : zool. Kuzey Afrika'da yaşayan

ve uzun iki arka ayağı üstünde sıçrayan bir kir faresi. mûç-i hurmâ : zool. hurma sıçanı, [kediden biraz lcüçüktür]. m ûç-ikûr : zool. IGrsiçan, köstebek. mûç-i perende : zool. ı) yarasa; 2) sincap; 3) Avustralya'da bulunan keseli bir hayvan. mûç-i sultâniyye : zool. sincaba benzeyen küçük bir fare. muşamma' ‫( ﻣﺸﻤﻊ‬a.i. şem'den) : muşamba. muşamma'-ı tıbbî : hek. yara, ‫ ؟‬iban ve

sâireye yapıştırılan sari muşamba, yakı. muşamma-î ticârî : tic. balyalara sarılan

ziftli kaim bez. muçâta ‫( ﻣﺸﺎﻃﻪ‬a.i.) : tararken dökülen sa‫ ؟‬, sa-

kal teli. mûşek ‫( ﻣﻮﺷﻚ‬fi.) : fâre yavrusu. mUşek-perran ‫ﺑﺮان‬. ‫( ﻣﻮﺷﻚ‬f.b.i.) : zool. ön ve

arka bacağı arasında bulunan bir zarın yardimiyla uzun Siçrayabilen sincap,

mû-şikâf-âne ‫ﻣﻮﺷﻜﺎﻓﺎﻧﻪ‬

(f.zf.) : k ılı k ır k y a r a r -

c a sm a , in c ed en in ce y e .

mû-şikâfî ‫ﻣﻮﺷﻜﺎ ﻓﻰ‬

(f.b.i.) : k ılı k ır k y a r m a , in -

ced en in c e y e a ra ştırm a ,

muşt ‫( ﻣ ﺸﻂ‬a.i. m ışât) : ta ra k , (b k z : şâne). muştü'1-kadem : anat. a y a k ta ra ğ ı, muştü'l-yed : anat. elin ta ra ğ ı, muçt ‫ﻣﺸ ﺖ‬

(f.i.) :

1. y u m r u k ;

tok at.

2. mec.

a v u ‫ ؟‬. (b k z : m ü şt, m ü çte‘).

muşta ‫ﻣﺸﻄﻪ‬

(a.i.) : sa ‫ ؟‬ta ra ğ ı,

muşta ‫ﻣﺸﺘﻪ‬

(a.i.) : 1 . m u şta , p a r m a g in b ir i b ü -

k ü lü p siv rilte re k v u r u la n y u m r u k . 2 . b irine v u r m a k İ‫ ؟‬in ele v e p a r m a k la r a g e ç irile n d em ir.

muştıyye ‫( ﻣﺜ ﻄﻴﻪ‬a.i.) : bot. *tarakotugiller, fr. dipsacées. muştî ‫ﻣﺸﺘﻰ‬

(a.i.) : b ir a v u ‫ ؟‬, b ir a v u ç lu k , b ir

a v u c u n a la b ile c e ğ i kad ar,

muştî ‫ﻣﺸﻄﻰ‬

(a. s. m u şt'd a n ) : t a ra k b iç im in d e

olan.

Muştü'r-râî ‫ﻣﺸﻂ اﻟﺮاﻋﻰ‬

(a.it.) : bot. ‫ ؟‬o b a n ta ra -

gı, fesçi d ik en i.

muşt-zen ‫ﻣﺸﺘﺰن‬

(f.b.s.) : y u m r u k v u r a n , y u m -

r u k ‫ ؟‬u; b o ksö r, (b k z : m ü çt-ze n ).

mu'tâ ‫ﻣﻌﻄﻰ‬

(a.s. a tâ 'd a n ) : 1. îtâ o lu n m u ş, v e -

rilm iş. 2 .

fels.

*ve ri, v e rilm iş,

mutâ'j mutâa ‫ﻣﻄﺎﻋﻪ‬

،

İtâat o lu n an , b o y u n ke n d isin e

İtâat

‫ﻣﻄﺎع‬

fr. donnée,

(a.s. ta v 'd a n ) :

eg ilen , b a ş k a la rın ın

ettik leri,

dhân-mutâ'

:

d ü n y â n ın b o y u n e g d ig i, âlem e h ü k m ü ge ‫ ؟‬en.

Evâmir-İ mutâa :

İtâat ed ilen , b o y u n

eg ilen em irler.

mûçer ‫( ﻣﻮﺷﺮ‬a.i.) : bir ‫ ؟‬eşit eğri testere,

mutâame ‫( ﻣﻄﺎﻋﻤﻪ‬a.i.) : güvercinlerin öpüşmesi.

mûş-gîr ‫( ﻣﻮﺷﻜﻴﺮ‬f.b.s. ve i.) : “sıçan tutan'' :

mutaassib ‫ﻣﺘﻌﺼﺐ‬

‫ ؟‬aylalc [kuş], (bkz : mûş-hâr). 804

sıbân,

(a.s. a sa b 'd a n . c. : m u ta a s-

m u ta a ssib in ) :

1. k e n d i

t a r a f ım

mutammis

aşırılıkla tutan. 2. kendi dinini, eski gelenek ve görenelcleri aşırı tutan, onların dışındakilere düşman olan, hiçbir yenilik kabûl etmeyen. mutaassıb-âne ‫ ﻻ‬(a.f.zf. asab'dan): mutaassıpça; körükörüne. mutaassıbin ‫ﻣﺘ ﻌ ﻌﺒ ﺠ ﻦ‬ (a.s. asab'dan, mutaassib'ın c.) : taassubu olanlar, (bkz : mutaassıb). mutaattıl ‫( ﻣﺘﻌﻄﻞ‬a.s. sül. atele): taattul eden, İşsiz kalan, (bkz : muattal), mutaattır ‫( ﻣﺘﻌﻄﺮ‬a.s. Itr'dan): 1. taattur eden, giizel lcoku ile koklanan. 2. giizel koku siirhnen. mutaattıra ‫( ﻣﺘﻌﻄﺮه‬a.s. Itr'dan): ["mutaattır” m miien.]. (blcz : mutaattır). mutaazzım ‫( ﻣﺘﻌﻈﻢ‬a.s. azamet'den), (bkz : müteazzım). mutaazzım-âne ‫ﻣﺘﻌﻈﻤﺎﻧﻪ‬ miiteazzım-âne). mutaazzıv —

(a.zf.).

(bkz:

(a.s.): Organlaşmış,

mutabakat ‫( ﻣﻄﺎﺑﻔﺖ‬a.i. tıbk'dan): mutabıklık, muvâfıklık, uygunlulc, uyuşma, anlaşma, mutabakat beyannâm esi: uygunluk bildirisi; bütçe tatbikatının Millet Meclisi tarafından denetlenmesine esas olan ve Sayıştay'ca hazırlanan gerekçeli cetvel, mutabassır ‫( ﻣﺘﺒﺼﺮ‬a.s.): açıkgöz, mutabbalc ‫( ﻣﻄﺒﻖ‬a.s. tabk ve tabak'dan): 1. tatbik olunmuş, uydurulmuş. 2. kapak gibi kapanmış.

m utaffif ‫( ﻣﻄﻔﻒ‬a.s.) : noksan mal veren dalavereci. mutâher ‫( ﻣﻄﺎ ﻫﺮ‬a.s.): temizlenmiş, mutâhere ‫( ﻣﻈﺎﻫﺮه‬a.i.) : temizleme, mutahhar, mutahhara ‫ ﻣﻄﻬﺮه‬، ‫( ﻣﻄﻬﺮ‬a.s. tahâret'den) : 1. tathir edilmiş, temizlenmiş, temiz. Libâs-1 mutahhar : temiz elbise. 2. temiz, mubârek. Ravza-i mutahhara : miibârek, kutsal türbe. mutahhir ‫( ﻣﻄﻬﺮ‬a.s. tahâret'den) : tathir eden, temizleyen. mutâhir ‫( ﻣﻬﻼﻫﺮ‬a.s.): temizleyici, mu'tak, mu'taka ‫ ﻣﻌﺘﻘﻪ‬، ‫( ﻣﻌﺘﻖ‬a.s. atak'dan): i'tâk olunmuş, azâdedilmiş, azatlı [kolej. Abd-İ m u 'tak : azâdedilmiş köle. Câriye-İ mu’ta k a : azâdedilmiş câriye, halayık. mu'takii'1-ba’z : tamâmen degil, kısmen azâdedilmiş köle veyâ câriye, mutâlebât ‫( ﻣﻄﺎ ﻳﺎ ت‬a.i. taleb'den. mutâlebe'nin c .): istenilen şeyler, istekler, mutâlebe ‫ ه‬١‫( ﻣﻄﺎل‬a.i. taleb'den. c .: mutâlebât): 1. talepte bulunma, hakkini isteme. 2. dâvâ. mutâli' ‫( ﻣﻄﺎﻟﻊ‬a.s. tulû'dan. c . : mutâliin): mütâlâa eden, kitap okuyan, mutâliin ‫( ﻣﻄﺎﻟﻌﻴﻦ‬a.s. mutâli'in c.) : mütâlâa edenler, kitap okuyanlar, mutallâ ‫( ﻣﻬﻼى‬a.s. tılâ'dan): tılâlanmış, yaldızlanmış, yaldızlı. mutallâka ‫( ﻣﻄﻠﻘﻪ‬a.s. talâk'dan) : bırakılmış, boşanmış [kadmj.

mutabık ‫( ﻫﻄﺎﺑﻖ‬a.s. tıbk'dan) : uyan, uygun [birbirine].

mutallâ-kârî ‫( ﻣﻄﻼﻛﺎرى‬a.f.b.i.): yaldızlama, altm kaplama İŞİ.

mu'tâd, mu'tâde ‫ ﻣﻌﺘﺎده‬، ‫( ﻣﻌﻨﻴﺎ د‬a.s.i.): itiyad edilmiş, âdet olunmuş, alışılmış,

mutallik ‫( ﻣﻄﻠﻖ‬talâk'dan. a.s.): huk. talak ile karısını boşamış olan lcoca.

mu'tâden ‫( ﺳﺘﺎدأ‬a.zf.) : alışıldığı iizere. mu'tâdî ‫( ﺳﺘﺎدى‬a.s.): alışılmış, her vakitki.

mutalsam ‫( ﻣ ﻄﻠ ﻤﻢ‬a.i. tılsım'dan) : tılısımlı, büyülü.

mu'tâdiyye ‫( ﻣﻌﺎدﻳﻪ‬a.s.): [“mu'tâdî" nin miien.]. (bkz: mu'tâdî).

mutalsım ‫( ﻣ ﻄ ﻠ ﻢ‬a.s. tılsım'dan): tılısımlayan, tılısım ve büyü yapan,

m utâf

mut'am ‫( ﻣﻄﻌﻢ‬a.s.): yiyeceği İçeceği ‫ ؟‬ok olan,

(a.i.). (bkz : matâf).

mutafattjn ‫( ﻣﺘﻔﻄﻦ‬a.s. fatânet'den): hemen anlayıp farkına varan.

mutammis ‫( ﻣﻄﻤﺚ‬a.s.): hek. kadınlarda âdet hâlini tanzim eden ilâ‫ ؟‬. 8.5

mutantan

mutantan ‫( ﻣﻄﻨﻄﻦ‬a.s. tantana'dan): 1. tantanail, debdebeli; gürültülü, patırdılı. 2. şatafatlı, gösterişli; çok parlak, mııtâraha ‫( ﻣﻄﺎرﺣﻪ‬a.i.): birbirine söz söyleme. m u târah ât^j^ (a.i.tarh 'd an ,m u târah a'm n c .): konuşmalar, birbirine söz söylemeler, mutarassıd ‫( ﻣﺘﺮﻣﺤﺪ‬a.s.): tarassut eden, gözleyen. mııtarassıd-âne ‫( ﻣﺘﺮﺻﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): tarassut edene yaraşır yolda. mutarassidîn ‫( ﻣﺘﺮﺻﺪﻳﻦ‬a.i.- mutarassıd'm c.): tarassut edenler, gözleyenler; bekleyenler, kollayanlar. mııtâredât ‫( ﻣﻄﺎردات‬a.i. mutârede'nin c .): vuruşmalar, çarpışmalar. mutârede ‫( ﻣﻄﺎرده‬a.i. tard'dan. c . : mııtâredât): saldırışnıa [savaşta]. m utarrâ ‫( ﻣﻄﺮى‬a.s. tarâvet'den): tarâvetli, tâze. m utarraf ‫ ﻣﻄﺮف‬.(a.i.). (bkz : taştîr, teştîr). mutarrah ‫( ﻣﻄﺮح‬a.s. tarh'dan): tarhedilmiş, çıkarılmış. mutarraz ‫( ﻣﻄﺮز‬a.s. tırâz'dan): tarazlandırılmış, zlnetlendirilmiş, süslendirilmiş, nakışlı, İşlenmiş; kenarlı, işlemeli, mutarred ‫( ﻣﻄﺮد‬a.i.) : cemaati usandıracak derecede okumayı uzatan imam, m ııtarrız ‫( ﻣﻄﺮز‬a.s.): elbiseye kenar işleyen, mutarrid ‫( ﻣ ﺮ د‬a.zf.) : bir düziye. mutarriden ‫( ﻣﻄﺮدأ‬a.zf.): bir teviye, bir diiziye. mutasabbır ‫( ﻣﺘﺼﺮ‬a.s. sabr'dan). (bkz: mütesabbır). mutasabbî ‫ﻣﺘﺼﻰ‬ mütesabbi).

(a.s.

mutasaddıkün-aleyh : sadakayı kabûl edeli kimse. mutasaddır ‫ﻣﺘﻤﺪ ر‬ (a.s. sadr'dan. c . : mutasaddirîn): tasaddur eden, baş sedire geçip oturan, baş köşeye kurulan, mutasaddır-âne ‫( ﻣﺘﺼﺪراﻧﻪ‬a.f.zf.): baş köşeye geçip kurulana yakışacak sûrette. mutasaddirîn ‫( ﻣﺘﻬﺪرﻳﻦ‬a.s. mııtasaddır'ın c .): tasaddur edenler, baş sedire geçip oturanlar, baş köşeye kurulanlar. mutasaddi ‫ﺗﻤﺎ‬(a.s. sadv'dan): 1. tasaddî eden, bir işe girişen. 2. başkasına saldıran, mutasaddikin ‫( ﻣﺘﺼﺪﻗﻴﻦ‬a.s. mutasaddık'ın c .): tasadduk edenler, sadaka verenler. 2. sâdık, dogru oldugu anlaşılanlar, mutasaffi ‫( ﻣﺘﻌﻔ ﻰ‬a.s.): tasaffi eden, saflık, temizlik peyda eden, saflaşan, [maddi, mânevî]. Mâ-i m u tasaffl: saf temiz su. Kalb-İ m u tasaffl: saf temiz gönül, mutasallib ‫( ﻣﺘ ﻤﻠ ﺐ‬a.s. sulb'den): 1. tasaliubeden, sertleşen, katılaşan; sert, saglam. 2. salâbetli, din işlerinde gayret gösteren, m utasallibü'l-varak: bot. Sertyapraklı. mutasallib-âne ‫( ﻣﺘﺼﺒﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): salâbet, kuvvet sâhibi olana yakışacak sûrette. m utasallif -(a.s.c.: mutasallifin): haddinden fazla bilgiçlik ve incelik taslayan, şarlatan. mutasallif-âne ‫( ﻣﺘﻤﻠﻐﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): mutasallif olana, nezâket, bilgiçlik taslayana yakışır sûrette. m utasallifin ‫( ﻣﺘﺼﻠﻔﻴﻦ‬a.s. mutasallifin c .): haddinden fozla bilgiçlik ve incelik taslayanlar, şarlatanlar. mutasanni' ‫( ﻣﺘﺼﺘﻊ‬a.s. sun'dan. c .: mutasanniîn): tasannî eden, kendini güzel, süslü göstermek isteyen, yapmacıklı,

sabi'den).

(bkz:

(a.f.zf.).

(bkz:

mutasanni-âne ‫( ﻣﺘﺼﻔﻌﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): tasannu' ederek, yapmacıklı olarak.

mutasaddı' ‫( ﻣﺘﺼﺪع‬a.s. sad'dan) : 1. dagilan. 2. yarılıp çatlayan.

mutasanniîn ‫( ﻣﺘﺼﻨﻌﻴﻦ‬a.s. mutasanni' in c .): tasannu' edenler, kendini güzel, süslü göstermek isteyenler, yapmacıktılar,

mutasabbi-yâne ‫ﻣﺘ ﺼﻴﺎﻧ ﻪ‬ mütesabbiyâne).

mutasaddılc ‫( ﻣ ﺘ ﺼ ﺪ ق‬a.s.c. : mutasaddikin) : 1. tasadduk eden, sadalca veren. 2. sâdık, dogı'u oldugu anlaşılan. 806

m utasarrıf ‫( ﻣﺘﺼﺮى‬a.s. sa rf d an ): 1. tasarruf eden, kendinde kullanma hakki ve

mutavassıt mutavassıta salâliiyeti bulunan. 2 ٠bir sancagm en büy ü k İdâre âm iri [Tanzim at'dan sonra], m ııta sa rrıf-â n e

‫ﻣﺘﻤﺮﻓﺎﻧﻪ‬

(a.s.

tarab'dan.

c .:

m u tatarrib în ): tatarrubeden, şevke gelen,

(saı-f'dan. a.f. zf.) : ta-

s a rru f ederek, kendinde kullanm a halckı ve yetkisi bulunaralc.

sevinen, coşup sıçrayan. m u ta ta rrib -â n e

‫ﻃ ﺮﺑﺎ ﻻ‬

(a.f.zf.): şevke gelip,

coşup sıçrayarak.

‫ﻣﺘﻌﺮﻓﻴ ﺖ‬

m u t a s a r r ıf i^ e t

‫ﻣﺘﻄﺮب‬

m u ta ta rrib

(a .i.): 1. m u ta sa rrıf

m u ta ta rrib în

‫ﻣﺘ ﻄ ﺮﺑﻴ ﻦ‬

(a.s. m utatarrib'in c . ) :

ilk, ta sa rru f etme hakki. 2. m u ta sa rrıfn

tatarrubedenler, şevke gelip sevinen, coşup

vazifesi.

sıçrayanlar.

‫ﻣﺘﺼﺮم‬

m u ta s a rrım

(a.s.c. : m u ta sa rrım in ):

tasarru m eden, kahram anlık, y iğitlik gösteren.

‫ﻣﺘﻤﻮر‬

(a.s. sû re t'd en ): 1. tasavvur

edilm iş, tasarlanm ış, düşünülm üş. 2. akla gelebilir, olabilir, (bkz : m iim kin). U m û r-i m u ta s a v v e r e : tasarlanm ış İşler, m u ta sa v v ıt

‫ﻣﺘﺼﻮت‬

‫ﻣﺘﻤﻮ ف‬

-(a.s.

so fd a n .

c .:

uğraşan. 3 . ilahiyatla u ğraşan ve bunu yaym aya çalışan. m u ta sa v v iflâ n e

(a.f.zf.): sofuca, m u-

‫ﻣﺘﺼﻮﻓﻪ‬

(a .i.): m utasavvifler, sofu-

lar. ( b k z : sûfiyyUn). m u ta s a v v ifin

‫ﻣﺘﺼﻮﻓﻴﻦ‬

(a.s.i. m u ta sa v v ifin c . ) :

sofiler, sofular. m u ta s a v v ir

(a.s. İc lâ 'd a n ): İclâ olunm uş, SÜ-

rülm üç, sü rgü n edilm iş, m ü cm e l

(a.s. ciim le 'd e n ): İcm âl olun-

m uş, k ısa ve az sözle anlatılm ış, öz. (bkz : hulâsa, m uhtasar).

823

miifmalan

M âlik, im âm -ı Şâfiî, îm âm -1 A h m ed ve b u n ların em sâli gibi].

miicmelen ‫( ﻣﺠﻤﻸ‬a.zf.) : mücmel, kısa olarak, kısaltarak, az sözle, (bkz : hulâsatan, muhtasaran).

miictehid-i muhti : fık . İçtihâdında hatâ

miicrim ‫( ﻣﺠﺮم‬a.s. ciirm'den. c.: mücrimin) : cürüm İşlemiş, suçlu (Sanık),

müctehidün-fih : fık. h ak k ın d a kat'î delil

mücrimin ‫( ﻣﺠﺮ س‬a.s. miicrim'in c.) : ciiriim İşlemiş olanlar, suçlular, iâde-i mücrimin : suçluların geri gönderilmesi, miicrimiyyet ‫( ﻣﺠﺮﻣﻴﺖ‬o.i.) : suçluluk, miicrimiyyet karârı: huk. *suçlandırma kararı. miictebâ ‫( ﻣ ﺠﺘ ﻰ‬a.s. ceby'den) : 1. seçilmiş, seçkin. (bkz : ber-giizide). 2. i. erkek adi. miictehed ‫( ﻣﺠﺘﻬﺪ‬a.s.) : İçtihâdolunınuş. müctehedün-fîhâ: üzerinde ictihâdedilen mesele.

e d e n fa k ih . bu lu n m ayan m esele.

miictehidin ‫ ى‬-

(a.s. ve i. m iictehid'in c.).

(bkz : miictehid)). mtictelib ‫( ﻣﺠﺘﻠ ﺐ‬a.s.) : sürüp götüren, miictemi', müctemia ‫ﻣﺠﺘﻤﻌﻪ‬

، ‫( ﻣﺠﺘﻤﻊ‬a.s.

cem'den) : içtim â eden, toplanan, toplanm ış, toplu; b irik m i?, birleşm iş. Memâlik-İ

miictemia : A m e rik a B irleşik D evletleri, (bkz : C em âh îr-i müttehide),

miictemian ‫( ﻣﺠﺘﻤﻌﺄ‬a.zf.) : cem aatle, toplu bir halde.

miictehez ‫( ﻣﺠﺘﻬﺰ‬a.s. cihâz'dan): techiz olunmuş, tertip ve tanzim olunmuş, donatılmış,

miictenâ ‫( ﻣﺠﺘﻨﻰ‬a.s.) : İctinâ olunm uş, d evşiril-

miictehid (a.s. ve i. cehd'den. c.: miictehidin): 1. içtihâdeden, gücü yettiği kadar çalışan. 2. âyet ve hadislerden şer'î hiikiimler çıkaran din allâm esi: imâm-ı A'zam gibi. ‫؛‬İran'da bütün ŞİÎ âlimlere verilen bir addır]. miictehid fi'1-mes'ele : huk. [eskiden] herhangi bir mezhepte karşılaşılan ve daha önce 0 mezhebin imâmı tarafından hükme bağlanmamış olan meselelere dâir ictihadda bulunmaya muktedir fakih. [meşâyih-i hanefiyeden: Tahavi-EbU-Hasan el-Kerhi, Şemsü'1-eimme el-Hulvâni, Şemsü'leimmet es-Seralısi, Fahrü'l-îslâm Pezdevi ve emsâli gibi]. miictehid fi'l-mezheb : huk. [e s k id e n ] d o ğ -

müctenib -

r u d a n d o ğ r u y a ş e r 'î d e lille r e m U r â c a a tla a h k â m İs tin b â tı ik tid a r ve e h liy e tin i h â iz o l m a k l a b e r â b e l' S â h ib -İ m e z h e b in

te 's îs

m iş, top lanılm ış. (a.s. cânib'den) : ictinâbeden, sakın an, ‫ ؟‬ekinen, u zak duran, b ir şeye ka-

rışm ayan. (bkz : m ütecânib).

müctenibü'l-küs : cogr. *kireçyeren. müctenih ‫( ﻣﺠﺘﺒﺢ‬a.s. cen âh'dan ) : 1. ictin âh eden, m eyillenen, b ir tarafa eğilen. 2. secdede, usûlüne göre ellerin i yere koyu p dirseklerini açarak k o llarım kan ad şeklinde tutan. Sâcid-İ miictenih : bu yolda secdeye kapanan.

miicteri ‫( ﻣﺠﺘﺮى‬a.s.. ictirâ'd an ) : cür'et eden, cesâret eden.

miicterin ‫( ﻣﺠﺘﺮن‬a.s.) : m esleğinde tecrübeli, m âh ir olan. fr. expérimenté. Tablb-i miicterin : tecrübeli, değerli h ekim . miicterr ‫( ص‬a.s.) : ictirâr eden, geviş getiren, fr. ruminant.

î m â m - ı E b û Y û su f, I m â m -1 M u h a m m e d ,

miicterre ‫( ﻣﺠﺘﺮه‬a.s.) : zool. geviş getiren. Hayvânât-1 mücterre : geviş getiren hayvanlar, fr. ruminants.

î m â m - ı z u f e r v e e m s â li g ib i],

müctess ‫( ﻣﺠﺘ ﺚ‬a.i.) : ed. aru zd a b ir b ah rin

e t t i ğ i u s û l v e k a v â id ü z e r i n e h a r e k e t e d e n m i iç t e h it . [ i m â m - ı A 'z a m 'ın ta l e b e s i n d e n :

miictehid fiş'-şer': huk. [e s k id e n ] n e f ü r û d a ,

adıdır. Bizde k u lla n ılm ış olan vezin leri

n e d e u sû ld e b a şk a b ir m ü c te h id i ta k lid e tm e y ip u s u l k a id e l e r i te 's is v e f ü r û u n h ü -

şu n lard ır : ı) m efâiliin feilâtiin m efâilün feilâtün (az k u llan ılır); 2) m efâilü n feilâtiin

k ü m l e r i n i ş e r 'î d e li ll e r d e n

m efâilün

is tin b â t e d e n

z e v â t. [Im â m -1 A 'z a m E b û H a n if e , Im â m -1

824

feiliin;

m efâilün fa'liin.

3)

m efâiliin

fâilâtü n

müdâvele miictevir ‫( ﺳ ﻮ ر‬a.s. c iv â r 'd a n ): ictivâr eden, kom şu olan.

miid ‫( ط‬a.i.). (bkz : miidd). miidâabe ‫( ﻣﺪاﻋﺒﻪ‬a .i.): şakalaşm a,

[ş iird e :

"m üdâabet" şeklinde geçer].

müdâbere ‫( ﻣﺪاﺑﺮه‬a.i. d ü b r'd en ): birbirin e ark asın ı dönm e.

müdâfaa ‫( ﻣﺪاﻓﻌﻪ‬a.i. d e f den. c . : m üdâfaât) : 1. d efetm e, bir sald ırışa k arşı durm a. 2. korum a, korun m a. 3. huk. .savu n m a.

müdâfaa-i hukuk (cem iye ti): tar. ku rtu lu ş savaşından önce A tatü rk tarafın d an k u ru lm uş olan b ir cem iyet.

müdâfaa-i milliyye : m illî m üdâfaa, m illi .savu n m a.

müdâfaa-i meşrûa : huk. cana ve ırza k arşı yapılan h aksiz ve sert b ir sald ırışın , başka tü rlü önlenm esi kabil olm ad ığı takdirde kuvvetle önlenm esinden İbâret tabîî bir hak.

müdâfaa-i nefs : nefsin i m üdâfaa etm e, kend in i korum a.

müdâfaât ‫( ﻣﺪاﻓﻌﺎت‬a.i. d e f den. m üdâfaa'nın c .) : k oru n m alar, .savu n m alar.

miidâfaaten ‫( ﻣﺪاﻓﻌﺔ‬a.zf.) : m üdâfaa, .sa v u n m a, k oru n m a yoluyla.

müdâfi' ‫( ﻣﺪاﻓﻊ‬a.s. d e f den. c . : m üdâfiîn ) : m üdâfaa eden, k oru yan , .sa v u n a n , dayanan. Vekîl-İ m üdâfi' : suçlunun avukatı.

müdâfiîn ‫( ﻣﺪاﻓﻌﻴﻦ‬a.s. m ü d â fi'in c .) : m üdâfaa edenler, koru yan lar, .savu n an lar, dayan anlar.

müdâhaîât ‫( ﻣﺪا ﺧ ﻼ ت‬a.i. m üdâhale'nin c.) :

m ü d â h e re ‫( ﻣﺪاﻫﺮه‬a.i.) : sakın m ad an , ‫ ؟‬ekinm eden m ukavele yapm a, m iid a h h a n tütm üş.

‫( ﻣﻮﺧﻦ‬a.s. d u h a n 'd a n ): dum anlı,

m iidâhil ‫( ﻣﺪا ص‬a.s. duhûl'den. c . : m üdâhilân, m üdâhilîn) : d âh il olan, k arışan ,

müdâhilân

‫ﻣﺪاﺧﻼن‬

m ü dâh d olanlar, m üdâhilîn).

(a.s. m ü d âh ü 'in c.) : karışan lar. (b k z:

müdâhilîn ‫( د ا ﺧ ﻠ ﻦ‬a.s. m ü d âh ü 'in c.) : dâhil olanlar, karışan lar, (bkz : m üdâhilân).

miidâhin ‫( ﻣﺪاﻫﻦ‬a.s. d eh en 'd en ): m üdahene eden, yü ze gülen, dalkavu k ,

müdâhin-âne ‫( ﻣﺪاﻫﻐﺎﻧﻪ‬a.f.z f.): yü ze gülene yak ışır sûrette, dalkavukça,

müdâm ‫( ﻣﺪام‬a.s. d e v â m 'd a n ): 1. devâm eden, süren, sürekli. 2. d evâm eden, arası kesilm eyen. M est-İ m üdâm : d urm adan şarap İ‫ ؟‬en, şarap ayyaşı. Şürb-i müdâm : devam il İ‫ ؟‬m e. Zevk i müdâm : h i‫ ؟‬bitm eyen zevk. 3. i. şarap, (bkz : bâde, ham r, mey, sahbâ).

müdâme ‫( ﻣﺪاﻣﻪ‬a .i.): şarap, ( b k z : m ey, bâde, ham r, m üdâm , sahbâ).

miidâmele ‫( ﻣﺪاﻣﻌﻪ‬a .i.): y ü z ü gülm e, İdâre etme.

miidâmere ‫( ﻣﺪاﻣﺮه‬a .i.): m ih n et ve sık ın tı ile sabahlam a.

müdâmî ‫( دا ﻣ ﻰ‬a .s.): d urm adan şarap İ‫ ؟‬en. müdâm-kâre ‫( ﻣﺪاﻣﻜﺎره‬a.f.b .s.): her zam an yapan, işleyen.

müdânî ‫( دا ﻧ ﻰ‬a .s.): y a k m eş, benzer. BÎm üdânî : eşsiz, benzersiz,

k arışm alar, araya girm eler, el katm alar, sokulm alar.

müdârâ ‫( دا را‬f.i.) : yü ze gülm e, dost gibi gö-

m ü d â h a l e ^ ^ (a.i. duhûl'den. c. m üdâhalât) : karışm a, araya girm e, el katm a, sokulm a.

,müdârât ‫( ﻣﺪارات‬a.i. d e ry 'd e n ): yü ze gülm e,

miidâhane ‫( ﻣﺪاﻫﻔﻪ‬a.i. deh en 'den ): dalkavuk-

miidârese ‫( ﻣﺪار ئ‬a.i. ders'den) : ders verm e,

luk, koltu klam a, ["m üdâhanet" şeklinde de kullan ılır].

müdâhane-kâr ‫( ﻣﺪاﻫﻔﻪ ﻛﺎر‬a.f.b.s.) : dalkavu k , koltukçu.

müdâhane-kâr-âne ‫ ( ﻣﺪاﻫﺘﻪ ﻛﺎراﻧﻪ‬a .fz f .) : dalk avu klu k la, koltu klayarak.

rünm e.

dost gibi görünm e. ders alıp verm e. m ü d â v â , m ü d â v â t ^ j ^ ، ‫( ﻣﺪاوا‬a.i. devâ'dan) : devâ aram a, h astaya bakıp ilâ ‫ ؟‬verm e,

müdâvele ‫( ﻣﺪاوك‬a.i. d ev let'd e n ): 1. devrettirm e, elden ele gezdirm e. 2. döndürm e, ‫ ؟‬evirm e. 3. fik ir verm e, konuşm a.

825

mödâve.e-! efkâr müdâvele-î e fk â r : düşüncelerini birbirine söyleme, bir mesele üzerinde konuşma. müdâvemet ‫( ﻣﺪاوﻣﺖ‬a.i. devâm'dan) 1 ‫؛‬. devâm etme, bir yere her vakit gidip gelme. 2. bir işe aralıksız çalışma.

müddeî ‫ دﺀ ى‬٠ (a.s. da'vâ'dan) : 1. İddiâ eden, dâvâcı. 2 ٠bir hükümde ayak direyen. 3. inatçı. müddeî-i u m û m î: huk. *savcı, umûmî haklar adına dâvâ açan hâkim,

müdâvere ‫( ﻣﺪاوره‬a.i. devr'den): tedvir etme, İdâre etme, döndürme.

miiddeiyân ‫( ﻣﺪﻋﻴﺎت‬O.İ.C.) : dâvada karşılıklı iki taraf.

müdâvî ‫( ﻣﺪاوى‬a.s. devâ'dan): devâ bulan, ilâç veren; iyileştiren. Tabîb-İ m üdâvî: tedâvi eden doktor.

müddeiyye ‫( ﻣ ﺪ ي‬a.s. da'vâ'dan): ["müddeî” nin müen.l. (bkz : müddeî).

müdâvîm ‫( ﻣﺪاوم‬a.s. devâm'dan. c . : müdâvimîn): 1. devâm eden [bir yere], bir işe aralıksız çalışan. 2. bir yere devamlı olarak gidip gelen [kimse]. müdâvimetoj'^(a.s.devâm'dan) : [''müdâvim” in müen.]. (bkz : müdâvim). müdâvimîn ‫( ﻣﺪاوﻣﻴﻦ‬a.s.): 1. devâm edenler [bir yere], bir işe aralıksız çalışanlar. 2. bir yere devamlı olarak gidip gelenler. müdâyene ‫( ﻣﺪاﻳﻐﻪ‬a.i. deyn'den): ödünç alıp verme. miidbir ‫( ﻣ ﺪ ﺑ ﺮ‬a.s. dübûr'dan) : İdbâra uğrama, tâlihsiz, düşkün. müdcine ‫( ﻣﺪﺟﻨﻪ‬a.i.) : miiz. Câhiliyye devrinden başlayarak, eslci Arap müziğinde, muganniyelere verilen bir ad. miidd ‫( ﻣﺪ‬a.i.) : mut, kara mut, batman nevinden bir ölçek. miiddahar ‫( ﻣ ﺪ ﺧ ﺮ‬a.s. duhr'dan): biriktirilmiş, toplanıp şaklanmış. miiddahir ‫( ﻣ ﺪ ﺧ ﺮ‬a.s. duhr'dan) : biriktiren, toplayıp saklayan. müddeâ ‫( ﻣﺪﻋﻪ‬a.s. da'vâ'dan): 1. İddiâ olunmuş, İddiâ olunan şey. 2. dâvâ olunan şey. 3 ٠asilsiz İddiâ edilen şey. Nakîz-İ m üddeâ: antitez. 4. fels. Sav, tez. müddeâ aleyh : huk. aleyhinde dâvâ açılan, müddeâ bih : huk. dâvâcının dâvâ ettiği, dâvâya sebebolan şey. müddeayât ‫( ﻣﺪﻋﻴﺎ ت‬a.i.c.) : iddiâlar, İddiâ olunan şeyler. müddehin ‫( ﻣﺪﻫﻦ‬a.s.): İdhân eden, güzel kokulu yağ sürünen. 826

müddessir ‫( ﻣ ﺪ ﺛ ﺮ‬a.s.). (bkz : mütedessir, mütezemmil). müddet ‫( ﻣ ﺪ ت‬a.i. medd'den): 1. zaman, vakit. 2. bir şeyin uzayıp sürdüğü zaman. 3. muayyen vakit. müddet-î Jıa m l: gebelik süresi, miiddet-i hayât ‫ ؛‬.yaşam .süresi, müddet-î iddet ‫ ؛‬fık. boşanmış bir kadının tekrar evlenebilmesi İçin beklemek zorunda kaldığı müddet, [boşanmış kadın İçin üç ay (üç hayız müddeti), dul kadın İçin dört ay on gündür; hâmile kadınlar İçin bu müddet, doğum ile kayıtlıdır], müddet-î İstînâf: huk. cezâ sebeplerinden, kabahat, suç işlemede on; hukukî sebeplerden altmış bir günlük müddettir, müddet-î İ'tirâz : huk. gıyâbî hükümler İçin cezâî maddelerde kabahat İçin üç, cünha İçin beş; hukukî maddelerde otuzbir günlük müddet. müddet-î ma'lûme : bilinen zaman, müddet-î medîde : uzun zaman, müddet-î ömr : ömür boyunca, müddet-î sefer : huk. [eskiden] mûtedil bir seyr ile üç günlük, yânî on sekiz saatlik mesâfe. müddet-î temyiz : huk. cezâî maddelerde sekiz ve hukuki maddelerde doksan günlük müddet. müddî ‫ ى‬٠‫( ﻣﺎ‬a.i.) : fels. fr. protensif. miidebbag lanmış.

‫ﻣﺪﺑ ﻎ‬

(a.s.): debâgat olmuş, tabak-

miidebber ‫( ﻣﺪﺑﺮ‬a.s. dübûr'dan): 1. tedbîr alinmış, düşünce ile hareket edilmiş. 2. huk. itki (azâdı) efendisinin ölümüne bağlı bulunan köle. [müen.: müdebbere].

miidevvine

müdebbir ‫( ص‬a.s. dübûr'dan. c . : müdebbirân, müdebbirin): 1. tedbir alan, tedbirli, dü‫ ؟‬ünce ile hareket eden, düşünceli. 2. huk. [eslciden] menkulünün itkim kendisinin ölümüne tâlik etmi‫ ؟‬olan mevlâ. müdebbirân ‫( ﻣﺪﺑﺮان‬a.s. müdebbir'in c.). (bkz : müdebbirin). müdebbirân-1 felek : yedi seyyâre (gezegen).

miidemmag ‫( ﻣﺪﻣﻎ‬a.s. dimag'dan): aptal, budala. müdemmec ‫( ﻣﺪﻣﺞ‬a.s.): düzgün olarak birbiri İçine dürülmüş yuvarlak ‫ ؟‬ey. müdemmer ‫( ﻣﺪﻣﺮ‬a.s. dümûr'dan) : tedmir edilmi‫ ؟‬, mahvolmuş, yokedilmi‫ ؟‬. miidemmir ‫( ﻣﺪﻣﺮ‬a.s. dümûr'dan) : tedmir eden, mahveden, yok eden,

müdebbîr-âne ‫( ﻣﺪﺑﺮاﻧﻪ‬a.zf.): tedbirli olana yakı‫ ؟‬ır sûrette.

müdennes ‫( ﻣﺪﻧ ﺲ‬a.s. denâset'den): tednis edilmi‫ ؟‬, kirletilmiş.

müdebbire ‫( ﻣﺪﺑﺮه‬a.i.) : fık. azatlığı mevlâsının (efendisinin) ölümüne bağlı bulunan câriye.

müdennis ‫( ﻣﺪﻧ ﺲ‬a.s. denâset'den): tednis eden, kirleten.

müdebbire ‫( ﻣﺪﺑﺮه‬a.s. dübûr'dan): ["müdebbir" in müen.]. (bkz : müdebbir), müdebbirin ‫ﻣﺪﺑﺮﻳﻦ‬ (a.s. dübûr'dan. müdebbir'in c .): tedbirli, düşünceli olanlar, (bkz: müdebbirân). miidebdeb ‫( ﻣﺪﺑﺪ ب‬a.s. debdebe'den): debdebeli, (bkz: mutantan). miidebdebe ‫( ﻣﺪﺑﺪﺑﻤﻪ‬a.s. debdebe'den): [“müdebdeb” in miien.]. (bkz : miidebdeb). miidehhen ‫( ﻣﺪﻫﻦ‬a.s. debdebe'den): tedhin edilmi‫ ؟‬, güzel kokulu yağ sürülmüş, miidehhi‫( ﻣﺪﻫ ﺶ ؟‬a.s. dehşet'den): (bkz : müdhi‫) ؟‬. miidekkik ‫ﻣﺪﻗﻖ‬ (a.s. dikkat'den. c .: müdekkikin): tetkik eden, inceden inceye araştıran; en ufak gizli ‫ ؟‬eyleri gören, miidekkik-âne ‫( ﻣﺪﻗﻘﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): tedkik ederek, inceden inceye araştırarak; en ufek gizli ‫ ؟‬eyleri görerek. miidekkikin ‫( ﻣﺪﻗﻘﻴﻦ‬a.s. müdekkik'in c .) : tedkik edenler, inceden inceye araştıranlar, en ufak gizli ‫ ؟‬eyleri görenler,

miiderhem ‫( ﻣﺪرﻫﻢ‬a.s. dirhem'den): paralı, zengin. müderris ‫( ﻣﺪرس‬a.s. ve i. ders'den. c . : müderrisin): 1. ders veren, ders okutan; medrese dersi okutan. 2. profesör, müderrisin ‫( ﻣﺪرﺳﻴﻦ‬a.i.): 1. medrese dersi okutanlar. 2. profesörler, müdessi ‫( ﻣﺪﺳﻰ‬a.s. desise'den): yolunu ‫ ؟‬a‫ ؟‬ırtan, baştan ‫ ؟‬ikaran. miidessir ‫( ﻣﺪ ر‬a.s. disâr'dan): 1. giyinmi‫ ; ؟‬bir örtüye bürünmüş. 2. Kur'ân'ın 74. sûresi olup 56 âyettir. [Mekke'de nâzil olmuştur], müdevven ‫ﻣﺪون‬ (a.s. dîvân'dan, c .: müdevvenât): 1. tedvin olunmu‫ ؟‬, divan, kitap hâline konulmu2 .‫ ؟‬. bir araya getirilip ‫ ؟‬eki düzen verilmiş, müdevvenât ‫( ﻣﺪوﻧﺎت‬a.i. müdevven'in c .): tedvin olunmu‫ ؟‬, sıralanmış, bir araya getirilmi‫ ؟‬eserler, (bkz : miiellefât). müdevvene ‫( ﻣﺪوﻧﻪ‬a.s. dîvân'dan): ["müdevven" in müen.]. (bkz : miidevven).

müdellel ‫( ﻣﺪﻟﻞ‬a.s. delâlet'den): 1. delil, ‫ ؟‬âhit ile ispat edilmi2 .‫ ؟‬. sosy. *kanıtlı,

miidevver ‫( ﻣﺪور‬a.s. devr'den): 1. tedvir olunmu‫ ؟‬, döndürülmüş. 2. yuvarlak, tekerlek, degirmi. 3. eko. yeni bilançoya geçirilen [hesap].

müdellele ‫( ﻣ ﺪ ﻟ ﻠ ﻪ‬a.s. delâlet'den): ["müdellel” in müen.]. (bkz : müdellel),

miidevveriyyet ‫( ﻣﺪورﻳﺖ‬o.i.): yuvarlaklık. [yapma kelimelerdendir],

miidellelen ‫( ﻣﺪﻟﻸ‬a.zf): delil, ‫ ؟‬ahit ile ispat edilerek.

miidevvin ‫( ﻣﺪون‬a.s. dîvân'dan): tedvin eden, bir araya getirip kitap hâline koyan,

müdellis ‫( ﻣﺪﻟ ﺲ‬a.s.): tedlis eden, sattığı şeyin ayıbını müşteriden saklayan.

müdevvine ‫( ﻣﺪوﻧﻪ‬a.s. dîvân'dan): [''müdevvin" in müen.]. (bkz: müdevvin). 827

miidevvir

‫( ﻣﺪور‬a.s. devr'den) : tedvir eden, döndüren, çeviren. m ü d e w ir - i fa h iz : hek, uyluk kemiğinin yukarı ucunda bulunan iki çıkıntıdan herbiri.

m iid e v v ir

(٠‫( ﻣﺪغ‬a.s. dagm'dan) : a.

arka arkaya gelen iki kelimeden birincisinin son, İkincisinin baş harflerinin ayni olması : fe m â ra b ih a ttic â re tu h u .. gibi,

m üdgam

m ü d g a m ü n -fîh

gr.

‫( ﻣﺪﻏﻢ ﻓﻴﻪ‬a.b.s.) : gr. birbirine

girmiş iki harften İkincisi : fe m â rab ih at âyetindeki ra ljih a t kelimesinin sonundaki t ile "ticâretühiim" kelimesinin başındaki t nin birbirine girmesi gibi, tîc â re tü h ü m

‫( ﻣﺪاﺣﻞ‬a.s. dahl'den) : İdhâl olunmuş, dâhil edilmiş, girdirilmiş, sokulmuş,

m üdhal

‫( ﻣﺪﻫﺎﻣﻪ‬a.i.) : ağacının ve bitkisinin çok ve tâzeligi dolayısıyla uzaktan koyu yeşil görünen bahçe,

m üdhâm m e

‫( ﻣ ﺪ ا‬a.s.) : İdhâr olunmuş, hor, hakir

m üdhar

görülmüş. (a.s. dahl'den) : İdhâl, dâhil eden, girdiren, sokan, (bkz : müdmic).

m iid h il ‫ﻣﺪ ﺧﻞ‬

m iid h in

‫( ﻣﺪﻫﻦ‬a.s.). (bkz : miiddehin).

m iid h ir

‫( ﻣ ﺪ ا‬a.s.) : İdhâr eden, hor, hakir gö-

ren.

‫( ﻣﺪﻫ ﺶ‬a.s. dehşet'den) : 1. dehşet ve-

m ü d h iş

ren, ürküten, korkutan; korkunç. 2. şaşılacak; aşırı. m U dhişe

‫( ﻣﺪﻫﺸﻪ‬a.s. dehşet'den) : ["müdhiş”

in müen.]. (bkz : müdhiş).

‫( ﻣﺪﻫﻦ‬a.i. diihn'den) : İçine güzel kokulu yağ, ıtır gibi şeyler konulan kap, şişe,

m üdhün

m ü d îr

‫( ﻫﺪﻳﺮ‬a.s. ve i. devr'den. c. : müdîrân) :

1. İdâre eden, çeviren, bakan. 2. idâreden anlayan. 3. İdâre me'muru. 4 ٠ direktör, fr. d irecteu r. 5. nâhiyede en büyük me'mur. m ü d îr-i u m û m î : *genel direktör,

‫( ﻣﺪﻳﺮان‬a.i. müdîr'in c.) : müdürler, direktörler; İdâre âmirleri, m ü d îrâ n -ı u m û r : *yönetmenler,

m ü d îrâ n

m ü d îre

‫( ﻣﺪﻳﺮه‬a.i.) : bayan müdür,

: İşleri İdâre eden kadın, eski kâhya kadının derece ve vazifesi.

m ü d îre -i u m û r

828

m iid îriy y e t

‫ دﻳ ﺮ ت‬٠‫ ( ه‬a . i . ) : müdürlük, müdürün

makam ve vazifesi. m ü d irr

(a.s. idrar'dan): idrar veren, idrar

۶

verici.

‫( ﻣﺪر'ت‬a.s. müdirr'in c.): idrar verici ?eyler, İlâçlar.

m ü d irrâ t

m ü d lî

‫ دﻟ ﻰ‬٠(a.s.): delil, tamk gösteren,

m iid m e c

‫ ج‬٠‫( ﻣﺪ‬a.s.): İdmâ‫ ؟‬edilmiş, İçine gir-

dirilmiş.

‫ دﻣ ﺞ‬٠ (a.s.): İdmâc eden, İçine girdiren, sızdıran, (bkz : müdhil).

m iid m ic

‫ ن‬٠‫( ﻣﺪ‬a.s. İdmân'dan): İdmân eden, devâm eden.

m iid m in

miidmin-i hamr : gece gündüz sarhoş [olan], (bkz: şâribü'lleyl ve'n-nehâr). müdn (a.i. medine'nin c.): şehirler, (bkz : medâin, müdün, şühûr). miidrec ‫( د ر ج‬a.s. derc'den): İdrâc olunmuş, içerisine konulmuş, müdrî ‫( د ر ى‬a.s.): İdrâ eden, bildiren, müdrik ‫( د و ك‬a.s. derk'den): İdrâk eden, anlayan‫ ؛‬anlamış, akil ermiş. Kuvve-i müdrike (idrak kuvveti): akil. m iid rik â t

، i j ٠L، r(a.i. müdrik'in c.): aklilar,

m ü d r ik e

‫( ﻣﺪرﻛﻪ‬a.i.c.: müdrikât): fe ls . *anlık,

fr . i n t e l l e c t , p e r c e p t . m iid r ir

‫( د ر ر‬o.s.), (bkz : miidirr).

‫( ﻣﺪن‬a.i. medine'nin c.): şehirler, (bkz : medâin, miidn, şühûr).

m üdün

m ü d ü n - i c e sim e

: büyük şehirler,

‫ ﻣﺆﻳﺪه‬، ‫( ﻣﺆﺑﺪ‬a. ebed'den): 1. ebede kadar süren, sonsuz, (bkz : ebedi). 2. ömür boyunca süren, sürecek olan,

m üebbed, m üebbede

‫( ﻣﺆ ﺑﺪأ‬a.zf.): 1. miiebbed, sonsuz olarak. 2. ömrü oldukça,

m iie b b e d e n

‫( ﻣﺆﺟﻞ‬a.s. ecel'den): te'cîl edilmiş, ileriye bırakılmış, peşin olmayan, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, *ertelenmiş.

m üeccel

‫( ﻣﺆﺟﻠﻪ‬a.s. ecel'den): ["müeccelin müen.]. (bkz: müeccel).

m ü e c c e le

muesses

‫( ﻣﺆﺟﻼ‬a.zf.): müeccel olarak, te'cîl edilerek, *ertelenerek.

m iiellefât

‫( ﻣﺆﺟﻞ‬a.s. ecel'den): te'cîl eden, ileriye bırakan, *erteleyen.

m iiellem

‫ ﻣﺆدا‬، ‫( ﻣﺆدى‬a.s. edâ'dan): 1. te'diye olunmuş, edâ olunmuş. 2. i. mânâ, mef hum.

m ü e llif ‫ف‬

m iieccelen

m ü eccil

m ü ed d â'

‫( ﻣﺆدب‬a.s. edeb'den): 1. te'dîb edilmiş, edeplendirilmiş, edepli, terbiyeli. 2. okumuş, bilgili. 3. i. erkek adi.

m iieddeb

‫( ﻣﺆدﺑﻪ‬a.s. edeb'den): ["müeddeb" in miien.]. (bkz : miieddeb).

m üeddebe

m ü eddeben

‫( ﻣﺆدﺑﺄ‬a.zf.) : müeddep, edepli ola-

rak.

‫( ر د ى‬a.s. edâ'dan): 1. te'diye eden, edâ eden. 2. sebebolan, doguran, meydana getiren. m ü e d d î-i n îz â : kavgaya sebebolan.

m ü ed d î

‫( ر د ب‬a.s. edeb'den. c .: müeddibin) : te'dibeden, edeplendiren, terbiye eden, bilgi ve terbiye veren.

m ü ed d ib

‫( ﻣ ﺆ د ﺑ ﻴ ﻦ‬a.s. miieddib'in c.) : te'dibedenler, edeplendirenler, terbiye edenler, bilgi ve terbiye verenler,

m ü e d d îb în

m ü ekk ed

‫( ﻣﺆﻛﺪ‬a.s. ekked ve vekked'den):

1. te'kîdedümiş, sağlamlaştırılmış. 2. tekrâr edilmiş, bir daha lraber verilmiş, tenbih edilmiş.

‫( ﻣﺆﻛﺪه‬a.s. ekked ve vekked'den): [“miiekked” in müen.]. (bkz : miiekked).

m iiekkede

m ü ekkeden

‫( ﻣﺆﻛﺪأ‬a.zf.): te'kidedilerek, tek-

rarlanarak. m ü ekk ed -ked

‫ ﻛ ﺪ‬٠‫( ر ﻛ ﺎ‬a.b.i.): sağlamlaştırıl-

mış ev. miiekkid ‫( ﻣﺆﻛﺪ‬a.s. ekked ve vekked'den): 1. te'kideden, sağlamlaştıran. 2. tekrâr eden, bir daha haber veren, tenbih eden, müekkide ‫( ﻣﺆﻛﺪه‬a.s. ekked ve vekked'den): [''miiekkid'' in müen.]. (bkz : müekkid). müellef, müellefe ‫ ﻣﺆﻟﻔﻪ‬، ‫( ﻣﺆﻟﻒ‬a.s. iilfet'den): 1. te'lîf edilmiş, kitap olarak meydana getirilmiş. 2. yazılmış, toplanmış. 3. i. g. s. bir yazı stili. 4. harmonik.

‫( ﻣﺆﻟﻔﺎت‬a.s. müellefe'nin c.): te'lif olunmuş, yazılmış kitaplar, eserler. ‫( ﻣﺆﻟﻢ‬a.s. elem'den) : elemli, kederli.

D il-İ m iiellem

: elemli gönül.

‫ ر‬-(a.s. ve i. iilfet'den. c. :müellifin):

te'lîf eden, kitap yazan, eser sâhibi. L i: yazarı tarafından. 2. imtizâc ettiren.

1.

m iie llifih i

‫( ﻣﻮﻟﻔﺎن‬o.i. müellifin c.): müellifler, eser sahipleri, *yazarlar.

m iie llifâ n

‫( ﻣﺆﻟﻔﺎﺗﻪ‬a.f.zf.): müellife, kitap yazana yaraşır yolda.

m ü e lü f-â n e

‫( ﻣﺆﻟﻔﻴﻦ‬a.s. ve i. Ulfet'den, müellifin c.) : te'lîf edenler, kitap yazanlar, eser sâhipleri.

m ü e llifin

‫( ﻣﺆﻟﻬﻪ‬a.i.) : Hz. Ali'ye ulûhiyyet isnâdedenler hakkında kullanılan bir tâbir, [şiiyeden olan bu mezhep sâlikleri İbn-i Sebe'nin ehass-1 eshâbından idiler].

m iiellih e

‫( ﻣﺆﻟﻢ‬a.s. elem'den) : elem veren, inciten; agritan, sızlatan, [yapma kelimelerdendir].

m iie llim

‫( ﻣﺆﻟﻤﻪ‬a.s. elem'den): ["müellim”in müen.]. (bkz: miiellim).

m ü ellim e

m ü em m en

‫ﻣﺆﻣﻦ‬

(a.s.

emn'den):

(bkz:

me'men).

‫( ﻣﺆﻧﺚ‬a.s. UnUset'den): 1. dişi. 2. a. hakiki, îtibârî veyâ söylenişi itibârıyla dişi olan kelime, *dişil. C e m -İ m iien n es-i s â l i m : -â t ile nihâyetlenen kelimeler: [mü'min : mü'minât (= mii'minler), Miislim : Miislimât (= Miislimler.. gibi], m ü en n es-i h a k î k î : a. gr. müzekker (*eril) kelimenin sonuna “-e" katılarak yapılan veyâ sonunda başka bir müenneslik alâmeti bulunan kelime: [sâlih: sâliha; mûmâileyh: mûmâileyhe, mûmâileyhâ... gibi]. m ü e n n e s-î s e m â î : a. gr. söylenişi itibârıyla müennes (dişi) sayılan kelime : [şems, yed... gibi].

m ü en n es gr.

m iiesser

‫( ﻣﺆﺛﺮ‬a.s.): kendisine bir şey te'sir et-

miş olan.

‫( ﻣ ﺆ س‬a.s. esâs'dan): te'sîs edilmiş, kumulmuş, kurulu.

m üesses

829

müessesân mecljsi m ü essesân m e clisi

‫ ى‬٠٠‫( ﻣﺆﺳﺴﺎن مﺀﺟﻞ‬o.it.) : ku-

rucu meclis. c.) : 1. yapılmış binâlar. 2. dâireler. : hayır miiesseseleri, kamu yararına İş gören hayır kurumlan, [câmi, medrese, kütüphane ve benzeri kurııluşlar]. h u s û s ic e

:

husûsî

(.özel)

dâireler.

‫رد‬

(a.s. e y d 'd e n ) : 1. te 'y i d e d il m i ş ,

k u v v e t l e n d i r i l m i ş , s a g la m . 3.

2. d o ğ r u l a n m ı ş .

y a r d i m g ö re n . 4 . i. k a d m v e e r k e k a d i.

‫ردد‬

m iie ^ e d -y e d

‫> ﻳﺪ‬

m ü e y y id

( a .b .s .) : y a r d i m e d i c i .

(a.s.

e y d 'd e n ) : 1. te 'y id e d e n ,

k u v v e tl e n d ir e n . 2 . d o ğ r u l a y a n .

3. y a r d i m

eden.

m ü essesât-1 r e s m i c e

: resmi dâireler,

‫( ر ب‬a.i. esâs'dan. c. : müessesât) :

m üessese

e d e n . 2 . r ü 'y â t â b i r e d e n , ( b k z : m u a b b i r ) . m üeyyed

m üessesât-1 h a y r iy y e

m ü essesât-1

(a.s. t e 'v i l 'd e n ) : 1. te 'v î l e d e n ,

b a ş k a m â n â v e r e n , b a ş k a m â n â ile îz â h

‫( ر ا ت‬a.i. esâs'dan. miiessese'nin

m iiessesât

‫وول‬

m ü e v v il

binâ, kuruluş‫ ؛‬.kurum,

‫وده‬

m iie ^ id e m iie y y is

‫و س‬

( a .i.): .y a p tırım , fr. s a n c tio n . ( a .s .) : m e 'y û s e d e n , k e d e r l e n d i-

re n , ü zen .

‫ ر ﻃ ﻪ‬، ‫( ﻣﺆﺳﻒ‬a.s. e s e f den) : esef ettiren,' keder veren, verici; acı, acınacak. A h v â l-İ m ü essife : keder verici haller,

m ü essif, m ü essife

‫اذه‬٠ ‫ ( رس‬a .z f .) : m e y u s

e d e re k , k e -

d e r l e n d ir e r e k , iiz e re k . m iie z z i

‫رذ ى‬

(a.s. e z â 'd a n ) . ( b k z : m û z î) .

te'sir yapan, m ü e z z i n ‫( وﻧ ﻒ‬a.s. v e i. e z â n 'd a n . c . : iz bırakan. 2. işleyen, hükmünü yürüten. m ü e z z in in ): ezan o k u y an , 3. ‫ ؟‬ok hissedilen, i‫ ؟‬e işleyen. 4. dokunan, m ü e z z in in ‫( ﻣﺆذﻧﻴﻦ‬a.s. v e i. e z â n 'd a n . dokunaklı. 5. eser sâhibi.

m ü essir

‫( و ش‬a.s. eser'den) :

m iie y y is -â n e

1.

m ü e z z i n 'i n c . ) : e z a n o k u y a n la r ,

‫( ر'ﺷﺎذه‬a.f.zf.) : dokunaklı bir

m ü e ssir-â n e

tarzda.

‫( ﻣﺆﺛﺮات‬a.i.) : .etkinler,

m ü essire

‫( و ر ه‬a.s. eser'den)

:

d u r m a s ı , ( b k z : s e k t e - i k a lb ).

[“müessir” in

miien.]. (bkz : müessir), m i ie s s ir i^ e t

‫ؤةرﻳﺖ‬٠ (a.i.) : 1.

fels.

.etkililik, fr.

efficacité. 2. fiz. .indükleme, miiessis ‫( ر ﻣ ﺲ‬a.s. esâs'dan. c. : müessisin) : 1. te'sîs eden, kuran, temel atan. 2. kuran, kurucu. m iiessis-i devlet m iiessisân

: devlet kuran,

‫( ر ﺳ ﺎ ن‬o.s. miiessis'in c.) : (bkz:

müessisin). M e c lis-i m iiessisân : kurucu meclis. müessisin ‫( ر‬a.s. esâs'dan, müessis'in c.) : te'sîs edenler, meydana getirenler, kuranlar, kurucular.

‫( رول‬a.s. te'vil'den) : 1. te'vîl edilmiş, başka mânâ verilmiş; kaçamaklı. 2. tâbir edilmiş [rüyâ]. (bkz : muabber).

m üevvel

m iievvelen

83.

(a.i. fü c 'e d e n ) : o lu v e r m e , a n -

s ı z ın e r iş m e . M e v t - İ m ü f â c â t : h e k . k a l b i n

m iiessirât

olarak.

‫ﻫﻐﺎﺟﺎت‬

m ü fâcât

‫( روﻷ‬a.zf) : te'villi, kaçamaklı

m ü fâce

‫ﻣﻔﺎﺟﻪ‬

(a.i. fü c 'e 'd e n ). ( b k z : m ü f â c â t) .

m ü fâ d

‫ﻫﻐﺎد‬

(a.i. f e v d 'd e n ) : m â n â , k a v r a m ,

( b k z : m e â l, m e flrU m ).

‫ﻣﻬﺎدات‬

m ü fâd ât

(a.i. f i d â 'd a n ) : b i r f id y e - i

n e c â tı (k u rtu lm a lığ ı) ö d e m e v e y â k a b u l e tm e . m ü f â d â t - i ü s e r â : h u k . [e s k id e n ] i k i m u h â r i p k a v m i n e s i r le r in i - k a r ş ı l ı k l ı - m ü b â d e l e e tm e s i. m ü fâg am e

‫ﻣﻔﺎﻏﻤﻪ‬

(a.i. f a g a m 'd a n ) : 1. ö p m e .

( b k z : t a k b i l, te ls im ). 2 . a n a t . .a ğ ız l a ş m a , m iif â h a re

‫ﻣﻔﺎﺧﺮه‬

(a.i. f a h r 'd e n ) : ö v ü n m e [k a r -

ş ılık lı]. m iif â h a re t

‫ﻣﻔﺎﺧﺮت‬

(a.i. f a h r 'd e n ) : ö v ü n m e

[ k a r ş ılık lı] , ( b k z : m i if â h a r e ) . m iifâ h e m e m iifâ h ir

. ‫ﻣﻔﺎﻫﻢ‬

‫ﻣﻔﺎﺧﺮ‬

(a.i. f e h m 'd e n ) : a n la ş m a ,

(a.s. f a h r 'd e n ) : f a h r e d e n , ö v ü -

nen. m iifâ k e h e

‫ ﻛﻬﻪ‬١‫( ﻣﻨﻢ‬a .i'.): ş a k a l a ş m a .

müfettih müfakkar .y‫؛‬، . ( a . i . ) : k ı r k m e r d iv e n d e n il e n ,

miiferri ‫ﻏﺮع‬٠ ( a . s . f e r 'd e n ) : t e f r î e d e n , d a l b u d a k s a la n .

a r k a s ı d ü z ç e n t i k l i b i r k ılıç ,

m üfam ‫؛‬. ٠٤٠ (a.s. f a 'm 'd a n ) : y ü k s e l m i ş , k a ­

müferric ‫ ﻏ ﺮ ج‬٠ (a.s. fe r e c 'd e n ) . ( b k z : m ü f e r rih ) .

b a r m ı ş [su].

müfârekat c ijL i. (a.i. f a r k 'd a n ) : ı. a y r ı lm a ,

müferrid ‫> د‬

( a . s . f e r d 'd e n ) : k e n d i n i d i n

İç-

u z a k la ş m a , ( b k z : m ü b â a d e ) . 2 . b i r y e r d e n

l e r in e k a p t ı r a r a k , b i r y a n a ‫ ؟‬e k ilip A lla h a

a y r ı lm a . 3. b o ş a n m a [ k o c a s ın d a n ] ,

İ b â d e t e tm e k le m e ş g u l o la n ,

müfâreze ٥jj، Â٠ ( a . i . ) : b i r ş e y d e n k e s ilip a y r ı l ­

müferrig ‫ ( ﻫ ﻐ ﺮ غ‬a. s. ) : 1. t e f r ig e d e n , d o lu k a b ı b o ş a lta n . 2. y e m e ğ i k u r ta r a n ,

m a.

m üfânk ،3 j ١ -i ٥ (a.s. f a r k 'd a n ) : m ü f â r a k a t e d e n , a y r ı la n , a y r ı lm ış . Lâzım-ı gayr-i m ü fâ n k : a y r ı la m a z , o n s u z o la m a z ,

müfâvaza ؛‬jlÂ٥ (a.i. f e v z 'd e n ) : 1. m ü s â v î l i k

( a . z f .) : 1. m ü s â v îl ik l e ,

f e ş itlik le . 2 . o r t a k l ı k l a , iş b ir l iğ i e d e r e k ,

müfâvız J

?

(a.s. f e r a h 'd a n ) : 1. f e r a h l ı k v e -

r e n , i ‫ ؟‬a ‫ ؟‬a n , i‫ ؟‬a ç ıc ı. 2. hek. f e r a h l ı k v e r e n il â ‫ ؟‬.

müferrihât ‫( ﻣﻔﺮﺣﺎت‬a.i. v e s . ) : f e r a h l ı k v e ric i, i ‫ ؟‬a ‫ ؟‬ıc ı şe y le r.

( .e ş itlik ) . 2 . o r t a k l ı k , iş b ir liğ i,

müfâvazatan

müferrih

(a.i. f e y z 'd e n ) : m ü f â v a z a ş i r ­

müferrik

(a.s. f a r k 'd a n ) : t e f r i k e d e n ,

ta k s ir e d e n , k ıs a lta n . m U f e r r i ^ ^ (a.s. f a r t 'd a n ) : t e f r i t e d e n , t e k s i r e d e n , k ıs a lta n .

k e t i n d e o r t a k o la n k im s e ,

müfâz ، / ,‫؛‬-i. (a.s. f e y z 'd e n ) : b o l, b e r e k e tli, müfâzü'l-batn : g ö ğ s ü ile k a r n ı b i r d ü z l ü k t e

miifesser ‫( ﻫﻐﺴﺮ‬a.s. f e s r 'd e n ) : te f e ir e d il m i ş , a ç ı k l a n m ı ş , m â n â s ı a n c a k a ç ı k l a m a ile a n İ a ş ılm ış â y e t v e y â h a d is ,

o la n k im s e . m ü f c ir

(a ٠s ٠) : t e f e c c ü r e d e n , b i r d e n k a y ­

müfessere ‫( ﻣ ﻐ ﺮ ه‬a.s. f e s r 'd e n ) : [“m ü f e s s e r ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü f e s s e r ).

n a y ıp a k ıt a n . m ü f e s s i r ‫ ر‬٠‫( ﻣ ﻒ‬a.s. f e s r 'd e n . c . : m ü f e s s i r i n ) : m ü f e c c i' .‫ ؟ ؛‬، i . (a.s. f e c 'd e n ) : te f e c c ü ' e d e n , a c ı­ ta n , ü z e n ; d e r t l i e d e n .

1. te f e ir e d e n , a ç ık la y a n , k ı s a ş e y i g e n iş le tip m â n â s ı n ı m e y d a n a ‫ ؟‬i k a r a n . 2 . K u r 'â n 'ı y o -

müfehhim ‫؛‬٠-$،« (a.s. f e h m 'd e n ) : t e f h i m e d e n , a n la t a n .

r u m l a y a n d i n â lim i.

miifessirân ‫( ﻣ ﻔ ﺮا ن‬a.s. f e s r 'd e n . m iif e s s i r 'in

m ü f e k k ir

(a.s.

f i k r 'd e n ) : 1. d ü ş ü n e n .

2 . f i k i r iş le te n . 3. d ü ş ü n d ü r e n ,

٥

m ü f e k k ire

c.). ( b k z : m ü f e s s ir in ) .

miifessire ‫( ﺷ ﺮ ه‬a.s. f e s r 'd e n ) : [" m ü fe s s ir " in

(a.i.) ‫ ؛‬d ü ş ü n m e g ü c ü , k u v ­

v e ti.

m ü e n .] . ( b k z : m ü f e s s ir).

müfessirin ‫ س‬.‫ ﻓ ﺮ‬٠ (a.s. f e s r 'd e n . m ü f e s s i r 'in

m ü f e l l e s ،j ٠İ a ٥ (a . i . ) : h u k . if lâ s ı n a h ü k m e d i l e n

c .) : b ir

k im s e .

1. te f s ir şey i

e d e n le r,

g e n iş le t e r e k

a ç ık la y a n la r , m â n â s ın ı

k ıs a

v e r e n le r .

2. K u r 'â n 'ı y o r u m l a y a n d i n â lim le r i,

m üferrağ ٤ > müferrak

(a ٠s .) ‫ ؛‬d ö k ü lm ü ş , m ü f e t t a h ^ (a.s. f e t h 'd e n ) : 1. a ç ılm ış . 2. i. g. (a .s.f a r k 'd a n ) : t e f r i k e d il m i ş ,

a y r ılm ış .

müferrec

(a ٠s .)

1‫ ؛‬٠m e y d a n ı

o la n , g e n iş .

2. k e d e r g id e r e n . [ T a n r ı v a s ı f la r ın d a n ] ,

müferres müferreş m iş .

(a ٠s .) : F a r s ç a la ş t ır ılm ış . J * j Âa

(a ٠s . ) : te f r i ş e d il m i ş , d ö ş e n ­

s. b i r y a z ı s itili.

müfettel ‫( ﻫ ﻔ ﻞ‬a.s. f e tl'd e n ) : t e f t i l e d il m i ş , fib i l e ş t i r i l m i ş , f i ti l g ib i b ü k ü l m ü ş . Gîsûy-i m üfettel : ö r ü l m ü ş s a ‫ ؟‬. m ü f e t t e n ^ (a.s.) : a ç ık g ö z f itn e c i,

müfettih ‫( س‬a.s. f e t h 'd e n ) : 1. f e th e d e n , a ‫ ؟‬a n , a ç ıc ı. Yâ müfettihe'l-ebvâb : ey k a p ı l a r ı 831

mö.ettîl a‫ ؟‬an.... Allah'a hitap. 2. tıkanık yeri a‫ ؟‬an [ilâ‫ ؟‬v.b.]. 3 ٠geğirtici, geğirten. m i i f e t t i l ‫ ﻏ ﻞ‬٠ (a.s. f e t i l 'd e n ) : t e f t i l e d e n , b ü k e n , bükücü.

2.

le ş e n [h a s ta ].

miifiz ‫( ﻫ ﻐﻴ ﺾ‬a.s. f e y z 'd e n ) : f e y i z le n d i r e n , fe y iz v e r e n [A lla h a d l a r ı n d a n d ı r ] . ( b k z : feyz).

‫ﻫﻐﻦ‬

m iif e ttin

müfîk ‫( ﻫ ﻤ ﻖ‬a.s. i f â k a t 'd e n ) : İ f â k a t b u l a n , iy i-

(a.s. f i t n e 'd e n ) : 1. f i t n e d ü ş ü r e n .

m e f t û n , h a y r â n e d e n , ş a ş k ı n b i r h â le g e-

ti r e n .

miifkir miiflic

m i i f e t t i ‫( ﻫ ﻔ ﺶ ؟‬a.s. v e i. f e t ş 'd e n ) : 1. a r a ş t ı r a n . 2 . te f ti ş e d e n , b i r İ ş in d ü z e n li , y o l u n d a o lu p o l m a d ı ğ ı n ı a n l a m a k İ‫ ؟‬i n 0 İ ş in e t r a f l ı c a

‫ﻣﻐﻌ ﺮ‬

(a.s.

f a k r 'd e n ) :

(a.s.

f e l c 'd e n ) :

iflc a r

eden,

f a k i r le ş ti r e n . ‫ﻣ ﻔﻠ ﺞ‬

fe lç li,

(b k z :

m e f lû c ) .

miiflih ‫ﻣ ﻐ ﻴ ﺢ‬

(a.s.

f e l â h 'd a n .

c . : m ü flih in ,

m i i f l i h û n ) : İ f lâ h o la n , s e lâ m e te ‫ ؟‬ik a n ,

ü z e r i n d e d u r m a k l a v a z if e li b u l u n a n k im s e , m ü f e ttiş - î h ü k k â m (h â k im le rin m ü f e ttiş i) : [ev v elce] h â k i m

ve n â ib le rin d u r u m u n u

te f ti ş İ‫ ؟‬i n h e r v il â y e tt e b u l u n d u r u l a n b ü -

‫ﺷﺖ‬

(a.s. f e t t 'd e n ) : t e f t i t e d e n , k i r a n ,

m ü f e t t i t ü '1 - h a s â t : h e k . t a ş k ı r a n

[â let], f r .

m ü f l i h i n ‫( ﻣ ﻔ ﻠ ﺤ ﻦ‬a.s. m ü f l i h 'i n c . ) : İ f lâ h o la n -

m ü f lih U n

(a.s. m ü f l i h 'i n

‫ﻣ ﻔﻠ ﺤ ﻮ ن‬

c . ) : İ f lâ h

( b k z : m ü flih in ).

müflik ‫ ( ﻫ ﻐﻠ ﻖ‬a . s . ) : b i r i n c i s ı n ı f [şâir],

lith o trite u r. m iife ttitâ t

(a.s. f e t t'd e n . m i i f e t t i t e 'n i n

c.) : k i r a n , e z e n , u f a l a y a n [â le tle r, İlâ ç la r]. m ü f e v v a z a ‫ ( ﻣ ﻔ ﻮ ﺿ ﻪ‬a . i . ) : h u k . [e s k id e n ] v e lis i m e h ir

te s m iy e

e d il m e k s iz i n

‫ﻣﻔ ﻮ ض‬

müflis ‫ ﻏ ﻠ ﺲ‬٠ (a.s. İ f lâ s 'd a n . c . : m ü f l i s â n v e m ü f l i s 'î n ) : 1. İf lâ s e tm iş , p a r a s ı z , z ü ğ ü r t . 2 . t o p a t m ı ş [ tic â r e tte ] .

müflisân ‫ ا ن‬٠ ‫( ﻣ ﻐ ﺪ‬a.s. m ü f l i s 'i n c . ) : 1. İf lâ s e tm iş le r, p a r a s ız l a r , z ü ğ ü r t l e r . 2 . t o p a t a n l a r

te z v ic e d il e n k a d m . m i if e v v e z

b u la ra k ,

o la n l a r , f e lâ h b u l a n l a r , s e l â m e t e ‫ ؟‬i k a n l a r ,

e z e n , u f a l a y a n [â le t, il â ‫] ؟‬.

ta r a fın d a n

( a .f .z f .) : f e lâ h

s e l â m e t e ‫ ؟‬ik a r a k .

la r , s e lâ m e te ‫ ؟‬i k a n l a r , ( b k z : m ü f l i h û n ) .

y ü k ş e r 'î m e 'm u r . m ü fe ttit

müflih-âne ‫ﻣ ﻔ ﻠ ﺤ ﺎ ﻧ ﻪ‬

(a.s. te f v iz 'd e n ) : İ h â le v e

[ tic â r e tte ] , ( b k z : m ü f li s in ) ,

müflise ‫ ( ﻣ ﻔ ﻠ ﺴ ﻪ‬a . s . ) : [“m ü f l i s " i n m ü e n .] . ( b k z :

s ip â r iş o lu n m u ş . m ü f e v v ı z ‫( ﻣ ﻔ ﻮ ض‬a.s. te f v iz 'd e n ) : İ h â le e d e n ,

m ü f lis ) .

müflisen ‫( ﻣﻔﻠ ﺴﺎﺀ‬a.zf. f ü İ s 'd e n ) : m ü f l i s o la r a k ,

s i p â r iş e d e n .

İf lâ s e d e re k , to p a ta r a k , m i i f e v v ı z a ‫( ﻣ ﻔ ﻮ ﺿ ﻪ‬a.i.) : n il c â h ın ı v e lis in e te f f iz e d ip d e m e h i r te s m iy e o l u n m a k s ı z ı n te z v i‫؟‬

müflisin ‫ ﻏ ﺪ ﺳ ﻦ‬٠ (a.s. f ü İ s 'd e n ) : 1. İf lâ s e t m i ş ler,

o lu n a n k a d m .

p a r a s ız la r ,

z ü ğ ü rtle r.

2. to p

a ta n la r

[ tic â r e tte ] , ( b k z : m ü f li s â n ) . m i i f e z z i ' ‫( ﻣ ﻔ ﺰ ع‬a.s. fe z 'd e n ) : te f z i' e d e n , h a y -

müfnî ‫( ﻫ ﻐ ﻰ‬a.s. f e n â 'd a n ) : İ f n â e d e n , m a h v e -

r e tle , ş a ş k ın ş a ş k ı n b a k t ı r a n .

d e n , yolc e d e n . m i i f h a m ‫( ﻣ ﻔ ﺤ ﻢ‬a.s.) : İ f h â m e d il m i ş , s u s t u r u l m u ş , y ıl d ır ıl m ış .

miifrag ‫( ﻣﻐﺮغ‬a.s. i f l a g 'd a n ) : i f r â ğ o l u n m u ş , d ö k ü lm ü ş .

m iif h im

‫ﻣﻔ ﺤﻢ‬

(a.s. f a h m 'd e n ) : İ f h â m

a ğ ız a ç t ı r m a y a n , s u s t u r a n , y ı l d ı r a n

eden, [ b ir

b a h is te - ] . m ü f h i ş ‫ ( ﻣ ﻐ ﺤ ﺶ‬a . s . ) : k ö t ü s ö z s ö y le y e n . m ü f î d ‫( ﻣ ﻔ ﻴ ﺪ‬a.s. f e y d 'd e n ) : 1. İfâ d e e d e n , a n la ta n ; m â n â l ı . 2. fa y d a lı. 3. i. e r k e k a d i. m ü f id e ‫ﻣ ﻌ ﺪ ه‬

(a.s. f e y d 'd e n ) : 1. [ " m ü f îd " in

m iie n .] . ( b k z : m ü f îd ) . 2 . i. k a d ı n a d i.

832

müfrat ‫ ( ﻫﻀﻂ‬a . s . ) : t e r k o l u n u p u n u t u l m u ş , müfred ‫( > د‬a.s. v e i. f e r d 'd e n ) : 1. te k , y a ln ı z . 2. b a s i t [ m ü r e k k e p o lm a y a n ] . 3. gr. * te k il. 4. ed. iki m ı s r a ı a r a s ı n d a k a f i y e b u l u n m a y a n b e y it.

müfredat ‫> دا ت‬

( a . i . c .) : 1. b a s i t ş e y le r [m ü -

r e k k e p o lm a y a n la r ] . 2 . t o p t a n b i l i n e n şe y le rin a y rın tıla rı, d ö k ü m le ri.

mühâdene

miifrez, müfreze ‫ ﻣﻔﺮزه‬، ‫( ﻣﻔﺮز‬a.s. ferz'den): İfrâz olunmuş, ayrılmış. Arsa-İ m üfreze: İfrâz olunmuş, ayrılmış arsa. müfrezü'l-kalemhazine:Tanzimat'tanönce Mısır, Bagdat, Çam ve Yemen hazîneleri hakkında kullanılan bir tâbir. müfreze ‫( ﻣﻔﺮزه‬a.i. ferz'den): bir askeri birlikten ayrılan kol. miifreze-i askeriyye : ask. asker kolu. miifrid ‫( ﻫﻐﺮد‬a.s. ferd'den): tek başına birakan‫ ؛‬izolatör. müfrig, m üfriga ‫ > ﻏ ﻪ‬، ‫( ﻣﻐﺮغ‬a.s. firâg'dan): İfrâg eden, döken, dökücü. Edviye-i müfriga : hek. müshil te'siri yapan, söktürücü İlâçlar. müfrig-i safrâ : hek. safra döken, dökücü. müfrit, miifrite ‫ ﻣﻔﺮﻃﻪ‬، ‫( ﻣﻔﺮط‬a.s. fart'dan) : İfrât eden, sınırı geçen, ileri vardıran, aşırı. Muhabbet-i müfrite : aşırı sevgi.

miifteal ‫( ﺷ ﻌ ﻞ‬a.s. fi'1'den): sahte, uydurma, düzme. müftedi ‫( ﻫﻔ ﺪ ى‬a.s.): bedel verip esirlikten kurtarılan. müfteh ‫( ﻫﻐﺘﺢ‬a.i.): hazine, (bkz : gencine), miiftehir ‫( ﻫﻐﺘﺨﺮ‬a.s. fahr'den): 1. iftihâr eden, övünen, (bkz: mübâhî). 2. şanlı şerefli. 3 ٠parasız [İş gören), (bkz : fahri), miiftehir-âne ‫( ﻣﻔﺘﺨﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): iftiharla, övünerek. müftehire ‫( ﻣﻔﺘﺨﺮه‬a.s. fahr'den): [“müftehir” in müen.]. (bkz : miiftehir). m iiftekır ‫( ﻣﻔﺘﻘﺮ‬a.s. fakr'den): 1. iftikar eden, fakir, züğürt. 2. muhta‫ ؟‬. miiftelit ‫( ﻣ ﻐﺘ ﻖ‬a.s.). (bkz: miirtecil). müfterâ-aleyh ‫( ﻣﻐﺒﺮى ﻋﻠﻪ‬a.b.s.): kendisine İftirâ edilen.

nıüfrit-âne ‫( ﻣﻔﺮﻃﺎ ﻟﻪ‬a.s. fart'dan): aşırı derecede, aşırı olarak.

müftereyât ‫( ﻣﻐﺘﺮﻳﺎت‬a.i.c.): başkasının iizerine atılan suçlar, kabahatler, kara ‫ ؟‬almalar, (bkz: azv).

m iifriz ‫( ﻣﻔﺮز‬a.s.): 1. İfrâz eden, ayıran. 2. i. virgül [,].

m üfteri ‫( ﻣﻐﺘﺮى‬a.s. feriyy'den): İftirâ atan, kara ‫ ؟‬alıcı, (bkz : muhteri'‫)؛‬,

miifrizât ‫( ﻣﻐﺮﻧﺎت‬a.s. miifriz'in c .): 1. İfrâz edenler, ayıranlar. 2. i. virgüller. m üfrizâtü'l-arakıyye: anat. *terbezi.

m üfterih ‫( ﻣﻐﺘﺮح‬a.s. ferah'dan): şen, keyifli,

müfsid ‫( ﺷ ﺪ‬a.s. fesâd'dan. c . : müfeidin): 1. ifsâdeden, bozan. müfsid-i mi'de : mide bozan, mide bozucu. 2. fesatlık eden, ara a‫ ؟‬an.

müfteris ‫ﻏﺔرص‬٠ (a.s.): fırsat bulan, fırsat bilen.

müfsid-âne ‫( ﻣﻐﻤﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): fesatlıkla, ara bozuculukla. miifside ‫( ﻣ ﻔ ﺪ ه‬a.s. fesâd'dan): ["müfsid" in müen.]. (bkz : müfsid). müfsidin ‫ﻣﻐﺴﺪﻳﻦ‬ (a.s. müfsid'in c.) : ifsâdedenler, bozanlar; fesatlık edenler, ara açanlar. miift ‫( ﻣﻐﺖ‬f.s.): bedâva, beleş, (bkz: bilâbedel).

m üfterik ‫( ﻣﻐﺒﺮق‬a.s. fark'dan): 1. iftirâk eden, ayrılan. 2. dagilan, perişan olan,

müfteris, müfterise ‫ ﻣﻐﺘﺮﻣﻪ‬،. ‫( ﻣﻐﺘﺮس‬a.s. fers'den): yırtıcı [hayvan]. Hayvânât-1 m ü fterise: yırtıcı hakanlar, m üfteri ‫( ﻣﻐﺘﺮش ؟‬a.s.): secdede iki kolunu yere koyan. müfteri-yâne ‫( ﻣﻔﺘﺮﻳﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): İftirâ edercesine, m üfti ‫( ﻫﻐﺘﻰ‬a.s. ve i. fetvâ'dan): 1. fetvâ veren. 2. vilâyet ve kazâlarda din işlerine bakan kimse, müftü. m üfti-i kanun : tar. nişancı, m üfti'l-enâm : şeyhislâm.

müftasıd ‫( ﻣﻐﺘﺼﺪ‬a.s. fasd'dan): iftisâdeden, kan alan, kan alıcı.

müfzî ‫ﻏﻌﺬى‬٠ (a.s.): ulaştıran, yetiştiren,

müftazıh ‫( ﻣﻐﺘﻀﺢ‬a.s. fazh'dan) : rezil olmuş [adam].

mühâdene ‫( ﻣﺨﺎدﻧﻪ‬a.i. hıdn'dan): sulh yapma, barışma.

mühâb

(a.s. heybet'den). (bkz : muhâb).

833

mühdâ mühdâ ‫( ﻣﻬﺪى‬a.s. hediyye'den): İhdâ edilmi?,

hediye verilmi?) hediye gönderilmi?. mühdâ-‫؛‬leyh ‫( ﻣﻬﺪى اﻟﻴ ﻪ‬a.b.s.): huk. kendisine

hediye verilen kimse. miihder ‫( ﻫﻬﺪر‬a.s. heder'den): İhdâr edilen,

dökülen, akıtılan. mühderü'd-dem : huk. [eskidenl kani heder

olup kısası, diyeti miistelzim bulunmayan kimse. [sava?ta gayrimüslimler arasında bulunan ve onlara atılan kur?unla telef edilen bir Müslim gibi]. miihdi ‫( ﻣﻬﺪى‬a.s. hediye'den): İhdâ eden, he-

diye veren, hediye gOnderen. miihdir ‫( ﻣﻬﺪو‬a.s. heder'den) : İhdâr eden, he-

der eden, döken, alcıtan. müheddeb ‫( ﻣﻬﺪ ب‬a.s.): 1. kirpikli. 2. saçakla

süslü. miiheddid ‫( ﻣﻬﺪد‬a.s.): tehdideden, korkutan, miihelhel ‫( ﻣﻬﻠﻬﻞ‬a.s. helhel'den) : 1. zarif, ?ık

elbise. 2. güzel ?iir, söz. miihelhil ‫( ﻣﻬﻠﻬﻞ‬a.s.): 1. bir ?eyi nâzik ve lâtif

yapan. 2 ٠nâzik ve lâtif söz söyleyen, miihellik ‫( ﻣﻬﻠ ﻚ‬a.s.). (bkz : mühlik). miihellil ‫( ﻣﻬﻠﻞ‬a.s. tehlil'den) : tehlil eden, “ İâ

İlâhe illallah” diyen, (bkz : tehlil-hân). mühendis ‫( ﻣﻬﻐﺪس‬a.i. hendese'den. c . : miihen-

disin): hendese (geometri) bilen, miihendis. Mühendis-hâne ‫( ﻣﻬﻨﺪﻣﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): miihen-

dis yeti?tirmek üzere açılan “Hendesehâne” nin sonraki adi. Mühendis-hâne-i Bahrî-İ Hümâyûn: den.

deniz subayı yeti?tirmek üzere açılan mektep [1187 (1773) de Haliç'te, Tersâne'de a‫ ؟‬ılmı?tır].

m ü h e n d isin

‫( ﻣﻬﻐﺪﻣﻴﻦ‬a.i. mühendis'in c .):

mühendisler.

‫( ﻣﻬﻔﺎ‬a.s. tehniye'den): tebrik edilmi?, kutlanmı?.

m ühennâ

‫( ﻣ ﻬﺪ‬a.s. ve i. Hind'den): Hind demirinden yapılan kılı‫ ؟‬,

m iih en n ed

m iih e v v il

‫( ﻣﻬﻮل‬a.s. hevl'den): korkun‫ ؟‬,

‫( ﻣﻬﻴﻜﻞ‬a.s. heykelden): heykelle?" mi?, heykel gibi.

m ü h eyk el

‫( ﻣﻬﻴﻤﻦ‬a.s. heymenet'den) : birini korkudan koruyan [Allah adlarındandır].

m ü h e y m in

m ü h e^ â ‫( ﻣﻬﻴﺎ‬a.s. hey'et'den). (bkz : âmâde). m ü h e^ i' ‫( ﻣﻬﻴﺊ‬a.s. hey'et'den): 1. tehie eden, hazırlayan. 2. bir hastalığı hazırlayan, m ü h e y y ic

‫( ﻣﻬﻴﺞ‬a.s. heyecân'dan): heyecan

veren. mühezzeb ‫( ﻣﻬﻦ ب‬a.s. hezb'den): tehzibolunmu?, düzeltilmi?) yoluna koyulmu?. mühezzib ‫( ﻣﻬﺬ ب‬a.s. hezb'den): tehzibeden, düzelten, yoluna koyan, terbiye eden, miihezzibe ‫( ﻣﻬﻦﺑﻪ‬a.s. hezb'den): [“mühezzib" in müen.l. (bkz : mühezzib). mühîb ‫( ﻣﻬﻴﺐ‬a.s. heybet'den): 1. heybetli, korkun‫ ؟‬, korkutan. 2. tehlikeli, mühîbe ‫( ﻣ ﻬﻴﺒ ﻪ‬a.s. heybet'den) : 1. ["mühîb” in müen.l. (bkz : mühîb). 2. i. kadın adi. miihimm ‫( ﻣﻬﻢ‬a.s. hemm'den): 1. ehemmiyetli (.önemli). 2. dü?ündüren, dü?ündürücü. 3. lüzumlu, gerekli.

‫( ﻣﻬﻤﺎت‬a.i. mühimme'nin c .): lüzumlu ?eyler. 2. harb malzemesi.

m ü h im m â t

1.

: askeri malzeme.

Mühendis-hâne-i Berrî-İ H üm âyûn; ask.

m ü h im m ât-1 a s k e r i c e

topçu subayı yeti?tirmek üzere açılan mektep. [1187 (1773) yılında Haliç'te Tersâne'de açılmı? olan Mühendis-hâne-i Bahrî-İ Hümâyûn'un geni?letilmesi sûretiyle 1210 (1795 - 96) yılında kurulmu?tur]. Mühendis-hâne-i Su ltan i : III. Selim taraftndan 1207 (1792-93) yılmda Eyüp'te, Bahariyedeki sarayda fenni bilgiler ögretilmek üzere açtırılmı? olan mektep.

m ü h im m â t-1 k ı r t â s iy y e :

834

kırtasiye malze-

mesi.

‫( ﻣﻬﻤﻪ‬a.s. hemm'den. c . : mühimm ât): [“mühimm” in müen.l. (bkz: mühimm).

m iih im m e

m ü h im m e d e f t e r i : tar.

OsmanlI imparatorlugu zamanında sadâret dâiresinde tutulan defterlerden biri.

mühletin miihimme kalem i : [e s k id e n ] H â r ic i y e d e h â r i ç le

m u h âb ere

iş le rin in

g ö rü ld ü ğ ü

d â ir e .

re k ) a r a s ı n d a k i e t b e n i,

mühim-sâz ‫ ز‬-

( a .f .b .s .) : m ü h i m (‫ ؛‬ö n e m -

miihim-ter

‫ﻣﻬﻤﺮ‬

( a .f .b .s .) :

‫ى‬-

( a .f .b .s .) : p e k ( d a h a , ç o k ,

çok

m ü h im

(‫ ؛‬ö n e m li) . m iih im -te rîn

‫ ن‬٠‫( ﻣﻪ‬a.s. h e v n 'd e n ) : 1. İ h â n e t e d e n , h o r (a.s. h e v n 'd e n ) : [ " m ü h î n ” i n

mühr-i Yezdân ( A lla h m ü h r ü ) : anat. k ı z l ı k mühr-i zâtî : b i r k i m s e n i n k e n d i a d m a k a z d ırd ığ ı m ü h ü r.

miihlet ‫( ﻣﻬﻠﺖ‬a.i.) : b i r İ ş in y a p ıl m a s ı İç in v e r i le n z a m a n ; b i r İŞİ b e lli b i r z a m a n İç in g e ri b ıra k m a .

mühr-bend

‫ ﻫﺎﻛﻪ‬٠، ‫ﻣﻬﻠ ﻚ‬

(a.s. h e l â k 'd e n ) :

h e l â k e d e n , ö ld ü r e n , ö ld ü r ü c ü . İ l l e t - İ m ü h -

( f .b .s .) : m ü h ü r l ü ,

mühr-dâr ‫( ﻫﻬﺮدار‬f.b.s.) : [e s k id e n ] b i r d â ir e veyâ

m ü h lik j m ü h lik e

n e z â re tin

re sm i

m ü h rü n ü

k u lla n -

m a k l a v a z if e li o la n k im s e ; h u s û s î k a le m m ü d ü rü .

miihr-dehân ‫ ( ﻣﻬﺮدﻫﺎن‬a . s . ) : 1. a ğ z ı m ü h ü r l ü ;

l i k e : ö l d ü r ü c ü h a s t a lı k ,

‫ﻫﻬﻤﻞ‬

r i i n d e b u l u n d u ğ u s ö y le n ile n b i r b i r i n e g ir -

z a r i , ‫ ؛‬e r d e n l ik .

m ü e n .] . ( b k z : m ü h î n ) .

m ühm el

m ü h ü rü .

m i? ik i m ü s e lle s (‫ ؛‬ü ç g e n ) ? e k li,

g ö re n . 2 . h o r , h a k ir , a lç a k . 3 ٠h a y m .

‫ﻫﻬﻶه‬

mühr-i sadâret : s a d r a z a m v e y a b a ç v e z i r in mühr-i Sül'eymân : H z . S ü le y m â r i in m ü h -

e n ) m ü h i m (‫ ؛‬ö n e m li) , ( b k z : e h e m m ) .

m ü h în e

mühr-i resm î : k u r u l u ş l a r a d ı n a k a z d ı r ı l a n m ü h ü r.

li), l ü z u m l u İş le r g ö re n ,

m ü h în

mühr-i nübüvvet : “P e y g a m b e r i n m ü h r ü ” : mec. H z . M u h a m m e d 'i n i k i o m u z b a ş ı ( k ü -

(a.s. h e m l 'd e n ) : 1. İ h m â l e d il-

m iş , b o ş l a n m ı ş , b a k ı l m a m ı ş , b ır a k ı l m ı ş .

k a p a lı . 2 . o r u ç lu .

miihre ‫ ( ﻣﻬﺮه‬f . i . ) : 1. b i r ç e ş it y u v a r l a k şey.

2. a. a lf a b e d e : n o k t a s ı z h a r f . 3. m â n â s ı z ,

2.

b o ş [söz, c ü m le ].

4. ç e k iç . 5. anat. o m u r g a Icem ig i. 6 . k â ğ ı t v e

mühmel-âne ‫ ( ﻣﻬﻤﻼﻧﻪ‬a . f z f . ) : e h e m m iy e t v e rm e k s iz i n , b a ş t a n s a v a r c a s ın a ,

cam

b o n c u k . 3. d e n i z b ö c e ğ i k a b u g u .

ş â i r e 'c il a la m a k İ ç in k u l l a n ı l a n b i l l û r to p .

7.

g. s. a l t ı n v e g ü m ü ş e z m e k İ ç in k u l l a m -

l a n v e e k s e r iy â y e ş i m d e n y a p ı l a n u c u k ıv -

mühmelât ‫ﻣﻬﻤﻼت‬

(a.s.

m ühm el

ün

c .) :

m â n â s ı z , b o ş sö z le r.

mühmele -

(a.s. h e m l 'd e n ) : [ ''m ü h m e l ” i n

m ü e n .] . ( b k z : m ü h m e l) ,

mühmelime ‫ ﻫ ﻤﻠ ﺪ‬٠ ( a . i . ) : ed. ( b k z : c in â s -1 d a r b i) .

mühmil ‫( ﻫﻬﻤﻞ‬a.s. h e m l 'd e n ) : İ h m â l e d e n , b o ş la y a n , b ı r a k m a y a n , s a v s a k la y a n .

m U h r ^ ( f i . ) : 1. m ü h ü r ; İm z â . Fekk-im ühr : b i r ş e y i n m ü h ü r ü n ü b o z a r a k a ç m a k . 2 ٠ ed. s e v g ilin a g z i.

mühr-i dehân ( a g z m m ü h ü r l e n m e s i ) : ı) mec. s u s m a ; 2) mec. o r u ç , mühr-i cem, mühr-i fâm, mühr-i hum : k a deh.

mühr-i Hümâyûn, mühr-i şe rif : tar. O s m a n l ı l a r d a p â d i ş â h t u ğ r a s ı n ı t a ş ıy a n m ü h ü r.

r ı k ç a , h a v a n to k m a g ı g ib i b i r â le t,

mühre-î nerd : z a r v e p u l [ta v la d a ], mühre-i şeş-d er : ta v l a z a r i, mühre-î z e r : G ü n e ş . miihre taJitası : ü s t ü n d e k â ğ ı t p e r d a h l a n a n ta h ta .

mühre-bâz ٠‫( ﻣﻬﺮه إاذ‬f.b.s. v e i . ) : 1. y u v a r l a k t a ş l a r l a g ö z b a ğ c ı lık v e .el ç a b u k l u ğ u g ö s te r e n o y u n c u . 2 . m ü h r e c i , c ilâ c ı,

mühre-dâr ‫ ( ﻣﻬﺮه دار‬f .b .s .) : m ü h r e l i , c ilâ lı, mühre-seng ‫ث‬ miihre-zen

‫ﻣﻬﺮه‬

‫زن‬

‫ﻣﻬﺮه‬

( f .b .i.) : a la c a s o m a k i, ( f .b .s .) :

m ü h r e le y e n ,

c ilâ la y a n .

miihtecî -

(a.i. v e s. h i c v 'd e n ) : h ic v e d e n ,

( b k z : h e c c â v ).

miihtecin -

(a.i. h e c e n 'd e n ) : p e k k ü ç ü k

y a ş t a k o c a y a v e r i l m i ş k ız .

835

müh.edî m ü h te d i

‫ﻣﻬﺘﺪى‬

(a .s. h i d â y e t 'd e n ) : İ h t id â e d e n ,

h i d â y e t e e r iş e n , İ s l â m

d in in i k a b û l ed en ,

[ m ü e n : " m ü h t e d i y e " d ir ].

‫ﻣﻬﺘﻠﻚ‬

m ü h telik

(a .s.

(b k z :

m iih tezz

‫( ﻣﻬﺘﺰ‬a .s.

(b k z : m iite h e v v ir ).

i h t i z a z 'd a n ) : 1 . i h t i z â z e d e n ,

‫ﻣﻬﺘﺰه‬

( a . s . ) : [ " m i i h t e z z ” i n m ü e n .] .

şu

‫ ﻛﺎ ﺑﺎ ه‬٠ ( a . i . ) :

e v in in

sa tın

h u k . s a tılık o la n k o m -

a lın m a s ın ı

te h ir

ed erek

s a t ı l d ı k t a n s o n r a ş ü f 'a y o l u y l a m ü ş t e r i d e n

m ü k âb erât

‫ﺀ را ت‬

(a .i. k i b r 'd e n . m ii k â b e r e 'n i n h a k siz

o ld u ğ u n u

b ild iğ i

h a ld e a ğ ı z k a l a b a l ı ğ ı ile k a r ş ı s ı n d a k i n i s u s -

m ühûd

‫ﻣﻬﻮد‬

m ühür

‫ﻣﻬﻮر‬

(a .i. m e h d 'i n c .) : b e ş ik le r ,

t u r m a y a ‫ ؟‬a lı ş m a la r . 2 . k e n d i n i b ü y ü k g ö r -

(a .i. m e h r 'i n c . ) : m e h i r le r , e v le -

n ir k e n e rk e k t a r a fin d a n v e r ile n n ik â h b e d e lle ri.

m e le r , b ü y ü k l ü k t a s la m a la r .

‫ﻣﻜﺎﺑﺮه‬

m ü k âb ere

(a.i.

k i b r 'd e n ) :

sö zü n ü n

m â n â s ız v e k e n d in in h a k s iz o ld u ğ u n u b il-

‫ﻣﻬﺪ‬

(a .i. m i h â d 'ı n c . ) : y a t a k l a r , d ö ş e k -

ler. m ü]

(a.s. v e i. k a 'b 'd a n ) : g e o . m i k â p ,

c . ) : 1 . k e n d in in

( b k z : m ü h t e z z ).

m ühüd

‫ﻣﻜﻌﺐ‬

a lm a .

t it r e y e n . 2 . s e v i n ç t e n o y n a y a n ,

m iihtezze

c . ) : 1 . k i r p ik le r ,

k ü b , fr. cu b e . m iik â b e le

‫( ﻣﻬﺘﻮر‬a .s.).

(f.i. m ü je 'n in

k i r p i k . 2 . k a d m a d i. m ü k â 'a b

h e l â k 'd e n ) :

m iit e h â lik ) .

m iih te vir

‫>ﺀﻫﻰن‬

m ü jg â n

d i g i h a ld e a ğ ı z k a l a b a l ı ğ ı ile k a r ş ı s ı n d a k i n i s u s t u r m a y a ‫ ؟‬a lı ş m a ; k e n d i n i b ü y ü k g ö r m e .

‫ﻣﺆ‬

( f .i.) : 1. k ir p ik . 2 . k ö r d u m a n .

‫>د‬

m U jd

m iik â fa h a

( f . i . ) : m ü ]d e , b i r i n e s ö y le n e n s e v i n -

d iric i, m u tlu lu k v e r ic i h ab e r,

‫ﻣﻜﺎﻓﺤﻪ‬

(a .i. k e h f d e n ) : y ü z y i i z e g e l-

m e ; k a r ş ıla ş m a ; sa v a ş m a . m ü k â fâ t

‫( ﻣﻜﺎﻓﺎت‬a.i. k i f â y e t 'd e n ) : 1 .

b e r â b e r lik .

: 1. m u ş tu , s e v in ‫ ؟‬h a b e ri, (b k z :

(b k z : m ü sâ v â t). 2 . b ir h iz m e t v e iy iliğ e k a r -

b e ş â r e t , b ü ş r â ) . 2 . h a y ı r lı , s e v i n ç l i b i r h a b e r

ş ı e d ile n i y i l i k . 3 . ç a l ı ş k a n t a le b e y e h o c a s ı -

m ü jd e

‫( ﻣﺆده‬f.i.)

n i n v e r d i ğ i t a k d ir , b e ğ e n m e k â ğ ı d ı .

g e t i r e n e v e r i l e n b a h ş iş .

‫ﻣﺰده اور‬

m ü jd e-â v er

( f . b . s . ) : m ü jd e

g e tire n ,

m u ş t u c u , ( b k z : m ü jd e -r e s ) .

‫ﻣﺰده ﻓﺮﻣﺎ‬

m ü ]d e-fe rm â

m iik â fâ t -1 n a k d i c e : p a r a m ü k â fâ tı.

( b k z : m üjde-

r e s â ıı).

‫ﻣﺆده ﺳﻤﺎن‬

( f . i . ) : m ü jd e y e k a r ş ı l ı k ve-

r i le n b a h ş iş .

(f.b .i.) :

1 . m ü jd e y e

‫ﻣﻜﺎﻓﻠﻪ‬

(a.i.

k e f â l e t 'd e n ) : b i r b i r i n e

‫ﻣﻜﺎﻓﻰ‬

(a.s. k i f â y e t 'd e n ) : b e r â b e r , e ş i t ,

،

‫ﻣﺆدﺳﻤﺎﻧﻪ‬

( b k z : m ü s â v î) . K a t '- ı m ü k â f î : g e o . p a r a b o l,

v e r ile n

b a h ş iş ,

fr. p a r a b o le .

‫ﻣﺆدﺳﻤﺎﻧﻰ‬

k arşı

( b k z : m ü jd e -g â n ) . 2. m iiz. T i i r k m ü z i ğ i n i n

m ü k â fil

٠‫ﻣﻜﺎﻓﻞ‬

(a.s. k e fâ le t 'd e n ) : b i r b i r i n i k o -

e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

r u m a y ı b ir b ir in e y a r d im

z a m â m m ız a k a lm ış b ir n iim û n e s i y o k tu r,

e d e n le r d e n h e r b ir i.

m ü jd e-res

‫ﻣﺆده رس‬

(f.b .s.) : m ü jd e

e r iş t i r e n ,

m ü jd e v e r e n , m ü jd e g e tir e n ,

m ü jd e-resâ n

‫ﻣﺰده رﺳﺎن‬

( f . b . s . ) : m u ş t u la y a n ,

m ü jd e le y e n , m ü jd e e r iş t i r e n ,

m ü jd e-resâ n î

‫ﻣﺆده رﺳﺎ ﻧﻰ‬

(f.b .i.) : m ü j d e le y i c i -

lik , m ü jd e e r i ş t i r i c i l i k .

m ü je

‫ﺷﻪ‬

( f . i . c . : m ü j - g â n ) : k i r p i k . T îg -i m ü je :

k ir p iğ in k ılın c ı.

m ü jek

836

‫>دغ‬

( f .i.) : k ir p ik ç ik .

k a rş ılık

k e f i l o lm a . m ü k â fî

m ü jd e-g âııe, m ü jd e -g â n î

( a .z f.) : m ü k â fâ t,

o la r a k . m iik â fe le

m ü jd e -g â n

‫ﻣﻜﺎﻓﺎة‬

m ü k â fâ te n

(f.b .s.).

m ükâhhal

‫ﻣﻜﺤﻞ‬

e tm e y i taa h h ü t

(a.s. k û h İ 'd e n ) : s ü r m e li, s ü r -

m e ‫ ؟‬e k ilm iş [g ö z ). m iik â le b e

‫ﻣﻜﺎﻟﺒﻪ‬

(a.i. k e l b 'd e n ) : d a l a ş m a [k ö -

p e k le r g ib i]. m ü k â le m â t

‫ﻣﻜﺎﻟﻤﺎ ت‬

(a .i.

k e l â m 'd a n .

m ü k â l e m e 'n i n c . ) : k o n u ş m a l a r . m ü k â le m e

‫ﻣﻜﺎﻟﻤﻪ‬

(a.i.

k e l â m 'd a n .

c .:

m ü k â l e m â t ) : 1 . k o n u ş m a . 2 . a n t l a ş m a [d e v le t a r a s ın d a ], ( b k z : m u h â v e r e , m ü z â k e r e ) .

mükellef m ü k â le m e - ııâ m e ^ ^

‫ﻣ ﻜﺎ ف‬

( a .f .b .i .k e l â m 'd a n ) :

y a b a n c ı b i r d il i k o n u ş a b i lm e k İ‫ ؟‬i n ik i d il ü z e rin e

m ü k â le m e

(k o n u şm a )

s u re tin d e

te r t i p l e n m i ş k ita p .

‫ﻣﻜﺎرات‬

m ü k ârât

(a.i.) k i r â ile t u t m a , k ir â y a

v e rm e .

m ü k â te b e

‫ﻣﻜﺎﺗﺒﻪ‬

‫ﻣﻜﺎﺳﻪ‬

m iik â te m e m ü k â tib

‫ﻣﻜﺎﺗﺐ‬

yazan,

(a.i. k e t m 'd e n ) : g iz le m e .

(a.s. v e i. k e tb 'd e n ) : 1. m e k t u p

m e k tu p la ş a n .

2. k ö le s in i k it a b e t e

k e s m iş o la n ın e v lâ .

‫ﻣﻜﺎرﻫﻪ‬

m ü k â re h e

(a.i. l c e r h 'd e n ) : ti k s i n m e ,

‫ﻣﻜﺎرﻣﻪ‬

m ü k ârem e

( a . i . ) : lc erem ,

m ü k â v a h a ‫ ( ﻣﻜﺎوﺣﻪ‬a . i . ) : ü s t ü n g e lm e , a lt e tm e

e la ç ık lıg ı,

[s a v a şta ].

a z iz lik l l u s û s u n d a y a r ı ş m a ,

‫ﻣﻜﺎﻳﺪه‬

m ükâyede m ü k ârî

(a.i. k e tb 'd e n . c . : m ü k â t e b â t) :

m e k t u p l a ş m a , y a z ış m a .

‫ﻣﻜﺎرى‬

(a.i. k iı ٠â 'd a n ) : m e k â r î, k a tı r c ı ,

k i r â ile h a y v a n iş le te n . m ü k â r î - i m ü f l i s : h u k . [e s k id e n ] p a r a s ı' v e h a y v a n t e d â r i k i n e k u d r e t i o lm a d ığ ı h a ld e k ir â lık b in e k v ey â y ü k h a y v a n im v a rd ır d iy e y o lc u l a r ı a l d a t a r a k p a r a l a r ı m

a la n

k im s e .

m iik â y e le

‫ﻣﻜﺎﻳﻠﻪ‬

(a.i.

m ü k â ş e f e 'n in

c.) :

( b k z : m ü k â ş e fe ).

‫ﻣﻜﺎﺷﻐﻪ‬

m ü k â şe fe

( a . i . ) : sö z le , İşle k a r ş ı l ı ğ ı n a

k a rş ılık v e rm e . m ükâyese

‫ﻣﻜﺎﺳﻪ‬

(a.i. k i y â s e t 'd e n ) : a k i l v e z a -

r iflik te ‫ ؟‬o k lu k id d iâ s m d a b u lu n m a .

‫ﻣﻜﺎﻧﺒﻪ‬

m iik â z e b e

‫ﻣﻜﺎﺷﻔﺎت‬

m ü k â ç e fâ t

(a.i. k e y d 'd e n ) : h il e t e r t i p

e tm e , d ü z e n d ü z m e .

(a.i. k i z b 'd e n ) : y a l a n s ö y le -

m e [ k a r ş ılık lı- ] .

mükebbire ‫ ( ﻣﻜﺒﺮه‬a . i . ) : b ü y ü k c â m i le r d e m ü -

(a.i. k e ş f d e n ) : 1. ta s . h a k i k a t

e z z i n le r i n s o n c e m a a t y e r l e r i n d e n a m a z k i-

e h li n e A lla h S ir la r m m g ö r ü n m e s i, k e n d i-

la n h a lk a İm a m ın te k b irle rin i te k r a rla m a k

le r i A lla h n û r u n u g ö r m e le r i. 2 . m e y d a n a

iiz e r e b u l u n d u ğ u ç ı k ı n t ı l ı b a lk o n .

‫ ؟‬ik a rm a .

miikedder'‫ﺀ ﻵ‬

‫ﻣﻜﺎﺷﺤﻪ‬

m ükâşeha

(a.i. k e ş h 'd e ıı) : k i n d u y m a ,

k i n b e s le m e . m ü k â ş if

‫ﻣﻜﺎﺷﻒ‬

s u . 2 . t e k d i r e d il m i ş , a z a r l a n m ı ş . 3 . k e d e r li, .(a.s. k e ş f d e n ) : m ü k â ş e f e d e

b u l u n a n , ( b k z : m ü k â ş e fe ). m iik â te b

‫ﻣﻜﺎﺗﺐ‬ b e d e le

ü z ü n t ü l ü , ta s a lı .

miikedder-âne ‫ ( ﻣﻜﺪراﻧﻪ‬a .f .z f .) : m ü k e d d e r o la -

(a.s. k e tb , k i t â b e t'd e n ) : h u k .

[e s k id e n ] t a m a m l a d ı ğ ı z a m a n a z â d e d i l m e k iiz e r e

b a ğ la n a n

k ö le ,

[ m i i e n .:

n a y a k ı ş a c a k y o ld a .

mükeddir ‫( ﻣﻜﺪر‬a.s. k e d e r 'd e n ) : 1. b u l a n d ı ra n . 2. k e d e r v e re n .

m iik â te b e ]. m ü k â t e b - i m e ' z u n : h u k . [e ş k id e n ] t i c â r e t e m e 'z u n o la n m e m l û k ü k it â b e t e k e s m e , [b u c â iz d ir . Ş u k a d a r v a r k i m e m lû lc b o r ç l u b u lu n d u g u ta k d ird e g u re m â k itâ b e ti re d d e d e b ilir le r ] . huk.

[e s k id e n ]

m ü k â t e b 'i n lc e n d i k ö le s in i lc itâ b e te lcesm es id ir k i b u m u v â z a a k a b i l i n d e n o l d u ğ u n -

‫ﻣﻜﺪره‬

(a .s .):

[" m ü k e d d ir”

in

m ü e n .] . ( b k z : m ü k e d d i r ) .

miikeffen ‫( ﻣﻜﻨﻦ‬a.s. k e f e n 'd e n ) : t e k f i n e d ilm i ş , k e f e n e s a r ılm ış .

m ü k â t e b e t ü 'l - v a s î : h u k . [e s k id e n ] v a s i s in i n a ltın d a k i

y e ti m e

â it

m e m lû k ü

k it â b e t e k e s m e s i.

miikellâ' ‫ ( ﻣﻜﻼﺀ‬a . i . ) : 1. s â h i l, n e h i r k e n a r ı . mükelleb ‫( ﻣﻜﻠ ﺐ‬a.s. k e l b 'd e n ) : b u k a ğ ı v e b e n z e r i ş e y le rle b a ğ lı.

mükellef ‫( ﻛ ﻒ‬a .s. k ü lf e t'd e n . c. : m ü k e l l e f i n ) :

m ü k â t e b e t ü 's - s a g î r : h u k . [eslciden] h e n ii z b â li g o lm a y a n r a k i k m lc itâ b e te k e s ilm e s i,

‫ﻣﻜﺎﺗﺒﺎ ت‬

k e n d is in e ş ü k r o lu n m a y a n a d a m .

2 ٠y a n a ş ı l ı r k ıy ı.

d a n c â iz d ir .

m ü k â te b â t

miikeddire

miikeffer ‫ ( ﻣﻜﻐﺮ‬a . s . ) : iy i li k le r i İ n k â r e d ilip

m ü k â t e b e t ü 'l - m ü k â t e b :

v e s â y e ti

(a.s. k e d e r 'd e n ) : 1. b u l a n d ı -

r ı l m ı ş , b u l a n ı k . Mâ-i mükedder : b 'u la m k

(a.i.

m i ik â t e b e 'n in

m e k t u p la ş m a l a r , y a z ış m a la r .

c .) :

1.

b ir

m ecbûr

şey i

yapm aya,

o la n .

b ir

2 . k ü lf e tl e

şey i

ödem eye

s ü s le n m i ş ,

m ü-

k e m m e l ş e k i ld e h a z ı r l a n m ı ş o la n . 3. v e r g i v e r m e k le y ü k ü m l ü k im s e .

837

mükellefe

mükellefe ‫( ﻣﻜﻠﻔﻪ‬a.s. kiilfet'den): [''mükellef” in müen.]. (bkz : mükellef). Ahâlî-i mükellefe : vergi vermekle yükümlü kimseler, mükellefin ‫( ﻣﻜﻠﻔﻴﻦ‬a.s. mükellefin c .): bir şeyi yapmak, bir şeyi ödemek zorunda bulunanlar. Ef'âl-i mükellefin : farz, vâcip, siinnet, müstahab, mubah, mekruh, m ü f sid, haram. mükellefiyet ‫ﻣﻜﻠﻐﻴ ﺖ‬ (a.i.): *yüküm, mecburiyet, yapmaktan ka‫ ؟‬ınılamayan İş veyâ bir İŞİ yapmaktan ka‫ ؟‬ımlamama hâli, mükellel ‫( ﻣ ﻜﻠ ﻞ‬a.s. İklîl'den): 1. ta‫ ؟‬lı> ta‫ ؟‬giymiş, başında ta‫ ؟‬bulunan. 2. süslü, parlak, (bkz: müzeyyen). mükemmel ‫( ﻣﻜ ﻤ ﻞ‬a.s. kemâl'den) : 1. kemâle erdirilmiş, kemâl bulmuş, tekmil, tam, olgun, kusursuz, eksiksiz. 2. güzel, âlâ. mükemmele ‫( ﻣﻜﻤﻠﻪ‬a.s. kemâl'den): [“mükemmel” in müen.]. (bkz : mükemmel), mükemmelen ‫( ﻣﻜﻤ ﻸ‬a.zf.): mükemmel olarak. mükemmeliyet ‫( ﻣ ﻜ ﻴ ﺖ‬a.i. mükemmel'den) : mükemmel olma hâli, kusursuzluk, eksiksizlik.

mükerrere ‫( ﻣﻜﺮره‬a.s.) : [ " m ü k e r r e r ” i n m ü e n .] . (b k z : m ü k e rre r).

mükerreren ‫( ﻣﻜﺮرأ‬a.zf.) : t e k r a r o la r a k , b i r daha.

miikerrir ‫( ﻋ ﺮ ر‬a.s. k e r r 'd e n ) : 1. t e k r â r e d e n . 2. huk. b i r d e n ‫ ؟‬o k s u ‫ ؟‬iş le y e n , mlikerrire ‫( ﻣﻜﺮره‬a.s. k e r r 'd e n ) : [ " m iik e r r ir " i n m ü e n .] . ( b k z : m ü k e r r ir ) .

miikesser ‫( ﻣ ﻜ ﺮ‬a.s. k e s r 'd e n ) : te k s 'ir e d il m i ş , k ı r ı l m ı ş , k ı r ı k . Cem'-i miikesser : a. gr. k a id e y e u y m a y a n , k a id e y a p ı l m a y a n c e m ile r .

mükesser(lik) : gr. * b ü k ü n , fr. flexion, miikessib ‫( ﻣﻜ ﺴ ﺐ‬a.s. k e s b 'd e n ) : te k s ib e d e n , k a z a n d ıra n .

miikessif ‫ ﻣﻜﺜ ﻒ‬-(a.s. k e s â f e t'd e n ) : k e s i f h â le k o y a n , k o y u la ş tıra n .

miikessife ‫( ﻣﻜﺜﻐﻪ‬a.s. k e s â f e t'd e n ) : 1. fiz. k o n d a n s a t ö r , İç in e e l e k t r i k e n e r j is i y ı ğ ı l a n â le t,

fr. condensateur, ( b k z : m ik s e fe ) . 2. [“m ü k e s s i f ” i n m ü e n .j. ( b k z : m ü k e s s if ) .

miikessir ‫( ﻣﻜﺴﺮ‬a.s. k e s r 'd e n ) : t e k s i r e d e n , k ira n .

miikessire ‫( ﻣﻜﺴﺮه‬a.s. k e s r 'd e n ) : [" m ü k e s s ir " i n m iie n .] . ( b k z : m ü k e s s ir ) .

mükemmil ‫( ﻣﻜ ﻤ ﻞ‬a.s. kemâl'den): İkmâl eden, tamamlayan, tamamlayıcı,

mükevkeb ‫( ﻣﻜ ﻮﻛ ﺐ‬a.s. k e v k e b 'd e n ) : y ıl d ız l ı,

mükenâ' ‫( ﻣﻜﻔﺎﺀ‬a.s. mekin'in c .): 1. oturanlar, yerleşenler. 2. iktidar ve vakar sâhipleri.

miikevkebe ‫( ﻣﻜﻮﻛﺒﻪ‬a.s. k e v k e b 'd e n ) : 1. y ıl d ız 1ı. 2. [“m ü k e v k e b '' i n m iie n .].

miikennâ ‫( ﻋﻐ ﻰ‬a.s. künye'den) : kiinyelenmiş, künyeli.

miikevven

miikennef ‫( ﻣﻜﻔﻒ‬a.s.): etrâfı sınırlanmış,

‫ﻣﻜﻮن‬

k e v n 'd e n . e d il m i ş ,

c. :

y a p ıl m ı ş ,

m e y d a n a g e ti r i lm iş , y a r a t ıl m ı ş ,

miilcerrem ‫( ﻣﻜﺮم‬a.s. kerem'den): 1. muhterem, aziz, saym, saygıdeğer, sayılan; ululandırılan, hürmet ve ta'zime erişmiş. 2., i. erkek ve kadın adi. Mekke-i mükerreme : aziz Mekke şehri.

mükevvenât

mükerreme ‫( ﻣﻜﺮﻣﻪ‬a.s.): [“mükerrem” in müen.]. (bkz: miikerrem).

miikevvin

miikerremen ‫( ﻣﻜﺮث‬a.zf.): İkrâm ile; saygı ile.

(a.s.

. m i ik u v v e n â t) : t e k v i n

‫ﻣ ﻜ ﻮﻧﺎ ت‬

m a h lû k la rın ,

(a.i.

m ü k e v v e n 'i n

* y a ra tık la rın

h e p s i,

c.) : (b k z :

k â i n â t , m e v c û d â t) .

mükevver ‫( ﻣﻜﻮر‬a.s. k e v r 'd e n ) : s a r ı l m ı ş [sarik ].

‫ﻣﻜﻮن‬

(a.s.

k e v n 'd e n ) :

te k v i n

e d e n , y a p a n , m e y d a n a g e ti r e n , y a r a t a n ,

fr.

créateur.

mükerrer ‫( ﻣﻜﺮر‬a.s. kerr'den. c . : mükerrerât: tekrarlı, tekrarlanmış, tekrar olunmuş,

mükevvine ‫( ﻣ ﻜ ﻮ ﻧ ﻪ‬a.s. k e v n 'd e n ) : [ " m ü k e v v in "

mükerrerât ‫( ﻣﻜﺮرات‬a.i. mükerrer'in c .): mükerrer, tekrarlanmış şeyler.

mükeyyes

838

i n m ü e n .] . ( b k z : m iik e v v in ) . ‫ﻣﻜﻴ ﺲ‬

(a.s.) : k e s e le n m iş , k e s e şe k -

li n d e to p l a n ı p k a l m ı ş

şey.

mUâ.ne

‫ﻣﻜﻴ ﻒ‬

m ü k e y y if

(a.s. k e y f d e n ) : k e y i f v e ric i,

n eşelen d irici; sa rh o şlu k v e re n [şey],

‫ﻣﻜﻴﻔﺎ ت‬

m ü k e y y if â t

(o.i. k e y f 'd e n ) : k e y i f ve re n ,

(a.s. k e y f d e n ) : [“ m ü k e y y if ”

‫ﻣ ﻜﺬ ب‬

m ü k r im in

(a.s. k i z b 'd e n ) : tek zib ed en ,

y a la n la y a n , y a la n c ı ‫ ؟‬ik a ra n [b irin i, b ir h a b eri].

‫ﻣﻜﺜ ﻒ‬

m ii k s i f

‫ﻣﻜﻔﺮ‬

m ü k s ir

(a.s. k i z b 'd e n ) : [“ m ü k e z z ib ”

in m ü en .]. (b k z : m ü k ezzib ).

‫ﻣﻜﻔﻬﺮ‬

m ü k fe h irr

‫ﻣﻜﺤﻠﻪ‬

‫ﻣﻜ ﺐ‬

(a.s. k e b b 'd e n ) : b ir ş e y in ü z e ri-

‫ﻣﻜﺪ‬

m iik id d

k a tla n a r a k b ir İşte ‫ ؟‬a lışa n , m ii k i r r

‫ﻣﻜﺮ‬

m ü k râ

‫ﻣﻜﺮا‬

‫ﻣﻜﺘ ﺤ ﻞ‬

(a.s. k u h l 'd e n ) : ik tih â l eden,

‫ﻣ ﻜ ﺮا‬

(a.s. k i r a 'd a n ) : k ir â y a v e rile n

eşy â . (b k Z ': m ü k r â , m ü ste k râ).

‫( ﻣﻜﺘﺮى‬a.s. k i r a 'd a n ) : İk tirâ ed en , k ir â

ile tu ta n , (b k z : m ü ste 'cir, m ü ste k ri). m ü k t e r ib

( a .s .) : z a h m e ti ih tiya rla , z a h m e te

(a.s. k if â y e t 'd e n ) : İk tifâ eden,

s ü rm e ‫ ؟‬eken [gö zlerin e],

m ü k te ri

n e d ü şü p g a y re tle ‫ ؟‬a lışa n ,

(a.s. k e s r e t 'd e n ) : 1. İk sâ r eden,

‫ﻣﻜﺘﻔﻰ‬

m ü k te râ

(a.i. k u h l'd e n . c . : m e k â h il ) :

sü rm e k u tu su , ( b k z : sü rm e d â n ). m ü k ib b

- ( a .s .) : k a lın la ş tır ıc ı; t o r tu ‫ ؟‬Ok-

k â fî, y e te r b u la n , (b k z : k a n i'), m iik t e h il

( a .s .) : 1. a sık su ra tlı [ad am ].

2 . i. ü stü ste y ığ ılm ış k a ra b u lu t, m ü k h ü le

(a.i. m ü k r im 'in c . ) : 1. İk râ m

‫ ؟‬o ğ a lta n . 2 . ‫ ؟‬o k m a la sâ h ip o lan , m iik t e fî

‫ﻣ ﻜﻨﺒﻪ‬

m ü k e z z ib e

‫ﻣﻜﺮﻣﻴﻦ‬

eden ler, a ğ ırla y a n la r, m isa firse v e rle r. 2 . er-

tü r ü c ü .

in m iien .]. (b k z : m ü k e y y if). m ü k e z z ib

ederek,

k e k adi.

o lan şeyler, [y a p m a k e lim ele rd e n d ir],

‫ﻣﻜﻴﻐﻪ‬

( a .f .z f.) : İk r â m

a ğ ır la y a r a k ; m isâ fir s e v ir lik le .

sa rh o şlu k g e tire n v e t ir y â k ilik k a b ilin d e n

m ü k e y y if e

‫ﻣﻜﺮﻣﺎﻧﻪ‬

m ü k r im - â n e

‫ﻣﻜﺮ ب‬

(a.s. i k t i r â b 'd a n ) : ik tirâ b e d e n ,

g a m lı, ta sa lı, k a y g ılı. m ü k te se b , m ü k te se b e

‫ ﻣﻜﺘﺴﺒﻪ‬، ‫ﻣ ﻜ ﺘ ﺐ‬

(a.s.

k is b 'd e n . c . : m ü k t e s e b â t ): ik tisâ b o lu n m u ?)

(a.s.). (b k z : h a rû n ).

k a z a n ılm ış , e d in ilm iş , elde e d ilm iş. H a k k -1 (a.s.) : k ir â y a v e rile n eşyâ. ( b k z :

m iik terâ , m iistek râ).

‫ﻣﻜﺮه‬

m iik r e h

(a.s. k e r h 'd e n ) : z o rla n a n [k im -

se].

‫ﻣﻜﺮﻫﺄ‬

‫ﻣﻜﺮه‬

(a.b.i.) : b ir k im s e -

‫ﻣﻜﺮه‬

( a .b .i.): ik ra h ta k o rk u -

‫ﻣﻜﺮم‬

(a.s. kere m 'd en ) : İk r â m o lu n -

‫ﻣﻜﺮﻣﻪ‬

(a.s. k e r e m 'd e n ): ["m ü k r e m ”

m ü k r ih

‫ﻣﻜﺮه‬

‫ﻣﻜﻌ ﺐ‬

(a.s. k i s b 'd e n ) : ik tisâ b ed en ,

‫ﻣ ﻜ ﺴﺒ ﻪ‬

(a.s. k i s b 'd e n ) : ["m iik te sib ”

‫ﻣﻜﺘﻦ‬

(a.s. ik t i n â n 'd a n ) : ik tin â n eden,

g izlen en , sa k la n a n . m ükûr

in m ü en .]. (b k z : m ü k re m ).

‫ﻣﻜﺮى‬

(a.i. m e k te se b 'in c . ) : ed i-

in m iien .]. (b k z : m ü ktesib ). m ü k t in n

m u ş, a ğ ırla n m ış. m ü k rem e

‫ﻣﻜﺘﺴﺒﺎ ت‬

k a z a n a n , ed in en ; elde eden, m ü k t e s ib e

y u gere k tire n şey. m ü k rem

e d in ilm iş

m ü k t e s e b â t -1 il m iy y e : ilim k a z a n c ı, m ü k t e s ib

n in işle m ek iizere İc b â r e d ild iğ i İş. m ü k r e h t in -b ih ‫ﺑﻪ‬

M a 'lû m â t -1

n ile n bilgiler.

( a .z f .) : zo rla,

m ü k r e h ü n -a le y h ‫ﻋﻠﻴﻪ‬

hak,

k a z a n ılm ış ,

m â lû m a t. m ü k teseb ât

m iik r e h e n

m ü k rî

m ü k t e s e b : k a z a n ılm ış m ü k te se b e :

‫ﻣﻜﻮر‬

(a.i. m e k r'in c . ) : hileler, dü zen ler,

d u b â râ la r. (a.s.). (b k z : m ü k â rî). m ükûs (a.s. k e r h 'd e n ) : İk râ h eden, zo r-

‫ﻣﻜﻮس‬

(a.i. m e k s'in c . ) : öşürler, baçlar,

v e r g ile r v e b u n la r ı cib â y e t etm eler,

la y a n . m iik r im ,

‫ﻣﻜﺮﻣﻪ‬

m ü k r im e

،

‫ﻣﻜﺮم‬

m ül (a.s.

‫ﻣﻞ‬

( f .i .) : şarap, (b k z : b â d e , h a m r, m ey,

sah b â).

k e r e m 'd e n ): 1 . ik r a m c ı, İk r â m ed en , ed ici; a ğ ırla y a n ,

a ğ ırla y ıc ı;

m ih m â n -n ü v â z ).

2 . i.

[İkincisi] k a d m adi.

m isâ firse v e r. [b irin cisi]

(b k z : erkek,

m ü lâ a b e ‫( ﻣ ﻼ ﻋﺒﻪ‬a.i. İa'b v e İu 'b ' d a n ) : o y n a şm a , o y n a y ıp eğ le n m e , (b k z : m ü bâale). m ü lâ a n e ‫( ﻣﻼﻋﻔﻪ‬a.i.). (b k z : m ü bâh ele).

839

mü.âbese mülâbese ‫( ﻣ ﻼ ﺑ ﻪ‬a.i. lebs'den) : 1. birbirine benzeyen iki şeyin birbirinden ayirdedilemeyerek karıştırılması. 2. münâsebet, yakınlık, ["miilâbeset" şeklinde de kullanılır]. mülâbesesiyle : dolayısıyla, -den dolayı, mülâbîs ‫( ﻫﻼص‬a.s. lebs'den) : 1. karışan. 2. münâsebet kuran; yakınlık gösteren, mülâemet ‫ﻣﻼﺋﻤﺖ‬ mülâyemet).

(a.i.

İe'm'den).

(bkz :

mülâhaza ‫( ﻵ د‬a.i.lâhz'den.c. :mülâhazât) : 1. dikkatle bakma. 2. iyice düşünme. 3. diişünce. mülâhazât ‫( ﻣﻼﺣﻈﺎت‬a.i. mülâhaza'nın c.) : diişünceler. mülâhazât hânesi : bir konu hakkında düşiincenin yazılacağı yer, sütun, mülâhham ‫( ﻣﻠ ﺤﻢ‬a.s. İâhm'den) : etli, şişman, semiz, [yapma kelimelerdendir], mülâhhas ‫( ﻣﻠﺨﺺ‬a.s. hulâsa'dan) : telhis edilmiş, hulâsâsı (Ozeti) çıkarılmış, mülâhık ‫( ﻣﻼص‬a.s. İâhk'dan) : bitişik, yapışık. mülâhîd ‫( ﻵ ﺣ ﺪ‬a.s. lahd'den. c. : miilâhide) hak mezhepten bâtıl mezhebe kayan, mülâib ‫( ﻣﻼﻋﺐ‬a.s. lû'b'dan) : oynayan, oynaşan. mülâim ‫( ﻵ ﺀ م‬a.s. İe'm'den). (bkz : miilâyim). mülâkât ‫"( ﻵ ﻗﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. lika'dan) : 1. kavuşma; buluşma; birleşme. 2. göl'üşme. mülâki ‫( ﻵ ﻓ ﻰ‬a.s. lika'dan) : buluşan, kavuşan; görüşen. mülâkkab ‫( ﻣﻠﻘ ﺐ‬a.s. İâkab'dan) : tellcibolunmuş, İâkablanmış, İâkablı. mülâkkah ‫( ﻣﻜ ﺢ‬a.s.) : biy., bot. döllenmiş, fr. fécondé. mülâm ‫( ﻵ م‬a.i. levm'den) : azarlama, azar, (bkz : İtâb). mülâmese ‫( ﻣﻼﻣﺴﻪ‬a.i. lems'den) : lems etme, el ile tutma, yoklama; birbirine dokunma, (bkz : temâs). 840

m iils a k a

(a.i. lü sû k 'd a n ) : 1. iltisâ k

‫ﻣ ﻼ ﺻﻔ ﻪ‬

etm e, b itişm e, y a p ışm a . 2 . u la şm a , y a n a ş m a. m ü lâ s ık ‫( ﻣ ﻼ ﺻ ﻖ‬a.s. lû sû k 'd a n ) : iltisa k lı, bitişik, y a p ışık ; yalayan a b u lu n a n . m iilâ t a f a 1.

‫ﻵ ﻃﻐ ﻪ‬

(a.i. İû tf'd a n . c . : m ü lâ t a f â t ) :

lâtife etm e, şa k a la şm a . 2 . lü tfetm e, g ü ze l

m u âm ele. m ü lâ t a f â t

‫ﻣﻼﻃﻔﺎت‬

(a.i. İû tf'd a n . m ü lâ ta fa 'n ın

c . ) : lâtîfe etm eler, şa k a la şm a la r, m ü lâ t a m a ‫ﻵ ﺑ ﻰ‬

(a.i. la t m e 'd e n ) : şam arlan m a,

tokatlanm a. m ü l â t ı f ‫ ﻵ ﻃ ﻒ‬.(a.s. İ û t f 'd a n ) : lâtîfe ed en , e d ici. m ü lâ t t ıf ,m ü lâ t t ıf a ^ b ،

1.

‫ﻣﻠﻄﻒ‬

( a .s .İ û t f 'd a n ) :

t a ltif ed en , b ir iy ilik le g ö n ü l a la n . 2 . h e k .

y u m u ş a t ıc ı [ilâ‫] ؟‬, ( b k z : m iile y y in ). E d v i y e - i m ü l â t t ı f a : y u m u ş a t ıc ı İlâçlar, m ü lâ t t ıf â t

‫ﻣﻠ ﺊ ت‬

(a.s. m ü lâ ttıf‫ ؛‬n in c . ) : y u -

m u şa tıc ı İlâçlar. m ü lâ v e m e ‫ ه‬٠‫ﻵ ل‬

( a .i.) : b irb ir in i ç e k iştirm e ,

‫ ت‬٠‫ﻵي‬

m ü lâ y e m e t

(a.i. İ e 'm 'd e n ): 1 . u y g u n -

luk. (b k z : m u vâ fa k a t). 2 ٠y u m u ş a k h u y lu luk, y a v a ş lık . 3 . b a ğ ır s a k la r ın y u m u ş a k lığ ı [kabz'ın zıddı]. m iilâ y e n e t ‫( ﻣ ﻼ ﺳ ﺖ‬a.i. İîn et'd en ) : lin e t, y u m u şa k lık . m ü l â y îm ‫ﻵ د م‬

(a.s. İe 'm 'd e n ): 1. u y g u n , (b k z :

m ııvâ fık ). 2 , y u m u ş a k h u y lu , y a v a ş [k im se].

3 - p e k liğ i o lm a y a n . 4 . i. erkek adi. m ü lâ z e m e

‫ﻣﻼزﻣﻪ‬

( a .s .) : lü z u m lu , ge rek li; a y-

rılm a z . m ü lâ z e m e t

‫ﻣﻼزﻣﺖ‬

(a.i.

1"

: 1. b ir

y e re v e y â k im s e y e sım sılcı b a ğ la n m a . 2 . g id ip gelm e. 3 . b ir İşle d e v a m lı m e ş g u l o lm a.

4.

staj

gö rm e.

‫ ؟‬.O s m a n lIla r d a ,

sa h n -1

se m â n y a d a sa h n -1 S iile y m â n iy e m e d re selerin d en b irin d e g ö rd ü ğ ü y ü k s e k ta h sil so n u c u n d a a ld ığ ı ica ze tte n so n ra m ü d e rris o la b ilm e k üzeı-e Sira b e k le y e n d â ııişm en t. m ü lâ z e m e te n ‫ ﻻ ز ﻣ ﺔ‬, ( a .z f .) : m ü lâ z ım ‫ ؛‬olaralc, sta) görerek , m a a şsız , a y lık sız, m ü l â z ık ‫( ﻣ ﻼ ذ ق‬a.s. l ü z û k 'd a n ) : y a p ış m ış ; y a p iş m iş o lm a, (b k z : m ü lâsık ).

mülhîd

‫( ^زم‬a.s. lüzûm'dan. c. : mülâzımîn, mülâzımân) : 1. bir yere veyâ kimseye sarilıp ayrılmayan, tutunup kalan. 2. i. stajyer, bir yere maaşsız olarak gidip gelen. 3. i. ask. teğmen.

m ü lâ z ım

*üsteğmen, *teğmen,

m ü lâ z ım -ı evvel : ask. m ü lâ z ım -ı sâ n î : ask.

‫ ان‬٠‫( ﻣﻼز‬a.s. mülâzım'ın c.) : (bkz :

m ü lâ zım â n

mülâzımîn). m ü lâ z ım î

‫( ﻣﻼزﻫﻰ‬a.i. lüzûm'dan) : mülâzımlık,

sta]yerlik.

‫( د ز س‬a.s. mülâzım'ın c.) : 1. bir yere tutunup kalanlar, bir kimseye sarılıp ondan ayrılmayanlar. 2 . i. stajyerler, bir yere maaşsız olarak gidip gelenler. 3. i. ask. *teğmenler.

m ü lâ z ım în

‫( ﻣﻼزﻣﻪ‬a.i.) : m iiz. peşrev, saz semâisi, oyun havalan gibi saz eserlerin.den, her hânenin sonunda tekrarlanan, ayni nağme cümlelerinden yapılmış kısım,

m ü lâ zîm e

m iilcem m ü lcî

‫( ﻫﺪﺟﻢ‬a.s. İicâm'dan) : gemli, yularli.

‫( ﻫﺪﺟﻰ‬a.s. İlcâ'dan) : İlcâ eden, zorlayan,

zorla yaptıran. m ü lebbes

‫ ﺑ ﺲ‬٠ (a.s. lebs' ve libs'den) : 1. giyil-

miş. 2. iltibasli, karışık, m iile ffa k

1er,

‫( ﻣﻠﻔﻘﻪ‬a.i. lefk'den) : 1. *seçmeci-

fr. L e s éclectiques.

2. s. düzme, sahte.

3. yaldızlı söz. m ü le ffe f ‫ﻣ ﻠ ﻔ ﻒ‬ m ü lek â

-(a.s. leffden). (bkz : melfûf).

‫( ﻣﻠﻜﺎ‬a.i. melik'in c.) : (bkz : melik),

‫( ﻣﻠﻤﻊ‬a.s. lem'den) : 1. telmi' edilmiş, parlak, (bkz : revnak-dâr). 2. alaca, renk renk. 3. (i. ed. : c. mülemmaât) bir kısmı Türkçe, bir kısmı Arapça veyâ Farsça söylenmiş olan manzûme. 4. bulaşmış, SIvanmış. M ü rg -i m ü lem m a-b ed en : Güneş, m ü lem m a' şem se : g. s. ciltli kitaplarda kabin ortaşında bulunan şemse ile köşebentlerin arası tezhiple doldurulmuş ise bu çeşit şemseye verilen bir ad.

m ü lem m a '

‫( ﻣﻠﻤﻌﺎت‬a.i. mülemma'3ün c.) : bir kısmı Türkçe, bir kısmı Arapça veyâ Farsça söylenmiş olan manzûmeler.

m ü lem m a ât

k â r , m ü le m m a '- s a z ) .

mülemma'-kâr

‫ﻣﻠﻤﻌﻜﺎر‬

(a.f.b .s.)

:

m ü r â y î,

riy â k â r.

mülemma'-sâz ‫( ﻣﻠ ﻤ ﻤﺎز‬a.fb.'S . le m 'd e n ) : ( b k z : m ü l e m m â '- g e r , m ü l e m m â '- k â r ) .

mülessen

(a.s.) :

‫ﻣﻠ ﺴ ﻦ‬

ucu

d il

? e k lin d e

m a h rû ti.

mülevven ‫( ﻣﻠﻮن‬a .s. le v n 'd e n ) : 1. r e n k l i , r e n k r e n k , t ü r l ü t ü r l ü , ( b k z : r e n g - â - r e n g ) . 2. b o y a lı, b o y a n m ı ş . Sem'-i mülevven : psik. r e n k l i İ ş itm e , fr. audition colorée, mülevvene ‫( ﻣﻠﻮﻧﻪ‬a.s. le v n 'd e n ) : [“m ü l e v v e n ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü le v v e n ) .

mülevves ‫( ﻣﻠﻮث‬a.s. le v s 'd e n ) : 1. te lv is e d ilm i? , k ir li , p is . 2. i n t i z a m s ı z , k a r ı ş ık , miilevvin ‫( ﻣﻠﻮن‬a.s. le v n 'd e n ) : 1. t e l v in e d e n , r e n k v e r e n . 2. b o y a y a n , müleyyen ‫( ﻣﻴ ﻦ‬a.s. İ î n e t'd e n ) : t e l y in e d il m i ş , y u m u ş a tılm ış .

müleyyin ‫( ﻣﻠﻴﻦ‬a.s. İ î n e t'd e n ) : te l y in e d e n , l i n e t v e r e n , y u m u ş a t a n , y u m u ş a tı c ı, ( b k z : m ü lâ ttıh ).

‫( ﻫﺎﻏﻖ‬a.s. lefk'den) : 1. şık, süslü,

tumturaklı. 2. düzme, sahte, m iile ffa k a

miilemma'-ger ‫( ﻣﻠﻤﻌﻜﺮ‬a.f.b .s. le m 'd e n ) : 1. ik iy ü z lü . 2. p a r l a y a n , p a r l a k , ( b k z : m ü l e m m a '-

miilga ‫ دش‬. ("g a" u z u n o k u n u r , a .s. l a g v 'd a n ) : ilg a o l u n m u ş , la ğ v e d i lm iş , k a l d ı r ı l m ı ş ,

mülhak

(a.s. l ü h û k 'd a n ) : 1. İ l h â k e d il m i ş ,

s o n r a d a n t a k ı l m ı ş , k a tı lm ış .

2. i. b i r a s k e r

k a r a r g â h ı n d a e m i r s u b a y ı y a r d ı m c ı s ı,

mülhakat ‫ " ( ﻣﻠﺤﻘﺎ ت‬k a ” u z u n o k u n u r , a.i. m ü l h a k 'ı n c.) : 1. k a t m a l a r , e k le r. 2. b i r m e r k e z e b a ğ l ı o l a n y e rle r, ( b k z : m u z â f â t) .

mülhem ‫( ﻣﻠﻬﻢ‬a.s. le h m 'd e n . c. : m ü l h e m û n ) : İ l h â m e d i l m i ş , [ b i r in i n ] İç in e d o ğ m u ş ,

mülhem ü belig : İ l h â m e d i l m i ş v e g ü z e l, iy i İfâ d e e d il m i ş .

mülhemûn

‫( ﻣ ﻠ ﻬ ﻤ ﻮ ن‬a.s. İ l h â m 'd a n . m ü l h e m 'i n

El-mülûkü mülhemûn : p â d iş a h la r , İ l h â m ı n a c.) : İ l h â m o lu n a n l a r , i ‫ ؟‬e d o ğ a n l a r :

m a z h a r o lm u ş k im s e l e r d ir ,

mülhid ‫( ﻣﻠ ﺤﺪ‬a.s. İ â h d 'd e n . c. : m e l â h id e , m ü lh id in ) :

A lla h 'ı

İn k âr

eden,

d in s iz ,

im a n s ı z .

841

m ülhd-âne

‫ﻣﻠﺤﺪاﻧﻪ‬

m ü lh iü -â n e

(a.f.zf. İ â h d 'd e n ) : m ü l h i d ,

d in s 'iz o la n a y a k ı ş a c a k y o ld a , d in s iz c e . m iilh id in

‫ﻣﻠﺤﺪﻳﻦ‬

(a.s. İ â h d 'd e n , m ü l h i d 'i n c . ) :

A lla h 'ı İ n k â r e d e n le r, d in s iz le r , im a n s ı z la r ,

‫ﻣﻠﺤﻖ‬

(a.s. İ ü h u k 'd a n ) : İ l h â k e d e n , k a -

‫ﻣﻠﻬﻢ‬

(a.s. le h m 'd e n ) : İ l h â m e d e n , [b i-

ta n . m ü lh im

r i n i n ] i ‫' ؟‬in e d o ğ d u r a n , [m ü e n . : m ü l h im e ] . m iilh im e

‫ﻣﻠﻬﻤﻪ‬

( a . s . ) : [ ''m ü l h i m '' i n m ü e n .] .

‫ﻫﺎﻣﻪ‬

m iilk

‫ﻣﻠﻠﻎ‬

nm

( a . i . ) : a s k e r v e s a r ı k l ı s ı n ıf ı -

d ı ş ı n d a k i m e 'm u r l a r s ın ıf ı . M e k t e b - i

m e 'm u r u y e t i ş t i r m e k ü z e r e k u r u l m u ş o la n m e k te p .

‫ﻫﺎ ﻛ ﻪ‬

m iilk iy y e

(a.s. m ü l k 'd e n ) : [ " m ü l k " ü n

m ü e n .] . ( b k z : m iilk ).

‫ﻣﻠﻜﻴ ﺖ‬

m ü lk iy e t

(a.i.

m i i l k 'd e n ) :

m ü lk

m ü l k i y e t e k i : g r . iy e lik e k i. (a.i. e l e m 'd e n ) : fe lâ k e t.

( a . i . c . : e m l â k ) : 1. ev , d ü k k â n , a r â z î

g ib i t a ş ı n m a z v e g e lir g e t i r e n m a l . ( b k z : g a y r- i

‫ﻣﺎ ﻛ ﻪ‬

m ü lk ic e

s â h ip lig i.

(b k z :m ü lh im ) . m iilim m e

( b k z : m ilk i) .

m ü l k i y y e : * S iy a s a l B ilg ile r O k u lu , İd â r e

( b k z : m e lâ h id e ) . m ü lh ik

k e r v e s a r ı k l ı s ı n ı f ı n ı n d ı ş ı n d a k i m e 'm u r la r .

m e n k û l).

D â rü 'l-m ü lk :

2. b ir

p a y ta h t,

d e v le tin b a ş ş e h ir .

ü lk e s i. 3. v a k ıf

o lm a y ıp - d o ğ r u d a n d o ğ r u y a - b i r i n i n m a i l o la n [ t o p r a k v e y â a k a r , y a p ı], ( b k z : m ille). N e fy -İ m i i l k : fık . b i r k i m s e m a l ı n ı b a ş k a -

‫ﻣﻠﻜﺎﻣﻪ‬

m ü lk -n â m e

(a.f.b .i.).

(b k z :

te m li k -

(b k z:

t e m li k -

n âm e). m ü lk -n â m e -i

hüm âyûn:

n âm e). m ü llâ k

‫ﻫﻼك‬

m ü ls a k

(a.s. m â l i k 'i n c . ) : ( b k z : m â lik ) ,

‫ﻫﺎﻣﻖ‬

(a.s. İ ü s u k 'd a n ) : İ l s â k e d il m i ş ,

b itiş tirilm iş , k a v u ş tu ru lm u ş ,

S in a b a ğ ış la m a . 4 . K u r 'â n 'ı n 67 n c i s û r e s i o lu p M e k k e 'd e n â z i l o l m u ş t u r ; 30 â y e tt e n

‫ ﻛ ﺲ‬٠ (a.s.

m ü lte b is

l e b s 't e n ) : iltib a s lı, b e n z e -

o lu ş a n b u s û r e : y e r le r i, g ö k le r i, i n s a n l a r ı

y e n , b a ş k a b i r ş e y d e n a y ır d e d il e m e z . fe ls .

v e o n l a r ı n y e d ile le r in i i ç t i k l e r i n i v e C e n â b -1

fr. c o n fu s .

H a k ta r a f ın d a n y o k ta n v a r e d ild ik le rin i b il d i r i r .

m ü lte c â

‫ﻛ ﺠ ﻰ‬٠

s ı ğ ın ı la c a k

m ü l k - i m u k a y y e d : h u k . i r s v e ş i r â g ib i m i il k s e b e p l e r i n d e n b ir iy le t a k y i d v e b e y â n o lu n a n m ü l k iy e t . m ü lk -i m u t la k : huk. ir s v e ş i r â g ib i m ü l k s e b e p l e r i n d e n b ir iy le t a k y i d v e b e y a n e d il-

(a.s. l e c 'd e n ) : İ ltic â e d ile c e k ,

y e r.

( b k z : m e lc e ',

p e n â -g â h ,

m e lâ z ).

‫( ﻫﻜﺠﻰ‬a.s. l e c 'd e n ) : İ ltic â CI d i y a r d a n g e lip s ı ğ ın a n ,

m ü lte c i

m ü lte c iy â n -

‫ن‬-

eden, yab an -

(o.i. le c 'd e n . m ü l t e c i 'n i n

c . ) : m ü lte c ile r , İ ltic â e d e n le r , s ı ğ ın a n l a r ,

m e y e n m ü l k iy e t , m ü lk -i s a â d e t : s a â d e t ü lk e s i,

m ü lte f e t

‫ﻣﻠﺘﻬﺖ‬

(a .s. l e f t 'd e n ) : 1. il t i f a t e d il m i ş ,

m ü lk -i su h a n : s ö z ü lk e s i, ş i i r d iy â r ı.

b a k ıl m ı ş . 2 . g ü l e r y ü z g ö s t e r il m i ş , h o ş d a v -

m ü lk -i y e m i n : fık . b i r k i m s e n i n te m e llii-

r a n ı l m ı ş . 3. e h e m m iy e t v e r i lm iş ,

k i i n d e b u l u n a n k ö le ve c â riy e . m ü lk -d â r

‫ﻣﻠﻜﺪار‬

m ü lk -d â r-â n e

(a.f.b .s.) : p â d i ş â h ,

‫ﻣﻠﻜﺪاراﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : p â d i ş â h a y a -

r a ş ı r y o ld a . m ü lk -d â rî m ü lk et

‫^ارى‬

‫ﻣﻠ ﻜ ﺖ‬

( a .f .b .i.) : p a d i ş a h l ı k .

( a . i . ) : ü lk e .

m iilk et-i O s m â n i ^ e : O sm anlI ülkesi. m ü l k - g î r » ( a .f .b .i .) : h ü k ü m d a r . m ü lk î

‫ﻫﻠﻜﻰ‬

( a . s . ) : 1. b i r ü lk e y e â it , ü lk e ile ilg i-

li. 2 . ü lk e id â r e s in e â it, o n u n l a ilg ili. 3. a s ­

842

m iilte ff, m ü lte f fe b irb irin e

‫ﻣﻠﺘﻐﻪ‬

s a rılm ış ,

،

‫ﻣﻠﺘﻒ‬

(a.s. l e f f d e n ) :

k a rış m ış .

E şc â r-1

m ü l t e f f e t ü '1 - a g s â n : b o t . d a l l a r ı b i r b i r i n e k a r ı ş m ı ş a ğ a ç la r ; fe ls . f r . c o n c o m i t a n t . m iilte fit

‫ﻣﻠﺘﻨ ﺖ‬

(a .s . l e f t 'd e n ) : 1. i l t i f a t e d e n ,

y ü z ü n ü ‫ ؟‬e v ir ip b a k a n . 2. g ü le r y ü z g ö s te re n , h o ş d a v ra n a n . 3. e h e m m iy e t v e re n , m iilte f it.â n e İılık la .

‫ﻣ ﻜﺎ ﻧ ﻪ‬

( a .f .z f .) : m ü l te f it ç e , il ti f a t -

m ü l t e h i ‫ ى‬٠١‫( ﻣ ﻚ‬a.s. l i h y e 'd e n ) : s a k a l ı ‫ ؟‬ı k m ı ş o la n g e n ‫ ؟‬.

mülûhyâ

mültehib ‫( ﻟ ﺠ ﺐ‬a.s. le h e b 'd e n ) :1. il ti h â b e t m i ş , a le v le n m iş , t u t u ş m u ş . 2 . il ti h a p lı , ş iş m iş , k ız a r m ı ş .

‫ﻣﻠﺘﻤﻊ‬

m ü ltem i'

(a.s. l e m 'd e n ) : İ l t i m â e d e n , p a -

r ı ld a y a n : p a r l a y a n . m i i l t e m i s - (a.s. le m s 'd e n . c. : m ü l t e m i s î n ) :

mültehibe ‫( ﻣﻠﺘﻬﺒﻪ‬a.s. l e h e b 'd e n ) : [ " m ü l te h ib ” i n m ü e n .] . ( b k z : m iilte h ib ).

i l t i m a s e d e n , k a y ır a n .

‫ﻣﻠﺘﻤﺴﺎﻧﻪ‬

m ü lte m îs-ân e

mültehif ‫ ﻣﻠﺘﺤﻒ‬.(a.s. l i h a f d a n ) : y o r g a n g ib i b i r şe y e b ü r ü n ü p s a r ıla n ,

‫ﻣﻠ ﺴﻴ ﻦ‬

m iiltem isin

mültehif ‫ ﻣﻠﺘﻬﻒ‬.(a.s. l e h f d e n ) : 1. a le v li. 2. mec. k e d e r le y a n a n , ‫ ؟‬o k ü z g ü n ,

İ l h â k o lu n m u ş , k a tı lm ış ,

(a.s. m i i l te m is 'i n c . ) : ilti-

m a s e d e n le r , k a y ır a n la r . m ü ltesem

miiltehik ‫( ﻣﺒ ﺶ‬a.s. l ü h û k 'd a n ) : İ l h â k e tm iş ,

( a .f .z f .) : il ti m a s e d e n e

y a r a ş ı r y o ld a .

m iiltesık

‫ﻣﻠﺘﻔﻢ‬

( a . s . ) : ö p ü lü r ,

‫ﻣﻠﺘﺼﻖ‬

(a.s. l ü s û k 'd a n ) : 1. b it iş ik , y a -

p ış ık . 2 . b i r b i r i n e b a ğ la n m ış .

mültehiyye ‫( ﻣﻠﺘﺤﻴﻪ‬a.s. lih y e 'd e n ) : [ " m i ilt e h i” n i n m ü e n .] . ( b k z : m iilte h i) .

o la n k u ş l a r .

miilteim ‫( ﻣﻠﺜ ﻢ‬a.s. İ e 'm 'd e n ) : il ti y a m b u la n , o n u la n ,

iy ile ş e n

[y ara],

m ü lte sık ü ' 1-e s b â ': zool. ik i p a r m a ğ ı b i t i ş i k

(b k z:

il ti y â m -

m ü lte sık ü ' 1-v ü re y k a -i tiiv ey ciy y e : bo t. b it iş ik * ta ç y a p r a k lıla r .

p e z ir ).

mülteime ‫( ﻣﻠﺘﺌﻤﻪ‬a.s. İ e 'm 'd e n ) : [ " m iilte im ” i n m iie n .]. ( b k z : m iilte im ) .

miilteka

‫ﻣﻠﺘﻘﻰ‬

‫أ‬٠‫ ( ﻣﻠﺘﻎ‬a . s . ) : y a ş m a k lı, (a.s. l e v i y 'd e n ) : İltiv â e d e n , b ü -

k iile n , s a r ı l a n , e ğ il e n ‫ ؛‬e ğ r i lm iş , e ğ r i b ü ğ r ü , (" k a "

uzun

l i k a 'd a n ) : k a v u ş a k ,

o k u n u r,

a.s.

( b k z : m ü n t a v i) .

k a v u ş m a ‫ ؛‬b u lu ş m a ;

‫ﻣﻠﺘﺰم‬

m iilte z e m

b ir le ş m e y e ri.

mülteka'1-ebh ü r : cogr. ı) d e n i z l e r i n k a v u ş u p b ir le ş t iğ i y e r; 2) İ s lâ m f ı k h ı n a â it iin lii eser.

ik i v e y â d a h a ‫ ؟‬o k k im s e n in n e s e p le rin in b ir le ş t iğ i ş a h ıs .

miilteka-yi sadef ( " k a ” u z u n o k u n u r ) : anat. i k i b ö l ü m l ü k ı k ı r d a k d o k u l a r ı n b ir le ş t iğ i m a f s a l ( e k l e m ) y e ri.

y ın la n .

‫ﻣﻠﺘﺰﻣﻪ‬

m ış .

‫ﻣﻠﺘﺰم‬

m ü lte zim

y u ta n .

l ü z û m 'd a n .

c. :

k i m s e y i l ü z u m l u s a y ıp t a r a f l ı k g ö s te r e n . 2. i. il ti z a m c ı , k e s e n e k ç i, k e s im c i, d e v le te la y a n [e s k id e n ].

‫ﻣﻠﺘﺰﻣﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : i l t i z â m e d e r c e -

sin e .

‫ﻣﻠﺘﺰﻣﻪ‬

m ü ltezim e

mültekım-âne ‫ ( ﻣﺪﻏﻤﺎﻧﻪ‬a .f .z f .) : y u ta r c a s m a .

(a.s. l ü z û m 'd a n ) : [" m iilte -

z i m ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü lte z im ) ,

miiltekıt ‫( ﻣﻠﺘﻘﻂ‬a.s. İ â k t 'd a n ) : i l t i k a t e d e n , y e r d e n a l a n ‫ ؛‬t o p l a y a n ‫ ؛‬lu k a t a y ı b u l a n ,

m ü lte zim in 1. i l t i z â m

miilteki ‫( ﻣﻠﺘﻘﻰ‬a.s. l i k a 'd a n ) : il t i k a e d e n , k a v u -

‫ﻣﻠﺘﺰﻣﻴﻦ‬

(a.s.

m ü l t e z i m 'i n

c .) :

e d e n le r , b i r ş e y i v e y â k im s e y i

l ü z u m l u s a y ıp t a r a f l ı l ı k g ö s te r e n le r . 2 . i. i l ti z a m c ı la r , k e s e n e k ç ile r , k e s im c ile r , ( b k z :

ş a n ‫ ؛‬b ir le ş e n ‫ ؛‬b u l u ş a n . le m s 'd e n .

c .:

m ü l t e m e s â t ) : i l ti m a s lı, k a y ı r ı l a n .

mültemesât ‫( ﻣ ﻠ ﺴ ﺎ ت‬a.s. m i i l te m is 'i n c . ) : il ti m a s lı la r , lc a y ır ıla n la r .

(a.s.

m ü l t e z i m i n ) : 1. i l t i z â m e d e n , b i r şe y i v e y â

m ü lte z îm -â n e

miiltekım ‫( ﻣﻠﺘﻘﻢ‬a.s. İ â k m 'd e n ) : i l t i k a m e d e n ,

(a.s.

(a.s. l ü z û m 'd a n ) : [" m iilte -

z e m " i n m ü e n .] . ( b k z : m iilte z e m ).

â i t b i r g e lir i g ö t ü r ü o l a r a k ü s t ü n e a lı p t o p -

miiltekat ‫ ( ﻣﻠﺘﻘﻂ‬a . s . ) : to p l a n m ı ş , y e r d e n a li n -

‫ﻣﻠ ﺴ ﻦ‬

(a.s. l ü z û m 'd a n ) : 1. i l t i z â m

o lu n m u ş , lü z u m l u , g e r e k li g ö r ü l e n . 2 . k a -

m iiltezem e

mülteka-yi n e s e b ( " k a ” u z u n o k u n u r ) : fer.

miiltemes

m iiltesim m iiltev i

m ü lte z im * ) . m ü lû h iy y e m ü lû h y â

‫ﻣﻠﻮﺧﻴﻪ‬

‫ﻣﻠﻮﺧﻴﺎ‬

(a.i.). ( b k z : m ü l û h y â ) .

( a . i . ) : bot. m ü l h iy e , e b e g ü m e -

c iy e b e n z e y e n b i r s e b z e . [Y u n a n c a d a n ] .

843

mülûk m ü lû k

‫ﻣﻠﻮك‬

(b k z:

(a.i. m e l i k 'i n c . ) : h ü k ü m d a r l a r ,

h ü k ü m d âr-ân ).

m ü lû k ii'l-k e lâ m :

K e lâ m ü 'l-m ü lû k

h ü k ü m d a r la r ın

sö zü ,

sö z ü n h ü k ü m d a rla rıd ır, m ü lû k -i s e lâ s e : astr. E lc e b b â r d e n i l e n b u r c u n d ö r t g e n i İ ç in d e b i r s ı r a y a d iz i lm iş ü ç p a r l a k y ı l d ı z ı n m ü ş t e r e k is m i, fr. les T ro is Rois.

‫ﻣﻠﻮﻛﺎﻧﻪ‬

m ü lû k -â n e

( a .f .z f ) :

hüküm dar

g ib i, h ü k ü m d a r a y a k ı ş a c a k y o ld a . Z â t-1 m ü lû k â n e : p â d iş â h . m ü lû k î

( a . s . ) : p â d i ş â h a â it, p â d i ş â h l a

il g il i‫ ؛‬p â d i ş â h a y a r a ş ır . (a.s. l ü z û m 'd a n ) : 1. İ l z â m e d ile n ,

ç ık a ra k

s u s tu ru la n ,

s u s tu ru lm u ş

k i m s e [ b i r b a h is te ] . 2 . l ü z u m l u g ö r ü l m ü ş , g e r e k t ir ilm iş . m ü lz im

‫ﻣﻠﺰم‬

(a.s. l ü z û m 'd a n ) : 1. İ lz â m e d e n ,

b a s k ın ç ık a r a k s u s tu ra n , s u s tu r u c u k im s e [ b ir b a h is te ] . 2. l ü z u m l u g ö r e n , g e r e k t ir e n , m ü lz im -â n e

‫ﻣﻠﺰﻣﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : s u s t u r u r c a s ı n a ,

s u s t u r m a y a z o r l a y a r a k [sözle], m iilzim e

‫ﻣﻠﺰﻣﻪ‬ ‫ﻣﻠﺰﻣﻪ‬

( a .i.) : m a s a ü z e rin d e k i k â ğ ıd ın

d a ğ ıl m a m a s ı , u ç m a m a s ı İ ç in ü z e r i n e k o n u l a n b i r â le t. m ü m âced e

‫ﻣﻤﺎﺟﺪه‬

‫( ﻣﻤﺎرﺳﺖ‬a.i. meres'den. mümâresât) : (bkz : mümârese).

m iim âreset

‫ﻣﻤﺎدﺣﻪ‬

(a.i. m e d h 'd e n ) : ö v ü lm e y e

h a k k a z a n m a k h u s û s u n d a b ir b ir i y le ç e k iş m e.

‫( ﻣﻤﺎرﺗﻪ‬a.i.) : uğraşma, çabalama, (bkz : mücâdele).

‫( ﻣﻤﺎﺳﺤﻪ‬a.i.) : birbirine yumuşak hareket etme [sözle]. ‫( ﻣﻤﺎﺛﻠ ﺖ‬a.i. misl'den) : 1. benzeme, benzeyiş, andırma. 2. fels. benzeşim, fr. sim ilitu d e. (bkz : müşâbehet). 3 ٠m at. homoteti, fr. hom othétie.

m iim âselet

‫( ﻣﻤﺎﺛﻞ‬a.s. misl'den) : 1. benzeyen, andıran, (bkz : mânend, müşâbih, nazir). 2. m at. homotetik, fr. hom oth étiq u e,

m iim â sil

‫( ﻣﻤﺎس‬a.s. mess'den) : 1. temâs eden, dokunan, İlişen. 2 . geo. teğet. 3. trig . *tangent, fr. tangent.

m iim âsse

‫( ﻣﻤﺎﺳﻪ‬a.i.) : temâs etme, birbirine

değme.

‫( ﻣﻤﺎﺷﺎت‬a.i. meşy'den) : 1. yoldaşlık, berâber gitme. 2. suyunca gitme, uysallık gösterme, göz yumma,

m ü m âşât-k â r

‫( ﻣﻤﺎ ﺣﺪه‬a.i.): övünme,

m üm ahhas

‫ﻣﻤﺤﺺ‬

‫( ﻣﻤﺎﻃﻠﻪ‬a.i. matl'den) : savsaklama, uzatma [bir İŞİ, vâdeyi, borcu],

m iim â zah a

(a.i.): bir yana eğrilme, meylet-

m üm âzaka

me.

m iim â la ta

‫( ﻣﻤﺎ ﻟﻘﻪ‬a.i.). ‫ﻣﻤﺎ ﻟﻄﻪ‬

( b k z : te m e llü k ) ,

( a .i.):

‫ﻣﻤﺎ ﻧﻌﺖ‬

ik i

ş â irin

m iim âzece a y rı

(a.i. m e n 'd e n ) : m e n e t m e ,

e n g e l o lm a , ö n le m e .

844

‫( ﻣﻤﺎزﺣﻪ‬a.i. mizâh [=müzâh]'dan) : şakalaşma, takılma. ‫( ﻣ ﻤﺎ زﻗ ﻪ‬a.i.) : dostluk husûsunda

riyâ gösterme.

m ı s r â l a r l a b i r b i r l e r i n e ş i ir s ö y le m e s i, m üm ânaat

‫( ﻣﻤﺎﺷﺎﺗﻜﺎراﻧﻪ‬a.f.zf.) : uysal-

m iim âtale

(o.s. mahs'dan) : 1. temhis

edilmiş, tecrübe, imtihan edilmiş, Sinanmış. 2. dayanıklı, kuvvetli,

m iim â la k a

‫( ﻣﻤﺎﺷﺎﺗﻜﺎر‬a.fb.s.) : uysal,

m ü m âşât-k â r-â n e

İıkla.

m ü m âh ad e

m üm âl

c. :

m ü m âşât (a.i. m e c d 'd e n ) : ö v ü n m e ‫؛‬

b ir iy le s o y l u lu k y a r ı ş ı n d a b u l u n m a , m iim âd eh e

‫( ﻣﻤﺎرﺳﻪ‬a.i. meres'den. c. : mümâresât) : alışma, alışıklık, yatkınlık, el yatkınlığı, (bkz : meleke),

m ü m ârese

m iim âss

(a.s.) : [ " m ü lz im " i n m ü e n .] .

( b k z : m ü lz im ) . m ü lzim e

‫( ﻣﻤﺎرﺳﺎت‬a.i. mümârese'nin c.) : alışmalar, alışıldıklar, yatkınlıklar, el yatkinliklari.

m ü m âre sâ t

m iim â sah a

‫ﻣﻠﺰم‬

baskm

‫( ﻣﻤﺎرات‬a.i. merey'den) : mücâdele,

‫ ؟‬ekiçme.

m iim ârete

‫ﻣﻠ ﻮا‬

m ü lze m

m ü m â râ t

m iim â z ik

‫( ﻣﻤﺎزﺟﻪ‬a.i.) : övünme,

‫( ﻣ ﻤ ﺎ ذ ق‬a.s.) : gerçek dost olmayan

[kimse].

‫( ﻣ ﻤ ﺰ ق‬a.s. mezk'den) : yırtılmış, parça parça olmuş.

m üm azzak

mü'minûn m üm ecced

-

(a.s.

te m c i d e d i l m i ş ,

m e c d 'd e n ) :

m e d h e d ile re k

u lu la n m ış ,

ş e r e f le n d i r i lm i ş . (a.b .s.) : ş e r e f le n d i-

r i l m i ş s o y lu .

- ، 1. te m d id e d e n ,

(a.s.

u z a ta n .

m e d d 'd e n ) :

2. a n a t .

açan,

fr.

te n s e u r.

> ٥

m ü m e y y iz

(a.s.

m e y z 'd e i r ) : 1. te m y iz

İ a r ı n y a z d ı k l a r ı y a z ı l a n d ü z e lt e n k â tip . 3. i. im tih a n d a

b u lu n u p

ta le b e n in

( a g r e n c i)

b il g is in i y o k la y a n k im s e ,

m iim e h h e d

‫ﻣﻤﻬﺪ‬

(a.s. m e h d 'd e n ) : 1. y a y ılm ış ,

d ö ş e n m iş . 2 . d ü z e n le n m iş , m iim e h h id

‫ﻣﻤﻬﺪ‬ ‫ﻣﻤﻬﻞ‬

‫ﻣﻤﻴﺮه‬

m ü m e y y iz e

(a.s.

m e y z 'd e n ) : 1. [" m ü -

m e y y i z ” in , m iie n .] . ( b k z : m ü m e y y iz ') . 2. i.

(a.s. m e h d 'd e n ) : 1. y a y a n ,

k a d ı n m ü m e y y iz , ( b k z : m ü m e y y i z ^ ) . 3. i. g r . t ı r n a k . [" “] İş â re ti.

.d ö ş e y e n . 2 . d ü z e n le y e n , m iim e h h il

(a.s. m e y z 'd e n ) : te m y iz e d il -

e d e n , s e ç e n ) a y ır a n . 2. i. b i r d â ir e d e y a z ıc ı-

‫ﻣﻤﺪد‬

m iim e d d id

‫ ز‬٠‫ﻣﻢ‬

m üm eyyez

m a l 'd a n ) : z e n g in ,

m iç , s e ç ilm iş , a y r ı lm ış ,

‫ﻣﻤﺄﺟﺪﺟﺪ‬

m iim e c c e d -c e d d

‫ ﻣ ﻮ ل‬٠ (a.s.

m üm evvel

(a.s. m e h l 'd e n ) . ( b k z : m ü m -

‫ ﻫ ﻞ‬٠‫م‬

m ü m h il

(a.s. m e h l 'd e n ) : m ü h l e t , m e h i l

v e r e n , b e k le y e n .

h il).

‫ﻣﻤﻠﺢ‬

m iim e lla h

‫ د‬٠‫م‬

m ü m id d

(a .s .) : tu z lu ,

(a.s. m e d e d 'd e n ) : 1. im d â d e d e n ,

y a r d i m e d e n . 2 . te m d id e d e n , u z a t a n , u z a -

‫ﻣ ﻤﻠ ﻚ‬

m ü m e lle k

(a.s. m ü l k 'd e n ) : t e m l i k e d il -

tıc ı.

m iş , m ü l k o l a r a k v e r i lm iş , m i i m e l l e k i i n - l e h : h u k . k e n d is in e b i r ş e y t e m l i k o l u n a n , m i i l k o l a r a k v e r i le n k im s e ,

‫ﻣ ﻤﻠ ﻚ‬

m iim e llik

(a.s. m i i l l c 'd e n ) : h u k . t e m l i k

e d e n , m iillc o l a r a k v e r e n k im s e ,

‫ﻣﻤﺮد‬

m iim e rre d

(a.s. m e r d 'd e n ) : 1. y ü k s e k ,

g ib i d ü z b in â .'

‫ﻣﺴﻚ‬

(a .s. m e l â l 'd e n ) : m e l â l v e r e n ,

u s a n d ıra n , b ık tır a n . Itn â b -1 m ü m i l l : e d . u s a n ç v e re c e k k a d a r sö z ü u z a tm a ,

‫ﻟﻪ‬٠‫ﻣﻪ‬

m iim ille

(a.s. m e l â l 'd e n ) : [“m ü m i l l " in

m iie n .] . ( b l c z : m ü m il l) .

( b k z : m i ir te f i ') . 2 . d u v a r l a r ı y a lç ın k a y a

m üm essek

‫ﻫﻤﻞ‬

m ü m ill

m ü 'm i n

‫وس‬

İn a n m ış , (a.s. m i s k 'd e n ) : 1. m i s k l e n -

(a.s. v e i. e m n 'd e n . c . : m ü 'm i n î n ,

m ü 'm i n û n ) : 1. î m â n e tm iş , İ s lâ m d i n i n e İ s lâ m ,

M ü s lü m a n .

2 . K u r 'â n 'ın

4 0 i n c i s û r e s i. M e k k e 'd e n â z i l o la n v e 85

m iş , m i s k k o k u lu . 2. İ m s â k e d il m i ş , k e n d i-

â y e tt e n o l u ş a n b u s û r e : A l l a h 'ı n b ir l i ğ i n i

n i t u t m u ş [ s e n e t g ib i, v e s ik a g ib i],

v e p e y g a m b e r a r a c ı lı ğ ı ile k i t a p i n d i r d i ğ i -

‫ﻣﻤﺜﻞ‬

m iim e s s e l

(a.s. m e s l 'd e n ) : 1. te m s i l e d il-

m iş , m i s a l g e ti r i lm iş , m i s a l o l a r a k s ö y le n m iş . 2. ta b 'e d i lm iş , b a s ılm ış , ( b k z : m a t b u ') , m ü m e s s il

‫ﻣﻤﻔﻞ‬

(a.s. m e s l 'd e n ) : 1. te m s i l e d e n ,

b e n z e t e n . 2 . lc itap b a s t ı r a n , fr. e d i t e u r . 3. i. te m s ilc i, b i r i n i n

v ey â b ir

d â ire n in

a d i-

n i, y a r lıg a y ıc ı o lm a k l a b i r l i k t e s u ç l u la r ı n c e z a s ız k a l m a y a c a k l a r ı m a ç ık la r , m ü 'm i n â t

‫ﻣﺆﺳﺎت‬

c.) : î m â n

(a.s.i. e m n 'd e n . m ü 'm i n e 'n i n

e tm iş , İ s lâ m

d in in e

İ n a n m ış ,

M ü s l ü m a n [ k a d ı n la r , k ız la r ] ,

‫وﻣﻐﻪ‬

m i i 'm i n e

(a.s.

ve

i.

e m n 'd e n .

c .:

n a h a r e k e t e d e n . 4 . i. a k tö r . 5. h e k . g ıd â y ı

m ü 'm i n â t ) : î m â n e tm iş , İ s lâ m d i n i n e in a n -

e rite re lc k a n v e e t y a p a n , fr. a s s i m i l a t e u r .

m ış , İ s lâ m , M ü s l ü m a n [ k a d m , k ız ],

6.

S im fta y o k la m a y a p a n v e İ n z i b â tı te 'm in

e d e n ta le b e . m ü m e s s ile

c.) :

‫ﻣﻤﺜﻠﻪ‬

(a.s. m e s l'd e n ) : [“m ü m e s s i l"

m t im e v v e h , m i i m e v v e h e

‫ﻣﻤﻮﻫﻪ‬

،

‫ﻣﻤﻮه‬

(a.s.

m e v h 'd e n . c . : m ü m e v v e h â t) : h a y â li, g ö r ü -

(a.s. v e i. e m n 'd e n . m ü 'm i n 'i n e tm iş ,

o la n l a r ,

İ s lâ m

İs lâ m la ı.,

m ü 'm i n û n ) .

d in in e

in a n -

M i is l ü m a n l a r .

E m î r ü 'l - m ü 'm i n î n

( m i i 'm i n l e r i n e m î r l e ı 'i ) : İ s lâ m h a life s i, m i i 'm i n i y y e t

‫ؤﻣﻨﻌ ﺖ‬

(o .i.):

m ü 'm i n ü k ,

î m a n l ı l ı k , İ m a n l ı o lm a ,

n ü ş t e h a l d i o la n .

‫ﻣﻤﻮﻫﺎت‬

m ış

‫ؤ س‬

îm â n

(b k z :

i n m iie n .]. ( b k z : m ü m e s s il) .

m üm evvehât

m ü 'm i n î n

(a.s. m i i m e v v e h 'i n c.) :

h a y â li, g ö r ü n ü ş t e h a k l i o la n la r .

m ü 'm i n û n

‫ؤﻣﻐﻮن‬

(a.s. v e i. e m n 'd e n . m ü 'm i n 'i n

c.). 1. ( b k z : m ü 'm i n î n ) . 2. K u r 'â n 'ın 23 ü n c ü

845

mumıss s û r e s i. M e k k e 'd e n â z i l o la n v e 119 â y e tte n

‫ﻫﻤﺘﻠﻰ‬

m iim teli

(a.s. m e l â 'd a n ) : 1. İ m ti lâ e d e n ,

o lu ş a n b u s û r e : A llâ h 'ı n g ö s t e r d iğ i y o ld a n

m i d e d o lg u n l u ğ u n a u ğ r a m ış . 2. d o lu , d o l-

g it m e k

g u n ; d o lm u ş .

g e r e k t iğ i n e

in a n a n la rın

â h ire tte

g ö r e c e k l e r i b ü y ü k i t i b a r i a ç ık la r ,

‫ ( ﻣﻤﺺ‬a . s . ) : e m e n ,

m iim iss m ü m ît

‫ﺳﻤ ﺖ‬

‫ﻫﻤﺘﻊ‬

m iim ten i'

(a.s. m e n 'd e n ) : 1. İ m t i n â e d e n ,

ç e k in e n . 2 ٠o la m a z , ( b k z : g a y r- i m ü m k i n ) .

e m ic i,

(a.s. m e v t 'd e n ) : İ m â te e d e n , Öİ-

3.

m an t. O l a m a z l ı .

m ü m ten iü ' 1- h a l l : h a ll i, ç ö z ü lm e s i v e y â e ri-

d ü r ü c ü , ö ld ü r e n .

m e s i g ü ç [şey].

‫ﻣﻤﻜﻦ‬

m iim k in

(a.s. m e k n . v e m e k â n e t 'd e n . c . :

m ü m k i n â t ) : m ü m k ü n , o la b ilir , o la b ile n , m i i m k i n m e r t e b e : o la b i ld i ğ i k a d a r ,

m ü m k i n ü '1 - v u k u ': o la g a n .

‫ﻣ ﻤ ﻜﺎ ت‬

‫ﻣﻤﻠﺲ‬

d ik la rıb e z .

‫ﻣﻤﺘﺎز‬

(a.s. m e s k 'd e n ) : İ m s â k e d e n ,

(a.s.

m e y z 'd e n ) : 1. im tiy a z lı,

‫( ﻣﻤﻈﺰه‬a.s.

‫ﻣﻤﻘﺎزﻳﺖ‬

( a .i.):

(a.s. m e d d 'd e n ) : im ti d â d e d e n ,

(a.s. m e d d 'd e n ) : [“m ü m t e d d "

m ü m te h in

‫ﻣﻤﺘﺤﻦ‬

(a.s. m e h n 'd e n ) : i m t i h a n

-

s û r e s i o lu p

(a.s. m e h n 'd e n ) : i m t i h a n

(a.s. m a z â 'd a n ) : İ m z â

eden,

‫س‬

(a.i. m ü n y e 'n i n c . ) : a r z u e d il e n , is-

t e n i l e n şe y le r.

‫ﺳﻢ‬

(a.s.

n i 'm e t 'd e n ) :

n i m e t l e n d i r i l m i ş , r e f â h a u la ş m ı ş ,

‫ﻣﻔﺎﺟﺎت‬

m anzûm e:

(a.i. n e c v 'd e n ) : 1. A ll a h 'a d u â

" H a k ta â lâ

a z a m e t â le m in in

t a h t g e h i. (Ş in â si)... g ib i, m ünâdâ

( a . i . ) : K u r 'â n 'm M e d i n e 'd e

60 in c i

n â z i l o la n

v e 13

â y e tt e n o l u ş a n b u s û r e : d i n d ü ş m a n l a n v e A H â h 'a i n a n m a y a n l a r l a d o s t l u k k u r u l m a m a s ı n ı ö ğ ü tle r .

‫ﻣﻤﻬ ﻰ‬

İ m z â s â h ib i.

p â d ş e h i / L â - m e k â n d ır , o la m a z d e v l e t i n i n

e d e n , d e n e y e n , s ın a y a n , m ü m te h in e

(a.s. m a z â 'd a n ) : i m z â lı , İ m z â

e tm e , y a lv a r m a . 2 . A ll a h 'a d u â m e v z û 'l u

e d il m i ş , d e n e n m i ş , s ı n a n m ı ş ,

846

m üm zî

m ünâcât

i n m ü e n .] . ( b k z : m ü m te d d ) .

‫ﻣﻤﺘﺤﻦ‬

‫ ى‬٠‫ﻣﻤﺔ‬

m ü n a 'a m

u z a y a n , u z a n a n , s ü r e n ; s ü r e k li,

m iim te h a n

(a.s. m a t a r 'd a n ) : İ m t â r e d e n ,

1. i m ti y a z lı lı k ,

m ünâ

‫ﻣﻤﺘﺪه‬

‫ ﻣﻄﺮ‬٠

e d il m i ş .

m a s ı.

m iim te d d e

m e z c 'd e n ) : [“m ü m t e -

z ic" in m iie n .]. ( b k z : m iim te z ic ).

m üm zâ

i f â d e n i n b a ş k a s ö z l e r d e n f o r k lı v e g ü z e l o l-

‫ﻣﻤﺘﺪ‬

‫ ﻣﺘﺰﺟﻪ‬٠ (a.s.

m iim tezice

m e y z 'd e n ) : [ " m ü m tâ z " m

a y r ı, ü s t ü n t u t u l m u ş l u k . 2 . s e ç k i n li k . 3. e d .

m ü m te d d

(a.s. m e z c 'd e n ) : 1. im t i z â c

y a ğ d ır a n .

m iie n .]. ( b k z : m ü m tâ z ) . m ü m tâ z iy y e t

‫ﻣﻤﺘﺰج‬

e d e n , u y a n , u y u ş a n , u y s a l, u y u ş m u ş , b a g -

m ü m tır

i. e r k e k a d i.

m iim tâze

(a.s. m i s l 'd e n ) : i m t i s â l e d e n ,

a ld ı ğ ı e m r e u y a n , b o y u n e g e n .

d a ş m ış . 2. k a y n a ş m ış .

a y r ı t u t u l m u ş , ü s t ü n t u t u l m u ş . 2. s e ç k in . 3.

(a.s. m e n 'd e n . c . ) : İ m k â n s ız

m iim tesil -

m iim tezic

c im r i , e li s ık ı, ( b k z : b a h il , h a s is ), m ü m tâ z

(a.s. m e n 'd e n ) : [“m i i m t e n i '“

şe y le r, O l a m a z l ı k l a r .

lc a le m in m ü r e k k e b i n i s i lm e k İç in k u l l a n -

‫ﻣﺴﻚ‬

e d il m e s i

i n m ü e n .J . ( b k z : m ü m t e n i ') . m ü m ten iât ‫ ت‬-

(a .s .): d ü z.

m i i m s i h a - (a.i.) : h a t t a t l a r ı n v e ^ ; â t i p l e r i n

m iim sik

e ld e

m ü m k ü n o lm a y a n . m ü m te n ia -

(a.i. m ü m k i n 'i n c . ) : o la b i-

le n , o la b i li r şe y le r, ( b k z : h a d s iy y â t) . m iim le s

o la m a z . m ü m te n îü 't-ta h s îl: t a h s il i,

m ü m k i n ü 'l - v ü c û d : v a r l ığ ı m ü m k ü n o la n .

m iim k in â t

m ü m te n iü ' 1-h u s û l: o lm a s ı m ü m k ü n d e g il,

‫ﻫﺬادى‬

(a.s. n i d â 'd a n ) : 1. n i d â e d ilm ( ş ,

s e s le n ilm iş , ç a ğ ır ıl m ı ş . 2 . a. g r . b a ş ı n a n i d â h a r f i g e ti r i lm iş o la n k e li m e : Y â A lî., g ib i, [ b u r a d a : y â n i d â h a r f i , A l î m ü n â d â 'd ı r ] . m iin â d a t

‫ﻣﻐﺎدات‬

y a y g a ra , v e lv ele.

(a.i.

n i d â 'd a n ) : b a ğ r ı ş m a ,

lüün'akid

‫ﺳﺎدﻫﻪ‬

m iin â d e m e

(a.i.

n e d m 'd e n ) .

(b k z:

m iin â d e m e t) . (a.i. n e d m 'd e n ) : n e d i m l i k

e tm e , b i r a r a d a b u l u n u p k o n u ş m a , e ğ le n m e.

m ü e z z in . [K u r'a n tâ b i r l e r i n d e n d i r ] .

m ü n 'a d i l

‫ ل‬٠‫ﺳﻌﺎ‬

(a.s. a d û l 'd e n ) : İ n 'i d â l e d e n ,

d o ğ r u y o ld a n s a p a n , s a p m ış , m i i n 'a d i l e

‫ﺳﻌﺪ ﻟﻪ‬ ‫ﺳﻌﺪم‬

(a.s. a d û l 'd e n ) : [ " m iin 'a d il”

(a.s. a d e m 'd e n ) : İ n 'i d â m e d e n ,

‫ﻫﻄﺪم‬

(a.s. n e d i m 'd e n ) : n e d i m l i k

‫ ن‬٠‫ﺳﺎده‬

(a.s.

(a.i.) : a ğ ıt y a k m a ,

‫ﻫﻄﻬﻪ‬

m ünâhebe

( a . i . ) : m a i l, y a ğ m a e d ip k a -

p ış m a . m ü n â iın e

‫ﺳﺎﻋﻤﻪ‬

(a.i.) : n a z v e n i m e t İ ç in d e b ü -

‫( ﺳﺎﻗﻼ ت‬a.i. n a k l 'd e n .

m ü n â k a lâ t

m ü n â k a le 1.

e d e n , m e c lis a r k a d a ş ı, ( b k z : m u s â h ib ) . m ü n â d im în

‫ﺳﺎح‬

"

c . ) : n a k i l , t r a f i k , u l a ş t ı r m a İçleri,

y o k o la n , ( b k z : m a 'd û m ) . m ü n â d im

(a.zf. g u s s a 'd a n ) : g u s s a li,

t a s a l ı o la r a k .

y iiy e n k a d m .

i n m ü e n .] . ( b k z : m iin 'a d il). m i i n 'a d i m

‫ًﺳﻐ ﻤﺎ‬

m iin a g g a s a n

m ünâh

m ü n â d î t ^ ^ ( a . s . n i d â 'd a n ) :1. n id â e d e n j t e l i a i . 2.

(a.s. g u s s a 'd a n ) : g u s s a li, k e -

d e r li, s a f â s ız y a ş a y ış lı.

‫ﺳﺎ د ت‬

m iin â d e m e t

‫ﺳﻐﺺ‬

m iin a g g a s

m ü n â d i m 'i n

‫( ﺳﺎﻗﻠﻪ‬a.i.

n a k l 'd e n . c . : m ü n â k a l â t ) :

t a ş ım a . 2 . u l a ş t ı r m a . 3 . a k t a r m a . [A ra p -

‫ ؟‬a d a k i a s i l m â n â s ı : "S ira ile b i r b i r i n e f ı k r a , h ik â y e a n l a t m a k ” d ır ].

c.) :

‫ﺳﺎﻗﻤﻪ‬

m ü n âk aşa

(a.i.

n o k s â n 'd a n .

c .:

n e d im le r , b ü y ü k b i r k im s e y i h o ş s ö z v e

m ü n â k a s â t ) : e k s i lt m e [a lış v e r iş , İ h â le g ib i

h ik â y e le r le e ğ le n d ir e n le r .

iş le rd e ].

m ü n â fa k a

‫ﺳﺎﻓﻌﻪ‬

(a.i. n i f â k 'd a n ) : m ü n â f ı k l ı k ,

İ k iy ü z lü lü k . m ü n â fâ t

‫ﺳﺎﻓﺎت‬

(a.i.

n e f y 'd e n ) :

1. b irb iri-

m u h a le f e t) . 2 . f e ls . f r . e x c l u s i o n ,

‫ﺳﺎﻓﺮات‬

(a.i. n e f r e t 'i n c . ) : n e f r e t

la r m d a ] .

‫ﺳﺎﻗﺜﻪ‬

m ü n âk aşa

(a.i.

n e f r e t'd e n .

c .:

n a k ş 'd a n .

c .:

ç e k iş m e ,

(b k z:

m ü b â h a s e ) . 3 . m a t . .ir d e le m e ,

‫ﻣﺘﺎ ﻗﺸﺎ ت‬

(a.i. m ü n â k a ş a 'n ı n

c .) :

1. a t ı ş m a la r , ç e k iş m e le r, ( b k z : m ü n â z a â t) . 2 . .ta r tış m a la r,

fr.

c ritiq u e s .

(b k z:

m ü b â h a s â t) . 3 . m a t . .ir d e le m e le r .

ğ u k l u k [ a r a la r ın d a ] .

‫ﺳﺎ ﻓﺎ ت‬

(a.i.

1. a tı ş m a ,

m ü n â z a a ). 2 . .ta r tış m a , fr. c ritiq u e , (b k z :

m ün âkaçât

‫ﻫﺎ ﺷ ﺖ‬

m ü n â f e r â t ) : n e f r e t e tm e , s e v iş m e z lik , so -

m ü n â fe s â t

n a k s 'd a n .

ler.

m ü n â k a ş â t) :

e tm e le r , s e v iş m e z lik le r , s o g u lc lu k la r [a r a -

m ü n â fe re t

(a.i.

m ü n â k a s a 'n ı n c . ) : m ü n â k a ş a l a r , e k s i lt m e -

n e z ıt o lm a , u y m a m a , ( b k z : m u g a y e r e t,

m ü n â fe râ t

‫ﺳﺎﻗﻤﺎ ت‬

m ü n âk asât

(a.i. n e f s 'd e n . m i in â f e s e 'n in

c.): ç e k e m e m e z lik le r , g iz li d ü ş m a n l ı k l a r ,

‫ﺳﺎﻗﻌﻨﻪ‬

m ünâkaza

(a.i. n a k z 'd a n ) : i k i s ö z ü n

b ir b irin i tu tm a m a s ı; b ir ö n c e k i sö z ü n a k si o la n s ö z .

m ü n â fe se ,

m ü n â fe s e t

‫ﺳﺎﻓ ﺴ ﺖ‬

،

‫( ﻣﻨﺎﻓﺴﻪ‬a.i.

n e f s 'd e n . c . : m ü n â f e s â t ) : h a s e t , k in , ç e k e -

m ünâkehât

1.

m e m e z lik , g iz li d ü ş m a n l ı k ,

‫ﺳﺎﻛ ﺤﺎ ت‬

(a.i. m ü n â k e h e n i n c . ) :

n ik â h la n m a la r, n ik â h

k ıy ı ş m a la r . 2 . fi-

k ı h i l m i n i n n i k â h l a ilg ili o la n b a h is le r i , m ü n â f ı k ،3‫( ﺳﺎف‬a.s. n i f â k 'd a n . c . : m ü n â f ı k î n ) :

1. n i f a k s o k a n , İ k i y ü z l ü l ü k e d e n , i k i y ü z İÜ.

(b k z :

m ü r â î) .

2. H z.

M u lra m m e d

z a m â n m d a , k â f i r l i k t e d e v â m e tt i ğ i h a ld e lc e n d is in i M ü s l ü m a n g ö s te re n . m ü n â fık -â n e

‫( ﺳﺎﻓﻌﺎﻧﻪ‬a.f.zf.):

m ü n â fık lık la .

m ü n â fık în

‫ﻫﻄﻔﻌﻦ‬

m ü n â f ı k 'm

(a.s.

‫( ﺳﺎﻓﻰ‬a.s.

n i k â h 'd a n .

c .:

‫ﻣﻐﺎﻛﺮه‬

m iin â k e re

( a . i . ) : k a v g a , ( b k z : n iz â ) .

‫ﺳﺎﻛﺮ ت‬

(a.i.) : m ü c a d e le , k a v g a ,

d ü ş m a n lık . c.) :

n e f y 'd e n ) : z ıt, u y m a z , a y k ır ı,

( b k z : m u g a y ir , m u h a l if ) .

(a.i.

m ü n â k e h â t ) : n i k a h l a n m a , n i k â h k ıy ı ş m a .

m ü n âk eret

m ü n â f ı k l a r , ik iy ü z lü le r , m ü n â fî

‫ﺳﺎﻛﺤﻪ‬

m iin â k e h e

m ü n â k ız

‫( ﺳﺎﻗﺾ‬a.s. n a k z 'd a n )

:

nakzeden,

b i r b i r i n i t u t m a y a n , ( b k z : m u h a l if , Z idd). m ü n 'a k i d

‫ﺳﻌﻘﺪ‬

(a.s. a k d 'd e n ) : 1 . in 'i k a d e d e n ;

d ü ğ ü m le n m iş ,

b a ğ la n m ış ,

b a ğ lı.

2. ik i

847

mün'akis t a r a f a r a s ı n d a r e s m i o l a r a k k a b û l o lu n m u ş . 3.

t e ş k il o lu n m u ş . 4 . k u r u l a n , i ç t i m â e d e n ,

m ü n 'a k i s

‫( ﻣﻐﻌﻜ ﺲ‬a.s. a k s 'd e n ) : 1. İ n 'i k â s e d e n ,

münâsaha . ‫ ( ﺳﺎﺻﺢ‬a . i . ) : n a s î h a t t a b u l u n m a , n a s i h a t.

münâsaha ‫( ﺳﺎ ﺳ ﺦ‬a.i.) : 1. huk. b i r v â r i s in ,

t e r s in e d ö n m ü ş , ç e v r i lm iş . 2. b i r y eı'e ‫ ؟‬a r-

k e n d in e

p ip g e r i d ö n m ü ş [ışık , ses],

2.

m i i n 'a k i s e

‫( ﺳﻌﻜ ﺴﻪ‬a.s. a k s 'd e n ) : 1. [ " m iin 'a k is "

i n m iie n .]. ( b k z : m ü n 'a k is ) . 2. i. r e f le k tö r , fr . r é f l e c t e u r .

(a.s.

n a k h 'd e n ) : 1. t e n k i h

e d il m i ş , s o y u l m u ş , a y ık l a n m ı ş , te m iz l e n m iş . 2 . e n iy is i s e ç ilm iş , ( b k z : g ü z id e , m ü n te h a b ) . 3. İd â r e m a k s a d ıy l a fa z la s ı k e s i lm iş [ m a s ra f ]. 4 . e d . h a ş iv s iz sö z.

‫ﺳﻘﺤﻪ‬

m ünakkaha

m irâ s ı

a la m a d a n

ö lm e s i.

b i r b i r l e r i n i n y e r i n e g e ç m e le ri.

münâsara ‫ ( ﺳﺎﺻﺮه‬a . i . ) : b i r b i r i n e

y a rd im

e tm e .

‫ﺳﻘﺢ‬

m U nakkah

k a la n

( b ir ‫ ؟‬o k k im s e le r in ] o r t a d a n k a l d ı r a r a k

‫ﺳﻘﻬﺒﺖ‬

( b k z : n is y â ıı).

münâsebât

‫ﺳﺎﺳﺒﺎت‬

(a.i.

n i s b e t 'd e n :

m ü n â s e b e t i n c . ) : ilg ile r, y a k ı n l ı k l a r , İliş ik le r; u y g u n lu k l a r .

(a.s. n a k h 'd e n ) : [ " m ü n a k -

k a h ” i n m iie n .] . ( b k z : m U n a k k a h ) . m ü n a k k a h iy y e t

münâsât ‫( ﺳﺎﻣﺎ ت‬a.i. n i s y â n 'd a n ) : u n u t m a ,

(a.i.) :

münâsebet

‫ﺳﺎﻣﺒ ﺖ‬

(a.i.

n i s b e t 'd e n ) :

1. m ü n â s ip l ik , u y g u n l u k ‫ ؛‬İliş ik . 2 . ilg i, y a -

1. s o y u l m a ,

a y ık l a n m a ; e n iy ile r i s e ç ilm e . 2 . e d . İfâ d e t a r z ı n ı n îc â z , ı t n â b d iy e a y r ı l a n i k i h a d d i -

k i n l i k , b a g . 3 . y a n a ş m a , v e sile .

münâsebet-dâr ‫داو‬٠‫ ( ﺳﺎس‬a .f .b .s .) : m ü n a s e b e t li, * iliş k in .

n i n o r t a s ı. L â fz ı, m â n â s ı n d a n ‫ ؟‬o k o l m a m a k iiz e r e s ö y le m e v e y a z m a . M e s e lâ : " T ü r k i y e

münâsib ‫ﺳ ﺎ ب‬

(a.s. n i s b e t 'd e n ) : 1. u y g u n ,

B ü y ü k M i ll e t M e c lis i O r d u l a r ı , i l k H e d e f i-

y e r i n d e . 2. y a k ış ık , y a r a ş ık , ( b k z : ‫ ؟‬e s p â n ,

n i z A k d e n iz d ir , ile ri! " ( M u s ta f a K e m a l)...

şâ y e ste ).

münâsibe ‫( ﻷ ب‬a.s. n i s b e t 'd e n ) : [" m iin â s ib "

g ib i. m ünakkas

‫ﺳﻌﺺ‬

(a.s.

n o k s â n 'd a n ) : te n k i s

münâşede ‫( ﺳﺎﺷﺪه‬a.i. n e ş i d e 'd e n ) : k a r ş ı l ı k l ı ,

e d il m i ş , e k s iltilm iş . m ünakkaş

‫ﺳﻘﺶ‬

(a.s. n a k ş 'd a n ) : 1. n a k ş e d i l -

m iş , n a k ış lı , r e s im l i, iş le m e li. 2. i. r e n k li

dokum a

m o t if le r l e

s ü s lü

k u m a ş la rın

u m û m î a d i. m ü n a k k a t,

‫ﻣﻐﻘﻄﻪ‬

،

‫ﺳﻘﻌﺪ‬

(a.s.

n a k e t 'd e n ) : te n lc id e d il m i ş , n o k t a l a n m ı ş , m iin a k k a ta :

H u rû f-İ

n o k ta lı

h a r f le r .

‫ﺳﻘﺎ ت‬

(a.i.c.) : te m i z l e n m i ş şey -

1er.

p a n , b i r ta r a f a d o g r u d ö n e n , m e y i ll e n e n , b i r y a n a y ö n e le n .

münâvebe ٠‫( ﺳﺎوب‬a.i. n e v b e t'd e n ) : n ö b e tl e ş m e , münâvebeten ‫( ﺳﺎوﺑﺈ‬a.zf.) : m ü n â v e b e , n ö b e t ile , n ö b e tle ş e r e k .

‫ﺳﻘﺺ‬

(a.s.

n o k s a n 'd a n ) : te n k i s

e d e n , e k s ilte n . m iin a k k ih

v u ru şm a .

n ö b e tl e İş g ö rm e , n ö b e tle ş e .

m iin a k k a y â t

m iin a k k ıs

ş i ir m a n z û m e s ö y le m e .

miinâtaha ‫ ( ﺳﺎﻃﺤﻪ‬a . i . ) : s ü s ü ş m e , b o y n u z la mün'atıf ‫ ﺳﻌﻄﻒ‬-(a.s. a t f 'd a n ) : i n 'i t â f e d e n , sa -

m iin a k k a ta

n o k ta lı.

i n m ü e n .] . ( b k z : m iin â s ib ).

‫ﺳﻘﺢ‬

a g la m a . (a.s.) : t e n k i h

ed en , so y an ,

a y ık l a y a n , te m iz le y e n , m i i n 'a m i d

‫ﻣﺘﻌﻤﺪ‬

m iin â s a fa

‫ﺳﺎﺻﻐﻪ‬

(a.s.) : d ir e ğ e d a y a n m ı ş , (a.i. m s f d a n ) : y a r i y a r ı y a

b ö lü ş m e ; i k i m ü s â v î p a r ç a y a a y ır m a , m iin â s a fe te n

miinâvehe ‫( ﺳﺎوﺣﻪ‬a.i. n e v h 'd e n ) : a v a z a v a z

‫( ﺳﺎ ﺻﻔﺈ‬a.zf.) : y a r i y a r ı y a b ö lü ş -

m e k s û r e tiy le , y a r i y a r ı y a o la r a k .

münâvele ‫( ﺳﺎوﻟﻪ‬a.i. n e v l 'd e n ) : s u n m a , s u n u ş m a , u z a tıp v e rm e .

münâvele-i akdâh : k a d e h l e r i s u n u ş m a . miinâveme ‫ﺳﺎوﻣﻪ‬

(a.i.

n e v m 'd e n ) :

uyku

h u s u s u n d a y a rış m a .

münâzaa ‫( ﺳﺎزى‬a.i. n e z ' d e n . c . : m ü n â z a â t ) : a ğ ız k a v g a s ı, ‫ ؟‬e k iş m e .

münderic, miinderice m ü n â za â t ‫( ﺿﺎزﻋﺎت‬a.i. m ünâzaa'nın c . ) : ağız kavgaları, çekişm eler. m iin â z a ra ‫( ﻣﻔﺎﻇﺮه‬a.i. n a z a r'd a n ): 1. kaideye u ygu n olarak k a rşılık lı konuşm a. 2. İlm î m ü nâkaşa, ilm i *tartışm a, ( b k z : İlm -i cedel).

miincemid

‫ﻣﺘ ﺠ ﻤ ﺪ‬

(a.s.

c ü m û d 'd a n ):

1. incim âdetm i?, donm uş, donan, donuk. 2. buz hâlinde olan, (bkz : yah-beste). miincemide ٥‫( ﻣﺘ ﺠ ﻤ ﺪ‬a.s. c ü m û d 'd a n ): [“m üncem id " in müen.]. (bkz : m üncem id). m iincerr ‫( ﻣﻔ ﺠ ﺮ‬a.s. c e rr'd e n ): 1. bir tarafa ‫ ؟‬e-

m iin a z a râ t ‫( ﻣﺘﺎﻇﺮات‬a.i. m ünâzara'nın c.) : m ünâzaralar.

k ilip sürüklen en, sürülen, kayıp b ir tarafa

‫( ﺿﺎزع ﻓﻪ‬a.b .s.): h ak k ın d a

m üncez ‫( ﻣﻐ ﺠﺰ‬a .s.): İncâz edilm iş, sözü yerine getirilm iş.

m iin â z a u n -fih

m ü nâzaa olunan, İh tilâflı, dâvâlı, kavgalı, [m ü e n .: "m ü n âzaatü n -fîh â" dır],

miincezib, miincezibe ‫ ﻣﻔ ﺠﻨﺒ ﻪ‬، ‫( ﻣ ﻔ ﺠ ﻨ ﺐ‬a. s.

m ü n â z ır ‫( ﻣﻔﺎﻇﺮ‬a.s. nazar'dan. c . : m ü n â z ırîn ): m ünâzara, m ü n âkaşa eden, *tartışan, m ü n â z ırîn

‫ﻣﻨﺎﻇﺮى‬

(a.s.

m iinâzır'ın

giden. 2 ٠varıp sona eren. 3. neticelenen,

c .) :

m ünâzara, m ü n âkaşa edenler, *tartışanlar,

ce z b 'd e n ): 1. incizâbeden, b eriye ‫ ؟‬ekilen. M evâdd-ı m iincezibe: cezbolunan, ‫ ؟‬ekilen m addeler. 2. gönül verm iş, tutulm uş, tutkun.

m ü n â zi' ‫( ﻣﺘﺎزع‬a..s. n e z 'd e n ): nizâ', ağız kavgaSI eden, çekişen, kavgacı,

m iincezir ‫( ﻣ ﻔ ﺠ ﻨ ﻮ‬a .s.): kesilen, ( b k z : m ünka-

m iin 'a z il ۶ ‫( ل‬a.s. azl'den. c . : m ü n 'a z d în ): 1. İn'izâl eden, ayrılan , elini etegini ‫ ؟‬e-

miinci

ken. 2. azledilen, m e'm urluktan çık arılm ış [olan], (bkz : ma'zûl). m iin 'azile n

‫ﻣﺘﻌﺰﻷ‬

(a .z f.):

azledilerek,

m ü n 'az ü în ‫( ﺳ ﺰﻟ ﻰ‬a.s. m ün'azü'in c.) :1 . İn'izâl edenler, elini etegini ‫ ؟‬ekenler. 2. azledi-

‫ض‬

m iin b a g i

(b k z:

(a.s. b u g y e 'd e n ): yakışan , lâyık.

(bkz : bercâ, sezâ, şâyân, şâyeste, çespân).

‫( ﻣﻐﺒﻌﺖ‬a.s. ba's'den) : 1. İn'biâs eden,

m iin b a is

gönderilen. 2. ilerigelen, dogan. (bkz : m ütevellid). m iin b a sit

‫( ﻣ ﻐ ﺒ ﻂ‬a.s. b a s t'd a n ): 1. inbisât eden,

yayılan , açılan, genişleyen. 2. şen, gönlü a‫ ؟‬ık. m iin b it

‫( ﻣﻐ ﺖ‬a.s. n e b â t'd an ): İnbât eden, eki-

leni güzel yetiştiren, verim li. G a y r-i m ü n b i t : verim siz [toprak]. m ü n b ite ‫ﺗﻪ‬٠‫( ﻣﻎ‬a.s. n e b â t'd an ): [''m iinbit'' in m üen.]. ( b k z : m ünbit). m iin c e li

‫ص‬

(a.s. c ilâ 'd a n ) : 1. İncilâ eden,

p arlayan, p arlak. S ey f-İ m ü n c e li: p arlak k ılı2 .‫ ؟‬. m eydanda, besbelli olan.

‫ا‬٠‫( ﻣﺬجﺀ‬a.s.

n e c â t'd a n ): 1. İncâ eden, kur-

taran , (bkz : halâskâr). 2. i. erkek adi. m üncî-i a'zam (en b ü y ü k k u r ta r ıc ı) : A tatü rk. m iinciyye -

(a.s. n e c â t'd a n ): ı.[ “m ü n cî"

n in m üen.]. (bkz : m üncî). 2. i. K u r'ân 'ın 67

vazifesin den çık arılm ış olarak,

lenler, m e'm urluktan çıkarılan lar, m a'zûlîn).

t).

nci sûresi, m ü lk sûresi. m iinciz ‫( ﻫﻐﺠﺰ‬a .s.): İncâz eden, sözünü yerin e getiren. miindefi'

‫( ﻣﻔﺪﻓﻊ‬a.s. def' den) : İn difâ etm iş,

geçm iş, atlatılm ış, savu ştu ru lm u ş [hastailk , harb, sık ın tı v.b..]. m iindefiât 0

‫( ﻣﺘﺪﻓﻌﺎ‬a .i.c.): hek. yaralard an 1‫ ؟‬-

k an cerahat, irin v.b.. gibi şeyler, m ündekk

‫( ﻣﻔﺪك‬a .s.): düz, düzleşm iş,

miindell

‫( ﻣﻨﺪ ل‬a .s.): 1. yol gösterilm iş, kıla-

v u z lu k edilm iş. 2. i. akm a, kab arm a [su h akkında]. miindemic

‫ﻣﺘﺪﻣﺞ‬

(a.s.

d ü m û c'd a n ):

1. indim âceden, dürülüp sarılan, İ‫ ؟‬ine yerİeşen, İçine sokulm uş, (b k z : m iinderic). 2. fels. *İçkin, fr. immanent. m iinderic, miinderice

‫ ﻣﻔﺪرﺟﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺪرج‬a.s.

d e rc 'd e n ): indirâceden, İçinde bulunan, yer alm ış [İçinde]. M evâdd-1 miinderice : İ‫ ؟‬inde bu lu n an m addeler.

-

mündericât

miindericât ‫( ﻣﻨﺪرﺟﺎت‬a.i. m ü n d e r i c 'i n c.) : i ç i n d e k il e r [ k ita p , g a z e te , m e c m û a g ib i şe y le r in - ] .

d ü r û s 'd a n ) : e s e r i, iz i, n i ş a n ı k a l m a m ı ş .

Evkaf-I miinderise : e s e r i k a l m a m ı ş v a k ı f

(a.s. nüks'den) : baş aşağı

edilmiş. (o.i.): tenkidci. (bkz: münte-

‫ظ‬

m ü n e k k ıd

münderis, miinderise ‫ ﻣﻔﺪرﺳﻪ‬، ‫( ﻣﺪر س‬a. s.

kid). m iin e k k i

‫( ﻣﻘ ﻰ‬a.s.) ٠ . temizleyici,

‫ب‬٠‫( ﻣﺬك‬a.s.): inkılâbeden, kapanan, yüzüstü düşen.

m iin e k k ib

la r. m iin d erisât

‫ﻣﻨﺪرﺳﺎت‬

(a.s. m ü n d e r i s 'i n c.) : y i-

miinessak zilmiş.

k ı l ı p m a h v o l m u ş o la n [h a r â b e le r ] . m iin d ib

m ünekkes ‫ ﺷ ﻰ‬٠

‫ﻷ ب‬

(a.s.): 1.. pek düz. 2. sıralı di-

(a.s.) : y a r a y ı o n d u r a n i l â ‫ ؟‬,

m iin eb bih,

m iin eb bihe

‫ﻣﺒﻬﻪ‬

‫ﻫﺒﻪ‬

،

(a.s.

n e b e h 'd e n ) : 1. t e n b i h e d e n , u y a n d ı r a n ; u y -

miinessim ‫أ‬٠٠‫( ﻣﺲ‬a.s.): 1. ruh, hayat veren; Allah. 2. köle azâdeden. 3. lâyık olana maaş bağlayan kimse.

k u d a n k a l d ı r a n . 2. d a l g ı n l ı k t a n lc u r ta r a n . 3. u y u ş u k l u ğ u g id e r e n . E d v iy e -i m iin eb bihe : hek. t e n b i h e d ic i, u y u ş u k l u ğ u g id e r ic i İlâ ç la r, fels. fr. stim u lu s,

‫ﺳﺒﻬﺎ ت‬

m iin eb bih â t

(a.i. m ü n e b b i h e 'n i n c.) :

t e n b i h e d ic i, u y a r ıc ı, u y u ş u k l u ğ u g id e r ic i İlâ ç la r. m iin ecces -

(a.s.) : m u n d a r ,

k ir li ,

p is.

( b k z : m iile v v e s , n â - p â k ) . m iin ecci

‫ﻣﻨﺠﻰ‬

(a.s.

n e c â t 'd a n ) :

k u rta rıc ı,

( b k z : h a lâ s k â r ) .

müneccim ‫( ﻣﻨﺠﻢ‬a.s. v e i. n e c m 'd e n . c . : m ü n e c c i m i n ) : 1. y ı l d ı z l a r ı n h a r e k e t v e v a z iy e t le r in d e n a h k â m ‫ ؟‬i k a r a n , y ı l d ı z f a l ı n a

2. astrologie ile u ğ r a fr. astrologue,

b a lc a n Icim se, fa lc ı. ş a n lc im s e ,

müneccîm-âne ‫( ﻣﻨﺠﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : m ü n e c c i m e y a k ı ş a c a k ş e k ild e .

‫ﻣﻔﺠﻴﻪ‬

(a.s. n e c â t 'd a n ) : [“m ü n e c c i"

n i n m ü e n .] . ( b k z : m iin e c c i) .

miineddeb

(a.s. n e d b e 'd e n ) : İ y ile ş m iş ,

( " k a ” u z u n o k u n u r , a.s.) : te -

miinekker ‫ ﻏﻜﺮ‬٠ (a.s. n e k r 'd e n ) : 1. t e n k i r e d ilm i? , b i l i n m e y e n , b e l l i o lm a y a n b i r şe y e

850

c.

‫( ﻣﺒﺮره‬a.s. nûr'dan): ["münevver” in müen.]. (bkz: münevver),

m ü n evvere

m ü n e v v e riy y e t

‫( ﻣﻔﻮرﻳﺖ‬a.i. nûr'dan): miinev-

verlik, aydınlık. m ü n e v v e riy y e ti e f k â r :

fikir aydınlığı,

‫ﺑﺮم‬٠ (a.s. nevm'den): h e k . tenvim eden, uyutan, uyku veren, uyutucu [ilâ‫] ؟‬, [zıddı: münebbih].

m ü n e v v im

‫( ﻫﺒﺮر‬a.s. nûr'dan): tenvir eden, nurl.andıran, parlatan, aydınlatan, ٠۶ (a.s. nezâhat'den): tenzih edilmiş, temiz, arı; uzak, (bkz : tenzih),

m ünezzeh

‫( ﻣﺸﺰﻫﻪ‬a.s. nezâhat'dan): [“münezzeh" in müen.]. (bkz: münezzeh),

m ünezzehe

m iin e z z e l

‫( ﻧ ﺰ د‬a.s. nüzûl'den).(bkz: mün-

m iin e z z il

۶

‫( ل‬a.s. nüzûl'den). (blcz : mün-

zil).

m i z le n m iş .

d e lâ l e t e d e n , [ m u a r r i f i n m ü n k ir).

‫ان‬٠‫س‬ (a.f. münevver'in nûr'dan): münevverler, aydınlar,

m ü n evverân

zel).

o n u l m u ş , k a p a n m ı ş [y a ra ],

miinekka ‫ض‬

۶ ‫( ر‬a.s. nûr'dan): 1 . tenvir edilmiş, nurlandınlmış, parlatılmış, aydınlatılmış; ışıklı. 2. ‫ ؛‬aydm [kimse]. 3 ٠i. İcadın adi.

m ünevver

m ü n e v v ir

müneccimin ‫( ﻣﻔﺠ ﺲ‬a.s. v e i. m ü n e c c i m 'i n c.) : 1. y ı l d ı z f a l ı n a b a k a n l a r . 2. astrologie ile u ğ r a ş a n l a r , fr. astrologues, m ü n e c c im e

‫( ﻣﻨﺘﻜﺮأ‬a.zf.) : mütenekkir olarak, kıyâfet değiştirip kendini tanıtmayarak.

m ü n e te k k ir e n

z ıd d ı].

2. ( b k z :

‫( ﻣﻨﻔﻌﻞ‬a.s. fi'1'den): 1 . İnfiâl eden, gücenen, gücenmiş, yüreğine İşlemiş, alınmış. 2 . f e ls . edilgin, f r . p a s s i f . 3 . k i m . edingin,

m ü n fa il

fr. p a s s if.

münharifî menşur

münfaü-âne ‫ ( ﺳﻔﻌﻼﻧﻪ‬a . f z f ) : m ü n f a il c e s in e , g ü c e n m i ş o la r a k , a l ı n m ı ş o la r a k ,

a ç ıla n , a ç ılm ış , a çık , (b k z : m eftû h ).

miinfaile ،0‫( ﺳﻐﻊ‬a.s. fi'1 'd e n ) : [ " m ü n f a i l" in m ü e n .l. ( b k z : m ü n f a il ) .

m ii n f i k

‫ﺳﻔﻖ‬

(a.s. n a fa k a 'd a n ) : n a fa k a veren ,

be sle ye n .

miinfailen ‫( ﻣﻔﻔﻌﻸ‬a.zf.) : m i i n f a i l o la r a k , g ü c e n erelc, a l ı n a r a k , ( b k z : m ü n k e s i r e n 2).

miinfailiyyet passivité.

‫( ﻣ ﺸ ﺢ‬a.s. f e t h 'd e n ) : in fitâ h ed en ,

m ü n f e t ih

‫ﺳﻐﺾ‬

m üngazz

( a .s .) :

z in d e liğ i

k a lm a m ı? ,

h a y â tı b o z u k olan.

(a.i.) : kim. * d in g in lik ,

fr.

miinfasilin ‫( ﺳﻔ ﻌﻴ ﻦ‬a.s. m ü n f a s ı l 'ı n c.). ( b k z : m u n f a s ıl) .

m iin g a z z e n

‫ﺳ ﻐ ﻐﺄ‬

m ünhâ ‫س‬

(a.s.): teb lîğ ed ilm iş, b ild irilm iş ,

m ii n h a d a r

‫ ( ﻣﻐﺤﺪر‬a .s .) : in h id â r ed ecek , in e c e k

( a .z f .) : m ü n g a z o la ra k ,

yer, İniş.

miinfatır ‫( ﺳﻐﻄﺮ‬a.s. i n f i t â r 'd a n ) . ( b k z : m u n fa tır) .

‫ﻣ ﺨﺪ ع‬

m iin h a d i'

(a.s.

h u d 'a 'd a n ) :

b irin in

h ilesin e d ü şm e.

miinfecir ‫( ﺳﻔﺠﺮ‬a.s. f e c r 'd e n ) : 1. i n f i c â r e d e n , a ç ıla n , s ö k e n . 2 . y e r d e n k a y n a y ıp a k a n ,

m iin h a d ib ‫ ب‬-

(a.s. h a d e b 'd e n ) : k a n b u r -

la şm ış; eğ ri.

münfedî ‫( ﺳﻬﺪى‬a.s.) : b e d e l v e r i li p k u r t a r ı l a n e sir.

m ü n h a d ir

‫ر‬-

(a.s.

h u d û r 'd a n ) : in h id â r

ed en , İn işe d o ğ r u , y o k u ş a ş a ğ ı in en ; İnişli,

miinfekk ‫( ﺳﻐﻠﺶ‬a.s. f e k k 'd e n ) : i n f i k â k e d e n , a y r ı la n , a y r ı lm ış , ç ık m ış ; s ö k ü l m ü ş . Gayr-İ miinfekk : a y i'ilm a z , b it iş ik , ( b k z : m u t t a -

( b k z : m â il, m ü te h ad d ir).

‫ﻣﺨﻔ ﺾ‬

m ii n h a f ı z

( a .s .) : in h ifâ z ed en , a lç a la n .

A r â z î - i m ii n h a f ı z a : a lç a la n a râ zî.

Sil2).

miinfelik ‫( ﻫ ﺸ ﻠ ﻖ‬a.s. f e l â k 'd a n ) : 1. i n f i l â k e d e n , a ç ıla n , y a y ıla n . 2. lcim. p a tl a y a n , p a tla y ıc ı, fr. explosif.

m ii n h a f ı z a -

(a.s. in h i fâ z 'd a n ) : [“ m ü n -

h a fız " m m ü en .l. (b k z : m ü n h a fız ). m ü n h a l i'

‫ﻣ ﺨﻠ ﻊ‬

(a.s. h a l' v e İn h ilâ ' d e n ) : y e r in -

d en ç ık a rılm ış , sö k ü lm ü ş, a y rılm ış ,

miinferic, miinferice ‫ﻣﻔﻔﺮﺟﻪ‬ fe r e 'd e n ) : in f i r â c e d e n ,

a ra sı

،

‫ﻣﻔﻔﺮج‬

(a.s.

g e n iş ,

a ç ık

Zâviye-İ miinferice : geo. g e n i? *açı, fr. angle obtus. o la n ; i k i t a r a f ı b i r b i r i n d e n u z a k .

m ii n h a ll ‫( ﺳ ﺤ ﻞ‬a.s. h a l l 'd e n ) : 1. in h ilâ l eden, a ç ıla n ,

ç ö zü le n . 2 . b o ş k a la n , a ç ık o lan , [yer]. 3 ٠k im . erir;

m e 'm u ru b u lu n m a y a n e rim iş; e riy ik . m iin h a llâ t

‫ﺳﺤﻼت‬

miinferid ‫( ﻃ ﺮ د‬a.s. f e r d 'd e n ) : 1. in f i r â d e d e n , m e'm u rlu lclar. y a l n ı z o la n , te k , a y rı, k e n d i b a ş ı n a , fr. isolé. 2. t e k t ü k . 3. i. h a p i s h a n e d e b i r k i ş i l i k lıü cm - ünhani ‫ﺳ ﺤ ﻰ‬

(a.s. m ü n h a ll'in c . ) : a ç ık

(a.s. in h i ı ı â 'd a n ) : 1. İn h in â

ed en , e ğ ilen eğ rilen ; eğri, k a n b u rlu . 2 . geo.

münferiden ‫( ﻣﺌﻔﺮدأ‬a.zf.) : 1. y a ln ı z , t e k o la r a k . 2. a y r ı a y rı, b i r e r b ir e r. miinferik a y r ı la n .

(a.s. f a r k 'd a n ) : i n f t r a k e d e n ,

Hatt-1 miinferilc : a y r ı la n ç iz g i,

münfesih ‫ﺳ ﻔ ﺢ‬

(a.s.

f iis h a t 'd e n ) : i n f i s â h

m ü n h a n ik -

(a.s.

(a.s. h a n k 'd a n ) : in h in â k et-

m iş, b o ğ u lm u ş ; b o ğ u k , m ü n h a n iy y â t ‫ ت‬-

(a.i. m iin h a n i'n in c . ) :

m ü n h a n i, e ğ ri o lan şeyler, şekiller, m iin h a n t

e d e n , b o ll a ş a n , g e n iş le y e n ,

münfesih, miinfesiha ‫ ﻣﻐﻔﺴﺨﻪ‬، ‫ﺷ ﺦ‬

eğ ri, e ğ rili. 3 . top . y ü k s e k lik eğrisi,

‫ﻣﺨﺮط‬

m ü n h a rif ‫ﺳ ﺤ ﺮ ى‬

.(a.s. h a r f d e n ) : 1. in h ir â f

f e s h 'd e n ) : i n f i s â h e d e n , b o z u l a n , h ü k m ü

ed en ,

Madde-i miinfesiha : h ü k ü m s ü z m a d d e . Nikâh-1 miinfesih : b o z u l a n n i k â h .

sapa. 3 . sa ğ la m o lm a y a n ,

k a l d ı r ı l m ı ş , (blez : m efsU h ).

sa p a n ,

( a .s .) : İpliğe d izilm iş,

d o ğru

g itm e ye n .

2 . ça rp ık ,

m i i n h a r i f i m e n ş û r : m a t. d ö r t g e n *b içm e, fr. p r i s m e q u a d r a n g u la ir e .

851

münh.rifü'l-mizât

münharifü'1-mizâc: k e y if s iz , r a h a t s ız . 4 ٠geo. ik i k e n a r ı p a r a l e l o l a n d ö r t g e n , fr. quadrilatère. münharife ‫( ﺳ ﺮ ف‬a.s. h a r f d e n ) : [“m i i n h a r i f ” i n m ü e n .] . ( b k z : m i i n h a r i f ) .

m ünhî ‫س‬

(a.s. n eh y'd en . c . : m ü n l ı iy â n ) : h a -

b e r u la ş tıra n ; h ab e rci, (b k z : k asıd).

m iin h iy â n ‫( ﻣﺘﻬﻴﺎ ن‬a.s. m ü n h î'n in c . ) : h a b e r u la ştıra n la r) h aberciler,

m iin ib ‫ ﺑ ﺐ‬٠ (a.s. n e v b 'd e n ) : 1. İn âb e eden,

münhasır ‫( ﻣﺘﺤﺼﺮ‬a.s. h a s r 'd a n ) : 1. i n h i s â r

â sîliği, a z g ın lığ ı b ır a k a r a k A lla h 'a yö n elen .

e d e n , s ı n ı r l a n m ı ş , h e r y a n i ç e v r ili. 2. y a l-

2.

n i z b i r k im s e y e v e y â b i r ş e y e m a h s u s o la n ,

v e r im li b ah ar. 4. i. erkek adi.

münhasıran ‫( ﺳﺤﺼﺮأ‬a.zf.) : h u s û s î o la ra le ( Ö z e llik le ) , s â d e c e , y a l n ı z o la ra lc .

münhasif

‫ﻣﻨ ﺨ ﺴ ﻒ‬

-(a.s. h u s û f d a n ) :

1. i n h i -

Kamer-i miinhasif : s ö n ü k l e ş m i ş Ay. 2. k ö r o la n . Ayn-ı miinhasif : k ö r o lm u ş g ö z.

(a.s. n e v b 'd e n ) : 1. ["m ü n îb " in

m ü n îf, m iin ife ‫ ﺳﻴﻔﻪ‬، ‫ ( ﻣﻨﻴ ﻒ‬a .s .) ; 1. y ü k s e k , u lu , büyüle, (b k z : âlî, biilen d ). A h k â m -1

m ü n î f e : y ü k se k , b ü y ü k h ü k ü m le r.

2 . i.

[birin cisi) erkek, [İkincisi] k a d ın adi.

y e re g e ç e n ; y e r d e s ü r ü n e n ,

miinhaçi' ‫( ﻣﻐ ﺨﺜ ﻊ‬a.s.) : k ib i r i , b u r n u İc ırılm a . miinhatt ‫( ﺳ ﺤ ﻂ‬a.s.) : i n h i t â t e d e n , a ş a ğ ı in e n ; a lç a k ; ç u k u r .

‫ا‬٠‫ﻣﻐﻊ‬

(a.s.

n i'm e t 'd e n ) :

1. in 'â m

eden, n im e t veren , y e d ir ip İçiren ; A lla h . 2.

v e lin im e t.

k im s e y e y a k ış ır sû rette. 2 . n im e t v e r ir c e s ine; n im e t v e re n k im s e y e y a r a ş ır y o ld a ,

h a ş i') .

münhazim ‫( ﻣﻨﻬﻬﻢ‬a.s. h a z m 'd e n ) : h a z m o l u ‫ ﻋﻞ‬٠‫( ﺳ ﻪ‬a.s. h ü b û t 'd a n ) : h ü b û t e d e n ,

y u k a r ı d a n a ş a ğ ı i n e n , İ n m iş , d ü ş e n ; d ü ş -

miinhedil ‫ ل‬٠ ٥

(a.s.) :

aşağ ı

s a lıv e r ilm iş ,

m iin ire ‫ﺳﻴﺮه‬

( a .s .) : 1 . ["m ü n îr ”

in

m ü en .].

mUnhedim٣.

( a .s .h e d m 'd e n ) :in li id â m e d e n ,

‫( ﺳ ﻬ ﺪ ﻣﻪ‬a.s. h e d m 'd e n ) : [" m iin h e -

d i m ” i n m iie n .] . (blez : m ü n h e d i m ) . ‫ﺳﻬﻤ ﻚ‬

(a.s. h e m k 'd e n ) : i n h i m â k

e d e n , b i r İ ş in ü s t ü n e ç o k d ü ş e n ,

münhezim

‫ﻣﻨ ﻬ ﺰ م‬

(a.s.

h e z im e t'd e n .

c. :

m ü n h e z i m i n ) : i n h i z â m e d e n , h e z im e te u g ra y a n , b o z g u n a u ğ ra y a n , u ğ ra m ış , b o z g u n , ‫( ﺳ ﻬ ﺰ ﻣ ﻪ‬a.s. h e z im e t'd e n ) : [" m ü n -

‫ﻣ ﻬ ﺰ ﻣﴼ‬

(a.zf.) : m ü n h e z i m

o la -

rale, b o z u l a r a k , b o z g u n a u ğ r a y a r a k , ( b k z : m a g lû b e n ) .

b o z g u n la r .

uzun

o k u n u r,

a.s.

e d e n le r ,

m ış, h a z ırla n m ış . 2 . A l la h 'ın e m rin e gö re v u k u b u la n b ir şey.

m iin k ali' ‫( ﺳ ﻘﻠ ﻊ‬a.s. k a l 'd e n ) : k a l'e d ile n , k ö k iin d e n sö kü len .

m iin k alib ‫( ﻣ ﻘ ﻠ ﺐ‬a.s. k a lb 'd e n ). (b k z :.m u n k a lib).

m ü n k a riz

‫ﻣﻘﺮ ض‬

(a.s. k a r z 'd a n ) : ( b k z : m u n -

İcarız), [m üen : m ü n k a rız a ]. (a.s. k ı s m 'd a n ) : k ıs ım k ıs ım

b ö lü n e n , bülülc b ö lü k o la n , b ö lü n m ü ş,

m ü n k a şır

‫ﻣﻘ ﺸﺮ‬

(a.s. lc ış r 'd a n ) : in k ış â r eden,

lcabu gu so yu la n .

münhezimin ‫( ﻣﻐﻬﺰﻣﻴﻦ‬a.s. m i i n h e z i m 'i n c.) : in h iz â m

(“ k a ”

m u ti').

m iin k a sım -

h e z i m ” i n m ü e n .] . (blez : m ü n h e z i m ) ,

miinhezimen

‫ﺳﻘﺎ د‬

m ü n k a d ir ‫ ( ﻣﺘﻘﺪ و‬a .s .) : 1. b ir ö lç ü y e gö re y a p ıl-

y ık ı l a n , y ık ı l m ı ş , h a r â b o l m ı ış .

miinhedime

m iin k a d

k a v d 'd e n ) : in k ıy â d e d e n , b o y u n egen. (b k z :

ş a r k m ış , s a r k ık .

münhezime

[ m ü e n :m ü n îr e ].

(b k z : m ü n îr). 2 . k a d ın adi.

m üş.

miinhemik

m ü n îr ‫ئﺀر‬٠ (a.s. n û r 'd a n ) : 1 . n u r la n d ır a n , ışık v e re n , p a rla k , ( b k z : ziyâ d â r). 2 . i. erk e k ad i.

n a n , s in e n .

miinhebit

m ü n 'im

m ü n 'im -â n e ‫ ( ﺳﻌﻤﺎﻧﻪ‬a .f .z f .) : 1. v e lin im e t o lan

miinhazi' ‫( ﻣﻨ ﺨ ﻬ ﻊ‬a.s. h a z a 'd a n ) . (blez : m ü n -

852

m ü n îb e ‫ب‬

m ü en .]. (b k z : m ü n îb ). 2 . i. k a d ın adi.

s a f e d e n , s ö n ü k l e ş e n , s ö n ü k , ış ık s ız k a la n .

3.

g ü z e l y a g a n , fa y d a lı y a ğ m u r . 3 . tâze v e

h e z im e te

u ğ ra y a n la r,

m ü n k atı' ‫( ﻣ ﻘ ﻄ ﻊ‬a.s. k a t 'd a n ) : 1. in k ıtâ eden, kesilen,

k e silm iş,

k a sı g e lm eyen ;

so n

lcesik; b u la n .

a ra lık lı. 3. arad a

2 . arbag

münserih k a l m a y a n , a y r ı lm ış . 4 . h e r k e s te n a y n l ı p b i r k iş iy e b a ğ lı k a l a n . 5. g e o . .s ü r e k s iz . 6 . m a t . .k e s i k l i . G a y r - İ m ü n k a t ı ' : fâ s ıla s ız , s ü r e k li, ( b k z : m u t ta s ıl ) .

h id ) . 3. h . i. m e z a r d a s u a l s o r a c a k o la n ik i m e l e k te n b ir i, ( b k z : n e k ir ) . m iin k ir-â ııe

‫ﻣﻔﻜﺮاﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : m ü n k i r c e s i n e )

İ n k â r e d e r c e s in e .

m ü n k a z i , m ü n k a z i y y e ‫ﻣﺘﻘ ﻀﻴﻪ‬

‫( ﻣﺘﻘ ﻀ ﻰ‬a.s.

،

k a z â 'd a n ) : i n k ı z â e d e n , b it e n , b it m i ş , a r d ı

‫ﻣﻨﻜﺮه‬

m ü n k ire

(a.s. n e k r 'd e n ) : [ " m ü n k i r " i n

m iie n .] . ( b k z : m ü n k i r ) ,

k e s ilm iş , s o n a e r m iş . V a 'd e - İ m ü n k a z i y y e :

m ünker

‫ﻣﻴﻜﺮ‬

‫ﻣﺘﻜﺮﻳﻦ‬

m ü n k irin

s o n a e r m iş v â d e .

(a.s. n e k r 'd e n . m i i n k i r 'i n c . ) :

m ü n k i r o la n l a r , ( b k z : m ü n k i r ) , (a.s. n e k r 'd e n ) : 1. İ n k â r e d il m i ş ,

e d ile n , k a b u l v e

ta s d ik

e d ilm e y e n , r e d -

m ünsâk

‫ﻣﻨﺴﺎق‬

(a.s. s e v k 'd e n ) : 1. b i r i n e b a g -

d e d ile n . 2. ş e r îa tç e y a p ıl m a s ı c â iz g ö r ü l -

il o l a n v e p e ş i n d e n g id e n . 2 . g ö n d e r i lm iş

m e y e n . G a y r - İ m i i n k e r : İ n k â r o lu n a m a z ,

o la n .

( b k z : m u s a d d a lc , m ü s e lle m ) . N e h y a n i ' 1-

m iin s a k ib

m i i n k e r : m e n e d i le n , m e ş r û o lm a y a n şey -

d e lin e n .

l e r d e n k a ç ın m a .

‫ﻣﺘﻜﺮا ت‬

m iin k e r â t

( a .s .c .) : ş e r ia tç a y a p ıl m a s ı

y a s a k e d il e n şe y le r.

‫ﻣﻔﻜﺮه‬

m ü n k e re

‫ﻣﺘﻈﺐ‬

(a.s. s a k b 'd a n ) : i n s ik â b e d e n ,

m iin s e b ik ‫ﺳ ﺒ ﻚ‬

(a.s. s e b k 'd e n ) : k a lı b a d ö -

k ü l m ü ş o la n . m iin s e c il

(a.s. n e k r 'd e n ) : [ " m ü n k e r " i n

m iie n .]. ( b k z : m iin lc e r).

‫ﺳﺠﻞ‬

m iin s e c im

m ü n k e s i f ^ ^ ( a . s . k ü s û f ' d a n ) : i n k is â f e d e n , k ü s û f a u ğ r a y a n , t u t u l a n , t u t u l m u ş [G ü n e ş ]. M i h r - İ m i i n k e s i f : k ü s û f a u ğ r a m ış , t u t u l -

(a.s. s ic ill'd e n ) : sic ile g e ç m iş ,

m a h k e m e d e f t e r i n e y a z ılm ış ,

‫ﺳ ﺠﻢ‬

(a.s. in s ic â m 'd a n ) : i n s ic a m -

il, d ü z g ü n ; fe ls . fr . c o h e r e n t . m iin s e d d

‫ﺳﺪ‬

(a.s. s e d d 'd e n ) : i n s id â d e d e n ,

k a p a n a n , t ı k a n a n , k a p a lı ,

m u ş G üneş. m iin k e s ife

‫ﻣﺘﻜﺴﻔﻪ‬

m iin s e d il (a.s. k ü s û f 'd a n ) : [" m iin k e -

‫ﺳﺪل‬

(a.s. i n s i d â l 'd e n ) : s a lıv e r il-

m i ş , s a r k ık .

s if" i n m iie n .]. ( b k z : m ü n k e s if ) . m ü n s e k ib

‫ﺳﻜ ﺐ‬

e d e n , k ı r ı l a n , k ı r ı l m ı ş , k ı r ı k . H a tt- 1 m ü n -

m ü n s e lâ h

‫ﺳﻜ ﺦ‬

k e s i r : g e o . k ı r ı k ç iz g i. 2 . k ı r g ı n , g ü c e n m i ş ,

m iin s e lib

‫ﻣ ﻐﻠ ﺐ‬

m iin k e s ir

‫ﻣﻨﻜﺴﺮ‬

(a.s.

m ü n k e s i r ü 'l - h â l : s a ğ lığ ı, g ii c ii - k u v v e t i v e y a k a lb i

k ırılm ış ,

(b k z:

m ü n k e s i r ü 'l - b â l ) . m ü n k e s ire

‫ﻣﺘﻜﺴﺮه‬

( a . i . ) : a y in s o n u , ( b k z : s e l h ) . (a.s. s e l b 'd e n ) : in s il â b e d e n ,

k a ç m ı ş , k a ç ı r ı l m ı ş , k a l m a m ı ş [ r a h a t, h u z u r , e m n iy e t h a k k ın d a ].

a h l â k ı b o z u l m u ş , z a y ıf la m ış o la n , m ü n k e s i r ü 'l - k a l b :

(a .s .) : d ö k ü lü p a k a n ,

k e s r 'd e n ) : 1. i n k i s â r

m ü n s e lib e ‫ﺳ ﻠ ﺒ ﻪ‬

(a.s. s e l b 'd e n ) : [“m ü n s e li b "

i n m ü e n .l . ( b k z : m ü n s e lib ) .

(a.s. k e s r 'd e n ) : [ " m ü n k e s i r "

m ü n s e lih

‫ﻣﻨﻠ ﺦ‬

(a.s. s e l h 'd e n ) : 1. i n s i l â h e d e n ,

i n m iie n .] . ( b k z : m ü n k e s ir ) .

s ı y r ıl ıp ç ık a n , s o y u n a n , s o y u l m u ş ; d e r is i

‫ﻣﺘﻜﺴﺮأ‬

ç ı k a r ı l m ı ş . 2 . s o n g ü n ü n e e r m iş . Ş e h r - i

m iin k e s ire n

( a .z f .) : 1. m ü n lc e s ir, k ı r ı k

m i i n s e l i h : s o n g ü n ü n e v a r m ı ş o la n ay.

o la r a k . 2 . k ı r g ı n l ı k l a , ( b k z : m ü n f a il e n ) . m iin k e ş if, m ü n lc e ş ife

‫ﻣﺘﻜﺸﻐﻪ‬

،

‫ﻣﺘﻜﺸ ﻒ‬

(a.s.

m iin s e lik ‫ﺳ ﻠ ﻚ‬

(a.s. s i l k 'd e n ) : i n s i l â k e d e n ,

k e ş f d e n ) : 1. iı ık i ş â f e d e n , a ç ıla n , a ç ılm ış ,

y o la g ir e n ; b i r t a r i k a t a g ir m i ş , b i r m e s le k

m e y d a n a ç ık m ış ; a ç ık , g ö r ü n e n . 2. k e ş f o -

t u t m u ş , ( b k z : s â lik ).

İu n m u ş , y e n i b u lu n m u ş . E z h â r-1 m iin k e ş ife: a ç ılm ış ç iç e k le r. m iin k ir

‫ﺿﻜﺮ‬

(a.s. n e k r 'd e n . c . : m ü n k i r i n ) :

h a k i k a t : h a k ik a ti

‫ﺳﻨ ﻰ‬

(a.s. s e n y 'd e n ) : e g ri, d o g r u o l-

m a y a n , b ü k ü lm ü ş .

1. İ n k â r e d e n , k a b û l e tm e y e n , m iin k ir-i

m iin s e n i

m iin s e rih

‫ﺳﺮ ح‬

(a.s. s e r h 'd e n ) : 1. h ı z l ı h ı z l ı

g id e n [h a y v a n ] . 2 . i. e d . a r u z b a h i r l e r i n d e n İn k âr

eden.

2 . i m a n s ı z , in a n m a y a n , d in s iz , ( b k z : m ü l -

b i r i n i n a d i. B iz d e k u l l a n ı l a n v e z n i ş u d u r : m ü f t e i l ü n f â i l ü n m ü f t e i l ü n f â i lü n .

853

miinşaib münşaib ‫( ﺳ ﻌ ﺐ‬a.s. ş a 'b 'd a n ) : in ş iâ b e d e n , ş û b e le n e n , d a l l a n a n , ç a t a l l a n a n , k o l l a r a ay r i l a n , a y r ı lm ış .

y a n la n , y a rılm ış ; y a rm a .

‫ﺳﺂ‬

s u lta n la r ın ın m e k tu p la rı) : ü n lü n iş a n c ı ve r e i s ii lk i it ta p ( d ış iş le r i b a k a m ) F e r i d u n A h m e t B e y in e s e r i.

‫ﺳﻞ‬

(a.s. ş e lâ le 'd e n ) : İ n ş ilâ l e d e n ,

(a.s.

2 . y a p ıs ı,

ü s lû b u

güzel

o la n ,

iy i

k â tip .

okuyan.

miintakız

Jab

"

(a.s. n a k z 'd a n ) : in tik a ze d e n ,

g e çe n . 2 . m ira s k a lm ış. 3 . ö lm ü ş, g ö ç m ü ş, la y a n .

miintakile ‫( ﻣ ﻈﻠ ﻪ‬a.s. n a k l 'd e n ) : [“ m iin ta k il” müntakim ‫( ﻣ ﻈ ﻢ‬a.s. n a k m 'd e n ) : in t ik a m alan . Öç a la n ; A lla h .

‫ﺳ‬

-(a.s.) : s u v e b e n z e r i ş e y le ri s ü n -

g e r g ib i ç e k e n .

miinşife ‫( ﺳ ﻐ ﻪ‬a.i.) : b i r s ü n g e r g ib i s u y u e m e cek nesne.

münşi-yâne ‫( ﺳ ﻴ ﺎ ك‬a.f.zf.) : iy i k â ti p le r e y a r a -

miintakim-âne ‫ ﻻ‬müntasıb -

( a .f .z f.) : ö ç a lırc a s m a . (a.s. n a s b 'd a n ) : d ire k g ib i

d ik ilm iş.

müntavi ‫( ﺑ ﻮ ى‬a.s.). ( b k z : m iiltevi). müntebih ‫ ي‬٠ ( a .s .) : in tib a h eden, u y a n ık .

ş ı r y o ld a .

‫ﺳﺨﺐ‬

in tih â b e d ilm iş ,

(a.s.

s e ç ilm iş ;

n a h b 'd a n ) : s e ç k in ,

(b k z :

g ü z îd e , m ü m tâ z ) .

Müntahabü'1-lûga : k ü ç ü k k i t 'a d a 218 s a h if e l i k A r a p ç a d a n T iir k ç e y e b i r lü g a t k i t a b id i r .

Müntahabü'ş-şifâ : A n a d o l u 'd a y e ti ş e n H a c ı P a ş a ( C e lâ l e d d in H ı z ı r ) 'n ı n h e k im li ğ e â it e s e r id ir .

müntahabât ‫( ﺳﺨﺐ ت‬a.i. m ü n t a h a b 'i n c.) : se ç m e e s e rle r, y a z ıl a r d e r g is i, fr. anthologie. Müntahabât-1 Eş'ârım ( ş iir le r i m d e n se ç m e le r) : Ş in a s i 'n i n ş i i r l e r i n i i h t i v a e d e n v e 1862'd e b a s ı l m ı ş b i r e s e r i.

854

n m ese rin i k e n d is in in m iş g ib i gösterenler,

in m iien .]. (b k z : m ü n ta k il).

ıııünşid ‫( ﺳ ﺪ‬a.s. n e ş id e 'd e n ) : İ n ş â d e d e n , ş i ir

miintahab

(a.s. n a h l'd e n . m ü n t a h il'in

g ö çe n . 4 . k a rin e ile, sö z ü n g e lişin d en a n -

münşi ‫( ﺳ ﻰ‬a.s. v e i. n e ş 'e t'ü e n ) : 1. i n ş â e d e n ,

münşif ‫ﻒ‬

miintahilin -

miintakil ‫( ﻣﻴﺘﻐ ﻞ‬a.s. n a k l 'd e n ) : 1. in tik a l eden, (a.s. ş e t t'd e n ) : İ n ş i t â t e d e n , d a -

g ın ı k , p e r i ş a n .

yapan.

in tih a l eden, eser ç a la n , b a ş k a s ın ın ese rin i

b o z u la n .

münşerihü'l-bâl : g ö n lü n e ş e li.

‫ﺳﺖ‬

m i i n t a h i l - (a.s. n a h l'd e n . c. :m i in t a h i l in ) :

miintaluş ‫ ( ﻣﻨﺘﻔ ﺶ‬b k z :

ş e ı h 'd e n ) : i n ş i r â h l ı ,

g ö n lü a ç ık , s ı k ıl m a y a n , e g le n e n .

münşett

se ç im d e

c . ) : in tih â l edenler, eser ç a la n la r, b a şk a sı-

ş e lâ le h â l i n d e a t ı l a r a k a k a n .

mUnşerih ‫ﺳ ﺮ ح‬

d ereceli

m ü n ta h ib -i e v v e lle rin se ç tik le ri k im se ,

k e n d is in in m iş g ib i gö steren ,

(a.'s. sa '1 'd e n ) : a le v li, p a r l a y a n ,

( b k z : m ü ş ta d ) .

münşel

m iin ta h ib -i sâ n ile ri seçen ,

miintahib-i sâ n î : ik i

münşeâtü's-selâtîn-i Osm aniye ( O s m a n lI

‫ﺳﻌ ﻞ‬

(a.s. n a h b 'd e n ) : in tih â b e d e n ,

seçen ; *seçm en .

miintahib-i evvel : ik i d ereceli se ç im d e

(a.i. n e ş 'e t'd e n . c.) : k a le m e a li-

n a n ş e y le r; n e s i r y a z ıl a r ; m e k t u p la r ,

münşeil

h a b " in m iien .]. (b k z : m ü n ta h a b ).

miintahib -

mUnşakk ‫( ﻣﻌﺸﻖ‬a.s. ş a k k 'd a n ) : i n ş i k a k e d e n , münşeât ‫ت‬

müntahabe ‫( ﺳ ﺨ ﺒ ﻪ‬a.s. n a h b 'd e n ) : [“ m iin ta -

(b k z : âg â h , bîdâr, habir).

müntefaun-bih ‫ ( ﻣ ﻈ ﻊ ﺑﻪ‬a .b .s .) : k e n d isin d e n fa y d a la n ıla n .

miintefi' ‫( ﻣ ﻈ ﻊ‬a.s. n e f 'd e n ) : İn tifâ eden, m en fa a tlen en , y a ra r la n m ış ,

müntefi ‫( ﻣ ﺾ‬a.s. n e f y 'd e n ) : 1 . İn tifâ ed en , y o k o lan . 2 . k o v u la n , ç ık a rıla n ,

müntefih ‫( ﻣﺌﺘﻔ ﺦ‬a.s. n e f h 'd e n ) : in tifâ h eden, k a b a ra n , şişen; şişk in , h a v a ile d o ld u ru lm u ş.

miintefil ‫( ﻣﻨﺘﻐ ﻞ‬a.s. n e f l 'd e n ) : in tifa i eden, n â file n a m a z k ıla n .

miinzil

‫( ﻣ ﺺ‬a.s. nihâyet'den) : 1. nihâyet bulmuş; bir şeyin varabildiği en uzak yer, son derece, son kerte. 2. son uc. 3. Yazıcıoğlu Ahmet Bîcan'ın dînî, tasavvufi mensur eseri.

m iin te h â

m i i n t e h â - y i â m â l : emellerin

sonu, sonu, m i i n t e h â - y i k i t â b : kitabin sonu, m ü n t e h â - y i i s t i k b â l : istikbâlin

‫ﻏﺺ‬٠ (a.s. nihâyet'den) : 1. nihâyet bulan, sona eren, biten. 2. son, en son. 3. bir şeyi tamamlayan.

m ü n te h i

‫( ﻣﺘﺘﻬﺐ‬a.s. nehb'den): intihâbeden, yağma eden, ‫ ؟‬apul eden, talanlayan, yağmaçı, talancı.

m iin te h ib

m ü n te h ik

‫( ﺳﺘﻬ ﻚ‬a.s.): halsiz, yorgun bırakan,

m iin te h ir

‫( ﻣﻔﺘﻬﺮ‬a.s. nehr'den): intihâr eden,

dâimâ akan. (a.s. nahr'den. c. :müntehirin): intihâr eden, kendini öldüren,

m iin te lrir

m iin te h ir -â n e

‫( ﻣﻨﺘﺤﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): intihâr ederek,

kendini öldürerek.

‫( ﻣﻐﻌﻬﺮه‬a.s.): ["miintehir" İnmüen.]. (bkz : miintehir).

m ü n te h ir e

m iin te h irin

‫( ﻣﻨﺘﺤﺮﻳﻦ‬a.s. nahr'den. müntehir'in

c .): intihâr edenler, kendini öldürenler,

‫( ﻣﻨﺘﻬﺰ‬a.s. nehz'den): intihâz eden, vakit ve fırsatı kaçırmayan,

m ü n te h iz

m ü n te k ış

‫( ﻣﻨﻘ ﺶ‬a.s. nakş'dan): intikaş eden,

nakşolunan. m iin te k id

‫( ﻣﻨﺘﻘﺪ‬a.s.). (bkz : münekkid).

‫( ﻣﻨﺘﻜ ﺲ‬a.s. intikâs'dan): intikâs eden, başaşağı dönen.

m ü n te k is

‫( ﻣﻐﺘﻤﻰ‬a.s. intimâ'dan): İntimâ eden, yakınlık ve ilgi peydâ eden,

m ü n te m i

m ü n te m is m ü n te n

‫( ﻣﺌﺘﻤﺲ‬a.s.): gizli, gizlenen,

‫( ﻣﻐﺘﻦ‬a.s. nitûnet'den): hastalık bulaş-

‫( ﻣﺌﺘﺴﺞ‬a.s. nesc'den) : dokunmuş,

m ü n te s ic

‫( ﺻ ﻖ‬a.s. nask'dan) : 1. bir sıraya dizilmiş, düzgün. 2. fe ls. düzenleşik,

m iin te s ik

‫( ﻣﺌﺘﺜﺮ‬a.s. nesr'den): İntişâr eden, sa‫ ؟‬ilan, yayılan, dağılan, m i i n t e s i r t e r b i y e : p e d . yaygm eğitim ,

m iin te s ir

m ü n t e ş i r e ‫ﺳ ﺸ ﺮه‬ ، ‫( ﻣﻐﺘﺸﺮ‬a.s. neşr'den): 1. İntişâr etmiş, yayılmış, a‫ ؟‬ılmış; dağınık, (bkz : müteneşşir). 2. duyulmuş, etrâfa yayılmış. A h b â r - 1 m ü n t e ş i r e : yayılmış haberler, (bkz : şâyi'). 3. basılmış ve yayılmış.

m ü n te ş ir,

m iin te v i

‫( ﻻ ر ى‬a.s. nev'den) : bir şey yapmaya

niyetlenen.

‫( ﻣﻨﺘﺰع‬a.s. nez'den): bir şeyi söken, yerinden ‫ ؟‬ekip koparan,

m iin te z i'

‫( ﻣﻐﺘﺞ‬a.s. nitâc'dan): 1. intâceden, netice veren. 2. sebebiyet veren; meydana getiren.

m ü n tic

‫ ﻣﺌﺘﻒ‬-(a.s. n etfden ): h e k . kıldöken, kılları düşüren. D e v â - y i m i i n t i f : kıldöken ilâ‫ ؟‬.

m iin tif

‫ذﺗﻐﻪ‬٠ ، ‫( ﻣﻨﺘﻦ‬a.s. netânet'den): pis kokan, kokmuş; bozuk, (bkz: müteaffin). B a h r - İ m i i n t i n : Azak denizi. M iy â h - 1 m ü n t i n e : pis kokan sular,

m iin tin , m ü n tin e

m ünye

‫ﺷﺪ‬٠ (a.i.c.: münâ): arzu edilen, isteni-

len şey.

‫( ﺿ ﺰ ﺟ ﺮ‬a.s.): menedilmiş, yasak edilmiş, alıkonulmuş.

m ü n z e c ir

m i i n z e l e ‫ﻣ ﻨ ﺰﻟ ﻪ‬ ، ‫( ﻣ ﻔ ﺰ ل‬a.s. nüzûl'den): İnzâl olunmuş, aşağı indirilmiş, gökten indirilmiş. K ü t ü b - i m i i n z e l e : gökten indirilmiş kitaplar. [Kur'ân-1 Kerim, Tevrât, Zebûr, Incil],

m iin z e l,

m ü n z e lık

‫( ﻣ ﺰﻟﻖ‬a.s.): kaygan, kaypak,

‫( ز و ى‬a.s. zuvviyy ve zeyy'den): 1 . İnzivâ eden, ‫ ؟‬ekilip bir köşede oturan. 2 . i. köşesine ‫ ؟‬ekilip kimse ile görüşmeyen,

m ış .

m ünzevi

‫ﻣﻨﺘ ﺐ‬ (a.s. nisbet'den. c .: müntesibin): 1. intisâbeden, giren, kapılanan. 2 ٠alâkası, ilgisi olan,

m ü n z e v î-y â n e

m ü n te s ib

‫( ﻣﻨﺘ ﺴﺒﻴ ﻦ‬a.s. müntesib'in c .); 1 . intisâbedenler, girenler, kapılananlar. 2. alâkası, ilgisi olanlar.

m ü n te s ib in

‫( ﻣﻨﺰوﻳﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): inzivâya, bir köşeye ‫ ؟‬ekilircesine, ‫ ؟‬ekilerek, ‫( ﻫ ﺰ ل‬a.s. nüzûl'den): İnzâl eden, aşağı indiren, gökten indiren.

m iin z il

855

miinzle m iin z ile

‫ﻣ ﻐ ﺰﻟ ﻪ‬

(a.s. n ü z û l 'd e n ) : [ " m ü n z i l” i n

m iie n .]. ( b k z : m ü n z il) .

‫ﻣﻐﺬر‬

m ü n z ir

m ü r â h a k a ‫( ﻣ ﺮ ا ش‬a.i.) : b u l û ğ ç a ğ ı n a y â n î o n ik i y a ş ı n a y a k la ş m a .

(a.s. n e z r 'd e n ) : a k ı b e t i n i n lc ö tü -

l ü ğ ü n ü s ö y le y e r e k k o r k u t a n , ( b k z : n e z ir ) ,

‫ﻣﺮاﺳﻪ‬

ın ü r â h e n e

[ m ü b e ş ş i r 'in z ıd d ı].

‫ر ﺣﻢ‬

m ü ra h h im

‫ﻣﻨ ﻮا ت‬

m ü n z irâ t

(a.i. m ü n z i r 'i n

c .) : haber

v e r i p k ö t ü l ü ğ ü n ü s ö y le y e r e k k o r k u t a n l a r ,

(a.i. r e h n 'd e n ) : 1. r e h i n e k o y -

m a . 2 . b a h s e g ir iş m e [ b ir ş e y in e ], (a .s . r a h m e t , m e r h a m e t ,

r u h m v e r u h u m 'd a n ) : t e r h i m e d e n , r a h m e tle a n a n .

ü r k ü t e n le r . m ür

‫ر‬

‫را س‬

m ü râ h ik (a .s .). (b k z : m ü rr).

m ü râât

‫را ﻋﺎ ت‬

(a.i. r i â y e t 'd e n ) : 1. h ıf z e tm e ,

s a k l a m a . 2. g ö z u c u y la b a k m a . 3. g ö z e tm e , k o r u m a , ( b k z : h im â y e , v ik a y e ),

‫ﻣﺮاﻫﻰ‬

m ü r â h ik a

m ü râ î

‫را ض‬

b i r i n e u y g u n k e li m e l e r i b i r c ü m l e d e to p l a -

m iir â î

‫راﻓ ﻰ‬

(a.s. r iâ y e t'd e n ) , ( b k z : m u r â î) . (a.s. r i i'y e t'd e n ) : İ k i y ü z lü [k im s e ],

m a. m ü r â i-y â n e

‫را ﺟﻌﻪ‬

( a . i . ) : e d . s o r u l u c e v a p lı o la -

d id im d id i Y ok y o k d e v â -y ı d e rd -i n ih â n m d u r u r s e n i n '' ( F u z û li)... g ib i, m ü râcaat

‫را ﺟ ﺖ‬

(a.i. r ü c û 'd a n . c. : m ü r â c a â t ) :

m a , d a n ı ş m a ; y a r d i m is te m e , m ü râcaât

‫را ^ ت‬

d ö n m e le r .

(a.i.

r u k u b 'd a n ) :

(b k z :

m ıır â k a b e ) .

‫ﻣﺮاﻗﺼﺖ‬

(o .i.c.) : r a k s la r , o y u n la r ,

[y a p m a k e lim e d ir ] .

‫را ﻗ ﺐ‬

m ü râ k ıb

(a.s. v e i. r u k u b 'd a n ) . ( b k z :

m u râ lc ib ).

(a.i. m ü r â c a a t 'ı n c . ) : 1. g e ri

2. b a ş v u r m a la r,

(a.f.zf.) : i k i y ü z lü l ü k le , ilci-

‫را ﺗ ﻪ‬

m iirâ k a b e

m ü râk asat

1. g e r i d ö n m e , ( b k z : m u â v e d e t) . 2 . b a ş v u r -

‫ﻣﺮاﺳﺎﻧﻪ‬

y ü z lü l ü ğ e y a r a ş ı r y o ld a ,

r a k , k a r ş ı l ı k l ı k o n u ş m a b i ç i m i n d e y a z ıl m ı ş ş i i r : "S o rd u m m e ğ e r b u d ü rc -i d e h e n d ü r

(a.i. r a l l i k 'd e n ) : d o k u z y a ş ı-

n a b a s ı p b â li ğ o lm a y a n k ız ‫ ؟‬o c u ğ u ,

m ü r â â t - ı n a z i r : e d . m â n â b a k ı m ı n d a n b ir -

m iir â c a a

(a.i. r a h i k 'd e n ) : b ü l û ğ ‫ ؟‬a ğ ın a

e r m iş , o n i k i y a ş ı n a b a s m ış e r k e k ‫ ؟‬o c u k ,

d a n ış m a la r;

m ü râm ât

‫را ﻣﺎ ت‬

(a.i. r e m y 'd e n ) : a tı ş m a , b ir -

b i r i n e a tm a .

y a r d i m is te m e le r. ( a .f .b .i.) : m ü r â c a â t

o lu n a c a k , b a ş v u r u l a c a k y er. m iir â c a h a

‫ ﺟﺤﻪ‬١‫ر‬ ‫را د ك‬

m iirâ s e le

m ü r â d if o la n

(a.i. r e d f d e n ) : 1. m ü r â d i f l i k ,

‫را ﻟ ﻒ‬

[ " m iir â d e f e t"

ş e k li d e

* e ş a n la m , f r .

synonym e.

( b k z : m ü t e r â d i f ) . 2. a r k a d a ş , ( b k z : re f ik ). m U râ fa a

‫راﻓﻌﻪ‬

m iir â fa k a t

(a.i. r e f d e n ) . ( b k z : m u r â f a a ) .

‫را ﻓ ﻘ ﺖ‬

(a.i.

r ı f k 'd a n ) .

(b k z :

m ü râ fık ‫راﻓ ﻰ‬ m ıır â f ık ) .

‫راﻓ ﻊ‬

(a.i.

r e f â k a t'd e n ) .

(b k z:

(a.s. r e f d e n ) : m a h k e m e y e b a ş -

v u r a n , * d u r u ş m a y a ‫ ؟‬i k a n , ( b k z : m ü r â f i') .

856

‫را د ك‬

(a.i. r e s e l'd e n . c. : m ü r â s e lâ t) :

m e k tu b u . m ü râv ed e

‫را وده‬

(a.i. r e v d 'd e n ) : is te m e , ( b k z :

m ü râ y â t

‫راوا ت‬

(a.i. r ü 'y e t 'd e n ) : 1. g ö s te r iş .

2 . İ k iy ü z lü l ü k .

‫رﺟﻊ‬

m ü r c i'

(a.s. r ü c û 'd a n ) : k i m . * in d ir g e n ,

re d ü k tö r, fr. r é d u c te u r , m ü r c ia

‫ده‬،‫رج‬

(a.i.) : s o n u n d a s e v â b ı v e ‫ ؟‬ı k a r ı

g e r e k t ir e n şey.

m u râ fa k a t).

m ü r â fi'

c.) :

ta le b ).

-(a.s. r e d f d e n ) : 1. b i r m â n â d a

[k e lim e ],

m ü r â s e l e 'ü i n

1. h a b e r le ş m e , m e k t u p la ş m a . 2 . r e s m i k a d ı

b i r m â n â d a o lm a [k e lim e ]. 2 . a r k a d a ş lı k , b e r â b e r y o lc u l u k , k u lla n ılır].

(a.i.

1. m e k t u p la ş m a l a r . 2. r e s m i k a d ı m e k t u p İa rı.

(a.i. r ü c h â n 'd a n ) : [iy ilik te ]

ü s t ü n g e lm e k İ‫ ؟‬i n y a r ı ş m a , m iir â d e fe

‫را ﺳ ﻼ ت‬

m ü r â s e lâ t

‫راﺟ ﺼﻜﺎه‬

m ü r â c a a t- g â h

m ü r c ie

‫ﻣﺮ ئ‬

(a.i.) : e h l- i s ü n n e t a k id e s in e

m u h a l e f e t e d e n d i n f ı r k a l a r ı n d a n b ir i, m ü rd

‫رد‬

b e r m iş .

(f.s.) : 1. ö lm ü ş , (blcz : m a k t û l ) . 2 . g e -

miirekkeb selâse kaidesi

mürdâd ‫( ﻣﺮداد‬f.i.) : 1. güneş yılının beşinci ayı. 2. her ayin yedinci veyâ sekizinci günü. [kablel-Islâm eski Iranlılarm dînî yortu günleridir]. 3. bu ay ve günü idâreye me'mur sayılan melek. miirdâ-senc ‫( ﻣﺮداﻣﺌﺞ‬f.b.i.) : kim. tabîî kurşun oksidi olup sari toz hâlinde veyâ kırmıZI sari -pulcuklar ‫ ؟‬eklinde bulunur ve gümü‫ ؟‬lü kurşunun kal'edilmesiyle elde edilir, (bkz : mürdeseng). miirde ‫( ﻣﺮده‬f.s. ve i.c. : mürde-gân) : ölü, Öİmü‫ ؟‬, (bkz : mevtâ, meyyit, mürd). miirde-dil ‫( ﻣﺮده دل‬f.b.s.) : gönlü ölmüş, kati yürekli, hissiz, duygusuz; tas. kal den hâl e geçmemi‫ ؟‬ham ki‫ ؟‬i. miirdegân ‫( ﻣﺮدﺳﻤﺎف‬f.s. miirde'nin c.) : ölüler, ölmüşler, (bkz : emvât, maktûlin). mürde-rîg ‫( ﻣﺮده رﻳ ﻚ‬f.b.i.) : miras,

‫ﻣﺮﺟﺐ‬

m ü recceb

m i i r e c c e b t e r k i b i n d e g e ç e r],

‫ﻣﺮﺟﺢ‬

m ü r e c c ih

m ü red â

‫ﻣﺮدا‬

(a.i. r u d 'd a n . m ü r î d 'i n c.). ( b k z :

m ü rîd â n ).

‫ﻣﺮدى‬

m iir e d d e f

-(a.s. r e d f d e n ) : 1. t e r d i f e d il-

m i ‫ ؟‬, a r d i s i r a y ü r ü t ü l m ü ş . 2 . i. e d . r e d i f l i g a z e l. m ü re ffe h

‫ى‬

(a.s. r ü f û h 'd a n ) : t e r f i h e d i l m i ‫ ؟‬,

r e f â h a , r a h a t a , b o ll u ğ a k a v u ş t u r u l m u ş , m ü re ffe h e

‫ﻣﺮﻓﻬﻪ‬

(a.s. r ü f û h 'd a n ) : [“m ü r e f f e h ”

i n m ü e n .] . ( b k z : m ü r e f f e h ) , m iire ffe h e n

‫ﻣﺮﻓﻬﺄ‬

(a.zf.) : r e f â h , r a h a t , v e b o l-

l u k İç in d e o la r a k . m ü re ffih

‫ﻣﺮﻓﻪ‬

(a.s. r ü f û h 'd a n ) : t e r f i h e d e n ,

r e f â h a , r a h a t a , b o ll u g a k a v u ş a n , m iire h h e b

miirde-‫ ؟‬û, m ü r d e -ş û y ^ ‫ ﻣﺮده‬، ‫( ﻣﺮده ﺷﻮ‬fb.s. ve i.) : ölü yıkayıcı, (bkz : gassâl).

m iire h h ib

miirebbâ ‫( ﻣﺮﺑﺎ‬a.s. reby'den) : terbiye olunmuş, terbiye görmüş, (bkz : perveri‫ ؟‬-yâb).

m iir e h h ib -â n e

miirebbeb ‫( ﻣﺮﺑﺐ‬a.s.) : 1. bülûga kadar beslenmi2 .‫ ؟‬. giizel kokulu ‫ ؟‬eylerle hoş olmuş,

m iire k k e b

mürebbib ‫( ﻫﺮﺑﺐ‬a.s.) : çocuğu bülûga kadar besleyen.

(a.s. r i i c h â n 'd a n ) : t e r c i h e d e n ,

ü s tü n tu ta n .

miirde-seng ‫( ﻣﺮده ﺳ ﺦ‬f.b.i.) : kim. tabîî kur‫ ؟‬un oksidi, fr. litharge. (bkz : miirdâ-senc).

miirebbî ‫ى‬،‫( ﻣﺮ‬a.s. ve i. terbiye'den) : 1. terbiye eden; çocuk terbiye eden [adam], miirebbî bi'z-zât : kendi kendini terbiye eden; kendi kendini yetiştiren [kimse], fr. autodidacte. 2. besleyen,

(a.s. r ü c u b 'd a n ) : m ü b â r e k ,

k u t l u [ b iz d e y a l n ı z r e c e b a y ı İç in : r e c e b - i

‫( ﻣﺮﻫﺐ‬a.s. r e h b 'd e n )

: te r h ib e d ilm i‫ ؟‬,

k o rk u tu lm u ş .

‫ﻣﺮﻫﺐ‬

(a.s. r e h b 'd e n ) : te r h ib e d e n ,

k o rk u ta n .

‫ﻣﺮﻫﺒﺎﻧﻪ‬

‫ﻣ ﺮﻛ ﺐ‬

m i ir e k k e b â t) :

(a.f.zf.) : k o r k u t u r c a s i -

(a.s.

r ü k û b 'd a n .

1. t e r k ib e d i lm iş ,

ik i

c. : veyâ

d a h a ç o k ‫ ؟‬e y le r in k a r ı ş m a s ı n d a n m e y d a n a g e le n , ( b k z : h a lita ) . 2 . k i m ., fe ls ., fr . h i l e ‫ ؟‬ik , fr . c o m p o s é . C e h l- İ m i i r e k k e b : b il m e d i g i n i b ile b i l m e m e k s û r e tiy le o la n c â h il li k . F â i z - i m i i r e k k e b . ( b k z : fâ iz ). 3. y a z ı m ü r e k k e b i, fr . e n e r e , ( b k z : m id â d ) . m iire k k e b â t

‫ﻣ ﺮ ﻛﺎ ت‬

(a.i.

m ü r e k k e b 'i n

c.) :

k i m ., b i l e ş i k l e r , fr. c o m p o s é s .

mürebbiy-âne ‫( ﻣﺮ؛— ﺑﺎذه‬a.f.zf.) : terbiye edecek bir ‫ ؟‬ekilde, egiterelc.

m ü r e k k e b â t- 1 g a y r- i m e ş b û a : k im . d o y m a -

miirebbiye ‫ ه‬٠‫( ﻣ ﺮ د‬a.i. reby'den) : çocuk terbiyesiyle uğraşan [kadın], fr. institutrice,

m ü re k k e b â t-1 h a d id iy y e : k im . d e m ir b i l e -

müreccah ‫( ﻣﺮﺟﺢ‬a.s. rüchân'dan) : tercih edilen, üstün tutulan.

m ü r e k k e b â t- 1 m e ş b û a : k im . d o y m u ş b i l e -

m i‫ ؟‬b ile ş ik le r. ‫ ؟‬ik le r i. ‫ ؟‬ik le r. m ü r e k k e b â t- 1 m iis e n n â iy y e -i b r o m : k im .

müreccaha (a.c. rüchân'dan) : ["müreccah') in müen.]. (bkz : müreccah), müreccahi^et ‫( ص‬a.i. rüchân'dan) : müreccahlık, üstünlük.

b r o m ü r le r . m i i r e k k e b f i i l : g r. * b ile ş ik fiil. m i i r e k k e b s e l â s e k a i d e s i : m a t . b i l e ş i k ÜÇİÜ * k u r a l ı, f r . r è g l e d e t r o i s c o m p o s é e .

857

mürekkebe m ü rek k eb e m iir e k k e z

‫( ﻣﺮﻛﺒﻪ‬a.i.) : b o t . *bileşikgiller,

‫( ﻣ ﺮ ا‬a.s. rekz'den) : rekzolunmuş,

‫( ﻣﺮوج‬a.s. revâc'dan): revaçlandırılmış, îtibâr edilmiş, propagandası yapılmış,

m ü rev v ec

dikilmiş.

m iire v v e h

‫( ﻫﺮﻛ ﺐ‬a.s. rükûb'dan) : terkîbeden, bir *bileşiği meydana getiren, f i z . *bileşen,

m iire v v ic

m iir e k k ib

‫( ﻫﺮﺳﻢ‬a.s. resm'den) : 1. tersim edilmiş, resmolunmuş, resmi yapılmış; yapılmış, ‫ ؟‬izilmiş. 2. çiçeklerle süslenmiş,

m ü ressem

m iire s s ib

‫( ﻣﺮﻣ ﺐ‬a.s.): Kuı-'an'ı, ağır ve dikkat-

le okuyan.

‫( ﻣﺮﺳﻞ‬a.s.) : tersil eden, giizel, yavaş ve ihtiyatla okuyan.

‫ﻣﺮوح‬ (a.s. râyiha'dan): râyihalandırılmış, kokulandırılmış [güzel],

‫( ﻣﺮوج‬a.s. revâc'dan): 1. terviceden, taraflısı olan [bir fikrin]. 2. geçiren, sürüm kazandıran. 3. îtibâr eden, yürüten; propagandasmı yapan.

m iire v v ih

m iire s s il

müressim ‫أ‬٠‫( ﻣﺮس‬a.s. resm'den): tersim eden, resmini yapan.

‫( ﻣﺮﺷﺢ‬a.s. reşh'den) : 1. terşîh edilmiş, damla damla süzdürülmüş. 2. terbiye olunmuş.

m ü reşşah

m ü r e tte b

‫( ﻣ ﺮ ب‬a.s. retb'den) :1. tertlbolunmuş,

‫ﻣﺮوح‬

1. râyihalandıran, 2. rahatlandıran.

(a.s. râyiha'dan): kokulandıran [giizel].

m iirg

J f (f.i.): sümük.

m ü rg

‫( ﻫﺮغ‬f.i.c.: miirgan): kuş. (bkz : tayr).

m ü rg -i âb î

(su kuşu): ördek; kaz. : su ‫ ؟‬eken kuş, saka kuşu,

m ü rg -i â b -k e ş

m ü rg -i a ftâ b -â le m

(dünyânın güneş kuşu):

ateş. (âmin kuşu): devamlı olarak âmin diyerek uçtuğuna inanılan melek,

m ü rg -i â m în

dizilmiş, yerli yerine konulmuş. 2. tâyin m ü r g - i â z e r - e & û z (ateş gibi parlak k u ş): edilmiş, bir şey, bir yer İ‫ ؟‬in ayrılmış. kaknus kuşu, 3. sonradan kurulmuş. 4 ٠danışıklı, uydurm ü r g - i b â g : bülbül, ma, yalandan tertlbolunmuş. m ü r g - i b â l - ş î k e s t e : kırık kanatlı kuş. m ü r e t t e b a t ‫( ﻣﺮﺗﺒﺎت‬a.i.c.): 1. bir yer İ‫ ؟‬in ayrılm ü r g - i b â m : bülbül. mış, düzenlenmiş kimseler. 2. gemi tâifesi, m ü r g - i b î - g â h - h â n , m ü r g - i b i y â k î : vakitsiz gemi personeli. öten horoz. m i i r e t t e b e ‫رﺗﺒﻪ‬٠ (a.s. retb'den): [“miiretteb” in m ü r g - i b i s m i l l â h î : kuş biçiminde yazılan müen.]. (bkz: miiretteb). besmele. m ü r e t t i b ‫( ﻣ ﺮ ب‬a.s. retb'den c . : mürettibîn) : m ü r g - i ‫ ؟‬e m e n : bülbül, 1. tertîbeden, nizâma, sıraya koyan. 2 ٠i. m ü r g - i d â n â (akıllı ku ş): papagan. yazı dizicisi [matbaada]. S e h v - İ m ü r e t t i b : m ü r g - i d i l : gönül kuşu, mürettibin yaptığı harf veyâ kelime yanlışm ü r g - i fe le k , m ü r g - i g e r d û n : melek, lığ ı. m ü r g - i g u ş t - r u b â (et kapan k u ş): ‫ ؟‬aylak, miirettib-hâne ‫( ﻣﺮﺗﺨﺄذه‬a.fb.i.): basımevlerinm ü r g - i h a k k - g û : ishak kuşu, (bkz mürg-i de tertip ve dizgi işlerinin yapıldığı yer. şeb-âvîz). mürettibîn ‫( ﻣ ﺮﺗ ﺾ‬a.i. rüteb'den, mürettib'in m ü r g - i h â n e g i (ev kuşu): tavulc. c .): mürettipler, yazı dizicileri, m ü r g - i h o ş - h â n : bülbül, mürettil ‫( ﻣﺮﺗﻞ‬a.s. tertil'den) : tertil eden, m ü r g - i İ l â h î : rûh, can, nefes, Kur'ân-ı ağır ağır tecvit üzere okuyan. m ü r g - i î s â : yarasa, müre ٣ a' ‫( ﻣﺮوع‬a.s.): akil, fikri, düşünüşü, görünüşü saglam [kimse], m iirevvak ‫( ﻫﺮوق‬a.s. revk'den): tervikedilmiş, süzülmüş, tortusu giderilmiş, (bkz: miirteşih). 858

: söz, lâf. : Mecnun'un başında yuva yaptığı söylenen kuş. m ü r g - i n â m e , m ü r g - i n â m e - â v e r (mektup götüren ku ş): posta güvercini.

m ü r g - i le b

m ü rg -i M ecn û n

mürsîl m ü r g -i

n â m e -b e r

(m e lctu p

g ö tü re n

k u ş) :

g ü v e r c in .

‫ﻣﺮغ أﻧﺪاز‬

m iir g -e n d â z

( f . b . s . ) : b i r b ü y ü k lo k -

m a y i ç iğ n e m e d e n y u ta n ,

m ü r g - i r e n g i n - t â c ( r e n k li t a ç l ı k u ş ) : h o r o z , m ü r g -i r û z : G ü n eş,

‫ﻫﺮﻏﺰار‬

m ü r g -z â r

( f .b .i.) : k u ? y a ta ğ ı, k u ş u b o l

o la n yer.

m ü r g - i s e h e r : b ü lb ü l.

m ü r g - z â r - ı u k b â : c e n n e t,

m ü r g - i s e h e r - h â n (s a b a h k u ş u ) : b ü lb ü l; h o -

‫ر ي‬

m ü rh iy e

ro z . m ü r g - i s id r e : C e b r â il A le y h is s e lâ m .

m ü r îb

‫ﻣﺮﻳﺐ‬

m ü r g - i s u b h (s a b a h k u ş u ) : b ü lb ü l,

m ü r îd

‫ﻫﺮﻳﺪ‬

m ü r g -i s iile y m â n : ç a v u ş k u şu .

(b k z : hüd-

h ü d ).

1.

( a . i . ) : h a f i f m ü s lıi l.

( a . s . ) : ş ü p h e le n d i r ic i, ş ü p h e li, (a .s.

r e v d 'd e n .

c .:

m ü r îd â n ) :

İ r â d e e d e n , e m r e d e n , b u y u r a n . 2 . i. b i r

şe y h e b a ğ lı o la n k im s e ,

m ü r g - i ş e b - â h e n g , m ü r g - i ş e b - h â n , m i i r g -İ ş e b - h î z : b ü lb ü l.

‫ﻣﺮﻳﺪان‬

m ü r îd â n

(a .s.

m ü r î d 'i n

c . ) : 1. İrâ d e

e d e n le r , e m r e d e n le r , b u y u r a n l a r . 2 . i. b i r

m ü r g -i ş e b - â v îz : is h a k k u şu , (b k z : m ü r g -i

ş e y h e b a ğ l ı o l a n k im s e le r , ( b k z : m ü r e d â ') .

h a k k -g û ) . m ü r îd -â n e

m ü r g -i şeb ü r û z : A y ve G ü n eş, m ü r g - i t a r a b : 1) İıâ n e n d e , ş a r k ı o lc u y u c u ; 2)

m ü r îd iy y e t

b ü lb ü l; 3 ) g ü v e r c i n . m ü r g - i z e b â n e k : b o t . k u ş d i l i d e n ile n b it k i, m ü r g -i z e r : G ü n eş,

m ü rr

m ü r g -i z e r r in - b â l: G ü n eş,

m ü r g -i

z îr e k -s â r

3.

( f .b .i.) : 1. su k u şu . 2 . ö rd e k .

r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş

("g a ” u z u n o k u n u r ) : b ü y ü k

m e le k le r . m ü r g a n - 1 s i d r e : b ü y ü k m e le k le r , (“ g a ” u z u n o k u n u r , f . i . ) : k u ş

(“ g a " u z u n o k u n u r , f . z f ) : k u ş -

‫ﻣﺮغ ﺑﺎز‬

‫ر غ دل‬

‫ﻣﺮﻏﻚ‬

l i y a t m u k a v e l e s i g e r e ğ i n c e m a i l t e s e llü m

m ü r s e lâ t

‫ﻣﺮ ﺳﻼ ت‬

(a.i. m ü r s e l e 'n i n c . ) : 1 . İ r s â l

g ö n d e r ile n

( f .i.) : k u ş c a ğ ız , k ü ç ü k k u ş.

ş e y le r .

2 . m e le k le r .

d e v r i n d e n â z i l o lm u ş t u r , 5 0 â y e t t i r ].

‫ﻣﺮﺳﻠﻪ‬

(a.i.) : 1 . m e k t u p , k â ğ ı t , p u s u la .

2 . g ö n d e r i l e n şey.

‫ ر ﻟ ﺪ ن‬٠ (a.s.

:

tav-

m ü r s e l 'i n c . ) : p e y g a m -

b e rle r . m iir s e liin ile y h ‫ﺍ ﺏ‬

( f .b .s .) : “ k u ş y ü r e k li”

ş a n y ü r e k li , korlcalc. m ü rgek

m i i r s e l ü n - i l e y h : h u k . ı ) o n a g ö n d e r ile n ; 2)

m ü r s e lîn

(f.b .i.) : k u ş ç u , k u ş y e t iş t ir e n ,

( b k z : k u ş-b â z ). m ü r g -d il

.‫ ؟‬. i. g . s. b i r

y a z ı s it ili.

m iir s e le

‫ﻣﺮﻏﺎﻧﻪ‬

l a r g ib i, k u ş l a r a y a k ı ş a c a k ş e k ild e , m ü rg -b â z

h a m m e d . 3 . s a l ı v e r i lm i ş s a 4

3 . K u r 'â n - ı K e r i m 'i n 7 7 n c i s û r e s i. [ M e k k e

y u m u r ta s ı. m iir g a n e

2 . p e y g a m b e r . S e y y i d ü ' 1- m ü r s e l î n “ g ö n d e -

o lu n a n ,

‫ﻣﺮﻏﺎﻧﻪ‬

c . : m iir s e lîn ):

e tm e y e y e t k ili k im s e .

c . ) : k u ş la r , ( b k z : t u y û r ) .

m iirg a n e

r e s e l'd e n .

s ö z k e n d i s i n e t e b li ğ o l u n a n k i m s e ; 3 ) n a k -

(“ g a ” u z u n o k u n u r , f.i. m i i r g 'i n

m ü rg a n -1 a rş

(a .s.

r i le n l e r i n b ü y ü ğ ü , UİU'SU o l a n ” : H z . M u -

(“ g a ” u z u n o k u n u r , f.i.) : m i i z .

b ir n ü m û n e s i y o k tu r.

‫ﻣﺮﻏﺎن‬

( b k z : te lh ). E l - h a k k u m ü r -

‫ ( ﻣﺮاﻧﻪ‬a . i . ) : s ü n g ü .

‫ﻣﺮﺳﻞ‬

m iir s e J

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü -

m iirg a n

y> ( a . s . ) : a c ı.

ilâ ‫ ؟‬,

1. İrs â l o lu n m u ş , g ö n d e r ilm iş , y o lla n ılm ış .

‫ ب‬١‫ﻣﺮغ‬ ‫ﻣﺮﻋﺎك‬

‫ رﻗﺪ‬٠ ( a . i . ) : u y u t u c u

m îîrr â n e

k u r b a ğ a , ( b k z : d ifd a ', g u k ) .

m ü rgak

( o .i .) : m iir it o lm a d u r u m u ,

(a n la y ış lı

k u ş) : s ığ ır c ık k u şu . m ü r g -â b

‫ﻣﺮﻳﺪﻳﺖ‬

r i i n : d o ğ r u s ö z a c ıd ır ,

m ü r g -i z e r r în - p e r : G ü n eş, z ir e k ,

m ü r îd o la n a y a k ı-

m ü r itlik . m ü r k ıd

m ü r g - i z e r r i n : s ü lü n ,

m ü rg -i

‫رﻳﺪاذه‬٠ ( a . f . z f . ) :

ş a c a k y o ld a .

‫ﻣﺮﺳﻞ‬

( a . b . s . ) : k e n d is in e b ir

ş e y g ö n d e r i l m i ş o la n . m iir s il

‫ﻣﺮﻣﻞ‬

(a .s. r e s e l 'd e n ) : 1 . İ r s â l e d e n , g ö n -

d eren , y o lla y a n .

859

miirsil-i mektub

miirsil-i mektub

: m e lc tu p g ö n d e re .n . 2 . r e s û l

( p e y g a m b e r ) , e lç i g ö n d e r e n ,

miirsile ‫ﻣﺮﺳﻠﻪ‬

(a.s.

r e s e l'd e n ) :

["m iir s il"

in

i. t a r i k a t

(a .s. r ü ş d 'd e n .

c. : m ü r ş id in ) :

p i r i, ‫ ؟‬e y h i [ m i ir i d le r in e y o l g ö s -

t e r d i g i İ ç in ]. 3 . g a f le t t e n u y a n d ı r a n .

mür‫ ؟‬id-i a'zam : H z . M u h a m m e d . mürşid-i dânâ : ç o k b ile n , ç o k

a n la y ış lı

H a k k 'a

k avu şm u ş,

mür‫ ؟‬id-i Rûm

: A n a d o l u 'n u n m ü r ş i d i , H z .

mürçid-âne . ‫ﻣﺮﺷﺪان‬

(a .f.z f.) : m ü r ş i d o l a n a y a -

(a .s. r ü ş d 'd e n ) : 1 . [ " m ü r ş i d ” in

m iie n .]. ( b k z : m ü r ş id ) . 2 .

mürşidin ‫ﻣﺮﺷﺪﻳﻦ‬

(a.s.) : İ r t i d â e d e n , y a s a k o la n

‫ﻣﺮﺗﺪف‬

m ü r te d if

.(a.s. r e d f 'd e n ) : i r t i d â f e d e n ,

m i i r t e f i ', m i i r t e f i a

‫ﻣﺮﺗﻔﻌﻪ‬

،

‫ﻣﺮﺗﻔﻊ‬

(a.s. r e f d e n ) :

y ü c e . C ib â l - İ m i i r t e f i a : y ü k s e k d a g la r . la n d .

i. İc a d ın

miirtagib ‫ﻣﺮﺗﻔﺐ‬

a d i.

(a .s. v e m ü r ş i d 'i n c.) : m i i r -

1.

ir tik a ed en ,

y u k a r ı ç ı k a n , y ü k s e le n . 2 . ile r le y e n , ( b k z : m ü t e r a k k i , m ü t e â l î , m iit e s â id ). (a .s. r a b t 'd a n ) :

1. i r t i b â t

eden ,

(a.i.) :

h a s ta lığ ı

ş a ş ırta n

m i i r t e h e n ‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﻬ ﻦ‬a.s. r e h n 'd e n ) : r e h i n o l a r a k

m i i r t e h i l ^ ^ ( a . s . r ı h l e t 'd e n ) : 1. i r t i h â l e d e n , d ü n y â d a n g ö ç e n , ö le n . 2 . g ö ç e d e n .

i p o t e k o l a r a k a la n .

miirtehis ‫ ( ﻣﺮﺗﺨﺺ‬a . s . ) : i r t i h â s e d e n , u c u z s a -

(a .s. r e c â 'd a n ) : İ r t i c â o l u n m u ‫ ؟‬,

u m u lm u ‫ ؟‬, ü m îd e d ilm i‫ ؟‬.

yan.

‫ﻣﺮﺗﺤﺾ‬

m iir te h iz

(a .s. r e c l'd e n ) : ir t i c â l e n , h e -

d ü şü n m ed en

‫ﻣﺮﺗﺤﻒ‬

m i i r t e h i n ‫( ﻫ ﺮ ﺗ ﻬ ﻦ‬a.s. r e h n 'd e n ) : ,re h in o la r a k ,

b a ğ l a n a n . 2 . ilg i l i , b a ğ la n t ı l ı ,

mürtecel ‫ﻣﺮﺗﺠﻞ‬

m iirte h a f

a l m a n , i p o t e k e d ile n .

r a ğ b e t e d e n , is t e k g ö s t e r e n ,

mürtebit ١‫ﻣﺮﺗﺒﻂ‬

(a.s. i r t i f â d 'd a n ) : ir t i f â d e d e n ,

te d â v î u s u l ü .

(a.s. r a g b e t 'd e n ) : ir t ig a b e d e n ,

(a.s. r a k y 'd e n ) :

‫ﻣﺮﺗﻬﺪ‬

m iir te fid

k a z a n a n , e d in e n .

‫ ؟‬itler, d o ğ r u y o l g ö s t e r e n le r ‫ ؛‬p irle r,

s ö y l e n i lm i ş

sö z

veyâ

‫ ؟‬iir.

(a.s.) : i r t i h â z

e d e n , r e z il

o la n . m ü r 't e î

‫ﻫﺮص‬

(a.s. r a 'y 'd a n ) : 1. İ r t i â e d e n , o tl a -

y a n . 2 . k ı r d a d o la ş a n .

mürteci' ‫ﻣﺮﺗﺠﻊ‬

(a .s. r ü c û 'd a n ) :

1.

İr tic â ed en ,

g e r i d ö n e n . 2 . g e r ilik , g e r i y e d ö n m e k t a r a f

fr. réactionnaire.

mürteci ‫ﻫﺮﺗﺠﻰ‬

(a .s.

miirtecil ‫ﻣﺮﺗﺠﻞ‬

(a .s.) : h a z ı r c e v a p ,

eden ,

( a .f z f .) : i r t i c â l e n

sö z

v e y â ‫ ؟‬i i r s ö y le y e n e y a r a ş ı r s û r e t te .

miirtecile ‫ﻣﺮﺗﺠﻠﻪ‬

(a .s.) : [“ m ü r t e c i l ” i n m iie n .].

( b k z : m iir t e c il) .

‫ﻣﺮس‬

(a.s. r a 'd 'd e n ) : i r t i â d e d e n , k o r -

k u p ti tr e y e n , ( b k z : m ü r t e i ‫ ؟‬, ra 'ş e d â r ). m iirte i‫؟‬

i r t ic â le n ,

d ü ş ü n m e d e n h e m e n ‫ ؟‬i i r v e y â s ö z s ö y le y e n ,

mürtecü-âne ‫ﻫﺮﺗﺠﻼذه‬

m ü r t e i b ٠‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﻌ ﺐ‬a.s. r u 'b 'd a n ) : i r t i â b e d e n , k o r kan. m iirte id

r e c â 'd a n ) : İ r t i c â

u m u c u , u m a n , ü m itli.

8 ٥٠

‫ﻣﺮﺗﺪ ع‬

m ü rte d i'

m i i r t e f i ' o l m a k : k a y b o lm a k .

k ı ş ı r s û r e t te .

lıs ı,

îs lâ m d in in d e n d ö n e n .

m i i r t e f i a r â z î : c o g r . * y ü k s e k e l, a l m . H o c h -

M e v lâ n â .

m en,

‫( ﻣﺮ'ذد‬a.s. r e d d 'd e n ) : i r t i d â d e d e n ,

m iirte d d

İrtifâ e d e n , y ü k s e le n , y ü k s e lm iş , y ü k s e k ‫؛‬

" f e n â f i l l â h " m e r t e b e s in e u la ş m ış .

mürtecâ ‫ﻣﺮﺗﺠﻰ‬

( a . i . ) : b i r b i r i ü z e r i n e i s ti f le n -

a r d m a d ü ş e n , a r k a s ı n d a n g id e n ,

mür‫ ؟‬id-i kâmil : tas.

mürtaki ‫ﻣﺮﺗﻬﻰ‬

‫ا‬٠‫ﻣﺮﺗﺞ‬

‫ ؟‬e y le r d e n k a ç m a n .

(m ü r ş it).

miirşide ‫ﻣﺮﺷﺪه‬

m ü rte c im m iç .

1. İrşâ d e d e n , d o ğ r u y o lu g ö ste re n , k ıla v u z . 2.

( a .z f .) : d ü ş ü n m e d e n , h e -

m e n s ö z v e y â ş i ir s ö y le y e re k .

m iie n .]. ( b k z : m ü r s il) .

mürşid ‫ﻣﺮﺷﺪ‬

‫ﻣﺮﺗﺠﻼ‬

m iir te c ile n

‫ﻣﺮﺗﻌﺶ‬

(a.s. r a 'ş 'd e n ) : İ r t i â ‫ ؟‬e d e n , t i t r e -

y e n . ( b k z : m ü r te i d ) . m iir te iş e

‫ﻣﺮﺗﻌﺸﻪ‬

( a . s . ) : [“m i i r t e i ‫ ” ؟‬i n m iie n .] .

( b k z : m i i r t e i ‫)؟‬. m iir te k ıb

‫ﻣﺮﺗﻘﺐ‬

(a.s. r a k b 'd a n ) : i r t i k a b e d e n ,

b e k le y e n , g ö z h a p s i n e a la n , ( b k z : m ü t e r a k k ıb ).

mürvârîd

‫ﻣﺮﺗﻔﺶ‬

m ü r te k ış

( a .s .) : ir tik a ş ed en , sa v a ş ta

‫ﻣﺮﺗﻜ ﺐ‬

m iirte k ib

(a.s.

1-ü k û b 'd a n .

m ü rû r

‫( ﻣﺮور‬a.i. m e r r 'd e n ) : 1. g e ç m e , b i r y a n -

d a n g ir ip O te y a n d a n ç ık m a . 2 ٠g e ç ip g itm e .

b i r b i r i n e g ir e n , k a r m a k a r ı ş ı k o la n , c. :

m ü r t e k i b i n ) : İ ı't ik â b e d e n , k ö t ü , y a k ı ş ı k s ı z

3.

so n a e rm e .

m ü r û r - ı b â l â : a s t r . y ı l d ı z l a r ı n m e r id y e n d e n

İş y a p a n ; r ü ş v e t a la n , r ü ş v e t y i y e n , ( b k z :

e n b ü y ü k y ü k s e k l i k t e k i g e ç iş i, * ü s tg e ç iş , fr .

m ü r t e ş î) .

c u lm in a tio n s u p é rie u re .

m ü r t e k i b â n ‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﻜ ﺎ ن‬o .s. m ü r t e k i b 'i n c.). ( b k z :

m ü r te k ib in

m i i r û r - 1 e y y â m : g ü n l e r i n g e ç ip g itm e s i. m ü r û r - i s ü f l â : a s t r . K u tu p y ıl d ız ı a s l ın d a

m ü r t e k ib in ) . ‫ﻣ ﺮﺗ ﻜﺒﻴ ﻦ‬

(a.s.

m ü r t e k i b 'i n

c .) :

i r t ik â b e d e n le r , k ö t ü , y a k ı ş ı k s ı z İş y a p a n l a r ,

" é p h é m è i- id e " d e n il e n b i r m i i n h a n i ( e g r i ) ç iz e r e k h a r e k e t e t m e k te ik e n , b u e g r i a s t r o n o m l a r c a p r a t i k m a k s a t l a r l a b i r e lip s o la -

r ü ş v e t a la n la r , r ü ş v e t y iy e n le r ,

r a k k a b û l e d il m i ş t ir . H a k i k i k u z e y (p ô le ) m i i r t e k i z ‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﻜ ﺰ‬a .s. r e k z 'd e n ) : y e r l i y e r i n d e , d ik ili d u ra n , s a ğ la m d u ra n ,

m e n o k t a s ı n d a d ı r . P o la r is ( K u tu p y ıld ız ı) e lip s in k ü ç ü k ç a p ı n ı n a l t ı n d a b u l u n d u ğ u

m ü r t e m î ‫ ى‬٠‫ ( ﻣﺮت‬a . i . ) : k e ş i f k o lu , k a r a k o l, m i i r t e s ‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﺚ‬a.i.) : h u k . h a r p t e y a r a l a n ı p h a r p m e y d a n ı d ış ın a n a k le d ild ik te n b ir a z so n r a

(a .s. r e s m 'd e n ) : 1 . r e s m o l u n -

m u ş , r e s i m l e n m i ş . 2 . m a t . * iz d ü ş ü m , m ü rte s e m e

‫ﻣ ﺮﺗ ﺴ ﻤ ﺔ‬

(a .s. r e s m 'd e n ) : [“ m i i r t e -

a s l ı n d a " é p h é m è r i d e " d e n il e n b i r m i i n h a n i e g ri a s tro n o m la rc a p r a tik m a k s a tla rla b ir e lip s o l a r a k k a b û l e d i l m i ş t i r . H a k î k î k u z e y

( a . s . ) : s ık ı, s a ğ l a m v e s â b it

‫ﻣ ﺮﺗ ﺦ‬

m ü r û r - i u l y â : a s t r . * y ü c e lim . K u tu p y ıl d ız ı (* eg ri) ç iz e r e k h a r e k e t e t m e k te ik e n , b u

s e m ” i n m ü e n .J . ( b k z : m ü r t e s e m ) . m iirte s ih

a n d a m ü r û r - i s ü f l â 'd a d ı r . [e lip s in b ü y ü k ç a p ı, h a t t - ı İ s tiv â (e k v a to r) d ü z le m in e p a r a le ld ir].

ö le n i s l a m m ü c â h i d i . m iir te s e m ‫ﻣ ﺮ ﺗ ﻢ‬

b u e lip s in b ü y ü k v e k ü ç ü k ç a p l a r ı n ı n k e s iş -

(p ô le ) b u e lip s in b ü y ü k v e k ü ç ü k ç a p la r ın i n k e s i ş m e n o k t a s ı n d a d ı r . P o la r is ( K u tu p

o la n . m i i r t e s i m ‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﻢ‬a .s. r e s m 'd e n ) : i r t i s â m e d e n ,

y ıl d ız ı ) e li p s i n k ü ç ü k ç a p ı n ı n i i s t i i n d e b u l u n d u g u a n d a m ü r û r - i u l y â 'd a d i r . [e lip s in

re s m i ç ık a n .

b ü y ü k ç a p ı h a tt-1 İs tiv â d ü z le m in e p a r a l e lm i i r t e s s ‫ ( ﻣ ﺮ د س‬a . s . ) : i r t i s â s e t m iş , d u y u l m u ş . İ ş it ilm i ş , ( b k z : m e s m û ', ş â y i') . m ü rte şî

mürûr-i Va'de-İ yâr : s e v g i li n in v e r d i g i SÖ-

(a .s. r i ş v e t 'd e n ) : i r t i ş â e d e n ,

‫ﻣﺮدد ى‬

r ü ş v e t a la n , ( b k z : m i ir t e k ib , m ü s te r ş î). m ü r te ş îf ‫ﻣ ﺮﺗ ﺸ ﻒ‬

(a .s. r e ş f d e n ) : y u d u m

‫ﻣ ﺮﺗﺜ ﻊ‬ ‫ﻣ ﺮﺗ ﻮ ى‬

(a .s.

r e ş h 'd e n ) :

sü z ü lm ü ş ,

o la n z a m a n l a r ı n g e ç m e s i,

fr. prescription.

miirûriyye ‫( ﻣﺮورﻳﻪ‬a.i. m ü r û r 'd a n ) : g e ç m e lik ,

( a . s . ) : İ r t i v â e t m iş , s u y a k a n -

b i r k ö p r ü d e n , b i r y a b a n c ı ü l k e d e n g e ç e rk e n v e rile n p a ra .

m ış . m iirte z ılc

d â v â n ı n a ç ıl m a s ı v e y â b i r h ü k m ü n y e r i n e g e ti r i lm e s i İ ç in k a n û n e n m u a y y e n , b e lli

( b k z : m iir e v v a k ). m iir te v i

z ii n g e ç ip g itm e s i.

mürûr-i zemân : huk. * z a m a n a ş ım ı, b i r yu-

d u m İç e n . m U r te ş ih

d ir ] .

‫ﻣ ﺮﺗ ﺰ ق‬

(a .s.

r ı z k 'd a n ) :

r ız ık la n a n ,

miiriivvet ‫( ﻣﺮوت‬a.i. m e r 'd e n ) : 1. in s â n iy e t , m e r t l i k , y iğ i tl ik . 2 . c ö m e r t l i k , iy ilik s e v e r -

a z ık la n a n .

li k . 3 . k a d ı n a d ı . m ü r t e z i k a ‫( ﻣ ﺮ ﺗ ﺰ ﻗ ﻪ‬a .i. r ı z k 'd a n ) : u lû f e ( m a a ş )

mürüvveten ‫( ﻣﺮوة‬a.zf.) : in s a n c a , m e r t l i k v e

s â h ip le r i . m ü r û c ‫( ﻫ ﺮ و ج‬a .i. m e r c 'i n c . ) : ç a y ı r l a r , ç a y ı r -

miirüvvet-mend ‫( ﻣﺮوﺗﻤﻨﺪ‬f.b.s.) : 1. in s â n iy e t li .

İık la r . m ü rû d et ‫ﻣ ﺮ ود ت‬

y iğ itlik le .

( a .i .) : so n d e re ce ta ş k ın lık ,

â s îlik , d i k b a ş h h k g ö s t e r m e .

2.

c ö m e r t, iy ilik s e v e r.

mürvârîd ‫( ﻣﺮواوﻳﺪ‬f.i.) : in c i, ( b k z : d ii r r , İÜ'İÜ). 861

müsâadâ.

‫ﻣﺴﺎﻋﺪات‬

m üsâadât 1.

(a .i.

m ü s â a d e 'n i n

c .) :

m ü sâade

k a b a h a tli b ir k im s e n in m a lin in h ü k ü m e tç e , p â d i ş â h a d ı n a z a p t e d ilm e s i. 2 . m e m n û , y a -

y a r d ı m l a r . 2 . iz in le r .

‫( ﻣﺴﺎﻋﺪه‬a.i. s u 'û d 'd a n .

c . : m ü sâ a d â t):

1 . y a r d i m , ( b k z : m u â v e n e t ) . 2 . i z i n . 3 . e lv e r i ş l i b u l u n m a , [ş iir d e : “ m ü s â a d e t ” ş e k lin d e

s a k b i r ş e y i n k a n û n a u y g u n o l a r a k z a b t ı, fr . c o n fis c a tio n . m i i s â d e r e a l e '1 - m a t l û b : m a n t . * s a v ı * k a n ı t s a m a , b i r ş e y i y i n e k e n d is iy le d e lil g ö s t e r -

d e k u lla n ılır ].

m e y e k a l k m a İŞİ.

‫ﻣﺴﺎﻋﺪه ﻛﺎر‬

m ü sâ a d e -k â r

( a .f.b .z f) : u ysa l d av -

r a n a n , z o r l u k ç ı k a r m a y a n , h o ş g ö r ü s a h ib i,

‫ﻣﺼﺎدف‬

m ü s â d if

-(a.s.

s ı ı d û f 'd a n ) :

te sâ d ü f

e d e n , r a s t l a y a n , r a s t g e le n . m ü sâ a d e -k â rî

‫ﺳﺎ ﻋﺪه ﻛﺎر ى‬

( a .f .b . i .) : u y s a l d a v m üsâf

r a n m a , z o rlu k ç ık a r m a m a , h o ş g ö rü rlü k ,

‫ﻣﺴﺎف‬

-(a.i. m e s â f e 'n i n

c . ) : m e s â fe le r ,

u z a k l ı k la r . m ü s â a fe

‫ﻣﺴﺎ ﻋﻔﻪ‬

(a.i. a f v 'd e n ) . ( b k z : m ü s â a d e ,

‫ﻣ ﺼﺎﻓﺎت‬

m ü s â fâ t

m ü s â m a h a ), fr. to fe re n c e .

(a .s .) :

1 . b ir b ir in e

k ö tü

m u â m e le e t m e . 2 . h a s t a y ı t e d â v î e t m e , m üsâb

‫ﻣﺜﺎب‬

(a .s. s e v â b 'd a n ) : s e v a p k a z a n m ı ş ,

‫ﻣﺴﺎ ﻓﺮ ت‬

m iis â fe re t

sevap k a za n an .

(a .i. s e f e r 'd e n ) : 1 . s e y a h a t ,

y o lc u lu k . 2 . m is a fir lik , k o n u k lu k , m iis â b a k a

‫ﺳﺎﺑﻘ ﻪ‬

(a .i. s e b k 'd e n ) : b i r b i r i n d e n m ü s â fe re te n

il e r i o l m a y a , b i r b i r i n i g e ç m e y e ç a lı ş m a , m ü sâb ak at

‫ﻣﺴﺎﺑﻘﺖ‬

m iis â fir

( a .i.) : y a r ış , y a r ış m a ,

1. m iis â b e re t

‫ﻣﺜﺎﺑﺮت‬

(a .i. s a b r 'd a n ) : 1 . d e v a m l ı ,

sü re k li o la r a k u g r a ş m a . 2 . b ir ş e y y a p m a y a h e m e n g i r i ş m e , ( b k z : m ü b â d e r e t) .

‫ﺳﺎﺑ ﻖ‬

m ü s â b ık

‫ﺳﻌﺪ‬

( a . s . ) : i s 'â d

e d i lm i ş ,

b a h t iy a r ,

‫ﻣﺼﺎدﻓﺖ‬

،

‫ﻣﺼﺎدﻓﻪ‬

(a.i.

‫ﻣﺼﺎدﻣﺎت‬

(a.i. m i i s â d e m e 'n i n c . ) :

ç a rp ış m a la r, to k u ş m a la r,

‫ﻣﺼﺎدﻣﻪ‬

m iis â d e m e

(a.s.

s a d m 'd e n .

c .:

rin e ç a rp m a .

m a.

k o m şu ya

g id e n

k im s e .

4 . hek.

gözün

s a y d a m ta b a k a s ın d a h e r h a n g i b ir se b e p te n

m ü s â fir -h â n e

‫ﺳ ﺎ ﻓﺮﺧﺎ ﻧﻪ‬

( a .f .b . i .) : 1 . y o l c u k o -

‫ﺳﺎﻓﺮﻳ ﻦ‬

m ü s â fir în

(a.i. s e fe r 'd e n . m i i s â f i r 'i n

m iis â fir-p e r v e r

‫ﻣﺴﺎﻓﺮﻳﺮور‬

(a .f.b .s .) : k o n u k s e -

m üsâg

‫ﻣﺴﺎغ‬

(a .s. s e v g 'd e n ) : İ s â g a o l u n m u ş ,

b o ğ a z d a n k o la y lık la g e ç ir ilm iş , k o la y y u -

m üsâg

‫ﻣﺼﺎغ‬

(a.i. İ s â g a 'd a n ) : a k ı t ı lm ı ş , k a l ı b a

d ö k ü l m ü ş o la n .

m ü s â d e m e -i

s e fâ in :

h a k ik a t

g e m i le r i n

ç a rp m a s ı.

m ü sâ d e m e -i

e flc â r d a n

ç ı k a r ." ( N . K e m â l ) : h a k i k a t ş i m ş e ğ i , İ ıa k ik a t i n ış ı ğ ı , f i k i r l e r i n ç a r p ı ş m a s ı n d a n ç ık a r .

m iis â h e le

‫ﺳﺎ ﻫﻠﻪ‬

u y s a llık 3.

‫ﻣﻌﺎد را ت‬

(a .i.

s ı ı d û r 'd a n .

m i i s â d e r e 'n i n c . ) : m iis â d e r e le r , y a s a k ş e y le r in k a n u n a u y g u n o la r a k a lın m a la r ı, * z o -

2 . k o la y lık

g ö ste rm e .

k o la y sa n m a .

ve u y s a llık 3.

(a.i. s e h l 'd e n ) : 1 . i n c e l i k v e

g ö ste rm e .

m ü s â h e le -k â r

2 . s i l â h lı ç a r p ı ş m a .

‫ﻣﺴﺎﻫﻠﻪ ﻛﺎر‬ g ö ste re n .

(a .f.b .s .) : 1 . in c e lik 2 . k o la y lık g ö ste re n .

k o la y sa n a n .

m ü s â h e le -k â r-â n e

‫ﻛﺎراﻧﻪ‬

‫ﻣﺴﺎﻫﻠﻪ‬

( a .f.z f.):

n e z â k e t v e u y s a l l ı k g ö s t e r e n e y a r a ş ı r y o ld a ,

r a lım la n . m iis â d e r e

b ir in in

t ü lm ü ş .

m iis â d e m e -i b a h r i c e : a s k . d e n iz d e ç a r p ış -

m ü sâd erât

s ır a s ın d a

ver.

m ü s â d e m â t ) : 1 . ç a r p ı ş m a , t o k u ş m a , b ir b i-

"B â rik a -İ

2 . y o lc u lu k

e v in e in e n k o n u k , ( b k z : m ih m â n , d a y f).

c . ) : 1 . y o l c u la r . 2 . m i s a f i r l e r , k o n u k l a r ,

s ı ı d û f 'd a n ) : t e s â d i i f e t m e , r a s t g e lm e . m ü sâd em ât

ü s -s e b îl) .

n a g ı, o te l. 2 . m e c . (b u ) d ü n y â ,

m e s 'u t , m u t l u k ı l ı n m ı ş . m iis â d e fe , m ü s â d e fe t

(a .i. s e fe r 'd e n . c .: m ü s â f i r î n ) :

d o l a y ı m e y d a n a g e le n b e y a z le k e ,

y a r ı ş ç ı , m i i s â b a k a y a k a t ı la n k i m s e , m ü s 'a d

‫ﻣﺴﺎﻓﺮ‬

( a . z f . ) : m i s a f i r o la r a k ,

m i s â f i r , y o l d a n g e le n , y o l c u , ( b k z : ib n -

3.

(a.s. v e i. s e b k 'd e n ) : y a r ı ş a n ,

‫ﺳﺎﻓﺮ ق‬

‫ﻣﺼﺎدره‬

(a .i.

s ı ı d û r 'd a n .

c .:

m ü s â d e r â t ) : 1 . T a n z i m a t 't a n O n c e .h e r h a n g i

m ü s â h e n ıe m e.

‫ﻣﺴﺎﻫﻤﻪ‬

(a .i. s e h m 'd e n ) : k u r 'a ç e k -

mösânâ. m ü sâ h e re

‫ﺳﺎ ﻫﺮه‬

(a .i. s e h e r 'd e n ) : g e c e u y u y a -

‫ﺳﺨﻦ‬

(a .s. s a h a n v e s ı ı h û n e t 'd e n ) :

‫ﺳﺤﺮ‬

(a .s. s i h r v e s e h h a r 'd a n ) : b i i -

y ü l e n m i ş , b ü y ü l ü ; b ü y ü ile a ld a n m ı ş ,

m iis a h h a r

‫ﺳﺨﺮ‬

o lu n m u ş,

(a .s. s i h r i y y 'd e n ) : 1 . t e s h i r

e ld e

e d i lm i ş ,

e le

g e ç ir ilm iş .

2 . t u t k u n , İtâ a t e t m iş , b o y u n e ğ m i ş . 3. h u k . V e k îl- İ m ü s a h h a r : m a z n u n

(s a n ık )

İ ç in

m a h k e m e c e t â y in o lu n a n a v u k a t.

ele g e ç ir e n . (a.s. s e h m 'd e n ) : k u r 'a a ta n ,

k u r 'a ç e k e n .

(a.s.

s ü û d 'd a n ) :

1. y a r d im

eden. 2 . elverişli, u y g u n , ( b k z : m u v â fık ). eden,

3. m ü s â a d e

iz in

veren .

G a y r-İ

m ü s â i d : e lv e r iş s iz ; m ü s â a d e v e r m e y e n . m ü s â if

- ( a . s . ) : m ü s â a f e e d e n , İş b it ir e n ,

‫ﻣﺴﺎﻗﺎت‬

("k a "

uzun

o k u n u r,

a .i.

s e v k 'd e n ) : file, m e y v a s m ı n b i r k ı s m ı n ı a lm a k ş a r tıy la b ir b a ğ ı v e y â a ğ a ç la r ı b ir in e verm e.

m iis â k a ta 2.

( a .f .b . i .) : b a r ı ş

m ü s â le b e

‫ﺳﺎ ب‬

m ü s â le fe

‫ﺳﺎﻟﻐﻪ‬

(a .i. s e l b 'd e n ) : y a ğ m a , t a la n , (a .i. s e l e f d e n ) : 1 . b i r i y l e b i r li k -

te s e y r e t m e . 2 . b i r m e s 'e le d e b e r â b e r le ş m e .

3.

b i r i n e y o l a r k a d a ş ı o l m a . 4 . ile r i g e ç m e ,

ile r id e , ö n d e b u l u n m a [b ir in d e n ) ,

m ü s â le m e , m iis â le m e t

‫ﺳﺎﻟ ﻤ ﺖ‬

،

‫ﺳﺎﻟﻤ ﻪ‬

(a. i.

r ı ş ı k l ı k . ( b k z : m ü s â l â h a ‫) ؛‬.

‫ﻣ ﺎ ﻟﻤﺘﻜﺎر‬

( a .f.s .) : b a rış ç ı,

‫ﺳﺎﻟ ﻤ ﺖ اﺳﻠﻮب‬

m ü s â le m e t-ü s lû b

( a .b .s .) : b a -

‫ﻣﺴﺎﻗﻄﻪ‬

m U s â lif

(a .s. s e l e f d e n ) : 1 . b i r i y l e b e r â b e r

s e y r e d e n . 2 . b e r â b e r o la n , b e r â b e r le ş e n [b ir

٠ile r d e ,

İ ş d e -]. 3 . y o l a r k a d a ş ı. 4

ö n d e b u lu -

n a n [b ir in d e n -].

u y g u n lu k g ö ste re n .

m iis â k a t

(b k z :

rışse v e rc e , b a r ış ç ıy a y a r a ş ır y o ld a .

‫ﻣﺴﺎﻋﺪ‬

m ü s â id

‫ﻣﺼﺎﻟﺤﻪ ﻧﺎﻣﻪ‬

m ü s â lâ h a - n â m e

m ü s â le m e t-k â r

‫ﻣﺴﺎﻫﻢ‬

g ü v e n lik ,

s i l m 'd e n ) : b a r ı ş İ ç in d e o l m a , b a r ı ş lı k , b a -

m i i s a h h i r - (a.s. s i h r i y y 'd e n ) : t e s h ir e d e n ,

m ü s â h im

2 . b a r ış ,

a n d la ş m a s ı.

t e s h i n e d i lm i ş , ı s ı t ı l m ı ş , k ı z d ı r ı l m ı ş ,

m üsahhar

a n tla ş m a s ı.

m ü s â le m e t ) .

m a y ıp u y a n ık d u rm a .

m üsahhan

rış

(a .i. s u k u t 'd a n ) : 1 . d ü ş ü r m e .

p e y d e rp e y d ü şü rm e ,

m ü s â lih

‫ﻣ ﻌﺎ ﻟﺢ‬

(a .s. s u lh 'd e n ) . ( b k z : m u s â lih ) .

‫ﺳﺎ ﻣ ﺤﻪ‬

m üsâm aha

(a.i.

s e m â h a t 'd e n .

c .:

m ü s â m a h a t ) : 1 . g ö r m e m e z l i ğ e g e lm e , g ö z yum m a, 3.

hoş

g ö rm e .

2 . a ld ı r ı ş

e tm e m e .

s a v s a k la m a .

m ü sâm ah a-k âr

‫ﺳﺎ ﻣ ﺤ ﻪ ﻛﺎر‬

( a .f .b . s .) : 1 . g ö r -

m e z li g e g e le n , g ö z y u m a n , h o ş g ö r e n . 2 . a ld ı r ı ş e t m e y e n . 3 . s a v s a k la y a n ,

m iis a k k a b m üsakkaf

‫ﺷﻘ ﺐ‬

(a.s.). ( b k z : m u s a k k a b ) .

‫ﺳﻘ ﻒ‬

(a .s.

sa k fd a n .

m ü sâ m a h a -k â r-â n e c .:

1.

m ü s a k k a t â t ) : t a s k i f e d i lm i ş , t a v a n l a n m ı ş ,

gö re re k .

ü s t ü t a v a n l a ö r t ü l m ü ş , t a v a m , d a m ı o la n .

yarak .

m ü s a k k a f â ^ ^ ( a . s . s a k f d a n .m ü s a k k a f in c . ) : m ü s a k k a f o la n , ü z e r i d a m ile ö r t ü l ü o l a n y e r le r : [ev, h a n , d ü k k â n ., g ib i],

m iis a k k a l

‫ﻣﺘﻌﻞ‬

(a .s. S ik a l v e S i k l e t 'd e n ) : a ğ ı r -

la n d ır ılm ış , a ğ ır la n d ır ıla n ,

m iis a k k ıl

‫ﻣﺘﻌﻞ‬

(a .s. s i k l e t 'd e n ) : s a k i l k ı l a n ,

a ğ ır la ş tır a n .

m iis a k k ib

‫ﻣﻔﻘﺐ‬

‫ﻣﺴﺎﻣﺤﻪ‬

(a .f.z f.):

2 . a ld ı r ı ş

e t m e y e r e k . 3 . s a v s a k la -

‫ﺳﺎ ﻣ ﺤﺎ ت‬

m üsâm ahât

(a .i.

s e m â h a t 'd e n .

m ü s â m a h a 'n ı n c . ) : g ö z y u m m a l a r , h o ş g ö r m e le r , a l d ı r ı ş e t m e m e le r ,

m ü sâ m e râ t

‫ﻣﺴﺎﻣﺮات‬

(a.i. m ü s â m e r e 'n i n

c.) :

a k ş a m , g e c e t o p l a n t ı l a r ı , e ğ le n c e le r i,

m ü sâ m e re

‫ﻣﺴﺎﻣﺮه‬

(a.i.

s e m r 'd e n

c .:

m ü s â m e r â t ) : 1 . a k ş a m , g e c e t o p la n t ıs ı, e ğ (a .s. s a k b 'd a n ) : t e s k ib e d e n ,

le n c e s i.

2 . o k u ll a r d a

t a le b e le r

ta r a fın d a n

o y n a n p iy e s.

d e le n , m üsâl

‫ﻛﺎراﻧﻪ‬

g ö r m e m e z l i ğ e g e le r e k , g ö z y u m a r a k , h o ş

( a . i . ) : s a k a l, ( b k z : lih y e ).

m ü s â l a h a ^ ^ (a.i. s u l h 'd e n . c. :m ü s â l a h â t ) : 1 . b a r ı ş m a , u z la ş m a . A k d - İ m i i s â l a h a : b a -

m ü s â m ih

‫ﺳﺎ ﻣ ﺢ‬

(a.s. s e m â h a t 'd e n ) : g ö z y u -

m a n , h o ş g ö r e n , a ld ı r ı ş e t m e y e n , m üsân ât

‫ﺳﺎﻧﺎ ت‬

(a.i.) : y ı l l ı k İş g ö r m e .

863

miisânede, miisânedet

‫ﺳﺎ د ت‬

m iis â n e d e , m iis â n e d e t

،

‫ﺳﺎﻧ ﺪ ه‬

(a. i.) :

‫ﺳﺎﻧ ﺤ ﻪ‬

m iis â n e h a

(a.i.

s ü n û h 'd a n ) :

s â n ih

‫ﻣﺴﺎﻧﻬﻪ‬

m iis â ra a t

‫ﺳﺎ ر ﻋ ﺖ‬

(a.i.). (b k z : m ü sân ât). (a.i. s iir 'a t'd e n ): 1. siir'at v e

‫ﻣﺴﺎرﻋﺔ‬

( a .z f .) : siir'atli, acele ola-

‫ﻣﺴﺎرﻗﻪ‬

m iis â ra k a

(a.i. sirlcat'den). (b k z : m ü sa -

m ü s b it

‫ ( ﻣ ﺴﺒ ﺖ‬a .i.) : y a r a v e h a s ta lık ta n d o la y ı

( a .s .) : İsbâg ed ici, ta m a m la y ıc ı.

m iis b it, m iis b ite

‫ ﻣﺜﺒﺘﻪ‬، ‫( ﺷ ﺒ ﺖ‬a.s. s ü b û t 'd a n ) :

‫ﺳﺎ رﻗ ﺖ‬

m iis â r a k a t

(a.i.

s ir k a t 'd e n ) : ‫ ؟‬a lm a ,

h ırsız lık . (a.i.

setr'd en ) : 1. O rtiinm e.

ö rtm e. (a.i. se v iy y 'd e n ) : m ü sâ v îlik ,

e ş i t l i k , a y n i h a ld e v e d ereced e o lm a,

‫ﻣﺴﺎواة‬

m iis â v â t-p e r v e r

beş m ıs r â İlâve ed ilen gazel, kaside.

‫ﻣﺴﺒﻌﻪ‬

‫ﻣ ﺴﺎوا ت ﺑﺮور‬

‫ﻣﺴﺎوﻣﻪ‬

( a . f b . s . ) : *e şitliğ i

‫ﺳ ﺐ‬

m iis e b b e b

‫( ﺷﺒ ﺖ‬a.s. s ü b û t 'd a n ) : tespit o lu n -

m u ş, sâbit k ılın m ış . m iis e b b ib

(a.s. s e v iy y 'd e n ) : 1 . *eşit, d en k,

b irin in ö te k in d e n fa rk s ız o la n ı, a y n i h a ld e v e d e re ce d e b u lu n a n . 2 . m a t . *eşit (=) işareti.

2.

‫ﺳﺒ ﺐ‬

(a.s. se b e b 'd en ) : 1 . seb eb o lan .

icâd ed en .

m ü s e b b î b 'ü l - e s b â b ,

m ü s e b b ib -i

h a k îk î:

C e n â b -ı H a k . m ü s e b b ib e

m ü s â v i 'ş - ş e k l : k i m . *e şb içim li, f r . i s o m o r p -

(a.s. s e b e b 'd e n ) : se b e b o lu n a -

ra k m e y d a n a getirilen . m iis e b b e t

(a.i. s e v m 'd e n ) : p a z a r lık

etm e.

‫ﺳﺎ و ى‬

( a .i.) : 1. y e d i kere o lcu n m a-

si gereken duâ. 2 . s. [m ü se b b a 'n m m ü en .]. ( b k z : m ü sebba').

( a .z f .) : m ü s â v î, *eşit o la ra k ,

seven , *e şitlik isteyen . m iis â v e m e

(a.s. seb 'd en ) : 1 . y e d ili, y e d i

f r . h e p t a g o n e . 3 . e d . h er b e y tin e a y n i v e -

m iis e b b a a

‫ﻣﺴﺎوا ت‬

m ü sâv âte n

‫ﺳﻊ‬

k ış ım d a n m e y d a n a gelen. 2 . g e o . y e d ig e n , zin d e v e tek s a y ılı m ısra iy le a y n i k a fiy e d e

‫ﻣﺴﺎﺗﺮه‬

m ü sâ te re

m ü sâvât

v e s i k a o la b ilir k âğ ıtlar. m iis e b b a '

ralcat).

m üsâvî

‫ﺳﺦ‬

İs b â t ed ici, eden. E v r â k - 1 m i i s b i t e : delil,

rak.

2.

m iis b ig

pelc h a lsiz k a la n .

acele etm e. 2 . teşeb b ü s, g irişm e , m ü sâraa ten

m i i s b e t a d e d : m a t . * a rtı sayı, m i i s b e t c i h e t : a s t r . p o z it if y ö n .

o lm a , a k la , h a tır a gelm e, m üsân eh e

gerçek, d o ğ ru , y a r a r lı o la n ı y a p a n v e y a a ra yan.

y a r d im etm e, a rk a ‫ ؟‬ik m a .

٠‫س‬

( a .s .) : [“m ü s e b b ib " in m ü en .].

( b k z : m ü sebbib).

he. m ü s â v îm

‫ﻣﺴﺎوم‬

m iis e b b ih

(a.s. s e v m 'd e n ) : s ık ı p a z a r lık

eden. b i 'n - n a z a r : h u k .

[eskiden]

g ö r-

m e k v e y â g ö ste rm e k iizere a ld ığ ı m a il g ö -

eden,

su b h â n a lla h

tü re n k im se .

m e k ü z e re a ld ığ ı m a il g ö tü re n k im se ,

‫ﻣﺴﺎﻳﻐﻪ‬

‫ﺳﺒ ﺤﻪ‬

( a .i.) : 1 . şa h a d e t p a rm a ğ ı,

(a.i. s e y f d e n ) : b irb irin e lcılı‫؟‬

‫ﺳﺎﻳﺮه‬

‫ﺳﺒ ﺤﺎ ن‬

o lm a [b irin e].

‫ ﻣﺜﺒﺘﻪ‬،

e d ilm iş,

*o lu m lu .

3 . f iz .,

‫ﻣﺜﺒﺖ‬

d elil m at.

(a.s. s ü b û t 'd a n ) :

g ö ste rilm iş. p o z it if

m iis e b b ih 'in

c.) :

m ü s e b b i h â n - 1 m e l e i 'l - a 'l â : m elekler, m iis e b b ih -â n e

1 . tesbit

(a.s.

tesbih edenler, s u b h â n a lla h d iyen ler. m ü s e b b i h â n - 1 f e l e k : m elekler.

(a.i. s e y r 'd e n ) : y o l a rk a d a şı

m iis b e t, m ü s b e te

in m üen .]. (b k z : m iisebb ih ). m iis e b b ih â n

‫ ؟‬ek m e, b irb ir in e k ılıç la v u r m a , m iis â y e r e

m iis e b b ih a

sa g elin ik in c i p a rm a ğ ı. 2 . s. [“m U se b b ih ”

m ü s â v î m b i ' ş - ş i r â : h u k . [eskiden] iştirâ et-

fr.

2 . g r.

p o s itif.

U l û m - ı m i i s b e t e : p o z it if ilim ler. 4 . m e c .

864

(a.s. sebh v e sib â h e t'd en c.:

d iyen .

m ü s â v îm

m ü s â y e fe

‫ﺳﺒ ﺢ‬

m ü s e b b ih â n ) : tesb ih

‫( ﺳ ﺒ ﺤ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : te sb ih ederek,

su b h â n a lla h d iy e re k ‫ ؛‬su b h â n a lla h d iyen e y a ra ş ır yo ld a. m iis e b b ih în

‫ﻣﺴﺒﺤﻴﻦ‬

( b k z : m iiseb b ih ân ).

(a.i.

m iis e b b ih 'in

c .) :

müselles-‫ ؛؛ ؛‬mâlî

‫ﻣﺸﺖ‬

m iis e b b it

(a.s. sü b û t'd a n ) : tesbit ed ici,

sâbit k ıla n , d e v a m lı k ıla n ,

m ü s e llâ h ,

m ü s e llâ h a

s ü â h 'd a n ) :

m i i s e b b i t i i 'l - l e v n : k i m . m o rd a n , fr . m o r -

‫ﻣﺜﺒﺘﺎت‬

m iis e b b itâ t

(a.i.c.) : d o n d u ru c u , u y u ş t u -

m iis e b b ite

‫ﺗﻪ‬١‫ﻣﺚ‬

(a.s.) : [“ m ü se b b it" in m iien ].

m iis e c c a a

s ilâ h lı

s u lh ,

(a.s.

K uvâS u lh -İ

s ilâ h la n a r a k

‫ﻣﺴﻠﺤﺄ‬

(a .z f.

s i l â h 'd a n ) :

s i l â h lı

olarak. m ü s e l l e m - (a .s. s e lm 'd e n . c . : m ü s e lle m â t ) :

(b k z : m iisebbit).

m i i s e c c a ’,

‫ﻣﺴﻠﺢ‬

m u h â f a z a e d ile n s u lh . m iis e lla h a n

ru c u , b a y ıltıc ı İlâçlar.

،

s ilâ h lı .

y i m i i s e l l a h a : s i l â h lı k u v v e t l e r . m iis e llâ h :

d a n t.

‫ﻣﺴﻠﺤﻪ‬

s il â h la n m ı ş ,

-

‫ﺳﺠﻊ‬

،

1. t e s lim e d i lm i ş , v e r i l m i ş . 2 . s u g ö t ü r m e z , (a.s.

sec'd en) : e d . s e c ile n d ir ilm iş , c ü m le le rin in

d o ğ r u l u ğ u , g e r ç e k l i ğ i h e r k e s ç e k a b û l e d i lm i ş o la n .

s o n u ,k a fiy e li o lan [söz, n esir]. İ b â r e - i m i i -

m iis e lle m â n

s e c c a a : se c i'li, k a fiy e li söz. m i is e c c e l,

m i is e c c e le

‫ﻣﺴﺠﻠﻪ‬

‫ﻣﺴﺠﻞ‬

،

2. m ahkem e

d e fte rin e g e ç iril-

m iş. V u k u â t- 1 m ü s e c c e l e : sicile, m a h k e m e d efterin e g e ç irilm iş v u k u a t.

‫ﻫ ﺴ ﺠﻞ‬

m iis e c c il

(a.s. se cl'd e n ) : 1. te sc il ed en ,

ne geçiren .

(a.s. siid s'd en ) : 1. tesd is e d il-

m iş, a ltıy a ç ık a rılm ış . 2 . altı k ış ım d a n m e y d a n a gelm iş. 3. g e o . *altıgen , f r . h e x a g o n e , m iis e d d e s -i m u n t a z a m : g e o . d ü z g ü n *a l-

fr . h e x a g o n e r é g u l i e r .

4 . ed. her

k ıt'a sm d a altı m ıs râ b u lu n u r, ilk k ıt'a n ın m ıs r â la r ı a ra la r ın d a k a fiy e li olup, d ig e r k it'a la rd a ise ilk d ö rt m ısra ' a ra la rın d a , so n ik isi ise ilk k ıt'a ile k a fiy e lid ir,

h e r k it'a d a -n a k a ra t h â lin d e - a yn e n te k ra r

m e y d a n d a o l a n m e s e le le r ,

‫ﺳ ﻚ‬

m ü s e lle m in -

(a.i.) : y a r d ı m c ı t e o r e m , (a.i. s e lm 'd e n ) : t a r . v e r g i -

d e n a f f e d i l m i ş a c e m i a s k e rle r,

‫ﺷﻠ ﺚ‬

(a .s. s e lâ s e 'd e n ) : 1. ü ç le ş t ir ile n ,

ü ç lü , ü ç . İ t t i f â k - 1 m ü s e l l e s ( ü ç lü p a k t ) : b i -

t u r y a - M a c a r is ta n , İta ly a a r a s ın d a k i a n la ş m a . 2. i. ü ç k e r e t a s f i y e o l u n a r a k ç e k i l m i ş b i r c i n s ş a r a p . 3 ٠i. g e o . * ü ç g e n , f r . t r i a n g l e .

4 . m ü z . ü ç m ı s r â l ı g ü f t e . 5. i. g .s. b i r y a z ı s it ili.

m ü s e l l e s - i ü a d d ü 'z - z â v i y e : g e o . * d a r a ç ı lı *ü çg en .

m ü s e l l e s - i k a i n ı ü 'z - z â v i y e (“ k a ” u z u n o k u n u r ) : g e o . d i k * ü ç g e n , fr . t r i a n g l e r e c t a n g -

m ü s e lle s -i k ü r e v î : g eo. *k ü re se l *ü çgen , m i i s e l l e s - i m u h i : a n a t . b e y i n * ü ç g e n i , fr. tr ig o n e c é ré b ra l.

ed ilen m ü sed d es. (a.s. siid s'd en ) : ["m ü se d d e s''

in m ü en .]. (b k z : m ü sed d es). m ü s e d d i d ^ (a.s. se d â d 'd a n ) : 1. tesd id ed en , d o ğ ru lta n ,

s e lm 'd e n .

le.

m ü s e d d e s -i m ü k e r r e r : ed . son ik i m ıs r â ı

m ü sed d ese ‫ﻣ ﺪ ﻷ‬

(a .i.c . :

r in c i d ü n y â h a r b in e k a d a r A lm a n y a , A v u s -

u z u n lu ğ u n a d o ğ ru ltu lm u ş,

tigen ,

‫ﺳﻠ ﻤﺎ ت‬

m ü s e l l e m 'i n c.) : u m û m i y e t le k a b û l e d i lm i ş ,

m ü s e lle s

m ü s e d d e d ۵^ ( a .s . s e d â d 'd a n ) : t e s d î d e d ü m i ş ,

‫ﻣﺴﺪ س‬

m ü s e lle m â t

m ü s e lle m e

sicile, d eftere geçiren . 2 . m a h k e m e d e fte ri-

m ü sed d es

(a.i. s e lm 'd e n ) : y e n i ç e r i

(a.s.

secl'd en ) : 1. te scil e d ilm iş, sicile, d eftere g e ç irilm iş.

‫ﻣﺴﻠﻤﺎن‬

d e v r i n d e , y o l iş le r iy le v a z i f e l i o l a n a sk e r,

d o gru

y o la

sevk ed en .

m ü s e l l e s - i m u h t e l i f ü l - a d l â ' : g e o . ç e ş it k e n a r * ü ç g e n , fr . t r i a n g l e s c a lè n e . m ü s e l l e s - i m ü n f e r i c i i 'z - z â v i y e ‫ ؛‬g e o . g e n iş * a ç ı l ı * ü ç g e n , fr . t r i a n g l e o b t u s a n g l e .

2 . (sed d 'd en ) : tık a y a n , se d v e b iige t y a p a n .

m ü s e ll e s - i m ü s te v i : g e o . *d ü z le m *ü ç g e n ,

3 . tık a n m ış , sed v e b ü ğ e t y a p ılm ış , (b k z :

m ü s e l l e s - i m ü t e s â v i '1 - a d l a ' : g e o . * e ş k e n a r

m esd û d ).

m ü s e k k in , m iis e k k in e

* ü ç g e n , fr . t r i a n g l e é q u i l a t é r a l ,

‫ﻣﺴﻜﻔﻪ‬

،

‫( ﻣ ﺴﻜ ﻦ‬a.s.

sü k û n 'd a n ) : teslcin ed ici, u y u ş tu r u c u , y a tış tır ıc ı [ilâç]. E d v iy e - i m i is e lc k i n e : te sk in ed ici, u y u ş t u r u c u İlâçlar.

m i i s e l l e s - i m ü t e s â v î 's - s â k a y n ‫ ؛‬g e o . * i k i z k e n a r * ü ç g e n , f r . t r i a n g l e is o c è le ,

m iis e lle s -i ş im â lî : a s tr. k u z e y y a r ım k ü r e s in d e b u l u n a n ü ç p a r la k y i l d i z d a n m e y d a n a

865

müseHesü'r-re's gelen bir y ıld ız küm esi, lât. tria n g u lu m ; fr.

kırşılığında

T ria n g le B aurCal.

m ısrâlı bendlerden m üteşekkil nazım ,

m üseU esü'r-re's : zool. A m erik a'd a yaşayan zehirli ve başı ü‫ ؟‬köşe olan bir yılan,

satılm ış

‫ﻣﺜﻤﻨﻪ‬

m iisem m en e

(a.s.

şey.

5. ed.

sekizer

[('müsemmen'

in

miien.]. ( b k z : müsemmen).

m ü selles m u v â z e n e si: jeo d ., top. tek bir *üçgenin

Öİ‫ ؟‬Ü h atâlarım

giderm ek

İ‫ ؟‬in

‫ﻣﻐﻠﺜﺎت‬

m iisellesât

(a .i.c.): m at. trigonom etri,

‫ﻣﺜﻠﺜﻪ‬

(a .s.): [“m üselles'in müen.).

‫( ﻣﻐﻠﻔﻪ‬a .i.): kim .

oksijen, hidrojen ve

‫ﻫﺜﻠﺜﻰ‬

(a .s.): müselles, üçgen bi‫ ؟‬i-

m inde olan.

veren. 2.. i. [vaktiyle) m ülkiye kaym akam -

m iisen n â : iki noktalı t ( 4

m iisen n âiyy et

(a.s.) : 1. ü‫ ؟‬parçaya bölen, ü‫؟‬

parçaya ayıran, ü ‫ ؟‬e bölen. 2 . i. H z. Ebubekir, Ö m er ve O sm an'ı halife kabul edip de H z. Â lî'n in halifeliğini reddeden M üslüm an. 3. i. teslis'i kabul eden H ıristiyan.

‫ﻣﺴﻠﺴﻠﻪ‬

1. teselsül

،

eden,

‫ﻣ ﺴﻠ ﺴ ﻞ‬

zincirlem e,

2. i. ed. bütün m ısrâları kafiyeli m anzûm e. İ- g. S. b ir y a z ı sitili.

‫ﺳﻠ ﻸ‬ ‫ﻣﺴﻤﺎ‬

،

‫ﻣﺴﻤﻰ‬

(a.s.

sem v

ve

sü m iiv v 'd e n ): 1. tesm iye olunan, bir ism i olan, adlanm ış, adil, ( b k z : benâm ). B Îm ü s e m m â : isim lendirdiği şey m evcut olm ayan. 2. m u ayyan , belirli [zaman], m ü sem m â b i 'n - n a k i z : adıyla, hâli ve harelcetleri arasında tezad olan. B î-m ü se m m â : adsız, bilinm eyen. E ce l-İ m ü s e m m â : eceliyle gelen, n orm al ölüm, m iisem m en

‫ﻫﺜﻤﻦ‬

(a.s.

(a.s. müsennâ^'ün c . ) : iki nok-

‫ﻣﺘﺎ ت‬

(a .i.c .: m üsenneyyât).: su

bentlerinin, arkların ın kenarı,

‫ﻣ ﺴﺪه‬

m iisen ned e

(a.i. se n ed 'd en ): 1. arka yas-

tığı. 2 . arkaya dayanılacak yer.

‫ﻫﺴﻐﻢ‬

m iisen nem

m iisen n eyyât

(a .s.): 1. ev ‫ ؟‬atisi şeklinde

se m n 'd e n ): 1. sekiz

renkli. 2 . sekizli, sekiz parpadan m eydana gelen. 3 . geo. sekizgen, fr. octogone. 4 ٠fık . kıym et biçilm iş veyâ biçilen kıym et

‫ﺳﺒﺎ ت‬

(a.i. m iisennât'm c . ) : su

bentlerinin, arkların kenarları,

‫ﻣﺴﺮح‬

m iiserrah

(a .s.): tesrih edilm iş, boşan-

m ış, bırakılm ış, (bkz : tatlik). m iiserrec

(a.zf. silsile'd en ): teselsül

ederek, zincirlem e, birbirine bağlı olarak, m ü sem m â

(a .i.): fels. ik ili *bölü.

tali t ( ‫)ة‬. (bkz : m üsennâ 3).

ardı ardına. İb â r e -i m iiselsele : araları ke-

3.

.(‫ ؛‬. i. g. s. bir yazı

kedilm iş olan. (a.s.

silmeden, zincirlem e giden İbâre, cümle.

m iiselselen

gel-

olan. 2 . kabartm a, kab artm alı olarak hale-

M ü seİm â n ‫( ﻣ ﺴ ﻠ ﻤ ﺎ ن‬f.i.). (bkz : M üslim ), m üselsel, m iiselsele

‫ﺷﻨﺎﺑ ﺖ‬

‫ﻣﻔﺎ ت‬

m iisen nât

ünvan.

silsile'd en ):

m eydana

tali harfin sıfatı. T â -i m iis e n n â t: ik i nok-

İarına ve nâhiye m üdürlerine verilen bir

‫ﻣﺜﻠﺚ‬

iki kışım dan

miş. 2. i. gr. iki şahsa veyâ ik i şeye delâlet

m iisen nât

m iisellim ‫( ﻣ ﺴ ﻠ ﻢ‬a.s. selm 'd en ): 1. teslim eden,

m iisellis

(a.s. isn e y n 'd e n ): 1. iki kat, iki

ikili,

sitili.

karbondan olm a nesne, m ü sellesi

sem m 'd en ): zehirleyici,

eden kelime. 3. i. gr. iki noktalı harf. T â -i

( b k z : müselles). m ü sellese

‫ﻫﺸﻰ‬

m iisen n â katli,

fr. trigonom C trie. m ü sellese

‫( ﻣﺴﻤﻢ‬a.i.

m iisem m im agulayan.

tatbik edilen hesap sistemi,

‫ر ج‬

(a.s. sere'd e n ): tesric edilm iş,

eyer vu ru lm u ş, eyerlenm iş, eyerli. E sb -İ m iiserrec

٠eyerli at.

‫ﻣﺴﺮﺟﻪ‬

m ü serrece

(a.s. sere'd e n ): [“ m Userrec"

in müen.b (bkz : mUserrec). m iiserrer

‫ص‬

m iiserri'

‫ر ع‬

(a .i.): bot. göbekli bitki, (a.s. sür'at'den) : tesri' eden,

siir'atlendiren. m ü sev ved ât

‫ﻣﺴﻮدات‬

(a.i.

sevvâd 'd an .

m iisevvede'nin c.). (bkz : müsveddât). m ü se ٣ ede

‫ﺳ ﻮده‬

(a .i

.seved'den.

c .;

m iisevvedât). ( b k z : müsvedde), m iisev veg

‫ و غ‬٠‫(س‬a.s.

sevveg'den. c . : m ü sevve-

g a t ) : izin verilm iş, râzı olunmuş.

Müsl'ımânân m ü sevvegat

‫ﺳ ﻮ ﻏﺎ ت‬

(“ g a " u z u n o k u n u r, a. s.

m iis e v v e g 'in c . ) : iz in v e rilm iş, râ z ı o lu n m u ş şeyler. m iis e v v e g a t -ı ş e r 'i y y e : k a sırla ra

ait

m ü 's î ‫ ( ﻫ ﺆ س‬a .s .) : k e d e rli k im s e y i a v u ta n .

m üsî

m a l-

la r m v a sile ri; y e tim le re âit v e y a m ir i a ra -

‫ﻣﻌﺪ‬

m ü s 'i d

s u 'd a n ) : İsâet ed en , k ö tü lü k te

(a.s. s a 'd 'd e n ) : İs'âd ed en , b a h tiy a r

ed en , m e s'u d , m u tlu k ıla n .

ziye d a h il m e n k u l v e y a g a y r im e n k u lle rin h a z în e ce sa tılm a sı v e y a te m lik in in şe ria tça

‫ ﻋﻰ‬٠ (a.s.

b u lu n a n .

‫ ﺳ ﻞ‬٠‫م‬

(a.s. s e y e la n 'd a n ) : İsâle ed en , a k ı-

m ü s in n ‫ض‬

(a.s. s in n 'd e n ) : y a ş lı, g e çk in , k ٠ -

m ü s îl

u y g u n g ö r ü ld ü ğ ü se k iz d u ru m , [b u te m lik ,

ta n .

te m lik -i s a h ih ile y a p ılır], m iis e v v e m ‫( ﺳ ﻮ م‬a.s. s e v v e m 'd e n ) : 1 . n iş a n ile

c a m ıç , ih tiya r.

n işa n lı. 2 . süslü. m ü s e w e r j۶

(a.s. s û r 'd a n ) : e tr â fm a sur, d u -

m ü s i n n e ‫( ﻣ ﺴﻴﻪ‬a.s. s in n 'd e n ) : ["m iisin n ” in m ü en .l. ( b k z : m ü sin n ).

v a r çek ilm iş. m iis e v v e r e ‫ﺳ ﻮ ر ه‬

(a.s. sû r'd a n ) : ["m ü s e v v e r "

m ü s k ıtâ t-1 h u d û d ‫ط ^ و د‬

in m ü en .]. (b k z : m ü se v ve r).

‫ﻣ ﺴ ﻮد‬

m ü s e v v id

(a.s.

se v e d 'd e n .

c .:

m ü s k ıtâ t-1 k ıs â s

la m a , ta sla k y a p a n .

‫ﺳ ﻮده‬

m ü s k ir

(a.s.) :

["m ü s e v v id "

‫ س‬.‫ﺳ ﻮ د‬

( a .it .) : f ı k . g e -

‫ﻫﺴﻜﺮ‬

(a.s. s e k r 'd e n ) : İsk â r eden, sa r-

h a r â m : b ü tü n m ü s k ir o lan , sa rh o ş ed ici

(a.s. m ü s e v v id ' in

şe y le r h a ra m d ır.

c.) :

tesvid ed en le r, m ü sve d d e , k a ra la m a , ta sla k

m ü s k irâ t

y a p a n la r.

‫ﻣ ﺴﻜﺮا ت‬

(a.s. s e k r 'd e n ) : sa rh o ş eden,

sa rh o şlu k v e re n şeyler.

m ü s e w if۶

-(a .s .s e v f'd e n .c . :m iis e v v ifin ) :

m iis k ire

g e cik tiren , atlatan , sa v sa k la ya n , m ü s e v v if in , m ii s e v v i f û n m ii s e v v i f i n

‫ﺳﻮﻓﻮن‬

،

c . ) : gecik tiren le r,

‫ﺳﻜﺮه‬

‫ﻣﺴﻮﻓﻴﻦ‬

(a.s.

m iis k it

atlatan lar,

[“m ü s k ir "

in

m ü en .h

‫ﺳﻜ ﺖ‬

(a.s. s ü k û t 'd a n ) : İskât eden,

su stu ra n , su s tu ru c u . C e v â b -1 m i i s k i t : su s-

sa v sa k la y a n la r. H e l e k e 'l - m ü s e v v i f û n : at-

‫ﻣﺴﺐ‬

(a.s.

(b k z :m ü s k ir ).

t u r u c u c evap .

la tm a c ıla r h e lâ k b u ld u .(h a d is). m iis e y y e b

‫ﻣﺴﻘﻄﺎ ط ﻗﻤﺎ ص‬

h o ş eden, sa rh o ş lu k v eren . K ü l l ü m ü s k i r i n

in

m iien .]. ( b k z : m ü se v v id ). m ü s e v v id i n

( a .it .) : f ı k . h a d

rek e n b ir k ıs a s ı ısk at v e İzâle ed en sebepler.

m ü s e v v i d i n ) : tesvid e d e n , m ü sve d d e , k a ra -

m ü s e v v id e

‫ﺳﻘ ﻄﺎ‬

c e z â la r m ı ısk a t v e İzâle ed en sebepler.

n ıü s k it-â n e

‫ﺳ ﻜﺂ ﻷ‬

( a .f.z f.) : su stu ru rc a sın a .

(a.s. s e y b 'd e n ) : te se y y ü b e d e n ,

m iis k ite

tenbel, ü şen gen , ih m a lc i,

‫ﺳﻜﺘ ﻪ‬

(a.s. s ü k û t 'd a n ) : [“ m ü s k it” in

m iien .]. ( b k z : m ü skit). m ü se y y e b -â ü e ‫ﺳ ﺠ ﺠﺎ ﻧ ﻪ‬

( a .f .z f.) : ih m a l eder-

m ü s l e m i i n - i l e y h ‫( ﻣ ﺴﻠ ﻢ اﻟﻴﻪ‬a.i. v e s . ) : h u k . b â y i,

cesin e, d ik k a tsiz ce . m ii s e y y e f ‫ﺳ ﻴ ﻒ‬

M ü s lim

k ılıç lı. m ü s h il ‫د‬ 1.

sa ta n , satıcı.

-(a.s. s e y f d e n ) : K ılıç ta k m ış ,

(a.s. v e i. se h l'd en . c . : m ü s h ilâ t ) : k o la y la ştıra n .

M ü s h i l ü 'l - u m û r :

İşleri

k o la y la ştıra n ; A lla h . 2 . ish a l v e re n , b a g ir s a k la r ı tem izle ye n , k a z û r â tı k o la y lık la d iş a n a ttıra n ilâç, fr. p u r g a t if .

v eren , b a ğ ır s a k la r ı tem iz le ye n İlâçlar, fr. p u r g a t ifs .

( b k z : m ü sh il).

ve

i.

selâ m e t'd e n . İs lâ m

c .:

d in in d e

o lan .

M iis lim â n

‫ﺳﻠ ﻤﺎ ن‬

(a.s. v e i. selâm e t'd e n . c . :

M ü s h m â n â n ) : 1. İslâ m d in in d e o lan , (b k z :

y in ).

2 ٠m e c . d o g ru , in s a flı, m e rh a m e tli

[k im se ]. 3 . İs lâ m d in in e b a g il, d in d a r.

M ü s lîm â n â n ( a .s .) : ["m ü s h il'' in

(a.s.

M ü s l im û n ) :

d în -d â r, M u h a m m e d i, m ü 'm in , m ü te d e y-

m ü s h ilâ t ‫( ﺳ ﻬ ﻼ ت‬a.s. v e i. m iis h il'in c . ) : ish a l

m ü s h ile ‫ﺳ ﻬ ﻠ ﻪ‬

(٠‫ﺳ ﻞ‬

M ü s lim in ,

m iien .].

‫ﻣ ﻠ ﻤ ﺎ ﻧﺎ ن‬

M ü s lim â n 'ın

c .) :

(a.f.s. v e i. selâ m e t'd e n . M ü s lü m a n la r,

İslâ m

d in in d e o la n la r.

867

Müslîmâf ‫ﺳﻠ ﻤﺎ ت‬

M üsüm ât

(a.s. ve i. silm'den) : İslâm

‫ﺳﻠ ﻤ ﻪ‬

M ü s lim e

(a.s. ve i. silm'den) : M üslü-

m an [kadm , kız], İslâm dininde olan [kadin, kız]. M ü s lim in

‫ﺳﻠ ﻤﻴ ﻦ‬

(a.s. ve i. silm'den) : M iis-

(bkz :

M üslim ûn).

i m â m ü 'l -

M ü s l i m i n : İslâm halîfeleri.

‫ﺳﻠ ﻤ ﻮ ن‬

(a.s. ve i. silm'den). (bkz :

c .:

ren.

‫ﺳﺘﻌﺒﺮﻳﻦ‬

m ü s t a 'b ir în

(a.s.

m iista 'b ir'in

c .) :

m ü s t a b t ın ‫( ﺳ ﺘ ﺒ ﻄ ﻦ‬a.s. b a t n 'd a n ) : b ir ş e y in İ‫_ ؟‬ y ü z ü n ü b ilen ; b ir İşin iç y ü z ü n ü a n la m a y a

m ü s ta 'c e b ‫ﺳ ﺘ ﻌ ﺠ ﺐ‬

(a.s. aceb 'd en ) : ş a ş ıla c a k

olan.

‫ﺳﻤﻦ‬

(a.s. semen'den) : 1. şişm an, se-

m iz. 2. sem irten [ilâ‫] ؟‬.

‫ﺳ ﻤﻨ ﻪ‬

m iis m in e

u b u r 'd a n .

‫ ؟‬a lışa n [k im se].

M üslim in). m ü s m in

(a.s.

m ü s îa 'b ir în ) : İsti'b â r eden, r ü y â tâ b ir etti-

İs ti'b â r edenler, r ü y â tâ b ir edenler,

lüm anlar.

M ü s lim û n

‫ﺳﺘﻌﺒﺮ‬

m ü s t a 'b îr

dininde olan, M üslüm an [kadınlar, kızlar].

m ü s ta 'c e l ‫( ﻣ ﺴﺘ ﻌ ﺠ ﻞ‬a.s. a c e le 'd e n ) : acele, tez, h elen y a p ılm a s ı gereken [şey],

(a.s. semen'den) : ["m iism in"

in müen.]. (bkz : miism in).

m ü s ta 'c e le ‫( ﻣ ﺴﺘﻌ ﺠﻠ ﻪ‬a.s. acele'den) : ["m ü sta 'c e l" in m ü en .]. (b k z : m üsta'cel).

‫ ﻣﻐﻤﺮه‬، ‫( ﻣﺜﻤﺮ‬a.s. semer'den)

:

m ü s ta 'c e le n ‫( ﺳ ﺘ ﻌ ﺠ ﻼ‬a.zf. acele'd en) : m ü sta'cel,

1. semereli, yem iş veren, yem iş verici, ye-

acele o la ra k , ‫ ؟‬ab u ca k , ç a rç a b u k , (b k z : ale' 1-

m ü s m ir, m ü s m ire

mişli. 2. netice veren, neticeli. 3. faydalı, ve-

acele).

rim li. (bkz : sem ere-dâr). G a y r - İ m ü s m i r : verim siz, boş, faydasız. E ç c â r-1 m ü s m i r e :

o lm a h âli, *iv ed ilik .

m eyva ağaçları. m iis n e d

‫د‬

m ü s ta 'c e liy y e t ‫( ﻣ ﺴ ﺘ ﻌ ﺠﻠ ﻴ ﺖ‬a.s. a c e le 'd e n ) : â c il

(a.s. sened'den) : 1. isnâdedilm iş,

nisbet edilm iş. 2 . g r . *yüklem , fr . p r é d i c a t .

m ü s ta 'c ib ‫( ﺳ ﺘ ﻌ ﺠ ﺐ‬a.s. a c e b 'd e n ) : isti'câ b ed en , şaşan , şa şa k a la n .

3 ٠H z. M u h am m ed 'in arkadaşlarından bi-

m iis ta 'c ib e n

rinin tanıklığın a kadar götürülen. 4 . e d .

la ra k .

aruzda kapalı hece.

‫اﻟﻴﻪ‬

m ü s n e d ü n -ile y h

m ü s ta 'c il

‫ﺳﻨﺪ‬

(a.b.i.) :

"ona

isnâdolunan, dayanılan'', g r . *özne, fr . s u ]et. (bkz : mübtedâ). m iis n id

‫ﻣﻨﺪ‬

(a.i.) : 1. söyleyene İsnâd olunan

söz. 2. zam an, dehr. m iisri'

‫ﻣﺴﺮع‬

(a.s. siir'at'den) : tesri' eden, sür'at,

hız veren, siir'atlendiren, hızlandıran. m iis ria

‫ﺳﺮﻋﻪ‬

(a.s. siir'at'den) : ["m iisri" in

miien.]. (bkz : m iisri').

‫ﺳﺮ ى‬

‫ًﻣ ﺘ ﻌ ﺠ ﺒﺎ‬

( a .z f .) ; ş a şa ra k , şa şa k a -

‫( ﻣ ﺴﺘ ﻌ ﺠ ﻞ‬a.s. a c e le 'd e n ) : 1 . İsti'câ l

eden, acele eden, ‫ ؟‬ab u k , tez o lm a s ın ı isteyen . 2 . acele gid en. m iis ta 'c ile

‫ﺳﺘﻌ ﺠﻠﻪ‬

(a.s. acele'd en) : ["m ü sta 'c il”

in m iien.]. (b k z : m ü sta'cil). m ü s t a 'f î ‫( ﻣ ﺴﺘﻌﻔ ﻰ‬a.s. a f v 'd e n ) : 1. İstifâ eden, işin d en k e n d i a rz u s u y la ‫ ؟‬ek ilen . 2 . su ‫ ؟‬u_ n u n b a ğ ış la n m a sın ı isteyen , m ü s t a f z ıl

‫ﻣﺘ ﻐ ﻀ ﻞ‬

( a .s .) : b ir şey d en a r ta k a -

lan.

(a.s. serefd en ) : İsrâf eden, m a-

m ü s t a g a l l - ( a . i . g a l l e 'd e n . c . :m iis t a g a llâ t ) :

im i, p arasım boş yere yok eden, tutum suz,

ü stü k a p a lı ira tla rd a n b a şk a , za h ire , ta h ıl

savurgan, h ar vu ru p harm an savuran.

g ib i ira t g e tire n v a k ıf m a l ı.

m ü s rif

m ü s rîf-â n e

‫ﻣﺴﺮﻓﺎﻧﻪ‬

(a .fzf. serefd en ) : m alını,

p arasım boşu na y o k ederek, harcayarak, tutum suzlukla, savurganlıkla. m ü s rife

‫ﺳﺮﻓ ﻪ‬

(a.s. serefd en ) : ["m iisrif” in

müen.]. (bkz : m üsrif). m ü s t a 'b î d

‫ﻣﺴﺘﻌﺒﺪ‬

kul edinen.

868

(a.s. abd'dan) : İstib'ât eden,

m ü s t a g a llâ t

(a.i.

‫ﻣ ﺴﺘﻐ ﻼ ت‬

galle'd en .

m ü s ta g a ll'in c . ) : m ü s a k k a fa t (ü stü k ap a lı) ir a tla rd a n b a şk a , za h ire , ta h ıl g ib i ira t getiren v a k ı f m a lla r. m ü s ta g fir fa r

‫ﻣﺴﺘﻐﻐﺮ‬

eden,

(a.s.

g ı ıf r â n 'd a n ) :

g ü n â h la r ın ın

A lla h 'ta n d ileyen .

istig -

b a ğ ış la n m a sın ı

miistahiyye

(a.s. gıyâs'dan c. miistagisin): istigaze eden, yardim dileyen, (bkz: miistegis).

m iis ta g is

(a.s. miistagis'in c.) : istigâse edenler, yardim dileyenler. Y a g ı y â s e 'l - m ü s t a g î s î n (ey yardim dileyenlerin yardımcısı): Allah.

m iis ta g is in

‫( ﺳﺘ ﻐﻨ ﻰ‬a.s. gani'den): 1. doygun, gönlü tok. 2. ‫ ؟‬ekingen, nazil [davranan]. 5. lüzumlu, gerekli bulmayan,

m iis ta g n i

‫( ﺳﺘﻐﻨﻴﺎﻧﻪ‬a.f.zf. gani'den): müstağni olanlara yakışacak sûrette.

m iis ta g n i-y â n e

(a.s. garâbet'den): istigrâbedilmiş, garip, tuhaf görülmüş,

‫ﻣﺴﺘﻐﺮب‬

m iis ta g re b

m iis ta g re b e

‫( ﻣﺴﺘﻐﺮﺑﻪ‬a.s. garâbet'den): ['(müs-

tagreb” in miien.]. (bkz: müstagreb). m iis ta g rık

‫( ﺳﺘﻔ ﺮ ق‬a.s. gark'dan): 1. gark ol-

muş, dalmış, daldırılmış, batmış. 2. kendini bilmeyecek derecede dalgın, düşüngen. m ü s t a g r ı k - ı h û n : kana batmış, m i i s t a g r ı k - ı z i y â : ışıga batmış, ışıkla dolu,

‫ ﺳ ﺪ ر ب‬٠ (a.s.

garâbet'den. c . : müstagribin): istigrâbeden, garibine giden, şaşakalan.

m iis ta g rib

‫( ﻣﺴﺘﻐﺮﺑﺎﻧﻪ‬a.f.zf. garâbet'den): garibine giderek, şaşıp kalarak,

m iis ta g rib -â n e

(a.s. garâbet'den. müstagrib'in c .): istigrâbedenler, garibine gidenler, şaşakalanlar.

m iis ta g rib in

m ü s ta g ş î

-

m ü s ta g z ir

‫ﺳﺘﻔ ﺮ ﺳ ﻦ‬

(a.s.): örtünüp bürünen,

‫( ﺳﺘﻔ ﺰ ر‬a.s.) : kaz gelen yerden ta-

vugu esirgemeyen. miistagrak ‫( ﺳﺘ ﻎر ق‬a.s. gark'dan) : batmış. miistagrak bi'd-deyn: borca batmış [lcimse]. miistahaklc (a.s. hakk'dan): [asil "miistahikk” dir.]. (bkz : miistahikk). müstahber ‫ﻣﺴﺘﺨﺒﺮ‬ (a.s. haber'den. c. müstahberât): istihbâr olunmuş, haber alınmış, duyulmuş, İşitilmiş, müstahberât ‫ ا ت‬(a.i. haber'den. müstahbere'nin c .): alınmış, öğrenilmiş İıaberleı.. miistahbir — (a.s. haber'den) : istihbâr eden, habel' alan, duyan, İşiten.

(a.s. hacer'den): sertleşip taşlaşmış, ta? hâline gelmiş,

m ü s ta h c e r

‫( ﺳ ﺘ ﺨ ﺪ م‬a.s. ve i. hidmet'den. c . : müstahdemin): istihdâm olunmuş, hizmette bulunan, kullanılan, ücretle ‫ ؟‬alışan,

m ü s ta h d e m

‫( ﺳﺘ ﺨﺪﻣ ﻪ‬a.s. hidmet'den): [''müstahdem” in müen.]. (bkz: müstahdem).

m ü s ta h d e m e

(a.s. ve i. hidmet'den. müstahdem'in c .): istihdâm olunmuşlar, müstahdemler, ‫ ؟‬alışanlar,

m ü s ta h d e m in ‫ﺳﺘ ﺨ ﺪ ﻣﻴ ﻦ‬

‫( ﺳ ﺘ ﺤ ﺪ ث‬a.s.): yeni bulunmuş,

m ü s ta h d e s

yeni ortaya atılmış.

‫( ﺳ ﺘ ﺨ ﺪ م‬a.s. ve i. hidmet'den): istihdâm eden, hizmette kullanan,

m ü s ta h d im

‫( ﺳﺘ ﺨﺪ ﻣ ﻪ‬a.s.): [''müstahdim” in müen.]. (bkz: müstahdim).

m ü s ta h d im e

m ü s ta h d is

‫( ﻣ ﺴﺘﺤﺪ ث‬a.s.): yeni bir şey bulan,

bulucu.

‫( ﺳ ﺘ ﺤ ﻔ ﻆ‬a.s. i. hıfz'dan. c . : miistahfazin): 1. hıfzeden, koruyan. 2. [Tanzimat'tan sonra] kırk yaşını aşmış olan yurttaşların -muvazzaf ve rediflikten sonraki- askerlik hizmeti,

m ü s ta h fa z

müstahfazin (a.s. ve i. hıfz'dan. müstahfaz'm c .): müstahfazlar. m iis ta h fız

‫( ﺳ ﺘ ﺤ ﻔ ﻆ‬o.s. hıfz'dan): koruyan,

koruyucu. (a.s. hakk'dan. c . : miistahikkin) : hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.

m iis ta h ik k

: h u k . [eskiden] câniyikısas sûretiyle cezalandırmak hakkına mâlik olan kimse.

m ü s t a h i k k - ı İc ısa s

‫ﺳﺘ ﺤﻔﻴ ﻦ‬ (a.s. hakk'dan. müstahikk'in c .): hak etmiş olanlar, hak kazanmışlar; lâyık olanlar,

m iis ta h ik k in

‫ﺳﺘ ﺤ ﻤ ﻞ‬ (a.s.c.: miistahilât): İmkânsız, mânâsız, boş, sa‫ ؟‬ma şey.

m ü s ta h il

‫ت‬(a.i. müstahil'in c .): İmkânsız, mânâsız, boş, sa‫ ؟‬ma şeyler,

m iis ta h ilâ t

m i is ta h i ^ e ‫ﻣ ﺴ ﺨﻴ ﻪ‬

(a.i.) : b o t . küstümotugil-

ler, f r . m i m o s e e s . 869

müsiohkar

‫( ﻣﺴﺘﺤﻘﺮ‬a.s. halearet'den): istihkar edilen, hakir, hor görülen, küçümsenen,

m iis t a h r ic e

‫( ﺳ ﺘ ﺤ ﻜ ﻢ‬o.s. hükm'den): istihkâm edilmiş, istihkâmlı, sağlamlaştırılmış, sağlam. (bkz: kavi, muhkem). M e v k i- i m ü s t a h k e m : a sk . etrâfmakale, siper gibi şeyler yapılarak sağlamlaştırılmış yer.

m iis t a h s a l

m ü sta h k a r

m ü sta h k e m

m ü sta h k e m e

‫( ﻣﺴﺘﺤﻜﻤﻪ‬a.s. hükm'den): ["müs-

tahkem” in müen.]. (bkz: müstahkem), m ü s t a h k ir

‫( ﻣﺴﺘﺤﻘﺮ‬a.s. hakaret'den): istihkâr

eden, hakir, küçük gören, küçümseyen,

‫( ﻣﺴﺘﺤﻘﺮه‬a.s. hakaret'den); ["miistahkir'' m müen.]. (bkz : müstahkir).

m ü s t a h k ir a

‫( ﻣ ﺴﺘ ﺤﻜﻢ‬a.s. hükm'den): istihkâm eden, sağlamlaştıran.

m iis t a h k im

‫( ﻣ ﺴﺘﺨﻠﻌ ﻦ‬a.s. halâs'dan): istihlâs olunmuş, kurtarılmış.

m ü sta h la s

‫( ﻣ ﺴﺘ ﺤﻠ ﺐ‬a.s. halb'den): 1. h e k . süt hâline getirilmiş, süt gibi beyaz ve sübye tarzında yapılmış olan ilâç. 2 . i. b iy. sübye,

m ü s t a h le b

fr. e m u ls io n .

‫( ﺳ ﻌ ﺨﻠ ﻒ‬a.s. halef den): istihlâf

m ü sta h le f

edilmiş, kendi yerine geçirilmiş; başkasınm yerine konulmuş. m iis ta h lib - ( a

. s . h a l b 'd e n ) :istihlâbeden,

tırmalayan.

‫ﺳ ﺘ ﺤﻠ ﺐ‬

m iis t a h lib

(a.s.

halb'den) :

istihlâbeden, sağan, : süt sağan,

m iis t a h lib - i le b e n

‫ ﺳﺘ ﺨﻠ ﻒ‬-(a.s. halef den) : istihlâf eden, kendi yerine geçiren; başkasının yerine koyan.

m i i s t a h l if

m iis t a h lis

‫( ﻣﺴﺘﺨﻠﻌﻦ‬a.s. halâs'dan) : istihlâs

eden, kurtaran, kurtarıcı, m iis t a h m il

‫( ﻣﺴﺘﺤﻤﻞ‬a.s. haml'den): istihmâl

eden, yüklenen.

‫( ﺳﺘ ﺨ ﺮ ج‬a.s. hurûc'dan): İstihrâç edilmiş, çıkarılmış; bir şeyden çıkarılmış, alınmış, bir kitaptan alınmış,

m iis t a h r e c

m iis t a h r e c e

‫( ﺳﻌﺨﺮﺟﻪ‬a.s. hurûc'dan): ["müs-

tahrec” in müen.]. (bkz : miistahrec).

‫( ﺳﺘ ﺨ ﺮ ج‬a.s. hurûc'dan) : 1. İstihrâç eden, çıkaran. 2. ibâreden mânâ çıkarmak kudretinde olan.

m iis t a h r ic

870

‫( ﻣﺴﺘﺨﺮﺟﻪ‬a.s. hurûc'dan): [“miistahric" in müen.]. (bkz : miistehric).

‫( ﻣﺴﺘﺨﺼﻞ‬a.s. ve i. hâsıl'dan. c . : miistahsalât): istihsâl edilmiş, hâsıl olmuş, yetiştirilmiş, üretilmiş, [yapma kelimelerdendir]. ‫( ﺳﺘ ﺤ ﻌ ﻼ ت‬o.i. müstahsal'in c .): yetiştirilmiş, üretilmiş şeyler,

m iis t a h s a lâ t

‫ ﻣﺴﺘﺤﺴﻔﻪ‬، ‫ﻣﺴﺘﺤﺴﻦ‬ (a.s. hasen'den): 1. istihsân edilmiş, giizel sayılmış, beğenilmiş, (bkz: makbûl, pesendide). U m û r - i m iis ta h s e n e : beğenilıniş İşler. 2 . m iiz . Türk müziğinde diapaza l a sini (dügâh) f a (acem) olarak kabûl eden âhenk. m iis ta h s e n m â b e y n i : m iiz . ayni sesi evic kabûl eden âhenk; ayni esâsa dayanan ney çeşidi.

m iis ta h s e n , m iis ta h s e n e

(a.s. hâsıl'dan. c . : müstahsilin): istihsâl eden, husûle getiren, yetiştiren, yetiştirici, üretici,

m ü s t a h s il

(a.s. müstahsil'in c .): istihsâl edenler, husûle getirenler, yetiştiriciler, üreticiler.

m ü s t a h s ilin ‫ﻣ ﺴﺘ ﺤ ﺼﻠﻴ ﻦ‬

m iis t a h s ir

‫( ﻣﺴﺘﺤﺴﺮ‬a.s.): yorulup lralsiz dü-

şen. m iis t a h y i ‫ ﺗ ﺤ ﺒ ﻰ‬٠‫( س‬a.s.

hayâ'dan) : istihyâ eden, utanan, utanga‫ ؟‬. (bkz : şerm-sâr).

‫( ﻣﺴﺘﺤﻀﺮ‬a.s. huzûı'dan. c .: miistahzarât): 1. huzûra getirilmiş, istihzar edilmiş, hazırlanmış, hazır. 2. zihinde tutulmuş.

m ü sta h z a r

‫ﺳ ﺮا ت‬ (a.s. huzûı'dan. müstahzar'm c.) : 1. hazır, hazırlanıüış şeyler. 2. zihinde hazır tutulmuş şeyler. m iis t a h z a r â t - ı t ı b b i c e : hele, hazır yapılmış İlâçlar.

m iis t a h z a r â t

m iis t a h z ır

‫( ﻣ ﺴﺘ ﺤﻤ ﺮ‬a.s. hıızûr'dan) : istihzâr

eden, hazırlayan.

‫ﺳﺘ ﻌ ﺪ‬ (a.s. uddet'den c .: miistaiddân) : 1. İstîdadlı, kabiliyetli, bir şeye kabiliyeti olan. 2. aleıllı, anlayışlı, (blez: fehim, zelei). m iis t a id d -i il m ü k e m â l : olgunluğa ve ilme istidatlı olan.

m ü s t a id d

miisfakriz ‫( ﻣ ﺴ ﺘ ﻌ ﺪا ن‬a.s. miistaidd'in c .): miistait, istidatlı içimseler,

müstakille ‫( ﺳ ﺘ ﻘ ﻠ ﻪ‬O.S. kıllet'den) : ["müstakili" in müen.]. (bkz : müstakili),

‫( ﺳﺘ ﻌ ﺪا ك‬a.f.zf.): miistaid olana

m iistakırr ‫ ﺗ ﻘ ﺮ‬٠ ‫( س‬a.s. karâr'dan): istikrar bulmu‫ ؟‬, karar kılmı‫ ; ؟‬durulmu‫ ; ؟‬yerleşmiş, sâbit. [bu kelimeyi, ‫ ؟‬ok zaman ve yanlı‫؟‬ olarak : “müstakarr" ‫ ؟‬eklinde okurlar],

m iis ta id d â n

m ü s ta id ü -â n e

yakışacak sûrette.

‫( ﺳﺘ ﻌ ﺪ ه‬a.s.): [''miistaidd” müen.l. (bkz: miistaidd).

m ü s ta id d e

in

miistaiddân).

m üstakırre ‫( ﺳ ﺘ ﻐ ﺮ ه‬a.s. karâr'dan): ["müstakırr" in müen.l. (bkz : müstakırr).

(a.s. avn'den): istiâne eden, yardim isteyen.

miistakıss (a.s. kısas'dan): İstıksâs eden, kısas isteyen.

m iis ta id d in

‫ ﺳﺘﻌﺪﻳ ﻦ‬٠(a.s. müstaidd'in c.). (bkz:

m iis ta in

‫( ﻣﺴﺘﻌﻂ‬a.zf. avn'den): istiâne ederek, yardim dileyerek. m i i s t a i n e n h i 'l - l â h i t e â l â : Allah'ın yardımına sığınarak.

m iis ta in e n

‫ﺗﻌﻴﺮ‬٠‫( س‬a.s. âriyet'den): 1. istiâre eden, ödün‫ ؟‬alan. 2. kinayeli konuşan,

m iis ta ir

‫( ﻣﺴﺘﻘﺮ‬a.s. karâr'dan): 1. istikrar bulunan, yerleşilen, durulan yer. 2. karargâh.

m iis ta k a rr

(a.s. kubh'dan): beğenilmeyen, tiksinilen.

m i i s t a k i j e h ‫ ح‬٠‫ﻣﺴﺘﺔ‬

‫( ﻫ ﻄﺒ ﺤ ﻪ‬a.s. kubh'dan): [“miistakbeh” in miien.]. (bkz : müstakbeh).

müstakil isteyen.

(a.s.): pazarlığın bozulmasını

müstakili ‫ ﻃ ﻞ‬٠‫( ه‬o.s. kıllet'den.): başlı başına, kendi başına; kendi kendine, ayrıca, *bagımsız. m üstakili ve dâimî haklar : huk. bir gayrimenkul üstünde bulunan ve tapu siciline *bağımsız ve dâimî olarak tescil edilen haklar. müstakillen ‫( ﺳ ﺘ ﻐ ﻸ‬a.zf. kıllet'den): 1. kendi başına, başlı başına olarak. 2. ancak, yalniz.

m iis ta k b e h e

‫( ﻫﺴﺘﻘﺒﻞ‬a.s. İcabİ'den) : 1. istikbal edilen, karşılanan. 2. önde bulunan, ilerideki, gelecek. 3. i. g r. istilcbal sîgası, gelecek zaman, fr . f u t u r .

m i is ta l c b e l

m iis ta k b e lâ t ‫ﺳ ﺨ ﻼ ت‬

(a.i. müstakbel'in c .) :

gelecek zamanlar. — (a.s. kabl'den): [“müştakbel” in miien.]. (bkz : müstakbel),

m ü s ta k b e le

m ü s ta k b ih

‫ ح‬٠‫ﺗﺔ‬٠‫( س‬a.i. lcubh'dan): beğenme-

yen, tiksinen. ‫ ل‬٠‫ﺳ ﺔ ق‬ (a.s. kabl'den. c. : müstakbilin): 1. istikbâl eden, karşılayan. 2. kıbleye dönen.

m ü s ta k b il

‫ﻣﺴﺘﻘﺒﻠﻴﻦ‬ (a.s. kabl'den. müstakbil'in c .): 1. istikbâl edenler, karşıİayıcılar. 2. kıbleye dönenler,

m ü s ta k b ilin

müstakim ‫ل‬٠‫( ﺳ ﺘ ﻢ‬a.s. kıyâm'dan) : 1. dogru, düz, dik. Sırât-ı müstakim : hakk yol. müstakîmü'l-cenâh : zool. diizkanatlılar : ‫ ؟‬ekirge... gibi. 2. Temiz, nâmuslu, dogru. müstakîm-âne ‫ ﻻ‬(a.f.zf. kıyâm'dan) : nâmuslulukla, doğrulukla, müstakime ‫ﻣﺴﺘﻪﺀﻣﻪ‬ (o.s. kıyâm'dan) : [“müstakim'' in miien.]. (bkz : müstakim), müstakim k ıt'a s ı: geo. dogru parçası, miistakraz, miistakraza ‫ ﺳﺘﻘﺮ ﺿﻪ‬، ‫ﺳ ﺘ ﺘ ﻘ ﺮ ض‬ (a.s. karz'dan. c . : müstakrazât): istikrâz olunmuş, bor‫ ؟‬alınmış. Mebâlig-İ müştakraza : bor‫ ؟‬alman paralar, müstakrazât ‫ﻫ ﺴﺘﻘ ﺮ ﺀ ﻃ ﺖ‬ (a.i. karz'dan. müstakraz'ın c .): istikrazlar, bor‫ ؟‬alınmış paralar. müstakrib ‫ ﺳﺔﻗﺮ ب‬٠ (a.s. kurb'dan): yaklaştıran, yaklaştırıcı.

‫ﻣ ﺴﺘﻘﺪم‬ (a.s. kıdem'den): 1. istilcdâm eden, takaddüm eden, ileride, m iistakriz ‫ ﻃ ﺮ ض‬٠‫( ه‬a.s. karz'dan. c . : önde bulunan. 2 ٠(kadem'den): ‫ ؟‬ok ayaldi müstakrizin): istikrâz eden, bor‫ ؟‬eden, olan. (bkz: medyûn).

m ü s ta k d im

871

mös٠٥krizîn m ü s ta k riz in

‫( ﺳ ﺘ ﻘ ﺮ ﺿ ﻴ ﻦ‬a.s. müstakriz'in c.) :

m iirgeci, fr. c o lo n is a te u r .

istikrâz edenler, borç alanlar,

‫( ﻣﺴﺘﻘﺼﻰ‬a.s. kusv'dan) : 1. istiksâ eden, nihâyetine, sonuna varmak isteyen. 2. dikkatle araştıran.

m iis ta k s l

(a.s. kısm'dan) : 1. taksim eden, bölüşen. 2. (kasem'den) : yemin isteyen.

m iis ta k s im ‫ﺳ ﺘ ﻘ ﻢ‬

m ü s t a k t e b ‫ﻣ ﺴﺘ ﻘ ﻄ ﺐ‬

(a.s. katb'dan) : f i z . *pola-

rılmıç. f r . p o l a r i s é . (a.s. kutb'dan) : f i z . *poİargı, f r . p o l a r i s e u r . (a.s. katre'den) : istiktar

eden, damlatan. (a.s. katl'den) : İstıkt-al eden, ölüme karşı gögüs geren. ،

‫ﺳﺘ ﻌﻠ ﻰ‬

(a. s.

İsti'lâ'dan) : İstilâ eden, yükselen, üstün gelen, üste çıkan. H u r û f i m i i s t a 'l i y e : le n g . "hı, sad, dad, ti, ZI, ayin, kaf” harfleri, fr .

m iis t a n t a k

‫( ﺳ ﺘ ﻌﻠ ﻢ‬a.s. ilm'den) : İsti'lâm eden,

mâlûmat, bilgi isteyen. m i i s t a 'm e l

‫( ﻣﺴﺘﻌﻤﻞ‬a.s. amel'den) : 1. kullanıl-

mış. 2. eski, köhne. (a.s. amel'den) : ["miista'mel'' in miien.]. (bkz : müsta'mel).

‫ﺳﺘ ﻌ ﻤﻠ ﻪ‬

m i i s t a 'm e l e

m i i s t a 'm e r

‫( ﺳﺘ ﻌ ﻤ ﺮ‬a.s. umrân'dan) : muhâcir

yerleştirerek ma'mur, şen, bayındır bir hâle getirilen [yer], f r . c o lo n i e ,

‫( ﻣﺴﺘﻌﻤﺮات‬a.i. ıımrân'dan. miista'mere'nin c.) : sömürgeler, f r . c o l o n i e s. (bkz : müstemlekât).

m i i s t a 'm e r â t

(a.i. ıımrân'dan. c. : miista'merât) : muhâcir yerleştirerek ma'mur, şen, bayındır bir hâle getirilen yer, sömürge, f r . c o l o n i e , (bkz : müstemleke),

m i i s t a 'm e r e

m i i s t a 'm i l

‫ﻣﺴﺘﻌﻤﺮه‬

‫( ﻣﺴﺘﻌﻤﻞ‬a.s. amel'den) : İsti'mâl

eden, kullanan. (a.s.amel'den) : ["miista'mil” in müen.]. (bkz : miista'mil).

m i i s t a 'm i l e -

(a.s. umrân'dan) : bir yere yerleştirerek orasını ma'mur.

m i i s t a 'm i r ‫ﻣ ﺴﺘﻌ ﻤ ﺮ‬

muhâcir

‫ﻃ ﻖ‬

(a.s. n u t k 'd a n ) : i s t i n t a k

‫ﻣ ﺴﻠ ﻖ‬

(a.s.

o lu n m u ş . m iis t a n t ik

n u t k 'd a n ) : 1 . i s t i n -

t a k e d e n , s ö y le tm e k is te y e n . 2 . h u k . s o r g u h â k im i.

‫ﻣﺴﺘﻌﺮض‬

(a.s.) : g e o . e n in e , fr. t r a n s -

v e r s a l, e. m ü s t a 'r a z ü 'r -r e 's : b iy. * y a s s ik a fa li, * k is a k a -

fa il, b r a k i s e f a l , fr. b r a c h y c é p h a le .

‫ﺳﺘﻌ ﺮ ب‬

m iis ta 'r e b

m iis ta ’r ib

(a.s. a r a b 'd a n ) : A r a p la ç t i-

‫ﻫ ﺴﺮ ب‬

(a.s. a r a b 'd a n ) : A ra p la ç m iç ,

a s le n A r a p o l m a d ığ ı h a ld e s o n r a d a n A r a p la ş m ı ş o la n . A r a b - 1 m iis t a 'r ib : A ıa p l a ş m ı ş A ra p . m ü s ta ’r ib e

‫ب‬

(a.s. a r a b 'd a n ) : [ " m iis ta 'r ib "

i n m iie n .] . ( b k z : m iis ta 'rib ).

s o n s e m p h a tiq u e s . m i i s t a 'l i m

(a.s. n u s r e t 'd e n ) : i s t i n s â r

e d e n , y a r d i m is te y e n .

r ı lm ış .

m iis ta k til ‫ﻣ ﺸ ﻞ‬

m ü s t a 'l î , m i i s t a 'l i y e ‫ﺳ ﺘ ﻌ ﺐ‬

m iis t a n s ir ‫ﻣ ﺴ ﺮ‬

m iis ta 'r a z

m i i s t a k t r b ‫ﻣ ﺴﺘ ﻘ ﻄ ﺐ‬

m ü ş t a k t ı r ‫ﻣ ﺴﺘﻘ ﻄ ﺮ‬

çen, bayın d ır bir hâle getiren, söm üren, SÖ-

m iis t a 'r ik

‫ﺳﺘﺒ ﺮ ق‬

(a.s. a r a k 'd a n ) : i s t i 'r â k e d e n ,

te r le m e k İ‫ ؟‬i n y a ta n . m iis ta s 'a b

‫ﻣ ﺴ ﺐ‬

(o.s. s a 'b 'd a n ) : z o r, g ii‫؟‬

o la n ; z o r [İç]. m iis ta s 'a b â t ‫ﻣ ﺴ ﺒ ﺎ ت‬

(o.s. sa'b'dan) : zor [İş-

1er]. m iis t a s f i -

(a.s. s a f â 'd a n ) : is tis f â e d e n ,

h â li s i n i, s a f ı n ı a la n . m iis t a s g ir

‫ﻣﺴﺘﺼﻐﺮ‬

(a.s.

s a g i r 'd e n ) : is ti s g a r

e d e n , k ü ç ü k g ö re n , k ü ç ü m s e y e n . m iis t a s g ir -â n e

‫ﺳﺘﺼﻐﺮاﻧﻪ‬

(a.f.zf.) : k ü ç ü k g ö r e -

re k , k ü ç ü m s e y e r e k . m iis ta s h a b

‫ﺳﺘ ﺼ ﺤ ﺐ‬

(a.s. s o h b e t 'd e n ) : i s t i s h â f

o lu n a n , b i r i n e y a n ı n d a a r k a d a ş o l a r a k b u lu n d u ru la n . m ü s ta s h ib

-

(a.s.

s o h b e t 'd e n ) :

is ti s h â b e d e n , y a n ı n a a la n , b e r â b e r b u l u n d u ra n . m ü s ta s h ib e n

‫ًﺳ ﻬ ﺤ ﺒ ﺎ‬

(a.zf. s o h b e t 'd e n ) : m ü s -

t a s h ip o la r a k , b e r â b e r o la r a k , y a n ı n d a b u lu n d u ra ra k . m ü s ta s 'ib

‫ﻣ ﺴ ﺐ‬

(a.s. s u û b e t 'd e n ) : g ü ç sa -

y a n , h e r ş e y i z o r g ö re n .

müstebdel, miistebdeie

‫ﻣﺴﺘﺼﻮب‬

m iistasveb

(a.s.

sa v â b 'd a n ):

istisvâbedilm iş, savap, m âkul, doğru görülm üş.

miistazrıf ‫ ﻣﺴﺘﻈﺮف‬-(a.s. z a r f d a n ) : ‫ ؟ ؛‬ine alan)

‫ﺳﺘ ﺼ ﻮ ب‬

m iistasvib

(a.s.

savâb'dan) :

istisvâbeden, savap, m âkul, doğru gören,

‫ﻣﻄ ﺐ‬

m iistatıb b

(a.s.

tıb b 'd a n ): İstıtbâb

eden, devâ, ‫ ؟‬âre arayan, m ü s ta 'tıf

‫ﺳﺘﻌ ﻄ ﻒ‬

‫ﺳﺘﻌﻄﻔﺎﻧﻪ‬

m iista 'tıf-â n e

(a.f.zf.): şefkat, sevgi

talebedercesine.

‫ﺳﺘﻌ ﻄ ﻰ‬

(a.s.) : bahşiş isteyen,

‫ﺳﺘ ﻄﺮ ف‬

m iis ta tra f

-(a.s.) : istitrâf edilmiş, tur-

fa, nâdîde sayılm ış.

‫ﻣﺴﺘﻄﺮب‬

m iistatrib

(a.s. ta ra b 'd a n ): eğlence,

neş'e, âhenk isteyen. m iista trib -â n e

‫ﻣﺴﺘﻄﺮﺑﺎﻧﻪ‬

(a.f.zf.) : miistatrib

olana, eğlence, neş'e, âhenk isteyene yak ı?acak yolda. m iis ta trif ‫ﻣ ﺴ ﺘ ﻄ ﺮ ف‬

-(a.s. tu rfa 'd a n ): istitrâf

eden, turfa, nâdîde sayılan,

‫ﺳﺘ ﻮﻣﺤﻠﻪ‬

(a.s.) : takm a sa‫ ؟‬kullanan

‫ﺳﺘﻮ ﻃ ﻦ‬

(a.s. vatan'dan). ( b k z : m u-

m iistavsıla [kadm]. m ü sta v tın

tavattın). m ü sta vzi'

‫ﺳﺘﻮ ﺿﻊ‬

m iista vzih

(a.s.) : pazarlık eden,

‫ﻣﺴﺘﻮﺿﺢ‬ ‫ﺳﺘﻈﻬﺮ‬

(a.s. z a h r'd e n ): istizhâr

eden, dayanan, arka veren, m iista zh iren

‫ﻣﺴﺘﻈﻬﺮأ‬

‫ﺳﺘ ﻈ ﻞ‬

(a.s. Z ill'd a n ): gölgelenen, göl-

altında bulunan.

‫ﺳﻌ ﻈﻢ‬

eden,

b ü yü k

(a.s. a z m 'd e n ): 1. isti'zam gören,

b ü yü k

tutan.

2. (azam et'd en ): kibirli, gururlu, m iistazi

‫ﻣﺴﺘﻬﻰ‬

(a.s. z iy â 'd a n ): 1. ziyâ, ışık

alan, ışıklanan, ışıklı. 2. m akbul, âlâ, iyi. m ü s ta z 'if z a y ıf gören.

‫( ﻣﺴﺘﻌﺎر‬a.s. âriyyet'den): 1. eğreti [alınmış], takma [ad]. N â m - 1 m i i s t e â r : takma ad, eğreti ad [kendini belli etmemek üzere alınır]. H a y â t-1 m i i s t e â r : [muvakkat olan] dünyâ ömrü. 2 . m i iz . Türk müziginin tahminen iki bu‫ ؟‬uk ve nihâyet ü‫؟‬ asırlık bir mürekkep makamıdır. Segâhdan yegâne farkı, "müstear dörtlüsü" denilen segâh perdesindeki uşşak dörtlüsü (segâh, nim-hicaz, nevâ, dik-hisar) nü kullanmasmdadır. Segâh perdesinde durur; gü‫ ؟‬lüsü segâh gibi nevâ (re) dir. Aynen segâh'ta oldugu gibi şu ârızalarla donanır : "si" koma bemolü, "mi” koma bemolü, "fa" bakıyye diyezi. Segâh'ın "İâ” bakıyye diyezi ve segâh perdesindeki uşşak dörtlüsünün "do'' bakıyye diyezi, nota ‫ ؟ ؛‬inde gösterilir; müsteâr'ı segâh'dan ayıran İşte bu "do” bakıyye diyezidir (nim-hicaz perdesi). Orta derecede kullanılmış makamlardır, m i i s t e â r k e l i m e : g r . yabancı sözcük,

m iis te â r

‫( ﻣﺴﺘﻌﺮك‬a.f.b.i.): m i iz . Türk miiziginin tahminen iki asırlık bir mürekkep makamı. Pek az kullanılmış ve zamâmmıza bir niimûnesi intikal etmemiştir, ‫( ﻣﺴﺘﻌﺎر ﻟﻪ‬a.b.s.): e d . istiârede müşebbeh (benzetilen) in mânası, ‫( ﻣﺴﺘﻌﺎر ﻣﺘﻪ‬a.b.s.): kendisinden eğreti olarak bir şey alınmış kimse,

m iis te â riin -m in h

ge altında bulunan; m ec. birinin him âyesi

m iista'zım

yard im beklenen, yard im istenen [Allah'ın

m iis te â riin -le h

(a.zf. z a h r'd e n ): m iistaz-

hir olarak, dayanarak, arka vererek, m iista zıll

müsteân ‫( ﺳﺘﻌﺎ ن‬a.s. a v n 'd e n ): kendisinden

m iis te â re k

(a.s. vıızûh 'd an) : istizah

eden, İzâhat isteyen. m iista zh ir

etrâfını kuşatan, kuşatm ış olan,

Sifatlarındandır].

(a.s. âtıfet'den) : isti'tâfeden ,

şefkat, sevgi isteyen.

m ü sta 'tî

miistazraf ‫ ﺳﺘ ﻈﺮ ف‬.(a.s. z a rfd a n ): ‫ ؟ ؛‬ine almış, etrâfı kuşatılmış.

.(a.s. z a 'f'd a n ): istiz'âfeden,

(a.s. bıı'd'dan): baid, uzak görülen, olacağı sanılmayan,

m i i s t e b 'a d

‫( ﻣﺴﺘﺒﺎن‬a.s. beyân'dan) : 1. meydanda, a‫ ؟‬ık [olan], (bkz: âşkâr, ayân, vâzıh, zâhir). 2. a‫ ؟‬ık olarak anla'şılan. m i i s t e b â n b u y u r u l a c a g ı v e c h i l e : anlaşılacağı üzere.

m iis te b â n

miistebdel, miistebdeie ‫ ﻣﺴﺘﺒﺪﻟﻪ‬، ‫( ﻣﺴﺘﺒﺪل‬a.s. bedel'den): istibdâl edilmiş, değiştirilmiş. 873

müstebdi'

Efrâd-1 miistebdele : askerliğini bitirerek tezkere almış olan kimseler, müstebdi' ‫( ﻣ ﺒ ﻀ ﻊ‬a.s.) : fık. kazancı kendine yânî verene âit olmak üzere sermâye verilen kimse.

‫( ﻣ ﺒ ﺪ ع‬a.s.) : eşi emsâli pek az bu-

m ü s te b d i'

lunur sanan.

edilm iş,

m iiste'cer

‫( ﻣﺴﺘﺒﻐﻰ‬a.s.) : olması İ‫ ؟‬in yardımda

‫( ﺳﺘﺒ ﺤ ﺮ‬a.s. bahr'den) : istibhâr eden, deniz gibi geniş olan [kimse], (bkz : mütebahhir).

m ü s te b h ir

‫( ﺳ ﻬ ﻰ‬a.s.) : esir eden,

‫( ﻣﺴﺘﺒﻌﺪ‬a.s. bu'd'dan) : İstib'âd eden, uzak gören, uzak sayan,

m ü s t e b 'î d

(a.s. istibdâd'dan):istibdâdda bulunan, hükmü altında bulunanlara söz lıakkı v e hareket serbestliği vermeyen‫ ؛‬despot. m ü s t e b i d i n z i b a t : so s y . zorlu disiplin, f r .

m ü s te b id d ‫ﺳ ﺒ ﺪ‬

d is c ip lin e a u to r ita ir e . m iis te b id d -â n e

‫( ﻣﺴﺒﺪاﻧﻪ‬a.fzf.) : müstebitçe,

istibdat yaparak, hükmü altmda bulunanİ.ara söz hakki ve hareket serbestliği vermeyerek.

‫( ﻣﺴﺘﺒﺪه‬a.s. istibdâd'dan) : [“müstebidd” in müen.]. (bkz : müstebidd).

m iis te b id d e

‫( ﺳﺘﺒ ﻖ‬a.s.) : istibak eden, yarışa 1‫ ؟‬-

kan.

‫( ﺳ ﺒ ﻴ ﻦ‬a.s. beyân'dan) : açık, mey-

danda. (bkz : âşkâr, vâzıh). m iis te b k i

‫( ﺳﺘﺒﻘ ﻰ‬a.s. beka'dan) : istibka eden,

bâki olmasını isteyen.

‫( ﺻﺒ ﺮ ى‬a.s.) : istibrâ eden, uzvunda sidik damlası bırakmayan,

m iis te b ri

‫( ﻣﺴﺘﺒﺸﺮ‬a.s. beşâret'den) : 1. İstibşâr eden, müjdeleyen. 2. müjde ile sevinen,

m ü s te b ş ir

m ü s te b ş ire

‫( ﺳﺘﺒ ﺸﺮه‬a.s.) : ["müstebşir" in

müen.]. (bkz : müstebşir). 874

[dilegi].

(b k z :

duâsı

kabûl

olunan,

‫ﻣﺴﺘﺄﺟﻞ‬

(a.s. e c e l'd e n ): m u ayyen

vakte kadar geciktirilen,

‫ﻣﺴﺘﺄﺟﺮ‬

(a.s. ecr'den) : İstîcâr edilen,

kirâ ile tutulan.

‫ﻣ ﺴﺄ ﺟﺮﻳﻪ‬

m ü ste 'cerü n -fîh

(a.b .i.): kirâlam a

m aksadı.

bulunan.

m tis te b in

olunm uş

m ü ste c â b ü 'd -d a 'v e :

(a.s. bedel'den) : istibdâl

‫ﺳﺒ ﺪل‬

eden, değiştiren,

m tis te b ik

(a.s. c e v â b 'd a n ): isticâbe

kabûl

mucâb).

m üste'cel

m ü s te b i

‫ﺳﺘ ﺠﺎ ب‬

m ü stecâb

‫( ﺳ ﺒ ﺪ ﻋﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : müstebdi' olana yakışacak sûrette.

m ü s te b g i

(a.s. b a tn 'd a n ): istibtân

eden, i‫ ؟‬yüzün e v â k ıf olan,

duâsı m akbul olan.

m ü s te b d i-â n e

m ü s te b d il

‫ﺳﺒ ﻄ ﻦ‬

m ü ste b tın

‫ﺳﺘ ﺠ ﻬ ﻞ‬

m iistech il

(a.s.

c e h l'd e n ): istichâl

eden, câhil sayan.

‫ﺳﻌﺠﻬﻼﻧﻪ‬

m ü ste ch ü -ân e

(a.f.zf.

c e h l'd e n ):

câhil sayarak.

‫ﺳﺄ م‬

m ü ste'cir

(a.i. ecr'den. c . : m ü ste 'cirin ):

1. isticar eden, kirâ ile tutan

[bir şeyi].

2 ٠kirâcı. (bkz : mükterî). m ü ste clr

‫ﻣﺴﺘﺠﻴﺮ‬

(a.s. c iv â r 'd a n ): isticâre eden,

am an dileyen, him âye bekleyen. m ü stec‫ ؛‬r -â n e ^ ١- ( a . f . z f . ) : m ü s t e c î r c e s i n e , am an dileyerek.

‫ﻣﺴﺘﺄﺟﺮأ‬

m ü ste'ciren m ü ste 'cirin

(a .z f.): kirâcı olarak,

‫ﺳﺘﺄ ﺟ ﺮﻳ ﻦ‬

(a.i.

m üste'cir'in

c .) :

1. kirâ ile tutanlar. 2 . kirâcılar.

‫ﺳ ﺘ ﺠﻠ ﺐ‬

m ü steclib

(a.s. ce lb 'd e n ): isticlâbeden,

‫ ؟‬eken [kendine dogru]. m iistecm i'

‫ﺳﺘ ﺠ ﻤ ﻊ‬

(a.s. c e m 'd e n ): toplayan‫؛‬

toplanan. m ü ste cm i'-‫ ؛‬h aslet-i c e m i le : güzel hu yu toplayan: güzel hu ya sâhip olan. m ü ste cm i'ü '1-m ecd i v e 'ş -ş e r e f: şân ü şeref ve bü yü klü ğü kendinde toplayan, m ü ste cvib

‫ﺳﺘ ﺠ ﻮ ب‬

(a.s.

c e v â b 'd a n ):

isticvâbeden, sual sorup cevâbın ı isteyen, m ü sted'â

‫ﺳﺘﺪ ﻋﺎ‬

،

‫ﻣﺴﺘﺪﻋﻰ‬

(a.s. d a'vâ'dan. c . :

ın ü sted 'ayât): istida edilen, istenen, dilenen‫ ؛‬istida (.dilekçe) ile istenilen [şey], m ü sted 'â-aleyh

‫ﻣﺴﺘﺪﻋﻰ ﻋﻠﺪ‬

(a.b.s. d a 'v â 'd a n ):

kendisinden dâvâ ve şikâyet olunan [kim se].

müs.ehân

‫( ﺳﺘ ﺪا م‬a.s. devâm'dan) : 1. devâmı istenilen. 2. devamlı, sürekli, sürüp giden, (bkz : bâkî, dâim).

m ü s te d â m

‫ﻣﺴﺘﺪﻋﻴﺎت‬ (a.s. da'vâ'dan. müsted'â'nın c.) : dilenen, istenilen ?eyler; İstidâ (‫ ؛‬dilekçe) ile istenilen [?eyler],

m i i s t e d 'a y â t

‫ان‬-

m iiste fid ân

m ü ste fîd -ân e

‫ﻣﺴﺘﻔﻴﺾ‬

m ü ste fiz

‫( ﻣﺴﺘﺪل‬a.s. delâlet'den) : istidlâl olunmuş, bir delil ile İspât edilmi?. ["miistedlel'' kelimesi yanlıştır], (bkz : müstenbat).

m iistefreşe

‫( ﻣﺴﺘﺪﻋﻰ‬a.s. da'vâ'dan) : İstidâ eden, dilekçe veren [kimse].

m ü s t e d 'î

m ü s t e 'd î

‫( ﻣﺴﺘﺄدى‬a.s. edâ'dan) : 1. yardim ve

korunma isteyen. 2. birinin zorla malını alan. m i i s t e 'd i b

‫ﺳﺘﺎ ﺀ د ب‬

(a.s. edeb'den) : bilgi ve

edep bgrenen. m ü s te d ill

‫( ﺳ ﺘ ﺪ ل‬a.s. delâlet'den) : delil ile

İspât edilen. m ü s te d im

eden, devâmını isteyen. 2. devamlı, sürekli, (bkz : dâimî). fe ls . f r . r é m a n e n t ,

‫( ﻣﺴﺘﺪﻳﻦ‬a.s. deyn'den) : istidâne eden, bor‫ ؟‬alan, (bkz : müsteir).

m ü s te d în

‫( ﺳ ﻨ ﻴ ﺮ‬a.s. devr'den) : dâire ?eklinde olan, değirmilenen, değirmi, (bkz : kiirevi).

m ü s te d lr

‫( ﻣﺴﺘﺪرك‬a.i. derk'den) : Arap‫ ؟‬ada

bir vezin. m iis te d rik

(a.s. feyz'den) : istifâze eden,

‫ﻣﺴﺘﻔﻴﻬﺎﻧﻪ‬

(a.f.zf.) : feyiz alarak,

feyizlenerek.

‫ﺳﺘﻔﺮﺷﻪ‬

(a.i. fir â ş 'd a n ): odalık,

câriye, ( b k z : kenizek).

‫ﻣﺴﺘﻐﺮغ‬

m iiste frig

(a.s. ferâğ ve fü r û g 'd a n ):

1. istifrag eden, kusan. 2. hek. gaseyan ettiren, kusturan. D e v â -y i m iis t e fr ig : kustu ru cu ilâ‫ ؟‬. m iiste fsir—

(a.s. fesr'den. c. :m ü ste fsirin ):

bir şeyin tefsirini, izâhını, geni? anlatılm asini isteyen.

‫ﺳﺘﻔ ﺴﺮه‬

m iistefsire

(a.s. fe sr'd e n ): [“m iistefsir”

in miien.]. (bkz : miistefeir). m iiste fsirin ‫ﻣ ﺴ ﺘ ﻔ ﺴ ﺮ ﻳ ﻦ‬

(a.s. m ü stefsirin c . ) :

istifsâr edenler, bir ?eyin tefeirini, izâhını, geni? anlatılm asını isteyen,

‫( ﻣﺴﺘﺪﻳﻢ‬a.s. devâm'dan) : 1. istidâme

m ü s te d re k

(a.f.zf.): istifâde ederek,

feyiz alan, feyizlenen. m ü ste fîz-â n e

m iis te d e ll

‫—ا ﻻ‬

faydalanarak.

‫( ﻣﺴﺘﺪﺑﺮ‬a.s. diibr'den) : istidbâr eden, arkasını dündüren, yüz ‫ ؟‬eviren,

m iis te d b ir

(a.s. m iistefîd' in c . ) :

istifâde edenler, faydalananlar,

m iiste fti

‫ﻣﺴﺘﻔﻰ‬

(a.s. fe tv â 'd a n ): 1. istiftâ eden,

m üftüden fetvâ isteyen. 2. bir m üşkülün hallini, ‫ ؟‬üzülm esini isteyen, m iiste ftih

‫ﺳﺘﻐﺬ ح‬

(a.s. fe th 'd e n ): istiftâh eden,

a‫ ؟‬an, başlayan. m ii s t e f t i^ e —

(a.s. fe tv â 'd a n ): ["m üstefti"

nin miien.]. ( b k z : müstefti).

‫ﺳﺘ ﻐﺎ ث‬

m iistegas

(“ga”

u zu n

okunur,

a.s.

g ıy â s 'd a n ): istigase edilm i?, kendisinden

‫( ﺳﺘ ﺪ ر ك‬a.s. derk'den) : istidrâk

eden, anlamak isteyen. (a.s. feyd'den) : 1. kazanılmış, kâr edilmi?. 2. anlaşılmış, (bkz : münfehim).

m tis te fâ d ‫ﺳ ﺘ ﻔ ﺎ د‬

m ü s t e f â z ‫ﺳ ﺘ ﻐﺎ ض‬

(a.s. feyz'den) : dağılıp ya-

m ü s te fh im ‫ﺳ ﻔ ﻬ ﻢ‬

(a.s.

gıyâs'dan.

c .:

m iiste gisin

-

(a.s. g ıy â s 'd a n ): (b k z :

m üstagisin). m ü steh ab b -

(a.s. h ııb b 'd a n ): 1. sevilen,

ve vâcibden başka olarak sevap kazanılan

(a.s. fehm'den) : anlaşılan, (a.s. fehm'den) : anlamak

isteyen, soran. (a.s.feyd'den. c. :miistefidân) : istifâde eden, faydalanan.

m ü s t e f î d ‫ﺳﺘ ﻔﻴ ﺪ‬

‫ﻣﺴﺘﻐﻴﺚ‬

m ü ste g isin ): istigase eden, yard im dileyen,

beğenilen, (bkz : m akbul, mergub). 2 . farz

yılmış. m ü s te fh e m ‫ﺳ ﺘ ﻔ ﻬ ﻢ‬

y ard im istenm iş, istenen‫ ؛‬A llah , m iistegis

İş. S a d a k a verm ek ; o ru ‫ ؟‬tu tm a k [mübarek günlerde-] gibi. m iiste h âm f l p

(a .s.): şaşırm ış, şaşa kalm ış,

( b k z : hayrân). m iiste h ân

‫ﺳﺘ ﻬﺎف‬

(a .s.): al‫ ؟‬ak, değersiz, âdi.

875

müs.ehâs miistehâs ‫ﻣ ﺴ ﺤﺎ ث‬

(a .s. h a v s 'd a n ) : t o p r a k a l-

miistehâsât c.) :

‫ﻣ ﺴ ﺤﺎﺛﺎ ت‬

* t a ş ılla r ,

(a.i.

‫ﺳﺘ ﺤﺎﺛﻪ‬

.müstehcen ‫ﺳ ﺘ ﻬ ﺠ ﻦ‬

fr.

:

fossilles. fr.

p a le o n t o lo ji,

h a v s 'd a n

c. :

fr. fossile,

( a . s . ) : i s ti h v â e d e n , h a y r â n

‫ﻋﻬﺆى‬٠‫( س‬a.s.

h e z â 'd a n ) : i s t i h z â e d e n ,

o la n . (a.s. h iic n e t 'd e n ) : i s t i h c â n

-

‫ﻫﺴﺘﻬﺰﻳﺎذه‬

m iis te h z i-y â n e

(a.f.zf.) : i s t i h z â e d e -

re k , e ğ le n e re k , a la y y o llu ,

(a.s. h iic n e t 'd e n ) : [ " m i i s -

m iis te îr

‫ﺗﻊﺀر‬٠‫( س‬a.s.

â r i y y e t 'd e n ) : is t i â r e e d e n ,

ö d ü n ‫ ؟‬a la n , ( b k z : m i is te d i n ) .

t e h c e n ” i n m iie n .]. ( b k z : m ü s t e h c e n ) , -

‫ﻫﺴﺘﻬﻮى‬

e d e n , a k l ı n ı a la n .

b ir iy le e ğ le n e n , h e r k e s le e ğ le n m e k â d e t i n d e

b i- e d e b â n e , p e r d e - b î - r û n â n e ) .

miistehcin

(a.s. h e l â k 'd a n ) : [“m ü s -

t e h l i k " i n m iie n .]. ( b k z : m ü s te h l ik ) ,

m ü s te h z i

(a.i.) : a y b a ş ı g ö r e n k a d ı n ,

e d i lm i ş , a ç ı k s a ç ık , e d e p s i z c e [o la n ], ( b k z :

müstehcene

‫ﻣﺴﺘﻬﻠﻜﻪ‬

m ü s te h lik e

m iis te h v i

(a.i.

m iis t e h â s â t ) : * t a ş ıl, fo s il,

miistehâza ‫ﺳﺘﺤﺎ ﺿﻪ‬

(a.s. h e l â k 'd e n ) : i s t i h l â k

s o m m a te u r.

m iis t e h â s e 'n in

fo s ille r,

Mebhasü'1-müstehâsât paléontologie. miistehâse

‫ﺳ ﺘ ﻬﻠ ﻚ‬

m ü s te h lik

e d e n ) y iy ip İ ç e r e k tü k e t e n , b it i r e n , fr . c o n -

t m d a s a k i l b u lu n a n .

‫ﻣﺴﺘﻜﺒﺮ‬

m ü s te k b ir

(a .s. h iic n e t 'd e n ) : i s t i h c â n

(a.s.

k i b r 'd e n .

c .:

m ü s t e k b i r i n ) : k ib i r l e n e n , k e n d i n i b ü y ü k

ed en , ‫ ؟‬ir k in , k ö tü , fe n â g ö re n ,

g ö re n , b ü y ü k l e n e n , ( b k z : m ü te k e b b ir ) .

miistehdi ‫ﻫﺴﺘﻬﺪى‬

(a .s. h e d y v e h i d â y e t 'd e n ) :

i s t i h d â e d e n , d o ğ r u y o l u , h a k o l a n M İİS İÜ m a n l i k y o l u n u is t e y e n .

miistehdif ‫ﺳ ﺘ ﻬ ﺪ ى‬

(a .s. h e d e f t e n ) : i s t i h d â f

ed en , h e d e f tu ta n ; h e d e f g ib i d ik ilip d u r a n ,

miistehiff

-

b a y a ğ ı s a y a r a k a la y e d ip e ğ le n e n , -

،

-

(a.s.

c.) : 1 . m ü m k ü n

m ü s te k b irin

‫ﻣ ﺴﻜﺒ ﺮﻳ ﻦ‬

(a.s. m i i s t e k b i r 'i n c . ) :

k ib ir le n e n le r , k e n d i n i b ü y ü k g ö r e n le r , b ü -

m iis te k fi

‫ﺳ ﻜﻔ ﻰ‬

( a . s . ) : y e te c e k k a d a r ı m is te -

m iis te k if

‫ﺳﺘ ﻜ ﻒ‬

( a . s . ) : 1. d i l e n m e k İ‫ ؟‬i n e li n i

u z a t a n . 2. b a k a r k e n g ö z ü n ü k o r u m a k İ‫ ؟‬i n

k a b i l o l m a y a n [ş e y ]. 2 . m â n â s ı z , s a ç m a şe y .

miistehilât ‫ﺳﺘ ﺤﻴ ﻼ ت‬

( a .f .z f .) : k e n d i n i b ü -

yen.

h a v l 'd e n . c . : m iis t e h ilâ t ) : 1 . m ü m k ü n v e

Umûr-i miistehile

‫ﻫﺴﺘﻜﺒﺮاذه‬

y ü k g ö re r e k , b ü y ü k le n e r e k ,

y ü k le n e n l e r , ( b k z : m ü t e k e b b ir in ) .

(a .s.) : i s t i h f a f e d e n , a ş a ğ ı,

miistehil, miistehile

m iis te k b ir-â n e

e li n i k a ç ı n ı n ü s t ü n e k o y a n ,

: m â n â s ı z , s a ç m a İşler,

m iis te k in (a.s. h a v l 'd e n . m i i s t e h i l'i n v e k a b il o lm a y a n

‫ﻣﺴﺘﻜﻴﻦ‬

( a . s . ) : a lç a k g ö n ü l l ü l ü k g ö s -

te r e n .

ş e y le r .

‫ﻣﺴﺘﻜﻦ‬

m iis te k in n

2 . m â n â s ı z , s a ç m a ş e y le r ,

(a.s. k e n n 'd e n ) : i s t i k n â n

e d e n , g iz le n e n , s a k l a n a n ,

miistehill ‫ﻫﺴﺘﺤﻞ‬

(a.s.

h e lâ l'd e n )

: 1. is t i h l â l

e d e n , h e l a l l i k d ile y e n . 2 . h e la lla ş a n .

miiste'hir, miiste'hire ٥/ L İ s t i 'h â r 'd a n ) :

te e h h ü r

،

‫ﺳﺘﺄ ﺧ ﺮ‬

eden ,

Mes'ele-İ miiste'hire : huk.

b ir

(a.s.

g e c ik e n . dâvâ

gö-

i l g i l i o l a r a k g ö r ü lm e s i ic â b e d e n b a ş k a b i r m e s e le .

‫ﻣ ﺴﺘﻜﻤﻞ‬

،

‫ﺳ ﺘ ﻬﻠ ﻚ‬

(a.

s.

h e l â k 'd e n ) : i s t i h l â k e d i lm i ş , y i y i p iç ile r e k t ü k e t i l m i ş , b it ir i le n . e rza k .

Erzâk-1 müstehleke

:

( a . i . ) : İ ç te k i k i n . (a.s. k e m â l 'd e n ) : i s t i k m â l

e d e n , ta m , o lg u n b i r h â le g e ti r e n , e k s ik s iz o l a r a k b it ir e n .

‫ﺳﻨ ﻜ ﻤ ﻦ‬

(a.s. k e m n v e k ü m ü n 'd a n ) :

g iz le n e n , s a k l a n a n . m iis te k n ih

miistehlekj müstehleke ‫ﻣﺴﺘﻬﻠﻜﻪ‬

876

‫ﺳﺘ ﻜﺌ ﻪ‬

m iis te k m il

m ü s te k m in

r i ilü r k e n , b u d â v â d a n ö n c e v e b u d â v â ile

sarf e d ile n

m iis te k in n e

‫ﺳﺘ ﻜ ﻔ ﺪ‬

(a.s. k i i n h 'd e n ) : i s t i k n â h

e d e n , k ü n h ü n ü , e s â s ın ı, d o ğ r u s u n u a r a ç tira n . m iis te k râ

‫ﺳﺘ ﻜ ﺮا‬

(a.s. h i r â 'd a n ) : k i r â y a v e r i -

le n e şy a , ( b k z : m i i k t e r â , m ü k r â ) .

müstemlek ‫ﻣﺴﺘﻜﺮه‬

m iis t e k r e h

(a .s.

k e r â h e t 'd e n .

c .:

m ü s te m e n d

‫ﻣﺴﺘﻤﺘﺪ‬

( f . s . ) : 1 . ü z ü n t ü l ü , k e d e r li,

m ü s t e k r e h â t ) : i s t i k r â h e d i lm i ş , k e r ih g ö -

h ü z ü n l ü . 2 . b îç a r e , z a v a ll ı . 3 . t a l i h s i z , m u t -

r ü l m ü ş , t i k s i n i le n , iğ r e n i le n , i g r e n ‫ ؟‬.

su z. ( b k z : m ü stm e n d ).

‫ﻣﺴﺘﻜﺮﻫﺎت‬

m ü s te k re h â t

m ü s t e k r e h 'i n

(a .s.

k e r â h e t 'd e n .

c . ) : i s t i k r â h e d ile n , t i k s i n i -

le n , i g r e n ‫ ؟‬şe y le r. (a.s. k e r â h e t 'd e n ) : [“ m ü s -

‫ﻣ ﺴﻜ ﺮﻫﻴ ﺖ‬

m ü s te k re h iy y e t

( o .i.) :

İ ğ r e n ç lik ,

‫ﻣﺘ ﻤﻨ ﺪاﻧ ﻪ‬

( f .z f .) : 1. ü z ü n tü lü ,

z a v a ll ı c a .

m ü s te m h il -

(a .s. m e h l 'd e n ) : m ü h le t ,

z a m a n , m u a y y e n b i r v a k i t is t e y e n ,

t ik s in t i.

‫ﻣ ﺴﺘﻜﺮ ى‬

m iis te k r i

m ü s t e m e n d 'i n

k e d e r li o l a r a k . 2 . t a l i h s i z li k le , m u t s u z l u k l a . 3.

t e k r e h " i n m ü e n .] . ( b k z : m iis t e k r e h ).

(f.s .

c . ) : ü z ü n t ü l ü , g a m l ı , k a s a v e t l i k im s e le r , m ü s te m e n d -â n e

‫ﻣ ﺴﻜ ﺮﻫﻪ‬

m iis te k re h e

‫ﻣ ﺴ ﺪا ن‬

m iis te m e n d â n

(a.s. k i r â 'd a n ) : i s t i k r â e d e n ,

m i i s t e m i ' ‫( ﻣ ﺴﻤﻊ‬a .s. s e m 'd e n . c . : m ü s t e m l i n ) : 1. İs tim â

k i r â ile t u t a n , ( b k z : i m i k t e n , m iis t e 'c i‫) ؛‬. m ü s t e k r i h ‫( س^ﻛﺮه‬a.s. k e r â h e t 'd e n ) : 1 . i s t i k r â h

e d e n , d in le y e n ,

d i n l e y i c i , İşite n ,

( b k z : s â m i ') . 2 . b i r o k u la y a l n ı z d i n l e y i c i o la r a k d e v â m ed en .

e d e n , t ik s in e n , k e r i h g ö r e n , ig r e n e n , n e f r e t

(a.s. k ü s r

ve

k e s r e t 'd e n ) :

‫ﻣ ﺴﺘﻜ ﺸ ﻒ‬

‫ﻣﺴﺘﻤﻌﺄ‬

m iis te m ia n

is t i k s â r e d e n , ‫ ؟‬o k g ö r e n , ‫ ؟‬o k s a y a n , m iis te k ş if

(a .s. s e m 'd e n ) : [“ m i i s t e m i '

" i n m ü e n .] . ( b k z : m ü s t e m i ') .

‫ﻣ ﺴﻜﻔ ﺮ‬

m ü s te k s ir

‫ﻣﺴﺘﻤﻌﻪ‬

m ü s te m ia

ed en . 2 . h e k . İştah k esen ,

(a .z f. s e m i 'd e n ) : d i n l e y i c i

o l a r a k ; iş ite r e k , d u y a r a k , (a.s.

k e ş f 'd e n ) : İ s t i k ş â f

‫ﻣﺴﺘﻤﺪ‬

m iis te m id d

e d e n , k e ş f e t m e y e ‫ ؟‬a lı ş a n ,

(a .s. m e d e d 'd e n ) : i s t i m d â d

e d e n , y a r d i m is t e y e n .

‫ﻣ ﺴﺘﻜﺘ ﺐ‬

m ü s te k tib

( a . s . ) : is t ik t â b e d e n , s ö y le -

‫ﻣ ﺴﻤﺪاﻧ ﻪ‬

m iis te m id d -â n e

y i p y a z d ı r a n , d ik t e e d e n ,

(a .f.z f.):

is t i m d â d e d e r e k , y a r d i m is t e y e r e k ,

‫ﻣ ﺴﺘﻠﺬ‬

m ü s te le z z

(a.s.

l e z z e t 'd e n .

c .:

m iis t e le z z â t ) : le z z e t a lı n m ı ş , t a d m a v a r i l -

‫ﻣﺴﺘﻤﻌﻴﻦ‬

m ü s te m iln

(a .s. s e m 'd e n . m ü s t e m i 'i n .

c.) : d i n l e y i c i l e r , f r . a u d i t e u r s .

m ış .

‫ﻣ ﺴﺘﻠﻨﺎ ت‬

m ü s te le z z â t

(a.i.

le z z e t 'd e n .

m ü s t e le z z 'in c . ) : le z z e t a l m a n şe y le r,

‫ﻣﺴﺘﺄﻣﻦ‬

m ü s t e 'm î n

(a .s. e m n 'd e n ) : 1 . i s t i m â n

e d e n , a m a n d ile y e n . 2 . v a k t i y l e e c n e b i t e b a a s m a v e r ile n b ir U n v a n . 3 . s ığ ın a n , c a n i-

m iis te lim

‫ﻣ ﺴﻠﻴ ﻢ‬

(a .s. le v m 'd e n ) : b e ğ e n i l m e y e -

n ı k u r t a r m a k ş a r t ı y l a t e s lim o la n .

c e k İş g ö re n . m U s t e ' m i n e ^ ^ (a .s. s e m 'd e n ) : [“ m ü s t e 'm i n "

‫ﻣ ﺴﺘﻠﺬ‬

m ü s te liz z

(a.s. l e z z e t '.d e n ) : le z z e t a la n ,

i n m ü e n .] . ( b k z : m ü s t e 'm in ) .

t a d a la n , t a d m a v a r a n . m ü s te m irr m iiste liz z e

‫ﻣ ﺴﺘﻠﺬه‬

(a .s. l e z z e t 'd e n ) : [ " m ü s t e -

l i z z " i n m ü e n .] . ( b k z : m ü s te liz z ). m iis te lk î

‫ﺳﺘﻠﻘ ﻰ‬

( a .s .) : is tilk a ed en , a r k a ü stü

‫ﻣﺴﺘﻠﺰم‬

(a .s. l ü z û m 'd a n ) : i s t i l z â m

m ü s te m ir r e

‫ﻣﺴﺘﻤﺮه‬

(a .s. m ü r û r 'd a n ) : [ " m ü s t e -

‫ﻣ ﺴ ﻤﺪ‬

( a . s . ) : k e n d is in e

‫ﻣﺴﺘﻤﻦ‬

m iis te m ir r e n

‫ﻣﺴﺘﻤﺮأ‬

( a . z f . ) : m ü s t e m i r o la r a k ,

s ü r e k li, a r a lı k s ı z , ( b k z : d â im î) . y a r d im

e d ile n , e d i lm i ş o la n . m i i s t e 'm e n

g id e n . 2 . s ü r e k li,

m i r r ” i n m ü e n .] . ( b k z : m iis t e m i r r ) .

e d e n , g e r e k t ir e n ; g e re k e n , m ü ste m e d d

(a .s. m ü r û r 'd a n ) : 1 . i s t i m r â r

d e v a m l ı ; b i r d ü z iy e , d â i m â .

y a ta n . m iis te lz im

‫ﺳﺘ ﻤ ﺮ‬

e d e n , b ir d ü z iy e u z a y ıp

(a .s. e m n 'd e n ) : 1 . k e n d is in e

m ü s te m it

‫ﻣﺴﺘﻤﻴﺖ‬

( a . s . ) : s a v a ş t a ö lü m d e n y ı l -

m a y a n y ü r e k l i [ k im s e ] , m ü s te m le k

‫ﻣ ﺴ ﻤﻠ ﻚ‬

(o .s. m ü l k 'd e n ) : 1 . s a t m

a m a n v e r i l m i ş o la n . 2 . e c n e b i t e b a a s ı n d a n

a l ı n m ı ş m ü l k . 2 . ( b k z : m ü s t a 'm e r ) . [ y a p m a

o la n k im s e .

k e lim e le r d e n d ir ] .

877

müstemlekâ. miistemlekât ‫ﺳ ﺘ ﻤﻠ ﻜﺎ ت‬ (a.i. mülk'den. miistemleke'nin c .): sömürgeler, fr. colonies. (bkz: müsta'mere). müstemleke ‫( ﺳﺘ ﻤﻠ ﻜ ﻪ‬a.i. mülk'den. c . : miistemlekât): sömürge, fr. colonie. (bkz : müsta'mere). müstemli -

(a.s.). (bkz : müstektib).

miistemsik ‫( ﻣ ﺴﺘﻤ ﺴ ﻚ‬a.s.) : salıvermemek iizere sıkı tutan. miistemti' ‫( ﺳﺘ ﻤﺘ ﻊ‬a.s.): istimtâ eden, temettü' eden, faydalanan.

üst derecede bulunan başka mahkemede bakılmasını isteyen [kimsej. müste'nife ‫( ﺳﺘﺄﻧﻔﻪ‬a.s. en fd en ): ["müste'nif" in müen.J. (bkz : müste'nif). müstenim ‫( ﺳ ﺘ ﻨ ﻴ ﻢ‬a.s. nevm'den): yalandan uyuyan, uyur gibi görünen, miistenir ‫( ﺳﺘﻨﻴ ﺮ‬a.s. nûr'dan): istinâre eden, nûr, ışık alan, parlak. müste'nis ‫( ﺳﺘﺄﻧ ﺲ‬a.s. üns'den) : İstînâs eden, ünsiyet peyda eden, yabâniligi kalmayan, alışık.

miistemzic ‫ﻣﺴﺘﻤﺰج‬ (a.s. meze'den) : istimzâceden, yoklayan, soran [düşüncesini, reyini, hatırını].

müstenker ‫( ﻣﺴﺘﺘﻜﺮ‬a.s. nekr'den): İnkâr edilmiş. (bkz : münker).

miistenbat ‫( ﺳﺘﻨﺒ ﻂ‬a.s.): istinbât olunmuş, zımnen anlaşılmış, (bkz : müstedell).

müstenkıs ‫( ﺳﺘﻨﻘ ﺺ‬a.s. naks'dan) : istinkas eden, fiyatı kısmak, indirmek isteyen,

miistenbi' -

müstenkif ‫( ﺳ ﻌﻨ ﻜ ﻒ‬a.s. nekfden) : istinkâf eden, kabûl etmeyen, geri duran, el ‫ ؟‬eken, *çekimser.

(a.s.).(bkz : miistahbir).

miistenciz ‫( ﺳﺘﻔ ﺠ ﺰ‬a.s.) : istincâzeden, va'dini yerine getirilmesini isteyen. miiste'nefiin-aleyh ‫( ﻣﺴﺘﺄﻧﻒ ﻋﻠﻴﻪ‬a.b.s.): huk. aleyhinde, istinaf sûretiyle dâvâ açılan kimse. miistenfik ‫( ﺳﺘﻨﻐ ﻖ‬a.s.): şunu bunu beslemek; İ‫ ؟‬in malını tüketen. miistenfir ‫( ﻣ ﺴ ﺘ ﺘ ﻔ ﺮ‬a.s.): istinfâr eden, ürken, ürküp ka‫ ؟‬an. miistenhic giren.

(a.s.): birinin mesleğine

müstenhir ‫( ﺳ ﺘ ﺘ ﻬ ﺮ‬a.s. nehr'den): aka aka yeri oyan, nehir yapan. m ü ste n id -(a .s.se n e d 'd e n .c . :müstenidât): 1. istinâdeden, dayanan, yaslanan; güvenen. 2. bir delili, şâhidi olan. müstenidât ‫ﻣ ﺴﺘﻨ ﺪا ت‬ (a.s. sened'den. miistenid'in c.) : (bkz : miistenid). müsteniden ‫ﻣﺴﺘﻨﺪأ‬ (a.zf. sened'den): 1. istinâdederek, dayanarak, yaslanarak; güvenerek. 2. bir delil, şâhid (*tanık) göstererek. müste'nif ‫( ﺳﺘﺄﻧ ﻒ‬a.s. enfden) : 1. istinâfeden, yeniden başlayan. 2. bidâyet mahkemesinden (dâvâların ilk görüldüğü mahkemeden) verilen hükmü kabûl etmeyip, dâvâsına, bir

müstenkıh ‫( ﺳﺘﻨﻘﻪ‬a.s.): İdrâk eden, anlayan,

müstenkih ‫( ﺳﺘﻨ ﻜ ﻪ‬a.s.): 1. ağız koklayan. 2. inceleyen, araştıran. müstenkir ‫( ﺳﺘﻨ ﻜ ﺮ‬a.s.): İnkâr eden, (bkz: münkir). müstensih ‫( ﺷ ﺦ‬a.s. nesh'den): 1. istinsâh eden, bir yazının sûretini, kopyasını ‫ ؟‬ikaran. 2. teksir, ‫ ؟‬ogaltma makinası, şapirograf. müstenşıkk ‫( ﺳﺘﺘ ﺸ ﻖ‬a.s. şakk'dan): burnuna su ‫ ؟‬eken [temizlik İ‫ ؟‬in]. müstenşid ‫ﺳﺘﻨ ﺸ ﺪ‬ (a.s. neşlde'den): istinşâdeden, birisinin şiir okumasını isteyen. müstentic ‫( ﺳﺘﻨﺂ ج‬a.s. netice'den): istintâceden, netice ‫ ؟‬ikaran. müsterâh ‫( ﺳﺘ ﺮا ح‬a.i. râhat'dan) : 1. rahat edecekyer. 2. aptesâne. (bkz : pây-hâne). miisterak, miisteraka ‫ ﻣﺴﺘﺮﻗﻪ‬، ‫( ﺳﺘ ﺮ ق‬a.s. sirkat'den) : sirkat olunmuş, ‫ ؟‬alınmış, (bkz : mesrûk). Hamse-i miisteraka : celâlî senenin sonuna İlâve edilen beş gün. miistercâ ‫ ﻣﺴﺘﺮﺟﻰ‬، ‫( ﻣﺴﻌﺮﺟﺎ‬a.s. recâ'dan) : 1. ricâ edilmiş. 2. umulmuş, umulan, [yapma kelimelerdendir].

müs.eskî

‫( ﻣﺴﺘﺮﺟﺢ‬a.s. rücû'dan): istircâ eden, "İnnâ İillâh ve İnnâ ileyhi râciûn (= biz Allah'ın kuluyuz, 0 'na râciiz, 0 'na dönecegiz)" diyen.

miisterci'

(a.s. istirdâdedilmif, geri alınmış.

‫ﺳﺘ ﺮ د‬

miisteredd

redd'den) :

‫( ﺳﺘ ﺮﻓﻪ‬a.s. refâh'den): refah, bolluk, rahatlık isteyen.

m iisterfih

‫( ﻣﺴﺘﺮﺣﻢ‬a.s. rahm ve ruhum'dan) : 1. istirhâm olunmuş, niyâz olunmuş, yalvarılmış, yalvarılan. 2. birinin merhameti istenilen.

miisterham

müsterhi ‫( ﻣ ﺘ ﺮ ﺧ ﻰ‬a.s. rehâ'dan) : istirhâ eden,

gevşek, sarkık, sölpük.

miisterşid ‫ﻣﺴﺘﺮﺷﺪ‬ (a.s. rüşd'den. c. : miisterfidîn): istifâdeden, irşâd edilmesini, dogru yolun gösterilmesini isteyeır. miisterşid-âne ‫( ﺳﺘ ﺮ ﺷﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.) : miisterşide, doğru yolun gösterilmesini isteyene yarafir yolda. miisterşidin ‫( ﻣﺴﺘﺮﺷﺪﻳﻦ‬a.s. miisterşid'in c.) : irfâdedilmesini, dogru yolun gösterilmesini isteyenler. miisterşi-yâne ‫( ﻣﺴﺘﺮﺷﻴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : rüşvet istercesine. miistervih ‫( ﻣﺴﺘﺮوح‬a.s. râhat'dan): istirahat eden, dinlenen.

‫( ﺳﺘ ﺮ ﻫ ﺐ‬a.s.): istirhâbeden, kor-

müsterzı' ‫( ﻣﺴﺘﺮﺿﻊ‬a.s. rızâ'dan) : para ile sütnine tutan.

‫ ﺑ ﻢ‬۶ ‫( م‬a.s. rahm'den) :1. istirhâm

miisterzil ‫( ﻣﺴﺘﺮذل‬a.s. rezil'den): istirzâl eden, rezil sayan.

eden‫ ؛‬niyâz eden, yalvaran. 2. merhamet dileyen.

miistes'ad ‫( ﻣ ﺴ ﻌ ﺪ‬a.s. sa'd'den): istisâdedilen, ugurlu sayılmış, ugurlu sayılan.

‫( ﺳﺘ ﺮ ﺣﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf. ruhm'dan): istirhâm edene, yalvarana‫ ؛‬merhamet dileyene yaraşır yolda.

müste'sal ‫( ﻣﺴﺘﺄﺻﻞ‬a.s.): istisal olunmuş, kökiinden koparılmış.

müsterhib

kutan. miisterhim

miisterhim-âne

‫( ﺳﺘ ﺮ ﻫ ﻦ‬a.s. rehn'den): istirhân

miisterhin

ed'en, rehin alan; rehin isteyen. miisterhis

‫( ﺳﺘﺮﺧ ﺺ‬a.s. rııhs'dan): istirhâs

eden, ucuz sayan.

miisteshil ‫( ﻣ ﻤ ﻬ ﻞ‬a.s. sehl'den) : istishâl eden, kolay sayan. müsteshü-âne ‫( ﻣ ﻤ ﻬ ﻼ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): kolay sayarcasma.

‫( ﺳﺘﺮﻋﺮ‬a.s.): İstir'â eden, birinden

miisteshir ‫( ﻣ ﻤ ﺨ ﺮ‬a.s.): istishâr eden, alay eden.

bir şeyin korunmasını ve saklanmasını isteyen.

müste'sıl ‫( ﻣﺴﺘﺄﺻﻞ‬a.s.): istisal eden, kökünden koparan.

(a.s.):

(bkz:

medyûn).

müstes'îd (a.s. sad'dan): istisâdeden, ugurlu sayan, ugur sayan.

‫( ﺳﺘ ﺮﻳ ﺢ‬a.s. râhat'dan): istirâhat eden, rahat bulan, gönlü rahat, kaygısız.

müstesinn ‫( ﻣﺴﺘﺴﻦ‬a.s. sinn'den): istisnân eden, yaşlanan, ihtiyarlayan.

m üster'î

‫ﻣﺴﺘﺄرب‬

miiste'rib

borçlu,

rpiisterîh

müsterîhii'1- b â l : İÇİ, gönlü rahat.

in müen.]. (bkz : müsterih).

müsteskal ‫( ﺳﺘﺜ ﻘ ﻞ‬a.s. Siklet'den): istiskal edilen, kendisine, kovarcasma muâmelede bulunulan.

‫( ﻣﺴﺘﺮﻳﺤﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.. râhat'dan): İÇİ rahat olarak, gönül rahatlığı ile.

m ü s t e s k ı l - (a.s. siklet'den) : istiskal eden, kovarcasma muâmele eden.

‫( ﺳﺘ ﺮﺑ ﻊ‬a.s.): yamaya, tâmire muh-

miisteskıl-âne ‫( ﺳﺘﺜﻘ ﻼﻧ ﻪ‬a.f.zf.): istiskal edene yakışacak sûrette.

müsterşî ‫( ﻣﺴﺘﺮﺷﻰ‬a.s. rüşvet'den) : İstirşâ eden,

miisteski ‫( ﺳﺘﻨﻘ ﻰ‬a.s. saky'den) : hek. istiska olmuş, karni su toplamış.

miisteriha

‫( ﻣﺴﺘﺮﺣﻪ‬a.s. râhat'dan): ["müsterih”

m üsterîh-âne

miisterkı'

taç. rüşvet isteyen, (bkz : mürteşî).

879

müsfeslim

miisteslim

‫ﻣﺴﺘﺴﻠﻢ‬

c .:

m iis te tâ b

m ü ste slim in ). 1. istislâ m ed en , b o y u n egen.

edilen,

2 . İslâ m d in in i k a b û l eden,

m iis te tâ b

(a.s.

müsteslimin ‫ﻣﺴﺘﺴﻠﻤﻴﻦ‬

se lâ m e t'd e n .

(a.s. m iiste slim 'in c.)

:

1. istislâ m edenler, b o y u n egenler. 2 . İslâ m d in in i k a b û l edenler.

miistesnâ ‫ﻣﺴﺘﺜﯫ‬

(a.s.

s e n y 'd e n ):

1 . istisn â ed ilen , k u r a l d ışı b ıra k ıla n , b ıra k ılm ış . 2 . ü stü n . 3 . a y n tu tu la n , * a y rık . 4.

‫( ﺳﺘ ﻌ ﻢ‬a.s.) : istitâm eden, tamamİanmasını isteyen.

le n e n , g iz li, s a k il. m iis te v â

‫ﻣﺴﺘﻮى‬

(a.s. m ü s te sn â 'n ın c.).

( b k z : m ü ste sn â).

(a.i. m e şv ere t'd e n ) : 1. k e n -

d isiyle m iişâ ve re d e b u lu n u la n , k e n d isin e İş d a n ışıla n . 2 . vek âletlerd e v e k ild e n so n ra k i âm ir.

müsteçârî ‫ﺳﺘ ﺸﺎ ر ى‬

(a.f. m e ş v e r e t 'd e n ) : m iis-

te şa rh k . (a.s. ş e f â a t 'd e n ) : şefâat d ile -

y en , b a ğ ış la n m a s ın ı isteyen ,

müsteçfî ‫ﻣﺴﺘﺸﻔﻰ‬

müsteçfi-âne ‫ﺳﻌ ﺸﻔﻌﺎﻧﻪ‬ ‫ﻣﺴﺘﺸﻬﺪ‬

(a.s.

şe h â d e t'd e n

c .:

gö sterilen . (a.s. m ü s te şh e d 'in c . ) :

şâ h it tu tu la n la r, şâ h it o la r a k gö sterilen ler.

müsteşhedât-1 edebiyye : ed.

k e lim ele re m i-

sa l o la r a k g ö ste rilen c ü m le v e y â şiirler,

‫ﻣﺴﺘﺸﻬﺪ‬

(a.s.

‫ﺳﺘ ﻮﻓ ﺮ‬

(a.s. v e f r 'd e n ) : b o r ç l u d a n

a la c a ğ ın ı t a m â m e n a la n ,

m iis te v i

‫ﺳﺘ ﻮ ﻫ ﺐ‬

‫ﺳﺘ ﻮ ى‬

(a.s.) : b a h ş i ş is te y e n ,

(a.s. s e v i'd e n ) : 1. d ü z , h e r ta -

ŞİŞİ b i r o la n v e y â h e m e rk e k , h e m d iş i o la n [isim , Sifat].

‫( ﺳﺘ ﻮ ﻋ ﺐ‬a.s.va'b'den) : 1. istiâbeden, İçine alan, kapsayan. 2 . kaplayan, tutan,

b ild ir ilm e s in i isteyen [ya z ı ile-), (a.s. v e

c .:

d ilin i v e e d e b iy â tım v e fo lk lo ru n u a ra ştır-

müsteşrikin ‫ﺳﻤﺘﺸﺮﻗﻴﻦ‬

fr. orientaliste.

(a.s.

ve

m ü s t e ş r ik in c . ) : m ü ste şrik le r,

‫ﺳﻤﺘﻮﻟﺪه‬

(s. v e 'i . v e le d 'd e n ) : h u k .

efendisinden olma çocuğu bulunan cariye,

‫ ﺳ ﺘ ﻮﻳ ﻪ‬، ‫( ﻣﺴﺘﻮﻟﻰ‬a.s. vely'den) : 1. İstilâ eden, ele geçiren, idâresi altına alan. 2. yayılan, her tarafı kaplayan. 3 . h e k . salgm, fr . é p i d é m i q u e . M a r a z - I m ü s t e v l i : h e k . salgm hastalık, fr . m a l a d i e é p i d é m i q u e . N e z l e - i m ü s t e v l i y e : h e k . salgm nezle, nezle salgını.

m ü s te v li, m ü s te v liy e

i. ş a rk 'd a n .

m ü ste şrik in ) : şa rk to p lu lu k la r ın ın tâ rih in i) m a k la m e ş g u l o lan â lim ,

‫( ﻣﺴﺘﻮﻗﺪ‬a.s.) : 1. yanıp alevlenmiş.

2 . y a k ı p a le v le n d ir ic i. m iis te v le d e

(a.s. iş'â r'd a n ) : istiş'â r eden,

müsteşrik ‫ﻣﺴﺘﺸﺮق‬

‫( ﻣﺴﺘﻮي‬a.s.) : 1. istika eden, olmasım bekleyen. 2 . olacak diye kaygılanan,

m iis te v k i'

m ü s te v k id

ş e h â d e t 'd e n ):

istişh â d e d e n , şâ h it tu tan ,

müsteş'ir ‫ﺳﺘ ﺸ ﻌ ﺮ‬

listes.

(a.s.) : A l l a h 't a n y a r d i m d i-

m i i s t e v 'i b

müsteşhedât ‫ﻣ ﺴﺘ ﺸﻬﺪا ت‬

.

‫ﻣﺴﺘﻮﻓﻖ‬

le y e n .

r a f ı b ir . 2 . g e o . * d ü z le m . 3. g r . e r k e g i ile d i-

m ü s te ş h e d â t): şâ h it tu tu la n , şâ h it o la ra k

88

‫ ﻣﺴﺘﻮﻓﻰ‬، ‫( ﺳﺘ ﻮﻓ ﻰ‬a. s. vefâ'dan) : kâfi derecede, yeteri kadar, tam, mükemmel‫ ؛‬dolgun.

m iis te v fâ , m iis te v fi

m iis te v h ib

( a . f z f . ) : şefaat d ile rc e -

sin e.

miisteşhid

‫( ﺳﺘ ﻮ د ع‬a.s. ved'den) : 1. emânet bırakan. 2. emânet bırakılan yer.

m iis te v d i'

m iis te v fir

(a.s. ş i f â 'd a n ) : 1 . şifâ d ile ye n ,

iy ilik isteyen . 2 . k e n d isin e b a k tıra n ,

miisteşhed

(a.s. v ü c û b 'd a n ) : 1. lâ y ık .

‫( ﻣﺴﺘﻮدع‬a.s. ved'den) : 1. emânet bırakılan. 2 . emânet olarak bir mail kabûl eden.

m iis te v fik

miisteşfi’ ‫ﻣﺴﺘﺸﻔﻊ‬

‫ﺳﺘ ﻮ ﺟ ﺐ‬

(bkz : sezâ, şâyan). 2 . icâbeden, gereken, m iis te v d a '

(a.s. ş u û r 'd a n ) : b ild irile n ,

h aberli.

müsteçâr ‫ﻣﺴﺘﺸﺎر‬

(a.s.) : m ü z e k k e r (*eril) ile m ü -

e n n e s i (* d işil) İç in e a la n , m iis te v c ib

müsteç'ar ‫ﺳﺘ ﺸ ﻌ ﺮ‬

K itâ b - 1

m iis te tim

b e n z e rle rin d e n b a sk ın ,

müstesneyât ‫ﻣﺴﺘﺜﻨﻴﺎ ت‬

hoş, güzel bulunan. : güzel kitap.

m i i s t e t i r ‫( ﻣ ﺴ ﺘ ﺘ ﺮ‬a.s. s e t r 'd e n ) : i s t i t â r e d e n , g iz -

‫ﻣﺴﺘﺜﻨﻰ‬

،

‫( ﻣﺴﺘﻄﺎب‬a.s. tayyib'den) : istitâbe

i.

şa rk 'd a n .

fr. orienta-

m iis te v s i

‫ﻣﺴﺘﻮﺳﻊ‬

(a.s.)

: bollaşan, genişleyen.

müşâfehe

‫ش‬۶ ‫( م‬a.s.): birinden senet, vesika

m ü s te v s ik

alan. m ü s te v z i'

‫( ﺳﺘ ﻮ ز ع‬a.s.): hak dergâhından il-

müs'ut ‫ﺳ ﻌ ﻂ‬ müsül ‫ﻫ ﺸﻞ‬

(a.s. yakin'den) : istikan eden, yakinen, kat'î olarak bilen,

m ü s te y k ın

(a.s. yakaz'dan): istikazeden, uykudan uyanan, (bkz : bî-dâr).

m ü s te y k ız

(a.s.) : 1. aman dileyen. 2. birinin yeminini isteyen. 3 ٠miibârek sayan.

m ü s te y m in

m ü s te y s e r

-

(a.s.): kolaylanmış, hazır,

m iis te y s ir

-

(a.s.): istisar eden, nefsine

ayıran.

‫ و ا د‬٠‫م‬ (a.s. ziyâde'den) : 1. ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış. 2. i. e d . bahr-i hecez vezinlerinden: "mef'ûlü mefâîlü mefâîlü faûlün'' vezninde söylenmiş mısra'lara ,''mef'ûlü faûlün" parçalarina müsâvî birer parça katmak sûretiyle meydana getirilen manzûme: Meselâ : / Ey şûh~i kerem-pişe dil-i zâr şenindir / Yok minnetin aslâ / Eykân-1 giiher anda ne kim vâr şenindir / Pinhân ü hüveydâ / (Nedim)

m ü s te z â d - 1 s ü d â s i y y e : e d .

uzun mısraları mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün, ziyadeleri mefâîlün mefâîlün vezninde olan müstezat.

‫( ﻣﺴﺘﺄذن‬a.s. izn'den): izin istenil-

m ü s t e 'z e n

miş.

‫( ﻫﺴﺘﺬل‬a.s. zelil'den): istizlâl eden,

birini zelil, hor, hakir gören,

‫( ﻣﺴﺘﺄذن‬a.s. izn'den): izin isteyen,

m ü s te z k ir

‫ﺳﺘﻨ ﻜ ﺮ‬

(a.s. zikr'den): istizkâr

eden, hatırlayan. (f.s.c.: müstmendân): 1. üzüntülü, kederli. 2. bîçare, zavallı. 3. talihsiz, mutsuz, (bkz : miistemend).

m ü s tm e n d

(f.s. müstmend'in c.) : mahzun, kederli, üzgün kimseler; biçâreler, zavallılar; talihsizler, mutsuzlar,

m ü s tm e n d â n

‫ان‬-

m iis tm e n d -â n e

‫( ﺳﻌﻤﻔﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): mahzunluk-

la, zavallılıkla.

(a.i.) : e n fiy e k u tu su .

(a.i. m is â l'in c.) :

1.

örnek ler.

2. fels.

E flâ tu n 'u n "id é e s " sö zü k a rşılığ ı,

miisveddât ‫ﺳ ﻮ دا ت‬

(a.i. s e v v â d 'd a n ) : k a ra la -

m a la r, ta slak lar.

müsvedde ‫ﺳ ﻮ د ه‬

(a.i. se v e d 'd e n . c. m ü sve d d â t) :

1. k a r a la m a , taslak , b e y a z e d ilm e k ü zere ilk y a z ıla n v e ü z e rin d e d ü zeltm eler y a p ıla n y a z ı. 2 . b e c e rik siz , â ciz, içe y a r a m a z [k im se].

müşâ' ‫ﺷ ﺎ ع‬ şu yû

(a.s. ç ü y û 'd a n ) : 1. içâa o lu n m u ş,

b u lm u ş ,

ru lm u ş.

m iis te z â d

m ü s t e 'z i n

‫( ﻫ ﺜ ﻮ ل‬a.i.) : a y a k ta d u rm a [sa yg ıd a n d o -

layı].

ham isteyen.

m ü s te z ill

müsûl

y a y ılm ış ,

h erk ese

2 . h isse d a rla r, o r ta k la r

d u yu -

a ra sın d a

b e râ b e rce k u lla n ıld ığ ı h a ld e h isselere ayr ılm a m ış o la n şey, yer.

müşâabe ‫ﻷ ى‬

(a.i. şu 'b e'd en ) : u z a k la şm a ,

müşâare ‫ﺷﺎ ﻋﺮه‬

(a.i. şi'r'd en ) : k a r ş ılık lı şiir

sö yle(ş)m e, b irb irin e şiir s ö y le m e ‫ ؛‬şiir y a rışı.

müşâât ‫ﺷ ﺎ ﴽ ت‬

(a.i.) : 1. y a r ış etm e. 2 . ileri g e ‫ ؟‬-

m e.

müşâbehet ‫ﻣﺸﺎ ﺑﻬﺖ‬

(a.i. şeb eh v e şib h 'd en . c.

m ü şâ b e h â t) : b e n z e y iş, b e n zem e,

müşa'bid, müşa'biz ‫ ﻋ ﺬ‬٠‫ش‬

، -

(a.i.) : h o k -

kabaz.

müşâbih ‫ﻣﺸﺎﺑﻪ‬

(a.s. şebeh v e şib h 'd en ) : b e n ze -

y e n , b e n zer, (b k z : m ü m â sil, n azlr).

müşâbihe ‫ﻣﺸﺄﺑﻬﻪ‬

(a.s. şeb e h v e şib h 'd en ). [“ m ü -

ş a b ih ” in m ü en .l. (b k z : m ü şâ b ih ).

miiçabih hadler : mat. b e n z e r müşâcerât ‫ﻣ ﺸﺎﺟﺮا ت‬

(a.i.

.te rim le r,

m ü şâ c e re 'n in

c.) :

k a v g a la r, d ö vü şm eler.

müşâcere‫ﺛ ﻤ ﻪ‬

(a .i.şe c e r'd e n .c . :m ü şâ c e râ t) :

1. k a v g a etm e, çek işm e, (b k z : n izâ). 2 . a ğ a ‫؟‬ ile b irb ir in e v u r m a .

müşâfehât ‫( ﻣﺸﺎﻓﻬﺎت‬a.i. ş e f e 'd e n . m ü ş â f e h e 'n in c.) : a ğ ız a g ız a , y iiz y iiz e , k a r ş ı k a r ş ıy a k o n u ş m a la r .

müçâfehe ‫( ﻣﺸﺎﻓﻬﻪ‬a.i. şe fe 'd e n .'C . : m ü ş â f e h â t) : a ğ ız a g ız a , y iiz y iiz e , k a r ş ı k a r ş ıy a k o n u ş m a.

881

müşâgabe

müşâgabe ‫( ﻣﺸﺎﻏﺒﻪ‬a.i.): fels. fr. Cristique. müşâgare ‫( ﻣﺸﺎﻏﺮه‬a.i.): mehir alıp vermemek İçin iki kişi birbirinin hısımlarından birer kadınla evlenme. müşâhed ‫( ﻣﺸﺎﻫﺪ‬a.s. çuhûd'dan): müşâhede olunmuş, görülmüş, görülen, müşâhedât ‫ﻣﺸﺎﻫﺪات‬ (a.i. şuhûd'dan. müşâhede'nin c.): 1. gözle görülen şeyler. 2. fels. *gözlemler. müşâhede ‫ﺷﺎ ﻫ ﺪ ه‬ (a.i. şuhûd'dan. c . : müşâhedât): 1. bir şeyi gözle görme, (bkz : rü'yet). 2. tas. Allah âlemini görme, müşâhede-i mücerrebât-1 filim e : içlenerek elde edilmiş tecrübelerin görülmesi, müşâhere ‫( ﺷﺎ ﻫﺮه‬a.i. şehr'den): aylıkla tutma. müşâhere-hârân ‫( ﺷﺎ ﻫ ﺮه ﺧﻮارات‬a.fb.i.): ayİıklılar. ınüşâhereten ‫( ﻣﺸﺎﻫﺮة‬a.zf.): aylıklı olarak. ınüçâhereten icare : huk. aylıkla kiralama, müşahhas (a.s. çahs'dan): ı.teşhîs edilmiş, tanınmış, nev'i ve cinsi anlaşılmış. 2. şahıslanmış, şahıs sûretine girmiş. 3٠fels. *somut, fr. concret. müşahhasa ‫( ﻣﺸﺨﺼﻪ‬a.s. çahs'dan): [“müşahhas” m miien.]. (bkz : müşahhas), müşahhas aded : mat. *somut sayı, müşalıhasât ‫( ﻣ ﺸ ﺨﻬﺎ ت‬a.s. şahs'dan): *somut bilgiler, fr. Sciences concretes. müşahhıs ‫( ﻫﺸﺨﺺ‬a.s. şahs'dan): teçhîs eden, taslagin adını koyan. müşâhid ‫( ﻣﺸﺎﻫﺪ‬a.s. ve i. çuhûd'dan. c . : müşâhidîn): müşâhede eden, gören, bakan. müşâhidîn ‫( ﻣﺸﺎﻫﺪﻳﻦ‬a.s. ve i. müşâhid'in c .): müçâhede edenler, görenler, bakanlar, müşâkat ‫"( ﻣﺸﺎﻗﺖ‬ka” uzun okunur, a.i.): SIkırıtıya dayanma husûsunda yarışma, müşâkat ‫( ﻣﺸﺎﻗﺖ‬a.i.): düşmanlık: aykırılık, müşâkele ‫( ﺷﺎ ﻛﻠ ﻪ‬a.i. çekl'den): 1. şekilce bir olma, benzeme. 2. ed. birinin söylediği bir sözü, diğerinin az çok evvelki mânâya zıt olarak kullanması, [meselâ : kaleme devâm edip etmediği sorulan havâî bir adam 882

hakkında: "kendi bâzan gelir ammâ, sözü gelmez kaleme'' denilmesi gibi], müşâlcil ‫( ﺷ ﺎ ﻛ ﻞ‬a.s. çekiden): şekilce bir olan, benzeyen. müşâr ‫( ﻣﺸﺎر‬a.s. çevr'den) : içâret olunan, İçâretle gösterilen. müçârün bi'1-benâm, müşârün bi'1-enâmil: parmakla gösterilen. (bkz: meçhûr, mümtâz, nâm-dâr). müşârata ‫( ﻣﺸﺎرﻃﻪ‬a.i. şart d an ): şartlaşma, müşârebe ‫( ﻣﺸﺎرﺑﻪ‬a.i. şürb'den): birlikte İ‫ ؟‬me. müçârefe ‫( ﻣﺸﺎرﻓﻪ‬a.i.): 1. yüksek yere ‫ ؟‬ikma. 2. şan ve şeref husûsunda biriyle övünme, müşâreket ‫( ﻣﺸﺎرﻛ ﺖ‬a.i. şirket'den) : 1. şeriklik, ortaklık, ortaklaşma, birine ortak olma. 2. gr. *İşteşlik [sevişme: birbirini sevme: anlaşma: birbirini anlama., gibi], müşâreze ‫( ﻣﺸﺎرزه‬a.i. şerz'den): huysuzluk, geçimsizlik. müşârik ‫( ﺷﺎ ر ك‬a.s. şirket'den): 1. ortak, bir İş beraberliğinde bulunan, (bkz: şerîk). Bilâ müşârik: ortaksız. 2٠ortaklardan, berâber İş yapanlardan her biri, müşâriz ‫( ﺷﺎ ر ز‬a.s. şerz'den): kavgacı, huysuz. müşârün bi'1-benân ‫( ﻣﺸﺎرﺑﺎﻟﺒﻔﺎن‬a.s.) : parmakla gösterilen. müşârün-ileyh ‫( ﺷﺎ ر ا ب‬a.s. şevr'den. c . : müşârün-ileyhümâ): "kendisine işâret olunan” : adi geçen, adi anılan [erkek]. [Tanzimat'tan sonra, bahsedilen en yüksek rütbe İçin bu kelime kullanılmıştır], müşârün-ileyhâ‫( ﻣﺸﺎراﻟﻴﻬﺎ‬a.s. şevr'den): “kendisine içâret olunan" : adi geçen, adi anılan [kadm, kız]. müşârün-ileyhimâ ‫( ﺷﺎراﻟﻴ ﻬﻤﺎ‬a.s. şevr'den. müşârün-ileyh'in c.). (bkz: müşârünileyh). miiçâ'ça' ‫( ﻣﺸﻌﺸﻊ‬a.s. şa'şaa'dan): 1. şa'şaalı, parlak, parlayan, parıldayan, (bkz: rûşen). 2 ٠debdebeli, tantanalı, gösterişli, müşâtara ‫( ﺷﺎ ﻃﺮه‬a.i. çatr'dan): biriyle bir çeyi yari yarıya bölüşme.

miişekkel

‫ﻣﺸﺎﺗﻤﺎت‬

m ü şâtem ât

(a.i. m üşâteme'nin c . ) :

‫ﻣﺸﺎﺗﻤﻪ‬

(a.i. şetm 'd en ): sövüşm e,

birbirine sövm e, atışma,

‫ﻣﺸﻄﺮ‬

m ü ş a tta r

(a .i.):

ed.

(g e ç iş s iz )

f iille r d e n ,

t ü r l ü v e z in l e r d e b a ş l ıc a f a i l v e z n i n d e g e le n

sövmeler, atışm alar, sovüşmeler. m ü şâtem e

m ü ş e b b e h e : lâ z ım

v e d â i m î b i r v a s f i g ö s t e r e n S ifat : [ a l i m (‫ ؟‬o k b il e n ) ‫ ؛‬ş e f î k (ş e fk a tli) ... g ib i]. 2 . fe ls . f i n s a n b i ç im i, a n t r o p o m o r f .

teştîr

edilm iş,

m ısrâları arasına ilâveten ayrıca m ısrâlar getirilm iş gazel v e y â kaside. m ü ça tta r-1 m u h am m e s : ed. araya ü‫ ؟‬m ısrâ İlâve edilm iş gazel veyâ kaside, [meselâ şâir B ü yü k N ed im , N ed îm -İ K ad im 'in : "D erdin nedir gönül sana bir hâlet olm asm / Sad elhazer ki sevdiğin ol âfet olm asm ” beytiyle başlayan gazelini taştîr ederken bu bey-

ın ü ş e b b e h â t

‫ﻣﺸﺒﻬﺎت‬

(a.s. m ü ş e b b e h 'i n

c.) :

b e n z e t ile n l e r .

‫ﻣﺸﺒﻪ ﺑﻪ‬

m ü ş e b b e h ü n b ih

(a.b .s.

ş i b h 'd e n ) :

k e n d i s i n e b e n z e t ile n , [ c e s u r a d a m ı a r s la n a b e n z e tirk e n ; c e s u r = ın ü ş e b b e h , a rs la n = m U ş e b b e h ü n - b ih 'd ir ] .

‫ﻣ ﺸﺒﻚ‬

m üşebbek

(a.s. şebek'den) : 1. şebeke

şekline sokulm uş, ag v e kafes gibi örülm üş

ti şu m üşattar hâle g e tirm iştir: N ed îm -İ

olan. 2. i. g. s. kü‫ ؟‬ü k aga‫ ؟‬p arçaların dan

K ad im 'in "D erd in nedir gönül sana bir

yapılan oym alı pano. 3. i. muşabak, tersi v e ’

hâlet olm asm ” m ısrâindan sonra ve "Sad

y ü z ü ayrı ayrı kullanılabilen sim ve renkli

el-hazer ki sevdiğin ol âfet olm asın” m isram d an evvel B ü yü k N ed im 'in ilâ v e le ri: “B îm âr eden bu güne seni râhat olm asın / Bizden tesettür etme abes külfet olm asm / B î-câ tabibe varm ağa hi‫ ؟‬hâcet olm asm '' dır.

ipliklerle yapılm ış hesap İŞİ nakış, m iiş e b b i'

‫ ﺷ ﻊ‬٠ (a.s.

şib'den)

: teşbî' eden, kar-

nın ı doyuran.

‫ﻣﺸﺒﻬﻪ‬

m ü ş e b b ih e

(a.i. ş i b h 'd e n ) : 1. fe ls . f i n -

s a n b i ç im c il ik ,

fr.

a n th r o p o m o rp h is m e ,

( b k z : m iic e s s im e ). 2 . A lla h 'ı i n s a n b i ç i m i n -

m ü şa tta r-1 m u r a b b a ': ed. araya iki m ısrâ İlâve edilm iş gazel veyâ kaside. m ü şa tta r-1 m üsed d es : ed. araya dört m ısrâ İlâve edilm iş gazel veyâ kaside, m ü şâverât

‫ﻣﺸﺎورات‬

(a.i. m üşâvere'nin c . ) : ko-

‫( ﻣﺸﺎوره‬a.i.

m üşeccer

‫ﻣﺸﺠﺮ‬

(a.s. ş e c e r 'd e n ) : 1. a g a ‫ ؟‬g ib i

d a l l ı b u d a k l ı [re s im , y a z ı]. 2 . ü s t ü ‫ ؟‬u b u k lu ,

nuşmalar, danışm alar [bir İş üzerinde-], m ü şâvere

d e ta s v ir v e ta s a v v u r e d e n le rin m e n s u p b u l u n d u k l a n K e lâ m î m e z h e p ,

d a llı b u d a k lı [k u m a ş]. n ıü ş e d d e d , m ü ş e d d e d e

‫ﻣﺸﺪده‬

،

‫ﻣﺸﺪد‬

(a.s.

m eşveret'd en ): danışm a,

ş id d e t'd e n ) : 1. ş i d d e t l e n d i r i l m i ş , ş i d d e t v e -

bir İş üzerinde konuşm a, fr. co n su ltatio n :

r i l m i ş , k u v v e t l e n d i r i l m i ş . 2 . a . g r . ş e d d e li,

["m üşâveret” şeklinde de kullanılır],

‫ﻣﺸﺎور‬

m ü şâ v ir

ş e d d e s i o l a n [ h a r f k e lim e ] . H u r û f - İ m ü -

(a.s. ve i. m eşveret'den. c . :

m üşâvirîn) : İstişâre edilen, -kendisine- danışılan.

‫ﻣﺸﺎوره‬

(a.s. ve i. m eşveret'd en ):

[“m üşavir'' in miien.]. (bkz : m üşâvir). m ü ş â v irîn

‫ﻣﺸﺎورﻳﻦ‬

(a.s. ve i. m ü şâvir'in c.):

İstişâre edilenler, -kendisine- danışılanlar,

‫ﺑﻌﻪ‬.‫ﻣﺸﺎ‬

(a .i.): 1. dostluk etme [biriy-

le-]. 2. uym a [birine-], m ü şb i'

m ü ş e d d id e

‫ﻣ ﺸﻊ‬

(a.s. şib'den) : doyuran.

ve

،

‫ﻣﺸﺪد‬

(a.s.

k u v v e tl e n d i-

r e n , ş i d d e t i n i a r t ı r a n , a z d ı r a n . E s b â b -1 m ü ş e d d i d e : h u k . SU‫ ؟‬İU h a k k ı n d a b i r c e z â n m ş i d d e t i n i a r t ı r ı c ı s e b e p le r, m ü ş e d d id e

‫ﻣﺸﺪده‬

(a.i. ş i d d e f d e n ) : f i z . * y ü k -

s e lte ‫ ؟‬. f r . a m p l i f i c a t e u r ,

‫ﻣ ﺸﻜ ﻚ‬

ın ü ş e k k e k

m üşekkeke

doym uş, tok, fr. sature.

(a.s. ş e k k 'd e n ) : t e ş k î k o lu n -

‫ﻣﺸﻬﻪ‬

(a.s. şe-

şibh'den) : !.b en zetile n .

S ıfa t-ı

،

‫ﻣ ﺸﻜﻜﻪ‬

(a.s. ş e k k 'd e n ) : [" m ü ş e k -

k e k ” i n m iie n .] . ( b k z : m U şe k k e k ). m iiş e k k e l

‫ﻣﺜﺒﻪ‬

ınüşebbeh, m üşebbehe

‫ﻣﺸﺪده‬

ş i d d e tl e n d ir e n ,

m u ş , ş e k k e d ü ş ü r ü l m ü ş , ş ü p h e li,

m ü şebba ١‫( ﻣ ﺸﻊ‬a.s. şib 'd e n ): 1. işbâ' olunmuş,

beh

m ü ş e d d id ,

ş id d e fd e n ) :

m ü şâ v ire

m ü şâ y a a

ş e d d e d e : ş e d d e li h a rfle r.

‫ﻣ ﺸﻜﻞ‬

(a.s. ş e k l'd e n ) : 1. ş e k le k o n u l-

m u ş , ş e k il v e r i lm iş . 2 ٠ş e k li, k a lıb ı, k iy â f e ti y e r i n d e , g ö s te r iş li.

883

miişekkele m üşekkele ‫( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﻪ‬a.s. şekl'den) : [“m üşekkel” in müen.]. (bkz : miişekkel). m Uşellel

‫ﻣﺸﺶ‬

‫ﻣﻐﻤ ﺖ‬

m ü şem ın et kim se.

görm üş,

güneşlem iş‫؛‬

(a.s.) : h ayır ile yâd olunan

yapı.

m uş, açılm ış.

‫ د‬٠‫ش‬

rilm iş, kendisine şeref verilm iş, şerefli. 2 . i. kadın adi. m ü şerrefe ‫( ﻣ ﺸ ﺮ ﻓ ﻪ‬a.s. şe re f den) : ["m ü şerref" in müen.]. (bkz : m üşerref),

‫ﻫﺸﻐﻖ‬

(a.s. şefak at'd en ): şefkatli, m er-

‫ﻣ ﺸﻔﻔ ﻪ‬

(a.s. şefak at'd en ): 1. [“m ü şfik ”

in müen.]. (bkz : m üşfik), i . i. kadın adi. m ü şfik -â n e

‫ﻣ ﺸ ﻔﻘﺎﻧ ﻪ‬

m ü şg

‫ﻣﺸﻚ‬

(f.i.): m isk.

‫ﻣ ﻔ ﻚ آﻟﻮد‬

m ü şg -b â r

‫ﻣ ﺸ ﻜﺎ ر‬

1 . teşrîh yapan [doktor], fr. an atom iste.

m ü şg -b îd

‫ﻣﺸﻚ ﺑ ﻴ ﺪ‬

m U şerrih a

‫ﻣﺸﺮﺣﻪ‬

(a.i. ve s. şe rh 'd e n ): ["m ü-

‫ﻣﺸﺮﺣﻴﻦ‬

m ü şg -b û

‫ﻣ ﺸﻜ ﻮ‬

(f.b .i.) : bot. sultâni söğüt

ve

s.

şe rh 'd e n ):

1 . teşrih eden [doktorlar], fr. an atom istes. 2 . açıklayanlar.

(f.b .s.): m isk kokulu,

‫ﻣ ﺸ ﻚم‬

m ü şg -d e m (a.i.

(f.b .s.): m isk yağdıran ,

ağacı, A cem söğüdü,

şerrih ” in müen.]. (bkz : m üşerrih). m ü v e rrih in

(f.b .s.): m üşke, m iske

bulanm ış.

m iişe rrih ‫( ﻣ ﺸ ﺮ ح‬a.s. şerh'den. c. m üverrihin): 2. şerheden, açıklayan.

(a.f.zf şefak at'd en ): şef-

katle, merham etle, acıyarak,

m ü şg -â lû d

(a.s. şe rz'd e n ): şîrâzesi olan,

(a.s. şîd'den) : yüksek, saglam ,

ham etli, acıyan; seven. m ü şfik a

m ü ş e rre f ‫( ﻣ ﺸ ﺮ ف‬a.s. şe re f d e n ): 1. şereflendi-

(a.s. şîd 'd e n ): ["m ü şeyyed ”

kunt yapı yapan. m ü şfik

m ü şe rra h ‫( ﻣ ﺸ ﺮ ح‬a.s. şe rh 'd e n ): teşrîh olun-

‫ﻫ ﺸﺰ‬

‫ﺷﺪه‬

in müen.]. (bkz : mUşeyyed). m ü şe y y id

küpe takın m ış, küpe takarak süslenmiş,

(a.s. şîd 'd e n ): teşyidedilm iş,

yüksek, saglam , m uhkem yapılm ış, kunt

m U şeyyed e

m ü şe n n e f ‫ ﻣ ﺸ ﻒ‬.(a .s.): teşnîf edilm iş, küpeli,

m ü şerrez

‫ﺷﺐ‬

m ü şey ye d

(a.s. şem s'd e n ): güneşe

gösterilm iş, güneş çok güneşli.

c.). (bkz :

m üşevvik).

(a.s.) : lekeli,

m ü şem m es ‫ﻣ ﺸ ﻤ ﺲ‬

‫( ﻣﺸﻮﻗﻴﻦ‬a.s. m ü şe v v ilfin

m ü ş e v v ik in

(f.b .s.): m isk nefesli, nefesi

m isk gibi kokan. m ü şg -e fşâ n

‫ﻣ ﺸ ﻚ ا ﻓ ﺸ ﺎف‬

(f.b .s.): m üşk, m isk

saçıcı, m isk saçan, (bkz : m üşg-feşân). m ü şe v v e k ‫( ﻣ ﺸ ﻮ ك‬a.s. şe v k 'd e n ): dikenli, diken m ü şg -fâ m

şeklinde olan. m ü şe ٣ eş, m ü şev veşe ‫ﻣ ﺸ ﻮ ﺷ ﻪ‬

düzensiz, karm akarışık. U m u r -1 m ü ş e w e ş e : karm akarışık İşler.

‫ﻣﺸﻮﺷﺎت‬

‫ﻣﺸﻮﺷﻴﺖ‬

‫ﻣ ﺸﻮ ق‬

(a .i.): karışıklık, kar-

ş e v k den.

c .:

m ü ş e v v ik in ): 1. şevk ve gayrete getiren, arzusunu, isteğini artıran. 2 . teşvik eden, fenâlığa sevk eden, ayartan, kışkırtan, önay a k olan. m ü ş e v v ik a ‫( ﻣ ﺸ ﻮ ﻗ ﻪ‬a.s. şe v k 'd e n ): ["m ü şe vv ik ” in müen.]. (bkz : m üşevvik).

884

(fb.s.) : m üşk, m isk sa‫ ؟‬ı-

müşk, m isk satan. ‫ﻣ ﺸ ﻜ ﺮ و ﺷﺎ ن‬

(f.b.s.

m üşg-

fürûş'un c . ) : müşk, m isk satanlar, m ü şg în

(a.s.

‫ﻣ ﺸ ﻜ ﺸﺎ ف‬

CI, m isk saçan, (bkz : m üşg-efşân).

m ü şg -fü rû şâ n

m akarışık vaziyet. m ü ş e v v ik

m ü şg-feşân

m ü ş g - f ü r û ş j ı j / i . ( f . b . s . c . :m ü şg-fürû şân) :

(a.s. m üşevveş'in c.) : ka-

rışıklıklar, karışık, karm akarışık şeyler, m ü ş e v v e ş i^ e t

(f.b .s.): m üşk, m isk renkli,

، ‫( ﻣ ﺸ ﻮ ش‬a.s.

şe v â ş'd e n ): teşvîr edilm iş, belirsiz, karışık,

m ü şev veşâ t

‫ﻣ ﺸﻜﺎم‬

siyah.

‫ﻣ ﺸﻜ ﻦ‬

(f.s .): 1. m iskli, m isk kokulu.

2. siyah, kapkara şey. Z ü lf-i m ü şg în : siyah saç. m ü şg în -ç â h

‫ﺟﺎه‬

‫ﻣ ﺸ ﻜ ﻦ‬

(f.b .i.): bâzı güzelle-

rin yüzlerinde bulunan siyah ben. ( b k z : m üşgîn-çeh). m ü şg în -ç e h ‫ﺑﺠﻪ‬ çâh).

‫ﻣ ﺸﻜ ﻦ‬

(f.b.i.). ( b k z : m üşgîn-

miiştagil

‫ﺷ ﻜﻴ ﻦ‬

m ü ş g în -k ü lâ h ‫ﻛ ﻼ ه‬

(f.b .i.): güzelin si-

yah saçları.

külâh).

kirpik.

(a.f.b.s.): güç bege-

nen, herşeyi beğenm eyen. m ü şk ü -p e se n d â n ‫( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﺠ ﺴ ﻔ ﺪا ن‬a.f.b.s. m ü?kil-

‫ﻣﺸﻜﺴﺎ‬

pesend'in c . ) : güç beğenenler, her ?eyi be-

(f.b .s.): ^ i s k gibi.

‫ﻣﺜﺎ ر‬

(f.b.i.) : çok güzel kokan,

m ü şh id -

(a.s. ?ehâdet'den) : İşhâdeden,

şâhit (*tanık) getiren. m ü ş'ir ‫( ﻫ ﺸ ﻌ ﺮ‬a.s. ş u û r'd a n ): iş'âr eden, haber veren, bildiren [yazı ile],

‫ﺷﺮ‬

genmeyenler. m ü şk ü -p e se n d -â n e ‫ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﺴ ﺪ ا ﻧ ﻪ‬

m isk kokan yer.

m ü şir

ledenler. m ü şk ü -p e se n d ‫ﻣ ﻔ ﻜ ﺒ ﺬ‬

m ü ş g în -sin â n ‫( ﻣ ﺜ ﻜ ﻴ ﻦ ﺳﻔﺎ ن‬f.b .i.): uzun siyah

m ü ?g -s â r

(a.f.b.s. m üçkil-

gü şâ'n ın c . ) : müşkül) güç, çetin ?eyleri hal-

m ü şg în -k ü le h ‫( ﺷ ﻜ ﻴ ﻦ ﻛ ﻠ ﻪ‬f.b.i.). (bkz : m üşgîn-

m ü ? g -sâ

m ü şk il-g ü şâ y â n ‫ﻣ ﺜ ﻜ ﻠ ﻜ ﺸ ﺎ ﻳ ﺎ ن‬

(a.s. ?evr'den. c . : m ü şîrâ n ): 1. em ir

( a .f z f .) : güç

beğenene, bir ?ey beğenm eyene y ak ışacak sûrette. m ü ?k ü -te r ‫( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﺘ ﺮ‬a.f.b.s.): çok m üşkül, çok zor, çok çetin. m ü şk il-te rîn ‫( ﺷ ﻜ ﻠ ﺘ ﺮ ﻳ ﻦ‬a.fb.s.). (bkz : m üşkilter).

ve işâret eden. 2. i. m areşal, m ü şîrâ n ‫( ﺷ ﺮ ا ن‬a.f. m üşîr'in c.) : mareşaller.

m ü şm e iz ‫( ﻣ ﺸ ﻤ ﺌ ﺰ‬a.s. işm i'z â z 'd a n ): 1. sıkılan, İkrâh ederek sıkılan; nefret eden. 2 . titre-

m ü ?îr-â n e ‫ ذه‬١‫ﺷ ﺮ‬

(a.f.zf.) : müşire, m areşale

yen, ürperen.

yakışacak sûrette. m ü şm eize ‫( ﻣ ﺸ ﻤ ﺌ ﺰ ه‬a.s. işm i'zâz'dan): ["m ü?m ü ş'ire ‫ﺷ ﻌ ﺮ ه‬

(a.i. ?u û r'd a n ): fiz. g ö ste rg e ,

m eiz" in müen.]. (bkz : müşmeiz).

buhar ve hava tazyik ("basınç) m m ?iddet

m üşrif ‫ ﺷ ﺮ ف‬-(a.s. ? e r e fd e n ) : 1. yükselen, Ç1-

derecesini gös'teren âlet, m ü ş'ire ‫ﺷ ﻌ ﺮ ه‬

(a.s. ş u û r'd a n ): [“m üş'ir” in

müen.]. ( b k z : müş'ir). m ü ş ir i ‫ﺷ ﺮ ى‬

tutm uş olan. 5. v a k ıf m ail m uhafaza eden

(a .f.i.): m üşürlük, m areşallik,

( b k z : m üşiriyyet). ın ü şîriy ye t

‫ ت‬٠‫ﺷ ﺮ‬

m ü şk il, m ü şk ile ‫ ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﻪ‬، ‫( ﻣ ﺸ ﻜ ﻞ‬a.s. ?ekl'den. c . : m ü şk ilâ t): 1. güç, zor, çetin. 2. i. engel, güçlük, zorluk, çetinlik. M e sâ il-İ m ü şk ile :

h a r â b : yık ılm aya

m ü şk ilâ t ‫( ﺷ ﻜ ﻼ ت‬o.i. m üşkil'in c.) : güçlükler, zorluklar. H a llâ l-İ m ü ş k ilâ t : zorlukları,

tutmu?.

m urâkabe

m ütevellinin

altında

tasarru fu n u

bulundurm ak

üzere

tâyin edilen kim se, [b u n a : “nâzır-1 v a k f” da denir]. (a.s. ?irk'den. c . : m ü ş r ik în ):

A lla h 'a ?erik, o rtak koşan. m ü şrik in ‫( ﻣ ﺸ ﺮ ﻛ ﻴ ﻦ‬a.s. ?irk'den. m ü şrik'in c . ) : A lla h 'a ?erik, o rtak koşanlar.

güçlükleri halleden, çözen,

m ü şşât ‫( ﻣ ﺸ ﺎ ت‬a.i. m âşî'nin c . ) : ayaküstü y ü -

m iişk ile ‫( ﻣ ﺸ ﻜ ﻠ ﻪ‬a .i.): zor olan İş. (a.f.b .s.c.:

yüz

( b k z : m âil-i inhidâm ).

m ü ş r ik ‫ﻣ ﺸ ﺮ ك‬

çetin meseleler.

m üşkil-

g ü ş â y â n ): m üşkül, güç, çetin ?eyleri halleden. m ü ş k il-g ü şâ î

m ü ş r if-i

m ü ş r if-i v a k f :

m ü şk ek ‫( ﻣ ﺸ ﻜ ﻚ‬f.i.). (bkz : mü?g).

‫ﺷ ﻜﻠ ﻜ ﺸﺎ‬

kim se, [bâzı yerlerde “n âzır" m ânâsına da kullanılır].

(a .i.): 1. m üşürlük, m are-

?allik. 2. m üşürün, m areşalin m akam ı.

m ü ş k il-g ü şâ

kan. 2 . ölüm e pek yakın bulunan. 3. etrâfa bakan, etrâfı gören. 4 . bir hal alm aya y ü z

riiyen [insan, hayvan]. m ü şt ‫ﻣ ﺸ ﺖ‬

(f.i.) : 1. yu m ru k , m uşta, ( b k z :

m üşte2 .(‫؛‬. avuç, (bkz : m u‫ ؛‬، ).

‫ﺷ ﻜﻠ ﻜ ﺸﺎﺋ ﻰ‬

güçlükleri çözme.

(a.f.b.i.): zorlukları,

m iişta g il ‫( ﻣ ﺸ ﺘ ﻐ ﻞ‬a.s. ?ugl'dan) : iştigal eden, bir İşle m eşgul olan, uğraşan.

885

müş.ail

müştail ‫( ﻣﺸﺘﻌﻞ‬a.s. ş a 'l'd e n ) : i ş ti â l e d e n , y a n a n , t u t u ş a n , a te ş a la n , a le v le n e n , ( b k z : m ü n ş e il) .

‫( ﻣ ﺸﺘﺪه‬a.s. şiddet'den): ("müştedd” in müen.). (bkz : miiştedd).

m ü ş te d d e

müştâk ‫( ﻣﺸﺘﺎق‬a.s. ş e v k 'd e n . c. : m ü ş t â k î n ) : 1. İ ş t i y a k ı ,

‫( ﻣﺸﺘﺪ‬a.s. ?iddet'den): İştidâd eden, şiddetlenen, şiddetlenmiş, azan,

m ü ş te d d

ö z le y e n ,

g ö r e c e g i g e le n ,

a ta n , ( b k z : a r z û m e n d , h a s r e t- k e ş ) .

can

2. i. e r-

k e k a d i.

müştak cereyan : fiz. k o l * a k ım ı, fr. courant dérivé. müştâkan ‫"( ﻣﺸﺘﺎﻗﺎت‬lca" u z u n o k u n u r , a.f. m ü ş t â k 'ı n c.). ( b k z : m ü ş tâ k î n ) .

müştâlc-ane ‫“( ﻣﺸﺘﺎﻗﺎﻧﻪ‬k a " u z u n o lc u n u r. a.f.zf. ş e v l i d e n ) : i ş t i y a k l a ,.a r z u ile , ‫ ؟‬o k is te y e re k , c a n a ta r a k .

‫( ﻣﺸﺘﻬﻰ‬a.s. şehvet'den): iştihâyı gerektiren, arzu olunan, istenilen,

m ü ş te h â

‫ت‬(a.i.) :erkeklik hissini tahrik edecek hâle gelmiş olan kız.

m ü ş te h â t

‫( ﻣﺸﺘﻬﻴﺎت‬a.s. şehvet'den c.) : iştahı ‫ ؟‬eken, İştah veren şeyler, lezzetli şeyler,

m ü ş te h e y â t

m ü ş te h e y â t-ı m e n f a a t- p e r e s tâ n e :

‫( ﻫﺜ ﻬ ﻰ‬a.s. şehvet'den): iştehâsı olan. İştahlı, istekli, (bkz : hâhiş-ger).

m ü ş te h î

müştâkîn ‫( ﻣﺸﺘﺎﻗﻴﻦ‬a.f.b .s.) : ö z le y e n le r, c a n a ta n l a r , ( b k z : m ü ş tâ k a n ) .

‫( ﻣﺸﺘﻬﺮ‬a.s. şöhret'den): İştihâr eden, şöhret bulan, meşhur, (bkz : nâm-dâr).

m U ş te h ir

miiştakk ‫( ﻣﺸﺘﻖ‬a.s. ş a k k 'd a n . c. : m i iş ta k k a t ) : 1. iş t i y a k e tm iş , b a ş k a b i r k e li m e d e n ‫ ؟‬ık -

‫( ﻣﺸﺘﻬﺮه‬a.s. şöhret'den): [“müştehir” in müen.l. (bkz : müştehir).

m ü ş te h ire

m ış , t ü r e m i ş , t ü r e m e .

müştakk-ı feyz ü nûr : f e y z in v e n û r u n h a s r e tli s i .2 . mat. * tü re v , müştakka ‫( ﻣﺸﺘﻘﻪ‬a.s. ş a k k 'd a n ) : [ " m i iş t a k k ” m m ü e n .l . ( b k z : m i iş ta k k ) .

m ü ş te h îy â t

ş a k k 'd a n . m ü ş t a k k 'ı n c.) : t ü r e m i ş k e lim e 1er.

müştakkun-minh ‫( ﻣﺸﺘﻖ ﻣﺘﻪ‬a .b .s. ş a k k 'd a n ) : gr. Ic e n d is in d e n , b a ş k a b i r k e li m e t ü r e m i ş

(a.s. şehvet'den): [“müştehî" nin müen.l. (bkz: müştehî).

‫( ﻣ ﺸ ﺶ‬a.s. şekvâ'dan): 1. şikâyet olunan. 2 . i. şikâyet.

m ü ş te k â

m ü ş te k â -a n h :

m ü ş te k î

‫( ﺛ ﻜ ﻰ‬a.s. şekvâ'dan): iştikâ, şikâyet

eden.

d e riy i v u r a r a k

in c e l t m e k t e k u l l a n d ı k l a r ı m â d e n to k m a k .

m ü ş te k i-y â n e

‫( ﻣ ﺸﺘ ﻲ ﻧﻪ‬a.f.zf.): şikâyet ederce-

m u ş t a , b i r i n e v u r m a k İ‫ ؟‬i n e le v e y â p a r - sine.

m a k l a r a g e ç ir il e n d e m i r â le t,

müştebeh -

(a.s.) : k a r ı ş ı k , z o r.

m ü ş t e b î h - (a.s. ş e b e h v e ş i b h 'd e n ) : İ ş tib â h e d e n , ş ü p h e le n e n , ş ü p h e c i,

müştebîhât ‫( ﻣﺸﺘﺒﻬﺎت‬a.s. ş e b e h v e ş ib h 'd e n . m i i ş t e b i h 'i n c.) : ş ü p h e l e n e n le r , ş ü p h e c ile r , k u ş k u l a n a n l a r , iş k illile r ,

müştebîhe ‫( ﻣ ﺸﺒﻬﻪ‬a.s. ş e b e h v e ş i b h 'd e n ) : [“r m i ş t e b i h ” i n m ü e n .l. ( b k z : m ü ş te b ih ) .

müştebîk ‫( ﻣ ﺸﺘﺒ ﻚ‬a.s.) : 1. p e n c e r e g ib i ö r ü l ü . 2 . k a r ı ş ık .

886

kendisinden şikâyet olunan

kimse.

o la n a s il k e li m e .

müşte ‫( ﻣﺸﺘﻪ‬f.i.) : 1 . m u ş t a , y u m r u k , ( b k z : m ü ş t ٠). 2 . k u n d u r a c ı l a r ı n

‫( ﻣﺸﺘﻬﻴﺎت‬a.s. şehvet'den): İştahlı-

lar, istekliler. m ü n te h iy e

müştakkat ‫“( ﻣ ﺸﻘﺎ ت‬k a ” u z u n o k u n u r , a .i.

3.

menfaat

gösterircesine hırslar.

‫ﻣ ﺸﻜﻴﻪ‬ (a.s. şekvâ'dan): [“müştekî”nin müen.l. (bkz : müştekî).

m ü ş te k iy y e

‫( ﻣﺸﺘﻤﻞ‬a.s. şümûl'den) : bir şeyin İçinde bulunan, bir şeyin kavrandığı, İçine aldığı, [bizde kelimenin cemi şekli kullanılır].

m ü ş te m e l

‫ﻣﺸﺘﻤﻼت‬ (a.i. şümûl'den. miiştemel'in c.): eklentiler, bir şeyin İçinde bulunduğu, ona bağlı olan şeyler,

ın ü ş te m e lâ t

müştemil ‫ﺗﻤﻞ‬٠‫( ﻣﺚ‬a.s. şümûl'den): İştimâl eden, kavrayan, saran, İçine alan.

mü»ea«ib-âne müşterâ ‫( ﻣﺸﺘﺮى‬a.s. şirâ'dan): iştirâ olunmuş, satm alınmış. Mâl-i m üşterâ: satm alinmış mal. müşterek, müştereke ‫ ﻣﺸﺘﺮﻛﻪ‬، ‫( ﻣﺸﺘﺮك‬a. s. şirket'den. c . : müşterekin): 1. İştirâk eden, ortak [olan], ortaklaşa. 2. birlik; elbirligiyle yapılan. Fasl-1 m üşterek: mat. *arakesit, iki sathin (düz) birleştiği yer. Mahrec-i m üşterek: mat. paydaları eşit olan bayağı kesirler. müşterekü'l-hayât: biy. Ortakyaşar. müşterekü'1-menfaa: ortaklaşa, berâberce faydalanma. müşterekü'l-mikyâs adetler : mat. ortak ÖİÇÜİÜ sayılar. müşterek ted risât: ped. birlikte agrenim . müştereken ‫( ﻣﺸﺘﺮﻛﺄ‬a.zf. şirket'den): ortaklaşa, ortak 0İaı-ak. müşterekin ‫ﻣ ﺸﺮﻛﻴ ﻦ‬ (a.s. şirket'den. müşterekin c.). (bkz : müşterek), müşterî ‫( ﻣﺸﺘﺮﺗﻢﺀ‬a.s. ve i. şirâ'dan. c.: müşterîîn): 1. iştirâ eden, satm alan, aliCI. 2. alışverişte bulunan. 3. istekli, (bkz : hâhiş-ger). Müşterî ‫( ﻣﺸﺘﺮى‬a.h.i.): astr. Sakıt, Erendiz, JÜpiter, Mars, (bkz : sa'd-i ekber). miişterik ‫( ﻣﺸﺘﺮك‬a.s.) : kendi kendine söylenen [kimse]. Farîzatü'1 -müşterike : mirasla ilgili şer'î bir mesele, müştî ‫( ﻫﺸﻰ‬a.s.): bir avuç dolusu, müşt-zen ‫( ﻣﺸﺘﺰن‬f.b.s.): muştu, yumruk vuran, boksör, (bkz : muşt-zen). müşvike ‫( ﺷ ﻮ ﻛ ﻪ‬a.i.): dikenli ağaç,

mütâcere ‫( ﻣﺘﺎﺟﺮه‬a.i.): birbiriyle ticâret yapma. mütâemet ‫( ﻣﺘﺄﺀﻣﺖ‬a.i.) : ikiz dogurma. mütâlâa ‫( ﻃﺎﻟﻌﻪ‬a.i. tulû'dan. c . : mütâlaât) : 1. okuma. 2. tetkik. 3. düşünce, mütâlaa-hâne ‫( ﻣﻄﺎﻟﻌﻪ ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): okuma salonu. mütâlaât ‫( ﻣﻄﺎﻟﻌﺎت‬a.i. miitâlaa'nm c .): 1. okumalar. 2. tetkikler. 3. düşünceler, mütâli' ‫( ﻣﻄﺎﻟﻊ‬a.s. mütâlaa'dan. c . : mütaliin): okuyan. mütâliîn ‫( ﻣﻄﺎﻟﻌﻴﻦ‬a.s. mütâli'in c .): okuyanlar, mütâreke ‫( ﻣﺂرﻛﻪ‬a.i. terk'den): ask. ateşkes, iki tarafın muvakkat bir zaman İçin ateşi durdurması, fr. armistice. mütâreke-i h u s û s ic e : ask. husûsî (Gzel), dar ölçüde ateş kes. nıütâreke-i u m û m ic e : ask. umûmî, geniş ölçüde ateş kes. m ütâreke-nâm e: mütâreke yapılması İçin tarafların müştereken imzaladıkları vesika. m ütârik ‫( ﺳﺎرك‬a.s.): karşılıklı terkeden, bırakan. Leşker-İ m ü târik : mütâreke eden, silâhı bırakan, ateşi kesen asker, müteabbid ‫( ﻣﺘﻌﺒﺪ‬a.s. ibâdet'den. c . : müteahhidin): taabbüdeden, İbâdet eden, tapınan, kulluk eden [Allah'a], miiteabbid-âne ‫( ﻣﺘﻌﺒﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): tapınırcasma, kulluk edercesine [Allah'a], müteabbidin ‫( ﻣﺘﻌﺒﺪﻳﻦ‬a.s. müteabbid'in c .): taabbiidedenler, tapmanlar [Allah'a],

müt'a ‫( ﻫﺘﻌﻪ‬a.i.): 1. muvakkat kazanç. 2. çîîlere mahsus geçici nikâh. 3. mehr tesmiye olunmayan ve duhul ve halvet vâkı olmayan mutallakaya verilen bir takım elbise, [her şehrin örfüne göre değişir],

müteabbis-âne ‫( ﻣﺘﻌﺒﺴﺎﻧﻪ‬a.fzf.): taabbüs ederek, yüzünü ekşiterek.

miitâbaat ‫( ﻣﺘﺎ ﺑﻌﺖ‬a.i. teba'den) : İttibâ etme, birine tâbi olma, arkasından gitme, uyma,

müteabbisin ‫( ﻣﺘﻌﺒﺴﻴﻦ‬a.s. müteabbis'in c .): taabbüs edenler, yüzünü ekşitenler.

mütâbi' ‫ﻟﻊ‬.‫( ئ‬a.s. teba'dan. c . : mutâbiin): tâbî olan, uyan.

müteaccib ‫( ﻣﺘﻌﺠﺐ‬a.s. aceb'den): taaccübeden, şaşakalan, şaşan (bkz : mütehayyir).

mütâbiîn ‫( ﻣﺘﺎﺑﻌﻴﻦ‬a.s. mütâbi'in c .): tâbî olanlar, uyanlar.

miiteaccib-âne ‫( ﺳﻌﺠﺒﺎﻧﺪ‬a.f.zf.): şaşarak, şaşkin şaşkın, (bkz : mütehayyir-âne).

miiteabbis ‫( ﻣﺘﻌﺒﺲ‬a.s.c.: müteabbisin): taabbüs eden, yüzünü ekşiten,

887

mUeactibe ‫( ﻣﺘﻌﺠﺒﻪ‬a.s. aceb'den): [“müteaccib" in müen.]. (bkz : müteaccib).

miiteahhir ‫( ﻣﺘﺄﺧﺮ‬a.s. â h e r 'd e n ) : t e a h h ü r e d e n ,

‫( ﻣﺘﻌ ﺠ ﻞ‬a.s. acele'den c.): aceleci, acele eden.

müteahhire ‫( ﻣﺘﺄﺧﺮه‬a.s. â h e r 'd e n ) : [" m iite a h -

m ü te a c c ib e

. m iite a c c il

m ü te a c c ü -â n e

‫( ﻣﺘﻌﺠﻼﻧﻪ‬a.f.zf.): acelecilikle,

s o n r a y a k a l a n , g e c ik e n .

h i r " i n m iie n .] . ( b k z : m ü t e a h h i r ) .

miiteahhirin ‫( ﻣﻂ ﺧﺮﻳﻦ‬a.i.c.) : s o n z a m a n l a r d a g e le n le r, y e tiş e n le r .

‫( ﻣﺘﻌ ﺠﻴ ﻦ‬a.s. müteaccil'in c .): aceleciler, acele edenler.

miiteahhirin-i ulemâ : â l i m l e r i n s o n z a -

(a.s.): taacciin eden, hamurİaşan, hamur hâline gelen,

miiteâhid ‫( ﻣﺘﻌﺎ ﻫﺪ‬a.s.) : t a â h ü t e d e n , b i r İŞİ iiz e -

m iite a c c ilin

m iite a c c in

m a n l a r d a y e tiş e n le r i.

r i n e a la n , ( b k z : m ü t e a h h i d ) .

(a.s. ııdvân'dan): 1. taaddi eden, zulmeden; saldıran. 2 . g r . *geçişli müteâkıb ‫( ﻓ ﻌﺎﻗ ﺐ‬a.s. a k a b 'd a n ) :1. t a â k u b e d e n , b i r b i r i a r d ı n d a n .gelen [s ira ile]. 2 . a r d ı n d a n (fiil): [ d ü ş ü n d ü r m e k , a n l a t m a k . . . gibi]. g e le n , a r k a s ı S ira b e li r e n , 3. m ü z . Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamâmmıza miiteâkibe ،g ‫؛‬b (a.s. a k a b 'd a n ) : [“m ü t e â k ı b " kalmış bir numûnesi yoktur.

m ü te a d d i

‫ﻰ‬

‫ﻟ‬

i n m iie n .] . ( b k z : m ü te â k ıb ) .

‫ ﻣﺘﻌﺪده‬، ‫( ﻣﺘﻌﺪد‬a.s. aded'den): taaddüdeden, çoğalan, çok, birçok, birkaç, türlü türlü. E v râ k -1 m i i t e a d d i d e : türlü türlü, birçok evrak, kâğıtlar,

m ü te a d d id , m ü te a d d id e

‫ﻣﺘﻌﺪﻳﻪ‬ (a.s. udvân'dan): ["müteaddi” nin müen.J. (bkz: miiteaddi).

m ü te a d d iy e

müteakiben ‫( ﻣﺘﺬﻗﺒﺄ‬a.zf.) : s o n r a ; a r d ı s i r a , a rk a s ı s ir a , a r k a a r k a y a .

müteâkıd ‫( ﻣﺘﻌﺎﻗﺪ‬a.s. a k d 'd e n ) : a k it , a n l a ş m a y a p a n i k i k iş id e n h e r b ir i,

müteâkideyn ‫ﺑﻦ‬.‫اﻓﺪ‬٠‫( ﺀت‬a.s.c.) : a lıc ı ile s a tıc ı,

‫( ﻟ ﻰ‬a.s. adû'dan): teâdî eden, düşmanlık eden, (bkz : müteâddî').

müteakkid ‫( ﻣﺘﻌﻤﺪ‬a.s. a k d 'd e n ) : t a a k k u d e d e n ,

b b dolcunan.

m i i t e a k k i l » (a.s. a k l 'd a n . c. : m ü t e a k k i l i n ) :

m ü te â d î

m ü te â d îd

(a.s.): taâdut eden, kol kola

t a a k k u l e d e n , b i r a z d ü ş ü n e r e k a n la y a n ,

‫ د ل‬b (a.s.): teâdül eden, birbirine denk gelen, (bkz : mütekabil),

m iite â d il

m ü te a ff if ^ b .( a .s .

iffet'den. c. :müteaffifin) : iffetli, şerefli, nâmuslu.

‫ﻣﺘﻌﺴﺎﻧﻪ‬ nâmuslulukla.

m ü te a ff if- â n e

(a.f.zf.):

iffetlilikle,

‫( ﻣﺘﻌﺴﻪ‬a.s.) : [''miiteaffif'' in müen.]. (bkz: miiteaffif).

m iite a ffife

(a.s. miiteaffif'in c.): iffetli, şerefli, nâmuslu [kimseler],

m ü te a ffifin

، y b (a.s. ufûnet'den): taaffün eden, bozulup fenâ kokan; kokmuş, çürük,

m iite a ffin

‫( ﻣﺘﻌﻬﺪ‬a.s. ve i. ahd'den. c. : müteahhidin) : taahhüt eden, bir İŞİ sözle, İmzâ ile üzerine alan.

m ü te a h h id

‫( ﻣﺘﻌﻬﺪﻳﻦ‬a.s. ve i. ahd'den. miiteahhid'in c .): taahhüt edenler, bir İŞİ sözle, İmzâ ile üzerine alanlar.

m ü te a h h id in

888

d ü ğ ü m l e n e n , k a r ı ş ı k , ç a p r a ş ı k o la n ,

miiteakkil-âne ‫( ﻣﺘﻌﻔﻼﻧﻪ‬a.f.zf.) : t a a k k u l e d e n e , a n la y a n a y a k ı ş ı r s û r e tte .

müteakkilin ‫( ﻋﺘﻌﻬﻴﻦ‬a.s. m ü t e a k k ı l 'ı n c.) : ta a k k u l e d e n le r, a n la y a n la r ,

miiteakkis ‫( ﻣﺘﻌﻜﺲ‬a.s. a k s 'd e n ) : ta a k lc iis e d e n , m a 'k û s o la n , te r s in e d ö n e n ,

müteâl J b (a.s. u liiv v 'd e n ) : 1. y ü k se k ,, y iic e . ( b k z : b iile n d ) 3.

2. T a n r ı 'n ı n

s ıfa tla rın d a n .

fels. * d e n e y ü s tü , t e c r ü b e ile elde' e d il e n

b ilg in in s ın ırla rın ı a şa n ,

[asil : " m ü t e â l î ”

d ir].

müteâlî ‫( ﻓ ﻌﺎﻟ ﻰ‬a.s. u liiv v 'd e n ) : 1. y ü k s e l e n , y ii k s e k o la n , ( b k z : m iite a lli) . 2 . y ü c e , ü s t ü n . 3.

fels. * d e n e y ü s tü , fr. transcendantal,

miiteâlim ^ b

(a.s. a le m 'd e n ,ve il m 'd e n ) :

t a â l ü m e d e n , h e r k e s ç e b il in e n ,

miitealli ‫ ﺗﻌﻠﻰ‬٠ (a.s.) : t a a l l i e d e n , y ü k s e le n , y ü k s e k o la n , ( b k z : m ü te â lî) .

müte.rrî

müteallik ‫( ﻣﺘﻌﻠﻖ‬a.s. alaka'dan): 1. asılı, bağlı. 2. taallûk eden, ilgili, İlişiği olan, (bkz : âid, dâir, merbût). miiteallika ‫( ﻣﺘﻌﻠﻘﻪ‬a.s. alaka'dan): ["müteallik'' in müen.]. (bkz : müteallik), müteallikat ‫"( ﻣﺘﻄﻘﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. müteallikin c.) : 1. yakın kimseler; akrabâ. 2. gr. bir cümlenin mânâsını tamamlayan, açıklayan lcelimeler. mütealükât-ı f i '1 : gr. fi'lin âilesi. miiteallil ‫( ﻣﺘﻌﻠﻞ‬a.s.): taallül eden, bahâne ile herhangi bir İşin yapılmasını geciktiren, özür ve bahâne ile vakit geçiren, miiteallim ‫( ﻣﺘﻌﻠﻢ‬a.s. ve i. ilm'den. c . : müteallimin): taallüm eden, ilim) bilgi edinen, ögrenen; okuyan, talebe (agrenci). mütealüm-âne ‫( ﻣﺘﻌﻠﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf. ilm'den): taallüm ederek, bilgi edinerek, öğrenerek, müteallime ‫( ﻗ ﻌﻠ ﻤ ﻪ‬a.s. ilm'den) : [“müteallim” in müen.]. (bkz : müteallim). müteallimin ‫( ﻣﺘﻌﻠﻤﻴﻦ‬a.s. ve i. ilm'den. müteallim'in c .): ilim öğrenenler, bilgi edinenler, talebeler (Öğrenciler), miiteallin ‫( ﻗ ﻌﻠ ﻦ‬a.s.): taallün eden, aleni, âşikâr, meydanda olan. müteâmı ‫( ﻣﺘﻌﺎﻣﻰ‬a.s. am â'dan): taâmî eden, görmemezlikten gelen, görmezlenen. müteâmi-yâne ‫( ﻣﺘﻌﺎﻣﻴﺎﻧﻪ‬a.zf.): görmemezlikten gelerek. müteâmiye ‫( ﻗﻌﺎﻣﻴﻪ‬a.s. am â'dan): [“müteâmî” nin müen.]. (bkz : müteâmî).

müteammim ‫( ﻣﺘﻌﻤﻢ‬a.s. umûm'dan): taammüm etmiş, yayılmış, yaygın, müteammime ‫( ﻣﺘﻌﻤﻤﻪ‬a.s. umûm'dan): [“müteammim” in müen.l. (bkz : müteammim). m ü t e â n ık ^ ^ (a.s.): teânuk eden, birbirinin boynuna sarılan. miiteannî ‫( ﻣﺘﻌ ﻰ‬a.s.): taannî eden, zahmet ‫ ؟‬eken, zahmetli bir İÇİ üzerine alan, miiteannid ‫ﻗ ﻌﺌ ﺪ‬ (a.s. ' c .: müteannidin): taannüdeden, inâdeden, dediğinden dönmeyen, direnen, (bkz : muannid). müteannid-âne ‫( ﻣﺘﻌﻨﺪاﻧﻪ‬a.f.zf. İnâd'dan): inat‫ ؟‬ılıkla, direngenlikle. mUteannidln ‫ﻣﺘﻌﻔﺪﻳﻦ‬ (a.s. 'İnâd'dan. müteannid'in c .): taannüdedenler, inâdedenler, dediğinden dönmeyenler, direnenler. miiteannit (a.s. anit'den): taannüt eden, yanlış arayan, ?unun bunun yanlışını bulmak merâkında olan. miiteannit-âne ‫( ﻣﺘﺴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): yanlış arayana, yanlış ‫ ؟‬ikarmaya çalışana yakışır sûrette. müteanni-yâne ‫( ﻣﺘﻌﻔﻴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : zahmetle, SIkıntı ‫ ؟‬ekerek. müteâref ‫ ﻫﺘﻌﺎرف‬.(a.s. ö rf den): herkesin bildigi, ünlü, (bkz : meşhûr). müteârız ‫( ﻣﺘﻌﺎوض‬a.s. araz'dan): taâruzeden, birbirine Zid, muhalif olan,

müteammi ‫( ﻣﺘﻌﺲ‬a.s. amâ'dan): a'mâ olan, kör olan.

m üteârif ‫( ﻣﺘﻌﺎوف‬a.s. ö rf den): 1. birbirini tanıyan, tanışan. 2. bilinen, bilinir, (bkz: ma'rûf meşhûr).

miiteammid ‫ﻣﺘﻌﻤﺪ‬ (a.s. amd'den. c . : müteammidin): taammüdeden, bilerek, tasarlayarak yapan. Gay-İ m iiteam m id: tasarlamadan yapan.

müteârife ‫( ﻣﺘﻌﺎرﻓﻪ‬a.i. ö rf den): mant., mat. gerçekliği apaçık, meydanda olduğundan isbâtı icâbetmeyen söz, aksiyon,

müteammid-âne ‫( ﻣﺘﻌﻤﺪاﻧﻪ‬a.f.zf. amd'den): taammüden, bilerek, tasarlayarak, müteammidin ‫ﻣﺘﻌﻤﺪﻳﻦ‬ (a.s. amd'den. müteammid'in c .): taammüden, bilerek, tasarlayarak yapanlar. müteammik ‫( ﻗﻌﻤ ﻖ‬a.s. um k'dan): taammuk eden, derinleşen, derine giden.

m ütearrık ‫( ﻗ ﺮ ق‬a.s.): taarruk eden, terleyen, mütearrız ‫( ﻣﺘﻌﺮض‬a.s. arz'dan): 1. taarruz eden, saldıran, sataşan. 2. başkasının hakkma, hudûduna geçen. mütearri ‫( ﻗ ﺮ ى‬a.s. ury ve uryet'den): 1. taarri eden, soyunan, çıplak. 2. bir şeyden alâkasını kesen. 889

mütearrib

mütearrib ‫( ﻣﺘﻌﺮب‬a.s. arab'dan): 1. Araplaşmış. 2. göçebe olarak yaşamakta bulunan [kimsej.

müteavvız ۶ ‫( ض‬a.s. ivaz'dan): ivaz, bedel alan.

miitearribe ‫( ﻣﺘﻌﺮ!ه‬a.s. arab'dan) : ["mütearrib” in müen.].

müteavvic ‫( ﻣﺘﻌﻮج‬a.s. ivec'den): taavvüceden, eğrileşen, eğri. Nihâl-İ m iiteavvic: eğri fidan.

m ütearrif ‫( ﻣﺘﻌﺮى‬a.s. İrfân'dan) : ârif olan, irfan sâhibi [olan].

müteavvid ‫( ﻣﺘﻌﻬﻠﺪ‬a.s.) : taavvüdeden, âdet edinen, alışılmış.

miitearris ‫( ﻣﺘﻌﺮس‬a.s. arûs'dan): tearrüs eden, karışına sevgisini açıklayan,

müteavviz i j D (a.s.): istiâze eden, sığınan,

müteâsir ‫( ﻣﺘﻌﺎﺳﺮ‬a.s. usr'dan): teâsür eden, güçleşen, (bkz: miiteassir). müteassıb ‫( ﻣﺘﻌﺼﺐ‬a.s. asab'dan. c . : müteassibân, müteassıbin): 1. taassubeden, tarafdarlık eden. 2. kendi dininden ve milletinden başkasına kin ve düşmanlık besleyen‫ ؛‬hi‫ ؟‬bir yeniliği kabul etmeyen, miiteassıb-âne ‫( ﻣﺘﻌﺼﺎﻧﻪ‬a.zf.): müteassıbça. müteassif ‫ ﻣﺘ ﺴ ﻒ‬-(a.s.): teassüf eden, doğru yoldan sapan, yolsuzluk eden, miiteassir, miiteassire ‫ ﻣﺘ ﺴﺮه‬، ‫( ﻣﺘﻌﺴﺮ‬a. s. usr'den) : teassur eden, güçleşen, güç, zor, ‫ ؟‬etin, (bkz : müteâsir). Umûr-i miiteassire: ‫ ؟‬etin İşler. müteâşır ‫( ﻣﺘﻌﺎﺷﺮ‬a.s.) : muâşeret eden, birbiriyle iyi geçinen. müteaşşık ‫( ﻣﺘﻌﺸﻖ‬a.s.) : taaşşıık eden, âşık olan, delicesine seven. müteâtıf ‫ ﻣﺘﻌﺎﻃﻒ‬.(a.s. atfdan) : 1. teâtuf eden, birbirini seven. 2. kendisine atfolunan, bağlanan.

müteayyin ‫ﻣﺘﺺ‬ (a.s. ayn'dan. c .: müteayyinân): 1. taayyün eden, belli, meydanda olan, meydana ‫ ؟‬ikan. 2. karar verilmiş. 3. eşraftan, b.elli, ileri gelen kimse, müteayyinân ‫( ﻫﺘﻊﺀﻏﺎن‬a.s. ayn'dan): 1. taayyün edenler, belli, meydanda olanlar. 2. karar verilmişler. 3. eşraftan, ileri gelen kimseler, müteayyine (a.s. ayn'dan): ["müteayyin” in müen.]. (bkz : müteayyin). müteayyiş ‫( ﻻ«؛ش‬a.s. ayş'dan): taayyüş eden, yaşayan, yiyip İ‫ ؟‬en, geçinen, müteayyiş bi'l-hevâ: biy. hava ile yaşar, müteâzıd ‫( ﻣﺘﻌﺎﺿﺪ‬a.s. adad'dan): kol kola tutunan, birbirine kol veren, yardim eden, müteâzım (٠‫( ﻣﺘﻌﺎظ‬a.s.): taâzum eden, gözde büyüyen, göze büyük görünen, (bkz : mütekâbir, miitekebbir). müteazzım ‫أ‬٠‫( ﻣﺘﻌﻆ‬a.s. azamet'den): taazzum eden, benlik satan, büyüklük taslayan, (bkz : mütekebbir, azamet-fıırûş). müteazzım-âne ‫( ﻫﺘﻌﻈﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf. azamet'den) : büyüklük taslayarak, benlik satarak,

müteâtî ‫ﻟﻰ‬٠‫( ﻫﺘﻌﺎ‬a.s. atâ'dan) : teâtî eden, birbirine veren, verişen.

müteazzıv ‫( ﻣﺘﻌﻀﻮ‬a.s. uzv'dan) : ıızuvlaşmış, .organlaşmış.

miiteattıf ‫( ﻣﺘﻌﻄﻒ‬a.s. a tfd a n ): taattuf eden, esirgeyen, şefkat eden, bağışlayan,

miiteazzî ‫( ﻟ ﻰ‬a.s. uzv'dan): organlaşmış, fr. organise. müteazzi terbiye : ped. .örgün .eğitim,

müteattıf-âne ‫( ﻣﺘﻌﻬﻔﺬه‬a.f.zf. a tfd a n ): esirgiyerek, şefkat göstererek, bağışlayarak, miiteattır, miiteattıra ‫ ﻣﺘﻌﻄﺮه‬، ‫( ﻣﺘﻌﻄﺮ‬a.s. ıtr'daıı): güzel kokulu, güzel kokan,

miiteazzib ‫( ﻫﺘﻌﺬب‬a.s.c.: müteazzibin): taazziibeden, evlenmeyen, bekâr kalan,

miiteattıs ‫( ﻣﺘﻌﻄﺲ‬a.s.) : aksıran,

müteazzib-âne ‫ذاﺀ‬١‫( ﻣﺘﻌﺬب‬a.f.zf.) : evlenmeyene, bekâr kalana yakışacak yolda,

miiteâvin ‫( ﻣﺘﻌﺄون‬a.s. avn'den) : birbirine yardım eden, yardımlaşan,

müteazzibin ‫( ﻣﺘﻌﻦ ﺑ ﻴ ﻦ‬a.s. miiteazzib'in c.) : taazziibedenler, evlenmeyenler, bekârlar,

müteavvık ‫( ﻣﺘﻌﻮق‬a.s.) : taavvuk eden, eğlenen, geciken, oyalanan.

müteazzil ‫( ﻣﺘﻌﺰل‬a.s. azl'den) : taazzül eden, ma'zul olan, azledilmiş, işinden çıkarılmış.

890

miitebâyin, miitebâyine

miiteazzir ‫( ﻣﺘﻌﺬر‬a.s. özr'den) : 1. taazziir eden, özürlü, özürü bulunan. 2. mümkün olmayan, gü‫ ؟‬, zor.

mütebahtır-âne ‫اﻻ‬(a.f.zf.): kibirle sallana sallana yürüyene yakışacak yolda,

müteazzire ‫( ﻣﺘﻌﺬره‬a.s. özr'den) : [miiteazzir" in miien.]. (blcz : miiteazzir).

miitebâid ٠‫( ﺳﺎﺀد‬a.s. bıı'd'dan) : 1. tebâüd eden, uzaklaşan, birbirinden uzak bulunan. 2. fiz. *ıraksal, fr. divergent.

miiteazziye ‫( ﻣﺘﻌﺼﻼ‬a.s. ıızv'dan): ["müteazzi” nin müen.]. (bkz : müteazzi).

mütebâide ‫( ﺳﺎ ﺀ د ه‬a.s. bu'd'dan) : [“mütebâid” in miien.]. (bkz : mütebâid).

müteazziz ‫( ﻗ ﺰ ز‬a.s. izzet'den): taazziizeden, izzet, kuvvet, kudret, kıymet, yücelik lcazanan.

mütebakiye ‫( ﺳ ﺎ د ه‬a.s. beka'dan) : [“mütebâkî" nin miien..]. (bkz : mütebâkî).

miitebâdil ‫( ﺳﺎ د ل‬a.s. bedel'den): 1. tebâdiil eden, birbirinin yerine ge‫ ؟‬en. 2. Sira ile degişen. 3. geo. karşılıklı. mütebâdile ‫( ﺳﺎد ك‬a.s.bedel den) : ["miitebâdil” in miien.]. (bkz : miitebâdil). miitebâdir ‫( ﺳﺎد ر‬a.s. büdûr'dan): 1. tebâdür eden, birdenbire akla gelen. 2. üstün, birinci olmak İ‫ ؟‬in ‫ ؟‬ırpman. mütebâdir-i h â tır : hatırlanan, mütebâdir-i zâhir : ortaya ‫ ؟‬ılcan, oluşan. mütebaggız ‫( ﺳﻐ ﺾ‬a.s. bugz'dan): bugz, kin gösteren. mütebâgız ‫( ﺳﺎﻏ ﺾ‬a.s.) : tebâgıız eden, bugz, kin güden. mütebahhir ‫( ﻫ ﺸ ﺦ‬a.s. buhâı'dan) : tebahhur eden, buharlaşan, bugu hâline gelen, dumanlanan, tütsülenen. mütebahhir ‫ﺳ ﺤ ﺮ‬ (a.s. bahr'den. c. : miitebahhirin): bilgisi, deniz gibi geniş ve engin olan, (bkz : allâme). mütebahhir-âne ‫—اﻻ‬ (a.f.zf.) : mütebahhir, bilgisi deniz gibi geniş ve engin olana yakışacak yolda. mütebahhirin ‫( —س‬a.s. mütebahhir'in c.) : bilgileri, deniz gibi geniş ve engin olanlar, mütebahhirin-i u lem â: âlimlerin en geniş bilgilileri. mütebâhî ‫( ﺳﺎﻫ ﻰ‬a.s. behâ'dan) övünen, (bkz : mubâhî, miitefâhir). mütebâlıi-yâne ‫( ﺳ ﺎ ^ ﻻ‬a.f.zf.): övünerek, (bkz: miitefâhir-âne). mütebahtır ‫ﺧﺘﺮ‬٠‫( س‬a.s. tebahtur'dan): kibirle, gururla, kendini beğenmiş olarak yürüyen.

mütebâkî ‫( ﻣﺘﺒﺎﻗﻰ‬a.s. beka'dan): bâkî kalan, geri kalan, artan. mütebâkî ‫( ﺳﺎ ﻛ ﻰ‬a.s. bükâ'dan): tebâkî eden, aglar gibi görünen, yalandan ağlayan, mütebâlî ‫تﺀاﻟﻰ‬٠ (a.s.): birini sınayan, mütebâlih ‫( ﻫﺒﺎك‬a.s.): ebleh gibi görünen, eblehlik, bönlük tavrı takman, miitebâriz ‫( ﺳﺎرز‬a.s. bürûz'dan): tebârüz eden, meydana ‫ ؟‬ikan, beliren, bâriz, âşikâr. (bkz: müteberriz). miitebârizîn ‫( ﻫﺒﺎﻟﻠﺰﻳﻦ‬a.s. mütebâriz'in c .): tebâriiz edenler, meydana ‫ ؟‬ikanlar, belirenler. mütebasbıs ‫( ﻣﺘﺒﻤﺒ ﺺ‬a.s. basbasa'dan. c . : mütebasbısin): tabasbus eden, yaltaklanan, mütebasbıs-âne ‫ ﻻ‬ederek, yaltaklanarak.

(a.f.zf.): tabasbus

mütebasbısin (a.s. mütebasbıs'ın c .) : tabasbus edenler, yaltaklananlar. mütebassır ‫ ر‬٠‫( ﺳ ﻊ‬a.s. basar'dan): tabassur eden, basiretli, gözü a‫ ؟‬ık, iyice düşünen, ilerisini gören. nıütebassır-âne ‫اﻻ‬(a.f.zf.): basiretle, iyice düşünerek, ileriyi görerek, mütebassıt ‫ﺳ ﻂ‬ olan.

(a.s.): yayılmış, serilmiş

mütebâyiân ‫( ﺳﺎﻳﻌﺎن‬a.i.c.): alıcı ile satıcı, (bkz: âkıdeyn). miitebâyin, miitebâyine ، ‫( ﺳﺎ س‬a.s. beyn'den): 1. zıt, birbirine uymayan, uyuşmaz. 2. mat. ortakbölenleri olmayan. Ef'âl-i miitebâyine : birbirine uymayan, zıt İşler. 891

mUtebeddi'

‫ﻣﺘﺒﺪع‬

m Utebeddi'

(a.s. b id ' v e b i d 'a t 'd a n ) : sü n -

n et e h li ik e n b id 'a t e h li o lan ,

‫ﻣﺘﺒﺪل‬

m iitebed d il

(a.s. b e d e l'd e n ) : 1. te b e d d ü l

m ü teb essim -ân e

y if li.

‫ﻣﺘﺒﻜﻢ‬

m iiteb ek k im

(a.s. b e k e m 'd e n ) : d ilsiz -

lenen, sö z sö yle rk en tu tu lu p k a la n , ( b k z : lâl).

‫ﻣﺘﺒﻜﻤﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : sö z sö yler-

k e n tu tu lu p k a la ra k , tu tu la ra k .

ra n a n , tenbel.

y ü z gösteren.

‫ﻣﺘﺒﺘﻞ‬

( a .s .) : 1. te b ellü l eden, ısla -

n a n , n e m le n e n [şey]. 2 . a ltın ı Islatan , (b k z : se lîsü '1-b e v l).

‫ ﺗﺒﻠ ﺮ‬٠ (a.s.

b i l l û r 'd a n ) :

1. tebel-

liir eden, b illu rla şa n . 2. k im . b illû rla şm ış.

m ec. b e lire n , b e lirg in ,

m iiteben n i

‫ﻳﻰ‬١‫ ( ﻣﺖ‬a .s .) : b ir in i

m iiteberkı'

‫رﻗﻊ‬١‫ ( ﻫﺖ‬a .s .) :

o ğ u l ed in en ,

teberlcu' eden, p e ‫ ؟‬ele-

y ö n elerek ,

(a.s. b e v l 'd e n ) : t e b e v v ü l

b a ğ ışla y a n , b a ğ ış ta b u lu n a n ,

‫ﻣﺘﺒﺮى‬

(a.s. b e râ ' v e

ed en ,

m ü te b e yy in

‫ﻣﺘﺒﻴ ﻦ‬

(a.s. b e y â n 'd a n ) : t e b e y y ü n

eden, m e y d a n a ‫ ؟‬ik a n , a n la şıla n ,

m ü te b e yyin e

‫ﻣﺘﺒﻴﺘ ﻪ‬

(a.s. b e y â n 'd a n ) : [“ m iite -

b e y y in '' in m iien.]. (b k z : m ü te b e y y in ).

‫ﻣﺘﺠﺎدل‬

(a.s. C e d i'd e n ): m ü c â d e le

eden, sa va şa n , u ğ ra şa n ,

m ü te câ h id

‫ﻣﺘﺠﺎﻫﺪ‬

(a.s. c e h d 'd e n ) : 1. ‫ ؟‬a lışıp

ç a b a la y a n . 2 . zo ra k a rş ı u ğ ra şa n ,

m iite b e rri' ‫( ﺳﺮ ع‬a.s. b ü r û 'd a n ) : teb erru ' eden,

1 . teb e rri

‫ ( ﻣﺘﺒﺘﻸ‬a .z f .) : A lla h 'a ‫ﻣﺘﺒﻮل‬

m ü te b e vv il

m ü te câ d il

nen, m ask elen en .

m iiteb erri

(a.s. b e t l 'd e n ) : teb ettiil eden,

A lla h 'a yö n elen .

eden, İşeyen, [ya p m a k e lim ele rd e n d ir],

m iitebellil »

m ü te b e llir

( a .s .) : teb essü r ed en , siv ilc e

‫ ( ﻣﺘﺒﺸﺒﺶ‬a .s .) : teb eşb ü ş ed en , g ü ler

m ü tebeşbiş

m ü teb ettilen

m U tebellid ‫ت؛ﻟﺪ‬٠ ( a .s .) : te b ellü d ed en , a ğ ır d a v -

( a .f.z f.) : m ü te b e ssim

‫ ؟‬ik a ra n .

m iiteb ettil

m U teb ek kim -ân e

3.

‫ﻣﺘﺒﺜﺮ‬

m ü teb essir (a.s. b e h c e t 'd e n ) : şen, k e -

‫ﻣﺘﺒ ﺴ ﻤﺎﻧ ﻪ‬

o la ra k , g ü lü m se y e re k , gü lere k ,

te h a v v il). 2 . k a ra rsız .

‫ﻣﺘﺒ ﻰ‬

(a.s. b e s m 'd e n ) : teb essü m

eden, g ü lü m se y e n , gü len ,

eden, d e ğ işe n , b a ş k a h â le g ire n , (b k z : m ii-

m iitebeh hic

‫ﻣﺘﺒﺴﻢ‬

m ü teb essim

yüz

m iit e c â h il

‫ﻣﺘﺠﺎﻫﻞ‬

(a.s. c e h l 'd e n ) : te c â h ü l eden,

c â h il gib i g ö rü n e n , b ilm e m e z lik te n gelen, b e r â e t 'd e n ) :

‫ ؟‬e v ire n ,

u z a k la şa n .

2 . k u r tu lm u ş , ih tiy a c ı o lm a y a n . 3 . h er şey-

b ilm e z g ö rü n e n , (b k z : m iiten âk ir). m ü t e c â h ü -â n e

‫ﻣﺖ^ﻫﻼذه‬

( a .f.z f.) : b ilm e m e z lik -

ten gelerek, b ilm e z gö rü n e re k ,

d en elin i, e te ğ in i ‫ ؟‬eken; y ü z ‫ ؟‬e v ire n . 4 . ŞİÎ v e A le v ile r d e h u le fâ -y i r â ş id în i se v m e y e n .

m U teberrid

‫ﻣﻌﺐر د‬

(a.s. b iir û d e t 'd e n ) : te b e rrü -

ded en , s o ğ u y a n . M â -i m iite b e r r id : s o ğ u y a n su.

m U teberrik, m U teberrike

‫ﻣﻌﺒﺮى‬

،

‫( ﻣﺘﺒﺮك‬a.s.

b e rek et d e n ) : te b e rrü k eden, m ü b â re k sa-. y ıla n , u ğ u rlu .

m iiteb errik en

‫ﻫﻌﺒﺮﻛﺎﺀ‬

(a .z f.):

u g u rlu lu k la ,

u ğ u r lu sa y ıla ra k .

d e rin d e n İtâat eden.

‫ﻫﺒﺮز‬

( a .s .) : te b e rriiz eden, m e y d a -

‫ ﺑ ﻞ‬٠(a.s.)

: teb essiil ed en , İcızgın-

ilk v e y â c e sâ retten d o la y ı y ü z ü n ü ekşiten.

892

(a.s. c a 'd 'd a n ) : te c a 'iid eden,

m ü te c a 'id ü 'l-e ş 'â r : sa ç la rı k ıv ır c ık o lan , k iv ır c ık saçlı.

m ü tecân îb

‫( ﻣﺘﺠﺎ ب‬a.s. cen b 'd en )

: ic tin â b ed en ,

sa k ın a n , ‫ ؟‬ek in en , u z a k la ş a n , k e n d in i b ir y a n a ‫ ؟‬eken, k a rış m a y a n , (b k z : m ü cten ib ).

m iitecân is

‫ﻣﺘﺠﺎﻧﺲ‬

(a.s. c in s 'd e n ) : 1. b ir c in s -

ten. 3. fiz., k im . *h o m o g en , fr. h om ogene.

4. gr. *eşsesli.

n a ‫ ؟‬ik a n , b e lire n , (b k z : m ü te b âriz).

m iitebessil

‫ﻣﺘﺠﻌﺪ‬

k ıv ır c ık o lan , k ıv r ık .

ten olan, (b lc z : h e m -c in s). 2.fels. b ir c in s -

m ü te b e rrir ‫ ( ﻣﺘﺒﺮر‬a .s .) : te b e rrü r eden, A lla h 'a

m ü te b e rriz

m iite c a 'id

m iitecân is zii'1-h u d û d -i k e s ir e : m at. *h o m o g en , *‫ ؟‬o kterim liler. m ü t e c â n i s e ^ ^ (a.s. c in s 'd e n ) : ["m iite c â n is ” in m iien .]. (blcz : m iitecân is).

miitecennib

miitecâsir ‫( ﻣﺘﺠﺎﻣﺮ‬a.s. cesâret'den. c . : miitecâsirin): tecâsiir eden, cür'et gösteren, ...e kalkışan, yeltenen; kiistah.

müteceddide ‫ ده‬(a.s. cedd'den): [“müteceddid”' in miien.]. (bkz : müteceddid).

(a.f.zf.): kiistah‫ ؟‬ası-

miiteceddidîn ‫( — د س‬a.s. miiteceddid'in c.): teceddüdedenler, yenilenenler, yenileyenler,

miitecâsire ‫— ﺳﺮه‬ (a.s. cesâret'den): [''miitecâsir" in müen.]. (bkz : miitecâsir).

m iiteceffif -(a.s.): teceffiif eden, kuruyan, İÇİ boşalan, koflaşan, [kabuklu meyve], (bkz: mütecevvif, müteyebbis).

miitecâsirin ‫( — ر س‬a.s. miitecâsir'in c .): cür'et edenler, cesaretlenenler; ...e kalkışanlar, yeltenenler; küstahlar,

miiteceffife (a.s.): [“müteceffif” in müen.]. (bkz: miiteceffif).

miitecâsir-âne ‫ذه‬١‫— ﺳﺮ‬

miitecavib ‫— و ب‬ veren.

(a.s.) : tecâviibeden, cevap

mütecâvil ‫— ول‬ şan.

(a.s.): cevelân eden, dola-

miitecâvir ‫( —ور‬a.s. civâr'dan) : bir civarda olan, komşu. Zâviyetân-1 miiteeâviretân : geo. *yöndeş *açılar. miitecâvire ‫( — وره‬a.s. civâr'dan): ["miitecâvir" in miien.]. (bkz: miitecâvir).Zâviyetân-ı miiteeâviretân : geo. *yöndeş *açılar, miitecâviz ‫( —وز‬a.s. cevâz'dan. c .: mütecâvizin) : 1. tecâvüz eden, geçen, aşan. 2. sataşan, saldıran; sarkıntılık eden. 3. fazla, ‫ ؟‬ok. miitecâviz-âne ‫( —وزاﻻ‬a.f.zf): mütecâviz olana yaraşır sûrette; tecâvüz ederek, sarkmtılıkla. miitecâvizin ‫( — وﻧ ﺲ‬a.s. miitecâviz'in c .): tecâvüz edenler, saldıranlar, sarkıntılık edenler. miitecâzib ‫— ذ ب‬ ‫ ؟‬eken.

(a.s. cezb'den): cezbeden,

miitecebbir (a.s. cebr'den): 1. tecebbiir eden, zorbalaşan, cebir ve zor kullanan. 2. kibirlenen. miitecebbir-âne ‫( ﻣﺘﺠﺒﺮاﻻ‬a.f.zf.): zorbalıkla, (bkz: cebren). miitecebbire ٥(a.s. cebr'den): [“mütecebbir” in müen.]. (bkz : miitecebbir). miiteceddid ‫( — د‬a.s. cedd'den. c . : müteceddidin): 1. teceddiideden, yenilenen, yeniİeşen. 2. modanın yeniliklerini takip eden, miiteceddid-âne ‫( — دا ﻻ‬a.f.zf.): müteceddid olana, yenileşene yakışacak sûrette; yenileşmiş biçimde.

miitecehhiz ‫( ﻣﻌﺠﻬﺰ‬a.s. cihâz'dan): techizatlı, donanmış. miitecelli ‫( ﻫ ﻌ ﺠﻠ ﻰ‬a.s. celâ' ve celv'den) : 1. tecelli eden, göriinen, meydana ‫ ؟‬ikan. 2. parlak, (bkz: rûşen). miitecellid (a.s. celâdet'den. c . : mütecellidin) : tecelliideden, celâdet, kahramanilk, yiğitlik gösteren. miitecellid-âne ‫— دا ﻻ‬ (a.f.zf.) : celâdetle, kahramanlıkla, yiğitlikle, miitecellidîn ‫( —دس‬a.s. miitecellid'in c .): celâdet gösterenler, kahramanlar, yiğitler, miitecemmi' ‫ ﻋﺠﻤﻊ‬٠ (a.s. cem'den. c . : mütecemmiin): tecemmii' eden, toplanan, biriken, yığılan. miitecemmid, miitecemmide ٥، (a.s.): donan, donmuş, (bkz: müncemid). Enhâr-ı miitecemmide : donmuş nehirler, mütecemmiin ‫( ﻣﺘﺠﻤﻌﻴﻦ‬a.s. mütecemmi'in c .) : tecemmii' edenler, toplananlar, birikenler, yığılanlar. miitecemmil ‫( ﻫﻌﺠﻤﻞ‬a.s. cemâl'den. c . : mütecemmilin): tecemmiil eden, süslenen, bezenen‫ ؛‬donanan. miitecemmil-âne ‫ﻧﻪ‬( a .fz f) : süslenerek, bezenerek, donanarak. miitecemmilin (a.s. mütecemmil'in c .): tecemmiil edenler, süslenenler, bezenenler; donananlar. miitecenni (a.s.): 1. meyva toplayan. 2. İftirâ eden, su‫ ؟‬atan, (bkz : müfteri), miitecennib (a.s.): ictinâbeden, sakinan, kaçman, ‫ ؟‬ekinen. (bkz : miictenib). 893

mütecennin

‫( ﻣﺘﺠﻨﻦ‬a.s. cenn ve cünûn'dan): tecenniin eden, delirmiş olan, çıldırmış, (bkz: mecnûn).

m iitecen n in

‫( ﻣﺘﺠﻨﺎﻧﻪ‬a.fzf.): delirerek, delicesine, ‫ ؟‬ıldırmışçasına.

m ü te ce n n in -â n e

‫( ﻣﺘﺠﺮع‬a.s. cür'a'dan): tecerrü'

m iitecerri'

eden, yudumlayarak İ‫ ؟‬en.

‫ ﻣﺘ ﻀﺎﺣﻜﻪ‬، ‫ﻣﺘ ﻀﺎ ﺣ ﻚ‬ (a.s.): îedâhük eden, karşılıklı gülüşen. E tfâ l-İ m iite d â h ik e : gülüşen ‫ ؟‬ocuklar [karşılıklıj.

m ü ted âh ik , m iited âh ike

‫( ﻣﺘﺪاﺧﻞ‬a.s. dühûl'den): 1. tedâhül eden, birbirine geçen, karışan. 2. gecikmiş, ödenmemiş [maaş]. 3. m an t. a ltık . 4 . m at. mütenâsib.

m iite d âh il

‫( ﻣﺘﺠﺮد‬a.s. cered'den): 1. tecerrüt eden, soyunan, çıplak olan. 2. evli olmayan. m iite d âir ‫( ﻣﺘﺪاﺋﺮ‬O.S. devr'den): ..... dâir, ....le 3. tek başına kalan. 4 . tas. dünyâ işlerinden ilgili; âit, İ‫ ؟‬in, dolayı, üzerine, vazgeçip Allah'a yönelen, m iited ârib ‫ﻣﺘﻐﺎر ب‬ (a.s. darb'dan):

m ü te ce rrid

‫( ﻣﺘ ﺠ ﻤ ﺪ‬a.s. cesed'den): tecessüt eden, ceset hâline gelen, vücut peyda eden,

m ü tecessid

‫( ﻣﺘ ﺠ ﺴﻢ‬a.s. cism'den): tecessüm eden, cisimlenen, gözle görünen,

m ü tecessim

tedâriibeden, birbirine vuran, vuruşan, (bkz: miitezârib).

‫( ﻣﺘﺪارك‬a.s. derk'den): tedârik eden, bulup hazırlayan. B a h r - im iit e d â r ik : (bkz: bahr).

m iite d ârik

‫ﻣﺘ ﺠ ﺲ‬ (a.s. cess'den c .: mütecessisin) : 1. tecessüs eden, gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen. 2. meraklı,

m ü te d âv î

‫( ﻣﺘ ﺠ ﺴﺎﻧ ﻪ‬a.f.zf.): gizli şeyleri öğrenmeye çalışarak; merakla...

m iited âvil, m iited âvile

m iitecessis

m iitecessis-ân e

‫( ﻣﺘﺠﺴﺴﻴﻦ‬a.s. mütecessis'in c .): tecessüs edenler, gizliyi arayanlar, gizliyi gözetleyenler; meraklılar,

m ü tecessisin

m ü tecevşin

‫( ﻣﺘﺠﻮﺷﻦ‬a.s.). (bkz : miitederri').

‫(" ﻣﺘﺠﻮف‬a.s.) : tecevviif eden, İ‫ ؟‬İ boşalan, kof olan; kovuk olan, (bkz: mütehalli).

m iite c e v v if

‫( ﻣﺘﺪاوى‬a.s. devâ'dan): tedâvî eden, kendi kendine ilâ‫ ؟‬yapan ve bakan, ‫ ﻣﺘﺪاوﻟﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺪاول‬a.s. devlet'den): 1. tedâviilde bulunan, elden ele gezen; ge‫ ؟‬en, kullanılan. N u k u d -I m iite d â v ile : tedavülde bulunan, kullamlan paralar. 2. döner [sermâye hakkında],

‫( ﻣﺘﺪﺑﺮ‬a.s. dübür'den): tedbirli, ilerisini gören, ölçülü hareket eden,

m iited ebbir

‫( ﻣﺘﺪﺑﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): tedbirli olarak, ilerisini görerek, ölçülü olarak,

m iited eb b ir-ân e

‫( ﻣﺘﺠﻮز‬a.s.): 1. câiz olmayan şeyi câiz gören. 2. mecazlı söz söyleyen,

m iite d e ffin

‫( ﻣﺘﺠﻮزاﻧﻪ‬a.f.zf.) : 1. câiz olmayan şeyi -câiz görürcesine. 2. mecazlı söz söyleyerek.

m iited ehh i

m iite c e w iz

m iite c ev v iz -â n e

‫( ﻣﺘﺠﻮزﻳﻦ‬a.s. mütecevviz'in c .): 1. câiz olmayan şeyleri câiz görenler. 2. mecazlı söz söyleyenler.

m ü te ce v v izin

m iitecezzi

‫( ﻣﺘﺠﺰى‬a.s. ciiz'den) : 1. cüz cüz, par-

‫ ؟‬a parça ayrılan. 2. jeol. ufalanmış. G a y r-İ m iite c e z z i : ayrılamayan, böliinemeyen.

‫( ﻣﺘﺪاﻓﻊ‬a.s. def'den) : 1. tedafü' eden. İtişen, kakışan. 2 ٠düşmanı defeden,

m iited âfi'

‫( ﻣﺘﺪﻓﻦ‬a.s. defn'den): defnedilen,

gömülen.

‫( ﻣﺘﺪﻫﻰ‬a.s. dehâ'dan): dehâ, üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunan.

m ü ted eh h in

‫( ﻣﺘﺪﻫﻦ‬a.s. dehn'den): tedenhün

eden, bağlanan. m iited ehh iş

‫( ﻣﺘﺪﻫ ﺶ‬a.s.); yılgın,

‫( ﻣﺘﺪﻫﻴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): dehâ sâhibine, üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunana yaraşır yolda,

m iited eh h i-yân e

m iited elli

‫( ﻣﺘﺪﻟﻰ‬a.s.): tedelli eden, nazlanan,

‫( ﻣﺘﺪﻟﻴﺎﻧﻪ‬a.fzf.): tedelli edene, n.azlanana yaraşır yolda, nazlamrcasma.

‫( ﻣﺘﺪاﻓﻌﺄ‬a.zf.): 1. itişerek, kakışarak. 2. düşmanı defederek,

m ü ted elli-yân e

‫( ﻣﺘﺪاﻓﻌﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): İtişir kakışırcaSina; düşmanı defedercesine.

m iited en n i

m iite d â fia n

m ü te d â fi-â n e

894

‫( ﻣﺘﺪﻧﻰ‬a.s. denâet'den): tedenni eden, gerileyen, aşağılayan.

mü.efâhir

miitedennis ‫ى‬٠‫ ذ‬٠‫( ت‬a.s.): tedennüs eden, kir peyda eden, kirlenen.

müteemmil ‫( ﻣﻨﺄ ﻣﻞ‬a.s. erael'den) : teemmül eden, derin düşünen, dalgın,

mütederri' ‫( ^ رع‬a.s.): tederri' eden, zırhlanan, zırh giyen, (bkz : mütecevşin).

müteemmil-âne ‫( ﻣﻆ ﻣﻼﻧﻪ‬a.f.zf.): teemmül edene, derin düşünene yaraşır sûrette; derin derin düşünücesine.

miitederric, miitederrice ‫ ﻣﺘﺪرﺟﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺪرج‬a.s. derece'den): derece derece olan, basamakil.

miitederris ‫^رس‬ allim).

(a.s. ders'den). (bkz : müte-

miitedessir ‫( ﺳﺪش‬a.s.): libâsa bürünme, elbise giyme, (bkz : müddessir, mütezemmil). mütedeyyin ‫ﻳﻦ‬٠‫( ﻣﻆ‬a.s. din'den): 1. dine bağlı, (bkz : dîn-dâr). 2. bor‫ ؟‬edilen, borçlanılan. 3. belirli bir dini kabul etmiş olan,

müteemmir ‫( ﻣﻆص‬a.s.): teemmiir âmirlenen, âmirlik eden,

eden,

müteenni ‫( ﻣﻂ ﻧﻰ‬a.s. eny'den): teenni eden, acele etmeyen, ağır davranan, temkinli, sakmgan. müteenni-yâne ‫( ﻣﻆ ﻧﻴﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.) : temkinli olarak, sakınarak, çekinerek, müteessif ‫( ﻣﺘﺄﻣﻒ‬a.s. esef den): teessüf eden, eseflenen, kederlenen.

mütedeyyine ‫( ﻧ ﺪﻳ ﻸ‬a.s. din'den): ["mütedeyyin” in müen.l. (bkz : mütedeyyin),

müteessif-âne ‫( ﻣﺘﺄﺳﻔﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): miiteessif olarak, eseflenerek, kederlenerek,

miiteeddl ‫( ﻷ ﺑ ﻰ‬a.s. edâ'dan): edâ edici, eden, ödeyen, ödeyici.

miiteessifen ‫( ًﻣﺘﺄﻣﻔﺎ‬a.zf.): teessüf ederek, müteessif olarak, üzüntü duyarak,

miiteeddib ‫ﻣﺘﴼدب‬ (a.s. edeb'den. c .: müteeddibin): teeddiibeden, edeplenen, utan‫ ؟‬duyan, utanan.

müteessir ‫( ﻣﻂ ﺛﺮ‬a.s. esr ve esâret'den): 1. teessüre kapılan, hüzünlü, kederli, üzüntülü. 2. birinin açısıyla acılanan. 3. psik. du ygulanmış. [müteessir olma : etkilenme],

miiteeddib-âne ‫( ﻣﺘﺄدﺑﺎﻧﻪ‬a.fzf.): edepli, terbiyeli olana yakışacak sûrette, edeplenerek, utan‫ ؟‬duyarak. müteeddibin ‫( ﻣﺘﺄد؛—ﻳﻦ‬a.s. müteeddib'in c .) : teeddübedenler, edeplenenler, utan‫ ؟‬duyanlar, utananlar. müteehhib ‫( ﻣﺘﺄﻫﺐ‬a.s.): kendi kendini yetiştirmiş [kimse]. müteehhil ‫( ﻣﺘﺄﻫﻞ‬a.s. ehl'den): teehhül etmiş, evlenmiş, evli. miiteekkid ‫( ﻣﺘﺄﻛﺪ‬a.s. te'kid'den): te'kidedici, tekrarlanan, sağlamlaşan, müteellif ‫( ﻣﺘﺄﻟﻒ‬a.s. ülfet'den): ülfet peyda eden, alışmış, alışkın. miiteellih ‫( ﺳﺄﻟﻪ‬a.s.c.: miiteellihîn): Allah'ın birliğine inanan. müteellihin ‫( ﻣﺘﺄﻟﻬﻴﻦ‬a.s.c.) : Allah'a tapınanlar, İslâm âlimleri. miiteellim ‫( ﻣﺘﺄﻟﻢ‬a.s. elem'den) : teelliim eden, elemlenen, İ‫ ؟‬İ sızlayan, acı duyan, müteellim-âne ‫( ﻣﺘﺄ ﻟﻤﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.) : İ‫ ؟‬İ sızlayarak, acı duyarak.

müteessir-âne ‫( ﻣﺘﺄﺛﺮاﻧﻪ‬a.fzf.): teessürle, üzüntü ile. müteessiren ‫( ﻣﺘﺄ'ﺗﺮأ‬a.zf.): 1. müteessir olarak, üzülerek, kederlenerek. 2. *etkilenerek. m U tee^id ‫( ﺳﺄﻳﺪ‬a.s. te'yid'den): teeyyiideden, kuvvetlenen. müteezzi ‫( ﻗﺄ ذ ى‬a.s. ezâ'dan): eziyet ‫ ؟‬eken, SIkılan, incinen‫ ؛‬üzgün, üzülmüş, mütefahhis (a.s. fahs'dan): tefahhus eden, içyüzünü dikkatle araştıran, mütefahhis-âne ‫( ﻣﺘﻔ ﺤﻤﺎ ﻧﻪ‬a.zf): araştırıp yoklayarak, her şeyi anlamayı, öğrenmeyi merak ederek. mütefahhir ‫( ﻣﺘﻨﻤﺨﺮ‬a.s. fahr'den): tefahhür eden, gururlanan, övünen, (bkz: mütefâhir). mütefahhir-âne ‫( ﻣﺘﻔﺨﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.) : tefahhür ederek, övünerek, kurularak, mütefâhir ‫( ﻣﺘﻔﺎﺧﺮ‬a.s. fahr'den): tefâhür eden, övünen, kurulan, kuı'um satan, (bkz : mütefahhir). 895

mütefakkıh

miitefakkıh

‫ﻣﺘﻔﻘﻪ‬

(a.s.

m ü te f a k k ıh in ) : fık ıh

f ı k h 'd a n .

c .:

â l i m i (* b ilg in i); fi-

k ıh la u ğ ra ş a n .

[a d a m ].

mütefekkir

mütefakkıhin ‫( ﻣﺘﻔﻘﻬﻴﻦ‬a.s. m ü t e f a k k i h 'ı n c . ) : h k ı h â l i m l e r i (* b ilg in le ri); h k ı h l a u ğ r a ş a n -

‫ﻣﺘﻔﻜﺮ‬

(a.s.

m ü te f e k k ir in ) : te fe k k ü r d ü ş ü n ü r , d ü ş ü n c e s â h ib i.

f i k r 'd e n . eden,

c .:

d ü şü n en ,

Kuvve-‫ ؛‬müte-

fe k k ire : d ü ş ü n m e k u v v e ti ,

la r.

miitefakkid

‫ﻣﺘﻔﻘﺪ‬

(a.s.

fa k d ,

hkdân

ve

f u k u d 'd a n ) : a r a ş t ı r ı p s o r a n , ( b k z : m iid e k k ik ) .

mütefekkir-âne ‫ ( ﻣﺘﻔﻜﺮاﻧﻪ‬a .f .z f .) : te f e k k ü r e d e re k , d ü ş ü n ü p t a ş m a r a k .

mütefekkire ‫( ﻣﺘﻔﻜﺮه‬a.i. f i k r 'd e n ) . ( b k z : m ü -

miitefassım ‫ ( ﻣﺘﻐ ﻤﻢ‬a . s . ) : 1. i n f i s â m e d e n , k ı r ı la n , ü z ü le n . 2 . s ü t t e n k e s ile n ,

fe k k ire ).

mütefekkirin ‫( ﻣﺘﻔﻜﺮﻳﻦ‬a.s. m ü t e f e k k i r 'i n c . ) :

mütefattın ‫( ﻳﺘﻔﻄﻦ‬a.s. f a t n 'd a n ) : t e f a t t u n e d e n ,

d ü ş ü n ü r l e r , d ü ş ü n c e s â h ip le r i.

mütefellik ‫ق‬٠‫ ( ﻣﺘﻐﺎ‬a . s . ) : i n f i l â k e d e n , p a tl a y a n ,

d e rh a l fa rk ın a v a ra n .

miitefattır ‫ ( ﻣﺘﻔﻄﺮ‬a . s . ) : i n f i t â r e d e n , y a r ı l a n , miitefâvit, mütefâvite ‫ ﻣﺘﻐﺎوﺗﻪ‬، ‫( ﻣﺘﻔﺎوت‬a.s. f e v t 'd e n ) : b i r b i r i n d e n f a r k lı, ‫ ؟‬e ş itli o la n , a ra la r ın d a fa rk b u lu n a n , ( b k z : m ü te n e v v i') . m iite fâ y id

mütefekkik ‫( ﻣ ﺘ ﻔ ﻜ ﻚ‬a.s. f e k k 'd e n ) : d a l g ı n

y a r ı l a n , a ç ıla n .

mütefellis ‫ ( ﻫﺘﻐﻠﺲ‬a . s . ) : m ü f l i s o la n , miitefelsif -

(a.s. f e l s e f e 'd e n ) : f i lo z o f l a -

ş a n ; fe lse fe y a p a n .

miitefennin ‫ ﺗ ﻔ ﻦ‬٠ (a.s. f e n n 'd e n ) : t e f e n n ü n

‫ﺳﻔﺎﻳﺪ‬

( a . s . ) : f a y d a l a n a n [ b i r b ir in -

d e n ].

mütefâzıl ‫( ﻣﺘﻐﺎﺿﻞ‬a.s. f a z l 'd a n ) : 1. f a z ile t v e b il g i y a r ı ş ı n a ‫ ؟‬ik a n . 2 . fa z la , a r t ı k ,

miitefazzıl

e d e n , t e k n i k b il g i s â h ib i, f e n â li m i ,

miitefennin-âne ‫ ( ﺷ ﺎ ﻧ ﻪ‬a . f z f . ) : m ü t e f e n n i n

‫ﻣﺘﻐﻀﻞ‬

(a.s.

f a z l 'd a n .

miitefer'in ‫ ( ﻫﺘﻐﺮﺀن‬a . s . ) : 1. f i r a v n l a ş a n , f i r a c .:

m ü t e f a z z ı l i n ) : f a z ile t, m e z i y e t v e b ilg i y a rış ın a ‫ ؟‬ik a n , (b k z : m ü te fâ z ıl).

mütefazzıl-âne ‫ ﻻ‬-

( a .f .z f .) : fa z ile t, m e z i-

y e t v e b il g i y a r ı ş ı n a ‫ ؟‬i k a n a y a k ı ş ı r s û r e tte .

mütefazzılin -

o l a n a y a r a ş ı r y o ld a .

(a.s. m ü te f a z z ıl'm ' c . ) :

fa z ile t v e m e z i y e t y o l u n d a y a r ı ş e d e n le r,

miitefecci' ‫ ﺗﻐﺠﻊ‬٠ (a.s.) : a ç ı k l a n a n , a c m a n ,

u n t a v r ı t a k m a n , f i r a u n k e s ile n . 2 . k ib i r l i, ( b k z : m a g r û r , m iite a z z ım ) .

miiteferri' ‫( ﻣﺘﻔﺮع‬a.s. f e r 'd e n ) : 1. t e f e r r u ' e d e n , b i r k ö k te n a y r ıla n ; d a l b u d a k s a l a n . 2 . b i r k ö k le ilg ili o la n .

miiteferriât ‫( ﻣﺘﻔﺮﻋﺎت‬a.i. m ü t e f e r r i 'n i n c.). ( b k z : te f e r r u â t ) .

miiteferric

‫ﻣﺘﻔﺮج‬

(a.s.

fe r e c 'd e n .

c .:

m ü t e f e r r i c i n ) : te f e r r i ic e d e n , g e z in e n , h a v a

d e r t l i o la n .

a lm a y a , g e z m e y e , e ğ le n m e y e g id e n ,

miitefeccir ‫( ﻣﺘﻔﺠﺮ‬a.s. fe c r 'd e n ) : te f e c c ü r e d e n , a ç ıla n , g ö r ü n e n .

müteferricin ‫( ﻫﺘﻔﺮﺣﻦ‬a.s. m ü t e f e r r i c 'i n c.) : te f e r r iic e d e n le r , g e z in e n le r , h a v a a lm a y a ,

mütefehhim ‫( ﻣﺘﻔﻬﻢ‬a.s. f e h m 'd e n ) : t e f e h h ü m e d e n , a n la y a n .

miitefe'il

(a.s. f â l 'd e n . c.: m iite f e 'ilin ) :

1. fa l a ‫ ؟‬an> fa la b a k a n . 2. h a y r a y o r a n , h a y r i n b a ş la n g ıc ı, u g u r s a y a n ,

mütefe'ü-âne ‫ ( ﻣﺘﻐﺈﻻﻧﻪ‬a .f .z f .) : f a l a ç a r c a s ın a ; h a y ra y o ra ra k .

miitefe'ilin ‫( ﻣﺘﻐﴼلﺀن‬a.s. m i i t e f e 'il 'in c.) : 1. fa l a ç a n la r , f a la b a k a n l a r . 2 . h a y r a y o r a n l a r .

896

g e z m e y e , e ğ le n m e y e g id e n le r ,

miiteferrid

‫ﻫﺘﻔﺮد‬

(a.s.

f e r d 'd e n .

c .:

m ü t e f e r r i d i n ) : te f e r r i id e d e n , te k v e y a l n ı z o la n , e şi e m s â li o lm a y a n ,

miiteferrid-âne ‫ﺗﻔﺮداﻧﻪ‬. ( a .f .z f .) : t e f e r r ü d e d e re k , t e k v e y a l n ı z k a la r a k ,

müteferridin ‫( ﻣﺘﻐﺮد؛ن‬a.s. m i i t e f e r r i d 'i n c.) : te f e r r ü d e d e n l e r , t e k v e y a l n ı z o la n l a r , e şi e m s â li o lm a y a n la r .

mü.egamîz

(a.s.): ferâgat eden, vaz ge-

sarruf, sâhip olma, kullanma hakkini satm alan.

miiteferrih ‫( ﻣ ﺘ ﻐ ﺮ أ‬a.s. ferah'dan): ferahlanan,

mütefevvizln ‫( ﻣﺘﻐﻮﺿﻴﻦ‬a.s. mütefevviz'in c.). (bkz: mUtefevviz).

miiteferrig ‫ غ‬٨ çen. İÇİ açılan.

müteferrik ‫( > ق‬a.s. fark'dan): teferruk eden, dağınık, ayn ayn . müteferriku'l-viireykat-ı ke'siyye: bot. *ayr çanakyapraklılar. müteferrikii'l-vüreykat-ı tiiveyciyye: bot. ayrı *taçyapraklılar. müteferrika (a.i.) :1. ufak tefek masraflar İçin ayrılan para. M asârif-İ müteferrika ‫؛‬ ufak tefek masraflar. 2. çeşitli İşler gören. 3" pâdişâh, sadrâzam ve vezirlerin emirlerini götüren kimse. 4. emniyet teşkilâtında, hırsız, dilenci, mecnun, esrarkeş ve benzeri gibi kimselerin ilgili makamlara sevk edilmek üzere barındırıldıkları kısım, miiteferris ‫( ﻣﺘﻐﺮس‬a.s. ferâset'den): teferrüs eden, anlayan, anlayışlı, sezişli. mUteferriş ‫( ﻣﺘﻔﺮش‬a.s.): teferriiş eden, mefrûş olan, döşenen. miiteferriz ‫( ﻣﺘﻔﺮز‬a.s. ferz'den) : teferrhz eden, ayrılan, (bkz : müfrez). miitefessih ‫( ﺷ ﺦ‬a.s. tefessüh'den): tefessüh etmiş, çürümüş, bozulmuş, kokmuş, miitefessih ‫( ﻣﺘﻔﺴﺢ‬a.s. füshat'den): bollaşan, genişleyen. miitefettit ‫( ﻣﺘﻐﺘﺖ‬a.s.) : tefettüt eden, ufek ufak parçalanan. mütefevvih ‫( ﻣﺘﻔﻮه‬a.s.): 1. tefevvüh eden, ağzına alan, söyleyen. 2. dil uzatan, mütefevvik ‫ﻣﺘﻔﻮق‬ (a.s. fevk'den. c . : mütefevvikin): tefevvuk eden, üstün gelen, üstün. m ütefewik-âne ‫( ﻣﺘﻔﻮﻗﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): üstün gelerek, üstünlükle.

mü'tefik ‫( ر ﺋ ﺚ‬a.s.): tersine dönen, dönmüş, mü'tefikât ‫( ﻣﺆﺗﻔﻜﺎ ت‬a.i.c.) : Lût kavminin darmadagm olan şehirleri. mütegabi ‫“( ﻣﺘﻐﺎﺑﻰ‬ga” uzun okunur, a.s.): kendini gabi gösteren, ahmak tavrı takman, miitegabin ‫"( ﻣﺘﻐﺎﺑﻦ‬ga” uzun okunur, a.s. gabn'den) : tegabiin eden, birbirini aldatan, miitegabi-yâne ‫“( ﻣﺘ ﻐﺎﺑﻴﺎﻧ ﻪ‬ga” uzun okunur. a.f.zf.) : gabicesine, ahmakçasına, miitegaddi ‫( ﺳﻐﺪ ى‬a.s. gıdâ'dan) : tagaddi eden, gidâlanan, gıda alan, (bkz : mütegazzi). m iitegaffil ‫( ﻣﺘﻴﻐﻞ‬a.s.): tegaffiil eden, gaflette bulunan, bilmiyor görünen, miitegafil ‫“( ﻣﺘﻐﺎﻓﻞ‬ga” uzun okunur, a.s. gaflet'den): tegafui eden, gafil görünen, gafil gibi davranan. mütegafü-âne ‫“( ﻣﺘﻐﺎﻓﻼﻧﻪ‬ga” uzun okunur. a.f.zf. gaflet'den): gafil gibi davranarak, miitegalib ‫“( ﻣﺘﻐﺎﻟﺐ‬ga” uzun okunur, a.s. galebe'den): -Sira ile- birbirine galip olan, üstün gelen. miitegalli ‫( ﻣﺘﻐﻠﻰ‬a.s.): tegalli eden, galiye (misk ve amberden meydana gelen güzel koku) sürünen. miitegallib ‫( ﻣﺘﻐﻠﺐ‬a.s. mütegallibin): zorba.

galebe'den.

c .:

mütegallib-âne ‫( ﻣﺘﻐﻠﺒﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : zorbacasına, miitegallibe ‫ ﻏﻠﺒﻪ‬, (a.i.): zorba takımı, derebeyi• mütegallibin ‫( ﻣﺘ ﻐﻠﺒﻴ ﻦ‬a.s. mütegallib'in c .): zorbalar. m iitegallif ‫( ﻣﺘﻐﻠﻒ‬a.s.): gılaflanmış, kılıflı, kin İçinde bulunan, (bkz : mütegammid).

mütefevvikin ‫( ﻣﺘﻔﻮﻗﻌﻦ‬a.s. mütefevvik'in c.) : tefevvuk edenler, üstüngelenler, üstün olanlar.

miitegallit ‫( ﻣﺘﻐﻠﻂ‬a.s.): tegallüt eden, galata, yanlışa düşen, yanılan,

mütefevviz ٠‫ﻣﺬﻏﻮﺀش‬ (a.s. fevz'den c . : mütefevvizin): ı.tefevvıız eden, uhdesine, üzerine alan. 2. gayrimenkul malların ta­

miitegamiz ‫“( ﻣﺘﻐﺎﻣﺰ‬ga” uzun okunur, a.s. c . : mütegamizin): göz ucu ile işâret eden [birbirine]. 897

mütegamizîn

mütegamizin ‫"( ﻣﺘﻐﺎﻣﺰس‬ga" uzun okunur, a.s. miitegamiz'in c.): göz ucu ile işâret edenler [birbirlerine]. miitegammid, mütegammide ‫ ﻣﺘﻐﻤﺪه‬، ‫ﻣﺘﻐﻤﺪ‬ (a.s. gamd'den): lcınlı‫ ؛‬örtülü, (bkz: mütegallif). mütegammide ‫( ﻣﺘﻐﻤﺪه‬a.i.): zool. km kanadİılar. mütegammidetii'l-cenâh : kınkanadlı böcekler. müteganni ‫( ﻫﺘﻐﻰ‬a.s. gınâ'dan): teganni eden, nağme eden, ırlayan, şarkı söyleyen, (bkz : miiterennim). mütegannic ‫( ﻣﺘﻐﺘﺞ‬a.s. ganc'den): tegannüceden, nazlanan, naz gösteren, miiteganni-yâne ‫ اذه‬٠‫( ﻣﺘﻐﺖ‬a.f.zf.): teganni ederek. miitegarrib ‫( ﻣﺘﻐﺮب‬a.s. gurbet'den. miitegarribin): gurbete ‫ ؟‬ikan,

c .:

mütegarribin ‫( ﻣﺘﻔ ﺮﺑ ﺠ ﻦ‬a.s. mütegarrib'in c .): gurbete ‫ ؟‬ılcanlar. miitegarrid, mütegarride ‫ ﻣﺘﻔﺮده‬، ‫( ﻣﺘﻔﺮد‬a. s .) : tegarrüdeden, güzel nağmeler ‫ ؟‬eviren [‫ ؟‬ok zaman kuş hakkında söylenir]. Bülbül-i m iitegarrid: güzel öten bülbül. Tuyûr-İ mütegarride : güzel öten kuşlar, m iitegarrir ‫( ﻣﺘﻐﺮر‬a.s.) : igtirâr eden, gururlanan, güvenilmeyecek şeye güvenen, miitegassil ‫( ﻣﺘﻔﺴﻞ‬a.s. gusl'den) : 1. gusl eden, yıkanan. 2. gasl eden, yıkayan, mütegaşşî ‫( ﻣﺘﻔﺸﻰ‬a.s. gişâ ve gaşy'den) : 1. tegaşşî eden, bürünen, örtünen. 2. gaşyolan, kendinden ge‫ ؟‬en. miitegavvil ‫( ﻣﺘﻐﻮل‬a.s.): 1. tegavviil eden, uğraşan. 2. bir şeyin rengine giren, (bkz : mütelevvin). miitegavvir ‫( ﺳﻔﻮر‬a.s.): tegavvür eden, derine dalan. mütegayir ‫( ﻣﻌﻔﺎﻳﺮ‬a.s. gayr'den) : 1. mugayir, zıt olan [birbirine]. 2. değişik, farklı, miitegayyib, mütegayyibe ‫ ﻣﺘﻐﺒﺒ ﻪ‬، ‫( ﻣﺘﻐﻴﺐ‬a.s. gayb'den): tagayyübeden, gözden kaybolan, uzaklaşan, görünmez olan. Eşhas-ı miiteg a l i b e : kaybolan, kaybolmuş kimseler. 898

mütegayyim ‫ا‬٠‫( ﻣﺘﻲ‬a.s. gaym'den): tegayyiim eden, bulutlu [hava]. mütegayyir ‫( ﻣﺘﻔ ﺮ‬a.s. gayr'den): 1. tagayyür eden, degiçen, başkalaşan. 2. bozulmuş, bozuk. mütegayyir-âne ‫( ﻣﺘﻐﺒﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): değişmiş, bozulmuşçasına. miitegayyiz ‫( ﻣﺘﻎﺀﻫﻞ‬a.s. gayz'dan): tagayyüz eden, kızan, kızmış, kızgın [kimse], mütegazzi ‫( ﻣﺘﻐﺬى‬a.s.): tagazzi eden, gizâlanan, gıdalanan. (bkz: mütegaddi). mütegazzib ‫( ﻫﺘﻐﻐ ﺐ‬a.s.): tegazzûbeden, gazabe gelen, hiddetlenen. mütegazzil ۶ ‫ ل‬٥ (a.s. gazel'den): 1. gazel söyleyen, gazel okuyan, (bkz: gazel-hân, gazelserâ). 2. gazel yazan, (bkz : gazel-nüvis). miitehâbb, miitehâbbe ‫ ﻣﺘﺤﺎﺑﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺤﺎب‬a.s. hubb'dan): birbirini dost sayan. Düvel-İ miitehâbbe: birbirlerini dost sayan devletler. miitehabbir ۶ len.

(a.s.): iyi bilen, kökten bi-

miitehabbis ‫( ﻣﺘﺤﺒﺲ‬a.s. habs'den): kendini kaybeden, bir yere kapanan, miitehabbis-âne ‫( ﻣﺘﺤﺒﺴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): kendini hapsedene, bir yere kapanana yaraşır yolda. miitehaccim ‫( ﻣﺘﺤﺠﻢ‬a.s.): hacimlenmiş, hacimli, cüsseli. miitehaccir ‫( ﻣﺘﺤﺠﺮ‬a.s. hacer'den): tahaccür etmiş, taş hâline gelmiş, taşlaşmış, miitehaccire ‫( ﻣﺘﺤﺠﺮه‬a.s. hacer'den): [“mütehaccir" in müen.J. (bkz : mütehaccir). mütehâcî ‫( ﻣﺘﻬﺎﺟﻰ‬a.s. hecv'den): birbirini hicveden, birbirini yeren‫ ؛‬hicveden, miitehâcim ‫( ﻣﺘﻬﺎ ﺟﻢ‬a.s. hücûm'dan. c . : mütehâcimin) : tehâcüm eden, birbirine hücûm eden, saldıran. mütehâdm-âne ‫( ﻣﺘﻬﺎ ﺟﻤﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.): hücûm edercesine, saldırırcasma. mütehâcimin ‫( ﻣﺘﻬﺎﺟﻤﻴﻦ‬a.s. mütehâcim'in c.) : tehâcüm edenler, birbirine hücûm edenler, saldıranlar.

mUehallil m ü t e l ı â c i y - â n e ٠‫( ﻣ ﺘ ﻬﺎ ﺟ ﻼ ذ‬a.f.zf.) : h ic v e d e r c e s i-

‫ﻣﺘ ﺤﻜﻢ‬

m iite h a k k im

(a.s.

m ü te h a k k im in ) : m i it e h a d d ır ‫( ﻣ ﺘ ﺨ ﻔ ﺮ‬a .s .) : ta h a d d u r e d e n , yeş ille n e n , y e ş il r e n k b a ğ la y a n , ( b k z : m iite h a z z ır ) .

h ü k m 'd e n .

1. t a h a k k ü m

c .: eden,

h â k i m l i k t a k m a n . 2 . z o rb a .

‫ﻣﺘﺤﻜﻤﺎﻧﻪ‬

m ü te h a k k im -â n e

( a .f .z f .) :

ta h a k -

k ü m l e ‫ ؛‬z o r b a l ık l a .

m iite h a d d i' ‫ﻣ ﺘ ﺨ ﺪ ع‬

(a.s. h u d 'a 'd a n ) : ta h a d d u '

e d e n ,'b il e r e k a ld a n a n .

‫ﻣﺘﺤﻜﻤﻪ‬

şen .

m ü te h a k k im in

‫ﻣﺘﺤﻜﻤﻴﻦ‬

c . ) : 1. t a h a k k ü m

‫ ب‬٠‫ﻣﺘﺤﺎ‬

m iite h a d d ib

(a.s. h a d e b 'd e n ) : ta h a d -

d iib e d e n , lc a n b u r o la n , k a n b u r l a ş a n .

‫ﻣﺘﺤﺪر‬

m ü te h a d d ir

(a.s. h ü k m 'd e n ) : [" m ü -

t e h a k k i m " i n m iie n .] . ( b k z : m ü t e h a k k im ) .

‫ ( ﻫﺘﺤﺪ ى‬a . s . ) : t a h a d d i e d e n , ç e k i-

m ü te h a d d i

m iite h a k k im e

n a n l a r . 2 . z o r b a la r .

‫ﻫﺘﺤﻠﺤﻞ‬

m ü te h a lh ıl

( a . s . ) : y o k u ş a ş a ğ ı g id e n ,

h ı z l a a ş a ğ ı d o ğ r u in e n , y u v a r l a n a n , ( b k z :

(a.s. m ü t e h a k k i m 'i n

e d e n le r, h â k i m l i k ta k ı -

(a.s. h a l h a l 'd a n ) : a ç ılıp

p a r ç a l a r ı a y r ı l m ı ş o la n ; k a b a r ı k , k a b a r t ı l m i? o la n .

m i in h a d i r ) .

‫ﻣﺘﺨﺪره‬

m ü te h a d d ir, m iite h a d d ire

، ‫( ﻣ ﺘ ﺨ ﺪ ر‬a.s.

h a d e r 'd e n ) : t a h a d d ü r e d e n , ö r t ü n e n , b ü r ü n e n ; m e c . n â m ııs lu . N is v â n - 1 m i i t e h a d d i -

‫ ﻣﺘﺤﺪﺛﻪ‬، ‫ﻣﺘﺤﺪ ث‬

‫ﻣﺘ ﺤﺎ ف‬

(a.s. h a l f d e n ) : i k i d ü ş m a n -

d a n i k i s i n e d e y e m i n v e re n , m ü te h â lif

‫ﻣ ﺨﺎ ف‬

(a.s. h u l f d e n ) : t e h â l ü f e d e n ,

b ir b irin e u y m a y a n .

r e : ö r t ü l ü , n â m ı ıs lu k a d ın l a r . m iite h a d d is , m iite h a d d is e

m iite h â lif

(a.s.

m ü t e h â h f ü '1 - m e r k e z : m e r k e z i b i r o lm a y a n .

h ı ı d û s 'd a n ) : te h a d d i is e d e n , m e y d a n a g e le n

D e v â î r - i m ü t e h â l i f e t ü ' 1- m e r â k i z : m e r k e z i

v e y â ç ık a n , p e y d â o la n . V a k a y i'- İ m i i t e h a d -

y e r l e r o lm a y a n d â ir e le r ,

d i s e : o r t a y a ç ı k a n v a k 'a la r . m ü te h a d d iş

‫ﻣﻌﺨﺪش‬

‫^د ع‬

( a . s . ) : a l d a n m a m ı ş i k e n a l-

d a n m ı ş g ib i g ö r ü n e n .

‫ﻣﺘﺤﻔﻆ‬

m ü te h a ffız

(a.s.

m ü te h â lk -â n e

h ıf z 'd a n .

c .:

m ü te h a lli

( a .f .z f .) : b ü y ü k

b ir

‫( ﻫﺘﺤﻠﻰ‬a.s. h a l y 'd e n ) : t a h a l l i e tm iş ,

s ü s le n m i ş , d o n a n m ı ş [m a d d i, m â n e v î] .

km an. m ü te h a lli

‫ﻣﺘﺤﻔﻈﻦ‬

‫ﻣﺘﻬﺎﻟﻜﺎﻧﻪ‬

a c e le ile , ç a b u k lu k l a .

m i i t e h a f f ı z i n ) : t a h a f f u z e d e n , k o r u n u p sa -

m iite h a ffız in

(a.s. h e l â k 'd a n ) : t e h â l ü k

e d e n , k e n d i n i te h l ik e y e d ü ş ü r e c e k k a d a r a c e le ile b i r iş e k o ş a n .

m a la n a n ; ız tır a p çek en , m ü te h â d ı'

‫ﻣﻴﻬﺎﻟﻚ‬

m ü te h â lik

( a . s . ) : t a h a d d i iş e d e n , ti r -

(a.s. m i it e h a f f ı z 'ın c.) :

‫ ﺋ ﻰ‬١‫ﻣﺖ‬

(a.s.) : t a h a l l i e d e n , b o ş a l a n ,

b o ş k a l a n , ( b k z : m iite c e v v if ) .

t a h a f f u z e d e n le r, k o r u n u p s a k ı n a n la r ,

‫ﻣﺘﺨﻠﺪ‬

m ü te h a llid m iite h a ffif -

(a.s. h i f f e t 'd e n ) : 1. t a h a f f ü f

e d e n , h a f i f le y e n . 2 . a y a ğ a m e s t, ç iz m e g ib i k o n ç lu b i r ş e y g iy e n . m iite h â fit

‫ﻣﺘﻬﺎﻓﺖ‬

(a.s. h e f t 'd e n ) : b i r ş e y in iiz e -

r i n e is te k le s a l d ı r a n . m iite h â fit-â n e

‫ﻣﺘﻬﺎﻓﺘﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : b i r ş e y in ü z e -

r i n e is te k le s a l d ı n r c a s ı n a . m iite h a k k ık -

(a.s. h a k k 'd a n ) : t a h a k k u k

e d e n , d o ğ r u l u ğ u m e y d a n a ç ık a n , m iite h a k k ık a -

(a.s. h a k k 'd a n ) : [" m ü te -

h a k k ı k " m m ü e n .] . ( b k z : m ü t e h a k k ık ) . m iite h a k k id

‫ﻣﺘﺤﻘﺪ‬

(a.s.) : t a h a k k u d e d e n , k i n

t u t a n , ( b k z : k în - d â r ) .

(a.s. h u l d 'd e n ) : t a h a l l ü d e -

d e n , b i r y e r d e d â i m i o l a r a k k a la n , ( b k z : e b e d i, h â li d , s e r m e d i) . m ü te h a llif -

( a .s .) : t a h a l l û t e d e n , u y g u n

g e lm e y e n , u y m a y a n . m iite h a llik -

(a.s. h u l k 'd a n ) : a h l â k p e y d â

e d e n , h u y e d in e n , y e n i b i r h u y lc a z a n a n . m iite h a llik a

‫ﻣﺘﺨﻠﻘﻪ‬

(a.s. h a l k 'd a n ) : [ " m ü te h a l-

l i k " i n m iie n .] . ( b k z : m ü te h a llik ) . m ü te h a llil

‫ﻣﺘﺨﻠﻞ‬

( a .s .) : 1. .ta h a llü l e d e n , b o z u -

la n . 2. a r a y a g ir e n , a r a y a s o k u l a n , m ü te h a llil -

(a.s. h a l l 'd e n ) : t a h a l l ü l e d e n ,

h a ll o lm u ş , e r i m i ş , ç ö z ü lm ü ş .

899

mUehollile miitehallile -

(a.s. h a l l 'd e n ) : [ " m ü t e h a lli l”

miitehallim -

(a.s. h i l m 'd e n ) : 1. y u m u ş a k

h u y lu İm iş g ib i g ö r ü n e n . 2. anat. m e m e le -

‫ﻣﻘﺨﻠﺺ‬

(a.s. h u lû s 'd a n ) : 1, h a lâ s

b u l a n , k u r t u l a n . 2 . m a h l â s a la n , [ik in c i] a d

، ، Jjb

sav aşan .

(a.s.

D iiv e l - i

m i i t e h â r i b e : b ir b ir i y le s a v a ş a n d e v le tle r ,

‫ﻣﻘﻬﺎرم‬

m iite h â rim

(a.s.c. :

m ü te h â rim in ) :

d a n i h t i y a r l ı k g ö s te r e n . lîiü te h â rim -â n e

‫ﻣﺘﻬﺎرﻣﺎﻧﻪ‬

(a.f.zf.) : y a l a n d a n ih -

t i y a r g ib i g ö r ü n e r e k .

ta k m a n .

miitehallit

h a rb e d e n ,

t e h â r ü m e d e n , i h t i y a r g ib i g ö r ü n e n , y a la n -

ş e n , m e m e g ib i y u v a r l a k l a ş a n ,

mütehallis

‫ﻫﺘﺤﺎرﺑﻪ‬

m iite h â rib , m iite h â rib e h a r b 'd e n ) :

İ n m ü e n . ] . ( b k z : m ü te h a llil) .

‫ﻣﺘﺨﻠﻂ‬

(a .s .): ta h a llu t ed e n , k a rış a n ,

‫ﻣﺘﻬﺎرﻣﻴﻦ‬

m ü te h â rim in te h â r ü m

k a r ı ş ı k o la n .

(a.s. m i i t e h â r i m 'i n c.) :

e d e n le r, i h t i y a r g ib i g ö r ü n e n l e r ,

y a l a n d a n i h t i y a r l ı k g ö s te r e n le r ,

mütehâmî ‫( ﻫﺘﺤﺎﻫﻰ‬a.s. h i m â y e 'd e n ) : k e n d in i h im â y e e d e n , s a k ı n a n , k o r u n a n , ( b k z :

‫ﻣﺘﺤﺎﻫﻖ‬

(a.s. h u m k 'd a n ) : k e n d i n i

mütehâmik-âne

‫ﺳﺎ ﻣ ﻘﺎ ﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : a h m a k c a s ı-

‫ﻣﺘﺤﺎﻣﺎﻟﻪ‬

( a .f .z f .) :

k e n d in i

h im â y e e d e r c e s in e ; s a k ı n a r a k , k o r u n a r a k ,

m üteham m ız -

(a.s. h u m z 'd a n ) : t a h a m -

m ü z e d e n , e k ş iy e n , ( b k z : m i it e h a m m ir ) .

ed en ; k o ru n a n , (b k z : m ü te h â m î).

İ a ş a n , a h m a k g ib i d a v r a n a n v e y â k o n u ş a n , ( b k z : m ü te h â m ik ).

‫ﺳﻤﻞ‬

(a.s.

h a m l 'd e n . eden,

c. : daya-

n a n ; y ü k a l t ı n d a b u l u n u p ses ‫ ؟‬i k a r m a y a n [m a d d i, m â n e v i] .

‫ﻣﺘﺤﻤﻼﻧﻪ‬

m üteham m ilin ‫ﺳ ﻤ ﻠ ﻴ ﻦ‬

( a .f .z f .) : 1. t a h a m -

(a.s. m ü t e h a m m i l i n

c . ) : t a h a m m ü l e d e n le r, d a y a n a n l a r , y iilc alt ı n d a b u l u n u p se s ç ık a r m a y a n l a r ,

‫ﻣﺘﺨﻤﺮ‬

(a.s. h a m r 'd e n ) : t a h a m -

m i i r e d e n , m a y a l a n a n , e k ş iy e n , fr. fermente, ( b k z : m ü t e h a m m ız ) . ( a . s . ) : m ü n h a n i o la n , e g r i-

le n .

miitehannin

( a . s . ) : ‫ ؟‬o k g ö r e c e ğ i g e le n ,

ö z le y e n , ( b k z : m ü te h a s s ir ) .

900

m ü te h a rrik

‫ﻣﺘﺤﺮك‬

(a.s. h a r e k e t 'd e n ) : 1. h a r e -

k e t e d e n , k ı m ı l d a y a n , o y n a y a n . 2 . f e ls ., f i z . h a r e k e t li , İşler. m ü t e h a r r i k b i 'z - z â t ( k e n d i İşle r) : o to m o [h a r f ] .

‫ﺳ ﺮ ﻛﻴ ﺖ‬

(a.i.) : fe ls . d e v i n -

g e n lik , fr . m o b i l i t é .

‫ﻣﻘﺤﺮم‬

m iite h a rrim

(a.s. h a r â m 'd a n ) .

‫ﺳ ﺮ ﻣﺎﻧﻪ‬

m ü te h a rrim -â n e

(b k z :

(a.f.zf.).

(b k z :

m i ite h a z z ir - â n e ) . m iite h a rri?

‫ﻣﺘﺨﺮش‬

m ü te h a rr iş iy y e t

(a.s. t a h a r r ü ş 'd e n ) : t a h a r -

‫ﻣﺘﺨﺮﺷﻴﺖ‬

(a.i.) : ir k i t i c i l i k , f r .

ir rita b ilité . m iite h a rri-y â n e

٠‫ﻣﺘﺤﺮﻳﺎذ‬

(a.f.zf.) : t a h a r r i e d e -

n e , a r a ş t ı r a n a y a r a ş ı r y o ld a , m iite h a rriz

‫( ﻣﻌﺤﺮز‬a.i.)

m ü te h â s ım

‫ﺳﺨﺎ ﺻﻢ‬

: sak m an , k o ru n a n ,

(a.s.

h u s û m e t 'd e n .

m i it e h â s i m in ) : 1. b i r b i r l e r i n e h a s ı m k a rş ılık lı

d ü ş m a n lık

eden.

c. : o la n ,

2. k a r ş ı l ı k l ı

d â v â e d e n le r d e n h e r b ir i, m iite h â s im in

‫ﻣﺘ ﺤ ﻦ‬

(a.s. h a r y 'd e n ) : t a h a r r i e d e n ,

r ü ş e tm iş , t ı r m a l a n a n , t ı r m ı k y iy e n ,

m iil e d e r e k , d a y a n a r a k . 2. y ü k le n e r e k ,

miitehanni ‫ﺳ ﻨ ﻰ‬

‫ﺳﺮ ى‬

m ü te h a z z ir ) .

m ü te h a m m ilin ) : ta h a m m ü l

m iiteham m ir

m iite h a rri

m ü te h a rr ik iy y e t

(a.s. h u m k 'd a n ) : a h m a k -

m üteham m il-âne

(a.s. h a r k 'd a n ) : t a h a r r u k

b il, o to m a t. 3. a. g r. h a r e k e s i o la n , h a r e k e l i

m üteham m i ‫ ( ﻣﺘﺤﻤﻰ‬a . s . ) : k e n d i n i h im â y e

m üteham m ik -

‫ﻫﺘﺨﺮق‬

a ra ş tıra n .

na.

m ütehâmi-yane

m ü te h a rrik

e d e n , y ırtıla n .

a h m a k g ö s te r e n , ( b k z : m ü t e h a m m i k ) .

m üteham m il

(a.s. te h â r ü ş 'd e n ) : te h â r ü ş

e d e n , h ı r ı l d a ş ı p d a la ş a n ,

m ü t e h a m m i) .

miitehâmik

‫ﻟﺮ ش‬

m ü te h â riç

‫ﻣﺘﺨﺎ ﺻﻤﻦ‬

b irb irle rin e h a s ım

(a.s. m ü t e h â s ı m 'ı n c.) :

o la n l a r , k a r ş ı l ı k l ı d ü ş -

m a n l i k e d e n le r ; k a r ş ı l ı k l ı d â v â e d e n le r.

müîehayyîl.âne m ü te h â s îd

‫ﻣ ﺴﺎ ﺳﺪ‬

: b iri

(a.s. h a sed 'd e n )

b irin e

h ased ed en , b iri b irin i k ısk a n a n , çek e m e yen .

‫ ﻣﺘ ﺤ ﺸﺪه‬، ‫ﻣﺘ ﺤ ﺸﺪ‬

(a.s. h a şd 'd e n . c . : m ü te h a ş ş id în ): ta h a ççu d eden, b irik e n , to p la n a n . A s â k i r l m ü te h a ş -

‫ﻣﺘ ﺤ ﻤ ﻞ‬

m ü t e h a s s ıl

(a.s. h u sû l'd e n ) : h âsıl olan,

m e y d a n a gelen.

h i s n 'd a n ) :

istih k â m lı

‫ ﻣﺘﺤﻌﻐﻪ‬، ‫ﻣﺘﺤﺼﻦ‬

b ir

ta h a ssu n y ere

eden,

k a p a n m ış.

k ale ye ,

A s â k ir -İ

m ü t e h a s s ı n a : k a le ye , is tih k â m lı b ir yere k a p a n m ış askerler, erler, İh tisâsı

o lan , b ir İşin b ir şû b esin i ç o k iy i bilen , *u z m a n . 2 . y a ln ız b ir şeye a y rılm ış , a y rı b ir İşte k u lla n ıla n . (a.s. h aser'd e n ) : ta h a ssü r

eden, p ıh tıla şm ış. D e m -İ m iite h a s s ir : p ıh tıla şm ış kan . (a.s. h a s r 'd e n ) : h asret çe -

m ü t e h a s s ir -â n e ‫ ( ﻣ ﺘ ﺤ ﺴ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬a .f .z f.) : h a sre t çe k e -

‫ﻣ ﺴﺜﺮه‬

(a.s. h a s r 'd a n ) : [“ m iite h as-

‫ﻣﺘﺤﺴ ﺲ‬

(a.s. h i s s 'd e n ) : h islenen,

m ü te h a s s is -â n e ‫ﻣ ﺘ ﺤ ﺴ ﺴ ﺎ ﻧ ﻪ‬

( a .z f .) : h islen erek,

‫ﻣﺘﺨﺎﻃﺐ‬

m ü te h â tıb

m ü te h â ş i' ‫ﺳ ﺎ ﺷ ﻊ‬

(a.s. h u ş û 'd a n ) : h u şû ile e g i-

‫ﻣﺘﻬﺎﺗﺮ‬

‫ﻣﺘﺨﺎ ﺷﻰ‬

(a.s. h u şû 'd a n )

:

h a şy e t g ö s-

teren, k o rk u p çek in e n .

‫ﻣﺘﺨﻄﺮ‬

m iit e h a t t ır

(a.s. h ı ıt û r 'd a n ) : ta h a ttu r

m ü t e h a t t ır - ı e y y â m - 1 m â z î : g e çm iş g ü n le ri

m iite h a tt î

‫ ( ﻣﺘﺨﻄﻰ‬a .s .) : 1. ‫ﻣﺘﺤﻄﻢ‬

m iit e h a t t im

m ü t e h a t t im e

a tla yıp g eçen . 2 . h a tâ

(a.s. h a t m 'd e n ) : lü z u m lu ,

‫ﻣﺘﺤﻄﻤﻪ‬

‫ﺿﺤﺎﺷﻰ‬

(a.s. h a ş y 'd e n ) : teh âşî eden,

m ü t e h â ş i a ^ ^ (a.s. h u ş û 'd a n ) : ["m ü te h â şi" n in m ü en .]. (b k z : m ü te h âşi').

(a.s. h a t m 'd e n ) : ["m U te-

(a.s. h e v n 'd e n ) : b ir

İŞİ

m ü-

d a v r a n a n , ( b k z : m ü tekâsil).

‫ﻣﺘﺤﺎﺷﻴﺎﻧﻪ‬

‫ﻣﺘﺨﺸﻊ‬

( a .f .z f.) : s a k ın g a n lık -

( a .s .) : teh âşî eden, k o rk a n , (b k z :

‫ﻣﺘﺨﺸ ﺐ‬

( a .s .) : h a v fe d ü şen , k o r-

m ü t e h a v v if - â n e

‫ﻣﺘﺨﻮﻓﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f.) : k o rk a k ca sı-

n a, k o rk a ra k .

‫ﻣﺘﺨﻮﻓﻪ‬

(a.s. h a v f d e n ) : ["m U te-

h a v v i f ” in m ü en .]. (b k z : m ü te h a v v if).

‫ﻣﺘﺤﻮل‬

(a.s. h a v i d e n ) : 1. t a h a v v ü l

ed en , d eğ işen , d e ğ işm iş, d eğişik , k a ra rsız.

m ü t e h a v v il - i m u t a v a s s ı t : m a t. *p a ra m etre, m ü te h a y y il

‫ﻣﺘﺨﻴﻞ‬

(a.s. h a y â l d e n ) : t a h a y y ü l

ed en , h a y â le d a la n , h a y a l k u ra n ,

m ü teh âşî).

şa n , o d u n la şm ış.

‫ﻣﺘﺨﻮف‬

2 . m a t. d e ğ iş k e n .

eden, a lç a k g ö n ü llü , (b k z : m ü te vâzî).

çek in e n ,

( a .s .) : t e h â v ü r eden, b irb i-

kak.

m ü t e h a v v il

(a.s. h a ş y e t 'd e n ) : tah aşşu '

sa y g ı ile k a r ış ık k o rk u p

‫ﻣﺴﺎور‬

riyle k o n u şa n .

m ü t e h a v v if e

la, ç e k in g e n lik le ; k a ç ım rc a s ın a .

‫ﻣﺘﺨﺸﻰ‬

‫ﻣﺘﻬﺎوف‬

m ü t e h â v în

m ü te h a v v if

sa k ın g a n , çe k in g en , (b k z : m üteh aşşî).

m ü te h a ş ş îb

( a .s .) : b irb ir in i tekzibed en ,

y a la n la y a n .

m ü t e h â v ir

len.

m ü te h a ş ş î

(a.s. h ita b 'd 'a n ): b irb irin e

h ita b e d e n , sö yleşen .

h im se y e m e y e n , İşin de g e v şe k v e k a y ıts ız

d u y g u la n a r a k .

m ü te h a ş ş i'

( a .f .z f.) : m ü te h a şşî'ye,

h a ttim " in m lien.]. (b k z : m ü te h a ttim ).

d u y g u la n a n .

m ü t e h â ş i-y â n e

‫ﻣﺘﺨﺸﻴﺎﻧﻪ‬

gerekli.

s ir ” in m ü en .]. (b k z : m ü teh âşî).

m ü te h â ş î

m ü t e h a ş ş iy â n e

işleyen , y a n ıla n .

rek, ö zleyerek .

m ü te h â ş î

(a.s. h u şû n e t'd e n ) : h u şû n et,

s e rtlik gö steren , (b k z : h açîn ).

h a tırla y a n .

ken, ö zleyen , (b k z : m ü te h a n n in ).

m ü te h a s s is

(a.s. m ü te h a şşid 'in c.) :

eden, h a tırla y a n .

m ü t e h a s s ir ‫ﻣ ﺘ ﺤ ﺴ ﺮ‬

m ü te h a s s ir e

m ü t e h a ş ş în -

m ü t e h â t îr

m iite h a s s ir ‫ﻣ ﺘ ﺤ ﺜ ﺮ‬

‫ﻣﺘﺤ ﺸﺪﻳ ﻦ‬

tah a şşü d ed e n ler, b irik en ler, to p la n a n la r,

s a y g ı ile k a r ış ık k o rk a n a y a r a ş ır y o ld a ,

‫( ﻣﺘﺨﺼﺺ‬a.s. h u s û s 'd a n ) : 1.

m ü te h a s s is

‫ ؟‬id e : b irik e n , to p la n a n asker ‫ ؛‬b ir perde-], m ü t e h a ş ş id în

m ü te h a s s ın , m ü t e h a s s ın a (a.s.

m iite h a ç ç id , m iite h a ç ş id e

(a.s. h a ş e b 'd e n ) : o d u n la -

m ü te h a y y il-â n e

‫ﻣﺘﺨﻴﻼﻧﻪ‬

(a.f.zh) : h a y a l k u ra -

ra k , h a y â le , d ü şü n c e y e d a la ra k .

901

miifehayyile

‫ﻣﺘﺨﻴﻠﻪ‬

m üteham m ile

(a.s. h a y â l d e n ) : [“ m ü te -

h a y y il ” in m iien .]. ( b k z : m iite h a y y il). m üteham m ile

‫ﻣﺘﺨﻴﻠﻪ‬

(a.i. h a y â l 'd e n ) : h a y a l k u r -

h a y y ile ). (a.s.

h a y re t'd e n .

c .:

m iit e h a y y ir in ) : h a y rette k a la n , şa şm ış, şaşırm ış. ( b k z : m ebh û t).

‫ﻣﺘﺤﻴﺮاﻧﻪ‬

m ü teh am m ir-ân e

‫ﻣﺴﻴﺮﻳﻦ‬

( a .f .z f.) : şa şk ın şaş-

‫ﻣﺘﺤﻴﺰ‬

(a.s.

h a y z 'd e n .

c .:

m iite h a y y iz â n , m ü t e h a y y iz in ) : 1. t e h a y y ü z eden, y e r tu ta n . 2 . itib arlı, m iih im , ile ri ge len [k im se ]. m üteh am m izân

‫ﻣﺘ ﺨ ﻬ ﻊ‬

(a.s. m iite h a y y iz 'in c.).

( a .s .) : h u z û ' gö steren , al-

‫ﻧﻪ‬-

( a .f .z f .) : al‫ ؟‬akg ön ü l_

‫ﻣﺘﺨﻀﺮ‬

( a .s .) : ta h a z z u r eden, y e -

liiliikle.

h ad d ır). (a.s.) : h u z u r d a b u lu n a n ,

h a z ır [olan]. (a.s.) : h iz ip h izip , k iim e

İcüm e to p la n a n .

‫ﻣﺘﺤﺰن‬

m iite h a z z in

‫ﻣﺘﺤﻦر‬

m iit e h a z z ir

m iit e h a z z ir -â n e

( a .s .) : h ü z ü n lü , kederli, (a.s. h a z e r 'd e n ) : d ilckatli

‫ﻣﺘﻬﻮد‬

( a .s .) : te h e v v iid e d e n . Y a h u -

‫ﻣﺘﻬﻮو‬

(a.s. h e v r 'd e n ) : t e h e v v ü r

d i olan. m ü t e h e v v ir

eden, b ird e n b ire h id d e tlen en , o s u r u ğ u c in -

. ‫ﻣﺘﻬﻮران‬

m iit e h e v v ir -â n e

( a .z f .) : â n î ö fk e ile,

s a ld ır a r a k

[so n u n u

d ü şün m e-

den). m ü t e h e v v ir e n

‫ ( ًﻣﺘﻬﻮرا‬a .z f .) :

ö fk e ile, k ız g ın -

İık la [so n u n u d ü şü n m e d e n ],

‫ﻣﺘﻬﻰ‬

(a.s. h e y 'e t 'd e n ) : h a z ırla n a n ,

h a z ırla n m ış , h azır. m iit e h e y y i'-i h a r e k e t : h arek ete, g itm e ğ e h a-

‫ﻣﺘﺤﻨﺮاﻧﻪ‬

‫ﻣﺘﻬﺠﺪ‬

( a .f .z f .) : s a k ın a ra k ,

h e c â 'd a n ): h ece leyen ,

( a .s .) : te h e ccü d e d e n , gece

( a .s .) : te h e y y iib e d e n , h ey -

‫ج‬٠‫( ﻣﺘﻪ‬a.s.

h e y e c â n 'd a n ) : t e h e y y ü -

m iit e h e y y ic -â n e

‫ﻧﻪ‬-

(a.f.zf.) : h e y e c â n a ge-

lerek, co şa ra k , c o şk u n lu k la ,

،‫ﻣﺘﻬﻴﺠﺎ‬

(a.s. h e y e c â n 'd a n ) : ["m ü -

t e h e y y ic " in m ü en .]. (b k z : m iite h ey y ic ).

‫ﻣ ﻢ‬

( a .s .c .:

m ü te h e y y im in ).

( b k z : m iite h a y yir).

‫ﻣﺘﻬﻴﻤﺎﻷ‬

m ü t e h e y y im - â n e

(a.f.zf.).

( b lc z :

m iite h a y yir-â n e ).

u y a n ıp n a m a z k ıla n .

‫ﻣﺘﻬﺪ ى‬

(a.s. h e d y v e h id y e t 'd e n ) :

ed en ,

d o ğru

y o la

g ire n ,

İslâ m

d in in i k a b û l eden. 2 . h e d iye gö n d eren , m ü t e h e d d im

m iit e h e y y ic

m ü t e h e y y im

‫( ﻣﺘﻬﺠﻰ‬a.s.

m iite h e c c id

‫ﻣﺘﻬﻴﺐ‬

m iite h e y y ib

m ü te h e y y ic e

‫ ؟‬ek in erek.

‫( ﻣﺘﻬﺪم‬a.s. h e d m 'd e n ) : te h e d d iim

eden, in h id â m eden, y ık ıla n , (b k z : m iin -

902

m iit e h e v v id

ced en , h e y e c â n a gelen, c o şa n , c o şk u n ,

d a v ra n a n , s a k ın a n , ‫ ؟‬ek in en.

h ed im ).

(a.s. h e tk 'd en ) : 1. teh e ttü k

betli, k o rk u v e sa y g ı d u y g u s u n u v eren ,

‫ﻣﺘﺤﺰب‬

m ü te h a z z ih

1. ih tid a

‫ﻣﺘﻬﺘﻚ‬

eden, y ır tıla n . 2 . u tan m az,' ed ep siz, yırtılc.

zırla n m ış.

‫ﻣﺘﺤﻀﺮ‬

m iit e h a z z ır

m iite h e d d î

( a .s .) : te h en n ü ced en , a n sı-

ya n ‫ ؟‬ocuk.

m ü t e h e y y i'

şillenen, y e ş il r e n k b a ğ la y a n , (b k z : m ü te -

m iite h e c c î

‫ﻣﺘﻬﺌﺞ‬

m iite h e n n ic

h id d e t ile

ç a k g ö n ü llü lü k eden, (b k z : m ü te vâ zı'). m iit e h a z z ı-â n e

m iite h a z z ır

( a .s .) : teh ellü l eden, s e v in ‫ ؟‬-

li, Oflceli, k ız g ın .

‫ﻣﺘﺤﻴﺰان‬

( b k z : m ü te h a y y iz in ). m ü t e h a z z ı'

‫ﻣﺘﻬﻠﻞ‬

ten y ü z ü g ü len .

m ü te h e t tik

(a.s. m ü te h a y y ir'in c.) :

h a y re tte k a la n la r, şa şm ışla r, şa şırm ışla r, m iiteham m iz

( a .f .z f .) : a la y ed er-

cesin e.

Zin k a r n ın d a c a n la n ıp k ım ıld a m a y a b a şla -

k m , şa şk ın c a , şa şıra ra k , m ü teh am m ilin

‫ﻣﺘﻬﻜﻤﺎ ﻧﻪ‬

m iit e h e k k im -â n e

m iite h e llil

‫ﻣﺘﺤﻴﺮ‬

(a.s. t e h e k k ü m 'd e n ): te-

h e k k iim eden, a la y eden,

m a m e rk e zi, fr. im a g in a t io n . ( b k z : m u -

m iiteham m ir

‫ﻣﺘﻬﻜﻢ‬

m ü te h e k k im

m iite h e ^ im în

‫( ﻣﺘﻬﻴﻤﻴﻦ‬a.s.

m ü te h a y y im 'in c.).

( b k z : m iite h a y yirin ). m iite h e z z ic

‫ﻣﺘﻬﺰج‬

( a .s .c .: m ü te h e z z iç in ): te-

h ezziice d en , m a k a m la ş a rk ı sö yleye n , m iite h e z z ic -â n e

‫ﻣﺘﻬﺰﺟﺎﻧﻪ‬

şa rk ı sö ylercesin e.

( a .f .z f.) : m a k a m la

mütekâmîl-âne m ü teh ezzicin

‫ﻣﺎ ﺟﻴ ﻦ‬

(a.s. m i it e h e z z ic 'i n c . ) :

te h e z z ü c e d e n le r , m a k a m l a ş a r k ı s ö y le y e n ler.

o la n ) b e r â b e r le ş e n . N isb e t-i m ü te k âfiy y e : a y n i ö lç ü d e o la n .

‫ﻣﺘﻜﺎﻓﻴﺄ‬

m ü te k âfiye n

‫ﻣﺘﻬﺰز‬

m ü teh ezziz

(a.s.) : i h t i z â z e d e n , ti tr e y e n ,

z m g ırd a y a n .

( a .z f .) : b i r b i r i n e k ü f ü v ,

a k r a n , d e n k o la r a k . m ü te k âfiye n m ü te n â sib : fiz. m ü n â s e b e t i

k a b z 'd a n ) : 1. a s ı k s u -

o la n v e y â n i s b e t o l u n a n ş e y i n ç o ğ a lm a s ıy la

r a t l ı . 2 . t o p l a n ı p ç e k ile n . 3. b u r u ş u p k a s ı-

b ir ş e y in a z a lm a s ı v e y â m ü n â s e b e ti b u lu -

l a n [a d a le ].

n a n ş e y i n a z a l m a s ı y la b i r ş e y i n ç o ğ a lm a s ı,

‫ ﺗﻤ ﺾ‬٠ (a.s.

m ü tek ab b ız

‫ﻣﺘﻘﺒﻞ‬

m ü tek ab b il

(a.s. k a b û l v e k u b û l 'd e n ) :

k a b û l e d e n , ü s t ü n e a la n , m ü tekab il, m ü tekab ile

‫ﻟﻪ‬٠‫ﻣﺘﻘﺎ‬

‫ﻣﺘﻬﺎﺑﻞ‬

،

(“k a ”

l a r u z u n o k u n u r , a .s. k a b l 'd e n ) : 1. t e k a b ü l e d e n , b ir i, ö t e k i n i n k a r ş ı s ı n d a o la n . M u â m e le -İ m ü tekab ile : ( b k z : m u k a b e l e b i'1 -m is l). 2. m at. k a r ş ı t . m ü tek ab ü ü ' 1-k a d e m : bot. a n t i p o t , fr. an ti-

m ü te k âh il

‫ﻣﺘﻜﺎ ﻫﻞ‬

( a . s . ) : ü ş e n g e ç , te n b e l.

m ü te k aid

‫ﻣﺘﻘﺎﻋﺪ‬

(“k a ” u z u n o k u n u r , a .s. v e

i. k u û d 'd a n c . : m ü t e k a i d i n ) : t e k a ü t o lu p o t u r a n , e m e k liy e a y r ı lm ış , e m e k li, m ü te k aid in

‫ﻣﺘﻔﺎﻋﺪﻳﻦ‬

liy e a y r ı lm ış l a r , e m e k lile r ,

‫ﻣﺘﻜﺎﻟ ﺐ‬

m iitekâlib

pode.

‫ﻣﺘﻘﺎﺑﻸ‬

m iitekabilen

(“k a ” u z u n o k u n u r , a. z f . ) :

1. k a r ş ı l ı k l ı o la r a k . 2. m at. k a r ş ı t o la r a k , m ü tekab iletân

‫ﺑﺒﻒ‬١‫ﺀﺗﻎ‬

(" k a ” u z u n

o k u n u r,

a . i . c . ) : b i r b i r i n e m ü t e k a b i l ( .k a r ş ı t ) o la n i k i şey. Z â v iy e tâ n -1 m ü te k a b ile tâ n : geo.

( " k a ” u z u n o k u n u r , a .s.

v e i. m ü t e k a i d ' i n c . ) : t e k a ü t o la n l a r , e m e k -

(a.s.

k e lb 'd e n .

c .:

m ü t e k â l i b i n ) : te k a l ü b e d e n , k ö p e k g ib i b ir b i r i n i n ü z e r i n e s ıç r a y a n , m ü te k âliü -ân e

( a .f .z f .) :

b ir b irin in

ü z e r i n e s ı ç r a y a r a k [ k ö p e k g ib i],

‫ﻣ ﺘ ﻜﺎﻟ ﺒ ﻴ ﻦ‬

m ü te k âlib in

(a.s.

k e lb 'd e n .

b i r b i r i n e m ü t e k a b il ( .k a r ş ı t ) o la n z â v iy e le r

m ü t e k â ü b 'i n c . ) : k ö p e k g ib i b i r b i r i n i n ü s -

( .a ç ıla r ) .

t ü n e s ıç r a y a n la r .

m ü t e k a b il iy e t

‫ق‬

‫ﻣﺘﻰ‬

(“k a ” u z u n o k u n u r

a . i . ) : 1. k a r ş ı l ı k l ı v a z iy e t. 2. fels. . k a r ş ı t l ı k , m ü tek âb ir

‫ﻣﺘﻜﺎﺑﺮ‬

(a.s. k i b r 'd e n ) : k e n d i n i b ü -

y ü k g ö re n .

m ü tek allib

‫ﻣﺘﻐﻠﺐ‬

(a.s. k a l b 'd e n ) : ta k a l l ü b e -

d e n , d ö n e n , d e ğ iş e n .

‫ﻣﺘﻌﻚ‬

m ü te k allid

(a.s.

k ıl â d e 'd e n .

m ü t e k a l l i d i n ) : 1. t a k a l l ü d e d e n ,

m ü tek ad d im , m ü tek ad d im e

‫ ﻣﺘﻘﺪﻣﻪ‬، ‫ﻣﺘﻌﺪم‬

(a.s.

c .:

boynuna

t a k a n . 2 . t a k m a n , k u ş a n a n . M ü tek allid -i

k a d m ' v e k u d û m 'd e n . c.: m ü t e k a d d i m i n ) :

s e y f : k ı l ı ç k u ş a n a n . 3. ü z e r i n e a l a n [ b ir

1. t e k a d d ü m e d e n , ö n e g e ç e n , il e r i g e ç e n ,

İŞİ].

ö n d e b u l u n a n , b a ş t a k i. 2 . g e ç m iş , e s k im iş , e s k i.

E z m in e -i m ü te k a d d im e : e s k i

za-

m a n l a r , e v v e l z a m a n la r . 3. t a k d i m o l u n a n , su n u la n .

‫ ن‬٠‫ﻫﺘﺔدم‬

(a.s. m ü t e k a d d i m 'i n

c.) : e v v e ld e n g e lip g e ç e n le r, e s k ile r, e s k i i n s a n la r .

(a.s. m ü t e k a l l i d ' i n c.).

‫ﻣﺘﻐﻠﻞ‬

(a.s. k ı l l e t 'd e n ) : a z , a z a l m ış

o la n . m ü te k allis, m ü tek allise -

،

‫ﻣﺘﻔﻠﺺ‬

(a.s.

k u l û s 'd e n ) : te k a l lü s e d e n , g e r ile n , ç e k ilip

m iite k a d d im în -i ş u a r â : e s k i ş â irle r .

‫دس‬

t o p l a n a n , g e r i lm iş , g e r ile n . A d a lâ t-1 m ü -

(a.s. k ı ı d s 'd e n ) : t a k a d d ü s

‫“( ﻣﺘﻰدم‬k a ”

u z u n o k u n u r , a. s . ) :

‫ﻣﺘﻜﺎﻫﻪ‬

،

m ü te k â m il

‫ﻣﺘﻜﺎﻣﻞ‬

(a.s.

k e m â ld e n ,

c .:

m ü t e k â m i l i n ) : o lg u n , ( b k z : m ü t e k e m m il ) .

.t e k a d ü m e d e n , g e ç m iş b u l u n a n . m ü te k â fî, m ü te k âfiy y e

te k a llise : t e k a l lü s e tm iş , g e r i lm iş a d a le le r, k a s la r.

e d e n , k u t s a l o la n , ç o k t e m i z o la n . m ü tek ad im

‫ﻣﺘﻘﻠﺪﻳﻦ‬

( b k z : m ü t e k a ll id ) . m ü te k a llil

m ü te k a d d im in

m iitekad d is

m ü te k a llid in

‫ﻣﺘﻜﺎﻓﻰ‬

(a.s.

k ü f v 'd e n ) : b i r b i r i n e k ü f ü v , a k r a n , d e n k

m ü te k â m ü -â n e

‫ﻣﺘﻜﺎ ﻣﻼﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : o lg u n l u k la ,

o l g u n l u k g ö s te r e r e k .

9.3

mütekâmilin

‫ﻣﺘﻜﺎﻣﻠﻴﻦ‬ (a.s.kemâ!'den. miitekâmil'in c .): olgun kimseler,

m ü te k â m ilin

‫“( ﻣﺘﻘﺎﻣﺮ‬ka” uzun okunur, a.s. kumâr veyâ kımâr'dan) : kumar arkadaşı, birbiriyle kumar oynayan,

m ü te k a m ir

‫( ﻣﺘﻘﻤﺺ‬a.s.): takammüs eden, kamis, gömlek giyen.

m iite k a m m is

‫“( ﻣﺘﻘﺎرب‬ka” uzun okunur, a.s. kıırb'dan): 1. tekarübeden, yaklaşan, yakm, gittikçe birbirine yaklaşan. 2 ٠e d . (bkz : bahr-i miitekarib). 3. f i z . ve m a t . yakınsak, gittikçe birbirine yaklaşarak uzanan [şuâlar, ışınlar, çizgiler],

m iite k a rib

m iite k a rib e

‫ “( ﻣﺘﻘﺎرﺑﻪ‬ka'' uzun okunur, a.s.):

birbirine yakınlaşan. E ş i'a - i m ü t e k a r i b e : bir noktada toplanan ışınlar. H u t û t - İ m i it e k a r i b e : bir noktaya uzanan çizgiler, m ü te k a rib iy y e t

‫( ﻣﺘﻘﺎ رﺑﻴ ﺖ‬a.i.) :

m a t.

*yakın-

miitekasır ‫“( ﻣﺘﻘﺎﺻﺮ‬ka” uzun okunur, a.s. kasr'dan. c. : mütekasirîn) : 1. tekasür eden, elinden geldigi halde i‫ ؟‬yapmayan. 2. kısailk gösteren, (bkz : mukassır). miitekasır-âııe ‫"( ﻣﺘﻘﺎﺻﺮاﻧﻪ‬ka” uzun okunur, a.f.zf.): mütekasır olana, İş yapmayana‫ ؛‬kisalık gösterene yakışır.sûrette. miitekasırin ‫"( ﻣﺘﻘﺎﺻﺮﻳﻦ‬ka" uzun okunur, a.s. mütekasır'ın c .): 1. ellerinden geldiği halde .İş yapmayanlar. 2. kısalık gösterenler, miitekâsif ‫( ﻣﺘﻜﺎﺛﻒ‬a.s. kesâfet'den): tekâshf eden, şıklaşan, koyulaşan, yoğunlaşan, miitekâsil ‫ﻣﺘﻜﺎﺳﻞ‬ (a.s. kesel'den. c .: miitekâsilîn): tekâsiil gösteren, üşenen, üşengeç, tenbelce davranan, mütekâsü-âne ‫( ﻣﺘﻜﺎ ﺳﻼﻧﻪ‬a.f.zf.): üşengeçlikle, tenbelce davranarak.

‫ ﺳﻴ ﻦ‬lL(a.s.kesrden.mütekâsil'in c.) : tekâsiil gösterenler, iişenenler, tenbelce davrananlar.

sama, fr . c o n v e r g e n c e .

m ü te k â s ü în

‫"( ﻣﺘﻘﺎرن‬ka" uzun okunur, a.s. karn'den) : 1. tekarün eden, yakınlaşmış, yaklaşmış. 2. birbirine bitişmiş,

m ü te k â s iliy y e

m iite k a rin

(a.s. kurb'dan. c. : talcarrübeden, yaklaşan,

‫ﻣﺘﻘﺮب‬

m ü te k a rrib

mütekarribin): yakm [olan].

m ü t e k a r r i b ü 'l - h u l û l

[olan] : girmesi yakla-

şan [ay].

‫( ﻣﺘﻜﺎﺳﻠﻴﻪ‬a.i.): dilencilik etmek sûretiyle eline geçeni yiyerek can beslemek iizere dünyâya gelmiş olduklarına inanan bir tarikat. ‫( ﻣﺘﻜﺎ ر‬a.s. kesret'den) : 1. tekâsiir eden, çoğalan, çoğalmış, çok. 2. e d . aruz ölçüsü.

m ü te k â s ir

‫( ﻣﺘﻘﺮﺑﻪ‬a.s. kurb'dan): [''miitekarrib” in miien.]. (bkz : mütekarrib).

m iite k â s ire

‫( ﻣﺘﻘ ﺮﺑﻴ ﻦ‬a.s. " c.) : takarrübeden, yaklaşan, yakm [olanlar],

m iite k a s s î

m ü te k a rrib e

m ü te k a rrib in

m ü te k a rrih

‫( ﻃ ﺮ ح‬a.s. karh'tan): karhalı, ya-

‫ﻣﺘﻜﺎﺛﺮه‬ (a.s. kesret'den) : ["mütekâsir” in miien.]. (bkz : mütekâsir).

ralı, çıbanlı, cerahatli [yara, çıban],

m ü te k a ş ş i'

‫( ﻫ ﺾ‬a.s. karâr'dan): takarrür eden, kararlaşan; yerleşip kuvvet bulan, (bkz: mukarrer).

m iite k a tı'

m iite k a rrir

‫( ﻣﺘﻘﺮره‬a.s. karâr'dan): ["miitekarrir” in miien.]. (bkz : mütekarrir).

m iite k a rrire

‫( ﻣﺘﻘﺼﻰ‬a.s.): tekassi eden, dikkatle

araştıran.

‫( ﻣﺘﻘﺸﻊ‬a.s. kaş'dan) : 1. balgam söktüren [ilâç]. 2 . balgam çıkaran [hasta],

‫"( ﻣﺘﻘﺎﻃﻊ‬ka” uzun okunur, a.s. kat'dan): 1. tekatu' eden, birbirini kesen. 2. g e o . kesişen, birleşen. H a t t e y n - i m i i t e k a t l e y n : kesişen, birbirini kesen iki çizgi, ‫( ﻣﺘﻘﺎﻃﻌﻴﻦ‬a.i. kat'dan) : g e o . kesişen dogru: H a t t e y n - i m ü t e k a t ı e y n : kesişen, birbirini kesen iki çizgi,

‫ “( ﻣﺘﻘﺎﺳﻢ‬ka” uzun okunur, a.s. kısm'dan. c . : miitekasımin) : 1. tekasüm eden, paylaşan, bölüşen. 2. andlaşan.

m ü te k a tıe y n

‫"( ﻫﺘﻘﺎﺳﻤﻴﻦ‬ka” uzun okunur, a.s. mütekasım'ın c.) : bir şeyi aralarında bölüşüp paylaşanlar ve andlaşmalar.

m iite k a tır

m iite k a s ım

m ü te k a s ım in

904

‫"( ﻣﺘﻘﺎﻃﺮ‬ka” uzun okunur, a.s. katr, kutûı' v e katarân'dan) : katre katre dökülen; damlayan.

mütekehhin.âne miitekatil

‫ﻣﺘﻘﺎﺗﻞ‬

( " k a " u z u n o k u n u r , a . s ) : [k a r -

miitekattı'

‫ﻣﺘﻘﻄﻊ‬

(a.s. k a t 'd a n ) : 1. b i r d iiz iy e

‫ﻣﺘﻘﻄﺮ‬

(a.s.

(a.s.

k a y d 'd a n .

il b u l u n a n l a r , d i k k a t l i d a v r a n a n l a r ,

m ütekayyih, m iitekayyiha -

o lm a y a n , k e s ik . 2. cogr.; fels. k e s ik lik ,

m iitekattır

‫ﻫﺸﺪﻳﻦ‬

m ütekayyidin

m ü t e k a y y i d 'i n c . ) : t a k a y y ü d e d e n le r , k a y ıt-

ş ı lı k o la r a k ] b i r b i r i n i k a tl e d e n , ö ld ü r e n ,

k a tr e 'd e n ) : t a k a t t u r

e d e n , k a t r e k a t r e d ö k ü le n , d a m l a y a n ,

، ‫( ﻣﺘﻪﺀح‬a.s.

k a y h 'd a n ) : t a k a y y u h e d e n , ir i n l i , c e r â h a t li .

C ürû h -i m ütekayyiha : i r i n l i , c e r a h a t l i y a r a la r .

mütekavvem

‫ﻣﺘﻌﻮم‬

(a.s.) : to p l a n m ı ş , b iç ilm iş , m ü te k a z i

k e s ilm iş .

‫ﻣﺘﻬﺎﺀﺑﻰ‬

(" k a "

uzun

o k u n u r,

a.s.

t a k a z a 'd a n ) : te k a z i e d e n , b o r ç l u y u - ö d e -

m iitekavvi

(a.s. k u v v e t 'd e n ) : k u v v e t

b u l a n , k u v v e tl e n e n . M arîz-İ m iitekavvi: k u v v e tl e n e n h a s t a .

m e s i İ‫ ؟‬in - s ı k ı ş t ı r a n .

‫ﻣﺘﻜﺒﺮ‬

miitekebbir

(a.s.

k ib r 'd e n .

c .:

m ü t e k e b b i r i n ) : te k e b b ü r e d e n , k ib i r l e n e n ,

‫ﻫﺌﻌﻮل‬

m ütekavvil

(a.s.

k a v l'd e n .

c .:

m ü t e k a v v i l i n ) : t e k a v v ü l e d e n , k e n d il iğ i n d e n - m e c b u r o lm a d a n - y a l a n sö y le y e n ,

‫ﻣﺘﻌﻮﻻﻧﻪ‬

m iitekavvil-âne

k ib i r l i, k e n d i n i b e g e n m i? . ( b k z : m iis te k b ir , m ü t e a z z ım ) .

m ütekebbirin te k e b b ü r

‫ﻫﺘﻘﻮﻟﻦ‬

(a.s.

k a v l'd e n .

‫ﻣﺘﻜﺒﺮﻳﻦ‬

(a.s. m i it e k e b b i r 'i n c . ) :

e d e n le r ,

k e n d in i

b e ğ e n m iş le r ,

( b k z : m ü s te k b i r in ) .

m ü t e k a v v i l i n c . ) : t e k a v v ü l e d e n le r, k e n d i l i g i n d e n - m e c b u r o l m a d a n - y a l a n s ö y le -

( a .f .z f .) : k ib i r l il ik le ,

k e n d i n i b e ğ e n m i ş l ik l e .

o la n a , m e c b û r o l m a d a n y a l a n sö y le y e n e , y a r a ş ı r y o ld a .

m iitekavvilin

‫ﻣﺘﻜﺒﺮاﻧﻪ‬

miitekebbir-âne

(a.f.zf.) : m ü t e k a v v il

‫ﻣﺘﻜﺪر‬

miitekeddir

(a.s.

k e d e r 'd e n .

c .:

m i i t e k e d d i r i n ) : 1. t e k e d d ü r e d e n , k e d e r l e -

y e n le r .

n e n , k e d e r l i. 2. b u l a n a n , b u l a n ı k . M â-i mii-

m iitekavvim

( a . s . ) : 1. t a k a v v ü m

eden,

e ğ r i ik e n , b o z u k ik e n d ü z e le n , d o ğ r u l a n .

Nihâl-İ m iitekavvim : d o ğ r u l a n d a l. 2. g er e k l i ı t t ı r â d ı i c â b e tti r e n . 3. te ş k il e d il m i ş , k u r u l m u ş ; m ü e s s e s ; s a ğ la m . 4 . iy i İd â r e e d ile n .

m ütekavvis

‫ﺗﻌﻮس‬٠ (a.s.

k a v s 'd e n ) : k a v is le n e n ,

b ü k ü lm ü ş .

‫ﻣﺘﻜﺪراﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : 1. k e d e r l i b i r

h a ld e . 2 . b u l a n a r a k .

m iitekeddirin

‫ﻣﺘﻜﺪر؛ن‬

(a.s. m i i t e k e d d i r 'i n c.) :

‫ﻣﺘﻜﻬﻞ‬

m iitekeffil

m iitekeffil-âne

(a.s.). ( b k z : m iite g a d d i) .

‫ﻣﺘﻜﺄﻳﺪ‬

( a .s . c .:

te k â y ü d e d e n , b i r b i r i n e

m i ite k â y id in ) :

h il e

eden,

(b k z :

h île -b â z ) .

(a.s.

k e f â le t'te n .

c .:

‫ﻣﺘﻜﻔﻼﻧﻪ‬

( a . f . z f ) : te k e f f ü l e d e -

re k , k e f i l o la r a k .

‫ﻣﺘﻜﻔﻠﻴﻦ‬

m iite k e ffilin

(a.s. m ü t e k e f f i l 'i n c . ) : te -

k e f f iil e d e n le r , k e f i l o la n l a r ,

mütekâyid-âne

‫ﻣﺘﻜﺎﻳﺪاذه‬

( a .f .z f .) : hile ile, dii-

z e n b a z lık la .

miitekâyidin

le r. 2 . b u l a n a n l a r , b u l a n ı k şe y le r,

m i i t e k e f f i l i n ) : te k e f f ü l e d e n , k e f i l o la n ,

‫ﻫﺘﻌﻮت‬

miitekâyid

m iite k e h h il

‫ﻣﺘﻜ ﺤ ﻞ‬

( a .s .c .: m i i t e k e h h i l i n ) : te -

k e h h ü l e d e n , g ö z ü n e s i ir m e ç e k e n ,

‫ﻣﺘﻜﺎﻳﺪﻳﻦ‬

(a.s. m i it e k â y i d 'i n c.) :

te k â y ü d e d e n le r , b i r b i r i n e h il e e d e n le r,

m iitekayyid

m iitekeddir-âne

1. t e k e d d i i r e d e n le r , k e d e r l e n e n le r , k e d e r l i-

y a y ş e k l in e g ir e n ; y a y g ib i e ğ ri; e ğ r i lm iş ,

m iitekavvit

te k e d d ir : b u l a n ı k su .

‫ﻣﺘﻬﻴﺪ‬

(a.s.

k a y d 'd a n .

m ü te k e h h ilin

‫ﻣﺘ ﻜ ﺤﺒ ﻦ‬

(a.s. m i i t e k e h h i l 'i n c . ) :

t e k e h h ü l e d e n le r , g ö z ü n e s ü r m e ç e k e n le r, c .:

m iite k e h h in

‫ﻣﺘﻜﻬﻦ‬

(a.s.

k e h â n e t 'd e n .

c .:

m ü t e k a y y i d i n ) : ta k a y y i id e d e n , k a y ıt lı b u -

m i i t e k e h h i n i n ) : k â h i n l i k , f a l c ıl ık e d e n , g a -

lu n a n , d ik k a tli d a v ra n a n ,

ip t e n b il e n , ( b k z : k â h in ) ,

m iitekayyid-âne

‫ﻫﻐﻌﺪاﻻ‬

( a .f .z f .) : k a y ıt lı b u lu -

n a ra k , d ik k a tli d a v ra n a ra k .

m iite k e h h in - â n e

‫ﻣﺘﻜﻬﺘﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : k â h in c e s in e ,

fa lc ılık la .

9.5

mütekehhirin mütekehhinin ‫( ﻣﺘﻜﻬﻨﻴﻦ‬a.s. mütekehhin'in c.) : kâhinlik, falcılık edenler,

miitekessir ‫( ﻣﺘﻜﺜﺮ‬a.s. kesret'den): tekessür eden, ‫ ؟‬ogalan, artan, ‫ ؟‬ok.

m ütekellif ‫ﻣﺘﻜﻠﻒ‬ (a.s. külfet'den. c .: mütekellifin): telcellüf eden, külfetli, zahmetli bir İş tutan.

miitekeççif açılmış.

miitekellif-âne ‫( ﻣﺘﻜﻠﻰ ﻧﻪ‬a.f.zf.): külfetli, zahmetli İş tutanlara yakışacak yolda, mütekellifin ‫( ﻣﺘﻜﻠﻔﻴ ﻦ‬a.s. mütekellifin c .) : tekellüf edenler, külfetli, zahmetli İş tutanlar, mütekellim ‫ﻣﺘ ﻜﻠ ﻢ‬ (a.s. kelâm'dan. c .: mütekellimin, mütekellimûn): 1. tekellüm eden, söyleyen, konuşan, (bkz : mütelâffız). 2. gr. birinci şahıs. 3. nutuk söyleyen. 4 ٠kelâm bilgini. mütekellim ale'l-valcf: [eskiden] mütevelli, mütekellimin ‫( ﻣﺘﻜﻠﻤﻴﻦ‬a.i.c.): İslâmî ilimlerle meşgul olanlar, İlm-i kelâm âlimleri,

(a.s.) : tekeççüf eden, açılan,

m iitekevvin ‫( ﻣﺘﻜﻮن‬a.s. kevn'den): tekevvün eden, hâsıl olan, mevcut bulan, vâr olan, m ütekeyyif ‫( ﻣﺘﻜﻴﻒ‬a.s.): tekeyyUf eden, bir keyfiyetle vasıflandıran, keyfiyetlenen. m U tek e^is ‫( ﻣﺘﻜﻴ ﺲ‬a.s. kiyâset'den. c . : mlitekeyyisîn) : tekeyyüs eden, zekî, akıllı görünen, akıllılık taslayan, mütekeyyis-âne

‫( ﻣﺘﻜﻴﺴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): akıllılık tas-

layana yakışacak yolda, mütekeyyisln

‫( ﻣﺘﻜﻴﺴﻴﻦ‬a.s. mütekeyyis'in c .) :

tekeyyüs edenler, akıllılık taslayanlar.

miitekellis ‫( ﻣﺘﻜﻠ ﺲ‬a.s. kils'den) : kireçleşmiş, kireçlenmiş.

m ütelâffız ‫( ﻣﺘﻠﻐﻆ‬a.s. İâfz'dan): telâffuz eden, bir sözü agzindan ‫ ؟‬ikaran, söyleyen, (bkz : mütekellim).

miitelcemmil ‫( ﻣﺘﻜﻤﻞ‬a.s. kem âl'den): tekemmiil eden, olgunlaşan, olgun, (b k z : mütekâmil).

mütelâfî ‫( ﻣﺘﻼﻓﻰ‬a.s. İefâ'dan): telâfî eden, kaybini, zararım karşılayacak başka bir şey kazanan.

miitekemmil-âne ‫( ﻣﺘﻜﻤﻼﻧﻪ‬a.f.zf.): tekemmül ederek, olgunlaşarak.

miitelâhhız ‫( ﻣﺘﻠﺤﺰ‬a.s.): telâhhıız eden, ekşi bir şey yiyenin yanında ağzı sulanan,

miitekemm ilîn ‫( ﻣﺘﻜﻤﻠﻴﻦ‬a.s. kemâl'den. mütekemmil'in c .) : tekemmül edenler, olgunlaşanlar, olgunlar.

mütelâhız ‫( ﻣﺘﻼﺣﻆ‬a.s.): telâhıız eden, gözucu ile birbirine bakan.

mütekemmin ‫( ﻣﺘﻜ ﺲ‬a.s. kem in'den): tekemmün eden, gizlenen, pusuya giren, pusuya yatmış olan, pusuda. Leşker-İ miitekemm in : pusuya yatmış asker,

miitelâhi ‫( ﻣﺘﻼﻫﻰ‬a.s. lehv'den): sazla, oyunla uğraşan, oynayan, (b k z: miitelehhi). m ütelâhik

‫( ﻣﺘﻼﺣﻖ‬a.s. lühûk'dan): telâhuk

eden,

eden, birbirine mülhak olan, birbiri ardmdan gelen, birbiri ardından yetişip birleşen, birbirine katılan, katışan,

mütekerrih-âne ‫( ﻣﺘﻜﺮﻫﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): tiksinircesine; surat asarcasma.

miitelâhik d a 'v â : huk. davacının ayni zamanda birden fazla hukuki sebebe dayanabildiği dâvâ.

mütekerrih ‫( ﻣﺘﻜﺮه‬a.s.) : 1. tekerrüh kerih gören, tiksinen. 2. surat asan,

miitekerrir, miitekerrire ‫ ﻣﺘﻜﺮره‬، ‫( ﻣﺘﻜﺮر‬a.s. kürûr'dan): 1. tekerrür eden, tekrarlanan, birden fazla vuku' bulan, birka‫ ؟‬kere olan, ifâdât-ı m iitekerrire : tekrarlanan ifâdeler. 2. ed. murabbâ, muhammes, müseddes gibi bendli manzûmelerin birinci bendi sonunda mısraın tekrar edilmiş olanı, miitekessir ‫( ﻣﺘﻜﺴﺮ‬a.s. kesr'den): tekessiir eden, kırılan; parçalanan. Peymâne-İ miitekessir : kınlan bardak, kadeh.

906

miitelâhime ‫( ﻣﻌﻼﺣﻤﻪ‬a.i.): deri ile berâber epeyce de et kesilmiş olan bir yara, miitelâhi-yâne ‫( ﺳ ﻼﻫﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.): sazla, oyunla uğraşarak, oynayarak. miitelâhiz ‫( ﻣﻌﻼﺣﻔﻞ‬a.s.c.: mütelâhizin): telâhuz eden, gözucu ile bakılanlardan herbiri. m ütelâhizin ‫( ﻣﺘﻼ ﺣ ﻈﻴ ﻦ‬a.s. mütelâhiz'in c .) : telâhuz edenler, gözucu ile bakılanlar.

mü٠elehh‫؛‬fîn m iitela'ib ‫( ﻣﺘﻠ ﻌ ﺐ‬a.s. lâ 'b 'd an ): telâ'ub eden,

oynayan, oyunla meşgul olan,

m ü telâşî

‫( ﻣﺘﻼﺷﻰ‬O.S.): telâş eden, acele eden,

aceleci.

m iitelâib ‫( ﻣﺘ ﻼ ﻋ ﺐ‬a.s. lâ'b 'd an ): oynayan, oyun

ile meşgul olan.

m ü telâşiyân e

‫( ﻣﺘﻼﺷﻴﺎﻧﻪ‬o.f.zf.): telâş ile, acele

ile.

m iitelâ in ‫( ﻣﺘﻼﻋﻦ‬a.s.): telâun eden, lânetleşen,

m ü te lâ tıf

‫ﻣﺘﻼﻃﻒ‬

(a.s. İûtf'dan) :

İûtf ile

ugursuzlaşan.

muâmele eden, muâmelesi kibar ve nâzik

‫( ﻣﺘﻼﻗﻰ‬a.s. lika'dan): telâkî eden, kavuşan, kavuşmuş, ulaşmış,

olan, (b k z : mültefit).

m ü te lâ k î

m iite lâ k im

‫( ﻣﺘ ﻼ ﻛ ﻢ‬a.s.): telâkiim eden, birbi-

rine yum ruk atan. m iitelâ k k ıb

‫ﻣ ﺐ‬

(a.s.

İâkab'dan.

c .:

m ü te lâ k k ıb în ‫( ﻣ ﺘ ﻠ ﻘ ﺒ ﻴ ﻦ‬a.s. mütelâkkıb'ın c.) :

telâkkubedenler, İâkab alanlar, İâkab takınanlar.

‫ﻣ ﻢ‬

(a.s.) : telâkkum eden, lok-

ma yutan.

yi

m ü t e lâ t ım : dalgalı

m iite lâ ttıf

deniz.

E m v â c-1

‫ ﻣﺘﻠﻄﻒ‬.(a.s. İûtf'dan) : telâttufeden,

ince, nâzik davranan.

‫ﻣﺘﻠﻄﻔﺎﻧﻪ‬

m ü te lâttıf-â n e

(a.f.zf.): incelikle,

'nâziklikle. m iitelattıh

‫( ﻣﺘﻠﻄﺦ‬a.s.): telâttuh eden, bulaşan,

m ü telâzzî

‫( ﻣﺘﻠﻘﻰ‬a.s.): telakki eden, kabûl eden, ala n ,... nazariyle bakan,

m iitelebbis ‫ﻣﺘﻠﺒ ﺲ‬

m ü te lâ k k î

‫ﻣﺘﻠﻘﺐ‬

(a.s.-

‫( ﻣﺘﻠﻈﻰ‬a.s.) : telâzzi eden, alev ‫ ؟‬ika-

ran, alevlenen. (a.s. İibâs'dan):

telebbüs

eden, giyinen, giyinmiş,

İâkab'dan): m iiteleclic ‫( ﻣﺘﻠ ﺠﻠ ﺞ‬a.s.): teleclüc eden, dilini

İâkaplanmış. m ü telâl, m ü telâlî ‫ ﻣﺘ ﻼﻟ ﻰ‬، ‫( ﻣﺘ ﻼ ل‬a.s.): parılda-

yan, ışıldayan [şimşek gibi ‫ ؟‬akarak], m ü telâsık , m iitelâsık a ‫ ﻣﺘﻼ ﺻﻘﻪ‬، ‫( ﻣﺘﻼﺻﻖ‬a.s.

İusûk'dan): telâsuk eden, birbirine bitişen, bitişik. H u tû t-1 m ü telâsık a : birleşmiş hatlar, ‫ ؟‬izgiler. m ü te lâ s ık ü 'l-fe k k e y n : zool. yapışık ‫ ؟‬eneli-

ler. m ü te lâ sık ü 'l-v ü re y k at-1 k e 's iy y e : bot. biti-

şik *‫ ؟‬anakyapraklılar.

‫ﻣ ﻢ‬ (a.s.c.: mütelâ'simîn) : telâ'süm eden, kemküm eden, sa‫ ؟‬masapan cevap veren. ‫ﻣ ﻤﺎﻧ ﻪ‬

(a.f.zf ) : kemküm

ederek, saçmalayarak. m ü telâ'sim în ‫( ﻣﺘﻠﻌﺜﻤﻴﻦ‬a.s. mütelâ'sim'in c . ) :

kemküm edenler, sa‫ ؟‬malayanlar. m iitelâssıs ‫ﻣﺘﻠﺼ ﺺ‬

‫ ؟‬igneyerek, basık basık konuşan, m iite le ffif ‫( ﻣﺘﻠﻐ ﻒ‬a.s.): teleffiif eden, sarılıp

bürünen.

‫ﻣ ﺖ‬

m ü te le ffit

(a.s. İüss'den): hırsızlık

(a.s.) : teleffiit eden, iltifat

eden. m üteleffit-âne miitelehhi

‫( ﻣﺘﻠﻐﺄﻧﻪ‬a.zf.): iltifat edercesine,

‫( ﻣﻌﻠﻬﻰ‬a.s. lehv'den): sazla, oyunla

vakit geçiren, (bkz : mütelâhî). miitelehhib

m ü telâ'sim

eden.

‫( ﻣﺘﻼﻃﻢ‬a.s.) :

m iitelâtım a : birbirine ‫ ؟‬arpan dalgalar,

‫( ﻣﺘﻠﻘﻂ‬a.s.): iltikat eden, şuradan buradan dürüp devşiren,

m ütelâ’sim -â n e

،

bulaşık olan [‫ ؟‬amur, yag v.b.].

m iitelâ k k ıt

m iitela k k ib

‫ﻣﺘﻼﻃﻤﺔ‬

telâtum eden, birbirine ‫ ؟‬arpan, ‫ ؟‬alkalanan, dalgalanan, ‫ ؟‬ırpıntılı; dalgalı. D e ry â -

miitelâkkıbîn): telâkkubeden, İâkab 'alan, İâkab takınan.

m iite lâ k k ım

m ü telâtım , m iitelâtım a

‫( ﻣﺘﻠﻬﺐ‬a.s. leheb'den): telehhiibe-

den, alevlenen, alev ‫ ؟‬ikaran. m ütelehhif

‫ﻣﺘﻠﻬﻒ‬

.(a.s.

lehefden.

c .:

miltelehhifin): telehhiifeden, hasret ‫ ؟‬eken,' hüzünlü olan, yanıp yakılan, miitelehhif-âne ‫( ﻣﺘﻠﻬﻔﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): hasret ‫ ؟‬ekerek, tasalı, kaygılı olarak, yanıp yakılarak, m iitelehhifi»

‫( ﻣﺘﻠﻬﻐﺒﻦ‬a.s. miitelehhif'in c.) :

hasret ‫ ؟‬ekenler, kederli, tasalı olanlar, yanıp yakılanlar.

907

mütelemmi'

‫ ع‬٠‫ﻣﺘﻞ‬

m ü te le m m i'

(a .s.

l e m 'd e n ) : t e le m m ii'

e d e n , p a r ı l d a y a n . S e y f - İ m ü t e l e m m i ': p a n ld a y a n k ılı‫ ؟‬. (a .s . l e m s 'd e n ) : t e le m m ü s

‫ﻣﺘﻠﻤﻦ‬

( a .s .c .:

m ü te le m m iz in ):

t e le m m i i z e d e n , t a l e b e l i k e t m e k s û r e t iy le ö gren en . ( a . f z f . ) : t a l e b e l i k et-

m e k s û r e t iy le , ö ğ r e n e n e y a k ı ş a c a k y o ld a ,

c.) :

‫ﻣﺘﻠﻤﻨﻴﻦ‬

t e le m m ü z

(a.s.

e d e n le r ,

m ü t e l e m m i z 'i n ta le b e lik

e tm e k

s û r e t iy le ö ğ r e n e n le r .

‫ﻣﺘﻠﺜﻢ‬

m iite le s s im

( a . s . c . : m i i t e l e s s i m î n ) : t e le s -

‫ﻣﺘﻠﻮن‬

m ü te le v v in

(a.s. l e v n 'd e n ) : 1 . t e l e v v i i n

e d e n , r e n k li , b o y a l ı . 2 . r e n k t e n r e n g e g ir e n , b i r h a ld e d u r m a y a n , s e b a t s ız , k a r a r s ı z . m ü t e l e ٣ i n ü 'l - m i z â c : g e lg e ‫ [ ؟‬k im s e ] ,

‫ﻣﺘﻠﻮذاﻧﻪ‬

m ü te le v v in -â n e

(a .f.z f.):

s û r e t te .

‫( ﻣﺘﻠﻮت‬a .s. l e v s 'd e n ) : t e l e v v ü s

eden ,

k i r l i , p i s , m u n d a r , ( b k z : m ü t e v e s s ih ) .

‫ﻣﺘﻞ؛ن‬

(a .s. l e y y i n 'd e n ) : t e l e y y ü n

‫ﻫﺘﻠﻴﺖ‬

(a .s. l e y s 'd e n ) : a r s l a n y ü r ü -

‫ذدﺛﺎذه‬٠

‫ﺳﺨﻂ‬

‫ ( ﻣﺘﻠﺰج‬a . s . ) : t e le z z ü c e d e n , liiz û c e t li, ‫ﻣﺘﻠﺬذ‬

(a .s.

‫ﻣﻌﻠﻨﺬاﻧﻪ‬

te m a h h u t

eden ,

(a .s .c .: m ü te m a h h iz în ):

‫ﻣﺘﻤﺎﻟﻚ‬

m ü te m â lîk

( a . s . ) : n e fs i n e h â k i m o la n ,

‫ﻣﺘﻤﺎرض‬

m ü te m â rız

m a r a z 'd a n .

c .:

m ü te m â r iz ln ): te m â ru z ed en , h a sta

g ib i

(a .f.z f.) : t a d

(a .s.

g ö r ü n e n , y a l a n d a n h a s t a o la n ,

‫ﻣﺘﻤﺎرﺿﺎﻧﻪ‬

m ü te m â rız -â n e

( a .f .z f .) : y a la n d a n

h a s ta la n a r a k .

‫ﺳﺎرﺿﻬﻦ‬

(a .s. m ü t e m â r ı z 'ı n c . ) :

t e m â r u z e d e n le r , h a s t a g ib i g ö r ü n e n le r , y a l a n d a n h a s t a o la n la r . m ü te m â sîk

‫ﻣﺘ ﻤﺎ ﻣ ﻚ‬

m ü te m â sîl

‫ﻣﺘﻤﺎﺛﻞ‬

(a .s.). ( b k z : m iit e m e s s ik . (a .s. m i s l 'd e n ) : ı . t e m â s ü l

fr .h o m o lo g u e .

‫ﻷ س‬

t e le z z ii z

a la r a k ,

( a .s .) : te m â s ed en , d e ge n , d o -

kunan.

‫ ﺋ ﻰ‬٠‫ﺳ ﺎ‬

( a . s . ) : 1 . s e y r e ‫ ؟‬ik a n . 2 . s e -

b e p le n i p ‫ ؟‬ik a n .

‫ﺳﺸﻂ‬

( a . s . ) : t e m a ş ş u t e d e n , s a ‫ ؟‬ı-

m , sa k a lım ta ra y a n . m iite m a ttır

l e z z e t 'd e n ) :

e d e n , le z z e t b u l a n , t a d a la n , h o ş l a n a n , m ü te le z z iz -â n e

(a .s .) :

i n a n a r a k c a n v e g ö n ü ld e n ‫ ؟‬a lı ş a n ,

m ü te m a ş ş ıt

y a p ı ş k a n o la n , y a p ı ş k a n , m iite le z z iz

m ü te m a h h iz -

m ü te m â çî ( a . f z f ) : a rs la n c a s m a ,

a r s l a n g ib i, ( b k z : ş îr â n e ). m iite le z z ic

( a . i . ) : d e v a m l ı l ı k , *SÜ -

sü m k ü ren .

m iite m â s s

y ü ş lü , a rsla n y ü r e k li. m ü te le y y is -â n e

‫ﻣﺘﻤﺎدﻳﺖ‬

ed en , b ir b ir in e b e n z e y e n . 2 . m a t . h o m o lo g ,

e d en , y u m u ş a k o la n , y u m u ş a y a n , m iite le y y is '

ed erek,

r e r lik .

m ü te m â rız în

m iit e le v -

v i n o la n a , r e n k t e n r e n g e g i r e n e y a k ı ş a c a k

m iite le y y in

(a .z f.) : te m â d î

n e fs i n e s ö z ü g e ç e n .

s ü m e d e n , y ü z ü p e ç e li; y a ş m a k l ı ,

m iite le v v is

m iite m â d iy y e t

m iite m a h h ıt

‫ﻣﺘﻠﻤﻨﺎﻧﻪ‬

m ü te le m m iz -â n e

m iite le m m iz în

‫ﻣﺘﻤﺎدﻳﺎ‬

a r k a s ı k e s i lm e y e r e k , d e v a m l ı , s ü r e k l i o la r a k . ( b k z : b i l â - f â s ı l a , b ii a - i n k ı t a ') .

e d e n , d o k u n a n [el ile ]. m ü te le m m iz

(a .s. t e m â d î 'd e n ) : 1 . t e m â d î

e d en ) u z a y a n , s ü r e n . 2 . f â s ıla s ız , a r a s ız , m iite m â d iy e n

‫ﻣﺘﻠﻤﺲ‬

m ü te le m m is

‫ د ى‬١‫ﻣﺘﻢ‬

m ü te m â d î

‫ﻣﺘﻤﻄﺮ‬

( a .s .) : t a m a tt u r e d en , -s e -

r i n le m e k g ib i b i r m a k s a t l a -

m ü te m â y il

‫ﺳﺎ_دل‬

1‫ ؟‬-

(a.s. m e y l 'd e n ) : 1 . t e m â y ü l

e d e n , m e y ille n e n ,

h o şla n a r a k .

yagm u ra

kan.

is t e k li g ö r ü n e n , g ö n l ü

y a t m ı ş . 2 . t a r a f d a r g ö r ü n e n , y ö n e le n , m iite le z z iz e

‫ﻣﺘﻠﺬذه‬

(a .s. l e z z e t 'd e n ) : [ " m ü t e le z -

z i z " i n m ü e n .] . ( b k z : m ü t e le z z iz ). m ü 't e l i f

‫ﺗﻠﻒ‬٠‫ﻣﺆ‬

a lı ş a n ,

2. u ygun ,

denk,

(b k z :

m u v â f ı k ) . [ z ı d d ı : m u h t e li f ] , m ü te m â c id övünen.

908

‫ اﺟﺪ‬٠‫س‬

‫ﻵذه‬٩‫ﻣﺘﻤﺎي‬

( a . f . z f ) : t e m â y iil e d e -

re k , t a r a f d a r c a s ı n a , g ö n l ü y a t m ı ş o la r a k ,

-(a.s. ü l f e t 'd e n ) : 1 . ü lf e t e d e n ,

a lı ş ık .

m ü te m â y ü -â n e

( a . s . ) : ş e r e f v e h a y s i y e t i ile

m iite m â y iz eden ,

‫ ز‬.‫ت‬

(a .s. m e y z 'd e n ) : 1 . t e m â y i i z

s iv r i l e n ,

k e n d in i

g ö ste re n .

2 . ( T a n z i m a t 't a n s o n r a ) s â n i y e r ü t b e s i n i n b ir in c i s ın ıfı k a r ş ılığ ı] .

[a s k e r lik te : m i r â l a y

(a lb a y )

miitemessel m ütem âzih ‫ ( ﻣﺘﻤﺎزح‬a .s .) : m iz a h la n a n , b irb iriy le şa k a , lâtife eden, şa k a la şa n ,

olan.

mütemeccid ‫( ﻣﺘﻤ ﺠﺪ‬a.s. m e c d 'd e n ) : te m e c c ü d ed en , u lu la n a n . ( a .s .) : te m e c c ü s

ed en ,

m e c û s, z erd iişt olan.

mütemellik-âne ‫ ( ﻣﺘﻤﻠﻘﺎﻧﻪ‬a .f .z f.) : y a lta k la n a ra k , a lç a k ç a s ın a y a lv a r a r a k ,

miitemellil ‫( ﻣﻌﻤﻠﻞ‬a.s. m il le t 'd e n ) : tem ellü l ed en , b ir m illetten (d in d en) olan,

m ütemelmil ‫ ( ﻣﺘﻤﻠﻤﻞ‬a .s .) : psilt. ta şk ın ,

‫ﻣﻌﻤﺪح‬

miitemeddiiı

: :

te m e llü k ed en , m ü lk ed in en , m a lin sâ h ib i

müt'eme ‫ ( ﻣﺘﺄﻫﻪ‬a .i.) : ik iz d o g m a ,

mütemeccis ‫ﻣﺘﻤﺠ ﺲ‬

miitemellik ‫( ﻣﺘ ﻤﻠ ﻚ‬a.s. m e lk v e

(a.s.

m e d h 'd e n .

c .:

m ü t e m e d d ih in ) : te m e d d ü h eden, k e n d in i

mü'temen ‫ ؤﺗﻤﻦ‬٠ (a.s. e m n 'd e n ) : e m n iy e tli, g ü v e n ilir, İn a n ılır.

ö ve n , ö v ü n e n .

mütemeddih-âne ‫ ( ﻣﺘﻤﺪﺣﺎﻧﻪ‬a .f .z f.) : ö vü n e re k ,

‫ﻣﺘﻤﯫ‬

(a.s. m ü n y e'd en ) ٠ .

te m e n n i o lu n a n , isten ilen , isten en , d ile n ir

k e n d in i m e d h e d e re k .

o la n [d ilem ekten].

mütemeddihin ‫( ﻣﺘﻤﺪﺣﻴﻦ‬a.s. m ü te m e d d ih 'in c . ) : ö vü n e n le r, k e n d in i m ed h e d e n le r.

miitemeddin, miitemeddine . ‫ ﻣﺘﻤﺪن‬، ‫ﻣﺘﻤﺪن‬ (a.s. m e d d e n 'd e n ): te m e d d ü n eden, m e d e n i b ir h a ld e b u lu n a n , m ed e n i.

Akvâm-1 mii-

miitemenn ‫( ﻣﺘ ﻤ ﻰ ؛‬a.s. m iin y e'd en ) tem en n i ed en , isteyen , d ileyen .

miitemenni-yâne ‫ ( ﻣﺘﻤﻐﻴﺎﻧﻪ‬a .f.z f.) : d ile r b ir ta rz d a , istercesin e.

mü'temer ‫( ﻣﺆﺗﻤﺮ‬a.i. e m r 'd e n ) : k o n g re , fr. congre.

tem edd ine : m e d e n i k a v im le r, mütemehdi ‫ﺻ ﺪ ى‬

miitemennâ ‫ ﻣﺘﻤﻨﻰ‬،

(a.s. m e h d 'd e n ) : m e h d ilik m iit e m e r k iz

İd d iâ sın a k a lk ışa n .

‫ﻣﺘﻤﺮﻛﺰ‬

(a.s. m e r k e z 'd e n ): m er-

k e zlen m i?) b ir y e re to p la n m ış, m iite m e h d i-y â n e

‫ﻣﺘﻤﻬﺪﻳﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f.) : m e h d ilik le ,

m e h d ilik id d iâ sın d a b u lu n a ra k , m ü te m e h h id

‫ﻣﺘﻤﻬﺪ‬

(a.s. m e h d 'd e n ) : tem e h h ü -

‫ﻣﺘﻤ ﺤ ﻞ‬

k im s e n in

( a .s .) : 1. h ile eden. 2 ٠b ir

h a k k in i

ve

iste ğ in i

verm ek

h u sû su n d a o n u k ü lfe t v e z a h m e te so k an , m ü t e m e h h ir

‫ﻣﺘﻤﻬﺮ‬

(a.s.c. : m iite m eh h irîn ) : te-

m e h h iir eden, m â h ir o lan , eli u z, uzelli. m ü t e m e h h ir in

‫ﻣﺘﻤﻬﺮﻳﻦ‬

(a.s.

m iite m e h h ir'in

c . ) : m â h irle r, eli uzlar, uzelliler. m iite m e k k in

‫ﻣﺘﻤﻜﻦ‬

(a.s. m e k â n e t 'd e n ) : te-

m e k k iin eden, m e k â n la n a n , y erleşen , y e rle şm iş [bir yere], o tu ra n , m iite m e k k in e

‫ﻣﺘﻤﻜﺘﻪ‬

(a.s.

‫ ( ﻣﺘﻤﺮ ق‬a .s .) : te m e r r u k ed en , id -

m a n ed en , a lış m a k ü zere ça lışa n ,

d eden, y a y ılıp d ö şen e n , y a y ılm ış , serilm iş, m iite m e h h il

m ü te m e rrık

m ü t e m e r r id

‫ﻣﻴﻤﺮد‬

(a.s.

m erâ d et'd en .

c .:

m ü t e m e r r id in ) : te m errü d e d e n , d ik b a ş lılık ed en , d ik k a fa lı.

m ütem errid-âne ‫ ( ﻣﺘﻤﺮداﻧﻪ‬a .f.z f.) : d ik b a şlılık la, d ik k a fa lılık la .

m ütem erridin ‫ ( ﻣﺘﻤﺮدﻳﻦ‬a .s .) : tem erriid ed en ler, d ik k a fa lılık edenler.

m ütem errin ‫ ( ﻣﺘﻤﺮن‬a .s .) : O grenm ek, a lış m a k İçin te m rin , eg zersiz y a p a n ,

m ütem eshir ‫( ﻣ ﺴ ﺨ ﺮ‬a.s. m a s h a r a 'd a n ) : m a sk a r a lık ed en , eglen en.

m iitem eshir-âne ‫ ( ﻣﺘﻤﺴﺨﺮاﻧﻪ‬a .f .z f.) : m a s k a ra m e k â n e t 'd e n ) :

[“ m ü te m e k k in ” in m ü en .]. (b k z : m ü te m e k k in ).

mütemelli ‫ ( ﻣﺘﻤﻠﻠ ﻰ‬a .s .) : u z u n ö m ü rlü v e ra h a t yaşayan .

m ütemellik ‫( ﻣﺘﻤﻠﻖ‬a.s. m e l ı k 'd a n ) : te m e llü k ed en , y a lta k la n a n , a lç a k ç a s ın a y a lv a r a n .

İık la.

m ütem eshirin ‫( ﻣ ﺘ ﻤ ﺨ ﺮ ﻳ ﻦ‬a.s. m ü te m e sh ir'in c . ) : m a s k a r a lık edenler, eğ lenenler,

m ütem eskin ‫ ( ﻣﺘ ﻤ ﻤ ﻜ ﻦ‬a .s .) : m isk in le şe n , m is k in lik gö steren .

mütemessel ‫( ﻣﺘﻤﻔﻞ‬a.s. m is l 'd e n ) : b ir şeye b e n zetilen .

909

mütemessih mütemessih ‫( ﻣ ﺘ ﻤ ﺢ‬a.s.): 1. temessüh eden, mesheden, bir şeye el süren, sıvazlayan. 2 . bir şeye sürünen.

mütemessih ‫ ﺗ ﻤ ﺴ ﺦ‬٠ (a.s.): temessüh eden, çirkin kılığa giren.

şeyi delil ve şâhid gösteren, dayanan [ona],

miitemessil ‫ ﺗﻤﺜ ﻞ‬٠ (a.s. m isl'deıı): 1. temessül eden, bir şeyin şekline giren. 2. cisimlenen, cisimlenip görünen, (b k z : miitecessim). 3. bir sözü mesel olarak söyleyen, (a.s.): temeşşuk meşk alan, meşk eden.

eden,

mütemeşşî ‫ ﺗ ﻤ ﺜ ﻰ‬٠ (a.s. meşy’d en ): temeşşî eden, yürüyen.

miitemetti' ‫ﻻ ﺳ ﻊ‬

(a.s. mütû'dan) : temettu' eden, faydalanan, kâr eden, kazanan,

mütemevvic ‫ ج‬٠‫( ﻣﺘﻤﻮ‬a.s. m evc'den): 1. temevvüceden, dalgalanan, dalgalı. Bahr-İ mütemevvic : dalgalı deniz. 2. kararsız, bir kararda durmayan, hercâi tabiatlı, (b k z: zehhâr).

mütemevvice ‫ ﺻ ﺠ ﻪ‬٠ (a.s. m evc'den): ["mütem evvic'' in müen.]. (bkz : mütemevvic).

mütemevvil

( b k z : m ü te m e y y iz în ).

mütemeyyize ‫ﺗﻢﺀزه‬٠ ( a .s .) : [''m ü t e m e y y iz "in m ü en .]. ( b k z : m ü te m e y y iz ).

mütemeyyizîn ‫ ن‬٤‫( ﺳ ﺾ‬a.s. m ü te m e y y iz 'in c . ) :

mütemessik ‫( ﻣ ﺘ ﻤ ﻚ‬a.s. mesâket'den): 1. temessiik eden, bir şeyi sımsıkı tutan. 2. bir

mütemeşşık -

miitemeyyizân ‫ ﺳﻴﺰا ن‬٠(a.s. m ü te m e y y iz 'in c.).

‫ﻫﺘﻤﻮل‬

(a.s. mâl'den. c .: m iitem evvilîn): temevvül eden, mal sâhibi; zengin.

mütemevvilân ‫( ﻫﺘﻤﻮﻻن‬a .fs .): temevvül edenler, mal sâhibi bulunanlar, zenginler, (bkz : miitemevvilîn).

seçile n , se ç k in kişiler.

mütemezzik ‫ ( ﻣﺘﻤﺰق‬a .s .) : te m e z z u k ed en , y ır tıla n , p a ra la n a n .

mü'temîn ‫ ( ﻫﺆﺗﻤﻦ‬a .s .) : e m n iy e t ed en , g ü v e nen.

miitemmem ‫ ﺳ ﻢ‬٠ (a.s. t e m â m 'd a n ) : ta m a m la n m ış , ek sig i k a lm a m ış ,

mütemmim, mütemmime -

‫؛‬

(٠‫( ﻣﺘﻢ‬a. s.

t e m â m 'd a n ) : 1. İtm â m ed en , ta m a m la y a n , b itiren . 2 . gr. *tü m le ç , h e rh a n g i b ir k e lim e n in m â n â sın ı ta m a m la y a n . 4.

3. fels. *tü m le ç .

ge o. *b ü tü n ler, ta m a m , b ü tü n h â lin e g e -

tiren .

Zaviye-i mütemmime : b ir y a y v e y â

* a ç ıy ı 18 0 d erece ye t a m a m la m a k İç in İlâve o lu n a n y a y v e y â *açı.

mütenâcî ( / b

(a.s.) : te n â c î ed en , fısıld a şa n .

mütenâd-yâne %

b

( a .z f .) : te n â c î ed en e,

fısıldam ana y a k ış ır y o ld a ,

miitenâdd h

( a .s .) : b irb irin d e n ü rk en ,

mütenâdî‫( ئ د ى‬a.s. n id â 'd a n ) : b ir b ir in e n id â eden, b irb ir in i ç a ğ ıra n ,

mütenâdîm ‫؛‬o b (a.s. n e d e m 'd e n ) : te n â d ü m ed en , n e d im lik eden, İçk i m e c lisin d e a rk a d a ş lık eden.

miitenâdir ‫ د ر‬b

(a.s. n e d r e t 'd e n ) : a z b u lu n u r,

( b k z : n âd ir).

müteme٣ îl-âne ‫( ﻣﺘﻤﻮﻻﻧﻪ‬a.f.zf.): zengin, mal sâllibi olana yakışır yolda,

mütenâfî ‫ ﻓ ﻰ‬b

(a.s. n e f y 'd e n ) : b irb ir in e zıt

olan.

mütemevvile ‫ وﻟﻪ‬٠‫( ﻣﺖ‬a.s. m âl'den ): ["mütem evvil" in müen.]. (bkz : mütemevvil).

mütenâfir ^ b (a.s. n e fr e t 'd e n ) : t e n â fü r eden, b irb irin d e n n e fre t eden, b irb ir in in y ü z ü n ü

mütemevvilîn ‫ وﻟ ﻦ‬٠‫ت‬٠ (a.s. mütemevvil' in c .) : temevvül edenler, mal sâhibi bulunanlar; zenginler.

g ö rm e k istem eyen .

mütenâfîs

( a .s .) : b irb iriy le m ü n â k a ş a

eden, a ğ ız d a la şı y a p a n ,

mütemeyyi'. ‫( ﻣﺘﻢ؛ع‬a.s. m ey'den): temeyyii' eden, mâyi hâline gelen, sıvık olan, sıvıklaşan; sulanıp akan.

mütemeyyiz (a.s.c.: m ütem eyyizîn): 1. temeyyüz eden, seçilen, seçkin. 2. fels. *seçik.

910

mütenaggım (٠‫( ﻣﺘﺦ‬a.s. n a g m e 'd e n ) : şa rk ı sö yleyen.

miitenahhî ‫ ﻋ ﺨ ﻰ‬٠ (a.s.) : alaı-ga d u ra n , b ir tara fa çekilen .

mütenahhim ‫ ﺗ ﺘ ﻢ‬٠ ( a .s .) : b a lg a m ç ık a ra n .

mü.enâvim-âne m ü te n â h î ، / b (a.s. n ih â y e t'd e n ): ı. nih ây et bulan, biten, sona eren. G ay r-i m ü te n â h î, N â m ü t e n â h î : sonu olm ayan, uçsuz b u ­ caksız, bitm ez tükenm ez. 2. m at. sonsuz, m ü te n â h iy y e t C ١٥b

(a .i.) : *sonluluk,

m ü te n â h iz j ‫؛‬٥A b (a .s .) : erişip ulaşan, m ü te n a h n ih ^. ‫؛‬٠١^ ٥ (a.s. n ah n a h a'd an . c . : m ü te n a h n ih în ): te n a h n u h eden, h ırıltı ile ses çıkaran, soluyan [boğazından-],

mütenâsib, mütenâsibe ‫ﻷ ب‬

‫؛‬

‫ﻫﺘﺎ ب‬

(a.s.

n is b e t'd e n ) : 1. m ü n â s ip ) u y g u n o la n , h e r b a k ım d a n b ir b irin e u y g u n , d e n k ,

mütenâsibü'l-a'zâ : v ii c u t â z â s ı b i r b i r i n e u y g u n o la n . 2. mat. * o r a n tılı, fr. proportionnel. Ma'kûsen mütenâsib : mat. te r s * o r a n tılı, fr. inversement proportionnel. Mebsûten mütenâsib : mat. d o g r u o r a n t ı l ı , fr. directement proportionnel, miitenâsiben b b (a.zf.) : * o r a n t ıl ı o la r a k ,

m ü te n a h n ih -â n e ^ ^ ٥ ‫( ؛‬a.f.zf.): h ırıltı ile ses çıkararak, soluyarak,

mütenâsil ‫( ﻫﺘﺎ ﻣ ﻞ‬a.s. n e s l 'd e n ) : t e n â s ii l e d e n ,

m ü te n a h n ih în ،>.>٥ ٠ (a.s. m ü te n a h n ih 'in c . ) : h ırıltı ile ses çıkaran lar, soluyanlar, [boğazından-].

miitenâsir ; b

m ü te n a 'im ‫؛‬٠■*‫*؛؛؛‬ (a.s. n i'm et’ten. c .: m ü te n a 'im în ): te n a'ü m eden, v arlık içinde ve n azlı büyüyen. m ü te n a 'im -â n e içinde büyüyerek.

(a.f.zf.): n az ve n a îm

m ü te n a 'im în (a.s. m ü te n a'im 'in c.) : te n a'ü m edenler, n azlı ve varlık, b o llu k içinde büyüyenler. m ü te n â k ıs ٠j ٥٥ b

(a٠s٠n o k s â n 'd a n ): te n âk u s

eden, gittikçe azalan, eksilen, m ü te n â k ız ،y٥â b (a٠s . n a k z 'd a n ) : ı. te n âk u z eden, b irb irin e m uhâlif, zıt olan. 2. ik in ­ ci sözü b irin ci sözüne zıt olan, uym ayan. 3. m a n t. *çelişik. m ü te n â k ih ‫ ؛ ؛ ؛‬b (a ٠s. n ik â h ’d a n ) : n ik â h la n a n , b irb irin e k arı veyâ koca olan, m ü te n â k ir

j ‫؛‬٠b

(a٠s. in k â r'd a n ) : bilm e-

m ezlikten gelen, bilm ez görünen, ( b k z : m ütecâhil). m ü te n a k k ıl J - b

(a ٠s ٠) : te n ak k u l eden, b ir

yerden b ir yere nakleden, göçen, ( b k z : m üntakıl). m ü te n â s ık ،.‫ •؛؛‬. . b (a.s. n e s a k 'd a n ) : b ir boyda, benzeşen. m ü te n â s ık a (a ,ş. n asak 'd an ) : [“m ü ten âsık ” m m üen.]. (bkz : m ütenâsık). m ü te n â s ır j - ٠ b

(a ٠s . n â s ır'd a n ) : y a rd ım la ­

şan, b irb irin e y ard ım eden.

d o g u p b ü y ü y e n , (b k z : m ü te v â ü d ). (a.s. n e s r 'd e n ) : İ n t i ş â r e d e n ,

s a ç ıla n .

miitenassib -

(a.s.) : ta n a s s u b e d e n , d ik i -

le n , d i k i l i p d u r a n [a y a k ta ],

miitenassih ‫ ﻣ ﺢ‬٠‫( ﻣﺖ‬a.s. n u s h 'd a n ) : t e n a s s u h e d e n , n a s i h a t k a b u l e d e n , ö ğ ü t d in l e y ip u s la n a n .

mütenassih-âne

‫ﻣﺘ ﺴﺎﻧ ﻪ‬

(a.f.zf.) :

n a s i h a t,

ö ğ ü t d in le y e r e k .

miitenassir ‫ﺳ ﺮ‬

(a.s. n a s r 'd a n ) : t e n a s s u r

e d e n , H ıris tiy a n lığ ı k a b û l e d e n , H ıris tiy a n o la n .

mütenassis -

(a.s.) : 1. d e li l ile s â b i t o la n .

2. in c e l e n d i k t e n s o n r a k a r a r v e r ile n ,

mütenâşid ‫( ﻣﺘﺎ ﺷﺪ‬a.s.) : t e n â ç ü d e d e n , mütenâtıh ‫؛ح‬٠‫( ئ‬a.s.) : t e n â t u h e d e n , s ü s ü ş e n , b ir b irin i sü sen .

miitenâvib ، rhjb (a.s. n e v b e t'd e n ) : 1. n ö b e tle ş e . 2. mant. alternative, miitenâvib cereyân : fiz. d a lg a l ı a k i m , miitenâvibe

، Lfjb

(a.s.

n e v b e t'd e n ) :

[ " m ü te n â v ib " i n m iie n .]. ( b k z : m ü te n â v ib ) .

miitenâvil

Jjb

(a.s.

n e v l'd e n .

c. :

m ü t e n â v i l i n ) : t e n â v ü l e d e n , a lı p y iy e n ,

mütenâvüîn ‫ﯮ ل ؛ ن‬

(a.s.

m ü t e n â v ü 'i n

c.) :

t e n â v ü l e d e n le r , a lıp y iy e n le r,

miitenâvim ^ b

(a.s.

n e v m 'd e n .

c. :

m ü t e n â v i m i n ) : te n â v i im e d e n , u y u r g ib i g ö rü n e n , y a la n d a n u y u y a n ,

miitenâvim-âne ‫( ﻣﺘﺎوﻫﺎذه‬a.f.zf.) : u y u r g ib i y a p a r a k , u y u r g ib i g ö r ü n e r e k .

911

mü.enâvimîn miitenâvimin ‫( ﻣﺘﻨﺎوﻣﻴﻦ‬a.s. m ü t e n â v i m 'i n c.) : u y u r g ib i g ö r ü n e n l e r , y a l a n d a n u y u y a n la r ,

mütenâzır ‫( ﺳﺎﻇﺮ‬a.s. n a z a r 'd a n ) : 1. t e n â z u r

m ü te n e ffih ‫( ﻣ ﺘ ﺘ ﻔ ﺦ‬a .s.): 1. teneffiih eden, övü-

nen. 2. şişmiş, k ab arm ış, şişen, u ru olan. i. a rm u t şeklinde çiçek kadehi,

3.

e d e n , b i r b i r i n i n k a r ş ı s ı n d a b u l u n a n , b ir -

m ü te n e ffil ‫( ﻣ ﺘ ﻐ ﻞ‬a .s.): nâfile n am az kılan,

b i r i n e b a k a n . 2. mat. * b a k ış ık , s i m e t r ik , fr.

m ü te n e ffir ‫( ﺳ ﻔ ﺮ‬a.s. nefret'den) : n efret eden,

symétrique. 3. kim. b a k ış ık . 4. sosy. k a r ş ı-

iğrenen, tiksinen.

ilk . m ü te n e ffir-ân e ‫( ﺳ ﻔ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): nefret ederce-

‫ﻣﺘﻨﺎﻇﺮه‬

miitenâzıra

(a.s.

[ " m ü t e n â z ır "

in

miitenâzıra :

k a rş ılık lı

n a z a r 'd a n ) :

Zavâyâ-yı

m iie n .] .

* a ç ıla r,

(b k z :

m ü t e n â z ır ) .

miitenâziran ‫( ﻣﺘﻨﺎﻇﺮأ‬a.zf.) : b a k ı ş ı k o la r a k , sim e t r i k o la r a k , fr. symétriquement, miitenâzi' ‫( ﻣﺘﻨﺎزى‬a.s. n e z 'd e n ) : m i in â z a a , k a v ga eden.

m ü d d e î ile m ü d d e â a le y h .

m ü te n e ffiz ‫ﻣﺘ ﻐﺬ‬ (a.s. n ü fû z'd an . c .: m üteneffizân) : n üfuzlu, sözü geçen [kim se]. (bkz : nâfiz).

o la n .

miitenazzir ‫( ﻣﺘﻨﻈﺮ‬a.s.) : d ü ş ü n e r e k d i k k a t l e b a k a n , d ilc k a tle b a k a r a k d ü ş ü n e n ,

miitenazzir-âne ‫( ﻣﺘﻨﻈﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.) : d i k k a t l e b a k ip d ü ş ü n e re k .

miitenazzif ‫( ﺳ ﻈ ﻒ‬a.s.) : t e n a z z u f e d e n , te -

b u lu n a n ,

p e y g a m b e rlik

ta s -

la y a n ; y a la n c ı p e y g a m b e r . 2. h. i. A r a p ş â i r l e r i n d e n E b û tt a y y ib A h m e d .

‫ﺳﺞ‬

(a.s.) : hek. ü f ü r ü l m ü ş ,

(a.s.

n ii b h 'd e n ) : i n t i b â h

e d e n , u y a n a n , u y a n ık ; u s l a n a n , a k l ı n ı b a ş ı n a to p la y a n .

eden, kıyâfet değiştiren, ta n ın m a y a c a k kilığa giren; [takm a b ir adla] k e n d in i ta n ıtm a k istem eyen. (a.f.zf.): m ü ten ek k ire, kıyâfet değiştirip k en d in i ta m tm a y a n a y ak ışır sûrette.

m iiten ek k ir-ân e ‫ﺳ ﻜ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬

şaşağı olan, te rs d ö n en [kim se, canbaz]. m iiten em m il ‫( ﻣ ﺘ ﻨ ﻤ ﻞ‬a .s.): k a rın c a gibi kayna-

şan. k aplanlaşan, k ap lan huy lu olan. 2. se rt b ir dille k o rk u tan . m ü te n e m m ir-â n e ‫( ﻣ ﺘ ﺘ ﻤ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): 1. kaplanla-

şarak. 2. sert b ir dille k o rk u tarak ,

‫ ﻣ ﺞ‬٠ (a.s. n e c s 'd e n ): 1. tenessiiceden, d o k u n an , örülen. 2. k u m a ş, zar, perd e gibi tel tel ö rü lm ü ş, d o k u n m u ş şey.

m iitenessic

miitenebbit ‫( ﻣﺘﻨﺒﺖ‬a.s.) : t e n e b b ü t e d e n , y e r d e n b it e n [o t g ib i].

miiteneddim ‫ﺳ ﺪ م‬

m iiten ek k ir ‫( ﻣ ﺘ ﻨ ﻜ ﺮ‬a.s. n e k re 'd e n ): ten ek k iir

m iiten em m ir ‫( ﻣ ﺘ ﻨ ﻤ ﺮ‬a .s.): 1. te n em m iir eden, Ş İŞ İ-

r i l m i ş [v ü c u t].

miitenebbih ‫ﺳﺒ ﻪ‬

‫( ﺳ ﻌ ﺪ‬a.s.). (bkz : m ü nekkıd).

m ü tenek kis ‫( ﻣ ﺘ ﻨ ﻜ ﺲ‬a .s.): ten ek k ü s eden, ba-

m i z le n e n , p a k l a n a n [ m a d d e te n ] ,

miitenebbi ‫( ﻣﺘﻨ ﻰ‬a.s. n e b e 'd e n ) : 1. n ü b ü v v e t id d iâ s m d a

nüfuzlu, sözü geçen, h atırlı kim seler, m iiten ekkıd

miitenazzim ‫( ﻣﺘﻨﻈﻢ‬a.s.) : m u n t a z a m , d ü z g ü n

(a .s.c . : m ü t e n e d d i m i n ) :

te n e d d i i m e d e n , n e d â m e t d u y a n , p i ş m â n o la n .

p iş m a n lık la .

müteneddimin ‫( ﻣﺘﺘﺪﻣﻴﻦ‬a.s.

m iiten essik ‫( ﻣ ﺘ ﻨ ﺴ ﻖ‬a.s. n a s k 'd a n ) : te n essu k

eden, yeknesak, biteviye olan, m iiten essik -

miiteneddim-âne ‫ ( ﻣﺘﻨﺪﻣﺎﻧﻪ‬a .f z f .) : n e d â m e tle , "

c.) : n e d â m e t d u y a n la r , p i ş m â n o la n l a r .

912

(a.s. n e fe s'te n ): 1. teneffüs eden, nefes, soluk alan, soluyan. 2. y o rgunlu k alan, dinlenen.

m iiten effis ‫ﺳ ﻔ ﺲ‬

m ü te n e ffizâ n ‫( ﻣ ﺘ ﺘ ﻐ ﺬا ف‬a.s. m iiteneffiz'in c . ) :

miitenâziayn ‫( ﻣﺘﻨﺎزﻋﻴﻦ‬a.i.c.) : huk. n i z â l a ş a n

miitenebbic

sine, tiksinerek, İğren‫ ؟‬,

(a .i.): k u llu k eden,

(a.s. n e s im 'd e n ): ten essü m eden, rü zg â r koklayan, rü z g â r k o k u su alan,

m iiten essim ‫ﺳ ﻢ‬

(a.f.zf.): rü z g â r koklayarak, rü zg â r k o k u su alarak.

m iiten essim -ân e ‫ﺳ ﻤ ﺎ ﻧ ﻪ‬

müterakkıb miitenessir ‫( ﻫ ﺘ ﺜ ﺮ‬a.s. n e s r'd e n ): tenessiir eden, saçılan.

müterabbıs ‫( ﻣ ﺪ ر ص‬a .s.): ta ra b b u s eden, bekleyen.

müteneşşıt ‫( ﻣﺘﺘﺸﻂ‬a .s.): neşat (sevinç, neş'e) elde eden.

müterabbi' ‫( ﻫﺘ ﺮﺑ ﻊ‬a .s.): bağdaş k u ru p o tu rm uş.

mUteneşşib ‫( ﻫﺘ ﺸ ﺐ‬a .s.): teneşşübeden, b ir şeye İlişip tu tu la n .

müterâdif, miiterâdife ‫ ﻣﺘﺮادﻓﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺮادف‬a.i. rid fd e n ) : 1. te râ d ü f eden, b irb irin e tâbî bağlı o la n ‫ ؛‬b irin in ard ı Sira giden. 2. gr. yazılışı ayrı, m ân âsı b ir olan [kelime], C şan İam lı, a n la m d a ş , fr. synonyme. Elfâz-1 müteradife : *eşanlam lı kelim eler; [esed, şîr, gazanfer, haydar... gibi], (bkz : m iirâdif).

m üte.eçşif ‫( ﻣﺘﻨﺸﻒ‬a .s.): teneşşüfeden, suyu, ru tu b e ti çeken, em en; kim. hidroskobik. müteneşşir ‫( ﻫﺘﺸﺮ‬a .s.): in tişa r eden, dağılan, yayılan, ( b k z : m ünteşir), mütenevvi', mütenevvia ‫ ﻣﺘﻮﻋﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺘﻮع‬a.s. n e v 'd e n ): tenevvii' eden, nev ilen en ‫ ؛‬tü rİÜ, çeşitli, çeşit çeşit değişik, ( b k z : gûnâgün). Mesâil-İ m ütenevvia: değişik İşler. Nebâtât-ı m ütenevvia: tü rlü tü rlü nebatlar (*bitkiler). mütenevvih ۶ ‫( ح‬a.s. n e v h a 'd a n ): ten ev v iih eden, feryâdeden; ağlayan, miitenevvih-âne ‫( ﻣﺘﻨﻮﺣﺎﻧﻪ‬a .fz f.): h ay k ıra ra k aglarcasm a. miitenevvim ‫( ﻫﻌﻮم‬a.s. nevm 'den) : uyuklayan, uyuyan; rüyâ gören. miitenevvir ‫( ﻫﻌﻮر‬a.s. n û r 'd a n ) : te n ev v ü r eden, n u rlan an , parlayan, miitenezzih ‫( ﻣ ﺘ ﻨ ﺰ ه‬a .s.c .: m ü te n e z z ih â t): 1. tenezziih eden, gezintiye çıkan, gezip eğlenen. 2. tem ize çıkan, aklanan. miitenezzih-âne ‫( ﻣﺘﻔﺰﻫﺎﻧﻪ‬a .f.z f): m ütenezzihcesine. mütenezzihât ‫ ت‬١‫( ﺳ ﺰ ه‬a .s.): 1. tenezzühe, gezintiye çıkanlar, ( b k z : m ütenezzihin). 2. tem ize çıkanlar, ak lan an lar. mütenezzihin ‫ ص‬(a.s. m ü te n ez zih 'in c . ) : gezintiye çıkanlar, (bkz : m ütenezzihât.). miitenezzil ‫ ل‬(a.s. n ü zû l'd e n . c . : m ü te n e z z ilin ): 1. tenezzül eden, aşağı inen; alçalan. 2. gönül alçaklığı gösteren, alçak gönüllü, ( b k z : m ütevâzı'). mütenezzil-âne ‫( ﻣﺘﻔ ﺰ ﻻﻧ ﻪ‬a.f.zf.): m ütenezzil olana, alçalana y ara şır yolda, mütenezzilen ‫ ﻻ‬alçalarak. mütenezzilin ‫ﻫ ﺒ ﺒ ﻦ‬ ( b k z : m ütenezzil).

( a .z f ) : ten ezzü l ederek, (a.s. m iiten ezzil'in c.).

müterâfık ‫( ﻟ ﺺ ا ﻓ ﻖ‬a .s.): 1. refâkat, ark ad aşlık eden, b erâb er b u lu n a n . 2. k arışık, k arışm ış, b ir arada. miiterâfik kusûr : za rar verici olaym biraz d ah a artm a sın a yol a‫ ؟‬an kusur. müterâfi' ‫( ﻣﺘﺮاﻓﻊ‬a.s. r e f d e n ) : m iirâfaaya giden, d u ru şm a İ‫ ؟‬in h âk im e giden, miiterâfika ‫( ﻣﺘﺮاﻓﻌﻪ‬a .s.): ["m üterâfık" miien.]. ( b k z : m üterâfık).

m

müterahhil, miiterahhile ‫ ﻣﺘﺮﺣﻠﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺮﺣﻞ‬a .s.): te ra h h ü l eden, göç eden, b ir yerden b ir yere göçen. Kavâfil-İ miiterahhile: göç eden kafileler. müterahhim (٠‫( ﻣﺘﺮح‬a.s. r a h m 'd e n ) : m erham e t eden, acıyan. müterahhim-âne ‫ ( ﻣ ﺘ ﺮ ﺣ ﻤﺎ ﻧ ﻪ‬a .fz f.) : m e rh a m et ederek, acıyarak. miiterahhir ‫( ﻫ ﺘ ﺮ ا‬a .s.): deniz gibi dolup taşa n ‫ ؛‬dolup taşan. miiterâhi ‫( ﻫﺘﺮاﺣﻰ‬a.s. ra h v e t'd e n ): te râ h î eden, geri çekilen, ağ ır d av ran an , yavaş h arek et eden. miitera'id ‫ ﺗﺮﺀد‬٠ (a .s.): irtiâd ed en , titreyen, miiterâkib ‫( ﻣﺘﺮاﻛ ﺐ‬a.s. r ü k û b 'd a n ) : 1. kirem it gibi b ir b iri ü stü n e b in m iş olan. 2. ed. eski A rap a ru z u n d a k u lla n ıla n beş kafiye tü rü n d e n biri. müterakim, müterakime ‫ ﻣﺘﺮاﻛﻤﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺮاﻛﻢ‬a.s. re k m 'd e n ): te râ k iim eden, birik en , b irik m iş, to p lan m ış, yığılm ış. Evrâk-1 müterakime : b irik m iş evrak. Nukud-I müterakime : birik m iş p aralar. müterakkıb ‫( ﻣﺘﺮﻗﺐ‬a.s. r ü k ııb 'd a n ) : te ra k k u b eden, bekleyen, gözleyen, u m an . 913

mö.erakkıben miiterakkiben ‫( ﻣﺘ ﺮ ﻗﺒﺄ‬a.zf. rü k û b 'd a n ) : bekleyerek, gözleyerek, u m a ra k , miiterakkib dikkat : psik. kollayıcı d ik k a t, fr. attention expectante,

‫ﻣﺮدداﻧﻪ‬

m ü te re d d id -â n e

( a .f.z f.) : 1. b ir y ere

g i d i p g e le r e k . 2 . m e c . t e r e d d iid e r e k , k a r a r S iz lık la . m ü te r e d d id in

1 . b ir

‫ﻣﺘﺮددﻳﻦ‬

(a.s. m i i t e r e d d i d 'i n c . ) :

y e r e g i d i p g e le n le r . 2 . t e r e d d iid e d e n -

miiterakkis ‫( ﻣﺘ ﺮ ﻗ ﺺ‬a.s.) : b ir düziye y u k a rı Ç1kip aşağı inen, b ir düziye sallanıp raks ve h arek et eden.

m i i t e r e d d i y y e ‫ ( ﻣﺮدﻳﻪ‬a . s . r e d y v e r e d e y â n 'd a n ) :

miiterakki-yâne ‫( ﻣﺮﻗﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : te ra k k i edene, ilerileyene y araşır yolda,

m ü te r e ffi'

müterakki, müterakkiye ‫ ﻣﺘ ﺮﻗﻴ ﻪ‬، ‫( ﻣﺒ ﺮ ﻗ ﻰ‬a.s. raky'den) : te ra k k i eden, ilerileyen, ileri, ilerilem iş. Milel-i müterakkiye : ileri m illetler. müterâsıf ‫ ﻣ ﺘ ﺮا ﺻ ﻒ‬-(a.s.) : te râ su f eden, saf sû retin d e b irb irin e yanaşıp sıkışm ış olan,

ler, k a r a r v e r e m e y e n le r , k a r a r s ı z l a r ,

[“ m ü t e r e d d i n i n m ü e n .] . ( b k z : m ü t e r e d d i) ,

‫ﻣﻌﺮﻓﻊ‬

(a.s. r e f 'd e n ) : 1 . t e r e f f u ' e d e n ,

y u k a r ı k a l k a n , y ü k s e le n . 2 . u l u l u k

m ü t e r e f f i h ‫( ﻣ ﺒ ﺮ ﻓ ﻪ‬a.s. r e f h 'd e n ) : r e f a h b u la n , r a h a t v e b o l l u k İ ç in d e y a ş a y a n , m i i t e r e f f i h - â n e ‫( ﻣ ﺘ ﺮ ﻓ ﻬ ﺎ ﻧ ﻪ‬a .f.z f.) : r e f a h b u la n a , r a h a t v e b o l l u k İ ç in d e y a ş a y a n a y a r a ş ı r y o l da.

miiterâsil ‫( ﻣ ﺘ ﺮا ﺳ ﻞ‬a.s.) : terâsiil eden, haberleşen, m ektu plaşan .

m iite r e ffih e ‫ﻣﺘ ﺮﻓ ﻬ ﻪ‬

miiterassid ‫( ﻣ ﺘ ﺮ ﺻ ﺪ‬a.s. rasa d 'd a n ) : tarassudeden, dik k atle gözeten, bekleyen, kollayan,

m ü te re ffih in

miiterassidin ‫( ﻣ ﺘ ﺮ ﺻ ﺪ ﻳ ﻦ‬a.s. m ü terassıd 'm c.) : tarassudedenler, d ik k a tle gözetenler, bekleyenler, kollayanlar. müterâzî ‫( ﻣﺘ ﺮا ض‬a.s. rızâ 'd a n ) : k arşılık lı olara k b irb irin d en râzı ve h o şn u t olan, miitercem ‫( ﻣﺘ ﺮ ﺟﻢ‬a.s. ve i. tercem e'den) : tercüm e olunm u ş, b ir d ilden b aşk a b ir dile çevrilm iş. miiterceme ‫( ﻣﺮﺟﻤﻪ‬a.s. tercem e'den) : [“m ütercem '' in m üen.]. (bkz : m iitercem ).

g ö ste -

re n .

(a.s. r e f h 'd e n ) : [" m ü t e r e f -

f i h ” i n m ü e n .] . ( b k z : m ü t e r e f f ih ) . (a .s.

‫ﻣﺘ ﺮ ﻓ ﻬ ﻬ ﻦ‬

m i i t e r e f f i h 'i n

c .) :

r e f a h b u la n l a r , r a h a t v e b o l l u k İ ç in d e y a ş a y a n la r . m iit e r e ffik ‫( ﻣﺘ ﺮﻓ ﻖ‬a .s .c .: m ü t e r e ffik in ): t e r a f f u k e d e n , s ü k û n e t le , y u m u ş a k l ı k l a d a v r a nan. m ü te r e ffik -â n e

‫ﻣﺮﻓﻘﺎﺗﻪ‬

( a .f .z f .) : sü k û n e tle , y u -

m u ş a k h k l a d a v r a n a n a y a r a ş ı r s û r e t te .

‫ﻣﺮﻓﻘﻴﻦ‬

m ü te re ffik in

(a .s.

m ü t e r e f f i k 'i n

c .) :

t e r a f f u k e d e n le r , s ü k û n e t l e , y u m u ş a k l ı k l a d a v r a n a n la r . m iite r e h h ib

(a .s.

‫ﻣﺒ ﺮ ﻫ ﺐ‬

r e h e b 'd e n .

c .:

m iit e r e h h i b in ) : t e r e h h iib e d e n , r â h i p o la n ,

mütercim ‫( ﻣﺘ ﺮ ﺟﻢ‬a.s. v e .i. tercem e'den. c. : m ü tercim in ) : tercü m e eden, b ir dild en b aşk a b ir dile çeviren [yazı ile], mütercimin ‫( ﻣﺘﺮﺟﻤﻴﻦ‬a.s. ve i. m ü te rcim 'in c.) : tercü m e edenler, b ir dild en b aşk a b ir dile çevirenler [yazı ile]. müterecci ‫( ﻣﺘﺮﺟﻰ‬a.s. recâ'd an ) : 1. üm id ed en , u m an . 2. yalvaran. mütereddi ‫( ﻣﺘﺮدى‬a.s. redy ve redeyân'dan) : soysuzlaşm ış. miitereddid ‫( ﻣﺘﺮدد‬a.s. redd 'd en ) : 1. b ir yere gidip gelen. 2. mec. tereddiideden, k a ra r verem eyen, k ara rsız, ikircim li. 914

r â h i p g i b i ib â d e t le m e ş g u l b u lu n a n , m iite r e h h ib -â n e

‫ﻣﺘ ﺮ ﻫﺒﺎﻧ ﻪ‬

( a .f.z f.) : râ h ip

g ib i

ib â d e t le m e ş g u l o la r a k , m iite r e h h ib in

‫ﻣﺘ ﺮ ﻫﺒﻴ ﻦ‬

(a .s.

m ü t e r e h h i b 'i n

c . ) : r â h i p g ib i ib â d e t le m e ş g u l o la n la r , m ü te re k k ib

(a.s.

‫ﻣﺒ ﺮﻛ ﺐ‬

r ü k û b 'd a n ) : t e r e k -

k ü b e t m i ş , b i r ş e y b a ş k a b i r ş e y le b ir le ş m iş , ( b k z : m ü t e ş e k k i l) . m iite r e k k in

‫ﻣﺒ ﺮﻛ ﻦ‬

(a .s .) :

1. te re k k ü n

eden ,

e r k â n d a n o la n . 2 . m a 'n e n k u v v e t b u la n , m iite r e m r im

‫ﻣﺘ ﺮ ﻣ ﺮ م‬

( a .s .c .m ü t e r e m r im in ) :

t e r e m r iim ed en , b ir ş e y s ö y le y e c e k m iş g ib i d a v r a n d ı ğ ı h a ld e s u s a n .

mü.esâil

miiteremrimin ‫( ﻣﺘﺮﺀرﻫﺾ‬a.s. m ü t e r e m r i m 'i n

mütesâbık ‫ ﻋﺎﺑ ﻖ‬٠ ( a . s . ) : m u s â b a k a y a p a n , b ir -

c . ) : t e r e m r ü m edenlei", b i r ş e y sö y le y e c e k -

b i r i n i y a r ı ş t a g e ç m e ğ e ‫ ؟‬a lı ş a n , b ir b ir i y le

m i ş g ib i d a v r a n d ı ğ ı h a l d e s u s a n la r .

y a rışa n .

miiteremrin-âne ‫( ﻣﺘﺮﻣﺮﻣﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : m i it e r e m r i m c e s i n e , b i r ş e y s ö y le y e c e k m iş g ib i d a v r a n d ı ğ ı h a l d e s u s a n a y a k ı ş ı r y o ld a .

mütesâbî ‫اﺑﻰ‬-‫ ( ﻣﺘﺺ‬a . s . ) : te s â b î e d e n , b i r k a d m a , a ş k ı n d a n , s e v g i s in d e n b a h s e d e n .

mütesâb‫؛‬-yâne ‫( ﻣﺘﺼﺎ؛—ﻳﺎذه‬a.f.zf.) : a ş k ı n d a n ,

müterennih ‫ ( ﻣﺘﺮﻧﺢ‬a . s . ) : s a r h o ş l u k t a n v e y â b a ş k a b i r h â l i n d e n d o la y ı i k i t a r a f a s a lla n a ra k y ü rü y e n .

s e v g i s in d e n b a h s e d e r e k ‫؛‬b i r k a d m a ) .

miitesâdif

‫ﻣﺘﻌﺎد ف‬

m iite s â d ifin ):

miiterennih-âne ‫ﺗﺮذﺣﺎذه‬٠ ( a .f .z f .) : s a r h o ş lu k t a n v e y â b a ş k a b i r İ ı â li n d e n d o la y ı i k i t a r a fa s a l l a n a r a k y ü r ü y e n e y a r a ş ı r y o ld a , b ö y le

-(a.s.

te s â d ü fd e n .

te s â d iif e d e n ,

ra st

c .:

g e le n ,

( b k z : m ü te s â d im ).

miitesâdifin ‫( ﻫﺘﻤﺎدﻓﻴﻦ‬a.s. m i i t e s â d i f i n c . ) : t e s â d ü f e d e n le r , r a s tg e le n le r .

y ü rü y e re k .

miiterennim

miitesâdim ‫( ﻣﺘﻌﺎ دم‬a.s. s a d m e 'd e n ) : te s â d ii m

(٠‫ﻣﺘﺮذ‬

(a.s.

m iite re n n im in ):

r e n i m 'd e n .

te re n n ü m

s e s le y a v a ş y a v a ş

c .:

eden,

güzel

ş a r k ı s ö y le y e n ,

(b k z :

miitesâfih ‫ ﻓﺢ‬١‫ ( ﻣﺘ ﻢ‬a . s . ) : m u s â f a h a e d e n , s e lâ m v e d o s t l u k İ‫ ؟‬i n e lele v e r e n ,

m i ite g a n n i) .

miiterennim-âne ‫( ﻣﺘﺮﻧﻤﺎﻧﻪ‬a .f .z f ) : t e r e n n ü m e d e n e , ş a r k ı sö y le y e n e y a k ı ş ı r s û r e tte , ş a r k ı

mütesâgır ‫ ( ﻣﺘﻬﻼﻏﺮ‬a . s . ) : te s â g ı ı r e d e n , k ü ç ü k g ö r ü n e n , k ü ç ü le n .

miitesahhin -

s ö y le y e re k .

miiterennimin ‫ن‬٠‫( ﻣﺘﺮذم‬a.s. m i i t e r e n n i m 'i n c . ) : t e r e n n ü m e d e n le r, g ü z e l s e s le y a v a ş y a v a ş ş a ı'k ı s ö y le y e n le r.

d e n , d ib e ‫ ؟‬ö k e n , d u r u l a n , t o r t u l a n a n . r ?

(a.s.) : t e s a h h u n e d e n , ISI-

n a n , k ız a n .

miitesâhib

‫ﻣﺘ ﻬﺎ ﺣ ﺐ‬

(a.s.

s a h â b e 'd e n .

m ü te s â h ib in ) : te s â h ü b e d e n , s â h ip

miiteressib ‫ ﺗﺮﺳﺐ‬٠ (a.s. r ü s û b 'd a n ) : te r e s s iib e m iite re s s im

e d e n , b i r b i r i n e ‫ ؟‬a r p a n , b ir b ir i y le ç a r p ı ş a n ,

(a.s. r e s m 'd e n ) : te r e s s i im

c .:

‫ ؟‬ik a n ,

a r k a o la n .

miitesâhibin ‫ ﻣ ﺎ ﺳ ﻦ‬٠ (a.s. m i i t e s â h i b 'i n c.): te s â h ü b e d e n le r , s â h i p ‫ ؟‬ik a n l a r , a r k a o la n la r.

e d e n , r e s m e y le y e n .

nıütereşşif ‫( ﻫﺘﺮﺷﻒ‬a.s.) : İ r t i ş â f e d e n , e m e r e k

mütesâhîl ۴

(a.s.c. :m ii t e s â h i l i n ) : t e s â h ü l

e d e n , y u m u ş a k m u â m e le d e b u l u n a n ,

a z a r a z a r İ‫ ؟‬e n .

ınütereşşih ۶ ‫( ﺷﺢ‬a.s. r e ş h 'd e n ) : 1. te r e ş ş ü h e d e n , t e r g ib i S iz a n , te r le y e n . 2. mec. İş iti-

mütesâhîl-âne ‫ ( ﺳﺎ ﻫ ﻼﻧ ﻪ‬a .f .z f .) : te s â h ii l e d e n e , y u m u ş a k m u â m e le d e b u l u n a n a y a k ı ş ı r s û r e t t e , b ö y le m ı ıâ m e le e d e r e k ,

le n . ( b k z : m e s m û ') .

miiterettib ‫( ﻣﻨﻴﺮﺗﺐ‬a.s. r e t b v e r i it b e 'd e n ) :

miitesâhilin ‫ ا ﻫﻠ ﻦ‬٠‫( س‬a.s. m ü t e s â h ü 'i n c . ) :

1. s ı r a la n m ış . 2 . â i t o la n , .... ü s t ü n e d ü ş e n .

te s â h ü l e d e n le r , y u m u ş a k m u â m e le d e b u -

3 ٠ic â b e d e n , g e re k e n . 4 . m e y d a n a g e le n , d o la y ı.

lu n a n l a r .

miiterevvih ‫ ( ﻣﺘﺮوح‬a . s . ) : t e r e v v ü h e d e n , b i r ş e y d e n r â y i h a , k o k u a la n , k o k u l a n a n , ( b k z : m i it e ş e m m im ) .

( a . s . ) : g ii‫ ؟‬o la n , g ü ç le ş e n ,

miitesâib ‫( ئ ﺀ ب‬a.s.) : te s â u b e d e n , e s n e y e n , miitesa'id -

(a.s.). ( b k z : m ü te s â id ) . y u k a r ı

‫ ؟‬ik a n , y ü k s e le n .

miitesabbır ‫ ( ﻣﺘﻌﺒﺮ‬a . s . ) : s a b r e d e n . mütesabbi -

miitesa'ib -

( a . s . ) : s a b ile ş e n , ‫ ؟‬o c u k t a v r ı

t a k ı n a n , ç o c u k la ş a n .

mütesabbi-yâne ‫ﻼ‬

‫ﻫ ﺒ‬

miitesâid ‫( ﻣﺘﻤﺎﻋﺪ‬a.s. s ı ı û d 'd a n ) : s ııû d e d e n , y u k a rı

‫ ؟‬ik a n ,

y ü k s e le n ,

ağan,

(b k z :

m ü te s a 'id ) . ( a .f .z f .) : ‫ ؟‬o c u k la ş a -

ra k , ‫ ؟‬o c u k ta v rı ta k ın a ra k .

miitesâil ‫ ( ﻫ ﺴﺎﺋﻞ‬a . s . ) : te se 'U l e d e n , d ile n e n , d ile n c i.

915

mü.esâkıl

c .) :

mütesâvi'1-ehdâb : zool. ^ te r lik s i h a y v a n i, fr. paramécie. mütesâvi'1-ercâl : zool. e ş b a c a k l l a r , fr. isopodes. mütesâvi'1-harâre : cogr. iz o t e r m . mütesâvi'1-irtifâ' : cogr. iz o h ip s . mü، esâvîl-matar miihnanileri : cogr. *eşy a ğ ış * e ğ rile ri, fr. isoyètes. (courbes-). mütesâvi'1-umk miinhanileri : cogr. *eşder i n l i k * e ğ rile ri, fr. isobathes, mütesâvi's-sühûne : fiz. * e şs ie a k . mütesâvi'ş-şekl : * e ş b iç im ü , fr. isomorphe, miitesâvi't-tazyik : cogr. izobar, *eşbası. miitesâvi't-tereffu' miinhanileri : cogr. *eşy ü k s e l t i * e ğ rile ri, fr. isobases (courbes-), miitesâvi-terkib : kim. izomerili. înütesâvi'z-zemân zelzele m iinhanileri : cogr. * e ş d e p r e m *eğrileri, fr. homoséïstes (courbes-).

tesâlüh. edenler, s a ğ ır g ib i g ö rü n e n le r, sa-

miitesâviyen ‫( ﺳﺎ و ﻳﺄ‬a.zf.) : birbirine eş deger-

mütesâkıl ‫( ﻣﺘﯫ ﻗ ﻞ‬a.s.) : 1. te sâ k u l eden, ü şe n ip a ğ ırla şa n . 2 ٠sa va şa g irm e y e t e ş v ik e d ilm iş ilcen o y a la n ıp k a la n .

mütesâkıt ‫ ( ﻣﺘﺴﺎﻗﻂ‬a .s .) : b irb iri a r d ın c a d ü k ü lü p d ü şen. Katarât-1 m iitesâkıta : b irb iri a rk a sın d a n d ö k ü le n d a m la la r,

miitesakkıb ‫( ﻣﺘﺌﻘﺐ‬a.s.) : tesa k k u b e d e n , d elik lenen, delinen .

miitesâlib, miitesâlibe

‫ﻣﺘﻤﺎ ﻟﺒﻪ‬

‫ﻣﺘﺼﺎﻟﺐ‬

،

(a.s.

s a l b 'd e n ) : ‫ ؟‬a p ra z , h a ‫ ؟‬vâri> fr. crucial.

m iitesâlif

‫ﺳﺎ ف‬

.(a.s.) : b irb iriy le b a c a n a k

olan.

mütesâlih

‫( ﻣﺘﺼﺎﻟﺢ‬a.s.

s u l h 'd e n ) : te sâ lü h eden,

su lh y a p a n .

miitesâlih

‫ﻣﺘﺼﺎﻟﺦ‬

(a.s.) : te sâ lü h eden, s a ğ ır

gib i g ö rü n e n , s a ğ ırlık gö steren,

m iitesâlihin

‫ﻣﺘﻤﺎ ﻟﺨﻴﻦ‬

(a.s. m ü te s â ü h 'in

ğ ır lık gösterenler.

d e.

miitesâlik ‫ ( ﺳﺎﻟ ﻖ‬a .s .) : 1. t ır m a n ıc ı, tırm a n a n . 2 ٠ u ç u c u , u ça n , (b k z : tâir, ta yy â r).

k ılın ç la v u ra n .

m iitesallik ‫ ( ﻣﻌﺴﻠﻖ‬a .s .) : bot. e t r â fm d a k i şeylere d o la n a r a k y u k a r ı d o ğ r u ç ık a n , t ır m a n an .

g elli k u şla r (p a p a ğ a n , d u du ... gibi],

‫ﻣ ﻤﻠ ﻂ‬

lut eden, m u sa lla t o lan , sırn a şa n , p e şin i

miitesallit-âne

‫ﻣﺼﻠﻄﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f .) :

tasallut eder-

cesine, musallat olarak, miitesallitin

: sebat eden, sebat gös-

kapanan.

miiteseffih ‫( ﻣﺘﺴﻔﻪ‬a.s.) : teseffüh eden, sefih, z e v k v e e ğ le n c e y e düşkün. miiteseffil

(a.s.c. : m ü t e s e f f il in )

‫ﻣﺘ ﺴﻔ ﻞ‬

: te s e f

fiil e d e n , se fil, a ş a ğ ı, b a y a ğ ı o la n , b a y a ğ ı-

‫( ﻣﺘﺴﻠﻄﻴﻦ‬a.s. miltesallit'in c.) : ta-

sallut edenler, musallat olanlar, Sirnaşanlar, bırakmayanlar.

p e ş in i

miitesâmih ‫ﻣ ﻤﺎ ﻣ ﺢ‬

‫( ﻣ ﺘ ﺘ ﺒ ﺖ‬a.s.)

te r e n , d a y a n a n .

müteseccid ‫( ﻣﺘﺴﺠﺪ‬a.s.) : secde eden, secdeye

( a .s .c .: m ü t e s a llit in ) : ta sa l-

b ıra k m a y a n .

İa ş a n .

miiteseffil-âne

‫ﻣﺘ ﺴﻔ ﻼﻧ ﻪ‬

(a.f.zf.)

: se fil, a ş a ğ ı,

b a y a ğ ı o la n a y a r a ş ı r y o ld a , b a y a g ıl a ş ı r c a S in a .

( a .s .) : m iis â m a h a

eden,

g ö z y u m a n , h o ş gö ren ,

miitesânid ‫( ﻣﺘﺴﺎﻧﺪ‬a.s.) : d a y a n a n , *d a y a n ışık , miitesâri' ‫( ﻣﺘﺴﺎرع‬a.s.) : ça b u c a k , m ütesâriü'l-fesâd : ç a b u c a k b o z u la n şeyler, [et, b a lık , tâze sebze v e m e y v a la r gibi],

mütesâvî ‫( ﻣﺘﺴﺎوى‬a.s. s e v i y y 'd e n ) : b irb irin e m ü s â v î (*eşit), eş olan.

916

miitesebbib ‫( ﻣﺘ ﺴﺒ ﺐ‬a.s.) : tesebbübeden, sebeb o la n , b i r ş e y in olmasına yol a‫ ؟‬an. miitesebbit

miitesallika ‫( ﻣ ﻌ ﻠ ﻘ ﻪ‬a.i.) : zool. a y a k la rı çen -

miitesallit

miitesâyif ‫( ﺷﺎ ﻳ ﻒ‬a.s.) :tesâyiif eden birbirine

müteseffilin ‫( ﻣﺘﺴﻔﻠﻴﻦ‬a.s. m i it e s e f f il 'i n c.) : te s e ffiil e d e n le r, se fil, a ş a ğ ı, b a y a ğ ı o la n l a r , b a y a g ıla ş a n la r .

miitesehhir ‫( ﻣ ﺸ ﻬ ﺮ‬a.s.c. : mütesehhirin) : g e c e u y a y a m a y ip s a b a h l a y a n . Âşık-I miitesehhir : u y u y a m a y a n â ş ık . miitesehhir-âne

‫( ﺳ ﺴ ﻬ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬a.f.zf.)

m a y a ra k , s a b a h la y a ra k .

: gece u y u y a -

müteşâbihât

miitesehhirin ‫( ﻫﺴﻬﺮﻳﻦ‬a.s. m i i t e s e h h i r 'i n c.) : mütese'il ‫( ﻫ ﻤﺎ ل‬a.s. s u 'a l'd e n ) : t e s â ü l e d e n ,

(a.s. s e m m 'd e n ) : [“m ü m ü e n .] .

mütese'ü-âne ‫( ﻣﺴﺄﻻﻧﻪ‬a.f.zf.) : d ile n c ic e s in e ,

(a .s .) : te s e m m ü n eden)

s e m e n k a z a n a n , s e m ir e n , m ü te s e n n ih -

d ile n e r e k .

m ütesellin ‫( ﻫ ﻤﺄ ﺑ ﻦ‬a.s. m ü t e s e 'ü 'i n c.) : te s â ü l miitesekkin ‫ ﺳ ﻜ ﻦ‬٠ (a.s.) : 1. s ü k û n e t b u l a n , y a tı ş a n . 2 . te s k i n

e d ic i, y a tı ş t ır ı c ı,

(b k z :

(a .s .): te s e n n ü h e d e n , k ü f

le n e n , k ü f l ü .

‫ﻣﻤﺮ ع‬

m iite s e rri'

e d e n le r, d ile n e n le r , d ile n c ile r,

( b k z : m ü te s e m -

m im ) . m ü te s e m m in -

d il e n e n , d ile n c i.

(a.s.

s ü r 'a î 'd e n ) : t e s e r r ü '

e d e n , s ü r 'a t g ö s te r e n , k o ç a n , m iite s e rr î

‫ى‬٠‫ﻣ ﻌ ﻢ‬

(a .s .) : te s e rri e d e n , o d a lık

‫ﻫﺴﺘﺮ‬

(a.s. s e t r 'd e n ) : t e s e t t ü r e d e n ,

e d in e n .

m ü s e k k in ) .

müteşekkir ‫( ﻣ ﺴ ﻜ ﺮ‬a.s.) : t e s e k k ii r e d e n , s a r -

m iite s e ttir

ö r t ü n e n , g iz le n e n .

h o ş o la n .

müteselli ‫ض‬

m iite s e m m im e te s e m m im ” in

g e c e u y u m a y i p s a b a h l a y a n la r .

(a.s. s ü l v â n 'd a n ) : te s e lli b u l a n ,

a v u n a n , a c ıy ı, k e d e r i u n u t u r g ib i o la n ,

mütesellib ‫( ﻣ ﺴﻠ ﺐ‬a.s.) : te s e lliib e d e n , k o c a -

m ü t e s e v v i ‫ و ى‬٠‫( ﻣ ﻢ‬a.s. s i v â 'd a n ) : te s e v v i e d e n , d ü z le n e n , d ü z o la n .

‫ﻫﺨﻮب‬

m ü te s e v v ib

(a.s. s e v â b 'd a n ) : 1. s e v a p

s ı n ı n ö lü m ü d o la y ıs ıy la s iy a h g iy ip y a s t u -

k a z a n a n . 2. fa r z d a n s o n r a n â file n a m a z

ta n .

k ıla n . (a.s.c. :

m ü te s e v v ik

m ü t e s e l li h in ) : s i lâ h k u ş a n a n , s i lâ h l a n a n .

m ü te s e y y ib

mütesellih, müteselliha -

،

‫ﻣ ﺴﻠ ﺢ‬

Cüyûç-i müteselliha : s i lâ h l ı a sk e rle r, mütesellihin -

(a.s. m i i t e s e l l i h 'i n c.) :

s i lâ h k u ş a n a n l a r , s i la h l a n a n la r ,

mütesellim ‫ل‬٠‫( ﻣﺴﺪ‬a.s. s e lm 'd e n ) : 1. te s e lli im e d e n , t e s li m e d il e n i a la n . 2. i. v e r g i t a h s i l d a r ı . 3. i. [ e s k id e n m ü l k î te ş k ilâ tta ] miiteselli-yâne ‫( ﻫﺴﻴﺎذه‬a.f.zf.) : te s e ll i b u l m u ş ‫ ؟‬asm a, a v u n u rc a sm a , a v u n a ra k , (a.s.

s iilv â n 'd a n ) :

[ " m ü te s e lli”n i n m ü e n .] . ( b k z : m ü te s e lli),

müteselsil, müteselsile ‫ ﻣ ﺴﻠ ﺴﻠﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺴﻠﺴﻞ‬a.s. s ils ile 'd e n ) : te s e ls ü l e d e n , z i n c i r g ib i b ir b ir i n e b a ğ lı o la n , z in c ir le m e , z in c i r l e m e g iden.

-

( a . s . ) : te s e y y ü b e d e n , d u l

k a l a n k a d ı n , ( b k z : se y y ib e ).

‫ﻣ ﺴﻴ ﺐ‬

m ü te s e y y ib

Cibâl-İ müteselsile : s ır a d a ğ la r ,

miiteselsilen ‫( ﻣ ﺴﻠ ﺴ ﻼ‬a.zf.) : S ira ile , b i r b i r i p e ş i S ira.

a d ile a d la n a n .

m ü m e d e n , z e h ir le n e n .

te s e y y ii b 'd e n .

c. :

k a y ıts ız

‫ﻫ ﺼﺎ ﻻ‬

(a .f z f .) : t e s e y y ü b e -

d e n , k a y ıt s ı z d a v r a n a n a , a ld ı r ı ç e tm e y e n e y a r a ç ı r y o ld a , k a y ıts ız d a v r a n a r a k , a ld ır ıç e tm e y e r e k . -

(a.s.

m i it e s e y y i b 'i n

c . ) : te s e y y ü b e d e n le r , k a y ıt s ı z d a v r a n a n l a r , a l d ı r ı ş e tm e y e n le r . m ü te s e y y id -

(a.s. s e y y i d 'd e n ) : s e y y i d li k

ta s la y a n , s e y y id o lm a d ığ ı h a l d e k e n d i n i s e y y i d g ib i g ö s te re n . m ü te s s â '

‫ﻣ ﺴﺎ ع‬

( a . i . ) : e d . h e r k ıt 'a s ı d o k u z

m ı s r a d a n m e y d a n a g e le n m a n z û m e . m ü te ş â b ih

‫ﻫ ﺸﺎ ﻷ‬

(a.s. ç e b e h v e ş ib h 'd e ıı. c. :

m ü t e ş â b i h â t ) : 1. te ç â b ü h benzeyen.

2 . K u r'â n -1

e d e n , b irb irin e

K e r im 'in

m ecâzî

m â n â y a e lv e r iş li â y e ti, ( b k z : m u h k e m ) ,

miitesemmi ‫ ى‬٠‫( س‬a.s.) : m ü s e m m â o la n , b i r miitesemmim ‫( ﻣ ﺴﻤﻢ‬a.s. s e m m 'd e n )

(a.s.

te s e y y ü b e d e n ,

d a v r a n a n , a ld ı r ı ç e tm e y e n , m ü te s e y y ib -â n e

m ü te s e y y ib in

kaym akam .

‫ﻫ ﺴﻴﻪ‬

( a .s .) : m is v a k k u lla n a n ,

m i ite s e y y ib in ) :

miitesellika ‫( ﻣﺘﺼﻌﻘﻪ‬a.i.) : zool. * t ı r m a n a n l a r , t ı r m a n ı c ı k u ş l a r , fr. grimpeurs,

miiteselliyye

‫ﻫﺼﻮك‬

m ü te ş â b ih â t

‫ﻣﺘﺸﺎﺑﻬﺎت‬

c . ) : 1. b i r b i r i n e : te s e m -

(a.i.

m ü t e ş â b i h 'i n

b e n z e y e n le r .

2 . K u r'â n -1

K e r i m 'i n m e c â z î m â n â y a e lv e r iş li â y e tle ri, ( b k z : m u h k e m â t) .

917

müeşâbihe

‫( ﻣﺘﺸﺎﺑﻬﻪ‬a.s. ‫ ؟‬ebeh ve ‫ ؟‬ibh'den): [“müteşâbih” in müen.]. (bkz : müteşâbih).

müte‫ ؟‬âb ٤he

‫( ﻣﺘﺸﺎﺑﻬﺎ‬a.zf.): birbirine benze-

müte‫ ؟‬âb‫ ؛‬hen

yerek. müteşâbihen m e v z û ' : geo. homolog,

‫ﻣﺘﺸﺎﺟﺮ‬

(a.s. ‫ ؟‬ecer'den. c .: müteşâcirîn): teşâcür eden, ağaçla, sopa ile birbirine vuran.

m üteşâcir

müte‫ ؟‬âcir-âne ‫( ﻣ ﺘ ﺸﺎ ﺟ ﺮا ﻧ ﻪ‬a.f.zf.): ağaçla sopa

ile birbirine vururcasına. (a.s. " c.) : teşâcür edenler, ağaçla, sopa ile birbirine vuranlar.

m üteşâcirîn ‫ﻣ ﺘ ﺜ ﺎ ﺟ ﺮ ﻳ ﻦ‬

‫( ﻣﺘﺸﺪق‬a.s.): 1. avurt çatlatarak konuşan. 2. ıstılahlı konuşan,

m üteşaddık

‫( ﻣﺘﺜﺨ ﺺ‬a.s. ‫ ؟‬ahs'dan): 1. teşahhus eden, şahıslanan, gözle görünür hâle gelen. 2. şahsını tanıyan. 3. şahsı farkedilmi‫ ؟‬olan.

miiteşahhıs

‫( ﻣﺘﺸﻌﺐ‬a.s. şa'b'dan): 1. te‫ ؟‬â'ubeden> ‫ ؟‬Ubelenen, dallanan, kollara ayrılan. 2. çatallı, dallı budaklı. 3.biy. dallı, fr. ram ifie.

müteşa'ib

müteşa'ir

‫( ﻣﺘﺸﻌﺮ‬a.s. ‫ ؟‬aar'dan): saçlı, kıllı, kılı

çok olan.

müteşa'şl ‫( ﻣﺘﺸﻌﺸﻊ‬a.s. şa'şaa'dan): 1. teşa'şu' eden, ‫ ؟‬a'şaalanan, parıldayan. 2. gösterişli,

‫ﺗﺸﺎﺗﻢ‬, (a.s.): teşâtüm eden, SÖVÜ‫ ؟‬en, birbirine söven.

müteçâtim

‫( ﻣﺘﺸﺎﺗﻤﻪ‬a.s.) : [“müteşatim” in müen.]. (bkz: müteşâtim).

müteşâtinıe

m üteşâvir

‫( ﻣﺘﺸﺎور‬a.s.) : teşâvür eden, danışan

[birbirine]. müteşebbek

‫( ﻣﺘﺸﺒﻚ‬a.s. ‫ ؟‬ebk'den): ag gibi bir-

birine geçen. miiteşebbih ‫( ﻣﺘﺸﺒﻪ‬a.s. ‫ ؟‬ebeh ve ‫ ؟‬ibh'den. c . : müteçebbihin) : teşebbüh eden, benzeyen, andıran.

‫( ﻣﺘﺸﺒﻬﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : teşebbüh edene, benzeyene, andırana yakışır yolda,

m üte‫ ؟‬ebbih-âne

‫( ﻣﺘﺸﺒﻬﻴﻦ‬a.s. müteşebbih'in c.) : teşebbüh edenler, benzeyenler, andıranlar,

müteşebbihin

‫( ﻣﺘﺸﺒﻠﻒ‬a.s.): teşebbük eden, ‫ ؟‬ebeke ‫ ؟‬eklinde bulunan, ag gibi birbirine geçen.

müteşebbik

‫( ﻣﺘﺸﺒﺚ‬a.s. ‫ ؟‬ebes'den. c . : müteşebbisin): teşebbüs eden, bir i‫ ؟‬e giri‫ ؟‬en.

müteşebbis

‫( ﻣﺘﺸﺎﻋﺮ‬a.s. ‫ ؟‬İ'r'den : c . : müteşâirîn): ‫ ؟‬âirlik taslayan, tavuk pazarı şâiri.

müte‫ ؟‬ebbis-âne

‫( ﻣﺘﺜﺎﻋﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): ‫ ؟‬âirlik taslayana yaraşır yolda, tavuk pazarı şâirlerine yaraşırcasma.

müteşebbise

m üteşâir

müte‫ ؟‬âir-âne

(a.s. müteşâir'in c .): ‫ ؟‬âirlik taslayanlar, tavuk pazarı ‫ ؟‬âirleri.

m üteşâirîn

‫ﺳ ﺸﺎ ﻋ ﺮﻳ ﻦ‬

m ü te şâ iri^ e t ‫( ﻣ ﺘ ﺸ ﺎ ﻋ ﺮ ﻳ ﺖ‬a.i.): ‫ ؟‬âirlik taslama,

tavuk pazarı şâirliği.

‫( ﻣﺘﺜﺎﻛ ﻰ‬a.s.) : hallerinden ‫ ؟‬İkâyet edenlerden herbiri [birbirine-],

m üteşâkî

m üteşâkil ‫( ﻣﺘﺸﺎﻛﻞ‬a.s. ‫ ؟‬ekl'den): 1. bir ‫ ؟‬ekilde

olan, ‫ ؟‬ekli birbirine benzeyenlerden herbiri. 2. ed. aruz bahirlerinden, fâilâtün mefâîlün mefâîlün vezni. m üteşakkıf ‫( ﻣﺘﺸﻐﻒ‬a.s.): 1. tesakkufeden, bir

Hıristiyan papazlığı takınan‫ ؛‬papaz olan. 2. tavanlanan, tavan olan,

‫( ﻣﺘﺸﺎرك‬a.s. ‫ ؟‬irk ve ‫ ؟‬irket'den): müşârekette bulunan, birbiriyle ortak olan.

m üteşârik

918

‫( ﻣﺘﺸﺒﺜﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : teşebbüs ede-

rek, bir işe girişerek.

‫( ﻣﺘﺸﺒﺜﻪ‬a.s. ‫ ؟‬ebes'den): [“müte‫ ؟‬ebbis” in müen.]. (bkz : müteşebbis), ‫( ﻣﺘﺸﺒﺜﻴﻦ‬a.s. müteşebbisin c .) : teşebbüste bulunanlar, bir i‫ ؟‬e girişenler,

müteşebbisin

‫( ﻣﺘﺸﺠﻊ‬a.s.c. : müteşecciin) ‫ ؟‬eci', yigit, yüı'ekli gibi görünen, (bkz : mütecessil').

müteşecci'

miite‫ ؟‬ecci-âne

‫( ﻣﺘﺸﺠﻌﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : yigit, yürekli

olana yaraşır yolda.

‫( ﻣﺘﺸﺠﻌﻴﻦ‬a.s.c.: miiteşecci'in c .): ‫ ؟‬eci', yigit, yürekli gibi görünenler,

müteşeeciin

miiteşeccir ‫( ﻣﺘﺸﺠﺮ‬a.s.): ağaçlanan kaba ot.

‫( ﻣﺘﺸﺪد‬a.s. ‫ ؟‬iddet'den): 1. şiddetlenen, hızlanan. 2. katılaşmış, sertleşmiş olan. 3. İşini sert ve hiddetli tutan,

müteşeddid

‫( ﻣﺘﺸﺪده‬a.s. ‫ ؟‬iddet'den): ["müte‫ ؟‬eddid” in müen.]. (bkz : müteşeddid).

müteşeddide

m٥٠eşeyy‫؛‬în ‫( ﻣﺘﺸﺪق‬a.s.c.: müteşeddikin): teşedduk eden, söz ebeliği eden.

m ü t e ş e d d ik

büzülen, daralan, kasılan, spazm yapan [adale, sinir].

‫( ﻣﺘﺸﺪﻗﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): müteşeddikcesine, söz ebeliği edercesine,

m ü t e ş e n n if

‫( ﻣﺘﺸﺪﻗﻴﻦ‬a.s. müteşeddikin c.) : teşedduk edenler, söz ebeliği edenler,

m iite ç e r r i'

m U te ş e d d ik -â n e

m ü t e ş e d d ik in

‫( ﻣﻌﺸﻔﻰ‬a.s. şifâ'dan): 1. şifâ bulan, iyileşen. 2. öcünü alarak yüreği rahat eden,

m ü t e ç e ff î

m ü te ç e h h î

‫( ﻣﺘﺸﻬﻰ‬a.s.) : iştahlanan, İştahlı.

m U te ş e h h ib

‫( ﻣﺘﺸﻬﺐ‬a.i.) : fiz .,

m ü te ş e h h id

‫( ﻣ ﺤﻬﺪ‬a.s. şehâdet'den) : namazın

lcim .

akkor,

ka'delerinde "ettehiyyâtii" duâsını okuyan,

‫( ﻣﺘﺸﺄم‬a.s. şeamet'den): teşe'üm

m ü te ç e 'im

eden, uğursuz sayan, üzerine uğursuzluk geliyor gibi sanan.

‫( ﻣﺘﺸﻜﻰ‬a.s. şekvâ'dan) : şikâyette

m ü te ç e k k î

bulunan, müştekî). m ü t e ş e k k ik

şikâyetçi,

sızlanan.

(bkz:

‫( ﻣﺘﺸﻜﻠﺚ‬a.s.): şek ve şüphede ka-

lan, şüpheden kurtulamayan,

‫( ﻣﺘ ﺸﻜﻞ‬a.s. çekl'den): 1. teşekkül etmiş, şekillenmiş, şekillenen. 2. meydana gelmiş, kurulmuş, olmuş, olma,

m ü t e ş e k k il

m ü t e ş e k k ir

‫( ﻣﺘﺸﻜﺮ‬a.s. şükr'den): teşekkür

eden, iyilik bilen, iyiliğe karşı nâzik davranan.

‫( ﺿﺸﻜﺮاﻧﻪ‬a.f.zf.): teşekkürle, iyilikbilirlikle, iyiliğe karşı nâzik davranışla.

m ü t e ş e k k ir -â n e

‫( ﻣﺘﺜﻜ ﺮه‬a.s. şükr'den): [“milte-

m ü t e ş e k k ir e

şekkir” in müen.]. (bkz : müteşekkir), m ü te ş e lş ü

‫( ﻣﺘﺸﻠﺸﻞ‬a.s.): teşelşül eden, şarıl

şarıl akıp ‫ ؟‬ağlayan.

‫( ﻣﺘﺸﻤﻞ‬a.s.): teşemmUl eden,

m iit e ş e m m il

İhrâma bürünen.

‫ ﻣ ﺜ ﻒ‬.(a.s.) : teşennüf eden, küpe

takınan.

‫( ﻣ ﺸﺮ ع‬a.s. çer'den): 1. teşerrıı' eden, şeriat içleriyle uğraşan. 2. şerîat ve fıkıh işlerinde geniş bilgisi olan.

‫( ﻣﺘﺸﺮﻋﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) : şeriat işleriyle uğraşana ve bu yolda geniş bilgisi olana yakışır yolda.

m ü te ş e r i-â n e

‫ ﻣﺘﺸﺮف‬-(a.s.): teşerrüf eden, şereflenen, şeref duyan.

m ü te ş e rrif

‫( ﻣﺘﺸﺘﻰ‬a.s.): teşetti eden, bir yerde kışlayan, kıçı geçiren.

m ü te ş e tt î

‫ ﻣﺘﺸﺘﺘﻪ‬، ‫( ﻣﺘﺸﺘﺖ‬a.s. şetat'dan) : teşettiit eden, dağılan, karışan, perîşân olan. Â r â - y i m ü te ş e tt it e : dağılan reyler.

m ü te ş e tt it , m U te şe ttite

müteşevvik ‫( ﻣﺘﺸﻮق‬a.s. şevk'den. c . : müteşevvikin): teşevvıık eden, ‫ ؟‬ok istekli, (bkz: hâhiş-kâr).

‫( ﻣﺸﻮﻗﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): teşevvuk edene, ‫ ؟‬ok istekli olana yaraşır yolda.

m ü t e ç e v v ik -â n e

‫( ﻣﺘﺸﻮﻳﻦ‬a.s. müteşevvik'in c .): teşevvuk edenler, ‫ ؟‬ok istekliler.

m ü t e ş e v v ik in

‫( ﻣﺤﻮش‬a.s. teşevvüş'den): teşevvüç eden, karmakarışık, anlaşılmaz, İ‫ ؟‬inden çıkılmaz. U m û r - 1 m ü t e ç e v v i ç e : karmakarışık İşler.

m ü te ç e w iş

‫( ﻣﺘﺸﻴﻄﻦ‬a.s.): şeytanlık eden, şeytanca hareketlerde bulunan.

m ü t e ş e y t ın

‫( ﻣﺘﺸﻴﻊ‬a.s. ve i.): şîâ'dan c.: müteşeyyiin): teşeyyü' eden, ŞİÎ mezhebine girmiş olan, ŞİÎ, Şiîlik taslayan.

m ü t e ş e y y i'

‫( ﻣ ﺤﻴ ﺪ‬a.s.): teşeyyüdeden, yükselten, sağlamlaştıran.

m ü te şe y y id

‫( ﻣﺘﺸﻤﻢ‬a.s. şemm'den): teşemmüm eden, koklayan, (bkz : miiterevvih).

m ü t e ş e y y id e

‫( ﻣﺘﺸﻤﺮ‬a.s. şemer'den) : teşemmür eden, işe hazırlanan, kollarım sıvayan,

m ü te şe y y ih

m iite ç e m m im

m ü t e ş e m m ir

‫( ﻣﺘﺸﻤﺲ‬a.s. şems'den) : teşemmüs eden, güneşe ‫ ؟‬ikan, güneşlenen.

m iite ç e m m is

(a.s. şene'den) : 1. teşennüc eden, buruşan. 2 . azan [yara]. 3 . h ek .

m U te ş e n n ic

‫ﻣﺪ ج‬

‫( ﻣﻌﺸﻴﺪه‬a.s.): ["müteşeyyid" in müen.]. (bkz: müteşeyyid).

‫( ﻣﺘ ﺸ ﺦ‬a.s.): teşeyyüh eden, şeyh gibi görünen, şeyh tavrı takman, sahte şeyh veyâ ihtiyaı'. ‫( ﻣﺘﺸﻴﻌﻴﻦ‬a.s.i. müteşeyyi'in c .): teşeyyii' edenler, ŞİÎ mezhebine girmiş olanlar, Şîîler; Şiîlik taslayanlar.

m ü t e ş e y y i in

‫واو‬

mutefabbı' mütetabbı'

‫ﻣﺘﻄﺒﻊ‬

(a.i. t a b 'd a n ) : t a t a b b u e d e n ,

ta b i a tl e n e n .

mütetabbib

‫ﻣﺘﻄﺒﺐ‬

(a.s. v e i.), ( b k z : m u t a t a b -

b ib ).

mütevâdd

۶ ‫اد‬

miitevâdi'

‫ﻫﺘﻮادع‬

( a . s . ) : b i r b i r i n e s e v g i g ö s te r e n , ( a . s . ) : te v â d u ' e d e n , d ü ş m a n -

lig i b ı r a k a r a k b a r ı ş a n .

m ütevâfık ‫( ﺳﻮاﻓﻖ‬a.s. v e f k 'd e n ) : 1. te v â f u k

mütetâbi',

mütetâbia

‫ئﺀ‬

،

(a.s.

t e b a 'd a n ) : t e t â b ü e d e n , b i r b i r i a r d ı n c a g ele n , p e y d e r p e y o la n , ( b k z : m ü t e t â l î , m ü t e v â lî). izâfât-i mütetâbis : a r k a a r k a y a s ır a l a n a n iz a f e tle r , ( b k z : t e t â b ıı - i İz â fa t).

e d e n , b i r b i r i n e u y g u n ; u y a n , u y g u n o la n .

2. mat. * y ö n d e ş. m ütevâfıka ‫ذه‬٤‫( ﻣﺘﻮاف‬a.s. v e f k 'd e n ) : [ ''m ü t e v â f ı k " m m ü e n .J . ( b k z : m ü te v â f ık ) .

m ütevâfık tetâb u k : Jeol. * u y u m l u * k a tla ş mütetâbian

‫ ( ﻣﺘﺘﺎﺑﻌﺄ‬a .z f . ) : b i r b i r i

a rd ın c a ,

‫ظ ؛ ع اﻟﻮرود‬

m ütetâbi'ü'l-vürûd

m a . fr. stratification concordante.

( a .b .s .) : a r d ı

a r k a s ı k e s ilm e y e n .

‫ﻣﺘﻄﻬﺮ‬

m ütetahhir

t u h u r 'd e n ) :

(a.s.

ta h â r e t,

te ta h h u r

eden,

tu h r

ve

t e m iz l e n e n

[m a d d i, m â n e v i) .

m ütetâlî

‫ﺗﻄﻠﻰ‬٠

‫ﻋﺘﻄﺄول‬

‫ﻣﺘﻮﻏﻞ‬

m iitevaggıl

(a.s. t û l 'd e n ) : u z a y a n ; b i r b i r i

‫( ﻣﺘﻮاﻓﺮ‬a.s.

(a.s.

v ü g u l 'd e n .

c .:

m ü t e v a g g ı l i n ) : te v a g g u l e d e n , ‫ ؟‬o k m e ş g u l o la n , f a z la u ğ r a ş a n ; b i r ş e y i n il e r i s in e , d e rin lig in e v a ra n .

‫ ب‬٠‫ﻣﺘﻂ‬

(a.s. ta y b , t a y y i b 'd e n ) : te -

m ütevaggılin

ta y y ü b e d e n , g ü z e l k o k u lu şe y s ü rü n e n .

‫ﻣﺘﻌﻴﺮ‬

m ütetayyir

،

v ü f û r 'd a n ) : te v â f ü r e d e n , ‫ ؟‬o g a la n , b o lla -

(a.s.) : b i r b i r i a r d m c a g id e n ,

a rd m c a u z a n a n .

m ütetayyib

miitevâfir, m ütevâfire ‫ﻣﺘﻮاﻓﺮه‬

n a n . M â-i-m ütevâfire : ‫ ؟‬o g a la n , b o l l a n a n

( b k z : m ü t e tâ b i ') .

m iitetâvil

m ütevâfık zâviyeler : geo. * y ö n d e ş * a ç ıla r, fr. angles correspondants.

(a.s.

t a y r 'd a n .

c .:

m ü te ta y y ir in ) : te ta y y u r e d e n , u ğ u rs u z sa-

(a.s. m ü t e v a g g ı l 'ı n c . ) :

te v a g g u l e d e n le r, ‫ ؟‬o k m e ş g u l o la n l a r , f a z la u ğ r a ş a n l a r ; b i r ş e y i n ile r is in e , d e r i n l i ğ i n e v a ra n la r.

y a n ; ü z e r i n e u ğ u r s u z l u k g e liy o r m u ş g ib i

m ütevahhid ‫( ﻣﺘﻮﺣﺪ‬a.s. v a h d e t'd e n ) . ( b k z :

b i r h is s e k a p ıl a n .

m ütetayyir-âne

٠‫ﻣﻌﻄﻴﺮاﻻ‬

(a.zf. t a y r 'd a n ) : ü z e -

r i n e u ğ u r s u z l u k g e liy o r m u ş g ib i b i r h is s e k a p ıla ra k .

m ütetayyirin ‫( ﻫ ﻈ ﺮﻳ ﻦ‬a.s. t a y r 'd e n ) : t e t a y y u r e d e n le r, u ğ u r s u z s a y a n la r ; ü z e r i n e u g u r s u z l u k g e liy o r m u ş g ib i b i r ir is s e k a p ıl a n la r .

miitetebbi'

‫ﻟ ﻊ‬

(a.s. t i b 'd e n ) : te t e b b u ’ e d e n ,

d ik k a tle a ra ş tır a n .

mütetevvec

‫ﻣﺘﺘﺮج‬

‫ ﺟ ﺪ‬١‫ﻣﺘﻮ‬

( a . s . ) : s a h te , y a p m a o l a r a k

v e c d e g e le n .

‫ﻫﺘﻮاﺟﻪ‬

‫ﻣﺘﻮﺣﺸﺎﻧﻪ‬

m ütevahhiş-âııe

( a .f .z f .) : t e v a h h u ş

e d e r e k , k o r k a r a k , ü r k e n , y a d ır g a y a r a k ,

mütevâid ‫( ﻫ ﺆا ى‬a.s. v a 'd 'd e n . c. :m ü t e v â i d i n ) : v a id le ş e n , s ö z le ş e n , b i r b i r i n e s ö z v e r e n ,

id le ş e n le r , s ö z le ş e n le r, b i r b i r i n e s ö z v e r e n -

miitevâcihen

m ütevâkil ‫ ﻛ ﻞ‬١‫ ( س‬a .s .) : b i r b i r i n i v e k il e d e n , m ütevak kı' ‫( ﻣﺘﻮﻗﻊ‬a.s. v a k 'd a n ) : te v a k k u ' e d e n , m e d e t e y le y e n , b e k le y e n , u m a n ,

m ütevakkı-âııe ( a . s . ) : y ü z le ş e n , y ü z y ü z e

g e le n . ( a . z f .) : y ü z y iiz e g e le re k ;

‫ﻣﺘﻮﻗﻌﺎﻧﻪ‬

( a .f .z f ) : m ü te v a k k i

o la n a , ü m î d e d e n e y a k ı ş a c a k s û r e tte .

miitevakkıd

‫ﻣﺒﺮاﺟﻬﺄ‬

k a r ş ı l a ş a r a k , k a r ş ı k a r ş ıy a .

920

e d e n , k o r k a n , ü r k e n , ü r k e k , y a d ır g a y a n ,

ler.

m ütetevvic ۶ ‫( ج‬a.s. t â c 'd a n ) : 1. t a ‫ ؟‬g iy m iş , ta ç lı. 2. bot. ‫د‬

miitevâcih

mUtevahhiş ‫( ﻣﺘﻮﺣﺶ‬a.s. v a h ş 'd e n ) : t e v a h h u ş

m ütevâidin ‫( ﻣﺘﻮاﺀدﻳﻦ‬a.s. m i i t e v â i d 'i n c . ) : v a -

(a.s. t â c 'd a n ) : t a ‫ ؟‬g iy d ir il-

m iş .

miitevâcid

m ü te f e r r id ) .

‫ﻣﺘﻮﻗﺪ‬

( a .s .) : te v a k k u d e d e n , t u t u -

ş u p y a n a n . Âteş-i m iite'vakkıd : t u t u ş a n , y a n a n a te ş.

mütevazziha

‫( ﻣﺘﻮﻗﻒ‬a.s. vu k u f dan) : 1. tevakkuf eden, duran, bekleyen, eğlenen. 2. bir şeye bağlı olan, ancak onunla olabilen, (blcz : vâbeste).

m ü t e v a lc k if

m iit e v a k k ir

‫ﻣﺘﻮﻗﺮ‬

m ii t e v a k k ir în

‫( ﻣﺘﻮﻗﺮﻳﻦ‬a.s. miitevakkir'in c.) :

(a.s. vakar'dan. c. : miitevakkirin) : vakarlanan, onurlanan,

vakarlananlar, onurlananlar.

‫ش‬١‫ﻣﺘﻮ‬

m ütevâtir

(a.s. v e tr 'd e n ) : t e v â t ü r e d e n ,

a g i z d a n a ğ ız a d o la ş a n , h a l k a r a s ı n d a sö y le n ile n .

mütevâtire

‫ﻣﺤﻮاﺗﺮه‬

(a.s. v e tr 'd e n ) : [ " m ü t e v â tir ''

i n m ü e n .J . ( b k z : m ü t e v â ti r ) .

‫ﻣﺘﻮاﺗﺮأ‬

miitevâtiren a g iz d a n

a ğ ız a

(a.zf.) : t e v â t ü r e d ile re k ,

d o la ş a r a k , h a l k

a ra s ın d a

s ö y le n e re k .

‫( ﻣﺘﻮﻗﻰ‬a.s. vikaye'den) : tevakki eden, kendini gözeten, sakınan, çekinen,

m iit e v a k k î

‫ﻣﺘﻮﻃﻦ‬

m ü te v a ttm

(a.s. v a t a n 'd a n ) : t a v a t t u n

e tm iş , b i r y e r i v a t a n e d i n m i ş , y u r t t u t m u ş , y u rtla n m ış .

‫( ﻣﺘﻮاﻟﻰ‬a.s. vely'den) : tevâlî eden, birbiri ardınca giden; art arda gelen, üstüste, bir diiziye olan.

m ü t e v â z î ‫( ﺳﻮاﺿﻊ‬a.s. v a z 'd a n . c. : m ü te v â z ı în ) :

‫( ﻣﺘﻮاﻟﺪ‬a.s. vâlide'den) : birbirinden dogup üreyen, (bkz : mütenâsil).

m ü te v â z ı- â n e

m ü t e v â lî

1. te v â z u eden, 2 . g ö s te r iş s iz .

a lç a k g ö n ü llü ,

k ib ir s iz .

m ü t e v â lîd

‫ﻣﺘﻮاﻟﻴﻪ‬

(a.i.) : 1. m a t. Sira. 2. ["mütevâlî” nin müen.]. (bkz : mütevâlî).

m ü t e v â liy e

m iite v â liy e n

‫( ﻣﺘﻮاﻟﻴﺄ‬a.zf.) : art arda, üst üste,

bir düziye, aralık vermeden, m ü te v â rî

‫( ﺳﻮارى‬a.s. verâ'dan) : tevâri eden,

gizlenen; gizli, sakil. m ü t e v â r îd , m ü t e v â r id e

‫ﻣﺘﻮاﺿﻌﺎﻧﻪ‬

(a.f.zf.) : 1. te v â z û , a l-

ç a k g ö n ü ll ü lü k l e , k ib i r s i z li k le .

2 . g ö s te r iş -

s iz o la r a k .

‫ﻣﺘﻮاﺿﻴﻦ‬

m ütevâzıîn

٨

(a.s.

'

c.) :

t e v â z û e d e n le r , a lç a k g ö n ü llü l e r , k ib ir s iz le r ,

m ütevâzî

‫ﻗﻮاز ى‬

(a.s. v e z y 'd e n ) : 1. b i r b i r i n e

m u v â z î (p a r a le l) o la n . 2. geo. p a r a l e l, fr.

parallèle.

‫ﺳﻮارده‬

،

‫ﻣﺘﻮاود‬

(a. s.

vürûd'dan) : tevâriideden, gelen. M e k â tîb -i mütevâride : gelen mektuplar, mütevâris ‫( ﻣﺘﻮارث‬a.s. verâset'den) : 1. tevârüs eden, birinden birine miras kalan. 2. babadan ogula geçen, [maddi, mânevî]. mütevâsık ‫( ﻣﺘﻮاﺛﻖ‬a.s.) : tevâsulc, birbirine güvenmek sûretiyle anlaşan, mütevâsıl, m ü te vâ sila ‫ ﻣﺘﻮاﺻﻠﻪ‬، ‫( ﻣﺘﻮاﺻﻞ‬a.s. vasl'dan) : birbirine vâsıl olan, gelen; birbirine bitişmiş. H u tû t-1 m ü te v â sila : birbirine bitişmiş çizgiler.

m ütevâzi'l-adlâ' : geo. parallélogram m e.

fr.

p a r a l e lk e n a r ,

m ütevâzî'1-m ustatilât : geo. d i k d ö r t g e n l e r * p r iz m a s ı, fr. parallélipipède rectangle. m ütevâzi's-sütûh : geo. ‫د‬ fr. parallélépipède. 3. ed. v e z in v e k a f iy e b a k i m i n d a n b i r b i r i n e u y g u n s e c i'le r. M e s e lâ :

sen. d a r ü l f i i n U n u n ‫ ؛‬b ü t ü n fünûnuylaJ mütefennin* o lu n c a y a k a d a r, ben' darülcünûnun* b ü t ü n cünûmıyla) mütecennin« o la c a g im ... g ib i, m ütevâzîn

‫ﻣﺘﻮازن‬

(a.s.

v e z n 'd e n ) : t e v â z ü n

e d e n , t a r t ı l a r ı b i r o la n , i k i s i n i n a ğ ır lı ğ ı b ir b ir in e d e n k , u y g u n o la n ‫ ؛‬d e n k .

mütevâsî ‫( ﻣﺘﻮا ص‬a.s.) : birbirine teveccüh eden, yönelen, birbirine tavsiye eden,

m ütevâzine ^ ' ۶ ( a .s .v e z n 'd e n ) : [“m ü t e v â z i n ”

mütevâsîb ‫( ﻣﺘﻮاﺋﺐ‬a.s.) : birbirinin üzerine sıçrayan.

m ütevâziyen

m iit e v a s s il

‫ﻣﺘﻮﺻﻞ‬

(a.s.) : 1. v â s ıl o lan , k a v u ş a n .

2. münâsebet ve yakınlık kuran, n ıü te v a ş ş ih

‫( ﻣﺘﻮﺷﺢ‬a.s.) : süslenen, takip takış-

tiran. m ü te v â t î

2.

fels.

i n m ü e n .] . ( b k z : m ü te v â z in ) .

‫ﻣﺘﻮازﻳﺄ‬

(a.zf.) : m u v â z î, p a r a l e l

o la r a k , b ir b ir i y le b ir le ş m e d e n ,

‫ﻣﺘﻮازﻳﺖ‬

m ütevâziyet m ütevazzih

(o.i.) : mat. * p a r a le llik ,

‫( ﻣﺘﻮﺿﺢ‬a.s.

v ı ı z û h 'd a n ) : te v a z z u h

e d e n , a ç ık la n a n , a ç ık lık p e y d â e d e n ,

‫( ﻣﺘﻮاﻃﻰ‬a.i.) : 1. birbirine benzeyen. *telcanlamli, fr. u n iv o q u e .

m ütevazziha

‫ﻣﺘﻮﺿﺤﻪ‬

(a.s. v u z û h 'd a n ) : [" m ü -

te v a z z i h '' i n m ü e n .] . ( b k z : m ü te v a z z ih ) .

921

mü.evazzî m ü te v a z z i

‫?ض‬

( a . s . ) : te v a z z u ' e d e n , a b d e s t

‫? ﺟﻊ‬

( a . s . ) : 1. v e c a 'la n a n , a ğ r ı d u -

a la n . m iite v e c c i'

y a n . 2 . s ılc ın tılı, d e r t li .

٠‫? ﺟﻰﻻ‬

m iite v e c c i-â n e

٠‫? ﺟﺎ‬

( a . s ) : v e c d e g e le n , k e n d i n -

d e n g e ç e c e k d e r e c e d e d a l g ı n l ı k g ö s te r e n ; ta s. k e n d i n d e n g e ç e r e k A lla h s e v g is in e d a -

la n . ،،‫? ج‬

m ü t e v e c c ih

(a.s.

v e c h 'd e n .

c .:

m ü t e v e c c ih i n ) : 1. te v e c c ü h e d e n , b i r c ih e te , b i r t a r a f a d ö n e n , y ö n e le n . 2 . b i r i n e ,k a r ş ı s e v g is i v e iy i d ü ş ü n c e l e r i o la n . 3. b i r t a r a f a g itm e y e k a l k a n .

‫ﻣﺘﻮﺟﻬﺎس‬

m iit e v e c c ih -â n e

‫( > ﻛﻸ‬a.zf.) : mütevekkil olarak, kadere boyun eğmiş, İŞİ oluruna bırakmış olarak.

miitevekkilen

(a.f.zf.) : a ğ r ı d u y a r a k ;

s ı k ı n t ı ile. m iite v e c c id

‫( >ﻛﻼذه‬a.f.zf.) : tevekkül ile, kadere boyun egerek, İŞİ oluruna bırakarak.

miitevekkil-âne

‫( > ﻛﻸ ﻋﻠﻰ اﻟﻠﻪ‬a. b.zf.) : Allah'a tevekkül ederek, Allah'a sığınarak.

mütevekkilen alallah

‫( ? ق‬a.s. ve i. vely'den) : 1. birinin yerine geçen. 2. bir vakfm idâresi, kendisine verilmiş olan kimse.

mütevelli

٠‫( ? ل‬a.s. vilâdet'den) : 1. tevelliideden, dogan, dünyâya gelen. 2. meydana gelmiş, doğmuş. 3. ilerigelmiş.

mütevellid

m ütevellidii'l-hayy: zool. doğurganlar, fr. ( a .f .z f .) : te v e c c ü h

vivipares.

e d e r e k , b i r y a n a d ö n e r e k , y ö n e le r e k ,

‫? ًﺟﻬﺎ‬

m ü te v e c c ih e n

( a .z f .) : 1. te v e c c ü h e d e -

re k , y ö n e le r e k . 2. g it m e k iiz e r e [ b i r y e re d o ğ r u ] . 3. n iy e tle n e re lc . m ü t e v e c c ih in

‫ﻫﻴﻦ‬٢?

(a.s. m i it e v e c c ih 'i n c . ) :

te v e c c ü h e d e n le r, b i r y a n a d ö n e n le r , y ö n e le n le r.

‫? دد‬

m iite v e d d id

(a.s.) : d o s t lu k , m u h a b b e t

‫? ﻟﻠ ﻪ‬

(a.s.) : [ " m ü t e v e d d id ”i n

m iie n .] . ( b k z : m iite v e d d id ) . m ü te v e ffa

‫?ﻓﻲ‬

(a.s. v e f â t 'd a n ) : v e fâ t e tm iş

‫?ﻓﺎه‬ ‫?ش‬

(a.s.

v e h m 'd e n .

c .:

m ü t e v e h h i m i n ) : te v e h h i i m e d e n , v e h im le n en , k u ru n tu lu . m ü t e v e h h im -â n e

‫ذه‬١‫? ﻫﻢ‬

( a .f .z f .) : v e h im le -

‫?ﻫﻬﺾ‬

(a.s.

v e h m 'd e n .

m i i t e v e h h i m 'i n c . ) : t e v e h h i im e d e n le r , v e h im le n e n l e r , k u r u n t u l u l a r , m ü t e v e k k il

‫?ﻛﻞ‬

(a .s. v e k l 'd e n ) : te v e k k ü l

e d e n , İ ş in i A ll a h 'a v e y â o l u r u n a b ı r a k a n , k a d e re b o y u n eğen.

922

gürültü, patırdı, şamata eden.

‫( ?رق‬a.s.) : teverruk eden, yapraklanan, yapraklı. Şecer-İ m ü tevern k : yapraklanmış, yapraklı ağa‫ ؟‬. (a.s. veı-â'dan) : teverrii' eden, dinin emrettiği şeylere sımsıkı bağlı 'kalan, (blcz : perhiz-kâr).

٠‫( سﺀال‬a.f.zf.) : miiteverri' olana, dinine sımsıkı bağlı kalana yaraşır sûrette.

miiteverri-âne

n ir c e s in e . m ü t e v e h h im in

(a.f.zf.) : sersem ve

hayranlıkla.

m iiteverri' ‫? رع‬

( a . s . ) : m u v a f fa lc o la n , (٠‫? ه‬

m iite v e h h im

miitevellih ‫( ?لﺀ‬a.s.) : tevelliih eden, hayran olan, olmuş; şaşan, şaşmış, akil başından giderek sersem ve hayrân olan.

m ütevernk

(a.s. v e f â t 'd a n ) : v e f â t e tm iş ,

ö lm ü ş [ k a d ın , k ız ]. m iit e v e f f ık

mütevellide ‫( ﻫﺘﻮﻟﺪه‬a.s. vilâdet'den) : b'mütevellid'' in miien.]. (bkz : mütevellid).

mütevelvil ‫ ﺑﺮﻟﻮل‬٠ (a.s.) : tevelviil eden, velvele,

o la n , ö le n , ö lm ü ş , ö lü . m iite v e ffâ t

kız ‫ ؟‬ocuklar.

miitevellih-âne ‫ ه‬٠‫?ﻟﻬﺎ‬

g ö s te r e n , k e n d i n i s e v d ir e n , m iite v e d d id e

miitevellidât ‫( ﻫﺘﻮﻟﺪا ت‬a.i. mütevellide'nin c.) :

miiteverrid

‫( ?رد‬a.s.) : teverriideden, gül gibi

kızaran.

‫( ?رك‬a.s. varak'dan) : teverrük eden, namazda kaynağını sağ ayağı üzerine koyup oturan veyâ kaynakların birini veyâ ikisini yere koyan.

müteverrik

mü.eıâhif müteverrim f i P (a.i. verem'den. c. : müteverrimin) : 1 . ŞİŞ, kabarık. 2 . s. teverriim etmiş, veremli, ince hastalıklı, müteverrime ‫ ه‬٠‫( ﻫﺘﻮر‬a.s. verem'den): ["müteverrim” in müen.l. (bkz : müteverrim). miiteverrimen ‫( ًﻣﺘﻮرﻣﺎ‬a.zf.) : teverrüm ederek, verem olarak, ince hastalığa tutularak, müteverrimin ‫ س‬٠‫( س‬a.s. müteverrim' in c .): veremliler. müteverrimûn ‫( ﺻﺮﻫﻮن‬a.s. verem'den): veremliler, ince hastalığa tutulmuş olan kimseler. müteverris ‫ ﻋﻮرث‬٠ (a.s.). (bkz : miitevâris). miiteverrit ‫ل‬٠‫( ﻣﺘﻮر‬a.s.): tevarrut eden, zor bir işe rastlayan. mütevessi' ‫ ﻣ ﻤ ﻊ‬٠ (a.s. viis'at'den): 1. tevessü' eden, genişleyen, geniş. 2. mec. büyüyen, gelişen. mütevessia ‫( ﻫ ﺒ ﺮ د‬a.s. viis'at'den): [“miiteves'si” nin miien.). (bkz ; miitevessi'). mütevessib ‫( م ﺀ ب‬a.s.).: tevessübeden, sıçrayan, atlayan. miitevessid ‫( ﻫﺒﺮﺳﺪ‬a.s.) : tevessiideden, yastığa dayanan. mütevessiden ١‫( ﺳ ﺴ ﺪ‬a.zf.): yastığa dayanarak. mütevessih

(a.s.). (bkz : mütedennis).

mütevessik ٠‫( ﻣﺘﻮﺛﻖ‬a.s. sikat ve vüsûk'dan) : bir işe sımsıkı sarılan. mütevessik-âne ‫( ﻣﺘﻮ'ذﻋﺎذه‬a.f.zf.): bir işe sımsıkı sarılarak. mütevessil t k p (a.s. vesile'den) : 1. tevessiil eden, sarılan; inanan. 2. sebep tutan. 3. başvuran‫ ؛‬girişen. mütevessilen ‫( ﻫﺜﻮﺳﻼ‬a.zf.): 1. tevessül ederek, sarılarak; inanarak. 2. sebep tutarak. 3. baş vurarak, girişerek. miitevessim r ? (a.s. vesm'den) : tevessüm eden, bir şeyi çözmeye çalışan, miitevettir, mütevettire ‫ ﻣﺘﻮﺗﺮه‬، A p (a. s. vetr vevitret'den): tevettür eden, gerilen, gergin olan. A'sâb-ı mütevettire : gergin sinirler.

m iiteyeyyil t k p (a.s. veyl'den) : teveyyiil eden,

vâveylâ çağıran, çığlık atan, feryâdeden. miitevezza' ‫ ﻟﺰع‬۶ ‫( م‬a.s.): tevzi' olunmuş, dağı-

tılmış. miitevezzi' t i p (a.s.) : tevzi' eden, dağıtan, (bkz: müvezzi'). miiteyakkın ‫( ﻫﻌﻘﻦ‬a.s. yakin'den): teyakkun eden, yakin, kat'î olarak bilen. müteyakkız ‫ ﺗ ﻴ ﻆ‬٠ (a.s. yakaza'dan): 1. teyakkuz eden, uyanık bulunan, uyanmış, tetik-de. 2. gözü açık olan. müteyakkıza (a.s. yakaz'dan): [“müteyakkız” in müen.]. (bkz : müteyakkız), müteyakkız-âne ‫( ﻫﻌﻘﻈﺎذه‬a.f.zf.): teyakkuzla, uyanık bulunarak, uyanıklıkla, göz açıkİığı ile. müteyebbis (a.s. yubûset'den): teyebbüs eden, kuruyan, kuru olan, (bkz: müteceffif). müteyemmen (a.s. yümn'den): meymenetli, uğurlu, mübarek, kutlu. müteyemmim ‫ا‬٠‫( ﻫﻌﻢ‬a.s. yemam'dan): teyemmüm eden, (bkz: teyemmüm). müteyemmim-âne ‫ﻣﻤﺎذه‬٠‫( ﻣﻊ‬a.f.zf.): teyemmüm edercesine. müteyemmimen ‫ ﺑ ﻤ ﺎ‬٠ (a.zf.): teyemmüm ederek. müteyemmin ‫( ﻫﻴﻤ ﻦ‬a.s. yümn'den): teyemmün eden, meymenetli, uğurlu sayan. müteyemminen ‫ ﻋ ﻂ‬٠ (a.zf.): bereketli ve uğurlu sayarak. müteyessir ‫( ﻫ ﺒ ﺮ‬a.s. yiisr'den): müyesser olan, kolaylıkla meydana gelen; kolay yapılan, yapılması kolay. mütezâdd, mütezâdde ‫( ﻣﺘﻔﺎد ؛ ﻣﺘﻐﺎده‬a. s. Zidd'dan) : birbirine zıt olan, birbirinin zıddı olan. Efkâr-1 mütezâdde : birbirine zıt düşünceler. mütezahhir ‫( ﻫﻄﻬﺮ‬a.s. zahr'dan) : 1. karışına, nikâhı bozacak bir söz söyleyen. 2. biri tarafından yardim edilen, taraflısı olan. " ، > ٠? -(a.s.c.: mütezâhifin): savaşta birbirinin üzerine yürüyüp çatan. 923

müîezâhî.-âne ‫( ﻣﺘﺰاﺣﻔﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): savaşta birbirin in üzerine y ü rü y ü p çatan a y araşır yolda.

m ütezâhîf-âne

‫? اﺣﻢ‬

m ütezâhîm

(a.s. zîh âm 'd an . c . : m ü te z â h îm în ): lcalabalıktan sıkışan, birbirin in ü stü n e çıkan.

m ütezâhim în ‫( ﻣﺘﺰاﺣﻤﻴﻦ‬a.s. m ü te zâ h im 'în c . ) :

k alab alık tan sıkışanlar, b irb irin in ü stü n e çıkanlar.

‫( ﻣﺘﻈﺎﻫﺮ‬a.s. z u h û r'd an ) : te zâ h ü r

m ütezâhîr

eden, görünen, çıkan.

‫( ﻣﺘﻀﺎﻋﻒ‬a.s. zı'f'dan) : te zâ ü f eden, k at kat artan , ik i veyâ d ah a çok k ati olan, [maddî, m ânevî].

m ütezâîf

‫( ﻣﻌﺰﻫﺪ‬a.s. zü h d 'd en . c . : m ü te z e h h id în ): zâh it olan, d în e son derecede bağlı b u lu n an .

miitezehhid

‫( ﻣﺘﺰﻫﺪاﻧﻪ‬a.f.zf.): zâh id olana, d îne son derecede bağlı b u lu n a n a y araşır yolda.

miitezehhid-âne

‫( ﻣﺘﺰﻫﺪﻳﻦ‬a.s. m ü te z e h h id 'in c . ) : zâh ît olanlar, dîne son derece bağlı bulunanlar.

m ütezehhidîn

‫( ﻣﺘﺰﻫﺮ‬a.s. zehre'den) : 1. parlayan. 2. çiçeklenen, ‫ ؟‬İçekli. ( b k z : m üzehher). 3. kim. *çiçekseven, fr. e fflo resc en t.

m ütezehhir

‫( ﻣﺘﺰﻛﻰ‬a.s. z e k â 'd a n ): 1. tezekkî eden, tem ize çık an [kimse]. 2. zekât veren. 3. d in e çok bağlı [kimse],

mütezekki

‫( ﻣﺘﻔﺎﻋﻔﻪ‬a.s. z ı'f 'd a n ) : ["m ütezâîf” in m üen.]. (bkz : m ütezâîf).

m ütezekkir

‫( ﻣﺘﺰﻗﻢ‬a .s.c .: m ü te z a k k ım în ): tezak k u m eden, güçlükle yu tan ,

m ütezellik

mütezâîfe

m iitezakkım

‫( ﻣﺘﺰﻗﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): te z a k k u m ederek, güçlükle y u ta ra k ,

m ütezakkım -âne

m ütezakkım in

‫( ﻣﺘﺰﻗﻤﻴﻦ‬a.s. m ü tezak k ım 'ın

c . ) : tezak k u m edenler, güçlükle y u tan lar, m ütezârîb

‫( ﻣﺘﻀﺎرب‬a.s.). (bkz : m ütedârîb).

‫( ﻣﺘﺰاول‬a.s.) : 1. tezâvül eden, bir şeyi b ir şeye y ak laştıra n . 2. b ir şey m eydana getirm eye çalışan.

m ütezâvîl

‫( ﻣﺘﺰاور‬a .s.c .: m ü te z â v îrîn ): birbirin i ziyâret eden, b irb irin i gidip gören,

m ütezâvîr

‫( ?اورﻳﻦ‬a.s. m ü tezâv îr'in c . ) : b irb irin i ziyâret edenler, b irb irin i gidip görenler.

‫( ﻣﺘﻨﻜﺮ‬a.s. z ik r'd e n ): 1. te ze k k ü r eden, hatırlayan. 2. b ir içe d â ir söyleşen, ‫( ﻣﺘﺰﻟﻖ‬a .s.): tezellu k eden, kayan, sürçen. Pây-i m ütezellik : kayan, sürçen ayak.

‫( ﻣﻌﻨﻠﻞ‬a.s. z ille t'd e n ): tezellül eden, k en d in i zelil gösteren, zillete, alçaklığa katlanan.

mütezellil

‫( ﻣﺘﺬﻟﻼﻧﻪ‬a.f.zf.): zelil, alçak olan a yak ışacak sû rette, alçakçasına,

mütezellil-âne

‫( ?إزل‬a.s. ze lz e le 'd e n ): tezelzül eden, titreyen, ırg alan an , sarsılan, sallan an , oynayan, Zingırdayan. A rz -1 m ü tezelzil : titreyen, sarsılan to p rak . B înâ-yi mütezelz i l : sallan an bînâ.

mütezelzil

‫( ﻣﺘﺰﻣﻞ‬a .s.): te ze m m ü l eden, elbiseye, ö rtü y e b ü rü n e n , ( b k z : m üddessir, m ütedessir, m üzzem m il).

m ütezâvîrîn

m ütezem mil

m ütezâyid ‫? اﻳﺪ‬

mütezenbir

(a.s. ziyâde'den) :tezâyüdeden, ziyâdeleçen, çoğalan, a rta n ,

m ütezâyif

‫( ﻣﺘﻀﺎﻳﻒ‬a.s.) : fels. fr. connotatif.

m iitezayyık

‫( ﻣﺘﺼﻖ‬a .s.): ta za y y u k eden, dar-

İaşan. mütezebbid

‫( ﻣﺘﺰﺑﺪ‬a .s.): 1. tezebbüdeden, kö-

piiklenen, k öpüren. 2. k ay m ak bağlayan. Leben-i mütezebbid : k ay m ak lı süt.

‫( ﻣﺘﺬﺑﺬ ب‬a.s. z e b z e b e 'd e n ): 1. tezebzübeden, kararsız, (bkz : m iitereddid). 2. karm ak arışık .

mütezebzih

924

‫( ? ﻧ ﺮ‬a .s.): te ze n b ü r eden, kibirlenen, b ü y ü klenen, k u ru la n ; can sıkıcı b ir ta v ır ta k m a n , (bkz : mUtekebbir). ‫( ?ﻧﺪق‬a .s.): tezen d u k eden, Zind ik olan, k â fir olan.

mütezendik

‫ﻣﺘﺰوج‬ (a.s. zevc'den c .: m ü te z e v v ic în ): tezevvüceden, zevce edinen, evlenen, evli, evlenm iş, ( b k z : zât-üzzevc).

mütezevvic

‫( ﻣﺘﺰوﺟﻴﻦ‬a.s. m ü tezevvic'in c . ) : tezevvücedenler, zevce edinenler, evlenenler, evliler, evlenm işler.

m ütezevvicîn

mUvecteh mütezevvid ‫( ﺿﺰود‬a.s. zâd'dan. c .: mütezevvidin): tezevviideden, yanma erzak, azık alan.

heyetçe cinayetle itham edilen ve muhake. me edilmesi kararıyla cinayet mahkemesine çıkarılan sanık.

mütezevvidin ‫( ﺿﺰودﻳﻦ‬a.s. mütezevvid'in c .): tezevviidedenler, yanma erzak, azık alanlar.

miittehemiyyet ‫( ﻣ ﺘ ﻬ ﺐ‬o.i.): suçluluk, suçlandırılma. [yapma kelimelerdendir].

mütezevvilc ‫ دﻧ ﻮ ق‬. (a.s. zevk'den): 1. tadını tadan. 2. zevk ve safâ eden, mütezeyyin ‫( ﻣﺘﺰﻳﻦ‬a.s. zinet'den): zinetlenen, süslenen, bezenen. müt'ib ‫( ﻣﺘﻌﺐ‬a.s. ta'b'dan): İt'âbeden, yorgunluk veren, yoran. miitimm ‫( ﻫ ﺘ ﻢ‬a.s. temâm'dan): tamamlayan, tamamlayıcı, tamamlamaya yarayan, miitlif ‫( ﻣﺘﻠ ﻒ‬a.s. telef den): 1. telef eden, öldüren, yok eden, (bkz : miihlik). 2. tehlikeli, mütlife ‫( ﻣﺘﻠﻐﻪ‬a.s. telef den): ["miitlif” in miien.]. (bkz: miitlif). miittaki ‫( ﻣﺘﻬﻰ‬a.s. vaky ve vikaye'den): 1. ittika eden, sakınan, çekinen. 2. Allah'dan korlcan. (bkz : âbid, zâhid). miittebi' ‫ ع‬١‫( ﻣﺖ‬a.s. tab'dan) : İttibâ eden, tâbî olan, uyan, (bkz : muktedi). müttefakun-aleyh ‫ د‬٠‫( ﻣﺔﻫﻖ ﺀل‬a.b.s.): üzerine ittifâk edilmiş, anlaşılmış olan, müttefik, miittefika ‫ ﻣﺸﻘﻪ‬، ‫( ض‬a.s. vefk'den): 1. bağlaşmış, birleşmiş, anlaşmış, (bkz: müttehid). 2. filcirce berâber olan, (blcz: hem-fiki", hem-rey). Düvel-İ miittefika: bağlaşmış, anlaşmış devletler, müttefikii'l-kavl: söz birliği. müttefîkü'1-menfaa: menfaatleri bir olan, birleşen. miittefika ‫( ﻣﺸﻘﻪ‬a.s. veflfden): ["müttefik” in müen]. (blcz: müttefik), miittefikan ‫( ﻫ ﻈ ﺊ‬a.zf.): elbirligiyle, berâber, birlikte; oybirliğiyle,

hep

miittehaz, miittehaza ‫ ﻫﻌﺨﻨﻪ‬، ‫( ﻣﺘ ﺨﺬ‬a.s. ahz'dan) : ittihâz olunan, kabûl edilen; kullanılmakta, yürürlükte bulunan. Usûl-i miittehaza: tutulan kaideler, miittehem ‫( ﻣﺘﻬﻢ‬a.s. vehm'den) : 1. kabahatli, suçlu, (bkz: miittehim). 2. huk. ceza muhakemeleri usulü lcanununa göre bir

miittehid, müttehide ‫ ﻣﺘ ﺤﺪه‬، (a.s. vahdet'den): ittihâdetmiş, birleşmiş, birlik olmuş, birleşik, (bkz : müttefik). Memâlik-İ müttehide: birleşmiş memleketler. miittehiden ‫( ﻣﺘ ﺤﺪأ‬a.zf.): ittihâdederek, birlikte, berâber olarak. müttehim ‫ا‬٠‫( ﻣﺘﻪ‬a.s. vehm'den): töhmetli, kabahatli, suçlu görülen, suçlanan. miittehiz ‫( ﻣﺘ ﺨﺬ‬a.s. ahz'den): ittihâz eden, kabûl eden; sayan. miittehize ‫( ﻣﺘ ﺨﺬه‬a.s. ahz'den): [“müttehiz” in miien.]. (bkz: müttehiz). müttekâ ‫( ﻣﺘﻜﺎ‬a.i. vekâ'dan): İttikâ olunacak, dayanılacak âlet; koltuk degnegi; asâ. miittekâ-yi zer-kes : altın kakmalı asâ. miittekm ‫( ﻣﺘﻘﻦ‬a.s.): iyice bilen, bir şeyin bir türlü olmasına akil yatan. miitteki ‫ ﺗ ﻜ ﻰ‬٠ (a.s. vekâ'dan): İttikâ eden, dayanan, dayanmış. müttekiyye ‫( ﻣﺘﻜﻴﻪ‬a.s.): [“mütteki" nin müen.l. (bkz : mütteki). müttesi' ‫( ﻣﺘﺴﻊ‬a.s. vüs'at'den): tevessü' eden, genişleyen. miittesia (a.s.): ["müttesi” in müen.]. (bkz: müttesi'). müttesim ٣ ٥ (a.s.): vesimli, kızgın damga vurulmuş; husûsî bir alâmeti veyâ nişanı olan. müttezih ‫( ﻣﺘﻌﻨﺢ‬a.s.): ittizâh eden, açık, meydanda olan. mütûn ‫( ﻣﺘﻮن‬a.i. metn'den. c .): bir yazıyı şekil ve noktalama hususiyetleriyle birlikte meydana getiren kelimeler. Şerh-i mütûn : metinlerin şerhi, açıklanması. müvâkil ‫( ر ا ﻛ ﻞ‬a.s.): yapamadığı İŞİ başkasına yaptıran. müvecceh ‫( ﻣﻮﺟﻪ‬a.s. vech'den): 1. tevcih edilmiş, yüzü bir tarafa döndürülmüş. 2. her925

müve، ، ibe-! helezOniyye kesin teveccüh ettigi, makbul, münâsip, uygun. 3. mant. fr. modales, miiveccibe-i helezOniyye : bot. .sarmal tal-

kim, fr. cym e hélico'1'de. m üveccibe-i kesîrü'l-cânib : bot. *çokkollu

talkım. miiveccibe-i unkudiyye : bot. talkım, m iiveccibe-i zâtü'ş-şu'beteyn : bot. ikilcollu

talkım. miiveccibe miiveccih

müveUidü'1-levn : chromatogène.

‫( ﻣﻮﺟﺦ‬a.s. ve i.) : mat. .doğrultman,

miiverrahan

‫( ﻣﻮﻛﻞ ﺑﻪ‬a.b.s.) : miiekkil tarafından, miiekkele (vekile) bildirilen şey.

miivekkeliin-bih

‫( ﻣﻮﻛﻞ‬a.s. ve i. vekâlet'den). (bkz:

müekkil).

‫( ﻣﻮﻛﻠﻪ‬a.s. vekâlet'den) : [“müvekkil” in miien.]. (bkz : müvekkil).

müvekkile

miivellâ ‫( ﻣ ﻮ ﻟ ﻰ‬a.i. veli'den) : 1. bir İş tâkibi İçin şeılatçe vazifelendirilen me'mıır. 2 ٠h u k. bir kazâda vâkı bâzı muayyen dâvaları o kazâ hâlciminin görmesine mahzur veyâ mânî bulunduğu sûrette yalnız mezkûr dâvâları İstimâ ve fasletmek üzere tâyin olunan hâkim [yargıç].

‫ﻣ ﻮﻟ ﺪ‬

(a.b. i.) :

miivellidü'1-mâ' ‫( ﻣ ﻮ ﻟ ﺪ اﻟﻤﺎﺀ‬a.b.i.) : kim. h id ro jen, fr. hydrogène.

‫( ﻣﻮﻛﻞ‬a.s. vekâlet'den) : vekil tâyin

edilen, vekil edilen kimse [biri tarafından].

fr.

miivellide ‫( ﻣ ﻮ ﻟ ﺪ ه‬a.i. vilâdet'den) : 1. ebe [kadin]. 2. s. [“m üv ellid ” in m üen.]. (bkz : m üvellid).

miiverrah atılm ış.

m üvekkil

renkveren,

müvelidü'z-ziyâ' : kim., fiz. ışıkveıen.

‫( ﻣﻮﻓﺮ‬a.s.) : tevfir edilmiş, çoğaltıl-

mış. miivekkel

biy.

müvellidü'1-humûza ‫ا ﻟ ﺤ ﻤ ﻮ ﺿ ﺔ‬ kim. oksijen, fr. oxygène.

‫( ﻣﻮﺟﺒﻪ‬a.i.) : talkım.

fr. directeur. miiveffer

müvelüd-i milh, müvellidü'1-emlâh : tuzveren, fr. halogène.

‫ﻣﻮر خ‬

(a.s. îrâ h 'd a n ) : tâ rih li, tâ rih i

‫ﻣﻮر ئ‬

(a.zf.) : tâ rih li olarak,

miiverred ‫( ﻣ ﻮ ر د‬a.s.) : güllenm iş, k ız arm ış, k ırm ız ı olm uş. müverrih ‫( ﻣ ﻮ ر خ‬a.s. ve i. î‫ ؛‬â‫' ؛‬dan. ٩ : m ü v errihin ) : 1. tâ rih yazan, ta rih çi. 2. “ebce d ” hesâb m a göre m a n z û m o la ra k tâ rih d ü şü ren k im se [bir had ise h ak k ın d a], müverrihin ‫( ﻣ ﻮ ر ﺧ ﻴ ﻦ‬a.s. ve i. tâ rih 'd e n . m ü v e rrih 'in c.) : 1. tâ rih yazanlar, tarihçiler. 2. "ebced)' hesâb m a göre m a n z û m o la ra k tâ rih d ü şü ren le r [bir had ise h ak k ın d a], miivessah ‫( ﻣ ﻮ ﺳ ﺦ‬a.s.) : tevsih edilm iş, kirli, k irletilm iş. miivessi' ‫( ﻣ ﻮ ﻣ ﻊ‬a.s. vesü' ve saat'den) : tevsi' eden, genişleten.

müvessi-i ev'iye : biy. d a m a r genişleten, fr. (a.s. vaso-dilatateur. vilâdet'den) : 1. tevlldedilmiş, doğmuş, dogurulmuş, dogma. 2. melez, kani karışık. müvessih ‫( ﻣ ﻮ ﺳ ﺦ‬s.s.) : tevsih eden, kirleten , 3. aslında yok iken sonradan meydana gel- miivesvis ‫( ﻣ ﻮ ﺳ ﻮ س‬a.s. vesvese'den) : k u ru n tu cu, k u ru n tu eden, vesveseli, miş. Kelim ât-1 miivellede : yapma kelime1er. müvesvis-âne ‫( ﻣ ﻮ ﻣ ﻮ ﻣ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.fzf.) : vesveseli, kuru n tu lu b ir ta rz d a. miivelledât ‫( ﻣ ﻮ ﻟ ﺪ ا ت‬a.s.c.) : 1. doğmakla mey-

müvelledj

miivellede

‫ﻣ ﻮﻟ ﺪ ه‬

،

‫ﻣ ﻮﻟ ﺪ‬

dana gelmiş canlılar. 2. yapma kelimeler. miivellid

‫( ﻣﻮﻟﺪ‬a.s. vilâdet'ten) : 1. tevlideden,

doğuran. 2. doğurtan, dogurtucu, ebe. kim. meydana gelen, meydana getiren, m iivellid-i elektriklere : fiz. elektrik *üreti-

ci. m iivellid-i kudret : dincelten, fr. sthénique, m üvelüd-i lifin : zool. fibrinojen.

926

müvesvise ‫( ﻣ ﻮ ﺳ ﻮ ﺳ ﻪ‬a.s. vesvese'den) : [“m iivesvis” in miien.]. (bkz : m üvesvis). müveşşah

‫ﻣﻮ ﺷﺢ‬

(a.s.). (bkz : m uvaşşah).

m iivezzi' ‫( ﻣ ﻮ ز ع‬a.s. vez'den. c. : m üvezziin) : 1. tevzi' ve tak sim eden, dag itan . 2. i. postacı, posta, m ek tu p , te lg raf gibi şeyleri ev ev d ag itan kim se. 3. gazeteci, evlere gazete d ag itan kim se.

miizd m iiv e z z iin ‫( ﻣ ﻮ ز ﻋ ﻴ ﻦ‬a.s. v e i.), (blcz : m iivezzi'). m ü y â d â t ‫ ( ﻣ ﻴﺎ دا ت‬a .i.) : 1. m ü k â fa t. 2 . eld en ele v e rm e .

tu tm a , g ü n d e lik ile m u âm ele. m iiy e m m e n ‫ ( ﻣﻴ ﻤ ﻦ‬a .s .) : y ü m ü n lü , b ere k e tli; u ğ u rlu . m ü yesser

(a.s. y ü s ı 'd e n ) : k o la y ı b u lu n u p

‫ﻣﻴﺴﺮ‬

(a.s. y iisr'd e n ) : k o la y ım b u lu p

m ü y û n ‫( ﻣﻴ ﻮ ن‬a.i. m e y n 'in c . ) : y a la n sö y le m e le r; y a la n la r.

‫ﻣﺰﺧﺮف‬

m ü zah ref

(a.s. z u h r u f d a n ) : 1. y a la n c ı,

sah te y a ld ız , tel, p u l, b o y a g ib i şe y le rle SÜ'S-

‫ﻣﻨﺎب‬

(a.s. z e v e b â n 'd e n ) : 1. İzâb e ed il-

( b k z : b âd e , h a m r, sahbâ). 2 ٠ k im . e rim iş ,

SIVI h â lin e g e lm iş, fr. fo n d u ,

‫ﻣﺰﺧﺮﻓﺎت‬

(a.s. m U z a h re F 'n in c.) :

tel, p u l, b o y a , y a ld ız g ib i ?eyler,

‫ﻣﻨﺎﻛﺮا ت‬

(a.i. m ü z â re k e 'n in

c.) :

m ü zâ k ere le r.

‫( ﻣﻨﺎﻛﺮه‬a.i. z ik r'd e n .

m ü zâk ere

c . : m ü z â k erâ t:

le b e n in d e rs in i h a z ır la y a b ilm e k İç in ‫ ؟‬a lışm a sı. 3 . fe ls . O y la ş ım , fr . d e iib C r a tio n . m üzâl

‫ﻣﻨﺎل‬

( a .i.) : 1 . etek, k u y r u k . 2 . ek, İlâve,

( b k z : zeyl).

m ü z â d ‫( ﻣ ﺰا د‬a.s. ziy âd e'd en ) : ç o ğ a ltılm ış , artır ılm ış .

m ü z â r a a ^ ^ ( a .i.) : zira' ile sa tm a , [zira, 75 0‫ و‬s a n t im lik b ir u z u n lu k ölçü sü ].

‫ﻣﺰﻋﻔﺮ‬

( a . s . ) 1. s a fr a n la n m ış , s a r i

re n g e b o y a n m ış . 2 . b ir ‫ ؟‬eşit s a fr a n lı pilav,

‫ﻣﺰاح‬

m iiz a h r e f â t

1. b ir İş h a k k ın d a k o n u ş m a , d a n ış m a . 2 . ta-

m iş, e r itilm iş , e rim iş. L a 'l- i m ü z â b : şa ra p ,

m üzâh

2 . i. e rk ek ad i.

m ü zâk erât

m ü y û l ‫( ﻣﻴ ﻮ ل‬a.i. m e y l'in c.). (b k z : m eyi),

m ü z a 'fe r

z a h r'd a n ) : 1. z a h ir o lan ,

1. sü p rü n tü le r, p islik le r. 2 . y'alan cij sah te,

y a p a n ; k o la y lık la m e y d a n a getiren ,

m üzâb

‫( ' ﻣﻈﺎﻫﺮ‬a.s.

a rk a , t a r a f lı ‫ ؟‬ik a n , y a r d im eden, k o r u y a n .

İÜ. 2 . (c. : m ü z a h r e fâ t ) : s ü p rü n tü , p is lik .

‫ﻣﻴﺴﺮ‬

y a p ıla n ; k o la y gelen , k o la y lık la o lan , m iiy e s s ir

( a .s .) : 1 . z a h m e t, s ık ın tı v eren .

2 . a y k ır ı gelen. m ii z â h ir

m iiy â v e m e ‫( ﻣﻴﺎ و ﻣ ﻪ‬a.i. y e v m 'd e n ) : g ü n lü ğ ü n e

‫زا ﺣ ﻢ‬

m ü z â h im

(a.i.). (b k z : m iz â h ). [asil " m ü z â h ”

o ld u g u h a ld e " m iz â h " ş e k li y a y g ın d ır],

m ü zâraa

‫ﻣﺰارﻋﻪ‬

( a .i.) : 1 . e k in c ilik ü z e r in e y a -

p ıla n İşler. 2 . f ı k . to p ra ğ a , ç a lış m a y a v e k a z a n c a o r t a k o lm a k ü z e re k u r u la n şirk et.

‫ﻣﺰاوﺟﻪ‬

m üzâvece

(a.i. z e v c 'd e n ) : 1 . e vlen m e.

(a.s. z i h â f d a n ) : ed . z ih a flı,

2 . ‫ ؟‬ift o lm a . 3 . ed . b ir m ıs r a d a k e lim e g r u p -

şiird e v e z in z a ru re tin d e n , b ir h a r f i d ü şü -

İa r ın ın y e r in i d e ğ iştire r e k c ü m le y i te k ra r-

rü lm ü ş , o k u n m a m ı? v e y â m e m d u t (u zun)

la m a . ["B e n p ü r o ls a m o l te h id ir, o l p ü r o lsa

ik e n k ıs a o k u n m u ? o la n k e lim e,

b en te h i” (N âbî) m ıs r a ın d a o ld u g u gibi].

m üzâüaf

‫ﻣﺰاﺣﻒ‬

m üzâham e

‫ﻣﺰاﺣﻤﻪ‬

s ık ın tı v e rm e .

(a.i. z a h m 'd e n ) : 1 . z a h m e t, 2 . k alab alık ;;

İtişe

k a k ış a

h ü c û m e tm e [b ir yere], (b k z : iz d ih â m ). m üzâhe

‫ﻣﺰاﺣﻪ‬

m ü zâh eret

(a.i.). (b k z : m iz â h ).

‫ﻣﻈﺎ ﻫﺮت‬

n ıü z â v e le

‫زاوﻟﻪ‬

İ‫ ؟‬in ‫ ؟‬a lışm a . m üzâyaka

‫ﻣﻀﺎﻳﻘﻪ‬

(a.i.

z ik ,

zayk

ve

d ik ,

d a y k 'd a n ) : s ık ın tı, d a r lık , p a r a s ız lık ; y o k (a.i. z a h r 'd e n ) : a rk a la m a ,

lu k .

y a r d im etm e , k o r u m a . m ü z â h e r e t - i a d l i c e : e k o . m a h k e m e m a sr a f la r ım ö d e m e k te n â ciz o la n v e m ü ra c a a tın d a h a k li o ld u ğ u n a d e lil g ö ste re b ile n k im se le rle , h a y ır k u r u lu ş la r ın a t a h a k k u k e d e n h a r ‫ ؟‬v e m a s r a fla r ü z e rin d e d e v letç e y a p ıla n y a r d im .

‫ﻣﺰاﺣﻜﻮﻳﺎﻧﻪ‬

o la n a y a k ış ır sû rette.

m üzâyed e

(a.f.zf.) : m iz â h g û

٥‫ﻣﺰاﻳﺪ‬

(a.i. z iy â d e 'd e n ) : a r tır m a ,

m iiz â y e d e - i a l e n i y y e : e k o . m a lin h a k ik i d e ğ e riy le s a tılm a s ın ı te m in e tm e k iiz e re a lıc ıla r a r a s ın d a , a r t t ır m a y a p ıla r a k ta tb ik o lu n a n sa tış u su lü . m üzâ^^ele

m ü z â h - g û ‫( ﻣﺰاﺣﻜﻮ‬a.f.s.). (b k z : m iz â h -g û ). m ü z â h -g û -y â n e

( a .i.) : 1 . b ir şe y i, b a ş k a b ir şeye

y a k la ş t ır m a . 2 . b ir ş e y m e y d a n a g e tirm e k

m üzcât

‫راﻳﻠ ﻪ‬

‫ﻣﺰﺟﺎت‬

( a .i.) : b ir b irin d e n a y r ılm a . ( a .s .) : az, az n esn e, ( b k z : en-

d ek , k a lil). m ü z d ‫ ( ﻣ ﺰ د‬f .i .) : 1. ü c ret, k a r ş ılık . 2 . k ir â .

927

müzd-i m ü z d -i d e n d â n : diş kirâsı. 3. m ü kâfât. 4. sevap, ecir, y an i ah re tte verilecek m ükâfat, m ü z d â d ‫( ردا د‬a.s. z iy â d e 'd e n ): 1. ziyadeleşm iş, artm ış, çoğalm ış. 2. i. k a d m adi. m ü z d e c ir ‫( ر د م‬a.s.) : edilen yasağı k ab û l eden ve 0 yolda dav ranan , m iizd e cire ‫( ر د ر ه‬a.s.) : miien.]. (bkz : m üzdecir).

[“m ü zd ecir"

in

m iiz d e h a m ‫( ر د م‬a.s. z a h m 'd e n ): izd ih am lı, kalabalık. m iiz d e h im ‫د م‬ kalabalıklı.

‫ر‬

(a.s. zahm 'den) : izd ih am lı,

m iiz d e h im -g â h ‫( ﻣﺰدﺣﻤﻜﺎه‬a.f.b.i.) : k alab alık yer. M iizdelife ‫( رد ف‬a .h .i.): K âbe'de, “A rafat'' ile “M in â" arasın d a b u lu n a n k u tsa l b ir yer. m ü z d e v ic ‫( ردو ج‬a.s.z ev c 'd e n ): 1. izdivâceden, evlenen. 2. b ir kelim eye kafiye olan, (bkz : m ukaffâ). m iizd ev ice ‫( ر د و م‬a .i.): 1. b o t. k a v u şu r suyosu n la n . 2. s. [“m ü zdevic” in m üen.]. (bkz : m üzdevic). 3. m a t. *eşlenik, m iizd -v er

‫ردور‬

(f.b .i.): ücretle ‫ ؟‬alışan.

m iiz e b b a k ‫( ر ق‬a .s.): zlb ak lan m ış, ü stü n e Civa sürülm üş. m iizeb zeb ‫( ﻫﺬﺑﺬ ب‬a.s. ze b z e b e 'd e n ): 1. b ir şeye k a ra r verem eyen, ik ircim li; beceriksiz. 2. k arm ak arışık . m ü z eb z ib ‫ ذ ذ ب‬. (a.s. z e b z e b e 'd e n ): 1. k arıştira n , k a rm a k a rışık eden. 2. ( b k z : m üzebzeb.).

‫( رﻓ ﺖ‬a.s.) : ziftli, ziftlenmiş, zift SÜrülmüş.

m ü z e ffe t

m iiz e h h e b ‫( ﻫﺬﻫﺐ‬a.s. z e h e b 'd e n ): 1. tezh ib o İunm uş, altm su y u n a batırılm ış, (bkz : m üzerkeş). 2. yaldızlanm ış, m iiz e h h e r ‫( و ﻫ ﺮ‬a.s. z ü h re 'd e n ): 1. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ekli; ‫ ؟‬İ‫ ؟‬eklenm iş, ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek a‫ ؟‬m ış. 2. i. k a d ın adi. m iiz e h h e r k û f î : i. g. s. b ir yazı sitili, m iiz e h h ib ‫( ذ ب‬a.s. zeheb'den) :1. tezhibeden, altın su y u n a b a tıra n , te z h ip ‫ ؟‬i. 2. yaldıza b atıran , yaldızcı. 928

miizekkâ ‫ ر ﻛﺎ‬، ‫( ﻣﺰﻛﻰ‬a.s. z e k â t'd a n ): 1. tezkiye

edilm iş, p ak lan m ış, ak lan m ış. 2. A llah 'ın ad i a n ıla ra k kesilm iş hayvan. 3. zekât verilm iş. miizekker ‫( ﻣ ﻨ ﺎ‬a.s. ve i. z ik r'd e n ) : 1. erkek, er. 2. a. gr. “eril, kelim eyi erkek gösteren

[isim, zam ir, Sifat, fiil(. m iizekker-i s e m â î: gr. erkeklere m ah su s ol-

d u g u k u la k ta n d u y u la n kelim e,

‫ا‬/‫( ﻣ ﺰ‬a.s. z e k â t'd a n ): 1. tezkiye eden, tem izleyen, aklayan. 2. şâh itle rin vaziyetin i inceleyerek şa h itle rin in k ab û l edilebilecegini ispat eden. 3 ٠cenâze tö ren in d e tezkiye eden.

miizekki

m üzekki'n-nüfûs : 1) nefisleri a rıta n 1469 (2 ‫؛‬

(874) d a ölen Şeyh Eşrefoglu A b d u llah 'ın ö ğ ü tleri hâvî d în î b ir eseri,

‫( ﻣ ﻨ ﺎ‬a.s. z ik r'd e n ) : 1. zik r ettiren , h a tıra getiren, an d ıra n . 2. zikreden, İbâdet eden.

m iizekkir

‫( ﻣ ﻨ ﺎ ه‬a.i. z ik r'd e n ) : b ir İş İ‫ ؟‬in üstü n m ak am a yazılan resm i kâğıt,

miizekkire

miizellak

‫( ﻣﺰﻟﻖ‬a.s.): ayağı kay dırılm ış,

‫ ر ف‬.(a.s.): y ü zü n d e yeni yeni tüyler ‫ ؟‬ikan, (bkz : şâbb-1 em red). [yapm a kelim elerdendir].

m iizellef

m iizellil ‫ش‬

‫( د‬a.s. ziillv e z ille t'd e n ): zelilleştiren, h ak irleştiren.

miizelzel

‫( ﻫﺰﻟﺰل‬a.s.): tezelzül etm iş, zelzeleye

uğram ış. miizemmele

‫رﻣﻠﻪ‬

miizemmem

‫( ﻣﻨﺎدم‬a .s.): bayağı, aşağılık, fenâ,

(a .i.): so ğu k su testisi,

k ü stah [adam[.

‫( ﻣﺰﻣﻞ‬a.s. te z m il'd e n ): tezem m ül etm iş, b ir şeye sarılm ış, sargılanm ış.

m iizem m il

M iizzem m il sû re si : K u r'ân'ın 73. sûresi olup

20 âyettir; M ekke'de n âzil olm uştu r, müzenned

‫( ر د‬a .i.): 1. d ar yer. 2. ta m ah k â r,

ebsıkı. m iiz e n n id ‫( ز د‬a .s.): ‫ ؟‬a k m a k ile ateş ‫ ؟‬akan. m U zerkeş ‫( ز ر ﻛ ﻞ‬a.-f.b.s.): a ltın sırm alı, altin Sirma ile İşlenmiş., ( b k z : m iizehheb). S eccâde-İ m ü z e rk e ş : a ltın sirm a ile İşlenm iş seccâde.

miizzemmil m iiz e rri’ ‫( ﻣﺰرع‬a.s. zer'den) : to h u m eken [makine]. m iizev v â ‫( ر و ى‬a.s. zâ v iy e 'd e n ): zâviyeli, köşeli. m ü zev v eb ‫( ﻣﻨﻮب‬a.s. z e v e b â n 'd a n ): tezvibedilm iş, eritilm iş. m ü zev v ec ‫( ﻣﺰوج‬a.s. zevc'den) : tezvic edilm iş, çiftleştirilm iş. m ü z ev v e k ‫( رو ق‬a.s.) : Civa ile y aldızlanm ış. m ü z ev v e r ‫( ﻣﺰور‬a.s. z e v e r'd e n ): tezv ir olunm uş, uy d u ru lm u ş, düzm e [söz, haber..].

m ü z e ^ f-â n e

m ü z e c in ‫( ﻣﺰﻳﻦ‬a.s. zinet'den) : tezyin eden, süsleyen. miizgel

m üz'ic

‫ﻣﺰﻋﺢ‬

(a.s z a 'c 'd a n ) : İ z 'â c e d e n , r a h a t s ız -

ilk v e re n , u s a n d ıra n .

m ü z e v v ib ‫( ﻣﻨﻮب‬a .s.z e v e b â n 'd a n ):tezvibeden, eriten.

m üzîl

m ü z e v v irin ‫( ﻣﺰورﻳﻦ‬a.s. m iizev v ir'in c . ) : tezvirciler, arabozucular.

‫( ﻣﺰﻫﺮه‬a.i.c. : mezâhir) : ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ekli yer,

çiçek bahçesi.

miiz'ice

m ü z e v v ir-â n e ‫( ﻣﺰوراﻧﻪ‬a.f.zf.): tezvircilikle, arabozuculukla.

‫( ﻣﺰﺳﻤﻞ‬a.i.) : yün egirmege yarayan İğ.

miizhere

m ü z ev v e re ‫( ﻣﺰوره‬a.s. z e v e r'd e n ): [“m iizevver" in m üen.]. (blcz : m üzevver).

m ü z e v v ir ‫( ر و ر‬a.s. zever'den. c. :m ü z e v v irin ): tezv ir eden, yalanı telleyip pullayan, arab o zucu. ( b k z : miifsid).

‫( ﻣﺰﻳﻔﺎ ﻧﻪ‬a.f.zf.) : 1. tezyif ede-

rek, alay ederek, eğlenerek, eglenircesine. 2. aşağı görürcesine.

‫( ﻣﺰﻋﺠﻪ‬a.s.) : ["müz'ic" in miien.].

(bkz : müz'ic).

‫( ر ﻳ ﻞ‬a.s. zevâl'den) : İzâle eden, yok eden, gideren.

m üz ٤lü'l-levn : kim. renk gideren. m üzill ‫ ذ ل‬٠ (a.s.) : İzlâl eden, zelil kılan.

(a.s. zelle'den) : 1. ayak kaydırıcı. 2. yanlış yaptıran, yanlış i? gördüren.

m iizill ‫ز ل‬

miizmen

‫( ﻣﻨ ﺲ‬a.s. zaman'dan) : müzmin hâle

gelmi?. mec. zayıflamış, halsiz düşmüş,

m ü zey y el ‫( ﻫﺬﻳﻞ‬a.s. z e y l'd e n ): 1. zeyli, ilâvesi, m üzm in, m üzm ine . ‫ رﻣﺶ‬، ‫( ر س‬a.s. zaman'dan) : hek. üzerinden zaman geçmiş, k atılm ış nesnesi olan. 2. eklentisi olan. eskimiş, süreğen [hastalık], fr. chronique. 3 . cevâbı altm a yazılıp geri gönderilen [tezkere]. İllet-İ m üzm ine : süreğen hastalık, m ü z ey y e lât ‫( ﻣﺬﻳﻼ ت‬a.i.c.) : k atılm ış şeyler, eklentiler. m ii z e ^ e le n ‫( ﻣﺬﻳﻸ‬a.zf.): k ağ ıd ın altm a, ek karşılığı yazılaralc. m ü z e y y e n ^ ( a .s .z in e t'd e n .c . :m iizeyyenât) : 1. zinetlen dirilm iş, süslenm iş, süslü. 2. i. k ad ın adi. m ü z ey y e n ât ‫( ﻣﺰﻳﻔﺎت‬a.s. m üzey y en 'in c . ) : zinetlend irilm iş, süslenm iş şeyler, süslü şeyler. m ü z e y y if ‫ ﻣﺰﻳﻒ‬-(a.s z e y f d e n ) : 1. te zy if eden, kalp o ldu ğu nu gösteren. 2. eğlenen, alay eden. 3. delillerle çürüten .

m üzm in hezeyân : hek. dört evreli hezeyan :

[endîşe‫ ؛‬zulme uğrama duygusu; büyüklük fikri; bunama.].

‫( ﻣﺬﻧ ﺐ‬a.s. zenb'den. c. : müznibin) : günah, suç işleyen, suçlu, (bkz : günâh-

miiznib

kâr). m üznibin ‫( ﻣﺬ ﻧ ﺒ ﻴ ﻦ‬a.s. müznib'in c.) : günah

işleyenler, suç işleyenler. m üzzem mel ‫( ر ﻣ ﻞ‬a.s.) : tezmil edilmiş, elbise

İçine sarılmış. m iizzem m il

‫( ﻣﺰﻣﻞ‬a.s.) : tezmil eden, .elbise

İçine saran, (bkz : mütezzemmil).

929

Nn

n â - ‫ﻻ‬- (he.) :başag elerekk elim ey im en fileçtiren b ir e d a t : N â -b e d îd : gözükm eyen, g ö rü n m eyen. N â - p â k : tem iz olm ayan, pis. N âp u h t e : pişm em iş, h a m [adam]. [Farsçada "nâ" ile "bi" e d atları ara sın d a fark vardır. “Bi” k at'î nefy edâtıdır. "N â" ise nefy fiilin in v u k u u n u b ild irir. "Bi" isim lerin b aşın a gelir; "nâ" fiillerden tü rem e kelim elerle SIfatlarm b aşın a konur]. n â -â g a z ‫"( ﻻ ﴽﺀاز‬ga" u z u n o k u n u r, f.b .s.): geçm için başlangıcı olm ayan gün.

n â -b e -d îd kayıp.

‫( ت إددد‬f.b.s.):

gö rü nm ez, bellisiz,

n â -b e -h e n c â r ‫ ر‬-

‫( ﻻ‬f.b.s.): USÛİSÜZ, yolsuz, n â -b e -h e n g â m ‫( ﻻ ﻃ ﺎ م‬f.b.s.): m evsim siz, vakitsiz, z a m â n m d a n önce, n â -b e -h ıre d ‫ ﺧﺮد‬٠‫( ﻻ‬f.b.s.): akilsiz, kafasız, n â -b e h re ‫( ﻻ ﺑﻬﺮه‬f.b.s.): 1. ulu. ( b k z : azim). 2. soysuz, ( b k z : fürûm âye). 3 ٠karışık, ( b k z : m ağşûş). n â-b e -k a id e ‫“( ﻻ ﺑﺔاﺀده‬ka" u z u n o ku nu r, f.a.b.s.) ‫ ؛‬kaideye uym ayan, k u ra la aykırı, kaidesiz.

n â -â ç n â ‫( ﻻ آ ى‬f.b.s.): bilinm eyen, yabancı, ( b k z : bî-gâne). [bâzan n az ım d a : "n âçn â” şeklinde de kullanılır].

n â -b e -k â r ‫ ﺑﻜﺎل‬٧ (f.a.b.s.) : 1. İçsiz, işe yaram az. 2. haylaz, yaram az, hayırsız,

n â -â z â d ‫( ﻻ آزاد‬f.b.s.) : “k u rtu la m ay a n " : m ec. alçak, âdi [kimse].

n â -b e -m a h a l ‫( ى؛ﻣﺤﻞ‬f.a.b.s.): m ahalsiz, yersiz, yolsuz, yerin de olm ayan, u ygunsuz,

n â -â z m û d e ‫( ﻻ آز ﺳﺪه‬f.b.s.) : denenm em iş, SInan m am ış.

n â-b e -m e v sîm ‫ا‬٠ ‫ ( ﻻﺑﻤﻮم‬fa .b .s .): vakitsiz, SIrasız, u ygunsuz, ( b k z : bl-vakt, nâ-behengâm ).

n a 'b ‫ب‬٠‫( ذع‬a .i.) : karga veyâ'horoz gibi ötm ek. n â b ‫( ﻻب‬a.i.c.': e n y â b ): 1. azı dişi. 2. yaşlı deve. n â b ‫( ﻻ ب‬f.s.): 1. hâlis, saf, arı. 2. katıksız. 3. berrak . 4. i. oluk. n â -b â lig ‫( ﻻ ﻻﻟﻎ‬f.a.b.s.): 1. bâlig olm ayan, hen ü z bülûga erm em iş. 2. m ec. geri zekâlı.

n â -b e r-c â ،‫( ﻻﺑﺮج‬f.b.s.): yersiz, yolsuz, ( b k z : nâ-becâ). n â -b e sî ‫( ﻻ س‬f.i.) : yokluk, (bkz : adem), n â -b e -sû d ‫ ود‬٠‫ ( ﻻس‬f b .s .) : el değm em iş, el dok u n m am iç, yeni şey. C â m e -i n â - b e - s û d : yeni elbise. n â b ız ‫( ﻻض‬a.s.) : n ab azan eden, v u ra n ,

n â-b â y este ‫( ﻻ ﻻ د ت‬f.b .s.): uyg u n su z, yakışıksiz; gereksiz.

n â b ız a ‫( ﻻ ب‬a.i. nab z'd an. c . : n e v â b ız ): a n a t. nabız d am arı.

n a b a z â n ‫ ن‬١‫( ﻓ ﺐ‬a .i.): d a m a r v u rm ası, nabız atm ası.

n â b î ‫( ﻻﻳﻰ‬a .i.): 1. haberci, h ab er veren, (bkz : m uhbir). 2 ٠i. erkek adi.

n â -b e -c â ‫ ﺟﺎ‬٠ ‫( ﻻ‬f.b .s.): yersiz, yolsuz, yerin d e degil, m ünâsebetsiz, u ygunsuz, ( b k z : nâbercâ).

N â b î ‫( ﻻﻳﻰ‬a.h .i.): b ü y ü k T ü rk şâiridiı.1626 ‫؛‬ d a U rfa'da d oğ m uştu r. D ö rd ü n cü S ultan M ehm et devrin de (1648 - 1687) İstan b u l'a

93.

notıns gelerek M u s â h ib -İ Ş e h r iy â r î M u s ta fa P a şa d â iresin e in tisab ile o n u n d iv a n k â tip liğ in i y a p m ış v e b ir a ra H ic a z 'a d a g itm iştir. M u s ta fa P a şa ö lü n ce H a le p 'e ‫ ؟‬e k ilerek u z u n m üddet

o ra d a

y a ş a m ış tır ;

H a le p

V â lîs i

B a lta c ı M e h m e t P a şa ile b irlik te y e n id e n İs ta n b u l'a

g e lm iştir

(1710 ).

İs ta n b u l'd a

h a y â tın ın so n y ılla r ın d a b a ş m u h â s e b e c ilik v a z ife s i g ö rm ü ş v e 1 7 1 2 de ö lm ü ştü r. B a şlıc a eserle ri ş u n l a r d ı r : M iire tte p D iv a n , H a y r iy y e , H a y r-â b â d , S u rn â m e , Z e y l-İ S iy e r-i V e y s i, T u h fe tü 'l-H a r e m e y n , M ü n şe â t. V â d î

n abza

‫ﻧﺒﻀﻪ‬

(a.i.) : d a m a r ın b ir kere atm ası,

‫ﻧﺒﺾ آﺷﻐﺎ‬

n a b z -â şn â

( a .f.b .s .): n a b ız d a n a n la -

y a n , m iz a ‫ ؟‬bilen .

‫ﻧﺒﺾ ﺳﻤﻴﺮ‬

n a b z -g lr

: n a b za , m iz â c a gö re d a v r a n -

m a s ın ı b ilen , y a r a n m a s ın ı b ilen fb irin e-].

‫ﻧﺒﻐ ﻰ‬

nabzl

( a .s .) : d a m a r ın a tm a sıy la ilg ili.

n â - c â i z j j b - U (f.a .b .s .): c â iz d eg il, y a p ılm a z , n a 'c â t

‫ﻧﻌ ﺠﺎ ت‬

(a.i. n a'ce'n in c . ) : d iş i k o y u n la r,

( b k z : n i'â c ). n a 'c e

‫ﻧﻌﺠﻪ‬

( a .i .c .: n i'â c , n a 'c â t ) : d işi k o y u n ,

sâ h ib i b ü y ü k b ir ş â ird ir; şiirleri d a h a ‫ ؟‬o k

n â c i ' ‫ ( ﻧﺎﺟﻊ‬a .s .) : h a z m ı k o la y y iy e c e k ,

h ik e m id ir. E b ü '1-H a y r v e E m in

n âcî

a d il ik i

‫ﻧﺎﺟﻰ‬

(a.s. n e c â t'd a n ) : 1 . n eca t b u la n , k u r -

o g lu o lm u ştu r. A lim d ir , m ü z ik te S e y y id

tu la n ,

N u h m ü ste a r a d ıy la b estele ri v a r d ır ; y a z ıs ı

d en k u r tu lm u ş , c e n n e tlik . ٠3 . i. erk ek adi.

d a p e k g ü z e ld ir.

[m iie n .: n â ciye ].

‫ﻧﺎﺑﻌﻪ‬

n â b i'j n â b îa

‫ﻧﺎح‬

،

(a.s. n e b e â n 'd a n ) : y e r-

d en ‫ ؟‬ık ıp fış k ıra n , k a y n a y a n , a k a n .

‫ﻧﺎﺑﻐﻪ‬

selâm ete

kavu şan .

2 . ceh enn em -

N â c î ‫( ﻧﺎ ﺟﻰ‬a .h .i.) : İs ta n b u l'd a s a ra ‫ ؟‬e s n â fın d a n A l i A g a a d ın d a n â m u slu b ir a d a m ın o g lu

( a .s .c .: n e v â b ig ) : 1. şan ı, şö h re ti

olu p m e ş h u r m u h a rrirle rd e n A h m e d M id -

b ü y ü k a d a m . 2 . so n ra d a n şâ ir o lan . 3 ٠b ü -

h a t E fe n d i'n in d â m â d ıd ır. B a b a s ın ın ö lü -

y ü k A r a p şâ iri N â b ig a t e z -Z ü b y â n î.

m ü n d e n so n ra R u m e li'y e g id ip V a r n a m e d -

n â b ig a

‫ﻷﺑ ﻴﻨﺎ‬

n â -b în â

( f .b .s .c .: n â -b în â y â n ) : a'm â,

g ö zü g ö rm e z, a n a d a n d o g m a kör. ( b k z :

‫ﻻﺑﻴﻴﺎﻳﺎ ن‬

(f.b.s. n â -b în â 'n ın

a'm âlar, g ö z ü gö rm ezle r, a n a d a n

c .) :

dogm a

körler, (b k z : a d ırrâ , azırrâ).

‫ﻧﺎ ﺳﺎﻳ ﻰ‬

n â -b în â y î

‫ﻧﺎﺑﺖ‬

n â b ît

(f.b.i.) : k ö rlü k , a'm âlık .

(a.s. n eb â t'd a n ) : [“ n â b it" in m iien .].

‫ﻧﺎﺑﺘﻪ‬ ‫ﻧﺎﺑﺬ‬

sa va şa n ,

sa va şç ı,

(b k z

‫ذ‬

m u h â rib ). N abt

‫ﻧﺒﻂ‬

‫ﻧﺒﻄﻰ‬

( a .s .) :

N abt

k a v m in e

m e n su p ,

o n u n la ilg ili. n â -b û d

‫ﻷﺑﻮد‬

o lan , b u lu n m a -

İflâ s etm iş, p e rişa n olm u ş, ( b k z : m u z -

m a h il).

‫ﻧﺒﺾ‬

H ik e m ü 'r -R ifâ î,

N e v â d i r ü '1-ek âb ir,

S â ib 'd e S ö z , H u lâ s a tü '1-a h lâ s , U b e y d iy y e , M ü te r c im , M e d re s e H â tır a la rı, M e c m û a -İ S u h e n , E s â m i, O sm a n lI Ş â irleri, M u h a m m e d M u z a ffe r m e c m û a sı. M u h â b e râ t, M e k tııp la rım . [Lû gat-İ N â c î, “ fe tv â ” k elim esin e h a z ırla n m ış , alt

tarafı) M iiste c â b iz â d e is m e t B e y ta ra fın d a n ta m a m la n m ış tır]. n â c il

‫ﻧﺎﺟﻞ‬

( a .s .) : s o y u so p u te m iz o lan [insan,

h a y v a n ].

n â -b û d -m e n d nabz

Y a d ig â r-1 N ü m ûn 'esi,

S â n ih â tü 'l-A r a b ) S â n ih â t-1 A c e m , E m s â l-İ

k a d a r k e n d i ta ra fın d a n

( f.b .s .) : 1. y o k

y a n . (b k z : m a 'd û m ). 2 . so n ra d a n y o k alan . 3.

b en d ,

A ru z

M u a llim , Istılâ h â t-1 E d e b iy y e , N u m û n e -İ

(a .h .i.) : A r a p y a r ım a d a s ın ın k u z e -

y in d e o tu ra n S u ry â n ile rd e n b ir k ısım . N a b ti

T erk îb -İ yâhut

M e s n e v î-İ M u a llim N â c i. N e s ir o la ra k y a z -

A l i, ( a .i.) :

G a z i,

T a k t i'

d i k l a r ı : îc â z -1 K u r'â n , M u a m m â -y i İlâ h î,

( a .i.) : b ir k ab ile d e y e n i ‫ ؟‬ik a n k ii-

‫ ؟‬ü k evlât. n â b îz

E rtu g ru l N â c i,

( b k z : nâbit). n â b it e

d ö rt y a ş ın d a ik en İs ta n b u l'd a v e fâ t e tm iş Çerâre, F ü rû z â n , H a m iy y e t , Z â tiin n itâ k a y n ,

(a.s. n eb â t'd a n ) : y e rd e n biten , y e r-

‫ﻧﺎﺑﺘﻪ‬

zetesine in tisâ b e tm iştir. A r a p ç a , F a r s ç a ve F r a n s ız c a y ı ‫ ؟‬o k iy i b ilen N a c i 18 9 3 de k ır k tir. M a n z u m eserleri şu n la r d ır : Â te şp â re ,

d en ‫ ؟‬ılcıp b ü y ü y e n , [m iie n .: "n â b ite "]. n â b ite

o ra d a r ü ştiy e h o c a lığ ın d a b u lu n m u ş , so n ra İsta n b u l'a gelerek "T e r c e m â n -I h a k ik a t '' ga-

a'm â, d arir, kür). n â -b în â y â n

rese le rin d e s a ğ la m b ir ta h sil g ö rm ü ş, y in e

‫ﻧﺎ ﺑﻮد ﻣﻐﺪ‬

( f b . s . ) : fa k ir, y o k su l.

( a .i.) : 1. b iy. a ta r d a m a r, v u r u r d a -

m a r. 2 . m e c . h â !e t-i r û h iy y e , p siko lo ji.

n â -c î n s

‫ﻧﺎﺟﻔﺲ‬

(f.a .b .s .): 1 . c in s i b o z u k . 2 . a y n i

cin ste n o lm a y a n . 3 . cin si b o z u k , al‫ ؟‬ak, so ysu z, a şa ğ ılık .

931

nar nâcir

٠‫ﻻﺟﻮ‬

( a .i.) : a ğ a ç la rd a y a p ra k s a p la rın ın

‫ﻻص‬ nâciş ‫ﻻ ص‬ nâcis

(a.i.) : o n u l m a z h a s t a l ı k ,

nâ-der-berâber

(a.i.) ‫ ؛‬a v ı ü r k ü t ü p a v c ı t a r a f ı n a k o -

v a la y a n a d a m .

p e y m â n e ).

nâ-cüsbân

‫ان‬٠‫ﻻ ج‬

( f .b .s .) : k ı m ı l d a n m a z , d u (f.b.s.). ( b k z : n â - ‫ ؟‬e s p â n ) .

( f i . ) : ‫ ؟‬a m a ğ a c ı, ( b k z : n â c û ).

‫ﻻﺟﻮاذﻫﺮد‬

nâ-cüvân-m erd

nadh ‫( ذ ﻫ ﺢ‬ad.), (b k z : nazh ). nâdıc e

u ( a .s .c . : n e v â d ı c ) : k ıv â m a g elm iş,

nâdî

‫ﻻﻟ ﻰ‬

( f .b .s .) : 1 . ‫ ؟‬â r e s iz , i s t e r is te m e z .

n evâ d î). m e c lis, e n c ü m e n , to p la n tı, ( b k z :

‫ﻻد ب‬

nâdib nâdic

‫ﻻدج‬

ta r ) . 3. z a v a llı, ( b k z : b î - ‫ ؟‬â re ). ‫ ؟‬âr-nâ-çâr :

‫ ( ﻻ د ر ى‬f b . i . ) : ‫ ؟‬â r e s iz lik . n â '‫ ؟‬e ‫ ( ﻻﻋﺠﻪ‬a . f . i . ) : y u m u ş a k y e r. n â - ‫ ؟‬e h ‫( ﻻ د‬f.i.) : n a c a k , k ü ç ü k b a lta . n â - ‫ ؟‬e s p â n ‫ ﺳﺎن‬٠ ‫( ﻻج‬f.b.s.) : 'y a r a ş m a z ,

3.

lâ y ık ,

(f.b.s.) : 1. h i ‫ ؟‬h ü k m ü n d e

o la n ,

d e ğ e r s iz , e h e m m iy e t s i z , ‫ ؟‬o k k ü ç ü k

[?ey].

F r a n s ı z c a 'd a n y a p tı ğ ı e d e n b i r e s e ri.

nâ-‫ ؟‬îz-âne

‫ﻻ؟ﺑﺰاذه‬

b a s ı lm ış ,

te r c ü m e l e r i

i h t iv a

‫ﻻﺟﻴﺰى‬

( f .z f .) : p e k k ü ç ü k , e h e m m i-

( f .b .i .) : n â ‫ ؟‬i z l i k ١ d e ğ e r s iz lik ,

e h e m m iy e t s i z ji k .

nâ-dân

‫ﻻدان‬

(f.'b.s.) : 1. b ilm e z , ( b k z : c â h il).

2 . n o b r a n , k a b a , te r b iy e s i k ıt.

nâ-dânî

‫ﻻداﻧﻰ‬

( f .b .i .) :

1. b il m e z l ik ,

‫ ( ﻧﺎداﻧﺴﺐ‬f .b .s .) :

b il m e z , c â h il.

‫ ﻧﻀﺎرت‬، ‫ﻧﻀﺮ‬

(a.i.) : a lt m . ( b k z :

‫ﻻداﺷﺖ‬

(f.b.s.) :

u ta n m a z ,

h a y â s ız .

( b k z ‫ ؛‬h a lî ü 'l- i z â r ) .

nâ-dâ?tî

‫ﻻدا ص‬

( f .b .i .) : u t a n m a z l ı k , h a y a s ız -

ilk .

‫( ﺻ ﺢ‬a.i.). ( b k z : n a z c ). nâdd ‫ ( ﻻد‬a . i . ) : r ı z k , a z ık .

nadc

932

nâdim -âne

(a.s. n â d im 'in c . ) : n e d â m e t

‫ﻻدﻣﺎﻧﻪ‬

( a .f.z f.) : p iş m â n o la ra k , p iş-

m a n lık la .

‫ ( ﻧﺎدﻣﺄ‬a .z f .) : p iş m a n o larak , ‫ ( ﻻ د ب‬a .i.) : p işm a n lık , nadir ‫( ذ ﻏﺮ‬a.s.). (b k z : n azir). nâdir ‫( ﻻدر‬a.s. n ed re t'd e n . c . :

nâdim en

n â d irâ t,

n e v â d i r ) : 1. se yrek , az, en d er b u lu n u r. En-

nâdirü ke'l-ma'dûm : n â d ir o lan , a z b u lu n a n ?ey, y o k g ibid ir, (b k z : m iite n âd ir). 2. i.

n âd irü 'l-vü cû d : b e n z e ri p e k az b u lu n a n [insan].

nâdirât

‫ﻻدرات‬

(a.s. n â d ir 'in c.) : se y rek , az, az

b u lu n a n ?eyler, (b k z : n evâ d ir).

nâdire

z e h e b , zer).

nâ-dâ?t

‫ﻻدﻣﺎ ن‬

d u ya n la r, p işm â n o lan lar,

erkek adi.

(b k z:

c ih â le t) . 2. n o b r a n l ı k , k a b a lı k .

n â-d ân ist,n â-d ân iste ‫ ﻧﺎداﻧﺴﺘﻪ‬، nadar, nadâret

(a.s. n e d â m e t'd e n . c . : n â d i m â n ) :

nâdim iyyet

y e ts iz b i r ? e y o la r a k . n â - ‫ ؟‬iz î

‫ﻻدم‬

n e d â m e t d u y a n , p iş m â n o lan ,

nâdim ân

I8 8 6 'd a

( f .b .s .) : 1. g ö rü lm e m i?) g ö r ü l-

i. k a d m adi.

nâdim

u y g u n o lm a y a n .

E lc re m 'in

( a .s .) : 1. iy i p işm iş et. 2. o lg u n m e y -

m e d ik . 2. p e k se y re k b u lu n a n , ‫ ؟‬o k d eğerli.

n â-‫ ؟‬âri

2 . R e c â iz â d e

( a .i.) : a ğ ıt y a k a n , a ğ ıt a ğ la y a n ,

‫ﻻدده‬

nâ-dîde

i s te r is te m e z , ( b k z : m u tla k a ) .

‫ﻻ؟ﺑﺰ‬

(a.s. n id â 'd a n ) : 1. n id a ed en , h a y -

( b k z : n â ih a , n e v v â h ).

2 ٠.. z o r u n d a k a lm ış , ( b k z : m e c b u r , m u z -

n â - ‫ ؟‬îz

( f .b .s .) : d e lin m e m i?, d elik

b ezm ). 3. i. erkek adi.

( f .b .s .) : t a m a h k â r ,

p i n t i , c im r i , e lis ık ı.

nâ-‫ ؟‬âr ‫ﻻ د ر‬

‫ﻻدرده‬

a ç ılm a m ış, (b k z : g a y r-1 m e sk u b , n â-sü fte ).

k ir a n , ç a ğ ıra n , ( b k z : m ü n â d î). 2 . ( a .i .c .:

‫ﻻﺟﺴﺒﺎن‬

‫ﻻم‬

(f.b.s.) : b irlik te o lm a -

o lg u n la şm ış.

ra g a n .

nâ-cüv

‫ﻻدرراض‬

y a n , a n la şa m a y a n , u y u ç a m a y a n .

nâ-derîde

‫ﺟﺬ‬-‫ ( ﻻ‬a . i . c . : n e v â c i z ) : a z ı d iş i, nâ-cû ‫ﺟﻮ‬٠‫ ( ﻻ‬f i.) : ‫ ؟‬a m a ğ a c ı, ( b k z : n â - c ü v ) . nâcûd ‫( ﻻﺟﻮد‬f.i.) : b ü y ü k k a d e h , ( b k z : nâçiz

nâ-cünbân

nâ-deın-saz ‫ از‬٠‫ ( ىدس‬f.b .s .) : a h e n k siz, u y g u n suz.

d i b i n d e k i filiz .

‫ﻻدره‬

(a.i. v e s . ) : 1. n â d ir o la n ?ey. 2. k a -

d m adi.

nâdire-i z a m a n : z a m â n m d a b ir eşi d a h a b u lu n m a y a n k im se.

nâdire-dân

‫ﻻدره دان‬

( f.b .s .) : â lim , z a rif, (b k z :

h u rd e -d â n ).

n â d ir e -g û ^

‫ﻻدره‬

(f.b.s.). (b k z : n â d ire -se n c ).

nâfice nâdire-gûyân

‫ﻧﺎدره ا ﻳ ﺎ ن‬

( f b .s . n â d i r e - g û 'm ı n

nafaka-i id d e t : huk. [e s k id e n ] k a d ı n 'ı n id -

c.) : g ü z e l f ı k r a a n l a t a n l a r , n ü k t e l i s ö z s ö y -

d e ti İ ç in d e lâ z ım g e le n n a f a k a , [ ç ü n k ü k o c a

le y e n le r. ( b k z : n â d ir e - s e n c â n ) .

b o ş a d ı ğ ı k a r ı s ı n ı i d d e t i b it in c e y e k a d a r i n -

nâd‫ ؛‬re-kâr ‫ ( ﻧﺎدره ﻛﺎ ر‬f .b .s .) : n â d i r İşler, s a n 'a t le r

f a k l a m ü k e l le f ti r ] .

nafaka-i m akziyye : huk. h â k i m t a r a f ı n d a n

y a p a n ..

nâdiren ‫ ( ﻧﺎدرا‬a .z f . ) : n â d i r o la r a k , a z o la r a k , nâdire-perdâz ‫ ( ﻧﺎدره ر دا ز‬f .b .s .) : g ü z e l v e in c e

ile n a f a k a b o r ç l u s u n u n r ı z â l a r ı y l a a r a l a rm d a k a ra rla ş tırd ık la rı n a fa k a .

s ö z s ö y le y e n .

nâdire-senc ٣

ta k d ir o lu n a n n a fa k a .

nafaka-i m a rz iy y e : huk. n a f a k a a la c a k lıs ı

p e k a z b u l u n u r , ç o k a r a l ık l ı,

‫( ﺗ ﺪ ر ه‬f.b .s.c. : n â d i r e - s e n c â n ) :

g ü z e l f ı k r a l a r a n l a t a n , n ü k t e l i s ö z le r s ö y le y e n , z a r i f [ k im s e ] , ( b k z : n â d i r e - g û , n ü k t e d â n ).

nafaka-i m e frû z a : huk. k a z â v e y â r ı z â ile ta k d ir v e tâ y in o lu n a n n a fa k a .

nafaka-i m e m â lik : huk. [e s k id e n ] k ö le v e c â r iy e n a f e k a l a r ı .

nâdire-sencân ‫ ( ﻧﺎدره ﺳﻔﺠﺎن‬f b . s . ) : g ü z e l f ı k r a l a r a n l a t a n l a r , n ü k t e l i s ö z s ö y le y e n le r, z a r i f k im s e le r .

nafaka-i muaccele :'huk. iş le m e d e n v e r i le n n a fo k a .

nafaka-i miistedâne : huk. b o r ç ile t e d â r i k

nadret ‫( ﻧ ﻀﺮت‬a.i.). ( b k z : n a z r e t) .

o l u n a n n a f a k a , [v e re siy e m a l a l m a k l a o la -

nâ-dürüst ‫ ( ﻧﺎدر ﺳ ﺖ‬f .b .s .) : 1. d o g r u o lm a y a n ,

b ile c e ğ i g ib i ö d ü n ç p a r a a l m a k l a d a o lu r].

e g ri. 2. s a ğ la m , g e r ç e k o lm a y a n . 3. h a k s i z , y a n lış .

c . ) : n a fe k a la r.

nâ-diirüstî

‫ﻧﺎدرﺳﺘﻰ‬

( f .b .i .) : 1. d o g r u , g e r ç e k o l-

m a m a . 2 . s a g la m , g e rç e k o l m a m a h â li , y a n lış lık , h a k s i z li k . 3. e g r ilik .

nâ-ehl

‫ اﻫﻞ‬٧

n a - e h l 'i n c.) : e h il o lm a -

y a n la r , e h liy e ts iz le r.

‫ ذﺟﺎم‬١‫ذا‬

m eye

k ü r k y a p ıla n

hayvan

p o st-

İ a r ı n ı n k a r n i a l t ı n d a k i d e r i k ıs m ı . 3. mec.

nâ-fercâm

‫ﻧﺎ ﻓﺮﺟﺎ م‬

( f .b .s .) : s o n u ç ık m a z , b o ş ,

f a y d a s ız [şey, İş].

‫ ذدام‬١‫ذا‬

( f .b .s .) : b iç im s iz , g a y n m u n -

ta z a m .

nâ-endîş

g ö b e ğ in d e n ç ı k a r ı l a n b i r ç e ş it m i s k , k o k u .

g ü z e li n , s e v g i li n in sa ç ı.

( f .b .s .) : g e le c e ğ in s o n u o lm a -

yan gün.

nâ-endâm

ç e k . 2 . v ü c u t t a ç ı k a n s iv ilc e , k a b a r c ı k .

2. d e ris in d e n

‫ ﻫﻼن‬١‫( ذا‬f.b.s.

nâ-encâm

nafata ‫ ( ﻧﻔﻄﻪ‬a . i . ) : hek. 1. ç o c u k l a r d a ç ı k a n Çİnâfe ‫ ( ﻧﺎﻓﻪ‬f . i . ) : 1. m i s k â h û s u d e n i l e n h a y v a n i n

( f .a .b .s .c .: n â - e h l â n ) : e h il o lm a -

y a n , e h liy e ts iz .

nâ-ehlân

nafakat ‫“( ﺗﻔﻘﺎ ت‬k a " u z u n o k u n u r , n a f a k a 'n m

nâfe-rîz

‫ﻧﺎﻓﻪ رﻳﺰ‬

(f.b.i.) 1

‫؛‬. g ö b e k

d ü şü re n .

2. k o k u s a ç a n .

‫ذدﻳﺶ‬١‫ذا‬

( f .b .s .) : u z u n u z a d ıy a d ü ş ü n -

d e g m e z , a ç ık , m u tla lc , m u h a k k a k ,

d ü ş ü n m e y e n . Â k ıb et-n â-en d îş : s o n u d ü şü n m ey en .

nâ-endîşîde

‫ﻧﺎ ﻓﺮﻣﺎ ن‬

(f.b.s.) : f e r m a n s ı z ,

e m ir

d in l e m e z , ( b k z : s e rk e ş).

nâfıa ‫( ﻧﺎﻓﻌﻪ‬a.i.) : 1. b a y ı n d ı r l ı k İş le ri. 2. İc a d ın a d i.

‫ذااذدﻳﺸﺪه‬

( f .b .s .) : d ü ş ü n ü l m e m iş ,

nâevs ‫( ذا؛وس‬f.i.) : k ilis e , m a n a s t ı r , n â f ‫ ﻧﺎف‬- ( f .i.) : 1. g ö b e k , ( b k z : s ü r r e ) . 2. mec. o r t a , ( b k z : n â h , v a s a t),

nâf-i şeb : g e c e y a r ıs ı, ( b k z : n ıs fü '1 -le y l). nafaka ‫( ﻧﻔﻘﻪ‬a.i. n e f k 'd e n . c . : n a f a k a t ) : 1. y iy e c e k p a r a s ı, g e ç im lik . 2. b i r i n i n lc a n û n e n m e c b u r iy e t in d e

m ahkem e

k a râ rıy la

a d li e d e b i e s e r i n i ş e r h e d e n , v â li li k le r d e b u İ u n m u ş A d a n a l ı â lim .

nâf-i zemin : M e k k e - i M ü k e r r e m e .

g e ç in d i r m e k

nâfi' ‫( ﻧﺎﻓﻊ‬a.s. n e f y 'd e n ) : 1. m e n f a a tl ı, fa y d a lı, k â r l ı. 2. i. A lla lı a d l a r m d a n d ı r . [Abdiinn â f î ' : H z . M u h a m m e d 'i n k ö le s in i n ad i]. 3. h. i. 'A b d ü 'n - n â f i " a d ı n d a n b o z u la r a lc e r k e k a d i. 4 . Z e m a h ş e r i 'n i n " e l- M u ta v v e l”

nâf-i âlem : M e k k e - i M ü k e r r e m e .

k im s e l e r e aylılc.

nâ-ferm ân

b u lu n d u ğ u b a ğ la n a n

nâfî ‫( ﻧﺎﻓﻰ‬a.s. n e f y 'd e n ) : g id e r e n , g id e r ic i, y o k e d e n , y o k e d ic i.

nâfic ‫ ( ﻧﺎﻓﺞ‬a . i . c . : n e v â f i c ) : k a b u r g a k e m i k le r in i n s o n u , eg e. n â fic e

‫ ( ﻧﺎﻓﺠﻪ‬a . i . ) : m is g ö b e ğ i, ( b k z : n â fe ). 933

nâf!h

‫( ﻻﻓﺦ‬a.s. n e f l f d e n )

n â fih

: n e fh

e d ic i, e d e n ,

n â fih a ^

‫( ﻻ‬a.s. n e f h 'd e n ) : [ " n â f ih "

i n m iie n .] .

( b k z : n â f ih ) .

‫ﻻس‬

n â file

n â -g e h â n ,

٠‫ذاﻛﻬﺎذى‬

ü f ü r e n , ü f ü r ü c ü , iifle y ic i.

( a . s . c . : n e v â f i l ) : 1. l ü z u m l u d e g il

n â -g e h â n e ,

‫ﻻﻛﻬﺎذه‬

‫؛‬

n â -g e h â n î

‫ ﻛﻬﺎت ﺀ‬١‫ذ‬

(f.zf.) : a n s ı z ın , b ir d e n b ir e .

K a z â - y i n â - g e h â n î : a n s ı z ı n g e le n k a z â .

‫ﻻس‬

n â g e h -z u h û r o lu v e r e n .

٠‫ىﻏﺾ‬

( f .a .b .s .) : a n s ı z ı n o la n ,

i k e n y a p ı l a n i?. 2 . f a r z l a r ı n d ı ş ı n d a k l i m a n

n â g ız

n a m a z . 5 . fa y d a s ız , i?e y a r a m a z , b o ? [?eyl.

2, s a lla y a n , n â - g i r î z ‫ ر‬/ ‫ ( ﻻ‬f .b .s .) : ‫ ؟‬a r e s iz . n â - g ü f t e ‫ ( ﻻ ي‬f .b .s .) : s ö y le n m e m i? . n â - g ü ? â d e ‫ ( ﻧﺎﻛﺸﺎده‬f .b .s .) : a ç ılm a m ı? )

‫ﻻﻫﺮ‬

n â fir

(a.s.

n e f r e t 'd e n ) :

1. n e f r e t

eden.

2. k o rk a n , ü rk e n .

‫( ﻻﺿﻪ‬a.s. n e f i e t 'd e n ) : ,["n â fir"

n â fire

in m ü e n .) .

( b k z :'n â f ir ) . n â fiz

‫ﻻذن‬

( a . s . ) : 1. h a y r e t e d e r g ib i b a ş ı n ı

s a lla y a n .

k a p a lı,

( b k z : g a y r- i m e f tû h ) .

(a.s. n ü f û z 'd a n ) : 1. d e le n , d e lip g e-

‫ر ؛ ﻻﻛﺮاره‬١‫( ﻻﻛﻮ‬f.b. s . ) :

n â -g ü v â r, n â -g ü v â re

ç e n . 2 . iç e r iy e g iı'e n , iş le y e n . 3. te 's ir y a p a n ,

1. m i d e d e z o r h a z m e d i l e n [?ey). 2 . İç ilm e -

s ö z ü g e ç e n . H ü k m - i n â f i z : te 's ir e d ic i h ii-

si, y e n il m e s i a c ı o la n [?ey), ( b k z : n â -h o ? " g ü v â r).

k ü m . ( b k z : m iite n e ffiz ). n â f i z ü 'l - e m r : 1) e m r i g e ç e n , s ö z ü d in l e n i le n ; 2) k e n d is in e b o y u n e ğ ile n .

nagm e

" o l s u n ”,

" o l m a s ın ”

? e k lin d e lc i s ö z ü v e e m r i g e ç e n [k im s e ) . 4 . i. e r k e k a d i. n â fiz e

‫ﻻﻛ ﻪ‬

(a.s. n ü f û z 'd a n ) : [" n â fiz " i n m ü e n .] .

‫ ( ﻻﻫﺬﻳﺖ‬a . i . ) : n â f i z li k , s ö z ü g e ç e rlik , n â f û r e ‫ ﻻﺿﺮه‬، ‫( ﻻﻫﻮر‬a.i.) : f ıs k iy e , ( b k z :

n â fiz iy y e t

‫ﻻﻛﺎه‬

( f .b .s .) : 1. v a k it s i z . 2 . z f. a n s ı z ın ,

b i r d e n b ir e , ( b k z : n â - g e h ) . G â h ü n â - g â h : v a k it li - v a k i ts i z . n â -g â h â n

‫ﻻﻛﺎﻫﺎن‬

( f .b .s .) : a p a n s ı z ı n , b i r d e n b i-

re . ( b k z : n â - g e h â n , n â - g e h â n e , n â - g e h â n î ) . nagam

‫ا‬٠‫( ذغ‬a.i.

n a g m e 'n i n c . ) : â h e n k le r , e z g i-

nagam ât

(a.i. n a g m e 'n i n c . ) : â h e n k le r ,

‫ ل‬١‫ذﻏﻤﻚ‬

b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â n r m ı z a k a im i? b i r n ü m û n e s i y o k tu r . b a s ı lm ış , ş i i r l e r i n i ih t i v a e d e n b i r e s e ri, n ag m e-g er le y e n .

‫ا‬

n ag m e-h ân

‫ذس‬

‫ذ ى ﺧﻮا ن‬

‫ا‬٠‫ذغ‬

( a .f .b .s .c .:

nagam -

p e r v e r â n ) : 1. n a g m e s e v e n , n a g m e b e s le y e n . 2 . n a g m e c i, t ü r k ü s ö y le y e n ,

‫( روران‬٠‫ذغ‬

(a .f.b .s. n a g a m -

p e r v e r 'i n c . ) : 1. n a g m e s e v e n le r. 2 . n a g m e c ile r, t ü r k ü s ö y le y e n le r ,

‫ ا ز‬٠‫س‬

( a .f .b .s .) : ? a r k ı s ö y le y e n ,

p e rd â z , n a ğ m e -sâ z , n a g m e -z e n ).

‫ئ را ﻧ ﻰ‬

( a .f .b .i .) : ? a r k ı, t ü r k ü

‫ ( ذﻏﻬﻪ ﺣ ﺰ‬a .f .b .s .) :

n a ğ m e - h îz

(a.f.b .s.): t ü r k ü s ö y le y e n ,

‫( ﻻس‬f.b .s.zf.).

n a g m e k a ld ıra n ,

‫ ه ﻛﺎر ى‬٠‫ ( ذغ‬a .f .b .i .) :

(b k z : n â -g â h ).

(b k z : n a g m e -

h â n î) . n a ğ m e - k e ş ‫ﻛﺶ‬٠

‫رور‬

n a g a m -p e rv e râ n

( a .f .b .s .) : ö te n , t ü r k ü sö y -

t ü r k ü sö y le y e n , ( b k z : n a ğ m e - k e ş , n a g m e -

n a ğ m e -k â rî

( a .f .b .s .) : e z g ic i, n a ğ m e l e r

s ö y le y e n . n a g a m -p e rv e r

934

n a g m e - i D â v û d : D â v u t P e y g a m b e r in g ü z e l sesi.

â h e n k u y a n d ı r a n , t ü r k ü , ? a r k ı s ö y le y e n .

n a g a m â t-1 a ? k : a? k n a ğ m e le ri,

n â -g e h

m a c ı k la s ö y le d iğ i sö z .

s ö y le y ic ilik . ( b k z : h â n e n d e - g i ) .

e z g ile r, g ü z e l se s le r.

n ag am -sâz

( a .i .c . : n a g a m â t) : 1. a h e n k , e z g i,

n ag m e-h ân i

le r, g ü z e l se sle r.

n ag am -k âr

‫ ه‬٠‫ذغ‬

g ü z e l ses. 2 . b i r k i m s e n i n n a z l a n a r a k , y a p -

N a g m e - i S e h e r : R e c â iz a d e E k r e m 'i n 1871 d e

fe v v â re ). n â -g â h

( f . s . ) : g iiz e l, iy i, g ö z e h o ? g ö r ü n e n .

n a g m e - i k â b i l : m ü z . T ü rk m ü z iğ in in esk i

( b k z : n â f iz ) .

n â fû r,

‫ﻧﺮ‬

Ş i'r - i n a g z : g ü z e l, h o ? ?iir.

n â f i z ü '1 - k e l i m : s ö z ü g e ç e n , n â f i z ü 'l - k e l i m e t e y n :

nagz

‫ د‬٠‫ذغ‬

( a .f .b .s .) : ? a r k ı s ö y le y e n ,

t ü r k ü s ö y le y e n , ( b k z : n a ğ m e - h â n , n a g m e p e rd â z , n a ğ m e -sâ z , n ag m e -z e n ). n a g m e -p e rd â z

‫ذﻏﻤﻪ رداز‬

( a .f .b .s .) : ? a r k ı sö y -

le y e n , t ü r k ü s ö y le y e n , ( b k z : n a ğ m e - h â n , n a ğ m e -k e ş, n a ğ m e -sâ z , n ag m e -z e n ). n ağ m e -sâ z (b k z ‫؛‬

ji ‫ئ‬

(a.f.b .s-.): ? a r k ı s ö y le y e n ,

n ağ m e-h ân ,

p e rd â z , n a g m e -z e n ).

n ag m e-k e?,

nagm e-

nahl nağme-sâz-ı hevâ ‫ ؛‬lieves ve arzu türküleri söyleyen. nağıne-serâ ‫ ه ﺳﺮا‬٠‫( ذغ‬a.f.b.s.): türkü söyleyen, şarkı okuyan. nagme-zen ‫ زن‬٠‫( ذﻏﺊ‬a.f.b.s.) : şarkı söyleyen, türlcü söyleyen, (bkz : nağme-hân, nağmeperdâz, nağme-sâz, nagme-zen). nah' ‫( ﻫﺨﻊ‬a.i.): kesme, boğazlama, (bkz : nahr, zeblı). nah ‫( ﻧﺦ‬f.i.): 1. tel. 2. ip. (bkz : rişte). 3. değerli kumaşlardan yapılan bir ‫ ؟‬eşit lıalı, kilim, nâh ‫( ﻻخ‬f.i.): göbelc. (blcz : nâf, sürre). nahâfet ‫( ﻧﺤﺎ ﻓ ﺖ‬a.i.): zayıflık, cılızlık, arılclık. nahâfet ‫( ﻧ ﺨﺎﻓ ﺖ‬a.i.): aksırma, nâ-hâh ‫( ﻻ ﺧ ﻮ ا ه‬f.zf.): istemeyerek, zorâlci. Hâhnâ-hâh : ister istemez, (bkz : tav'an ve kerhan), (bkz: kerhan). nâ-hakk ‫( ﻻ س‬f.a.b.s.): 1. haksiz. 2. bîhûde, boş. nâ-halef ‫( ﻻﺧﻠ ﻒ‬f.a.b.s.): soyuna ‫ ؟‬ekmeyen, hayırsız evlâd. nâ-hânde ‫( ﻻﺧﻮاﻟﺪه‬f.b.s.): okunmamış, nahârir ‫( ذح؛ﻟﻴﺮ‬a.i. nihrir'in c .): bilgili, tecrüb‫ ؟‬li, âlim, fâzıl, mâhir kimseler, nahâset ‫( ﻧﺨﺎ ﺳ ﺖ‬a.i.): 1. canbazlık. 2. esircilik. nâ-hâst ‫( ﻻﺧﺎ ﺳ ﺖ‬f.b.s.): kötürüm, nâ-hâst ‫ت‬٠‫( ﻻﺳﺎس‬f.b.s.): istenilmemiş, istelcsiz; zf. istemeden. nahb — (a.i.): 1. ölüm, ecel. 2. yüksek sesle ağlama. nahb — (a.i.): 1. ‫ ؟‬ekip ‫ ؟‬ikarma. 2. şerefe İ‫ ؟‬İlen kadeh. 3. en iyi şeyi seçme, tercih etme. nah‫ ؟‬îr ‫ ﺧ ﺠﻴ ﺮ‬٠(f.i.): 1. av. (bkz : sayd). 2. yaban keçisi. 3. av yeri, avlak. nah‫ ؟‬îr-gâh ٥‫( ذ ﺧ ﺠﻴ ﺮ ه‬f.b.i.): avlak, av yeri. (bkz: misyed, misyede). nahçîr-gîr / ‫( ذﺧﺞﺀر‬f.b.i.): avcı, (bkz : nâh‫ ؟‬îrvân, sayyâd). nah‫ ؟‬îr-vân ‫—وان‬ (f.b.i.): avcı, (bkz: nah‫ ؟‬îr-gîr). nâ-hemtâ ‫( ﻻﻫﻤﺘﺎ‬f.b.s.): müsâvî olmayan, eş ve denkolmayan. nâ-hem-vâr ‫( ﻻﻫﻤﻮا ر‬f.b.s.): 1. düz- olmayan, eğri. 2. uygunsuz. 3. uymayan, (bkz : gayr-i mııtâbık). nâ-hem-vârî ‫( ﻻﻫﻤﻮارى‬f.b.i.): 1. düz olmama, eğrilik. 2. uygunsuzluk; uymazlık.

nâ-hencâr ‫( ﻻﺻﺠﺄر‬f.b.s.) : yolsuz, dogru olma-

yan. (a.s. nuham'dan) : 1. ‫ ؟‬ok balgam ‫ ؟‬ikaran adam. 2. tamahkâr, cimri, pinti, (bkz : bahil, hasis).

nahhâm

(a.s.i.) : 1. hayvan alıp satan, canbaz. 2. esirci, esir satıcısı,

nahhâs ‫ص‬ nahhâs nahhât

‫ىس‬٠‫( ذ‬a.i.) : balcirci. ‫( ﻧﺤﺎ ت‬a.i.) : kereste kesicisi, doğrama-

Ci; marangoz; tahta, ağa‫ ؟‬oymacısı, (a.s.) : kibirli, gururlu,

nahhât

nâhî ‫( ﻻ س‬a.s. nehy'den) : men'eden, yasak

eden, önleyen. (a.i.c. : nuhat) : nahiv (syntaxe)

nâhî ‫ﻻ ص‬

âlimi. nahib -

(a.s. nahb'dan) : korkak, (bkz :

cebin). nahib

‫ ﺻﺐ‬٠‫( ذ‬a.i.) : avaz avaz ağlama,

nâhib ‫( ﻻ ب‬a.s. nehb'den) : yağma eden, ta-

lanlayan, yağmacı, talanci, ‫ ؟‬apulcu. (bkz : yağmâ-ger). nâhid, nâhide ‫( ﻻ ه د ؛ ىﻫﺪه‬a.s.c. : nevâhid) : 1. turun‫ ؟‬memeli kız. 2. i. [birincisi] erkek,

[İkincisi] kadın adi. ‫( ﻻ ب ؛‬f.i.) : 1. Veniis (Ziihre) gezegeni, Çulpan. 2. yeni yetme kız. (bkz : nâhid, nâhide).

nâhîd, nâhîde ‫ﻻ ﺑ ﻪ‬

nâhidât

‫( ﻻﻫﺪا ت‬a.s. nâhide'nin c.). (bkz :

nevâhid). n a h i f - (a.i.) : genizden gelen ses. n a h if —

.(a.s. nehâfet'den) : zayıf, arık, (bkz : İâgar, zebûn).

‫ص‬ (a.h.i.) : Süleyman Nahifi İstanbul'da doğmuştur, ‫ ؟‬eşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş 1738 de İstanbul'da ölmüştür. Nahifi iyi bir gazel şâiri olmakla berâber, ona iin kazandıran asil eseri Mesnevi Tercümesi'dir. Mevlânâ'nın 6 ciltlik bu büyük eserini 1712 de aynen ve manzum olarak tercümeye başlamış, 1730'da tamamlamıştır. Bundan başka bir dîvânı ile bir ka‫ ؟‬eseri daha vardır,

N ah ifi

nâhik ‫( ﻻ س‬a.s. nehak'dan) : merkep gibi ani-

ran, eşek sesli. (a.i.c. : nevâhik) : dudaklı hayvanlarm göz pınarı.

nâhika ‫ﻻ م‬

nahil ‫( ذ خ ؛ ل‬a.i.) : 1. hurma ağacı. 2. (nahl'in

c.) : hurma ağaçları, hurmalık. 935

nâhîl nâhil ‫( ﻧ ﺎ ﻫ ﻞ‬a.s.) : susuz, suyu olmayan, (bkz : b.eyâbân).

nahiz ‫( ﻧ ﺨ ﺰ‬f.s.) : 1. i. tuzak) pusu. 2. eksik) sakat, kusurlu.

nâhil ‫( ﻧﺎﺧﻞ‬a.i. nahl'den) : kalburcu,

nahîz-gâh ‫( ﻧﺨﻴﺰﺳﻤﺎه‬f.b.i.): pusu yeri, (b k z : kemîn-gâh).

nâhil, nâhile ‫ ﻧﺎ ﺣﻠﻪ‬، ‫( ﻧﺎﺣﻞ‬a.s. nahl'den) : ince, zayıf arık. nahile ‫( ﻧ ﺨ ﻴ ﻠ ﻪ‬a.i.) : huy, tabiat, nahir ‫( ﻧ ﺤ ﻴ ﺮ‬a.s. nahr'den) : boğazlanmış, kesilmiş. (bkz : mezbuh). üştür-i nahir : boğazlanmış deve. nahir ‫ﺨ ﺮ‬

‫ﻧ‬

(a.i.) : burundan hırlama,

nâhir ‫( ﻧ ﺎ ﺣ ﺮ‬a.i. nahr'den) : 1. çürüyüp ufalanmış kemik. 2. hayvan kırımında kemikleri kırıp eritip çerviş yağı yapan kasap, nâ-hirâs ‫( ﻧ ﺎ ﻫ ﺮا س‬f.b.s.) : korkusuz, cesur; atak, nahire ‫( ﻧ ﺤ ﻴ ﺮ ه‬a.s. nahr'den). [“nahir” in miien.]. (bkz : nahir). nahire ‫( ﻧ ﺤ ﻴ ﺮ ه‬a.i.) : ayin ilk günü veyâ son gecesi. nâhire ‫( ﻧ ﺎ ﺣ ﺮ ه‬a.i.) : 1. ayin birinci günü. 2. ayin sonu, son gecesi. nahis ‫( ﻧﺤﻴﺲ‬a.s. nahs'den) : 1. uğursuz, yümünsüz. 2. i. kıtlık : Sâl-i nahis : İcıtlık yılı. nâhis ‫ﺲ‬

‫ﻧﺎ ﺣ‬

(a.i.) : kıtlık yılı,

nahise ‫( ﻧ ﺤ ﻴ ﺴ ﻪ‬a.s. nahs'den) : [“nahis” in miien.]. (blcz : nahis). nahit, nahite ‫ ﻧ ﺤ ﻴ ﺘ ﻪ‬، ‫( ﻧ ﺤ ﻴ ﺖ‬a.i.) : inilti, nâhiye ‫( ﻧ ﺎ ﺣ ﻴ ﻪ‬a.i.c. : nevâhî) : 1. yan taraf, kenar, yan. 2. civar, çevre. 3. küçük yer; bölge, nâhiye-i hasele : anat. *altkarm, fr. hypogastre. nâhiye-i ıbtiyye : anat. koltukaltı bölgesi, nâhiye-i katâniyye : anat. bel bölgesi, nâhiye-i merâkiyye : anat. gegrelc, fr. hypocondre. nâhiye-i rakabiyye : anat. ense nâliiyesi. nâhiye-i şersûfi^e : anat. *üstkarın *bölgesi, fr. épigastre. nâhiye-i tahte'z-zakaniyye : anat. *çeneucu altı (-bölgesi). nâhiye-i zahriyye : anat. arka nâhiyesi. nâhiye-i us'ûsi^e : anat. kuyruk sokumu nâhiyesi. 4. mülkî taksimatta kazâdan küçük, köyden büyüle yurt parçası. 5. (c. : nevâlıî) *bucak. nâhiyevi ‫( ﻧﺎﺣﻴﻮى‬a.s.) : *bölgesel. 936

nahl ‫( ﻧ ﺤ ﻞ‬a.i.c.: n ü h ûl): arı, bal arısı, (bkz : ya'sûb, zünbûr). nahl ‫( ﻧ ﺨ ﻞ‬a.i.): 1. hurma ağacı. 2. gümüş veyâ mumdan yapılarak gelinlerin önünde götürülmesi ve sonra gelin odasına konulmaSI) vaktiyle âdet olan süs ağacı. 5 . ed. ince, uzun, nârin vücutlu dilber, nahl-i ergvân : meşhur bir çeşit lâle, nahl-i M eryem ‫ ؛‬Hz. îsâ'nın dogumu sıralarinda Hz. Meryem'in dogum sancılarından ıztıraplı bir halde tutunduğu, altında oturdugu hurma ağacı. nahl-i mâtem, nahl-i tâ b û t: evvelce İran'da, ölen pek yaşlı kimselerin tabutu üzerine konulan bir çeşit süslü tâç. nahl-i tûr : Hz. Mûsâ'nın Eymen vadisinde, üzerinde tecelli eden İlâhî nurları görmüş oldugu mukaddes ağaç, (bkz : Şecer-İ tür), nahl-bend ‫( ﻧﺤﻠﺒﻨﺪ‬a.f.b.i.): 1. ağaç budayıp tanzim eden kimse. 2.balm um undan taklit süs ağacı yapan kimse, balmumcu, (bkz : kalem-kâr). nahle ‫( ﻧﺨﻠﻪ‬a.i.): 1. bir fidan. 2. bir tâne hurma ağacı. nahle ‫( ﻧﺤﻠﻪ‬a.i.): bir tek arı. nahl-istân ‫( ﻧ ﺨﻠ ﺸﺎ ن‬a.f.b.i.): 1. hurmalık, hurma fidanlığı. 2. fidanlık, ağaçlık, (b k z : nahl-zâr). nahliyye ‫( ﻧﺨﻠﻴﻪ‬a.i.): bot. lrurmalar, fr. palm iers. nahl-zâr ‫ار‬۶

‫( ذ‬a.f.b.i.). (blcz : nahl-istân).

nahme ‫( ﻧﺤﻤﻪ‬a.i.): göğüsten çıkan ses. nahnaha ‫ﻧ ﺴ ﻪ‬ soluma.

(a.i.): 1. öksürük. 2. hırıltılı

nâ-höş ‫( ﻧﺎﺧﻮش‬fb .s.): hoşa gitmeyen, bege nilmeyen. nâ-hoş-güvâr ‫( ﻧﺎﺧﻮﺷﻜﻮار‬f.b.s.): hazmi zor, tatsız, (b k z: nâ-güvâr). nâ-höşi ‫( ﻧﺎﺧﻮﺷﻰ‬f.b.i.): fenâlık, İğrençlik, nâ-hoşnûd ‫( ﻧﺎﺧﺸﺘﻮد‬f.b.s.): 1. hoşnut olmayan, memnun olmayan. 2. râzı olmayan, nâ-hoşnûd ‫( ﻧﺎﺧﻮﺷﻐﻮد‬f.b.s.): 1. İıoşnut olmayan, memnun olmayan. 2. razı olmayan.

nâîbe-i leyâl nâ-hoşnûdî

‫ ﺧ ﻮ ﻓ ﻮ د ى‬1‫( ذ‬f.b.i.)

: h o ş n u ts u z lu k ,

nahr ‫ ر‬١‫ ( ذ‬a . i . ) : b o ğ a z la m a , k e s m e .Y e v m ü 'n nahr : k u r b a n b a y r a m ı n ı n ilk , z i l h ic c e n i n o n u n c u g ü n ü , ( b k z : n a h , z e b h ).

nahs ‫ ( ﻻ ص‬a . i . ) : 1. u ğ u r s u z l u k , y ü m ü n s ü z l ü k . 2 . s. u g u r s u z , b a h ts ız , nahs-i asgar : astr. M e r i h (M a rs ) g e z e g e n i, nahs-i e k b e r : astr. Z ii h a l (S a tü r n ) : g e z e g e n i.

nahs-i fe le k : astr. Z u h a l v e M e r i h g e z e g e n -

‫ﻻص‬ ‫ﺀت‬١‫ذ‬

(a.i.c.). ( b k z : n a h s - i felek), (a.i.) 1 ‫؛‬. y o n m a , y o n u lm a , o y m a ,

o y u lm a , t a h t a , a g a ‫ ؟‬o y m a c ılığ ı. 2. i k i k e li m e d e n

te k

k e li m e

m eydana

g e tirm e :

" E l h a m d ii li ll â h i, B is m il lâ h i” y e r i n e " h e m -

nâ-hûş-m end

‫ﻧﺎﺧﻮﺷﻤﻔﺪ‬

(f.b.s.) :

anlayışsız,

kavrayışsız. n a h v ^ (a.i.) : 1. (c. : enhâ) yan, yön, taraf, cihet. 2. yol. 3 ٠ e. gibi, benzer, (bkz : mânend). 4 . *sözdizimi, sintaks, fr. syntaxe, nahve

‫( ذﺧﻮه‬a.i.) : ‫ ؟‬örek otu. (bkz : habbe-i

‫( ﻻ ز ب‬f.b.s.) : g iiz e l o lm a y a n , ‫ ؟‬i r k in , ‫ ( ﻧﺎﺧﺪا‬f .b .s .) : 1. A lla h s ız , A l l a h t a n

nâ-hûb

nâ-hudâ

k o rk m a z . 2. g e m i k a p ta n ı,

nâ-hudâ-yi Hudâ-nâ-şinâs : A lla h 'ı t a n ı m a y a n g e m i c i : [ S ü le y m a n N a z i f 'i n k u l l a n d ı ğ ı c in a s lı b i r tâ b ir ] , ( a s i l : "nâv-1 hudâ : te k n e s a h i b i ” d ir).

‫ذاﺧﺪآرس‬

nâ-hudâ-ters

( f .b .s .) : A l l a h 't a n k o r k -

m az.

‫ ﺧﻦ‬٧ ( f . i . ) : tırn a lc .

( b k z : zifr).

( f .b .i .) : a te ş,

‫ﻷض‬

nâhun-be-dendân ‫د د ا ن‬

( f .b .s .) : k e d e r -

d e n v e y â h a y r e t t e n d o la y ı p a r m a ğ ı n ı d iş le r i a r a s ı n a k ı s t ı r m ı ş o la n ,

nâhun-bür

‫ذاض ر‬

( f .b .i.) : t ı r n a k m a k a s ı veyâ

‫ ؟‬a k ış ı, ( b k z : n â h u n - b ü r â , n â h u n - g î r ) .

nâhun-bürâ[y]

[‫را] ى‬

m a k a s ı, t ı r n a k

‫ﻻض‬

‫ ؟‬a k ış ı,

( f .b .i .) :

tırn a k

( b k z : n â h u n -b ü r,

n â h u n -g îr).

nâhune

‫ﻧﺎ ﺧﺪ‬

nak.

nâhun-gîr

(f.i.) : 1. t a n b u r m ı z r a b ı . 2 . t i r -

‫ل‬

(f.b.s.). ( b k z : n â h u n - b ü r ,

‫ ( ﻻض ﺧﻮاره‬f .b .i .) : hek. d o la m a . ( b k z : n â h u n -p â l).

nâhun-pâl

‫ذاﺧﻦ ﻵل‬

n â h u n -h â re ).

(a.f.b.s.). (bkz : nahvet-

fürûş). nahvi (a.s.) : *sözdizimi, sintaksla ilgili, fr. syntaxique.

nah vi^U n ‫رن‬.‫( ﻓﺤﻮ‬a.s. ve i.) : gramerciler, gramer uzmanları. nahz ٠>‫( ذح‬a.i.) : 1. bir şeyle dürtme. 2. biber gibi şeyleri havanda dövme, nahz ‫ ض‬١‫( ذ‬a.i.) : 1. kemigin etini ayıklama. 2. cerrahlıkta ameliyâtta kesilecek kemigi a‫ ؟‬ma. (a.s.) : kara haberci, şom ağızlı,

nâib ‫( ﻻﺀب‬a.s. ve i. nevb'den. c. : nüvab) : 1. vekil, birinin yerine ge‫ ؟‬en. 2. kadı vekili. 3. kadı, şeriat hükümlerine göre hüküm veren hâkim. 4. nöbet bekleyen, nöbetle gelen. nâib-i fâil : gr. meçhul (.edilgen) fiil mevzûu olan kelime. Meselâ : kuddise sirruhu'da,

kuddise : meçhul fiil, sirruhu : nâib-i fâil. [Arapçada nâib-i fâil'in harekesi merfû (mazmum) olur]. nâibât

‫ﻧﺎﺧﻦ‬

n â h u n -b ü râ ).

‫د‬

‫ ت ﻫﺮوش‬٠‫( ذﺧﻮ‬a.f.b.s.) : büyüklük satan, böbürlenen, (bkz : nahvet-pişe).

naib ‫ ب‬٠‫( ذﻋﻲ‬a.i.) : karga ve ‫ ؟‬irkin sesli kuşların ötüşü.

nâhun-ı hâme : k a l e m i n u c u , b u r n u ,

‫ذاض ﴽ ﻓ ﺎ ب‬

nahvet-i cündiyâne : binicilik gururu, nahvet-fürûş

nâî ‫ص‬

nâhun-ı âftâb : a te ş, nâhun-âftâb

‫ى‬٠‫( ذﺧﻮا‬a.i.) : kibir, gurur, büyüklenme, ululanma, kurulma, böbürlenme, (bkz : taazzum, tekebbür).

nahvet-pişe ‫ ه‬٠‫ﺳﺚ‬

d e le , b e s m e le ” g ib i, ( b k z : m e n h û t ) .

nâhun

‫( ﻧﺎﺧﻦ “راش‬f.b.i.) : tırnak çakısı veyâ makası, (bkz : nâhun-gîr).

nâhun-tırâç

nahvet

( a . i . ) : z a y ıf la m a ,

nahseyn naht

‫ ﺧﻦ‬٧ (f.b.i.). (bkz : nâhun-

tırâş).

sevdâ).

le ri.

nahs

nâhun-pîrâ ‫ ﺀرا‬٠

( f .b .i .) : hek. d o la m a , ( b k z :

‫ﻻ'ﺑﺖ‬

(a.i. nâibe'nin c.). (bkz : mesâib).

nâibe ‫ ﺋ ﻪ‬٧ (a.i.c. : nâibât, nevâib) : 1. nâib'in

miiennesi. 2. belâ, kazâ, musibet. 3. nöbetle gelen. H um m â-yi nâibe: hek. nöbetli sıtma. nâibe-i leyâl : Ay'dan veyâ yıldızlardan

kinâye. 937

naif naif ‫ ﻧ ﻌ ﻴ ﻒ‬.(a.s.): zayıf, [zaif ile birlikte kullanılır].

nâime-i mücerrede: nâimeler.

nâiha ‫( ﻧﺎﺋ ﺤ ﻪ‬a.i.c.: envâh, nevh): ağıt yakan, ağıt aglayan [kadın].

»âime-i sedefiyye : zool. kabuklu nâimeler.

naik ‫( ﻧ ﻌ ﻖ‬a.s.): 1. karga ötü?ü. 2. horoz sesi, nâil ‫( ﻧﺎﺋ ﻞ‬a.s. neyl'den): 1. mıırâdına eren, ermi?, ele geçiren. 2 ٠ i. erkek adi. nâile ‫( ﻧﺎﺋﻠ ﻪ‬a.s. neyl'den): ["nâil" in müen.]. (bkz: nâil)'. Nâilî ‫( ﻧﺎ ﺋﻠ ﻰ‬a.h.i.): Divan Edebiyâtı?âirlerinden olup adi Salih'tir. Manastır'da dogmu?tur. Mısırlı zengin bir âile yanında hocalık İ‫ ؟‬in gittigi Mısır'da 1876'da ölmü?tür. Nâilî-i Kadim ‫ ﺑ ﻢ‬.‫( ذا'دﻟﻲﺀ ﻗ ﺪ‬a.h.i.): degerli Türk ?âirlerinden olup istanbul'ludur; ismi Mustafa'dır. Şâir Nef'î ile ‫ ؟‬agda? ya?amı? ve H. 1077 (ı666~ı667)'de vefât etmi?tir. Sebk-İ Hindi tarzında ?iirler yazmı?tır. n â ili^ e t ‫( ﻧﺎﺀﻳ ﺖ‬o.i.): murâda erme, ele geçirme. [yapma kelimelerdendir], naim ‫( ﻧ ﻌ ﻴ ﻢ‬a.i.): 1. bollukta ya?ayı?. 2. h. i. cennetin bir kısmı. Dârü'n-naîm : cennet. 3. erkek adi. naîm-i ayn : keyif ve mutluluktan gözlerin parlaması. naîm-i dünyâ : rahat, kolay ve bol ya?ayı?. naîm-i İlâ h î: Allah'ın İûtfu, ihsânı. nâim ‫( ﻧﺎﺋﻢ‬a.s. nevm'den. c . : nâimîn, niyâm, nüvvâm, nüvvem, niiyyem): uyuyan, uykuda bulunan. Dîl-ber-i n â im : uyuyan güzel. Tıfl-ı n â im : uyuyan ‫ ؟‬ocuk, (bkz: hâbîde, hufte). nâim ‫( ﻧﺎﻋﻢ‬a.s. ni'm.'den): 1. tâze, körpe, kil‫ ؟‬ıksız nebat (*bitki). 2. etli sebze. 3. yumu?ak, lcemiksiz [?ey]. Naîmâ ‫( ﻧ ﻌﻴ ﻤﺎ‬a.h.i.): Haleb'de dogmu?tur, asil adi Mustafa Naim'dir. Kendisini tanıtan; Ravzatii'l-Hüseyn fî Hulâsa-1 Ahhâri'1Hâfikayn'dır. Hicri 1000 yılından 1070 yılına kadar olan vakalardan bahseder. Naîmâ'nın ?âirligi de vardır. Fazla olmayan ?iirlerinin ‫ ؟‬ogu güzel sayılabilir, (d.: 16 5 2 -0 . :1715). nâimât ‫( ﻧﺎ ﻋ ﻤﺎ ت‬a.s. nâime'nin c.). 1. tâze ve yumu?ak ?eyler. 2. nâzik ?eyler, (bkz: nâime). nâime ‫( ﻧﺎ ﻋ ﻤ ﻪ‬a.s.): 1. nazil büyütülmü? [kadın, kız]. 2. i. zool. *yumu?ak‫ ؟‬alar, fr. mollusques. 3. i. kadm adi. 938

zool.

kabuksuz

nâimîn ‫( ﻧﺎ ﺋ ﻤ ﻴ ﻦ‬a.s. naim'in c .): uyuyanlar) uykuda bulunanlar, (bkz: hâbîde-gân, huftegân٠ niyâm, nüvvâm, nUvvem, niiyyem). nâ-insâf ‫ ذ ﺻ ﺎ ف‬١‫( ذا‬f.a.b.s.): insafsız, [daha ‫ ؟‬ok "bî-insâf" ?ekli kullanılır], nair ‫( ﻧ ﻌﻴ ﺮ‬a.s.): haykıran, na're atan, nâir ‫( ﻧﺎﺋ ﺮ‬nâr'dan. a.s.) ‫ ؛‬parlayan, nâire ‫( ﻧﺎﺋ ﺮ ه‬a.i.c. nevâir): 1. ate?, alev. 2. Sicakilk. (bkz: harâret). nâiz ‫( ﻧﺎ ﻋ ﻆ‬a.s.): kuvvetlendiren; 'kaldıran, (bkz : İntiâz). nak' ‫( ﻧﻘﺢ‬a.i.): 1. suda ıslanma. 2. sicak suda ha?lama. 3. ilâ‫ ؟‬olarak çıkarılan su. 4. hayvanm yiyeceğini soguk su ile ıslatma. 5 ٠ toz. (bkz: gubâr). -nâk ‫ ﻧﺎ ك‬- (f.e.) : isimlere takılarak Sifat meydana getiren bir edat olup "-İİ, -İÜ" mânâsını verir, [derd-nâk: dertli, elem-nâk: elemli., gibi]. naka' ‫"( ﻧﻘﺎ ﺀ‬ka" uzun okunur, a.i.): temiz olma, pâklenme. nâka ‫( ﻧﺎﻗﻪ‬a.i.): di?i deve, maya. nâka-i b a h ri: deniz fili, nâ-kabil ‫“( ﻧﺎ ﻗﺎﺑﻞ‬ka” uzun okunur, f.a.b.s.c.: nâ-kabüân): 1. olmayacak, olamayacak, nâ-kabü-i İcrâ : yapılması İmkânsız, yapılamaz. nâ-kabü-i ta'rif: tarif edilemez, anlatılmaz, nâ-kabü-i te'lîf: telif edilemez, bagda?amaz, uyu?amaz. 2. kabiliyetsiz, câhil, nâ-kabüân ‫( ﻧﺎﻗﺎﺑﻼن‬f.a.b.s. ve c .): 1. olm’ayacak, olamayacak İ?ler. 2. beceriksiz, bilgisiz, kabiliyetsiz kimseler. nâ-kabûl ‫( ﻧﺎ ﻗ ﺒ ﻮ ل‬f.a.b.s.): istidatsız, kabiliyetsiz. nâ-kâfî ‫( ﻧ ﺎ ﻛ ﺎ ﻓ ﻰ‬f.a.b.s.): kâfi degil, yetmez, (bkz: gayr-ı kâfi). nakale ‫( ﻧﻘﻠﻪ‬a.s. nâkıl'in c .): 1. nakledenler, haberciler. 2. e?yâyı bir yerden ba?ka bir yere ta?ıyanlar. 3. bir maddenin geçmesine uygun, elveri?li olan ?eyler. 4. bir kitabi, bir yazıyı bir dilden bir ba?ka dile ‫ ؟‬evirenler, aktaranlar. 5. fiz. elektrik akımını veya ISIyi ileten maddeler, *iletkenler.

nâkli

‫ﻧﺎﻛﺎم‬

nâ-kâm

( f .b .s .) : 1. m a k s a d ı n a e r iş e m e -

m iş . ( b k z : b e d - b a h t , m a h r û m ) . 2. y o k s u n k a l m ı ş , n a s ip s iz .

nâ-kerde ‫( ﻧﺎ ﻛ ﺮ د ه‬f.b.s.) : yapılmamış, olmamış,

‫ﻧﺎﻛﺎ س‬

nâ-kâm î

nakdiyye ‫( ﻧ ﻘ ﺪﻳ ﻪ‬a.s. nakd'den) : ["nakdî" kelimesinin miien.]. (bkz : nakdî),

(f.b.i.) :

b a h ts ız l ık ,

nâ-kes ‫( ﻧ ﺎ ﻛ ﺲ‬f.b.s.c. : nâ-kesân) : 1. nekes, cimri, pinti. 2. insâniyetsiz, alçak,

nâ-lcâmî-i d ü şm en : d ü ş m a n ı n m ı ı r â d ı n a

nâ-kesân ‫( ﻧ ﺎ ﻛ ﺴ ﺎف‬f.b.s. nâ-kes'in c.) : 1. nekes1er, cimriler, pintiler. 2. insaniyetsizler, al‫ ؟‬aklar.

m a h rû m iy e t. n â i l o lm a m a s ı, d ü ş m a n ı n m a h r û m i y e t i .

nakarât ‫( ﻧﻘﺮا ت‬a.i. n a k r a 'n m c . ) : 1. miiz. b i r m ü z i k p a r ç a s ı n d a ( g ü f te li e s e rle rd e ) g iif te n i n t e k r a r e d il e n k ıs m ı . 2. mec. u s a n ‫ ؟‬v e r e c e k k a d a r s ik s i k t e k r a r l a n a n sö z.

nalcare

‫ﻧﻘﺎره‬

nâ-kesî ‫( ﻧ ﺎ ﻛ ﺴ ﻰ‬f.b.i.) : alçaklık, nâmertlik.

( " k a " u z u n o k u n u r , f . i . ) : 1. d a v u l,

k ö s . [ n a z ım d a " n a k k a r e ” ş e k l in d e d e g e ç e r]. 2 . d ü m b e le k .

nâ-kâre

‫ﻧﺎﻛﺎره‬

( f .b .s .) : 1. iş e y a r a m a z , y a r a r s ız .

2 . te n b e l, ü ş e n g e n , u y u ş u k ,

‫ﻧﺎﻛﺎرﻣﻰ‬

nâ-kâre-gî

(f.b.s.)

‫ ؛‬y a r a r s ız l ık , u y u -

ş u k l u k , te m b e ll ik .

nâ-ka'r-yâb

‫ﻧﺎﻗﻌﺮﻳﺎب‬

( f .a .b .s .) : d ib i b u c a ğ ı b u -

lu n m a y a n , d ip s iz . Bahr-İ nâ-ka'r-yâb : d ib i b u c a ğ ı b u l u n m a y a n d e n iz ,

‫ ( ﻧﺎﻛﺎﺳﺘﻪ‬f .b .s .) : n o k s a n s ız , e k s ik s iz , ‫ ( ﻧﻘ ﺐ‬a . i . ) : 1. d e lm e . 2. d e li k v e y â la ğ ı m

nâ-kâste nakb

a‫ ؟‬m a.

nakb-zen ‫ ( ﻧﻘﺒﺰن‬a .f .b .i.) : la ğ ım c ı, la ğ ı m a ç ıc ı, nakd

‫ﻧﻘﺪ‬

( a . i . c . : n u k u d ) : 1. a k ‫ ؟‬e, m â d e n p a r a .

2. p a ra

o la r a k

b u lu n a n

s e r v e t.

nâ-kes-âne ‫( ﻧﺎﻛ ﻤﺎ ﻧﻪ‬f.zf.) : 1. nekeslikle. 2. al‫ ؟‬akçasına.

3. p e ş i n

p a ra .

nâ-keşîde ‫ﻧ ﺎ ﻛ ﺸ ﻴ ﺪ ه‬ (f.b.s.) ‫؛‬ 2 . mec. İçilmemiş.

1 . ‫ ؟‬ekilmemiş.

nâkıd ‫( ﻧﺎ س‬a.s.) : 1. paranın kalbini anlayan. 2. bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3. i. dirhem, dinar. nâkıl ‫( ﻧﺎﻗﻞ‬a.s. nakl'den. c. : nâkılân) : 1. taşıyan. 2. geçiren. 3. ‫ ؟‬eviren [bir dilden-]. 4 . işittiğini anlatan. 5 ٠ fiz. *iletken, fr. co n ducteur.

nâkıl-i a h b â r : haberler nakledici. [miien. : "nâkile"]. n â k ıü y y e t ‫( ﻧﺎ ﻗ ﻠ ﻴ ﺖ‬a.i. nakl'den) : 1. geçirme

vasfı. 2 . fiz. *iletkenlik, fr. co n d u ctib ilité [yapma kelimelerdendir],

‫( ﻧﺎﻗﻞ ﻣﺠﻠ ﺲ‬a.b.s.) : söz taşıyan. (bkz : münâhk, gammâz).

n â k ıl-m e c lis

‫( ﻧﻘﻤ ﺖ‬a.i.). (bkz : nakmet). ‫"( ﻧﺎﻗﺮ‬ka” uzun okunur, a.i.) :

n akunet

n ak d -a-n ak d : ‫ ؟‬a b u k ‫ ؟‬a b u k ö d e m e le r le b o r c u a z a l tm a .

nakd-i cân : e n k ı y m e t l i şey.

1. nişana isabet eden ok. 2 ٠ s. delen, oyan, kazan,

n â k ır

n â k ıs, n â k ıs a

‫ ﻧﺎﻗﺼﻪ‬، ‫( ﻧﺎﻗﺺ‬a.s. naks'dan):

nakd-i cins : n a k i t p a r a ; m a l.

1 . noksan, eksik‫ ؛‬tam olmayan. 2. kusûru

nakd-i hâlis : b a ş k a m a d e n l e k a r ı ş ı k g ü m ü ş

olan, kusurlu, (bkz : kem). 3. m at. *eksi [-] İşâreti. M a h rû t-İ n â k ıs : kesik koni. 4 . a. gr. yalnız lâ m ü 'l-fi'li “son harfi'' harf-i illet olan kelime : remy, sehv.. gibi,

v e y a a ltm p a ra .

nakd-i mevcûd : e ld e b u l u n a n p a r a , nakd-i tevfir etm e k : p a r a y ı b o l b o l h a r c a -

n â k ıs ad e d -i tâ m m : m at. negatif *tamsayı-

m ak.

nakden

‫ﻧﻘﺪأ‬

( a .z f .) : 1. p a r a o l a r a k , p a r a ile .

2 . p e ş i n , e ld e n .

nakdi ‫ ( ذﻫﺪى‬a . s . ) : n a k d e m e n s u p , n a k i t l e ilg ili, p a r a b a k ı m ı n d a n o la n , p a r a c a ,

nakdi cezâ : p a r a c e z a sı, nakdi k ıy m e t: b i r ş e y in p a r a b a k ı m ı n d a n

n â k ıs ü 'l-iy â r : ayârı eksik, bozuk, n â k ısâ t

‫( ﻧﺎﻗﺼﺎت‬a.s. nâkıs'ın c.) : eksigi olan-

lar. n â k ısâ tü ' 1-a k l (akil kısa olanlar) : m ec. ka-

dinlar.

d e g e ri.

nakd-ine

lar. n â k ısa tü ' 1-a k l (akil kısa) : mec. kadm.

‫ﻧﻘﺪﻧﻪ‬

( f .i . ) : 1. h a z ı r v e p e ş i n p a r a .

2 . k ıy m e t l i m a l.

nakdine-i h a y â t : h a y â t ı n k ıy m e ti .

n a k i l e ‫ه‬٠‫( ﻧﺔ‬a.s.) : ["nakî" nin miien.]. (bkz : nakî). n â k ız ‫( ى ض‬a.s. nakz'dan) : bozan, bozucu.

939

nâku-ı müddeâ nâkız-ı müddeâ : mant. *karşısav, antitez, nâkıza ‫( ﻧﺎﻗ ﻀﻪ‬a.s. nakz'dan) : [“nâkız” in miien.]. (bkz : nâkız). nâkî ‫( ﻧﺎﻗﻰ‬a.s.) : 1. temiz, pâk. 2. i. erkek adi. nakl' ‫( ﻧ ﻌ ﻊ‬a.s.): kandırıcı, kandıran, nakia ‫( ﻧﻘﻴﻌﻪ‬a.i. nak'dan): ziyâfet; dâmat İçin

hazırlanan yemek [zifaf gecesinde], nakib ‫( ﻧﻘﻴ ﺐ‬a.s. ve i.'nakabet'den. c . : nukabâ):

1. bir kavim veyâ kabilenin reisi veyâ vekili. 2. bir tekkede, şeyhin yardımcısı olan en

eski derviş veyâ dede. nakib-i İm â re t : İmâret şeyhinin (âmirinin)

yardımcısı. n ak îbü'l-eşrâf: Peygamber soyundan olan-

larm işlerini görmek üzere içlerinden hükümetçe tâyin olunan me'mur. nakîbü'l-eşrâf k a y m a k a m ı : taşralarda bu

İşle vazifeli olan kimseler, nakibe ‫( ﻧ ﻘ ﻴ ﺒ ﻪ‬a.i. nakb'dan): 1. insan ruhu.

2. akil, (bkz : hûş). nakih ‫( ﻧﻘﻴﻪ‬a.s. nekahet'den): hastalıktan yeni

kalkıp henüz zayifolan [kimse], nakliyye ‫( ﻧﻘﻴﻌﻴﻪ‬a.i.): zool. *haşlamlılar, fr. influsoires.

nakîza ‫( ﻧﻘﻴﻔ ﻪ‬a.s.c.: nakâiz): birbirine karşı,

zıt olan şey, İş. nakizeyn ‫( ﻧﻘﻴﻀﻴﻦ‬a.b.s.): birbirine zıt olan iki şey•

‫"( ﻧﻘﺎ ب‬ka" uzun okunur, a.s. nakb'den. c . : nakkabân): delik açıcı, delici,

nakkab

‫"( ﻧﻌﺎﺑﺎن‬ka" uzun okunur, nakkab'm c .): delik açıcılar, deliciler,

nakkabân

‫"( ﻧﻘﺎد‬ka" uzun okunur, a.s. nakd'den. c . : nakkadân): 1. nakd eden, paranın kalpim sağlamından ayıran. 2. bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3. tenkidçi. 4 ٠ imam, hatip‫ ؛‬kayyûm.

nakkad

nakkad-ı e rz : imârette pişirilen pilâvın pi-

rincini ayıklayan hademe,

‫"( ﻧﻘﺎدان‬ka" uzun okunur, a.s. nakkad'm c.). (bkz : nakkad).

nakkadân

n ak kaf ۵ ‫"( ف‬ka" uzun okunur, a.s.): iyi niyet

sâhibi, temkinli kimse.

‫"( ﻧﻘﺎل‬ka" uzun okunur, a.s. nakl'den): nakledici, hikâyeci, masalcı,

nakkal

‫"( ﻧﻘﺎو‬ka” uzun okunur, a.i. nakr'dan): 1. çalgı‫ ؛‬miizik. 2. taş oyma sanatkârı. 3. s. gagalayan.

nakkar

‫"( ﻧﻘﺎره‬ka” uzun okunur, nakr'dan): çiftenâra, dümbelek,

nakik ‫( ﻧﻘﻴﻖ‬a.s.) ‫ ؛‬kurbağa, tavuk, kedi gibi hayvanların boğuk sesi,

nakkare

nâkil ‫( ﻧﺎ ﻛ ﻞ‬a.s.): 1. nükûl eden, dönen. 2. kaçınan, çekinen, (bkz : muhteriz).

nakkare-zen

ııakîme ‫( ﻧﻘﻴﻤﻪ‬a.i.): nefis, kendi‫ ؛‬asil, cevher, nakir ‫( ﻧﻘﻴﺮ‬a.i. nakr'den): 1. hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur. 2. pek küçük, ehemmiyetsiz şey. nak lr ü k ıtm îr: takımıyla, hepsi, iğneden

İpliğe kadar. nakls ‫( ﻧ ﻘﻴ ﺺ‬a.s. noksân'dan): eksik, (bkz : nâ-

temâm). nâkis ‫( ﻧ ﺎ ﻛ ﺲ‬a.s. neks'den c . : nevâkis) ‫ ؛‬ı.ba-

Şinı dâimâ öne eğen [adam]. 2 ٠ alçak, âdî, bayağı. nakise ‫( ﻧﻘﻴﺼﻪ‬a.i.c.: nekais): eksiklik, kusur;

kabahat, ayıp. n a k is e d â r

‫( ﻧﻘﻴﺼﻪ دار‬a.f.b.s.): kusurlu, eksiği

olan. nakiz ‫( ﻧﻘﻴ ﺾ‬a.s. nakz'dan) : zıt, karşı. M iisem m â b în -n a k îz : adi, vaziyetine ve

hareketine uymayan. nakîz-î müddeâ : mant. antitez, karşı İddiâ.

940

a.s.

a.i.

‫( ﻧﻘﺎره زن‬ikinci “ka” uzun okunur. a.f.b.s.): nakkare, çiftenâra, dümbelek çalan [kimse].

‫“( ﻧﻘﺎو ﺧﺎﻧﻪ‬ka” uzun okunur. а. f.b.i.): çalgı takımı, çalgı yeri, (bkz: mehter-hâne).

nakkar-hâne

n a k k a r i^ e

‫( ﻧﻘﺎرﻳﻪ‬a.i.): zool. *ağaçkakangil-

ler. nakkaş ‫“( ﻧﻘﺎش‬ka” uzun okunur, a.i. nakş'dan):

1. yağlı boya ile duvar nakışları yapan usta, süsleme sanatkârı. 2. i. nakış işleyen, nakış yapan kimse. nakkaç-1 e z e l : Allah.

‫( ﻧﻘﻞ‬a.i.): 1. bir şeyi başka bir yere götürme. 2. taşıma, aktarma, geçirme,

nakl

nakl-i hüm âyûn : pâdişâhın taşınması, nakl-i şahâdet. (bkz : kitâb-1 hükmî), n ak l-ü d -d em : fizy. kan aktarma. 3. ayni-

m başka bir şey üzerine alma. 4. anlatma, söyleme [hikâye, masal...]. 5. tercüme etme. б . cogr. *taşın, fr. transport.

nâle-kâr

‫ذ ﻫﻔﺪ‬

n a lc l-b e n d

( a .f .b .s .) : h ik â y e c i,

m a s a l,

h a z ırla y a n

‫ﻧﻌﻼ‬

( a . z f . ) : 1. n a k i l y o lu y la . 2. a n l a t m a

‫ذﻫﺎى‬

dokum a

‫ذ ﻫ ﺸﺪ ى‬

n ak ş-b en d î

(a.f.b .i.) : 1. n a k ı ş b e n d l l i k ,

r e s s a m l ık ; s ü s le m e li d o k u m a s a n a t ı. 2 . Ş e y h

v e y â h ik â y e y o lu y la . n a k il

s ü s le m e li

s a n a tk â rı, (b k z : n a k k a ? , re ssâ m ).

h ik â y e b a ğ la y a n , u y d u r a n , n a k le n

k im s e ,

( a . s . ) : 1. ta ş ı m a ile ilg ili. 2 . a k la

M u h a m m e d B a h â ü d d î n N a k ç b e n d 'i n k u r -

d e g il, n a k l e d a y a n a n , y â n î, s ö y le n e n [h a -

d u g u z ü h d e , m ü r â k a b e y e v e h a f i z ik r e d a -

k ik a t] . M â z î - i n a k i l : g r . - m iş 'li g e ç m iş :

y a n a n t a r i k a t i n e g ir m i ? k im s e ,

‫ت‬

n a k ç -b e s te

s e v m iş , g itm iş ., g ib i.

‫ذﻫﺶ‬

( a .f .b .i.) : m i iz . ik i h â n e li

n a k i l ‫ ؟‬a h â d e t ‫ ؛‬h u k . d â v â l ı n ı n g ıy a b ı n d a g ö -

b e s t e ‫ ؟‬e k li o lu p n â d i r k u l l a n ı l m ı ş t ı r . N a k ış

r ü l e n d a v â la r d a , d a v â c ı t a r a f ı n d a n g e ti r i le n

b e s te le r d e , b i r g e le n e k o l a r a k h e m e n d â i m â

v e b u lu n d u k la r ı y e rd e d in le n e n ta n ık la r ın b e y a n la r ı. n a k liy â t

(a.i. n a k l i y y e 'n i n c.) : 1. t a ş ı m a

İş le ri. 2 . a n l a t ı l a n l a r d a n ö ğ r e n i le n ‫ ؟‬ey ler,

‫ذﻫﻴﻪ‬

n a k lic e

(a.i. n a k l 'd e n . c . : n a k l i y y â t ) :

1 . e ‫ ؟‬y â ta ş ı m a İŞİ. 2 . t a ş ı m a p a r a s ı, ta ş ı m a -

‫ا‬٠‫ ( ذع‬a . i . ) :

i n t i k a m , ö ç a lm a , e z â v e r e r e k

c e z â la n d ırm a . nakm et

‫ﻧﻘﻤ ﺖ‬

(a.i.) : i n t i k a m , ö ç a lm a , e z â v e -

r e r e k c e z a l a n d ır m a . nakr

٠‫ذﻗﺮ‬

n a k ‫؟‬-p e rd â z î

(a.i.) : 1. v u r m a . 2. k u ş u n y e m t o p -

‫ذﻫﺶ‬

("k u ”

uzun

o k u n u r,

‫؛‬. H ı r i s t i y a n l a r d a

a .i.

İb â d e t

c.

vak-

2. b ir

s ö z le ş m e y i y o k s a y m a ,

n a k z - i s i n n : ç ü rü y ü p k ı n l a n d iş in ‫ ؟‬u k u -

( a . i . ) : 1. r e s im . 2 . d u v a r l a r a , ta v a n -

l a r a y a p ıl a n y a ğ lı v e y â s u l u b o y a r e s im , s ü s le m e s a n a t ı. 3 . ip e k le , S irm a ile İş le m e . 4.

( a .f .b .i.) : s ü s lü iş le m e le r,

n a k z -ı s ıy â m : o ru ‫ ؟‬bozm a,

n a k s - ı d î n : d în î in a n ç la rın z a y ifo lm a s ı. nak‫؟‬

‫ذﻫﺶ‬

‫( ذﻫﻮت‬a.i.) ‫ ؛‬b i r ‫ ؟‬e y in s e ç k in i. ‫( ذ ص‬a.i.) : 1. b o z m a , ç ö z m e ; k ı r m a .

nakz

m e , a z a l tm a .

(a.f.b .i.) ‫ ؛‬r e s s a m l ık .

t i n i b i l d i r m e k ü z e r e k il is e d e ‫ ؟‬a l ı n a n ‫ ؟‬a n . nakvet

( a . i . ) : 1. n o k s a n , e k s ik lik . 2. e k s ilt-

‫ﻧﻔﺶ ﺑﺮدازى‬

2 . f â n u s , ‫ ؟‬a n b iç i m i n d e o l a n ‫ ؟‬işe.

İ l t ı r a ş l ı k , fr . s c u l p t u r e .

‫ذﻫﺺ‬

‫ﻧﺎﻗﻮس‬

nâkus

y a p m a , t a ‫ ؟‬o y m a c ılığ ı. F e n n - İ n a k r : h e y naks

(a.f.b .s. v e i . ) : n a k ı ş y a -

n â k u î i ^ u ( " k u " u z u n o k u n u r , a .i. n a k r 'd a n ) : 1. d ü d ü k . 2 . b o r u .

n e v â k is ) 1

la m a s ı. 3. o y m a , k a z m a , ta ş o y m a , h e y k e l

‫ذص‬

n a k ‫ ؟‬- s e m â î ‫ ( ذﻫﺶ ﻣﻤﺄﺀى‬a .b .i .) : m ü z . i k i h â n e li b e s t e v e y â s e m â î. n a k ş -tırâ z j١ >

ilk . M a s â r i f - İ n a k l i c e : ta ş ı m a p a r a s ı, nakm

le n k -fâ h te u s û lü k u lla n ılm ış tır. n a k ‫ ؟‬- p e r d â z ‫رداز‬ p a n , re s sa m .

m e c . h ile , r e n k .

r u n d ‫ ؛‬k a l a n k ö k p a r ç a s ı,

‫ذﻗﻬﺎ‬

nakzen nal

‫ض‬

(a.zf.) : n a k z e d e r e k , b o z a r a k ,

( a . i . ) : 1. a y a k k a b ı, p a p u 2 .‫ ؟‬. n a l. 3 ٠o tu -

r a c a k y e r l e r i n e n a ş a ğ ıs ı,

n a k ‫ ؟‬- ı b e r - â b : d e v a m s ız , s ü r e k s iz ‫ ؟‬ey.

nâl

n a k ‫ ؟‬-ı b î g ı ı b â r : s ık ın tı, b a s k ı a ltın d a b u lu n a n l a r m a ğ la y ış ı. n a k ‫ ؟‬- ı c e b i n : a l i n y a z ıs ı, ( b k z : s e r - n ü v iş t) .

‫ﻻل‬

(f.i.) 1 ‫؛‬. k a r n i ‫ ؟‬d ü d ü k , ( b k z : m i z m â r ) .

2 . k a m ı ş . 3 . k a r n i ‫ ؟‬k a l e m i n i ç i n d e k i sa z . 4 ٠? e k e r k a m ı ş ı . 5. s. in le y e n , in le y ic i.

n a k ‫ ؟‬- ı d i l - f î r î b : g ö n ü l a ld a t ıc ı s û r e t.

n â l â n ‫ ( ﻻﻻت‬f . s . ) : 1. in le y ic i, in le y e n . 2 . i. k a d ı n a d i.

n a k ‫ ؟‬- ı d î v â r : d u v a r a y a z ıl m ı ş fr e s k ; m e c .

n â -J â y ık

c a n s ız , k u v v e ts iz , r u h s u z k im s e . n a k ‫ ؟‬- ı k a d e m , - -1 p â y : a y a k iz i. 5. m ü z . b e s te v e s e m â î f o r m e 'l a r m ı n h u s û s î b i r ‫ ؟‬e lelin e v e r i le n is im .

n a '1 - b e n d n a '1 - b u r n a 'l ç e -

n a k ‫ ؟‬- ı n î k : iy i, h o ‫ ؟‬, g ü z e l, m u t l u a n .

n â le

n a k ‫ ؟‬- ı p e l e n g : g .s. b i r k u m a ş v e ‫ ؟‬i n i m o t if i. k ış la rın ı

-

( f a . b . s . ) : lâ y ık s ız , lâ y ı k d e g il.

٠‫ ( ذﻋﺐ‬a .f .b .i.) : n a lb a n t . ‫( ذ ض‬a.f.b .i. n a '1 'd a n ) :

n a lb u r , n a l,

‫ ؟‬iv i g ib i ‫ ؟‬e y le r y a p a n k im s e ,

n a k ‫ ؟‬- ı k ü l l : t ü m y a r a t ıl ış .

n a k ‫؟‬-b en d

‫ﻻﻻ ق‬

( b k z : n â - r e v â , n â -s e z â ).

( a .f .b .i.) : k u m a ş l a r ı n

b a ğ la y ıp

ip e k

te lle r le

na-

te z g â h a

‫ﻻك‬

(a.f.b .i.) : n a lç a , (f.i.) : in le m e , in i l t i , ( b k z : fe ry â d ).

n â l e - i b ü l b ü l : b ü l b ü l ü n f e r y â d ı. n â le -k â r

‫ﻻك ﻛﺎر‬

( f .b .s .) : in le y e n , ( b k z : n â le -

s e n e , n â le - z e n ) .

941

nâle-künân nâle-künân ‫ﻛ ﺂ ن‬ feryâdederek. nâlende

‫ﻻﻛﻪ‬

‫ﻻك‬

(f.zf.):

inleyerek,

(f.s.): inleyen, inleyici.

nâle-senc ‫( ﻻك ﻟ ﺞ‬f.b.s.): inleyen, inildeyen, (bkz : nâle-zen). nâle-senci ‫ص‬

‫( ﻻك‬f.b.i.) : feryâdedicililc.

nâ-makbûl ‫( ﻻﻫﻌﺒﻮل‬f.a.b.s.): makbul olmayan, kabûl olunmamış, beğenilmemi‫ ؟‬, nâ-ma'kul ‫"( ﻻﻫﻌﻘﻮل‬ku” uzun okunur, f.a. b.s.) : ma'kul olmayan, akla uygun gelmeyen, nâ-ma'lûm ‫( ﻷﻫﻌﻠﻮم‬f.a.b.s.): bilinmeyen, bilinmemiş. (bkz ‫ ؛‬mechûl).

nâle-serâ ١‫( ﻻك ﺳﺮ‬f.b.s.) : inleyen,

nâmân ‫( ﻻﻣﺎن‬f.i. nâm'ın c.): isimler, adlar,

nâ'leyn ‫( ض‬a.i.c.): 1. bir çift ayakkabı. 2. bir çift nalın. 3. bir çift nal.

nâ-ma'rûf ‫( ﻻ ر و ى‬f.a.b.s.) ‫ ؛‬ma'rûf olmayan, tanınmayan, bilinmeyen,

na'leyn-tırâş ‫( ﻧ ﺪ ر ا ش‬a.f.b.s. ve i.): nalmcı.

nâ-marzî ‫( ﻻ ر س‬f.a.b.s.): arzuya, İsteğe uygun olmayan.

nâle-zen ‫( ﻧﺎك زن‬f.b.s.): inleyen, inildeyen, (bkz ‫ ؛‬nâle-senc). nâle-zenân rek. nâle-zenî

‫( ﻻك زﻻن‬f.zf.): inleyerek, inildeye-

‫( ﻻك زﻧﻰ‬f.b.i.). (bkz : nâle-senci).

na'lî ‫( ذ ش‬a.s.): nal biçiminde olan, nâliş ‫( ﻻدش‬f.i.): inleyi?, inleme, inilti, nâliş-kâr, nâliş-ker ‫ ﻛﺮ‬٠ ‫ﻻﻟﺚ‬ inleyen, inildeyen, nâliş-zen

، ‫ر‬،‫ىﻟﺸﻚ‬

(fb. s.) :

‫( ﻻﻟﺸﺰن‬f.b.s.) : inildeyen,

na'l-tırâ? ‫( ذﻋﻠﺘﺮا ش‬a.f.b.i.): 1. ağaç ayakkabı yapan sanatkâr. 2. nalmcı.

nâ-matbû' ‫( ﻻﻫﻄﺒﻮع‬f.a.b.s.): 1. tabiata uygun olmayan. 2٠basılmamı? olan [yazı], nâm-âver ‫( ﻻم آور‬f.b.s.c.: nâm-âverân): ad salmış, ünlü, (b kz: me?hûr, nâm-berde, nâm-dâr, nâm-ver). nâm-âverân ‫( ﻻم اوران‬fb.s. nâm-âver'in c.): ad salmı? olanlar, ünlüler, (bkz ‫ ؛‬meşâhîr, nâm-verân). namâz ‫( س‬fi.) : namaz, (bkz : salât). namâz-1 pî?în : öğle namazı, namâz-ı ?âm : akşam namazı,

nâm-ı diğer (öteki ad) ‫ ؛‬takma ad.

namâz-gâh ‫( ﺗﻤﺎز ﺳﻪ‬f.b.i.): [çok zaman] açıkta namaz kılmak üzere yapılan yer olup kıble tarafında mihrap yerine bir d ik ili taşı bulunur, üstü açık mescid.

nâm-ı müsteâr : lcendi admdan başka eğreti alman ad.

namâz-güzâr ‫ ر‬١‫ى‬ edâ eder olan.

nâm-ı şerîf: ?erefli isim, mubarek ad. 3. adres. 4. yerine, vekillilc.

nâm-ber-dâr ‫( ﻻم ردا ر‬f.b.s.): namlı, adil sanlı, (bkz : meşhûr, nâm-âver, nâm-berde, nâmdâr, nâm-ver).

nâm ‫( ﻻم‬f.i.c.: nâmân): 1. isim, ad. 2. ün, İâkab.

na'mâ' ‫( ﻧﻌﻤﺎﺀ‬a.i. ni'met'den): 1. ihsan, bahŞİŞ, nimet, insani refâha kavuşturucu şey. 2. bahşiş, armağan. nâ-ma'dûd ۵‫ﯮ‬ çok.

(f.a.b.s.) ‫ ؛‬sayılmaz, sayısız,

jU j (f.b.s.): namazlarım

nâm-bürde ‫( ﻻم ر د ه‬f.b.s.). (bkz : meşhûr, nâmâver, nâm-dâr, nâm-ver). nâm-cû[y] [‫( ﻻﻣﺠﻮ]ى‬f.b.s.c.: nâm-cû-yân): 1. nam arayan, ün arayan. 2. yiğit,

nâ-mağlûb ‫( ىﻫﻐﻠﻮب‬f.a.b.s.): mağlup olmaz, yenilmez.

nâm-cûyân ‫ ﺟﻮﻻن‬٠‫( ﻻه‬f.b.s. nâm-cû'nun c.) : 1. nam arayanlar, ün arayanlar. 2. yiğitler,

nâ-mahdûd ‫( ﻻﻫﺤﺪود‬f.a.b.s.): hudutsuz, sınır-

nâm-dâr ‫ار‬٠‫( ﻻﻣﺎ‬f.b.s.c. ‫ ؛‬nâm-dârân): namlı, ünlü, (bkz : meşhûr, mUştehir, nâmber-dâr, nâm-ver).

SIZ.

nâ-mahrem ‫( ﻻﻫﺤﺮم‬f.a.b.s.): 1. mahrem olmayan. 2. nikâh düşmeyen. 3. yabancı erkek tarafından görülmesi câiz olmakla kendisinden kaçılan. 4. yabancı, (bkz : bigâne),

nâm-dârân ‫( ﻻط'ران‬f.b.s.: nâm-dâr'ın c.): namlılar, ünlüler, (b kz: meşâhîr, nâmâverân, nâm-verân).

nâ-mahremiyyet ‫ ﺣ ﺮﻣﻴ ﺖ‬٠‫( ى‬fa.b.i.): namahremlik.

nâm-dârî ‫( ىﻣﺪا ر ى‬fb.i.): namdarlık, şöhret, ünlülük.

nâ-mahsûr ‫( ﻻﻣ ﺤﻤ ﻮو‬f.a.b.s.): sonu olmayan, sonsuz, sınırlanmamı?.

nâme ‫ ه‬٠‫( ﻻ‬f.i.): 1. mektup. 2. sevgiye ve aşka dâir yazılmış mektup. 5. kitap, mecmûa.

942

nâ-murâd n â m e -i h icrâ n

: ayı-ılık mektubu,

nâm e-resânî

n â m e -i h ü m â y û n :

[eskiden] pâdişâh tarafmdan bir hükümdara gönderilen mektup,

n â m e -i h ü m â y u n -1 izzet ve saadet m eşh û n :

pâdişâh tarafından bir hülcümdara gönderilen ululuk, yücelik ve mutlulukla dolu mektup. : pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen degere, yüceliğe, ululuğa ve saygıya ulaşmış, kavuşmuş olan mektup,

n â m e -i h ü m â y û n -1 iz ze t-m a k rû n

n â m e -i

h ü m â y û n -1

m e s e r r e t -m a k r û n :

pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen meserrete, sevince ulaşmış, kavuşmuş olan mektup. n â m e -r e s â n î : mektup

(adi, mevkii, ünvanı mutlu olanm mektubu): pâdişâh mektubu, : kara yüzlü, felâket haber-

li mektup.

‫ ر ﺿ ﺐ‬٠‫"( ﻻ‬gu” uzun okunur, f.a. b.s.): rağbet olunmayan) beğenilmeyen,

nâ-m ergub

nâ-mer'î ‫( ﻻرﻓﻲ‬f.a.b.s.) : 1. görünmez; görülmez. 2. modası geçmiş, nâ-merzâ ‫ ﻻ ر ص‬: (bkz : nâ-marzî). nâ-mesbûk ‫( ﻻ ﺑ ﻮق‬f.a.b.s.): sebketmemi?, geçmemi‫ ; ؟‬benzeri olmamı‫ ؟‬, nâ-mesmû' ‫( ﻻ ﻣ ﻤ ﻮ ع‬f.a.b.s.) : 1. işitilmemi‫ ؟‬. 2. işitilmeye değmez.

‫( ﻻ س‬f.a.b.s.): 1. örtülmemi‫ ؟‬, (bkz : uryân). 2. açık, meydanda, (bkz : İyân).

nâ-m estûr

olmayan, kutsuz. ‫ﻻ ﻫﺜ ﺮ و ع‬ (f.a.b.s.): huk. ‫ ؟‬eriata, kanuna uymayan, yasaya aykırı, (bkz: me‫ ؟‬rû').

nâ-m e‫ ؟‬rû'

‫ ؟‬erefli, mubarek, kutsal mek-

nâ-m evzûn ‫( ﻻرزون‬f.a.b.s.): 1. vezinsiz, ÖİÇÜsüz. 2. ed. vezni bozuk [manzûme].

‫ ﻻﻫﻪ‬- (f.s.) : "yazılı, yazılmış, küçük ki-

nâ-m eysûr ‫( ﻻ د و ر‬f.a.b.s.): 1. İŞİ kolaylaştırılmamı2 .‫ ؟‬. elde edememi‫ ؟‬, ele geçirememi‫; ؟‬

n â m e -i ‫ ؟‬e r i f :

tup. -n âm e

(f.b.i.): nâme, mektup

nâ-m es'ûd ‫( ﻻ ﺳ ﻮ د‬f.a.b.s.): mes'udve mübârek

ulaştırma İŞİ.

n â m e -i sa âd et-ıın vân n â m e -i siy a h lik a

‫ ا ذ ى‬٠‫ﻻ ﻫ ﻪ ر م‬

eriştiricilik.

tap” mânâlarına gelerek mürekkep (birİeşik) lcelimeler meydana getirir: [emirnâme, kanûn-nâme> karar-nâme.. gibi],

‫( ﻻﻫﻪ اور‬f.b.s.): mektup götüren,

n â m e -â ve r

y. ‫( ﻻﻫﻪ‬f.b.s.): mektup götüren.

K ebû ter-İ

‫ﻏﻬﻮم‬٠ ‫( ﻻ‬f.a.b.s.): mânâsız, anla-

nâm î

‫( ﻻ ﻫﺄرل‬f.a.b.s.): umulmadık, bek‫ ه ﻧﻮص‬٠‫( ﻻ‬f.b.i.):

tar.

Bâblâlî'de,

‫( ﻻ ر و ط‬f.a.b.s.): râbıtasız,mânâsız,

saçmasapan. n â -m erd

‫( ﻻ ر د‬f.b.s.): 1. merd olmayan, alçak

‫( ﻻ ﻫ ﻬ ﺮ ﻻ ذ ى‬f.b.i.): muhabbetsizlik, vefasızlık, sevgisizlik.

nâm iye ‫( ﻻ ب‬a.i.): olma, yerdenbitme. K uvve-i nâm iye : olma, yerden bitme kuvveti,

‫( ﻻ ب ﻻر‬a.f.b.s.): hayat verici, ‫( ﻻ زا ج‬f.a.b.s.): mizaçsız, keyifsiz,

[kimse]. 2. korkak, (bkz : cebin).

nâm îye-bâr

(f.zf.): insaniyetsizlikle, alçaklıkla,

nâ-m izâc

n â -m erd -â n e

‫ﻻ ردا ﻻ‬

nâmertlikle,

rahatsız, hasta.

(f.b.i.): 1. nâmertlik, insaniyetsizlik, alçaklık. 2. korkaklık,

n â -m e rd î

‫ﻻ رد ى‬

n â m e-res, n â m e-resân

‫( ﻧﺎﻣﻬﺮﺑﺎن‬f.b.s.): muhabbetsiz,

vefâsız, sevgisiz. nâ-m ihr-bânî

dîvân me'murluklarından biri, n â-m erb û t

‫( ﻻس‬a.s. nüm üw'den): yerden biten, yeti‫ ؟‬en٠ büyüyen, artan, [müen. ‫“ ؛‬nâmiye” ]. (bkz: nâbit).

nâ-m ihr-bân

lenmedik. n â m e-n ü v îs

‫( ﻻس‬f.s. nâm'dan): 1. namlı, ‫ ؟‬Ohretli, ünlü. 2. i. erkek adi.

nâm î

şılmaz. n â -m e'm û l

‫( ﻻم ﺳﺘﻌﺎ ر‬f.a.b.i.): takma ad [kendini belli etmemek İçin alman-],

posta güvercini,

n â m e -b e r:

(bkz: nâme-âver). n â -m e fh û m

‫( ﻻس‬a.i. nemk'den) 1 ‫؛‬. yazıcı, kâtip (bkz : nüvisende). 2. erkek adi.

nâm -ı müsteâr

(bkz: nâme-ber). n â m e -b e r

elde edilememiş, ele geçirilememiş, nâm ık

‫ﻻﻫﻪ رﺳﺎن‬

،

‫ئ رس‬

(f.b.s.): nâme eriştiren, mektup ulaştıran.

‫( ﻻ زا س‬f.a.b.i.): mizaçsızlık, keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık,

nâ-m izâcî

nâ-m urâd ‫( ﻻ راد‬f.b.s.): 1. murâdma erişememi2 .‫ ؟‬. i. müz. Türk müziğinin eski bir mü943

nâ-murâdî

rekkep makamı olup zamâmmıza kalmış bir nümûnesi yoktur. nâ-murâdî ‫( ﻻ راد ى‬f.b.i.): muradına erişememe, isteğine ulaşamama, nâmûs ‫( ﻻر س‬a.i.c.: nevâmis): 1. kanun, nizam. 2. ar, edep, hayâ, ırz. 3. temizlik, doğruluk. 4. Allah'a yakın olan büyük melek, Cebrâil. [Aı-apçada: “esrâr sâhibi" mânâsına da gelir; asil: Yunancadır],

nâ-mütenâhî ‫( ﻻ ﻷ س‬f.a.b.s.): sonsuz, uçsuz bucaksız. Fezâ-yî nâ-mütenâhî: sonsuz gibi görünen boşluk. nâ-mütenâhîyyet ‫( ﻻ ﻣﺘﺎ ﻣ ﺖ‬f.a.b.i.): sonsuzluk. nâ-müvecceh ‫ وﺟﻪ‬٠‫( ﻻ‬f.a.b.s.): tevcih edilmemi‫ ؟‬, yönetilmemi‫ ؟‬. nâ-müveccîh ،‫( ذاﻫﻮﺟﺎ‬f.b.s.): uygun olmayan, uygunsuz.

nâmûs-i dilberi: dilberlik nâmusu, güzellik ‫ ؟‬eref ve haysiyeti,

nâ-müyesser ‫ر‬٠‫( ﻻ س‬f.a.b.s.): müyesser olmayan, elden gelmeyen.

nâmûs-i elcber: Cebrâil.

nâm-ver ‫( ﻧﺎﻣﻮر‬f.b.s.c.: nâm-ver-ân): namlı, adli, ünlü, (bkz: me‫ ؟‬hûr, nâm-âver, nâmberdâr, nâm-dâr).

nâmûsiyye ‫( ﻻ ر ب‬a.i.): 1. yatanların görülmemesi İçin yatagm etrâfına çekilen perde. 2. cibinlik. nâmûs-kâr ‫ﻻرﺳﻜﺎر‬ 2. dogru. [adam].

(a.f.b.s.) :

1. nâmuslu.

nâmûs-kâr-âne ‫راذه‬١‫( ﻻﻣﻮﺳﻚ‬a.f.zf.): nâmuslulukla. (bkz: nâmûs-pervei'-âne). nâmûs-perver ‫( ﻻرس رور‬a.f.b.s.): nâmuslu. nâmûs-perver-âne ‫ر وا ﻻ‬ ‫( ﻻر س‬a.f.zf.): nâmuslulukla. (bkz: nâmûs-kârâne). nâmûs-perveri nâmusluluk.

‫رور ى‬

‫ﻧﺎﻣﻮس‬

(a.f.b.i.):

nâ-mutasavver ‫( ﻻﻣﺘﻤﻮر‬f.a.b.s.): hatıra ve hayâle gelmeyen.

nâm-verân ‫( ﻻرران‬f.b.s. nâm-ver'in c.) : namİılar, adlılar, ünlüler, (bkz: meçâhîr, nâmâverân, nâm-dârân). nâm-verî‫( ﻷرر ى‬f.b.i.): meşhurluk, ünlülük, nâm-zed ‫( ﻻ ر د‬fb.s.): 1. nişanlı, sözlü, yavuklu. 2. aday. 3. huk. miras bırakanın fevkalâde ikame yoluyla tayin ettigi miras4 .1‫ ؟‬. huk. lehine vasiyet yapılan kimse. nân ‫( ﻻن‬f.i.): ekmek, (bkz : hubuz). nân-ı aziz: ekmek. nân-ı aziziyle perverde olmak: birinin ekmegiyle beslenmek,

‫( ﻧﺎ‬f.a.b.s.): güvenilmez,

nân-ı cevin : arpa ekmegi. nân-ı gülâc: ekmek kadayift, güllaç baklavasi.

nâ-muvâfık ‫( ﻻرا ش‬fa.b.s.): mııvâfık, uygun olmayan, uymaz.

nân-ı harâm: kanun dışı sağlanan yiyecek ve para.

nâ-mübârek ‫( ﻻ ﺑ ﺮ ك‬ha.b.s.): uğursuz, meymenetsiz.

nân-ı helâl: kanuna uygun, yasal yollardan sa'glanan geçim, para, nân-ı hu‫ ؟‬k : kuru ekmek,

nâ-mûtemed inanılmaz.

nâ-miihezzeb ‫ ﻫ ﺬ ب‬٠‫( ﻻ‬f.a.b.s.): ıslah edilmemi‫ ؟‬, terbiye görmemi‫ ؟‬. nâ-mülâyim ‫أ‬٠‫ي‬٠‫( ﻻﻣﺎل‬f.a.b.s.): 1. uymaz, uygunsuz. 2. sert, çetin. nâ-münâsib ‫( ﻻ ﻣ ﻼ ب‬f.a.b.s.) : uygun olmayan, münâsebetsiz, yakışıksız, uygunsuz, nâ-müsâid ‫( ﻻ ﺳﺎ ﻋﺪ‬f.a.b.s.): müsâit olmayan, bir İ‫ ؟‬İ güç bir hâle sokan, nâ-müstahikk ‫( ﻻ‬f.a.b.s.) : 1. istihkakı olmayan. 2. istihkak olunmamı‫ ؟‬, hakedilmemi‫ ؟‬. nâ-miistaidd ‫( ﻻ ﺳﺘ ﻌﺪ‬f.a.b.s.): istidatsız, kabiliyetsiz. 944

nân-ı keşkin: buğdaydan başka hububatla yapılan ekmek, nân-ı telh : acı ekmek, nân-ı teng : küçük kalıp ekmegi. nân ü nemek: tuz ve ekmek [hakki], nân ii ni'met: iyilik, bağış, (bkz: âtıfet, İhsân). na'na' e ‫( ؛‬a.i.): nâne. na'nâ' ‫( ﻧﻌﻴﺎع‬a.i.): nâne. (bkz : na'na'). nân-bahâ ^ ‫( ﻻ‬fb.i.): imparatorluk zamanında bâzı devlet memurlarına ekmek karşılığı olarak verilen para.

nâ-re'y

nân-cû[y] [‫( ذاذﺟﻮ]ﺗﻤﺄ‬fb.s. ve i.) : “ekmek arayan" : dilenci, (bkz : gedâ, nân-hör). nân-hâh ‫( ﻧﺎﻧﺨﻮاه‬f.b.s.): “ekmek isteyen'': dilenci. nân-hâr ‫( ﻧﺎن ﺧﻮار‬f.b.i.) :tar. ölen yeniçerilerin çocukları. nân-hör ‫( ﻧﺎن ﺧﻮر‬f.b.s. ve i.) : dilenci, (bkz: gedâ, nân-cû[y], nân-hâh). nân-kör ‫( ﻧﺎ ﻧﻜﻮر‬fb .s.): gördüğü iyiliği unutan; tuz, ekmek hakkini bilmeyen, nân-pâre ‫( ﻧﺎ ﻧﺠﺎره‬f.b.i.): 1. ekmek parçası, bir lokma ekmek. 2. geçime yarayan İş, me'murluk. nân-pez ‫( ﻧﺎ ﻟﺠﺰ‬fb .i.): ekmekçi, ekmek pişirici. (bkz: habbâz). nânû ‫( ﻧﺎ ﻧﻮ‬f.i.): ninni. nâ-pâk ‫( ﻧﺎﺑﺎك‬f.b.s.c.: nâ-pâkân): pis, murdar, nâ-pâkân ‫( ﻧﺎ ﺑﺎﻛﺎن‬f.b.s. nâpâk'ın c .): pisler, murdarlar. nâ-pâkî ‫( ﻧﺎ ﺑﺎﻛﻞ‬f.b.i.): pislik, murdarlık, (bkz : hubs). nâ-pay-dâr ‫( ﻧﺎﻳﺎﻳﺪار‬f.b.s.): sebatsız, kararsız; süreksiz. nâ-perhiz-kâr ‫( ﻧﺎﺑﺮﻫﻤﺰﻛﺎر‬f.b.s.): 1. sağlığına dikkat göstermeyen. 2. günahtan kaçınmayan. 3. toplumun ahlâk kurallarım hiçe sayan. nâ-pervâ ‫( ﻧﺎﺑﺮوا‬f.b.s.): 1. pervâsız, korkusuz, çekinmez, aldırışsız, (bkz: bî-pervâ). 2. sersem. nâ-pesend, nâ-pesendide ، ‫ ﻧﺎ ﺑ ﺤ ﺪ ﻳ ﺪ‬، ‫ﻧﺎ ﺑ ﺴﻔﺪ‬ (f.b.s.): beğenilmez. nâ-peydâ ‫( ﻧﺎﺳﺪا‬f.b.s.): 1. bellisiz, görünmeyen, gizli. 2. kaybolmuş, (bkz: nâ-bûd). Peydâ vü nâ-peydâ : belli belirsiz, nâ-pezîr ‫( ﻧﺎ ﺑﻨﻴﺮ‬f.b.s.): 1. kabul etmez. 2. olamaz, olmaz. nâ-puhte ‫( ﻧﺎ ﺑﺨﺘﻪ‬f.b.s.): 1. pişmemiş, çiğ. 2. mec. tecrübesiz, acemi, nâr ‫( ﻧﺎر‬f.i.): bot. nar. nâr ‫( ﻧﺎر‬a.i.): 1. ateş, od. 2. cehennem. Ehl-İ n â r : cehennemlik olan. El-İntizârü eşeddii m in-en-nâr: bekleme, ateşten daha şiddetlidir, thrâk-bi'n-nâr: ateşle yakma. 3. yakıcı şey [ateş gibi]. Küre-i n â r: jeol. ateş kiire. nâr-ı a ş k : aşk ateşi.

nâr-ı beyzâ : kim. akkor, nâr-ı fâ r is i^ e : hek. yılancık, na'ra ‫( ذﻋﺮه‬a.i.): (bkz : na're). nâ-râst ‫( ﻧﺎراﺳﺖ‬f.b.s.): 1. dogru olmayan, egri. 2. yanlıç, dogru olmayan. 3. razı olmayan, nâr-bün ‫( ﻧﺎرﺑﻦ‬f.b.i.): nar ağacı, nârcîl ‫( ﻧﺎرﺟﻴﻞ‬a.i.): Hindistan cevizi, nârçîl ‫( ﻧﺎرﺟﻴﻞ‬f.i.): Hindistan cevizi, (bkz: nârgîl). nârdâ ‫( ﻧﺎردا‬f.b.s.): lâyık degil. (bkz: nâçespân). nâr-dân ‫( ﻧﺎردان‬f.b.i.) : 1. nar tâneleri. 2. göz yaşı damlaları. nârdenk ‫( ﻧﺎردﻧﻚ‬fi.) : nâr, erik, kızılcık, elma gibi meyvalardan çıkarılan ekşimsi pekmez. nâr-dîn ‫( ﻧﺎودﻳﻦ‬f.i.): bot. sünbül-i rûmî denilenbir çiçek. na're ‫( ﻧﻌﺮه‬a.i.): nâra, yüksek sesle bağırma, na're-i h ayyâkallâh : "Allah canını bağışlasin!" tarzındaki bağırma, na're-i mestâne : sarhoş gibi nâra atma, na're-endâz ‫( ﻧﻌﺮه اﻧﺪاز‬a.f.b.s.): nâre atan, nâ-refte ‫( ﻧﺎرﻓﺘﻪ‬f.b.s.): gidilmemiş, geçilmemiş, kimsenin geçmediği [yer], nârenc ‫( ﻧﺎرﻧﺞ‬f.i.): 1. turunç. 2. portakal, nârenci ‫( ﻧﺎرﻧﺠﻰ‬f.s.): turuncu, turunç renginde. nârenciyye ‫( ﻧﺎرﻧﺠﻴﻪ‬a.i.): bot. turunçgiller [portakal, mandalina, limon, greypfrut (=altıntop) gibi şeyler], nâreng ‫( ﻧﺎرﻧ ﻚ‬f.i.). (bkz : nârenc). nârengi ‫( ﻧﺎرﻧﻜﻰ‬f.i.). (bkz : nârenci). nâ-res ‫( ﻧﺎرس‬f.i.) : ham meyva. nâ-resâ ‫( ﻧﺎرﻣﺎ‬f.b.s.) : 1. münâsip, uygun olmayan. 2. yetişmemiş, ham. nâ-resâyî ‫( ﻧﺎرﺳﺎﻳﻰ‬f.b.i.): 1. hamlık. 2. uygunsuzluk. [asli: "nâ-resâî" dir]. nâ-resîde ‫( ﻧﺎرﺳﻴﺪه‬f.b'.s.): 1. olmamış, ham. 2. bulûğa ermemiş, (bkz : nâ-bâliğ). nâ-reşîd ‫( ﻧﺎرﺷﻴﺪ‬f.a.b.s.): olgunlaşmamış, kemâle ermemiş. nâ-revâ ‫( ﻧﺎروا‬f.b.s.): yakışmaz, (bkz: nâsezâ). nâ-revân ‫( ﻻروان‬f.b.s.): akmayan; geçmeyen, nâ-re'y ‫( ﻻرأى‬f.b.s.): 1. tedbirsiz. 2. mec. dinsiz, imansız.

n٥'re-zen na're-zen ‫( ﻧﻌﺮه زن‬a.f.b.s.) : nâre atan, ku vvetli

‫ﻧﺎﺻﻮاب‬

nâ-savâb

(f.a.b.s.) : d o ğ r u

o lm ayan )

y a n lış , h a k siz . Cevâb-1 nâ-savâb : y a n lış ,

bağıran.

nârgîl ‫( ﻧﺎرﺳﻤﻴﻞ‬f.i.): hindistan cevizi, ( b k z : nârçîl).

h a k siz cevap.

‫ﻧ ﻤﺎ ﺑﺢ‬

n a s â y ih

nârgile ‫( ﻧﺎرﺳﻤﻠﻪ‬f.i.): nargile, nârgüe-keş ‫( ﻧﺎرﺳﻤﻠﻪ ﻛﺶ‬f.b .s.): nargile İçen, narh ‫( ﻧﺮخ‬f.i.): nark, çarşıda, pazarda satılan

(a.i. n a s l h a t 'm c.) : ö ğ ü tle r ,

nasâyih-i pederâne : b a b a c a s m a

ö ğ ü tle r ,

[a sli : “n a s â i h ” d ir ].

Nasâyıhü'l-M ülûk ( p a d i ş a h l a r ı n ö ğ ü tl e r i ) :

şeyler İçin resm i m akam larca gösterilen

1639 d a ö le n S iv a s 'il A b d ü lm e c i t Ş e y h î'n i n

fiat. [kelim enin asil “n irh " dir].

I. A h m e t 'i n e m r iy le ‫ ؟‬e ş itli e s e r le r d e n s e ‫ ؟‬e-

narh-ı metâ-i derd ii belâ : dert ve belâ m anârî ‫( ﻧﺎرى‬a .i.): 1. ateşe m ensup‫ ؛‬ateşle ilgili. 2 ٠cehennem lik, (bkz : dûzehî). 3. i. cin, peri.

nâ-sâz ‫( ﻧﺎﺳﺎز‬f.b .s.) : u y m a z , u y g u n s u z . Tâli'-i nâ-sâz : u y g u n s u z t â l i h .

‫ﻣﺎزى‬٠‫ﻧﺎ‬

nâ-sâzî

nâriye ‫ ( ﻧﺎرﻳﻪ‬f s . ) : [“nâr” in miien.]. (bkz : nâr), n â ri^ e t

r e k m e y d a n a g e ti r d i ğ i d i n d e n , a h l â k t a n v e m e m le k e t i d a r e s i n d e n b a h s e d e n e s e ri,

linin narhı, değeri.

‫ﻧﺎرﻳﺖ‬

(o .i.): yak ıcılık, ateşin özelliği,

nâr-pistân ‫( ﻧﺎرﺑﺴﺘﺎن‬f.b .i.): 1. n ar gibi top olan meme. 2. s. m em esi nar gibi top olan [kız vey â k a d ın ].

‫ﻧﺎﻣﺎزﻛﺎر‬

nâ-sâz-kâr

y e n , m u h â l if . 3.

rm hayırlısı, halka faydası dokunanıdır,

nâs-ı ızrâr : huk. birinin, her ne şekilde olursa olsun bir başkasının m enkul veya gayrim enkul m alın ı ,harap etmesi, yo k et-

z ıtlık .

nasb

(f.b.s.) : 1. u y g u n g ö r m e -

2. m i in â s e b e ts i z İşle u ğ r a ş a n .

i ş it il m e m i ş , b e k le n m e m i ş ,

‫ﻧﺎﻣﺎزﻛﺎرى‬

nâ-sâz-kârî

nârven ‫( ﻧﺎرون‬f.i.): bot. karaağaç, nâr-ver ‫ ( ﻧﺎرور‬f b .s .) . ( b k z : nâr-pistân). nas ‫( ﻧﺺ‬a .i.). (bkz : nass). nâs ‫( ﻧﺎس‬a.i. İns'in c . ) : insanlar, halk, herkes. Alâ melei'n-nâs : herkesin İçinde, herkesin karşısında. Beyn-en-nâs: h alk arasında. Hayrü'n-nâs men yenfau'n-nâs : insanla-

(f.b.i.) : u y m a z l ık , u y g u n s u z -

lu k .

( f b .i.) : 1. u y g u n s u z l u k ,

2. u y g u n s u z , m i in â s e b e ts i z İş g ö r m e ,

‫ﻟﻬ ﺐ‬

: 1. d i k m e ,

(a.i.)

s a p la m a ,

nasb-ı hıyâm : ç a d ı r l a r ı d ik m e , nasb-ı nazar : g ö z a tm a , b a k m a , nasb-ı nigâh : g ö z d ik m e . 2. b i r m e 'm u r lu ğ a t â y i n . 3. a. gr. i s m i n i'r â b ı, h a r f i n ü s t ü n (e) o k u n m a s ı.

nasb-ı ayn [etmek] : g ö z ü d i k m e [k]. nâ-senclde

‫ﻧﺎﺳﻔﺠﻴﺪه‬

(f.b .s.) : 1. t a r t ı l m a m ı ş , Öİ-

ç ü lm e m iş . 2 . d e ğ e r le n m e m iş . 3 . iy i d ü ş ü n iilm e m iş .

mesi veya zarar verm esi,

na's, na'se ‫ ﻧﻌﺴﻪ‬، ‫( ﻧﻌﺲ‬a .i.) : 1. uykusu gelme, u yku bastırm a, ım ızganm a,

( b k z : sine).

2. zayıflık , bitkinlik, kuvvetsizlik,

nâ-sabûr ‫( ﻧﺎ ﺻﺒﻮر‬f.a.b .s.): sabırsız, İÇİ tez, tezcanlı.

nâsere

‫ ( ﻧﺎﻣﺮه‬f i.) : a y â r ı ‫( ﻧﺎﺳﺰا‬f.b.s.) :

nâ-sezâ

b o z u k [p a ra ], y a k ış m a z ,

(b k z : n â -

re v â ).

‫ﺳ ﺖ‬

nasfet

(a.i.) : 1. i n s a f h a k lililc , d o ğ r u l u k ,

2. fels. * d e n k s e r lik , fr. équité, ( b k z : h a k k a n iy e t) , [asli : “n a s a f e t" d ir ].

nasaf ‫( ﻧﺼﻒ‬a.i.) : uşak, hizm etçi, nâ-sâf ‫ ﻧﺎﺻﺎ ف‬-(f.a.b.s.): 1. s a f olm ayan, hâlis olm ayan, karışık. 2 . pis, kirli,

nasafet ‫( ﻧﺼﻐﺖ‬a .i.): [bu şekli asil olm akla berâber; "nasfet'' şekli yaygınd ır], ( b k z : nasfet).

nâsıb

‫ﻧﺎﺻﺐ‬

(a.s. n a s b 'd a n ) : 1. n a s b e d e n , ( b i r

y e re ) d ik e n . 3.

2. a. gr. h a r f i ü s t ü n (e) o k u t a n .

n a s b e d e n , t â y i n e d e n , a ta y a n ,

nâsıbe

‫ﻧﺎﺻﺒﻪ‬

(a.s. n a s b 'd a n ) : [ n â s ıb 'in m ü e n .] .

( b k z : n â s ıb ).

nasâib ‫( ﻧﺼﺎﺋﺐ‬a.i. nasibe'nin c.) : dikili taşlar, na'sân ‫( ﻧﻌﺴﺎن‬a.s.) : uykusu gelmiş, uyku bas-

n âsıf

‫ﻻﺻﻒ‬

(a.i. n i s f d a n ) : g e o . a ‫ ؟‬ı o rta y , a ‫ ؟‬ıy ı

ik i e ş it p a r ç a y a b ö le n d o ğ r u , f r . b i s s e c t r i -

tırm ış [adam].

nasârâ ‫( ﻧﻤﺎر ى‬a.i. lar.

94،

٨

c . ) : H ıristiyan -

nâsıh, n â s ı h a

‫ﻧﺎﺻﺤﻪ‬

،

‫ﻧﺎﺻﺢ‬

(a.s. n u s h 'd a n ) :

1. n a s i h a t e d e n , ö ğ ü t v e r e n , ( b k z : p e n d - k â r .

nass v â iz ). 2 . [b irin c is i] e rk e k , [İk in c isi] k a d ı n a d i.

nâsıh-i emin : H z . Nûh. nâsıh-âne ٠‫ ( ﻻﺻﺤﺎذ‬a .f .z f .) : n a s i h a t e d e r e k , ö ğ ü t v e re re k .

y a z ıl a n m a n z u m v e y a m e n s u r e se r, ( b k z : p e n d -n â m e ).

nasîhat-nâ-peîîr ‫ ﻻﻧﺪ ر‬-

( a .f .b .s .) : ö ğ ü t

d in l e m e z .

2. i. e r k e k a d i.

nâsıra ‫( ﻻ ﺻﻪ‬a.s.) : [ " n â s ır ” m m ü e n .] . ( b k z :

nasihat-pezir ‫ دد و‬-

( a .f .b .s .) : ö ğ ü t d i n -

ler.

n â s ır).

nâsırîn ‫ ن‬٠‫( ﻻﺻﺮ‬a.s. n â s ı r 'ı n c . ) : y a r d ı m c ı l a r , nâsıriyye ‫ ( ﻻ ب‬a . i . ) : e s k i b i r M ı s ır p a r a s ı, nâsıye ‫( ﻻ ب‬a.i. n a s â 'd a n c . : n e v â s î ) : a li n , ( b k z : c e b in , p î? â n î).

nâsıyede mestûr (olmak): a l ı n d a y a z ıl ı o lm ak.

nâsıye-i h â l : y ü z ü n g ö s te r iş i, ta v ır , v a z iy e t, nâsıye-pîrâ ‫ ( ﻻ ب درا‬a .f .b .s .) : a l m s ü s le y e n , nâsıye-sâ ١‫( ﻻ بس‬a.f.b .s.) : a l n ı n ı y e r e s ü r e n , nâsıye-sâzî ‫ ى‬3‫( ﻻ ب ﺳﺎ‬a.f.b .s.) : a l n ı n ı y e r e sü rm e.

nâsî ‫ ( ﻻ س‬a . s . ) : n is y â n e d ic i, e d e n , u n u t a n , u n u tu c u . (a .i.):

1. p a y , h is s e . 2. b i r i n i n e ld e

e d e b ild iğ i ?ey. 3. A l l a h 'ı n k ı s m e t e t t i ğ i şey.

nasib almak : [B e k ta ş îlik te ] t a r i k a t a g i r m e tö r e n i y a p ıl m a k .

nasîb-dâr ‫ب ' ر‬

( a .f .b .s ) : h is s e d â r . ( b k z :

b e h re -m e n d ).

nasîb-dâ? ‫ش‬١‫ب‬

nâsik ‫( ﻻ س‬a.s. n e s a k 'd a n ) : te r t i b e d e n , d ü z e n le y e n .

y a r d i m e d e n le r.

nâsik ‫ ( ﻻ ﻣ ﻚ‬a . s . ) : A l l a h y o l u n d a İ b â d e t e d e n ) d i n e b a ğ lı , ( b k z : â b id , z â h id ) .

nâsil ‫ ل‬٠‫ ( ﻻ‬a . i . ) : k i l d ö k ü c ü il â ‫ ؟‬, nâ-sipâs ‫ ( ﻻﺳﻲ\س‬f .b .s .) : ş ü k r e tm e y e n , n a n k ö r , nasir ‫ر‬٠‫( ذص‬a.s. n a s r 'd a n ) : n u s r e t e d e n , y a r d ım c ı. ( b k z : m e d e d - k â r , m u i n ) ,

nâsir ‫( ﻻش‬a.s. n e s r 'd e n ) : 1. y a y a n , s a ç a n . 2 . n e sir y a z a n .

nâsiye ‫ﻻ ب‬

(a.s. n i s y â n 'd a n ) :

m ü e n .] . ( b k z : n â s î

[“n â s î ” n i n

‫) ﻻ س‬,

nâsiye ‫( ﻻ ب‬a.i.c. n e v â s î ) . ( b k z ‫ ؛‬n â s ıy e ). nasl ‫ ل‬٠١‫ ( ذه‬a . i . c . : n is â l, n u s û l ) : te m r e n , o k , k a r g ı g ib i ‫ ؟‬e y le r in u c u n d a k i s iv r i d e m ir ,

nasr ‫ ( ص‬a . i . ) : 1. y a r d i m . 2 . ü s t ü n l ü k , ( b k z : z a fe r). Sûre-i nasr : K u r 'â n 'ı n n o . s û r e s i, nasrullah : A l l a h 'ı n y a r d ı m ı , nasrun min-Allahi ve fethiin karib : “y a r d ım

A l l a h 'd a n d ı r ,

f e t ih

de

y a k ın d ır .')

m â n â s ı n a g e le n b i r “ â y e t-i k e r im e " , ( a .f .b .s .) : h is s e d e b e r â b e r ,

n a s i p d e eş o la n , ( b k z : lie m - h is s e ). (a.i. n a s b 'd a n . c . : n a s â i b ) : d ik i -

li ta ? , y o ll a r a n i ş a n İç in d i k i l e n ta?,

nâsic ‫( ﻻﺳﺞ‬a.s. n e s c 'd e n ) : 1. n e s c e d e n , d o k u y a n . 2. s ır a la y a n , d ü z e n le y e n .

nâsicü'1-hiyel: k ö t ü l ü k e d e n , nasih ‫ ( ﺻ ﺢ‬a .s . c .: n u s a h â ) : n a s i h a t, ö ğ ü t v e re n .

nasrü'd-dîn :

ı) d i n e

y a rd ım ı

dokunan‫؛‬

2) d i l i m i z d e " n a s r e d d i n ” ? e k lin d e k u l l a m l a n e r k e k a d i.

nasrâni ‫ى‬٠‫ﺻ ﺎ‬ [H z .

î s â 'n ı n

( a .i .c .: n a s â r â ) : H ı r i s t i y a n . o tu r d u ğ u

" N a s ıra ” k ö y ü n e

m e n s u p d e m e k tir ] .

nasrâniyye ‫ ( ﺻﺎذ؛د‬a . s . ) : [“n a s r â n l 'n i n m iie n .] . ( b k z : n a s r â n i) .

nasrâniyyet ‫ ( ص'ﺳ ﺖ‬a . i . ) : H ı r i s t i y a n l ı k ,

nâsih ‫( ﻷﺳﺦ‬a.s. n e s h 'd e n ) : 1. n e s h v e İ b tâ l e d e n , b a t t a l e d e n . 2. i s t i n s â h e d e n , k o p y a s i n i ‫ ؟‬ik a r a n .

nasihat -

nasihat-ger ‫ ( ﺳ ﺤ ﺘ ﻜ ﺮ‬a .f .b .s .) : ö ğ ü t v e r e n , nasihat-kâr ‫ر‬(a.f.b .s.): ö ğ ü t v e r e n , nasihat-nâme ‫ ﻻﻫﻪ‬( a .f .b .i.) : i n s a n l a r a y o l g ö s t e r m e k , ö ğ ü t v e r m e k m a k s a d ıy l a

nâsır ‫( ﻻص‬a.s. n a s r 'd a n c . : n â s ı r î n ) : 1. y a r d ım c ı, y a r d i m e d e n , ( b k z : m u i n ) . Hayrii'nnâsır ( y a r d im e d i c i n i n e n h a y ı r l ı s ı ) : A lla h .

nasibe -

( a .f .b .s .) : k e n d i s i n -

d e n ö ğ ü t a l ı n a c a k sö z .

nâsıhü'1-ceyb : k a lb i t e m iz [a d a m ],

nasib -

nasîhat-âmîz ‫ﺳﺰ‬٠‫ ا‬-

nasri ‫ ( ﻧ ﺼ ﻰ‬a . s . ) : A lla h y a r d ı m ı ile ü s t ü n l ü k v e ü lk e a l m a k l a ilg ili.

nass ‫ ( ض‬a . i . c . : n u s û s ) : 1. s a r i h l i k , a ç ık lık , (a.i. n ı ı s l ı 'd a n c . : n a s â y i h ) :

ö ğ ü t, ( b k z : iz a , p e n d , va'z).

k a t 'i l i k . 2. m â n â s ı n d a s a r i h l i k , k a t 'î l i k b u l u n a n K u r 'a n â y e t i n i n d e li l o l a r a k g ö s te r ile n i.

nass-ı kati'

fels. * in a k , d o g m a . 4 . g r . e s k id e n , s â d e c en â - ç e k i b î ‫( ﻧﺎ ﺷﻜ ﻰ‬f.b.i.). ( b k z : n â - ş ik ib î) . nâşıt ‫( ﻧﺎﺷﻂ‬a.s. n e ç a t 'd a n ) : ş e n , n e ş e li [a d a m ], nass-ı kati' : m â n â s ı s a r ih , a ç ık o la n K u r 'â n n â ş î ‫( ﻻ ش‬a.s. n e ş 'e t'd e n ) : 1. n e ş e t e d e n , e d ic i, 3.

b i r m â n â y a g e le n k e lim e ,

â y e tl e r i n d e n d e lil o l a r a k g ö s t e r il e n â y e t,

il e r i g e le n .

nassi ‫ ( ذﻫﻰ‬a . s . ) : fels. * in alcsal, d o g m a t ik , nassiyye ‫ ه‬٠‫ ( ذم‬a . i . ) : * in a k ç ılık , d o g m a t iz m , fr. dogmatisme. nâ-sûde ‫ ( ﻧﺎﺳﻮده‬f .b .s .) : i s t i r â h a t e tm e m i ş , d in le n m e m iş .

nasûh ‫( ﺳ ﻮ ح‬a.s. n u s h 'd a n ) : 1. n a s î h a tç ı , ö g ü tç ü . 2. h â li s , te m iz . Tevbe-i nasûh : b o z u lm a s ı İ m k â n s ı z tö v b e . 3. i. erlcek a d i. nasûhî ‫ ( ﺻﻮﺣﻰ‬a . s . ) : 1. b o z u l m a z şelcild e tö v b e e d ic i. 2 . e r k e k a d i. [ m ü e n . : " n a s û h iy y e " ] .

1. ş i ir

‫ﻻﺷﺪه‬

okuyan,

،

ş i ir

٠‫ﻻﺷﺪ‬

(a.s. n e ş id e 'd e n ) :

s ö y le y e n ,

ş i ir y a z a n .

2. [b irin c is i] e rk e k , [İk in c isi] k a d m a d i. nâ-çikib ‫ ( ﻻﺷﻜﺐ‬f .b .s .) : s a b ır s ız . Âçık-I nâşikib : s a b ır s ız â ş ık , [ş iird e " n â - ş ik î b â " şek li n d e d e k u ll a n ıl ır ] .

nâ-şikîb ‫( ﻻﻓﻜﻴ ﺐ‬f.b.s.) : s a b ır s ız , nâ-şikîb-âne ‫ ( ﻧ ﺎ ﻓ ﻜ ﻬ ﺒ ﺎ ﻻ‬f .z f .) : s a b ı r s ı z lı k la , nâ-şikib-ânî ‫ ( ﻻ ﻋﺎ ﻧ ﻰ‬f .b .i .) : s a b ır s ız lık , ( b k z : n â -ş e k ib î) .

Nasûhiyye-i Halvetiyye ‫ﺀ ﺧﻠﻮت؛ه‬٤‫ ( ﺳ ﻮ ﺣﺎ‬a . s t . ) : H a lv e tiy y e t a r i k a t ı ş u b e l e r in d e n b ir i,

nâ-şikibî ‫ ( ﻻﺷﻚ؛ى‬f .b .i.) : s a b ır s ız lık , ( b k z : n â ş e k ib â n î) .

nâsûr ‫ ( ﻻ ر‬a . i . c . : n e v â s ir ) : 1. b â s û r d e lig i, fr. fistule. nâsûr-ibevlî: hek. i d r a r y o ll a r ı d o k u l a r ı n ı n m a r a z i o l a r a k s e r tle ş m e s i,

nâ-şinâs ‫ ( ﻻﻧﺎ س‬f .b .s .) : 1. b il m e z , (blcz ‫ ؛‬c â h il) . 2. t a n ı m a z o la n . Hakk-nâ-çinâs : h a k b ilm e z , h a k t a n ı m a y a n . Ni'met-nâ-şinâs : iy il i k b il m e z , n a n k ö r .

nâsûr-i dem'i: hek. k a n l ı b â s û r . nâsûr-ı şercî : hek. b â s û r . 2. nası-r. nâsût ‫ ( ﻻﺳﻮت‬a . i . ) : i n s a n l ı k , m a h l û k ı y e t , in s a n l ı k c â m ia s ı, İ n s a n lığ a â i t şe y le r. Âlem-i nâsût: i n s a n l ı k â le m i, [ l â h û t 'u n z ıd d ı], nâsûtî ‫ ( ﻻﺳﻮ'ذى‬a . s . ) : d ü n y â y a , İ n s a n lığ a m e n -

nâ-şinâsî ‫ ى‬٠‫( ﻻىﻻ‬f.b.i.) : b il m e z l ik , t a n ı m a z ilk .

nâ-şinîde ‫( ىﺷﺒﺪه‬f.b.s.) : i ş it il m e m i ş , d u y u lm a m ış . Kavl-İ nâ-çinîde : i ş it il m e m i ş sö z . nâşir ‫( ﻻش‬a.s. n e ş r 'd e n ) : 1. n e ş r e d e n , d a g i t a n , sa ç a n , y a y a n , a ç a n . 2. b ir k ita p n e şre d e n , * y a y ın la y a n .

s u p , d ü n y â ile , i n s a n l ı k l a ilg ili,

nâsûtiy-ân ‫ ( ﻻﻣﻮ"ﺑﺎن‬a .i .c .) : in s a n l a r , nâ-süfte ‫ ( ﻻﺳﻚﺀ‬f .b .s .) : d e li n m e m iş . Dürr-inâsüfte : d e li n m e m iş in c i, ( b k z : İÜ'İÜ-İ g a y r- i m e s k u b ) . mec. e v le n m e m i ş g ü z e l k ız . nâ-sütûde ‫( ﻻﻣﺘﻮده‬f.b.s.). a ş a ğ ı lı k , b a y a ğ ı, d e g e rs iz .

na'ş ‫ص‬

2. zf. ö t ü r ü , d o la y ı, se b e b iy le ,

n â ş id j n â ş id e

nâşir-i efkâr : f i k i r l e r y a y ıc ıs ı, nâşirü'l-harâre: kim. * ıs ıv e re n , nâçire ‫ ( ﻻ ﺷﻪ‬a . i . ) : anat. k o l u a ç a n a d a le , nâ-çitâ ‫ ( ﻻ ى‬f .b .i.) : s a b a h t a n b e r i b i r ş e y y e m e m iş o lm a .

nâçiz ‫( ﻻ ش‬a.s. n e ş z 'd e n ) : 1. d â i m a k a l k m ı ş , ta b u t,

k a b a r m ı ş , a t a n [d a m a r ] . 2 . k a r ı ş ı n a k a r ş ı

c e n â z e , k e fe n e s a r ılı p t a b u t a k o n m u ş ö lü .

( a . i . ) : İ ç in d e

ö lü

b u lu n a n

ç o k z â li m o la n [k o c a ]. 3. h e y e c a n l a c o ş m a

( b k z : c e n â z e , m e y y it) .

[k a lb ].

nâ-şâd ‫ ( ﻻﺷﺎد‬f .b .s .) : h ü z ü n l ü , g a m lı, k e d e r l i, ta s a lı.

d in ] .

nâ-şâdi ‫ ( ﻻ ﺳ ﺎ‬f .b .i .) : g a m l ıl ık , nâ-şâyeste ‫ﺑﺖ‬.‫ ( ﻻﺷﺎ‬f .b .s .) : lâ y ı k o lm a y a n , lâ y ı k d e g il. ( b k z : n â -s e z â ).

nâ-şekîb, nâ-şekib ‫ ﻻﺷﻜﺐ‬، ‫( ﻧﺎﺷﻜﻴﺐ‬f.b. s.). ( b k z : n â - ş ik îb , n â -ş ik ib ) .

nâ-şekîb-âne ‫ﺷﻜﻲ—اﻧﻪ‬٠‫( ﻻ‬f.zf.). ( b k z : n â - ş i k î b â n e ).

nâ-şekib-ânî ş ik ib â n î) .

948

nâçize ‫ ( ﻻ ﺷﻪ‬a . s . ) : i t a a ts iz l ik te d i r e n e n [k a -

‫ ﺛﻜﺒﺎذى‬٠‫ﻻ‬

(f.b.i.).

(b k z :

nâ-

nâ-çiiküfte ‫ ( ﻻ د‬f .b .s .) : a ç ıl m a m ış . Zehre-i nâ-şüküfte: a ç ıl m a m ış ç iç e k , nâ-şüste ‫ ( ﻻ ﺷﺘ ﻪ‬f .b .s .) : y ı k a n m a m ı ş , nat' ‫ ( ﻧﻄﻊ‬a .i .c .: e n tâ ', n u t û ' ) : 1. s o f r a b e z i. 2. m e ş in d e n y a p ı l a n d ö ş e k , fr. natte. nat'-ı zemin : y e r y ü z ü , ( b k z : r û - y i z e m in ) , na't ‫ ( ﻧﻌﺖ‬a . i . c . : n ı ı û t ) 1. b i r ş e y i m e d h e d e r e k a n l a t m a , v a s ı f l a n d ı r m a . 2. ed. H z . M u h a m m e d 'i ö v m e k ü z e r e y a z ı l a n ş iirle r.

nâvek-î seheri

nâ-tâb ‫( ﻻﺗﺎ ب‬f.b.s.): güçsüz, kuvvetsiz, takatten dü‫ ؟‬mü‫ ؟‬. nâ't-bân ‫( ﻧﻌﺖ ﻻن‬a.f.b.s.) ‫ ؛‬na't-1 ‫ ؟‬erif okuyan kimse. nâ-temâm ‫( ﻧﺎﻟﻤﺎم‬f.a.b.s.) : tamamlanmamı‫ ؟‬, bitmemi‫ ؟‬. nâ-temâmî ‫( ﻧﺎﺗﻤﺎﻣﻰ‬f.a.b.i.): noksanlık, eksiklik. nâ-temâmiyyet ‫( ﻻﺗﻤﺎ ﺑ ﺖ‬f.a.b.i.). (bkz : nâtemâmî). nâ-ters ‫( ﻻﺗﺮس‬f.b.s.): korkusuz, cesur, yürekli, na't-gû ‫( ﻧﻌﺖ ﺳﻤﻮ‬a.f.b.s.): na't söyleyen, nath ‫( ﻧﻄﺢ‬a.i.): süsme, boynuzla vurma, na't-hân ‫( ﻧﻌﺖ ﺧﻮان‬a.f.b.s.): 1. na't, kaside okuyan. 2. cumâ günleri bâzı selâtin câmileriyle tekkelerde güzel sesle "na't-i ‫ ؟‬erif" okuyan adam. nâtıh ‫( ﻧﺎﻃﺢ‬a.s.c.: nevâtıh) : 1. süsen, boynuzuyla vuran [hayvan]. 2. sıkıntı, keder, (bkz: elem, mihnet).

nâ-tırâş, nâ-tırâ‫ ؟‬îde ‫ ﻧﺎﺗﺮاﺷﻴﺪه‬، ‫( ﻧﺎﺗﺮاش‬f.b.s.): yontulmamı‫ ؟‬, tıraş olmamı‫ ؟‬, terbiye görmemi‫ ؟‬, ham kaba. nâtıs ‫ﻟﺲ‬٠‫( ذا‬a.s.): bilgili, faziletli [adam], (bkz : dânâ). natih ‫( ﻧ ﻄ ﺢ‬a.i.): 1. çifteli at. 2. mec. ‫ ؟‬om. nati ‫( ﻧﻄﻴﺶ ؟‬a.i.): kuvvet ve hareket, natrûn ‫( ﻧﻄﺮون‬a.i.): 1. güher‫ ؟‬i!e. 2. boraks. nats ‫( ذدى‬a.i.): nadas. nat‫( ض ؟‬a.i.): bünye ve yaradılışın kuvveti, ‫ ؟‬iddeti. natûh ‫( ﻧﻄﻮح‬a.s. nath'dan): ‫ ؟‬ok süsen, süsegen [hayvan]. natûk ‫( ﻧﻄﻮق‬a.s. nutk'dan): güzel, düzgün söz söyleyen. nâtûr ‫( ﻷ ش‬a.i.c.: nevâtir). (bkz : nâtır). nâ-tüvân ‫( ﻧﺎﺗﻮان‬f.b.s.): zayıf kuvvetsiz, (bkz : zebûn). nâ-tüvânî ‫( ﻧﺎﺗﻮاﻧﻰ‬fb .i.): zayıflık, kuvvetsizlik, nâûr j f \ j (a.s.): 1. kani kesilmeyen, kani durdurulamayan [damar]. 2. i. değirmen kanadı.

nâtık ‫( ﻧﺎﻃﻖ‬a.s. nutk'dan): 1. söyleyen, konu‫ ؟‬an, lâkırdı eden, (bkz: gûyâ, gûyende, nâûre ‫( ﻧﺎ ﻋﻮره‬a.i.c.: nevâîr): bostan dolabı, suhan-senc). Gayr-İ n âtık: konuşma ve düşünceden mahrum. 2. İdrâk eden, dü‫ ؟‬ii- nâûs ‫ وس‬١‫( ى‬f.i.): kilise, manastır; mecûsî ate‫ ؟‬kedesi. (bkz: deyr, sûmnât). ["nâvûs" ‫ ؟‬ekli nen. 3. bir ifâdesi olan. 4. bir ‫ ؟‬eyi gösteren. 5. beyân eden, bildiren, bildirici. Hayvân-1 de vardır]. nâtık (konuşan hayvan): insan. 6. erkek nâ-ümîd ‫ ﻳ ﺪ‬٠‫( ﻧﺎ ا‬fb.s.): ümitsiz, ümidi kırılmi‫ ؟‬, (bkz: nev-mîd). adi. [|müen. “nâtıka"]. 7. tas. Allah'ın insanda dile gelme durumu, nâ-ümîdî ‫( ﻷ اﻣﻴﺪى‬f.b.i.): ümitsizlik, ümitkırıklığı. (bkz: kunût, me'yûsiyyet, nâtıka ‫( ﻧﺎﻃﻘﻪ‬a.i.): 1. düşünüp söyleme hassası, nevmidi). kuvveti. 2. düzgün, dokunaklı söz söyleme. 3.kadın adi. nâ-üstiivâr ‫( ﻧﺎ اﺳﺘﻮار‬f.b.s.): 1. sağlam olmayan, dayanıksız. 2. münâsebetsiz. nâtıka ‫( ﻻ ق‬a.i. nutk'dan): [“nâtık" ınmüen.]. nâ-üstiivârî ‫رى‬١‫( ذااﺳﺘﻮ‬f.b.i.): 1. sağlam olma(bkz: nâtık). ma. 2 ٠münasebetsizlik, nâtıka-i cem 'iyyet: cemiyetin nâtıkası, söz nâv ‫ ( ﻷو‬fi.) : 1. İ‫ ؟‬İ kovuk, oyuk ‫ ؟‬ey. 2. kü‫ ؟‬ük söyleme kudreti. gemi; kayık. ııâtıka-perdâz ‫( ﻧﺎﻃﻘﻪ ﻳﺮدان‬a.fb.s.): düzgün ve nâ-vâkıf ‫ ﻷواﻗﻒ‬-(f.a.b.s.): tanımayan, iyice dokunaklı söz söyleyen, bilmeyen. nâtıka-pîrâ ‫( ﻧﺎﻃﻘﻪ ﺑﻴﺮا‬a.f.b.s.): sözünü, dokunâv-dân ‫( ﻧﺎودان‬f.b.i.): oluk, (bkz : mîzâb). nakli, düzgün kelimelerle süsleyen, nâv-dân-ı hâme : kalem oyuğu, nâtıkıyyet ‫( ﻷﻃﻘﻴﺖ‬a.i. nutk'dan): nâtıklık, nâve ‫( ﻧﺎوه‬f.i.): ‫ ؟‬amur ve hamur teknesi, konuşmaklık, söz söylemeklik. [yapma kenâvek ‫( ﻷوك‬f.i.) ‫ ؛‬ok. (bkz: nebi, sehm, tir), ilmelerdendir]. nâvek-i müjgân : oka benzeyen kirpik, nâtır ‫( ﻻﻃﺮ‬a.i. natr'dan. c . : natare, nuttâr, nâvek-î k a lb i: İçten ‫ ؟‬ekilen âh. nüterâ): 1. bağ, bahçe bekçisi. 2. hamam natırı, hizmetçisi, [bizde cemi ‫ ؟‬ekilleri kulnâvek-i seheri : sehervaktinde edilen bedduâ İanılmamıştır]. (ilen‫) ؟‬. 949

nâvek-endâî

‫( ﻧﺎوك اﻧﺪاز‬f.b.s.): ok atıcı, okçu. (bkz ‫ ؛‬kemân-keş, tîr-endâz). n â vd c-e n d â zî ‫( ﻧﺎوك اﻧﺪازى‬f.b.i.): ok atıcılık, n âvek -m ü jgân ‫( ﻧﺎوك ﻣﺆﻛﺎن‬f.b.s.) 1 ‫؛‬. ok gibi olan kirpik. 2. kirpiği ok gibi olan dilber, n âver ‫ ( ﻻور‬fs .c .: nâverân) : mümkün, kabil, olabilir.

n âvek -en d âz

‫( ﻻوران‬f.s. ııâver'in c.) : mümkün olan, olabilir şeyler, (bkz : miimkinât). n â v e rd ‫( ﻧﺎور د‬f.i.): savaş‫ ؛‬dögüş. (bkz: ceng, harb, heycâ, neberd, perhâş, vega). n â v e rd -g â h ‫( ﻧﺎوردﺳﻤﺎه‬f.b.i.) : savaş meydanı, n âv e rd -h â h ‫( ﻧﺎورد ﺧﻮاه‬f.b.s.) : savaş isteyen, (bkz: ceng-cû). nâvî ‫( ﻻوى‬f.s.) : 1. İÇİ oyuk şey. 2. i. üç direkli gemi. n âvîce ‫( ﻻوﺑﺠﺎﺀ‬f.s.) : pis, murdar, mülevves. (bkz: habis). na'y ‫( ﻧﻌﻰ‬a.i.) : ölüm haberi getirme, nây ‫( ﻻى‬f.i.): 1. kamış. 2. miiz. ney, kamıştan yapılan düdük. n â y -ı b î n î : anat. burun deliği, n â y -i e n b â n : m üz. gayda, tulumlu boru, n â y -i g ü l ü : anat. boğaz, gırtlak, (bkz : hülkum). n â y -i rû y în , n â y -i rû y în e : m ü z. eski savaşlarda çalınan tunçtan yapılmış bir boru, n â y -i tü r k î : m ü z. zurna. -n â y ‫ ﻻى‬- (f.e.). (bkz : nâ_). n â -y â b ‫( ﻧﺎﻳﺎب‬f.b.s.): 1. bulunmaz. K a 'r -1 n ây â b : dibi bulunmaz. 2. benzeri olmaz, (bkz: ender, nâdir). n â y -b â n ‫( ﻧ ﺎ ﻳ ﺒ ﺎ ن‬f.b.s.): ney çalan, (bkz : nâyî, nây-zen, ney-zen). n â y -çe ‫( ﻧﺎﻳﺠﻪ‬fb .i.): küçük ney. n â-yeste ‫( ﻻﻳﺴﺘﻪ‬f.b.s.): lâyık olmayan, (bkz: nâ-şâyeste). n â y î ‫( ﻻش‬f.i.): ney çalan, (bkz : nây-bân, nâyzen, ney-zen). n â y ih a . ‫( ﻧﺎﻳﺢ‬a.i. nevh'den c . : nâyihat): para ile ölüye ağlayan kadın, sağucu, (bkz: nevvâha). n â y în ‫ ( ﻻ ﻳ ﻴ ﻦ‬fs .) : kamıştan yapılma, sazdan. n ây-veş ‫( ﻻﻳﻮش‬fb .s.): ney gibi. n â y -zen ‫( ﻧﺎﻳﺰن‬f.b.s. ve i.) : neyzen, ney çalan. (bkz : nây-bân, nâyî, ney-zen). n a'z ‫( ﻧﻌﻆ‬a.i.). (bkz : İntiâz). n â v e râ n

950

(f.i.): 1. kendini beğendirmek İ‫ ؟‬in takmılan yapmacık, (bkz: cilve, İşve, ‫ ؟‬ive). 2. bir şeyi begenmiyormu‫ ؟‬gibi gözükme. 3. şımarıklık. 4. yalvarma, ricâ. n â z ü n a îm (İçinde o lm a ) : refâh ve bolluk İçinde olma. n â z ii n iy â z ( ile ) : ı) isteksiz olarak, istemeyerek. 2) yalvarıp yakararak, n â-zâd j n â-zâd e ‫ ﻧﺎزاده‬، ‫( ﻧﺎزاد‬f.s.): 1. dogmamış. 2. olmayacak. n a z â if ‫ ظﺀ ف‬.(a.s. nazifin c .): nazif, nezâfetli, temiz, pâk olanlar. n a z â ir ‫( ﻧﻈﺎﺋﺮ‬a.i. nâzire'nin c.). (bkz : nazire), n â z â n ‫( ﻧﺎزان‬f.s.): 1. nazil. 2. i. kadm adi. n a z a r ‫( ﻧﻈﺮ‬a.i.c.: enzâr): 1. bakma, göz atma. 2. düşünme, (bkz : mülâhaza). 3. göz değme. (bkz: İsâbet-i ayn). 4. iltifat. 5. itibar. 6 . yan bakış. A t f-1 n a z a r : bakma. C â -y i n a z a r : düşünme. H ü sn -i n a z a r : iyi gözle görme, im 'â n -ı n a z a r : bakıp süzme. N û r -i n a z a r : göz nuru. S a r f-1 n a z a r : şöyle dursun. S a r f-ı n a z a r e t m e k : vazgeçmek. 7. s. güzel, dilber. n a z a r-ı h a k k a n i : Hamzaviye tarikatında mürşidin bakışıyla talibin aşk ve cezbeye uğraması ve cezbe ile fenâ'ya ermesi. n a z a r-ı i b r e t : fena bir olayı ders alınacak bir örnek olarak görme. n a z a r -ı i s t ih c â n : müstehcen telâkki etme bakışı. n a z a r -ı is t îlâ -k â r â n e : istilâcılara yaraşan bakış. n a z a r -ı m u s a g g e r : bir şeyi gerçek boyutlarindan küçük görme. n a z a r i şe fk at ‫ ؛‬acıma bakışı. n a z a r-ı şek k ii t e d k ik : şüphe ve tetkik baki-

n â z ‫ﻧﺎز‬

?1. n a z a r -ı t a k d i r :

kıymet biçme bakışı,

1. altın. (bkz : zeheb, zer). 2. tâzelik. (bkz : nadar). n a z a ra n ‫( ﻧﻈﺮأ‬a.zf.): 1. göre, .. bakima göre, bakarak, bakılırsa. 2. nisbeten, nisbetle, kiyaslayarak. n a z a r-b â z ‫( ﻧﻈﺮﻳﺎن‬a.f.b.s.): 1. şuhlukla, neşe ile bakan. 2. güzeli seyretmekle yetinen, maddi tatmin edilmeyi istemeyen, n a z a r-b â z î ‫( ر ﻷ ز ى‬a.f.b.i.): şuhlukla, neşe ile bakış. n azar, n az âre t

‫ ﻧﻐﺎر ت‬، ‫( ﻧﻀﺮ‬a.i.):

nâ-zîbâ nazar ber kadem ‫( ﻧﻈﺮ ﺑﺮﻗﺪم‬a.b.i.) : tas. nakşî tarikatında bulunan on iki tâbirden biri, [diğerleri : hoşderdem, sefer der vatan, halvet der encümen, yad kerd, bâz keşt, nigâh dâşt, yâd-dâşt, v u k u fi zamani, v u k u fi adedi, v u k u fi kalbi'dir]. nazar-endâz ‫( ﻧﻈﺮاﻧﺪاز‬a.f.b.s.) : göz atan, bakan. nazâret, nadâret ‫( ﻧ ﻐﺎ ر ت‬a.i.) : 1. tâzelik. 2. güzellik, hoşluk. 3. parlaklık, nazar-firib ‫( ﻧﻈﺮﻓﺮﻳﺐ‬a.f.b.s.) : göz aldatan, yanlış düşündüren, düşünceleri yanlış yola sevk eden. nazar-firib-i efkâr : fikirlerin gözünü aldatıcı. nazar-gâh ‫( ﻧﻈﺮﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.) : nazar edilen, bakilan veyâ bakılacak yer. nazar-geh ‫( ﻧﻈﺮﺳﻤﻪ‬a.f.b.i.). (bkz : nazar-gâh). nazari ‫( ﻧﻈﺮى‬a.s.) : 1. nazar'a, bakışa âit, nazarla, bakışla ilgili. 2. yalnız görüş hâlinde bulunan, tatbik edilmemiş, teorik, fr. théorique. nâ-zarîf ‫( ﻧﺎ ﻇﺮﻳﻒ‬f.a.b.s.) : zarif olmayan, nazariyyât ‫( ﻧﻈﺮﻳﺎت‬a.i. nazariyye'nin c.) : ilmi görüşler, düşünüşler. Nazariyyât-I Edebiyye : ed. Servetifünûn şâiri Ahmet Reşit Bey'in, edebiyat bilgilerine dair 1912 de hazırladığı iki ciltlik eseri. nazariyyât-i hikemiyye : nazari (teorik) fizik, fr. théories physique, nazariyye ‫( ﻧﻈﺮﻳﻪ‬a.i.c. : nazariyyât) : ı.mat. teori, fr. théorie. nazariyye-i kiyâmet : biy. kiyâmet teorisi. 2. İlmî görüş, İlmî düşünüş; kuram, nazar-perver ‫( ﻧﻈﺮﺑﺮور‬a.f.b.s.) : göz okşayıcı, nazar-rübâ ‫( ﻧﻈﺮرﺑﺎ‬a.f.b.s.) : göz ‫ ؟‬eken, nâz-bâlîn ‫( ﻧﺎزﺑﺎﻟﻴﻦ‬f.b.i.) : yastık, (bkz: nâzbâliş). nâz-bâliş ‫( ﻧﺎزﺑﺎﻟﺶ‬f.b.i.) : yastık, (bkz: nâzbâlîn). nazc ‫( ﻧ ﻤ ﺞ‬a.i.) : 1. pişme, olma, kıvam bulma, olgunluk. 2. bülûga erme. nazc-ı kable'l-vakt : bülûga erme.

zamânmdan

önce

nâz-dâr ‫( ﻧﺎزدار‬f.b.s.) : 1. nazil. 2. i. meşhur bir ‫ ؟‬eşit lâle.

‫( ﻧﺎ ز ر‬f.i.) : naziklik, incelik ‫؛‬asil : "nazükî" diri. n âzen d e ‫( ﻧﺎزﻧﺪه‬f.s.) : 1. naz edici, nazil, hoş edâlı. (bkz : içve-bâz, içve-kâr). 2. sevgili, n â z e n d e -â ! : meşhur bir çeşit lâle, n âzen d e -i ta n n â z : alaycı, nazil güzel, n â z e n in ‫( ﻧﺎزﻧﻴﻦ‬f.s.) : 1. cilveli, oynak. 2. ‫ ؟‬ok nazil yetiştirilmiş, şımarık. 3. nârin, ince yapılı. 4 . mahut. T a rîk -1 n â z e n in : Bektâşi tarikatı. 5. m iiz. eski bir makam,

nâzekî

n â z e n în -i

d il-rü b â -y i

tem ed d ü n :

medenileşmenin gönül ‫ ؟‬eken güzeli, n az h ‫( ﻧﻀﺢ‬a.i.) : su ‫ ؟‬ekme, (bkz ‫ ؛‬nadh). n â z ıc ‫( ﻧﺎﺿﺞ‬a.s.) : olgun, yetişmiş, pişmiş, kıvâma gelmiş [et, meyva]. n â z ım ‫( ﻧﺎﻇﻢ‬a.s. nazm'dan. c. : nâzımîn) : 1. tanzim eden, nizâma koyan, düzenleyen. 2. ed. nazım hâline koyan, manzûme yazan. n â z ım -i m e n â z ım -i u m û r -i c u m h û r : halkin işlerini sıraya koyan, düzenleyen. 3. fiz. *düzenge‫ ؟‬, düzenleyici, fr. régu lateu r. 4 . m at. normal. 5. i. erkek adi. [müen. nâzıme, kadm adi olarak da kullanılır], n â z ım a ‫( ﻧﺎﻇﻤﻪ‬a.i.) : [“nâzım” in müen.l. (bkz : nâzım). n â z ım -â n e ‫( ﻧﺎﻇﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) ‫ ؛‬nâzım olana yakışacak yolda. n â z ım în ‫( ﻧﺎﻇﻤﻴﻦ‬a-.s. nâzım'ın c.) : tanzim eden1er, nizâma koyanlar, düzenleyenler, n â z ır ‫( ﻧﺎﻇﺮ‬a.s. nazar, nezâret'den. c.: nuzzâr) : 1. nazar eden, nezâret eden, bakan, gözeten. 2. i. (eskiden) vekil, bakan [kabinede], (bkz : vezir). 3. bir yüzü bir tarafa olan. n â z ır -1 İm âre t : imparatorluk devrinde vak if imaretlerinin yemekhane müdürü, n â z ır -ı v a k f : h uk. [eskiden] mütevelliye vakfa âit işlerde nezâret etmek ve işlerde rey bakımından mütevelliye merci olmak üzere nasbolunmuş olan zat. n â z ır a ‫( ﻧﺎﻇﺮه‬a.s.) : 1. nâzır'ın müennesi. 2. i. göz. (bkz : ‫ ؟‬eşm, dide). n â z ır a -h â n ‫( ﻧﺎﻇﺮه ﺧﻮان‬a.f.b.s.) : bakarak taklideden. n âz iâ t ‫( ﻧﺎزﻋﺎت‬a.i.c.) : Kur'ân'ın 77 nci sûresi olup 46 âyetten oluşmuştur. [Mekke'de nâzil olmuştur]. n â -z îb â ‫( ﻧﺎ ز ﻳ ﺒﺎ‬f.b.s.) : yakışmayan. 951

nazie n a z îc

‫( ﻧ ﺪ ﻳ ﺞ‬a.s.): pişmiş, yetişmiş, kemâlini

bulmu‫ ؟‬.

‫ ﻧﻀﻴﺪه‬، ‫( ﻧ ﻬ ﻴ ﺪ‬a.s.) 1 ‫؛‬. yerli yerinde, tertipli. 2. yastık, minder, ‫ ؟‬ilte gibi ev eşyası.

n a zld , n azîd e

‫ ﻧﻈﻴﻒ‬-(a.s. nezâfet'den): 1. temiz, (bkz : pâk, pâkize, tâhir). 2. i. erkek adi. [müen.: "nâzîfe"].

n a z if

nazife ‫( ﻧﻈﻴﻐﻪ‬a.s. nezâfet'den) 1 ‫؛‬. temiz. 2. i. kadın adi. 3. Abdülhak Hâmid'in 1876 da basılmış manzum tiyatrosu,

‫ ( ﻧﺎزك‬fs .) : 1. ince, (bkz: nârin, rakik). 2. terbiyeli, saygılı. 3. güzel, zarif, [kelimenin a sli: "nâzük" dür].

n â z ik

‫( ﻧﺎزﻛﺎﻧﻪ‬f.z f): nezâketle, incelikle,

n âzik -ân e

kibarlıkla. n âzik -b ed en

‫( ﻧﺎزك ﺑﺪن‬f.a.b.s.): bedeni, vücûdu

‫( ﻧﺎزك أدا‬f.b .s.) : nâzik davranışlı, ‫( ﻧﺎزك اﻧﺪام‬f.b .s.) : nâzik endamlı,

n â z ik -e n d â m güzel

vücutlu, (blez : nâzik-ten).

‫( ﻧﺎزك ﺳﻤﺰﻳﻦ‬f.b.s.) : ‫ ؟‬ok nâzik, (bkz :

n â z ik -g ü z în

nâzik-ter). n â z ik -h a y â lâ n

‫( ﻧﺎزك ﺧﻴﺎﻻن‬f.a.b.s.): 1. Allah'ın

yarattıklarım düşünenler, ârifler. 2. ‫ ؟‬âirler. n â z ik -h ıılk

‫( ﻧﺎزك ﺧﻠﻖ‬f.a.b.s.): tabiatı, yaradı-

İ 1 1 ‫ ؟‬nâzile olan.

‫( ﻧﺎزﻛﻰ‬f.i.) : nâziklik. (bkz ‫ ؛‬nezâket), ‫( ﻧﺎزك ﻣﺰاج‬f.a.b.s.): nâzik tabiatlı, n â zik -ten ‫( ﻧﺎزك ﺗﻦ‬f.b.s.) ‫ ؛‬nâzik vücutlu, (bkz : n â z ik î

n â z ik -n ıizâ c

nâzik-endâm). n â z ik -ter

‫( ﻧﺎزك ﺗﺮ‬f.b.s.): fazla nâzik, (bkz:

nâzik-güzîn). n â z ik -terin

‫( ﻧﺎزﻛﺘﺮﻳﻦ‬f.b.s.): daha nâzik, en

nazik. n â z ik -v ü c û d

‫( ﻧﺎزك وﺟﻮد‬fa.b.s.): vücûdu nâzik

ve lâtif olan.

‫( ﻧﺎزل‬a.s. nüzûl'den): 1. yukarıdan aşağı inen, inici.

n â z il

(göğün en yüksek, dokuzuncu kati olan Arş'tan nâzil olan, Aı-ş'tan inen) ‫ ؛‬K u r 'â n -1 K erim . 2 . bir yere konan, 'bir yerde konaklayan. 3. m üz. inici, tizden peste doğru giden dizi.

N â z ile tü ' 1- A r ‫؟‬

‫( ﻧﺎزﻟﻪ‬a.i.): 1. belâ, sıkıntı, (bkz: mihnet, dâhiye). 2. inme, (bkz : nüzûl). 3. nezle.

n â z ile

952

‫( ﻧﻀﻴﺮ‬a.s.): '1. tâze. (bkz : âb-dâr). 2 ٠altin. (bkz : nazar, zeheb, zer),

n a z ir

‫( ﻧﻈﻴﺮ‬a.s. nazar'dan): benzer, e‫ ؟‬, (bkz: kiifv, ‫ ؟‬ebih, mânend, mesil).

n a z ir

‫( ﻧﻈﻴﺮه‬a.i.c.: nazâir): 1. örnek, karşılık. 2. ed. bir şâirin manzum bir eserine (‫ ؟‬ok zaman gazeline) başka bir şâir tarafından ayni vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer. 3. kadın adi.

n azire

n a z îre -g û

‫( ﻧﻈﻴﺮه ﺳﻤﻮ‬a.f.b.s.) : nazire söyleyen,

n a z ire -p e rd â z

‫( ﻧﻈﻴﺮه ﻳﺮدان‬a.f.b.s.): kaside dü-

zenleyen. n âziş

‫( ﻧﺎزش‬f.i.). (bkz ‫ ؛‬nâz),

‫( ﻧﻈﻢ‬a.i.) : 1. dizme, tertibetme, sıraya koyma. 2. sira, tertip. 3. ed. vezinli, kafiyeli söz. 4. halk şâirlerinin mesnevi ‫ ؟‬eklindeki manzûmelere verdikleri ad.

nazm

nâzik olan. n â z ik -e d â

‫( ﻧﻈﻴﻢ‬a.i.): 1. Sira Sira, dizi dizi olan ‫ ؟‬ey. 2. XVIII. asırdaki büyük şâirlerimizden biri.

n a z îm

c ih a n g i r : cihânı dünyâya yayılan ‫ ؟‬iir.

n a z m -ı

n a z m -ı g a r r â :

tutan

nazım,

parlak nazım,

n a z m -ı g û y â n :

konuşurmuş gibi yazılan na-

Zim ‫ ؟‬ekli. (cevherlerin dizisi): Bâbıâli hocası ve Mümeyyizü'ş-Şuarâ Antepli Hasan Ayni'nin Arap‫ ؟‬a-Türk‫ ؟‬e manzum lügati.

N a z m ü ' 1-c e v â h ir

(incilerin dizisi): Mütercim Asım'ın altı göbek önceki dedesi Antepli Şeyh Ahmet'in Arapça - Türkçe manzum .sözlüğü.

N a z m ü 'l-le â l

‫( ﻧﻈﻤﺄ‬a.zf.)m anzum olarak,, nazım ile. [zıddı: "nesren''].

n azm en

‫( ﻧﻈﻤﻰ‬a.s. nazm'dan): 1. nazımla ilgili olan. 2. i. erkek adi.

nazm l

n azm i^ ât ‫( ﻧﻈﻤﻴﺎت‬a.i. nazm'ın c .): manzum yazılar.

‫( ﻧﻈﻤﻴﻪ‬a.s. nazm'dan): ["nazmi” nin müen.J. (bkz : nazml). 2. kadın adi.

n a z m iy ye

n â z -p e rd â r

‫( ﻧﺎزﺑﺮدار‬f.b.s.): birinin nazını ‫ ؟‬e-

ken. n â z -p e rd â rî

‫( ﻧﺎزﺑﺮدارى‬f.b.i.): naz ‫ ؟‬ekme,

n â z -p e rv e r-â n e

‫( ﻧﺎزﺑﺮوراﻧﻪ‬fz f.): nazlanarak.

nebâtiyye

nâz-perverd, nâz-perverde ‫ ازرورده‬، ‫ﻻزﺑﺮورد‬ (f.b.s.): naz İçinde büyümüş, terbiye olmuş, nazil. nâz-perveri ‫( ﻷزرورى‬f.b.i.): naz ederlik, nazlanma. nazra ‫( ذﻇﺮه‬a.i.): [bir tek] bakış, nazra-i mahmûr : mahmur bakış, nazra-i münâcât: yalvarıp yakaran bir bakış. nazra-i nefrin : lânetleyen bakış, nazra-i perîşân : perişan bakış, nazra-i şefakat: şefkatli bakış, nazra-i şûm : uğursuz bakış, nazra-gâh ‫( ذﻇﺮه ﺀةاه‬a.f.b.i.): bakış yeri; gözle bakılan yer; göz önü. nazra-kiinân ‫( ﻧﻈﺮه ﻛﻔﺎن‬a.f.zf.) ‫ ؛‬bakarak, seyrederek. nazret ‫( ﻧﻀﺮت‬a.i.). (bkz: nezâret), nâzük ‫( ﻷﻧﻚ‬f.s.). (bkz : nâzik), nâzük-âne ‫( ﻻزﻛﺎﻻ‬f.zf.). (bkz : nâzik-âne). nâzük-beüen ‫( ﻧﺎزك د ن‬f.a.b.s.). (bkz: nâzikbeden). nâzük-edâ ‫( ﻧﺎزك أدا‬f.b.s.). (bkz : nâzik-edâ). nâzük-endâm ‫( ﻧﺎزك اﻧﺪام‬f.b.s.). (bkz: nâzikendâm). nâziik-güzîn ‫ ﻳ ﻦ‬/ ‫( ﻻزك‬f.b.s.). (bkz: nâzikgüzîn). nâzük-hayâlân ‫ﺧﺎ ﻻ ن‬ nâzik-hayâlân). nâzük-hıılk ‫ض‬ hulk).

‫( ﻧﺎزك‬f.a.b.s.). (bkz:

‫( ﻻزك‬f.a.b.s.). (bkz: nâzik-

nâzükî ‫( ﻻ ز ا‬f.i.): nâziklik, incelik, nâzükî ‫( ﻻزﻛﻞ‬fi.), (bkz : nâzikî). nâzük-mizâc ‫( ﻧﺎزك را ج‬f.a.b.s.). (bkz: nâzikmizâc). nâzük-ten ‫( ﻻزك ش‬f.b.s.). (bkz : nâzik-ten). nâzük-ter ‫( ﻻزك ر‬f.b.s.). 1. (bkz: nâzilc-ter). 2. i. “nâzikter” şeklinde kullanılan kadm adi. nâzük-terîn ‫( ﻻ ز ا د ن‬f.b.s.). (bkz: nâzikterin). nâziik-vücûd ‫( ﻻزك و ر د‬f.a.b.s.). (bkz : nâzikvücûd). ne ‫( ذه‬f.e.): degil, yok. neâb ‫( د ب‬a.i.): 1. karga yavrusu. 2. karga veyâ horoz gibi ötme.

‫ا‬٠‫ذﻋﺎئ‬

n e â im

(a.i. n e â m e 'n i n c.) : d e v e k u ş la r ı.

( b k z : n e â m â t) . n e 'Â l

(a.i.) : n a lb a n t ,

‫ا‬٠‫ذع‬

neam

(a.e.) : 1. e v e t, p e k g ü z e l, h a y h a y ;

ö y le d ir. L â ve n eam : e v e t v e h a y ır ; e v e t v e h a y ı r d e m e y i p s u s m a . 2 . (c. : e n 'â m ) d e v e , ö k ü z , k o y u n g ib i d ö r t a y a k lı h a y v a n , n eâm ât

‫ﻧﻌﺎﻣﺎت‬

(a.i. n e â m e 'n i n c.) : zool. d e v e -

k u ş l a r ı , ( b k z : n e â im ) .

‫( ﻧﻌﺎﻣﻪ‬a.i.c. : n e â m â t) : zool. d e v e k u ş u , ‫( ض‬a.s.) : k a f a t u t a n , b a ş k a l d ı r a n , ( b k z

n eâm e n e'âr

:

â sî, s e r k e ş ) . n e'âre

‫( ذﻋﺎره‬a.s.i.)

: f â h iş e , o r o s p u ,

n e b ' ‫( ذع‬a.i.). ( b k z : n e b e â n ) .

‫ﻧﺎ ﻏ ﺖ‬

n eb âgat

(a.i. n e b g 'd e n ) : â ş i k a r o lm a ,

m e y d a n a ç ık m a .

‫ﺑﺎ ف‬

n eb âh at

(a.i.) : 1. ş a n , şe re f, o n u r . 2 ٠ş a n

v e ş e r e f s â h ib i. 3. k a d m a d i.

‫ﻧﺎدل‬

n e b â il

(a.s. n e b il e 'n in c.) : y ü c e le r, y ü k -

se k le r. n e b â ir

‫ﻧﺎ ر‬

(a.i. n e b i r e 'n i n c.): t o r u n l a r , ( b k z :

e s b â t). [y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] , n ebâlet

‫ﻧﺎﻟ ﺖ‬

(a.i.) : 1. z e k ilik .

2. b ü y ü k lü k ,

u l u l u k . 3. c ö m e r tl ik , n eb ât n ebât

‫( ﻧﺎ ت‬f.i.) : n ö b e t ş e k e r i, ‫( ﻧﺎ ت‬a .i.c . : n e b â tâ t) : t o p r a k t a n

b it e n ,

‫ ؟‬i k a n h e r t ü r l ü şey, b itk i. n ebât-1 m â iy y e : bot. * s u c u l * b itk i, n eb âtât

‫ﻧﺎدا ت‬

(a.i. n e b â t 'ı n c.) : 1. n e b a t (* b itk i)

la r. 2 . b o t a n i k , fr. b o tan iqu e, n eb âtât-ı ib tid â iy ye : bot. b i r h ü c r e l i, (te k * g ö zeli) * b itk ile r, fr. pro to phytes. n eb âtât-ı k e sîrü '1-h iicerât : bot. ‫ ؟‬o k h ü c r e l i * b itk ile r, fr. m étaph ytes. n eb âtât-ı m â iy y e : bot. s u * b itk ile r i, * s u c u l * b itk ile r. n eb âtât-ı m ü teşebbise : bot. s a r m a ş a n , s a r ilıc ı * b itk ile r, fr. lian e. n eb âtât-ı s ü fliy y e : bot. a ş a ğ ı * b itk ile r, fr. p lan tes in férieu res. n eb âtât-ı zâ tü 'l-b ü z û r : bot. t o h u m l u *bitk ile r , fr. sp erm ato p h ytes. n eb âtî

‫دﻧ ﻰ‬

(a.s.) : 1. n e b â ta (* b itk iy e ) m e n s u p ,

n e b a t (* b itk i) ile ilg ili. 2 . n e b a t (* b itk i) d a n y a p ıl m ı ş . 3 ٠cogr. b it k is e l, fr. végétal, n e b â tiy y e

‫ﻧﺎﻧ ﻪ‬

(a.s.) : [ " n e b â tî” n i n m ü e n .] .

( b k z : n e b â tî) .

953

nebâ.îyyön

‫ﻓﺎﻗﻮن‬

n e b â tiy y û n

( a .i .c .) : b o t a n i k â l i m l e r i

( .b i lg i n le r i ) .

l a n b i r ç e ş it iç k i. 2 . ş a r a p ,

‫ اﻳ ﺪ‬٠( f . z .) : l â z ı m d e ğ il, n ebbâc (a.s.) ‫ ﺑ ﺞ‬: se s i s e r t o la n , n ebbâh ‫ ( ﻓﺎح‬a . s . ) : h a v la y ıc ı. n eb b âl ‫( ذاد‬a.i. n e b l 'd e n ) : o k ç u , n e-b â yed

n ebk, n ebık , n ıb k ok atan, (bkz: tirendâz). neşşâf ‫ ﺳﺎ ف‬.(a.s. neşf den): 1. ‫ ؟‬ok neşf eden, emen, soğuran. 2. bir şeyi kendine ‫ ؟‬eken, neşşâl ‫ ل‬١‫( ذش‬a.s.): pişmemiş yemeğe saldıran.

neşter ‫( ﻧﺪدر‬f.i.): hekim bıçağı, [asil: “nîşter” dir]. neçûr ‫( ذﺷﻮر‬a.s. neşr'den) : ‫ ؟‬ok neşreden, dağıtan, saçan. ne-şüküfte ‫( ﻧﺸﻜﻔﺘﻪ‬f.b.s.): açılmamış, (bkz: nâ-şüküfte). neçv ‫ و‬٠‫( ذث‬a.i.): canimin büyümesi, boy atmasi; yeniden peyda olup hayâta gelme, neşv ii nemâ : yetişip büyüme, sürüp çıkma, neşvân ‫( ﻧﺸﻮان‬a.s. neşve'den): çakırkeyif, sarhoş. (bkz: bed-mest, sekrân). neşvât ‫( ﻧﺸﻮات‬a.i. neşvet'in c .): keyifler, sevinçler. neşve ‫( ﻧﺸﻮه‬a.i.): sevin‫ ؟‬, hafif sarhoşluk, keyif, neş'e. [bizde yanlış olarak "neş'e" şekli yaygındır]. neçve-bah ‫ ﺧ ﺶ ؟‬٠ ‫( دﺛﻮه‬a.f.b.s.): neşelendiren, keyif veren. neşve-bahşâ ‫ ﺧ ﺸﺎ‬٠‫( ﻧﺸﻮه‬a.f.b.i.): neşelendirici, keyif verici. neşve-dâr ‫( ﻓﺸﻮه دار‬a.f.b.s.): neş'eb, keyifli, neşve-dâr-âne ‫( ذﺷﻮه داراﻻ‬a.f.zf.): neş'elilikle, keyiflilikle. neşve-gâh ‫( ذﺛﻮه ﺀﻛﺎه‬f.b.i.): neş'e yeri, keyif yeri. neşve-mend ‫( ذﺷﻮه ﻫﻐﺪ‬f.b.s.) : neş'eb, keyifli, neşve-rübâ ‫( ذﺷﻮه ردا‬a.f.b.s.): neş'e ‫ ؟‬ekici, neş'e verici. neşvet ‫( ﻷ و ت‬a.i.): keyif, sevin‫ ؟‬, sarhoşluk, (bkz: neşve). neşve-yâb ‫( ذﺛﻮه _ﻻب‬f.b.s.) : keyifli, neş'eb. netâc ‫( ﻷ ج‬a.i.): hayvanin -kendi kendine- dogurması. netâic ‫( ئﺀح‬a.i. netice'nin c .): neticeler, *sonu‫ ؟‬lar. netâyic ‫( ﻷ ج‬a.i. netice'nin c .): [asil: "netâic" dir]. (bkz: netâic). netâyic-i e f'â l: işlerin neticeleri, netâyic-i vahime : vahim, korkulu, kötü neticeler (Sonuçlar). Netâyicü'1-vukuât: OsmanlI Devleti'nin siyasal olaylarından ‫ ؟‬ok, bütün teşkilâtını, kurumlarım konu edinen ve 1889 da vefat etmiş olan MansUrizade Mustafa Nuri Paşa'nın bir eseri, netf ‫( ﻧﺘﻒ‬a.i.) : kil yolma, neth ‫( ذﺗﺢ‬a.i.): fizy. ter.

nevâfis

(ilk ârıza uşşak dörtlüsü, İkincisi rast beşlinetha (a.i.) : hek. vücuttaki kan suyunun si İ‫ ؟‬in). Orta sekizlideki sesleri pestden tize veyâ başka bir sıvının bulunduğu yerden doğru olmak üzere şöyledir : dügâh, segâh, dışarıya sizmasi, fr. exsudât, çargâh, nevâ, hüseyni, evic, gerdâniye ve nethavi ‫ ء و ى‬١‫( ك‬a.s.) : hek. netha yoluyla olmuş, muhayyer. Dizisinde niseb-i şerife'den 8 sızıntı ile ilgili. tâne bulunur; mülayimdir. Bâzı eserlerde netice (a.i.c. netâic) : 1. Sonuç, son. (bkz : inici-çıkıcı olarak da kullanılmıştır; maâkıbet, nihâyet). 2. Oz, *Ozet. (bkz : hulâsa). kamlar arasında Sira itibârıyla 22 nci gel3. fels. Sonurgu, fr. conséquence. 4. yemektedir. miş. nevâ-yı H usrevâni: meşhur Bârbed'in netice-i hayât : ömrün neticesi, yaşamaktan Husrev-i Perviz'in meclisinde okuduğu bir hâsıl olan şey. şarkı. netice-i istidlal : fels. *vargi, fr. conclusion, nevâ-yı mehd (beşik sesi): ninni, netice-i kelâm : sözün kısası, nevâ-yı siinbüle: müz. Türk müziğinin netice-i taleb : huk. iddia olunan şey. eski mürekkep makamlarından olup bir netice-bahş ‫ ﺧ ﺶ‬٠ ‫ﺟﻪ‬٠ ‫( ش‬a.f.b.s.) : netice veren, nUmûnesi kalmamıştır, neticelendiren. nevâ-yı u şşâ k : miiz. Türk müziğinin eski netice-pezir ‫ ﻳﻨﺪر‬(a.fb.s.) : neticelenmiş, bir mürekkep makamı olup zamâmmıza son bulmuş. kalmış bir nUmûnesi yoktur, netn ‫( ص‬a.i.) : fenâ kokma; kokma, çürüme, nevâ-aşîrân ‫( ذواﺀﺷﺮان‬f.b.i.): müz. TiirkmUzineûzü-billâh ‫اس‬٠ ‫( ذ*وف‬a.n.) : 1. “Allah'a sığınıginin en az altı asırlık bir mürekkep makariz”. 2. Allah korusun. mi olup zamâmmıza kalmış bir nUmûnesi yoktur. nev ‫( ر‬f.s.) : 1. yeni. 2. yeni, son zamanlarda çıkmış. 3. tâze, körpe. Tarz-1 nev : yeni nev-âbâd ‫( رﴽﺑﺎ د‬f.b.s.): yeni şenelmiş, tarz. nev-âbâd k a s r ı: IV. Murad tarahndan nev' ‫( ر ع‬a.i.c. ; envâ') : 1. çeşit, türlü. 2. cins. Kandillide 1042 (1632 - 33) de yaptırılan 3. sınıf. Beni-nev' : kendi nevinden, sini- kasır. fmdan. (bkz : hem-cins). nevâbız ‫( را ض‬a.i. nâbıza'nın c .): nabız danev'-i beşer : insan soyu, insanlar, marlan. nev'i şahsına m ünhasır : kendine has, ken- nevâbig ‫( را خ‬a.s.: nâbiga'nm c .): 1. ulu, şerefdine münhasır, kendine Özgü karakter ve li kimseler. 2. sonradan şâir olanlar, davranışı olan kimse, nevâbit ‫( ر ا ت‬a.s. nâbite'nin c .): yerden bitennev'-i teşhir : teşhir çeşidi, teşhir tan. ler, yerden çıkıp büyüyenler, nevâ[y] [‫( را] ى‬f.i.) :1. ses, sadâ, makam, âhenk, nevâciz ‫ ﺟ ﺬ‬١‫( ر‬a.i. nâciz'in c .): azı dişlerinin nâğme. M ürg-i hoş-nevâ : güzel sesli kuş. sonundaki altlı üstlü bulunan dişler, nevâ-yı acem : müz. Kantemir'in edvarında nevâd ‫ ( زال‬fi.) : 1. mahzen. 2. zarar ziyan. (1695) etbâ arasında tanım ladığı makam (bkz : hasâr). 3. dil. (bkz : zebân). ki kullanılmaz. nevâde ‫( راده‬a.i.): torun, (bkz : hafid). nevâ-yı bülbül : bülbül nağmesi. 2. refah. nevâdıc ‫( را ﻏ ﺞ‬a.s. nâdıc'ın c.). (bkz : nevâzıc). 3. İevâzım, kuvvet, zenginlik. 4. nasip, beh- nevâdî ‫( راد ى‬a.i. nâdî'nin c .): meclisler, topre. Bî-nevâ : behresiz, mahrum. 5. müz. lantılar. Türk müziğinin 7 numaralı basit makamı nevâdî-i ü debâ: ediplerin toplantıları, olup en eski makamlardan biridir. Uşşak 'dörtlüsüne rast beşlisinin ilâvesinden mey- nevâdir ‫( وادر‬a.s. nâdire'nin c .): nâdir olan, az bulunan şeyler, (bkz : nâdirât). dana gelmiştir. Seyri çıkıcıdır (inicisine nevâfic ‫( راﻫﺞ‬a.i. nâfic'in c.). (bkz : nâfic). tâhir denilir). Durak dügâh (İâ) ve güçlü nevâfil ‫( راﻫﻞ‬a.i. nâfile'nin c.): farz ve -dörtlü ile beşlinin birleştikleri dördüncü vâcib'den mâdâ yapılan ibâdetler, derece olan- nevâ (re) dir. Donanımına si koma bemolü ve fa bakiyye diyezi konulur nevâfis ‫( را ض‬a.i. nefsâ'nın c .): loğusalar. 967

nevâflz

‫راﻓﻦ‬

n e v â fiz

(a.s. n â f i z e 'n i n c . ) : n ü f û z e d ic i

n e v â ir

‫واش‬

‫ ﺀﻳﺮ‬١‫( ر‬a.i. n â û r e 'n i n c . ) : b o s t a n d o la p -

( f .i .) : h â n e n d e , o lc u y u c u .

n e v â îr İa rı.

şey ler. nevâger

/ ‫را‬

n e v â -g e r d â n iy y e m ü z iğ in in

‫ﻧﻮاﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ‬

en

( f .b .i .) : m ü z . T ü r k

n e v â k ıl

a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k -

n e v â k ıs

(a.i. n â i r e 'n i n c.) : a te ş le r, a le v le r,

‫( وا ش‬a.i. n â k ı l e 'n i n c.). ( b k z ‫ ؛‬n â k il ) , ‫( را ض‬a.i. n a k i s a 'n m c . ) : n o k s a n l a r ,

k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r

e k s ik le r. İ k m â l - i n e v â k ı s : e k s i k l i k l e r i ta -

n ü m û n e s i y o k tu r .

m a r n la m a .

‫راﺳﻤﻮﺷﺖ‬

ıı e v â - g e v e ş t

( f b .i.) : m ü z . T ü rk m ü z i-

g in in e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü re k k e p m a k a m i o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r n ü m û n e s i y o k tu r. nevâhî

‫ى‬۶ ‫ﺷﺎ‬

(a.i. n â h i y e 'n i n c . ) : 1. y a n la r , ta -

r a f la r . 2. n â h iy e le r , b u c a k la r , n e v â h î- i

kazâ:

b ir

b a ğ lı

o la n

y a n a rd a ğ la rın

e trâ fm d a

v o lk a n

‫( را ص‬a.i. n e h y 'i n c . ) : y a s a k şey ler, ‫( را ﻫﺪ‬a.s. n â h i d 'i n c . ) : t u r u n ‫ ؟‬m e m e -

n e v â h id

li k ız la r .

c.) : b a ş l a r ı n ı

n e v â k is

‫ﻧﻴﺲ‬١‫ز‬

(a.i. n â k u s 'u n c . ) : İ b â d e t z a -

m a n l a r m d a k i l i s e d e ‫ ؟‬a l m a n ‫ ؟‬a n la r . T a n î n - İ n e v â k i s : ‫ ؟‬a n s e s le ri.

‫ررد ى‬

ta r a f ın d a n

(f.a.b .i.) ‫ ؛‬m ü z . I I I . S e lim

te r k l b e d i l m i ş

m ü rek k ep

m a-

‫را س‬

d ö rtlü s ü

il â v e s in d e n

m eydana

g e lm iş tir .

K ü r d î d ö r t l ü s ü ile - n e v â 'n ı n d a , d u r a k p e r b i r i n c i d e r e c e d e d e n e v â 'n ı n g ü ‫ ؟‬lü s ü o la n n e v â " r e ” v e ik i n c i d e r e c e d e ‫ ؟‬a r g â h " d o '' d u r. N e v â g ib i " s i" k ü ç ü k m ü c e n n e b b e m o İÜ k u ll a n ıl ır .

(a.i. n â h i k a 'n m

c . ) : d u d a k lı

h a y v a n la rın gö z p ın a rla rı,

‫( ﻧ ﻮ ا ى‬f.i.) : 1. o k ş a m a . 2 . s a z ‫ ؟‬a lm a , n e v â h t e ‫ ( ﻧﻮاﺧﺘﻪ‬f .s . ) : 1. o k ş a n m ış . 2 . s a z ‫ ؟‬a l-

nevâht m ış . nevâî

n â k i s 'i n

d e s i o la n - d ü g â h " İ â ” d a k a lı r . G ü ‫ ؟‬lü le r,

e s e r le r i g ö r ü l e n y e rle r,

n e v â h ik

(a.s.

k a m l a r d a n b ir id i r . N e v â m a k a m ı n a k ü r d î

n e v â h î - i m u h t e r i k a : j e o l . e s k i d e v ir le r d e

nevâhî

‫ ﻛ ﺲ‬١‫ر‬

d â im â ö n ü n e eg en a d a m la r,

n e v â -k ü rd î

k a z â 'y a

n â h iy e le r . sö n m ü ş

n e v â k is

nevâl

‫زا ل‬

( a . i . ) : 1. tâ l i h , k ıs m e t . 2 . b a h ş i ş ,

b a ğ ış . D e r y â - n e v â l : b a ğ ış ı d e n iz g ib i ‫ ؟‬o k o la n . n e v â le

‫ ( را ﻻ‬a . i . ) : 1. v e r g i, b a ğ ış , ( b k z : n e v â l ) .

2 . n a s ib , t â l i h , k ıs m e t , ( b k z : n e v â l') . 3. y i-

‫راﻧﻰ‬

( f . s . ) : 1. m a k a m , â h e n k v e n a s i p ile

ilg ili. 2 . h . i. A li Ş îr 'in lâ k a b ı. N e v â î ( A li Ş ir - )

(_ ‫راﻓﻰ ) ﻇ ﻰ ﺳ ﺮ‬

y e c e k , İç e c e k ; b i r t e k p o r s iy o n . n e v â le -‫ ؟‬în

( f .h .i .) : i l k

Ç a ğ a ta y le h ç e s in i k u l l a n a n b ü y ü k

‫را ك ص‬

( a .f .b .s .) : k ı s m e t i n i a la n ,

y iy e c e k to p la y a n .

T ü rk

n e v â - m â y e 4‫ ( ذواﻣﺎي‬f .b .i .) : m ü z . T ü r k m ü z i ğ i-

ş â i r id i r . H e r a t 'd a d o ğ m u ş t u r ; ‫ ؟‬o c u k l u g u n -

n in e n a z a ltı a s ır lık b ir m ü re k k e p m a k a m ı

d a H ü s e y i n B a y k a r a ile s ü t k a r d e ş o lm u ş v e a y n i m e k te p te o k u m u ş tu r. B a y k a ra , H e ra t h ü k ü m d a r ı o lu n c a e s k i m e k t e p a r k a d a ş ı v e s ü t k a r d e ş i N e v â î'y i y a n m a a lm ış e v v e lâ m ü h ü r d a r l ı ğ ı n a , s o n r a d a n e d i m l i g i n e tâ y i n e tm i ş t i r . S u l t a n d a n s o n r a d e v le t in e n y ü k s e k r e s m i ş a h s iy e ti o l a r a k y a ş a m ış v e

o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r ö r n e ğ i y o k tu r .

٨

n e v -â m e d ,

‫ ﻧﻮآﻣﺪه‬، ‫ﻧﻮآﻣﺪ‬

n e v â m is ‫ص‬ ş e r la tle r .

‫را‬

(a.i. n â m u s 'u n c . ) : k a n u n l a r ,

n e v â m îs - i İ l â h i ^ e : İlâ h î k a n u n la r ,

ö lm ü ş t ü r .

n e v â m îs -i t a b i a t : ta b ia t k a n u n la r ı,

B a ş lıc a e s e r le r i ş u n l a r d ı r : M u h â k e m e t ü ' 1-

n e v â m îs - i t a b i i c e : ta b ii k a n u n la r .

a ltm ış

yaşm d a

ik e n

H e r a t 'd a

lû g a t e y n , F e r h â d v e Ş îr în , M e c n û n v e L ey li,

n e v -â m ۶z

M ü n ş e â t- ı T ü r k î , M e c â l is ü 'n - n e f â îs .

n e v 'a n

( d .:

1441 - ö . : 1501). n e v â ib

‫رأ ب‬

(a.i. n â i b e 'n i n

n e v â î b - i e y y â m : g ü n l e r i n m u s ib e t le r i ,

‫رأ ح‬

(a.i. n â i h a 'n ı n c.) : ö lü a r lc a s ın d a n

p a r a ile a ğ l a t ı l a n k a d ı n l a r .

968

‫رآ ر ز‬

‫رئ‬

(f.b .s.) : y e n i a lı ş a n , a c e m i,

( a .z f .) : 1. n e v i, ‫ ؟‬e ş i t b a k ı m ı n d a n ,

c in s c e . 2. b ir a z . c . ) : m u s ib e tle r ,

k a z â l a r , b e lâ la r , ( b k z : m e s â ib , n â ib â t) .

n e v â ih

(fb . s .) :

y e n i g e lm iş , y e n i y e tm e ,

n e v -â -n e v ‫و‬

‫ﻧﻮا‬

n e v â -n e v -rû z

(f z f .) : y e n i y e n i,

‫رآ ر ر و ز‬

( f .b .i .) :

m üz.

T ü rk

m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k lc e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş bil- e s e r i y o k tu r .

nevber

nev'an-mâ ‫ آ‬٠ ‫( ﻧﻮﻋﺎ‬a.zf.): bir türlü, bir sûretle, bir dereceye kadar, bir bakıma göre. nevâ-perdâz ‫( ﻧﻮاﻳﺮداز‬f.b.s.): şarkı okuyan, ‫ ؟‬algıcı. nevâ-perdâzâ. ‫( ﻧﻮاﺑﺮدازان‬f.b.s. nevâ-perdâz'ın c .): şarkı okuyanlar, çalgıcılar, nevâ-pûseük ‫( ﻧﻮا ﻳﻮﻣﻪ ﻟ ﻚ‬f.b.i.): müz. Türk miiziginde bir mürekkep makam. III. Selim tarabndan terkibedilmiş olan mürekkep makamlardan biridir. Nevâ makamına pûselik beşlisi veyâ tam dizisi ilâvesinden meydana gelm iştir: Pûselik ile dügâh "İâ” perdesinde kalır : Gü‫ ؟‬lüler birinci derecede nevâ'nın gü‫ ؟‬lüsü nevâ "re”, ikinci derecede de pûselik'in gü‫ ؟‬lüsü heseyni (mi) perdeleridir: Donanımına nevâ gibi si koma bemolü ile “ fa” bakıyye diyezi konulur. Pûselik İ‫ ؟‬in nota İçinde "si” bekar “ fa” bekar, yedende de “sol” bakıyye diyezi kullanılır. Bu makamın yerine ikinci şekli olan tâhir-pûseük ‫ ؟‬ok kullanılmıştır. nev-arûs ‫( ﻧﻮﻋﺮوس‬f.a.b.s.c.: nev-arûsân): yeni gelin. nev-arûsân ‫( ﻧﻮﻋﺮوﺳﺎن‬f.a.b.s.: nev-arûs'un c .): yeni gelinler. n e v â - s â z ^ y j (f.b.s.): ‫ ؟‬algıcı, okuyucu, (bkz : hânende, muganni). nevâ-selmek ‫( ﻧﻮاﺳﻠﻤﻚ‬f.b.i.): miiz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni olup zamâmmıza bir niimûnesi kalmamıştır. nevâsıb ‫( ﻧﻮاﺻﺐ‬a.i. nâsıb'dan) ‫ ؛‬a. gr. dâhil olduklan isim veyâ fiili mansup kılan harfler. nevâsî ‫ ﻧ ﻮا س‬.(a.i. nâsiye'nin c .): 1. alınlar. 2. ileri gelenler, ulular. nevâsîr ‫( ﻧ ﻮاﺑ ﺮ‬a.i. nâsûr'un c .): bâsıır delikleri, fr. fistules. nevâ-şehnâz ‫( ﻧﻮاﺷﻬﻔﺎز‬f.b.i.): müz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni, olup zamâmmıza bir nümûnesi kalmamıştır. nevât ‫( ﻧﻮات‬a.i.c.: nevey, neveyât): 1. hurma ‫ ؟‬ekirdegi. 2. ‫ ؟‬ekirdek. 3. s. ‫ ؟‬ekirdek şeklinde ve hâlinde olan [şey]. 4. bot. besler ‫ ؟‬ekirdek. nevât-ı münbite : bot. *besler ‫ ؟‬ekirdek. nevâtıh ‫( ﻧﻮاﻃﺢ‬a.i. nâtıh'ın c.). (bkz : nâtıh).

nevâtî ‫( ﻧﻮاﻧﻲ‬a.i. nûtî'nin c .) : gemiciler, nevâtir ‫( ﻧﻮاﻃﻴﺮ‬a.i. nâtûr'un c.): 1. natırlar, hamam hizmetlileri. 2. bostan bekçileri. nev-âverde ‫( ﻧﻮآورده‬f.b.s.): yeni icat edilmiş, nev-âyende ‫( ﻧﻮآﻳﻔﺪه‬f.b.s.c.: nev-âyende-gân): yeni gelmiş olan. nev-âyendegân ‫( ﻧﻮآﻳﻐﺪﺳﻤﺎن‬a.b.s. nev-âyende'nin c .): yeni gelmiş olanlar, nev-âyîn ‫( ﻧ ﻮ آ س‬f.b.s.): 1. yeni üslûp. 2. yeni üslûp ‫ ؟‬ikaran. -nevâz ‫ ﻟﻮاز‬- (f.s.) ٠ "okşayan, okşayıcı” mânâlarıyla kelimelere eklenir, [nevâhten mastarından]. D il-nevâz: gönül okşayan. Rııh-nevâz: okşayıcılık... gibi, nevâzende ‫( ﻧﻮازﻧﺪه‬f.s.): okşayan, okşayıcı, nevâzıc ‫( ﻧﻮاﺿﺞ‬a.s. nâzıc'ın c .): kıvama gelmişler, olgunlaşmışlar. -nevâzî ‫ ﻧﻮازى‬- (f.i.): nevaz “okşama” ile yapılan kelimeleri isimleştirir : Bende-nevâzi: bendeye, köleye iltifat edicilik. D ü-nevâzî: gönül okşayıcılık, gibi. nevâzil ‫( ﻧﻮازل‬a.i. nâzile'nin ve nezle'nin c .): 1. hâdiseler. 2 ٠belâlar. 3. nezleler, nevâziş ‫( ﻧﻮازش‬f.i.): okşama, gönül alma, iltifat. nevâziş-gâr ‫( ﻧﻮازﺷﻜﺎر‬f.b.s.) ‫ ؛‬okşayan, gönül alan, iltifat eden. nevâziş-gâr-âne ‫( ﻧﻮازﺷﻜﺎراﻧﻪ‬f.zf.): okşayarak, gönül alarak, iltifet ederek, nevâziş-ger ‫( ﻧﻮازﺷﻜﺮ‬f.b.s.). (bkz: nevâzişgâr). nev-bâde ‫( ﻧﻮﺑﺎده‬f.b.i.) : tâze şarap, nev-bahâr ‫( رﺑﻬﺎر‬f.b.i.): 1. ilkbahar, (bkz: rebi, evvel bahar). nev-bahâr-ı ömr : ömrün ilkbaharı, nev-bahâr-ı Viıslat: kavuşma baharı. 2. müz. Türk miiziginin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza bir nümûnesi kalmamıştır. nev-bahâr ‫( ﻧﻮﺑﻬﺎرى ؛‬f.b.s.): ilkbaharla ilgili, nev-bâre ‫( ﻧﻮﺑﺎره‬f.b.s. ve i.), (bkz: nev-bâve). nev-bâve ‫( ﻧﻮﺑﺎوه‬f.b.s. ve i.) : 1. turfonda yemiş. 2. yeni yeşillik. 3. hediye, nev-be-nev ‫( ﻧﻮﺑﻐﻮ‬f.zf.): yeniden yeniye, tâzeden tâzeye. nevJjer ‫( ﻧﻮﺑﺮ‬f.i.): 1. turfanda ‫ ؟‬ikan meyve ve ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek. 2. memeleri yeni gelişen kız. 969

nevbet t a r a f ı n d a n b i r p e ş r e v ile s a z s e m â is i v e nevbet ‫( ﻧﻮﺑﺖ‬fi.) ‫ ؛‬resmi yerlerde muayyen va" s â z -ı â h ı m d in l e y in ..” g ü f t e li b i r ç a r k ı b e s kitlerde çalman davul, dümbelek gibi şeyte l e n m i ş , b a ş k a b i r b e s t e k â r t a r a f ı n d a n ler, bando, mızıka, (bkz : gülbâng). k u lla n ılm a m ış tır. nevbet ‫( ﻧﻮﺑﺖ‬a.i.c.: nüveb): 1. Sira; Sira ile gönev'e-mâ ‫( ﻧﻮﻋﻤﺎ‬a.zf.) : b i r s û r e tle , b i r d e r e c e , rülen İş. nevbet-i miirettep : müz. birbiriyle ilgisi nevend, nevende ‫ ﻧﻮﻧﺪه‬، ‫( ﻧﻮﻧﺪ‬k i.) : 1. h ı z l ı g iolan dört parçadan olma güfteli bir müzik. d e n a t. 2 . p o s t a c ı, a tl ı p o s t a c ı. nevbet-i su ltâ n i: [eskiden] muayyen vakit- -neverd ‫ ﻧﻮرد‬- (f.s.) : “ d ö n e n , d o la ş a n , g e z e n , lerde sarayla muhtelif yerlerde mızıka çay o l a la n " m â n â l a r ı n d a * b ir le ş ik S ifat y a p a r . İınması. Reh-neverd : y o ld a g e z e n , d o la ş a n . Sehranevbet-i telebbiis: giyilme sırası. 2. hastaneverd : s a h r â l a r d a g e z e n , g ö ç e b e , ilk ateşi. 3. hek. vakit vakit ortaya çıkan nevesân ‫( ﻧﻮﺻﺎت‬a.i.) : h a r e k e t e tm e , k ı m ı l d a ayni cinsten fizyolojik bozuklukların hepsi. m a. (b k z :n e v s ). 4. karakol, nokta hizmeti, n e v - e s e r ‫( ﻧﻮأﺛﺮ‬f.a.b .i.) : miiz. D e d e Ef. t a r a f ı n nevbet-hâne ‫( ﻧﻮﺑﺘﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): nöbet çalan d a n t a h m i n e n 1,5 a s ı r ö n c e v e y â b i r a z d a h a mûsikî takımının yeri, (bkz: mehters o n r a te r k i b e d i l m i ş b ir , m ü r e k k e p m a k a m hâne). d ır . D iz is i b i r s e k iz li İ ç in d e İfâ d e e d ile b ile n nevbeti ‫( ﻧﻮﺑﺘﻰ‬f.i.): mehterbaşı [bando zâbiti]. b a s i t g ö r ü n ü ş l ü b i r te r k i b o l a n n e v - e s e r , n ik nevbet-zen ‫( ﻧﻮﺑﺘﺰن‬a.f.b.s.): nöbet çalan, mur i z b e ş l is i n e h ic a z d ö r t l ü s ü n ü n ilâ v e s i n d e n ayyen vaktin geldiğini bildiren, m ü r e k k e p t i r . D u r a ğ ı r a s t (so l) v e g ü ç lü s ü nev-bünyân ‫( ﻧﻮﺑﺒﺎف‬f.b.s.) ‫ ؛‬yeni yapılmış, yeni - b e ş l i n i n d ö r t l ü ile b i r l e ş t i ğ i b e ş i n c i d e r e c e yapılı. o la n - n e v â (re) d ir . D iz is i i n i c i- ç ık ı c ı o l a r a k s e y r e d e r . D o n a n ı m ı n a “si') v e “m i ” b a k iy y e nev-biiride ‫( ﺗﻮرﻳﺪه‬f.b.s.): yeni kesilmiş, yeni b e m o l le r i ile “fa ” v e “ d o ” b a k i c e d iy e z le koparılmış. r i k o n u r . “S i” b e m o l ile “d o " d iy e z n i k r i z nev-câh ‫( ﻧﻮﺟﺎه‬fb .i.): bir makama veyâ b e ş lis i, “m i ” b e m o l ile “fa ” d iy e z d e h i c a z me'mûriyete yeni geçmiş olan, d ö rtlü s ü iç in d ir (a y n i d o n a n ım ş e d a ra b a n nevcet ‫( ﻧﻮﺟﺖ‬i.): 1. erâtın yatak bandıralarım m a k a m ın d a d a g ö rü lü r v e e sâ s e n b u ik i bağladıkları ince ip. 2. (a.i.c.: neve): fırtı-

m a k a m b i r b i r i n e p e k b e n z e r ) . O r t a s e k iz li-

nev-cîvân ‫( ﻧﻮﺟﻮان‬f.b.s.): tâze, genç delikanlı, [asli: "nev-cüvân” dır]. ٥ ev-civânî ‫( ﻧﻮﺟﻮاﻧﻰ‬fb .i.): tâzelik, gençlik, delikanlılık. [asil: “nev-cüvânî” dir]. nev-demide ‫( ﻧﻮدﻣﻴﺪه‬fb .s.): yeni yetişmiş, taze. nev-devlet ‫( ﻧﻮدوﻟﺖ‬f.a.b.s. c . : nev-devletân): yeni görmüş, sonradan görmüş, sonradan görme, büyüklüğü sindirememiş. nev-devletân ‫( ﻧﻮدوﻟﺘﺎن‬f.a.b.s. nev-devlet'in c .): sonradan görmeler, büyüklüğü sindirememiş olanlar. neve ‫( ﻧﻮه‬f.i.): torun, (bkz : hafîd). neved ‫( ﻧﻮد‬f.s.): doksan: 90. (bkz: tis'în, tis'ûn). nev-edâ ‫( ﻧﻮأدا‬f.a.b.i.): 1. yeni tarz, yeni edâ. 2. müz. notacı Hacı Emin Ef. tarafından tahminen doksan sene evvel terkîbedilmiş bir mürekkep makam olup Emin Ef. 970

d e k i s e s le ri, p e s t d e n t i z e d o g r u o l m a k ü z e r e şO y le d ir : r a s t , d ü g â h , d i k - k ü r d î , n i m h ic â z , n e v â , h i s a r e v ic v e g e r d â n iy e . B u d iz id e n is e b - i ş e r lf e d e n 6 t â n e o l d u g u İç in , g iz li m ü t e n â f i r İ t i b â r e d i l i r ‫ ؛‬N e v - e s e r p e k - ç o k k u l l a n ı l m a m a k l a b e r â b e r , ç o k g ü z e l, h a y â l v e “m é l a n c o li e '' t a s v i r l e r i n e m ü s â i t b ir m a k a m d ır.

nevey, neveyât

‫ ﻧﻮﻳﺎت‬، ‫ﻧﻮى‬

(a.i. n e v â t 'ı n c.) :

ç e k ir d e k le r .

nevfel ‫( ﻧﻮﻓﻞ‬a.i.) : 1. d e n iz , ( b k z : d e r y â , b a h r ) . 2 . i. e r k e k a d i. nev-güşâde nevh

‫ﻧﻮح‬

‫ﻧﻮﺳﻤﺸﺎده‬

(f.b.s.) : y e n i a ç ılm ış ,

(a.i. n â i h a 'n ı n c.) : a g it y a k a n , a ğ ıt

a ğ la y a n k a d ı n l a r , ( b k z : e n v â h ) .

nevh

‫ﻧﻮح‬

(a.i.) : 1. ö lü y e a v a z a v a z a ğ la m a .

2 . g ü v e r c i n i n n a g m e ile ö tm e s i,

nevha m a.

‫ﻧﻮﺣﻪ‬

(a.i.c. : n e v h â t) : ö lü y e s e s le a g la -

nevta nevha-gâh

‫( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.) : ölüye ağlanacak

nev-kadem, nev-reftâr ‫ ﻧ ﻮ رﻓﺂ ر‬، ‫( ﻧ ﻮﻗ ﺪ م‬f. b .s.) :

‫( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﻪ‬a.fb.i.). (bkz : nevha-gâh). ‫( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﺮ‬a.fb.s.c. ‫ ؛‬nevha-gerân) :

nev-kâr ‫( ﻧ ﻮ ﻛﺎ ر‬f.b.s.) : y e n i iş e b a ş l a m ı ş , a c e m i,

yer.

y e n i y ü r ü m e y e b a ş l a m ı ş [‫ ؟‬o c u k ],

nevha-geh nevha-ger

ölü ağlayıcısı.

‫( ﻧﻮﺣﻪ ﺳﻤﺮى‬a.fb.i.) : ölü aglayıcılığı. ‫( ﻧﻮﺧﺎ ﻣ ﺖ‬f.b.s.) : gen‫ ؟‬, tâze hayvan. nevhât ‫( ﻧﻮﺣﺎت‬a.i. nevha'nm c.) : ölüye yüksek

nevha-geri nev-hâst

sesle ağlamalar. nev-hatt

‫( ﻧﻮﺧﻂ‬f.a.b.s.) : sakal başı yeni ‫ ؟‬ikma-

ya başlamış [gen‫] ؟‬.

‫( ﻧﻮﻫﻮس‬f.b.s.c. : nev-hevesân) : 1. bir işe yeni ve büyük bir hevesle başlayan. 2. ‫ ؟‬abuk hevesi ge‫ ؟‬en, maymun İştahlı. nev-hevesân ‫( ﻧﻮﻫﻮﺳﺎف‬f.b.s. nev-heves'in c.) : 1. bir işe yeni ve büyük bir hevesle başlayanlar. 2. ‫ ؟‬abuk hevesi geçenler, maymun iştahlılar.

nev-heves

nev-hîz

‫( ﻧﻮﺧﻴﺰ‬f.b.s.) 1 ‫؛‬. yeni yetişmiş, yeni

‫ ؟‬ıkmış. 2. gen‫ ؟‬, tâze. Nihâl-İ nev-hîz : gen‫ ؟‬, tâze fidan, nevî ‫( ذوى‬f.i.) : yenililc. nev'î

‫( ﻧﻮﻋﻰ‬a.s. nev'den) : nevi ile, ‫ ؟‬eşitle, cins-

le, sınıfla ilgili. ‫( ﻧﻮﻋﻰ‬a.h.i.) : 1533'de Malkara'da doğmuştur. Asil adi Yahyâ'dır; medrese tahsilinden sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik gibi vazifelerde bulunmuş, 1599'da ölmüştür. Bir dîvânı, edebi risâleleri ve bâzı ilmi eserleri vardır. nev-îcâd ‫( ﻧﻮاﻳﺠﺎد‬f.a.b.s.) : yeniden meydana getirilmiş, evvelce yok iken sonradan yapılmış. nevîd ‫( ﻧﻮﻳﺪ‬f.i.) : iyi, sevinçli haber, müjde, (bkz : beşâret). nevin ‫( ﻧﻮﻳﻦ‬f.s.) : 1. yepyeni, yeni şey, yeni olma. 2. i. kadın adi.

N ev'î

nev-înân

‫( ﻧﻮﻋﻨﺎ ن‬f.a.b.s.) : binege yeni alıştırı-

lan at, acemi, torlak at. neviyye ‫( ﻧﻮﻋﻴﻪ‬a.s. nev'den) : ["nev'î" nin miien.]. (bkz : nev'î). nev'iyyet ‫( ﻧﻮﻋﻴﺖ‬a.i.) : fels. *özgüllük, türsellik, fr. spécificité.

‫( ﻧﻮك‬f.i.) : 1. sivri uc. 2. kuş gagası. 3. kirpigin ucu. nevk-i kalem : kalemin sivri ucu. nevk-i m üjgân : kirpiklerin ucu.

nevk

nev-kârân ‫( ﻧ ﻮ ﻛﺎ را ن‬f.b .s. n e v - k â r 'm c.) : y e n i iş e b a ş l a m ı ş o la n l a r , a c e m ile r ,

nevker ‫ ( ﻧ ﻮ ﻛ ﺮ‬f i.) : k u l, k ö le , ( b k z : a b d , b e n d e , ‫ ؟‬â k e r , n û g e r) .

nev-kise nevi

‫ﻧﻮل‬

‫ﻧﻮﻛﻴﺴﻪ‬

(f.b.s.) : s o n r a d a n g ö r m e ,

(a.i.) : 1. b a h ş i ş , ( b k z : a tiy y e ). 2. n a v -

lu n , g e m i k ir â s ı‫ ؛‬y o lc u la rın v e rd ig i v a p u r p a r a s ı.

nevm ‫( ﻧﻮم‬a.i.) : 1. u y k u . (B k z : h â b , n ü â s , sin e ). 2. r ü y â . En-nevm uhuvvü'l-m evt : u y k u ö l ü m ü n k a r d e ş id ir . Beyne'n-nevm ve'1yakaza : u y k u ile u y a n ı k l ı k a r a s ı, nevm -i müstecleb : fels. fr. provoqué (somnambulisme). nevm -i sm âî : psik. h ip n o z , s ö z le , b a k ış la t e l k i n y a p ı l a r a k m e y d a n a g e t i r i l e n b i r ‫ ؟‬e ş it u y k u , fr. hypnose.

nevm i, nevm iyye

‫ﻧ ﻮﺑ ﻪ‬

،

‫ﻧﻮﻣﻰ‬

(a.s.) : u y k u y a

m e n s u p , u y k u ile ilg ili.

nevm id

‫ﻧﻮﻣﻴﺪ‬

(f.s. : “n â - ü m î d 'd e n ) : ü m i ts iz ,

ü m î d i k ı r ı k , ( b k z : k a n û t , m e 'y û s ).

nevm id-âne

‫ﻧﻮﻣﻴﺪاﻧﻪ‬

(f.zf.) :

ii m i ts iz c e s i n e ,

ü m i ts iz l ik le , ( b k z : m e 'y û s â n e ) .

‫ﻧﻮﺳﺪ ى‬

nevm idi

(f.i.) :

ü m i ts iz l ik ,

(b k z :

k u n û t) .

nev-m iislim

‫ﻧ ﻮ ﺳﻠ ﻢ‬

(f.a.b .s.) : M ü s l ü m a n l ı ğ ı

y e n i k a b u l e tm iş [k im s e ],

nev-nihâl

‫ﻧﻮﻧﻬﺎل‬

(f.b.s.) : 1. tâ z e f i d a n , a g a c m

t â z e s ü r g ü n ü . 2. y e ti ş m iş g ü z e l k ız .

nev-niyâz

‫ﻧﻮﻧﻴﺎز‬

(f.b.s.) : 1. iş e y e n i b a ş la y a n , [‫ ؟‬o c u k ] . 2. tas. m ü p t e d i

y e n i m e ş k a la n s â l ik

h a k k ın d a

tâ b i r l e r i n d e n d i r .

s u lla n ilir,

M e v le v i

tas. M e v le v i t a r i k a t ı n a

y e n i g ir e n , s e m â t ö r e n l e r i n e y e n i b a ş l a y a n k im s e , [ b u n l a r b i n b i r g ü n d e n İ b â r e t o la n ‫ ؟‬ile m ü d d e t i n i m a t b a h t a ( m u tf o k ta ) d o ld u ru rla rd i].

nev-pervâz

‫ﻧﻮﺑﺮواز‬

(f.b.s.) : y e n i k a n a t l a n m ı ş ,

y e n i u ç m a ğ a b a ş l a m ı ş [k u ş ],

nev-peydâ nevr

‫ﻧﻮر‬

‫ﻧ ﻮﻳﺪا‬

(f.b.s.) : y e n i ‫ ؟‬ik m a .

(a.i.c. : e n v â r) : 1. p a r l a k l ı k . 2. a ğ a ‫؟‬

‫ ؟‬İç e g i.

nevrâ

‫ﻧﻮرا‬

(a.s. n e v r 'd e n ) : 1. (d a h a , ‫ ؟‬o k , p e k )

p a r l a k . 2. i. k a d ı n a d i. [“e n v e r " i n m iie n .]. (b k z je n v e r).

971

nev-râh n e v -râ h

‫ﻧﻮراه‬

( f .b .i .) : 1. y e n i y o lc u , i l k o l a r a k

‫ﻧﻮرﺳﻤﺎن‬

n e v re g â n

( f i . ) : m u k a v v a ve d e ri oy-

y e n i b ite n .

a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

( f .b .s .) : y e n i y e tiş m e , y e n i y e -

n e v r û z - i h â r â : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n

‫ ( ﻧﻮرس‬f .b .s .) : 1. y e n i y e tiş e n ,

z a m â m m ı z a k a im i? b i r n ü m û n e s i y o k tu r ,

2 . i. k a d m , b â z e n e r k e k a d i. n e v -re s id

‫ر رﺑﺪ‬

a z 3 - 4 a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

tiş m iş . n e v -re s id e

‫ذورﺳﻴﺪه‬

( f .b .s .c .: n e v r e s i d e - g â n ) :

y e n i y e ti ş m iş , y e n i o lg u n l a ş m a y a b a ş l a m ı ş ,

n e v re s id e g â n

‫ﻧﻮرﺳﺪﺳﻤﺎن‬

(f.b.s. n e v - r e s id e 'n i n

c.) ‫ ؛‬y e n i y e tiş m iş le r , y e n i o lg u n l a ş m a y a

z a m â m m ız a b ir n ü m û n e s i k a lm a m ış tır, n e v r û z - i h i i s e y n i : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n z a m â m m ız a n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,

‫ﻧﻮرﺳﻢ‬

( f .a .b .i.) : 1. fy e n i ç ık m a ) y a k a -

SI b ü y ü k , k o ls u z , h a r m â n i g ib i, k ı r m a l ı b i r

n e v r û z - i ı r a k : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n

en

a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

ç e ş it k a p u t. 2. y e n i m o d a ,

z a m â m m ız a b ir n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,

‫رر ت‬

( f .b .s .c .: n e v - r e s te g â n ) : y e n i

b it m i ? , y e n i y e ti ş m iş , y e n i m e y d a n a g e lm i? . n e v -r e s te g â n

n e v r û z - i h i c â z : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n ' e n

a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

b a ş l a m ı ş o la n la r , g e n ç le r, tâ z e le r.

n e v -re s te

z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,

a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

g e n ç , tâ z e .

n ev -re sm

z a m â m m ı z a k a l m ı ş b i r n ü m û n e s i y o k tu r , n e v r û z - i b i i z i i r g : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n

m a k t a k u l l a n ı l a n b i r m ü c e l li t â le ti, n e v -re s

n e v r û z -٤ b e y â t î : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

y o lc u l u ğ a ç ık a n . 2 . y e n i y o l.

‫ﻧﻮرﺳﻌﻜﺎن‬

n e v r û z - i ıs f a h â n : m ü z . T ü rk m ü z iğ in in e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

(f.b.s. n e v r e s t e 'n i n c . ) :

z a m â m m ız a n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,

y e n i b itm iş le r , y e n i y e tiş m iş le r , y e n i m e y n e v r û z - i r û m î : m ü z . T ü rk m ü z iğ in in en

d a n a g e lm iş o la n l a r .

a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p n e v - r e s t e - g â n - ı m a â r i f : b il g id e y e n i y e ti-

z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,

? e n le r. n e v -rû z

‫ﻧﻮروز‬

n e v rû z -i ( f .b .i .) : 1. y e n i g ü n . 2 . G ü n e ş 'i n

k o ç b u r c u n a g i r d iğ i g ü n o lu p r û m î m a r tin

dokuzuna

r a s tla r ,

ilk b a h a r

b a şla n -

s u ltâ n i:

1) S u lt a n

C e la lü d d în

M e l î k ş â h 'ı n t a k v i m i n d e k i n e v r û z ; 2) m i iz . T ü r k m ü z iğ in in e sk i b ir m ü re k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,

g ıc ı v e C e lâ li t a k v i m i n e g ö re y ıl b a ş ı d ır . n e v r û z - i H â r iz m ş â h : H a riz m ş a h s u lta n i C e lâ l e d d in

M e l i k ş a h 'm

d ü z e n li ğ i

ta k v i -

m e g ö re y ılb a ş ı. 3. m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n e sk i m ü re k k e p m a k a m la r ın d a n b irid ir. U r m i y e li S a f i y ü d d i n 'i n k i t a b ı n a y a z m ı ş o ld u ğ u A r a p ç a g iif te li b i r r e m e l b e s te b u m a k a m a m is a ld ir. S o n z a m a n la rd a

1.

H akki

B e y b u m a k a m d a n d a rb e y n ve h a f if b e s te -

n e v r û z - i u ş ş â k : m i iz . T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a lm a m ış tır, n e v rû z iy y e

‫ﻧﻮروزﻷ‬

( f .b .i .) : n e v r u z g ü n ü İ ç in

h a z ı r l a n a n b i r ç e ş it m â c u n , o g ü n İç in h a z ı r l a n a n k a s id e , [ f a s â h a t k a id e l e r i n e a y k ir ıd ır ] . n e v rû z -k û ç e k

‫ﻧﻮروز ﻛ ﻮ ﺣ ﻚ‬

( f .b .i .) : m ü z . T ü r k

le r ile a k s a k v e y ü r ü k s e m â ile r , i k i d e ş a r k ı

m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p

b e s t e le m iş t ir .

m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a n ü m û n e s i k a l-

n e v r û z - i A c e m : m iiz . T iirk m ü z iğ in in e n

m a m ış tır.

a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

n e v rû z -n e v â

n ü m û n e s i k a lm a m ış tır. n e v rû z -i A r a l,: m ü z. 3 - 4

a s ırlık b ir m ü -

r e k k e p m a k a m o lu p z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r .

m a k a m ı o lu p

z a m â m m ı z a k a im i? b i r n i i m û n e s i y o k tu r .

972

( f .b .i .) : m i iz . T ü r k m ü -

k a r n i o lu p n ü m û n e s i z a m â m m ı z a k a l m a m ı ş t ır . n e v rû z -p û s e lik

n e v r û z - i a s i : m i iz . T i i r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p

‫ﻧﻮروز ﻧﻮا‬

z ig i n in e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a -

‫ﻟﻚ‬

.

‫ﻧﻮروز ﻟﻮس‬

( f .b .i .) : m ü z .

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r .

nez'

‫( ﻧﻮروز راﺳﺖ‬f.b.i.): müz. Türk müziginin en az altı asırlık bir mürekkep makarni olup zamânıınıza kalmış nümûnesi yoktur.

nevrûz-râst

‫( ﻧﻮروز راﻫﺎوى‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az beş-altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur.

nevrûz rehâvi

nevrûz-sabâ

‫( ﻧﻮروز ﺻﺒﺎ‬f.b.i.): miiz. Türk mü-

ziginin en az 5 - 6 asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza niimûnesi kalmamıştır.

‫( ﻧﻮروز‬f.b.i.) : miiz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza niimûnesi kalmamıştır. nev-riiste ‫( ﻧﻮرﺳﺘﻪ‬f.b.i.): yeni yetişme, nevs ‫( ﻧﻮص‬a.i.) : asılı olan bir nesnenin, öteye beriye sallanması, -hareket etmesi; kımıldanma, hareket etme, (bkz : nevesân). nev-sâl ‫( ﻧﻮرزل‬f.b.i.) : "yeni y ıl” : yılbaşı, nev-sâle ‫( ﻧﻮﺳﺎ ﻟﻪ‬fb.s.) : gen‫ ; ؟‬tâze; kii‫ ؟‬ük. nev-sefer ‫( ﻧﻮﺳﻔﺮ‬f.a.b.s.): yeni yolculuğa 1‫ ؟‬kan.

nevrûz-zengûle ‫زﻧﻜﻮﻟﻪ‬

nev-sefer-i n û r-ta l'a t : parlak yiizlii yolcu, nev-şâh

‫( ﻧﻮﺷﺎخ‬f.b.i.) : 1. yeni dal. 2. yeni bit-

miş geyik boynuzu. nev-şüküfte ‫( ﻧﻮﺷﻜﻔﺘﻪ‬f.b.s.) : yeni açılmış [‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek]. Gonce-i nev-şüküfte : yeni açılmış

gonca. nevt ‫( ﻧﻮط‬a.i.c.: envât, niyât): asma [bir yere-], (bkz: ta'lîk). nevti ‫( ﻧﻮﻓﻲ‬a.i.) : gemici, (bkz : keştî-bân, nûtî). nevvâb ‫( ﻧﻮاب‬a.s. nevb'den) : 1. nâiplik eden, vekillik eden. 2. Hindistan'ın Müslüman bölgesinde Timur sultanlarının saraylarmda bulunan büyük kumandan veya vâli. 3.18 inci yüzyılda Hindistan'da kazandığı büyük bir servet ile İngiltere'ye dönen kimse. 4. zengin ve şatafatlı bir ömür süren kimse. nevvâh ‫( ﻧﻮاح‬a.s. nevh'den): 1. ağlayan, çığlık koparan. 2. ölünün arkasından ağlamak üzere para ile tutulan [adam], nevvâhe ‫( ﻧﻮاﺣﻪ‬a.s. nevh'den): 1. ağlayan, ‫ ؟‬ığilk koparan [kadm, kız]. 2. ölünün arkasından ağlamak üzere para ile tutulan [kadın, kız].

nevvâr ‫( ﻧﻮار‬a.s.): nurlu, *aydm.

‫( ﻧﻮزاد‬f.b.s.): 1. yeni doğmuş, yeni doğan. T ıfl-ı n e v -z â d : yeni doğmuş ‫ ؟‬ocuk. 2. i. erkek adi.

nev-zâd

nev-zem in

‫( ﻧﻮزﻣﻴﻦ‬f.b.s.): yeni tarz, yeni çeşit,

nev-zuhûr ‫( ﻧﻮﻇﻬﺮر‬f.a.b.s.): yeni ‫ ؟‬ikma. ney ‫( ﻧﻰ‬fi.), (bkz : nây). ney-i bezm -i gam : gam meclisinin neyi, ney ü nûş : miizik ve şarap.

‫( ﻧ ﺠ ﻪ‬f.i.): 1. küçük ney. (bkz : nây-‫ ؟‬e). 2. dokumacılıkta kullanılan küçük kamış,

ney-‫ ؟‬e

neyelân

‫( ﻧﻬﻼن‬a.i.): İsteğe ulaşma,

ney-istân ‫( ﻧﺴﻌﺎن‬f.b.i.): kamışlık, sazlık, (bkz :

maksebe, ney-zâr). neyi ‫( ﻧﻴﻞ‬a.i.): 1. merâma erişme; isteğine ulaş-

ma. 2. s. ulaşılan şey. ney-pâre ‫( ﻧﻰ واوه‬fb .i.): kamış parçası, neyrenc ‫( ﻧﻴﺮﻧﺞ‬a.i.c.: neyrencât): tılsım, (bkz :

nireng). neyrencât ‫( ﻧﻴﺮﻧﺠﺎت‬a.i. neyrenc'in c .): tılsım-

lar. neyrûz ‫( ﻧﻴﺮوز‬f.i.). (bkz : nev-rûz). ney-sîtân ‫( ﻧﻴﺴﺘﺎن‬f.b.i.): kamışlık, sazlık, (bkz :

maksebe, ney-zâr). ney-şeker ‫( ﻧﻴ ﺸﻜﺮ‬fb .i.): şeker kamışı,

(a.i.): 1. musibet, belâ, (bkz: dâhiye, meşakkat). 2. koga.

neytal ‫ﻧﻴﻄﻞ‬

‫ }ةأل‬7 ‫( ﻧﻰ‬a.s.): ‫ ؟‬İğ, pişmemiş [etv.b.].

(a.s. nûr'dan): 1. nurlu, parlak, (bkz : ziyâ-dâr). 2. ışıklı cisim; cisimlenmiş nur. 3. Güneş, (bkz: Âftâb, Hûrşîd, Mihr, Şems). 4. i. erkek adi. [miien. "neyyire"].

neyyir ‫ﻧﻴﺮ‬

n eyyir-i asgar : astr. Ay. n eyyir-i a'zam : astr. Güneş, neyyire ‫( ﻧﻴﺮه‬a.s. nûr'dan) : 1. ["neyyir” in

miien.]. (bkz : neyyir). 2. kadm adi. n e y y i r e y n ^ (a.i.c.): "cisimlenmiş iki nur" : Güneş ile Ay. ney-zâr ‫( ﻧﻴﺰار‬f.b.i.): kamışlık; sazlık, (bkz:

ney-sitân). ney-zen ‫( ﻧﻰ زن‬f.b.i.). (bkz : nây-zen). ııey-zen-âne ‫( ﻧﻴﺰﻧﺎﻧﻪ‬f.zf.): neyzene yakışacak yolda. N igâh-1 n eyzen ân e : neyzen gibi

yan bakış. nez' ‫( ﻧ ﺰ ﺀ‬a.i.): bozma; halkı birbirine düşür-

me. (bkz: İfsâd). 973

nez. nez'

‫دزع‬

(a.i.) 1 ‫؛‬. b i r ‫ ؟‬e y i y e r i n d e n k o p a r m a ,

s ö k m e . 2 . k a l d ı r m a , y o k e tm e . 5. c a n ç e k iç m e . Hâlet-İ nez' ‫ ؛‬c a n ç e k iş m e , ( b k z : h â l - i ih t iz â r ) .

nezâfet ‫( ﻧﻈﺎﻓﺖ‬a.i.) : t e m iz l ik , p â k l ı k . Ennezâfetii m ine'l-îm ân : t e m i z l i k i m â n d a n

‫ﻧ ﺰا ق‬

(a.i. n e z h 'd e n ) : 1. te m iz l ik ,

p â k l ı k . 2 . in c e lik , ( b k z : r i k k a t) . 3. k a d ı n a d i. (o .i. n â z ü k 'd e n ) : 1. n â z ik l ik .

2 . z a r i f l i k , in c e lik . 3. te r b iy e , ( b k z : e d e b ). 4 . e h e m m iy e t , [ y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] .

‫( ﻧﻈﺎره‬a.i.) : b a k m a , s e y ir, nezâret ‫( ﺻﺎرت‬a.i.) ‫ ؛‬tâ z e lik , p a r l a k l ı k ,

nezâre

le tâ f e t, n e d â r e t , ta r â v e t) . e t r â f ı g ö r m e , s e y ir, ( b k z : m a n z a r a ) . 2 . g ö z e tm e , g ö z d e n g e ç ir m e , d e n e t i m , k o n tr o l. 3. İ d â r e ‫ ؛‬r e is lik . 4 . n â z ı r l ı k , v e k illik ,

nezâret-hâne

‫ﻧﻈﺎرﺗﺨﺎﻧﻪ‬

( a .f b .i.) : s u ç ş ü p h e s iy le

g ö z a lt ın a a l m a n k i m s e l e r i n k o n u l d u ğ u y e r.

‫ﻓﺰد‬

(f.zf.) : 1. y a n , k a t . ( b k z : in d ) . 2 . g ö re ,

n a z a r ı n d a , f i k r in c e .

‫( ﺑ ﻮ ﻟ ﺪ ك‬f.s.) : y a k ı n , ( b k z : k a r ib ) . n e z e v â n ‫( د ز وا ن‬a.i.) : s ı ç r a m a , a tl a m a ,

n e z d ik

n e z f ^

(a.i.) : 1. k u y u n u n s u y u n u t a m â m e n

b o ş a l tm a .

nezf-i çâh : k u y u y u b o ş a l t m a . 2. hek. k a n g itm e , k a n a m a , fr. hémorragie, nezf-i dim âği : hek. b e y i n k a n a m a s ı , nezf-i rahm : hek. k a d ı n l a r ı n a y b a ş ı h a ll e r i n d e fa z la h a y iz g ö r m e le r i.

J j j (a.s.) ‫ز ب‬

nezfiyye

: k a n a m a k l a ilg ili, (a.s.) : [ ''n e z f i” n i n

m iie n .] .

( b k z : n e z fi).

‫زه‬

(a.i.) : 1. t e m iz l ik , a r ı l ı k . 2. m a s u m -

lu k .

‫ﻧﺰ ف‬

(a.s.) : fa z la lc a n k a y b ı n d a n b i t k i n

h â le g e le n [k im s e ]. n e z ih

nezle-i m üzm ine : hek. yerleşmiş, kronik

‫دزﻷ‬

nezle-i sadriyye : hek. göğüse inen nezle,

göğüs nezlesi. nezle-i s ü f l i c e : hek. belsoguklugu.

(a.s.) : hek. nezleye âit, nezle ile

ilgili. nezr ‫( د ر‬a.i.c. : nüzûr) : adak, adama, nezr-i m evlevi veya (-Mevlânâ) : Mevlânâ

adına yapılan özel tören, (a.s. nizâm'dan) : nizam veren, tertipleyen, düzenleyen,

nezzâm ‫م‬

‫( ذﻇﺎره‬a.i.) : 1. seyirci. 2. bir ‫ ؟‬eye bakma. (bkz : nezâret), m km et ‫( ﻧﻘﻤﺖ‬a.i.). (bkz : nakmet). nezzâre

‫( ﺻﺎ ف‬a.i. msfdan) ‫ ؛‬bir ‫ ؟‬eyi tam olarak ikiye bölme.

n ısâf

n i s f - -(a.s.c. : ensâf) : 1. yarim, yari. 2. i. g. s. bir yazı sitili. m sfu' 1-cenâh : zool. yarimkanadlilar. n isf-ik u tr : geo. yari ‫ ؟‬ap, fr. rayon, nısf-ı kutr-ı k aim : geo. 1. *içyarıçap, fr. apothème. 2. yanal yükseklik, fr. apothème. nısf-ı kutr-ı zâh iri : geo. g ö r ü n ü m y a r ı ç a p ı, fr. diamètre apparent,

nezfü'1-enf ‫ ؛‬hek. b u r u n k a n a m a s ı ,

n e z if

nezle ٠‫( ﻓ ﺰ ل‬a.i.) : hek. nezle, burun akması,

nezli J j j (b k z :

nezâret ‫( ^ ر ن‬a.i. n a z a r 'd a n ) : 1. b a k m a , b a k i ‫ ؟‬,

nezh

nezire ‫( ذذﻳﺮه‬a.i.) : nezredilen ‫ ؟‬ey, adak, nezire ‫( ذذﻳﺮه‬a.s. nezr'den) : [“nezir" in müen.].

nezle.

‫ﻧ ﺰا ﻛ ﺖ‬

nezâket

nezfi

vererek korkutma. 2. Hz. Muhammed'in adlarmdandır.

(bkz : nezir).

g e lir.

.nezâhet

nezd

nezir ‫ﻟﺮ‬٠‫( ذذ‬a.i. nezr'den. c. : nüzerâ, nüzür) : 1. birini, dogru yola sokmak İ‫ ؟‬in gözdağı

(a.s.) : 1. t e m iz , p â k . 2 . i. e r k e k a d i.

nısf-ı küre : astr. k ü r e n i n y a r ı s ı ‫ ؛‬y a r ı m k ü r e ‫؛‬ cogr. y a r ı k ü r e , fr. hémisphère, nısf-ı küre-i ‫ ؟‬İm âli : cogr. k u z e y y a r ı k ü r e , nısf-ı m üstakim : geo. y a r i m d o g r u , fr. demi droite. n ısfi^ ü 'l-c e n â h : zool. *yarimkanatlilar. nısfü' 1-leyl : gece yarısı,

(a.s.): 1. [ n e z i h 'in m ü e n .] . te -

m sfü'n-nehâr : astr., cogr. 1. günün ortası, öğle vakti. 2. meridyen, fr. méridien,

m i z , p â k . Â m â l - i nezihe : te m i z e m e lle r .

m sfü'n-nehâr dâiresi : astr., cogr. meridyen

3.

g ü z e l, k ib a r .

nezihe

. ‫ذ—زده‬

H i s s i y y â t - I nezihe : t e m i z d u y g u la r ,

nezil

974

‫(د —ودل‬a.i.

n ü z l 'd e n ) : m i s â f i r , k o n u k .

dâiresi. nısfü'n-nehârî : astr. meridyen.

n igâh-dâr

msfü'n-nehâr miistevisi : astr. m e r id y e n d ü z l e m i , fr. plan méridien, nisfet ‫ ( ﻧ ﻌ ﻔ ﺖ‬o . i . ) y a r ı m l ı k , [ y a p m a k e li m e le r d e n d ir ] . n ey .

(a .i.c .: e n d â d ) : b e n z e r,

e§.

(b k z :

m â n e n d , n a z ir ) .

‫دأ ت‬

( a . i . ) : A y 'ın v e G ü n e ş 'i n e t r a f ı n -

d a b a z a n g ö r ü l e n p a r l a k d a ir e , ( b k z : h â le , n ü d 'e t) .

nisfiyyet ‫( ﻓ ﻌﻔﻴ ﺖ‬a.i.) : y a r ı m l ı k , y a r i y a r ı y a b ö lm e .

n ifâ '

‫ ع‬١‫ ( ذﻏﺪ‬a . i . ) : m e n f a a t, ç ık a r , fa y d a , ‫ ( ﻧﻔﺎق‬a . i . ) : 1. m ü n â f ı k l ı k , i k i y ü z l ü l ü k ,

n ifâ k

n ısfı^ e-zen ‫ه زن‬٠‫( ذﺻﻎ‬a.f.b .s.) : n is f iy e ç a la n s a n a t k â r , ( b k z : n e y -z e n ) .

A r z 'ın h a tt-1 i s t i v a n ı n (e k v a to r) g ü n e y i n d e k a l a n y a r ıs ı.

n ısıf küre-i garbi ‫( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﻏﺮﺑﻰ‬a.b .i.) : cogr. b a t i * y a r im y u v a r i.

n ısıf küre-i semavi-i cenûbî ‫اوىﺀ‬٠‫ﻧ ﻤ ﻒ ﻛﺮهﺀ س‬ (a.b .i.) : astr. h a tt-1 İs tiv â - i s e m â v i'n in g ü n e y i n d e k a l a n s e m â y a r i m k ü r e s i,

nısıf küre-i semavi-i ?imali ‫ﻣﻤﺎوىﺀ‬٠‫ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ‬ ‫ ( دا ر ى‬a .b .i .) ‫ ؛‬astr. h a tt-1 İs tiv â - i s e m a v in i n k u z e y i n d e k a l a n s e m â y a r i m k ü r e s i,

n ısıf küre-i şarkî ‫( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﺷﺮﻗﻰ‬a.b .i.) : cogr. d o g u * y a r im y u v a r i.

n ifâ k î n if â r

y i n d e k a l a n y a r ıs ı.

‫ ( ذﻫﺎﻗﻰ‬a . s . ) : n if a k la , i k i y ü z l ü l ü k l e ilg ili, ‫( ذﻫﺎر‬a.i. n e f r 'd e n ) : 1. k o r k m a , ü r k m e .

2. n e f r e t g ö s te r m e .

‫ذﻫﺎس‬

( a . i . ) : lo h u s a l ı k h â li . [ H a n e f i m e z -

h e b in d e

4 0 , Ş â fiî m e z h e b in d e 6 0 , d ig e r

n if â s

m e z h e p le r d e

30

g ü n d ü r].

D e m -İ n i f â s :

h e k . d o g u m e s n a s ın d a g e le n k a n . n if â s î

‫ ( ذﻫﺎﺳﻰ‬a . i . ) : lo h u s a li g a

â it, l o h u s a l ı k l a il-

g ili. H u m m â - İ n i f â s î : h e k . a lb a s tı , d o g u m d a n s o n r a m e y d a n a g e le b ile n v e e k s e r iy â te h l i k e l i o la n b i r h a s t a lı k , n if h a n ig â h

nısıf küre-i ?İmâli ‫( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﺷﻤﺎﻟﻰ‬a.b .i.) : astr. A r z 'ın , h a tt-1 İ s tiv â n ı n (e k v a to r) k u z e nısıf müstakim -

a r a b o z u k l u ğ u , b o z u ç u k l u k . 2. m ü s l ü m a n g ö r ü n ü p - k â f i r o lm a .

nısıf küre-i cenûbî ‫( ﻧﺼﻒ ﻛﺮهﺀ ﺟﺘﻮﺑﻰ‬a. b .i.) ‫؛‬

‫( ﻧﻔﺨﻪ‬a.i.). ( b k z : n e f h a ) . ‫ ( ﻧﻜﺎه‬f . i . ) : 1. b a k ış , b a k m a .

 h û -n ig â h :

â h û b a k ış lı , c e y lâ n b a k ış lı . A tf-1 n i g â h : b a k ıv e r m e . ( b k z : n a z a r , n ig e h ). n i g â h - ı ‫ ؟‬e ş m - i y â r : s e v g i li n in b a k ış ı,

‫ﻧﺼﻒ‬

(a.b .i.) :

geo. y a -

r i m * d o ğ ru .

nit' ‫( ذﻃﻊ‬a.i.) : anat. a ğ ız t a v a n ı n ı n p ü t ü r y e rle ri.

ni- - ‫( ﻓﻰ‬f.e.) : n e f y e d a tı, ( b k z : b îlâ ). niâc (a.i. n a 'c e 'n in c.) : d iş i k o y u n la r , ( b k z :

n i g â h - ı g a z a b : k ı z g ı n l ı k b a k ış ı, ö flceli b a k ış . n i g â h - ı h a y r e t : h a y re 'tle , ş a ş k ı n l ı k l a b a k m a , n i g â h - ı i b r e t : ib r e tl e b a k m a , n i g â h - ı i n t i h â b ‫ ؛‬s e ç m e , b e ğ e n m e b a k ış ı, n i g â h - ı İ ş v e : g ü z e l, s e v in ç li v e h a r e k e t l i b a -

n a 'c â t). İa r ı.

‫ذد‬

n id d n i d 'e t

nisfiyye ‫( ذﻫﺔي‬a.i. m s f d a n ) ‫ ؛‬b i r ç e ş it k ı s a

niâl

n i d â - y i h a y ş û m î : g e n iz d e n g e le n b a ğ ı r t ı ,

(a.i. n a '1 'in c.) : 1. n a ll a r . 2. a y a k k a p -

Saff-ı niâl ‫ ؛‬ı) p a p u ç lu k , a y a k k a p l a r m 2) b i r y e r d e o t u r u l a c a k y e r-

k ış . n i g â h - ı n â z : n a z b a k ış ı,

b ı r a k ı l d ı ğ ı y e r;

n i g â h - ı p i i r - f e n : h i l e k â r b a k ış ,

l e r i n e n a ş a ğ ıs ı.

n i g â h - ı t e g a f i i l : te g a f iil b a k ış ı, m a k s a d ı v e

niam ‫ل‬٠‫( ذع‬a.i. n i 'm e t 'i n c.) : n im e tl e r . Veliyyii'nniam : l û t u f t a b u l u n a n in s a n , nibâh ‫( ﺑ ﺢ‬a.i.) : 1. k ö p e k h a v la m a s ı, ( b k z : a v 'av e, n ü b â h ) . 2 ٠y ıl a n tıs la m a s ı, nibâl ‫( ذا د‬a.i. n e b l 'i n c.) : o k la r , nicâd ‫( ﻧ ﺠﺎ د‬a.i. n e c d 'd e n ) : k ıl ıç b a ğ ı. Tavîlü'nnicâd : u z u n b o y lu a d a m , nicâr ‫( ض‬a.i. n e c r 'd e n ) : e sa s , a sil, k ö k . nidâ ‫( دا ﺀ‬a.i.) : 1. ç a ğ ır m a , b a ğ ı r m a , s e s le n m e . 2. se s v e r m e . 3. gr. * ü n le m , fr. interjection.

h â l i a n l a m a z l ı k t a n g e le n b a k ış , n ig â h - ı t e d k i k : a ra ş tır m a

b a k ış ı.

2. g ö z.

( b k z : a y n , ç e şm ). n î g â h - e n d â z : b a k a n , b a k ıv e r e n .

‫ﻧ ﻜ ﺎ ﻫ ﺎن‬

n ig â h -b â n

(f.b.s. v e i . ) : 1. g ö z c ü ; b e k ç i.

( b k z : h â r i s , n ig e h - b â n ) . 2. k a d m a d i. n ig â h - b â n î

‫ﻧ ﻜ ﺎﻫﺒﺎ ﻧﻰ‬

(f.b.i.) : g ö z c ü lü k , b e k ç ilik .

( b k z : h a r â s e t) . n ig â h -d â r

‫ ر‬١‫ذﻛﺎﻫﺪ‬

(f.b.s. v e i . ) : 1. g ö z c ü , b e k ç i.

2. s a k la y ıc ı, k o r u y u c u , ( b k z : h â f ı z , h â m î ) .

975

nigâh-fürûz

nigâh-fürûz ‫( ﻧﻜﺎه ﻓﺮوز‬f.b.s.) : g ö z ü , b a k ış ı n u rla n d ıra n .

nigâl ‫ ( ﻧﻜﺎ ل‬f . i .) : a te ş li k ö m ü r p a r ç a s ı, nigâr ‫ ( ﻧﻜﺎو‬f . i .) : 1. r e s im . 2. ( r e s im g ib i g ü z e l) s e v g ili. 3. s. r e s m e d il m i ş , r e s m i y a p ıl m ı ş . H âtır-n igâr : h a t ı r d a r e s m o l u n m u ş g ib i y e r le ş e n . 4 . p u t. ( b k z : s a n e m ). 5. müz. T ü r k m i i z i g i n i n e n a z a ltı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ıd ır

(m u ra d n â m e ).

B ir

z a m a n la r

u n u t u l m u ş o ld u g u III. S e lim 'in

sûz-i dil-

ârâ is m iy le a y n i t e r k i p t e f a k a t b a ş k a a d la b ir 6.

m akam

y a p m a s ın d a n

a n la ş ıl m ı ş tı r .

k a d m a d i.

nigâr-ı n ik : müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü r e k k e p

m a k a m ı o lu p

z a m â m m ı z a k a l m ı ş n ü m û n e s i y o k tu r ,

nigâr-ı nik-acem : müz. e n a z ik i ü ç a s ı r l ı k b ir m ü re k k e p m a k a m

o lu p z a m â m m ı z a

k a l m ı ş n ü m û n e s i y o k tu r .

Nigâr

‫ﻧﻜﺎر‬

(f.h .i.) ‫؛‬

ş â irle rim iz d e n d ir.

O sm an

kadm

P a ş a 'n ı n

k ız ı -

d ır . A v r u p a e d e b iy â tm i iy ic e t e t k i k e tm iş b il h a s s a

A b d ü lh a k

H â m id

ve

R e c â iz â d e E k r e m 'i n te 's ir i a l t ı n d a k a l m ı ş t ı r . İ m z â s m ı d â i m a ( N ig â r b in t - i O s m a n ) d iy e a ta r d ı.

Aks-İ sadâ, Efsûs, Niran a d ı n d a

e s e r le r i v a r d ı r , ( d . : 1856 - ö . : 1918).

nigâr-çek ‫ ( ﻧﻜﺎر ﺣ ﻚ‬f .b .i .) : müz. T ü r k m ü z i ğ in i n e n a z ü ç a s ı r l ı k b i r m iir e k lc e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş n ü m û n e s i y o k tu r ,

nigârek ‫( ﻧﻜﺎرك‬f.i.) ‫ ؛‬m ü z . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a lc a m ı o lu p z a m â m m ız a n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,

nigârende ‫ ( ﻧﻜﺎرﻧﺪه‬f . i .) : [e s k id e n ] r e s s â m . [in s a n r e s i m l e r i y a p a r d ı] .

n ٤gâr-hâne ‫ ( ﻧﻜﺎرﺧﺎﻧﻪ‬f .b .i .) : 1. r e s im v e h e y k e lle rle s ü s le n m i ş o la n y e r: r e s im v e h e y k e l s e r g is i. 2 . p u t h â n e . 3. g ü z e lle r i ç o k o la n y e r. 4 . r e s im y a p a n l a r ı n ç a l ı ş t ı k l a r ı a tö ly e , ( b k z ‫ ؛‬n i g â r - i s t â n '^ '3).

nigârî ‫( ﻧﻜﺎرى‬f.i.). ( b k z : n ig â r e n d e ) . nigârin ‫ ( ﻧﻜﺎرﻳﻦ‬f s . ) : 1. r e s im le r le , n a k ı ş l a r l a s ü s lü . 2. i. r e s im g ib i g ü z e l se v g ili, nigâr-İstân ‫ ( ﻧﻜﺎرﻣﺘﺎن‬f b . i . ) : 1. r e s im v e h e y k e lle r le s ü s le n m i ş o la n y e r ‫ ؛‬r e s im v e h e y k e l s e r g is i.

976

nigâriş ‫ ( ﻧﻜﺎرش‬f .i .) : r e s i m y a p m a . nîgâriş-pezîr ‫ ( ﻧ ﻜﺎ رﺑﻨﻴ ﺮ‬f .b .s .) : r e s im y a p a n , ( b k z : re ssâ m ).

nîgâşte ‫ ( ﻧﻜﺎ ﺷﺘﻪ‬f .s .) : 1. r e s m o lu n m u ş . ( b k z : m u s a v v e r).

2 ٠y a z ıl m ı ş ,

( b k z : m u h a rre r,

m e k t u b ‫؛‬, m e r k u m ') .

nigeh ‫ ( ﻧﻜﻪ‬f .i .) : b a k ış , b a k m a , ( b k z : n a z a r , n ig â h ) .

nigeh-i ‫ ؟‬eşm-i y â r : s e v g i li n in ( g ö z ü n ü n ) b a k ış ı.

nigeh-i h ayret : h a y r e t b a k ış ı. nigeh-bân ‫( ﻧﻜﻬﺒﺎن‬f.b.s. v e i.), ( b k z : n i g â h b â n ).

n igehb ân i ‫( ﻧﻜﻬﺒﺎﻧﻰ‬f.b.i.). ( b k z : n ig â h - b â n î) . nigeh-dâr ‫( ﻧﻜﻬﺪار‬f.b.s. v e i.), ( b k z : n i g â h d â r).

nigeh-endâz ‫ ( ﻧﻜﻪ اﻧﺪاز‬f .b .s .) : b a k ıv e r e n . ( b k z : m eşhur

v e T a n z i m a t 't a n s o n r a y e ti ş e n b ü y ü k ş a h s i y e tl e r in

( b k z : n i g â r - h â n e 1A3). 4 . G a f f â r î 'n i n m e ş h u r e s e ri.

2. p u t h â n e . 3 . g ü z e ll e r i ç o k o la n y e r.

n ig e r â n ) .

nigeh-fiirûz ‫ ( ﻧﻜﻬﻔﺮوز‬f .b .s .) : b a k ı ş ı g ö z n u r l a n d ı r ı c ı o la n .

nigerân ‫ ( ﻧﻜﺮان‬f .s .) : b a k ıv e r e n , b a k ıc ı , b a k a n , b a k a k a la n .

Nig-girdâr ‫( ﻳ ﻜ ﺢ ﻛﺮدار‬f.b.s.) : iy i d a v r a n a n , g ü z e l, iy i İş y a p a n .

nigin ‫ ( ﻧ ﻜ ﻦ‬f .i .) : 1. y ü z ü k , ( b k z : e n g ü ş te r ) . 2. m ü h ü r , ( b k z : h â t e m 3 .(‫؛‬. y ü z ü k k a ş ı.

nigîn-dân ‫ ( ﻧﻜﻴﺘﺪان‬f .b .) : y ü z ü k k u t u s u , y ü z ü k m a h f a z a s ı.

nigîn-sây ‫ ( ﻧ ﻜ ﺴﺎ ى‬f .b .i.) : h a k k â k , m ü h ü r k a -

ZICI. nigû ‫ﻧﻜﻮ‬

( f .s .) : g iiz e l, iy i. ( b k z : h a s e n , h û b ,

n îg û ) .

nigû-hâh ‫ ( ﻧﻜﻮﺧﻮاه‬f .b .s .) : iy i li k is te y e n , h a y ı r d ile y e n .

nigûhende ‫ ( ﻧﻜﻮﻫﻔﺪه‬a . s . ) : ç e k iş ti r ic i , y e ric i. nigûhide ‫ ( ﻧﻜﻮﻫﻴﺪه‬f .s .) : ç e k i ş t i r i l m i ş , y e r i lm iş , ( b k z : m ezm û m ).

n igû h iş ‫ ( ﻧﻜﻮﻫ ﺶ‬f .i .) : ç e k i ş t i r m e , y e r m e , ( b k z : g ı y b e t , z e m m ).

n i g û - k â r / / j ( f .b .s .) : 1. iy i İş y a p a n . 2. i y i li k eden.

nigû-kârî ‫ ( ﻧﻜﻮﻛﺎر ى‬f .b .s .) : i y i l i k e tm e . nigûn ‫ ( ﻧﻜﻮن‬f .s .) : 1. te 'r s in e d ö n m ü ş , a l t ü s t o lm u ş . 2. te r s , a k s i, u g u r s u z . Ser-nigûn : b a ş a ş a ğ ı o lm u ş , a lt ı ü s t ü n e g e lm iş .

nihâvend-‫ ؛‬kebîr

nigûn-baht ‫ ( ﻧﻜﻮن ﺑ ﺨ ﺖ‬f .b .s .) : tâ l ih s iz . ( b k z : b e d -b a h t).

nigûn-sâr ‫ ( ﻧﻜﻮن ﺳﺎر‬f .b .s .) : b a ş a ş a ğ ı. [ş iird e " n i g û - s â r ” ş e k l in d e d e g eçer].

nigûn-taşt ‫ ( ﻧ ﻜ ﻮ ن ﻃﺸﺖ‬f .b .i .) : 1. ta ş tı , le g e n i te r s in e d ö n ü k . 2. m e c . g ö k y ü z ü , ( b k z : a s m â n , s e m â ).

nigû-siyer ‫ ( ﻧ ﻜ ﻮ ﺳﻴ ﺮ‬f .b .s .) : iy i h u y lu , iy i a h la k -

m ag ara; m a h z e n ; b o d ru m ,

il.

nigûyî ‫ ( ﻧ ﻜ ﻮﻳ ﻰ‬f . i . ) : iy ilik , g ü z e llik , h o ş l u k . -nih ‫ ( ذه‬f . i .) : 1. ş e h ir , b e ld e . 2. fi. nihâden m a s -

nihânî ‫ ( ﻵذى‬f . i . ) : 1. g iz lilik , s a k i ll ik . 2. s. g iz li, s a k il.

nihân-peykerân ‫ ( ﻧﻬﺎن ﻳ ﻜ ﺮا ن‬f .b .i .) : b ü y ü k m e -

t a r m d a n e m r - i h â z ı r : “k o y !”.

-nih devr-i kebîr yerin e devr-i revân, berefşan yerine nîm berefşan k aim olm uştur. 60/8, y ü rü k nîm zencir m ertebesi olur. 60 zam an ii olarak bir de, 26 darblı (devr-i k ebîr + berefşan) şeklindeki d arb eyn usulü m evcuttur. Eskiden bu usûl ile peşrev, beste, İlâhi gibi şekiller Ölçülmüş, son radan ye rin i zencir'e terketm iştir. M u zaffer'in bu u su l ile olan bir h ü seyn î peşrevi, b u gü n de elim izdedir ve nîm zen cir'in yegâne nüm ûnesidir. D arb ları şOyledir : D ü m (1 zam an, zaif), te (2 zam an, kavi), tek (1 zaif), düm (2 zaif), tek (2, nîm kavi; düyek bitti), düm (2, n îm kavi), tek (3, kavi), düm (1, zaif), tek (2, kavi), te (1, nîm kavi), he (1, zaif; lenkfahte bitti), düm (2, kavi), te (1, nîm kavi), ke (1, zaif), düm (2, nîm kavi), tek (4 kavi), te (1, nîm kavi), ke (1, zaif; nîm çenber bitti), düm (3, kavi), düm (2, kavi), tek (2, nîm kavi), düm (3, kavi), tek (2, kavi), tek (2, n îm kavi; ağır devr-i

n îm -z e n c ir

niseb-i a'dâd revan bitti), düm (2, kavi), tek (1, zaif), düm (2, kavi), tek (1, zaif), düm (2, kavi), düm (1, .kavi), tek (1, zaif), düm (1, nim kavi), (1, zaif), tek (2, kavi), te (1, nim kavi), ke (1, zaif; n im berefşan bitti), n im -zu lm e t ‫( ﻧﻴﻢ ﻇﻠﻤ ﺖ‬f.a.b.s.) : y a ri k aran lık , ( b k z : nim -m uzlim ). n în â n ‫( ^ن‬a.i. nûn'un c . ) : balıklar, (bkz : esm âk, sim âk). n îr â n ‫( ﻳﺮا ن‬a.i. n âr ve nûr'un c .) : 1. aydınlıklar, p arıltılar, ışıklar. 2. cehennem , tam u, (bkz : dârü's-saîr, dûzah). 3. ateş, n iren c ‫( ﻳﺮذج‬a .i.c .: n ire n c â t): 1. hile, düzen. 2 ٠afsun, büyü. 3. resim , taslak, (bkz : nireng). n ire n câ t ‫( ﻧﻴﺮﻧﺠﺎت‬a.i. niren c'in c . ) : 1. hileler, düzenler. 2. afsunlar, bü yü ler; afeunla, tılSim la ilgili şeyler. 3. resim ler, taslaklar, n ire n g ‫( ﻳ ﺮ ﻧ ﻚ‬f.i.): 1. hile, düzen. 2. afeun, büyü. 3. resim , taslak, (bkz : nirenc). n ir e n g i ‫( ﻧﻴﺮﻧﻜﻰ‬f.i.): je o d . h aritasın ı çıkarm ak üzere bir sâhayı üçgenlere b ölm e İŞİ, n iren gi şebekesi kurm a, n ir e n g i n o k t a s ı: je o d . niren gi ve m uvâzene hesaplarıyla diğer noktalarla olan m esâfeleri ve râ k ım ı ölçülm üş yer. [1, 2, 3, 4 derece olurlar], n î r î z y ^ (f.i.) . (bkz : nikriz), n ir iz i ‫( ﻧﻴﺮﻳﺰى‬f.i.): m iiz. T ü rk m ü ziğin in en az altı asırlık b ir m ürekkep m ak am ı olup zam âm m ıza k alm ış niim ûnesi yoktur, n îr û

(f.i.): zor, ku vvet, güc. (bkz : zûr).

n îrû -m e n d güçlü.

‫( ﻧﻴﺮوﻣﻐﺪ‬f.b .s.): zorlu, ku vvetli,

n îrû -m e n d î vetlilik.

‫( ﻳ ﺮ و ﻣﻐﺪى‬f.b .i.): güçlülük, kuv-

nisâb-1 rüçd : rüşt ‫ ؟‬ağı. nisâb-1 sirkat : huk. [eskiden] bir dinar veyâ hâlis gümüşten on dirhem sikke, [kıymet‫ ؟‬e bu miktardan az olan bir mail ‫ ؟‬almak hadd-i sirkati icâbetmez]. 5. hisse, nasib. nisâcet ‫( ﻧ ﺴ ﺎ ﺟ ﺖ‬a.i.) : dokumacılık, ‫ ؟‬ulhalik. nisâî ‫( ﻧ ﺎ ﺋ ﻰ‬a.s.) : kadm ile *ilgili, kadına ait. nisâiyye ‫( د ا ﻳ ﻪ‬a.i.) :1. kadm hastalıkları, i . kadin hastalıkları kilinigi, fr. gynécologie, nisâî ‫( ﻧﺼﺎل‬a.i. nasİ'ın c.) : temrenler, ok, kargı gibi şeylerin uçlarındaki sivri demirler, nîsân ‫( ﻧ ﻴ ﺴﺎ ن‬i.) : nisan ayı. Ebr-İ nîsân : (nisan bulutu) = mec. bolluk, bereket, cömertlik, nisâr ‫( ﻧﺜﺎ ر‬a.i.) : 1. saçma, serpme. 2. sa‫ ؟‬ı, düğünde saçılan para. -nisâr ‫ ذأر‬- (a.s.) : "saçan, saçıcı” mânâsına kelimeleri sıfatlandırır. Cevher-nisar : mücevher saçan. D ü rr-n isar : inci serpen, saçan. Pertev-nisâr : ışık saçan. Zer-nisâr : altın saçan... gibi. n isâr-‫ ؟‬în ‫( ﻧﺜﺎرﺟﻴﻦ‬a.f.b.s.) : saçılan şeyleri toplayan. nisbet ‫( ﻧﺴﺒﺖ‬a.i.) : 1. bağlılık, ilgi, (bkz : mensûbiyyet, merbûtiyyet). 2. kıyaslama, Öİ‫ ؟‬Ü. 3 ٠mat., fels. *oran, fr. rapport. 4. inat olsun diye yapılan İş. 5. zf. inat olarak, (bkz : rağmen). nisbet-i a'dâd : mat. adetler arasında olan mukayese, Öİ‫ ؟‬Ü. nisbet-i İnşâiyye : mant. dogru ve yalan ihtimâlini düşünmeye ihtiya‫ ؟‬olmayan söz. nisbet-i m uzâafa : mat. harmonisiz oran, fr. rapport anharmonique. nisbet-i nâkısa : mant. arkasının beklenme-

n is â ‫( ﻧﺴﺎﺀ‬a.i. m ere'nin c.) : 1. kadın lar, (bkz : n isvân, zenân). 2. K ur'an'ın 4 ün cü sûresi olup 176 âyetten oluşm uştur; 58 âyeti M ekke'de 118 âyeti M edine'de nâzil olm uştur. [konusu : k ad ın ların ve yetim k ızların h a k la rın ın k oru n m ası ve m iras tak sim i sirasm da kendilerine eşit d avram lm asıd ır.]. n isâ b ‫( ﻧﺼﺎب‬a .i.): 1. asil, esas. 2. bir m alin zekâtını verm ek üzere v arılm ası gereken m iktar. 3. serm âye, m al. 4. derece, istenilen had. n is â b -ı e k s e r iy y e t : *‫ ؟‬og u n lu k derecesi.

si gerekli olan söz. nisbet-i tâm m e-i haberim e : mant. arkası-

nm beklenmesi gerekli olmayan söz. nisbeten ‫( ﻧ ﺴﺒ ﺔ‬a.zf.) : 1. göre, yanında. 2. önce-

kine göre, bir dereceye kadar, şöyle böyle, nisbi ‫( ﻧﺴﺒﻰ‬a.s. nisbet'den) : 1. nisbetle olan,

lcıyaslama ile olan, *göreli, (blcz : izâfî). 2. birbirine göre, öncekine göre, fr. proportionnel.

n is b i^ e ‫( ﻧ ﺴ ﺒ ﻴ ﻪ‬a.s. nisbet'den) : ["nisbi" nin müen.]. (bkz : nisbi). niseb ‫( ﻧ ﺴ ﺐ‬a.i. nisbet'in c.) : nisbetler. niseb-i a'dâd : huk. [eskiden] adetlerin nisbeti, adetler arasında mukayese, [iki adet 983

nîseb-î şerîfe birbiriyle mukayese edilince 'dört nisbet hâsıl o lu r: temâsül, tedahül, tevâfuk, tebâyün]. nîseb-î şerîfe : ı) şerefli nisbetler2 ‫ )؛‬miiz. bir sekizlideki, tam sekizli (5 T, 2 B), tam beşli (3 T, I B) ve tam dörtlü (2 T, 1 B) sayısının yekûnuna Tiirk müziğinde verilen bir ad ["şu makamların niseb-i şerîfe'si 6 dır veyâ şu makamda niseb-i şerifeden 6 tâne vardır." demek 0 makamın sekizlisindeki tam sekizli, tam beşli ve tam dörtlü sayısınm yekûnu 6 dır demektir], nist ‫ ت‬٠‫( س‬f.e.): yoktur, değildir, nîstî ‫ ﺗﻰ‬٠‫( ب‬f.i.): yokluk, (bkz: adem). Âlem-i nîstî : yokluk âlemi. Hestî vii n is tî: varille ve yokluk. nîsûn ‫( ﻧ ﺮ ت‬a.i. nisvân'ın c.) : kadınlar, nîsvân ‫( د وا ن‬a.i.c.: nisûn) : kadınlar, (blez : nisâ, zenân). nisve ‫( ﻧﺴﻮه‬a.i.). (bkz : nisvân). nîsvî ‫( ﻧ ﺮ ى‬a.s.): nisâ tâifesine mensup, n îs v î^ e ‫وﻳﻪ‬٠٠‫( ذ‬a.s.): ["nisvî" nin müen.]. (bkz: nisvî).

(si) perdesinde kalır. Güçlüsü re (nevâ) perdesidir. nişâburek ‫( ﺳﺸﺎ>ورك‬f.b.i.) : 1. küçük nişâbur. 2. miiz. Tiirk müziğinin tamâmen üç asırilk bir mürekkep makamıdır. Rast makaminin dügâh (İâ) perdesindeki şeddi ile, uşşak makamının pûselik "si" perdesindeki şeddinden mürekkeptir. Rast dizisi ile dügâhta kalır. Umûmiyetle inici .larak seyreder. Güçlüleri birinci derecede -terkibindeki her iki makamm da güçlüsü olan- hüseyni (mi), ikinci derecede de -pûselik'de uşşak'ın durağı olan- pûselik (si) dir. Donanımına fa küçük mücenneb, do bakıyye ve sol bakıyye diyezleri konulur; bu ârızalar, terkibindeki her iki dizide de müşterektir. PUsek'de uşşak makamı şudur (tizden peste) : tiz pûselik, muhayyer, nlm-şehnaz, mâhur, hüseynî, nevâ, nîmhicâz ve pûselik. Dügâh'da rast makamı da şudur (tizden peste): muhayyer, nîmşehnâz, mâhur, hüseynî, nevâ, nîm-hîcaz, pûselik ve dügâh. Nîşâbûrek, orta derecede kullanılmış makamlardandır.

‫ ﻧﺸﺎدور‬، ‫( ﻧﺸﺎدر‬a.i.): nişadır. ‫( ﻧﺪادر ى‬a.s.) : nişadırla, amonyakla

nişâdır, nîşâdur

nisviyyet ‫( ﻧﺴﻮﻳ ﺖ‬o.i.) : kadınlık,

nişâdırî

nîsyân ‫( د ا ن‬a.i. nesy'den) : unutma, (blez: ferâmûş).

nişân

‫ ؛‬ilgili.

‫( ﻧﺪا ن‬f.i.): 1. nişan, iz, belirti, (bkz: alâmet). 2. işâret, fabrika işareti. 3. yara izi. 4. amaç, hedef vurulması istenilen nîş ‫ش‬٠‫( ذ‬f.i.): 1. İğne [arı, akrep gibi böceklernokta. 5. vurulacak noktaya silâhı çevirme. de-]. 2. diken. 3 ٠zehir, ağı. 6. yavukluluk İşâreti. 7. bu İşâreti takmak nişâ ‫ ﺷﺎ‬٠(f.i.) : nişasta. üzere yapılan tören. 8. hâtıra İçin dikilen taş. 9. tuğra. ıo. taltifimin verilen madalya. nişâbur ‫( ددادور‬f.i.) : müz. Türk müziğinin 11. ferman. en az beş asırlık bir mürekkep maleamıdır. Suhânî-yegâh makamının pest tarafına nişân-1 ift ih â r : tar. II. Mahmud zamanında (pûselik, nim hicaz ve nevâ) perdelerinden çıkarılmış nişan. müteşekkil bir (nişabur ölçüsü) ilâvesinden nişân-ı tîr-i site m : zulüm okunun nişanı, mürekkeptir (ki bu, bir küçük üçlüdür). hedefi. Makam bu ÜÇİÜ ile pûselik (si naturel) per-nişân ‫ ﻧﺸﺎن‬- (f.s.): "duran, dikilen, kalan'' desinde karar eder (ki bu perdede kalan gibi mânaları gelerek bileşik sıfatlar yapar: yegâne klasik Türk müziği makamıdır). H a tır-n işa n : unutulmayan, aklida kalan. Donanımına gerek sııltânî-yegâh'da, gerekM a'delet-nîşân : adalet gösteren... gibi. se mevzuubahs üçlüde bulunan do bakıyye nîşânde ‫ ( ﻧﺸﺎ ﻧﺪه‬fs .) : nişan, hedef olarak dikildiyezi konulur; sultânî-yegâh'ın si küçük miş şey. mücennep bemolü, îcâbeden yerlerde nota nişâne ‫( ﻧﺸﺎﻧﻪ‬f.i.): iz, alâmet, belirti, İçinde İlâve edilir (Dr. Suphi Ezgi'ye göre). Nişâbur, aşağıdaki dizilerde karışık olarak nişân-gâh ‫( ﻧﺸﺎ ﻧﻜﺎه‬f.b.i.): 1. nişan tahtası, heseyreder; çargâh beşlisi, pûselik sekizlisi, def yeri. 2. silâh namlusunun üstündeki nikürdî dörtlüsü ve uşşak dörtlüsü. Pûselik şan alınacak kısım [arpacık ve gez]. nisyân-1 ebedi : ebedî unutma,

niyaz

‫ﻧﺸﺎﻧﻜﻴﺮ‬

n iş â n -g îr

( f.b .i.) : ç iz g i ç iz m e y e m a h -

s u s m a r a n g o z â le ti.

n işâ n -k e ş ‫ﻧﺸﺎ ﻧﻜ ﺶ‬ g e r le r in

d ü l-

le b i r li k t e g ö ç e d e c e k o la n b a b a s ı n a y ü k l e r i

iş â r e t

b a ğ l a m a k ü z e r e i k i y e b ö lü p v e r d i g i k u ş a k

( f.b .i.) : m a r a n g o z v e

re n d e le y e c e lc le r i

ta h ta la ra

ç e k m e k ü z e r e k u lla n d ılc la r ı b ı ç a k s ı z â le t,

n iş â p u r ‫ﻧﻴﺸﺎﺑﻮر‬ n işâ ste ‫ﻧﺸﺎﺳﺘﻪ‬

(f.i.) ‫؛‬

m ü z.

( b k z : n iş â b u r ) .

(f.i.) : n iş a s t a ,

n iş d e t ‫ﻧ ﺸ ﺪ ت‬

fr. am id o n .

( a .i .) : 1. k a y b o la n

şe y i a ra m a .

( f . i . ) : k a v a l, ç o b a n d ü d ü ğ ü , ( b l c z :

m i z m â r , n â y - ç e , n e y , n e y -ç e ) .

n iş e s t ‫ﻧ ﺸ ﺖ‬

r m d a n ] . ( b k z : m e k i m , m u k i m , n iş în ) .

o t u r a n . 2 . k a r a y a o t u r m u ş [-g em i]'. ،

‫ﻧ ﺸ ﺴﺘﻜﺎه‬

( f . b . i . ) : o t u r a c a k y e r.

n işe ste g â n

‫ﻧ ﺸﺘﻜﺎ ن‬

n îş -h â r n iş îb

‫ ( ﻳ ﺸﻜﺮ‬f . b . i . ) : [n e y -ş e k e r ] ş e k e r k a m ı ş ı , ‫ ( ﻳﺸﺨﺎر‬f . b . s . ) : d ik e n b a t m ı ş ,

‫ﻧﺸﻴﺐ‬

( f . i . ) : İ n iş , İ n iş a ş a ğ ı , [ y o k u ş u n Z id -

d i]. : İ n iş v e y o k u ş ,

n işîb -g â h ‫ﻧ ﺴ ﻜ ﺎ ه‬ n iş îm e n

-

k i,

-g e h

‫ﻧ ﺴﻔ ﻜ ﻪ‬

،

‫ﻧﺸﻴﻤﻨﻜﺎه‬

(f.b .i.):

n itâ s e t ‫ﻧ ﻄ ﺎ ت‬ n itâ s î ‫ﻧﻄﺎﺳﻰ‬ n îv â r ‫ﻧﻴﻮار‬ n lv e ‫ﻧﻴﻮه‬

H a lv e î- n iş în : y a l K û ş e - n iş în : k ö ş e d e o t u r a n . M e d re s e - n iş in : m e d r e s e d e o t u r a n . M e sn e d -n işin : y ü k s e k b i r m a k a m d a b u lu n a n . S â h il-n işîn : s â h ild e , k ı y ı d a o t u r a n . T ek y e -n işln : t e k k e ş e y h i,

k e lim e le r i s ı f a t l a n d ı r ı r .

n iz o tu r a n , te n h a d a o tu r a n .

( f .s .) : o tu ru c u , o tu ra n ,

(f.i.) : n e ş te r, h e k i m b ı ç a ğ ı ,

( a . i . c . : n u t û ') d e r i d ö ş e k ,

n itâ c ‫ﻧﺘﺎج‬

(a.i.) : y a v r u d o g u r m a , y a v r u l a m a ,

( f . i . ) : a g la m a , in l e m e , s ı z la n m a , ( b k z :

n iv e n d ‫ﻧﻴﻮﻧﺪ‬

s u la r , ( b k z : n u tfe ).

n itâ h ‫ﻧﻄﺎح‬

( a .i .) : to s v u r m a , b o y n u z la v u r m a ,

n itâ k ‫ﻧﻄﺎق‬

(a.i.) : 1 . k u ş a k , k e m e r . 2 . p e ş t e m a l.

3 . k u ş a k y e r i. 4 . b i r ç e ş it A r a p e lb ise s i,

ü n v â n ı.

H z. (b k z :

( f . i . ) : a k il, İ d r â k , a n l a y ı ş , [b iz d e

k u lla n ılm a y a n b ir m â n â s ı d a : “ ü z e r lik to h u m u n u n k ı r m ı z ı s ı ” d ır ], ( f . i . ) : â le m d e m e y d a n a g e le n h a lle r,

E b û b e k i r 'i n

( f . i . c . : n i y â g â n ) : d e d e , ( b k z : c e d d ).

n iy â b ‫ﻧﻴﺎ ب‬

(a .i. n â b 'ı n c .). ( b k z : n â b ).

n iy â b e ‫ﻳﺎﺑﻪ‬

( a .i .) : n ö b e t,

‫ﻳ ﺎﺑ ﺖ‬

( a . i . ) : 1. n â i b l i k , v e k â le t , v e k i ll i k .

2 . k a d ı v e k i ll i ğ i , k a d ı lı k .

n iy â g â n ‫ﻧﻴﺎﺳﻤﺎن‬

(f.i. n i y â 'n ı n c . ) : d e d e le r, ( b k z :

e cd â d ).

n iy â h , n iy â h a t ‫ﻳﺎ ﺣ ﺖ‬

،

‫ﻧﻴﺎ ح‬

( a . i . ) : a ğ ıt, ö lü i iz e -

r i n e , i y i l i k l e r i n i s a y ıp d ö k e r e k , a g la m a .

n iy â m ‫ذ^م‬

(a.s. n e v m 'd e n . n â i m 'i n c . ) : 1 . ( b k z :

n â i m î n , n ü v v â m , n ü v v e m , n iiy y e m ) . 2 . u y u -

n iy â m ‫ﻳﺎ م‬

(f.i.) : k m , k ı l ı ç k ı n ı ; k ı l ı f , (f.b .i.c . : n i y â m - g e r â n ) : k m

y a p a n sa n a tk â r.

(a.i. n ııtfe ^ 'n in c.) : d u r u s u la r , s a f

n itâ k ü 'l-c e v z â :

( a . i . ) : a n l a y ı ş l ı h e k i m , d o k to r ,

( f . i . ) : y e r le g ö k a r a s ı, b o ş l u k , ( b k z :

n iy â m -g e r ‫ﻧﻴﺎ ﻣﻜﺮ‬

n itâ ' ‫ﻧﻄﺎع‬

n itâ f ‫ﻧﻄﺎف‬

(a .i.). ( b k z : t a b a b e t ),

y a n l a r , u y k u d a o la n la r , ( b k z : h â b îd e - g â n ) .

(f.i.) : n e ş te r, [n îş t e r 'in m u h a f f e f i ] .

n îş te r ‫ﻳ ﺸﺘﺮ‬

E b û b e k i r 'l e

b ü k â , n e v h a ).

n iy â b e t

- n i ş î n ^ ^ - (f.s.) : " o t u r a n , o t u r m u ş ” m â n â s ı y l a

n işin e n d e ‫ﻧﺸﻴﺘﻔﺪه‬

P eygam b er,

P e y g a m b e r ta r a fın d a n : "A lla h sa n a y a r in

n iy â ‫ﻧﻴﺎ‬

( f b .i .) : ç u k u r y e r.

y u r t , d u r a k ; to p la n ıla c a k yer.

ııişte r ‫ﺳ ﺮ‬

H z.

M e k k e 'd e h ic r e t e h a z ı r l a n ı r k e n b a ğ l a m a k

h â d is e le r .

( f i .) : o t u r a c a k y e r.

n işîm e n -g â h ,

nm

: H z . E b û b e k i r 'i n k ı z ı E s m â 'n ı n

ünvânı

h e r b ir i.

Z â tü 'n -

n itâ k a y n

n iv e r ‫ﻳﻮو‬

n işîb ü f irâ z

ik iy e b ö -

p a r ç a la r ın d a n

fe z â ).

(f.b .s. n iş e s t e 'n in c . ) : o t u r -

m u ş la r , o tu r.a n la r. n îş -g e r

(a.i.) ‫ ؛‬b i r n i t â k 'ı n

lü n m ü ş

C e n n e t t e i k i k u ş a k v e r e c e k t i r '' d e n ilm iş t ir ,

( f . i . c . : n iş e s t e - g â n ) : 1 . o t u r m u ş ,

n işe s،e -g â h , n işe st-g e h ‫ﻧ ﺸ ﺴﺘﻜﻪ‬

m ü jd e le n m iş t ir ] .

ü z e r e k u ş a ğ ı n ı ik i y e b ö l m e s i ü z e r i n e H z .

( f . i . ) : o t u r a n , [“ n iş e s t e n ” m a s t a -

n işe ste ‫ﻧﺸﺴﺘﻪ‬

k i, k e n d is in e C e n n e t 't e ilci k u ş a k v e r i l e c e ğ i

n itâ k a y n ‫ﻧ ﻄﺎﻗ ﻦ‬

2 . a r a ş t ı r ı p s o r m a , ( b k z : c ü s t ü c û ).

n îşe ‫ﻳ ﺸ ﻪ‬

[ M e k k e 'd e n M e d i n e 'y e h i c r e t g ü n ü n d e H z . E b û b e k i r 'i n k ı z ı E s m â 'n ı n H z . P e y g a m b e r -

n iy â m -g e ri ‫ﻧﻴﺎ ﻣﻜﺮ ى‬

( f . b . i . ) : k m y a p ıc ılılc .

n iy â r ‫ﻧﺎ ر‬

(a.i. n â r 'ı n c . ) : a te ş le r, ( b k z : n iy e re ).

n iy â t ‫ﻧﻴﺎط‬

(a.i. n e v t 'i n c.) : a s m a l a r [ b ir y e r e ],

n iy â z ‫ﻧﻴﺎ ز‬

( f.i.) :

1. y a l v a r m a ,

yak arm a.

2.

duâ.

3 . b â z ı ta r ik a tla rd a k ü ç ü g ü n b ü y ü ğ e k a rşı o l a n s e lâ m , s a y g ı v e d u â s ı. 4 . ih t i y a ç , m u h -

k ız ı-

z â t-ü n -n itâ k a y n ).

ta ç lık .

B î-n iy âz

o lm a y a n .

: m u h t a ç o l m a y a n , ih t i y a c ı

5 . b e k tâ ş i e d e b iy â tm d a

ric â ve

985

nîyâzî d u â y ı m u h t e v i m a n z u m v e y â m e n s u r sö z -

‫م‬

n iz â m

( a . i . c .:

n iz â m â t) :

1. d iz i,

te rtip ,

k a id e .

le r. 6 . m i iz . Ş e y h A b d iil b â k i D e d e E f. ta r a -

S ira.

h n d a n te r t i b e d i l m i ? m ü r e k k e p m a k a m l a r -

3. z a m â m n i c â b l a r m a g ö re k o n u l a n e s a s la r.

d a n b ir i d i r , 1,5 a s ı r l ı k o la c a k tır ,

4 . H i n d i s t a n 'd a m ü s t a k i l k ü ç ü k d e v le tle r

‫وازى‬

n iy â z î

( f . s . c .: n i y â z i y â n ) : 1. n iy a z l a il-

2. d ü z e n ,

u s u l,

y o l;

h â lin d e k i ü lk e le rin h ü k ü m d a rlığ ı.

g ili; n iy a z e d ic i, y a lv a r ıc ı. 2 . i. e r k e k a d i.

n iz â m - ı c â r î : y ü rü rlü k te k i d ü zen .

3.

n i z â m - 1 c e d i d : “y e n i k a n u n , y e n i s is te m a s -

s e v g ili, , ( b k z : m a h b û b ) . 4 . h . i. X V I I I .

a s r i n v a h d e t- i v ü c û d a k a i l o la n , b u y ü z d e n

k e r" ; I I I . S e lim z a m â n m d a k u r u l m u ş o la n

tâ k ib a ta m â r u z k a la n b ü y ü k T ü r k m u ta -

y e n i a s k e r lik .

s a v v i h , N iy a z î- İ M ıs r î. N iy â z î

‫ﻧﺎز ى‬

(a .h .i.):

ş a irle rin d e n d ir. A hm ed

n i z â m ü 'd - d î n : XV.

B u r s a 'd a

P a ş a 'n ı n

a s rin

d îv â n

b u lu n m u ?

zam ânm da

ve

y a ş a m ış t ır .

H a y â tı h a k k ı n d a e t r a f l ı m â l û m a t o lm a y a n bu

ş â irin

e p e y c e k a-sîd esi b u l u n d u ğ u n u

A ra p ç a , F a rsç a v e T ü rk ç e ü z e rin e m ü re tte p d îv â n ı v a rs a d a s o n r a d a n k a y b o ld u ğ u n u L â tîf î y a z m a k t a d ı r . n iy â z - k â r

‫ﺑﺈﻧ ﻜﺎ ر‬

o la n , ( b k z : n iy â z - m e n d ) .

‫ﺑﺈزﻛﺎرا ﻻ‬

n iy â z - k â r-â n e

ı.y a lv a r a -

n iy â z - m e n d â n e ‫)*'؛‬.

‫ د‬٠‫ﺑﺎ زم‬

( f .b .s .c .: n i y â z - m e n d â n ) :

‫ﻣﻐﺪان‬3‫ﺑﺎ‬

(f.b .s. n i y â z - m e n d 'i n

1. y a lv a r m a l a r .

2 . İ h tiy â c ı

o la n la r ,

m u h t a ç la r .

‫دا ز دا ﻻ‬

( f .z f .) :

1. y a lv a r a -

r a k . 2 . ih tiy a ç la , m u h t a ç l ı k l a , ( b k z : n iy â z -

‫( ﺳﺮه‬a.i.

n â r 'ı n c . ) : a te ş le r, ( b k z : n iy â r ).

n i^ â t

‫ﺑﺈ ت‬ ‫ﻳﺖ‬

( a .z f .) : n i z â m a , k a n u n a u y a r a k ,

‫ذﻇﺎﻫﻰ‬

( a . s . ) : 1. u s û l ü n e u y g u n , t e r t i p -

li, d ü z e n li . 2 ٠k a n u n v e n i z â m a â it , o n u n l a G e n c e 'lid ir . 4 . i. e r k e k a d i. n iz â m iy y e

‫ذﻫﻼﻣﻪ‬

n iz â m iy y e

(a.s.) ‫ " [ ؛‬n i z â m î ” n i n m ü e n .J .

‫ذﻫﻰﻟﺒﻪ‬

( a . i . ) : 1. i l k a s k e r lik d e v re s i.

2 . b u t ü r l ü a s k e r lik iş le riy le u ğ r a ş a n d â ir e . n iz â m i^ e

h a z în e s i:

[e s k id e n ]

H a r b iy e

N e z â r e ti v e z n e s i, h a z în e s i, g a rn i-

z o n la r d a , u m û m u n g ir ip ç ı k m a s ı n a m a h s u s b ü y ü k k a p ı, c ü m l e k a p ıs ı, n ö b e t tu ta n a sk e ri k a ra k o l, n iz â n ı-n â m e

(a.i.). ( b k z : n iy y e t).

n iy y e t

‫ﻧﻈﺎﻣﺎ‬

n i z â m a , u s û l e g ö re , y o lu n c a ,

n i z â m i y y e k a r a k o l u : n iz â m iy e k a p ı ş ı n d a

k â râ n e ).

‫ﻧﻴﺖ‬

n i z â n ı â t ı l â z i m e : g e re k li n iz a m la r, n iz â m e n

n iz â m iy y e k a p ı s ı : k ış la la rd a v e y â

n iy â z - ın e n d - â n e

n iy e t

(a.i. n i z â m 'ı n c . ) : n iz â m l a r ,

3 ٠[e s k id e n ] k a r a o r d u s u ,

n iy â z - k â r ) . n iy â z - m e n d â n

n iy e re

‫ﻧﻈﺎﻣﺎت‬

d ü z e n le r ; k a n u n h ü k ü m l e r i ,

( b k z : n iz â m î) .

1. y a lv a r a n . 2 . İh tiy â c ı o la n , m u h t a ç , ( b k z :

c .) :

d ü z e n i;

ilg ili. 3. İ r a n 'ı n e n b ü y ü k ş â i r l e r i n d e n o lu p

( f .z f .) :

r a k . 2 . m u h t a ç l ı k l a , m u h t a ç o la r a k , ( b k z :

n iy â z -m e n d

n iz â m ı,

a d i o la r a k k u lla n ılır. n iz â m â t

n iz â m î

( f .b .s .) : 1. y a lv a r a n . 2. İ h tiy â c ı

1) d i n i n

2) d i l i m i z d e : “n i z â m e t t i n ” ? e k lin d e e r k e k

‫ﻧﻈﺎﺳﺎﻣﻪ‬

( a .f .b .i.) : t ü z ü k , k o n u -

l a n n i z a m v e u s û l ü İç in e a l a n v e n e y o ld a

(a.i. n i y y e t 'i n c . ) : n iy e tle r , ( a . i . c . : n iy y â t) : 1. n iy e t, m e r a m ,

h a r e k e t e d il e c e ğ in i b i l d i r e n r e s m i h ü k ü m ler. [ilg ili v e k â le t v e y â d â ir e c e tesb it.. D e v le t

k u r m a . 2 . n a m a z d a n , o r u ç t a n ö n c e b a ş la -

Ş û r â s ın c a (D a n ış ta y ) t e t k i k , İ c r â V e k ille r i

m a d u â s ı n ı o k u m a , [ n a m a z ın v e o r u c u n

H e y e tin c e k a b û l e d ilir ] ,

? a r t l a r m d a n d ı r ] . 3. k u ş l a r ı n k a ra m e la

ş e k e rle rin in

s a rılı

ç e k ti ğ i v e y â b u lu n d u ğ u

k â ğ ı t l a r d a k i , fa l y e r i n e g e ç e n , y a z ıla r,

‫دز‬

n îz

( f . e . ) : " -d e , - d a , d a h î ” * a n la m ın d a b i r

a tıfe d a tı. n iz â '

‫د زا ع‬

n iz a m - n â m e - i e s â s î : h u k . a n a tü z iik . n iz â m -? â h î

٠‫ ( ﻣ ﺸ ﺎ ﻫ ﻢ‬a .f .b .i.) : g. s. g ü z e l sa -

n a t l a r d a k u l l a n ı l a n b i r k â ğ ı t c in s i, [te z h ip , h a t, m i n y a t ü r v.b.].

(a.i. n e z 'd e n ) : ç e k iş m e , k a v g a ,

( b k z : m ü n â z a a ) . K a t '- ı n i z â ' : k a v g a y ı y a tış tırm a . n iz â - i lâ f z î : b o ş u n a ç e n e y a rış tırm a .

986

n i z a m - n â m e - i d â h i l î : * iç t ü z ü k ,

n iz â r

‫ ( ﻟ ﺰ ا ر‬f . s . ) : z a y ıf, a r ı k , İâ g a r. ‫ ( دا ر ت‬a . i . ) : k o r k u t u p , u y g u n s u z

n iz â re t

?ey-

le r d e n v a z g e ç i r m e k İ ç i n s ö y le n ile n sö z . n iz e

‫ﺑﺰه‬

(f.i.) : k a r g ı , m ı z r a k ; s ü n g ü , h a r b e .

nûf n îz e - i b i - d e r g : sö ğ ü t y a p ra ğ ın ı

a n d ıra n

m ız ra k .

n o k ta - i h e n d e s e : g eo . k e n d is in d e ü ç b u u t

n î z e - i b â r - k e ? : k e s ilm i? d ü ? m a n b a ? ı n ı n ta n î z e - i g ü l - g û n î : m e ? h ı ır b i r ç e ? it lâ le ,

n o k t a - i i n c i m â d : f i z . * d a m ı tı k s u y u n d o n d u g u h a r â r e t d e re c e s i,

n î z e - i r u m m â n i : m e ? h u r b i r ç e ? it lâ le ,

n o k t a - i i n h i l â l : k i m . ç ö z ü lm e n o k ta s ı,

n î z e - i s i n â n : m e ? h u r b i r ç e ? it lâ le , n î z e - b â z 3‫ب‬

‫ﻳﺰه‬

(f.b .s.) ‫ ؛‬m ı z r a k l a o y n a y a n ,

n o k t a - i İ n ' i t â f : m a t . b ü k ü m n o k ta s ı, n o k t a - i İ n k ı l â b : a s t r . g ü n e ? i n 21 h a z i r a n v e

m ız ra k lı.

‫ﻳﺰه دار‬

( f .b .s .) : k a r g ı lı , m ı z r a k l ı ; s ü n -

22 a r a l ı k g ü n l e r i a r a s ı n d a k i y ö r ü n g e s in e a it n o k ta .

g ü lü .

‫ﻳﺰ ك‬

n iz e k

(* b o y u t) d a n h i ç b i r i t a s a v v u r o l u n m a y a n ?ey.

k ıld ığ ı m ız ra k .

n îz e -d â r

n o k t a - i h a r î f î : c o g r . g ü z n o k ta s ı,

( b k z : k e n iz e k ) .

n o k ta - i İ r t i f â : m e rm i m a h re k in in en y ü k -

( f .b .i .) : 1. m ı z r a k ç ı . 2. m ı z -

n o k ta - i İ 't i d â l : a s tr. ilk b a h a r v ey a so n b a h a r

( a . i . ) : 1. e k s ik lik , a z a l m a , a z lık .

n o k t a - i i ’t i d â l - i r e b i i : a s t r . i l k b a h a r n o k t a -

( f . i . ) : 1. c â riy e ,

s e k n o k ta s ı.

2. k ü ç ü k m ız ra k , sü n g ü , n iz e - z e n

‫ﻳﺰه زن‬

n o k ta s ı.

ra k la v u ra n .

‫ﺷﻤﺎن‬

n o k sân

2 . s. e k s ik , k u s u r l u , ( b k z : n â k ıs ) . 3. y o k lu k , ( b k z : fık d â n ).

n o k t a - i m a d d i y y e : f i z . m a d d e n o k ta s ı,

n o k s â n - ı a r z : f ı k . b i r y e r i n e k il m e d e n ö n c e k i d e ğ e riy le e k i l d i k t e n s o n r a k i d e ğ e r i a r a S in d a k i ü c r e t fa r k ı. g e r i ö lç ü s ü n d e v e y â d a h a ç o k o la n k ıs m ı, [e s k id e n ]

b ig a r a z

b i l i r k i ? i n i n İ h b â r ıy la m â l û m o la n s e m e n n o k sâm .

n o k t a - i m ü l t e k a : c o g r . k a v ? a k n o k ta s ı, n o k t a - i m ü ? a '? a a ‫ ؛‬a s t r . s a ç ı lm a n o k ta s ı, f r . p o in tra d ia n t. n o k t a - i n a z a r : g ö rü ? , n o k t a - i r e b i i : c o g r . b a h a r n o k ta s ı,

n o k s â n - ı y e s i r : f ı k . b i r ? e y in d ö r t t e b i r d e g e rin i b u lm a y a n n o k s â m .

‫اذى‬٩‫ ( ﺷﻊ‬a . s . ) : e k s i k li k le ilg ili, n o k s â n i y y e t ‫ ( ﺷ ﻌﺎ ﻳ ﺖ‬o . i . ) : e k s ik lik ,

[y a p m a

n o k t a - i t e m â s : g e o . d e g m e n o k ta s ı, n o k t a - i t e n â z u r : a s t r . s i m e t r i k n o k ta [ la r ] .

k e li m e l e r d e n d i r ] .

٠‫ﺷﻂ‬

n o k t a - i s u k u t : m e r m i n i n d ü ? t ü g ü n o k ta , n o k t a - i t a t b i k : f i z . u y g u l a m a n o k ta s ı,

n o k sân i

n o k ta

y ip f a r z e d i l e n n o k ta , n o k t a - i m u v â z e n e t : * d e n g e * y a n a y ı,

n o k s â n - ı f â h i ? : f ı k . b i r ? e y in d ö r t t e b i r d e n o k sâ n -ı s e m e n : h u k .

n o k ta - i m e v h U m e : g ö rü n ü ? te h is s e d ilm e -

( a .i.c .: n ik a t,

n u k a t ) : 1. n o k t a .

n o k t a - i t e v a k k u f : d u r a k l a m a n o k ta s ı,

2 ٠b e n e k , le k e . 3 . m a t . h i ç b i r b u u t ( b o y u t)

n o k t a - i t u l u ' : a s t r . d o g u ? n o k ta s ı,

u o lm a y a n i? â r e t. 4 . y e r. 5. m e v z u , * k o n u .

n o k t a - i z e m i n : J e o d . ü z e r i n e â le t k u r u l m a -

6.

te k

n ö b e tç i,

t e k p o li s

m e 'm ı ı r u

b u lu -

SI m ü m k ü n o lm a y a n h e r h a n g i b i r n i r e n g i

n a n k ü ç ü k k u lü b e , g ö z c ü . 7. d e r e c e , k e r t e .

n o k t a s ı n ı k u ll a n ı l a b i l e c e k b i r h â le g e tir -

8.

m e k İ ç in y e r d e te s is e d i l e n v e b u n ir e n g iy e

h a l, * d u r u m .

n o k t a c ı : [e s k id e n ] im â r e t h â n e l e r d e , m e d r e s e le r d e i n z i b a t i? le r in e b a k a n m e 'm u r . n o k t a - i a v r â : a n a t . k ö r b a ğ ı r s a k n o k ta s ı, l â t . p u n c tu m co ecu m . n o k t a - i b i n i ? : g ö z b e b e ğ i, n o k t a - i e v c - i b â l â : a s t r . * y ü c e lim n o k ta s ı, n o k t a - i f e y z : fe y iz v e b e r e k e t n o k ta s ı, n o k t a - i g a l e y â n : s u y u n b u h a r a ç e v r i ld i ğ i h a r â r e t d e re c e s i. n o k t a - i g u r û b : a s t r . b a ti? n o k ta s ı.

r a s a t v e ö lç ü le r le b a ğ l a n a n n o k t a , n o k ta -i z e r r i n : G üne?, n o k t a n o k t a : ı) b e n e k b e n e k . 2) t e k te k . n o k ta te y n

‫ص‬

( a .i .c .) : i k i n o k t a (:).

n o k t a t e y n - i m ü t e k a b i l e y n : a s t r . k a r ? ı lı k lı i k i y ı l d ı z ı n b u l u n d u ğ u n o k ta l a r ,

‫( ذﻋﺮه‬a.i.) : e ? e k s in e ğ i, n u â s ‫ ( ﻷ س‬b k z : n ü â s ). n û f ‫ ذوق‬- ( f .i.) : y a n k ı, f r . a c c o u s t i q u e . n u a ra

(b k z :

sa d â ).

987

nufâha

‫( ذ ﻷ ي‬a.i.) ‫ ؛‬su üzerin d eki kabarcık, ‫( ﻧﻮف‬f.i.) : ‫ ؟‬ığıltı. n û ger ‫( ﻧ ﻮ ا‬f.i.) : kul, köle, (bkz : abd, bende, n u fâ h a n ûfe

‫( ﻧ ﻮ ا ى‬f.i.) : k u llu k kölelik, bendegi, ‫ ؟‬âkerî).

n û g erî

(bkz :

‫( ر ح‬a.h.i.) : N ûh Peygam ber, K ıır'an 'd aki

k ron olojik sıraya göre yirm ib eş p eygam b erin baştan üçüncüsü. Sefîn e-İ N û h (N ûh'un gem isi) : H z. N û h 'u n T û fân 'd an lcorunm ak üzere b ütün can lılard an birer ‫ ؟‬ift ald ığı gemi; m ec. her ‫ ؟‬eşit in san in bir araya geldiği toplantı yeri. N û h sû resi : K u r'ân 'ın 71 in ci sûresi olup 28

âyettir ve M ekke'de nâzil olm uştur. nuh â١

(a.i.) : anat. m u rd ar ilik.

n u h â -i şevk i : anat. om u rilik, fr. m oelle épinière.

(a.i.) : balgam ,

n uhâm n u h âm e nuhâm î

‫( ﻧﺨﺎﻣﻪ‬a.i.) : balgam , ‫( ﻧﺨﺎﻣﻰ‬a.s.) : fizy. b algam la .ilg ili,

.b a lga m si, .sü m ü k sü .

‫( ﻧﺤﺎس‬a.i.) : 1. bakir. 2. b a k ir para, n u h âsî ‫( ﻧﺤﺎﻣﻰ‬a.s.) : 1. b a k ırla ilgili, bakarli, n u h âs

b akırd an . 2. b a k ir p ara ile ilgili, n u h ât ‫( ﺧﺎ ت‬a.i. n âh î'n in c.) : n ah iv (syntaxe)

âlim leri. nuhât nuhbe

‫( ذﺧﻪ‬a.i.) : 1. h erşeyin iyisi, seçkini.

n u h b e -i â m â l : em ellerin en sonu, ideal.

3 ٠m eclis (İ‫ ؟‬ki) arkadaşı; sık ı fık ı arkadaş. 4 ٠Sünbülzâde V ehbi'nin A ra p ‫ ؟‬a-Türk‫ ؟‬e m an zu m lûgatı. (arm ağanın seçilm işi) : A h m e t b in A lî b in A h m e t'in 1649'da düzenİediği F arsçad an Turkçeye .sözlü k,

N u h b e tü 't-T u h fe

‫ا‬/ ‫( ذ و‬a.s.) : 1. N ûh'a âit, N ûh ile ilgili. 2. p ek eski.

nûhî

‫( ﻧﺤﻠﻪ‬a.i.) :

1. d in şubesi, m ezhep. 2. ‫ ؟‬e-

y iz , düğü n hediyesi. n u h re

‫( ﻧﺨﺮه‬a.i.) : k em ik d okusunun çürüm e-

si. nuhûs

la n .

988

u ğ u rs u z lu k ,

(b k z:

‫ﻧﺨ ﺖ‬

n u h u st

( f .s .) : ilk , b ir i n c i , ( b k z : e v v e l,

n u h u stin -

(f.s.) : ilk , b ir in c i , ( b k z : e v v e l,

n u h u s t , v â h id ) . n u h u st-zâd , n u h u st-zâd e

‫ ﻧﺨﺴﺘﺰاده‬، ‫ﻧﺨﺴﺘﺰاد‬

(f.b.s.) : e v v e l d o ğ a n , i l k d o ğ m u ş o la n , nûk

‫ﻧﻮك‬

(f.i.) : 1. k u ş g a g a sı. 2. g a g a g ib i u c u

s iv r i o la n şey. 3 . o k u n u c u , t e m r e n ,

‫ﻧﻔﺎﻋﻪ‬

nukaa

(" k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : İç in d e

i l â ‫ ؟‬ıs la t ıl a n su . n u k ab

‫ﻧﻘﺐ‬

(a.i. n u lc b e 'n in c.). ( b k z : n u k b e ) .

n u k a b a ' ‫( ﻧﻘﺒﺄ‬a.s.i. n a k i b 'i n c . ) : n a lc ib le r. ( b k z : n alcib ). n u k at

‫ﻧﻘﻂ‬

(a.i. n o k t a 'n m c.) : n o lc ta la r . ( b k z :

n ik a t) . B i-n u k a t : " e b c e d " h e s â b m d a n o k ta s ız h a r f , ( b k z : m ü h m e l) , n u kave

‫ﻧﻘﺎوه‬

(" k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1. h e r ş e -

y i n iy isi. 2. te m iz l ik , p â k l ı k . ( b k z : n a k a v e ). n u kb e

‫ﻧﻘﻪ‬

( a . i . c .: n u k a b ) : 1. r e n k , ( b k z : le v n ) .

2. p a s . ( b k z : )e n g , je n g â r ) . 3. p a ç a s ız d o n . 4.

y ı r t ı k , a s t a r y ır t ı ğ ı , 5. y o l.

‫ ( ﻧﻌﻞ‬a . i . ) : m e z e , ‫ ؟‬e re z . n u k re ‫ ( ﻧﻘﺮه‬a . i . ) : 1. k ü lç e h â l i n d e

nukl

güm üş,

n u k re -i h â m : iş le n m e m iş , h a m g ü m ü ş k ü l‫ ؟‬esi. 2 ٠e n s e ‫ ؟‬u k u r u . n u k re -i k a f â : e n s e ‫ ؟‬u k u r u . 3 . O s m a n l I i m -

(a.i.) : hıçkırm a,

2. seçkin, seçilm iş, (bkz : güzide, m üntahab).

n u h le

(a .i.):

ç e â m e t). n u h u s t i n , v â h id ) .

‫ ؟‬âker, nevker).

Nûh

‫ﻧﺤﻮﺳﺖ‬

n u h û set

p a ra to rlu g u n d a ç ık a rıla n ilk p a ra la r, nukud

‫ب‬

(“k u ” u z u n o k u n u r , a .i. n a k d 'i n

c . ) : n a k it le r , p a r a l a r .

F ık d â n -1 n u k u d :

p a r a y o k lu ğ u , p a r a d a r lığ ı, n u k u d -ı m evk u fe : h uk. v a k f o l u n a n p a r a l a r , nukul

‫ﻧﻘﻮل‬

( " k u " u z u n o k u n u r , a .i. n a k l 'i n c . ) :

n a k il le r , h ik â y e le r , r iv â y e tle r . nukuş

‫ﻧﻘﻮش‬

(“ k u " u z u n o k u n u r , a .i. n a k ş 'ı n

c . ) : n a k ış la r , r e s im le r ,

‫ ( ﻧﻌﺾ‬a . i . c .: e n k a z ) : b i n â y ı k ı n t ı s ı , ‫ ( ﻧﻮل‬f . i .) : k u ş g a g a sı, ( b k z : m i n k a r ) . n u 'm â ‫( ﻧﻌﻤﻰ‬a.i.). ( b k z : n a 'm â , n i'm e t) . n u 'm ân ‫ ( ﻧﻌﻤﺎن‬a . i . ) : 1. k a n . ( b k z : nukz

nûl

d em ).

Ş a k ay ık u 'n -n u 'm ân : bot. g e lin c ik . 2 . h. i. ( b ü y ü k " n ” ile) i m â m - ı A 'z a m 'ın a d i. 3. e rk e k a d i. 4 . bot. g e lin c ik , n u 'm ân -ı b e rri ‫ ؛‬bot. g e li n c ik ‫ ؟‬i ‫ ؟‬eğ i.

‫( ﻧﺤﻮس‬a.h.i.) : M erih ve Z iih re yıld ız-

n u m ru k a tik .

‫ﻧﻤﺮﻗﻪ‬

( a . i . c .: n e m â r i k ) : k ü ç ü k y a s -

nûşâdur num ûne

‫ﻧﻤﻮﻧﻪ‬

n u m û n e-g âh

(f.i.). ( b k z : n ü m û n e ) .

٥، r . ‫ﻧﻤﻮن‬

g â h ). nun

‫ن‬

‫ ورﺑﺨﺸﻪ‬٠ ( a .f .h .i .) :

N û r-b a h ş iy y e

(f.b.i.). ( b k z : n ü m û n e -

( a . h . ) : 1. O s m a n l I a lf a b e s i n in y i r m i

s e k i z in c i h a r f i o lu p “e b c e d ” h e s â b ı n d a e lli s a y ı s ın ı n k a r ş ı l ı ğ ı d ı r . 2 . a r a b i t â r i h l e r d e r a -

s u : M u h a m m e d ü 'n - N u r b a h ç i 'n - N e c c â r 'a n i s p e t l e b u a d i a lm ış tı r ] ,

‫ﻧﻮرأﻓﺸﺎن‬

n û r-e fç â n

( a .f .b .s .) : n u r s a ç a n , e t r â f ı

a y d ın l a ta n .

m a z a n a İ ş â r e tt ir . 3 . F a r s ç a d a , f i il le r d e n e f y

n û r-fe şâ n

(* o lu m s u z ) e d â t ı d ı r : [ h u d â n e - k e r d e : A lla h

n û rî

g ö s te r m e s in ., g ib i]. 4 . ( i . c . : e n v â n , n î n â n )

ta s . K ib re -

v iy y e t a r i k a t ı ş u b e l e r in d e n b i r i : [ k u r u c u -

‫ﻧﻮرى‬

‫ﻧﻮرﻓﺸﺎن‬

(a.f.b .s.). ( b k z : n û r - e f ş â n ) .

( a . s . ) : 1. n u r a â it, n u r ile ilg ili. 2 . i.

e r k e k a d i.

b a lı k , ( b k z : s e m e k ). Z ü n - n û n : H z . Y û n u s .

n û r i y y e ‫ ( ﻧﻮرده‬a . s . ) : 1. [“n û r î ” n i n m iie n .]. 6 8 . s û r e s i n i n k a le m ( b k z : n û r î ) . 2 . i. k a d m a d i. d e n b a ş k a a d i. 6 . a y n i s û r e n i n b a ş ı n d a k i N û riy y e ‫ ( ﻧﻮرده‬a .h .i .) : R u f â î t a r i k a t ı m ü t e ş â b i h h a r f k i, m ü r e k k e p h o k k a s ı d iy e ? û b e le r in d e n b ir i, [ k u r u c u s u : N û r e d d i n te f e ir e d ilir . 7. k ılıç ; k ı l ı ç s ı r tı . 8 . k a ş . H a b ib u lla h -i H a d is id ir] , n û r ‫( ﻧﻮر‬a.i. e n v â r, n î r â n ) : 1. a y d ın l ık , p a r ı l n û r - p â ş ‫ ( ﻧﻮر ﻷش‬f .b .s .) : n û r s a ç ıc ı, n û r s a ç a n , ti , p a k l a k l ı k . C e b e l - i n û r , C e b e l ü 'n - n û r n û r - p e r v e r ‫ ( ﻧﻮر رور‬a .f .b .s .) : n u r l u , ış ık lı, ay( N u r d a ğ ı ) : M e k k e 'd e k i H a r r a d a g i. Z ü 'n 5.

K u r 'â n - ı K e r im 'in

n û r e y n : ik i n u r s â h ib i, [H z. P e y g a m b e -

d ın lık .

r i n i k i k ı z ı n ı a lm ış o lm a s ı d o la y ıs ıy la ] H z .

n û r - t a l 'a t

O s m a n . S û r e t ü 'n - n û r : K u r 'â n 'ı n 2 4 ü n c ü

n u sah â

s û r e s i o lu p 6 4 â y e ttir , M e k k e 'd e n â z i l o l-

n u sarâ

m u ş tu r .

(b k z : av en e, e n sâr, n u ssâr).

n û r - i a y n , - -i ç e ş m , - -i d i d e : p e k s e v g ili k im s e , [en ç o k e v lâ t İç in k u ll a n ı l ı r ] ,

‫ب‬

N u sa y ri

b i n d e n o la n .

‫ذﻣ ﺢ‬

nush

n û r - i c e n â n : m e ş h u r b i r ç e ş it lâ le , n û r - i ç e ş m ( g ö z n u r u ) : e v lâ t, ( b k z : n û r - i

‫ﻧﻤﺮ ت‬

2 . A l l a h 'ı n 4.

n û r - i î m â n : i m a n a y d ın lığ ı. m iib în ,

-

-i

n u h u s tîn :

( a . i . ) : n a s i h a t v e r m e , ö g ü t. ( b k z :

p e n d , v a'z). n u sret

a y n ). n u r - i İ l â h î : İ l â h î n û r , A lla h 'a â i t n u r .

n û r-i

(a.s. v e i . ) : N u s a y r 'e m e n s u p ,

y e z id i li g in b i r k o lu o la n , N u s a y r 'm m e z h e -

n û r - i b a s a r (g ö z n u r u ) : h e k . em ek ,

H z.

M u h a m m e d 'i n r û h â n i y e t i .

(a.i.

n a s r 'd a n ) :

y a rd ım ı.

3. b a ş a r ı ,

1. y a r d i m . ü s tü n lü k .

e r k e k a d i.

‫ﻧ ﻤﺎ ح‬

n u ssâh

(a.s. n â s i h 'i n c . ) : n a s i h a t e d e n le r,

ö g ü t v e r e n le r , ( b k z : v u 'â z ).

‫ﻧﺼﺎو‬

nussâr

n û r - i s â d e : s a d e , s a f n u r ; T a n r ı ış ığ ı,

(a.s.

n â s ı r 'm

c . ) : y a r d ı m c ı la r .

(b k z : av en e, en sâr, n u sa râ ).

n û r - i t e c e l l i : m a n e v i b a k ı m d a n a y d ın l a n m a.

nusûl

ﻫﺞ‬a .i.): 1. toz. (bkz : gubâr). 2. s. fitne, r e h d ‫( رﻫﺪ‬a .i.): b a s tıra ra k ezme, r e h - d â n ‫( ره دان‬f.b.s.): yol bilen, re h e b ‫ر ق‬ ters).

(a .i.): korku, ( b k z : havf, hirâs,

re h e b â n ‫( ر ق‬a.i. râ h ib 'in c.). (bkz : ru h b ân ). re h e b â t ‫( رﻫﺒﺎت‬a.i. re h b e t'in c . ) : korkular, ‫ ؟‬ekingenlikler, y ılgınlıklar, re h f

‫ﺭ ﺽ‬

(a .i.): bilem ek, keskinletm ek.

re h - g ü z â r ‫( ر ش' ر‬f.b.i.): geçit, geçecek yol. reh -g ü zâ r-1 k a lb ‫ ؛‬kalb geçidi; gönül yolu, re h -g iiz e r ‫( رﻫﻜﺬر‬f.b.i.). (bkz : reh-güzâr). re h îd e ‫( رﻫﻴﺪه‬f.s.): d e rt ve sık ın tıd a n kaçm ış olan. r e h in , r e h in e ‫( ر ص ؛ ر ق‬a.s. r e h â in ) : reh in edilm iş; b ir şeye g ara n ti o la ra k tu tu lm u ş, r e h k ‫( رض‬a .i.): 1. y ü rü m e. 2 ٠ark a d an yetişip yaklaşm a. 3. k ö tü şeylere d ü şk ü n lü k . 4. şaşa kalm a. re h k e t ‫( رﻫﻜ ﺖ‬a .i.): zayıflık, güçsüzlük, kuvvetsizlik. re h l ‫( رض‬a .i.): hek. 1. d o ğ u m d a n önce gelen sari b ir su. 2. doğum da, ‫ ؟‬o cu ğ u n İçinde

1033

rehle

y ü zd ü ğ ü m ayi, am n iy u s m âyii. G ışâ-i r e h l : am niy us zari, d o ğ u m d a ‫ ؟‬o c u k ile İçinde y ü zd ü ğ ü m ây iin i‫ ؟‬m ahfazası, re h le ‫( رﻫﻠﻪ‬a.i.). (bkz : rehlet).

re h -z e n l ‫( رﻫﺰﻧﻰ‬f.b.i.): haydutluk, hırsızlık, re is ‫( رﺋﻴﺲ‬a .s.): baç, başkan, (bkz : re's). re îs-i k a b ile : kabile reisi, reîs-i ş â irâ n : şâirlerin başı,

re h le t ‫( رﻫﻠﺖ‬a .i.): şişme, şişkinlik, r e h m e t ‫( رﺣﻤ ﺖ‬a .i.): rah m e t, yağm ur,

re îs-i v ü k e lâ (*başbakan).

r e h n ‫( رﻫﻦ‬a.i.c .: rih ân , rü h û n , rü h n , rü h ü n ) : tu tu , ö d ü n ‫ ؟‬alın an eşyâ, p a ra k arşılığ ın d a gösterilen şey, ipotek.

re îsü 'l k ü ttâ b : eskiden O sm anlI hariciye vek ille rin in ünvânı.

r e h n -i m iis te â r : fık . b irin in m a lın ı ö d ü n ‫؟‬ alıp k en d isin in izniyle re h in etm e, re h -n e v e rd ‫( رﻫﻔﻮرد‬f.b.i.): ''yol tu ta n , yola 1‫ ؟‬k an " : yolcu, (bkz : rah -neverd, ibnü's-sebîl, reh-rev). r e h -n iş în ‫( ره ﻧﺸﻴﻦ‬f.b .i.): (bkz : râh -n işîn ). r e h -n iş în ‫( رﻫﻔﺸﻴﻦ‬f.b .s.): 1. y o lu n ü ze rin d e o tu ran . 2. yolcu. 3. ‫ ؟‬er‫ ؟‬i, gezici esnaf. 4. b ir k ö p rü b aşın d a o tu ru p gelen g idenden vergi alan kim se. 5 ٠serseri. 6. hırsız, re h -n ü m â ‫( رﻫﻨﻤﺎ‬f.b.s.): yol gösteren, kılavuz. ( b k z : delil, râh -b er, râh -n ü m â). r e h -n ü m û n ‫( رﻫﻔﻤﻮن‬f.b.s.). (bkz: reh-nüm â). re h - n ü m û n î ‫( رﻫﻨﻤﻮﻧﻰ‬f.b.i.): kılavuzluk, (bkz : hidâyet, hüdâ). re h -p e y m â ‫( رﺻﻴﻤﺎ‬f.b.s.): yol öl‫ ؟‬en. re h -p e y m â y l ‫( رﺻﻴﻤﺎﻳﻰ‬f.b.i.): yolculuk, re h -re v ‫( رﻫﺮو‬f.s.): yola giden, yolcu, ( b k z : ibnü's-sebîl, râh-rev, reh-neverd, rehrevân). re h -re v â n ‫( رﻫﺮوان‬f.b.s.): yolcular, yola gidenler. (bkz : reh-rev). reh-rev ân-1 e z e l : A llah'ın sevgili k u lla n . re h -re v â n -ı g e r d û n : yedi ş e r a r e gen).

(*geze-

re h -re v â n -ı sefer : gece g ü n d ü z ibadet eden kim seler. re h -re v â n -ı t a r i k a t : dervişler, re h -re v l ‫( رﻫﺮوى‬f.b.i.): yolculuk, re h s ‫( رﻫﺲ‬a .i.): b ir şeyi ayakla çiğneyerek ezme. r e h t ‫( رﻫﻂ‬a.i.c. : e r h â t) : 1. cem aat, kalabalık. 2. kabile. re h -v â r ‫( رﻫﻮار‬f.b.i.). (bkz : râh-vâr). re h y âb ‫( و ﻫﺈ ب‬f.b .s.): yo lun u bulabilen; girebilen. re h -z e n ‫( رﻫﺰف‬f.b.i.): yol kesen, (bkz : k u tta -i ta rik , râhzen).

1034

(vekillerin

b a ş ı) : başvekil

r e îs ü 'l- u le m â : R um eli kazaskerliği yapm ış o la n ların en kıdem lisi. re k a b e t ‫“( رﻗﺎﺑﺖ‬ka” u z u n okun ur, a .i.) : 1. gözleme, gözetlem e. 2. rekibolm a hâli, b irbirin i ‫ ؟‬ekem em e. 5. k ısk an m a. 4. benzerleriyle y arışa ‫ ؟‬ik m a, fr. c o n c u rre n c e. re k a ik ‫“( رﻗﺎﺋﻖ‬ka'' u z u n o ku nu r, a.s. raklk, rak lk a'n ın c .) : ince n â z ik olan şeyler, r e k â k e t ‫( ر ﻛﺎ ﻛ ﺖ‬a .i.): 1. gevşeklik, zayıflık, derm ansızlık. 2. ed. sö zün k u su rlu , bağİantısız olm ası [“selâset” in zıddı]. 3. kekem elik, pepem elik, tu tu k lu k , re k â n e t ‫( رﻛﺎ ﻧ ﺖ‬a.i. re k n 'd e n ): ağırbaşlılık: guru rlu lu k . re k 'a t ‫( رﻛ ﻌ ﺖ‬a .i.c .: re k e â t): n a m a z d a b ir kiyam (ayakta durm a), b ir rü k û (ayakta iken eğilme) ve iki sücûd (yere k ap an m a) d a n İbâret hareket, [a s il: beli eğip y ü z ü stü k a p a n m a k 'tır‫" ؛‬rü k 'at” o k u n u şu d a vardır], re k 'a t-i sân iy e : ik in ci rek'at. re k 'a t-î û lâ : b irin ci rek'at. re k 'a te y n ‫( رﻛﻌﺘﻴﻦ‬a.i.c.): ik i rek'ât. r e k a y ık ' ‫"( رﻗﺎﻳﻖ‬ka" u zu n o k un ur, a.s. rak ik , ra k ik a 'n m c.). (bkz : rekaik). r e k b . ‫( ر ﻛ ﺐ‬a.i. râk ib 'in c . ) : 1. süvâri tak ım ı, atlılar alayı. 2. m iiz. T ü rk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekk ep m a k a m ı olup zam âm m ıza k alm ış n iim û nesi yoktur, re k b -i n e v r û z : m iiz. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ü rek kep m a k a m ı olup za m â m m ız a k alm ış n iim ûn esi yoktur, re k d ‫( ر ﻛ ﺪ‬a.i.): kım ıld am am a , d u rg u n ve sessiz olm a. re k e â t ‫( رﻛﻌﺎ ت‬a.i. rek'at'ın c . ) : rekâtlar, r e k lk ‫( ر ﻛ ﻴ ﻚ‬a.s. re k â k e t'd e n ): kekem e, pepeme, tu tu k ; kusurlu, r e k îk ü 'l- lis â n : d ili tu tu k , re k lk e ‫( رﻛﻴﻜ ﻪ‬a.s. re k â k e t'd e n ): ["rekik” in miien.]. ( b k z : rekik).

rence rekin ‫( رﻛﻠﺖ‬a.s.) : 1. g u r u r l u , a ğ ır b a ş lı. 2 . y ü k s e k . ( b k z : â lî, b ü le n d ) . 3. i. e r k e k a d i. rekine ‫ ( ر ى‬a . s . ) : [ " r e k in ” i n m iie n .]. ( b k z : r e k in ) .

rekiz ‫ر ي‬

re m e s ‫( ر ث‬a.i.c. : erm âs) : sal. re m -g e rd e ‫( رﻣﻜﺮده‬f.b.s.) : 1. ü rk m ü ş, ürkek. 2. titre m i‫؟‬, (bkz : m ü rte i‫)؟‬. remîde

(a.s. r e k z 'd e n ) : 1. g iz li, g ö m ü l ü

[d e fin e ]. 2 . s a ğ la m , a d a m a k ıll ı,

rekm ‫ ( رﻛﻞ‬a . i . ) : y ığ m a , b i r i k t i r m e , reks ‫ى‬٠‫ ( رك‬a . i . ) : g e r i d ö n d ü r m e , ‫ ؟‬e v ir m e , ( b k z : re d d ) .

rekûb, rekûbe

‫رﻛﻠﺐ ؛ ر ي‬

:

( a . i . ) b in e k h a y -

v a m . ( b k z : m a tiy y e ) .

rekud ‫ د‬A ) ( " k u " u z u n o k u n u r , a . s . ) : u y u m u ‫ ؟‬, ( b k z : h â b îd e ) .

rekz ‫ ( رﻛﻞ‬a . i . ) : y e re s a p la m a , d ik m e , k u r m a , rekz-i alem : b a y r a ğ ı b i r y e re d ik m e , rekz-i hiyâm : ç a d ı r k u r m a , rekz ‫ﻛﺾ‬٠‫ ( ر‬a . i . ) : 1. te p m e , t e p i n m e , rekz-i arz : t o p r a k ü z e r i n d e te p i n m e . 2 . h a y v a m y ü r ü t m e k , k o ş t u r m a k İ‫ ؟‬i n te p m e ,

rem ‫ ( رم‬f . i .) : 1. ü r k m e . 2 . ti tr e m e , ( b k z : ra '‫ ؟‬e). 3. s ü r ü .

remâd ‫( رﻫﺎد‬a.i.) : kül. remâd-ı bürkânî: jeol. y a n a r d a ğ k ü lü , remâdet ‫ ( رﻫﺎذت‬a . i . ) : i n s a n v e y â h a y a n k ı r ı remâdî, remâdiyye ‫بﺀ‬.‫ رﻫﺎد‬، ‫ ( رﻫﺎدى‬a . s . ) : 1. k ü le m e n s u p , k ü l ile ilg ili. 2 . k ü l r e n g i n d e o la n , g ri.

remân ‫ ( رﻫﺎن‬f . i . ) : s ü r ü . reme ‫ ( رﻫﻪ‬a . s . ) : ü r k e n , ü r k e k , ( b k z : r e m e n d e ) . Esb-İ reme : ü r k e k at. reme ‫ ه‬٠‫ ( ر‬f . i . ) : 1. s ü r ü . 2. a s k e r t a b u r u v e in -

‫( رﻣﻴﺪه‬f.s.) : ü rk m ü ‫ ؟‬, k o rk m u ‫؟‬. ٠‫ رمﺀﻣﺎ‬، ‫( رﺳﻢ‬a.s.) : ‫ ؟‬ü rü m ü ‫؟‬,

rem im , rem im e

ç ü rü k [en ‫ ؟‬ok kem iğin, b ilhassa ö lm ü ‫ ؟‬insan k em iğ in in sıfatıdır}. A zm -İ re m im : ‫ ؟‬ü rü m ü ‫ ؟‬kem ik, iz â m -ı re m im e : ‫ ؟‬ü rü m ü ‫ ؟‬kem ikler, (bkz : rüfât). r e m i ‫( رض‬a.i.c. : rim âl, C.C. : erâm il) : 1. k u m . (bkz : rig). 2. b ir ta k ım n o k ta ve çizgilerle k ay ıp tan h ab e r verm e d olandırıcılığı, rem il. re m m ‫( رم‬a.i.) : on arm a, r e m m â h ‫( رﻣﺎح‬a.s.) : m ızrakçı, süngücü. r e m m â l ‫( رﻫﺎل‬a.s.) : rem il döken, fal a‫ ؟‬an, kay ip ta n h ab er verm ek id d iâsm d a b u lu n a ra k d o la n d ırıc ılık eden [adam}, r e m m â n i ^ e ‫( رﻫﺎذه‬a.i.). (bkz : rüm m âniyye). r e m m â z ‫( رىز‬a.s. rem z'den) : işaretlerle konu‫؟‬an. re m s ‫( ر س‬a.i.c. : rum ûs) : sin, m ezar, kabir. (bkz : g û r ٠, m edfen, m erkad). re m y ‫( رس‬a.i.) : atm a, tü fek atm a, (b k z : endâht).

‫( رﻫﺰ‬a.i. rü m û z, rüm ûzât). 1. i‫؟‬âret, İçâretle an latm a, (bkz : im â). 2. gizli ve kap a lı b ir sû rette söyleme. 3. müz. m ü zik te p erd elerin veyâ ara lık la rın yerine, o n ları a n la tm a k üzere k u lla n ıla n İçâretler.

rem z

rem z-â‫ ؟‬nâ

‫( رﻣﺰأﺷﺎ‬a.f.b.s.). (bkz : ) ‫( رﻫﺰى ‘ ر ر ﻷ‬a.s.) : 1. rem ze

rem zi, rem ziyye

s a n k a la b a lığ ı . 3. (h .i.) : [ b ü y ü k “R " ile] Ü 1-

m ensup, rem iz ile ilgili. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] k ad m adi. 3. mant. .sim gesel,

k e r y ıld ız ı.

fr. symbolique.

remed ‫( رﻫﺪ‬a.i.) : g ö z a ğ rıs ı, g ö z a ğ r ı m a s ı , ( b k z : sâ d ).

remed-i mütekayyih : hek. i r i n l i g ö z n e z le si.

remel ‫( رض‬a.i.). ( b k z : b a h r - i re m e l), remel-i kasir : müz. v a k ti y le T ü r k m ü z i ğ in d e k ı ı l l a n ı l m ı ‫ ؟‬b i r u s u l o lu p

٨

n ü m û n e s i k a lm a m ış tır,

remel-i tavîl : müz. v a k ti y le T ü r k m ü z i ğ i n d e k u l l a m l m ı ‫ ؟‬b i r u s u l o lu p ,

٨

k a i m i ‫ ؟‬n ü m û n e s i y o k tu r ,

remende ‫ ( رﺳﺪه‬f . s .) : ü r k ü c ü , ü r k e k , ( b k z : re m â n ).

re m z -‫؟‬in â s ‫( رﻫﺰ >ﺷﻈﺲ‬a.f.b.s.) : 1. gizli kapakil a n latılan ‫؟‬eyleri ve işâretle ri bilen. 2. b ir m a k sat a n latan resim , ‫؟‬ekil ve saire, (bkz : m uam m â). re n â n e t

‫ذت‬١‫( رذ‬a.i.)

: inlem e, sesle inlem e,

re n e ‫( رذج‬f.i.) : 1. ağrı, SIZI. 2. zahm et, eziyet, sık ın tı. B i-ren c : sıkıntısız, kolayca, re n c -i sefer : sefer zahm eti; yolculuk meşalekati. 3. hışım , öfke, gazab. re n c -b e r ‫ﺟﺒﺮ‬،‫( ر؛‬f.b.i.) : rençper, ırgat, [rene : SIk ın tı t b e r : ‫ ؟‬eleen = sıkıntı ‫ ؟‬eken, m e‫؟‬akkatli, ağır içlerde bulunan], re n c e ،‫( رﻧﺠﺎ‬f.i.). (bkz : rencûr).

1035

rencide ren c id e ٥‫( وﻧﺠﻴﺪ‬f.s.): in c in m iş, k ırılm ış, re n c id e g i ‫( ر ﻧ ﺠ ﻴ ﺪ ر‬f.i.): 1. in cin m iş, h a tırı kirılm ış olm a, güceniklik. 2. kederlilik, dertlilik. (bkz : âzürdegî, rencûri). re n c id e -h â tır ‫( رﻧﺠﻴﺪه ﺧﺎﻃﺮ‬f.a.b.s.): h a tırı kirılm ış, gücenmiş., ( b k z : âzürde-hâtır). re n c i ‫( رﻧﺠﺶ ؟‬f.i.): incin iş, sızlanış, eziyet veriş; az ar‫ ؛‬keder. re n c û r ‫( رﻧﺠﻮر‬f.s.): sık ın tılı, in c in m iş‫ ؛‬rahatSIZ, hasta, d ertli. D il-İ r e n c û r : in cin m iş, h asta gönül, (bkz : âzürde. r e n c û ri ‫( رﻧﺠﻮوى‬f.i.): in c in m iş olm a, rah a tsizlik, d ertlilik , h astalık , ( b k z : rencidegi, âzürdegî). r e n d e ‫( رﻧﺪه‬f.i.): rende, re n d id e ‫( وﻧﺪﻳﺪه‬f.s.): rendelenm iş,

re n g in ‫( ر ش‬f.s.): 1. ren k li, p a rla k re n k li‫ ؛‬boyalı, ( b k z : m ülevven). 2. güzel, lâtif, hoş. 5. süslü. 4. i. k a d ın adi. r e n g in -te r ‫( و ﻧ ﺶ‬f.b.s.) ‫ ؛‬fazla renkli, güzel renkli. re n g re n g ‫( ر ﻧ ﻚ ر ﻧ ﻚ‬f.s.): ‫ ؟‬ok renkli, h e r renkte n olan. ren g -re z ‫( رﻧ ﻚ رز‬f.b.i.): 1. boyacı. 2. m ec. m eyhaneci. r e n in ‫( وﻧﻴﻦ‬a .i.): 1. h ay k ırm a, b ag irm a. 2. in ilti, inlem e. r e n n â n ‫( رﻧﺎف‬a.s.): ‫ ؟‬ok ses ‫ ؟‬ik a ra n , inleyip dura n ‫ ؟ ؛‬ınlayan. (bkz : ta n in -e n d â z , ta n n ân ). re's ‫( رأس‬a .i.): 1. baş, kafa, (b k z : ser). A le'rre's : b âşü stü n e. B i-r e 's ih i: k en d i başına; başlı başına. M a sk a t-i r e 's : b ir k im sen in dogd u g u yer, vatan. 2. baş, başkan.

re n g ‫( رﻧﻚ‬f.i.): 1. renk , (bkz : levn). 2. m ü z. tü rlü sazla rın ses b en zerliğ i‫ ؛‬m e s e lâ : nefesli sazla rd a n flü t ile tro m b o n ayrı ayrı reng arzederler. N ey ile g irift y ak ın rengde sese m âliktirler. S oprano, alto v.b. k larn etler, ayni ren g in n ü an slarıd ır. 3. hile, oyun. 4. sûret, şekil. 5. iskanbil k âğ ıd ı ü ze rin d ek i d ö rt değişik işâ re t olup genellikle ik i renkten oluşur: k ırm ız ı ve siyah, re n g -i d i l : m iiz. T ü rk m ü ziğ in d e b ir m akam . M uâsır m üzisyenlerden m ü h en d is H âlis Bey ta ra fın d a n nev-eser m a k a m ın ın b ir derece pesti olan acem -aşiran (fa) perdesindeki şeddine verilm iş isim dir. Güçlü, beşinci derece olan ‫ ؟‬ârgâh (do) dır. D onan ım ın a "si" ve "m i" kom a, "İâ" ve "re" bakıyye bem olleri konulur. in ic i-‫ ؟‬ıkıcı olarak seyreder. D izisi gizli m iiten â fir'd ir (niseb-i şerife s a y ıs ı: 6). O rta sekizlisindeki sesleri, p estten tize d o ğ ru o lm ak üzere ş ö y le d ir: acem -aşiran, rast, zengûle, segâh, ‫ ؟‬ârgâh, hicaz, d ik -h isar ve acem, re n g -â m îz ‫( ر ﻛﺎ ﻣ ﻴ ﺰ‬f.b.s.) : ren k renk, tü rlü renkli, ( b k z : m ülevven). re n g -â -re n g ‫( رﻛﺎرﻧ ﻚ‬f.b.s.) : ‫ ؟‬eşit ‫ ؟‬eşit, renkli, ( b k z : g û nâ-g ûn, m ülevven).

re's-i c u m h û r : cu m h u rreisi, c u m h u rb a şk ar e 's - ik â r : İş başı, devleti İdâre m evkii. 3. baş, başlangıç. re's-i se n e-i efren ciy y e (efrenci sen en in b a ş ı) : 1 O cak, [b u g ü n k ü T ü rk ta k v im in e göre de 1 Ocak]. re's-i se n e-i h ic riy y e (h icri se n en in b a ş ı) : 1 M u h arrem . re's-i se n e-i m â l i c e (m âlî seneni b a ş ı) : 1 M art. re's-i se n e-i m ilâ d iy y e (m ilâdî se n en in b a ş ı) : ıv e y â i4 0 c a k . re's-i sen e-i rû m iy y e (rû m î sen en in başı; G arplı Efrenci ta k v im in i k ab û l etm em iş olan Çark H ıristiy a n la rı İ‫ ؟‬i n ) : 1 Oca.k. [b u g ü n k ü T ü rk takvim in.e g ö re '14 Ocak]. (T ürklerde re's-i sene-i rû m iy y e "= rû m î sene başlangıcı" : 1 M a rt idi). re'sü '1 -h ik m eti m a h â fe tu lla h veyâ m a h a b b e t u l l a h : h ik m e tin (düşüncenin) başı, A llah k o rk u su d u r veyâ sevgisidir. 4. cogr. b u ru n . 5. u ‫ ؟‬, tepe. re's-i c e b e l: dag d o ru g u . 6. koy u n , k e‫ ؟‬i gibi canlı hayvan. 7. a n a t. baş. 8. geo. tepe.

re n g -â -re n g -î â h e n g : ah en g in b in b ir tü rlü renkleri.

re's-i m a h r û t : geo. p ir a m itin tepesi, d orugu. 9. b o t. n eb a tla rın (*bitkilerin) kö k ten en u za k olan nokta'sı.

ren g -âv e r ‫( رﻧﻚ آور‬f.b .s.): hileci, dalavereci, ( b k z : haddâ', hayyâl).

re's-i uzv-1 te 'n îs : b o t. dişicik başı, tepecik, fr. stig m ate.

resmiyyât -re s

‫رس‬

- ( f .s .c . : - r e s â n ) : " e r iş e n , y e tiş e n , u la -

‫ر ﺳﺪه‬

re s îd e

( f .s .c .: r e s i d e g â n ) : e r i ş m i ş , y e tiş -

ş a n ” m â n â l a r ı y l a * b ir le ş ik k e li m e l e r y a p a r :

m iş) o lg u n l a ş m ış . N â - r e s î d e : e r iş m e m iş ,

D e s t - r e s : el y e ti ş t ir i c i, e lli, is te ğ i n e u la ş a n .

p iş m e m iş , k ö r p e . N e v - r e s i d e : 1) y e n i y e tiş -

F e r y â d - r e s : fe r y â d e y e tiş e n . N e v - r e s : y e n i y e tiş m e ., g ib i. -re sâ

‫رى‬

- ( f .s .) : y e tiş e n , y e ti ş t ir e n , e r iş e n .

M ü jd e -re s â :

m ü jd e

y e ti ş t ir e n ,

m ü jd e c i.

N â - r e s â : y e tiş m e z , e lv e r m e z ,

‫ ل‬٠‫رﺳﺎ‬

re s â il

‫رﺳﺄﻟﺖ‬

( a . i . ) : 1. ( b k z : ris â le t). 2 . d e v e y i

e ş k i n y ü r ü t m e . 3. s a ‫ ؟‬ı s a lıv e rm e .

ler, u l a ş a n l a r " m â n â l a r ı y l a b ir le ş i k k e li m e le r y a p a r : Ş e r e f - r e s â n : ş e re fe u la ş a n la r ., g ib i. ( f .i . ) : 1. h a s r e t, ( b k z : İş tiy â k , ta -

m ı ş o lm a .

( a . i . c . : r ü s ü l , r ü s e l â ) : e l‫ ؟‬i. ( b k z :

re s is , r e s i s e -

‫ر‬

،

‫ر ص‬



‫رﺛ ﺚ‬

(a .i.) : h e k . h a s ta lık

b a ş la n g ıc ı.

‫ردده‬

(a .s .) : e s k im iş , y ıp r a n -

m ı ş , e s k i, k ö h n e .

‫رس‬

re s iy y

( a . s . ) : 1. h a y ı r d a v e y â ş e r d e ı s r a r

e d e n , d i r e n e n . 2. ‫ ؟‬a ti y i a y a k ta t u t a n d ir e k .

‫ردا'ذﻳﻖ‬

(a.i. r u s t â k 'ı n c . ) : k ö y le r. [F a rs-

‫ ( رداده‬a . i . ) : a g ıt la m a . r e s â y i ' ‫ اﻳﻊ‬٩٠‫( ر‬a.i. r e s ia 'n m

s e z â , ş â y â n , şâ y e s te ).

k im s e y e d a n ı ş m a d a n , ( b k z : m ü s ta k i li ) , r e 's e n m u k a b i l z â v iy e : g eo . te r s a ‫ ؟‬ı, fr. a n g le

( f .b .s .) : “ip le o y n a y a n ” : ip

r e s m i n : r e s m i o lm a y a r a k , * ö zel o la r a k , r e s m - i g ü m r ü k : g ü m r ü k v e rg is i. resm en '

‫رﺳﻤﺎ‬

( a .z f .) : 1. r e s m i o la r a k , d e v le t

a d m a , d e v le t t a r a f ı n d a n . 2 . â d e t y e r i n i b u ls u n d iy e ; n e z â k e t ic â b ı o la r a k , g ö r ü n ü ş te . la ş ı l d ı g ı n a g ö re . 5. ü ş ü l ü n c e , u s û l ü n e g ö re . re s m i,

c a n b a z ı.

٠‫ر س ذا‬

r e s m - i s e l â m : s e lâ m r e s m i, a s k e r i p r o t o k o la

3. b ile b ile , is te y e is te y e . 4 . k a t 'î o la r a k , a n -

o p p o s e p a r le s o m m e t.

‫رس از‬

r e n . ( b k z : m e r â s im ) .

ı o . v e rg i.

‫ ( ر س‬f .i . ) : ip , u r g a n , h a la t , ( b k z : h a b l) . r e 's e n ١‫ ( راس‬a .z f .) : k e n d i k e n d in e , k e n d i b a ş ı n a ,

resen

‫رص؛ﻋﻪ‬

r e s m - i k a d i m : e s k i u s u l,

g ö re y a p ı l a n tö r e n . 9 . s. r e s m i : M i n - g a y r i

(f.i.) : lâ y ık , ( b k z ‫ ؛‬c e d ir , ‫ ؟‬e s p â n ,

re se n -b e n d

s im , f o t o ğ r a f r e s m i. 6 . t a r z , ü s lû p . 7. â d e t, u s u l ‫ ؛‬ta v ır , d a v r a n ı ş ,

r e s m - i g i i ş â d , - i i f t i t â h ‫ ؛‬a ç ılış tö r e n i, c . ) : k a b a ra la r, k a -

b a r a g ib i b i r y e re k o n u l a n sü s le r,

re se n -b â z

r e s m - i m a k t û ' : m a t . y a n a y , f r . p r o f i l . 5. r e -

r e s m - i g e ç i t : g e ç it r e s m i, g e ç it tö r e n i,

resây e

‫ردد‬

2. e se r, iz , n iş a n , a lâ m e t. 3. s û r e t. 4 . t e r t i p ,

r e s m - i n e v : y e n i t a r z , y e n i u s u l . 8 . alay , t ö -

‫ ؟‬a d a n A r a p ç a y a g e ç m iş tir ] ,

re s ia

‫ل‬٠‫رس‬

re s û l).

p lâ n , ta s la k .

‫ ( رﻣﺎﻧﻪ ر ا ر‬f .b .s .) : h a s r e t ‫ ؟‬e k ic i, r e s â n e n d e ‫( رﻻاذده‬f.s.) : g e tir ic i, u l a ş tı r ıc ı . r e s â s e t ‫ ( رﺛﺄﺛﺖ‬a . i . ) : e s k ilik , k ö h n e li k , y ı p r a n -

re sâ n e -h â r

resed

(a.f.b .i.) : i k t i d a r m e v k i i, İş b a ş ı,

r e s m ( H J ( a . i . ) : 1. y a z m a , ‫ ؟‬iz m e ; d e s e n , p e n t ü r .

‫اﻻﺀ‬٠‫رل‬

h a s s ü r ) . 2 . te e s s ü f , ( b k z : te l e h h ü f ) .

r e s â tik

‫رأﺳﻜﺄر‬

d e v le ti i d a r e m e v k ii.

re s is , re s is e

- r e s â n ‫ ا ن‬٠‫ راا‬- (f.s. -res'.in c . ) : " e r iş e n le r, y e ti ş e n -

re s â n e

r e 's i k â r re s il

(a.i. r i s â le 'n i n c . ) : 1. m e k t u p la r .

2 . k ü ç ü k k it a p la r . 3. m e c m û a la r , d e rg ile r , r e s â le t

m iş ; 2) g e n ‫ ؟‬. r e s i d e - i h i t â m : h i t â m a e r m iş , b it m i ş ,

re s m ic e

‫ر ب‬

،

‫ر س‬

( a .s .c .:

r e s m i y y â t ) : 1. d e v le t t a r a f ı n d a n v e y â d e v le t ( f .b .s .) : h a l a t a tm ış , b a ğ lı,

( a . i . c . : r e s â y i ') : k a b a r a , k a b a r a

g ib i b i r y e re k o n u l a n sü s.

a d ı n a o la n . 2 . a la y la , m e r â s im le o la n . 3. re s m e , y a z ıy a , ‫ ؟‬iz g iy e â it. 4 . ‫ ؟‬o k c id d i, ‫ ؟‬o k s e r t. 5.

te k l if li . G a y r - İ r e s m i : r e s m i o lm a y a n .

( f . f i . ) : 1. y e ti ş t i, e r i ş ti . 2. i. a l ı n a n

N î ı n - r e s m î : y a r i r e s m i, b i r d e re c e y e k a d a r

b i r p a r a n ı n iâ d e s iy le k a y d ı n ı n s ilin m e s i,

r e s m iy e t i o la n . S û r e t - İ r e s m i y y e d e : r e s m i

h e s â b ın ın

e d il e n

o la r a k . H â - i r e s m i y y e : k e l i m e n i n s o n u n -

i ş â r e t [r e s id e n m a s t a r ı n d a n ] . 3. m â l iy e d e

d a o lu p f e t h a ( ü s tü n ) y i s a ğ l a m l a ş t ı r a n h e .

r e s id

‫رﺑﺪ‬

h ü k ü m s ü z lü ğ ü n e

d â ir

k a y ıt lı p a r a n ı n t a h s i l e d ilm e s i. 4 . h e s a b i n k a p a tı lm a s ı . 5. a ‫ ؟‬ı k v e y a k a p a l ı a r t t ı r m a n i n s o n a e rm e s i.

[ b e n d e k e li m e s in d e k i h e g ib i.]. re s m î^ â t

‫ ا ت‬٠‫رﺳﻢ‬

( a .i .c .) : r e s m i o la n , h u s û s î

o lm a y a n İşler.

1.37

resmiyyet

resm iy y et ‫( رﺳﻤﻴﺖ‬a .i.): 1. resm ilik. 2. ciddilik, teklifli olm a hâli.

K â şifin in evliyâ m e n âk ıb in e âit eserin in adi.

ress ‫( ر س‬a .i.): 1. İÇİ taşla ö rü lm ü ş kuyu. 2. Sem ûd k av m in in peygam berleri H an zale b in Safvan'ı İçine a ttık la rı kuyu. B en i ress, E sh âb ü 'r-ress : Sem ûd kavm i.

re şe n ‫ ( رض‬i.) : Yeniçeri m evâcibinin ü çü n c ü üç aylığı.

re ssâ m ‫( ر ﻣ ﺎ م‬a.i. re s m 'd e n ): resim yapan, resim çizen san'atkâr; a rtist‫ ؛‬d esin atö r‫ ؛‬İllüstratör.

re ş h ‫( رﺷﺢ‬a .i.): Sizma, sızıntı, terlem e, ( b k z : tereşşüh).

reste

‫ر ﺳﺘ ﻪ‬

(f.s.c.: re s te g â n ): k u rtu lm u ş,

re ste g â n ‫( ر ﺳ ﺘ ﻜ ﺎ ن‬f.s. reste'n in c . ) : k u rtu lm u ş olanlar.

r e ş f ‫( رﺷﻒ‬a .i.): suyu em erek İçme, suyun, em ilerek içilmesi.

re şh a ‫( رﺷﺤﻪ‬a .i.c .: re ç e h â t): h ek . sızıntı, dam la, fr. tra n s s u d a t. reç h a-fe şân ‫( رﺷﺤﻪ ﻓﺸﺎن‬a.f.b.s.): d am la saçan,

re s t-g â r ‫( ر ﺳﻜﺎر‬f.b.s.): k u rtu lu c u , k u rtu la n ,

re şh a -p â ş ‫( رﺷﺤﻪ ﺑﺎش‬a.f.b.s.): d am la saçan, saÇicı.

re s t-g â rî ‫( ر ﺳﻜﺎر ى‬f.b.i.): k u rtu lm a , ( b k z : halâs, necât).

re ş h a -rîz kücü.

re s û l ‫( رﺳﻮل‬a.i.c .: rü sü l, rüselâ, e r s ü l) : 1. elçi. 2. peygam ber, yalvaç, (bkz : m iirsel, resil, nebi).

reşh a-y âb ‫( رﺷﺤﻪ ﻳﺎب‬a.f.b.s.): sızın tı bu lm u ş,

R esûl-İ E k re m : H z. M u h am m ed . R e su lu lla h : Hz. M uham m ed . 3. h u k . tasarru fta h a k k i olm ak sızın b irin in sö z ü n ü old u g u gibi b ir başk asına b ild ire n kim se,

‫رﻳﺰ‬

‫( رﺷﺤﻪ‬a.f.b.s.): d am la döken, dö-

re şîd ‫( ر ﺷ ﻴ ﺪ‬a.s. r ü ş d 'd e n ) : 1. d o ğ ru yol tu ta n . 2. iyi h are k et eden, akıllı. 3. ergin, (bkz : âkıl, bâliğ). 4. i. erkek adi. [m ürşid ‫ﺀﺀ‬d o ğ ru yolu gösteren” m â n âsın a A llah sıfatların dandır]. (m ü e n .: "reşide” k a d ın adıdır)., reşld iy y e ‫( ر ﺷ ﻴ ﺪ ﻳ ﻪ‬a.s.): 1. reşid o lan la dgili. 2. i. n işa sta ve şekerle y ap ılan b ir çeşit tatil,

re 'sü 'l-m â l ‫( رأس اﻟﻤﺎل‬a.b .i.): an a p ara. fr. capita l. ( b k z : serm âye),

re ş îh ‫( ر ﺷ ﺢ‬a .i.): ter. (bkz : arak),

re sy ‫( رش‬a .i.): ağıt ağlam a,

re ş îk ‫( رﺷﻴﻖ‬a .s.): b o y u u z u n ve biçim li olan [adam], (bkz î b ü len d -k ad d , serv-endâm ).

resye ‫( رﺛﻴﻪ‬a .i.): h ek . rom atizm a, resy e-i a d a liy y e : h ek . adale rom atizm ası, resy e-i c e n b i ^ e : h ek . satlıcan, zatülcenb. resy e-i m a f s a l i ^ e : h ek . m afeal ro m atizm are ç â d ‫( رﺷﺎد‬a .i.): 1. m â n ev î d o ğ ru yolu b u lu p o yola girm e, h a k y o lu n d a y ü rü m e. 2. S ultan R eşad ad ın a b asılan altın . 3. erkek adi. re ç â d e tlü ‫( رﺷﺎدﺗﻠﻮ‬a .s.): şeyhler, [tahsisen çelebiler] h a k k ın d a k u lla n ıla n resm i İâkab. re ş â k a t ‫( رﺷﺎ ﻗ ﺖ‬a .i.): 1. b el inceliği. 2. d av ran m a ve k ım ıld a n ışta k i h o şlu k ve incelik, re şâ ş, re şâ şe ‫ رﺷﺎﺷﻪ‬، ‫( رﺷﺎش‬a .i.): çisenti, serpinti, toz gibi ince yağm ur, re şâ şe -p â ş ‫( رﺷﺎﺷﻪ ﺑﺎش‬a .fb .s .): se rp in ti saçıcı. re ş e h â t ‫( رﺷﺤﺎت‬a.i. reşh a'n ın c . ) : sızıntılar, dam lalar. re ç e h â t-ı k a le m (kalem d am laları, sızıntıları): k alem den d ökü len fik ir m ahsulü, re ç e h â tü a y n i'1 -h ay â t: îrâ n 'ın b ü y ü k m utasav v ıf şâ irlerin d en M olla H ü seyin

1038

re ş k ‫( ر ﺷﻚ‬f.i.): 1. k ısk a n m a , h ased, g ü n ü . 2. s. k ıskanılm ış. reşk -i â l e m : herkesi k ısk a n d ıra c a k k a d a r ü stü n d u ru m d a olan. re ş k 'â v e r ‫( ر ﺷﻚ آور‬f.b.s.): hasede d ü şü ren , k ısk an m a y ı u y an d ıra n , r ş k - e n d â z ‫( ر ﺷﻚ اﻧﺪاز‬f.b.s.) ‫ ؛‬gıp ta ettirici, im rendirici. re şk -e n g iz ‫( ر ﺷﻚ ا ﻋ ﺰ‬f.b.s.). ( b k z : reşk-âver). re ş k în ‫( رﺷﻜﻴﻦ‬f.s.): hasetçi, k ıskanç, ( b k z : hâsid, hasûd). reşk -sâz ‫( ر ﺷﻚ ﺳﺎز‬f.b .s.): g ıp ta saçan, gıpta ettiren . reşş ‫( رش‬a .i.): 1. serpm e, p ü sk ü rtm e . 2 ٠serp in ti yağm ur, çisenti. r e tâ im ‫( رﺗﺎﺋﻢ‬a.i.- retim e'n in c.) ‫ ؛‬b ir şeyi hatırla m ak üzere p arm a ğ a b ağ lan a n iplikler, ( b k z : ritâm ). re te l

‫رﺗ ﻞ‬

(a .s.): hoş, m u n ta z a m ‫ ؛‬gönül çeken,

re tim e ‫( ر ﺗ ﻴ ﻤ ﻪ‬a .i.c .: r e tâ im ) : b ir şeyi h atırlam a k üzere p arm a ğ a b a ğ la n a n iplik.

revgani gül

retk ‫ ( رﺗﻖ‬a . i . ) : y ı r t ı ğ ı v e y a r ı ğ ı y a p ı? t ır ıp t â m i r retk ii fetk : iy i İ d â r e e tm e , retk ü fetk-i umûr : İ? le ri iy i id a r e e tm e , retka' ‫“( رﺗﻘﺎﺀ‬k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : ü r e m e o r g a n ı n d a c im a g a m â n î o la c a k s û r e t t e b i-

retm ‫ ( رﺗﻢ‬a . i . ) : bot. k a t ı r t ı r n a ğ ı , retme ‫( رﺗﻤﻪ‬a.i.). ( b k z : r e tim e ) . retve ‫ ( رﺗﻮه‬a . i . ) : a d im , ( b k z : h a tv e ) . -rev ‫ رو‬- ( f . s . ) : “g id e n , y ü r ü y e n ” m â n â l a r ı ile * b ir le ? ik k e li m e l e r y a p a r . Aheste-rev : a ğ ır g id e n . Pî?-rev : ö n d e n g id e n , ( b k z : p î? - d â r ) . Tiz-rev : ‫ ؟‬a b u k g id e n ., g ib i. Kalem-rev: b i r k im s e n in s ö z ü n ü n v ey â b ir h ü k ü m d â r ın e m r i n i n g e ç tiğ i y e r. h a v f , h ir â s ) . 2 . h a le c a n .

revâ ‫ ( روا‬f . s . ) : y a k ı? ır , u y g u n , y e r i n d e , ( b k z : c e d ir ,

e c d e r, h a r iy y ,

lâ y ık ,

?âyân,

c .) :

1 .b ag -

?ây este).

revâbıt ‫رواﺑﻂ‬

(a.i.

r â b ı t a 'n ı n

la r. 2 ٠m ü n â s e b e tl e r , ilg ile r. 3. b a ğ lı lı k la r . te r ti p le r , s ır a la r , u s u lle r , d ü z e n le r ,

revâc ‫ ( رواج‬a . i . ) : 1. s ü r ü m , g e ç e rlik . 2. k ıy m e t, d e g e r. Bî-revâc ‫ ؛‬s ü r ü m s ü z , itib a r s ız , revâc-dâr ‫ ( رواﺟﺪار‬a .f .b .s .) : re v a ç lı, s ü r ü m l ü , i t i b a r l ı [m al].

revâ-dâ?te ‫ ( رواداﺷﺘﻪ‬f .b .s .) : u y g u n b u lm u ? . revâfız ‫( رواﻓﺾ‬a.i. r â f ı z â 'n ı n c . ) : Ş ia m e z h e b in i n İ f r â ta k a ç a n k o l u n a m e n s u p k im s e le r ,

revâh ‫ ( رواح‬a . i . ) : 1. b i r ? e y i e ld e e t m e d e n d o g a n n e ? e . 2 . g iin e ? b a t t ı k t a n s o n r a g e c e o lu n c a y a k a d a r g e ç e n z a m a n ,

revâhî ‫( رو اﻫﻰ‬a.i. r â h i y e 'n i n c . ) : b a l a r ı la r ı, revâhil ‫( رواﺣﻞ‬a.i. r â h i l e 'n i n c . ) : 1. y ü k d e v e l e r i. 2 . y ü k h a y v a n l a n .

revâid ‫( رواﻋﺪ‬a.i. r â i d e 'n i n c . ) : g ü r le y e n b u lu t la r.

revâk ‫ ( رواق‬a .i . c .: e r v i k a ) : 1. ü s t ü ö r t ü l ü , ö n ü a ‫ ؟‬ı k y e r. 2 . k e m e r a l t ı ‫ ؛‬s u n d u r m a ‫ ؛‬s a ç a k a ltı; ‫ ؟‬a rd a k .

revâk-ıbî-sütûn : g ö k y ü z ü , revâkü'l-ayn: k a?. revâkü'1-leyl: g e c e n in ö n c e s i, revâkı^ûn ‫ ( رواﻗﻴﻮن‬a .i . c .: e s k i Y u n a n fe y le s o f l a r ı n d a n b i r f ı r k a n ı n a d i, s to a 'c ıla r, fr.

b ir in in

b ir

f e y le s o f u n ,

r e v â k ı a lt ı n d a

d e rs

revâki ‫( رواﻧﻲ‬a .s .c . ‫ ؛‬r e v â k i y y û n ) : 1. r e v â k a â it, r e v â k l a i l g i l i . 2. i. Z e n o n y o l u n d a o l a n fe y le s o f, s t o a c ı . (a .s. r â k i d 'i n c .) : d u r a n , d u r g u n

o l a n ? e y le r .

revâki^e ‫رواﻗﻪ‬

fels. Z e n o n fe ls e fe s in i n fr. portique, stoïcisme, revân ‫( روان‬f.s .) : 1. y ü r ü y e n , g id e n , a k a n , s u g i b i a k ı p g i d e n [sö z ]. Âb-I revân : a k a r su . ( b k z : m â - i c â r î ) . Taht-1 revân : t a h t a r a v a n . (a .i.) :

a d i, s t o a 'c ilik .

( b k z ‫ ؛‬m a h fe ) . 2 .İ . r u h , c a n ‫ ؛‬n e fe -i n â t ı k a .

revân-1 pâk: T ü rk

rev', rev'a ‫ روﻋﻪ‬، ‫ ( روع‬a . i . ) : 1. k o r k u , ( b k z :

a d ın d a

v e r m e s i n d e n k i n â y e o l a r a k t a k ı l a n b i r a d i.

revâkid ‫رواﻛﺪ‬

t i ? i k l i k o l a n [ k a d ın ],

4.

[Z e n o n

k a p ıla r ın d a n

e tm e .

a h râ ,

Stoïciens.

t e m iz r u h .

m ü z iğ in d e

5. i. miiz.

k u lla n ılıp

v a k tiy le

z a m â m m ız a

n ü m û n e s i i n t i k a l e t m e m i ? u s u lle r d e n b ir i.

4.

h e m e n , d e r h a l : [“ S u g i b i e z b e r le m i? o k u r

revân

/ M â c e ra -y ı

d eh ri h er d em

s û -b e -

s û "l.

revân-bah?١revân-bah?â‫ روان ﺑﺨﺸﺎ‬، ‫روان ﻳﺨﺶ‬ (f.b .s .) : c a n l a n d ı r ı c ı , c a n b a ğ ı ? l a y ı c ı .

revâne ‫رواﻧﻪ‬

(f.s.) : g id e n , y ü r ü y e n ,

revânegi ‫ر وا ش‬

(f.i.) :

1. y ü r ü m e ,

g it m e .

2.

a le -

m a [s u v e b e n z e r ? e y le r ],

revânî ‫( رواﻧﻰ‬f.s.) : 1. r e v a ç l ı , r a ğ b e t li , d e g e r li. 2 ٠r e v â n i t a t lıs ı, ( b k z : r e v g a n i ) . revânî-furû? ‫( رواﻧﻰ ﻓﺮوش‬f.b .i.) : r e v â n i s a t a n , r e v â n ic i.

revâsî ‫( رواﺳﻰ‬a.i. râsiye'nin c.) : b ü y ü k daglar. revâsib ‫( رواﺳﺐ‬a.i. rü sû b 'u n c.) : to rtu la r. revâsib.i remliyye : k u m t o r t u l a r ı , revâtib ‫( ر وا ب‬a.i. r â t ib e 'n i n c.) : 1 . v a z ife le r . 2 . m a a ? la r .

revâyih ‫ر وا ح‬

(a.i.

r â y i h a 'n m

c.) :

k o k u la r .

( b k z : f e v â y i h ) . [a s il : " r e v â i h ” d ir ].

revâzin ‫( روازن‬a.

v e f. r e v z e n 'i n c.) : p e n c e r e le r ,

revende ‫( ' روﻧﺪه‬f.s.) : 1. g id ic i, g id e n . 2. ‫ ؟‬o k y ü r i iy e n . A y e n d e vii r e v e n d e : g e le n g id e n , revende-gân ‫( روﻧﺪﺳﻤﺎن‬f.i. r e v e n d e 'n i n c.) : g i d e n le r , y ü r ü y e n le r .

revendegân-i âlem : g e z e n le r ,

g e z g in le r ‫؛‬

astr.

yedi gezegen .

re v e n d re ‫روﻧﺪﻳﻪ‬

(a.i.) :

bot.

* k a r a b u g d a y g il-

1er. ( b k z : r â v e n d i y y e ) .

revgan ‫روﻏﻦ‬

(f.i.) :

revgan-i gül

1. y a g .

: g ü l y a g i.

1.39

revgan-! huş

revnak-efzâ-yi mevki-i İ'tibâr : itib ar m ev-

r e v g a n - ı h û ş : s u s a m y a ğ ı,

k iin in zen g in liğ in i a rtıra n ,

re v g a n - ı s â d e : sâd e yağ. r e v g a n - ı z e y t : z e y t i n y a ğ ı. 2. r u g a n , p a r l a k d e r i. 3. ü s t ü y a ğ g ib i k a y a n p a r l a k şey. 4 . h a f i f h a f i f e s e n r ü z g â r ı n v e r d i ğ i s e r in li k . 5. c ilâ , v e r n i k .

‫روﻏﺪان‬

re v g a n -d â n

( a .f .b .i.) : 1. y a ğ k a n d i l i ,

( b k z : k a n d il ) . 2. y a ğ h a n e , y a ğ ç ı k a r ı l a n y er. 3.

y a ğ k o n u l a n y er.

‫( رو ض‬f.i.) : r e v â n i ta tlıs ı, r e v h a ‫ روﺣﻪ‬، ‫ ( روح‬a . i . ) : 1. r a h a t ,

re v g a n i re v h ,

gönül

r a h a t lı ğ ı. r e v h - i r û h : c a n r a h a t ı . 2. r a h m e t , r e v h u l l a h ‫ ؛‬A l l a h 'm r a h m e t i , r e v h ü r e y h â n : r a h a t ile r ı z ık . 3. h a f i f e s e n r ü z g â r ı n v e r d i ğ i t a t l ı l ı k , c a n lılılc .

‫روﺣﺎ؛ى‬

re v h â n i

( a . s . ) : g ö n ü le f e r a h l ı k v e r e n ,

g ö n ü l a ç a n , g ü z e l g ö r ü n ü ş lü , h a v a d a r [yer],

‫روﺣﺎ ﺑ ﺖ‬

re v h â n iy y e t

(a .i.) : re v h â n ilik , g ö n ü l

r e v i ş ‫( روش‬f.i.) : 1. g i d i ş ,y ü r ü y ü ş . 2 . ta r z , ü s lû p . 3 ٠t u t u m , y o l. 4 . g e ç iş , o lu ş ,

‫روى‬

s o n h a rfi. re d a y a n a n re v i. r e v i y y - i m i i f i d : e d . S ifat v e f i i l h â l i n d e k e lim e le r e d a y a n a n re v i.

‫روﻳﺖ‬

ta r a fim

( a . i . c . : r e v i y y â t ) : b i r İ ş in h e r

iy ic e

düşünüp

ta ş ın m a .

B ilâ _

re v iy y e t: d ü ş ü n m e k s iz in , re v k

‫روق‬

( a . i . c . : e r v â k ) : 1. p e r d e , ( b k z : h ic â b ,

s iitre ). 2 . e v ö n ü . 3. s. sa f, h â li s . 4 . b o y n u z , r e v k ü 'ş - ş e b â b : g e n ç li k b a ş la n g ıc ı, re v m

‫روم‬

( a . i . ) : 1. m e r a m , m a k s a t . 2 . k e li m e d e

s ü k û n d a n a y ır d e d il e m e y e c e k d e r e c e d e g iz -

‫روس‬

( a . i . ) : p a r l a k l ı k , g ü z e ll ik , tâ z e lik ,

süs. r e v n a k - 1 b a h â r : b a h â r ı n g ü z e lliğ i, tâ z e lig i. r e v n a k - ı c e m â l : y ü z ü n g ü z e lliğ i, p a r l a k lı ğ ı, re v n a k -b a h ş

‫روش ﻷ ض‬

( a .f .b .s .) : 1. p a r l a k l ı k ,

g ü z e ll ik , t â z e l i k v e r e n . 2.İ. m e ş h u r b i r ç e ş it lâ le . rev n ak -d âr re v n a k -e fz â

‫ ( روش دار‬a .f .b .s .) : p a r l a k , ‫ ( روش اﻫﺰا‬a .f .b .s .) : b i r ş e y i n

li g in i , z e n g i n l i ğ i n i a r t ı r a n .

1040

(bkz : neces, rics‫)؛‬.

revş ‫( روش‬f.i.) : gidi?, y ü rü y ü ş; usûl, tu tu m , revzen ‫( روزن‬f.i.a.c. : revâzin) : pencere, (bkz : revzen-i mahiu : in d irilm iş pencere, revzen-çe ‫ذﺟﻪ‬3‫( رو‬f.i.) : k ü ç ü k pencere, revzene ‫( روزﻻ‬a.i.) : pencere, (bkz : revzen). rey’ ‫( ردع‬a.i.) : nem â, gaile, re'y ‫( رأى‬a.i.c. : ârâ) : 1. görm e, görüş. re'ye'1-ayn : ken d i gözüyle görerek. 2. fikir, düşünce.

re'y-i sâlim : d o g r u f i k i r , d o g r u d ü ş ü n c e . 3. oy, fr. vote. re'y-i âmm : u m û m u n reyi, .g en el oy. re'y-i hod : k en d i reyi, re'y-i rezin ‫ ؛‬ağırbaşlı, ih tiy atlı re'y. reyâhin ‫( ردا ص‬a.i. rey h ân 'ın c.) : bot. feslegenler.

li v e b e l i r s i z o la n h a r e k e , re v n a k

revse ‫( روك‬a.i.) : 1. tezek, m ayıs, fışkı. 2. pislik,

derîçe).

( a . i . ) : e d . lcafiy e o la n k e l i m e n i n

r e v i y y - i m u t l a k : e d . is im h â l i n d e k e lim e le -

re v iy y e t

ziginde b ir m ü rek k ep m ak am . T ah m in en b ir asır evvel te rtib ed ilm iş ve p ek az kullan ılm ıştır, m ü stear ile Irak m a k a m la rın d a n m ü rek k ep tir. Ira k ile ıra k perd esin d e kalır. G üçlüsü b irin c i derecede segâh (m üsteâr'ın güçlüsü), ik in ci derecede de dü g âh (İâ) Ira k 'm güçlüsü) perdeleridir. D o n a n ım ın a m iistear gibi “si" ve "m i" k o m a bem olleri ile "fa'' ve “do” bakiyye diyezleri k o n u lu r (m üsteâr'ın “İâ” bakiyye diyezi, Ira k 'm “m i” ve “do ” b e k a n n o ta İçinde k u llan ılır). Bu m a k am ın terkibi hüzzâm -1 cedit ve rû -y i ıra k m a k a m la rın d a oldugu tarz d ad ır,

yol.

a ç ıc ılık , g ü z e l g ö r ü n ü ş l ü l ü k .

re v iy y

revnak-niimâ ‫ ا‬٠‫( روس ذ‬a.f.b.i.) : 1. p arlak lık , tâzelik, güzellik gösteren. 2. miiz. T iirk m ii-

rey'ân ‫( ر^ن‬a.i.). (bkz : reyeân). reyb ‫( ر ب‬a.i.) : şüphe, (bkz : g ü m â n , şekk). Bilâ-reyb : şüphesiz, reyb ii gümân : şüphe ve zan. reybü'1-menûn : dünyâ hâdiseleri, r e y b i - j (a.s.) : fels. şüpheci, fr. sceptique, reybiyyûn ‫ ﻥ‬- ‫( ﺭ‬a.s. rey b i'n in c.) : fels. şüpheciler.

g ü z e l-

reyeân ‫( ردئ ن‬a.i.) : 1. h er şeyin evveli, tâzelik zam anı.

rıfk f e y e â n - ı ş e b â b : g e n ç lik ‫ ؟‬a ğ ı. 2. a r t m a , b e r e ( a . i . c . : r e y â h i n ) : 1. b o t . fe s le ğ e n .

2 . k a d m a d i. ( a . i . ) : 1. b i r d e m e t fe s le ğ e n .

a ğ ır b a ş lı.

2. r ı z ık , g e ç in e c e k şey. re y h â n l

‫ﻧﻰ‬

‫رﻳﺤﺎ‬

‫رﻳﻬﻘﺎن‬

‫رﻳ ﻦ‬

(" k a ” u z u n o k u n u r, a .i.) : b o t.

( a . i . ) : 1. k i r p a s . ( b k z : v e s a h ) . 2 . g ö -

liy e).

re z

‫ ( رﻳﺎن‬a . s .c . : r i v â ) : s u y a

re z m -g e h

‫ ( رﺿﺎع‬a . i . ) : s ü t e m m e , ( b k z ‫ ( رﺿﺎﻋﺖ‬a . i . ) : s ü t e m m e ,

re z m -h â h

re z m i

‫رذاﻟﻞ‬

re z â il

(a.i.

a l‫ ؟‬a k ‫ ؟‬a İşler,

r e z i le 'n i n a y ıp

U m m -ü r-

(a.i.) ‫ ؛‬t a s . ŞİÎ m e z h e b i n i n b i r

( a . s . ) : 1. a ğ ır, a ğ ır b a ş lı, v a k a r l ı,

t e m k i n l i [k im s e ]. 2. i. k a d m a d i. [r e z z â n ? e k lin d e d e g e ç e r]. ‫ر زا ت‬

( a . i . ) : v a k a r l ıl ık , t e m k i n l i l i k ,

‫( رزاﻳﺎ‬a.i. r e z i e 'n i n c . ) : b e lâ l a r ,m u s ib e t le r , ‫ ( رزﺑﺎن‬f .b .i.) : b a ğ c ı;

b a ğ b e k ç is i, ( b k z :

‫رزﻳﺌ ﻪ‬

(a.i.c. ‫ ؛‬r e z â y â ) : b e lâ ,

m u s ib e t ,

‫رذﻳﻞ‬

( a .s . c .: r ü z e l â ) : 1. a lç a k , b a y a ğ ı, so y -

s u z , h a y â s ız , u t a n m a z ,

( b k z : fü rû m ây e,

p e s p â y e ). 2 ٠m a s k a r a , re z ile

f i o lu p , " e b c e d ” h e s â b m d a i k i y ü z s a y ı s ın ı n İ ş â r e t t i r ; " re " h a r f i n i n k a r ş ılı ğ ıd ı r , r ı b h ‫( ر ﻳ ﺢ‬a.i.). ( b k z : r ib h ).

rıd â î

‫ر ﺿﺎ ﻋ ﻰ‬

(a.s.). ( b k z : r e d â î) .

rıd â î

‫ر ﺿﺎ ﻋ ﻰ‬

( a . i . ) : m ü z . a d i a n o n i m b i r e d v âr-1

rıd v â n

‫رﺿﻮان‬

(a.i.) 1 ‫؛‬. r â z ı o lm a , h o ş n u t l u k ,

r ı d v â n u l l a h i a le y h , r ı d v â n u l l a h i t e â l â : A ly ı l l a r ı n d a y a z ıl m ı ş m a n z u m

a n o n im

b ir

e d v a r d a t e r k ip l e r a r a s ı n d a * t a n ı m l a n a n b i r

fe lâ k e t. re z il

( a . h a . ) : O s m a n l I a lf a b e s i n i n o n i k i n c i h a r -

‫ر‬

l a h r â z ı o ls u n ! 2 ٠e r k e k a d i. 3. m ü z . 1500

b â ğ -b â n ). re z ie

( a . i . ) : 1. re z e , k a p ıy ı a ‫ ؟‬ıp k a p a m a y a

( b k z : rız â ).

fe lâ k e tle r. re z -b â n

‫رزه‬

İ l m - i m u s i k i 'd e g e ‫ ؟‬e n b i r m a k a m ,

a ğ ır lık , a ğ ır b a ş lı lı k . re z â y â

2 . i.

k a rş ılığ ıd ır. A ra b i a y la rın d a d a re b iü lâ h ire

‫رزان‬

re z â n e t

‫؛‬. b ü t ü n

A lla h .

d e m i r i . 2 ٠u f a k ‫ ؟‬e n g e l. rı

k o lu . re z â n

v e re n

y a r a y a n v e b a ? p a r m a k l a b a s ı l a r a k iş le t il e n

( a . i . ) : 1. r e z illik , a lç a k lık . 2 . u ta -

‫ر زا ﻣ ﻴ ﻪ‬

n z k 'd a n ) 1

rız k ın ı

la h . rezze

m a s k a ra lılc .

re z â m iy y e

(a.s.

r e z z â k - ı â l e m : d ü n y â n ı n r ı z k ı n ı v e r e n A l-

m l a c a k h a l, u t a n ‫ ؟‬v e r ic i ?ey. 3. a r s ız lı k . 4.

( f .b .s .) : k a v g a c ı, s a v a ? ‫ ؟‬ı.

A b d ü r r e z z a k 'd a n k ı s a lt a r a k ] e r k e k a d i.

b ilg is iz lik .

‫رذاﻟ ﺖ‬

‫رزاق‬

m a h lû k la r ın

r e z â i l ( u t a n ıl a c a k , a l‫ ؟‬a k ‫ ؟‬a iş le r i n a n a s ı ) : re z â le t

‫رزم ﻳﻮز‬

( b k z : c e n g - c û , m ııh â r ib ) . re z z â k

c . ) : u ta n ıla c a k

h a r e k e t le r .

( f .s .) : s a v a ş a m e n s û p , s a v a ş la ilg i-

‫رز ﻣ ﻰ‬

li.

( a . s . ) : s ü t e m m e k le ilg ili,

‫ر ﺿﺎ ﻋ ﻰ‬

kav-

g a y a h a z ır.

: re z â a t).

rezâat

( f .b .s .) : ‫ ؟‬o k s a v a ? a g i r ip

‫ ( رزﻣﻜﺎه‬f .b .i.) : sa v a ? m e y d a n ı , ‫( رزﻣﻜﻪ‬f.b.i.). ( b k z : r e z m - g â h ) . ‫ ( رزم ﺧﻮاه‬f .b .s .) : s a v a ş a is te k li,

re z n ı-y û z

( b k z : b â d e , h a m r , s a h b â şe râ b ).

re z â î

( f .b .s .) : 1. k a v g a lı b i r ?e-

‫ ؟‬ık m ı? , ‫ ؟‬o k a s k e r lik g ö r m ü ? .

D u h t e r - i r e z ( ü z ü m a ğ a c ı n ı n k ız ı) : ş a r a p , re z â '

‫رزم ﻟﻴ ﺪ ه‬

re z m -d id e

k a n m ış,

( f .i.) : asm a , b a ğ k ü tü ğ ü . D u h t- İ v ey â

‫رز‬

: k a v g a , sav a?, c e n k , ( b k z : c id â l,

‫رزم آزﻣﺎ‬

re z m -a z m â

re z m -g â h

(a.i. r i y g 'd e n ) : g ü z e l k o k u , ( b k z : g a-

re y y â -y i k a r a n f i l : k a ra n filin g ü zel k o k u su , re y y â n

a ğ ır,

R e 'y - i r e z i n :

k ild e , sa v a ? g ib i. 2. sa v a ? g ö r m ü ? .

n a h t a n d o la y ı].

‫رﻳﺎ‬

s a ğ la m .

p e rh â ş).

n ü l s ık ın t ıs ı , i ‫ ؟‬ü z ü n t ü s ü [iş le n e n b i r g ü re ^ â

‫( رزم‬f.i.)

re z m

s a f r a n , ( b k z : z a 'fe râ n ) . re y n

2. m e c .

s a ğ l a m f ik ir .

( a . s . ) : 1. fe s le ğ e n g ib i in c e n a -

k ış lı. 2 ٠i. ( b k z : h a t t - ı r e y h â n i) . re y h u k a n

‫ ( رذﻳﻠﺖ‬a . i . ) : re z illik ) a lç a k lık , ‫ ( رزﻳﻦ‬a . s . ) : 1. v a k a r l ı, t e m k i n l i ,

re z ile t re z in

‫رﻳﺤﺎﻧﻪ‬

re y h â n e

( a . s . ) : ‫ "؛‬r e z il" i n m ü e n .] . ( b k z :

re z il).

‫رﻳﺤﺎن‬

re y h â n

‫رذﻳﻠﻪ‬

re z ile

k e tl e n m e .

‫رذﻳﻠﻪ‬

( a . i . c . : r e z â i l ) : k ö t ü , fe n â h u y .

m akam . R ıd v â n

‫رﺿﻮان‬

( a .h .i .) : C e n n e t i n k a p ıc ıs ı o la n

b ü y ü k m e le k . rıfk

‫ ( رﻓﻖ‬a . i . ) : y u m u ş a k l ı k ,

y a v a ş lık , ta t l ı l ı k .

1041

rıfkı

‫رﻓﻬﻰ‬

rıfk ı

( a . s . ) : 1. y u m u ? a k l ığ a , y a v a ? lığ a ,

‫( ر ﺣﻠ ﺖ‬a.i.). ( b k z : r ih le t) . r i h v e t ‫ ﺧﻮت‬٠ ‫ ( ر‬a .i.) : gev?ek, sö lp ü k

o lm a , ( b k z :

rız v â n

( b k z : h a tt-1 r ık 'a ) .

( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i. r u k 'a 'n ı n c . ) :

1. ü z e r i n e y a z ı y a z ı l a n k â ğ ı t v e d e r i p a r ç a İa r ı. 2 . k ı s a m e k t u p l a r . 3. y a m a l a r . 4 . d ile k ç e le r. ( a . i . ) : f ı k . k u ll u k , e s i r li k , k ö le lik .

K a y d - ı r i k k ‫ ؛‬k ö le l ik k a y d ı, b a ğ ı. 2 . k u l k ö le . h i s m e v z u u o la n k ö le , c â riy e ,

k ö le lik .

( b k z : m e m lû k iy y e t) .

‫رﺀاﻻﻛﺄر‬

( a .f .z f .) : s a y g ı g ö s te r e n , s a -

‫ﺑﻜﺎراذه‬.‫رﺀا‬

(a.f.zf.) ‫ ؛‬s a y g ı g ö s te -

re re k , sa y a ra k .

‫رﺀا؛ﺗﻜﺎرى‬

(a .f b .i.) :

r i â y e tk â r lık ,

s a y g ı g ö s te r m e .

‫رﺀا؛ﺑﺎو‬

( a .f .s .) : “s a y g ılı” a n l a m ı n d a b i r

M U s lü m a n m b i r H ı r i s t i y a n a y a z d ığ ı m e k tu p ta k u lla n ılır. m e m n u n lu k .

R ı z â e n İ i l l â h : A lla h 'ı h o ? n u t e t m e k İç in . 2 . r â z ı o lm a , p e k iy d e m e . 3. is te k , k e n d i is te g i.

rib â

‫ ( رب اﺀ‬a . i . ) :

1. b i r ? e y a r t m a , ç o ğ a lm a . 2 . te -

f e c ilik le a l m a n fâ h i? fâ iz . r i b â - y ı f a z l : ö lç ü le b ile n , t a r t ı l a b i l e n ? e y le ri f a z la s ıy la p e ? in o l a r a k d e ğ i? t ir e r e k s a ğ la -

r ı z â - i B â r î : A l l a h 'ı n İs te ğ i,

n a n rib â .

r ı z â - i t a r a f e y n : ik i t a r a f m İs te ğ i,

‫( رتﺀت‬a.i.). ( b k z : re z â a t). r ı z â - c û ٠‫ ( ر ﺗ ﺠ ﻮ‬a .f .b .s .) : r â z ı e tm e y i

rib â '

rız â a t

rız â -c û y -â n e

‫ر ت ﺟﻮ؛اذه‬

g a y e e d i-

r e b 'i n c . ) : 1. e v le r [ b a h ç e s iy le

‫رﺑ ﺞ‬

rib â c

(a .i.): k a n a d la rın m o rta s ın d a k ü -

ç ü k k a p ıs ı o la n b ü y ü k k a p ı,

( a .f .z f .) : r â z ı e tm e y e

‫ ا ح‬٠‫ر‬

rib â h

ç a lı ? ır c a s ın a .

‫رﺗ ﺠ ﻮ؛ ى‬

‫ ع‬١‫( رب‬a.i.

b ir lik te ] . 2 . b a r ı n ı l a n y e rle r. 3 . a r â z ile r .

n e n , A l l a h 'ı n r ı z â s ı n ı a r a y a n ,

(a.i. r i b i h 'i n c . ) : t i c . k â r l a r , k a z a n ç -

la r. ( a .f .b .i .) : r â z ı e tm e y e ç a lı? -

m a.

rib â -h â r

‫اﺧﻮار‬٠‫ر‬

( a .f .b .s .) : te f e c i, f â h i? f â iz le

p a r a i? le te n .

‫ر ت داده‬

( a .f .b .s .) : r â z ı o lm u ? . ( b k z

:

m a r z i) . r ı z â e n ‫ ( ر ى ؛‬a . z f .) : r â z ı o la r a k . r ı z â e n İ i l l â h : A l l a h r ı z a s ı İç in ,

‫ ( ر ﻵﻓ ﻲ‬a . s . ) : r â z ı o l m a k l a ilg ili, ‫ﺀى‬٠‫( ر ت‬a.s.). ( b k z : r ıd â î) . r ı z â m ‫ ( ر ذ م‬a . i . ) : b ü y ü k k a y a p a r ç a s ı. rız â î

rız â î

r ı z â m - 1 s e y y â r e , -1 d â l l e : je o l . b â z ı g e n i? o v a l a r ı n o r t a s ı n d a b u l u n a n ı o o v e 150 b i n k a n t a r a ğ ı r l ı ğ ı n d a k i m u a z z a m ta ? la r.

1.42

( a .z f .) : s a y a r a k , s a y g ı g ö s te r e -

yan.

riâ y e tlü

‫( ر ش‬a.i.). ( b k z : r a tl). r ı z â ' ‫ ذا ع‬٠‫( ر‬a.i.). ( b k z : re z â ). r ı z â ' ‫ىﺀ‬٠‫ ( ر‬a . i . ) : 1. h o ? n u tl u k ,

rız â -d â d e

‫رﻋﺎﻳﻪ‬

riâ y e t- k â rî k u llu k ,

ritl

rız â -c û y î

m a. riâ y e te n

r iâ y e t- k â r-â n e

m a y a n k ö le , c â riy e . ( a .i.): fık .

2 . sa y -

m a : sa y g ı, ( b k z : h ü r m e t , İ 'tib â r ) . 3. a ğ ır la -

rîâ y e t-k â r

r ı k k - ı v â f î r : a z â d e d i lm e s i m e v z û u b a h s o l-

‫رﻫﻴﺖ‬

‫( رﻻﺀ‬a.i.). ( b k z : riy â ). ‫( و ﻻ ن‬a.i.). ( b k z : r iy â s e t) . r i â t ‫( رﻻت‬a.i. r i e 'n in c . ) : a k c iğ e rle r , r i â y e t ‫( و و ت‬a.i.) 1 ‫؛‬. g ü tm e , g ö z e tm e .

re k .

r ı k k - ı n â k ıs : k e n d is in e b ir n e v i a z a tlık b a -

rık k ı^ e t

(a.i.). ( b k z : r ıd v â n ) .

riâ s e t

r ı k 'a k ı r m a : g. s. b i r y a z ı s itili,

‫وق‬

‫رﺿﻮا ن‬

riâ '

r ı k 'a d î v â n î : g . s. b i r y a z ı s itili,

rik k

d ığ ı n i m e t . 3. O s m a n l I i m p a r a t o r l u ğ u d e v r i n d e s i p a h il e r e v e r i le n m a a ? .

‫( رﻫﻌﻪ‬a.i.).

‫رىع‬

( a .i . c .: e r z â k ) : 1. a z ık , y iy e c e k İç e c e k

r ı z k - ı m u k a d d e r : A l l a h 'ı n t a k d i r e d ip a y ır -

r a h â v e t) .

rik a '

‫رزق‬

r ı z k - ı m a k s û m : A l l a h 'ı n a y ır d ı ğ ı k ıs m e t ,

a d i. [ m ü e n . : " r ıf k ıy y e " ] . n h le t

r ı k 'a

rız k

?ey. 2 . A ll a h 'ı n h e r k e s e b a h ? e t t i g i n i m e t ,

t a t l ı l ı ğ a m e n s u p , o n u n l a ilg ili. 2 . i. e r k e k

rib â -h ö r

‫ ﺧﻮر‬١‫رب‬

( a .f .b .s .) : fâ iz c i. ( b k z : r i b â -

h â r) . rîb â s

‫ﺑ ﺲ‬.‫ل‬

( f . i .) : h e k i m l i k t e k u l l a n ı l a n ilâ ç ,

b ir râ v e n t tü r ü , lâ t. r h e u m r ib e s . [k a ra b u g d a y g ille r d e n ]. rib â t

‫ ط‬١‫ ( رب‬a . i . c .: r i b â t â t ) : 1. b a ğ ,

ip . 2 . s a ğ l a m

y a p ı. 3. k o n a k h a n ‫ ؛‬te k k e . 4 . a n a t . (c.: e r b it a , r u b u t ) : s in ir le r . r i b â t - ı a r i z : a n a t . e n li b a ğ , f r . l i g a m e n t l a r ge.

ridf ribât-ı beyne'l-mafsal: anat. e k le m bağı, fr. ligament interarticulaire.

‫ ؟‬e k i l m e h a t t i, y o lu .

huk.

b o ş a d ığ ı k a d ın ı

id d e t s ü r e s i İ ç in d e y e n i d e n n i k a h l a m a .

ribât-ı muallik : anat. aşıcı bağ, fr. ligament suspenseur.

ric'at-1 illet : hek.

ribât-ı miidevver : anat. y u v arlak bağ, fr. İİgamentrond.

ric'at-i kahkariyye : ask. i n t i z a m s ı z l ı k v e

ribât-ı müsennen: anat. dişli bağ, fr. ligament denteie.

ric'at-i kevâkib : astr. y ı l d ı z l a r ı n m i h v e r i n -

ribâtet ‫( رﺑﺎﻃﺖ‬a.i.) : 1. kalbi sağlam olm a.

ric'î ‫( رﺟﻌﻰ‬a.s.) : g e r i d ö n m e y e â it, o n u n l a ilg ili. Talâk-ı ric'î : t e k r a r k a r ı ş ı n a d ö n m e -

2. kalb kuvveti. 3. sabır, tah am m ü l,

h a s t a l ı ğ ı n g e r i d ö n m e s i,

( b k z : n iik s ).

b a ş a rıs ız lık la g e ri d ö n m e ,

d e n g e r i d ö n m e s i.

ribâtî ‫( رﺑﺎﻃﻰ‬a .i.): hancı, odacı,

si m ü m k ü n v e c â iz o la c a k ş e k ild e e r k e ğ i n

ribbi ‫( رﺑﻰ‬a.i.c .: rib b iy y û n ): b ü y ü k kalabalık,

k a r ı s ı n ı b o ş a m a s ı;

ribbiyyûn ‫( رﺑﻴ ﻮ ت‬a.i. rib b i'n in c . ) : b ü y ü k kala lalık la r. r ib e t ‫( ر ﻳ ﺒ ﺖ‬a.i.c .: riy e b ): şüpheye düşm e, şüphelilik.

ribh ‫( رﺑﺢ‬a.i.c .: r ib â h ) : tic. kâr, k a z a n ‫ ؟‬, fâiz. riblta ‫( رﺑﻘﻪ‬a .i.): kem end, kem en d bağı, ilm ekli ip.

ric'a ‫( رﺟﻌﻪ‬a.i.): fık. b ir veyâ ik i defâ boşayan erkeğin te k ra r k arışın a dönm esi,

fels. fr. rétospéotif (-regard); récurrence. 2. astr. * te r s y ö n . 3. fels.

g e r i l e k , g e r i g id e n .

‫رﺟﻌﻪ‬

ric î^ e

(a.s.) ‫ "[ ؛‬ric 'î" n i n m ü e n .l . ( b k z :

ric 'î).

ricl ‫( رﺟﻞ‬a .i.c . ‫ ؛‬e rc â l, e rc iil) : a y a k , ( b k z : k a d e m ).

ricl-i kâzib ‫ ؛‬zool. y a la n c ı a y a k , fr. pseudopode. riclü'1-ankebût : zool. ö r ü m c e k a y a ğ ı.

ricâ ‫( رﺟﺎ‬a.i.). (bkz : recâ).

riclü'1-bahr : cogr. k ö r f e z .

ricâl ‫رﺟﺎل‬

riclü'1-cebbâr : astr. e lc e b b a r (o r io n ) b u r -

(a.i. re c ü l'ü n c.) : 1. erkekler. 2. (râcil'in c .) : yayan, yaya olanlar. 3 ٠belli m evki sâhibi kim seler.

ricâl-i aynii't-tahakküm ve'z-zevâid: tas. b ir k ısım evliyâ. ric â l-i d e v l e t: devlet ricâli, devletin ileri gelenleri.

ricâl-i dudmân-ı bektâşiyan : tar. Yeniçeri o cağ ın ın y ü ksek rü tb eli subayları.

ricâl-i gayb, -ii'1-gayb : h er devirde olan fak at görülm eyen ve A llah 'ın em irlerin e göre in sa n la rı idâreye ‫ ؟‬alışan m iib ârek kim seler.

ricâl-i ilah ice : tas. m ân ev i k u d re t ve kuvvet sâhibî olan evliyâ.

ricâlullah : tas. m ân ev i k u d re t ve k u vvet sâhibi olan evliyâ.

ricâlü'1-feth: tas. b ir k ısım m ân ev i k u d re t sâhipleri.

ricâlü'l-mennân : tas. evliyâm n b ir kısm ı.

c u n u n i k i n c i d e r e c e d e n p a r l a k y ı l d ı z ı o lu p d ö r t g e n i n s a ğ a l t k ö ş e s in d e b u l u n u r , (R ig el),

lât. Beta Orion.

riclü'1-vezz ‫( رﺟﻞ اﻟﻮز‬a.b .i.) : bot. k a z a y a ğ ı, fr. alisme. rics ‫( رﺟﺲ‬a .i.c . : e rc â s ) : 1. d i n i n y a s a k e t t i ğ i şey, g ü n a h . 2 . p is lik , m u r d a r l ı k , ( b k z ‫ ؛‬n e c e s , re v s e 2).

ricz ‫( رﺟﺰ‬a.i.c. : e rc â z ) : 1. a z a p . 2. p u t a ta p m a . 3.

p is lik , [ m a d d i, m â n e v i] .

rî‫ ؟‬âl ‫( رﻳﺠﺎ ل‬f.i.) : re ç e l, ( b k z : r îç â r , r îs â r) . rîçâr ‫( رﻳﺠﺎر‬f.i.) : re ç e l, ( b k z : r îç â l, r îs â r) . ridâ' ‫( رداﺀ‬a.i.) : 1. b e ld e n y u k a r ı ö r t ü l e n ö r t ü . 2. h ırk a . 3. d e rv iş le rin o m u z la rın a a ttık la r ı p o s t.

ridâ-yi memât : ö lü m ö r t ü s ü . ridâyî ‫( رداﻳﻰ‬a.i.) : müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n b ir ka‫؟‬

a s ırlık b ir m ü re k k e p

m a k a m ı o lu p

z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r .

ricâlii't-tahtil-esfel: tas. evliyâm n b ir kıs-

riddet ‫( ردت‬a.i.) : İ s lâ m d i n i n d e n d ö n m e ,

ric'at ‫( رﺟﻌﺖ‬a .i.): 1. geri dönm e. 2. gerilem e, ‫ ؟‬ekilm e; geri kaçm a. Hatt-1 ric'at: geri

ridf ‫( رد ف‬a .i.c . : e r d â f ) : 1. a r k a . 2 . r e d i f t e n

( b k z : ir t i d â d ) .

ö n c e g e le n “elif, h e , y e " h a r f l e r i .

1.43

tîdf-i miifred ridf-i m iifred ‫ ؛‬ed. “y a l n ı z e l i f v av , y e ” g ib i h a r f l e r d e n m e y d a n a g e le n r id f . r i d f i z â i d 'i o la n r i d f h a r f l e r i d f a r a s ı n d a b u l u n a n s e s s iz h a r f :

sahte, dahte k e li m e l e r i n d e k i h g ib i, ( a . i . ) : g e c e v e g ü n d ü z , ( b k z : le y i

‫رض‬

( a .i . c .) : [s a g il v e so llu ] i k i a k c i-

g er.

‫رو ﻷ‬

‫؛‬

‫رﺀرى‬

( a . s . ) : a k c iğ e r e â it,

a k c iğ e r le ilg ili. Sekte-i r ie v iy y e : hek. a k c ig e r n e z le s i.

iiz e -

‫ر س‬

( a . h . i . ) : s o f iy e n in b ü y ü k l e r i n -

d e n A h m e d e r - R if â î t a r a f ı n d a n k u r u l a n b i r t a r i k a t . [ A h m e d e r- R ifâ î. d . : 512 (1118-19) ö . : 578 (1182-83)].

‫رﻫﻌﺖ‬

‫و‬٠‫رﻓﻌﻌﺎ‬

b i n b a ş ıl a r s a h ip le rin in

(f.i.) : 1. to z . ( b k z : g u b â r ) . 2. r ı h , y a z ı y a ra y a n

in c e

kum .

3. k u m .

rîg-i beyâbân-ı gam m : g a m ç ö l ü n ü n k u m u , rîg-i revân : a k a r k u m .

‫رﻳﻜﺪان‬

(f.b.i.) : r ı h h o k k a s ı ,

( a . i . c . : e r y â h , r iy â h ) : 1. y el, r ü z g â r .

(b k z :b â d ).

rîh-i ce n û b î : cogr. " g ü n e y r ü z g â r ı ” : lo d o s , rîh-i şim âlî : cogr. " k u z e y r ü z g â r ı ” : p o y r a z . 2 . r o m a t i z m a , y el, a ğ rı,

rîh-i t a y y â r : r o m a t i z m a , y el. rihâl

1.44

tar.

to p

döken

( f .b .i.c .: r i h t e -g e r â n ) : d ö k -

‫ ا ن‬/ ‫وﻷئ‬

rîhte-ger-ân

(f.b .i. r i h t e - g e r 'i n c . ) :

d ö k m e c ile r . r îh tım

( f . i . ) : r ı h t ı m , ( r ih = k u m d e m e k -

rih v

‫رﻧ ﻢ‬

( a . s . ) : r e h â v e t li , g e v ş e k , s ö lp ü k , ( b k z :

ra h v ).

‫رق‬

(a .i.) :

fizy.

sa ly a , a ğ ız su y u .

A le 'r -r îk :

r î k u 'l - h a b î b : a s ı r lı k

s e y in

m iiz .

T ü rk

m ü rekkep

m ü z iğ in in

m akam ı

o lu p

b ir H ü-

S a a d e ttin A r e l k it a p lığ ın d a k i m a n -

‫رﺣﺄل‬ I j

z a m â m m ız a k a lm ış n ü m U n e si y o k tu r, rik a b

‫رﻻب‬

( " k a " u z u n o k u n u r , a .i. r a k a b e 'n i n

c . ) : b o y u n , e n s e k ö k ü , ( b k z : r a k a b â t) .

‫رﻛﺎب‬

( a . i . c . : r ü k ü b ) : 1 . ü z e n g i . 2 . b ii-

y ü k b i r k i m s e n i n k a t i, ö n ü . 3 . m ü z . v a k t i y -

b ir i

o lu p

z a m â m m ız a

k a lm ış

n iim û n e s i

y o k tu r.

‫ىﺑﺪار‬٠‫ر‬

( a .f .b . s .) :

iiz e n g i

tu ta n

a ta b in e r k e n ü z e n g i s i n i t u -

ta n ].

rikâbiyye

‫ر ي‬

( a . i . ) : s a d r â z â m , ve z i-rle r v e

b â z ı d e v le t r i c â l i t a r a f ı n d a n m u a y y e n z a -

( b k z : r e m i).

rîhâle

( f .b .i.c .) :

‫ر؛ﺧﻪ‬

[h ü k ü m d â r ın

( a . i . c . : e rf â d , r u f û d ) : b a h ş iş ,

k u ru tm a y a

‫رح‬

to p d ö k e n

m e c i.

rikâb-dâr

ü n v â n ı [e s k id e n ].

rih

tar.

le T ü r k m ü z i ğ i n d e k u l l a n ı l m ı ş u s u lle r d e n

( a . t . s . ) : a s k e r lik t e

la m i il k iy e d e ü ç ü n c ü r ü t b e

rîg-dân

‫ا‬

rihte-ger

rik â b

( a . i . ) : 1. y ü k s e k l ik , y ü c e lik , b ü y ü k

v e b ü y ü k r ü t b e . 2 . e r k e k a d i.

‫رك‬ ‫رﻳ ﻚ‬

(f.b .c .):

z u m a n o n im b ir e d v a r d a t a n ım la n m ış t ır ;

k im s e .

rig

rîhte-gân ‫و؛ ﺧﻜﺎ ن‬

kaç

R ifâî ‫ ﺀ ى‬١‫ ( رف‬a . h . i . ) : R if â i li k t a r i k a t ı n d a n o la n

rifd

٠‫وﻳﺨﻰ‬

rîhte-ci-yân

a ç k a rn ın a .

r in e k o n u la n b e z b a s k ı, k o m p re s.

rif'atlii

2 . ö lm e ,

r î h t e ^ . j ( f . s . ) : d ö k ü l m ü ş , a k ı t ı lm ı ş ,

rîk

‫ ( رﺀوﻳﻪ‬a . i . ) : zool. a k c iğ e rlile r, rifâde ‫ ( رﻓﺎده‬a . i . c . : r e f â i d ) : h e k . y a r a l a r ı n rieviyye

rif'at

göçm e.

t ir ), r i h + t i m = [a s lın d a ] k u m s a l d e m e k t ir ,

rievij rieviyye

rifâiyye

1. g ö ç,

s a n a t k â r la r

‫ ( رﺀﻷ‬a . i . c .: r i â t ) : a k c ig e r. İn tifâ h -ırie : hek. S illii'r-rie : v e r e m . Haşîşetü’r - r ie : bot. c iv a n p e r ç e m i, c ig e r o tu . Z â tü 'r-rie : a k c ig e r z a r i İ l ti h â b ı, fr. pneumonie.

rieteyn

( a .i.) :

s a n a t k â r la r .

ü n e h â r , r û z u şeb ).

rie

‫ر ذ‬

rihlet

( b k z : v e fâ t ).

rid f-i z â id ٠ . ed. k a f i y e y i m e y d a n a g e ti r e n

‫ردﺋ ﻦ‬

(a.i. r e h n 'i n c .). ( b k z : m ü r â h e n e ,

r e h n ).

rid f-i mürekkeb : ed. h e m r i d f i a s li's i, h e m

ridfân

‫ن‬١‫رخ‬

rihân

(a.i. r a h l 'i n c . ) : d e v e p a l a n l a r ı , ( a . i . ) : e y e r, a t s e m e r i.

m a n l a r d a p â d i ş â h a v e r i l e n h e d iy e le r ,

rikâz

‫رﻛﺎذ‬

( a . i . ) : y e r a lt ı n d a t a b i i o l a r a k b u lu -

n a n m â d e n le r v e d e fin e le r ,

rikbân

‫ر؛ﺑﺎن‬

(a.i.

r a k a b e 'n i n

c.).

(b k z :

r a k a b â t) .

rikkat

‫رك‬

( a . i . ) : 1 . r a k i k l i k , y u f k a l ı k , i n c e lik .

2 . m e r h a m e t , a c ım a ,

rikk at-ikalb

: g ö n ü l y u flc a h g ı.

rikkat-âm iz ‫ﴽﻋﻴﺰ‬

‫رﻗﺖ‬

(a .f.b .s .) : k a lb e h ü z ü n

v e r e c e k o la n .

rikkat-âver

‫رﻗﺖ آور‬

m a u y a n d ıra n .

(a .f.b .s .) : m e rh a m e t, a c ı-

r‫؛‬şte-keş r i k k a t - e f z â ‫ ( ر ﻗ ﺖ ا ﻓ ﺰا‬a .f .b .s .) : r i k k a t a r t ı r a n , m e r h a m e t u y a n d ıra n .

‫اﻋﺰ‬

rik k a t-e n g lz

‫ﻓ ﺰا‬

(a.f.b.s.).

‫رﻗ ﺖ‬

( b k z : rik k a t-

efzâ). e d e n , in c e l ik g ö s te re n ,

r î s â r ‫ ( ر ﻳ ﻤ ﺎ ر‬a . i . ) : re ç e l, ( b k z : r îç â l, r îç â r).

ile s a ç m a sö z .

r î m - i â h e n : d e m ir b o k u ,

r î s m â n - b â z ‫ ( ر ﻳ ﺴ ﻤ ﺎ ن ﺑﺎ ز‬f .b .s .) : " ip o y n a y a n " : canbaz.

r î m - i a s e l : b a lm u m u .

‫رﻣﺎح‬

(a.i. r u m h 'u n c . ) : m ı z r a k l a r , s ü n -

g ü le r , k a r g ı la r .

r i m â y e t ‫ ( ر ﻣ ﺎ ﻳ ﺖ‬a . i . ) : a tıc ılık , o k , k u r ş u n , g ü lle

(b k z :

r i ş â ş , r i ş â ş e ‫ ر ﺷﺎ ﺷ ﻪ‬، ‫( ر ﺷ ﺎ ش‬a.i.) : d ö k ü n t ü , se r-

r î ş â t ‫( ر ﻳ ﺸ ﺎ ت‬f.i. r î ç 'in c . ) . ( b k z : rîş).

r i m e ‫ ( ر ﻳ ﻤ ﻪ‬f .i . ) : ç a p a k .

‫ﺑﺰ‬

rîş -b ü z

r î m e - i ç e ş m : g ö z ç a p a ğ ı, ( a .i.) : ç ü rü m ü ş k e m ik ,

‫ ( ر ﻳ ﺶ‬f .b .i.) : k e ç i s a k a l ı g ib i s iv r i

o la n s a k a l. r î ş - d â r ‫ ( ر ﻳ ﺸ ﺪ ا ر‬f .b .s .) : s a k a llı,

( b k z : rü f â t) . r î m - n â k ‫ ( ر ﻳ ﻤ ﻐ ﺎ ك‬f .b .s .) : 1. i r i n l i . 2 . p is , m u r d a r ,

riş d e t ‫ر ﺷ ﺪ ت‬

r i n d ‫ ( ر ﻧ ﺪ‬f .s .c .: r i n d â n ) : k a le n d e r , d ü n y â İşle -

m i z li k .

r i n i h o ş g ö r e n k im s e , a ld ır ış s ız , ‫رﻧ ﺪا ن‬

c.) : r ü ş v e tle r ,

p in ti.

g ib i ş e y le ri a t m a d a m â h i r o lm a ,

‫رم‬

(a.i. r i ş v e t 'i n

‫ر ﺷﺎ‬

riiş â ) .

r i m â l ‫( ر ﻣ ﺎ ل‬a.i. r e m l 'i n c . ) : k u m l a r ,

،

( b k z : lih y e ). 4 . tü y , k il. 5. a n a t . te le k , riş â

r i m â h a t ‫ ( ر ﻣ ﺎ ﺣ ﺖ‬a . i . ) : m ı z r a k ç ı l ı k s a n 'a tı.

‫رﻣﻪ‬

r î ş ‫( ر ﻳ ﺶ‬f.i.) : 1. y a r a . 2 . s. y a r a l ı. D i l - r î ç : y iir e g i y a r a l ı, ( b k z : m e c r û h ü 'l - f u â d ) . 3. s a k a l,

r i m â h ü 'l - c i n : h e k . t a u n , v e b a , y u m u r c a k ,

rim m , rim m e

a g ıt la m a .

( b k z : h a b l) . Â s m â n ü r î s m â n : a k ı l l ı s ö z ü

r î m ‫ ( ر ﻳ ﻢ‬f . i .) : 1. i r i n . 2 . R o m a 'n m b i r a d i.

(fs.

r i n d 'i n

( a . i . ) : d ü r ü s t l ü k , d o ğ r u l u k , te -

r î ş e ‫ ( ر ﻳ ﺜ ﻪ‬f .s .) : 1. s a ç a k , p ü s k ü l . 2 . b o t . in c e ,

c . ) : k a le n d e r le r ,

d ü n y â iş l e r i n i h o ş g ö re n le r.

s a ç a k lı k ö k .

‫ل‬

rîş e -g îr

‫ ( ر ﻳ ﺸ ﻪ‬f .b .s .) : k ö k t u t m u ‫ ؟‬, k ö k le ş -

m iş .

r i n d â n - 1 H ü d â : h a k e re n le r, r i n d - â n e ‫ ( ر ﻧ ﺪ ا ﻧ ﻪ‬f z f . ) : r i n d o l a n a y a k ı ş ı r y o l-

r î ş - h a n d ‫ ( ر ﻳ ﺸ ﺨ ﺘ ﺪ‬f b . i . ) : b ı y ı k a l t ı n d a n g ü lm e , alay .

da. rin d e k

‫رﻧﺪ د‬

( f . s . ) : r i n t l i ğ i ta k l i d e d e n , s a h t e

r i n t , s a h t e k a le n d e r , rin d i

( a .f .b .i.) : H z . M u h a m -

r i s m â n , r î s m â n ‫ ر ﻳ ﺴ ﻤ ﺎ ن‬، ‫( ر ﺳ ﻤ ﺎ ن‬f.i.) : ip ; h a la t,

r i m ‫( ر م‬a.i.). ( b k z : r i m m ) .

rin d â n

٥‫رﺳﺎﻟﺘﻬﺎ‬

ris â le t-p e n â h m e t.

r i s â y e t ‫ ( ر ﺛ ﺎ ﻳ ﺖ‬a . i . ) : a ğ ıt y a k m a , a ğ ıt s ö y le m e ,

r i k k a t - y â b ‫( ر ﻗ ﺘ ﻴ ﺎ ب‬a.f.b .s.) : a c ıy a n , m e r h a m e t

rîm â h

( a .b .i .) : 1. e lç ilik e d e n .

2. H z . M u h a m m e t .

‫ ( ر ﻗ ﺖ‬a .f .b .s .) : a c ık lı; d o k u -

n a k li . rik k a t-fe z â

‫رﺳﺎﻟﺘﻤﺂب‬

r is â le t-m e â b

‫رد ى‬

r î ş - s â z ‫ ( ر ﻳ ﺸ ﺎ ز‬f .b .i .) : c e r r a h , rîş -tâ b

( f i . ) : r i n t l i k , k a le n d e r li k ,

‫رﻳ ﺸﺘﺎ ب‬

( f .b .i.) : k ı v ı r c ı k s a ç v e s a k a l,

r i ç t e ‫ ( ر ﺷ ﺘ ﻪ‬f .i .) : 1. ip lik , ti r e . S e r - r î ş t e : ip u c u ,

r i s ‫ ( ر ﻳ ﺲ‬f . i .) : ö f k e , ( b k z : g a y z , g a z a b ).

t u t a m a k . 2 . ilg i, b a ğ . ( b k z : a lâ k a ). 3. g. s.

r i s â 'j r i s â y e t ‫ ر ﺛ ﺎ ﻳ ﺖ‬، ‫ ( ر ﺛﺎ ﺀ‬a . i . ) : a ğ ıt a ğ la m a ,

s a n a t k â r â n e y a p ıl m ı ş b i r y a z ıy ı v e y â y a -

r i s â l e ‫( ر ﺳ ﺎ ﻟ ﻪ‬a.i.c. ‫ ؛‬r e s â i l ) : 1. m e lc tu p . ( b k z :

p ı l m ı ş b i r m i n y a t ü r ü ç e v r e le y e n t e z h i b in

n âm e). 3.

2. k ıs a

y a z ıl m ı ş

küçük

k it a p .

te ç e k m e k ).

r i s â l e - î m a h s û s a : m o n o g r a f i, r i s â l e - î n â m e : t a r . ( b k z : lâ le - n â m e ) . r i s â l e t ‫ ( ر ﻣ ﺎ ﻟ ﺖ‬a . i . ) : 1. e lç ilik , s e f â r e t. 2 . p e y -

r i ş t e - î c â n : c a n ip lig i, c a n b a g i. r i ç t e - î e ş k : g ö z y a ş ı İp liğ i, riş te -fü rû ş

g a m b e r lik . R i s â l e t ü 'n - n u s h i y y e : d îv a n ın ın

İç k ı s m ı n a s ı n ı r o l a r a k te k , ç if t, e ş it v e y â f a r k l ı k a l ı n l ı k l a r d a ç e k il e n ç iz g i, [ f i i l i : r i ş -

m e c m û a , d e rg i,

Y unus

b a ş ın d a b u lu n a n

t a s a v v u f i b i r m e s n e v is i (1308).

E m r e 'n i n , 573 b e y i t l i k

‫ﻓﺮوش‬

‫ ( ر ﺷ ﺘ ﻪ‬f .b .s .) : ip lik ç i, i p l i k sa -

t a n . ( b k z : h a b b â l) . riş te -k e ş

‫ﻛﺶ‬

‫ ( ر ﺷ ﺘ ﻪ‬f .b .s .) : i p l ik ç e k e n , d o k u -

m a ç ı.

1045

rişvef rişvet

‫ ﺷﻮت‬٠‫ر‬

( a . i .c .: r i ş â , r ü ş â ) : r ü ş v e t, ( b k z :

riyâh-1 gayr-i m untazam a : cogr. is t i k a m e t le r i e k s e r iy â d e ğ iş ik o la n v e n e z a m a n te k -

rü ş v e t) .

rişvet-i kelâm (s ö z r ü ş v e t i ) : ı) b i r k i m s e n i n , y a p tı ğ ı y a n l ı ş l ı k l a r ı n ö r t b a s e d il m e s i b a k i m m d a n k a rş ıs ın d a k in e v ey â b ir b a ş k a s ın a y a r a n m a k a m a c ıy la s ö y le d iğ i p o h p o h la y ı c ı

r a r e s e c e k le r i b e lli o lm a y a n r ü z g â r la r .

riyâh-1 m u n tazam a : cogr. a l t ı a y b i r cih e t t e n , a l t ı a y a k s i c i h e t t e n e s e n r ü z g â r la r , m e v s im r ü z g â r la r ı ,

‫ر ﻛﺎ ر‬

s ö z le r; 2) E sle id e n b i r le im s e n in k e n d i h a k -

riyâ-kâr

k m d a s ö y l e n il e n le r i g e ti r e n e a r m a ğ a n o la -

riyâ-lcâr-âne

r a k v e rd iğ i p a ra .

riyâ-kârî

rişvet-hâr

‫رﺷﻮﺗﺨﻮار‬

( a .f .b .s .) : r ü ş v e t y iy e n ,

( b k z : r ü ş v e t- h â r ) .

rişvethO r

‫رﺷﻮﺗﺨﻮر‬

y iy e n ,

( b k z : r iş v e t- h â r ) .

‫رﻻم‬

ritâm

ip lik le r,

( b k z : r e t â im ) .

‫رح‬

‫ﻷ ف‬

( a . i . ) : 1. h a r a m , m e m n û o la n şey.

( a .f .b .s .) : r e is lik , b a ş -

b a ş k a n lık ed en .

‫ﺑﺎﺳﺖ‬.‫ر‬

(a.f.b .i.) : 1. re is e ,

b a ş k a n a â it, o n u n l a ilg ili. 2 . re is , b a ş k a n o lm a k lı k .

2 . ç ık m a z y o l.

r ı y la b i r le ş t iğ i y e r d e v e s o l t a r a f t a b u l u n a n

r i y â z ^ ^ J (a.i. r a v z a 'n m c.) : b a h ç e le r , a ğ a ç lık , ç i m e n l i k y e rle r.

riyâz-ı Cennet, riyâz-1 R ıd v â n : C e n n e t

b ü y ü k ç u k u r.

ritic-i sagir : anat. m i d e n i n b a r s a k l a r a a ç ıld ığ ı y e r d e v e s a ğ t a r a f t a o la n k ü ç ü k ç ö k ü n -

b a h ç e le r i.

riyâzât

‫ﺑﻀﺎت‬.‫ر‬

(a.i. r i y â z e t 'i n c . ) : r iy â z e tle r ,

n e fs i k ı r m a l a r , d ü n y â le z z e t l e r i n d e n s a k i n -

tü .

m a la r , p e r h i z le , k a n a a t l a y a ş a m a la r ,

r i t l ‫ ( ر ر‬a . s . ) : h o ş , lâ tif , g iiz e l.

‫ ( رﻳﻮ‬f i . ) : d e k , d ü z e n , h ile , ( b k z : h u d 'a ) . rivâ ‫( روا‬a.s. r e y y â n 'ı n c . ) : s u y a k a n m ı ş l a r , r iv â k ‫( رواق‬a.i.). ( b k z : r e v â k ) . rivâk ıyyû n ‫( رواذون‬a.s. r i v â k i 'n i n c . ) : ( b k z :

riv

re v â k ıy y û n ).

rivâki

‫رواﻓﻲ‬

riyâzet

rivâyât

‫رو'ﺑ ﺖ‬ ‫ر وا ت‬

s a k ın m a , p e r-

h iz le , k a n a a t l e y a ş a m a .

riyâzet -٤b ed en iyye : j i m n a s t i k , riyâzî, riyâziyye

(a .s .c .:

r i v â k ıy y û n ) .

(b k z :

‫ ﻷ ب‬، ‫ﺑﺎﺀذى‬.‫ ( ر‬a . s . ) : 1. h e s a p -

r iy â z î ilim le r , m a t e m a t i k . 2. i. g. s. b i r y a z ı s itili.

(a.i. r i v â y e t'i n c . ) : r iv â y e tle r,

‫ﺑ ﻀﺎت‬.‫ر‬

riyâziyyat

( a .i .c .) : m a t e m a t i k b ilg is i.

riyâziyyât-ı âliye : y ü k s e k m a t e m a t i k , 1. * sö y le n -

riyâziyye

ti , b i r h a b e r , s ö z v e y â h â d i s e n i n h ik â y e s i.

b ilg is i.

(a .i.c .:

riv â y a t):

2 . h ik â y e e d il e n b i r h a b e r , s ö z v e y â h â d is e .

rivâyet-kerde ‫ا د ه‬

‫ر وا ت‬

( a . f b . s . ) : r iv â y e t e d i-

( a . i . ) : ö z ü , s ö z ü b i r o l m a m a , İ k iy ü z -

r iy â -fü r û ş : İ k i y ü z lü , r i y â k â r . riyâh ‫ﺑﺢ‬.‫( و‬a.i. r î h 'i n c . ) : 1. r ü z g â r la r . M iirsilü r-riyâh ( r ü z g â r l a r g ö n d e r e n ) : A lla h . 2 . y e lle r, a ğ r ı la r , r o m a t i z m a l a r .

(a .i.) : h e s a p ilm i, m a te m a tik

‫ن‬٠ ‫رﻳﺎﺿﻴﻮ‬

(a.i. r i y â z i 'n i n c . ) : m a t e -

m a t i k â l i m l e r i (* b ilg in le ri),

riyeb

le n , s ö y le n ile n .

lü l ü k . ( b k z : s â lû s î).

‫ﺑﺎﺿﻴﻪ‬.‫ر‬

riyâziyyû n

rivâyet-i aşere : ( b k z : k ı r â a t - i se b 'a ).

‫ربﺀ‬

( a . i . ) : n e fs i k ı r m a , d ü n y â le z -

la , m a t e m a t i k l e ilg ili. U lû m -i r iy â z iy y e :

* s ö y le n tile r.

rivâyet

‫ ت‬٠‫رﻳﺎه‬

z e tle rin d e n v e r a h a tın d a n

re v â k î) .

1046

‫ﺑﻠ ﺖ ﻻاه‬.‫ر‬

k a n l ı k m a k a m ı n d a b u l u n a n , b a ş k a n o la n ,

riyâset-penâhi ‫إﻏﺎﻫﻰ‬

ritic-i k e b ir : anat. m i d e n i n b o ğ a z b o r u l a -

riyâ'

( a . i . ) : re is lik , b a ş l ık , b a ş o lm a ,

b a ş k a n l ık .

riyâset-penâh

(a.i. r e t i m e 'n i n c . ) : b i r ş e y i h a t ı r -

la m a k ü z e re p a rm a ğ a b a ğ la n a n

ritic

‫راذه‬١‫ ( رﻳﺎك‬a .f .z f .) : ik i y ü z lü l ü k le , ‫ ( ﻷ ﻛﺎ ر ى‬a .f .b .i.) : r i y a k â r l ı k , İ k iy ü z -

lü lü k .

riyâset ( a .f .b .s .) : r ü ş v e t

( a .f .b .s .) : İk iy ü z lü ,

‫رب‬

(a.i. r i b e t 'i n c . ) : ş ü p h e y e d ü ş m e le r ,

ş ü p h e lilik le r .

‫( رز‬a.i.). -riz ‫ رش‬riz

( b k z : riz z ). ( f .s .) :

''d ö k e n ,

a k ıta n ,

saçan "

m â n â l a r ı y l a * b ir le ş ik k e li m e l e r y a p a r . Eşle-

riz : g ö z y a ş ı d ö lcen . Hû'n-rîz : k a n d ö k e n . Ç eref-rîz : ş e r e f s a ç a n , rizâm

‫رزام‬

( a . s .) : s e r k e ş a d a m v e y â at.

rubâî rîz â n

‫رزان‬

( f . s . ) : d ö k ü le n , a k a n .

k o m a b e m o l ü ile (fa) b a k ıy y e d iy e z i y a z ılır ,

r î z e ‫ ( رزه‬f . i . ) : k ı r ı n t ı , d ö k ü n t ü , s a ç ın tı, u f a k p a rç a . r î z e - i â h e n : h a r â r e t e g ö s t e r il e n d e m i r i n y iiz ii n d e M e y d a n a g e lip , s o ğ u d u k t a n s o n r a

d a k i â r ı z a la r , s e g â h 'd a d a v a r d ı r ) . B u t e r k ip h ü z z â m - ı c e d id 'e p e k b e n z e m e k te d ir ,

ç e k iç le v u r u l d u ğ u z a m a n k o la y lık la a y n l a -

r û - y i i l t i f a t : g ü le r y ü z .

b il e n k ü ç ü k k ü ç ü k p a r ç a l a r ,

r û - y i İ â l e - r e n g : lâ le r e n k l i , k ı r m ı z ı , s ı h h a t l i yüz.

r î z e - i e l m â s : p e k k ü ç ü k e lm a s p a r ç a l a n , r î z e - i s î m î n : 1) g ü m ü ş d ö k ü n t ü s ü ; 2) y ıl d ız l a r d a n k in â y e .

rîz e -‫ ؟‬în

‫رره ض‬

(f.b.s.) : d ö k ü n t ü ; k ı r ı n t ı t o p (f.b.s.) : d ö k ü n t ü ; k ı r ı n t ı y i-

y e n . ( b k z : r î z e - h ö r , lıık a ta - h â r ) . rîz e -h ö r

‫ر‬٠‫رزه ﺧﻮ‬ ‫رزه ﻛﺎر‬ ‫رزه رزه‬

( f .z f .) : u f a k u f a k ; p a r ç a p a r -

‫ ( رزش‬f . i . ) : d ö k ü lü ş , a k ış . ‫ ( رز‬a . i . ) : g iz li ses. ‫ رو‬- ( f . s . ) : " b ite n , o la n " m â n â l a r ı n a

rîz iş

v e c h -i

r û - y i z i ş t : ç ir k in y ü z .

ru â m

ru â t g e le r e k

* b ir le ş ik k e li m e l e r y a p a r . H o d - r û : k e n d il i-

‫( رﻋﺎف‬a.i.) : h e k . b u r u n k a n a m a s ı, ‫ ( وﻋﺎم‬a . i . ) : h e k . s a k a ğ ı ( m a n k a f a )

has-

r u 'b ru b '

‫ ت‬١‫( رﺀ‬a.i. r â î 'n i n c . ) : ç o b a n la r , ‫ ( ر ب‬a . i . ) : 1. k o r k u , ( b k z : h a v f, re h b ). ‫ ( رﺑﻊ‬a . s . c . : e rb a ', r u b û ' ) : d ö r t t e b ir, ç e y -

re k , b i r ş e y i n d ö r t k ı ş ı m d a n b i r k ıs m ı,

g in d e n .. g ib i.

r u b '- ı c e y b : a s t r . İ s lâ m a l e m i n i n k u l l a n d ı ğ ı ,

(f.i.) : y ü z , ç e h re .

r û - y i a r z : Y e ry ü z ü ,

D ünyâ,

( b k z : rû y -1

z e m in ) .

T ü r k l e r t a r a f ı n d a n i c â d e d ile n v e e s k i b i r a s t r o n o m i â le t i o la n r u b u ' t a h t a s ı n ı n b i r ç e ş it l o g a r i t m i k a b a k v e y â t r i g o n o m e t r i k

r û - y i a ş î r â n : m i iz . T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z b e ş , a ltı a s ı r lı k m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r ,

r u b '- i m u k a n t a r a : a s t r . İ s lâ m â l e m i n i n k u l-

r û - y i h i c â z : m i iz . T ii r k m i i z i g i n i n y e n i m ü r e k k e p m a k a m l a r ı n d a n b ir i,

İ a n d ıg ı, T ü r k l e r t a r a f ı n d a n ic â d e d ile n v e e s k i b i r el a s t r o n o m i â le t i o la n r u b u ' t a h -

rû -y i h û b : güzel yüz.

t a ş ı n ı n ü s t ü n e s e m â n ı n İ r t i s â m ı ç iz ilm iş

r û - y i ı r â k : m ü z . T ü r k m i i z i g i n i n e n a z a ltı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı d ı r . S e g â h 'a ı r a k m a k a m ı n d a k i b i r d ö r t l ü n ü n ( ı r a k 'd a s e g â h d ö r t l ü s ü n ü n ) il â v e s in d e n m ü r e k k e p ti r . B u d ö r t l ü ile ı r a k p e r d e s in d e k a lı r . G ü ç İ ü le r b i r i n c i d e r e c e d e - s e g â h 'ı n d u r a ğ ı o la n d e re c e d e

r u b '- i d â i r e : d â i r e n i n d ö r t t e b ir i,

b i r k ıs m ı .

rû -y i d i l : y u m u şa k yüz.

ik in c i

h e s a p c e tv e li m â h i y e t i n d e k i b i r y ü z ü ,

r u b '- i m e s k û n : D ü n y â 'n ı n k a r a o la n d ö r t t e

r û - y i d e r y â : d e n iz in y ü z ü ,

segâh,

(b k z :

ta lıg ı.

riz z

[‫ر و ى‬

yüz.

r û - y i z e r d : s a r i, s o l g u n y ü z .

ru â f

ça.

rû [y ]

p a rla k

r û - y i z e r d - i s e f a l e t : s e f a le t in s a r i y ü z ü ,

( f .b .s .) : u f a k te f e k İş le r y a -

pan. rîz e rîz e

tâ b â n :

tâ b â n ) . r û - y i z e m in : Y e ry ü z ü , D ü n y â ,

( f .b .s .) : d ö k ü n t ü , k ı r ı n t ı y i-

y e n . ( b k z : r îz e - h â r ) . rîz e -k â r

r û - y i r ı z â : r a z ı o lm a . rû -y i

‫رزه ﺧﻮار‬

y ü z ü ; 2) p e n b e

t â n e l i b i r c in s ü z ü m ; 3) b i r ç e ş it z a m b a k ,

la y a n . rîz e -h â r

r û - y i m u v â f a k a t : u y g u n g ö rm e , r û - y i n i g â r : ı) s e v g i li n in

r î z e - i z e r : a ltm k ırın tıs ı, (b k z : p e rv â z e ).

-rû

s e g â h 'ı n (m i) k o m a b e m o l ü (İâ) b a k ıy y e d iy e z i n o t a i ç e r is i n d e k u l l a n ı l ı r ( d o n a n ı m ı n -

- ı r a k 'ı n

g ü ç lü s ü

o la n - d ü g â h , ü ç ü n c ü d e r e c e d e d e - s e g â h 'ı n

b u lu n a n b ir y ü z ü . rû b

‫روب‬

rû b â h , rû b e h

‫رون‬

،

‫روﺑﻪ‬

( f .i .) : 1. t i lk i . 2. m e c .

h il e k â r , k u r n a z . ru b â h - â n e ,r û b e h - â n e ‫؛ رو^ﻻ‬

‫ ( رو؛اﻫﺎذه‬f .b .z f .) :

h il e k â r , t i l k i g ib i k u r n a z c a s ı n a ,

‫ ( روﺑﺎﻫﻰ‬f .i .) : m e c . k u r n a z l ı k , a k ıl lı lı k , ‫ﺀى‬١‫ ( رب‬a .i .c .) : r u b â i y y â t. ( b k z : r ü b â î) .

g ü ç lü s ü o la n - n e v â d ır . U m û m i y e tl e ç ık ıc ı

rû b â h î

o l a r a k s e y r e d e r. D o n a n ı m ı n a ı r a k 'ı n

ru b â î

(si)

(f.i.) : 1. s ü p ü r m e . 2. s ü p ü r g e . R i i f t ii

r û b (s ilip s ü p ü r m e ) : m e c . g e z ip to z m a ,

1047

rubâlyyâ. rııbâiyyât

(a.i. r u b â î 'n i n

‫رﺑﺎ ﻋﻴﺎ ت‬

c.).

(b k z :

ruh-i d il-d â r : s e v g i li n in y a n a ğ ı, ruh-i gülnâr : g ü l p e m b e s i y a n a k ,

r ü b â iy y â t) .

rubb ‫( ر ب‬a.i.) : m e y v a s u y u ,

ruh-i rengin : r e n k l i y a n a k ,

rubbân

ruh-i yâr-i dil-sitân : g ö n ü l a l a n s e v g i l i n i n y a n a ğ ı. 2. a n k a k u ş u . 3. b u k u ş u n a d m a v e -

( a . i . ) : k a p t a n , ( b k z : k e ş t î- b â n ,

‫ر ﺑﺎ ن‬

n â -h ü d â ).

rubbe

r i l e n s a t r a n ç t a ç l a r ı n d a n b ir i,

‫ ( ر ب‬h a . c e rr ) ö y le s i v a r k i...

rûbeh-âne

‫ ( ر و ﺑ ﻬﺎ ﻧﻪ‬f .z f .) : tillc ic e s in e , k u r n a z c a ,

ruhü'ş-şatranç (‫ ؟‬a t r a n c t a ş ı ) : it ib a r lı , s a y g ı-

rûbehî ‫ ( روﺑﻬﻰ‬f . i . ) : t i l k i l i k ; k u r n a z l ı k , rû-bend-bâz

‫( ر و ﺑ ﺪ ﺑﺎ ز‬f.b .s. v e i . ) : “y ü z ö r t e n ” :

‫ ( ر و ﺑ ﺮا ه‬f .b .s .) : y ü z ü y o la d o g r u ; g it-

‫ ( ر و ﺑ ﺮ و‬f .b .s .) : y ü z y ü z e .

rub'iyye ‫ ( رﺑﻌﻴﻪ‬a . i . ) : 1. ç e y r e k a l t m , [e s k id e n ] k u lla n ıla n

b ir

a ltın

lira n ın

d ö rtte

b ir i.

2. bot. ö k ü z g ö z ü . rubû'

‫( ر ﺑ ﻮ ع‬a.s. r u b 'u n c . ) : d ö r t t e b ir le r,

rubûbî ‫ ( رﺑﺮﺑﻰ‬a . s . ) : 1. s â h i b 'e , e f e n d iy e m e n s u p . 2: A l l a h 'a m e n s u p . İlm -i rubûbî. ( b k z : ‫ ( ر و د‬f .i.) :

1. ı r m a k , çay. ( b k z : n e h r ) . 2. k e -

‫( ر ﺿ ﻌﺎ‬a.i. r a d i 'n i n c . ) :

1. s ü t k a r d e ş le r .

‫رود آور‬

( f .b .i .) : n e h i r s u l a r ı n ı n e t r a f

t a n a l a r a k g e ti r d i g i a ğ a ç , d a l g ib i şey ler,

rûd-bâr ‫ ( رودﺑﺎر‬f .b .i .) : 1. b ü y ü k I r m a k . 2. irm akkenan.

rûde-bîn ‫ﺑ ﻴ ﻦ‬

‫ ( روده‬f .b .s .) : h a y v a n i n b a ğ ır -

s a ğ ı n a b a k a r a k g û y a g a y ıp t a n h a b e r v e r e n fa lc ı. ‫( ر و د ﺳ ﻤﺎ ن‬f.i. r û d e 'n i n

c .) : anat. b a ğ ır -

s a k la r .

rûd-sâz ru fû d ruga'

‫ ( ر و د ﺳ ﺎ ز‬f .b .i .) : ç a lg ıc ı, ( b k z : s â z e n d e ) .

‫"( و ﻏﺎ ﺀ‬g a” u z u n o k u n u r , a . i . ) : se s, s a d â .

rûganin, rûganine

‫ ر و ﻏ ﺘ ﻴ ﺌ ﻪ‬، ‫ ( ر و ﻏ ﺌ ﻴ ﻦ‬f .i .) : “k a d ı

lo k m a s ı ” d e n i l e n b i r h a m u r İŞİ, g ö z le m e ; poğaça.

rûh-i n e fsâ n i : i n s a n i n a k ı l l ı r u h u , rûh-i r e v â n : g id ic i o la n r u h ; d e ğ e r li c a n , se v g ili. ( M a 'ş u k 't a n k in â y e ) .

rû h -i zikri : h â f ı z a , * b e lle k , rû h u lla h : H z . îs â . r û h i i 'l - e m î n , r û h i i ' 1- k u d ü s : C e b r â il. 6 ٠c in , m e le k ; m u h a y y e l v a r l ık . 7. m i iz . T ü r k m ü z ig in d e e n a z b e ş a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p y o k tu r .

ruhâm ‫ ( رﺧﺎم‬a . i . ) : m e r m e r . ruhâm -ı h â m : iş le n m e m i ş m e r m e r , ruham â' ‫( رﺣﻤﺎﺀ‬a.i. r a h i m 'i n c . ) : r a h i m o la n la r. ( b k z : r â h i m i n , r â h i m û n ) .

ruhâm î ‫ ( ر و ﺳ ﻤ ﺮدا ف‬f .b .s .) : y ü z ç e v ir e n , y ü z

d ö n d ü re n . y ü z d ö n d ü rü c ü lü k . ‫ ( ر خ‬f .i . ) :

1. y a n a k , y ü z ç e h r e , ( b k z : h a d d ,

‫ ( وﺧﺎﻣﻰ‬a . s . ) : 1. m e r m e r e

â it, m e r m e r le

ilg ili. 2. m e r m e r d e n y a p ıl m ı ş ,

rûhânî

rû-gerdânî ‫ ( روﺳﻤﺮداﻧﻰ‬f .b .i .) : y ü z ç e v ir ic ilik , ruh

m iç k im s e le r d e - ] .

m a k a m o lu p z a m â n ı m ı z a k a l m ı ş n ü m û n e s i

‫( ر ﻓ ﻮ د‬a.i. r i f d 'i n c . ) : b a h ş iş le r ,

rû-gerdân

v e h a y v a n d a -].

rû h -i ta b ii : * h a y v a n s a l h a y a t,

rûde ‫ ( روده‬f . i . c . : r û d e - g â n ) : anat. b a ğ ır s a k ,

rûde-gân

rû h -i h a ssâ s : psik. * a lg ıla m a * y e tisi, rû h -i h a y â li: psik. d ü ş ü n m e * y e tisi,

rûh-i n e b âtî : b it k i l e r d e k i h a y a t ilk e s i,

2 . s ü t e m e n ç o c u k la r .

rûd-âver

c u gaz.

rûh-i akli : a n l a m a * y e tisi,

ru h -i kudsi : İ lâ h î g e r ç e ğ i k a v r a y a n r u h [er-

m e n ç e . 3. s a z k ir iş i , s a z te li,

rudaâ

M erkez-i rûh-i h a y v â n i : k a lb . M erkez-i rûh-i n e fsâ n i : d im a g . M erkez-i rû h -i ta b ii: k a n . kim. e s a n s . 5. i s p i r t o g ib i u ç u -

rû h -i h a y v â n i : psik. h a y v a n s a l r u h [ i n s a n

İlâ h iy y â t).

rûd

rû h ‫ ( روح‬a .i .c .: e r v â h ) 1 ‫؛‬. c a n , n e fe s . 2. c a n lılı k , h is , d u y g u . 3. e n m ü h i m n o k t a , ö z .

m e y e h a z ır.

rû-be-rû

il. 4 . d iz g i n . 5. ta ç . ( b k z ‫ ؛‬efser, ik lil) . 6 ٠ta ra f , y ö n . ( b k z : c â n ib ) . 7. h a s ı r o t u .

İ r a n 'd a m a s k e li o y u n l a r ı n g ö s te r is i,

rû-be-râh

ru h -i z e r d : s o l g u n y a n a k , s a r i y ü z .

‫ووﺣﺎﻟﻰ‬

(a.s. r û h ' d a n ) : 1. r û h a â it, r u h

ile ilg ili. 2. g ö z le g ö r ü l e m e y e n , c is m i o lm a y a n . 3 ٠m e z h e p iş le r i n e â it, â h i r e t l e ilg ili o la n . M e c l is - i rûhâni : H ı r i s t i y a n l a r ı n ,

İz â r, r u h s â r , r u h s â r e ) .

m e z h e p le r i n e â it i ş le r i n t e t k ik i y le v a z if e li

ru h -i â l : p e m b e y a n a k .

b u l u n a n h e y 'e tle r i. R e is - İ rû h â n i: p a p a z .

1048

™kum p is k o p o s . 4 . i. r u h t a n m e y d a n a g e lm i? o la n m e le k . r û h â n i - y - â n 0 ‫( روﺣﺎذا‬a.i. r û h â n î 'n i n c . ) : r u h -

‫ ﻓﺎ ت‬١‫روح‬

(a.i. r û h â n î 'n i n c . ) : ( b k z :

‫ﺑﺖ‬،‫روح‬

( a . i . ) : 1. r û h â n î l i k , r u h -

t a n İ b â r e t o l a n ı n h â li. 2. ö lm ü ş b i r k im s e n i n d e v â m e tm e k te o la n r û h ı ı n u n k u d r e t i . 3. is l â m i y e t i n d ı ş ı n d a k i d i n a d a m l a r ı n ı n G z e lli g i.

‫( ر و ﺑ ﻮ ن‬a.i. r û h â n î 'n i n ۶û h â n iy y â t ) .

rû h â n i^ û n

c.) :

‫رص‬

(a.i. r ı ı h s a t 'ı n c . ) : iz in le r , m iis a -

‫رب‬

CI o l a r a k s e y r e d e r.

‫روح ﻳﺪور‬

rû h -p e rv e r

ru h b â n iy y e t

‫ر ﻫﺎ ﺳﺎ‬

( a . i . ) : [ " r e h b â n iy y e t” şe k -

li d o ğ r u d u r ] , ( b k z : re h b â n iy y e t) .

‫ر ب‬

ru h sa t

١‫روح اش‬

‫ ( روح ب‬a .f .b .s .) : r u h y ı p r a t a n , ‫ﺑﺐ‬.‫ ( روح ض‬a .f .b .s .) : r u h a v la y ıc ı; r u h

e ğ le n d ir ic i. ( a . s . ) : 1. r û h a â it, r u h l a ilg ili, r u h c a .

‫روص‬

‫ ت‬-‫ر س‬

( a . h .i .) :

X V I.

a s ırd a

y e ti ş e n

B a ğ d â d î.

‫ر و ﺣﺎ ت‬

‫ﻋﻪ‬٠‫رﺧﻪ‬

( a . i . ) : i z i n k â ğ ı d ı [ t ic â r e t

v e y â s a n a t İ‫ ؟‬i n v e rile n - ],

‫ ( و ﺧ ﻬ ﺂ ﻷ‬a .f .b .i.) : i z i n k â ğ ıd ı , ‫ ب‬- ‫ ( ر‬a .f .b .s .) : i z i n a la n , ‫ ( رﺧﺴﻮده‬f .s .) : y a n a ğ ı n ı , y ü z ü n e

rııh -s û d e

SÜ-

re n , y ü z ü n ü sü rm ü ş.

‫ا‬/‫ر ﺧ ﺴ ﻮ د‬

ru h -sû d e g i

( f .b .i .) : " r ıı h - s û d e " lik ,

‫روح اﻟﻠﻪ‬

rû h u lla h

( a .b .i .) : M ü s l ü m a n l a r ta r a -

‫رس‬

r u k 'a

( a . i . c . : r u k a ', r i k a ' ) : 1. ü z e r i n e y a z ı

y a z ıl a n k â ğ ıt , d e r i p a r ç a s ı. 2 . k ıs a m e k t u p , ( b k z : ş ıık k a ) . 3. y a m a . 4 . d ile k ç e ,

( a . i . ) : p s ik o lo ji, * r u h b ilim , f r .

p s y c h o l o g ie .

‫رو ب‬

(a.i. r ı ı h s a t 'ı n c . ) : iz in le r , m ü -

s a a d e le r.

f m d a n H z . I s a İ‫ ؟‬i n k u l l a n ı l a n b i r te r im ,

v â d î s â h i b i b ü y ü k O s m a n l I ş â i r i R û h î- i

rû h iy y e

iz n i, b a k m a y a

y ü z s ü r m ü ç lü k .

2 . i. e r k e k a d i.

rû h iy y â t

( a .i .c .: r u h a s , r u h s â t ) : iz in ,

r u h s a t - ı n î y â z : y a lv a r m a iz n i,

ru h s a tiy e

( a .f .b .s .) : 1. r û h a t â z e l i k v e -

o lu p z a m â m m ı z a k a l m ı ş n ii m û n e s i y o k tu r ,

R ûhî

( f .i .) : 1. y a n a k ,

m ü s â a d e e tm e .

ru h s a t-y â b

‫ا‬/‫ر و‬

‫ر ﺧ ﺎر‬

r u h ‫)؛‬. H a t t - ı r u h s â r : y ü z d e s a k a l d a n ö n c e

ru h s a t-n â m e

rû h î

،

( b k z : r u h ‫؛‬, h a d d , İz â r). 2. y ü z , ‫ ؟‬e h r e . ( b k z :

d e e n az ik i a s ırlık b ir m ü re k k e p m a k a m

rû h -firîb

‫ر ﺧﺎ ر ه‬

ru h sâ r, ru h sâ re

r e n , c a n a c a n k a t a n . 2 . m ü z . T ü r k m ü z i ğ in -

rû h -fe rsâ

( a .f .b .s .) : r u h b e s le y e n ,

r û h a k u v v e t v e fe ra h lık v e re n ,

ru h s â t

p a z la r . ( b k z : r â h i b â n , r e h e b â n ) .

rû h -e fz â

h is a r ) v e h ü s e y n i . N is e b - i ‫ ؟‬e r i f e 'd e n 9 a d e -

ru h s a t-ı n e z z â r e : b a k m a

(a.i.). ( b k z : re h e b , re h b ).

‫ ( روح ﻻوش‬a .f .b .s .) : c a n b a ğ ış la y a n , ‫( رﺻﺎت‬a.i. r â h i b 'i n c . ) : e v le n m e y e n p a -

rû h -b a h ç ru h b â n

m âh u r,

m üsaade.

a d e le r. ru h b

? ö y le d ir : h ü s e y n î-a ş îra n ,

‫ ؟‬i k a n a y v a tü y le r i.

( b k z : rû h â n iy â n , ru h a s

d o g ru

d i n e m â l i k t i r ( m ü lâ y im ) , U m û m i y e tl e ‫ ؟‬ik i -

rû h â n iy â n , rû h â n iy y û n ). rû h â n i^ e t

n o t a İ ç in d e k u l l a n ı l ı r . S e s le ri, p e s t d e n t i z e r a s t , d ü g â h , ‫ ؟‬â r g â h , n e v â , n i m h i s a r (v e y â

t a n m e y d a n a g e lm i? o la n m e le k le r , ru h â n iy y â t

“m i n e u r " ü n a y n id i r ) . Y e d e n in e " r e ” d iy e z i,

( a . i . ) : 1. fe ls . t i n s e l c i l i k ,

fr .

s p r i t u a l i s m e . 2 . h e k . d ib i i l t i h a p l ı v e y a s SI b i r t a k ı m k a b a r c ı k l a r ile m e y d a n a g e le n b i r n e v i c il t h a s t a lı ğ ı. 3 . s. ''r û h î ” n i n m ü e n . 4 . İ. k a d ı n a d i.

‫ ( ر و ب‬a . i . ) : ( b k z : r û h iy y e ) . r û h - n e v â z ‫ ( روح ﻧﻮاز‬a .f .b .i.) : 1. r u h o k ş a y a n . ru h iy y e t

2 . m ü z . T ü r k m ü z i ğ i n d e b i r m a k a m . D r. S u p h i E z g i t a r a f ı n d a n , p û s e l i k 'i n a ş î r a n (m i) p e r d e s in d e k i ş e d d i n e v e r i lm iş is im d ir . G ü ç lü - b e ş in c i d e r e c e o la n - si ( p û s e lik ) p e r d e s id ir . D o n a n ı m ı n a (fa) İç in b i r k ü ‫ ؟‬ü k m ü c e n n e p d iy e z i k o n u l u r ( y â n i m i

ru k a'

‫رﻗﻊ‬

ru k ab â'

(a.i. r u k 'a 'n ı n c . ) : ( b k z : rik a ').

‫رقﺀ‬

(a.s.

r a k i b 'i n

c . ) : 1. r a k i p le r ;

r i c â l- i g a y b 'd e n b i r z ü m r e . 2. i. b e k ç ile r, ( b k z : ra k ib â n ). ru k a d

‫رﻗﺪ‬

(" k a " u z u n o k u n u r, a .i.) : u y u m a ,

u y k u , ( b k z : n ev m ). ru k b â

‫رش‬

(a.i. i r t i k a b 'd a n ) : h u k . [e s k id e n ]

" b e n s e n d e n ö n c e ö lü r s e m s e n i n o ls u n , s e n b e n d e n ö n c e ö lü r s e n b e n i m o ls u n " d iy e r e k b i r ? e y i h i b e e tm e . ru k u d

‫رش‬

( " k u ” u z u n o k u n u r , a.i.) : u y u m a ,

( b k z : n ev m , ru k a d ). ru k u m

‫رﻫﻮم‬

( " k u ” u z u n o k u n u r , a.i. r a k a m l n

c . ) : ra k a m la r.

1049

rukye rukye ‫( ر ي‬a.i.): büyücü ve üfürükçülerin okudukları ‫ ؟‬ey, afsun, (bkz : neft), rukye-hân ‫( ر ﻗﻴ ﻪ ﺧﻮان‬a.f.b.s.): afsuncu, üfürükçü. (bkz : neffâs, neffâse, sihr-bâz). rûm ‫( ر و م‬a.i.): 1. Romalı. 2. Arap ilinde başka ilden olan kimse. 3. Anadolu. 4. OsmanlI. 5. Sivas ve yöresi. Mollâ-yi Rûm : Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî. rû-mâl ‫( روﻣﺎ ل‬f.b.s.): yüz süren, yüz sürücü, rû-m âlî ‫( روﻣﺎ ﻟﻰ‬f.b.i.): yüz sürücülük, rûm î ‫( روﻣﻰ‬a.s.): 1. (bkz : rûm2)2. i. rum Üİkesinden; Anadolulu. 3. i. g. s. süslemede (tezhip) sitilize edilmi‫ ؟‬yaprakları andıran ve umûmiyetle Zid kıvrımlı iki parçacıktan, bâzan tek parçadan İbâret olan motiflerle bir göbeğe bağlı olarak spiral kıvrımları hâlinde yapılan süsleme nev'i ve süslemedeki motiflerden her biri. Rûmiyye ‫( ر و ﻣ ﻴ ﻪ‬a.h.i.): tas. Abdülkadir-i Geylânî taraftndan kurulan ''Kadiri'' tarikatı ‫ ؟‬ûbelerinden biri, [kurucusu Şeyh Ismâil Rûmî'ye nispetle “ismâiliyye" de denir], r û m i^ e ‫( ر و ﻣ ﻴ ﻪ‬a.s.): ["rûmî” nin müen.l. (bkz: rûmî). rumûs ‫( ر ﻣ ﻮ س‬a.i. rems'in c.) : sinler, mezarlar, kabirler, (bkz ‫ ؛‬kubûr). rumûz ‫( رﻣﻮز‬a.i. remz'in c .): remizler, İşâretler; mânâsı gizli olan sözler, rumûz-î is tik lâ l: istiklâl remizleri, rumûz-i k im y e v ic e : kimyâsal semboller, rıımûz-i m illiy e t : işâretleri.

milliyet

remizleri,

rumûzât ‫( ر ﻣ ﻮ ز ا ت‬a.i. rumûz'un c.) : rumuzlar, İşâretler. rû-nümâ ‫( روت‬f.b.s.): 1. yüz gösteren, meydana çıkan. 2. i. yüz görümlüğü, rû-niimâyî ‫( ر و ﻧ ﻤ ﺎ ﻳ ﻰ‬f.b.i.): yüz göstericilik, meydana çıkma.

rusgii'l-kadem : anat. topuk kemiğini olu‫ ؟‬turan yedi kemik. rusgü'1-yed: anat. el bilegi. rû-siyâh ‫( ر و ﺑ ﺎ ه‬f.b.s.): kara yüzlü, yüzü kara, ayıbı olan. rû-siyeh ‫( ر و ﺑ ﻪ‬f.b.s.). (bkz: rû-siyâh, siyeh-rû). rûspî ‫( ر و س‬f.i.): orospu, (bkz: fâhişe). rûstâ ‫( ر و ت‬f.i.): köy. (bkz: dih, karye, rustâk). rûst-â-hîz ‫( ر و ﻣ ﺘ ﺎ ﺧ ﻴ ﺰ‬f.i.): kıyâmet günü, (bkz : rüst-â-hîz, rüst-e-hîz, yevm-i kıyâmet). rustâî, rustâyi ‫ ر و ﻣ ﺘ ﺎ ﻳ ﻰ‬، ‫( رو ﻃ ﺶ‬f.i.) ‫ ؛‬köylü, (bkz: rüstâî, rüstâyî). rustâk ‫( رﺳﺂ ق‬a.i.c.: resâtik): köy. (bkz ‫ ؛‬dih, karye, rûstâ). rustâki ‫( ر ﺗ ﻔ ﻰ‬a.s.) ‫ ؛‬köylü, (bkz : dihkan). rûçen ‫( ر و ﺷ ﻦ‬f.s.): 1. aydın, parlak. 2. belli, meydanda, (bkz: ayân, â‫ ؟‬kâr, mü‫ ؟‬a'‫ ؟‬a'ı, zâhir). 3. i. erkek adi. rûşenâ ‫( ر و ﺷ ﺘﺎ‬f.s.). (bkz : rûçen). rûşenâyî ‫( ر و ﺷ ﯫ ﻳ ﻰ‬f.i.). (bkz : rûşenî1'2). rû‫ ؟‬en-basar ‫ ﻣ ﺮ‬. ‫( ر و ﺷ ﻦ‬f.a.b.s.) : a‫ ؟‬ık görüşlü, rûçen-beyân ‫( ر و ﺷ ﻦ ﺑ ﻴ ﺎ ن‬fa.b.s.): a‫ ؟‬ık söyleyen, fasih konuşan. rûşen-çerâğ ‫( ر و ﺷ ﻦ ﺟ ﺮ ا غ‬f.b.s.): “kandili parlak yanan" : mutlu, (bkz : bahtiyâr). rû ‫ ؟‬en-dil ‫( ر و ﺷ ﻦ دل‬f.b.s.c.: rûşen-dilân): gönlü aydınlık, hakikatleri bilen, (bkz ‫؛‬ rûşen-zâmir). rû ‫ ؟‬en-dil-ân ‫( ر و ض دﻻن‬f.b.s. rûşen-dil'in c.) : gönlü aydınlık olanlar, hakikatleri bilenler. rû ‫ ؟‬en-fuâd ‫( ر و ﺷ ﻦ وا د‬f.a.b.s.): aydın yürekli. rû ‫ ؟‬en-ger ‫( روﺷﻐﻜﺮ‬f.b.s.): cilâyapan, parlaklık veren. rû ‫ ؟‬en-gîr ‫( روﺷﻔﻜﻴﺮ‬f.b.s. ve i.) : parlatıcı, cilâcı, cilâveren.

rû-nümûde ‫( ر و ﻧ ﻤ ﻮ د ه‬f.b.s.): yüz göstermiş, meydana çıkmış.

rûşenî ‫( ر و س‬f.i.): 1. aydınlık, açıklık. 2. belli olma. 3 ٠bir tarikatın adi. 4. Halvetiye'nin Rûşenî kolunun kurucusu olan Aydınlı Ömer Dede.

rû-nümûn ‫( روﻧﻤﻮن‬f.b.s.): yüz gösterici, meydana çıkan, (bkz : rû-nümâ). rû-pû ‫( روﺑﻮش ؟‬f.b.s. ve i.) : 1. yüz örtüsü. 2 ٠yüz örtücü, yüz örten.

Rûşeniyye ‫( ر و ب‬a.h.i.): tas. Halvetiyye tarikati şubelerinden biri, [kurucusu Şeyh Dede Ömer Rûşenî'ye nispetle bu adi almıştır].

rû-sefîd ‫( ر و ﺳ ﻔ ﻴ ﺪ‬f.a.b.s.): yüzü ak, alm pak, ‫ ؟‬erefli.

rûşen-zamîr dil).

rusg

rû-‫ ؟‬inâs ‫( روﺷﻔﺎس‬f.b.s.): bilen, tanıyan.

1050

‫رد غ‬

(a.i.): anat. bilek.

‫ر و ﺷ ﻦ ﺿ ﻤﻴ ﺮ‬

(f.a.b.s.). (bkz : rûşen-

Rübâb-nâme rû-şin âsî ‫( روﺷﻐﺎﺳﻰ‬f.b.i.): âşinâlık, tamrlık. rutab ‫( رﻃﺐ‬a.i.) ‫ ؛‬hurma, olgun hurma,

rûze-güşâ u f ‫( روزه‬f.b.s.): oru‫ ؟‬açan, oruç bozan, iftar eden.

rutûbet ‫( رﻃﻮﺑﺖ‬a.i. ratb'dan): yaşlık, nem. (bkz: beli). ruûd ‫( رﻋﻮد‬a.i. ra'd 'dan, ra'd'ın c .): gök gürlemeleri.

rûze-hâr ‫( روزه ﺧﻮار‬f.b.s.) ‫ ؛‬oru‫ ؟‬yiyen, oru‫ ؟‬suz.

ruûnet ‫( رﻋﻮﻧﺖ‬a.i.): 1. bönlük, sünepelik. 2. insana ağır gelecek hallerde bulunma, ruvât ‫( روات‬a.s. râvî'nin c .): rivâyet edenler, hikâye edenler, (bkz: peyâm-âverân, peyâm-âverdegân, râviyân). rûy ‫( روى‬f.i.) :.tun‫ ؟‬. rûyâ ‫( روﻳﺎ‬f.s.): yerden biten, bitici. (bkz: nâbit). rûyîn ‫( ر و ﻳ ﻴ ﻦ‬f.s.): 1. tunçtan. 2. i. tun‫ ؟‬, rûyîn-ten ‫( ر وﻳﻴ ﻦ ﺗﻦ‬f.b.s.): tun‫ ؟‬vücutlu, güçlü kuvvetli, rûy-ver ‫( روﻳﻮر‬f.s.) : tunçtan,

rû-zerd ‫( رو زرد‬f.b.s.): sari yüzlü, sararmış. rüzgâr ‫( روزﺳﻤﺎو‬f.i.). (bkz : rüzgâr). r û z î ‫( روزى‬f.s.): 1. gündüze âit, gündüzle ilgili. 2. i. rızık, azık; nasip, kısmet, rûzî-dih ‫( روزى ده‬f.b.i.). (bkz ‫ ؛‬rûzî-resân). rûzî-hâr ‫( روزى ﺧﻮار‬f.b.s.): rızık, azık yiyici‫؛‬ mahlûk, canlı. rûzîne ‫( روزﻳﻔﻪ‬f.i.): gündelik, (bkz: rûzâne, yevmiyye). rûzîne-dâr ‫( روزﻳﻴﻪ دار‬f.b.s. ve i.) : gündelikçi. rûzî-resân ‫( روزى رﺳﺎن‬f.b.s.): rızık ulaştıran, Allah. rûzî-yâne ‫( روز ﻳﺎﻧﻪ‬f.b.i.): günlük kısmet, günlük azık.

rûz ‫( روز‬f.i.c.: rûzân): 1. gün. (bkz: yevm). 2. gündüz, (bkz : nehâr).

rûz-merre ‫( روز ﻣﺮه‬f.s.): her günkü, her günlük. (bkz: yevmi).

rûz-i belâ : kıyamet günü, (bkz : rûz-i cezâ, rûz-i hisâb).

rûz-nâm‫ ؟‬e ‫( روز ﻧﺎﻣﺠﻪ‬fb .i.): "vukuât-1 yevmiye defteri'', günlük hâdiselerin yazıldığı defter.

rûz-i cezâ, - -İ haşr, - -i h isâ b : Kıyâmet günü, (bkz: mahşer). rûz-i elest: Allâh'ın ruhları yaratıp biraraya topladığı gün. rûz-i hızır te v z ii: tar. imparatorluk devrinde örfî vergilerin ilk taksidinin toplandığı gün. rûz-i kıyâm et: (bkz : rûz-i cezâ). rûz ü şeb : gece ve gündüz, (bkz: Leyi ü nehâr). ruzaâ' ‫( رﺿﻌﺎﺀ‬a.i. razi'in c.): 1. süt kardeşler. 2. süt emen ‫ ؟‬ocuklar. rûzân ‫( روزان‬f.i. rûz'un c.) : günler‫ ؛‬gündüzler, (bkz: eyyâm). rûzâne ‫( روزاﻧﻪ‬Li.): gündelik, (bkz: rûzîne, yevmiyye). rûz-bân ‫( روزﺑﺎن‬f.b.i.): kapıcı, rûz-be-rûz ‫( روز ﺑﺮوز‬f.zf.): günden güne, (bkz : yevmen-fe-yevmen). rûze ‫( روزه‬f.i.): oru‫ ؟‬. (bkz : savm, sıyâm). rûze-dâr ‫( روزه دار‬f.b.s.): oruçlu, (bkz : sâim). rûz-efrûz ‫( روزاﻓﺮوز‬f.zf.): (bkz : rûz-be-rûz). rûz-efzûn ‫( روزاﻓﺰون‬f.b.s.): 1. uzun ömürlü. 2. ömür uzatan.

rûz-nâm‫ ؟‬e-i hümâyûn ‫ ذ‬tar. OsmanlI imparatorlugu devrinde kazaskerler tarafından tutulan kadı ve müderris namzetleri defteri. rûz-nâme ‫( روزﻧﺎﻣﻪ‬f.b.i.): 1. yevmiye defteri. 2. takvim. 3. günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt, gazete. 4. gündem, ruz-nâme-î havâdis : vaktiyle Çör‫ ؟‬il adında bir İngiliz'in Türkçe olarak İstanbul'da 1‫ ؟‬kardığı gazetenin ismi, rûz-nâme-i m üzâkerât: konuşma gündemi. -rübâ ‫ رﺑﺎ‬- (f.s.): “kapan, kapıcı'' mânâlarıyla .birleşik kelimeler yapar. Â hen-rübâ: demir kapıcı, mıknatıs. D il-rü b â: gönül kapan... gibi. rübâb ‫( رﺑﺎب‬a.i.): 1. müz. (bkz: rebâb). 2. Cemâl Nâdir tarafından İstanbul'da yayımlanmış edebi, İçtimâi, felsefi bir dergi. Rübâb-ı Şikeste (Icırık rübap, saz): şâir Tevfik Fikret'in 1899'da yayımladığı, dört böİümden ibaret şiir kitabi. Rübâb-nâme ‫( رﺑﺎﺑﺘﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): Sultan Veled'in 1301'de tasavvufi fikirlerini İfâde etmek İ‫ ؟‬in yazdığı eseri. 1051

föbâî rü b â î

‫اﺀى‬٠‫ر‬

( a . s .c . : r ü b â i y y â t ) : 1. d ö r t 'e m e n -

s u p , d ö r t l e ilg ili.

g e ç e r, o r a d a n i l k i n d i g i b ü y ü k r û h a , y â n î A lla h 'a i t t i s a l p e y d a e d e r. İç te o İn iş le b u 1‫ ؟‬-

r ü b â i 'l - a d l â : g e o . d ö r t k e n a r l ı ç e k il, r ü b â i ' l - b ü z û r : b o t . d ö r t ç e k ir d e k li m e y v e , r ü b â i 'l - c e n â h : z o o l. d ö r t k a n a t l ı h a ş e r a t. r ü b â i 'l - e s â b î ': b o t .

d ö rt

y a p ra k lı

[çiçek,

r ü b â i 't - t e r k î b : a z o t, o k s ije n , h i d r o j e n , k a r -

‫ًرﺟﻮﺀا‬ ‫راﺟﻮم‬

r ü b â i 'z - z e v â î z a : g e o . d ö r t k ö ş e li ş e k il. 2. i. e d . a y n i e s a s ta 2 4 ş e k illi v e z in le y a z ıl a n d ö r t m ı s r â l ı k şiir. 3. i. m a s t a r ı d ö r t h a r f l i fiil, r ü b â î - m e z î d ü n - f i h : g r. m a s t a r ı m m e y d a n a g e ti r e n d ö r t h a r f t e n ü ç ü a s li o lu p b i r i v e y â ik is i s o n r a d a n k a t ı l a r a k m e y d a n a g e ti r i le n k e l i m e l e r : [te d a h r e c ... g ib i], t i r e n d ö r t h a r f t e n h e p s i d e a s li o la n k e lim e l e r : [ d a h r e c . . . g ib i]. fiy e li o la n r ü b â î . (a.i. r ü b â î 'n i n c.): r ü b â î le r .

( a . i . ) : ö n d iş le r ile a z ı d iş le r i

a r a s ı n d a v e ilcisi a l t t a b u l u n a n d ö r t d iş .

‫ ا‬٠‫( رب‬a.zf.)

riib b e m â

‫ررع‬

: b a 'z a n , b â z ı k e re ,

-

‫رز‬

‫روده‬

‫رﻫﺪان‬

riife d â n

( a .i.): ra fa d a n y u m u rta ,

r i i f e k a ' ‫ﺀ‬١‫ " رﻓﻊ‬k a " u z u n o k u n u r , a .i. r e f i k 'i n c.) ‫؛‬ rü ft

‫ي‬

(f.i.) : s ü p ü r m e ,

to z m a . rü fû

‫( رض‬f.i.)

: d i k i ş i b e ll is iz y a m a : ö r g ü ,

r ü f û - g â r î ‫ ( رﻓﻮ^رى‬f .b .i .) : ö r ü c ü l ü k ,

^ ‫ ( رض‬f .b .i.) : ö r ü c ü , ö r g ü c ü . ‫ ( رﻫﺎوى‬f .i .) : 1. r u h a (U rfa ) h a l k ı n d a n

rü fû -g e r

k e n d i k e n d in e

ç a la n

s a n d ı k l ı b i r ç a lg ı, [ m ü z ik te " r e h â v î" şe k li n d e k u l l a n ı l m ı ş t ı r ) ,

‫رض‬

( f . s . ) : k a p ıl m ı ş , k a p ıl a n , ( b k z :

rü h n

D ü -rü b û d e :

r ü h û n ‫ن‬٠‫( رﻫﻮ‬a.i. r e h n 'i n c . ) : r e h i n le r , ( b k z : re h n ).

g ö n lü

k a p ıl m ı ş ,

( b k z : m e f tû n ) .

‫ﺟﺤﺎن‬٠‫ر‬

(a .i.):

1. ü s t ü n l ü k ,

ü s tü n

o lm a , ( b k z : e fd a liy y e t, f â ik iy y e t). E s b â b -1 r ü c h â n : ü s t ü n l ü ğ e s e b e b o la n şey ler, [ a s i l : r e c e h â n o lu p : t e r â z i n i n b i r k e fe s i a ğ ır b a s m a k m â n â s ın a d ı r .] . 2 . e r k e k v e y a k a d ı n a d i. rü c h â n i^ e t

rü d û m

o la n . 2. k u r u l u n c a

(a.i. r a b b 'd e n ) : 1. e fe n d i-

lik . 2 . t a n r ı l ı k , u lû h i y y e t. m ü b te lâ ) .

‫( ر ر‬a.i.). ( b k z : ric z ). ‫( ردوم‬a.i. r e d m 'i n c.) : s e d le r, b e n d le r . r ü e s â ‫اﺀ‬٠ ‫( رؤس‬a.i. r e i s 'in c . ) : re is le r, b a ş k a n l a r . R ü f â î ‫ ( ر س‬a .h .i .) : ( b k z : R ifâ î). r ü f â i y y e ‫ ( ر ﻻ ي‬a . i . ) : ( b k z : rifâ iy y e ). r ü f â t ‫( رﺋ ﺖ‬a.i.) : ç ü r ü m ü ş , u n u f a k o lm u ş şey. riic z

rü h â v î

(a.i. r e b 'i n c.). ( b k z : rib â ).

rü b û b iy y e t

(a.i.) : a k a n y ıl d ız , m e te o r , ( b k z :

r i i f t ü r û b ( s ü p ü r ü p t e m i z l e m e ) : m e c . g e z ip

r ü b â i y y â t - ı H a y y â m : H a y y â m 'ın r ü b â î le r i.

‫ﻟﺐﺀﻫﻪ‬

‫رﺑ ﻢ‬

a r k a d a ş la r , ( b k z : h e m - r â h â n , p â d â ş â n ) .

r ü b â î- y i m u s a r r a ': g r. ü ç ü n c ü m ıs râ ı d a k a -

rü b â iy y e

c.) : 1. ta ş la m a la r ,

A z m -İ r ü f â t : ç ü rü m ü ş k e m ik ,

r ü b â î - m ü c e r r e d : g r . m a s t a r ı m m e y d a n a g e-

‫ ا ت‬٠‫رﺑﺎﺀ‬

(a.i. r e c m 'i n

ç ih â b ).

r ü b â i 'l - v ü c û h : g e o . d ö r t y ü z l ü [şek il],

rü b â iy y â t

( a .z f .) : g e riy e d ö n e r e k ,

ta ş a t u t m a l a r . 2. a k a n y ıld ız la r , riic iim

b o n d a n o lm a .

rü c h â n

r ü c û h a k k ı n a k e f il o lm a ,

rü c û m

r ü b â i 'l - e z h â r : b o t . d ö r t ç iç e k li * b itk i,

rü b û d e

k ı ş a n ü z û l v e u r u c ( r ü c û ) d e n ir , r ü c û a k e f â l e t : il k k e f i l i n b o r ç l u y a k a r ş ı o la n rü c û a n

ağ aç].

rü b û '

h a y v a n a , i n s a n a n i h a y e t in s â n -1 k â m i l e

‫رﺟﺤﺎذ؛ت‬

( o . i . ) : ü s t ü n o lm a k lı k ,

( b k z : fâ ik iy y e t). r ü c û '‫ ( رﺟﻮع‬a . i . ) : 1. d ö n m e , g e ri d ö n m e . 2. cay m a , s ö z ü n d e n d ö n m e , s ö z ü n ü g e r i a lm a , r ü c û - i b a h r : c o g r . d e n i z i n ç e k ilm e s i, r ü c û v e n ü z û l : t a s . b e z m - i e le s tte , y â n î

riih iin

(a.i. r e h n 'i n c.). ( b k z : r ü h û n ) .

‫( رس‬a.i. r e h n 'i n c.). ( b k z : r ü h û n ) . ‫( ر ي‬a.s. r â k i b 'i n c . ) : b in e n l e r ,

rü k b â n

b in -

m iş le r, b in ic ile r , ( b k z : f ü r s â n ) . r ü k b e ‫ ( ر ي‬a .i .c .: r ü k e b , r i i k e b â t ) : a n a t . d iz , d iz k a p a ğ ı. riik e h

‫ر ي‬

(a.i. r ü k b e 'n i n c . ) : a n a t . d iz le r,

d iz k a p a k la r ı . (blcz : r ü k e b â t) .

‫رﻳ ﺖ‬

rü k e b â t

(a.i. r ü k b e 'n i n c . ) : a n a t . d iz le r,

d iz k a p a k la r ı . ( b k z : r ü k e b ) . rü k n la m

‫ري‬

( a . i . c : e r k â n ) : 1. b i r ş e y i n e n s a g -

ta r a f ı , te m e l d ir e ğ i. 2 . k o lo n , d ir e k ,

e z e ld e k i r u h l a r v a k t i g e lin c e b u m a d d i

(b k z :

â le m e in e r , ö n c e c e m â d d a d ır , s o n r a n e b â ta ,

k u v v e tl i k im s e . 4 . h u k . İ s lâ m h u k u k u n d a

1.52

s ü tü n ).

3. n ü f u z l u ,

e h e m m iy e t li ,

rusjjmıyye s ö z l e ş m e n i n k u r u l m u ş s a y ı lm a s ı İ ç in b u l u n m a s ı g e r e k li ş a r t la r ,

rü k n ü 'l-b e y ' : fık.

‫ ر ﺳﺘ ﻪ‬- ( f .s .) : “ b itm iş , ‫ ؟‬ık m ıç , y e t iş m iş ”

m â n â l a r ı y l a * b i r l e ş i k k e lim e le r y a p a r .

rüşte

s a t ış ş a r t ı.

Rükniyye ‫ ( رﻛﺬﻳﻪ‬a . h . i . ) : tas. K i b r e v i y y e ş u b e le r in d e n b i r i .

-riiste

ta r ik a tı

[ F i r d e v s i y y e d e d e n ilir .

rüst-e-hîz Riistem

N ev-

: y e n i y e t i ş m i ş [n e b â t (* b itk i)], ‫( و ﻣ ﺘ ﺨ ﻴ ﺰ‬f.i.). ( b k z : r e s t - â - h îz ) . (f.h .i.) : 1. ü n lü

‫ر ﺷﻢ‬

Ira n

ş â ir i F ir -

K u r u c u s u R i i k n e d d i n e l - F i r d e v s i 'y e n is p e t -

d e v s i 'n i n Ş e h n â m e 's i n d e a d i g e ç e n İ r a n 'ı n

le b u a d i a lm ı ş t ı r ] .

ü n l ü p e h l i v a n v e s a v a ş ç ıs ı. ( T ü r k e d e b iy a -

rüknü'd-dîn ‫رﻛ ﻦ اﻟﺪﻳﻦ‬

( a . b . i . ) : e r k e k a d i o la -

r a k b i z d e “ r ü k n e d d i n ” ş e k lin d e k u l l a n ı l a n b u k e lim e : “ d i n i n e n s a ğ l a m o la n ı, d i n i n t e m e l d i r e ğ i ” d e m e k t ir ,

rükû' ‫رﻛ ﻮ ع‬

(a .i.) :

1.

t m d a : “ R ü s t e m - İ Z â l ” , h a l k d i li n d e : " Z a lo g lu R i i s t e m " ş e k lin d e g e ç e r ]. 2 . e r k e k a d i.

riistem -âne

‫ ( ر ﺳ ﻌ ﻤ ﺎ ﻧ ﻪ‬f . b . z f . ) : İ r a n 'ı n ü n lü p e h -

l i v a m R iis t e m g ib i, p e h l i v a n c a s m a .

ö n e d o ğ r u e ğ ilm e .

2 ٠n a -

rüstî ‫ر س‬

( f .i.) : 1. y iğ itlik ,

( b k z : f iit ü v v e t ) .

m a z d a d iz le r e t u t u n a r a k v ü c û d u n b e ld e n

2 . ü stü n lü k , (b k z : m u v a ffa k ıy y e t). 3 . k u v -

y u k a r ı s ı y e r e m ü v â z î g e le c e k ş e k ild e e ğ il-

ve t. ( b k z :n ir u ) .

m e h a r e k e t i.

rükûb ‫رﻛ ﻮ ب‬

rüsûb ‫رﺳﻮب‬

( a .i .) : 1. b in m e . 2 . b ir v a s ıta y a

b in m e .

riisûbü'1-h a m r :

rükûd ‫رﻛ ﻮد‬

( a . i . ) : r â k i d l i k , r â k i d o lm a , d u r u l -

m a , d u r g u n lu k , (b k z : rü k û d e t).

rü kû d-i hevâ

rü sû b î

( o .i.) : d u r u lm a , d u r g u n lu k .

( b k z : r ü k û d ) . [y a p m a k e lim e le r d e n d ir ] ,

rültûn ‫رﻛﻮن‬

( a . i . ) : c a n v e g ö n ü ld e n m e y i l ,

riikûnet ‫وﻛﻮﻧ ﺖ‬

( a .i .) : a ğ ır b a ş lılık , g u r u r lu lu k .

rü m h ‫ ( رﻣﺢ‬a . i . c . : r i m â h ) : 1 . k a r g ı , m ı z r a k , s ü n g ü . 2. mec. f i k a r â l ı k , y o k s u l l u k , ( a .s .) : 1. k a rg ıy a , m ız ra ğ a , s ü n g ü -

y e m e n s u p , b u n l a r l a il g i l i .

2. bot. i.

yap ra -

ğ ı n ı n u c u s i v r i o l a n n e b a t (* b itk i),

rüm is ‫رﻣﺚ‬

( a . s . ) : ip i ç ü r ü k [ k im s e ] , s ö z ü n e

g ü v e n i l m e y e n [a d a m ],

rüm m ân ‫رﻣﺎن‬

( a .i.) :

bot.

n a r . ( b k z : e n â r).

r ü m m â n î^ j( a .s .) : 1 . n a r ç-içeği r e n g in d e o la n . 2. k i r d e d o r u a r a s ın d a b i r d o n u o la n at. r ü m m â n i^ e

‫ ( رﻣﺎ ﻧﻴﻪ‬a . i . ) : bot.

rüselâ' ‫رﺳﻼﺀ‬

(a .i. r e s û l 'ü n c . ) : p e y g a m b e r le r .

* n a r g ille r ,

( b k z : r ü s ü l) .

rüsl ‫رﻣﻞ‬

‫رﺳﻮﺑﻰ‬

(a .s.) :

jeol.

rüsûbî sahrâ : jeol. rüsûh ‫رﺳﻮخ‬

* t o r t u s a l.

* t o r t u l * k iilt e .

( a . i . ) : 1 . m u h k e m , s a g l a m o lm a .

2 . b ir ilm in d e r in liğ in e , in c e liğ in e v a r m a . 3 . m a h â r e t , m e le k e . ( o .i.) : 1. sa ğ la m lık , ( b k z :

m e t â n e t ) . 2 . m a h â r e t ; m e le k e , h a z â k a t ; i n -

(a .i. r i k â b 'ı n c . ) : ü z e n g ile r ,

rü m hî ‫وﻣﺤﻰ‬

şa ra p to rtu su

(a.i. r ü s û b 'u n c . ) : t o r t u la r , ç ö -

riisûhiyyet ‫ر ﺳﺮﺧﻴﺖ‬

( b k z : re k â n e t, v a k a r),

rüküb ‫ر ﻛ ﺐ‬

rüsûbât ‫رﺳﻮﺑﺎت‬ k ü n t iile r .

: d u rgu n h ava,

riikûdet ‫ر ﻛ ﻮد ت‬

(a.i. r e s û l 'ü n c.). ( b k z : r ü s e lâ , r ü s ü l) .

rüst-â-hîz

( a .i.c .: r ü s û b â t ) : to rtu , ç ö k ü n tü .

(b k z :d ü r d î) .

( f i . ) : k ıy â m e t, m a h şe r. R û z -i re s t-â -

h î z : k ıy â m e t g ü n ü , (b k z : y e v m - i k ıy â m e t).

rüstâî, rüstâyî ‫ رﺳﺘﺎﻳﻰ‬، ‫ ( رﺳﺘﺎﺋﻰ‬f s . ) : 1 . k ö y ile ilg i l i . 2. i. k ö y lü , ( b k z : r u s t â î , r ü s t â y î ) . 3 . ed. p a s t o r a l n e v i .

c e lik .

rüsûm ‫رﺳﻮم‬

(a .i. r e s m 'i n c . ) : 1 . v e r g ile r , g ü m -

r ü k v e r g i le r i . 2 . u s û l, m e r â s i m .

rüsûm -ı c ü lû siy y e : tar.

O s m a n lI i m p a r a -

t o r lu ğ u n d a tim a r , z e â m e t v e d iğ e r m a k a m s a h i p l e r i n d e n c ü l û s m ü n a s e b e t i y le a lı n a n v e r g ile r .

rüsûm -i İütf ü k e re m :

lü tu f

ve

k erem

â d e t le r i; i y i l i k v e i h s a n u s u lle r i,

rüsûm -i m iictem ia : tar.

O s m a n lI i m p a r a -

t o r l u ğ u n d a ü lk e d e y a p ı l a n v e y â d ı ş a r ı d a n g e t i r i l e n h e r t ü r lü iç k i d e n a l m a n v e r g i ,

rüsûm -i s itte :

“ ip e k , t ü t ü n , b a l ı k a v ı, t u z ,

İ ç k i v e p u l '' d a n a lı n a n v e r g ile r ,

rüsûm ât ‫رﺳﻮﻣﺎت‬

(a.i. r ü s û m 'u n c . ) : g ü m r ü k

id â r e s i.

rüsûm î ‫رﺳﻮﻣﻰ‬

( a . s . ) : r ü s û m 'a â it, r ü s u m , v e r g i

ile ilg i l i .

rüsûm iyye ‫رﺳﻮﻣﻴﻪ‬

( a . s . ) : [“ r ü s û m ” u n m ü e n .] .

( b k z : rü sû m ).

1053

riisiil riisiil

‫ ل‬٠‫رل‬

(a.i. r e s û l 'ü n

( b l c z : r ü s e lâ ) .

c . ) : p e y g a m b e r le r ,

Hâtem ii'r-rüsül (p e y g a m -

b e r l e r i n e n s o n g e le n i, s o n p e y g a m b e r ) : H z . M uham m ed.

rüsvâ[y]

[‫رﻣﻮا]ى‬

( f .s .) : r e z il, i t ib a r s ız , h a y s i-

y e ts iz . ( b k z : h a z û l) .

rüsvây-i â le m : e n b a y a ğ ı, ç o k a ş a ğ ı lı k a d a m , rü svâyî ‫( ر را ﻳ ﻰ‬f.i.) : r e z i ll ik , h a y s iy e ts iz lik , it ib a r s ız l ık , ( b k z : h iz ). riiş â rü şd

‫( رث‬a.i. r i ş v e t'i n c . ) : r ü ş v e tle r , (b k z ‫ ( ر ﻧ ﺪ‬a . i . ) : 1. d o ğ r u y o lu b u l u p

: rişâ ). g itm e ,

d o ğ r u y o ld a g itm e . 2 . d o ğ r u d ü ş ü n m e , a k il s â h i b i o lm a . 3. b â li ğ o lm a , b ü lû ğ a e r m e , e rg in l ik . H a d d - İ r ü ş d : e r g i n l i k ç a ğ ı. İ s b â t - i r ü ş d : e r g i n l i ğ i n i ş e r 'a n v e r e s m e n İ s b â t e tti r m e .

rüşdî, r ü ş d i^ e ‫ رﻷدده‬، ‫ ( راةد ى‬a . s . ) : 1. r ü ş d 'e , e r g i n li ğ e â it, e r g i n li k le ilg ili. 2 . i. o r t a o k u l, [e s k id e n i p t i d a i ile i 'd â d î a r a s ı n d a - ü ç ü ilk , ü ç ü o r t a o l m a k ü z e r e - a lt ı s ı n ı f l ı k b i r m e k te p id i]. 3 ٠i. b i r i n c i s i e r k e k a d i.

rüşeym ‫ا‬٠‫ ( رش‬a . i . ) : biy. o ğ u lc u k , fr. embryon. 2 . bot. e m b r iy o n . rüşeym -i â r ı z î : bot. g e ç ic i c ü c ü k , rüşeym î

‫ر ص‬

( a . s . ) : e m b r iy o n h â l i n d e o la n ,

‫رﺷﺮ‬

( a . i . ) : 1. v a z if e li b i r k i m s e n i n

e li n d e k i İ m k â n l a r ı p a r a v e y a m a l k a r ş ılı ğ ı n d a k ö tü y e k u l l a n m a s ı . 2. b u ş e k ild e v e r i li p a l ı n a n p a r a v e y a m a l. ( b k z : riş v e t) . riitb e

‫رب‬

( a . i . c . : r ü t e b ) : 1. S ira, d e r e c e , b a s a -

m ak.

riitbe-i a k l : a k l i n d e re c e s i. riitbe-i e s m â : i s i m l e r i n b e ll i b i r a ş a m a y a g ö re s ır a la n ı ş ı .

rütbetü' 1-ilm a'le'r-rüteb : i l i m r ü t b e s i, r iitb e l e r i n e n y ü k s e ğ i d ir . 2 ٠m e 'm u r l u k m e v k ii,

riiveyd e ‫ر و د ه‬

(a.s.) : 1. hoş, ince, nâzik. 2. ka-

riitbe-i bâlâ : tar. O s m a n l I i m p a r a t o r l u ğ u n d a R u m e l i v e A n a d o lu k a z a s k e r li ğ in d e n s o n r a g e le n e n y ü k s e k r ü t b e ,

rütbe-şinâs

riive y h a

‫( و و د‬a.i.) : 1. incelik, zariflik. 2. fels,

fr. élégance.

rii'yâ ‫( رؤب‬a.i.) : 1. düş. 2. mec. gerçekleşmesi beklenen şey, umut. rü'ya-yi kâzibe : gerçekleşmeyen yalancı riiya. rii'yâ-yı sâdık : gerçekleşen riiya. rii'yâ-âm îz

‫( رؤب ﴽمﺀز‬a.f.b.s.) : rüyâ gibi,

rü'yet ‫( ر ؤ ب‬a.i.) : 1. görme, bakma, göçülme. Cihâz-1 rü'yet : hek. görme cihâzı. 2. İdâre

etme, çevirme, yönetme. 3. araştırma, rü'yet-i muhâsebe : huk. vasiye âit hesâbm

d e re c e s i.

‫رب ز س‬

( a .f .b .s .) : r ü t b e t a n ı r , d e -

re c e b ilir .

‫( ر ب‬a.i.). ( b k z riitbetlii ‫( ر'ﺑﻠﻮ‬a.t.s.) riitbet

rile n U nvan.

hâkim (yargıç) taraflndan görülmesi, rü'yet fillah : fels. Tann'da görme,

‫( رﻧﻼﺀ‬a.s. rezil'in c.) : reziller, (bkz : evbâşân, hazele).

rüzelâ

‫( ر و ز ا‬f.i.) : 1. zaman, devir, (bkz : hengâm, vakt). 2. dünyâ, (bkz : âlem). 3. yel. (bkz : bâd, rih). rüzgâr-ı küllî : koz. (bkz : nikat-i cihât), riizz ‫( رز‬a.i.) : bot. pirinç, (bkz : erz). rüzgâr

: r iitb e ). : O s m a n lIla r d e v rin d e

H ı r i s t i y a n , r û h â n î r e is le r e v e p a t r i k l e r e v e -

1054

rüûs ‫( رؤوس‬a.i. re's'in c.) : 1. başlar. 2. sadrâzamm verebileceği küçük rütbeler İçin verilen resmi yazı. 3. ilmiye, sarıklı ulemâ derecelerinden biri, [medrese tahsilini bitirip mülâzim olanlar, yedi senelik miilâzemet müddetini bitirdikten sonra şeyhislâmın bulunduğu rüûs (.yeterlik) sınavına girerken, kazananlar ibtida hariçle müderris tayin olunur.]. r ü v â k ‫( رواق‬a.i.). (bkz : revâk). r ü v â k i ‫( رواﻓﻲ‬a.s.c. : riivâkıyyûn). (bkz ‫؛‬ revâkî). r ü v â t ‫( روات‬a.s. râvî'den). ‫ ؛‬rivayet edenler, .söylentide bulunanlar. din adi.

ta s la k . rü şv e t 0

‫ و ب‬، ‫( ر ش‬a.s.) : rütbeye mensup, derece, rütbe ile ilgili, riiteb ‫( ر ب‬a.i. rütbe'nin c.) : rütbeler, dereceler, riiteb-i askeriyye : askerlik rütbeleri, riiteb-i i l m i c e : sarıklılar sınıfında bulunanlarm rütbeleri. riiteb-i m ülkiyye : sivil memurlara muhsus rütbeler, dereceler. riiteylâ ‫( رﺳﻼ‬a.i.) : zehirli ve iri bir cins kir örümceği. rütbîj r ü t b i^ e

Ss

sâ'

‫ ( داﺀ‬a . h a . ) : “se "

h a r f i n i n A r a p ç a a d i.

s a â d e t-m e n d

-sâ

i

- ( f . s . ) : b e n z e t m e e d â t ı o la n " â s â ” n i n

h a f i f l e t i l m i ş i . A n b e r - s â : a n b e r g ib i. G a y r s â ; g a y ır g ib i. sâ'

‫ع‬

d irh e m lik

b ir

h u b u b a t ö lç e ğ i. -s â [ y j

‫ئ وى‬

s iir e n . C e b în - s â [ y ] : a l i n s ü r e n ... g ib i,

‫ﺳﻌﺎدﺗﻨﺎ ﻣﻪ‬

‫ﻣﻌﺎد ت‬

،

‫ﻣﻌﺎده‬

(a.i.) : m u t l u l u k .

d ir . ‫ ؟‬e v ir e n 1505 (H . 911) d e İ s t a n b u l 'd a ö le n B a lI k e s ir li M e h m e d M u h i d d i n

Z e y re k A ğa a d m a

T o p k a p ı S a r a y ı n d a k a r a a g a l a r m b e k le d iğ i k a p ı. A s r - ı s a â d e t , V a k t- İ s a â d e t , Z e m â n - 1

s a â d e t-n ü m û d

s a â d e t : H z . M u h a m m e t z a m â n ı. : so n s u z m u tlu lu k .

s a â d e t-p e n â h

fe ls . ü s t ü n m u t l u l u k , ü s -

m u t.

(a.b .s.) : m u t l u l u k l a

s o n a e re n . ( a .f .b .i.) : 1. b ü y ü k b i r

z â t ı n e v i. 2. m u t l u k i m s e l e r i n y a ş a d ı ğ ı ev. s a â d e t-in tim â

‫ﻣﻌﺎد ت اﺳﺎﺀ‬

( a .b .i .) : ş a n s lı, ta -

lih li.

saâdetlii ‫معادﺗﻠﻮ‬

m u h ta s a r

( a .f .b .s .) : s a a d e t, m u t -

( a .t . s . ) : a s k e r lik t e m i r a l a y (al-

b a y ) ile b i r i n c i f e r ik ( k o r g e n e r a l) , s iv ild e

‫اه‬-‫ﺳﻌﺎدى‬

( a .f .b .i.) : b a h ti y a r l ık ,

‫ﺳﻌﺎدت ﻋﻨﻮان‬

( a .b .s .) : c e n n e t te

m u tlu lu ğ a k a v u ş m u ş . s a â lib

‫ﺛﻌﺄﻟﺐ‬

s a â lik

‫ﻣ ﻌﺎﻟ ﻚ‬

ric i.

‫ﺳﻌﺎدﺗﺨﺎﻧﻪ‬

‫ﺳﻌﺄدىﻣﻮد‬

y a p tığ ı

m u t l u l u k y e ri. sa â d e t-u n v â n

saâdet-encâm ‫ﻣﻌﺎد ت ا ^ م‬

F e r î d ü d d î n - i A t t â r 'ı n

ü z e rin e

l u l u k g ö s te r e n .

Saâdet-İ u z m â : fels. ‫ ؛‬iis m u t, fr. bCatitude. saâdet-bahş ‫ ﺧ ﺶ‬٠ ‫ ( ﺳﻌﺎدت‬a .f .b .s .) : s a â d e t v e -

s a â d e t-h â n e

C â m î 'd i r .

2 . X V I. a s r i n ş â i r v e b i l g i n l e r i n d e n P ir iz -

P endnâm esi ş e r h d ir .

B â b - ı s a â d e t ( B â b ü 's - s a â d e ) : İ s t a n b u l 'd a ,

Saâdet-İ ebediyye Saâdet-İ t â m m e :

( a .f .b .i.) : I . î r a n l ı H Ü -

s e y i n V â ız 'ın K e r b e ia f â c i a s ı n ı h ik â y e e d e n

r e n l i Ş e m 'î 'n in I I I . M u r a d 'ı n y a k ı n l a r ı n d a n

(a.i.). ( b k z : sia).

saâd e, saâd et

( a .f .b .i.) : b a h t i y a r l ı k ,

m u tlu lu k .

“R a v z a t ü 'ş - ş ü h e d â ” a d il e s e r i n i n ‫ ؟‬e v ir m e s i -

- ( f .s .) : " s ü re n , s ü r ü c ü ” m â n â la rıy la

‫ ؛‬b ir le ş i k k e lim e le r y a p a r . C e b h e - s â ; y ü z s a a ^

( a .f .b .s .) : m u t l u , ( b k z :

‫ دﺗ ﻤ ﺪ ى‬١‫ﻣﻊ‬

s a â d e t-m e n d i

S a â d e t-n â m e

(a .i.c .: e s v â ) : b in

‫ﻣﻌﺎدﺗﻤﻐﺪ‬

b a h ti y â r , m e s 'û d ) .

s â - i m ü s e l l e s e : ü ‫ ؟‬n o k t a l ı " s e ” h a r f i.

(a.i. s a 'l e b 'i n c . ) : tilk ile r . (a.i. s u 'l û k 'ü n c . ) : 1. d ile n c ile r ;

d e r v i ş le r ; k a le n d e r le r . 2. s e r s e rile r. sâat

‫ﻣﺎﻋ ﺖ‬

( a . i . c . : s â â t ) : 1. s a a t. 2. v a k it , z a -

m a n . 3. m u a y y e n v a k it . 4 . İc ıy â m e t. E ş râ t-1 s â a t : k ıy â m e t

a lâ m e tl e r i .

E şre f-İ

s â a t:

u g u rlu zam a n , s â a t b e s â a t : s a a t t e n s a a te , s â a t - i h a k i k i : a s t r . G ü n e ş 'te n İ r t i f â a l m m a k

v e z ir ile m î r ü l ü m e r â l ı k r ü t b e l e r i a r a s ı n d a -

s û r e tiy l e b u l u n a n s a a t k i, b u , ö l ç ü n ü n y a -

k i k im s e le rin re s m i ü n v â n ı.

p ı l d ı g ı m a h a l l i n h a k i k i s a a t id i r ,

saâdet-nıeâb ‫ ا ب‬٠‫ ( ﺳﻌﺎدت‬a .f .b .s .) : s a â d e t

s â h ib i.

s â a t - i m u h t â r : u g u r l u v a k it .

1.55

sâa.-i nücûmî sâat-i n ü c û m î: astr. bir yıldızın i'tidâl-i

sabâ-aşîrân ‫( ﺻﺠﺎ ﻋ ﺒ ﺮا ن‬a.f.b.i.): müz. elde yal-

rebîî noktasından veyâ mahallin nısf-ünnehâr'ından (meridyen) arka arkaya iki geÇİŞİ arasındaki zamanın 24 de b ir i: (cideral time).

niz nümûneük fahte usûlünde "İâ" bir peşrevle “İâ” bir saz semâisi bulunan mürekkep makam. Sabâ ile açîran'da uççak'dan ibârettir. Umûmiyetle inici olarak seyrettikten sonra, ikinci dizi ile aşîran (mi) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do), ikinci derecede de açîran'da uşşâk'ın güçlüsü ve sabâ'nın durağı dügâh (İâ) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi “s” koma bemolü ile "re'' bakıyye bemolü konulur. Sabâ'nın ''İâ" bakıyye bemolü, açîran'da uşşak'ın iki bekar ile "fa” bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır,

sâat-i vasati ‫ ؛‬astr. hakîkî Güneş'e tâbî olma-

mak üzere muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, mahallin nısfün-nehâr'ından (meridyen) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamânm 24 de biri, (mean time). saat zâviyesi: astr. her hangi bir yıldızın

saat zâviyesi, 0 yıldızın mürûr-i ulyâ'dan msfiin-nehar (meridyen) dâiresine kadar hareketi sırasında meydana gelen açının saat cinsinden ifâdesidir. (1 saat 15 derecedir). (bkz : mürûr-i ulyâ). sâât

‫( ﺳﺎﻋﺎت‬a.i. sâat'în c .): saatler,

sa'b, sa’be ‫ ﺻﻌﺒﻪ‬، ‫( ﺻﻌ ﺐ‬a.s. sııûbet'den c . : sıâb): 1. güç, zor, çetin. U m ûr-1 s a 'b e : zor,

çetin İşler, (bkz : asir). sa'bü'l-fehm, sa'b ü 'l-m eâl : anlaşılması güç

olan. sa'b ü'l-h u sû l : meydana gelmesi güç olan.

sabâ-berâber ‫( ﺻﺒﺎ ﺑﺮاﺑﺮ‬a.fb.s.): sabâ rüzgârı

gibi hafif ve lâtif. sabâbet ‫( ﺻﺒﺎﺑﺖ‬a.i.): âşıklık, sevgi,

‫( ﺻﺒﺎح‬a.i.): sabah. A le 's-sa b â h : çin-i sabâh, sabahleyin erkenden,

sabâh

sabâh-ı m a h şe r : kıyâmet sabahı, sabâh m e yd a n ı : Tekkede çile dolduranların

sabahları toplandıkları meydan, sabâh sabâh : sabahın erken saatinde,

sa 'b ü 'l-m ü rû r : geçilmesi güç olan, [en çok

(a.i. subh'dan) : 1. güzellik, lâtiflik, yüz giizelligi.

yalçın dağlar hakkında kullanılır]. 2. kuvvetli, zorlu. 3. mec. söz dinlemez, inatçı kimse.

sabâh-gâh ‫( ﺻﺒﺎﺣﻜﺎه‬a.f.b.i.) : sabah vakti, (bkz :

(a.i.): 1. gün doğusundan esen hafif ve lâtif rüzgâr. Esb-İ sa b â -re ftâ r : rüzgâr gibi uçan at. 2.m üz. Türk müziğinin en eski ve mâruf makamlarındandır. Türk müziğinin en orijinal ve karakteristik makamlarindan biri olan sabâ, yürekler parçalayıcı, gönüller yakıcı bir hüzün, elem, ziihd ve pişmanlık duygusunu gayet net olarak bildirir. Rağbetle kullanılmış bir makamdır. Çargâh'da zengûle (ki bu makam şevkefzâ'nın terkibinde de mevcuttur) ile sabâ dörtlüsünden mürekkeptir. Bu dörtlü ile dügâh (İâ) perdesinde kalır. Zengûle'nin durağı çargâh perdesi, sabâ'da çok mühim bir rolü olan güçlüdür. Çargâh'da zengûle'nin güçlüsü olan rast (sol) perdesi gibi ikinci bir güçlünün, fazla kıymeti yoktur. Donanımına "si” koma bemolü ile ''re" bakıyye bemolü konulur. Çargâh'da zengûle'nin “İâ” bakıyye bemolü; nota İçinde kullanılır.

sabâ ‫ب‬

1.5،

sabâhat ‫ﺻﺒﺎﺣ ﺖ‬

Sabâhat-İ sîm â : yüz giizelligi. 2. kadm adi.

bâm-dâd). sabâhü'1-hayr ‫اﻟﺨﻴﺮ‬

‫( ﺻﺒﺎح‬a.b.i.): bâzı atların alnmda bulunan beyaz leke, [bu beyazlık, alnından burnunun üstüne kadar uzarsa buna “akıtma” derler].

sabâ-pûseük ‫( ﺻﺒﺎﺑﻮﺳﻪ ﻟ ﻚ‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen bir buçuk asır evvel veyâ biraz daha yakm bir zamanda Dede Ef. tarafmdan terkibedilmiştir. Makam, sabâ'nın sonuna pûselik beşlisi veyâ tam dizisi ilâvesinden ibârettir. PUselik ile dügâh (İâ) perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do), ikinci derecede de pûselik'in güçlüsü hüseyni (mi) perdeleridir. UmUmiyetle çıkıeı olarak seyreder. Donanımına sabâ'nın "si" koma ve "re” bakıyye bemolleri konulur. Sabâ'nın "İâ" bakıyye bemolü ile pûselik'in iki bekarı ve “sol” bakıyye diyezi nota İçinde kullanılır.

sâbîkun-i evvelûn sabâ-reftâr

‫ﺻﺎرﻫﻄﺮ‬

(a.f.b .s.) : r ü z g â r g ib i h a f i f

v e ‫ ؟‬a b u k g id e n [e n ‫ ؟‬o k a t h a k k ı n d a k u ll a n ılır ] .

sabâret

‫( ﺻﺎرت‬a.i.). (bkz : kefâlet).

‫( ب ﻋﺚ ق‬a.b.i.) : miiz. Tiirk müziginin en az iki asırlık bir mürekkep makarni olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur.

sabâ-u??âk

sab âv et sabâyâ

‫( ﺻﺎو ت‬a.i.) : s a b ilik , ‫ ؟‬o c u k lu k . ‫( ﺻﺎ_ا‬a.i. s a b iy y e 'n in c.) : k ü ‫ ؟‬ü k

k ız la r ,

k ız ‫ ؟‬o c u k la rı.

sabâ-zem zem e (veyâ sabâ kürdî) ، ‫ﺻﺒﺎزﻣﺰﻣﻪ‬ ‫( ﺻﺎﻛﺮد ى‬a.b .i.) : miiz. T ü r k m i iz i g in d e b i r m ü r e k k e p m a k a m d ı r : s a b â ile k ü r d î d ö r t İ ü s ü n d e n m ü r e k k e p t i r . B u d ö r t l ü ile d ü g â h “İ â ” p e r d e s i n d e k a lır . G ü ‫ ؟‬lü l e r b i r i n c i d e r e c e d e s a b â 'n ı n g ü ‫ ؟‬l ü s ü o la n ç a r g â h (d o ), i k i n c i d e r e c e d e d e n e v â (re) p e r d e l e r i d ir . D o n a n ı m ı n a s a b â g ib i “s i" k o m a v e “r e " b a k i c e b e m o l le r i k o n u lu r . S a b â 'n ın “İ â ” b a k iy y e b e m o l ü , k ü r d î d ö r t l ü s ü n ü n i k i b e k a r i ile “s i" k ü ‫ ؟‬ü k m i ic e n n e p b e m o l ü , n o t a İç in d e k u l l a n ı l ı r .

sabb

‫ب‬٠‫( ص‬a.i.)

: d ö k m e , d ö k ü lm e ; b o ? a lt m a

b o ? a lt il m a .

sabbâg ‫ غ‬٤‫( ص‬a.s. v e i.) : 1. b o y a y a n ; b o y a c ı. 2. d e r i a l t ı n d a k i b o y a lı m a d d e , sabbâr

‫ﺻﺎر‬

(a.i. s a b r 'd a n ) : bot. 1. a tla s ç iç e ğ i

( k a k tü s ) . 2. f r e n k in c ir i,

sabbâr

‫ار‬٠‫(ص‬a.s.)

: ‫ ؟‬o k s a b ır lı, s a b r ı ‫ ؟‬o k o la n ,

( b k z : s a b û r ).

sabbâre

‫ﺻﺎره‬

(a.s.

s a b r 'd a n ) :

[“s a b b â r " ın

m ü e n .] . ( b k z : s a b b â r ).

sab b âriyye ‫( ﺻﺎرﻵ‬a.i.) bot. a t l a s ‫ ؟‬i‫ ؟‬e g ig ille r, fr. cactées.. Sâbbe

٠‫ﺳﺎب‬

(a .h .i.) : tas. b id 'a t v e d e lâ l e t e h li

a r a s ı n d a k i “Ş ia '' ? U b e le rin d e n b ir i,

sabg

‫ص‬

(a.i.) : 1. b o y a m a , b o y a n m a . 2. b â z ı

n e b a t k ö k le r in e is p i r t o , e t e r g ib i ? e y le r k a r ı ? t ı r ı l a r a k y a p ıl a n il â ‫ ؟‬,

sâbık, sâbıka

‫س‬٠‫ ﺳﺎ‬، ‫اس‬٠‫( ﻻ‬a.s.

s e b k 'd e n ) : 1. g e -

‫ ؟‬ici, g e ‫ ؟‬e n , g e ‫ ؟‬m i? . Sene-İ sâbıka : g e ‫ ؟‬e n y ıl. 2 ٠? i m d ik i n d e n b i r e v v e l m e 'm û r iy e tte b u l u n m u ? o la n . 3 . ile r d e b u l u n a n , z a m a n ca, rü tb e c e ö n d e b u lu n a n ,

sâbıkü'l-beyân, sâbıkü'z-z ٤k r : z i k r i g e ‫ ؟‬m i? , y u k a r ı d a s ö y le n ilm i? .

sâbık ve esbak : e s k i v e d a h a e sk i.

sâbık ve İâ h ik : eski ve yeni, sâbıka ‫( ﺳﺎﺑﻬﻪ‬a.i.c.: sâbıkat, sevâbık) : 1. ge‫ ؟‬mi? ?ey, geçmi? hal ve vak'a. 2. ge‫ ؟‬mi?te i?lenmi? su‫ ؟‬. sâbıka-i me?iyyet-i i l a h i c e : mukadderat, alin yazısı. sâbıka-i mükerrere: birden fazla su‫ ؟‬İ?leme. sâbıka-i mükerrere eshâbm dan: birka‫؟‬ kerre rnahkûm ve SU‫ ؟‬İU olmu? kimse, sâbıka . ‫( ﺳﺎﺑﻬﺎ‬a.zf.): evvelce, bundan önce, s â b ık i. ‫ ا ﺷ ﻦ‬٠‫( س‬a.s. sâbık'ın c.): sâbıklar, ge‫ ؟‬mi?ler, önce gelmi? olanlar, (bkz : sâbikun). sâbıkin-i İslâm : en önce İslâm olan kirk zat. (bkz: sâbıkun-i evvelûn). sabi ‫( ص‬a.i.c.: asbiye, sıbyân, sıbvân, sabye, sibye, subye): 1. henüz memeden kesilmemi? erkek ‫ ؟‬ocuk. 2. ü‫ ؟‬ya?ını tamamlamayan erkek ‫ ؟‬ocuk. sabî-i muabbir ‫ ؛‬huk. [eskiden] söyleyen ve söylediğini bilen ‫ ؟‬ocuk, sâbi' ‫ ئ‬١‫( ص‬a.i. ve s.): yıldızlara tapanlardan sebea'li. sâbi'j sâbia ‫ ﻣﺎﺑﻌﻪ‬، ‫اﺑﻊ‬٠‫( س‬a.s.): yedinci, (bkz: heftiim). Bâb-ı sâb i': yedinci bab. sâbi'-a?er : on yedinci. sâbian ‫ﺑﻌﺎ‬١‫( س‬a.zf.): yedinci olarak, yedinci olmak üzere. sâbig, sâbiga ‫اﺑﻐﻪ‬٠‫ س‬، ‫( ﻣﺎﺑﻎ‬a.s.): tam, uzun, tafsilâtlı. sâbih ‫( د ا ح‬a.s. sibâhat'den): yiizen, yüzücü. Havz-ı sâbih : yiizer havuz, sabih, saljiha ،(a.s. subh'dan) : 1. güzel, lâtif, ?irin. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. sâbiha ‫ اﺑ ﺤ ﻪ‬٠‫( ا‬a.i. sibâhat'den. c . : sâbihât): 1. gemi, (bkz : ke?tî, sefine). 2. s. ["sâbih'in miien.]. (bkz: sâbih). sâbihât ‫ ت‬١‫( ﻣﺎﺑ ﺢ‬a.i. sâbiha'nm c .): 1. gemiler. 2. yıldızlar. 3. imanlıların ruhları, sâbiîn ‫ ا ﺷ ﻦ‬٠‫( ه‬a.i. sâbi'in c .): yıldıza tapanlar, sâbikıın ‫"( ﺳﺎﺑﻬﻮن‬ku” uzun okunur, a.s. sâbık'ın c.) : ge‫ ؟‬mi?ler, öne gelip ge‫ ؟‬mi? olanlar, (bkz: sâbıkîn). Sâbikun-İ evvelû n : ilk defa Müslüman olanlar. [40 ki?idir ki ilki erkeklerden Hz. Ebûbekir; kadınlardan Hz. Hadice, ‫ ؟‬ocuklardan Hz. Ali; sonuncusu Hz. Ömer'dir]. 1057

sâbîr

‫( ﺻﺎﺑﺮ‬a.s. sabr'dan) : sabreden, dayanan, acelesiz bekleyen, dişini sikan, (bkz : sabûr).

sâbir

sabûh ‫( ﺻ ﻮ ح‬a.i.): 1. sabahleyin sagilan süt. 2 . sabah vakti İçilen şarap. 3. mahmurluk bozan İçki.

sâbire ‫( ﺻﺎﺑﺮه‬a.s. sabr'dan) : [“sâbir" in müen.].

sabûhî ‫( ﺻﺒﻮ ﺣ ﻰ‬a.s.): sabah içkisiyle ilgili,

(bkz : sâbir). sâbirin ‫( ﻣﺎﺑﺮﻳ ﻦ‬a.s. sâbir'in c.) : sabırlılar. Fukarâ-İ s â b ir in ‫ ؛‬yoksulluğun îztiraplari-

na katlanan fakirler. sâbit

‫( ﺛﺎﺑﺖ‬a.s. sebât, sübût'dan)-: 1. hareket-

siz, kımıldamayan, yerinde duran. 2. İspât edilmiş, anlaşılmış. 3. i. erkek adi. sâbit-fikir : *saplantı; fr. idée fixe,

sabit 1 ‫ ﻃ ﻴ ﺜ ﺖ‬.) : meşhur Türk şairlerindendir. Bosna'da öziçe kasabasında doğmuştur; asil adi Alâeddin'dir; şâir Nâbi ile muasırdır. Şiirlerinde tâbir ve atasözü kullanmaya çok merak salmıştır. İstanbul'da tahsil görerek Bosna, Konya, Diyarbekir mevleviyetlerine eriştikten sonra (H. Ii24)'de ölmüştür. Dili tutuk olduğundan dogru dürüst konuşamadığı İçin münâsebet düştükçe : "ben konuşamıyorum, bereket versin kalemim biraz konuşuyor, 0 da konuşmazsa çatlardım” dermiş. Miirettep dîvânı vardır ve yazmadır. 'Bilhassa "Derenâme” adli eserinde argoya da yer vermiştir, sâbitât

‫( ﺛﺎﺑﺘﺎت‬a.s. sâbite'nin c.) : seyyar (geze-

gen) olmayan, yerinde durur gibi görünen yıldızlar, [seyyârâtm zıddı],

‫( ﺛﺎﺑﺘﻪ‬a.s.c. : sâbitât, sevâbit) : 1. seyyar (gezegen) olmayan ve yerinde durur gibi görünen yıldız, [seyyâre'nin zıddı]. 2. kadin adi. 3. zool. *tulumlular,

sâbite

sâbit-kadem ‫( ﺛﺎﺑﺖ ﻗﺪم‬a.b.s.) : 1. değişmez, devamli. 2. ayağına sağlam. 3. yerinde veyâ

sözünde duran.

sâbûn

‫( ﺻﺎﺑﻮت‬a.i.): sabun,

sâbûn-hâne ‫( ﺻﺎ ﺑﻮﻧﺨﺎ ﻧﻪ‬a.f.b.i.): sabun yapılan yer) sabun imalâthanesi, sâbûnî, sâbûniyye ‫ ﻣﺤﺎ ﺑﻮﻧﻴﻪ‬، ‫( ﻣ ﺎ ﺑﻮﻧﻰ‬a. s .) : 1. sabuncu, sabun yapan ve satan. 2. sabunlu, sabun karışık. 3. sabun çeşidinden, sâbûniyye ‫( ﺻﺎﺑﻮﻧﻴﻪ‬a.i.): nişasta helvasının bir çeşidi. sabûr ‫( ﺻﺒﻮر‬a.s. sabr'dan): çok sabırlı, (b k z : sabbâr). [Allah adlarmdandır]. sabûr-âne ‫( ﺻﺒﻮراﻧﻪ‬a.f.zf.): sabırlı olana yakışacak yolda, sabırla. sabye ‫( ﺻ ﻴ ﻪ‬a.i. sabi'nin c.) : küçük erkek çocukları, oğlancıklar, (b k z : sıbyân). [kelimenin : "sibye, subye” şekilleri de vardır], (b k z : sıbyân). sâc ‫( ﺳﺎ ج‬a.i.): Hindistan'dan gelen, kerestesi makbul ve sert bir ağaç, sâci' ‫( ﻣﺎ ﺟﻊ‬a.s.): 1. seci'li, kafiyeli söz söyleyen. 2. (b k z : mukaddem). sâcid ‫( ﺳﺎﺟﺪ‬a.s. secde'den c . : sücced): 1. secde eden, alnını yeren koyan. 2. i. erkek adi. [m üen.: "sâcide" dir]. sad ‫( ص‬a.ha.): OsmanlI alfabesinin on yedinci harfi olup, “ebced" hesâbında doksan sayısının karşılığıdır; “s” sesini verir. sad-ı mühmele : “sad" harfinin bir adi. [noktasızlıgmdan dolayı], sad

‫ ( ﺻﺪ‬f s .) : yüz [sayı], (bkz : mie).

sa d ‫( ﻣ ﻌﺪ‬a.i.): 1. kutluluk. 2. ugur. 3. s. kutlu: uğurlu.

s a b ic e ‫( ﻣ ﺒ ﻴ ﻪ‬a.i.c. : sabâyâ) : ergenlik çağına ulaşmamış, pek küçük kız çocuk,

sa'd-ı a s g a r : astr. Venüs (Zühre, N â h id ): gezegeni.

sabr ‫( ﺻ ﺮ‬a.i.) : 1. sabir, dayanma, katlanma. 2. tas. nefeine hâkim olma, kendini tutma,

sa'd-j e k b e r: astr. Jüpiter (Müşteri) gezegeni.

sabr-ı Cemil : Allah'dan gelen bir acıya dasabr-ı EyyUb : Hz. Eyyûb'un -dillere destân olan- sabrı. 2. bot. Sokatra adasında çıkan,

sa'd ü'd -d în: dilimizde “sâdettin” şeklinde erkek adi olarak kullanılan bu kelime : dinin mübârekligi, dini ugurlu, kutlu kılan demektir.

sari sabir da denilen ve özü hekimlikte kullamlan bir nebat (*bitki).

sa'dullah : ı) Allah'ın kutlu, tâlihli kıldığı “mânâsınadır”; 2) erkek adi.

Sabr ü Sebât : Abdiilhak Hâmid'in 1874'te

sâd ‫( ﻣﺎد‬a.s.): 1. (bkz : sâdd). 2. hek. aksu, göz perdesi.

yanma.

basılmış bir tiyatro eseri. 1.58

saded sâd ‫ د‬١‫( س‬a.i.): göz ağrısı, göz hastalığı, (bkz: remed). sadâ ١‫( ﺻﺪ‬o.i.): 1. ses. (bkz : savt âvâz). 2. a. yankı. sadâ-yi b a s it: sesin bir defâ tekrârı. sadâ-yi mürekkeb : sesin bir çok defâlar tekrârı. sa'd-âbâd ‫( ﺳﻌﺪﴽﺑﺎد‬a.b.i.): 1. mutluluğu çok, bol olan yer. 2. h. i. [büyük s ile] İstanbul Kâğıthâne deresi kıyısında bulunan bir mesirenin adi olup Lâle Devri'nde büyük bir ün kazanmıştır. sadak ‫( ﺻﺪق‬a.i.): 1. doğruluk, doğru olma,

(bkz : Sidk). 2. tasdik edilen, Onaylanan ?ey. sadakallâhü'1-azîm : Allah'ın büyüklüğünü tasdik ederim. [Kıır'an'da: sûre, âyet, aşır gibi ?eyler okunup bittikten sonra en son söylenen cümle]. sadaka ‫ﺻﺪﻗﻪ‬ 2. zekât.

(a.i.c.: sadakat): 1. sadaka.

sadaka-i fıtr : fitre, ?eker bayramında aynen 1667 gram buğday, buğday unu; 3334 gram arpa, arpa unu, kuru üzüm, hurma veyâ râyice göre bunların bedelleri üzerinden yoksullara verilen sadaka. sadaka-i mahbûse : huk. [eskiden] (bkz : sadaka-i mevkufe). sadaka-i mevkufe : huk. [eskiden] vakfı inşâ İçin kullanılan sarih sözlerdendir. "Vakfettim, hapseyledim" gibi "sadaka-i mevkufe kıldım" da denilebilir ve bu sözle de vakıf inşâ edilmi? olur. sadalca-i m uharrem e: sadaka-i mevkufe).

[eskiden]

(bkz:

sadaka-i m uhbese: huk. [eskiden] (bkz: sadaka-i mevkufe). sadaka-i müebbede : huk. [eskiden] (bkz: vâkıf). sadaka arz-1 h â li: OsmanlI imparatorluğu devrinde sadaka istemek üzere padişaha verilen dilekçe. sadakat ‫"( ﻣﺤﺪﻗﺎت‬ka” uzun okunur, a.i. sadaka'nm c.) : 1. sadakalar. 2. fık. MÜSlümanlarm ellerinde bulunan ve fakirlere, düşkünlere verilen üç maldan biri.

sadâkat ‫( ﺻﺪاﻗ ﺖ‬a.i. sidk'dan): dostluk, vefâlılık, İçten bağlılık; doğruluk) yürek doğruluğu. sadâkat-kâr ‫( ﺻﺪا ﻗ ﻜﺎ ر‬a.f.b.s.): sadakatli, hakikatli, sâdık, doğru. sadâkat-kârî ‫( ئﺀاقﺀر ى‬a.f.b.i.).': sadakatlilik, bağlılık. sadâkat-perver ‫( ﺻﺪ'ﻗﻴﺮور‬a.f.b.s.): sâdık, bağil.

sa'dân ‫( ﻣﻌﺪان‬a.i.c.). (bkz : sa'deyn). sadâ-nüvîs ‫( ﺳﺪ'وﻳ ﺲ‬o.a.f.b.i.): fonograf sadâret ‫ ا ر ت‬٠‫( ت‬a.i. sadr'dan): 1. başta bulunma, öne geçme. 2. sadrâzamlık, sadrâzamın İÇİ ve makamı. 3. Rumeli ve Anadolu kazaskerligi. sadâret hatt-1 hümâyunu : tar. sadrâzamın değişmesi münâsebetiyle pâdişâh tarafından çıkarılan ferman. sadâretpenâh ‫( ﺻﺪادىاه‬a.f.b.s.): sadrâzam bulunan [kimse]. sa d â re t-p e n â h î^ ^ j.^ (a .f.b .s.) :sadrâzama âit, sadrâzamla ilgili. sâdât ‫( ﻣﺎدا ت‬a.i. seyyid'in c .): 1. seyyitler, ulular. 2. Hz. Hasan neslinden gelmek üzere Hz. Muhammed'in soyundan olanlar. [Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de “şürefâ” derler]. sâdât-ı kabile : kabilenin ileri gelenleri, sad-bâr

(f.z f): yüz kere,

sad-berg ‫( ﻣﺤﺪ ﺑﺮس‬f.b.s. ve i.) : 1. yüz yapraklı, katmerli. Gül-i sad-berg: yüz yapraklı samlan, katmerli, makbul bir gül çeşidi. 2. g. s. cilt kapaklarının ortasına yapılan şemsenin üzerindeki motif. sâdd ‫ ا د‬٠ ‫( ا‬a.s. sedd'den): 1. kapayan, örten, engel olan. 2. hek. aksu denilen göz perdesi, sâde ‫ ا د ه‬٠(a.i. seyyid'in c .): seyyidler. sâde ‫( ﺳﺎده‬f.s.): 1. düz, basit, yalın, gösterişsiz. 2. süssüz. 3. karışıksız, katkısız. 4. derin düşünemeyen, bön, saf [adam]. 5. zf. yalnız, ancak. 6. arasına, İçine peynir, kıyma ve benzeri şeyler konulmamış [hamur], sâdec ‫ ا د ج‬٠ (a.i.): “sâde''nin Arapçalaştırılmı?1.

saded ‫( ﺻﺪد‬a.i.): 1. yakınlık, civar. 2. fikir, niyet, kasid; teşebbüs. 3. konuşulan madde, asil mevzu. Hâric-ez-saded: mevzû dışı. 1.59

Sadede gelmek Sadede gelmek : m e v z û a d ö n m e k , m e v z û d ış ı s ö z le r i b i r y a n a b ı r a k m a k ,

‫ﻣﺎده د ل‬

sâde-dil

( a .f b .s .c . : s â d e - d ü â n ) : 1. te -

m i z y ü r e k l i . 2 ٠sa f, b ö n . ( b k z : S â d e -İe v h ).

‫ﻣﺎده دﻻن‬

sâde-düân

(a .f.b .s. s â d e - d ü 'i n c.) : te -

m i z y ü r e k l il e r , s a f la r , b ö n le r ,

sâde-dîlâne ‫( ﺳﺎده دﻻﻧﻪ‬f.zf.) : s a f lık l a , b ö n lü k l e . Hissiyyât-I sâde-dil-âne : ed. sa f, la ü b â l î s ö z le rle d o lu o la n İb â r e .

sâde-dilî

‫ﺳﺎده دﻟﻰ‬

(a.f.b .i.) : s a f lık , b ö n l ü k ,

sadef ‫ ﻣﺪ ف‬.(a.i.c. : e s d â f ) : s e d e f, i n c i k a b u ğ u . sadef-‫ ؟‬e

‫ﺻﺪ ﻓﺠﻪ‬

(a.f.b .i.) : k ü ‫ ؟‬ü k se d e f,

sâdıkü'1-kavl: dogru sOzlü. (bkz: râst-gû; sâdıkü'l-kelâm). sâdıkü'l-kelâm : dogru söyleyen, (bkz : râstgû, sâdıkü'1-kavl). sâdıkü'l-va'd: va'dinde, sözünde duran. 3. i. erkek adi. sâdıka ‫( ﻣﺎدﺗ ﻪ‬a.s. sidk'dan): 1. [“sadık” in müen.l. (bkz : sâdık). 2. i. kadın adi. sâdıkan ‫"( ﺻﺎدﻗﺎن‬ka” uzun okunur, a.s. sâdık'ın c .): 1. dogru kimseler. 2. sadakatli, İçten bağlılığı olan kimseler, sâdıkan-ı a ş k : aşkta sâdık olanlar,

sadefe ‫( ﺻﺪﻓﻪ‬a.i.) : 1. zool. p u l, b a l ı k p u l u , fr. écaille. 2. anat. k a b u k ,

sâdık-ane ‫"( ﺳﺎدﺗﺎﻧﻪ‬ka" uzun okunur, a.zf.): sâdık olana yaraşır yolda,

sadefe-i üzn : anat. k u l a k ‫ ؟‬u k u r u , fr. conque.

sâdır, sâdıre ‫ ﺻﺎدره‬، ‫( ﺻﺎدر‬a.s. sudûr'dan): ‫ ؟‬ikan. Şeref-sâdır: şerefle ‫ ؟‬ikan [pâdişâh emri]. Kelimât-1 sâdıre : ‫ ؟‬ikan kelimeler,

‫ﺻﺪﻓﻰ‬

sadefi

(a.s.) : ( b k z : s e d e fi),

sadef-kâr ‫( ﺻﺪ ﻓﻜﺎ ر‬a.f.b .s.) : s e d e f İŞİ y a p a n , se d e fle s ü s le m e y a p a n .

sadef-kâri ‫( ﺻﺪﻓﻜﺎر ى‬a.f.b .i.) : s e d e f İŞİ, s e d e f iş ç iliğ i, s e d e f ç ilik .

‫( ﺳﺎدﺳﻤﻰ‬f.i.)

sâdegî

: s â d e lik , d ü z lü k , s ü s s ü z lü k .

sâdegî-i İfâde : İfâ d e s â d e lig i. sâdegî-i libâs : g iy i m s â d e lig i. sâde-kâr ‫ﻛﺎ ر‬

‫ﺳﺎده‬

(a.f.b.i.) : k u y u m c u ta s la k -

sa'dî ‫( ﻣﻌﺪ ى‬a.s.): miiz. 1. saâdete, ugura mensup. 2. i. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur. 3. i. erkek adi. 4. îrân'ın büyük mutasavvıf ve mütefekkir şâiri (Şeyh Sa'di), sâdic ‫( ﺳﺎدج‬a.s.). (bkz : sâde), sadid ‫( ﺻﺪﻳﺪ‬a.i.): hek. irin, yaradan akan sari

‫ ؟‬ISI. Sâde-İevh

‫ﺳﺎده ﻟﻮح‬

(a.b .s.) : sa f, b ö n . ( b k z :

sadîd -٤ seretâni: hek. seretan denilen yaradan akan irin.

(a.i. s a d m e 'n i n c.) : 1. ‫ ؟‬a r p m a -

sadik ‫( ﺻﺪﻳﻖ‬a.s. sidk'dan. c . : asdika, sudeka, sudkan): 1. dogru, gerçek dost,

s â d e - d i l ‫)؛‬. sad em ât

‫ﺻﺪﻣﺎت‬

lar, to k u ş m a l a r , ‫ ؟‬a tm a la r . 2 . a n s ı z ı n b a ş a g e le n b e lâ la r . 3. kim. p a tl a m a l a r , sâ d e -rû

‫ﺳﺎده رو‬

( a .f b .s .c .: s â d e - r û y â n ) : y ü z ü

tü y s ü z , g e n ‫ ؟‬d e li k a n lı .

sâde-rûyân

‫ﺳﺎده روﻳﺎن‬

(a .f.b .s. s â d e - r û 'n u n c.) :

s a k a l ı, b ıy ı ğ ı ç ı k m a m ı ş g e n ç le r,

sâdet

‫ﻣﺎ د ت‬

(a.i.) : hek. ü z e r i n e a k s u d e n i l e n

p e r d e g e lm iş g ö z .

sa'deyn

‫ﺳﻌﺪﻳﻦ‬

(a .i.c . : s a 'd 'd a n ) : astr. " i k i u g u r -

l u l a r ” : V e n iis ( Z ü h r e ) ile J ü p i te r (M ü ş te r i) g e z e g e n le r i. K ırân -1 sa'deyn : V e n iis ile J ü p i te r 'i n a y n i d u r u m d a o lm a s ı k i, k u t l u l u k İ ş â r e ti s a y ılır.

‫ ( ﺻﺪﺳﻤﻮﻧﻪ‬f b .s .) : y ü z t ü r l ü , ‫ ؟‬e ş itlli. ‫( ﺻﺪﻫﺰار‬f.b .s.) : y ü z b in . sâdık ‫( ﺻﺎدق‬a.s. s i d k 'd a n . c. : a s d i k a ) : 1. d o ğ -

sad-gûne

sad-hezâr

r u , g e rç e k , ( b k z : s a h i h ) . 2 . s a d â k a t i, İ ç te n b a ğ lı lı ğ ı o la n , ( b k z : v e fâ - k â r).

1060

sadîk-ı k a d im : esk dost. 2. dogru sözlü [adam], (bkz: râst-gû). sâdin ‫( ﺳﺎدن‬a.i. sedn'den. c . : sedene) :'kapıcı‫؛‬ perdedar; Kâbe-i Mükerreme kapıcısı, sâdir ‫( ﺳﺎدر‬a.s.): hayrette kalan, şaşan, (bkz : hâir, hayrân, miitehayyir, velhân). sâdis ‫( ﻣﺎد س‬a.s.): altıncı, (bkz: şeşüm). Dâire-İ sâd ise: altıncı dâire [Beyoğlu Belediye Dâiresi]. sâdîs-aşer : on altıncı, on altı, sâdise ‫( ﺳﺎدﺳﻪ‬a.s.): [“sâdis” in müen.]. (bkz: sâdis). sâdisen ‫( ًﻣﺎ د ﻣﺎ‬a.zf.): altıncı olarak, altıncı olmak üzere, altıncı derecede, sa'diyye ‫( ﺳﻌﺪﻳﻪ‬o.i.): bot. papirüsgiller, fr. cypCracCes.

safâyih

Sa'diyye ‫ﺳﻌﺪﻳﻪ‬٠ (a.h.i.): Sa'düddîn-i Cibavi (1336) tarahndan kurulmuş olan Rifâî tarikati kollarından biri. sadme ‫( ﻣﺪ ﻫﺪ‬a.i.c.: sademât): 1. çarpma, tokuşma, çatma. 2. ansızın başa gelen belâ. 3. kim. patlama. sadme-i İnkılâb : İnkılâp sadmesi, hayattaki değişiklik darbesi. sadme-i mün'akise : fiz. bir te'sirden sonra onun Ziddm a aksi taraftan çıkan te'sir.

sadme heyecan : psik. sarsm a heyecan, fr. emotion choc. sad-pâ ‫دإا‬٠‫(ص‬f.b.s.): yüz ayaklı [olan). sad-pâre ‫( ﺻﺪﺋﺮه‬f.b.s.): yüz parça; parça parça olmuş, (bkz : rize rize). sadr ‫در‬٠‫( ص‬a.i.c.: sudûr): 1. göğüs, (bkz : ber, sine). 2. yiirek. 3. herşeyin önü, başı, ilerisi, en yukarı, en baş. 4. oturulacak en iyi yer. 5. baş, başkan, (bkz : reis). 6. kazasker. 7٠sadrâzam sözünün kısaltılmışı, sadre şifâ verm ek: gönül ferahlatmak, sadr-ı â l î : vezirlerin, vekillerin başı, sadrâzam. sadr-ı Anatolu : Anadolu kazaskeri, sadr-ı a'zam : "sadrâzam” : [saltanat devrinde] başvekil. sadr-ı cehân : dünyânın en itibarlı mevkiinde bulunan. sadr-ı R û m : Rumeli kazaskeri, sadr-ı v u stâ : anat. *ortagöğüs, fr. mesothorax. sadreyn ‫( د ر س‬a.i.c. sadr'dan): “iki sadır” : OsmanlI imparatorluğu devrinde 1845'de ihdas olunan ve imparatorluğun sonuna kadar devam edegelen Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin müsteşarı, Rumeli ve Anadolu kazaskerliği. sadr-gâh ‫( در ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.): en mühim yer; tam orta yer. sadri, sadriyye ٠‫( د ر ى ‘ ﺻﺪرﻷ‬a.s.) : 1. göğüse âit, göğüsle ilgili. Emrâz-1 sadriyye : göğüs hastalıkları. sadriyye ‫( د ر ﻷ‬a.i.): huk, çocukla anası arasmdaki bağ, çocuğun anası ve onun hısımlariyla olan bağı, [babaya nispetinde sulbi, sulbiyye denildiği gibi], sadr-nişln ‫( د ر ﺳ ﻦ‬a.fb.s.): baş sedirde, üst başta oturan [toplantıda-].

sad-sâl ‫ ل‬١‫( ﺻﺪس‬f.b.i.): yüzyıl, asır. sa'dûn ‫( د و ن‬a.s.): 1. mübarek) kutlu, uğurlu. 2. h. i. erkek adi. saf ‫د‬ (a.i.). (bkz : saff). sâf, sâfî ‫ﻓﻰ‬١‫ ص‬، ‫( ﺻﺎف‬a.s. safâ, safvet'den): 1. temiz, hâlis, katkısız, karışık olmayan. 2 ٠bön, kolay aldatılabilen, kurnazlığa akil ermeyen, [müen.: “sâfiyye”]. Safa ‫( ﺻﻬﺎ‬a.h.i.) : Mekke civârm dabiryer olup hacılar, burası ile Merve denilen yer arasında Hz. Hacer'in gidiş geliş hareketini remzederek dört defa gidip üç defa gelirler, safâ' ‫( ﺻﻐﺎﺀ‬a.i.) : 1. saflık, berraklık, (bkz : safvet). 2. gönül şenliği, kedersizlik, neş'e, zevk, eğlence. Ehl-İ s a fâ : safâ adamı, keyif adami. 3. miiz. Türkmüziginin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur, safâ-yı hâtır : gönül rahatlığı, gönül huzuru, safâ-yı bâtın : İç saflığı; rûhıın kedersizliği. safâ-yı gü lşen : gülşen safâsı; gül bahçesi eğlencesi. safâ-yı h ilk a t: yaradılışın zevki. 4. erkek adi. safâ-bahş ‫ ﻏﺎ ﻻوش‬٠‫( ﺀ‬a.f.b.s.): safâ veren, eğlendiren, rahatlandıran. safâ-cû f r İ P (a.f.b.s.c.: safâ-cûyân): rahat, eğlence arayan. safâ-cûyân ‫ﺑﺎت‬٠‫ﻏﺎ ﺟﻮ‬١٠ (a.f.b.s. safâ-cû'nun c .): rahat, eğlence arayanlar, safahât ‫ ت‬(a.i. safha'mn c .): 1. safhalar. 2. Mehmet Akif'in meşhur eserinin adi [7 kitaptan ibârettir]. safâih ‫( ﺻﻔﺎﺋﺢ‬a.i. safiha'nin c .): düz yassı şeyler; mâdenî levhalar. safâ-perver ‫( ﺻﻬﺎ رور‬a.f.b.s.): safâlı, safâ veren, İç açan. saf-ârâ ‫( ﺻﻒ آرا‬a.s.). (bkz : saff-ârâ). safari ‫( ر ى‬a.i. sefer'den): 1. Afrika'da, siyahlarm bulundukları yerlerde kafile hâlinde yapılan vahşî hayvan avı. 2. sefer kafilesi. safat ‫( ﻣ ﻐ ﻂ‬a.i.). (bkz : sefat). safâ-yâb ‫ ب‬١‫( ﺻﻐﺎي‬a.f.b.s.): safâlanmış, safâ bulmuş. safâyih ‫ﻧ ﺎ ﻳ ﺢ‬ safâih).

(a.i. saftha'nm c .): (bkz: ,061

saf-beste sa f-b e s te 1

‫ﻣﺤﻒ‬

‫؛‬

(a.s.). ( b k z : s a f f b e s t e ) .

‫دراﻧﻪ‬

sa f-d e r-â n e d e râ n e ).

‫ ( ﻣﺤﻒ‬a .z f ) .

(b k z :

saff

sâ f-d e rû n

b ö n , k a l b i te m i z , İ‫ ؟‬İ s a f k o la y a ld a t ıl a b il e n . sâ f-d e rû n â n

‫( ﺻﺎﻓﺪروﻧﺎن‬a .f.b .s. c . : s â f - d e r û n 'u n ‫ ( ﺻﺎﻓﺪروﻧﺎﻧﻪ‬a .f .z f .) : b ö n l ü k l e ,

sâ f-d e rû n -â n e

‫ﺻﻌﺎﻓﺪل‬

( a .f .b .s .) : k o la y a l d a t ı l a n , s a f

‫ ( ﺻﺎﻓﺪﻻﻧﻪ‬a .f .z f .) : y ü r e k s a f lığ ıy la ,

‫ ( ﺻﻔﺮان‬a .i .c . ) : m u h a r r e m v e s e f e r a y la -

rı. (b k z :s e f e r â n ) . S a f e v i ‫( ﺻﻐﻮ ى‬a.s.c. :s a f e v iy y â n ) : S a f i a d ı n d a k i k i m s e n i n s o y u n d a n o la n ; F a r s h ü k ü m d â r ı ş a h İ s m â i l 'i n s o y u .

‫ﺻﻔﺮﻳﺎن‬

‫ ( ﺻﻒ ﺷﻜ ﻦ‬a . f b . s . c . : s a f f ş i k e n â n ) .

s a ff-ş ik e n

‫( ﺻﻒ ﺷﻜﺘﺎ ن‬a .f.b .s. s a f f - ş i k e n 'in

s a fflş ik e n â n

‫ ( ﺻﻐﺰن‬a .f .b .s .) : d ü ş m a n s a f l a r ı m v u -

safh

‫ ( ﺻﻔﺢ‬a . i . ) : 1. y ü z ‫ ؟‬e v ir m e . 2 . a f f e tm e , s u ‫؟‬

b a ğ ış la m a , ( b k z : a fv ).

‫ﺻﻔﺤﻪ‬

safh a

( a . i . c .: s a f a h â t ) : 1. b i r ş e y i n d ü z

y ü z ü . 2 . b i r c is m i n g ö r ü n e n t a r a f l a r ı . 3. y a z ıl m ı ş v e y â y a z ıl a b il ir s a h if e . 4 . in c e , y a s s ı v e g e n iş c is im , le v h a ; y u f k a . 5. b i r h â d i s e d e

(a.s.

s a f e v i'n in

c .) :

s a fe v ile r. S a f e v iy y e

• ( a .z f .) : s i r a s ir a , d iz i d iz i,

‫ ( ﺻﻒ ﺷﻜﺎ ف‬a .f .b .s .) : d ü ş m a n s a f la -

r a n , y a r a n y iğ it, ( b k z : s a f f-d e r) .

‫ ( ﺻﻐﺮ‬a . i . c . : e s fâ r). ( b k z : sefer),

S a fe v i^ â n

‫ﺻﻒ ﺻﻒ‬

s a ff-ş ik â f

sa ff-z e n

‫ ( ﺳﻌﻔﻪ‬a . i . ) : h e k . k e l.

sa fe râ n

‫( ﺻﻐ ﺖ‬a.i.). ( b k z : s a fv e t).

sa ffe t

s a f f e y n ‫ ( ﺻﻔ ﻦ‬a .i .c . ) : 1. i k i S ira. 2 . s a v a ş ta k a r ş ı la ş ı la n i k i ta r a f .

c . ) : d ü ş m a n s a f l a r ı m y ı r t a n y iğ itle r,

b ö n lü k le , ( b k z : s â f-d e rû n â n e ).

safer

2 . i. y iğ i tl ik , k a h r a m a n l ı k ,

( b k z : s a f f - ş ik â f ) .

bön. (b k z : sâ fd e rû n ).

s a 'f e

‫( ﻣ ﻔ ﺪ ر ى‬a.f.b .s.) : 1. s a f -d e r'e , d ü ş m a n

r ı n ı y a r a n , b o z a n [y iğ it],

s a f lık l a , ( b k z : s â f - d ü â n e ) .

s â f-d il-â n e

‫( ﻣﻔﺪ راﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : y iğ itç e s in e ,

sa ff-d e r-â n e s a f fld e r i

sa ffsa ff

c . ) : b ö n le r , k a lb i te m iz , İ‫ ؟‬İ s a f o la n l a r ,

s â f -d il

m a n s a f l a r ı m y ı r t a n y iğ itle r,

s a f l a r ı m y ı r t a n k im s e y e â it , b u n u n l a ilg ili.

‫( ﺻﻔﺪر ى‬a.s.). ( b k z : s a f f - d e r i) . ‫ ( ﺻﺎﻓﺪرون‬a .f .b .s .c .: s â f - d e r û n â n ) :

sa f-d e ri

‫( ﺻﻔﺪران‬a.f.b .i. s a f f l d e r 'i n c . ) : d ü ş -

sa ff-d e râ n

‫( ﺻﻒ در‬a.f.b .s.). ( b k z : s a f f d e r ) . s a f - d e r â n ‫( ﺻﻒ دران‬a.s.). ( b k z : s a f f d e r â n ) .

sa f-d e r

b i r b i r i a r d ı n c a g ö r ü l e n h a l l e r i n h e r b ir i, s â fî,

‫ ( ﻣﻔﻮﻳﻪ‬a .h .i .) : t a s . S a f i y ü d d în - İ

s â f iy y e

‫ﺻﺎﻓﻴﻪ‬

،

‫ﺻﺎﻓﻰ‬

(a.s.

safv et ve

s a f â 'd a n ) : 1. d u r u , te m i z , k a tı k s ı z ; b i r şe y -

E r d e b il i t a r a f ı n d a n k u r u l m u ş o la n t a r i k a t ı n

le k a r ı ş ı k o lm a y a n , k a tk ı s ı z . 2 . s a m i m i , s a f

a d i.

3 ٠n e t. [say ı İ‫ ؟‬in ]. 4 . z f. s a d e c e , y a ln ı z ,

[ k u r u c u s u n a n i s p e t l e : “E r d e b iliy y e ”

d e d e n ilir ] . saff

‫ﻣﻒ‬

s a f ih

( a . i . c . : s u f û f ) : 1. d iz i, s ira ; c â m i d e

c e m â a t i n s ıra s ı. s a f f - ı d ü ş m e n â n : d ü ş m a n l a r ı n sa fi. 2. b i r s ı r a y a d iz i l m i ş a sk e r. s a f f - ı h a r b : a s k . s a v a ş h a t t ı n ı m e y d a n a g e tir e n a s k e r d iz is i. s a f f - ı n i â l : a y a k k a b ı l a r ı n d i z i ld i ğ i S ira, p a p u ‫ ؟‬lu k ; m e c l is in e n a ş a ğ ı y e ri. s a f f - ı s i p â h : a s k e r sa fi, d iz is i, sa ff-â râ

‫ ( ﺻﻒ آرا‬a .f .b .s .) : s ıra y ı, a s k e r s a f la -

r ı n ı s ü s le y e n . s a f f - b e s t e ‫ﺑﺴﺘﻪ‬

‫ ( ﺻﻒ‬a .f .b .s .) : s a f b a ğ la m ış , s ir a

s i r a d iz ilm 'iş . sa ff-d e r

‫( ﺻﻔﺪر‬a .f.b .i.c . : s a f f d e r â n ) : 1. d ü ş -

m a n s a f l a r ı m y a r a n y iğ it, ( b l e z : s a f f z e n ) . 2 . i. e r k e k a d i. s a f f - d e r - i y e g â n e : b ir ic i k , e ş s iz k a h r a m a n .

1062

‫ ( ﻣ ﺒ ﺢ‬a . i . ) : 1. g ö k y ü z ü . 2 . y a s s ı, d ü z o la n

şey. s a f ih a -

( a . i . c .: s a f â i h ) : 1. d ü z , y a s s ı y ü z .

2. m â d e n i le v h a . 3. f i z . p la k a , s a fih i, s a f i h i ^ e

‫ﺻﻔﻴﺤﻴﻪ‬

،

‫ﻣﻔﻴ ﺤ ﻰ‬

( a . s . ) : y u flc a

g ib i, in c e , y a s s ı v e g e n iş b i r b iç i m d e o la n , s a f i h i y y ü 'l - m i n k a r : z o o l. * s ü z g e ç g a g a lıla r, fr . l a m e l l i r o s t r e s . s â f il

‫ﺳﺎﻓﻞ‬

( a . s . ) a ş a ğ ı , a l‫ ؟‬a k . M e r d - İ s â f i l : a l-

‫ ؟‬a k a d a m . T a r a f - I s â f i l : a ş a ğ ı ta r a f , s â f il

‫ ( ﺛﺎﻓﻞ‬a . s . ) : ‫ ؟‬O kelek, t o r t u , ( b k z : r ü s û b ,

d ü r d î) . s â f i l e ‫ ( ﺳﺎﻓﻠﻪ‬a . i . ) : d ip , a lt, b i r ş e y i n a ş a ğ ıs ı, a ltı, a lt ta r a f ı . s â filiy y e t s â fin

‫ ( ﺳﺎﻓﻠﻴ ﺖ‬a . i . ) : a ş a ğ ılık , a lç a k lık ,

‫ﺻﺎﻓﻦ‬

( a . i . c .: s â f i n â t ) : 1. c in s a t, s o y a t.

2. a n a t . i‫ ؟‬a ş ı k k e m i ğ i n d e n t o p u ğ a k a d a r g.iden b ü y ü le d a m a r .

sâho-î zuhUr ‫( ﺻﺎﻓﻴﺎت‬a.i. s â f i n 'i n c . ) : c in s , s o y a tla r , ‫ ﺻﻐﻴﺮه‬، ‫ ( ﺻﻔﻴﺮ‬a . i . ) : 1. ıs lık . 2 . in c e ,

s â fin â t

s a f ir, s a f ire

g ü z e l ses. 3. le n g . ıs lıg ım s ı [ses], h u r û f - 1 s a f i r e : ıs lı k h a r f l e r i “j, ş” g ib i. fr . s i f f l a n t . 4.

g ö k y a k u t.

sü ffâ r):

‫ﺳﺎﻓﺮ‬

،

1. y o la

* ta s ım . 2. fe ls . * b ilg ic ilik , f r . s o p h i s m e . s a f s a ta - p e rd â z

(a.s. s e f e r 'd e n c . :

ç ık m a y a

h a z ır ,

ş ik â f).

A s â k i r - İ s â f i r e ': s e f e re h a z ı r aslcerler. 2 . i.

sa f-şik e n

y a z ıc ı, k â tip .

‫ﺻﻔﻴﺮ أﻧﺪاز‬ ‫ﺻﻐﻴﺮﻳﻪ‬

( a .f .b .s .) : a v a z ı ç ık t ığ ı ،

n e fe s

‫ﺻﻔﺮى‬

( a . s . ) : ıs lığ ım -

a lırk e n

d u y u la n

ıs lı-

( a .f .b .z f .) : 1. s a fç a ,

bönce.

2 ٠ç o k te m iz , ç o k s a f o la r a k , s a fiy y

‫ ( ﺻﻐﻰ‬a . s . ) : te m iz ,

saff

‫( ﺻﻒ ﺷﻜﻦ‬a.f.b .s.). ( b k z : s a f f ş i k e n ) . ‫( ﺻﻒ ﺷﻜﻴﺎن‬a.f.b .s.). ( b k z : s a f f

‫ﺻﻐﻮت‬

(a.i.) : 1. s a f lık , h a li s l ik , te m iz l ik ,

s a f v e t - i v i c d â n : v i c d a n s a f lığ ı,

‫( ﺻﻐﺰن‬a.i.). ( b k z : s a f f-z e n ). ‫"( ﺻﻐﺎﺋﺮ‬g a" u z u n o k u n u r , a .s.

sa f-z e n

s a g i r e 'n in

c . ) : k ü ç ü k g ü n a h la r. sâg ar

s a f i y y i i 'd - d i n ( d i n i t e m iz , d i n i p â k ) : e r k e k

‫ﻣﺎ ﻏﺮ‬

( f . i . ) : 1. k a d e h , İç k i b a r d a g i . ( b k z :

n â c û d , p iy â le ). 2 . t a s . A l l a h 'ı n n u r u ile d o l a n i n s a n g ö n lü .

a d i.

s â g a r - ı g e r d â n : d ö n e n k a d e h [e ld e n ele-],

s a f i y y i i 'l - k a l b : k a lb i te m iz ,

‫ﺻﻔﻴﻪ‬

s a f iy y e

( a . s . ) : [" s a fiy y " i n m ü e n .] . ( b k z :

sa fiy y ).

s a g lr ile

m ü ş te rin in to k a la ş a ra k h a y rım g ö r d e m e le r i. 2 . y a p ı l a n s a tış . v e r i l d i d iy e s a tıc ı ile a l ı c ı n ı n e l s ık ış m a s ı,

‫ﺻﻔﺮا‬

( a .i.): h e k .

1. ö d .

2 . [e s k ile r in ]

“a h lâ t - ı e rb a a " d e d i k l e r i ş e y le r d e n b i r i o lu p e s a s i, ö d d e k i y e ş i li m s i s a r i m â y i (sıv ı) d ir . s. s a r i. 4 . s a f r a .

‫ﺻﻔﺮاوى‬

sa frâ v i

(a .s .): ı .h e k .

sa fra y a ,

öde

m e n s u p , ö d ile ilg ili. 2 . s a f r a 'y a â it. 3. a ti k ,

e r m e y e n , a lı ş v e r i ş t e a l d a n a n ç o c u k .

Sagîr-İ

‫( ﺻﻒ ﺳ ﻂ‬a.zf.). ( b k z : s a f f-s a f f). ‫ ( ﺳ ﺎ ف‬a . i . ) : b o t . s ö ğ ü t a ğ a c ı, l â t .

sagîr ü k e b ir : k ü ç ü k v e b ü y ü k , sagirü's-sinn : y a ş ı k ü ç ü k , ( b k z : h ıı r d - s â l) . sagire ‫ ( ﺻﻐﻴﺮه‬a .s .c .: s a g a i r ) : 1. k ü ç ü k . 2 . [Öİd ü r m e , z in â , h ı r s ı z l ı k ç e ş i d i n d e n o lm a y a n ] k ü çü k günah.

‫ﺻﻐﺼﺎﻓﻴﻦ‬

h a z im

sa-

(a .i.) : h e k . s ö ğ ü t a ğ a c ın ın

g ü ç lü ğ ü n e k a r ş ı k u l l a n ı l a n te 's ir li

‫ﺻﻔﻌﺎ ﻓﻴﻪ‬

( a . i . ) : b o t . s ö ğ ü tg ille r , fr .

‫ﺳﺎﻓﻴ ﺖ‬

‫( ﺳﺎح‬a.i. s a h â 'n ı n c.). ( b k z : s â h â t). s a h ‫( ﺻﺢ‬a.i.). ( b k z : s a h h ) . s a h â ' ‫ ( ﺳﺨﺎﺀ‬a . s . ) : c ö m e r tl ik , e la ç ık lığ ı.

(b k z:

s a h â v e t , s e m â h a t).-

‫ﺳﺎﺣﻪ‬

( a . i . c . : s â h , s â h â t ) : m e y d a n , a v lu ,

a la n . s â h a - i m ı k n a t ı s i y y e : f i z . m a g n e t i k a la n ,

s a lic in C e s . s a fs â fiy y e t

( a . i . c . : s u g u r ) : s ı n ır , d ü ş m a n a ğ z ı

sah

sâha

b i r c e v h e r i. sa fs â fiy y e

‫ﺛﻐﺮ‬

o l a n y e r.

lix . ( b k z :b id ) . sa fs â fin

m ü m e y y i z : a l ı m a s a t ı m a a k i l e re n ,

a lı ş v e r i ş t e a l d a n m a y a n ç o c u k ,

sagr

n a v e r i le n b i r s ıf a t [e s k i h e k im li k te ] , sa f-sa f

( a . s . c . : s i g a r ) : 1. k ü ç ü k , u f a k , ( b k z :

g e lm e m i ş ç o c u k .

h ır ç ın , z a y ıf v e e s m e r o la n la rın y a ra d ılış ı-

sa f-sâ f

‫ﺻﻔﻴﺮ‬

h u r d ) : 2 . b ü l û g a e r m e m i ş , e r g i n l i k ç a ğ ın a

s a g ir - i g a y r- i m ü m e y y iz : a lım a , s a tım a a k il

s a f k a -i v â h i d e : b ir p a z a rlık s o n u n d a k a r a r sa frâ

s â g a r - ı k e ş î d e : ç e k il m i ş , İ ç ilm iş k a d e h , s â g a r - ı s a h b â : ş a r a p ic a d e h i.

‫ ( ﺻﺎﻓﻴﺖ‬a . i . ) : 1. s a f lık . 2. b ö n lü k , ‫ ( ﺻﻔﻘﻪ‬a . i . ) : 1. b i r s a tış s ı r a s ı n d a s a tıc ı

s â fiy y e t

3.

(b k z :

p a k l ı k , a r ı l ı k . 2 . e r k e k a d i.

sa g a ir

p â k , s a f a rı.

s a f iy y u lla h : H z. A dem ,

sa fk a

(a.f.b.s.).

s a ^ e tu lla h : H z. M u h am m ed .

ğ ım s ı h ı r ı l t ı l a r .

‫ﺻﺎﻓﻴﺎﻧﻪ‬

‫ﺻﻒ‬

ş ik e n â n ) . safv et

SI [s o lu k ]. H a r â h i r - İ s a f i r i y y e : h e k . c iğ e r h a s ta la rın d a , s â fi-y â n e

(a.f.b .s.) : s a f s a ta

s a f-ş ik e n -â n

k a d a r b a ğ ıra n , h a y k ıra n , s a f ir i, s a f iriy y e

‫ﺳ ﻐ ﻄ ﻪ ﻳﺮدان‬

‫ﺷﻜﺎ ف‬

sa f-ş ik â f

y o lc u .

s a f ir- e n d â z

( a . i . ) : 1. g ö r ü n ü ş t e d o ğ r u g ib i

g ö r ü n d ü ğ ü h a ld e g e r ç e k te y a n lı ş o la n k ıy a s ,

k a b i l i n d e n s ö z s ö y le y e n [a d a m ],

‫ﺳﺎﻓﺮه‬

s â f ir, s â f ir e

‫ﺳﻐﺴﻄﻪ‬

s a fs a ta

( a . i . ) : h e k . s a lis ila t.

s â h a - i z ıı h û r : g ö rü n m e m e y d a n ı.

1063

sahabe

‫ﺻﺤﺄﺑﻪ‬

sahâbe sâ h ip

(a.i.

ç ık a n l a r ,

s â h i b 'i n

c . ) : 1. s â h ip le r ,

tu ta n la r ,

(b lc z :

e s h â b ).

2 . ( b k z : s a h â b î).

sahâbet

‫ﺻﺤﺎﺑﺘﻜﺎر‬

(a.f.b .s.) : s â h i p ç ık a n ,

( a . i . ) : H z . M u h a m m e d 'i g ö r m ü ş

v e K e n d ile rin in

s o h b e tle rin d e b u lu n m u ş

o la n m ü 'm i n k im s e , [ m ü e n . : " s a h â b iy y e " ( a . i . ) : H z . M u h a m m e d 'i

g ö r m ü ş v e K e n d i l e r i 'n i n s o h b e t i n d e b u l u n m u ş o la n k a d ı n .

‫ﻣ ﺨﺎﻓ ﺖ‬

sa h â fe t

2 . h a f i f l i k , a k ils iz lik .

‫ﺻﺤﺎﺀف‬

sahâif

c . ) : s a h ife le r,

‫ﻣ ﺨﺎﻛﺎ ر‬

(a.f.b .s.) : c b m e r t, e li a ç ık ,

‫ا‬٠‫ ( ﺻﺦ‬a . i . ) : g ii n e ş d e y a n m a [b iri], ‫ ( ﻣﺨﺪان‬a . s . ) : ( b k z : s a h n â n , s u h n â n ) . s a h â n e t ‫( ﻣ ﺨﺎﻧ ﺖ‬a.i'.) : s ıc a k lık , k ı z g ı n l ı k , ( b k z :

saham

s u h û n e t). s a h a r - (a.i. s a h r e 'n i n c.). ( b k z : s u h û r ) . (a.i. s a h r â 'n ı n c . ) : s a h r â l a r , k i r -

la r ; ç ö lle r, ( b k z : s a h â r î) .

‫ﻣ ﺨ ﺮا ت‬

(a.s.

c .) :

(b k z:

‫ﺗﻤﺪ‬-

( a . s . ) : k a y a ile ilg ili; k a y a c in -

‫^ رى‬

(a.i. s a h r â 'n ı n c . ) : s a h r â la r , k i r -

‫ﺳﺎﺣﺎت‬

(a.i. s â h a 'n ı n c . ) : a ç ık y e rle r, m e y -

d a n l a r , a v lu la r , a la n l a r .

sahâvet

‫ ﺧﺎ و ت‬٠‫ ( ل‬a . i . ) : 1.

sahâvet-kâr ‫ ( ﺳﺨﺎوﺗﻜﺎر‬a .f .b .s .) : c ö m e r t, e lia ç ık . ( b k z : c e v â d , s a h i).

sahâvet-kâr-âne

‫ﺳﺨﺎوﺗﻜﺎراذه‬

(a.s. s â h i b 'i n c . ) : s â h ip le r , y a k ı n

d o s t la r , ( b k z : e s h â b ). te v e lv ü l) .

1064

‫ﺳﺎﻫﻰ‬

(a.s. s e h v 'd e n ) : h a t â iş le y e n , y a n i -

la n .

‫ﺻﺎﺣﺐ‬

1. s â h ip .

(a.s. v e i. s a h b 'd e n . c . : e s h â b ) : ( b k z : m â lik ) .

2 . b i r v a s f ı o la n ,

sâhib-i a r z : d e v le t; d e v le t i te m s i l e d e n z a t. sâhib-i a s â : H z . M û s â Sâhib-İ a y â r : d a r p h a n e d e k e s ile n p a r a l a r ı n a y a r v e ö lç ü l e r i n i d ü z e n le y e n k im s e ,

sâhib-i beyân : H z . M u h a m m e d . sâhib-i c e m â l : g ü z e l, y a k ı ş ı k l ı [k im s e ] , sâhib-i devlet: t a l i h l i , ş a n s l ı [ k im s e ] , v â li. tar. s a d r a z a m ( b a ş b a k a n ) , se].

sâhib-i h â n e : e v s â h i b i.

( b k z : s â h i b ü 'l -

sâhib-i h a y râ t : h a y ı r l ı İş le r y a p m ış , o la n k i m s e [c â m i g ib i, ç e ş m e g ib i].

sâhiİj-i hıırûc : ı) İ s lâ m d i n i n e g ö re d ü n y â y ı, ç ık a c a k o la n k im s e ; 2) tar. h ü k ü m d a r l a r a is y a n e d e n k im s e .

sâhib-i hût (balık a d a m ı) : Y u n u s P e y g a m b e r.

( a .f .z f .) : c ö m e r t-

lik le , c ö m e r tç e s in e .

sahb -

( b k z : f e tâ ٩

sa h â -k â r).

d ü z e n e s o k m a k İ ç in g ü n ü n b i r i n d e o r t a y a

c ö m e r t l i k , e la ç ık lığ ı.

( b k z : s a h â , s e m â h a t) . 2 . k a d ı n a d i.

sahb -

‫ ( ﺳﺎﺧﻂ‬a . s . ) : k ı r g ı n , d a r g ı n . ‫ ( ص‬a . s . ) : c ö m e r t, e lia ç ık .

b e y t) .

la r ; ç ö lle r, ( b k z : s a h â r â ; s a h r â v â t) .

sâhât

sahi

sâhib-i firâş : y a t a l a k [k im s e ] ,

s in d e n .

sahârî

(b k z :

sâhib-i emel: i h t is a s s a h ib i, g ir i ş k e n [ k im -

s a h r e 'n i n

su h û r). sah ari

kadm .

[ tim a r , z e â m e t v e h a s s a h ip le r i] ,

sahanân

sa h arât

'( a . i . ) : s e v ic i

İç y a p m ı ş o la n , ( b k z : m ü e llif , m u s a n n i f ) ,

( b k z : s a h i).

‫ ﺣﺎﻟ ﻰ‬٠‫ه‬

‫ﺳﺤﺎﻗﻪ‬

( b k z : h â iz ) . 3 . k o r u y a n , ( b k z : h â m î ) . 4 . b i r

Sahâif-İ İk b â l : b a h t i y a r l ı k s a h if e le r i. sahâ-kâr

(a.i. s a h f d e n ) : (e s k i) k i t a p a lıp

s â h ik a l.

sahib

(a.i. s a h i f e 'n in

y a p ra k la r, ( b k z : su h u f).

sah ârâ

sahhâka

sâhî

(a.i.) : 1. z a y ıf lı k ; b o z u k l u k .

‫ﺳﺎ ف‬

s a t a n k im s e , k ita p ç ı.

sâhıt

d ir ].

‫ﻣ ﺤﺄﺑ ﺐ‬

(a.fi. Sih h at'den ): "doğrudur, yan -

bir içâret.

sahhâf

k o ru y a n .

sahâbiyye

‫ﻣﺢ‬

sahh

lıçsızdır” m ânâsına resm î yazılara konulan

m a , a r k a o lm a , y a r d i m e tm e ,

sahâbî

( a . i . ) : ? a ra p . ( b k z : bâde> h a m r ,

m e y ), [asil m â n â s ı : " a s h a b ” i s m i t a f d i l i n i n m ü e n n e s i o lu p "al, k ı z ı l ” m â n â s ı n a g e liri.

( a . i . ) : 1. s â h i p ç ık m a . 2. k o r u -

sahâbet-kâr

١‫ﻣﻬﺐ‬

sahbâ

( a . i . ) : g ü r ü l t ü , p a t ı r d ı e tm e , ( b k z :

sâhib-i ik tid â r : b i r İŞİ b a ş a r m a y a g ü c ü y e te n . ( b k z . m u k t e d ir ) .

Sâhib-İ im tiy â z : i m ti y a z s â h i b i, k e n d i s i n e a y r ı c a lı k t a n ı n m ı ş o l a n [ k im s e ] .

Sâhib-İ kadib ( k ı lı ç s a h i b i ) : .H z . M u h a m m ed.

sa h k

sâhib-i k â in â t: Hz. Allah, sâhib-î m âid e: "sofra sâhibi” : huk. [eskiden] evinde yemek pişirip ehil ve ıyâline yediren kimse, [sâhib-i mâide olmak İçin, nafakası üzerine vâcip olmayanları beslemele şart değildir]. sâhib-î m en zil: eskiden ok atışlarında birincilik alarak, oku düşürdüğü yere kendi adma kitabe diktiren atıcı, sâhib-î nâmûs : 1) kanun yapıcısı; 2) namuslu; 3) Hz. Muhammed. sâhîb-i r e 'y : 1) düşüncesi kabul olunan, öğütii tutulan [kimse]; 2) vezir, sâhib-î r ü ş d : 1) rüştünü ispat etmiş olan [kimse]; 2) gerçek dindar, sâhîb-i S ıffîn : Sıffın savaşının ulu kişisi,. mec. Hz. Ali. sâhilî-i sikke ve h utbe: kendi adma sikke (para) basan ve camilerde namma hutbe okutan hükümdar. sâhîb-i tab iat: iyi tabiatlı, yaradılışı iyi. sâhîb-i ta sn if: eser sahibi. Sâhib-İ Yâsin : Yasin okutularak kendisine

çağrıda bulunulan kimse; Hz. Muhammed. sâhib-î yed-i beyzâ (beyaz elin sah ib i): Hz. Mûsâ; mucizeler yaratan kimse, sâhib-î zemân : zamanın kuvvetli, kudretli büyük adamı. sâhibü'1-beyt: ev sâhibi. (bkz: sâhib-i hâne). sâhibii'l-m ekasım : huk. [eskiden] ganimet mallarım mücâhitler arasında tâyin ve tevzîa me'mur olan kimse, sâhibii's-selem : selemde para veren müştesâhîbât ‫( ﻣﺤﺎﺣﺎت‬a.i. sâhibe'nin c .): sâhibeler, kadın sâhipler. sâhih-dil ‫( ﻣ ﺎ ﺣ ﺐ دل‬a.f.b.s.): 1. cesur. 2. kutsal (kimse). 3. dindar. sâhibe ‫( ﺳﺎ ﺣﻪ‬a.i.c.: sâhibât): 1. sâhib'in müennesi. Sâhibe-İ cem âl: güzelliği olan kadın. sâhibetü'1-beyt: ev sâhibesi, kadm ev sâhibi. 2. kadm adi. sâhib-fırâç ‫( ﺻﺎﺣﺒﻔﺮاش‬a.f.b.s.): yatağa düşmüş, hasta.

sâhi»J-hurûc ‫( ﺻﺎﺣﺐ ﺧﺮوج‬a.f.b.s.) : ayaklanarak idâreyi ele geçirmiş [kimse]; ayaklanmi?) âsî. sâhîb-kemâl ‫( ﺻﺎ ﺣﺒﻜﻤﺎ ل‬a.b.s.) : kemal sâhibi, olgun [kimse]. sâhib-kırân ‫( ﺻﺎﺣﺒﻘﺮان‬a.f.b.i.): ı.h er zaman başarı, üstünlük kazanan hükümdar. 2 ٠meşhur bir çeşit lâle. sâhib-nazar ‫( ﻣﺎ ﺣﺒﻔ ﻈﺮ‬a.b.s.): tecrübesi, görüşü, düşüncesi kuvvetli olan, sâhîb-saâde sâhibi.

‫ﻣﻌﺎده‬

‫ﺻﺎﺣﺐ‬

(a.b.s.): saâdet

sâhib-vücûd ‫ د‬٠‫( ﺻﺎﺣﺐ وﺟﻮ‬a.b.s.): mevki sâhibi, varlığı sayılır, sözü geçer [kimse], sâhib-zuhûr ‫( ﺻﺎﺣﺐ ﻇﻬﻮر‬a.b.s.): ayaklanan,, baş kaldıran, başa geçen. sah if ‫( ﻣ ﺨﻴ ﻒ‬a.s. sahâfet'den): 1. zayıf, hafif. 2. gevşek, boş. 3. seyrek dokunmuş bez. sahife (a.s. sahâfet'den): [“sahif" in miien.]. (bkz: sahif). sahife (a.i. sahfdan. c . : sahâif, suh u f): 1. üzerine yazı yazılan veya basılan bir kâğıt yaprağının iki yüzünden her biri; kâğıt yaprağı. sahife-i h â l i f e : boş sahife. sahife-i miitelemmis : birine, bir yere götürmesi İçin verilen ve İçinde götürenin kendi ölüm emri bulunan mühürlü mektup. 2. kendinden öncekilere veya sonrakilere kıyaslanarak düşünülen olay veya an. sahih, sahiha ‫ ﺻﺤﻴﺤﻲ‬، ‫( ﺻﺤ ﺢ‬a.s. sihhat'den. c . : sihâh) : 1. gerçek, doğru. 2. hâlis, kusursuz, ayıpsız. Efkâr-1 sah ih a : gerçek fikirler, doğru düşünceler. 3. ed. İafzî ve mânevî nakiselerden ârî üslûp. 4. a. gr. kelimenin ana harfleri (hurûfı asliye). ı) hemze (başta "elif”; orta veyâ sonda hamze) den; 2) tazif (iki ayni harf yanyana geldiği zaman yalniz biri yazılıp üzeri şeddelenmek) den; 3) h a rfi illet (değişmeyi kabûl eden "ve”; "ye" ile bunlardan kalbolunan “elif'') den sâlim bulunursa kelime sahihtir. M eselâ: şerk, şâkir “şükr”; ma'kul “akl”; efdal “ fazl”; mezâhib “mezheb”.. gibi. sahihan ‫( ﺻﺤﻴﺤﺄ‬a.zf.): gerçekten, (bkz: cidden, hakikaten). sahik ‫( ﻣ ﺤ ﻴ ﻖ‬a.s.): 1. uzak, (bkz: baîd). 2. çok karışık anlaşılmaz söz. 1065

sâhik s â h i k ^ ^ ( a . s . ) : e z ip d ö ğ e n .

‫ﻣﺎ ﺣﻘﻪ‬

s â h ik a

s e v ic i k a d ı n . s a h il s â h il

‫ا ي‬

sâ h iy y e

( a . s . ) : 1. s â h i k 'i n m i ie n n e s i. 2 ٠i.

‫ﺳﺤﻖ‬٠ ( a . i . ) :

sahk

‫د‬ ( a . s . ) : a t k iş n e m e s i , ( b k z : şîh e ). ‫ ( ﺻﺎﻫﻞ‬a . s . ) : k iş n e y ic i, k iş n e y e n , ‫ ( > ﺳﺎﺣﻞ‬a . i . c . : s e v â h i l ) : d e n iz , n e h ir , g ö l

(a.s.

s e h v 'd e n ) :

[ « s â h î" n in

m iie n .]. ( b k z : s â h î). 1. d ö ğ m e , d ö ğ ü lm e , e z m e ,

k ır m a , k ır ılm a , d ö ğ ü p y u m u ş a tm a . 2. s ü rtm e.

sâh ü -h ân e

‫ ( ﺻﺤﻞ‬a . i . ) : se s b o ğ u k l u ğ u , se s k ıs ık l ığ ı , ‫ ( ﻣ ﺤﻠ ﺐ‬a . i . ) : s â le p , l â t . o r c h i s . s a h le b i ‫ض‬ ( a . i . ) : s â l e p ‫ ؟‬i ١s â le p s a t a n ,

s â h ilî

s a h le b iy y e -

s â h il

sah J

s a h le b

k e n a r ı , y a lı, k ıy ı.

‫ ( ﻣﺎﺣﻠﺨﺎﻧﻪ‬a .f b .i.) : y a lı e v i. ‫ ا ﻃ ﻰ‬٠ ( a . s . ) : s a h i l ile .i l g i l i , * k ıy ısa l, s â h ü - r e s î d e ‫ ( ﺳﺎﺣﻠﺮ ﺳﺪه‬a .f .b .s .) : k ıy ı y a u la ş -

sahn

m ış .

‫ را ى‬٠‫ا ﺣ ﻞ‬

sâ h ü -se râ y

( a .f b .i.) : b ü y ü k y a lı k a s -

( a . i . ) : b o t . s a le p g ille r , fr .

o r c h id a c C e s .

sahn

‫ ( ﺻﺨﻦ‬a . i . ) : s ıc a k lık , h a r â r e t . Cfup ( a . i . c .: s u h û n , s ı h â n ) :

1. a v lu .

2 . e v in o r t a s ı n d a k i a ç ık l ık . 3 . o y u k , b o ş -

،‫ض‬

s a h in , s a h in e -

(a.s. s ı ı h û n e t 'd e n ) :

S icak , k ız g ı n , ıs ın m ış . M â y iâ t- 1 s a h i n e : SIc a k s u la r. s a h în , s a h in e -

‫ﺛﺨﻴﻦ‬

،

k a im aba.

‫ ﺣﺮ‬١‫( س‬a.s.

um ûm un

to p la n m a s ın a

m a h s u s ü s t ü k u b b e li , ö r t ü l ü y e r. 5. b ü y ü k k â s e . 6 . s a h a n . 7. s a h n e . 8 . z il. 9 . a n a t . k u -

(a.s. s i h a n 'd e n ) :

1. k a im . 2 . s ik . 3. k a ti , p e k . A b â - i s a h i n :

s â h ir

lu k , b o ? y e r. 4 . o r t a , m e y d a n , a r a l ık ; c â m i v e m e d re s e le rd e

la ğ ı n d ış b o ç lu g u . s a h n - i d û r e n g : D ü n y â [g e c e v e g ü n d ü z o lm a s ı itib â r ıy la ] .

s i h r 'd e n . c . : s â h i r i n , s â h i r û n ,

s e h e re ) : 1. b ü y ü c ü , ( b k z : e fsU n -g e r, f ü s û n -

s a h n - i ‫ ؟‬e m e n : b a h ç e n i n o r t a s ı, m e y d a n ı ,

k â r , s ih r - b â z ) . 2 .b ü y ü le y ic i te 's ir y a p a n g ü -

s a h n - i g ü l ç e n : g ü l b a h ç e s i n i n o r t a s ı,

zel.

s a h n - i l â l e - z â r : lâ le b a h ç e s i n i n o r t a s ı,

s â h ir

‫اﻫﺮ‬٠‫( س‬a.s.

s e h e r 'd e n ) : 1. g e c e u y u m a y a n ,

s â h ir

‫ ﺧﺮ‬١‫( س‬a.s.

s a h r 'd e n ) : m a s k a r a l ı k e d e n ,

‫ﻣﺎﺣﺮاﻧﻪ‬

( a .f .z f .) : b iiy ü le r c e s in e ; b ii-

y iile y ic i g ib i.

‫دا را ت‬

s â h irâ t

(a.s. s â h i r e 'n i n c . ) : b ü y ü c ü k a -

‫ﻣﺎ ﻫﺮه‬

yüzü.

2 . ‫ ؟‬Öİ.

(b k z :

‫ﺳﺎﺣﺮه‬

(a .s .c .: s â h irâ t, s e v â h i r ) : b ü y ü c ü

kadm . ı) k a d ı n l a r ı n

s i h ir b a z ı ;

2) k a d ı n l a r ı n e r k e k l e r i k e n d i n e e n z iy â d e

‫ﻳ ﻦ‬/‫ﻣﺎ‬

(a.s. s â h i r 'i n c.) : b ü y ü c ü le r ,

b ü y ü le y ic ile r , ( b k z : s â h i r û n ) . s â h ir-p îş e

‫ ﺳﺜ ﺪ‬/‫ﺳﺎ‬

( a .f .b .s .) : 1. s i h i r b a z h u y lu ;

s i h i r b a z l ı ğ ı İş e d i n m i ş o la n . 2. g ü z e lliğ iy le i n s a n i b ü y ü l e y e n d ilb e r,

‫ ا ر و ن‬٠‫( ل‬a.s.

s â h i r 'i n c . ) : b ü y ü c ü le r ,

b ü y ü le y ic ile r , ( b k z : s â h i r in ) .

1066

sah n e

-

(a .i.c .: s a h a n â t ) : s a h n e ,

şan o ,

tir]. sah n ey n

-

( a .i .c .) :

‫ ؟‬if te

zil.

(b k z:

sah n ân ).

b a ğ la y a n ı.

sâ h irû n

‫ ﺣﻦ‬٠‫ ( م‬a . i . ) : k ı r m a , ( b k z : k e sr). ‫( ﻣ ﺊن‬a.s.). ( b k z : s a h a n â n , s u h n â n ) . s a h n â n ‫ ( ﺻ ﺊ ن‬a .i .c .) : ‫ ؟‬if te zil. ( b k z : s a h -

[ a s l i : t a ş l ı k te p e l e r d e k i " d ü z l ü k " d e m e k -

s â h i r e t ü 'n - n i s â :

s â h irin

s a h n - i s i m : b e y a z k â ğ ıt,

n e y n ).

b e y â b â n ). s â h ire

r e s e t e d r i s â t ı n d a b i r d e re c e ,

sahnân

( a . i . ) : 1. y e r y ü z ü .

Sâhire-İ g a b r â : y e r

lu s e k iz m e d r e s e , i l m i y e ( s a r ı k l ı l a r ı n ) m e d -

sah n

d m l a r . ( b k z : s e v â h ir ) . s â h ire

m e d r e s e m e y d a n ı) . F â ti h m e d r e s e s i, F â t i h c â m i i n i n ik i t a r a f ı n d a k i k â r g i r v e k u r ş u n -

( b k z : m a sh a ra ). sâ h ir-â n e

s a h n - i s e m a n [ İ b tid â - y i h â r i ç v e İ b t i d â - y i d â h i l k ı s ı m l a r ı n d a n s o n r a g e le n ] (s e k iz

u y k u s u z . 2 . e r k e k a d i. [m iie n . s â h ir e ] .

‫ ( ﺻﺨﺮ‬a .i .c . : s u h û r ) : k a y a , ‫( ﺻﺨﺮ‬a.i. s a h r e 'n i n c.). ( b k z : s u h û r ) . s a h r â ‫ ( ﺻﺤﺮاﺀ‬a .i .c . : s a h â r â , s a h â r î , s a h r â v â t ) :

sahr

sah r

k ir , o v a , ‫ ؟‬Öİ. ( b k z : b â d iy e , d e ş t, fe y fâ ). s a h r â - y i a d e m : y o k l u k ‫ ؟‬ö lü ; ö lü m , s a h r â - y ik e b ir : gU neyde Ç a t g ö lü h iz â s m d a n d o ğ u y a d o g r u v e k u z e y d e C e z â y ir , T u n u s ,

sâid Libya altına k ad a r u z a n a n A frik a'n ın en b ü y ü k ÇÖİÜ. sahrâî

‫( ﺻﺤﺮاﺋﻰ‬a .i.): sahrâya, k ira, ovaya âit. ‫( ﺳ ﺮ ا ﻧﻮرد‬a.Lb.s.) : çölde, k ırd a

sahrâ-neverd

dolaşan. sahrâ-nişîn

‫( ﺻﺤﺮاوات‬a.i. sa h râ 'n ın c . ) : ovalar,

k ırlar; çöller, (bkz : sahârî).

[‫( ﺻﺨﺮه ]ة‬a .i.c .: sahr, s ahar, suhûr, s a h a r â t) : 1. kaya. 2. jeol. külte,

sahreft]

sahre-i indifâiyye : jeol. p ü sk ü rm e külte, sahre-i m iiltesika : jeol. yapışık külte, sahre-i müştaile : jeol. y a n a r külte,

‫( ﺻﺨﺮة اﻟﻠﻪ‬a.b .i.): Beyt-İ M ukaddes (B eytü'l-M akdis) de B enîisrâil peygam berlerin in İbâdet ettik le ri m e şh u r kaya ki Hz. Peygam ber M irac gecesinde sem âya b u rad an u rû c etm iştir,

sahretullah

sahrm c

‫( ﺻﻬﺮﻧﺞ‬a .i.): sarnıç.

sahrınc-ı peke : anat. peke sarnıcı,

‫( ﺻﻬﺮﻳﺞ‬a.i.). (bkz : sahrm c). saht ‫( ﻣ ﺨ ﺖ‬f.s.): 1. kati, sert, çetin, pek. 2. kuvsahric

vetli, güçlü, saglam . 3. güç, zor.

‫( ﺳ ﺨ ﺖ ﺑﺎزو‬f.b .s.): kolu kuvvetli, ‫( ﺳ ﺨﺘﺪ ل‬f.b.s.): k ati yürekli, sâhte ‫( ﺳﺎﺧﺘﻪ‬f.s.): 1. düzm e, düzm ece, yapm a-

saht-bâzû saht-dil

cık; yaland an ; taklit. 2. kalp; karışık, sâhtegi

‫( ﻣﺎ ﺧﺘﻜ ﻰ‬f.i.): sahtelik, kalplik; yalan,

düzm e.

‫( ﺳ ﺨ ﺖ وو‬f.b.s.) : 1. p ek y üzlü, 2. dargm , su ra tı asık.

saht-rû

‫( ﺳﺤﻮر‬a .i.): sahur, tem cit yem egi. sâhûr ‫( ﺳﺎﻫﻮر‬a.i. s u h û r 'd a n ) : 1. gece u y an ık lıgı, uykusuzluk. 2. ay ağılı, ( b k z : hâle),

‫( ﺻﺎﻫﻮر‬a .i.): D ü n y â 'n m Ay'a düşen, husUfii (Ay'ın tu tu lm asın ı) m ey d an a getiren gölgesi.

sâhûr

‫( ﻣﺤﻮر ى‬a .i.): 1. sa h u r davulcusu. 2. sah u rd a k i d av u l g ü rü ltü sü ,

sahûrî

‫( ﺻﺤﻮ‬a .i.): 1. ayılm a, ayıklık, k en d in e gelme. 2. h a s ta n ın iyileşm esi. 5. tas. sekr (k en d in d en geçme) h â lin in zıd d ı olup b ih u d lu k (k en d in d en geçme) h â lin d e n sonra h is âlem in e te k ra r dönm e,

sahv

salive

‫( ﺻﺤﻮه‬a .i.): ayıklık, u y an ık lık ,

sâî ‫( ﺳﺎﻋﻰ‬a.s. sa'y'den. c . : s â û n ) : 1. çalışan. 2. h ızlı y ü rü y en . 3. h ab erci‫ ؛‬h a b e r götüren;

k o g u cu lu k e d e n . sâî bi' 1-fesâd : o rtalığ ı b irb irin e k a ta n fesat-

‫؟‬.

1

‫( ﻣﺎﺋ ﺐ‬a.s.) : b ir yerle, b ir şeyle İlişiği ol-

sâib

m ayan.

‫( ﺻﺎﺋﺐ‬a.s. se v â b 'd a n ): 1. yanlışsız, d ogru, yan lışlık yapm ayan. 2. m aksada, hedefe uygu n . 3. hedefe d o g ru ulaşan. Sehm -İ sâib ‫؛‬ hedefe u la şan ok. 4. i. erkek adi.

sâib

sâib

‫( ﺛﺎﺀب‬a.i. s e 'b 'd e n ): y ag m u r getiren bora,

sâibü'l-bahr : d en izin m ed ve cezr'den so n ra

‫( ﻣﺎﺧﺘﻪ‬f.b.s.): 1. sahteci; gerçeği b ozan, değiştiren. 2. kalpazan, (bkz : hilekâr).

sâibe

‫( ﻣﺎﺧﺘﻪ‬f.b .i.): sahtekârlık,

sâibe

‫( ﻣﺎ ﻟﺠﺘﻪ‬fa .b .s .): yapm a ta v ırlar ta k m a n , k en d in i satm aya çalışan,

sâibî

sâhte-kâr ‫ﻛﺎ ر‬

sâhte-kârî ‫ﻛﺎ ر ى‬

hilekârlık. sahte-vekâr ‫وﻗﺎر‬

k ıy ıy ı basıp d o ld u rd u ğ u su.

‫( ﺳﺎ ب‬a .i.): başı boş b ıra k ılm ış hayvan; deve (özellikle dişi deve),

‫( ﺻﺎﺋﺒﻪ‬a.s. se v â b 'd a n ): [''sâib” in m üen.]. ( b k z : sâib). ‫( ﺻﺎﺋﺒﻰ‬a.i.c .: sâ ib iy y û n ): y ıld ızlara ta-

pan.

‫( ﻣ ﺨ ﺖ ﺳﻤﻴﺮ‬f.b.s.): b ir şeyi sıkıca tu -

s â i b i ^ û n ‫( ﺻﺎﺋﺒﻴﻮ ف‬a.i. sâib î'n in c . ) : yıldızlara tap an lar.

‫( ﺳﺨﺘﻰ‬f.i.) : 1. katilik, sertlik. 2. güçlük,

said ‫( ﺳﻌﻴﺪ‬a.s. sa'd'den) : 1. m utlu, u g urlu. (bkz :

saht-gir

tan. sahti

‫( ﺳﺨ ﺖ ﻟﻜﺎ م‬f.b.s.): başı sert, gem

alm az [at].

sahûr

‫ن‬٠‫( ﺻﺤﺮا ﺋﺶ‬a.f.b.s.): k ırd a, çölde

o tu ran , ( b k z : bedevi). sahrâvât

saht-ligâm

sıkıntı. sahtiyân

‫( ﺳﺨﺘﻴﺎت‬f.i.)

: 1. sepilenerelc b o y an m ış ve cüâlanm ış deri. 2. s. b u deriden yapılm ış, [aslında "sahtyân" dır].

sahtîyânî

ferhunde, m es'ûd, m ubârek). 2. â h ire tin i h azırlam ış [kimse]. 3. i. erkek adi. said

‫( ﺻﻌﻴﺪ‬a.s. s u û d 'd a n ) : 1. yüksek. 2. y u k a rı

çıkan.

‫( ﻣﺨﺘﻴﺎﻧﻰ‬f.s.) : sahtiyan (deri) y ap an - sâid ‫( ﺻﺎﻋﺪ‬a.s. su û d 'd an ) 1. y u k a rı çıkan, yük-

veyâ satan.

selen, k alk an , kalkıcı. 2. anat. önkol. fr. 1067

sâîd hareket avan t-b ras. 3 .m ü z . pestte n tize d o g ru gi-

den ‫ ؟‬ikici dizi, [tizden peste d o g ru giderse nâzil (inici) denir]. sâ id h areket : cogr. *ağış, fr. m o u vem en t asCendant. sâ id

arasın d ak i kısm ı, (bkz : m irfak).

‫( ﺳﺎﻋﺪان‬a.i.c.) : kol ve bacak, [her ikisi

birden].

said e ‫( ﺳﻌﻴﺪه‬a.i. sa'd 'den) : 1. ["said" in miien.]. (bkz : said). 2. i. k a d m adi.

‫ ﺳﺎﺋﻔﻪ‬، ‫( ﺳﺎﺋﻎ‬a.s.) : kolay y u tu la n [yiyecek ve İçecek].

sâig, sâ ig a

‫( ﺳﺎﺋﻖ‬a.i.c. : sâka) : ask. ardçı. ‫ ﺳﺎﺋﻘﻪ‬، ‫( ﺳﺎﺋﻖ‬a.s. sevk'den) :

S ip e r-i

s â ilc a : y ıldırım savar, p arato n er, fr . p a r a to n n e r re .

‫( ﺳﺎﻋﻘﻪ‬a.s.) : sevkeden, sü rükleyen, götüren hal; sebep.

sâ ik a

sâ ik a -ze d e

‫( ﺻﺎﻋﻘﻪ زده‬a.f.b.s.) : y ıld ırım ‫ ؟‬arp -

m ış.

‫( ﻣﺎﺋ ﻞ‬a.s. savlet'den) : saldırıcı, sald ıran , (bkz : m ütecâviz).

sâ il sâ il

‫ﻣﺎﺋ ﺲ‬ ‫ﺻﺎﺋﺖ‬

sâite

‫( ﺳﺎﺋﻞ‬a.s. sııâl'den) : 1. suâl eden, so-

ran . 2. i. dilenci, (bkz : deryûze-ger, gedâ). 3. (seyelân'dan) akıcı, akan,

‫( ﺳﺎﺋﻴ ﺖ‬o.i.) : 1. akıcılık, ak a n şeyler in hâli. 2. dilencdik.

sâ iliy y e t

‫( ﻣﺎ ﺋ ﻢ‬a.s. savm 'den. c. : sâim în , sâim û n , suvvâm ) : 1. o ru ‫ ؟‬tu ta n , oruçlu. 2.İ. erkek adi. [müen. : “sâim e” k a d ın adıdır],

sâ im

‫( ﻣﺎﺋﻤﻪ‬a.i. sevm 'den. c. : sevâim ) : çayıra başıboş o la ra k salıverilen hayvan,

sâ im e

(a.s. s a v t 'd a n ) : 1. sesli; ses ‫ ؟‬i k a r t a n .

(a.f.s. s â î 'n i n c.) : 1. ‫ ؟‬a lı ş a n l a r .

2. h a b e r c ile r , h a b e r g ö tü r e n le r , ( b k z : s â û n ) .

sâk

‫ط‬ ‫ﺳﺎق‬

(a.i.). ( b k z : s a k k ). ( a . i . c . : s ik a n , s û k ) : 1. anat. b a ld ı r , in -

c ik . 2.b o t. sap .

sâk-ı c e z r i : bot. k ö k s a p . sâk-ı m iiltesık : bot. y a p ış ık sa p . sâk-ı m iiteh âfit : bot. s a r ı l g a n sa p . sâk-ı z â h if: bot. s ü r ü n g e n sa p . sâkü'l-esved : bot. b a l d ı r ı k a r a d e n i l e n n e b a t (* b itk i). 3. geo. k e n a r .

‫ﺻﻌﻘﻪ‬

sa'ka

( a . i . ) : hek. b a y ıl m a , b a y g ın l ık ,

( b k z : g aşy ).

Sa'ka-İ h a fife : h a f i f b a y g m l ı k . Sa'ka-İ şedide : ş i d d e tl i b a y g ın l ık , s âka

‫ﺳﺎﻗﻪ‬

(a.i. s e v k 'd e n . c. s â i k 'ı n c . ) : ask. a r d -

‫ ؟‬ıla r , o r d u n u n g e r i s in d e b u l u n a n a s k e r le r,

sâkatü 'l-ceyş : a r d ç ıla r , o r d u n u n g e r i s in d e b u l u n a n a s k e rle r.

‫( ﺛﻐﻼن‬a.i.c.).

sakalân

( b k z : s a k a le y n ) .

sakaleyn ‫ ( ﺛﻘﻴ ﻦ‬a .i .c .) : i n s a n v e c in . Resûlü'ssakaleyn, Seyyid ii's-sakaleyn : [in s v e c i n n i n P e y g a m b e r i o lm a s ı h a s e b iy le ] : H z . M uham m ed.

‫( ﺻﺎﺋﻤﻴﻦ‬a.s. sâ im 'in c.) : o ru ‫ ؟‬tu ta n la r. (bkz : sâim ûn, suvvâm , suvvem).

sakam

‫( ﺻﺎﺋﻤﻮن‬a.s. sâim 'in c.) : o ru ‫ ؟‬tu ta n la r. (bkz : sâim în, suvvâm , suvvem).

sak am

sâ im în

(a.s. s a v t 'd a n ) : [" s â it" i n m iie n .] .

‫ﺳﺎﻋﻴﺎن‬

s â i-y â n

sakalibe

1068

(a.i. s iy â s e t'd e n ) , ( b k z : sâ y is, râ y iz ).

‫ﻣﺤﺎﺋﺘﻪ‬

‫( ﻣﺎﺋﻤﻪ‬a.s.) : 1. [“sâim ” in m üen.]. (bkz : sâim ). 2.İ. k a d ın adi.

sâ im e

sâ im û n

(a.b .s.) : u y u r g e -

( b k z : sâ it).

sak 1. sev-

keden, götüren. 2. siiren, sü rü cü . 3 ٠psik. *güdü, fr . m o t i f .

‫( ﺻﺎﻋﻘﻪ‬a.i.c. : savâik) : y ıld ırım .

s â it

‫ﺳﺎر‬

2. gr. s e s li [ h a r f ] , fr. voyelle.

(bkz : said).

s â ik a

(a.s.) : 1. " ş â ir '' i n m iie n n e s i. 2 ٠s e y r

şâir fi' 1-menâm ‫ﻓﻰ اﻟﻤﻔﺎم‬ zer, fr. somnambule. sâ is

‫( ﺻﻌﻴﺪه‬a.s. su û d'd an ) : ["said" in miien.].

sâik, sâ ik a

‫ﺳﺎﺋﺮه‬

ve h a re k e t eden.

sâ id -i sim in : güm üş gibi kol.

sâ ik

b a ş k a , g a y ri.

şâire

sâ id -i b illû r : bem beyaz kol.

saide

şâir ‫( ﺳﺎﺋﺮ‬a.s. s e y r 'd e n ) : 1. s e y r e d e n , h a r e k e t te o la n , y ü r ü y e n , ( b k z : c â il). 2. b i r ş e y d e n k a l a n b a ş k a şey. 3. g e ç e n , d o la ş a n . 4 . d ig e r,

‫( ﺳﺎﻋﺪ‬a.i.c. : sevâid) : k o lu n dirsekle bilek

sâ id â n

sair ‫( ﺳﻌﻴﺮ‬a.i.) : 1. a te ş , a le v li a te ş . 2. T a m u , C e h e n n e m . A zâb -1 sair : C e h e n n e m a z â b ı.

‫ﻣ ﻘﺎﻟ ﻪ‬

(“k a ”

uzun

o k u n u r,

a .h .i.

s ı k lâ b 'ın c . ) : is lâ v la r.

‫ﺳﻘﻢ‬

( a .i .c . : e s k a m ) : h a s t a l ı k ,

ille t,

( b k z : sa lc a m , m a r a z ) .

‫ﺳﻘﺎم‬

(“k a " u 'Z un o k u n u r , a .i.c . : e s k a m ) :

h a s t a lı k , ille t.

sâkîn, sâkine

sakamet ‫ "( ﻣﻘﺎﻣ ﺖ‬k a " u z u n o k u n u r , a.i.) : s a -

sâkî ‫( واش‬a.s. saky'dan. c . : s u k a t) : 1. su veren,

k im lile , b o z u lelu le, n o k s a n l ık , s a le a tlik ; y a n lış lık .

su d ağıtan. 2. kadeh, İ‫ ؟‬k i sunan. 3. (sak'dan) b a ld ıra veyâ b a ld ır k em iğine âit, o n u n la ilgili. 4. in sa n ru h u n a A llah sevgisi, A llah n u r u saçan kim se,

sakankur jj iı (a.i.) : 1. M ı s ı r 'd a b u l u n a n k u m k e r t e n k e le s i. 2 . s a h a n g u r d e n i l e n b i r

sâki-yi şeb : m ehtap, ayışıgı.

t ü l b e n t ‫ ؛‬s a r g ı ‫ ؛‬b i r ‫ ؟‬e ş it in c e t ü l .

sakar ‫( ﺳﻬﺮ‬a.i.) : c e h e n n e m , t a m u , ( b k z : d û z a h ).

sâki-yi kevser (kevser [şarabı] sunan): Hz. Ali.

sakar-makarr ‫ ﻫﻌﺮ‬j L (a.b .s.) : m e k â n ı c e h e n salcat ٠‫( ﺳﻌﻂ‬a.s.) : 1. b i r ş e y in d ü ş ü k v e iş e y a -

sâkib, sâkibe ‫ ﻷ ي‬، ‫( ﺳﺎﻛﺐ‬a .s.): dökülen, dökücü. Dem'-i sâkib : dökülen gözyaşı. Miyâh-ı sâkibe : dökülen sular,

r a m a z k ıs m ı . 2 . f e n â v e fa y d a s ız şey. 3. y a n -

sakil ‫ ل‬٠‫( ﺛﻢ‬a.s. siklet'den c. : sikal, s u k a lâ ):

n e m o la n , c e h e n n e m e g id e n ,

İış.

4. b i r t a r a f ı h a s t a v e y â e k s ik 0 İ a n .( b k z :

a lil). 5. b o z u k , y a n lış .

sakatât

‫ﺳﻘﻄﺎت‬

(a.i. s a k t a 'n m c.) : 1. d ü ş ü k y e r-

1er, e k s ik le r, y a n l ı ş l a r (s ö z d e , k o n u ş m a d a ) . 2 . e t i y e n e n h a y v a n l a r ı n p a ‫ ؟‬a, c iğ e r, İş k e n b e , b a ş g ib i u z u v la r ı.

sakati ‫( ﺳﻌﻬﻠﻰ‬a.s.) : 1. k ö tü , fe n â m a l s a ta n . 2 . y a n l ı ş l a r ı ‫ ؟‬o k o la n [ m u h a r r i r , ş â ir].

sakatiyyUn

‫ﺳﻮن‬

(a.s. s a k a t i 'n i n c.) : ‫ ؟‬o k

y a n l ı ş y a p a n m u h a r r i r l e r , ş â irle r ,

sâkayn

‫داﻓﻴﻦ‬

(a.i.c.) : * ik iz k e n a r.

Sâkayn-İ şibh-i m ü nh arif : geo. * ik iz k e n a r * y a m u k , fr. trapèze isocèle, sakb

‫ﺛﻬﺐ‬

(a.i.c. : s u k u b ) : 1. d e lm e , d e lin m e .

2 . b i r t a r a f t a n ö te k i ta r a f a k a d a r a ‫ ؟‬ı k o la n delile, ( b k z : su k b ). 3. a n la m a ,

sakb-ı m üteşârî : hek. v ü c û d u n t ü r l ü o r g a n s a k f - (a.i.c. : s u le u f) : ta v a n , ‫ ؟‬a ti, d a m .

‫ب‬٠‫( ﺛﺎق‬a.s.

sakil-i remel: miiz. T ü rk m üziğinde vaktiyle k u lla n ılm ış b ir b ü y ü k usul,

l a r ı n ı d e lm e y e m a h s u s â le t,

sâkıb

1. ağır, (bkz : girân). 2. sıkıntılı, can sikan. 3. ‫ ؟‬irk in . 4. gr. ağıl- ve k a im o k u n an [hece]. 5. müz. T iirk m üziğ in d e ağ ır k ara k terli 48 zam an lı ve 34 v u ru çlu b ir u su l olup kâr, beste, peşrev ve İlâhî gibi eserlerde k u lla n ılırdi. Şırasıyla sofyan, sengin sem ai, sofyan, 3 sengin sem ai, 4 so fyandan oluşur. V u ru şu : diim (2 zam an, kavi), te (1 n im kavi), ke (1 za m a n zayıf); d ü m (2 kavi), te (1 n im kavi), ke (1 zayıf), te (1 n im kavi), ke (1 zayıf); d ü m (2 kavi), te k (2 n im kavi), tek (2 n im kavi); d ü m (2 kavi), d ü m (2 n im kavi), te k (2 n im kavi), d ü m (2 kavi), tek (2 n im kavi), tek (2 n im kavi); d ü m (2 kavi), te k (1 zayıf); d ü m (1 n im kavi), te k (1 zayıf), d ü m (1 kavi), te k (1 zayıf); d ü m (1 n im kavi), tek (1 zayıf); d ü m (2 kavi), te (1 n im kavi), k e'd ir (1 zayıf),

s a k b 'd a n ) : 1. d e le n , d e li k a ‫ ؟‬a n ,

sakilü'r-rûh : rû h u ağır, k a n i ağır, in sa n a SIk ın tı veren [kimse], (bkz : girân-cân).

b i r t a r a f t a n ö b ü r t a r a f a d e lip g e ‫ ؟‬e n . 2. p a r -

sâkilü'1-hezec ‫( ﺛﻘﻴﻞ اﻟﻬﺰج‬a.b.i.) : miiz. T ü rk

lale ış ık lı. Necm -İ sâkıb : p a r l a k y ıld ız . 3. i.

m ü ziğ in d e vaktiyle k u lla n ılm ış b ir büyüle usul.

erleek a d i.

4. te s ir li, * e tk ili. Akl-1 sâkıb :

* e tk ili a k il. Fikr-İ sâkıb : p a rla le d ü ş ü n c e , s â k ı b a ^ ü (a.s. s a k b 'd a n ) : [ " s â k ıb ” i n m ü e n .] . ( b k z : s â k ıb ).

sâkıt ‫( ﻣﺎﻗ ﻂ‬a.s. s u k u t 'd a n ) : 1. d ü ş e n , d ü ş ü c ü , d ü ş m ü ş . 2. h ü k ü m hüküm süz.

v e itib a rd a n d ü şm ü ş,

3. d ü ş ü k ,

v a k it s i z

ra h im d e n

d ü ş e n ‫ ؟‬o c u k , [m iie n . : “s â k ı t a ”].

sâleiye ‫ ا ﻗ ﻪ‬٠‫( ل‬a.s. s a k y 'd e n . c. : sâleıy ât) : 1. İ‫ ؟‬k i d a ğ ı t a n k a d m . 2 . (c. : s e v â k î) : s u d o la b ı, s u arlei. 3. [" s â k î” n i n m ü e n .] . ( b k z : sâ k î).

saki' ‫( ﺻﻬﻴﻊ‬a.i.) : le ıra ğ ı, ‫ ؟‬iy. ( b k z : jâ le , şe b n e m ).

sakim ‫( ﻣﻘﻴﻢ‬a.s. s a k a m e t'd e n ): 1. hasta, hastalık lı. (blez : m ariz). 2. yanlış. 3. ı'ivâyeti d o g ru , sağlam olm ayan [hadis].

sakime ‫ف‬

(a.s. sa k a m e t'd e n ): ["sakim ” in m üen.]. ( b k z : sakim ).

sâkin, sâkine ‫ ﻣﺎﻛﻔﻪ‬، ‫( ﻣﺎ ﻛ ﻦ‬a.s. s ü k û n 'd a n ): 1. h arek etsiz olan, oynam ayan. 2. uslu, k en d i h âlin d e olan, yavaş. 3. ( c .: s â k in â n ) : o tu ra n (b ir yerde), ( b k z : m ukim ). 4. a. gr. h areke ile o k u n m ay an [harf]. Hurûf-İ sâkine: sâ k in haı'fleı', harekesiz harfler. 5. tesk in olm uş, yatışm ış.

‫ًا‬0، 9

sâkî-nâme

‫ د‬٠‫داﻓ ﻰ ذا‬

s â k î-n â m e

( a .f .b .i.) : e d . s â k î v e ş a r a b ı

överek," s â k i d e n ş a r a p is te m e y e d â i r d i v a n ş â irle r in in y a z m ış o ld u k la rı m a n z û m e .

‫ﻣﺎﻛﻨﺎف‬

s â k in -â n

(a.f.b .s. s â k i n 'i n c . ) : s â k i n le r ,

o t u r a n l a r [ b ir y e rd e -).

‫ﺳﺎﻛﻔﺎ ﻻ‬

s â k in -â n e

( a .f .z f .) : s e s s iz c e ‫ ؛‬s â k i n o la -

n a y a r a ş ı r y o ld a . s â k it, s â k ite

‫ﻣﺎﻛﺘﻪ‬

،

‫ﻣﺎﻛﺘﺎ ﻻ‬

‫ﻣﺎ ﻛ ﺖ‬

(a.s. s ü k ü t 'd a n ) : su -

‫ا ث‬.

(a.i. s u l b 'd e n ) : 1. p e k li k , k a ti -

( b k z : se b â t).

Salâbet-İ ahlâk : a h lâ k , k a r a k t e r s a ğ la m lığ ı. Salâbet-İ d i n i c e : d î n s a ğ la m lığ ı. 3. b i r m â d e n i b a şk a b ir m â d e n e

s ü rte re k

‫ ؟‬iz -

m â d e n i n g ö s t e r d iğ i m u k a v e m e t,

salâh ‫ﻣ ﻼ ح‬

( a .f .z f .) : s e s s iz c e , se s ‫ ؟‬ik a r -

m a y a r a k . ( b k z : s â m it- â n e ) . sak k

‫ﺻﻼ؛ت‬

ilk , s a ğ la m lık . 2. m â n e v î k u v v e t, d a y a n m a ,

m e k İ‫ ؟‬i n s a r f o l u n u n k u v v e te k a r ş ı ‫ ؟‬iz ile n

s a n , se s ‫ ؟‬ik a r m a y a n . ( b k z : h â m û ş ) . s â k it-â n e

s a lâ b e t

( a . i . ) : 1. d ü z e lm e , iy ile ş m e , iy ilik .

2 . r a h a t l ı k , b a r ı ş . 3. d i n e o la n b a ğ lı lı k . 4 . i. e r k e k a d i.

( a . i . c . : s i k â k , s u k U k ) : 1. h u k . ş e r 'î

m a h k e m e d e n v e r i le n İ lâ m , b e r a t , k a d ı h iic -

salâh-ı h â l : h â l i n , d u r u m u n d ü z e lm e s i, salâhü'd-dîn : s a l â h a d d i n ş e k l in d e y a y g ın

c e ti v e b u g ib i y a z ı l a r d a k i tâ b ir le r , * d e y im -

o la n b u k e li m e “ d i n e b a ğ lı” m â n â s ı n a g e le n

ler. 2 . h u k . v e s ik a la r .

b i r e r k e k a d ıd ır .

s a k k - i k a d im : h u k . m a h k e m e c e d ü z e n le n e n e s k i v e s ik a , s e n e t.

‫ ﺗ ﺎ‬٠(“ k a ”

sak k a

‫ﻣ ﻜﺎ ك‬

u z u n o k u n u r , a .i. s a k y 'd a n ) :

h ü c c e t y a z m a d a m a h â r e t i o la n , ş e r i a t m a h -

‫ﻣﻌﺎي\ن‬

‫ﺻﻬﻞ‬

( o . c . ) : s a k a la r , s u t a ş ıy a n

S a lâ h iy y e -i H a lv e tiy y e

‫"ﺑﻪ‬۶

‫ﺀ‬٠‫ﺻ ﻼﺣﺎ‬

(a .h .i.):

[ k u r u c u s u , B a lI k e s ir li A b d u l l a h S a l â h a d d i n e fe n d iy e n is p e tl e b u a d i a lm ış tı r ) ,

( a . i . ) : t ö r p ü ile e ğ e le m e ; c ilâ la m a .

‫ﺳﻬﻤﻮذﺀا‬

s a k m U n iy a

‫( ﺻﻼﺣﻬﺖ‬٥. İ . ) :

1 . y e tk i , b i r iş e k a -

r ış m a y a v e y â v a z if e ic â b ı b i r İş y a p m a y a ,

m ü s h i l g ib i k u l l a n ı l a n b i r m a d d e , [a sil Y u-

b i r h a r a k e t t e b u l u n m a y a h a k l i o lm a . 2 . b i r

n a n c a d ır).

dâvâyâ

jLp

( a .i.): h e k . b ir

s a lâ h iy y e t

g ö z o tu ,

sakr

(a .i.c .: Sikar, sukur) : ZO.Oİ. tepeli do-

gan. s a k ta saky

( a . i . c . : s a k a t â t ) : s ö z d e k i y a n lı ş l ık ,

‫ ( ﺳﻬﻰ‬a . i . ) : s u l a m a ,

s u İ ç irm e , ( b k z : İr v â ;

‫ ا ع‬.,

s a lâ h i^ e t-d â ‫؛‬

‫ ﺗﺪار‬٠‫ﺻﻼح‬

( o .b .s .) : s a l a h iy e t li

s a l 'a m -

( a .c ü .) : " s a ll a lla h ü a le y h i v e sel-

şe k li.

( a . i . ) : b a ş t e p e s i n i n d a z la k lığ ı , k ıls ız -

lığ ı.

sâ lâ r

‫ر‬٠‫ﻣﺎإد‬

( f .i .) : b a ş , k u m a n d a n , b a ş b u ğ , e n

b ü y ü k â m i r . K a f ü e - s â l â r : k a f i l e n i n b a ş ı, (f.i.) : y ıl. ( b k z : â m , sen e).

s â lâ r - ı tâ ife : tâ ife n in b ü y ü ğ ü ,

s â l - i h â l : İ ç in d e b u l u n u l a n y ıl. sa lâ '

s a lâ h iy y e t:

le m '' c ü m l e s i n i n k a y n a ş t ı r ı l ı p , k ı s a l t ı l m ı ş

s a k y - î m â ' : s u d a ğ ıt ln a .

‫ا ل‬

A d e m -İ

(* y e tk ili), ( b k z : v a z if e - d â r ) .

isk a ).

s a l'

b a k a b il m e .

s a l â h iy e t s iz l ik (* y e tk is iz lik ), s a l â h i y y e t - i t e ş r i i c e : * y a s a m a * y e tk is i,

‫ﻣﻘﻄﻪ‬

b o z u k lu k .

sâl

d iy e b a ğ ı r a n .

ta s . H a lv e tiy y e t a r i k a t ı ş u b e l e r i n d e n b ir i,

k im s e le r . sak i

İ‫ ؟‬i n s a la v a t o k u y a n m ü e z z in . 2 . m e y d a n o k u y a n , ''k e n d i n e g ü v e n e n v a r s a ç ık s ın ! ”

(a.s. s a k k 'd a n ) : i'l â m , b e r a t ,

k e m e si k â tib i.’ sa k k a -y â n

( a .f .b .s .) : 1. m i n â r e d e s a l a t

v e re n , c u m â v ey â c e n â z e n a m a z ın a d â v e t

su d a ğ ıta n ‫ ؛‬sak a. sak k âk

salâ-hân ‫ ن‬١‫ﺻﻼﺧﻮ‬

;*ip

s a lâ riy y e

( a . i . ) : 1. c u m â n a m a z ı n a v e b â z ı y e r-

le r d e c e n â z e y e ç a ğ ı r m a k İç in m i n â r e l e r d e o k u n a n s a la v â t. 2. m e y d a n o k u m a , " k e n d i n e g ü v e n e n v a r s a ‫ ؟‬ık s ın ! ” d iy e b a ğ ı r m a .

3. b ir m a h a lle ‫ ؟‬o c u k la r ın ın , b a ş k a b ir m a h a ll e ‫ ؟‬o c u k l a r ı y l a t a ş k a v g a l a r ı n a ‫ ؟‬i k m a la -

büyük

‫ﻣﺎﻻر~ﻷ‬

(f.t.i.) : t a r . e m ir , v e z ir v e s a i r

k iş ile r e

â it to p r a k

ü rü n le rin d e n

ö ş ü r le b i r l i k t e a l ı n a n v e rg i. s a lâ t

‫ﺻﺎوه‬

،

‫ﺻﻼه‬

‫؛‬

‫ﻣﻼت‬

( a . i . c . : s a l â v â t ) : 1. n a -

m az. s a l â t - ı a ş â : a k ş a m n a m a z ı,

rı. [" e s - s a lâ ” ş e k l in d e d e k u l l a n ı l ı r ) . 4 . ta s .

s a l â t - ı f e c r : s a b a h n a-m azı.

M e v le v ile r d e

s a lâ t- ı h a m s e : (b e ş v a k it n a m a z ) : s a b a h ,

"Ç an’l a r ı

m u k a b e l e y e ç a ğ ır m a .

1070

nam aza,

yem eğe,

ö ğ le , i k i n d i , a k ş a m v e y a ts ı n a m a z l a r ı .

sâlîhûn salât-ı h a v f : m uharebeden evvel klim an iki rekât nam az.

salât-ı id : b a yram nam azı. salât-ı istihâre : istihareden önce klim an iki rekât nam az.

salât-ı istiska : yagm u r dııâsına çıkıldığı zam an klim an nam az. sa lâ t-ı İ ş r a k : güneş çıktıktan sonra klim an nam az.

sâl-hûrde ‫( ﺳﺎﻟﺨﻮرده‬f.b.s.) : pek ihtiyar, ‫ ؟‬ok yaşlı, (bkz : sâl-dîde). salib ‫ ﻳ ﺐ‬١‫( ﺀ‬a.i.c. : sılâb) : ha‫ ؟‬, (bkz : ‫ ؟‬elîpâ). Ehl-İ salib : haçlılar, fr. croisades, ilkaii'ssalib fi'l-m â : ha‫ ؟‬ı suya atma, salib-i ahmer : kizilha‫ ؟‬. salib-i cenûbî (cenup ha‫ ؟‬ı) : Cenup (güney١ kutup yıldızı. Beta Croix Austral‫ ؛‬ing. : southernCross.

sünnetinden sonra (H anefilerce vâcip, di-

‫( د ا ب‬a.s. selb'den) : 1. kapıp götüren, alan, alıp yok eden. 2. menfileştiren. 3. İnkâr eden. [müen. : "sâlibe"]. sâlibe ‫( دا ب‬a.i.) : fels. négatif,

ger mezheplerce sünnet) olarak klim an

salilji -

salât-ı se fe r : yola çık ıld ığı zam an k lim an iki rekât nam az.

salât-ı v itr : yatsı n am azının son iki rekâtlık

üç rekâtlık nam az. 2 . H z. M u h a m m e d 'e :

aleyhisselâtıvesselâm ,salavâtullahi aleyh, sallallahii aleyhi ve sellem dııâlarından birini okum a.

salât-ı iim m iyye : miiz. salât'ın bir nev'ine T ü rk

m üziğinde

âyinlerde

verilen

m uayyen

M uham m ed'e

âit

ad.

d în î

eşyânın

Bâzı

günlerde m erâsim

dînî H z. ile

ziyâretinde okunur. C â m i m ûsikisine âit şekillerdendir, [bugiin elimizde bulunan "salât-ı U m m iyye”; Itri'nin olup segâh m aka m m d a sem âi usuliindedir ve T ü rk dînî m iiziginin en belig şaheserlerinden biridir].

salâvât

‫ﺻﻠﻮ'ت‬

(a.i. sa lâ tn in

c . ) : 1. nam az-

lar. 2. H z. M uham m ed'e ve O nun soyun dan gelenlere okunan d u a : [A llahilm m e salli alâ seyyid in â M u h am m ed in ve alâ âli seyyid in â

M u h am m ed

=

efendim iz

M u h am m ed 'e ve onun soyuna sopuna salât ve selâm olsun].

salb

‫ﺻﻠﺐ‬

(a .i.): 1. asma, daracagm a çekme.

2. çarm ıh a germe. sa lb en

‫ﺑﺎ‬

(a .zf.): asarak, asm ak sûretiyle

[idam]. sâ l-d îd e

‫اﻟﺪﻳﺪه‬٠‫( د‬f.b .s.): ihtiyar, yaşlı‫ ؛‬tecrübeli,

( b k z : sâl-hûrde). sâle

‫( داك‬f.s .): 1. senelik, yıllık.

S ad -sâ le : yüz.

senelik. 2. (bkz : sâka).

sa'lçb (a .i.c .: sa â lib ): tilki. Dâü's-sa'leb : hek. saç, sakal, kil dökülmesi, fr. alopCcie. İııebii's-sa'leb : itüzüm ü. salhâ ‫ اﻟﻬﺎ‬٠‫( د‬f.i. sâl'in c . ) : yıllar, ( b k z : a'vâm, senevât, sinin).

sâlib

(a.s.) : 1. salibe, ha‫ ؟‬a mensup, putla ilgili. 2. salib, ha‫ ؟‬şeklinde olan. 3 ٠Hıristiyan. 4. haçlılardan olan,

salibim e (bkz : salibi).

(a.s.) : [“salîbî''nin miien.].

salibim e ‫ﻟﻪ‬-‫( ﺻ ﺐ‬a.i.) : bot. turpgiller, salibiyyûn ‫ن‬-

(a.i.c.) : Hıristiyanlar.

sâü f ‫( ﻣﺎﻟ ﻒ‬a.s. selef'den) : ge‫ ؟‬en, geçmiş, sâlife ‫( دا ف‬a.s. selef den) : 1. [sâlifin miien.]. geçen, geçmiş. E ^ â m -1 sâlife.. geçmiş günler. 2. anat. kulak memesinden köprüciik kemiğinin çukuruna kadar olan kısım. sâlifii'1-beyân ‫( ﻣﺎﻟ ﻒ ا ﺑ ﺎ ن‬a.b.s.) : beyânı geçmiş, bildirilmiş. sâlifü'z-zi-kr / ‫( ﻣﺎﻟ ﻒ اﻟﺬ‬a.b.s.) : zikri geçen, bildirilen, (bkz : mezkûr), salih ‫( ض‬a.s.c. : sulehâ). (bkz : sâlih). sâlih, sâliha ‫ ﺻﺎ ﻟ ﺤ ﻪ‬، ‫ اﻟﺢ‬٠‫( ه‬a.s. salâh'den. c. : sâhhûn, sulehâ) : 1. yarar, elverişli, iyi, uygun, yakışır. 2. salâhiyeti (yetkisi) ve hakki olan. 3. dinin emrettiği şeylere uygun harekette bulunan. A'mâl-i sâliha : dince makbul olan İşler. 4.İ. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi. sâlîhât ‫( ﺻﺎﻟﺤﺎ ت‬a.i. sâliha'nm c.) : 1. şeriatın emrettiği, ahlâk ve insâniyetçe beğenilen İşler. 2. hayır ve hasenat sâhibi Müslüman kadınlar. sâlihât-ı nisvân : dindâr, iffetli, temiz Müslüman kadınlar. sâlihât-ı iimmet : Allah'ın emirlerine uyarak hayırlı işlerde bulunan İslâm kadınları, sâlihûn ‫( ﺻﺎﻟﺤﻮن‬a.s. sâlih'in c.) : sâlihler, günahkâr olmayanlar, (bkz : sulehâ). 1071

sâlik

s â l i k d L (a.s. sülûk'den. c . : sâhkân, sâlikin): 1. bir yola giren, bir yolda giden, (bkz: münselik). 2. bir tarikata girmiş bulunan, (bkz: mürîd). sâlîkân ‫( ﻣﺎﻟﻜﺎ ن‬a.f.s. sâlik'in c .): sâlikler, bir tarikata bağlanmış, bir şeyhe uymuş olanlar. (bkz: sâlikin). sâlikân-ı arş : büyük melekler, sâlîkîn ‫( ﺳﺎﻟﻜﻴ ﻦ‬a.s. sâlik'in c .): sâlikler, bir tarikata veyâ bir mesleğe bağlanmış olanlar. (bkz: sâhkân). sâlîm ‫( ﻣﺎ ﻟﻢ‬a.s. silm'den. c . : sâlimin) : 1. sağ; sağlam. 2 ٠eksiksiz, sakatı, noksanı olmayan. 3. korkusuz, emin, (bkz: mutmain, müsterih. 4. a. gr. İçinde illet harflerinden biri (elif, vav, ye) bulunmayan kelime, s â l im e ^ ^ (a.s. silm'den): ["sâlim” in müen.]. (bkz: sâlim). sâlimen ‫( ﺳﺎﻟﻤﺄ‬a.zf.) : 1. sağ, sağlam, sıhhatte olarak. 2. emniyetle, güvenle, sâlîmîn ‫( ﺳﺄﻟﺴﻦ‬a.s. sâlim'in c .): sağ ve sağlam olanlar.

salsâl ‫ ل‬-

(a.i.): ‫ ؛‬eol. 1. kumla karışık ince ‫ ؟‬amur. 2. lüleci ‫ ؟‬amuru.

saİsâl-i cümûdiyye : jeol. .buzulta?, moren. saİsâlî ‫ ﻟﺼﺎﻟﻰ‬٠‫( ه‬a.s.): salsal'la ilgili, lüleci ‫ ؟‬a-

muru hâlinde olan. saltanat ‫( ﺳ ﺴ ﺖ‬a.i.): 1. sultanlık; pâdişahlık,

hükümdarlık. 2. bolluk ve zenginlik, çatafatlı hayat. (bkz : dârât, debdebe, tantana). Saltanat-I senid e : OsmanlI imparatorluğu-

nun bir adi. sâlûs ‫اﻟﻮس‬-‫( س‬f.s.): riyakâr, İkiyüzlü, (bkz: münâhk, zerrâk). Merd-İ sâlûs: riyâkâr adam. sâlûs ‫ث‬٠‫( ﺛﺎﻟﻮ‬a.i.): teslis, fels. fr. trivium. sâlûsî ‫ وﺳﻰ‬5‫( ئ‬f.i.): riyâkârlık, İkiyüzlülük, (bkz: riyâ). s a l v e le ^ ^ (a.i.): Hz. Muhammed'e okunan : “besmele, hamdele” ile birlikte “vesselâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain" ‫ ؟‬eklindeki duâ. salyân, salyâne ‫ ﺑ ﺬ ه‬١‫ س‬، ‫( ﻣﺎﻟﻴﺎ ن‬f.i.): yılda bir

sâlimiyye ‫ﻟﺴﻪ‬١‫(س‬a.i.) : İslâm dininde kelâmın kollarından biri. [Muhammed bin Sâlim'in adından].

alman vergi; Tanzimat'tan önce bir kısım me'murlarla müstahdemlere yıllık olarak verilen vazife (ücret).

sâlis ‫ﻟﺖ‬،‫( ث‬a.s.): üçüncü. Bâb-1 sâlis: üçüncü kapı; üçüncü bölüm. Cild-İ sâlis : üçüncü cilt. Şahs-ı sâlis : bir İşle ilgili karşılıklı iki tarahn dışında kalan bir üçüncü şahıs,

sâm ‫ م‬١‫( س‬f.i.): 1. elegimsagma, gök kuşağı, (bkz: âdyende, âlâim-i semâ, kavs-i kuzah). 2. ateş, od. 3. sersemlik hastalığı.

sâlisât ‫( ﺛﺎﻟﻘﺎت‬a.s. sâlise'nin c .) : sâliseler,

Sâm f L ‫( ؛‬f.h.i.): Hz. Nûh'un oglu ki Semitik kavimler bunun neslindendir.

sâlise ‫( ﺛﺎﻟﺜﻪ‬a.s.c.: sâlisât, sevâlis): 1. üçüncü [“sâlis" in müennesi]. 2. i. sâniyenin altmıştabiri. 3. i. binbaşılık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı: “rifatlü" dür. 4. i. kadm adi.

sâmân ‫( ﻣﺎﻣﺎ ن‬f.i.): 1. servet, zenginlik. 2. rahat; dinçlik. 3. düzen, (bkz : âsâyiş). Bî-ser ü sâmân: perişan hal. 4. kudret, iktidar.

sâlisen ‫( ًﺛﺎﻟﺜﺎ‬a.zf.): üçüncü olarak,

samânî ‫ ا‬٠‫( ﺻ ﻤﺎذ ج‬t.a.s.): saman renginde, açık sari.

sâ lise ‫ ه‬٠‫ ( ﺳﺎل‬fi.) : ed. yeni yılın kutlanmasını ve târihini ele alarak muharremde yazılıp sunulan medhiye. [yapma kelimelerdendir]. sallâ ‫( ﻫﺎ ى‬a.n.): "sallallahu aleyhi ve sellem” cümlesinin kısaltılmışı, (bkz : sal'am). sallallahii te â lâ : Allah onun şânını yüceltsin! sâl-nâme ‫( ﻣﺎﻟﻐﺎﻣﻪ‬f.b.i.): yıllık, [muayyen mevzulara dâir yıldan 'yıla çıkarılan dergi, kitap].

Sâmân ‫ ن‬١‫( ﻣﺎم‬a.h.i.): Sâmânî devletinin -kurucusu.

Sâmânî ‫اذى‬٠‫( ﺳﺎ‬a.h.i. Farsça c.: Sâmâniyân): 1. Sâmânî devletinden olan. 2. s. sâmân devletine âit, onunla *ilgili, [müen.: sâmâniyye]. sâmân-sûz ‫ ى ر‬١‫( س‬f.b.s.): rahatı, huzûru

bozan. (a.s.) : 1. pek yüksek, ulu,' dâim, ezeli, ebedi. 2. (h.i.): lcimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah. 3. i. (Abdiissamed'den) erkelc adi.

samed ‫ﺻ ﻤ ﺪ‬

samt s a m e d â n î,

‫ﺻﻤﺪاﻧﻴﻪ‬

s a m e d â n iy y e

،

‫ﺻﻤﺪاﻧﻰ‬

( a .s .) : A lla h 'a v e 0 'n u n ezeli k u v v e t v e k u d re tin e

m e n su p ,

A lla h

ile

ilg ili olan.

A v n - İ s a m e d â n î : A lla h 'ın y a rd ım ı. E l t â f - 1 s a m e d â n i y y e : İlâ h î lû tu fla r.

‫ﺻﻤﺪاﻧﻴﺖ‬

s a m e d â n i^ e t

sa m e d â n îlik .

‫ﺻﻤﻢ‬

‫ﺻﻤﻎ‬

sam g

( a .i .c .: s u m û g ) : z a m k ,

‫ﺳﺎﻫﻊ‬

( a .s .) : z a m k h â lin d e v e y â z a m k

d in le y e n , d in le y ic i, ü z n - i s â m i ':

İşiten, d in le y e n k u la k .

‫ﺳﺎﻣﻰ‬

(a .h .i.) : X V I I I . a sırd a y a ş a m ış O s-

m a n ii şâ irle rin d e n b ir i o lu p A r p a E m in i

‫ﺳﺎس‬

(a.s. s ü m ü w 'd e n ) : 1 . y ü k s e k , y ü c e ,

lcam d an ç ık a n İşler İçin k u lla n ılırd ı]. E m i r n â m e - i s â m î : sa d âret m a k a m ın d a n ç ık a n y ü k s e k e m ir k â ğ ıd ı. 2 . şö h re tli, ü n lü . 3 . i. erkek adi. [ m iie n .: "s â m iy e " v e k a d ın adi].

‫ س‬١‫ (س‬a .s .) : S â m s o y u n d a n olan, s â m î ‫( ﺻﺎس‬a.i.) : k a tilik , sertlik ; k u ru lu k . S â m î ‫ ( ﺳﺎﻣﻰ‬a .i.) : 1. b e y a z ır k ın A s u r c a , İb r a n iSâm î

ce, H a b e şç e gib i d ille ri k o n u şa n çeşitli k a v im le r in in to p la n d ığ ı kol. 2 . s. b u k o ld a n

( a .s .) : 1. s â m i'in m iien n e si. 2 . k u -

la k ta k i İşitm e k u v v e ti, b iy. *İşid im . K u v v e - ‫؛‬ s â m îa : İşitm e k u v v e ti. 3 . k a d ın adi. s â m ia -ş ik â f

‫ﺳﺎﺳﻪ ﺷﻜﺎ ف‬

-(a .f.b .s .): k u la ğ ı y ır -

‫ﺳﺎﻣﺢ‬

(a.s. s e m â h a t 'd e n ): 1. c ö m e rt, eli-

açık , (b k z : sah i). 2 . i. erkek adi. s â m îh a

‫ﺳﺎﻣﺤﻪ‬

(a.s. sem â h a t'd e n ) : [“ s â m ih ” in

( a .s .) : sek izin ci, ( b k z : h eştü m ). se k iz in c i

cild .

[ m ü e n .:

‫ﺛﺎﻣﺌﺄ‬

( a .z f .) : se k iz in c i o la ra k , se k izin -

s â m îr

‫ ( ﺳﺎﻣﺮ‬a .i.) : ge ce to p la n tıla rı, ‫( ﺛﺎﻣﺮ‬a.s.): m e y v a lı, m e y v a tu tm u ş,

(bk z:

m îv e -d â r ). D î r a h t - î s â m îr : m e y v a lı ağaç. S â m ir î

‫ﻣﺎﻣﺮى‬

( a .h .i.) : y a p tığ ı b ir b u z a ğ ıy a , H z .

h a lk ı ta p tır m a y a k a lk ış a n h erif, (b k z : İcl-i sâ m irî). s â m ît

‫ﺻﺎﻣﺖ‬

(a.s. s a m t 'd a n ) : 1. sesi ç ık m a y a n ,

su sa n , (b k z : sâkit). 2 . sessiz, ses ç ık a rm a z , sa g ir. 5 . c a n s ız [m al]. 4 . g r. sessiz h a rf, ü n sü z, fr. c o n s o n n e . s â m ît ü İ e r z â n : su sm u ş v e titrek , s â m it -â n e

‫ﺻﺎﻣﺘﺎ ﻧﻪ‬

( a .f.z f.) : sessizce, ses ç ık a r-

m a k s ız m . ( b k z : sâkit-ân e).

‫( ﺳﺎﻣﻌﻮن‬a.i.). (b k z : sâ m iîn ). ‫ ( ﺻﻤﻞ‬a .i.) : k a tilik , sertlik , k u ru lu k ,

s â m iû n

d ik -

lik . (su m û l). s a m lâ h

‫ﺻﻤﻼح‬

( a .i.) : 1. k u la k deligi. 2 . k u la k

p ası, k u la k k iri. sâm m , sâm m e

‫ﺳﺎﻣﻪ‬

،

‫ﺳﺎم‬

(a.s. s e m 'd e n ) : ze-

‫ﺳﺎﻣﻌﻴﻦ‬

(a.s.

2 . d in leyen ler, s a m im , s a m îm e

s â m i'in

c.) : 1. işitenler.

‫ﺻﻤﺎ‬

(a.s.) : 1. sa g ir v e d ilsiz, [esam m 'm

m ü e n n e si]. 2 . sesi ç ık m a y a n . 3 . k a ti v e so m

،

‫ﺻﻤﻴﻢ‬

sâm m e

‫ﺳﺎﻣﻪ‬

( a .s .c .: s e v v â m ) : (y ıla n , alcrep

gibi) z e h irli [h a y va n ].

d in ley iciler.

‫ﺻﻤﻴﻤﻪ‬

otlar. sam m â

k a y a . 4 . a n a t. m id e ye y a k m b a ğ ırsa k la r,

m ü en .]. ( b k z : sâm ih ). s â m iî n

( a .s .) : y a g il, sem iz,

h irle ye n , a ğ ılı. N e b â t â t -1 s â m m e : zeh irli

tan. s â m îh

( a .i.) : s a m im îlik , sen li

c i d ereced e.

sam l

olan.

‫ﺳﺎﻣﻌﻪ‬

n in

M û s â T û r - i S în â 'd a A ll a h 'l a k o n u şu rk en ,

(b k z : âlî), [sa d râ z a m la ilg ili o la n v e 0 m a -

s â m îa

[“ s a m îm î"

"s â m in e ” ].

s â m îr

Z â d e d iy e m eşh u rd u r. sâm î

( a .s .) :

‫ﺻﻤﻴﻤﻴﺖ‬

s â m în :

s â m in e n

(a.s. sem 'd e n . c . : sâ m iîn , s â m iû n ) :

1 . İşiten. 2 . Sâm î

‫ﺳﺎﻣﻦ‬ ‫ﺛﺎﻣﻦ‬

s â m în

C ild -İ

g ib i olan. s â m î'

‫ﺻﻤﻴﻤﻴﻪ‬

m iien .]. ( b k z : sa m îm î).

s â m în

s a m g - ı r a t e n c i : reçin e,

‫ﺻﻤﻐﻰ‬

( a .s .) : 1. İçten , c a n d a n , g ö n ü l-

d en. 2 . İçli d ışlı, sen li be n li,

b e n li, İçli d ış lı o lm a h âli,

s a m g - ı n e f t i : h in t reçin esi,

sam gi

‫ﺻﻤﻴﻤﻰ‬

s a m îm î

s a m îm i y y e t

(a.i.) : sa ğ ırlık ,

( a .f.z f.) : s a m îm î o la ra k ,

İçten, g ö n ü ld e n gelerek,

s a m im ic e

( a .i.) :

T a n r ılık , ( b k z : u lû h iy y e t). sam em

‫ﺻﻤﻴﻤﺎ ﻧﻪ‬

s â m îm - â n e

( a .i.) : 1. İç, öz,

asil; m e rk e z, g ö b e k [İn'san h a k k ın d a ]. 2 ٠i. [b irin cisi] erkek, [İkincisi] k a d ın ad i. A n s a m îm î'1 - k a lb : c a n v e g ö n ü ld e n . s a m îm ü '1 - k a lb : k a lb in , g ö n ü lü n İÇİ.

sam sâm

‫ﺳﺎ م‬

(a.i.) : k e sk in k ılıç , (b k z : se y f-i

b ü rrâ n ). sam sâm e

‫ﺳﺎ ﻣ ﻪ‬

( a .i.) :

A m r 'ın

k ılıc ı.

[Z ü lfe k a r 'd a n so n ra gelen m e ş h u r k ılıç ], sam t

‫ﺻﻤﺖ‬

(a.i.): su sm a, (b k z : h â m û şî, sü kû t).

somu samU

‫ﺻﻤﻮ‬

(a.i.) : iy i o lm a , a fiy e t b u lm a , (b k z :

İfâkat).

‫ﺻﻤﻮت‬

samUt

(a.s. sa m t'd a n ) : 1. a z k o n u ? a n .

2 . su sm u ?; su ra t a sa r a k su san .

-sân

‫ ﺳﺎت‬-

(f.s.) : “ b e n zer, a n d ır ır '' m â n â la rın a

ge lerek *b irle ? ik k e lim e le r y a p a r. Yek-sân : b ir gib i; b ir d ü ziye.

‫ﺳﻔﺎﺟﻖ‬

sanâcik

(o.i.c.) : T ü rk ç e “ s a n c a k " k e li-

m e sin in A r a p ç a c e m i ?ekli,

sand, sandal ‫ ل‬٠‫ ﺻﺎ‬، ‫( ﺻ ﺪ‬a.i.) : Hindistan'dan getirilir kuvvetli ve güzel kokulu sert bir ağaç. sandal, sandal‫ ﺻﻐﺪ ﻟﻰ ؛‬، ‫( ﺻ ﺪ ل‬a.s.). (bkz : sandel, sartdeli). sandel, sandel‫ ﺿ ﺪ ﻟﻰ ؛‬، ‫( ﺻﻐﺪل‬a.s.) : 1. sandal ağacı ile ilgili. 2. i. sandal ağıcından yapılmi? sandalye, iskemle. 3. i. Avrupa hükümdarlarının oturdukları hiikûmet kürsüsü.

(a.i. s ın d îd 'in c.) : b a ? k a n la r;

sandûk ‫( د و ق‬a.i.c. : sanâdik) : sandık, [asil : "sundûk” dur].

sanâdîd-i A rab : C â h iliy e t d e v r i A r a p la r ı-

sanduka ‫( ﺻﻨﺪوﻗﻪ‬a.i.) : mermerden veyâ çuhadan yapilmi? mezar üstü.

sanâdid

‫ﺻﻐﺎدﻳﺪ‬

ile ri gelenler.

n in b ü y ü k le ri, b a ?la ri.

sanâdîd-i Bektâ?iyân : ask., tar. o cak agala-

‫( ﺿﺎدﻳﻖ‬a.i. sundUk'un ‫( ﺿﺎﺋﻊ‬a.i. sania'nm c.) :

sanâdik

c.) : sandıklar,

sanâi'

diizme, tertipli

İ?ler, hileler, tuzaklar.

san'at

‫ﺻﻔﻌﺖ‬

(a.i.c. : san'ât) : 1 . san at, u sta lık ;

hiin er, m â rife t. 2 . b ir ? e y i g ü z e l y a p m a k , b ir ? e y in g ü z e l, b e ğ e n ilir o lm a sı İçin u y g u la n a n k u ra lla r.

san'ât

‫ﺻﻔﻌﺎت‬

(a.'i. san 'at'ın c.) : san atlar, u sta -

İık la r, h ü n erler, m â rife tle r.

san'at-ger ‫( ﺻﻌﺘﻜﺮ‬a.f.b.s.) : 1. sa n a tç ı. 2. e s n a f san'at-kâî 2. artist.

‫ﺻﻌﺘﻜﺎر‬

(a .fb .i.) : 1. sa n a tçı, u sta.

(a.f.zf.) : s a n a tk â rc a ,

b ir s a n a tk â ra y a k i? a c a k y o ld a ,

san'at-kârî ‫ﺿﻌﺘﻜﺎر ى‬

(a .fb .i.) : sa n a tk â rlık ; u s -

ta lik , a rtistlik .

‫ﺿﺎﻳﻊ‬

(a.i. sın â a t'in c.) : san'atlar, z a n a -

atlar, (b k z : sın âat). [asil : “ s ın â i'" d ir].

sanâyi'-i lâfziyye : ed. c in a s v e şâ ire g ib i ?ek il h ü n erleri.

Sanayi'-İ ma'neviyye :

te?b ih v e istiâ re g ib i

m â n â ?ek illeri.

sanâyi'-i nefise : g iiz e l san'atlar, fr. beauxarts. sanâyi' ii h ire f : s a n a tla r v e rız k a , g e ç in m e y e y a r a y a n İ?ler.

sancâk ‫ﺳ ﺠﺎ ق‬

(t.i.) :

ask.

a la y b a y r a ğ ı, [k elim e

T ü r k ç e o lm a k la b e râ b e r

sancâk-1 ?erif g ib i

te rk ip h â lin d e k ıılla n ılm ı? v e O s m a n lic a d a “ s a n â c ik " ?e k lin d e c e m ile n d irilm i? tir].

sancâk-dâr ‫ﺳﻔﺠﺎﻗﺪار‬ (b k z : a le m -d â r).

1074

sandUk-kâr ‫( ﺿﺪوﻗﻜﺎر‬a.f.b.i.) : 1. veznedar, kasiyer. 2. sandıkçı, karagöz ustalarının ikinci yardımcısı olup İ?leri, resimleri sandiktan çıkarmak ve değneklere geçirip özel bir iple sıralamaktır. sanem ‫( ﺻ ﻢ‬a.i.c. : esnâm) : 1. put. (bkz : büt, cibt, çelîpâ, salib). 2. güzel kimse, sanem-i mahlika : Ay yüzlü güzel. sanem-hâne ‫( ﺻﻐﻤﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : puthâne, tapinak. (bkz : büt-hâne). sanem-perest ‫( ﺻﻨﻤﻴﺮﻣﺖ‬a.f.'b.s.) : puta tapan.

san'at-kâr-âne ‫ﺻﻌﺘﻜﺎراﻧﻪ‬

sanâyi'

Sandüka-İ tabi : anat. orta kulak, (bkz : İizn-i mutavassıt). sandük-çe ‫( ﺿﺪوﻗﺠﻪ‬a.f.b.i.) : küçük sandık.

(t.fb .s .) : s a n c a k ta ?iya n .

sanevber ‫( ﺻﺘﻮﺑﺮ‬a.i.) : 1. çam fıstığı ağacı. 2. çam fıstığı kozalağı. 3. sevgilinin boyu bosu. sanevber‫( ﺻﻮﺑﺮى ؛‬a.s.) : kozalak ?eklinde, koni biçiminde. sanevberiyye ‫( ﺻﻐﻮﺑﺮﻳﻪ‬a.i.) : bot. kozalaklılar, fr. conifères. sânevî ‫( واﻧﻮى‬a.s.) : ikinci. Keyfiyyât-I sânevi^e : fels. fr. qualités secondaires. sâneviyye ‫( ﺛﺎﻧﻮﻳﻪ‬a.s.) : ["sanevi" nin müen.J. (bkz : sânevî). san‫( ﺿ ﻊ ' ؛‬a.i. sıın'dan) : görülen i?, (bkz : amel). sân‫( ﺻﺎﻧﻊ ' ؛‬a.s. sıın'dan) : 1. yapan, i?leyen, yapıcı. 2. yaradan, san'at eseri olarak meydana getiren. 3. (h.i.) : Allah. 4. huk. istisna akdinin borçlusu. sâni'-i hakîkî, - -İ lem-yezel : Allah, sâni'-i hakim : hikmet sâhibi olan yaratıcı; Allah.

sarhan sân i-ik âin â t: fels. epitken, demiurgos (halk İçin ‫ ؟‬alışan), fr. demiurge. sâni'-i lem-yezel (daimâ kalacak olan): Allah. sâniü's-semâvâti ve'1-arz: gökleri ve yeri yaratan Allah. sânî ‫( داذى‬a.s. seny'den): ikinci, (bkz : düvüm). Cild-İ s â n î: ikinci cilt, sânî aşer : on ikinci. sania (a.i.c.: sanâi', sanîât) : düzme, uydurma İş, tuzak, hile. sanîât ‫ت‬،‫( ﺻﺒﻊ‬a.i. sanîa'nın c.). (bkz : sanâi'). sânîh, sâniha ‫( ﺳﺎﻧﺢ ؛ ﻣﺎﻧﺤﻪ‬a.s. sünûh'dan): zihin ve fikirde hâsıl olup ‫ ؟‬ikan, fikre doğan. Çeref-sânih (pâdişâhın irâdesi hakkında kullanılır) : şerefle ‫ ؟‬ikan. Efkâr-1 sân ih a : doğan fikirler. sâniha ‫( ﻣﺎﻧﺤﻪ‬a.i.c.: sânihât): ‫ ؟‬ok düşünmeden fikre doğan, akla gelen şey. sâniha-ârâ ‫( ﻣﺎﻧﺤﻪ آرا‬a.f.b.s.): sünûh eden, akla, hatıra gelen. sânihât ‫( ﻣﺎﻧ ﺤﺎ ت‬a.i. sâniha'nm c .): ‫ ؟‬ok düşünmeden fikre doğan, akla gelen şeyler, sânihât-ı S ey râ n î: Seyrânî'nîn içinden gelen duygulan İfâde eden şiirleri, sâniye ‫( داﻧﻪ‬a.i.c.: sâniyât, sevânî): 1. s. sânî'nin müennesi. 2. dakikanın altmışta biri. 3. yarbaylık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı: "izzetlü" dür. 4. kadm adi. sâniyen ‫( ﻻي‬a.zf.): ikinci derecede, ikinci olarak. sar' ‫( ﺻﻮع‬a.i.): hek. (bkz : sar'a). -sâr ‫ ا ر‬٠ - (f.s.): “yer" bildirerek *birleşik kelimeler yapar. Ç eşm e-sâr: ‫ ؟‬eşmeleri ‫ ؟‬ok olan yer. Kûh-sâr : dağlık yer. sâr ‫( ﺛ ﺮ‬a.i.): öç, intikam. Ahz-İ s â r : öcalma. [asli: "se'r” dir]. sar'a ‫( ﺻﺮﻋﻪ‬a.i.): hek. tutarık, tutarak, bayıhıCI, ağız köpürtücü ve ‫ ؟‬ırpındırıcı bir sinir hastalığı. sârâ ١‫( ﺳﺎر‬f.s.): hâlis, katkısız. Anber-i s â r â : hilesiz, katkısız anber. sarâhat ‫( ﺻﺮاﺣﺖ‬a.i.) : açıklık, ibârede açıklık, sarâhaten ‫( ﺻﺮاﺣﺔ‬a.zf.) : a‫ ؟‬ık‫ ؟‬a, açıkdan açığa, a‫ ؟‬ık olarak. sarâih ‫( ﻣﺮاﺋ ﺢ‬a.s. sarihlin c .): hâlis Arapkam [atlar], (bkz: sarih).

s a râ m e t ‫( ﻣﺮا ﻣ ﺖ‬a.i.) : yiğitlik, k a h ra m a n lık , s a râ s ir ‫( ﺻﺮاﺻﺮ‬a.i. sarsar'm c.) : şiddetli g ü rü ltü lü rüzgârlar. sa ra y ‫ ى‬١‫( ﺻﺮ‬f.i.). (bkz : serây). s â r-b â n ‫ ا ر ﻷ ن‬. (f.b.i.) : deveci, deve sü rü cü sü . (bkz : sü tü r-b ân , üçtür-bân). s â r-‫ ؟‬e ‫( ﻣﺎرﺟﻪ‬f.b.i.) : serçe [kuş]. (bkz : usfûr). sa rf ‫ى‬ (a.i.) : 1. (c. : sarfiyât) harcam a, m asra f etm e, gider. 2. p a ra bozm a. 3. ‫ ؟‬evirm e, d ö n d ü rm e. 4. değişm e. 5. (c. : su rû f) gramer, d ilb ilg isi. sarf-ı makderet : giic, k uvvet sa rf etm e, sarf-ı mehâret : m a h â re t sarfetm e. sarf-ı nazar : vazgeçm e, sarf-ı zihn : ak il sarfetm e. s a r fü nahv: gr. d ilb ilg isi, fr. gram m aire,

‫( ﺻﺮﻓﻪ‬a.i.) : 1. astr. m enâzil-i k am erd en biri, (bkz : m enâzil-i kam er). 2. bo n cu k ,

sarfe

، ‫( ﺻﺮﻫﻰ‬a.s.) : 1. h arc am a ile, giderle ilgili. 2. gram erle, d ilb ilg is i ile ilgili.

sarfi, sarfiyye

۶ ‫( ا ت‬a.i. sa rf 1,2'nin c.) : 1. harcam alar, m a sra f etm eler, giderler. 2. biy. V Ü cu tça s a rf edilen, v ü c u d u n çık arttığ ı şeyler, salgılar, (bkz : İfrâzât).

sarfiyât

‫( ﺻﺮﻫﻴﻮن‬a.i.c.) : gram erle u ğraşanlar, gram erciler, (bkz : nahviyyûn).

sarfiyyû n

‫( ﺻﺮح‬a.i.c. : su rû h ) : köşk, (bkz : kâh, k asrk â şân e ).

sarh

sar'î ‫رﺀى‬٠‫( ﺀ‬a.s.) : 1. sar'a h astalığ ı ile ilgili.

2. sar'ali.

‫( ﺻﺮ؛ع‬a.s.) : [yere yıkılm ış] sar'ali kim se, ‫( دار ى‬f.s.) : sü rü cü , süren, sârî, sâriye ‫ارﻳﻪ‬٠‫( ا ر ى ؛س‬a.s. sirâyet'den) : busari'

sârî

İaşan, bulaşıcı', fr. contagieux. Em râz-1 sâriye : hek. bulaşıcı h astalık lar, fr. m aladies contagieuses.

‫ رف‬١‫(ص‬a.s. s a r f dan) : 1. sarfeden, harcayan. 2. değiştiren.

sâ rif

sârife

‫ارﻓﻪ‬٠. (a.i.c. : savârif) : değişiklik, değiş-

me.

‫ ح‬٤‫( ﺻﺮ‬a.i. sarâh at'd en ) : 1. açık, m eydanda. 2. belli, (bkz : aşkâr, hüveydâ). 3 ٠(c. : sürehâ) s a f hâlis [irk]. 4. (c. : sarâih) hâlis A ra p k a m [at], (m üen. : "sâriha").

sarih

sarihan b y

(a.zf.) : açıkça, açık, m ey danda

olarak. 1075

sârîk s â rik ‫( ﻣﺎرق‬a.s. sirkat'den) : 1. çalan, h ırsız lık eden. 2. i. h ırsız, uğ ru , (bkz : düzd, lass).

sa th -ı m â il-i h e v e s â t: ed. heveslerin eğik sathi, heves u ç u ru m u .

s â rim , sâ rim e ‫ ﻣﺎرﻣﻲ‬، ‫( ﺻﺎرم‬a .s.): keskin, kesici. ( b k z : bü rrâ n ). Seyf-İ s â r i m : keskin kılıç. Suyûf-1 s â rim e : k esk in kılıçlar,

s a th -ı m u h a d d e b : geo. y ü z ü k ab arcık , 1‫ ؟‬k ın tılı olan satıh.

s a r ir ‫ﻳﺮ‬٠‫( ﺻﺮ‬a .i.): cızırtı, g ıcırtı [kalem, kapı gibi şeylerde]. S a r îr-İ

h â m e : kalem cızırtısı.

s a rîrü 'l-b â b : k apı gıcırtısı, sâ rr, s â rre ‫ داره‬، ‫ ا ر‬٠(a.s. s ü r û r 'd a n ) : sevindirici, s e v in ç li: Peyâm -1 s â r r : sevinçli haber. Â sâ r-ı s â rre : sev in dirici eserler, s a rrâ c ‫( ﺳﺮاج‬a.i.). (bkz : serrâc).

s a th -ı m u h t e l i t : tü rlü ?ekil ve d u ru m la rı olan .yüzey. s a th -ı m ıı k a 'a r : geo. ü zeri ç ö k ü n tü lü olan cisim. s a th -ı m i i n h a n i : geo. eğri .yiizey, fr. su rfa ce co u rb e. s a th -ı m ü s t e v î: geo. .d ü zlem , fr. p la n , s a th -ı m ü te n â z ır : m a t. sim etri .d ü zlem i, s a th -ı ş â k u l î : a str. .d ü şe y .d ü zlem ,

s a rrâ c -â n ‫( د را ^ ن‬a.i.c.). (bkz : serrâcân).

s a t h ı u f k i : m a t. .y a ta y .düzlem ,

sa rrâ c -h â n e ‫ﺟﺨﺎذه‬٠‫( ﺳﺮا‬a.f.b.i.). (b k z : serrâchâne).

sa th e n ‫( ﺻﻄ ﺦ‬a.zf.): d ıştan , dış yüzden,

s a r r â f ‫( ﻧ ﻢ' ف‬a.s.c .: s a rr â f â n ) : 1. sarfeden. 2. i. sarraf. 3. anlayan, değer veren.

s a th i { f x L (a .s.): 1. dişyüzeyle ilgili. 2. m a t. .yüzeysel, fr. su p e rfic iel. M e sâh a -İ sa th iy y e : y ü z .ö lçü m ü . 3. zf. ü stü n k ö rü ,

s a rrâ f-ı s u h a n : giizel k o n u şan , güzel sözlere değer veren kim se. sa rrâ fâ n

‫( ﺻﺮاﻓﺎن‬a.i. sa rrâ f'ın c . ) : sarraflar,

s a r r â fiy y e

‫ﺷﻪ‬١‫( ﺻﺮ‬a .i.): 1. sa rra flık hak k i.

2. sarraflığ a âit, sa rra flık la ilgili. s a rs a r ‫( ﺻﺮﺻﺮ‬a.i.c .: s a râ s ır ) : şiddetli, g ü rü ltü lü rüzgâr. s a ' t e r ^ (a .i.): b o t. zater, kekik. S a 't e r - İ b e r r i :

b o t. k ek ik o tu ,

lâ t. t h y m u s

s e r p y llu m .

s a 'te ri ‫اﻻزى‬٠‫( د‬a .i.): 1. soytarı. 2. şen, k eyifli kim se. 3. k ekik o tu ile ilgili, satev ât ‫ ﻃﻮا ت‬٠‫( د‬a.i. satv et'in c . ) : satvetler. s a th ‫( ﻃ ﺢ‬a.i.c .: sutûh) : 1. ev dam ı, (bkz : bâm ). 2. b ir şeyin dış tarafı, dış yüzü. 3. ü stten g ö rü n en kısım . 4. geo. y ü z e y . s a th -ı a m û d î : geo. d i k e y d ü z le m . s a th -ı arz: zem in).

cogr.

Y eryüzü,

( b k z : rûy-i

ş a t h i y a t ‫ ﻳ ﺎ ت‬٠‫( ﺻﻂ‬a .i.c .): sathi, âd i şeyler, s a th ic e ( b k z : sathi).

(a .s.): ["sathi" n in m üen.l.

s a t h i d e n ‫ ب‬١‫( ط‬a.zf.): 1. dış yü zd en , d ıştan . 2. Üstten, d erin leştirm ed en , sudan. sâtı'j s â tıa ‫ ﻣﺎﻃﻌﻪ‬، ‫( ﺳﺎﻃﻊ‬a.s. s u tû 'd a n ) : yükselip m ey d an a çıkan, yükselen, yükseldikçe yükselen. A lem -İ sâtı': y ü k selen bayrak. E n v â r-ı s â tıa : y ükselen ışıklar, s â tıh ‫( ﻣﺎﻃﺢ‬a .s.): y ery ü z ü n ü açan A llâh. s â tir J i (a.s. s e tr'd e n ) : örten, k ap atan . Lihâf-1 s â t ı r : kabuk, zar, deri, s â tir ü 'l - u y û b : ayıpları (g ü n ah ları) ö rten A llah, [settârü'l-uyûb, d a h a yaygındır), sa tl J L (a .i.): 1. tas, kova. 2. k ü ç ü k leğen. 3. at sulam a kovası. .satr

j L

(a.i.c .: s u tû r ) : yazı sırası,

s â tu r ‫( ) زﻃﻮر‬a .i.c .: s e v a tir): sa tir [bıçak],

s a th -ı b a h r : jeol. deniz yüzü. s a th -ı c â n i b î : geo. .y a n a l yüzey, fr. su rfa ce latCrale.

sa tv et ‫ ﻃﻮ ت‬٠‫( د‬a .i.c .: sa te v â t): 1. b irin in üzerine şiddetle sıçram a. 2. ezici kuvvet; zorluluk.'

s a th -ı d â h i l î : kam erin , altın d a n g ö rü n en yüzü.

sa tv e t-m e d â r ‫ ر‬١‫( ﺳﻄﻮت ط‬a.b.s.) : satvet sebebi, satvet vesilesi.

s a th -ı d e ry â : d en izin yüzü.

sâ û n ‫ اﺀون‬٠‫( د‬a.s. sâî'n in c.). (bkz : sâî).

s a th -ı ir tic â c

: .şa lın ım .düzlem i.

s a th -ı m â i l : co g r.

.a k la n , dağ yam acı,

v e rsa n t.

s a th -ı m â ile : (bkz : sath-ı m âil). 1076

fr.

s â û r ‫اﺀور‬٠‫( د‬a.i. sa'r'dan) : ocak; fırın , ( b k z : tennûr). sa û t ‫ل‬٠‫( ﺳﻌﻮ‬a.i.) : enfiye gibi b u ru n a çekilen toz İlâçlar.

sayd-efgen savâb ‫( ﺻﻮاب‬a .i.): 1. d o ğru lu k , d ü rü stlü k ; d o ğ ru hareket, d o ğ ru davranış, d o ğ ru düşünce. 2. s. doğru, d ü rü st, sa v âb -d id e ‫( ﺻﻮاﺑﺪﻳﺪه‬a .fb .s .): d o ğru, h ak li görülm üş; beğenilm iş. sa v âb -en d îş ‫( ﺻﻮاب اﻧﺪﻳ ﺶ‬a .s.): düşüncesi, görü şü d o ğ ru olan. sa v â b -n ü m â ‫( ﺻﻮاﺑﻐﻤﺎ‬a.f.b.s.): d o ğ ru y u gösteren; doğruya benzer. s a v â ik ^ ١۶

(a.i. saika'm n c . ) : y ıld ırım lar,

savâlic ‫( ﺻﻮاﻟﺢ‬a.i. savlecân'm c . ) : çevgânlar, cirit o y n an ılan eğri sopalar, sav âm i' ‫( ﺻﻮاﻣﻊ‬a.i. savm aa'nm c.) : İbâdet yerleri, teklceler, *özel'tapm aklar, (bkz : biya'). s a v â n m ‫( ﺻﻮارم‬a.i. sârım 'ın c . ) : keskin kılıçlar. s a v â rif ‫ ﺻﻮارف‬.(a.i. sârife'nin c . ) : değişiklikler, değişmeler. Savârif-İ dehr : dü nyâ değişiklikleri, sa'vât ‫( ﺻﻌﻮات‬a.i. sa've'nin c . ) : k u y ru k sallay an kuşları, (bkz : Slâ). savatir ‫( ﺳ ﻮا ﻃﻴ ﺮ‬a.i. sâ tû r'u n c.). (bkz : sevâtir). savb ‫( ﺻﻮب‬a .i.): taraf, cihet, yön. sav b -ı â l î : y ü ksek taraf, sa've ‫( ﻣﻌ ﻮه‬a.i.c .: sa'vât, S lâ): zool. k u y ru k sallayan [kuş]. sa v f ‫( ﺻﻮف‬a .i.): b ir y an d a olm ak, y ü z çevirm ek.

savmaa-nîçîn ‫( ﺻﻮﻣﻌﻪ ﻧ ﺸ ﻦ‬a.f.b.s.) : tekkede, *özel İbâdet yerinde, tapınakta oturan, savn ‫( ﺻﻮن‬a.i.) : koruma, (bkz : muhâfaza, siyânet, vikaye). savt ‫( ﺻﻮت‬a.i.c. : esvât) : 1. ses, sadâ. 2. bağırma, haykırma, çığlık. Meleke-i savt: fiz. suda ses çıkarmak hassası bulunan bir âlet, savt-i asli : fiz. *anases. savt-i biilend : yüksek ses. savt-i hazin : hüzünlü ses. savt-i şedîd : şiddetli ses. savt-i şefevî : gr. yuvarlak *ünlü, savt-i taklidi : yansıma, fr. onomatopée, savt ‫( ﺳﻮط‬a.i.c. : esvât, siyât) : 1. kamçı, kırbaç, (bkz : tâziyâne). 2. kırbaçlama, kamçı ile vurma. savti, savtiyye ‫ ﺻﻮﺗﻴﻪ‬، ‫( ﺻﻮﺗﻰ‬a.s.) : sese âit, sesle ilgili‫ ؛‬gr. ses çıkaran harf, *ünlü. Hurûf-İ savtiyye : sesli harfler, savti şedde : gr. vurgu, fr. accent, savtiyyât ‫( ﺻﻮﺗﺎ ت‬a.i.c.) : leng. *sesbilimi, fonetik, fr. phonétique. savvâg ‫ﺻﻮاغ‬

(a.i. Siyâgat'den) : kuyumcu, (bkz : sayyâg).

sa'y ‫( ﺳﻌﻰ‬a.i.c. : mesâi) : 1. çalış, çabalama, gayret, emek. 2. geçinmek İçin İş İşleme, sa'y-i amel hürriyeti : çalışma serbestisi.

Sâviye-İ H a lv e tim e ‫( ﺳﺎوﻳﻪﺀ ﺧﻠﻮﺗﻴﻪ‬a.h. i . ) : H alvetiyye ta rik a tı şubelerinden, D U rdiriyye-i H alvetiyye k o lla rın d an biri, [k u ru cu su Şeyh Seyyid A h m ed b in M u h a m m ed elh^âlikiy es-Sâvî'ye nispetle b u adi alm ıştır],

sa'y-i belig : emek harcayıp gereği gibi çalışma.

savl ‫( ﺻﻮل‬a .i.): saldırış, atılış, (bkz : savlet),

sa'y ii amel : çalışma. 3. koşma, yürüme [hac'da “safâ" ile "Merve" arasında],

sav lecân ‫( ﺻﻮﻟﺠﺎن‬a .i.c .: sa v â lic): çevgân, cirit o y n an ılan eğri sopa. savlet ‫( ﺻﻮﻟﺖ‬a .i.): şiddetli h ü cu m , saldırm a, savlet-i seyfii kalem : k ılıcın ve k alem in saldırışı. savm ‫( ﺻﻮم‬a.i.c .: sıyâm) : oruç. Ş eh r-i savm : oruç ayı, ram azan. sa v m -ı D â v û d : b ir g ü n oruç tu tu p , b ir g ü n ifta r etm e. sa v m aa ‫( ﺻﻮﻣﻌﻪ‬a.i.c .: s a v â m i'): 1. İbâdet yeri, tekke, *özel tapm ak . 2. N esârâ râ h ip le rin in h a lk ta n İnkıta' ve İnzivâsı İçin te'sis ed ilm iş olan hücre.

sa'y-i miri : devlet adına alman eşyâ ile mütahitlerin taahhüt bedellerinden indirilen kısımlar.

sayâkile ‫( ﺻﻴﺎ ﻗﻠﻪ‬a.i. saykal'm c.) : 1. cilâcılar. 2. cilâ âletleri. sayârif ‫( ﺑﺎر ف‬a.s. sayrefi'nin c.) : 1. İşini bilir, kurnaz içimseler. 2.i. sarraflar, sayd ‫( ﺑ ﺪ‬a.i.) : 1. av. (bkz : şikâr). 2. avlama, avlanma. sayd-ı bahri : deniz, göl ve akarsularda yapılan avcılık. sayd-ı berri : kara avcılığı, sayd-ı mâhî : balık avı. sayd-efgen ‫( ﺻﻴﺪ اﻓﻜ ﻦ‬a.f.b.i.) : avcı. 1077

s.ydelânî sa y d e lâ n i ‫( ﺻ ﺪ ﻻ ﻧ ﻰ‬a .i.): 1. eczâcı; ispençiyar. F e n n -İ s a y d e lâ n i: eczâcılık ilim ve fenni, ispen çiyâri. 2 . s. eczâcılık la ilgili, saydele

‫( ﺻ ﻴ ﺪ ﻟﻪ‬a .i.): eczâcılık.

sayd -g â h ‫( ﺻ ﺪ ﻛ ﺎ ه‬a.f.b .i.): avlak, av yeri, (bkz : şikâr-istân). sayd -geh ‫ ( ﺻﺪ ﻛ ﻪ‬a .fb .i.) : avlan acak yer, avlak, ( b k z : sayd-gâh). sa y d -g e r

‫( ﺻ ﺪ ر‬a .f.b .i.): avcı, ‫ ؛‬bkz : sayyâd).

sâye ‫( ﺳﺎﻳﻪ‬f.i.): gölge, (b k z : zili). 2. korum a, sâhip çıkm a, (bkz : h im âye, siyânet). 3. yardım . ( b k z : m uâvenet).

sâ y e -p e rv e r ‫( ﺳﺎﻳﻪ ﺑﺮور‬f.b .s.): gölgelendiren, gölge veren ‫ ؛‬koruyan. sâye-p û ş ‫( ﺳﺎﻳﻪ ﺑﻮش‬f.b .i.): 1. ?em siye. 2. kam eriye. 3. ‫ ؟‬ardak. sâ y e -re v sâ y e -z âr zaile).

‫( ﺳﺎﻳﻪ رو‬f.b .s.): k aran lık ta dolaşan, ‫( ﻣﺎﻳﻪ زار‬f.b .s.): gölgelik, ( b k z : m a-

s a y f ‫ ( ﺻ ﻒ‬a .i.c .: esyâf, s u y û f ) : yaz [mevsim),

‫( ﺻﻔ ﻰ‬a .s.): yaza âit, y azla ilgili, ‫( ﺻﻔﻴﻪ‬a .i.): yazlık) y a z lık ev. sa y h a ‫( ﺻﻴﺤﻪ‬a .i.c .: s ıy â h ) : b agirm a, nâra s a y fi

s a y fiy y e atm a.

sayh a-i i i m i d : ü m it h aykırışı,

sâye-i b îc â n : cansız gölge., sâye-i fe y z -i h a m i y e t : h am iyet feyzin in sâyesi.

sâ y îd e ‫( ﻣ ﺎ ﻳ ﻴ ﺪ ه‬f.s .): 1. sü rü lm ü ş‫ ؛‬ezilm iş. 2 ٠eskim i?, yıp ran m ış.

sâye-i H u d a (A llah'ın g ö lg e si): m ec. halife,

sâ y is ‫( ﻣﺎ س‬a.i. siy â set'd e n ): seyis, at uşağı. [ a s li: "sâis” dir). (bkz : râyiz).

sâye-i l ü t f ü k e re m : iy ilik ve ih san gölgesi, sâye-i m e d id : uzun gölge,

sâ y is-h â n e ‫( ﺳﺎ ﻳ ﺨﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b .i.): üzerine y ü k konulup yolcunu n da b in d ig i h ayvan ,

sâye-i şâ h â n e (p âdişâhın g ö lg e si): m ec. pâd işâh ın him ayesi, k oru yu cu lu ğu ,

sa y k a l ‫ ( ﺻ ﻘ ﻞ‬a .i.c .: s a y â k ıle ): 1. cilâcı. 2. cila âleti. 3. s. p arlak, cilâlı.

sâye-b â n ‫ ﺑ ﺒ ﺎن‬. ‫( ﻣ ﺎ‬f.b.i.) : 1. sayvan , gölgelik, (bkz : sâye-gâh). 2. b ü y ü k çadır. 3. s. koruyan. (bkz : hâfız, hâm î).

s a y k a l-k â r ‫( ﺻ ﻘﻠ ﻜﺎ ر‬a.f.b .i.): yald ızcı, ( b k z : saykal-zen, tılâ-kâr).

s â y e -b â r ‫ﺑﺎر‬ b ırakm ış.

‫( ﺳﺎﻳﻪ‬f.b .s.): gölge yapm ış, gölge

sâ y e -d â r ‫( ﺳﺎﻳﻪ دار‬f.b.s.) : gölgeli, gölgesi olan, gölge eden. 2. koruyan, sâhip ‫ ؟‬ikan , (bkz : hâm î). sâye-efgen , sâ y e -fig e n ‫ ﻣﺎﻳﻪ ﻓﻜ ﻦ‬، (f.b.s.) : 1. gölge yapan, gölge 2. m ec. k oru yan , (bkz : hâm î).

‫ﻣﺎﻳﻪ اﻓﻜﻦ‬ düşüren.

sâ ye-en d âz ‫( ﻣﺎﻳﻪ اﻧﺪاز‬f.b .s.): gölge salan, m ec. k o ru yu cu lu k eden.

s a y k a l-k â ri ‫( ﺻﻘﻠ ﻜﺎ ر ى‬a .f.b .i.): yald ızcılık . ( b k z : saykal-zeni, tılâ-kârî). s a y k a l-z e d e ‫ ( ﺻﻘﻠ ﺰده‬a .fb .s .) : cilâlı, cilalan m ış, ( b k z : m usaykal). sa y k a l-z e n ‫( ﺻ ﻴ ﻘ ﻠ ﺰ ن‬a.f.b.i.) : yald ızcı, ( b k z : saykal-kâr, tılâ-kâr). sa y k a l-z e n i ‫( ﺻﻘﻠﺰﻧ ﻰ‬f.b .i.): ya ld ız cılık , (bkz : saykal-kâri, tılâ-kârî). sa y re f, s a y r e fi ‫ ﺻﺮﻓﻰ‬، ‫ ( ﺻ ﺮ ف‬a .s.c .: sayârif, s a y â r ife ): 1. İşini bilir, ku rn az. 2. i. sarraf,

sâ y e-g â h ‫( ﺳﺎﻳﻪ ﻛﺎه‬f.b .i.): gölgelik, gölgeli yer. (bkz : sâye-bân').

sa y rû re t ‫( ﺻﻴﺮورت‬a .i.): 1. olm a, edilm e, kiİınm a, bir halden b aşka b ir hâle değişm e. 2 ٠fels. .olu , fr. deven ir.

sâ y e -g ü ste r ‫( ﺳﺎﻳﻪ ﻛ ﺴﺘ ﺮ‬f.b .s.): 1. gölge eden, gölge salan. 2. koru yan , (bkz : sâye-d âr'’2).

sa y v â n ‫( ﺻﻮان‬a .i.): 1. k ırm a, p ervaz, k ıv rım , ( b k z : sâye-bân).

sâye-h âh ‫ ﺧﻮاه‬٠ ‫ ﺳﺎﻳﺎ‬CEE” (f.b .s.): him âye, korum a isteyen, k o ru m a bekleyen,

s a y v â n -ı s a g i r : bot. k ü çü k gü n eşlik, fr. om bellule.

sâ y e -n işîn ‫( ﻣﺎﻳﻪ ﻧﺜﻴ ﻦ‬f.b .s.): 1. gölgede oturan. 2. b ir ?eyin gölgesine sığınan, korun an , ( b k z : m ahm i).

Sayvân-İ iizn ‫ ؛‬k u lak kepçesi, fr. pavillon de l'oreille.. 2. bo t. şem siye. 3. gün eşlik.

sâ y e -n işîn -i e m â n : em niyet gölgesi altında oturan. sâye-p e re st ‫( ﺳﺎﻳﻪ ﺑﺮﺳﺖ‬f.b .s.): 1. gölgeyi seven. 2. m ec. k o ru n m ak tan hoşlanan. 1078

s a y v â n ü 'l-ü z e y n : an at. *kalb ku lakçıgı. sa y v â n iy y e ler. sa y y âd

‫( ﺻﻮاﻧﻴﻪ‬a .i.): b ot. *m aydanozgil-

‫( ﺻﺎ د‬a .i.): avcı, (bkz : sayd-ger).

sa y y a d -! b î- in s â f: in safsız avcı.

se-bahr say y âd -ı ecel (ecelin a v c ısı): m ec. ölüm ; A zrâil. S ay y âd iy y e ‫( ﺻ ﻴﺎ د ﻳ ﻪ‬a.h .i.): ta s.R ifâ iy y e ta rik a tı k o lla rın d an biri. [A hm ed iz z e ttin es-Sayyâd ta ra fın d a n k u ru lm u ş ve b u sebeple ad ın a n isp et edilm iştir, ( d . : 508 (1114) - ö . : 620 (1223)].

‫( ﺻﻴﺎغ‬a .i . (b k z : savvâg ).

sayy âg

Siyâgat 'den ) : k u y u m c u ,

sâ z ‫( ﻣﺎز‬f.i.): 1. m ü z . ‫ ؟‬algi. 2. silâh. 3. at tak im i. 4. Sira, düzen. 5. kuvvet, k u d ret. 6. öğrenm e. 7. u stalık . 8. hile. 9. eş, benzer. 10. m enfaat. -sâz ‫ ﺳﺎز‬- (f.s.): "yapan, u y d u ran , diizen” m â n âla rın a gelerek *birleşik kelim eler yapar. Ç â re -sâ z : ‫ ؟‬âre b ulan. H â tır-s â z : hatir, gönül yapıcı. N â - s â z : m iinâsebetsiz, uygunsuz. sâzec ‫( ﺳﺎﻧ ﺞ‬a.s.c.: sev âzic): sâde, ( b k z : basit). sâ ze n d e ‫( ﻣﺎزﻧﺪه‬f.i.c .: sâ z e n d e -g â n ): 1. ‫ ؟‬algıcı. (bkz : m utrib). 2. s. yapıcı, düzenleyici. sâ z e n d e -g â n ‫( ﺳﺎزﻧﺪه ﺳﻤﺎن‬f.b.i. sâzende'nin c . ) : 1. ‫ ؟‬algıcılar. 2.s. yapıcılar, düzenleyiciler.

se ‫( ث‬a.ha.) : O sm anlI alfab esin in beşin ci harfi olup "eb ced ” hesâbm da b eşyü z sayısın ın k arşılığ ıd ır; s sesini verir,

se ‫( ﺳﻪ‬f.s.) : 1. ü ‫ ؟‬. (bkz : selâs, selâse). 2. tavla z a rın ın üzerin deki ü‫ ؟‬nokta. Penc ü se : beş (ile) ü ‫[ ؟‬zar oyununda],

sea ‫( ﺳﻌﻪ‬a.i.) : fels. giic, iktidar, fr. capacité, seâbîb ‫( ﺛ ﻌﺎﺑ ﺠ ﺐ‬a.i.) : salya, seâbîb ‫( ﻣﻌﺎ ﺑ ﻴ ﺐ‬a.i. su'bûb'un c.) : s a f su akan yerler.

seâbîn ‫( ﺛ ﻌﺎ ﺑ ﻴ ﻦ‬a.i. su'bân'ın c.) : b ü yü k yılan -

sâ ze n d e-g î ‫ ( ﺳﺎزﻧﺪه ﺳﻤﻰ‬f b .i.) : çalgıcılık.

lar, ejderhalar.

sâzî ‫( ﺳﺎزى‬f.i.) ‫ ؛‬yapıcılık, diizenleyicilik. sâziş ‫( ﺳﺎزش‬f.i.): yapılış, k u ru lu ş. sâ z -k â r ‫( ﺳﺎزﻛﺎر‬f.b.s.) : 1. uygun, ( b k z : m ııvâfık). 2. m iiz. i. saz ‫ ؟‬alan sanatkâr, (bkz : sâzende). 3. m ü z. T iirk m üziğinde b ir m ürek kep m ak am d ır. En az altı asırlıktır. F akat son asırlarda az k u lla n ılm ıştır. Segâh, uşşak d ö rtlü sü ve ra st'd a n m ü rek k ep tir. Son m a k am ile rast (sol) perdesinde d u ru r. Güçlüler, birin c i derecede -her ü ‫ ؟‬d iz in in de güçlüsü olan- nevâ (re), ik in ci derecede -segâh'ın d u rağ ı olan- segâh, ü çü n c ü derecede de -uşşak d ö rtlü sü n ü n d u rağ ı olan- dügâh (İâ) dır. Yalnız h er ü ‫ ؟‬d iz in in m üşterek ârızası olan "si" ko m a bem olü ile donan ır. Segâh İ‫ ؟‬in "m i" kom a bem olü, "fa" ve "İâ" bakıyye diyezleri, rast İ‫ ؟‬in “fa" bakıyye diyezi n o ta içerisinde k u llan ılır, s â z -k â rî ‫( ﺳﺎزﻛﺎرى‬f.b.i.): uygu n lu k , m uvâfakat).

den ilird i. B u forme p ek eskidir. En eski bir nüm ûne olarak Sultan V eled'in 7 a s irlik b ir saz sem âisi eldedir. Saz sem âisi k lâsik asrin son eseridir) (bâzan on dan sonra b ir oyu n h avası da ‫ ؟‬a lın a b ilir‫ ؛‬fakat bu .klâsik fasılda yapılm az). V aktiyle saz sem âileri ak sak sem âisi gibi sen gin sem âî (veyâ b ir m ertebe y ü rü ğ ü olan y ü rü k sem âî), cu rcu n a (aksak sem âin in bu m ertebe yü rü ğü ) usulleri ile de ölçülm üşse de a rtık ya ln ız 10/8 aksak sem âî k u llan ılm ak tad ır. Saz sem âileri u m ûm iyetle 4 hâne olur. 3. h ân eliler nâdirdir, 5 h ân eliler ise p ek azdır,

(b k z:

sa z-sem âisi ‫( ﺳﺎز ﺳﻤﺎ ﻋﻴ ﺲ‬f.a.b .i.): m iiz. T ü rk m ü ziğ in in m â ru f saz eseri "form e'' udur. V aktiyle sem âilere b e ste sem âisi, b u n a m ukabil a k s a k sem âî, y ü r ü k se m â î gibi sem âî usulleriyle yazılan peşreve de “saz sem âisi"

s e â lîl ‫( ﻧﺂﻟﻴﻞ‬a.i. sü 'lû l'ü n c.) : 1. m em eler. 2. viicutta m eydan a gelen siğiller,

‫( ﺳﺐ‬a.i.). (bkz : sebb). seb' ‫( ﺳ ﻊ‬a.s.) : yed i [sayı], (bkz : heft). seb'a ‫( ﺳﺒﻌﻪ‬a.s.) : yedi [sayı], (bkz : heft). seb

Seb'a-İ iklim : iklim ler.in yedisi, yedi diyar. Seb'a-İ m e s â n î : tekrarlan an yedi âyet, fâtiha sûresi.

Seb'a-İ muallaka : (bkz : m uallâkat-i seb'a). Seb'a-İ se y y â re (yedi gezegen) : U târid (Merkür), Z iih re (Venüs), M irrih (M ars), M üşteri (Jüpiter), Z ü h al (Satürn), N eptün, Plüton. S eb â ‫( ﺳﺒﺎ‬a.h.i.) : H z. Süleym an'ın zevcesi B elk is'in Yem en'de h ü km ü altında bulund u rduğu m âm u r olan şehri, se -b â -d ii ‫ﺑﺎدو‬ nunda].

‫( ﺳﻪ‬f.b.s.) : ü ‫( ؟‬ile) ik i [zar oyu-

se b âh a t ‫( ﺳﺒﺎﺣﺖ‬a.i.) : [asil : "sibâhat" dir]. (bkz : sibâhat). se -b a h r ‫( ﺳﻪ ﺑﺤﺮ‬f.a.b.i.) : m iiz. T ü rk m üziğin in en az alti a s irlik b ir m ürekkep m ak am ı olup zam âm m ıza k alm ış niim ûnesi yoktur.

1079

sebâik

sebâik ‫ﺑ ﺎ ﺋ ﻚ‬

(a .i. s e b ik e 'n in c . ) : e r it ilip k a l ı b a

d ö k ü l m ü ş m â d e n le r , k ü lç e le r ,

sebak ‫ﺑ ﻖ‬

d e rs.

( a .f .b . i .) : m u a l l i m ( * ö ğ -

y i . 2 . b a h â n e . 3 . a lâ k a , ilg i. 4 . v â s ı t a . 5 . â le t.

1.

(a .i. s e b k 'd e n . c . : e s b â k ) :

‫ﺳﺒﻖ آﻣﻮز‬

6. ed. h a r e k e li

re t m e n ).

‫ ( ﺳﺒﻘﺪاش‬a .f .b . i .) : d e rs a r k a d a ş ı, sebak-gâh ‫ ( ﺳﺒﻘﻜﺎه‬a .f .b . i .) : m e k t e p , m e d r e s e , sebak-hân ‫ ( ﺳﺒﻘﺨﻮان‬a .f .b . i .) : d e rs o k u y a n , se b a k -d â ş

sebât ‫ﺛﺒﺎ ت‬ m a,

( a .i .) : y e r in d e d u r m a , k ım ıld a m a -

sö zü n d en ,

k a râ rın d a n

vazgeçm em e.

Bî-sebât: s e b a t s ız . Bî-sebâtî : s e b a t s ız lık . sebât-1 kadem : a y a k d ir e m e ; d a y a n m a , sebât-ı pây-i erbâb-1 metânet: m e t â n e t

‫ﺛﺒﺎﺗﻰ‬

1.

(a .i.) :

s e b a t lı lık ,

sö zü n d e,

eden ,

( a .f b .s .c .: s e b â t-k â r â n ): sebât

sö zü n d e,

k a râ rın d a

d u ran ,

(b k z :

m u k d im ). (a .f.b .s . s e b â t -k â r 'ın c . ) :

s e b â t e d e n le r , s ö z ü n d e , k a r â r ı n d a d u r a n l a r ,

sebât-kârâne ‫ﺛﺒﺎﺗﻜﺎراﻧﻪ‬

( a .f.z f.): se b â t ed erek ,

sö z ü n d e d u r a r a k ; y ılm a d a n , y o r u lm a d a n ,

sebât-kârî .‫( ﺷﺎﺗﻜﺎرﻣﻢ‬a .f.i.) : s e b a t k a r lık , sebâyâ ‫( ﺳﺒﺎﻳﺎ‬a.i. s e b i'n in c . ) : s a v a ş t a n ı lır ] . s e b â y ü d ü (s e b â id ii)

‫ ( ﺳﻪ ﺑﺎى ودو‬f . b . s . ) : ü ç

(ile)

i k i [z a r o y u n u n d a ] . (a .i.) : sö v m e , sö v ü p sa y m a , ( b k z :

d ü ş n â m , ş e t m , ta'n ). (a .s. s e b b 'd e n ) : ç o k k ü f ü r e d e n .

‫ﺳﺒﺎﺑﻪ‬

( a .i .) : şe h â d e t p a r m a ğ ı, b a ş p a r-

sebbâbe-gezâ ‫ﺳﺒﺎﺑﻪ ﺳﻤﻨﺎ‬

(a .f.b .s .) : ş a ş a r a k p a r -

m a g ın ı ıs ıra n , ( b k z : e n g ü ş t b e r-d e h â n ).

1. s u d a 2. i. y ü z g e ç ,

(a .s. s i b â h a t 'd e n ) :

y ü z ü c ü , ( b k z : s â b ih ).

yüzen,

sebbâhe ‫ ( ﺳﺒﺎﺣﻪ‬a . i . ) : y ü z ü c ü k u ş l a r s ı n ı h . sebbak ‫( ﺳﺒﺎق‬a.i.) : y ü ğ r ü k at. sebbâk ‫ ( ﺳﺒﺎك‬a . s . ) : e r it ic i, e r it ip k a l ı b a d ö k e n , sebbî ‫( س‬a.s. s e b y 'd e n ) : e s ir e d i lm i ş , e s ir o la n .

sebbûre ‫ﺳﺒﻮره‬ t a s ı.

1080

sebeb-i terk-i cân : can verm e sebebi, sebebi, sebebime ‫ ﺑ ﺒ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﺑ ﺒ ﻰ‬a .s.): sebeple ilgili.

‫ﺳﺒﺒﻴ ﺖ‬ (o .i.): sebebolm a, icâbettirm e. [yapm a kelim elerdendir],

sebed ‫( ﺑ ﺪ‬a .i.): sepet. sebel ‫ﺑ ﻞ‬

( a . i . ) : hek. g ö z e i n e n p e r d e , d u m a n lı ,

b u l a n ı k g ö r m e h a s t a l ı ğ ı , ( b k z : s a d d ). ( a . i . ) : b ı y ı k , ( b k z : ç â rib ).

sebel-nâk ‫ﺳﻠﻔﺎك‬

( a .f .b . s .) : s e b e l h a s t a l ı ğ ı n a t u -

t u l m u ? , g ö z ü p e r d e li.

se-berg ‫( ﺳﻪ ﺑﺮس‬f.b .i.): g. s. tezhipte k u llam lan sitilize ü ‫ ؟‬p etallı b ir çiçek m otifi, [ a s il: “si-berg” ].

sebh ‫ﺳﺒﺢ‬

( a . i . ) : y ü z m e [s u d a ], ( b k z : s ib â h a t) .

sebha ‫ﺳﺒﺤﻪ‬

( a . i . ) : K u z e y A f r i k a 'd a b â z ı l a r ı s u

sebhale ‫ﺑ ﺤ ﻠ ﻪ‬ sebi ‫ﺳ ﻰ‬

m a g in y a n ın d a k i p a rm a k ,

sebbâh ‫ﺳﺒﺎح‬

yaşam asın a sebebolan k im se,

sebeb-i sakil: ik i harekeli h arften İbâret

ile ö r t ü l ü t u z l u ç ö k ü n t ü ,

(b k z : k ü fr -b â z , ş â tim , şe ttâ m ). se b b âb e

te n , s e n .." g ib i].

sebeb-i hayât : 1) ana ve baba; 2) hayâtına,

sebele ‫ﺳﺒﻠﻪ‬ e s ir d ü -

ş e n le r, [e k s e r iy â k a d ı n l a r h a k k ı n d a k u l la -

sebbâb ‫ﺳﺒﺎب‬

e d . i k i h a r f t e n , h a r e k e li b i r

h a r f l e s â k i n b i r h a r f d e n İ b â r e t o la n [ " b e n ,

sebebiyyet

sebât-kârân ‫ﺛﺒﺎﺗﻜﺎراف‬

sebb ‫ب‬

p arça.

sebeb-i hafif:

sebeb-i vücûd : v a rlık sebebi,

k a r â r ı n d a d u r m a . 2 . e r k e k a d i.

sebât-kâr ‫ﺛﺒﺎﺗﻜﺎر‬

b i r h a r f ile s â k i n b i r h a r f d e n

v e y â i k i h a r e k e li h a r f d e n m e y d a n a g e le n

olan : [“ h areket”; “azam et” ... gibi],

s a h i p l e r i n i n a y a k d ir e m e s i,

sebâtî

( b k z : S e b â ).

sebeb ‫ ( ﺳﺒﺐ‬a . i . c . : e s b â b ) : 1. s e b e p , * n e d e n . Bilâ-sebeb: s e b e p s iz , h i ç y o k t a n . Lisebebin : b i r s e b e p d e n , b i r m a k s a t t a n d o la -

2 . ö n d ü l. se b a k -â m û î

Sebe'‫( ﺳﺒﺄ‬a .h .i.).

(a .i.) : y a z ı t a h t a s ı; y a z b o z t a h -

( a . n . ) : “ s ü b h â n - A l l a h " d e m .ek .

( a .i .c .: s e b â y â ) : s a v a ş ta e s ir d ü şe n

k im s e .

seb'î ‫( ﺑ ﻌ ﻰ‬a .s.): 1. yed i sayısıyla ilg ili olan. 2. i. hek. yedi günde b ir gelen Sitma. sebîha ‫( ﺑ ﻴ ﺤ ﻪ‬a.i.): gecelik, gecelik elbisesi, sebike ‫( ﺳ ﺠﻴ ﻜ ﻪ‬a .i.c .: s e b â ik ) : eritilerek k alıb a dökülm üş şey, külçe,

sebike-i zehebiyye: altın külçesi, sebil ‫ ( ﺳ ﺠﻴ ﻞ‬a .i.c .: sübül, s ü b û l) : 1. yol, b ü yü k cadde. 2. sebil, su dağıtılan yer. 3. hayrat olarak, p arasız dağıtılan su. Ebnâ-yi sebil : yolcular, yo la gidenler. Fî-sebîliUâh : A lla h

sebük-mizâî yolu nda, h ayrat olarak, ibnü's-sebîl : yolcu. Tahliye-i sebil : kapıp salıverm e.

Sebîlü'r-Reşâd :

E şref

E d ib

ta r a fın d a n

İ s t a n b u l 'd a y a y ı m l a n m ı ş , s iy a s i, il m i , d in i, e d e b i b i r d e r g i.

sebil-hâne ‫ ﻻ‬-

(a.f.b.i.) : sebil, hayrat olarak gelip geçenlerin su içm esine m ahsus yer.

seb'în -

(a.s. seb'den) : yetm iş sayısı, (bkz : seb'ûn, heftâd).

sebit C

m

m .j

(a.s.). (bkz : sâbit).

seb'iyye -

(a.i.) : Şia'nın 7 im am a in an an kısm ı, “yed i im am cılar”..

sebk ‫( ﺳﻖ‬a.i.) : 1. ileri geçm e, ilerilem e, evvelce geçm e, v â k i olm a. 2. koşuda kazan an hayvan .

sebk ‫( ﺳ ﻚ‬a.i.) : 1. b ir şeyi eritm e, kalıb a dökme. 2. ed. ibârenin tarz ve tertibi. sebk-i Hindi : ed. X V II. y ü zyıld a D ivan şiirinde başlayan ve orijin al m azm unlar, hayaller, teşbihler ve m ecazlar yaratm ak am acım güden edebi çığır, [en ön em li temsilcileri N eşâtî, N âilî, Fehîm -İ K ad im ve V ecdi'dir].

sebk-i kelâm : ed. b ir yazıd a veya konuşm ada sözün düzeni.

sebk-i mefsûl : ed. ayrı ayrı, k esik k esik yazm a tarzı.

sebk-i mevsûl : ed. cüm leleri b ağlayarak birleştirm e tarzı.

sebk-i miirekkeb : ed. hem k ısa, hem uzu n cüm leli İfâde tarzı.

sebk ii rabt : ed. ifâdede tu tarlik, cü m len in düzgün oluşu. 3. huk. yargılam a neticesinde edinilen k an aatin k arara yazılm ası,

sebt ‫ ت‬١‫( س‬a.i.): cumartesi- (bkz: yek-şenbih). Eshâbü'sşebt: Mûseviler.Yevmii's-sebt: cumartesi günü. sebtiyyûn ‫( ﺳﻴ ﻮ ن‬a.i.c.): Hıristiyanlıkta “cumartesi gününü” kutsal sayan bir mezhep, cumartesiciler. sebû ‫ و‬٠‫( س‬ki.): 1. testi. 2. şarap kabı, sebû-y‫؛‬ tehî: boş testi. sebû' ‫( ﺳﻮ_ع‬a.i.c.: sibâ'): yırtıcı hayvan, canavar. sebûçe ‫( س؛وﺟﻪ‬f.i.): 1. küçük kap. 2. küçük testi. sebûh ‫( ﺳﻮح‬a.s. sibh'den) : yüzgeç, sebui ‫( ص‬a.s.): yırtıcıya mensup, canavarla ilgili. sebuiyyet (a.i.) : yırtıcılık, seb'ûn ‫ﺑﻌﻮن‬٠‫( س‬a.s.): yetmiş : 70. (bkz : heftâd, seb'în). sebük ‫د‬ (f.s.): 1. hafif, yeğni. 2. çabuk. 3٠ağırlığı, ağırbaşlılığı olmayan, sebük-bâr ‫ ﻛ ﺒ ﻞ‬٠‫( س‬f.b.s.): yükü hafif, eşyası az olan. sebiik-dest ‫( ﺳﺒ ﻚ د ﺳ ﺖ‬f.b.s.): eli yatkın, el İşlerini çabuk yapan kimse, sebiik-destî ‫( ﺳ ﻚ د س‬f.b.i.): eline çabuk olma, el yatkınlığı. s e b i d i l ، ^ ‫ ﺳ ﻚ‬٠(f.b.s.): keyifli, neşeli, gönlü şen. sebük-endîş ‫ﻳﺶ‬٠‫( ﺳ ﻪ اى‬f.b.s.): sathi düşünen, derin düşünemeyen. sebiik-himmet ‫( ﺳﺒ ﻚ ﻫ ﻤ ﺖ‬ka.b.s.): hevessiz, gayretsiz. sebiik-hired ‫د ا ل‬ siz, kararsız.

(f.b.s.): akilsiz, tedbir-

sebkat ‫( ﺳﻘ ﺖ‬a.i.) : geçm e, ilerlem e,

sebük-hîz ‫ا‬ ‫ ك‬٠‫( س‬f.b.s.): çabuk kalkan, hareket eden.

seblâ' ‫ﺀ‬٠‫( ﺳﺦ‬a.s.) : 1. uzun k irp ik li [göz]. Ayn-İ seblâ : uzun k irp ik li göz. 2. İcadın adi.

sebükî ‫( س؛ﻛﻰ‬ki.) : 1. hafiflik, yeğnilik. 2. çabukluk.

seblet ‫( ﺳﺎ ت‬a.i.). b ıyık, (bkz : sebele). sebr ‫( ﻻ م‬a.i.) : fels. fr. résidus (méthode des-).

sebü!t-inân ‫ ن‬(f.a.b.s.) : çabuk koşan, sebük-magz ‫ ﻛ ﻤ ﻐ ﺰ‬٠‫( س‬f.b.s.): beyinsiz, akilsiz, (bkz: sebük-sâr).

sebsebiyye -

sebük-ınagz-âne ‫( ﺳﺒﻜﻤﻔﺰا ﻻ‬f.zf.); akılsızca, sebiik-mâye ‫( ﺳﻜﻤﺎﻳﻪ‬f.b.s.) : değersiz, itibarsız, sebük-meşreb ‫( ﺳﺒﻚ ﻣﺸﺮب‬f.a.b.s.): hoppa, hafifmeşrep.

(a.h.i.) : R ifâ iy y e tarikatı lcollarm dan biri. [kurucusu : Şeyh Siileym ân Sebsebi'dir].

sebt ‫ب‬

(a.i.) : yazm a, kaydetm e, deftere ge-

çirm e.

sebt-i defter : deftere geçirm e.

sebiik-mizâc ‫( ﺳﻜ ﻤ ﺰا ج‬f.a.b.s.): hafif mizaçlı, hoppa [adam]. 1081

sebük-pâ

sebük-pâ ‫( ﺳﻠ ﻰ ﺑﺎ‬f.b.s.): ayagma çabuk [kimsel. sebük-pây ‫( ﺳ ﺸﺎ ى‬f.b.s.) : ayagma çabuk olan, (bkz: bâd-pâ). sebiik-pervâz ‫ رواز‬٠‫( ﺳ ﻚ‬f.b.s.) : çabuk uçucu, sebük-rev ‫ ﺳ ﻜ ﺮ و‬٠ (f.b.s.): çabuk giden, (bkz: çâbük-pâ). sebiik-re'y ‫( ﺳﺪ ى رأى‬f.b.s.): hafif fikirli, 'dü?üncesiz. (bkz: sebük-magz). sebük-rûh ‫ ﻛ ﺮ و ح‬٠‫( س‬f.a.b.s.): 1. hafif ruhlu, İÇİ tez. 2. ho?sohbet, zarif ?en olan; mec. lâübâlî. sebük-sâr ‫ ﻛ ﺴﺎ ر‬٠‫( س‬f.b.s.): beyinsiz, akilsiz, (bkz: sebük-magz). sebiik-seng itibarsız.

J

j

‫( ﺳﺒ ﻚ‬f.b.s.): hafif ta?; mec.

sebiik-ser ‫( ﻻ ﻟ ﻞ‬f.b.s.): 1. hafif dü?ünceli. 2. a?ağılık, sefih. sebiik-seri ‫ ﻛ ﺴ ﺮ ى‬٣‫(س‬f.b.i.): dü?üncesizük. sebük-tûz ‫( ﺳﺒﻜﺘﻬﻠﺰ‬f.b.s.): ayagma çabuk, çabukko?an. (bkz : sebük-pâ, sebük-pây). seby ‫( ﺳ ﻰ‬a.i.) : harbde esir olma, almma. sebz >-، (f.s.): ye?il, ye?il renkli, (bkz : ahdar). Berg-İ sebz : ı) ye?il yaprak; 2) gönül almak üzere verilen ufacık hediye. Hatt-1 sebz: delikanlılarda sakal ve bıyıktan önce çıkan ince tüy. 3. siyah. sebz-i hisâr: miiz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur, sebz-i tâze: miiz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur, sebzâ-reng ‫ زا ر ش‬١‫( س‬f.b.s.): 1. ye?il renkli. 2. esmer, karasarı. sebz-der-sebz ‫( ﺳ ﺰ د رﺳﺒﺰ‬f.b.i.): (bkz: sebzender-sebz). sebze ‫( ﺳﺰه‬f.i.c.: sebze-vât): 1. ye?illik, çimen. 2. yemeği yapılan ye?illik. sebz-ender-sebz ‫( ﺳﺰ اﻧﺪرﺳﺰ‬f.b.i.): 1. ye?illik İçinde ye?illik. 2. müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup niimûnesi kalmamı?tır. sebz-ender-sebz-i hisâr : müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur. 1082

sebz-ender-sebz-i kadim: miiz. Türk müziginin en az ü‫ ؟‬asırlık bir mürekkep makarni olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur. sebze-vât ‫( ﺳ ﺰ وا ت‬f.a.i. sebze'nin c.): zerzevat. ‫؛‬Farsça olan bu kelimeyi Arap kaidesine göre cemilendirmek yanlı? bir te?kil olmakla berâber kullanılır olmu?tur]. sebze-zar ‫( ﺳ ﺰه زار‬f.b.i.): 1. ye?illik. çayırlık, çimenlik. 2. sebze tarlası, bostan. sebz-fâm 0< ‫( ذام‬f.b.s.): ye?il renkli.(bkz: sebz-reng). sebzi ‫ ﺳﺰ ى‬٠(f.s.) : 1. ye?ille ilgili, ye?illi. 2. müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur. sebzin ‫( ﺳﺰ؛ﻳﻦ‬f.s. sebz'den): ye?il renkli, rengi ye?il. (bkz: ahdar). sebz-pûç ‫ إوش‬٠‫( ﺳﺰ‬f.b.s.): ye?il örtülü, ye?il elbiseli. sebz-reng J j j j f j (f.b.s.): ye?il renkli, (bkz: sebz-fâm). sec' ‫( ﺳ ﺠﻊ‬a.i.c.: escâ'): 1. nesirde yapılan kafiye, *İçuyak. 2. ibârenin kafiyeli olan cümle sonlarından her biri. 3 ٠kumru, güvercin gibi kıı?ların ötü?ü. sec'-i mefrUk: ed. (bkz : sec'*). sec'-imukayyed : ed. (bkz : sec'-i rabti). sec'-i murassa': ed. her iki fâsılanın kelimeleri sayıca ve her bir kelime, kar?ılığı olan kelime ile vezin ve harf adedi itibariyle uygun dii?mesi: Zübde-İ' vâkıfân-1* rumûz-ü dekayık4/ ve Umde-İ٠ sâkinân-1* künûz-d hakayık4... gibi. sec'-i mutarref: ed. hiç bir ?arta mânî olmaksızın yalnız fâsılaları kafiyeli olan seci': andelib-i ho?-efrâz, nagamatiyle sâmia-nevâzdır... gibi. sec'-i müvâzî: ed. sayıca müsâvî olmayan, mütekabil kelimeleri kâmilen kafiyeli olmayan, yalnız vezin ve kafiyelerde birle?en seci': hamd-i nâ ma'dûd ve senâ-yi nâmahdûd... gifei. sec'-i rabti: ed. bağımlı seci' secâhat ‫( ﺳﺠﺎ ﺣ ﺖ‬a.i.): yumu?akhuyluluk. secâvend ‫( ﺳﺠﺄوذد‬f.i.): Kur'ân-1 mânâya uygun dogru okumak İçin konulan i?âret. ‫؛‬Meselâ: "kaf: durmayı"; "sad: geçmeye

setd

ruhsatı'';, "cim : durma veyâ geçmenin câiz olduğunu”; "mim : muhakkak sûrette durmayi” gösterir; kelime, bu işâretleri koyan zâtın memleketi olan “Secâvend” şehrinden alınmıştır]. secâyâ ‫( ﺳﺠﺎﻳﺄ‬a.i. seciyye'nin c.): seciyyeler, huylar, tabiatler, karakterler, secc ‫( ﺛﺞ‬a.i.): akma [su-], seccâc ‫( ‘ ^ ج‬a.i. secc'den): 1. bol, şiddetli akan su. 2. çağlayan. seccâde ‫( ﻣﺠﺎده‬a.i. secde'den c .: secâcid): 1. seccâde, üzerinde namaz kliman küçük kilim, küçük hail. 2. yazmalarda görülen belli başlı bir motifin adi. seccâde-nîşîn ‫( ﻣﺠﺎده ﺻﻞ‬a.fb.s.): "seccâdede oturan”. : şeyh; imam. seccân ‫( ﻣﺠﺎن‬a.i. sicn'den): gardiyan, hapishâne me'muru. secde ‫( سﺀﺟﺪه‬a.i.c.: secdât): namazda alını, el ayalarım, dizleri ve ayak parmaklarım yere dayamaktan İbâret İbâdet vaziyeti, secde gülü: g. s. bir çeşit süsleme olan halkârda görülen gül motifinin bir nev'i. secde-i sehv: namazda yapılan bir yanlış İçin secde etme. secde-i şükrân : büyük bir sevince karşılık yapılan secde. secde-i tilâvet: Kur'ân'ın 14 yerindeki secde âyetlerini okuyunca, okuyan ve İşiten İçin yapılması lâzımgelen secde, secde-gâh ٥، r ‫( ﺳﺠﺪه‬a.f.b.i.): İbâdet edilecek, namaz kılınacak yer. (bkz : mescid). secde-geh ٠ ‫( ﺳﺠﺪه ﻛﺎ‬a.f.b.i.). (bkz : secde-gâh). secde-gir ‫( ﺳﺠﺪه ا‬a.f.b.s.): secdeye kapanan, secde eden. secede ‫( ﺳﺠﺪه‬a.s. sâcid'in c.): secde edenler. (bkz : süccâd, siicced, sücûd). secencelj secencele ‫ ؛‬(a. i.): ayna, (bkz: mir'ât). sech ‫( ﺳﺠﺢ‬a.i.): 1. hek. bir şeyin derisini, kabuğunu soyup sıyırma. 2. tırmalama, secir ‫( ﻻص‬a.i.): cibre, posa, (bkz : asire). secir-i ineb : üzüm posası, seciyye (a.i.c.: secâyâ): huy, tabiat, karakter (bkz: meşreb). seciyyevi ‫ ﺟ ﻮ ى‬٠‫( ﻻ‬a.s.): *ırasal, karakteristik, seci (a.i.c.: sicâl): İÇİ su dolu kova.

sedâ ‫( ذدى‬a.i.c. : sedâyâ). (bkz : sidy, sedy). sedâ

‫( ﻣ ﺪا‬..i.) : (bkz : sadâ).

sedâb

‫ ا ب‬٠‫( ﺳﺎ‬a.i.) : bot. sedefotu.

sedâcet

‫ دا ﺟ ﺖ‬٠(a.i.) : sâdelik.

Sedâcet-İ kelâm : söz sâdeligi. Sedâcet-İ lisan : leng. dil sadeliği,

‫ داد‬٠ ‫( ا‬a.i.) : 1. doğruluk, hatâsizlik; doğru ve hakli şey. 2. erkek adi. sedâil ‫( ﻣﺪ'ﺋﻞ‬a.i. sedil'in c.) : askılar; perdeler, zarlar, örtüler. sedâ-nüvîs ‫( ﺻﺪا ﻧﻮص‬f.b.i.) : gramofon plâğı; teyp. sedâyâ ‫( دا ب‬a.i. sedâ, sedy, sidy'in c.) : memeler. Zâtü 's-sedâyâ: zool. memeliler, fr. sedâd

m am m ifères.

٠‫( ﺳﺪ‬a.i.) : 1. kapama, tıkama; kapanma, tıkanma, engel olma. 2. mânia, perde, (bkz: hâciz, hâil). 5. set, tiimsek. 4. bara), büğet. 5. rıhtım. sedd-i âhenîn ‫ ؛‬demir duvar, demir perde, sedd-i bâb : kapı örtme, sedd-i Ç in : Çin seddi. sedd-i hâil : araya giren, engel olan set. sedd-i kebir (büyük sed) : Çin seddi. sedd-i nutk : .susma, sedd-i rahne : gediği kapama, tıkama, sedd-i ram ak : ölmeyecek kadar yiyip İ‫ ؟‬me. seddâd ‫( ﺳﺪاد‬a.i.) : 1. şişe tıpası. 2. tampon, sedeb ‫( د ب‬a.i.). (bkz : sedab). s e d e b i^ e ‫( د د ي‬a.i.) : bot. sedefotugiller, fr.

sedd

rutacCes. sedef ‫ﻰ‬

‫( ﻟ‬a.i.). (bkz : sadef).

sedef-çe ‫ ﻓﺠﻪ‬٠‫( ﺻﺎ‬a.f.b.i.) : küçük sedef, (bkz:

sadef-çe). sedefe ‫( ﺻﺪﻓﻪ‬a.i.) : 1. bir tek sedef kabuğu. 2. anat. kulak kepçesi. sedefe-i iizniyye : hek. kulak sayvanı, fr. pavillo n de l'oreille. 3. biy. pul. sedefi ‫ د ﻓ ﻲ‬٠‫( ﺀ‬a.s.) : sedefe mensup, sedefle il-

gili. sedef-kâri

‫( ﺻ ﺪ ^ ر ى‬a.f.i.) : sedefçilik,

sedene ‫( ﺳﺪﻟﺦ‬a.i. sâdin.'in c.) : kapıcılar, perde-

darlar, Kâbe-i Miikerreme kapıcıları, ‫( دد غ‬a.i.) : 1. baş yarma. 2. baş yarığı, sedid ‫ د‬, ‫( ي‬a.s. sedâd'dan) : 1. doğru, hak. (bkz : sedâd). 2. i. erkek adi.

sedg

1083

sedd sedîd ‫ ﻳﺪ‬٠‫( ﺳﺪ‬a.i.) : anat. kapak, sedide ‫( ﺳﺪﻳﺪه‬a.s. sedâd'dan) : 1. [“sed id ” in müen.]. (bkz : sedid). 2. i. k ad m adi. sedil ٠‫( ﺳﺪﻳﻞ‬a.i.c. : sedâil) : askı; perde, zar, örtü. sedin ‫( د ن‬a.s.) : etli, vücutlu, toplu, cüsseli [kim se]. sedir ‫ ﻳﺮ‬٠‫( ﺳﺪ‬o.i. a. sadr'dan) : 1. od an m baş tara fin a kon ulan döşenm iş kerevet. 2. k aryo la. se d ir-i atlas : bot. atlassediri. sed m

‫( ﻻ د م‬a.i.) : d ik fışk ıra n su.

‫( دن‬a.i.) : 1. puthâne. 2. tapm ak, sed n ‫( دن‬a.i.) : vü cu t âzâların ın an orm al sed n

şe-

kilde gelişm esi. se d y ‫( د ى‬a.i.c. : sedâyâ) : m em e, em cik, (bkz : pistân). sedy-i kesirü'l-leben : çok sütlü m em e, sedye

‫( دده‬a.i.)

: anat. m em e.

sedye-i vahidii's-sukbe : zool. *gagalim em eli, fr. ornithorynque. sedye-i zü 'z-zafîr : zool. *toynaklılar, seele 4

(a.i. sâil'in c.) : dilenciler,

sefâ' ‫( ﺻﻐﺎﺀ‬a.i.) : safâ'. sefâh

‫( ﺳﻔﺎه‬a.i.). (bkz : sefâhat).

sefâhat ‫( ﺳﻔﺎﻫﺖ‬a.i.) : 1. zevk ve eğlenceye -aşırı derecede- düşkünlük. 2. akilsizlik . 3. h ar v u ru p h arm an savurm a, sefâin ‫( ﺳﻬﺎش‬a.i. sefin e'n in c.) : 1. gem iler, (bkz : süfün). 2. mec. tü rlü k o n u la n İçine alan kitaplar. Sefâin-İ harbiyye : harb gem ileri, sefâlet ‫( ﺳﻔﺎﻟﺖ‬a.i.) : 1. sefillik, h ak irlik , düşk ü n lü k, aşağılık. 2. yoksulluk, sefâret ‫( ﻧ ﺮ ن‬a.i.c. : sefârât) : sefirlik, elçilik. [a sh -.''sifâ re t"d ir]. sefâret tercüm ânı : O sm anlIlar devrinde İstan b u l'd a bu lu n an yaban cı elçiliklerde te rcü m an lık yap an v azifeli kim se, sefâret-hâne elçilik.

‫( ﺳﻐﺎرﺗﺨﺄذع‬a.f.b.i.) : elçilik konağı,

sefâret-nâme ‫( ﺳﻔﺎرﺗﻨﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : ed. yab an cı bir ülkeye elçilik *göreviyle gidenlerin hatırala rın ı İçinde toplayan eser, sefâric

‫( ﻣﻐﺎرج‬a.i. sefercel'in c.) : ayvalar,

sefat k l (a.i.) : 1. sepet, sele. 2. b a lık ve ağaç pulu. 1084

sefâtic ‫( ﺳﻬﺎﺗﺞ‬a.i. süftece'nin c.): tic. poliçeler, sefeh ‫( ﺳﻬﻪ‬a.i.): akilsizlik, sefele 4 ı (a.s. sâfîl'in c.): aşağı kimseler, alçaklar. sefen ‫( ﺋﻬﻦ‬a.i.): nasır. sefer ‫ﻏﺮ‬٠‫( ﺀ‬a.i.c.: esfâr): arabi aylarının ikincisi [yılbaşı Muharrem olmak itibârıyla-], sefer j i (a.i.c.: esfâr): 1. yolculuk. 2. savaşa gitme. 3. savaş. 4. askerin savaş hâlinde veyâ savaşa hazır bulunması hâli. 5. defâ, kerre, kez. 6. huk. üç gün üç gece siiren yolcululc. 7. tas. insan gönlünün Allah'a yönelişi. sefer bahşişi: (bkz : sefer in'âmı). sefer in'âmı: ask., tar. harb dolayısıyla Yeniçeri ocağı asker ve subaylarına verilen bahşiş. seferân ‫( ﺻﻔﺮان‬a.i.c.): muharrem ve sefer ayları. (bkz: saferân). sefer-ber j i j L (a.f.b.i.): 1. savaşa gönderilmiş veyâ gönderilmek üzere bulunan [asker]‫؛‬ savaşa hazırlanmış devlet. 2 ٠s. bir olayın, bir amacın çözümü yolunda milletçe veya hep birlikte yapılan [hazırlık], sefercel ‫( ﻣﻔ ﻮ ض‬a.i.c.: sefâric): ayva, sefer der vatan : tas. dünyâdan elini eteğini çekerek Allah'a yönelme, gerçek vatan sayılan ilahi ülkeye dönmek İçin yola çıkma hazırlığında bulunma. sefer-giizin ‫ ﻳ ﻦ‬/ ‫( ﺳﻔﺮ‬a.f.b.s.): yolculuk eden, yol giden. seferi, seferice ‫ ﺳﻔﺮﻳﻪ‬، ‫( ﺳﻬﺮى‬a.s.): 1. seferle, yolculukla ilgili olan. 2 ٠savaş ile ilgili. 3. şer'an en az 18 saatlik yere gitmek üzere yola çıkan kimse, yolcu. ["hazeri"niri Ziddi]. seferice ‫ﺑﻪ‬.‫( ﺳﻐﺮ‬a.i.): savaş durumunda bulunma. \ seferii'l-hayr ‫( ﺳﻐﺮاﻟﺦ؛ر‬a.it.): sefer, arabi aylarının İkincisi [takvimlerde, hususi melctuplarda, resmi *belgelerde: sad (‫ ) ص‬harfiyle belirtilirdi]. seff 4 (a.i.c.: süfûf) : 1. ilâcı toz hâline getirme. 2. toz hâline getirilmiş ilâç, seffâh ‫( ﺳﻔﺎ ح‬a.s.): 1. hatip, giizel söz söyleyen. 2. cömert, eli açık, (bkz : ' ٨ 3. kan dökücü, gaddar.

segâh muhayyer s e ffâ k ‫( ﺳﻔﺎك‬a.s. s e fk 'd e n ): 1. lcan dökücü. (bkz : hûn-rîz). 2. (bkz : seffâh'). sefid ‫( ﻣ ﻔﻴ ﺪ‬f.s .): ak. (bkz : beyzâ, ebyaz). Bahri-sefid : A kdeniz. R îş-i sefid : ak sakal, sefid ü siyâh : akla kara,

Sefîr-İ kebir : büyük el‫ ؟‬i. sefire ‫( ﺳﻔﻴﺮه‬a.i. sefâret'den): 1. bayan el‫ ؟‬i. 2. sefir'in e?i. s e fk ‫( ﺳﻐ ﻚ‬a .i.): dökm e, akıtm a. s e fk -i d im â ': kan dökm e, k an dökücülük.

sefîdâ, sefidâc ‫ ﺳﻔﻴﺪا ج‬، ‫( ﺳﻔﻴﺪا‬f.i.): üstiibec.

s e fl ‫( ﺛﻤﻞ‬a.i.). (bkz : kazûrât).

sefidâb ‫( ﺳﻔﻴﺪا ب‬fi.), (bkz : sefîdâ, sefidâc).

sefsefe ‫( ﺳﻔﺴﻔﻪ‬a.i.) : un, hâlin d eki şeyleri eleme,

sefidi ‫( ﺳﻔﻴﺪ ى‬a .i.): akille, beyazlık, sefih ‫( ﺳﻔﻴﻪ‬a .s.c .: s ü fe h â ): 1. zevk ve eğlenceye düşkün, p arasım p ulunu is râ fe d e n akilsiz. 2. huk. iradesine h âk im olam ayan [kim se], sefîh-âne ‫ ( ﻣﻔﻴﻬﺎﻧﻪ‬a .f.z f ) : sefih olan kim seye y a k ışır yolda. sefil, sefile ‫ ﺳﻐﻴﻠﻪ‬، sefilân , s ü fe lâ ): 2. alçak. 5. uslu ru su “s â fil” dir]. 5. bayağı, alçak.

‫( ﺳﻐﻴﻞ‬a.s. sefâlet'den. c . : 1. sefalet ‫ ؟‬eken, yoksul. tabiatlı, [kelim enin dog4. yıp ran m ış, eski, harap.

sefilân ‫( ﺳﻐﻴﻼن‬a.i. se fil'in c.). (bkz : sefil, sefile, süfelâ). sefile ‫( ﻣﻐﻴﻠﻪ‬o .s.): mec. orospu, ( b k z : fâhişe, zâniye). sefine ‫( ﺳﻔﻴﻴﻪ‬a .i.c .: sefâin, s ü fü n ) : gem i, vapur, ( b k z : keştî). Sefîne-İ nefise fi'l-m enâkıbi'l-M evleviyye (M evlevi m enkıbeleriyle dolu güzel gemi) : 1866 da M ısır'd a b asılan ve ü ‫ ؟‬bölüm den oluşan bu e se rd e : 1 in ci bölüm de kendi zam an ın a k ad ar K onya'da M evlân a dergâh ına şeyh olan çelebilerin hayatları; 2 nci bölüm de b irçok tekkelerde şeyh lik etm iş olan M evlevi şeyhleri; 3 üncü bölüm de ün lü M evlevi d ervişleri incelenir, sefine-i nefise-i M evleviyye (M evleviliğin nefis, güzel g e m is i): M ustafa Sâkıb D ede'nin (Öİ. 1736) M evlevi şeyh ve dervişlerin in b iyo grafile rin i konu edinen eseri, sefine-i Nûh : 1) N û h 'u n gem isi; 2) astr. sem ânın gü n ey yarım k ü resin d e bu lu n an b ir b u rcu n adi. Sefînetü'r-rüesâ (reisler g e m is i): A h m ed R esm i Efen di'n in (1700-1783) O sm anlI reisülküttap (hariciye vekili) la rın ı anlatan eseri: [eserin bir başka adi da : H alîfetü'îrüesâ (reislerin halifesi) dir. sefînetü 'ş-şu arâ: ed. d ivan toplanan şiir m ecm ûası.

şâirlerin den

sefir ‫( ﺳﻔﻴﺮ‬a.i. sefâret'den. c . : süferâ) : el‫ ؟‬i.

nişasta

gibi "toz

seftece ‫( ﺳﻐﺘﺠﻪ‬a.i.c. : sefâtic) : poliçe, sefû f ‫( ﺳﻔﻮ ف‬a .i.): toz ilâ‫ ؟‬, seg

J j ( f i . ) : 1. köpek, it. (bkz : kelb).

seg-i d îv â n e : kudu z köpek, ( b k z : kelb-i akûr). 2. mec. d ayan ıklı, segabet ‫“( ﻣ ﻐ ﺎ ﺑ ﺖ‬ga” uzun okunur, a .i.) : açlık, ( b k z : cû'). seg-âbî ‫ﻣ ﻜ ﺎ ﺑ ﻰ‬ âbî'den].

(f.i.): zool. kund uz,

[seg-i

segâh ‫( ﻣ ﻜ ﺎ ه‬f.b .i.): müz. T ü rk m ü ziğin in en esk i m ak am lan n d ad ır. K u v v e tli b ir ziihd ve açık b ir hüzün bild irir. E n eski devirlerden b e ri rağbetle k u llan ılm ıştır. Segâh beşlisi ile hicaz d örtlüsünden m ürekkeptir, (şu halde, d izisi b ir sekizli dâhilinde İfâde edilebilen m ürekkep m ak am lard an olm uş oluyor). D o n an ım ın a “s i” ve “m i” kom a be-' m olleri ile “ fa" b ak ıyye diyezi konulur, hicaz d örtlüsünün “ İâ” b ak ıyye diyezi, nota içerisinde k u llan ılır. M akam dizisi niseb-i şerifeden 5 tânesini İçine ald ığın dan, gizli m iiten âfir sayılır. D u rağ ı segâh, güçlüsü -üçü ncü derecesi olan- nevâ (re) perdeleridir. U m ûm iyetle ‫ ؟‬ik ici o larak seyreder. O rta sekizlisin deki sesleri -pestden tize d ogru olm ak üzere- şöyledir : segâh, çârgâh, nevâ, d ik hisar, evic, gerdâniye, sünbiile ve tiz segâh. se g â h -a ra b a n : müz. adına ilk olarak 1910 yılla rın d a rastlan an b ir malcam. segâh-acem ‫( ﺳ ﻜﺎ ه ﻋ ﺠﻢ‬f.a.b.i.) : miiz. T ü rk m ü ziğin in en az altı asırlık b ir m iirekkep m ak am ı olup zam âm m ıza k alm ış nüm ûnesi yoktur. segâh-mâye ‫( ﺳ ﻜﺎ ه ﻣﺎﻳﻪ‬f.b .i.): müz. m âye m akarninin, segâh ile segâh perdesinde k alan nev'ine -dügâh perdesinde k alan d an tefrik m aksadıyla- bâzan verilen b ir adi. segâh m uhayyer ‫( ﺳ ﻜﺎ ه ﻣﺨﻴﺮ‬f.a.b .i.): müz. T ü rk m ü z ig in in b irk a‫ ؟‬a sırlık b irm iire k k e p 1.85

seg-bân

makamı olup zamânıınızakalmış numûnesi yoktur.seg-bân ‫( ﻣ ﻜ ﺒ ﺎ ن‬fi.) : 1. seymen, yeniçeri ocağına bağlı bir sınıf asker. 2. OsmanlI saraylarinda av köpeklerine bakan kimse. seg-bân-ı cedid: tar. Bayraktar Mustafa Paşa taraftndan 1808 de, Nizamıcedit ocağının yerine meydana getirilen askeri bir kuruluş. seg-cân ‫ ﺟ ﺎ ن‬J j (f.b.s.): it canlı. seg-pe‫ ؟‬e ‫ﺳ ﻚ ﺑ ﺠ ﻪ‬ eniği.

(fb.i.): köpek yavrusu, it

segrî ‫( ﻣ ﻐ ﺮ ى‬fi.) : sağrı, hayvanin beli ile kuyruğu arasındaki dolgunca yer. sehâ' ‫( ﺳ ﺤﺎ ﺀ‬a.i.c.: eshiye): anat. beyin zari, sehâb ‫( ﺳ ﺤ ﺎ ب‬a.i.): 1. bulut, (bkz: ebr, gays*, mig). 2. karanlık. 3. bulut gibi uçuşan böcekler. sehâb-ı gayr-1 muzi : astr. karanlık nebiilözler. sehâb-ı matîr : yağmur bulutu. sehâb-ı rahm et: rahmet bulutu, sehâb-âlûd ‫( ﺳ ﻰ ب آﻟﻮد‬a.f.b.s.): bulutlu, (bkz : ebr-âlûd). sehâbe ‫( ﺳ ﺤﺎ ﺑ ﻪ‬a.i.): 1. tek bulut. 2. kalsiyum spektrumunda K- çizgisinde ‫ ؟‬ekilmiş güneş resimlerinde görülen benekler, *püskülcük, fr. flocculus. sehâbî ‫( ﺳ ﺤ ﺎ ﺑﻰ‬a.s.): bulutumsu, bulutla ilgili, sehâbiyye ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﺑ ﻴ ﻪ‬a.i.) : 1. astr. *bulutsu, nebülöz. 2. ["sehâbî" nin miien.]. (bkz: sehâbî). sehâbiyyet ‫( ﺳ ﺤ ﺎ ﺑ ﻴ ﺖ‬a.i.) : çoğr. bulutluluk, sehâfet ‫( ﺳ ﺨ ﺎ ﻓ ﺖ‬a.i.). (bkz : sahâfet). sehâî ‫( ﺳ ﺤ ﺎ ﻓ ﻲ‬a.s.) : beyin zarma âit, onunla ilgili. sehâib ‫( ﺳ ﺤ ﺎ ﺋ ﺐ‬a.i. sahâbe'nin c.) : bulutlar. Sehâib-İ meftûre : durgun, ağır bulutlar, sehâiyye ‫ﻣ ﺤ ﺎ ﺋ ﻴ ﻪ‬ (bkz: sehâî).

(a.s.): ["sehâî"nin müen.].

sehânet ‫( ﺋ ﺨﺎﻧ ﺖ‬a.i.): 1. kaimlik, (bkz : sihan). 2. sıcaklık. 3. katilik, peklik, sehâyâ ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﻳﺎ‬a.i. sehâ'nın c.)': beyin zarları. [“sehâ''nın asil cem i: "eshiye" olup "sehâyâ" kelimesi, Cemiyyet-i Tıbbıyye-İ Osmâniyye tarafından kabûl edilmiş ise de yanlıştır]. İltihâb-1 sehâyâ: hek. beyin zar'ı İltihâbı,

1086

menenjit. Nezf-İ sehâyâ : hek. beyin zari kanaması. sehek ‫ﺳ ﻬ ﻚ‬

(a.i.) : bot. bugdaypasi.

(a.i.c. : eshâr) : 1. tan yeri agarmadan biraz önceki vakit. A le 's-se h e r : sabah erkenden. 2. kadın adi.

seher ‫ﺳ ﺤ ﺮ‬

(a.i.) : hek. uykusuzluk, gece uyuyamama hastalığı. İllet-İ seh er : uykusuzluk hastalığı.

seh er ‫ﻣ ﻬ ﺮ‬

güneşin ufkun altında 6٥ de iken gözlenen gün ağarması veya kararmasi, sivil tan, fr. crép u scu le civil,

seh er-i âm m e : astr.

sehere

‫( ﺳﺤﺮه‬a.s. sâhir'in c.). (bkz : sâhir).

‫ ﻣ ﺤ ﺮﺑ ﻪ‬، ‫( ﺳﺤﺮﺳﻤﺎه‬a.f. b.i.) : seher vakti, sabahın erken saati,

seh er-gâh , - -geh

‫( ﻣ ﺤ ﺮ ﺧﻴﺰ‬a.fb.s.) : 1. erkenci, sabahİarı erken kalkan. 2. sabahleyin esen,

seh er-h iz

‫ ﺳﺤﺮﻳﻪ‬، ‫( ﻣ ﺤ ﺮ ى‬a.s.) : sabah ve şafakla ilgili. İb âd e t-i se h e rim e : seher vakti ibâdeti. M ü r g -i seh eri : bülbül,

seheri, se h e rim e

seh h âk a

‫( ﺳﺤﺎﻗﻪ‬a.s.) : sevici kadm.

‫( ﺳﺤﺎر‬a.s. sihr'den) : 1. (pek) büyücü, (bkz : sâhir, sihr-bâz). 2. büyü gibi bir kuvvetle ‫ ؟‬eken, büyüleyici,

seh h âr

‫( ﺳﺤﺎره‬a.s.) : 1. sehhâr'ın müennesi. 2. i. büyüleyici, ‫ ؟‬ok güzel mânâsına kadm adi.

seh hâre

‫( ﺳﻬﻰ‬f.i.) : 1. düz, dogru. 2. fidan gibi [boy]. 3. i. erkek adi.

sehi

‫( ﺳﻬﻰ ﻗﺪ‬f.a.b.s.) : boylu boslu, düzgün endamlı, (bkz : sehi-kamet).

seh i-k ad d

‫"( ﺳﻬﻰ ﻗﺎﻣﺖ‬ka" uzun okunur. f.a.b.s.) : düz, düzgün boy.

seh i-k am et

‫( ﺳﻬﻴﻢ‬a.s. sehm'den) : hisse sâhibi. ‫( ﺳﻬﻞ‬a.i.): 1. kolay, (bkz : âsân). 2. sâde.

seh im sehl

mümteni : ed. kolay ve sâde göründüğü halde, bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz.

seh l-i

kolay olarak alınacak ve elde ‫ ؟‬dilecek şey.

sehlü'1-m e 'h a z : sehlen

‫( ﺳﻬﻼ‬a.zf.) : kolaylıkla, kolay olarak.

Eh len ve sehlen

: safâ geldiniz, hoş geldi-

niz. seh l-ter ‫ﺳ ﻬﻠ ﺘ ﺮ‬

(f.b.s.) : ‫ ؟‬ok kolay en kolay,

(a.i.c. : sihâm) : 1. ok.' (bkz : tir). 2. yay. 3. (c. : eshâm) aksiyon, hisse bede-

seh m ‫ﺳ ﻬ ﻢ‬

selâm

li. 4. kısım, hisse, pay. 5. or. eğrilik payı [tomruklarda].

‫( ﻣ ﻬ ﻢ‬f.i.): korku, dehşet, (bkz : bim). ‫( ﺳﻬﻤﻜﻴﻦ‬f.b.s.): korkunç; korkulu,

seh m

se h m -g in

(bkz: sehm-nâk).

‫( ﻣﻬﻤﻰ‬a.s.): okla *ilgili, okumsu, *oksu. ‫( ﺳﻬﻤﺄك‬f.b.s.): korkunç, korkulu,

seh m i

se h m -n â k

(bkz: sehm-gin). ‫( ﺳﻪ ﺑﺎ‬f.b.i.): 1. üstüne bir şey konulan ayaklı destek. 2. küçük masa. 3. darağacı. 4. üç ayaklı iskemle veya maşa,

seh -p â

‫( ﻣﻬﺮان‬a.s.): geceleri uyanık duran,

se h râ n

seh -ren g

‫( ﺳﻪ ر ﻧ ﻚ‬fb.i.): bir çeşit ipekli ku-

maş. ‫( ﻣﻪ ﺗﺎر‬f.b.i.): m üz. telli sazlardan üç telli bir saz.

se h -tâ r seh u n

‫( ﺳﺨﻦ‬f.i.): söz. (bkz : sühan).

‫( ﺳﻬﻮ‬a.i.c.: sehviyyât): 1. yanlış, (bkz : hatâ). 2. yanılma, (bkz : gaflet),

seh v

seh v-i k a le m : yanlışlıkla yazma, seh v-i m iirettib

: miirettip yanlışı,

seh v-i sa rih

: pek açık yanlış,

seh v-i tertib

: tertip, dizme yanlışı,

sehven

‫( ﻣﻬﻮأ‬a.zf.): yanlışlıkla, yanılarak,

se h viy y â t

‫( ﺳﻬﻮﻳﺎت‬a.i. sehv'in c ): yanlışlar,

sek am

‫( ﻣ ﻘ ﻢ‬a.i.c.: eskam): hastalık, illet,

sek ârâ

‫( ﻣ ﻜﺎ ر ى‬a.s. sekrân'ın c.). (bkz : sükârâ).

sekb

‫( ﺳ ﻜ ﺐ‬a.i.) : suyu dökme; su dökülme,

sek -bân

‫( ﺳﻜﺒﺎن‬f.b.i.). (bkz : seg-bân).

‫( ﺳﻜﺒﻪ‬a.i.c. : sekebât) : 1. baştaki kepek. 2. takke.

sekbe

‫( ﺳﻜﺒﺎ ت‬a.i. sekebe'nin c.) : 1. baştaki kepekler. 2. takkeler.

sekebât

‫( ﺳﻜﻔﺎ ت‬a.i. sekne'nin c.) : durma [lar], dııruş[lar]. H arek ât ii sekenât (kımıldamalar ve duruşlar): davranış, oturuş, duruş, [kelime dilimizde müfret gibi kullanılır],

sekenât

‫( ﺳﻜﻔﻪ‬a.s. sâkin'in c.): sâkin olanlar, oturanlar.

sekene

seken e-i a s l i : sosy. seken e-i k a r y e :

yerli, fr. autochtone.

köy sâkinleri, köyde otu-

ranlar. sekerât

‫( ﻣ ﻜ ﺮا ت‬a.i.c.): sarhoşluklar.

sek erâtü ' 1- m e v t :

can çekişirken gelen baygınlık, dalgınlık, (bkz : ihtizâr).

‫( ﺳﻜ ﻞ‬a.i.): tas. Bektaşi dervişlerinin boyunlarına aştıkları taş. sekin e, sek in et ‫ ﺳ ﻜ ﻴ ﺖ‬، ‫( ﻣ ﻜ ﻴ ﻪ‬a.i.c.: sekâin): 1. karar; rahat, sâkinlik, dinlenme. 2. gönül rahatlığı. 3 ٠İsrâil oğullarına ihsan olunan bir mûcize. [tabutla gezdirilir, kendilerine güven) düşmanlarına korku verirmiş], se k k âk ‫( ﺳﻜﺎك‬a.i.): bıçakçı, çakıcı, s e k r ^ j (a.i.): sarhoşluk, (.bkz : bed-mesti). se k rân ‫( ﺳﻜﺮان‬a.s. sekr'den. c .: sükârâ): sarhoş. (bkz: bed-mest, mest, ser-hoş, sermest). se k râ n iy y e t ‫( ﺳﻜﺮاﻧﻴ ﺖ‬o.i.): sarhoşluk, se k r-âv e r ‫( ﻣ ﻜ ﺮ آور‬f.b.s.): sarhoşluk veren, sarhoş eden, baş döndüren, (bkz : müskir). sekre ‫( ﻣﻜ ﺮه‬a.i.): 1. sarhoşluk. 2. şaşma, (bkz : hayret). 3. şiddet. 4. dalgınlık, baygınlık, sekt ‫( ﺳ ﻜ ﺖ‬a.i.): 1. sesini soluk almadan durdurma. 2. ed. şiirde bir harekenin düşmesinden meydana gelen ahenk kırıklığı, sek t-i m e li h : ed. hafif ahenk kırıklığ ı: ''mef'ûlü mefâilün faûlün” veznini "mef'ûlün fâilün faûlün" hâline koyma, sekte ‫( ﺳﻜﺘﻪ‬a.i.): 1. durma; durgunluk. 2. kesilme. 3. bozukluk, zarar. 4. kanin birdenbire durması. 5. (bkz : sekt). sek te-i d im â g ıy y e : hek. beyin inmesi, sek te-i k a lb : kalb sektesi, kalbin durması, sek te-i r i e v i ^ e : hek. alccigere kan hücûmu. se k te -d âr ‫( ﺳﻜﺘﻪ دار‬a.f.b.s.): 1. sekteye uğramış, bozulmuş, zarara uğramış. 2. ahengi, düzeni bozulmuş, sel ‫( ﺳﻴﻞ‬a.i.). (bkz : seyl). sel'a ‫( ﺳﻠﻌﻪ‬a.i. seleât sila') : hek. 1. hıyarcık. 2 ٠ur. 3. başta olan yarık, selâ' ‫( ﺳﻼﺀ‬a.i.) : anat. cenin torbası, son. sek il

selâcika ‫( ﺳﻼﺟﻘﻪ‬a.i. selçûk'un c.): Selçuklular. S e lâ tîn -ı selâcika: Selçuklu sultanları, s e lâ h if ‫( ﺳ ﻼ ﺣ ﻒ‬a.i. sulhafât, sulahfât'm c.) : zool. kaplumbağalar. se lâ ik ‫( ﺳﻼﺋﻖ‬a.i. selika'nm c.) : selikalar, güzel söyleme ve yazma istidatları, selâkat ‫( ﺳ ﻼﻗ ﺖ‬a.i.): güzel söz söyleme kabiliyeti, (bkz: talâkat). se lâ lim ‫( ﺳ ﻼﻟﻢ‬a.i. süllem'in c.): merdivenler, se lâ m ‫( ﺳﻼم‬a.i.): 1. barış, rahatlık. 2. sonu iyi ve hayırlı çıkma. 3. fânî, gelip 1.87

selâme, selâmet

geçici olmama, zevalsizlik. [Allah adlarından biri]. 4. âçinâlık, bildik. 5. selâm, esenleme. Dârü's-selâm: Cennet. Medînetü's_ selâm : Bağdat. Aleyhi's-selâm : onun iizerine selâmet olsun.

selâtin câm ii: sultanlar adına yaptırılan büyük cami. selâtin meyhâne : büyük meyhane.

Selâtîn-nâme ‫( ﺳ ﻼ ﻃﻴ ﻦ ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : Edirne Hasköy'üüde Adni Mahmud Paça medselâme, selâmet ‫ ﺳﻼﻣﺖ‬، ‫( ﺳﻼﻣﻪ‬a.i.): 1. sâlimlik, resesi müderrisi Sanca Kemal'in 1489 (H. eminlik, k o r k u v e endişeden uzak olma. 895) yılında kaleme aldığı 3600 beyitlik 2. selâmete çıkma, kurtulma. 3. iyi netice. manzum OsmanlI târihidir, [bir adi da 4. kurtulma, (bkz : halâs, necât, rehâ). 5. ed. "Tevârih-İ Â 1-İ Osmân” dır], cümlenin düzgün ve doğru olması. 6. esen- selb ‫( ﻣﻠ ﺐ‬a.i.): 1. kapma zorla alma. 2. kallik. dırma, giderme, (bkz: İbtâl, İzâle). selâmetü'1-însan fi hıfzı’l-lisân : başını der3. menfileştirme, Olumsuzlaştırma. de sokmak istemeyen, dilini tutmalıdır, 4. in‫ ؛‬âr etme. 5. fels. fr. nCgation. selâmî ‫( ﺳﻼﻣﻰ‬a.s.) : 1. anat. parmak kemiği. selben ‫( ﻣﻠﺒﺎ‬a.zf.): 1. kaldırarak, yok ederek, 2. i. erkek adi. gidererek. 2. İnkâr yoluyla, s e lâ m la t ‫( ﺳﻼﻣﻴﺎت‬a.i.c.): anat. parmak ke- selbi ‫( ﺳﺪى‬a.s.): menfilikle (Olumsuzlukla) mikleri. ilgili. Selâmiyye ‫( ﺳﻼﻣﻴﻪ‬a.h.i.): tas. XVII. yüzyıl selbiyye ‫( ﺳﻠ ﺒ ﻴ ﻪ‬a.s.): [“selbi" nin miien.]. ortalarında kurulan Celvetiyye tarikatı (bkz: selbi). şubesinden biri, [kurucusu: Selâmi Ali sele ‫( ﺛﻠ ﺞ‬a.i.c.: sülûc): kar. (bkz : berf). Efendi'dir. 1103 (1691) de ölmüştür], selce ‫( ﺳﻠﺠﻪ‬a.i.): zool. istiridye, selâmlık ‫( ﺳﻼﻣﻠﻖ‬a.t.i.): 1. büyük konaklarda selcem ‫( ﺳﻠ ﺠ ﻢ‬a.i.): bot. şalgam, misafirlere ayrılan dâire. 2 ٠eskiden padiselci ‫( ﺛﻠ ﺠ ﻰ‬a.s.): kara âit, karla .ilgili. şahların cuma namazına gitme töreni, selcûkî,J‫؛‬i ‫؟‬، L (a.s.): Selçuklu, selâmiin aleyküm ‫( ﻣ ﻼم ﻋﻠﻴ ﻜﻢ‬a.cü.): "selâmet üzerine olsun!" mânâsına bir selâmlama sözü. selâmün kavlen ‫( ﺳﻼم ﻗﻮﻷ‬a.cü.): “üstüne sağlık" mânâsına Allah'dan sıhhat, sağlık, afiyet dileme"; felç, inme, nüzûl. selâs ‫( ﺛ ﻼ ث‬a.s.): üç. (bkz : se). selâse ‫ ﺛﻠﺜﻪ‬، ‫( ﺛﻼﺛﻪ‬a.s.): üç. Şuhûr-i selâse : üç aylar. selâse-aşer: o n

ü ç

.

Selâse-İ gassâle : tas. Bektaşilerde S in d a İç ile n İç m e

ilk

üç kadeh

İç k i

, üçüncü

sofra-

b ard ağı

, ü ç le m e .

selâset ‫( ﺳﻼﺳﺖ‬a.i.) : ed. [sözün] akıcı olma hâli, akıcılık, kolay anlaşılma hâli, selâsil ‫( ﺳﻼﺳﻞ‬a.i. silsile'nin c.): 1. zincirler. 2 ٠zincirleme giden şeyler. 3. sıradağlar. Selâsil-İ müçgîn : sevgilinin saçı, selâsin ‫( ﺛﻼﺛﻴﻦ‬a.s.) : otuz, (bkz : selâsûn). selâsin ‫( ﺳﻼﺳﻴﻦ‬a.i.): selâsiniye fasilesinden yapraklan pek küçük bir ağaççık, selâsûn ‫( ﺛﻼﺛﻮن‬a.s.): otuz, (bkz : sî, selâsin). selâtin ‫( ﺳﻼﻃﻴﻦ‬a.i. sultân'ın c.): sultanlar. 1088

selcuki^e ‫( ﺳﻠﺠﻮﻗﻴﻪ‬a.s.): miien.]. (bkz : selcûki).

[“selcuki"

nin

sele ‫( ﺳﻠﻪ‬a.i.): (bkz: selle), seleât ‫( ﻣﻠ ﻌﺎ ت‬a.i. sel'a'nın c.): hek. hıyarcıklar‫؛‬ urlar. seleb ‫( ﺳﻠ ﺐ‬a.i.c.: eslâb): 1. birinden kapılıp alınan şey. 2. soyularak birinden alınanşey. 3. savaş âleti. selef ‫( ﺳﻠﻒ‬a.i.c.: eslâf, süllâf): 1. bir yerde, bir İçte, bir vazifede başka birinden önce bulunmuş olan kimse, ["halef" in zıddı]. 2. eski adam, (bkz : cedd). Selefime ‫( ﺳﻠﻔﻴﻪ‬a.h.i.): sahâbe ile Tâbi'in mezhebinde bulunan fukahâ muhaddisin. [bunun yerine Eseriyye de kullanılır; Selefiyye'nin yolu Kur'an yoludur], selem ‫( ﺛﻠﻢ‬a.i.) : diş gediği, selem ‫( ﺳﻠﻢ‬a.i.): peşin para ile veresiye mal alma. selh ‫( ﺳﻠﺦ‬a.i.) : 1. yiizme, soyma, derisini 1‫ ؟‬karma. 2. her arabi ayının son günü, [ilk gününe "gurre" denilir]. 3. ed. başkasına âit olan bir şiirin manâsına dokunmadan

selmek

yalnız kelimelerini değiştirmek suretiyle onu benimseyerek neşretme, selh-hâne ‫( ﺳﻠ ﺨ ﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : salhâne. (bkz: mezbaha). selib ‫( ﻣ ﻴ ﺐ‬a.s.) : 1. soyulmuş, alınmış, giderilmiş. 2. akil başından alınmış. 3. traş olunmuş. seliha ‫ف‬ (a.s.) : 1. soyulmuş, bozulmuş şey. 2. kabuk. selika ‫( ﺳﻴﻬﻪ‬a.i.c.: selâik): güzel söyleme ve yazma istîdâdı. seüka-dâr ‫( ﺳﻴﻬﻪ دار‬a.f.b.s.): 1. zevk ve aşırı zekâ sahibi. 2. iyi huylu [kimse], selika-mend ‫( ﺳﻴﻬﻪ ﻫﻐﺪ‬a.f.b.s.) : 1. zevk ve aşırı zekâ sâhibi. 2. iyi huylu [kimse], selîka-şiâr ‫( ﺳﻴﻬﻪ دﻋﺎر‬a.b.s.): 1. zevk ve aşırı zekâ sâhibi. 2. iyi huylu [kimse], seliki, selikiyye ، ‫( ﺳﻴﻬ ﻰ‬a.s.) : selikaya mensup, bununla ilgili. Letâfet-İ selikiyye : selika güzelliği. selil J - L (a.i.): 1. yeni doğmuş erkek çocuğu. 2. netice, (bkz : semere). s‫ ؛‬lîl-i me}٢ t : ölü doğmuş çocuk- i selile ‫( ﺳﻴﺎه‬a.i.): yeni doğmuş kız çocugü. selim (٠‫( ﺳﻲ‬a.s. selâmet'den): 1. sağlam, kusursuz, doğru, (bkz: sahih). Akl-1 selim: *sağduyu. Zevk i selim : güzel tabiat, güzel zevk sâhibi. 2. i. erkek adi. 3 ٠hek. habis olmayan [tümör]. selîmü'1-kalb : temiz yürekli adam, selime ‫( ﺳﻴ ﻤ ﻪ‬a.s.) : 1. ["selim” in müen.]. (bkz : selim). 2. i. kadm adi. selimi ‫ ﻳﻤﻰ‬٠‫(س‬a.i.) : tar. bir çeşit başlık. [Yavuz Sultan Selim'e nispetle bu adi almıştır; 65 santim boyunda, yukarısı ağzından genişçe, tepesi yarık değil düzdür ve üzerine tülbent sarılır]. selimiyye ‫ﺳﻪ‬٠‫( ﺳﻲ‬a.i.) : eski ve zarif kumaşlardan birinin adi. [Üsküdar'da Selimiye'de dokunduğu İçin III. Selim'e nispet edildiği kayıtlardan anlaşılmıştır], selim-nâme ‫( ﻷﻣﻪ‬٠‫( ﺳﻲ‬a.f.b.i.)': tar. Yavuz Sultan Selim'in (1512-1520) Trabzon'daki vâİiliği (1509) zamânmdan başlayarak. Gürcülerle, baba ve kardeşleriyle olan miicadelelerini, Safevîlerle ve Memlûklarla olan savaşlarım konu edinen eser(ler).

selis ‫ﻟﺲ‬٠‫( س‬a.s.): 1. kolay, yumuşak. 2. bağlı, boyun eğmiş. seüsü'l-bevl : hek. 1) sidiğin dâimî akıntısı; 2) sidiğini tutamayan [adam], selis ‫( د ى‬a.s. selâset'den): 1. düzgün, akıCI [İbâre, anlatış]. 2. miiz. Türk (Anadolu) halk şiiri ve müziğinin XIX. asır başlarmda meydana ‫ ؟‬ıktığı anlaşılan bir şeklidir. Arûz'un "feilâtün feilâtün feilâtün feilün" vezni ile yazılır; "forme” olarak gazel, bâzan murabba, muhammes ve müseddes kullanılır, ?ehirli âşıklar tarafından seyrek olarak yazılmıştır. 3. ed. halk edebiyatında XIX. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlamlan bir nazım şekli. selise ‫( د ه‬a.s. selâset'den) : ["selis" İnmüen.]. (bkz: selis). selit ‫( ﺳﻠﻬﻞ‬a.s.): 1. ağzı bozuk, küfürbaz. 2. i. zeytinyağı. selita ‫( ﺳﻴﻬﻠﻪ‬a.i.) : 1. İçine zeytinyağı konulan salata. 2. s. seliF'in müennesi. seli ‫ل‬٠‫(س‬a.i.) : 1. sıyırma, sıyrılma. 2. ‫ ؟‬ikarma, çıkarılma; çekme, çekilme, sell-i seyf: kılıç çekme, sellâc ‫( ﺛ ﻼ ج‬a.i.): buz ve kar satan adam, sellâh ‫( ﺳﻼخ‬a.i. selh'den) : kasaplık hayvan kesen, yüzen. sellât ‫( ﺳ ﻼ ت‬a.i. selle'nin c.): seleler, sepetler, selle ‫( دفﺀ‬a.i.) : koyun, keçi sürüsü, selle ٠‫( ﺳﻞ‬a.i.c. : sellât, silâl): sele, sepet, selle-bâf ‫ ﻣ ﻚ ﺑﺎ ف‬.(a.f.b.i.) : sele, sepet, küfe, zenbil ören kimse, sepetçi, sellem ‫ﺀ‬٠‫( ﻣﻞ‬a.f.i.) : "selâmete erdirsin!” mânâsıyla duâlarda geçer, sellemehii's-selâm: aldırış etmeden, çekinmeden, uluorta, destursuz, selm ‫أ‬٠ ‫( ﺳﺪ‬a.i.). (bkz : silm). selmâni ‫( ﻻ دا ﻓ ﻰ‬a.i.) : niyaz kabûl eden derviş. [Selmân-1 Fârisî'ye nispetle bu adi almıştir; bektâşilikle mevlevilikte sadaka kabuİÜ, dilencilik câiz değildir. Yapılan yardim "niyaz” adi altmda kabûl edilir], selme ‫( ' ذ ك‬a.i.) : gedik, rahne, selmek ‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ‬fi.) : miiz. Türk müziğinde en eski bir mürekkep makamdır. Az kullanılmış, son asırlarda hiç rağbet edilmemişken, R. Fersan 1948 de -makamm mâhiyetini H. Saadettin Arel'den bilvasıta öğrenerek- bir 1089

selmek.bûselik

saz semâisi yazmı?tır; elimizde ba?ka bir nUmUnesi yoktur. Selmek, hüseyni geçkili bir rast makamdır. Rast ile rast (sol) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede -rastın güçlüsü- nevâ (re), ikinci derecede -hüseyninin durağı- dügâh (la), üçüncü derecede de -hüseyninin güçlüsü- hüseyni (mi) perdeleridir. Donanımına rast ve hüseyninin mü?terek ârızaları olan "si'' koma bemolü ile “fa” bakıyye diyezi konulur. Esâsen her iki dizinin ortak seslerinden istifâde edilerek terkibedilmiştir. Hüseyni, rastın her yerinde ge‫ ؟‬ki olarak kullanılabilmekle berâber selmek'in gerdâniye makarninin tersi olduğu görülüyor, selmek-bûselik: müz. Hızır bin Abdullah'ın

edvarına göre (XV. yüzyılın ilk yarısı) selmek âvâzesine buselik makamı eklenince Oluşan terkip. selmek-i k eb ir: müz. Türk müziğinin en

az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur, selmek-i sa g ir: müz. Türk müziğinin en

az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur, selmek-nevâ : miiz. Hızır bin Abdullah'ın

selmek âvâzesine neva makamım eklemekle elde ettiği terkip. selmek-u??ak: müz. selmek âvâzesine u??ak

makamı eklenince Oluşan terkip, selmek-büzürk ‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ ورك‬f.b.i.): miiz. Tiirk

müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza İcalmı? niimûnesi yoktur.

‫ دز‬‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ‬f.a.b.i.): müz. Türle müziğinin en az altı asırlık bir mürelekep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur.

selmek-hicâz

selmek-hüseyni -

‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ‬f.a.b.i.): miiz. Türle müziğinin en az altı asırlık bir miirekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur.

selmele-irâk ‫( ﺳﻠﻤ ﻚ را ق‬f.a.b.i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asillik bir müı'ekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktur. selmek-ısfahân ‫اﺻﻔﻬﺎن‬

‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ‬f.b.i.): miiz.

Türk müziğinin en az altı asırlıle bir mü1090

rekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur. selmek-kû‫ ؟‬ek ‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ ﻛ ﻮ ﺟ ﻚ‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur. selmek-râst ‫( ﻣﻠ ﻤ ﻚ ر ' ت‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir miirekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur.

‫( ﺳﻠﻤ ﻚ‬f.b.i.): miiz. Tiirk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur, [asil: “selmek-ruhâvi" dir].

selmek-rehâvi ‫ﻟ ﻬﺎ و ى‬

‫( ﺳﻠ ﻤ ﻚ‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir miirekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? nUmUnesi yoktur.

selmek-zengûle ‫زﻧﻜﻮﻟﻪ‬

selsâl ‫ ل‬١‫( ﺳ ﻒ‬a.i.): tatil) lezzetli; hafif su. selsebil -

(a.i.): 1. tatil ve hafif su. 2. Cennette bir ‫ ؟‬eşmenin adi. 3. (bkz ;sebil). 4. g. s. suyunun aktığı yer kademeli olan bir ‫ ؟‬e?it ‫ ؟‬e?me, fr. fontaine a cascades. selûkiyye ‫( ﺳﻠﻮق؛ه‬a.i.): kaptan kamarası, selûl ٠‫( ﺳﻠﻠﻞ‬a.s.): ölü olarak doğmıı? ‫ ؟‬ocuk, selvâ ‫ ا و ى‬٠ (a.i.): 1. bal. (bkz: asel). 2. isrâiloğullarınm Tih sahrâsında bulundugu müddetçe “menn” ile Allah'ın ihsânı olan (bıldırcına benzer) bir ku?. selvet ‫ ت‬٠‫( ﺳﻠﻮ‬a.i.): 1. gönül rahatlığı, i‫ ؟‬huzuru. 2. memnunluk, mutluluk; zevk, keyif sem' ‫ ع‬٠ ‫( م‬a.i.): 1. İ?itme, işitiş. 2. dinleme, kulak verme. 3. (c.: esmâ') kulak, (bkz : gû?, üzn). sem-i miilevven : psik. renkli İ?itme, fr. audition colorCe. semâ' ‫ﺀ‬١‫( ﺳﻢ‬a.i. sümüw'den. c .: semâvât):

gökyüzü, (bkz; âsmân). semâ-yi lâciverdi : lâcivert renlcte gökyüzü, semâ' ‫ ع‬١‫( ﺳﻢ‬a.i.) : 1. İ?itme, duyma. 2. mevlevi

âyinlerinde tarikat mensuplarının cezbe hâliyle ayakta dönmesi, zilcretmesi. (bkz: mukabele). semâ-i râh : tas. yolda yapılan semâ [mevlevi

tâbirlerindendir]. semâcet ‫( ﺳﻤﺎ ﺟ ﺖ‬a.i.): 1. ‫ ؟‬İı-kinlik, fenâ görü-

nii?. 2. söz çirkinliği.

semar semâcet-î İbtidâ': sözün b aşlan g ıcın d ak i çirkin lik.

semâcetü't-tahallüs:

ed. kaside başlangıcı dem ek o lan "nesib” veyâ “teşb îb ” ile g irizg âh ın ‫ ؟‬irk in olm ası,

semâen ‫( ﺳﻤﺎﻋﺄ‬a.zf.): işiterek, semâ-hâne ‫( ﺳﻤﺎﻋﺨﺎﻧﻪ‬a .fb .i.): m evlevi tekkesin in sem â edilen geniş divanhânesi.

semâhat ‫( ﺳﻤﺎ ﺣ ﺖ‬a .i.): 1. cöm ertlik, el açıklığı; iyilikseverlik, (bkz : sahâ). 2. erkek ve kad in adi.

semâhât-kâr ‫( ﻣﻤﺎﺣﺘﻜﺎر‬a.f.b.s.): eh a‫ ؟‬ık, CÖm ert.

semâhat-lii ‫( ﺳﻤﺎﺣﺘﻠﻮ‬a.t.b .s.): [eskiden] d in âlim leri arasın d a kazaskerlik pâyesinde b u lu n a n la ra m ah su s resm î İâkab.

semâî ‫( ﺳﻤﺎ ﻋ ﻰ‬a .s.): 1. sem â'a m ensup, h i‫ ؟‬b ir kaideye bağlı kalm ad an , işitilerek ögrenilen. 2. miiz. T iirk (A nadolu) h a lk şiirin d e (yânî klâsik şiirin te'siri altın d a olm ayan veyâ pek az olan asil h a lk şiirinde) b ir “form e” u n adıdır. Saz şâiri ta ra h n d a n bestelen ir ve semâî adi altın d a o k u n u r. Şekil itibârıyla aynen ko şm a g ib id ir‫ ؛‬o n d an farkı h ecen in 4 + 4 = 8 vezni ile y azılm asın d an dır. M evzuu itibârıyla d a k o şm a d an farkild ir‫ ؛‬sem âîde âdeta b ir ta k ım tekerlem eler v a rd ır‫ ؛‬fakat b u n la r oldukça b ir m â n â arzederler, m ânîd e o lduğu gibi m ân âsız degildirler.

semâî (miizik “ form”u) (‫ﺳﻤﺎ ﻋ ﻰ )ﻣﻮزﻳﻚ ﻓﻮرﻣﻰ‬ (a .i.): müz. T iirk m ü z iğ in in m â ru f “com p osition form e'u”. L âdînî ve güfteli eserlere m ah su s b ir şeklidir, (“saz sem âîsi” “form e” u n u n d ışın d a kalır). G iifte, 4 m ısrâ ile b irta k ım “te re n n ü m '' d en ilen lâftzlard an İbâret olur. H er m ısrâı m ü teak ip gelen teren n ü m , h âneleri k ara k teriz e eder ve şark ın ın “n a k a ra t”ı, p eşrev in "m ülâzim e''si ro lü n d e b ulunur. Eger ik i m ısrâ ark a arkaya oku n u p d a so nra te re n n ü m gelirse, sem âiye “n akış sem âî” denilir. Bu şekilde eserin sâdece 2 h ân e olacagı tabiidir. Şu halde, 2 h ân eli sem âiye “n ak ış sem âî” denilir. ik i hâneli eserde ise m iilâzim e d ö rt defâ degil, fokat sâdece ik i defâ te k ra r edildiği İ‫ ؟‬in, u zun, süslü ve h a ttâ b âzan b ir ta k ım m ısrâ lard an İbâret o lab ilir‫ ؛‬b u n u n İ‫ ؟‬in “n ak ış” denilm iş olacaktır. N akış semâî.

sem âîden (yânî 4 hanelisinden) d a h a ‫ ؟‬ok k u llan ılm ıştır. S em âinin yegâne denilecek b aşk a h içbir “form e” da b u lu n m a y an husûsiyeti, sâdece sem âî u su lleri (aksak sem âî, y ü rü k sem âî ve b u n la rın m ertebeleri) ile olçülebilm esidir.

semâî (usul) ( ‫ و ل‬٠‫( ﻣﻤﺎﻋﻰ )اه‬a .i.): müz. T iirk m ü ziğ in d ek i ik i basit u su ld en b iri ve n îm so fy an d an so n ra en k ü çü ğ ü . B ü tü n diger usuller, b u ik isin in m u h te lif şekillerde te rk ib in d en ib arettir. Sem âî u sû lü 3 zam an il ve 3 darb lıd ır. D arb la rı şOyledir : d ü m (ı zam an lı, kavi), te k (ı, n im kavi) ve tek (ı, zayıf). Ş arkıda ve b aşk a yerlerde k u lla n ılm ış b ir u su ld ü r (saz sem ailerinde so n hân e, m u h te lif fentazi eserler, Itri'n in salât-1 ü m m iyyesi V.S.). Bu u su l ile ölçülm üş h i‫ ؟‬b ir y ü rü k veyâ sengin sem âî y o k tu r‫ ؛‬o n u n İçin bâzı n o ta lard a -diger b irk a ‫ ؟‬u su l gibi basit o ld u k ları halde- 6/8 veyâ 6/4 u su lle rin in ikiye b ö lü n erek yazılm ası cehâlet eseridir; b u şekilde, esas u sû lü n husûsiyet ve m â h iy etin d ek i m â n â b o zu lm u ş olur,

semâiyye ‫( ﺳﻤﺎﻋﻪ‬a.s.) : [“sem âî” n in miien.]. (bkz.: sem âî).

sem'an ‫ ( ﺳﻤﻌﺄ‬a .z f ) : 1. işiterek. 2. dinleyerek. sem'an ve tâaten : b âşü stü n e. semân ‫( ﺛﻤﺎن‬a .s.): sekiz, (bkz : heşt, semâniye). Sahn-İ semân : eski m edreselerdeki tah sil so n u n d a elde edilen ders-i â m 'd a n evvelki ilm i rütbe.

sem ân-aşere : on sekiz, semân ‫( ﺳﻤﺎن‬f.i.): 1. (bkz : âsm ân). 2. güneş ay ın ın y irm i yedinci g ü n ü . 3. b ıldırcın,

semâne ‫( ﻣﻤﺎﻧﻪ‬f.i.): 1. tavan. 2. b ıld ırcın , semânet ‫( ﻣﻤﺎ ﻧ ﺖ‬a .i.): sem izlik, besililik. semânin ‫( ﺛﻤﺎﻧﻴﻦ‬a .s.): seksen, (bkz : sem ânûn). semâniye ‫( ﺛﻤﺎﻧﻴﻪ‬a .s.): sekiz, (bkz : sem ân). S e m â n i^ e - iH a lv e tiy y e ^ ۶ ‫( ﺳﻤﺎﻧﻴﻪﺀ‬a.b .h .i.): tas. H alvetiyye ta rik a tı şubelerinden Bekriyye-i H alvetiyye k o lla rın d a n biri, [kuru c u su Şeyh M u h a m m e d b in A b d ü lk erim el-m edeni es-Sem ânî'ye nisp etle b u adi alm ıştır. ( d . : 1132 (1719) - ö . : 1189 (1775)].

semânûn ‫( ﺛﻤﺎﻧﻮن‬a.s.) : seksen, (bkz : heştâd, sem ânin).

semâ-pâre ‫( ﺳﻤﺎ ﺑﺎره‬a.f.b.i.) : gök parçası, semâr ‫( ﺛﻤﺎر‬a .i.): m eyva. (bkz : semere). 1091

semasıe semâsire ‫( ﺳﻤﺎ ﺳﺮه‬a.s. simsâr'ın c .): komisyon-

semeni ‫( ﺳﻤﺌﻰ‬a.i.): tereyağı,

cular, tellâllar. semâvât ‫ ﺳﻤﻮا ت‬، ‫( ﺳﻤﺎوا ت‬a.i. semâ'nın c .): 1. gökler. 2. tas. insanin olgunlaşıp yükseldigi büyüle *aşamalar. semâvî, sem âviyye ‫ ﺳﻤﺎوﻳﻪ‬، ‫( ﺳﻤﺎوى‬a.s.): 1. semâya mensup, semâ ile ilgili. 2. Allah'dan olan, (bkz : İlâhî), Allah'ın İ‫ ؟‬İ. Kütiib-İ sem âviyye : Tevrat, Zebur, incil, Kur'an. semâviyyât ‫( ﺳﻤﺎوﻳﺎ ت‬a.i.c.): semâvî olan ‫ ؟‬eyler, gölccisimleri. semâ'-zen ‫( ﺳﻤﺎ ﻋﺰن‬a.f.b.s.): semâ yapan, törenle dönen [mevlevi). Ser-sem â'-zen : semâzenlerin dönüş.lerine nezâret eden zat. semek ‫( ﺳ ﻤ ﻚ‬a.i.c.: esmâk, sim âk): balık, (bkz: mâhî). semeke ‫( ﺳﻤﻜﻪ‬a.i.c.: esmâk, simâk). (bkz: semek).

semen-sâ ‫( ﻣ ﻤ ﻔ ﺎ‬a.f.b.s.): 1. yasemin döşeyen.

semen ‫( ﻣ ﻤ ﻦ‬a.s.): semizlik, yağlılık, [asil: "semn" ve “simen" olduğu halde bu ‫ ؟‬ekli yaygındır], (bkz: semn). semen ‫( ﺳﻤﻦ‬f.i.): yâsemin. Berg-İ se m e n : yâsemin yaprağı. semen ‫( ﺛﻤﻦ‬a.i.c.: esmân) : baha, kıymet, değer, tutar. Takdir-sem en : değer biçme. Ta'yinse m e n : değerini belirtme. semen-i h â l : huk. peşin olan semen, kıymet. semen-i m is i : bilirkişi tarafından hakiki

kıymetini tâyin etme. semen-i miisemmâ : iki tarafın isteğiyle de-

gerlendirilen kıymet. semen-i r â y ic : geçer değer, sürümü olan

kıymet. semen-ber ‫( ﺳﻤﻐﺒﺮ‬f.b.i.): göğsü yâsemin gibi

beyaz olan, yâsemin göğüslü [sevgili]. ‫( ﺳﻤﻐﺒﻮ‬f.b.s.): yâsemin kokulu. semend ‫( ﺳﻤﻐﺪ‬f.i.): 1. kula at. 2. ‫ ؟‬evik ve güzel at. semend-i hâme : kalemi, ‫ ؟‬evik ve güzel bir ata benzetme. semender ‫( ﺳﻤﻨﺪر‬f.i.): 1. zool. kurbagagillerin kuyruklu takımından bir hayvan lât. salam andra maculosa. 2. ateşte yaşar bir masal hayvani, [kelimenin “samtender” in muhaffefi olduğu lügatlerde yazılıdır]. sem en-fâm ‫( ﺳﻤﻤﺎ م‬fb .i.): yâsemin renkli. semen-bû

1092

2. yâseminimsi.

‫( ﺳ ﻤﻔ ﺰا ر‬f.b.i.): yâseminlik. ‫( ﺳﻤﺮ‬a.i.): gece sohbeti, gece toplantısı,

sem en-zâr semer

semer ‫( ﺛﻤﺮ‬a.i.c.: esmâr, sim âr): 1. meyva, yemi2 .‫ ؟‬. mahsul, verim. 3. netice. B i-se m e r : meyvasız‫ ؛‬neticesiz. Şecer-İ bi-semer, Diraht-I bi-sem er : meyvasız ağa‫ ؟‬. İktitâf-1 semer : netice elde etmek, semer-i ar'ar : bot. ardıç, semer-i bakli : bot. baklamsı meyva. semer-i basite : bot. basit meyva. semer-i fak ir : bot. kapçık meyva. fr. akCne, achaine. semer-i in e b i : bot. üzümsü meyva. semer-i miicevvez : bot. buğdaysı meyva. semer-i miitekessire : bot. karışık meyva. semerât ‫( ﺛﻤﺮا ت‬a.i. semere'nin c .) : 1. yemişler, meyvalar. 2. faydalar, verimler. 3. neticeler. 4. devlete âit mülk ve akarlarla toprakların-

dan ve mukataalardan alman irat, gelir, semere ‫( ﺛﻤﺮه‬a.i.c.: semerât): 1. meyva, yemi‫ ؟‬. 2 ٠fayda, verim. 3. netice. 4. huk. bir ‫ ؟‬eyden elde edilen gelir. semere-i fuâd (gönül m eyvası): evlât, semeretullah (Allah'ın meyvesi): bot. muz.

‫( ﺛﻤﺮه دار‬a.f.b.s.) : 1. yemi‫ ؟‬veren. 2. verimli, kârlı, (bkz : mîve-dâr, müsmir),

sem ere-dâr

semi' ‫( ﺳﻤﻌﻰ‬a.s. sem'den): 1. İşiten, İşitme kuvveti olan. 2. Allah adlarındandır. semî-üd-duâ (duâyı İşiten): Allah, sem’î, sem'iyye ‫ ﺳﻤﻌﻴﻪ‬، ‫( ﺳﻤﻌﻰ‬a.s. sem'den) : İşitme ile ilgili, İşitme duyusuna *ilişkin, semic ‫( ﺳﻤﻴﺞ‬a.s.) : ‫ ؟‬irkin, semih ‫( ﺳﻤﻴﺢ‬a.s.): 1. semâhatli, cömert, eli a‫ ؟‬ık. 2. i. erkek adi. semiha (a.s.): 1. ["semih" in miien.]. (bkz : semih). 2. i. İcadın adi. semile ٠‫( ﺛﻤﻴﻞ‬a.i.) : 1. artmış, artık şey. 2. dere

İçinde lcalan su artığı.

‫ن‬٠‫( ﺳﻢ‬a.s.c.: sim ân): semiz, şişman, besli, yağlı.

semin

semin, semine ‫ ﺛﻤﻴﻨﻪ‬، ‫( ﺛﻤﻴﻦ‬a.s.): 1. pahalı, kıymetli. D ü rr-i sem in : kıymetli inci. 2. i.

[İkincisi) kadın adi.

sena-guyı sem ir ٠‫( ﺛ ﻤﻢ‬a.s.) : m eyva veren, m eyvali. (bkz :

zâtü'l-esm âr).

‫( ص‬a.i.) : arkadaş, (bkz : hem -dem , m usâhib, refik). [A rapçada : "gece v ak ti b irlik te sohbet eden” m ânâsınadır].

sem ir

‫( ﺳﺲ‬a.i. ism 'den) : adaş, a d la n b ir olan, (bkz : hem -nâm ).

sem iyy

sem iyye

Ç m (a.s. ism 'den) : m üen.]. (bkz : semiyy).

[('semiyy”in

s e m im e ‫ﻳﻪ‬٠‫(س‬a.i.) : sop, klan, semm

r*

(a.i.c. : sim âm , süm ûm ) : zehir, agi.

sem m -i bâbilî (bâbilzehri) : şarap, (bkz :

bâde, ham r, hâniye, mey), sem m ii'1-fâr : sıçanotu, semmii's-semek : bot. b alik o tu den ilen n o-

h u t b ü y ü k lü ğ ü n d e zehirli b ir nebat, *bitki,

‫( ﻣﻤﺎك‬a.i. sem ek'den) : balıkçı, sem m ân ‫( ﺳﻤﺎن‬a.i.) : hâlis, süzm e yağ yap an sem m âk

veyâ satan [kimse].

‫( د ا ر‬a.fb.s.) : zehirli, (bkz : zehr-

nâk). sem m ij sem m iyye ‫ب‬ zehirle ilgili. sem m iyyet -

‫ س ؛‬٠ (a.s.) : zehirli,

(a.i. sem m 'den) : zehirlilik.

sem n ıû rj ۶ (a.i.c. :sem âm ir) :1. zool. sam ur. 2. i. sa m u ru n derisinden y ap ılan kiirk. sem m ûriyye ‫ﺑﻪ‬.‫( ﺳﻤﻮر‬a.i.) : zool. su sam u ru g il1er, fr. mustélidés. sem m ii's-sem eki^e ‫ا ﻟ ﺴ ﻤ ﻲ‬

‫أ‬٠‫( س‬a.b.i.) ; sem -

m üssem ek (balikotu) denilen n eb â tm bağlı oldugu sınıf. se m n ‫ض‬ lılık.

sem tü '.-n azîr: astr. bir şâkulî hat her iki tarafa dogru sonsuz olarak uzatılırsa, bu mevhum hattın semâ küresini biri ufkun altında, digeri üstünde iki noktadan keser -râsıdın bulunduğu yere göre- alttaki noktanm adi semt-ün nazir'dir. semtü'r-re’s : astr. başucu, fr. zCnith.

sem m -i kati : ö ld ü rü cü te'siri olan zehir.

sem m .dâr

semt ra s a d ı: top., jeod. her hangi bir yerde üzerinde rasat âleti bulunan belli bir nokta ile koordinatları bilinen ikinci bir noktanın hakîkî kuzey istikametiyle teçkîl ettigi açıyi, yânî semt açısını bulmak İçin kutup yıldızına veyâ başka yıldızlara, yâhııt Güneş'e yapılan rasatlara dayanan hesap ameliyesi.

(a.s.) : 1. tereyagi. 2. sem izlik, yağ-

sempati [fr. olan b u kelim e: (sempati-i kebir: b ü y ü k sem patik, fr. grand sympathique)

semtü'r-re's d â ire si: astr. her hangi bir yerin semt-ür-re's noktası ile Arz'ın merkezini İçine alan düzlemlerden her hangi birinin semâ küresi ile ara kesiti, semtü'r-re's-i ş â k u lî: astr. başucu doğrultusu aleti. sem tü'r-re'sî: astr. *başucul, fr. zCnithal. semûh ‫( ﺳﻤﻮح‬a.s. semâhat'den): çok cömert. Nasûh-İ semûh : çok ögüt veren, semûm ‫( ﺳﻤﻮم‬a.i.): 1. sam yeli, Sicak rüzgâr. 2. zehirli şey. senâ' ‫( ئﺀ‬a.i.c.: esniye): övme, övüş, (bkz: medh). senâ' ‫( ت ء‬a.i.) : 1. meyva ve yapraklarının karışmasmdan meydana gelen baklagillerden İç sürdürücü bir ot. senâ-i Hindi : Hindistan'dan gelen senâ. senâ-i kâzib : yabâni sinâmeki. senâ-i m e k k i: sinâmeki. [sürgün vermesi İçin kullanılır]. senâ-i M ıs r î: Mısır'dan gelen senâ. 2. şimşek parıtısı.

şeklinde yanlış b ir terk ip o larak h e k im lik diline girm iştir].

senâbik ‫ ﻃﺒ ﻚ‬٠‫(س‬a.i. sünbük'ün c .): at, katır gibi tek tırnaklı hayvanların tırnakları, *toynaklar.

‫ ﻣﺮا‬٠‫(س‬a.s. sum ret'den) : 1. esmer. 2. i. k a d ın adi. [“esm er” in m iiennesi].

senâbil ‫ ﺗ ﻞ‬٠(a.i. sünbülenin c .): bot. başaklar. (bkz: sünbülât).

‫( ﻣ ﺖ‬a.i.c. : sum ût) : 1. taraf, cihet, yön. 2. astr. açıklık.

senâ-gû ‫( ىﺳﻤﻮ‬a.f.b.s.): medheden, öven, (bkz : senâ-hân, senâ-kâr, senâ-ver).

sem râ semt

semt açısı : Jeod. rasat h a ttın ın kuzey-giiney

istikam etiyle yaptığı açı. [doğu ve b ati olm a k üzere iki tü rlü dür], semt-i kadem : astr. ayakucu.

senâ-gû-yâne ‫ﻳﺎذه‬/‫ﺳ ﺊ‬ (bkz: senâ-kârâne). senâ-gûyî J övücülük.

l

(a.f.zf.): övercesine.

(a.f,b، i.) : medhetme, övme, 1093

senâ-hân

senâ-hân ‫( ﻓﺎ ﺧﻮ' ن‬a.f.b.s.): [birini] öven, medheden. (bkz : senâ-gû, senâ-kâr, senâ-ver).

senderûs ‫ﻵ ﺀ( ﻻدرو س‬.) : sandalos, k eh lib ar nevinden, k u p al agacm dan çık an b ir zam k,

senâî ‫( ى'ﻳﻰ‬a.i.): mecûs. (bkz : veseni).

sene (a.i.c. : senevât, sinin) : yıl. (bkz : âm , sâl). Re's-i sene : yılbaşı,

senâiyye ‫( ﻧ ﺎ د ه‬a.i.): ed. birini övmek İçin yazılan manzûme. (bkz: medhiyye). senâ-kâr ‫( ذاك؛ر‬a.f.b.s.): öven, medheden. (bkz : senâ-gû, senâ-hân, senâ-ver). senâ-kâr-âne ‫( ﺷﺎﻛﺎراﻧﻪ‬a.f.zf.): övene, medhedene yakışacak yolda, övercesine. senâ-kârî ‫( ﻧﺎ ﻛﺎ ر ى‬a.f.b.i.): senâkârlık, övücülük. senâm ‫ ﻃ ﻢ‬٠ (a.i.c.: esnâm): 1. deve hörgücü. Sûre-i senâmii'1-Kur'ân: Kur'ân'ın ilk sûresi; Fâtiha. 2. tepe, doruk. 3. orta, merkez. senâmii'n-naka: devenin hörgücü, senân ‫ ﻃ ﻦ‬٠ (a.s.): ışıklı, parlak, (bkz: rûşen, ziyâ-dâr). senânir ‫( ﻻط ﻧﺮ‬a.i. sinnevr'in c.): kediler, senâ-ver (a.f.b.s.): medheden, öven, (bkz : senâ-gû, senâ-hân, senâ-kâr). senâ-ver-âne ‫( ﻓﺎور'ذه‬a.f.zf.): birini övene âit, onunla ilgili. senâ-verî ‫( ﻻ و و ﻫﺎ‬a.f.b.s.): birini medhedene, övene âit, onunla ilgili. senâyâ ١‫( ﻻﻃﻲ‬a.i. seniyye'nin c.): ön dişler, önlerdeki dört diş [ler]. .senbûse ‫ ﺑﻮ ﺳﻪ‬٠‫( ﻻ‬f.i.): baklava yufkası inceliginde açılan hamurla yapılan bir tatil. -sene ‫ ﺳ ﺞ‬- (f.s.): ''tartan, ölçen, değerlendiren" mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler yapar. Nükte-senc: nükteyi yerinde kullanan; nükteden anlayan. Suhan-senc : söylediği sözün mânâsını hakkıyla bilen, sözün mâhiyetini takdir edebilen, sencide ٥(f.s.): 1. tartılı, ölçülü, yerinde [söz]. Suhan-i sencide: ölçülü, tartılı söz. 2. i. g. s. tezhipte (süslemede) bir kıvrıma bağlı yaprak motifinin kıvrımın mukabil tarafına konulanının adi. sendân ‫( ا ﻧ ﺎ ن‬a.i.) : örs denilen demirci âleti, sendâni ‫( ذ ا ﻓ ﻰ‬a.s.): örse benzeyen, örsU andıran. Azm-İ sendâni: anat. kulagm İçinde bulunan ve örse benzeyen bir kemik, sendel ‫( ﻧ ﻞ‬f.i.): 1. sandal. 2. bot. sandal ağa-

ü

sene-i avâm : kesirsiz yıl. [365 veyâ 366 gün], sene-i d e v r ic e : yıl dö nü m ü, sene-i efrenciyye (efrenci ta k v im in e göre sene), (bkz : re's-i sene-i efrenciyye). sene-i h ic r ic e : H z. M u h a m m e d 'in M ekke'den M edine'ye hicreti, başlangıç say ılan sene. [M uharrem ayı, b u n a başlangıç sayılm ıştır]. sene-i hicriyye-i şem sice : güneş y ılı hesab in a d ay an an tak vim . [23 eylül 622 ta rih in den başlar]. sene-i inhirâfiyye : astr. .a n o m a l yıl, fr. année anomalistique. sene-i kameriyye (k am er yılı) : on ik i k am er ay ın d an İbâret zam an olup M u h a rre m in b irin d e başlar. Zilhicce ile b iter ve 354 veyâ 355 g ü n sürer. sene-i kebise : astr. a rtık yıl. [dört yılda b ir gelen 366 g ü n lü k yıl]. sene-i m â lic e (m âlî yıl) : 1 M a rtta n itib âreh başlam ası m âliyece kabû l edilen yıl. sen e-i medârî : astr. .d ö n en ce yılı, sene-i m ilâ d ic e : Hz. îsâ 'n ın d o ğ u m tâ rih i, başlangıç o larak kab ûl edilen yıl. (bkz : re's-i sene-i m îlâdiyye). sene-i necmiyye : astr. yıldız yılı, sene-i rûmiyye (rû m î ta k v im in e göre sene) : (bkz : re's-i sene-i rûm iyye). sene-i şem sice : 22 M a rtta n , m ü teâk ip 21 M a rta k a d a r süren yıl. (îra n lıla r'ın m illi takvim i). senevi vasati : cogr. y ıllık o rtalam a, sene-be-sene ‫ب‬ b (a.zf.) : seneden seneye, y ıld an yıla, yıllar geçtikçe, sened ‫( ﻻ ذ‬a.i.c. : senedât) : 1. d ay an ılacak şey. 2. .belgit. 3. tapu. 4. kuvv etli delil olabilecek sö z. sened-i âdi : âdi senet, tasd ik edilm em iş senet. sened-i bahri : den. b ir g em in in k im e âit old u g u n u gösteren senet, sened-i hâkanî : tapu'senedi.

1094

seng-îs.ân sened-i itt ifâ k : II. M a h m u d d ev rin d e âyân

ile y apılan sözleşm e (29 Eylül 1808). sened-i m iisb it : İspât edici senet, sened-i re s m i : resm î senet, resm en ta sd ik

edilm iş senet. senedât-1 a y n iy y e : eko., huk. ve o rta k lık

p ay ın ı aynî şekilde şirkete y atıran o rtak lara verilen aynî serm ayeyi tem sil eden hisse senetleri, [şirketin tescilinden itib aren 2 yıl geçm edikçe b aşk ala rın a devredilem ezler]. senedât-1 b a h r i : gem i senedi, gem i tasdik-

‫( ص‬a.i.c .): ik i sene, ik i yıl. ‫ ت‬١‫( ﺳ ﻮ‬a.i. sene'nin c . ) : seneler, yıllar,

seneteyn

( b k z : sinîn). senevi

‫( ﺷﻮى‬a.i. s ü n â î'd e n ) : b iri hayr, öteki şer

İçin olan iki y ara tıcın ın b u lu n d u ğ u n a inan a n m ecûsî taifesinden olan kim se, senevi, s e n e v ic e ‫ وﻳ ﻪ‬٠‫؛ ﻻ‬

‫( ﻷ و ى‬a .s.): seneye

m ensup, sene ile ilgili, b ir yıllık. Vâridât-1 s e n e v i c e : y ıllık gelir, seneviyye ‫( دوده‬a .i.): m ecûsî tâifesi. seng

J

j

lan.

(f.i.) : 1. taş. (bkz : hacer).

seng-i asyâb : d eğ irm en taşı, seng-i felâhan : saban taşı, seng-î fesân : bileği taşı, seng-i h â r â : m e rm er taşı, p ek sert taş. seng-i ib r e t : tar. Topkapı Sarayı'nda o rta

k ap ın ın ön ü n d e b u lu n a n d ik ili taş. [îdâm ed ilenlerin b aşları b u n u n ü zerin e konu lu p h alk ibret alsın diye te şh îr edildiği İçin b u adi alm ıştır. T an z im a t'tan so n ra k ald ırılm ıştır]. seng-i im tihân : 1) m ih e n k taşı; 2) denem e.

S ınav. seng-i kabir : m ezar taşı, seng-i m elâm et : b irin i k ın a rk e n sözle atıla n

taş. seng-i m e z â r : m ezar taşı, seng-i m ih e k : m e h en k taşı, seng-i M ûsâ : u s tu ra taşı; bileği taşı, seng-i m u sa lla : m u salla taşı, seng-i sebük (h a fif taş) : küfeği taşı. 2. ta rtı,

ÖİÇÜ; ağırlık. seng-i siyâh : 1) m ih e n k taşı; 2) K abe'nin du-

v a rın d a b u lu n a n siyah taş; H aceriesved.

J

j

‫( ﺳ ﻜﺎ‬f.b .i.): tü rlü tü rlü taç-

ilk.

‫( ﺳ ﻜ ﺪ ل‬f.b.s.): taç yürekli, seng-dü-âne . ‫( ﻣ ﻜﻠ ﻼ ن‬f.zf.): k ati yüreklilere seng-dil

yakıçacak yolda, k ati yüreklilikle,

‫از‬٠٧‫( ﺳ ﺪ ا‬f.b .s.): taç atan, dokun a k li söz söyleyen, d o k u n d u ran ,

seng-endâz senger

nam esi. senevât

y ağ m u r taşı. seng ü sebû (taç ve te s ti) : m ec. k ira n ve k ırıseng-a-seng

‫( ﺳ ﺪا ت‬a.i. se n ed 'in c.). (bkz : sened).

senedât

seng-i y e d e : y ağ m u r y ağ d ıra n tılsım lı taç,

j L

(f.i.) :

1. b ü y ü k

oklu

kirpi.

2. istih k âm . sengin ‫( ﻻ ﻋ ﻦ‬f.s.) : 1. taçtan, taçtan yapılm ıç. Dİİ-İ sengin : taçtan yürek, k ati kalb. 2. ya-

vaş, ağır. sengin devr-i hindi ‫( ﺳ ﻜ ﻦ د و ر ﺳ ﺎ‬f.a.b. i . ) : miiz. b aşk a u su llerin m uayyen m ertebele-

rin e "ağır" d enilirken, "sengin'' ism i bâzı te k n ik m ecburiyetler dolayısıyla d a yaln ız “y ü rü k sem âî" u sû lü n ü n ağ ır m ertebesine m ah su s ik e n i. H a k k i B eyin b a stırm ış old u g u b in lerce n o ta d a 7/4 ağ ır devr-i h in d i u sû lü n ü n b u isim altın d a o lduğu g ö rü lü r (salâhiyet sâh ib i olm ayan ve m ev zû d a bilgileri ta m b u lu n m ay an lar, İşte böyle b ir ism in T ü rk î'si yerine F arisi'sini ik am e etm ekle bile y an ılm ış olurlar),

‫ ﻛ ﻦ ﺳﻤﺎﻋﻰ‬٠(f.a.b.i.): müz. ağır sem ailerd en 6/4 u sû lü ile ölçülm üş olanla ra -ak sa k sem ailerden te ftik m aksadıylav erilen isim ; 6/2 u sû lü ile ölçülm üşse, “ağır sen g in sem âî'' denilir.

sengin sem âî

sengin semâî (usûlü) (‫ ﺻﻮل‬١) ‫ﺳ ﻌ ﻦ ﻣﻤﺎ ﻋ ﻰ‬ (f.a.b .i.): miiz. y ü rü k sem âî u su lü n ü n b ir ağ ır m erteb esin e (6/4) v erilen isim dir; b ir

m erteb e d a h a ağ ırın a “ağ ır sengin sem âî" (6/2) denilir. Bu usuller, ayni zam an d a k en d ileri ile ölçülm üş b u lu n a n sem âî “form e”u n d a k i eserleri de işâret ederler; o n u n İçin sen g in sem âî yerine “ağ ır sem âî” veyâ “sem âî” denilem ez ve b u h u su stak i k aid e b o zu lm u ş olur, (çü n k ü “ağır sem âî”; sem âî fo rm e 'u n u n m uayyen b ir çeşid in in u m û m î ism i o lduğu gibi “sem âi” de b am b aşk a b ir u sû lü n ism idir), seng-istân ‫ﺷ ﻨ ﺎ ن‬

(f.b.i.): taşlık, taşı cok olan yer. (bkz : seng-lâh ‫؛‬١seng-zâr). 1095

seng-lâh

sen g -lâh ‫( ﺳﻨ ﻜ ﻼ خ‬f.b.i.) : 1. taşlık, taşı çok olan

yer. (bkz : seng-istân, seng-zâr). 2.[büyük s ile] Afşarlı Nâdir Şâh'ın kâtibi olan Mirza Mehmed Mehdi Hân'ın -başlıca Ali ?îr Nevâî'nin eserlerine dayanarak- ‫ ؟‬agatay Turkçesi'nin lügat ve gramerini veren eseri, se n g -p â re ‫( ﺳ ﻤ ﺎ ر ه‬f.b.i.) : taş parçası, se n g -p u şt ‫( ظ ﺑ ﺸ ﺖ‬f.b.i.) : kaplumbağa, se n g -riz ‫( ﺳﻐﻜﺮﻳﺰ‬f.b.i.) : taşlama, taş atma; taşlanan kimse. sen g -rîze ‫( ﺳﻴ ﺮﻳ ﺰ ه‬f.b.i.): çakıl taş, küçük taş. se n g -rû ‫( ﻣ ﻴ ﺮ و‬taş yüzlü): saygısız, utanmaz, arsız, yüzsüz.

‫ﻣﻴ ﺮا ش‬

(f.b.i.):

taş

önderi. se r-i k â r : işbaşı. se r-i k û y : sevgilinin bulunduğu yer. se r-i m e n z i l : hedef, gaye, âınâc. se r-i m û[y] : 1) kilucu2 ‫ )؛‬pek az şey. se r-i pâ[y] : ayak başparmağı; ‫ ؟‬orap veya

ayakkabının burnu, se r-i z e b â n : d ilin ucu. se r ii b e rg : bir şeyi elde etmek İsteği, hırsı, se r ü b iin : 1) başlangıç ve son; tamamıyla;

2) bir şeyin esasi, temeli, se r ii çeşm : zevkle, memnuniyetle,

se n g -sâ r ‫( ﺳ ﻜ ﺎ ر‬f.b.i.): taşı bol yer. se n g -tra ş

se r-i h a y l : bir topluluğun, bir kalabalığın

yontucu

(sanatlcâr). s e n g -tra şi ‫( ﺳﻜﺘﺮاﺷﻰ‬f.b.i.) : taş yontmacılık. se n g -z âr ‫( ﺳ ﻴ ﺮا ر‬f.b.i.): taşlık, taşlı yer. (bkz:

seng-istân, seng-lâh). seniyy, seniyye ‫ ب‬، ‫ز‬ (a.s.) : yüksek, yüce. İrâ d e -i s e n i d e : yüce buyruk, s e n iy y ü 'l-c e v â n ib : her yani yüceliklerle

dolu olan. seniyye ‫( ي‬a.i.c.: senâyâ) : öndeki dört diş. s e n tû r ‫( د ر ر‬f.i.) : santur, kanun biçiminde tokmaklarla çalman telli bir çalgı, s e n tû ri ‫( د ر ر ى‬f.i.): santuri, santur çalan kimse.

se r ii k â r : İş güç, canla başla girişilen İş. se r Ü s â m â n : gerekli olan araç ve güç [bir

şeyi yapmak İçin-]. ser- - ‫( ص‬f.s.) : "baş, başkan" mânâlarıyla başa gelerek *birleşik kelimeler yapar. Serk â t i b : başkâtip. S e r - m u h a r r ir : başmu-

harrir, *başyazar., gibi, se râ ‫( ر ا‬f.i.). (bkz : serây).

- (fs.) : "şarkı söyleyen” mânâsıyla *birleşik kelimeler meydana getirir. N ag m e serâ : türkü, şarkı söyleyen. N â le -se râ : inleyen gibi.

-se râ ‫ر ا‬

se p ed ٠‫( ﺳﺎ‬f.i.): sepet.

serâ ‫( ر ى‬a.i.): toprak, (bkz: arz, türâb). , Eyne's- Ş ü r e k â v e's-serâ : aralarında yerle gök kadar fark vardır. F ev k a's-serâ : yer yüzü, toprak üstü. T a h te 's -s e r â : yer altı, mezar.

se p id ٠‫( ﺳ ﺎ‬fs.): beyaz, ak. (bkz : beyzâ, ebyaz,

se râ b ‫( د را ب‬a.i.): 1. ılgım, fr. m ira g e . 2. m ec.

se-p â ‫ ئ‬ü (f.i.): üç ayaklı, (bkz : seh-pâ).

sefid). sepid e ‫( ﺳﻴﺪه‬f.i.): tan vakti, se p id e-d em ‫( ﺳ ﺪ ه دم‬f.b.i.) : sabah aydınlığı, se p id i ‫( ر د ى‬f.i.) : beyazlık, aklık,

(f.i.): 1. baş, kafa, kelle, (bkz: re's). 2'. baş, başkan, (bkz: reis). 3. tepe, dorulc. (bkz :'zirve). 4. uç kenar. 5. nihâyet, son. ser-i b â lin : bir hastanın baş ucu. ser-i b â m : dam üzerindeki gök, hava boşluğu. se r-i b â r : bostan korkuluğu. ‫؛‬ se r-i d â r : daragacınm başı, üstü, se r-i d îv â r : duvarm üstü; duvarın üstündeki gök. se r-i e ş c â r : ağaçların başı.

ser ‫ر‬

1096

öteki dünya. 3. kadm adi. se râ b î ‫( ر ا ﻳ ﻰ‬a.s.): 1. serapla ilgili. 2. serâp

gibi. (a.i. sirbâl'in c.): gömlekler, (bkz : akmise).

se râ b il ‫ر ا د ل‬

Serâb-İstân ‫( ﺳﺮاﺳﺎن‬a.f.b.i.): 1 . serap göl-ünen

yer. 2. bu dünyâ. serâ-çe ‫( ﺳﺮاﺟﻪ‬f.b.i.): saraycık, küçük saray,

küçük konak; evcegiz. s e r-â g a z jU ’î ‫"( ﺳﺮ‬ga" uzun okunur, f.b.i.): yeniden, baştan başlama. se râ h ‫ر ا ح‬

(a.i.) : boşama [eşini-], (bkz:

tatlik). s e r-â h e n g ‫( ﺳﺮ آ ﻫ ﻎ‬f.b.i.): çalgıcıların başı,

orkestra şefi.

ser-berg

s e râ h in ‫ر ا ﺣ ﻦ‬

(a.i. s ir h â n 'ın c . ) : k u r t l a r [y ır -

tıc ı h a y v a n ].

s e r-â h û r ‫ﺳﺮآﺧﻮر‬

ta r.

(f.b .i.) :

O s m a n lI l a r d a v e

i l k z a m a n l a r d a o r d u b i r y e r e n a k le d e r k e n n a k i l İ ş in i y a p a n g ö r e v l i ,

s e râ id ‫ﻗﺮاﺋﺪ‬٠(a.i. s e râ ir ‫را ش‬

( a .f .b . i .) : s ı r l a r e v i. ta b ia t s ır la r ın ın

to p -

İa n d ığ ıy e r.

se râ m â c ‫ﺳﺮاﻣﺎج‬

( f.i.) : b o y u n d u ru k ,

se r-â m e d ‫ﺳﺮآﻣﺪ‬

(f.b .s .c . : s e r - â m e d â n ) : b a ş t a

b u lu n a n , ile r i g e le n , ( b k z : s m d id ) .

se r-â m e d â n ‫ﺳﺮآﻣﺪان‬

(f.b .s.

s e r - â m e d 'i n

c .) :

b a ş t a b u lu n a n l a r , ile r i g e le n le r ,

se r-â -p â ‫ﺳﺮاﻳﺎ‬

( f.z f.) : b a şta n a ya ğ a k a d a r, b a ş -

t a n b a ş a , b ü t ü n , h e p . ( b k z : s e r -t â - p â , s e r t â -s e r ) .

se râ -p e rd e ‫ﺳﺮاﻳﺮده‬

( f .b .i.) :

1.

s a r a y p e r d e s i, h a -

r e m d â i r e s i n i n ö n ü n e ç e k ile n b ü y ü k p e r d e . 2 . o ta ğ , p â d iş â h ç a d ır ı.

se râ r, s ir â r ‫ﺳﺮار‬

،

‫را ر‬

( a .i.c .: e s ir r e ) : a y in so n

g e c e s i.

s e râ rî ‫را ر ى‬

(a.i.

s ü r i y y e 'n i n

(f.zf.) :

k u l l a n ı l a n b i r ç e ş it

ş a lv a r .

Serây-İ s ip e n c : dünya. se râ y â ‫( ﺳﺮاب‬a.i. seriyye'nin c .) : dü şm an üzerine gönd erilen k ü ç ü k süvâri m üfrezeleri, se râ y -d â r ‫( ﺳﺮاﻳﺪاو‬f.b.i.): ayvaz: b ü y ü k yerlerde yem ek ve sofra işlerine b ak a n kim se, [b u n lar ekseriyâ V anli E rm en i veyâ k ü rd u şağ ın d an olurdu]. se râ -y e n d e ‫( را ﻳ ﺌ ﺪ ه‬f.b.s.): şark ı söyleyen,

s e r-b â lîn ‫( رﺑﺎﻟﻴ ﻦ‬f.b.i.): baş yastığı, ( b k z : b âlîn -i ser'den).

ser-bâz ‫( ر ﺑﺎ ز‬f.b .s.c.: s e r-b â z â n ): 1. cesur, yi-

se râ sim e ‫ﺳﺮاﺳﻤﻪ‬ se râ sim e ‫ر ا ﺑ ﻤ ﻪ‬

(f.s.) : s e r s e m ,

‫ﺳﻌﻤﻜﺮ‬

git. 2. İra n 'd a b ir sın ıf asker,

(f.s.). ( b k z : s e r â s im e ).

se râ sîm e -g î ‫ر ا ﺳ ﻤ ﻜ ﻰ‬

( f . b . i . ) : s e r s e m lik ,

( f.a .b .i.) : 1. a sk e r v e o r d u k u -

m a n d a m . 2 . h a r b i y e n â z ı r ı ( m illi m ü d â f a a v e k i li) [ T a n z i m a t 't a n s o n r a ], s e r -a s k e r i

‫ﺳﺮﻋﺴﻜﺮى‬

i l g ili,

(f.a .b .s .) :

m illi m ü d â fa a

[ T a n z i m a t 't a n s o n r a ] .

Bâb-1

ser

ask er-

v e k i ll i ğ i n e

â it

s e r -a s k e r i (se -

r a s k e r k a p ı s ı ) : s e r a s k e r d â ir e s i. H a r b i y e N e z a r e t i . [B a y e z ıt y a n g ı n k u l e s i n i n d i b i n d e k ) b i n a ( ş i m d i k i ü n i v e r s i t e b in a s ı) id i],

se râ v il ‫ﺳﺮاوﻳﻞ‬

(a .i.c .:

s e r â v îlâ t):

1'. ş a lv a r .

ser-bâzân ‫( ﺳﺮﺑﺎزان‬f.b.s.): serbâzlar. ser-bâzî ‫( ﺳﺮﺑﺎزى‬f.b.i.): cesurluk, yiğitlik, ser-be-ceyb ‫( ﺳﺮﺑﺠﻴﺐ‬f.b.s.): düşünceden, u ta n m a k ta n veyâ kederden başın ı göğsün ü n ü ze rin e sark ıtm ış olan,

ser-behâ ‫( ﺳﺮﺑﻬﺎ‬f.b.i.): baş pahası; diyet, haraç, ser-be-mühr ‫( رﺑ ﻤ ﻬ ﺮ‬f.a.b.s.): ı) ağzı mühül-lü, kapalı; 2) oruçlu, (bkz : m üh r-deh ân).

ser-bend ‫( ر ﺑ ﻐ ﺪ‬f.b.i.-): başa sa rılan veyâ bağla n an şey.

ser-berân ‫( ﺳﺮﺑﺮات‬f.b.s.): baş gösterm iş, uç verm iş.

ser-berg ‫( ﺳﺮﺑﺮﺳﻤﻂ‬f.b.i.): usûle göre tezhipte

2 . don.

se râ v îlâ t

Serây-İ Serâir-İ mahabbet: m u h a b b et Sirların ın sarayı.

se rb ‫( ﺛﺮب‬a .i.c .: s ü r û b ) : 1. içyağı, b ağ ırsak la rı sa ra n yağ. 2. azarlam a; çekiştirm e, beğenm em e.

ç e ş it k ı y m e t l i k u m a ş .

l ik le

Serây-İ h ü m â y û n : p âd işâh sarayı.

b aşa, b ü sb ü -

t ü n . 2 . a lt m v e y â g ü m ü ş te lle d o k u n m u ş b i r

s e r -a s k e r

Serây-İ fen â: (bu-) dünya.

s e r-â z â d ‫( ﺳﺮآزاد‬f.b.s.): 1. serbest, hür, başı boş. 2. rah a t, dertsiz.

1. b a ş t a n

se r-â-se r şa lv âr : e s k i d e n

Serây-İ b e k a : öteki dünya. Serây-İ cedid, Serây-İ Cedîd-İ âmire : Topkapı S arayı'nm F âtih d ev rin d e k i adi.

c . ) : c â r iy e le r ,

o d a lık la r.

se r-â -se r ‫ﺳﺮاﺳﺮ‬

sarayı. Serây-İ âtîk-i â m ire : tar. S ultan F âtih M ehm ed ta ra fın d a n Bayezit'te y ap tırıla n saray m adi.

(a.i. s e r ir e 'n in c . ) : g i z l i şe y le r,

s e râ ir-h â n e -i t a b i a t :

Serây-İ âmire : tar. O sm anlI p âd işâ h la rın ın Serây-İ â s a fî : ta r. sa d râza m dâiresi.

s e r id e 'n in c . ) : t iritle r,

s e râ ir-h â n e ‫راﺋ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ‬

se râ y ‫( ا را ى‬f.i.) : 1. saray. 2. b ü y ü k konak, (bkz : k âh , kasr). 3. h ü k ü m e t konağı.

‫را وﻳ ﻼ ت‬

(a.i.

s i r v â l 'i n

c.

s e r â v i l 'i n c . ) : 1 . ş a lv a r la r . 2 . d o n la r .

o la n

(süslemede) m o tiflerin çıkm asın a yarayan y ap rak şekilli ilk m otif, an a m otif. 1097

٥

ser-be-s hrâ

s e r-b e -s a h râ ‫( ﻣ ﺮ ﺑ ﻤ ﺤ ﺮ ا‬f.a.b .s.): başı ovada, k a ra r tutm az. se r-b e-se r ‫( ﺳ ﺮ ﺳ ﺮ‬f.zf.) : başbaşa; b a şta n başa, b ü sb ü tü n . se r-b est ‫؛( ﺳ ﺮ ﺑ ﺴ ﺖ‬.b .s.): 1. başı boş; kayıtsız. 2. istediği gibi h arek et eden. 3. sıkılm ayan. 4. engelsiz.

askerlerin m aa? ve şâire gibi içlerine b ak a n kim se [T anzim at'tan önce]. 3. p ir [şeyh]; baş. se r-çe şm e-i c â n : can pınarı, se r-çe şm e g ân ‫( ﺳﺮﺟﺸﻤﻜﺎف‬f.b.i.): serçeşm eler. se r-‫ ؟‬în ‫( ﺳﺮﺟﻦ‬f.b.s.) : 1. m ek ik dili. 2. seçkin şey, seçme.

se r-b est-â n e ‫( ﻣ ﺮ ﺳ ﺘ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.zf.): serbestçe, hiç b ir engelle karşılaşm adan, serbest olarak,

se r-ç în î ‫ﺳﺮﺟﻐﻰ‬

se r-b este ‫( ﺳ ﺮﺑ ﺴﺘ ﻪ‬f.b .s.): 1. başı bağlı. 2. ö rtü lü , gizli, kapalı.

se rd ‫ ( ﺳﺮد‬f . s . ) : 1. s o g u k . se rd : s o g u k s u . 2. s e r t ,

se r-b e stî ‫( ﺳﺮﺑﺴﺘﻰ‬f.b.i.) : serbestlik, se r-b estiy y et ‫( ﻣ ﺮ ﺳ ﻴ ﺖ‬f.b .i.): 1. serbestlik, (bkz : ser-besti). 2. devletin tic aret yapm am asın ı ve ek o n om ik alan a k arışm am a sın ı u y gun gören *öğreti, *erkincilik, se rb e st-n a z m ‫( ﻣ ﺮ ﺑ ﺖ ﻧ ﻈ ﻢ‬T a.b.i.): ed. vezin, kafiye gibi k u ra lla ra bağ lı olm ay an b ir n âz ım şekli, fr. v ers lib res. se r-b e -sü c û d ‫( ﻣ ﺮ ﺳ ﺠ ﻮ د‬f.a.b .s.): secde edici, başın ı yere degdirici. se r-b ev v â b în ‫( ﺳﺮ ﺑ ﻮ ا ﺑ ﻴ ﻦ‬f.a.b .i.) : k ap ı tu ta n , m âbeyinci. se r-b e -z â n û ‫( ﺳ ﺮﺑ ﺰاﻧ ﻮ‬f.b .s.): ked erd en başı dizlerin e düşm üş [kimse]. s e r-b e -z e m in ‫( ﺳﺮﺑﺰﻣﻴ ﻦ‬f.b.i.): başı yere eğilm iş olan, ( b k z : ser-zem in). se r-b iilen d ‫( ﺳ ﺮ ﺑﻠ ﻐ ﺪ‬f.b.s.c.: s e r-b ü le n d â n ): 1. başı yüksek; yüce. 2. m ü z. T ü rk m üzig in in birkaç asırlık b ir m ü rek k ep m a k am ı olup zam âm m ız a kalm ış n iim û n esi yoktur,

( f . b . i . ) : b a ş p i ş i r i c i , O s m a n lI

s a r a y ı n d a m u t f a k g ö r e v l i l e r i n d e n b ir i, ( b k z : b â r id ) . h a ş in , ç ir k in .

3.

 b-I s e r t,

k a b a , h o yra t.

se rd s â m i t : gr. sert sessiz, se rd ‫( ﺳﺮد‬a .i.): [sözü] d ü zg ü n ve m ü n âseb etli söyleme. se rd ‫( ﺛﺮد‬a .i.): d ogram a, do ğranm a, se rd â b ‫( ﺳﺮداب‬Ti.).: 1. Sicak m em leketlerde çok sicak gün lerde b a rın ıla n d erin yer altı odası. 2. ta r. p âd işâh saray ların ın sa g v e sol ta ra fla rın d a b ir y âh u t b irer o d a b u lu n a n üç köşe sofa. se rd â b e ‫( ﺳﺮداﺑﻪ‬f.i.). (bkz : serdâb). s e r-d â d e ‫( ﺳﺮداده‬f.b.s.): baş verm iş, baş gösterm iş olan. s e r-d â r ‫( ﺳﺮدار‬f.b.i.c.: s e r- d â r â n ) : 1. asker başı, k u m an d an , *kom utan. s e r-d â r-ı e k re m : b a şk u m an d a n , *başkom utan; başbuğ. s e r-d â r-ı g alib : galip k u m a n d an , *komutan.

s e r-b ü le n d â n ‫( ﺳ ﺮ ﺑﻠ ﻐ ﺪا ن‬f.b.s. ser-b iilen d 'in c . ) : başı yü k se k olanlar; yüceler,

s e r-d â r-ı u l e m â : ta r. za m â n m en yaşlı ve bilgili âlim i. 2. p âd işâh h ocaları,

se r-b ü le n d i ‫( ﺳ ﺮ ﺑ ﻠ ﺌ ﺪ ى‬f.b .i.): b aşı yükseklik; yücelik.

s e r-d â râ n ‫( ﺳﺮداران‬f.b.i. ser-d âr'ın c .) : k u m a n danlar, *başkom utanlar,

s e r-b ü re h n e ‫( ﺳ ﺮﺑ ﺮ ﻫﻔ ﻪ‬f.b .s.): başı açık. ser-b U rlde ‫( ﺳ ﺮ ﺑ ﺮ ﻳ ﺪ ه‬f.b.s.): b aşı kesilm iş,

s e r-d â rî ‫( ﺳﺮداوى‬f.b.i.): serdarlık, b aşk ıım an d an lık .

sere ‫( ﺳ ﺮ ج‬a .i.c .: s ü r û c ) : eyer, a t ta k ım ı, ( b k z : bergiistvân).

se r-d e fte r ‫( ﺳﺮدﻓﺒﺮ‬f.a.b.i.): defterin b aşın d a yazili olan, en b aşta b u lu n a n , en ileri geçen,

serc-i feres : at eyeri. serc-i t e r e k i : a n a t. ense k em iğ in in ü stü n d e k i çukur. se r-ciim le ‫( ﺳ ﺮ ﺟ ﻤ ﻠ ﻪ‬f.a.zf.): b ü tü n , hepsi, (bkz : bi'1-cümle). se r-ciim le -i âle m : âlem in hepsi, herkes, se r-çe şm e ‫( ﺳ ﺮ ﺟ ﺸ ﻤ ﻪ‬f.b.i.c.: se r-çe şm e g ân ): 1. çeşm e başı, pınar, su başı. 2. y ard ım cı 1098

se rd i ‫( ﺳﺮدى‬f.i.) : 1. sertlik, kabalık, ho yratlık . 2. soğukluk, (bkz : bürUdet).

Serdî-İ h ev â : h av a n m sertliği. Serdî-İ t a b i a t : huy, ta b iat sertliği, s e r-d ih ‫( ﻣﺮده‬f.b.s.): reis, baş olan, se r-d û z ‫( ﺳﺮدوز‬f.b.i.): k e n a rın d a altın veyâ g üm üş tellerle İşlen m iş' m o tifler b u lu n a n bez kap lam alı m ukav va cilt.

serheng

seref ‫( ﻣ ﺮ ى‬a.i.) : lüzumsuz harcama, (bkz : İsrâf). ser-efgen ‫( ﻣﺮاﻓﻜ ﻦ‬fb .s.): uğrunda başını veren, kendini feda eden. ser-efgende . ‫( ﺳ ﺮاﻟﻠ ﻪ‬f.b.s.c.: ser-efgendegân): başını eğen. ser-efgendegân ‫( ﺳﺮاﻓﻜﻴﺪﺳﻤﺎف‬f.b.s. ser-efgende'nin c.) : başını eğenler, ser-efrâz ‫( ﺳﺮاﻓﺮاز‬f.b.s.): başını yukarı kaldıran, yükselten, benzerinden üstün olan, sereka ‫( ﺳﺮﻗﻪ‬a.s. sârik'in c .): hırsızlar, serem ‫( درم‬a.i.): ağızdaki dişin kökünden kirılması. ser-encâm ‫راذﺟﺎم‬٠‫( س‬f.b.i.): 1. bir İşin sonu. 2. başına gelen. 3. vak'a. ser-endâz ‫( ﺳﺮاﻧﺪاز‬f.b.s.c.: ser-endâzân): 1. ‫ ؟‬ekinmez, korkusuz, fedakâr, pervâsız. 2. miiz. vaktiyle Türk müziğinde kullanılmış bir usul olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. ser-endâzân ‫( ﺳﺮاﻧﺪازان‬f.b.s. ser-endâz'ın c.): fedakârlar, serdengeçtiler, pervâsızlar, korkusuzlar. ser-endâzi ‫ ى‬٠‫( ﺳﺮاذداذ‬f.b.i.): pervâsızlık, fedâkârlık, ‫ ؟‬ekinmezlik. ser-engUşt ‫( ﺳﺮاﻧﻜﺸ ﺖ‬f.b.i.): parmak ucu. [asli: ser-i engüşt]. ser-esvâb ‫( ﺳﺮاﺛﻮا ب‬f.a.b.i.): tar. esvapçı başı, seretân ‫( ﺳﺮﻃﺎن‬a.i.) : 1. yenge‫ ؟‬, ‫ ؟‬aganoz. seretân-ı bahri: zool. deniz yengeci. 2. hek. yenirce. 3. astr. Güneş'in 22 Haziranda girdiği Yenge‫ ؟‬burcu ki “cevzâ” burcu ile “esed” burcunun arasındadır, seretân-ınedârı: Yenge‫* ؟‬dönencesi (burcu), seretâni ‫( ﺳﺮﻃﺄذى‬a.s.): seretan, kanser ile ilgili, sereyân ‫ ن‬١‫( ﺳﺮي‬a.i.): dağılma, yayılma, (bkz: sirâyet). ser-firâz ‫ ر ﺿﺎ ز‬٠ (f.b.s.). (bkz : ser-efrâz). ser-firâzi ‫( ﺳﺮﻓﺮ'زى‬f.b.i.): serfirâzlık. serfürû ‫( ﻣﺮﻓﺮو‬f.i.): başegme, söz dinleme, (bkz: İnkıyâd, İtâat). ser-fürû-bürde ‫( ﺳﺮﻓﺮوﺑﺮده‬f.b.s.): 1. baş eğmiş. 2. düşünceye dalmış. ser-gerdân ‫( ﻣﺮﺳﻤﺮدان‬f.b.s.): 1. başı dönen, sersem, şaşkın, (bkz : ser-geşte). 2. perişan, ser-gerdâni ‫داذ ى‬/‫( ﺳ ﺮ‬f.b.i.): sergerdanlık, başı dönme, sersemlik.

ser-gerde ‫( ﺳ ﻮا د ه‬f.b.s.)

: e le b a ş ı,

(b k z : ser-

k e r d e ).

ser-gerde-i eşkıyâ

: ş a k ile rin ,

h a y d u tla r ın

b a ş ı, re is i.

ser-germ

‫م‬/‫ﺳ ﺮ‬

(f.b .s.)

: 1. k a fa sı

k ız m ış , k ız -

g i n . 2 . s a r h o ş ‫ ؛‬n e ş e li, ( b k z : m e s t ),

ser-germ-i aşk ser-germi

: a şk sa rh o şu ,

‫ﺳﺮاﻣ ﻰ‬

(f.b .i.) : 1 . s a r h o ş lu k , c o ş m a .

2 . ,k ı z g ı n lık .

ser-geçte ٠‫ﺳﺮﻛﺸﻰ‬

(f.b .s.). ( b k z : s e r - g e r d â n ‫)؛‬.

seî-geçtegân ‫ﺳ ﺮ ﯪ ن‬

(f.b .s. s e r - g e ş t e 'n in c.) :

b a ş ı d ö n e n le r ; s e r s e m le r ; ş a ş k ın la r ,

ser-geştegl ‫ﻣ ﺮ ﺗ ﻤ ﺜ ﺶ‬

(f.b .i.) : s e r g e ş te lik , ş a ş -

k in lik .

sergin J j J

(f.i.) : g ü b r e , f ış k ı,

ser-girân ‫ﻣﺮﺳﻤﺮان‬

(f.b .s.) : " b a ş ı a g i r ” : ‫ ؟‬o k s a r -

h o ş.

ser-girâni ‫ﺳﺮﻛﺮاﻓﻰ‬

(f.b .i.) : ‫ ؟‬o k s a r h o ş lu k ,

ser-güzeçt ‫ﺳﺮﺳﻤﻨﺸﺖ‬

(f.b .i.) : s e r ü v e n , b i r i n i n

b a ş ı n d a n g e lip g e ‫ ؟‬e n

ser-hadd ‫ﻣ ﺮ ﺣﺪ‬

şey.

(b k z : m â ce râ ).

(f.a .b .i.c . : s e r -h a d d â t ) : s e r h a t ,

h u d u t , s ın ır .

ser-haddât ‫( ﺳﺮ ﺣﺪا ت‬f.a.b.i. se r-h ad d 'in c.) : serhatler, h u d u tlar, sınırlar, ser-hadd-dâr m uhâfızı.

(fa.b.i.) :

‫ﻣ ﺮ ﺣﺪدا ر‬

sın ır

serhaddi ‫ ﺳﺮﺣﺪى‬٠(a.b.i.) : kisa, serâser kapli sam u r k ü rk . ser-halka ‫( ﺳﺮﺣﻠﻘﻪ‬f.a.b.i.) : h a lk a h âlin d e otura n la rm başı. serhân ‫(س ر ﺣﺎن‬a.i) : k u rt, canavar, ser-hâne ‫( ﺳﺮﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.) : 1. (bkz : m izb ah , m ızbaha). 2. miiz. T ü rk m ü ziğ in d e peşrev ve saz sem âisin in b irin c i hânesi. serhas ‫س‬١‫( ﺳﺮخ‬a.i.) : sivri

U ‫ ؟‬İU

serhas-i miizekker : bot. fougère mâle. serhasiyye ٠‫ﺳﺮﺧ ﺴﺎ‬

(a .i.)

: bot.

serhasiyye-i kebire : bot. cedanum ostruthium. ser-hayl ‫ر ﺧ ﺰ‬

n eb a t (*bitki), egreltiotu,

fr.

e g r e lt io t u g ille r .

k ı r a l o tu ,

lât. peu-

(f.a .b .i.) : 1 . k e r v a n v e k a f i l e

b a ş ı, ( b k z : s â r - b â n ) . 2 . b a ş , b a ş k a n , ( b k z : S in d id ).

serheng ‫ﺳ ﺮ ﻫ ﺦ‬ k avas;

(f.i.c . : s e r h e n g â n ) :

y a s a k ç ı.

2. miiz.

T ü rk

1.

çavu ş;

m ü z iğ in d e

b i r k a ‫ ؟‬a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m o lu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m U n e si y o k tu r.

1099

serhengân

serhengân ‫( ﺳﺮﻫﻔﻜﺎن‬f.i. serheng'in c.) : çavuşlar; kavaslar; .yasakçılar,

ser-höş ‫( ﺳﺮﺧﻮش‬f.b.s.) : sarhoş, (bkz : bedm est, m est, sekrân). ser-höş-âne

‫( ﻣﺮﺧﻮﺷﺎ ﻧﻪ‬f.zf.) : sarhoşça, sarhoş-

‫ ؟‬asm a, (bkz : m est-âne). ser-h ö şî ‫( س ر ﺧﻮ ﻏ ﻰ‬f.b.i.) : sarhoşluk, seri', seria ‫ ﺳﺮﻳﻌﻪ‬، ‫( ﺳﺮﺑﻊ‬a.s. siir'at'den. c. : sırâ') ; 1. ‫ ؟‬abuk, hızlı. 2. ed. a ru z d a âhengi

hızlıca b ir vezin olup bizde k u lla n ılm ış şekli şu d u r : “m ü fte ü ü n m ü fte ilü n fâilün". serîü'1-hareke, -ü's-seyr : h ızlı giden, serîü'l-infiâl, -ü't-teessür : ‫ ؟‬a b u k gücenen. serîü'1-intikal : ‫ ؟‬ab u k anlayan, p e k zeki, serîü's seyr : h ız lı giden, serîü’z-zevâl : ‫ ؟‬ab u k kaybolan, süreksiz, serian

‫( ﻣﺮﻳﻌﺄ‬a.zf.) : sür'atle, ‫ ؟‬abuk, hem en,

çarçabuk, (bkz : aceleten). serid ‫ﺑﺪ‬.‫( ﺛﺮ‬a.i.) : tirit denilen yem ek. se rik a ۶

(a.i.) : ‫ ؟‬alınm ış, ‫ ؟‬alın m ış şey. (bkz :

m esrûk). serikat ‫( ﻣﺮﻗ ﺖ‬a.i.) : ‫ ؟‬alın m ış nesne, serikat-ı muhtelife : huk. gerek bir kim seye ve gerek b aşka b aşka kim selere âit olup m u h telif h irzlard a bu lu n an m allar h ak k in d ak i şirketler.

b aşın d a ders görd ük leri h asta koğuşları; h asta b ak ılan yerler, klinikler. serîriyyât-1 d â h iliy y e : hek. i‫ ؟‬h a stalık la rı klinigi. serîriy y ât-1 h â ric iy y e : h ek. dış h asta lık ları kliniği. s e rîr-n iş în ‫( ﻣ ﺮﻳ ﺮﻧﺒ ﻦ‬a.f.b.s.): "ta h tta o tu ra n ” : pâdişâh, (bkz : serîr-ârâ). s e rîü ' 1-hezec ‫( ﺳﺮﻳﻊ اﻟﻬﺰج‬a.b .i.): m iiz. T iirk m ü ziğ in in vaktiyle k u lla n ılm ış u su llerin d en b iri olup za m â m m ız a k alm ış n iim û nesi yoktur. seriy y e ‫( ﺳﺮﻳﻪ‬a .i.c .: se râ y â ): 1. d ü şm an üzerine gönderilen k ü çü k sü vâri m üfrezesi; gece b ask ım gazvesi. 2. câriye, odalık, s e r-k â r ‫( ﻣ ﺮ ﻛﺎ ر‬f.b.i.): işbaşı, m ü d ü r; kâhya, s e r-k a rin ‫( ﺳﺮﻗﺮﻳﻦ‬f.a.b.i.): baş m âbeyinci. ( b k z : ser-kıırenâ). s e r-k â tib ‫( ﻣ ﺮ ﻛﺎﺗ ﺐ‬f.a.b.i.): baş kâtip, m âbeyn k âtip le rin in başı, h ü k ü m d a rla rın başkâtipleri [T an zim at'tan sonra], s e r-k e h h â l ‫( ﻣ ﺮ ﻛ ﺤﺎ ل‬f.a.b .i.): p âd işâh ın baş gözhekim i. se r-k erd e ‫( ﺳﺮﻛﺮده‬f.b .i.): b ir g ü rû h u n başı, b ir ta k ım ın başı, baş. [fenâ m ânâda], se r-k e rd e-i eşk ıy â : ‫ ؟‬ete reisi,

serikat-i müttehide : huk. b aşka b aşka kim -

se r keş ‫( ﺳﺮﻛ ﺶ‬f.b.s.): dikbaşlı, b aşk ald ıran ; inatçı; itâatsiz.

selere âit old u ğu halde b ir m ah alli İıırzda bu lu n an m allar h a k k m d a k i sirkatler,

se r-k eş-â n e ‫( ﻣﺮﻛﺸﺎﻧﻪ‬f.zf.): itaatsizlikle, inatla, dikbaşlılıkla.

ser-i kûy ‫( ﻣﺮﻛﻮ ى‬f.i.). (bkz : ser-kûy). serir ‫( ﻣﺮ؛ر‬a.i.c. : esirre sürür) : 1. taht, (bkz : erike). 2. yatacak yer.

se r-k eşî ‫( ﻣﺮﻛ ﺸ ﻰ‬f.b.i.): serkeşlik, inatçılık, itaatsizlik, dikbaşlılık.

serir-ibasari : anat. talam us.

se r-k û b ‫( ﻣ ﺮ ﻛ ﻮ ب‬f.b.s.): 1. b aşa v u ra n , b aşa kakan. 2. başa v u ra c a k şey.

serir-i felek : astr. B ü yü k ayı tak ım yıld ızı,

se r-k û çe ‫( ﻣﺮﻛﻮ ﺟﻪ‬f.b.i.): sok ak başı,

yedigen, (bkz : D übb -i ekber).

serir-i mecrûhin ‫ ؛‬y a ra lı hasta yatağı, serir ü efser : taht ve ta‫ ؟‬, serîr-ârâ ‫( ﻣﺮﻳﺮ ارا‬a.f.b.s.) : "tah tı süsleyen” : p âdişâh, (bkz : serîr-nişîn).

s e r-k u d û m i ‫( ﺳﺮﻗﺪوﻫﻰ‬f.a.b .i.); tas. M evlevi ây inlerini İdâre eden kim se, o rk estra şefi, s e r-k u re n â ‫( ﺳﺮﻗﺮﻧﺎ‬f.a.b .i.): baş m âbeyinci. (bkz : ser-karin). se r-k û y ‫( ﺳﺮﻛﻮ ى‬f.b.i.): m ahalle, sokak başı,

s e rire ‫( ﺳﺮﻳﺮه‬a.i.c. : serâir) : 1. g izli şey, sır; gizli fik ir ve hal. 2. yatak.

se rm ‫( رم‬a.i.) : b irin in d işlerini k ırm a ,

serire-dân ‫( ﺳﺮﻳﺮه دان‬f.b.s.) : İçteki sırrı bilen,

se rm â ‫( ﺳﺮﻫﺎ‬f.i.) : kış, soğuk, (bkz : şitâ).

seriri ‫( ﺳﺮدرى‬a.s.) : y a tıra ra k hastaya b akm a, k lin ik , fr. clinique.

se rm â -d id e ‫( ﺳﺮﻣﺎدﻳﺪه‬f.b.s.): ‫ ؟‬ok ü şü m üş, donm uş. M âr-1 se rm â -d id e (kış geçirm iş yılan) : m ec. eski k u rt, tecrü beli k u rn a z adam .

s e r ir iy y â t ‫( ﺳﺮﻳﺮﻳﺎت‬a.i. serire'nin c.) : 1. yataklar. 2. k lin ik ler, h ekim yetişeceklerin hasta

1100

ser-lev h a ‫( ﺳﺮﻟﻮﺣﻪ‬a.f.b.i.): başlık [yazıda],

ser-.âb

s e r m a k ^ (a.i.) : bot. karapazi. ser-nıâye ‫( ﻣﺮﻣﺎﻳﻪ‬f.b.i.) : 1. anamal, sermaye-i a y n ic e : eko. sermayenin yani

ekonomik mânada kâr gayesi ile tahsis edilmiş servetlerin, nakitten başka kıymetlerden teşekkül eden kısmı. 2. anapara. Miitedâvil sermâye (döner sermâye) : bir ticâret İşini çevirmek ve yaşatmak İçin biitçede ayrılan sermâye. Sermâye-İ mübâhât : hakli sevinç ve iftihar

sebebi.

ser-nigûn ‫( ﻣ ﺮ ﻧﻜ ﻮن‬f.b.s.): 1. başaşağı olmuş, ters dönmüş, (bkz: ma'kûs). 2. talihsiz, bahtsız. sern iivişt ‫( ﺳﺮﻧﻮﺷﺖ‬f.b.s.): 1. başa yazılan, alin yazısı, (bkz : mukadderât). 2. yazı başligi, (bkz : ser-nâme> İinvân). serpâş ‫( ﻣﺮﺑﺎﺷﻦ‬f.i.): 1. ‫ ؟‬omak‫ ؛‬gürz. 2. [eskiden] savaşta giyilen demir başlık, ser-penâh ‫( ﺳﺮﻻاه‬f.b.i.): başlık, migfer; migferin enseyi koruyan saçaklı kısmı; tolga. ser-pençe ‫( ﻣﺮ ﺳﺠﻪ‬f.b.i.): güçlü kuvvetli kim-

Sermâye-İ tereddiid : şüpheli sermâye, alış-

verişte kullanılmayacak şüpheli sermâye. 3. bilgi, ustalık. 4. genelev kadını, sermâye-dâr ‫( ﺳﺮﻣﺎﻳﻪ دار‬f.b.s.) : sermâyesi olan,

(bkz : mâl-dâr). sermâye-dârân ‫ ﻣﺎﻳﻪ داران‬٠‫( ﻣ ﻢ‬f.b.i. sermâye-

dâr'ın c.) : sermayedarlar, sermed ‫( ﻣﺮﻣﺪ‬f.s.) : 1. dâimî, sürekli, (bkz : câvid, câvidân, dâim, ebedi). 2. i. erkek adi. sermedi ‫ ى‬٠‫( ﺻ ﻸ‬f.s.). (bkz : sermed).

serpençegl ‫( ﺳﺮﺑﻨﺠﻜﻰ‬f.b.i.): serpençelik, güçlülük, kuvvetlilik. ser-pûş ‫( ﻣﺮﺑﻮ ش‬f.b.i.): başa giyilen şey, başlık, ser-pûşe ‫( ﺳﺮﻳﻮﺷﻪ‬f.b.i.): başörtüsü, (bkz : bürka'). ser-pUşene ‫( ﺳﺮﺑﻮﺷﻪ‬f.b.i.): başörtüsü, (bkz : ser-pûşe). serrâ' ‫( ﺳﺮاﺀ‬a.i.): genişlik, kolaylık. serrâ' ve d e rrâ : genişlik ve darlık (sıkıntı),

sermediyyet ٠‫ﺑﺖ‬.‫( ﻟﺮت‬f.i.) :1. dâimilik, daimlik,

sürerlik, süreklilik, (bkz : beka, ebediyyet). 2. fels. éternité.

serrâc ‫( ﺳﺮاج‬a.i.) : saraç, serrâcân ‫( ﺳﺮاﺟﺄن‬a.i. serrâc'ın c .): saraçlar,

ser-menzil ‫( ﻣ ﺮ ﻣ ﻔ ﺰ ل‬f.a.b.i.) : durak yeri,

serrâc-hâne ‫( ﺳﺮاﺟﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : saraçhâne, saraçlarm bulunduğu çarşı,

ser-mest ‫( ﻣ ﺮ ﻣ ﺖ‬f.b.s.) : sarhoş, (bkz: b ed -

ser-rişte ‫( ﻣﺮرﺷﺘﻪ‬f.b.i.): ipucu, tutamak,

mest, ser-hoş> sekrân).

ser-sâm ‫( ﻣ ﺮ ﻣﺎ م‬f.b.i.) : sersem; insana sersemlik veren bir hastalık,

ser-mest-i gurûr : gurur sarhoşu, ser-mest-âne ‫( ﻣﺮ ﺳﺘﺎﻧﻪ‬f.b.zf.) : sarhoş gib i,

sarhoşça, sarhoşçasına,

ser-sebiik ‫( ﻣﺮ ﺳﺒ ﻚ‬f.b.s.): akil hafif, akilsiz, beyinsiz.

ser-mesti ‫( ﺳﺮﻫﻤﻐﻰ‬f.b.i.) : sarhoşluk, ser-mû ‫( ﻣﺮﻣﻮ‬f.b.s.) : kil kadar, pek az şey. ser-muharrir ‫( ﺳﺮﻣﺤﺮر‬f.a.b.i.) : başmuharrir,

*başyazar. ser-mûze ‫( ﺳﺮﻣﻮزه‬f.b.i.) : çizme üzerine giyilen

lâstik ayakkabı. ser-miicellid ‫( ﻣﺮﻣ ﺠﻠﺪ‬f.a.b.i.) : 1. başmücellit.

Ş1 vaktiyle saraylarda yıldıza bakarak hük ü m ç ık a r a n v a z ife li k im se ,

ser-miirettib ‫( ﺳﺮﻣﺮﺗﺐ‬f.a.b.i.) : b aş m iire ttip , m ü re ttip liâ n e s e r v is i şefî. (f.b.i.) : 1. m e k tu p

2 . bil' ta ife n in b aşı.

ser-sebz ‫( ﺳﺮﺳﺒﺰ‬f.b.s.) : 1. tâze, yeni yetişmiş; yemyeşil. 2. şanslı, talihli, ser-sebzi ‫( ﻣﺮﻣﺒﺰ ى‬f.b.i.): 1. tazelik. 2. şanslılık, talihlilik. serseri t J j j j j (f.s.): 1. serseri, ötede beride başı boş gezen. 2. boş, beyhude söz. serseri-yâne ‫( ﻣﺮﻣﺮﻳﺎﻧﻪ‬f.zf.): serserice,

2. saray miicellitlerinin başı, ser-müneccim ‫( ﻣﺮﻣﻨﺠﻢ‬f.a.b.i.) : müneccimba-

ser-nâme ‫ﻣﺮﻧﺎﻣﻪ‬

sersâr ‫ ر‬١‫( ﺛﺮث‬a.s.), (bkz : herze-gû).

b a şlığ ı.

ser-çâr ‫( ﻣﺮﺷﺎ ر‬f.s.) : 1. ağzına kadar dolu, taşkin. (bkz : leb-â-leb). 2. sınırı aşan, ileri giden. ser-şârî ‫( ا ر ﺷﺎ ر ى‬f.i.) : doluluk, taşkınlık, ser-şikeste ‫( ﺳﺮ ﺷﻜ ﺴﻪ‬f.b.s.): başı kırık; ucu kırılmış olan. ser-tâb ‫ب‬،‫( ﺳﺮت‬f.b.s.) : inatçı, (bkz : anûd). 1101

sertâb sertâb ‫( ﺳﺮﺗﺎ ب‬f.i.) : cild in tam am lay ıcısı ola-

serv-i sehi : d o ğ ru b ü y ü m ü ş ik i d ald an İbâret

rak yapılan ve k ita b in ü st k ısm ın ı ö rte n m ik lab 'm açıkta d u ra n ü st kısm ı,

serv-i ser-efrâz : başı y ü k se k selvi; baş ‫ ؟‬eken

ser-tabbâl ‫( ﻣ ﺮ ﻫﺒﺎ ل‬f.a.b.i.): tar. b aş davulcu, ser-tâ-be-pâ ‫( ﻣ ﺮﺗﺎﺑﺎ‬f.b.s.): b a şta n ayaga, baş-

ta n başa, (bkz : ser-â-pâ, ser-â-ser, ser-tâ-pâ, ser-îâ-ser).

selvi. [güzellerin b o y u b u n a benzetilir]. selvi. serv-i sim in (güm üş selvi) : ay ışığ ın ın de-

n izd e y aptığı ışık yol. servâ ‫( ﺳﺮوا‬f.i.) : söz; m asal, ser-vakt ‫( ﺳﺮوﻗﺖ‬f.i.) : k im se b u lu n m a y an boş

ser-tâ-be-ser ‫( ﻣﺮﺗﺎ ﺳ ﺮ‬f.b.s.): b a şta n başa,

oda, dâire; y aln ız görüşülecek yer.

ser-tabib ‫ ( ﻣ ﺮ ﺑ ﺠ ﺐ‬fa .b .i.): başhekim , ser-tâc ‫( ﻣﺮﺗﺎ ج‬f.b.s.): baş tâcı olan, ‫ ؟‬ok sevilen,

sayılan. ser-tâk ‫( ﻣﺮﻃﺎ ق‬f.b .i.): evin ü stü n d e b u lu n a n

etrâft a‫ ؟‬ık oda, dâire. ser-tâ-pâ ‫ ( ﻣﺮﺗﺎﺑﺎ‬f b . z f ) : b a şta n ayağa, b a şta n

aşağı, b a şta n başa, tam am ıy la, b ü sb ü tü n , (bkz : ser-â-pâ, ser-â-ser, ser-tâ-ser). ser-tarik ‫( ﻣﺮﻃﺮﻳﻖ‬fa .b .i.) : tar. ‫ ؟‬elebi efendi-

n in m u âv in i ve K onya M ev levihânesinin şeyhi yerindeki k ıd em li d ed e n in ü n v ân ı. [Mevlevi tâb irlerind end ir]. ser-tâ-şer ‫( ﺳﺮﺗﺎ ﻣ ﺮ‬f.zf.): b a ş ta n başa, hep, bü-

tü n . (bkz : ser-â-pâ, ser-tâ-pâ).

serv-endâm ‫( ﺳﺮواﻧﺪام‬f.b.s.) : servi boylu, b o y u

u z u n ve biçim li olan [kimse], (bkz : reşîk). server ‫( ﺳﺮور‬f.i.c. : serverân). 1. baş, başkan,

reis, ulu. server-i enbiyâ, -i kâinât (Peygam berlerin

başı, k â in â tın en büyüğü) : H z. M u h am m ed. 2. erkek adi.

‫( ﺳﺮورات‬f.i. server'in c.) : başlar, başk anlar, reisler; ulular.

serverân

‫( ر و ر ى‬f.i.) : 1. başlık, b aşk an lık , (bkz : riyâset). 2. ululuk.

serveri

servet ‫( ﺛﺮو ت‬a.i.) : 1. zenginlik, varlık, (bkz : gınâ). İlm -i servet : ik tisat, fr. économie. servet-i akl : ak il zenginliği, akıllılık.

ser-te-ser ‫( ﻣ ﺮ ﺳ ﺮ‬f.zf.). (bkz : ser-â-ser, ser-tâ-

ser). ser-tırâş ‫( ﻣﺮﺗﺮاش‬f.b .i.): berber, ser-tîz

(f.b.s.): ucu, b aştarafı sivri olan; keskin. T îg -i ser-tiz ‫ ؛‬k eskin k ılı‫ ؟‬, (bkz : seyf-i b ü rrân ).

‫ ا‬8‫ او‬de A h m e t Ih sa n ta ra fm d a n İsta n b u l'd a y ay ım lan m ış h a fta lık b ir dergi.

Servet-i Fiinûn :

servet-i i l m i c e : ilim zenginliği, bilgililik.

2. erkek v e y â k a d m adi. se rv -istâ n ‫( ﺳﺮوﺳﺂن‬f.b.i.) : servilik, selvilik.

‫( ﺳﺮو‬f.i.) : 1. bo ynuz, (bkz : karn). 2. şarap kadehi.

s e r v i c e ‫( ﺳﺮو؛ه‬f.a.i.) : bot. servigiller,

[‫( ﺳﺮوﺑﺎ]ﻛﺔ‬f.i.): 1. b a şta n aşağı, tam am en. 2. tas. dervişin ta rik a t ve m evlevihâne ile b âğ ın ı kesm e. [Mevlevi tâb irlerinden dir].

s e r- z a g a r i ‫( ﺳﺮزغ ر ى‬f.b.i.) : ta r. Y eniçeri cem âat o rta la rın d a n altm ış d ö rd ü n cü o rta n ın k um an d am .

serû

ser ü pâ[y]

serv

‫( ﺳﺮو‬f.i.) : 1. servi, selvi. 2. m ec. sevgilinin

boy u bosu.

ser-zede

‫( ﺳﺮزده‬f.b.s.) : baş gösterm iş, uc ver-

m iş, çıkm ış.

‫( ﺳﺮزﻣﻴﻦ‬f.zf.) : b aşın ı yere koyarak, (bkz : ser-be-zem in).

ser-zem in

serv-i â z â d : ‫ ؟‬ok uzay an düz b ir selvi; düz-

gün, başı dile.

ser-zeniş ‫( ﻣﺮزﻧ ﺶ‬f.b.i.) : başa k ak m a, takaza.

serv-i ‫ ؟‬emân : n az ve edâ ile salm a salm a

y ü rü y en sevgili. serv-i h ırâ m â n : ı) nazil sa lla n an 2) mec. (bkz : serv-i ‫ ؟‬em ân).

se rv -k ad d ‫( ﺳﺮوﻗﺪ‬f.a.b.s.) : servi boylu,

Ser-Zeniş-İ r ü z g â r : k ad e rin cilvesi, başa ge-

len lcötü hal. selvi;

se r-z e n iş-k â r ‫( ﻣﺮزﻧﺸﻜﺎر‬f.b.s.) : başa k ak an , sitem eden, çıkışan.

serv-i n â z : d alları .yana sa rk a n selvi; mec.

ser-zeniş-kâr-âne ‫( ﺳﺮزﻧﺸﻜﺎراﻧﻪ‬f.b.zf.) : başa

u z u n boylu sevgili. serv-i revân : y ü rü y e n selvi; m ec. u z u n boy-

lu sevgili. 1102

k akarcasm a, sitem li b ir şekilde, ser-zergerân ‫( ﺳﺮزرﺳﻤﺮان‬f.b.i.) : tar. k u y u m c u -

başı.

sevam ser-zevvâkin-i hâssa ‫( ﺳ ﺮﻧ ﻮاﻗﻴ ﻦ ﺧﺎ ﺻﻪ‬f. a .b .i.): tar. çeşnigirbaşı. se-şenbih

‫( ﺳﻪ ﺷﺒﻪ‬f.b .i.): ü çüncü gün, salı,

sevâd-ı h a t t : yazı m ürekkebi, sevâd-ı M üslim in : İslâm cem âati, sevâd ü 'l-ayn : hek. gözbebeği.

setâ ‫( ت‬f.i.): müz. üç telli saz; tanbur. [ a s il: "seh -tâ” dır].

sevâdü'1-kalb : yü reğin ortasında -var sayılan- k ara benek.

setâir ‫( ﻣﺘﺎﺋﺮ‬a.i. sitâre'nin c . ) : örtünülecek, perdelenecek şeyler.

sevâdü'1-vech : yü z karası, utanç.

se-târe ‫ﺗﺎره‬- ‫( ﻣﻪ‬f.b .i.): 1. müz. üç telli saz. 2. düzen, uyum . setir ‫( ﺳﺘﻌﺮ‬a.s. se tr'd e n ): 1. örtülm üş, kapalı. (bkz : m estûr). 2. mec. tem iz, nâm uslu. setire ‫( ﺳﺘﻴﺮه‬a .s.): 1. setir'in m üennesi. 2. i. örtü.

‫( ﺳﺘﺮ‬a .i.): örtm e, kap am a, gizlem e,

sevâdü'1-vech fi'd -d â re y n : tas. b ilk ü lli ye fenâ fi-llâh d an ibârettir. B ir ‫ ؟‬ekildek i sâh ib in in aslen v e kat'en, zâhiren ve bâtm en, dünyâ ve ahireten vü cu d u yoktur. B u m ertebe fak r-i h a k ik i m ak am ı olup adem -i asli'ye rü cû ' neşesidir. B unun İçin ‫ ا ذاﺗ ﻢ اﻟﻔﻘﺮ ﻓﻬﻮاﻟﺶ‬dem işlerdir,

setr-i a v re t: ayıp yerlerin i kapam a,

sevâd-hân ‫( ﺳ ﻮاد ﺧ ﻮا ت‬f.b .s.): y a z ı okuyabilen, söktürebilen.

setr-i h a k ik a t: dogruyU saklam a, gizlem e,

sevâfil ‫( ﺳ ﻮاﻓ ﻞ‬a.s. s â fil'in c . ) : alçak lar [insan

setr

setr-i hüsn : gü zelliği örtüp gizlem e, setre

‫( ﻣﺘﺮه‬a.i. setr'den). (bkz : setri),

setri ۶ ‫( ى‬a.i. se tr'd e n ): düz yak alı, önü tek ilik li, çuh adan yap ılm ış elbise, settâr

‫( ﻣﺘﺎر‬a.s. se tr'd e n ): 1. örten; A llah,

settârü'l-uyûb : ayıp ları (günahları) örten, b ağışlayan A llah ; mec. ayıp ları örten eski p ü skü elbise. 2. i. [abdiissettar'dan kısaltm a olarak] erkek adi. sevâ' ‫( ﺳﻮاﺀ‬a .i.): berâber olm a, beraberlik, denk, e ş i t , (bkz : m üsâvî).

ve yer hakkın d a].

sevâhil ‫( ﺳ ﻮا ﺣ ﻞ‬a.i. sâh il'in c.): yalılar, k ıyılar. Sevâhil-İ bahr-i siyâh : K arad en iz k ıy ıla rı, sevâhir ‫( ﺳ ﻮا ﺣ ﺮ‬a.s. sâhire'nin c .) : bü yü cü kad m lar. ( b k z : sâhirât).

sevâî ‫ ( ﺳﻮاﻧ ﻲ‬i.) : ipek [kum aş], sevâid ‫( ﺳ ﻮا ﻋﺪ‬a.i. sâid 'in c .) : dirsekten bileğe k ad ar olan kısım lar, (bkz : m e r â fık g

sevâim ‫( ﺳ ﻮاﺋ ﻢ‬a.i. sâim e'nin c.) : 1. çayıra başı boş olarak salıverilen h ayvan lar; otlak hayvam . 2. üzerine zekât terettübeden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırn a k lı lıayvan lar.

sevâb ‫ﺛ ﻮا ب‬ (a .i.): 1. A lla h tarafın d an m ü kâfatlan d ırılan hareket. 2. h ayırlı hareket, h a yır İşleme.

se v â k ıb ‫( ﺛﻮاﻗﺐ‬a.i. sâkıbe'nin c .) : p arlak yıldızlar.

sevâbık ‫( ﺳﻮاﺑﻖ‬a.i. sâbıka'nın c.) : geçm iş şeyler, geçm iş haller; geçm işte İşlenm iş suçlar,

s e v â k ıt ‫( ﺳ ﻮا ﻗ ﻂ‬a.i. sâkıta'nın c.) : düşükler, düşm üşler.

sevâbit ‫( ﺛ ﻮاﺑ ﺖ‬a.i. sâbite'nin c.) : seyyar (g e z e gen) olm ayan ve yerinde d u ru r gibi görünen gök cisim leri, yıldızlar,

s e v â k ıt-ı fâ tih a : fâtih a sûresinde bulunm aya n h arfler.

sevâd ‫( ﺳ ﻮاد‬a .i.): 1. k aralık, siyah lık, k arartı. 2. yazı, karalam a. Teksîr-İ sevâd : boş yere yazı yazm a. 3. u zaktan k a rartı hâlinde göriilen k alabalık. 4. b ir şeh rin çevresindeki k a ra rtı hâlinde görünen bağ, bahçe ve bostanlar. 5. s. k ara, siyah. 6. güm üş üstüne siyah la İşleme n akış, savat, sevâd-ı a'zam : "ulu şeh ir” : M ekke-i M iikerrem e. sevâd-ı batn : anat. karaciğer, sevâd-ı defter (defterin s iy a h lığ ı): mec. dünyâda işlenen günahlar.

s e v â k î ‫( ﺳﻮاﻗ ﻰ‬a.i. sâkıye'nin c.) : sâkıyeler, su yerleri, su dolapları, su ark ları, ( b k z : sukat). sevâkin ‫( ﺳ ﺮا ﻛ ﻦ‬a.s. sâkin 'in c .) : 1. sâkin olanlar, oturanlar. 2. atm ayan dam arlar, sevâlif ‫ ﺳ ﻮاﻟ ﻒ‬.(a.i. sâlif, sâlife'nin c . ) : geçm işler, geçm iş insanlar. sevâlis ‫( ﺛ ﻮاﻟ ﺚ‬a.s. sâlise'nin c.). (bkz : sâlisât). sevâm m ‫( ﺳﻮام‬a.i. sâm m e'nin c . ) : zehirli hayvanlar.

sevânî ‫( ﺛﻮاﻧﻲ‬a.i. sâniye'nin c .) : 1. sâniyeler. 2. ik in ci derece şeyler, ( b k z : sâniyât). 1103

sevânih

sevânih ‫( ﺳﻮاﻧ ﺢ‬a.i. sâniha'nm c.) : içe doğan şeyler. sevâtı' ‫( ﺳﻮاﻃﻊ‬a.i. sâtı'm c.): belli ve yüksek olan şeyleı'. sevâtîr ‫( ﺳﻮاﻃﻴﺮ‬a.i. sâtûr'un c.) : satırlar [bıçak]. sevâzic ‫( ﻣ ﻮ ا ﻧ ﺞ‬a.s. sâzec'in c.): sâde, basit şeyler. sevb ‫( ﺛ ﻮ ب‬a.i.c.: sevâb, siyâb) : 1. bez. 2. elbise, (bkz : câme). sevda' ‫( ﺳﻮداﺀ‬a.s.c.: sûd): 1. çok kara, çok siyah. ["esved" in müennesi]. 2. i. eslcilerin insan mizâcmda kabul ettikleri dört hılttan biri. 3 ٠(bkz : sevâdü'1-kalb). sevda ‫( ﻻردا‬f.i.): 1. aşk, sevgi. 2. aşırı sevgiden doğan bir çeşit hastalık. 3. istek, heves, arzu. sevdâü'1-kalb: yürekte olan siyah nokta, (bkz : süveydâü'l-kalb). sevdâ-cûi‫؟‬- b r (f.b.s.): sevgi arayan, sevda-fezâ ‫( ﺳﻮداﻓﺰا‬f.b.s.): sevdâ artıran, sevda-ger ‫( ﺳﻮداﺳﻤﺮ‬f.b.s.) : 1. sevdâlı, âşık, (blcz : meftûn, sevdâ-zede) 2. i. tüccar, (bkz: sûdâ-ger). sevdâ-geri ‫( ﺳﻮداﺳﻤﺮى‬f.b.i.): 1. sevdâlılık, âşıklık. 2. tüccarlık, ticaret, (bkz: sûdâgeri). sevdâ-kâr ‫( ﺳ ﻮ دا ﻛﺎ ر‬f.b.s.) : sevdâlı, sevda-perest ‫( ﻣ ﻮ د ا ر ﺳ ﺖ‬f.b.s.): 1. tamahkâr. 2. pek düşkün, tutkun, sevdâvi ‫( ﻣ ﻮداو ى‬f.b.s.) : meraklı, kuruntulu, sevdâ-zede ‫( ﺳﻮدا زده‬f.b.s.): sevdâlı, âşık, (bkz : meftûn, sevdâ-ger). sevebân ‫( و ﻷ ن‬a.i.): sağalma, hastanın İyileşmesi. severân ‫( و را ن‬a.i.): tozun, dumanın kalkması, tozup kalkma. sevgend ‫( ﻣﺮﻛﺪ‬f.i.) : and, yemin, lcasem. sevik ‫( ﻣﻮﻳﻖ‬a.i.): bot. kavut, kavrulmuş un. seviyy ۶ ‫( ى‬a.s.) : 1. düz, doğru. 2. berâber, bir, eşit, denk. seviyye ‫( ﻻوده‬a.s.) : 1. müsâvîlik, berâberlik. 2. düzlük, doğruluk. Hem seviyye: bir düzlükte, bir yükseklikte. seviyye-i m â': su seviyesi, suların yüzündeki düzlük. seviyye-i zihniyye : psik. zihin seviyesi. 1104

seviyken ‫( ﺳﻮﻷ‬a.zf.) : 1. bir diiziye. 2. müsâvî olarak, hep bir olmak üzere, seviyyet ‫ﺑﺔ‬,‫ ﺳﻮ‬، ‫( ﺳ ﻮﻳ ﺖ‬o.i.): müsâvîlik, *eşitlik, denklik. sevk ‫ ق‬٠۶‫( س‬a.i.) : 1. önüne katip sürme, ileri sürme. 2. (sebebolup) bir neticeye bağlama. 3. yollama, gönderme, (bkz : İrsâl). sevk-i garize : psik. *içgüdü, fr. instinct. sevk-i tabîî: psik. *içgüdü, fr. instinct. sevk ii İdâre : *yönetim. sevkıyât ‫( ﻻ و ﻗ ﺎ ت‬a.i.): asker gönderme İÇİ ve dâiresi. sevici J r ("k” kaim okunur, a.s.): sevk ile, gönderme ile *ilgili. sevkü'l-ceyş ‫( ﻣ ﻮ ق ا ﺑ ﻦ‬a.b.i.): askeri birliklerin hazır bulunması gereken yerleri kararlaştırıp bu birlikleri oralara sevketme İŞİ ve bu İŞİ araştıran ilim, strateji, fr. stratCgie. sevm ‫( ﻣ ﻮ م‬a.i.): satılık bir şeye paha biçme, sevm-i nazar: bir mail görüp göstermek üzere alıp senet verme, sevm-i şirâ : bir malin değeri tâyin edilerek satın alma yolu. sevr ‫( دور‬a.i.c.: esvâr, sivere, sîrân, sire, siyere, siyâr, siyâre): 1. öküz, boğa, (bkz : gâv, gâve). 2. astr. boğa burcu, semânın kuzey yarımküresinde bulunan bir burç. [Dübb-i Ekber'in “alpha” yıldızını Ayyuk'a birleştirdikten sonra hemen ona yakın bir mesâfe ile mâilen gidilecek olursa kırmızı renkli bir yıldıza tesâdüf olunur ki, bu yıldız sevr burcunun en parlak yıldızı olan “Aynü'ssevr'١veyâ "Ed-deberân” dır], lat.: Taurus; fr. Taureau. [Arapçada: “reis” mânâsında dalcullamlır]. sevret ‫ ﺳﻮرة‬، ‫( ﺳ ﻮ ر ت‬a.i.): 1. öfke, kızgınlık. 2. tezlik. 3. hücûm; dövüş. 4. hükümdârın şiddeti, kudreti. sevsen ‫( ﺳﻮﺳﻦ‬a.i.) : bot. susam, (bkz : süsen). sevseniyye ‫( ﺳﻮ ﺳﺒﻪ‬a.i.) : bot. siisengiller, fr. iridacCes. se vii yek ‫( ﺳﻪ و ﻳﻠ ﻎ‬f.b.s.) : (se yek) üç (ile) bir [zar oyununda]. sevvâb ‫( ﺛ ﻮا ب‬a.s. ve i.) : esvap satan, elbiseci. sevvâm ‫( ﺳﻮام‬a.i. sâmme'nin c.): (yılan, akrep gibi) zehirli hayvanlar. seyâhat ‫( ﺑ ﺎ ﺣ ﺖ‬a.i.) : yolculuk, gezi, [asil "siyâhat” olduğu halde bu şekli yaygındır].

seyyâhûn seyâhat-nâme ‫( ﺳﻴﺎﺣﺘﻨﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : seyâhat, gezi h â tıraları kitabi, [asil : "siyâhat-nâm e” dir]. (bkz : siyâhat-nâm e).

seyl-gâh ‫( ﺳﻴﻞ ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.): sel yatağı, selin aktığı yer.

seyehân ‫( ﺑ ﺤ ﺎ ن‬a.i.) : 1. seyâhat, gezi. 2. gölgen in güneşle berâber dönm esi,

seyl-râm ‫( ﺳ ﻞ رام‬a.f.b.i.): selin köpüre köpüre akması.

seyehân

‫( ﺑ ﺨ ﺎ ن‬a.i.) : batm a [vappr v.b.].

seyelân ‫( ﺳﻴﻼن‬a.i.) : 1. akm a, akıntı, (bkz : cereyân). seyelân-1 d em : hémorragie.

hek.

k an

akm a,

fr.

seyelân-1 ebyaz : hek. (bkz : seyelân-1 m eni). seyelân-1 leben : sütün, çoklu ğu n d an dolayı, m em eden kendi kendin e akm ası.

seyl-hlz ‫( ﺑ ﻠ ﺨ ﻴ ﺰ‬a.f.b.s.): taşkın, coşkun [su],

seyr ‫( ﺳ ﺮ‬a.i.) : 1. yürüme, yürüyüş; gitme, hareket. 2. yolculuk. 3. gezme, gezinme, (bkz : teferrüc). 4. eğlenmek iizere bakma, (bkz : temâşâ). 5. uzaktan bakıp karışmama. 6. gezilecek, görülecek şey. seyr fi' 1-m e n â m : ‫ ؛‬uyurgezerlik, fr. somnambulisme. seyr-i gülistan : gül bahçesinde gezinme,

seyelân-1 m eni : hek. m eni'n in d urm adan akm ası, m eni akıntısı.

seyr-i m ü n h a rif: cogr. eğri gidiş, fr. loxodromie.

seyelân-ı üzn : hek. m üzm in k u lak iltih ab ın d aki cerahatli akıntı. 2. fiz. *akı, fr. flu x. 3. cogr. sellenm e, fr. ruissellement,

seyr-i sefâin (gemilerin yürümesi): Akay

se y f ‫( ﺳ ﻒ‬a.i.c. : e s y â f sü yû f) : k ılıç, (bkz :

tîg).

seyr-i s e r i' : hızlı gidiş.

seyfullah : ı) A lla h 'ın 2) erkek adi.

k ılıc ı y â n i

askeri;

s e y fü 'd -d în : 1) din in k ılıcı, d in in askeri; 2) seyfeddin şeklinde k u llan ılan erkek adi. s e y fi, s e y f i ^ e ‫ ﺳ ﻒ‬،‫ ﻏﻰ‬٠‫(س‬a.s.) : 1. k ılıçla ilgili, askerliğe âit. 2. k ılıç şeklinde. 3. i. asker züm resi. seyh ‫( ﺳ ﺢ‬a.i.c. : sü yû k ve esyâh) : 1. ak ar su. (bkz : m â-i cârî). 2. çizgili elbise.

Seyhân ‫ن‬١‫ﺳ ﺢ‬

(a.h.i.) : 1. Ü rdün'ün ötesinde, Hz. M û sâ'n ın m ezarı bulunduğu şehir. 2. A d an a ovasım y a ra ra k İskenderun körfezine dökülen nehir. 3. erkek ve k ad m adi.

seyl ‫( ﺳﻴﻞ‬a.i.c. : süyûl) : 1. sel. 2. şiddetle gelen ?ey. se y l-i b e lâ : belâ seli. seyl-i Sirişg-İ dide : gözyaşı seli. seylü'1-arim : Sebâ ?ehrini b atıran m eşhur sel âfeti. seylâb, seylâbe suyu.

‫ ﻣﻴﻼﺑﻪ‬، ‫( ﺳﻴﻼب‬fi.) : sel, sel

Seylâbe-İ aşk : aşk seli. Seylâbe-İ eşk : gözyaşı seli. Seylâbe-İ hûn : k an seli,

‫( ﺳﻴﻼﻧﻰ‬a.i.) : Seylantaşı. seyl-âverd ‫( ﺳﻴﻞ آورد‬a.f.b.s.) : selle gelm i? seylâni

olan.

idâresi iken şimdi Denizbank olan müessese. 7. miiz. Türk müziğinde makamların karakteristik yürüyüşü,

‫( ﺳﺮان‬a.i.): 1. gezinme, (bkz : teferrüc). 2. bakıp seyretme, (bkz: temâşâ). [asil: "seyerân" dır].

seyrân

‫( ﺳﺮاﻧﻜﺎه‬a.f.b.i.): seyir yeri, eğlence yeri, gezme yeri.

seyrân-gâh

‫( ﺳﻴﺮ ﻫﻊ اﻟﻠﻪ‬a.b.i.): tas. sâlikin her mertebede Allah ile olan seyri, [seyr ü sülûk'ün dört mertebesinden üçüncü mertebesi hakkında kullanılır].

seyr m aallah

seyr ü sefer j L ‫( ص و‬a.b.i.): gidiş geliş, trafik.

‫ د ك‬٠‫ ر و ا‬٣‫(س‬a.b.i.): tas. tarikatte tâkip olunan usûl, tarikata giren kimsenin (sâlih) gerçek varlığa ulaşması İçin yaptığı mânevî yolculuk, [dört mertebesi vardır : 1 . Seyr-illallah (Tanrı yolculuğu). 2. Seyrfillâh (Tanrı yolunda yolculuk). 3. Seyrmaallah (Tanrı ile yolculuk). 4. Seyr-anillâh (Tanrı'ya yönelen yolculuk)].

seyr ü sülük

‫( ﺑ ﺎ‬a.s. ve i. seyfden): 1. kılıç yapan, kılıççı. 2. kılıçlı. 3 ٠cellât.

se yyâ f ‫ف‬

‫( ﺳﺎ ح‬a.s. ve i. siyâhat'den. c . : seyyahûn, seyyâhin): yolcu; gezici, fr. touriste.

seyyâh

seyyâhîn

‫( ﺳﺎﺣﴼ ن‬a.i. seyyâh'm c.): seyyahlar,

turistler. se^âhûn ‫( ﺳﻬﺎﺣﻮن‬a.i. seyyâh'ın c.): seyyahlar, (bkz : seyyâhîn). 1105

seyyâl

seyyâl ‫( ﺳﺎ ل‬a.s. seyelân'dan) : 1. akıcı, akan, (bkz : mâyi'). 2. i. kadm adi. 3. fiz. akışkan, fr. fluide. seyyâlât ‫( ﺳﺈ ﻻ ت‬a.i. seyyâle'nin c.) : seyyâleler. ş e lâ le ‫( ﺳﺈ ك‬a.i.): su gibi akan şey; mâyi, sıvı; akıntı. Seyyâle-İ berkiyye: elektrik akımı, cereyâm. seyyâr ‫( ﺳﺈو‬a.s. seyr'den): 1. gezici; gezen, doİaşan, 2. yerli olmayıp, istenilen tarafe taşınabilen, fr. portatif. 3. astr. bir yerde durmayıp dolaşan, yer değiştiren gök cismi. seyyâr tekke: esrar İ‫ ؟‬mek İ‫ ؟‬in kullanılan otomobil, [argo]. seyyârât ‫( ز ر ا ت‬a.i. seyyâre'nin c.): astr. *gezegenler. seyyârât-1 gayr-i m e ric e : gözle görülemeyen ve ancak büyük rasat dürbünleri ile görülebilen seyyareler. seyyârât-1 siifliyye: astr. *i‫ ؟‬gezegenler, yakin gezegenler. seyyârât-1 u l v i c e : astr. *dışgezegenler. seyyâre٥j^>(a.i.c. :seyyârât) :1. astr.Güneş'in etrâfmda dolaşan gezegen. 3. kervan, kafile. [modern Arap‫ ؟‬ada "otomobil" dir]. s e ^ i ' ‫ع‬٠‫( ﺳﺞ‬a.s.) : fenâ, kötü, (bkz : bed). seyyiât ‫( ﺳ ﯫً ت‬a.i. seyyie'nin c.) : 1. fenâlıklar, kötülükler. 2. suçlar, günahlar. 3. kötülüğe karşılık ‫ ؟‬ekilen sıkıntılar, seyyib, seyyibe ‫ب‬ ‫( ' ذ ب ؛‬a.i.c. : seyyibât) : dul kadm. [seyyibe, yanlış olmakla berâber kullanılır olmuştur]. seyyibât ‫ت‬ kadınlar, seyyibUn ‫ن‬ kadınlar,

(a.i. seyyib'in c.) : dul kalmış (bkz: seyyibûn). ‫( ﺑ ﻮ‬a.i. seyyib'in c.): dul kalmış (bkz: seyyibât).

‫ز‬

seyyid ‫( ب‬a.i.c. : sâdât) : 1. efendi, bey; aga; ileri gelen, baş, başkan. 2. Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hasan'm soyundan olan kimse. seyyid i kâinat: Hz. Muhammed. seyyid-i nev'-i beşer: insanların efendisi, ulusu: Hz. Muhammed. 3. bizde “seyit” şeklinde erkek adi olarak kullanılır. seyyidü'1-âfak (ufukların, göklerin efendisi): Hz. Muhammed. seyyidü'1-ebrâr (hayır sahiplerinin, dindarİarın, doğruların efendisi): Hz. Muhammed. 110،

se^idü'l-enâm : bütün halkm efendisi, se^idü'l-enbiyâ' (peygamberlerin efendisi, başkam) : Hz. Muhammed. se^idü'l-kevneyn (iki cihanın efendisi): Hz. Muhammed. seyyidü'1-muhâcîrîn (göçenlerin en ulus): Hz. Muhammed. seyyidiil-miirselin (peygamberlerin efendi' si, başı): Hz. Muhammed. seyyidü's-sakaleyn (iki cihânm efendisi): Hz. Muhammed. seyyidân ‫ان‬٠‫( ﺳﺎ‬a.i.c.) : Hz. Muhammed'in iki torunu olan : Hz. Hasan ve Hüseyn. secid e ‫( ﺳﺪ ه‬a.i.): [muhterem] kadın, (bkz : bânû, sitt). seyyidi ‫( ﺳ ﺪ ى‬a.s.): 1. seyyide mensup, seyyid'le ilgili. 2. n. "ey benim efendim!” hitâbı. seyyie ‫( ب‬a.i.c.: seyyiât): 1. fenâlık, kötülük. 2. su‫ ؟‬, günah, (bkz : hatia). 3. kötülük kar?ılığı ‫ ؟‬ekilen sıkıntı. se^ ie ‫ب‬ seyyi').

(a.s.): [''seyyi'” in müen.]. ('bkz:

sezâ ١‫( ﻣﺰ‬f.s.): münâsip, uygun, yaraşır, (bkz : ‫ ؟‬espân, lâyık, şâyân, şâyeste). sezâ-yi sine: göğüse yakışan, göğüste taşımaya lâyık olan, sezâ-yi takriz : ögmeye lâyık, sezâ-yi tezlil: al‫ ؟‬ak görülmeye, tahkir edilmeye lâyık olan. sezâb ‫( ر ا ب‬f.i.): bot. su teresi, sezâb ‫ ا ب‬٠‫( ﺳﻞ‬a.i.). (bkz : sedâb). sezâbiyye ‫ ب‬٠‫( ﺳﺬاب‬a.i.): bot. sedefotugiller. sezâiyye ‫ز ا ب‬ (a.i.): tas. Halvetiyye tarikatinin Gülşeniyye şûbesi kollarından biri, [kurucusu, Morevi Hasan Sezâî bin Aliy-yür-Râmî'ye nispetle bu adi almıştır]. sezâ-vâr ‫( را وا ر‬f.b.s.): münâsip, uygun, yaraşır. (bkz: ‫ ؟‬espân, lâyık, sezâ, şâyân, şâyeste). sezâ-vârî ‫( را وا ر ى‬fb.i.): münâsiplik, uygunluk, yaraşırlık. (bkz : liyâkat, şâyestegî). Slâ ‫( ﺻﻌﺄ‬a.i. sa've'nin c.): kuyruk sallayan kuşİarı. (bkz: sa'vât). sıâb ‫( ﺻﻌﺄب‬a.s. sa'b'ın c.): gü‫ ؟‬, zor, ‫ ؟‬etin [şeyler].

sıfır-ı mutlak

‫ﺻﺒﺎغ‬

s ıb â g

( a .i .c .: esbiga) : 1. b o y a . 2 . y a r a d ı-

İış .

s ib g , s ib g a

‫ ﺻﺒﻐﻪ‬، ‫ ( ﺻﺒﻎ‬a .i.) : 1.

İçine k u m a ş ve

şâire b a tırıla n b o y a . 2 . H ır is t iy a n la r ın v a f tizi. 3 . d in , m ezh ep . s ib g a tu lla h : İslâ m 'ın

A lla h 'ın

y a ra tılış ı.

y a ra tıc ı

4 . isp irto

ve

k u v v e ti, lo k m a n

r u h u İçin d e e ritilm iş b o y a m ad d eleri, fr. te in tu r e . s ib t

‫ﺑ ﻂ‬

(a.i.c. : esbât) : to ru n , (b k z : n ebire,

h a fid ).

‫( ﺑ ﻄﺎ ن‬a.i.c.). (b k z : sibteyn). ‫( ﺳﺒﻄﻴﻦ‬a.i.c.) : ik i to ru n .

s ıb t â n

s ib te y n

S ıb t e y n - iM ii k e r r e m e y n :H z .M u h a m m e d 'i n ik i to ru n u : H z . H a s a n ile H tiseyn . s ıb v â n s ıb y â n s ib y e

‫( ﺻﺒﻮان‬a.i. sa b i'n in c.). (b k z : sıbyân ). ‫( ﺻ ﻴ ﺎ ن‬a.i. sa b î'ııin c . ) : ç o cu k la r, ‫( ﺻﺒﻴ ﻪ‬a.i. sa b i'n in c.). ( b k z : sabye,

sıb yâ n , subye). s ıd â k ‫ ( ﺻ ﺪا ق‬a .i.) : n ik â h ak çesi, k a im , ( b k z : k â b în , m eh r). s ıd d îk 1.

‫ﺻﺪﻳﻖ‬

(a.s.

s id k 'd a n .

c . : S id d ik u n ) :

p e k d o g ru , s ö z ü n ü n eri [k im se ]. 2 . İslâ m

â le m in in ille h a life si ve H z . M u h a m m e d 'in v e fâ lı d o stla rın d a n H z . E b û b e k r 'in lâk ab ı. [H z. E b û b e k ir, y a ş lı erkeklerd en ilk M tisltim a n o lan v e A ş e r e -İ M ü b e şşe re 'd e n b irin cisid ir (5 7 1 - 634)]. 3 . i. erkek adi. [m tie n .: "Siddilea” d ilim iz d e “ sıd ık a ” şe k lin d e k a d ın ad i o la ra k k u lla n ılır]. S ıd d ik a

‫ﺻﺪﻳﻘﻪ‬

( a .h .i.) :

"d o s d o ğ r u

k a d ın ” :

1. H z . Â iş e . 2 . H z . M e r y e m . 3 . k a d ın ad i. S id d ik ıy y e t

‫ﺻﺪﻳﻘﻴﺖ‬

( a .i .) : fa z la , ç o k d o ğ ru lu k ,

s rd k ‫ ( ﺻ ﺪ ق‬a .i.) : 1. d o ğ ru lu k , ge rçe k lik , (b k z : h a k ik a t).

2 . İç,

y tire k

te m iz liğ i,

(b k z:

h â lis iy y e t, m u h âlasat). s ıd k -ı d e r tin : y tire k te m iz liğ i. S id k u k iz b : d o ğ r u lu k v e y a la n . S id k u s e b â t : d o ğ r u lu k v e sebat. S ıf a h â n

‫ﺻﻔﻬﺎن‬

( f .h .i.) : I s fa h a n şeh ri,

s ıf â k ‫( ﺻﻔﺎ ق‬a.i.c. s if â k a t ) : h e k . a d aleleri (*k a sİarı) ö rten v e k o r u y a n in ce zarlar, s ıf â r ‫ ( ﺻﻔﺎر‬a .i.) : 1. kene. 2 . s. sari, s ifa t ‫( ﺻ ﻐ ﺖ‬a.i. v a s f 'd a n . c . : s ıf â t ) : 1 . h a l, k e y fiy e t, stiret, şekil, v a rlık , (b k z : v a sf). s ıf a t -ı â r ı z a : ticâ ret, kâr, a y ıp v e ilel g ib i m e v s û fa s o n ra d a n â rız o la n hâlet.

sıfat-ı asliyye : Allah'ın vücut sıfatı. 2. niçan, alâmet, (bkz : çiâr). 3. yüz ve kılık, (bkz : lcisve, kisvet). 4 ٠bir şahıs veyâ şeyin hâli. 5. İâlcab, Unvan. 6. gr. Sifat, bir şahsın veyâ şeyin hal ve çânını, renk veyâ sayısım, derecesini gösteren kelime, fr. adjectif. 7. gr. [terlciplerde] *belirten, (bkz : mevsûf). 8. gibi. Fuztili-Sifat : Fuzuli gibi. Bâkîsifat : Bâkî gibi. sıfât ‫( ﺻ ﻔﺎ ت‬a.i. vasf'dan, sıfat'ın c.) : sıfatlar, vasıflar. sıfât-1 adediyye : gr. sayı sıfatları. sıfât-1 aslice : esas *nitelikler. sıfât-1 cemâliyye : tas. lütuf ve merhamet ile ilgili vasıflar. sıfât-1 İlâ h ic e : tas. kendisini ve zıddını Cenâb-ı Hakk'a nispet câiz olan vasıflar, [ı'ızâ, rahmet, sıhhat, gazap., gibi]. sıfât-1 istifhâm iyye : gr. soru sıfatlan. sıfât-1 iç â r i^ e : gr. işâret sıfatlan. sıfât-1 kıyâsiyye : gr. bir kaideye (*kurala) bağlı ve uygun olarak meydana gelen sifatlar. sıfât-1 miibheme : gr. *belgisiz (mübhem) sifatlar. sıfât-1 semaine : gr. bir kaideye (*kurala) bağlı olmayıp işitilmekle öğrenilen sıfatlar, sıfâtı selbiyye : tas. mânâsında selb mümkün olan sıfatlar : kıdem, beka, vahdâniyyet, muhalefettin lilhavâdis, kıyam binefeihi. (bkz : sıfât-1 zâtiyye). sıfât-1 subtitiyye : tas. Allah'ın sıfatları : hayat, ilim, semi', basar, İrâde, kudret, kelâm, tekvin. sıfât-1 tavsifiyye : gr. *niteleme sıfatları, fr. adjectifs qualificatifs. sıfât-1 ta'yîni^e : gr. belirtme Sifetları, fr. adjectifs déterminatifs, sifat terkibi : gr. sifat takımı. sıfât-1 zâtice : tas. (bkz : sıfât-1 selbiyye). Sıffîn ‫( ﺻﻔﻴﻦ‬a.h.i.) : Farat havâlisinde, Rikka yakınında bir yer olup Hz. Ali ile Muâviye arasında geçen savaştan dolayı tin kazanmıştır. Sifr ‫( ﺻﻔﺮ‬a.i.c. : asfâr) : sıfır, hiç. sıfrü'1-yed : eli boş; mahrum, sıfır-ı mutlak : fiz., kim. *saltsifir, fr. zéro absolu. 1107

sıhâf

‫ﻣ ﺤﺎ ف‬

s ıh â f

.(a.i. sa h fe 'n in c.) : g e n iş, d ü z k a b -

lar.

‫ﻣ ﺤﺎ ح‬

sıh â h

(a.s. v e i. s a h ih 'in c.) : d o ğ ru la r,

gerçekler.

sıhlıa ‫ﺻ ﺤﻪ‬

(a.i.). (b k z : sıh h at).

Hıfzıı's-sıhha

:

s a ğ lık k o r u m a b ilg isi.

sıhhat ‫ﻣ ﺤ ﺖ‬ ‫ ؟‬ek lik. 2.

(a.i.) :

1.

s â h ih lik , d o ğ ru lu k , ger-

s a ğ la m lık , sa ğ lık .

3. ed.

sö z ü n

y a n lış v e e k sik o lm a m a sı, (b k z : İıakîkat).

sıhhat ve İçtimâi mııâvenet vekâleti : s a ğ lık v e s o s y a l y a r d im b a k a n lığ ı.

‫ﺳﺎ ﻣ ﻪ‬

S ih h a t-n â m e

(a.f.b.i.) : e d .

h a sta la -

n a n b ir in in iyele şm esi d o la y ısıy la y a z ıla n m an zû m e.

sıhhî

-

(a.s.) : 1. sıh h atle , saglilcla ilg ili,

sıh h ate , s a ğ lığ a y a ra r. 2 . h e k im liğ e âit.

Sih h iy ye -

(a.i.) : 1. h e k im lik işle riyle, sa ğ -

ilk işle riy le u ğ r a ş a n d âire. 2 . s. sa ğ lığ a âit, s a ğ lık la ilg ili. 3 . s a ğ lık İşleri. S ih h iy y û n

‫ﻣﺤﻴﻮن‬

(a.i.) : [eskiden]

h e k im le -

rin , s a ğ lık işle rin e ‫ ؟‬o k e h e m m iy e t v e re n k ıs m ı, h ifz is s ih h a ile u ğ r a ş a n h e k im le r, fr . h y g ié n is te s .

S ih r

‫ب‬

(a.i.c. : eshâr, su h a râ ) : 1. k ız a lıp k ız

v e r m e k le a k r â b a d a n o la n k im se . 2 . ev le n m e k le m e y d a n a gelen y a k ın lık . s ih ri

‫ﻣﻴﺮ ى‬

(a.s.) : ev len m e le rd e n m e y d a n a ge-

len [a k ra b a lık ]. S ih r iy y e t

‫ﺻﻬﺮﻳﺖ‬

(a.i.) : evlenm elc y o lu y la o lan

a k ra b â lilc . S ik a r

‫ “( ﺻﻘﺎ ر‬k a ” u z u n olcunur. a.i. sa k r'in c.):

z o o l . te p e li d o ğ a n la r.

Sik i

‫ﺛﺶ‬

(a .i.c. : eskal). (b k z : Silclet).

sık lâ b ‫( ﺻ ﻘ ﻼ ب‬a.h .i.c. : sa k alib e) : T ü rk le rle ilg ili d e s t a n i ta rih le rd e b â z ı e tn ik g ru p la ra v e r ile n b ir ad. [A v a rla r, B u lg a r k r a lı T e rv e l v e İ s lâ v I rk ın d a n o n a b a ğ lı o la n la rı v e B u lg a r la r ı a n la tm a lc İ‫ ؟‬in k u lla n ılırd ı].

sık let ‫( ﺛ ﻘ ﻠ ﺖ‬a.i.) : 1. a ğ ırlık , y ü k . 2 ٠ sık ın tı. Sik le t-i iz â fiy y e : fiz. c isim le rin b ir sa n tim e tre k ü p ü n ü n a ğ ırlığ ı, y o ğ u n lu k (kesâfet).

Sik le t-i m u tla k a : m u tla k a ğ ırlık .

Siklet-ke‫( ﺷﻠ ﺖ ﻛ ﺶ ؟‬a.f.b.s.) : ağırlık ‫ ؟‬eken, yük taşıyan. Sikt ‫( ﻃ ﺖ‬a.i.): hek. düşük, ölü düşen ‫ ؟‬ocuk. siktUz-zend : 1) ‫ ؟‬akmaktan ‫ ؟‬ikan kıvılcim; 2) Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin meşhur şiir mecmûası. Sila ‫( ﺻﻠﻪ‬a.i. vasl'dan. c. : sılât) : 1. memleketine gitme, akrabâsma ulaşma, sıla-ı rahm : ana, baba ve akrabâsini ziyâret vazifesini yapma, [bunu terke : “kat'ı rahm” denir], "sıla-ı rahm etmeyenin ameli kabul olunmaz." (Hadis). 2. bahşiş, hediye. 3. gr. rabıt sîgası, *bağ-fül, ula‫ ؟‬, fr. gérondif, sılât ‫( ﺻ ﻼ ت‬a.i. sıla'nın c.) : 1. sılalar. 2٠armaganlar, bahşişler. sile ‫( ﻣﻠ ﻪ‬a.i.) : bir şâire, yazdığı medhiye karşıİığı olarak verilen para, sımâd ‫( ﺻ ﻤﺎ د‬a.i.) : şişe tıpası, tıkacı, (bkz : sımâm). sımâh ‫( ﻣ ﻤ ﺎ خ‬a.i.) : 1. kulak, (bkz : gûş, üzn). 2. kulak deliği. sımâh-1 bevli : anat. kadlbin ucundaki delik. sımâh-1 cân : can kulağı, sımâm ‫( ﻣ ﻤﺎ م‬a.i.) : 1. şişe tıpası, (bkz : sımâd). 2. hek. damardaki tıkanıklığa yol a‫ ؟‬an kan pıhtısı. sımâme ‫( ﺻﻤﺎﻣﻪ‬a.i.) : 1. kan damarlarında tikanıklık yapan kan pıhtısı. 2. s. [“sımâm” m müen.]. (bkz : sımâm‫ ؛‬. sımlâh ‫( ﺻ ﻼ ح‬a.i.) :kulakkiri. S im t ‫ﺻ ﻤ ﻂ‬

(a.i.) : dizi, dizilmiş şey.

sımt-ı İÜ'İÜ' : inci dizisi, sımtî ‫( ﺳﻤﻄﻰ‬a.i.) : ed. üçüncü, dördüncü mısrâları kafiyeli olup diğerleri bir kafiyede olmayan şiir. sınâat ‫( ﺻﻔﺎ ﻋ ﺖ‬a.i.c. : sınâât, sanâyi') : san'at, zanaat, ustalilc, mahâret. sınâât ‫( ﺻﺎ ﻋﺎ ت‬a.i. sınâat'ın c.) : san'atlar, zanaatlar. (bkz : sanâyi'). sınâât-ı seb'a ‫( ﺻﻔﺎ ﻋﺎ ت ﺑ ﻌ ﻪ‬a.b.i.) : fels. arts libéraux.

S i k l e t - i z â h i r î : f i z . g ö rü n e n a ğ ırlık ,

sınâb ‫( ﺿﺎ ب‬a.i.) : hardal,

s i k l e t - i z â t i c e : .ö z g ü l a ğ ırlık .

sınâî, Sinâiyye ‫ ﺻﻔﺎﻋﻴﻪ‬، ‫( ﺻﻔﺎﻋﻰ‬a.s.) : 1. sanatla ilgili. 2. tabiatten olihayan, insan yapısı. Ezhâr-ı sinâiyye : yapma ‫ ؟‬i‫ ؟‬ekler.

S ik le t-â v e r

1108

‫آور‬

‫( ﺛ ﻘ ﻠ ﺖ‬a.f.b.s.) : u s a n d ırıc ı, sık ı-

S I.

sınâiyyât ‫( ﺻﻔﺎﻋﻴﺎت‬a.i. sınâî'nin c .): 1. sanatla ilgili olan şeyler. 2. insan yapısı şeyler, sınâr ‫( ﺻﺎ ر‬a.i.): bot. çınar, sındîd ‫( ﺻ ﺪ ﻳ ﺪ‬a.i.c. : sanâdid): baş, başkan, ileri gelen. s m f ^ (a.i.c.: esnâf, sun ûf): sınıf. Sinv ‫( ﺻﻐﻮ‬a.i.): 1. dal, budak, bir kökten çatallanan dallar. El-veledii alâ-sınvi e b ih : erkek evlâd babanın budağı üzerinde, onun halindedir. 2. erkek evlât, erkek kardeş, sır'a ‫( ﺻﺮﻋﻪ‬a.i.): güreşte birini, yerde ters çevirme şekli. sırât ‫( ﺻ ﺮا ط‬a.i.): 1. yol. (bkz : râh, tarik). sırât-1 m ü stakim : 1) doğru yol2 ‫ )؛‬vaktiyle İstanbul'da çıkan (1909) ve Mehmet Akif'in yazılarım yayan bir dergi. 2. Sirat köprüsü, üstünden geçip Cennete gitmek üzere Cehennem'in üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir köprü, sırf ‫( ﺻ ﺮ ف‬a.s. ve zf.): 1. sâde, yalnız, ancak. 2. tamâmıyla, büsbütün, baştan aşağı kadar. (bkz: kâmilen). Sirr ‫ ر‬٠ (a.i.c.: esrâr): 1. gizli tutulan, kimseye söylenmeyen şey. ifşâ-yi sirr : gizli şeyi herkese söyleme, (bkz : râz). 2. Allah'ın akil ermeyen hikmeti. sırr-ı îc â d : icat sırrı, yaradılışın gizli sebebi, sırr-ı İstivâ: tas. siyah bir şerit adi olan İstivâ, yüksek bir alâmet sayılırdı. Cenâb-1 Mevlânâ'dan kalmış olup iki yollu olan külâh-ı seyfi veyâ kılıcî tâç yollarına takılan şerif. [Mevlevi tâbirlerindendir, bu tâcı ancak cezbe-i Rahmân ile İstivânın Sirrma vâkıf olan mümtaz zatlar giyebilirdi], sırr-ı kader : alınyazısının gizliliği, sırr-ı m a h fi: çözülmeyen sır. sırr-ı rübûbiyyet: tas. rübûbiyyetin merbûb üzerindeki nişanı, [tasavvuf! eserlerde: sırr-ı riibûbiyyet, bir sırdır ki eğer zâhir olsa, miitevakkıf-ün-aleyh olduğu şeyin butlâm sebebiyle bâtıl olur]‫ ؛‬varlıkların yalnız Allah tarafından bilinen, insanlarca bilinmeyen gizlilikleri, sırr-ıtecelliyyât :tas. "kalbetecelli-ievvel'in İnkişâfıyle meydana gelen ve cem'-i esmâ beyninde ehâdiyyet-i cem'iyyeyi İzhâr eden şuhûd ve zuhûr; Allah'ın kâinatta veya

insan gOnliinde görünmesiyle ilgili olan gizlilikler. Sırrü' 1-Esrâr ve Matla'ü'l-Envâr (Sirlarm hikmeti ve nurların doğuş yeri): Hurûfî şâirlerden Mürekkepli Enveri'nin mensurmanzum tasavvuf! eseri, sırrü's-sırr : tas. İcmâl ve cem'-i ehâdiyyette hakaikm tafsîlât-1 kâmilesine ve hakayıkm müştemil oldugu kâffe-i mütaallikata hakikatleri veçhile ilim gibi hakkm âbidden teferriidhne bâis olan şey‫ ؛‬Allah tarafından bilinen gerçeklerin özü. ‫( ﺳﺮا‬a.zf.) : gizlice) gizli olarak, (bkz: hafiyyen).

S irr a n

sirran tezkiye : [eski huk.] kadı'nın, mestûre denilen varaka (yazılı kâğıt) ile bir şâhidin âdil olup olmadığını mensûboldıigu yerden tahkik etmesi. sırr-daş ‫( ﻣ ﺮ دا ش‬a.t.b.s.): 1. sırları bir olan, birbirinin sırrını bilen. 2. sır saklayan, sırrıyyûn ‫ﺑﻮن‬.‫( ﺳﺮ‬a.i.c.): mistikler, sırrî, S i r r i y y e (a.s.) : 1. sır ile, gizlilikle ilgili. 2. i. [birincisi] erkek adi. Siyag ‫( ص‬a.i. sîga'nın c .): gr. sigalar, *kipler, sıyag-ı İnşâiyye : gr. dilek *kipleri, sıyag-ı muhtelife: mâzî, muzârî, emir v.b. gibi çeşitli, türlü kipler. Siyâgat ‫( ﺻ ﺈ ن‬a.i.): kuyumculuk, sıyâh ‫( ﺻﺎ ح‬a.i. sayha'nm c .): bağırmalar, haykırışlar. : mâtem haykırışları, s ı y â l , S i y â l e t ‫ ﺻﻴﺎﻟﺖ‬، ‫( ﺻﺈل‬a.i.) : hamle etme, saldırma, üzerine atılma, (bkz : savlet), s ı y â m ‫( ﺻﺎم‬a.i.) : oruç. H â l - i s ı y â m : oruç hâli. Şehr-i sıyâm : oruç ayı, ramazan. s ıy â h -ı m â te m

Siyânet ‫( ﺻ ﺈ ت‬a.i.): koruma, korunma, (bkz : hıfz, himâye, muhafaza), sıyâs, siyâsî ‫ ﺻﺈ ص‬، ‫( ﺻﺎ ص‬a.i. sıysa'nın c.): 1. kaleler. 2. köşkler. 3٠sığınacak yerler, sıysâ (a.i.c.: sıyâs, siyâsî): 1. kâle. 2. köşk. 3. sığınacak yer. si ‫( ص‬f.s.): otuz. si vü dii : otuz iki. [HurUfllere göre eski alfabeyi teşkil eden 32 harfin İfâde ettiği insânî hüviyet]. sia ‫ا‬٠‫( ﺳﻊ‬a.i. vüs'at'den): 1. genişlik, bolluk. 2. takat, güç. 1109

sîa-î ٥‫؛‬mâgıyye sia-i dimâgıyye : düşünce genişliği, sia-i h â l : genişlik, rahatlık, bolluk, sia-i magrib : astr. Güneş'in ufuk üzerinde

battığı nokta ile hakiki bati noktası arasmdaki uzaklık. sia-i m aşrık : astr. Güneş'in ufuk üzerinde dogdugu nokta ile halciki dogu noktası araSindaki uzaklık. siâye ، 4 (a.i.): huk. [eskiden] miikâtebin kitâbet bedelini te'diye edebilmesi İçin çalışması. Siâye-İ m ilk : huk. [eskiden] kazancı mevlâsınm milki sayılan memlûkün çalışması. [miidebber gibi ki bunun kisbi mevlâsma âittir. Hattâ mevlâsınm vefatından sonra borcu İçin kıymeti nispetinde çalışmaya mecbur olur]. Siâye-İ zam ân : hulc. [eskiden] kazancı mevlâsınm millci sayılmayan ve yalnız kendi borcunu ödemek İçin çalışan memlûkiin sâyidir. [mükâtep gibi ki bu, mevlâsma karşı yalnız zâmin oldugu bedel-i kitabeti te'diye İçin çalışır]. siâyet ‫( ﻣ ﻌﺎ ﻳ ﺖ‬a.i.) : koguculuk, adam çekiştiricilik, dedikodu, (bkz : gıybet). sib ‫ب‬ ( fi.) : elma, (bkz : siv, tuffâh). sîb-i zenahdân : sevgilinin elmayı andıran çenesi. sibâ' ‫ ﺑ ﻊ‬٠ (a.i. sebu'un c.) : yırtıcı hayvanlar, canavarlar. sibâb ‫ ب‬١‫( س‬a.i.) : sövme, küfür etme. sibâhat ‫( و ا ت‬a.i.): suda yiizme ["sabâhat" şekli daha yaygındır]. sibâk ‫( ﺑ ﻖ‬a.i. seblc'den): 1. bir şeyin üst tarafi, geçmişi. 2. bag, bağlantı, sibâk u siyâk. (bkz : siyâk u sibâk). sicâl ‫ ل‬١‫( ﻣ ﺞ‬a.i. secl'in c . ) : İÇİ su ile dolu olan kovalar, (bkz: sücûl). sicili ‫د‬ (a.i.c.: sicillât): 1. resmi vesikaların kaydedildiği kütük. 2. me'murlann durumu İçin tutulan dosya. SİCİİI-İ a h vâl : me'murlann hal tercümelerinin resmi işlerle ilgili bulunan hususları. SİCİİI-İ nüfûs : nüfus kütüğü, sicillât ‫( ﻣ ﺠ ﻼ ت‬a.i. sicill'in c .) : 1. resmi vesikaların kaydedildiği kütükler. 2. me'murlann durumunu gösteren dosyalar. 3. g. s. bir yazı sitili. 1110

sicn ‫( ص‬a.i.c.: sücûn): hapishâne, cezâevi. (bkz: mahbes, zindân). sidâd ‫( ﺳ ﺪا د‬a.i.): 1. şişe tıpası, (bkz: sımâd). 2. delik, yarık kapatacak şey. 3. hek. tıkaç, tampon. sidirât ‫( ﺳ ﺪ را ت‬a.i. sidre'nin c.). (bkz : sidrât). sidr ‫ ر‬٠‫( ﻣﺎ‬a.i. sidre'nin c .): Arabistan kirazları, (bkz: sidrât). sidrât ‫( ﻣ ﺪ ر ا ت‬a.i. sidre'nin c .): Arabistan kirazları. (bkz: sidr). sidre ‫( ﻣ ﺪ ر ه‬a.i.c.: sidr, sidrât): ı.b o t. Arabistan kirazı. 2. en yüksek makam, [ondan sonra Tanrı'ya gidilir]. sidretü'1-müntehâ: arşın sag yanında bir ağaçtır ki ötesine hiç bir mahlûk geçemez. [“sidretü'1-müntehâ” yi, beşerî ilmin son haddi olarak izah edenler vardır; ötesi Allah'ın zât âlemidir], sidre-kadd ‫( ﺳﺪ وه ك‬a.b.s.): uzun boy. sidre-nişln ‫( ﻣ ﺪ ر ه ص‬a.f.b.s. ve i.) : Sidre'de oturan melek. sidre-nişinân ‫( ﻣ ﺪ ر ه ﻓﺸﻴﺸﺎن‬a.i.c.): sidretü'1miintehâ hududunda duran melekler, sidy ‫( ﺛ ﺪ ى‬a.i.c.: sedâyâ). (bkz : seda, sedy). sifâd ‫( ﺳﻬﺎد‬a.i.) : hayvanların çiftleşmesi. Mevsim-i sifâd: hayvanların çiftleşme zamânı. sifâl, sifâle ‫ ﻇ ﻞ ؛ ﺳﻔﺎﻟﻪ‬٠‫( م‬f.i.) : 1. testi ve saksı parçaları. 2. çanak, çömlek. 3. fıstık, ceviz, bâdem kabugu. 4. orak, sifâlin ‫( ﺳ ﻬﺎﻟ ﻦ‬f.i.): çanak çömlek gibi şeyler‫؛‬ çamurdan yapma şey. Kûze-i sifâlin : toprak testi. sifânet ‫ﺳ ﻔﺎﻧ ﺖ‬ dürûgerî).

(a.i.) : marangozluk,

(bkz:

sifâriş ‫( د ر ش‬f.i.). (bkz : sipâriş). sifle ‫ ﻏ ﻼ‬٠ (a.s.): alçak, âdi; terbiyesiz, sifle-kâm 4 ‫ ﻛﺎ م‬، (a.f.b.s.): âdilerin, bayagilarin İşine yarayan. s ifle - n ih â d ^ 4

، (a.f.b.s.): alçak tabiatlı,

sifle-perver 4 ‫( ر و ر‬f.b.s.): alçak, âdi kimseleri tutan, lcoruyan ve kullanan, sifr ‫( ﺳﻬﺮ‬a.i.c.: esfâr): 1. yazılı şey‫ ؛‬kitap, cüz; mektup. 2. Tevrât'ın beş kitabından her biri.

Sikender : Siyag) : gr. k ip , fiilin çekiminden meydana gelen türlü şekillerden her biri.

sig a ‫( ص؛ﻏﻪ‬a.i.c.

: bağlama ulacı. sîg a -i ih b â riy y e : gr. bildirme *kipi, fr. in d isîg a -i a t f i ^ e catif.

s i h r - i h e l â l 'd i r ] .

istek *kipi, fr. o p tatif-

su bjo n ctif.

‫ﺑﻦ‬.‫ﺳﺤﺮ آﻓﺮ‬

s ih r -â fe rin

‫ﺣﺮ اﻫﻴﺰ‬٠‫ (س‬a . f . b . s . ) : b ü y ü

: gr. dilek *kipleri, fr. su b -

Jo n ctif.

^

gr.

ulaç,

bag-fiil,

fr.

géron d if.

‫اذه‬3‫ﺳﺤﺮﺑﺎ‬

?art sîgası (*kipi), [gelirse

‫ ى‬3 ‫ﻣﺤﺮإا‬

s ih r -b e n â n

(“ga" uzun okunur, a.s. sagir'in c.) : küçükler. sig a r ü k ib â r : küçükler ve büyükler, sig a r ‫( ص‬a.i.) : küçüklük, ufaklık.

s ih r i, s ih r iy y e

sig a r-i c ir m : cüsse küçüklüğü.

: suç küçüklüğü. : ya? küçüklüğü, çocukluk, (bkz :

sig a r-i ciirm sig a r-i sin n

sabâvet). sih ‫( ﺳ ﺦ‬f.i.) : 1. demir ?i?. 2٠kebap ?İ?İ. sihâ' ‫( ﺳ ﺤﺎ ﺀ‬a.i.c. : eshiye) : 1. ince deri. 2. beyin zari, (bkz : sehâ'). sihâh ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ح‬a.s. ve i. sahih'in c.). (bkz : sıhâh). ‫( ﻣﻬﺎم‬a.i. sehm'in c.) : 1. oklar. (mukadderât okları) : ?âir Nef'î'nin meşhur hiciv mecmûası. 2. sehimler, hisseler. sih â m -1 m e frû z a : huk. [eskiden] takdir ve tâyin olunan sehimler. sih a n ‫( د ض‬a.i.) : kaimlik, İÇİ bo? olan ?eylerin kalınlığı, (bkz : sehânet). sih r f u (a.i.) : 1. büyü; gözbağcılık, büyücülük. (bkz : efsûn). 2. büyü kadar te'siri olan ?ey, fettanlık. 3. ?iir ve güzel söz söyleme gibi insani meftûn eden hüner, sanat. s ih r-i h elâl (helâl olan büyücülük) : ed. her iki tarafa bağlanması mümkün olan bir ara cümle veyâ kelimeyi muhtevi mısrâ veyâ beytin rûha ho? gelmesi hâli. [Meselâ, Nedim'in : “Gizlice arasam ağzın lebin

sih â m

S ih â m -1 K a z â

( a .f .b . i .) : s i h i r b a z lı k , b ü y ü -

c ü lü k .

söylerim..." gibi]. sigâl ‫( ﺳﻜﺎ ل‬f.i.) : 1. fikir, düşünce. 2. kuruntu. (bkz : endîşe). B e d -sîg â l : fenâ fikirli, sigâli? ‫( ﺳﻜﺎﻟﺶ‬f.i.) : düşünü?, kuru?, s ig a r ‫ ﻏﺎ ر‬٠

( a .f.z f.) : b ü y ü c ü lü k le ,

b ü y ü c ü g ib i, f e t t a n l ı k l a . s ih r -b â z î

sîg a -i ?a r tiy y e : gr.

(a .f.b .s .) : b ü y ü y a p a n , b ü y ü c ü ,

( b k z : n e f f â s , n e ffâ s e , s â h ir ). s ih r-b â z -â n e

ra b tiy y e :

g ib i t e 's ir li

o la n , b ü y ü l e y i c i . s i h r - b â z 3^

sîg a -i İn şâ iy y e

(a .f.b .s .) : b ü y ü le y e n , b ü -

y ü le y ic i. s ih r -â m îz

sîg a -i iltiz â m iy y e : gr.

sîg a -i

e m s e m s o r s a m / H î ‫ ؟‬b i r ç â r e b i l i r m i d i l- i b î m â r e a c e b ” b e y t i n d e k i “ s o r s a m ” k e lim e s i

‫ﺳﺤﺮﺑﻨﺎن‬

( a .b .i.) : ü s tü n

sa n a tk â r

ve y a yazar.

‫ ( ﺳﺤﺮي—ﻳﺎن‬a . b . s . ) : d ü z g ü n

s ih r -b e y â n

v e t e s ir li

a n la tm a .

‫ﻳﻪ‬٠‫ﺳﺤﺮ‬

،

‫ﺳﺤﺮى‬

(a .s.) : b ü y ü ile

ilg ili. s ih r -s â z

‫ﻣﺤﺮﻣﺎن‬

( a .f .b . s .) : b ü y ü c ü , ( b k z : s ih r -

b â z ).

‫ﻣﻘﺎﺀ‬

sik a '

( " k a ” u z u n o k u n u r, a .i .) : k ır b a , sa -

k a l a n n İ ç in e s u k o y d u k l a r ı k ö s e le d e n y a p ılm ı? k a b . s ik a

‫دﻗﻪ‬

(a .i. v ü s û k 'd a n . c . : s i k a t ) : 1 . g ü v e n ,

e m n i y e t . 2 . İ n a n ılır , g ü v e n i l i r k i m s e .

‫ﺻﻜﺎك‬

s ik â k

(a .i. s a k k 'i n c . ) : ş e r 'î m a h k e m e -

l e r d e n v e r i l e n h ü c c e t le r , i l â m l a r , b e r a t la r , ( b k z : su k û k ).

‫ﺛﻬﺎل‬

s ik a l 1.

("k a ”

u zun

o k u n u r,

s a k i l 'i n

c .) :

a ğ ı r ? e y le r . 2 . a g ı r c a n l ı k im s e le r .

‫ ش‬١‫ ( ﻣ ﻚ‬f . i . ) : d ü ş ü n ü ? , k u r u ? . ‫ ﻗﺎن‬٠‫ “(س‬k a ” u z u n o k u n u r , a .i. s a k 'ı n

s ilc â li? s ik a n

c .) :

s a k la r . s ik a t

‫ﺛﻘﺎت‬

( “ k a ” u z u n o k u n u r , a .i. s i k a 'n m c . ) :

İ n a n ı l ı r k im s e le r . s ik a y e

‫ﺳﻬﺎﻳﻪ‬

(“ k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1 . s u i ç e -

c e k k a b . 2 . i ç i l e c e k s u y u n t o p l a n m a s ı İ ç in y a p ıla n y er, b ü ğ et. sik a y e t rin e

‫ﺳ ﻘﺎﻳ ﺖ‬

(“ k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1 . b i-

İçecek

su

verm e.

2 . K â 'b e

s a k a lığ ı,

M e k k e 'd e h a c ı l a r a z e m z e m d a ğ ı t m a İ?İ. s ik e k

‫ﺳﻜ ﻚ‬

s ik e n c iib in

(a.i. s i k k e 'n i n c . ) : s ik k e le r .

‫ﻣ ﻜﻨ ﺠﺒﻴ ﻦ‬

( a . i . ) : b a l ile s ir k e n in

k a r ı ş t ı r ı l m a s ı n d a n m e y d a n a g e le n b i r ? e rb e t. S ik e n d e r

‫دل‬٠‫ﺳﻚ‬

(f.h .i.). ( b k z : İ s k e n d e r).

1111

sikengübin sikengiibîn ‫( ﻣ ﻜ ﻜ ﺒ ﻴ ﻦ‬f.i.). (bkz : sikencübîn).

sîlî-hâr ‫( ﺳﻴﻠ ﻰ ﺧ ﻮار‬f.b.s.) : şamar yiyen, tokat

sikke ‫( ﺳ ﻜ ﻪ‬a.i.c.: sikek): 1. para üzerine vurulan damga. 2. mâdenî para, akçe, sikke-i hâlise : hâlis altın veyâ gümüş akçe,

silih-dâr ‫ ر‬١‫( ﺳﻠ ﺤ ﺪ‬a.f.b.s.). (bkz : silâh-dâr).

sikke-i hasene: para. sikke-i magşûşe : karışık veya gümüş para. 3. düz sokak, düz yol. 4. mevlevî külâhı. sikke-i şerîfe : Mevlevi tarikatı mensuplarınin başlarına giydikleri külâh. sikketü'1-hadîd: demiryolu, sikke-dâr ‫( ﺳ ﻜ ﻪ دار‬a.f.b.s.): darphane muhasebecisi. sikke-hâne ‫( ﺳ ﻜ ﻪ ﺧﺎﻧﻪ‬a.fb.i.): para basılan yer. sikke-ken ‫( ﺳ ﻜ ﻪ ﻛ ﻦ‬a.f.b.s.): mâdenî paranın kalıbını hakkeden, kazan; para ressamı, sikke-pûş ‫( ﺳ ﻜ ﻪ ﻳﻮش‬a.f.b.i.): sikke denilen başlığı giyen. sikke-sûret ‫( ﺳ ﻜ ﻪ ﺻﻮر ت‬a.b.i.): para gibi kendini parlak gösterme, yüzünü gözünü boyama. sîkke-şinâs ‫( ﺳ ﻜ ﻪ ﺷﺘﺎ س‬a.f.b.s.) : nümismat, meskukât uzmanı. sikke tekbîri ‫( ﺳ ﻜ ﻪ ﺗ ﻜ ﺒ ﻴ ﺮ ى‬a.b.i.): tas. tarikata yeni girenlerin başına sikke giydirilirken yapılan duâ. [Mevlevi tâbirlerindendir]. sikke-zen ‫( ﺳ ﻜ ﻪ زن‬a.f.b.s.) : mâdenî para basan. sikkîn ‫( ﺳ ﻜﺒ ﻦ‬a.i.): bıçak, sil'a ‫( ﺳ ﻚ‬a.i.): 1. ticâret mail. 2. vücutta olan ur. 3. sülük. silâ' ‫( ﻣﺎ ع‬a.i.c.: seleât) : hek. hıyarcıklar; urlar. silâh ‫( ﻣ ﻼ ح‬a.i.c.: esliha): silâh, silâh-dâr ‫( ﺳ ﻼ ﺣﺪار‬a.f.b.s.): silâhları muhâfeza eden me'mıır. süâh-endâz ‫( ﺳ ﻼ ح اﻧﺪاز‬a.fb.s.): İcâbında karaya çıkarılan tüfekli deniz eri. süâh-hâne ‫( ﺳﻼ ﺣ ﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): silâhların sakİandığıyer, askeri depo. silâh-şOr ‫( ﺳ ﻼ ﺣﺜ ﻮ و‬a.fb.i.): silâhlı adam, silâh eri, savaşçı. silâl ‫ ﻻ ل‬٠(a.i. selle'nin c.): seleler, sepetler, sîlî ‫ ﻟ ﻰ‬٠‫( م‬fi.): 1. şamar, tokat. 2. belâ, musiybet, felâket. silif ‫( ﻣ ﻠ ﻒ‬a.i.): bacanak, silih & 1112

(a.i.). (bkz : silâh).

yiyen, (bkz : sîlî-hör).

‫( ض ا ل‬f.i.) : sille, şamar, tokat yiyen. (bkz : sîlî-hâr). silih-şör ‫ ر‬(a.f.b.s.). (bkz : silâh-şör). sîlî-zen ‫( ﺑ ﻠ ﻰ زن‬f.b.s.) : tokat vuran, silk ‫ﻟﻖ‬٠‫(س‬a.i.) : bot. pancar, silk ‫د‬ (a.i.) : 1. iplik. 2. Sira, dizi. 3. yol: meslek, tutulan yol. silk-i askerî : askerlik meslegi. silk-i leâlî : inci dizisi. sili ‫ ل‬٠‫( م‬a.i.) : 1. erime, (bkz : zevebân). 2. hek. verem. sül-ih an âzîr. (bkz : dâü'l-hanâzîr). sülü'r-rie : verem, akciğer veremi, sillî J j (a.s.) : verem hastalığı ile *ilgili, silm ‫ا‬٠‫( ﺳ ﻞ‬a.i.) : barış, barışıklık, (bkz : âsâyiş, sulh). silsile ü > (a.i.c. : selâsil) : 1. zincir, zincirleme olan şey. 2. art arda gelen şeylerin meydana getirdiği sira. 3. soysop, ocak. 4. babadan oğula Sira ile yazılarak meydana gelen kuşak, soy defteri. 5. jeol. sıradağ. 6. mat. seri, dizi, fr. série. silsile-i a d e d i ^ e i miitenâlcisa : mat. azalan aritmetik dizi. silsile-i adediyye-i miitezâyide : mat. çoğalan aritmetik dizi. silsile-i alel'vilâ : mat. dizi, fr. progression, silsile-i cibâl : cogr. sıradağ, silsile-i merâtib : büyükten küçüğe veyâ kü‫ ؟‬Ukten büyüğe doğru [rütbe sırasına göre]; sosy. hiyerarşi, fr. hiérarchie, silsile-i miitekarib : mat. *yakınsak dizi, silsile-i nukat ‫ ؛‬mat. noktalar dizisi, silsiletii'z-zeheb : tas. "On iki imam'ı tasdik etmek, candan sevmek” yerinde kullanılan bir tâbir. süsüe-nâm e ‫( ﺳﻠ ﺴﻠﻪ ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : meşhur bir kimsenin silsilesini gösteren cetvel, silta ‫( ﺳﻠﻄﻪ‬a.i.) : şilte. sim ‫( ﺳﻴ ﻢ‬f.i.) : 1. gümüş, (bkz : fidda). 2. gümüş sîlî-hör

para. 3. s. gümüşten, sırmadan. 4. s. gümüş taklidi Sirma veyâ mâden tel. sîm ii zer : gümüş ve altın, simâ' ‫( ﺳ ﻤﺎ ع‬a.i.) : ‫ ؟‬algi dinleme; çalgılı tören.

sîn

sîmâ ‫ ( ﺳ ﻤ ﺎ‬fi.) : 1. yüz, ‫ ؟‬ehre, beniz, (bkz: vech). 2. kimse. Şecer-İ sîmâ: bot. aylanduz [kötü kokan bir ağa‫] ؟‬, lât. ailanthus glandulosa. sîm-âb ‫ ( ﺳﻴﻤﺎ ب‬fi.) : (gümüş su ): Civa. (bkz: zibak). s i m â k ^ (a.i.): 1. bir şeyi yükseltip kaldıracak âlet; vâsıta, sebep. simâk-î a'zel: astr. semânın kuzey yarim küresinde bulunan sünbüle burcunun en parlak yıldızı, fr. 1'Epi. [alpha Virgo]. simâlc-î râmih : astr. semânın lcuzey yarim küresinde bulunan el-Awâ burcunun en parlak yıldızı, Arcturus. [alpha Boötes]. 2. (a.i. semek'in c .): balıklar, (bkz : esmâk).

sim-ber (f.b.s.c. : sîm-berân) : göğsü gümüş gibi olan. sîm-berân ‫( ﺑ ﻤ ﺒ ﺮا ن‬f.b.s. sim-ber'in c.) : göğsü gümüş gibi olanlar. sime ‫( ﺳﻤﻪ‬a.i.c. : simât) : damga) işâret, iz; fels. fr. schème. sim etii'l-vakf : huk. bir şeyin vakfedildigini

gösteren içâret. simen ‫( ﺳﻤﻦ‬a.i.) : semen, semizlik, sîm -endûd ‫ا ا د و د‬٠‫( ﺳﻲ‬f.b.s.) : gümüş kaplı, gümüş yaldızlı. sim eviyye ‫( ﺳﻤﻮﻳﻪ‬o.i.) : sime'ye mensup, fr. schématique. sim hâk ‫ ق‬1‫( ﺳﻤﺢ‬a.i.) : anat. kemikleri örten

ince deri veyâ zar. (fs.) ‫ ؛‬gümüşten, gümüş gibi, gümüşe benzer. Piyâle-İ sim in : gümüş ka-

sîmâkân ‫( ﺳ ﺎ ﻛ ﺎ ن‬a.i.c.) : astr. simâk-1 a'zel ile Simâk-İ râmih.

sim in -

simâm ‫( ﺳ ﻤﺎ م‬a.i. semm'in c .): zehirler, ağılar, (bkz: sümûm).

deh.

simâtıı't-taâm : sofraya dizilmiş yemekler, simât ‫( ﺳﻤﺎ ت‬a.i.): nişan, alâmet; damga, iz.

sîmîn-ber ‫( ﺳ ﻤ ﻦ ر‬f.b.s.) : gümüş vücutlu, VÜcudu gümüş gibi olan. sîm în -fe w â re ‫( ﻣﻴ ﻤﻴ ﻦ ﻓﻮاره‬fa.b.s.) : Ay. (bkz : Kamer, Mâh). sîm în-ten ‫( ﺳ ﻤ ﻦ دن‬f.b.s.) : gümüş tenli, gümüş gibi parlak ve beyaz vücutlu, (bkz : sim-ten). simiyâ ‫ب‬ (a.i.) : eski, bâtıl kimyâ ilmi, simiyâ-ger ‫( ﺳﻤﻴﺎﺳﻤﺮ‬a.f.b.i.) : simyacı, sîm-keş ‫( ﻣ ﻴ ﻢ ﻛ ﺶ‬f.b.i.c.) : sîm-keşan) : haddeden gümüş tel ‫ ؟‬eken sanatkâr, sîm-keşân ‫( ﻣ ﻴ ﻢ ﻛ ﺸﺎ ن‬f.b.i. sîm-keş'in c.) : gümüş tel ‫ ؟‬ekenler, Sirma işleyiciler. sîm-keş-hâne ‫( ﺳﻴﻢ ﻛ ﺶ ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.) : sirma tel işlenilen yer. simlâh ‫( ﺻ ﻤ ﻼ ح‬a.i.). (bkz : samlâh). sim-reng ‫( ﺳ ﻢ ر ﻧ ﻚ‬f.b.s.) : beyaz ve parlak, sim sâr ‫( ﺳ ﺎ ر‬a.i.c. : semâsire) : simsar, tellal, komisyoncu. sim sâriyye ‫( ﺳ ﺎ ر ﻳ ﻪ‬a.i.) : simsarın, alıcıdan veyâ satıcıdan aldığı para, sim sim ‫( ﺳ ﻤ ﻢ‬a.i.) : susam, (bkz : süsen), sim -ten (f.b.s.) : gümüş tenli, (bkz : sîmîn-ten). sîmürg ‫( ﺳﻴﻤﺮغ‬f.i.) : anka kuşu, masal kuşu, sin ‫( ص‬a.i.). (bkz : sinn).

-simât ‫ ﺳﻤﺎ ت‬- (a.i. sime'nin c .): damgalar, İşâretler, izler. Fazâil-sîmât: alâmetleri faziletten İbâret olan.

sin ‫( س‬a.ha.) : 1. OsmanlI alfabesinin on beşinci harfi olup "ebced” hesâbmda altmış sayısının karşılığıdır; s sesini verir.

simân ‫( ﺳ ﺎ ن‬a.s. semin'in c .): semizler, besililer, yağlılar. simâr ‫( ﺛﻤﺎر‬a.i. semer'in c .): meyvalar, yemişler. simâr-1 b a k liy e : bot. bakla, fasulya gibi *bitkiler. simâr-ı cerâbiyye : bot. kuru tohumlu *bitkiler. simâr-ı harnûbiyye : keçiboynuzu ve benzeri gibi ‫ ؟‬ok ‫ ؟‬ekirdekli *bitkiler, simâr-ı hayvâniyye : bot. tek hücreli ve yuvarlakbir ‫ ؟‬izgi üzerinde açılan meyvalar. simâr-ı miicennaha: bot. ekseriyâ bir tohumlu ve lcanat biçiminde olan meyvalar. simâr-ı miiltesika : bot. bir kütle İçinde bir ‫ ؟‬ok kendine kıvrılmış yaprakların birleşmesiyle meydana gelen meyvalar. simâr-ı nevâiyye : ‫ ؟‬ok ‫ ؟‬ekirdekli meyvalar. simâr-ı tuffâhi^e : elma cinsinden meyvalar. simât ‫( ﺳ ﺎ ط‬a.i.): 1. sofra, yemek masası, (bkz: mâide). 2. sofraya gelmiş yemekler. 3. ziyâfet.

1113

sîn-i mühmele

sîn-i mühmele : "sin” harfinin bir adi. [noktasızlıgmdan dolayı]. 2. "sual" kelimesinin kısaltılmış şekli. Sin ‫( ﺻﺪن‬a.h.i.): ‫ ؟‬in. Sînâ ‫( ﺳ ﻴ ﺂ‬a.h.i.): Arap Yarımadası'nm Mısır ile birleştiği yerde bir müselles (*üçgen) teşkîl eden yarımada, [isrâiloğulları Hz. Mûsâ ile kırk sene yol bulamayıp burada dolaşmışlar ve Hz. Mûsâ buradaki Tûr-i Sînâ'da Allah'ın hitabına nâil olmuştur], sinâd ‫( ﺳﺘﺎد‬a.i.): ed. reviden önce gelen ünlülerin değişmesi sonucu ortaya ‫ ؟‬ikan yanlış kafiye. sinân ‫( ﺳﺎ ن‬a.i.c.: esinne): 1. mızrak, süngü. 2. erkek adi. sinânî ‫( ﺳﺘﺎﻧ ﻰ‬a.s.): 1. mızrak ile ilgili. 2. i. süngü, mızrak gibi şeyler yapan usta. Sinânî^re ‫( ﺳﺎﻧﻴ ﻪ‬a.h.i.): tas. Ahmediyye-i Halvetiyye'nin kollarından biri, [kurucusu ibrâhim bin Abdurrahman el-Halvetl'nin mahlası olan “üm m î Sinan'' a nispetle bu adi almıştır]. sincâb ‫( ﺳ ﻔ ﺠﺎ ب‬f.i.): zool. sincap, teyin, ‫ ؟‬ökelez. sincâbi ‫( ﺳ ﺠ ﺎ ﺑﻰ‬f.s.): sincap renginde olan, kahve rengi ile kurşûni arasında bir renk, sincâbiyye ‫( ﺳﻨ ﺠﺎ ﺑ ﻴ ﻪ‬f.a.i.): zool. *sincapgiller. sincerf ‫( ﻣﻨﺠﺮ ف‬f.i.) : sülüğen boya, sindân ‫( ﺳﻐﺪان‬f.i.) : örs. ["sendân” şeklinde Arapçalaştırılmıştır]. sindiyân ‫( ﺳﻨﺪﻳﺎن‬a.i.): bot. pelit ağacı, sine ‫( ﺳﻐﻪ‬a.i.c.: sinevât) : uyuklama, uyku bastırma, ımızganma, (bkz : na's, na'se). sine ‫( ﺳﻴﻔﻪ‬f.i.) : 1. göğüs. 2. yürek (kalb). sîne-i billûr : ‫ ؟‬ok beyaz göğüs, sîne-i pür hırs : hırs dolu göğüs, yürek, sîne-i pür-kîne : kin ile dolu yürelc. sîne-i s â f : temiz göğüs, sîne-i sîmîn : gümüş gibi beyaz olan göğüs, sîne-i şe fk a t: müşfik, şefkatli kalb. sîne-i ter : tâze göğüs. sine-bend ‫( ﺳﻴﻔﻪ ﺑﻐﺪ‬f.b.i.): göğüs bağı, sutyen. sîne-‫ ؟‬âk ‫( ﺳﻴﻔﻪ ﺟﺎ ك‬f.b.s.): göğsü, yüreği yaralı. (bkz: mecrûhü'1-kalb). sîne-gâh ‫( ﺳﻴﻔﻪ ﺳﻤﺎه‬f.b.i.): göğüs, sîne-güçâ ‫( ﺳﻴﻨﻪ ﺳﻤﺸﺎ‬f.b.s.): göğüs a‫ ؟‬an. 1114

sîne-pûş ‫( ﺳﻴﻨﻪ ﺑﻮش‬f.b.i.): göğüslük, Zirh. sîne-sâf ‫( ﻣﺴﻪ ﺻﺎف‬f.a.b.s.): sarılıp kucaklaşmi?. sîne-sûz ‫( ﺳﻴﻔﻪ ﺳﻮز‬f.b.s.) : yürek yakan, sinevât ‫( ﺳﻔﻮات‬a.i. sine'nin c .): uyuklamalar. Imızganmalar. sine-zen ‫( ﺳﻴﻔﻪ زن‬f.b.s.): göğüs döven, göğsünü döverek yas tutan. sinh ‫( ﻟ ﺴ ﺦ‬a.i.c. : esnâh, sünûh) : di? yuvası, diş ‫ ؟‬ukuru. sinh-i sinn : anat. diş ‫ ؟‬ukuru. sini ‫( س‬f,i٠). (bkz: sini), sînî ‫( ض‬f.i.): sini, büyük tepsi. Sînî ‫ ى‬٠‫( ص‬a.h.i.): 1. ‫ ؟‬inli. 2. ‫ ؟‬İn'de yapılmış, ‫ ؟‬in İŞİ, porselen. Sinimmâr ‫( ﺳ ﻤ ﺎ ر‬a.h.i.): Nu'man îbn-i Münzir'in Havernak adıyla yaptırdığı köşkün mi'marı. [köşk bittikten sonra bir benzerini daha yapmasın diye sarayın damından atılarak öldürülmüştür], sinin ‫( ﻣﺌﻴ ﻦ‬a.i. sene'nin c .) : yıllar, (bkz : a'vâm, sâlhâ, senevât). sinin-i sâlîfe : geçen yıllar. Sinin ‫( ﺳﻴﻨﻴﻦ‬a.h.i.): Sînâ dağı, (bkz: Tûr-i Sînâ). sinn ‫( ض‬a.i.c.: esinne, esnân, esünn): 1. diş. (bkz: dendân). 2. yaş, ömrün derecesi. Cezr-ii's-sinn : diş kökleri. Hadâset-İ sinn (yaş tâzeligi): gençlik. İnficâr-1 sinn : ağızda ilk dişlerin çıkışı. Lebbii's-sinn: hek. dişin hassas olan kısmı. Tahdîd-İ sinn : yaş haddi. Tâcü's-sinn : hek. dişin, etden dışarı çıkmış kısmı. Unkii's-sinn : dişin kökü ile, etten dışarı ‫ ؟‬ikan kısmı arasındaki yer. sinn-ibuhrân. (bkz : sinn-i ye's). sinn-i bülûğ : ergenlik yaşı, bülûğ yaşı, sinn-i cevân î: onbeş yaşından otuz yaşına kadar geçen ömür, sinn-i in h itat: çökkünlük ‫ ؟‬ağı. sinn-i kiih û let: otuz yaş ile elli yaş arasmdaki zaman. sinn-i İâhime : zool. etobur dişi, sinn-i nâbî : köpek dişi, sinn-i sabâvet: doğduğu zamandan erginlik ‫ ؟‬ağına kadar geçen on beş yıllık zaman, sinn-i sâm it: gr. *dişsel, diş sessizi, fr. dentale.

sipihr sinn-i şebâb : yedi yaşından on beş veyâ yir-

mi yaşına kadar olan zaman, sinn-i şeyhUhet : elli yaşından sonraki za-

man.

akrabâsm dan birine kendi açlığından ayırtip verd ird iği para.

sipârişât ‫( ﺳﺠﺎرﺷﺎت‬ki. sipâriş'in c.) : siparişler,

sinn-i tem yiz : ayırdetme yaşı,

sipâs ‫( ﻣﺠﺎس‬f.i.) : şükretm e, duâ etme. H am d ü sipâs : A llah 'a şükür.

sinn-i tu fû liy y e t : süt dişlerinin düşmesiyle

sipâs-dâr ‫( ﻣﺠﺎﻣﺪار‬f.b.s.) : ham deden, şükre-

onların yerine sâbit dişlerin çıkmaya başladığı zaman, [insanlarda hayâtın yedinci senesidir].

sipâs-dârî ‫( ﻣﺠﺎﻣﺪار ى‬f.b.i.) : ş ü k r e d e r i , şük-

sinn-i v u k u f : duraklama yaşı, sinn-i ye's : kadınların âdetten kesildiği yaş.

den. retme. (bkz : sipâs-güzârî).

‫ﻣ ﺠﺎ ﺳﻜﻨﺎر‬

sipâs-güzâr

(f.b.s.) :

şükreden,

A lla h 'a duâ eden.

[en çok 45-50 yaş arasında olur], sinnen ‫( ﺳﺘﺎ‬a.zf): yaşça, yaş bakımından,

sipâs-güzârî ‫( ﻣ ﺠﺎ ﻣﻜﻨﺎ ر ى‬f.b.i.) : şükrederlik,

sinnevr ‫( ﺳ ﻮ ر‬a.i.c.: senânir): kedi, (bkz : gür-

sipâsî ‫( ﻣﺠﺎﻣﻰ‬f.s.) : teşekkür eden, m innettar,

be, hirr, hirre, kıtt). sinnevr-i cebeli : dağ kedisi, sinni ‫( ﻣﺘﻰ‬a.s.): dişe âit, dişle ilgili.

sipeh ‫( ﻣﺠﻪ‬f.i.) : 1. asker, (bkz : ceyş, İeşker,

sinni s â m it: gr. diş sessizi, diş ünsüzü, sinniyye ‫( ﻣﻨﻴ ﻪ‬a.s.): [“sinni” nin müen.]. (bkz :

sinni). sipâh ‫( ﻣﺠﺎه‬f.i.c.: sipâhân): 1. asker, (bkz : ceyş,

şükretm e, (bkz : sipâs-dârî).

sipâh). 2 . ordu, (bkz : cünd).

sipeh-i belâ : belâ askeri; belâ ordusu, sipeh-biid

‫ﻣﺠﻬﺒﺪ‬

(f.b.i.) : başbuğ, başkum an-

dan. [“ sip e h b e d ” şekli de var],

sipeh-dâr ‫( ﻣﺠﻬﺪار‬f.b.i.). (bkz : sipâh-dâr).

٠baş-

sîpeh-dârî ‫( ﺳﺠﻬﺪارى‬f.b.i.) : seraskerlik, kom utanlık.

İeşker, sipeh). 2.,ordu, (bkz : cünd). sipâh-dâr ‫( ﺳﺠﺎﻫﺪار‬f.b.i.): en büyük asker, (bkz: ser-asker).

sîpeh-keş ‫( ﺳﺠﻬﻜﺶ‬f.b.s.) : “er güder'' : başku-

sipâhî ‫( ﺳﺠﺎﻫﻰ‬f.i.c.: sipâhiyân) : timar sâhibi

sîpeh-sâlâr ‫( ﻣ ﺠ ﻬﺎ ﻻ ر‬f.b.i.). (bkz : sipâh-sâlâr).

süvâri askeri, [eski OsmanlI ordusunda bir sınıf süvâri olup, öşrünü aldıkları arâziye karşılık, savaşa kendi yetiştirdikleri hayvanlarıyla katılırlar, fakat cephâneyi hükümetten alırlardı], sipâhi se n e d i : tar.

sipahilerin timarları içindeki devlet topraklarım çiftçilere dağıtırken verdikleri vesika,

m an d an (.başkom utan),

sipeh-sâlârî ‫ﻣ ﺠ ﻬﺎ ﻻ ر ى‬

(f.b.i.).

(b k z :

sipeh-

1. m isafirhane,

otel.

dârî).

sipenc

‫ﺳﺠﻨﺢ‬

(f.i.) :

2. m isâfir. 3. (bu) dünyâ. Serây-İ sipenc : dünyâ.

sipend ‫( ﻣﺠﺘﺪ‬f.i.) : üzerlik tohumu, [tütsü olarak kullanılır].

siper ‫( ﺳﺠﺮ‬f.i.) : 1. arkasına saklanılacak şey.

sipâhiyân ‫( ﺳﺠﺎ ﻫﻴﺎف‬f.i. sipâhl'nin c .): sipâhiler,

2. k o ru yu cu

timar sâhibi süvâri askerleri, sipâhi-yâne ‫( ﺳﺠﺎ ﻫﻴﺎ ﻧﻪ‬f.zf.): sipâhice, sipahiye yakışır sûrette. sipâh-sâlâr ‫( ﺳﺠﺎﻫ ﺴﺎﻻر‬f.b.i.): askerlerin en biiyüğü. (bkz : sipâh-dâr, ser-asker). "Sİpâr ‫ ﺳﺠﺎر‬- (f.s.): "fedâ eden, veren” mânâlarına gelerek ‫ ؛‬birleşik kelimeler yapar : C ân-sipâr : canını fedâ eden., gibi,

cak yer veyâ şey. 4. s. kuytu, korunulabilen

‫( ﺳﻰ‬f.b.i.): 1. Kur'ân'ın her bir cüzü. 2. mecmûa, küçük kitap. [30 cüz demektir], sipâriş ‫( ﺳﺠﺎرش‬f.i.c.: sipârişât): 1. ısmarlama, ısmarlayış. 2. bir şeyin yapılmasını ISmai-lama. 3. birinin, başka yerde bulunan

sî-pâre ‫ﺑﺎره‬

engel.

3. gizlenilip

savaşıla-

[yer]. 5. şapka kenarı, önü.

siper-i sâika : yıldırım savar, paratoner, fr. paratonnerre. siper-i şems, şems-siper : şapka kenarı, y ü zü güneşten koruyan başlık,

sipergam ‫( ﻣﺠﺮﻏﻢ‬f.i.) : bot. fesleğen, lât. ocvm um basilicum . siper-m isâl sipihr ‫ﻣﺠﻬﺮ‬

‫( ﻣﺠﺮﺷﺎ ل‬f.a.b.zf.): kalkan (f.i.) :

gibi,

1. (bkz : asmân,

semâ).

2. tâlih. 3. miiz. Tiirk m üziğinde bir m ürekkep m akam olup en az altı asırlıktır: az kullanılm ıştır, ik i çeşidi vardır. B irinci

1115

s‫؛‬p‫؛‬ht-hüseynî n e v 'i şe h n a z ile h is a rd a n m ü re k k e p tir, ik in -

s ir â d

‫ﺳﺮاد‬

ci n e v 'i ise h is a r ile k û ç ek ten m ü te şe k k il-

s îr â n

‫( ﺳﺮان‬a.i.

dir. B ir in c i çeşid e "e sk i s ip ih r” d iy e b iliriz ; ‫ ؟‬ü n k ü e sk id en k u lla n ılm ış tır v e m u a h h a r eserler ik in c i n ev'e d â h ild ir. H e r ilci ‫ ؟‬eşit de d ü g â h (İâ) p erd e sin d e k a lır (ilk i h isar, İk in c isi k û ‫ ؟‬ek ile). G ü ‫ ؟‬lü, b irin c i d erece de irer ik isin d e de h ü s e y n i (m i) p e rd e sidir, ik in c i d ereced e g ü ‫ ؟‬lü, e sk i sip ih r'd e n e vâ , d iğ e rin d e ise ‫ ؟‬a r g â h 'd ır. D o n a n ım a h is a r'm "s o l" v e "r e ” b a k ıy y e d iy e z le ri k o -

s ir â y e t

( a .i.) : a y a k k a b ıc ı b izi, (b k z : bîz).

‫ﺳﺮاﻳﺖ‬

sû r'u n c . ) : kaleler, h isarlar,

( a .i.) : g eçm e, b u la ş m a ‫ ؛‬y a y ılm a ‫؛‬

d a g ilm a . s ir â y e t f i'1 -c in â y e : h u k . işlen en b ir c in â ye t n eticesin d e ‫ ؟‬ik a n şecce (b aş y a rığ ı) v e y a ce râ h a tin d â ire sin i ge n işletm e si v e y â v e fâ ta m ü e d d î olm ası.

‫ ( ﺳﺮﺑﺎل‬a .i.c .: s e r â b i l ) : göm lelc. ( b k z :

s ir b â l

k a m is , p irâh en ).

‫( ﺳﺮ ﺟﺸﻢ‬f.b.s.) : g ö zü , g ö n lü tok. ‫ ( ﺳﺮﺟﺸﻤﻰ‬f.b .i.) : tû k g ö zlü lü k . ‫( ﺳﺮﻧﻚ‬f.b.s.') : 1. ü ‫ ؟‬renle, ü ‫ ؟‬ren k li.

n u lu r; h isa rd a m e v c u t h ü s e y n i İ‫ ؟‬in , b u ik i

s îr -‫ ؟‬eşm

p e rd e b e k a r y a p ıla r a k " s i ” k o m a b e m o lü

s îr -‫ ؟‬eşm î

ile " f a ” b a k ıy y e d iy e z i k u lla n ılır. Ş e h n a z

s i-r e n g

v e d iğ e r sip ih r'd e k i k û ‫ ؟‬ek İ‫ ؟‬in ic â b e d e n

2 . X V ., X V I . a sırla rd a n , X V I I I . a sra k a d a r

İşâretler, n o ta iç e risin d e lcııllanılır. (ik in c i

k u lla n ıla n b ir ‫ ؟‬eşit ip ek li k u m a ş. 3 . s. g ü ‫؟‬

b ir d o n a n ım a ç ılab ilir). M a â m â fih , m a k a m i te rk ib e d e n d iz ile rin b â z a n ta m â m ı d eğil, b ir p a rç a s ı k u lla n ılır, s ip ih r - h iis e y n i

‫ﺳﺠﻬﺮ ﺣﺴﻴﻨﻰ‬

(f.b.i.) : m ü z . T ü r k

İcam ı olu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m û n e si y o k tu r.

‫ﺑﻬﺮﻋﺸﺎق‬

(f.a.b.i.) : m ü z . T ü r k

m ü z iğ in in b irk a ‫ ؟‬a sırlık b ir m ü re k k e p m a k a rn i olu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m û n e si y o k tu r.

‫ﺳﻴﺮده‬

(f.i.) : m ü z . T ü r k m ü z iğ in d e

a la n a h e n k k i, “ a h te r î” d e d en ilir,

‫ ( ﺳﻌﺮ‬a .i . c .: e s 'â r ) : n a rh , ‫ ( ﺳﺮ‬f .s .) : 1 . tok , d o y m u ş .

D i l - s i r : g ö n lü

‫ﺳ ﺮا ب‬

( f .b .s .) : 1. s u y a k a n m ış . 2 . tâze,

k ö rp e . G ü J - i s îr - â b : tâ z e g ü l.

‫ﺳﺮاج‬

( a .i .c .: s ü r ü c ) : ışık , k a n d il, m u m .

s ir â c - 1 r â h - ı h i d â y e t : d o ğ r u y o lu n ışığ ı; H z . M uham m ed. s ir â c ü 'd - d în : ı) d în in k a n d ili; 2 ) [sıra c e d d in şe k lin d e k u lla n ıla n ] erk ek adi. s ir â c ü 'n - n e h â r (sab ah ı ş ı ğ ı ) : g ü n e ş, s îr â c e

‫ﺳﺮاﺟﻪ‬

( a .i.) : h e k . sıra c a , ( b k z : d â ü 'l-

h a n â zir). s ir â c î

‫ ﺟﻰ‬١‫ﺳﺮ‬

( a .i.c .: siyer) : 1 . b ir k im s e n in İ‫ ؟‬İ,

fr. b io g r a p h ie . s ir e t -i h a s e n e : g ü ze l, iy i a h lâ k , s ir h â n

‫ﺳﺮﺣﺎن‬

( a .i .c .: s e r â h i n ) : k u r t [y ır tıc ı

k a n d ille r in b a k ım ı v e y a k ım ı İşiyle g ö re v li o la n k im se .

‫( ﺳﺮﺷﻚ‬f.i.): g ö zy a şı, (b k z : dem ', eşk). ‫( ﻣﺮﺷﻜﺒﺎر‬f.b.s.) : g ö z y a ş ı d ö ken ,

s ir i ş k

s ir iş k - b â r

‫ ( ﻣﺮﺷﺖ‬f .i .) : y a ra d ılış ,

tabiat, huy. (b k z :

S ir iş t-İ h û b : g ü z e l tabiat, a h lâ k ,

‫ ( ﻣﺮﻧﺘﻪ‬f .s .) : y o g u ru lm u ş ; k a r ış tır ılm ış , ‫ ( ﺳﺮﻗﺖ‬a .i.) : h ırsız lık , ‫ ؟‬a lm a , ‫ ؟‬a lm m a . ‫ ( ﺳﺮﻛﻪ‬f .i .) : sirke‫ ؛‬bit y u m u r ta s ı.

s ir iş t e s ir k a t s ir k e

s ir k e -i d ih -s â le (on y ıllık s ir k e ) : k in , d ü şm a n lık . s i r k e - e b r û ‫ارو‬

‫ ( ﻣﺮﻛﻪ‬f.b .s .) : h u y s u z ,

aksi, ters

[ark ad aş]. s ir k e -fu r U ş

‫ رﻛﻪ ﻫﺮوش‬٠‫ ( ع‬f.b .s .) :

1 . sirke satan ,

sirk e ci. 2 . m e c . e k şim iş y ü z lü [k im se ], s ir k e - f u r û ş î

‫ ﺛ ﻰ‬٠‫ﺳﺮﻛﻪ ﻓﺮو‬

( f.b .i.) : 1 . sirk e sa tıc ı-

ilk , sirk e cilik . 2 . ek şi y ü z lü lü k , s ir k e n c iib in

( a .s .) : 1 . m u m la , k a n d ille ilg i-

li. 2 . i. ta r. O s m a n lI d e v le tin d e m u m v e

1116

‫ﻳﺮ ت‬

h ilk a t, tabiat).

s îr ü p î y â z : s a r m ıs a k v e so ğ a n ,

s îr â c

k a lm ış n ü m û n e si y o k tu r, s ir e t

s ir i ş t

to k , k a n m ış . 2 . sa r m ıs a k . (b k z : fû m ).

s îr - â b

m ü rek k e p b ir m a k a m ı o lu p z a m â m m ız a

h a y v a n ], ( b k z : g ü r g , zi'b).

d iy a p a z o n 'u n lâ 's ın ı h ü s e y n i (m i) o la r a k

s îr

(f.i.) : 1. a n k a d en ilen h a y â lî ku ş.

h â li, ta v rı, g id işi, a h lâ k ı. 2 ٠h a l tercü m esi,

s ip ih r - u ş ş â k

s i'r

‫ﺑ ﺮﻧ ﻚ‬

2 . m ü z . T ü r k m ü z iğ in in en a z ik i ü ‫ ؟‬a sırlık

m ü z iğ in in b irk a ‫ ؟‬a sırlık b ir m ü re k k e p m a -

s ip iir d e

a n la şıla n şey. s ir e n g

‫( ﺳ ﺮ ﻛ ﻴ ﺠ ﺒ ﻴ ﻦ‬a.i.): b a l ile sirk e n in

k a r ış tır ılm a s ın d a n m e y d a n a gelen b ir şerbet. s ir k e n g iib in sirkenciibin).

‫ﻣ ﺮ ﻛ ﻜﺒﻴ ﻦ‬

(fi.).

(b k z:

Sitte sirvâl ‫ﺳ ﺮ وا ل‬

( a .i .c .: s e r â v i l ) : şalvar,

(b k z :

şervâ'l).

sîsâ ‫ﺳﻴﺴﺎﺀ‬

(a.i.) : h e k . o m u rg a k e m ik le rin in

d iz ild iğ i yer.

:

alış.

Dâd ii sitâd :

alış,

altın la , g ü m ü şle işlem eli at

:

"a la n , a lıc ı" m â n â la rıy la

*b irle şik k e lim eler y a p a r :

Cân-sitân

alan . Dil-sitân : g ö n ü l alan, sitâre ‫( ﺳﻈﺮه‬a.i. setr'd en . c . : s e t â ir ) :

: can

( f .i .c .: s it a r e g â n ) : 1.

(b k z : ahter, k e vk e b , n ecm ).

2.

astr.

y ıld ız ,

talih , kader,

bah t.

(f.b.s. site m -d id e 'n in

m ış kim seler. ( f.b .s .) : zu lm ed en , h a k siz lik

eden; z â lim , (b k z : sitem -ger, sitem -k âr).

sitem-ger ‫ﺳ ﺘ ﻤ ﻜ ﺮ‬

(f.b.s.c. : s it e m -g e r â n ) : z u l-

m ed en , h a k siz lik eden; zâ lim , (b k z : sitem -

s it e m -g e r â n

‫ﻣﺴﻜﺮان‬

(fb .s . site m -g e r'in c . ) :

zu lm ed en ler, h a k s iz lik edenler, ( f.b .i.) : z u lü m , eziyet, zo r-

b a lık .

sitem-kâr ‫( ﺳﺘ ﻤ ﻜﺎ ر‬fb.s.c.: sitem-kârân): zulüm ve haksizlik eden. sitem-kârân ‫( ﺳ ﻤ ﻜ ﺎ را ن‬fb .s . sitem -k â r'ın c . ) : z u lü m v e h a k s iz lik edenler,

sitem-ke? ‫ﻣ ﺘ ﻤ ﻜ ﺶ‬

S i t â r e - İ r a h ş â n : p a rla k y ıld ız ,

‫ﺳﺘﺎره دان‬

( f .b .i.) : m ü n e c c im ,

fr.

a st-

r o l o g u e . ( b k z : sitâre-şin âs).

‫ﺳﺘﺎرﺳﻤﺎن‬

(f.i. sitâ re'n in c . ) : a s t r . y ıl-

d ızlar. (b k z : k e v â k ib , n ü cû m ). s itâ re -ç in â s

‫ﺳﺘﺎره ﺿﺎس‬

(fb .i.). ( b k z : m ü n e c -

cim ).

sitâyiş ‫ ( ﺳﺎﻳ ﺶ‬f .i .) : 1. senâ). 2. s. öven. sitâyiş-gâh ‫ﻣ ﺘﺎ ﻳ ﺸ ﻜﺎ ه‬

ö v m e , ö vü ş, (b k z : m e d h ,

sitem-nâme ‫ ( ﺳ ﻤ ﺎ ﻣﻪ‬f.b .i.) : sitem li m ek tu p , sitem-reside ‫ ( ﻣﺘ ﻤ ﺮﺑ ﺪ ه‬f b . s . ) : sitem e (zu lm e) u ğ r a m ış .

sitiz, sitize ‫ﺳﻴﻨ ﻪ‬

،

‫ﺳﺘﻴﺰ‬

( f .i .) : k a v g a , ‫ ؟‬ek işm e.

( f .b .s .) : m e d h e d e n , ö ve n ,

( f b . s . ) : m e d h e d e n , öven,

( b k z : se n â -h â n ).

sitâyiş-kâr-âne ‫ﻣﺘﺎﻳ ﺸ ﻜﺎ راﻧ ﻪ‬

(f.b .z f.): m e d h e d e -

rek, ö verek.

sitâyiş-nâme ‫ ( ﺳﺘﺎﻳﺸﻐﺎﻣﻪ‬f b . i . ) : ed. m e d h iy y e . sitebr ‫ ر‬١‫ ( س‬f .s .) : k a im , y o ğ u n ; kab a, sitebri ‫ ( ﻣﺘﺒﺮى‬f .i .) : k a im lik , y o ğ u n lu k ; k a b a -

Pür-sitîz

: ‫ ؟‬ok

k a v g a c ı.

sitîze-cû ‫ﺳ ﺰ ه ﺟﻮ‬ (f .b .i.) : k a sid e lerin m e d -

ö v ü c ü , ( b k z : sitâ y iş-k â r).

sitâyiş-kâr ‫ﻣ ﺘ ﺎ ﻳ ﺜ ﻜ ﺎ ر‬

( f b ٠s ٠ ) : z u lü m ‫ ؟‬eken, zu lm e

u ğ r a y a n , ( b k z : sitem -d id e).

(b k z : c id â l, g a v g a , p erh âş).

h iy e k ısm ı.'

sitâyiş-ger ‫ﻣ ﺘﺎ ﻳ ﺸ ﻜ ﺮ‬

ilk .

sitem-didegân ‫ﺳ ﻤ ﺪ ﻳ ﺪ ﻛ ﺎ ن‬

sitem-geri ‫ﻣ ﺘ ﻤ ﻜ ﺮ ى‬ ö rtü n ü le -

cek, p erd e le n ece k şey.

sitâre ‫ﻣﺘﺎره‬

(f.b.s.c.: s it e m -d id e g â n ) :

gâr, sitem -k âr).

( b k z : sen g-lâh ). (f.s.)

(f.b .s .): İşine z u liim k a r ış -

tira n , h â in ; h a k siz , in sa fsız,

sitem-gâr ‫ﺳ ﻤ ﻜ ﺎ ر‬

-sitân ‫ ﺳﺘﺎن‬- (f.e.): y e r a d i y a p m a y a y a r a y a n ek. (b k z : -İstân). Gül-sitân : g ü ye ri, g ü l b a h ‫ ؟‬esi, g ü llü k . Seng-sitân : ta şlı yer, taşlık ,

s itâ re g â n

sitem li.

sitem-âmiz ‫ﺳ ﻢ آﻣﻬﺰ‬

c . ) : h a k s iz lik g ö rm ü ş o lan lar, zu lm e u g ra -

b a şlığ ı.

s itâ r e -d â n

( f.b .s .) : sitem le b u la şm ış; sitem le k a rışık ,

h a k siz lik g ö rm ü ş, zu lm e u ğ ra m ış,

a lim sa tım , (b k z : a h z ü i'tâ).

-sitân ‫ ﺳﺂن‬-

eziyet.

ç ık ışm a .

sitem-dide ‫ﺳ ﻤﺪﻳﺪه‬

cem il). 2 . ‫ ؟‬a tırd ı, p a tırd ı,

sît-i safâ : neş'e sesi. sitâd ‫ ( ﺳﺎد‬f .i .) : a lm a , (f.i.)

3.

sitem-âlûd١ sitemâlûde ‫ ﺳ ﻢ آﻟﻮده‬، ‫ﺳﺘﻢ آﻟﻮ د‬

sîsâî, sisâiyye ‫ ﺑ ﺎ ﺋ ﻴ ﻪ‬، ‫ ( ﺳﻴﺴﺎﺋﻰ‬a .s .) : sisa ya âit. Basala-i sisâiyye : hek. so g a n ilik , sit ‫( ت‬a.i. v e s.), (b k z : sitt). sit ‫ ( ﺻﻴﺖ‬a .i.) : 1. ü n , iy i şöh ret, ( b k z : z ik r-i

sitâm ‫ﻣ ﺎ م‬

sited ‫( ﺳ ﺪ‬f.i.). (b k z : sitâd). sitem ‫ ( ﺳ ﻢ‬f .i .) : 1. z u lü m , h a k siz lik . 2.

(f.b .s .): k a v g a a ra y a n , k a v -

gacı.

sitize-kâr ‫ ﻛﺎ ر‬٥‫ ( ﺳ ﺰ‬f.b .s .) : k a v g a c ı, sitîze-rû ‫( ﺳ ﺰ ه رو‬f.b .s .): su ra tı asık ,

so m u rt-

kan.

sitiz-ger ‫ ( ﺳﻴﺰﺳﻤﺮ‬f.b .s .) : k a v g a c ı; in atçı, sitr J J ( a .i.c .: estâr, s ü t û r ) : 1. p erd e. 2. ö rtü , sitt ‫ ( ﺳ ﺖ‬a .i.) : 1. h a n im , (b k z : b â n û , seyyid e). 2 . S. altı [sayı], (b k z : sitte, şeş), sitte ü ( a .s .) : 1. altı [ s a y ıf (b k z : şeş). 2. i. altılık . Cihât-ı sitte : d o g u (şark), b a ti (garp ), k u z e y (şim al), g ü n e y (cenup), b a ş u c u (y u k a ri),

ayakucu

(aşağı).

Riisûm-İ sitte : 1117

si٠٠e-i sevr OsmanliidâresindekiDüyûn-ıUmûmiye'ye bırakılmış olan altı vergi.

siyâh-baht ‫ ت‬١‫( ﺳﺎ ه ب‬f.b.s.) : kara bahtlı, talihsiz, (bkz: siyâh-rûz).

sitte-i sevr : Güneş'in sevr (boğa) burcunda bulunduğu nisan ayında fırtınalarıyla meşhur olan altı gün. 3. ilmiye rütbesi,

siyâ!ı-‫ ؟‬erde ‫( ﺳﺎ ه ﺟ ﺮ د ه‬f.b.s.): esmer, karayagiz olan, (bkz:

sitti ‫ ﺗ ﻰ‬٠ (a.n.): “ benim hanımım!'' mânâsına bir nidâ.

siyâh-dest ‫ت‬٠‫( ﺳﺎ ه دس‬f.b.s.)': 1. haris, cimri, tamahkâr. 2. şanssız,

sittin ‫ ن‬٠‫( س‬a.s.): altmış,

siyâh-dil ‫( ﺳﺎ ه دل‬fb.s.): fenâ yürekli,

sittin-sene ‫( ﺳ ﺒ ﻦ ت‬a.zf.): altmış sene (pek uzun zamandan kinâye). (bkz : İlâ-nihâye).

siyâh-fâm ‫( ﺳ ﺎ ه ﻫﺎم‬f.b.s.): siyah renkli,

siyâh-çeçm -

‫( ﺳﺎ ه‬f.b.s.): kara gözlü,

sittûn ‫ ﺳﺒﺮن‬٠(a.s.): altmış, (bkz : sittin).

siyâh-gûş ‫( ﺑ ﺎ ﻫ ﻜ ﻮ ش‬f.b.i.): zool. karakulak denilen hayvan.

siv ‫ ( ﺳﻴﺮ‬fi.) : elma, (bkz : sib, tııffâh).

s‫؛‬y â h - h â n e ^ ‫( ﺑ ﻪ‬f.b.i.): hapishâne.

sivâ ‫( ﻣ ﻮا‬a.i.): başka, gayri. Mâ-sivâ : (bkz : mâ-sivâ).

siyâhî ‫( ﺳﺎ ﻫ ﻰ‬f.s.): 1. siyaha mensup, siyahla ilgili. 2. i. siyahlık. 3. i. zenci,

sivâg ‫ ﻳ ﺮا غ‬٠ (a.i.): kuruyu, yumuşatarak veyâ eriterek, suluyu da koyulaştırarak istenilen kıvama getiren kimyevi bir madde, sivâr ‫ ﺑ ﺮا ر‬٠(a.i.c.: esâvir, esâvire, şuûr, esvire): bilezik, (bkz : berencen, berencin, ebrencen, yâre). sivâr-ı zerrin : altın bilezik. Sivâsiyye-i Halvetim e ‫ ﺳﻪﺀ‬١‫( ﻣ ﻮ‬a.h.i.): tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden ‫ ؟‬emsiyye-i Halvetiyye'nin kollarından birinin adi. [kurucusu Şeyh Abdiilehad-iinNûrî-i Sivâsî'ye nispetle bu adi almıştır], siyâb ‫( د ا ب‬a.i. sevb'in c .): giyecekler, siyâbî ‫( ص‬a.i.): hamamda çıkarılan elbiseleri muhâfaza eden kimse, esvapçı. siyâbullah ‫( ﺛ ﻴﺎ ب اﻟﻠﻪ‬a.it.): Kâbe örtüsü, siyâdet ‫ د ت‬١‫( س‬a.i.): 1. seyyidlik, efendilik, beglik, sâhiplik. 2. Hz. Hasan vâsıtasıyla Hz. Muhammed'in soyundan olma hâli, (bkz: şerâfet). siyâdet-ia: Hz. Muhammed'e intisâb şerefinde bulunan zat. siyâh ‫ ( ﺳ ﺈ ه‬fs .) : 1. kara, (bkz: esved) Bahr-İ siyâh : Karadeniz. Baht-1 siyâh : kötü tâlih. Zülf-i siy â h : kara sa2 .‫ ؟‬. (i.c.: siyâhân): zenci. siyâhân ‫( ﺳﺎ ﻫﺎ ن‬f.i. siyâh'nin c .): zenciler,

siyâh-kâm ‫( ﺳﺎ ه ﻛ ﺎ م‬f.b.s.): ümitsiz, üzgün, siyâh-kâr ‫( ﺳ ﺈ ﻫ ﻜ ﺎ ر‬fb.s.): günahlı, suçlu, siyâh-kârî ‫( ﺳﺎ ه ﻛﺎ ر ى‬f.b.i.): günahlılık, su‫ ؟‬luluk. siyâh-kede ‫( ﺳ ﺎ ﻫ ﻜ ﺪ ه‬f.b.s.): kapkara yer. (bkz: siyeh-kede). siyâh-lika ‫"( ﺳﺎ ﻫﺎ ﻗﺎ‬ka" uzun okunur, f.b.s.): kara yüzlü. siyâh-magz ‫و‬ olan.

‫( ﺳﺎ ه‬f.b.s.): İ‫ ؟‬İ, gönlü kara

siyâh-mest ‫( ﺳ ﺎ ﻫ ﻤ ﺴ ﺖ‬f.b.s.) : ‫ ؟‬ok sarhoş, siyâh-nâm ‫ ﻓ ﻢ‬١‫( س‬f.b.s.): günahkâr‫ ؛‬bîçare, zavallı. siyâh-neş'e ‫( ﺳﺎ ه ﻧﺸﺸﻲ‬f.a.b.s.): İ‫ ؟‬İ kara, neşesi kaçık. siyâh-pûş ‫ ﺑ ﺮ ش‬١‫( س‬f.b.s.): 1. karalar giymiş. 2. yaslı, mâtemli. 3. i. seyis, uşak‫ ؛‬kavas, siyâh-reııg ‫( ﺳﺎ ه ر ﻧ ﻚ‬fb .s.): kara renkli, siyâh-rû ‫( ﺳﺈ ﻫ ﺮ و‬f.b.s.): kara yüzlü, yüzü kara‫؛‬ ayıbı olan, (bkz : rû-siyâh, siyeh-rû). siyâh-rûz ‫( ﺳﺈ ه روز‬f.b.s.): tâlihi kara, bahtsız, (bkz: siyâh-baht). siyâh-zebân ‫( ﺳﺈ ه زا ن‬fb .s.): dilinden zehir akan, kötü söz söyleyen, siyâk ‫( ﺳﺈ ق‬a.i. sevk'den): sözün gelişi, İfâde şekli.

siyâhat ‫( ﺳ ﺈ ﺣ ﺘ ﺮ‬a.i.). (bkz : seyâhat).

siyâk-ı kelâm : söz gelişi,

siyâhat-nâme ‫( ﺳﺈ ﺣ ﺘﺎ ﻫ ﻪ‬a.f.b.i.): ı.b ir seyyahin (turist) gezip gördüğü yerlere âityazdığı kitap. 2. Evliya Çelebi'nin on ciltlik ünlü eseri.

siyâk u sib âk : sözün gelişi, sözün (öncesinin sonrasına olan) uygunluğu, tutarlığı.

1 ‫ﺀاا‬

siyâkat ‫( ﺳﻴﺎﻗ ﺖ‬a.i.): 1. binek hayvanini arkasmdan sürme. 2. (bkz : hatt-1 siyâkat).

sofyân siyâkatü'l-a'dâd : ed. bir fıkrada bahsedilen birka‫ ؟‬ismi, bir münâsebetle birbirine bağlamaktan İbâret bir san'at. siyâkat v a v ı: mec. kanbur. siyâset ‫( ﺑ ﺈ ﺳ ﺖ‬a.i.): 1. seyislik, at İdâre etme, at işleriyle uğraşma. 2. memleket idâresi. 3. huk. cezâ; îdâm cezâsı. 4. politika. 5. diplomatlık. Erbâb-1 siyâset: siyâset adamları, diplomatlar. Meydân-1 siyâset: İdâm cezâsının tatbik edildiği meydan. 6. kurnazca İş veya hareket. Siyâset-İ âmme : huk. bütün bir cemiyetin salâh ve İntizâmı İ‫ ؟‬in iltizâm olunan bir kısım hükümler. Siyâset-İ h âssa : huk. bâzı cürüm işleyenler hakkında, velev katil sûretiyle olsun, vuku bulacak zecir ve te'dip. [nehb ve garet gibi, fisk ve fücur gibi memnû fiillere miikerrenen cüret edenlerin kahr ve tenkil edilmesi bu kabildendir]. Siyâset-İ m iilk : devletin veya bir topluluğun din bakımından idare edilmesi. Siyâset-İ nefsiyye : bir topluluğun dini bakımdan idare edilmesi. Siyâset-İ şer'iyye : huk. [eskiden] beşeriyetin salâh ve İntizâmı İ‫ ؟‬in Islâmiyetin kabûl ve iltizam ‫ ؟‬ttigi hükümler. siyâseten ‫( ﺳ ﺈ ئ‬a.zf.): siyâset bakımından; diplomatlıkça. siyâset-gâh ‫( ﺳﻴﺎ ﺳﺘ ﻜﺎه‬a.fb.i.): siyâset bakimindan öldürülmesi gereken kimselerin öldürüldüğü yer. siyâset-nâme ‫( ﺑ ﺈ ﻃ ﻬ ﻪ‬f.a.b.i.): ed. padişahlara ve büyük devlet adamlarına, devlet işlerinde ve halka adaletli davranmaları yolunda öğüt veren, mensur ve manzum didaktik eser. siyâsî ‫( سﻳﺎﺳﻰ‬a.s.): 1. siyâset icâbı olan. 2. diplomatça olan, politik. 3. siyâset adamı. siyâsiyyât ‫ ﺳﺎ ت‬، ‫( س‬a.i.): politika, siyâset İşleri. siy â s ic e ‫( ﺑ ﺈ ب‬a.s.): ["siyâsî” nin miien.]. (bkz: siyâsî). siyâsiyyûn ‫( ﻣ ﻮ ن‬a.i.c.): diplomatlar, politikacılar. siyât ‫د‬ (a.i. savt'ın c .): kamçılar, kırbaçlar. siyeh ‫( ب‬f.s.). (bkz : siyâh). siyeh-baht ‫( ﺳ ﻴ ﻬ ﺨ ﺖ‬f.b.s.): kara tâlihli.

siyehçerde ‫ﺳﻴ ﻬ ﺠ ﺮده‬ ‫ ؟‬erde).

(f.b.s.).

(bkz: siyâh-

siyeh-dil ‫( ﺑ ﻬ ﺪ ل‬f.b.s.) : kötü yürekli, siyeh fâm ‫م‬،‫ﺳ ﻬ ﻎ‬ siyeh-reng).

(f.b.s.). (bkz: siyâh-fâm)

siyeh-kâr ‫( س؛ﻫﻰر‬f.b.s.): kötü İçler yapan, günaha giren, (bkz : fâsık, siyâh-kâr). siyeh-kede ‫( سﺀﻫﻜﺪه‬f.b.s.): kapkara yer. (bkz : siyâh-kede). siyeh-mest(f.b.s.) :fazlasarhoş, (bkz : bed-mest, sekrân). siyeh-neş’e (f.b.s.): kötü, kara neşeli. siyeh-pûç ‫ ش‬(f.b.s.): karalar giyinmiş; mâtemli. (bkz: siyâh-pûş). siyeh-reng ‫و ﻟ ﺔ‬ siyâh-reng).

(f.b.s.). (bkz: siyeh-fâm,

siyeh-rû ‫ ﻫ ﺮ و‬٠‫( م‬f.b.s.): yüzü kara olan, rezil, (bkz: rû-siyeh). siyeh-rûz ‫( ﺑ ﻠ ﻮ ز‬f.b.s.): bahtı kara, (bkz: siyâh-rûz). siyer ‫( ﺑ ﺮ‬a.i. siret'in c .): 1. ahlâk ve yüksek vaS i f l a r . 2. mevzuu Hz. Muhammed'in hayâtı olan kitap. 3. (bkz : hadis). Ehl-İ siyer : Hz. Muhammed'in hayâtını yazan kimse. Siyer-i D a r ir : Erzurumlu Mustafa Darir bin Yûsuf'un 1388 (H. 790) yılında Mısır hükümdârı Berkok nâmına Ebü'1-Haseni'lBekri ile Abdülmelik bin Hişâm'ın siyer kitaplarından birini tamamlar şekilde se‫ ؟‬erek dilimize ‫ ؟‬evirdiği 5 ciltlik mensur siyer-i nebevi'dir. siyyân ‫( ﺑ ﺎ ن‬a.i. siyy'in c .): birbirine denk (eşit), (bkz : müsâvî). [müfredi "siyy" bizde kullanılmaz]. siyyânen ‫( ﺳﺎ ؛ا‬a.zf.): birbirine denk, müsâvî (eşit) olarak. siyyemâ ‫( ب‬a.zf): “İâ-siyyemâvelâ siyyemâ” şekilleriyle : "hele, husûsiyle, bahusus, her şeyden önce” mânâlarına gelir. sofyân ‫( ﺻﻮف؛ان‬f.i.): 1. Iran Azerbeycamnda kü‫ ؟‬ük bir şehrin adi. 2. miiz. Türk müziginde bir kü‫ ؟‬ük usul; mürekkep usullerin en küçüğü olup, 2 tâne nim sofyandan mürekkeptir. 4 zamanlı ve 3 darblıdır. Darbları şöylediı: diim (2 zamanlı, kavi), te (1, nim kavi), ke (1, zayıf). Tabîî mertebesinde 4/4 olup, 4/2 ağır sofyan ile 4/8 yürük sofyan nâdir kullanılmıştır. Garb müziğindeki 1119

sohbet sofyan olm ayıp, 4 darblı (kavi, zayıf, kavi, za yıf) b ir usuldür. S o fyan ile İlâhiler, şarkılar, peşrevler, o y u n h avaları, tevşihler hattâ besteler v.b. ölçülm üştür,

sohbet ‫( ﺻﺤﺒﺖ‬a .i.): görüşüp konuşm a; arkadaşlık. Âdâb-ı sohbet: k on u şm an ın yolu yordam ı.

sohbet-iyârân : dostlar sohbeti, sû' ‫( ﺳﻮﺀ‬a .i.): 1. kötülük, fenâlık. 2. kötü, fenâ. sû-i ahlâk : ah lâk kötülüğü, kötü ahlâk, sû-i amel: kötü İş, su‫ ؟‬, kusur, kabahat, sû-i ef'âl : kötü h areketler, kötü davran ışlar, sû-i fik r : d üşüncenin k ötü lü ğü ; kötü düşünce.

sû-i h âl : h al k ötülüğü, fenâ, kötü hal. sû-i hareket: fenâ d avranış, sû-i hulk : ah lâk k ötülüğü, ( b k z : sû-i ahlâk), sû-i İdâre : kötü İdâre. sû-i hazm : hazım bozu kluğu, sû-i İsti'mâl: kötüye ku llan m a, sû-i İ'tiyâd: a lışık lık fen âlıgı, kötü alışkan ilk .

sû-i karin : kötü huylu arkadaş, sû-i kasd : cana k ıym aya h azırlan m a, sûi'l-kınye : hek. u m û m î h alsizliğe yo l a‫ ؟‬an, ish al (sürgün) ve benzerleri gibi hastalık,

sû-i m isâl : kötü örnek, sû-i mizâc : sağlık bozu kluğu, sû-i muâmele : fenâ m uâm ele. sû-i niyyet : kötü, b o zu k niyet, sû-i şöhret :.k ö tü tan ın m ışlık, kötü tanınm a.

sû-i tefehhüm : fena, ya n lış anlaşılm a, sû-i tefsir : ya n lış yo ru m lam a, sû-i telâkki: kötüye ‫ ؟‬ekm e, sû-i teçekkiil: vü cu t yap ısın ın kötü ku ru lu şu.

sû-i zann : fenâ, kötü sanış. sû[y] ‫( ﺳﻮ]ىﺀ‬f.i.) : t a r a f cihet, yan. ( b k z : cânib).

suâd ‫( ﻣﻌﺎد‬a .h .i.) : 1. erkek ve k ad ın adi. suâl ‫ ل‬١‫ ( ﻣﺆ‬a .i.c . : es'ile, s u â lâ t) : 1. sorm a, soru lm a, soru ştu rm a, soru. 2. (c. es'ile) sorulan şey. 3. dilenm e, dilencilik,

suâl ‫د‬ (a .i.): öksü rü k, (bkz : sürfe). suâl-i d ik i : boğm aca öksü rü ğü . 1120

suâl-i kelbi: durup durup gelen şid detli öksü rü k.

suâlât ‫( ﻣ ﺆا ﻻ ت‬a.i. su âl'in c . ) : sualler, sorular, ( b k z : es'ile).

sub' ‫( ﺳ ﻊ‬a .s.): yedide b ir : 1/7. su'bân ‫( دﻋﺎن‬a .i.c . : s a â b în ) : 1. b ü y ü k yılan , ejderhâ, ( b k z : bürsân). Haşeb-İ su'bân : bot. b aklagillerd en b ir *bitki. Luf-İ su'bân : bot. yılan o tu . 2. astr. sem ân m k u ze y y a rim küresinde bulunan T ın n în b u rcu n u n ‫ ؟‬evird igi b ü yü k k avsin ortasında ve K ü çü k ayı d örtgenin in tam k arşısın d a bu lu n an en p arlak y ıld ız. (Alpha Draco).

subât ‫( ﺑ ﺖ‬a .i.): 1. uyku, h a fif uyku. 2. sog u k Sitma denilen uzu n uyku, kom a,

subbâh ‫( ﺑ ﺢ‬a.s. sâb ih 'in c .) : yüzenler, yüzücü ler [suda-].

sû-be-sû ‫ و‬٠‫( ﺳﻮس‬f.z f.) : ta r a f taraf, her tarafa, her yan a, her tarafta, h er yand a,

subh ‫ ﻳ ﺢ‬٠. (a .i.c .: e sb â h ): sabah, sabah vak ti. Salât-1 subh : sabah nam azı, subh-i behâr : m eşhur b ir ‫ ؟‬eşit lâle, subh-i kâzib : fecirden önce, geçici olarak, tan ye rin in ağarm ası,

subh-i sâdık : tan y e rin in ağarm ası, subh ii mesâ : sabah ve akşam , subha -

(a.i.). (bkz : sübha).

subha -

(a.i.) : tas. binefeihi âşikâr m evcut olm ayıp fakat eşyân ın sûreti ile v u z û h buldugu İ‫ ؟‬in h eyû la denilen (hebâ) güneşin ışgın d a görülen ince toz.

subh-dem ‫ م‬-

(a.f.z f.): sabah vak ti, (bkz :

ale's-sabâh).

subh-gâh ‫( ﺻ ﺤ ﻜﺎه‬a.f.b .i.): sabah v ak ti, (bkz : subh-dem).

subh-hiz ‫( ﺻ ﺢ ﺧ ﺰ‬a.f.b .s.) : erken k alk an , erkenci. ( b k z : seher-hiz).

subhi (a .s.): 1. sabaha ait, sabahla ilgili. 2. i. erkek adi. subhiyye -

(a .s.): 1. [''su bhi” n in m iien.]. (bkz : subhi). 2. i. k ad m adi.

subre ‫( ﺻﺮه‬a .i.) : y ığ ın , b irik in ti, subu' ‫( ﺳ ﻊ‬a.s.). ( b k z : sub'). sıı'bûb ۴ subye -

‫( ب‬a .i.c .: s e â b îb ): s a f su akan yer.

(a.i. sabi'nin c.). (bkz : sabye, sibye, sıbyân).

suhnân sû d ‫( ﺳ ﻮد‬f.i.) : fayda, kâr, k azan ‫ ؟‬. B î-s û d : faydasız, kârsız. Ç i-sû d : ne fayda, neye yarar,

s u fiy y û n ‫ و ن‬٠‫( ﺻﻮف‬a.s. ve i. sû fi'n in c . ) : 1. tas a v v u fe h li olanlar. 2. sofular,

sû d ‫( ﺳ ﻮد‬a.s. ve i. sevdâ'nın c.) : sevdalar,

s u fr ‫( ﺻﻬﺮ‬a .i.): bakir, p irin ‫ ؟‬, tu n ‫ ؟‬,

suda' ‫( ﺻ ﺪا ع‬a.s.) : 1. baş ağrısı. 2. rahatsız etm e, rahatsızlık.

s u fr e t ‫( ﻣ ﻐ ﺮ ت‬a .i.): 1. sarilik , sari renk. 2. beniz soluklugu.

sû d â -g e r ‫( ﺳﻮداﺳﻤﺮ‬f.b .i.): tüccar, bezirgân.

s u f r i ^ e ‫ﺑﻊ‬.‫( ﺻﻐﺮ‬a .i.): tas. H aricî m ezhebinin k o lların d an b iri. [Ziyad bin A sfer'in adindan].

su d â -g e rî ‫( ﺳﻮداﺳﻤﺮى‬f.b .i.): ticâret, sû d e ‫( ﺳ ﻮده‬f.s .): 1. sürm üş, sürülm üş. R u h s û d e : yü zü n ü sürm üş. 2. ezilm iş, dövülmüş.

s u fû f

‫( د ف‬a.i. s a ffm c . ) : sıralar, diziler,

sudeka' ‫"( ﻣﺪﻗﺎﺀ‬ka" uzun okunur, a.s. sad ik 'in c .) : dogru, h a k ik i dostlar, (bkz : sudkan).

s u g râ ‫( ﻣ ﻐ ﺮ ى‬a .s.): 1. daha (pek, en, ‫ ؟‬ok) k ü ‫ ؟‬ü k ["asgar” m m iiennesi]. 2. i. m an t. k ü ‫ ؟‬ük "önerm e, fr. m in e u re .

s û d e - r û j ‫( ﺳ ﻮده‬f.b .s.): sürülm üş yüz.

sû gvâr

su d fe ‫( ﺻﺪﻓﻪ‬a .i.): fels. tesâdiif, fr. h a sa rd .

s û g v â r î ‫ ا ر ى‬/ ‫( ﺳ ﻮ‬f.i.): üzüntü, keder, m atem ,

su d g ‫( ﺻ ﺪ غ‬a.i. e s d â g ) : 1. şakak. 2. şakaklardan sarkan sa‫ ؟‬.

su h âf

s u d g i ‫( د د ﻓ ﻲ‬a .s.): şakağa âit, şakakla ilgili. A z m -1 s u d g i : şakak kem iği, s u d k a n ‫"( ﺻﺪﻗﺎ ن‬k a" uzun okunur, a.s. sad îk'ın c .) : dogru, h a k ik i dostlar, (bkz : sudeka).

۶ ‫( ﻳ ﺮ‬f.s.) : acılı, kederli, (a .i.): akciger verem i,

suh an ‫ض‬ (f.i.). ( b k z : kavi, kelâm , sühan). ["suhun” çekli de vardır], s û h â n ‫( ﻣ ﻮ ﻫﺎ ن‬f.i.) : törpü. sû h â n -ı r û h : öm ür törpüsü,

sû d -m en d ‫( ﺳ ﻮدﻣﻐﺪ‬f.b .s.): faydalı, k ârlı, kazan‫ ؟‬lı.

s u h a n -â râ ‫( ﺳ ﺨ ﻦ آ را‬f.b .s.): düzgün söz söyleyen, fasih konuşan, ( b k z : belig, suhanperdâz, sühan-ârâ).

s u d û r ‫( ﺻﺪ و ر‬a.i. sadr'm c . ) : 2. sadrâzam lar. 3. kazaskerler.

s u h a n -‫ ؟‬în ‫( ﺳ ﺨ ﻦ ض‬f.b .s.): söz getirip götüren, dedikoducu, (bkz : sü h an -‫ ؟‬în).

1. göğüsler.

Sudûr-İ k i r â m : kazaskerler. Sudûr-İ n â s : vezirler.

s u h a n -d a n ‫( ﺳ ﺨﺌ ﺪا ن‬f.b .s.): söz bilen, güzel söz söyleyen, ( b k z : sühan-dân).

su d û r ‫( ﺻﺪ و ر‬a .i.): sâdır olm a, m eydana ‫ ؟‬ikm a, olm a, (bkz : vuku', zuhûr).

s u h a n -g iiz â r ‫( ﻣ ﺨ ﻦ ﺳﻤﺰار‬f.b .s.): sözü yo lu ile söyleyen.

s û f ‫ ( ﺻ ﻮ ف‬a .i.c .: e s v â f ) : 1. sof, yü n , yapağı. 2. y ü n dokum a.

s u h a n -p e rd â z ‫( ﺳ ﺨ ﻦ ر د ا ز‬f.b .s.): düzgün, fasih konuşan, ( b k z : belig, süh an -ârâ, sühanperdâz).

s û fâ r ‫( ﺳﻮﻓﺎ ر‬f.i.) : 1. İğne deliği. 2 ٠ok gezi, s u f e f - (a.i. sofa'nm c .) : sofalar, su fe y h a ‫( ﺻﻔﻴ ﺤ ﻪ‬a .i.): levhacık, su fe y h a -i a z m iy y e : anat. k em ik levhacığı, fr. la m e lle osseuse. su ffe ‫ ( ﺻﻔﻪ‬a .i.c .: s u fe f ) : sofa. Ç em en -İ su ffe : ‫ ؟‬im enlik, ‫ ؟‬im en li yer.

Jy

s û fî (a.i. ve s .c .: s û fiy y û n ) : 1. ta s a v v u f ehli. 2. sofu, (bkz : m utasavvıf), s û fiy â n ‫( ﺻﻮﻓﻴﺎن‬a .i.c .): sûfiler, sofular, s û fi-y â n -ı lcule : tar. O sm anlIlarda hüküm dar sarayın ın kulesinde k ap ıcılık görevinde bulunan bâzı kim seler, sû fi-y â n e ‫ ذه‬١‫( ﻣﻮﻓ ﻲ‬a.f.b .zf.): m u tasavvıflara ya k ışa n yolda, ta sa v v u fla ilg i l i , s û fiy y e ‫( ﺻﻮﻓﻴﻪ‬a.s. ve i . ) : ta sa v v u f‫ ؟‬ular.

su h an -sen c ‫( ﺳ ﺨ ﻦ ﺳ ﺞ‬f.b .s.) : hesaplı, ölçülü konuşan, ( b k z : sühan-senc). s u h a n -se râ ‫( ﺳﺨﻐﺴﺮا‬f.b.s.c. : sııh a n -se râ y â n ): ah en k li söz söyleyen. s u h a n -se râ -y â n ‫( ﺳﺨﻐﺴﺮاﻳﺎن‬f.b.s. suhanserâ'nın c . ) : ah enkli söz söyleyenler, su h an -v e r ‫( ﺳ ﺨﻔ ﻮر‬f.b .s.): düzgün konuşan, ( b k z : sühan-ver). su h a n -v e râ n ‫( ﺳ ﺨﻨ ﻮرا ن‬f.s. su han -ver'in c . ) : düzgün konuşanlar, s u h a r â ‫( ﺻﻬﺮا‬a.i. sıhr'ın c . ) . (bkz : Sihr). s u h n â n ‫( ﻣ ﺨ ﻔﺎ ن‬a .s.): 1. Sicak gün. 2 ٠Sicak, kızgm . Â s â r - ı s u h n â n : fiz . ütü ve soba gibi ‫ ؟‬ok k ız d ırılm ış bir m âdeni satıh üzerine serpilen m âyiin derhal u fak küre şeklinde b ir tak ım k ısım lara a y rıla rak h erb irin in 1121

suhre

döner bir hareleette bulunması hal ve lceyfiyeti, fr. phénomènes de caléfaction, suhre ‫( ﺳﺨﺮه‬a.i.) : biriyle alay etme; maskarailk. suhre-kâr ‫( ﺳﺨﺮه ﻛﺎر‬a.f.b.s.) : maskaralık eden, maskara. suhre-kâr-âne ‫( ﺳﺨﺮه ﻛﺎراﻧﻪ‬a.f.zf.) : maskara-

sûk ‫( ﺳﻮ ق‬a.i.c.: esvâk): çarşı, pazar, alim satim yeri. sûk-ı su ltân !: mezat yeri, sûk-ı Ukâz : islâmdan önce, Arap YarımadaSinda bulunan ve Arap şâirlerinin toplanıp şiir yarışı yaptılclan Nahle ve Tâif arasında kurulan meşhur bir panayırın adi. sûka ‫"( ﺳﻮى‬ka” uzun okunur, a.s.): ‫ ؟‬arşı mensûbu, esnaf.

suhriyye ‫( ﺳﺨﺮﻳﻪ‬a.i.) : maskaralık, alay, sûhte ‫( ﺳﺮﺧﺘﻪ‬f.s.) : 1. yanmış, tutuşmuş, yanık, (bkz : mahruk). Dil-sUhte : gönlü yanmış, leederli. 2. i. (c. : sûhte-gân) : softa, medrese talebesi.

sukab ‫( ﺛ ﻘ ﺐ‬a.i. sukbe'nin c .): delikler, (bkz: sukabât, sukub).

sûhte-cân ‫( ﺳﻮﺧﺘﻪ ﺟﺎ ن‬f.b.s.) : ıztırap ‫ ؟‬eken; cani yanmış.

sukalâ' (bkz: sükalâ').

sûhte-dil ‫( ﺳﻮﺧﺘﻪ دل‬fb.s.) : bagri yanık, üzgün, leederli, yaslı sûhtegân ‫( ﻣﻮ ﺧﺘﻜﺎ ن‬f.i. sûhte'nin c.) : softalar, medrese talebeleri. sûhte-kevkeb ‫( ﺳﻮﺧﺘﻪ ﻛ ﻮ ﻛ ﺐ‬f.a.b.s.) : ''yıldızı yanık” : şanssız, talihsiz, sûhte-pâ ‫( ﺳﻮﺧﺘﻪ ﺑﺎ‬f.b.s.) : "koşmaktan” tabam yanmış, tabam şişmiş. sûhte-vân ‫( ﺳﻮﺧﺘﻮان‬f.i. sûhte'nin c.) : softalar, kaba sofular. sûhte-vât ‫( ﻣﻮﺧﺘﻮا ت‬f.b.i.). (bkz: sûhte-vân). suhub ‫( ﺳﺤ ﺐ‬a.i. sehâbe'ııin c.) :bulutlar, (bkz : sehâib). suhuf ‫ ﺻ ﺤ ﻒ‬-(a.i. sahife'nin c.) : sahifeler, yapraklar. (bkz : sahâif). [Allah'ın dört kitaptan başka Cebrâil vâsıtasıyla bâzı peygamberlere yolladığı emirler Ici yüz tânedir : 10 Hz. Âdem'e; 50 Hz. Şît'e; 30 Hz. İdrîs'e; 10 Hz. Ibrâhîm'e]. suhun ‫( ﻣ ﺨ ﻦ‬f.i.). (bkz : suhan). (a.i. sahne'nin c.) : sahneler, (bkz : sahanât). suhûr ‫( ﺻﺨﻮر‬a.i. sahr ve sahre [tfnin c.) : büyük taşlar; kayalar; mâden kütleleri. Suhûr-İ bürkâniyye, -i indifâiyye : jeol. volkanik taşlar, kayalar. suhûr-1 fiddiyye : kim . arjantit. suhûr-1 ganem iyye : cogr. *hörgü‫ ؟‬kaya> fr.

suhûn ‫ﺻ ﺤ ﻮ ن‬

moutonnée (roche-).

suhûr-1 rüsûbiyye : *tortul *külte, *tortul taş, fr. roche sédimentaire. sûk ‫( ﺳﻮ ق‬a.i. sâk'ın c.). (blez : sikan).

„22

sukabât ‫( ﺛ ﻘ ﺒﺎ ت‬a.i. sukbe'nin c .): delikler, (bkz : sukab, sukub). [“sukubât” şekli de vardır), sukat ‫"( ﻣ ﻘ ﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.s. saky'den): sâkiler. (bkz: sevâkî). sukata ‫ “( ﺳﻘﺎ ﻃﻪ‬ka” uzun okunur, a.i.): kırıntı, döküntü; artık, (bkz : rize). suka، a-‫ ؟‬în ‫“( ﻣ ﻘﺎ ﻃ ﻪ ﺟﻴﻦ‬ka” uzun okunur, a.fb.s.): kırıntı, artık toplayan, (bkz : rize-

‫؛؟‬٠ ). sııkata-hâr ‫ ﺳﻘﺎ ﻃﻪ ﺧ ﻮا ر‬CEE"—(“ ka” uzun okunur. a.f.b.s.): kırıntı, artık yiyen, (bkz: rîze-hâr). sukaybe ‫( ﺛ ﻘ ﻴ ﺒ ﻪ‬a.i.): delikçik, sukaybe-i k ü lliy y e: bot. kapıcık, fr. micropyle. sukb ‫( ﺛ ﻘ ﺐ‬a.i.c.: sukub). (bkz : salcb). sukbe ‫( ﺛﻘﺒﻪ‬a.i.c.: sukub, sulcab, sulcabât): delik. sukbe-i fıkariyye : biy., anat. omur deligi, fr. trou vertebral. sûkî ‫( ﺳﻮﻓ ﻲ‬a.s.): 1. ‫ ؟‬arşı, pazar ile ilgili. 2. ‫ ؟‬arŞ1İ1, pazarlı. sukub ‫( ﺛ ﻘ ﺐ‬a.i. sukbe'nin c.) : delikler, (bkz: sulcab, sulcabât). sukub ‫"( ﺛ ﻘ ﻮ ب‬ku” uzun okunur, a.i. saİcb'ın ve sulcb'un c .): 1. delmeler, delinmeler. 2. bir taraftan öteki tarafo kadar a‫ ؟‬ık olan delileler. sukuf ‫"( ﺳﻘﻮف‬ku” uzun okunur, a.i. sakfm c.): damlar, tavanlar, ‫ ؟‬atılar. sukuf-i b ü y ü t: evlerin damları, sukuf-i m Unakkaşa: nakışlı, süslü tavanlar, sukûk ‫( ﺻﻜﻮك‬a.i. salck'in c .): şeriat mahkemeşinden veı'ilen ilâmlar, beratlaı', hüc-

sultânî, sultâniyye

cetler ve bunlarda geçen terimler, tâbirler, deyimler. sukur ‫“( ض‬ku” uzun okunur, a.i. salcr'm c.). (bkz: Sikar). sukut ‫“( ﻣﻔ ﻮ ط‬ku” uzun okunur, a.i.): 1. dii?me, a?ağı inme. 2. sarkma. 3. büyük bir vazifeden ayrılma. 4. ‫ ؟‬ocuğun eksik veyâ ölü olarak dogması. sukut-ı h a k k : hakkin sukutu, hakkin dü?mesi, kaybolması. sııkut-ı hayâl ("ku” uzun okunur) : hayal kirıklığı, dü? yıkımı, dü? kırıklığı, ümitsizlilc. sukutiyye ‫"( ﺳﻬﻮﻃﻪ‬ku” uzun okunur, a. i.) : para?Ut. sul'a ‫( ﺻﻠﻌﻪ‬a.i.): ba?ın dazlak, sa‫ ؟‬olmayan kısmı. sulahfât ‫( ﻣﻠ ﺤﻔﺎ ت‬a.i.c.: selâhif): kaplumbağa. sulb ‫ ا ب‬٠ (a.i.c.: aslâb): 1. omurga kemiği, bel kemiği. 2. döldö?. (bkz : ziirriyyet). 3. döl. 4. (s. salâbet'den) : sert, kati. 5. s. fz. kati. 6. s. ta? gibi. sulbe ‫( ﺳ ﻪ‬a.s. salâbet'den) : [“sulb''ünmüen.l. (bkz: sulb). sulbi ‫ د ى‬.. (a.s.): birinin sulbünden gelme, kendi evlâdı, oğlu. sulbiyye a . (a.s. salâbet'den): 1. [“sulbi” nin müen.l. (bkz: sulbi). 2. i. birinin sulbünden gelme. sulbiyyet (o.i.): 1. katilik, sertlik. 2. cisimlerin kati hâli. 3. duygusuzluk, ta? gibi olma. sulehâ ‫( ﺻﻠﺤﺎﺀ‬a.s. sâlih ve Salih'in c .): sâlih, iyi, yarar, salahiyetli, günah i?lemeyen kimseler. sulh ‫ح‬٠‫( ﺻﺎ‬a.i.): 1. bari?, ban?ma, barı?ıklılc. (bkz : musâlaha, müsâlemet). 2. rahatlık, (bkz : âsâyi?). 3. uyu?ma, uzla?ma. sulh ü m iisâlem et: *bari? ve *baysallık. sulh-âmîz ‫ ﻃﺢ ًاﺳﺰ‬. (a.f.b.s.): barı?tırıcı, ara bulucu. sulhen ‫( ﺻﻠﺤﺎﺀ‬a.zf.): sulh, bari? yoluyla, uzla?arak. sulhi, sulhiyye ‘ ‫ض‬ (a.s.): 1. sulha, barı?a âit, barı?la ilgili. 2. i. [birincisi) erkek, [İkincisi) kadm adi. su lh i^ e (a.i.): ed. sava?tan barı?ıklığa geçilmesi münâsebetiyle yazılan ?iir.

sulh-nâme ‫ ب‬(a.f.b.i.) : sulh) bari? kâğıdı; taraflar arasında yapılan bari? ?artlarının yazıldığı kâğıt. su lh perver ‫( ﺻﻠﺢ ر و ر‬a.f.b.s.) : bari? isteyen, *baı'ı?sever. sulta ‫( ﺳ ﺲ‬a.i.) : baski, fr. autorité. (a.s.c. : selâtin) : 1. pâdi?ah, hükümdar. 2. hükümdar ailesinden olan [anne, kız karde?, kız ‫ ؟‬ocuk gibi) İcadınlardan her biri. H a n im su ltan : sultan kızı. 3. bâzı Bekta?! büyüklerine verilen ad. su ltân -1 cih ân (cihana hülcmeden) : Allah.

su ltân ‫ﺳﻠﻄﺎ ن‬

: güne?. : Hz. Muhammed. su ltân -1 en ciim : Güne?. su ltân -1 ‫ ؟‬erh

su ltân -1 D e r v îşâ n

: OsmanlI pâdi?âhı. su ltâ n -ı iim em : ümmetlerin sultânı, su lta n k e th ü d â sı : tar. Osmanhlardapâdi?ah ve ?ehzadelerin evlendirilen kızlarının dairelerindeki i?lerini gören kimse. su ltâ n ii'?-?u â ra : ?âirlerin sultânı, su ltân -1 R û m

‫( ﻣﻠﻄﺎت ﴽﺑﺎد‬a.f.b.i.) : Arak (Iran) ?ehrinin eski adi. sultani ‫ ﻧ ﻰ‬١‫( ﺳﺪط‬a.i.) : Mısır, Trablus, Tunus ve Cezâyir darphânelerinde basılan OsmanlI altınları hakkında oralarca alem olmu? bir tâbir. su ltâ n -â b â d

sultâni cedid : miiz. Türk müziğinde bir mü-

rekkep makamdır, di Cemil Ef. tarafından terkibedilerek bir pe?rev ile bir saz seınâîsi bestelenmi?tir. ‫ ؟‬edaraban ile ferahnümâ makamlarının karı?ık olarak kullanılmasmdan ibârettir. Şedaraban ile yegâh (re) perdesinde kalır (bu perde, ferahnümâ'nm da durağıdır). Güçlüler, birinci derecede -?edaraban güçlüsü olan- dügâh (İâ), ikinci derecede de -ferahnümânın güçlüsü olanrast (sol) dur. Şedarabanm “si" ve “mi'' bakıyye bemolleri ile “fa” ve “ do” bakıyye diyezleri donanımına konur. Ferahnümâ İ‫ ؟‬in nota içerisinde bu dört ârıza bekar yapılarak “si" ve “mi” küçük mücenneb bemolleri kullanılır. sultâni, sultâniyye ‫ ﻃﺎذى ﺀ ﺳﻠﻄﺎذ؛ه‬٠‫( ﻣ ﺎ‬a.s. selâ-

tet'den) : sultana, hükümdâra âit, sultanla, hükümdarla ilgili. M ekâtib-İ sultâniyye : liseler. M ekteb-i sultâni : Galatasaray İİsesi. 1123

sul.ânî tenbel

sultân‫ ؛‬tenbel: çok, aşırı derecede tembel [kimse]. sultânî-hüzzâm ‫( ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ ﻫ ﺰام‬a.b.i.): miiz. Tiirk müziğinde bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yok,tur. [galibâ bir asır leadar veyâ az daha önce terkibedilip hemen unutulmuştur], sultânî-ırak ‫( ﻣﻠﻄﺎﻧﻰ را ق‬a.b.i.): müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen üç asırlık olup az kullanılmıştır. Isfahan ile Irak makamından bir dizinin (meselâ makamın pest dörtlüsü olan ırak'da segâh dörtlüsünden) birleşmesinden mürekkeptir. Mevzuubahis dörtlü ile ırak perdesinde kalır. Güçlü -birinci derecede ısfahanin durağı ve ırakın güçlüsü olan- dügâh (İâ), ikinci derecede de -Isfahânm güçlüsü olan- nevâ (re) perdeleridir. Donanımına ırak gibi ''si” koma bemolü ile “fa” bakıyye diyezi konulur. Isfahan İçin nota içerisinde "si” bekar, "fa” bekar, "do” bakıyye diyezi gibi değişiklikler yapılır, böylece, bu makamm, beste-ısfahandan pek az farklı oldugu anlaşılmış olur. sultânî-nevâ ‫(' ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ را‬a.f.b.i.): miiz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Nümûne olarak yalnız Kantemiroglu'nun bir aksak semâisi vardır. Sultâni nevâ ile bir rast beşlisinden müteşekkildir. Bu rast beşlisi çıkıcı bir şekilde İcrâ edilerek, tiz durağı olan nevâ (re) perdesinde karar verilir. Güçlü, makamın terkibindeki her iki dizinin de durağı olan dügâh (la) perdesidir. Donanımına nevâ gibi "si” koma bemolü ile “fa” bakıyye diyezi konulur (ki ilk ârıza rast beşlisinde de müşterek olup ikinci ârıza bulunmaz), sultân‫ ؛‬pûselik ‫( ﺳﻠﻄﺎ ﻧﻰ ﻳﻮ ﺳﻠﻚ‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinde mürekkep bir makam olup zamanımıza kalmış bir nümûnesi yoktur, suhânî-segâh ‫( ﻣﻠﻄﺎﻧﻰ ﺳﻜﺎه‬a.f.b.i.): müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Galibâ bir asır önce terkibedilmiştir (Arap müziğinde de kullanılır). Segâh ve miistear ile şedaraban makamlarının birleşmesinden doğmuştur, ?edaraban ile yegâh (re) perdesinde kalır (ki bu perde, diger iki makarnin da güçlüsüdür). Güçlüler birinci derecede -ilk iki makamın durağı olan- segâh, ikinci derecede de -şedarabanm güçlüsü

1124

olan- dügâh (İâ) dır. Donanımına segâh “si” ve “mi” koma bemolleri ile “fa” bakiyye diyezi konulur. Segâh'ın “İâ” bakiyye diyezi, mUstear'm “ do” bakiyye diyezi, nota İçerisinde kullanılır. Şedaraban İ‫ ؟‬in donanım değiştirilerek, “si” bekar, "mi” bekar, “si” ve “mi” bakiyye bemolleri, “do” bakiyye diyezi İlâve edilir, (“fa” bakiyye diyezi müşterektir). Umûmiyetle inici olarak seyreder, sultâüî-yegâh ‫( ﻣﻠﻄﺎﻧﻰ ﻳ ﻜﺎ ه‬a.f.b.i.) : miiz. Türk müziğinde bir makamdır. Dede Efendi tarafından -II. Sultan Mahmud'a ithâfen- tesmiye edilmiştir (ki 4 parçalık faslı, pâdişâh vashnda medhiyedir) [şu halde tahminen 130 seneliktir], Suhânî-yegâh, pûselik makarninin re (yegâh) perdesindeki şeddidir (re mineur). Güçlüsü -beşinci derece olandügâh (İâ) perdesidir. Umûmiyetle inici olarak seyreder. Donanımına “si” İçin bir küçük mücenneb bemolü konulur; yeden'in “ do” bakiyye diyezi, nota içerisinde kullanılır. Dizisinde niseb-i şerlfeden -pûselikte oldugu üzere- 9 tânesi mevcuttur (hepsi) ve şu halde "mülâyim” dir. Orta sekizlisindeki sesleri -tizden peste olmak üzere- şöyledir : nevâ, nim hicaz, kürdî, dügâh, rast, acem-aşiran, hüseynî-aşîran ve yegâh. Makam, rağbetle kullanılmıştır. Gayet güzel bir diziye mâlik olup, hayal dolu “lyrique” ve şuh aşk parçaları İçin tercih edilebilir. Bir zamanlar, makamın ismi “milli-yegâh” (?!) diye değiştirilerek, zamânm “tragicomique” timsallerinden biri yaratılmıştır. Sultan Veled (Mehmed Behâüddîn-) ‫ﻣﻠ ﻄﺎ ن‬ ‫)ﻣ ﺤﻤﺪ‬ ‫( ﺑ ﻬﺎ ﺀاﻟﺪﻳ ﻦ( وﻟﺪ‬a.b.h.i.) : meşhur Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî'nin oğludur. 1226 yılında dogan Sultan Veled, babasının mevlevi tarikatini bir kaide ve sistem,altına almıştır. Divânından başka ibtidânâme, intihânâme, Rebâbnâme adında üç manzum ve M aârif adında da bir mensûr eseri vardır. Sultan Veled, on üçüncü asrin ikinci yarışında Anadolu oguz lehçesi edebiyâtmda mühim bir varille olarak kendini tanıtmıştır. Şiirleri daha ziyâde didaktiktir, (d. : 1126 - ö. : 1312). su'lûk ‫( ﺻﻌﻠ ﻮ ك‬a.i.c. : saâlik) : 1. fakir. 2. serseri. 3. dilenci. sûm ‫( ﺛﻮم‬a.i.) : sarmisak. (bkz : fûm, sir). summ r . (a.s. asamm'ın c.) : sagirlar.

sûre.â

summâki ‫( ﺳﻤﺎ ﻓ ﻰ‬a.i.): ebrûli, gayet sert, par-

lak ve değerli bir taş. summân ‫ﻣ ﻤ ﺎ ن‬

(a.i. asamm'm c.). (bkz:

summ). sumnât ‫ ( ﺳ ﻮ ﻣﻔﺎ ت‬fi.) : puthâne, kilise, (bkz:

deyr, nâûs). Sûmnât ‫( ﻣ ﻮ ﻣ ﻔﺎ ت‬a.h.i.) : Hindistan'da Gücerat diyârmda bulunan meşhur bir puthânenin adi. [Mahmûd-İ Gaznevi'nin fethi sıralarinda yıkıldığı rivâyet edilir]. sumûg ‫( ﻣ ﻤ ﻮ غ‬a.i. samg'ın c .): zamklar. sumûl ‫ و ل‬٠‫( ص‬a.i.) : sertlik, kuruluk, katilik, diklik. Sumûl-İ m e ^ i t î : ölünün dimdilc olması,

lcatılması. sumût ‫( ﺻ ﻤ ﻮ ت‬a.i.): 1. susma, (bkz: sükût).

2. somurtma. sun' ‫( ﺻﻌ ﻊ‬a.i.) : 1. yapış, yapma, (bkz: eser). 2. te'sir, kudret. sun '-ibedi' : güzel eser. sun'-i beşer : insan İŞİ, insanin elinde olan ?ey. sun'-ullah : 1) Allah'ın kudreti, te'siri; 2) er-

kek adi. sun'î ‫( ﺿﻌﻰ‬a.s.) : yapma, takma, (bkz : ma'mûl, masnû'). sun'î ilkah : hek. sun'î dölleme. sun'î u fu k : astr. bir civa kabinin *yüzeyinde

meydana getirilen ufuk, [yıldızlar, bu ufuk yüzeyindeki *yansıma yardımıyla tarassut edilir]. sun'iyye -

(a.s.): ["sun'î" nin müen.]. (bkz :

sun'î). sunûf ‫( ﺿ ﻮ ف‬a.i. sınf'ın c .): sınıflar. Sunûf-İ âliye : yüksek sınıflar. su'r ‫( وور‬a.i.c.: es'âr) : artık [yiyecek, İçecek

hakkında]. sûr ‫( س‬a.i.c.: esvâr, sîrân): ?ehrin etrâfma çekilen yüksek duvar, kale, hisar. Dâhil-İ sûr : ?ehir İÇİ. Hâric-İ sûr : ?ehir dışı. sûr-i sultânî: Topkapı sarayım karadan çevir.en ve Bizans surlarına bitişen sûr. sûr ‫( ﺳﻮر‬fi.) :1. düğün, (bkz :velime). 2. ziyâfet. 3. ?enlik. sûr-i hümâyûn : tar. pâdişâhların erkek Ç O cuklarıııın sünnetleri, kızlarının da evlendirilmeleri münâsebetiyle yapılan düğün.

sûr ٠‫( ﺻﻮز‬a.i.) : 1. boynuzdan yapılmış büyük boru, (bkz : nakur). 2. Kiyâmette, Hz. İsrâfîl'in üfleyeceği boru, sur'a ‫( ﺻﺮى‬a.i.) : güreşte ekseriya ters dönmüş kimse. surâh ‫( ﺻﺮاح‬a.i.) : çığlık, feryat, sûrâh ‫( ﺳﻮراخ‬f.i.) : delik, gedik, (bkz : rahne, sukbe). surâhî ‫( ﺻ ﺮا ﺣ ﻰ‬a.i.) : surâhi, su şişesi, sûre ‫( ﺳﻮره‬a.i.c. : süver) : Kur'ân'ın ayrıldığı 114 bölümünden her biri, sûre-i A 'râf : Kur'ân'ın 7. sûresi [206 âyettir; Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Fâtır : Kur'ân'ın otuz beşinci sûresi (45 âyettir; Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Felak : Kur'ân'ın 113. sûresi [beş âyettir; Medine'de nâzil olmuştur. Muavvizeteyn denilen iki sûreden biridir], sûre-i Fiirkan : Kur'ân'ın yirmi beşinci sûresi [77 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Hâkka : Kur'ân'ın 69. sûresi [52 âyettir ve Mekke'de nâzil olmuştur], sûre-i Hucerât : Kur'ân'ın kırk dokuzuncu sûresi... v.b. [sûre, aslında İbranca olup : 1) duvarda, dizilmiş bir taş tabakası; 2) yazı satırı; 3) yazılmış; nesne mânâlarına gelir], suredân ‫( ﺻﺮدا ن‬a.i.) : hek. dil altında bulunan iki siyah kan damarı. sûret ‫( ﺻ ﻮ ر ت‬a.i.c. : suver) : 1. biçim, görünüş, kılık. 2. tarz, yol, gidiş. 3. çâre. Sûret-İ h â l : hâlin nasıl olduğu. Sûret-İ h u sû l

: meydana geliş yolu.

Sûret-İ İtâat : y a p m a c ık itaat, y a la n d a n b o y u n eğiş.

Sûret-İ kat'iyye(de) : * k e sin lik (le ), asla. Sûret-İ mahsûsa : G z e l o la ra k , Ö z e llik le , b ilerek , b ir g a y e y e d a y a n a ra k . Sûret-İ Sûret-İ

mutlaka(da) : *k e sin lik (le ), asla. salâh : r iy a k â r lık , İk iy ü z lü lü k .

Sûret-İ suûd : yiilcselme tarzı.

: hal çâresi. 4 . yazı veyâ resim kopyası. 5. resim. 6. surat, aksilik, yüz ekşiligi. 7. m at. pay, fr. n um érateur.

Sûret-İ tesviye

Sûret-İ zâhire : görünüş, fr. apparence, sûretâ

‫ﻣﻮرﺗﺎ‬ zâhiren).

(a.zf.) :

görünüşte,

(bkz : 1125

sûre.-bâz sûret-bâz ‫( ﺻﻮرﺗﺒﺎز‬a.f.b.s.): eski Türklerde kukla oynatan kimse. sûret-bend ‫( ﻣﺤﻮرﺗﺒﻨﺪ‬a.f.b.s.): tasvir yapan; resimci.

surûh ‫( ^ وح‬a.i. sarh'ın c .): köşkler, yüksek binâlar. (bkz: kusûr). Süryânî ‫( ﺳﺮﻳﺎذى‬a.s. ve i.), (bkz : Süryânî), sûs ‫( ﻟﻮ س‬a.i.): 1. tabîat, huy. (bkz: tînet).

sûret-ger ‫( ﻣﺤﻮرﺗﻜﻮ‬a.f.b.s. ve i.) : sûret, resim yapan, ressam.

SÛS

sûret-nümâ ‫( ﺻﻮرﻋﻤﺎ‬a.f.b.s.): şekil ve sûretini gösteren, meydana gelen, (bkz: sûret-yâb, sûreî-pezîr). sûret-perest ‫( ﺻﻮرﺗﻴﺮﺳﺖ‬a.f.b.s.): sûrete tapan, sûrete ehemmiyet veren, sûret-pezir ‫( ﺻﻮوت ﻳﻨﻴﺮ‬a.fb.s.): hâsıl olan, meydana çıkan, (bkz: sûret-nümâ, sûretyâb). sûret-yâb ‫( ﺻﻮرﺗﻴﺎب‬a.fb.s.): şekil ve sûret bulan, meydana gelen, (bkz: sûret-nümâ, sûret-pezîr). sûrî

(Jjr

(f.s.): düğüne âit, düğünle ilgili,

sûrî ‫( ﺻﻮرى‬a.s.): 1. görünürde olan, hakikî ve İçten olmayan, (bkz : zâhirî). 2. gösterişten İbâret olan, gösterişlik. sUriyye ‫( ﺳﻮرﻳﻪ‬f.i.). (bkz : sûr-nâme). sûr-nâ[y] [‫( ﺳ ﻮ ر ]ى‬f.b.i.): zurna, sûr-nâî ‫( ﺳﻮرﻧﺎﻧﻰ‬f.b.i.) : zurnacı, sûr-nâme ‫( ﺳﻮرﻧﺎ ﻣﻪ‬f.b.i.): 1. ed. düğün, ziyâfet, şenlik gibi şeyleri tasvir İçin yazılan manzum, mensur yazı. 2. Dîvan Edebiyâtı'nm ünlü şâirlerinden Nabî'nîn (1642-1712), 1675 de IV. Mehmed'in şehzadeleri (Mehmed, Ahmed) İçin Edirne'de yapılan sünnet dügününü anlatan 587 beyitlik manzum eseri. surnâ-pâ ‫( ﺳﺮﻧﺎﺑﺎ‬fb .i.): zool. zürâfo. surnây ‫ ( ﺳﺮﻧﺎى‬fi.) : miiz. zurna, (bkz : sûr-nâ). surnâ-zen ‫( ﺳﺮﻧﺎزن‬f.b.i.): zurnacı, surre ‫( ﺻﺮه‬a.i.c.: surer): 1. para kesesi, para çıkını. 2. Hac zamanlarında pâdişâh tarafmdan Mekke ve Medine'ye her yıl gönderilen para ve şâire. surre e m in i: bu parayı vazifelendirilen kimse,

göndermekle

surre-i hümâyûn ‫ ؛‬tar. Hac münâsebetiyle haremeyn'e gönderilen para ve hediyeler, su rû f ‫( ﺻ ﺮ و ف‬a.i. sarin in c .): 1. gramerler, dilbilgisi kitapları. 2. değişiklikler, değişmeler, (bkz: tebeddülat). 1126

2. meyan kökü.

‫( و س‬f.i.) : 1. güve. 2. kurtçuk, (bkz : sür-

fe). süsen ‫ن‬٠‫( ﺳﻮس‬f.i.): bot. susam, lât. sesamnm. (bkz: sevsen, simsim). süsenime ‫( ﺳﻮﺳﻐﻪ‬a.i.): bot. süsengiller, susamgiller. sûsmâr ‫( ﻣ ﻮ ﺳﺎر‬f.i.): keler, kertenkele, (bkz: yerbû'). sutû' ‫( ؤ ع‬a.i.): 1. yükselme, yukarı çıkma, (bkz : suûd). 2. belli olma, yayılma [koku, tozv.b..]. sutuh ‫( ﻣﻄﻮح‬a.i. sath'ın c .): geo. *yüzeyler, fr. snrfaces. sutûh-ı y e s â r î^ e : geo. açılmayan satıhlar, *yüzeyler. sutûr jjL (a.i. satr'm c .) : satırlar, yazı dizileri. (bkz: estâr). suturlâb ‫( ﺳﻄﺮﻻب‬f.i.): fiz. usturlab. suûbet ‫( ﺻﻌﻮﺑﺖ‬a.i.): güçlük, zorluk, suûbet-î telaffu z: psik. dil tutukluğu, anartri, fr. anarthrie. suûd ‫( ﻣﻌ ﻮد‬a.i. sa'd'm c .): 1. mübârek sayılan yıldızlar. 2. erkek adi. suûd ‫( ﺻﻌﻮد‬a.i.): 1. yukarı çıkma, yükselme. 2. erkek adi. suûr ‫( ﻣﺆور‬a.i. sivâr'ın c .): bilezikler, suût ‫( ﻣﻌ ﻮ ط‬a.i.): enfiye, suvâ' ‫( ﺳﻮاع‬a.i.): Câhiliyet devrinde Hiizely kabilesinin taptığı put. suver ‫( ﺻﻮر‬a.i. sûret'in c .): sûretler. suver-i âlem : âlemin sûretleri; mevcûdâtın görünüşleri‫ ؛‬dünyâ manzaraları ve halleri, suver-i k ab ih a: müstehcen, açık saçık resimler. suvvâm ‫( ﺻﻮام‬a.s. sâim'in c .) : oruç tutanlar. (bkz : sâimîn, sâimûn, suvvem). suvvem ‫( ﺻﻮم‬a.s. sâim'in c .): oruç tutanlar. (bkz : sâimîn, sâimûn, suvvâm). sûy ‫( و ى‬f.i.): taraf, cihet, yön. (bkz : cânib). suyûf ‫( ﺻﻮ ف‬a.i. sayfm c .) y a z mevsimleri, sûz ‫( ﺳﻮز‬f.i.): 1. yanma, tutuşma; ateş, sıcaklık. 2. dert, ıztırap, acı.

sûz-nâk sûz-i ciger : ciğerin yanması; ciğer yanıklığı, sûz-i d i l : gönül ateşi, acı, ıztırap, aşk. sûz u gü d âz : yanıp yakılma, sûz ü tâb-1 g irye : ağlamanın ateşi ve harâreti. -sûz ‫ ﺳﻮز‬- (f.s.): “yakan, yakıcı" mânâlarına gelerek .birleşik kelimeler meydana getirir : Dİİ-SÛZ: gönül yakan, yakıcı. Vicdân-sûz : vicdan yakan. sûzân ‫( ﺳﻮزان‬fs.) : 1. yakan, yakıcı. 2. yanan, yanıcı. 3. i. kadm adi. süzen ‫( ﺳﻮزن‬f.i.): İğne. Çeşm-i sü zen : İğne gözü, İğne deliği. Sûzen-İ ‫ ؛‬sâ (Hz. Isâ'nm İğnesi) : İsa'nın cüb-

besinde bulunduğuna ve onun güneşten daha yükseklere çıkmasını önlediğine inamlan bir İğne. sûzen-bâl ‫( ﺳﻮزﻧﺒﺎل‬f.b.s.): kanadının tüyleri İğne gibi düz ve dik olan [kuş], sûzen-dân ‫( ﺳ ﻮزﻧﺪا ن‬f.b.i.): iğnelik, ignedanilk. sûzende ‫( ﺳ ﻮزﻧﺪه‬f.s.): yakan, yakıcı, (bkz: sûzân). sûzen-ger ‫( ﺳ ﻮ زﻧ ﻜ ﺮ‬f.b.s.): İğneci, İğne yapan. sûzenî ‫( ﺳﻮزﻧﻰ‬f.s.): 1. İğne ile ilgili. 2. i. ince İğne İŞİ, bir çeşit ince nakış, kasnak İŞİ (nakış). sûzen-per ‫( ﻣﻮزﻧﺠﺮ‬f.b.s.): kanat tüyleri İğne gibi düz ve dik olan [kuş]. sûzî ‫( ر ؤ ى‬f.s.): 1. yanma, tutuşma ile ilgili. 2. i. erkek adi. sûz-i dil ‫( ﺳﻮزدل‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinde bir şed makamdır. Tahminen Abdülhalim Ağa'nın İhtirâı ve 180 seneliktir, ‫ ؟‬ok kudretle ve bâriz olarak his tebliğ eden sûz-i dil'de aşk ıztırâbı, mâzî hasreti gibi duygular sezilir. Rağbetle kullanılmıştır. Zengüle'nin hüseynî-aşîran (mi) perdesindeki şeddidir. Güçlüsü -beşinci derecede olan- pûselik (si) dir. Umûmiyetle inici olarak seyreder. Niseb-i şerife'den -Zengüle gibi- 7 tânesine sâhip olmakla “miilâyim'' dir. sûz-i dil-ârâ ‫( ر ز د ل آ را‬f.b.i.): miiz. Türk müziginde bir mürekkep makamdır. III. Selim tarafından terkibedilmiştir. Az kullanılmıştır. Murad-nâmede de bildirildiğine göre en az altı asırlık bulunması lâzımgelen nigâr makamının terkibi, sûz-i dilârâ

ile aynıdır; sonradan nigâr makamının tamâmıyla unutulmuş olduğu III. Selîm'in sûz-i dilârâ'yı terkibinden anlaşılmaktadır. Gene Abdülkadir Merâgî'nin Câmi'ü'lelhân'mda “çargâh-mâhûr” makamı geç­ mektedir ki, bu da aynı terkipte bulunsa gerektir. Sûz-i dilârâ, çargâh ile şeddi olan mâhur'dan mürekkeptir. Mâhur ile rast perdesinde (sol) kalır (ki bu aynı zamanda çârgâh'm güçlüsüdür). Güçlüsü birinci de­ recede -çârgâhın durağı olan- çârgâh (do), ikinci derecede de -mâhûr'un güçlüsü olannevâ (re) dir. İnici- çıkıcı karışık bir şekilde seyreder. Donanımına mâhûrun “ fa” küçük mücenneb diyezi ârızası konulur ve çârgâh için bu perde, nota içerisinde bekar yapı­ lır. Bâzı bestekârlar sûz-i dilârâ'da hüseynî geçkisi yapmağı âdet edinmişlerse de, bu, makamın terkibinde mevcut değildir, sûziş ،٠۶ jj... (f.i.) ‫ ؛‬ı. yanma, yakma. 2. te sır etme, dokunma. 3. yürek yanması, büyük acı. sûziş-i nihân : gizli yanma; için için yanma, sûz-nâk iJüjj... (f.b.s.): 1. yakan, yakıcı. 2. do­ kunaklı. (bkz : müessir). 3. müz. Türk mü­ ziğinin 13 numaralı (sonuncu) basit ma­ kamıdır. Basit makamlardan yegâne yeni olanı olup, bütün diğerleri pek eskidir. Sûznâk, tahminen 1780 senelerinde Abdülhalim Ağa, Ahmet Ağa, Mehmet Ağa” dan biri tarafından îcâdedilmiştir. O zamandan beri, en ziyâde rağbet edilen makamlardan biridir. Net olarak içli bir hüzün telkin eder. Sûznâk, rast beşlisi ile hicaz dörtlüsünden yapılmıştır. Rast beşlisi ile rast (sol) perde­ sinde durur. Güçlüsü, beşli ile dörtlünün birleştiği beşinci derecede olan nevâ (re) dir. înici-çıkıcı karışık bir şekilde seyre­ der. Donanımına “si” koma bemolü, “m i” bakıyye bemolü ve “fa” bakıyye diyezi ko­ nulur (ilki rast beşlisi ve son ikisi de hicaz dörtlüsü için). Niseb-i şerife'den dizisinde 7 tâne bulunmakla “mülâyim” sayılır. Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tize doğru olmak üzere- şöyledir : rast, dügâh, segâh, çârgâh, nevâ, eviç ve gerdâniye. Bu asıl sûznâk1dır. Bir de durak üstü olarak dügâh perdesi yerine zengüle kullanan sûznâk vardır ki, buna “zengüleli sûznâk” derler ve zengüle makamının rast (sol) perdesindeki 1127

siib' şeddi (hicazkâr) gibidir. Hicazkârdan farki, dâima degil, fekat ancak karara dogru karakteristik olarak zengiile perdesini bir nevi üst-yeden olmak; üzere kullanmasıdır, siib '‫( ﻣﺒ ﻊ‬a.i. seb'den) : yedide bir. siibâî ‫( ﻣﺒﺎﻋﻰ‬a.s.) : 1. yedi harfli, yedizli, yedili [kelime v.b.J. 2. yedi kısımlı, yedi parçalı, sübât ‫( ﻣﺒﺎ ت‬a.i.) : 1. hek. dalgınlık, hastanın dalması, koma, fr. léthargie. 2. uyku, hafif uyku. siibât-1 gaflet : gaflet uylcusu. Sübbûh ‫( ﺑ ﻮ ح‬a.h.i.) : Allah, (bkz ‫ ؛‬Rabb). siibha ‫( ﺳﺒﺤﻪ‬a.i.) : 1. çekilen tesbih. 2. tesbih tânesi. siibha-i zâkir : zikredenin tespihi. sübha-dâr ‫( ﻣﺒ ﺤﻪ دار‬a.f.b.s.) : tespihli. sübha-۶ rd ١ sübha-gerüân ‫ ﻣﺒ ﺤﻪ‬، ‫ﻣﺒ ﺤﻪ ﺳﻤﺮد‬ ‫( ﻛﺮدان‬a.f.b.s.) : tespih devr eden, edici, sübha-keş ‫( ﺳﺒﺤﻪ ﻛ ﺶ‬a.f.b.s.): tesbih çeken, (bkz : sübha-şümâr). siibhale ‫( ﺑ ﺤ ﻠ ﻪ‬a.i.) : “suphânallah" demek, sübhân ‫( ﻣﺒ ﺤﺎ ن‬a.h.i.) : Allah. siibhân-Allah ‫( ﺳ ﺒ ﻰ ن اﻟﻠﻪ‬a.i.n.) : 1. 'Allah'ı her türlü arazlardan, kusur, ayıp ve eksikliklerden tenzih ederim” mânâsınadır. 2. şaşma anlatmak İçin kullanılır, siibhâne ‫( ﻣﺒﺤﺎﻧﻪ‬a.n.). (bkz : siibhân-Allah). sübhânî, sübhâniyye ‫ ﺳﺒﺤﺎ ﻧﻴﻪ‬، ‫( ﺳﺒﺤﺎﻧﻰ‬a.s.) : Allah'a âit, Allah ile ilgili, (bkz : rabbâni). siibhâniyyet ‫( ﺳﺒﺤﺎ ﻧﻴﺖ‬a.i.) : kutsallık, sübha-şümâr ‫( ﻣﺒ ﺤﻪ ﺷﻤﺎر‬a.f.b.s.) : tespih çeken, (bkz : sübha-keş). sübûl ‫ ول‬٠‫( س‬a.i. sebil'in c.). (bkz : sübül). sübûr ‫( ^ ر‬a.i.) : azap, sıkıntı; mahvolma, sübût üjj (a.i.) : sâbit olma, gerçekleşme, meydana çıkma, ["bulmak” fiili ile kullanılır[. sübût ‫ ت‬٠‫( ﺑ ﻮ‬a.i. sebt'iıı c.) : cumartesiler, cumartesi günleri. sübûtî ‫( ﺛﺒﻮ ش‬a.s.) : gerçek, dogru, olumlu,

siicced ‫ ﺟﺪ‬٠‫( س‬a.s. sâcid'in c.): secde edenler, secde edip yere kapananlar, (blcz: secede, süccâd, sücûd). sücûd ‫ ﺳ ﺠ ﻮد‬٠ (a.s. sâcid'in c .): secde edenler, secde edip yere kapanairlar. (bkz: secede, süccâd, sücced). sücûd ‫( ﺳ ﺠ ﻮ د‬a.i.): secde etme, namazda aim, el ayalarım, dizleri ve ayak parmaklarım yere getirerelc alman vaziyet, sücûf ‫( ﻣ ﺠ ﻮ ف‬a.i. secfin c .): perdeler, örtüler, sücûl ٠‫( ﺳﺠﻮل‬a.i. secl'in c .): İ‫ ؟‬İ su ile dolu olan kovalar, (bkz: sicâl). sücûn ‫( ﺳ ﺠ ﻮ ن‬a.i. sicn'in c .): hapishaneler, cezâevleri, zindanlar, südâsî ‫( ﻣ ﺪا ﻣ ﻰ‬a.s.): 1. altılı. 2. ahilik, südâsi'l-adlâ : altı kenarlı. 3. altı harfli [kelimej.

südâsi'l-büzûr : altı tohumlu nebat (*bitki), südâsi'l-vücûh : geo. altı yüzlü. südâsi'1-vüreykat: bot. altı yapraklı çiçek, siidde ‫( ﻣ ﺪ ه‬a.i.c.: siided): 1. kapı, (bkz : bâb). 2. eşik, (bkz : âstân, atebe, vasid). 3. biy. V Ü cudun bir yerinde görülen tutukluk.

Südde-İ devlet-meâb : devletlinin, pâdişâhın kapısı. süded ‫ د‬٠‫( ﺳﺎ‬a.i. südde'nin c .) : kapılar‫ ؛‬eşikler, südeyde ‫( ﺳ ﺪﻳ ﺪ ه‬a.i.): anat. kapakçık, kapaçık. siidfe ‫( ﺳﺪﻓ ﻪ‬a.i.): kapı, giriş, antre, (bkz : bâb, der, mahrec, medhal). siids ‫( ﻣ ﺪ س‬a.s.) : altıda bir : ı/6. (bkz : südüs). siidiis ‫( ﻣ ﺪ س‬a.s.): altıda bir : ı/6. (bkz: siids). südüs-i dâire : geo. altilik, fr. sextant, süedâ' ‫( ﻣ ﻌ ﺪا ﺀ‬a.s. said'in c.) : 1. kutlu, ugurlu kimseler. 2. i. kadm adi. süfehâ ‫( ﻣ ﻐ ﻬﺎ‬a.s. sefih'in c .): sefihler, süfelâ ' ‫( ﻣ ﻐ ﻼ ﺀ‬a.i. sefil'in c.) : sefiller, süferâ ‫( ﺳﻔﺮاﺀ‬a.i. sefir'in c .): elçiler. Reîsü'ssüferâ : bil- memlekette bulunan sefirlerin kıdemlisi. süferâ-yi ecn eb ice : yabancı devlet elçileri. s U f f â r j ^ (a.s. sâfir'in c .): yolcular,

sübül ‫( ﺳ ﻞ‬a.i. sebil) in c.) : sebillei-, yollar, caddeler, (bkz : sebil). Hâdi-s-sübül : hayır ve şer gösteı'en; Hz. Muhammed.

süfl ‫( ﻣﻤﻞ‬a.i.) : çöküntü, tortu, (bkz: dürdî, rüsûb).

süccâd ‫( س؛ﺟﺎد‬a.s. sâcid'in c.) : secde edenler. (bkz : secede, sücced, sücûd).

süflâ ‫( ﺳﻬﻠﻰ‬a.s. sâfil'den): daha (en, pek, çok) alçak) aşağı olan, ["esfel'in müennesidir].

1128

süfl-i şerâb : şarap tortusu,

sühâr süflî ‫( د ش‬a.s.): 1. tortuya, döküntüye âit. 2. i. çıkartı, (bkz : gaita). Hummâ-yi s ü flic e : gaitanın bağırsaklarda emilmesinden meydana gelen Sitma, ateş, nöbet, süflî, siifliyye ‫ ﺳﻐﻠﻴﻪ‬، ‫( ﻣ ﺶ‬a.s.) : 1. aşağıda bulunan, (bkz : tahtâni). 2. alçak, bayağı, (bkz: deni). Hidemât-1 sü fliy y e : çöpçülük, süprüntücülük gibi şeyler. 3. kılıksız kıyâfetsiz. 4. i. astr. Utarit (Merkür) ile, Venüs (Zühre) gezegenleri, süfliyyât ‫( — ت‬a.i.c.) : tas. dünyâ ile ilgili bayağı İşler, hususlar, şeyler. süfliyyât-1 m a d d ic e : maddi bayağılıklar, aşağılıklar. süfliyye ‫( ﺛ ﻔ ﻴ ﻪ‬a.s.): ["süflî'' ‫ ﺛﻐﻠ ﻲ‬nin müen.]. (bkz : süflî). s ü fli^ e t ‫( ﻣ ﻐ ﻠ ﻴ ﺖ‬a.i.) : süflülük, alçaklık, bayağılık. süfliyyeyn ‫( ﺳ ﻔ ﻠ ﻴ ﻴ ﻦ‬a.i.c.) : "iki sü flü '': Utarit (Merkür) ile Venüs (Ziihre) gezegenleri, süfliyyin (a.s.c.) : ayak takımı, düzensiz kalabalık. siifre ‫( ﻣ ﻐ ﺮ ه‬a.i.): sofra, (bkz : hân, mâide). Süfre-İ z iyâfet: ziyâfet sofrası, süfte * i (f.s.): delinmiş, delikli, (bkz: meskub). Dürr-i süfte : delinmiş inci, süftece (a.i.c.: sefâtic): tic. poliçe, süfte-gûş ‫( ﺳﻔﺘﻪ ا ش‬f.b.s.): 1. kulağı delinmiş. 2.mec. kulağı delik, (bkz : â rif vâkıf), sü fû f ‫( ﻣ ﻔ ﻮ ف‬a.i. seffin c.). (bkz : seff). süfün ‫( ض‬a.i. sefine'nin c .): gemiler, [en çok harp gemileri], (bkz : sefâin). sügur ‫“( ل*ﻟﻞ‬gu" uzun okunur, sagr'ın c.): SInirlar, düşman ağzı olan yerler, sügvâr ‫( ﻣﻮﺳﻤﻮار‬f.i.). (bkz : sûgvâr). sügvârî ‫( ﺳﻮﺳﻤﻮارى‬fi.), (bkz : sûgvârî). Sühâ ١‫( ﺳﻪ‬a.i.): 1. astr. Büyükayı yıldız kümesinden en küçük yıldız, [eskiden, gözlerin görüş derecesi bu yıldızla tecrübe olunurmuş]. 2. erkek adi. sühan — (f.i.): söz, lâkırdı, (bkz: kavi, kelâm, İâfz, suhan). sühan-ı gaibi ("ga" uzun okunur): görünmeyen dünyâdan, gelecekten haber veren söz. sühan-ı g ılâ fî: anlaşılmaz dil. sühan-ı zinde : güzel, parlak bir konuşma.

sühan-âferîn ‫( ﻣ ﺨ ﻦ آﻓ ﺮﻳ ﻦ‬f.b.s.) : söz yaratan, şaır. sühan-ârâ ‫آ وا‬ söyleyen.

c/u (f.b.s.): güzel, düzgün söz

sühan-ârâyî ‫( ﺳ ﺾ آرا ش‬f.b.i.): güzel, düzgün söz söyleyicilik. sühan-çîn ‫ ﺧ ﻦ ; ص‬٠ (f.b.s.): söz toplayan, söz getirip götüren, dedikoducu, sühan-dân ‫( ﻣ ﺨ ﺪ ا ن‬f.b.s.): sözbilen, güzel söz söyleyen. sühan-dânî ‫ اﻓ ﻰ‬söz söyleyicilik.

(f.b.i.): sözbilirlik, güzel

sühan-fehm ‫إ‬٠‫( و ض ﻓﻪ‬f.a.b.s.): sözün değerini takdir eden. sühan-gû ‫ا‬ söyleyici.

‫( ﺳ ﺨ ﻦ‬f.b.s.): söz söyleyen, söz

sühan-güzâr ‫( ﺳ ﺨ ﻜ ﻨ ﺎ ر‬f.b.s.): güzel söz söyleyen. siihan-perdâz ‫ ز‬١‫ض ﻳﺮد‬ zel söz söyleyen.

(f.b.s.): düzgün, gü-

sühan-perdâzi ‫( ﺳ ﺨ ﻦ ﺑ ﺮدا ز ى‬f.b.i.): düzgün, güzel söz söyleyicilik. sühan-perver ‫( ﻣ ﺨ ﻦ ر و ر‬f.b.s.): güzel söz söylemesini bilen. sühan-pîrâ ‫ ﺧ ﻦ د را‬٠٠‫( ل‬fb .s.): süslü söz söyleyen. sühan-rân ‫ ان‬sühan-rânî ‫— اﻓﻰ‬

(f.b.s.): güzel söyleyen, (f.b.i.): güzel söyleyicilik.

sühan-râz ‫( — راز‬f.b.s.): söz, sır saklayan, siihan-senc ‫( — ا ﺳ ﺞ‬f.b.s.c.: sühan-sencân): hesaplı, ölçülü konuşan, sühan-sencân ‫( ﻣ ﺨ ﻦ ﻣ ﻔ ﺠﺎ ن‬f.b.s. siihan-senc'in c .): hesaplı, ölçülü konuşanlar, sühan-senci — konuşma.



(f.b.i.) : hesaplı, ölçülü

sühan-serâ ‫( ﺳ ﺨﻨ ﺴ ﺮا‬f.b.s.). (bkz : suhan-serâ). sühan-serâyân ‫( ﻣ ﺨ ﻔ ﻤ ﺮا ﻳﺎ ن‬f.b.s.: sühanserâ'nın c.) : (bkz : sııhan-serâyân). sühan-şinâs ‫( ﺳ ﺨ ﻦ دا س‬fb .s.): söz bilir, sözün kıymetini takdir eden, sühan-ver ‫ ﻣ ﺨﺘ ﻮ ر‬I (f.b.s.): düzgün konuşan, sühan-verî ‫( ﺿ ﺘ ﻤ ﺄ‬f.b.i.): düzgün konuşma, sühan-zâ ‫( ﺳ ﺨ ﺘ ﺰ ا‬f.b.s.): kelime doguran, kelime yaratan. sühâr ‫( ﺳ ﺤﺎ ر‬a.i.): uykusuzluk, geceleri uyuyamama. 1129

Siiheyl Süheyl ‫( ﺳﻬﻴﻞ‬a.i.): 1. semânın güney yarim küresinde bulunan Sefîne-İ Nûh burcundaki parlak ve büyük bir yıldızın adi, fr. canopus. Yemen'den daha iyi göründüğü İçin buna "Süheyl-İ Yemânî” de derler. 2. erkek adi. Süheyl-İ Ferd veyâ Çam: astr. ŞUcâ' burcunun bir yıldızı, (bkz : şücâ'). Süheyl-İ Huzzâr: astr. “Sefîne-İ Nûh” ile "Süheyl-İ Rakkaş” arasına ‫ ؟‬ekilen hat üzerinde bulunan ve “ Sefîne-İ Nûh”a yakın olan yıldız. Süheyl-İ Mahlef: astr. “Sefîne-İ Nûh” ile “Süheyl-İ Rakkaş” arasına ‫ ؟‬ekilen hat üzerinde bulunan ve “Süheyl-İ Huzzâr)'dan sonraya kalan yıldız. Süheyl-İ Rakkaş: astr. “Sefîne-İ Nûh" ile ''Süheyl-İ Mahlef''den ge‫ ؟‬en hat üzerinde “Süheyl-İ Mahlef” den sonra gelen yıldız. Süheyl-İ Yemânî: astr. “Sefîne-İ Nûh” ile "Recül-İ Yesâr-İ Cevzâ” arasına ‫ ؟‬ekilen hat üzerinde “Sefîne-İ Nûh’’dan sonra gelen yıldız. [Süheyl dogdugu zaman Yemen'de ‫ ؟‬ikan akik taşı, rengini ondan alırmış]. Siiheyl ü Nev-bahâr: XIV. asır Anadolu Turkçesinin şiir dilindeki ilk güzel örneklerini veren "Ferheng-nâme-i Sa'dî'' miitercimi Hoca Mes'ûd bin Ahmed tarafından Fars‫ ؟‬adan Türk‫ ؟‬eye tercüme edilmiş, ‫ ؟‬in hükümdârının kızı Nevbahâr'a âşık olan Yemen hükümdârının oglu Süheyl'in ‫ ؟‬İn'e seyâhatini ve bir ‫ ؟‬ok mâcerâlarını anlatan manzum bir aşk hikâyesidir. [Do‫ ؟‬. Dr. Cem Dil‫ ؟‬in tarafından geniş bir inceleme ile birlikte, ‫ ؟‬evriyazı ve eleştirili olarak hazırlanan "Süheyl ü Nev-bahâr”; Atatürk Kültür Merkezi tarafından yayımlanmıştır. VII t 676 s., Ankara, 1991]. siiheylâ ‫( ﺳﻬﻴﻼ‬a.i.) : 1. yumuşacık huylu kadm. 2. kadm adi. siihre ‫( ﺳﺤﺮه‬a.i.) : yalancı fecir, siihreverdiyye ‫( ﺳﻬﺮوردﻳﻪ‬a.h.i.): tas. Şeyh Ömer Çahâbettin Sühreverdi tarafîndan kurulan tarikat. sühûlet ‫( ﺳ ﻬ ﻮ ك‬a.i.): 1. kolaylık. 2. kolaylık vasıtası. 3. yavaşlık, usul; nâzik muâmele. 4. s. elverişli, kullanışlı. 5. paraca kolaylık. sühûlet-bahş ‫( ﺳﻬﻮﻟﺒﺨ ﺶ‬a.f.b.s.): kolaylık veren, kolay kullanılan, pratik. 1130

sühûmet ‫( ﻣ ﻬ ﻮ ت‬a.i.): hısımlık, akrabalık, (bkz: karâbet). sühun ‫ ﺧ ﻮ ن‬٠‫(ل‬ti.): sOz. (bkz: sühan). sühûııet ‫ﺧﻮذت‬-‫( س‬a.i.): sıcaklık, kızgınlık, (bkz: harâret). sbhûnet ‫( ﺛﺨﻮ؛ت‬a.i.): katilik, peklik, (bkz: sehânet). sükalâ' ‫( ﺀﻵﺀ‬a.s. sakll'in c .): ağırlar; ‫ ؟‬irkinler; kabalar; sözü sohbeti ‫ ؟‬ekilmeyen kimseler. sükârâ ‫( ﻣﻜﺎر ى‬a.s. sekrân'ın c .): sarhoşlar, (bkz: mestân). sükkân ‫( ﻣﻜﺎ ن‬a.s. sâkin'in c .): oturanlar. sükkân-ı belde : şehir sâkinleri, şehirde oturanlar. sükkân-ı hâne : hâne sâkinleri, evde oturanlar. sükkân-ı semâvat ü zemin : göklerin ve yeryüzünün sâkinleri. sükker ‫ﺳﻜﺮ‬٠(a.i.): şeker. Tebevvül-i siikker: şeker İşeme. Sükker-İ hülâm : kim. aminoasetik asit, glikokol. siikker-i ineb : glikoz veyâ levüloz. Sükker-İ mükerrer : nöbet şekeri. sükkerü'l-manzara : şeker görünümünde olan. siikkeri ‫( ﺳﻜﺮى‬a.s. ve i.) : 1. şekerle ilgili. 2. şekerden yapılan tatil. siikkeri mermer : jeol. şekerimsi mermer. süknâ ‫( ﺳﻜﺎى‬a.i.) : oturulacak yer, konak. Kabil-i süknâ: oturmaya elverişli yer. Tetimme-i süknâ : oturmak üzere verilen lüzûmu kadar arsalar. siikub ‫"( ﺛﻌﻮ؛ب‬ku" uzun okunur, a.i. sakb'm, sukb'un c.): delikler. sükûn ‫( ﻣﻜ ﻮ ن‬a.i.): 1. durma, kımıldamama. 2. hareketsizlik, durgunluk. 3. dinme, kesilme. 4. a. gr. hareketsizlik : [azm kelimesindeki z harfinin hâli gibi). sükûn-i dem: soğukkanlılık. sükûn-i mu'tâdî: her zamanki sessizlik. sükûn ü hâb : durgunluk ve uyku. sükûn-âlûd ‫( ﺳﻜﻮن آﻟﻮد‬a.f.b.s.): sükûnet dolu, sükûnet ‫( ﻣ ﻜ ﻮﻧ ﺖ‬o.i.): 1. durgunluk, dinginlik, dinme, azalma. 2. rahat. sükûnet-bahş ‫( ﺳﻜﻮﻧ ﺖ ﺑﺨﺶ‬a.f.b.s.): huzur verici, rahatlatıcı, dinlendirici.

sülût sükûnet-gâh ‫( ﺳﻜﻮ ﻧﺘ ﻜﺎ ه‬a.f.b.i.) : d in le n m e ye ri; mec. m ezar. sükûnet-perver

‫ﺳﻜﻮﻧﺒﺮور‬

(a .f.b .s .): ra h a tla n -

‫ﻣﻜﻮﻧﺘﻴﺎب‬

( a .f.b .s .): sü k û n e t b u -

lan , d u rg u n la ş a n , d u ra n ; d u ru la n ; d in en ,

sükûn-pezîr

‫ﺳﻜﻮن ﻳﻨﻴﺮ‬

(a.f.b.s.) : d u rg u n , y a -

tışm ış, sâ k in .

sükût

‫ﺀ ت‬

sükût-i istifhâm : so rg u sessizliği,

N ebevi

de ta m a m la m ış tır . H z . M u h a m m e d 'e k a rç ı s a m im i b a ğ lılığ ın ı, v e îs lâ m

d e rin

ta h a ssü sle riyle

ü m m e tin in d in i h e y e c a n la r ıy la

m e z c e d e re k n a k le m u v a ffa k o ld u ğ u İ‫ ؟‬in b u eserler a r a s ın d a en ‫ ؟‬o k s a y g ı v e k ıy m e t k a -

şâire y a p m a k ta k u lla n ıla n k ıy m e tli b ir taş.

2. S ü le y m a n 'a âit, s iile y m a n la ilg ili. 3. s. g. s.

sükût-perest ‫( ﺳﻜﻮﺳﺮﺳﺖ‬a.f.b.s.) : su sa n , su sm a y i seven.

g ü z e l sa n a tla rd a k u lla n ıla n b ir k â ğ ıt c i n s i : [tezhip, h a t, m in y a tü r v.b.].

sülâf, sülâfe ‫ ﺳﻼﻓﻪ‬، ‫ ( ﺳﻼف‬a .i.) : 1. şarap, (b k z : b âd e, h a m r, sah bâ). 2 . m e y v e su yu . 3 . b ir

en g ü ze l ta ra fı,

sülâle-i tâh ire : H z . M u h a m m e d 'in te m iz sülâlesi.

sülâm, sülâmî ‫ى‬٠‫ ﺳﻼ‬، ‫ ( ﻣﻼم‬a .i .c .: sü lâ m iy â t) : hek. el v e p a r m a k k e m iğ i,

‫ت‬٠‫ﻣﻼب‬

(a.i. sü lâ m î'n in

c .) : hek. el

v e p a r m a k k e m ik le ri,

sülâsâ' ‫ ﺛﻠﺜﺎﺀ‬، ‫ ( ﺛﻼﺛﺎﺀ‬a .i.) : salı, sülâsî JİĞ (a.s. s e lâ s e 'd e n ): 1. Ü‫ ؟‬İÜ, ü ‫ ؟‬şe yd e n m e y d a n a gelen.

sülâsi'l-ezhâr : bot. b ir sa p ta ü ‫ ؟ ؟‬i‫ ؟‬e ğ i b u lu n a n *bitki.

sülâsî k ü û l : kim. * ü ç ü n c ü l alk o l, fr. alcool tertiaire. sülâsî mezidün f i h : a. gr. z â id h a r f a lm ış Ü‫ ؟‬İÜ kelim e.

sülâsî mücerred : a. gr. ü ‫ ؟‬h a r f li asli k e lim e kökü.

sülâsi’r-re's : ü ‫ ؟‬k a fa lı (h a y v a n ). 2. a. gr. asil ü ‫ ؟‬h a r f o la n [fiil[.

sülehfâ ‫ ( ﻣﻠ ﺤﻔﺎ‬a .i.) : (b k z : sü lh afâ). sülehfât ‫ ( ﺳﻠﺤﻔﺎ ت‬a .i.) : (b k z : siilh afât). Süleyman ‫ ؟‬elebi ‫ ﺟﻠ ﻰ‬7 ‫( ﺳﻠﻴ ﻤﺎ ن‬a .h .i.) : B u rs a 'd a d o ğ m u ştu r, b a b a s ın ın a d i A h m e t P a şa 'd ır. Y ıld ır ım

B a ye z it'm ,

siileyme ، U -L (a.i.) : hek. el v e a y a k p a rm a k la r ın ın ik in c i k e m iğ i, fr. phalange. siileyme-i sagire : anat. p a r m a k ü ç ü n c ü kem iğ i, fr. phalangette.

sülâle ‫ ( ﺳﻼﻟﻪ‬a .i.) : s o y sop, dö l döş, o ca k .

S u lta n

"S iy e r -i

süleymânî ‫ذى‬١‫ ( ﺳﻴﻢ‬a .i.) : 1. k e m er to k ası v e

şan . 2 . i. erkek adi.

Ö n ce

D a r ir 'in

z a n m ıştır. (d. : ? - ö. 14 2 1).

sükûtî ‫ ( ﺳﻜﻮ'ذى‬a .s .) : 1. su sm a y ı seven , az k o n u -

sülâmiyât

K adı

m a n z u m eser, b u sâ h a d a y a z ılm ış b ü tü n

(a.i.) : su sm a , sö z sö ylem em e,

( b k z : sam t).

ş e y in

ile

t e r c ü m e s in d e n İlh â m a la r a k 14 0 9 sen esin -

d ırıc ı, d in le n d iric i.

sükûnet-yâb

sa m im iy e t v e h e y e c a n la İfâd e etm eg e ‫ ؟‬a lıçm ıştır. E s e r in i  ç ık P a ça 'n ın "G a r ib n â m e "s i

so n ra

E m ir S ü le y m a n 'ın y a k ın la r ın d a n o lm u ştu r. P e y g a m b e rim iz h a k k ın d a y a z d ığ ı M e v lid 'i

sülhafâ ‫( ﺳﻠﺤﻔﺎ‬a.i.) : k a p lu m b a ğ a , sülhafâ-i azb : zool. tatil su k a p lu m b a ğ a sı, sülhafâ-i b a h r i c e : zool. d e n iz k a p lu m b a ğası.

sülhafâ-i berriyye : zool. k a r a k a p lu m b a ğ a sülhafâ-i m ezragiyye : zool. neh ir, g ö l ve b a ta k lık la r ın k e n a rın d a y a ş a y a n , k a r a k a p lu m b a g a s ın a b e n z e r b ir c in s k a p lu m b a ğ a ,

sülhafât ‫ ( ﺳﻠ ﺤﻔﺎ ت‬a .i.c .: s e l â h i f ) : zool. k a p lu m b a ğ a . ( b k z : sü lh afâ).

siilhafiyye ( a .i.) : zool. k a p lu m b a ğ a la r, fr. cheioniens. süllâ' ‫ ( ﻣﻼﺀ‬a .i . ) : n e b a tla rın (*bitki) k a b u k la rı ü z e rin d e b u lu n a n v e k o la y lık la k o p a n d ikenler.

siillâf ‫( ﺳﻼف‬a.i. s e le fin c . ) : selefler, ö n ce gelip g e çm işler, ( b k z : eslâf).

sülle ٠‫( ﺛ ﻞ‬a.i.) : 1. ‫ ؟‬o k p a ra . 2. in s a n to p lu lu ğ u , k a la b a lık . Lâ yüferriku beyne's-siille ve's selle : k o y u n s ü rü sü ile in s a n k a la b a lığ ın ı fa rk e tm e z; ‫ ؟‬o k aptal. s ü lle m

‫دم‬

2. hek. k u la ğ ın iç in d e k i

m e rd iv e n şek lin d e o lan b o şlu k ,

ile p e k ‫ ؟‬o k İslâ m şâ irin e n a sib o lm a y a n b ir

s ü lm e

‫ى‬

şö h ret k a z a n m ış ,

s ü lû c

‫ﺛﻠ ﻮ ج‬

m e v z û u n u y ü k s e k bil.

( a .i .c .: s e l â l i m ) : 1. m erd iv en , (b k z :

m i'r â c ‫؛‬, m i r k a t ) :

(a.i.) : ged ik, ‫ ؟‬atlak. (b k z : sahre). (a.i. selc'in c . ) : karlar.

1131

sölûk sülük ‫( ﺳﻠ ﻮ ك‬a.i. silk'den): 1. bir yola girme, bir yol tutma. 2. husûsî bir sınıfa, bir grupa katılma. 3. bir tarikata intisâbetme. sü'lûl ‫ﺋﺆﻟﻮل‬٠ (a.i.) : 1. meme başı. 2. vücutta meydana gelen sigil. sülüs ‫ث‬٠‫( ﺛﻞ‬a.i.) : 1. ü‫ ؟‬te bir. 2. (bkz : hatt-1 sülüs). 3. sikkenin ü‫ ؟‬te bir değerindeki madeni para.

sümün ‫( ﺛ ﻤ ﻦ‬a.i.) : sekizde bir : ı/8 ٠(“siimn” de denilir). sümüvv ‫( ﺳ ﻮ‬a.i.) : yükseklik, yücelik, (bkz : rifat, uliivv). [maddi, mânevi kullanılır]. sünâî ‫( ئﺀﻳﻰ‬a.s.): 1. ikili, ikilik, iki kışımdan olma. 2. gr. asli harfi iki olan [kelime], s. fels. *ikincil, fr. secondaire.

sülüs c e lisi: g. s. bir yazı sitili,

sünâîyü'l-m esken: bot. dioîque.

sülüs g ro ssi: g. s. bir yazı sitili, [hattat Râkım'm îcâdıdır].

sünâî k ü û l: kim. *ikincil alkol, fr., alcool secondaire.

sülüsân ‫( ﺛﻠﺜﺎن‬a.s.) : ü‫ ؟‬te iki, ü‫ ؟‬kışımda iki kisim. (bkz: siilüseyn).

sünâîyye ‫( ىاﺀﺳﻪ‬a.i.): fels. ikicilik, fr. dualisme. (bkz : isneyniyyet).

süliiseyn ‫( د ﻛ ﻦ‬a.s.c.): ü‫ ؟‬te iki, ü‫ ؟‬kışımda iki kısım, (bkz: sülüsân).

sünbâde ‫ﺳﺎ د ه‬ sümpâre).

sülüsî ‫( د ش‬a.s.): 1. sülüsle, ü‫ ؟‬te bir ile ilgili. 2. i. biryazı sitili.

siinbâdec ‫( ﺳﺎ د ج‬a.i.). (bkz : sünbâde).

sülvân, süİvâne ‫ ﺳﻠﻮاﻧﻪ‬، ,‫( ﺳﻠﻮا ن‬a.i.): yüreğe feı'ahlık veren ruh; i‫ ؟‬a‫ ؟‬ıcı ilâ‫ ؟‬,

(f.i.) :

iki

evcikli,

zımpara.

sünbül ‫ﺳﻞ‬،‫( ا‬f.i.) : 1. sünbül. 2. güzellerin saçı, sünbül-i asâfîr : (bkz : âle ٦٥/oo).

süm'a ‫( ﺳﻤﻌﻪ‬a.i.) : görsünler, işitsinler diye yapılan göstermecilik, (bkz : riyâ).

sünbül-i h a tâ î: bot. melekotu.

sümmâk ‫ ا ق‬٠‫(س‬a.i.) : somak, kebaba, hamura konulan ekşice ve kırmızı tâneler. siimme ‫(ص‬a.zf.): 1. sonra, (bkz : ba'dehu, pes). 2. tekraı' ve tekrar. sümme't-tedârik ‫( ﺛ ﻢ اﻟﺘ ﺪا ر ك‬a.b.s ve zf.): tedârikten sonra, İş olduktan sonra düşünülmüş, sonradan uydurma; son anda yapılan veya düşünülen, [asil: "sümme'ttedâîük'' dür]. siimpâre ‫ ﺳﺎره‬٠‫ث‬ sünbâde).

(o.i.):

zımpara,

(bkz:

siimre, siimret ‫ ﺳ ﺮ ت‬، ‫( ﺳ ﺮ ه‬a.i. esmerlik, karayagızlık. süm-tırâş ‫( ﺳ ﺘ ﺮا ش‬f.b.i.): suntra‫ ؟‬, nalbantlarm tırnak kesme âleti. sümûhat ‫ﺣﺖ‬,‫( ﺳﻤﻮ‬a.i.): elaçıklığı, cömertlik, (bkz : semâhat). sümûm ‫ وم‬٠‫( م‬a.i. semm'in c .): zehirler, ağılar, (bkz : simâın). siimut ‫ ط‬٠‫(س‬a.i. simât'ın c .): 1. sofralar, yemek masaları. 2. sofraya gelmiş yemekler. 3. s a f lar, sıralar, diziler. 1132

(bkz:

sünbük ‫( ﻣ ﺒ ﻚ‬a.i.c. : senâbik) : toynak, at, eşek gibi tek tırnaklı hayvanların tırnağı.

süm r ‫( ؛‬f.i.): dört ayaklı hayvanların tırnağı,

sümeyre ‫( ﺛﻤﻴﺮه‬a.i.) : 1. meyva ‫ ؟‬ağlası. 2. bot. kendi üzerine kıvrılmış yaprak,

fr.

sünbül-i hindi : bot. kediotu. sünbül-i m iizekker: bot. châton.

tırtılımsı,

fr.

sünbül-i r û m î: bot. hind sünbülü, nardin yağı, kedi otu. sünbül-i sir-âb : tâze, tarâvetli sünbül. sünbül-i teb er: bot. güzelhâtunçiçeğigülerden, *özellikle iki çeşidi ‫ ؟‬ok yaygm olan bir süs *bitkisi. sünbülât ‫( ﺳ ﻼ ت‬a.i. siinbiile'nin c .): başaklar. sünbüle ‫ ب‬٠ ‫( م‬a.i. senâbil, sünbülât): 1. başak. 2. astr. Başak Burcu, semânın kuzey yarim küresinde bulunan yedi parlak yıldızdan müteşekkil bir dörtgen ve iki kuyruklu bir bur‫ ؟‬, lât. virgo; fr. vierge. [Güneş ağustosta bu burca girer]. 3. miiz. muhayyer sünbüle makamının XIX. asırdan evvel kullanılan ismi [maamâfih, bu iki malcam arasında ehemmiyetsiz bir farkm bulunduğu anlaşılıyor]. Siinbiile en eski makamlardandır. 4. Muallim Naci'nin 1890 da basılmış bir şiir kitabi. sünbüle-i k a d im : müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makamdır.

sürfe s iin b iile -n ih â v e n d

‫ﺳﺘﺒﻠﻪ ﻧﻬﺎوﻧﺪ‬

( a .f.b .i.): m iiz .

T ü r k m ü z iğ in d e bil' m ü rek k e p m a lcam olup z a m â m m ız a k a lm ış n iim û n e si y o k tu i'‫ ؛‬en az ik i asırlık tır. s iin b iili b ü lle

‫ﺳﺘﺒﻠﻰ‬

3 . H a lv e tiy y e

2 . y a g m ır s u z t a rik a tın ın

k a p a lı Sünbül

hava. S in a ıı

S ü n b ü li y y e - İ H a lv e t iy y e H a lv e tiy y e

"C e m â liy y e - i

‫ﺳﻔﻮن‬

sü n û n

biri.

-s ü p â r

‫ ( ﺳﻐﺒﻠﻴﻪﺀ ﺧﻠﻮ'ﺑﻪ‬f .a .h .i.) :

ta rik a tı

H a lv e tiy y e ”

[S ü n b ü l

S in a n

şu b ele rin d en n in

k o lla r ın -

a d ıy la

m e şh u r

‫( د ا ر‬f .b .i.) : sü n b ü l b ah çe si, ‫ ( ﻓﺪس‬a .i.) : p a rla k re n k li, ‫ ؟‬İ‫ ؟‬e k li a ltm

v e y â g ü m ü ş telle işlem eli, n a k ışlı o la ra k d o -

sündüsî ‫ ( ﻓ ﺪ ﻣ ﻰ‬a .s .) : sü n d ü ste n y a p ılm ış şey. sünen ‫( ﺳﻐﻦ‬a.i. s ü n n e t'in c . ) : sü n n etler, dilelel'i k u tsa l İşler,

‫ (ص‬a .i.) : (b k z : siirr). ‫ ( ﺳﺮادق‬a .i .c .: s ü r â d ık a t ) :

( a .i.c .: sü nen) : 1. iy i a h lâ k , iy i

v e ta sv ib le ri [m is v a k lcu llan m a, cem a a tle n a m a z k lim a v.b.. g ib i].(b k z : h ad is). E h l -İ

sünnet : Ş ia 'n ın h â ric in d e k i İslâ m m e z ile p lerin e m e n su p o lan ‫ ؟‬o g u n lu k .

rin ‫ ؟‬o k defâ ed â ed ip b â z a n terk ettik le ri sü n n e t [n a m a z d a u z u n olcum a, ik in d i ve y a tsı n a m a z la r ın ın ilk sü n n e tle ri gibi..],

ed â

e ttik le ri

n a m a z la rın d a k i)

(sabah,

sü nn etler.

3 ٠‫ ؟‬o c u ğ u sü n n e t etm e, (b k z : h itân ).

‫ ﺳﺘﻴﻪ‬، ‫ﻣﺘﻰ‬

‫ﻣﻔﻮخ‬

o k u n u r,

a.i.

d â ire le rin in ö n ü n e ‫ ؟‬ek ilen b ü y ü k perdeleı.. 2 . o ta ğ la r, p â d iş â h ç a d ırla rı,

‫ ( را غ‬f .i .) : iz, eser, işâret. s ü r 'a t ‫ ( ﻣ ﺮ ق‬a .i . ) : ç a b u k lu k , h ız.

ra m a . s ü r 'a t - i İ n t iş â r : y a y ılm a h ızı, s ü r 'a t -i m iim k in e : m ü m k ü n o la n ‫ ؟‬ab u k lu k . s ü r 'a t -i s e y r : gid iş h ızı,

( a .i.c .: s ü n û h â t ) : 1. sa ğ la m

sü rb

‫ﺳﺮب‬

( f .i .) : k u r ş u n ‫ ؛‬k a la y ; k u r ş u n v e k a -

la y k a rış ım ı.

‫ﺳﺮﺑﻪ‬

s iir b e

( a .i .c .:

siireb,

sü rü b ):

1. sü rü .

sü re h â' sü re r

‫ر‬

Ş ü re k â

‫( ﻣﺤﺮﺣﺎﺀ‬a.s. s a r ih 'in

c . ) : s a fl ık la r ,

(a.i. sü rre'n in c.) : a n a t. göbeklei".

‫ر‬

(a .h .i.) : 1. astr.

Ü lk e r

y ıld ız ı,

c u n u n en p a rla k y ıld ız ı o lan E d d eb e râ n 'ııı

(a.s.) : sü n n e t eh -

lin d e n o la n k im se , [ a k s i : ŞİÎ], sünûh

uzun

[se m â n ın k u z e y y a r im k ü re sin d e S e v r b u r-

s iin n e t u lla h : A lla h 'ın k o y d u ğ u n iz a m , s ü n n î, s ü n n iy y e

( "k a ”

c . ) : 1. sa r a y p erd eleri, h a re m

2 . g ü r û h , cem âat.

s iin n e t -i m ü e k lc e d e : H z . P e y g a m b e rin h e ak şam

‫ﺳﺮادﻗﺎت‬

s ü r 'a t -i t e b a h h u r : fiz . b u ğ u la ş m a h ızı,

S ü n n e t-İ g a y r - i m iie k k e d e : H z . P e y g a m b e -

ö ğle,

perde). s ü r â d ik a t

s ü r 'a t -i i n t i k a l : ‫ ؟‬a b u k a n la m a , ‫ ؟‬a b u k k a v -

tabiat. 2 . H z . M ıılıa m ın e d 'in sö zleri, İşleri

d â im â

1. b ü yü k

p â d iş â h ç a d ır ı. 2 . s a r a y p erd e si, (b k z : serâ-

s ü r 'a t - i İ n f i â l : ‫ ؟‬o k ‫ ؟‬a b u k g ü c e n e n , d a rıla n ,

sünne ‫ ( ﺳﻐﻪ‬a .i.) : (b k z : sünnet),

h e m en

( f .s .) : 1. ıs m a rla n m ış , sip âriş

sü râg

siinen-i s e n id e : H z . M u h a m m e d 'in İşle-

‫ﺳﺖ‬

‫ﺳﺠﺮده‬

o lu n m u ş. 2 . v e r ilm iş, b ıra k ılm ış ,

siirâ d ık 'ın

k u n m u ş ip e k k u m a ş.

h e r b ir c ü zü .

c ü z ” d ü r]. s ü p iir d e

sü r

sü n b ü l-z â r

(b k z:

2 . m e c m û a , k ü ç ü k k itap , [ a s i l : “ sî-p â re = 3 0

s ü râ d ık

m en

(a.i. sen e'n in c . ) : y ılla r,

‫ ﺳﺎر‬- ( f .s .) : (b k z : -sip âr). ‫( ﺳﺎره‬f.b .i.) : 1. K u r 'â n 'ın

ğ ıı İ‫ ؟‬in b u ad i a lm ıştır],

sünnet

( a .s .) : 1. i‫ ؟‬e d o g m a h â lin e m e n -

sin in ).

S in â n e d d în -İ B o r lo v i ta ra fın d a n k u r u ld u -

sü n d ü s

(a.i. s ü n û h 'u n c . ) : a k la , h a tı-

sü p âre

sitili.

dan

‫ﺳﻔﻮﺣﻰ‬

sü n û h î

E fe n d i b ö lü m ü n e m en su p . 4 . i. g. s. b ir y a z ı

ta s.

‫ﺳﻔﻮﺣﺎت‬

ra gelen) i ‫ ؟‬e d o g a n şeyler,

su p, h a tıra gelm ek le ilg ili. 2 . erkek adi.

(f.s.) : 1. sü n biile m en su p , sü n -

ilg ili.

sü n û h ât

ile risin d e v e F e re s-i A 'z a ın istik a m e tin d e g ö rü n e n g ü ze l b ir y ıld ız k ü m e s i (Pleiades)].

ve

(b k z : P ervin ). I k d -1 S ü r e y y a , a str. Ü lk e r

e m in o lm a . 2 . a d a m a k ıllı b ilm e . 3 . (sin il'in

[g e rd a n lığ a b e n ze tilm e sin d e n d o la yı b u ad

c.): diş y u v a la r ı, d iş ‫ ؟‬u k ıırla rı.

v e r ilm iş tir ]. 2 . erkek v e k a d m adi. 3 . asil-

sü n û h

‫ﺳﻔﻮح‬

( a .i .c .: s ü n û llâ t ) : 1. a k la, h a tıra

m ış a v ize.

gelm e, i‫ ؟‬e d o g m a . 2 . ‫ ؟‬licm a, z u h û r etm e,

s iir fe

v â k i o lm a . Ş e r e f -s ü n û h : şerefle a k la gelen.

s ü r fe

‫( ﺳﺮﻓﻪ‬a.i.) : b iy. k u r tç u k , ‫ ( ﺳﺮﻓﻪ‬f .i .) : öksü rülc. (b k z

: suâl).

1133

siirh siirh ‫( ر خ‬f.s.) : 1. kırmızı, kızıl, (bkz : ahmer). 2. kırmızı mürekkep. 3. bab veyâ fasıl başİıkları kırmızı mürekkeple yazılmış olan yazma kitap. sürh-âb ‫( ﺳ ﺮ خ آ ب‬Tb.i.): 1. kırmızı su. [lcan ve şarap]; allık. 2. mec. keder, gözyaşı, sürh-âbî ‫( ﺳ ﺮ ﺧﺎﺑ ﻰ‬Tb.i.): 1. kırmızı ördelc. 2. s. kırmızı su renginde olan, sürhî ‫( ر ض‬f.i.): lcırmızılık, kızıllık, (bkz: humret). sürhî-i hicâb : utançtan dogan kırmızılık, sürh-ser ‫( ر ﺧ ﺮ‬f.b.s ve i.) ; 1. kızılbaş. (bkz : râfızî). 2. s. kırmızı başlı, sürîn ‫ ن‬٠‫( ﺳﺮ‬f.i.): 1. makat. 2. göbelc. s ü ri^ e ‫( ﺳﺮﻳﻪ‬a.i.c.: serârî): câriye, odalık. (bkz ‫ ؛‬kenizek, memlûke). sürm ‫( ر م‬a.i.): anat. kaim bağırsağın alt kısmi. Nezf-İ siirm : bâsur. sürme ‫( ﺳﺮﻣﻪ‬f.i.): sürme, (bkz : kûhl). sürme-‫ ؟‬ûb ‫( ر ﻣ ﻪ ﺟ ﻮ ب‬f.b.s.): göze sürme ‫ ؟‬ekmek İ‫ ؟‬in kullanılan mil. sürme-dân ‫( ﺳﻮﻣﻪ دا ن‬Tb.i.); sürme kabı, sürme hokkası. sürme-keş ‫( ﺳﺮﻣﻪ ﻛ ﺶ‬Tb.s.): sürme çekmiş; sürme ‫ ؟‬eken, sürme ‫ ؟‬ekici, sürr ‫( ر‬a.i.): anat. yeni doğmuş ‫ ؟‬ocuğun kesilmiş göbeği. sürrâk ‫( ر ا ق‬a.s. sârik'ın c.): hırsızlar, (bkz: düzdân). sürrât ‫( ر ا ت‬a.i. sürre'nin c.). (bkz : sürer), sürre ‫( ﺳ ﻪ‬a.i.c.: sürer, sürrât): 1. göbek, (bkz : nâf). siirre-i b âtın a : yumurtanın sarısı, i‫ ؟‬göbek, fr. chalaze. [tam ortasında bulunmasından kinâye]. Sürre-İ r i e : anat. akciğer göbeği, fr. hile pulmonaire. 2. s. erkeğin hoşlandığı [kadm]. sürrevi ‫( ر و ى‬o.s.): göbeğe ait, göbekle ‫ ؛‬ilgili. [asli: “sürrî” dir]. (bkz: sürrî). sürrî ‫( ر ى‬a.s.): göbeğe âit, göbekle ‫ ؛‬ilgili, sürûb ‫( ﺛ ﺮ و ب‬a.i. serb'in c .): 1. içyağları. 2. azarlamalar, çekiştirmeler, beğenmeler, sürûc ‫( ﺳ ﺮ و ج‬a.i. serc'in c .): eyerler, at takımlan. sürûd ‫( ر و د‬f.i.): şarkı; türkü. sürûd-i hezâr ; bülbül nağmesi. 1134

sürûd-i husrevâni: müz. Iran sâsânî müziginde halk türkülerine verilen isimlerden biri, ‫؛‬kısaca : husrevâni de denilir], sürûd-gû / ‫( ﺳﺮود‬f.b.i. ve s.): 1. şarkıcı, solist. 2. şâir, ozan. sürûd-serâ ‫( ﺳﺮود ﺳﺮا‬f.b.i. ve s.): 1. şarkıcı, solist. 2. şâir. sürür ‫( ﺳﺮور‬a.i.): sevin‫ ؟‬. D ârü 's-siirû r: sevin‫ ؟‬evi, sevinçli yer. Sürûrî ‫( ﺳﺮورى‬a.h.i.): XVIII. asrin ikinci yarışında yaşamış olan bu şâirin asil adi Osman'dır. Adana'lıdır. Şiirde önce "Hüznî" sonra da "Sürûrî" mahlasım kullanmıştır. Birçok şiirler yazmış ve bunlardan bir divan tertibetmiştir. Şiirlerin çoğu hiciv ve mizâha âittir. Zamânı şâirlerinden Siinbülzâde Vehbi ile Şeyh Galib'i de hicvetmiştir. Sürûrî'nin asil şöhret ve muvaffakiyeti "ebced" hesâbıyla tertibettigi manzum târihlerindedir. Târihlerinden bir kısmı sonradan "Sürûrî Mecmûası” adıyla neşredilmiştir, (d.: ? - ö .: 1813). sürûrî ‫( ارور ى‬a.s.): 1. sürurla, sevinçle ilgili. 2. neşeli, keyifli. 3. i. erkek adi. sürûç ‫( ر و ش‬Ti.): 1. (c .: sürûşân): melek. (bkz: firişte). 2. Cebrâil. sürûş-ân ‫( ﺳﺮوﺷﺎن‬Ti. sürûş'un c .): melekler, (bkz: firiştegân). sürûçe ‫( ﺳﺮوﺷﻪ‬Ti.), (bkz : sürüş), sürüc ‫( ر ج‬a.i. sirâc'in c .): ışıklar, kandiller, mumlar. sürür ‫( ﺳﺮر‬a.i. serir'in c.) : 1. yatacak yerler. 2. tahtlar. Süryânî ‫( رﻳﺎﻧ ﻰ‬a.s. ve i.) : eski Suriye (Şam) halkından, onların eski dinlerinden olanlar. siist ‫( ﺳ ﺖ‬f.s.): 1. gevşek, sölpük, mec. tenbel. 2. mânâsız, değersiz [kelime], süst-azm ‫ﺳ ﺖ ﻋﺰم‬ [kimse].

(f.a.b.s.): iradesi zayıf

süst-baht ‫( ﺳ ﺴ ﺖ ﻳﺨ ﺖ‬f.b.s.): talihsiz, şanssız [lcimse]. süstendâm ‫( ﺳ ﺖ اﻧﺪام‬f.b.s.): vücûtça zayıf [kimse]. süstî ‫( ﺳ ﺊ‬f.b.i.): 1. gevşeklik, sölpüklük, tenbellik. 2. değersizlik, süst-pây ‫( ﺳ ﺖ ﺑﺎى‬f.b.s.): yavaş yürüyen.

süyûl siist-peym ân ‫( ﺳﺴﺖ ﻳﻤﺎن‬f.b.s.) : sözü, andı gev?ek olan, saglam olmayan, sütâ' ‫( ﺛ ﻄﺎ ع‬a.i.) : nezle, (bkz : zükâm). siitre ‫( ﺳﺘﺮه‬a.i.) : perde, örtü. Sütre-İ b e y z â : beyaz perde. Sütre-İ h a d râ : ye?il perde, sütûde ‫( ﻣﻌﻮﻟﻪ‬f.s.) : övülmü?; övülmeye deger. sütûdegî ‫ ( ﺳ ﻮ ﺑ ﺮ‬f i . ) : övülmü?, övülmeye lâyık olma hâli.

sütûde-sıfât ‫( ﺳ ﻮده ﺻﻔﺎت‬f.a.b.s.) : sıfatı, vash övülmü?, iyi vasıflı. sütûde-?iyem ‫( ﺳﺘﻮده ﺷ ﻢ‬f.b.s.): ahlâkı övülmü?, iyi ahlâklı. sütûh ‫( ﺳ ﻮه‬f.s.): 1. kederli, sıkıntılı. 2 ٠yorgun. 3. beceriksiz.

sütûh-i mütevâziye: geo. paralel *düzlemler.

sütün ‫ﺗﻮت‬٠‫( م‬f.i.) : 1. direk. 2. gazete, kitap veyâ dergi gibi ?eylerde sahifenin, yukardan a?ağı dogru bölünmü? oldugu kısımlardan herbiri, kolon.

sütûr ‫( ﺳﺘﻮر‬f.i.) : binek ve yük hayvani, sütûr ‫( ر ر‬a.i. sitr'in c .) : 1. perdeler. 2. örtüler.

sütûr-bân ‫ ن‬1‫( ﺳﺮ ر؛‬f.b.i.) : seyis, hayvana bakan.

sütûr-dân ‫( ﺳﻮردان‬f.b.i.): ahir. sütürde ‫( ز د ه‬f.s.): tıra? edilmi?, yontulmu?.

siitiire ‫( ﺳ ﺮه‬f.i.): ustura, siitiirg ‫( ﻣ ﺮ ؛ ل‬f.s.) : 1. büyük, iri. (bkz : muazzam). 2. kuvvetli, güçlü. 3. ofkeli, kızgın, kavgacı. SİİÛI ‫( ﺳﺆل‬a.i.) : etbeni.

süvâr ‫( ﻣﻮار‬f.i. ve S.C.: süvârân): 1. ata binmi?, binici. 2. “ binen, binici” mânâlarına gelerek *birle?ik kelimeler meydana getirir.' Esb-süvâr : ata binen, ata binici. Estersüvâr : katıra binen... gibi,

süvâri ‫( ر ا ر ى‬f.i.): 1. atlı. 2. atlı asker. 3. gemi kaptanı.

süver ‫( ر ر‬a.i. sûre'nin c .) : sûreler, süveydâ ‫( ﺳﻮﻳﺪا‬a.i.): 1. kalbin ortasında bulundugu sanılan kara benek. 2. kalbdeki gizli günah. 3. bot. *besidoku, fr. endosperme. 4- bot. besiörii, fr. albumen.

süveydâü'l-kalb: yürekte olan siyah nokta. (b k z : esvedii'l-kalb, sevdâü'1-kalb).

habbetii'l-kalb,

süveyk ‫( ر ق‬a.i. sak'dan): bot. sapçık, süvüm ‫( ر م‬f.s.) : üçüncü, (bkz : sâlis). süyûf ‫( ﺳﻴﺮف‬a.i. se y fin c .) : kılınçlar. (b k z : esyâf) Bakıyyetü's-süyûf: kılıçtan arta kalanlar, sava?tan ölmeden kurtulabilenler. Ehl-İ süyûf : kılıç ehli, askerler,

süyûh ‫( ﺳ ﻮ ح‬a.i. seyh'in c .) : 1. alcar sular. 2٠çizgili elbiseler, (bkz : esyâh). süyûl ‫( ر ل‬a.i. seyl'in c.) : seller.

1135

Şş

Şaâbîn ‫( ﺷ ﻌﺎ ﺑ ﻴ ﻦ‬a.i. şa'bân'ın c .) : şa'banlar. şaâyir ‫( ﺷ ﻌ ﺎ ﻳ ﺮ‬a.i. şaîre^nin c.) : hek. arpacıklar, fr. orgelets. şa'b ‫( ﺷﻌﺐ‬a.i.c.: şuûb) : 1. cemaat, tâife; kabile. 2. Kızıldenizden çıkarılan dallı budaklı taşlar. 3. bölün.müş, parçalanmış şey. 4 ٠hek. kafatasındaki çatlaklık, şâb ‫( ﺷﺎب‬f.i.) : şap. şâb-ı r û m î : bir çeşit biber, şâb ‫( ﺷﺎب‬a.s. ve i.) : (bkz : şâbb). şa'bân ‫( ﺷﻌﺒﺎن‬a.i.c.: şaâbîn): 1. arabi aylarınin sekizincisi, ramazandan önce gelen ay. 2. erkek adi. Şa'bâniyye-iH â!vetiyye ٧ ۶ ‫( ﺷﻌﺈﻧﻴﻪﺀ‬a.b.h.i.): tas. Halvetiyye Tarikatı asli şubelerinden biri, [kurucusu : Şa'bân-1 Vell'dir]. şâbâş ‫ش‬ ‫( ﺷﺎﺑﺎ‬f.i.): takdir etme, begenme, “ aferin!" deme, (bkz : hâşâ), şâbâş-hân ‫( ﺷﺎﺑﺎش ﺧﻮان‬f.b.s.): begenip alkışlayan, aferin diyen, (bkz : âferîn-hân, tahsinhân).

şâd ‫( ﺷﺎد‬f.s.) : sevinçli, (bkz : memnûn, mesrûr). D il-ş â d : gönlü sevinçli, şâd-âb ‫( ﺷﺎد آب‬f.b.s.): suya kanmış) sulu; tâze. (b k z : ıeyyân). şâd-âbi ‫( ﺷﺎد آﺑ ﻰ‬f.b.i.): suya kanmıçlık, sulu olma; tâzelik. şâd-âb-ter ‫( ﺷﺎد آ ﺑ ﺘ ﺮ‬f.b.s.): çok, aşırı sulanmış, su verilmiş. şâdân ‫( ﺷﺎدان‬f.s.) : 1. sevinçli, keyifli. 2. şad kimseler. 3. i. kadm ve erkek adi. ş â d - b e h r ^ ^ (f.b.i.) : sevinçli durum, şâd-hâb ‫( ﺷﺎدﺧﻮاب‬f.b.s.); uykusu tatil, şâdî ‫( ﻻ ذ ى‬f.i.): 1. memnunluk, sevinçlilik, gönül ferahlığı, (b k z : mesrûriyyet). 2. erkek adi. M ürde-İ ş â d l: çok sevinçten gelen ölüm, [miien.: “şâdiye” ]. şâdi ‫( ﻧﺎﺑﻰ‬a.i. şedâ'dan): 1. mahkeme hademesi; mübâşir. 2. tar. vaktiyle sultan sarayina odun götüren yeniçeri; odun anbarı me'muru. 3. nagme ile şiir okuyan. 4. ilimden, edebiyattan hissesi olan. 5. tar. torba oğlanı. Acemi Ocağı neferi,

şâbâşi ‫( ﺷﺎ ﺑﺎﺷﻰ‬fi.) : aferin deme, begenme, alkışlama.

şâdiye ‫( ﺷﺎﻟﻴﻪ‬a.s.): r. giizel sesle şarkı 'okuyan, şiir söyleyen kadm. 2. i. kadm adi.

şâbb ‫( ﺷﺎب‬a.s. ve i. şebâb'dan. c. : şübbân) : genç, delikanlı; yigit. Şeyh ii şâbb: ihtiyar ve genç.

şâd-kâm ‫( ﺷﺎد ﻛﺎم‬f.b.s.): çok sevinçli,

şâbb-ı e m re d : lıenüz sakalı, bıyığı çıkmamış olan genç. Şâ'beze ‫( ﻓ ﻌ ﻨ ﻪ‬a.i.) : el çabukluğu, hokkabazlık,

(b k z : şu'bede). ş a 'b e z e - b a ^ ‫( ﺷﻌﺒﻨﻪ‬a.f.b.s. ve i . ) : hokkabaz, şâb-hâne ‫( ﺷﺎﺑﺨﺎﻧﻪ‬f.b.i.): şap çıkarılan yer.

1136

şâd-kâm î ‫( ﺷﺎد ﻛﺎﻣﻰ‬f.b.i.): çok sevinçlilik. şâd-m ân ‫( ﺷﺎدﻣﺎن‬f.s.): sevinçli, (bkz : mahzûz, memnûn, mesrûr). şâd-m ânî ‫ﺷﺎدﻣﺎﻧﻰ‬ (f.i.): sevinç, (b k z : mahzûziyyet, mesrûriyyet). izhâr-1 şâdm â n î: sevincini gösterme, şâd-m erg ‫( ﺷ ﺎ د ﻣ ﺮ س‬f.b.i.) : sevinç ölümü, çok sevinmeden dogan ölüm.

şâh-bâz ‫ ؟‬â d -n â k

‫ ( ﺷﺎدﻧﺎك‬f . b . s . ) :

g ö n lü m e m n u n , ( b k z :

m e srû r).

câm i

çok

a v lu la r ı n d a n

b u lu n a n ,

a r k ı. 7. e ğ e k e m i ğ i . 8 . a l in . 9 . e lb is e t i r iz i,

e trâ fı

çok

ıo. b ü y ü k ‫ ؟‬âh ‫( ﺷﺎه‬f.i.c .

‫ ( ثﺀ‬a . f i . ) :

is t e d i. İ n ş â a l l a h ( in ş a lla h ) : A l -

‫ﺷﻐﻖ‬

b o y ney. : çâh ân ) : 1. p â d iş â h , ( b k z : h u s -

r e v , p â d - ş â lı , ‫ ؟‬e h , ‫ ؟‬e h e n - ‫ ؟‬âh ). 2 . I r a n v e y â E fg a n h ü k ü m d â r ı. 3. s a tra n ç ta ş la r ın ın en

la h is t e d i is e ; A l l a h is t e r s e . ‫ ؟‬a fa k

p a r ç a p a r ç a . 4 ٠k a d e h . 5 . p a r m a k

en

( f.b .i.) : ş a d ır v a n ,

m u s lu k lu d u v a r la ç e v r i l i s u h a z n e s i. ‫ ؟‬âe

‫ ؟‬âh :

u ç l a r ı n d a n k o lt u ğ a k a d a r i n s a n e li. 6 . s u

‫ﺷﺎدروان‬

şâd u rvân

çâh

(a.i.) : 1 . g u r u b d a n s o n r a k i a l a c a

m ü h im i.

k a r a n l ı k . 2 . G i i n e ‫ ؟‬d o g m a d a n ö n c e k i a la -

‫ ؟‬âh-ı enciim :

c a lılc .

‫ ؟‬âh-ı gedâ-nihâü : ‫( ﺷﻐﻖ آﻟﻮد‬a .f.b .s.)

‫ ؟‬a fa k - â lû d

: ş a f a k r e n g in d e ,

‫ ؟‬a f a k g ib i. ş a fa k -g û n

‫ (ﺷﻐﻖ ا ن‬a .fb .s .)

: ş a f a k r e n k li, k ız ıl,

‫ ( ﺷﻐﺸﻤﻮن‬a .fb .s .)

ş a fa k -n ü m û n

: ‫ ؟‬a f a k y e r i g ib i

k ız ıl re n k te g ö rü n e n .

‫( ﺷﺎﻓﻊ‬a.s.

‫ ؟‬â fi'

‫ ؟‬e f â a t 'd e n ) : ş e fâ a t e d e n , k a b a -

h a t li k i m s e n i n a f v ı İ ç in a r a y a g i r i p y a lv a ra ir. ( b k z : ‫ ؟‬e fi') .

H z. M uh am m ed . ‫ ؟‬â f i- i y e v m - i a r a s â t [a ra sa t (m e y d a n ) g ü n ü n ü n ş e fa a t ç is i] : H z . M u h a m m e d .

‫ف؛ه‬ ‫ ﺷﺎ‬، ‫ﺛﻔﻰا‬

eden. E d v iy e - i

‫ ؟‬â f i y e : ‫ ؟‬i f â l ı İlâ ç la r . 2 . k i f â y e t e d e n , y e t e r g ö r ü n e n , ( b k z : m u k n i ') . C e v â b - 1 ‫ ؟‬â f î : y e t e r g ö r ü le n c e v a p .

‫ﺷﺎﻫﻌﻰ‬

(a .h .i.) : I m â m - ı Ş â f i î m e z h e b in d e n

o la n k im s e . Ş â fiî

‫ﻏﺄﻓﻌﻰ‬

(a .h .i.) : s ü n n e t e h l in in s â l i k b u lu n -

d u k l a n d ö r t m e z h e p t e n b i r i n i n İ m a m ı o la n z a t [G a z z e li o lu p a s il a d i i d r is 'd i r ] . ( H i c r i : d . : 15 0 - ö . : 2 0 4 ).

k im s e .

‫ﻧﺎﺳﻪ‬

e)-

d erh a. H z . A li.

‫ ؟‬âh-ı Risâlet: H z . M u h a m m e d . ‫ ؟‬âh-ı ‫ ؟‬îr-çeng : a r s la n p e n ç e li p â d i ş â h . ‫ ؟‬âh-ı zinde (Kasım İbn-i Abbâs): Hz. ‫ ؟‬âh-ı zü'1-fekar : Hz. Ali. ‫ ؟‬âha ‫( ﺷﺎﺧﻪ‬f.i.) : 1 . b o y u n d u r u k .

2 . ik i d iş li ça-

ta l.

‫ ؟‬ahâb

( a . i . c . : ‫ ؟‬İh b â n , ‫ ؟‬ü h ü b ) : 1 . ( b k z :

‫ ؟‬İh â b ). 2 . e r k e k a d i.

‫ ؟‬ahâdet ‫ﺷﻬﺎدت‬

( a . i . ) : 1 . ‫ ؟‬â h i t l ik , ‫ ؟‬â h i t l i k e tm e ,

* t a n ık lık . 2 . b ir ‫ ؟‬e y in d o ğ r u lu ğ u n a in a n m a . 3 . d e lâ le t , a lâ m e t , iç â r e t . 4 . " e ‫ ؟‬h e d ü e n İâ İlâ h e i l İ a llâ h ...” c ü m le s in i s ö y le m e . 5 . ‫ ؟‬e h i t l ik , ‫ ؟‬e h it o lm a . 6 . g ö z le g ö r ü le n ‫ ؟‬e y le r, c ih a n .

Âlem-i ‫ ؟‬ahâdet: D ü n y â , Âlimü'l-gayb ve'‫ ؟‬-‫ ؟‬âhâde ( g ö r ü le n

v e g ö r ü lm e y e n ‫ ؟‬e y l e r i b i l e n ) : A l l a h , (a.i.) : ‫ ؟‬â f i i l i k , i m â m - ı Ş â f i î m e z -

h e b in d e n o lm a . ‫ ؟‬agal

‫ل‬،‫ ( ﺷﻎ‬f . i . ) :

‫ ؟‬â g il

‫ﻏﻞ‬١ ‫(ش‬a .s.

( b k z : s e g a l) . ‫ ؟‬u g l 'd e n ) : 1 . m e ş g u l

‫ ؟‬ahâm et eden,

e d e n ; t u t a n . 4 . b i r m ü lk t e o t u r a n .

‫د‬/‫ ( ﺷﺎ‬f . i . c . : ş â g ir d â n ) . ( b k z : ‫ ؟‬â k ir d ) . ‫ ؟‬â g i r d î ‫دى‬/‫( ﺷﺎ‬f.i.) : ‫ ؟‬a k i r t l i k , ç ı r a k l ı k . ‫ ؟‬â g ir d

‫ ( داخ‬f . i . ) : 1 .

şahâdet-nâme ‫ﺷﻬﺎدﺗﺜﺎﻣﻪ‬

( a . f . b . i . ) : 1 . d ip lo m a .

2 . v e s i k a , .b e lg e .

e d ic i. 2 . m e ş g u l o lm a y ı g e r e k t ir e n . 3 . İş g a l

‫ ؟‬âh

M uham m ed.

‫ ؟‬âh-ı Levlâk : H z . M u h a m m e d . ‫ ؟‬âh-ı mârân ( y ı l a n l a r ı n ‫ ؟‬â h ı, p â d i ş â h ı ) :

v a r lık la r , d ü n y â .

Ş â f i i y y ü ' 1- m e z h e p : Ş a f i î m e z h e b in d e n o la n

‫ ؟‬â fiy y e

‫ ؟‬âh-ı Kerbelâ ( K e r b e la ‫ ؟‬â h ı ) : H z . H ü s e y in , ‫ ؟‬âh-ı Kevneyn : " i k i D ü n y â n ı n ‫ ؟‬â h ı " : H z .

M u h a m m e d 'i n y e ğ e n i.

(a.s. ‫ ؟‬İ f â 'd a n ) : 1 . ‫ ؟‬i f â

v e r e n , v e r i c i, h a s t a y ı i y i

Ş â fiî

f a k i r m i z a ç lı ‫ ؟‬a h , k i b ir li

o lm a y a n h ü k ü m d a r .

‫ ؟‬âh-ı merdân, ‫ ؟‬âh-ı velâyet:

‫ ؟‬â f i - i r û z - i c e z â (c e z â g ü n ü n ü n ş e fa a t ç is i) :

‫ ؟‬â fi, ‫ ؟‬â fiy e

a s t r . G ü n e .‫؟‬

d a l, b u d a k , ( b k z : g u s n ) .

‫ ؟‬â h - ı â h û : c e y lâ n b o y n u z u . 3 . p a r ç a . ‫ ؟‬â h - ı g ü l : g ü l d a lı. 2 . g e y i k v e b e n z e r i g ib i h a y v a n la r ın d a llı b o y n u z u , (b k z : k a rn ).

‫ﺷ ﺤﺎ ت‬

( a . i . ) : y a ğ l ı l ı k , s e m i z li k , ‫ ؟‬İ‫_ ؟‬

m a n l ı k , ‫ ؟‬İ‫ ؟‬m a n o lm a .

‫( ﺷﺎﻫﺎن‬f.i. ‫ ؟‬â h 'ı n ‫ ؟‬âh-âne ‫ ( ﺷﺎﻫﺎﻧﻪ‬f . z f . ) : ‫ ؟‬âhân

k ü m d a r la

c . ) : ‫ ؟‬a lrla r. 1 . h ü k ü m d â r a â it , h ü -

i l g i li . 2 . h ü k ü m d a r a y a k ı ş a c a k

‫ ؟‬e k i ld e o la n , ç o k m ü k e m m e l.

‫ ؟‬âh-bâl ‫ ل‬١‫ﺷﺎم‬

( f.b .i.) : k u ‫ ؟‬k a n a d ın ın en u z u n

t ü y ü , ( b k z : ‫ ؟‬e h - b â l).

‫ ؟‬âh-bâz ‫از‬٠‫ ( ﺷﺎه‬f . b . i . ) : ı . b i r c in s i r i v e b e y a z d o ğ a n . 2. s. y i ğ i t , ‫ ؟‬a n lı , g ö s t e r iş li [a d a m ]. 1137

şâh.bender şâlı-bender ‫ر‬٠ ‫( ﺷﺎف‬f.b .i.). ( b k z : ş e h - b e n d e r ) . şâh-beyt

‫ﺷﺎه ﺑ ﺒ ﺖ‬

(f.a .b .i.) : ed. b i r g a z e li n e n

g ü z e l b e y ti.

şâh-dâne ‫( ﺷﺎﻫﺪاﻧﻪ‬f.b .i.) : 1. i r i i n c i t â n e s i. 2. k e n e v ir to h u m u .

şâh -dâr ‫ ( ﺷﺎﺧﺪاو‬f.b .s.) : 1. d a llı , b u d a k l ı [a ğ a ç ]. 2. d a l l ı b o y n u z u o la n [ h a y v a n ] , şâh -dârû

‫ﺷﺎﻫﺪارو‬

(f.b .i.) : ş a r a p , ( b k z : b â d e ,

şâhen-şâh ‫( ﺷﺎﻫﻔﺸﺎه‬f.b .i.) : en b ü y ü k p â d i ş â h , ş a h , p â d i ş a h l a r p â d i ş â h ı, ş a h l a r ş â h ı.

şâhen-şâhî ‫( ﺷﺎﻫﻔﺸﺎﻫﻰ‬f.b .i.) : u lu p â d i ş â h t ı k , y ü c e h ü k iim d a r lilc .

şâhen-şeh ‫( ﺷﺎﻫﻔﺜﻪ‬f.b .i.).

(b kz :

şâ h e n -şâ h ,

şeh e n -şe h ).

şâhid-zâr ‫( ﺷﺎﻫﺪ زوو‬a.f.b.s.): yalancı şâhit. şâhik ‫( ﺷﺎﻫﻖ‬a .s.): yüksek, yüce [dağ, binâ, yapı...]. ş â h ik a . ‫( ﺷﺎﻫﻖ‬a .i.c .: ş e v â h ik ): dağ tepesi) dağ doru ğ u , ( b k z : zirve), ş â h în ‫( ﺷﺎﻫﻴﻦ‬f.i. arapça c . : ş e v â h în ): zool. doğan [kuş], lâ t. falco p e re g rin u s . ş â h -k â r ‫( ﺷﺎ ﻫﻜﺎ ر‬f.b.i.) : baş eser, en güzel eser, ( b k z : şâh-eser).

şahm ‫(> ﺛ ﺤ ﻢ‬a .i.c .: şuhûm ) : 1. içyağı, etler arasm da b u lu n a n yağ. 2. kim. katıyag, d o n yağı.

şâhen-şehî ‫( ﺷﺎﻫﻔﺸﻬﻰ‬f.b .i.) : u lu h ü k ü m d a r l ı k , şâh-eser ‫( ﺷﺎه ار‬f.a .b .i.) : 1. ü s t ü n e s e r, fr. chefd'œuvres. 2 . ü s t ü n d e ğ e r d e , ( b k z : ş â h - k â r ) . 3. ed. b i r ş â i r i n , b i r m u h a r r i r i n e n g ü z e l e s e r i.

şâhıs ‫( ﺷﺎﺧﺺ‬a.i. ş a h s 'd a n ) : 1. b e li r t e n . 2. ö lç m e k İ ç in d i k i le n , b i r b u ç u k m e t r e k a d a r u z u n lu ğ u n d a b u l u n a n a ğ a ç k a z ı k la r ,

şâhl ‫( ﻓﺎﻫﻰ‬f.s.) : 1. ş a h a , h ü k ü m d â r a m e n s u p , ş a h ile i l g i l i . 2. i. ş a h l ı k , h ü k ü m d a r i lk . 3. i. y u m u r t a l ı , n i ş a s t a l ı b i r h e lv a . 4. i. m e r m e r ş a h i d a d e n ile n in c e v e m a k b u l b i r p a t i s k a . 5. i. e s k i t o p l a r ı n b i r ç e ş id i. 6. i. e s k i d e n g ü m ü ş t e n , s o n r a l a r ı b a k ı r l a n ik e ld e n (b k z : k ırâ n ) y ir m id e

b i r i d e ğ e r in d e o la n b i r I r a n p a r a s ı ,

şâhid ‫( ﺷﺎﻫﺪ‬a .s. v e i. ş e h â d e t 'd e n . c . : ş e v â h id ) : 1. ş â h i t ( * t a n k ) . 2. s e n e t y e r i n e g e ç e c e k ş e k i ld e b ü y ü k b i r e s e r d e n v e y â k i m s e d e n a lin a n ö rn ek .

şâhid-i âdil : d o ğ r u s ö z lü ş â h it . şâhid ‫( ﺷﺎﻫﺪ‬f.s.) : 1. s e v g i li , ( b k z : m a h b û b e ) . 2. g ü z e l, ( b k z : d il- b e r ) . şâhid-i bâzâr : o r t a m a i l g ü z e l [ k a d ın ] , şâhid-i devrân : ü n l ü g ü z e l, h e r k e s ç e b i li n e n v e s e v i l e n g ü z e l,

şâhid-i zîbâ ١y a k ı ş ı k l ı g ü z e l, şâhid-bâz ‫از‬٠ ‫( ﺷﺎﻫﺪ‬f.b .s.) : “ g ü z e ll e o y n a y a n '' : o ğ la n c ı , k u l a m p a r a , ( b k z : m â h b û b - d o s t ) .

şâhid-bâzî ‫( ﺷﺎﻫﺪﺑﺎزى‬f.b .i.) : o ğ l a n c ı l ı k , k u l a m p a r a lık .

ü zerin d e yazı ve ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek b u lu n a n m erm erd en baş ve ayak taşı.

ş a h îm ‫( ﺷﺤﻴﻢ‬a .s.): yağlı, sem iz, şişm an,

s a h p â ).

y a p ı l a n v e k ı r â n 'ı n

şâhide ‫( ﺷﺎﻫﺪه‬a .i.): m e za ra d ik in e d ik ilen ve

şahm-ı ma'deni: m in e ral yağ. şahme (a.i.) : [bir parça] içyağı. şahmetü'l-üzn: k u la k m em esi, şâh-merdân ‫( ﺷﺎﺧﻤﺮدان‬f.b .s.): şah m erd an , aşağı y u k a rı çık an b ü y ü k d e m ir to k m ak ,

şâh-nâme ‫( ﺷﺎﻫﻐﺎﻣﻪ‬f.b.i.) : 1. h ü k ü m d a rla rın biyografisini m a n z u m o la ra k a n la ta n eser.

2. h. i. Tus'lu F ird e v sin in ü n lü m a n z u m destanı.

şahne ‫( ﺷ ﺤﻪ‬a .i.): 1. in zib at m e'm u ru , em niyet m e'm uru. [a s il: "şihne” dir]. 2. h a rm a n la ra n ezâret eden kim se.

şâhne-i çehârüm (d ö rdüncü k a n u n düzenle y e n ): H z. M u h am m ed .

Şahne-İ çehârüm-hisâr : ı) G ü n eş2 ‫ )؛‬H z. îsâ.

Şahne-İ çehârüm-kitâb (d ö rd ü n cü k ita b in s a h ib i): H z. M u h am m ed .

Şahne-İ deryâ-yı ışk (aşk d en iz in in b e k ç isi): H z. M uham m ed.

Şahne-İ gavga-i kıyâmet (k ıy âm et g ü n ü n ü n adâlet ve em n iy etin i sağ lam ak la g ö re v li): H z. M uham m ed.

Şahne-İ İklîm-i adi ii dâd (adâlet ve d o ğ ru lu k ü lk esin in em n iy etin i sa ğ la y a n ): halife H z. Omer.

Şahne-İ kişver-i Sidk : halife H z. Ebûbekir. Şahne-İ mülk-i hayâ : halife H z. O sm an. Şahne-İ necef: halife H z. Ali. Şahne-İ penciim hisâr : astr. M erih gezegeni.

şakayıkıyye Şahne-İ şeb : gece

şahne-î şeb ü seher : H z .

‫ﺷﺎ ﻓ ﺸ ﻴ ﻦ‬

şâh-nişîn

çâh-zâde ‫ﺷﺎﻫﺰاﻟﻪ‬

bekçisi.

(f .b .i.) : o d a n ın s o k a k ta ra -

fın a o la n çık ın tısı, d ış a r ıy a d o g r u u z a n a n

şâh-per ‫ﺷﺎه ﻳﺮ‬

1. b ü y ü k ,

(f .b .i.) :

İşlek yo l, a n a

yo l, cad de. 2 . ş a şırılm a sı m ü m k ü n o lm a y a n

‫ﺷﺨﺺ‬

( a .i . c .: şih âs, şu h û s, e ş h â s ) : 1. k işi,

k e n d isin e

b ir

şa h ıs

m u â m e le si y a p ıla n b a n k a , şirket v.b. g ib i

(ü ç ü n c ü ş a h ı s ) : d â v â d a h e r ik i

şâh-sâr ‫ﺷﺎ ﺿﺎ ر‬

( f b . s . ) : d a llık , a ğ a ç lık , k o r u -

( a .z f .) : 1. şa h ıs itib â rıy la , şa h ısç a ,

c isim ce . 2 . k e n d i [lcendim , lcendin, lcendin iz...). 3 . y a ln ız u z a k ta n gö rerek .

‫ﺷ ﺨﻬ ﻰ‬

،

‫ ؛‬iye, Icendine âit, şa h ısla , k e n d i ile, k işi ile

Ef'âl-i şahsice : şa h sî İşler. Zamîr-İ şahsî : şa h ıs z a m i r i : b e n , sen, 0.. gibi, şahsî beyyine : huk. *k işisel ispat, * ta n ık la ilg ili.

isp at. (a.i.c.) : 1. k işin in

k e n d i-

ne, şa h sın a âit sözler. 2 . b irin in şa h sın a âit m ü n â se b e tsiz sözler.

‫ﺷ ﺨ ﻌﻴ ﺖ‬

( a .i.) :

1. k işilik ,

k işi

h u sû siy eti (*özelliği). 2 . k işi, lcim se, y ü k s e k kişi.

şahsiyyet-i hükmiyye : sosy. şâh-süvâr ‫ﺷ ﺎ ﻫ ﺴ ﻮ ا ر‬

*tü z e l k işilik .

( f .b .s .) : ata iy i bin en , (b k z :

şeh -sü vâı').

‫ ( ﺷ ﻌ ﻴ ﺮ‬a .i . ) : a rp a , (b k z : cev).

Hubz-İ şair ‫؛‬

a r p a e k m eg i. ‫( ﺷ ﺎ ﻋ ﺮ‬a.i. şi'r'd en . c . : ş â irâ n , ş u a r â ) : şâir,

o za n .

şâir-i elhân

şâhûr ‫ ( ﺷﺎ ﺧﻮر‬f .i.) : ek m e k fır ın ı,

e k m e k tan d ıi'1.

( b k z : tenn û r).

(a.i. ş i’ı-’den). (b k z : şu arâ). ( a .f.z f.) : 1. şâ irce, şâire y a k ı-

ş a c a k y o ld a . 2 . s. m e v z u u şiir sa y ıla b ile c e k k a d a r h o ş, lâ t if o lan şey.

şaîre ‫ﺷﻌﻴﺮه‬

( a .i.) : 1. a rp a tânesi, b ir tek a rp a .

2 . ( a .i .c .: ş a â y i r ) :

şak ‫ﻖ‬

hele,

a rp a c ık ,

fr. orgelet.

( a .i .c .: şâirât, şevâir): İcadın şâir,

‫ ( ﺛ‬a .i .) : (b k z : şakk ).

şakaik ‫ " ( ﺷﻘﺎﺋﻖ‬k a ” u z u n o k u n u r, a.i. şa k îk a 'n m c . ) : şa k a y ık . Şakaikü'n-nu'mân : bot. gelin c ik .

[ ş a k îk a : A r a p ç a d a

"y a r ık ,

‫ ؟‬atla k

şey; y a r im baş a ğ rısı” m â n â la rın a gelir).

Şakâik-i

N u'm ân i^e :

â lim le rin d e n

ed.

X V I.

T a şk ö p rü lü -z â d e

a sır

Ahm ed

‫ ؟‬e m se d d in E fe n d i'n in A r a p ç a o lal'ak y a z o ld u g u

m eşh u r

b iy o g r a fy a

eseridir.

[M e c d i E fe n d i ta ı'a fm d a n te rcü m e e d ilm iş tir. b u esere y a z ılm ış o lan ze y ille r a ra sın d a A tâ î'n in , Ş e y h î'n in v e U şşâ k î-zâ d e'n in k ileım eşh u rd u r).

şakavet ‫ﺷﻘﺎوت‬

( "k a ” u z u n olcunur. a . i . ) : (b k z :

şekavet).

( f .b .s .) :

İcışacak sû rette.

: a h e n k şâiri,

şâir-âne ‫ﺷﺎﻋﺮاﻧﻪ‬

m ış

şâh-tere ‫( ﺷﺎ ﻫﺘﺮه‬f.b.i.) : şahtere, lât. fumaria anotolica. (A ra p ç a s ı “şa h te re c” dir.]. şâh-terîdyye ‫ ( ﺷﺎﻫﺘﺮﻳﺠﻴﻪ‬a .i.) : bot. şah teregiller, fr. fumariacCes.

şâh-vâr ‫ﺷﺎﻫﻮار‬

d ik e n lile r fa-

şâire ‫ﺷﺎﻋﺮه‬

şalsîyyât ‫ﺷﺨﺼﻴﺎت‬

ş a h s iy e t

bot.

(a.i. ş e v k 'd e n ) :

şâirân ‫ﺷﺎﻋﺮان‬

(a.s.) : şa h sa , k i-

( " k a " u z u n o k u n u r, a .f .z f .) : is-

m ily a s ı.

şâir

lu k.

şahsiye ‫ﺷﺨﺼﻴﻪ‬

ş e v k 'd e n ) : 1. şevk li,

te k lice , ş e v k li o la ra k .

şaîr

ta ra fı d a tu tm a y a n .

ş â h s î,

şâik-âne ‫ﺷﺎﺋﻘﺎﻧﻪ‬ şâike ‫ﺷﺎﺋﻜﻪ‬

o rta k lık la r.

‫ﺷ ﺨ ﻌﺄ‬

( a .s .) : d ik en li,

şâik, şâika ‫ ﺷﺎﺋﻘﻪ‬، ‫( ﺷﺎﺋﻖ‬a.s.

rin cisi] erkek, [İkincisi) k a d ın adi.

ş a h s - ı h ü k m î : *tiize l kişi,

şahs-ı sâlis

(a.f.b.s.) : şâib eli, lekeli; k ir-

li; k u su rlu .

h evesli, istekli, (b k z : a rzû -m e n d ). 2 . i. [bi-

k im se . 2 . g r. şa h ıs,

m a 'n e v î :

ü z e r in -

g ü m â n ).

şâik ‫ﺷﺎﺀك‬

m a r. (b k z : ş ir y â n -1 ebher).

G ü n e ş 'in

de b u lu n a n siy a h lekeler. 3 . şü ph e, ( b k z :

şâibe-dâr ‫ﺷﺎﺋﺒﻪ دار‬

d o g r u v e a ç ık yol. ş â h - r e g ‫( ﺷﺎ ﻫ ﺮ س‬f .b .i.) : şah d a m a r, bü yü le d a -

şâh sen

(a.i. çe v b 'd e n . c . : ç e v â ib ) : 1 . leke,

k u s u r ‫ ؛‬n o k sa n , n a k isa . ( b k z : ayb). 2 . k ö tü

çâibe-i ‫ ؟‬e m s ic e : astr.

(f.b.i.). (b k z : şâ h -b â l).

şâh-râh ‫ﺷﺎﻫﺮاه‬

şa h s-ı

şâibe ‫ﺷﺎﺋﺒﻪ‬ eser, iz.

k ısm ı.

şah's

( f.b .i.) : çah o g lu , h ü k ü m d a r,

p â d iş â h o g lu , prens.

M uham m ed.

2. i.

1.

şâh a, h ü k ü m d â r a y a -

iri v e iy i c in s in ci.

şakayıkıyye ‫ ( ﺷﻘﺎﻳﻘﻴﻪ‬a .i.) : bot. İarı, fr. aetinaires.

d e n iz şa k a y ık -

şakıkıyye şakıkıyye ‫"( ﺷﻘﻴﻘﻴﻪ‬ki" lar uzun okunur, a.i.): bot. düğünçiçeğigiller, fr. renonculacöes. şakırrâk ‫( ﺷﻘﺮاق‬a.i.) : yeşil, kırmızı ve beyaz renklerle süslü bir kuş. [“şıkırrâk” şekli de kullanılır]. şakî ‫( ﺷﻬﻰ‬a.s. şekavet'den): 1. bahtsız, fenâ hareketli, haylaz, habis. 2. haydut, yol kesen. şâkl / ‫( ﺷﺎ‬a.s. şikâyet'den): şikâyetçi, şikâyet eden, (bkz: müştekî). şâkiyü's-silâh: âletleri ve silâhları pek keskin olan kimse. şakîk ‫( ﺷﻘﻴﻖ‬a.s. şakk'dan): 1. ikiye bölünmüş bir şeyin her parçası. 2. i. ana baba bir olan erkek kardeş. şakîka ‫( ﺷﻘﻴﻘﻪ‬a.s.c.: şakaik): 1. yarık, çatlak, ortasından yarılmış şey. 2. i. ana baba bir olan kız kardeş. 3. yarim baş ağrısı. şakîkıyye ‫( ﺷﻘﻴﻘﻴﻪ‬a.i.): bot. düğünçiçeğigiller, fr. renonculacöes. şâkile ‫( ﺷﺎﻛﻠﻪ‬a.i.c.: ?evâkil): 1. yol, tarik, mezhep, meslek. 2. yaradılış, (bkz : tıynet). şâkir ‫( ﺷﺎﻛﺮ‬a.s. şükr'den): 1. şükreden, gördüğü iyilige karşı duâ eden, (bkz: müteşekkir). 2. i. erkek adi. şâkird ‫( ﺷﺎﻛﺮد‬f.i.c.: şâkirdân) : 1. talebe (*öğrenci). 2. çırak, yamak. 3. stajyer [asil: "şâgird" oldugu halde “şâkird" şekli yaygmdır]. şâkirdân ‫( ﺷﺎﻛﺮداف‬f.i. şâkird'in c.) : şâkirtler. [asli: “şâgirdân" dır]. şâkirdân-ı ehl-i h iref: tar. sarayda ehl-i hiref denilen sanatkârların yanmda çırak olarak çalışan kimseler, şâkire ‫( ﺷﺎﻛﺮه‬a.s. şükr'den): [“şâkir” in müen.]. (bkz: şâkir). şâkk ‫( ﺷﻖ‬a.i.c.: şükuk): 1. yarma, yarılma, çatlama; yırtma, paralama; kırma. 2. yarık, çatlak. şakk-ı galsa m î: zool. *solungaç yarığı. şakk-ı kamer : Hz. Muhammed'in, parmak işaretiyle Ay'ı ikiye bölmesi şeklinde gösterdigi mucize. şakk-ı silviyüs : biy. silviyiis yarığı. şakk-ı şefe : ağız açma, konuşma. şakk-ı tahte'1-cîld: hek. cild altındaki yariklar, çatlaklar, yaralar. 1140

şâkk, şâkka ‫ ﺷﺎﻗﻪ‬، ‫( ﺛ ﻖ‬a.s. meşakkat'den): zahmetli, eziyetli. Hidemât-1 çâ k k a : zahmetli ve kaba İçler: [toprak kazmak, ta? taşımak gibi-]. ?âkk-ı asâ : degnegi yarmak; mec. topluluktan ayrılmak. çakrâk ‫( ﺷﻘﺮاق‬a.i.): sari asma nevinden bülbül gibi öter birku?. çâkul ٠‫“( ﺷﺎﻗﻮل‬ku” uzun okunur, a.i.) : geo. *çekül, fr. fil a plomb. ?âkulî ‫“( ﺷﺎﻫﻮﻟﻰ‬ku" uzun okunur, a.s.): mat. 1. çâkule mensup, çâkul ile ilgili. 2. geo. *düşey, fr. vertcial. ?âkuliyye ‫( ﺷﺎاوﻟﻪ‬a.s.): [“şakulî''nin müen.]. (bkz: şâkulî). şâl ‫( ﺷﺪل‬f.i.): şal. şâlâkî / ‫ ( ﺷﺎﻻ‬fi.) : şal taklidi kumaş, [“şâl-i hâkî” den bozma oldugu söylenir]. şâİî ‫( ﺷﺎ)ى‬f.s.): 1. şala mensup, şalla ilgili. 2. i. şalın ince ve zarifbir çeşidi, şâm ‫( ﺑﺎ م‬a.i. şâme'nin c .): benler [vücuttaki]. (bkz: şâmât). şâm ‫ ( ذا م‬fi.) : akşam. şârn-1 garib ân : akşamı hüzünlü, gamlı akşam. şârn-ı İsrâ : Mi'râc gecesi, şâm-ı mugber : dargm, gamlı akşam, şâm u seher : akşam sabah, şâmât ‫( ﺷﺎﻣﺎت‬a.i. şâme'nin c.) : benler [viicuttaki-]. (bkz : şâm). şâme ‫( ﺷﺎﻫﻪ‬f.i.): [kadm] başörtüsü, (bkz : burka', lesme). şâme ‫( ﺷﺎﻣﻪ‬a.i.c.: şâm, şâmât) : ben [vücuttaki-], (bkz :hâl). şâme-geş ‫( ﺷﺎﻣﻪ ﺳﻤﺶ‬f.b.s.): başına örtü 'alan, şâme-güşâ ‫( ﺷﺎﻣﻪ ﺳﻤﺸﺎ‬f.b.s.): başörtüsünü a‫ ؟‬an kadm. şâm-gâh ‫( ﺷﺎﻣﻜﺎه‬f.b.i.): akşam vakti, (bkz: şâm-geh). şâm-geh ‫( ﺷﺎﻣﻜﻪ‬f.b.i.): akşam vakti, (bkz: şâm-gâh). şâmî ‫( ﺷﺎﻣﻰ‬o.s.) : 1. Çamlı. 2. Çam şehri ile ilgili. (bkz: Dimişki). şâmih, şâmiha ‫ ﺷﺎﻣﺨﻪ ﺷﺎﻣﺦ‬، (a.s. şemh'den. c . : şevâmih): 1. yüksek, (bkz: âlî, ıuürtefi'). Cibâl-İ şâmiha : yüksek daglar. 2. kibirli, azametli.

şa'rîyyet ‫( ﺷﺎﻣﺨﻪ‬a .i.): hek. beyinde, k em ik te ve v ü cu d u n b aşk a yerlerinde tabii o la ra k görü len çıkıntılar.

‫ ؟‬â m ih a

lin s iy y e : anat.

ş â m ih a -i

*içayabudu, fr.

hypothCnar. ten âr:

ş â m ih a -i

anat.

*dışayabudu,

fr.

thenar. ‫ ؟‬âm il, ‫ ؟‬â m ile

‫ ﺷﺎﻣﻠﻪ‬، ‫( ﺷﺎﻣﻞ‬a.s. ‫؟‬em i ve

‫ ؟‬-arâb-ı

(kelim eleri İçine alan) : degerli *bilgin A fy o n k arah isar'lı H asan b in H üseyin im âd ü d d în 'in 1505 te düzenlediği F arsçadan T ürkçeye sözlük.

‫( ﺛﺎ م‬a.s. ‫؟‬e m m 'd e n ): k o k u alan, k o k u

‫ ؟‬âm m

‫ ؟‬arâb-â ‫ ؟‬âm ‫ﺷﺮاب آﺷﺎم‬

‫( ﺷﺎﻫﻪ‬a.i.): biy. *koklam a, fr. o dorat. ‫( ى‬a.i. şe 'n 'd e n ): 1. ‫؟‬an, şöhret, ün. 2. hal,

‫ ؟‬arâb-hâne ‫ﻟﺨﺎذه‬١ ‫(ﺷﺮ‬a .f.b .i.)

‫ ؟‬â n -ı İ n s â f : in sa fın ‫؟‬ânı, insafa y ak ışan ‫؟‬ey.

‫؟‬â n e ‫( داﻧﻪ‬fi.) : tarak , (bkz : m u ‫؟‬t). ‫ ؟‬â n e -i esb : at kaşağısı, kaşağı. ‫ ؟‬â n e -d â n ‫ ؟‬â n e-sâ z

‫ ( ﺷﺎﻧﻪ دان‬f b .i.) : ta ra k ku tu su , ‫ز‬١‫( ﺷﺎﻧﻪس‬f.b.s. ve i.) : ta ra k yapan, ta-

rakçı. ( b k z : m e‫؟؟‬ât).

‫( ﺷﺎﻻ زده‬f.b.s.) : ta ra k la saçları ta-

şân e-zed e

ran m ış. şân e -zen

‫( ﺛ ﺎ ﻻ زن‬f.b.s.): 1. b aştarayan. (bkz :

m e‫؟؟‬âta). 2. m ec. güçlükleri, zo rlu k ları ÇÖzen. ‫ ؟‬a'r

‫( ﺷﺒﺮ‬a.i.c .: eş'âr, ‫؟‬iâr, ‫؟‬u û r ) : kil. (bkz :

mûy). ‫ ؟‬a 'r-ı ‫ ؟‬â rib : bıyık kılı. ‫ ؟‬âr

‫( ﺛ ﺮ‬f.i.): ‫؟‬ehir. ( b k z : belde).

‫ ب‬١‫ﺷﺮ‬

(a.i. ‫؟‬u rb 'd a n . c . : eşribe) : 1. İÇİlecek şey. 2. ‫ ؟‬arap. (bkz : bâde, hami-, mey, salıpâ).

‫ ؟‬a râb

‫ ؟‬a r â b -ı b î-g a ‫ ؟‬: hilesiz ve k atk ısız ‫؟‬arap. ‫ ؟‬a r â b -ı en giir : ü z ü m şarabı. ‫ ؟‬a r â b -ı erga v ân : erguvan ren g in d ek i şarap, ‫ ؟‬a r â b -ı İ a 'l : k ırm ız ı şarap. ‫ ؟‬a r â b -ı n âb : k atk ısız şarap. ‫ ؟‬a r â b -ı n û h î : b in senelik eski ‫؟‬arap. ‫ ؟‬a r â b -ı rıım m â n î : n ar ren g in d ek i ‫؟‬arap.

ÇO

: 1. ? a r a p e v i, ‫ ؟‬a ra p

y a p ı l a n v e y â s a t ı la n y e r . 2 . b ü y ü k ‫ ؟‬-a r a p f i .Ç İ Ş İ

çarâb-hâr ‫ﺷﺮاﺑﺨﻮار‬ ‫ ؟‬arâbî ‫ﻧﺮا ش‬

(a .i .)

(a .f.b .s .) : ‫ ؟‬a r a p İ ç e n ,

: 1 . ‫ ؟‬a ra p ç ı.

2 . s. k ı r m ı z ı ‫ ؟‬-a

ra p re n g in d e o la n , ‫؟‬

arâbiyye : ( b k z

: h a m r i y y e ).

‫ ؟‬ârık , ‫ ؟‬ârıka ‫ﺷﺎرﻗﻪ‬

،

‫( ﺷﺎرق‬a .s .

‫ ؟‬-a r k d a n ) : d o

Necm-İ Nücûm-i ‫ ؟‬: ârika

g a n , p a rla y a n , p a rla y ıc ı; p a rla k . ‫؟‬

‫ ؟‬am m e

keyfiyet. A z îm ü '‫ ؟‬-‫ ؟‬ân : ‫؟‬ânı, ‫؟‬Ohreti, keyfiyeti b ü y ü k olan. 3. gösteri‫؟‬, çalım . 4. âdet, tabiat, huy. (bkz : İ'tiyâd).

(a .f.b .s .) : ? a r a p İ ç e n ,

‫ ؟‬arâbetii'r-râiyye ‫( ﺷﺮاﺑﺬاﻟﻮاﻋﻴﻪ‬- a .b .i.) : bot. b a n p i is k ii lü g i ll e r , fr. aquifoliacées .

alici;koklayan. [ın ü e n .: "‫؟‬âm m e"]. K u v v e -i ‫ ؟‬âm m e : koku alm a ku v v et ve hassası, ‫ ؟‬ân

: ç e r 'a n i ç i lm e s i n e c e v a z v e r i

‫ ؟‬arâb-dâr ‫( ﺷﺮاﺑﺪار‬a .f .b .i .) : ‫ب‬

‫؟‬ü m û l'd e n ) : 1. İçine alan, kaplayan, çevreleyen. 2. [birincisi] erkek adi. ş â m ilü 'l-lu g a

tahûr

le n , m ü s a a d e e d ile n i ç i l e c e k ,

ârik

: p a rla y a n y ıld ız .

p a rla y a n , p a r la k y ıld ız la r ,

‫ ؟‬ârıka ‫ﺷﺎرق‬

(a .i .c . : ‫ ؟‬e v â r ık ) : a y d ı n lı k , I ‫ ؟‬.ı k

b k z : n û r , z iy â ) ).

‫ ؟‬âri ' ‫( ﺷﺎرع‬a.s . ‫ ؟‬er'den) : 1 . ‫ ؟‬eriat koyan, kanun .koyan, (bkz : vâzıü'l-kanûn) : Allah. 2. Hz Muhammed. ‫ ؟‬a'rî, ‫ ؟‬a'riyye ‫ ﺷﺒﺮ؛ه‬، ‫( >ﺷﻌﺮى‬,a.s.) : 1. kıla mensup kil ile ilgili. 2. fiz. kılcal. Ciimle-i ‫ ؟‬: a’riyye -hek. kırmızı ve siyah kan damarları arasın da bulunan saç gibi ince damarlar. Ev'iye-İ ‫ ؟‬a'riyye : *kılcal damarlar, ‫ ؟‬ârib ‫( ﻻ ر ب‬a .s . ‫؟‬

ş ü r b 'd e n ) :

âribü'1-leben : s ü t

1.

İç e n , İ ç i c i ,

İçen .

‫ ؟‬,âribü'l-leyl i .c ) İ ç k i

‫ ؟‬ârid ‫ﺛ ﺮ د‬

ve'n-nehâr : g e c e d ü şk ü n ü . 2 ٠ . : ‫ ؟‬e v â r ib ) (a . i .

‫ ؟‬e r d 'd e n ) :

g ü n d ü z İç e n b ıy ık ,

t u t u n m u ‫ ؟‬, -b e g e n i l

m i‫ ؟‬v e y a y ılm ış ‫ ؟‬iir le r ; ‫ ؟‬iir t a r z ın d a k i ata .s ö z le r i. 2 . s. b a ş ıb o ş , k a ç m ı ş [ h a y v a n ] . 3 . s s a p m ış , a y k ı r ı ,

‫ ؟‬ârih ‫( ﻻ ر ح‬a.s. ve i . ‫ ؟‬erh'den. c. : şurrâh) : bir kitabi ‫ ؟‬-erh eden, bir kitaba açıklam a ya zan kimse. Hz. Şârih : Mesnevinin şârihi İsmâil Resûhi Dede. Kavl-İ ‫ ؟‬.ârih : mant tâ rif.

‫ ؟‬a'riyye ‫( ﺷﻬﻢ؛ه‬o .i .)

: ‫ ؟‬.e h r iy e , ç o r b a l ı k m a k a r n a

ş a 'r ” : k i l g ib i in c e o lm a s ı n d a n k i n â y e “ ] ].

‫ ؟‬a'riyyet ‫( ﺷﻌﺮ؛ات‬-a.i.) : fiz., kim., anat. i lk , fr. capillarité , ‫ ؟‬a'riyyet ‫ﻟﺐ‬.‫ﺷﻌﺮ‬ capillarité .

(.a.i.) :

fiz.

* k ılc a l

* k ılc a llık ,

fr 1141

şark

‫( ﺷﺮق‬a.i.): 1. Doğu. 2. Avrupa kültürünün dışında kalan Müslüman ülkeleri. Ş a r k ve G a rb (Doğu ile B ati): bütün dünyâ. şarlc-1 c e n û b î: cogr. güneydoğu. ["Cenûb-İ şarkî" şekli yaygındır], şa rk -ı ş i m a l i : cogr. kuzeydoğu, [“şimâl-i şarkî'‫ ؛‬şekli yaygındır]. şa rk a n ‫( ﺷﺮﻗﺎ‬a.zf) : gün doğusu tarafından; şarkında, doğusunda. ş a rk ıy y â t ‫ ا ت‬١‫( ﺷﺮق‬a.i. şark'dan) : 1. doğu dili, târihi ve edebiyatlarıyla uğraşan ilim kolİarına toplu olarak verilen bir ad. 2. miiz. dört, beş, altı ve daha çok mısrâlı şiirlerden terennüm güftesi yapılan ezgilere verilen bir ad. ş a r k ı^ û n ‫( ﺷﺮﻗﻴﻮن‬a.i.c.): şarklılar, doğulular, şa rk î, ş a rk ıy y e ‫ ﺷﺮﻗﻴﻪ‬، ‫( ﺷﺮﻗﻰ‬a.s.) : 1. şarkla, doğu ile ilgili. 2. şark, doğu ülkeleriyle ilgili. C e n û b -İ ş a r k î : cogr. güneydoğu. Ş im â l-i ş a rk î : cogr. kuzeydoğu. E lsin e -i ş a r k i c e : (yaşayan) şark dilleri: [Türk, Arap, Fars, Ordu, ‫ ؟‬in, Hint, Kore, Tibet, Japon ve şâire gibi Asya'da kullanılan diller], şa rt ‫ب‬ (a.i.c.: şürût) : 1. şart, .koşul. 2. vaziyet, hal. 3. yemin. ş a r t-ı a rz (arz şartı): Jeod. herhangi bir yüksek dereceli nirengi şebekesinde evvelce hesaplanmış bir dıl'a (bâz) dayanan bir nirengi şebekesi kurulduğu takdirde Öİçillerden hareketle bütün şebekeyi dolaşıp tekrar baza dönüldüğünde bazı sınırlayan noktalarda tahassiil edecek arz farkım gidermek İçin muvâzene hesâbı sırasında kurulan husûsî muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği şart, ş a r t-ı a 'z a m : h u k. mutlaka yerine getirilmesi gerekli olan şart. ş a r t-ı b â t ı l : hu k. [eskiden] vâkıhn fayda ve maslahattan ârî ve vakfm gayesine muhâlif olan arzusıı.[hâin mütevellinin azlolunmaması, mevkuf akarm şu miktardan fazlaya kirâlanmaması gibi]. ş a r t-ı b â z (baz şartı): Jeod ., astr. herhangi bir nirengi şebekesinde birden fazla baz bulunduğu takdirde, birinci bazdan mevcut ölçülere dayanarak ikinci bazm üstüne kadar bütün üçgenler dolaşılarak varildiğında ÖİÇÜ hatâlarından doğan intibaksızİığı gidermek İçin kurulan husûsî muâdele şa rk

1142

(denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği şart. şart-ı c â iz : huk. [eskiden] akd-i bey'in muktezâsmdan olan, yahut alcdin muktezâsmı teyide den, yahut müteâref, yâni örf ve âdet-i beldede câri ve şart-ı hıyâr gibi meşrû olan şarttır ki bu şartla beyi' sa­ hih ve muteberdir. (dili şartı): jeod ., astr. herhan­ gi bir nirengi şebekesinde, şebekenin bir dıl'mdan kalkıp bütün üçgenleri dolaştık­ tan sonra aynı dili' üzerine kulak yapmak­ sızın, yâni dıl'ı sınırlayan noktalar devirden sonra üstüste gelecek şekilde doğru hesap­ layabilmek üzere muvâzenede tatbik edilen muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gös­ terdiği şart.

şa rt-ı d il'

şart-ı l â ğ v : huk. [eskiden] akd-i bey'in muktezâsmdan olmayıp ve muktezâ-yi akdi teyîd dahî etmeyip, müteâref olmayan ve akdi yapan taraflardan birine veyâ ma'kudün-aleyhe faydası bulunmayan şarttır ki bu şartla beyi' sahih, lâkin şart lağvolur. [baş­ kasına satmamak, yâhut mer'aya salıver­ mek şartıyla bir hayvanı satmak gibi], [beyide] akd-i bey'in muktezâsmdan olmayıp ve akdin muktezâsmı teyîd dahî etmeyip, müteâref ve meşrû olmayan ve fakat âkitlerden biri­ ne faydalı olan şarttır ki bu şart müfsit ve bu şartla beyi' fâsittir. [arasıra binmek şar­ tıyla bir atı satmak gibi],

ş a r t-ı m ü fs i d : huk.

şa rt-ı m ü te a h h ir : hu k. vakfiyedeki müteârız

şartlardan sonraki şart, [vakıfta] vâkıfın vak­ fiyesinde yekdiğerine muârız ve muhâlif zikrolunan şartlara ıtlak olunur ki hepsini îmâl mümkün olmazsa sonraki şart evvel­ ki şartın hükmünü nesheder.

şa rt-ı m ü t e â r ız : hu k.

[vakıfta] vakfi­ yedeki müteârız şartlardan ilk şart olup buna : şart-ı evvel de denir,

ş a r t-ı m ü te k a d d im : hu k.

ş a r t-ı n â s i h : huk.

vakfiyede müteârız şart­

lardan sonuncusu. ş a r t-ı s â n î : hu k.

vakfiyede müteârız iki şarttan ikinci şart olup önceki şartın hük­ münü kaldırmış sayılır, ş a r t-ı s a r i h : huk. [vakıfta] yekdiğerine atıf sûretiyle kullanılan tâbirleri muttasıl

şatranc

,olarak tâkibedip onlara vuzuh veren kayıt cocuguma ve çocuğumun çocuğuna ve"] -neslime vakfeyledim'' diye sayılan meşrût ün-leh'leri tâkiben zikrolunan "erkek" lâfzı gibi ki bütün sayılanlar İçin mûteber bir kayıt addolunur]. ‫ ؟‬art-1 semt (semt ‫ ؟‬artı) : jeod., astr. evvelce -hesaplanmış, binâenaleyh iki ucu arasında ki tul ve semti belli bir dıl'a (baz) dayanan herlrangi bir nirengi şebekesinde ölçülerden -hareket sûretiyle bütün üçgenler dolaşıldık tan sonra baza varıldığında tahassül edecek -semt farkım gidermek üzere muvâzene he sapları yapılırken kurulan husûsî muâdele denklem) ve bu muadelenin gösterdiği) ‫ ؟‬art . ‫ ؟‬art-1 takyidi : huk. [eskiden] akdi takyideden ‫" ؟‬arttır ki "üzere” ve "şartıyla gibi lâfızlarla İfâde olunur, ‫ ؟‬art-ı tûl (tul ‫ ؟‬-artı) : jeod. herhangi bir yük sek dereceli nirengi şebekesinde evvelce hesaplanmış bir dıl'a (baz) dayanan bir -nirengi şebekesi kurulduğu takdirde Öİ çülei'den hareketle bütün ‫ ؟‬ebekeyi dolaşıp tekrar baza dönüldüğünde bazı sınırlayan -noktalarda tahassül edecek tul farkım gi dermek İçin muvâzene hesâbı sırasında kurulan husûsî muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği ‫ ؟‬art. ‫ ؟‬art-ı v â k ıf: vakfedenin, vakfi yapanın ko ‫ ؟‬tugu ‫ ؟‬art . ‫ ؟‬art-ı zû-erbaati'1-adlâ (dörtgen ‫ ؟‬.artı) : jeod herhangi bir nirengi şebekesinde İç açıları -toplamı dörtyüz grat olması gereken dört genin ÖİÇÜ hatâlarından doğan grat farkım gidermek üzere muvâzene hesâbı sırasında kurulan husûsî muâdele (denklem) ve bu muâdelenin gösterdiği ‫ ؟‬art. ‫ ؟‬arteyn ‫( ﺷﺮﻃﻦ‬a.i.c.) : koz. hamel burcundaki iki yıldızın adi. ‫ ؟‬arti , ‫ ؟‬artiyye ‫ ﺷﺮﻃﻴﻪ‬، ‫( ﺷﺮﻃﻰ‬a.s .) : ‫ ؟‬-art ile ilgi li , ‫ ؟‬art gibi olan; şartlı. Sîga-i ‫ ؟‬artiyye : ‫ ؟‬art sîgası (*kipi) ["gelirse söylerim" gibi]. ‫ ؟‬artiyyet ‫( ﺷﺮﻃﻴﺖ‬a.i.) : şartlılık , ‫ ؟‬-arta bağlı ol ,makilk. fr. conditionnalité şart-nâme ‫( ﺷﺮﻃﻐﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : yerine getirilmesi .gerekli olan şartların yazıldığı resmi kâğıt bkz : mukavele-nâme)).

‫ ؟‬ast

‫( ﺷ ﻬ ﺖ‬f.i.) :

1. (bkz : ‫؟‬e s t ’2). 2 . s. altm ış :

60. (a.i.) : 1. p arla k lık , 2. gOsteri?) yaldız.

şa'şaa

ça'çaa-bah ç şa 'şa a -d â r

parlam a.

‫( ﺷﻌﺸﻌﻪ ﺑﺨﺶ‬a.f.b.s.) : p a rıltı veren,

‫( ﺷﻌﺸﻌﻪ دار‬a.f.b.s.) : şa'şaalı, göste-

ri‫؟‬li, parlak.

‫( ﺷﻌﺸﻌﻪ ﻷش‬a.f.b.s.) : 1. p a rıltı saçan, p arıltılı. 2. geo. b ir d a ire n in k en d i *yarıcapı u z u n lu ğ u n d a k i yay p arç asın ı gören m erkez *açı, fr. rad ian t.

şa'şaa-p âş

‫ ؟‬at

‫( ﺷﻂ‬a.i.c. : çutût). (bkz : ‫؟‬att).

‫ ؟‬ât

‫( ﺷﺎت‬a.i.) : koyun, (bkz : ganem). ‫( ﺷﻄﺢ‬a.i.) : ed. ciddi b ir hissi veya d ü şü n ceyi m iz â h î b ir edâ ile a n la ta n ‫؟‬iir.

‫ ؟‬ath

‫ت‬(a.i.c.) : 1. alaylı, eğlenceli hikâyeler, (bkz : hezliyyât). 2. ed. d u d ak larda b ir teb essü m u y a n d ırm a k m aksadıyla söylenen m an zû m e. [D ertli'nin: "Girdâb-1 m ih n e tte k ap a n d ın k a ld m / V erm edin b ir y an d a n ses k a ra b a h tım / A n lad ım gafilsin, uykuya d a ld m / D eli p o y raz gibi es k a ra b a h tım .” gibi].

‫ ؟‬a th iy y â t

‫ ؟‬a t h i ^ â t - 1 sO fiyâne : ed. bâzı m eczu p ların

sözlerini ta k lit sûretiyle y azılın ı‫؟‬, zâh ird e saçm a görülen, fakat ‫ ؟‬erh ve ta h lili h âlin d e m â n îd â r o ld u g u an laşılan m an zû m eler h a k k ın d a k u lla n ıla n b ir deyim . [Kaygusuz A b d al'ın ‫؟‬athiyyâti, d in d a rla r n az arın d a k u friy y a tta n sayılırdı]. ‫؟‬a t h i ^ e (a.i.) : â h ire t ah v â lin i alaylı b ir dille an la ta n d a h a çok m a n z u m sözler, ‫ ؟‬â tliy y e

‫( ﺷﺎﻃﺌﻴﻪ‬a.i.) :

zool. uzu n b acak lilar, fr.

échassiers.

‫( ﺷﺎ ر‬a.s. ‫؟‬etâret'd en . c. : şu ttâr) : 1. n e‫'؟‬eli١ keyifli, ‫؟‬en. 2 . i. b ü y ü k b ir k im sen in ati yan m d a gitm ekle vazifeli aga.

ş â tır

‫ ؟‬âti'

‫اﻃﺊ‬-‫( ش‬a.s.c.

‫ ؟‬â tim

: şevâtî) : kıyı, kenar.

‫( ﺷﺎﺗﻢ‬a.s. ‫؟‬etm 'den) : sövüp sayan, k ü fü r

eden.

‫( ﺷﻄﺮ‬a.i.) : 1. yari, yarim . 2. kısım , bölüm , parça. 3. ed. m ısra.

‫ ؟‬a tr

‫( ﺷﻄﺮﻧﺞ‬a.i.) : 1. satran ç oyunu, (bkz : sad-reng). 2. fildişi ayna ve k ak m ala rd a o y u la n satıhla, k ak ıla n p a rç a n ın zigzakli o la rak k areler teşkil etm esi sûretiyle meyd a n a gelen m otif. 3. ed. T ü rk h a lk şiirinde

‫ ؟‬a tra n c

1143

şat.

“müfteilün müfteilün” vezniyle murabba' şeklinde yazılan manzûme. şatt ‫( ﺷﻂ‬a.i.c.: şutût) : büyük nehir. Şattü'l-Arab : cogr. Dicle ve Fırat nehirlerinin Korııa'da birleşmesinden meydana gelen büyük nehir. şavt ‫( ﺷﻮت‬a.i.) : 1. koşma, bir şeyin yöresinde koşma, dolanma. 2. Beyt-İ Şerîf ziyâretinde Hacer-i Esved'den başlayıp şartı üzere dolanarak yine Hacer-i Esved'e gelmelc üzere yapılan tavâf. şavt-1 b â tıl: fiz. girdiği bir delilcten karşıdaki duvara aksederek etrafında dOnüyormıış gibi görünen güneş ışığı, şâyân ‫( ﺷﺎﻳﺎن‬f.s.): yakışır, yaraşır, değer, (bkz : ahrâ, çespân, lâyık, münâsib). Şâyân-I d ik k a t: 1) dikkat edilmesi gereken; dilckate deger. 2) *önemli, orijinal, *ilgin‫ ؟‬, şâyân-ı h ay re t: şaşmaya deger, şaşılacak, hayret edilecek. Şâyân-I h iirm et: saygı deger, saygıya lâyık. ( b k z : Ş â y â n -I i h t ir â m ) . ş â y â li- ı

ib re t: i b r e t

a lın m a s ı g e re k e n ,

şâyâıı-ı ihtirâm : saygı

d e g e r.

(bkz :

şâ y â n -1

İıü r m e t ) .

şâyân-ı istig ra i,: garip bulunacak durumda, şâyân-ı İ'tim âd : itimat edilmeye deger, itimada lâyık, güvenilir. ‫ ؟‬âyân-ı m erham et: acınacak, acınır, şâyân-ı senâ : öğmeğe lâyık olan, şâyân-ı ta k d ir: takdire deger, takdire lâyık, beğenilir. şâyân-ter ‫( ﺷﺎﻳﺎ ﻧﺘﺮ‬f.b.s.) : daha (pek, en) lâyık, (bkz: elyalc). şâyed ‫ﺷﺎﻳﺪ‬٠(f.e.): eger; olaki, olabilir ki, olur ki. şâyeste ‫ ﺷﺎﻳﺴﻪ‬. (f.s.): yakışır, yaraşır; uygun, (bkz: ahrâ, cedir, çespân, lâyık, miistahik, sezâ, şâyân). şâyeste-i tevfik i Cenâb-1 m ü teâl: Cenâb-1 Hakk'ın yardımına lâyık olan, şâyestegî ‫( ﺷﺎﻳ ﺴﻜ ﻰ‬f.i.): yaraşırlık, uygunluk, (bkz: liyâkat). şâygân ‫( ﺷﺎﻳﻜﺎن‬f.s.): 1. lâyık, yakışır, münâsip, yaraşır, (bkz: ‫ ؟‬espâıı, lâyık, sezâ). 2. ucuz, bol, ‫ ؟‬ok. (bkz: mebzûl, vâsi'). Genc-İ şâyg ân : Husrev Perviz'in hazînesi. Vasi 1144

ü şâygân : ed. kafiyelerde revi harfinden sonra tekrarlanan zamir veyâ edat, [meselâ: "âbâde, feryâde” kafiyelerinde a lar; “ işâretimiz, beşâretimiz” kafiyelerinde “miz’le r vasi ü şâygândır]. şâygânî ‫( ﺷﺎﻳﻜﺎﻧﻰ‬f.i.): 1. şâyegânlık, ucuzluk, ‫ ؟‬okluk, bolluk, (blcz: vefret). 2. lâyıklık, miinâsiplik, yakıçırlık, uygunluk, şâyi' ‫( ﺷﺎﻳﻊ‬a.s. ?üyû'dan) : 1. duyulmuş, herkeşçe bilinmiş. 2. taksim olunmamış müşterek hisse. 3. bir şeyin her noktasıyla ilgili bulunan. şâyia ‫ﻳﻌﻪ‬١‫( ش‬a.i.c. : şâyiât) : şâyi' olmuş, yayılmış haber, yaygın olan *söylenti. Hisse-i şâ y ia : hissedarların, ayrılmamış, bölünmem^ş maldaki hisseleri, şâyian ‫( ﺷﺎﻳﻌﺄ‬a.zf): 1. şâyi olarak; herkesçe duyularalc. 2. s. müşterek, ortaklaşa, birlikte, şâyian tasarru f: huk. [eskiden] bir mîrî arâziyi birçok kimsenin müştereken tasarrufu. şâyiât ‫( ﺷﺎﻳﻌﺎت‬a.i. şâyia'nın c.) : şâyialar. şâzeliyye ‫( دا ﻧ ﺪ ه‬a.h.i.): tas. Ebü'1-Hasan Takiyüddin Ali bin Abdullah eş-Şâzelî taraftndan kurulmuş olan tarikat. [Ali bin Ebü'1-Hasan eş-Şâzelî, hicri 593 (Milâdî 1196 - 1197) yılında Afrika'da Septe civârmdaki gamâre nâhiyesi köylerinden birinde dogmuştur]. şâziyye ‫( ﺷﻬﻠﻪ‬a.i.c.: şezâyâ): 1. yay, kavis. 2. anat. incik kemigi. 3. ağa‫ ؟‬kıymığı gibi bir şeyden kopmuş parça. 4. hek. incik denilen baldır kemiğinin yanındaki ince uzun kemik. 5. kırılan kemikten meydana gelen parçalar. şâzz, çâzze ‫ ﺷﺎﻧﻪ‬، ‫( ﺷﺎن‬a.s.c.: şüzûz): kaide (*kural) dışı, kaideye (*kurala) uymayan. Kelimât-ı şâzze: kaide (*kural) dışı olan kelimeler, (bkz: müstesnâ). şeâir ‫( ى ' ر‬a.i. şâire'nin c.) : âdetler; törenler, [miifredi “şaire: alâmet, işâret" mânâsınadır]. çeâir-i v a k f: huk. vakfm gayesine uygun olarak yürütülebilmesi İ‫ ؟‬in lüzumlu bulunan vasıtalar ve görevliler, [bir mescide lâzım olan : hail, kilim, ışık, su, imam, müezzin.. gibi]. şeâmât ‫( ﺷﺄﻣﺎت‬a.i. şeâmet'in c .): uğursuzluklar.

şebîhûn

şeâmet ‫( ﺷﺄﻣﺖ‬a.i.c.: şeâmât) : uğursuzluk, şeb ‫( ﺷ ﺐ‬f.i.). (bkz : şebb).

şeb-bûy ‫( ﺷﺒﺒﻮﺗﻢﺀ‬f.b.i.) : bot. şebboy, lât. matthiola incana.

şeb ‫( ﺷ ﺐ‬f.i.c.: şebân): gece, (bkz: leyi, şev). Rûz ü şeb : gündüz ve gece, şeb-i arûs : gelin gecesi; Mevlânâ'nın öldüğü gece. şeb-i aşk: aşk gecesi, şeb-i deycûr : karanlık gece, şeb-i firâk : ayrılık gecesi, şeb-i gamm : gam gecesi, şeb-i hicrân : hicran gecesi, ayrılıkla geçirilen gece.

şeb-çirâg ‫( ﻣ ﺠ ﺮا غ‬f.b.i.) : gece parlayan yakut,

şeb-i mâtem : matem gecesi, şeb-i târîk: karanlık gece, şeb-i yeldâ: yılın en uzun gecesi. [22 Arailk]. şeb ü rûz : gece gündüz, şebâat ‫( ﻣﺎﻋﺖ‬a.i.) : toklulc, tamamlık, dolgunluk. (bkz: şibâ'). şebâb ‫( ﻣﺎب‬a.i.) : gençlik, tâzelik, civanlık. şebabet ‫( ﻣﺎﺑﺖ‬o.i.). (bkz : şebâb). şebâbîk ‫( ﻣ ﺎ ﻳ ﻚ‬a.i. şübbâke'nin c.) : 1. kafesler. 2. balıkagları. şebah ‫( ﻣﺢ‬a.i.c.: eşbâh): ceset; ciisse, cisim, şahıs. şebâhet ‫( ﻣﺎﻫﺖ‬a.i.)': benzeme, benzeyiş, (bkz : müşâbehet). şebâik ‫( ﻣﺎﺋﻚ‬a.i. şeblke'nin c.). (bkz : şebeke), şebâket ‫( ﻣﺎﻛﺖ‬a.i.): ağ ve kafes gibi örülme, şeb'ân ‫( ﺷﺒﻰ ن‬a.s. şib'den. c .: şibâ'): tok, doymuş. (bkz: sir). Batn-1 şeb'ân: tok karin, karni tok. şebân ‫( ﺛ ﻦ‬f.i. şeb'in c.): geceler, şebâne ‫( ﻣ ﺎ ﻻ‬f.s.): 1. geceye âit, gece ile ilgili, gecelik, gece vakti olan. 2. geceden kalma, şebân-gâh ‫( ﻣﺎﻋﺎه‬f.b.i.): 1. geceleyin, gece vakti. 2. gecelenecekyer. şebân-geh 4‫( ﺛ ﺬ ك‬f.b.i.). (bkz : şebân-gâh). şebân-rûz ‫( ﻣﺎذروز‬f.b.s.): “gece gündüz" : 24 saatlik zaman. şeb-ârâ ‫( ﺷ ﺐ آرا‬f.b.s.) : geceyi süsleyen, şeb-âvîz ‫( ﺷﺐ آ و ز‬f.b.i.): ishak kuşu, [ayağından asılarak baş aşağı sarkar ve öter], şebb ‫( ﺷﺐ‬a.i.): şap. şeb-bâz ‫( ﺷﺒﺒﺎز‬f.b.s ve i.): Karagöz oynatan usta, [bkz : hayâl-bâz, hayâlî, sûret-bâz).

çeb-dîz ‫( ﺷﺒﺪﻳﺰ‬f.b.s.): "gece renkli" : 1. karayagiz at. 2. Hüsrev Perviz'in meşhur atının adi. çeb-efrûz ‫( ﺷﺐ اﻓﺮوز‬f.b.s.) : geceyi aydınlatan, şebeh ‫( ب‬a.i.): benzer, benzeyiş, şebeke ‫( ﺷ ﻜ ﻪ‬a.i.c.: şibâk) : 1. avcı; balık agı. 2. ag gibi yapılmış, gerilmiş hat ve yolların mecmûu. 3. s. kafes şeklinde olan. 4. ıskara. 5. anat. ag şeklinde olan nesiçler (dokular). Şebeke-İ ankebûtiyye: anat. ag şeklindeki

beyin zari. 6. kötü niyetlerle gizli lcurulan topluluk. 7. *öğrenci pasosu. 8. idare, *örgüt. şebekî ‫( ﺷﺒﻜﻰ‬a.s.) : 1. şebekeye mensup, şebeke ile ilgili. 2. anat. ağsı, ağımsı, şeb-engîz ‫( ﺷﺐ ا ﻋ ﺰ‬f.b.s.): gece kuşu, yarasa, şeb-gerd ‫( ﺷ ﻜ ﺮ د‬f.b.i.): 1. gece dolaşan kol, bekçi. 2. Ay. (bkz : Kamer, Mâh). 3. hırsız, şeb-gîr ‫( ﺷ ﻜﻴ ﺮ‬f.b.s.): 1. gece uyumayan. 2. gece giden kervan. 3. sabah vakti. 4. sabah kuşu. şeb-gîrî ‫( ﺷﻜﻴﺮ ى‬f.b.i.): gece uyuyamama, uykusuzluk, fr. agrypnie. şeb-gûn ‫( ﺷﺒﻜﻮن‬f.b.s.): "gece renkli'': kara, (bkz: şeb-reng). şeb-hân ‫( ﺷﺒﺨﻮان‬f.b.s.): gece öten bir cins bulbul. şeb-hâne ‫( ﺷﺐ ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.): yoksulların, geceleri parasız olarak kalmaları İçin hayır ve hasenat sahibi kimselerin yaptırdıkları yerler, şeb-hengâın ‫( ﺷ ﺐ ﻫﺘﻜﺎم‬f.b.s.): gece vakti, geceleyin. şebhîz ‫( ﺑ ﺨ ﻴ ﺰ‬f.b.s.): geceleri uyanıp kalkan ve İş gören. şeb-hûn ‫( ﻣ ﺨ ﻮ ن‬f.b.i.): gece baskım, (bkz: şebîhûn). şebîh ‫ي‬ (f.s. şibh'den): benzeyen, benzeyici. (bkz: mânend, miimâsil, müşâbih, nazir). şebîhûn ‫( ﻣ ﻴ ﺨ ﻮ ن‬f.i.): gece baskım, (bkz: şeb-hûn). 1145

‫؟‬att "müfteilün müfteilün” vezniyle murabba' şeklinde yazılan manzûme. şatt ‫( ﺷ ﻂ‬a.i.c.: şutût) : büyük nehir. Şattü'l-Arab: cogr. Dicle ve Fırat nehirlerinin Korna'da birleşmesinden meydana gelen büyük nehir. şavt ‫( ﺷﻮت‬a.i.): 1. koşma, bir şeyin yöresinde koşma, dolanma. 2. Beyt-İ Şerîf ziyâretinde Hacer-i Esved'den başlayıp şartı üzere dolanarak yine Hacer-i Esved'e gelmek üzere yapılan tavâf. şavt-ı b â tıl: fiz. girdiği bir delilcten karşıdaki duvara aksederek etrafında dOniiyormuş gibi görünen güneş ışığı, şâyân ‫( ﺷﺎﻳﺎن‬f.s.): yakışır, yaraşır, deger. (bkz : ahrâ, çespân, lâyık, miinâsib). Şâyân-I dilckat: 1) dikkat edilmesi gereken; dikkate deger. 2) *önemli, orijinal, *ilgin‫ ؟‬, şâyân-ı h ay re t: şaşmaya deger, şaşılacak, hayret edilecek. şâyân-ı h ürm et: saygı deger, saygıya lâyık. (bkz: şâyân-ı ihtirâm). şâyârnı ib re t: ibret alınması gereken, şâyân-ı ihtirâm : saygı deger. (bkz : şâyân-ı hürmet). şâyân-ı istigrab : garip bulunacalc durumda, şâyân-ı İ'tim âd : itimat edilmeye deger, itimada lâyık, güvenilir, şâyân-ı m erham et: acınacak, acınır, şâyân-ı senâ : öğmeğe lâyık olan, şâyân-ı takdir : takdire deger, takdire lâyık, begeniliı'. şâyân-ter ‫( ﺷﺎﻳﺎ ﻧﺘﺮ‬f.b.s.) : daha (pelc, en) lâyık, (bkz: elyak). şâyed ‫ﺑﺪ‬.‫( ﺷﺎ‬f.e.) : eger; olalci, olabilir ki, olur lci. şâyeste ‫ﺑ ﺖ‬.‫ ( ﺷﺎ‬fs .) : yakışır, yaraşır; uygun, (blcz: ahrâ, cedir, ‫ ؟‬espân, lâyık, müstahik, sezâ, şâyân). şâyeste-i tevfik-i Cenâb-1 m ü teâl: Cenâb-1 Hakk'm yardımına lâyık olan, şâyestegî ‫( ﺷﺎ ﻳ ﺴﺘﻜ ﻰ‬f.i.) : yaraşırhk, uygunluk, (bkz: liyâkat). şâygân ‫( ﺷﺎﻳﻜﺎن‬f.s.): 1. lâyık, yakışır, münâsip, yaraşır, (bkz: ‫ ؟‬espân, lâyık, sezâ). 2. ucuz, bol, ‫ ؟‬ok. (bkz: mebzûl, vâsi'). Genc-İ şâyg ân : Husrev Perviz'in hazînesi. Vasi 1144

ii ş â y g â n : ed. kafiyelerde revi harfin-

den sonra tekrarlanan zamir veyâ edat, [meselâ: “ âbâde, feryâde” kafiyelerinde a lar; “ işâretimiz, beşâretimiz” kafiyelerinde "miz”ler vasi ü şâygândır]. şâygânî ‫( ﺷﺎﻳﻜﺎﻧﻰ‬f.i.): 1. şâyegânlık, ucuzluk, ‫ ؟‬okluk, bolluk, (bkz: vefret). 2. lâyıklık, miinâsiplik, yakışırlık, uygunluk, şâyi' ‫ﻳﻊ‬١‫( ش‬a.s. ?üyû'dan) : 1. duyulmuş, herkes‫ ؟‬e bilinmiş. 2. taksim olunmamış müşterek hisse. 3. bir şeyin her noktasıyla ilgili bulunan. şâyia ‫( >ﺗﺎﻳﻌﻪ‬a.i.c.: şâyiât) : şâyi' olmuş, yayılmış haber, yaygm olan *söylenti. Hisse-i şâ y ia : hissedarların, ayrılmamış, bölünmem*iş maldaki hisseleri, şâyian ‫( ﺷﺎي*ا‬a.zf.) : 1. şâyi olarak; herkesçe duyularak. 2. s. müşterek, ortaklaşa, birlikte, şâyian tasarru f: hulc. [eskiden] bir miri arâziyi birçok kimsenin müştereken tasarrufu. şâyiât ‫ ﻳﻌﺎت‬١‫(ش‬a.i. şâyia'nın c.) : şâyialar. şâzeliyye ‫( داﻧ ﺒ ﻪ‬a.h.i.): tas. Ebü'1-Hasan Talciyiiddin Ali bin Abdullah eş-Çâzelî tarafından kurulmuş olan tarikat. [Ali bin Ebü'1-Hasan eş-Şâzelî, hicri 593 (Milâdî 1196 - 1197) yılında Afrika'da Septe civârmdaki gamâre nâhiyesi köylerinden birinde dogmuştur]. şâziyye ‫( ﺷﻬﻠﻪ‬a.i.c.: şezâyâ) : 1. yay, kavis. 2. anat. incilc kemigi. 3. ağa‫ ؟‬lcıymığı gibi bir şeyden kopmuş parça. 4. hek. incik denilen baldır kemiğinin yanındaki ince uzun kemik. 5. kırılan kemikten meydana gelen parçalar. şâzz, şâzze ‫ ﺷﺎﻧﻪ‬، ‫( ﺷﺎن‬a.s.c.: şüzûz) : kaide (*kural) dışı, lcaideye (*kurala) uymayan. Kelimât-ı şâzze : kaide (*lcural) dışı olan kelimeler, (blcz: müstesııâ). şeâir ‫( ﺷﻌﺎﺋﺮ‬a.i. şâire'nin c.) : âdetler; törenler, [miifredi "şaire: alâmet, işâret" mânâsınadır]. şeâir-i v a k f: huk. vakfm gayesine uygun olarak yürütülebilmesi İ‫ ؟‬in lüzumlu bulunan vasıtalar ve görevliler, [bir mescide lâzım olan : hail, kilim, ışık, su, imam, müezzin.. gibi]. şeâmât ‫( ﺷﺄﻣﺎت‬a.i. şeâmet'in c .): uğursuzluklar.

şebîhûn şe â m e t ‫( ﺷﺄﻣﺖ‬a.i.c .: ş e â m â t): u ğ u rsu zlu k , şeb ‫( ﺷﺐ‬f.i.). (bkz : şebb). şeb ‫( ﺷﺐ‬f.i.c.: şebân) : gece, ( b k z : leyi, şev). R û z ü şeb : g ü n d ü z ve gece, şe b -i a r û s : gelin gecesi; M evlânâ'nın ö ldüğü gece. şeb -i aşk : aşk gecesi, şeb -i d ey c û r : k a ra n lık gece, şe b -i f i r â k : ayrılık gecesi, şeb -i g a m m : gam gecesi, şeb -i h ic râ n : h ic ra n gecesi, ay rılık la geçirilen gece. şeb -i m â te m : m atem gecesi, şeb -i t â r î k : k a ra n lık gece, şeb -i y e l d â : y ılın en u z u n gecesi. 22‫ ؛‬A railk]. şeb ü r û z : gece gündüz, şe b â a t ‫( ﻣ ﺎ ق‬a.i.) : tokluk, tam am lık , dolgunluk. ( b k z : şibâ'). şeb âb

‫ﻣﺎ ب‬

(a.i.) : gençlik, tâzelik, civanlık.

şe b ab e t ‫( ﺷﺒﺎ ﺑﺖ‬O.İ.). (bkz : şebâb). şe b â b îk ‫( ﻣ ﺎ ﺑ ﻴ ﻚ‬a.i. şübbâke'nin c.) : 1. kafesler. 2. balıkagları. şe b a h ‫( ﻣ ﺢ‬a.i.c .: e ş b â h ): ceset; cüsse, cisim , şahıs. şe b â h e t ‫( ﻣ ﺎ ق‬a.i.)': benzem e, benzeyiş, (bkz : m üşâbehet). ş e b â ik ‫( ﻣﺎ ﺋ ﻚ‬a.i. şebike'nin c.). (bkz : şebeke), şe b â k e t ‫( ﻣﺎ ﻛ ﺖ‬a.i.) : ag ve kafes gibi örülm e, şeb 'ân ‫( ﺑ ﺎ ف‬a.s. şib'den. c . : ş ib â ') : tok, doym uş. (bkz : sir). Batn-1 ş e b 'â n : to k k arin , k a rn i tok.

şe b -b û y ‫( ﻣ ﻮ ى‬f.b .i.): b o t. şebboy, lâ t. m a tth io la in c a n a . şe b -ç irâ g ‫( ﺷﺒﺠﺮاغ‬f.b .i.): gece p arlay an yakut, ş e b -d îz ‫( ﻣﺪ ش‬f.b.s.): “gece r e n k l i '': 1. k arayağız at. 2. H iisrev P erviz'in m eşh u r a tın ın adi. ş e b -e frû z ‫( ﺷﺐ اﻓﺮوز‬f.b.s.).: geceyi aydınlatan, şe b eh ‫( ﺷﺒﻪ‬a .i.): benzer, benzeyiş, şeb ek e ‫( ﺷﺒﻜﻪ‬a .i.c .: ş ib â k ): 1. avcı; b alık ağı. 2. ag gibi yapılm ış, gerilm iş h a t ve y o lların m ecm ûu. 5. s. kafes şeklinde olan. 4. ıskara. 5. a n a t. ag şeklinde olan nesiçler ( d o k u lar). Şebeke-İ a n k e b û tiy y e : a n a t. ag şeklindeki b ey in zari. 6. k ö tü niyetlerle gizli k u ru la n topluluk. 7. O g re n c i pasosu. 8. idare, *örgüt. çeb ek î ‫( ﺷﺒﻜﻰ‬a .s.): 1. şebekeye m ensup, şebeke ile ilgili. 2. a n a t. ağsı, ağım sı, şe b -e n g îz ‫( ﺷﺐ ا ﻋ ﺰ‬f.b.s.): gece kuşu, yarasa, şe b -g e rd ‫( ﺷﺒﻜﺮد‬f.b .i.): 1. gece d o laşan kol, bekçi. 2. Ay. (bkz : Kam er, M âh). 3. hırsız, ç e b -g îr ‫ﺳ ﻌ ﺮ‬ (f.b.s.): 1. gece u y um ayan. 2. gece giden k ervan. 3. sabah vakti. 4. sab a h kuşu. ç e b -g îrî ‫( ﺳ ﻌ ﺮ ى‬f.b.i.): gece u y u y am am a, uyk u suzluk, fr. a g ry p n ie . ç e b -g û n ‫( ﻣ ﻜ ﻮ ن‬f.b.s.): “gece re n k li” : kara, ( b k z : şeb-reng). ç e b -h â n bul.

‫ﺷﺒ ﺨ ﻮا ن‬

(f.b.s.): gece öten b ir cins bul-

şe b ân e ‫( ﻣ ﺎ ﻻ‬f.s.): 1. geceye âit, gece ile ilgili, gecelik, gece v a k ti olan. 2. geceden kalm a,

ç e b -h â n e ‫( ﺷ ﺐ ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.): y o k su lların , geceleri p arasız o la ra k k alm aları İçin h ay ır ve hasen a t sahibi k im selerin y a p tırd ık la rı yerler,

ş e b â n -g â h ‫( ﺷﺒﺎ ﻧﻜﺎه‬f.b.i.): 1. geceleyin, gece vakti. 2. gecelenecekyer.

şe b -h e n g â m ‫ﻫﺘﻜﺎ م‬ celeyin.

şeb ân -g eh ‫( ﺷﺒﺎ ﻧﻜﻪ‬f.b.i.). (bkz : şebân-gâh).

ş e b h îz ‫( ﻣ ﺨ ﺰ‬f.b.s.) : geceleri uy an ıp k alk a n ve İş gören.

şe b â n ‫( ﻣﺎ ن‬f.i. şe b 'in c . ) : geceler,

ş e b â n -rû z ‫( ﻣﺎذروز‬f.b.s.): ‘(gece g ü n d ü z ” : 24 saatlik zam an. ş e b -â râ ‫( ﺷﺐ آرا‬f.b.s.): geceyi süsleyen,

‫ﺷ ﺐ‬

(f.b .s.): gece vakti, ge-

şe b -h û n ‫( ﺷ ﺒ ﺨ ﻮ ن‬f.b.i.): gece baskım , ( b k z : şebîhûn).

şebb ‫( ﺷﺐ‬a .i.): şap.

şe b îh ‫( ﻣ ﻴ ﻪ‬f.s. ş ib h 'd e n ): benzeyen, benzeyici. ( b k z : m ân en d , m iim âsil, m üşâbih, nazir).

şe b -b â z ‫( ﺷﺒﺒﺎز‬f.b.s ve i . ) : K aragöz o y n atan usta, [bkz : hayâl-bâz, hayâli, sûret-bâz).

ş e b îh û n ‫ﻮ ن‬ şeb-hûn).

şeb -âv îz ‫( ﺷﺐ آ و ر‬f.b.i.): ish ak kuşu, [ayağınd an asılarak baş aşağı sa rk a r ve öter],

‫ﺷﺒﻴ ﺨ‬

(f.i.) : gece baskım , ( b k z :

1145

şebîke

‫( ﺷ ﺒ ﻴ ﻜ ﻪ‬f.i.): 1. (bkz: şebeke). 2. bati taraflarında Arapların giydikleri hasırdan örülmüş bir başlık. şeb-istân ‫( ﺷﺒﺴﺘﺎن‬f.b.i.): 1. yatak odası. 2. gece ibâdetine mahsus oda. 3. harem dâiresi, şeb-külâh ‫( ﺷﺒﻜﻼه‬f.b.i.): gecelik külâh. şeb-nem ‫( ﺷﻨ ﻢ‬f.b.i.): ‫ ؟‬iy. (bkz : nedâ). şeb-pere ‫( ﺷﺠﺮه‬f.b.i.): zool. yarasa, (bkz: huffâş). şeb-reng .‫( ﺷ ﺐ زﻧﻚ‬f.b.s.): "gece renginde olan” : siyah. şeb-rev ‫( ذ ر و‬f.b.s.): gece giden, gece yolculuğu eden. şeb-tâb ‫( ﺷﺒﺘﺎ ب‬f.b.i.): ateş böceği, şeb-tâ-be-seher ‫( ﺷ ﺐ ﺗﺎ ﺳ ﺨ ﺮ‬f.a.zf.): geceden sabaha kadar. şeb-zinde-dâr ‫( ﺷﺐ زﻧﺪه دار‬f.b.s.): 1. geceleri İşle meşgul olan. 2. gece uyumayıp İbâdet eden. 3. gece bekçisi. şeb-zinde-dâr-ı so h b e t : sohbetin şebzindedârı; sohbetle sabahlayan, şec ‫( ﺷﺞ‬a.i.): baş yarma, şecâat ‫( ﺷﺠﺎﻋﺖ‬a.i.): yiğitlik, yüreklilik, (bkz : besâlet, hamâset). şecc ‫( ﺷﺞ‬a.i.): geminin denizi yararak yol alması. şeccât ‫( ﺷﺠﺎ ت‬a.i. şecce'nin c.) : başta ve yiizde meydana getirilen yaralar, şecce ‫( ﺷﺠﻪ‬a.i.c.: şeccât, şicâc) : fık. başa ve yiize vurarak meydana getirilen yara. Şecce-İ â m m e : hek. beynin en üstteki zarinin yırtılması. Şecce-İ bâzıa : hek. derisi kesilen yara. Şecce-İ d â m ia : fık. lcan ‫ ؟‬ıktığı halde cerâhat yerinde birikip akmayan yara. Şecce-İ dâm iyye : fjk. kani alcan yara. Şecce-İ h â r ıs a : fık. derisi yırtıldığı halde kan ‫ ؟‬ikmayan yara. Şecce-İ m uvazzah a: fık. kemiği meydana ‫ ؟‬ıkıp görünen yara. Şecce-İ m iin ak k ale : fık. kemik kırılmakla berâber yerinden oynamış olan yara. Şecce-İ m ütelâh im e : fık. deri ile etin de kesilmiş olduğu yara. Şecce-İ sim hâk ‫ ؛‬fık. kemik üzerindeki zar gibi ince deriye kadar yırtılıp fakat o deri yırtılmamış olan yara. şebîke

1146

‫ ؟‬ecen ‫( ﺷﺠﻦ‬a.i.c.: eçcân, sücûn): dal, budak, kol. Z û -şe ce n : budaklı. ‫ ؟‬ecer

‫( ﺷﺠﺮ‬a.i.c : eçcâr): ağa‫ ؟‬, (bkz : dıraht).

Şecer-İ ketira

: bot. geven.

Şecer-İ İâden : bot. İâden ağacı. Şecer-İ lisân-1 usfûr : bot. dişbudak ağacı. Şecer-İ m ışm ış : bot.

kayısı ağacı.

Şecer-İ ru m m â n : bot. nar ağacı. Şecer-İ sam g ‫ ؛‬bot. Arap zamkı elde edilen

bir ağa‫ ؟‬. Şecer-İ siileymân : bot. katran ağacı. Şecer-İ te m r : bot. hurma ağacı. Şecer-İ tin : bot. incir ağacı. Şecer-İ tuffâh : bot. elma ağacı. Şecer-İ tûr. (bkz : nahl-i tûr). şecerü'l-bellût : bot. meşe ağacı. şecerü'I b u n d u k : bot. fındık ağacı. şecerü'1-hubz : bot. ekmek ağacı. şecerii'1-h ür : bot. kavak, şecerü'l-hür-i b e y z â : bot. akkavak. şe ce rU lle vz ‫ ؛‬bot. badem ağacı, şecerü'n-neb': bot. kaym ağacı, şecerü's-sınâr : bot. ‫ ؟‬inar ağacı, şecerü't-tuffâh : bot. elma ağacı,

‫( ﺷﺠﺮات‬a.i. ‫ ؟‬ecere'nin c.) : şecereler, ‫( ﺷﺠﺮه‬a.i.c.: şecerât) : 1. kü‫ ؟‬ük ağa‫ ؟‬, bir

şecerât şecere

tek ağa‫ ؟‬. Şecere-İ h a y a t : biy.

hayat ağacı. 2. soy ağacı, bir ailenin soyunu sopunu gösteren cetvel, (bkz: silsile-nâme).

‫( ﺷﺠﺮه ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.) : şecereyi gösteren kitap veya yazı. şecerî ‫( ﺷﺠﺮى‬a.s.): şecerle ilgili, şecere, ağaca âit. Hatt-ı şecerî. (bkz : hatt). H urûf-İ ‫ ؟‬ecer i^ e : ağa‫ ؟‬dallarıyla ‫ ؟‬izilen harfler.

şecere-nâme

‫( ﺷﺠﺮﺳﺎف‬a.f.b.i.) : ormanlık, ağa‫ ؟‬ilk yer. (bkz : meşcere).

Şecer-İstân

‫ ﺷﺠﻴﻌﻪ‬، ‫( ﺷﺠﻴﻊ‬a.s. şecâat'den. c .: şicâ', şüceâ, şüc'ân): cesur, yürekli, yiğit, şecic ‫( ﺷﺠﻴﺞ‬a.s. şecc'den) : başında yarası olan kimse.

şecı, şecîa

şecîr

‫( ﺷﺠﻴﺮ‬a.i.): kısa, kü‫ ؟‬ük ağa‫ ؟‬, ‫( ﺷﺪاﺋﺪ‬a.s. şiddet'den; ‫ ؟‬edide'nin c.):

şedâid

zahmetli, meşakkatli, eziyetli haller, sıkıntılar.

şe.evât şedarabân (şedd-i arabân) ‫( ﺷﺪﻋﺮﺑﺎ ن‬a.b.i.): müz. Tiirk müziğinde bir şed makam olup en az beş asırlıktır. İfâde kudretini hâiz, tahassür, tahattür gibi hissiyâtm tasvirine pek müsâit bir makamdır. Oldukça rağbetle kullanılmıştır, ?edaraban, zengiile makamının yegâh (re) perdesindeki şeddidir. Güçlüsü -beşinci derece olan- dügâh (İâ) perdesidir. Donanımına “si” ve “m i” bakıyye bemolleri ile “fa” ve “ do'' bakıyye diyezleri konulur. Umûmiyetle inici olarak seyreder. Niseb-i şerife adedi -zengüledeki gibi- 7 olmakla, miilâyimdir. Orta sekizlisindeki sesleri - tizden peste doğru olmak üzere- şOyledir : nevâ, nim hicaz, dik kürdi, dügâh, rast, ırak, kaba hisar ve yegâh. Bu makamın bir sekizli tizine (yânî nevâ perdesinde kalanına) araban denilmiştir, şedd ‫( ﺷﺪ‬a.i.): 1. sıkı bağlama, sıkı bağlanma, Sikma. şedd-i nitâk-1 h im m et: himmet kuşağını kuşanma, işe sıkı başlama. şedd-i r ih â l: hayvanin semerini bağlama, hayvana semer vurma [yolculuk maksadıyla-]. 2. tasvir. 3. miiz. bir diziyi, bulunduğu yerden başka bir perde üzerine nakletmek. Tabii aralıkların ayni kalması elzemdir. Ayni aralıkları te'mîn etmek İçin, bâzı perdelere muhtelif değiştirme işâretleri koymakicâbeder. Meselâ dügâh (İâ) perdesinde bulunan hüseyni beşlisinin yegâne ârızası "si'' koma bemolii'dür; bu beşliyi hüseyni aşîran (mi) perdesine nakledecek olursak, si bekarlaşır. 4. sertleştirme, pekiştirme. 5 ٠tas. eski esnaf teşkilâtı kuruluşlarında ahiliğe, sanata bağlılığını göstermek üzere sarındığı kuşak. şedd-i arabân. (bkz : şedarabân). Şeddâd ‫( ﺷﺪاد‬a.i.) : Yemen'de Ad kavminin hükümdârı. [büyük binâlarla ve bu arada Cennete benzetmek arzusuyla yaptırdığı "İrem bağı” ile ün almıştır. Bu bağdaki köşke girmek nasibolmadan Tanrı gazabına uğrayarak İıepsi yer ile bir olmuştur], şeddâd-âne ‫( ﺷﺪاداﻧﻪ‬a.fzf.): Şeddâd'ınki gibi, 0 yolda yapılmış [en çok, büyük, sağlam yapılar hakkında kullanılır], şeddâdî ‫( ﺷﺪادى‬a.s.): çok büyük ve sağlam [yapı].

şedde ‫( ﺷﺪه‬a.i.): gr. Arapçada ve Farsçada iki defa okunması icâbeden bir harfin iize; rine konulan işâret: cerr, bürrân.. gibi. () İşâreti. şedîd, çedîde ‫ ﺷﺪﻳﺪه‬، ‫ ﻳﺪ‬٠‫( ﺷﺎ‬a.s. şiddet'den c . : şidâd): şiddetli, sert, kati; sıkı. Zârûret-i şedîde : şiddetli, sıkı ihtiyaç, şedîde ‫( ﺷﺪﻳﺪه‬a.i. şiddet'den. c . : şedâid): belâ. musibet, büyük sıkıntı, şef' ‫( ﺷ ﻔ ﻊ‬a.s.) : 1. çift [tek'in zıddı]. (Kur'ân tâbirlerindendir). 2. ince. [Bârîk şef niikteleri cem' edip Nedim / Nâzende şâhid-i sühane perçem eyleriz. (Nedim)] şefâat ‫( ﺷ ﻔ ﺎ ﻋ ﺖ‬a.i.): birinin suçundan geçilmesi veyâ dileğinin yerine getirilmesi İçin edilen aracılık. şefâfet ‫( ﺷﻐﺎﻓﺖ‬o.i.): şeffaflık, şeffaf olma, saydamlık. şefakat ‫( ﺷﻐﻐﺖ‬a.i.c.: eşfâk): 1. şefaat, acıyarakve esirgeyerek sevme. 2. kadın adi olup “şefaat” şeklinde kullanılır. şefakat-ı nişân-1 hüm âyûn î: ikinci Sultan Hamid'in kadınlara verilmek üzere çıkarttığı nişan. şefakat-ı iibiivvet: babalık şefkati, şefakat-kâr-âne ‫( ﺷ ﻔ ﻘ ﺘ ﻜ ﺎ را ﻧ ﻪ‬a.f.b.zf.): şefkat göstererek, merhamet ederek, acıyarak, şefakat-nisâr ‫( ﺷ ﻔ ﻘ ﺖ ﻧﻘﺎ ر‬a.fb.s.): şefkat saçan, şefkat dagitan. şefe ‫( ﺷﻬﻪ‬a.i.c.: şefevât, şifâh): 1. dudak, (bkz : leb). Bintü'ş-şefe (dudagin k ız ı): söz, lâkırdı. Şakk-1 şefe : ağız açmak, lâkırdı etmek. Hurûf-İ şefe (dudak harfleri): b, p, f, m, V harfleri. şefe-i hevâmm : zool. böceklerin üst dudağı fr. labre. şefe-i s ü flâ : anat. altdudak. şefetü'1-erneb: tavşan dudağı denilen ve yukardan aşağıya kadar yırtık olan dudak. 2. kenar. şefef ‫( ﺷﻐﻒ‬a.i.): yaradılışı kötü olan kimse, şefetân ‫( ﺷﻔﺘﺎت‬a.i.c.): iki dudak, alt ve üst dudak. (bkz: şefeteyn). şefeteyn ‫ص‬ şefetân).

(a.i.c.): iki dudak,

(bkz:

şefevât ‫( ذ ذ و ا ت‬a.i. şefe'nin c .): 1. dudaklar. 2. kenarlar. 1147

şefevî, ‫؛‬efeviyye ‫ ﺷﻐﻮﻳﻪ‬، ‫( ﺷﻐﻮى‬a.s.): dudağa mensup, dudakla ilgili. H u rû f-İ ‫ ؟‬efev iy ye (dudak harfleri) : b, p, f, m, V.

‫ ؟‬efevi, ‫ ؟‬e fe v iy ye

‫ ؟‬efevi s â m i t : gr.

dudaksal, dudak sessizi, fr.

labiale.

‫( ﺷﻐﻮﻳﻪ‬a.i.): bot. ballıbabagiller, ‫( ﺷﻐﺎف‬a.s.): saydam, içinden, bakışın

‫ ؟‬e fe v i^ e ç e ffâ f

ve ışığın geçmesine mânî olmayan cisim : N îm ‫ ؟‬e f f â f : yari ‫ ؟‬effaf, yari saydam.

‫( ﺷﻔ ﻊ‬a.s. ‫ ؟‬efâat'den. c. : ‫ ؟‬üfeâ): 1. ‫ ؟‬efaat eden, bir suçun bağışlanması İçin aracıilk eden, (bkz: ‫ ؟‬âfi'). 2. huk. ‫ ؟‬üf'a halckı sâhibi.

‫ ؟‬efî'

‫"( ﺷﻐﺎل‬ga” uzun okunur, f.i.) : çakal, (bkz: şegâl, va').

şegal şegâl ‫ ؟‬eh

‫( ﺷﻜﺎل‬f.i.) : çakal, (bkz : ‫ ؟‬egal).

‫( ﺷﻪ‬f.i.). (bkz: ‫ ؟‬âh).

‫ ؟‬ehâ

‫( ﺷﻬﺎ‬f.n.): ey ‫ ؟‬ah!, ey pâdişâh!

‫ ؟‬ehâdet

‫( ﺷﻬﺎدت‬a.i.). (bkz : ‫ ؟‬ahâdet).

‫( ﺷﻬﺎ ﻣ ﺖ‬a.i.): 1. zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik, i . îrân ‫ ؟‬âhının bir İinvânı.

‫ ؟‬ehâmet

‫ ؟‬ehâmet-lü : îrân ‫ ؟‬âhının lâkabı,

‫( ﺷﻬﺒﺎﺀ‬a.s.): 1. kir. akçıl [at donlarından olup “eşheb'in” miiennesidir]. 2. Haleb ‫ ؟‬ehri. Halebü'‫ ؟‬-‫ ؟‬e h b â : [uzakdan kırçıl görünen) Haleb.

çehbâ'

bitişik komşu evinin satılmasından dolayı ayni para ile bu evi satm alma hakki üstünlüğüne mâlilc olan kimse,

‫ ؟‬eh-bâl ‫( ﺷﻬﺒﺎ ل‬f.b.i.): 1. ku‫ ؟‬kanadının en uzun

(kıyâmet günü günahlılarının şefaatçisi): Hz. Muhammed.

tüyü, (bkz : ‫ ؟‬âh-bâl). 2. Hüseyin Saadettin tarafından İstanbul'da yayımlanmı‫ ؟‬onbe‫؟‬ günlük bir gazete. 3. i. kadm adi.

şe fî-i c â r : fık.

‫ ؟‬e fî-i m ü zn ib in , -i r û z -i cezâ

i im m e t : Müslümanların suçunun bağışlanması İçin aracılılc eden, m ec. Hz. Muhammed.

‫ ؟‬e fî-i

(günahların bağışlatası) : Hz. Muhammed.

‫ ؟‬e fîü 'l-m ü zn ib în

‫ ؟‬e fîü 'l-v e râ (ümmetlere, Miislümanlara ‫ ؟‬efaat edecek olan): Hz. Muhammed.

‫ ؟‬efîü 'l-ü m e m ,

‫ ؟‬efif, ‫ ؟‬efife

‫ ﺷﻐﻴﻐﻪ‬، ‫( ﺷﻐﻴﻒ‬a.s.) : (bkz : şeffâf).

‫( ﺷﻴ ﻖ‬a.s. ‫ ؟‬efakat'den): 1. ‫ ؟‬efkatli, merhametli, acıyıcı, esirgeyici. 2. i. erkek adi. [müen. "şefîka” kadm adi olarak kullamlir].

‫ ؟‬e fik

‫ ؟‬eflcat ‫( ﺷﻔﻘﺖ‬a.i.). (bkz : ‫ ؟‬efakat). ‫ ؟‬e fk a tlü

‫( ﺷﻐﺸﻠﻮ‬a.t.s.) : babalar hakkında kul-

lamlan iinvan.

‫ ؟‬egab

‫( ﺷﻐﺪآﻟﻮ‬f.b.i.):

1.

‫( ﺷﻔﺐ‬a.s.): fitne uyandıran.

(“ga” uzun okunur, a.i.): hek. kalb zari, iltih â b -ı ‫ ؟‬e g a f : kalb zari İltihâbı.

‫ ؟‬e g a fJlis

‫ ؟‬e g a f-ı d â h ilî-i k a lb

: anat. İç yürek zari,

‫ ؟‬e g a f-ı h â ric î-i k a lb

: anat. di‫ ؟‬yürek zari,

‫ ؟‬e g a f - (a.i.): delicesine sevme,

‫( ﺷﻔﻌﺪار‬a.f.b.s.): delirtici. ‫“( ﺷﻐﺎﻓﻰ‬ga” uzun okunur, a.s.): kalb za-

ş e g a f-d â r ‫ ؟‬e g a fî

rina âit, bununla ilgili. 1148

‫( ﺷﻬﺒﺎز‬f.b.i. ve s.), (bkz : ‫ ؟‬âh-bâz).

‫( ﺷﻬﺒﻔﺪر‬f.b.i.): 1. konsolos. 2. tar. Mahmut II. zamânmda, OsmanlI imparatorluğu İçinde yerli Müslüman tüccarların korunması bakımından aralarında çıkabilecek herhangi bir anlaşmazlığı gidermekle görevli bulunan kimse, [bu mânâdaki ‫ ؟‬elrbender adi ikinci Meşrutiyetten sonra kaldırılmıştır].

‫ ؟‬eh-bender

‫( ﺷﻬﺒﻔﺪر ﺧﺎﻧﻪ‬f.b.i.): şehbenderlik, konsolosluk, konsoloshane.

‫ ؟‬eh-bender-hâne

‫( ﺑ ﻴ ﺖ ﺷﻪ‬f.a.b.i.): ed. (bkz: şâh-

‫ ؟‬eh-beyt

beyt).

‫( ﺷﻬﺪ‬a.i.c.: şihâd): ı.b al. (bkz: asel). 2. gümeç balı.

‫ ؟‬ehd

‫ ؟‬ehd-âb, çehd-âbe

“semiz e rik '': ‫ ؟‬eftâli. 2. m ec. öpücük, (bkz : bûse).

‫ ؟‬e ft-â lû

‫ ؟‬eh-bâz

‫ ﺷﻬﺪاﺑﻪ‬، ‫( ﺷﻬﺪا ب‬a.f.b. i.) :

bal şerbeti.

‫( ﺷﻬﺪ آﻣﻴﺰ‬a.fb.s.): 1. bal ile karışık. 2. İçinde bal varmış gibi tatil.

‫ ؟‬ehd-âm îz ‫ ؟‬eh-dâne

‫( ﺷﻬﺪاﻧﻪ‬a.b.i.). (bkz : şâh-dâne.'l.

çeh-dânec

‫( ﺷﻬﺪاﻧﺞ‬a.b.i.). (bkz: şâhdâne٠٩

şeh-dâne). ‫ ؟‬ehd-hâü şehd-kâm

‫( ﺷﻬﺪﺧﺎن‬a.b.i.): bal sofrası, ‫( ﺷﻬﺪ ﻛﺎ م‬a.f.b.s.): tadı damağında

kaimi.‫؟‬ ‫ ؟‬ehen-‫ ؟‬âh, ‫ ؟‬ehen-‫ ؟‬eh

(bkz: ‫ ؟‬âhen-‫ ؟‬âh).

‫ ﺷﻬﻔﺸﻪ‬، ‫( ﺷﻬﻔﺸﺎه‬f.b.i.).

‫؛‬ehn.z-hâz şehevât ‫( ﺷﻬﻮات‬a.i. şehvetin c .): şehvetler, nefis düşkünlükleri, aşırı- istekler, (bkz: şehvât). şehevât-ı nefsâniyye : nefis düşkünlükleri, şehevî ‫ ةﻫﻮى‬٠(a.s.): şehvetli, *kösnül. şehîd (a.s. ve i. şehâdet'den. c . : şühedâ). 1. dîn veyâ yüksek bir ülkü uğrunda ölen lcimse; savaşta ölen. şehîd-i hancer-i müjgân ‫ ؛‬hançere benzeyen kirpiklerin şehîdi. şehîd-i hükmî: huk. yangında yanarak, suda boğularak veya herhangi bir İlmî araştırmada veya hastalık sırasında hayatini kaybeden Müslüman kimse. şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ şehîdi): Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin,

Hz.

şehîde ‫( ﺷﻬﻴﺪه‬a.s. ve i.) : [“şehîd” in müen.). (bkz: şehîd). şehîk ‫( اﺛﻬ ﻖ‬a.i. şehka'dan): 1. nefesi İ‫ ؟‬eri alil-ken seslenme; hıçkırık. 2. soluk alma. şehîk-i ten h âyî: yalnızlık nefesi, şehîm ‫أ‬٠‫( ﺷﻬﻲ‬a.s. şehâmet'den): şehâmetli, akıllı ve kurnaz yiğit, [miien. : şehîme”]. şehîr ‫ ر‬٠‫( ﺷﻪ‬a.s. şöhret'den): namlı, ünlü, (bkz : meşhûr, nâm-dâr). şehîre ‫( ﺷﻬﻴﺮه‬a.s. şöhret'den): [“şehîr” in müen.J. (bkz : şehîr). şehiyy, şehiyye ‫ ه‬٠‫ ﺷﻪ‬، ‫( ﺷﻬﻰ‬a.s. şehvet'den) : iştahlandıran, isteklendiren. Et'ıme-i şehiyye : İştah uyandıran yemekler, şehka ‫( ﺷﻬﻘﻪ‬a.i.): hıçkırık, keskin ‫ ؟‬ığlık. Şehka-İ bükâ : ağlama hıçkırığı, şeh-kâr ‫ ﻫ ﻜ ﺎ ر‬٠‫( ش‬f.b.s.) : üstün eser, fr. chef d'oeuvres. (bkz: şâh-eser). şehlâ' ‫( ﺷﻬﻼﺀ‬a.i.): 1. elâ göz, koyu mâvi göz. 2. s. elâ gözlü [kadm]. 3. tatil şaşı, [“eşhel” in müennesi]. Ayn-1 şehlâ, Çeşm-i şeh lâ : elâ göz veyâ tatil şaşı bakan göz. şeh-levend ‫( ﺷﻬﻠﻮﻧﺪ‬f.b.s.) : boylu boslu, şen, güzel gen‫ ؟‬. şeh-levend-âne ‫( ﺷﻬﻠﻮﻧﺪاﻧﻪ‬f.b.zf.): boylu boslu, güzel gençlere yakışır yolda, şehm ‫( ﺷﻬﻢ‬a.s.): 1. becerikli, anlayışlı, zekî. 2. cesur, kahraman, yiğit, şeh-nâme ‫( ﺷ ﻬ ﺎ ﻣ ﻪ‬f.b.i.): OsmanlI târihine âit muharebelerin evvelâ manzum, sonra man-

zum ve mensur olarak karışık yazılmışı, (bkz: şâh-nâme). şehnâz ‫( ﺷ ﻬ ﺄ ز‬f.i.): miiz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarmdandır. ‫ ؟‬ok güzel ve karakteristik bir makam olup, hicazkârm daha yumuşağı ve nazlısı, masal edâsma ‫ ؟‬ok müsâit bir nev'idir. Eskiden pek ‫ ؟‬ok kullanılmıştır; son zamanlarda orta derecede kullanılmıştır. Şehnaz, uzzal veyâ hicaz veyâ hümâyûn makamına, hüseyni aşîran (mi) perdesine göçürülmüş bir hümâyûn ilâvesinden mürekkeptir. Uzzal veyâ hicaz veyâ hümâyûn ile dügâh (İâ) perdesinde kalır (bu perde, hüseyni aşîran'da hümâyûn'un da gü‫ ؟‬lüsüdür). Gü‫ ؟‬lüler, birinci derecede -hümâyûn ile hicâz'ın gü‫ ؟‬lüleri olan- nevâ (re), ikinci derecede de -uzzal'ın gü‫ ؟‬lüsü ve hüseyni aşîran'da hümâyunun durağı olan- hüseynî (mi) perdeleridir. Karışık ve fakat daha ‫ ؟‬ok inici bir seyri vardır (ve muhayyer perdesini ‫ ؟‬ok kullanır). Donanımına “si" bakıyye bemolü, "fa" koma diyezi, “ do” ve “sol” bakıyye diyezleri konulur, (ikinci ve dördüncü ârızaları hüseyni aşlranda hümâyûn İ‫ ؟‬indir; diğer ikisi de hümâyûnun ârızalarıdır). Eğer uzzal veyâ hicaz kullanılmışsa “ fa” bakıyye diyezi (“ fa” bekardan sonra) ve “sol" bekai" yapılır. şehnâz-ısfalıan : müz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre (XV. yüzyılın ilk yarısı) şehnaz âvâzesîne ısfahan makamım ekleyerek elde edilen terkip. şehnâz-büzürk ‫( ﺷ ﻬ ﺎز ورك‬f.b.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesî yoktur. şehnâz-hâverân ‫( ﺷ ﻬ ﺂ ز ﺧ ﺎ و را ن‬f.b.i.) : müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen bir, bir bu‫ ؟‬uk asır veyâ daha evvel terkibedilmiştir. Dellâl zâde'nin İlâhisi, Musullu Hâfız Osman Efendi'nin İlâhîsi makama misâldir. Şehnaz ile ırak makamlarmdan mürekkeptir. Irak ile ırak perdesinde kalır. şehnaz-hicâz ‫( ﺷ ﻬﺘﺎ ز ﺣ ﺠ ﺎ ز‬f.a.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. 1149

şehn٥z-hüseynî ?e h n az -h iise y n i ‫( ﺣ ﺴ ﻴ ﻨ ﻰ ﺷﻬﺎ ز‬f.a.b .i.): m ü z. T ü rk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k a m ı olup z a m â m m ız a kaim i? n ü m û n esi yoktur.

şe h n az-râsî

? e h n a z -irâ k ‫( ﺷﻬﻔﺎز را ق‬f.a.b .i.): m ü z. T ü rk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k am ı olup za m â m m ız a kaim i? n ü m û n esi yoktur.

?e h n a z-re h âv i

?e h n az -k û ç ek ‫( ﺷﻬﺂز ﻛ ﻮ ﺣ ﻚ‬f.b.i.) : m iiz. T iirk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k am ı olup za m â m m ız a kaim i? n ü m û n esi yoktur.

?e h n a z-u ??âk

?eh n az -n e v â ‫( ﺷﻬﺎز ذوا‬f.b.i.): m iiz. T ü rk m üziginin en az altı asırlık b ir m ü rek k ep m akarni olup za m â m m ız a kaim i? n iim ûnesi yoktur.

?eh n az-zen giile

?e h n a z -p û s e lik ‫ ( ﺷﻬﻨﺎ ز ﻳﻮﻣﻪ ﻟ ﻚ‬f b .i.) : m iiz. T iirk m ü ziğ in in en az altı asırlık b ir m akarnidir. M a k a m ın 2 çe?idi v ard ır; b irin c i çe?idi basit, İkincisi m ürek k e p tir. Basit olan ı 2 n u m a ra lı basit m a k a m ım ız p û se lik 'in inici ?eklinden ibârettir. P û selik 'd e o lduğu üzere, p û selik be?lisi ile h icaz d ö rtlü sü n den ibârettir. G üçlüsü -be?li ile d ö rtlü n ü n birleştiği be?inci derece b u lu n a n - h ü sey n i (mi) perdesidir, in ic i b ir ?ekilde seyrederek dü gâh (İâ) perd esin de kalır. M uhayyer perdesi çok m ü h im d ir. D o n a n ım ı -la m in e u r gibi- be? olup y ed e n in in sol bakıyye diyezi n o ta içerisinde ku lla n ılır. N iseb-i ?erife'den 9 u n a (hepsine) m â lik olm ak la dizisi m ülâyim dir. O rta sekizlisindeki sesleri -tizd en p este d o ğ ru o lm ak üzere- ?öyledir : m uhayyer n im ?ehnâz, acem , hüseyni; nevâ, çargâh, p ûselik ve dügâh. ik in c i (miirekkep) ?ekli ise, ?ehnâz ile p û selik be?lisinden ibârettir. Bu be?li ile dü g âh (İâ) perdesinde du ru r. G üçlüler b irin c i derece -?ehnâz'ın b irin c i güçlüsü olan- nevâ (re), ik in ci derecede de -?ehnazm ik in c i güçlüsü ve pûselik be?lisinin en tiz sesi olan- h ü sey n i (mi) perdeleridir. M uhayyer perdesi, çok m ühim d ir. in ic i o la ra k seyreder. D o n a n ım ın a ?ehnâz'ın "si" bakıyye bem olü, "fa" kom a diyezi, "sol'' ve "do" bakıyye diyezleri kon u lu r (gene ?ehnâz İçin eğer icâbederse "fa” b ek a r ve "fa" bakıyye diyezi, “sol" b ek a r k ullan ılır). P û selik be?lisi İçin "si” bekar, "do” bekar yapılır).

1150

‫ ﺳ ﺖ‬١‫( ﺷﻬﺎز ر‬f.b.i.): m iiz. T ü rk m üzig in in en az altı asırlık b ir m ü rek k ep m ak arn i olup za m h a m m ız a k aim i? n iim û n esi yoktur. ‫( ﺷﻬﻔﺎز رﻫﺎوى‬f.b .i.): m ü z. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ü rek k ep m a k a m ıo lu p z a m â m m ız a k a lm ı? n ü m û n e si yoktur, [a s il: “?eh n az -ru h âv i” dir].

‫( ﺷﻬﻔﺎز ﻋﺸﺎق‬f.a.b .i.): m üz. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k a m ı olup za m â m m ız a k aim i? n ü m û n esi yoktur. ‫ ( ﺷﻬﺂز زﻧﻜﻮﻟﻪ‬f b .i.) : m ü z. T ü rk m ü z iğ in in en az altı asırlık b ir m ürekkep m a k a m ı olup za m â m m ız a k aim i? n ü m û n esi yoktur.

?e h -n i?în -

(f.b .i.): p en cere çıkm ası, balkon. ( b k z : ?âh-ni?în).

‫( ﺷ ﻬﺜﺎ ه‬fb.i.). (bkz : ?âhen-?âh). ‫ ( ﺷﻪ؛ر‬f b .i.) : ku? k a n a d ın ın en u z u n

?e h n -?âh ?e h -p e r

tü y ü , (bkz :? âh -b âl, ?âh-per).

٠‫( ﺷﻪ‬a.i.c .: e?hür, ? ü h û r ) : 1. yeni av. (bkz : hilâl). 2. ay, o tu z g ü n lü k zam an.

?e h r

?e h r-i r a m a z â n : ra m a z a n ayı. ?e h r

‫ ﺛﻬﺮ‬٠(f.i.): ?ehir, b ü y ü k belde, b ü y ü k kent,

il. ? e h r -e m â n e ti : belediye. ? e h r -e m in i : belediye reisi. ?e h -râh

‫( ﺷﻬﺮاه‬f.b.i.). (bkz : ?âh-râh).

?e h -râh -ı t e r a k k i : te ra k k in in , ilerilem en in

b ü y ü k yolu. ? e h r-â râ

‫ا‬٠)‫( ﻏﻬﺮا‬f.b.s.): ?ehri süsleyen, ?ehre

süs veren.

‫( ﺷﻬﺮآﺷﻮب‬f.b .s.): ?ehri fesâda ve-

?eh r-â?û b

ren. ?e h r-â y în ?e h r-b â n

‫( ﺷﻬﺮآﻳ ﺠ ﻦ‬f.b.i.) : d o n an m a, ?enlik, ‫( ﺷﻬﺮﻳﺎن‬f.b.i.) : ?ehre bak an , ?ehir

bekçisi. ?eh -reg

‫ئ‬

?e h r-e n g iz

(f.b.i.). (bkz : ?âh-reg).

‫( ﺷﻬﺮاﻧﻜﺒﺰ‬f.b .s.): "?ehir k arı? tıran " :

ed. b ir yerin tabii ve sosyal özelliklerind en b ah sed en b ir n az ım tü r ü [çoğunlukla b u çe?it eserler, sosyal hayat b a k ım ın d a n b ir ta k ım d ed ik o d u lara sebebiyet verecek m âhiyette idi; XVI. asır ?âirlerim izd en F ak iri'n in ?ehrengizi göze çarpar).

şeker-k٠n٥ şeh rî

‫ى‬

(f.s.) :

‫د‬

1. şe h ir li:

2. İstanbullu,

İstanbul'da doğup büyüm e. 3. m ec. ince, kibar.

‫ﺑﻪ‬.‫ﺷﻬﺮ‬

şehrî, şeh riye

‫ﺣﻴ ﺮ ى ؛‬

(a .s.): aylık, aya

mensup, ayla ilgili.

şe h r-i n â z

‫ﺛﻴ ﺮﻧﺎ ز‬

(f.b .i.): m ü z. T ü rk m üziğin in

en az ik i a sırlık b ir m ürekkep m akam ı olup zam âm m ıza kalm ış nüm ûnesi yoktur, adi. 3 . her Iran ayın ın 4 . günü,

‫ﺷﻴﺮﻣﺘﺎن‬

şeh r-îstâ n

(f.b .i.): b ü y ü k şehir,

şehzâdeler, pâdişâh, hüküm dar oğu llan ,

‫ﻓﻴﺮﻳﺎران‬

ş e h r-y â r-â n e

(fb.i. şehr-yâr'ın c.) : hü-

‫ ﺑ ﺮا ذ ه‬.‫ﺷﻴ ﺮ‬

( f z f .) :

hüküm dara,

‫ﺷﻴ ﺮ " ﻷ ر ى‬

(f.b .s.):

1. hüküm dara,

2. şehriyarlık,

hüküm darlık,

pâdişahlık.

‫ﺷ ﻬ ﺮا ر‬

(f.b.s.). (bkz : şâh-süvâr).

ş e h -sü v â r-ı m ü lk -i s a â d e t : saâdet ülkesinin ünlü binicisi. ş e h -tâ n e ^ ۴

‫ﺷﻬﺘﺮه‬

(f.b.i.). (bkz : şah-tere).

‫ﺷﻬﻮاﻧﻰ‬

(a.f.b.s.): eşkıyalığa

‫ﺷﻜﺮ‬

(f.i.): şeker (nazım da : “şekker” şek-

li de kullanılır). Ş îr ii şekk er (sütle şeker) senli benli halde olan; uygun, (bkz : m ûnis, şeker-âb

‫ﺷﻜ ﺮآ ب‬

(f.b .s.): dostluk arasına giren

soğukluk, k ırgın lık [çekerle su gibi u yu şam azlık]. (bkz : şeker-rengz).

‫ﺷﻜﺮآوﻳﺰ‬

şe k e r-â v îz

(f.b.s.) : hoş, giizel, za rif

ş e k e r - b â r ^ ^ (f.b .s.): şeker yağdıran , etrâfa

şek e r-d e h ân

beglik (devlete âit) gemi, 2. şehvete ‫ ؟‬ok düşkün

olan

‫ﺷﻜﺮدﻫﺎن‬

(f.b .s.): şeker sözlü, tatil

dilli, ( b k z : şeker-güftâr). ş e k e r-g ü ftâ r

(a.s.) : 1. şehvete m ensup, şeh-

[kimse].

‫ﺷﻜﺮﺳﻤﻐﺘﺎر‬

(fb.s.) : sözü şeker gibi

‫ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎر‬

(f.b .s.): teşekkür eden,

tatil olan. şe k e r-g ü z â r

iyilik bilen.

ş e h v â n iy y e ‫( ﺷﻬﻮاﻧﻴﻪ‬a .s.): [''şehvânî”ninm üen.]. ( b k z : şehvânî). şeh v â n iyye t

‫ﺷﻘﺎوت ﺳﺸﻪ‬

alıçmış.

tatil gülüş.

(i.) : brik nevinden iki direkli

vetle ilgili.

ilk, haydutluk.

şeker saçarcasına tatil. H a n d e -i şek e r-b âr :

(f.b.i.). (bkz : çâh-dâne).

çehtiye -

‫( ﺷﻜﺎﺋﻢ‬a.i. şekim e'nin c . ) : şekimeler. ‫ “( ﺷﻘﺎوت‬ka” uzun okunur, a .i.) : 1. bed-

m uvâfık).

pâdişâha m ahsus, hüküm darla, pâdişâhla

şeh -sü v â r

("k a " uzu n okunur, a .i.) : 1. bed-

alçaklık, ( b k z : denâet).

şeker

pâdişâha yak ışacak sûrette.

ilgili.

‫ﺷﻐﺎﺀ‬

şekavet-pîşe

küm darlar, pâdişahlar.

ç e h r-y â rî

şeka'

(a.i.) . (bkz : şekk).

bahtlık, bahtı karalık, kutsuzluk. 2 . eşkıya-

hüküm dar. şe h r-y â râ n

çek ‫ﺷ ﺪ‬

şekavet

şe h r-y â r ‫( ﺷ ﻴ ﺮ ^ ر‬f.b .i.c.: şehr-yârân) : pâdişâh,

‫ﺷﻬﻮاﻧﻴﺖ‬

‫( ﺷﻬﻮار‬f.b.s.). ‫( ﺷﻬﻮات‬a.i.

(a .i.): şehvetlilik, şehvetli (bkz : şâh-vâr). şeh vetin

c . ) : şehvetler,

şeker-h âb

(a.i.c. : şehvât) : 1. aşırı istek.

2 . nefis. 3. C in se l istek.

‫ﺷﻬﻮت‬

İştiha uyandıran.

‫ﺷﻜﺮﺧﻮا ب‬

(f.b .i.): otururken gelen

şek er-h an d , şeker-h and e

(a.f.b.s.): şehvet, istek,

‫ ﺷﻜﺮﺧﻔﺪه‬، ‫ﺷﻜﺮﺧﻔﺪ‬

(f.b .s.): sevgilinin tatil tatil gülüşü, [z ıd d ı: "zeh r-h an d "]. şekeri

şehevât).

şeh vet-en glz ‫ا ذ ي‬

(f.b .i.): teşekkür etme,

tatil uyku, (bkz : nüâs, sinne).

nefis düşkünlükleri, aşırı istekler, ( b k z :

‫ﺷﻬﻮت‬

ş e k e r -g ü z â r î ‫ ر ى‬١‫ﺷ ﻜ ﻠ ﻰ‬ iyilik bilme.

olm a hâli, kösnülük.

şehvet

(f.b.i.c. : şeh -zâd e gân ): hü-

kiim d ar oglu, prens, (bkz : şâh-zâde).

şek âim

şeh -rû d ‫( ﺛ ﻴ ﺮ و د‬fb '.i.): b ü yü k ‫ ؟‬a y nehir,

şeh -v â r

şeh -zâd e ‫ﺷ ﻬ ﺰ ا د ه‬

bahthk, bahtı karalık, kutsuzluk. 2 . rezillik,

şe h rîr ‫ ( ﻧ ﻴ ﺮ ر‬f i . ) : 1. takvim . 2. İran'da 6 . ayin

şehvât

(a.f.b.s.): şehvetine,

prensler.

gisi.

şeh vâ n î

‫^ ت‬

‫ر‬

nefsine ‫ ؟‬ok düşkün [kimse].

şe h -zâd e gân ‫( ﺷ ﻴ ﺮا د ﺳ ﻤ ﺎ ن‬f.b.i. şeh-zâde'nin c.) :

ş e h r i y y e i d e k â k in : tem ettü' (kazan‫ ) ؟‬ver-

şeh-tere

şehvet-perest ‫ت‬

‫ﺛﻜﺮ ى‬

(f.s .): şekere âit, şekerle ilgili,

çek erin ‫( ﺷ ﺒ ﺮ س‬f.s.): şekerli, tatil.

Şeker-İstân ‫( ﺷﻜﺮﺳﺘﺎ ن‬f.b .i.): şeker kam ışı tarlası. şek e r-k an d

‫ﺷﻜﺮﻗﻔﺪ‬

(f.b .i.): nebat çekeri.

1151

‫؛‬eker-leb şeker-leb ‫( ﺷﻜﺮﻟ ﺐ‬f.b.s.): 1. dudağı şeker gibi tatil. 2. tatil dudaklı, tatil sözlü, şeker-pâre ‫( ﺷﻜﺮﻳﺎﻟﻪ‬f.b.i.) : 1. ‫ ؟‬ok şekerli ve tatil olan bir kayısı nev'i. 2. bir ‫ ؟‬eşit nakış, şeker-reng ‫( ﺷﻜ ﺮ رﻧ ﻚ‬f.b.s.): 1. sarıya ‫ ؟‬alar beyaz [renk]. 2. araları a‫ ؟‬ık, bozuşuk, bozuk, pek yolunda olmayan [ahbaplık], (bkz: şeker-âb). şeker-rîz ‫ﺑﺰ‬,‫( ﺷﻜﺮل‬f.b.s.): 1. çeker sa‫ ؟‬an, pek tatil. 2. sevinçten gelen gözyaşı, şeker-şiken ‫( ﺷﻜﺮ ﺷﻜﻦ‬f.b.s.): tatil konuşan, tatil söz söyleyen. şekevât ‫ ت‬١‫( ﺷﻜﻮ‬a.i. çekve'nin c.) : şikâyetler, sızıltılar, (bkz : şikâ). şekîb ‫( ﺷﻜﻴ ﺐ‬b.): 1. sabır, tahammül, (bkz : sabr). N â-şekîb: sabırsız. 2. erkek adi. [asli: “şikîb” dir]. şekîbâ (f.s.): sabıı-lı. (bkz: mütehammil, sâbır, sabûr, şeki-bende). [asil: "çikîbâ" dır]. şekîbâî ‫( ﺷﻜﻴﺒﺎ'د ى‬f.i.): sabırlılık. [asil: "şikîbâî" dir]. çekibende ‫( ﺷ ﻜ ﻴ ﺒ ﺘ ﺪ ه‬f.s.). (bkz : çekîbâ). [asil: “şiklbende” dir]. çekîme (a.i.c.: şekâim) : 1. dayanma, (bkz : mukavemet). 2. gem. (bkz : İicâm). K avi^ii'ş-şekîm e, Şedîdü'ş-şekîm e: ‫ ؟‬ok mukavemeti, dayanması olan, şekk ‫( ﺷ ﻚ‬a.i.c.: şiikûk): şüphe, zan, tereddut. (bkz : gümân, reyb, şübhe, zann, zu'm). Bilâ-şek, B î-şek : şüphesiz. Yevm ü'ş-şekk: hilâlin görülmemesi sebebiyle şâban'ın otuzuncu günü mii, yoksa ramazanın birinci günü mü olduğunda tereddüt hâsıl olan gün. şekkâz ۵ ‫( ز‬a.i.): huk. cinsel İlişki sırasında duhûlden evvel boşalan kimse, şekkerln ‫ ( ﺷﻜﺮﻳﻦ‬fs .): tatil, şekerli, şekkî, şekkiyye ‫ ﺷﻜﻴﻪ‬، ‫( ﺷﻜﻰ‬a.s.): şüpheye âit, şüphe ile *ilgili. şekl ٠‫( ﺷﻜﻞ‬a.i.c.: eşkâl): 1. çekil, bi‫ ؟‬im> kılık, (bkz : hey'et, sûret). 2. resim, pilân, taslak. 3 ٠türlü, cins, nevi, ‫ ؟‬eşit. 4. ‫ ؟‬ehre, beniz. 5. ed. bir manzûmenin mısrâları sayısına ve kafiyeleri sırasına göre aldığı bi‫ ؟‬im. 6. hal, durum. şeklen ‫( ﺷﻜ ﻼ‬a.zf.): şekilce, şekil bakımından, şeklî ‫( ﻓ ﻜ ﻞ‬a.s.): şekle mensup, şekille ilgili. 1152

şe k li^ â t ‫( ﺷﻜﻠﻴﺎ ت‬a.i.): leng. çekil bilgisi, fr. morphologie. çekliyye ‫( ﺷﻜﻠﻴﻪ‬a.i.): fels. *şekilcilik, fr. f .r malisme. şekm ‫( ﺷﻜﻢ‬a.i.): 1. sertlik. 2. güc. 3. kuvvet, şekûr ‫( ﺷﻜﻬﺪل‬a.s. ve i.) : 1. Allah'ın 99 adından biri. 2. ‫ ؟‬ok çiikreden. çekvâ ‫ ﺷﻜﻮى‬، ‫( ﺷﻜﻮا‬a.i.): şikâyet, sızıltı, hoçnutsuzluk. (bkz: şekve). şekvâ-eser ‫( ﺷﻜﻮى أﺛﺮ‬a.b.i.): şikâyetçi, şikâyet uyandıran. şekve ‫( ﺷﻜﻮه‬a.i.c.: şikâ, şekevât): (bkz: çekvâ). çekve-kâr ‫( ﺷﻜﻮه ﻛﺎو‬a.f.b.s.) : şikâyet eden, (bkz: şâki). şekve-rîz ‫( ﺷﻜﻮه ردز‬a.f.b.s.): şikâyet saçan, sizıltı yayan. şekve-tırâz ‫( ﺷﻜﻮه را ز‬f.b.s.): şikâyet donatan, şelâcim ‫( ﺷﻼ ﺟﻢ‬a.i. şelcem'in c .): şalgamlar, şelâle ‫( ﺷﻼﻟﻪ‬a.i.c.: şelâlât): 1. ‫ ؟‬ağlayan. 2. cogr., Jeol. *‫ ؟‬avlan, (bkz: şelâle), şelcem ‫( ﺷﻠﺠﻢ‬a.i.c.: şelâcim): şalgam, şelel ‫( ﺷﻠﻞ‬a.i.): 1. (bkz : şell). 2. biy. vücuttaki renkli lekeler. 3. iskorbiit. 4. hek. sari benek, gözde agtabakanm en hassas noktası. Şelel-İ asfer : biy. sari benek. Şelel-İ İntâşiyye : bot. ‫ ؟‬imlenme beneği. çe leli sem 'î: anat. İşitme beneği, şeleng ‫( ﺷ ﺶ‬f.i.) : oyuncunun, soytarıların sıçramaları, perende atmaları ve ayakları kıçlarını döve döve koşarak idman yapmaİarı. şelgam ‫( ص‬f.i.): şalgam, şell ‫( ﺷﻞ‬a.i.): ‫ ؟‬olaklık, elin, kolun eğri oluşu, şellâlât ‫( ﺷ ﻼﻻ ت‬a.i. şellâle'nin c .): büyük ‫ ؟‬ağlayanlar. şellâle ‫( ﺷﻼك‬a.i.c.: şellâlât): büyük ‫ ؟‬ağlayan, şelvâr ‫ ( ﺷﻠﻮار‬fi.) : şalvar, şelvâr-bend ‫( ﺷﻠﻮارﺑﻨﺪ‬fb .i.): u‫ ؟‬kur٠ Çelyâk ‫( ﻧ ﺪا ق‬a.h.i.): astr. Lyra burcu, lâ t .: Lyrae; fr. la Lyre. [HerkUl burcunun yanindadır]. şem ‫( د م‬a.i.). (bkz : şemm). çem' ‫( ﺷﻤﻊ‬a.i.c.: çürnû'): 2. mum. şem'-i a se l: bal mumu.

1. balmumu.

şems-i cemâl şem '-i c ih â n -e fr û z (dünyâyı m u m ) : güzel sevgili,

aydınlatan

şem '-i e frû h te : yan an m um . şem '-i İ k b â l : talih, şans ışığı, şem '-i İlâ h î (İlâhî m u m ) : m ec. K ur'an-1 K erim , ( b k z : Furkan, H uda, H itâb, K itâb, M ushaf, N ecm , N ûr, Zikr). şem '-i k â fû r : k âfu rd an yapılan beyaz m um . şem '-i k iilb e -i a h z â n : h üzünler kulübesin in m um u; m ec. H z. Yusuf, şem '-i k ü şte : söndürülm üş m um . şem '-i m e d is - â r â : m eclisi süsleyen, m eclise zevk veren m um ; m ec. topluluğa neşe veren güzel. şem '-i m e z â r : m ezar başında y a k ılan m um .

‫ ؟‬e m elât ‫( ﺷﻤﻼ ت‬a.i. ?em le'nin c . ) : A rap ların baş örtüleri; k ıld an yap ılm ış örtüler; sarıklar. şem 'î ‫( ﺷﻤﻌﻰ‬a.s.) : 1. şem'a, ışığa m ensup, ışıkla, m um la ilgili. 2. m um yapan veya satan kim se. 3. i. şâir: H âfız D îvân ı'n m şârihi. 4. erkek adi. şe m îm ‫( ﺷﻤﻴﻢ‬a.s. şem m 'd e n ): güzel kokan, güzel kokulu; güzel k oku, çem îm -i c i b â l : d ağların kokusu, şe m îm -i k â k ü l : k âk ü lü n kokusu, şem îm e ‫ ( ﺷﻤﻴﻤﻪ‬a .i.c .: şem âim ) : güzel kokulu şey. (bkz : n efh a, râyiha), şe m l ‫( ﺷﻤﻞ‬a .i.): 1. örtm e, bürüm e; k avram a, İçine alm a. 2. topluluk, in san yığ ın ı,

şem '-i ş a m -e frû z : geceyi aydınlatan güzel,

şem le ‫ ( ﺷﻤﻠﻪ‬a .i.c .: şem e lât): A ra p la rın b aş örtüsü; k ıld an yap ılm ış örtü; sarık.

şem '-i ş e b -â râ (geceyi süsleyen ışık) : m ec. güzel; sevgili.

‫ ؛‬e m m ‫( ﺷﻢ‬a .i.): koklam a, kok lan m a, koku alm a. H iss-İ ‫ ؟‬e m m : kok u duym a h assası,

şem '-i ş e b -istân : gece m um u, gece k an d ili.

şe m m âm â t ‫( ﺷﻤﺎﻣﺎت‬a.i. şem m âm e'nin c.) : şam am alar.

şem 'a ‫( ﺷﻤﻌﻪ‬a .i.): m um lu fitil, m um a b a tin im ış fitil. şem 'a-ger ‫( ﺷﻤﻌﻪ ﺳﻤﺮ‬a.f.b .i.): m um cu, m u m yapan kim se. şem 'a -g e rân ‫( ﺷﻤﻌﻪ ﺳﻤﺮان‬a.f.b.i. şem 'a-ger'in c . ) : m um yapıcılar, m um yapanlar, m um cular, şe m 'a -g e râ n -ı h â s s a : tar. O sm anlI sarayın da m um yapan *görevliler, ş e m â il ‫( ﺷﻤﺎﺋﻞ‬a.i. şim âl'in c .) : 1. huylar, tabiatler, ah lâklar. 2. tas. gü zelliğin ve büy ü k lü ğ ü n b ir araya gelm esi, şe m â il-i şe rîfe : H z. M u h am m ed 'in m iibârek tavırları. şe m â il-n â m e ‫( ﺷﻤﺎﺀﺑﺎﻣﻪ‬a .f.b .i.): b ir k im sen in dıştan görünüşündeki özellikleri anlatan eser. şe m â im ‫( ﺷﻤﺎﺋﻢ‬a.i. şem im e'nin c.) : kokular, (bkz : revâyih). ş e m â rîh ‫( ﺷﻤﺎرخ‬a.i. şim râh 'ın c.) : 1. hurm a veyâ üzüm b u d ak lan , salk ım ları. 2. dağ tepeleri.

‫( ﺷﻤﺎﻟﻪ‬a .i.): şam ata, gü rültü, patırtı, şem âtet ‫( ﺷﻤﺎﺗﺖ‬a.i.) : b irin in kötü du ru m d a

şem âte

olm asına veya düşm esine sevinm e, şem '-d ân şe m -d â n î

‫( ﺷﻤﻌﺪان‬a.f.b.i.) : şam dan. ‫( ﺷﻤﺪاﻧﻰ‬a.f.b .i.): şam dancı.

şe m m ân ıe ‫( ﺷﻤﺎﻣﻪ‬a .i.c .: şe m m âm â t): şam am a, yen m eyen k ok u lu b ir cins kavu n , şem m âs ‫( ﻓﻤﺎ س‬a .i.): 1. b aşın ın tepesi tıraşlı olan b ir p apaz sın ıh . 2. k ilise kandilcisi, ‫ ؟‬em m e ‫( ﺷﻤﻪ‬a .i.): 1. b ir kere koklam a. 2. pek az şey. şe m m î ‫( ﺷﻤﻰ‬a .s.): 1. kok lam aya âit, k oklam a ile ilgili. 2. koku alan. şem s ‫ ( ﺷﻤﺲ‬a .i.c .: ş u m û s): 1. Güneş, (bkz : Â ftâb , H orşîd, M ihr). G u rû b -İ Ş e m s : G iin eşin batm ası. T u lû -i Şem s : G ü n eşin doğm ası, k e'ş-şe m s f î v a s a ti'n - n e h â r : gün ortasın d ak i güneş gibi m eydanda, gün gibi âşik âr ve sarih , apaçık, besbelli. Şem s ii K a m e r : G üneşle Ay. şe m s-i a s r : ik in d i güneşi, şe m s-i d ır a h ş â n : p arlak güneş, şem s-i f ü r û z â n : p arlak güneş, şe m s-i h a k i k a t : h akik at güneşi, şe m s-i m ü n îr : p arlak güneş, şem s-i ra h ş â n : p arlak güneş. 2. m üz. T ü rk m ü ziğin in b irkaç asırlık b ir m ürekkep m akarni olup zam âm m ıza k alm ış niim ûnesi yoktur. şe m s-i c e m â l: m iiz. anon im bir edvâr-1 İlm -i m ûsikide *tan ım lan an m akam . 3. tas.

1153

şems-âbâd bir ışık k ayn ağ ı olarak görünüş alan ın a 1‫ ؟‬k an A llah 'ın adi. şem s-âb â d ‫آﺑﺎد‬ lilc [yer].

‫( ﺷﻤﺲ‬a .f.b .s.): gü n lü k güneş-

şem se ‫( ﺷ ﺴ ﻪ‬a.i.) : 1. G üneş şeklinde yapılan İşleme resim . 2. yazm a lcitapların b aşına yap ılan sü s‫ ؛‬cild in orta k ısm ın d a bulunan beyzl süslem e. ş e m s e li: g. s. ortasında beyzi (oval) b ir göbek bu lu n an hail.

?emseddin Sâmi ‫( ﺷﻤﺲ اﻟﺪس ﺳﺎﻣﻰ‬a.h.i.): 1850 y ılın d a Rum elide “ F raşe ri” kasabasında doğm uştur. B ab asın ın adi H âü d 'd ir. M erhum b ü yü k b ir dil âlim i idi. A rap ça, Farsça, Fran sızca, R u m ca ve biraz da İtalyan ca bilirdi, ilk eseri "M u h tasar T ârih-İ Fran sa” ad li b ir tercüm edir. 1872 de “ Taaşşuk-1 Tal'at ve Fıtn at" ad il b ü y ü k h ik âyesin i yazdi. Sonra "G âv e ”; "B e sâ " p iyeslerin i, "H afta" ve “A ile ” m ecm û aların ı neşretti. O nun en b ü yü k hizm eti, altı c iltlik "K am û sü 'la'lâm "ı, "K am û s-İ T ü r k î”si, Fran sızcadan îü rlcçe ye , T ü ık çe d e n F ran sızcaya olan kam u sları iledir, (d. : 1850 - ö . : 1904). şem sî ‫( ﻟ ﻰ‬a .s.): 1. G üneşe âit. G üneşle ilgili. 2. i. erkek adi. şem siyye ‫( ﺷ ﻤ ﺴ ﻴ ﻪ‬a.i. şe m s'd e n ): 1. şem siye. 2.S. G üneşle ilgili. H u rû f-1 şem siyye: ( b k z : hu rû f). M a n z û m e -İ şem siy y e : astr. Güne.ş sistem i. [U târid (Merlcür), Z ü h re (Venüs), A rz, M erih (M ars), M üşteri (lupiter), Z u h al (Satürn), U ı'anüs, N eptün, Pluton]. 3. tas. h alvetiyye ta rik a tı kolların d an b iri olup kuru cu su SivaslI Şeyh Şem seddin (Öİ. 1598) dir. 4. s. ["şem sî" nin müen.]. (bkz : şemsî). 5. i. zool. g iin s iile r, fr. h e iio z o a ire s. şe m s-p â re ‫( ﺷﻤﺴﺎره‬a.f.b.i.) : 1. G üneş parçası. 2. m ec. ‫ ؟‬ok parlak.

şemşîr ‫( ﺷﻤﺸﻌﺮ‬f.i.) : k ılı‫ ؟‬, (bkz : seyf, tîg). şemşîr-i Hindi ‫ ؛‬H indistan'da ‫ ؟‬elikten yapılan m akbul bir kılı‫ ؟‬,

şemşîr-i tâb-dâr : parlak k ili‫ ؟‬, şemşîr-i zulm : zulüm kılıcı, şemşîr-bâz ‫( ﺷ ﻤﻐﺒ ﺮ ﺑﺎز‬f.b.i.) : kılıçla oynayan, kılıçla oyun lar yapan, iyi lcılı‫ ؟‬kullanan kimse.

şemşîr-be-dest ‫( ﺷﻤﻐﺒﺮ ﺑ ﺪ ﺳ ﺖ‬f.b.s.) : elinde İÇİil‫ ؟‬tutan.

şemşîr-ger / ‫( ﺷ ﻤ ﺸ ﺮ‬f.b.i.c.: şem şîr-gerân): kiİ1 1 ‫؟؟‬.

şemşîr-gerân ‫ا ن‬/‫( ﺷ ﻤ ﺸﻴ ﺮ‬f.i. şem şîr-ger'in c.) : 1. kılıççılar. 2. tar. sarayın kılıççıları, şemşîr-zen ‫( ﺷﻤﺸﻴﺮزن‬f.b.s.) : kılıçla vu ran , kiil ‫ ؟ ؟‬eken.

şemyâne ‫( ﺷﻴﺎﻧ ﻪ‬f.i.) : gölgelik, (bkz : sâyebân').

şe'n ‫( ﺷﺄن‬a.i.c. : şiân, şüûn) : 1. i‫ ؟‬, (bkz.: fi'1, kâr). 2. yeni İş, yeni ‫ ؟‬ikan hal, hâdise,

şen ‫( ﺷ ﻦ‬f.i.) : 1. naz ve edâ. 2. göze ve gönüle hoş görünen hal. 3. s. ferahlı, sevinçli. 4. kendir. 5. s. bayındır, (bkz : ma'mûr). şen ‫( ﺷ ﻦ‬a.i.c. : eşnân). (bkz : şem). şenâat ‫( ﺷ ﻔﺎ ﻋ ﺖ‬a.i.) : kötülük, fenâlik. (blcz : habâset).

şenâr ‫( ﺷﻔﺎر‬a.i.) : b ü yü k utanc, ayıp, şenâyi' ‫( ﺷﻐﺎﻳ ﻊ‬a.i. şenîa'nın c.) : kötü İşler, ayıp İşler, yakışıksız hareketler, [asil : “şenâi' ” dir].

şenbih ‫( ﻓ ﻐ ﺐ‬f.i.) : 1. gün. 2. cum artesi. Çehârşenbih : ‫ ؟‬arşanba. Dü-şenbih : pazartesi. Penc-şenbih: perşenbe. Se-şenbîh : sali. Yek-şenbih : pazar. şeng ‫( ﺷ ﻚ‬f.i.) : 1. haydut, eşkıyâ. (bkz : şâki). 2. S. neşeli, kıvrak.

şem s-sip e r ‫( ﺷﻤﺲ ﺳﺠﺮ‬f.b .i.): 1. G üneşten lcoru n m ak üzere başa giyilen en ‫ ؟‬ok beyaz bezden yap ılan başlık. 2. şapka sipel'i.

şengare, şengaret ‫ ﺷﻐﺮ ت‬، ‫( ﺷﻐﻐﺮه‬a.i.) : kötü

şe m sü 'd -d în ‫( ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ‬a .b .i.): 1. dîn in güneŞİ. 2. erkek adi. [yanlış olarak "Şem settin” şekli yaygın dır].

şe'nî ‫( ﺷﻌﻨ ﻰ‬a.s.) : fels. gerçek, fr. réel, şenî' ‫( ﺷ ﻊ‬a.s. şenâat'den) : fenâ, kötü, ayıp, utanılacak. Fi'l-işenî'. (bkz : zinâ). [müen. :

Ş e m s ü 'l-H a k a y ık (h akikatler g ü n e ş i): Hz. M evlân â'n ın d îvân ı (bkz : D îvân -1 Kebîr).

şenîa ‫( ﺷﻔﻴﻌﻪ‬a.i.c. : şenâyi') : kötü İş, ayıp İş, ya-

şem sü 'l-m ek âtîb (m ekteplerin G ü n e ş i): İstan bul'da, O rtaköyde b u lu n an b ir mektep (O kul).

şe'niy۴et ‫( ﺷﺄ ﻧﻴ ﺖ‬a.i.) : fels. gerçek, gerçeklik, fr. réalité.

1154

hurluluk.

şengerf ‫( ﺷ ﻜ ﺮ ف‬f.i.) : zincifre denilen boya,

“şenîa” ]. kışıksız İş.

şerbe.-hâne şenn ‫( ض‬a.i.c.: eşnân): ?araba su karıştırma, şennâr ‫( ﻻ ر‬a.i.c.: şenâir) : ayıp; utanç; kötülük. şenşene ‫( ﻓ ﻔ ﻲ‬a.i.) : âdet; usûl, şenşene-i azamet ve İk b â l: ikbal ve azamet âdeti. şer ?

(a.s. ve i.c .: eşrâr). (bkz : ?err).

şer ‫( ض‬a.i.c.: ?ürür). (bkz : ?err). ?er' ‫س‬ (a.i.): Allah'ın emri, âyet, hadis, icmâ-i ümmet ve kıyâs-1 fukahâ esasları üzerine kurulmu? olan din kaideleri, (bkz : ?eriat). Hâkimii'ş-şer': ?er'iye mahkemesi reisi, kadı. şer'-i şerîf: İslâm ?erîatı. şerâb ‫( ﺷﺮ'ب‬a.i.). (bkz : şarâb*). şerâfe ‫( ﺷﺮاف‬a.i.). (bkz : ?erâfet). ?erâfet ‫( ﺷﺮاﻓﺖ‬a.i.): 1. şerefli olma, şereflilik. 2. kişizadelik, soydanhk. 3. şeriflik, imam Hasan vasıtasıyla Hz. Muhammed soyundan gelme, (bkz : siyâdet). şerâfet-i Mekke-i M iikerrem e: Mekke ?erifligi. şerâif ‫( ﺷﺮاﺋﻒ‬a.i. ?erife'nin c.) : mutlular, kutlular. şerâih ‫( ﺷﺮاﺋﺢ‬a.i. ?eriha'nm c .): et dilimleri; vücuttan kopmayarak ayrılmış olan et parçaları. şerâir ‫( ﺛﺮاﺋﺮ‬a.i. ?erire'nin c .): kıvılcımlar, şerâit ‫( ﺷﺮاﺋﻂ‬a.i. ?art ve ?arîta'nın c .): ?artlar, [aslında "?arita" nin c. olmakla berâber ancak mânâca büyük bir fark olmadığından bizde “şart” in c. olarak da kullanılır], şerâit-i istib d âl: huk. [eskiden] vakfiyede Öngörülmediği halde, vâkıfln şartlarının değiştirilmesini gerektiren durumlar; istibdal tasarrufunu inşâ İçin aranan kayıt ve şartlardır ki vakıfakarm İntifâ edilemez bir hâle gelmesi, tâmiri İçin gailenin bulunmaması, hâkimin izni, ülülemr'iû emri, bedel alınacak milk akarm mahal ve mevkiinin vakıf akarm mahal ve mevkiinden ?eref ve rağbetçe aşağı olmaması hallerinden ibârettir.

şerâket ‫ ﻛ ﺖ‬١‫( ﺷﺮ‬a.i.): 1. ?eriklik) ortaklık. 2. arkadaşlık, (bkz : refâkat). çer'an ‫( ﺷﺮﻋﺎ‬a.zf.): çerîatça çerîat hükmünce, şeriata uygun olarak. şerâr, şerâre ‫ ﺷﺮاره‬، ‫( ﺷﺮار‬a.i.) 1. kıvılcım. 2. Muallim Naci'nin 1885'te basılmış bir şiir kitabi. şerâre-i elektrikiyye: fiz. müsbet (anot) ve menfi (katot) elektriğin birbirine degmesinden meydana gelen kıvılcım, şerâre ‫( ﺷﺮاره‬a.i.c.: ?erer): kıvılcım, şerâre-figen ‫( ﺷﺮاره ض‬f.b.s.): kıvılcım saçan, ?erâret ‫( ﺛ ﺮا ر ت‬a.i.) :şerirlik, şer İşleme, fenâlık, kötülük. ?erâset ‫( ﺷﺮاﻣ ﺖ‬a.i.): titizlik, huysuzluk; ge‫ ؟‬imsizlik. çerâsîf ‫( ﺷﺮاﺳﻒ‬a.i. şersûf'un c .): anat. kaburga kemiklerinin ön taraf uçlarındaki kıkırdaklar. ?erat ‫( ﻧ ﺮ ط‬a.i.c.: eşrât) : 1. alâmet, nişan, iz, işâret. 2 ٠bir ?eyin en bayağısı, en aşağısı, şerâyi' ‫( ﻧﺮاﻳﻊ‬a.i. ?eriat'ın c .): şeriatlar, ?eriat hükümleri (asil: “şerâi' ” dir]. şerâyîn ‫( ﻧ ﺮ ا ﻳ ﻦ‬a.i. şiryân'ın c .): anat. atardamarlar, fr. artCres. şerâyîn-i harkafiyye : anat. harkafe denilen uyluk kemiğinin içinden ve dışından geçen kırmızı veyâ siyah kan damarları. şerâyîn-i k ily e v i: anat. böbreklere kan dagitan damarlar. şerâyîn-i m asarıkıyye: anat. bağırsaklara kan dağıtan damarlar. şerâyîn-i sübâtiyye: anat. ?ahdamarlarij boynun iki tarafında kalbden kafaya çıkan iki kalın atardamar. şerâzet ‫( دراز ت‬a.i.): 1. çok sert ve kuru olma. 2. sertlik, kabalık, haşinlik. ?erâzim ‫( ﺛ ﺮا ذ م‬a.i. şirzime'nin c.) : küçük, az olan topluluklar.

şerâit-i m evk iin e : cogr. konu?, bir yerin çevresi içindeki duruşu,

şerbet ‫( ﺷﺮﺑﺖ‬a.i. şürb'den): 1. ?erbet, içilecek tatil ?ey. 2. bardakla müshil olarak İÇİlen ilâç. 3. bâzı maddelerin suda eritilmişi (suda eritilmiş çimento, suda eritilmiş giibre., gibi].

şerâit-i v a k f: huk. vâkıfın vâkıfnâmede açıkladığı kurallar.

?erbet-hâne (a.f.b.i.) : [OsmanlIlar devrinde] meyhâne. 1155

şerç şerç ‫( ﺛ ﺮ ج‬a.i.): anat. kıç, diibiir, anus. [Arapçada : (‘fere” mânâsına da gelir], şeref ‫( ﺛﺮى‬a.i.): 1. [ma'nen] büyüklük, yükseklik) ululuk. 2. övünme, (bkz: iftihâr). 3. üstünlük, (bkz : miimtâziyyet). 4. erkek adi. şe re fi ârızî, - -İ iz â f î: mevki ve rütbeden gelen büyüklük. Şeref-İ h a m îd î: miiz. ser-müezzin Tevfik Bey'in terkibederek II. Abdülhamid'e İthâf ettiği makam ki, ismi sonraları Dr. Suphi Ezgi tarafından “şeref-nümâ” olarak değiştirilmiştir. (bkz: şerefnümâ). şe re fi z â t î: kendi öz vasıflarından ve faziletlerinden dogan büyüklük. şerefü'd-dîn : ı) dinin şerefi; 2) dilimizde “şerâfettin” şeklinde erkek adi olarak kullanılır. şerefü'l-insân: XVI. asır bilginlerinden BursalI Lâmiî ‫ ؟‬elebi'nin Kanuni Sultan SÜleyman adma kaleme aldığı eserdir, [insanlarm yaradılışta hayvanlardan her sûretle üstün olduklarım belirtmek İçin yazılmıştir]. şerefü'l-mekân bi'1-mekîn : mekânın şerefi mekin (oturan) ile dir. şereflbahş, şereflbahşa ‫ ﺷﺮف ﺑﺨﺸﺎ‬، ‫ﺷﺮف ﺑﺨﺶ‬ (a.f.b.s.) : şeref veren, şereflendiren, şerefe ‫( ﺷﺮﻓﻪ‬a.i.c.: şüref, şürefât, şürüfât): 1. yüksek bir yerin çıkıntısı. 2. minârede ezan okunan yer. (bkz : şürfe). şereflefzâ ‫( ﺷﺮف اﻓﺰا‬a.f.b.s.): şeref artıran, artırıcı. şeref-hâh ‫( ﺷﺮﻓﺨﻮاه‬a.f.b.s.): şeref dileyen; onur sağlayan. şerefim e ‫( ذ رﻧ ﻪ‬a.i.): bir yerin İmârıyla civarda bulunan mülklerin artan kıymeti gözönünde tutularak bunların sahiplerinden belediyece alman vergi veyâ bu emlâkin arasından sokaga terk olunan yer. şeref-nümâ ‫( ﺷﺮﻓﻐﻤﺎ‬a.fb.i.): miiz. Türk müziginde bir mürekkep makamdır. Asil adi “şerefi hamîdî” olup Dr. Suphi Ezgi tarafından sonradan bu ad verilmiştir. Ser-müezzin Tevfik Bey tarafindan II. Abdiilhamid'in şerefine terkibedilmiştir. Hicaz ve aşîran'da beyâtî ile yegâh'da rast makamlarından mürekkeptir. Son makam 1156

ile yegâh perdesinde durur (bu perde, hicazm da güçlüsüdür). Güçlüleri, birinci derec.ede -hicazın durağı ve iki makamın da güçlüsü olan- dügâh (İâ), ikinci derecede de -yegâh'ın sekizlisi bulunan- nevâ (re) perdeleridir. Donanımına hicazın “si” bakıyye bemolü ile "fa" ve “do” bakıyye diyezleri konulur. Aşiranda beyâtî İçin “s.i” bekar ve “ do” bekar (fa diyez müşterektir), yegâhda rast İ‫ ؟‬in de “si” bekar (diger iki ârıza müşterektir) nota içerisinde kullanılır, inici Ç1kıcı karışık bir şekilde seyreder, şeref-pezir ‫( ﺷﺮف إذدر‬a.f.b.s.): şeref ve itibar bulan. şeref-resân ‫( ﺷﺮ ﻓﺮﻣﺎ ن‬a.f.b.s.): şeref eriştirici, şeref eriştiren, ulaştıran, şeref-rîz ‫رﻓﺮﻳﺰ‬٠‫(ش‬a.f.b.s.): şeref veren, şeref-sâdır ‫( ﺷﺮﻓﺼﺎدر‬a.b.s.): şerefle çıkan [pâdişâh emri], (“olan” yardımcı fiili ile kullanılır). şeref-sânih ‫( ﺷﺮﻓﺴﺎﻧﺢ‬a.f.b.s.): şerefle hatırlanan [padişah emri], (''olan” yardımcı fiili ile kullanılır). ‫ ؟‬eref-sudûr (a.b.s.). (bkz: şeref-sâdır). ["eden” yardımcı fiili ile kullanılır], şeref-sünûh ‫( ﺷﺮﻓﺴﻨﻮح‬a.f.b.s.). (bkz: şerefsânih). [''eden” yardımcı fiili ile lcullamlır]. şeref-tevârüd ‫( ﺷﺮﺿﺮارد‬a.b.s.). (bkz: şerefvârid). [“eden” yardımcı fiili ile kullanılır], şerefivârid ‫( ﺷﺮﻓﻮارد‬a.b.s.). şerefle gelen, [“olan” yardımcı fiili ile kullanılır], şeref-vâsıl ‫( ﺷﺮﻓﻮاﺻﻞ‬a.b.s.): şerefle gelen. şeref-vurUd ‫( ﺷﺮﻓﻮوود‬a.b.s.). (bkz : şeref-vâi'id). ["eden” yardımcı fiili ile kullanılır]. şeref-vusUl ‫ ل‬۶ ‫( ﺷﺮﻓﻮ‬a.b.s.). (bkz : şerefvâsıl). şeref-yâb ‫( ﺷﺮﻫﻌﺎب‬a.f.b.s.): şeref bulan, şeref kazanan. şerefizâhir ‫( ﻧﺮﻓﻈﺎﻫﺮ‬a.b.s.): şerefle çıkan. [“olan” yardımcı fiili ile kullanılır]. şeref-zuhUr ‫( ﺷﺮﺋﻬﻮر‬a.b.s.). (bkz : şeref zâhir). [“eden'' yardımcı fiili ile kullanılır], şereh ‫( ﺛ ﺮه‬a.i.): şiddetli hırs, tamahkârlık, açgözlülük. şereng ‫( ﺷ ﺮ ك‬f.i.): zehir, (bkz : semm). şerer ‫( ذرر‬a.i. şerâre ve şerere'nin c .): kıvılC im lar .

şerere ‫( ﺷﺮره‬a.i.c.: şerer). (bkz : şerâre). şerer-feşâıı ‫ ن‬1‫( ﺷﺮرﻏﺶ‬a.f.b.s.): kıvılcım saçan.

şerm-sarı ş e r e r - n â k ‫ ك‬٧ ‫ ( ﺷ ﺮ ر‬a .f.b .s .): k ıv ılc ım sa ç a n ,

s o y u n d a n gelen lere v e M e k k e e m irle rin e

şe r-g îr ‫ذ ر ر‬

v e rile n b ir U n van . 4 ٠ i. erk ek v e k a d m adi.

şerh

(f.b.s.). (b k z : şe rr-g îr).

( a .i .c .: ş ü r û h ) : 1. a‫ ؟‬m a ١ a y ırm a .

‫ﺷ ﺮأ‬

[m üen. “şe rife ” ],

2 . a ç ık la m a , * a ç ım la m a [b ir ib â re y i v e y â

ş e r ih ‫( ﺷ ﺮ ه‬a.s.). (b k z : şerh ân ).

ese ri-]. 3 . b ir k ita b in ib â re sin i k e lim e ke li-

ş e r îh a ‫ ( ﺷ ﺮ ﻳ ﺤ ﻪ‬a .i . c .: şerâih ) : 1. et d ilim i. 2 . v ii-

m e a ‫ ؟‬ıp iz a h ed erek y a z ıla n kitap . 4 . a‫ ؟‬ık

c u tta n k o p m a y a r a k a y r ılm ış o la n et p a rç a -

a n la tm a , (b k z : îz â h , tafeil). ş e r h -i

m ü tû n

(m e tin ler

ş e rh i):

eskid en

D â r ü lfü n û n 'd a o k u tu la n v e *k o n u su ed eb i eserleri şerh e tm e k o la n ders,

ş e r îk

(a.s. v e i . c . : ş ü r e k â ) : 1. o rta k .

‫ﺷ ﺮﻳ ﻚ‬

2 . ders, m ek tep , m ed rese a rk a d a şı, ş e r îk -i c ii r m : h u k . su ‫ ؟‬o rta ğ ı,

ş e r h a ‫ ﺣ ﻪ‬٠‫ ( ﺷ ﺮ‬a .i.) : d ilim , k e silm iş, d ilin m iş şey, ş e r ik e ‫ﺷ ﺮ ﻳ ﻜ ﻪ‬

p a rç a . ş e r h a ş e r h a : d ilim d ilim , p a rç a p a rç a , şerh â n ‫ﺷ ﺮ ﻫﺎ ن‬

( a .i.) : ‫ ؟‬o k ta m a h k â r, a çg ö zlü ,

(blcz : lıarîs). ş e r 'î,

ş e r 'i ^ e

‫ ﺷﺮﻋﻴﻪ‬، ‫ﺷﺮﻋﻰ‬

( a .s .) : şeriata

âit, şeria tla ilg ili; şeriata u y g u n . H ü k m - i ş e r 'î : şeriata u y g u n h ü k ü m . M a h k e m e - i ş e r l y y e : şe r'î m a h k e m e , şeriat h ü k ü m le r in e gö re d â v â la ra b a k a n m a h k e m e , ş e r 'î d ir h e m : o rta b ü y ü k lü k te k i a r p a a ğ ırlı-

(a.s. v e i . ) : ["ş e r ik " in m iien .].

( b k z : şerik ). ş e r ir

‫ﺷﺮﻳﺮ‬

( a .i .c .: ş e r â ir ) : k ıv ılc ım ,

ş e r ir

‫ﺷﺮﻳﺮ‬

(a.s. şer'd en . c . : eşirrâ , e ş r â r ) : k ö tü ,

k ö tü lü k işleyen , h a y ır s ız

[ad am ], fesatçı,

[asli•. “ ş ir r îr ’’ dir]. ş e r ir e ٥‫( ا ﺷ ﺮﻳ ﺮ‬a.s. ş e r 'd e n ) : ["ş e r ir ” in m iien.]. ( b k z : şerir).

‫ﺷﺮﻳﻄﻰ ﺷﺮﻳﻂ‬

ş e r it , ş e r ît î ،

( a .i . c .: ş e r â it ) : 1 . şe-

rit. M e n k û ş â t - ı ş e r î t î y y e : şerit şek lin d e o la n m îm â r î süsler. 2 . u z u n yo l. 3 . d a r v e

ğ ın d a o lan Öİ‫ ؟‬Ü. ş e r 'î h â s ı l a t : h u k . şer'iye m a h k e m e le rin in

u z u n p a rç a , d o k u m a p a rç a s ı. 4 . zool. VÜCUd u y a ssı, in c e u z u n b ir b a ğ ır s a k a sa la ğ ı,

resim le ri. ş e r 'i ^ e v e k â l e t i : 2 7 M a y ıs 1336 tâ rih v e 3

ş e r ît a

‫ﺷﺮﻳﻄﻪ‬

(a.i. ş a rt'd a n . c . : ş e r â it ) : h u sû sî

N o . B ü y ü k M ille t M e c lis i İc râ V e k ille rin e

şa rt, m u k a v e le y i, sö z le şm e y i m e y d a n a g e -

d â ir k a n u n la te şk il o lu n a n v e k âlet. [3 M a r t

tiren m a d d elerd en h e r biri,

1 3 4 0 tâ rih v e 4 2 9 N o lu Ş e r'iye v e E v k a f v e

ş e r 'i y y â t ‫ﺷ ﺮ ﻋ ﻴ ﺎ ت‬

( a .i.c .) : şer'î İşlere, İslâm î

E r k â n -ı H a r b iy e -i U m û m iy e V e k â le tle rin in

şe ria ta u y g u n v e b u n u n la ilg ili o lan h u su s-

ilg a sın a d â ir o la n k a n u n la ilg a e d ilm iş v e

lar.

y e r in e a y n i k a n u n la “ D iy â n e t İşle ri R e is liğ i” m a k a m ı tesis o lu n m u ştu r], ş e r îa t ‫( ﺷ ﺮ ﻳ ﻌ ﺖ‬a.i. şer'd en . c . : şe râ i') : 1. d o ğ r u yo l. 2 . A lla h 'ın em ri. 3 . âyet, h a d is v e ic m â -i ü m m e t e sa sla rın a d a y a n a n d in k aid eleri, ( b k z : şer'). ş e r îa t -ı g a r r â : İslâ m d in i, ş e r îa t -ı ! s e v i c e (H z . îs â 'n ın k u lla r a gö sterd ig i A lla h 'ın e m r i ) : H z . İsa 'n ın şerîatı. ş e r îa t -ı is l â m i y y e , - -1 M u h a m m e d iy y e , - -1 A h m e d i y y e : İslâ m şerîatı. ş e r îa t -ı M U s e v iy y e (H z . M û s â 'n ın k u lla r a g ö ste rd iğ i A lla h 'ın

e m r i ) : H z . M û s â 'n ın

şerîatı. ş e r îa t -ı s â b ie : H z . İ b r â h îm 'in şerîatı. ş e r i f ‫( ﺷ ﺮ ﻳ ﻒ‬a.s. ş e r e f den. c . : e şrâ f) : 1 . şe re fli, m iib ârek , k u tsal. 2 . so ylu , te m iz . 3 . ( a .s .c .: şü refâ) H z . M u h a m m e d 'in to r u n u H a sa n 'm

ş e r 'i y y e t ‫ ( ﺷ ﺮ ﻋ ﻴ ﺖ‬a .i.) : şeria ta u y g u n o lm a , şerm ‫ﺷ ﺮ م‬

( f .i .) : u ta n m a . B î - ş e r m : u ta n m a z .

( b k z : h icâ b , m a h c û b iy y e t). ş e r m - â lû d

‫آﻟ ﻮد‬

‫ﺷﺮم‬

( f.b .s .) : u ta n a n , u ta n g a ‫ ؟‬,

Silcılgan. ş e r m e n d e ‫( ﺷ ﺮ ﻣ ﺌ ﺪ ه‬f.s.). ( b k z : ş e rm -g în , şeı.m sâr). ş e r m e n d e g i ‫ ( ﺷ ﺮ ﻣ ﻐ ﺪ ﺳ ﻤ ﻰ‬f .i .) : u ta n g a ç lık , ( b k z : şe rm -sâ rî). ş e r m - g î n ‫( ﺷ ﺮ ﻣ ﻜ ﻴ ﻦ‬f.b .s .): u ta n g a ‫ ؟‬. (b k z : ş e ım sâr). ş e rm -n â k

‫ﺷﺮﻣﯫ ك‬

(f.b.s.) : u ta n g a ‫ ؟‬, m a h c u p .

(b k z : şerm en d e, ş e r m -g în , şerm -sâ r). şe rm -sâ r

‫ﺛ ﺮ ﺳﺎ ر‬

( f.b .s .) :

u ta n g a ‫ ؟‬.

(b k z :

m a h c û b , m ü sta h y i). ş e r m - s â r î ‫ ( ﺷ ﺮ ﻫ ﺴ ﺎ ر ى‬f.b .i.) : m a h c u p lu k , u ta n g a ‫ ؟‬lık . ( b k z : m a h c û b iy y e t).

„57

şen şerr ‫( ﺷﺮ‬a.i.c.: çürür): 1. kötülük, fenâlık; kötü İç. [zıddı: “hayr" dır]. 2. kavga, gürültü, (bkz: nizâ'). şerr ii fesâd : kötülük ve bozukluk, şerr ‫( ﺷﺮ‬a.s. ve i. c . : eşrâr): 1. fenâ, fenâlık eden adam, kötü adam, (bkz: fâsid, fâsik, muzır). 2. daha (pek, en) kötü. şerrü'n-nâs : insanların en zararlısı, en kötüsü. şerrâh ‫( ﺷﺮاح‬a.s. şerh d e n ): şerh eden, açıklayan, yorum yapan [kimse], şerret ‫( ﺷﺮت‬a.s.): (bkz : şirret), [asil: “şerret” dir]. şerr-gîr ‫( ﺷﺮﺳﻤﻴﺮ‬fb .s.): âsî, karşı gelen; saldırgan. şerrî ‫( ﻧ ﺮ ى‬a.s.): kötülüğe âit, kötülükle ilgili, şerrim e ‫( ﺷﺮﻳﻪ‬a.s.): ["şerri" nün müen.]. (bkz : şerri). çersûf ‫ ﻧﺮ ﺳﻮ ف‬-(a.i.c.: çerâsîf): anat. kaburga kemiklerinin ön taraf uçlarındaki kıkırdak. şersûfî, şersûfiyye ‫ ﺷﺮﺳﻮﻓﻴﻪ‬، ‫( ﺷﺮ ﻣﻮﻓﻰ‬a.s.): çersûfa âit, çersufla ilgili, şerûd ‫( ﺷﺮود‬a.i.): ed. atasözü yerine geçen güldürücü ve manzum söz. şerûm ‫( ﺷﺮوم‬a.s.): ferci ile şerci birleçip arası kaybolmuş [kadm]. şervâl ‫( ﺛ ﺮ وا ل‬a.f.i.): şalvar, (bkz : sirvâl). şerze ‫( ﺷﺮزه‬f.s.): kudurmuş, kuduruk, (bkz : akur). şest ‫ ( ﺷﺴ ﺖ‬fi.) : 1. okçuların parmaklarına geçirdikleri yüksük, (bkz: zih-gir). 2. balık oltası. şeş ‫ ( ﺷﺶ‬fs .) : altı [sayı], (bkz: sitt). Dü-şeş : 1) 6 (ile) 6, iki zarın 6 sayılı iki yüzünün yanyana gelmesi; 2) mec. güzel bir tesâdiif rastgele. şeş-cihet: altı cihet, altı yön, her yön, her tara f dünya [bizim-]. şeş-kalem (altı kalem ): İslâmî yazının Türklerce kullanılan sitillerine esas teşkîl eden 6 sitilin müşterek ismi, [şeş kalem : 1) muhakkak; 2) reyhâni; 3) sülüs; 4) tevki'; 5) nesih; 6) rık'a]. şeş übeş (çeçbeç): 6 (ile) 5. [zar oyununda]. şeş ü dii (şeşidü): 6 (ile) 2. [zar oyununda]. 1158

şeş ü çihâr (şeşcihar): 6 (ile) 4. [zar oyununda]. şeş ü se (şeşise): 6 (ile) 3. [zar oyununda], şeş ü yek (şeşiyek): 6 (ile) 1. [zar oyununda], şeş-arûs ‫( ﺷﺶ ﻋﺮوس‬f.a.b.i.): astr. “altı gelin” : [Utârid (Arzıtilek), zuhre (Venüs)) Arz, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn)]. (bkz: şeş-bânû). şeş-bânû ‫اذو‬٠ ‫( ﺷﺶ‬f.b.i.): astr. "altıhamm” : [Utârid (Arzıtilek), Ziihre (Venüs), Arz, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn)]. (bkz: şeş-arûs). şeş-berg (altı yaprak) ‫( ﺷﺶ ﺑﺮس‬f.b.i.): g. s. fildişi oyma ve kakmalarda görülen ucu sivri 6 petalli ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek motifi. şeş-der ‫( ﺷﺸﺪو‬f.b.i.): 1. tavla kutusu. 2. mec. dünya [bizim-]. şeş-gâh ‫( ﺷﺜ ﻜﺎ ه‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nUmûnesi yoktur, şeş-hâne ‫( ﻓ ﺸ ﺨﺎﻧﻪ‬f.b.i.): 1. şişâne, namlusunda 6 yivi bulunan tüfek veyâ top. 2. g. s. tezhipte kullanılan 6 petalli bir çiçek motifi, şeşhâne-nokta: g. s. tezhipte (süslemede) kullanılan bir süsleme motifi, şeş-pâ ‫( ﺷﺸﺠﺎ‬f.b.s.): altı ayaklı, şeş-per ‫( ص‬f.b.i.) : 1. altı kanat. 2. eski harp âletlerinden 6 dilimli topuz, şeş-sad ‫( ﺷﺶ ﺻﺪ‬f.b.s.): altı yüz (600). şeş-sâle ‫( ﺷﺶ ﺳﺎﻟﻪ‬f.b.s.): altı yaşında, altı yıllık bir zamanı olan, şeş-tâ ‫( ﺷﺸﺘﺎ‬f.b.i.): 6 telli tanbur. şeş-târ ‫( ﺷﺸﺘﺎر‬f.b.i.): 1. altı telli. 2. miiz. Eskiden Tiirk müziğinde ve umûmiyetle İslâm miiziginde kullanılan bir mızraplı saz olup üç asırdanberi Tiirk miiziginde tanbur bu çalgıyı unutturmuştur. şeş-târî ‫( ﻧ ﺸ ﺎ ر ى‬fb .i.): 1. miiz. şeştar çalan san'atkâr. 2. Şam, Hindistan gibi ülkelerde dokunan yollu bir kumaş, şeşüm ‫أ‬٠-‫( ﺷﺶ‬f.s.): altıncı, (bkz : sâdis). Mâh-i şeşü m : altıncı ay. şet ‫( ﺷﺖ‬a.i.). (bkz : şett). şetâret ‫( ﺷﻄﺎرت‬a.i.): 1. neşe, şenlik, sevinç. 2. bâzı Arap halayıklara verilen bir ad. [Arapçadaki asil m ânâsı: “ hilekârlık''; “şaklabanlık" dır]. 3. çoğunlukla, Arap ve ‫ ؟‬erkez lcadınlarma verilen bir ad.

şevk-âver ş e tîm ‫( ﺷﻤﻢ‬a.s.) : sövülm üş, k ü fred ilm iş [kim se]. ?etim e 1 : ‫ ﺳ ﻤ ﻪ‬. ["?etim” in müen.]. ( b k z : ?etim ). 2. i. sövüş, sövme, sövüp sayış, ( b k z : düşnâm ; ?etm). ?etit, şe tîte ‫ ﺛ ﺒ ﻊ‬، ‫( ﺷﺘﻴﺖ‬a .s.c .: şettâ) : ayrı, dağınık; ‫ ؟‬eşitli; tü rlü. E ?yâ-yi ?etite : d ağ ın ık eşyâlar. ?etm ‫ا‬٠‫( س‬a.i.c .: ş ü tû m ) : sövm e, sövüp saym a, (bkz : düşnâm , sebb). Sebb ü ş e tm : sövüp saym a. şe tm -i g aliz : edepsizce sövme; ağır, su n tu rlu küfür.

şev âri' ‫( ﺷﻮارع‬a.i. çâri'in c.) : yollar, caddeler, şe v ârib ‫( ﺷﻮ'رب‬a.i. şâ rib 'in c.) : bıyıklar. E b û şe v a rib : pos bıyıklı kim seler. ?e v â rid ‫( ﺷﻮارد‬a.i. ?erd'den. ‫؟‬ârid e'n in c.) : dağılm ış, d a ğ ın ık ?eyler. çev âtî ‫( ﺷﻮاﻃﻰ‬a.i. çâtî'nin c . ) : kıyılar, kenarlar, şev âzî ‫( ﺷﻮاﻓﻠﻰ‬a.i.c.) : d ağ ların d ik ta ra fları, çevâzz ‫( ﺷﻮاذ‬a.i. şâzze'nin c.) : m iistesnâlar; kaide dışı olanlar.

çâzlar,

?evende ‫( ﺷﻮﻧﺪه‬f.s. çüden'den) : 1. v a r olan, olan. 2. giden. şe v h er ‫( ﺷﻮﻫﺮ‬f.i.) : koca, (bkz : şûy, zevc).

?e tm ü d a rb : dövm e, sövme.

‫ ؟‬e v h e r-d a r ‫( ﺷﻮﻫﺮدار‬f.b.s.) : evli [kadm].

?etm ü İa'n : sövm e, ilenm e, beddua.

?ev h er-d id e ‫( ﺷﻮﻫﺮدإده‬f.b.s.) : koca görm üş, [eskiden] kocası olm u? kadın.

? e tt ‫( ﻫﺌﺖ‬a.i. eştât, ş ü tû t ) : ayrı, d a ğ ın ık olm a, ş e ttâ ‫( ض‬a.s. şe tît'in c . ) : 1. değişik, ‫ ؟‬eşitli, tü rlü [şeyler]. M evâdd-1 ş e ttâ : ‫ ؟‬eşitli m addeler. U lûm -1 ş e t t â : ‫ ؟‬eşitli ilim ler. 2 ٠gazetelerin siyasi m eselelerden b ah setm ey en hu sûsî kısm ı. ş e ttâ m ‫( ﺷﻂ م‬a.s. ? e tm 'd e n ): ‫ ؟‬ok k ü fü r eden, ( b k z : sebbâb, şâtim ). ?ev ‫( ض‬f.i.): 1. gece, (bkz : leyi, ?eb). 2. yokuş aşağı, İnişli yer. 3. s. m eyilli, eğik, şev âg il ‫( ﺷﻮاﻏﻞ‬a.i. ?agile'nin c . ) : m eşguliyetler, uğraşm alar. şe v â h id ‫( ﺷﻮاﻫﺪ‬a.i. şâ h id 'in c . ) : ?ahitler (*tam klar). şe v â h îk ‫( ﺷﻮاس‬a.i. ?âhika'nın c . ) : yüksekler, tepeler; d ağ tepeleri, dağ d o ru k ları, şe v â h în ‫( ﺷﻮاه؛ن‬a.i. F a rs ç a : şâ h în 'in c.) : ?ahinler, doğanlar. şevâi' ‫( ﺷﻮا'ح‬a.i. şây i'in c.) : şâyi olanlar, yayılm i? bu lu n an lar. şev âib ‫ﺀب‬١‫( ﺷﻮ‬a.i. şâibe'nin c . ) : 1. lekeler, k usurlar, ayıplar; noksanlar. 2. eserler, izler. 3. şüpheler. ‫ﺀ‬ şe v âil ‫ﺀ‬٠‫( ﺿﺎﺀل‬a.i. şâile'nin c . ) : ate? alevleri, ş e v â ir ‫( ﺷﻮاﻋﺮ‬a.i. şâire'nin c.) : k a d ın şâirler, ?ev âk il ‫( ﺷﻮاﻛﻞ‬a.i. ?âkile'nin c . ) : yollar, ta rik ler, m ezhepler; m eslekler; yaradılışlar, ?ev âm ih ‫( ﺛﻮاﻣ ﺦ‬a.s. ?âm iha'nın c.) : yüksekler, y ü k sek ?eyler, y ü k sek tepeler, şe v â m il ‫( ﻓﺮاﻫﻞ‬a.s. şâ m ü e'n in c . ) : İ‫ ؟‬ine alanlar, kaplayanlar, çevreleyenler, ş e v â rık ‫رق‬١‫( ﺷﻮ‬a.i. şâ rik a 'n m c . ) : aydınlıklar.

?evle ‫( ﺷﻮك‬a .i.c .: e ş v â k ): diken, (bkz : hâr). şev k ‫( ﺷﺮق‬a .i.c .: e ş v â k ): şiddetli arzu; keyif, neşe, sevin‫ ؟‬. [T ü rk ç e 'd e : “ışık" m ân âsın ad ır]. şevk-i c e d id ‫ ؛‬m iiz. ara b a n k ü rd î m ak am ın in b ir adi. şevk-ı d i l : ı) gönül şevki, gönül neş'esi, sevinci; 2) m iiz. T ü rk m ü ziğ in d e b ir m ürekkep m a k am olup en az ik i a sırlık tır (belki A b d u llah A ğa ta ra fın d a n terklbedilm iştir). Şevk-ı dil, ra st ile sû z n âk m a k a m la rın d a n m ü rek k ep olup, h er ik i d iz in in m ü şterek seslerinden istifâde ed ilm iştir. S ûznâk ile rast (sol) perd esin d e k a lır (k i b u perde, ay n i za m a n d a rast'ın d a durağıdır). H er ik i m a k a m ın d a güçlüsü o lan nevâ (re), şevk-ı d il'd e de güçlüdür. D o n a n ım ın a ra st gibi “si” ko m a bem olü ile “fa” bakıyye diyezi k o n u lu r ve sû z n âk 'ın “m i” b a k i c e bem olü, n o ta içerisinde b u n la ra İlâve ed ilir (İcâbında zengiile'li sû z n âk 'ın “İâ” bakıyye b em olü de böyle ku llan ılır), şevk-i h iis n : güzelliğin şevki, neş'esi. şevk-i sû rîd e : p e rişa n neş'e, ik i yakası b ir araya gelmeyen, sevin‫ ؟‬, şevk-i te h e ^ U c : p sik . coşku, şevk, şevke ‫ﺷﻮﻛﻪ‬. ، ‫( ﻓ ﻮ ك‬a .i.c .: e ş v â k ): b o t. deve dikeni. şe v k -â lû d ‫( ﺷﻮق آﻟﻮد‬a.f.b.s.): şevkli, keyifli, neşeli, sevinçli. şev k -âv er ‫( ﺷﻮق آور‬a.f.b.s.): 1. neşe getiren, neş'e veren.

1159

şevk-âver-i detön ?evk-âver-i d e r û n : gönüle ne?e, ferahlık veren, İçini ne?elendiren. 2 ٠i. m iiz. Türk

şevl(-engîz ‫( ﺷﻮق ا ﻛﺘ ﺰ‬a.f.b.s.) : 1. lceyf, neşe, sevin‫ ؟‬, arzu koparan, yaratan. 2. i. m ü z.

müziğinde bir miireklcep makam olup. A rif Mehmet Ağa tarafından terkibedilmi?tir. Çârgâhda rast ve nihâvend ile acem-a?iran malcamlarmdan mürekkeptir. Şu haliyle taı'z-1 cedit malcamına ‫ ؟‬ok yalçındır. Acem a?îran ile acem a?îran (fa) perdesinde durur. Güçlüleri -birinci derecede çârgâhda rastin durağı ve acem a?îranın güçlüsü olan‫ ؟‬ârgâh (do), ilcinci derecede -nihâvendin durağı ve çârgâhda rastın güçlüsü olan- rast (sol), üçüncü derecede de -nihâvendin güçlüsü olan- nevâ (re) perdeleridir. Donammina acem-a?îran'ın “si" küçük miicenneb bemolü lconulur. Nihâvend İ‫ ؟‬in "mi” küçük mücenneb bemolü İlâve edilir (lceza "fa" bakiyye diyezi); çârgâhda ı'ast İ‫ ؟‬in ise “si” bekar ve “si” koma bemolü ile “m i” koma bemolü kullanılır.

Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? niimûnesi yoktul'.

?evk-bah? ‫( ﺷﻮق ﺑﺨﺶ‬a.f.b.s.) : 1. ?evk veren.

2. me?hur bir çe?it lâle. ?evke ‫( ﺷﻮﻛﻪ‬a.i.) : 1. bir tek dilcen. 2. dikenli

*bitki. 3. s. dilcen gibi ucu sivri olan ?ey.

‫( ﺷﻮق اﻓﺰا‬a.f.b.s.) : 1. ?evklendiren, ne?e arttıran. 2. i. m iiz. Tiirk miiziginde bir mürekkep makam olup, kuvvetli bir tahmin ile III. Selim tai'afindan terkibolunmu?tur. Biraz kasvetli, ly riq u e ve İ‫ ؟‬İİ bir malcamdir. Oldukça ı'ağbetle kullanilmi?tir. Şevk-efzâ, acem a?îran, ‫ ؟‬ârgâh'da zengiile ve acem a?îran'da nikriz be?lisinden mürekkeptir, inici ‫ ؟‬ılcıcı kari?ık bir ?ekilde seyreder. Nilcriz be?lisi ile acem a?îran (fa) perdesinde kalır (ki acem a?îran'ın da durağıdır). Güçlüleri, birinci derecede -çârgâhda zengüle'nin güçlüsü olan- gerdâniye (sol), ikinci derecede de -acem a?îı'an'ın güçlüsü ve çârgâhda zengiilenin durağı olan- ‫ ؟‬âı'gâh (do) perdeleridir. Donanımına Acem a?îranın küçük mücenneb bemolü (si İ‫ ؟‬in) konulur; çârgâhda zengüle İ‫ ؟‬in “si” bekar ve "si” lcoma bemoİÜ, “mi” lcoma bemolü, "İâ” ve "re" bakiyye bemollel'i ile acem a?iranda nikriz be?lisi İ‫ ؟‬in de "si" bekar ve "si'' koma bemolü, “İâ” balciyye bemolü, nota içerisinde kullanılır. Bâzı ?evlcefzâ eserlerin, mevzuubahis nikriz be?lisini kullanmalcsızın acem a?îran makamı ile karar verdiği de görülür.

?evk-efzâ

1160

? e v k erân ‫( ﺷﻮﻛﺮان‬f.i.) : b o t. baldıran otu. ? ev k erân -ı m â î : b o t. su rezene [râziyâne] si

veyâ küçük baldıran. ?evket ‫( ﺷﻮﻛ ﺖ‬a.i.) : 1. büyüklük, heybet [pâdi?ahlar İ‫ ؟‬in kullanılırdı), (bkz : azamet, celâl). 2. erkek adi. şevket-lü ‫( ﺷﻮﻛﺘﻠﻮ‬a.t.b.s.): ?evketli, azamet ve heybet sâhibi [pâdi?âhın vâsfıdır], ? e v k e t-m a k rû n ‫( ﺷﻮﻛ ﺖ ﻣﻘﺮون‬a.b.s.): ?evketli. ?e v k et-m asir ‫( ﺷﻮﻛ ﺖ ﺻ ﺮ‬a.b.s.). (bkz : ?evket-

makrûn). ?ev k et-m eâb ‫( ﺷﻮﻛﺘﻤﺄب‬a.f.b.s.). (bkz: ?evket-

penâh). ?e v k et-p en âh ‫( ﺷﻮﻛﺘﻴﯫه‬a.f.b.s.): ?evketin âit ol-

dugu, ?evketin bulunduğu yer, pâdi?ah.

‫( ﺷﻮﻛ ﺖ اﻟﻴﻬﻮد‬a.b.i.) : bot. tek‫ ؟‬eneklilerden *salepgillere mensup, ‫ ؟‬İ‫ ؟‬eklerinin zarifliğiyle me?hur bir *bitki,

?evketü'1-yehûd

?evket-vâye ‫( ﺷﻮﻛ ﺖ واﻳﻪ‬f.b.s.): hükümdara

kısmet olan, hükümdara âit. ?evket ve İclâl veyâ ?evket ve i k b a l : debde-

be, tantana ve ?eref. ? e v k m iz e !.. ‫( ﺷﻮﻗﻜﺰه‬o. dey.) : ta r. tirendazların

miisâbakaya ba?lamadan önce vaziyet alarak seyircilerden büyük rütbede bulunanlara dönüp ati? müsaadesi istemek İ‫ ؟‬in kullandığı tâbir, [bu tâbirin cevabi: ''kuvvet ola!" dır]. ?evki ‫( دوﻓﻲ‬a.s.) : 1. ?evkle, ne?e ile ilgili. 2. i.

erlcek adi. ?evki ‫( ﺷﻮﻛﻰ‬a.s.) : dikene âit, dikenle ilgili. A 'sâb-ı ? e v k iy y e : a n a t. fıkra (omuı.) larm

yan deliklerinden geçerek vücûda yayılan sinii-ler. iltih âb -1 m u h h -i sev k i-i h â d d : hek. müzmin omurililc İltihâbı. iltih âb -1 sehâyâ-yi d im â g î-i ? e v k i : h ek . menenjit. M ih v e r-i d im â g î-i ?evki : a n a t. dimağ, dimağçe, basala-i sisâiye ve nuhâ-i şevkinin hepsi. N ü tû -i ? e v k i : a n a t. omuriliği te?kîl eden fiicra (omur) İarın yan ve ön kışımlarindaki dilcenimsi ‫ ؟‬ıkıntılar. ?ev k -istân ‫( ﺷﻮﻛ ﺴﺎن‬a.f.b.s.) : dikenlilc.

Şeyhî

şevkim e ‫( ذ وﻓ ﻪ‬a.s. şevk'den): 1 [“şevkî” nin müen.l. (bkz : şevkî). 2. i. kadın adi.

şeydâî ..‫'؛؛‬Ar1‫( ؛‬f.i.): sevgiden ileri gelen dîvânelik, şaşkınlık.

şevk ü tarab ‫( > ب ﺷﻮق و‬a.b.i.): 1. neş'e, sevinç ve coşkunluk. 2. müz. Türk müziğiııde bir mürekkep makamdır. III. Selim tarahndan terkîbedilmiştir. Şevk ü tarab, sabâ ve acem aşîran ile hüseyııî aşîranda (mi) kürdî dörtlüsünden mürekkeptir, inici çıkıcı olarak karışık bir şekilde seyreder. Kürdî dörtlüsü ile hüseynî aşîranda kalır. Bâzan acem-âşîran kullanılmaz, ki, bu şekilde makam, aşîran perdesinde kalan bir sabâ zemzeme manzarası arzeder. Güçlüler, birinci derecede -sabâ ile acemaşiran güçlüleri olan- çârgâh (do), ikinci derecede -sabâ'nın durağı ve kürdî.dörtlüsünün tiz sesi olan- dügâh (İâ), üçüncü derecede de -acem aşîranın durağı olan- acem aşîran (fa) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi “si” koma bemolü ile “re” bakıyye bemolü konulur. Sabânın tiz “İâ” bakıyye bemoİÜ, acem aşîranın “si” bekar ve "si” küçük mücenneb bemolü ile “re" bekarı, kürdî dörtlüsünün “si" ve “re" belcarlan, nota içerisinde îcâbettîkçe kullanılır. Makamın bir de ikinci çeşidi vardır ki, bunda kürdî dörtlüsü bulunmaz ve doğrudan doğruya sabâ ile acem aşîran terkibindedir ve acem aşîran perdesinde kalır,

şeyh ‫ ؛‬، i (a.i. şeyhûhet'den. c . : eşyâh, meşâyih, şüyûh): ı. yaşlı adam, ihtiyar. 2. (c. meşâyih, şüyûh) bir tekke veyâ zâviyede reislik eden ve müritleri bulunan kimse. 3. kabile ve aşiret reisi. [Arabistan'da],

şevi ‫ﺷﻮل‬٠(a.i.c. : eşvâl)’": 1. vazodaki su kalıntıS I . 2. geniş, I S S I Z , tenha toprak, şevlet ‫( ﺷ ﻮ ك‬a.i.) : astr. 1. menâzil-i kamerden birinin adi. (bkz : menâzü-i kamer). 2. akrep kuyruğunun yuvarlak kısmı, şevne ‫( ﺷﻮﻧﻪ‬a.i.) : anbar. [Mısır'da kullanılır], şevvâl ‫( ﺷﻮ'ل‬a.i.) : arabî ayların onuncusu olup, ilk üç günü şeker bayramıdır, şey ‫( ﺷ ﺊ‬a.i.c. : eşyâ) : şey, nesne, şey'-i k a lîl: az şey. şeyâtîn ‫( ﺷﻴﺄﻃﻦ‬a.i. şeytân'ın c .): şeytanlar, şeyb ‫ ب‬٠‫( ث‬a.i.): saç sakal ağarması, kocama, ihtiyarlık. şeybe ‫ي‬ (a.i.): Kâbe'nin temizliğiyle görevli olan kimse. şeybiyye ‫ب ﺀ‬

(a.i.): likenler, fr. lichenCes.

şeydâ ‫( د د ا‬f.s.): aşktan aklını kaybetmiş, dîvâne, düşkün, şaşkın.

şeyh-i f â n i: huk. yaşlılığı dolayısıyla gücü­ nü yitirmiş olan kimse, şeyh-i im â re t: bir imaretteki yoksul kimse­ lere gerekli yardımı yaparak buraya gelen misafirleri ağırlamakla görevli kimse, şeyh-i n ecd î: mec. şeytan, iblis, şeyhü'l-ekber: Muhyiddîn-i Arabi, şeyhü'l-harem : halife tarafından Mekke'ye vazifeli olarak gönderilen memur, şeyhü'l-islâm : şeyhislâm. şeyhü'l-vüzerâ : vezirlerin en yaşlısı. şeyhân ،)،?‫؛‬،٠«‫(> ؛‬a.h.i.c.): fık. Hanefiyye fukahâsınca İmâm-ı Ebû Hanîfe ile İmâm-ı Ebû Yûsuf. şeyhayn ، >‫؛‬١^ (a.i.c.): “ iki şeyh” : huk. siyer kitaplarında : Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer'e; İslâm hukukunda is e : Hz. İmâm-ı A'zam ile Hz. İmâm-ı Yûsuf'a verilmiş olan ünvan. Şeyh Galib (a.h.i.): 1757 de İstanbul'da doğdu. Dîvânını 1780 de tertîbetti, 1782 de Hüsn ü A şk ı yazdı. Konya'ya seyâhati var­ dır. Küçükten mevlevîliğe girmiştir. 1785 de derviş olarak Yenikapı Mevlevîhânesine girdi. 1790 da Galata Mevlevîhânesi Şeyhi oldu. 1798 de İstanbul'da öldü. Eserleri: Dîvânı ile Hüsn ü Aşkından ibârettir. Şeyhî ،٠s‫؛‬١r ‫( >؛‬a.h.i.): Germiyanlı olan şâirin asıl adı Sinan'dır. Dîvanından başka “Hüsrev ve Şîrîn”; “Harnâme” adında ve mesnevî tarzında ، iki eseri vardır. 1422 yılında Kütahya'da ölmüştür. Divânı, Türk Dil Ku­ rumu tarafından 1942 de bastırılmıştır. Şeyhî (a.h.i.) : Şeyhî, tarihî bilgisi, hal tercümeleri üzerindeki tetkikleri ve araş­ tırmaları ile tanınmıştır. Şeyhî'yi en çok tanıtan eseri Nev'îzâde Atâî'nin “Şakayik-i Nu'mâniyye Zeyli” ne zeyil olarak yazdığı “Vekayiü'l-fuzalâ” adındaki tezkiresidir. Şeyhî, bu eserinde H icrî: 1044-1143 arasın­ da yetişmiş âlim, şâir ve devlet adamlarının 1161

Şeyhî

hal tercümelerini yazmaktadır, (d. : 1667 ö. : 1732).

Şeyhî ‫( ﺷﻴﺨﻰ‬a.h.i.) : Sivas'ta doğmuştur. Asil adi Abdülhamid'dir. Halvetiye tarikatindandir. Divânından başka yirmiden fazla eseri vardır. ilmi, târihî bilgisi ve çâirliği ile taninmış bir şahsiyet idi. 1639 yılında ölmüştür. Dîvânı basılmıştır. şeyhûhet ‫( ﺷﻴﺨﻮﺧﺖ‬a.i.) : şeyhlik, yaşlılık, ihtiyarlik. şeyh ûh î^ et ‫( ﺷﻴﺨﻮﺧﻴﺖ‬a.i.). (bkz : şeyhûhet). şeyhü'l İslâm ‫( ﺷ ﺦ اﻻﺳﻼم‬a.i.) : OsmanlI Devleti zamanında dini meselelerle şeriat mahkemelerine bakan en yüksek rütbeli din adamı, şeyhislâm. şeyhü'l-m eydân ‫( ﺷ ﺦ اﻟﻤﻴﺪان‬a.b.i.) : [eskiden] okçular tekkesinin başında bulunan kimsenin ünvanı. şeyh-zâde ‫( ﺷﺨﺰاده‬a.f.b.i.) : tas. tarikat şeyhinin oğlu. şey'î ‫( ﺷ ﺶ‬a.s.) : âfâlcî, *nesnel, fr. objectif. [aksi : enfüsî]. şey'îyye ‫( ﻣ ﺒ ﻪ‬o.s.) : [“şey'î” nin miien.]. (bkz : şey'î). şey'iyyet ‫ﺷ ﻴ ﺖ‬ objectivité.

(a.i.) : fels. *nesnellik, fr.

şeyn ‫( ﻳ ﻦ‬a.i.) : leke, ayıp, kusur. şeypûr

‫( ﻓ ﻮ ر‬f.i.) : müz. Sâsânî ve Arap mü-

ziklerinde kullammış basit bir nefesli saz. şeytân ‫( ﺷﻄﺎن‬a.i.c. : şeyâtîn) : şeytan. şeytanet ‫( ﺷ ﻄ ﺖ‬a.i.) : şeytanlık, kurnazlık, hilekârlık. şeytanet-kâr ‫( ﻳ ﺸ ﻜ ﺎ ر‬a.f.b.s.) : şeytanlık, hile ve fesatçılık yapan. şeytanet-kâr-âne ‫( ﺷﻴﻌﻜﻜﺎراﻧﻪ‬a.f.zf.) : şeytanİıkla, hile ve fesatla. şeytânî ‫( دا ذ ى‬a.s.) : şeytana âit, şeytanla ilgili, şeytana yakışır. şeytaraciyye ‫( ﺷﻴﻄﺮﺟﻴﻪ‬a.i.) : bot. *dişotugiller, fr. plumbaginées.

ş e ^ â d ‫( ذاد‬a.i. şeyd'deıı) : 1. sıvacı. 2. riyâkâr, yüze gülen, (bkz : mürâi). 3. helâk eden (kendini-). Şeyyâd H am za ‫( د ا د ﺣﻤﺰه‬a.h.i.) : Yunus Emre'den önce ilk Türkçe şiir yazan ve bu şiirleri aruz ve hece vezniyle kaleme alan 13. .yüzyılın gezgin bir dervişi. şezâ ‫( ذ ذا‬a.i.) : kokulu şeylerin kokusu. 1162

‫( ﺷﺰن‬a.i.) : anat. trakea, fr. trachée, şezerât ‫( ﺷﺬرات‬a.i. ‫؟‬ezre'nin c.) : 1. içlenm eden ‫ ؟‬ezen

m â d en in içinden to p la n ıla n a ltın parçaİarı. 2. süs o larak k u lla n ıla n inci ve altm tâneleri. ş e z r j ^ (a.i.c. : çüzûr) :1. içlenm eden m âd en in içinden çık arıla n altm . 2. süs o larak kullam la n inci ve altın.

‫( ﺷﻨﻮه‬a.i.c. : şezerât, şüzûr) : 1. işlenm em iş h a m altın. 2 ٠süs İçin asılan inci ve altin.

şezre

‫( ﺷ ﺤﻪ‬a.s.) : inzibat m e'm u ru , em niyet m e'm uru. (bkz : m uhtesib, şahne).

şıh n e

Ş ih n e tii'n -n ece f: H z. Ali.

‫( ص‬a.i.). (bkz : şıkk). ‫( ﺷﻖ‬a.i.) : 1. ikiye b ö lü n m ü ş şeyin her

ç ık

şık k

parçası. 2. b ir İçin ik i cih etin d en h e r biri, ik i şık ta n b ir in i tercih!... : ya onu, ya b u n u yapm a. şık k -ı e vv e l : im p a ra to rlu k d ev rin d e m âliye

te şk ilâtın ın ayrıldığı b irin c i m â lî bölge, şık k -ı sâlis : im p a ra to rlu k d ev rin d e m âliye

te şk ilâ tın ın ayrıldığı ü çü n c ü bölge, şık k -ı sâ n î : im p a rato rlu k d ev rin d e m âliye

te şk ilâtın ın ayrıldığı ik in c i bölge. Şik k ayn

çın, şun

‫( ﺷﻘﻴﻦ‬a.i.) : b ir İşin ik i ciheti, ‫( ش‬a.ha.) : O sm anlI alfab esinin on al-

tın cı h arfi olup, "ebced" h esâb m d a üç y ü z sayısının k arşılığ ıd ır‫“ ؛‬ş” sesini verir,

‫( ﺷﻌﺎع‬a.i. şu â'n ın c.). (bkz : şuâât). şîa ‫( ش؛ﻋﻪ‬a.i. eşyâ, şiya') : 1. taraflıla r, yard ım cışiâ'

lar. 2. Hz. A li taraflısı. 3. Şiîlik. 4. y ard im Cilar ve ta ra fd arlar topluluğu,

‫ب‬٠‫( ﺷﻌﺎ‬a.i. şi'b 'in c.) : d ar yollar, dağ yolları, patikalar, keçiyollari.

şiâb

şiâb

‫ب‬٠‫( ﺷﻌﺎ‬a.i. şu'be'nin c.). (bkz : şuabât).

şiân ‫( ﺷﯫن‬a.i. şe'n'in c.). (bkz : şüûn). şiâr -şiâr

‫( ﺷﻌﺎر‬a.i. şa'r'ın c.) : kıllar, (bkz : şuûr). ‫ ﺷﻌﺎر‬- (a.s.) : “iyi, ü stü n lü k veren işâret,

âdet” m â n âla rın a gelerek *birleşik kelim e1er m eyd ana getirir. M erham et-şiâr : (hep) m erham etli. Şöhret-şiâr : şöh retli, ün lü , şö h ret k azanm ış. Zafer-Ş‫ ؛‬âr : '(dâima) zafer kazan m ış, ü stü n gelmiş,

‫ر‬١‫( ﺷﻊ‬a.i.c. : şaâyir) : 1. alâm et, işâret, iz. 2. ayırıcı işâret, ayirdedici âdet. 3. hacı olm a k İçin M ekke'de y apılan tören(ler).

şiâr

şifâh ‫( ﺷﺐ‬f.i.) : 1. İniş; aşağı doğru eğiklik, (bkz :

şib

nişîb). 2. servet kaybı, şib ü firâz : İniş ve çıkış,

‫( ﺷﻌﺐ‬a.i.c. : şiâb) : 1. dar yol, keçiyolıı, dağ yolu. 2. oymak [kabile]. 3. küçük alcarsu yatağı. şib' ‫( ﺷﺒﻊ‬a.i.) : doyma, tokluk, (bkz : şiba'). şiba' ‫( ﺷ ﻊ‬a.i.) : doyma, tolcluk. (blcz : şib'). şibâ' ‫( ﺷﺒﺎع‬a.s. şeb'ân'ın c.) : toklai", karni doymuşlar. şibâk ‫( ﺷﺒﺎك‬a.i. şebeke'nin c.) : ağlar, tuzaklar, kafesler. şibh ‫( ﺷﺒﻪ‬a.i.c. : eşbâh) : 1. benzeme, benzeyiş. 2. bir şeyin benzeri. 3. benzeyen şey. şibh akd : sözleşme benzeri, fr. quasi-

şi'b

contrat. şibh-i amd : huk. lcatli meşrû olmayan bir

insani âlât-1 cârihadan sayılmayan bir şey ile lcasden öldürme. ٦buna : “şibhü'l-hatâ” da denir]. şibh-i beşer, zool. insanımsılar, orangutan, şempanze, goril gibi kısmen insana benzeyen maymunlar, fr. anthropoïde, (bkz : şibh-i insâniyye). şibh-i beşere : anat. üst derimsi, fr. épidermoïde. şibh-i billûri : billurumsu, fr. cristalloïde, şibh-i cenâh : anat. *kanatsi. şibh-i ceyb : fiz. siniisoit. şibh-i ceybi : sinüsoidal. şibh-i cezire : cogr. yarımada, fr. presqu'île, şibh-i cezri : bot. kökümsü, fr. rhizoîde. şibh-i cild : anat. cildimsi, fr. dermoïde, şibh-i cümle : gr. cümlenin mânâsını ta-

marnlayan *ünlem. şibh-i ciirm : huk. fâil, kusursuz veya hakli

olduğu İıalde tazminat borcunun çıkmasına sebep olan davranışlar, şibh-i hüsn-i tâlil : ed. bir hâdisenin vukuuna şâirâne olmakla berâber kat'î olmayan bir sebep göstermek. [“Niçin hamidesin ey çarh söyle boynunda / Birikmiş ahların mi vebâli kalmıştır'' beytindeki "birikmiş ahlann vebâli'' şibh-i hüsn-i tâlil'dir]. şibh-i insâniyye : zool. (bkz : şibh-i beşer), şibh-i isfenci : süngerimsi, fr. spongoîde. şibh-i kalevi : kim. alkaloit, fr. alcaloïde.

şibh-i kevkeb : astr. k ü ç ü k .gezegen. ‫ ؟‬İbh-i küre : astr. .y u v arlağ ım sı, fr. spherolde. şibh-i ma'den : m âdenim si, fr. métalloïde, çibh-i m ü n h arif : geo. yam uk, fr. trapèze, çibh-i nâim e ‫ ؛‬zool. .y u m u şak c am sıla r. şibh-i necliyye : bot. gram inidées.

fr.

bugdayim silar,

şibh-i zili : astr., fiz. y ari gölge, loşluk, yari k a ra n lık , fr. pénombre, şibhü'l-cildü'l-müşevvek: zool. denizkestanesi, fr. échinoïde.

‫( ﺷﺒﻞ‬a.i.) : arslan yavrusu, şibr ‫( ﺷﺒﺮ‬a.i.) : 1. karış. 2. astr. gökteki b ir deşibl

recelik kavis, yay.

‫( ﺷﺠﺎع‬a.s. şecî'in c.) : cesurlar, yiğitler, yürekliler, (bkz : şüceâ).

şicâ'

‫( ﺷﺠﺎج‬a.i. şecce'ııin c.). (bkz : şeccât). ‫( ﺷﺠﻌﺎن‬a.s. şicâ'ın c.). (bkz : şüc'ân). şîd ‫( ﺷﺪ‬f.i.) : G üneş, nur, aydınlık, şidâd ‫( ﺷﺪاد‬a.s. şe d îd 'in c.) : sertler, katişicâc

şic'ân

lar. Seb'ün şidâd : H z. Y ûsuf z a m â n m d a M ısır'd a geçirilen yedi k u ra k yıl.

‫( ﺷﺪ ت‬a.i. şed d ’den. c. : şided) : 1. sertlik, k atilik . 2. fazlalık. 3. sıkılık. 4. in a n d ırm a , sözle yola g etirm e y erin e k ab a k u v v et kullan m a.

şiddet

Şiddet-İ basar : hek. görüş keskinliği. Şiddet-İ hâl : d u ru m u n güçlüğü, şa rtla rın

zorluğu, yoksulluk. Şiddet-İ havâss : psik. d u y u m keskinliği, şiddet-fsefâlet : yok su llu ğ u n artm ası. Şiddet-İ şehvet : ih tira s şiddeti. Şiddet-İ ta z y ik : zo rlam an ın , sık ıştırm a n ın

şiddeti.

‫( ﺷﺪى‬a.s.) : 1. h a f if *yeğin. 2. şiddetlendirici, *yeğinleştirici,

şiddî

‫( ﺷﺪد‬a.i. şiddet'in c.) : şiddetler, ‫( ﺷﻐﺎﺀ‬a.i.c. : eşfiye) : h a sta lık ta n k u rtu lm a ,

şided şifâ'

iyi olm a, sağalm a. D ârü'ş-şifâ : hastah ân e. ş ifâ -iâ c il: [hastalıktan) çab u k k u rtu lm a , şifâ-i sadr : öç alm ış olm a, gönlü ferahlam a,

‫( ﺷﻐﺎ ﺑﺨ ﺶ‬a.f.b.s.) : şifâ verici, veren, iyilik veren, iyileştiren,

şifâ-bahş şifâh

‫( ﺷﻔﺎه‬a.i. şefe'nin c.) : dudaklar, (bkz :

şefevât).

1163

şifâ-hâne şifâ-hâne ‫( ﺷﻔﺎﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): 1. lrastahâne. (bkz : dârü'ş-şifâ).

şifâ-hâne-i m estûrân : k a d m hastahânesi. 2. tim arh ân e.

şîfâhen ‫( ﺷﻔﺎﻫﺄ‬a.zf.): ağızdan, sözle, ( b k z : şifâhî).

şifâhî ‫( ﺷﻔﺎﻫﻰ‬a .s.): agızdan, sözlü, ( b k z : şifâlıen).

şifâhî imtihân : *sözlü *Sinav. şifâhî vasiyet-nâme : sözlü, ag ızd an yapılan vasiyetnâm e.

şikâ ‫( ﺷﻜﺎ‬a.i. ‫؟‬ekve'nin c.) : şikâyetler, sızıltılar, (bkz : şekevât).

-çikâf ‫ ﺷﻜﺎ ف‬- (f.s.) : “y ırta n , yaran" m â n âsın a gelerek *birleşik kelim eler yapar. S af-şik âf : saf y aran, saf yarıcı. M û -şik âf : k il y a ra n ‫؛‬ k ılı k ırk yaran., gibi,

şikâf ‫( ﺷﻜﺎ ف‬f.i.) : 1. yarık, y ırtık , ‫ ؟‬atlak. çikâf-ı dîvâr : d uv ar çatlağı, yarığı, çikâf-ı câme : elbise y ırtığı. 2. g. s. boya ile y aldızın b irlikte k u lla n ılm ası sûretiyle yap ılan süslemeler.

ş i f â h i ^ â t ‫( ﺷﻤﺎ ﻫﺎ ت‬a.i.c.) şifâhî olan, ag ızdan alm an , sözlü ifâdeler.

çikâfe ‫ﺷﻜﺎ ﻓﻪ‬

ş i f â h i ^ e ‫( ﺷﻔﺎﻫﻴﻪ‬a .s.): [“şifâh î” n in miien.]. (b lcz: şifâhî).

‫ ؟‬İkâfe-zen ‫( ﺷﻜﺎ ﻓﻪ زن‬fb.i.) : çalgıcı, ( b k z :

şifâ-nâ-pezîr ‫( ﺷﻐﺎ ﻧﺎ ﺑﻨﻴﺮ‬a.f.b.s.): şifâ k ab u l et-

şik a k ،3 ،iâ ("ka" u z u n oku nu r, a .i.) : uyuşm azilk, anlaşm azlık, bozuşm a, ( b k z : ih tilâ f m uhalefet).

m ez, tedâvî edilem ez, onulm az.

şifâ-pezîr ‫( ﺷﻐﺎﺑﻨﻴﺮ‬a.f.b.s.): iyileşebilir, ge‫ ؟‬ebilir, onulur.

şifâ-resân ‫( ﺷﻐﺎرﺳﺎن‬a.f.b.s.) : şifâ u la ştıran , iyi eden.

şifâ-sâz ‫( ﺷﻐﺎﺳﺎز‬a.f.b.s.) : iyi eden, ( b k z : şifâbahş, şifâ-resân).

( f i . ) : m ızrap, tâziyâne, zahme).

‫ ؟‬algi‫ ؟‬, ( b k z :

sâzende).

şikâl ‫( ﺷﻜﺎل‬a .i.): 1. devenin ay ağının baglandıgı ip, bukağı, köstek; el ve ayak zinciri. 2 ٠devenin p a la n ım bağlayan ip. 3. ü ‫ ؟‬ayağı sekili (beyaz) at.

şikâl-gâh : atin ayagm a b u k ağ ı ta k ıla n yer.

şifâ-yâb ‫( ﺷﻐﺎﻳﺎب‬a.f.b.s.): şifâ b ulan, iyileşen, !''olm ak'' y ard ım cı fiiliyle b erâb er k u llam lir].

şikâr ‫( ﺷﻜﺎر‬f.i.) : 1. av. ( b k z : sayd). 2. avlam a.

şifte ‫( ﺷﻴﻔﺘﻪ‬f.s.): k a ‫ ؟‬ık, d ü şk ü n , tu tk u n , (bkz :

şikâr-i sû ret : görün üşe av olm a; g ö rü nü şe

m eftû n , şeydâ).

şîfte-dil ‫ ( ﺷ ﻴ ﻪ د ل‬f b .s .) : gönül verm iş, tu tku n .

şiftegi ‫( ﺷﻴﻔﺘﻜﻞ‬f.i.): kaçıklık, d ü şk ü n lü k , tu tk u n lu k . ( b k z : m eftûniyyet).

şihâb ‫( ﺷﻬﺎب‬a.i.c .: şihbân, ş ü h ü b ) : 1. kıvılcım . 2. ak a n yıldız. 3. erkek adi. [A rapçada : “cesur, y ü rek li kim se') m ân âsın ad ır].

şihâb-ısâkıb : 1. delip geçen kıvılcım . 2. astr. *akanyildız.

şihâbü'd-dîn : d in in kıvılcım ı, [dilim izde

3. avlanan hayvan. 4. gan im et, d ü şm a n d a n ele geçirilen m al. 5. en der b u lu n a n şey. aldanm a.

çikâr-gâh ‫( ﺷﻜﺎرﺳﻤﺎه‬f.b.i.): avlak, av yeri, avı ‫ ؟‬ok olan yer. (bkz : şikâr-istân).

çikârî ‫( ﺷﻜﺎرى‬f.s.): 1. ava m ensup, avla ilgili. 2. i. [şâhin, dogan gibi] av kuşu. 3. i. p â d işâ h ın av hizm etçisi. 4. i. m e şh u r T ü rk târihçisi.

çikâr-istân ‫( ﺷﻜﺎرﺳﺘﺎن‬f.b.i.): avlak, a v y e ri, avı ‫ ؟‬ok olan yer. (bkz : sayd-gâh, şikâr-gâh).

şikâriyye ‫( ﺷﻜﺎرﻳﻪ‬a.i.): ed. av kasidesi, k o n u su av olan kaside.

erkek adi o la ra k “şeh âb e ttin ” şeklinde kulİanılır].

şikâyât ‫( ﺷﻜﺎﻳﺎ ت‬a.i. şik â y e tin c.) : şikâyetler,

şihâs ‫( ﺷﺨﺎص‬a.i. şahs'ın c.). (bkz : eşhâs). şihbân ‫( ﺷﻬﺒﺎن‬a.i. şihâb'in c . ) : 1. kıvılcım lar.

?İkâyet ‫( ﺷﻜﺎﻳ ﺖ‬a .i.c .: şik â y â t): sızlanm a, ya-

2 ٠ak a n yıldızlar, (bkz : şühüb).

şîhe ‫( ﺷﻴﻬﻪ‬f.i.): at kişnem esi, (bkz : sahil). ŞİÎ

‫( ﺷﻴﻌﻰ‬a.s. ve i . ) : şîa m ezhebinde olan, Hz. A li taraflısı.

ş î i ^ e t ‫( ﺷﻴﻌﻴﺖ‬a.i.) : şîîlik.

1164

sızlanm alar. m k m a , y akm m a.

şikâyet-nâme ‫( ﺷﻜﺎﻳﺘﻨﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): 1. şikâyet m ektu b u , şikâyet yazısı. 2. FuzU li'nin n işan cı paşaya gönderdiği m e şh u r şikâyet yazısı,

şikem ‫( ﺷﻜﻢ‬f.i.): k arin , (bkz : batn). şikembe ‫( ﺷﻜﺴﻪ‬f.i.): işkem be.

-‫؛‬mas ‫ ؟‬ikem-bende ‫( ﺷ ﻜ ﻢ ﻧ ﺪ ه‬f.b.s.): karnına, miğdesine bağlı, düşkün, çok yiyen, pisboğaz, (bkz: ekûl). ‫ ؟‬ikem-derd ‫( ﺷ ﻜ ﻢ درد‬a.b.i.): karin ağrısı, ‫ ؟‬ikem-perest ‫( ﺷﻜﻢ ﺑﺮﺳﺖ‬f.b.s.): boğazını seven, boğazına düşkün, obur, (bkz: ‫ ؟‬ikemperver). ‫ ؟‬ikem-perver ‫( ﺷﻜﻢ ﺑﺮور‬f.b.s.).(bkz: ‫ ؟‬ikemperest). ‫ ؟‬ikem-rev ‫( ﺷﻜﻢ رو‬f.b.i.): hek. ishal, ötürük, ‫ ؟‬iken ‫( ﺷﻜﻦ‬f.i.): büklüm, kıvrım, (bkz : ‫ ؟‬ikence). ‫ ؟‬İken-i k â k ü l: kıvırcık saç, saç kıvrımı, -‫ ؟‬iken ‫ ﺷ ﻜ ﻦ‬- (f.s.): “kiran, kırıcı'' mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler meydana getirir. Büt-‫ ؟‬iken : put kiran. Dil-‫ ؟‬ik e n : gönül kiran, gönül kırıcı. Hâtır-‫ ؟‬iken : hatır kiran. Peymân-‫ ؟‬ik e n : yemininde durmayan,

‫ ؟‬ikeste-zebâni ‫ ؟‬ikib

‫ز واذ ى‬

‫( ﺷ ﺘ ﻪ‬f.b.i.): pelteklik,

‫( ﺷﻜﻴ ﺐ‬f.i.). (bkz : çekîb). ‫ ﺷ ﻜ ﻴ ﺒ ﻔ ﺪ ه‬، ‫( ﺷ ﻜ ﻴ ﺒ ﺎ‬f.s.): sa-

çikîbâ, ‫ ؟‬ikibende

birli, (bkz: sâbır). ‫( ﻧﻜﻔﺘ ﻊ‬f.s.): açılmış, şiküfte-rıı ‫( ﺷﻜﻔﺘﻪ رو‬f.b.s.): yüzü açık. ‫ ؟‬İmâl ‫ ل‬٠‫( ﺷﻢ‬a.i.): 1. s.l, sol taraf, (bkz : yesâr). 2. cogr. kuzey. Eshâbü'ş-şimâl: amel d e f terleri sol taraflarından verilen cehennemlik insanlar. ‫ ؟‬ikiifte

‫ ؟‬imâl-i garbi: cogr. kuzey bati, şimâl-i ‫ ؟‬arki: cogr. kuzey doğu. ‫ ؟‬İmâlen ‫( ﺷﻤﺎﻻ‬a.zf.): soldan, sol taraftan olarak, ‫ ؟‬imal, kuzey tarafından. ‫ ؟‬İm âli ‫ﻟﻰ‬١‫( ﺷﻢ‬a.s.): ‫ ؟‬İmâle âit, ‫ ؟‬imal ile, kuzeyle ilgili. Kutb-İ ‫ ؟‬İm â li : kuzey kutbu, ‫ ؟‬im âliyye ‫ ره‬١‫( ﺷﻢ‬a.s.): [“‫ ؟‬İmâli" nin miien]. (bkz: ‫ ؟‬İmâli). ‫ ؟‬im e ‫ ة‬٠‫( م‬a.i.c.: ‫ ؟‬iyem ) : huy, tabiat, (bkz : haslet). Şimr ‫( ﺷﻤﺮ‬a.h.i.) : Kerbelâ hâdisesinde Hz. Hüseynin başını kesen mel'ûn. ‫ ؟‬İmrâh ‫( ﺷﻤﺮاخ‬a.i.c.: ‫ ؟‬em ârîh): 1. hurma veyâ üzüm budağı, salkımı. 2. dağ tepesi, (bkz : teli).

‫ ؟‬ikenc ‫( ﺷ ﻜ ﺘ ﺞ‬f.i.) : 1. büklüm, kıvrım, (bkz: ‫ ؟‬iken). 2. aldatma, hile, oyun. 3. melodi, nağme. 4. işkence. . ‫ ؟‬İkenc-İ gîsû : saç büklümü. ‫ ؟‬ikence ‫( ﺷ ﻜ ﻨ ﺠ ﻪ‬f.i.) : işkence. ‫ ؟‬ikest ‫( ﺷ ﻜ ﺖ‬f.s.): 1. kırılmış, kırık. 2. i. kirma, kırılma. 3. i. yenilme, (bkz : maglubiyyet). ‫ ؟‬imrâhiyye ‫ﺻﺎﺣﻤﻪ‬٠‫(ش‬a.i.): Hz. Ali'ye muhalefet ‫ ؟‬ikeste ‫ ( ﺷﻜﺴﺘﻪ‬fs .) : 1. kırık, kırılmış, (bkz: eden hârici zümresinin bir kolu. meksûr). 2. yenilmi‫ ؟‬. (blcz : mağlûb, miin- ‫ ؟‬im‫ ؟‬âd ‫( ﺷﻤﺸﺎد‬f.i.): ‫ ؟‬İm‫ ؟‬ir ağacı. hezim). Le‫ ؟‬ker-İ ‫ ؟‬ikeste: bozulmu‫ ؟‬asker. ‫ ؟‬im‫ ؟‬îr ‫ر‬٠‫( ﺷﻤﺶ‬f.i.): kılıç, [asil: “‫ ؟‬em‫ ؟‬îr" dir]. 3. ta'lîk'i andırır bir yazı ‫ ؟‬ekli. (bkz : seyf ‫ ؟‬em‫ ؟‬îr, tig). ‫ ؟‬ikeste beste : kırık dökük, şöyle böyle. ‫ ؟‬imşîr-i bürrân : keskin kılıç. ‫ ؟‬İkeste-İ ‫ ؟‬ikeste-tâli': talihsiz dîvâne, ‫ ؟‬im ‫ ؟‬îr-ger ‫( ﺷﻤ ﺸﺮﻛﺮ‬f.b.i.): kılınççı. (bkz: ‫ ؟‬ilceste-bâl ‫( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﺑﺎ)أ‬f.b.s.) : kırık kanatlı, ka‫ ؟‬em‫ ؟‬îr-ger). nadı kırık; kederli. ‫ ؟‬im ‫ ؟‬îr-zen ‫زن‬(f.b.s.): kılıçla vuran, ki‫ ؟‬İkeste-bâzû ‫( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﺑﺎزو‬£b.s.): kolu kırılmış. İıç çeken, (bkz : ‫ ؟‬em‫ ؟‬îr-zen). mec. kuvvetten dü‫ ؟‬mü.‫؟‬ ‫ ؟‬İnâb ‫ ب‬١‫( ف‬f.i.): suda yüzme, yüzme, (bkz: ‫ ؟‬ikeste-bend ‫( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﺑﻐﺪ‬f.b.i.) : 1. kırıkçı, Ç1‫ ؟‬İnâh, ‫ ؟‬İnâr). kıkçı. 2. sargı bezi. ‫ ؟‬İnâh ‫( ﻓ ﺎ ه‬f.i.): suda yüzme, (bkz: ‫ ؟‬İhâbet). ‫ ؟‬ikeste-dil ‫( ﺷﻜﺴﺘﻪ د ل‬f.b.s.): gönlü kırık, ke[“‫ ؟‬inâ” ‫ ؟‬ekli de vardır). derli, mahzun. ‫ ؟‬İnâhte ‫( ﻓﺎ ﺧﺘ ﻪ‬f.s.): tanınmış, herkesçe bili‫ ؟‬ikestegi ‫ﺷ ﻜ ﺘ ﻜ ﻰ‬ (f.i.): kırıklık, (bkz: nen. (bkz: ma'lûm). inkisâr). ‫ ؟‬İnâr ‫(>ةﻃﺮ‬f.i.): yüzme [suda-], (bkz : sebh). ‫ ؟‬İkeste-pâ ‫( ﺷ ﻜ ﺘ ﻪ ﺑﺎ‬f.b.s.): ayağı kırık, _‫ ؟‬inâs ‫س‬١‫ ش‬- (f.s.): “anlayan, tanıyan, bilen” ‫ ؟‬ikeste-tâli' ‫( ﺷﻜﺴﺘﻪ ﻃﺎﻟﻊ‬f.a.b.s.): tâlihi kırık, mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler tâlihsiz. meydana getirir. Hâtır-‫ ؟‬inâs : hatır sayan, ‫ ؟‬ikeste-zebân ‫( ﺷ ﻜ ﺘ ﻪ ز ﺑﺎ ن‬f.b.s.): 1. peltek. 2. i. hatır kırmayan, hatır bilen. Târih-‫ ؟‬in â s : târilı bilen, târiliten anlayan., gibi. kırık uçlu [lcalem]. 1165

şınası şinâsi ‫( ﻓﺄ ﺳ ﻰ‬f.s.): 1. tanımaya mensup, tammalda ilgili, tanıyıcı. 2. (Ç büyük harfle) Tanzimat devrimizin ünlü şâir ve gazetecisi.

şirâ' ‫( ﺷﺮاع‬a.i.) : yelken, gemi yelkeni, (bkz: bâd-bân).

şinâver ‫اور‬٠‫( ش‬f.s.): suda yüzen, yüzgeç, (bkz : sâbilı).

şi'râ' ‫ﺀ‬١‫( ﺷﻌﺮ‬a.i.): yelken, gemi yelkeni, (bkz: bâd-bân).

şinâverî ‫( ﻧﺎ و ر ى‬f.b.i.): [suda] yüzgeçlik, yüzücülük. (bkz : sibâhet, şinâh).

şi'râ' ‫( ﺷﻌﺮاﺀ‬a.i.): astr. iki yıldızın adi.

şinev j j (f.s.): İşiten, dinleyen. Dûr-şinev (uzağı İşiten): telefon. şinîd ‫ب‬

(f.i.): İşitme, (bkz : sem', İstimâ).

şinîde ‫( ﺧﻴ ﺪ ه‬f.s.): İşitilmiş, duyulmuş. Nâşinîde: işitilmemiş, duyulmamış. Nevşinîde: yeni İşitilmiş, [fasihi: “şenîde” dir.]. şi'r (a.i.c.: eş'âr): 1. anlama, (bkz : fehm. İdrâk). 2. ed. şiir, edebi değeri olan nazımlı ve lcafiyeli söz. Aksâm-1 şi'r: ed. mısrâ, beyt, gazel, kaside, rubâî, murabba, kıt'a, mesnevi, medhiye, hicviye, fahriye, münâcât, tevhid, tehlil gibi şi'rin beyan yollan. şîr

‫( ﺷ ﻬ ﺮ‬f.i.): 1. arslan. (bkz : dırgam, esed, gazanfer, haydar, leys).

şîr-i âsmân : astr. arslan burcu, şîr-i felek: astr. arslan burcu, şîr-i Hakle (Allalı'ın arslam) : Hz. Ali. (bkz : esedu'llah). şîr-i Hudâ (Allah'ın arslam) : Hz. Ali. şîr-i jiyân : kızgın, kükremiş arslan. şîr-i mâde : zool. dişi arslan. şîr-i ner : erkek arslan. (bkz : nerre-şîr). şîr-i sipihr : astr. arslan burcu, Güneş, şir-i Yezdân : Hz. Alî. şîr ü hûrşîd : Iran devletinin en büyük nişani. 2. süt. (blez : şîre1). şîr-i berfîn : kar gibi beyaz süt. şîr-i mâder : ana sütü, şîr-i miirg : kuş sütü‫ ؛‬mec. bulunmayan şey. şîr-i revgan (f.b.i.): [şîr : süt + revgan : yağ] = şırlağan, susamyagı.

im satıcı tarafından fiatlandırılıp muhayyer olarak satılması.

şi'râü'l-yemânî, şi'râ-yi yemânî: astr. semânın güney yarımküresinde bulunan Kelbü'l-ekber (Büyük Köpek) burcunun ve bütün semânın görünen en parlak yıldızı, Sirius; lât. alpha Canis Majoris. şi'râü'ş-şârnl, çi'râ-yi şâmi ‫ ؛‬astr. Küçük Köpelc, Kdbü'1-asgar, burcunda en parlak yıldiz, (Procyon); lât. alpha Canis Minoris. şirâ'-gUşâ ‫( ﺷﺮاع ﻛ ﺸﺎ‬a.f.s.) : yelken a‫ ؟‬an. çîr-âne ‫( ﺷﺮاذه‬f.zf.): arslancasına, arslana yaraçır yolda, (bkz: esed-âne١ gazanfer-âne, haydar-âne). Hamle-i çîr-âne: arslanca saldırış. şirâü'l-hanek‫( ﺷﺮاع اﻟ ﺤﻔ ﻚ‬a.b.i.): anat. damak etegi, fr. voile du palais. şîrâz ‫ز‬١‫( ض‬f.i.): miiz. Türk müziğinde eski bir müreklcep malcam olup zamâmmıza kalmi? nümûnesi yoktur, [hâlen Âzerî müziginde de bu isimle bir malcam vardır], şîrâze ‫ه‬3 ‫( شﺀرا‬f.i.) : 1. kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan ve yapralcları muntazam tutan, ibrişimden örülmüş ince şerit. 2. pehlivan lcispetinin paçası. 3. mec. esas, düzen, nizam. 4. bağ, örgü. 5. kispet paçası, ‫ ؟‬irâze-bend ٠‫( ﺷﺮاؤه ﺑﺪ‬f.b.s.): 1. şirâze baglayan. 2. düzen veren, düzenleyen, şîrâze-gîr jS ‫( ﺷﺮازه‬f.b.s.) : şirâze yapılmaya elverişli [kitap]. şîrâz-sünbüle ‫ب‬ ‫( ﺷﺮاز‬f.a.b.i.) : müz. Türk müziğinde birkaç asillik bir miirelckep makam olup zamâııımıza kalmış nümûnesi yoktur. şirb ‫( ﻧ ﺮ ب‬a.i.): su hissesi, suya âit Irak; ekin ve hayvan sulama nöbeti,

şîr ü şelcker (süt ve şeker): muvâfık, uygun. 3. mec. yigit, yürekli.

şirb-i hâss : huk. [eskiden] muayyen kimselere mahsus olan alcar sudan su alma hakki.

şirâ' ‫( ﺷ ﺮا ﺀ‬a.i.) : satm alma, satm almma. [“etmek” yardımcı fiili ile kullanılır]. Bey' ü şirâ: alim satım. Sevm-İ şirâ: fık. bir ma-

şîr-ceng ‫( ﺳ ﺮ ﺟﺌ ﻚ‬f.b.s.) : arslan cenlcli, arslan gibi savaşan.

1166

şîr-bân ‫ن‬١‫( ﺷﺮب‬f.b.i.) : arslan bekçisi,

Şirket-İ milk

‫ﺷﻴﺮدان‬

ş îr d â n

(f.i.) : 1. ?ird en , g evi? ge tire n

h a y v a n la r ın ik in c i m id esi, g evi? b a ğ ır s a ğ ı. 2 . İ‫ ؟‬in e süt k o n u la n k ap , sü t İcabı, ş îr - d â r

‫ﺷﻴﺮدار‬

( f.b .s .) : sü tlü , sü t ve re n ,

ş îr - d e r - z e n c îr

‫ﺷﺮدوزﻧﺠﻴﺮ‬

( f.b .s .) : z in c ire v u -

r u lm u ? a rsla n . ş îr - d il

‫ﺑﺮدل‬

( f.b .s .) : a rs la n y ü r e k li, cesu r,

( b k z : şîr-m erd ). ş îr e

‫ﺷﺮه‬

( f .i .) : 1 . süt. (b k z : ş î r ) . 2 . ş ıra , (b k z :

u sâre). ş îr e _ ! e n g U r : ü z ü m su y u ; ?arap. ş i'r e n

١‫ﺷﻌﺮ‬

ş îr - g îr

(a.zf.) : ? iir o la ra k , ş iir y o lu y la ,

‫( ﺷ ﺮ ا ر‬f.b.s.) : 1 . a rs la m tu ta c a k d ere-

ced e k u v v e t li ve c e su r o lan . 2 . ‫ ؟‬a k ırk e y if,

‫ال‬٠‫ﺑ ﺮ ﺧ ﻪ‬

ş îr în i

n a y a k m h k , sem p ati. ş îr în - k â m

(f.b.s.) : 1 . süt İ‫ ؟‬en, lıe n ü z m e-

m e d e o lan , ( b k z : sabi). 2 . ta r. a c e m iliğ e

( f.b .s .) : ta til, h o ş m u â m e le

‫ﻛﻼم‬٠‫س‬.‫ ( ض‬f a . b . s . ) : sö zü

ş îr în - s u h a n so h bet.

‫ﺧﻦ‬٠‫د ر سس‬

ş îr în - t a b ' ‫ ﻟ ﻊ‬٠ tab iâ tlı. ş îr în - t e r

ta til, h o ş

(f.b.s.) : sö z ü tatil, h o ş-

‫( ﺷﺮﻳ ﻦ‬f.a.b.s.) : y a v a ş y u m u ş a k

‫ﺷﺮ س ر‬

ş îr în - z e b â n tatil.

e sirle rd e n b ir k ısm ı.

? irk

(a.s.) : ?i're m en su p , ?iirle ilg ili,

‫^س‬

( f.b .s .) : t a t lılığ ı d a m a g m d a

ş îr în - k e l â m so h bet.

ş îr - is t â n

ş îr în

‫ﻓ ﺮ؛ﺛﻜﺎر‬

ş îr în - k â r eden .

a lın m a y a n v e y â sa y ıs ı b eşten e k s ik o la n ş i'r î

‫ﺷ ﺮﻳﻜﺄم‬

k a lm ış , ta d ı d a m a ğ ın d a k a lm ış ,

(fb .s.) : d a h a ş ir in , d a h a tatil,

d a h a s e v im li.

y a r i sarlro?. ş îr - h â r

‫ ( ﻫﺒﺮق ﺳﻤﻮار‬f .b .s .) : ta d ı h o ş o lan . ‫( ﺑ ﺮ د ى‬f.i.) : 1. ta tlılık . 2 . s e v im lilik , ca-

ş îr în - g ü v â r

(f.s.) : 1. tatil. 2 . s e v im li, c a n a y a k m ,

se m p a tik . 3. m iiz . T ü r k m ü z iğ in d e bil- b ily ü k u s u l o lu p ?eyh A b d ü lb â k i D ed e t a r a fın d a n te rk ib e d ilm iştir. H e rh a ld e z a m â n m d a b u u s u l ile ili‫ ؟‬o lm a z s a b e s te k â r ı ta r a fın d a n b ir k a ‫ ؟‬e se r y a z ılm ış s a d a z a ın â n ım ız a b ir te k n ü m û n e s i in tilcal etm i? d e ğ ild ir. 4 4 z a m a n lı v e 22 d aı ٠ b lı o lu p p e ş re v v e beste g ib i şe k ille re m a lisu stu r. M u h t e lif şe k ille rd e v a z e d ilm i? 1 1 tâ n e s o fy a n d a n m ü rek -

‫ك‬٠‫ب‬

‫در س ﻷ ن‬

(f.b.s.) : ta til d illi, d ili-

‫ ﻃ ﻦ‬٠‫( ﺷﺮا‬f.b.i.) : a rs la m ‫ ؟‬o k o la n yer. ( a .i.) : m ü ş r ik ü k , A lla h 'a ?erik , o r ta k

k o şm a , A lla h 'd a n b a şk a b ir A lla h b u lu n d u g u n a in a n m a . ? ir k e t

‫ ﻛ ﺖ‬٠‫( ﺷﺮ‬a.i.) : 1 . o r t a k lık . 2 . tic a re t İ‫ ؟‬in

m e y d a n a g elen k u r u l.

Şirket-İ a 'm â l : fık. ‫ ؟‬a lış m a y ı se rm â y e o la r a k k a b û l ed en şirk et. Ş irk e t-İ a y n : f ı k . m u a y y e n v e m e v c u t o la n m a ld a k i o r ta k lık . Ş irk e t-İ

deyn:

huk.

[eskiden]

a la c a k ta

İştirâ k . ? İr k e t-İ e m v â l : h u k .

[eskiden]

? e r ik le r in

k e p tir, d a r b la r ı ? ö y l e d ir : d ü m (4 z a m a n lı,

o r ta y a s e rm â y e o lm a k ü z e re b ir e r m ik t a r

k a v i ) : te (1, n im k a v i), k e (1, z a y ıf), te (1,

m a l k o y a r a k b iı ٠ lik te , y â h u t a y r ı a y r ı, y â h u t

n im k a v i), k e (1, z a y ıf); d ü m (2, k a v i), te k (2,

m u tla k a a lız ü îtâ e tm e k v e h â s ıl o la c a k rib -

n im k a v i); te k (4, k a v i), te (2, n im k a v i), k e

h i a r a la r ın d a p a y la ş m a k iiz e re k u r d u k la r ı

(2, z a y ıf) ; te (2, n im lcavi), k e (2, z a y ıf); d ü m (2, k a v i), te (1, n im k a v i), k e (1, z a y ıf); d ü m (2, k a v i), d ü m (2, n im k a v i), te k (4, k a v i); te (2, k a v i), te (2, n im lcavi); te (2, k a v i), k e (2, n im lcavi). Ş îrîn

‫در س‬

( f.h .i.) : F e rh â d (H u srev ) ile Ş îr în

lıilc â y e sin in İcadın k a h r a m a n ı, ş îr în - â v â z

‫ﺑ ﺮ س آواز‬

( f.b .s .) : ta til sesli, se si tat-

il.

?irk et. Ş irk e t-İ İb â h e : fı k . k im s e n in m a il o lm a y a n ?e ylere (su gibi) s â h ip ‫ ؟‬ik m a k s a lâ h iy e tin d e â m m e n in o r ta k o lm a sı. Ş irk e t-İ ih t i y â r iy y e : se rb est ira d e ile b ird e n ‫ ؟‬o k k iş in in lcu rd u gu o r ta k lık . Ş irk e t-İ İ n â n : h u k . [eskiden] ? e r ik le r a ra s m d a ta m m ü s â v â t (eşitlik) ? a rt e d ilm e k siz in a k d o lu n a n ?irket.

? îr‫ ؛‬n _cem âl

‫ﺷﻴﺮﻳﻦ ﺟﻤﺎل‬

(f.a.b.s.) : s e v im li y ü z -

Ş irk e t-İ m e f â li s : (b k z : Şirket-İ v ü c û h ). ? İr k e t-İ m i l k : h u k . [eskiden] e sb â b -1 tem el-

s îr în - e d â

‫ﺑ ﺮ س ادا‬

ş î r î n - g ü f t â r ‫ﺀﻗﻬﻄﻞ‬ İ10? so lıb et.

(f.b.s.) : lâ t if ed alı,

‫ﺑﺮ س‬

(f.b.s.) : ta til k o n u şa n ,

lü k te n o la n iş tirâ v e ittih a p v e k a b û l-i vasiyet v e te c â v ü z g ib i b ir seb ep le, y â h u t h a lt v e ih tilâ t-ı e ın v â l ile y â n î m a lla ı'ı k a b il-i

1167

şirket-î mudârebe t e m y i z v e te frilc o l m a y a c a k sû r'e tte k a r i ‫ ؟‬tır m a k , y â h ııt m a lla r ı 0 sû re tte y e k d iğ e r in e

şiry â n -1 s ü b â t î : anat. ş a h d a m a r [ b o y n u n i k i y a n ı n d a o la n ].

k a r ı ş t ı r m a k l a b i r ‫ ؟‬e y i n b i r d e n f a z la k i m s e -

‫ ؟‬ir y â n -ı ş e f e v î : anat. d u d a k . a t a r d a m a r ı ,

le r a r a s ı n d a m ü ş t e r e k o lm a s ı. [M e s e lâ : b i r

şiry â n -ı ‫ ؟‬ezen : anat. s o l u k b o r u s u .

k i m s e b i r m a l ı n ı i k i k iş iy e h ib e v e y â v a s i y e t e d ip d e o n l a r d a t e s e llü m v e k a b u l e tse le r, m a l, b u i k i İÇİŞİ a r a s ı n d a m ü ş t e r e k o lu r ].

‫ ؟‬İrket-İ m u d â re b e : fık . b i r t a r a f t a n s e r m â y e , d iğ e r ta r a ft a n e m e k o lm a k ü z e re k u r u la n ‫ ؟‬ir k e t.

o la b i l e c e k m a l l a r ı v e s e r m â y e m i k t â n v e h is s e le r i m ü s â v î o l a r a k b ir , i k i v e y â d a h a ç o k k i m s e l e r i n l c u r d u k l a n ‫ ؟‬ir k e t.

‫ ؟‬İrket-İ v ü c û h : fık . k r e d i ile m a l a lı p s a t m a k ü z e r e k u r u l a n ‫ ؟‬ir k e t.

‫ رد‬٠‫ﺳ ﺮ‬

( f . b . s . ) : a r s l a n y ü r e k li , c e s u r ,

( b k z : ‫ ؟‬î r -d i l) .

‫ ؟‬îr-m e rd â n

‫ﺷﻴﺮﻣﺮدان‬

( f . b . i . ) : 1 . y iire lc li, c e s u r,

k a h r a m a n k im s e le r . 2 . k u t s a l lcişiler.

‫ ؟‬ir-p e n çe

‫ﺷﻴﺮ؛ﻏﺠﻪ‬

(f.b .i.): " a r s l a n e li": hele, e n

ç o k e n s e d e v e s ı r t t a ç ı k a n , ç a b u lc g e n iş le y e n v e te h lilc e li b i r h a ld e o la b ile n , ç o ğ u is ta filo k o le m i k r o b u n d a n ile r i g e le n b i r k a n

‫ ت‬٠‫ﺷﺮ‬

(a.i.) : 1 . ‫ ؟‬e rirlilc, k ö t ü l ü k . 2. (o. s.) :

g e ç im s iz , h ır ç ın , h u y s u z , k a v g a c ı.

‫ ؟‬ir r ir

‫ﺷﺮ؛ر‬

(a .s .c. : e ‫ ؟‬i r r â , e ‫ ؟‬r â r ) : [ç o k ] ‫ ؟‬e rir , ‫ ؟‬e r

iş le y e n , ( b k z : ‫ ؟‬e rir ), [ " ‫ ؟‬i r r i r " ‫ ؟‬e k li a s il o ld u ğ u h a ld e b i z d e “ ‫ ؟‬e r i r ” o l a r a k k u l la n ı l ı r ] .

Ş ir v â n î

‫ﻓﻰ‬١‫ﺷﺮو‬

( f s . ) : 1. Ş i r v â n ‫ ؟‬e h r i ile ‫ ؛‬ilg ili.

2. h. i. Ş i r v a n l ı . ‫ ؟‬İry â n

‫ ؟‬ir y â n -ı z ü l â k î : anat. m id e y e g i d e n d a m a r İ a r ı n h e p s i.

‫ ؟‬ir y â n î, ‫ ؟‬ir y â n iy y e

‫' ﺷﻮﻳﺎن‬

( a . i . c . : ‫ ؟‬e r â y î n ) : anat. ‫ ؛‬a t a r d a -

m ar.

‫ ؟‬ir y â n -ı â d û d î : anat. b â z û d a b u lu n a n d a m ar.

. ‫ﺷﺮذم‬

‫ ؟‬ir z im e

‫ ؟‬ir y â n -ı c e f n i : anat. g ö z k a p a ğ ı . ‫ ؟‬ir y â n -ı e b h e r : anat. t e m i z , lc ır m ız ı k a n i y ü r e k te n v ü c û d a d a ğ ıta n ‫ ؛‬a ta rd a m a r,

‫ ؟‬ir y â n -ı i k l î l î : anat. k a lb i b e s le y e n v e k i r m ız ı k a n i n a k l v e se v k e d en d a m a r.

‫ ؟‬ir y â n -ı k ı ı 'b e r î : anat. b ile k d a m a n , ‫ ؟‬ir y â n -ı n â z i l : hek. a ş a ğ ı i n e n ‫ ؛‬a t a r d a m a r , ‫ ؟‬ir y â n -ı r i e v i : anat. a k c i ğ e r l e r i n İ ç in e d a ğ ı l a n v e l c ır m ız ı k a n i d a ğ ı t a n d a m a r .

‫ ؟‬ir y â n -ı s â i d : hek. k a l b d e n ç ı k a n ‫ ؛‬a t a r d a -

1168

،

‫درداذى‬

(a .s.) : anat.

( a .i .c .: ‫ ؟‬e r â z i m ) : 1. b ir ‫ ؟‬e y in k ii-

‫ ؟‬U k b i r p a r ç a s ı . 2 . k ü ç ü k , a z o l a n t o p lu lu k , ş iş e

‫ﺷﻴﺸﻪ‬

(f.i.) : ‫ ؟‬i ‫ ؟‬e, s ır ç a , ( b k z : k a r û r e ) .

‫ ز‬١‫ب‬

‫ ؟‬î ‫ ؟‬e -b â z

-

( f .b .i.) :

‫ ؟‬iç e le rle

n u m ara,

o yu n yap an , hokkabaz.

‫ ؟‬itâ

‫ئ‬

( a . i . ) : k i ‫ ؟‬, ( b k z : z e m is t a n ) . M e v sim -i

‫ ؟‬i t â : k i ‫ ؟‬m e v s im i. ‫ ؟‬İtâb

‫ ( ﺷﺘﺎ ب‬f . i . ) : a c e le , s ü r 'a t , ç a b u k l u k , ‫ ﺑ ﺖ‬١‫ ( ﺷﺖ‬f . i . ) : a c e le e d e n , ç a b u k

‫ ؟‬itâ b ân

o la n ,

k o ş a n , s e ğ ir t e n , [“ o l m a k '' y a r d ı m c ı f i i l i ile k u l la n ı l ı r ] , ( b k z : m ü t e h â ü k ) .

‫ﻷ ى‬

‫ ؟‬itâ î

( a . s . ) : k ı ‫ ؟‬a â it, k ı ç l a i l g ili.

‫ﺷﺘﺄﺋﻪ‬

‫ ؟‬itâ iy y e

( a . s . ) : 1. k ı ş lı k .

2. i. g i r i z g â h

b a ş l a y a n k a s id e .

‫ ؟‬İtevî, ‫ ؟‬ite v iy y e

‫ﺷﺘﻮ؛ه‬

،

‫ﻧﺪ و ى‬

( a . s . ) : 1. k ı ‫ ؟‬a â it,

k ı ş la i lg ili. 2 . i. k i ‫ ؟‬s e b z e s i,

şiv âz

‫ل‬٠‫ﺷﻮا‬

( a . i . ) : 1. d u m a n s ı z a te 2 .‫ ؟‬. s u s a m a .

( b k z : a t‫ ؟‬, ‫ ؟‬u v â z ).

‫ ؟‬ive

‫ﺷﻴﻮه‬

( f . i . ) : 1. n a z , e d â .

‫ ؟‬îve -i d il-b e r : g ü z e l i n n a z ı, e d â s ı. ‫ ؟‬îve -i r e f t â r : y ü r ü y ü ş t a r z ı , y ü r ü y ü ş t e k i e d â . 2. leng. s ö y l e y i ‫ ؟‬, y e r l i v e y â y a b a n c ı k o n u ‫ ؟‬m a t a r z ın d a k i t e lâ ffu z h u s u s iy e tle r in in b ı r a k t ı ğ ı u m û m î in t ib a la r , fr. accent.

‫از ﺷﻴﻮه‬٠ ( f . b . s . ) :

‫ ؟‬îv e -b â z

m ar.

‫ﺷﺮﻳﺄﺑﻪ‬

k ıs m ı k ı‫ ؟‬d a n b a h se d e n v e y â k i‫ ؟‬ta s v ir iy le

ç ıb a n ı.

‫ ؟‬irre t

a lt ı d a m a r ı .

‫ ؟‬i r y a n ( .a t a r d a m a r ) ile ilg ili..

‫ ؟‬İ r k e t - İ m u f â v a z a : fık. o r t a k l ı k s e r m â y e s i

şîr-m e rd

‫ ؟‬ir y â n -ı ta h t-e t-te rk o v a : anat. k ö p r ü c ü k

‫ ؟‬iv e li, c i l v e l i , ( b k z :

i ‫ ؟‬v e -b â z ) .

‫ﺷﻴﻮه ﺑﺎزى‬

ş îv e -b â z î

( f . b . i . ) : ‫ ؟‬î v e - b â z lı k , ‫ ؟‬i v e lilik ,

cilv e lililc . ‫ ؟‬iv e -g e r ‫ ؟‬İv e g î

‫ا‬

‫ل‬

‫ ؟‬îv e -lc â r

‫( ﺷﻮه‬f.b .s.). ( b k z : ‫ ؟‬îv e - k â r ) . ‫( ﺷﻴﻮه‬f.b .s.). ( b k z : ‫ ؟‬îv e - k â r ) . ‫( ﺷﻴﻮه ﻛﺎ ر‬f.b .s.) : 1 . ‫ ؟‬iv e li, İş v e li,

c ilv e li.

(b lcz : g a n n â c , i ‫ ؟‬v e - b â z ) . 2 . i. k a d ı n is m i, ‫ ؟‬iv e n

‫( ﺷﻴﻮف‬f.i.)

: m â t e m , y a s ‫ ؛‬i n le m e , s ı z la n m a ,

( b k z : n e v h a ). ‫ ؟‬îv e n -g â h , ‫ ؟‬iv e n -g e h

‫ ﺷﻴﻮﻧﻜﻪ‬، ‫ﺷﻴﻮﻧﻜﺎه‬

m â t e m , y a s y e r i , m â t e m e v i.

( f.b .i.):

٥

‫ ؟‬u'be e-bâz-âne şîv e -n ü m â

‫ﺷﻴﻮه ﻧﻤﺎ‬

( f .b .s .) : 1. n a z g ö s te r e n .

2. i. m iiz. T ü r k m ü z i ğ i n d e b i r m ü r e k k e p

‫ﺻﺎ ع‬

şuâ'

( a . i . c . : e ş i'a , şiâ') ç u â â t) : 1. ış ın ,

G ü n e ş 'te n v e y â b a ş k a b i r ış ı k k a y n a ğ ı n -

m a k a m o lu p , ü ç a sıı-lık k a d a r d ı r . S a b â ile

dan

f e r a h f e z â 'd a n

G ü n e ş 'i n i p l ik i p l i k o l a n ış ı k l a r ı . 2 . v e k tö r ,

m ü re k k e p tir.

(F e r a h f e z â ,

a c e m a ş î r a n ile s u l t â n i y e g â h 'd a n İ b â r e t o lu p ,

so n rad an

A hm et

A ğa

ta ra fın -

d a n - b e lk i ş î v e n ü m â 'd a n i l h a m

a lın a ra k -

t e r t i b e d i l m i ş t i r ; s u l t â n i y e g â h ise, b u n d a n d a s o n r a m ü s t a k i l v e is im li m a k a m o l a r a k -D e d e E f e n d i t a r a f ı n d a n - k u l l a n ı l m a y a b a ş -

uzanan

te l te l ış ık l a r . H aytü 'ş-şu â':

fr. vecteur. ş u â - i m e r'î : fiz. g ö r m e e k s e n i , ş u â - i m e r k e z i: fiz. * ö z e k * ışın , ş u â - i m ü n 'ak is : fiz. * y a n s ıy a n * ışın , ş u â - i n ısf-ı k u tr : fiz. * y a r ıç a p v e k tö r ü ,

la n m ış tır). F e ra h fe z â (y â n î s u ltâ n i y eg âh )

ş u â - i v â r i d : fiz. g e le n * ışın ,

ile y e g â h (re) p e r d e s in d e k a lı r . G ü ç lü le r , b i-

ş u â - i z i y â î : fiz. ış ık * ış ın la rı,

r i n c i d e r e c e d e - s a b â 'n ı n d u r a ğ ı v e s u l t a n i y e g â h 'ın g ü ç lü s ü o la n - d ü g â h (İâ), ik i n c i d e r e c e d e d e -s a b â ile a c e m a ş î r a n 'm g ü ç lü le r i o la n - ç â r g â h (do) p e r d e l e r i d ir , ( ü ç ü n c ii d e re c e d e , a c e m a ş î r a n 'ın d u r a ğ ı a c e m a ş î r a n d a g ö s te r ile b ilir ) . D o n a n ı m ı n a s a b â ile "si" k o m a b e m o l ü ile “r e ” b a k ıy y e b e m o lii k o n u l u r ve s a b â 'n ı n t i z " İ â ” b a k ıy y e b e m o l ü , f e r a h f e z â n m “s i” b e k a r , " r e ” b e k a r , “s i” k ü ç ü k m i ic e n n e b b e m o l ü (ve s u l t a n i y e g â h 'ın " d o " b a k ıy y e d iy e z i) ic â b e tti k ç e n o t a iç e r is i n d e k u l l a n ı l ı r ,

‫( ﺷﻴﻊ‬a.i. ş îa 'n ın c . ) : ş îa la r. ‫( ﺷ ﻢ‬a.i. ş î m e 'n in c . ) : h u y la r , ta b i a tl a r , şo b ân ‫ ( ﺷﺒﺎن‬f i . ) : ç o b a n , ( b k z : ş û b â n ) .

Ş u â â t- I şem siyye : fiz. G ü n e ş ış ın l a r ı,

‫( ﺷﻌﺎب‬a.i. ş u 'b e 'n in c.). ( b k z : ş u a b â t). ‫( ﺷﻌﺒﺎت‬a.i. ş u 'b e 'n in c . ) : ş û b e le r, b ö lü k -

şuâb

şu ab ât

ler, k ıs ım la r , t a k ı m l a r ; d a ll a r , b u d a k la r , ş u â b a t - ı te d risiy y e : * ö ğ r e tim k o lla r ı, şu âi

‫ﺷﻌﺎﻋﻰ‬

şu â iyy e

‫( ﺷﻌﻞ‬a.i. ş u 'l e 'n i n c . ) : a le v le r, a te ş ‫( ﺷﻌﺮا‬a.i. ş â i r 'i n c . ) : 1. ş â irle r ,

şu arâ

( a . s . ) : ş ö h r e tli , ü n l ü , ş ö h r e t i a ğ ız -

l a r d a d o la ş a n . şö h re -i â f â k : b ü t ü n d ü n y a c a t a n ı n m ı ş ,

‫ﻧﻬﺮ ت‬

( a . i . ) : 1. ü n , a d y a p m a . 2 . a d , s a n .

şö h ret-i â f â k : h e r t a r a f ç a m e ş h u r , şö h ret-i k â zib e : y a la n c ı ş ö h r e t, şö h re t-g îr

‫ﺷﻬﺮﺗﻜﻴﺮ‬

( a .f .b .s .) : ş ö h r e t i y a y ılm ış ,

ü n s a lm ış . şö h re t-şiâ r

‫ﺷﻬﺮﺗﻴﺎب‬

d in in d e n evvel

şu a râ -y i Y e m â n î : astr. S ir iu s . 2. K u r 'â n 'ın 2 6 . s û r e s i o lu p İ ç in d e ş a i r l e r i n z i k r i g e ç tiğ i İ ç in b u a d i a lm ış tı r . M e k k e 'd e n â z i l o lm u ş t u r , 227 â y e ttir . şû b ân şu 'be

‫ ( ﺷﻮﺑﺎن‬f i . ) : ç o b a n , ( b k z : ş o b â n ) . ‫ ( ﺷﻤﻪ‬a . i . c . : ş iâ b , ş u a b , ş u a b â t ) : 1.

şû b e,

b ö lü k , k ıs ım , t a k im , b ö l ü n t ü . 2 . d a l, b u şu b e-i sa fâ : m iiz. M a r a g a lı A b d i i l k a d i r o ğ lu

( a .f .b .s .) : ş ö h r e t b u la n ,

şu b e-i ş â h i : m üz. M a r a g a lı A b d i i l k a d i r o ğ lu

A b d iil a z iz 'i n a d l a n d ı r d ı ğ ı b i r m a k a m , A b d iil a z iz 'i n S u lta n II M e h m e t'e a r m a ğ a n

-şû, -şûy ‫ _ﺷﻮى‬، ‫ﺷﻮ‬- ( f .s .) : " y ık a y a n , te m iz le y e n ” m â n â l a r ı n a

g e le r e k * b ir le ş ik k e li-

Câme-şûy : Ç a m a ş ı r y ık a y a n .

Mürde-şûy: ö lü y ık a y ıc ı, ( b k z : g a ss a l). şû[y] [‫( ﺷﻮ]ى‬f.i.) : y ık a m a . Ş ü s t ü şû : y ık a m a , te m iz le m e .

fr. p ro cy o n . ş u a râ -y i c â h i l i m e : İ s lâ m

( a .b .s .) : ş ö h r e t l i ü n l ü ,

ş ö h r e tli .

m e l e r y a p a r.

( b k z : ş â i r â n ). şu a râ ü 'ş-şâ m iy y e ( k e v k e b i ) : astr. p r o s y o n ,

dak.

‫ﺷﻬﺮﺗﺸﻌﺎر‬

( b k z : m e şh û r). şö h ret-yâ b

a le v le ri, o z a n la r ,

H i c a z 'd a g ö r ü n e n A r a p ş â ir le r i,

şö h re -i şeh r : b ü t ü n ş e h r i n d i l i n d e g e z e n , şö h ret

‫( ﺷﻌﺎﻋﻴﻪ‬a.i.) : zool. * ış ın lıla r, fr. ra d i-

olaires. şu al

‫ﺷﻬﺮه‬

(a.s.) : ş u a 'a m e n s u p , ş u â ile , ış ın la ,

v e k tö r le ilg ili.

şiyem

şöh re

(a.i. ş u â 'ı n c.) : ş u a la r , ış ın la r ,

ş ı ı â â t - ı m iin k esire : fiz. k ı r ı l a n * ış ın la r.

şiya'

şo b â n -ı v â d î-i eym en : H z . M û s â .

‫ﺷﻌﺎﻋﻞ ت‬

şu âât

o la r a k a d la n d ırd ığ ı b ir m a k a m , şu 'bed e

‫ﺷﻌﺒﺪه‬

( f i . ) : e lç a b u k lu g u , h o k k a b a z l ık .

[ A r a p ç a d a : “ş a 'b e z e ” d ir ]. şu 'b e d e -b â z

‫ ( ﺷﻌﺒﺪه ﻷز‬f .b .i .) : h o k k a b a z , ‫( ﺷﻌﺒﺪه ﺑﺎزاﻧﻪ‬f.zf.) : el ç a b u k lu -

şu 'b e d e -b â z-â n e

ğ u ile , h o k k a b a z c a s m a .

1169

şufeyre ?ufeyre ‫( ﺷﻐﺮه‬a.i.) : zool. n e m f , ( b k z : şü fe y re).

şugl

‫ ( ش > ؛‬a . i . c . : e şg a l, ş u g u l) :

1. İş, u ğ r a ş a -

T ü rlc le r t a r a f ı n d a n b e s t e le n m iş A r a p ç a g ü fte li İ l â h î l e r e v e r i l m i ş b i r a d , İ l â h îd e n b a ş k a bil" d î n î e s e r i n g ü f t e s i A r a p ç a is e , b u is im v e rile m e z . E s k i A r a p m ü z i ğ i n d e ş u g l, b a m b a ş k a b i r m â n â d a d ı r . B u n a k ıy â s e n h a n g i T ü rk b e s te k â rın ın

İlâ h i ş e k lin in A ra p ç a

g ü f t e l e r i n i t e f r i k İ ç in b u i s m i v e r d i ğ i n i b il m i y o r u z . P e k ç o k f u g l e li m i z d e m e v c u t tu r . M e s e lâ Z e k â i D e d e 36 ş u g l b e s t e le m iş t ir , (" g u ” u z u n o k u n u r , a .i. ş u g l 'ü n

c . ) : İşler, u ğ r a ş a c a k , m e ş g u l o la c a k ş e y le r‫؛‬ d e r t le r , g a ile le r.

şûh ‫( ذ و خ‬f.s.) : 1. h a r e k e t l e r i n d e s e r b e s t. 2. n e şeli, ş e n v e o y n a k [ k a d m ] . 3. a ç a k s a ç ık , h a y a s ız [ k a d m ] .

şûlı-i cefâ-cû : c e f a k â r g ü z e l, şûh-çeşm ‫( ﺷﻮخ ﺟ ﺸﻢ‬f.b .s.) : e d e p s iz , u t a n m a z , a rs ız ‫ ؛‬k ü s tâ h .

şûhi ‫ا‬/ ‫ﺷ ﻮ‬

(f.i.) : ş u h l u k ,

o y n a k lı k ,

(b k z:

ç u 'le-d âr

(a.f.b .s.) : ış ık lı, ( b k z : ç u 'le -

şûh-meşreb ‫ ( ﺷﻮخ ا ؤ ب‬f .a .b .s .) : a ç ık m e ş r e p -

‫ﺷﻌﻠﻪ دار‬

( a .f .b .s .) : a le v li, a le v le n m iş .

( b k z : ş u 'le - b â r , ş u 'le -v e r, ş u 'le -z e n ).

‫ ( ﺣ ﻪ ﺳﻤﻴﺮ‬a .f .b .s .) : a le v a la n , t u t u ş a n , ‫( ﺷﻌﻠﻪ ﺧﻴﺰ‬a.f.b .s.) : ış ı k s a ç a n , p a r ı l t ı l ı , şu 'le-n iim â ‫ ( ﺷﻌﻠﻪ ﻧﻤﺎ‬a .f .b .s .) : a le v g ö s te r e n ,

şu 'le -g îr

şû 'le -h îz

a le v li. şu 'le -p e rv er

‫ﺷﻌﻠﻪ ﺑﺮور‬

( a .f .b .s .) : a le v le n d ir ic i,

ış ık la n d ıra n . şu 'le-p û ş

‫ﺷﻌﻠﻪ ﺑﻮش‬

(a.f.b .s.) : a le v le ö r t ü l ü , a le v

İ ç in d e k a lm ış .

‫ ( ﺷﻌﻠﻪ رﻧ ﻚ‬a .f .b .s .) : a le v r e n k l i , ‫( ﺷﻌﻠﻪ رﻳﺰ‬a.f.b .s.) : a le v s a ç a n , ış ıld a -

şu 'le-ren g şu 'le -rîz yan. şu 'le-ver

‫ﺷﻌﻠﻪ ور‬

(a.f.b .s.) : ış ık lı,

a y d ın l ık .

( b k z : ş u 'le - b â r , ş u 'l e - d â r , ş u 'le -z e n ). ç u 'l e - z e n

‫ﺷﻌﻠﻪ زن‬

(a.f.b .s.).

( b k z : ş u 'le - b â r ,

ş u 'le - d â r , şu 'le -v e r).

‫( ﺣﻮﻳﺪه‬f.s.) : k a r m a k a r ı ş ı k , ‫ ( ﺷﻌﻢ‬a . i . ) : ş e â m e t, u ğ u r s u z l u k , ‫( ﺷﻐﻢ‬a.i.) : ş o m . ( b k z : ş û m ). ‫ ( ﺷﻮم‬f s . ) : ş o m , u ğ u r s u z , ( b k z :

ş û lîd e ş u 'm ş u 'm

d e lâ l).

şû m

m e n l lû s ,

m e ş 'û m ) .

li, ş e n v e n e ş e li.

şûh-rû ‫ و‬/ ‫ ( ﺷ ﻮ‬f .b .s .) : e d e p s iz , u t a n m a z , k ü s ta h .

şuhûm ‫ ﺣﻮم‬٠‫( ش‬a.i. ş a h m 'ı n c.) : İç y a ğ la r; d o n y a ğ la r ı.

‫( ش‬a.h a.). ( b k z : şın ). şûne ‫ ( ﺷﻮﻧﻪ‬a . i . ) : anbai". şû r ‫ ( ﺷﻮر‬f . s . ) : 1. tu z l u . 2 .

şu n

k e k r e m s i. 3. ş a m a ta ,

g ü l'ü ltü .

şuhûm-ı ma'deniyye : m i n e r a l y a ğ la r , şuhûs ‫( ﺷﺨﻮص‬a.i. ş a h s 'ı n c.). (blcz : e şh â s). şûh-zebân ‫( ﺷﻮﺧﺰﺑﺎن‬f.b .s.) : a ğ z ı k a la b a lık , m ü n a s e b e ts iz , k ü s ta h .

şukka Ah (a.i.) : 1. p aı-ça; k u m a ş v e y â k â ğ ı t p a r ç a s ı. 2 . k ü ç ü k te z k e r e , y a z ı, c . ) : y a r ı k l a r , ç a tl a k la r ,

‫ﺷﻮرى‬

( a . i . ) : 1. k o n u ş m a k İç in t o p l a n m a .

2 . k o n u ş m a y e ri, ç û râ -yı a s k e r i: *siiel * d a m ş ta y . şU râ-yı devlet

(d e v le t

ş û r a s ı ) : * d a m ş ta y ,

İd â r e d â v â l a r m a b a k m a k , h ü k ü m e t ç e h a k a v e le le ri ü z e r i n e d ü ş ü n c e s i n i b il d ii 'm e k g ib i v a z if e le r i o la n v e ü y e le r i B ü y ü k M i ll e t

şu'le ‫ ( ﺷﻌﻠﻪ‬a . i . c . : ş u a l) : 1. a le v , a te ş a le v i, şu'le-i bî-ziyâ-yi hüzn-i kamer : A y 'ın h ü z n ü n ü n ış ık s ız p a rıltıs ı,

M e c lis i'n c e s e ç ile n y ü k s e k k u r u l . ‫ ؟‬û râ -y ı devlet b a şm ü d d e iu m U m isi: h u k. b a ş k a n ıın * sö zcü sü .

şûle-i cevvâle : h a v a d a d ö n d ü r ü l e r e k y a n a n p a rç a s ın ın

şû râ

z ı r l a n a n k a n u n t a s a r ı l a r ı v e i m ti y a z m u -

şukuk ‫“ ( ﺷﻌﻮق‬k u ” u z u n o lc u n u r. a.i. ş a k k 'ı n

b ir o d u n ç e m b e r.

‫ﺷﻌﻠﻪ ﺑﺎر‬

d âı'j şu 'le -v e r, ç u 'le -z e n ).

c a k , m e ş g u l o la c a k ş e y ‫ ؛‬d e r t , g a ile . 2. m ü z .

şugul

çu 'le-b âr

m eydana

g e ti r d i ğ i

şu'le-i cihân-sûz : c i h â n ı y a k a n alev , şu'le-i şemşîr-i tâb-dâr : p a r l a k k ı l ı c ı n a le -

şU râ-yı d evlet m iid d e iu m û m isi: h uk. k a n u n * sö zcü sü . ‫ ؟‬û r â -y ı s a lta n a t: tar. S e v r m u â l a e d e s i n in im z â s ın d a n

önce,

İ s t a n b u l 'd a

b iz z a t

S ıılta n 'ın r i y â s e ti a l t m d a p â d i ş a h l ı ğ ı n b ü -

v i, p a r ı l d a m a s ı . 2 ٠a t l a r d a b e y a z t ü y l e r d e n

y ü k m e 'm u r l a r m d a n İ b â r e t f e v k a lâ d e m e c -

o lu ş a n b e n e k l e r . 3. k a d m a d i.

lis.

1170

şübühât şû râ b , ç û râ b e

‫ه‬،‫ ب ؛ ﺷﻮرا‬١‫ﺷﻮر‬

(f.s.) : k ir li , a c ı su .

( b k z : ü c â c ). m e c . g ö z y a ş ı,

‫ﺿﺮه‬

( f i . v e s . ) : 1. ç o r a k , v e r i m s i z to p ra lc .

‫ىةن‬١‫ﺷﻮر‬

(f.b.s.) : k a r g a ş a l ı k ç ı k a r a n ,

‫ ( ﺷﺮره ر‬f .b .s .) : g ü h e r ç i le y a p a n , ş û r - e n g î z ‫( ﺷﻮراك؛ﴽز‬f.b.s.) : ş a m a ta , g ü r ü l t ü

şû re -g e r

‫( ﺿ ﻪ زار‬f.b.i.): ç o r a k l ı k y er. ( b k z :

ş û r - is tâ n ) .

ç û rî

( f .b .i .) : k a r g a ş a l ı k y e ri, k a v g a

(f.i.) : m ü z . T ü r k m ü z i ğ in d e e s k i b i r

m ü r e k k e p m a k a m v e e s k id e n k u l l a n ı l m ı ş p e r d e is i m l e r i n d e n b ir is i. K a n t e m i r o g lu n d a k i “İ â ” b i r s a z s e m â is i m a k a m a m i s a l d ir . H â le n A z e r i m ü z i ğ in d e d e b u is im d e b i r

‫ﺷﻮر_ده‬

( f s .) : 1. k a r ı ş ık , p e r i ş a n . 2. â ş ık ,

‫ ﺧ ﺖ‬٠ ‫ﺷﻮرﻳﺪه‬

ş û rîd e -b a h t

( f b .s .) :

b a h ts ız ,

ş u û n - ı h â r i c i m e : d ış * o lay lar,

‫ا‬/‫ﺷ ﻮ رﻳﺪ‬

(f.i.) : 1. k a r ı ş ı k l ı k .

2 . tu t -

(a.i. ş u û n 'u n c . ) ; h â d is e le r , o la y -

‫ض‬

(a.i.) : a n la m a , a n la y ış , h is s e tm e ,

d u y m a. B î- ş u û r : şu u rsu z, ş u û r n ü v e s i : fe ls . * b ilin ç o c a ğ ı, fr . f o y e r d e la c o n s c ie n c e .

‫( ض‬a.i. ş a 'r'ın c.) : k ıl la r , ( b k z : şiâ r). ‫( ^رى‬a.s.) : ş u u r la * ilg ili, ş u û r a â it. ş u v â z ‫( ﺷﻮاظ‬a.i.) : 1. d u m a n s ı z a te ş. 2. s u s a m a .

şu û r

‫ ( ﺷﻮى‬a . s . ) : y a v a ş, ‫ ( ﺷﻮى‬f . i . ) : k o c a , ( b k z : ş e v h e r , ş û y - d î d e ٠‫ ( ﺷﻮﻳﺪﻳﺪ‬f .b .s .) : k o c a y a

şu v ey y

ç û rîd e -h â l ، > o la n .

‫ﺷﻮرﻳﺪه‬

ç û rid e -h â tır >

‫( ﺷﻮردده ﺧﺎ‬f.a.b .s.) : a k i l d a ğ ı-

(f.a.b .s.) : h â l i p e r i ş a n

( f .b .i .) : 1. ç o r a k , v e r i m s i z

y e r. ( b k z : ş û r e - z â r ) . 2 . t u z l u y e r.

‫ﺑﻮر ش‬

( f . i . ) : k a r ı ş ı k l ı k , k a r g a ş a lı k ,

‫( ﺷ ﻮرةﻛﺎه‬f.b.i.) : k a v g a , k a r ı ş ı k l ı k

y e ri.

‫ﺑ ﺪ ه‬.‫ﺷ ﻮ‬

ş û y îd e

e d e n le r.

‫ﺛ ﻦ‬

şübbân

( a . s . ) : y ı k a n m ı ş , ( b k z : m a g s û l,

(a.i. ş â b b 'ı n c . ) : g e n ç le r, d e li k a n -

İıla r, y iğ itle r. ç i i b b â n - ı v a t a n : v a t a n g e n ç le ri, v a t a n y iğ itle r i. çübeh la r. şü b h e

‫( ﺷﺮاح‬a.s. v e i . ) : ş â i'ih le r , ş e r h c ile r, ş e r h

‫ﻟﻪ‬٠‫ﺷﺮ‬

v a rm ış , ev-

m e rh û z ).

n ık , f i k r i p e r i ş a n [k im s e ] , ş û r-is ta n

zevc).

İ e n m iş k a d ın .

k u n lu k , d ü ş k ü n lü k .

ç û rîş -g â h

‫ﺷﯯﻧﺎت‬

la r . ( b k z : ş ü û n â t ) .

şûy

tâ l ih s iz .

ç u rta

(a.i. ş e 'n 'in c.) : İşler, y e n i ç ı k a n İşler,

( b k z : a tş , şiv âz).

t u t k u n , ( b k z : m e f t û n , şe y d â ).

şu rrâ h

‫ﺷﯯن‬

h â d is e le r (* o lay lar), v a k 'a la r .

şu û rî

m a k a m v ai'd ıı'.

ş û riş

şu û n

çuûr

ç û rîd e g î

(a.i. ç a 'b 'd a n ) : t a r . A b b â s ile r

n m k a r ş ı s ı n d a o la n v e A r a p la ı'ı h a k i r g ö r e n

çuûnât

‫ﺷﻮرﺀﻗﺎه‬

‫ﻧﻮر ى‬

ç û rîd e

‫ﺷ ﻌ ﻮﺑ ﻪ‬

ş u û n - ı d â h i l i y y e : İç *o lay lar...

yapan.

ç û r-g â h y e ri.

ç u û b i y ۶e

b i r s iy a s i a k im .

k a rm a k a rış ık ed en .

ç û re -z â r

k a b ile le r . 2 . K ız ıl d e n iz 'd e n ç ı k a r ı l a n d a ll ı

z a m â n m d a i m p a r a t o r l u k t a k i A r a p b a s k ı s ı-

2 . t u z l u [n e s n e ]. 3. g ü h e r ç ile . ç û r-e fg e n

(a.i. ç a tt'ın c.) : b ü y ü k n e h ir le r , (a.i. ç a 'b 'ın c.) :1. c e m a a tle r , ta ife le r;

b u d a k l ı ta ç la r.

( b k z : b e d - b a h t , b e d - t â li ', b î- b a lıt). şû re

‫ل‬٠‫ﺷﻄﻮ‬

çuûb

‫ ( ﺷﻮر؛ﺧﺖ‬f b . s . ) : t â l ih s iz , b a h ts ız .

ç û r-b a h t

ş u tû t

‫ب‬

(a.i. ş ü b h e 'n i n c . ) : ş ü p h e le r , k u ş k u -

‫ب‬

(a.i.c. : ş ü b e h , ş ü b ü h â t ) : ş ü p h e ,

k u ş k u , ( b k z : re y b , şekle, z a n n ) . ş e b l ı e - i a k d : h u k . [e s k id e n ] s û r e te n m e v c u t

( a . i . ) : 1. ö n d e g id ip d ü ş m a n l a s a v a -

o la n b i r a k d - i n i k â h t a n h â s ı l o la n ş ü p h e d i r

ş a n a s k e r ; ç a r h a c ı a s k e r i. S â h i b - İ ş u r t a : i n -

k i b u n a şü p h e -i n ik â h d a d e n ir ve b u n u n la

z ib a t m e 'm u r u . 2. [y elk en e] u y g u n r ü z g â r , şu rû b

‫ﻧﺮو ب‬

(a.i. ş u r b 'd a n ) : 1. ş u r u p , ç o k k a y -

n a t ı l a r a k k o y u l a ş t ı r ı l m ı ş ş e r b e t. 2. s u l u v e ş e k e r li ilâ ç . şu rû t

‫ﺛﺮوط‬

(a.i.c.). ( b k z : ş e r â it) .

ç u r û t- ı is ti c â r : k ir â la m a ş a rtla rı, ç u r û t- ı s a l â t : n a m a z m ş a rtla rı.

h a d s â k ı td ı r . ş ü b h e - i İ b â h a : h u k . [e s k id e n ] b i r ş e y in a l i n m a s ı m u b a h o lm a s ı h a lc k m d a k i ş ü p h e , şü b h e-d âr iş k illi. şü b ü h ât b e h ).

‫ﻫﻪ دار‬٠‫ (ش‬a .f .b .s .) :

‫ ﻫﺎ ت‬٠‫( ش‬a.i.

ş ü p h e y e k a p ıl a n ,

ş ü b h e 'n i n c.). ( b k z : ŞÜ-

‫ ا ا‬71

‫ ؛‬ütâ' ş i i c â '‫ ع‬١ ‫ ( ﺷﺞ‬a . i . ) : 1 . ş e c â a t ü , c e s u r , y i g i t . 2 . a s t r . A r s l a n v e Y e n g e ç a r a s ı n d a y ı l d ı z k ü m e s i, f r .

‫ﺷﺠﻌﺎن‬

ş ü c 'â n

(a.s.

ş e c î 'i n

c.).

(b k z:

ş ic â ',

‫ﺷﺠﻌﺎﺀ‬

şü ceâ

(a .s. ş e c î 'i n c . ) : c e s u r la r , y ü r e k l i -

‫ض‬

şU ceyre

( a . i . ) : b o t . a ğ a ç ç ı k , ç a lı , ( b k z :

‫ﺷﺠﻮن‬

‫ﺷﻜ ﺮ‬

(a .i. ş e c e n 'in c.) : 1 . d a lla r , b u d a k -

‫ﺷﻜﺮات‬

g e ç ti;

g it m e ,

g id iş ,

[ d â i m â " â m e d " k e lim e s iy le b i r li k t e k u l la n ı lır ] . A m e d ş ü d : A m e d ü ş ü d : g e ld i g it ti;

( f . s . ) : 1 . g i t m i ş , g id e n . 2 . m e c . ö lm ü ş ,

‫ ( ﺷﺪﺳﻤﺎن‬f . b . i . c . ) : g id e n le r , g e ç m i ş le r , ‫ ( ﺷﻔﻌﻪ‬a . i . ) : f ı k . b i r m ü l k , k a ç a s a t ı n

şü d egân ş ü f 'a

‫ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎر‬

şü k r -g ü z â r -â n e

k o m ş u o l a n ı n , a y n i p a r a ile s a t ın a l m a k o lu n m a s ı h a k k i,

fr. d r o it d e p r e e m p tio n . (a .s. ş e f i 'i n c . ) : ş e f a a t e d e n le r , e d i -

e d e n le r .

٥‫ﺷﻎﺀر‬

( a .i .) : b o t . n e m f, fr. n y m p h e .

‫( ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎرى‬a .f.b .i.): i y i l i k b i l m e , ‫ ( ﺷﻜﻮﻓﻪ‬f . i . ) : 1 . ‫ ؟‬İ‫ ؟‬e k . 2 . g . s. s ü s le m e d e

şü h ed â'

( a . i . c . : e ş fâ r ) : 1 . y a s s ı b ı ç a k , ( b k z :

‫( ﺷﻬﺪاﺀ‬a .i. ş e h î d 'i n c . ) : şe h itle r, ‫ ( ﺷﻬﻮد‬a . i . ) : 1 . ( ş â h i d 'i n c . ) : ş â h it le r ,

t a n ı k l a r . 2 . s. m a d d i , m e r 'î . 3 . v ü c u t b u l m a , v a r o lm a , g ö rü n m e . Â l e m - i ş ü h û d : g ö r ü le n â le m

[b u d ü n y â ] . 4 . g ö r m e , ( b k z :

m ü şâh e d e). şü h û d î

( a . s . ) : ş ü h û d ile ilg ili. M â z î - i

‫( ﺷﻬﻮر‬a .i.

ş ü h û r -i a y la r:

( f .b .i.) : tü r lü m a d d e le r-

‫ﺷﻜﻮﻓﻪ زار‬

şü k û fe -z â r

(f.b .i.) : ç i ç e k y e r i , ç i ç e k

k a m e r im e : [m u h a rr e m ,

c e m â z iy e l

şü kû h

‫ﺷﻜﻮه‬

( f . i . ) : u lu lu lc . ( b k z : a z a m e t , c e lâ l,

şü k û k

kam er s a fe r,

â h ir

‫ﺷﻜﻮك‬

(a .i. ş e k k 'i n c .) : şe k le r , ş ü p h e le r,

z a n le r .

‫ ﺷﻜﻮﻓﺘﻪ‬.

-ş ü k ü fte

g e le r e k

-

( f .s .) : "a ç ılm ış ”

* b i r le ş ik

k e l i m e le r

m â n â sın a

yap ar.

N ev-

ş ü k ü f t e : y e n i a ç ı lm ı ş ., g ib i, şü k ü fte g î

‫ﺷﻜﻔﺘﻜ ﻰ‬

( f .b .i.) :

a ç ılm a ,,

a ç ılm ış

o lm a , * a ç ılm ış lık .

‫ﺷﻤﺎر‬

( f . i . ) : 1 . h e s a p , s a y ı. B î - ş ü m â r : h e -

s a p s ız , s a y ı s ı z , ( b k z : İ â - y u a d ) .

‫ﺷﻤﺎر‬

- ( f .s .) : "s a y a n , s a y ıc ı, e d en , e d i-

c i " m â n â l a r ı n a g e le r e k * b i r l e ş i k k e l i m e le r a y la r ı,

arab i

r e b i ü le v v e l,

( c ü m â d e 'l -â h i r e ) ,

receb ,

ş a 'b a n , r a m a z a n , ş e v v â l , z i l 'k a 'd e , z ilh ic c e ] , ş ü h û r - i s e l â s e ( ü ç a y l a r ) : r e c e b , ş a 'b a n , r a -

1172

‫ﺷﻜﻮﻓﻪ دان‬

d e n y a p ıla n ç iç e k lik , ç iç e k v a z o s u ,

-ş ü m â r

ş e h r 'i n c . ) : a y la r ,

r e b i ü lâ h ir , c e m â z i y e l e v v e l ( c ü m â d e 'l -û lâ ) ,

m azan.

a d i. 3 ٠k a d ı n a d i. [ a s i l : “ ş i k û f e ” d ir ].

şü m âr

‫ﺷﻬﻮدى‬

ş ü h û d î . ( b k z : m â z î) . şü h û r

s ı r f ç iç e k m o tifle r in e d a y a n a n b ir t a r z m

m e h â b e t ).

s i k k i n ) . 2 . k ı l ı ç a g z i. 3 . k i r p i k b it e n y e r le r ,

şü h û d

( a .f .z f .) : iy ilik s e -

b a h ç e s i.

( b k z : ş u fe y r e ) .

‫ﺷﻐﺮه‬

‫ﺷﻜﺮﺳﻤﻨﺎواﻧﻪ‬

s e v e r, iy i l i k b i l i r c e s i n e .

şü k û fe -d â n

c ile r , b i r s u ç u n b a ğ ı ş l a n m a s ı İ ç in a r a c ı l ı k

şü fre

(a .f.b .s .) : te şe k k ü r ed en ,

v e r le r e , iy i l i k b i l i r l e r e y a r a ş ı r y o l d a , i y i l i k -

şü k û fe

şü fe y re

a lâ m e t i, i y i l i k

[ b u n a : " r i s â l e " d e d e n ilir ], şü k r -g ü z â r

a lı n m ı ş s a , o m ü l k e o p a r a ile s â h i b o l m a .

ü z e r e b a ş k a la r ın a te rc ih

(a.i.) : ş ü k r â n

b a ş l a r ı n a g i y d i k le r i t â c l a r a s a r ı l a n p a r ç a ,

H a k k - ı ş ü f 'a : s a tılık b ir m a la o r t a k v e y â

‫ﺷﻔﻌﺎﺀ‬

te şe k -

‫( ﺷﻜﺮاﻧﻴ ﺖ‬٥ .İ.) : ş ü k r a n l ı k . ‫( ﺷﻜﺮآوﻳﺰ‬a .f.b .i.) : t a s . s ö f i y e n i n

şü k r -g iiz â rî

ş ü fe â '

(b k z :

i y i l i k b ile n , i y i l i k b ilir , ( b k z : m ü t e ş e k k i r ) ,

g e lip g it m e . 2 . m e c . ö ld ü ,

‫ﺷﺪه‬

m in n e tta r lık ,

(a.i.) : 1 . t e ş e k k ü r e t m e , i y i l i k

‫ﺷﻜﺮاﻧﻪ‬

k a r ış ık . 2 . m e c . k a rış ık ,

şü d e

ş ik â y e t ç i le r ,

b i l m e n iş â n e s i. ş ü k r â n iy y e t

(f.fi.i.) : 1 . g it t i,

c .) :

b ilm e . 2 . İc a d ın a d i.

ş ü k r -â v îz

٠‫ﺷﺪ‬

ş â k î 'n i n

( a . i . ) : g ö r ü le n i y i l i g e k a r ş ı g ö s t e r ile n

la r . ( b k z : a g s â n ) . Z û - ş ü c û n : d a l l ı b u d a k l ı ‫؛‬

şü d

(a.i.

m e m n u n lu k ,

şü k rân e

n ih â î) . şü cû n

‫ﺷﻜﺎ ت‬

şü k rân

(a .i.) : b o t . ( b k z : ş ü c e y r e ) .

‫ره‬٠‫ﺷﺞ‬

c . ) : 1. k ıv ılc ım la r.

k ü r ).

le r, y i ğ i t l e r , ( b k z : ş ic â ') . şü ceyr

ç ih â b 'ın

‫ ؟‬İ k â y e t e d e n le r . şü k r

ş ü c e â ).

(a.i.

2 . a lca n y ı ld ı z l a r , ( b k z : ş ih b â n ). çükât

h y d r e . ( b k z : e ş-Ş ü c â ).

‫ﺷﻬﺐ‬

şü h ü b

y a p a r . H a t v e - ş ü m â r : a d im sa y ıc ı. L o k m a ş ü m â r : h e r k e s in

İo k m a sıh ı

s a y a n .,

g ib i.

Ş ü k r - g ü z â r : ş ü k ü r v e .d u â e d ic i, şü m âren d e

‫ﺷﻤﺎرﻧﺪه‬

(f.s .) : h esâb ed en , sayan ,

s a y ıc ı. ş ü m â r îd e m ış .

‫ﺷﻤﺎرﻳﺪه‬

( f .s .) : h e s a p la n m ış ,

s a y ıl-

5‫ااﻻﻻ‬ ş ü m û ' ‫ و ع‬٠‫ش‬

(a.i.

ş e m 'i n

c.) : 1 . b a l m u m l a r ı .

2 . m u m la r .

şümûl

l a m a , ( b k z : İh â ta ). 2 . â it o lm a , d e lâ le t e t m e ; m â n â l a r ı a r a s ı n d a b i r m â n â s ı d a h a o lm a .

3 . fels. . k a p l a m , fr. extension, şiimûlî ‫( ﻟ ﻮ ﻟ ﻰ‬a .s.) : .k a p l a m l ı , fr. extensif,

şümûüyyet ‫ﺷﻤﻮﻳ ﺖ‬

fels.

(a.i.) :

.k a p l a m l ı l ı k ,

fr.

(a .i. ş e m s 'i n c.) : ş e m s le r, g ü n e ş -

şümürde ‫ﺷﻤﺮده‬

(f.s.) : h e s â b e d i l m i ş , s a y ı lm ı ş ,

(f.i.) : b it . ( b k z : k a rn i).

fık.

şürbü'l-habeş* ‫اﻟﺤﺒﺶ ﺷﺮ ب‬

(a.b .i.) :

bot.

h e k im -

H z.

M uham m ed

so yu n d an

o la n la r .

şe re fe ). (a .i.):

zool.

(a.i.) : b a ş l a m a , (b k z : m ü b â ş e r e t ) . (a .i.) : k a ç m a , (a .i. ş e r h 'i n c.) : ş e r h le r , i z a h la r ,

(a .i. ş a r t 'ı n c.) : ş a r t la r , k o ş u l l a r ,

( b k z : ş u r û t) .

gibi kinci. şütür-kürre

‫( ﺷﺘﺮﻛﺮه‬f.b .i.): deve yavrusu,

( b k z : şütür-peçe). d ev e n in k i gibi sarkık. şütür-m ûr

‫( ﺷﺘﺮﻣﻮر‬f.b.i.): m itolojik b ü y ü k b ir

şiitür-m ürg ‫( ﺷﺘﺮﻣﺮغ‬f.b.i.): zool. devekuşu,

١‫( ﺷﺮب‬f.b.s.) : 1. deve ayaklı. 2. i. bot.

k ek ik otu. şütür-süvâr ‫ﺷﺮ ﻣ ﻮا ر‬

(f.b.i.): deve binicisi;

u z u n yol yolcusu.

‫ رى‬١‫( ﺷ ﻮﻟ ﺮ‬f.b.i.) : yolculuk dolayısıyla o ru ç tu tm a k z o ru n d a olm am a,

şütür-süvârî (a.i. ş e r e fe , ş ü r f e 'n i n c.). ( b k z :

ş ü re fâ t).

şiitür-zühre

şüs ‫ ( ﺷﺲ‬f i . ) : a k c iğ e r , ( b k z şüst ‫( ﺷ ﺖ‬f.i.) : y ı k a m a , şüst ü şû

‫ر‬1‫( ﻓ ﺮ خ‬f.b.i.): bot. deve dikeni. [‫( ﺷﺮﺧﻮا ى‬f.b .s.): deve huylu, deve

şiitür-hû[y]

şütür-pâ

(a .i. ş e r r 'i n c.) : ş e rle r, k ö t ü lü k le r ,

şürüfât ‫ﺷﺮﻓﺎت‬

‫( ﺷ ﺮ ا ﺑ ﻪ‬f.b .i.): deve ile kedi, iyi ile kö tü ; m ünâsebetsiz, karışık; iyili fenâlı.

şiitür-gürbe

k arın ca.

f e n â li k l a r ; k a v g a l a r , g ü r ü lt ü le r ,

şürût ‫ﺷ ﺮ و ط‬

2. eğlence İ‫ ؟‬in deve k ılığ ın a giren çocuk. 5. dalga.

şütür-leb ‫( ﺷ ﺮﻟ ﺐ‬f.b.s.): deve dudaklı, d udağı * s e r ç e g ille r .

a ç ı k l a m a la r .

şürûr ‫ﺷ ﺮ و ر‬

şütürek ‫( ﺷ ﺮ ك‬f.i.): 1. k ü ç ü k deve, devecik.

şiitür-hâr ş ü r f e 'n i n c .) : ş e r e f e -

şü rek â‫( ﺷﺮﻛﺎ‬a .i. ş e r î k 'i n c.): ş e r ik le r , o r t a k l a r , şürfe ‫( ﺷ ﺮ ﻓ ﻪ‬a .i.c . : ş ü re f, ş ü r e fâ t , ş ü r ü fâ t ) . ( b k z :

şürûh ‫ﺷ ﺮ و ح‬

‫ر‬١‫( ﺷﺮب‬f.b.i.): b ir deve y ü k ü k a d a r

olan ağırlık.

ş ü t ü r - g â v ^ ^ (f.b.i.): zürâfâ.

(a .s. ş e r îf 3 ü n c.) : H z . H ü s e y n

çürefât ‫( ﺷ ﺮ ﻓ ﺎ ت‬a .i. ş e r e fe , 1er. ( b k z ; ş ü r ü fâ t ) .

şiirû' ‫ﺷ ﺮ و ع‬ şürûd ‫ﺷ ﺮ و د‬

‫( ﺷﺘﺮﺑﺎﻧﺎن‬f.b.i.c.): tar. has ah ırd a-

‫( ﻧ ﺮ د د‬f.b.s.): deve huylu, kinci, [a s li: "ü ştü r-d il" diri.

( b k z : ş ü re fâ t).

şürşûriyye ‫ﺷ ﺮ ﺷ ﻮ ر ﻳ ﻪ‬

‫( ﺷﺮﺑﺎن‬f.b.i.) : deveci, deve ‫ ؟‬obam , ( b k z : cem m âl).

şütür-dil

(a.i. ş e r e fe , ş ü r f e 'n i n c.) : şe re fe le r,

v â s ıta s ıy la

şütûm -i g a liz a : kaba küfürler, şütür ‫( ﺷ ﺮ‬f.i.): deve, (bkz : cemel).

şütür-beçe ‫( ﺷﺮ؛ﺟﻪ‬f.b .i.): deve yavrusu,

l ik t e k u l l a n ı l a n k u r t d ö k ü c ü b i r ilâ ç ,

‫ﺷﺮفﺀ‬

‫( ﻧﺪوم‬a.i. şetm 'in c.) : küfürler, sövmeler, sövüp saym alar,

şütür-bâr

s a y ı lı k i m s e le r e m a h s u s

o l a n a k a r s u d a k i İ ç m e h a k k i,

ş ü re fâ '

[yaşlı k ad m j. şütûm

ki d ev e b ak ıcıları.

şürb-i müdâm : d e v a m l ı İç m e , şürb-i yahûd : g i z l i g i z l i ş a r a p İ ç m e ,

şüref ‫ﺷ ﺮ ف‬

‫ ى‬٠‫( ﺷﺚ‬f.s.) : karaciğere âit, karaciğerle il-

gili.

şütür-bânân

?ürb ‫( د ر ب‬a .i.) : İ ç m e , İ ç ilm e , şürb-i hamr : ş a r a p İ ç m e , :

?üçî

şütürbân

( b k z : m a 'd û d ) .

şürb-i hâss

?üç ‫( ذ ش‬f.i.): karaciğer, (bkz : kebed).

şü?-pistân ‫ ﻃ ﻦ‬٩ ‫( ﺷﺶ‬f.b .s.) : sa rk ık m em eli

extensivité.

?üpüş ‫ذ ش‬

‫( ﺷﺴﻪ‬f.s.): y ık an m ış. N â -şü ste : y ık an -

m am ı?.

‫ و ل‬٠ ‫( ش‬a.i.) : 1 . İ ç in e a lm a [m a 'n e n ], k a p -

şümûs ‫ﺷﻤﺮس‬ 1er.

?üste

: y ık a m a .

: rie ).

‫( ﺷﺘﺮزﻫﺮه‬f.b .s.): korkak, yüreksiz,

( b k z : cebin.). şüûn 0 ‫( ﺷ ﻮ‬a.i. şe'n'in c.) : İşler; yeni İşler;

hâdiseler.

1173

şiiûnât çüûnât ‫ت‬

‫ﺷﯯﻧﺎ‬

(a.i.

ş ü û n 'u n

c.) :

h â d is e le r ,

* o la y la r .

şüyû' ‫ﺷﻴﻮع‬

(a.i.

i ç in d e n ( a . i . ) : [h e rk e s ç e ) d u y u l m a , y a y ı l -

m a , b ilin m e ; d a ğ ılm a .

şüyû-ı a s li : huk.

a k it y a p ıld ığ ı s ır a d a m e v -

n i n h i b e s i n d e k i ş ü y û g ib i),

t â r î:

huk.

a k d in

ş e z r e 'n in

to p la n a n

a lt ın

c .) :

ı . m â d e n in

p a r ç a la rı.

2 . sü s

o l a r a k k u l l a n ı l a n in c i , a lt ın g ib i ş e y le r , e ş Ş ü z û r ü 'z - z e h e b i y y e : M o l l a

c u t o la n ş ü y û . [b ir m a ld a n ş â y i b ir k ıs m ı-

şüyû-i

şü zû r

S a l i h 'i n X V I .

a s ır d a y a z d ı ğ ı t â b i r le r l ü g a t i o lu p k ı s m e n O s m a n lı c a , k ı s m e n d e M ı s ı r K ı p ç a k ç a 's ı y l a y a z ılm ış tır .

b a ş la n g ıc ın d a

m e v c u t o lm a y ıp s o n r a d a n â r ız o la n şü y û . [ t a m â m ı h i b e o l u n a n m a l i n ş â y i h is s e s in e b ir m ü s te h lik ç ık a r a k z a p te tm e s iy le h â s ıl

ş ü z û r ü 'z - z e h e b : a lt ı n k ı r ı n t ı s ı , şü zû z

(a .s. ş â z z 'm c . ) : k a id e ( * k u r a l) d ış ı

o la n la r , k a id e y e ( * k u r a la ) u y m a y a n l a r ,

o l a n ş ü y û g ib i). şü yû h

‫ﺷﻴﻮخ‬

(a.i. ş e y h i n c . ) : 1 . ş e y h le r , ( b k z :

ın e ş â y ih ) . 2 . y a ş lıla r .

1174

şü zû zen

١â j ، L i

(a .z f.) : ş â z o l a r a k , k u r a l d ı ş ı k a ­

la r a k , k u r a l a u y m a y a r a k .

Tt

t

‫( ت‬a .h .): O sm anlI alfabesinin d ö rd ü n cü h arfi olup "ebced'' hesâb m d a d ö rt y ü z sayısın m karşılığıdır; “te ” h a rfin i karşılar,



‫( ﻧ ﺎ‬f.i.): kat, b ük lüm . D ü -t â : ilci kat, iki b üklüm . Yek-tâ : b ir kat, tek, birinci, (blcz : bî-hem -tâ, bî-nazîr).



‫( ت‬f.e.): kadar, dek, degin. ( b k z : ilâ),

tâ-b e-eb ed : ebediyen, tâ -b e -k e y : ne v ak te kadar, tâ-b e-sab âh : sabaha kadar, tâ-be-seh er : sabaha kadar,

‫( ﺑ ﺪ‬a.i. a b d 'd e n c . : taabbüdât) : İbâdet etm e, k u llu k etm e; tapm a, tap ın m a.

taabbiid

taabbüdât ‫( ﺗﻌﺒﺪا ت‬a.i. ta ab b ü d 'iin c .) : ibâdetler;

tapm alar, tap ın m alar.

‫( ﺗ ﻌ ﺒ ﺚ‬a .i.): hek. sayıklam a veyâ hav ad ak i b ir şeyi tu tm ay a ‫ ؟‬alışır gibi ellerini sallayarak h arek et ettirm e.

taabbüs

taabbüs

‫( ﺗ ﻌ ﺒ ﺴ ﺎ ت‬a.i. ta a b b ü s'ü n c . ) : yüz ekşitm eler, su rat asm alar.

taabbüsât

‫( ﺗ ﻌ ﺠ ﺐ‬a.i. a c e b 'd e n ): şaşakalm a, ( b k z : tahayyür).

‫( ﺗ ﺎ‬a .h a .): O sm anlIca “te" ve “ti" h arflerin in A rapça'daki adi. ["te" ince, "ti" k aim t fonem iyle söylenir.] Kasîde-İ tâiyye : ed. kafiyeleri t ile n ihâyetlenen kaside,

taaccüb

tâ-i fe v k a n ic e ; tâ-i m iisenn ât : ik i n o k ta lı

taaccül



te : (bkz : tâ-i tavil). tâ-i g i r d : y u v arlak t. tâ-i m e ftû h a : ü stü n (e) o k u n an te. tâ-i t a v il : u zu n te. tâ'

‫( ط‬a.f.h .a.): "ti” h a rfin in b ir adi.

tâ-i mühmele : noktasız ti [“zı” d an ay ırm ak

İ‫ ؟‬in b u ad verilm iştir].

‫( ﺗ ﻌ ﺐ‬a .i.): 1. y org u n lu k . 2 ٠sık ın tı, zahm et, m eşakkat, eziyet. 3. hek. sin irle rin zayıflığı dolayısıyla adalelerde ve başka yerlerde du y u lan şiddetli sancı, istihkar-1 taab : y o rg u n lu ğ u h i‫ ؟‬e saym a, çalışkanlık,

taab

taab-ı z ih n i: psik. zihin yorgunluğu,

‫( ﺗﻌﺐ آور‬a.f.b.s.): y o rg u n lu k veren, ‫( ﺗ ﻌ ﺒ ﺾ‬a.i.) : abaza ‫ ؟‬ekm e, ( b k z : is-

taab-âver taabbuz

tiınnâ-bi'1-yed).

‫( ﺗﻌﺒﺲ‬a .i.c .: ta a b b ü s â t): y ü z ekşitm e,

su rat asm a.

ta a ccü b -k ü n â.

‫( ﺗ ﻌ ﺠ ﻜ ﻨ ﺎ ن‬a.f.zf.): şaşk ın şaş-

k in , şaşkınlıkla.

‫( ﺗ ﻌ ﺠ ﻞ‬a.i. acele'den. c . : ta a c c ü lâ t): acele etm e, acelecilik.

‫( ﺗ ﻌ ﺠ ﻼ ت‬a.i. ta a c c ü l'iin c . ) : acele etm eler; acelecilikler.

taaccülât

‫( ﺗﻌﺠﻦ‬a.i. a c n 'd e n ): m â cu n gibi olm a, h am u rlaşm a , h a m u r h âlin e gelme.

taaccün

‫( ﺗﻌﺪى‬a.i. ad û 'd a n c . : ta a d d iy â t): 1. ge‫ ؟‬m e, öteye geçme, sald ırm a, ( b k z : tecâvüz). 2. zulm etm e; adaletsizlik. 3. örf, âdet ve k a n u n la rın s ın ırın ı aşına. 4. gr. fiilin geçer halde olm ası.

taaddi

‫( ﺗﻌﺪﻳﺎت‬a.i. ta a d d i'n in c . ) : taaddilei". taaddüd ‫( ﺗﻌﺪد‬a.i. a d d 'd e n ) : b ird en ‫ ؟‬ok olm a, taaddiyât

‫ ؟‬ogalm a, sayısı artm a. taaddiid-i basar : b ir şeyi sayı b a k ım ın d a n

o ld u ğ u n d a n d ah a fazla görm e, taaddiid-i ezvâc : ‫ ؟‬ok kocalılık. 1175

t.addüd-i zevcât taaddiid-i z e v c â t: birkaç k ad ın la evlenip

n ik â h ı altın d a birkaç k a d ın b u lu n d u rm a ,

‫ ﺗ ﻌ ﻔ ﻒ‬-(a.i. iffe t'd e n ): iffetli olm a, ahlâkdışı şeylerden kaçınm a,

taaffiif

taaffiin

‫( ﺗ ﻌ ﻔ ﻦ‬a.i. u fû n et'd en . c . : ta a ffiin â t):

çü rü y ü p kokm a, leş ko km a, k ö tü kok u Ç1karm a. taaffiin-i nefes : nefesin kokm ası,

‫( ﺗ ﻌ ﻔ ﺎ ت‬a.i. ta affiin 'iin c .) : fenâ, pis kokular, ( b k z : tefessiihât).

taaffiinât

‫( ﺗ ﻌ ﻬ ﺪ‬a.i. ah d 'd en . c . : ta a h h iid â t): 1. ü stü n e, ü zerin e alm a, yapılm ası İçin söz verm e. 2. b ir İşin yapılm ası İçin resm i olara k sözleşm e. 3. postaya verilen b ir şeyin yerine u laşm a sın ı sağlam a,

taahhiid

taahhüdât

‫( ﺗﻌﻬﺪا ت‬a.i. ta a h h ü d 'ü n c . ) : ü stü n e

alm an İşler. taahhiid-nâme ‫( ﺗﻌﻬﺪﻧﺎ ﻣﻪ‬a.f.b.i.) : ta a h h ü t kağı-

di, b ir şeyi yapm ayı ü stü n e ald ığ ın ı bildiren resm i kâğıt. taakkud

‫( ﺗ ﻌ ﻘ ﺪ‬a.i. a k d 'd e n ) : 1. d üğüm lenm e;

bağlanm a; an laşılm az hâle gelme. 2. akit, k o n trat yapm a. taakkud-ı m a fs a l: hek. b ir m afsalın, hasta-

ilk dolayısıyla, az h areket etm esi veyâ büsb ü tü n hareketsiz kalm ası. taakkud-i e m 'â ' : hek. b ağ ırsa k d ü ğ ü m len -

mesi.

‫( ﺗ ﻌ ﻘ ﻞ‬a.i. ak l'd a n . c . : ta a k k u lâ t) : 1. alcıl erdirm e, zih in y o ra ra k anlam a. 2. h atırlam a, h a tıra getirm e,

taakkul

‫( ﺗ ﻌ ﻘ ﻼ ت‬a.i. ta a k k u l'iin c .) : 1. akil erdirm eler, zih in y o ra ra k anlam alar. 2 ٠ha-

taakkulât

tırlam alar, h a tıra getirm eler, taakkiis ‫( ﺗﻌﻜ ﺲ‬a.i.). (bkz : teakküs). taâlâ ‫( ﺗﻌﺎﻟﻰ‬o. cüm .). (bkz : teâlâ). taâlallah

‫( ﺗﻌﺎﻟﻰ اﻟﻠﻪ‬a.cü.). (bkz : teâlallah).

taali ‫( ﺗﻌﺎﻟﻰ‬a.i. u liiv v 'd e n ). (bkz : teâlî). taâli-perver

‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻟ ﻰ ﺑ ﺮ و ر‬a.f.b.s.). (bkz : teâlî-

perver). (a.i. uliivv'den. c. te a lliiy â t): (bkz :

tealli).

‫( ﺗ ﻌ ﻠ ﻴ ﺎ ت‬a.i. ta a lli'n in c.). ( b k z :

tealliyât).

‫( ض‬a.i. alak 'd an . c . : ta a llu k a t): 1. asiil olm a, asılm a. 2. İlişiği, ilgisi olm a. 3. sevme. 4. âit olm a. 5. tas. dün y â ilgisi.

taalluk

١١‫ااﴽ‬

ta a lliil ‫( ﺗﻌﻠﻞ‬a.i. illet'den. c . : ta a lliilâ t): vesile ve b ah ân e aram a, y alan d a n bahanelerle b ir İşten kaçınm a.

‫( ﺗ ﻌ ﻠ ﻼ ت‬a.i. ،a a llü l'ü n c .) : ağır davra n m a ‫ ؛‬İşten kaçınm alar,

taalliilât

‫( ﺗ ﻌ ﻠ ﻢ‬a.i. ilm 'd e n ): Ogrenme, ögrenilm e, okuyarak, deı-s ala ra k öğrenm e, elde etm e.

taalliim

‫( ﺗﻌﻠﻤﺎ ت‬a.i.c.): öğrenm eler, ‫( ﺗ ﻌ ﻠ ﻦ‬a.i.): aleni, âşikâr, meydanda

taalliim ât taalliin

olm a. taâlüm ‫( ﺗﻌﺎﻟﻢ‬a.i. ilm 'den). (bkz : teâlüm ). taâm ‫( ﻃ ﻌ ﺎ م‬a .i.c .: e t'im e ) : yem ek, aş. Ba'de'tt a â m : yem ekten sonra. Esn â-yî t a â m : yem ek sırasında, yem ek yerken. Kable'tt a â m : yem ekten önce, taâm -hâne ‫( ﻃﻌﺎﻣﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): yem ek salonu, taâm î ‫( ﺗﻌﺎﻣﻰ‬a.i. am â'dan). (bkz : teâm î). taâm iyye ‫( ﻃ ﻌ ﺎ ﺑ ﻪ‬a .i.): 1. yem eklik, yem ek pa-

rası. 2. tekkelere b ağ lan a n yem eklik, taam m i ‫( ﺗ ﻌ ﻤ ﻰ‬a.i. a m â 'd a n ) : k ö r olm a, gör-

m ez hâle gelme. taam m uk -

(a.i. u m k 'd a n . c . : ta am m u k a t ) : derinleşm e.

‫“( ﺗ ﻌ ﻤ ﻘ ﺎ ت‬k a” u z u n o k u n u r, a.i. ta a m m u k 'u n c . ) : derinleşm eler,

taam m ukat

‫( ﺗﻌﻤﺪ‬a.i. a m d 'd e n ) : b ir İŞİ bilerek ve isteyerek yapm a, (bkz : am d, kasd).

taam miid

‫( ﺗﻌﻤﺪا ت‬a.i. ta a m m iid 'iin c . ) : bilerek ve isteyerek yap ılan İşler,

taammiidât

‫( ﺗﻌﻤﺪا‬a.zf.) : bilerek ve isteyerek, evvelden tasarlayıp k u ra ra k [suç İşleme], ( b k z : am den, kasden).

taammüden

taammüden ciirm : huk. bilerek ve isteyerek

suç İşleme. taammiidi, taam m iidiyye

taalli ‫ض‬ taalliyât

ta a llu k a ، ‫"( ﺗ ﻌ ﻠ ﻘ ﺎ ت‬ka" u z u n oku n u r, a.i. ta allu k 'u n c .) : 1. hışım lar, akrabâ. 2. *ilgiler, ilişkiler, (bkz : m ilteallikat).

،

‫( ﺗﻌﻤﺪى‬a.s.):

ta am m iid ile, kasid ve niyetle olan, ( b k z : kasdi).

‫( ﺗ ﻌ ﻤ ﻢ‬a.i. u m û m 'd a n ) : 1. u m û m î olm a, um ûm ileşm e. 2. (İm â m e 'd e n ): sa rık sarm a. 3. (am m 'dan) :,am ca olm a,

taam m iim

‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻣ ﻞ‬a.i. am el'den. c . : ta â m ü lâ t) : ( b k z : teâm ül).

taâm ül

taayyün

taâmülât ‫( ﺗ ﻌﺎ ﻣ ﻼ ت‬a.i. t a â m ü l 'ü n c.). ( b k z : t e â m ü lâ t ) .

ta'ân, ta'âne ‫ ﻃﻌﺎﻧﻪ‬، ‫( ﻃﻌﺎن‬a.s. ta 'n 'd a n ) : ‫ ؟‬o k SÖv e n , ‫ ؟‬o k y e r e n , ‫ ؟‬o k z e m m e d e n , ç e k iş ti r e n ,

taanni ‫( دص‬a.i,).. ( b k z : te a n n l ) . taannüd ، U i (a.i. İ n â d 'd a n . c. : t a a n n ü d â t ) : i n â d e t m e , d i r e n m e , a y a k d ir e m e , ( b k z : te m e rrü d ).

taannüdât ‫ﺗ ﻌ ﺌ ﺪ ا ت‬

(a.i.

'

c.) :

in â d e t m e l e r , d ir e n m e l e r , a y a k d ir e m e le r ,

taannüf ‫( ﻟﻌﻔﻒ‬a.i. u n f d a n ) : t e k d i r e tm e , a z a r la m a , d a r ı l m a .

taannüt ‫( ﺗﻌﻨﺖ‬a.i.) : h e rlc e s in y a n l ı ş ı n ı a r a m a , taânuk ‫ذق‬١‫( ﺗﻊ‬a.i. u n k 'd a n ) . ( b k z : te â n u k ) . taârîc ‫( ﺗﻌﺄرﻳﺞ‬a.i. ta 'r îc 'ın c.). ( b k z : te â r îc ) . taarri ‫( ﺗ ﻌ ﺮ ى‬a.i. u r y v e u r y e t 'd e n ) . (bkz : te a r r i ) .

taarruk ‫( ﺗﻌﻮق‬a.i. a r a k 'd a n ) : te r le m e , taarrus ‫س‬٠‫( ﺗﻌﺮ‬a.i.c. : t a a r r u s â t ) : k o c a n ı n , k a r i S in a k a r ş ı s e v g is in i g ö s te r m e s i,

taarruz

(a.i.c. : t a a r r u z â t ) : 1. İliş m e , sa -

ta ş m a , ta k ı l m a . 2 . d ü ş m a n a s a l d ır m a ,

taarruzât ‫( ﺗﻌﺮﺿﺎت‬a.i. t a a r r u z 'u n c.) : 1. s a ta ş m a la r,

ta k ılm a la r,

iliş m e le r.

2. d ü ş m a n a

s a l d ır m a la r .

taarruzi, taarruziyye ‫ ﺗﻌﺮﺿﻴﻪ‬، ‫( ﺗ ﻌ ﺮ ﺿ ﻰ‬a. s.) : t a a r r u z l a ilg ili; t a a r r u z y o lu y la . Hareket-i taarruziyye : s a l d ı r m a h a r e k e t i, taarrüb ‫( دع— رب‬a.i.) : a r a p l a ş m a , a r a p k ı l ı ğ ı n a g ir m e .

taarrüf ‫( ﺗ ﺮ ف‬a.i.). ( b k z : t e a r r ü f ) . taarrüs ‫( ﺗ ﻤ ﺮ س‬a.i.) : k o c a n ı n , k a r ı ş ı n a s e v g i g ö s te r m e s i.

taâruz ‫( ^رض‬a.i. a r a z 'd a n ) . ( b k z : t e â r u z ) . taârıızât ‫( ﺗ ﻌﺎ ر ﺿﺎ ت‬a.i. t a â r u z 'u n c.). ( b k z : te â r ıız â t) .

taassi ‫( ﺗﻌﻬ ﻰ‬a.i. İ s y â n 'd a n ) : is y a n e tm e , a y a k la n m a , b o y u n eğ m em e,

taassub -

(a.i. a s a b 'd a n ) : 1. b i r i n e t a r a f

d a r l ı k e tm e . 2 . k e n d i d î n i n i ‫ ؟‬o k ü s t ü n t u t a r a k b a ş k a d i n d e n o l a n l a r a d ü ş m a n o lm a ,

fr. fanatisme. taassub-kâr ‫( ﺗ ﻌ ﺼ ﺒ ﻜﺎ ر‬a.f.b .s.) : t a a s s u p g ö s te r e n . ( b k z : m ü te a s s ib ).

taassub-kâr-âne ‫( ﺗﻌ ﺼﺒﻜﺎراﻧ ﻂ‬a.f.zf.) : ta a s s u p g b s te r ir c e s in e .

taassub-kâri ‫ ﻛﺎرى‬٠‫( ﺗﻌﻢ‬a.f.b .i.) : t a a s s u b k â r l i k .

taassüf ‫( ﺗﻌﺴﻒ‬a.i.c.: taassüfât). (bkz: İ'tisâf). taassiifât ‫( ﻣ ﻨ ﺎ ت‬a.i. taassüf'ün c .): doğru yoldan sapmalar; yolsuzluklar, haksizliklar. taassiir I (a.i. usr'dan): güçleşme, gü‫؟‬ olma, (bkz: teâsür). taaç‫ ؟‬î - ( a . i . ) :akşam yemeği yeme, taaşşuk ‫( ص‬a.i. ışk'dan): âşık olma, tâat ‫( ﻷ ف‬a.i.): Allah'ın emirlerini yerine getirme, İbâdet. tâât ‫( ﻃﺎ;ا ت‬a.i. tâat'ın c .): ibadetler, tâat-dâr ‫ ل‬١‫( ﻃﺎىد‬a.f.b.s.): dinine bağlı, dindar, tâat-dârî ‫( ﻃﺄﺀدار ى‬a.f.b.i.): dine bağlılık, dindarlık. tâat-gâh ‫( ﻃﺎ ﻋ ﻌ ﻜﺎ ه‬a.f.b.i.): İbâdet yeri, (bkz : İbâdet-gâh). taattuf ‫( ﺗ ﻌ ﻄ ﻒ‬a.i. atfdan. c . : taattufât): 1. esirgeme. 2. acıma, merhamet etme, şefkat gösterme. 3. verme. taattufât ‫( ﺗﻌﻄﻔﺎت‬a.i. taattufun c.): 1. lûtuflar, ihsanlar, bağışlar. 2. merhamet etmeler, acımalar. taattul ( J k (a.i.): İşsiz kalma, işlemez olma, taattur ‫ و‬.k î (a.i. Itr'dan) : güzel kokular SÜrünme. taattus (a.i. atse'den): hapşırma, aksırma. taavvuk ‫( ﺗﻌﻮق‬a.i. avk'dan): oyalanma, gecikme. taavvuz ‫( ﺗ ﻌ ﻮ ض‬a.i. ivaz'dan): bedel alma, bir şeye karşılık alma; bir şey karşılığı olarak alınma. ta a v v u z i ta m s: hek. kadınların âdet görmesi. taavvüc ‫ ج‬(a.i. ivec'den): eğri olma, eğrilme. (bkz: İ'vicâc). taavvücât ‫ ت‬1 ‫( ﺗﻌﻮج‬a.i. taawüc'ün c .): eğrilmeler. taavvüd ‫( ﺗ ﻌ ﻮ د‬a.i. âdet'den): 1. âdet edinme, edinilme, (bkz: İ'tiyâd). 2. hasta ziyaret etme. taavvüz i j r i (a.i. İyâz'dan): “eûzübiUâh" deme, Allah'a sığınma, (bkz : istiâze). taayyün (a.i. ayn'den. c . : taayyünât): 1. meydana ‫ ؟‬ikma, âşikâr olma; belli olma; belirme. 2. âyânsırasına girme, itibarlanma, belli başlı adam olma. 1177

taayyün-‫ ؛‬sânî

taayyün i sânî : huk. i h â le d e ,

a k d in k im in le

y a p ıla c a ğ ın ın k a ra rla ş tırılm a s ı,

taayyünât ‫ت‬

-

(a .i. t a a y y ü n 'ü n c . ) : m e y d a -

n a ç ı k m a la r , b e lli o lm a la ı.; a d a m

s ır a s ın a

m ü l.

b e lli b a ş lı a d a m o lm a .

taayyüş ‫ﺗﻌﻬﺶ‬

(a.i. a y ş 'd e n ) : y a ş a m a , g e ç in m e ,

( a .f .b . i .) : y a ş a m a y e r i , g e -

p a r la k l ı k ,

(a.i. a z a m e t 'd e n ) : g ö z ü n d e b ü -

( a . i . ) : u z u v , p e y d â e t m e , ş e k i lle n -

- ( f . s . ) : " p a r l a y a n , p a r la t a n , a y d ı n l a -

Âlem-tâb : â le m i, d ü n y â y ı Cihân-tâb : c i h â n ı a y d ı n l a t a n .,

a y d ın la ta n . (a .i. t a a z z u m 'u n

c.) : 1. k i -

b ir le n m e le r . 2 . ( a z m 'd e n ) : k e m ik le ş m e le r ,

t a a z z u v - (o .i. u z v 'd a n ) . ( b k z ‫؛‬ taazziib ‫— و ب‬٠‫( ت‬a .i. a z e b 'd e n ) :

t a a z z i). e v le n m e y ip

b e k â r k a lm a .

taazzül ‫( ددزل‬a .i. a z l'd e n ) . ( b k z : İ 't iz â l) . taazzür ‫ ذل‬٠‫( ﺗ ﻢ‬a.i. O z r 'd e n ) : 1 . ö z ü r b i l d i r m e , (b lcz : İ 't iz â r ) . 2 . g ü ç l e ş m e , g ü ç o lm a ; m ü m k ü n o lm a m a . g e r ç e k m â n â , t e fs irle

i z a h e d i le m e y e n v e y a ç o k z o r i z a h o l u n a n m â n â : [e v lâ t e d in e n b i r k i m s e n i n v a s i y e t "o ğ lu m ”

sö zü

oğul

a n l a m ı n a g e lir, h a l b u k i

evlâtlık

k e lim e s i e v -

İ a t lık d e ğ i ld ir ] . b ir

İugât

k e lim e n in

* a n l a m ı n d a n b a ş k a bil. * a n l a m d a k u l l a n ı l m a s ı n d a n m e y d a n a g e le n a n l a m d e ğ i ş i k l i g i.

taazziir-i örfî ‫ ؛‬huk. b i r

ce

sö z ü n , h a k îk î m â n â sı

k u lla n ıla r a k

güzel

[keleş

g e rçe k

m â n â s ın ın

k e lim e s in in

e v v e l-

m â n â s ı n a g e lir k e n , b u g ü n

a ra s ın d a :

h a lk

kel; anlayışsız, sersem; ‫ ؟‬irkin

m â n â l a r ı n a k u l l a n ı l m a s ı g ib i].

taazzür-î şer'î : huk.

h a k îk î m â n â n ın

ka-

n u n d a , o l d u ğ u n d a n b a ş k a t ü r lü t e fs ir i,

taazziiz ‫ﺗ ﻤ ﺰ ز‬

(a .i.) :

1. a z i z

k lim a ; a z iz s a y m a .

2 . t e n e z z ü l e t m e m e . 3 ٠ç e k i n m e .

tab' ‫ب—ع‬ h ü r,

1. t a b ia t ,

d am ga b asm a.

tabi': 1178

(a .i.) :

g ib i, [t â b is t e n m a s t a r ı n d a n ] ,

tab'a ‫ ﻟﻌﻪ‬٠ ( a . i . ) : b i r k e r e b a s ı l m a . tab'a-i ûlâ : b i r i n c i b a s k ı, tabâat (a.i.). ( b k z : tıb â a t ). tabâbet C — ٠‫ ( ﺀب‬a . i . ) : 1 . h e k i m l i k , 2.

d o k t o r lu k .

t ıb ilm i.

tabâbet-i rûhiyye : r u h h e lc i m lig i, fr. psychiatrie. tabâhat ‫ ( ﺑ ﺎ ﺧ ﺖ‬a . i . ) : a ş ç ı l ı k , y e m e k p i ş i r m e sa n 'a tı.

tabak ‫ش‬

(a .i.c . : e t b â k , t ı b â k ) : 1 . t a b a k (k a p ].

2 . in c e k a t.

tabakü'1-arz : y e r y ü z ü , tabaka ‫ق‬ ( a . i . c . : t a b a k a t ) : 1. k a t ,

*k a tm a n ,

tab ak a.

taazzür-î ma'nâ : gr.

u n u tu lm a s ı:

k ıv rım ı,

t a n ” m â n â l a r ı n a g e le r e k * b i r l e ş i k k e lim e le r m e y d a n a g e t i r ir .

d ış ın d a

sa ç ın

k ı n t ı , e z iy e t. 7. ö fk e . 8 . k ı l ı c ı n k e s k i n l i ğ i ,

k e m ik le ş m e .

geçen

sark an

b ü k lü m ü .

1 . b ü y ü k l ü k s a t m a , k i b i r l e n m e . 2 . [a z m 'd e n )

n a m e s in d e

z iy â ).

H u r ş î d : G ü n e ş 'i n h a r â r e t i . 4 . t â z e lik .

-tâb ‫ﻷ ب‬

m e. t a a z z u m ^ (a.i. a z a m e t 'd e n . c . : T a a z z u m â t ) :

taazzür-î hakiki : huk.

n û r,

t â b - ı z i i l f : p e r ç e m i n k ı v r ı m ı , (b lcz : tâ). 6 . SI-

yü m e , b ü y ü k g ö rü n m e,

taazzumât ‫ﺗ ﻌ ﻈ ﻤ ﺎ ت‬

(b k z :

( b k z : t a r â v e t). 5 . k ı v r ı m , b ü k l ü m , tâ b -ı g î s û : yan d a n

ç i n m e y e r i.

taâzum ‫ﺗ ﻌ ﺎ ﻓ ﻠ ﻢ‬ taazzî ‫ﺗﻌﻬ ﻰ‬

2 . ış ık ,

3 . h arâ re t.

tâb-ı

( b k z : in t iâ ş , m a iş e t).

taayyüş-gâh ‫ﺗﻌﻴﺸﻜﺎه‬

tab'-ı yârân : d o s t l a r ı n t a b i a t ı, y a r a d ı l ı ş ı , tâb ‫ ( د ا ب‬f . i . ) : 1. g ü c ٠ k u v v e t , t â k a t . Bî-tâb : t a k a t s i z , g ü ç s ü z ; y o r g u n . Tâb ü tâkat, tâb ü tüvân : g ü c , k u v v e t , d a y a n m a , t a h a m -

h u y, y a r a d ılış .

3 ٠k i t a p

t a b i î o l a r a k , t a b la t iy le .

2. m ü Bî-t-

b asm a.

tabalca-i hâricî-i edimme : anat. * d ış d e r i. tabalta-i karniyye : anat. ı) s a y d a m t a b a k a ; 2 ) k o r u n t a b a k a s ı [d e rid e ],

tabalca-i kitâbiyye : bot. * d o ğ u r g a n * d o k u , tabaka-ikuzâhiyye: anat. ir is , tabaka-i mantâriyye ‫ ؛‬bot. m a n t a r t a b a k a s ı , tabaka-i meşlmiyye : anat. d a m a r t a b a k a , tabaka-i muhâtiyye : biy. m u k o z a , tabaka-i munzamme : anat. g ö z * s ü m ü k s e l z a r i.

tabaka-i miivellide: bot. * b ü y i i t k e n d o k u , fr. cambium. tabaka-i miivellide-i felliniyye: bot. m a n t a r d o g u r a n , fr. phellogCne. tabaka-i palisadiyye : bot. p a l i s a t t a b a k a s ı, tabaka-i sulbe: biy. s e r t t a b a k a .

tâbi' tabaka-i şebekiyye : biy. a g ta b a k a , fr. retiné. 2.

t o p lu lu k , s ın ıf. 3 . b il' v e y â i k i y a p r a k l i k

k â ğ ı t . 4 . s i g a r a p a k e t i.

taljakat ‫ ﺑ ﻔ ﺎ ت‬٠

("k a "

uzun

o k u n u r,

a .i.

t a b a k a 'm n c.) : t a b a k a la r ,

tabakatii'l-arz : je o lo ji, fr. 'géologie, tabakatii'l-fukahâ: f a k i h l e r i n s ı n ı f

v e d ere-

ç e le r in e d â iı' b i y o g r a f i l e r i ,

tabakatii's-semâ : g ö k t a b a k a l a r ı , tabakatü'ş-şuarâ : ş â ir le r in s ı n ıf ı,

ş â i r le r i n

b iy o g r a fis i. t a b a k - ç e ^ ^ (a .f.b .i.) : k ü ç ü k t a b a k ,

tabâk-hâne ،‫ﻃ ﻘ ﺨ ﺄ ﻻ‬

(o .f.b .i.) : s e p i y e r i, ( b k z :

d e b ‫ ؛‬â g -h â n e ) .

tab'an ‫ﻋﺎ‬١‫ط‬

(a .zf. t a b ' d a n ) : t a b i i o la r a k , k e n d i -

lig in d e n , y a r a d ılış ta n .

tâbân ٠

Mâh-i tabân : Necm-İ tâbân : p a r la k y ı l d ı z . Vech-İ tâbân: p a r la k y ü z . 2. i. e r k e k a d i. tabânçe ‫ ﺑ ﺬ ﺟ ﻪ‬٠ ( f i .) : a v u ‫ ؟‬İ‫ ؟‬İ, el a y a s ı, tab'âni^e L ‫ﺑﻌﺎس‬٠ (a.i.) : d o ğ a l c ı l ı k , n a t i i r a l i z m , fr. naturalisme. tabân-keş ‫ ﺑﺬﻛ ﺶ‬٠ (t.f.b .s.) : t a b a n t e p e n , y a y a p a r la k

(f.s.) : 1 . ı ş ı k lı, p a r la k . ay-.

yü rü yen .

tabasbus

-

(a.i.

b a s b a s a 'd a n .

c. :

ta b a sb u sâ t) : y a lta k la n m a , a lç a k ç a y a lv a r m a.

tabasbus-i kelb-âne,

-1

kelbi :

k O p e k ç e s in e

y a lta k la n m a .

tabasbusât ‫ت‬

-

(a .i. t a b a s b u s 'u n c .) : y a l -

t a k la n m a l a r , a l ç a k ç a y a l v a r m a l a r ,

ta lja s s u r 2 . ile r is in i

(a.i. b a s a r 'd a n ) : 1 . g ö z a ç ı k l ı ğ ı .

g ö rü ş,

d ik k a tle

b a k ıp

e sâ s ın ı

k avram a.

tabattun ‫( د ش‬a .i. b a t n 'd a n ) . ( b k z : t e b a t t u n ) . tâb-âver ‫( ﻷ ب آور‬f.b .s.) : g ü c y e t i r e n , d a y a n a n , tâb-âver-i mukavemet : k a r ş ı d u r m a k g ü c ü n d e o la n .

tabâyi'‫ ﺑ ﻴ ﻊ‬٠ (a .i. t a b î a t 'ın c.) tabâyi'-i ahâlî-i âlem :

: t a b ia t le r. dünyâ

h a lk ın ın

t a b i a t la r ı.

tabâyi'-i zî-rûh : i n s a n l a r ı n y a r a d ı l ı ş l a r ı , tabbâh (a.i. t a b h 'd a n . c . : t a b b â h i n ) : a ş ç ı, ( b k z : a ş -p e z ).

tabbâhin ‫ ﺑ ﺨ ﻠ ﻦ‬٠ (a.i. t a b b â h 'ı n c.) : a h ç i la r . tabbâhin-i hâssa : tar. s a r a y a ş ç ı l a r ı , tabbâl ‫ ﺑ ﻞ‬٠ (a.i.) : d a v u l c u .

tâb-dâde ‫( ى د دا د ه‬f.b.s.): 1. yandırılmış, parlatılmış. 2. ısıtılmış; alevlendirilmiş, tâb-dâr ‫( ى؛— دار‬f.b.s.): 1. parlak ışıklı. Dîdâr-1 tâb-dâr : parlak yüz. 2. kıvrımlı, büklümİÜ. Gîsû-yi tâb-dâr : bükülmüş, bükülü sa‫ ؟‬. 3. kederli, üzüntülü, sıkıntılı, tâ b - d â r î^ '^ d (f.b.i.): parlaklık, tâb-dih ‫( ﺗﺎﺑﺪه‬f.b.s.): 1. ışık veren. 2. i. iplik bükücü. 3. ısıtan, sıcaklık veren. 4. kuvvetli, güçlü kılan. tâ-be ‫( ' ﻧ ﺎ د ه‬f.z f): "-e kadar" mânâsına gelerek kelimenin başına getirilir. ‫ ؛‬â-be-ebed : ebediyete, sonsuzluğa kadar, tâ-be-key: ne zamana kadar, niceye dek. tâ-be-kıyâm et: kıyâmete kadar, tâ-be-m ahşer: mahşere kadar, tâ-be-sabah: sabaha kadar, tâ-be-i tâb -d ân : bir pencereyi kapatacak kadar cam, bez veyâ kâğıt perde, tâbe ‫ ﻻ ب‬٠ (a.cü. tayyib'den) : "iyi ve temiz olsun!') mânâsınadır. tâbe se râ h : “toprağı, kabri iyi ve temiz olsun!" mânâsına ölen İçin edilen duâ. tâbe ‫ي‬ (f.i.): 1. tava. 2. geniş, düz yüzlü tugla. tâbe-i zer (altın tava): mec. Güneş, tâ-be-ferdâ ‫( داﻻ ﻓﺮدا‬f.b.zf.): kıyamete kadar, tâbel, tâbil ‫ ﺗﺄﺑﻞ‬، ‫ ل‬٠‫( ﺗﺎ‬a.i.c.: tevâbil): yemeklere konulan bahar. tâbende ‫( ى^ه‬f.s.): parlayan, ışık veren, (bkz : tâb-nâk). tâbende-gl ( / ‫( ﺗﺎﻻد‬f.b.i.): parlaklık, tâbe.de-izâr ‫'( ى د د ه ﻋﻨﺎر‬f.b.s.) :parlakyanakil.

tabh ‫( ب—خ‬a.i.): 1. pişirme, pişirilme. 2. ilâ‫؟‬ kaynatma. tab-hâne ‫ ﺑﻌﺨﺎذه‬٠ (a.f.b.i.): matbaa. t â b - h â n e ^ ^ (f.b.i.) :1 . ocak veyâ soba ile ISItılankışlikyer; ‫ ؟ ؛ ؟‬eksobası. 2 ٠nekahethâne. (bkz: dârü'ş-şifâ). tabh-hâne ‫ ﻻ‬(a.f.b.i.): mutfek; lokanta, tabhi ‫ ﻟ ﺨ ﺪ ى‬٠ (a.s.): pişirmekle, pişirilmekle ilgili. t a b h i^ e — (a.i.): pişirmek veya pişirilmek üzere birine verilen ücret, pişirmelik. tâbi' ‫( داﺑﻊ‬a.s. teb'den. c .: tâbiîn, tâbiûn, tebea, tevâbi'): 1. birinin arkası Sira giden, ona 1179

tabi tüm.e u y a n . 2. b o y u n e g e n , b a g i l k a l a n ; b i r i n i n e m r i a l t ı n d a b u l u n a n . 3 . a. gr. k e n d i n d e n e v v e lk i k e lim e y e g ö re h a r e k e a l a n [k e lim e ],

tâbi ciimle : gr. b a ğ ı m l ı c ü m l e , y a n c iim le, fr. proposition subordonnée. 4. i. H z . M u h a m m e d 'i g ö r m ü ş o l a n l a r ı (e s h â b ı) g ö r ü p k e n d i s i n d e n h a d i s d i n l e m i ‫ ؟‬o la n ,

tâbi'-i asemm : mat. ‫ ؛‬o r a n d ı ş ı fo n k s iy o n , tâbi'-i gayr-ı cebri : y ü k s e k f o n k s iy o n la r , fr. fonctions transcendantes, tâbi'-i

miisellesâtî :

mat.

tr ig o n o m e trik

f o n k s iy o n .

tâbi' ve metbU' : t â b î o la n v e o l u n a n k im s e .

‫— ع‬٠‫( ﻃﺎ‬a.s.

t a b 'd a n ) : 1. ta b 'e d e n , k i t a p b a -

s a n ; k i t a p b a s t ı r a n . 2. i. m a t b a a c ı; ed itO r.

tabiat -

(a.i.c. : t a b â i ') : 1. ta b i a t , y a r a d ı -

i l ‫ ؟‬, h u y , â d e t, m i z a ‫ ؟‬. H üsn-i tabiat ‫ ؛‬z e v k g ü z e lliğ i. 2 . k â i n a t . K anûn-İ tabiat : t a b i a t k a n u n u , k â in â tın d ü z e n in i d e v â m e ttire n k a n u n . 3 . b ü y ü k a p te s e t m e k o la y lığ ı v e y â ta b ia tiy le -

(a .t.z f.) : t a b i i o la r a k , d o g a l

.,‫( ط‬a.i.

tabib L é

t i b b 'd a n . c. : e tib b â , t a b i b â n :

h e k im , d o k to r . Ser-tabib : b a ş h e k i m ,

tabib-i adli : huk. a d li t i p iş le riy le v a z if e li

‫ت‬

‫ﻧ ﻴﺎ‬

(a.i. t a b i b 'i n c.) : h e k im le r ,

‫ خ‬٠‫( ﻃﺎ‬a.s. t a b h 'd a n )

: 1. p iş ir e n , a ‫ ؟ ؟‬ı. ( b k z :

a ‫ ؟‬p e z ). 2. hek. a t e ‫ ؟‬y a p a n , a te ş li. Hum m ây i tâbih : a te ş li S itm a .

‫ﻃﺎﺑ ﺨﺄ‬

o la n .

3 ٠o la g a n ,

a lı ş ı lm ış ,

her

z a m a n k i,

tabii ıstıfâ' : zool. ‫ ؛‬d o g a l ‫ ؛‬s e ‫ ؟‬im . tabii intiba : jeol. ‫ ؛‬f iz ik s e l iz , fr. empreinte physique.

‫ﻷض‬

(a.s. t â b i 'i n c.) : H z . M u h a m m e d 'i

g ö rm ü ş o la n la rı g ö rü p k e n d ile rin d e n h a d is d i n l e m i ‫ ؟‬o la n l a r . Tebe-İ tâbiîn : t a b i i n d e n b i r i n d e n , y â n î i k i n c i d e r e c e d e o l a r a k h a d is n a k l e t m i ş o la n , [" e tb a -i tâ b i î n " d e d e n ir ] .

tabiiyyat 1180

dogum

tâbiiyyet-i meksûbe : d a h a s o n r a , d e g iç t ir ile r e k g ir il e n tâ b iiy y e t.

tâbiiyyet-i mütekabile : sosy. * b a g m la ş m a , fr. interdépendance.

‫ و ن‬-‫ﻳ ﻊ‬

tabiiyyUn

‫( ى؛— ل‬a.i.c.

tâbil

(a.i.c.) : ta b iiy y e c ile r , t a b i a t ı

: t.ev âb il) : n â n e , b ib e r , t a r ç ı n ,

k a r a n f i l g ib i ‫ ؟‬e y le r, [y e m e k le r e k o n u la n - ] ,

ta'bîr

‫ص‬

(a.i. ıı b û r 'd a n . c. : t a 'b î r â t ) : 1. İfâ d e ,

a n l a t m a . 2 . b i r m â n â s ı o l a n sö z . 3 . ‫ ؛‬d e y im .

4. ‫ ؛‬t e r i m . 5. r ü 'y â y o r m a . H üsn-i ta'bîr : te r b iy e v e e d e p d â i r e s i n d e a n l a t m a . Sû-i ta'bîr : e d e p v e te r b iy e d ı ‫ ؟‬ı k u l l a n ı l a n s ö z le a n la tm a .

ta'bîrât

‫ا ت‬-

ta'bîr-nâm e tâb-istân tâb-istânî

(a.i. t a 'b î r 'i n c.) : tâ b i r l e r , ‫ ؛‬te -

‫ﺗﻌﺒﻴﺮﻧﺎ ﻣ ﻪ‬

(a .f.b .i.) : r ü 'y â k it a b i,

‫ ﻇ ﻦ‬٠‫( ﺗﺎب‬f b .i.) : y a z . ( b k z : s a y f). ‫ ﺳﻈﻨ ﻰ‬٠‫(ت‬f.b.s.) : y a z a m e n s u p , y a z la

ilg ili, y a z lı k [ek in ], ( b k z : sa y fi).

‫ﻻ ش‬

(f.i.) : p a r l a y i ‫ ؟‬, p a r i l d a y i ‫ ؟‬. ( b k z :

re v n a k ).

‫( ﺗﺎ ﺑﺸﻜﻪ‬f.b.i.) : p a r ı l t ı y e ri, ‫ﺑﻌﻮن‬١‫(ت‬a.s. t â b i 'i n c.). ( b k z : tâ b iîn ) . ta'biye ‫ب‬ (a.i.) : [a sk e ri] y e r li y e r i n e k o y u p

‫ﻧﻲ^ت‬

tâbiûn

ta'biyetü'1-cey‫ ؟‬: a s it, s tr a te ji, tâbiyevî

(a.s.) : 1. t a b i a tl e ilg ili. 2. ta b i a t ic â b ı

[m ü e n . : ta b iiy y e ] . [z ıd d ı : “s u n 'î" ] .

tâbiîn

b irin in ,

h a z ır la m a ; te r t i b e t m e .

(a.i.) : 1. s. t â b i h 'i n m ü e n n e s i.

2 . ö ğ le sıc a ğ ı.

‫ش‬

a s lic e :

t â r i h i n d e n it i b â r e n h â i z o l d u g u tâ b iiy y e t.

tâ b i‫ ؟‬-geh

d o k to r la r .

ta b ii

tâbiiyyet-i

tâbi ‫؟‬

d o k to r .

tâbiha

(a.i.) : t â b i l i k , t â b î o lm a ; b i r

r ü 'y â l a r m y o r u m l a r ı m y a p a n k ita p ,

o la r a k .

tâbih

‫ﺗﺎﺑ ﻌﻴ ﺖ‬

d e v le t in t e b a s m d a n b u l u n m a , ‫ ؛‬u y r u k l u k ,

r i m l e r ; -‫ ؛‬d e y im le r .

z o r lu ğ u .

tabibân

li z m , fr. naturalisme. tâ b iiy e t

A lla h a d d e d e n z ii m r e , fr. naturalistes,

tâbi'-i miitezâyid : mat. a r t a n f o n k s iy o n , tâbi'

t a b i i c e ‫ ﻋﻪ‬٠‫( ط‬a.i.) : 1. ta b î a t b ilg is i. 2 . n a t i i r a -

(a.i.c.) : t a b i i ilim le r .

‫( ﺗﺎس—وى‬a.s.)

: tâ b iy e y e â it, tâ b iy e ile il-

g ili.

tabi

‫ ﺑ ﻞ‬٠ (a.i.) : 1. ‫د دا ز‬

tabl-bâz

d a v u l. 2. anat. k u l a k z a r i, (a.f.b .i.) : d a v u lc u , ( b k z : ta b i-

z e n ).

table-kâr

‫ﻃﺒﻠﻪ ﻛﺎر‬

(t.f.b .i.)

: 1 . ta b l a

ta ş ıy a n ; b a -

‫ ؟‬i n d a ta b l a ile u f a k te f e k s a t a n g e z ic i e s n a f .

2 ٠y e m e k y e n i r k e n i ‫ ؟‬g ö r e n h iz m e tç i , tabl-hâne ،٧ ‫( ﻃﺒﻠﺨﺎ‬a.f.b .i.) : 1. b ü y ü k d a v u l. 2. tar. m e h t e r h â n e , p â d i ş â h ı n s a r a y m d a lc i a sk eri b a n d o .

tabiî ، T

‫ل‬١‫ط‬

(a.s.) : 1. d a v u l a â it, d a v u l l a ilg ili.

2 . k u l a k z a r ı n a â it.

ta’cîn tabl-zen ‫ ( ﻃ ﺒ ﻠ ﺰ ن‬a .f .b .i.) : d a v u lc u , ( b k z : ta b itâb-nâk

‫ﺗﺎﺑﺤﺎك‬

( f .b .s .) : p a r l a k , ış ık lı, ( b k z : m ü -

tâb-nüm â

‫ﺗﺎ ﺑ ﻐ ﻤﺎ‬

( f .b .i.) : k u v v e t ö lç e r, k u v v e t

‫( ﺗﺒﺼﺮه‬a.i.).

( a . i .c . : te v â b it) : 1. ö lü t a ş m a n s a n -

d ik . 2. İ s r â il o ğ ıı ll a r ı İ‫ ؟‬in H z . M û s â y a g e le n e m irle rin

k o n u ld u ğ u

s a n d ık .

u z u n y u m u r t a s a n d ığ ı.

tâbûtii'1-ahd, tâbûtü's-sekîne : H z . M û s â - y a g e le n İ l â h î e m i r l e r i n İç in e k o n u l d u ğ u m u k a d d e s s a n d ı k . 3. İç in e y u m u r t a i s t i f e d il e n

tâc ‫ ( ﺗﺎج‬a . i .c . : e tv â c , t î c â n ) : 1. h ü k ü m d a r l a r ı n b a ş l a r ı n a g iy d i k le r i c e v a h i r li b a ş l ık , ( b k z : d î h î m , e fser, İk lîl). 2 . g e li n le r in b a ş l a r ı n a k o y d u k l a r ı c e v â h i r li s ü s b a ş l ık . 3 . [e s k id e n ] b â z ı t a r i k a t e h li ş e y h l e r in g iy d iğ i b a ş l ık , te re k . 4 . s o r g u ‫ ؟‬, t a r a k , k u ş l a r ı n b a ş l a r ı n d a k i u z u n c a tü y . 5. e s k i d e n k u m a ş l a r d a , e n ‫ ؟‬o k s u l t a n l a r ı n g iy d iğ i e lb is e le rd e g ö r ü l e n b i r

6. bot.

ç iç e k le r i n *‫ ؟‬a n a k y a p -

r a k l a r m d a n s o n r a k i r e n k l i k ıs ım ,

tâc-âverî

( a .f .b .z f .) : t a ‫ ؟‬g iy e n e ,

‫ﺗﺎج آورى‬

( a .f .b .s .) : 1. h ü k ü m d a r a â it,

h ü k ü m d a r l a ilg ili. 2. i. h ü k ü m d a r l ı k , k ı r a l ilk .

tâc-bahş

‫ﻷج ﺑﺨﺶ‬

( f .b .s .) : t a ‫ ؟‬v e r e n , h ü k ü m d a r

y a p a n , ( b k z : tâ c -v e r).

tâc-beyt

‫ﻷج ﺳﺖ‬

( f .b .i.) : ed. b i r k a s i d e n i n s o n -

l a r m d a n â z ı m ı n ı n m a h l â s ı b u l u n a n b e y it,

tâ c -d â r ‫( ﺗﺎﺟﺪار‬a .f.b .s. v e i. c . : t â c - d â r â n ) : ta ç lı,

la r, h ü k ü m d a r l a r .

tâc-d ârân-ı z e m â n : z a m a n ı n t a ‫ ؟‬g iy e n le ri, k ıra lla rı, h ü k ü m d a rla rı,

‫ﺗﺎ ﺟ ﺪا راﻧ ﻪ‬

tâc-dâr-âne

( a .f .z f .) : h ü k ü m d a r c a ,

h ü k ü m d a r a y a k ı ş a c a k y o ld a ,

tâc-dârî

‫ﺗﺎ ﺟ ﺪا ر ى‬

( a .f .b .i.) :

h ü k ü m d a rlık ,

p â d iş a h lık .

‫ ( ىﺟﻜﺎه‬a .f .b .i.) : h ü k ü m e t m e r k e z i, ‫( ﺗﻌﺠﻴ ﺐ‬a.i. a c e b 'd e n ) : ş a ş d ı r m a , h a y r e t e

tâcîk ‫ ( ﺗ ﺎ ﺟ ﻴ ﻚ‬f .i .) : İ r a n 'a y a k ı n k o m ş u o la n tâî k a b i l e s i n i n a c e m c e te l â f f u z u y la b ü t ü n

tâc-ı g ü l : g ü ld e n y a p ı l a n t a ‫ ؟‬, tâc-ı s e r : b a ş tâ c ı, e n ‫ ؟‬o k s e v ile n , ‫ ؟‬o k î t i b â r e d il e n [şey v e y â k im s e ],

A ra p la r ı

İfâ d e

eden

e tn ik

te rim

o lm u ş -

t u r ; s o n r a , i s lâ m iy e t i k a b û l e d e n F a rs v e T ü r k 'l e r e d e m ü ş r i k T ü r k 'l e r v e P a r s la r ta -

tâc-ı ş e m m : m u m ış ığ ı. g e lin

(a .f.b .s. v e i. t â c - d â r 'ı n c . ) :

ta ç lıla r , t a ‫ ؟‬g iy e n le r; p â d iş a h la r , ş e h in ş a f ı-

d ü şü rm e.

tâc-ı g e r d û n : g ü n e ş.'

T â c ü 'l-A rû s : 1)

‫ﺗﺎ ﺟ ﺪا را ن‬

tâc-dârân

ta'cîb

tâc-ı f î r û z e : g ö k y ü z ü ,

ta c ı, g e lin

b a ş lığ ı;

1790 y ı l ı n d a ö le n S e y y id M ü r t e z â e z -

Z e b î d î 'n i n

‫ﺗﺎج آ و را ﻧ ﻪ‬

tâc-gâh

tâc-ı e d h e m : ed. i s t i ğ n â 'n ı n t i m s â li ,

2)

( a .f .b .i.) : t a ‫ ؟‬g iy e n , h ü k ü m d a r ,

t a ‫ ؟‬g iy e n , p â d i ş â h , ş e h e n ş a h , h ü k ü m d a r ,

u z u n s a n d ık .

m o t i f ş e k li.

‫ﺗﺎج آور‬

h ü k ü m d a r a y a r a ş ı r y o ld a .

tabsir ‫( ﺗﺒ ﻌﻴ ﺮ‬a.i.). ( b k z : te b s ir) .

m ukaddes

tâc-âver

tâc-âver-âne

( b k z : te b s ıra ) .

tabtaba ‫( ﻃﺒﻄﺒﻪ‬a.i.) : 1. t ı p ı r t ı . 2. s u ç a ğ ıltıs ı,

‫ﺗﺎﺑﻮت‬

t â r i h i [I. S e lim 'in n e d i m i H a s a n C â n 'm o g -

( b k z : tâ c -d â r).

te c r ü b e â le ti.

3.

Saad-

lu d u r ] . ( d . : ? ö . : 1008 [1599]).

n e v v e r , z iy â - d â r ) .

tâbût

H oca

d e t t i n E f e n d i 'n i n 2 c i l t l i k m e ş h u r O s m a n l I

b â z ).

tabsıra

T âcü 't-T evârih : Ş e y h ü lis lâ m

K a m û s ü 'l - M u h î t ü z e r i n e y a p -

r a f ı n d a n " t â c î k '' d e n i l m i ş t i r . T ü r k 'l e r M ÜS li i m a n o l d u k t a n s o n r a d a F a r s ç a k o n u ş a n k a v im le r e " t â c îk " d e m i ş l e r d ir . B u g ü n O r t a

tı ğ ı A r a p ç a ş e r h tir . [1306 y ıl ı n d a , M ı s ır 'd a ,

A s y a 'd a

M a t b a a - i H a y r iy y e 'd e b ü y ü k k ı t 'a d a (4973)

k a n d e h â li s i n e T ü r k l e r " t â c î k '' d e rle r,

s a h if e o l a r a k 10 c ilt h â l i n d e b a s ı lm ış o la n bu

e s e r in

ta m

a d i:

T â c ü 'l- A r û s

m in -

C e v â h i r i 'l - K a m û s ” d u r] .

Tâcü'l-Edeb : A m a s y a lI A li A l â e d d i n b i n H iis e y n 'in 1453 (H . 857) y ı l ı n d a t e 'l îf e tti ğ i a h l â k v e â d a b d a n b a h s e d e n b i r e s e r id ir ,

tâc ü serir : t a c v e ta h t , tâcü 's-sin n : anat. d iş ta c ı, fr. couronne.

ta'cîl

‫ﺗﻌﺠﻴﻞ‬

F a rsç a k o n u ş a n

B u h â râ ,

S e m e r-

(a.i. a c e le 'd e n . c . : t a 'c î l â t ) : a c e le et-

tirm e , ç a b u k la ş tırm a .

ta'cîlât ‫( ﺳ ﺠﻴ ﻼ ت‬a.i. ta 'c î l'i n c . ) : a c e le e t t i r m e ler, ç a b u k l a ş t ı r m a l a r .

ta'cîm

‫ﺗﻌ ﺠﻢ‬

(a.i. a c m 'd e n ) : n o k t a l a m a , n o k ta -

la t m a .

ta'cîn

‫ﺗ ﻌ ﺠﻴ ﻦ‬

(a.i. a c n 'd e n ) : y u g u r m a , h a m u r

y a p m a , h a m u r h â l i n e g e ti r m e , g e tir ilm e .

1‫ ا‬81

tâcir tâcir ‫( ﺗﺎﺟﺮ‬a.i. ticâret'd en . c . : tü c c â r ) : ticâretle

uğraşan. tâ cirü 's-su ltân î : tar. X IV ve XV. asırlard a

M em lûk su ltan la rı İçin, K afk aslard an ve d ah a çok K ırım 'd an esir devşirerek M ısır'a gönderm ekle görevli b u lu n a n m em urlar.

ta'dîl m â beyne's-satreyn ‫ ؛‬b ir m e tin arasına,

m ânâyı değiştiren, ta m am lay an veyâ izah eden b aşk a kelim e ve cüm leler sokulm ası, fr. interpolation.

‫( ﺗﻌﺪﻳﻼ ت‬a.i. ta'd îl'in c .) : 1. d o ğ ru ltm alar, do ğrulam alar. 2. değişiklikler,

ta'dîlât

‫( ﺗﺎ ﺟ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): sah tiy an ta cirle rin in "lonca'' İa rın ın b u lu n d u ğ u M e rc an 'd ak iy e r [İstanbul'da),

ta'dilen

ta'cîz ‫( ﺗﻌﺠﻴﺰ‬a.i. acz'den. c . : ta 'c îz â t): rah atsız

gesi.

Tâd r-h ân e

etm e, ca n ın ı Sikma, sık ın tı verm e, te d irg in etm e. ta'cîz-i mükâteb : huk. [eskiden] k itâ b et be-

delini ed âd an âciz o ld u ğ u n u m ü k âteb in İddiâ ve itira f etm esi. ta'cîzât ‫( ﺗﻌﺠﻌﺰات‬a.i. ta'cîz'in c .) : rah a tsız etm e-

ler, tedii-ginlikler. tâc-ser ‫ﺳﺮ‬

‫( ﺗﺎج‬f.b.i.) : mec. baştâcı, m u h terem ,

aziz, değerli k ıy m etli kim se, tâc-ver

‫( ﺗﺎ ﺟ ﻮ ر‬f.b.i.): pâd işâh , h ü k ü m d a r.

(bkz ‫ ؛‬tâc-dâr). t â d ۵ü ٠(a.s.) :ağı[şey). tadaccu' ‫( ﺗ ﺸ ﺠ ﻊ‬a.i.): üşenm e, gevşek d avran-

ma. tadaccur ‫( ﺗ ﻬ ﺠ ﺮ‬a.i. d u c re t'd e n ): İç sıkılm ası;

sıkıntı, ( b k z : tazaccur). ta'dâd

‫( ﺗ ﻌ ﺪ ا د‬a.i. a d e d 'd e n ): 1. saym a; sayı.

2. b irer birer söyleme, sayıp dökm e; sayım , ta'dâd-ı nâkıs : mat. eksilc, n o k sa n sayım ,

‫( ﺗ ﻌ ﺪ ﻳ ﻼ‬a.zf.): değiştirerek, değiştiı-ile-

rek. ta'dîl-nâme

‫( ﺗﻌﺪﻳﻠﻨﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): değişiklik *öner-

ta'diye ‫( ﺗ ﻌ ﺪ ﻳ ﻪ‬a .i.): geçirm e, tecâvüz ettil-me. 2. gr. b ir fiili, m üteaddi (= g e ç işli) hâle koy-

m a. [b ak m a k 'tan : b ak tırm ak , k o şm a k 'ta n : koşturm ak..." gibi.) Edât-1 ta'diye : lâzım (= geç işsiz) b ir fiilin m iiteaddi (= g e ç işli) kiİınm ası İçin eklenen edat,

‫( ﺳ ﻠ ﻴ ﻞ‬a .i.): dalâlete düşürm e, d o ğ ru yoldan çıkarm a, azd ırm a, ayartm a,

tadlil

tadris ‫( ﺗ ﻀ ﺮ ﻳ ﺲ‬a.i.) : 1. te crü b e görm üş olm a. 2. diş k am aştırm a. tadris-i a 'sâ b : sinirlere ta z y ik y ap a rak ıztı-

rap verm e.

‫( ﺗ ﻔ ﻌ ﻞ‬a.i. fa d l'd a n ) : ü stü n lü k taslam a. (blcz: tafazzul).

tafaddul

‫( ﺗﻔﺤﺺ‬a.i.). (bkz : tefahhus). ‫( ﻃﻐﺮات‬a.i. tafra'n m c . ) : ilm iyyede (sa-

tafahhus tafarât

rik lılar sınıfında) rütbeler, derece alm alar, tafattun ‫( ﺗ ﻔ ﻄ ﻦ‬a.i. fa tâ n e t'd e n ): an lam a, akil

erdirm e, (bkz : İdrâk, taak ku l, tefehhüm ),

ta'dâd ve ta s n if : mat. sayım ve döküm ,

tafattur ‫( ﺗ ﻔ ﻄ ﺮ‬a.i. f ıtr 'd a n ) : yarılm a, açılm a

ta'dâd ve terkim : sa y ılan o k u m a ve yazma;' mat. sayılam a, fr. numCration.

tafazzul

tada'du' ‫( ﺗ ﻀ ﻌ ﻀ ﻊ‬a.i. di'da' 'd a n ) : 1. alçak gö-

n ü llü lü k gösterm e. 2. h o r olm a. 3. v îrâ n olm a. 4. ak lın ı k ay b etm e [hasta], tadarrus ‫( ﺗ ﻬﺮ س‬a .i.): diş kam aşm ası, tadcir ‫( ﺗ ﻀ ﺠ ﻴ ﺮ‬a.i.) ‫ ؛‬y ü re k d ara ltm a , can sik-

m a. ta'dîd ‫( ﺗﻌﺪﻳﺪ‬a .i.): 1. h az ırlan m a, h azırlan ılm a.

2. saym a, n u m a ra lam a,

‫( ﺗ ﻌ ﺪ ﻳ ﻞ‬a.i. adl'den. c. ‫ ؛‬ta'dîlât) 1 ‫؛‬. 'doğru ltm a, d oğru lam a. 2. değişiklik,

ta'dîl

tâ'dîl-i z e m â n : astr. gayri m u n ta z a m hare-

ket eden şem s-i h a k îk î ile m u n ta z a m hareket ettiği farzo lu n a n şem s-i m ev h u m araSinda m eydana gelen fark. 1182

ayrılm a, ( b k z : infitâr).

‫( ﺗ ﻔ ﻀ ﻞ‬a.i. fa z l'd a n ) : ü stü n lü k taslam a. ( b k z : tafaddul).

‫( ﺗﻔ ﻀ ﺢ‬a.i.): rezil etm e, (bkz : tafzih). tafdil ‫( ﺗ ﻔ ﻌ ﻴ ﻞ‬a.i. fadl'dan. c . : tafdilât) : 1. bitafdih

rin i ötekilerin den ü stü n tu tm a. 2 ٠gr. e n ü stü n lü k , fr. superlatif. İsm-i ta fd il : m ukayese ve ü stü n lü k gösteren Sifat. [Arapçada " e fa l” vezninde : “ekber, ahm er...” gibi; dilim izde “d aha, en, pek, ç o k ” e d a tla rıy la : “d ah a güzel, en güzel, p ek güzel, çok güzel.. gibi, eski T ürkçede : “-rek, -ra k '' ekleriyle : "küçürek, ufarak...” gibi; F a rs ç a d a : “-ter, -terin" e d a tla rıy la : “büziirk-ter, b üzürkterin..." gibi edatlarla ya'pılır). tafdilât ‫( ﺗ ﻔ ﻀ ﻼ ت‬a.i. ta fd il'in c . ) : tafdiller,

*enüstünlükler.

tagazziyyât

‫( ﻃ ﻐ ﺮ ه‬a .i.): 1. y u k arıy a sıçram a, atlam a. 2. y u k a rıd a n atıp tu tm a. 3. ( c .: tafarât) ilm iyyede (sarıklılarda) rütb e, derece alm a,

tafra

‫( ﻃ ﻐ ﺮ ه ا ﻧ ﺪ ا ز‬a.f.b.s.). (bkz : tafra-

tafra-endâz

furûş). tafra-fıırûş

‫( ﻃ ﻐ ﺮ ه ﻓ ﺮ و ش‬a.f.b.s.): y u k a rıd a n

k ü m ).

tagallübât tagallü f ‫ﻖ‬ tagallüt

atıp tu tan .

‫( ﺷﺮه ﻓ ﺮ و ﺷﺎﻧ ﻪ‬a.f.zf.): y u k arı-

d an atıp tu tarak . tafsil ‫د‬

٠‫( ﺷﻪ‬a.i. fasl'dan. c . : ta fs ilâ t): etrâfryla, etı'aflı o larak bildirm e, u z u n uzadıya anlatm a, açıklam a.

tafsil-i müreklceb : mant. yargısı ayrık veya

bOliinm eli olan m a n tık yanlışı,

‫( ﺷ ﻌ ﺠ ﻼ ت‬a.i. tafsil'in c . ) : etra flı ola-

ra k bildirm eler, u z u n uzadıya anlatmalaı-, açıklam alar. tafsîlât-1 m â lâ y â n î : boş uzatm alar, tafsilâtlı m eşrûha : iz ah edilm iş tafsilât, tafsilen

‫( ﺗ ﻐ ﻠ ﺐ‬a.i. g ale b e'd en . c . : tag allü b ât):

z o rb a lık , zo rla h ü k ü m sü rm e , (b k z : ta h a k -

‫( ﺗ ﻔ ﻠ ﺠ ﺎ ت‬a.i. ta g a ü ü b 'ü n c . ) : zo rb a -

İıklar. ( b k z : ta h a k k ü m â t).

tafra-furûş-âne

tafsilât

tagallüb

‫( ' ﺗﻔﻌﻴ ﻼ‬a.zf.): u z u n uzadıya, a y r ın t ılı

olarak, ( b k z : m ufassalan).

‫( ﺗ ﻐ ﻠ‬a.i. g ılâ f'd a n ). (b k z : tegalliif).

‫( ﺗ ﻐ ﻠ ﻂ‬a.i. ga la t'd a n ). (b k z : tegallüt).

tagallütât

(a.i. ta g a ü ü t'ü n c.). ( b k z :

‫ﺗ ﻐﻠ ﻄﺎ ت‬

tegalliitât). t a g a m g u m ‫( ﺗ ﻐ ﻤ ﻐ ﻢ‬a.i. g a m g a m a 'd a n ) : a n la şılm a z söz.

tagam m üd

‫( ﺗ ﻐ ﻤ ﺪ‬a.i. g a m d 'd e n ) ‫ ؛‬sa rm a , ört-

m e, b ü rü m e .

‫ﺗﻔﻨ ﻰ‬

taganni

(a.i. g ın â 'd a n . c . : ta g a n n iy â t) :

1 . zen g in le şm e .

2 . m u h ta c o lm a m a ‫ ؛‬y e tin -

m e. 3 ٠ m a k a m la o k u m a .

‫ﻟ ﻔﻴﺎ ت‬

taganniyât

(a.i.

ta g a n n i'n in

c .) :

ta g a n n ile r.

taganniic

‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﺞ‬a.i. g a n c 'd a n ). (b k z : tegan n ü c).

tagarriir

‫( ﺗ ﻐ ﺮ ر‬a.i. g u r û r 'd a n ) :

1. g u r u rla n m a ,

b ö b ü rle n m e . 2 . k e n d in i te h lik e y e k o y m a .

3.

b o rç la n m a , ( b k z : teg a rrü r).

‫( ﺗﺎس‬f.i.): 1. tafta, düz ve d o n u k olan b ir

t a g a s s iil ‫ﻞ‬

çeşit ipekli kum aş. 2. büzülm üş, k atlan m ış, bükülm üş. 3. s. y an m ış, yanık. 4. s. aydm ilk, parlak. 5 ٠s. üzgün, kederli,

gassü l).

tagavvu r

‫( ﺗ ﺪ و ر‬a.i. g a v r 'd a n ) .( b k z : te g a v v u r).

tâfte-ciger (ciğeri y a n ık ) : sevdalı, âşık, tu t-

tagavviil

‫ول‬.

tâfte

ku n .

tagaşşî

‫ﻌ‬

‫( د‬a.i. g ışâ 'd a n ). ( b k z : tegaşşî).

‫ش‬

tagayyüb tagayyüm

tâ ft-h â n e ‫( ﺗﺎ ﻓﺘﺨﺎ ﻧﻪ‬f.b.i.): m atbaa, basım evi,

tagayyüm ât

ta fz ih ‫( ﺷ ﻀ ﺢ‬a.i.c .: ta fz ih â t): rezil etm e,

(a.i. g u l'd e n ). (b k z : te g a v v ü l).

‫( ﺗ ﻐ ﻴ ﺐ‬a.i. g a y b 'd e n ) : k a y b o lm a , g ö z-

tâ fte -g î ‫( ﺗﺎ ﻓ ﺶ‬f.b.i.): 1. kızg ın lık , h iddet, şiddet. 2. yorgunlu k. 3. biçim ini, şeklini degiştirm e. 4. eğirm e, bükm e, ta f t in ‫( ﺷ ﻴ ﻦ‬a.i. fa tâ ııe t'd e n ): akil erd irtm e , anlatm a, ( b k z : tefhim ),

(a.i. g u sl v e g asl'd en ). (b k z : te-

‫ﻟ‬

d en u z a k la ş m a , g ö rü n m e m e , ‫ﺗ ﻐ ﻢ‬

(a.i. g a y m 'd a n ). ( b k z : teg ay-

y ü m ). ‫ﻫﻴ ﻤﺎ ت‬

(a.i. îa g a y y ü m 'ü n c . ) : b u -

lu tlanm alai".

tagayyür

‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﺮ‬a.i. g a y r 'd e n ) : 1. d e ğ işm e , b a ş-

k a la şm a . (b k z : tebed d ü l). 2 . re n g i d eğ işm e .

3 . b o z u lm a ,

kokm a.

ta fz ih â t ‫( ﻏ ﻔﻴ ﺤﺎ ت‬a.i. ta fz ih 'in c . ) : rezil etm eler.

tagayyiirât ‫( ﺗ ﻐ ﺮ ا ت‬a.i. t a g a y y ü r 'ü n c .) : 1. d e-

‫( ﺷﻔﻴ ﺾ‬a.i. fiz z e 'd e n ): güm üşlem e, gü-

2 . r e n k d eğişm eler. 3 . b o z u lm a la r, k o k m a -

tafziz

m üşlenm e; güm üş kaplam a, tagaddi

‫( ' د ى‬a.i. gıdâ'd an. c . : ta g a d d iy y â t):

gidâlan m a, beslenm e, (bkz : tagazzi). tagaddiyyât

‫( ﺗ ﻐ ﺪ ﻳ ﺎ ت‬a.i. ta g ad d i'n in c . ) : bes-

lenm eler, gidâlanm alar. (bkz : tagazziyyât). tagaffü l

‫( ﺗﻐﻐﻞ‬a.i. g a fle t'd e n ): gaflet gösterm e,

an lam azlık tan gelme, düşü n cesizlik yapm a, ( b k z : tegaffül, tegafiil).

gişm eler, b a şk a la şm a la r, (b k z : tebed d ü lat). lar.

tagayyüz

‫( ﺗ ﻐ ﻴ ﻆ‬a.i. ga yz'd e n ). ( b k z : teg a y y ü z ).

tagayyüzât ‫ت‬

‫( ﺗ ﻔ ﻈ ﺎ‬a.i. t a g a y y iiz 'ü n c . ) : h id -

d etlen m eler, k ızm a la r.

tagazzi

‫ﻰ‬

‫ﺗ ﻔ ﻨ‬

(a.i. g ız â 'd a n . c . : t a g a z z iy y â t ) :

b e sle n m e , g id â la n m a . (b k z : tagad d i),

tagazziyyât

‫( ﺗ ﻐ ﺬ ﻳ ﺎ ت‬a.i. ta g a z z i'n in c . ) : b e sle n -

m eler, g id â la n m a la r. (b k z : ta g a d d iy y â t).

.agazziil

ta g a z z ü l ‫( ﺗﻔﺰل‬a.i. g a z e l'd e n ): ( b k z : tegazzül). ta g b ir (a.i. gııbâr'dan. c . : ta g b irâ t): 1. toza b u lam a, b u la n m a. 2. m u ğ b er etm e, gücendirm e. ta g b ir â t ‫( ﺗﻌﻴﺮا ت‬a.i. ta g b ir'in c . ) : 1. toza bulam alar, bu lan m alar. 2. m u ğ b er etm eler, giicendirm eler. ta g d iy e ‫( ﺗ ﻔ ﺪ ﻳ ﻪ‬a.i. g ıd â 'd a n ) : 1. g id âlan d ırm a, gid âlan d ırılm a, beslem e, beslenm e, ( b k z : iâşe). 2. gerekli m alzem eyi m akineye koyma. ta g fil ‫( ﻧ ﻔ ﻔ ﻞ‬a.i. gaflet'den. c . : ta g filâ t): gafil avlam a, avlanm a. ta g filâ t ‫( ﺗﻐﻐﻴﻼت‬a.i. ta g fil'in c . ) : gafil avlam alar, avlanm alar. tâg ıy e ‫( ﻃﺎ ﻏ ﻴ ﻪ‬a .s.): 1. aptal, k ib irli ve in atçı [adam]. 2. i. y ıldırım . tâg ıy y e ‫( ﻃﺎﻏﻴﻪ‬a .s.): [“tâgî" n in m üen.]. (bkz : tâgî). tâ g î ‫( ﻃ ﺎ ض‬a.s.c .: tâ g u n , tu g a t) : azgın, İsyân eden.

ta g n iy e ‫( ﺗ ﻔ ﻨ ﻴ ﻪ‬a.i. g ın â 'd a n ) : b irin i zen g in etm e. ta g rib ‫( ﺗﻐﺮﻳﺐ‬a.i. g u rb e t'd e n ): 1. b irin i g u rb ete gönderm e, gönderilm e. 2. m em lek etten çıkarm a, u zak la ştırılm a. 3. kovm a, ta g rid ‫( ﺗﻐﺮﻳﺪ‬a.i.). (bkz : tegarriid). ta g r ik ‫( ﺗﻐﺮﻳﻖ‬a.i. g a r k 'd a n ) : su d a b o g m a . ta g rim ‫( ﺗﻐﺮﻳﻢ‬a.i. g a rm 'd a n ): ödenm e, ödenilm e‫ ؛‬ödetm e. ta g rim -i d ü y û n : b o rç la rın ödenm esi, ta g r i r ‫( ﺗﻐﺮﻳﺮ‬a.i. g u rû r'd a n . c . : ta g r ir â t) : m ü şteriyi aldatm a. ta g r i r â t ‫( ﺗ ﻐ ﺮ ﻳ ﺮا ت‬a.i. ta g rir'in c . ) : m ü şteriy i aldatm alar. ta g ris ‫( ﺗﻐﺮ س‬a.i. g a rs 'd a n ): yere d ik m e, dikilme. ta g şîş ‫( ﺗ ﻔﺜﻴ ﺶ‬a.i. gış'dan. c . : ta g şîşâ t): 1. k arıştırm a, saflığ ın ı giderm e. 2. degerli b ir şeyi değersiz b ir şeyle k a rıştırm a . 3. im ren m e, ta g şîşâ t ‫( ﺗ ﻔ ﺸ ﻴ ﺸ ﺎ ت‬a.i. tagşîş'in c .) : 1. k a rıştırm alar, saflığ ın ı giderm eler. 2. degerli şeyleri değersiz şeylerle k arıştırm ala r,

ta g lib ‫( ﺗ ﻐ ﻴ ﺐ‬a.i. g a leb e 'd e n ): ed. b ir İlişik ve ilgiden dolayı b ir kelim eyi, b aşk a b ir m ân ây ı da İçine alacak şekilde k u lla n m a : b ab a ile anneye "ebeveyn'' denilm esi gibi.

tag şiy e ‫( ﺗﻐ ﺸﻪ‬a.i. g ış â 'd a n ): 1. ö rtm e, ö rtü lm e , b ü rü n m e. 2. (g ay ş'd en ): k e n d in d e n geçirme, geçirilm e.

ta g lif ‫( ﺗ ﻐ ﻠ ﻴ ﻒ‬a.i. g ılâ f 'd a n ) : k ın ın a koym a. (b k z :ta g m id ).

ta g tiy e ‫( ﺗ ﻐ ﻄ ﻴ ﻪ‬a.i. g ıtâ 'd a n ) : ö rtm e, ö rtü lm e , (bkz :tagşiye).

ta g lif-i s ü y û f (kılıçları k ın ın a k o y m a ): sulh yapm a.

tâ g u n ‫"( ﻃﺎ ﻏ ﻮ ن‬ga” u z u n ok u n u r, a.i. tâ g î'n in c . ) : azılı, azgın kim seler, (bkz : tugat).

ta g lik ‫( ﺗﻐﻠﻴﻖ‬a.i. g alak'd an . c . : ta g lik a t): 1. kap am a, kap an ılm a. 2 ٠kilitlem e,

tâ g u t ‫"( ﻃ ﺎ ﻏ ﻮ ت‬gu” u z u n o k u n u r, a.s. ve i . c . : tavâgî, ta v â g it): 1. k ay ıp tan h ab e r veren, büyücü. 2. şeytan. 3. islâ m d a n önce M ekke'deki Lât ve U zzâ p u tları,

ta g lik -i ebvâb : k a p ıla rın kilitlenm esi. 3. ed. m uğlak, k ap alı söz söyleme, (bkz : İbhâm). ta g lik a t ‫"( ﺗ ﻐ ﻠ ﻴ ﻘ ﺎ ت‬ka” u z u n ok u n u r, a.i. ta g lik 'in c .) : k apam alar; kilitlem eler; kapalı sözler söyleme. ta g lit ‫( ﺗﻐﻠﻴ ﻂ‬a.i. galat'dan. c . : ta g litâ t): 1. yanlışlığ ını çık arm a. 2. yan ıltm a; y an ıltılm a. ta g litâ t ‫دلﺀﻃﺎت‬٠(a.i. ta g lit'in c .) : 1. y an lışlığ ın ı çıkarm alar. 2. y an ıltm alar, yam ltılm alar. tag liy e ‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﻪ‬a.i. g a le y â n 'd a n ): 1. k aynatm a. 2. p ah a la n m a, (bkz : iğlâ). ta g liz ‫( ﺗﻐﻠﻴ ﻆ‬a.i. g ılz e t'd e n ): k ab a ve galiz yapm a, k ab a söyleme. ta g m id ‫( ﺗ ﻔ ﻤ ﻴ ﺪ‬a .i.): k ın ın a koym a, ( b k z : taglif). ta g m is ‫( ﺗﻔﻤﻴ ﺲ‬a.i.) : b atırm a, dald ırm a.

1184

tag v iy e ‫( ﺗ ﻐ ﻮ ﻳ ﻪ‬a .i.): b a şta n çık arm a, azd ırm a, ( b k z : İgvâ). ta g y ir ‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﻴ ﺮ‬a.i. gayr'den. c . : ta g y ir â t) : başk alaştırm a;d e ğ iştirm e ;b o z m a, (bkz :ta h v il, tebdil). H u k u k i ta g y ir : b irin in k en d in e âit olm ayan b ir ta şın ır eşy an ın bazı işlem lerle şeklini değiştirm esi, ta g y ir-i İfâd e : ifade değiştirm e, ta g y ir-i m e v z i': yer değiştirm e, ta g y ir-i ş e k l : b içim değiştirm e, ta g y ir â t ‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. ta g y ir'in c . ) : b aşk alaştırm a lar; değiştirm eler; bozm alar, ta g y ir-h â n e ‫ﺗ ﻔﻴﻴ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ‬ im alâthanesi.

(a.f.b .i.):

İçki

tah.îüb tagyiz V ‫( دم؛‬a.i. g a y z 'd e n ): hiddetlendirm e, kızdırm a.

tahâdu' ‫ﺨ ﺎ د ع‬ görünm e.

tagzît ‫ب‬ (a .i.): 1. fiz . tazyik etm e, fazla üzerine taz y ik (basın‫ ) ؟‬yapm a. 2. hek. ‫ ؟‬ok sıkı baglam a.

tah âf ‫( ﻃﺨﺎف‬a .i.): h a fif ve ‫ ؟‬e ffa f (saydam) bulut.

‫ﻳﻪ‬٠‫( ﺗﻐﺎ‬a.i. gızâ'dan ). (bkz : tagdiye). tagziye ،‫ﺗﻐﺰي‬ ١ (a .i.): gazâ ettirm e, ettirilm e, din tagziye

‫( ﺗ‬a.i. h u d 'a 'd an ): ald an m ı‫ ؟‬gibi

tahaffuz ‫( ﺗ ﺤ ﻔ ﻆ‬a.i. h ıfz 'd a n ): ken d in i m uhafaza etme) sakın m a, koru n m a, tah affuz-ı k u d re t: fiz. en erjin in saklanm a-

u ğru n d a savaştırm a. tahacciim ‫ا‬٠‫( ﺗﺤﺞ‬a.i. h a cm 'd e n ): hacim lenm e, büyüm e, irileşm e.

tahaffuz-hâne yeri.

tahaccür ‫( ﺗﺤﺠﺮ‬a.i. hacer'den. c . : ta h a c cü râ t): 1. ta‫ ؟‬la ‫ ؟‬ma> ta‫ ؟‬olm a, ta‫ ؟‬gibi katılaşm a. 2. hek. kab u k baglam a.

tah affuzi

tahaccürât ‫ ا ت‬(a.i. tah accü r'ü n c .) : ta‫ ؟‬laşm alar, ta‫ ؟‬kesilm eler. tahaddi ‫( دح— د ى‬a .i.c .: ta h a d d iy â t): m eydan okum a. tahaddiyât ‫( ﺗﺤﺪي— ا ت‬a.i. tah addi'n in c .) : meydan okum alar. tahaddu' ‫ﻀ ﻊ‬ tahazzu').

‫( ﺗ ﺨ‬a.i. hudû', hıızû'dan). (bkz :

tahaddu' ma.

‫( ' ﺧ ﺪ ع‬a.i. h u d 'a 'd an ): bilerek aldan-

tahaddur zur).

‫( ﺗ ﺨ ﻔ ﺮ‬a.i. hıdr'dan). ( b k z : tahaz-

tahaddüb ‫ ب‬٠‫( ﻟ ﺤ ﺎ‬a.i. h a d e b 'd e n ): k an b u rla‫ ؟‬m a, d ışarıya d ogru ‫ ؟‬ık ın ta peyda etme. tahaddiir ‫( ﺗ ﺨ ﺪ ر‬a.i. h a d e r'd e n ): 1. örtü n m ek [kadın], ( b k z : tesettür). 2. hek. uyuşm a u yu ştu ru lm a. tahaddiir ‫ل‬٠‫( ذ ﺣ ﺎ‬a.i. h a d r'd e n ): 1. y o k u ‫ ؟‬aşağı inm e, ( b k z : inhidâr). 2 ٠yulcarıdan aşağı akıp gitm e. tahaddiir-i m iyâh : su ların akıp gitm esi. tahaddiis ‫( ﺗ ﻤ ﺪ ت‬o.i. hads ve h u d û s'd a n ): 1. psik. sezgi, fr. intuition. 2. yok iken peyda olm a, ortaya ‫ ؟‬ikm a, m eydana ‫ ؟‬ıkm a. tahaddiisi itif.

‫( ﺗ ﻌ ﻞ' ذ ى‬a .s.): psik. sezgili, fr. intu-

ta h a d d iisi^ e ‫( ﺗﺤﺪﺛﻲ‬a .i.): psik. sezgicilik, fr. intuitionisme. tahaddiisiyye ‫ ب‬٠‫( ﺗﺤﺎ‬a .s.): [“ tah ad dü sî’ nin m üen.]. ( b k z : tahaddüsi). tahaddii ‫؟‬

‫( ﺗﺨﺪش‬a .i.): 1. tırm alanm a.

tahaddii‫ ؟‬-i ezhân : zih in lerin tırm alan m ası. 2. üzüntü duym a.

‫( ﺗ ﺤ ﻔ ﻈ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a .f.b .i.): k aran tin a

‫( ﺗﺤﻬﻐﻠﻰ‬a .s.): k o ru n m a ile ilgili,

tah affuz-kâr ‫( ﺗ ﺤ ﻔ ﻈ ﻜ ﺎ ر‬a.f.b .s.): ken d in i m u hafaza eden, k oru n an , sakın an , tahaffuz-kâr-âne k o ru m ak İ‫ ؟‬in.

‫( ﻟﺤﻔﻈﻜﺎراﻧﻪ‬a .f.z f.): kendin i

tah affiif (a.i. h iffe t'd e n ): 1. h afiflem e, h afiflen m e. 2. ayağa m est, ‫ ؟‬izm e gibi k on ‫ ؟‬lu b ir ‫ ؟‬ey giym e. tahaffiif-i b â r : y ü k ü n hafiflem esi, tah affüf-i ıztırâb : ıztırap, elem ve kederin hafiflem esi, azalm ası. tahakkud ‫( ﺗ ﺤ ﺘ ﺪ‬a .i.): k in tu tm a, k in gütm e. (b k z :te h â s ü d )٠ tahakkuk ‫( ﺗﺤﻬﻖ‬a.i. h a k k 'd a n ) : h ak ik at olarak m eyd ana ‫ ؟‬ikm a, gerçekliği anlaşılm a, tahakküm r ‫( ﺗﺤﻚ‬a.i. hiikm 'den. c . : tahakk ü m â t ) : 1. h â k im lik tak ın m a. 2. zorb alık etm e. tahakküm ât ‫( ﺗ ﺤ ﻜ ﻤ ﺎ ت‬a.i. tah akk ü m 'ü n c .) : 1. h â k im lik takın m alar. 2. zorbalıklar, tahalhul ‫( ﺗ ﺨﻠ ﺨ ﻞ‬a.i. h a lh a l'd e n ): 1. ayağa halh al (bilezik) takm a. 2. hava cereyâm olm asi. 3. bir cism in, h acm in in kabarıp ‫ ؟‬İçmesi. tahallî ‫( " ﻷ د ى‬a.i. hâlâvet ve hıılvân'dan. c . : ta h a lliy â t): kendi ken d in i donatm a, süslenm e. tahallî ‫ض‬ (a.i. h a lâ 'd a n ): 1. boşalm a, b o ‫؟‬ k alm a. 2. tenhaya ‫ ؟‬ekilm e, yaln ız kalm a, tahalliyât ‫( ﺗﺤﻲ— ا ت‬a.i. tah alli'n in c .) : donatm alar, süslenm eler [kendi kendini-], tahalluk ‫( ﺗﺨﻠﻖ‬a.i. h u lk 'd a n ): ah lâklan m a, bir tabiat, h uy edinm e.

‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻂ‬a .i.): k arışm a, k a rışık olm a [eşyâ-].

tahallut

ta h a llü b tere‫ ؟ ؟‬üh).

(a .i.): 1. ter ve su sızm a, ( b k z :

1185

٥

tah llüb"î rievî

tahallüb-i rievi : hele, k ö p e ğ i n d i l i n i ç ı k a r a r a k s o lu m a s ı. 2 ٠s ü t p e y d a e tm e , s iitle n m e .

tahalliid ‫( ﺗ ﺨﻠﺪ‬a.i. h u l d 'd e n ) : b i r y e rd e d â i m î

( a .f .b .s .) : t a h a m -

m ü l ü e r ite n , y o k e d e n , ( b k z : t a h a m m ü l süz).

tahammülsüz ‫ ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻠ ﻌ ﻮ ز‬a .f .b .s .) : t a h a m m ü -

o l a r a k k a lm a .

tahallüf ‫( ﺗﺨﻠ ﻒ‬a.i. h i l â f d a n ) : 1. g e r id e k a lm a ,

İÜ m a h v e d e n ,

yakan,

( b k z : ta h a m m ü l-

g ü d â z ).

a r k a d a b ı r a k ı l m a . 2. u y g u n g e lm e m e ,

tahalliil ‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻞ‬a.i. h a le l 'd e n . c . : t a h a l l ü l â t ) : 1. h a le l b u l m a , b o z u lm a . 2. e k ş im e , s irk e İe ş m e . 3. a r a y a g ir m e .

tahallül ‫( ﺗ ﺤ ﻠ ﻞ‬a.i. h a i l d e n , c . : t a h a l l ü l â t ) : 1. h a ll o lm a , c ü z ü le ı'i b il 'b ir i n d e n a y r ı lm a . 2.

‫ﺗﺤﻤﻠﻚ—واز‬

ta h a m m iil-g ü d â z

ta h a m m ü r

‫ﺗﺨﻤﺮ‬

(a.i.

h a m r 'd e n .

c .:

t a h a m m ü ı ٠ât) : m a y a l a n m a , e k ş im e , ( b k z : ih t im â r ) .

tahammürât ‫( ﺗ ﺨ ﻤ ﺮا ت‬a.i. t a h a m m ü l ü n c . ) : m a y a l a n m a l a r , e k ş im e le r,

tahânet ‫ ( ﻃﺤﺎﻧﺖ‬a .i .) : d e ğ ir m e n c i li k ,

kim. a y r ış m a .

tahallülât ‫( ﺗ ﺤ ﻠ ﻼ ت‬a.i. t a h a l l ü l 'i i n c . ) : 1. h a llo l m a l a r , c ii z ü le r i b i r b i r i n d e n a y r ı lm a la r .

2. kim. a y r ı ş m a l a r .

tahanni ‫ ( ﺗ ﺤ ﻔ ﻰ‬a . i h a n y 'd e n ) : e ğ ilm e k , e ğ r ilm ek.

tahannüf -

tahallülât ‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻼ ت‬a.i. t a h a l l i i l 'ü n c . ) : t a h a l -

( a . i . ) : H a n e f i m e z h e b in e g ir -

m e ; H a n e f i m e z h e b i n d e n o lm a ,

tahannün -

liille r.

tahalliis ‫( ﺗﺨﻠﺺ‬a.i. h u l û s 'd a n ) : 1. h a lâ s o lm a , k u r t u l m a . 2 . e d . ş iir d e m a h l a s k u l l a n m a .

Hüsn-i tahalliis: m a h l a s ı n y a l n ı z l â f z ın ı d e ğ il, m â n â s ı n ı d a m u r â d e t m e .

[m e s e lâ

(a.i. h a n i n 'd e n ) . ( b k z : t e h a n -

n ü n ).

tahâret‫ ( ﻃ ﻴ ﺮ ت‬a . i . ) : 1. t e m i z l i k . ( b k z : n e z â fe t). 2 . te m iz l e n m e .

taharri ‫( دح—رى‬a.i. h a r y 'd e n . c . : t a h a r r i y y â t ) :

B â k î'n in : " M i n n e t H ü d â 'y a , d e v le t-i d ü n y â

1. a r a m a , a r a ş t ı r m a ,

fe n â b u l u r / B â k î k a l ı r s a h if e - i â le m d e

( b k z : t e f a h h u s , te f tiş ). 2. s iv il p o li s , t a h a r r i

bâlcî k e l i m e s i n i n k u l-

â d ı m ı z '' b e y t i n d e k i l a n ı l ı ş ı g ib i].

tahammi ‫ﺗ ﺤ ﻤ ﻰ‬

(a.i.

ham y,

h im â y e t

ve

k o r u n m a . 2. p e r h i z e tm e ,

tahammus ‫( ﺗ ﺤ ﻤ ﺺ‬a.i.) : b iiz iilm e , b ü z ü l ü p b u ru şm a .

‫ﺗﺨﻤ ﺾ‬

tahammuzât ‫ ت‬-

(a.i.

h a z m 'd a n .

c .:

(a.i. t a h a m m u z 'u n c . ) :

tahammüd ‫ ( ﺗ ﺨ ﻤ ﺪ‬a . i . ) : a te ş in s ö n m e y e y ü z tu t m a s ı .

taharri^ât ‫ ت‬١‫( ﺗﺤﺮي‬a.i. t a l ı a r r i 'n i n c . ) : a r a m a la r, a r a ş t ı r m a l a r , a r a ş t ı r ı l m a l a r ; a r a t m a l a r , ( a .i .) : 1. y ı r t ı l m a . 2 . y a r ı lm a ,

taharrüf ‫ ( ﺗﺤﺮف‬o .i .) : S a p ı n ç , fr. aberration. e tm e , k ı m ı l d a m a , o y n a m a ,

taharrük-i a'sâb : hele, s i n i r l e r i o y n a t a n b i r h a s t a lı k , fr. nervomotilite. 2. a. gr. h a re le e le n m e , h a re le e a lm a , b i r h a r e k e ile o lc u n m a

‫ﺗﺤﻤﻞ‬

(a.i.

h a m l 'd e n .

c. :

t a h a m m i i l â t ) : 1. y ü k l e n m e , b i r y ii k ii iis tiin e a lm a . 2. d a y a n m a , k a t l a n m a . 3. k a ld ı r m a.

tahammiilât ‫( ﺗ ﺤ ﻤ ﻼ ت‬a.i. t a h a m m i i l 'ü n c.) : t a h a m m ü l l e r , d a y a n m a la r ,

tahammül-fersâ ‫ ( ﺗ ﺤ ﻤﻠ ﻐ ﺮ ﻣﺎ‬a .f .b .s .) : t a h a m m ü lü y ıp ra ta n .

tahammiil-gezâ ‫ ( ﺗ ﺤ ﻤ ﻠ ﻜ ﺰ ا‬a .f .b .s .) : d a y a n ıl 1186

r u y u a ra m a .

taharri memuru : s iv il p o lis ,

taharrük ‫( ﺗ ﺤ ﺮ ك‬a.i. h a r e k e t 'd e n ) : 1. h a r e k e t

e k şim e le l', o k s itle n m e le r ,

m az.

m e m u ru .

taharruk ‫ﺻ ﺎ‬

t a h a m m u z â t ) : e k ş im e , o k s itle n m e ,

tahammül

a ra tm a ,

taharri-i hakikat: h a k i k a t i n a r a n m a s ı , d o ğ -

m a h m i y e t 'd e n ) : 1. k e n d i n i h im â y e e tm e ,

tahammuz

a ra ş tırılm a ;

[h a rf].

taharrUkiyyet ‫ ( ﺗ ﺤﺮﻛﻴ ﺖ‬a . i . ) : 1. fiz. h a r e k e t li lik , k ı m ı l d a m a h â li. 2. fels. fr. motilite. taharrükiyyet-i

nüve :

biy.

k a ry o k in e z ,

a r a ç l ı * b ö lü n ü m .

taharrüm ‫( ﺗ ﺤ ﺮ م‬a.i. h a r â m 'd a n ) : h a r a m d a n k a ç ın m a ; s a k ı n m a , ç e k in m e ,

taharrüş ‫س‬

٠(a.i.).

( b k z : ta h a r r i i z ) . [ ''ta h a r -

r ü s " m a d d i y a tt a ; " t a h a r r i i z " m a 'n e v i y a tt a k u ll a n ıl ır ] .

tahazzm

taharriis : biy. ir k it m e , irlc iltm e , fr. irritatitaharrüş ‫ ( ﺗﺨﺮش‬a . i . c . : t a h a ı - r ü ş â t ) : tı r n a a l a n m a , ö r s e le n m e .

îaharrüçât ‫( ﺗ ﺨ ﺮ ﺷﺎ ت‬a.i. t a h a r r ü ş 'ü n c . ) : ti r m a l a n m a l a r , O rse le n m e le r. m a . ( b k z : ih t ir â z ) .

tahattur-i miibhem : fels. fr. réminiscence, tahatturât ‫( ﺗﺨﻄﻮات‬a.i. t a h a t t u r 'u n c.) : t a h a t tahattiim ‫( ﺗﺤﺘﻢ‬a.i. h a t m 'd e n ) : l â z ı m o lm a , İÜz u m l u o lm a .

tahassul ‫( ﺗ ﺤ ﻤ ﻞ‬a.i. h u s û l 'd e n ) : 1. h â s ı l o lm a , n e ti c e o l a r a k ç ık m a . 2. fels. ü r e m e , ü r e t m e , fr. reproduction. tahassun ‫( ﺗﺤﺼﻦ‬a.i. h i s n 'd a n ) : 1. k a le v e h is a r a k a p a n m a , i s t i h k â m a ‫ ؟‬e k ilm e ,

A l l a h 'ı n k o y d u g u İş a re t,

tahavviif ‫( ﻟ ﺨ ﻮ ف‬a.i. h a v f d e n ) : k o r k u y a d ü ş tahavviil ‫( ﺗ ﺤ ﻮ ل‬a.i. h a i 'd e n . c. : ta h a v v i il â t) : d e ğ iş m e , d ö n m e , b i r h a l d e n b i r ş e k ild e n ,

m a l is u s o lm a , ( b k z : ih tis â s ).

tahassür ‫ ( ﺗﺤﺜﺮ‬a . i . ) : hek. p ı h t ı l a ş m a [k a n - ]. tahassür-i dem : hek. k a n i n p ı h t ıl a ş m a s ı, tahassür ‫( ﺗ ﺤ ﺴ ﺮ‬a.i. h a s r e t'd e n . c . : t a h a s s ü r â t ) : 1. h a s r e t ‫ ؟‬e k m e . 2 . ‫ ؟‬o k is te n i le n v e ele g e ‫ ؟‬i ٠ r i le m e y e n şe y e ü z ü lm e , ‫( ﺗ ﺤ ﺴ ﺮ ا ت‬a.i. t a h a s s ü r 'i i n c . ) : ta -

h a s s ü r le r .

tahassüs ‫( ﺗ ﺤ ﺴ ﺲ‬a.i. h is s 'd e n . c . : t a h a s s ü s â t : liis le n m e , d u y g u la n m a .

tahattiim ‫( ﺗ ﺨ ﺘ ﻢ‬a.i. h a te m 'd e n ) : 1. h a te m , y iiz ü k t a k ı n m a . 2 . tas. a r i f l e r i n g ö n ü ll e r i n e

m e.

tahassüs ‫( ﺗ ﺨ ﺼ ﺺ‬a.i. h ı ı s û s 'd a n ) : h u s û s î v e

[ A r a p ‫ ؟‬a d a k i a s il

m â n â s ı : " iy i b i r h a b e r d u y u p e m i n o l m a ”

b a ş k a b i r h â le , ş e k le g ir m e ,

tahavvül-i şems : astr. g e c e le r in u z a m a S in d a n k ı s a lm a y a (22 A r a lı k ) , k ı s a l m a d a n u z a m a y a (22 H a z i r a n ) d ö n m e s i v e d ö n m e z a m a n ı , g ü n d ö n ü m ü , fr. solstice, tahavviilât ‫( ﺗ ﺤﻮﻻ ت‬a.i. t a h a v v ü l 'U n c.) : d e ğ iş m e [1er], d e ğ iş ik l ik [1er].

tahavvülât-1 külliyye : b ü y ü k d e ğ iş ik lik le r , tahayyül ‫( ﺗﺨﻴﻞ‬a.i. h a y â l d e n , c. : ta h a y y ü l â t ) : h a y â le g e ti r m e , la a y a ld e c a n l a n d ı r m a , c a n l a n d i r i l m a , h a y â le d a lm a ,

d ır ].

tahassüsât ‫( ﺗ ﺤ ﺎ ت‬a.i. t a h a s s ü s 'ü n c . ) : d u y -

tahayyülât ‫( ﺗﺨﻴﻼ ت‬a.i. t a h a y y ü l ü n c.) : ta h a y y iille r, h a y â le g e tir m e le r , h a y a ld e c a n l a n -

g u la n m a la r.

tahaşşî ‫( ﺗﺨﺸﻰ‬a.i. h a ş y e t 'd e ı ı ) : ü r p e r m e , tahaççu' ‫( ﺗ ﺨ ﺸ ﻊ‬a.i. h u ş û 'd a n ) : a l ç a k g ö n ü l l ü l ü k g ö s te r m e .

tahaşşub ‫ ( ﺗ ﺨ ﺸ ﺐ‬a . i . ) : o d u n la ş m a , tahaççüd ‫ ( ﺗ ﺤ ﻔ ﺪ‬a . i . c . : t a h a ş ş ü d â t ) : b ir i k m e , y ıg ıln a a , t o p l a n m a [a s k e r h a k k ın d a ] , to p la n m a la r

d ı r m a l a r , h a y â le d a lm a la r ,

tahayyül! ‫( ﺗﺨﻴﺶ‬a.s.): t a l ıa y y ü l le ilg ili, ta h a y y ü l sû l'e tiy le .

tahayyür ‫( ﺗﺤﻴﺮ‬a.i. h a y r e t 'd e n . c. : t a l ıa y y ü r â t) : h a y r â n o lm a , h a y r e t e d ü ş m e , ş a ş a k a lm a , ş a ş ır m a , ( b k z : ta a c c h b ).

tahayyürât ‫( ﺗ ﺤ ﻴ ﺮا ت‬a.i. t a h a y y ü r 'ü n c.) :

tahaşşüdât ‫( ﺗ ﺤ ﺸ ﺪ ا ت‬a.i. t a h a ş ş ü d 'ü n c . ) : b ir ik m e le r , y ığ ı lm a la r ,

h a tı ı'a g e ti r m e , g e t i r i l m e ‫ ؛‬u n u t u l d u k t a n s o n r a h a t ı r l a n a n şey.

tu rla r.

taharriiz ‫( ﺗﺒ ﺮ ز‬a.i. h ı r z 'd a n ) : ‫ ؟‬e k in m e , s a k i n -

tahassürât

tahattur ‫ ( ﺗ ﺨ ﻬﻠ ﺮ‬O.İ .C. : t a h a t t u r â t ) : h a t ı r l a m a ,

[a s k e r

h a k k ın d a ] .

tahaşşün ‫( ﺗﺨﺸﻦ‬a.i. h ı ı ş û n e t 'd e n ) : s e r tle ş m e , k a t ı l a ş m a [ m a d d i v e m â n e v i] ,

tahaşşür ‫( ﺗ ﺤ ﺶ‬a.i. h a ş ı - 'd e n ) : m e z a r d a n ‫ ؟‬ilem a , d ir il m e .

tahatti ‫( ﺗ ﺨ ﻄ ﻰ‬a.i. h a tv e 'd e n . c . : t a l ı a t t i â t ) : 1. b i r ş e y i a tla y ıp g e ‫ ؟‬m e , b i r ş e y a tl a n ıp g e ‫ ؟‬i l m e ‫ ؛‬s ı n ı r ı a ş m a . 2. s a ld ır ış , t a h a t t î â ^ ü ^ ( a . i . t a h a t t i ' n i n c . ) : te c â v ü z le r , s a ld ır ış la r .

tahattîât-1 a'dâ : d ü ş m a n l a r ı n s a l d ır ı ş l a r ı.

İ ı a y r â n o ln a a la r, h a y r e t e d ü ş m e le r , ş a ş a k a lm alai", ş a ş ıı'm a la r .

tahayyüz ‫( ﺗﺤﻴﺰ‬a.i. h a y z 'd e n ) : 1. y e r t u t m a , y e r a lm a . 2. e h e m m iy e t k a z a n m a . 3. fiz. h e r h a n g i b i r c is m i n b o ş l u k t a y e r a lm a s ı,

tahayyiiz-i ecsâm : c i s im le r i n b o ş l u k t a y e r a lm a s ı.

tahazzu' ‫( ﺗ ﺤ ﻔ ﻊ‬a.i. h u z û ', h u d û 'd a n ) : a lç a k g ö n ü l l ü l ü k g ö s te r m e , ( b k z : ta h a d d u ') .

tahazzur ‫( ﺗ ﺨ ﻔ ﺮ‬a.i. h ı z r v e h ı d r 'd a n ) : y e ş ille ş m e , y e ş il r e n k b a g la m a .

tahazzur -

(a.i. h â z ı r 'd a n )

: h a z ı r o lm a ,

h a z ır b u lu n m a .

1187

tahazziib t a h a z z iib

‫ﺗﺤﺰ ب‬

(a.i. h i z b 'd e n ) : h iz ip le n m e ,

z ü n ü tek ra rla m a la r.

to p la n m a , b irik m e , ( b k z : te ce m m u '), tah azzü n

‫ﺗﺤﺰن‬

(a.i. h iiz n 'd e n ) : h ü z ü n le n m e ,

‫ﺗ ﺤﺬر‬

(a.i. h a z e r 'd e n ) : s a k ın m a , k o -

‫ﺗ ﺨﺒﻴ ﺮ‬

(a.i. h a b e r 'd e n ) : h a b e r v e rm e ,

‫ﺗ ﺤﺒﻴﺬ‬

(a.i.) ‫؛‬

“h abbezâ”

(ne

gü zel)

‫( ﺗﺤﺠﻴﻞ‬a.i. h a c le 'd e n ) : 1 .

g e rd eğ e k o y m a .

2 . a tla rın a y a ğ ın d a b e y a z s iğ il b u lu n m a sı,

‫ﺗ ﺨ ﺠﻴﻞ‬

‫ﺗ ﺨ ﺠﻴ ﻼ ت‬

(a.i. t a h c il'in c . ) : u ta n d ır m a -

‫ﺗ ﺤ ﺠﺒ ﺮ‬

(a.i. h a c e r 'd e n ) : 1. b ir y e re taş

şa n la m a . 3 . f ık . k im s e n in g irm e m e si İçin a r â z in in e tr â fm a ta şta n çit y a p m a ,

‫ﺗ ﺤﺪﻳ ﺐ‬

t a h d ib

tır m a ,

k a m b u r la ş tır ılm a ,

k u b b e le n d irm e ,

‫( ﺗﺨ ﻀﻴﺐ‬a.i. h id a b 'd a n ). ‫( ﺗ ﺤ ﺪ ﻳ ﺪ‬a.i. h a d d 'd e n .

(b k z : tah zib). c . : t a h d id â t ) :

( b k z : tahtit).

lilc.

‫ﺗ ﺤ ﺪﻳ ﺪا ت‬

(a.i.

t a h d id 'in

c .) :

S in ırla m a fla r), k ısın tıfla r]. t a h d id i

ile *ilg ili.

k a zm a .

‫ﻃ ﺤﺎ ن‬

tahhân

(a.s. v e i. t a h n 'd e n ) : ö ğ ü te n , d e-

g irm e n c i.

‫ﻃﺎ ﻫ ﻞ‬

( a .s .) : b a y a t su, b e k le y e re k b o z u l-

m u ş su.

tahille

‫ﺗ ﺤﻠ ﻪ‬

( a .i.) : y e m in d e n k u r tu lm a k İçin

tahilletii'l-kasem : y e m in k efâ reti. tahin

‫ﻃ ﺤﻴ ﻦ‬

( a .i.) : 1. ö ğ ü tü lm ü ş ta h ıl. 2. d a r ı

u n u . 3 . şekerle k a r ış t ır ıla r a k h e lva sı y a p ı-

tâhine

‫ﻃﺎ ﺣ ﺘ ﻪ‬

( a .i.c .: t a v â h i n ) : hek. ö ğ ü tü c ü

‫ﺗ ﺤﺪﻳﺪ ى‬

tahini

‫ﻃ ﺤﻴﺘ ﻰ‬

( a .s .) : t a h in h e lv a sı re n g in d e

o lan , ta h in ren gi, k o y u s a m a n ren gi.

( a .s .) : *sın ırla y ıc ı, fr. l im it a -

t if.

tâh ir

‫ﻃﺎ ﻫ ﺮ‬

(a.s. ta h â ret'd en ) : 1. tem iz, (b k z :

p â k ). 2 . ab d est v e g u slü b o z a n şey lerd en

‫ﺗ ﺤﺪﻳ ﻖ‬

(a.i. h a d e k a 'd a n ) : g ö z ü n ü a y ır -

‫ﺗ ﺨﺪﻳ ﺮ‬

(a.i. h a d e r 'd e n ) : O rtü len d irm e,

O rtü le n d irilm e , ö rtü lü b u lu n d u rm a ,

‫( ﺗﺨﻀﻴﺮ‬a.i.). (b k z : tah zir). ‫( ﺗ ﺤ ﺪ ﻳ ﺚ‬a.i. h u d u s'd a n . c . :

b iri b u lu n m a y a n . 3. i. erk ek ad i. 4. i. müz. T iir k

m a d a n dilckatli d ik k a tli b a k m a ,

t a h d is

(a.s.

d iş, a zı dişi, fr. molaire.

t a h d id â t

ta h d ir

‫ﺗ ﺨ ﻔﻴ ﻐ ﻰ‬

la n ö ğ ü tü lm ü ş su sa m .

t a h d id - i s in n : yaŞ' h a d d i, tek aü tlü k , e m e k li-

t a h d ir

،

v e rile n k efâret.

h u d u t tâ y in etm e, s ın ır ç iz m e , sın ırla m a ,

t a h d ik

‫ﺗ ﺨﻔﻴﻔﻴ ﻪ‬

tah fifi, tahfifiyye

t â h ıl

(a.i. h a d e b 'd e n ) : k a m b u rla ş -

k u b b e le n d irilm e .

t a h d id

(a.i. t a h f i f i n c . ) : h a fifle t m e -

tah fir ‫( ﺗﺤﻔﻴﺮ‬a.i. h u fre 'd e n . c . : t a h f i r â t ) : ç u k u r

k o y m a , y ığ m a . 2 . v e t. h a y v a n i d a ğ la y ıp n i-

t a h d ib

‫ﺗ ﺨ ﻔﻴ ﻔﺎ‬

h if f e t 'd e n ) : 1 . h a fifle tm e y e âit, h a fifle tm e

lar. t a h c ir

le tilm e si, d ü şü rü lm e si. 3 . k o la y la ştırm a ,

tahfifât ‫ت‬

la y la ştırm a la r.

(a.i. h a c l'd e n . c . : t a h c il â t ) : u ta n -

d ırm a . t a h c ilâ t

(a.i. h iff e t 'd e n ) : 1. h a fifle tilm e .

2 . y ü k ü n ü a za ltm a .

ler, h a fifle tilm e le r; y ü k ü n ü a z a lt m a la r ‫ ؛‬k o -

t a h c il - i a r û s : g e lin i, gerd eğ e k o y m a , t a h c il

(a.i. ta h d îç 'in c . ) : t ır m a la -

tah fif-i kadr-i ‫ ؟‬e r ' : ‫ ؟‬e ria tın d e ğ e rin in h a f i f

d em e[k ]. t a h c il

‫ﺗ ﺨ ﺪﻳ ﺸﺎ ت‬

m a la r ‫ ؛‬k u rc a la m a la r.

ta h fif -

( b k z : İh bârât). t a h b iz

(a.i. h ad eç'd en . c . : t a h d iş â t ) : tir-

tahdî‫ ؟‬-i ezhân : z ih in le ri lcu rcalam a. tahdîçât

r u n m a , çek in m e . t a h b ir

‫ﺗﺨﺪﻳ ﺶ‬

tahdîş

m a la m a , tır n a k la in c itm e ‫ ؛‬k u r c a la m a .

k ed e rlen m e . t a h a z z iir

k ü rle b ild irm eler. 3 . H z . M u h a m m e d 'in SÖ-

m ü z iğ in d e

en

e sk i

m a k a m la r d a n

b ir i o lu p esk id en ç o k k u lla n ılm ış tır ; so n z a m a n la r d a

az

T â h ir, n e v â n m

k u lla n ılm ış

b u lu n u y o r.

in ic i şe k lin i te şk il e ttiğ i

cih e tle g ir ift b ir m a k a m d ır. N e v â g ib i ü ş t a h d is â t ) :

ş a k d ö rtlü sü n e râ st b e şlis in in ilâ v esin d en

1 . sö ylem e , a n la tm a , riv â y e t etm e. 2 . şü k ü r,

y a p ılm ış tır. U ş ş a k d ö rtlü sü ile d ü g â h “ İâ ”

te şe k k ü r ile b ild irm e . 3 . H z . P e y g a m b e r'in

p erd e sin d e k alır. G ü ç lü -d ö r t lü ile b e şlin in

s ö z ü n ü te k ra rla m a , [asil m â n â s ı : ('gö rü len

b irle ştiğ i m ü şte re k ses o la n - d ö rd ü n c ü d e-

iy iliğ i h erk ese sö y le m e ” ), t a h d is â t

‫ﺗﺤﺪﻳﺜﺎ ت‬

(a.i. ta h d is 'in c . ) : 1. sö yle m e -

ler, a n la tm a la r,

1188

r iv â y e t etm eler. 2 . teşek-

rece n e v â "r e ” p erd esid ir. D o n a n ım ın a “ s i” k o m a b e m o lü ile “ fa” b a k ıy y e d iy e z i k o n u lu r (ilk i u ş ş a k d ö rtlü sü , İk in c isi de râ st

tahkimât b e ş lis i iç in d ir ) . D iz is in d e n is e b - i ş e r if e d e n

ta h in e

‫ﻻي‬

(a.i. h a y y 'd e n . c. t a h i y y â t ) : 1. "A l-

8 t â n e b u l u n m a k l a m i il â y im d ir . E k s e r iy â

la h ö m ü r v e r s in ! '’ d e m e . 2. s e lâ m v e rm e )

t i z d u r a ğ ı o la n m u h a y y e r " İ â ” p e r d e s i n d e n

h a y ı r d u â e tm e . 3. m ü l k , m â l ik i y y e t.

b a ş la y ıp in i c i o l a r a k s e y r e d e r. O r t a s e k iz li s i n d e k i s e s le r i - t iz d e n p e s t e d o g r u o lm a lc ü z e r e - ş ö y l e d ir : m u h a y y e r , g e r d â n iy e , e v iç , h ü s e y n i, n ev â, ç â rg â h , seg âh , d ü g â h .

tahiyyetü'l-mescid: s a b a h , ö ğ le , i k i n d i n a m a z l a r m d a n e v v e l m e s c id e g i r i n c e h e n ü z n a m a z v a k t i g ir m e m iş s e o t u r m a d a n s e v a p n iy e tiy le k l i m a n ik i r e k 'a t n a m a z ,

tâhir-i kebir : miiz. T ü r k m i iz i g in i n e n

tahkik ‫( ﺗ ﺤ ﻴ ﻖ‬a.i. h a k lc 'd a n . c . : t a h k i k a t ) :

a z i k i a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

1. d o g r u o lu p o l m a d ı ğ ı n ı a r a ş t ı r m a . 2 . d o g -

z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r ,

r u o lu p o lm a d ı ğ ı n ı m e y d a n a ‫ ؟‬i k a r m a . 3. s.

tâhir-i sagir: müz. T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z ik i

a s ırlık b ir

m ü re k k e p

m akam ı

o lu p

z a m â m m ı z a k a l m ı ş n i i m û n e s i y o k tu r ,

d o g r u , g e rç e k .

tahkika -

( " k ” la r k a im v e u z u n o k u n u r,

a.f.) : g e r ç e k te n , ( b k z : h a k i k a t e n , s a h i h e n ,

tâhirii's-sırr : tas. C e n â b -1 H a k 'd a n b i r İ â h z e

ta h k i k a n ) .

tahkikan ‫( ﺗﺤﻘﻴﻘﺎﺀ‬a.zf.) : gerçekten, (bkz : haki-

g a f il o lm a y a n k im s e .

tâhirü's-sırr ve'l-alâniyye: tas. İÇİ d ış ı te m iz k im s e ‫ ؛‬h e m h a k k in , h e m d e h a lk ın h a k l a r ı n a t a m â m ı y l a r i â y e t k â r o la n k im s e ,

tâhirü'z-zâhir: tas. d ış ı t e m i z ‫ ؛‬C e n â b -1

k a te n , s a h ih e n ) .

tahkikat ‫ " ( ﺗ ﺤﻘﺔ— ا ت‬k a ” u z u n o k u n u r , a.i. ta h l c i k 'i n c.) : a r a ş t ı r m a l a r , s o r u ş t u r m a l a r ,

tahkikat-ı evveliyye : ö n s o r u ş t u r m a , tahkikat-ı ibtidâiyye : huk. i l k s o r u ş t u r m a .

H a lc k 'm m a â s id e n k o r u d u ğ u k im s e ,

tâhire ‫( ﻃﺎ ﻫ ﺮ ه‬a.s. t a h â r e t 'd e n ) : 1. [ " t â h i r ” in m iie n .] . ( b k z : tâ h i r ) . 2. i. k a d m a d i.

tahkiki, tahkikiyye ‫ ﺗ ﺤ ﻘ ﻴ ﻘ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﺗ ﺤ ﻘ ﻴ ﻘ ﻰ‬a.s.

tahiri ‫ ( ﻃﺎﻫﺮى‬a . i . ) : g. s. g ü z e l s a n a t l a r d a k u ll a -

tahkim ‫( ﺗ ﺤ ﻜ ﻴ ﻢ‬a.i. h ü k m 'd e n . c . : t a h k i m â t ) :

m l a n b i r k â ğ ı t c in s i, [te z h ip , k a t, m i n y a t ü r

1. h a k e m tâ y i n e tm e [ b ir d â v â İç in -]. 2 . sa g -

v.b.].

l a m l a ş t ı r m a , b e r k i tm e ,

tâhir-pûseük ‫( ﻃ ﺎ ﻫ ﺮ ﺑ و ﺳ ﻪ ﻟ ﻚ‬a.f.b .i.): müz.

h a k k 'd e n ) : ta h k ilc a t, a r a ş t ı r m a ile * ilg ili,

tahkim bi'1-mekân : huk. [e s k id e n ] b â z ı

m akam -

h â d is e le r h a k k ı n d a v u k û b u l d u ğ u m e k â n ı n

d ır . T a h m i n e n i k i a s ı r e v v e l t e r k ib e d i lm iş ,

m e d â r - ı h ü k ü m a d d e d ilm e s i: [b u , h u k u k -1

T ü rk

m ü z i ğ in d e

b ir

m ü r e lc k e p

s a f v e r e b î î b i r m a k a m d ı r . O ld u k ç a r a g b e t e d il m i ş t ir , i s m i n d e n d e a n la ş ıl a c a ğ ı ü z e r e , t â h i r m a k a m ı n a b i r p û s e l i k b e ş lis i v e y â t a m

ş e r 'iy e c e b i r a s ild ir].

tahkim-i delâleti'1-hâl : huk. [e s k id e n ] b â z ı h u s u s l a r d a h â l i n h a k e m i t t i h â z e d ilm e s i,

d iz is i ilâ v e s in d e n t e r e k k ü p e d e r. B u d iz i ile

[ b u h ıı k u k - ı is lâ m iy e c e m û t e b e r b i r a s il-

d ü g â h " İ â ” p e r d e s in d e k a lır . G ü ç lü le r b i-

d ır].

r i n c i d e re c e d e - T â h i r 'i n g ü ç lü s ü o la n - n e v â " r e ”, ik i n c i p e r d e d e d e - p û s e l i k 'i n g ü ç lü s ü o la n - h ü s e y n i " m i ” p e r d e l e r i d ir . D o n a m -

tahkim-i h â l : huk. [e s k id e n ] h â l- i h â z ı r ı hakem

k ılm a k

d e m e k tir

k i,

is ti s h a p

k a b i l i n d e n d i r . [ b ir d e ğ i r m e n i n k i r â m ü d -

m m a T â h i r 'i n " s i” k o m a b e m o l ü ile " f â ” b a -

d e ti

k ıy y e d iy e z i k o n u l u r ‫ ؛‬p û s e l i k İç in si b e k a r ,

İc â r e e s n â s ı n d a s u y u n İ n l c ıt â ın d a n d o la y ı

" s o l” b a k ıy y e d iy e z i k u l l a n ı l ı r , i n i c i o l a r a k

0

b ittik te n

m ü d d e tin

so n ra ü c re tte n

m i is te 'c ir - m ü d d e t - i te n z ilin i ta le b e d e -

s e y r e d e r. III. S e lim 'in t e r k i b e t m i ş o l d u g u

r e k m û c i r ile a r a l a r ı n d a i h t i l â f v â k i o lu r.

n e v â p û s e l ik m a k a m ı , t â h i r - p û s e ü k 'i n Ç1-

B e y y in e d a h i o lm a d ığ ı v e i h t i l â f l a r ı İ n k ı -

k ıc ı ş e k l i d i r v e a r a l a r ı n d a b a ş k a c a b i r f a r k

t a k e y f i y e ti n d e o l d u g u t a k d i r d e h â l - i h â z ı r

y o k tu r .

t a h k i m o lu n u r . Y â n î h a k e m k ı l ı n ı r . E g e r

tahiyyât ‫ ﺳ ﺎ ت‬١‫(ت‬a.i. h a y y 'd e n ) : " A lla h ö m ü r le r

v e r s in ! ”

d u â la r .

d e m e le r‫؛‬

2. n a m a z ı n

" e t t e h i y y â ti i” d u â s ı.

s e lâ m la r ,

k a 'd e le r in d e

h a y ır o lc u n a n

v a k t - i d â v â v e h u s û m e t t e s u a k ıy o r s a , sö z y e m i n ile b e r â b e r m iis te 'c ir in o lu r],

tahkimât ‫ ت‬٠‫( ﺗ ﺤﻜﻴﻢ‬a.i. t a h k i m 'i ı r c . ) : ask. b i r y e ri d ü ş m a n ın

h ü c û m u n a k a r ş ı s a g la m -

1189

٠ahkîm-nâme İ a ş t ı r m a v e y â d ü ş m a n s a l d ı r m a s ı n a k a ı'ş ı s a ğ l a m l a ş t ı r ı l m ı ş y er.

tahkim-nâme ‫ ( ﺗ ﺣ ﻜ ﻴ ﻣ ﻧ ﺎ ﻣﻪ‬a .f .b .i.) : fık. m e v c u t b i r İ h t i l â f ı n h a ll i İç in t a r a f l a r ı n y a p t ı k l a r ı y a z ılı m u k a v e le .

tahkir ‫ ( ﺗ ﺤﻌ ﺮ‬a . i .c .: t a h k i r â t ) : 1. h a k a r e t e tm e . 2 . h o r g ö r m e , k ü ç ü k g ö rm e .

tahkir-âmiz ‫ ﴽﻣﻠﺰ‬٠‫( ﺗ ﺤﻘﻢ‬a.f.b .s.) : h a k a r e t l e k a r ı ş ık . ( b l e z : m u h a k k i r - â n e ) .

tahkirât ‫( ﺗ ﺤﻔ ﺮا ت‬a.i. t a h k i r 'i n c . ) : h a k a r e t e tm e le r, h o r g ö rm e le r , k ü ç ü k g ö rm e le r .

tahkiye ‫( ﺗ ﺤ ﻜ ﻴ ﻪ‬o .i. h i k â y e 'd e n ) : h ik â y e e tm e , a n la tm a .

tahli'‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻴ ﻊ‬a.i. h a l 'd e n ) : s ö k ü p ç ık a r m a ; k o tahliât ‫ ( ﺗ ﺨﻠ ﻌﺎ ت‬a . i . ) : h i l 'a t g iy d ir ilm iş le r . tahlid ‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻴ ﺪ‬a.i. İ ı u l d 'd e n ) : d â i m î o l a r a k

tahlilât ‫ ت‬-

(a.i. t a h l i l 'i n

c.) : ta h l il le r ,

a ira liz le r.

tahlili, tahliliyye -

،

‫ ذﺣﻴﻠﻰ‬٠(a.s. h a l l 'd e n )

ta lr lile â it, t a h l i l ile * ilg ili,

:

fr. analytique,

tahlim ‫( ﺗ ﺤ ﻠ ﻴ ﻢ‬a.i. h il m 'd e n ) : h a l i m l e ş t i r m e , s a k i n l e ş t i r m e , ( b k z : te s k in ) .

tahlis -

(a.i. h a l â s 'd a n ) : k u r t a r m a , k u r -

ta rilm a .

tahlis-i giribân : y a k a y ı k u r t a r m a , k u r t u l tahlisiye ‫ ه‬٠‫( ﺗ ﺨﻠﻴﻊ‬a.i.) : c a n k u r t a r a n . Vesâit-İ tahlisiyye : c a n k u r t a r a n v â s ı ta l a r ı. tahlit -

o tu r tm a , o tu r tu lm a .

tahlif ‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻴ ﻒ‬a.i. h a l e f d e n ) : b i r i n i k e n d i y e -

(a.i. h a l t 'd a n .

c. : t a h l i t â t ) : 1. k a r ı ş -

t i r m a , k a r ı ş t ı r ı l m a . 2. b i r ş e y in , h a li s l iğ i n i g id e r e c e k ş e k ild e , İç in e b a ş k a ş e y le r k a r ı ş -

r i n e b ır a k ın 'a .

tahlif ‫( ﺗﺤﻠﻴﻒ‬a.i. h a l f d e n . c . : t a h l i f â t ) : y e m i n e t t i r m e , y e m i n v e r m e , a n d iç m e , İç il'ilm e .

Resm-İ tahlif: a n d iç m e m e r â s i m i (* tö re -

t i r m a . 3. b o z m a .

tahlitât ‫ ت‬-

(a.i. t a h l i t 'i n c.) : 1. k a r ı ş t ı r m a -

la r, k a r ı ş t ı r ı l m a l a r . 2. b i r ş e y in , lr â lis lig in i g id e r e c e k ş e k ild e , İç in e b a ş k a ş e y le r k a r ı ş -

n i).

tahlif-i şühûd : hulc. ş â h i d le r e y e m i n e tt ir [ b i ld i ğ in i o l d u g u

g ib i s ö y le y e c e ğ in e

tahlifât ‫ ت‬-

t ı r m a l a r . 3 ٠b o z m a l a r .

tahliye -

(a.i. t a h l i f i n c . ) : y e m i n e t t i r -

m e le r, a n d iç i r m e le r , iç ir ilm e le r .

tahlik ‫ق‬٠‫ ( ﺗﺤﻞ‬a . i . ) : t ı r a ş e tm e , t ı r a ş e d il m e . tahlil ‫(' ﺗ ﺨ ﻴ ﻞ‬a.i. h a l l 'd e n ) : e k ş itm e , s irk e le ş tahlil ‫( ﺗ ﺤ ﻠ ﻴ ﻞ‬a.i. h a l l 'd e n . c . : t a h l i l â t ) : 1. m ü r e k k e p bil. c is m i t e t k i k e t m e k İç in e s a s u n s u r l a r a a y ır m a , * ç ö z ü m le m e .

İç in e , h a s s a s ım v e y â k o k u s u n u d e ğ i ş t i r m e k İç in , şe k e r, b a l l â r a t v e b e n z e r i g ib i ş e y le r k a tm a .

tahliye ‫ ﺧ ﺐ‬٠ (a.i. h a la ', h a l v e t v e h -a lv 'd e n ) : 1. b o ş a l t m a ,

tiı'm e .

2. kim. a n a -

liz .

tahlil-i asli : lcim. * asal a n a li z , fr. analyse immediate. tahlil-i elektriki: fiz. e le k tr o liz . tahlil-i hacmi : kim. * h a c im s a l a n a li z , fr. analyse volumetrique. tahlil-i hurde-bini: m ik i- o s k o p la ta lilil. tahlil-i kemmi: kim. * n ic e l a n a li z , fr. analys e quantitative. tahlil-i keyfi : kim. * n ite l a n a li z , fr. analyse qualitative. tahlil-i rû h î : psik. p s i k a n a li z .

1. s ü s le m e , d o n a t2. kim. b i r m a d d e

(a.i. h a ly 'd e n ) :

m a , b e z e m e , d o n a tılm a .

d â iı'-].

1190

tahlil-i vezni : kim. * t a r tı l a n a liz ) fr. analyse gravimétrique, analyse pondérale.

m a.

p a rm a .

me

tahlîl-i unsuri : kim. * e le m a n te r a n a li z , fr. analyse élémentaire.

b o ş a l tı lm a ,

boş

b ıra k m a .

2 . s e r b e s t b ı r a k m a , s a lıv e r m e .

tahliye-i derûn : M e l â m î ü k 't e g ö n ü ll e r d e y a l n ı z A lla h a d ı n d a n b a ş k a b i r ş e y b ır a k m am a.

tahliye-i sebil : b i r s u ç lu y u s a lıv e r m e . tahmid -

(a.i. h a m d 'd e n . c. : t a h m i d â t ) :

h a m d e tm e , e lh a m d ü lilla h d e m e , ş ü k re tm e .

tahmidât ‫ ا ت‬-

(a.i. t a l r m i d 'i n c.) : h a m d e t -

m e le r, ş U k re tm e le r.

t a h m i l e - (a.i. h u m k 'd a n . c. : t a h m i k a t ) : " a h m a k ” d e m e , " a h m a k ” o l d u ğ u n u s ö y le m e.

tahmikat ‫ ﻻ ت‬٠‫ " ( ﺗﺤﻢ‬k a ” u z u n o le u n u r . a.i. t a h m i k 'i n c.) : “a l i m a k ” d e m e le r, " a h m a k ” o l d u ğ u n u sö y le m e le r.

tahrîk-‫ ؛‬sevda

tahmil -

(a.i. ham l'den. c . : ta h m ilâ t):

1. yüklem e, yükletm e, yükletilm e. 2 ٠bir İŞİ, b irin in üzerine bırakm a, rakm a. me.

(a.i. hanek'den) : boğm a, (bkz :

tahnit -

(a.i.) : 1. ölüyü, bozulm am ası İ‫ ؟‬in

m uayyen form ül dâhilinde İlâçlama. 2. [bir (a.i. ta h m ilin c.) : yü klem e-

‫ﲢﻤ ﻼ ﺕ‬

tahmim -

(a .i.): h ü m m â verm ek, (bkz :

n in i buhurla tütsülem e" dir].

tahnit-i meyyit : ölünün - ‫ر‬

hüm m â).

tahmin -

(a.i. ham n'den. c . : ta h m in â t):

aşağı yulcarı bir fik ir söyleme. ‫ﺕ‬

cismi] d ayanık lığın ı artırm ak İ‫ ؟‬in İlâçlama,

fr. imprégner, [asil m ânâsı : “ ölünün kefe-

ler, yükletm eler, yükletilm eler.

-

(a.i. tahm in'in c . ) : tahm in-

tahminen -

(a .zf.): aşağı yu k arı, (bkz :

tahmini, tahminiyye -

، -

(a. s . ) :

tahm ine âit, tahm inle ilgili, aşağı yu k a rı hesaplanan. K ıy m e t-İ tahm iniyye : aşağı yu k a rı hesaplanan değeri [bir şeyin]. (a.i. ham r'den. c . : ta h m irâ t):

1. yu gu rm a ,

tahrib

‫ﺏ‬

(a.i. harâb'dan. c. : tahribat) :

. ‫ﺗ ﺮ‬

Tahrîb-İ Harâbât : N a m ık K em al'in, Z iy a Paça'nın H arâbât adil eserine karşı tenkit-

takriben).

tahmir -

tahniyye (a.i.) : 1. tahn'a âit, tahm la ilgili. 2. i. öğütm e ücreti. harâbetm e, edilme, yılcıp bozm a.

ler. (bkz.: hadsiyyât).

yu ğu ru lm a.

2 . m ayalan dırıl-

ma.

lerini ihtiva eden eseri, (bkz : Tâkib).

tahribat

‫ ﺧ ﺮ ﻳ ﺞ—ا ت‬٠

(a.i.

tahrib 'in

c.) :

harâbetmeler, yık ıp bozm alar,

tahrib-kâr

(a.f.b.s.) : yıkıcı,

tahric ‫( ددري—ج‬a.i. hurûc'dan. c. : tahricât) : 1. çıkartm a.

2 . diplom a

verm e.

3. H z.

P e yg am b erin sözünü ilk rivâyet edeni or-

tahmir -

(a.i. him âr'dan. c . : ta h m irâ t): ‫ ﺕ‬١-

taya çıkarm a.

tahriciyye

eşek deme [birine-].

tahmirât

tahnik İhmâk).

tahmil-i zahm et: z o r b ir İŞİ b irin e y ü k le t -

tahminât

(a.i.) : kim. hum uzlandirm a,

oksitleme.

tahn ‫ ﻟ ﺣ ن‬٠ (a.i.) : Öğütme, öğ'ütülme.

tahmil-i m innet : birini m innet altında bı-

tahmilât

tahmîz -

(a.i. tahm ir'in c . ) : eşek de-

‫ ﺧ ﺮ ﻻ ﻱ ﺀ‬٠ (a.i.) : H icaz'd a ulaşım İş-

lerinde kullanılan, katil-, deve ve benzeri h ayvan lar İçin m uayyen bir nispette alınan

meler.

tahmirât ‫ ت‬١‫ص‬

(a.i. tahm ir'in c . ) : 1. y u g u r-

vergi.

2 . m ayalandırılm a-

tahrif ‫ ﺿ ﻒ‬٠ (a.i. h arefd en ) : genç bir adam a

(a.i. hum s'dan. c . : ta h m isâ t):

tahrif ‫( ﺗﺤﺮي— ف‬a.i. h a r f den. c. : tahrifat) ‫؛‬

1. bir şeyi beş, kat veyâ beş köşeli yapm a.

1. h arflerin in yerini değiştirm e, bozm a, ka-

m alar,

yu ğu ru lm alar.

b u n ak lık isnâdetme.

lar.

tahmis -

2. ed. bir şi'rin her b eytin in üstüne üçer

lem oynatm a, değiştirme. 2. bir ibârenin

m ısrâ katarak her beyti beşer m ısrâa Ç1-

m ân âsın ı değiştirme.

karm a, (bkz : teştîr). Mutarref tahmis, ed. tahm is edilen gazelin her beytin in birinci ve ikinci m ısra'ları arasına üçer m ısrâ İlâve etm ek sûretiyle vü cû d a getirilen nazım .

tahmis -

(a.i. h am s'd e n ): 1. ateşte kızd ı-

rıp kavu rm a. 2. kahve kavrulan yer; kahve kavrulup satılan yer.

tahmis -

yer. ( b k z : tahm is‫)؛‬.

‫ﲢ ﺮ ﳞﺎ ﺕ‬

(a.i. ta h r ifin c) : bozm alar,

değiştirmeler, kalem oynatm alar,

tahrik

(a.i.) : 1. yırtm a, yırtılm a. 2. yar-

m a, yarılm a.

tahrik ‫ ﺉ‬.‫( ' ﻡ‬a.i. hark'den) 1 ‫؛‬. çok yak m a, y aklim a. 2. susatma, susatılma,

tah rik ‫ﻙ‬

(a .i.): döğülm üş kahve satılan

‫ ﺩ‬. ‫( ﲢ ﻞ‬a.i. hareket'den.

c. : tahrikât) :

1. kım ıldatm a, kım ıldatılm a, oynatm a,

tahrik-i sevda : sevdâ u yandırm a, işletme.

tahmisât ‫( ﺗﺨﻤﻴ ﺲ — ا ت‬a .i.ta h m is 'in c .): tahm isler.

tahmis-hâne ‫ ﻻ‬-

tahrifat

2. kışkırtm a,

azdırm a.

3. yola

çıkarına.

4. uyan d ırm a. 5 ٠ a. gr. m eczum (cezimli) (a.f.b.i.): kahvenin

kavrulup düğülerde satıldığı yer.

bir h arfi hareke'ile okum a : "ilm " kelim esini "ilim '' okum a., gibi.

1191

tahrîk-âmîz

tahrîk-âmîz 8‫ ة( ﺻ ﺪ ا آ ﺳ ﺰ‬.£ ‫ ط‬.) :kışkırtıcı, tahrikât ‫( ﺗ ﺤ ﺮ ﻛﺎ ت‬a.i. tah rik 'in c . ) : kışkırtm a, [müfret (te k il) gibi kullanılır).

‫( ز ر ص‬a.i. hırs'dan. c . : ta h rîsâ t): h ırs-

landırm a, hırslandırılm a, ta h rîsâ t

tahrim ‫ل‬٠‫( ﺗﺤﺮي‬a.i. h ırm ân'dan. c . : ta h rim â t) : h aram klim a, kılınm a. klim alar, kılınm alar.

‫ﺑﺶ‬.‫( ﺗﺨﺮ‬a .i.c .: ta h rîşâ t): tırm alam a, tir-

m alanm a. 2. yakıp kaşındırm a, azdırm a, ta h rîşâ t

tahrime ٠—‫( ﺗﺤﺮ؛ م‬a.i.) : nam aza başlarken "A llahii Ek ber" sözüyle iki elinin baş parm akların ı ku lak mem elerine d oğru kaldırarak tekbir alm a.

‫ ا ت‬٠‫( ﺗ ﺤ ﺮﻳ ﻢ‬a.i. tahris'in c . ) : hırslandır-

malar, hırslandırılm alar. ta h rîş

tahrimât J i —H / Ü (a.i. tahrim 'in c . ) : haram

‫( ﺗ ﺨ ﺮ ﻳ ﺜ ﺎ ت‬a.i. tahrîç'in c . ) : 1. tırm a-

lam alar, tırm alanm alar. 2 . yakıp kaşındırmalar, azdırm alar.

tahrîz ‫( ﺗﺤﻮﻳﺾ‬a.i. hırz'dan. c . : ta h rîz â t): kışkırtm a, kışkırtılm a, (bkz : tergib, teşvîk).

tahrimi, tahrimiyye ‫ ﺗﺤﺮﻳﻤﻴﻪ‬، ‫( ﺗ ﺤ ﺮ ﻳ ﻤ ﻰ‬a. s . ) : harâm a âit, liaram la ilgili. Kerâhet-İ tahrim iyye : harâm a y a k m olan kerâhet [at eti yem ek gibi).

tahrîzât ‫ ذﺣﺮﻷﻏﺎت‬٠(a.i. tahrîz'în c . ) : kışkırtm alar. tah sil -

(a.i. h ıısû l'd e n ): 1. hâsıl etme,

edilme, ele geçm e, geçirilm e. 2. vergi yeyâ

tahrir j i / ü (a.i.) 1 ‫؛‬. yazm a, yazılm a,

irat toplama. 3. ilim Ogrenme.

tahrir-ibeyyine : huk. yazılı iptal *belgeleri, tahrir hey'eti : y azı *kurulu. 2 ٠ ed. kom pozisyon. 3. kitap yazm a. 4 . kaydetme,

tahrir-i em lâk : em lâk kaydı. 5. hür etme, azâdetme.

ta h sîl-î i b t îd â î : *ilkoğrenim . ta h silât

‫ت‬-

6.

sayım ,

tahrir-i nüfûs : nüfus sayım ı, tah rirli : g. s. kontur çizgileri belirtilm iş

(a.i. tahsil'in c . ) : halktan

vergi ve rüsum alım ı; para alım ı, ta h s îl-d â r halktan

tahrir-i rakabe : köle azâdetme.

‫ار‬-

(a.f.b .i.c.: ta h sîl-d â râ n ):

vergi

ve

vâridâtı

tahrirât ‫( ﺗﺤﺮﻳﺮات‬a.i. tahrir'in c.) ‫ ؛‬bir dâirece yazılan resm i m ektupflar). [kelime, m iifret gibi kullanılır).

tahsil

eden

m em ur.

tahsîl-dârân ‫( ﺗ ﺤ ﻤ ﻴ ﻠ ﺪ ا ر ا ن‬a.hb.i. tahsîldâr'ın c . ) : tahsildarlar.

tahsili, tahsîliyye ‫ ﺗ ﺤ ﻤ ﻴﻠ ﻪ‬، -

süsleme m otifi.

(a. i . ) : tah-

sil ile, vergi veyâ irat ile .ilgili, ta h s ilim e

‫( ﺗ ﺤ ﻌ ﻴ ﻠ ﻴ ﻪ‬a .i.): tahsildarlık hakki,

tahsildarlık yüzdesi, topladıkları paradan

tahrîrât-1 sâniye : tar. sadrazam tarafından, İstanbul dışında bulunan resm i m akam larla yapılan yazışm a.

tahrîrât-1 umûmiyye : eski İdâre h u ku ku nda “ tâm îm = genelge'' m ânâsınadır.

tahrîrât-ı vârîde ‫ ؛‬gelen m ektuplar, tezkereler.

tahsildarlara verilen hisse,

tahsîn ‫ص‬

riyle m eşgul olan kalem. (a .zf.): y azı ile, yazm ak

(a.i. hüsn'den. c . : ta h sîn â t):

1. güzel bulup takdir etme, beğenip alkışlama. 2. güzelleştirm e, güzel klim a,

tahsin-ilâfz: lâfzı, sözü güzelleştirm e. 3. erkek adi.

tahsin -

tahrirât kalem i : resm i dâirelerde yazı İşletahriren ‫ د را‬.‫ﺳ ﺮ‬

ta h rîs

(a.i. h is n 'd a n ): kale gibi sağlam -

İaştırma. (bkz : tahkim , takviye, teşyîd).

tahsinât ‫( ﺗ ﺤ ﺴ ﻴ ﺎ ت‬a.i. tahsin'in c . ) : 1. beğenmeler, alkışlam alar. 2. güzelleştirmeler, güzel klim alar.

sûretiyle.

‫ ﺗﺤﺮﻳﺮ؛د‬، ‫( ﺗ ﺤﺮ؛ ر ى‬a .s .): yazı

tahsin-hân ‫( ﺗ ﺤ ﻤ ﻴ ﻦ ﺧﻮان‬a.f.b.s.): beğenip al-

ile, yazı ile ilgili, im tih â n -1 t a h r i r i : yazılı

kışlayan, aferin diyen, (b k z : âferîn-hân,

yoklam a. H ey'et-İ t a h r i r i c e m i i d i r i : (ga-

şâbâş-hân).

ta h r ir i, t a h r i r i c e

zetelerde) y azı İşleri m üdürü, ta h r ir i im t ih â n : yazılı *smav.

tahris ‫( ﺗ ﺨ ﺮ ﻳ ﺲ‬a .i.): İçinde bir şey saklanılan nesne; anbar.

1192

tahsîn-hânî ‫ذى‬١‫ ﺧﻮ‬-

(a.f.b.i.): alkışlayıcı-

ilk, aferin deyicilik.

tahsin-kerde ‫ ﻛﺮده‬-

(a.f.b.s.): beğenilm iş,

(b k z : m akbûl, mergub).

t٥h١e'z-zemîn tahsin-nâm e ‫( ﺗﺤ ﺴﻴﻦ ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): takdirnâm e, beğeni kâğıdı.

tahsir ‫( ﺗ ﺤ ﺒ ﺮ‬a.i. h asret'd en ): hasret bırakm a, bırakılm a, hasret etme, edilme.

tahsir -

(a.i. h a sâ r'd a n ): zarara uğratm a.

tahsis ‫( ﺗ ﺨ ﺼ ﻴ ﺺ‬a.i. husûs'dan. c . : ta h sisât):

taht

‫( ﺗ ﺤ ﺖ‬a.i.) : 1. alt,

m

zıddı]. 2. s. elde,

a ş a ğ ı.

(bkz : zîr) : [“fevk"

taht-ı beşerevi : anat. üstderi altı, taht-ı edim m e-i dâh ilim e : anat. i ‫ ؟‬d e r i

altı. taht-ı esâret : esâret altı,

1. bir şeyi birine veyâ bir yere m ahsus klim a,

taht-ı fâsıla : bot. * a ltfa m ily a .

ayırm a. Be-tahsis. (b k z : b i' 1-hâssa). Bi't_

taht-ı m edâr : cogr. .a s t r o p i k a ) fr. subtropique.

ta h s is : m ahsus, ayrıca, ayırarak. 2 . [aylık] bağlam a.

tahsisât ‫( ﺗ ﺨ ﺼ ﻴ ﺼﺎ ت‬o.i. tahsis'in c . ) : 1. sosy.

taht-ı m e d â rî: cogr. .a s t r o p i k a l , fr. subtropicaj.

*ödenek. 2 . bir dâire veyâ bir kim se İçin ay-

t a h t - ı m ü m â s : g e o . . t e g e t a ltı, f r . s o ı ı s - t a n -

r ılm ış para.

tahsîsât-ı mestûre : *örtülü ödenek, devletin,

g e n te .

m âlî form alitelere tâbî tutm aksızm gizli

taht-ı mütezât : mant. * a ltk a r ş ıt, fr. subcontraire.

siyâsî İşler İçin bütçede tahsis ettiği para,

taht-ı m üzâkere : k o n u ş u l m a k t a o la n ,

tahsisât kabilinden v a k f: ku ru m ülkiyet. H azîneye ait bir m ü lk toprağın faydaların m H azîneden alacaklı olan kişiye bırakılması.

tahsisen ‫( ﺗ ﺨ ﺼﻴ ﺼﻤﺎ‬a .zf.): tahsis sûretiyle; hele, en çok.

tahşîd ‫( ﺗ ﺤ ﺸﻴﺪ‬a.i. haşed'den c . : ta h şîd ât): yığma, biriktirm e, toplam a [en çok asker hakkm d a kullanılır].

tahşîdât ‫( ﺗ ﺤ ﺸﻴﺪا ت‬a.i. tahşîd'in c . ) : yığm alar, biriktirmeler,' toplam alar [asker hakkında].

tahşîm ‫ل‬٠‫( ﺗﺤ ﺶ‬a.i. h ışm 'd a n ): gazaplandırm a, öflcelendirme.

tahşiye ‫( ﺗ ﺤ ﺸ ﻴ ﻪ‬a.i. h a şy 'd e n ): hâşiye yazm a, yazılm a, ( b k z : der-kenâr).

tahşiye ‫( ﺗ ﺨ ﺸ ﻴ ﻪ‬a.i. h aşy e t'd en ): ürperm e, iirpertilme.

taht ‫( ﺗ ﺨ ﺖ‬f.i.): 1. h üküm darların oturduğu b ü yü k koltuk. 2. hüküm darlık m akam ı,

taht-ı âc (fildişi ta h t ) : gün, gündüz; beyaz şey•

taht-ı abnûsî (abanoz ta h t ): gece, taht-ı fîrûze (fîrûze ta h t ) : gökyüzü, taht-ı hüm âyûn : pâdişâh tahtı, taht-ı M uh am m ed: Â y în -i C em töreninde kullanılan, üstü m um larla süslü basam aklar.

taht-ı nerd (tavla ta h ta sı): tavla tahtası, taht-ı S ü le y m â n î : Süleym an Peygam berin havada uçtu ğu n a inanılan tahtı.

taht-ı nâzım : anat. . n o r m a l a l t ı , fr. sousnormale. taht-ı râhe : anat. a v u ‫ ؟‬İç in d e , k ü ç ü k p a r m a g m a l t ı n d a b u l u n a n ç ık ı n t ı ,

taht-ı revân : d ö r t k iş i v e e k s e r iy â i k i k a t ı r t a r a f ı n d a n t a ş m a n n a k i l v â s ıta s ı,

taht-ı s ın ıf: bot. a lts ın ıf , taht-ı şûbe : alt ş û b e .

‫( ﺗ ﺎ ﺧ ﺖ‬f.i.) : y a ğ m a , ç a p u l, s o y g u n , ta l a n . (bkz : garet, târâc, târât). tahtânîj tahtâniyye ‫ ﺗﺤﺘﺎ ﻧﻴﻪ‬، ‫( ﺗﺤﺘﺎﻧﻰ‬a.s.) : 1. altta olan, alttaki. Dâire-İ tahtâniyye : alt, alttaki dâire. 2. noktası altta olan [harf], tahtâni fevkâni : altlı üstlü, tahte ‫( “ﺧﺘﻪ‬f.i.) : tahta,

tâht

tahte ‫( ﺗ ﺤ ﺖ‬a.zf.) : alt, altta, altında, t â h t e ^ ü (f.s.) : yağmalanmış, talanlanmış. tahte'l-arz‫( ﺗ ﺤ ﺖ اﻻرض‬a.b.i.) : cogr. yeraltı, ta h te l-b a h r ^ ' ‫( ﺗ ﺤ ﺖ‬a.b.i.) : den. "denizin altı” : denizaltı gemisi. tahte'1-cüd ‫( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟ ﺠﻠﺪ‬a.b.i.) ‫ ؛‬biy. derialtı, tahte'l-hıfz ‫( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟﺤﻔﻆ‬a.zf.) : muhâfaza altmda. (bkz : mahfûzen). taht'el-kamer ‫( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟﻘﺒﺮ‬a.it.) : astr. ayalti. tahte-pûş ‫( ﺗﺨﺘﻪ ر ش‬f.b.i.) : taraça, tahtaboş, tahte’s-serâ ‫( ﺗ ﺤ ﺖ ا ى‬a.b.i.) : toprak altı, tahte'ş-şuûr ‫( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟ ﺸ ﻌ ﻮ ر‬a.b.i.) : şuur altı, altşuur, fr. subconscience, tahte'z-zemin ‫( ﺗ ﺤ ﺖ اﻟﺰ س‬a.b.i.) : cogr. toprak altı, (bkz : tahte's-serâ).

1,93

taht-gâh m unda bırakm a, istediğini seçm eyi teklif

‫( ﺗ ﺨﺘﻜﺎه‬f.b .i.): 1. taht y eri.'2 . başşehir,

ta h t-g â h

etme.

(b k z : dâı٠ü's-saltana). ta h t-g â h -î s a lt a n a t : saltanat tahtının bu-

ameliyat, operasyon yapm a,

‫( ﺗ ﺨﺘﻜﻪ‬f.b.i.). (bkz : taht-gâh). ‫( ﺗﺨﻄﺌﻪ‬a.i. h a tâ 'd a n ): yan lışın ı çıkarm a,

ta h zib

‫( ﺗ ﺨ ﺘ ﻴ ﻢ‬a.i. h atm 'd e n ): m ühür basm a,

ta h zib

ta h t-geh ta h tle ta h tîm

‫( ﺗ ﺨ ﻄﻴ ﻂ‬a.i. h a tt'd a n ): 1. çizm e, çizilm e,

çizgi ile belli etme. 2 . çizgi, ta h tît-î a r â z î : topografya, ta h t-n îşîn

ta h z lb -i lih ye : sakal boyam a,

su değirm eni, (bkz : âsyâb).

ta h z in

âsyâb). 2 . en b ü yü k azı dişi, ta h û r

ma.

ta h û re ta h v îf

lar, korkuya düşürmeler,

‫( ﺗﺨﻮﻳﻐﺄ‬a.zf.) : korkutarak,

‫( ﺗ ﺤ ﻮ ﻳ ﻞ‬a.i. h a v l'd e n ): 1. değiştirm e,

değiştirilm e, çevirm e, döndürm e. 2. ( c .: tahvilât) ‫ ؛‬boı'ç senedi; aksiyon, ta h v îl-î d ü y û n : boı٠ç değiştirm e, ta h v ilâ t

‫( ﺗ ﺤ ﻮ ﻳ ﻼ ت‬a.i. t a h v il nin c . ) : borç se-

ııetleı'i; aksiyonlar. ta h v îl-d â r

‫( ﺗ ﺤ ﻮ ﻳ ﻠ ﺪ ا ر‬a.fb.s. h a v l'd e n ): tahvil

sâhibi. ta h v in

‫ ( ﺗ ﺨ ﻮ ﻳ ﻦ‬a .i.c .: ta h v in â t): birisine lıâin

kilm e. derli klim a, kılınm a. (a.i. h ayâld e n , c . : ta h y ilâ t):

akla, fikre getirm e, getirilme,

‫ﺗ ﺨﻴﻴ ﻼ ت‬

(a.i. tah yil'in c . ) : akla, fikre

getirmeler, getirilmeler,

‫ﺗ ﺨﻴ ﺠ ﺮ‬

(a.i. hayr'den. c . : ta h y îrâ t): bi-

rini, iki şey arasından birini seçm ek duru-

1194

‫( ﺗ ﺤ ﻀ ﺠ ﺾ‬a.i.): rağbet ettirm e, isteklen-

dirme. (b k z : tahrik, teşvîk).

‫( ﺗ ﺎ ﺋ ﻰ‬a .s.): t harfine mensup, t ile ilgili.

tâ î

M a sd a r-I t â î : sonunda t bulunan m asdar : sahâvet, sefâhet... gibi. Tâî

‫ﻓﻰ‬1‫( ط‬a.h .i.): T a y y kabilesinden olan, T a yy

kabilesine âit, onunla ilgili,

‫( ﺗﺎﺋ ﺐ‬a.s. te vb e 'd e n ): 1. tövbe eden.(bkz :

tâîb

tevbe-kâr). 2 . i. erkek adi. 3. X V I II . asırda. Lâle D evri'nde şâirlerin reisi sayılan şâir, tâîbe t â if

‫ﺗﺎ ب‬

(a.s. tevb e'd en ): f"tâ ib " in müen.].

‫( ﻃﺎﺋﻒ‬a.s. t a v â f d a n ) : 1. tavâfed en , etrâfını

kınında bir şehir. tâîfe

‫( ﺗ ﺨ ﻴ ﻴ ﺐ‬a.i. h iy b e t'd e n ): m ahru m , ke-

ta h y ilâ t

ta h z îz

dolaşan, dönen. 2. A rabistan 'd a M ekke ya-

‫( ﺗ ﺤﻮﻳ ﻂ‬a.i. h a v t'd a n ): duvar çekm e, çe-

‫ﺗ ﺨﻴﻴ ﻞ‬

‫( ﺗ ﺤ ﻨ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. tahzir'in c . ) : sakindir-

malar, sakm dırılm alar.

(b k z : tâib).

deme, denilm e.

ta h y ir

me. (b k z : men'). ta h z îrâ t

‫( ﺗ ﺨﻮﻳﻔﺎ ت‬a.i. t a h v ifin c . ) : korkutm a-

ta h v îfe n ta h v il

lama. 3. yeşillendirm e, yeşil renk verm e,

‫( ﺗﺨﻮﻳ ﻒ‬a.i. h a v fd e n . c . : ta h v îfâ t): kor-

kutm a, korkuya düşürme,

ta h y il

km d ırm a, sakındırılm a. 2 . m enetme, ta h z îr ‫( ﺗ ﺤ ﻀ ﻴ ﺮ‬a.i.): 1. hazırlam a. 2 . ilâç hazır-

‫( ﻃ ﻬ ﻮ ر ه‬a.s. ta h â ret'd e n ): [“ tah û r" un

ta h v îfâ t

ta h y ib

ta h z îr ‫( ﺗ ﺤ ﻨ ﻴ ﺮ‬a.i. hazer'den. c . : ta h z irâ t): 1. sa-

ta h z îr ‫( ﺗ ﺤ ﻈ ﻴ ﺮ‬a .i.): men'etme, önleme, önlenil-

miien.]. ( b k z : tahûr).

ta h v it

ta h z în ‫( ﺗ ﺨ ﺰ ﻳ ﻦ‬a .i.): hazînede saklam a,

‫( ﻃ ﻬ ﻮ ر‬a.s. tah âret'd en ): çok tem iz; te-

m izleyici.

‫( ﺗﺤﺰﻳﻦ‬a.i. h ü zn 'd e n ): 1. kederlendirm e,

tasalandırm a. 2. hazin hazin K ur'an oku-

‫( ﻃﺎ ﺣ ﻮ ﻧ ﻪ‬a .i.): 1. su değirm eni, (bkz :

tâ h û n e

‫( ﺗ ﺨﺬﻳ ﻞ‬a .i.): alçaltm a, bayağılaştırm a,

ta h z îl

hüküm dar, pâdişâh.

‫ ﻃﺎﺣﻮﻧﻪ‬، ‫( ﻃﺎﺣﻮن‬a .i.c .: ta v â h îıı):

‫( ﺗ ﺨ ﻀ ﻴ ﺐ‬a.i. h iz a b 'd a n ): bo yam a fsa‫ ؟‬,

sakal-].

‫( ﺗ ﺨ ﺖ ﻧ ﺸ ﻦ‬f.b .s.): ('tahtta oturan” :

tâ h û n , tâ h û n e

‫( ﺗ ﺤﺰﻳ ﺐ‬a.i. h iz b 'd e n ): takım t akim top-

lama.

m ühürlem e, ( b k z : temhir), ta h tit

‫( ﺗ ﺨ ﻨ ﻴ ﻊ‬a .i.): 1. kesme, yarm a. 2. hek.

ta h z l'

lundugu yer, İdâre merkezi,

‫( ﻃ ﺎ ﺋ ﻔ ﻪ‬a.s. t a v â f d a n ) : ["tâ if” in müen.].

(b k z : tâif). tâîfe

‫ ﻃ ﺎ ﺋ ﻔ ﻪ‬-(a.i.c. ‫ ؛‬t a v â if ) : 1. bölük, takım , gü-

ruh, hrka. 2 . kavim , kabile. 3. tayfa, gem i işçisi. tâ ife -î b â g iy y e : İsyân eden güruh, tâ îl

‫( ﻃ ﺎ ﺋ ﻞ‬a .i.): fayda, yarar. B î - t â i l : faydasız,

boşuna. L â -tâ il ‫ ؛‬m enfaatsiz, beyhude, b o şuna.

takarrür

‫( ﻃﺎﺋﺮ‬a.s. ta y erâ n 'd a n ): 1. uçucu, uçan. 2. i.

tâ ir

m ü d d e t i n m ü r û r e tm e s i k i b u , b â z ı h u s u s -

kuş. ( b k z : m ürg). N e s r ü 't -t â ir : astr. nesir

l a r d a d â v â n ı n rU y e tin e , ş a h a d e t i n İ s t i m â ı n a

burcu, kartal takım yıldızı.

b i r m â n î te ç k îl e d e r, b u n a " t a k a d d ü m - i z a m â n ” d a d e n ir , [m e s e lâ : s i r k a t t e n , g ay -

tâ ir -i cen n et ‫ ؛‬cennet kuşu.

r i m e ç r û m u k a r e n e t t e n d . l a y ı h a d ic r â s ı

tâ ir -i h a y â l : m uh ayyile kuvveti.

h u s U s u n d a t a k a d d ü m - i z a m a n ; ? a h â d e t in

T â ir - i k u d ü s : Cebrâil aleyhisselâm.

k a b u lü n e m â n id ir. B u m ü d d e tin m ik tâ r i

tâ ir -i p ü r -n e ş 'e : neşeli kuş.

h a k k ı n d a m u h t e l i f s ö z le r v a r d ı r . B u n u n e n

T â ir - i sidre : C ebrâil aleyhisselâm .

a ş a ğ ı h a d d i a l t ı a y v e y â b i r ay, v e y â ü ç g ü n -

tâ k

‫( ﻃ ﺎ ق‬a .i.c .: tâkat, etvâk, tikan) 1 ‫؛‬. binâ

kem eri. 2. y a rim dâire şeklinde kapı ve

d ü r . B ir k a v le g ö re b u n u n t a k d i r v e t â y î n i v e li y y ii le m r e m u h a v v e l d ir ] .

pencere üstü. 3. kubbe, künbet. N ü h -t â k :

ta k a d d ü s

dokuz kat gök.

ta k a lliib

‫( ﺗﻘﺪس‬a.i.) ‫( ﺗ ﻘ ﻠ ﺐ‬a.i.

: m ü b â re k , k u tlu k lim a , k a lb 'd e n . c. : t a k a l lü b â t ) :

tâ k -ı b â zîçe -ren g : küreler; kader, baht, talih.

1. d ö n m e , b i r y a n d a n b i r y a n a ç e v r ilm e .

tâ k -ı e b r û : taş kem eri, kemer biçim indeki

2. d e ğ iş m e , b a ş k a k a lı b a g ir m e , ( b k z : ta h a v v ü l, te b e d d ü l ) .

kaş. tâ k -ı fîrû z e , -İ h ad râ, -i lâciverd i, -i kem li, -i n ilüfer, -İ t â r ı m : gök. (b k z : semâ).

‫ﺗ ﻘﻠ ﺪ‬

ta k a llü d

(a.i. k a l d 'd e n ) : 1. t a k m a , t a k ı n -

m a , t a k ı n ı l m a , g e r d a n l ı k g ib i b o y n a g e ç ir -

tahtı. tâ k -ı za fer : târihî bir hâdiseyi, zaferi an m ak veyâ gelecek olan b ü yü k bir kim seyi karşı-

m e , g e ç ir ilm e . 2. (k ılıç ) k u ş a n m a , k u ş a n ı l m a . 3. b i r İŞİ ü s t ü n e a lm a , ta k a llü d -i k a z â : h uk. h â k i m l i ğ i k a b û l.

lam ak İçin ku ru lan kem erli yapı,

‫( ﺗ ﺎ ك‬f.i.): asma, ü zü m kütüğü, (b k z :

ta k a llü d -i s ü y û f : k ı l ı ç l a r ı k u ş a n m a , ta k a llü l

kerm).

‫( ﻃﺎﻗﻪ‬a .i.): 1. kubbeli m ahfe. 2. pencere, tâ k a ‫( ﻃﺎﻗﻪ‬a.i.). (bkz : tâb, tâkat). tâ k a

‫( ﺗﻘﺒﺾ‬a.i. kabz'dan. c . : ta k a b b u zât):

ta k a b b u z

1. büzülm e,

kısılm a;

toplanıp

çekilme.

2. kabız, peklik olma. systole.

‫( ﺗ ﻘ ﺒ ﻔﺎ ب‬a.i. takabbuz'un c . ) : 1. bü-

ziilmeler, kısılm alar; toplanıp çekilmeler.

1. k a s ı lm a , b i r ş e y in to p l a n ı p b ü z ü lm e s i . 2 . hek. b i r o r g a n ı n ç e k ilip t o p l a n m a s ı,

‫ﺗ ﻘﻠ ﻬﺎ ت‬

ta k a llü sâ t ta k a m m u s

‫ﺗﻘﺒ ﻞ‬

(a.i. k a b u ld e n ): 1. kabul etme,

alm a. 2. benim sem e. 3. üstüne alma, (b k z :

(a.i. ta k a l l i l s i i n c.) : k a s ıl-

‫( ﺗﻘﻤﺺ‬a.i.

k a m i s 'd e n ) : g ö m le k g iy -

(a .c ü .): "m ukaddes olsun!''

‫( ﺗﻘﺪم‬a.i. k ıd e m 'd en ): 1.

önce gelme,

önce davranm a. 2. ileri geçm e, ileride bulunm a. 3. protokola göre öne geçm e, daha yu k a rı oturm a. H a k k -1 ta k a d d ü m : önde bulunm a hakki. F a z l-1 t a k a d d ü m : önde bulunm a meziyeti. hâdisenin

: b it le n m e , b it li

‫ﺗﻘﻔ ﻦ‬

(a.i.) : k a n u n l a ş m a ; d e ğ iş m e z ,

k a t 'î o l a r a k b e li r m e . ta k a r iz

‫“( ﺗﻘﺎرﻳﺾ‬k a ” u z u n

o k u n u r , a.i. t a k r i z 'i n

ta k a r r u h

‫ﺗﻘ ﺮ ح‬

(a.i. k a r h 'd a n ) : 1. k a r h a l a n -

m a , y a r a d e r i n le ş i p b ü y ü m e . 2 . y a r a ç ıb a n

m ânâsına.

ta k a d d ü m -i

‫( ﺗﻘﻤﻞ‬a.i. k a m l 'd e n )

o lm a .

c.). ( b k z : ta k r i z â t ) .

taahhiid). 4. öpülm e.

‫ﺗﻘﺪ س‬

ta k a m m ü l ta k a n n ü n

2. kabız, peklik olm alar,

ta k a d d ü m

‫( ﺗﻘﻠﻞ‬a.i. k i l le t 'd e n ) : a z o lm a , a z a l m a , ‫( ﺗ ﻘ ﻠ ﺺ‬a.i. k u l û s 'd a n c. : t a k a l lü s â t) :

m e.

ta k a b b u z â t

takad d ese

ta k a llü s

m a la r.

ta k a b b ıız-ı k a lb : biy. yü rek kasıntısı, fr.

ta k a b b iil

(a.i. t a k a l l i i b 'i i n c.) : d e ğ iş -

m e le r, ( b k z : t a h a v v ü l â t , t e b e d d ü l a t) ,

tâ k -ı m u k a rn e s ‫ ؛‬ı) gökyüzü; 2) Süleym an'ın

tâ k

‫ﻟ ﻔﻴﺎ ت‬

ta k a llü b â t

ah d:

o lm a . ta k a r r ü b

vu ku u n d an

[eskiden]

bir

itibâren

bir

(a.i. k ı ı r b 'd a n ) : 1. y a k la ş m a ,

ta k a r r ü b ile ' 1-a r z : jeol. y e r e y ö n e lm e , fr. g éo tro pism e. ta k a r r iim

h uk.

‫ﺗﻘ ﺮ ب‬

y a n a ş m a . 2 . v a k t i y a k ı n o lm a ,

ta k a r r ü r

‫( ﺗﻘﺮم‬a.i.) : t a t i l t a t i l y e m e , ‫( ﺗﻘﺮر‬a.i. k a r â r 'd a n ) : 1. k a r a r

b u lm a ,

k a r a r l a ş m a ; k a r a r k li m a . 2 . y e rle ş m e .

1195

takasdur

‫ دو‬٠‫( ﺗﻘﺺ‬a .i.): k im . kalaylanm a, talcass ‫س‬٠‫ “( ﺗﺔا‬ka” uzun okunur, a.i. k a ss 'd a n ): ta k a sd u r

takas, öde?me, hesapla?m a, m ahsupla?m a, ta k a ssi -

(a .i.): bir ?eyin aslını esâsını

‫ﺗ ﻘﺎ ﻣ ﺮ‬

(“ ka”

u zu n

okunur,

a.i.

k a s r'd a n ): esirgem e, elinde iken yapm am a, ( b k z : dirig).

‫ص‬

‫ﻃﺎﻗﺎت‬

(a.i. k ı? r 'd a n ): kabuklanm a, ka("k a” uzu n okunur, a.i. tâk'ın c . ) :

tâkatler, güçler, (a .i.): güc, kuvvet,

‫( ﻃﺎﻗﺘﻔﺮﻣﺎ‬a.f.b.s.): tâkat götürm ez,

‫ﻃﺎ ﻗ ﺘ ﻜ ﺪا ز‬

(a.f.b.s.): tâkati, gücü

‫ﻃﺎﻗﺖ‬

‫ن‬۵

(a.f.b.s.): tâkati tüke-

ten. ta k a ttu b -

(a .i.): 1. hek. buru?m a. 2. ka?-

la rm çatılm ası. ta k a ttu r

‫( ﺗﻬﻄﺮ‬a.i. katr, kütür ve k a ta ra n 'd a n ):

dam lam a, dam la dam la akm a, ta k a tu r

‫ﺗﻘﺎط‬

r

(“ ka"

u zu n

okunur,

a.i.

k a tre 'd e n ): ( b k z : tekatur). t a k a ' u r - (a.i. k a 'r'd a n ): m ııka'ar olm a, ‫ ؟‬ukıırla?m a. okunur,

a.i.

‫( ﺗﻬﻮى‬a.i. k u v v e t'd e n ): kuvvetlenm e, ta k a v v ü l ‫( د ﻧ ﻮ ل‬a .i.c .: takavvülât). (b k z : teta k a v v i

kavvül).

ta k a y y u h

‫( ﺗﻘﻮس‬a.i. kavs'den).

‫ﻃﺎ ب‬ iki

(a.f.b.i.): 1. kü ‫ ؟‬ü k tak, zafer yan ın d ak i

kü‫ ؟‬ük

kemerler.

2. kü çü k pencere.

‫( ﺗﺎﻛﺪاﻧﻪ‬f.b.i.): üzüm ‫ ؟‬ekirdegi. ‫ ح‬٠‫( ﺗﻘﺪ‬a.i.): beğenm em e, zem m etm e, ta k d im r - ‫(تﻋﺪي‬a.i. kıdem 'den. c . : ta k d im â t): tâlt-dâne

1. öne geçirme, geçirilm e, öne alm a, ileriye sürme, sürülm e. 2. b ü yü k bir kim senin h u zûruna bir çey götürm e, verm e. 3. sunbir ba?kasına tanıtm a. i't id â le y n :

astr.

d e v in m e ,

fr.

precession. ta k d îm ü ' 1-e h em m ale'1-m ü h im m : pek m üh im olanı m ü h im olandan üstün tutm a, ta k d im ü t e 'h î r : gr. metatez, bir ibâredeki sözlerin yerlerini degi?tirerek düzeltme, fr. mCtathCse. ta k d im â t

‫ ﺳ ﺎ ت‬. ‫( ى‬a.i. takdim 'in c . ) : büyüğe

sunulan ?eyler. ta k d im e

‫ﺗﻘﺪ ﺳ ﻪ‬

(a .i.c .: te k a d im ): 1. takdim .

2 ٠kendinden üstün kim seye su nulan arta k d im e n L o jJi;(a .zf.) :1. takdim ederek, sunarak. 2. öne geçirerek, ta k d im e n m ü z â k e r e : *öncelikle konu?m a. ta k d ir

‫ص‬

(a.i. kader'den. c . : ta k d irâ t): 1. be-

(bkz : tekavvüs).

2. [değerini, ehem m iyetini, İüzûm unu] an-

‫ ح‬٩‫( ﺗﻊ‬a.i. kayh'dan). (b k z : tekay-

lam a. 3. ezelde A llah 'ın olm asını istediği ?eyler, (bkz : kader). A lâ -k ile 't-ta k d ir e y n :

t a k a y y ü ' ‫ش—وﺀ‬٠(a .i.) : kusar gibi olup kusam a-

her iki surette, [-de hâli son takı olarak kullanıldığı z a m a n : vakit, vaziyet, ?art”

ma.

‫( ﺗﻬﻴﺪ‬a.i. kayd'dan. c . : ta k a y y iid â t):

1. bağlanm a, bağlı olm a. 2. ‫ ؟‬alı?ma, ‫ ؟‬abalam a, uğra?m a, üstüne dü?me. 3. dikkatli davranm a. A d e m -İ ta k a y y ü d : kayıtsızlık, üzerine i? edinm em e.

1196

tâ k -‫ ؟‬e

ğenme, değer biçme, değer verm e‫ ؛‬verilm e.

yuh).

ta k a y y ü d

(a.i. k a b l'd e n ): öpm e, (bkz ‫؛‬

m agan . ‫ﺀ‬

ta k a v im ‫"( ﺗ ﻬﺎ و دم‬k a'' uzu n ta k vim 'in c . ) : takvim ler,

ta k a v v ü s

7‫■"— ل‬:‫ق‬

ta k d im -i

eriten, yak an m ahveden. tâ k a t-?ik en

(a.i. takbih'in c . ) : ‫ ؟‬irkin gör-

ma, kü çü k büyüğe bir ?ey verm e. 4. birini,

dayanılm az. tâ k a t-g ü d â z

‫ت‬-

meler, ayıplam alar.

ta k d ih

tâ k a t-i v i s â l : kavu ?m a tâkati; bulunm a kudreti. tâ k a t-fersâ

ta k b ih ât

tâkın m

1. taklar, (bkz : tikan). 2 . (a.i. tâkat'in c . ) :

‫ﻃﺎﻗﺖ‬

(a.i. kubh'dan. c . : ta k b ih ât): ‫ ؟‬ir-

telsim).

bu k tutm a.

tâ kat

‫( ﺗﻘﺒﻴ ﺐ‬a.i. k u b b e'd en ): kubbeleme, kub-

ta k b ih -

ta k b il

ta k a ??u ' ‫( ﺗﻘ ﺸﻊ‬ka?'dan). (bkz : teka??u').

tâlcat

tak b ih

kin görme) beğenmeme.

ara?tırm a. ( b k z : istiksâ).

ta k a ççıır

kayyüdler, dikkatler. be gibi yapm a.

sayı?m a.

ta k a su r

‫( ﺗ ﻔ ﺪ ا ت‬a.i. tak ayyü d 'ü n c . ) : ta-

ta k a ^ ü d â t

a n la tır: 0 takdirde = o halde‫ ؛‬geldiği takdirde = gelirse., gibi]. ta k d ir-i İ l â h î : A llah 'ın takdiri, A llah 'ın her ?eyi daha önceden düzenlemesi, ta k d ir-i k ı y m e t : değer biçme.

taklîd-î seyf t a k d î r - â m î z ‫ ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ آ ﺑ ﺰ‬a .f b .s .) : ta k d ir eden,

t a k d ir â t ‫( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ا ت‬a.i. ta k d ir 'in c . ) : takd irler, t a k d îr e n ‫ ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮا‬a .z f .) : ta k d ir ederek, d e ğ e rin i

t a k d îr - h â n ‫ ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ﺧ ﻮ ا ن‬a .f.b .s .): ta k d ir eden,

su retiy le ,

‫ﺗ ﻌﻘﻴﺪ‬

ta'kîd

(a.i. akd'den. c. : ta'kîdât) : 1. dü-

ğüm lem e, düğüm lenm e. 2. ed. ibâreyi veyâ

ta'kîd-i lâfzî : ed. sözün anlaşılm az halde İfâde edilmesi.

b eğen en .

‫ﺗﻘﺪﻳﺮى‬

( a .s .) : 1. ta k d ire m e n su p , ta k d ir

ile ilg ili, k a d e rd en o lan . 2 . g r. g ö rü n ü rd e

‫ﺗﻘ ﺪﻳ ﺮﻳ ﻪ‬

( a .s .) : ["ta k d ir ” in m ü en .l.

( b k z : tak d iri).

yan.

‫ﻣﻪ‬

k u tsa lla ştırm a ,

k u t-

sal b ilm e , k u tsa l tu tm a . 2 . A lla h 'a şü k re tm e. 3 . u lu la m a , b ü y ü k sa y g ı g ö sterm e,

A lla h 'a şü k retm eler, u lu la m a la r,

ta k fil

‫ﺗﻘﻔﻴ ﻞ‬

anlaşılır cüm leler yapm alar.

‫ﺗ ﺐ‬

(a.i.) : kayettirici maddeler verm e,

takîetü'r-m hbân : yap rak lan ishal verici ve ta'kim

‫ﺗﻌﻘﻢ‬

(a.i. akm ve ukm 'dan) : 1. akam ete

2. m ikropsuzlaştırm a, fr. stérilisation. ta'kir

‫ﺗﻌﻘ ﺮ‬

(a.i. akr'dan) : 1. hek. bir u z v u (or-

gani) yara rak sinirleri kesme. 2 . (ka'r'dan) çukurlaştırm a.

‫( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺎ‬a.i. ta k d is'in c . ) : ta k d isle r;

‫ﺗﺎﻛﻰ‬

(a.i. ta'kîd'in c.) : ta'kid'ler, dü-

uğratm a, kısırlaştırm a; neticesiz bırakm a.

(a.i. k u d s'd a n . c . : t a k d is â t ) :

1. m u k a d d e sle ştirm e ,

t â -k e y

‫ﺗﻌﻘﻴﺪا ت‬

gümlem eler, düğüm lenm eler‫ ؛‬karışık, zor

k a y ettirci olan bir ot. ‫ ( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ﻧ ﺎ‬a .f.b .i.): b e ğ e n ile n b ir

işe k a r ş ı v e rile n y a z ılı k âğ ıt, t a k d is ‫ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺲ‬

halde İfâde edilmesi.

takie

t a k d i r - k â r ‫( ﺗ ﻘ ﺪ ﻳ ﺮ ﻛ ﺎ ر‬a.f.b.s.) :b e ğ e n ip a lk ışla -

t a k d ir - n â m e

ta'kîd-i m a'nevî : ed. m ân ân ın anlatılm az ta'kîdât

o lm a y ıp , îtib â rî o la n , ö yle d en ilen ,

t a k d is â t ‫ت‬

tâ k ib

cü m leyi anlaşılm az şekilde düzenleme,

a n la y a ra k .

t a k d ir im e

(a.zf.) :

tâkibederek.

b e ğ en en .

ta k d ir i

‫ًﺗ ﻌ ﻘ ﻴ ﺒ ﺎ‬

ta'kiben

taklî' ‫( ﺗﻘﻠﻴﻊ‬a.i. kal'den) : kökünden söküp koparm a.

( f .z f .) : ne v a k te k ad ar,

taklîb

(a.i. k u f l 'd e n ) : k ilitle m e , k ilitle n -

‫ﺗﻘﻠﻴ ﺐ‬

(a.i. kalb'den. c. : taklibât) : 1. ter-

sine ‫ ؟‬evirm e, ‫ ؟‬evrilm e. 2. bir yandan bir yan a döndürm e, döndürülm e. 3. bir şeyin

m e. ta k fiy e

‫ﺗﻘﻴ ﻪ‬

(a.i. k a f â 'd a n ) : k a fiy e le m e , k a fi-

şekil ve kalıbını değiştirme,

taklîb-ihiikûm et : hüküm etin başındakiler‫؛‬

ye le n m e ; k a fiy e b u lm a . t a k h ir ‫( ﺗ ﻘ ﻬ ﻴ ﺮ‬a.i. kah ı-'d an . c . : t a k h ir â t ) : k a h retm e. t a k h ir â t ‫( ﺗ ﻘ ﻬ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. t a k h ir 'in c.) : k a h re tm e ler.

veyâ İdâre şeklini -kanunsuz olarak- değiştirm e. (bkz ‫ ؛‬darbe-i hükümet) : 4. hek. dogu m u kolaylaştırm ak İ‫ ؟‬in ebenin, ‫ ؟‬ocu ğu rahim de ‫ ؟‬evirm esi. 5. kim. .e virtim , fr. in-

version.

t a k ıy y e

‫ﺗﻘﻴﻪ‬

( a .i.) : 1. s a k ın m a , ‫ ؟‬e k in m e . (b k z :

ih tirâz). 2 . b irin in m e n sû b o ld u ğ u m e z h e b i gizlem e si.

‫( ﻃﺎﻗﻴﻪ‬a.i.) : takke, t â k ıy y e - d û z ‫ ( ﻃﺎﻗﻴ ﻪ دوز‬a .f.b .s .): ta k k e

taklibât taklîd

t â k ıy y e

‫ﺗ ﻘﻠﻴﺒﺎ ت‬

(a.i. taklib'in c.) : değişiklik-

1er, değişmeler.

‫ﺗﻘﻠﻴ ﺪ‬

(a.i. kald'den. c. : taklidât) : 1. tak-

m a, asma, kuşatm a. d ik e n ,

tak k eci.

taklîd-î emâret : huk. [eskiden) emâret, yân î em irlik um ûrıınu bir zâta teffiz ve İhâle

talci ‫ ( ﺗ ﻘ ﻰ‬a .s .) : 1. g ü n a h ta n , h a r a m d a n k a ‫ ؟‬ı-

etme.

n a n , d in in e b a ğ lı [k im se ], ( b k z : m ü tta k i,

taklîd-î ham âil : m uska takm a,

zâ h id ). 2 . h . i. ik i im a m d a n biri,

taklld-i kazâ : huk. [eskiden] bir kim seyi

t a 'k îb

‫ﺗﻌﻘ ﺐ‬

(a.i. a k a b 'd a n . c . : t a 'k ib â t ) : 1 . a r-

k asm a

d ü şm e,

a rk a sın d a n

gelm e.

2 . k o v a la m a .

g itm e

3 . g ü tm e.

veyâ

4 . (b k z :

T a h rîb -İ H a râ b â t). t a 'k îb â t m a.

‫ﺗ ﻌ ﻘﻴﺒﺎ ت‬

(o.i. ta 'k îb 'in c . ) : k o v u ş t u r -

hâkim liğe nasp ve tâyîn etme,

taklîd-î kelâm : psik. .y an k ıca, ekolali, fr. Ccholalie. taklîd-î s e y f: kılı‫ ؟‬kuşatm a. 2 . benzem eye veya benze‫ ؛‬m eye ‫ ؟‬alışma. 3. b iric in hareketlerini tekrarlayarak onunla alay etme, 1 1 .7

taklidat öykünm e.

4 . b ir

ş e y in

sa h te sin i

yapm a,

ç ık a rm a . Ehi-İ taklid : d in ic a b la rin i a n la y a r a k d e ğ il, b a ş k a la rın a b a k a r a k y a p a n la r.

5.

( b k z : takribi).

‫ﺗ ﻘ ﺮﻳﺒﻴ ﺖ‬

ta k rib ic e ‫؛‬

(a .i.): fels. *yak laştırırı,

miiz. b ir m o t i f v e y â te m a 'y i e k siltm e (d i- fr. ap p ro xim atio n .

m in u tio n ), a r tır m a (au gm en tatio n ), ters h a reket (m o u ve m e n t co n tra ire ), ç e şitli usuller, u y g u la r, g e çk ile r v e b a şk a v â sıta la rla tekra rla m a san 'ati k i, c o n tre p o in t'd a b a şlı b a şm a b ir b a h is te şk il ed er v e p e k ç o k ç e şid i v a r d ır (im ita tio n à l'é c re v isse , i. c a n o n iq u e , i. à l'u n isso n , i. p a r m o u v e m e n t c o n tra ire , i. in te rro m p u e , i. sim p le (ou libre), i. liée, i. p a r a u g m e n ta tio n , i. p a r d im in u tio n v.b.).

‫( ﺗﻘﻠﻴﺪا ت‬a.i. t a k lid 'in c.) : tak litler, takliden ‫( ًﺗ ﻘ ﻠ ﻴ ﺪ ا‬a.zf.) : 1. tıp k ısın ı, b e n z e rin i taklidât

y a p a r a k . 2 . g ü lü n ç t a r a f ım b e lirte re k ,

taklidi ‫ ى‬٠‫( ﺗﻬﻲ ا‬a.s.) : ta k litle y a p ıla n . Savt-İ taklidi : leng. fr. onomatopée, taklidiyye

‫ﺗﻬﻴﺪﻳﻪ‬

(a.s.) : [''ta k lid i'' n in m iien.].

(b k z : ta k lid i).

taklif-i sefâin : g e m ile rin k a la fa tla n m a sı,

‫ﻷد ل‬

(a.i. k ille t'd en ) : a z a ltm a , a z a ltılm a ,

in d irm e , (b k z : tenkis),

taklil-i m a s â rif: m a s r a fla r ın a z a ltılm a sı, taklim ‫( ﺗ ﻘ ﻠ ﻴ ﻢ‬a.i.) : [k alem , k a m ış , t ır n a k g ib i şeyleri] k e sm e, y o n tm a ; y o n tu lm a ,

taklis

‫ﺗﻘﻠﻴﺺ‬

(a.i. k u lû s'd a n ) : 1. b ü z m e . 2. hek.

b â z ı h a s ta lık la rd a n so n ra ad alelerd e m e y d a n a gelen se rtlik , k a tilik ,

takliye

‫ي‬

(a.i.) : hek. a n a ra h m in d e k i Ç0-

c u g u n y e d in c i a y a d o ğ r u h arek et etm esi, d ö n m esi.

takm is

‫ﺗﻘﻤﻴﺺ‬

‫ض‬ ‫أدرﻳﻊ‬

taknin

(a.i. k a m is'd e n ) : g ö m le k g iy d ir-

(a.i. k a n û n 'd a n ) : k a n u n k o y m a , (a.i.c. : tak riâ t) : b a şa k a k m a , a z a r-

‫ﺗﻘﺮﻳﻌﺎت‬ ‫ﺗﻘ ﺮﻳ ﺐ‬

ta k r ir ‫( ض_ر‬a.i. karâr'dan. c. :ta k rirâ t,te k a rir ): 1. yerleştirme) yerleştirilm e.

2. sağlam laş-

tirm a, sağlam laştırılm a. 3. anlatm a, anlatış. 4 . *önerge, resm i olarak yazı ile bildirme. 5. siyâsî nota. 6. tapuda m ülkünü başkasm a sattığını söyleme. 7. [eskiden] resm i dâirelerden, sâdece m ühürlenm iş olarak Bâbıâliye gönderilen yazı. H ü sn -i t a k r i r : m aksadı, açık ve güzel bir İfâde ile bildirme. ta k r ir -i

â lî:

tar.

sadrâzam

tarafından

pâdişâha yazılan yazı, ta k r ir -i k e lâ m : konuşma, tinden bir söz veyâ İş sudûrunıı görüp de nehyetmeyerek sükût etmesi, ta k r ir -i sü k û n k a n û n u : 4 M a rt 1925 de T ü rkiye B ü yü k M illet M eclisi tarafın d an tahriklere ve tahrikçilere karşı çık artılan bir kanun.

‫ﺗﻬﺮﻳﺮات‬

ta k r ir â t

(a.i. takrir'in c . ) : ağızdan an-

latılanşeyler.

‫( ﺗﻬﺮﻳﺮا‬a .zf.): ‫( ﺗ ﻘ ﺮﻳ ﺾ‬a.i.

ta k rire n ta k r iz

ağızdan anlatarak. karz'dan.

ta k riz â t): 1. ödünç verm e,

c .:

takariz,

(bkz : İkrâz).

2 ٠bir kitabin başına konulm ak üzere tanınm ış bir kim seden istenen takdim ve ta k r iz

‫ﺗﻬﺮي ط‬

(a .i.c.: ta k r iz â t): 1. [bir eseri]

‫) ﺗﻘﺮ ص‬. ‫ﺗ ﻘ ﺮ ﻳ ﻈﺎ ت‬

ta k riz â t

(a.i.

takriz'in

1. tenkidetmeler. 2 . (bkz : takrizât

(a.i. t a k r i'in c.) : b a şa k a k m a la r,

a z a rla m a la r, p a y la m a la r,

takrib

(a.i. k a rin 'd e n ): yaklaştırm a;

tenkidetme. (bkz : intikad). 2 . (bkz : takriz

la m a , p a y la m a .

takriât

‫ﺗﻘ ﺮﻳ ﻦ‬

berâber bulundurm a.

takdir yazısı.

m e, g iy d irilm e .

takri'

ta k r in

ta k r ir -i n e b i : H z. M u h am m ed 'in , iim m e-

t a k l i f - (a.i.) : k a la fa tla m a , k a la fa tla n m a . taklil

t a k r ib iy y e ‫ي‬-—‫( ﻫﺮد‬a .s.): ["tak rib i" ninm üen.].

ta k riz â t

‫ذرﻳﺾ— ا ت‬٤‫(ت‬a.i.

c .) :

‫)ﺗﻘﺮﻳﻀﺎت‬,

takriz'in c . ) : 1. ödünç

vermeler, ( b k z : İkrâzât). 2 . kitabin başı-

(a.i. k u r b 'd a n ) : 1 . y a k la ş tır m a ,

na konulm ak üzere tan ın m ış kim selerden

y a k la ş t ır ılm a . 2 . ta h m in . 3 . y o lu n u b u lm a .

istenen takdim ve takdir yazıları, ( b k z :

4. v e sile , b a h â n e . takriben

‫ًﺗ ﻘ ﺮ ﻳ ﺒ ﺎ‬

(a.zf.) ‫ ؛‬a ş a ğ ı y u k a r ı, (b k z :

ta h m in e n , ta h m in i).

takribi ‫س‬ ta h m in i).

‫ اا‬98

٠‫م‬

(a.s.) : aşağı yulcan. (bkz :

takariz). ta k sim -

(a.i. kism 'dan) 1 ‫؛‬. m at. bölm e,

parçalara ayırm a. 2. bölüm, ta k sim -i a 'm â l : İş bölüm ü. 3. m at. bölü, fr. d ivision .

Takvîm-İ Vakoy‫'؛‬ taksim -i guram â : mat. 1) k â rı v e y â z a ra rı

taktirât ‫( ﺗ ﻐ ﺮ ا ت‬a.i. taktîr'in c.): damla dam-

o r ta k la r a ra sın d a k o y d u k la r ı se rm â y e n is-

la akıtmalar, damlamalar; damıtmalar, inbikten ‫ ؟‬ekmeler.

b e tin d e ta k sim etm e; 2) fık. b ir b o rç lu n u n terek esin i a la c a k lıla rın b o r ‫ ؟‬m ik ta r la r ı n isb e tin d e a r a la r ın d a ta k s im etm e,

ilgili.

taksim -i m iyâh : s u la rın d a ğ ıtılm a sı,

ta k v â ‫( ﺗﻘ ﻮ ى‬a.i vikaye'den): Allah'dankorkma,

taksim -i miisennâ : fels. ik ili t a k sim (*bölü) : 4.

sa va k , a k a r su la r ın a y rıld ığ ı yer. 5. m iiz .

? a rk m ü z iğ in d e fa slın b a ? m d a v e o rta sın d a y a ln ız b ir ‫ ؟‬a lg ıc ı t a ra fın d a n a k lid a n y a p ıla n b ir gezin ti.

taksimât

‫د بت‬

tak tiri ‫( ﺗ ﻐ ﻴ ﺮ ى‬a.s.): taktire mensup, taktir ile

Allah korkusuyla dinin yasak ettigi ?eylerden kaçınma. Ehl-İ takvâ : dinin yasak ettigi ?eye sımsıkı bagil kalan veyâ kalanlar., (bkz: mütteki). ta k v a lla h : Allah korkusu,

(a.i. ta k sim 'in c.) : tak sim le r,

b ö lm e le r; b ö lü m le r; bö lü n tü ler,

(bkz: havf-i

Bârî). takvib ‫( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﺐ‬a.i.): 1. yeri kazma. 2. bir ?eyi

talcsir ‫( ﺗﻘ ﻤﻴ ﺮ‬a.i. k a sr'd a n ) : 1. k ısa ltm a . 2 . b ir

yerinden ‫ ؟‬ekip koparma.

İ?İ ek sik y a p m a . 3 . b ir ?e y i y a p a b ilir ik en

tak vid ‫( ﺗ ﻘ ﻮﻳ ﺪ‬a.i.): yedme, yederek ‫ ؟‬ekme,

‫ ؟‬ek in ip y a p m a m a . 4 . (c. : tak sirât) k u s u r

takvil ‫( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻞ‬a.i.c.: takvilât): İftirâ. (bkz:

etm e. 5. (c. : tak sirât) k ab a h a t, su ‫ ؟‬, g ü n a h .

Piir-taksir : k u su rlu , k ab a h a tli, taksirât

‫ﺗﻘ ﻌﻴ ﺮا ت‬

takvilât ‫( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻼ ت‬a.i. takvil'in c .): iftirâlar.

(a.i. t a k s îr ,5'in c.) : 1 . k u s u r -

lar, su çlar. 2. a lin y a z ısı, (b k z : kad er),

taksit

‫ﺷﻴ ﻂ‬

(a.i. k ist'd a n . c. : tekasit) : b ir b o r-

cu n , k ısım k ıs ım v e b elli z a m a n la r d a ö d e n m esi ge re k li o lan p a rç a la r ın d a n h e r b iri,

takçîr ‫( ﺗ ﻘ ﺸ ﻴ ﺮ‬a.i. k ı?r'd a n ) : k a b u ğ u n u so y m a , k a b u ğ u so y u lm a .

takti'

‫ﺗﻘ ﻄﻴ ﻊ‬

(a.i. kat'dan) : 1. kesme, kesilme,

p ar‫ ؟‬a par‫ ؟‬a etme, parçalara bölme. 2. ed. (c. : taktiât) : m anzûm eyi vezin parçalarina göre ayırıp aralıklı okum a. M eselâ :

Haddeden ge‫( ؟‬fâilâtün), m i? nezâket (fâilâtün), yâl ü bâl ol (fâilâtün), mu? sana (fâilün).. gibi.

taktiât

‫ﺗ ﻘ ﻄﻴ ﻌﺎ ت‬

(a.i. ta k tP n in c.) : ed. b ir ?iiri

tefâile a y ırm a la r, h e r p a r ç a la r ım

İsnâd).

a ra lık lı

o la ra k o k u m a la r. t a k t î İ 5 - ( a . i . ) : k a ? ‫ ؟‬a tıp ^ıü zek ?itm e .

talctil ‫( ﺗ ﻘ ﺒ ﻞ‬a.i. k a tl'd en ) : ‫ ؟‬o k ö ld ü rm e , ö ld ü rü lm e .

talctin ‫( ﺗﻘ ﻄ ﻦ‬a.i.) : filiz sü rm e, taktir ‫( ﺗﻘﻄﻴﺮ‬a.i. katr, k u tu r v e k a ta râ n 'd a n . c. : tak tirât) : 1. d a m la d a m la a k ıtm a , d ö k ü lm e , d a m la m a . 2 . d a m ı t m a , in b ik te n ‫ ؟‬ek m e,

taktir-i tedrici : kim. * a y r ım s a l d a m ı t m a , fr. -distillation fractionnée, taktir-i yâbis : kim. k u r u d a m ı t m a , fr. distillation sèche.

(bkz: İsnâdât). ‫( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻢ‬a.i. kavm, kıyâm'dan. c . : takavim ): 1. egriyi doğrultma, eğri doğrultulma; düzeltme, kesme, yoluna koyma, bi‫ ؟‬ime koyma, (bkz: tanzim, tertib). 2. tak,vim. A hsen-i ta k v im : en güzel nizam, tertip, ?ekil ve sûret; mec. insan,

takvim

tak vim -i arabi : Hicret'den 17 sene sonra gö-

rülen lüzum üzerine Hz. Ömer tarafından kamer senesi esas ve hicret târihi ba?langı‫؟‬ sayılmak sûretiyle tertiplenen takvim, takvim -i bahri ''deniz takvimi" : Güne?'in,

Ay'ın sâbit ve gezegenlerin; arz, tûl, meyi ve doğu?larını ve diğer feleki mes'eleleri halle yardımı olan cetveller bulunan takvim, takvim -i c e lâ li : Hicri 468 yılında -ba?langı-

CI nevruz olmak üzere- Melik?âh-İ Sel‫ ؟‬ûkî

devrinde hazırlanan takvim, takvim -i efrenci (efrenci takvim ): Papa XIII.

Gregorius tarafından 1582 de tashih edilip, ?imdiye kadar -umûmiyetle- kullanılmakta olan ve 1926 dan beri de Türkiye'de kullamlan takvim. takvim -i rûm î (rûmî takvim ): Milâttan 46

sene önce Julius Caesar tarafından tesis edilen takvim. Takvîm -İ V a k a y i' : 1831-1922 tarihleri araS in d a yayımlanan OsmanlI Devleti'nin ilk resmi gazetesi.

1199

Takvîmö'l-büldân

(şehirlerin takvim i): şehirlerin adlarından ve kuruluşlarından bahseden meşhur Arapça eser,

Takvîm ü'l-büldân

takvîm -çe

‫( ﺗﻘﻮﻳﻤﺠﻪ‬a.f.b.i.): küçük takvim, ‫( ﺗﻐﻮﻳﻤﺨﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): tar. Devletin

takvim -hâne

resmi gazetesi olarak neşri kararlaştırılan “Takvîm-İ Vekayi" in basılması İçin kurulan matbaa.

‫( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﺲ‬a.i. kavs'den): kavislendirme, yay şekline koyma, konulma,

takvis takvit

‫( ﺗﻘﻮﻳﺖ‬a.i.): besleme, (bkz: tegaddi). ‫( ﺗ ﻘ ﻮ ﻳ ﻪ‬a.i. kuvvet'den): kuvvetlendir-

takviye

me, kuvvetlendirilme, (bkz : takviyet).

‫( ﺗﻘﻮﻳ ﺖ‬a.i.). (bkz: takviye), ‫( ﺗ ﺒ ﺠ ﺪ‬a.i. kayd'dan. c . : takyidât):

takviyet takyid

1. kayıt ve şartla bağlama, şart koşma. 2. bağlama. 3. harfe nokta ve hareke koyma.

‫( ﺗ ﻘ ﻴ ﻴ ﺪا ت‬a.i. kayd'den. takyid'in c.): kayıtlamalar, kısıntılar, (bkz : takyid).

takyidât

‫( ﺗﻘﻀﻴﻪ‬a.i. kazâ'dan): kazâ etme, eksiği yerine getirme.

takziye

(a.i.): bot. çiçeklerin üreme organı olan sari toz. Gubâr-1 t a l ' : bot. çiçektozu,

tal' ‫ﻃ ﻠ ﻊ‬

fr. pollen.

tâl ‫( دال‬f.i.): 1. zil [parmaklara takılan]. 2. gümüş veyâ bakir tepsi, tâlâb ‫( ﺗﺎﻻب‬f.i.): göl, büyük havuz, tâlâc ‫( ﺗﺎﻻج‬f.i.): ses, sedâ. 2. meş'ale. 3. çığlık. 4. kavga.

‫( ﻃ ﻼ ق‬a.i.): boşama, nikâhlı kadını bırakma. Sûre-i ta lâ k : Kur'ân'ın 65. sûresi,

talâk

talâk-ı bâin : fık. zevcenin iddet müddeti (üç

temizlenme devri) sona ermeksizin zevcine dönmeye hakki olmayan talâk, fık. karısını mukarenet zamânmdaki tuhr'da veyâ hayız ânında boşama.

talâk-ı b id 'iy y :

talâk-ı farr : fık. [eskiden] karinin talep ve

muvâfakati olmaksızın kocanın maraz-1 mevtinde bâinen ika ettiği talâk, [iddet İçinde koca vefât edince mutlaka kendisine vâris olur]. talâk-ı m u a lla k : fık. [eskiden] vukuu bir

şartın husûlüne tâlik olunan talâk, talâk-ı m ü n c e z : fık. [eskiden] bir şeye mu-

allak ve bir zamana muzâf olmayan talâk.

12.0

‫ر‬

talâk-ı r i c 'î : fık. ‫؛‬eskiden] karinin idde-

ti İçinde kocanın vazgeçmeğe hakki olan talâk, [talâk-ı ric'î, iddet bitmedikçe zevciyeti İzâle etmeyen ve iddet İçinde zevcin zevcesine mürâcaat hakki olan talâk], talâk-ı selâse : fık. “üçten dokuza boş ol!” demek sûretiyle kadın başka erkekle evlenmeden (hulleye girmeden) eski kocasına dönmesine İmkân vermeyen talâk, talâk-ı s ü n n î : fık. karısını mukarenet olmayan tuhr'da boşama, (bkz : tuhr). talâkat ‫( ﻃ ﻼ ﻗ ﺖ‬a.i.): 1. dil açıklığı, düzgün sözlülük. 2. gükryüzlülük. talâk-üâm e ‫( ﻃﻼﻗﻨﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): boşama kâğıdı, boş kâğıdı. tâlân ‫( ﺗ ﺎ ﻻ ن‬f.i.): talan, yağma, çapul, (bkz: târâc). tâlân-ger ‫( ﺗ ﺎ ﻻ ﻧ ﻜ ﺮ‬f.b.s.): yağmacı, çapulcu. tâlân-gerî ‫( ﺗ ﺎ ﻻ ﻧ ﻜ ﺮ ى‬f.b.i.): yağmacılık, çapulculuk. tâlâr ‫( ﺗ ﺎ ﻻ ر‬f.i.): 1. dört direk üzerine yapılan, tahtaboşa benzeyen ve geceleri yatılan yer. 2. büyük oda, salon. tal'at ‫( ﻃ ﻖ‬a.i.): 1. yüz, surat, çehre, (bkz: dîdâr). 2. güzellik. M ihr-İ ta l'a t : güzellik güneşi. ta!'at-efrûz ‫( ﻃﻠﻌ ﺖ ا ﻓ ﺮ و ز‬a.f.b.s.): parıldatan, (bkz: tal'at-firûz). tal'at-firûz ‫ﻃ ﻖ ﻓ ﺮ و ز‬ (f.b.s.): parıldatan, (bkz: tal'at-efrûz). talâvet ‫( ﻃ ﻼ و ت‬a.i. tulvet'ten): güzellik, şirinlik, zariflik. talâyi' ‫( ﻃ ﻼ ﻳ ﻊ‬a.i. talîa'nın c .): ask. öncüler. [Arapça'daki şekli “talâî'” dir]. talazzî ‫( ﺗﻠﻈﻰ‬a.i. İazâ'dan) ‫ ؛‬alevlenme, alev çıkarma. tâle ‫( ﻃ ﺎ ل‬a.cü. tavl'den): “uzun olsun!” mânâsınadır. tâle öm rühû : “öm rü uzun olsun!” duâsı. taleb ‫( ﻃ ﻠ ﺐ‬a.i.): 1. isteme, istenme, dileme. 2. istek. A r z ü taleb : aranan [eşyâ] ve piyasaya çıkarılan [eşyâ], fr. offre et demande. (bkz: miirâvede). taleb-i husûm et: huk. [eskiden] taleb-i takrir ve işhattan sonra şefiin hâkim huzûrunda dâvâ etmesi.taleb-i m iivâsebe : huk.. [eskiden] şefiin akd-i bey'i duyduğu mecliste derhal: “ben

ta'lîm ve terbiye mebiin şefiiyim”, yâhut: “biş-şüf'a talep ederim” demek gibi taleb-i şüf'aya delâlet eder bir söz söylemesi, taleb-i takrir ve işhâd :huk. [eskiden] taleb-i

müvâsebeden sonra lâzım olan taleptir ki şefiin iki kişi huzûrunda olarak mebiin yaninda: “bu akan filân kimse iştirâ etmiş” yâhut müşterinin yanında : “sen filân akan iştirâ etmişsin”, yâhut henüz bâyi yedinde iken onun yanında : "sen filân akarım filâna satmışsın ben ise şu 'cihetle onun şefiiyim, taleb-i şüf'a etmiştim; şimdi dahi talep ederim şâhit olunuz" demesi, (a.f.b.s.) : 1. alacaklı. 2. evlenme arzusunda bulunan kimse,

taleb-dâr

‫ﺩ ﺍ ﺭ‬

(a.i. tâlib'in c.) : 1. istekliler. 2. *öğrenci. (bkz : şâkird). [kelime, “tâlib" in c. oldugu halde “ ögrenci" mânâsında miifret gibi kullanılır].

talebe

‫ﻃﺐ‬

talebe-i ulûm : medrese talebesi, taleben ‫( ﻃﻠﺒﺄ‬a.zf.) : talep ederek, isteyerek, taleb-kâr ‫( ﻃﻠﻜﺄ ر‬a.f.b.s.) : istekli, taleb-nâme ‫ ه‬٠‫( ﻃ ﺒ ﺎ‬a.f.b.i.) : istek kâğıdı, talh ‫( ﻃﻠﺢ‬a.i.) : bot. zamk ağacı,

(a.s.) : anat. çiçektozıına âit, çiçektozu ile *ilgili, [müen. : "tal'iyye” ].

tal'î

‫ﳻ‬.

tâ li' ‫( ﻃ ﺎ ﻟ ﻊ‬a.i. tulU'dan) : 1. nişangâhın arkasına düşen ok. 2. tulü' eden, dogan. Kamer-i tâli' : dogan Ay. 3. tâlih, kısmet, kader,

baht. tâlî, tâliye ‫ داب‬، ‫ د ى‬١‫(ت‬a.s. tülüw'den) : 1. son-

radan gelen; bir şeyin arkası Sira giden. 2. ikinci derecede olan. Mekâtib-İ tâliye: iptidâiden sonra ve âlî'den önce gelen mektepler. Mes'ele-İ tâliye : öncekinden sonra çıkan mes'ele. Ulûm-i tâliye : i'dâdî mekteplerinde gösterilen dersler. 3. Kur'ân okuyan. 4. mant. *sonurtu, fr. conséquent, tâlî cümle : mant. *bağımlı cümle, yan cüm-

le. (bkz : tâbi' cümle),

tâlîbân ‫ﻃﺄﺑ ﻦ‬

(a .f.i. v e s . ) : 1 . t a lip le r , is t e y e n le r .

2 . *Ö ğ re n c ile r .

tâlibe ‫ب‬

‫ﻻ‬.

( a . s . c . : t â l i b â t ) : m e k t e p li k ı z .

[ t â l i b 'i n m ü e n n e s i].

tâlid ٠‫ ( ﺗﺎﻻ‬a . i . ) : b i r

k im s e n in e v in d e b u lu n a n

k ö le , c â r i y e , h a y v a n .

tâlih ‫ﻃﺎﻟﺢ‬

(a .s.) ‫ ؛‬y a r a m a z , f a y d a s ı z , [“ s â l i h ” in

z ıd d ı].

tâliha ‫ﻃﺎﻟ ﺤ ﻪ‬

( a . s . ) : [ " t â l i h " i n m iie n .]. ( b k z :

t â lih ).

talik ‫ئ‬

( a . s . ) : 1 . g i i l e r y i i z l i i [a d a m ], ( b k z :

2.

m ü te b e ssim ).

düzgün

sö z

s ö y le y e n

[a d a m ], ( b k z : fa s î h ü 'l - l i s â n ) .

ta'lîk ‫ق‬٠‫ﺗﻌﻞ‬

(a.i. a la k 'd a n . c . : t a 'l i k a t ) : 1 . a s m a ,

a s ı l m a . 2 . b i r ş e y e b a g i l g ö s t e r m e . 3 . g e c ik t i r m e , a ş ı n t ı d a b ı r a k m a , a s k ı d a b ı r a k ı lm a . 4 . b e l l i b i r z a m â n a b ı r a k m a , ( b k z : t e 'h îr ). 5 . ( b k z : h a t t - ı ta 'lîk ).

ta'üku't-takrîr : huk.

[e s k id e n ]

v a z ife te v c ih le r in in h â k im

v a k fa

â it

ta r a fın d a n b ir

ş a r t a t a 'l i k e d i lm e s i d e m e k t i r k i s a h ih t i r ,

ta'üku't-takrîr fi'1-vezâif: huk. (y a r g ıç )

b ir

z â te

h itâ b e n :

"ş u

h â k im in v a z ife n in

s â h i b i ö lü r s e v e y â ş ö y le b i r v a z i f e i n h i l â l e d e r s e s a n a t e v c i h e t t i m ” d e m e s i.

ta'likat ‫ ت‬-

( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i. t a 'l î k 'i n

c .) : b i r k i t a b i n a ç ı k l a m a s ı o l a r a k k e n a r ı n a v e y â a y r ı b i r e s e r o l a r a k y a z ı l a n d ü ş ü n c e le r , n o t la r .

ta'lîl ‫ل‬

‫د‬

(a .i. ille t 'd e n . c . : t a 'l î l â t ) : 1 . s e b e p ,

2. fels. * t ü m fr. deduction. Hüsn-i ta'lîl: ed.

b a h â n e g ö s t e r m e , g ö s t e r ilm e . d e n g e lim ,

g ü z e l , u y g u n b i r s e b e p b u lm a ,

ta'lîl bâ'de'l-vuku': b i r

şeye so n ra d a n u y g u n

b ir se b e p u y d u rm a .

ta'lîlât ‫ ﻳ ﻼ ت‬٠(a.i.

t a 'l î l 'i n c . ) : ta'lil'ler, s e b e p ,

b a h â n e g ö s t e r m e le r .

ta'lîm ‫ ﻳ ﻢ‬٠ ‫(ت‬a .i.

il m 'd e n . c . : t a 'l î m â t ) : 1 . ö ğ r e n -

m e , 'ö ğ r e t m e , ö ğ r e t i m , ö ğ r e t i l m e . 2 . o k u t -

tâlî encümen : alt komisyon,

m a , d e r s v e r m e , v e r i l m e . 3 . m e ş k ile y e t i ş -

tâlî mahrût : cogr. *ekkoni.

t i r m e . 4 . a s k e r li k İ d m a n ı . 5 . e g z e r s iz .

talîa -

(a.i.c. : talâyi') : ask. öncü, (bkz : mukaddimetul-ceyş).

tâlib ‫( ﻃ ﺎ ﻟ ﺐ‬a.s.c. : tullâb, tulleb, talebe) : 1. isteyen, istekli, (bkz : hâhiş-ger). 2. i. öğrenci,

[miien. tâlibe].

Ta'lîm-i

Edebiyat:

R e c â iz a d e

E k r e m 'i n

1 8 8 0 d e b a s ı l m ı ş , e d e b iy a t * b i lg i l e r i n e d a i r b i r e s e r i.

ta'lîm ve taallüm ta'lîm ve terbiye

: ö g r e tim v e ö g re n im .

: * ö g r e t i m v e * e g it im .

1201

a'lîmât ta'lîmât ‫ﺗ ﻌﻠ ﻴ ﻤﺎ ت‬

(a .i. t a 'l î m 'i n c .) : b i r İş g ö r ü l -

m e s i İ ç in n e y o l d a d a v r a n ı l a c a ğ ı m g ö s t e r e n e m ir ,

: g iz li v e r ile n tâ lim a t.

ta'lîmât-ı re sm ic e : resmi tâlimat. ta'lîmât-nâme ‫( ﺗﻌﻠﻴﻤﺎﺗﯫﻣﻪ‬a.f.b.i.) : *yönetmelik, ta'lîm-gâh ٥‫( ﺗﻌﻠﻴﻤ ﻰ‬a.f.b.i.) : tatbiki olarak *su-

bay *adayı yetiştirilen ordugâh, ta'lîm-hâne ‫( ﺗﻌﻠﻴ ﻤ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.) : askerin tâlime

alışmasına mahsus yer, meydan, ta'lîmî ‫( ﺗﻌﻠﻴﻤﻰ‬a.i.) : ogretici, fr. didactique, ta'lîm-nâme ‫( ﺗﻌﻠﻴﻤﻨﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.) : 1. bir me'mura verilen tenbihleri İçinde toplayan kitap. 2. Asker tâlimine dâir yazılmış kitapçık, ta'lîn ‫( ﺗﻌﻠﻴﻦ‬a.i.) : açığa vurma, vurulma, (bkz : i'lân). ta'liye ‫( ﺗ ﻌ ﻠ ﻴ ﻪ‬a.i.) : yükseltme [bir şeyi], (bkz : i'lâ). ta'üye-i nâme talk ‫ﻃ ﻠ ﻖ‬

(a .i.) : m i k a , ö r e n p u l u ; d e r i h a s t a l ı k -

(a .n .) : v a l l a h i b i l l a h i k e l i m e le r i n -

(a .i. l û t f d a n . c. : t a lt ifa t ) : 1 . g ö n ü l

o k ş a m a , g ö n ü lü h o ş e tm e . 2 . y u m u ş a t m a ; ilâ ç

k u l l a n m a . 3 . r iitb e ,

n i ş a n , m a a ş a r t ı r ı m ı g i b i ş e y le r le s e v i n d i r m e.

taltifât ‫ﺗﻠ ﻄﻴ ﻔﺎ ت‬

(a .i. t a l t i f i n c.) : l û t u f l a r , ih -

s a n la r , b a ğ ış la r .

taltîfât-1 şâhâne

: p â d iş â h

t a r a fın d a n

gön-

d e r ile n m ü k â f a t l a r , h e d iy e le r ,

taltifen ‫ﺗ ﻠ ﻄ ﻔ ﺎ‬

(a .i. l a t h 'd a n ) : b u la ş t ı r m a , b u la ş -

t i r i l m a , b u l a ş ı k e tm e .

talziye ‫" ﺳ ﻪ‬

(a .s. t a m 'd a n ) : t a m a ' e d e n , t a m a 'c i.

ta'm ‫ﻃ ﻌ ﻢ‬

(a .i.c . ‫ ؛‬t u û m ) : 1 . y e m e , ( b k z : e k i).

2 . t a d , le z z e t , z e v k .

tama’ ‫ﻃ ﻤ ﻊ‬

(a .i.) : d o y m a z l ı k ; ç o k is t e m e ; a ç -

tama'-ıhâm

: h a m t a m a h , o l m a y a c a k iste k ,

‫ﻃ ﻤ ﻌ ﻜﺎ ر‬

(a .f.b .s .) :

1. aç

g ö z lü .

2 . t a m a h k â r , c i m r i , ( b k z : h a s is , n â k e s ).

12.2

‫ ﺳ ﻰ‬١‫( ﺗﻢ‬a.s.): noksan tamamlamaya mahsus, onunla ilgili; tamamlayan, bölünmeyen. tam âm iyyet ‫( ﺳ ﺎ ﺑ ﺖ‬a.i.): tamamlık, bütünlük, doğruluk, tamlık. ‫( ﻃ ﻤ ﻌ ﺎ‬a.zf.): tamah ederek, tamah

sûretiyle.

‫( ﻃﺎﻫﺎ ت‬f.i.): uygunsuz, saçmasapan söz.

tâm ât-ı c ü h e lâ : câhillerin saçma sapan söz-

leri.

‫( ﺳ ﻄ ﺮ‬a.i. matar'dan).(bkz: temattur). tâmetü'l-kiibrâ ‫ ﻟ ﻜ ﺒ ﺮ ى‬١‫( ﻃﺎﻣﺔ‬a.it.): kıyâmet günü, (bkz : rûz-i kıyâmet)., tâmi' ‫( ﻃﺎﻣﻊ‬a.s. tama'dan. c .: tumeâ) ‫ ؛‬tamahçı, tamah eden. tâmia ‫( ﻃﺎﻣﻌﻪ‬a.s. tama'dan): ["tâmi''' in miien.]. (bkz: tâmi'). ta'mîd ‫ د‬5‫( ﺗﻰم‬a.i.) : vaftiz etme,

(a.i. umk'dan. c . : ta'mikat): 1. derinleştirme, derin kazma. 2. esâsına varacalc şekilde araştırma, inceleme, (bkz: tahkik, tedkik).

‫ت‬("ka" uzun okunur, a.i. ta'mîk'in c.) : derinleştirmeler; araştırmalar, incelemeler, (bkz : tahkikat, tedkikat). ta'm îm (a.i. umûm'dan): 1. umûmileştirme, umumileştirilme. 2 ٠*genelge, fr. circulaire.

ta'mîm ât ta’mim en

g ö z lü lü k .

tama'-kâr

eksiksiz olarak, bütünüyle, tam âm î

ta'mikat

(a .i. İ e z â 'd a n ) : a le v le n d i r m e , a le v -

le n d ir ilm e .

tam' ‫د ع‬

tam âmen ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﻣ ﺎ‬a.zf.): 1. büsbütün. 2. tam ve

ta'm îk -

(a .z f.) : t a l t i f s U re t iy le , t a l t i f e d e -

re k , m ü k â f a t l a n d ı r a r a k , * ö d ü lle n d i r e r e k ,

taltih ‫ﺗ ﻠ ﻄ ﻴ ﺦ‬

din logaritmasının sıfırdan farkı, tam âm -ı m iim ass : mat. kotanjan.

tam attur

s ö y le n e n ü ç ü n c ü b i r lce lim e .

y u m u ş a ta c a k b ir

tam âm -1 lo g aritm a : mat. her hangi bir ade-

tâm ât

d e n so n ra d a h a ç o k İn a n d ır ıc ı o lm a k ü zere

taltif ‫ﺗ ﻒ‬

gil, eksik. 5. taşıtların hareketi İçin verilen İşaret. 6. doğru. tam âm -1 ceyb : geo. kosinüs.

tam 'an

: m e k tu b a b a ş lık k o y m a ,

la r m d a k u lla n ıla n b e y a z b ir to z , p u d ra ,

tallâhi ‫ﻟﻠﻪ‬١‫ﺗ ﺎ‬

eksiksiz, tam olma. 2. bitme, bitirme, son. 3. uygun, münâsip. 4. ne eksik ne fazla. Bitam âm ihi, Bi-tam âm ihâ, B i't-ta m â m : tam olarak, eksiksiz. N â -ta m â m : tam de-

fr. directif.

ta'lîmât-ı h a fic e

tam âm ‫( ﺗ ﻤ ﺎ م‬a.i. temm'den): 1. tamam, tam,

‫( ﺗﻌﻤﻴﻤﺎت‬a.i. ta'mîm'in c .): tâmimler. ‫( ﺗ ﻌ ﻤ ﻴ ﻤ ﺎ‬a.zf.): tâmim sUretiyle, g e -

nelge ile.

‫( ﺗ ﻌ ﻤ ﻴ ﺮ‬a.i. ıımrân'dan. c . : ta'mîrât): onarma, düzeltme, bozuk şeyi düzeltme.

ta'm îr

٠ansîs

eski şeyi düzeltip yeni hâline getirme, (bkz: termîm). ta'mîrât ‫( ﺗﻌﻤﻴﺮات‬o.i. ta'mîr'in c.): tâmirler, diizeltmeler, onarım. ta'mîr-hâne ‫( ﺗ ﻌ ﻤﻴ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ‬a.fb.i.): daha çok motorlu vâsıtaların tamir edildiği yer, *onarım yeri. ta'miye ‫( ﺗ ﻌ ﻤﻴ ﻪ‬a.i. amâ'dan): 1. körletme, kör etme. 2. kapalı şekilde anlatma. 3. ed. "ebced'' hesâbıyla düşürülen bir târihte, hesâbı doğru bulmak İçin çıkartılacak veyâ eklenecek sayı. [Meselâ: Sürûrî'nin 1206 sayısını göstermesi gereken : “rûh-i îsâ etdi eflâke urUc (= ‫ )روح ﻋﻴ ﺴ ﻰ اﻳﺘﺪى ا ﻓ ﻼ ﻛ ﻪ ﻋﺮوج‬mısrâı 1205 sayısını gösterdiğinden : "âsmân târîhe kıldı ser-furû” ta'miyesiyle, yânî â nin delâlet ettiği 1 sayısının katılmasıyla târih tamamlanmıştır]. tâmm, tâmme ‫ ﺗﺎﻣﻪ‬، ‫( ﺗﺎم‬a.s.): 1. bütün, eksiksiz, noksansız; mükemmel, olgun. Ma'lûmât-1 tâm m e: tam bilgi. 2. kat'î bir zamanı, ortamı bildirir, zaman anlatan zarflara getirilerek mânâyı *kesinleştirir, tâmmü'l-a'zâ : her uzvu (*organı) bütün, tamam. tammâ' ‫( ﻃ ﻤ ﺎ ع‬a.i. tama'dan): son derece tamah eden. tammât ‫( ﺗ ﺎ ﻣ ﻤ ﺎ ت‬a.i.c.): mânâsız, uygunsuz, saçma sözler. Tammât-1 cühelâ : câhillerin, bilgisizlerin saçmasapan sözleri (bkz: tiirrehât). tâmmât ‫( ﻃﺎﻣﺎت‬a.i.): kıyâmet. tâmme ‫( ﻃ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.i.): 1. büyük kıyamet, büyük felâket. 2. keskin çığlık. tams ‫( ﻃ ﻤ ﺚ‬a.i.): âdet görme, aybaşı, (bkz: hayz). tams ‫( ﻃﻤﺲ‬a.i.): yoketme, belirsiz klima. ta'n ‫( ﻃﻌﻦ‬a.i.): sövme, yerme‫ ؛‬ayıplama. tanâbir ‫( ﻃﺘﺎﺑﻴﺮ‬a.i. tunbûr [tanbur] un c.): müz. tanburlar. tanbûr, tanbûre ‫ د و ر ه‬، ‫( د و ر‬a.i.c.: tanâbîr): müz. tambur, Tiirk halk müziğinde kullamlan, cura, bulgari, çöğür, bağlama gibi mızrapla çalınan telli çalgılara verilen genel bir ad. [asil: "tunbûr" dur], tanbûr-ı H orasân: müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir çeşit tambur.

ta n b û ri kebir-i T ü r k î: müz. Türk müziginde kullanılmış bir çeşit tambur, tanbûr-i Türkî ‫ ؛‬müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış olan bir çeşit tambur, tanbûrânî ‫( ﻃﻐﻮراﻧﻰ‬a.s.). (bkz : tanbûri). tanbûri ‫( د و و ى‬a.s.): tamburu çok güzel çalan mûsiki üstâdı. (bkz : tanbûrânî). tanbûr-zen ‫( ﻃﺒﻮوزن‬a.f.b.s.): tambûri, tambur çalan. ta'ne L ‫( ﻃﻌﻦ‬a.i.): sövme‫ ؛‬zemmetme, çekiştirme, yerme. ta'ne-zen ‫( ﻃﻌﺘﻪ زن‬a.f.b.s.): söven‫ ؛‬zemmeden, çekiştiren, yeren. ta'nîf ‫( ﺗﻌﻨﻴﻒ‬a.i. unfdan. c. ‫ ؛‬ta'nîfât): şiddetle azarlama, darılma, (bkz ‫ ؛‬ta'zîr, tekdir), ta'nîfât ‫( ﺳ ﻴ ﻔ ﺎ ت‬a.i. ta'nîf'in c .): şiddetle azarlamalar, darılmalar. tanin ‫( ﻃﺘﻴﻦ‬a.i.): 1. tınlama, çınlama. 2. Vizlama, vızıltı. 3.19 Temmuz 1908 de Hüseyin Cahid Bey (Yalçın) tarafından çıkartılan ve ilk *sorumlu müdürü Muammer Nâilî Bey olan, İstanbul'da yayımlanmış günlük bir gazete. tanîn-endâz ‫( ﻃﻨﻴﻦ اﻧﺪاز‬a.f.b.s.): tınlayan, çınlayan. tanîn-gâh . ‫( ﻃ ﺒ ﻪ‬a.f.b.i.): çınlama yeri, tanînî ‫ ﺑ ﻰ‬٠ (a.s.): tanine âit, taninle ilgili, tannân ‫( ﻃ ﺸﺎ ن‬a.s. tanîn'den): tınlayan, çınlayan. tannâne ‫( ﻃﺘﺎﻧﻪ‬o.i.): müz. senfoni, tannâz ‫( ﻃ ﻨﺎ ز‬a.s.) : herkesle eğlenen, (bkz: müstehzi). tannâz-âne ‫( ﻃﺘﺎزاﻧﻪ‬a.fzf.): herkesle eğlenerek, eğlenircesine. (bkz: müstehziyâne). tansib ‫( ﺗ ﺘ ﻌ ﺠ ﺐ‬a.i. nesb'den): yükseğe kaldırma, kaldırılma. tansif ‫( ﺗﻨﺼﻴﻒ‬a.i. m sfd a n ): yari yarıya bölme, iki müsâvî (*eşit) kısma ayırma, tansîf-î zâvîye: geo. bir zâviyeyi (*açıyı) iki müsâvî (*eşit) kısma ayırma, tansîr ‫( ﺗ ﻨ ﻌ ﻴ ﺮ‬a.i. nasr'dan): Hıristiyanlaştırma. tansîs ‫( ﺗ ﻨ ﻌ ﻴ ﻌ ﻦ‬a.i. nass'dan): 1. kayıtlan ve teferruatım inceden inceye tedkik etme. 2. Kur'an veyâ hadisten şâhit göstererek bir dâvâyı müdâfaa etme, savunma. 1203

tansîs-.le'l-esâmî tansîs-ale'l-esâm î: hulc. [eskiden] bir ziimreden isimleri sayılmak sûretiyle gösterilen me?rût-iin-lehleri İfâde etmek üzere kullamlan bir ıstılah. tansisât ‫( ﺗﻨ ﺼﻴ ﺼﺎ ت‬a.i. nass'dan. tansis'in c.): araçtırmalar, incelemeler. tantana ‫( ﻃﻨﻄﻪ‬a.i.): 1. "tan tan'' diye seslenme, ses ‫ ؟‬ikarma. 2. ?a'?aa, debdebe, patırtılı, gürültülü gösteri?. tantana-i ?evket ü İc lâ l: ululuk ve azamet gürültüsü.

tanzirât ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ا ت‬a.i. tanzîr'in c.): 1. benzetmeler. 2. benzerleri yapılmalar [şiir hak.], tanziren ‫( ﺗ ﺒ ﺮ أ‬a.zf.): nazire olarak, tanzir, benzetme sûretiyle. târ ‫( ﻻر‬f.s.): 1. karanlık, (bkz : muzlim). Şeb-i târ : karanlık gece. 2. i. tel: sa‫ ؟‬teli, târ-ı u d : ud teli, târ-ı z iilf: sa‫ ؟‬teli. 3. i. iplik, târ-ı ankebût: örümcek agı. târ târ : tel tel) iplik iplik. 4. (dokumada) arçak. [zıddı: arga5 .[‫ ؟‬. i. tepe,

tanz ‫( ﻃ ﻨ ﺰ‬a.i.): alay etme, eglenme. (bkz: istihzâ).

târâ ١‫( ﺗ ﺮ‬f.i.): yıldız, (bkz : kevkeb, necm).

tanzîd ‫( ﺗﻨﻀﻴﺪ‬a.i.): istifetme, edilme. tanzif ‫( ﺗﻨﻈﻴﻒ‬a.i. nezâfet'den. c .: tanzifât): temizleme.

tarab ‫( د ر ا ب‬a.i.c.: etrâb): sevin‫ ؟‬lilik, ?enlik; sevinçten gelen coçkunluk ve tepinme, ay? ve sefa.

tanzifât ‫( ﺗ ﻨ ﻈ ﻴ ﻔ ﺎ ت‬a.i. tanzifin c .): temizlik i?" leri [Belediyece yaptırılan-].

tarab-ânıûz ‫( ﻃﺮ ب آﻣﻮز‬a.f.b.s.): tarap Ogreten.

tanzifât ve ten virât: temizleme ve aydınlatma. tanzih ‫( ﺗﻨ ﻀﺞ‬a.i.): gereği gibi piçirme, piçirilme. tanzim ‫( ﺗ ﺒ ﻢ‬a.i. nazm'dan. c . : tanzimât): 1. düzeltme, düzenleme, diizen verme, yoluna koyma. 2. nesir veyâ nazım olarak yazma. Tanzimât ‫( ﺗﻨ ﻈﻴﺎ ت‬a.i. tanzim'in c .): 1. düzeltmeler, düzenlemeler, düzen vermeler, yoluna lcoymalar; nesir ve nazım olarak yazmalar. 2. Sultan Abdülmecit zamânmda, 1839 yılının 3 Kasım günü Gülhâne'de okunan ve Giilhâne Hatt-1 Hümâyunu adi altında anılan bir pâdiçah fermam olup Büyük Re?it Pa?a tarafından İlân edilen ıslahât *tasarısı ve bu ıslahât devri (*dönemi). [1877 Rus harbine kadar sürmekle sınırlandırılır. Asil a d i: "Tanzimât-I Hayriyye” dir]. Tanzimât E debiyyâtı: ed. edebiyatımıZin Bati medeniyetinin tesiri altında geli?en ve Tanzimat'ın İlânından 20 yıl kadar sonra, yâni 1860 da baçlayan ve Edebiyat-I Cedide'nin baçladıgı 1896 yılına kadar devam edegelen bir *akim.

tarab-efzâ ‫( ﻃﺮ ب ا ﻓ ﺰ ا‬a.f.b.s.): ferahlığı ve ne?eyi artıran. tarab-engiz ‫( ﻃ ﺮ ب اﻧﻜﻴﺰ‬a.f.b.s.): 1. ne?e uyandıran; sevindirici, coçturucu. 2. i. miiz. vaktiyle Türk müziğinde kullamlmı? bir usûl olup zamâmmıza niimûnesi kalmamı?tır. tarab-fezâ ‫( ﻃﺮ ب ﻓ ﺰ ا‬a.f.b.s.): ne?eyi artıran, i‫ ؟‬e ferahlık veren, (bkz : tarab-efzâ). tarab-gâh ‫( ﻃﺮﺑﻜﺎه‬a.f.b.i.): sevin‫ ؟‬, coçkunluk yeri. tarab-nâk ‫( ﻃﺮﺑﺎك‬a.f.b.s.): sevinçli, C0?kun. tarab-sâz ‫( ﻃ ﺮ ﺑ ﺎز‬a.f.b.s): ne?e ve sevin‫ ؟‬veren; nagme diizen. târâc ‫( ﺗﺎراج‬f.i.): 1. yagma, ‫ ؟‬apul, talan, (bkz : garet). 2. yagma etme, talanlama. târâc-gâh‫( ﺗ ﺎ ر ا ﺟ ﻜ ﺎ ه‬f.b.i.): yagmanm edildiği yer. târâc-geh ‫( ﺗﺎراﺟﻜﻪ‬f.b.i.). (bkz : târâc-gâh). târâc-ger ‫( ﺗ ﺎ ر ا ﺟ ﻜ ﺮ‬f.b.s.c.: târâc-gerân): yagmaçı, (bkz: yağmâ-ger). târâc-gerân ‫( ﺗﺎ را ﺟ ﻜ ﺮا ن‬f.b.s. târâc-ger'in c .): yağmacılar. târâc-kerde ‫( ﺗﺎراج ﻛ ﺮده‬f.b.s.): yagma edilmi?.

taraf ‫( ﻃﺮف‬a.i.c.: etrâf): 1. yan, yön. 2. bölge, yer, memlelcet, Ullce, kıt'a. 3. [bir kimsenin] tanzir ‫( ﺗﻨﻀﻴﺮ‬a.i.) : tâzelendirme, tâzeleçtirme. yani. 4. tarafdarlık, sâhip ‫ ؟‬ikma, koruma. tanzir ‫( ﺗ ﺒ ﺮ‬a.i. nezâret'den. c . : tanzirât) : 5. aralarında anlaçmazlık bulunan iki ki?i٠ den veyâ iki toplulukta'n her biri. B i-taraf: 1. benzetme, benzetilme. 2. bir ?iirin tarafsız, hi‫ ؟‬bir tarafı tutmayan. mânâca, ?ekilce benzerini yapma. Tanzîmât-ı Hayriyye : (bkz : Tanzimât).

1204

ta'rîb

‫( رﻓﺎذأ‬a.f.zf.) : bir tarah, bir yani destekleyerek, bir taraftan yana olarak,

taraf-âne

‫( ردار‬a.f.b.s.) : bir tarah tutan, bir tarafı kayıran, (bkz : tarafgir),

taraf-dâr

‫( ردارى‬a.f.i.) : tarafdarlik, kayırıcılık. (bkz : taraf-giri).

taraf-dâri

tarafeyn ‫( ر ش‬a.i.c.) : 1. iki taraf. 2. mat. yanlar, fr. extrêmes. tarafeyn-i teşbih : ed. teşbih'in unsurların-

dan müşebbeh ve müşebbehün bih'e müştereken verilen ad. taraffu z taraf-gir

‫( ﺗﺮﻓﺾ‬a.i.) : râfızî olma, râfızîleşme. ‫( ﻃﺮﻓﻜﻴﺮ‬a.f.b.s.) : bir tarafı tutan, bir

tarafı kayıran, (bkz : taraf-dâr).

‫( ر ﻓ ﻜ ﻴ ﺮ ا ﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : taraf tutarcaSina, bir tarafı destekleyerek,

taraf-gir-ân e

‫( ﻃﺮﻓﻬﻴﺮى‬a.f.b.i.) : tarafdarlik, kayirıcılık. (bkz : tarafdâri).

taraf-giri

t a r a f i^ e t

‫( ر ﻳ ﺖ‬o.i.) : taraf tutma,

taraf ta raf

‫( ﻃﺮف ﻃﺮف‬a.zf.) : yer yer, semt semt

her yanda. ta râif

‫( راﺋ ﻒ‬a.i. tarife'nin c.) : az bulunur şey-

1er. tarâik

‫( را س‬a.i. tarikat'in c.) : tarikatler, mes-

lekler. târân

‫( ﺗﺎ را ف‬f.s.) : karanlık, (bkz : muzlim,

târik). tarassud

‫( ﺗﺮ ﻋﺪ‬a.i. rasad'dan. c. : tarassudât):

gözetme, bekleme, dikkatle bakma, gözleme.

‫( ﺗ ﺮ ﻣﺪا ت‬a.i. tarassud'un c.) : tarassutlar, gözlemeler, gözetmeler,

tarassudât

‫ ت‬١‫( ى ر‬f.i.) : yagma, çapul, talan, (bkz : tâht, târâc).

târât

tarâvet

‫( را و ت‬a.i.) : tâzelik, tâze olma,

‫( ر د‬a.i.) : 1. kogma, sürme, uzaklaştırma. 2. vazifeden, mektepten uzaklaştırma,

tard

tard-ı rekib : ed. (bkz : tardiyye). tard ii aks : ed. bir mısraın iki cüzünü me-

tatez ile başka bir mısrâ meydana getirme ve bu sûretle bir beyit teşkil etme. [Meselâ : Mümkin değil Hüdâ'yi bilmek de bilmemek de / Bilmek de bilmemek de mümkin degil Hüdâ'yi... gibi].

‫( ردده‬a.i.) : ed. beşinci mısrâı, birinci bendin dört mısrâıyla kafiyeli olmayan mu-

tardiyye

hammes. [Şeyh Galib'in Hüsn ü Açk'ında tardiyelere rastlanır], târe ‫( ىره‬a.i.): defâ, kere, (bkz : bâr, bâre). târek ‫( ﺗﺎوك‬f.i.): tepe, başın tepesi, târem ‫( &رم‬f.i.): kubbe, künbet, dam. târem-i ahzar: gökyüzü, târem-i çârum : dördüncü cennet, târem-i fîrûze-fâm, - -i nîl-gûn : gök. (bkz : semâ). târenı-i p âk : cennet, târeten ‫( "واره‬a.i.): defa, kerre. târeten ba'de uhrâ : bir kaç kerre, defalarca, tareyân ‫( >ﻳﺎن‬a.i.): geliverme, oluverme, birdenbire ‫ ؟‬ikma. t a r f ^ ( a . i . ) :1. bakış.2. gözucu. tarfe ‫( >ﻓﻪ‬a.i.): göz kapağının bir kerre açılıp kapanması. tarfe-i ayn : (bkz : tarfetü'l-ayn). tarfetii'l-ayn : bir kerre göz açıp kapayıncaya kadar olan an. (bkz: İemha-İ basar), tarh ‫( ر ح‬a.i.): 1. atma, koma, bırakma. 2. dagitma, bölme, ta'yin. 3 ٠kurma, tertipleme, düzenleme. 4. mat. çıkarma, fr. soustraction. 5. g. s. süslemeli desen. 6. bahçede çiçek dikmek üzere ayrılan yer. tarh-ı esâs : temel atma, tarh-ı tenâsübî: mat. iskonto. tarhâni ‫ ﺗ ﺮ خ\ﻓ ﻰ‬: müz. Türk-Çağatay klâsik halk şiiri müziğinde XV. asırda kullanılmış bir şekil olup güftenin vezni "müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün” dür. [edebiyatta karşılığı: “müstatref" dir]. tarh-efgen ‫ ﻓ ﻜ ﻦ‬١‫( ر ح‬a.f.b.s.): kuran, düzenleyen; temel kuran, binâ yapan, tarh-endâz ‫( ر ح ا دا ز‬a.f.b.s.): temel atan, düzenleyen. tarhûn ö j j } (a.i.): tuzla otu, hekimlikte kullanılan ıtırlı bir nebat, târık ‫( ﻃﺎ و ف‬a.i.c.: etrâk, turrâk): 1. sabah yıldizi, çulpan, Venüs (Zühre). 2 ٠erkek adi. tari ‫( د ر ى‬a.s. tarâvet'den): tarâvetli, tâze. Lâhm-i târî: tâze et. târî ‫( ﻃ ﺎ ر ى‬a.s. tarâ'dan): ansızm çıkan, birdenbire görünen [bir kimsede veyâ şeyde-], ta'rîb ‫( 'ذﻋﺮ_ د ب‬a.i. Arab'dan. c .: ta'rîbât): 1. Arapçalaştırma, Arapçalaştırılma. 2. birinin sözünü reddetme. 1205

ta'rîbât

ta'rîbât ‫( ﺗ ﺮ ﻳ ﺒ ﺎ ت‬a.i. ta'rîb'in c .): 1. Arapçalaştırmalar, Arapçalaştınlmalar. 2. (bkz: takbîhât).

târîh-i t a b îî: hayvan, nebat (*bitki) ve dünyanm tekâmülünü (*evrimini) anlatan ilim.

ta'rîc ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ﻳ ﺞ‬a.i.c.: teârîc): 1. çıkıntı, tümsek peydâ etme. 2. anat. beynin büküntiileri arasındaki çıkıntılar.

târîh-i u m û m î: umûmî (*genel) târih. 2. “ebced" hesâbıyla düşürülen târih,

tarid ‫( ﻃﺮﻳﺪ‬a.s.): kovulmuş, çıkartılmış, (bkz : matrûd). târid ‫( ﻃﺎرد‬a.s. tard'dan): tardeden, kovan; SÜrüp çıkartan. târid-î dîdân, - -İ d u d : sogulcan düşüren ilâç.

târidü'l-hasât: hek. mesâneden taşlan çıkaran.

târîh-i m iihm el: ed. noktasız harflerle diişürülen târih, (bkz : târih-i sâde), târîh-i sâd e: ed. noktasız harflerle düşürülen târih, (bkz : târih-i mühmel), târîhçe ‫( ﺗﺎ رﻳ ﺨ ﺠ ﻪ‬a.f.b.i.): küçük târih, *özet târih. târihî, târihim e ‫ ﺗﺎرﻳﺨﻴﻪ‬، ، T ‫( ﺗﺎرﻳﺦ‬a.s.): târihe âit, târihle ilgili. târîh-nüvîs ‫( ﺗﺎرﻳﺦ ﻧ ﻮ ﻳ ﺲ‬a.f.b.i.): târih yazan, (bkz: müverrih).

ta'rîf ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ﻳ ﻒ‬a.i. İrfân'dan. c . : ta'rîfât): 1. etrâflyla anlatma, anlatılma; etrâflyla târîh-şinâs ‫( ﺗﺎرخ ﺷ ﻔ ﺎ س‬a.f.b.i.): târihçi, târih bilen, tarihten anlayan, bildirme, bildirilme. 2. bir maddeyi bütün lüzumlu noktalarım İçine alır ?ekilde bir tarîk ‫( ﻃ ﺮﻳ ﻖ‬a.i.c.: turuk): 1. yol. (bkz : râh). İbâre ile anlatma. Harf-İ ta 'rîf: a. gr. isimKuttâ-İ ta r ik : yol kesen haydut. Evlâ bî'tlerin mânâsını belirtmeye yarayan el harf ta r ik : en iyi, en âlâ yol. "el-ma'lûm" gibi. tarik bedeli: [evvelce] yol yapımı İ‫ ؟‬in alinan paraya verilen bir ad, yol vergisi. tâ rif ‫( ^رف‬a.s.): yeni, (bkz : cedid, nevresîde). tarif, tarife ‫ ﻃ ﺮﻳ ﻐ ﻪ‬، ‫( ﻃﺮﻳﻒ‬a.s. turfa'dan): az bulunan, nâdir, zarif ?ey.

tarîk-iAhmed-imuhtâr:Hz.M uhammed'in yolu; Müslümanlık.

ta'rîfât ‫( ﺗﺒﺮﻳﻔﺎت‬a-.i. ta'rîf in c.): târifler.

tarîk-i âmm, -i su ltân i: geni? yol, cadde.

ta'rife ‫( ﺗ ﻌ ﺮ ﻓ ﻪ‬a.i.): 1. fiatveyâ zaman gösteren cetvel. 2. bir ?eyin kullanılışını anlatan kâğıt.

tarîk-1 hâss : bir veyâ birkaç eve mahsus çıkmaz sokak. 2. usûl,

ta'rîf-hân ‫( ﺗ ﻌ ﺮ ﻳ ﻒ ﺧﻮان‬a.f.b.i.): câmi ve tekkelerde namazdan önce Hz. Muhammed ile büyüklerin evsâhna dâir cemâate yüksek sesle izahlarda bulunan vazife sâhipleri.

tarîk-ı y â b is: harâretle bir mâdeni tahlil etme usulü. 3. meslek,

ta'rîf-nâme ‫( " ر ﻳ ﻔ ﺎ ﻣﻪ‬a.f.b.i.): bir ?eyin yapılışını, kullanılışını anlatan yazı. tarih ‫( ﻃ ﺮ ﻳ ﺢ‬o.i.): işe yaramadığından dolayı bir yana atılmış ?ey. târîh ‫( ﺗﺎرخ‬a.i. erh'den. c . : tevârîh): 1. târih,

tarîk-i kazâ : huk. yargı yolu,

tarîk-i aklâm : sivil meslek, tarik-i ehl-i seyf: askerlik mesleği, tarîk-ı ra tib : kim. toz hâline getirilen bir madde su ile karıştırılarak cins ve’ nevinin tahlili usûlü. 4. vâsıta, sebep. 5. -tas. bir velinin Tann'ya ulaşması İçin tuttugu yol.

târîh-i e d e b iy a t : edebiyat târihi,

ta'rîk ‫( ﺗ ﺮ ﻳ ﻖ‬a.i. arak'dan): terletme, tere yatırılma, terletilme.

târîh-i h u sû sî: husûsî (*özel) târih,

ta'rîk ‫( ﺗﻌﺮﻳﻚ‬a.i.): 1. ugma. 2. balık ağı çekme,

târîh-i nebeân : çılcış, kaynama zamânı. [nehir hakkında].

târik ‫( ﻧ ﺎ ر ك‬a.s. terk'den): terk eden, bıralcan, vaz geçen.

Târîh-i Şâhî (?ah tarihi) :.asil adi "Tevârîh-i Çâhî fi'l-Ehâdîsi'l-ilâhî'' olan ve XVI. yüzyıl *bilginlerinden İbrahim adil bir zatin yazdığı, yaratılıştan Hud Peygambere kadar geçen *olayları anlatan târih.

târilc-i dü n yâ: ı) dünyâ işlerinden elini ayagını çekip bir köşede oturan2 ‫ )؛‬evlenmeyen papaz.

12.6

târilc-i sa lâ t: namazı terk eden, namaz kilmayan, beynamaz.

tarz-ı tedîd

târîk ‫( ﺗ ﺎ ر ﻳ ﻚ‬f.s.): karanlık, (bkz : muzlim). §eb-i t â r îk : karanlık gece, tarîka ‫( ﻃ ﺮﻳﻘ ﻪ‬a.i.): 1. (bkz : tarikat). 2. müz. “peşrev” isminden önce bu “forme” daki saz eserlerine verilmiş isim ki, bilhassa XVI. asırdan evvel kullanılmıştır, tarikat ‫( ﻃﺮﻳﻘﺖ‬a.i.c.: tarâik): Allah'a ulaşmak arzusuyla tutulan yol; tasavvufi meslek. tarîkat-ı hâcegân: Ahmed Yesevi'nin adina kurulan Yesevi tarikatinden doğan Nakşibendî tarikatı. tarikat cih âzı: tarikata girerken giyilen : ayakkabı, elbise, külâh, başlık, asâ gibi şeyler. tarikat k ö çeği: mevlevilikte, tarikatçıların hizmetinde bulunan kimse, can. târlk-baht ‫( ﺗ ﺎ ر ﻳ ﻚ ﺑ ﺨ ﺖ‬f.b.s.): bahtı kara, tâlihsiz. târîkî ‫( ﺗﺎرﻳﻜﻰ‬f.i.): karanlık, (bkz : zulmet), ta 'rîs ‫( ﺗﺎر‬a.i.): 1. düğün yapma. 2. bir kızı gelin etme. ta'riye ‫( ﺗ ﻌ ﺮﻳ ﻪ‬a.i.): soyma, soyulma, çıplaklaştırma. târiye ‫( ﻃﺎ رﻳ ﻪ‬a.i.): ansızın gelen belâ, (bkz: dâhiye). tariyy, t a r i f e ‫ رﻳﻪ‬، ‫( ر ى‬a.s.): 1. körpe, yaş, taze. 2. yumuşak [ekmek), tâ'rîz ‫( ﺗ ﻌ ﺮﻳ ﺾ‬a.i. arz'dan. c .: ta'rîzât): 1. dokundurma [sözle-], dokunaklı söz söyleme, taş atma, taşlama, taş. ta'rîzât ‫( ﺗ ﻌ ﺮ ﻳ ﻔ ﺎ ت‬a.i. ta'rîz'in c .): dokundurmalar [sözle-], dokunaklı söz söylemeler, taş atmalar, taşlamalar, taşlar, ta'rîzen ‫( ًﺗﻌﺮﻳﻐﺎ‬a.zf.): ta'riz yoluyla, dokunaklı söz söyleyerek, taş atarak, ta'rîz-kâr ‫( ﺗﻌ ﺮﻳ ﻀﻜﺎ ر‬a.f.b.s.): ima yoluyla, dokunaklı söz söyleyen, taş atan, târ-mâr ‫( ﺗﺎ ر ﻣﺎ ر‬f.s.): karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz : târ ü mâr). tarrâde ‫( ﻃﺮاده‬a.i.): dibi düz bir çeşit hafif kayık. tarrâh ‫( ﻃ ﺮ ا ح‬a.s.): 1. tarh eden. 2. i. g. s. süslemeli desen çizen sanatkâr. 3. resim, daha çok bahçe resmi yapan kimse, tarrâka ‫( ﻃﺮاﻗﻪ‬a.i. tarr'dan): gümbürtü, tarrâr ‫( ﻃﺮار‬a.i.): yankesici.

tarsi' ‫( ﺗ ﺮ ﺻﻴ ﻊ‬a.i. ras'dan. c .: tarsîât). (bkz ‫؛‬ tersi'). tarsif ‫( ﺗﺮﺻﻴﻒ‬a.i.): birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma, tarsif-i cidâr : duvarm sağlamlaştırılması, tarsin ‫( ﺗ ﺮ ﺑ ﻦ‬a.i. rasânet'den. c . : tarsinât). sağlamlaştırma, (bkz : tahkim) takviye), tarsin-i cidâr : duvarı sağlamlaştırma, tarsinât ‫( ﺗ ﺮ ﺑ ﺎ ت‬a.i. tarsin'in c .): sağlamlaştırmalar. tarsis ‫( ﺗ ﺮ ﺑ ﺲ‬a.i. rasâs'dan): 1. kurşunlama, kurşunlaştırma. 2. sağlamlaştırma. 3 ٠kadinin yalnız gözleri görünecek şekilde örtünmesi. tarsîsü'l-esnân: çürük dişlerin kurşunla doldurulması. tartib ‫ﺗ ﺮﻳ ﺐ‬ (a.i. ratâbet'den): 1. rutubetlendirme, ıslatma, ıslatılma, tartib-i lisân : güzel bir söz söyleyerek dili ma'nen tatlılaştırma. 2. tarâvet, tâzelik verme. 3. hoşlandırma, hoşlandırılma, tartil ‫( ﺗﺮﻃﻴﻞ‬a.i. ratl'dan): saçı, yukarıdan bogar ak örgüsünü, kıvırcıklarını açma, târ iim â r ‫( ﺗﺎ ر و ﻣﺎ ر‬f.b.s.): karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz : târ-mâr). târ ü pûd ‫( ﺗﺎزوﺑﻮد‬f.b.i.): arşakile argaç, çözgü ve atkı [dokumacılıkta), tarz ‫( ﻃ ﺮ ز‬a.i.): 1. şekil, biçim, sûret, kılık. 2. usul, yol. (bkz : üslûb). tarz-ı bârid : ed. soğuk bir üslûb ile yazı yazma. tarz-ı cedid : miiz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Kazasker Mustafa izzet Ef. tarafından terkibedilmiştir. Sııltânî yegâh veyâ yegâhda rast mürekkeptir, inici, çıkıcı olarak karışık seyrederek bu dizilerde gezinir. Acem-aşiran ile acem-aşlran "fa” perdesinde karar eder. Güçlüleri, birinci derecede -sııltânî yegâh ile yegâhta rastın durağı ve nev-eser ile nihâvend'in güçlüsü olan- nevâ "re'', ikinci derecede -sııltânî yegâh ile yegâhda rast'm güçlüsü- dügâh “ İâ”, üçüncü derecede -nihâvend ile neveserin durağı olan- rast “sol”, dördüncü derecede de -acem-aşîran'ın güçlüsü olançârgâh “ do” perdeleridir. Donanımına “si” küçükınücenneb bemolükonıılıır. (Bu ârıza acemaşiranda, nihâvend'de, nev-eser'de, 1207

tarz-ı faâliyyet

sultânı yegâh'da bulunur, yânî makamın hemen bütün dizilerinde vardır). Ayrıca îcâbettikçe nota içerisinde şu ârızalar ilâve olunur: sultânî yegâh'ın, yeden “ do” bakıyye diyezi, yegâh'da rastın “si” bekarı ile fa ve “do” bakıyye diyezleri, nihâvend'in “mi” küçük mücenneb bemolü ile yeden “ fa” bakıyye diyezi, nev-eser'in “m i” bakıyye bemolü ile “ fa” ve “ do” bakıyye diyezleri. Görülüyor ki, müşterek seslerden ve yakın dizilerden istifâde edilmiştir; fakat hiçbir orijinalliği yoktur, tarz-ı faâliyyet : işleyiş,

mecut olmadığından, donanımın "re” bakıyye bemolünün ، e'sîri bunlar İ‫ ؟‬in yoktur; gene donanımın “si” küçük mücenneb bemolü ise, her iki dörtlüde de müşterektir), tarz-ı teşkil : kurtuluş,

(a.i. rızâ'dan): 1. râzı ve hoşnûdetme. 2. işlenen bir kusûra karşı özür dileme, [“vermek, almak, istemek” yardımcı fiilleriyle kullanılır],

tarziye ‫ﻧ ﺮ ب‬

tarziz ‫( ﺗﺮﺿﻴﺾ‬a.i.): hek. cildin altındaki nesi‫ ؟‬-

leri (dokuları) ezmek, dokuların ezilmesi, tas ‫( ض‬a.i.): tas, su kabı,

tarz-ı h â l : çözüm yolu, çözüm şekli,

ta's ‫( ص‬a.i.): yok olma, kaybolma,

tarz-ı hareket : tutum,

tasabbi -

tarz-ı i'tilâ f : uyuşma, uzlaşma yolu, tarz-ı m efsûl: ed. kesik kesik cümlelerle söz

söyleme. tarz-ı müteallik, -1 m evsûl: ed. bilinmeyen,

alışılmamış kelimeler kullanılarak anlaşıl­ ması güçleştirilmiş yazı tarzı, tarz-ı n evin : müz. Türk müziğinde bir

mürekkep makamdır. Haşim Bey tarafın­ dan terkîbedilmiştir. Tarz-ı nevin, nikriz beşlisi kullanmayan ikinci çeşit şevk-efzâ (ki terkibi çârgâh'da zengüle ile acem­ aşirandan ibârettir) ile rast'ta kürdi dörtlü­ sü ve bâzan da bunun yerine rast' ta uşşak dörtlüsünden mürekkeptir. Sondaki dörtlü ile rast “sol” perdesinde durur. Güçlüleri, birinci derecede -çârgâh'da zengülenin du­ rağı ve acem-aşîran'ın güçlüsü olan- çârgâh “ do”, ikinci derecede -acem aşîran'm durağı olan- acem aşîran “ fa” perdeleridir. Aynı zamanda tiz durak ve çârgâh'da zengüle­ nin güçlüsü olan gerdâniye “sol” büyük ehemmiyetle kullanılır (ikinci güçlü, aynı zamanda yedendir). Birinci güçlü de, aynı zamanda sonda kullanılan mevzuubahs her iki dörtlünün de son sesidir. Donanı­ mına şevk-efzâ gibi “si” küçük mücenneb ve “re” bakıyye bemolleri konulur. Gene şevk-efzâ'nm çârgâh'da zengüle dizisi için “si” bekar, “si” koma bemolü, “mi” koma bemolü, “lâ” bakıyye bemolü, rastta uş­ şak dörtlüsünün “lâ” koma bemolü, rastta kürdi dörtlüsünün “ lâ” küçük mücenneb bemolü îcâbeden yerlerde nota içerisin­ de ilâve edilir. (Son iki dörtlüde “re” sesi 1208

(a.i. saby'den): çocuklaşma, 0‫ ؟‬cuk tavrı takmma.

tasabbu' ‫ ع‬٠‫( ﺗﺺ‬a.i. ısbî'den): parmak parmak

ayrılma. tasabbun (a.i.): 1. sabun gibi köpürme. 2. kim. sabunlaşma. tasabbur ‫ ر‬٠‫( ﺗ ﻢ‬a.i. sabr'dan): sabırlanma, sab-

retme. (a.i. sady'den. c . : tasaddiyât): bir işe girişme, başlama, (bkz: mübâşeret, ibtidar, teşebbüs).

tasaddi (JU

tasaddu' ‫( ﺗﺼﺪع‬a.i.): 1. dağılma. 2. yarılıp ‫ ؟‬at-

lama. tasadduk ‫ ق‬٠‫( ﺗ ﻌ ﺎ‬a.i. sadaka'dan. c .: tasaddu-

katt): sadaka olarak verme, verilme, tasaddukat ‫“( ﺗ ﺼ ﺪ و ا ت‬ka” uzun okunur, a.i.

tasadduk'un c.): sadakalar, (bkz: sadakat), tasaddur ‫( ﺗ ﻤ ﺪ ر‬a.i. sadr'dan): baş sedire ge‫ ؟‬-

me, en başta oturma. tasaffi ‫( ﺗﺼﻬﻰ‬a.i. sâf'dan): saflaşma, durulma, tasaffuh ‫( ﺗ ﻤﻐ ﺢ‬a.i.): 1. levha levha olma‫ ؛‬levha

hâline konulma. 2. yaprak yaprak olma,

‫( ﻟ ﻠ‬a.i. salâtet'den. c . : tasallûtât): musallat olma, sataşma, başına ekşime,

tasallut ‫ﻂ‬

tasallutât ‫( ﻗ ﻠ ﻄ ﺎ ت‬a.i. tasallut'un c .): musallat

olmalar, sataşmalar. tasalluten ‫( ﺗ ﺴﻠ ﻄﺄ‬a.zf.): tasallut ederek, musal-

lat olarak, sataşarak. tasalliib ‫( ﻟ ﻌ ﻠ ﺐ‬a.i. sulb'den c . : tasalliibât):

1. katılaşma, sertleşme. 2. sağlamlaşma, tasallüb-i c ilt : anat. cildin katılaşması, tasallüb-i dimağ : anat. beynin katılaşması.

tasayyuf

tasalliib-i şerâyîn: anat. damarların sertleşmesi. 3. din husûsunda fazla gayret ve taassub gösterme.

ïasarrufât-1 lisâniyye (dil tasarrufları) : dil-

tasalliibât ‫( ﺗ ﺼﻠ ﺒ ﺎ ت‬a.i. tasallüb'Un c .): 1. katılaşmalar, sertleşmeler. 2. din husûsunda çok taassub ve gayret göstermeler.

tasarrufi ‫( ﺗ ﺼ ﺮ ﻓ ﻰ‬a.s.) : tasarrufa mensup, ta-

tasalJiif ‫( ﺗ ﻌ ﻠ ﻒ‬a.i.c.: tasallüfât): 1. övünme, kendi gücünün dışında olan fazilet ve zarâfet iddiâsında bulunma. 2. ed. şâirin, fahriye (kendini övme) yolunda yazdığı şiir.

tasa'ub ‫( ﺗ ﺼ ﻌ ﺐ‬a.i. sııûbet'den. c.: tasa'ubât) :

tasallüfât ‫( ﺗ ﺼﻠﻔﺎت‬a.i. tasallüf'Un c .): gösteriş olarak yapılan nezâketler, tasannu' ‫( ﺗ ﺼ ﻔ ﻊ‬a.i. sun'dan. c . : tasannuât): 1. yapmacık. 2. bir şeyi olduğundan daha süslü, daha değerli gösterme, tasannuât ‫( ﺗ ﺼﻔ ﻌﺎ ت‬a.i. tasannu'un tasannu'lar, yapmacıklar,

c .):

tasârîf ‫( ﺗ ﺎ ر ﻳ ﻒ‬a.i. tasrifin c.): Allah'ın istedigi yolda İdâre ve irâdeleri, tasarruf ‫ ف‬(a.i. sarf dan. c .: tasarrufât): 1. sâhibolma. 2. İdâre ile kullanma, tutum, ekonomi, (bkz: iktisâd). Bi't-tasarruf: tasarrufla. 3. artırma, artırılma [para, mal-]. 4. bir "zevce” muâmelesinde bulunma,

de, herkesin kabul edebileceği yenilikleri kullanma. sarrufla ilgili. tasarrum ‫( ﺗﺼﺮم‬a.i.): yiğitlenme cesâretlenme.

güçleşme, tasa'ubât ‫( ﺗﺼﻌﺒﺎت‬a.i. tasa'ııb'un c.) : güçleşme-

1er. tasa'ud ‫( ﺗﺼﻌﺪ‬a.i. suûd'dan) : 1. yukarı çıkma,

ağma. 2. yükselme, kalkma [buhar ve gaz]. tasa'udât ‫( ﺗﺼﻌﺪات‬a.i. tasa'ııd'un c.) : tasa'udlar,

buharlaşmalar. tasa’udât-1 merzagiyye : bataklık yerlerden

yükselen fenâ kokular. tasâvir ‫( ﺗ ﺼﺎ و ﻳ ﺮ‬a.i. tasvir'in c.) : tasvirler, re-

simler. tasâvîr-i esâtîr : mitolojiye âit resimler. tasavvuf ‫( ﺗ ﺼ ﻮ ف‬a.i. sûfdan. c. : tasavvufât) :

sofulaşma, gönlünü Allah sevgisine bağlama. İlm-i tasavvuf: tasavvuf ilmi, tasavvufbilgisi. tasavvufât ‫( ﺗﺼﻮﻓﺎت‬a.i. tasavvufun c.) : tasav-

vuflar.

tasarııf-ı fi'lî: huk. [eskiden] fiil ile olan tasarruf: bir mail istihlâk etmelc gibi,

ta sa v v u f! ‫( ﺗ ﺼ ﻮﻓ ﻰ‬a.s.) : tasavvufa âit, tasav-

tasarrııf-ı kavli: huk. [eskiden] beyi', îcâr, kefâlet, havâle, ikrar, hibe, nikâh, talâk gibi söz ile yapılan tasarruflar,

tasavvur ‫( ﺗﻤﻮ ر‬a.i. sûret'den. c. : tasavvurât):

tasarruf-ı müllâk: huk, [eskiden] bir milkte yalnız mal sâhibinin yapması câiz ve sahih olan tasarruf. tasarruf-ı şer'î: huk. [eskiden] satmak, bağışlamak, vekâlet, kefâlet, havâle teslimi gibi muâmeleler. tasarruf nisâbı: tereke ile mahfuz hisselerin mecmuu arasındaki fark,

vufla ilgili. 1. zihinde şekillendirme, kurma. 2. göz önüne getirme [zihinde]. 3. istek, arzu. tasavvıır-ı sâzec : appréhension.

psilc.

*ilksezi,

fr.

tasavvurât ‫( ﺗ ﺼ ﻮ را ت‬a.i. tasavvur'un c.). 1. tasavvurlar. 2. mant. kaziye (*önerme) lerin

zihinde meydana gelişini ve bunların nazariyesini mevzu yapan bahis, tasavvuri, tasavvuriyye ‫ ﺗ ﻤ ﻮ ر ﻳ ﻪ‬، ‫ﺗ ﻤ ﻮ ر ى‬

(a.s.) : tasavvura âit, tasavvurla ilgili, (bkz : hayâli).

tasarruf sandığı: küçük tasarrufları değerlendirip işleten kuruluş,

tasavvut ‫( ﺗﺼﻮت‬a.i. savt'dan) : leng. *sesleme, fonasyon, fr. phonation.

tasarrufan ‫( ًﺗ ﻤ ﺮ ﻓ ﺎ‬a.zf.): İdâre, tutum, iktisat maksadıyla.

tasaw ut-i elektriki : fiz. elektrik tınlaması,

tasarrufât ‫( ﺗ ﻌ ﺮ ﻓ ﺎ ت‬a.i. tasarrufun c .): tasarruflar.

tasayyud ‫( ﺗ ﺼ ﻴ ﺪ‬a.i.) : avlanma, ava çıkma,

tasarrııfât-ı fi'liyye : bir san'atm icrâsı, tam bir salâhiyete mâlik olma.

tasayyuf ‫( ﺗ ﻤ ﻴ ﻒ‬a.i. sayfdan) : yazlama, bir yerde yazı geçirme.

rezonansı. (bkz : istiyâd).

12.9

tasdi'

tasdi' ‫دع‬.‫( تﺀد‬a.i. sııdâ'dan. c . : tasdiât): 1. baş ağırtma, baş ağrıtılma. 2. tâ'cizetme, can S i k m a , rahatsız etme. tasdiât ‫( ﺗ ﺼ ﺪﻳ ﻌﺎ ت‬a.i. tasdi'in c .): baş ağrıtmalar, can sıkmalar, (bkz : ta'cîzât). tasdik ‫( ﺗ ﺼ ﺪﻳ ﻖ‬a.i. sidk'dan. c . : tasdikat): 1. doğrulama, gerçeklendirme, gerçek olduğunu söyleme. 2. Onaylama. Bi't-tasdik: tasdik ile, tasdik ederek. Edât-1 tasdik: "evet, öyle, doğru..'' gibi tasdika delâlet eden edat. tasdikan ‫( ﺗﺼﺪﻳﻬﺎ‬a.zf.): tasdik sûretiyle, tasdik İçin. tasdikat ‫ ﺋ ﺖ‬٠‫"( ﻣ ﺤﺪ‬ka” uzun okunur, a.i. tasdik'in c.): doğrulamalar, gerçeklendirmeler, Onaylamalar. tasdiki, tasdikime ‫ ﺗﺼﺪﻳﻘﻴﻪ‬، ‫( ﺗ ﻤ ﺪﻳﻘ ﻰ‬a. s.): tasdika ait, tasdikle *ilgili, tasdik-nâme ‫( ﺗﺼﺪﻳﻬﺌﻤﻪ‬a.f.b.i.): 1. *gerçekleme kâğıdı. 2. bir okuldan başka bir okula nakledebilmesi İçin öğrenciye verilen belge,

tasfiye -

tasfiye-i düyûn :

b o r ç la rın fa iz le rin i ö d e y ip

h e sâ b ın ı k a p a m a .

tasfiye-i kalb : y ü r e ğ in i tem izlem e , tasfiye-hâne ‫ ﺧﺎﻧﻪ‬(a .f.b .i.) : (p etro l) tasgir ‫ﺗ ﻤﻔﻴ ﺮ‬ ç ü ltm e , 2.

gr.

(a.i. sig a r'd a n . c . : t a s g ir â t ) : k ü ç ü ltü lm e ,

isim

v e y â sıfatı, k ü ç ü k m â n â sıy la

çü ce k , k u ş c a ğ ız .." gib i; 2) 5)

A r a p ç a d a : fiilin ik in c i h a r f i ile ü ç ü n -

u b eyd ); t ıfİ'd a n (= tu feyl)... g ib i e d a tla r ge tir ile r e k y a p ılır ].

tasgirât ‫ ا ت‬-

(a.i. ta sg ir 'in c . ) : k ü ç ü ltm e -

ler.

tashif ‫ﺗﺼﺤﻴﻒ‬

(a.i. s a h f d a n . c . : t a s h if â t ) : y a z ı

y a z a rk e n k e lim e y i y a n lış y a z m a , y a n ılıp y a n lış k e lim e y a z m a . —

(a.i. t a s h if 'in c . ) : y a n ılıp

y a n lış k e lim e y a z m a la r, —

(a.i. S ih h at'd en . c . : ta sh ih ât) ‫؛‬

1. sa ğ lığ ın ı

İâde

etm e,

tasfifât ‫— ت‬ (a.i. tasfifin c .): saf saf dizmeler, sıralamalar.

tashî'h-i mizâc :

.

tasfirât ‫— ا ت‬ (a.i. tasfir'in c.): 1. ıslık çalmalar. 2. sarıya boyamalar.

121

iy ile tm e .

(b k z :

İfâkat)(.

tashih be-dergâh: tar.

tasfir ‫( ﺗ ﻌﻔﻴ ﺮ‬a.i. safir'den. c .: tasfirât): 1. ıslık çalma, ıslıkla seslenme. 2. sarartma, sarıya boyama.

F a r s ç a d a : “ çe,

c ü h a r fi a ra s ın a s â k in b ir y : a b d 'd e n (=

tasfif ‫( ﺗﻤﻐﻴ ﻒ‬a.i. saffdan. c . : tasfifât): saf saf dizme, dizilme, sıralama,

tasfik-i esnân ‫ ؛‬soğuktan dişlerin birbirine çarpması. tasfikat ‫ ا ت‬j ffii.fi“ (ka” uzun okunur, a.i. tasfik'in c .): kanad çırpmalar,

k ü ç ü ltm e ed âtı.

k e f (h a r f )” : “ m e rd ü m ek , d îv â n ç e ...” gib i;

tashih

t a s f i k - (a.i.c.: tasfikat): kanad çırpma,

1. k ü -

u fa ltılm a .

[ı) T ü rk ç e d e : “ c a k , cek, c a ğ ız , c e g iz ” ‫ " ؛‬k ü -

tasdiye ‫( ﺗ ﻤ ﺪﻳ ﻪ‬a.i.): el çırpma, alkış.

tasfihât ‫( ﺗ ﺼﻔ ﺢ—ات‬a.i. tasfih'in c .): 1. el çırpmalar, alkışlamalar. 2. yaprak hâline getirmeler.

u fa ltm a ,

Edât-1 tasgir :

k u lla n m a .

tashifât ‫ت‬

tasfih ‫( ﺗ ﻤ ﻐ ﻴ ﺢ‬a.i. safh'dan. c . : tasfihât): 1. el çırpma, alkışlama. 2. yassıltma, yufka hâline koyma, yaprak yaprak yapma,

.a r ıt -

m a yeri.

tasdir ^ ‫( ﺗ ﺊ‬a.i. sadr'dan. c . : tasdirât): 1. başa koyma, başa geçirme. 2. kitabin başına önsöz koyma, konulma. 3. yazma, satir dizme, (bkz : tastir). 4. çıkarma, çıkartma, tâse^ ü (f.i.) :tasa,kaygı.

(a.i. s a f v 'd a n ) : s a f k lim a , k ılın -

m a , s a fla ştırm a ; tem izlem e.

y e n iç e r i o c a ğ ı k ü tü -

ğ ü n e isim y a z ılm a s ı k e y fiy e ti. sa ğ a ltm a , h a s ta lığ ı te d â v î

etm e. 2 . y a n lış ı d o ğ ru ltm a , d ü zeltm e ; y a n İış d ü zeltilm e.

tashih-i karâr : huk.

te m y iz

m a h k e m e si

(Y a rg ıta y )' n d en v e r ilm iş o la n b ir k a r â r a îtirâ z ile 0 k a r a r ın ta s h ih in i -m e z k û r m a h k e m e d e n -t a le b v e istîd â etm e,

tashihât ‫ ت‬1‫ﺗ ﺼ ﺤﻴ ﺢ‬

(a.i. ta s h ih 'in c . ) : ta sh ih le r,

dü zeltm eler.

tashin ‫ ﺣ ﻦ‬٠‫ﺗ ﻪ‬

(a.i. s a h n 'd a n ) : s a h n e y e k o y m a ,

sa h n ed e o y n a n a c a k şekle k o y m a ,

tâsi' ‫ﺗ ﺎ ﺳ ﻊ‬

(a.s. t is 'a 'd a n ) : d o k u z u n c u , ( b k z :

Cild-İ tâsi': d o k u z u n c u cild . tâsian ‫ ( ﺗﺎ ﻣ ﻌ ﺎ‬a .z f .) : d o k u z u n c u o la ra k , d o k u n ü h ۶ m ).

zu n c u d ereced e, d o k u z u n c u su .

tas'îb ‫ﺗ ﺼ ﻌﻴ ﺐ‬

(a.i. su û b et'd en . c . : t a s 'îb â t ) : g ü ç -

le ştirm e , g ü ç le ştirilm e , z o rla ştırm a , zo rla ştırılm a..

tasrhen

tas'îbât ‫( ﺗ ﻌ ﻌ ﻴ ﺒ ﺎ ت‬a.i. tas'îb'in c.): güçleştirmeler, zorlaştırmalar, ["teshilât" m zıddı], tas'îd ‫( ﺗ ﻤ ﻌﻴ ﺪ‬a.i. suûd'dan): 1. yukarı ‫ ؟‬ikarma, çıkarılma. 2. kim. bir cismin ışıtılarak buharlaştırılması, fr. sublimation. ta'sîl ‫( ﺗﻌﺴﻴﻞ‬a.i. asel'den): bal katma, ballama, ballandırma. ta'sîl-i kelâm : sözü ballandırma, tatlılaştırma. ta'sîr ‫ ﺳ ﺮ‬٠ (a.i. ıısr'dan. c .: ta'sîrât): güçleştirme, güçleştirilme, (bkz : tas'îb). tas'îr ‫( ﺗ ﺼ ﻌﻴ ﺮ‬a.i.): lcibirlilik yüzünden konuşurken, yüzünü başka tarafa ‫ ؟‬evirip karşısmdakinin yüzüne bakmama, ta'sîr Sikma.

(a.i. asr'dan. c .: ta'sîrât): suyunu

ta'sîrât ‫( ﺗﻌﺴﻴﺮات‬a.i. ta'sîr'in c .): güçleştirmeler, giiçleştirilmeler. (bkz: tas'îbât). ta'sîrât ‫( ﺗ ﻌ ﺼﻴ ﺮا ت‬a.i. ta'sîr'in c.): suyunu sikmalar, sıkıp suyunu ‫ ؟‬ikarmalar. ta'sîr-hâne ‫( ﺗﻌﺼﻴﺮﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): tohumların ezilerek yag çıkarıldığı atölye, taskil ‫( ﺗﺼﻐﻴﻞ‬a.i. saykaldan, c .: taskilât): cilâ vurma, cilâlama. taskil-i seyf: kılıcın cilâlanması. taskilât ‫ت‬ ‫( د‬a.i. taskil'in c.): cilalamalar, cilâ vurmalar.

tasmimât ‫ ت‬(a.i. tasmîm'in c .): tasımlanan, tasarlanan, yapılması kararlaştırılan İçler, şeyler. tasmit ‫ب‬ (a.i. semt'den): ed. gazel veyâ kasideyi musammat denilen tarzda tanzim etme; yânî, kafiyeli beyitleri dört kısım olarak tanzim etme : ["Erdi yine ürd-i Behişt; oldu havâ anber-sirişt / Âlem Behişt-enderBehişt; her kûçe bir Bâğ-I İrem" (Nef'î)]. tasmit ‫( ﺗﺼﻤﻴﺖ‬a.i.): susturma, (bkz : İskât). tasni' (a.i. sun'dan. c . : tasniât): 1. yapma. 2. düzme, uydurma, yakıştırma. 3. fels. yapıntı, fr. fiction. tasniât ‫ ن‬(a.i. tasni'in c .): yapma, düzme, uydurma, yakıştırma şeyler. tasnif (a.i. sın ıf dan. c .: tasnifât): 1. sinif sın ıf takım takım ayırma, sınıflama, bölümleme. 2. eser ve kitap haline getirme, ["sünûh ve havâşî'den nice tasnif vardır” (Sehi, Lâtîfî)]. tasnifât ‫ ت‬miş eserler.

(a.i. tasnifin c .): tasnif edil-

t a s n i m - (a.i. sanem'den): put hâline getirme. tasri' ‫رﻳﻊ‬٠‫( ﺗﺺ‬a.i. sar'dan): ed. 1. bir beytin iki mısrâını da kafiyeli yapma, (bkz: musarra'). 2. bütün mısrâları kafiyeli manzûme yazma.

taslilj ‫( ﺗ ﻤﻠﻴ ﺐ‬a.i. salb'den. c .: taslibât): 1. ha‫ ؟‬a, tasrif ‫( ﺗ ﺼ ﺮﻳ ﻒ‬a.i. sa rf dan): 1. (c.: tasarif) : ‫ ؟‬armıha gererek îdâm etme. 2 ٠ha‫ ؟ ؟‬ikarma. istediği yolda İdâre [Allah hak.]. 2. (c.: 3. (sıılb'den): katılaştırma, katılaştırılma, tasrifât): gr. bir kelimenin ‫ ؟‬ekimi, *‫ ؟‬ekim. iJm -i ta srif: gr. gramef. taslibât ‫( ﺗ ﺼ ﻴ ﺒ ﺎ ت‬a.i. taslib'in c .): 1. ha‫ ؟‬a, ‫ ؟‬armıha gererek îdâm etmeler. 2. ha1‫ ؟ ؟‬karmalar. 3. (sulb'den): katılaştırmalar, katılaştırılmalar.

tasrifât 0 ‫( ﺗﺼﺮﻏﺎ‬a.i. tasrifin c .): gr. tasrifler, *‫ ؟‬ekimler.

taslit (a.i. salâtet'den. c . : taslitât): musallat etme, sataştırma, sataştırılma, [birini bir başkasına-].

tasrifi ‫( ﺗﻤﺮﻳﻐﻰ‬a.s.): 1. tasrife âit, tasrif ile ilgili. 2. gr. *bükümlü. 3. leng. *‫ ؟‬ekimli, ‫ ؟‬ekilebilir; fr. conUgable.

tasliye (a.i. salevât'dan): “aleyh-issalavât" veyâ "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem...” duâsını okuma.

tasrih ‫( ﺗﺼﺮ؛ح‬a.i. sarh'dan. c .: tasrihât) ‫ ؛‬a‫ ؟‬ık a‫ ؟‬ık söyleme, söylenme, açıktan a‫ ؟‬ığa bildirme, bildirilme, belirtme, belirtilme. B i't-tasrih ‫ ؛‬tasrih sûretiyle, açıktan a‫ ؟‬ığa bildirerek, (bkz: tasrihen).

tasliye-hân ‫ ﻳﻪ ﺧ ﻮا ف‬٠‫( ﺗﺺ‬a.f.b.s.): tasliye okuyan, salevât-1 şerife getirici, tâsme ‫ ( ﺗﺎﻣﻤﻪ‬fi.) : tasma, kayış halka, tasmim ‫( ﺗ ﻌ ﻤ ﻴ ﻢ‬a.i. samm'dan. c.: tasmimât): tasımlama, tasarlama, kat'î (*kesin) olarak niyetlenme.

tasrif İâh ik a sı: gr. fiil ‫ ؟‬ekimi eki.

tasrihât ‫( ﺗﻤ ﺮﻳ ﺤﺎ ت‬a.i. tasrih'in c.) ‫ ؛‬a‫ ؟‬ık söylemeler, belirtmeler. tasrihen ‫( ﺗ ﻬﺒ ﺮ ﻻ ئ‬a.zf.): açıktan a‫ ؟‬ığa bildirerek. 1211

tas.îh

tastih ‫ﺗ ﻄ ﻤ ﺢ‬

(a.i. sa th 'd a n ) : b ir ş e y i y a s s ı v e

d ü z etm e, y a ssiltm a .

tastir ‫ﺷ ﻄ ﻴ ﺮ‬

(a.i. sa tr'd a n ) : sa tir d iz m e , y a z ı

y a z m a , y a z ılm a .

tasvib ‫ﺗ ﺼ ﻮﻳ ﺐ‬ 1.

(a.i. sa v â b 'd a n . c. : tasvib ât).

d o ğ r u b u lm a . 2 . u y g u n g ö rm e ,

tasvibât ‫ﺗ ﺼ ﻮﻳﺒﺎ ت‬

(a.i. t a s v ib 'in c.) : d o ğ r u b u -

lu n a n , u y g u n g ö rü le n şeyler,

tasviben ‫( ًﺗ ﺼ ﻮ ﻳ ﺠ ﺎ‬a.zf.)

: ta sv ib e d e re k , d o ğ r u

b u la ra k , u y g u n gö rerek , g ö rü le re k .

tasvib-kerde ‫ﺗ ﻤ ﻮﻳ ﺐ ﻛﺮده‬

(a.f.b.s.) : ta sv ib o lu n -

m u ş, d o ğ r u b u lu n m u ş , u y g u n g ö rü lm ü ş,

tasvig ‫ﺗ ﻌ ﻮ ﻳ ﻎ‬

(a.i. sig a 'd a n . c. : ta sv ig a t) : k a -

İıp la ştırm a , k a lıp şek lin e k o y m a , k o n u lm a ; eritip k a lıb a d ö k m e.

tasvigat ‫ﺗ ﺼ ﻮﻳﻔﺎ ت‬

("g a ”

uzun

o k u n u r,

a.i.

ta s v ig 'in c.) : k a lıp la ş tır m a la r ; eritip k a lıb a d ö km eler.

tasvir ‫ﺗ ﺼ ﻮﻳ ﺮ‬

(a.i.

sû re t'd e n .

c. :

ta sv irâ t,

te sâ vir) : 1 . r e s m in i y a p m a . 2 . resim ; fig ü r ; p o rtre ,

(b k z : sûret).

3. ed.

y a z ıy la

tâ rif

etm e, (b k z : tavsif}).

Tasvir-iEfkâr:Şinasi t a ra fın d a n İs ta n b u l'd a y a y ım la n m ış b ir gaz ete ,

tasvir-i hümâyûn

: p â d iş â h ın resm i,

tasvir-i hümâyûn nişanı : tar.

II. M a h m u d

t a ra fın d a n 18 3 2 de ç ık a rıla n ve ü z e rin d e II. S u lta n M a h m u d 'u n m in y a tü r ü b u lu n a n b ir n işa n .

tasvir-i mücessem : c a n lı resim , tasvirât ‫( ﺗ ﻤ ﻮ ﻳ ﺮ ا ت‬a.i. ta s v ir 'in c.)

: tasvirle r,

re sm in i y a p m a la r. t a s v ir i

‫ﺗﻌﻮﻳﺮ ى‬

(a.s.) : ta sv ir e âit, ta sv irle *ilg ili,

fr. descriptif.

‫ﺗﺼﻮﻳﺖ‬

t a s v it

(a.i. sa vt'd e n ) : seslen m e, seslen -

d irilm e , ses ‫ ؟‬ik a rm a . -tâ ş ‫ﺎﺷﻦ‬

‫ﺗ‬

- (f.e.) : " - d â ş " m â n â sın a gelir, ["d in -

d âş, s ır-d a ş ” d a o ld u ğ u gibi],

ta'şîr ‫ﺗ ﺸﻴ ﺮ‬

(a.i. ö şr'd en .

c.

: ta'şîrât) :

1.

o n d a b i-

İ'ini a lm a , o n d a b iri a lm m a . 2 . o n a ‫ ؟‬ik a rm a . 3.

o n a b ö lm e.

ta'şîrât ‫ﺗ ﺤﻴ ﺮا ت‬

(a.i. ta 'şîr'in

c.) : 1.

o n d a b ir in i

a lm a la r, o n d a b irleri a lın m a la r. 2 . on'a 1‫ ؟‬k a rm a la r. 3 . on'a b ö lm eler,

taşt ‫ﻃﺸﺖ‬

(f.i.) : legen.

taşt-ı simin : g ü m ü ş leğen , taşt-ı zerrin : a ltın leğen . 1212

taşt-dâr ‫( ﻃ ﺜ ﺘ ﺪ ا ر‬f.b.s. ve i.) : tar. îslâm devletlerinde yemekten önce ve sonra, elini yüzünü yıkarken ve abdest alırken legen, ibrik getirerek hizmette bulunan ve hükümdarın elbise, kılı‫ ؟‬ve oda takımlarım korumakla görevli bulunan kimse, taçt-gen ‫( ﻃ ﺸ ﻜ ﻦ‬f.b.i.): legen yapan, legenci. taşt-hâne ‫( ﻃ ﺸﺘ ﺨﺎﻧ ﻪ‬f.b.i.): tar. OsmanlIlarda, hükümdara âit eşyanın sarayda saklandığı yer. taştîr ‫( ﺗ ﺸ ﻄ ﻴ ﺮ‬a.i. ?atr'dan): ed. 1. bir gazelin beyitleri arasma ayni vezin ve kafiyede mânâca da uyuşacak şekilde ü‫ ؟‬er mısra' İlâve etme. 2. bu şekilde yazılmış manzûme. (bkz: teştîr). tât ‫( ﺗﺎت‬f.i.): Türk'lerden gayri olanlar, (bkz : tâcîk). tatabbub ‫( ﺗﻄﺒﺐ‬a.i.). (bkz : tetabbub). Tâtâr ‫( ﺗﺎﺗﺎر‬f.i.c.: Tâtârân): Tatar. Tâtârân ۵١j^ü(f.i.Tâtâr'm c.) :Tatarlar. Tâtârî ‫( ﺗﺎﺗﺎ ر ى‬f.s.): Tatarlara âit, onlarla ilgili, (bkz: Tetârî). tatarrub ‫( ﺗﻄﺮب‬a.i.): tarablanma, keyiflenme, neşelenme. tatarruf ‫( ﺗ ﻄ ﺮ ف‬a.i. tarafd an ): bir yana ‫ ؟‬ekilme. tatarruk ‫( ﺗ ﻄ ﺮ ق‬a.i. tark ve turûk'den) 1 ‫؛‬. yol bulma; yol bulup gitme. 2. dövülme, tatavvur ‫( ﺗﻄﻮر‬a.i.): fels. fr. modification. tatayyub ‫( ﺗﻬﻠﻴﺐ‬a.i.): güzel koku sürünme, tatay^ur ‫( ﺗﻄﻴﺮ‬a.i. tayerân'dan c.: tatayyurât) : kötüye yorma, uğursuz sayma, (bkz: teşe'üm). tatayyurât ‫( ﺗ ﻄﻴ ﺮا ت‬a.i. tatayyur'un c .): ugursuz saymalar, kötüye yormalar, tatbik ‫( ﺗ ﻄﺒﻴ ﻖ‬a.i. tıbk'dan. c . : tatbikat): 1. uydurma, uydurulma, yakıştırma.' 2. benzetme, uydurma, (bkz : temsil). 3. karşılaştırma. (bkz : mukabele, mulcayese. 4. bir kanunu, bir maddeyi *uygulama, tatbik-i hatt u hâtem : huk. şüpheli görülen bir imzanın kime âit olduğunun tespiti İ‫ ؟‬in bilirkişi tarafından yapılan *inceleme, tatbike medâr İmzâ : huk. senetteki imzanın borçlu tarafından İnkâr edilmesi hâlinde bu imzanın borçluya âit olup olmadığının tespiti İ‫ ؟‬in yapılacak imza karşılaştırılmaSina esas alınabilecek imza.

tavâf

tatbikan (a.zf.): tatbik suretiyle, *uygulayarak. tatbikat ‫ ت‬("ka" uzun okunur, a.i. tatbik'in c .): 1. tatbikler, ameli, pratik dersler, tâlimler. 2. aslc. manevra, tatbiki ‫( ' ذ ﻳ ﻔ ﻰ‬a.s.) : tatbika âit, tatbik, pratik ile ilgili. tatbikiyye ‫( ﺗﻄﻲ؛ه‬a.s.) : [“tatbiki" nin müen.b (bkz: tatbiki). tatbil ‫ ل‬٠‫( ﺗﻄﺐ‬a.i. tabl'den) : davul ‫ ؟‬alma,

tatmin ‫( ﺗ ﻄ ﻤ ﻴ ﻦ‬a.i. tamn'dan. c . : tatminât): kalbe emniyet verme, verilme, insanin yüregini rahatlandırma; doyurma [ma'nen]. tatminât ‫ ت‬(a.i. tatmin'in c .): kalbe emniyet vermeler, verilmeler, insanin yiiregini rahatlandırmalar; ma'nen doyurmalar, tatmin-kâr ‫ر‬doyurucu.

(a.f.b.s.): gönül kandırıcı,

tatrib ‫( ﺗ ﻄ ﺮ ﻳ ﺐ‬a.i. tarab'dan): keyiflendirme, neşelendirme.

tatbin ‫ ن‬٠‫( ﺗﻄﻞ‬a.i.): bir şeye ‫ ؟‬amur sürme, tathin (a.i. tahn'dan. c .: tathinât): öğütme, un yapma.

tatriz > ‫( ﺗﻄﺮي‬a.i.): 1. elbiseye kenar İşleme, İşlenme. 2. bir şeyin etrâfma oya yapma, dantele dikme.

tathînü'l-hasât: hek. mesânedeki taşların bir âletle öğütülerelc ameliyatsız düşürülmesi. tathinât ‫ ﺑﺬا ت‬١‫( ﺗﻂ‬a.i. tathin'in c.): öğütmeler, un yapmalar. tathir ‫ذﻃﻬﻴﺮ‬٠(a.i. tahr'dan. c . : tathirât): temizleme, paklama.

tâtûle ‫( ﺗﺎﺗﻮﻟﻪ‬ki.): bot. tatula, (bkz : tâtûre).

tathirât ‫ ت‬١‫( ﺗﻄﻬﻴﺮ‬a.i. tathir'in c.): temizlikler, ta'tîl ‫( ﺗﻌﻄﻴﻞ‬a.i. atal'den. c .: ta'tîlât): çalışmaya ara verme, ‫ ؟‬alışmayı durdurma, durdurma, lcesme. ta'tîl-i fa'âliyyet: çalışmaya ara verme, ta'tîlât ‫( اﻋﻬﻠﻼت‬a.i. ta'tîl'in c .): tâtiller. ta'tîl-nâme L - ‫م‬١‫( ﺗﻌ ﻄﺪ‬a.f.b.i.): [Tanzimat'tan sonra) bir gazetenin muvakkat bir zaman İ‫ ؟‬in lcapatılması hakkında gazete idârehânesine g'Onderilen resmi yazı, ta'tîn ‫( ﺗ ﻌﻴ ﻦ‬a.i.) : 1. kök, yaprak cinsinden ilâ‫؟‬ olabilecek şeyleri bir SIVI İçine koyarak bir müddet terketme. 2. anat. hayvanin iskeletini ‫ ؟‬ikarmalc İ‫ ؟‬in etleriyle birlikte suya sokarak etlerin dökülmesini beklemek İ‫ ؟‬in yapılan ameliyat. ta'tîr ‫ ر‬٠‫( ﺗﻌﻲ‬a.i. Itr'dan): güzel koku ile kokulandırma. ta'tîs ‫ﻦ‬ ma. ta'tîş -

tâtûre ‫( ﺗﺎ ﺗ ﻮ ر ه‬f.i.): hayvan ayağına vurulan köstek, bukağı, payvant (pay-bend, pâbend). tâtûre ‫( ﻃﺎﺗﻮره‬a.i.) ‫ ؛‬bot. tatula, (bkz : tâtûre). tatvik ‫( ﺗﻄﻮ؛ق‬a.i. tavk'dan): boyuna gerdanlık takma, takılma. tatvil ٠‫( ﺗﻄﻮﻳﻞ‬a.i. tûl'den. c .: tatvilât): uzatma, uzatılma. tatvil bilâ-tâil: ed. faydasız tafsilât, tatvil-i kelâm : ed. sözü uzatma, tatvilât ‫( ﺗﻬﻠﻠﻴﻼ ت‬a.i. tatvil'in c .): boş, beyhude, fazla sözler. tatvîş ‫( ﺗﻄﻮﻳﺶ‬a.i.): iğdiş etme, burma, tatyib ‫( ﺗ ﻴ ﻴ ﺐ‬a.i. tayyib'den. c .: tatyibât): hoş etme, edilme, hoşlandırma, gönlünü hoş etme, gönül hoş edilme, iyi davranma, tatyib-i hâtır: gönlünü alma, gönlünü hoş etme. tatyibât ‫( ﺗ ﻴ ﻴ ﺎ ت‬a.i. tatyib'in c.): gönlünü hoş etmeler, iyi davranmalar, tatyiben ‫( ًﺗ ﻴ ﻴ ﺎ‬a.zf. tayyib'den): gönül alarak, gönlü hoş ederek.

‫( ا ﺑ‬a.i. atse'den): aksırtma, aksırtıl-

tâûn ‫( ﻃﺎ ﻋﺮن‬a.i.c.: tevâîn): hek. vebâ, yumurcak denilen salgm hastalık,

(a.i. atş'dan) : susatma, susatılma,

tâûnî ‫ ﻻ ﺀﻟ ﺪ ى‬٠ (a.s.): hek. vebâ'ya âit, vebâ ile ilgili, (bkz: vebâî).

tatlik ‫ذﻃﻴﻖ‬٠(a.i. talâk'dan): 1. [nikâhlı zevceyi) boşama, bırakma, ayırma. 2. dişi hurma, incir gibi bâzı ağaçları, erkeklerinin çiçeğini asarak, yemişlendirme. tatliye ‫( ﺗﻄﻞ؛د‬a.i. tılâ'dan): sıvama, tıla; cilâ verecekbir şeyi sürüp sıvama.

tav' ‫( ﻃﻮع‬a.i.): 1. İtâat etme, boyun eğme, dinleme. 2 ٠isteyerek bir şey yapma, tav'un bi-nefsihi: fels. kendiliğinden, İ‫ ؟‬inden, fr. spontane. tavâf ‫( ض ' ف‬a.i.) : 1. etrâfını dolaşma. 2. hacı olmak üzere zamâmnda ve muayyen usul 1213

tavâgî

dâhilinde Kâbe'nin etrâfını dolaşarak ziyâret etme. tavâgî ‫( ﻃﻮاﻏﻰ‬a.i. tâgut'un c.): putlar, tavâgit ‫( ﻃﻮاﻏﻴﺖ‬a.i. tâgut'un c.). (bkz : tavâgî). tavâhin ‫( ﻃ ﻮا ﺣ ﻦ‬a.i. tâhine'nin c .): öğütücü dişler, azı dişleri. tavâhin ‫( ﻃﻮاﺣﻴﻦ‬a.i. tâhûn, tâhûne'nin c.): 1. su değirmenleri. 2. öğütülmüş şeyler, tavâif ‫( ﻃ ﻮاﺋ ﻒ‬a.i. tâife'nin c .): tayfalar; güruhlar, fıkralar, bölükler. tavâifi mülûk: Abbâsî imparatorluğunun yıkılmasından sonra İslâm âleminde teşekkül eden küçük devletler; Anadolu beylikleri. tavâîn ‫( ﻃﻮاﻋﻴﻦ‬a.i. tâûn'un c.): vebâlar, yumurcak denilen salgm hastalıklar, tavâli' ‫( ﻃ ﻮاﻟ ﻊ‬a.i. tâh'in c.): tâlihler, bahtlar, kısmetler. tavâmir ‫( ﻃﻮاﻣﻴﺮ‬a.i. tûmâr'ın c .): tomarlar, dürül‫ ؟‬üş nesneler. tav'an ‫( ﻃﻮﻋﺎ‬a.zf.): isteyerek, kendi isteğiyle, tav'an ve kerhen: hem isteyerek, hem istemeyerek. tavârtk ‫( ﻃ ﻮا ر ق‬a.i. târık ve târika'nm c.): 1. gece gelen belâlar. 2. tarikatlar; kabileler, tavassub ‫( ﺗ ﻮ ﺻ ﺐ‬a.i.): hastalanıp perişan olma. tavassut ‫( ﻃﻮﺳﻂ‬a.i. vasat'dan. c .: tavassutât): araya girme, aracılık, ara bulma, aracılık etme. tavassutât ‫( ﺗ ﻮ ﻣ ﻄ ﺎ ت‬a.i. tavassut'un c.): araya girmeler, aracılıklar, ara bulmalar, aracılık etmeler. tavâşî ‫( ﻃ ﻮا ﺷ ﻰ‬a.i.c.: tavâşiye): hadim ağası, harem ağası. tavattun ‫( ﺗﻮﻃﻦ‬a.i. vatan'dan): yerleşme, yurt tutma, yurtlanma. tavâvis ‫( ﻃﻮاوﻳﺲ‬a.i. tâvııs'un c .): tavus kuşları, tavazzû' ‫( ﺗﻮﺿﻮﺀ‬a.i. vuzû'dan): abdest alma, tavazzuh ‫( ﺗ ﻮ ﺿ ﺢ‬a.i. vuzûh'dan): açıklanma, açıklığa kavuşma, aydınlanma, tavd ‫( ﻃ ﻮ د‬a.i.c.: atvâd): dağ. (bkz: cebel, kûh). tavefân ‫( ﻃﻮﻓﺎت‬a.i.). (bkz : tavâf). tavf ‫( ﻃﻮف‬a.i.). (bkz : tavâf). tâv-hâne ‫( ﺗﺎ و ﺧ ﺎﻧ ﻪ‬t.f.b.i.): güçsüzler yurdu, (bkz: dârü'l-aceze, tâb-hâne). 1214

tav'î ‫( ﻃ ﻮ ﻋ ﻰ‬a.s. tav'dan): kendiliğinden, İ‫ ؟‬indenj fels. spontane. ta'vîc ‫( ﺗﻌﻮﻳﺞ‬a.i.): eğ.me; eğilme; eğriltilme; eğriltme. ta'vîd ‫( ﺗﻌﻮﻳﺪ‬a.i.): âdet ettirme, ettirilme, ta'vîk ‫( ﺗﻌﻮﻳﻖ‬a.i. avk'dan. c . : ta'vikat): oyalandırma, geciktirme, geciktirilme, aşıntıya bırakma, asıntı. ta'vîk-i ihtimâr: hek. antiseptik madde kullanarak ekşimesini, bozulmasını önleme, ta'vikat ‫"( ﺗ ﻌ ﻮ ﻳ ﻘ ﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. ta'vîk'in c .): oyalamalar, geciktirmeler, (bkz: ta'vîk). tavil,tavile ‫ ﻃﻮﻳﻠﺔ‬، ‫( ﻃﻮﻳﻞ‬a.s. tûl'den. c .: tıvâl): 1. uzun, (bkz : dırâz). 2. ‫ ؟‬ok süren, (bkz: medid). 3. ed. (bkz : bahr-i tavil). tavîletü'1-ercül‫ ؛‬zool. incikleri uzun olan kuşlar [leylek, devekuşu., gibi), tavile ‫( ﻃ ﻮ ﻳﻠ ﻪ‬a.i.): 1. hayvan katan, birbiri ardma bağlanmış bir Sira hayvan. 2. ahir, tavla. 3. çayıra koyuverilen hayvanin ayağına bagladılcları ip, tavla ipi. taviyyet ‫( ﻃﻮﻳﺖ‬a.i.): gönülde gizli olan kasid, niyet. ta'vîz ‫( ﺗ ﻌ ﻮ ﻳ ﺬ‬a.i. İyâz'dan): nazara ve başka kötülüklere karşı takılan muska, (bkz: hamâll, hırz, nüsha). ta'vîz ‫( ﺗﻌﻮﻳﺾ‬a.i. ivaz'dan. c .: ta'vîzât): 1. bedel ver۴ e, karşılık olarak bir şey verme, verilme. 2. kim. bir cismin, bir feaşkası yerine geçmesi. ta'vîzât ‫( ﺗ ﻌ ﻮﻳ ﻀﺎ ت‬a.i. ta'vîz'in c .): ödün‫ ؟‬verilen par‫ ; ؛‬karşılık olarak verilen şeyler, ta'vizen ‫( ﺗ ﻌ ﻮﻳ ﻀﺎ‬a.zf.): karşılık alınmak sûretiyle; karşılık olarak; ileride gelirinden kesilmek şartıyla. ta'vîzî ‫( ﺗﻌﻮﻳﻀﻰ‬a.s.): fels. *ödünlü, fr. commutatif. tavk ‫( >ق‬a.i.c.: etvâk): 1. gerdanlık, tavk-ı zerrin: altın gerdanlık. 2 . halka, tasma. 3. bâzı kuşların boyunlarındaki tüyden halka. 4. tâkat, güc. tavk-ı beşer : insan gücü, tavr ‫( ﻃ ﻮ ر‬a.i.c.: etvâr): 1. hal, edâ, gidiş; davranış. 2. yapmacık; gösteriş, büyüklük. 3. mûsikide tutulan şahsî ve üstâdâne tarz, tavr ü hareket: gidiş‫؛‬, .genel tutum.

»a'yînâ. tavsif ‫( ﺗﻮ ﺻ ﻒ‬a.i. vasfdan. c .: tavsifât): 1. vaSiflandırma, *niteleme. 2. ilim, bilgi, tavsif-i felekiyyât, tavsif-i semâ: astr. Uranografi. tavsîfü'l-emrâz: hek. hastalıklar ilmi. 3. ed. bir ?eyin yalnız oldugu gibi degil, biraz da şâirce görüldüğü ve duyulduğu gibi anlatılması. tavsifât ‫( ﺗﻮﻣﻴﻬﺎ ت‬a.i. tavsifin c .): vasıflandırmalar, *nitelemeler. tavsifi, tavsifiyye ‫ ﺗ ﻮ ﺻ ﻔ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﺗﻮﺻﻴﻪ—ى‬a.s. v a sfd an ): tavsife âit, tavsif ile *niteleme ile *ilgili, *nitelemeli. tavsil‫( ﺗ ﻮ ﺻ ﻞ‬a.i. vasl'dan): ulaştırma, ulaçtırılma, vardırma, vardırılma, (bkz : îsâl). tavsif ‫( ﺗ ﻮ ﺳ ﺠ ﻂ‬a.i. vasat'dan c .: tavsitât): araya koma, konulma, aracılık ettirme, aracı bulma. tavsitât ‫( ﺗﻮﺳﻴﻄﺎت‬a.i. tavsifin c.): araya komalar, konulmalar, aracılık ettirmeler, aracı bulmalar. tavsiye ‫( ﺗ ﻮ ﺻ ﻪ‬a.i. vasy'den): 1. vasiyet bırakma. 2. sipâri? etme, ısmarlama. 3. öğütleme. 4. kayırmalık. tavsiye-nâme ‫( ﺗﻮﺻﻴﻪ ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): tavsiye mektubu, birinin kayınlması İçin yazılan yazı, tavtia ‫( ﺗﻮﻃﺌﻪ‬a.i. vaty'den): anlatılacak maksadi destekleyecek yolda önceden bâzı sözler söyleme. tavtin ‫( ﺗ ﻮ ﻳ ﻦ‬a.i. vatan'dan): 1. bir yerde yerleştirme, yurtlandırma. 2. bir ?eye baglamp onu neticelendirme, tâvus ‫( ﻃﺎوس‬a.i.c.: etvâs, tavâvis): tavus kuşu. Çeşm-i tâvus: astr. tavus sûretinde görünen sâbit bir yıldız, tâvııs-i âte?-per: Güneş, tâvııs-i sidre : Cebrâil aleyhisselâm. tavvâf ‫( ﻃﻮاف‬a.s.): 1. [daha, pek, çok, en] tavaf eden, etrâfını dolaşan. 2.İ. Kâbeyi ziyâret eden. 3. i. resmi dâirelerde gece bekçisi, tavvâfiyye ‫( ﻃﻮاﻓﻴﻪ‬a.i.): resmi dâirelerdeki gece bekçilerine verilen ücret, tavzif ‫( ﺗ ﻮ ﻇﻴ ﻒ‬a.i. va zfd a n ): vazifelendirme, işe alma, i? verme. tavzih ‫( ﺗ ﻮ ﺿﻴ ﺢ‬a.i. vıızûh'dan. c .: tavzihât): açıklaşa, açık anlatma, aydınlatma, tavzihan ‫( ﺗ ﻮ ﺿﻴ ﺤﺎ‬a.zf.): açıklayarak, aydınlatarak.

tavzihât ‫ ﺣﺎ ت‬٠‫( ﺗﻮص‬a.i. tavzih'in c .): açıklamalar, a‫ ؟‬k anlatmalar, aydınlatmalar. tavzlhen ‫( و‬a.zf.). (bkz : tavzîhan). tay ‫( ض‬a.i.).(bkz :tayy). tayâlis ‫( د د س‬a.i. taylasân'ın c.) : 1. baça sarilan sarıkların omuzlar üzerine salıverilen uçları. 2. başa ve boyna sarılan ?allar v.b. tayâlise ،‫إ ﻳ ﻮ ا‬ tayâlis).

(a.i. taylasân'ın c.). (bkz:

tayarân ‫( ﻃﻴﺮان‬a.i.). (bkz : tayerân). Taybe 4 : > (a.h.i.): Medîne-İ Münevvere, (bkz: Yesrib). tayerân ‫( ﻳ ﺮ ا ن‬a.i.): 1. uçma. 2. havada gaz olma. tayf ‫( ي—ف‬a.i.c.: tu yû f): 1. uykuda görünen hayal. 2. korkudan karanlıkta görünen hayâlet. 3. fiz. tayf. tayf-ı munkati': fiz. kesikli tayf fr. spectre discontinu. tayf-i mütemâdî : fiz. kesiksiz tayf fr. spectre continu. tayf-bin ‫( د ﻧ ﺪ ن‬a.f.b.i.): spektroskop. TayfUri^e ‫ﻳﻪ‬٠)‫( ﻳ ﻐ ﻮ‬a.h.i.): tas. Ebû Zeyd Tayfur bin îsâ bin Surûşân el-Bistâmi tarahndan kurulan tarikat. tâyı' ‫ﺑ ﻊ‬.‫( ﻃﺎ‬a.s. tav'dan): bir İÇİ istekle, kendi isteğiyle yapan. tâyıa ‫ﺑ ﻰ‬.‫( ﻃﺎ‬a.s. tav'dan): ["tâyı" nm müen.]. (bkz: tâyı'). tâyıan ‫( ًﻃﺎﻳﻌﺎ‬a.zf) : isteyerek. ta'yîb ‫ﺐ‬ lama.

‫( ﺗ ﻴ‬a.i. ayb'dan. c . : ta'yîbât): ayıp-

ta'yîbât ‫( ﺗ ﺴﺒﺎ ت‬a.i. ta'yîb'in c.): ayıplamalar. ta'yîn ‫( ﺗ ﻌ ﻴ ﻴ ﻦ‬a.i. ayn'dan) : 1. ayırma, belli etme. 2. bir me'mûriyete koyma. 3. tayin, asker ekmegi. 4. erzak. ta'yîn-i cihet: fels. *yöneltim, fr. orientatita'yîn-i mikdâr : kim. *düzem, doz *belirtimi, fr. dosage. ta'yinli İzâfet terkibi: gr. *belirtili isim takimi. ta'yinsiz İzâfet terkibi : gr. belirtisiz isim takimi. ta'yînât ‫( ﺻ ﺎ ت‬a.i. ta'yîn3'4 'ün c.): maaştan başka verilen yiyecek, erzak. 1215

ta'yînî

ta'yînî (a .s.): fels. *belirleyen, fr. determinatif. ta'yînî Sifat: gr. b elirtm e sıfatı, ta'yin-kerde ‫ ر د ه‬(a.f.b .s.): tâyin edilm iş; belirtilm iş.

adi. 3. H z. M u h am m ed 'in , annes'i  m ine'ye verd igi b ir ad.

tayyib-i hâtır : gönül h .ç lu ğ u . tayyibât ‫( د ا ت‬a.i. tayyibe'nin c.) : iyi, güzel İçler ve hareketler.

ta'yîr -

ta y y ib e ‫ﺷ ﻪ‬ hareket.

ta'yîrât ‫ ا ت‬-

t â z ^ “(f.i.) : koçm a, koçuç. ‫ “؛‬tek " kelim esiyle tek ü tâz olarak kullan ılır], tazaccu' (a .i.): üçenm e, gevşek davran-

(a .i.c .: ta'yîrât) : kabahati yü ze v u ra ra k utan dırm a. (a.i. ta'yîr'in c .) : kabahatleri yiizlem eler, yü ze vu rm alar,

ta'yîş (a.i. ıyş'den.). (bkz : iâşe). taylasân ‫( ﺷ ﺲ — ا ن‬a .i.c .: tayâlis, ta y â lis e ): 1. başa sarılan sarigin om uzlar üzerine salıverilen ucu. 2. başa ve b o yn a sarılan şal v.b.

tayr ‫د ر‬

( a .i.c .: atyâr, t u y û r ) : kuş. ( b k z :

m iirg).

(a.i.c. ‫ ؛‬ta y y ib â t): iyi, güzel İç ve

m a. ( b k z : tadaccu').

tazaccur ‫ﺟﺮ‬١ ‫( ﺗﻬﺬ‬a .i.): i‫ ؟‬sıkılm a; sıkıntı, (bkz : tadaccur).

tazalliil ‫( ﺗ ﻈﻠ ﻞ‬a.i. Z ill'd a n ): gölgelenm e, gölge altına girm e, gölgede olm a,

tazallüm ‫( ﺗ ﻈﻠ ﻢ‬a.i. zulm 'den. c . : ta z a lliim â t): sızlanm a, yanıp yakılm a,

tayr-î hür : zool. atm aca. tayrü'd-devle: devlet kuşu, tayriyyûn ‫( ش„ون‬a .i.): k u şlar üzerinde tetkiklerde b u lu n an âlim ler, fr. ornithologistes. tayrü'd-devle (devlet k u ş u ) : hüm â. tayy ‫( د ى‬a .i.): 1. dürüp biilcme, dürülüp bü-

tazallümât ‫( ﺗﻈﻠﻤﺎت‬a.i. tazallü m 'ü n c .) : SIZ-

külm e, sarm a, katlam a. 2. atlam a, üzerinden geçme.

tazammun ‫( ﺗ ﻀ ﻤ ﻦ‬a.i. Z im n 'd an ): 1. İçine alan,

ta y y -i m ek ân , -1 m esâfe, -1 zem â n : m ekânı, m esâfeyi, zam ân ı atlarcasın a geçm e. 2. Ç1karm a, k ald ırm a, yok etm e, lâğvetm e,

başka şeyler arasında b ir şeyi daha h âvî olan, ( b k z : indim âc). 2. (zım an'dan) k efil olm a, '-(bkz : taahhüd, tekeffül). 3. fels. *İçlem, *İçerme, fr. comprehension.

ta y y â r ‫( ب ^ ر‬a.i. ta y e râ n 'd a n ): 1. uçucu, uçan. 2. fiz . gaz olan, h avada gaza değişen. C a 'fe r-İ T a y y â r ‫ ؛‬B i'r-i M aUne savaşında ik i kolu kesilerek şehit olan H z. C a'fer ibnii Ebî-Tâlib olup, k o lların ın yerinde k an atlar çıkıp C ennette u çtu ğu H z. M u h am m ed tarafın d an görülen zat k i H z. Â lî'n in kardeşi' ve P eygam b erim izin am cası oğludur. R îh -i ta y y â r : yer değiştirerek esen yel, rom atizm a. 3. i. erkek adi.

tayyârât ‫( ﺷﺮ' ت‬a.i. tayyâre'nin c . ) : havadan, beleşten gelen paralar.

tayyâre ‫( ﺷ ﺮ ه‬o .i.c .: tayyârât) : havadan, beleşten gelen p ara, [bizde “u ça k " m ân âsın a gelen bu kelim e, O sm anlIca olup. Fazıl A hm ed A ykaç tarafın d an yapılm ıştır]. T a y y â re C e m 'iy y e t i: H ava K u rum u, ta y y ib , ta y y ib e ‫ي‬ ، ‫( ﻳ ﺐ‬a .s.): 1. iyi, güzel, hoş. K e lim â t-1 t a y y i b e : h oşa gider, güzel söz. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] İcadın 1216

tazallüm-i h â l : hâlinden şikâyet etm e, SIZlanm a. lanm alar, yan ıp yakılm alar,

tazammud ‫( ﺗﻀﻤﺪ‬a .i.): y a ra n ın m erhem li bezle bağlanm ası.

tazannl ‫( ﺗ ﻬﻠ ﻰ‬a.i.). (bkz ‫ ؛‬tazannün). tazannün ‫( د ﻣ ﺖ‬a.i. za n n 'd e n ): zan ile İş görme.

tazarru' ‫( ﺗ ﻀ ﺮ ع‬a.i. zurû'dan. c . : ta z a rr u â t): ken d in i alçaltarak yalvarm a,

tazarruât ‫( ﺗ ﻀ ﺮ ﻋﺎ ت‬a.i. tazarru'un c . ) : 1. ricâlar, niyazlar, yalvarm alar. 2. XV . asır ediblerinden Sinan Paşa'nın m eşhur ta sa v v u fi eseri,

tazarruf ‫( ﺗ ﻈ ﺮ ف‬a.i. zarif'd en . c . : ta z a rr u fâ t): zarâfet, z a riflik taslam a, satm a, in celik gösterm e.

tazarrufât ‫( ﺗ ﻈ ﺮ ﻓﺎ ت‬a.i. ta z a r r u fu n c .) : z a riflik taslam alar, satm alar, in celik gösterm eler,

tazarru'-nâme ،‫( ﺗ ﻀ ﺮ ﻋ ﺎ ﻧ ﺎ‬a .f.b .i.): 1. b ir şey istem ek İçin ken d in i alçaltıp y a lv a ra ra k yazılan tezkere, m ektup, m anzûm e. 2. (b ü yü k T ile) 1486 (H. 891) de ölen H ızırb e y O glu Sinan Paşa'nın Tanrı'ya y a lv a rışla rım ve Peygam berle bâzı dih u lu la rım öğü şlerin i

»âziyâne-i bârân İçine alan yer yer m an zum , yer yer m ensur b ir eserdir. tazarrur ‫( ﺗ ﻐ ﺮ ر‬a.i. zarr ve z u rr 'd a n ): zarara, ziyâna uğram a, zarar görm e, tazavvu' ‫( ﺗ ﻀ ﻮ ع‬a .i.): b ir şeyin güzel kokusunun etrâfa yayılm ası. tazayyuk kışm a.

‫( ﺗﻀﻖ‬a.i. zîk, d îk 'd e n ): daralm a, SI-

taza} ٩mk-ı k u d d â m i: hek. sünnetsiz k im selerde gulfe (sünnet derisi) nin iltihaptan d olayı d aralm ası; gu lfen in sün n etsizlik neticesi olarak geriye d oğru toplanıp daralm ası. tâze ‫( ﺗﺎزه‬f.s .): 1. tâze, körpe; sulu, yaş. 2. genç. 3. yıp ran m am ış, yo ru lm am ış, tâ z e g î ‫( ﺗﺎزﻣﻰ‬f.i.): 1. tâzelik, körpelik, yen ilik . 2. gençlik. tâzende .‫( ﺗ ﺎ ز ﻧ ﺪ ه‬fs. ve i . ) : koşucu. Esb-İ tâzende : koşucu at, y a rış ati. tâze-rûy ‫( ﺗ ﺎ ز ه روى‬f.b .s.): güler yü zlü , güleç. (bkz : bâsim , besim , bessâm ). tâze zebân ‫ ( ﺗﺎزه ز ﺑ ﺎ ن‬f b .s .) : "taze d illi" : yeni ve d u yu lm ad ık güzel sözler söyleyen, tazhir ‫( ﺗ ﻈ ﻬ ﺮ‬a.i. zahr'dan) : 1. arkaya atm a, atılm a, arkaya bırakm a, b ırakılm a. 2. savsaklam a, ( b k z : İhm âl). tâzî ‫( ﺗ ﺎ ز ى‬f.i. ve s . ) : 1. ( c .: tâ z iy â n ): A rap ; A rap ça. Esb-İ t â z î : A rap ati. Lisân-1 t â z î : A rap dili, A rap ça. Zebân-1 t â z î : A ra p dili. 2. tazı, ,av köpeği, [tavşan y ak alam ak İçin k u llan ılır]. ta'zîb ‫( ﺗﻌﻨﻴ ﺐ‬a.i. azâb'dan. c . : ta'zîb ât): eziyet etm e, b o şu n a yorm a, ta'zîh-i rû h : can Sikm a. ta'zîbât ‫( ﺗ ﻌ ﻨ ﻴ ﺒ ﺎ ت‬a.i. ta'zîb'in c .) : azaplar, eziyetler, b o şu n a yorm alar, taz'îf ‫( ﺗﻀﻌﻴﻒ‬a.i. zı'f'd an . c . : ta z 'îfâ t): 1. ik i kat etm e, b ir o k ad ar daha artırm a. 2. zayıflan dırm a. taz'îfât ‫( ﺗ ﻔ ﻌ ﻴ ﻔ ﺎ ت‬a.i. t a z 'îf in c .) : 1. ik i k at etmeler, b ir o k ad ar daha artırm alar. 2. z a y ıf landırm alar. ta'zîl ‫( ﺗﻌﺰﻳﻞ‬a .i.): b ir h astan ın güzel ve İnandırıcı sözlerle teselli edilm esi,

‫( ﺗﻌﻨﻴ ﻞ‬a .i.c .: ta 'zîlât): ayıplam a, ta'zîlât ‫( ﺗﻌﻨﻴ ﻼ ت‬a.i. ta'zîl'in c .) : ayıplam alar. ta'zîl

ta'zîm ‫( ﺗ ﻌ ﻴ ﻢ‬a.i. azm 'den. c . : ta'zîm ât): 1. büyük lem e, u lu lam a, b ü y ü k saym a. 2. saygı gösterm e, İk râm etme. ta'zîm ât

‫( ﺗ ﻌ ﻈ ﻴ ﻤﺎ ت‬a.i. ta'zîm 'in c .) : hürm etler,

saygılar. ta'zimen rek.

‫( ًﺗ ﻌ ﻈ ﻴ ﻤﺎ‬a .z f.): h ürm et ve İk râm ede-

ta'zîr ‫( ﺗ ﻌ ﻨ ﻴ ﺮ‬a.i. Ozr'den. c. ‫ ؛‬ta 'z îrâ t): esassız özü r b ild irm e, vesile ve bahâne aram a, ta'zîr ‫( ﺗ ﻌ ﺰ ﻳ ﺮ‬a.i.c. ‫ ؛‬ta 'z îrâ t): 1. tekdir etm e, azarlam a. 2. suçluyu suçuna göre sözle tekdir etme. ta'zîr-i a h îs s â : huk. [eskiden] İçtim âi vaziyetleri düşkün, sefeleden m a'dût kim seler h a k k m d a k i tâzird ir k i hem m ahkem eye bilcelp İlâm sûretiyle, hem de darp ve hapis sûretiyle yapılab ilir. ta'zîr-i e şrâ f: huk. [eskiden] üm erâ, yüksek tüccar, k ö y âyân ı gibi şerefli kim seler h a k k m d a k i tâzird ir k i y a bilvâsıta îlâm sûretiyle veyâ m ahkem eye celbedilerek bilm uvâcehe İhtâr sûretiyle yapılır, ta'zîr-i e v s â t: huk. [eskiden] İçtim âi m evkileri orta halde bulunan kim seler h akk ın d ak i tâzird ir k i hem m ahkem eye bilcelp îlâm sûretiyle hem de hapis sûretiyle yapılır, ta'zîr-i te 'd îb : huk. [eskiden] âkil b âliğ old u gu halde henüz m ükellefiyet çağında b u lu n m ayan b ir çocu ğu n yap tığ ı bir- CÜrüm den dolayı h a k k ın d a te'dip ve tekzip m ak sad ıyla y ap ılan tâzir. ta'zîr-i uk u b et: huk. [eskiden] m ü kellef bir şahıs tarafln d an irtik âp olunup da şer'an m u ayyen b ir cezâsı b u lu n m ayan b ir ciiriim den dolayı ukubeten yap ılan tâzir, [m ücrim in bu hususta M ü slim ile gayrim üslim , h ür ile abd (kök), erkek ile kad ın olm ası m üsâvîdir]. ta'zîrât ‫( ﺗ ﻌ ﻨ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. ta'zîr'in c .) : esassız özür 'bildirm eler, vesile ve b ahân e aram alar, ta'zîrât ‫( ﺗﻌﺰﻳﺮات‬a.i. ta'zîr'in c .) : tekdirler, azarlam alar. / tâzîyân ‫( ﺗ ﺎ ز ﻳ ﺎ ن‬f.i. tâzî'n in c .) : A raplar. (bkz : Urbân). tâzîyâne ‫( ﺗﺎ ز ﻳﺎ ﻧ ﻪ‬f.i.): 1. kırb aç, kam çı, (bkz : savt). 2. müz. tezene, m ızrap. 3. mec. vâsıta, sebep. tâziyâne-î b â r â n : yağ m u ru n kam çısı. 1217

tâz‫؛‬yâne-i teşvîk tâziyâne-i te ç v îk : şevklendirme kamçısı

[vâsıtası).

‫( ﺗﻌﺰﻳﻪ‬a.i. azv'den) : 1. başsağlığı dileme. 2. Ca'feri mezhebinde olanların Muharrem aymda yaptıkları mâtem merâsimi.

ta'ziye

‫( ﺗﻌﺰﻳﻪ ﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): başsağlığı dileyen yazı, mektup, (bkz : ta'ziyet-nâme).

ta'ziye-nâme

‫( ﺗﻌﺰﻳﺖ‬f.i.). (bkz : ta'ziye‫)؛‬. ta'ziyet-nâme ‫( ﺗﻌﺰﻳﺘﻨﺎ ﻣ ﻪ‬f.b.i.) : başsağlığı dileta'ziyet

yen yazı, mektup.

‫( ﺗﻌﺰﻳﺰ‬a.i.c.: ta'zîzât): izzetleme, izzetlendirme, şerefli, lcutlu klima,

ta'zîz

ta'zîzât

‫( ﺗ ﻌ ﺰﻳ ﺰا ت‬a.i. ta'zîz'in c .): izzetlemeler,

izzetlendirmeler, şerefli, kutlu klimalar,

‫( ﺗ ﻀﻴﻞ‬a.i.). (blcz : tadlil). tazlil ‫( ﺗ ﻈ ﻠ ﻴ ﻞ‬a.i. Zill'dan): gölgelendirme, göltazlil

gelendirilme. tazm id ■ L ‫( ﺗﻀﺞ‬a.i.): merhemli bezi yaraya

bağlama; İâpa vurma.

‫( ﺗ ﻀ ﻤﻴ ﻦ‬a.i Zimn, zımân'dan. c .: tazminât): 1. sebebolunan zarar ve ziyânı ödeme; zarar ve ziyan ödeme. 2. ed. başkaSina âit olan bir mısrâ veyâ beyti isim tasrih ederek veyâ etmeyerek intihal ve tevârüd olmaksızın kend'i şiirine alma san'atı.

tazm in

'tazm inât

‫ت‬-

(a.i. tazmin'in c .): zarar

ödemeler. tazrir

‫( ﺗﻀﺮﻳﺮ‬a.i.): zarara uğratma,

‫( ﺗ ﻌ ﺒ ﺒ ﻊ‬a.i. ziyâ'dan. c .: tazyiât): birakip kaybetme, kaybına sebebolma.

tazyi'

tazyi-i evJcat : boş yere vakit geçirme, vakit

kaybetme.

‫( ﺗ ﻀﻴﻴ ﻌﺎ ت‬a.i. tazyi'in c .): kaybetmeler, kaybına sebebolmalar.

tazyiât tazyik

‫( ﺗ ﻀﻴﻴ ﻖ‬a.i. zik, dik'den. c . : tazyikat):

1. daraltma, daralma. 2. darlaştırma, sıkıştırma. 3. zorlama, baskı. 4. sıkıntı verme. 5. fiz. basınç. tazyik-i cânihi : fiz. yana *basınç,

te

‫( ت‬a.ha.) : O sm anlI alfabesinin dördüncü h a rfi olup "ebced" hesabında d ortyü z sayısının k arşılığıd ır, (bkz : t),

teâdî ‫( ﺗ ﻌ ﺎ د ى‬a.i. adû'dan. c. : teâdiyât) : düşm an lik, ara açılm a, (bkz : adâvat, husûm et, m uâdât). teâdiyât ‫ﺑﺎت‬.‫( ﺗﻌﺎد‬a.i. teâdî'nin c.) : düşm anlıklar, ara açılm alar. teâdud ‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﺿ ﺪ‬a.i. adııd'dan) : 1. kol kola girme. 2. b irb irin i arkalam a, birbirin e yard im etme, (blcz : teâvün). teâdül ‫( ﺗ ﻌ ﺎ د ل‬a.i. adl'den. c. : teâdülât) : berâberlik, d en klik, birbirin e denk gelme, teâdül-i zam ân : astr. zam an d e n k le m i, fr. équation du temps. teâdülât 1 ‫ ﻳ ﺘ ﻌﺎ د ﻻ ت‬teâdül'ünc.) :beraberlikler, birbirin e denk gelmeler, teahhur ‫( ﺗﺄﺧﺮ‬a.i.). (blcz : teehhür), teâhüd ‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻫ ﺪ‬a.i. ahd'den. c. : teâhüdât) : 1. sözleşm e. 2. andlaşm a. teâhüdât ‫( ﺗﻌﺎﻫﺪات‬a.i. teâhüd 'ün c.) : 1. sözleşmeler. 2. andlaşm alar. teakkiis ‫( ﺗ ﻌ ﻜ ﺲ‬a.i. alcs'den) : tersine dönm e, yansım a.

‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻗ ﺐ‬a.i. akab'dan) : 1. birbiri arkaSinda gitme, birbirini ta'kibetme. 2 . fels. fr.

teâkub

consécution. teâkud

‫د‬

teâküs ‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻛ ﺲ‬a.i.) : 1. fels. antagonisme. 2. *tersClme, bir şeyin ters şekle gelmesi

*olayı. teâküs-i avârız : cogr. *terselme, yer şekli *terselmesi, fr. inversion de reliefse. teâküs-i siihûnet : cogr. sıcaklık *terselmesi, fr. inversion de température,

‫( ﺗﻌﺎﻟﻰ‬a.cüm.) : "yüksek olsun!" mânâsına gelen bir söz olup Allah adıyla birli'kte kulİanılır : Allûhu teâlâ, Hakk teâlâ ve tekaddes”.

teâlâ

tazyik-i derûnî : fiz. *içbasınç.

teâlallah

tazyik-i h a v â : fiz. açıkhava *basıncı,

teâlî

tazyik-i v a s a t i : fiz. ortalama *basınç,

‫"( ﺗ ﻀ ﻴ ﻴ ﻘ ﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. tazyik'in c .): tazyikler.

tazyikat te

‫( ت‬f.e.): kadar, dek, değin, (bkz : ta). Ser-tes e r : baştan ba ۶a.

1218

.,(a.i. akd'den) : akidleşme, bağlaş-

ma.

‫( ﺗﻌﺎ!ى اﻟﻠﻪ‬a.cü.) : Allah yükseltsin!

‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻟ ﻰ‬a.i. ulüvv'den) : yükselme, ululan-

ma. Teâlî-i İslâm (Cemiyeti) : Kurtuluş Savaşm-

dan önce kurulmuş olan bir cemiyet, teâli-perver

isteyen.

‫( ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺑ ﺮ و ر‬a.f.b.s.) : yükselmeyi

tebagguz

tealli ‫( ﺗﻌﻠ ﻰ‬a .i. u li iv v 'd e n . c . : t e a l l i y â t ) : y ü k s e lm e , y ü k s e k o lm a , ( b k z : i't ilâ ) .

‫( ﺗﻌﻠﻴﺎت‬a .i. t e a lli 'n i n

tealliyât

٠‫( ﺗﻌﺎﻃﻰ‬a.i.

a t â 'd a n ) : 1 . v e r i ş m e , b i r b i r i n e

v erm e.

c . ) : y ü k s e lm e le r ,

y ü k s e k o lm a la r .

teâlüm ‫( ﺗﻌﺎﻟﻢ‬a .i. i l m 'd e n ) : b i r ş e y i h e r k e s in b i lm e s i , b i r ş e y h e r k e s ç e b i li n m e ,

teâtî

(b k z:

t e â r ü f ’).

teâtî-i e fk â r : b i r b i r le r in e f i k i r v e r m e . teâtî-i mekâtib : b i r b i r le r in e m e k t u p v e r m e . 2 . tic. h e r b i r i b i r t a r a f t a k a l m a k i iz e r e i k i v e y â d a h a ‫ ؟‬o k n ü s h a o la r a k t a r a f la r a ra S in d a m u k a v e le y a p m a . 3 .

teâmî ‫ ى‬٠‫( ﺗﻌﺎ‬a.i. a m â 'd a n ) : g ö r m e z le n m e , g ö r -

lâ k ı r d ı s ı z

o la r a k

m al

fık. p a z a r lı k s ı z ,

d e ğ iş m e ,

tır a m p a

e tm e .

m e z g ib i g ö rü n m e .

teâmül ‫( ﺗﻌﺎﻣﻞ‬a .i. a m e l'd e n c . : t e â m ü l â t ) : 1 . İş.

teattus ‫ ( ﺳﻠﺲ‬a . i . ) : a k s ı r m a , ( b k z : t a a tt u s ) .

( b k z : m u â m e le ) . 2 . b i r İ ş in o lu ş u . 3 . ö t e d e n

teâtuf ‫( ﺗﻌﺎﻃﻒ‬a .i. â t ıf e t 'd e n . c . : t e â t ı ı f â t ) :

b e r i o la g e le n m u â m e le , y e r le ş m i ş o la n ö r f,

1. b ir b ir in e s e v g i, ş e fk a t g ö ste rm e . 2 . b irb i-

â d e t.

r in e b a ğ l a n m a .

teâmül-i kadim ‫ ؛‬e s k id e n b e r i y a p ı la g e l d i ğ i İ‫ ؟‬i n k a n û n g i b i s a ğ la m la ş a n b i r u s u l.

4.

kim. * t e p k im e , fr. rCaction.

teâmülât

‫ﺗ ﻌﺎ ﻣ ﻼ ت‬

(a .i.

t e â m ü l'ü n

‫ﺗﻐ ﻰ‬

d e r t a ‫ ؟‬m a . 3 . s ık ı n t ı, ı z t ı r a p , t a s a , e n d îş e ,

teânıık ‫( ﺗ ﻌ ﺎ ﻧ ﻖ‬a.i. u n k ' d a n ) : b i r i n i n b o y n u n a s a r ılm a , ( b k z : m u â n a k a ) .

teârîc ‫( ﺗﻌﺎ رﻳ ﺞ‬a.i. t a 'r îc 'in c . ) : 1 . ‫ ؟‬ı k ın t ı la r , t ü m s e k lik le r . 2 . anat. b e y n i n d ış s a t h ı n d a k i

teâvün ‫( ﺗﻌﺎون‬a .i. a v n 'd e n . c . : t e â v ü n â t ) : y a r d ı m l a ş m a , b i r b i r i n e y a r d i m e tm e ,

teâvünât ‫( ﺗﻌﺎوﻧﺎت‬a .i. t e â v ü n 'ü n c . ) : y a r d ı m l a r , teâzud ‫ ( ﺗﻌﺎﺿﺪ‬a . i . ) : 1 . k o l k o la t u t u n m a , b i r b i r i n e k o l v e r m e ‫ ؛‬mec. y a r d i m . 2 . fels. fr. mutualisme. teb ‫ ( ﺗ ﺐ‬f . i . ) : 1 . h a r â r e t . 2 . hele. S itm a . ( b k z :

‫ ؟‬ık ın tıla r ı.

‫ﻧﺒﺮى‬

m u s k a la r .

teâvîz-i sıbyân : ‫ ؟‬o c u k l a r ı n m u s k a la r ı , (a.i. a n a 'd a n . ) : 1 . z a h m e t ‫ ؟‬e k m e ,

e m e k v e r m e , ‫ ؟‬a b a la m a . 2 . b i r i n i n 'b a ş ı n a

te a rri

s e v g ile r .

teâvîz ‫( ﺗﻌﺎوﻳﺬ‬a .i. t a 'v î z 'in c . ) : b o y n a a s ı la n c .) :

t e â m iille r .

teanni

teâtııfât ‫( ﺗﻌﺎﻃﻔﺎت‬a .i. t e â t ı ıf 'u n c . ) : k a r ş ı l ı k l ı

(a .i. u r y v e u r y e t 'd e n ) : 1 . s o y u n m a ,

ç ıp la k la ş m a . 2 . b i r ş e y d e n , b i r İşte n b e r i v e

h u m m â , u r v â ') .

teb ii tâb : a te ş v e ı ş ı k ; mec. ş e v k , ate ş, teba' ‫( ﺑ ﻊ‬a.i.) : t â b î o lm a , u y m a ,

b o ş o lm a .

tearriif ‫ ( ﺗﻌﺮف‬a . i . ) : b i r ş e y i a r a ş t ı r a r a k ö ğ r e n m e.

tebaa ‫ﻋﻪ‬٠ ‫(ت‬a .i. t â b i 'i n c.) : U y r u k , b i r d e v le t in h ü le m ü a l t ı n d a b u lu n a n k im s e [ le r ] .

teâruz ‫( ﺗﻊ — ار ض‬a.i. a r a z 'd a n . c . : t e â r u z â t ) : b ir b i r i n e z ıt o lm a , ( b k z : t e b â y ü n , t e h â lü f) .

teâruzât ‫( ﺗ ﻌﺎ ر ﺿﺎ ت‬a.i. t e â r u z 'u n c . ) : b i r b i r in e z ıt o lm a la r .

teârüf ‫( ﺗ ﻌﺎ ر ف‬a.i. a r e f d e n . c . : t e â r ü f â t ) : 1 . b i r ş e y i h e r k e s b i lm e , b i r ş e y h e r k e s ç e b i li n m e , ( b k z : te â lü m ) . 2 . b i r b i r i n i t a n ı m a , t a n ı ş m a.

tebâb ‫اب‬١ ‫ (ت‬a . i . ) : z a r a r , z iy a n , k a y ı p , ( b k z : hasa r , h e lâ k ) .

tebâbia ‫اﺑﻌﻪ‬١ ‫(ت‬a.i. t u b b a 'm c.) : 1 . e s k i Y e m e n h ü k ü m d a r l a r ı n m U n v a n la r ı. Dârü't-tebâbia : M e k k e 'd e H z . M u h a m m e d 'i n d o ğ d u ğ u ev. 2 . g ö lg e le r . 3 . a r ı b e g le r i.

tebâdiil ‫( ﺗﺒﺎدل‬o.i. b e d e l 'd e n ) : b i r b i r i n e b e d e l o lm a , b i r b i r i n i n y e r i n i t u t m a , d e ğ iş m e ,

teârüfât ‫( ﺗ ﻌﺎ ر ﻓﺎ ت‬a.i. t e â r ü f 'ü n c.) 1 ‫؛‬. h e r k e s ç e b i li n e n ş e y le r . 2 . b i r b i r i n i t a n ı m a l a r , t a n ı ş m a la r .

tebâdülât ‫( ﺗﺒﺎدﻻت‬a .i. t e b â d ü l'ü n c . ) : d e ğ iş m e ler.

tebâdiir ‫( ﺑ ﺎ د ر‬o .i. b ü d û r 'd a n . c . : t e b â d ü r â t ) :

teassi ‫( ﺗ ﻌ ﻬ ﻰ‬a .i. İs y â n 'd a n ) . ( b k z : t a a s s i).

1.

teâsür ‫ ( ﺗ ﻌ ﺎ ﺛ ﺮ‬a . i . ) : g ü z e l g e ç in m e , d i r l i k e t m e

ş â i r i n b i r b i r in d e n h a b e r s iz o l a r a k a y n i ş ii r i s ö y le m e s i, ( b k z : t e v â r ü d ٩.

[ h a lk ile -]. te â sü r

‫ﺗ ﻌﺎ ر‬

a n s ı z m a k l a g e lm e , ( b k z : s ü n û h ) . 2 . i k i

(a.i. i i s r 'd e n ) : b i r ş e y g ü ç le ş m e ,

g ü ‫ ؟‬o lm a , ( b k z : t a a s s ü r ) .

tebagguz ‫( ﺗﻐﺾ‬a.i. b u g z 'd a n ) : s e v m e m e , k i n b e s le n te . ( b k z : te b â g u z ).

1219

tebâguz

tebâguz ٠‫( ﺗ ﺎ ﻓ ﺾ‬a .i. b u g z 'd a n . c . : t e b â g u z â t ) : s e v iş m e m e , g i z l i d ü ş m a n l ı k b e s le m e , ( b k z :

‫ﺗﺎ ه‬

z a m â n ı , ö n c e s i.

tebâşîr-i fecr, tebâçîr-i subh : s a b a h ı n o ld u -

te b a g g u z ). te b â h

tebâşîr ‫ ( ﺗﺒﺎﺷﻴﺮ‬a . i . ) : 1. m ü jd e . 2 . h e r ş e y i n i l k

(f.i. v e s . ) : 1 . b o z u k , ‫ ؟‬ü r ü k , b e r b a t ,

h a r a p , m a h v o lm a . 2 . y ı k ı l m ı ş , y ılc ın t ı; tü -

g u n u h a b e r v e r e n i l k a y d ı n lı k , ( b k z : fe c r - i k â z ib ) .

t e b â ç î r - ^ ( f . i . ) :te b e ş ir,

k e n m e . ( b k z : te b e h ).

tebahhur ‫ﺣﺮ‬١ ‫(ت‬a.i. b a h r 'd e n ) : 1. d e r y a la n m a , d e n iz le ş m e . 2 . b i r ş e y i n İ‫ ؟‬in e d a lm a v e p e k d e r i n i n e v a r m a . 3 . b i r i l i m d e d e r i n ih t is a s kazanm a.

tebattun ‫( ﺳ ﻬ ﺪ ن‬a.i. b a t n 'd a n ) : b i r ş e y i n İ ç in i d ı ş ı n ı i y ic e a n la m a y a ‫ ؟‬a lış m a ,

tebâtu'‫ (ﺳﺎﻃﺆ‬a . i . ) : a ğ ı r d a v r a n m a , b a t i h a r e k e t e tm e .

tebahhur ‫( ص‬a.i. b ı ıh â r 'd a n . c . : t e b a h h u r â t ) . 1 . b u ğ u l a n m a , b u ğ u h â l in e g i r m e . 2 . t ü t s ü le n m e .

teba'uz ‫ ( ﺗﻌ ﺾ‬a . i . ) : k ı s ı m k ı s ı m a y r ı lm a , p a r ‫ ؟‬a la n m a .

tebâüd

tebahhurât ‫ات‬-

(a.i. t e b a h h u r 'u n c . ) : b u -

h a r la r , b u ğ u l a r ; b u h a r la ş m a l a r , b u ğ u la n m a la r .

(a .i. b ı ı'd 'd a n c .: t e b â ü d â t ) : u z a k -

İ a ş m a , b i r b i r in d e n u z a k d ü ş m e .'

tebâüdât ‫( ﺑﺎع — د ا ت‬a .i. t e b â ü d 'ü n c . ) : u z a k la ş m a la r , u z a k d ü ş m e le r ,

tebâhî ‫ ( ﻧﺎ ص‬a . i . ) : ö v ü n m e , ( b k z : t e f â h ü r , te m ed d ü h ).

tebâül ‫اﺀل‬-‫ (ت‬a . i . ) : k a r i k o c a c ilv e s i, tebâyün ‫( د ا د ن‬a.i. b e y n 'd e n . c . : t e b â y ü n â t ) :

tebâh-kâr ‫—ﻛﺄر‬ ‫ ( داه‬f . b . s . c . : t e b â h - k â r â n ) : h a r â b e d e n , m a h v e d e n , b it ir e n , ( b k z : t e b e h -

i k i ş e y a r a s ı n d a k i z ıd d iy e t , a y k ı r ı l ı k , ( b k z : t e â r ıız ).

tebâyün-i a'dâd : fer. i k i a d e t a r a s ın d a b ir -

k â r ).

tebâh-kârân ‫ ( ﺗﺎﻫﻜﺎران‬f . b . s . ) : t e b â h - k â r 'ın c . ) : h a r â b e d e n le r , m a h v e d e n le r , b it ir e n le r ,

tebâyün-i e fk â r : d ü ş ü n c e le r in a y k ı r ı l ı ğ ı ,

( b k z : te b e h -k â râ n ).

tebâh-kârî

‫ﻗﺎﻫﻜﺎرى‬

h arâb etm e,

( f.b .i.) :

m ah vetm e,

t e b a h k â r lık ,

b itirm e ,

(b k z:

tebahtur ‫ﺧﻌﺮ‬٠ ‫ (ت‬a . i . ) : 1 . k i b i r l i k i b i r l i y ü r ü m e . 2 . d a lg a l a n m a , d a l g a l a n ı r o lm a ,

‫ﺗﺒ ﺖ‬

( a . i . ) : t â b î o lm a , u y m a ,

tebaiyyeten ‫ ( دﻣﺔ‬a . z f . ) : t â b î o la r a k , u y a r a k , tebâkî ‫ ا‬/ ‫( ﺗ ﺎ‬a .i. b ü k â 'd a n ) : y a l a n d a n a ğ la m a , a ğ la r g ö rü n m e , te b â n ç e —

tebâyünât ‫ ﺋ ﺖ‬. ‫( ﻻ‬a.i. t e b â y ü n 'ü n c . ) : i k i ş e y a r a s ı n d a k i z ıd d iy e t le r , a y k ı r ı l ı k l a r ,

tebâziil ‫—اذل‬ ‫ (ب‬a . i . ) : [ s a k ın m a d a n ] b ir b i r in e

t e b e h - k â r i) .

te b a i^ e t

d e n b a ş k a k a s ım - 1 m ü ş t e r e k ( o r t a k b ö le n ) b u lu n m a m a s ı [5 ile 7, 9 ile 1 1 g ib i),

^ ( f .i .) :to k a t,

v e rm e .

tebb ‫ ( ﺑﻤﺐ‬a . i . ) : 1 . z a r a r , z iy a n , k a y ıp , ( b k z : te b â b , h a s â r ,

h e lâ k ).

2. "z a ra ra

u ğ ra şın !"

m â n â s ın d a b e d d u â c ü m le s i,

tebcil ‫(ﺳﺞ؛ل‬a.i. b e c l v e b ü c û l'd e n . c. : t e b c i l â t ) : u lu la m a , a ğ ı r la m a , ( b k z : ta 'z îm ) t e k r im ) .

tebcilât ‫ت‬٠ ‫( ﺳﺞﺀا‬a .i. t e b c i l 'i n c . ) : u lu la m a la r , a ğ ı r la m a la r , ( b k z : ta 'z im â t , t e k r im â t ) .

tebâr ( f . i . ) : a s il, so y . ( b k z : n e s e b , n e s i), âlitebâr : s o y u y ü k s e k ; a s il,

tebcilen -

tebâr

tebdi' ‫ د ﻳ ﻊ‬١‫ ( ت‬a . i . ) : 1 . b i r i n e b id 'a t is n â d e t m e .

( a . i . ) : y o k o lm a , b it m e , (blcz : h e lâ k ) .

tebârelc ‫ ( ﻗﺎرك‬a .fi. b e r e k e t 'd e n ) : " m ü b â r e k ets in !”

tebârekallah : A l l a h m i i b â r e k e ts in ! tebâreke ‫ ( ^رك‬a . i . ) : K u r 'â n 'ın 67. s û r e s i, ( b k z : s û r e t ü 'l- m ü lk ) .

tebârüz ‫( دارز‬a .i. b ü r û z 'd a n ) . 1 . i k i d ü ş m a n ın ç a r p ı ş m a k ü z e r e m e y d a n a ç ık m a s ı . 2. hek.

( a . z f . ) : u lu la y a r a k , a ğ ı r la y a r a k ,

( b k z : ta 'z im e n ).

2.

b i r i İ‫ ؟‬i n " d i n i n i d e ğ iş t i r d i '' d e m e ,

tebdil ٠‫( ﺳﺪﻳﻞ‬a.i. b e d e l'd e n . c . : t e b d i l â t ) : d e ğ iş t ir m e , d e ğ iş t i r il m e , b a ş k a b i r h â le g e t ir m e , ( b k z ‫ ؛‬t a g y i r , t a h v il) .

tebdil-i hevâ: 1. h a v a d e ğ iş i k l iğ i . 2. iz in , m ü s a a d e ; i s t ir a h a t [ d a h a ‫ ؟‬o k a s k e r lik t e ] ,

tebdil-i kıyâfet : k ı l ı k d e ğ iş i k l iğ i ,

b i r ş e y i n ‫ ؟‬ılc ın t ılı o lm a s ı, m e y d a n d a b u -

tebdil-i mekân : y e r d e ğ iş t i r m e ,

lu n m a s ı. 3 . g ö r ü n m e , g ö z ü k m e . 4 . b e lir m e .

tebdil-i m evzi' : y e r d e ğ iş t ir m e .

1220

teberüken

tebdil i ş e k l: şekil değişim i, dönüşüm. tebdilât ‫( ﺗ ﺒ ﺪ ﻳ ﻼ ت‬a.i. tebdil'in c.): değiştirmeler, değiştirilmeler. tebdilen ‫( ﺗﺒﺪﻳﻼ‬a.zf.): değiştirerek, rek.

‫' ذ‬,"

tebea ‫( ﺑﻌﻪ‬a.s. tâbi'in c.): tâbî olanlar, uyanlar, *uyruklar. tebean ‫( ﺗﺒﻌﺄ‬a.zf.): tâbî olarak, uyarak. tebeddii’ ‫( ﺗﺒﺪ ع‬a.i.) 1 ‫؛‬. bid'ate sapma. 2. dinini değiştirme, (bkz: irtidâd). 3. iyi ahlâkını değiştirme. tebeddül ‫( ﺗﺒﺪ ل‬a.i. bedel'den. c .: tebeddülat): değişme, başka hâle girme, (bkz.: tagayyür, tahavvül). tebeddülat ‫ﺗ ﺒ ﺪ ﻻ ت‬ (a.i. bedel'den. c. tebeddül'ün c.): değişiklikler; değişiklik, (bkz: tagayyiirât, tahavvülât). tebeddülât-1 cesîm e: büyük değişiklikler. tebeh ‫( ﺗ ﺒ ﻪ‬f.i. ve s.): 1. bozuk, çürük, berbat, yıkılmış, harap. 2. mahvolma; yıkıntı; tükenme. (bkz ‫ ؛‬tebâh). tebehhül ‫( ﺑ ﻬ ﻞ‬a.i.): tahsil İçin sıkıntı çekme. tebehhüm ‫( ﺑ ﻬ ﻢ‬a.i.): müphem, şüpheli, belirsiz olma. tebehhür ‫( ﺑ ﻬ ﺮ‬a.i.): hek. kısa ve sik nefes alma. tebeh-kâr ‫( ﺑ ﻬ ﻜ ﺎ ر‬f.b.s.c.: tebeh-kârân) : harâbeden, mahveden, bitiren, (bkz: tebâh-kâr). tebeh-kârân ‫( ﺗﺒ ﻬ ﻜﺎ را ن‬f.b.i. tebeh-kâr'ın c .): harâbedenler, mahvedenler, bitirenler, (bkz: tebah-kârân). tebeh-kârl ‫( ﺑ ﻬ ﻜ ﺎ ر ى‬f.b.i.): harâbetme, mahvetme, bitirme, (bkz : tebâh-kârî). tebekkiim ‫( ﺑ ﻜ ﻢ‬a.i. bekem'den): söz söylerken tutulup kalma, dili tutulma. tebelbül ‫( ﺗﺒﻠﺒﻞ‬a.i.c.: tebelbülât): dilin karışıkİığı, anlaşılmaz hâle gelmesi, tebelbiil-i elsin e: dillerin anlaşılmaz hâle gelmesi. tebelbülât ‫( ﺑ ﻠ ﻼ ت‬a.i. tebelbül'ün c.): dil ka!şıklıkları. tebelliid ‫( ﺑ ﻠ ﺪ‬a.i.): ağır, hareketsiz, tenbel olma. tebellüğ ‫( ﺗ ﺒ ﻠ ﻎ‬a.i. büluğ'dan. c .: tebelliigat): 1. yetişme, erişme. 2. anlayıp alma.

‫"( ﺗ ﻨ ﺎ‬ga" uzun okunur, a.i. tebellUg'Un c.) 1 ‫؛‬. yetişmeler, erişmeler. 2. anlayıp almalar. tebelliih ‫( ﺑﻠ ﻪ‬a.i. ebleh'den) : ahmaklaşma, ahmaklik gösterme. tebelliil ‫( ﺗﺒﻠﻞ‬a.i.) : ıslanma, nemlenme, tebellür ‫( ﺗ ﺒ ﻠ ﺮ‬o.i. billûr'dan) : billurlaşma, fr. cristallisation, [yapma kelimelerdendir], tebenni ‫( ﺑ ﻰ‬a.i. beni'den) : evlât edinme, teber ‫( ﺑ ﺮ‬f.i.) : 1. balta. 2. dervişlerin taşıdıkİarı uzun saplı ve yarim ay şeklindeki balta. 3. meşin bıçağı. teber-dâr ‫( ﺗﺒ ﺮدا و‬f.b.s. ve i.c. : teber-dârân) : teberli, baltacı, baltali, [Yeniçeriler arasında] baltali asker‫ ؛‬solak sınıfı, tebelliigat ‫ت‬

teber-dârân ‫( ﺗ ﺒ ﺮ د ا ر ا ف‬f.b.s. ve i. teber-dâr'ın

c.) ‫ ؛‬baltacılar. teber-dârân-1 hâssa : tar. pâdişâh sarayın-

daki solaklara verilen bir ad. teber-hûn ‫( ﺗﺒ ﺮ ﺧ ﻮ ن‬f.b.i.) : 1. bot. kızılsoğüt. 2. hünnap. 3. tarhun. teberku' ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ﻗ ﻊ‬a.i. rub : berkaa) : peçelenme, yüzünü örtme, (bkz : telessüm). teberku-i nisvân : kadınların örtünmeleri, peçelenmeleri. teberrâ ‫ ﺗ ﺒ ﺮ ى‬، ‫( ﺑ ﺮ ا‬a.i. berâ'dan) : 1. uzaklaşma, uzak durma, çekilme. 2. sevmeyip yüz çevirme. [zıddı tevellâ]. teberri ‫( ﺑ ﺮ ى‬a.i. berâ'dan) : 1. sevmeyip yüz çevirme, (bkz : teberrâ). 2. aklanm a, arınma. teberru' ‫( ﺑ ﺮ ع‬a.i. burû'dan c. : teberruât) : bağış, bağışlama, (bkz : İâne). teberrû ‫( ﺑ ﺮو‬a.i.). (bkz : teberrâ). teberruan ‫( ﺑ ﺮ ﻋ ﺎ‬a.zf.) : bağış yoluyla, bağışlayarak. teberruât ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ﻋ ﺎ ت‬o.i. teberru'un c.) : bağışlar, bağışlamalar. teberriid ‫( ﺑ ﺮ د‬a.i. berd'den. c. : teberriidât) : 1. soğuma. teberriid-i hevâ : havanın soğuması. 2. soğuk suya girme. teberrük‫( ﺑ ﺮ ك‬a.i. bereket'den. c. :teberrükât) : mübârek sayma, uğur sayma, teberrükât ‫( ﺑ ﺮ ﻛ ﺎ ت‬a.i. teberrül('ün c.) : mübârek ‫ ؛‬aymalar, uğur saymalar, teberriiken ‫( ﺗﺒﺮﻛﺎ‬a.zf.) : uğur sayarak. 1221

teberrür teberriir

‫( ﺑﺮر‬a.i.): Allalı rızâsına çalışma,

teberriiz ‫( ﺑ ﺮ ز‬a.i. bürûz'dan): meydana çıkma, görünme. tebertum ‫( ﺑ ﺮ ﻃ ﻢ‬a.i.): 1. hiddetlenme. 2. büyüklük taslama.

‫( ﺗﺒﺮزد‬f.i.): nebat şekeri, teberzin ‫( ﺑﺮزﻳﻦ‬f.i.): eyer baltası, eyere asılan teberzed

küçük savaş baltası. tebessül ‫( ﻟ ﺒ ﻞ‬a.i.): surat asma, somurtma‫؛‬ yüzünü ekşitme. tebessüm ‫( ﺑ ﺴ ﻢ‬a.i. besm'den. c . : tebessümât): gülümseme, (b k z : ibtisâm). tebessiim-i h ııly â : hayal edilen şeyden dogan gülümseme.

tebhâl, tebhâle ‫ ﺑﺨﺎﻟﻪ‬، dudak kabartısı. tebhâle-dâî ‫دار‬ uçuklu.

‫( ﺑ ﺨ ﺎ ل‬a.i.): hek. uçuk,

‫( ﺑ ﺨ ﺎ ﻟ ﻪ‬f.b.s.): uçuklamış,

tebhic ‫( ﺑ ﻬ ﻴ ﺞ‬a.i. behlc'den): güzelleştirme, güzelleştirilme. tebhîl ‫( ﺗ ﺒ ﺨ ﻴ ﻞ‬a.i. bahal ve buhl'den): biri İçin hasis, pinti deme. tebhir (a.i. buhâr'dan. c . : tebhirât): 1. bugu hâline getirme. 2. tütsüleme, tütsülendirilme. 3. etüvden geçirme. tebhirât ‫( ﺗ ﺒ ﺨ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. tebhir'in c .) : tütsüler, tebhir-hâne

‫ﺧﺎﻧﻪ‬

‫( ﺗ ﺒ ﺨ ﻌ ﺮ‬a.f.b.i.): bugu evi, etüv,

tebessüm-i istifsâr : sorgulu gülümseme.

tebi ' ‫( ﺳ ﻊ‬a.i.): 1. yardımcı, yardak, (bkz : tâbi'). 2. sığır yavrusu‫ ؛‬mal.

tebessiim-i m a h zû ziyye t: hoşlanmadan dogan gülümseme.

teb'îd ‫( ﺗ ﺒ ﻌ ﻴ ﺪ‬a.i. bu'd'dan): 1. uzaklaştırma, uzaklaştırılma, uzaga sürme. 2. kovma,

tebessiim-i m em n û n iyet: sevinç gülümsemesi. ‫'؛‬

te'bîd ‫( ﺗ ﺄ ﺑ ﻴ ﺪ‬a.i. ebed'den. c . : te'bîdât): ebedileştirme, sonsuzlaştırma, sonsuzlaştırılma.

tebessiim-i m es'û dân e: mutluluk gülümsemesi. tebessiim-i zir-leb (dudağın altından giilm e ): bıyık altından gülme, tebessiimât ‫ت‬ lümsemeler.

‫( ﺑ ﻤ ﺎ‬a.i. tebessiim'ün c .) : gü-

tebessiim -kiinân ‫ﻤ ﻜ ﻨ ﺎ ن‬ yerek, gülümser halde,

‫( ﺑ‬a.f.zf.) : gülümse-

tebessür ‫( ﺗ ﺮ‬a.i.): hek. sivilce çıkma, tebeşbüş ‫( ﺑ ﺸﺒ ﺶ‬a.i.): [küçükten büyüğe] güler yüz gösterme. tebettiil ‫( ﺑ ﻌ ﻞ‬a.i.): dünyâ işlerinden el ayak çekerek Allah'a yönelme, (b k z : İnzivâ, İ'tikâf). tebevyül

‫( ﺑ ﻮ ل‬a.i. bevl'den): İşeme.

te b e w ü l-i siikker : hek. şekerin idrar yoluyla çıkraası, ‫ ؛‬eker İşeme. tebevvül-i sü k k e ri: hek. idrarda şeker buİunma.sı. tebevvül-i zülâl ‫؛‬, hek. idrarda albümin bulunması. tebevviilii'd-dem : fizy. kan İşeme, idrar kana karışarak kan zehirlenmesi, tebeyyün ‫ ن‬٠‫( ب‬a.i. beyân'dan): belli olma, anİaşılma, meydana çıkma, tebezzuk

‫( ﺑﺰ ق‬a.i. bü zâk'dan): tükürme,

tebezziil ‫( ^ ل‬a.i.): yarılma, (bkz : şakk). tebezziir ‫ر‬٠‫( ﺑﺰ‬o.i.): bot. sporlanma.

1222

te'bîdât ‫ﺗﺄﺑﻴ ﺪا ت‬ (a.i. te'bîd'in ebedileştirmeler, sonsuzlaştırmalar.

c .) :

te'bîn ‫( ﺗ ﺄ ﺑ ﻴ ﻦ‬a.i.): 1. bir kimseyi yüzüne karşı ayıplama. 2. ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme. te'bîr ‫ﺳ ﺮ‬

‫( ﺗ ﺄ‬a.i.): aşılama [ağaç], (b k z: telkih), ‫( ﺗﺄ ﺑﻴﺲ‬a.i.): hakaret, horlama, teb'îz ‫( ﺑ ﻌﻴﻠ ﺾ‬a.i.): kısım kısım ayırma, para-

te'bîs

lama. tebkit ‫( ﺑ ﻜ ﻴ ﺖ‬a.i.): 1. vesika ile birini susturma. (bkz : İskât). 2. başa kakma, tebkiye ‫( ﺗ ﺒ ﻜ ﻴ ﻪ‬a.i. bükâ'dan): dokunaklı sözlerle aglatma, ağlatılma, teb-lerze ‫( ﺗ ﺐ ﻟﺮزه‬f.b.i.): Sitma tit'remesi, Sitma nöbeti. teblig ‫( ﺗ ﺒ ﻠ ﻴ ﻎ‬a.i. bulûg'dan. c . : tebligat): 1. yetiştirme, eriştirme, bitiştirme. 2. götürme‫؛‬ taşıma (bkz : iblâğ). 3. ed. mübâlağanın birinci derecesi, (b k z: gulüvv, İgrâk). tebligat ‫“( ﺗﺒﻠﻴﻔﺎ ت‬ga” uzun okunur, a.i. teblig'in c .) : tebliğler. tebligat-ı r e s m ic e : resmi tebliğler, teblil

‫( ﺗﺒﻴ ﻞ‬a.i.): ıslatma, ıslatılma,

tebliye ‫( ﺗﺒﻠﻴﻪ‬a.i.): eskitme, eskitilme, tebn ‫( ﺑ ﻦ‬a.i.c.: etbân): saman, (b k z : tibn). Tarik ii't-tebn : astr. Samanyolu, ["tibn" şekli de kullanılır].

tecâvîf-i dîmâğ

tebnî ‫ ﺑ ﻰ‬٠ (a.s.) : saman renkli, (bkz : tibni). tebrid ‫ﺑﺪ‬.‫( ﺗ ﺮ‬a.i. bürudet'den): 1. sogutma, sogutulma. 2. mec. ara açılma,

teb-zede ‫ﺗ ﺰ د ه‬ (f.b.s.c.: teb-zedegân): hürrımâya, sıtmaya tutulmuş,

tebrie ‫( ﺗ ﺮﺋ ﻪ‬a.i.). (bkz : tebriye),

teb-zedegân ‫( د ﺳ ﻤ ﺎ ن‬f.b.s. teb-zede'nin c .): hUmmâya, sıtmaya tutulmuş olanlar,

tebrik ‫( ﺗ ﺮ ﻳ ﻚ‬a.i. bereket'den. c .: tebrikât) : "mübârek, kutlu olsun!” deme, kutlama, ugurlu olmasını dileme,

tebzîl ‫( ﺗﺈ ز _ د ل‬a.i. bezl'den): 1. yarma, delme. 2. hek. bir uzvun suyunu boşaltmak üzere 0 yeri bir âletle delme ameliyesi.

tebrikât ‫( ﺗ ﺮ د ﻛ ﺎ ت‬a.i. tebrik'in c.): tebrikler, kutlamalar.

tebzir ‫( ﺗ ﻨ ﻮ‬a.i. bezr'den. c .: tebzirât): 1. tohumu saçıp dagitma. 2,. har vurup harman savurma, (bkz: İsrâf).

tebrlk-nâme ‫( ﺗ ﺮ ﻳ ﻜ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): tebrik yazısı, kutlama yazısı. tebriye ، 4 ‫( ﺗ ﺮ‬a.i. berâet'den): 1. birini temize çıkarma, şüpheden kurtarma. 2. borçtan kurtarma. tebriye-i zimmet etm ek: zimmetinde hükümet parası olmadığını, bununla İlişiği bulunmadığım ispat etmek, [asil: "tebrie” dir). tebrizi ‫ ر ى‬. ‫( ض‬a.i.): müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, tebsıra ‫( ﺗ ﻤ ﺮ ه‬a.i. basar'dan): 1. insanin gözünü açacak keyfiyet. Tebsıra-İ ibret (ibret, ders alınacak hâdiseler): Midhat Paşa'nın hâtıralarının 1. cildi. 2.1835'de ilk hariciye nazırı olan A kif Paşa'nın meşhur eseri, tebsil ‫ ﻣﺒ ﻞ‬٠‫( ت‬a.i. basal'dan): soyup sogana çevirme, soyulup sogana çevrilme, tebsir (a.i.): târifve izah [insanin gözünü açacak şekilde-). tebşîr ‫د‬ (a.i. beşr'den. c .: tebşîrât): müjde verme, müjdeleme, müjdelenme, tebşîrât ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ا ت‬a.i. tebşîr'in c.): 1. müjdelemeler, müjde vermeler. 2. rüyâda alman mânevî müjdeler. tebtı'e ‫( ﺗ ﻄ ﻪ‬a.i. bati'den): ağırlaşma, yavaşlama.

tebzirât ‫( ﺗﻨﺪ را ت‬a.i. tebzir'in c.): 1. tohum sa‫ ؟‬malar. 2. isrâflar. (bkz ‫ ؛‬İsrâfât). tecâdiil ‫ﺗ ﺠ ﺄ د ل‬ mücâdele).

(a.i.

cedel'den).

(bkz:

tecâhiil ‫ ل‬- ‫( ﺗ ﺠﺎ م‬a.i. cehl'den. c .: tecâhülât): câhil gibi görünme, bilmemezlikten gelme, tecâhül-i â rifâ n e : ed. bilinen bir şeyi, edebi bir nükte ile bilinm iyorm u veyâ başka türlü biliniyormuş gibi gösterme san'atı. tecâhülât ‫( ﺗ ﺠ ﺎ ﻫ ﻼ ت‬a.i. tecâhül'ün c.): câhil gibi görünmeler, bilmemezlikten gelmeler, tecâhül-kâr gelen.

(a.f.b.s.) :bilmemezlikten

tecâhül-kâr-âne ‫( ﺗ ﺠﺎ ﻫﻠ ﻜﺎ را ﻷ‬a.f.zf.): bilmemezlikten gelircesine. tecâhül-kârî ‫( ﺗ ﺠﺎ ﻫﻠ ﻜﺎ و ى‬a.f.b.i.): bilmemezlikten gelme. tecâlüs ‫ ﻟ ﺲ‬١‫( ﺗ ﺞ‬a.i.): bir mecliste bulunma, bir arada toplanma. tecânüb ‫( ﺗ ﺠ ﺎ ﻧ ﺐ‬a.i. cenb'den): sakınma, ‫ ؟‬ekinme. tecâniis ‫ ذ س‬١‫( ﺗﺞ‬a.i. cins'den): bir cinsten olma. tecârib ‫( ﺗﺞ—ارب‬a.i. tecribe ve tecrübe'nin c.): denemeler, deneyişler. tecâr ٤b-i nazariyye : nazari tecrübeler,

tebtil ‫( د ﺳ ﻞ‬a.i.). (bkz : tebettül).

tecâsür ‫( د ر‬a.i. cesâret'den): cesâretlenme. (bkz: ictisâr).

tebvib ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ﻳ ﺐ‬a.i. bâb'dan): bablara ayırma, kısım kısım ayırma.

teca'üd ٠‫( ﺗﺠﻌﺪ‬a.i. ca'd'den): kıvırcık, büklüm büklüm olma (sa‫ ؟‬-).

tebvie ‫( ﺗﻮده‬a.i.): bir kadını boş bir evde oturtma.

tecâveze'llahii an-seyyiâtihi ‫اﻟﻒ ﻋﻦ ﺳﺎﺗﻪ‬3‫ﺗﺠﺎل‬ (a.cü.): Allah günâhını affetsin,

tebyin ‫( ﺳ ﻦ‬a.i. beyân'dan): meydana çıkarma, belli etme; açıktan açığa anlatma,

tecâvlf ‫ف‬ yerler.

tebyiz (a.i. beyâz'dan): 1. beyazlatma, ağartma. 2. beyaza çekme [müsveddeyi-).

‫د‬

(a.i. tecvif'in c.): oyuklar, oyuk

tecâvîf-i d im âg : anat. beynin içindeki boşluklar. 1223

tecâvîf.i kalb te c â v îf-i k a l b : anat.

kalbin, ikisi sağda ve ikisi solda olmak üzere ayrıldığı dört bo?luk. tecâviib ‫( ﺗ ﺠ ﺎ و ب‬a.i. cevâb'dan): cevaplaşma. (bkz: mücâvebe). te câviil ‫( ﺗﺠﺎول‬a.i. cevelândan. c . : tecâvülât): cevelân etme, dolaçma. tecâvü lâ t ‫( ﺗﺠﺎوﻻ ت‬a.i. tecâvül'ün c .): cevelân etmeler, dolaşmalar, te câ v iir ‫( ﺗﺠﺎور‬a.i.): kom?ıı olma, te c â v ü z ‫( ﺗ ﺠ ﺎ و ز‬a.i. cevâz'dan. c . : tecâvüzât): 1. ötesine ge‫ ؟‬me> sınırı a?ma, atlama. 2. saldırma, sataşma, sarkıntılık. 3. el uzatma, başkasının hakkına dokunma. 4 . h uk. kullamlacak bir hakkin üçüncü bir ki?i tarafmdan zorlaştırılması. te câ v ü zâ t ‫( ﺗ ﺠﺎ و زا ت‬a.i. tecâvüz'ün c.): tecâvüzler. te câ v ü zî, te c â v iiz iy y e ‫ ﺗﺠﺎوزﻳﻪ‬، ‫( ﺗ ﺠﺎ و ز ى‬a.s.): tecâvüzle ilgili. H arek ât-1 t e c â v ü z c e : ask. saldırma hareketi, te c â v ü z î v e te d â fü î i t t i f a k : *saldırı ve *savunma antlaşması. te c â v ü z -k â r ‫( ﺗ ﺠﺎ و ز ﻛﺎ ر‬a.f.b.s. c .: tecâvüzkârân): tecâvüz eden, sataşan, saldıran. te c â v ü z -k â râ n ‫( ﺗ ﺠﺎ و ز ﻛﺎ را ن‬a.fb.s. tecâvüzkâr'ın c .): sataşanlar, saldıranlar, te c â v ü z -k â r-â n e ‫ﺗ ﺠﺎ و ز ﻛﺎ راﻧﻪ‬ (a.f.zf.): tecâvüzkârcasma, saldırırcasma. te c â v ü z -k â rî ‫( ﺗﺠﺎوزﻛﺎرى‬a.f.i.): tecâvüzlcârhk. tecâziib ‫( ﺗ ﺠ ﺎ ذ ب‬a.i. cezb'den). ı.(b k z : miicâzebe). 2. birbirini cezbetme, ‫ ؟‬ekme, sempati, p sik., fels. duygudaşlık; fr. sym path ie.

tecâziir ‫( ﺗ ﺠﺎ ز ر‬a.i.): sövüşme, (blcz: müşâteme). tecbin ‫( ﺗﺠﺒﻴﻦ‬a.i. cebânet'den): korkak sayma, birisine: "korkaksın!" deme, tecb ir ‫( ﺗﺠﺒﻴﺮ‬a.i. cebr'den): kırık veyâ ‫ ؟‬ıkıkkemigi tâmir etme, sarıp iyi etme, edilme, tecd i' ‫( ﺗ ﺠ ﺪ ﻳ ﻊ‬a.i.): hele. 1. vücûdun bir yerini kesme. 2. ‫ ؟‬ocuğu muzur şeylerle besleme ve gelişmesini önleme. 3. bir kimseye onmasın diye bedduâ etme, te c d id ‫( ﺗ ﺠﺪﻳﺪ‬a.i. cidd'den. c . : tecdidât): yenileme, yenilenme, tâzelenme. te cd id -i îm â n : îmânın yenilenmesi, te c d id -i n ik â h : nikâh tâzeleme, yenileme. 1224

te cd id -i m a t l a ' : ed.

kasidenin orta yerlerine doğru yeni bir matla', söyleme,

‫( ﺗ ﺠﺪﻳﺪا ت‬a.i. tecdid'in c .): yenilemeler, yenilenmeler, tazelemeler,

tecd id ât

‫( ﺗ ﺠ ﺪ ﻳ ﺪ أ‬a.zf.): yenileterek, yenilenerek, tazelenerek.

tecd id en

te c d il

‫( ﺗ ﺠﺪﻳ ﻞ‬a.i.): yere vurma, yere yıkma,

te c d ir

‫( ﺗ ﺠ ﺪ ﻳ ﺮ‬a.i. cederi'den): ‫ ؟‬ocuğun ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek

çıkarması.

‫( ﺗ ﺠ ﺮ‬a.i. cebr'den. c .: tecebbürât): kibirlenme, büyüklenme,

teceb biir

‫( ﺗﺠﺒﺮات‬a.i. tecebbür'Un c .): kibirlenmeler, biiyiiklenmeler.

teceb b ü rât

‫( ﺗ ﺠ ﺪ‬a.i.) : hek. kötü gidâdan veyâ neşvünemâ İnkıtâından dolayı gözdeki meçime tabakasının arkadan yarılması,

te c e d d ü ' ‫ع‬

‫( ﺗ ﺠﺪد‬a.i. cidd'den. c . : teceddudât): tâzelenme, yenilenme, yeni olma, fr. re n a-

teced d ü d

issance.

‫( ﺗ ﺠ ﺪ د ا ت‬a.i. teceddüdün c.): teceddütler, yenilenmeler, yeni olmalar,

teced d ü d ât

te ced d iid -p erver

‫( ﺗ ﺠ ﺪ دﺑ ﺮ و ر‬a.f.b.s.): yenilik

taraflısı. te c e ffiif

‫( ﻳ ﺠ ﻔ ﻒ‬a.i. ceffd en ): kuruma [ya?

?ey]. teceffiif-i cü lû d : ya? derilerin kuruması, tecehhiiz ‫( ﺗ ﺠ ﻬ ﺰ‬a.i. cihâz'dan): cihazlanma, hazırlanma; lıazır bulunma. tecehh‫ ؛‬z-i arûs : gelinin hazırlanması, tecellâ ^

(a.i. cilve'den). (bkz : tecelli),

tecelli ‫( دﺟﻠﻰ‬a.i. celâve celv'den. c .: tecelliyât): 1. görünme; belirme. 2. kader, tâlih. 3. Allah'ın lûtfuna nâil olma. 4. tas. hak nûrunun tesiriyle makbul kulların kalbinde İlâhî Sirlarm ayân olması hâli, [zıddı: “setri. tecelli-i âsâr

: tas. cismâni sûretteki ?ahâdet

âlemi. İlâhî kuvvetin bütün yiiceligini insanlara duyurması,

tecelli-i c e l â l: tas.

Allah'ın fiillerinden bir fi'lin, kulun kalbine miinkeçif olması,

tecelli-i e f 'â l : tas.

Allah'ın esmâ-i hüsnâSindan (Allah adlarından) bir ismin abdin kalbine nıünkeşif olması.

tecelli-i e s m â : tas.

tetezzli îc.îhâd tecellî-i ra h îm î: tas. Allah tarafından mü'minlere, Siddiklere İfâza olunan kemâlât. tecellî-i rah m ân l: tas. Allah tarafından mevcûdâta (varlıklara) dağıtılan olgunluk, tecellî-î s ıfâ t: tas. Allah'ın sıfatlarından bir sıfatın kulun kalbinde miinkeşif olması, tecellî-î sıfâtî : tas. mebdei, zâtten temeyyüz ve tayyün edecek veçhile İlâhî sıfatlardan bir sıfatla vuku' bulan tecelli, tecellî-î şu hû dî: tas. nur ismi ile müsemmâ (adlanmış) olan vücûdun zuhûru. tecellî-î z â tî: tas. hiçbir Sifat itibar etmeksizin mebde-i zât olan tecelli; hiç bir sıfata bürünmeden doğrudan dogruya Allah'tan gelen tecelli. tecelli-gâh, tecellî-geh ‫ ﺗ ﺠ ﻠ ﻌ ﻪ‬، ‫( ﺗ ﺠﻠ ﺠ ﻜﺎ ه‬a. f.b.i.): tecelli yeri, görünme yeri, tecelli-senc ‫( ﺗ ﺠﺪ ى د ع‬f.b.s.): tecelliyi ölçüye vuran, tecelli tartan. tecelliyât ‫( تﺀﺀﻳﺄت‬a.i. tecelli'nin c .): tecellîler, tecelli-zâr ‫ زار‬(a.f.b.i.): İlâhî cilvelerle dolu yer. Allâh'ın tecelli ettigi, varlığını belli ettigi yer. (bkz : tecelli-gâh). tecellüd ‫( ﺗ ﺠ ﻠ ﺪ‬a.i.c.: tecelliidât): 1. yalandan celâdet, yiğitlik gösterme. 2. inâdetme, ayak direme, (bkz : ısrâr). tecemmu' ‫( ﺗﺠﻤﻊ‬a.i. cem'den. c.: tecemmuât): toplanma, yığılma, birikme. (bkz: tehâciim). tecemmuât o ‫( ﺗﺠﻤﻌﺎ‬a.i. tecemmu'un c.): toplanmalar, yığılmalar, birikmeler, tecemmüd (a.i. cemâd'den. c . : tecemmüdât): donma; sertleşme, katılaşma. [yapmakelimelerdendir], tecemmüdât ‫ ا ت‬(a.i. tecemmüd'Un c .): donmalar, sertleşmeler, katılaşmış, donmuş şeyler; buzlar. tecemmül ‫ﺗ ﺠ ﻤ ﻞ‬ (a.i. cemâl'den c . : tecemmülât): süs, süslenme, tecemmülât ‫( ﺗ ﺠ ﻤ ﻼ ت‬a.i. tecemmül'ün c.): süslenmek üzere kullanılan eşyâ. tecemmülât-1 beytiyye : ev eşyâsı, evde bulunan eşyâ. (bkz : esâs), tecemmüm ‫ا‬٠‫( ﺗﺠﻢ‬a.i.): büyüme; çoğalma [nebat (*bitki)]. tecenni (a.i. cenn ve cünûn'dan): 1. meyva devşirme, devşirilme. (bkz:

ictinâ').2٠(cinâyet'den) : cânîsinî” deme.

birine

"sen

tecenniib (a.i. ictinâb'dan): sakmma, ‫ ؟‬ekinme. (bkz: ictinâb). tecennün ‫( ﻻ ص‬a.i. cenn ve cünûn'dan): delirme, çıldırma. tecerru' ‫( ﺗﺠﺮع‬a.i. cıır'a'dan): yudum yudum İçme, İçilme. tecerru-1 g u ssa : gam yerfie. tecerrüd ‫( ﺗ ﺠ ﺮ د‬a.i. cered'den): 1. soyunma, çıplak olma. tecerriid-i e v râ k : yaprakların dökülmesi. 2. her şeyden boş olma, her şeyden uzak olma. 3. tas. her şeyden vazgeçip Allah'a yönelme. 4. bekâr kalma, evlenmeme, tecessiid (a.i. cesed'den): gövdelenme, gövde peyda etme. tecessiim ‫( ﺗ ﺠ ﺴﻢ‬a.i. cism'den. c .: tecessiimât): 1 . cisimlenme, görünme, belirme. 2. göz önüne gelme. tecessiim-i hayâl ‫ ؛‬hayal görme, tecessüs (a.i. cess'den. c . : tecessüsât): 1 . yoklama, araştırma, araştırılma, (bkz : tahkik, tedkik). 2. bir şeyin İç yüzünü araştırıp sırrını çözmeye çalışma; gözetleme, tecessüsât ‫ ت‬(a.i. tecessüs'iin c .): yoklamalar, merakla araştırmalar; gözetlemeler, tecessüs-kâî ‫( ﺗ ﺠ ﺴ ﺴ ﻜﺎ ل‬a.f.b.s.): araştırıcı, aı'aştıran, meraklı, (bkz : miitecessis). teceşşî ‫ ﻻ ﺋ ﻰ‬٠ (a.i.). (bkz : teceşşü'). teceşşü' ‫ﺀ‬(a.i.) : fizy. gegirme. tecevvü' L f ü (a.i. cû'dan): aç kalma, kendini aç bırakma. tecevviif ٠‫( ﺗﺠﻮف‬a.i. cevfd en ): oyulma, oyuk hâline gelme, İÇ İ boş olma; İçine İşleme. tece٣ iiz (a.i. cevâz'dan. c .: tecevviizât): 1 . cevaz verme, câiz görme, yapılmasını uygun görme. 2. sözü mecaz olarak söyleme, tecevvüzât ‫ ت‬١‫( ىﺟﻮز‬a.i. tecevvüz'iin c .): tecevviizler, yapılması uygun görülen şeyler, tecevviizen ١‫( ﺗﺠﻮز‬a.zf.): cevaz yoluyla, teceyyüş (a.i. ceyş'den). (bkz : tehaşşüd). tecezzi ‫( دج—زى‬a.i. cü z 'd e n )[a sil: "tecezzüv” dür], (bkz: tecezzüv). tecezzî-i ictih âd : huk. [eskiden] bir müçtehidin bâzı meselelerde müçtehit olup, bâzılarmda olmaması, bâzı meselelerde 1225

tecezziir *yetkili bazılarında ise yetkisiz olma durumu. [ekseri ulemâ bunun cevâzma ve bâzıları adem-i cevâzma zâhip olmuşlardır].

tecezziir ‫( ﺗﺠﻦ ر‬a.i. cezr'den): mat. kökleri bir Sira üzere düzenleme.

tecezziiv ‫( ﺗ ﺠ ﺰ و‬a.i. cüz'den): kısım kısım böliinme, doğranma, ufalma,

tecfif ‫( ﺗ ﺠﻔﻴ ﻒ‬a.i. c e ffd e n ): kurutma, kurutulma [yaş şey]. techil ‫( ﺗ ﺠ ﻬﻴ ﻞ‬a.i. cehl'den. c . : techilât): birinin câhilligini, bilgisizliğini meydana koyma,

techiz ‫( ﺗ ﺠ ﻬ ﻴ ﺰ‬a.i. cihâz'dan. c . : techizât): cihazlama, lüzumlu şeyleri tamamlama; donatma, *donatım.

techiz-i m e ^ it : ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen, pamuk ve sairesi tedârik edilerek haZirlanması.

techiz-i sefâin : gemilerin donatımı, techiz ve tekfin : ölünün yıkanıp kefenlenmesi İŞİ.

techizât ‫( ﺻ ﺰ ا ت‬a.i. techiz'in c .) : donatım. techîzât-1 askeriyye : ask. askeri donatım, te'cîc ‫( ﺗﺄ ﺟﺘ ﺞ‬a.i.): tutuşturup alevlendirme. te'cîc-i nâr : ateşi tutuşturma, tec'îd ‫( ﺗ ﺠ ﻌﻴ ﺪ‬a.i. ca'd'dan): sa‫ ؟‬kıvırtma, kıvırtılma.

te'cîl ‫( ﺗﺄﺟﻴﻞ‬a.i. ecl'den. c . : te'cîlât): sonraya bırakma, geciktirme [belli bir zamana kadar], (zıddı :('ta'cîl").

te'cîl-i düyûn ‫ ؛‬borçların tecili, *ertelenmesi, te'cîlât ‫( ﺗﺎ ﺀ ﺟﻴ ﻼ ت‬a.i. te'cîl'in c .) : sonraya bırakmalar, geciktirmeler, [belli bir zamana kadar].

teclid ‫( ﺗ ﺠ ﻠ ﻴ ﺪ‬a.i. cild'den): 1. ciltleme, ciltlenme. 2. (celd'den) hayvanin derisini yüzme,

teclil ‫( ﺗ ﺠ ﻴ ﻞ‬a.i. cüll'den): ‫ ؟‬ul örtme, ‫ ؟‬ul örtülme [hayvana-],

teclil-i feres : ata ‫ ؟‬ul örtme, tecliye ‫( ﺗ ﺠ ﻠ ﻴ ﻪ‬a.i. cilâ'd an ): cilâ verme, verilme.

tecliye-i m ir'ât : aynayı silip parlatma, tecliye-i seyf : kılıca cilâ verme, tecmid ‫( ﺗ ﺠ ﻤ ﻴ ﺪ‬a.i. cüm ûd'dan): dondurma, dondurulma.

tecmil ‫( ﺗ ﺠ ﻤ ﻴ ﻞ‬a.i.c.: tecm ilât): süs. (b k z : tezyin). 1226

tecmilât ‫( ﺗ ﺠ ﻤﻴ ﻼ ت‬a.i. tecmîl'in c.) ‫ ؛‬süsler, (bkz : tezyinât). tecnîd (a.i. cünd'den) : askerleri sıralama, sıraya koyma. tecnis ‫( ﺗﺠﻨﻴ ﺲ‬a.i. cinâs'dan) : ed. cinas yapma, iki mânâlı söz (veyâ mânî) sOyleme. tecnis-i hatt : ed. telaffuzları ve bâzı harfleri ayrı fakat yazılışları Arap harflerine göre benzeyen kelimelerle yapılan cinas [muhabbet, mihnet... gibi]. tecnis-i kalb : ed. harfleri sondan başa dogru ters okunduğunda meydana gelen diger bir kelime ile yapılan cinas [mâr, râm... gibi]. tecnis-i m utarraf: ed. son harfleri değişik ilci kelimeyle yapılan cinas, [câm, cân... gibi]. tecnis-i mükerrer : ed. cinaslı kelimelerden İkincisinin, birinci kelimenin sonundaki hece ile ayni olması sûretiyle yapılan cinas [feryâd, yâd... gibi]. tecnis-i miirekkeb : ed. cinaslı kelimelerden birinin mürekkep olması sûretiyle yapılan cinas [bahâne, bahâ ne?... gibi]. tecnis-i nâkıs : ed. (bkz : cinâs-1 nâkıs). te cn is-i tâ m m : ed. (bkz : cinâs-1 tâmm). te cn iz ‫( ﺗ ﺠ ﻨ ﻴ ﺰ‬a.i. cinâze'den) : ölüyü tabuta koymat Olü tabuta konulma, tecri' ‫( ﺗ ﺠ ﺮ ﻳ ﻊ‬a.i. cer' ve cere'den) ‫ ؛‬yudum yudum !‫ ؟‬irme, içirilme. tecrib ‫( ﺗﺠﺮﻳﺐ‬a.i. cerb'den) : deneme, sınama, tecrib e ‫( ﺗ ﺠ ﺮ ﺑ ﻪ‬a.i. cerb'den. c. : tecârib) : 1. tecrübe, deneme, sınama, (bkz : tecrib). 2. görgü. 3. görmüş geçirmiştik. fr. expérim en tatio n . te crib e -i k alem tecribeten

: deneme,

‫( ﺗ ﺠ ﺮ ﺑ ﺔ‬a.zf.) : tecrübe ederek, dene-

yerek, sınayarak, (bkz : bi-t-tecribe). ‫( ﺗﺠﺮﺑﻰ‬a.s.) : deneme ile ilgili, te c rib iyy e ‫( ﺗ ﺠ ﺮﺑﻴ ﻪ‬a.s.) : [“tecribi” nin müen.]. (bkz : tecribi). te crid ‫( ﺗ ﺠ ﺮ ﻳ ﺪ‬a.i. cered'den. c. : tecridât) : 1. soyma, soyulma. 2. ayırma, bir tarafta tutma. 3. tas. her şeyden el ayak ‫ ؟‬ekip Allah'a yönelme. E h l-İ te c rid (dünyâsından geçmiş olan) : dervişler. 4 . fels. soyutlama, fr. ab stractio n . 5. fiz. *yalıtma, fr. iso lation. 6 . ed. bir şâirin kendini mücerred bir te crib i

tedâhM-fi'1-kaz‫؛‬

şahıs, yânî ayrı bir adam farzederek ona hitâbetmesi. (bkz: hitâb). 7. ed. noktasız harflerden .oluşan kelimelerle cümle veya mısra yapma.

tecvir ‫ذﺟﻮﻳﺮ‬٠(a.i. cevr'den) : cevretme, zora, SIkıya koyma.

tecviz ‫( ﻟﺠﻮﻳﺰ‬a.i. cevâz'dan. c. : tecvizât) : câiz görme, görülme, izin verme, verilme,

(a.i. tecrid'in c.) : tecritler, bir yana ayırmalar.

tecvizât ‫( ﺗﺠﻮﻳﺰات‬a.i. tecviz'in c.) : câiz görme-

(a.zf.) : 1. tecridederek; tek olarak, tekleyerek. 2 . fels. .soyutlayarak,

tecyif ‫( ﺗ ﺠ ﻴ ﻴ ﻒ‬a.i.) : 1. vurm ak sûretiyle kor-

tecrid ât ‫ ت‬١‫ﺻ ﺪ‬

tecrid en ‫ﺑﺪا‬.‫ﺗ ﺠﺮ‬

‫( ىﺟﺮ؛ح‬a.i. cerh'den): yaralama,

te crih

(a.i. ciirm'den. c . : tecrimât): birinden cerime alma, para cezâsı alma, birini cezâlandırma.

te c rîm ‫ م‬- ‫ﺗ ﺠ ﺮ د‬

kutmak. 2. çok korkmak,

tecyi‫( ﺗ ﺠ ﻴ ﻴ ﺶ ؟‬a.i. ceyş'deû). (bkz : tahçîd). teczi' ‫( ﺗﺠﺰئ‬a.i.). (bkz : teczie). teczie ٠‫( ﺗﺠﺰى‬a.i. cüz'den) : kısım kısım ayırma, bölme, doğrama, ufaltma,

(a.i. tecrim'in c.): tecrimler,

teczim ‫( ﺗ ﺠ ﻨ ﻴ ﻢ‬a.i.) : 1. kesme [kol, kanad gibi

‫ ﻣ ﺲ‬٠(a.i. cers'den): h uk. 1. hâdiselerin

teczir ‫( ﺗ ﺠﻨﻴ ﺮ‬a.i. cezr'den) : mat. cezrini bulma,

te c rim â t ‫ﺗ ﺠ ﺮ ﻳ ﻤﺎ ت‬

suçlamalar. tecrîs

1er, görülmeler, izin vermeler, verilmeler,

‫ ؟‬eyleri-]. 2. cüzam illetine ugratma.

bir kimseye tecrübe kazandırması, umumi efkârda (.kamuoyunda) onu güçlü hâle getirmesi. 2. yalancı ‫ ؟‬âhitlik, hırsızlık gibi suç işleyen kimseleri teşhir etme, halka tanitma. tecrü b e ‫ﺗ ﺠﺮﺑﻪ‬

(a.i.): [asil: "tecribe” dir]. (bkz:

tecribe). te c rü b l

‫( ﺗﺠﺮﺑﻰ‬a.s.). (bkz ‫ ؛‬tecribi).

‫( ﺗﺠﺲ— ﻳﻢ‬a.i. cism'den): cisimlendirme, vücut verme, vücutlu gösterme, gösterilme,

tecsim

tecsimât ‫ ت‬(a.i. tecsim'in c.): cisimlendirmeler, vücutlu göstermeler, gösterilmeler. te csîm i

‫( ﺗﺠﺴﻴﻤﻰ‬a.s.): cisimlendirmeye âit, ci-

simlendirme ile ilgili, te csim i sa n 'a tla r te c v î' ‫ﺗ ﺠ ﻮﺑ ﻊ‬

: g. s. plâstik sanatlar,

(a.i. cû'dan): acıktırma, acıktırıl-

ma. (a.i. cevdet'den): 1. bir ‫ ؟‬eyi güzel yapma. 2. Kur'ân-1 Kerim'i usûlüne bağlı kalarak okuma ilmi. 3 ٠bu okumayı öğreten kitap.

te c v id ‫ﺗ ﺠ ﻮ ﻳ ﺪ‬

seslerin mahreçlendirilmesi, bogumlandırılması, fr. a rticu la ti-

te c vîd -î h u r û f : leng.

kare kökünü alma.

tecziye ٠‫( ﺗﺠﺰي‬a.i. cezâ'dan) : cezâlandirma. tedâbir ‫( ﺗﺪاﺑﻴﺮ‬a.i. tedbir'in c.) : tedbirler, yollar, ‫ ؟‬âreler.

tedâbîr-i âkıl-âne : akıllıca tedbirler, tedâfü' ‫( ﺗﺪاﻓﻊ‬a.i. d e f den. c. : tedâfüât) : 1. birbirini defetme, İtişme, kakışma. 2. kendini koruma, .savunm a.

tedâfüî, tedâfiiiyye ‫ ﺗﺪاﻓﻌﻴﻪ‬، ‫( ﺀ ا ؤ س‬a.s.) : kendini koruma, .savunm a ile ilgili. Harb-İ tedâfüî : kendini müdâfaa ederek yapılan harb.

tedahhum ‫( ﺗ ﻀ ﺨ ﻢ‬a.i. dahm'den) : anat. İrileşme, kalınlaşma; şişkinleşme.

tadahhıım-ı nîhâyât : anat. yanlar .irilimi, fr. acromégalie, [eller ve ayaklar gibi organlarm irileşmesi hastalığı],

tedâhük ‫( ﺗ ﻀﺎﺣﻚ‬a.i. dihk'den) : gülüşme [kar'‫ ؟‬ılıklı-].

tedâhül ‫( ﺗ ﺪ ا ﺧ ﻞ‬a.i. dühûl'den. c. : tedâhülât) : 1. birbirinin İçine girme. 2. geri kalma [i‫؟‬ hakkında]. 3. bir taksitin ödenmeden ötekinin gelmesi; ödemede gecikme. 4. yiğılıp kalma, birikme. 5. karışma, (bkz : müdâhale).

tedâhül-fi'l-hudûd : huk. [eskiden] bir cins(a.i. cevfden c . : tecvîfât): 1. oyma, oyulma, oyuk hâline koyma. 2. oyuk yer. 3. anat. kalbin boşluklarından her biri.

t e c v if ‫ﺗ ﺠ ﻮ ﻳ ﻒ‬

(a.i. tecvîfin c.): 1. oymalar, oyulmalar, oyuk hâle koymalar. 2. oyuk yerler. 3. anat. kalbin boşlukları.

te c v îfâ t ‫ﺗ ﺠ ﻮ ﻳ ﻔ ﺎ ت‬

ten olan müteaddit esbâb-1 huduttan dolayı yalnız bir İıad ile İktifâ edilmesi hâli. [Meselâ : bir şahıs birka‫ ؟‬defa zinâda veyâ sirkatte bulunsa hakkında yalnız bir had ile İktifâ edilir].

tedâhül-fi'1-kazf : huk.

[eskiden] birçok kaziflerden dolayı yalnız bir had ile İktifâ 1227

tedâhül-i a'dâd

edilmesi hâli. [Meselâ: bir şahıs bil- veyâ daha ziyâde lcimselere bir İâfz ile veyâ başka başka lâfızlar ile zinâ İsnâdında bulunsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir “hadd-i kazf” İcrâ edilir], tedâhül-i a'dâd: fer. iki sayıdan birinin digeri ile tamâmen yânî kesir bırakmaksızın taksimi kabil olması, [ü‫ ؟‬ile dokuz gibi], tedâhül-i iddeteyn: fer. [eskiden] iki iddetin birbiri İçine girmi‫ ؟‬olması, [meselâ: bir kimse bâinen tatlik ettiği bir kadına iddet esnâsmda kendisine helâl olur zanniyla mukarenette bulunsa bu mukarenet sebebiyle ikinci olarak lâzımgelen iddet; kadının beklemelcte olduğu birinci iddete tedâhiil eder. Bu sûretle kadm; birinci iddeti İlcmâl ettilcten sonra ikinci iddetin sebebinden itibâren noksan kalan miktân tamamlar]. tedâhülât ‫( ﺗ ﺪا ﺧ ﻼ ت‬a.i. tedâhül'ün c .): tedâhiiller. tedâî ‫ ا‬/ ‫( ﺗ ﺪ ا‬a.i. da'vet'den): bir ‫ ؟‬eyi hatıra getirme; psik. .çağrışım, tedârik ‫( ﺗﺪارك‬a.i. derk'den). (bkz : tedâriik). tedârikât ‫( ' دا ر ﻛﺎ ت‬a.i.). (bkz : tedârükât). tedâriki ‫( دا ر ﻛ ﻞ‬a.i.). (blcz : tedârükî). tedârub ‫( ﺗ ﻀﺎ ر ب‬a.i. darb'dan): dövüşme, vuru‫ ؟‬ma. (bkz: mudârebe). tedârük ‫( ﺗ ﺪ ا ر ك‬a.i. derk'den. c. : tedârükât): tedârik, hazırlama; araştırıp bulma, ele ge‫ ؟‬irme, edinme. tedârükât ‫( ﺗﺪارﻛﺎ ت‬a.i.): hazırlıkflar]. tedârükât-ı harbice, -1 seferiyye : harp, haZirlıklan.

tedârükî ‫( د ا ر ش‬a.i.) : hek. bir hastalığın şiddeti ihtimâline karşı gereken tertîbâtı alma. tedâriis ‫( ﺗﺪارس‬a.i.): okuma; yazma, tedâvî ‫( دا و ى‬o.i. devâ'dan. c . : tedâvîyât): ilâ‫؟‬ verme, iyileştirmek İ‫ ؟‬in bakma. Berâ-yî tedâvî: tedâvî İ‫ ؟‬in. tedâvî-bi'1-ineb: üzümle tedâvî, üzüm kürü. tedâvî-bi'l-mâ': su ile tedâvî. tedâvî bi'1-misl: hek. bir hastaya ters, aksi tedâvide bulunma, soğuk almış bir hastayi yine soğuk bir ‫ ؟‬eyle tedavi usûlü, (bkz: tedâvî bî-n-nakîz). 1228

tedâvî-bi'n-nazîr : soğuk alan bir hastayı yine soğuk ‫ ؟‬eylerle tedâvî ederek meydana gelecek aks-i te'sirden faydalanma usûlü, tedâvibi'zzidd ve tedâvî bî'n-nakîz : bir hastalığa Ziddiyle ilâç verme, menfi tedâvide bulunma. tedâvîyât ‫( ﺗﺪاوﻳﺎ ت‬a.i.' tedâvi'nin c.) : tedâviler. tedâviil ‫( و دا و ل‬a.i. devlet'den. c. : tedâvülât) : elden ele gezme, dolaşma, kullanılma, tedâvülât ‫( ﺗ ﺪا و ﻻ ت‬a.i. tedâvül'ün tedâviiller, geçerli olmalar,

c.) :

tedâvür ‫( ﺗ ﺪ ا و ر‬a.i. devr'den) : Sira ile yapma; karşılıklı yapma. tedbic ‫( 'ﻧﺪ ﺑﻴﺞ‬a.i.) : rülcû'da başı ‫ ؟‬ok eğme, tedbir j— ‫( 'ﻧﺪي‬a.i. dübûr'dan. c. : tedâbir) :bir ‫ ؟‬eyi te'min edecek veyâ önleyecek yol, ‫ ؟‬âre. Hüsn-i tedbir : iyi düşünülerek tutulan yol. Sû-i tedbir : yanlış tutulan yol.

tedbir-i menzil : ev idâresi ile ilgili hususlardan bahseden ilim, ev idâresi bilgisi, fr. économie domestique, tedbir-i muallak : huk. [eskiden] bir ‫ ؟‬arta tâlik olunan tedbir, kölenin bir .yüküm lülüğü yerine getirmesine bağlı olarak azat edilmesi, [“sen 11‫ ؟‬İŞİ yaparsan müdebbersin” denilmesi gibi. Bu halde memlûk 0 İ‫ ؟‬İ mevlâsınm hayâtında yaparsa vefatında malinin ü‫ ؟‬te birinden azat olur],

tedbir-imukayyed :huk. [eskiden] mevlânm bir kayıt ile mukayyet olaralc vefâtma muallâkan yaptığı tedbir, [“ben bu İıastalığımdan ölürsem'' yâhut "ben bu yolculuğum esnâsmda vefât edersem sen hürsün" denilmesi gibi].

tedbir-i mutlak: huk. [eskiden] mevlânm alelıtlak mevtine muzaf olan tedbir, ["ben öldüğüm zaman sen hürsün” denilmesi gibi, "ben seni miidebber kıldım" denilmesi de bu kabildendir].

tedbir-i miilk: devleti idare sanatı, devlet .yönetimi sanatı.

tedbir ehli : tedbirli, zeki, akıllı kimse; öğüt veren kimse.

tedbir nafakası : huk. birinin, kendinden sonra hür olacağını bildirerek kölesini azat etmesi.

tedbirât ‫( ﺗ ﺪ ﺑ ﻴ ﺮا ت‬a.i. tedbir'in c.) : (bkz : tedâbir).

tedkika.

tedebbür ‫( د ﺑ ﺮ‬a.i.c.: tedebbiirât): 1. sonunu, hakikati düşünme. 2. arkasını dönme, tedebbiirât ‫( دﺑ ﺮا ت‬a.i. tedebbür'iin c .): sonunu, halcikati düşünmeler, tedeffiin ‫( د ش‬a.i. defn'den): defnolunma, gömilime. tedehhi ‫( د س‬a.i. dehâ'dan): dâhîleşme, dehâ eseri gösterme. tedehhü. ‫( د ض‬a.i. dehn'den): yağlanma, yağ sürünme. tedehhüş ‫( د ﻫ ﺶ‬a.i. deheş'den): dehşete düşme, korkma, yılma. tedellâ ‫( د ش‬a.i.) ‫ ؛‬tas. mukarriblerin, makamİarın son mertebesine yükseldikten sonra ifâkatbahş olan bir sahne nüzûlü. Allah'a yakın olduğu söylenen kimselerin bulundukları son makam. tedelli ‫( د د ى‬a.i. dell'den. c .: tedelliyât): nazlanma. tedelliyât ‫( د ﻳ ﺎ ت‬a.i. tedelli'nin c .): nazlanmalar.

‫ أ‬6‫ك‬6‫( د ك ﺀ ﻻ ﻻ ا‬a.i.): sürtme; uguşturulma. tedellül ‫ل‬٠ ‫( ﻇﻞ‬a.i.): nazlanma, (bkz: tegannüc). tedemmu' ‫( د ﻫ ﻊ‬a.i. dem'den): 1. gözün yaşarması. 2. hek. hastalık dolayısıyla gözden yaş gelme. tedemmug ‫( د ﻣ ﻎ‬a.i. dimâğ'dan): fels. beyinİeşme, fr. ceebration. tedemmiil ‫( د ﻣ ﻞ‬a.i.): toprağı gübreleme, toprağa gübre dökme. tedenni ‫( دﻓ ﻲ‬a.i. denâet'den. c .: tedenniyât): aşağı inme, aşağılama, gerileme, [zıddı: "terakki'']. tedenniyât ‫( دﻧﻴﺎ ت‬a.i. tedenni'nin c.): aşağılamalar, gerilemeler. tedenniis ‫( د ض‬a.i.): kirlenme, pislenme. tedennüs-i câme : elbisenin kirlenmesi, tederru' ‫( د ر ع‬a.i.): zırhlanma, zırh giyme, tederrüb ‫( د ر ب‬a.i.): alışma, (blcz : ülfet), tederriic ‫( د ر ج‬a.i. derece'den): derece derece, adim adim ilerleme. tederriin ‫( ﻧ ﺪ و ف‬a.i.): bir uzvun, bir organm şişmesi. tederriis ‫( ﺗ ﺪ ر س‬a.i. ders'den, c .: tederrüsât): ders alma, ders olarak okuma.

tederrüsât ‫( ﺗ ﺪ ر ﺳ ﺎ ت‬a.i. îederrüs'ün c .): ders almalar, ders olarak k lim a la r tedessiir ‫( د ش‬a.i.) : elbise giyme, tedevviir ‫( د و ر‬a.i.): yuvarlaklaşma, tedeyyiin ‫( د ﻳ ﻦ‬a.i. din'den): 1. dine bagil olma. 2. dininde sımsıkı bağlı kalma. 3. (deyn'den) borçlanma, tedfin ‫( د ض‬o.i. defn'den): defnetme, gömme, tedhin ‫( د ض‬a.i. duhah'dan): tütsüleme, dumaniama. tedhin ‫( د ص‬a.i. dühn'den): güzel kokulu yağ sürme, sürülme. tedhiş ‫( د ﻫ ﻴ ﺶ‬a.i.c. : tedhîçât) : dehşet verme, dehşete düşürme; şaşırtma, korkutma, yıldırma. tedhîş-i ezh ân : zihinlerde heyecan yaratma. tedhîşât ‫( ﻟ ﺼ ﻔ ﺎ ت‬a.i. tedhîş'in c.) : tedhişler, yıldırmalar, korkutmalar, te'dîb ‫( ﺗ ﺄ د ﻳ ﺐ‬a.i. edeb'den. c .: te'dîbât): 1. edeplendirme, edeplendirilme. 2. terbiye etme, terbiyesini verme; haddini bildirme. Hadd-İ te'd îb : bir su‫ ؟‬işleyeni, başkalarina örnek olacak şekilde, cezalandırma [mııâhaze, tâzîr, darb.. gibi], te'dîb h a k k i: huk. velinin vesayeti altmda bulunan bir ‫ ؟‬ocuğa karşı sert davranmak, ihtarda bulunmak ve daha da mühim cezayi vermek hakki. te'dîbât ‫( ﺗ ﺄ د ﻳ ﺒ ﺎ ت‬a.i. te'dîb'in c .): 1. edeplendirmeler, edeplendirilmeler. 2. terbiye etmeler, terbiyesini vermeler, te'diben ‫( ًﺗ ﺄ د ﻳ ﺒ ﺎ‬a.zf.): te'dip İ‫ ؟‬in, te'dip sûretiyle; tevbih ve tekdir ederek, te'dîbîj te'dibiyye ‫ ﺗﺄ د ﻳﺒ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﺗ ﺄ د ﻳ ﺒ ﻰ‬a.s.): tedip ile; terbiye ile, edeplendirme ile *ilgili: Mücâzât-ı te'dibiyye: terbiye edici, edeplendirici cezalar. te'dîyât ‫( ﺗﺄدﻳﺎت‬a.i. te'diye'nin c .): ödemeler, te'diye ‫( ﺗ ﺎ د ﻳ ﻪ‬a.i. edâ'dan. c .: te'diyât): 1. ödeme; ödenilme. 2. borcunu verme, te'dîye-i deyn : bor‫ ؟‬ödeme, tedkik ‫( د ﻗ ﻴ ﻖ‬a.i. dikkat'den. c . : tedkikat) : dikkatle araştırma, araştırılma, inceden inceye yoklama, inceleme, tedkikat ‫“( د ﻗ ﻴ ﻘ ﺎ ت‬ka" uzun okunur, o.i. tedkik'in c.)': tetkikler, inceden inceden araştırmalar, incelemeler. 1229

tedklkatı şer'iyye t e d k i k a t - ı ş e r 'i y y e : [e s k id e n ] ş e y h i s lâ m k a p ıs ın d a , ş e r 'î iş le rle il g il i o l a n h ü k ü m l e r i n k a r a r a b a ğ l a n d ı ğ ı d â ir e ,

‫دﻗﻴﻘﺘﺎﻣﻪ‬

te d k ik -n â m e

te d lis

‫ﺗﺪﻳ ﻪ‬

( a . i . ) : s ü r m e , u g a la m a . ( a . i . ) : a lı ş v e r i ş t e s a t ı c ı n ı n m a l k u ( a . i . ) : 1. s a r k ı t m a , s a r k ı t ı l m a ; y u -

k a r ı d a n a ş a ğ ı b ı r a k m a , b ı r a k ı l m a . 2 . d e lil, v e s i k a h a z ı r l a m a . 3 . ş a ş ır m a , d e h ş e t e d ü ş -

‫ ﺗ ﺪ رﻳ ﺐ‬، ‫ﺗ ﺪ رﻳ ﻰ‬

(a.s.

d e r s 'd e n ) : d e r s e â it, d e r s le * ilg ili,

‫ ﺳﻢ‬٠‫د‬

te d s im

( a . i . ) : n a z a r d e ğ m e m e s i İ ç in k ü -

‫ ؟‬ü k ‫ ؟‬o c u k l a r ı n ‫ ؟‬e n e ç u k u r l a r ı n a s iy a h b e nek yapm a. te d s ir

‫ددر‬

( a . i . ) : k u ş u n , y u v a s ı n ı d ü z e n le m e -

si) d ü z e ltm e s i.

m e.

‫دﻣ ﺞ‬

te d m ic

( a . i . ) : b i r ş e y i b a ş k a b i r ş e y i n İ‫ ؟‬İ-

n e y e r l e ş ti r m e .

‫د ﻣﻴ ﻢ‬

te d m im

(a.i. d e m 'd e n ) : h e k . k a n i n , b â z ı

v e d a m a r l a r d a ‫ ؟‬o ğ a lm a s ı. te d m ir

‫دﺳﺮ‬

(a.i. d i m â r 'd a n . c . : t e d m i r â t ) : y o -

‫ ت‬١‫د ﻣﻴ ﺮ‬

‫ و ﻳ ﺎ ت‬٠‫ﺗﺪ‬

(a.i. t e d v i n 'i n c . ) : t e d v i n le r ,

d i v a n ş e k l in e s o k m a la r ; k i t a p y a p m a l a r ,

‫د و‬

d ü rm e ,

(a.i. d e v r 'd e n . c . : t e d v i r â t ) : 1. d ö n d ö n d ü rü lm e ,

‫ ؟‬e v ir m e ,

‫ ؟‬e v r i lm e .

2. d e ğ i r m i ş e k le s o k m a , s o k u l m a ,

( a . i .c . : t e d n i s â t ) : k i r l e t m e , k i r l e -

tilm e . te d n is â t

2 . k it a p h â l i n e g e tir m e .

te d v ir

(a.i. t e d m i r 'i n c . ) : y o k e tm e -

le r, m a h v e t m e l e r , te p e le m e le r,

‫ﺗﺪﻧﻴ ﺲ‬

1. e d . d i v a n ş e k l in e s o k m a [ m a n z û m e le r i- ] .

te d v in â t

k e tm e , m a h v e t m e , te p e le m e , te d m ir â t

‫ ( د ب‬a .i.) : b a ş ta n ‫ ؟‬ik a r m a , a z d ırm a , ‫( ﺗ ﺪ و ﻳ ﻦ‬a.i. d î v â n 'd a n . c . : t e d v i n â t ) :

te d s iy e te d v in

s e b e p t e n d o la y ı, c iğ e r le r d e , b a ğ ı r s a k l a r d a

te d n is

t e d r î s â t - 1 i b t i d â i y y e : i l k ö ğ r e t im ,

te d ris i, te d r is im e

s u r u n u m ü ş t e r i d e n s a k l a m a s ı , h ile , te d liy e

(o.i. t e d r i s 'i n c . ) : t e d r i s l e r

t e d r i s â t - ı t â l i y e : * o rta ö ğ r e t im ,

te s p i t e d e n e se r, a r a ş t ı r m a ,

‫ﺗﺪﻟﻴ ﻚ‬ ‫دﻳ ﺲ‬

‫ ا‬٦‫ﺗﺪري‬

(* ö ğ re tim ). t e d r î s â t - 1 â li y e : y ü k s e k * ö ğ r e tim .

( a .f .b .i.) : b i r ş e y i n t e t k i -

k i n d e n , in c e l e n m e s i n d e n ‫ ؟‬i k a n n e ti c e le r i te d lik

‫ت‬

te d r is â t

te d v ir - i â l e m : d ü n y â y ı d ö n d ü rm e , İd âre e tm e . 3. e d . b i r m ı s r â d a k i k e l i m e l e r i n y e r i-

‫دﻳ ﺴﺎ ت‬

(a.i. t e d n i s 'i n c.) ‫ ؛‬k ir le t m e l e r ,

n i d e ğ iş ti r m e k l e v e z n i n v e m â n â n ı n b o z u l -

k ir le t il m e le r .

m a m a s ı , y â n î, y in e a y n i m â n â n ı n a n la ş ıl -

‫دري—ع‬

m a s ı. M e s e lâ : “şö y le b i r f i k i r g e ld i a k li m a ;

te d r i'

(a.i. d ı r 'd a n ) : z ı r h g iy d i r m e , g iy -

a k l i m a (şöyle b i r f i k i r g e ld i..." g ib i,

d ir il m e . t e d r i - i c ü y û ş : a s k e r le r e z ı r h g iy d i r i lm e ,

‫( د رﻳ ﺐ‬a.i. d e r b 'd e n ) : p e d . * y e tiş tir im , t e d r i b i ‫ ( د ر س‬a . s . ) : fe ls . fr . e m p r i q u e . t e d r i c ‫( د ر ج‬a.i. d u r û c 'd a n . c. ‫ ؛‬t e d r i c â t ) : 1. d e te d rib

re c e d e r e c e , b a s a m a k b a s a m a k ile r le m e , ile r le tm e ; a z a r a z a r h a r e k e t . A l e 't - t e d r i c : t e d r i c ü z e r e . B i 't - t e d r i c : a z a r a z a r, y a v a ş , y av aş. 2. e d . if â d e n in d e re c e d e re c e y ü k s e lm e s i. 3 . fe ls . fr . g r a d a t i o n .

‫( ﺗﺬ'وﻳﻪ‬a.i. d e v â 'd a n ) : d e v â , i l â ‫؟‬ ‫( ﺗﺄﺑﻰ‬a.i. e b 'd e n ) : 1. b i r i n i b a b a

te d v i y e

v e rm e ,

te e b b i

e d in m e .

2. h u k . b i r i n i e v la t e d in m e , t e 'e b b i i d

te e b b iih te e b b iin

te e c c iic te e c c iil

‫( د رﻳ ﺠﺎ ق‬a.i. t e d r i c 'i n c . ) : te d r iç le r , ‫ ( د ر د‬a .z f .) : d e r e c e d e r e c e , y a v a ş y a -

v a ş , a z a r a z a r. te d r ic i, te d ric iy y e

‫ﺗﺪ رﻳ ﺲ‬

‫ ﺗﺪرﻳﺠﻴﻪ‬، ‫ﺗ ﺪ ر ﻳ ﺠ ﻰ‬

(a. s . ) : d e -

(a.i. d e r s 'd e n . c . : t e d r i s â t ) : d e r s

v e r m e , v e r i lm e , o k u tm a , t e d r i s h e y 'e t i a 'z â s ı : * ö ğ r e tim * ü y esi.

1230

2 . â li c e n a p lı k ,

‫ﺗﺄﺑ ﻦ‬

(a.i.) : b i r i n i n y o l u n d a n g itm e ,

‫( ﺗﺄﺟﺞ‬a.i.) : t u t u ş m a , a le v l e n m e [a te şi, ‫ ( ﺗﺄﺟﻞ‬a . i . ) : b e lli b i r z a m a n a k a d a r m e -

b il , m ü d d e t is te m e , te e c c iim

‫ ( ﺗﺄ ﺟﻢ‬a . i . ) : ö flc e le n m e .

t e e d d i i b ‫( ﺗ ﺎ ﺀ ﺩ ﺏ‬a.i. e d e b 'd e n . c . : t e e d d i i b â t ) :

re c e d e r e c e , y a v a ş y a v a ş o la n , y a p ıla n , te d ris

‫ ( ﺗﺄﺑﻪ‬a .i .) : 1. k ib i r l e n m e .

iz i n e u y m a .

t e d r i c - i h â b i t : i f â d e n i n a lç a lm a s ı, te d ric â t

( a . i . ) : 1. ü r k ü p ‫ ؟‬e k in m e . 2 . e v le n -

g ö z to k l u ğ u ile b i r ş e y d e n v a z g e ç m e ,

te d r ic - i s â id : e d . ifâ d e n in y ü k s e lm e s i,

te d r ic e n

‫ﺗﺄﺑﺪ‬

m e m e , b e k â r k a lm a .

e d e p le n m e , e d e b in i t a k ı n m a , e d e p li d a v r a n m a , u t a n m a ; ‫ ؟‬e k in m e . t e e d d i i b â t ‫( ﺗ ﺄ ﺩ ﺑ ﺎ ﺕ‬a.i. t e e d d i i b 'ü n c.) u t a n m a la r, ç e k in m e le r , e d e p le n m e le r , e d e b in i ta k ın m a l a r .

teevviil

teeddiiben ‫( ﺗﺄدﺑﺎ‬a.zf): edep ve terbiye icaidesine riâyet ederek, edepli davranarak, utanarak, çekinerek. teefflif ‫( ﻧﺄﻓ ﻒ‬a.i.): of çekme, oflama,

teennüs ‫( ﻷﻧﺚ‬a.i. ü n s 'd e n ) : j. m ü e n n e s o lm a . 2 . k a d ı n g ib i h a r e k e t e tm e , k a d ı n l a ş m a .

teenniis ‫( ﺗ ﺄ ﻧ ﺲ‬a .i. ü n s 'd e n ) : ü n s i y e t p e y d a e tm e , a lış m a .

teehhi ‫( ﺗﺄ ﺧ ﻰ‬a.i.): birisiyle kardeş olma, birini kardeş edinme.

teerrüb ‫( ﺗﺎ ﺀ ر ب‬a.i.) : k e n d i n i z e k i g ö s te r m e y e

teehhiil ‫( ﺗ ﺄ ﻫ ﻞ‬a.i. ehl'den): 1. ehlileşme. 2. evlenme.

teessi ‫( ﺗ ﺄ ﻣ ﻰ‬a.i.) : 1. te s e lli v e r m e , a v u tm a .

teehhiilât ‫( ﺗﺄ ﻫ ﻼ ت‬a.i.c.): evlenmeler,

teessüf ‫( ﺗﺄ ﺳ ﻒ‬a.i. e s e f 'd e n . c. : te e s s ü f â t) : e s e f

ç a lış m a .

2. s a b r e tm e .

teehhür ‫( ﺗ ﺄ ﺧ ﺮ‬a.i. te'hir'den. c .: teehhürât): 1. sonraya, geriye kalma. 2. gecikme. Bilâteehhür: gecikmeden.

teessiifât ‫( ﻷﺳﻔﺎت‬a.i. t e e s s ü f ü n c.) : te e s s ü f le r ,

teehhürât ‫( ﺗﺄ ﺧ ﺮا ت‬a.i. teehhür'ün c .): sonraya kalmalar, gecikmeler.

teessiim ‫( ﺗ ﺄ ﺛ ﻢ‬a.i. is m 'd e n ) : g ü n a h t a n k a ç ın -

teekküd ‫( ﺗ ﺄ ﻛ ﺪ‬o.i. ekd'den): sağlamlaşma, kuvvet bulma.

teessür ‫( ﺗ ﺄ ﻣ ﺮ‬a.i.) : o y a l a n d ı r m a ; İ ş te n aliicoy-

teekkül ‫( ﺗ ﺄ ﻛ ﻞ‬a.i. ekl'den): 1. hek. yaranın, yenik gibi açılıp büyümesi, oyulup açılması. 2. eklolunma, yenme.

teessür ‫( ﺗﺄﺛﺮ‬a.i. e s r v e e s â r e t 'd e n c. : t e e s s ü r â t ) :

le n m e , k e d e r l e n m e , t a s a l a n m a ; a c ım a .

e s e f le n m e le r , a c ın m a la r , ü z ü lm e le r .

m a.

m a.

1. k e d e r l i v e ü z ü n t ü l ü o l a r a k h is le n m e , İçle n m e . 2 . b i r ş e y i n t e 's i r i n i d u y m a . 3. a c ı,

Mûcib-İ teessür : te e s s ü r e Serîü't-teessür : ç a b u k te e s s ü r e

teelliif ‫( ﺗ ﺄ ﻟ ﻒ‬a.i. iilfet'den. c .: teellüfât): alışma, hoş geçinme; bağdaşma,

keder duym a.

teelliifât ‫( ﻷ ﻟ ﻔ ﺎ ت‬a.i. teellüfiin c .): alışmalar, hoş geçinmeler; bağdaşmalar.

k a p ıl a n .

teelliim ‫( ﻷ ﻟ ﻢ‬a.i. elem'den. c .: teellümât): elemlenme, kederlenme, tasalanma, teellümât ‫( ﺗﺄﻟﻤﺎ ت‬a.i. teellüm'ün c.) ‫ ؛‬kederlenmeler, eseflenmeler, tasalanmalar. te e m m î^ b ( a .i. emet'den): câriye edinme, teemmül ‫( ﻷ ﻣ ﻞ‬a.i. emel'den. c . : teemmülât): iyice, etraflıca düşünme. Bilâ-teem m ül: düşünmeden, düşünmeksizin,

s e b e b o la n .

teessürât ‫( ﺗﺄﺛﺮا ت‬a.i. t e e s s ü r 'ü n c.) : te e s s ü r le r , ü z ü n t ü l e r , ü z ü lm e le r , a c ıla r , k e d e r le r ,

teessiir-bahş, teessiir-bahşâ ‫ ﻷﺛﺮﺑ ﺨ ﺸﺎ‬، ‫ﺗﺄﺛﺮ ﻳ ﺨ ﺶ‬ ( a .f b .s .) : h ü z ü n v e k e d e r v e r e n , ta s a y a d ü şü ren .

teessiiri, teessiiriyye ‫ ﺗﺄﺛﺮﻳﻪ‬، ‫( ﺗ ﺎ ﺛ ﺮ ى‬a.s.) : fels. d u y g u s a l , fr. affectif. teessüri vurgu : gr. d u y u ş v u r g u s u , fr. accent affectif.

teemmülât ‫( ﺗ ﺄ ﻣ ﻼ ت‬a.i. teemmül'ün c .): iyice, etraflıca düşünüp taşınmalar.

teessiiriyyet ‫( ﺗﺎ ﺛ ﺮ ﻳ ﺖ‬a.i.) : fels. .d u y g u l u l u k , d u y g u l a n m a h a li, fr. affectivité.

teemmülât-1 arn ika: derinden derine düşünüp taşınmalar.

teessüs ‫( ﺗ ﺄ ﻣ ﺲ‬o.i. e s â s 'd a n ) : 1. te m e lle ş m e ,

teemmiili ‫( ﺗﺄ ﻣﻠ ﻰ‬a.s.): fels. düşüncel, fr. İdéal,

teevvi ‫( ﺗ ﺄ و ى‬a.i. e v y 'd e n ) : o t u r a c a k y e r e d i n -

teemmiim ‫( ﻷ ﻣ ﻢ‬a.i. Umm'den): 1. ana edinme. 2. huk. çocııgun ana tarafından tanınması,

m e , y u r t l a n m a , y u r t t u t m a , b i r y e r d e y e r-

teemmiir ‫( ﻷﻣﺮ‬a.i. emr'den): âmirlik taslama, teenni ‫( ﺗﺄﻧﻰ‬a.i. enâet'den. c .: teenniyât) :'ı. yavaş gitme, yavaş hareket etme, yavaşlık; gecikme. 2. ilerisini düşünerek acelesiz, dikkatli davranma. Bilâ-teenni ‫ ؛‬dikkatsiz, ihtiyatsız olarak. teenniyât ‫( ﻷﻧﻴﺎ ت‬a.i. teenni'nin c .): acelesiz ve düşünceli davranmalar.

y e r le ş m e , k ö k le ş m e . 2 . k u r u l m a .

İe ş m e .

teevvüd ‫( ﺛ ﺄ و د‬a.i.) : e ğ r i lm e , i k i k a t o lm a , b ü k ü lm e .

teevvüh ‫( ﺗ ﺄ و ه‬a.i.c. : t e e v v ü h â t) : in l e m e , a h v a h e tm e .

teevvühât ‫( ﺗﺄوﻫﺎت‬a.i. t e e w ü h 'ü n c.) : in l e m e 1er, a h v a h e tm e le r .

teevviil ‫( ﺗ ﺄ و ل‬a.i.) : b a ş k a m â n â y a g e lm e ; m â n â s ı b a ş k a o lm a .

1231

teeyyid

teeyyüd ‫( ﻷﻳﺪ‬a.i.): kuvvetlenme, kuvvet bulma, sağlamlaşma; doğru çıkma, gerçekleşme,

tefârîk ‫( ﺗ ﻐﺎ رﻳ ﻖ‬a.i. tefrikin c .): 1. ayırmalar, seçmeler. 2. ufak tefek ?eyler. 3. az degerli hediyeler.

teezzi ‫( ﺗﺄﻧ ﻰ‬a.i. ezâ'dan): rencide olma, incinme, gönlü kırılma.

tefâsil ‫( ﺗﻔﺎ ﺻﻞ‬a.i. tafsilin e .): tafsiller, ayrıntı-

teezziir ‫( ﺗ ﺄ ز ر‬a.i.): bürünme, örtünme, (bkz : tesettür).

tefâsir ‫( ﺗ ﻐ ﺎ ﺳ ﻴ ﺮ‬a.i. tefsirün c .): Kur'ân'ı îzâh

tef ‫( ض‬fi.): 1. sıcaklık, (bkz: harâret). 2. buhar.

tefassum -

tefaddul ‫( ﺗ ﻔ ﺾ‬a.i.). (bkz : tefazzul). tefâfih ‫( ﺗﻔﺎ ﻓ ﺞ‬a.i. tuffâh'ın c .): elmalar, tefahhum ‫( ﺗ ﻔ ﺤ ﻢ‬a.i. fahm'den): kim. kömürİeşme, fr. carbonisation, tefahhur ‫( ﺗ ﻔ ﺨ ﺮ‬a.i. fahr'den. c . : tefahhurât):

lar. (bkz: tafsilât). eden kitaplar. (a.i.): kırılma, kesilme, (bkz:

infisâm).

tefâsuh ‫( ﺗﻐﺎﺻﺢ‬a.i.): fasâhatle söyleme, tefâviid ‫( ﺗ ﺪا و ل‬a.i.): faydalanma, birbirinden faydalanma.

tefâviit ‫( ﺗﺬ و ت‬a.i. fevt'den): 1. iki ?eyin birbi-

övünme, kurulma, (bkz: iftihâr, temeddüh).

rinden farklı olması, (bkz : tezâd). 2. iki ‫ ؟‬ey arasındaki fark. Bî-tefâvüt, Bilâ-tefâvüt ٠ . farksız.

tefahhurât ‫( ﺗ ﻔ ﺨ ﺮا ت‬a.i. tefahhur'un c .): övün-

tefâvüt-i hasene : hicri yıl ile, mâlî yıl ara-

meler, kurulmalar.

tefahhus ‫( ﺗﻔﺤﺺ‬a.i. fahs'den. c . : tefahhusât): inceden inceye araştırma,

tefahhusât ‫ ت‬-

(a.i. tefahhus'un c .): inceden inceye araştırmalar,

tefahhu‫'( ﺗﻔﺤ ﺶ ؟‬a.i. fuhş'dan): açık saçık, âdi kelimeler kullanma, müstehcen bir ‫ ؟‬ekilde konuşma. tefâhiim ‫ل‬٠‫( ﺗﻐﺎه‬a.i. fehm'den)anlaşma,

smdaki 1٥ gün ve yirmi bir saatlik forktan meydana gelen vâridât (gelir) farkı,

tefâyiid ‫( ﺗﻐﺎﻳﺪ‬a.i.). (bkz : tefâviid). tefâzul ‫( ﺗ ﻐ ﺎ ﺿ ﻞ‬a.i. fazl'dan. c . : tefâzıılât): 1. fazilet ve meziyet yarışına çıkma. 2. fark, mikdar fozlası.

tefâzul-ı iktidâr : fiz. potansiyel farkı, tefâzul-i İrtifâ ' : cogr. iki noktanın deniz sathından olan yükseklikleri (râkımlar) arasındaki fark.

tefâhiir ‫( ﺗ ﻔ ﺎ ﺧ ﺮ‬a.i. fahr'den. c . : tefâhürât): 1. övünme, (bkz: temeddiih). 2. övünç, (bkz: iftihâr).

tefâzuli ‫ ﺑﺎ ى‬٠‫( ﺗﻐﺎ‬a.s.): 1. tefâzula âit, tefâzul ile

tefâhürât ‫( ﺗﻔﺎ ﺧ ﺮا ت‬a.i. tefâhür'ün c .): 1. övün-

tefazzul ‫( ﺗ ﻔ ﺨ ﻞ‬a.i. fazl'dan): 1. fazilet, üstün-

meler. 2. övünçler.

tefâîl ‫( ﺗﻬﺎﺀل — ل‬a.i. tefile'nin c.) : ed. tefileler, mısrâ veyâ beytin vezin parçalan, tefalckud ‫( ﺗ ﻔ ﻘ ﺪ‬a.i. fakd, fıkdân ve fukud'dan. c . : tefaklcudât): arayıp sorma, arayıp sorulma. (bkz : cüst ü cû, tefahhus).

tefakkudât ‫( ﺗﻔﻘﺪا ت‬a.i. tefakkud'un c .): arayıp sormalar, arayıp sorulmalar,

tefakkuh e

(a.i.): 1. gül gibi açılma. 2. fıkıh öğrenme. 3. anlama, kavrama, bilme,

tefakkur ‫( ﺗ ﺾ‬a.i. fakr'den): fukarâlaşma. tefâkum ‫( ﺗﻐﺎﻫﻢ‬a.i.) : [İŞİ büyüyüp güçleşme,

ilgili. 2. i. mat. iki rakamın arasında miktarca olan farktan dogan nisbet. lük satma. 2. iyilik; bağışlama, (bkz : tefaddul).

tefci' -

(a.i. feci'den. c . : tefciât): acıtma, canını yakma; dertli klima,

tefcir -

(a.i. fecr'den) : 1. yerden su kaynatıp akıtma. 2. drenaj. 3. hek. kani veyâ cerâhati akıtmak İçin ameliyattan sonra yaranın İçine delikli borular sokma,

tefcir h avzası : cogr. boşalma havzası, tefdiye ‫( ﺗ ﻔ ﺪ ﻳ ﻪ‬a.i. fedâ'dan): canını başkasına fedâ etme, “canim sana kurban olsun’' demefkj.

tefeccu' ‫( ﺗﻬﺪﺟﻊ‬a.i.): acıma, cani yanma; dertli,

tefâkiih ‫( ﺗﻔﺎﻛﻪ‬a.i. fâkihe'den): 1. birbirine kar‫ ؟‬ılıklı yemi‫ ؟‬atma. 2. mec. şakalaşma,

tefeccür ‫( ﺗ ﻔ ﺠ ﺮ‬a.i. fecr'den. c . : tefeccürât):

tefâric ‫ ﻳ ﺞ‬٠)‫( ﺗﻨﻤﺎ‬a.i. tefrice'nin c .): yırtmaçlar; aralıklar.

1. tan yeri ağarma. 2. yerden su kaynayıp akma. 3. hek. yarılma, ‫ ؟‬atlama.

1232

kaygılı olma.

tefe'ülât

tefecciirât ‫( ﺗ ﻔ ﺠ ﺮ ا ت‬a.i. te f e c c ü r 'ü n c . ) : te fe c c iirle r.

tefehhüm ‫( ﺗﻔﻬﻢ‬a.i. f e h m 'd e n c . ) : t e f e h h i i m â t ) : y a v a ş y a v a ş a n l a m a , f a r k ı n a v a r m a . Sû-i tefehhüm : y a n l ı ş a n la m a , tefehhiimât ‫( ﺗ ﻔ ﻬ ﻤ ﺎ ت‬a.i. te f e h h i i m 'ü n c . ) : y a v a ş y a v a ş a n la m a la r , f a r k ı n a v a r m a la r ,

tefekkuh ‫( ﺗﻔﻘﻪ‬a.i. f ı k h 'd a n ) : 1. h k ı h ö ğ r e n m e . 2 . f ı k ı h d a ‫ ؟‬o k b il g il i o lm a . 3. ( b k z : t a a k k u l , te f e h h ü m ) .

tefekküh ‫ ( ﺗ ﻔ ﻜ ﻪ‬a . i . ) : 1. h o ş l a n m a ‫ ؛‬ş a ş ır m a , ( b k z : h a y r e t) .

2. p iş m â n

o lm a . 3. y e m iş

t o p l a m a ‫ ؛‬y e m iş y e m e . - z i n c i r h a l k a s ı g ib i- b i r b i r i n d e n a y r ı lm a ,

tefekkür ‫( ﺗ ﻔ ﻜ ﺮ‬a.i. f i k r 'd e n . c . : t e f e k k ü r â t ) : d ü ş ü n m e , z ih in y o rm a ‫ ؛‬d ü şü n ü lm e ,

tefekkiirât ‫( ﺗﻔ ﻜ ﺮا ت‬a.i. t e f e k k ü r 'ü n c . ) : d ü ş ü n m e le r, z i h i n y o r m a l a r ; d ü ş ü n ü l m e l e r ,

tefelluk ‫( ﺗﻔﻠﻖ‬a.i. f e l a k 'd a n ) : y a r ı l m a , ‫ ؟‬a tl a m a , ( b k z : in f il â k ) .

açılma.

teferruk ‫( ﺗ ﻔ ﺮ ق‬a.i. fark'dan) : ayrılma, dağılma.

teferruk-i ittis â l : hek. h e r h a n g i b i r s e b e p v e y â h a s t a l ı k l a c il d i n y a r ı lm a s ı,

teferriic ‫ ( ﺗﻔﺮج‬a .i .c .: t e f e r r ü c â t ) : 1. a ç ılm a , fer a h l a m a . 2 ٠g e z in ti. 3. g e z in tiy e ç ık ı p g a m d a ğ ıt m a .

teferrücât ‫( ﺗ ﻔ ﺮ ﺟ ﺎ ت‬a.i. te f e r r i i c 'ü n c . ) : 1. a ç ılfe ra h la n m a la r.

2 . g e z in tile r . 3. g e -

z in t iy e ç ık ı p g a m d a ğ ıt m a l a r ,

teferriic-gâh ‫ ( ﺗﻔﺮ ﺟﻜﺎه‬a .f .b .i.) : e ğ le n c e , g e z in t i y e r i, ( b k z : m e s ire ) .

teferriic-geh ‫( ﺗ ﻔ ﺮ ﺟ ﻜ ﻪ‬a.f.b .i.). ( b k z : te f e r r ü c g â h ).

teferrüd ‫( ﺗ ﻔ ﺮ د‬a.i. f e r d 'd e n ) : 1. h e r k e s t e n ay rılıp

te k ,

y a ln ız ,

te n h a

k a lm a .

2 . e ş s iz ,

e m s â ls iz , b e n z e r s iz o lm a . 3 ٠k e n d i b a ş ı n a

tefellüc ‫( ﺗ ﻔ ﻠ ﺢ‬a.i. f e l c 'd e n ) : 1. y a r ı l ı p ‫ ؟‬a tl a m a . 2. hek. felc o lm a , fe lc e u ğ r a m a , tefelliim ‫ ( ﺗﻔﻠﻢ‬a . i . ) : bot. m a n t a r l a ş m a , tefellüs ‫ ( ﺗﻔﻠ ﺲ‬a . i . ) : 1. İf lâ s e tm e . 2. h e k . i n s a n c i l d i n i n p u l p u l d ö k ü lm e s i, fe y le s o fla ş m a ; felsefe s ö z le r i s ö y le m e ,

tefelsüfât ‫( ﺗ ﻔ ﻔ ﺎ ت‬a.i. te f e l s i i f ü n c . ) : fe y le s o f la ş m a la r .

tefennün ‫( ﻫ ﻦ‬a.i. f e n n 'd e n ) : 1. d e ğ iş m e , ( b k z : te n e v v i i') . 2 . fe n ö ğ r e n m e ‫ ؛‬b i r ç o k ş e y le r ö ğ r e n m e . 3 ٠s ö z ü t ü r l ü t ü r l ü sö y le m e ,

tefenniin fi'1-ibâre ‫ ( ﺗﻐﻐﻦ ﻓﻰ اﻟﻌﺒﺎره‬a .c ü .) : ed. b i r d e fa s ö y le n ilm iş o la n b i r s ö z ü i k i n c i d e fa o

sö zü

k a l m a , o lm a .

Dâiye-İ teferrü d : eşi, a k r â n ı

o l m a m a k d â v â s ı, a r z u s u ,

teferrüs ‫( ﺗﻔﺮس‬a.i. f e r â s e t'd e n . c . : t e f e r r ü s â t ) : s e z m e , a n l a r g ib i o lm a .

teferrüsât ‫( ﺗﻔﺮﺳﺎت‬a.i. t e f e r r i i s 'ü n c . ) : s e z i n ti -

tefelsüf ‫( ﺗﻔﻠ ﺴ ﻒ‬a.i. fe ls e fe 'd e n . c . : t e f e l s ü f â t ) :

g e r e k in c e ,

teferruh ‫( 'ذﻧﺪرح‬a.i. ferah'dan): ferahlanma, İ‫ ؟‬İ

m a la r,

tefekkiik ‫( ﺗ ﻔ ﻜ ﻚ‬a.i. f e k k 'd e n ) : m ü n f e k o lm a ,

s ö y le m e k

alman bir mülkün ferag muâmelesini yaptırma, tapusunu kendi üzerine ‫ ؟‬evirme,

te k ra rla m a -

m a k İ‫ ؟‬i n b a ş k a t ü r l ü İfâ d e e tm e . [M e se lâ b i r s ö z d e F u z U li'd e n b a h s o l m u ş k e n t e k r a r

le r, s e z m e le r , s e z in le m e le r ,

teferrüş ‫( ﺗﻔﺮش‬a.i. f e r ş 'd e n ) : y a y ıl m a , s e r ilm e , teferriiz ‫( ﺗﻔﺮز‬a.i. İ f r â z 'd a n ) : a y r ı lm a , tefer'un ‫( ﺗﻔﺮﻋﻦ‬a.i. f i r 'a v n 'd e n ) : 1. F ir a u n la ş m a . 2. s o n d e r e c e d e k ib i r l e n m e , ( b k z : a z a m e t) , te fe s s ü h

‫( ﺗﻔ ﺴ ﺢ‬a.i. f ü s h a t 'd e n ) : a ç ıl m a , g e n iş -

le m e . ( b k z : in b is â t) .

tefessüh ‫( ﺗ ﻔ ﺴ ﺦ‬a.i. f e s h 'd e n . c . : t e f e s s ü h â t ) : 1. ç ü r ü m e ,

ç ü rü y ü p

d ö k ü lm e ,

te f e s s ü h â t

‫( ﺗ ﻔ ﺴ ﺎ ت‬a.i. t e f e s s ü h ü n c . ) : ç ü r ü -

z i k r i i c â b e d i n c e : " L e y li v ü M e c n û n ş â i r i"

m e le r, ç ü r ü y ü p

d e n il m e s i g ib i].

c i s i m l e r i n k o k u p d a ğ ıl m a s ı,

teferru' ‫( ﺗﻔﺮع‬a.i. fer'den. c .: teferruât): 1. d'allanma, dal budak salıverme. 2. bir ‫ ؟‬ok kiSimlara ayrılma. 3 . bir lcökten çıkıp ayrılma.

teferruât ‫( ﺗﻔﺮﻋﺎت‬a.i. t e f e r r u 'u n c . ) : a y r ı n t ı l a r , fr. accessoires. teferrug ‫( ﺗ ﻐ ﺮ غ‬a.i. f e r â g 'd a n ) : 1. f â r iğ o lm a , v a z g e ç m e . 2 . b i r i ş i b i t i r i p k u r t u l m a . 3. s a t ı n

b o z u lm a .

2. h e k . b i r c is m i n k o k u p d a ğ ıl m a s ı, d ö k ü lm e le r , b o z u l m a l a r ‫؛‬

tefettüt ‫( ﻫ ﺖ‬a.i. f e t t 'd e n ) : u f a k u f e k p a r ç a l a n m a , u n u f a k o lm a .

tefe'ül ‫( ﺗ ﻔ ﺄ ل‬a.i. f â l 'd e n . c . : t e f e 'ü l â t ) : 1. fa l a ç m a , f a la b a k m a . 2 . h a y r e y o r m a , u ğ u r s a m a , u ğ u r say m a.

tefe'ülât ‫( ﺗ ﻔ ﺄ ﻻ ت‬a.i. t e f e 'ü l 'ü n c . ) : 1. f e l a ç m a la r , f a la b a k m a l a r . 2 . h a y r e y o r m a la r , u ğ u r s a y m a la r .

1233

tefevvuk

‫ﻟﻔ ﺮ ق‬

te f e v v u k tü n

(a.i. f e v k 'd e n ) : iis te ‫ ؟‬i k m a , ü s -

o lm a , y ü k s e l m e . D â iy e - İ t e f e v v u k :

ü s t t e b u l u n m a d â v â s ı, İs te ğ i,

‫ﺗﻔ ﻮه‬

te f e v v iih

b i r i n i n İ f lâ s ın a h ii k m e d i lm e s i. [ b u h ü k ü m i 'l â n e d ilir ]. t e f r i ' ^ “ ( a . i . f e r 'd e n . c . : t e f r i â t ) : f e r 'l e n d ir m e .

(a.i. f e v h 'd e n . c . : t e f e v v ü h â t ) :

( b k z :f e r ') .

1. a ğ z a a lm a , s ö y le m e . 2 . m i in â s e b e ts i z s ö z

t e f r î c ^ ^ ( a . i . ) . ( b k z :te f r ih ) .

s ö y le m e , d i l u z a t m a .

te f ric e

‫ﺗ ﻔ ﻮ ﻫﺎ ت‬

te f e v v ü h â t

(a.i.

t e f e v v ü h 'ü n . c . ) :

‫ﺟﻪ‬٠‫ ( ﺗﻔﺮ‬a .i .c .: te f â ric ) : y ı r t m a ‫ ؟‬, a r a l ık , ‫( ﺗ ﻬ ﺮ د د‬a.i. f e r d 'd e n ) : 1. d ü n y â d a n g e-

te f rid

m ü n â s e b e t l i , m i in â s e b e ts i z sö z le r, b o ş b o -

‫ ؟‬ip y a l n ı z A ll a h ile m e ş g u l o lm a , k e n d i n i

g a z lık la r , d e d i k o d u l a r , c e z â y a ‫ ؟‬a r p t ı r ı l m a -

A lla h 'a a d a m a . E h l - İ t e f r i d : k ö ş e y e ‫ ؟‬e k ilip

s i n i g e r e k t ir e n s ö z le r.

ib â d e t le m e ş g u l o la n k im s e . 2. f i z . e le k t r i k -

te f e v v U z

‫ﺗﻔ ﻮ ض‬

( a . i . ) : 1. ü s t ü n e a lm a , ü z e r i n e

a lm a [ b ir İŞİ-]. 2 ٠f ı k . g a y r i m e n k u l u n ta s a i- r u f h a k l a r ı m s a t ın a lm a ,

‫ﺗﻨﻴ ﺶ‬

le n m e m e s i i s te n i le n ş e y i e l e k t r i k n a k l e d e n c is im le r d e n a y ır m a , ( b k z : te c r id ) . te f rig

‫ﺗ ﻬ ﺮد غ‬

( a .i .c .: t e f r i g a t ) : 1. d o lu k a b ı b o -

(a.i. fe y z 'd e n c . : t e f e y y i i z â t ) :

ş a l tm a ; d o lu k a b i n b o ş a l tı lm a s ı. 2 . y e m e g i

fe y iz b u l m a , ile r ile m e , y ü k s e l m e , ( b k z : te -

k o t a r m a , y e m e k k o t a r ı l m a . 3. ( f e r â g a t'd e n )

ra k k i).

f e r â g a t e t t i r m e , v a z g e ç ir m e ,

te f e y y ü z

te f e y y ü z â t

‫ﺗ ﻐﻴ ﻔﺎ ت‬

(a.i. t e f e y y ü z 'ü n c . ) : fe y iz

b u l m a l a r , ile rile m e le r , y ü k s e l m e l e r , ( b k z :

(٠‫ ( ﺗﻐﺤﻲ‬a . i . ) : k ö m ü r l e ş t i r m e , ‫ل‬٠‫( ﺗﻐﺨﻲ‬a.i. f a h m 'd e n ) : 1. b ü y ü k

te f h im

saym a,

m a : r â g i b 'd a k i " r ” n i n k a i m , re c e b 'd e lc i "r" - (a.i. f e h m 'd e n . c . : t e f h i m â t ) : a n -

la t m a , a n l a t ı l m a , b i l d i r m e , b il d i r i l m e , te f h im - i m e r â m : m e r â m ın ı a n la tm a ,

‫ﺗ ﻔ ﻬ ﻴ ﻤﺎ ت‬

(a.i. t e f h i m 'i n c . ) : a n l a t m a -

la r, a n l a t ı l m a l a r , b il d ir m e l e r , b il d ir il m e le r ,

‫( ﺗﺄﻳ ﻒ‬a.i.). ( b k z : te e f f iif ) . t e 'f î k ‫ ( ' ﻧ ﺄ ﻓ ﻚ‬a . i . c . : t e 'f î k â t ) : 1. y a l a n t e 'f î f

‫ﺗﺄ ﻓ ﻜ ﺎ ت‬

s ö y le m e .

(a.i. t e 'f î k 'i n c . ) : y a l a n s ö y le -

m e le r, y a la n l a r , İ f t i r â e tm e le r , t e f 'î l

‫ﺗﻨﺶ—ل‬

(a.i. f â l 'd e n ) : fa l a ç t ı r m a , f a la b a k -

tırm a . ( a .i . c .: t e f â i l ) : m ı s r â v e y â b e y t i n

v e z in p a r ç a s ı. te f l c i h

‫ﺗﻔﻘﻴ ﻪ‬

(a.i. f ı k h 'd a n ) : 1. f ı k ı h ö ğ r e t m e .

2. ö ğ re tm e , a n la tm a . te fk ih

‫ ( ﺗ ﻔ ﻜ ﻴ ﻪ‬a . i . ) : 1. h o ş l a n d ı r m a ; h a y r e t e d ü -

ş ü r m e . 2 . y e m iş y e d ir m e , te fk ir

‫ ( ﺗ ﻔ ﻜ ﻴ ﺮ‬a . i . ) : 1. d ü ş ü n d ü r m e , d ü ş ü n d ü -

r i il m e . 2 . fe ls . f r . id C a tio n . te f lik ^ te f lis

( a . i . ) : je o l . d i l i n i m , f r . c liv a g e .

‫ﺗﻔ ﻲ ﺳﺲ‬

(a.i. f e l s 'd e n ) : 1. b i r i s i n e " m ü f l is ''

d e m e , d e n il m e . 2 . h u k . y a r g ı ç t a r a f ı n d a n

1234

d e v r i. V a k t- İ t e f r i h : h e k . ‫ ؟‬İ‫ ؟‬e k h a s t a l ı ğ ı a ş ı s ın ı n y a p ı l m a s ı n d a n t e 's i r i n i g ö s t e r in c e y e lc a d a r g e ç e n z a m a n .

‫ س‬٠‫ض‬

te f rik

(a.i. f a r k 'd a n ) : a y ır m a , s e ç m e ,

a y ır d e tm e . M e c l i s - i t e f r i k : İ d â r e m e c lis i â z â s ı ( y ö n e tim k u r u l u ü y e s i) s e ç i m i İ‫ ؟‬i n te f r il c a

‫(" ﺷﺮﻗﻪ‬a.i. f a r k 'd a n ) : 1. a y r ı lm a , a y r ı lı k .

2.

bozuşm a,

( b k z : n if â k ) . 3. g a z e te v e y â

d e r g ile r d e k ı s ı m lc ısım ç ı k a r ı l a n u z u n y a z ı, te f rik a te n te f riş

‫ ( ﺗﻔ ﺮﻗﺔ‬a .z f .) : t e f r i k a s û r e tiy le .

‫( ﺀﺿﻴﺶ‬a.i.

fe r ş 'd e n . c . : t e f r î ş â t ) : 1. d ö ş e -

m e , d ö ş e n m e , y a y m a . 2. e v e ş y â s ın ı 'd ü z e n -

‫ﺗ ﻔ ﻌﻠ ﻪ‬

t e f 'i l e

t e f r i h ‫ ﺑ ﺮ ﺑ ﺦ‬٠ (a.i. f e r h 'd e n ) : 1. k o r k u s u z k a lm a . 2. g e liş m e , f i liz le n m e . 3 . y u m u r t a d a n

y a p ıl a h to p l a n tı .

2 . y a la n ; İ f t i r â e tm e . t e 'f î k â t

(a.i. f e r a h 'd a n ) : f e r a h l a n d ı r m a ,

g ö n ü l a‫ ؟‬m a.

‫ ؟‬i k m a z a m â n ı . D e v r - İ t e f r i h : b iy . k u l u ç k a

n i n in c e o k u n u ş u ., g ib i,

te fh im â t

‫دﻧ ﺮﺑ ﺢ‬

te frih

( b k z : ta 'z îm ) . 2. a . g r. b i r h a r f i k a i m o k u -

t e f h i m

o k u n u r , a.i. te f r i g 'i n

c . ) : 1. d o lu k a p l a n b o ş a l t m a l a r . 2 . y e m e k le r i k o ta r m a l a r .

te r a k k iy y â t ) . te fh im

‫"( ﺀﻏﺮﻳﻐﺄت‬ga" u z u n

te f rig a t

le m e . te frîş â t

‫ﺗﻐﺮﻳﻔﺎ ت‬

(a.i. te f r î ş 'i n c . ) : 1. d ö ş e m e le r ,

d ö ş e n m e le r , y a y m a la r . 2. e v e ş y â s ın ı d ü z e n le m e le r . te f rit

‫ﺗﻐﺮﻳ ﻄﻞ‬

(a.i. f a r t 'd a n ) : t e r s in e a ş ı r ıl ık , o r-

ta la m a n m

‫ ؟‬o k a lt.ın d a k a lm a .

[ " if r â t”ı n

z ıd d ı]. te fs id e

‫ ( ﺗﻔ ﺴﺪه‬f .s .) : h a r â r e t l i , İc ız g ın . ‫ ( ﺗ ﻔ ﻴ ﺪ ه دل‬a .b .s .) : y ü r e ğ i

te f s id e - d il

y a n ık ,

b a ğ r ı y a n ık . te fs id e -le b

‫ﺗﻔﺴﻴﺪه ﻟ ﺐ‬

( f .b .s .) : p e k s u s a m ış .

tegafülât

‫ﺗﻔ ﺴ ﺢ‬ ‫ﺗﻔﻴ ﻖ‬

tefsih tefsik

teftîşât

c.) : te f tiş le r ,

teftîçî

m e n s u p , te f tiş le il-

f ü c û r a s ü r ü k le m e , b ir is i n e fâ s ık , k a b a h a t li, g ü n a h k â r dem e.

tefsikat

‫ ةا ت‬٠‫ﺗﻔ ﺴ ﻞ‬

("k a” u z u n

o k u n u r,

a.i.

te f s îk 'ı n c . ) : h s k v e f ü c û r a s ü r ü k le m e l e r , 2 . K u r 'â n - ı

K e r im 'in

m ânâ

b a k ım ın d a n

îz â h ı . 3. ( c . : te f â s ir ) K u r 'â n 'ı î z â h e d e n k ita p . Hüsn-i tefsir : b i r şe y e g ü z e l, m ü n â s i p m â n â v e r m e . İlm -i te fs ir : K u r 'â n 'ı îz â h e t m e n i n y o ll a r ı m , u s u l l e r i n i b i l d i r e n ilim .

Sû-i tefsir : b i r şe y e f e n â m â n â v e r m e , tefsir-i hendesi : mat. g e o m e t r i k * y o ru m ,

‫" ﻓﺒ ﺮا ت‬

(a.i. te f s i r ‫ ؛'؛‬n i n c . ) : 1. y o r u m -

la r. 2 . K u r 'â n 'ın m â n â s ı n d a y a p ıl a n y o r u m la r.

‫ﺗﻔﺴﺮه‬

tefsire

g ili.

teftit

tefsir ‫( ﺗﻔ ﺴ ﺮ‬a.i. fe s r 'd e n . c. : t e f s i r â t ) : 1. y o r u m .

tefsirât

‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﺜ ﺎ ت‬a.i. t e f t i ş 'i n ‫ ( ' ﻧ ﻔ ﻴ ﺶ‬a . s . ) : te f ti ş e

(a.i.) : g e n iş le m e , ( b k z : te v e s s ü ') , (a.i. f i s k 'd e n . c . : t e f s i k a t ) : f is k v e

(a.i.) : hek. 1. d o k t o r u n , h a s t a n ı n

İ d r â r ı n a b a k m a s ı, i d r â r ı m u â y e n e e tm e s i.

‫ﺗﻔﺘﻴ ﺖ‬

( a . i . ) : p a r ç a p a r ç a e tm e , u n u f a k

e tm e , e d ilm e , p a r ç a l a n m a ,

teftit-i ahcâr : t a ş l a r ı n p a r ç a l a n m a s ı , teftit-i zücâc : s ı r ç a n ı n u n u f a k o lm a s ı, tefvik

‫ﺗﻌﻮﻳﻖ‬

(a.i. f e v k 'd e n ) : tar. o k ç u l u k t a , y a -

y m s o l el ile y u k a r ı y a k a l d ı r ı l m a s ı ,

te fv it ‫ﺖ‬

‫( ﺗ ﻐ ﻮ ﻳ‬a.i. f e v t 'd e n ) : g e ç i r m e ,k a ç ı r m a .

tefvit-i s a lâ t : n a m a z v a k t i n i k a ç ır m a , tefviz

‫ﺗ ﻐ ﻮﻳ ﺾ‬

( a . i . ) : 1. İh â le , s i p â r iş e tm e , e d il-

m e . 2 . d a ğ ı t ı m , ( b k z : te v z i'). 3. b i r g a y rim e n k u l ü , b i l i n e n b e d e li k a r ş ı l ı ğ ı n d a , b i r k i m s e n i n ü s t ü n e b ı r a k m a . 4. tas. h e r ş e y i A l l a h 't a n b e k le m e .

tefviz-i sa lâ h iy y e t: huk. * y e tk i v e r m e , tefviz-i ta lâ k : fer. [e s k id e n ] k o c a n ı n t a l â k ı

m uâyene

k a r ı ş ı n a v e y â ü ç ü n c ü b i r ş a h s a te v d i e tm e -

tefte ‫ ( ﺗ ﻒ‬f . s . ) : k ız m ış , k ız g ı n , h a r â r e t l i . Â hen-i te fte : k ı z m ı ş d e m ir . D il-İ te fte :

" İ r â d e e t t i g i m v a k i t e m r - i t a l â k k e n d i e lim -

2. h a s ta n ın ,

d o k to r

ta r a f ın d a n

si. [ m e s e l â : e v v e lâ k a d ı n e rk e g e h i t a b e n

o lu n a n id râ rı.

teftih

‫( ﺗﻔﺼﺢ‬a.i.

f e 'th 'd e n . c . : t e f t i h â t ) : 1. a ç m a .

( b k z : g ü ş â d ) . 2 . g e ğ ir m e ,

teftihât

‫ﺗ ﻔﻴ ﺤﺎ ت‬

(a.i. t e f t i h 'i n c . ) : 1. a ç m a la r .

2 . g e ğ ir m e le r.

‫ ﻏﻴﻖ‬٠(a.i. f e t k 'd e n ) : y a r m a , y a r ı l m a , teftik ‫( ﺗ ﻔ ﻴ ﻚ‬a.i. f e t k 'd e n ) : d it m e k , d id i lm e k , teftik

t a r a y ı p a ç m a k [y ü n , p a m u k g ib i ş e y le ri-],

teftil

‫ ل‬-‫(تغ ي‬a.i.

f e t l 'd e n ) : f i ti l y a p m a , b ü k m e ,

(a.i. f i t n e 'd e n ) : 1. f i tn e y e , f e s â d a

d ü ş ü rm e . 2 . m e ftu n , v u r g u n k lim a ,

teftir

‫ي ر‬.‫ (تف‬a .i .c . : t e f t i r â t ) : f ü t u r ,

u san ç, bez-

g in lik v e rm e .

teftirât

‫ﻣ ﺮ' ت‬

(a.i. t e f t i r 'i n c . ) : u s a n ç l a r , b e z -

‫ﺗ ﻐﻴ ﺚ‬

(a .i.): u fe k u fa k p a rç a la m a k , p a r-

tefviz-i um ûr : İ ş le ri b ı r a k m a , tefzi'

‫ﺗﻔ ﺰﻳ ﻊ‬

( a . i . ) : 1. U rk iitm e . 2. b e l i n le t m e ,

h a y r e t le b a k d ı r m a . te g a b b iir

‫( ﺗﻐﺒﺮ‬a.i.

g u b â r 'd a n ) : to z l a n m a ,

t e g a b b i i r - i m e n â h i r : h e k . tif o v e b e n z e r i b u r u n d e li k l e r i n e g ir e r e k b ir ik m e s i, te g a b iin

‫"( ﺗﻐﺎﺑﻦ‬g a" u z u n

‫ ﻏﺒﺶ‬٠(a.i.

fe tş 'd e n . c . : t e f t î ş â t ) : 1. g e re g i

g a b i i n , Y e v m ü 't - t e g a b i i n : k ı y â m e t g ü n ü , ( b k z : y e v m ü '1 - k ıy â m e ). (a.i. g a d a b 'd a n ) : g a z e b e g el-

‫ﺗﻔﻀﺮف‬

(a.i. g u d r û f d a n ) : g u d r u f l a n -

m a , k ık ırd a k la n m a .

‫( ﺗﻐﻐﻞ‬a.i. g a f le t'd e n ) . ( b k z : te g a f iil). ‫“ ( ﺗﺨﺎﻓﻞ‬g a '' u z u n o k u n u r , a .i. g a f l e t'd e n .

tegaffiil

b i r ş e y in d o ğ r u s u n u b u l m a k İ ç in h e r t a r a h

tegafiil

a r a y ı p t a r a m a . 2 ٠m u â y e n e , k o n t r o l . 3 . m ü -

‫ﺳ ﺐ‬

m e , h i d d e t l e n m e , k ı z m a , ( b k z ‫ ؛‬te g a z z iib ) .

g ib i s o r u p a r a ş t ı r m a , s o r u l u p a r a ş t ı r ı l m a ;

f e ttiş ; te f ti ş v e t a h k i k m e 'm u r u . M ahkem e-i

o k u n u r , a .i. g a b n 'd e n ) :

b i r b i r i n i a l d a t m a [a lış v e riş te ] . Y e v m - İ t e -

te g a d r u f

ç a la n m a k .

teftiş

d i l e d iğ i v a k i t k e n d i s i n i t a t l i k e d e b ilir . F a k a t e r k e ğ i n b o ş a m a h a k k i b â k id i r ] .

te g a d d ü b

g in lik le r .

teftis

v e e m r - i t a l â k k a d ı n a te f v iz e d il m i ş o l u r ‫؛‬

g ib i h a s t a l ı k l a r d a h a v a ile k a r ı ş ı k t o z l a r ı n

b ü k ü lm e .

teftin -

d e o l m a k ü z e r e n e f s im i s a n a te z v i c e t t i m ” d e y ip e r k e k d e b u n u k a b u l e ts e n i k â h s a h i h

k ı z g ı n g ö n ü l.

c . : t e g a f ü l â t ) : a n l a m a m a z l ı k t a n g e lm e ,

tegafiilât

‫ﺗ ﻐﺎ ﻓ ﻼ ت‬

(" g a '' u z u n

o k u n u r,

a.i.

te ftiş : huk. [e s k id e n ] e v k a f n e z â r e t i n d e ,

te g a f ü l'U n c . ) : y a l a n d a n g a f l e t g ö s te r m e le r ,

ş e y h i s lâ m k a p ı ş ı n a b a g i l ş e r 'î m a h k e m e .

a n l a m a m a z l ı k t a n g e lm e le r.

1235

tegallî tegalli

(a.i. g a l i y e 'd e n ) : g a liy e d e n il e n -

m is k ve a n b e rd e n m ü re k k e p g ü z e l k o k u lu s iy a h m â c u n u s ü r ü n m e ,

(a.i. g a la t 'd a n . c . : t e g a l i u t â t ) :

y a n lı ş l ığ a d ü ş m e , y a n ıl m a ,

‫ ت‬١‫ﺗﻄﻂ‬

tegallütât

(a.i. te g a llU t'U n c . ) : y a n ı l m a -

‫ ﻏ ﺎ ﻟ ﺐ‬٠("ga)'

u z u n o k u n u r , a.i.). (blcz :

tegalviin

‫ﺗ ﻐ ﻠ ﻮن‬

( a . i . ) : fiz. g a lv a n o y a p m a , p il-

le r d e n g e t i r i l e n e l e k t r i k c e r e y â m y la b i r c is t e g a m ü z ^ t o ("g a" u z u n o k u n u r , a. g a m z e 'd e n c . : t e g a m i i z â t ) : [ b ir b ir in e ]

göz

ucu

ile

i ş â r e t e tm e , e d iş m e .

‫ﺗ ﻐﺎ ﻣ ﺰا ت‬

e tm e le r , e d iş m e le r.

‫ﺳ ﺞ‬ ‫ت‬-

(a.i. te g a n n iic 'U n c . ) : n a z -

l a n m a la r . ‫ ؟‬ir m e .

m a . ( b k z : ig t ir â b ) . ( a . i .c .: t e g a r r U d â t ) : k u ş u n , lâ tif ,

tegarrüdât

‫ ت‬١‫ﺗﻐﺮد‬

(a.i. t e g a r r ü d 'U n c . ) : k u ş l a -

(a.i.):

‫ﺗ ﻐ ﺮ ر‬

g u ru r la n m a ,

(b k z :

o l m a h â li , ( b k z : te ş e c c iir).

tegassun -

(a.i. g a y m 'd a n . c. : te g a y y ü m â t) :

te g a ^ ü m â t

‫( ﺗ ﻐ ﻴ ﻤ ﺎ ت‬a.i. te g a y y ü m 'i i n c.) : b u -

tegayyiir

‫ددر‬

tegayyiiz

‫( ﺗ ﻐ ﻴ ﻆ‬a.i. g a y z 'd e n . c . : te g a y y ü z â t) :

(a.i. g a y r 'd e n ) . ( b k z : ta g a y y iir ) .

‫ت‬-

tegayyüzât

(a.i. te g a z z iil'U n c.) ‫ ؛‬h id -

d e tle n m e le r , k ız m a la r . (a.i. g a z a b 'd a n ) : g a z e b e g e lm e ,

g a z e p le n m e , ö f k e le n m e , te g a y y iiz ).

( b k z : te g a d d iib ,

t e g a z z i i l J j j ” (a.i. g a z e l'd e n . c . : t e g a z z i i l â t ) : g a z e l s ö y le m e . 2 . e d . g a z e l t a r z ı n d a ş i ir

yazm a. ‫( ﺗ ﺒ ﺮ ﻻ ت‬a.i. t e g a z z iil 'ii n c . ) : 1. g a z e l

s ö y le m ‫ ؟‬ler. 2 . g a z e l t a r z ı n d a ş i i r y a z m a la r ,

‫ل)ل‬

tegerg 3 ( f .i . ) : [y a g a n ] d o lu . B ârân ü teg e r g : y a g m u r v e d o lu . ‫ ( ﺗ ﺜ‬f .i . ) : s a k a l ı y e n i ‫ ؟‬ik m a y a b a ş l a y a n

teh

،‫ ( ى‬f .i . ) : 1.

d ip . ( b k z : b ii n , k a'r).

teh-i d e r y â : d e n i z i n d ib i. 2. k a t , m e r te b e ,

(a.i. g ı ş â e 'd e n ) : 1. b ü r ü n m e , ö r2 ٠( g a ş y 'd e n )

k e n d in d e n

ge‫ ؟‬m e.

( b k z : tag şiy e* ).

‫ﺗﻔ ﻮ ط‬

tehâbb ‫ ﺟ ﺎ ب‬٠ ( a . i . ) : s e v iş m e , d o s t l u k p e y d â tehabbür

‫ﺗﺦ>—و‬

(a.i. h a b e r 'd e n ) : iy i b il m e ,

e s â s ın ı b ilm e .

tegassiil J j j (a.i. g a s l v e g u s l 'd e n ) : y ık a n m a ,

(a.i. g a i t a 'd a n ) : b ü y ü k a p te s

bozm a.

tegavvül

‫ص‬

e tm e .

(a.i. g u s n 'd e n ) : d a l l a n m a , d a l

b u d a k p e y d â e tm e .

tegavvut

a .i.c .:

teh-i kâçâne : k ö ş k k a ti ,

‫( ﺗ ﻐ ﺮ س‬a.i. g a r s 'd a n ) : [a g a ‫ ] ؟‬d i k i l m i ş

tiin m e .

o k u n u r,

teh-i ‫ ؟‬â h : k u y u n u n d ib i,

ig t ir â r ) .

tegaşşî -

("g a" u z u n

‫ﺗ‬

g e n ‫ ؟‬, ( b k z : şâb b -1 e m r e d ) .

r i n ö tm e le r i.

tegarriir

o k u n u r , a.i.

b u l u t l a n m a , ( b k z : te s e h h iib ).

tegil ‫ﲁ‬

h o ş v e n a ğ m e l i b i r ş e k i ld e ö tm e s i,

tegarrüd-i h e z â r : b ü l b ü l ü n ö tm e s i,

tegarriis

‫ﻰ ﻳ ﺄ‬

tegazzülât

tegarrüb ‫( و ر ب‬a.i. g u r b e t 'd e n ) : g u r b e t e ‫ ؟‬ık -

‫ﺗﻔﺮد‬

("g a ” u z u n

t e g a y i i z â t ) : k a r ş ı l ı k l ı k ız ı ş m a , ö f k e le n m e ,

1.

t e g a r b i i l ‫( ﺗ ﻐ ﺮ ﺑ ﻞ‬a.i. g ı r b â l 'd e n ) : k a l b u r d a n g e -

tegarriid

‫ﺗ ﻐﺎﻳ ﺮا ت‬

tegazzüb -

(a.i. g a n c 'd a n c.: t e g a n n U c â t ) :

n a z la n m a .

tegannücât

a .i.c .:

h id d e t l e n m e , k ız m a , ( b k z : te g a z z ü b ).

("g a" u z u n o lc u n u r . a.i.

te g a m ü z 'i i n c . ) : b i r b i r i n e g ö z u c u ile i ş â r e t

teganniic

o k u n u r,

lu t l a n m a l a r . ( b k z : ta g a y y ü m â t) .

m i n e le k t r i k le n m e s i.

tegamiizât

(“g a ” u z u n

te g a y iir 'U n c.) ‫ ؛‬z ıt o lm a la r , b a ş k a t ü r l ü l ü k le r, u y m a m a la r .

tegayyiim

m u g a le b e ).

1236

tegayiirât

tegayüz

la r.

tegaliib

‫ص‬

t e g a y ü r â î ) : z ıt o lm a , b a ş k a t ü r l ü o lm a , u y m a m a , .( b k z : m u g a y e r e t) .

tegalliif-i em'â : hek. b a g i r s a k d o la ş m a s ı,

‫ﺗ ﻐﻠ ﻂ‬

d e r i n e d a lm a . 2 . b i r ş e y in e s â s ın ı a r a m a ,

tegayiir

tegallüf ‫( ' دﻟ ﻒ‬a.i. g ı l â f 'd a n ) : k ı l ı f l a n m a . tegalliit

tegav ٧ ür ‫( ' د و ر‬a.i. g a v r 'd e n ) : 1. d e r i n d a lm a )

tehabbüs -

(a.i. h a b s 'd e n ) : k e n d i n i b i r

y e re k a p a m a .

tehâcî ‫ ﻫﺎﺟﻰ‬٠(a.i. h e c â 'd a n ) : 1. h ic v e t m e . 2 . h ic iv le ş m e . t e h â c ü m ^ ^ ( a . i . h ü c û m 'd a n . c . : t e h â c ü m â t ) : 1. [b irlik te ] h ü c û m e tm e , s a l d ı r m a . 2 . ü ş ü ş -

( a . i . ) : r e n k t e n r e n g e g ir m e .

m e , to p la ş m a .

teheccî

‫ﺗ ﻬﺎ ﺟ ﺴﺄ ت‬

tehâcümât

1. [ b irlik te ]

(a.i.

hücûm

t e h â c ü m 'ü n

e tm e le r ,

c.) :

s a l d ır ı ş l a r .

2 . ü ş ü ş m e le r , to p l a ş m a la r , ( b k z : t e h â f ü t 1).

tehâdu'

‫ﺗ ﺨﺎ د ع‬

(a.i.) : a l d a n m a m ı ş i k e n a ld a n -

m ı ş g ib i g ö r ü n m e .

‫ﺗ ﺤﺎد ب‬

tehâdiib

h a d d ü b ).

tehâfiit

(a.i.) : 1. b i r b i r i ü s t ü n e a tı lm a ,

( b k z : t e h â c ü m ) . 2. b i r ş e y i n h ı r s l a ü z e r i n e d ü ş m e . 3. k e n d i n i p e y d e r p e y b i r ş e y e ‫ ؟‬a r p m a.

tehâfütü'1-felâsife (f e y le s o f la rı h ı r p a l a m a ) : G a z â l i 'n i n m e ş h u r e s e r i,

tehallüf ‫( ﺗ ﺨ ﻠ ﻒ‬a.i.) : différenciation.

‫( ﺗﺨﻠ ﺺ‬a.i.

tehalliis tehâhif

u y g u n s u z lu k ,

fels.

h u lû s 'd a n ) . ( b k z : ta h a l lü s ) .

(a.i. h a l f 'd e n ) : h â k i m i n i k i ta -

r a f a d a y e m i n v e r d i r m e s i,

tehâhif

(a.i. h u l f 'd e n . c. : te h â l ü f â t ) : b ir -

b i r i n e z ıt o lm a , b i r b i r i n e u y m a m a ,

tehâliik

‫ﺗ ﻬﺎﻟ ﻚ‬

(a.i. h e l â k 'd a n . c. : te h â l ü k â t ) :

c a n a tm a ; b i r b i r i n i it i p ç iğ n e y e r e k k o ş u ş m a ; is te k le a tı lm a .

‫ﺗ ﻬﺎﻟ ﻜﺎ ت‬

tehâlükât

(a.i. t e h â l ü k 'ü n c.) : c a n a t-

m a l a r ; b i r b i r i n i itip ç iğ n e y e r e k k o ş u ş m a la r ; is te k le a tılm a la r .

tehâmî

‫ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﻰ‬

s a k ı n m a . 2 . a v u lc a tlik e tm e ,

‫ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﻴﺎ ت‬

tehâm iyât

(a.i. t e h â m i 'n i n c.) : 1. k e n -

d in i k o ru m a la r, s a k ın m a la r. 2. a v u k a tlık e tm e ç a lış m a la r ı.

‫ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﻖ‬

tehâmuk

d ö lc m e , k e n d i n i a h m a k g ö s te r m e ,

tehanniin

‫ﺗﺤﻦ‬

(a.i. h a n i n 'd e n ) : ‫ ؟‬o k a r z u , is te k

g ö s te r m e ; g ö r e c e ğ i g e lm e , ( b k z : ta h a s s ü r ) ,

tehâriic

‫ﺗﺨﺎرج‬

(a.i.) : 1. ç ık ış m a . 2. fık. o r t a k l a -

r m , b i r k ı s m ı a k a r , b i r k ı s m ı a r â z î v e b â z ıs ı d a p a r a ü z e r i n e y a p t ı k l a r ı a n la ş m a ,

tehârüm

‫ﺗ ﻬﺎ ر م‬

(a.i. h e r m 'd e n ) : g e n ‫ ؟‬o l d u ğ u

h a l d e k e n d i n i y a ş l ı g ö s te r m e , i h t i y a r g ib i

‫( ﺗﺨﺎرش‬a.i.)

: h ı r ı l d a ş ı p d a la ş m a ,

tehârüş-i kilâb : k ö p e k l e r i n h ı r ı l d a ş a r a k d a -

‫ﺗﺤﺎﻣﻴﻦ‬

(a.i.) : müz. e s k i A r a p m ü z i ğ i n -

d e e s a s İ â h n i g ü z e ll e ş t ir m e k ü z e ı'e k u l l a m la n sü s n o ta la r ın ın m e c m û u n a v e rile n b ir ad.

teh â şî

‫( ﺗﺤﺎﺷﺎ‬a.i.). ( b k z : tehâşî). ‫( ﺗﺤﺎﺷﻰ‬a.i. h a ç y 'd e n ) : k o rk u p

çe k in m e ,

s a k ın m a , ( b k z : ih tirâz). B î - t e h â ç î : ‫ ؟‬ek in m ed en , sa k ın m a d a n .

‫ﺗ ﺨﺎ ﻃ ﺐ‬

te h â tu b

(a.i. h a t b 'd e n ) : h ita p la çm a .

( b k z : m u h â ta b a ).

‫ﺗﻬﺎون‬

t e h â v iin

(a.i. h e v n 'd e n ) : e h e m m iy e t v e r-

m em e , m U h im sem e m e, a ğ ır d a v r a n m a , h a fifsem e. t e h â v iir teh âyâ

‫ﺗﺤﺎور‬ ‫ﺗ ﺤﺎﻳﺎ‬

(a.i.). (b k z : m u h âvere). (a.i. te h iy y e 'n in c . ) : se lâ m la r ‫؛‬

h a y ırd ııâ la r.

‫ﺗ ﺨﺎﻧ ﻞ‬

te h â zü l

( a .i.) : s a v a şta n k a ‫ ؟‬ıp g e ri d ö n -

m e.

‫ ( ﺗﻬﺠﻴﻦ‬a .i.) : 1 .

t e h c in

d e d ik o d u y a p m a . 2 . m iis-

teh cen , a çık , ed ep d ışı sa y m a , t e h c ir

‫( ﺗﻬﺠﻴﺮ‬a.i. h ic r e t 'd e n ) : g ö ç ettirm e, ‫ ( ﺗﻬﺠﻴﻪ‬a .i.) : h ecelem e, (b k z : teh ecci).

t e h c iy e

‫ﺗﻬﺪﻳﺪ‬

(a.i. h ü d û d 'd a n . c . : t e h d id â t ) : b i-

r in in g ö z ü n ü k o rk u tm a , g ö z ü k o rk u tu lm a , g ö z d ağı. t e h d îd - â m îz

‫ﺗﻬﺪﻳﺪ آﻣﻴﺰ‬

( a .f.b .s .): teh d itle k a r i-

şık.

‫ﺗ ﻬ ﺪﻳ ﺪا ت‬

(a.i. te h d id 'in c . ) : g ö z ü n ü

k o rk u tm a la r, g ö z d a ğ ı verm eler, t e h d id e n

‫ ( ﺗﻬﺪﻳﺪا‬a .z f .) : k o rk u ta ra k , k o rk u tm a k

İçin. t e h d id - k â r

‫ﺗ ﻬ ﺪﻳ ﺪ ﻛﺎ ر‬

( a .f.b .s .): k o rk u ta n , g ö z-

d a ğ ı veren . t e h d îd - k â r - â n e

‫ﺗ ﻬ ﺪﻳ ﺪ ﻛﺎ راﻧ ﻪ‬

( a .f.z f.) :

tehdit

ed ercesin e.

‫ﺗﻬﺪﻳﻢ‬

(a.i. h e d m 'd e n ) : y ık m a , y erle b ir

‫ﺗﻬﺪﻳﻦ‬

( a .i.) : ç o c u ğ u a v u tm a , g iize l sö z-

t e h d im

t e h d in

lerle s u stu rm a ; y a la n d a n y ü z e g ü lü p m e d h e tm e.

İa ş m a s ı.

tehâsîn

(a.i. h a s e d 'd e n ) : h asetleçm e.

etm e.

g ö rü n m e .

tehârüş

‫ﺗ ﺤﺎ ﻣ ﺪ‬

( b k z : m u h â sed e).

t e h d id â t

(a.i. h u m k 'd a n ) : a h m a k l ı ğ a

(a.i. h a s m 'd a n ) : h u sû m ette,

d ü ş m a n lık ta b u lu n m a , (b k z : m u h â sa m a ).

t e h d id

(a.i.c. : te h â m iy â t ) : 1. k e n d i n i

‫ﺗ ﺨﺎ ﺻ ﻢ‬

t e h â s ıım

teh âşâ

‫ﺗ ﻬﺎﻓ ﺖ‬

(a.i.): y a s tığ a d a y a n m a , (b k z :

teve ssü d ).

t e h â s iid

(a.i.) : k a m b u r la ş m a , ( b k z : ta -

‫ﺗﺤﺴﺐ‬

t e h a s s iib

t e h d iy e

‫ﺗﻬﺪﻳﻪ‬

(a.i. h e d y v e h id y e t 'd e n ) : h e d iye

v e rm e , b a ğ ış la m a , (b k z : İhdâ). te h e cci

‫ﺗﻬﺠﻰ‬

(a.i. h e c â 'd a n ) : h ecelem e, ( b k z :

teh ciye).

1237

»ehetcUd

‫ﺗﻬﺠﺪ‬

te h e c c ü d

(a.i. h e c d 'd e n ) : 1. g e c e u y a n ı p

‫ا‬٠‫( ﺗﻪﺀج‬a.i. h ü c û m 'd a n )

te h e c c iim

: h ü c û m e tm e ,

‫ ى‬٠‫ﺗﻬﺎ‬

( a . i . ) : h i d â y e t le n m e , d o ğ r u y o la

g ir m e .

‫ ل‬٠‫ ( ﺗﻬﺎ‬a . i . ) : s a r k m a , te h e d d ü m ‫ ( ﺗ ﻬ ﺪ م‬a .i . ) :

te h e d d ü l

‫ﺗﻬﻚ‬

te h e k k iim â t):

y ık ılm a ,

teheyyiicât 0 ‫( ﻟﻬﻲﺀﺟﺎ‬a.i. teh eyyiic'ü n c.) : heye-

(a .s ü l.:

1. alay ,

hekem e.

i.c .:

teheyyücât-1 miitevâliye : d evam lı heyecan-

e ğ le n m e .

2. g ö rü -

e ğ le n m e . 3 . e d . t a 'r îz 'in te 's ir li o l a n k ıs m ı . M e s e lâ : “E d e b iy y â t ı t u t u p b o ğ d u g ü r û h - i k u d e m â / O k u y u n siz d e o n u n c â n ı n a e y g e n ‫ ؟‬ü d e b â " b e y t i n d e o l d u ğ u g ib i,

‫ﺗ ﻬ ﻜ ﻤﺎ ت‬

(a.i. t e h e k k i i m 'ü n c . ) :

1. a la y la r, e ğ le n m e le r . 2. c id d i t a v ı r t a k ı n a -

‫ﺗﻬﻜﻤﺄ‬

(a.zf.) : t e h e k k ü m s û r e tiy le ,

a la y İ‫ ؟‬in .

‫ل‬٠‫ﺗﻬﺎ‬

( a . i . ) : y ü z ü g ü lm e , k e y if li o lm a ,

te h e m te n -

( f .s .) : i r iy a r ı , b o y lu b o s l u y i-

g it. T e h e m -te n

‫ﺗﻬﻤﺘﻦ‬

( f .h . i .) : E s k i I r a n k a h r a m â m

Z a l o ğ lu R ii s te m 'in lâ k a b ı, t e h e m t e n - t e n ‫ﺗﻦ‬

lanm alar.

teheyyüci (a.s.) : fels. h eyecanla ilgili, fr. émotionnel. teheyyiim ‫إ‬٠‫( ﺗﻬ ﺲ‬a.i.) : şaşm a, şaşıp kalm a, (bkz : tahayyür).

tehezziic ‫( ﺗﻬﺰج‬a.i.) : m ak am la şark ı söylem e, tehezzüz ‫( ﺗ ﻴ ﺮ ز‬a.i.) : h a fif titrem e, deprenm e, (bkz : ihtizâz).

r a k e ğ le n m e le r .

te h e lliil

‫ﺗﻬﻤﺘﻦ‬

(f.b .s.) : te h e m t e n te n l i,

te h e n n iic ‫( ﺗ ﻬ ﻨ ﺞ‬a .i.): h e k . ‫ ؟‬o c u ğ u n , a n a ra h m i n d e c a n l a n ı p k ım ı l d a m a s ı ,

tehi ‫( ص‬f.s.) : 1. boş. (bkz : hâlî). 2. zf. boşun a. 3. hünersiz, m ârifetsiz; b ilgisiz. 4. zf. boşu boşuna, nâfile.

‫( ﺗﻬﻰ‬f.b.s.) : eliboş, züğürt, tehi-destân ‫( ﺗﻬﻰ د ﻗ ﺎف‬fb .i. tehi-dest'in tehi-dest ‫د ت‬

tehi-desti ‫( "دص د س‬f.b.i.) : zü ğü rtlü k, tehî-gâh ‫( ﺗ ﻬ ﻜﺎه‬f.b.i.) : boş böğür, tehi-geh ‫( ﺗ ﻬﻜ ﻪ‬f.b.i.). (bkz : tehî-gâh). tehlkls ‫ي ؟‬ fakir.

C ik la rla ş i d d e t l i k a ş ı n t ı y a p a n b i r c ilt h a s -

te'hîl ‫ﻞ‬

ta lığ ı.

‫ﺗ ﻬﺘ ﻚ‬

(a.i. h e t k 'd e n ) : ı . y ı r t ı l m a .

2. a ln m m d a m a n ‫ ؟‬a tla m a , u ta n m a z lık ta n ü z ü n tü d u y m a m a .

c.) :

eliboşlar, züğürtler,

t e l ı e r r ü ş ‫ ( ﺗﻬﺮش‬a . i . ) : h e k . k ü ç ü k k ü ç ü k k a b a r -

te h e ttiik

c. :

(b k z :

n ü ş t e c id d i, h a k i k a t t e a la y d a n İ b â r e t o la n

te h e k k iim e n

(a.i. heyecân'dan. teheyyücat) : heyecan lan m a, coşm a,

canlan m alar, coşm alar. r

te h e k k ü m â t

teheyyiic

teheyyiic kabiliyyeti : h eyecan lilik.

sO lp ü m e .

in h i d â m ) . te h e k k ü m

teheyyiib ‫( ﺗ ﻬ ﻴ ﺐ‬a.i. heybet'den) : korkutm a; korkm a.

s a l d ır m a ; a c e le g itm e . te h e d d i

teheyyiiat ‫( ﺗﻪ؛_ؤا ت‬a.i. te h e y y ü u n c.) : hazırlanm alar.

n a m a z k l i m a . 2 . g e c e n a m a z ı,

‫( ﺗﻬﻰ‬f.b.s.) : “ boş k eseli'' : ‫ ؟‬ok

‫ﺗﴼﻓ‬

(a.i.) : 1. m isâfire : “ hoş geld in iz!” demelc olan “ehlen ve sehlen'' cü m lesin i söylem e. 2. ehliyetli k lim a. 3. lâyık , m üstah ak görm e, görülm e. 4. ü rk e k liğ in i giderm e, alıştırm a.

te h e v v u '

tehim ‫ذﻫﻴﻢ‬٠(a.s. töhm et'den) : kabahatli,

te h e v v iid

tehi-magz ‫ﻏﺰ‬٠‫( ص‬f.b.s.) ‫ ؛‬b o şk afalı, beyinsiz,

‫ ( ﺗﻬﻮع‬a . i . ) : k u s m a , ( b k z : İ s tif râ ğ ). ‫ ( ﺗﻬﻮد‬a . i . ) : Y a h u d i o lm a , t e h e v v i i m ‫ ( ﺗﻬﻮم‬a . i . ) : h a f i f u y k u , ı m ız g a n m a , ( b k z : s in e , te h v im ) . te h e v v ü r

‫ﺗﻬﻮر‬

(a.i. h e v r 'd e n . c . : t e h e v v ü r â t ) :

ö fk e le n m e , k ö p ü rm e . te h e v v iir â t

‫ﺗﻬﻮرات‬

(a.i. t e h e v v ü r 'ü n c . ) : ö f k e -

le n m e le r , k ö p ü r m e le r . te h e y y u z

‫ﺗ ﻬﻴ ﺾ‬

(a .i.) : h e k . k ır ık k e m iğ in k ay -

n a y ıp b itiş m e s i. te h e y y ii'

1238

‫ ( ﺗﻪ؛ؤ‬a . i . c . : t e h e y y ü â t ) : h a z ı r l a n m a .

tehimagzi ‫ﻣ ﻐ ﺰ ى‬

SU‫ ؟‬İU.

‫( دﻫﻰ‬f.b.i.) : b o şk afalılık . be-

yin sizlik.

tehi-mi'degân ‫ﻣﻌﻠﻜﺎ ن‬

‫( ﺗﻬﻰ‬f.a.b.s.) : m idesi boş

olanlar, açlar.

tehî-miyân ‫ ا ن‬٠ ‫( ﺗﻬﻰ‬f.b.s.) : İ‫ ؟‬İ boş. tehî-miyânî ‫( ص ﻫﺎذى‬fb.i.) : İ‫ ؟‬İ boşluk, İ‫ ؟‬İ boş olm a. t e ' h î r ^ ü (a.i. ahar'dan. c. : te'hîrât) : sonraya, geriye bırakm a, gecikti.rme, geciktirilm e.

tehzim te 'h îr-i İc râ (yürü tm enin d u rd u ru lm a sı): istek üzerine dâvâ m evzuu bulunan b ir kara rm yü rü tü lm esin i durdurm a, te 'h îrâ t ‫( ﺗ ﺄ ﺧ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. te'h îr'in c .) : son raya bırakm alar, geciktirm eler, geciktirilm eler, te h iy y â t ‫( ﺗ ﻬ ﻴ ﺎ ت‬a.i. tehiyye'nin c .) : hazırlam alar, h azırlan m alar, [ a s il: “tehyiât') dır], ( b k z : tehyiât). te h iy y e ‫( ﺗﻪ؛ه‬a .i.c .: te h iy y â t): 1. selâm . 2. selâm verm e. 3. h ayır duâ etm e. 4. beka, m iilk, m âlikiyyet. te h iy y e tü 'l- m e s c id : m escide girin ce oturm adan k lim a n ik i rekât n âfile nam azı, ( b k z : tehyie).

‫( ﺗﺤﻴ ﺖ‬a.i.). (bkz : tehiyye). te h lik ‫( ﺗ ﻬ ﻠ ﻚ‬a .i.): öldürm e, ( b k z : İhlâk). te h lik e ‫( ﺗﻬﻠﻜﻪ‬a.i. helâk'dan). (bkz : tehlüke). te h lil ‫( ﺗ ﻬ ﻠ ﻴ ﻞ‬a.i. hell'den. c . : te h lilâ t): İslâm te h iy y e t

d in in in tevhit akidesin i hulâsa eden "Lâîlâh e illa llâ h '' sözünü tekrarlam a, te h lilâ t ‫( ﺗ ﻬ ﻠ ﻴ ﻼ ت‬a.i. teh lil'in c . ) : “ L â-îlâh e illa llâ h ” sözlerini söylem eler, te h lil-h â n ‫( ﺗ ﻬ ﻠ ﻴ ﻞ ﺧ ﻮ ا ن‬a.f.b .s.): tehlileden, "İâilâh e-İllallâh " sözünü m ak am la okuyan, ( b k z : m ühellil). teh liik e ‫( ﺗ ﻬ ﻠ ﻜ ﻪ‬a.i. h e lâ k 'd a n ): tehlike; b ir ‫ ؟‬ey in veya b ir k im sen in varlığın ı, güvenliğin i tehdit eden durum , teh n iye

‫( ﺗﻬﻴﻪ‬a.i.). (bkz : tehniyet).

te h n iye t (a .i.): tebrik etm e, ku tlam a; "h o ‫ ؟‬geldin!” deme, te h rib

‫( ﻟﻬﺮﻳﺐ‬a .i.): kaçırm a, kaçırılm a,

te h rim ‫( ﺗ ﻬﺮﻳﻢ‬a .i.): kocaltm a, te h tik ‫ﻟ ﺶ‬- ‫( ﺗﻬﺐ‬a.i. h e tk 'd e n ): 2. nâm usa halel getirm e, te h vi'

1. yırtm a.

‫( ﺗﻬﻮﻳﻊ‬a .i.): ku stu rm a, ku stu ru lm a,

te h v id ‫( ﺗ ﻬ ﻮ ﻳ ﺪ‬a.i. h e v d 'd e n ): Y ahu dileştirm e, Y ah u dileştirilm e. te h v il ‫( ﺗﻬﻮﻳﻞ‬a.i. hevl'den. c . : te h v ilâ t): korkuya düşürm e. te h v ilâ t ‫( ﺗﻬﻮﻳﻼت‬a.i. teh vil'in c .) : k orku ya dü‫ ؟‬ürm eler. te h v im ‫( ﺗ ﻬ ﻮ ﻳ ﻢ‬a .i.): ım ızganm a; h a fif uyku, ( b k z : tehevvüm ). te h v in ‫( ﺣﻮﻳﻦ‬a.i. hevn'den. c . : te h v in â t): 1. ehvenleştirm e, ehvenleştirilm e, kolaylaştırm a, kolaylaştırılm a; hafifletm e, h afifletilm e;

ucuzlatm a, ucuzlatılm a. 2. alçaltm a, alçaltılm a. te h v ln â t ‫( ﺗﻬﻮﻳﻨﺎت‬a.i. tehvin 'in c .) : 1. ehvenle‫ ؟‬tirm eler, ehvenleştirilm eler, kolaylaştırm alar) k o laylaştın lm alar; hafifletm eler, hafifletilm eler; ucuzlatm alar, ucuzlatılm alar. 2. alçaltm alar, alçaltılm alar. teh vîç ‫( ﺗﻬﻮﻳﺶ‬a .i.): k a rm a k arışık etm e, (b k z : teşviş). teh viye

‫( ﺗﻬﻮﻳﻪ‬a.i. h e v â 'd a n ): h avalan d ırm a.

t e l ı y î '- ( a . i . ) . ( b k z :tehyie). te h y iâ t ‫( ﺗ ﻬﺒﺎ ت‬a.i. tehyie'nin c . ) : hazırlam alar, h azırlan m alar. te h ylb ‫( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺐ‬a .i.c .: te h y lb â t): heyb etli gösterm e, gösterilm e. te h y lb â t ‫( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺒ ﺎ ت‬a.i. teh ylb'in c.) ‫ ؛‬heybetli gösterm eler, gösterilm eler, te h ylc ‫( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺞ‬a.i. heyecân'dan. c . : te h y lc ât): h eyecan lan dırm a, coşturm a, te h y lc ât ‫( ﺗ ﻬ ﻴ ﻴ ﺠ ﺎ ت‬a.i. tehyic'in c .) : heyecanlan d ırm alar, coşturm alar, te h yie ‫ﻬ ﺒ ﻪ‬ lanm a.

‫( ﺗ‬a .i.c .: te h y iâ t): hazırlam a, hazır-

te h zlb ‫ﻬ ﻨ ﻴ ﺐ‬ düzeltm e; etm e.

‫ ( ﺗ‬a .i.c .: te h z ib â t): 1. ıslâh etm e, tem izlem e.

2. çocu ğu

adam

te h z lb -i a h l â k : ah lâk ı düzeltm e, te h zib ât ‫( ﺗ ﻬ ﻨ ﻴ ﺒ ﺎ ت‬a.i. tehzib'in c . ) : ıslâh etm eler, düzeltm eler; tem izlem eler, te h zic ‫( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﺢ‬a .i.c .: te h z icâ t): m ak am la şarkı söylem e, ( b k z : tehezzüc). te h zicât ‫( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﺠﺎ ت‬a.i. tehzic'in c .) : m akam la şark ı söylem eler. te h z il ‫( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﻞ‬a .i.c .: te h z ilâ t): 1. zayıflatm a. 2. alaya alm a; hezil, alay şekline koym a. 3. ed. ciddi b ir esere lâtife tarzın d a nazire yazm a, [meselâ : "D ağ ıttın hâb-1 nâz-1 y âri ey feryâd; neylersin? / Edip seyrangehim yekser h arâb-âbâd, neylersin?" m a tla ım n : "D ağ ıttın arp a v ii b u ğd ayım ı ey bâd, neylersin? / Ed ip harm engehim yekser harâbâbâd, neylersin?'' ‫ ؟‬ekline sokulm ası gibi]. te h z ilâ t ‫( ﺗ ﻬ ﺰ ﻳ ﻼ ت‬a.i. teh zil'in c .) : 1. zayıflatm alar. 2. alaya alm alar, hezil, alay şekline koym alar. te h z lm ‫( ﺗﻬﻈﻴﻢ‬a.i. h a z m 'd e n ) : hek. 1. Silctırm a, sık ıştırm a. 2. h ü lâ s a s ı (*özeti) a lın a c a k b ir

1239

tehzîz m ad d eyi 35-40 derecede ısıtılm ış su İçinde bırakm a.

tehziz ‫( ﺗﻬﺰﻳﺰ‬a.i.c. : tehzizât) : hareket ettirm e, h a fif titrem e, titretilm e, tirm eler, h a fif titretm eler, titretilm eler.

tek ‫( ﺗ ﻚ‬f.i.) : koşm a, seğirtm e, tek ü dû, tek ü pûy, tek ü tâz : öteye beriye

‫( ﺗ ﻜ ﺎ ﻳ ﻤ ﻒ‬a.i. t e k l i f i n c.)

: 1. te k l if le r .

2 . v e rg ile r .

tekâlif-i ayn ice : eko. m ü k e l l e f l e r i n ç a h s î d u r u m l a r ı n a z a r a a l ı n m a k s ı z ı n m ü l k iy e t le r i a l t m d a b u l u n a n e m v â l v e k ı y m e t l e r ü z e r i n d e n a l ı n a n v e rg i.

koşuşm alar.

‫( ﺗﻘﺒﻞ‬a.cü.) : "A llah

kabu l et-

sin!'' m ân âsın a gelir.

tekâlîf-i em iri^e : h ü k ü m d â r ı n k e s t iğ i v e rgi.

tekabbuh ‫( ﺗ ﻘ ﺒ ﺢ‬a.i. kubh'dan) : ‫ ؟‬irk in görm e, k ötü saym a.

tekabkub

‫ " ( ﺗ ﻘ ﺎ ﻟ ﺐ‬k a " u z u n o k u n u r , a .i. t a k l î b 'i n

c.) : ‫ ؟‬e v ir m e le r , d ö n d ü r m e l e r ‫ ؛‬İ‫ ؟‬İ d ı ş a ‫ ؟‬e v ir m e le r .

tekâlif

tehzizât ‫( ﺗ ﻬ ﺰﻳ ﺰا ت‬a.i. tehziz'in c.) : hareket et-

tekabbelallah ‫اﻟﻠﻪ‬

tekalib

tekâlif-i harbice : sa v a ? s ı r a s ı n d a a l m a n fe v k a lâ d e v e rg i.

‫( ﺗﻘﺒﻘ ﺐ‬a.i.) : b a ğ ırsak la rla gazların

yap tığı gu rultu.

tekâlif-i örfiyye : huk. [e s k id e n ] k a n u n v e n i z â m a m ü s t e n i t o lm a k s ı z ı n i d â r e t e n g ö -

tekabül ‫"( ﺗﻘﺎﺑﻞ‬k a " uzu n okunur, a.i. kabl'den c. : tekabülât) : 1. k arşı k arşıya olm a, k arşı k arşıya, yü zy ü z e gelm e, k arşılaşm a. 2. karşılık olm a, karşılam a.

tekabül-î saffeyn : ask. savaşan ik i ordunun

rü le n lü z û m a m e b n i a lm a n a k ‫ ؟‬e v e s â ire v e h a l k a y ü k l e t i l e n g a ry e . [ b u p a r a l a r ı n t a h s i l i n e m e 'm u r o l a n l a r : m ı ıh a s s ıl, s ip â h i, m ü l te z i m , s u b a ş ı, k o r ııa g a s ı'd ır ] .

tekâlîf-i şâkka : ç e r 'î c e v a z b u l u n m a y a n v e t e k â l i f k a id e l e r i n e d e u y m a y a n v e rg i.

karşılaşm ası.

tekabülât ‫"( ﺗ ﻘ ﺎ ﺑ ﻼ ت‬k a ” uzu n okunur, a.i. tekab u l'ü n c.) : k arşı k arşıya, yü zyü ze gelm eler; k a rşılık olm alar, k arşılam alar,

tekaddüm ‫( ﺗ ﻘ ﺪ م‬a.i. kidem 'den). (bkz : takaddüm).

tekâlîf-i şer'iyye : d i n i n e m r e t t i ğ i z e k â t, h a r a ‫ ؟‬g ib i v e rg ile r . 3. ib â d e tle r ,

tekâliib

: k o p e k g ib i s a l-

‫( ﺗ ﻜ ﺎ ﻟ ﺐ‬a.i. k e lb 'd e n )

d irm a . t e k â m ü l ‫ ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻞ‬a.i. k e m â l 'd e n . c.: t e k â m ü lâ t ) :

telcadim ‫ﺗ ﻘ ﺎ د ﻳ ﻢ‬

("k a” u zu n okunur, a.i. takdim e'nin c.) : sungular, verilen hediye1er, arm ağanlar.

1. k e m a ] b u lm a , o lg u n l a ş m a . 2. biy., fels. ‫ ط‬évolution.

e v rim ,

m ukadderât).

tekâmülât ‫( ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻼ ت‬a.i. t e k â m ü l 'ü n c.) : 1. te k â m ü ll e r , o lg u n l a ş m a la r . 2. * e v rim le r, fr. évolutions.

tekadiim ‫"( ﺗﻘﺎدم‬k a” uzun okunur, a.i.) : 1. ge‫ ؟‬m iş bulunm a. 2. fık. m ü rû r-i zam an (za-

tekâmiiliyyet ‫( ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻠ ﺖ‬a.i.) : biy., fels. *e v rim c ilik , fr. évolutionnisme,

tekadir ‫"( ﺗﻘﺎدﻳﺮ‬k a" uzun okunur, a.i. tak d ir'in c.) : 1. alin yazilari. 2. ihtim aller.

(bkz :

m an *aşım ı) olm a.

tekadiim-i ezmine : zam ân m geçmesi, tekadiim-i zamân : huk. b ir hâdisen in vu k u u n d an itibâren bâzı hallerde dâvânın b a k ılm asın a şahadetin dinlenm esine m ân î teşkil eden m üddet,

tekaffi ‫( ﺗﻘﻔﻰ‬a.i.). (bkz : İktidâ). tekâfî, tekâfü’ ‫ ﺗ ﻜﺎ ﻓ ﺆ‬، ‫( ﺗﻜﺎ ﻓﻰ‬a.i. k ü f den) : birb irin in dengi olm a,

tekâfül ‫( ﺗﻜﺎﻓ ﻞ‬a.i.) : fels. fr. solidarité, tekâhhiil ‫( ﺗ ﻜ ﺤ ﻞ‬a.i. kûhİ'den) : sürm e ‫ ؟‬ekm e [göze-], (bkz : iktihâl).

tekâhiil ‫( ﺗﻜﺎ ﻫﻞ‬a.i.) : d ik katsizlik, ihm al. 1240

tekâmüliyye

‫( ﺗ ﻜ ﺎ ﻣ ﻠ ﻪ‬a.i.). (b k z

tekamiir ‫ﺗ ﻘ ﺎ ﻣ ﺮ‬

("k a "

: te k â m ü liy y e t).

uzun

o k u n u r,

a.i.

k ım â r'd a n ) : k u m a r o y n a m a ,

tekâpû ‫ﺑ ﻮ‬

‫ ( ﺗ ﻜ ﺎ‬fi.)

: 1. telâş ile k o ş a r a k a ra ş tır-

m a . 2 . d a lk a v u k lu k , k a v u k s a lla m a ,

tekarir ‫ " ( ﺗﻬﺎرﻳﺮ‬k a " u z u n o k u n u r, a.i. t a k r ir 'in c.) : ta k rirle r, te k lifle r, *ö n ergeler,

(b k z :

ta k rirâ t).

tekariib ‫ﺗ ﻘ ﺎ ر ب‬

(" k a ”

- k u r b 'd a n ) : 1. i k i

uzun

ş e y in

o k u n u r,

b irb irin e

a .i.

y a k ın

2. fiz. y a k ı n s a m a , fr. convergence. ( b k z : ta k a r r h b ) .

o lm a h â li .

tekarüb-i mahâric : h a r f l e r i n m a h r e ç l e r i n i n b i r b i r i n e y a k ı n o lm a s ı‫؛‬

tekaz

‫ﺗﻜﺎرم‬

te k â rü m

( a . i . ) : a y ıp v e k u s u r o la c a k şe y -

‫ﺗ ﻘﺎ ر ن‬

te k a riin

( " k a ''

uzun

o k u n u r,

a.i.

k a r n 'd e n ) : b i r b i r i n e y a n a ş m a , b i r b i r i n i n y a n m a g e lm e , ( b k z : m u k a r e n e t) . b a ğ lı b u l u n a n ş e y i n h a t ı r a g e lm e s i. M e s e lâ : " k a l e m g e t i r ” d e y in c e , h o k k a y ı, k â ğ ıd ı ; b i r 'İğ n e is te n i li n c e ' İp liğ i h a t ı r l a m a k ... g ib i, ( b k z : te d â î).

‫ﺗ ﻘﺎﻳ ﻂ‬

(" k a " u z u n o lc u n u r. a.i. t a k s i t 'i n

c . ) : ta k s itle r .

‫ﺗﻜﺎﺛ ﻒ‬

te k â s iif

(a.i. k e s â f e t'd e n ) : ş ı k la ş m a , k o -

y u la ş m a ; y o ğ u n la ş m a .

‫ﺗ ﻜﺎ ﻣ ﻞ‬

te k â s iil

(a.i. k e s e l'd e n . c . : t e k â s ü l â t ) :

‫ﺗ ﻜﺎ ﻣ ﻼت‬

(a.i. t e k â s ü l 'ü n c . ) : ü ş e n -

‫ﺗﻘﺎ ﺳ ﻢ‬

k a s e m 'd e n ) :

(" k a ”

uzun

o k u n u r,

1. y e m in le ş m e ,

a.i.

a n d la ş m a .

2 . b ö lü ş m e , b ö lü ş ü lm e , ( b k z : m u k a s e m e ) .

‫ﺗ ﻜﺎ ﺷ ﺮ‬

te k â s ü r (b k z :

(a.i. k e s r e t 'd e n ) : 1. ç o ğ a lm a ,

ta a d d ü d ,

te k e s s iir).

2. ç o k

övün-

m e . S û r e - i t e k â s ü r : K u r 'â n 'ın 102. s û r e s i. M e k k e 'd e n â z i l o l m u ş t u r , 8 â y e ttir ,

‫ﺗﻜﺎ ﻣ ﺮ‬

te k â s ü r

(o.i. k e s r 'd e n ) : k ı r ı l m a ; f i z . * k i-

r ı n ı m , d if r a k s i y o n , f r . d i f f r a c t i o n . [ y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] . t e k â s ü r - i z i y â ': f i z . i k i n o k t a d a n g e lip b i r n o k ta y a y a n s ıy a n ik i ış ın ın b ir b ir in i k ir m a s ı. te k a ş ş u '

‫ﺗﻘ ﺸ ﻊ‬

(a.i. k a ş 'd a n ) : h e k . b a l g a m Ç1-

k a rm a , ( b k z : te n a h h u m l. t e k a ş ş u '- i d e m : h e k . k a n t ü k ü r m e , te k a tir

‫ﺗﻘﺎﻃﻴﺮ‬

( " k a ” u z u n o k u n u r , a .i. t a k t i r 'i n

‫ﺗﻘ ﻄ ﻊ‬

( a . i . ) : h e k . b i r S itm a n ö b e t i n i n

m u n t a z a m v a k it le r e a y r ılm a s ı, te k a ttiil

‫ﺷ ﻞ‬

(a.i. k a t l 'd e n ) : b i r b i r i n i k e s m e ,

k e s iş m e . te k a tu '

‫ﺗﻘﺎض‬

( " k a ” u z u n o k u n u r , a.i. k a t 'd e n ) :

k e s m e , k e s iş m e , ç a tış m a ; i k i ç iz g i n i n b ir b i-

3.

t e k a i i d s ٩n d ı ğ ı : e m e k li s a n d ığ ı.

‫ﺗ ﻘ ﺎ ﻋ ﺪا‬

te k a iid e n

‫ﺗ ﻘﺎ ﻋ ﺪ ﻳ ﺔ‬

te k a ü d î^ e

("k a" u z u n o k u n u r, a .i.) :

e m e k l i a y lığ ı. te k â ü l

‫ﺗ ﻜﺎ ؤ ل‬

(a.i. k ü û l 'd e n ) : k i m . i s p ir t o la ş -

‫ﺗﻜﺎور‬

(f.s. v e i . ) : k o ş u c u ; s e g i r ti c i, y o r-

te k â v e r

( " k a ” u z u n o k u n u r , a.i. k a tr ,

k ü t ü r v e k a t a ı 'â n 'd a n ) : d a m l a m a , d a m l a d a m l a d ö k ü lm e , ( b k z : ta lc a ttu r). (a.i.). ( b k z : m ü k â te b e ) .

[at].

E s b - İ t e k â v e r : k o ş u a ti. te k a v im

‫ﻟ ﻘﺎ وﻳ ﻢ‬

(" k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : ta k -

v im le r .

‫ﺗﻘ ﻮ ل‬

te k a v v iil

( a . i . c .: t e k a v v i i l â t ) : y a l a n sö y -

le m e .

‫ﺗﻘﻮﻻت‬

te k a v v iilâ t

(a.i. t e k a v v i i l 'i i n c . ) : y a la n

s ö z le r.

‫ ( ﺗﻘﻮم‬a . i . ) : d o ğ r u l m a

te k a v v iim

[e g ri ik e n - ].

te k a v v iim - i n i h â î : k ö rp e f id a n ın

d o g ru l-

m a s ı. t e k a v v i i m - i ö r f î : h u k . [e s k id e n ] b i r m a l i n m u h r e z o lm a s ı.

‫ﺗﻘ ﻮ س‬

te k a v v iis

(a.i. k a v s 'd e n ) ‫ ؛‬k a v is le n m e ,

y a y ş e k l in e g ir m e , y a y g ib i e ğ r i lm e v e e g r i o lm a .

‫ ﯮ ت‬٤‫(ت‬a.i.

te k a v v iit

k u t 'd a n ) : a z ı k l a n m a , b e s -

le n m e ; g e ç in m e . te k â y â

‫ﺗ ﻜﺎﻳﺎ‬

(a.i. t e k y e 'n i n c . ) : te k k e le r , ( b k z :

z e v â y â ). te k â y iid

‫ﺗ ﻜﺎﻳ ﺪ‬

(a.i. k e y d 'd e n . c . : t e k â y ü d â t ) :

b i r b i r i n e h il e y a p m a , ( b k z : te h â d u ') . te k â y ü d â t

‫ﻛ ﺎ ﻳ ﺪا ت‬

(a.i. t e k â y ü d 'ü n c.) ‫ ؛‬b ir b i r i -

n e h il e y a p m a l a r .

‫( ﺷ ﺢ‬a.i. k a y h 'd a n ) : ir i n l e n m e . ‫( ﺗﻖ؛ﺣﺎت‬a.i. te k a y y ü h 'U n c . ) :

te k a y y u h

‫ﻛﺎ ﺗ ﺐ‬

(" k a ” u z u n o k u n u r, a .z f.):

e m e k liy e a y r ı la r a k .

te k a y y u h â t

te k â tü b

a y r ı lm a .

e m e k lilik .

r i n i k e s ip g e ç m e s i. N o k t a - i t e l c a t u ': k e s iş -

‫ﺗ ﻘﺎ ﻃ ﺮ‬

o k u n u r , a .i. k u û d 'd a n ) :

1. k a r ş ı l ı k l ı o t u r m a . 2 . e m e k liy e

m e n o lc ta sı. te k a tu r

(a.i. k e t m 'd e n ) : s ı r s a k l a m a

‫ " ( وﻗﺎﻋﺪ‬k a ” u z u n

te k a iid

c . ) : d a m la m a la r, d a m ıtık la r , te k a ttu '

‫ﺗ ﻜﺎﺗ ﻢ‬

ga (b in ic is in i s a rsm a y a n ) y ü rü y ü ş lü

m e le r, te n b e llilc le r; ilg is iz lik le r , te k a s iim

tele). te k â tiim

m a.

ü ş e n m e , te n b e l li k ; ilg is iz lik , te k â s ü lâ t

u z u n o k u n u r , a.i. k a t i d e n ) :

[ b i r b ir in d e n - ] .

t e k a r i i n f i '1 - h a y â l : e d . b i r ş e y in z i k r i ile o n a

te k a s it

‫ " ( ﺗﻰ"ل‬k a ”

te k a tü l

b i r b i r i n i ö ld ü r m e , v u r u ş m a , ( b k z : m u k a -

le r d e n k a ç ın m a .

ir in -

le n m e le r . te lc a z

‫ﺗ ﻘﺎ ض‬

( " k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : 1. k a r ş ı-

İ a ş t ı r m a . 2 . b ir b ir i y le ö d e ş m e . 3. ta k a s , b ir i n i n a la c a ğ ın ı v e r e c e ğ in e k a r ş ı l ı k t u t m a .

1241

tekazâ

telcazâ ‫"( ﺗ ﻘﺎ ﺿ ﺎ‬Ira" u z u n o k u n u r , a.i.) : 1. a la c a k lm ın b o rç lu y u s ık ış tırm a s ı. 2 . s ık ış a r a k

tekâziib ‫( ﺗ ﻜﺎ ذ ب‬a.i. k iz b 'd e n ) : b i r b i r i n e y a l a n

büyüklük satma, (bkz : taazzum).

tekazzu' ‫( ﺗﻘﻀﻊ‬a.i.) : ç ı b a n ı n ,i r i n l e n m e s i . : " a l â im - i s e m â ',

‫ﺗ ﻜﺒﻴ ﺐ‬

(a.i. k e b â b 'd a n ) : k e b â b e t m e ,

e d ilm e . te k b ir

tekeddiir ‫( ﺗ ﻜ ﺪ ر‬a.i. keder'den) : 1. bulanma,

saflığını kaybetme. 2. kederlenme

k a v s - i k u z a h " ş e k l in i g ö s te r m e , te k b ib

en üst derecesi. tekebbür ‫( ﺗ ﻜ ﺒ ﺮ‬a.i. kibr'den): kibir gösterme,

s ö y le m e , b i r b i r i n i a l d a t m a .

‫( ﺗﻘﺰح‬a.i. k u z a h 'd a n )

en alt derecesi. tekebbiid-i ulyâ : astr. en yüksek noktanın

s ö z s ö y le m e . 3. b a ş a k a k m a ,

te lc a z z u h

tekebbüd-i süflâ : astr. en yüksek noktanın

tekeddiir-i hâtır : kederli olma. tekeffüf ‫( ﺗ ﻜ ﺲ‬a.i. keffd en ): avuç açma, di-

‫( ﺗﻜﺒﻴﺮ‬a.i. k i b r 'd e n . c. : t e k b i r â t ) : " A llâ h ü

e k b e r (= T a n r ı u l u l a r ı n u l u s u d u r ) ” d e m e f k ].

iftitâh tekbiri : n a m a z a b a ş l a r k e n i k i e li

lenme. (bkz: tese'ül). tekeffül ‫( ﺗ ﻜ ﻔ ﻞ‬a.i.): birine kefil olma, kefalet

etme veyâ verme.

k u l a k m e m e le r in e d e ğ d i r e r e k " A llâ h ü e k -

tekehhiif ‫( ﺗ ﻜ ﻬ ﻒ‬a.i. keh fden ): magara gibi

b e r '' d e m e . 2 . 'A l l â h ü e k b e r , A l l â h ü e k b e r,

oyulma, kazılma. tekehhül ‫( ﺗ ﻜ ﺤ ﻞ‬a.i.). (bkz: iktihâl).

İ â i lâ h e il l'A ll a h ü v 'A lla h ü e k b e r, A l l â h ü ek b e r v e li'llâ h i'1 h a m d ” d e m e [k].

tekbir-i iftitâh : n a m a z a b a ş l a r k e n a l m a n ille te k b ir .

tekbirât ‫( ﺗ ﻜ ﺒ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. t e k b i r 'i n c.) : te k b ir le r , te k b i r g e tir m e le r .

tekbir-hân ‫ ( ﺗﻜﺒﻴﺮ ﺧﻮان‬a .f b .s .) : te k b i r d u a s ı n ı o k u y a n , t e k b i r g e tir e n .

tekdir ‫( ﺗ ﻜ ﺪ ﺑ ﺮ‬a.i. k e d e r 'd e n . c. : t e k d i r â t ) : 1. b u l a n d ı r m a . tekdir-i mâ' : s u y u b u l a n d ı r m a . 2 . k e d e r l e n d i r m e , k e d e r l e n d ir ilm e ,

tekdir-i hâtır : İç, g ö n ü l s ı k ın t ıs ı , n e ş e s iz lik . 3.

a z a r l a m a , a z a r l a n m a ; a z a r . 4 . ö ğ r e n c iy e

v e r i le n v e s ic ilin e g e ç ir il e n b i r c e z â . [tevb ih d e n a ğ ır d ır ) .

tekdirât ‫( ﺗ ﻜ ﺪ ﻳ ﺮ ا ت‬a.i. t e k d i r 'i n c.) : te k d ir le r , a z a rla m a la r.

tekdîrât-1 çedîde : ş i d d e t l i a z a r l a m a l a r ,

Ç1-

k ış m a l a r .

tekdiri, tekdirime ‫ ﺗ ﻜ ﺪ ﻳ ﺮ ﻳ ﻪ‬، ‫( ﺗ ﻜ ﺪ ﻳ ﺮ ى‬a.s.) : t e k d i r e m e n s u p , t e k d i r l e ilg ili. Mücâzât-1 tekdiriyye : huk. k a b a h a t, n e v i n d e n o la n s u ç la rın g e re k tird iğ i h a f i f cezâ.

teke ‫ف‬

(f.i.)

:-1. e r k e k k e ç i. 2. s ü r ü ö n ü n d e

g id e n k ö s e m e n . 3. b i r c il t d e f te r . 4 . te z e k , m a y ıs .

tekehhiin ‫( ﺗﻜﻬﻦ‬a.i.): kâhinlik, falcılık etme, tekelliif ‫( ﺗ ﻜ ﻠ ﻒ‬a.i. kiilfet'den c .: tekellüfât):

1. külfetli, zahmetli İç görme. 2. özenme, bir İÇİ gösterimli bir hâle koymak İçin uğraşma. 3. gösteriş, yapmacık. Bi-tekellüf, Bilâtelcellüf: külfetsiz, sıkıntısız, tabii olarak. tekellüfât ‫( ﺗ ﻜ ﻒ ت‬a.i. tekellüfün c .): 1. tekel-

liifler, güçlüklere, zorluklara katlanmalar. 2. Ozenmeler. tekellüfât-1 münçiyâne : münşilere mahsus

zorluklar, külfetler. tekellüm ‫( ﺗ ﻜﻨ ﻢ‬a.i. kelâm'dan): 1. söyleme, konuşma. 2. ed. bir yazarın kendisini ölmüş

farze‫ ؛‬erek yazı yazması, tekelliim-i sâm it : ed. sessiz konuşma. tekelliimât ‫( ﺗ ﻜﻠ ﻤﺎ ت‬a.i.c.): konuşmalar; söyle-

meler. tekellüs ‫( ﺗﻜﻠ ﺲ‬a.i. kils'den. c .: tekellüsât): ki-

reçleşme. tekellüs-i şerâyîn : hek. yaşlılık dolayısıyla

*atardamarların kireçlenmesi. ‫ﺗﻜﻤﻞ‬ (a.i. kemâl'den. c. ‫؛‬ tekemmülât): kemâle gelme, kemal bulma, olgunlaşma.

tekemmül

tekemmülât ‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﻼ ت‬a.i. tekemmiil'ün c .):

tekebbiid ‫( ﺗ ﻜ ﺒ ﺪ‬o.i. k e b e d 'd e n ) : 1. k a tı la ş m a , s e r tle ş m e . 2. o. b i r o r g a n ı n k e b e d le ş m e s i,

kemâle gelmeler, kemal bulmalar, olgunlaşmalar.

k a r a c ig e r le ç m e s i. [ y a p m a k e li m e l e r d e n d i r ] ,

tekemmiim ‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﻢ‬a.i. kümm'den): çarşafa bü-

tekebbiid-i rie : hek. z a t ü r r i e n i n i k i n c i d e v r i n d e a k c i ğ e r i n k a r a c i ğ e r g ib i k a tı la ş m a s ı ,

fr. hépatisation. 1242

rünme. tekemmiin ‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﻦ‬a.i. kümûn'dan): pusuya

yatma, gizlenme.

te'kîdü'z-zemm bîmâ yü‫ ؛‬b‫؛‬hü‘l-medh tekemmii‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﺶ ؟‬a.i.) : 1. acele etme. 2. hek.

adalenin iltihap ve şâire neticesinde büzülüp ‫ ؟‬ekilmesi. tekennî ‫( ﺗﻜﺘﻰ‬a.i. künye'den) : kiinye alma, ad alma. tekerrüh ‫( ﺗﻜﺮه‬a.i. kerh'den) : igrenme. (bkz :

istikrâh). telcrarlanma. giydikten sonra- yine işlenmesi, tekerriirât ‫( ﺗ ﻜ ﺮ را ت‬a.i. tekerriir'ün c.) : tekrarlanmalar. tekerrii? ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ش‬a.i.) : buruşma, tekessüf ‫( ﺗ ﻜ ﺜ ﻒ‬a.i.). (bkz : tekâsiif). tekessiir ‫( ﺗ ﻜ ﺜ ﺮ‬a.i. kesret'den) : ‫ ؟‬ogalma. (bkz : efzâyiş). tekessür ‫( ' ﻧ ﻜ ﺮ‬a.i. kesr'den) : kısılma, tekeççüf (a.i. keşf'den) : açılma, (bkz : İnkişâf). tekevvün (a.i. kevn'den. c. : tekevviinât) : var olma, meydana gelme, oluş. tekewün-î beyz : zool. yumurta *oluşması. tekevviin-i cibâl : jeol. *dagoluş, orojeni, fr. orogénie. fels.

önoluş, fr.

tekewiin-i ezrâr : zool. tomurcuklanma, fr. bourgeonnement. biy.

*bireyoluş, fr.

tekevvün-i meni : biy. sperma oluşması. tekevvün-i nev'î : phylogénie.

hek. z a r a r l ı b i r m a d d e n i n v ü c û d u n b i r

ta r a f in a g ire re k o ra d a b ü n y e n in m e y d a n a g e t i r d i ğ i k e s e y e g ir m e s i,

tekfil ‫( ﺗ ﻜ ﺶ‬a.i. k e f â l e t 'd e n ) : k e f i l e tm e , e d iltekfin ‫( ﺗﻜﻔﻴﻦ‬a.i. k e f e n 'd e n . c . : t e k f ln â t ) : k e fe n e s a r m a , k e fe n le m e ,, k e f e n le n m e ,

tekerriir-i ciirm : huk. bir suçun -hüküm

tekevvün-i ferdi : ontogénie.

z e k î, u y a n ı k g ö r ü n m e . 2 . z a r i f l i k g ö s te r m e .

3.

m e , k e f i l g ö s te r m e .

tekerrür ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ر‬a.i. kerr'den c. : tekerriirât) :

tekevvüni evvel: préformation.

tekeyyiis ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﺲ‬a.i. k i y â s e t 'd e n ) : 1. k iy â s e tli,

biy.

*soyoluş, fr.

tekevvünât ‫( ﺗ ﻜ ﻮ ﻧ ﺎ ت‬a.i. tekevvün'ün c.) : var

olmalar, meydana gelmeler, oluşlar, tekevvüni ‫( ﺗ ﻜ ﻮ ﻧ ﻰ‬a.s.) : fels. oluşla ilgili, *oluşul, fr. génétique. tekeyliis ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﻠ ﺲ‬o.i.) : yemeklerin midede ve bağırsaklarda ezilerek lenf damarları tarafmdan emilmeye elverişli bir hâle gelmesi, kilüs hâlini alması. tekeymiis ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﻤ ﺲ‬o.i.) : yemeklerin midede ezilmesi, kimüs hâline girmesi. te k e ^ ü ‫ ^ ^ ؛‬J (a.i. keyf'den):ı. keyiflenme‫؛‬ keyiflendirecek ‫؛‬bir şey aliUa. 2. keyfiyet‫؛‬ lenme.

tekfinât ‫ﺖ‬

‫ ﻓ‬٠(a.i.

t e k f i n 'i n c . ) : k e fe n e s a r -

m a la r , k e fe n le m e le r, k e f e n le n m e le r .

tekfir ‫( ﺗﻜﻐﴼر‬a.i. k ii f r 'd e n . c . : t e k f i r â t ) : 1. b ir in e k â fir dem e.

tekfir-i seyyiât ( k e f r 'd e n ) s u ç la r ı, g ü n a h l a r ı o lm a m ı ? g ib i a d d e tm e . 2. y o k e tm e , o r t a d a n k a ld ırm a .

tekfir-i yemin : y e m i n i n k e f â r e t i n i v e r m e , tekfirât ‫( ﺗ ﻜ ﻔ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. t e k f i r 'i n c . ) : 1. k â f i r e tm e le r. 2. y o k e tm e le r , o r t a d a n k a l d ı r m a l a r ,

tekhil ‫( ﺗ ﻜ ﺤ ﻴ ﻞ‬a.i. k u h l 'd e n ) : s ü r m e ‫ ؟‬e k m e , s ü r m e ‫ ؟‬e k il m e [g ö z ü n e -],

te'kîd ‫( ﻷ ي‬a.i. e k d 'd e n . c . : t e 'k î d â t ) : 1. k u v v e t l e ş t i r m e , s a ğ l a m l a ş tı r m a . 2. ü s te le m e , b i r İş İ‫ ؟‬i n e v v e lc e y a z ıl a n b i r y a z ıy ı t e k r a r la m a . 3. gr. p e k i ş t i r m e , fr. intensif. te'kîd-i lâfzî : a y n i s ö z ü n t e k r â n . te'kîd-i ma'nevi: gr. s ö y le n iş i b a ş k a , m â n â s ı m ü ş t e r e k o l a n k e lim e , s i n o n i m ( * e ş a n la m -

il) k e lim e , fr. mot synonyme. te'kîd-i münâsebet-î vedâiyye :

d o s tlu k

m ü n â s e b e t l e r i n i k a v il e ş t ir m e ,

te'kîdât ‫( ﺗﺄﻛﻴﺪا ت‬a.i. t e 'k î d 'i n c . ) : te 'k i tl e r , sa g la m la ş tırm a la r.

te'kiden ‫ ( ًﺋ ﻜ ﻴ ﺪ ا‬a . z f ) : 1. t e 'k i t y o lu y la , s a g l a m l a ş t ı r a r a k . 2 . e v v e lc e y a z ı l a n b i r y a z ıy ı te k ra rla y a ra k . t e ' k î d î t ^ ^ f c ( a . s . ) : t e 'k i d e â i t , t e k i t i l e i l g i l i ,

te'kîd-nâme ‫ﻫﻪ‬٧‫ ( ﺗﴼﻛ ﻲ‬a .f .b .i.) : t e 'k i t y a z ıs ı, e v v e lc e y a z ıl a n b i r y a z ıy ı t e k r a r l a y a n y a z ı,

te'kîdü'l-medh

‫دﺷﻪ اﻟﺬم‬

‫ ا‬٠‫حب‬

bimâ

‫دأ ﻛ ﺪا و د‬

yüşbihü'z-zemm

( a . c ü . ) : ed. b i r i n i z e m

e d e r s û r e t t e m e d h e t m e . M e s e lâ , ç a lı ş k a n b i r ‫ ؟‬o c u k İ‫ ؟‬i n : “ d u r u p d i n l e n d i ğ i y o k , g e c e g ü n d ü z k it a p l a r ı y l a u ğ r a ş ıy o r " d e n il m e s i g ib i.

te'kîdü'z-zemm

bîmâ

‫ د ح‬٠‫ ال‬A~k ‫ﺗﴼ ﻛ ﺪاﻟ ﺬ م ﻳﻤﺎ‬

yüşbihü'l-medh ed. b i r i n i m e d -

( a .c .) :

h e d e r s û r e t t e z e m m e t m e : M e s e lâ , h a y la z

1243

bir ‫ ؟‬ocuk İ‫ ؟‬in : " o kadar intizam meraklısı ki sahifeleri dağılmasın diye kitaplarının kenarlarım kesmiyor'' denilmesi gibi, te'kîl ‫( ﺗﺄﻛﻴ ﻞ‬a.i.): yedirme, yedirilme [bir kimseye). teklif ‫( ﺗ ﻜ ﻠ ﻴ ﻒ‬a.i. külfet'den): 1. birinden eziyetli, fakat başkası İ‫ ؟‬in foydalı olan bir i‫ ؟‬isteme. 2. (c.: teklifât) İ‫ ؟‬İİ dışlı olmayan, ‫ ؟‬ekingen mııâmele. 3. vergi yükleme. 4. Onerge. teklif-i hâm : miinâsebetsiz, ağır teklif teklif nıâlâ-yutak: ağır ve yapılmayacak teklif. teklif tekelliif: resmi davram‫ ؟‬. teklifât ‫ﺖ‬ ‫ ﻓ‬٠ (a.i. teklifin c .): teklifler, önermeler, öneriler. teldifi ‫( ﻛﻠﻴ ﻬ ﻰ‬a.s.) : mecbûri, .yükümlü, teklif-nâme ‫( ﻛﻠ ﻴ ﻐ ﻐ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): huk. sigorta yaptırmak isteyen bir kimseye, sigortacı tarafından verilen matbu vesika, teklil ‫( ﺗ ﻜﻠﻴ ﻞ‬a.i. İklîl'den): ta‫ ؟‬giydirme, teklis ‫ س‬٠‫( ﺗﻜﻞ‬a.i. kils'den): kireçleştirme, tekmid ‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﻴ ﺪ‬o.i.): hek. ılık veyâ soğuk su pansumanı, [yapma kelimedir], telcmil ‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﻴ ﻞ‬a.i. kemâl'den. c .: tekmilât): 1. kemâle erdirme. 2. bitirme, bitirilme, tamarnlama, tamamlanma. 3. s. tam, eksiksiz, bütün, hep. tekmîl-i en fâ s: ölme. tekmil-i selâsin : [Ay görülemediği zaman] (ramazânın ilk gününün tâyini İ‫ ؟‬in) arabi aylarına göre otuz günü tamamlama, tekmile ‫( ﺗ ﻜ ﻤ ﻠ ﻪ‬a.i. kemâl'den): 1. ek, katma gibi eksik İ‫ ؟‬in sonradan yapılan ‫ ؟‬ey. 2. ek. tekmin ‫( ﺗﻜﻤﻴ ﻦ‬a.i. kemin'den): pusuya, sipere yerleştirme, yatırma. tekniye ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﻴ ﻪ‬a.i. künyeden): künye koma, künyeleme, künyelenme. tekrâr ‫( ﻛ ﺮا ر‬a.i. kerr'den): 1. bir ‫ ؟‬eyi iki veyâ daha ‫ ؟‬ok defa yapma. B e-tekrâr: bir defo daha. 2. zf. yine, bir daha, yeniden, tekrâr-ı lâ f z î: ed. yalnız sözün ibârede tekrân. tekrâr-ı ma'nevi : ed. mânâları bir olan kelimeleri bir arada kullanm a: dikkat ve İtinâ, sabır ve tahammül., gibi. Kesret-i te k râ r: ed. bir cümlede ayni kelimenin -lüzumsuz olarak- ikiden ‫ ؟‬ok tekrar edilmesi.

Y2AİV

tekrâr tekrâr : arka arkaya, ardı ardına, üst üste. tekrâr-ale't-tekrâr ‫( ﺗﻜﺮار ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻜﺮار‬a.zf.): ‫ ؟‬Ok defo, (bkz: mükerreren). tekrâren ‫( ﺗﻜﺮارأ‬a.zf.): tekrarlanarak, defalartekrîh ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﻪ‬a.i. kerâhet'den. c .: tekrihât): kerîh gösterme‫ ؛‬sevdirmeme, tekrihât ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﻬ ﺎ ت‬a.i. tekrih'in c .): kerih göstermeler‫ ؛‬sevdirmemeler. tekrîm ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﻢ‬a.i. kerem'den. c. ‫ ؛‬tekrimât): saygı gösterme, ululama, (bkz : ta'zîm). tekrimât ‫( ﻛ ﺮﻳﻤﺎ ت‬a.i. tekrim'in c .): saygı göstermeler, ululamalar, (bkz : ta'zîmât). tekrimen ‫( ﺗﻜﺮﻳﻤﺄ‬a.zf.): saygı göstererek, ululayarak, (bkz: ta'zimen). tekrir ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﺮ‬a.i. kerr'den): 1. tekrarlama, tekrâr etme‫ ؛‬bir daha yapma veyâ söyleme. 2. ed. sözün te'sirini kuvvetlendirmek İ‫ ؟‬in bir sözü bile bile tekrâr etme san'atı: "ey varlığı vârı vâr eden vâr..” gibi, tekrir-i istid la l: mant. misal verme, örnek getirme. tekrir-i merdûd: lüzumsuz, gereksiz söz tekrarı, fels. geneleme, fr. tautologie. tekrirât ‫( ﺗﻜﺮﻳﺮا ت‬a.i. tekrir'in c .): tekrarlamalar, tekrar etmeler. tekris ‫( ﺗ ﻜ ﺮ ﻳ ﺲ‬a.i.): 1. temele ta‫ ؟‬koyma. 2. Tanrlya vakfetme, takdis. 5. ithaf teksib ‫( ﺗﻜ ﺴﻴ ﺐ‬a.i. kesb'den): kazandırma, kazandırılma. teksif ‫(ت ك "■■■ ف‬a.i. kesâfet'den): 1. koyu ve sik yapma, bir sıvıyı koyulaştırma. 2. dokuma ve sâireyi şıklaştırma. 3. şeffaflığını (saydamlığını) giderme. 4. yığma, toplama, teksif-i n ire n gi: )eod. yüksek dereceli nirengi noktalan arasına daha tafsilâtlı harita yapmaya esas olmak üzere küçük dereceli nirengiler İthâl etme ameliyesi. teksir ‫( ﺗ ﻜ ﺴ ﺮ‬a.i. kesr'den): ‫ ؟‬ok kırma [bir ‫ ؟‬eyi], kırılma. teksir r ٠‫( ﺗ ﻚ‬a.i. kesret'den c . : teksirât) : ‫ ؟‬ogaltma, çoğaltılma. teksir-i sevâd : faydasız yere ‫ ؟‬ok yazı yazma, teksirât ‫( ﺗﻜ ﺸﺮا ت‬a.i. teksir'in c .): ‫ ؟‬ogaltmalar, ‫ ؟‬oğaltılmalar. teksir-hâne ‫( ﺗ ﻜﺜﻴ ﺮ ﺧﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): darphanede para basılan yer.

Büâ-tela'süm tekşîf ‫( ﻟ ﻜ ﺪ ﻳ ﻨ ﻰ‬a.i. keşfden) : çok açma, açılma. tek-tâz ‫( ﺗﻜﺘﺎز‬f.b.i.) : çok koşan‫ ؛‬koşucu, tektil, ‫( ﺗﻜﺘﻴ ﺐ‬a.i. ketebe'den) : yazdırma, tekvin ‫( ﺗﻜﻮﻳﻦ‬a.i. kevn'den. c. : tekvinât) : 1. vâr etme. 2. yaratma. Âlem-i tekvin : vücûd ve hııdûs âlemi, oluşma âlemi. Kitâbü'ttekvin : Tevrat'ın birinci kısmı olup ilkçağ târihine me'hazdir. tekvinât ‫( ﺗﻜﻮﻳﻨﺎ ت‬a.i. tekvin'in c.) : 1. var etme1er. 2. yaratmalar. tekvini ‫( ﺗ ﻜ ﻮ ﻳ ﻨ ﻰ‬a.i.) : fels. oluşla ilgili, *oluşul, fr. génétique. tekvir ‫( ﺗ ﻜ ﻮ ﻳ ﺮ‬a.i.) : 1. değirmi yapma, yuvarlaklaştırma. 2. Kur'ân'm 8ı inci sûresi olup 29 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur, tekye ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﻪ‬a.i. vekâ'dan. c.: tekâyâ): 1. dayanma, (bkz : istinâd). 2. güvenme, (bkz : İ'timâd). 3. tekke, (bkz : dergâh, hânkah, zâviye). tekke-i miirgan (kuşların tekkesi) : Süleyman Peygamber'in kurdugu tekke ki, yılda bir defa kuşlar burada toplanır ve yedi gün meçhul bir yerden gelen yiyeçeklerini yerler. tekye-gâh ‫( ﺗ ﻜ ﻪ ﺳﻤﺎه‬a.f.b.i.) : dayanılacak yer. (bkz : İstinâd-gâh, mesned). te k y e -g e h ^ ^ î(a .f.b .i.). (bkz :tekye-gâh). tekye nişin ‫( ﺗﻜﻴﻪ ﻧﺸﻴﻦ‬a.f.b.s.) : tekkede oturan, derviş. tekye-zen ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﻪ زن‬a.f.b.s.) : dayanan, istinâdeden. tekyil ‫( ﺗ ﻜ ﻴ ﻴ ﻞ‬a.i. kile'den) : kile ile ölçme, tekzib ‫( ﺗ ﻜ ﻨ ﻴ ﺐ‬a.i. kizb'den. c. : tekzibât) : yalanlama, yalan olduğunu söyleme, tekzibât ‫( ﺗ ﻜ ﺬ ﻳ ﺒ ﺎ ت‬a.i. tekzib'in c.) : yalanlamalar, yalanım meydana çıkarmak İçin söylenen sözler, tel ‫( ﺗﻞ‬a.i.c. : tilâl). (bkz : teli), telaffuz ‫( ﺗﻠﻐﻆ‬a.i. İâfz'dan. c. : telaffuzât) : söyİeyiş, söyleniş. telaffuzât ‫ات‬,‫( ىﻏﻆ‬a.i. telâffuz'un c.) : söyleyiş1er, söylenişler. telâfi ‫( ﺗﻼﻓﻰ‬a.i. lefy'den) : [ziyan olanın] yerini doldurma, ziyam karşılama. Gayr-ikabil-i telâfi : yei-ine konmaz. Nâ-kabü-i telâfi : yerine konmaz. telâfî-i mâ-fât : edilen bir ziyânm birazmdan faydalanma.

telâfif ‫ ( ﻧ ﻼ ﺑ ﻒ‬a . i . ) : anat. k ı v r ı m l a r , b ü k l ü m le r, ü ü k ü n t ü l e r .

telâfîf-i hısânü'1-bahr: d e ıı iz a y g ı r ı k ı v r ı m ı , telahhum ‫( ﺗ ﻠ ﺤ ﻢ‬a.i. İ â h m 'd e n ) : e tle n m e ) s e m irm e .

telahhuz ‫ ( ﺗﻠﺤﺰ‬a . i . ) : i m r e n e r e k a ğ ız s u l a n m a , telâhî ‫( ﺗ ﻼ و ى‬a.i. l e v h 'd e n ) : o y u n l a , o y u n â le tle r iy le v a k i t g e ç ir m e , ( b k z : te le h h l) .

telâhuk ‫( ﺗﻼﺣﻖ‬a.i. l ü h û k 'd a n ) : b i r b i r i a r k a s ı n d a n g e lip b ir le ş m e , b i r b i r i n e k a t ı l m a ,

telâhuz ‫ ( ﺗ ﻼ ﺣ ﻆ‬a . i . ) : g ö z u c u ile b a k m a ‫ ؛‬g ö z ü c u y la b a k ış m a .

telâki ‫( ﺗ ﻼ و ى‬a.i. l i k a 'd a n ) : b i r i b i r i n e k a r ş ı g e li p b u l u ş m a , k a r ş ı l a ş m a , b i r b i r i n e u la ş m a , b ir le ş m e . Mev'id-İ telâki : b u l u ş u p g ö r ü ş iile c e k y e r, r a n d e v u y e ri. Yevnûî't-telâki ( b u l u ş m a g ü n ü ) : mec. k ı y â m e t g ü n ü , ( b k z : rû z - i m a h şe r).

telâki-gâh ‫ ( ﺗ ﻼﻗ ﻌﺎ ه‬a .f .b .i.) : b u l u ş m a y e ri, telâkki ‫( ﺗ ﻠ ﻘ ﻰ‬a.i. l i k a 'd a n . c . : t e l a k k ı y y â t ) : 1. a lm a , k a b û l e tm e . 2 . ş a h s î a n la y ı ş , ş a h s î g ö r ü ş . Hüsn-i telâkki : a n la y ı ş g ö s t e r m e , iy i n iy e t le k a b û l e tm e . Sû-i telâkki : fe n â a n la y ı ş , lâ y ık ıy la a n la y a m a m a ,

telâkki-i m iilk : fık. b i r k i m s e d e n b i r m ü l k s a t ı n a lm a .

telâkkiyyât ‫( ﺗﻠﻘﻴﺎ ت‬a.i. t e l â k k i n i n c . ) : 1. ş a h s î a lm a la r , k a b û l e tm e le r . 2 . ş a h s î a n la y ış la r , g ö r ü ş le r .

telâkkub ‫( ﺗ ﻠ ﻘ ﺐ‬a.i. İ â k a b 'd a n ) : l â k a p l a n m a ; İ â k a b a lm a .

telâkkıım ‫( ﺗ ﻠ ﻘ ﻢ‬a.i. l o k m a d a n ) : 1. p a r a l a y ıp lo k m a lo k m a y u t m a . 2 . k a r i n g u r u l t u s u ,

telâkkun ‫( ﺗﻠﻘﻦ‬a.i.). ( b k z : te le k k u n ) . telâküm ‫ ( ﺗ ﻼ ﻛ ﻢ‬a . i . ) : y u m r u k l a ş m a , b o k s , telâmiz, telâmize ٥‫ ﺗﻼﻣﻦ‬، ‫( ﺗ ﻼ ﺑ ﺬ‬a.i. t i l m i z 'i n c . ) : ‫ ؟‬O m ezler, * ö ğ re n c ile r,

telâsim ‫( ﻃﻼﺳﻢ‬a.i. tı lı s m 'ı n c . ) : tıls ım la ı-. ( b k z : tı lı s m â t) . te lâ s s u s te lâ s u k

‫( ﺗﻠﻤ ﺺ‬a.i. İ â s s 'd a n ) : h ı r s ı z l ı k e tm e , ‫( ﺗ ﻼ ﺻ ﻖ‬a.i. l ü s û k 'd a n ) :,1. b it iş m e , b i '

t i ş i k l i k . 2 . hek. b i r o r g a n m b i r b a ş k a s ın a b it iş ip y a p ış m a s ı.

tela'siim ‫( ﺗ ﻠ ﻌ ﺜ ﻢ‬a.i.) : 1. c e v a p v e r i le c e k y e rd e v e r e m e y ip k e k e le m e . Büâ-tela'süm: k e k e le m e d e n , d o ğ r u d a n

d o g ru y a . 2. saçm a-

1245

s a p a n c e v a p v e r m e , k e m k i i m e tm e . 3. d i l d o la ş m a . te lâ ş

‫ﺗﻼ ش‬

(a.i. İ e ş v 'd e n ) : 1. h e r h a n g i b i r

s ı k ı n t ı l ı a c e le . 2 ٠e n d îş e , k a y g ı, ta s a , s ı k ı n t ı , k u ru n tu .

‫ﺗﻼﺷﻰ‬

n â z ik â n e

m u â m e le d e

b u lu n m a ,

(b k z:

te l â tu f ) .

‫ﺗﻠﻄﻔﺄ‬

te lâ ttııf-k â r

(a.i. t e l â t t u f u n c . ) : n â z i k â n e

( a .z f .) : l û t f i l e , n e z â k e t le ,

‫ﺗﻌﻠﻔﻜﺎز‬

( a .f .z f .) : l û t f i l e , n e z â k e t le

m u â m e le e d e n .

‫ﺗﻠﺒ ﺐ‬

( a . i . ) : b o t . m e y v e n i n iç le n m e s i,

te le b b iik ‫ ( ﺗ ﺒ ﻠ ﻎ‬a .i.) : m id e d o lg u n lu ğ u n a u g ra -

‫ﺗﻠﺒﻦ‬

te le b b ü n

(a.i. l e b e n 'd e n ) : 1. d u r m a , e g le n -

m e. 2. h e k . m e m e d e n s ü tü n d a m la d a m la

n e z â k e t le d a v r a n a n l a r a y a k ı ş a c a k ş e k ild e , t e l â t t u h ‫ ( ﺗﻠ ﻄ ﺦ‬a . i . ) : b u la ş m a , b u l a ş ı k o lm a , t e l â t u f ‫( ﺗ ﻼ ﻃ ﻒ‬a.i. İ û t f 'd a n . c . : t e l â t ı ı f â t ) : İ û t u f v e n e z â k e t le h a r e k e t e tm e , ( b k z : te l â t t u f ) . t e l â t ı ı f â t ‫( ﺗ ﻼ ﻃﻔﺎ ت‬a.i. t e l â t u f u n c . ) : n â z i k â n e d a v ra n m a la r. t e l â t u m ‫( ﺗ ﻼ ﻃ ﻢ‬a.i. l a t m 'd e n ) : 1. [d a lg a la r ] ‫ ؟‬a r p ış m a . 2 . ‫ ؟‬o k d a lg a l a n m a , te lâ tıım -g â h

‫ﺗ ﻼ ﻃ ﻤ ﻜﺎ ه‬

( a .f .b .i.) : 1. d a lg a s ı, ‫ ؟‬o k

o la n y e r, d a lg a l ı y e r. t e l â ı ı b ‫( ﺗ ﻼ ب‬a.i. İ a 'b 'd a n ) : o y n a m a ‫ ؛‬o y n a ş m a , ( b k z : m iilâ a b e ) .

‫ﺗﻠﻌ ﺐ‬

(a.i. İ a 'b 'd a n ) : 1. o y n a m a , o y u n l a

u ğ r a ş m a , e g le n m e . 2 . ( İ u â b 'd a n ) : y e m e k le r i n a ğ ı z d a t ü k r i i k l e k a r ı ş m a s ı . 3. h e k . s a ly a n ı n a k m a s ı. t e l â u n ‫( ﺗ ﻼ ﻋ ﻦ‬a.i. İ â 'n e t 'd e n ) : b i r b i r i n e k a r ş ı i l k l i l â 'n e t o k u m a ; s ö ğ ü ş m e .

‫ﺗ ﻼوم‬

‫ﺗﻠﺒ ﺲ‬

te le b b iis

(a.i. İ ib â s 'd a n . c . : t e l e b b ü s â t ) :

g iy m e ; g iy in m e , ( b k z : İk tis â ). te le b b iis â t ‫ت‬

‫ﺗ ﺐ‬

(a.i. t e l e b b ü s 'ü n c . ) : g iy m e -

le r ; g iy in m e le r .

‫ﺗﻠ ﺠﻠ ﺞ‬

te l e c li ic

t d â t t u f - k â r - â n e ‫ ( ﺗ ﻄ ﻔ ﻜ ﺎ ر ا ﻧ ﻪ‬a .f .z f .) : ta t l ı l ı k l a ,

te lâ v ü m

(a.i. İ i c â m 'd a n ) : g e m le m e , g e m

a k m a s ı.

‫ﺗﻠﻌﻠﻔﺎت‬

m u â m e le le r , in c e d a v r a n ı ş la r ,

t e l â 'ı ı b

‫ﺗﻠ ﺠ ﻢ‬

v u r m a ‫ ؛‬g e m le n m e .

m a . ( b k z : İm tilâ ') .

t e l â t t ı ı f ‫( ﺗ ﻠ ﻄ ﻒ‬a.i. İ û t f 'd a n . c . : t e l â t t u f â t ) :

te lâ ttu fe n

b i r a g z d a n y ü k s e k s e s le o k u m a l a r ı , te lc im

te le b b ü b ( a . i . ) : 1. d a g il m a . 2. e h e m m i y e t i n i

( * ö n e m in i) k a y b e tm e . 3. te lâ ş ,

te lâ ttııfâ t

( a . i . ) : h a c ı l a r ı n A r a f a t 't a “le b b e y k

A llâ h t im m e le b b e y k ..." d iy e b a ş l a y a n d u a y ı

e n d i ş e d e n k e d e r d e n ile r ig e le n h e y e c a n l ı v e

te lâ ş î

‫ﺗﺒﻴﻪ‬

te lb iy e

(a.i. l i i c c e t 'd e n ) : ş a ş k ı n l ı k t a n

d o la y ı l â k ı r d ı y ı a g z m d a k a r ı ş t ı r a r a k sö y le m e . te le f

‫ﺗﻒ‬

( a . i . c .: t e l e f â t ) : 1. y o k e tm e , ö ld ü r m e .

2 . b o ş y e re h a r c a m a , y ı p r a t m a , t e l e f â t ‫( ﻟ ﻠ ﻐ ﺎ ت‬a.i. t e l e f i n c . ) : 1. s a v a ş , k a z a v e b a ş k a s e b e p le r le u ğ r a n ı l a n c a n k a y b ı. 2 . a s k . z â y ia t. te le ff iif

‫ﺗﻔ ﻒ‬

(a.i. l e f f d e n ) : b ü r ü n ü p s a r ı n m a ,

b ü rü n ü p ö rtü n m e . te le ff iit

‫ﺗﻠﻐ ﺖ‬

(a.i. l e f t 'd e n ) : e t r â f ı n a b a k ı n m a ,

( b k z : iltifa t). te le h h i

‫ﺗﻠ ﻬ ﻰ‬

( a .i .) : o y n a m a , o y u n l a v a k i t g e -

‫ ؟‬ir m e ‫ ( ؛‬b k z : te l â h î, te lâ 'u b ).

‫ﺗﻠ ﻬ ﺐ‬

te le h h ü b

(a.i. l e h e b 'd e n ) : 1. a le v le n m e ,

a le v le n ip y a n m a , t u t u ş m a . 2 . il t i h a p , y a n g ı, te le h h ü f

‫ﺗﻬ ﻒ‬

(a.i. l e h e f d e n . c . : t e l e h h i i f â t ) :

1. h a s r e t v e k e d e r le y a n ı p y a k ı l m a , m a h z û n o lm a . 2 . ü z ü lm e . te le h h ü fâ t ‫ت‬

‫( ﺗﻠﻬﻰ‬a.i. t e l e h h ü f ü n

c . ) : h a s r e tle

y a n ı p y a k ıl m a l a r , m a h z û n o lm a la r , ü z ü l (a.i. l e v m 'd e n ) : b i r b i r i n i ç e k iş -

m e le r.

ti r m e .

‫ ( ﺗﻠﻘ ﻦ‬a . i . ) : p s i k . f r . a u t o - s u g g e s t i o n . ‫( ﺗﻸﻟﺆ‬a.i. l ü 'l ü 'd e n ) ‫ ؛‬p a r ı l d a m a , ‫ ( ﺗ ﻠ ﻢ‬a .i .c . : e t l â m ) : 1. z i r . p u l l u ğ u n t o p -

te le k k u n t e l b î s ‫( ﺗﺒﻴ ﺲ‬a.i. le b s 'd e n . c . : t e İ b î s â t ) : 1. a y ıb ın ı, k u s û r ı ı n u ö r t e r e k b i r ş e y i s a h t e le n d i r m e . 2 . s û r e t - i h a k t a n g ö r ü n e r e k h i l e e d ip a l d a t m a . 3 . h il e , o y u n . İ b l î s - i p ü r - t e İ b î s : ‫ ؟‬o k h il e li Ş e y ta n .

(a.i. teİbîs'in c .) : 1. ayıbım, kusûrıınu örterek sahtelendirmeler. 2 . Sûret-İ haktan görünerek hile edip aldatmalar. 3. hileler, oyunlar.

te İb îs â t ‫ﺗ ﺒ ﻴ ﺴ ﺎ ت‬

1246

t e l e 'l ü ' te le m

r a k t a b ı r a k t ı ğ ı iz , ‫ ؟‬iz g i, f r . s i l l o n . 2 . b iy . *‫ ؟‬iz i, f r . s i ll o n . te le m m u '

‫ﺗﻠ ﻤ ﻊ‬

(a.i. İ e m 'a 'd a n ) : p a r ı l d a m a ,

( b k z : İ ltim â ') . te le m m iis ile -].

‫ﺗﻤ ﺲ‬

(a.i. l e m s 'd e n ) : d o k u n m a fel

îelh-mîzâc telemmiiz ‫( 'ﻧﻠﻤﻦ‬a.i. tilm iz'den): talebelik (.öğrencililc), ‫ ؟‬ömezlilc etme, öğrenci olarak devâm etme. teles ‫( ﺗﻠ ﺲ‬a.s. tallis'den): yıpranmış, tel tel iplikleri ‫ ؟‬ıkmış [kumaş]. telessiim (.‫( ﺗﻠﺶ‬a.i.): yaşmak tutunma, yaşmaklanma. (blcz: teberku'). tele'iiv ‫( ﻷ و‬a.i.): parıldama, (bkz : İemeân). televviin ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ف‬a.i. levn'den. c . : televviinât): 1. renkten renge girme, renk değiştirme. 2,. döneklik, kararsızlık. 3. tas. temkin hâlinin zıddı. televviinât ‫( 'ﻧﻠﻮﻧﺎ ت‬a.i. televviin'ün c .) : 1. renkten renge girmeler, renk değiştirmeler. 2. döneklikler, lcararsızlılclar. televviis ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ث‬a.i. levs'den. c . : televvüsat): kirlenme, pislenme, bulaşıp murdar olma, televviisât ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ﺛ ﺎ ت‬a.i. televvüsun c .) : kirlenmeler, pislenmeler, bulaşıp murdar olmalar.

telh-giiftâr ‫ﺑ ﻐ ﺎ ر‬ telh-gû).

‫( ﺗﻠﺦ‬f.b.s.): acı sözlü, (b k z:

t e l h î - ( a . i . ) :acılık, (bkz :merâret). telhib ‫( ﺗﻠﻬﻴﺐ‬a.i. leheb'den. c . : teİhîbât): alevlendirme; alevlendirilme, tutuşturma; tututturulma. teİhîbât ‫ت‬ ‫( ﻳ ﺎ‬a.i. teİhîb'in c .) : alevlendirmeler; alevlendirilmeler, tutuşturmalar; tutuşturulmalar. telhî-çeşîde ٥L meşakkat ‫ ؟‬ekmiş.

T

‫ خ‬٠‫( ﺗﺎ‬f-b.s.): acı tatmış,

telhîd ‫ب‬ (a.i. İâhd'den): 1. kabire İâhid yapma, kabir lâhidlenme.2. gömme, (blcz: defn). telh if ‫( ﺗﻠﻬﻴﻒ‬a.i.c.: teİhîfât): acmma, acıklanma. teİhîfât ‫( ﺗ ﻠ ﻬ ﻤ ﺎ ت‬a.i. telhifin c .) : acınmalar, açıklanmalar.

teleyyün ‫( د ن‬a.i. leyn'den): 1. yumuşama, sertliğini kaybetme. 2. sulanma,

telhim (٠‫( ﺗﺎﺣﻲ‬a.i. İâhm'den): semirtme, etlendirme.

teleyyiin-i d im â g î: hek. beyin sulanması,

telhîn ‫ ن‬٠‫( ﺗﻠﺢ‬a.i. İâhn'den c . : teİhînât): 1. okurken h arfveyâ kelime değiştirme. 2. nagme ile okuma. 3. yanlışını ‫ ؟‬ikarma.

teleyyiis ‫( ﺗ ﻠ ﺚ‬a.i. leys'den): arslan yürüyüşlü, arslan yürekli olma, arslan kesilme, telezziic ‫( ﺗﻠ ﺰ ج‬a.i. İüzûcet'den): yapışkan olma, telezzüz ‫( ﺗ ﻠ ﺬ ذ‬a.i. lezzet'den. c . : telezziizât): lezzet, tad alma, hoşlanma, hoşa gitme, telezziizât ‫( ﺗ ﻠ ﺬ ﻧ ﺎ ت‬a.i. telezzüz'iin c .) : lezzet, tad almalar, horlanmalar, hâz etmeler, te lfif ‫( ﺗﻠﻐﻴ ﻒ‬a.i. le ffd e n ): sarma, bürüme; örtme. / /

telh-gû ‫( ' ﻧ ﻠ ﻴ ﻜ ﻮ‬f.b.s.) : acı söyleyen, (bkz : telhgüftâr).

telfîk ‫( ﺗ ﻠ ﻴ ﻖ‬a.i. lefk'den. c . : telfîkat): 1. birleştirme, toplayıp bir arada birleştirme. 2. k‫ ؛‬tma, *katkıda bUlunma. 3. fık. Çarklı iki mezhep görüşünü birleştirme. 4. ed. (b k z: tenâsüb).

teİhînât ‫( ﺗ ﻞ ﺀ ﻳ ﺄ ت‬a.i. teİhîn'in c .) : 1. okurken kelime veyâ h arf değiştirmeler. 2. nağme ile okumalar. 3. yanlışını ‫ ؟‬ikarmalar. telhis (a.i. lahs'dan. c . : teİhîsât): 1. .özetleme, hulâsa etme, uzun bir yazıyi kısaltma. 2. tar. sadrâzam tarafindan pâdişâha yazılacak şeylerin kısaltması veyâ bu yolda kısaltılmış yazı. teİhîsât ‫ ا ت‬١‫( ﺗ ﻠ ﺨ ﻊ‬a.i. teİhîs'in c .) : özetlemeler, kısaltmalar, hulâsalar. telhisen ‫( ًﺗ ﻠ ﺨ ﻴ ﻌ ﺎ‬a.zf.): .özet olarak, kısaltılarak. (b k z : hulâsaten).

telfîkat ‫“( ﺗﻠﻔﻘﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. tel'fik'in c .) : 1. birleştirmeler, bir arada toplamalar, (b k z: miiellefât). 2. üzerine katmalar, *katkıda bulunmalar.

telhisi (a.f.i.): Bâblâlî'den pâdişâha yazılacak şeylerin .özetini ‫ ؟‬ikaran me'mur.

telh ‫( ﺗﻠﺦ‬f.s.): acı. (bkz : mürr). G üftâr-1 telh : acı söz.

te ^ -k â m ‫( ﺗﻠ ﺨ ﻜﺎ م‬f.b.s.): “ damağı acı" : keder-

telh-âb, telh-âbe

‫ ه‬٠‫ ﺗﻠﺨﺎ‬،

(f.i.): acı su.

telh-bâr ‫ ﺑ ﺮ‬١‫( ﺗﻞ‬f.b.i.) 1 ‫؛‬. meyvesi acı olan, acı olan meyve. 2. neticesi acı olan İş.

telhiye ‫ي‬ (a.i. levh'den): gafil, [birisini) eğlendirme; eğlenme, hoş vakit geçirme,

telh-kâm î ‫( ﺗﻠ ﺨ ﻜﺎ ﻣ ﻰ‬a.b.i.): kederlilik. telh-m izâc ‫( ﺗ ﻠ ﻎ ز ا ج‬f.a.b.s.): kötü huylu, (b k z : bed-ah!âk, bed-tînet).

1247

telh-nâk te lh -n â k

‫ﺗﻠ ﺨﻨﺎ ك‬

( f .b .s .) : le z z e ti a c ı o lan , h o ?

‫ﺗﻠﻌﻴﺐ‬

t e l 'î b

(a.i. İ u 'b 'd a n ) : o y n a tm a , r a k se ttir-

( a .i.c .: t e lk in â t ) : 1. [fikir] aşıla -

‫ ﺗﻠﻴﺪه‬، ‫ﺗ ﻠ ﻴ ﺪ‬

(a.i. v e le d 'd e n ) : y a b a n -

CI m e m le k e tte d o ğ d u ğ u h a ld e k ü ç ü k ik en İslâ m d iy â r m a g e tirile re k o r a d a b ü y ü m ü ş v e o r a n ın tâ b iiy e tin i k a b û l e tm iş o la n k im -

koym a.

2 . y e n id e n

M ü s lü -

m a n o lan k im s e y e îm â n e s a s la rım a n la tm a . 3.

m e, o y n a tılm a , (b k z : terkis).

te lid , te lid e

‫ﺗ ﻌ ﻦ‬

te lk in

m a , k u la g m a

o lm a y a n .

01ü g ö m ü ld ü k te n so n ra m e z a r b a ç m d a

İm a m ın sö y le d iğ i d în î sözler,

t e l k i n b i - n e f s i h i : p s i k . k e n d i k e n d in e telk in , f r . a u t o - s u g g e s t i o n .

t e l k i n - i r ü c û ' : h n k . z in â gib i, h a d d i m û c ib b ir c ü r m ü ir tik â b e ttig in i h â k im in h u z û -

t e 'l î f

‫ﺗﺄﻟﻴﻒ‬

(a.i. iilfe t 'd e n ) : 1. u z la ş tır m a , b a r i? -

tırm a . ( b k z : m ü sâ leh a , m ü sâlem et).

ru nd a

İk râ r

ed en

?a h sa

bu

ik r â r m d a n

n ü k û l e tm e sin i h â k im in içrâ b ı v e İh sâs etm esi, [m e s e lâ : g a y r i m e ç rû m ü n â se b ette

t e 'l î f - î b e y n : a ra b u lm a , u z la ş tırm a , ?ek ild e

b u lu n d u ğ u n u İk râ r ed en ‫ ؟‬a h sa h â k i m i n :

h o şn U d etm e .

“ z in â m i y a p tm ? b e n z a n n e tm e m k i sen

2 . ( a .i.c .: te'lîfât) k ita p , e ser y a z m a ‫ ؛‬y a z ıl-

b ö y le b ir ? e y y a p m ı? o la sm '', “ sen y o k s a

t e 'l î f - i k u l û b : g ö n ü lle ri iy i

m u â m e le d e

ç e k e ce k

b u lu n m a ‫؛‬

m i? , o rta y a k o n u lm u ş eser. Z a 'f-1 t e 'l î f : e d .

r ü 'y â m i g ö rd ü n ?” v e y â ''a r a n ız d a b ir a k d -i

ifâ d ed e d ü şü k lü k .

n ik â h b u lu n m u ? o lm a s ın ?" d em esi gibi].

‫ﺗﺄﻟﻴ ﻔﺎ ت‬

t e 'l î f â t ler.

(a.i. t e 'l î f in c . ) : 1. t e 'lîf e tm e -

2 . y a z ılm ış

k itap lar,

eserler,

(b k z :

m ü ellefât).

t e 'l î h

‫ﺗﺄﻟﻪ‬

t e l 'î n

‫ﺗﻠ ﻌ ﻴ ﻦ‬

(a .f.b .s .) : t e 'lîf e d ilm i?.

(a.i. İ l â h 'd a n ) : ta n r ıla ş tır m a ,

‫ﺗ ﻞ‬

t e ll-i c e b e l : d a ğ tepesi,

(a.i. lâ 'n 'd e n . c . : t e l 'î n â t ) : lâ 'n e t

‫ﺗﻠ ﻌ ﻴ ﻌﺎ ت‬

(a.i. te l'în 'in c . ) : lâ 'n e t o k u m a -

lar, lâ'netlem eler, lcargım alar.

‫ﺗ ﻞ ﻛﺎرى‬

te l-k â r î

t e ll-i r e f i ' : y ü k s e k tepe,

‫ﺗﻠ ﻤﻴ ﻊ‬

t e lm i'

(t.f.b .i.): tel h â lin d e o lan g ü -

(a.i. İâ k a b 'd a n . c . : t e lk ib â t ) :

lâ k a p la n d ırm a , lâ k a p ta k m a ,

‫ﺗﻠ ﻘﻴﺒﺎ ت‬

te lk ib â t

(a.i.

te lk ib 'in

c .) :

‫ﺗﻠﻘﻴﺢ‬

(a.i. İü k u h 'd a n . c . : t e lk ih â t ) : 1. aşı

y a p m a , a şıla m a ; a şıla n m a . 2 .b o t. d işi m e y v e y e erlcek m e y v e n in to z u n u a şıla m a , d ö l le n d irm e .

d a n a lm a n s e ru m la y a p ıla n aşı [çiçek h a st a lığ ın a k a rşı-].

t e l lc i h - i c e d e r î : çiçe ğ e tu tu lm u ? lcim seden a lm a n

s e ru m la y a p ıla n karşı-'].

aşı [çiçek h a sta -

2 . erkelc h a y v a n

n u tfe sin i

u sû lü n e gö re d işi h a y v a n a a şıla m a , ( b k z : ilk ah ).

‫( ﺗﻠﻘﻴﺤﺎ ت‬a.i. t e lk ih 'in c . ) : aşılar, ‫( ﻟ ﻠ ﻘ ﻴ ﻢ‬a.i. l o k m a 'd a n ) : lo k m a v e rm e ,

te lk ih â t te lk im

v e rilm e , lo k m a lo k m a y e d ir m e , y e d irilm e .

1248

ren k

t e lm iâ t

‫ ت‬،‫( ﺗﻠﻤﻴﻊ‬a.i.

t e lm i'in c.) ‫ ؛‬telm i'ler, k a r i-

ş ık y â ^ ılm ış şiirler.

te lm ih

‫ﺗﻠ ﻤﻴ ﺢ‬

(a.i. m e lh 'd e n . c . : t e lm ih â t ) :

sö z a ra sın d a lcastedilen b ir ? e y i m â n â lı

o la ra k sö ylem e, a ç ık sö ylem em e, İm â li lcon u şm a . 2 . ed . ib âred e b a h s i g e ç m e y e n b ir k ıssa y a , fık r a y a , a ta sö zü n e v e y â m e şh u r b ir ?iire, b ir sö ze işâ ret etm e. M e se lâ : "ç o k ta n a ?m ı? 0 b e lk i İ z m it'i d e'' m ıs r a ın ın ,“ ati a la n

t e l lc i h - i b a k a r î : in e k m e m e si lc a b a rc ık la rm -

lığ ın a

2. ren k

o lan m a n z û m e y a p m a , (b k z : m ü le m m a '),

1.

lâ k a p la n d ırm a la r, lâ k a p ta k m a la r,

te lk ih

p a rıld a tılm a .

F a r sç a , (,Türkçe g ib i b a şk a b a ş k a d ille rd e

y a p ıla n İş, g ü m ü ş İşlem e, g ü m ü ş lcakm a.

‫ﺗﻠ ﻘﻴ ﺐ‬

(a.i. le m e â n 'd a n . c . : t e l m iâ t ) :

1. p a rıld a tm a ,

y a p m a , y a p ılm a . 3 . ed. m ıs r â la r ı, A r a p ç a ,

rnü şü ö re rek v e y â b ir ? e y ü z e rin e k ak aralc

te lk ib

( a .i.c .: t i l â l ) : tepe, k ü m e , y ığ ın , (b k z :

ş im r â h ) .

o k u m a , lâ 'n etlem e , k a r g ım a ,

t e l 'î n â t

(a.i. t e lk ih in c . ) : 1. ö ğretm eler.

2 . ö ğ re tile n ?eyler.

te li

‫ﻷﻟﻴﻒ ﻛﺮده‬

t e 'l i f - k e r d e

‫ﺗ ﻖت‬

te lk in â t

Ü sk ü d a r'ı g e ç t i" ib â re sin e te lm ih e d ilm esi gibi.

te lm ih â t

‫ﺗﻠﻤﻴﺤﺎت‬

(a.i. te lm ih 'in c . ) : telm ih ler,

im a li sözler.

te lm ih e n

‫ﺗﻠﻤﻴﺤﺄ‬

( a .z f .) : te lm ih y o lu y la , te lm ih

İçin, İm â li o larak .

te ls im

‫ﺗﻠﺒ ﻢ‬

( a .i.c . : t e İ s îm â t) : a ğ z ın ı ö p m e ‫؛‬

ö pm e, ( b k z : takbil).

te İs îm â t

‫ﺗﻠ ﺸ ﺴﺎ ت‬

le r‫ ؛‬ö pm eler.

(a.i. teİsîm 'in c . ) : a ğ ız ö p m e -

١

Temâşâ-hâne-i Osmânî (tiyatrosu) telvi ' ‫( ﺗﻠﻮﻳﺢ‬a.i. lev'den. c . : telviât): İçini yakıp dertlendirme; dertlendirilme, İÇİ yanma, üzülme. telviât ‫( ﺗﻠ ﻮﻳﻌﺎ ت‬a.i. telvi'in c .) : İçini yakıp dertlendirmeler, dertlendirilmeler. telvih ‫( ﺗﻠﻮﻳ ﺢ‬a.i. levh'den. c . : telvihât): 1. açıklama, belli etme. 2. ed. lüzumlu şeylerden bahsetmek sûretiyle olan kinâye ["filâncanın mutfağında çok odun sarfolunur'' denildiği zaman bundan mutfekta çok yemek piştiğine, ev sâhibinin cömertligine ve misafirinin çokluğuna intikal edilir]. 3. posa hâline getirme, telvih m edresesi: miftah ve hâriç medreseleri arasında yer alan üçüncü derecede bir medrese. telvîhât ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﺤ ﺎ ت‬a.i. telvîh'in c .) : telvihler, açıklamalar. telvim ‫( ﺗﻠ ﻮﻳﻢ‬a.i. levm'den. c . : telvim ât): azarlama, azarlanma, paylama, paylanma, çekiştirme, çekiştirilme. telvimât ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﻤ ﺎ ت‬a.i. telvim'in c .) : azarlamalar, azarlanmalar, çekiştirmeler, çekiştirilmeler. telvin ‫( ﯯ ﺑ ن‬a.i. levn'den. c . : telvinât): renk verme, boyama, boyanma,

temâhiil ‫ل‬ ranma.

‫( ﺗﻤﺎه‬a.i.): mühlet verme; ağır dav-

temâliik ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﻟ ﻚ‬a.i.): kendine hâkim olma, nefsini tutabilme.

temâm ‫( ﺗﻤﺎم‬a.i. temm'den). (bkz : tamâm), temânü' ‫( ﺗ ﻤﺎ خ‬a.i.): fels. fr. exclusion. temânıZü٥ jUj (a.i. maraz'dan. c. :tem âruzât): yalandan hastalanma, kendini hasta gibi gösterme. tem âruzât ‫( ﺗ ﻤﺎ ر ﺿﺎ ت‬a.i. temâruz'un c .) : yalandan hastalanmalar, kendini hasta gibi göstermeler. temâsih ‫( ﺗ ﻤﺎ ﺳ ﺢ‬a.i. timsâh'ın c .) : timsahlar, temâsil ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﺛ ﻴ ﻞ‬a.i. timsâl'in c .) : timsaller, sûretler, resimler, semboller, temâss ‫( ﺗ ﻤ ﺎ س‬a.i. mess'den): 1. birbirine değme, dokunma. 2. yan yana bulunma. 5 ٠münâsebette bulunma; İlişki, temâsül ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﺛ ﻞ‬a.i. mesl'den. c . : temâsülât): 1. benzeme, benzeyiş, (bkz : müşâbehet). 2. mat. kesirsiz taksim kabûl etme. tem âsül-i a 'd â d : fer. biri mirasçı adedini, diğeri de mirastaki hisseyi İfâde eden iki sayının birbirine müsâvî (*eşit) olması hâli,

telvinât ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﻌ ﺎ ت‬a.i. telvin'in ç .) : renk vermeler, verilmeler, boyamalar, boyanmalar,

temâsülât ‫( 'ﻧﻤﺎ ﺛ ﻼ ت‬a.i. temâsül'ün c.) : 1. benzemeler, benzeyişler. 2. mat. kesirsiz taksim kabûl etmeler.

telvis ‫( ﺗ ﻠ ﻮ ﻳ ﺚ‬a.i. levs'den. c . : telvisât): 1. buİaştırma, kirletme, pisletme. 2. mec. bozma, berbâdetme [bir İŞİ-].

tem âşâ ‫( ﺗﻤﺎﺷﺎ‬f.i.): 1. bakıp seyretme. 2. gezme, (bkz : teferrüc3, tenezziih). Şâyân-I tem âşâ : görülmeye değer.

telvisât ‫( ﺗﻠﻮﻳﺘﺎ ت‬a.i. telvis'in c .) : 1. bulaştırmalar, lcirletmeler, pisletmeler. 2. mec. [İşleri] bozmalar, berbâdetmeler.

tem âşâ-gâh ‫( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﺎه‬f.b.i.): 1. seyir ve gezinti yeri. 2. tiyatro. 3. sinema.

telviye ‫( ﺗﻠﻮﻳﻪ‬a.i.): burma, kıvırma, çevirme,

‫( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﻪ‬f.b.i.). (bkz : temâşâ-gâh). tem âşâ-ger ‫( ﺗﻤﺎ ﺷ ﺎ ﻛ ﻞ‬f.b.i.c.: temâşâ-gerân):

telyin ‫( ﺗ ﻠ ﻴ ﻴ ﻦ‬a.i. leyyin'den) 1 ‫؛‬. yumuşatma, yumuşatılma. 2. liynet verme, İÇİ yumuşatma, kabızlıktan kurtarma,

tem âşâ-gerân ‫( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﺮاف‬f.b.i. temâşâ-ger'in c .) : seyircilei'.

telziz ‫( ﺗ ﻠ ﺬ ﻳ ﺬ‬a.i. lezzet'den): lezzetlendirme, tatlandırma, tatlandırılma,

temâşâ-geh seyirci.

tem âşâ-gerî ‫( ﺗﻤﺎﺷﺎﺳﻤﺮ ى‬f.b.i.) : seyircilik,

temâciid ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﺟ ﺪ‬a.i. m ecd'den): ululuğunu, büyüklüğünü, şerefini çoğaltma,

temâşâ-hâne ‫( ﺗﻤﺎﺷﺎﺧﺎﻻ‬f.b.i.): 1. etrâfı temâşâ edecek yer. 2. mec. dünyâ. 3. tiyatro oynanan yer.

temâdî ‫( ﺗ ﻤ ﺎ د ى‬a.i. m edd'den): siirme,. sürüp gitme, uzama, devâmedegelme.

tem âşâ-hâne-i garâib : garip şeylerin görülme yeri.

tema'diin ‫( ﺗﻤﻌﺪ ن‬a.i. ma'den'den): mâdenleşme, mâden hâline geçme,

Tem âşâ-hâne-i Osm ânî (tiyatrosu): Küçük İsmail tarafından 1883 de İstanbul'da kurulan bir tiyatro topluluğu.

temahhut ‫( ﺗ ﻤ ﺨ ﻂ‬a.i.): sümkiirme.

1249

٠emâ$â-kârî

temâşâ-kârî ‫( ﺗ ﻤﺎ ﺷﺎ ﻛﺎ ر ى‬f.b.i.): seyircilik, seyirci vaziyeti.

temattî ‫( ﺗ ﻤ ﻄ ﻰ‬a.i. matiyy'den) : gerinme [vücutta duyulan ağırlıktan dolayı],

temattur ‫( ﺗ ﻤ ﻄ ﺮ‬a.i. m atar'dan) : yağmur yağma; Sicak mevsimde serinlemek üzere yağmur altına çıkma.

temâvüt ‫( ﻧﻤﺎوت‬a.i. mevt'den) : kendini ölmüş gibi gösterme.

temâyül ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﻳ ﻞ‬a.i. meyl'den. c . : tem âyülât): 1. meyletme, eğilme, bir yana ‫ ؟‬arpılma. 2. bir yana veyâ bir kimseye fazla tarafdârlık ve sevgi gösterme.

temâyül-i rahim : hek. rahim çarpıklığı, temâyülât ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﻳ ﻼ ت‬a.i. temâyül'ün c .) : 1. meyiller, muhabbetler, sevgiler. 2. mec. bir tarafa doğru meyletmeler, eğilmeler,

temâyüz ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﻳ ﺰ‬a.i. meyz'den. c.: tem âyüzât): yükselme, üstün olma, sivrilme, kendini gösterme.

temâyüzât ‫( ﺗ ﻤﺎ ﻳ ﺰا ت‬a.i. temâyüz'ün c .) : yükselmeler, üstün olmalar, sivrilmeler, yükselmeler, kendini göstermeler,

temazmuz ‫( ﺗﻤﻐﻤ ﺾ‬a.i. m azm aza'dan): ağzını su ile çalkalama,

temâziic ‫( 'ﻧﻤﺎزج‬a.i.): şakalaşma, temcîd ‫( ﺗ ﻤ ﺠ ﻴ ﺪ‬a.i. mecd'den. c . : temcidât):

temeddiih ‫ﺗ ﻤ ﺪ ح‬

(a.i.

m e d h 'd e n

c. :

te m ed d ü h ât) : b ö b ü rle n m e , k e n d in i Ovm e.

temeddiihât ‫'ﻧﻤﺪ ﺣ ﺎ ت‬

(a.i. te m e d d ü h 'ü n c.) :

b ö b ü rlen m eler, k e n d in i ö vm eler,

temeddün

‫ﺗﻤﺪ ن‬

(a.i.

m e d e n iy y e td e n ) :

m ed en ile şm e, m e d e n i o lm a , .u y g a r la ş m a ,

temehdi ‫ﺗ ﻤ ﻬ ﺪ ى‬ d â v â sın a

(a.i.): m e h d ileşm e , m e h d ilik

k a lk ışm a ,

m e h d ilik

d â v â sın d a

/ ٠٠

b ^ lu ^ m a .

temehhiid ‫ﺗﻤﻬﺪ‬

(a.i. m e h d 'd e n ) : 1. y a y ı l l j l d ö -

şen m e. 2 . m e h d ilik satm a,

temehhür ‫( ﺗﻤﻬﺮ‬o.i. m a h â re t'd e n )

: m â h ir o lm a ,

u z elli o lm a.

‫ﺗﻤﻜ ﻦ‬

temekkün

(a.i.

m e k â n e t'd e n ) :

m e k â n la n m a , y erleşm e, y e r tu tm a ,

temellük ‫ﺗﻤﻠﻖ‬

c. :

(a.i. m e lk 'd e n .

tem ellu k at) :

y a lta k l'a n m a , d a lk a v u k lu k ,

temellukat ‫ﺗ ﻤ ﻠ ﻘ ﺎ ت‬ te m e llu k 'u n

c.) :

(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. y a lta k la n m a la r ,

d a lk a -

v u k lu k la r.

temellük ‫ﺗ ﻤ ﻠ ﻚ‬

(a.i. m e lk v e m ü lk 'd e n . c. :

tem ellü kât) : m ü lk e d in m e , k e n d in e m a l etm e, sâ h ip o lm a .

temellüke sâlih tabiî kuvvetler : huk.

elekt-

rik , su g ü c ü g ib i ü stü n d e m ü lk iy e t h a k k i k u ru la b ile n tab ii ( d o ğ a l ) k u v ve tle r,

temellükât ‫ﺗﻤﻠﻜﺎ ت‬

(a.i. t e m e llü k ü n c.) : m ü lk

1. ululama, ağırlama. 2. sabah namazı vak- ed in m eler, k e n d in e m a l etm eler, sâ h ip olm alar. tinden evvel minârelerde belli makamlarda söylenen Arapça niyaz İlâhisi [ilkönce Hz. temelliil ‫( ﺗ ﻤ ﻠ ﻞ‬a.i. m illet'd e n ) : 1. m ille tle n Bilâl-İ Habeşî tarafından söylenmiştir], m e, b ir m ille tin ferd i o lm a . 2 . b ir d in e

temcidât ‫( ﺗ ﻤ ﺠ ﻴ ﺪ ا ت‬a.i. temcid'in c .) : 1. ululamalar, ağırlamalar. 2. sabah namazı vaktinden evvel minârelerde söylenen niyaz İlâhileı'i.

temcis ‫( ﺗ ﻤ ﺠ ﻴ ﺲ‬a.i.): birisini mecûsî dinine sokma.

temdid ‫( ﺗﻤﺪﻳﺪ‬a.i. m edd'den): 1. uzatma, uzatılma; sürdürme, (bkz : tatvil). 2. bir harfi uzun okuma, çekme, (bkz : İmâle). 3. kim. sulandırma.

temdih ‫( ﺗ ﻤ ﺪ ﻳ ﺢ‬a.i. medh'den. c . : dîhât): çok övme.

temdîhât ‫( ﺗ ﻤ ﺪ ﻳ ﺤ ﺎ ت‬a.i. temdih'in c .) : çok övmeler.

temdin ‫( ﻟﻤﺪﻳﻦ‬a.i.): medenileştirme, temeccüd ‫( ﺳ ﺠﺪ‬a.i. m ecd'den): ululaşma, şerefsâhibiolm a.

1250

3.

m e n sû b o lm a .

(m elel,

m e lâ l'd e n )

hek.

lıa sta lığ ın te'siriyle y a ta k ta ı'ah at y a ta m a y ıp , k ım ıld a n ıp d u rm a ,

temelmül ‫( ﺗﻤﻠﻤ ﻞ‬a.i.) : y a ta k ta ra h a t o lm a m a , temennâ ‫( ﺗ ﻤ ﻐ ﻰ‬o.i. m ü n y e 'd e n ) : 1. (b k z

:

tem en n i). 2 . tem en n â h , eli b a şa g ö tü re re k v e rile n selam .

temenni ‫ﺗ ﻤ ﻐ ﻰ‬

(a.i.c. : te m e n n iy y â t) : d ilem e,

dilek, istek.

tem enni^ât ‫ ' ﻧ ﻤ ﻴ ﺎ ت‬a.i.

te m e n n i'n in c.) : d ile -

m eler, dilekler, istekler,

temerküz ‫ﺗ ﻤ ﺮ ﻛ ﺰ‬ tu tm a .

4.

(a.i. m erk e z'd en ) :

2 . to p la n m a .

kim.

3 . b irik m e ,

1. m erk e z y ığ ılm a .

*d e rişm e, s u y u a z a la r a k k o y u h âle

gelm e, k o y u la şm a , fr. concentration, temerkiiz-i zerrevi : kim. m o le k ü l *d e rişm esi, fr. concentration moléculaire.

temhîs-'ı İlâhî te m e rm ü r ‫( ' ﻧ ﻤ ﺮ ﻣ ﺮ‬a.i. mermere'den): 1. hek.

devamlı olarak dil ve dudakların titremesinden İbâret bir hastalık. 2. *bileşim, te m e rm iir-i z iy â -y ı kevkeb : astr. *1Ş1İ *bile-

şim.

٠ (a.i.

m e v c 'd e n . c. : t e m e v v ü -

c a t) : d a lg a l a n m a , d a lg a l ı o lm a , d a lg a d a lg a o lm a , ( b k z : te lâ tu m ) .

tem ewüc-i deryâ : d e n i z i n d a lg a l a n m a s ı, temevviicât ‫( ﺗﻤﻮﺟﺎت‬a.i. îe m e v v ü c 'ü n c.) : d a l-

(a.i. mürûd'dan. c .: temerriidât): 1. dikbaşhhk, inat, direnme. 2 . huk. bir borcun geç ödenmesi,

te m e rriid

temevviic ‫س‬

‫ﺗﻤﺮد‬

tem erriid ât ‫ ت‬١‫( ﺗﻤﺮد‬a.i. temerriid'ün c .) : dik-

başlılıklar, inâdetmeler, direnmeler, te m e rriin ‫( ﺗ ﻤ ﺮ ن‬a.i.): tekrar ettire.ettire alış-

tırma; idman yapma, egzersiz yapma, (a.i. mashara'dan. c . : temeshurât): maskaralanmak, maskaralık etmek.

tem esh u r

g a la n m a la r .

temevviil ‫ز و د‬

(a.i. m â l 'd e n ) : m a l e d in m e ,

z e n g in le ş m e .

temevviit ‫( ﺗﻤﻮت‬a.i. m e v t 'd e n ) : hek. b i r o rg a n i n ç ü r ü y ü p ö lü h â l i n e g e ç m e s i, te m e ^ ü '

‫ص‬

(a.i. m e y 'd e n . c. : te m e y y ii â t) :

m â y i (sıv ı) h â l i n e g e lm e , c ıv ı k la ş m a ; kim. S ı v ı l a ş m a , fr. liquéfaction,

temeyyiiât ‫ ت‬-

(a.i. t e m e y y i i 'i i n c.) : m â y i

(sıv ı) h â l i n e g e lm e le r, c ıv ı k la ş m a l a r ; kim.

* S iv ıla ş m a la r, fr. liquéfactions, (a.i. temeshur'un c .) : 1. maskaralıklar. 2. maslcaraya, alaya alma- temeyyiih ‫( ب‬a.i.) : s u l a n m a . lar. temeyyiih-i dem : hek. k a n i n s u l a n m a s ı ,

tem esh u rât ‫ ا ت‬-

tem eskiin ‫( ' ﻧ ﻤ ﻜ ﻦ‬a.i.): miskin olma, miskin-

İeşme.

temeyyiiz

(a.i.c. : te m e y y iiz â t) : k e n d i n i

‫ﳌﻴ ﺰ‬

g ö s t e r m e , s i v r il m e , b e n z e r l e r i n d e n f a r k lı

tem essiih ‫( ﺗ ﻤ ﺴ ﺢ‬a.i. m esh'den): 1. meshetme,

bir şeye el sürme. 2. bir şeye sürünme, tem essiih ‫( ﺗ ﻤ ﺴ ﺦ‬a.i.): meslr olma, şekil değiş-

tirme.

o lm a . Mâ bihi't-temeyyüz : k e n d is iy le te m e y y i iz e d i l e n şey.

tem e^üzât ‫( ﺗ ﻤ ﻴ ﺰا ت‬a.i. .te m e y y iiz 'ü n c.) : te m e y y iiz le r , b e n z e r l e r i a r a s ı n d a s iv r ilm e le r ,

temessiihi ‫ ﺳ ﺨ ﻰ‬٠‫(ت‬a.s.): meshe inanan.

b e lli o lm a la r .

t e m e s s U k ^ (a.i. mesk'den. c. :temessükât): 1. tutunma, sarılma. 2. borç senedi,

temezzuk ‫( ﻧ ﺮ ق‬a.i.) : y ı r t ı l m a , p a r ç a p a r ç a

t e m e s s i i l - (a.i. misl'den. c . : temessülât): 1. bir şekil ve sûrete girme, cisimlenme. 2 . benzeşme. 3. biy. *özümleme, fr. assim i-

temhid -

latio n .

m e. (a.i. t e m h i d 'i n c.) : 1. y a y m a -

la r , d ö ş e m e le r , d ö ş e tm e le r . 2 . ıs lâ h e tm e le r , d ü z e ltm e le r .

mesi. tem essiilât ‫( ﺗ ﺸ ﻼ ت‬a.i. temessül'ün c .) : temes-

siiller, cisimlenmeler; uymalar, — (a.i. m eşy'den): [ma'neviyatta kullanılır],

(a.i. m e h d 'd e n . c. ‫ ؛‬te m h i d â t ) :

1. y a y m a ; d ö ş e t m e . 2 . d ü z e lt m e ; d ü z e n le -

temhidât ‫ ا ت‬-

tem essiil-i k l o r o f il i : bot. klorofil *özümle-

tem eşşî

o lm a .

te m h ik —

(a.i.) : İ p t â l e tm e ,

temhil ‫( ﺗ ﻤ ﻬ ﻴ ﻞ‬a.i. m e h l 'd e n . c. ‫ ؛‬te m h i l â t ) : yürüme.

tem eççu k ‫( ﺗﻤ ﺸ ﻖ‬a.i. m eşk'den): 1. meşk alma;

meşk yazma. 2. yazı örneği. 3. alıştırma, tem eşşu t ‫( ﺗ ﻤ ﺸ ﻂ‬a.i. m uşt'dan): saçını, sakalı-

m tarama, saç sakal taranılma,

m ü h le t, m e h il v e rm e , s o n ra y a

b ıra k m a ,

* e rte le m e ; z a m a n v e f ı r s a t v e r m e ,

temhilât ‫( ﺗ ﻤ ﻬ ﻼ ت‬a.i. t e m h i l 'i n c.) : m e h i l v e rm e le r, s o n r a y a b ı r a k m a l a r , * e rte le m e le r,

temhir —

(o.i. m ü h r 'd e n ) : m ü h ü r l e m e ,

temhiriyye ‫( ﺗﻤﻪ؛ري ط‬a.i.) : m i i h i i r .p a r a s ı, b i r

te m e ttu ' ‫( ﺗ ﻤ ﻌ ﻊ‬a.i.c.: temettuât): 1. kâr etme,

k â ğ ı d ı n r e s m i ş e k il a lm a s ı İç in g e r e k e n

kazanma. 2. kâr, fayda. H isse -i te m e t t u ' : bir şirket hissedarlarından her birine İsâbet eden kâr.

m ü h ü r ü n b a s ı lm a s ı İ ş in d e ö d e n e c e k iic r e t.

tem ettu ât ‫( ﺗ ﻤ ﺘ ﻌ ﺎ ت‬a.i. temettu'un c .) : kârlar,

feydalar, kazançlar.

temhis -

(a.i. m a h s 'd a n . c. : t e m h is â t) :

te c r ü b e , i m t i h â n e tm e ,

temhis-i İlâhî : A l l a h 'ı n k u l u n u i m t i h a n e tm e s i.

1251

»emhîsâ» temhisât ‫( ﺗ ﻤ ﺤﻴ ﻤﺎ ت‬a.i. temhis'in c .) : tecrübeler, imtihan etmeler.

temmâr temme

temime ‫( ﺗﻤﻴﻤﻪ‬a.i.): nazar boncuğu, nazarlık. te’mîn ‫( ﺗ ﺄ ﻣ ﻴ ﻦ‬a.i. em n'den): 1. güvenlik his-

(a.i.): hurmacı, hurma satan,

(a.fi.) : "bitti, tamam oldu” mânâsınadır. [kitapların sonuna yazılmak âdet idi]. ‫ﰎ‬

si verme. 2. sağlamlaştırma. 3. elde etme. 4. *sağlama.

temmet C — ‫( ﺗﻢ‬a.fi.): "temme” nin müennesi-

te'mînât ‫( ﺗﴼ ﻣﻴ ﻐﺎ ت‬a.i. te'mîn'in c .) : *inanca,

temmûziye ‫( ﺗ ﻤ ﻮ زﻳ ﻪ‬o.i.): ed. yazdan ve Sicak-

*güvence, sağlamlık bakımından gOsterilen kefil, verilen söz veyâ para,

temniye ‫( ﺗ ﻤ ﻴ ﻪ‬a.i. m eni'den): fizy. meni akit-

te'mînât-ı aymyye : elco. karşılığı mal olan te'minat.

dir]. (bkz ‫ ؛‬temme). tan bahs ile medhe dâir yazılan kaside, ma, belini getirme,

temr ‫( ﺗﻤﺮ‬a.i.): hurma, (bkz : nahl).

te'minen ‫( ﺗﺄﻣﻴﻨﺎﺀ‬a.zf.): te'mîn sûretiyle. te'mîr ‫( ﺗ ﺄ ﻣ ﻴ ﺮ‬a.i. em r'den): vâlî olarak tayin etme, vâlî yapma.

temr-i H in d i : Hind hurması, demirhindi, [meyvasıyla şerbeti yapılır],

temre ‫( ﺗﻤﺮه‬a.i): bir tek hurma,

te'mît ‫( ﺗﺄﻣﻴﺖ‬a.i.) : zihnen tahmin etme, (bkz : tahmin, takdir).

temkin ‫( ﺗ ﻤ ﻜ ﻦ‬a.i. mekânet'den): 1. ağır başlılık. 2. hek. hastalığın bir yere yerleşmesi. 3. ihtiyat, tedbir. Ehl-İ temkin : ı) ağırbaş1ı; 2) tas. televvünden kurtulup huzur ve

temri ‫( ﺻ ﻰ‬a.i.): hurmayı seven, temrih ‫( ﺗﻤﺮﻳﺦ‬a.i.): hafifçe siirme, uguşturma. temrin ‫( ﺗ ﻤ ﺮ ﻳ ﻦ‬a.i.c.: temrinât): alıştırma, idman yaptırma, yaptırılma, egzersiz, idman,

temrinât ‫( ﺗﻤﺮﻳﺎ ت‬a.i. temrin'in c .) : temrinler, egzersizler, idmanlar, alıştırmalar,

sükûna mazhar olmuş kimse, kendini yalniz Tanrı yoluna adamış olan kimse. Pürtem kin : ‫ ؟‬ok ağırbaşlı.

temrir ‫( ﺗ ﻤ ﺮﻳ ﺮ‬a.i. m iirr'den): acılık verme, ve-

temlie ‫( ﺗ ﻤ ﻠ ﻐ ﻪ‬a.i. m el'den): ağız ağıza doldur-

temriz ‫( ﺗﻤﺮﻳﺾ‬a.i. m araz'dan): zayıf gösterme, gösterilme [daha ‫ ؟‬ok söz hak.],

ma. temlih ‫( ﺗ ﻤﻠ ﺢ‬a.i. m ilh'den): 1. tuzlama, İçine tuz katma‫ ؛‬tuza yatırma. 2. ed. söz arasında giizel bir mazmun (niilcteli, cinaslı, giizel söz) söyleme. temlihât ‫( ﺗ ﻤﻴ ﺤﺎ ت‬a.i. temlih'in c .) : temlihler, nükteli, cinaslı, giizel sözler.

temlik ‫( ﺗ ﻤ ﻠ ﻴ ﻚ‬a.i. melk ve miilk'den. c . : temlilcât): mülk olarak verme,

temlik-i sahih ile tem lik : kamu yararına kullanılan arazinin herhangi bir sebeple başkalarına satılması. temlikât ‫( ﺗ ﻤ ﻠ ﻴ ﻜ ﺎ ت‬a.i. temİîk'in c .) : miilk olarak vermeler. temliken ‫ﻜ ﺄ‬ sûl'etiyle.

‫( ﺗ ﻤ ﻠ ﻴ‬a.zf.): miilk olarak vermek

lirinin birine verilmesi veya şartlara uygun olarak rakabenin temlikini bildiren vesika.

temİîk-nâme-i hüm âyûn :

temsih

‫( ﲤﰞ‬a.i. m esh'den): Allah'ın insani maymun kılığına sokması,

temsih ‫( ﺗ ﻤ ﺠ ﺢ‬a.i.). (bkz : mesh). temsil ‫( ﺗﻤﻔﻴﻞ‬a.i. misl'den. c . : temsilât): 1. benzetme. (bk z: teşbih). 2 . bir şeyin aynını yapırfa. 3. örnek söz‫ ؛‬söz gelişi. 4. tiyatro oyunu. 5 ٠*özümleme, alınan gıdanın uzviyete dâhil edilmesi, fr. assimilation. 6 . [birinin veyâ bir topluluğun] adına hareket. ‫ﺀ‬

temsilât ‫( ﺗﻤﺜﻴﻼت‬a.i. temsil'in c .) : temsiller, temsili ‫( ﺗﻤﺸﻠﻰ‬a.s.): temsile âit, temsil ile ilgili, temsili hükümet : milletin yasama g'ücünün kullanılmasını parlamentoya devretmesine dayanan İlükûmet şekli,

temsili teşbih : ed. benzetilenle benzetmelik

temlik-nâme ‫( ﺗ ﻤﻠ ﻴ ﻜ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): miri arazi ge-

(b k z: temlik-

nâme).

temlis ‫( ﺗﻤﻠﻴ ﺲ‬a.i. m elis'den): düzleme, pürüzlerini giderme.

temliye ‫( ﺗﻤﻠﻴﻪ‬a.i.): doldurma, doldurulma. 1252

rilme.

arasındaki birden fazla Özellikleri Sira ile anlatılarak yapılan teşbih,

temsiliye ‫( ﺗ ﻤﺜﻴﻠ ﺠ ﻪ‬a.i.): ed. bir yığının bir yıgına, birka‫ ؟‬şeyin birka‫ ؟‬şeye benzetilmesi,

temsir ‫( ﺗﻤﻌﺒ ﺮ‬a.i. m ısr'dan): bir yeri şehirlendirme, şehir hâline getirme,

temsiye ‫( ﺗ ﻤ ﺴ ﻪ‬a.i.): “akşamınız hayırlı olsun, tünaydın, hayırlı akşamlar.” gibi akşam

»enoggum selâmı verme, [Arapçasi : nıesâküm bi'1hayr'dir].

temşît ‫( ﺗ ﻤ ﺸ ﻴ ﻂ‬a.i. muşt'dan) : tarama, taranma. 1. yürütme, yürütülme. 2. meydana gelmesini kolaylaştırma.

temşiyet-i umUr : İşleri yoluna koyma, ileriletme, yürütme.

temti' -

(a.i.) : faydalandırma, faydalandırilma, kâr ettirme, kâr ettirilme.

temvih ‫ ه‬٠‫( ﺗﻤﻮ‬a.i. ma'dan. c. : temvihât) : 1. sulandirma, su katma. 2. ed. sözü yaldızlama. 3. haksiz bir şeyi telleyip pullayarak hakli gösterme. 4. başka bir mâdeni, altın veyâ gümüş suyuna daldırma, galvanoplasti, fr.

galvanoplastie.

te n

‫ﻟ ﻦ‬

( f .i .) : 1. i n s a n v ü c u d u n u n d ış y ü z ü .

b ü n y e li , b ü n y e s i d e m i r g ib i s a g l a m o la n . N e r m - t e n : y u m u ş a k v ü c u tlu . te n â c î

‫ﺗﺘﺎﺟﻰ‬

( a . i . ) : f ıs ıld a n m a , f ı s ıl tı ile k o n u ş -

‫ﻣﺎ ب‬

(a.i. n i d â d v e n e d d 'd e n ) : 1. b ir b i-

m a. te n â d d

r i n d e n ü r k m e . 2 . d a g il m a , p e r i ş a n o lm a . Y e v m ü 't - t e n â d d ٠ . k ıy â m e t

‫وا د ى‬

te n â d î

(a.i. mey'den) : mâyî (sıvı) hâline getirme; fiz., kim. *sivindirmafk] fr.

liquéfier.

(a.i. n e d e m 'd e n ) : k o n u ş m a ,

( b k z : m u s â h a b e t) .

‫ﺗ ﻐﺎ د ر‬

( a . i . ) : n a d ir le ş m e , a z b u l u n u r

‫ﺗﻴ ﻐ ﻂ‬

(a.i.) 1 ‫؛‬. ç o k h i d d e t l e n m e , a te ş

o lm a . p ü s k ü r m e . 2. h e k . y a k ı y a p ı ş t ı r m a k l a c ild in k a b a rm a sı. te n â fî

‫دا ﻓ ﻰ‬

( a .i.) : b ir b irin e z ıt v e m u h a lif

o lm a . t e n â f î - i a k v â l : s ö z l e r in , l â k ı r d ı l a r ı n b ir ib i a n tilo g iq u e . t e n â f i i r (a.i. n e f r e t 'd e n ) : 1. b i r b i r i n d e n n e f r e t e tm e , b i r b i r i n d e n ü r k ü p k a ç m a . 2 . e d . k u -

temyi-ihevâ : fiz. havayı tazyikle, mâyî (sıvı) hâline getirme, SIVI hava. temyiz -

(a.i. meyz'den) : 1. ayırma, ayrilma, seçme, seçilme. 2. iyiyi kötüden ayirdetme. 3. [Tanzimat'tan sonra] bir dâvânm üçüncü ve son görülme derecesi. Mahkeme-i temyiz : temyiz mahkemesi (*yargitay). Divân-ı temyiz : temyiz mahkemesinin kuruluşundan önce bu mahkemenin İşini gören dîvân. 4. a. gr. sayıları ve belirsiz isimleri belirten kelime. Meselâ : “işrûne dirhemen = yirm i dirhem” ve “ratle zeyten = bir ratıl zeytinyağı” tâbirlerinde : “ dirhemen” ve “zeyten” gibi. (a.zf) : temyiz sûretiyle, tem-

yiz yoluyla.

temzic ‫ زﻳﺞ‬٠‫(ت‬a.i. mezc'den). (bkz : meze). temzik ‫ س‬.‫( ى و‬a.i.c. : temzikat) : yırtma, paralama.

‫ﻣﺎ د م‬

te n â d iim

r i n e u y m a m a s ı , fe ls . m a n t i g a u y m a y a n , f r .

temyi' -

temyizen ‫ا‬-

(a.i. n i d â 'd a n ) : b i r b i r i n e n i d a

günü.

te n a f fn t

edilme.

(b k z :

e tm e , b a g i r m a . Y e v m ü 't - t e n â d î ٠ . k ıy â m e t

malar. 3. haksızlıkları hakli göstermeler.

temvil ‫( ﺗ ﻤ ﻮ ﻳ ﻞ‬a.i. mâl'den) : mal sâhibi etme,

günü,

rû z -i m a h şe r).

te n â d iir

casma yapılan temvihler; aptalaldatir nitelikteki temvihler.

o k u n u r , a.i.

g ö v d e, v ü c u t, b e d e n . Â h e n - t e n : d e m ir

temvihât ‫( ﺗ ﻤ ﻮ ﻳ ﻬ ﺎ ت‬a.i. temvih'in c.) : 1. sulandirmalar, su katmalar. 2. ed. sözü yaldızlatemvîhât-1 ebleh-firibâne : aptalları aldatır-

(" k a ” u z u n

te m z îk l n c . ) : y ırtm a la r, p a ra la m a la r. 2.

temşiyet, temşiye ‫ ﺗﻤﺸﻴﻪ‬، - ( a . i . m e ş y 'd e n ) :

‫ﺗ ﻤ ﺰ ﻳ ﻘﺎ ت‬

te m z ik a t

la g a h o ş g e lm e y e n h e c e v e y â k e li m e l e r i n b i r a ra d a b u lu n m a s ı. t e n â f ü r - i h u r û f : e d . k u la g a h o ş g e lm e y e n h a rfle rin

b ir

a ra d a

b u lu n m a s ı,

[m e s e lâ '

N â b î 'n i n " L e ta f e t k a t k a t o lm u ş â r ı z ı n d a n e s t e r e n l e n m i ş ” m ı s r a ı n d a k i ''n e s te r e n le n m i ş ” k e li m e s i g ib i]. t e n â f ü r - i k e l i m â t : e d . k u la g a h o ş g e lm e y e n k e l i m e l e r i n b i r a r a d a b u l u n m a s ı , [m e s e lâ Â m i d l i H â m i 'n i n "E y a n d e lib ; o g ü l u y u m u ş m u ş se s is te m e z " m ı s r a ı n d a k i “u y u m u ş m u ş ” k e li m e s i g ib i]. te n â f iis

‫ﺗﺎ ﻓ ﺲ‬

( a .i .c .: t e n â f ü s â t ) : h a s e t e tm e ,

çekem em e. te n â fü s â t

‫ﺗﻐﺎ ﺷﺎ ت‬

(a.i. t e n â f ü s 'ü n c . ) : h a s e t e t-

m e le r, ç e k e m e m e le r . te n a g g u m

‫إ‬٠ ‫م‬

(a.i.

n a g m e 'd e n .

c .:

t e n a g g u m â t ) : ş a r k ı s ö y le m e , [a la y m a k a m m d a k u lla n ılır].

1253

fenahhî

tenahhi ‫ﺗﻔﺤﻰ‬

( a . i . ) : a la r g a d u r m a , b i r y a n a ç e -

k il m e .

tenahhum ‫ﺗ ﺨ ﻢ‬ 2.

( a . i . ) : 1. a s ı k s u r a t l ı o lm a .

(a.i. n i h â y e t 't e n ) : b it m e , t ü k e n m e ,

so n a e rm e . so n su z.

tenahnuh

Bî-tenâhî :

‫ﺗﻔ ﺤﻨ ﺢ‬

(a.i.

b itm e z -tü k e n m e z ,

n a h n a h a 'd a n .

c .:

t e n a h n u h â t ) : g ı r t l a ğ ı n ı te m iz l e m e k ü z e r e h ı r ı l t ı l ı se s ç ı k a r m a v e ç ı k a r ı l a n b u ses; ö k sü rm e.

tenahnuhât ‫ﺗ ﻔ ﺤ ﻔ ﺤﺎ ت‬

(a.i. t e n a h n u h 'u n c . ) :

g ı r t l a ğ ı n ı t e m iz l e m e k ü z e r e h ı r ı l t ı l ı s e s le r ç ı k a r m a l a r v e b ö y le ç ı k a r ı l a n s e s le r; ö k s ü r m e le r.

tenâî ‫( ئﺀﻳﻰ‬a.i.) : u z a k l ı k , tenakkud ‫( ﺗﻴﻌﺪ‬a.i.). ( b k z : in t ik a d ) . tenakkul ‫( ﺗﻔﻘﻞ‬a.i. n u k l 'd e n ) : 1. b i r

y e rd e n b ir

y e re g e ç m e . 2. m e z e y e m e ,

tenakkut ‫ئ‬

(a.i. n o k t a 'd a n ) : n o k t a n o k t a

o lm a , b e n e k b e n e k o lm a ,

tenâkus ‫ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﺺ‬

(a.i. n a k s 'd a n . c . : t e n â k ı ı s â t ) :

‫ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﻤﺎ ت‬

(a.i. '

c . ) : a z a l-

(a.i. n a k z 'd a n . c . : t e n â k u z â t ) :

ç e liş m e , i n s a n i n b i r s ö z ü ö t e k i n i ç ü r ü t m e s i , b i r s ö z ü ö te k i n e u y m a m a s ı , * k a r ş ıtl ık , Z idd iy y e t. ( b k z : m ü b â y e n e t) .

tenâkuzât ‫ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﻀﺎ ب‬

(a.i.

t e n â k u z 'ı ı n

c .) :

t e n â k u z l a r , ç e liş m e le r, ç e liş k ile r ,

tenâküh ‫( ^ ﻛ ﺢ‬a.i. n i k â h 'd a n ) : n i k â h l a n m a . tenâkiir ‫( ﺗ ﺎ ﻛ ﺮ‬a.i. n e k r 'd e n ) : 1. b il m e z l e n m e , b il m e z l i k t e n g e lm e . 2. psik. * k a r ş ıt d u y g u , a n t i p a t i , fr. antipathie. tenânir ‫( ﺗ ﻐﺎﻧﻴ ﺮ‬a.i. t e n n û r 'u n c . ) : 1. t a n d ı r l a r , o c a k la r , f ı r ı n l a r . 2 . s u p m a r l a r ı .

ten-âsân ‫ﺗ ﻦ آ ﺳ ﺎ ن‬

( f .b .s .) : r a h a t ı m d ü ş ü n e n

[a d a m ].

ten-âsânî ‫( ﺗﻦ آﺳﺎﻧﻰ‬f.b .i.): r a h a t ı m d ü ş ü n m e , tenassub ‫ ( ﻗ ﻌ ﺐ‬a . i . ) : d i k i l i p d u r m a , ( b k z : in tis â b ) .

tenassuh ‫ﺷ ﻊ‬

tenâsüb-i m uayene kanunu : kim. sâbit oranlar kanunu.

tenâsübî ‫( ﺗ ﻐ ﺎ ﺳ ﻰ‬a.s.) : 1. tenâsübe mensup, tenâsiiple ilgili. 2. mat. sayılar arasındaki tenâsüple, Oranla ilgili.

tenâsiih ‫( ﺗ ﻐ ﺎ ﺳ ﺦ‬a.i. nesh'den) : 1. fels. *ruh göçümü, ruh sıçraması, rûhun bir cisimden ötekine, bâzan da insandan hayvana ve hayvandan insana geçmesi İnancı, fr. métempsycose. 2. fık. mirasçının, mirastan önce ölümüyle miras malin onun mirasçilarina kalması. 3. biy. bâzı hayvanların kurttan kelebek hâline dönüşmesi olayı.

tenâsühî ‫( ﺗﻐﺎﻣﺨﻰ‬a.s.c. : tenâsUhiyyUn) : 1. ruh göçümüne âit, ruh göçümü ile ilgili. 2. ruh güçümüne inanan. göçüne inanan görüş. inananlar.

tenâsül ‫ ل‬٢ ‫( ﺗﻐﺎس‬a.i. nesl'den) : birbirinden dogup üreme: türeme; üretnre. Âlât-1 tenâsül : anat. üretme organları. tenâsü-l-i bikri : biy. c in s i m ü n â s e b e t o lm a k s ı z ın v u k u b u l a n d o g u m , p a r t e n o j e n e z , fr. parthénogénèshe. tenâsül-i cedid : bot., zool. yenilenme. tenâsül-i gayr-i miitecânis : iki ayrı cins hayvanin çiftleştirilmesiyle melez bir cins yetiştirme.

tenasiil-i mütevâlî : biy. metajenez. tenâsiilleri beyzi : biy. y u m u r t l a y a n l a r , fr. ovipares. tenâsülleri tevelliidî : biy. doğuranlar, fr. vivipares. tenâsül bi-nefsihi ‫ﺷ ﻪ‬

‫( ﺗﻐﺎﻣﻞ‬a.b.i.) : biy. ken-

diliginden türeme. ( a . i . ) : a k i l b a ş ı n a g e lm e ; ö ğ ü t

a lm a , n a s i h a t d in l e m e .

tenassuk ‫ ق‬٠ ‫ ( ﺗﻲ‬a . i . ) : n iz â m ın a k o n m a .

1254

tenâsiib ‫( ﺗ ﻐﺎ ب‬a.i. nisbet'den) : uyma, uygunluk; birbirini tutma; yakışma; mat. Orantı, fr. proportion.

tenâsühiyyûn ‫( ﺗﻴﺎﺳﺨﻴﻮن‬a.i.) : ruh göçümüne

m a l a r , e k s ilm e le r .

tenâkuz ‫ﺗ ﻔﺎ ﻗ ﺾ‬

‫( ﺗ ﻐ ﺎ ﻣ ﺮ‬a.i. nasr'dan) : yardımlaşma,

tenâsiihi^e ‫( ﺗﻐﺎﺳﺨﻴﻪ‬a.i.) : ruh göçümüne, ruh

a z a l m a , e k s ilm e . te n â k ııs â t

tenâsur

(bkz : teâvün).

b a lg a m ç ık a r m a , ( b k z : te k a ş ş ıı').

tenâhî ‫ﺗ ﻐ ﺎ ﻫ ﻰ‬

tenassur ‫( ﻟ ﻴ ﻌ ﺮ‬a.i. nasrân'dan) : Hıristiyan olma.

d ü z e n le m e , s ı r a l a n m a ,

tenâsülî ‫ش‬

‫( ا‬a.s.) : tenâsül ile, nesil yetiştir-

mekle ilgili.

tenâsüliyye

‫( ﺩﺍﺱ — ﺏ‬a.s.) ‫''[ ؛‬tenâsülî" nin miien.]. (bkz : tenâsülî).

tenebbiih tenâsiir ‫ﺗﻨﺎﺛﺮ‬

1.

2.

p ü s-

t e n b e l - (f.s.) : tenbel, üşengeç; ağır davranan [İçte].

(a .i.c .) : ç o c u k y a z ıs ı, a c e m i y a -

tenbel tenbel : hiç bir işe yaramaksizin, tenbel bir şekilde.

(a.i. n e ş id e 'd e n ) : k a r ş ı l ı k l ı ş ii r

(a.i.) : k ü p e t a k m a ,

tenbel-hâne ‫( ﻣﻠ ﺨﺎﻧ ﻪ‬f.b.i.) : İş görülmeyen yer, miskinler yeri, tenbelleri toplayıp oturttuklan yer.

(a.i.) : s ü s ü ş m e , b i r b i r i n i s ü s m e

tenbelit ‫( ﻣ ﻴ ﺖ‬f.i.) : hayvan yükü, küçük yük.

(a.i.) :

s a ç ı l m a , se i-p ilm e .

k ü rm e.

tenâçîr ‫ﺗ ﻨ ﺎ ﺷ ﻴ ﺮ‬

ZlSl.

‫ﺗﻨﺎ ﺷ ﺪ‬

tenâşüd

o lc u m a , ( b k z : m ü n a ş e d e ) .

te n a ttu f-'

‫ﺗﻨﺎﻃﺢ‬

tenâtuh

[h a y v a n la r].

tena'um r * j

(a.i. n i'm e t 'd e n . c. : t e n a 'u m â t ) :

n i m e t İ ç in d e , b o l l u k İ ç in d e b u l u n a r a k r a h a t e tm e .

tena'umât

(a.i. t e n a 'u m 'ıı n c.) : n im e t le r ,

tenbih ‫( ﺗ ﻐﺒﻴ ﻪ‬a.i.c. : tenbîhât) : 1. uyandırma, uyarma, uyarı. 2. psik. *uyarım, fr. excitation. 3. bir İşin yapılmasını, bırakılmasını, veyâ 0 İşten vazgeçilmesini tekrar tekrar hatırlatma.

n i m e t İ ç in d e , b o l l u k İ ç in d e b u l u n a r a k r a -

tenbîhât ‫ ﻫﺎ ت‬٠‫( ش‬a.i. tenbîh'în c.) : tenbihler.

h a t e tm e le r.

tenbûl ‫ ل‬٠‫( ﻣﻮ‬f.i.) : Hindistan halkının, dişlerini temizlemek, dudaklarım kızartmak İçin çiğnedikleri bir yaprak veren biber ağacı,

‫ض آور‬

ten-âver

(f.b .s .c . : t e n -â v e r â n ) : e t in e

d o l g u n , e t li c a n lı.

ten-âverân

‫( ش آوران‬f.b .s.

t e n - â v e r 'i n c.) : e t in e

d o l g u n , e t li c a n l ı k im s e le r ,

‫( ﺗﻨﺎوب‬a.i. n e v b e t 'd e n ) : n ö b e t le ş m e , ٠‫( ىول‬a.i. n e v l 'd e n ) : a lıp y e m e , a lı n ı p

tenâvtib tenâvül

y e n ilm e .

‫ﻣﺎ و م‬

tenâviim

(a.i. n e v m 'd e n ) : u y u r g ib i g ö -

riin m e , y a la n d a n u y u m a ,

‫ﺗﻨﺎور‬

tenâvür

(a.i.) : i r i v ü c u t l u k im s e ,

tenâzu' ‫( ﺗﻨﺎزع‬a.i. n e z 'd e n ) : ç e k iş m e , u ğ r a ş m a . tenâzu'bi'1-eydî : fık. i k i k i ş i n i n z ily e t o ld u k l a r i , e ll e r i n d e b u l u n d u r d u k l a r ı b i r g ay r i m e n k u l İ ç in k a v g a e tm e le r i.

tenâzu-1 fi'leyn : gr. i k i f i i l i n b i r b i r i n d e n t ü r e m e s i.

tencîde ٥-

(f.s.) : buruşmuş,

tencîm ‫ص‬ (a.i. necm'den. c. : tencimât) : yıldiz ilmi ile uğraşma. tencimât ‫( ﺗﻨﺠﻴﻤﺎ ت‬a.i. tencim'in c.) : yıldız ilmi ile uğraşmalar. tencis ‫( ﺗ ﻨ ﺠ ﻴ ﺲ‬a.i. necâset'den) : pisleme, pis etme. tenciye ‫( ﺗﻌﺠﻴﻪ‬a.i. necât'dan) : kurtarma, (bkz‫؛‬ tahlis). t e n c i z - (a.i.) : sona erdirme; sonuçlandırma. tendiye ‫ﻳﻪ‬٠‫( ﻣﺎ‬a.i.) : ıslatma, nemleme, nemlenme. ten-dürUst ‫( ﺗ ﻨ ﺪ ر ت‬f.b.s.) : vücudu sağlam, sağlam vücutlu, sağlam, kuvvetli,

tenâzur ‫( ﺗ ﻨ ﺎ ﻇ ﺮ‬a.i. n a z a r 'd a n ) : 1. b i r b i r i n i n k a r ş ı s ı n d a o lm a , b i r b i r i n e b a k m a . 2. mat. * b a k ış ım , s i m e t r i, fr. symétrie,

ten-dürüstî ‫( ﻧ ﺪ ﻧ ﺲ‬f.b.i.) : vücut sağlığı, sağİamlık, kuvvetlilik.

tenâzurî ‫( ﻣﺎ ر ى‬a.s.) : mat. * b a k ış ık , s i m e t r i k , fr. symétrique.

tene ‫( ﺗ ﻨ ﻪ‬f.i.) : 1. vücut, beden, gövde, cüsse. 2. örümcek ağı. (bkz : beytü'l-ankebut).

tenazzuf ‫( ﺗﻨﻈ ﻒ‬a.i. n e z â f e t 'd e n ) : t e m iz l e n m e ,

tenebbi ‫( دذى‬a.i. nübüvvet'den) : peygamberlik İddiâsına kalkışma, (bkz : tenebbü').

p â k la n m a .

tenazzum

‫ﺗﻨ ﻈ ﻢ‬

(a.i.

n a z m 'd a n ) .

(b k z :

tenebbii' ٠‫( ﻣﺆ‬a.i. nübüvvet'den) : peygamberlik İddiâsına kalkışma, (bkz : tenebbi).

tenazzur ‫( ﺗ ﻨ ﻈ ﺮ‬a.i. n a z a r 'd a n ) : d ü ş ü n e r e k ,

tenebbii' ‫ ع‬٠‫( ى‬a.i. nebeân'dan) ‫ ؛‬yerden kaynama.

in t iz â m ) . d ik k a tle b a k m a .

tenbâkû

‫ﺗﻨﺒﺎﻛﻮ‬

( f i.) : t ö m b e k i, n a r g i l e ile İç ile n

tü tü n .

tenbâl

‫ا ل‬

^

(a.s.) : k ı s a c ı k

b o y lu ,

[a d a m ].

tenbân ‫( ﺗ ﻨ ﺒ ﺎ ن‬f.i.) : d o n , İç d o n u , t u m a n .

bodur

tenebbiih ‫( د ب‬a.i. nebâhat'den) : 1. uyanma, uykudan kalkma. 2. gafletten kurtulma, kendine gelme, aklını başına toplama. 3 . psik. *uyarım, fr. excitation, (bkz: intibah).

1255

îenebbühâ»

tenebbiihât ‫ﺗ ﻨ ﺒ ﻬﺎ ت‬ 1. u y a n m a la r,

(a.i.

uykudan

t e n e b b ü h 'i i n k a lk m a la r.

c .) :

2. g a f

le tt e n k u r t u l m a l a r , k e n d i n e g e lm e le r , a k i l n i b a ş ı n a t o p la m a la r .

tenebbiit ‫ﺗﻔﺠﺖ‬

3. psik.

u y a rım la r ,

(a.i. n e b â t 'd a n . c . : t e n e b b i i t â t ) :

(a.i. t e n e b b iit 'ü n c . ) : b itlc i-

le n m e le r , y e r d e n b it m e le r , ç i m le n m e le r .

tenebbütât-1 lâhmiyye‫ ؛‬hek.

(a.s. n e f z 'd e n ) : n ü f u z l u , n ü f u z

s â h ib i, s ö z ü g e ç e r o lm a ,

tenekkür ‫ﺗ ﺒ ﺮ‬

(a.i. n e k r 'd e n ) : b i l i n m e y e c e k ,

t a n ı n m a y a c a k k ı l ı ğ a g i r m e ‫ ؛‬lc e n d in i b i l d i r -

b it lc ile n m e , y e r d e n b i t m e ‫ ؛‬ç i m l e n m e ,

tenebbütât ‫ﺗ ﻐﺒ ﻌﺎ ت‬

teneffiiz ‫ﺗ ﻔ ﻦ‬

vü cû d u n bâzı

m e m e ; t e b d il g e z m e .

teneklciis ‫ ( ﺗﻨﻜ ﺲ‬a .i .n ü k s 'd e n ) : b a ş a ş a ğ ı o lm a , tenemmii nev'î ‫ ( ﺗ ﻐ ﻤ ﻰﺀ ﻧ ﻮ ﻋ ﻰ‬a . b . i . ) : fels. fr. philogdnie. te n e m m iil

‫( ﺗﻔﺶ‬a.i. n e m l 'd e n ) : 2. hek. v ü c û d u n

1 . k a r ı n c a g ib i

y e r le r in d e d u t tâ n e s i şe k lin d e m e y d a n a g e -

kayn am a.

le n f a z l a e t k a b a r c ı k l a r ı ,

o rg a n ı u y u ş u p k a rın c a la n m a .

teneddüb ‫ﺗﻨ ﺪ ب‬

(a.i. n e d b e 'd e n ) : [y a r a ] k a p a n -

teneddüm ‫ﺗ ﻐ ﺪ م‬

(a .i. n e d â m e t 'd e n ) : p i ş m â n

teneffu' ‫ﺗ ﺸ ﻊ‬

(a .i. n e f d e n . c . t e n e f f u â t ) : f a y -

( a .i .) : n â file n a m a z k lim a v e y â

o ru ç tu tm a .

( a . i . ) : p e k g ü z e l , e ş s iz , ç o k a z

b u lu n u r o lm a .

tenessüm ‫ص‬

(a .i. n e s im 'd e n . c . :t e n e s s ü m â t )

‫؛‬

h a v a te n e ffü s etm e . (a.i. n e f r e t 'd e n ) : 1. iğ r e n m e , t i k -

mec.

teneffüs ‫ﺗ ﺸ ﺲ‬

so gu m a.

(a.i. n e fe s 'd e n ) :

d e rs

a r a la n

1.

n e fe s , s o lu k

v e r ile n

d in le n m e .

4 . t a n y e r i a g a r m a . 5 ٠d e n iz s u y u n u n d a l g a ile s â h ile v u r m a s ı .

(a .i. t e n e s s ü m 'ü n c . ) : h a v a

tenessür ‫دذدر‬

(a .i. n e s r 'd e n ) : a ç ı lm a , s e r p ilm e ,

y a y ı l m a , ( b k z : İ n tiş â r),

teneşşî ‫ ( ﺗﻔﺸﻲ‬a . i . ) : n e ş v e le n m e , s a r h o ş o l m a , teneşşııt ‫( ﺗ ﻔ ﺸ ﻂ‬a .i. n e ş a t 'd a n ) : k e y i f l e n m e , ş e n le n m e , f e r a h l a n m a .

teneffüs bi'l-hevâ : h a v a l i

S o l u n u m , h a v a ile

*s o lu n u m .

teneşşüb

-

( a . i . ) : b i r ş e y e İ liş ip t u t u l m a ,

( b k z : İ n t iş â b ).

teneffüs-i cildî : biy.

d e ri *s o lu n u m u ,

teneffüs-i kasabi: biy. t r a k e respiration trachCenne. teneffiis-i safiri : hek.

* s o lu n u m u ,

teneşşüf ‫ﺗﻔﺸﻒ‬ fr.

t a b i i se s .

(a .i.) : e m m e , çe k m e , so ğ u rm a

[s u y u , r u t u b e t i].

teneşşür ‫ﺗ ﺴ ﺮ‬

h a v a n ın te n e ffü s b o -

r u la r m a g ir d ig i v e y â ç ık t ığ ı s ır a d a g a y r i

(a .i.). ( b k z : İ n t iş â r ),

te n e v v u h

(a.i. n e v h a 'd a n . c . : t e n e v v u h â t ) :

f e r y â d e d e r e k a g la m a [ ö lü n ü n a r k a s ı n d a n ] .

tene٣ uhât ‫ﺗ ﻐ ﻮ ﺣ ﺎ ت‬

teneffii-s-i sınâî : hek. b o ğ a z d a n

a ç ı la n s u n 'î

b i r d e l i k v â s ı t a s ı y l a h a s t a n ı n t e n e f f ü s e tm e s i.

teneffiisât ‫ﺗ ﻨ ﻔ ﺴ ﺎ ت‬

tenessümât ‫ﺗ ﻐ ﻤﺎ ت‬ t e n e f f ü s e tm e le r.

a lm a . 2 . y o r g u n l u k a l m a k İ ç in d i n l e n m e .

(a.i.

t e n e v v u h 'u n

c .) :

f e r y â d e d e r e k a ğ l a m a l a r [ö lü İç in ],

tenevvü' ‫د و ع‬

(a .i. n e v 'd e n c . : t e n e v v i i â t ) : ç e -

ş it le n m e , ç e ş it ç e ş it o lm a , ç e ş it lilik , (a.i. t e n e f f ü s 'ü n c . ) : t e n e f

fiis le r .

teneffiis-hâne ‫ﺗ ﺘ ﻔ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ‬ h â l'ic i d i n l e n m e y e r i.

1256

(a.i. n e m â v e n ü m i i v v 'd e n ) :

g e liş ip b ü y ü m e .

tenessüh ‫ﺻ ﺦ‬

( a .i.) : b o ş lâ fla rla g u r u r la n m a ,

teneffiil ‫ﺗ ﻨ ﻔ ﻞ‬

(a .i. t e n e m m i i r 'ü n c . ) :

t e h d id â t ).

tenemmüv ‫ﺗ ﻐ ﻤ ﻮ‬

(a.i. n e f l r 'd e n ) : 1 . ş iş m e , k a b a r -

m a . 2 . ü f le n e r e k ş iş m e . 3 . u r l a n m a .

teneffuh ‫ﺗﺸﺦ‬

‫ﺗ ﻴ ﻤ ﺮا ت‬

t ü lü s e s ç ı k a r m a la r . 3 . k o r k u t m a l a r , ( b k z : (a .i. t e n e f f u 'u n c . ) : f a y d a l a n -

m a la r , y a r a r l a n m a l a r .

teneffuh ‫ﺗ ﻔ ﺢ‬

k o r k u t m a , ( b l c z : t e h d id ).

te n e m m iir â t

1. k a p la n la ş m a la r . 2 . k o r k u t m a k İç in g ü r ü l-

d a la n m a , y a r a r la n m a .

teneffuât ‫ﺗ ﻨ ﻔ ﻌ ﺎ ت‬

3 . o k u ld a

n i k o r k u t m a k İ‫ ؟‬i n g ü m b ü r t ü l ü s e s ç ı k a r m a . 3.

o lm a .

s in m e . 2 .

t e n e m m U ^ ( a . i . n i m r 'd e n . c . :t e n e m m ü r â t ) : 1. k a p la n la ş m a , k a p la n h u y lu o lm a . 2 . b ir i-

m a.

teneffür ‫ض‬

b ir t a r a fi, b ir

tenevvüât ‫ﺗ ﻴ ﻮ ﻋ ﺎ ت‬

(a.i. t e n e v v ü 'i i n c . ) : ç e ş it -

le n m e le r , ç e ş it ç e ş it o lm a la r , ( a .f .b . i .) : o k u ld a d e rs

tenevviim ‫ذﻳﻮم‬٠(a.i. n e k le m e .

n e v m 'd e n ) : u y u k l a m a , p i -

teng-me‫ ؛‬reb te n e w ü r

‫ﺗﻔﻮر‬

(a.i. n û r 'd a n ) : n u r l a n m a , p a r l a -

t e n e z z e h e ٥^ ( a . i . ) : " b e r î v e u z a k t ı r ” m â n â s ı n a A lla h h a k k ı n d a k u ll a n ı l ı r , te n e z z ü h

‫ﺗﻴﺰه‬

r ı d ü ş e n b i r İŞİ v e y a d u r u m u k a b u l e tm e , a lç a lm a , in m e , a ş a ğ ıla m a . 2 . g ö n ü l a lç a k lığ ı, k ib i r s i z li k . 3. d ü ş m e , i n m e [fiyat],

‫ ( ' ﺗ ﻨ ﺰ ﻻ‬a .z f .) : g ö n ü l

a lç a k lığ ıy la , a l-

ç a k g ö n ü ll ü lü k l e , k ib ir s iz lik le .

‫( ﺗﺬغ؛خ‬a.i.

n e f h 'd e n . c . : t e n f i h â t ) : 1. ç o k

ü f l e m e , ü f l e tm e . 2 . ü f l e y ip ş iş ir m e , ü f l e n ip ş iş ir ilm e .

‫ﺗﻨﻔ ﺨﺎ ت‬

te n fih â t

le n ip ş iş ir ilm e le r .

‫ﺗﺬﻫﻴﻞ‬

g a n i m e t v a a t e tm e v e y a ğ m a d a b u l u n m a l a -

t e n f i l - i â m m : h u k . b ü t ü n g a z ile r e v e r i le n s ö z v e a y r ı la n te n f il. t e n f i l - i h â s s : h u k . a s k e r i t e ş v ik m a k s a d ıy l a s a v a ş g ü c ü n ü a r t ı r m a k İç in d e v le t b a ş k a n ı n ı n , s a v a ş ç ıla r a g e r e ğ i n d e n fa z la g a n i m e t p a y ı h u s u s u n d a s ö z v e r m e s i, (a.i. n e f r e t'd e n . c . : t e n f i r â t ) : 1. n e f

r e t e t t i r m e , e t t i r i l m e , iğ r e n d i r m e , İ ğ r e n d i r i l m e , t i k s i n d i r m e , t i k s i n d i r i l m e . 2 . (n e f i r 'd e n ) s a v a ş a to p l a m a ; a s k e r t o p l a m a , te n firâ t

‫ﺗ ﻨ ﻐ ﻴ ﺮا ت‬

(a.i. t e n f i r 'i n c.) ‫ ؛‬n e f l e t e t t i r -

m e le r, e tt ir il m e le r ; iğ r e n d ir m e le r , i ğ r e n d ir i lm e le r , t i k s i n d ir m e le r , t i k s i n d ir i lm e le r . te n fis

‫ض‬

' (a.i. n e f e s 'd e n . c. ‫ ؛‬t e n f i s â t ) : n e fe s -

le n d i r m e , n e f e s le n d i r il m e , s o l u k l a n d ı r m a , s o lu k la n d ırılm a , fe ra h la n d ırılm a , te n f is â t

‫( ﺗﺬﻏﺲ_ات‬a.i.

t e n f i s 'i n c . ) : n e f e s le n d i r -

m e le r, n e f e s le n d ir ilm e le r , s o l u k l a n d ı r m a l a r , s o lu k la n d ırılm a la rfe r a h la n d ırılm a la r. te n f îş

‫ﺗﻴ ﻐﻴ ﺶ‬

(a.i. t e n f i ş â t ) : p a m u k a tm a , a tıl-

m a ; y ü n d it m e , d it il m e , te n fîş â t

‫ﺗ ﻨ ﻔ ﻴ ﺸﺎ ت‬

(a.i. t e n f î ş 'i n c . ) : p a m u k a t-

m a l a r , a tı l m a l a r ; y ü n d itm e le r , d itilm e le r . te n f iz

‫د‬

(a.i. t e n f i z 'i n c . ) : n ü f u z l u k il-

t e n g ‫ ( ﺗ ﻒ‬f .s .) : 1. d a r, s ı k ı n t ı l ı [şey, y e r], (blcz : d a y y ık ) . 2. k ü ç ü k . D e h â n - 1 t e n g : k ü ç ü k a ğ ız . 3. i. d e n k , e şy â , y ü k d e n g i. 4 . s ık ı; y a p ış ık . 5. z a v a llı. 6. n â d ir . 7. z o r. 8. in c e . 9.

b a g , k a y ış .

t e n g - â - t e n g : ç o k d a r ; in c e ; ç o k n â d ir , te n g - â b

‫ﻫﻎ آب‬

( f .b .s .) : sig su ; s ığ lık .

T e n g â r ‫ ( ﺗ ﺼ ﻐ ﺎ ﺭ‬f .b .i.) : 1. A lla h . 2 . y a n m a g ir il g e rli o lm a s ı b a k ı m ı n d a n

e le g e ç ir ilm e s i

k o la y o lm a y a n şey.

‫ ( ﺗﻨﻜﺎ ى‬f i . ) : b o g a z , v â d î. te n g - b â r ‫ ( ﺗ ﻒ ﺑ ﺎ ر‬f b .s .) : ço k

z o r o la n , e r iş il-

m esi güç.

‫ ( ﺗﻨﻜ ﺠ ﺸﻢ‬f b . s . ) : a ç g ö z lü , t e n g - ç e ş m î ‫ ( ﺗ ﻒ ﺣﺸﻤﻰ‬f .b .i .) : a ç g ö z lü lü k , t e n g - d e h â n ‫ ( ﺗ ﻒ دﻫﺎن‬f b . s . ) : d a r a ğ ız lı, t e n g - d e s t ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﺪ ت‬f.b.s.) ‫ ؛‬e lid a r , z ü ğ ü r t , t e n g - d e s t i ‫ ( ﺗﻨ ﻜﺪ ﺳ ﺘ ﻰ‬f .b .i .) : e ld a r lıg ı, z ü ğ ü r t te n g - ç e ş m

r i n a i z i n v e rm e .

‫دض‬

‫ﺗﻨ ﻔﻴ ﺪا ت‬

te n g â y

(a.i. n e f e l'd e n ) : s a v a ş a te ş v i k m a k -

s a d ıy la b i r t a k ı m a s k e r le r e v e y a g a z ile r e b o l

te n fir

te n fiz â t

m e s i z o r o la n k im s e . 3. a z b u l u n u r v e d e (a.i. t e n f i h 'i n c . ) : 1. ç o k ü f l e -

m e le r, ii f le tm e le r . 2. ü f l e y ip ş iş ir m e le r , ü f

te n f il

k e m e l e r i n c e v e r i lm e s i g e r e k li b u l u n a n k a -

m a la r, h ü k m ü n ü y ü rü tm e le r,

t e n e z z ü l ‫( ﺗ ﲋ ﻝ‬a.i. n ü z û l 'd a n ) : 1. k e n d i n e a y k i-

te n fih

y e r i n e g e ti r i lm e s i b a k ı m ı n d a n T ü r k ' m a h rar.

(a.i. n i i z h e t 'd e n ) : g e z in ti, ( b k z :

te f e rrü c ) .

te n e z z iile n

te n f iz k a r a r ı : h u k . y a b a n c ı m e m le k e t m a h k e m e l e r i n c e v e r i le n h ü k ü m l e r i n T ü r k iy e 'd e

m a , ış ıl d a m a , a y d ı n l ı k o lm a .

(a.i. n ü f û z 'd a n . c . : t e n f i z â t ) : n â f i z

k lim a , h ü k m ü n ü y ü rü tm e .

lü k . te n g - d il

‫ﺗﻨ ﻜﺪ ل‬

( f .b .s .) : y ü r e ğ i d a r , İÇİ s ı k ın t ıl ı.

( b k z ‫ ؛‬d il- te n g ) . te n g - d ili

‫ﺗﻨ ﻜﺪ ﻟ ﻰ‬

(f.b.i.): d a r y ü r e k l i l i k . ( b k z :

d il- te n g i) . te n g -h a v s a la

‫ﺣ ﻮ ﺻﻠ ﻪ‬

d a r, ta h a m m ü ls ü z

٠‫ ( ﺗ ﻎ‬f a . b . s . ) : h a v s a la s ı

[k im s e ] ,

( b k z : te n ü k

h a v s a la ). te n g - h û y

‫ ( ﺗﻨﻜﻂ ﺧﻮى‬f .b .s .) : ç a b u k

k ız a n , ç a b u k

h id d e tle n e n . te n g i

‫ﺗﻨ ﻜ ﻰ‬

( f i . ) : 1. d a r l ı k . 2 . z ü ğ ü r t l ü k . 3. k ii-

ç ü k l ü k . 4 . in c e lik . 5. s ı k ıl ık . 6 . n â d i r l i k , a z b u l u n u r l u k . 7. z a v a llılık , te n g is -

(a.i. n a g s 'd a n ) : h a y â t ı n ı k e d e r li,

t a s a l ı k li m a . te n g îz

‫ﺗﻨ ﻔﻴ ﺾ‬

( a . i . ) : z i n d e l iğ i n i s a r s m a , z in d e -

l i g i s a r s ıl m a . te n g -m a â ş

‫ﻣﻌﺎش‬

‫ ( ﺗ ﻒ‬f .a .b .s .) : y a ş a m a s ı z o rla -

ş a n , z o r d u r u m d a o la n , te n g - m e ş r e b

‫ﺗ ﻐ ﻂ ﻣﺸﺮ ب‬

( f .a .b .s .) : s i n ir l i,

a s a b i.

1257

tengnâ tengnâ ‫( ﺗﻨ ﻜ ﻔﺎ‬f.i.): 1. dar yer; geçit, bogaz. (bkz : derbend). 2. mezar, teng-nây

‫ ﺫﺍ ﻯ‬٠‫ﺗﻴ ﲁ‬

teng-peygûle teng-sâl ‫ﺳﺎ ﻝ‬ ilk yılı.

(f.b.s.): sıkıntılı yer.

‫ﺗﻨ ﲁ ﺑﻴ ﻔ ﻮ ﻙ‬

‫ﺗﻨ ﲁ‬

(f.b.s.): dar köşe,

(f.b.i.): kuraklık, yokluk, kıt-

teng-sâr ‫ﺳ ﺎ ﺭ‬ falı; aptal.

‫ﻟ ﲁ‬

teng-târ

(f.b.i.): küçük, dar çadır,

‫ﺗﻨ ﲁ ﻳ ﺎ ﺏ‬

teng-zarf

‫ﻇﺮف‬

teng-zehre üzgün.

(f.b.s.): zor bulunur, nadir,

‫ﺗﻨ ﲁ‬

(f.a.b.s.): İçine az şey alan,

‫ﺗ ﻔ ﲁ ﺯ ﻫﺮﻩ‬

(f.b.s.): gamlı, kasavetli,

tenhâ-nişîn tenhâyi ilk.

fr. criti-

d a n g ö z d e n g e ç ir m e , e l e ş t i r m e ,

que. [ d o ğ r u s u : " i n t i k a d ” d ır ], tenkidât ‫( ﻋ ﺒ ﺪ ا ت‬a.i. t e n k i d 'i n c.) : te n k i d le r , * e le ş tirm e le r, fr. critiques, tenkidi ‫( ﺗ ﺸ ﺪ ى‬a.s.) : * e le ş tirim s e k fr.. critique, v e l ü z u m s u z k ı s ı m l a r ı n ı ç ı k a r t ı p d ü z e lt m e , a y ık l a m a , a r ı t m a . 2. h u b u b a t ı n ta ş ın ı , t o p r a g ı n ı a y ık l a m a . 3. m e 'm u r m a a ş l a r ı n d a n in d i r m e .

tenkih ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺢ‬o.i. n i k â h 'd a n . c. : t e n k i h â t ) : n i k â h e tm e , e d il m e , n i k â h k ıy m a , k ıy ı lm a ,

tenhâ ‫( ﺗ ﳯ ﺎ‬f.s.): 1. yalnız, ISSIZ, boş. 2. yalnız, tek. (bkz : münferid, vahid). tenhâ-rev

k o n u y a â i t y a z ıy ı v e y â e s e r i d e g e r b a k i m i n -

tenkili ‫( ﺗ ﺸ ﺞ‬a.i.c. : te n k i h â t ) : 1. b i r ş e y i n fa z la

‫ﺗﻨ ﻜﺘﺎ ﺭ‬

teng-yâb

(f.b.s.) : kuş beyinli, dar ka-

tenkid ‫ ﺑ ﺪ‬٠(o.i. n a k d 'd e n . c. : t e n k i d â t ) : b i r

‫ﺗ ﳯ ﺎ ﻧﺸﲔ‬

‫ﺗ ﳯﺎ ﺭ ﻭ‬

‫ﺗﳯﺎﱙ‬

(f.b.s.): yalnız oturan,

(f.b.s.): yalnız giden,

(f.i.): tenhalık, yalnızlık, ıssız-

e v le n d i r m e , e v le n d ir ilm e ,

tenkihât ‫ ت‬-

(a.i. t e n k i h 'i n c.) : b ü tç e y i

d ü z e n le m e k iiz e r e m e 'm u r m a a ş l a r ı n d a n y a p ıl a n in d i r m e le r .

tenkihât ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺤ ﺎ ت‬a.i. t e n k i h 'i n c.) : n i k â h e tm e le r, e d ilm e le r , n i k â h k ıy m a la r , k ı y ı l m a -

tenhil

‫ﺗ ﻔ ﺨﻴ ﻞ‬

tenhit

‫ﺗﻨ ﺤﻴ ﺖ‬

(a.i.): eleme, elenme [elek ile-], (a.i.). (b k z: naht).

la r, e v le n d ir m e le r , e v le n d ir ilm e le r ,

tenkil ‫( ﺗﻨﻜﻴﻞ‬a.i.c. : te n k i l â t ) : 1. u z a k l a ş t ı r m a ,

tenide ‫( ﺗﻨﻴ ﺪ ﻩ‬f.s.): 1. dokunmuş, örülmüş, (b k z : mensûc). 2 ٠i. örümcek agı.

( b k z : te b 'îd ) . 2. ö r n e k o la c a k b i r c e z â v e r-

t e n ' î l ^ (a.i. na'1'dan): 1. nallama, nallanma. 2. [eski kimyâda demir mâdeni ile başka bir mâdeni karıştırma mânâsında kullamlirdi].

tenkilât ‫( ﺗ ﻴ ﻜ ﻴ ﻼ ت‬a.i. t e n k i l 'i n c.) : 1. u z a k -

ten'îm ‫أ‬٠‫( ﺗﺬﻋﻲ‬a.i. ni'm et'den): 1. nimetlendirme, nimetlendirilme. 2. "evet" diye cevap verme.

tenkir ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺮ‬a.i. n e k r'd e n . c. : te n k irâ t) : 1 . b i-

te'nîs ‫( ﺗﺄﻧﻴ ﺚ‬a.i. iinûset'den): a. gr. (bir kelimeyi) müennes, dişi İcılma, kılınma, [kelimenin sonuna bir t getirilerek yapılır], te'nîs ‫( ﺗﺄﻧﻴﺲ‬a.i. üns'den) : 1. mûnis klima, alıştırma, alıştırılma. 2. bir hayvani terbiye edip kullanılır, işe yarar hâle getirme, ten'îç ‫( ﺗﻨ ﻌﻴ ﺶ‬a.i.): 1. yukarı kaldırma. 2. sUrçüp düşen kimseye kalkması İçin duâ etme, tenîze

‫ﺗﻨ ﲒ ﻩ‬

(f.i.): uç, etek.

tenîze-î k û h : dag etegi. tenkâr ‫( ﺗ ﻜ ﺎ ر‬f.i.): kim . boraks, bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden meydana gelen tuz. tenkıye ‫( ﺗ ﻨ ﻘ ﻴ ﻪ‬a.i. naky'den): 1. ayıklayıp temizleme. 2. kaim bağırsağa su verme ve bu İş İçin kullanılan alet, (b k z : hukne, ihtikan).

1258

m e . 3. [ b irin i] te p e le m e ,

la ş tırm a la r.

2. ö rn e k

o la c a k

c e z a l a n d ı r m a l a r . 3. te p e l e m e l e r

ş e k ild e [d ü şm an -

la r i-] .

lin m e y e c e k , ta n ın m a y a c a k h â le g e tirm e .

2. a. gr. b ir is m i n e k re y a p m a , y â n î h a r f i t â r i f s i z , e fliflâ m s iz k u lla n m a ,

tenkirât ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. te n k ir 'in c.) : 1 . b ilin m e y e c e k , ta n ın m a y a c a k h â le g e tirm e le r. 2. gr. is im le ri n e k re y a p m a la r,

tenkis ‫( ﺗﻨ ﻘﻴ ﺺ‬a.i. n o k sâ n 'd a n . c. : te n k isâ t) ‫؛‬ a z a ltm a , k ıs m a , in d ir m e , e k siltm e , ek siltilm e.

tenkis ‫( ﺗﻨﻜﻴ ﺲ‬a.i. n ü k s'd e n ) : 1. b a ş a ş a ğ ı etm e, e d ilm e . 2 . b o şa ltm a .

tenkisât ‫( ﺗﺬةﻳ ﻬﺎ ت‬a.i. te n k is 'in c.) : a z a ltm a la r, in d irm e le r, ek siltm e le r, e k siltilm e le r.

tenkiç ‫( ﺗﻨﻘﻴﺶ‬a.i. n a k ş'd a n . c. : te n k işâ t) : n ak şetm e, n a k ış la m a , n a k ış la n m a , İşlem e, resim y a p m a .

tenkîçât ‫( ﺗﻨﻘﻴ ﺸﺎ ت‬a.i. te n k id in c.) : n a k şe tm e le r, n a k ış la m a la r, re s im y a p m a la r , işlem eler.

îenû-mend ‫ب‬ (a.i.): fenâsını atma, temizleme, (bkz: tenkıye).

te n k it

‫( ﻫﺄﻳ ﻂ‬a.i. nakt'den): 1. noktalama; noktalanma [harf-]. 2. cümle İçinde ( , ; ! ? : . v.b.) gibi İşâretler kullanma, f r . p o n c t u a -

te n k it

tio n .

(a.i.): kurtarma, (bkz: inkaz).

te n k iz

‫( ص‬a.i. nemk'den): 1. güzel yazı ile yazma. 2. yazma, yazılma,

te n m ik

te n m ir

‫ﻳﺮ‬٠‫( ﺗﺬ‬a.i.). (bkz: tenemmür). ‫( ﺗﻴﻤﻴﻪ‬a.i. nemâ'dan): nemâlandırma,

te n m iy e

nemâlandınlma, artırma, artırılma, te n n û b

‫( ﺗ ﻴ ﻮ ب‬a.i.).

b o t.

norveç çamı; beyaz

köknar. te n n û b - i k â z ib : b o t. te n n û b iy y e

katran ağacı,

‫( " ؤ ﺑ ﻴ ﻪ‬a.i.):

b o t.

çamgiller, fr.

a b ie tin C e s .

‫( ﺗ ﻨ ﻮ ﺑ ﻴ ﺖ‬o.i.): k i m . hâmız-1 tennûb'ıın esaslarla karışmasından meydana gelen tuzlar.

te n n U b iy y e t

te n n û r 3.

‫( ﺗﻨﻮر‬a.i.c.: tenâhir):

1.

fırın. 2. tandır.

e tü v , f r . C tu v e.

‫( ﺗﻨﻮره‬a.i.): mevlevi dervişlerinin semâ âyîni sırasında giydikleri geniş eteklik,

te n n û re

te n n û re -p û ç

‫( ﺗﻨﻮره ﺑﺮش‬a.f.b.s.): tennure giyen

derviş.

‫( ﻣ ﺮ ﺳ ﺖ‬f.b.s.): vücudunu, kendini seven, vücuduna çok dikkat eden,

te n -p e re s t

te n - p e re s t-â n e

‫( ﺗ ﻮ ﺳ ﺎﻧ ﻪ‬f.b.zf.): kendini seve-

ne yaraşır yolda.

‫( ﺗ ﺒ ﺮ و ر‬f.b.s.): kendini beslemeğe, rahatına düşkün, (bkz : keslân).

te n - p e r v e r

‫( ﺗ ﻮ و ر ا ﻧ ﻪ‬fz f.): tenpervercesine, tenbelcesine, kendi rahatım düşünür şekilde.

te n -p e rv e r-â n e

‫ ( ﺗﻮ و ر ى‬fi.) : tenperverlik, tenbellik; kendini beslemeğe, rahatına düşkünlük. (bkz: kesel).

te n -p e rv e ri

‫( ﺻﻴ ﺐ‬o.i. nisbet'den): münâsip görme, uygun bulma.

te n s ib

‫( ﺳ ﻴ ﻖ‬a.i. nesak'dan. c .: tensikat) ‫؛‬ 1. düzene, yoluna koyma, düzenleme, Siralama; düzeltme. 2. e d . bir isme birçok Sifat sıralama.

te n s ik

tensik-i İn k itâtî: ed. belirtilen birkaç şeyin sıralanmasıyla mânânın alçalması.

te n s ik i i r t i k a i : ed.

bir ibârede zikredilen bir kaç şeyin Sira tertibine göre mânâsının yükselmesi; alçalırsa : t e n s i k - i İ n k i t â t î denilir. t e n s i k - i s ı f â t : e d . bir şahsı, yâhııt bir şeyi bir çok sıfatla zikretme. [Meselâ sevgiliye : “sıhhatim, ömrüm,' hayât-ı câvidânımsın benim” şeklinde İfâde ediş gibi]. t e n s î k u 's - s ı f â t : g r . bir ismin sıfat adedini çoğaltma san'atı. te n s ik a t ‫ت‬(“ka” uzun okunur, a.i. tensik'in c .): 1. düzen vermefler], diizenleme[ler]. (bkz: ıslâh). 2. fazla memuru İşten çıkarma. t e n s i l ‫( ﻣ ﻌﻴ ﻞ‬a.i.): düşen yaprakları toplayıp 0 ağacın dibine gömme. tensir ‫( ﺗﺶ—و‬a.i. nesr'den): 1. saçma, serpme. 2. ed. nazmı nesre tahviletme. tensir ‫( ﺗﺌﻌﻴ ﺮ‬a.i. nasrân'dan): Hıristiyan yapma [birini-]. tensis ‫( ﺗ ﻌ ﺒ ﻰ‬a.i.c.: tensisât): tetkik ederek karar verme, verilme. tensisât ‫ ت‬(a.i. tensis'in c .): tetkik edildikten sonra verilen kararlar, (bkz: mukarrerât). te n s iy e ‫ب‬ (a.i.): unutturma, (bkz: inşâ), t e n - s û h ‫( ﻣ ﺴ ﻮ خ‬f.b.s.c.: tensûhât): 1. pek az bulunan güzel şey. 2. İçinde çeşitli güzel kokular bulunan yuvarlak kutu, te n ş îb ‫( ﺗ ﻨ ﺸ ﻴ ﺐ‬a.i.): 1. saplama, sokma. 2. rüzgâr esme. t e n ş î f i ^ J (a.i.): emdirme, emdirilme, İçirme, içirilme [suyu, rütûbeti-]. t e n ç î m ‫( ﻣ ﺸ ﻴ ﻢ‬a.i.): 1. bozulup kokma [et-]. 2. bir işe başlama. t e n ş î r ‫( ﺗ ﺘ ﻐ ﻴ ﺮ‬a.i. neşr'den): yayma; serpme, (bkz ‫ ؛‬neşr). t e n ç î t ‫( ﺗ ﻴ ﻔ ﻴ ﻂ‬a.i. neşât'dan. c .: tenşîtât): şenlendirme, keyiflendirme, ferahlandırma, t e n ş î t â t ‫( ﻣ ﺸ ﻴ ﻄ ﺎ ت‬a.i. tenşît'in c.) : şenlendirmeler, keyiflendirmeler, ferahlandırmalar, t e n - ç û y ‫( ﻣ ﺸ ﻮ ى‬f.b.i.): 1. ölü yıkayıcı, (bkz : gassâl): 2. teneşir, t e n t e ‫( ﺗﻨﺘﻪ‬f.i.): örümcek ağı. t e n t î f - (a.i. n etfden): h e k . kılları düşürme [ilâçla-]. tenû-mend ‫( ﺗ ﻐ ﻮ ﻣﺘ ﺪ‬f.b.s.): İrikıyım, gövdeli, vücutlu [kimse], (bkz : İendûhâ). 1259

îenû-mendî ‫ ﻯ‬٠‫( ﻟﻮﺱ ﺍ‬f.b.i.): İrikıyımlık, gövdeli olma, viicutluluk.

te n û -m e n d i

tenülc ‫( ﺗ ﻔ ﻚ‬f.s.): 1. yuflca, ince, nârin. (bkz : rakik). 2. hafif, az. 3. zayıf, dayanıksız, kuvvetsiz, (bkz : nahif, zaif). 4. yumuşak, (bkz: nerm, nuûmet). te n iik -h a v s a la

‫ف‬

‫ر‬

‫( ﺗ ﺪ ك‬a.f.b.s.): taham-

mülsüz, sabırsız [adam], te n ü k - m iz â c

‫( ﺗﻨ ﻚ ﻣﺰاج‬f.a.b.s.): mizâcı yumu-

şak, yavaş [kimse].

‫( ﺗﻨ ﻚ رو‬fb .s.) : yüzü tutmayan, yüzü yumuşak [adam].

te n ü k -rû

‫( ﻫ ﻮ د ع‬a.i. nev'den. c .: tenviât): nevilendirme, ‫ ؟‬eşitlendirme, türlü türlü etme.

te n v i'

‫( دوﻳﻌﺄ ت‬a.i. tenvi'in c.) ‫ ؛‬nevilendirmeler, çeşitlendirmeler.

te n v iâ t

‫( ﻗ ﻮ ﺑ ﻢ‬a.i. nevm'den. c.‫ ؛‬tenvimât): uyutma, uyutulma; uyuşturma, dinlendirme. U s û l - i t e n v i m : hipnotizma, f r . h y p n o -

te n v im

tis m e . te n v im - i ı z t ı r â b

: ıztırâbı uyutma, dindir-

me. te n v im -i s ı n â î : h e k .

bâzı kü‫ ؟‬ük operasyonlarda acı duyurmamak ve fakat söylenilene cevap vermek ve söylediğini daha sonra hatırlamamak İ‫ ؟‬in hastayı, cilâlı bir satha (düzeye) baktırarak muvakkaten düşünme kuvvetini iptal etme,

: a. e d . mısrâlarm sonundaki iki üstünün vakıf hâliyle "â" okunmaSI h â li: meselâ "ebeden, ebedâ" gibi, t e n v i n â t ‫( ﻋﻮﻻأت‬a.i. tenvin'in c .): tenvinler. t e n v i r ‫( د و ر‬a.i. nûr'dan. c . : tenvirât): ışıklandırma, aydınlatma. t e n v i r â t ‫( د و را ت‬a.i. tenvir'in c.): 1. ışıklandırmalar, aydınlatmalar. 2. donanma, t e n v i r â t v e t a n z i f a t : aydınlatmalar ve temizlemeler. t e n v i r i , t e n v i r i y y e ‫ ﺗﺘﻮﻳﺮﻳﻪ‬، ‫( ﺗﻨﻮﻳﺮى‬a.s.): 1. ışıklandırma, aydınlatma ile ilgili. 2. evleri, sokakları aydınlatma ile ilgili. M e s â r i f - İ t e n v i r i m e : ışıklandırma masrafları, t e n - z e d e . ‫( ﺗ ﻨ ﺰ ل‬f.b.s.): sessiz, susmuş, (bkz: sâkin, sâkit). te n v in -i te re n n ü m

‫( ' ر ى‬a.i. nüzhet'den. c . : tenzihât): 1. kusur kondurmama, kabahat ve kusûru yok etme. 2. Allah'ın, her türlü eksik ve noksandan uzak bulunduğuna ve 'insan vasflnda olmadığına inanma, t e n z i h â t ‫( ىزﻳﻪ— ا ت‬a.i. tenzih'in c.): tenzihler, kusur ve günahlardan arınmalar, t e n z i l ‫( د ز د ل‬a.i. nüzûl'den. c .: tenzilât): 1. indirme, azaltma, aşağı düşürme. 2. Kur'ân-1 Kerim, (bkz: Fürkan, Kur'ân, Mushaf, Necm, Nûr, Zikr). te n z ih

te n z ilâ t

‫( ىزﻳﺎ>ات‬o.i. tenzil'in c .): fiat indirme,

indiribı.

‫( د ﻧ ﺮ‬a.i.): [fenâ bir haber vererekl korkutma. (bkz: İnzâr). lar, uyutulmalar, uyuşturmalar, dinlendirt e p i d e ‫( ﺳﺪه‬f.s.): sıkıntıda, rahatsız. meler. - t e r ‫ د ر‬- (f.e.): tafdil ve mübâlaga edâtı olarak t e n v i n ‫( د و س‬a.i. nûn'dan..c.: tenvinât): a. g r. kelimelerin sonuna gelir: M ü ş l l - t e r = kelimenin sonunu n u n gibi okutmak üzere daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) müşkül; N a z ü k - t e r = konulan iki üstün (-en), iki esre (-in), iki daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) nâzik., gibi, Otre (-ün): "âzimeten, bihakkın, rabbiin.." t e r ‫( د ر‬f.s.): yaş, ıslak, rütûbetü. Ç e ş m - i t e r : gibi. yaş,' ıslak göz. 2. tâze : G ü l - i ter tâze gül; t e n v i n - i g a l i : a. gr. sâkin olan kafiyeye ekleM e y v e - i t e r : tâze yemiş., gibi, nen tenvin. M eselâ: evvelen... gibi. t e r a b b u ' ‫( ر د ع‬a.i.): bağdaş kurup rahat oturt e n v i n - i i v a z : a . g r . muzâfün-ileyhden karma. şılık olan tenvin. t e r a b b u s ‫( ز ص‬a.i. rabs'dan): 1. durup beklet e n v i n - i m u k a b e l e : a . g r . cem-i müzekker-i me. (bkz: terakkub, intizar). 2. vakıf arsaya sâlim'in miiennesi karşılayanıdır. izinsiz binâ yaptıran kimseye engel olma ve t e n v i n - i t e m e k k ü n : a . g r . medhûliinün isim yıkıhncaya kadar o binâda parasız oturmaolduğunu bildiren tenvin. sini önleme. t e n v i n - i t e n k i r : a . g r. ma'rife ile nekre arası- t e r â c i m ‫( ر ا م‬a.i. terceme'nin c.): tercümeler, nı ayıran tenvin. ‫ ؟‬evirmeler.

te n v im â t

1260

‫( ﺗ ﻨ ﻮ ﻳ ﻤﺎ ت‬a.i. tenvim'in c .): uyutma-

te n z ir

terâne te râ cim -i ah vâl: hal tercümeleri, biyografiler.

te ra k k i ‫( ' ﻧ ﺮ ﻗ ﻰ‬a.i. ralcy'den. c . : te ra k k iy â t): 1. y u k a rı kalkm a, yükselm e. 2. ilerleme,

terâ cu '

‫ﺗ ﺮا ح‬

(a.i. r ü c û 'd a n ): 1. birinden ayrıl-

ma. 2. bir yere, bir kim seye dönme. 3 ٠vazgeçm e, dönme.

‫ﺟ ﻮ‬

te ra k k i-c û

te ra k k i-cû y -â n e

te râ d ü f ‫( ﺗ ﺮ ﺍ ﺩ ﻑ‬a.i. r e d f'd e n ): 1. birbiri arkasın-

te r a k k i-c û y i

daha ziyâde kelim enin bir m ânâya gelmesi,

cûluk.

e ş a n la m lılık , fr. syn o n ym ie. [meselâ: arslan m â n â sın a : dırgam , esed, gazanfer, haydar, leys, şîr... gibi].

‫ﺗﺮاﻓﻰ‬

(a.i. r e f d e n ) : d u r u ş m a y a girme,

(bkz : m ürâfaa). B i't-terâfu ', L ed e't-terâfu ': m ürâfaa ile, duruşarak. te râ fu k

‫( " ر ا س‬a.i.

re fk 'd e n ): 1. arkadaş olma.

2. yard im etme; yardım laşm a. 3 ٠fels. *koşalık, fr. con co m itan ce. te râ fiid

‫ﺗ ﺮا ﻓ ﺪ‬

(a.i.) : yardım laşm a, birbirine

yard im etme, (bkz : teâvün, tenâsur).

‫ﺗﺮ ح‬

te ra h

(a .i.): gam , tasa, acı, keder. M e'd -

d ü n y â İâ-ferah ü t e r a h : dünyâ ferah ve terah'dan başka bir şey değildir, te ra h h u l

‫( ﺗ ﺮ ﺣ ﻞ‬a.i. rıhlet'den. c . : te ra h h u lât):

bir yerden bir yere göçm e, te ra h h u lâ t

‫( ﺗ ﺮ ﺣ ﻼ ت‬a.i. terahhul'ün c . ) : bir

m erham et etme, acıma,

‫( ﺗ ﺮ ﺣ ﻤ ﺎ ت‬a.i. terahhum 'un c . ) : ‫( ًﺗ ﺮ ﺣ ﻤ ﺎ‬a .zf.): m erham et ederek,

acıyarak.

‫( ﺗ ﺮ ا ﺧ ﻰ‬a.i. rah vet'd e n ): 1. gevşetm e, gev-

geri durm a. 3. gecikm e,

‫( ﺗ ﺮ أ ب‬a.i. teribe'nin c . ) : hek. göğüs ke-

sukbe). 2 . çatırtı, gürültü,

‫( ﺗ ﺮ ﻓ ﻰ‬a.f.zf.): ilerle-

‫ﺷﻜ ﻦ‬

te ra k k i-şik e n

‫( ﺗ ﺮ ﻓ ﻰ‬a.f.zf.): terakkiyi ki-

ran, terakkinin aleyhinde bulunan, terakk iy i önleyen.

‫ﺷ ﻜ ﺘ ﺎ ﻧﻪ‬

te ra k k i-şik e n -â n e

‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰ‬a.f.zf.): ilerle-

m eye m ânî olurcasm a, m ânî olarak,

‫ﺗ ﺮﻗﺎ ت‬

te ra k k iy â t

(a.i. terakki'nin c . ) : 1. y u -

kari kalkm alar, yükselm eler. 2 ٠ilerlemeler, gelişmeler. t e r a k k u '‫ﻊ‬

‫( ﺗ ﺮ ﻗ‬a .i.): emek ve sıkıntı ile kazan -

te ra k k u b ‫( ' رﻗ ﺐ‬a.i. rükub'dan. c. :te ra k k u b â t): te ra k k u b â t

‫ﺗ ﺮﻗﺎ ت‬

(a.i. terakkub'un c . ) : bekle-

t e r a k k u k ‫( رﻗ ﻖ‬a .i.): acım a, m erham ete gelme, te ra k k u s

‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﺺ‬a.i. r a k s'd a n ): 1. durm adan

aşağı inip yu k a rı ‫ ؟‬ikm a. 2. raksetm e, dante râ k u s

‫( ﺗ ﺮا ﻗ ﺺ‬a.i. r a k s'd a n ): raksetm e, oy-

terâk iib

‫( ﺗ ﺮ ا ﻛ ﺐ‬a.i. rü k û b 'd a n ): 1. birbirinin

üzerine binm e. 2. birbirine baglam p kenet-

‫ﺗﺮاﻛﻢ‬

ler, birkaç şeyden m eydana getirilen şeyler. 2. gr. ta m la m a la r ; takım lar,

‫ﺗ ﺮا ﻛ ﻤ ﻪ‬

(a.i.

(a.i. rükm 'den. c . : terâküm ât) :

birikm e, yığılm a, toplanm a,

‫ﺗﺮاﻛﻤﺎ ت‬

(a.i. terâküm 'ün c . ) : birik-

meler, yığılm alar, toplanm alar, te râ k ü m â t-ı s â h iliy y e : cogr. k ıyı yığıntısı,

‫( ﺗ ﺮ ا ﻛ ﻴ ﺐ‬a.i. terkib* nin c . ) : 1. terkip-

te râ k im e

‫ر و راﻧ ﻪ‬

me isteyene yak ışacak sûrette.

te râ k ü m â t

‫( ﺗ ﺮ ا ك‬f.i.): 1. çatlak, yarık, (bkz : raim e,

te râ k îb

seven. te ra k k i-p e rv e r-â n e

te râ k ü m

milcleri. te râ k

olan. te ra k k i-p e rv e r ‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰ ﺑ ﺮ و ر‬a.f.b.s.): ilerlem eyi

lenme.

‫( ﺗ ﺮ ﻋ ﻰ‬a .i.): otlam a, çayıra çıkm a,

terâ ib

te ra k k i-d â r ‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰ ﺩ ﺍ ﺭ‬a’.f.b .s.): teralcki hassası

naşm a [karşı karşıya-], (bkz : telâub).

şeklik gösterm e [bir İşde-]. 2 . geri çekilm e, tera 'i

(a.f.b.i.): terakki-

setme.

‫( ﺗ ﺮ ﺧ ﺺ‬a.i. ru h sa t'd a n ): 1. müsâade,

ruhsat bulm a. 2 . ucuzlam a, te râ h î

‫ﺗ ﺮﻗ ﻰ‬

meler, gözetmeler.

m erham et etmeler, acımalar,

te ra h h u s

‫ﺟ ﻮﻳ ﻰ‬

bekleme, gözetme, (bkz : intizâr),

t e r a h h u m ^ " ( a .i.r a h m 'd e n .c . :te rah h u m ât):

tera h h u m en

‫( ﻧ ﺮ ﻗ ﻰ‬a.f.zf.): ilerlemek

ma.

yerden bir yere göçmeler,

te ra h h u m â t

‫ﺟﻮﻳﺎ ﻧﻪ‬

isteyene yak ışacak sûrette.

dan gitme, birbirini tâkibetm e. 2. ed. iki ve

te râ fu '

‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻰ‬a.f.b.s.) : terakki arayan,

isteyen, İleı'leme tarafdân.

türkm an'in

Tiirkm an'lar, Türkm en'ler.

k ıy ı dolgusu. te râ n e

‫ﺗ ﺮا ﻧ ﻪ‬

(f.i.): 1. nagm e, ahenk, 'makam.

2 . ed. dört m ısrâdan oluşan ve birinci, ikinc .) :

ci ve dördüncü m ısrâları birbiriyle kafiyeli olan şiir, dörtlük, (bkz : rubâî, dü-beyt).

1261

»erâne-iîd terâne-i îd : bayram şarkısı. 3. tekrarlana

tekrarlanansan‫ ؟‬verici bir hal alan söz. terâne-kâr ‫( ر ا ﻓ ﻪ ﻛﺎر‬f.b.s.) : 1. öten, ötücü. 2. (bkz : müterennim). terâne-perdâz ‫( ر ا ﺗ ﻪ د ر د ا ز‬f.b.s.c. : terâneperdâzân) : makamla şarkı söyleyen, terâne-perdâzân ‫( ﺗ ﺮ ا ﻧ ﻪ ﺑ ﺮ د ا ز ا ن‬f.b.s. terâneperdâz'ın c.) : makamla şarkı söyleyenler. terâüe-perdâzî ‫( ر ا د ه ب— ردازى‬f.b.i.) : terâneperdazlik, m-akamla şarkı söyleme, terâne-sâz ‫( راﻧﻪ ﺳﺎز‬f.b.s.) : öten, ötücü, (bkz : nağme-sâz). terâne-zâr ‫( راﻧﻪ زار‬f.b.s.) : ahenkli, cümbüşlü yer. terâne-zen ‫( ر ا ﺗ ﻪ زن‬f.b.s.) : şarkı söyleyen, (bkz : müteganni). terârih ‫( رار ؟‬a.i. türrehe'nin c.) : sa‫ ؟‬masapan sözler, (bkz : tiirrehât). terâset ‫( را ﺳ ﺖ‬a.i.) : kalkancilik. terâsuf ‫( ر ا ﺻ ﻒ‬a.i.) : [kaldırım taşları gibi] birbirine yanaşıp sıkışma, istif olma, terâsiil ‫( ر ا ض‬a.i.c. : terâsülât) : haberleşme, mektuplaşma. tera'ud ‫( ر ﻋ ﺪ‬a.i. ra'd'den) : titreme, (bkz : irtidâd). terâvih ‫ج‬.‫( ﺷﺎو‬a.i. terviha'nm c.) : 1. ramazanda yatsı namazı ile Salât-İ vitir arasında kiİınan yirmi rek'atlilc namaz, [sünnet-i müekkede olan bu namazın cemaatle kılınmaSI, Hz. Ömer zamânmda âdet olmuştur], terâzî ‫( را ض‬a.i. rızâ'dan) : birbirine râzı etme, uyuşma. Ale't-terâzî : birbirini râzı ederek uyuşma üzerine. Bi't-terâzî : iki tarafın rızâsıyla, uyuşarak. terâzî-i tarafeyn : huk. iki tarafın muvâfakati. terâzû ‫( راز و‬f.i.) : terâzi. (bkz : mîzân). terbi' ‫( ر ﻳ ﻊ‬a.i. rub'dan. c. : terbiât) : 1. dörtleme, dörde ‫ ؟‬ikarma. 2. dörde bölme. 3. dört köselendirme. 4. astr. *dördün, fr. quartier. 5. ed. bir misraa ü‫ ؟‬veyâ bir beyte iki mısrâ lcatarak dörtlü bendler yapma, terbi-i ahir : irer arabi ayının yirmi birinci günü. [Ay, bu sırada terbi-i evvel'e mukab.il olarak yine yarim Ay şeklindedir], terbi-i evvel : her arabi ayının yedinci günü. [Ay, tam bu sırada yarim Ay şeklinde bulunur]. 1262

te rb ia n ‫( رﺑﻴﻌﺄ‬a.zf.): 1. m urabba, (kare) olarak. 2. dört köşeli olarak. te rb iâ t ‫( رﺑﻴﻊ— ا ت‬a.i. terb i'in c .) : 1. dörtlem eler, dörde çıkarm alar. 2. dörde bölm eler. 3. dört köçelendirm eler. 4. ed. dörtlü bentler yapm alar. te rb iye ‫( رﺑﻴﻪ‬a.i. rü b ü v 'd e n ): 1. besleyip büyütm e, beslenip büyütülm e. 2. eğitim . 3. görgii. 4. alıştırm a. te rb iy e -i b e d e n i c e : beden terbiyesi, )im nastik. 5. h a fif cezalandırm a. 6. bâzı yem eklere konulan yu m u rta, lim on, sirke salça gibi şeyler. 7. alıştırm a [hayvan-]. 8. araba h a yvan ların ın dizgin leri. 9. tavsiye; k ayırm a, koru m a . (Sehi Tezk. s. 23). te rb iy e -k erd e ‫( ر د ه ﻛ ﺮ د ه‬a.f.b .s.): terbiye olm uş, terbiye edilm iş, terbiyeli, te rb iye t

‫( رﺑﻴ ﺖ‬f.i.). ( b k z : terbiye),

te rb iy e t-k â r ‫( ﺗ ﺮ ﺑ ﻴ ﺖ ﻛ ﺎ ر‬a.f.b .s.): e ğ it ic i, terb iye t-k e rd e ‫ﺮ د ه‬ terbiye-kerde).

‫ﻛ‬

‫( ﺗ ﺮ ﺑ ﻴ ﺖ‬a.f.b.s.). ( b k z :

te rb iy e v î ‫( ر د ى‬a.s.) : terbiyeli, e ğ it im li, terbiye ile, eğitim le ilgili, fr. e d u catif. te rce m ân ‫—ان‬٠‫( ر ج‬a.i. tercem e'den. c . : te râ c im ): 1. tercüm an, *‫ ؟‬evirici, *d ilm a‫ ؟‬. 2. X V I. y ü z y ıl d il ve d in bilgin lerin d en A n k ara'lı P ir M ehm et b in Y u su f'u n 28 bölüm üzerine 3 cilt olarak düzenlediği A rap ‫ ؟‬adan Turkçeye sözlük. T e rcem ân ü ' 1-E s râ r (sırların (bkz ‫ ؟‬L isân ü ' 1-Gayb).

te rc ü m a n ı):

tercem e ‫( ﺗ ﺮ ﺟ ﻌ ﻂ‬a .i.c .: te râ c im ): tercüm e, ‫ ؟‬evirm e [dilden dile-]. tercem e-i a h v â l-i r i c â l : b ü yü k ad am ların hal tercüm esi. tercem e-i h â l ‫ ؛‬hal tercüm esi, fr. b io g ra p hie. T ercem e-i K a n û n ü ' 1- E d e b : M ü stakim zâd e Süleym an Sa'düddîn E fen d i'n in 1769 da "K a n û n ü ' 1-Edeb fi-Z ab ti K e lim â tiT A ra b ” adli A ra p ‫ ؟‬adan F ars‫ ؟‬aya aslın d an "E lsin e-i Selâse" adıyla ‫ ؟‬evird iği sözlük. T ercem e-i M anzûm e: Çinasi'nin Fran sızca'dan yap tığı şiir tercüm elerini ihtiva eden ve 1858 de b asılm ış b ir eseri. T e rcü m ân -1 A h v â l : A g âh E fen d i ile Şinasî'nin 1860-1866 da İstan b u l'd a ‫ ؟‬ik arttık la11 gü n lü k (haftada ü ‫ ؟‬gün) gazete.

terekkub Tercümân-1 Hakikat: Ahmed Midhat Efendi tarafından 27 Haziran 1878 de İstanbul'da yayımlanmaya başlayan günlük gazete.

terdîd cümlesi: gr. *ikircil cümle, ‫ ؟‬atallı ciimle. terdidât ‫( ﺗﺮدﻳﺪا ت‬a.i. terdid'in c.): terditler.

terci' ‫( ﺗ ﺮ ﺟ ﻴ ﻊ‬a.i. rücû'dan. c .: terciât): 1. geri çevirme, döndürme. 2. tekrarlama,

terdîf ‫( ر د د‬a.i. redfden. c .: terdifât): 1. arkası Sira yürütme, yürütülme, (bkz : ta'kib). 2. ed. ardı sari söyleme. 3. terkiye alma, terdifât ‫( ﺗﺮدﻳﻔﺎق‬a.i. terdifin c.): terdifler.

terci-i bend: ed. kafiyeleri başka başka olan, birkaç İcısımdan meydana gelen ve her parçanın sonunda tekrarlanan kafiyeli bir beyti bulunan nazım şekli, (bkz: terkib-i bend). terciât ‫ ا ت‬٠‫( زجﺀ‬a.i. terci'in c.): geri çevirmeler, döndürmeler. tercib ‫( ر ﺟﻴ ﺐ‬a.i.c. tercibât): 1. ululama, (bkz : ta'zîm). 2. yemişi çok olan bir ağacmaltma destele koyma. tercih ‫( ر ﺣ ﺢ‬a.'i. rüchân'dan. c .: tercihât): üstün tutma, daha çok beğenme, tercih-bilâ miireccâh: sebepsiz tercih, üstün tutma. tercih-i beyyinât: fık. miirâfaa olanların bir madde hakkında ikame edecekleri delillerden birini, İşitme husûsunda diğerinden mukaddem görme. tercî'-hâne ‫ ﻻ‬- ‫( ر‬a.f.b.i.): ed. terci-i bend teşkîl eden bendlerden her biri, tercihât ‫( ﺗ ﺮ ﺟ ﻴ ﺤ ﺎ ت‬a.i. tercih'in c.): tercihler, üstün tutmalar.

terdifen ‫( ' ر د ف‬a.zf.) : arkasından yürüterek; katarak, (bkz: ilâveten), terdiye ‫( ر د ﻳ ﻪ‬a.i. ridâ'dan): örtü ile kapatma, örtme. tere ‫( ر ه‬f.i.): tere. terecci ‫( ر ج—ى‬a.i. recâ'dan): 1. ricâ etme, yalvarma. 2. umma, ümidetme. tereccuh ‫( ر ج—ح‬a.i.): bir tarafı tutma, taraflı olma. tereddi ‫( ﺗ ﺮ د ى‬a.i. redy ve redeyân'dan): soysuzlaçma, yozlaşma. tereddiyât ‫( ردﻳﺄ ت‬a.i. tereddi'nin c.): soysuzlaçmalar, yozlaşmalar. tereddüd ‫( ﺗﺮدد‬a.i. redd'den. c .: tereddüdât): 1. bir yere gidip gelme. 2. kararsızlık, duraksama. 3. nöbetli hastalıkların tekrarlaması. Bi-tereddiid, Bilâ-tereddiid: düşünmeksizin, hemen karar vererek. tereddüdât ‫( ﺗﺮددات‬a.i. te.reddüd'ün c.): tereddütler.

yaş":

ter-dâmeni ‫( ردا ص‬f.b.i.): nâmussuzluk.

t e r f ^ ( a . i . ) :1. yumuşaklık, (bkz :nuûmet): 2. iyi, güzel yemek. 3. ince, güzel şey, biblo, tereffu' ‫( ر ﻓ ﻊ‬a.i. refden. c .: tereffuât): yükselme, yukarı kalkma.

ter-dest ‫( ر د ﺳ ﺖ‬f.b.s. ve i.c.: ter-destân): eli işe yatkın; usta, (bkz : mâhir).

tereffuât ‫( رﻓﻌﺄ ت‬a.i. tereffu'un c.): yükselmeler, yukarı kalkmalar.

ter-destân ‫( ﺗﺮدﺳﺎت‬fb.s. ve i. terdest'in c.): eli işe yatkm olanlar; ustalar.

tereffuk ‫( ر س‬a.i. rıfk'dan): yumuşaklıkla muâmele etme, tatil dil, güler yüz gösterme.

terciye ‫( ر ب‬a.i.): umma, ümitli olma, ter-dâmen ‫( ﺗ ﺮ دا ﻣ ﻦ‬f.b.s.): nâmııssuz, bıılaşık.

"eteği

ter-desti ‫( ز ﻟ ﻔ ﻰ‬fb.i.): el yatkınlığı; ustalık, (bkz: mahâret). terdid ‫( ﺗ ﺮ د د‬a.i. redd'den. c .: terdidât): 1. reddetme, geri çevirme, geriletme. 2. geri atma, püskürtme. 3. tekrar tekrar çevirme. 4. ed. bir fikri iki ihtimalle anlatma; bir sözü, muhatabın beklemediği bir sûrette bitirme, [meselâ: “Erbâb-1 teşâür çoğalıp şâir azaldı" mısrâını İşiten bir kimse, daha birkaç şâir varmış zannma düştüğü halde : “Yok öyle değil, şâirin ancak adi kaldı” mısrâını duyunca beklemediği bir neticeyi almış olur].

tereffüh ‫( رف‬a.i. refâh'dan): refah bulma, geçimde bolluğa kavuşma, terehhüb ‫( ر ﻫ ﺐ‬a.i.): râhip olma, râhipleşme. terekât ‫( ﺗ ﺮ ﻛ ﺎ ت‬a.i. tereke'nin c.): terekeler, ölen kimsenin bıraktığı şeyler, tereke ٠‫( رﻛﺎ‬a.i.c.: terekât): ölen kimsenin bıraktığı şey. (bkz : metrûkât, muhallefât). terekküb^^a.i.rükûb'dan.c. :terekkübât): 1. karışıp birleşme, meydana gelme [bir şey bir şeyle-). 2. fels., kim. *bileşim, fr. composition. 1263

terekkiibat

terekkübât ‫ﺗ ﺮ ﻛ ﺒ ﺎ ت‬

(a.i. tei'ekküb'ün c . ) : te-

rekküpler, karışıp

birleşmeler,

terettüb ‫ﺗ ﺮ ب‬

(a.i. r ü tû b 'd a n ): 1. sıralanm a,

m eydana

sırasında olm a, sırası gelme. 2. âit olma,

terek k iin ‫( ر ﻛ ﻦ‬a.i. r ü k n 'd e n ): 1. rü k ü n k şm e,

îcâbetme, gerekme. 3. düşm e [bir İç birinin üzerine-).

gelmeler. erkândan olm a. 2. ma'nen ku vvet bulm a, terem riim

‫( ر ﻣ ﺮ م‬a .i.): birşey söyleyecek gibi

davl'anm akla berâber söylem eyip kalm a, teren

‫( ر ن‬f.i.): nesteren denilen gül.

teren ciibin ‫( ﺗ ﺮ ﻧ ﺠ ﺒ ﻴ ﻦ‬a .i.): kudret helvası, teren n iih

‫رﻧ ﺢ‬

(a .i.c .: teren n ü h ât): sarhoşluk

veyâ başka bir sebepten dolayı sallanarak, sendeleyerek yürü m e.

terenniihât ‫ﺗ ﺮ ﻧ ﺤ ﺎ ت‬ ler.

(a .i.c.: teren n ü m ât):

1. yavaş

ve güzel b ir sesle şarkı söyleme. 2 . şakım a, ( b k z : teganni).

terennümât ‫ﺗ ﺮ ﻧ ﻤ ﺎ ت‬

(a.i. terennüm 'ün c . ) : te-

renniim ler‫ ؛‬şakım alar.

terenniim-sâz ‫ر ﻧ ﻤ ﺎ ز‬

(a.f.b.s.): terennüm

eden, şarkı söyleyen, (bkz : m üteganni).

terennüm-sâzi ‫ر ﻧ ﻤ ﺎ ز ى‬

(a.f.b.i.): terennüm

edicilik, şarkı söyleyicilik.

terennüm-senc ‫ﺳ ﺞ‬

‫ر ﻧ ﻢ‬

(a.f.b.s.). (bkz ‫؛‬

‫ﻣﻨ ﺠ ﻰ‬

‫رﻧ ﻢ‬

(a.f.b.i.). (b k z :

(o.i. rüsûb'dan. c . : teressiibât):

tortulan m a‫ ؛‬dibe çökm e‫ ؛‬durulm a,

teressiibât ‫ﺗ ﺮ ﺳ ﺒ ﺎ ت‬

(a.i. teressiib'ün

c .) : tortu-

lanm alar; dibe çökmeler; durulm alar.

teressübât-1 hevâiyye : meteor, yağış, teressül ‫( ﺗ ﺮ ﺳ ﻞ‬a.i. re se l'd e n ): 1. yavaş yavaş, dikkatle görme. 2. harflerin m ahreçlerine ve kısaltılıp uzatılm aların a riâyet etme,

teressiim ‫ر م‬

(a.i. resm'den. c . : teressiim ât):

resim leşm e, resim gibi şekillenme,

teressiimât ‫ﺗ ﺮ ﺳ ﻤ ﺎ ت‬

(a.i. teressiim 'ün c . ) : re-

simleşmeler, resim gibi şekillenmeler,

tereçşııh ‫( ﺗ ﺮ ﺷ ﺢ‬a.i. reşh'den. c . : tereçşuhât): 1. sızm a, sızıntı yapm a, terleme. 2. cogr. SIZim, sızıntı.

tereççuhât ‫ﺗ ﺮ ﺷ ﺤ ﺎ ت‬

(a.i. tereççuh'un c . ) : 1. SIZ-

malar, sızıntı yapm alar, terlemeler. 2 . kulaktan gelme haberler,

tereşşüf ‫ر ﺷ ﻒ‬ 1264

be verm e, rütbe alm a. 3. öğren cin in sın ıf geçmesi.

terfian ‫ﺗ ﺮ ﻓ ﻌ ﺎ‬

(a .zf.): terfi ederek, rütbe alarak,

rütbesi yükseltilerek.

terfiât ‫ﺗ ﺮ ﻓ ﻌ ﺎ ت‬

(a.i. terfi'in c . ) : 1. yükseltm eler,

yükseltilm eler, y u k a rı kaldırm alar. 2 . rütbe vermeler, rütbe alm alar,

terfid ‫( ﺗ ﺮ ﻓ ﺪ‬a.i.). ( b k z : ta'zîm, teklim ), terfie ‫( ﺗ ﺮ ﻓ ﻪ‬a .i.): dirlik düzenlik tem ennisinde bulunm a.

terfih ‫ﺗ ﺮ ب‬

(a .i.): refâh verm e, bollukta yaşat-

m a, rahat yaşam asın ı sağlam a, (a.i. r e fik 'd e n ): arkadaş etme, biri-

nin ya.nma katm a, katılm a,

terfikan ‫ﺗ ﺮﻓﻴ ﻖ — ا‬

terennüm -sâzi).

teressüb ‫ر ﺳ ﺐ‬

terevvu' ‫( ﻟ ﺮ و ع‬a .i.): korkma, terevvuh ‫( ﺗ ﺮ و ح‬a .i.): bir şeyden koku alma, terezzün ‫( ﺗ ﺮ ز ن‬a .i.): vak ar gösterme, terfend, terfende ‫ ' ﻧ ﺮ ﻓ ﺪ ه‬، ‫( ﺗ ﺮ ﻓ ﻐ ﺪ‬f.s.): turfanda, terfi' ‫( ر ﻓ ﻊ‬a.i. r e f d e n ) : 1. yükseltm e, yüksel-

terfik ‫ﺗ ﺮ ﻓ ﻤ ﻖ‬

terenniim -sâz).

terennüm-senci

(a .i.): u nutm am ak İ‫ ؟‬in parm aga

iplik bağlam a.

tilme, yu k arı kaldırm a, kaldırılm a. 2. rüt-

(a.i. terennüh'ün c . ) : sar-

hoş gibi sallanarak, sendeleyerek yü rü m e-

terennüm ‫ﺗ ﺮ ﻧ ﻢ‬

terettiim ‫ﺗ ﺮ ﺗ ﻢ‬

(a .i.): su yu emme.

(a .zf.): birinin yan ın a katarak,

katılarak.

terfii ‫ﺗ ﺮ ﻓ ﺜ ﻞ‬

(a.i. re fl'd e n ): 1. ululam a, (bkz :

ta'zîm). 2. uzatm a. 3.

ed.

A ra p arûzunda

m ütefâüün 'vezninin "n " sini "elif)' yapıp sonuna bir “ ten” katarak "m ütefâilâtün” yapm a.

tergib ‫ﺗ ﺮ ﻏ ﻴ ﺐ‬

(a.i. ragbet'den. c . : te rg ib â t):

arzu ettirme, istek verm e, isteklendirme.

tergibât ‫ﺗ ﺮ ﻏ ﻴ ﺒ ﺎ ت‬

(a.i. tergib'in c . ) : isteklen-

dirmeler, istek vermeler,

tergim

‫( ر ﻏ ﻴ ﻢ‬a.i. ra g m 'd a n ): yere sürtm e, sür-

tülme. (b k z : irgam).

tergim-i enf:

(burnunu yere s ü rtm e ):

mec.

kibrini, gu ru ru n u kırm a,

ter-hâne ‫( ﺗ ﺮ ﺧ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.i.): tarhana, (bkz : terhine), terhib ‫( ﺗ ﺮ ﺣ ﻴ ﺐ‬a .i.c .: terh ib ât): birine “m erhaba" deme, hal ve hatır sorm a,

terhib ‫ﺐ‬

‫( ر ﻫ ﻴ‬a.i. rehb'den.,;C.: terh ib ât): çok

korkutm a, korkutulm a.

terkib-i ‫؛‬sn.dî terhibât

‫ﺗ ﺮ ﺣ ﻴ ﺒﺎ ت‬

(a.i. t e r h i b 'i n c.) : h a l v e h a -

t i r s o r m a la r .

terhibât

‫ﺗ ﺮ ﻫﻴﺒﺎ ت‬

(a.i. t e r h i b 'i n c.) : ç o k k o r -

‫ز‬

‫ز ﻫﻴﺒﻴ ﻪ‬

،

‫ز ﺑ ﺒ ﻰ‬

(a.s.) ‫؛‬

ç o k k o r k m a y a â it, ç o k k o r k m a ile ilg ili, ç o k k o r k u t u c u . M ücâzât-1 terhibiyye : [ö ld ü rm e , k ü r e k c e z â s ı, s ü r g ü n , m e 'm u r l u k t a n Ç1k a r ı l m a v e y â m e 'm u r o l m a m a , m e d e n i h a k l a r d a n u z a k l a ş t ı r ı l m a g ib i] a ğ ı r c e z â la r.

‫ز ﺧ ﻢ‬

abréviation :

b ir

ra h m , is m i

rah u m k ıs a ltm a ,

Z e y n e lâ b i d in 'd e n

ve

fr.

" Z e y n e l ''

y a p m a k g ib i.

terhini ‫ا‬٠‫( زﺣﻲ‬a.i. r a h m e t , m e r h a m e t , r u h m v e r u h u m 'd a n . c. : t e r h im â t) : ‘A l l a h r a h m e t e y le s in !'' c ü m l e s i n i sö y le m e ,

terhimât ۶ ‫ﺖ‬

‫ﺑ‬

(a.i. t e r h i m 'i n c.) : r a h m e t l e

y â d e tm e le r , ‘A l l a h r a h m e t e y le s in !'’ d e m e -

‫ز ﻫﻴ ﻦ‬

(a.i. r e h n 'd e n ) : r e h i n o l a r a k v e r-

m e; e m â n e t b ıra k m a .

terhine

‫ز ي‬

t e r h is -

( f i.) : t a r h a n a , ( b k z : te r - h â n e ) .

‫ز‬

(a.i. r u h s a t 'd a n . c. : t e r h is â t ) ‫؛‬

1. r u h s a t v e r m e , i z i n v e r m e . 2. a s k e r lik g ö re v in i b itire n le ri k o y u v e rm e ,

‫ ا ت‬٠‫( ر ﺧ ﻊ‬a.i. t e r h i s 'i n c.) : te r h is le r , terhûn ‫ ( ز ﺧ ﻮ ن‬f i.) : bot. m ü r e k k e b e (* b ile şik terhisât

g ille r ) f a s ile s in d e n e k ş i u s â r e li b i r n e b a t (* b itk i).

‫ر ب‬

(a.i.) : ç o k k o r k u t m a , ( b k z : t a h v i f

te'rîk ‫ﻳﻖ‬/‫( ئ‬a.i.) : g e c e u y k u s u z b ı r a k m a , b ir a k li m a .

‫ز ى‬

m e m le k e ti te rk e tm e , g u r b e te

terk-i d ü n y â : d ü n y â d a n

v a z g e ç ip b i r k ö ş e y e

ç e k ilm e . : h ü r m e t s i z li k , s a y g ı s ı z l ı k ,

terk-i h a y â t : terk-i vazife

1 ) ö lü m , ( b k z : v e f â t ) ; 2 )

ö lm e ,

y e r in i b ır a k m a ,

: v a z ife s in i, g ö r e v in i te rk etm e ,

b ır a k m a .

terk ii te r k :

n e s i v a r n e s i y o k , h e r ş e y i n i te r-

k e d i p A l l a h 'a y ö n e lm e .

terkend, terkende ‫ز ﻛ ﺌ ﺪ ه‬

،

‫ز ﻛﺘ ﺪ‬

( f .i.) : y a la n ;

h ile , d o la p , ( b k z : h ııd 'a , k i z b , d ü r û g ) . te rk e ş

‫ﺗﺮﻛ ﺶ‬

( f .i.) : sa d a k , o k k u b u r u , o k ç a n ta -

si, o k m a h f a z a s ı , [“ t îr k e ş ” i n h a f i f l e t i l m i ş ! , (a .i. r ı k 'a 'd a n ) : y a m a m a , y a m a n m a ,

y a m a v u r m a , y a m a v u ru lm a ,

terkib ‫ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺐ‬

(a.i. r ü k û b 'd a n . c . : t e r k i b â t ) :

1 . b i r k a ç ş e y i b i r le ş t i r i p k a r ı ş ı k b i r ş e y m e y d a n a g e t i r m e . 2 . ( c . : t e r â k ib ) b i r k a ç ş e y d e n m e y d a n a g e t i r i l m i ş şe y .

fr. composition. 4. terkib-i a t f i :

3. gr. b i r le ş t i r m e , 5. kim. s e n te z ,

ta k ım .

g r. b a ğ la ç g ru p u .

terkib-i b e n d :

ed . k a fiy e le r i b a ş k a b a ş k a

b i r k a ç k ı ş ı m d a n m e y d a n a g e le n v e h e r p a r ç a n ı n s o n u n d a a y r ı k a f i y e l i b i r b e y t i b u lu -

terkib-i

m u ş tu r ] , ( b k z : te re k e ).

terike ‫ ف‬. ‫( ز‬a.i.) : 1. kaille, e v le n m e ç a ğ ı g e ç m iş , e v d e k a l m ı ş k ız . 2 . itfâ iy e a s k e r l e r i n i n b a ş l a r ı n a g iy d i k le r i ta s .

terinân ‫( ر„ﺗﻒ‬f.i.). ( b k z : t e r n i y â n , te r y â n ) . ter'îş ٠‫( ز ﺑ ﺶ‬a.i. r a 'ş e 'd e n ) : ti t r e t m e , t i t r e t i l -

in tik a l :

se m â is in d e

miiz.

h ân eye

p e şre v

veyâ

ve

saz

m ü lâ z im e y e

gö-

tü r e n m ü k e r r e r sa z p a r ç a s ı. Y a m iilâ z im e ile

(a.i.c. : te r ik â t ) . [asil “t e r i k e ” o l-

m a k l a b e r â b e r “te r e k e " ş e k li k u l l a n ı l ı r o l-

m e.

‫ ؛‬d ü n y â y ı, c ih â n ı

n a n b i r n a z ı m ş e k li, ( b k z : t e r c i - i b e n d ) .

te r h ib ).

terike

v a z g e ç ilm e .

ç ık m a .

te rk i' ‫ر ﻗ ﻊ‬

1er.

terhin

ter'îb

terk-i d iy â r :

terk-i m e v k i' : (a.i.

r a h â m e t 'd e n ) :

vazgeçm e,

t e r k e t m e , ö lm e .

terk-i edeb

(a.i.) : b i r y e r d e n b i r y e r e g ö ç e t t i r -

m e , n a k le t m e .

terliim

sa lıv e r m e ;

2 . b o ş a m a , ( b k z : t a t lik ) . 3 . İ h m â l,

terk-i âlem, terk-i cihân

m a k s û r e tiy le .

‫ﺗﺮﺣﻴﻞ‬

( a .i .) : 1. b ır a k m a , b ır a k ılm a , k o y u -

verm e,

(a.zf.) : k o r lc u ta r a k , k o r k u t -

terhibi, terhibiyye

terhil

d en b o z m a ].

terk ‫ﺑ ﺮ ك‬

te rh îb â tî şedide : ş i d d e tl i k o r k u t m a l a r ,

‫ب‬

( f . i . ) : t ir it , e t s u y u n a e k m e k d o ğ r a -

y a r a k y a p ıla n b ir y e m e k . [ A r a p ç a : "s e r id "

k u tm a la r, k o rk u tu lm a la r.

terhiben

terit ‫ﺗ ﺮ ﻳ ﺖ‬

b a ğ lı

o ld u ğ u

hân eye

ra p te d e r

veyâ

m ü l â z i m e n i n s o n u ile y e n i h â n e y i b a ğ la r ; ik i s i

de

y a b ilir .

b u lu n a b i l i r T e r k îb -İ

veyâ

in tik a l,

i k is i

de

o lm a -

u m û m i y e t le

her

h â n e d e a y n i o lm a k la b e râ b e r, b u a y n iy e t, m ü l â z i m e d e k i g ib i m u t l a k o l m a y ı p , b i r i k i n o t a d a - h a z ı r l a y ı c ı m â h i y e t t e - t â d îlâ t y a p ı la b ili r . T e r k î b - İ in t ik a l, b i r k a ç n o t a d a n v e ç o k k ı s a b i r n a g m e c i k t e n İb â re ttiı..

terkib-i isnadi

: g r . b i l d i r m e c ü m le s i.

١US

terkib-i izâfî terkib-i izâfî : gr. İz â f e t t e r k ib i (is im ta m la m a s ı), [ m u z a f v e m u z â f u n i l e y h t e n m e y d a n a g e le n b i r te r k i p : “o d a n ı n ta v a m '' g ib i],

terkib-i kelâm : gr. s ö z d i z im i. terkib-i kim yevi : kim. * k im y a s a l * b ir le ş im , terkib-i sabâ : müz. K ı r ş e h ir l i Y u s u f 'u n e d v a r ı n d a (X V. yy.) 4 4 . te r k i p o l a r a k * ta n ı m la n a n m a k a m .

terkib-i sakim : gr. k u r a l a u y m a y a n ta m l a m a.

te rm im â t ‫( ﺗﺮﻣﻴﻤﺎت‬a.i. term im 'in c.) : 1. tâm ir etmeler, onarm alar. 2. hek. iy i etm eler fkırik kem ikleri-l. ter-m izâc ‫( ﺗﺮﻣﺰاج‬f.a.b.s.) : alıngan, pek ‫ ؟‬abuk alm an , buluttan nem kapan, terniyân ‫( ﺗﺮﻧﻴﺎن‬f.i.) : ince ‫ ؟‬it veyâ sazd an örm e sepet, (bkz : terinân, teryân). ter-pûş ‫( ﺗ ﺮﺑ ﻮ ش‬t.f.b.i.) : püsküllü, fese benzer b ir ‫ ؟‬eşit başlık. terrâs ‫( ﺗﺮاس‬a.s.) : kalkan cı, k alk an ku llan an ,

t e r k i b - i t a v s i f i : g r. Sifat t e r k ib i (s ıfa t ta m la m a s ı), [ b ir s if a t v e b i r i s i m d e n m e y d a n a g e le n t e r k i p : " b e y a z k i t a p ” g ib i],

terkib-hâne ‫ ( ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺒ ﺨ ﺎ ﻧ ﺪ‬a .f b .i.) : ed. t e r k i b - i b e n d te ş k il e d e n b e n d l e r d e n h e r b ir i,

terkibi ‫( ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺒ ﻰ‬a.s.) : 1. t e r k ib e â it, te r k i p ile ilg ili. 2 . fels. * b ir le ş im s e l, fr. synthétique, terkik ‫( ﺗ ﺮﻗﻴ ﻖ‬a.i. r i k k a t 'd e n ) : 1. in c e l tm e ; in c e d o g m e . 2 . y u m u ş a t m a . 3. n â z i k â n e a n la t m a.

terkik ‫( ﺗ ﺮﻗﻴ ﻚ‬a.i.) : z a y ıf la t m a ; d i l i v e y â ib â r e y i k u s u rlu , b o z u k k u lla n m a ,

terkim ‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻴ ﻢ‬a.i. r a k m 'd a n ) : 1. r a k a m a tm a , a tı lm a . 2 . y a r m a . 3 . y a z m a , (blcz : t a h r i r ) .

Ta'dâd ve terkim : s a y m a v e y a z m a , terkin ‫( ﺗﺮﻗﻴﻦ‬a.i.) : 1. b o y a m a , y a z m a . 2. y a z ılı b i r ş e y i b o z m a , ‫ ؟‬iz m e , s ilm e ,

terkin-i kayd : k a y d ı m s ilm e , terkin ‫( ﺗﺮﻛﻌﻦ‬a.i.) : b e lli b i r y e r d e v e s a a t te b u h ış m a s ö z le ş m e s i, (blcz : m ilcat).

terkis ‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻴ ﺺ‬a.i. r a lc s 'd a n ) : r a k s e t t i r m e , o y n a t m a , o y n a t ı l m a , ( b k z : te l'îb ).

terkiş ‫( رﻗﻴ ﺶ‬a.i.c. : te r k iş â t ) : ed. k e li m e y i s ü s le m e , g ü z e ll e ş t ir m e .

terkişât ‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻴ ﺸ ﺎ ت‬a.i. t e r k i ş 'i n c.) : ed. k e lim e le -

ters ‫( ﺗﺮس‬f.i.) : lcorku. (bkz ‫ ؛‬bim , havf, hirâs). tersâ ‫( ﺗ ﺮ ﺳ ﺎ‬f.i.c.: tersâyân) : H ıristiyan , (bkz : îse vî, N asrâni). tersâ-be‫ ؟‬e ‫( ﺗ ﺮ ﻣ ﺎ ﺑﺠﻪ‬f.b.i.c. : tersâ-be‫ ؟‬egân) : 1. H ıristiyan çocuğu. 2. tas. m ürşid-i k âm il. tersâ-be‫ ؟‬egâ ٠ ‫( ﺗﺮﺳﺎ ﺑ ﺠ ﺢ ن‬f.b.i. tersâ-be‫ ؟‬e'nin c.) : H ıristiyan ‫ ؟‬ocu k ları, tersân ‫( ﺗ ﺮ ﻣ ﺎ ن‬f.s.) : korkan, korkak, (bkz : h âif). tersân tersân ‫( ﺗ ﺮﻣ ﺤﺎ ن ﺗﺮﻣﺎن‬f.zf.) : k orka korka, kork arak. tersâyân lar.

‫( ﺗ ﺮ ﺳﺎﻳﺎ ن‬f.i. tersâ'nın c.) : H ıristiyan -

te rs-e n g iz ‫اﻧ ﺤ ﺰ‬ kutan.

‫( ﺗﺮس‬f.b.s.) : korku veren, kor-

tersi' ‫ﻧﺮ ﺻ ﻴ ﻊ‬- (a.i.c. : tersiât) : 1. m ücevherler k ak a ra k süslem e; oym acılık, fr. m arqueterie. 2 ١.٠ed. ik i fık ra n ın lcelim elerini vezin ve kafiyece denk getirm e ‫" ؛‬M ü n h asırd ır sözlerim evsâfın a / M u n tazird ir gözlerim eltâfm a." gibi. tersib ‫( ﺗﺮﺳﻴﺐ‬a.i. rüsûb'dan. c. : tersibât) : tortu yu dibine çöktürm e, tortusun u durultm a.

(a.i. r e k z 'd e n ) : d ik m e , ( b k z :

tersibât ‫( ﺗ ﺮ ﺳﻴﺒﺎ ت‬a.i. tersib'in c.) : to rtu yu dibine çöktürm eler, tortusunu durultm alar.

terkuva ‫( ﺗ ﺮ ﻗ ﻮ ه‬a.i.) : anat. k ö p r ü c ü k k e m ig i, fr. clavicule.

tersil ‫( " ر ﺑ ﻞ‬a.i. resl'den). (bkz : tertil), gerek yazı, gerekse konuşm a d ilinde ağırb aşlı bir üslup kullanm a.

r i s ü s le m e le r, g ü z e lle ş tir m e le r ,

terkiz ‫ﺗ ﺮ ﻛ ﻴ ﺰ‬ re k z ).

term id ‫( ﺗ ﺮ ﻣ ﻴ ﺪ‬a.i. r e m â d 'd a n ) : 1. y a k m a , k ü l h â l i n e g e ti r m e . 2 . n e b â t î m a d d e l e r i a y ır m a k İ‫ ؟‬i n u z v i b i r c is m i y a k m a ,

term im ‫( ﺗ ﺮ ﻣ ﻴ ﻢ‬a.i. r e m m 'd e n . c. : t e r m i m â t ) : 1. t â m i r e tm e , o n a r m a . 2. hek. iy i e tm e [k ir i k k e m ig i- ] .

1

tersim ‫أ‬٠‫( ﺗ ﺮ ﺳ ﻲ‬a.i. resm 'den. c. : tersim ât) : resm etm e, resm edilm e, resm in i yapm a, yapılm a, resm in i ‫ ؟‬izm e, ‫ ؟‬izm e. tersim -i harita ‫ ؛‬h aritasın ı ‫ ؟‬izm e. tersim-bi'z-ziyâ'î tersîm -bi'ş-şems : fotograf.

terzîk tersim ât ‫( ﺗ ﺮ ﺳ ﻴ ﻤﺎ ت‬a.i. t e r s i m 'i n c.) : r e s m e tm e 1er, r e s m e d il m e l e r , r e s m i n i y a p m a l a r , ç iz m e le r.

tersim i

‫ﺗ ﺮﺑ ﻤ ﻰ‬

(a.s.) : ç iz m e k le , r e s m i n i y a p -

m a k l a ilg ili, fels. * çizg eli, fr. graphique,

ters-nâk

‫ﺗﺮﺳﺎك‬

(f.b.s.) : k o r k a n , k o r k a k , ( b k z :

h â if ) .

terşîf

‫ﺗ ﺮﻧﻴ ﻒ‬

(a.i. r e ş f d e n ) : y u d u m y u d u m

İç m e , y u d u m l a m a .

terşîh

‫رﻣ ﺢ‬

(a.i. r e ş h 'd e n . c. : te r ş îh â t ) : 1. s ü z -

m e , s ı z d ı r m a , ( b k z : İ r tiş â h ) . 2. b e s le y ip te r b iy e e tm e . 3. ed. s ö z ü ö z lü s ö y le m e s a n 'a ti.

terşîş ‫( ر د ش‬a.i. r e ş ş 'd e n ) : s e r p m e , s a ç m a , tertib

‫ﺗ ﺮﺗﻴ ﺐ‬

(a.i. r ü t û b 'd a n . c. : te r t i b a t ) :

1. d iz m e , s ı r a la m a , h a z ı r l a m a , d ü z e n e k o y m a . 2. [ m a tb a a iş le r in d e ] d iz g i. 3. S ira, d iz i, d ü z e n . 4. r e ç e te . 5. top., geo. b i r d ü z le m ü z e r i n d e b i r b i r i n e d i k o l a r a k t a s a v v u r e d ile n k e m i y y â t- ı v a z 'iy y e ( k o o r d in e e k s e n le r i, a b s i s - o r d in e ) m i h v e r l e r i n d e n u f u k h a t t ı n a p a r a l e l o l a n a a y n i d ü z le m ü z e r i n d e k i b i r n o le ta d a n i n d i r i l m i ş d i k m e n i n u z u n l u ğ u , [ t o p o g r a f y a d a b u s is te m 9 0 d e r e c e f a r k lı o l d u ğ u n d a n g e o m e t r i n i n 'te r tib i t o p o g r a f y a n m fa s la s i olui". (top. d a , g e o m . n i n alcs in e X. y e r i n e y., y. y e r i n e X. e k s e n i a lın ır ) ] , fr. ordiné.

tertib-i sehvi : y a n lı ş d iz g i [m a tb a a c ililc ta ]. 6 . ed. file rin v e if â d e n i n s ı r a la n m a s ı , h â d i s e l e r i n o lu ş t a r z ı n a g ö re a n la t ıl m a s ı,

tertibât

‫ت‬

‫ر ﻧﺎ‬

(a.i. t e r t i b 'i n c.) : 1. d ü z e n ,

d ü z e n le m e . 2. k a r ş ıla y ı c ı h a z ır lı k la r ,

tertibiyye

-

‫ر‬

(a.i.) : h a r f d iz m e ü c r e t i

[m a tb a a c ilile ta -].

tertib-kerde

‫رﺗﻴﺐ ﻛﺮده‬

(a.f.b .s.) : t e r t i b e d i l m i ş ,

d ü z e n le n m iş .

tertib-sâz ‫از‬٠ ‫( رﺗﻴﺐ س‬a.f.b .s.) : t e r t i b e d e n , d ü z e n le y e n .

tertîb-sâzî ‫ا ز ى‬

‫رﺗﻴﺐ‬

(a.f.b .i.) : te r tib e d ic ilile ,

d iiz e n le y ic ilik .

tertil

‫رس—ل‬٠(a.i.)

: y o lu y la , u s û lü y le o k u m a ,

(blez : te r s il).

tertil-i

Furkan-I

azîm ü'ş-şân :

K u r'â n -1

k e r i m 'i u s û l ü n e , k a id e s in e g ö re o k u m a .

ter ü tâze ‫( ر و ﻷزه‬f.b.s.) : p e k lâ tif , pelc k ö r p e , tervend ‫( ر وﻧ ﺪ‬f.i.) : t u r f a n d a m e y v e .

te rv ic ‫( ﺗﺮوﻳﺞ‬a.i. revâc'dan. c . : te rv îc â t): 1. kıym e t ve itib â rın ı a rtırm a . 2. geçirm e, (bkz : İnfâz). 5. tu tm a , desteklem e [bir fikri-], te rv ic -i e l f â z : ed. k u lla n ılm ay a n b ir kelim e n in yen id en öne sü rü lm e si veyâ yeni b ir k av ra m a k a rşılık o larak ortaya atılan bi.r k elim e n in k u llan ılm ası. te rv îc â t ‫( ﺗ ﺮ و ﻳ ﺠﺎ ت‬a.i. te rv ic'in c . ) : 1. deger ve itib â rın ı artırm a la r. 2: geçirm eler. 3. tutm alar, desteklem eler [düşünceleri-]. te rv ih ‫( ر و ح‬a .i.c .: te rv ih â t) : 1. râyiha, k o k u verm e, verilm e, k o k u su n u a rtırm a . 2. rah a tlan d ırm a , ra h a tla n d ın lm a . Y evm -İ te r v i h : zilh iccen in sekizinci g ü n ü olup arefeden b ir g ü n evveldir, o g ü n h acılar M în â'y a giderler. 3. m ü z. eskiden ç a lm a n sazla rd an biri. [M eragalı A b d u lk ad ir'in oglu A bdülaziz ta ra h n d a n icâdedilm iş o lan b u saz, b irb iri ark a sın a k o n m u ş iki k a n u n d a n m ü teşek k il idi]. T e rv îh ü 'l-e rv â h (ru h la rı ra h a tla n d ırm a ) ‫؛‬ A h m e d i'n in tıb b a d â ir m esnevi şeklinde yazılm ış b ir eseri. te rv îh a ،،‫( درودح‬a .i.c .: te râ v ih ) : terâv ih nam azın ın h e r d ö rt rek'atı. te rv ih â t ‫( ﺗﺮوﻳﺢ— ا ت‬a.i. te rv ih 'in c .) : 1. k oku vermelei", verilm eler, k o k u su n u artırm a la r. 2. ra h a tla n d ırm a la r, ra h a tla n d ın lm a la r. te rv ik ‫"( ﺗ ﺮ وﻳ ﻖ‬ki" u z u n olcunur. a .i.) : süzm e, d u ru ltm a , saflaştırm a. te rv iy e ‫( ﺗﺮوﻳﻪ‬a.i. reyy, riyy ve r iv â 'd a n ) : 1. iyiden iyiye, d erin d erin d ü şünm e. 2. suya k a n d ırm a . Yevm -İ te rv iy e , Y evm ii'tt e r v i y e : zilhicce'nin sekizinci g ünü, arefeden evvelki gün. [hacıların 0 g ü n suyu olm ayan “M înâ"ya g ittik leri g ü n olup, gitm ezden önce nefisleriyle binelc h ay v an ların ı suya k a n d ırd ık la rı veyâ H z. İb ra h im 'in kesilm e rü 'y â sın ı 0 gece görüp, g ü n d ü z geregi gibi d erin d erin d ü şü n d ü k le ri İçin b u ad v erilm iştir]. te ry â n ‫( ﺗﺮﻳﺎن‬fi.), (bkz : te rin ân , terniyân). te r-z e b â n ‫( ﺗ ﺮ زﺑﺎ ن‬f.b.s.): "yaş d illi” : 1. h az ır cevap. 2. lcalem. te r-z e b â n i ‫( رزﻷﻳﻰ‬f.b.i.): lıazır cevaplık. terzile ‫( ﺷﺰ"ق‬a.i. r ız k 'd a n ) : beslem e, rız ık verme. 1267

terzil

terzil ‫( ﺗﺮذﻳﻞ‬o.i. rezâlet'den. c. ‫ ؛‬te rz ilâ t): rezil etm e, edilm e.

terzlliyyât ‫( ﺗ ﺮ ذ ﻳ ﺎ ت‬a.i. terzil'in c .) : rezil etmele İ‫ ؟‬in söylenilen sözler,

tesâbî ‫( ﺗﺼﺎﺑﻰ‬a .i.): aşkın ı m eyd an a vu rm a, tesâbuk‫( د ا ﺑ ﻖ‬a.i. se b k 'd e n ): y a rış etm e, ( b k z : m üsâbaka).

tesâbür ‫( ﺗﻔﺎ ﺑﺮ‬a .i.): b ir şeyi d evam lı olarak yapm a, b ir şeye d evam üzere ‫ ؟‬alışm a, rastgelm e, aram ad an b u lm a, rastlanti. Ale't-tesâdüf: rastlam a ü zerine. Bi'ttesâdiif: rastlayarak, aram ad an ,

tesâdüfât ‫( ﺗ ﻌ ﺎ د ﻓ ﺎ ت‬a.i. te s â d ü f ün c .) : rastlam alar, rastlantılar, rastgelm eler, aram ad an bulm alar. (a .z f.):

rastgele.

(b k z :

tesâdüfî ‫( ﻟ ﺼﺎ د ﻓ ﻰ‬a .s.): rastgele-olan. ( b k z : tesâdüfen).

tesâdüfiyye ‫( ﺗ ﺼ ﺎ د ﻗ ﻪ‬a .s.): ["tesâd ü fî" nin m ü e n .J ( b k z : tesâdüfî).

tesâdüm ‫( ﺗ ﻬ ﺎ د م‬a.i. s a d m 'd a n ): çarpışm a, tokuşm a. ( b k z : müsâdeme). m usâfaha).

tesâgur ‫( ذ ا ق‬a.i. sig a r'd a n ): k ü ‫ ؟‬ü k görünm e, küçülm e.

‫ﺗﺴﺨﻦ‬

(a.i. suhûnet'den. te sa h h u n â t): ısın m a, kızm a, m alar, leizmalar.

tesahhur ‫( ﺗ ﺨ ﺮ‬a.i. m ash a ra 'd a n ): 1. m askaralan m a. 2. zevklenip alay etm e. 3. âlem e g ü lü n ‫ ؟‬olm a.

tesâhub ‫( ﺗ ﺼﺎﺣﺐ‬a.i. sâhib'den. c . : te sâh u b ât): 1. ark ad aşlık etm e. 2. sâhib ‫ ؟‬ık m a, k orum a,

tesâhubât ‫( ﺗﺼﺎﺣﺒﺎت‬a.i. tesâhııb'un c .) : 1. arkad aşlıklar. 2. sâhib olm alar, korum alar,

tesâhül ‫( ﺗ ﺴ ﺎ ﻫ ﻞ‬a.i. sehl'den. c . : te sâ h ü lâ t): 1. y u m u şak m uâm ele etm e. 2. kolay görerek İh m âl etm e.

tesâhülât ‫( ﺗ ﺎ ﻫ ﻼ ت‬a.i. tesâhü l'ü n c.): yu m u şak m uâm eleler‫ ؛‬k olay görüp İh m âl etmeler,

tesakkub ‫( ﺗﺜﻌ ﺐ‬a.i. sakb'dan . c . : te sa k k u b â t): tesakkub-ılü'lü': in cin in delinm esi. 1268

‫( ﺗﺴﺎﻗﻂ‬a.i.) : b irb iri ard ın a düşm e, dü-

şüşm e.

‫( ﺗﺼﺎﻟﺢ‬a.i.). (bkz : m usâlaha). ‫( ﺗﺼﺎﻟﺦ‬a.i.) : sağır gibi görün m e, tesâlüb ‫( ﺗﺼﺎ ﻟ ﺐ‬a.i salib'den) : 1. iki şeyin -h a‫؟‬

tesâluh tesâluh

gibi- b irb iri ü zerin e binm esi. 2. hek. sin ir ve d a m a rla rın b irb irin in ü ze rin d en ‫ ؟‬ap razv âri geçmesi. tesâlüb-i ırkî : zool. b ir cin sin tü rlü nesille-

rin i birleştirerek, hay van yetiştiricilik te o cinsin ıslah ın a h izm et etm e,

‫( ﺗ ﺴ ﺎ ﻟ ﻒ‬a.i. s e lf den) : ik i erkek birbiriyle b acan ak veyâ ik i k a d ın b irbiriyle elti olm a.

tesâlüf

tesâmıı'

‫( ﻗﺎ ﻫ ﻊ‬a.i. sem 'den) : İşitm e‫ ؛‬k u la k ta n

‫( ﺗ ﺴ ﺎ ﻣ ﺢ‬a.i. se m âh a fd e n . c. : tesâm uhât) : 1. m ü sâ m a h a etm e, h oş görm e, *hoşgörü. 2. dikkatsiz, kayıtsız dav ran m a,

tesâmııh

‫( ﺗ ﺎ ﻣ ﺤ ﺎ ت‬a.i. te sâ m u h 'u n c.) : 1. m üsâm ahalar, hoş görm eler. 2. d ikk atsizlikler, kayıtsızlıklar.

tesâmııhât c .:

tesahhunât ‫( ﻣ ﺨ ﺎ ت‬a.i. tesahhun'un c .) : ısın-

delinm e‫ ؛‬deliklenm e,

‫( ﺗﺜﺎﻗﻞ‬a.i.) : 1. üşenip ağırlaşm a, tenbellik etm e. 2. savaşa girm eye niy et etm işk en oyalanıp geri kalm a.

tesâkul

duym a.

tesâfuh ‫( ﺗ ﺼ ﺎ ﻓ ﺢ‬a .i.): elele tutuşm a, ( b k z :

tesahhun

‫( ' ﺳ ﻘ ﻒ‬a.i.) : 1. b ir H iristiy a n in -tah silin i tam am lay arak- papaz olm ası, i. b in â n in tav anlan m asi.

tesakkuf

tesâkut

tesâdüf ‫( ﺗ ﻤ ﺎ د ف‬a.i. sa d e fd e n . c.: tesâdüfât).

te sâ d iife n ‫ﺗ ﻌ ﺎ د ﻓ ﺄ‬ tesâdüfî).

‫( ﺗﺜﻘﺒﺎت‬a.i.) : hek. o rg an izm ad a bulu n a n tabii ve ârızî delikler,

tesakkubât

tesâmıım

‫ا‬٠٠‫( ﺗ ﻌ ﺎه‬a.i. sıım 'dan) : sağırlaşm a‫ ؛‬sa-

ğır görünm e.

‫( ﺗ ﻤﺎ ﻳ ﻒ‬a.i. ta s n if in c.) : kitaplar, eser1er. (bkz ‫ ؛‬tasnifât).

tesânif

tesânüd ‫( ﺗ ﺎ ﻧﺪ‬a.i. sened'den) : sosy. .d ay an ışm a, fr. solidarité. tesâüüdîyye ‫ ﻷ‬. ‫( ﺗ ﺎ ذ د‬a.i.) : fels. *dayanışçılık, fr. solidarisme.

‫ ﺗﻌﺎوﻳ ﻒ‬.(a .i.'ta s rifin c.) : 1. A lla h 'ın istedigi gibi h ü k ü m ve irâdesi,

tesârlf

tesârîf-i dehr : dü ny â halleri. 2. gr. tasrifler,

‫ ؟‬ekim ler. tesârıı' ‫^ رع‬

(a.i.) : güreşm e, (bkz : m usâraa).

tesâruf ‫( ﺗﻤﺎر ف‬a.i.) : em ir ve h ü k m e tm e, tesâub

‫( ﺗﺼﺎ و ب‬a.i.) : in a t etm e‫ ؛‬d ik b a şlılık

e tm e .,

(

tesebbüben ka.1 tesâud ‫( ﻣ ﺤ ﺎ ﻋ ﺪ‬a.i. s u û d 'd a n . c. : te s â u d â t) : tesbîl ‫ ل‬٠‫ب‬٠ ‫( د‬a.i. s e b ild e n ) : 1. A lla h yolu na bağlam a. 2. yo la çık arm a, yo lcu etm e, [asil 1. y u k a r ı ç ık m a , a ğ m a . 2 ٠fiz., kim. * sü b m ân âsı ‫ “ ؛‬b ir şeyi A lla h İ‫ ؟‬in vak fetm e ve li m l e ş m e , b u h a r h â l i n e g e ti r i lm e , fr. sublimation. m übah k lim a'' dır]. tesâudât ‫( ﺗ ﻤﺎ ﻋ ﺪا ت‬a.i. te s â ı ı d 'u n c.) : 1. y u k a r ı ç ık m a la r . 2 . fiz., kim. * s ü b lim le ş m e le r , fr. sublimations. (a.i.) : 1. e s n e m e . 2 . g a f l e tt e b u -

tirm e, yerinde oyn am az hâle sokm a. 2. b ir h âli şüpheye yer b ırak m ayacak ‫ ؟‬ekilde görüp gösterm e.

(a.i. s u â l 'd e n ) : b i r b i r i n e s o r m a ,

tesbit-i hâtırât: psik.- *an gilarin *saptanm asi, fr. fixation des souvenirs,

‫ﺗﻆﺀ ب‬

tesâüb

lu n m a .

tesâül

‫ﺳﺎﺋ ﻞ‬

s o ru ş tu rm a .

tesâvî

tesbit ‫( ﺗﻐﺒﻴﺖ‬a.i. sü b û t'd a n ): 1. sağlam ca yerle‫ ؟‬-

tesci' ‫ص‬

‫( س—اوى‬a.i.

s e v i'd e n ) 1 ‫؛‬. b i r v e m ü s â v î'

(*e‫ ؟‬it) o lm a , b e r â b e r v e b i r d e r e c e d e b u l u n m a . 2. sosy. * e ş itlik .

(a.i. sec'den. c.: te sc iâ t): ed. nesirde k afiy e k u llan m a, cüm leleri kafiyelen dirme.

.‫( ل‬a.i. tesci'in c . ) : tesci'ler, nesirde k afiye k u llan m alar, cüm leleri k afiyelendirm eler.

tesciât o U j ir

tesâvî-i kuvâ ‫ ؛‬i k i k u v v e t i n b i r r a d d e d e b u İ u n u ş u , k u v v e t l e r i n m ü s â v îliğ i, * e şitliğ i.

tesâvî-i leyi ü nehâr : astr. 21 M a r t v e 2 1 E y-

tescif -

İü ld e g e c e ile g ü n d ü z ü n b i r b i r i n e e ‫ ؟‬i t o lm a -

tescil -

SI, g ü n - t ü n * e şitliğ i, fr. équinoxe.

(a .i.): b ir ?eyi örtm e,

(a.i. sicill'den. c . : te s c ilâ t): sicile geçirm e, kütüğe geçirm e,

tesâvî-i nâkizeyn : mant. *çatışkı, fr. antinomie.

tescilât ‫ ت‬-

tesâvî-i ‫ ؟‬eki : kim. * e ş b iç im lik , fr. isom orphie.

tescin -

tesâvî-i terkîb: kim. iz o m e r i, fr. isomérie.

‫ﺗﺼﺎو„در‬

tesâvir

(a.i. t a s v i r 'i n c.) : r e s im le r , ta s -

v ir le r . ( b k z : ta s a v ir) .

tesâyüf

‫ف‬

‫ا‬

(a.i. s e y f d e n ) : k ıl ıç l a v u r u ş m a ,

( b k z : m iis â y e fe ).

tesbî' -

(a.i. s e b 'd e n ) : 1. y e d ile m e , y e d i-

y e ç ı k a r m a . 2. ed. e v v e ld e n s ö y le n m iş b i r

(a.i. tescil'in c .) : sicile geçirm eler, kütüğe geçirm eler, (a.i. sicn 'd e n ): zindana koym a,

hapsetm e.

tescir -

(a.i.). ( b k z : tefcir).

tesciye -

(a.i. se c iy y e 'd e n ): seciyye (üstün ahlâk) kazan d ırm a.

te sd id ‫( س — د د د‬a.i. s e d d 'd e n ): 1. u zu n lu ğu n a doğrultm a, doğru ltu lm a. 2. h a y ırlı içe doğru yöneltm e.

m a n z û m e n i n h e r b e y t i n i n - m a tl a 'd a h e r

tesdis ‫( ﺗ ﺴ ﺪ ﻳ ﺲ‬a.i. süds'den. c . : te sd isâ t): 1. altı

i k i m ı s r â ı ile a y n i lc a fiy e d e o l m a k iiz e r e -

köşe yapm a [bir ‫ ؟‬ekli], altıya çık arm a, altılam a. 2. ed. b ir ‫ ؟‬iirin beyitlerine ayn i vezin ve kafiyed e dörder m ısrâ k atılarak her beytin altı m ısraa çıkarılm ası,

b e ‫ ؟‬m ı s r â İlâv e e d il e r e k y e d i m ı s r â a ç ık a r i lm a s i.

tesbîan

‫( ﺗ ﺴ ﻌ ﺎ ﺀ‬a.zf.) : y e d iy e a y ır a r a k , y e d iy e

tesdisât ‫ ﺳ ﺎ ت‬٠‫ى‬

a y ı r m a k s û r e tiy le .

‫ ﻟ ﺠ ﺢ‬٠٠‫( س‬a.i. s e b h 'd e n ) : 1. (c. t e s b ih â t ) : " s iib h â n a lla h " k e li m e s in i s ö y le y e re k A lla h 'a

tesbîh

ta 'z îm e tm e . 2. te s p ih , (blcz : s iib h a ).

tesbihât

O b i .— ‫ل‬

(a.i.

te ş b ih in

c.) :

m a la r .

tesbihiyye (a.i.) : bot. te s p ih a ğ a c ıg ille r , fr. méliacées, lât. meliaceae.

‫دﺳﻚ‬

(a.i. s e b k 'd e n . c. : te s b ik â t) : e r i ti p

k a lı b a d ö k m e , e r i ti li p k a lı b a d ö k ü lm e .

tesbîkât

‫ﺗ ﺴﺒﻴﻜﺎ ت‬

tesebbiib

‫ﺳﺒ ﺐ‬

(a.i. se b e b 'd e n ): sebebolm a.

tesebbüben ‫ ا‬٠‫( س‬a .z f.): sebebolm ak sûretiyle,

" s iib h â n a lla h " d iy e r e k A lla h 'ı k u t s a l l a ş t ı r -

tesbik

(a.i. tesdis'in c .) : tesdisler, altıya çıkarm alar, altılam alar.

(a.i. t e s b î k 'i n c.) : e r i t i p k a il -

b a d ö k m e le r , e r i ti li p k a lı b a d ö k ü lm e le r .

sebeb olarak.

tesebbüben cerh : huk. bir k im sen in , alelâde yaralan m asın a sebebolan İ‫ ؟‬İ ortaya koym asi. [meselâ : izinsiz kazılan lcuyuya b irin in diiçm esi... gibi].

tesebbüben k a ti : huk. bir in san in ölm esine sebebiyet verm e, y â n î hâdiselerin tabii cereyan larm a göre bir ad am ın ölüm ünü İntâc edecek b ir fiili İhdâs etme.

1269

tesebbuben sirkat te seb b iib en sirkat : huk. b irkaç şahsın birden m ah fu z yere gizlice girip a ld ık ları m alla n içlerinden b irin e yiilcleterek hârice çık arm a la rı ki, ‫ ؟‬erâiti m evcut olu nca cüm lesi h a k k ın d a h ad İcrâ edilir,

tesebbüt ‫( ﺗ ﺒ ﺖ‬a.i. s e b ât'd a n ): sebat gösterm e, sabretm e, dayanm a.

tesecciid ‫( ﺗ ﺠ ﺪ‬a.i. secde'den. c . : te se cciid ât) : secde etm e, secdeye kapan ıp A lla h 'ı takdis etme.

teseddüd ‫( ﺗ ﺪ د‬a.i. s e d d 'd e n ): hek. vü cu tta bu lu n an m âyi veyâ k im y e v i cisim lerin katılaçarak tabii m ecrâlarm d an b irin i kapam ası.

teseffiih ‫( ﺗ ﺴ ﻔ ﻪ‬a.i. s e fih 'd e n ): sefihleşm e, teseffül

(a.i. s e fil'd e n ): sefilleşm e, bayagılaşm a, aşağılaşm a.

tesehhur ‫ﺮ‬

‫( ﺗ ﺨ‬a.i. m a sh a ra 'd a n ): m askaraya alm a, alay etme.

tesehhur-kâr ‫ر‬

‫ﺗ ﺴ ﺨ ﺮ ﻛﺎ‬

(a .i.): m askara, (bkz :

suhra).

tesehhıır-kâr-âne

‫ﺗ ﺨ ﺮ ﻛﺎ راﻧ ﻪ‬

( a . f z f ) : m aska-

raya y a k ışa c a k sûrette.

tesehhüb ‫( ﺳ ﺤ ﺐ‬a .i.) : bulutlan m a, (bkz : tegayyüm ).

lar, avundurm alar.

teselluh

‫( ﺗ ﺴ ﻠ ﺢ‬a.i. s ilâ h 'd a n ): silâh lan m a, silâh kuşanm a.

teselliib ‫( ﺗ ﻠ ﺐ‬a .i.): 1. soyu n m a. 2. k ocası ölen k ad ın ın m âtem elbisesi giym esi.

tesellüc ‫( ﺗ ﻠ ﺞ‬a.i. selc'd en ): fiz. su b u h a rm m k ar hâlin e gelm esi.

tesellül ‫( ﺗ ﻠ ﻞ‬a.i. s e ll'd e n ): 1. için den sıyrılıp ‫ ؟‬ikm a. 2. verem olm a.

tesellüm ‫ﻢ‬

‫( ﻟ ﻠ‬a.i. s ü l .: se le m e ): 1. teslim edilen) verilen bir şeyi alm a. 2. İslâm d in in i kabû l etm e, M üslüm an olm a. Teslim ve tesellüm : b ir ‫ ؟‬eyi teslim etm e ve o ‫ ؟‬ey teslim alınm a. 3. müz. fasıl m üziğinde p eşrevin ve saz sem âisin in her hânesi sonun da tekrarlan acak parça.

tesellüm

(a.i. sü k û n 'd a n ): sü kû n bul-

‫ﺗ‬

teselsül ‫( ﺑ ﻠ ﻞ‬a.i. silsile'den. c.: teselsülât): 1. zincirlem e, zincirlem e gitm e. Kaide-i teselsül: m e'm ıırların Sira ile ilerileyebilm esi. 2. h u k. birden çok k im se n in b ir borçtan d olayı soru m lu olm ası. ‫( ﺗ ﺴ ﻠ ﺴ ﻼ ت‬a.i. te se lsü lü n c .) : zincirlemeler, zincirlem e gitm eler.

tesemml ‫( ﺗ ﻄ ﺘ ﻢ‬a.i. ism 'd e n ): adlan m a, isim lenm e.'

tesemmüm

te se k k iin -i d e ry â : denizin sakin leşm esi. te se k k iin -i n i z â ': k avgan ın yatışm ası,

‫ﻟ ﻤ ﻢ‬ (o.i. sem m 'den. tesem m iim ât): zehirlenm e.

tesemmümât tesemmiin

tesellâ ‫( ﺗﺴﻠﻰ‬a.i.). ( b k z : teselli),

tesemmür

teselli ‫( ﺗ ﺴ ﻠ ﻰ‬a.i. selâ veya sülv'den. c . : te s e lliy y â t): avutm a, avun durm a,

tesellî-âmîz ‫( ﺗ ﻠ ﻰ آﻣﻴﺰ‬a.f.b .s.): teselli edici, avutucu, ( b k z : teselli-bah ‫) ؟‬.

teselli-bah‫( ﻟ ﻠ ﻰ ﺧ ﺶ ؟‬a.f.b .s.): teselli verici, avutucu, (bkz : teselli-âm iz, tesliyet-bah‫) ؟‬.

teseHî-nâ-pezîr

‫ﻧﺎ ﺑ ﻨ ﻴ ﺮ‬

‫( ﺗ ﻠ ﻰ‬a.f.b .s.): avutula-

m az.

teselli-pezir ‫( ﺗ ﺴ ﻠ ﻰ ﺑ ﻨ ﻴ ﺮ‬a .fb .s .) : teselli kabû l edici, avutulab ilir.

teselli-yâb ‫( ﺗ ﻠ ﻰ ﻳﺎ ب‬a.f.b .s.) : teselli bulucu, bulan, avunan.

‫ت‬

‫ﺗ ﺴﺎ‬

c .:

(a.i. tesem m üm 'ün c . ) :

zehirlenm eler.

te s e k k iir ‫( ﺗ ﺴ ﻜ ﺮ‬a.i. se k r'd e n ): 1. sarh o‫ ؟‬olm a. 2. (sükkeı ٠'d e n ) : hek. ‫ ؟‬eker h astalığın a tutulm a. 3. şeker hastalığı,

127.

(a.i. se lm 'd e n ): diş d i‫ ؟‬, çen tik

‫ﺗ ﻘﻠ ﻢ‬

çen tik olm a.

teselsülât

te se h h iir ‫( ﺗ ﻬ ﺮ‬a.i. se h r'd e n ): gece u yu yam am a, u yan ık kalm a. te se k k iin ‫ﺴ ﻜ ﻦ‬ m a, yatışm a.

teselliyyât ‫( ﺗﺴﻠﻴﺎت‬a.i. te se llin in c .) : avutm a-

‫ﻦ‬

‫ﺗ ﻤ‬

(a.i. sem e n 'd e n ): senairm e,

‫ ؟ ؛ ؟‬m aniam a. ‫( ﺗ ﺴ ﻤ ﺮ‬a .i.): hek. b ir u zvu n ayn i cinsten b aşka b ir u zvu n içerisine b ir m ik tar girm esi ve cen in (ana rah m in d ek i çocuk) in havsala bo şlu k ların d an b irin in d erin liği İçine girm esi.

tesennî ‫( ﺗ ﻐ ﻰ‬a .i.) : egilip bü k ü lm e, ik i kat olm a.

tesennüh^"(a.i.) :küflenm e. tesennün ‫( ﻟ ﻔ ﻦ‬a.i. sin n 'd e n ): diş çıkarm a. Devr-İ tesennün : ço cu k ların ve h ayvan larin d i‫ ؟‬ç ık ard ık ları m evsim .

teserri ‫( ﺗ ﺮ ى‬a.i. s e r y 'd e n ): fık. o d a lık edinm e, câriye alm a.

teskif (a.i. siir'at'den): koşma, çabuk

teshir ‫( ﻧ ﺨ ﻴ ﺮ‬a.i. sihriyy'den): zapt ve İstilâ etme, ele geçirme, elde etme,

‫( ﻗ ﺘ ﺮ‬a.i. setr'den): örtünme, gizlenme, saklanma, kapanma [kadınlar hak.], : kadınların -erkeklerden-

teshir ‫( ﺳ ﺤ ﻴ ﺮ‬a.i. sihr ve sehhar'dan. c .: teshirât): büyü yapma, büyüleme, aldatma, aldatılma, kendini bağlama,

‫( ﺗﺴﺄل‬a.i. sııâl'den): dilenme, dilencilik

teshirât ‫ ا ت‬(a.i. teshir'in c.) : zapt ve İstilâ etmeler, ele geçirmeler, elde etmelel'.

‫ع‬

te serru '

davranma. te settü r

tesettü r-i n isv â n

örtünmesi. tese'iil

etme. tesevvi ‫( " ﺳﻮ ى‬a.i. sevy'den): tesviye etme, düzeltme, düzleme, düzlenme, tesevvi-i a râ z î : topragı düzleme, tesevvüb ‫( ﺗ ﺜ ﻮ ب‬a.i. sevâb'dan): 1. sevaplanma, sevap kazanma. 2. farz olan namazdan sonra nâfile namaz kılıp sevap kazanma, teseyyiib

‫( ﺗ ﺌ ﻴ ﺐ‬a.i. seyyib'den): dul kalma

[kadın-]. tese ^ ü b ‫( ﺗﺴﻴ ﺐ‬a.i.c.: teseyyübât): kayıtsızlık, ihmalcilik, üşenme, tenbelik. (bkz : keslân, tekâsiil).

‫( ﺗ ﺒ ﺎ ت‬a.i. teseyyüb'iin c.): kayitsızlıklar, ihmalcililcler, üşenmeler, tenbellikler.

te se ^ ü b â t

tesfid ‫( ﺗ ﺴﻔﻴﺪ‬a.i.): eti kebâbetmek İçin şişe dizme. te s fif

‫( ﻗ ﻔ‬a.i.): dövüp toz hâline getirme,

‫ﻒ‬

getirilme. fih sayma. te s fil

‫( ﺗ ﺴ ﻔ ﻴ ﺮ‬a.i. sefer'den): sefere gönderme,

gönderilme.

‫( ﺗ ﺴ ﺤ ﻴ ﻖ‬a.i.): ezme, dövme, dövüp

te sh ik

ezme. tesh il tesh il

‫( ﻗ ﺤ ﻴ ﻞ‬a.i.): öksürtme. ‫ ﻫﻴﻞ‬٠ ‫( ق‬a.i. sehl'den. c .: teshilât): 1. ko-

laylaştırma. 2. Müntehabü'ş-şifâ sâhibi Hacı Paşa'nın hekimliğe dâir olan bir eseri, tesh ilâ t teshilen

‫( ﺗﺴﻬﻴ ﻼ ت‬o.i. teshil'in c .): kolaylıklar, ‫( " ﺳ ﻬ ﻴ ﻼ‬a.zf.): kolaylılc olmak üzere,

kolaylaştırarak.

tesh in ât

‫ﺳﻴﻨﺎ ت‬

kızdırmalar.

‫( ﺗ ﺴ ﻌ ﻴ ﺮ‬a.i. sa'r'den): 1. narh koyma, kıymet, deger koyma. 2. ateşi yakıp alevlendirme.

tes'îr

‫( ﺗ ﺄ ﺋ ﻴ ﺮ‬a.i. isr'den. c . : te'sîrât): 1. alâmet, nişan bırakma. 2. İşleme, dokunma; içe İşleme. S e rîü 't-te 'sîr : çabuk te'sîr eden,

te'sîr

te 'sîr-i h ev â

: fiz. hava devinim i,

te 'sîr-i k im y e v i : k im . te 'sîr-i z iy â

(a.i. teshin'in c.): ısıtmalar,

*kimyasal *etkinlik,

: k im . optik aktiflik. 3. kederlen-

dirme. te 'sîrât

‫( ﺗﺄﺛﻴﺮات‬a.i te'sîr'in c.): te'sirler, *etkiler, : cogr. *içetmenler, *İçet-

kiler. iyi te'sirler, iyi *etkiler,

‫( ﺗﺴﺮه‬a.i.). (bkz: tesrir). te'sîs ‫( ﺗﺄﺳﺲ‬a.i. üss'den. c. :te'sîsât) :esas koma, te sirre

temel atma, kurma; kuruluş, kurum, te 'sîs-i İ l â h î :

Allah'a âit yapı,

‫( ﺗ ﺄ ﺑ ﺎ ت‬a.i. te'sîs'in c .): 1. kurmalar, kuruluşlar. 2. cemiyetler (*kurumlar). 3. *döşem, fr. in sta lla tio n . [elektrik te'sîsâtı, su te'sîsâtı.. gibi).

te'sîsât

‫( ﺗﺄﺳﻴﺴﺄ‬a.zf.): te'sis ederek, kurarak, ‫( ﺗﺄﺳﻴﻪ‬a.i.): teselli verme, avutma, teskıye ‫( ﺗ ﺴ ﻘ ﻴ ﻪ‬a.i. saky'den): 1. su İçirme, su

te'sisen te'siye

verme. 2. sulama, sulanılma, (bkz: İrvâ, iska). teskib

‫ﺳﻴ ﻦ‬

(a.i. sahn'den. c. : teshinât) : ısıtma, ısıtılma, kızma, kızdırılma,

tesh in

‫( ﺗﺄﺛﻴﻢ‬a.i. ism'den): günahkâr sayma, birine : "günahkâr oldun!" deme,

te'sîm

te 'sîrât-ı h a s e n e :

‫( ﺗ ﺴ ﻔ ﻴ ﻞ‬a.i. siifl'den. c .: tesfilât): sefil-

leştirme, bayağılaştırma, bayağılaştırılma, aşagilaştırma. te s fir

‫( ﻧ ﺒ ﺪ‬o.i. sa'd'den): tebrik etme, kutlama. (bkz:is'âd).

tes'îd

te'sîrât-ı d â h ilim e

‫( ﺗﺴﻔﻴﻪ‬a.i. sefâhat'den): sefih görme, se-

te s fih

teshirât ‫( ﺳ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i.‫؛‬, teshir'in c.): büyü yapmalar, büyiilemeler, aldatmalar, aldatılmalar.

‫( ﺗ ﺜ ﻘ ﻴ ﺐ‬a.i. sakb'dan): delme, delik

açma.

‫( ﺳ ﻨ ﻒ‬a.i. sak fd a n ) : 1. birini Hıristiyani papaz yapma. 2. binâya tavan yapma, binâya tavan yapılma.

te s k if

vm

.eskil te sk il— î (a.i. sakl'den): ağırlaştırma, ağırİaştırılma; ağırlığını artırma; ağırlığı artırılma. teslcim ‫( ﺷ ﻘ ﻴ ﻢ‬a.i. sakm'dan): 1. hasta etme. 2. sakim, bozuk, yanlış, eksik sayma, teskin ‫( ﺗﺴﻜﻴﻦ‬a.i. sükûn'dan): 1. sâkin klima, kılınma, yatıştırma, yatıştırılma. 2. a. gr. bir harfi sâkin okuma : emr, farz, gibi, teskir ‫( ﺳ ﻜﻴ ﺮ‬a.i. sekr'den): sarhoş etme, teskit ‫( ” ﺳ ﻜﻴ ﺖ‬a.i. sükût'dan): susturma, (bkz : İskât). teslif ‫ ف‬٠‫( ﺗﺴﺐ‬a.i.): lcahvaltı etme, teslih ‫( ﺗ ﻠ ﺞ‬a.i. silâh'dan. c . : teslihât): silâhlandırma, silâhlandırılma, teslih ‫( ﺷ ﺪ خ‬a.i. selh'den): derisini yüzüp Ç1lcarma, derisi yüzülme, teslihât ‫ﺗﻠﻴ ﺤﺎ ت‬ (a.i. teslih'in c .): silâhlandırmalar, silâhlandınlmalar. Adem-İ teslihât: silâhsızlandırma. teslîhât-1 askeriyye: silahlandırılması.

askerin

teslil ‫( ﺗ ﺜ ﻞ‬a.i. sell'den): 1. sıyırıp çekme, siyrılıp çekilme. 2. verem etme, teslim ‫( ﺗﺜﻠﻴﻢ‬a.i.): çentme, diş diş etme, teslim ‫( ﺗ ﺴ ﻠ ﻴ ﻢ‬a.i. sül. seleme, c .: teslimât): 1. bir emâneti yerine verme. 2 ٠bir şeyi yeni sâhibine verme. 3. hakikat olduğunu söyleme. 4. (bkz : İ'tirâf). 5. dayanamayıp pes deme. 6. tas. kendini Allah'ın kaderine bırakma. 7٠miiz. bir saz eserinde, asil hâne ile mülâzimeyi bağlayan nağmeler olup bu nağmeler her hânede tekrar edilmekle berâber miilâzimeye dâhil edilmez. Eskiden buna "terkib-i intikal'’ de denilirdi. Fakat terkib-i intikal'in yalnız hâneleri bağlayan ve az çok tâdîlât ile tekrâr edilen nagmeciklere verilen bir ad olup mülâzime ile hâne arasındaki nağmeye tevsi edilmemiş olmak ihtimâli de vardır. 8. selâm verme; selâmetle duâ etme. 9. âfetten masûn klima. teslim-i cân, -1 r û h : ölme, teslim ve tesellüm : verme ve alma, teslimât ‫ ﻳ ﻤ ﺎ ت‬٠‫( س‬a.i. teslim'in c.): teslim edilen eşyâ veyâ yatırılan para, te slim iy e t ‫( ﺗ ﻠ ﻴ ﻤ ﻴ ﺖ‬a.i.): teslim olma, boyun eğme. 1272

teslim-kerde ‫( ﺗ ﺴ ﻠ ﻴ ﻢ ﻛﺮده‬a.f.b.s.): teslim edilmi§ olan. teslis ‫( ﺗ ﺜ ﻠ ﺚ‬a.i. süİs'den): 1. üçleme, ü‫ ؟‬e 1‫ ؟‬karma. 2. şarabı, ü‫ ؟‬te biri uçuncaya kadar kaynatma. 3. Hıristiyanlıkta Allah'ın ü‫؟‬ olduğuna inanma. Erbâb-1 teslis. Eshâb-1 teslis : Allah'ın ü‫( ؟‬baba, oğul, mukaddes ruh) olduğuna inananlar, Hıristiyanlar. teslis-i zevâyâ : mat. bir zâviyeyi (açıyı) üç müsâvî (*eşit) kısma bölme, teslit ‫( ﺳﻴ ﻬ ﻞ‬a.i.). (bkz: taslit). tesliye - ( a . i . ) : teselli verme, avutma, (bkz : tesliyet). tesliye-i h â tır: gönül almma. tesliyet ‫( ﺗﺲ— ﻟﻴ ﺖ‬a.i.): teselli verme, verilme, avutma, avutulma, (bkz : tesliye). tesliyet bah ‫ ﺧ ﺶ■ ؟‬٠ ‫( ' ﺳ ﺒ ﺖ‬a.f.b.s.): avutucu, avundurucu. (bkz: tesellî-âmîz, tesellibah?). tesliyet-kâr ‫( ﺷﻠﻴﺘ ﻜﺎ ر‬a.f.b.s.): avutucu, teselli edici. tesliyet-sâz ‫( ﻧ ﺴ ﺒ ﺖ ﻣ ﺎ ز‬a.f.b.s.): teselli edici, avutucu. tesmi' ‫ ﻣ ﻊ‬٠‫( س‬a.i. sem'den. c .: tesmiât): işittirme, işittirilme, duyurma, tesmiât ‫( ﺳﻴﻌﺎت‬a.i. tesmi'in c .): işittirmeler, işittiril.meler, duyurmalar, tesmim — (o.i.): hek. mafealların yüzlerini birbirinden ayırma İŞİ; bir uzvu mafeal yerinden kesip atma. tesmim liirlenme.

(a.i. semm'den): zehirleme, ze-

tesmimen ‫( ﺗﺴﻤﻴﻤﺄ‬a.zf.): zehirlenerek; zehirleyerek. tesmin (a.i. sümn'den) 1 ‫؛‬. sekizleme, sekize çıkarma. 2. sekize bölme. 3. bir şeye baha biçme, biçtirme. tesmin ‫( ﺗ ﻤ ﻴ ﻦ‬a.i. semen'den): semirtme, semirtilme; yağlatma. tesmir ‫( ﺗ ﺜ ﻤ ﻴ ﺮ‬a.i. semer'den): 1. ağaçların -Çİçeklerini döküp- yemiş bağlaması. 2. [tasarrufla] malin çoğalması, tesmir ‫( ﺗ ﻤ ﻴ ﺮ‬a.i.): çivileme, çivilenme, mıhlama, mıhlanma. tesmit (a.i.): aksıranlara “yerh hamüh Allah" (= Allah sana merhamet etsin; çok yaşa) deme.

teşâbüh

‫ﺗ ﺴ ﻤﻴ ﻪ‬

tesmiye

(a.i. i s m 'd e n ) : 1. a d k o y m a , a d -

l a n d ı r m a , is im v e r m e . 2. b e s m e le ‫ ؟‬e k m e .

Ba'de't-tesmiye : ı) a d k o n d u k t a n s o n r a ; 2) b e s m e le ‫ ؟‬e k t i k t e n s o n r a ,

tesnim ‫ﺳ ﻨ ﻢ‬

tesvîdât

( a .h . i .) : C e n n e t 't e k i ı r m a k l a r d a n

n in su y u . C e n n e t su y u ,

‫ﺗﻴ ﻪ‬

(a.i. i s n e y n 'd e n ) : a. gr. i k i le n e n ,

i k i l i k c e m 'i n i g ö s t e r e n v e k e l i m e n i n s o n u n a " - a n " v e y â " - e y n " g e t i r i le r e k y a p ı l a n k e -

‫ﺗﺴﺮﻳﻊ‬

‫ﺳ ﺮﻳ ﻌﺎ ت‬

la r, ç a b u k l a ş t ı r m a l a r . te s rib

‫ ( ﺗﺘﺮﻳﺐ‬a . i . ) : 1. a y ıp la m a ; d a r ı l m a . 2 . b a ş a

(a.i. s e r c 'd e n ) : [h a y v a n a ] e y e r

v u rm a .

‫ﺳ ﺮﻳ ﺢ‬

(a.i.c. : te s v ilâ t) : f e n â b i r ş e y i g ü -

‫ﺗﺴﻮﻳﻼت‬

(a.i. t e s v i l 'i n c.) : f e n â b i r ş e y i

g ü z e l g ö s t e r e r e k a ld a t m a l a r .

‫ﺗﺜ ﻮﻳ ﺮ‬

tesvir

(a.i.) : 1. t o z k a l d ı r m a , z. b â t ı n î

m â n â s ın ı a ra ş tır m a .

tesvir-i m ahm ûl ‫( ﺗ ﺴ ﻮ ﻳ ﺮ ﻣﺤﻤﻮل‬a .it.) : fels. fr. quantification du prédicat.

‫ﺳ ﺴﻮﻳﻪ‬

(a.i. s e v i'd e n ) : 1. b e r â b e r e tm e ,

d ü z e tm e , d ü z le m e ,

t e s v i y e - i türâbiyye : t o p r a g m 2.

tesric-i f e r e s : a ta e y e r v u r m a , tesrih

‫ﺗ ﻤ ﻮﻳ ﻞ‬

zel g ö s te re re k a ld a tm a .

tesviye-i tu ruk : y o l y a p m a f e n n i,

d e r m e , g ö n d e r i lm e , [en ‫ ؟‬o k a s k e r h a k .],

‫ﺳ ﺮﻳ ﺞ‬

(a.i. m i s v â k 'd e n ) : m i s v â k l e n m e ;

d i ş le r i m i s v â k l e m e .

tesrib ‫( ﺗ ﺴ ﺮ ﻳ ﺐ‬a.i. s ü r û b 'd a n ) : y o ll a m a , g ö n tesric

‫ﺳ ﻮﻳ ﻚ‬

tesvik

tesviye

kakm a.

(a.i. s e v k 'd e n ) : s ü r m e , ile r i g it-

m e.

tesvilât

(a.i. t e s r i 'i n c . ) : h ı z l a n d ı r m a -

(a.i.) : m e s â g g ö s te r m e , c e v a z v e r-

‫ﺗ ﺴ ﻮﻳ ﻖ‬

tesvik

( a .z f .) : h ı z l a n d ı r a r a k , ‫ ؟‬a b u k la ş -

t ı r m a k İ‫ ؟‬in , ç a b u k l a ş t ı r a r a k , h ı z v e r e r e k ,

tesriât

(a.i. t e s v i f i n c.) : [s e b e p siz ]

m e . ( b k z : te c v iz ).

(o.i. s ü r 'a î 'd e n . c . : t e s r i â t ) : h ı z l a n -

‫ﺗﺴﺮﻳﻌﺎ‬

‫ﺗﺴﻮﻳﻎ‬

tesvig

te s v il

d ır m ‫ ; ؛‬h ız la n d ır ılm a ; ç a b u k la ş tırm a ,

tesrian

‫ﺗ ﺴ ﻮ ﻳ ﻔﺎ ت‬

te s v ifâ t

li m e : Zâviyetân : i k i z â v iy e . Ahaveyn ‫ ؛‬ik i k a r d e ş . T a ra fe y n : ik i ta r a f ., g ib i,

tesri'

' (a.i. s e v f 'd e n . c. : te s v if â t) : [se-

g e c ik t ir m e l e r , a t l a tm a la r .

b i r i n i n a d i. M â-i T e sn im : T e s n im ı r m a ğ ı -

tesniye

t e s v i d i n i n c.) : k a r a l a -

b e p s iz ] g e c ik t ir m e , a tl a tm a , ( b k z : te 'h îr ) .

( a . i . ) : est. k a b a r t m a , k u b b e li

‫ص‬

‫ﺳ ﻮﻳ ﻒ‬

te s v if

y a p m a , y a p ılm a .

Tesnim

‫( " ﺳ ﻮ ﻳ ﺪ ا ت‬a.i.

m a l a r , m ü s v e d d e le r .

d ü z le n m e s i.

Ö d em e.

t e s v i y e - i d e y n ‫ ؛‬b o r ‫ ؟‬ö d e m e . 3. h ü k ü m e t ç e

( a . i . ) : 1. s a lıv e r m e , b ı r a k m a .

b i r y e r e g ö n d e r i le n e rle re b il e t y e r i n e g e ‫ ؟‬-

b o ş a m a [eşin i-],

m e k ü z e r e v e r i le n k â ğ ıt . 4 . n e tic e y e b a g la -

tesrih-i lihye : s a k a l s a lıv e r m e ,

m a . S û r e t - İ te s v iy e : u y l a ş m a n ı n s e b e p le ri,

2.

tesrik

‫ﻟﺒﺮﻳ ﻖ‬

(a.i. s i r k a t 'd e n : c . : t e s r i k a t ) : b ir i-

te s v iy e -i

tesrikat

‫' ﺳ ﺮﻳ ﻔﺎ ت‬

(" k a "

uzun

o k u n u r,

a.i.

tesrir

‫د رﻳ ﺮ‬

‫ﺗﺴﺮﻳﺮات‬

t e s v i y e rûhu : f iz . h a v a k a b a r c ı k l ı ‫ ؛‬d ü z e ç , k a b a rc ık lı ‫ ؛‬d ü zeç.

(o .i. t e s r i r 'i n c . ) : s e v i n d i r m e -

te s y â r te .s y il

ler, s e v i n d ir i lm e le r .

tesriye

‫ﺳﺮﻳﻪ‬

e tm e .

g e ti r m e . te s y ir

' t e s t i r - (a.i. s e t r 'd e n ) : ö r t m e , g iz le m e ,

‫ﺗﺜﻮﻳﺐ‬ tesvid ‫ﺳ ﻮﻳﺪ‬

(a.i. s e v â b 'd a n ) : m ü k â f a t v e r m e , (a.i. s e v â d 'd a n ) : 1. k a r a r t m a , k a -

‫( ' ﺳﺈ و‬a.i.) : g ö n d e r m e , g ö n d e r i lm e . ‫( " ﺳ ﺠ ﻴ ﻞ‬a.i. se y l'd e n ). : 1. se l g ib i a k ıt m a ,

a k ı t ı l m a . 2. k i m . s e r t b i r c is m i a k ıc ı h â le

( a . i . ) : s ı k ın t ıy ı , g a m ı, k e d e r i y o k

testih ‫( ﺗﺴﻄﺠﺢ‬a.i.). ( b k z : ta s tih ) . tesvib

g ö rü lü p

ris i.

(o.i. s ü r û r 'd a n . c . : t e s r i r â t ) : s e v in -

d i r m e , s e v i n d ir i lm e .

tesrirât

iş le r i n

t e s v i y e m i i n h a n i s i : c o g r . f e ş y ü k s e k l i k ‫ ؛‬eğ -

t e s r i k 'i n c.) : h ı r s ı z y a p m a l a r , h ı r s ı z l ı k l a s u ç la m a la r .

um ûr :

n e ti c e le n d i r i lm e s i.

n e h ı r s ı z d e m e , b i r i n i h ı r s ı z l ı k l a s u ç la m a ,

‫ﺳ ﻴ ﻴ ﺮ‬

(a.i. s e y r 'd e n ) : 1. y ü r ü t m e , y ü r ü -

t i il m e . 2 . g ö n d e r m e , g ö n d e r i lm e , y o lla m a , y o ll a n m a . -te ş

‫ﺗﺶ‬

— (f.e.). ( b k z : -tâ ş).

teşâbüh

‫ﺗ ﺸﺎﺑ ﻪ‬

(a.i. ş i b h 'd e n . c. : t e ş â b ü h â t) :

r a r t ı l m a . 2 . (c. t e s v i d â t ) : m ü s v e d d e y a p m a ;

1. b i r b i r i n e b e n z e m e , b e n z e ş m e . 2 . fe ls . b e n -

k a ra la m a y ap m a; m ü sv ed d e.

z e r lik . 3. mat. h o m o lo g i. ( b k z : m ü ş â b e h e t) .

1273

teşâbüh-i etraf teşâbüh-i e tr â f: ed. m U ş e b b e h in g a r i p b i r şeye b e n z e tilm e s i h â lid ir k i “ is titrâ f " d a d e n ir . M e s e lâ : “B û y -i g ü l t a k t î r o lu n m u ş , n â z ı n İ ş le n m iş u c u

‫ ر‬B ir i

o lm u ş h o y , b i r i s i

d e s t - m â l o lm u ş s a n a ” ( N e d im ) b e y t i n d e k i “n â z ” m d e s t - m â l e (h a v lu y a ) b e n z e t i l m e s i g ib i.

‫ﺗ ﺸﺎ ﺑ ﻬﺎ ت‬

(a.i. t e ş â b ü h 'ü n c.) : 1. b ir -

b i r i n e b e n z e m e le r , b e n z e ş m e le r . 2. K u r 'â n ı K e r îm 'in b â z ı â y e t l e r i n i n m e c â z î m â n â l a r ı

(a.i. ş û r â 'd a n ) : b i r b i r i n e d a n ıç -

te ş a y tu n -

(a.i. ? e y t â n 'd a n ) : ş e y t a n la ş m a ,

şe y ta n c a d a v ra n m a . te ş b î'

‫ﺷ ﻊ‬

(a .i.): k a r n in i d o y u rm a , k a r n i d o -

‫'ﻧﺸﺎﺟﺮ‬

teşâcür

(a.i. ş e c e r 'd e n ) : s o p a l a r la b ir b i-

r i n e g ir m e , d ö v ü ş m e , ( b k z : m ü ş â c e r e ) .

‫ﺗ ﺸﺪ ق‬

teşadduk

(a.i.) : [ a v u r t ‫ ؟‬a tl a ta r a k ] k o -

‫ﺗ ﺸ ﺤﻢ‬

(a.i. ş a h m 'd a n ) : y a ğ la n m a ,

(a.i. ş a h s 'd a n . c. : t e ş a h h u s â t ) :

1. ş a h ı s l a n m a . 2 . b i r i n i n ş a h s ı n ı h â t ı r a g e t i r m e , b i r i n i n ş a h s ı h â t ı r a g e ti r i lm e . 3. ta a y y ü n e tm e , t a n ı m a .

teşahhusât

‫ت‬-

(a.i. t e ş a h h u s ’ı ı n c.) : 1. te (a.i. ş e k v â 'd a n ) : 1. b i r b i r i n d e n

‫ﺗﺸﻘﻖ‬ ‫ﺗ ﺸﺎ ﻛ‬

(a.i. ‫ ؟‬e k l'd e n ) : ş e k il v e s û r e t ‫ ؟‬e

li n e , h â l i n e g ir m e .

‫( ' ﻧ ﺜ ﺎ ر ك‬a.i.

ş i r k 'd e n ) : o r t a k o lm a , o r-

te ş â r ü k i^ e ‫ ي‬٠‫( ﺗﺸﺎر‬o.i.) : fels. * ç a ğ r ış ım c ılık , fr. associationnisme. (a.i. ş a 'ş a a 'd a n ) : ş a 'ş a a la n m a ,

p a rıld a m a .

m â n e n d , v e ş, g ü n e , g û y â , s a n k i , m e ğ e r k i, te k , t ı r a k , n a s ı l, n it e k i m ..” g ib i. E r k â n - 1 t e ş b i h ‫ ؛‬e d . ş u d ö r t ş e y d i r : “m ü ş e b b e h , b i h ”.

k ö ş k ü c e n n e t g ib i d ir " te r k i b i n d e

b ih , g ib i d ir = e d â t-1 te ş b ih d i r ] .

‫ ؟‬o k p a r l a k , g ö z a lıc ı o la n te ş b ih . M e s e l â : m u ş id i â .le m g îr / Ç e m s-i a s r id i a s r d a ş e m s in / Z il li m e m d û d o lu r, z a m â n ı k a s i r ” g ib i,

o la n tem bih. te ş b îh -i m a k l û b : ed.

u y a rtm a

a m a c ıy la

b e n z e t i l e n i n n i t e l i k l e r i n i ü s t ü n g ö s te r m e e p iğ i, *‫ ؟‬e v r i k b e n z e t m e , te ş b ih i m e f r û k : e d . b e n z e tile n i ve b e n -

: sö v ü şm e,

f a r k lı b e n z e t m e . M e s e lâ ‫ " ؛‬M e y h a n e g ü l-

m e rlc e z d e n e t r â f a

s i ta n d ı r , p e y m a n e g ii l f e ş a n d ı r ” m ı s r a ı n d a

d o ğ r u d a lg a l a n m a s ı.

‫ﺗ ﺸﻌ ﺐ‬

ş û b e le n m e ,

t e ş b i h ( b e n z e tn a e e d â t ı ) : “g ib i, â s â , m i s illü ,

z e tm e lig i y a n y a n a s ö y le n m iş o la n te ş b ih ,

(٠‫( ﺗﺸﺎت‬a.i. ş e t m 'd e n ) teşa'u' ‫( ﺗﺸﻌﻊ‬a.i.) : f iz . ış ığ ın ,

teşâtüm

teşa'ub

ş i b h 'd e n . c . : t e ş b î h â t ) : b e n z e t -

t e ş b î h - i c e m ' : e d . b e n z e t m e li g i b i r d e n f a z la

t a k l i k , fr. association, ( b k z : m ü ş â r e k e t ) .

‫ﺗ ﺸﻌ ﺸﻊ‬

‫ ه‬٠‫( ﺗﺶ‬a.i.

m e , b e n z e t ilm e . L â - t e ş b i h : te ş b ih s i z , b e n -

"A z z a m a n İ‫ ؟‬r e ‫ ؟‬o k İş e t m i ş i d i / S â y e si o l-

b i r o lm a , b i r b i r i n e u y m a , b i r i ö t e k i n i n şek -

teşârük

b a ş ın d a b u lu n a n

g i r i z g â h d a n ö n c e g e le n b ö lü m .

t e ç b î h - i b e l î ğ : e d . e d â t ı h a z f e d i lm iş v e p e k

(a.i. ş a k k 'd a n ) : y a r ı l m a , ik iy e

a y r ı lm a ; p a r ‫ ؟‬a p a r ‫ ؟‬a o lm a ,

teşâkül ‫ﻞ‬

h e tm e . 3. k a s id e y e b i r g ü z e li ö v e r e k b a ş la m a . 4 . e d . k a s i d e n i n

k öşk = m üşebbeh, cen n et = m ü şeb b eh ü n ٠

ş ik â y e t e tm e . 2 . d e r t le ş m e , h a lle ş m e ,

teşakkuk

(a.i. ş e b â b 'd a n ) 1 ‫؛‬. a te ş y a k m a .

m ü ş e b b e h ü n - b i h , v e c h - i ş e b e h , edât-1 te ş -

ş a h h u s la r , ş a h ı s l a n m a l a r .

‫ﻧ ﺪا ﻓ ﻲ‬

‫ب‬

z e tm e k s i z in , b e n z e t m e g ib i o lm a s ı n . E d â t-1

y a ğ b a ğ la m a , s e m ir m e , ş i ş m a n l a m a ,

teşahhus -

y u ru lm a s ı. te ç b îb

te ç b îh

n u ş m a ; lü g a t p a r a l a m a ,

teşahhum

t e ş b î 'i f ı ı k a r â : y o k s u l l a r ı n k â r ı n l a r ı n ı n d o -

2. e d . b i r k a d ı n ı n g ü z e ll iğ i n i ş iirle m e d -

o lm a s ı lia lle r i.

teşa'şu'

J p

m a . ( b k z : m ü ş â v e re ).

y u ı'ıılm a . ( b k z : iş b â ').

teşâbühât

teşâkî

te ş â v ü r

o ld u ğ u gib i.

(a.i. ş a 'b 'd a n . c. : te ş a 'u b â t) : d a lla n m a ,

dal budak

peyda

e tm e , ‫ ؟‬a ta l l a n m a .

te ş b îh -i

m e lfû f:

ed.

b e n z e tile n

z e tm e li g in b i r b i r i n i n

a rd ın c a

ile

ben-

s ö y le n d iğ i

te ş b ih .

‫( ﻧ ﺪ ﺟﺎ ت‬a.i. te ş a 'u b 'ı ın c.): ş û b e le r. teşa'ııl ‫( ﺗﺸﻌﻞ‬a.i. ş u 'l 'd e n ) : p a r l a m a , t u t u ş m a ,

t e ş b î h - i m e r d û d : e d b e ğ e n il m e y e n , İs te ğ i

teşa'ur -

te ş b îh -i m û c e z : ed.

teşa'ubât

(a.i. ş a 'r 'd a n ) : k i l l a n m a , tü y l e n -

m e.

teşâur

g e n iş

‫ﺗﺸﺎﻋﺮ‬

(a.i. ş i'r 'd e n ) : ş â i r t a v r ı t a k ı n m a ,

ş â i r l i k ta s la m a .

1274

a n la t m a y a y e tm e y e n b e n z e t m e ,

m ânâya

en

g e lm e k

k ıs a

k e lim e le r le

s û r e tiy l e

y a p ıl a n

te ş b ih , b e n z e t m e . M i s â l : " H â l k â f i r , z ü l f k â f i r , ‫ ؟‬e ş m k â f i r , e l 'a m â n / S e r b e s e r İ k l îm - i

teşekkül

hüsn'ün kâfiristan oldu hep” beytindeki "İklîm-i hüsn'nün” terkibi gibi, teşbîh-i m u fassal: ed. ayrıntılı benzetme, yani 4 unsurun da kullanıldığı teşbîh. “Tiirk askeri yiğitlikte arslan gibidir'', teşbîh-i m iicm el: ed. kısaltılmış benzetme, yani benzetme yönü söylenmeyen teşbih. “Tiirk askeri arslan gibidir”, teşbîh-i m iiekked: ed. edât-1 teşbihi söylenmemiş teşbih: “Tiirk askeri yiğitlikte aslandır”, (bkz : teşbîh-i beliğ), teşbîh-i m iirsel: ed. yalnız edat bulunmayan özetli benzetme. M eselâ: “Mehmet, yiğitlikte arslandır'' gibi, teşbîh-i ta fd ilî: ed. benzetilenin benzeyenden daha mübalağalı olarak anlatılması. [“Bu adam tilkiden daha kurnazdır” gibi], teşbîh-i tesviye : ed. benzetileni birden fazla olan teşbih. teşbîhât ‫( ﺗ ﺸ ﺒ ﻴ ﻬ ﺎ ت‬a.i. teşbîh'in c .): teşbihler, benzetmeler, benzetilmeler. teşbîhî ‫ ﺷ ﻴ ﻬ ﻰ‬٠ (a.s. şibh'den): teşbihe, benzetmeye âit. teşbihle ilgili. teşbîk (a.i. şebekeden): şebekeleştirme, ağ şekline koyma, koyulma. teşbîr ‫( ﺗ ﺸ ﺒ ﻴ ﺮ‬a.i.): 1. karışlama, karışlanma. 2. endâze ve şâire ile öl‫ ؟‬me. teşci' ‫( ﺗ ﺸ ﺠ ﻴ ﻊ‬a.i. şecâatden. c .: teşcîât): şecâatlendirme, şecâat ve cesâret verme, verilme, gayrete getirme, getirilme, teşcîât ‫( ﺗ ﺸ ﺠ ﻴ ﻌ ﺎ ت‬a.i. teşcî'in c .): şecâat ve cesâret vermeler, gayretlendirmeler, gayretlendirilmeler. teşcîr (a.i. şecerden) : ağaçlandırma, ağa‫ ؟‬dikme. teşdîd ‫د‬.‫( ﺗ ﺸﺪ‬a.i. şiddet'den): 1. şeddedendirme, şiddetlendirilme, şiddet ve kuvvet verme, verilme. 2. şeddeleme, şeddelenme. 3. a. gr. bir harfi ‫ ؟‬ift okutan ve şedde denilen İşâretin adi. teşebbüb ‫( ﺗ ﺸ ﺒ ﺐ‬a.i.): kim. şaplaşma, şap hâline girme. teşebbüh ‫ب‬ (a.i. şibh'den. c . : teşebbühâî): benzeme, andırma; kendini benzetmeye özenme, zorla benzemeye ‫ ؟‬alışma, teşebbühât ‫( ﺗ ﺸ ﺒ ﻬﺎ ت‬a.i. teşebbüh'ün c.) ‫ ؛‬benzemeler, andırmalar, kendini benzetmeye özenmeler, zorla benzemeye ‫ ؟‬alışmalar.

teşebbük ‫( ﺗ ﺸﺒ ﻚ‬a.i.c.: şebekeden): şebekele‫ ؟‬me, ag şeklini alma. teşebbük-i agsân-1 eçcâr: ağa‫ ؟‬dallarının birbirine karışması. teşebbüs ‫( ﻧ ﺜ ﺐ‬a.i. şebsden c . : teşebbüsât): 1. [işe) girişme, el atma. 2. girişkenlik. 3. önce davranış. teşebbüs-1 c ü rm : bir su‫ ؟‬işlemeye başlayıp da -herhangi ‫ ؟‬ikan bir mâni ile- bu su‫ ؟‬ıı neticelendirememe. teşebbUs-i şa h s î: şahsî, *kişisel teşebbüs, özel teşebbüs. teşebbiisât ‫ ت‬١‫( ﺗ ﻔ ﺚ‬a.i. teşebbüs'ün c.): teşebbiisler, işe girişmeler, el atmalar; girişkenlikler; önce davranışlar. teşeccü' ‫( ﺗ ﺸ ﺠ ﻊ‬a.i. şecâat'den): sahte şecâat gösterme, şecî görünme, teşeccür ‫( ﻧﺸﺠﺮ‬a.i.): 1. ağaçlaşma, ağaçlanma, (bkz: tegarriis). 2. kim. billur cisimlerin ağa‫ ؟‬şeklinde birleşmesi, teşeddüd ‫( ﺗ ﺸ ﺪ د‬a.i. şiddetden): 1. şiddetlenme. 2. keskinleşme. teşeddUdât ‫( ﺗ ﺸ ﺪ د ا ت‬a.i. teşeddüd'ün c .): 1. şiddetlenmeler, kuvvetli olmalar. 2. keskinleşmeler. teşeffi ‫ ﺷ ﱴ‬٠ (a.i. şifâ'dan) : 1. şifâ bulma, iyi olma. 2. rahatlanma. 3. öcalma. teşeffî-i s a d r : öcaldıktan sonra gönlün rahatlaması. t e ş e h h î - (a.i. İştehâdan): 1. iştahlanma; hırsla isteme. 2. fels. appCtition. teşehhüb (a.i.): fiz., kim. *akkorluk, akkor hâline gelme, fr. incandescence. teşehhud (a.i. şahâdetden): namazda oturarak “ettehiyyâtü” duâsını okuma. teşehhüd m ik d â n : ettehiyyâtü okuyacak kadar zaman; gayet kısa bir zaman, az zaman. teşekki ‫( ﺗ ﺸ ﻜ ﻰ‬a.i. şekvâ'dan): şikâyet etme, sızlanma, (bkz: iştikâ). teşekkiik (a.i. şekk'den): şüphelenme, şüpheye düşme. teşekkül (a.i. şeklden. c .: teşekkülât): 1. şekillenme. 2. kurulma, kuruluş, meydana geliş. 3. *oluşum, fr. formation. 4. *yoğrum, fr. formation. 5. jeol. oluş, fr. formation. 1275

teşekkö.-i betti teşekkülü b e rri : jeol. *karasal *oluşuk, fr. formation continentale.

teşerru'

teşekkülü tabii: biy. önoluş, prCformation. 6 . *örgüt, topluluk,

teşerrüf ‫ف‬

fr.

teşekkulât ‫( ﺗ ﺸﻜ ﻼ ت‬a.i. teşekkül'ün c .): teşek-

küller. teşekkülât-ı b a h r ic e : jeol. *denizel *olu‫ ؟‬uk, fr. formation marine. teşekkür ‫( ﺗ ﺜ ﻜ ﺮ‬a.i. şükr'den. c. ‫ ؛‬teşekkürât):

‫ ؟‬ükr etme, yapılan bir iyilikten memnun kalındığını anlatmak İçin "sağ ol!”, "var ol!”, “ömrüne bereket!” gibi söylenen minnet sözleri. teşekkürât ‫( ﺗ ﺸ ﻜ ﺮ ﺍ ﺕ‬a.i. teşekkür'ün c.): te‫ ؟‬ekkürler. teşellui ‫( ﺗ ﺸﻠ ﻞ‬a.i. ‫ ؟‬ellâle'den): ‫ ؟‬iddetle atılarak akma. te‫ ؟‬el‫ ؟‬ül ‫( ﺗ ﺜ ﻠ ﺜ ﻞ‬a.i.c.: te‫ ؟‬el‫ ؟‬ülât): 1. atılarak akma, suyun yüksek bir yerden aşağı şarıltı ile dökülmesi, ‫ ؟‬ağlayan meydana getirmesi. 2. du‫ ؟‬yapma, soğuk su banyosu yapma, teşelşülât ‫( ﺗﺜﻠ ﺸ ﻼ ت‬a.i. te‫ ؟‬el‫ ؟‬ül'ün c .): 1. atılarak, şarıltı ile dökülmeler, akmalar. 2. du‫؟‬ yapmalar. te‫ ؟‬emmü١ ‫( ﺗ ﺸ ﻤ ﻊ‬a.i. ‫ ؟‬em'den): mumlaşma, mum bağlama, muşamba gibi olma; üzerine bal mumu sürülme. te‫ ؟‬emmü-i kebed : hek. karaciğerin mu‫ ؟‬ambalaşması, siroz. teşemınül ‫( ﺗ ﺸ ﺰ‬a.i.): İhrâma bürünme, teşemmüm ‫( ﺗ ﺸ ﻤ ﻢ‬a.i. ‫ ؟‬emm'den): koklama, teşemmiir ‫( ﺗ ﺸ ﻤ ﺮ‬a.i.): işe hazırlanma, Sivanma. teşemmiis ‫( ﺗ ﺸﻤ ﺲ‬a.i. ‫ ؟‬ems'den): 1. güneşleme, güneş'e ‫ ؟‬ikma. 2. hek. güneş ‫ ؟‬arpması. teşenniic ‫( ﺗ ﺸ ﺞ‬a.i. ‫ ؟‬ene'den. c .: teşennücât): 1. buruşma, buruşuk olma. 2. hek. adalelerin kasılması, gerilip büzülmesi, ispazmoz, fr. spasme. teşennücü m izm âr : anat. hançerinin büzülüp kapanması. teşennücât ‫( ﺗ ﺸ ﺘ ﺠ ﺎ ت‬a.i. teşennüc'ün c .): teşennüçler, büzülmeler, kasılmalar, buru‫ ؟‬malar. teşennücî ‫( ﺗﺸﻨﺠﻰ‬a.s.): teşenııüce, ispazmoza âit, bununla ilgili. teşenniif ‫( ﺗﺸﺘ ﻒ‬a.i.): 1. küpe takınma. 2. süslenme. 1276

‫ﺗﺸﺮع‬

(a.i. ‫ ؟‬e r 'd e n ) : ‫ ؟‬e r î a t h ü k ü m l e r i -

n e g ö re h a r e k e t e tm e .

‫ﺷﺮ‬

(a.i. ‫ ؟‬e r e f d e n . c. : îe ş e r r ü f â t ) :

ş e r e f le n m e , ‫ ؟‬e r e f d u y m a , ‫ ؟‬e r e f b u l m a ; sa y g ı g ö s te r m e .

te ş e rü fâ t ‫( ﺗ ﺜ ﺮ ﻓ ﺎ ت‬a.i. t e ş e r r ü f 'ü n c.) : ‫ ؟‬e r e f le n m e le r , ş e r e f d u y m a l a r , ‫ ؟‬e r e f b u l m a l a r ; sa y g ı g ö s te rm e le r.

teşetti ‫ﺶ‬

‫ﻟﻐ‬

(a.i. ‫ ؟‬İ t â 'd a n ) ‫ ؛‬b i r y e r d e k ış la m a ,

k ı ‫ ؟‬ı g e ç ir m e .

teşettüt

‫ﺗﺜﻨ ﺖ‬

(a.i. ‫ ؟‬e tt 'd e n ) : b i r ‫ ؟‬o k ‫ ؟‬u b e le -

r e a y r ı lm a : ç a ta lla ş m a ; d a g il m a , p e r i ş a n o lm a . t e ş e ' ü m ^ (a.i. ‫ ؟‬e â m e t'd e n ) : u ğ u r s u z s a y m a , ‫ ؟‬o m g ö rm e .

teşevvuk

‫ﺗﻐﻮ ق‬

(a.i. ‫ ؟‬e v k 'd e n ) : ş e v k le n m e ;

a r z u e tm e , is te k g ö s t e r m e , h e v e s le n m e .

teşevvüş ‫( ﺗﺜﻮ ش‬a.i. s ü l. s e v e ş e . c. : t e ‫ ؟‬e v v ü ‫ ؟‬â t) : k a r ı ş m a , k a r m a k a r ı ş ı k o lm a , k a r ı ş ı k l ı k .

te‫ ؟‬e w ü ‫ ؟‬-i hâfıza : psik. h â f ı z a , .b e l l e k k a r i ‫ ؟‬ık lıg ı.

teşevvüş-‫ ؛‬kelimât : psik. k e li m e k a r ı ş ı k l ı ğ ı , fr. paraphasie. te‫ ؟‬evvü‫ ؟‬-i tahattur : psik. h â f ı z a ( .b e lle k ) k a r ı ş ık l ığ ı , fr . paramnésie. teşevvüş-‫ ؛‬te h e ^ ü c î : psik. h e y e c a n çarpısı, fr. ictps émotif. teşevvüşü zihni : psik. z i h i n b u l a n ı k l ı ğ ı , fr. confusion mentale, obnubilation mentale. ‫ذ‬ te ş e v v ü ş â t

‫ﺗﺸﻮﺷﺎت‬

(a.i. t e ‫ ؟‬e v v ü ‫' ؟‬ü n c.) : t e ‫ ؟‬ev_

v ü ş le r, k a r ı ş m a l a r , k a r ı ş ı k l ı k l a r , k a rm a lc a r ı ‫ ؟‬ı k o lm a la r .

teşeyyıı'

‫ﺗ ﺸﻊ‬

(a.i. ‫ ؟‬îa 'd a n ) : Ş iîlik ta s la m a , Çîî

o lm a .

teşeyyUb

‫( ﺗﺸﺠﺐ‬a.i.c.

: te ş e y y ü b â t) : k a y ıt s ı z lı k ,

ih m a lc i li k .

teşeyyiibât

‫ﺗ ﺸ ﻴ ﺒ ﺎت‬

(a.i. t e ş e y y ü b 'ü n c.) : k a -

y it s i z il k la r , ih m a lc i li k le r .

teşeyyiid

‫ﺗﺜﻴ ﺪ‬

(a.i.) : 1. y ü k s e l tm e . 2. s a ğ l a m

‫ﺗﺸﺦ‬

(a.i. ‫ ؟‬e y h 'd e n ) : 1. ih t i y a r l a m a .

o lm a .

teşeyyUh

2 . ‫ ؟‬e y h li k ta s la m a .

teşezzüb ‫( ﺗ ﺸ ﻨ ﺐ‬a.i.) : d a ğ ıl m a , d a ğ ı n ı k o lm a . teşfiye

‫ﺗ ﺸﻔﻴ ﻪ‬

(a.i. ‫ ؟‬İ f â 'd a n ) : ‫ ؟‬i f â l a n d i r m a , iy i-

le ş ti r m e .

teşfîye-i sadr : g ö n lü r a h a t l a n d ı r m a .

te‫ ؛‬nîf-sâz te ş h ir -

t e ş k i l â t ‫( ﺗ ﺸ ﻜ ﻴ ﻼ ت‬a.i. t e ç k î l 'i n c . ) : te ş k ille r , k u -

(a.i. ş O h re t'd e n . c . : t e ş h î r â t ) :

1. ş O h r e tle n d ir m e , ş O h r e tle n d ir ilm e . 2. g ö s -

r u l u ç la r ; Ö rg ü tle r,

t e r m e . 3. s e r g iy e k o y u p h e r k e s e g ö s te r m e . 4.

[ b ir m a h k û m u ] h a k a r e t e u ğ r a t m a k İ ç in

h a l k a g ö s te r m e . 5. d ille r e d ü ş ü r m e , o r t a l ı g a d u y u r m a . 6. ç e k m e , ç e k ilm e , te ş h îr - i s ilâ h te ş h îrâ t

s i lâ h ç e k m e ,

‫ﺻﺎ ت‬

(a.i. t e ş h î r 'i n c . ) : te ş h ir le r ,

1. a y ır m a , s e ç m e , f a r k e tm e , t a n ı m a . 2 . h e k . h a s t a l ı ğ ı n h a n g i h a s t a l ı k o l d u ğ u n u b ilm e . 3.

e d . e ş y â y a ş a h s iy e t v e r m e , o n l a r ı a d a m

y e r i n e k o y m a v e o n l a r a h i t â b e tm e . n u ş ı n a s ı o lm a y a n ş e y le ri, i n s a n g ib i d u y a r , h a r e k e t e d e r, k o n u ş u r o l a r a k 'a n l a t m a , c a n İ ı la ş t ır m a . h a s t a l ı ğ ı y e k d ig e r in d e n a y ır m a , te ş h îs â t ‫ ت‬-

(a.i. te ş h î s 'i n c . ) : te ş h is le r ,

-

(a.i. ş a h z 'd a n . c . : t e ş h î z â t ) :

2 . b ile m e , b il e n m e . 3. u y a n d ı r m a , k u v v e t v e te 's i r i n i a r t ı r m a .

t e ş h î z â t ^ ^ ^ ( a . i . t e ş h î z ' ı n c . ) :te ç h iz le r ,

‫ﺗﻔﻌﻴ ﺐ‬

(a.i.

ş û b e l e n d ir m e ,

ş a 'b 'd a n

c .:

ş û b e l e n d ir i lm e ;

t e ş 'î b â t ) : d a lla n d ır -

m a , d a lla n d ırılm a .

( a . i . ) : 1. y a y m a , İç in e a l d ı r m a ,

k a p s a m ın a

a ld ırm a . 2. d a h a u m u m i b ir

m â n â v e rm e . la t ıl m a . te ş m îr

‫ض‬

' (a.i. ş e m r 'd e n ) : s ıv a m a , s ı v a n m a ,

t e ş m î r - i s â i d : k o l l a r ı s ıv a m a , m e c . b i r iş e te ş m îr - i s â k

: p a ç a l a r ı s ıv a m a , m e c . b i r

te ş m îs -

(a.i. ş e m s 'd e n ) : 1. g ü n e ş e s e r m e ,

‫بت‬

‫د‬

(a.i.

t e ş 'î b 'i n

c .) :

d ırm a la r, d a lla n d ın lm a la r. t e ş 'î l ‫ ﻋﻴﻞ‬٠‫( ﺗﺶ‬a.i. ş u 'l 'd e n ) : ş û l e le n d i r m e , p a r l a tm a , t u t u ş t u r m a , a le v l e n d ir m e , ( b k z : iş 'â l). t e ş 'î l - i k a n â d i l : k a n d i l l e r i y a k m a ,

‫ ( ﺗﴼﺷﻴﺮ‬a .i . ) : g e d ik

e tm e ,

(a.i. ş a k k 'd a n ) : y a r m a , y a r ı l m a ,

ik iy e a y ır m a ; p a r ç a p a r ç a y a r m a , (a.i. ş e k k 'd e n . c . : t e ş k î k â t ) : ş ü p -

h e y e d ü ş ü r m e , d ü ş ü r ü l m e ; ş ü p h e d e b ır a k -

‫ﻖ‬

‫ﺗ ﺜ‬

(a.i. t e ş k î k 'i n c.) ‫ ؛‬ş ü p h e y e

d ü ş ü r m e le r , ş ü p h e d e b ı r a k m a l a r , t e ş k i l ‫( ﺗﺶ— ﻛ ﻴ ﻞ‬a.i. ş e k l 'd e n . c . : t e ş k î l â t ) : 1. b i r şe y e ş e k il, s û r e t v e r m e . 2. m e y d a n a g e tir m e . 3. * y a p ım , k u r u l u ş , fr. f o r m a t i o n . t e ş k i l İ â h i k a s ı : g r. * y a p ı e k i .

( a . i . ) : a k s ı r a n k im s e y e “A lla h

s a n a m e r h a m e t e ts in ! ” d e m e ,

‫ﺀأ ﺀ ئ‬

: t e ş n e - g â n ) : 1. s u s a m ış . 2 . ç o k

i s te k l i ( b k z : a tş â n ) . t e ş n e - i d i d â r : y ü z e s u s a m ış , b i r g ü z e l y ü z ü g ö r m e y e s u s a m ış o la n ,

‫ ( ﺗ ﺸﻪ ﺟﻜﺮ‬f .b .s .) : d e r t d o lu , ‫ ( ﺗ ﺸ ﻂ د ل‬f .b .s .) : c a n v e g ö n ü ld e n

te ş n e -c ig e r

is -

te k l i. te ş n e -d lî

‫ ﺷﻲ دﻟﻰ‬٠ ( f .b .i .) :

c a n v e g ö n ü ld e n is -

te k l il ik . t e ş n e - g â n ‫( ﺗ ﺸ ﻜ ﺎ ن‬f.s. te ş n e 'n i n c . ) : 1. s u s a m ış la r . 2 . is te k lile r . te ş n e -g î te ş n e -le b

‫ ( ﺗﺸﻐﻜﻰ‬f .i .) : s u s a m a , ( b k z : a tş). ‫ ( ﺗ ﺸ ﻂ ﻟ ﺐ‬f .b .s .) : d u d a ğ ı k u r u m u ş ,

ç o k s u s a m ış ; s u s u z , y a n ık , te ş n e -lb î

‫ﻟﻰ‬

( f .b .i.) : d u d a ğ ı k u r u m u ş l u k ,

ç o k s u s a m ış lı k . te ş n î' -

m a , b ıra k ılm a .

‫ﺗ ﻔ ﻜﻴ ﻜﺎ ت‬

t u t u p h a s t a e tm e , e d ilm e , te ş m ît

te ş n e -d îl

ş û b e l e n d ir m e le r , ş û b e l e n d ir i lm e le r , d a l l a n -

te ş k îk â t

m a , b a tırılm a , m u m la m a , te ş m il -

te ş n e

t e ş h î z - i z i h n : z i h i n a ç m a , z i h n e c ilâ v e r m e .

te ş k îk -

t e ş m î ' ‫ ع‬٠‫( ﺗ ﺊ‬a.i. ş e m 'd e n ) : b a l m u m u n a b a t ı r -

s e r ilm e , g ü n e ş e tu 'tm a , t u t u l m a . 2 . g ü n e ş e

1. s iv r iltm e , k e s k i n le t m e , k e s k i n l e n d i r i l m e .

te ş k il e -

m a h k e m e le rin

iş e a d a m a k ı l l ı g ir iş m e .

ta n ım a la r.

t e ş 'î b â t

m a h â k im :

a d a m a k ı l l ı g ir iş m e .

te ş h îs - i t e f r i k i : h e k . b ir b irin e b e n z e y e n ik i

t e ş 'î b

te ş k ilâ tı

t e ş m î m ‫ﺃ‬٠ ‫( ﺗﳩﻲ‬a.i. ş e m m 'd e n ) : k o k l a t m a , k o k -

t e ş h i s v e İ n t â k : e d . d u y g u s u , h a r e k e t i, k o -

te ş h îz

te ş k îlâ t-ı e s â s i y e : an ay asa, te ş k il â tı .

t e ş h i s ‫( ﺗ ﺸ ﺨ ﻴ ﺺ‬a.i. ş a h s 'd a n . c . : t e ş h î s â t ) :

t e 'ş î r

t e ş k î l â t - ı a d l i y y e : a d li te ş k îl â t.

(a.i. ş e n â a t 'd e n . c . : t e ş n î â t ) : ç o k

a y ıp v e ç i r k i n b u lm a ; a y ıp la m a , te ş n îâ t

‫ت‬-

(a.i. t e ş n î 'i n c . ) : ç i r k i n b u l m a -

la r ; a y ıp la m a la r . te ş n îf -

( a . i . ) : 1. k ü p e t a k m a , t a k ı n m a .

2. k ü p e ile s ü s le m e , s ü s le n m e , te ş n îf- s â z

‫ز‬-

( a .s .) : s ü s le y ic i.

1277

teşrî' te ş rî' ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻊ‬a.i. ş e r 'd e n ) : 1. H z . M u h a m m e d 'i n ş e r ia ta d â i r o l a n e m i r l e r i. 2 . k a n u n y a p m a .

teşrîd ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﺪ‬a.i.) : 1. ü r k ü t ü p k a ç ı r m a , ü r k ü tü p k a ç ırılm a . 2. k o v u p u z a k la ş tırm a .

teşrîf

‫ﺗ ﺸ ﺮﻳ ﻒ‬

(a.i. ş e r ç f 'd e n ) : 1. ş e r e f le n d i r -

‫ﺗ ﺸﺮ ح ﺧﺎﻧﻪ‬

teşrîh-hâne

(a.f.b .i.) : o to p s i s a lo n u ,

a n a t o m i d e r s i g ö r ü l e n y e r.

teşrihi ‫( ﺗ ﺜ ﺮ ﻳ ﺤ ﻰ‬a.s.) : te ş r ih e , a n a to m iy e â it, te ş r ih l e , a n a to m iy l e * ilg ili, fr. anatomique, teşrîî

‫( ﺗﺸﺮﻳﻌﻰ‬a.s.) : huk.

k a n u n ile , k a n u n y a p -

m e , ş e r e f le n d i r i lm e , ş e r e f v e r m e , v e r ilm e .

m a ile ilg ili. K u w e -İ teşriiyye ( k a n u n y a p -

2 . g e lm e s iy le b i r y e re ş e r e f v e r m e , g e lm e ;

m a k u v v e ti) : m i l l e t m e c lis le r i [m e b 'U s a n , â y â n ].

g itm e .

teşrîfât ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻔ ﺎ ت‬a.i. t e ş r î f 'i n c.) : p r o t o k o l, b ü -

t e ş r î î m asûniyyet : m i ll e tv e k i ll iğ i d o lc u n u l-

y ü k , r e s m i o la n z iy â r e tl e r d e , k a b û l r e s im -

m a z lig i, * y a s a m a * d o k u n u lm a z lı ğ ı, ( b k z :

le r i n d e v e tö r e n l e r d e k i u y u l m a s ı g e r e k e n

Teşrîfât-ı

K a d im e :

E f e n d i'n i n , ş itli

m a s û n iy y e t - i te ş riiy y e ). t e ş r î î tefsir : k a n u n y a p m a y e t k i s i n e s a h i p

â d e tle r , u s u lle r . V a k 'a - n ü v îs

im p a ra to rlu k

m e r a s im le r i,

resm i

E sad

d e v rin d e k i te ş r i f a t ı

ve

çebu

o la n k im s e l e r t a r a f ı n d a n l c a n u n l a r m a ç ık la n m a s i , y o r u m l a n m a s ı ,

teşrîk

‫ﺗﺸﺮﻳﻖ‬

(a.i.) : 1. ( ş a r k 'd a n ) : p a s t ı r m a n ı n

le rle i z a h e d e n v e 1287 (1870) d e İ s t a n b u l 'd a

1‫ة ؟‬

b a s ı l a n m ü h i m b i r e s e r i.

t ı ı k l a r ı z i l h ic c e n i n o n , o n b ir, o n i k i v e o n

teşrîfât-ı

m ülûkâne :

b ir in i

ta ltif

İç in

p â d i ş â h t a r a f ı n d a n g ö n d e r i le n h i l 'a t v e h e d iy e le r.

teçrîh

‫ﺗﻔ ﺮ ح‬

(a.i. ş e r h 'd e n .

c. : t e ş r îh â t ) :

1. a ç m a , y a y m a , e tr â f i y la ş e r h e tm e , e d ilm e . 2 . d i l i m d il im , p a r ç a p a r ç a k e s m e . 5. o t o p si, b i r ö lü g ö v d e s in i k e s ip p a r ç a l a r a a y ır m a . 4 . a n a to m i. 5. is k e le t.

a n a t o m i s i ilm i. t e ş r î h - i h a y v â n î : hek. h a y v a n

e tle rin i

g ü n le r i. 2. ı ş ı k l a n d ı r ı p

k u ru t-

p a rla tm a .

Tekbîr-İ teşrîk : t e ş r i k g ü n l e r i n d e n a m a z İ a r ı n f a r z l a r ı n d a n s o n r a v â c i b o l a r a k te k " A llâ h ü e k b e r A l l â h ü e k b e r İâ -

İlâ h e İ l la l lâ h ü v 'a l l â h ü e k b e r A l l â h ü e k b e r v e l i l l â h i 'l - h a m d ”.

teşrîk ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻚ‬a.i. ş i r k 'd e n ) : 1. ş e r î k e tm e , o r t a k e tm e . 2 . A lla h 'a o r t a k k o ş m a ,

teşrîk-i m esâî : İş b irliğ i, teşrîn ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻦ‬a.i.) : e s k i d e n y ı l ı n o n u n c u v e o n teşrîn-i evvel : e k i m a y ı. teşrîrt-i sânî : k a s ı m ay ı. [ k e lim e s ı ır y â n î c e

a n a to m is i

ilm i.

o lu p a s li “t i ş r î n ” d ir ).

teştîr ‫( ﺗ ﺸ ﻄ ﻴ ﻮ‬a.i.) : ed. m u r a b b a h â l i n e g e ti-

teşrîh-i

m arazî : hele,

h a sta

o rg a n la rın

t e ş r i h i n i b i l d i r e n ilim , fr. anatomie patho-

logique.

teşrîh-i tatbiki : anat. m u k a y e s e li a n a to m i, h a y v a n la rın

k il e r i n )

bünye

ve

veyâ

n e b a tla rın

* d o k u la rın ın

(*bit-

b ir b ir l e -

r iy le o la n m u k a y e s e s i ilm i, fr. anatomie

comparée. (* b itk ile r in )

teştit ‫( ﺗ ﺸ ﺘ ﻴ ﺖ‬a.i.) : d a ğ ı t m a , d a ğ ı t ı l m a ; p e r i ş a n e tm e , e d ilm e .

teştiye

‫' ﻧ ﺸﺘﻴ ﻪ‬

(a.i. ş i t â 'd a n ) : k ı ş ı n u y u y a c a k

o la n h a y v a n l a r ı n u y k u s u ,

teşvîk

‫( ﺗﺸﻮﻳﻖ‬a.i.

ş e v k 'd e n . c. : t e ş v ik a t ) : 1. şe v -

k e v e g a y re te g e tir m e , ş e v k l e n d ir m e , istelc-

teşrîh-i tavsifi : anat. in s a n , h a y v a n v e n e b a tla rın

r i l m e k i s te n i le n b i r g a z e l in h e r b e y t i n i n m ı s r â l a r ı a r a s ı n a İ k i ş e r m ı s r â ' İlâ v e e tm e , [ü ç e r m ıs r a ' e k le n d i ğ i d e g ö r ü l m ü ş t ü r ) ,

teşrîh-i nebâtî : bot. b o ta n i le a n a t o m i s i ilm i.

ta b ii

h a lle r in d e le i

t e ş r ih i , a n a to m is i il m i , fr. anatomie dese-

riptive. teşrîlıat ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﺤ ﺎ ت‬a.i. t e ş r î h 'i n c.) : te ş r ih l e r , t e ş r i h e tm e le r , a ç m a la r , a ç ık l a m a l a r .

1278

üçüncü

k u rb a n

b ir in c i' a y l a r ı n a v e r i le n o r t a k a d .

teşrîh-i beşerî : hek. i n s a n te ş r i h i , i n s a n

tü rlü

A ra p la rin in

ra r la n a n

teşrîfâtî ‫( ﺗ ﺸ ﺮ ﻳ ﻔ ﺎ ﺗ ﻰ‬a.i.) : te ş r if a tç ı, p r o t o k o l me'muru.

k u ru tu lm a s ı.

Eyyâm ü't-teşrîk :

te ş rifa tla rın u s u l v e y o lla rım tü r lü ö rn e k -

gün eşd e

le n d i r m e . 2. k ı ş k ı r t m a .

teşvîkat

‫ﺗ ﺸ ﻮ ﻳ ﻔﺎ ت‬

("k a" u z u n

o k u n u r,

a.i.

t e ş v î k 'i n c.) : ş e v k e g e tir m e le r , i s te k l e n d ir m e le r; k ı ş k ı r t m a l a r .

teşvîk-kâr

‫ﺗ ﺸ ﻮﻳ ﻖ ﻛﺎر‬

ö z e n d ir ic i.

(a.f.b .s.) : * is te k le n d ir ic i,

tetimme

‫ذﺷﻮﻳﺮ‬٠(a .i.): 1.

te ş v îr

satılık h ayvan i p azara Ç1-

karıp gösteri? yapm a. 2. İçine alıp gizleme; İçinde bulunm a, İçine alma, (blcz : İstiâb).

‫ﺗﺸﻮﻳﺶ‬

te şvî?

(a.i. siil.: şeveşe. c.: te şv îşâ t): ka-

rıştırm a, karm akarışık etme, te şvîşâ t

‫ﺗﺸﻮﻳﺸﺎت‬

(a.i. teşvîş'in c . ) : karıştırm a-

lar, k arm akarışık etmeler, te şyî'

‫ﺗ ﺸﻴ ﻊ‬

(a.i. ş iy â 'd a n ): 1. selametleme,

uğurlam a. 2 . ram azandan sonra altı gün y ân î şevvalin birinden altısına kadar oruç tutma.

teşyîd

‫ﺗ ﺸﻴﻴ ﺪ‬

(a .i.c .: teşyîd ât): 1. yükseltm e,

yükseltilm e. 2. sağlam laştırm a, sağlam la?tırılm a.

teşyîdât

‫ﺗ ﺸﻴﻴ ﺪا ت‬

(a.i. teşyîd'in c.) : 1. yükselt-

meler, yülcseltilmeler. 2. sağlam laştırm alar, saglam laştınlm alar.

teşzîb ‫( ﺗ ﺸ ﻨ ﻴ ﺐ‬a .i.): bot. 1. arza yak ın olarak bir çok fidan veren bir cins nebat. 2. ağacın kabu klarım soym a ve fazla d allarım budama.

tetabbu'

‫( ﺗ ﻄ ﻊ‬a .i.c .: tetabbuât) ‫( ﺗﻄﺒﺐ‬a.i. tıb b 'd a n ):

: tabiatlenme.

ihtizâzât-ı esvât-ı beşeriyye... gibi,

‫( ددادع— ا ت‬a.i.

tetâbıı'un c . ) : tetâbıı'lar,

bir biri ardından gelmeler,

‫ﺗﻄﺎ ﺑ ﺶ‬

(a.i. tıbk'dan. c . : tetâbukat) :

uym a, u ygu n gelme, u ygu n düşme,

tetâbuk-ı gayr-i m iitevâfık a : jeol. *u yu m suz *katm anlaşm a, ayk ırı *katm anlaşm a,

fr. stratification discordante. tetâbuk-ı m iitevâfık a : jeol. u ygu n *katm anlaşm a, fr. stratification coneordante. tetâbukat

‫ﺗ ﻄﺎ ﺑ ﻔﺎ ت‬

(''ka” uzun okunur, a.i.

tetâbıık'un c . ) : uym alar, u ygu n gelmeler, u ygu n düşmeler.

t e t a f f u l - (a.i. tu f l'd a n ) : dalkavukluk, çan akyalayıcılık.

tetahhul ‫( ﺗ ﻄﺤﻞ‬o .i.): hek. dalak şişmesi, tetahhur

‫ﺗﻄﻬﺮ‬

(a.i. tehâret, tu h r ve tuhur'den.

c . : tetahhurâ.t): temizlenme,

tetahhurât

te ta'u m ‫( ﺗ ﻄ ﻌ ﻢ‬a.i. ta 'ın 'd a n ): tatm a, tadılm a, tad m a bakm a, bakıl-ma. te tâ v iil ‫( ﺗ ﻄ ﺎ و ل‬a.i. tû l'den. c . : te tâ v ü lâ t): 1. uzan m a, uzam a, uzu n olm a, tetâvül-i le y i: gecenin uzam ası. 2. hek. bir organda anorm al olarak m eydan a gelen uzunluk. 3. hek. a ğ rıları d in d irm ek İ‫ ؟‬in sin irleri uzatm a am eliyâtı. 4. zulüm , tetavvu' ‫( ﺗﻄﻮع‬a .i.): farzolm ayan ibâdette bulunm a. [nâfile nam az k lim a, k u rb an bayram in in arefe gününde oru ‫ ؟‬tutm a gibi],

‫( ًﻃﻮﻋﺎ‬a .z f.): n âfile olarak, tetavvu f ‫( ﺗ ﻄ ﻮ ف‬a.i. t a v â f d a n ) : ta v â f etm e, tetavvuan

ziyâret m ak sadıyla b ir ?eyin veyâ b ir yerin e trâfın ı dolanm a.

tetavvus ‫( ﺗ ﻄ ﻮ س‬a.i. tâ v ııs 'd a n ): tavus gibi ren gâren k elbise giym e,

SIZ birbiri ardından gelme,

tetâbuk

‫( ﺗﺘﺎر‬a .i.): Tatar.

T e tâ rî ‫( ﻣ ﺎ ر ى‬f.s .): T atarlara âit, on larla ilgili, ( b k z : Tâtârî).

(a.i. teba'dan. c . : tetâbu ât): aralık-

tetâbu'-i iz â fâ t : gr. zincirleme isim t a k ım ı: tetâbuât

T e tâ r

tetavvuk ‫( ﺗﻄﻮ ق‬a.i. ta v k 'd a n ): b o yu n a gerdanilk gibi ?eyler takm a, tak ın m a, tak ın ılm a,

[hekim olm adığı halde],

‫ﺗﺘﺎ ع‬

dıı'm a.

hekim lik etme

tetabbub tetâbu'

‫( ﺗﺘﺎﻟﻰ‬a.i.). ( b k z : tetâbu'). t e t a llu ' ‫( ﺗ ﺘ ﻠ ﻊ‬a .i.): b o yn u n u uzatıp b aşın ı kal-

te tâ lî

‫ﻃﻬﺮا ت‬

lenmeler.

(a.i. tetahhur'un c . ) : tem iz-

tetâyiir ‫( ﺗﻄﺎﻳﺮ‬a.i. ta y e râ n 'd a n ): 1. u ‫ ؟‬m a ٠uçuşm a, uçuşup d agilm a. 2. kim. m âyilerin (sıvıların) gaz hâlin e geçm esi, fr. volatilisation. tetbi' ‫( ﺗ ﺘ ﺒ ﻴ ﻊ‬a .i.): 1. ard ın ı b ırak m ayıp geregi gibi araştırm a. 2. tâbî olm a, uym a, tetbit

‫( ﻣ ﺖ‬a .i.): zarar ve ziyan yapm a,

tetebbu' ‫( ﺗ ﺘ ﺢ‬a.i. teba'dan. c . : teteb b u ât): b ir şeyi e traflıca tetkik etm e, m âh iyetin i anlam aya çalışm a, e traflıca incelem e, b ir şey h a k k ın d a geni? bilgi edinm e, tetebbuât ‫( ﻵ ت‬a.i. tetebbu'un c .) : tetebbu'lar, tetkikler, *incelem eler, araştırm alar, teterriib

‫( ﺗﺘﺮب‬a .i.): toza, toprağa b ulanm a,

tetevviic ‫( ﺗﺘﻮج‬a.i. tâ c 'd a n ): taçlanm a, taç giyme. Resm-İ tetevviic : taç giym e m erâsim i. tetim m ât ‫( ﺗﺘﻤﺎت‬a.i. tetim m e'nin c .) : tetim m eler, eksigin tam olm ası İçin k atılan ?eyler, tetim me ‫ب‬ (a.i. tem âm 'dan. c . : te tim m â t): b ir eksigi tam am lam ak üzere k atılan ?ey; b ir ?eyin tam olm ası İçin lüzum lu ?ey.

1279

tetimme medreseler‫؛‬ te tim m e m e d r e s e le r i: ta r. m e d r e s e m ü ş te m i l â t ı n d a n o la n b in â l a r .

te v âd u ' ‫ ( ﺗ ﻮ ا ﺑ ﻊ‬a . i . ) : i k i t a r a f ı n d ü ş m a n l ı k t a n v a z g e ç e r e k b a r ı ş m a s ı.

te tim m e -i h â tır â t k a n u n u : p sik . * tiim c e le m e k a n u n u , fr. lo i d e re d in tC g ra tio n .

te v a ffu k ‫( "وش‬a.i. v e f k 'd e n ) : m u v a f f a k o lm a ,

te tim m e -i s ü k n â : h u k . k ö y le r d e , k a s a b a l a r -

te v â fu k ‫( و ا ﻓ ﻖ‬a.i. v e f k 'd e n . c . : t e v â f u k a t ) :

d a e v y a p m a k ü z e r e b o ş b ı r a k ı l a n a r a z i.

te tliy e ‫( ﺗ ﻴ ﻪ‬a .i.): 1. nezretm e. 2. ferzd a n so n ra nâfile n am a z klim a. te tm im -

(a.i. t e m â m 'd a n . c . : t e t m î m â t ) :

b a şa rm a . u y m a , u y g u n g e lm e .

te v âfu k -ı a 'd â d : fer. i k i s a y ı d a n b i r i n i n d ig e r i ile t a m â m e n t a k s i m i k a b i l o lm a m a k la b e r â b e r h e r i k i s a y m ı n ü ç ü n c ü b i r a d e d

1. t a m a m l a m a , b i t i r m e , ( b k z : İ k m â l) . 2 . ed.

ile , - k i b u a d e d e k a s ı m - ı m ü ş t e r e k ( o r t a k

b i r ş i'ri, b i r if â d e y i t a m a m l a m a ,

b ö le n )

te tm im â t ‫( ﺗ ﺘ ﻤ ﻴ ﻤ ﺎ ت‬a.i. t e t m î m 'i n c . ) : t a m a m la m a la r , b it ir m e l e r , ( b k z : İ k m â lâ t) .

İ a ş tır m a .

d i r m e , g iy d i r i lm e .

y ı n ı n ü ç ü n c ü b i r o r t a k b ö le n l e b ö li in e b i la r a s ı n d a m u v â f a k a t b i n - m s f b u l u n u r . 4 ile

te v â ‫( ﻟ ﺮ ا‬a.i.) ‫ ؛‬h u k . b i r a la c a ğ ı h a v â le s in d e , h a v â le o l u n a n şe y i, h a v a le y i ö d e m e k z o r u n d a b u l u n a n k i m s e d e n a l a m a m a , h a v a le o l u n a n ı n h a v a le y i ö d e m e m e s i,

b u lu n a n la r,

b irin in

a d a m la -

rı. ( b k z : m a iy y e t) . 2. b i r k i m s e n i n m e s le g i n i t u t a n l a r , f i k i r b a k ı m ı n d a n o n a b a ğ lı 4. b ir

m e rk eze

b a ğ lı

o la n y e rle r. 5. astr. p e y k le r , U y d u l a r . 6 . a. g r. e v v e li n d e k i k e lim e y e g ö r e h a r e k e l e n e n k e lim e le r . M e s e lâ : k e şfii'z -z ü n û n , k itâ b ü

k eşfi'z -z ü n û n .. g ib i. tev âb i'-i m u tta s ıla -i m ü s ta k ır r e : fık. e v in , y e r li d o la p , y e r li k ü t ü p h â n e g ib i a y r ı lm a s ı k a b il o lm a y a n k ıs ı m l a r ı ,

te v â b i i s ü k n â : fık. e v in , m u t f a k , k i l e r g ib i ta m a m l a y ı c ı k ıs ı m l a r ı .

te v â b ii ‫( وا ش‬a.i. tâ b e l v e t â b i l 'i n c . ) : n â n e , b ib e r, t a r ç ı n , k a r a n f i l g ib i şe y le r, b a h â r a t [yem e k l e r e k o n u la n - ] .

‫وا‬

(a.i. t â b û t ’u n c . ) : t a b u t l a r ; s a n -

d ik l a r .

te v â c ü d ‫( وا ﺟ ﺪ‬a.i. v e c d 'd e n ) : tas. k e n d i n e v e c id d â v e t e tm e , v e c d İ ç in d e o la b i lm e k İç in g a y r e t s a r f e tm e .

te v âc iih ‫( و ا ب‬a.i. v e c h 'd e n ) : y ü z y ü z e , k a r ş ı k a r ş ıy a g e lm e , ( b k z : m u v â c e h e ).

t e v â f ü r â t ) : ç o ğ a lm a , a r t m a ,

te v â fü râ t ‫ ت‬١‫( ﺗﻮاض‬a.i. t e v â f ü r 'ü n c . ) : ç o ğ a lm a la r, a r t m a l a r .

te v a g g u l ‫( ﺗ ﻮ ﻏ ﻞ‬a.i. v a g l'd e n . c . : t e v a g g u l â t ) :

tev âb i' ‫( ﺗ ﻮ ا ﺑ ﻊ‬a.i. t â b i 'i n c . ) : 1. b i r k i m s e n i n

3. u ş a k la r.

te v â f ı ı k 'u n c . ) : u y m a l a r , u y g u n g e lm e le r,

te v â fiir ‫( ﺗ ﻮا ﻓ ﺮ‬a.i. v e f r e t v e v ü f û r 'd a n . c . :

g iy d ir ilm e le r .

h iz m e tin d e

m u v â f a k a t b is - s ü l ü s v a r d ı r , 62 9 g ib i],

te v â fu k a t ‫ " ( و ا ﻓ ﻘ ﺎ ت‬k a ” u z u n o k u n u r , a.i.

te tv ic â t ‫( ﺳﻮﻳﺠﺎت‬a.i. te t v i c 'i n c . ) : g iy d ir m e le r ,

‫ ؛‬280

o lm a s ı,

10 g ib i o r t a k b ö le n 3 ile s a y ı la r a r a s ı n d a

te tv ic ‫( دوي—ج‬a.i. ta c 'd a n . c . : t e t v î c â t ) : ta ç giy-

te v â b ît -

m üm kün

m e s i. [m e se lâ : o r t a k b ö le n , 2 is e b u i k i s a y ı

te tr ib ‫( ﺗﻌﺮﻳﺐ‬a.i. t ü r â b 'd a n ) : to z a , t o p r a ğ a b u -

o la n la r .

d e n ir -ta k s im i

b ir b ir i y le t a m o l a r a k b ö lü n e m e y e n i k i s a -

d e v a m l ı o l a r a k u ğ r a ş m a [ b i r İşle-],

te v a g g u lâ t ‫( ﺗ ﻮ د ت‬a.i. t e v a g g u l 'u n c . ) : te v a g g ü lle r , d e v a m l ı o l a r a k u ğ r a ş m a la r ,

te v a h h u d ‫( ﺗ ﻮ ﺣ ﺪ‬a.i. v a h d e t d e n ) : t e k o lm a , ( b k z : te f e r r ü d ) .

te v a h h u ş ‫( ﺗﻮﺣﺶ‬a.i. v a h ş e t d e n ) : 1. y a ln ı z lı k t a n k o r k m a , ü r k m e . 2 . v a h ş î h a y v a n l a r g ib i k o rk m a , ü rk m e ; e m in o lm a y a ra k b a k m a ,

te v â k i' ‫( ﺗ ﻮا ﻗ ﻴ ﻊ‬a.i. t e v k i 'i n c . ) : 1. f e r m a n l a r . 2 . f e r m a n l a r a ç e k il e n n iş a n la r ,

te v a k k i ‫( وﻓ ﻲ‬a.i. v i k a y e 'd e n ) : s a k ı n m a , ç e k in m e , k o r u n m a , ( b k z : ih tir â z ) .

te v a k k u ' ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻊ‬a.i. v u k u 'd a n . c . : t e v a k k u â t ) : b e k le m e , u m m a , u m u l m a ; a r z u e tm e , is te m e.

te v a k k u â t ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻌﺎ ت‬a.i. te v e k k u 'u n c . ) : b e k le m e le r, u m m a la r ,, u m u l m a l a r ; a r z u e tm e le r , is te m e le r.

te v a k k u d ‫ ( ﺗﻮﻗﺪ‬a . i . ) : t u t u ş u p y a n m a , te v a k k u f ‫( و ش‬a.i. v u k u f d a n . c. : t e v a k k u f â t ) : 1. d u r m a , e ğ le n m e , b e k le m e . 2. (-e) b a ğ lı o lm a . B i-te v a k k u f: d u r m a d a n ,

te v a k k u fâ t ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻔ ﺎ ت‬a.i. t e v a l c k u f 'u n c . ) : d u r m a la r , e ğ le n m e le r , b e k le m e le r .

tevbe-i şikeste tevakkur

‫ﺗ ﻮﻗ ﺮ‬

(a.i. v e k a r 'd a n ) : v a k a r l a n m a ,

‫ﺗ ﻮا ﻛ ﻞ‬

tevâkiil

(a.i. v e l c l 'd e n ) : b i r b i r i n i v e k il

tevâlî ‫( ﺗ ﻮ ا ﻟ ﻰ‬a.i. v e l y 'd e n ) : b i r b i r i a r k a s ı n d a n g e lm e , a r a s ı k e s i lm e k s iz i n

A le 't-te v â lî :

sü rm e.

devâm

d u rm a d a n

e tm e , b irb iri

a r d ı n c a , a r a s ı k e s ilm e k s iz in , b i r d ü z e y e , ( b k z : m ü te v â liy e n ) .

‫ﺗ ﻮاﻟ ﺪ‬

m a . ( b k z : te n â s iil).

(a.i. v e r â 'd a n ) : b i r ş e y i n a r k a s ı n a

tevârîh ‫( ﺗ ﻮا رﻳ ﺦ‬a.i. t â r i h 'i n c . ) : t â r i h l e r . Ehl-İ te v â rih : t â r i h t i l e r , ( b k z : m ü v e r r i h i n ) , tevârîh-i selef: b i z d e n ö n c e k il e r i n , d e d e le r im iz in tâ rih le ri.

‫ﺗﻮاﻋﺪ‬

(a.i. va'd'den) : vaitleçm e, birbiri-

ne söz verm e.

‫ﺗ ﻮا ﻋ ﺪا ت‬

tevâzî

‫ﺗﻮازى‬

(a.i. vezy'den) : iki ‫ ؟‬izginin birbi-

rine değm em ek üzere sonuna kadar yan yana uzanıp gitmesi.

tevâzu'

‫ﺗ ﻮا ﺿ ﻊ‬

(a.i. vaz'dan . c. : tevâzııât) : al-

çakgö n ü lü ler.

‫ﺗ ﻮا ﺿ ﻌﺎ ت‬

tevâzuen

‫ﺗﻮاﺿﻌﺄ‬

‫ﺗ ﻮا ﺿ ﻌ ﻜﺎ ر‬

nüHülükle.

(a.i.

t e v â r ü d 'ü n

c.) :

tevâriis

‫ﺗﻮارث‬

(a.i. v e r â s e t'd e n . c . : t e v â r ü s â t ) :

sen geçm e.

‫ﺗﻮارﺛﺎت‬

(a.i. t e v â r ü s 'ü n c . ) : 1. m i r â s a

k o n m a l a r . 2 . i r s e n g e ç m e le r,

tevâsî ‫ص‬

‫ﺗ ﻮا‬

(a.i. v a s i y y e t 'd e n ) : b i r b i r i n e ta v -

siy e e tm e .

tevassul ‫ﺻ ﻞ‬

‫ﺗﻮ‬

(a.i. v a s l 'd a n ) : u la ş m a , k a v u ş -

m a , b ir le ş m e , ( b k z ‫ ؛‬te v â s u l).

tevâsuk

‫ﺗﻮاﺛﻖ‬

tevâsul

‫ﺗﻮاﺻﻞ‬

(a.i. v ü s û k 'd a n ) : b i r b i r i n e g iiv e n e r e k a n d la ş m a . (a.i. v a s l'd a n '. c . : t e v â s u l â t ) : k a -

v u ş m a , u la ş m a , b ir le ş m e ,

tevâsulât

‫ﺗ ﻮا ﻣ ﺤ ﻼ ت‬

(a.i. te v â s u l 'u n c . ) : k a v u ş -

m a l a r , u la ş m a l a r , b ir le ş m e le r ,

tevâsiib

tevâzu'-kârî

‫ﺗ ﻮا ﺿﻌﻜﺎ راﻧﻪ‬

‫ﺗ ﻮا ﺿﻌﻜﺎ ر ى‬

(a.f.zf.) : alçakgO-

(a.f.b.i.) : alçakgonül-

lülük.

tevâziin

‫ﺗ ﻮا ز ن‬

(a.i. vezn'den. c. : tevâzünât) :

tartıda bir olm a, vezinde bir gelme, denk

1. m i r â s a k o n m a . 2 . b i r i n d e n , d i ğ e r in e ir-

tevârüsât

(a.f.b.s.) : alçakgönüllü,

(bkz : m ütevâzi').

tevâzu'-kâr-âne

te v â r iitle r .

(a.zf.) : alçakgönüllülükle, ki-

birsiz olarak.

r i k m e . 2. ed. ik i ş â i r in , b i r b i r l e r i n d e n h a b e r s iz o l a r a k a y n i m ı s r â v e y â b e y i t s ö y le m e le ri.

(a.i. tevâzıı'un c.) : alçakgO-

niillülükler.

tevâzu'-kâr v ü r û d 'd a n . c . : t e v â r ü d â t) .

‫" وا ر دا ت‬

(a.i. tevâüd'ün c.) : vaitle‫ ؟‬-

meler, sözleşmeler, [bir biriyle-].

1. a r k a a rlcay a g e lm e , h e r y a n d a n g e lip b i-

tevârüdât

(a.zf.) : a g i z d a n a g iz a y a y ila -

r a k [sö z, h a b e r...] .

tevâzuât

s a k l a n ı p g ö r ü n m e z o lm a , g iz le n m e ,

‫( “ و ا ر د‬a.i.

‫ﺗ ﻮا ﺗ ﺮأ‬

tevâtiiren

‫ ؟‬akgönüllülük gösterme. Ehl-İ tevâzu' : al-

b i r İş te b e z g i n l i k g ö s te r m e ,

‫ﺗﻮارى‬

tevâtürât ‫( ﺗ ﻮاﺗ ﺮا ت‬a.i. tevâtü r'ü n c.) : agizdan ağıza y a y ıla n haberler.

tevâüdât

‫( ﺗﻮان‬f.i.). ( b k z : tü v â n ) . tevânâ ‫( ﺗﻮاﻧﺎ‬f.s.). ( b k z : tü v â n â ) . tevân-ger ‫( ﺗ ﻮا ﻧ ﺪ‬f.b.s.). ( b k z : tü v â n - g e r ) . tevân-geri ‫ ﺀ ى‬١‫( ﺗﻮ‬f.b.i.). ( b k z : t ü v â n - g e r î ) . tevânî ‫ ( ﺗﻮاﻓﻰ‬a . i .) : g e v ş e k lik , g e v ş e k d a v r a n m a ;

te v â r iid

bir hadis-i çerîf'in bir cem aat tarafından

tevâüd

(a.i. v e l e d 'd e n ) : d o g m a ; d o g u r -

tevân

tevârî

2.

rivâyet edilm esi hâli.

e tm e .

tevâlüd

te v â tiir ‫( ﺗﻮاﺗﺮ‬a.‫ ؛‬, vitr'den. c. : tevâtürât) : 1. bir haberin agizdan agiza dolaşarak yayılm ası.

v a k a r p e y d a e tm e .

‫ﺗ ﻮاﺛ ﺐ‬

(a.i. v e s b 'd e n ) : b i r b i r i ü z e r i n e

s ı ç r a m a , b i r b i r i ü z e r i n e a tl a m a .

olma.

tevâzünât

‫ﺗﻮازﻧﺎت‬

(a.i. tevâzün'ün c.) : tartıda

bir olm alar, vezinde bir gelmeler, denk olmalar.

tevâzüniyyet ‫( ﺗ ﻮ ا ز ﻳ ﺖ‬a.i.) : fels., fiz. istatik, statik, fr. statique.

‫( ﺗﻮﺿﻊ‬a.i.) : konulm a, konuluş. tevazzuh ‫( ﺗ ﻮ ﺿ ﺢ‬a.i. vu zû h 'd an ). (bkz : tavaztevazzu' zuh).

tevbe ‫( ﺗﻮﺑﻪ‬a.i.) : tövbe, İşlenmiş bir giinah veyâ suçun bir dalra işlenm eyeceğine dâir verilen söz.

tevbe-i m ey : şarap tövbesi. tevbe-i nasûh : bir daha bozm am ak üzere edilen tövbe.

tevbe-i şikeste : bozulm uş tövbe.

1281

levbe-güîât tevbe-giizâr ‫( ' ﻧ ﻮ ﺑ ﻪ ﻣ ﻤ ﻨ ﺎ ر‬a.f.b.s.): tövbe eden, (bkz: tevbe-kâr).

teveccu'

tevbe-kâr ‫( ﺗﻮﺑﻪ ﻛﺎ ر‬a.f.b.s.): tövbe edici, tövbe eden, (bkz: tâib).

teveccuât

tevbe-kâri ‫( ﺗﻮﺑﻪ ﻛﺎر ى‬a.f.b.i.) ‫ ؛‬tövbekârlık, tövbe edicilik.

tevecciid

tevbe-şiken ‫( ﺗﻮﺑﻪ ﺷﻜﻦ‬a.fb.s.): 1. tövbe bozan. 2. tövbe bozduran.

teveccüh

‫( ﺗ ﻮ ص‬a.i. v e c a 'd a n . c. : te v e c c u â t) : v e c â la n m a , a ğ rım a . ‫ د ا ت‬٠‫ﺗﻮج‬

(a.i.

t e v e c c u 'u n

c.) :

v e c â l a n m a la r , a ğ r ı m a l a r ,

‫ﺗ ﻮ ﺟﺎ‬

(a.i. v e c d 'd e n ) : v e c d e g e lm e ,

h a ll e n m e , c o ş m a .

I.

‫ﺟﻪ‬٠‫ﺗﻮ‬

(a.i. v e c h 'd e n . c. : te v e c c ü h â t) :

‫ ؟‬e v r i lm e , y ö n e lm e , d o ğ r u l m a . 2 . b i r y e re

d o ğ r u h a r e k e t e tm e . 3. g ü l e r y ü z g ö s te r m e ,

tevbih ‫( ﺗﻮﺑﻴﺦ‬a.i.c.: tevbihât): 1. tekdir, azarlama, paylama. 2. memurlara uygulanan bir disiplin cezası.

y a k ı n l ı k d u y m a ‫ ؛‬h o ş l a n m a , s e v g i. 4 . n a s i p v e m ü y e s s e r o lm a .

tevbîhan ^ ‫( ﺗﻮب‬a.zf.): tevbih sûretiyle, tevbih İ‫ ؟‬in, paylayarak, azarlayarak.

teveccüh ale'z-ziyâ : bot. ış ığ a d o ğ r u l u m , fr. phototropisme.

tevbihât ‫( ﺗ ﻮ ﺑ ﻴ ﺨ ﺎ ت‬a.i. tevbih'in c .): azarlamalar, paylamalar.

teveccüh ale'z-ziyâi'ş-şem s : bot. g ü n e d o ğ r u l u m , fr. héliotropisme.

tevbîhât-ı ‫ ؟‬ed id e: şiddetli tekdirler, azarlamalar.

tevecciih-i şems : bot. * g ü n e y o n e lim , g ü n e d o ğ r u l u m , fr. héliotropisme,

tevcih ‫( ﺗﻮﺟﻴﺐ‬a.i. vücûb'dan): vâcip klima, kiİınma. tevcih ‫( ﺗﻮ ﺟﻪ‬a.i. vech'den. c .: tevcihât): 1. ‫ ؟‬evirme, yöneltme, döndürme. 2. söz atma, bakma [bir kimseye-]. 3. mânâ verme, yorumlama, (bkz: tefsir, te'vîl). 4. rütbe, mevki verme. 5. ed. ilci mânâya gelebilen ve mânâca birbirinin zıddı olan kelime kullanma. Meselâ ‫" ؛‬âb-ı hayvândır efendim artığın" mısrâindaki âb-1 hayvan, hem âb-1 hayât, hem de hayvan suyu mânâsını İfâde ettiğinden mısra'ın mânâsı: "efendim senin artığın hayvan suyudur; yânî sen hayvansin senden artan su da hayvanin içtiği bir sudur" demek olur. tevcihât ‫( ﺗ ﻮ ﺟ ﻴ ﻬﺎ ت‬a.i. tevcihin c.): riitbe vermeler, verilmiş rütbeler. tevcîhât-1 mu'tâde : her yıl şevval ayının ilk haftasında me'murlar arasında yapılan degişiklik. tevcîhât-1 umumiyye : devlet me'murlarının tâyinlerine dâir olan kararlar. tevdi' ‫( ﺗ ﻮد ح‬a.i. ved'den. c .: tevdiât): 1. bırakma, emânet etme. 2. vedalaşma.

tevecciihât

t e v e c c ü h 'i i n c.) : te v e c -

teveccühât-1 k a lb ic e : g ö n ü ld e n d u y u l a n y a k ın lık la r.

‫ﺗ ﻮ ﺟ ﻬ ﻜﺎ ر‬

teveccüh-kâr teveddiid

(a.f.b'.s.) : g ö n ü l o k ş a y ı-

‫( ﺗ ﻮ ﺩ ﺩ‬a.i. v i i d d 'd e n ) : s e v iş m e , s e v g i‫؛‬

d o s t l u k e tm e .

teveffi

‫( "رﻓﻰ‬a.i. v e f â t 'd a n ) : ö lm e , ‫( “ وﻛﻞ‬a.i. v e h le 'd e n ) : y a n ı l t m a y a

tevehhül(

‫ ؟‬a-

lış m a .

tevehhüm ‫م‬

‫ز‬

' (a.i. v e h m 'd e n .c . :t e v e h h ü m â t ) :

k u r m a , k u r u n t u y a d ü ş m e , v e h im le n m e .

tevehhümât

‫ﺗ ﻮ ﻫ ﻤﺎ ت‬

(a.i. t e v e h h ü m u n c.) :

k u r m a l a r , k u r u n t u y a d ü ş m e le r , v e h im le n m e le r.

tevehhiis

‫ﺗﻮﺣﻰ‬

(a.i.) : b i r iş e d i k k a t l e k o y u l-

m a.

tevekan

‫ " ( ﺗﻮﻗﺎن‬k a "

u z u n o k u n u r , a.i.) : is te k l i

o lm a .

tevekkel

‫ﺗﻮﻛﻞ‬

(o.s. te v e k k ü l 'd e n ) : İŞİ o lu r u ir a

b ı r a k a n , k a d e r i n e r â z ı o la n [k im s e ] .

tevekkeltii alallâh : İş im i A l l a h 'a b ı r a k t ı m ,

tevdian ‫( ًﺗ ﻮ د ﻳ ﻌ ﺎ‬a.zf): bırakarak, vererek, emânet ve teslim ederek, emânet olarak vermek sûretiyle.

tevekkül

tevdiât ‫( ﺗ ﻮ د ﻳ ﻌ ﺎ ت‬a.i. tevdi'in c .): 1. yatırma, koma [bir bankaya], (bkz: teslimât). 2. emânet bırakma. 3. emânetler.

tevelli

1282

‫( ﺗﻮاﺟﻬﺎت‬a.i.

c iih le r .

‫ﺗﻮﻛ ﻞ‬

(a.i.) : İŞİ A ll a h 'a b ı r a k ı p k a d e r e

r â z ı o lm a .

tevellâ

‫( ﺗﻮﻻ‬a.i.). ( b k z : te v e lli). ‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﻰ‬a.i. v e ly 'd e n ) : 1. b i r i n e

y an aşm a,

( b k z ‫ ؛‬ta k a r r ü b ) . 2 . b i r i n i d o s t t u t m a . 3. tas. e h l- i b e y t'i , H z .

Ali'yi

s e v m e ,' o n l a r d a n

teveyyil

medet ve şefâat isteme, kendilerine olan yakinlik, bağlılık.

‫( ﺗﻮﻟﻴﺎت‬a.i.c.). (bkz : velâyet). tevellu' ‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﻊ‬a.i.) : sevme, aşk ve alâka peydâ tevelliyyât

etme.

‫ﺗﻮرط‬

te v e rru t

‫ﺗﻮرد‬

te v e r riid

‫ﺗﻮرك‬

tevellüd kable'l-m îâd : hek. vaktinden önce

d ir ].

tevelliih ‫( ﺗﻮﻟﻪ‬a.i. veleh'den. c. : tevellühât) : şaşakalma. tevellühât

‫( ﺗﻮﻟﻬﺎ ت‬a.i. tevelliih'ün c.) : şaşakal-

malar. tevelvül ‫( ﺗﻮﻟﻮل‬a.i. velvele'den. c. : tevelvülât) : gürültü, patırdı etme, (bkz : sahb). tevelvülât

‫( ﺗ ﻮﻟ ﻮ ﻻ ت‬a.i. tevelviil'ün c.) : gürül-

tüler, patırtılar.

‫( ﺗ ﻮ أ م‬a.i.) : 1. ikiz. 2. mec. eş, benzer, (bkz : mümâsil). 3. jeol. ikiz, fr. macle.

tev'em

tev'em-i m uahhar : astr. cevzâ burcunun en parlak yıldızı, lât. : alpha geminus, Polluxalpha. tev'em-i m ukaddem : astr. Cevzâ burcunun ikinci dereceden parlak olan yıldızı, (Castor Beta), lât : Beta Geminus. tev'em-i miisennâ : bot. bir sap üzerinde Çİ-

çeklerin İkişer İkişer dikilmesi, tev'emân

‫( ﺗ ﻮأ ﻣﺎ ن‬a.i.c.) : 1. [çift] ikizler. 2 ٠bir

yazı sitili. tev'eme

‫( ﺗ ﻮ أ ب‬a.i.) : ikiz kız. [tev'em'in müen-

nesi].

‫( " وأس‬a.i.) : ikizlik. tev'emiyyet ‫( " و أ ﺑ ﺖ‬a.i.) : 1. ikizlik, ikiz oluş. tev'emi

2. mec. eş olma, benzer.

‫( و ر ع‬a.i. verâ'dan) : din işlerine bağlanma, dinin yasak ettiği şeylerden kaçınma, perhizkâr olma.

teverru'

teverruk ‫( "ورق‬a.i. varak'dan. c. : teverrukat) : yapraklanma.

‫“( و ر ﻗ ﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. teverruk'un c.) : yapraklanmalar.

teverrukat

‫ﺗﻮرم‬

v e re m e

(a.i. v e r e m 'd e n ) : v e r e m o lm a ,

tu tu lm a ,

‫ﺗﻮر ث‬

te v e r riis

‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﺪ ا ت‬a.i. tevelliid'ün c.) : 1. doğmalar, nüfus miktarı. 2. sosy. .dogarlik, doğum, fr. natalité.

o tu rm a ;

k a y n a k l a r ı n b i r i n i v e y â i k i s i n i y e re k o y m a , te v e rrü m

tevellüdât

(a.i. v e r e k 'd e n ) : n a m a z d a k a y -

n a ğ ın ı sag a y a k ü z e rin e k o y u p

tevellüd bi-nefsihi : bir hayvan veyâ nebatin (.bitki) kendi kendine dogması, dogma.

(a.i. v e r d 'd e n ) : 1. v â r i d o lm a ,

g e lm e . 2. o. g ü l g ib i k ı z a r m a , te v e r riik

tevellüd ‫( ' ﻧ ﻮ ﻟ ﺪ‬a.i. vilâdet'den. c. : tevellüdât) : 1. dogma [maddi, mânevi]. 2 ٠doğum,

( a . i . ) : v a r t a y a d ü ş m e , z o r b i r içe

r a s tla m a .

[asil m â n â s ı : " ş iş m e k ”

(a.i. v e r â s e t 'd e n ) : v â r i s o lm a ,

m i r a s ç ı o lm a .

‫ﺗﻮﺳﺦ‬

te v e s s u h

(a.i. v e s a h 'd e n ) : k ir l e n m e , p a s -

la n m a .

‫ﺗﻮﺛﻖ‬

te v e s s u k

(a.i. s i k a t v e v ü s û k 'd e n ) : i n a n a -

ra k , g ü v e n e re k d a y a n m a , te v e s s ü '

‫'ﻧ ﻮ ﺳ ﻊ‬

(a.i. v iis 'e t'd e n . c . : t e v e s s ü â t ) :

g e n iş le m e , y a y ılm a , t e v e s s ü - i m i 'd e : m i d e g e n iş le m e s i,

‫ﺗ ﻮ ﺳﺎ ت‬

te v e s s iiâ t

(a.i. t e v e s s ii 'ü n c . ) : g e n iş le -

m e le r, y a y ıl m a l a r . te v e s s i i b

‫ﺗﻮﺛﺐ‬

(a.i. v e s b 'd e n ) : s ı ç r a m a , a tl a m a .

(b k z :v ü s û b ). te v e s s ü d

‫ﺗ ﻮ ﺳﺪ‬

(a.i. v i s â d e 'd e n ) : 1. y a s t ığ a d a -

y a n m a . 2 . d a y a n m a , ( b k z : i s t i n â d , ittik a ) .

‫ﺗﻮﺳﻌﺎ‬

te v e s s ü e n

( a .z f .) : g e n iş le m e s û r e tiy le , y a -

y ıla ra k . te v e s s ü l 1.

‫ﺗ ﻮ ر‬

(a.i. v e s ile 'd e n . c . : t e v e s s ü l â t ) :

s a rılm a .

2. in a n m a .

3. s e b e p

tu tm a .

4 ٠b a ş v u r m a , g ir iş m e . te v e s s ü lâ t

‫ﺗﻮ ﺳﻼ ت‬

(a.i. t e v e s s ii l'ü n c . ) : 1. te -

v e s s iille r , s e b e p t u t m a l a r . 2 . b a ş v u r m a l a r , g ir iş m e l‫ ؟‬r. te v e s s ü le .

‫ﺗﻮﻣ ﻼ‬

( a .z f .) : s e b e p t u t a r a k ; b a ş v u -

r a r a k , g ir iş e r e k . te v e ç ş u h

‫ﺗﻮ ﺷﺢ‬

g e rd a n lığ ın ı

( a .i .c .: te v e ş ş u h â t) 1 ‫؛‬. k a d m , ta k m a .

2. ta k ip

ta k ış tırm a ,

s ü s le n m e . te v e ç ş u h â t

‫ﺗﻮﺷﺤﺎت‬

(a.i. te v e ş ş u h 'u n c.) : t a k i p

t a k ı ş t ı r m a l a r , s ü s le n m e le r , te v e ttü r

‫ﺗﻮر‬

(a.i. v e t r v e v i t r e t 'd e n ) : 1. g e r ilm e ,

g e r g in le ş m e . 2. f iz . g e r i l i m , g e rm e , t e v e t t ü r - i a 's â b : h e k . s i n i r l e r i n g e r ilm e s i. [ h a s t a l ı k d o la y ıs ıy la -], t e v e t t ü r - i s a t h i ‫ ؛‬f i z . .y ü z e y .g e r i l i m i , t e v e y y ü l ‫ ( ﺗ ﻮ ز‬a .i .c .: t e v e y y i i l â t ) : v â v e y lâ e tm e , ç ığ l ık k o p a r m a .

1283

teveyyüOt

‫وﻳ ﻼ ت‬

te v e ^ ü lâ t

(a.i. v e y l'd e n . t e v e y y ü l 'ü n

‫ﺗﻮزع‬

te v e z z ü '

(a.i. v e z 'd e n ) : 1. d a ğ ıl m a . 2 . y e r

‫ ( وز ض‬a . s . ) : fe ls . f r . d i s t r i b u t i f . ‫( دوف—ق‬a.i. v e fle 'd e n . c . : t e v f i k a t ) : 1. u y -

te v e z z ü i

d u rm a , u y d u ru lm a , u y g u n la ş tırm a . te v fik -i

h a re k e t:

h a re k e ti

m e seled e tezat v e m iib â y e n e t m e v c u t olm a s ı v e y â t a k a r r ü r e tm i? b ir İc tih â d ın de-

t u t m a . 3 . c o g r . d a ğ ılış , f r . r C p a r t i t i o n .

te v f ik

tevhid-i ictihâd : huk. Y a rg ıta y 'ın ik i d â ire s i v e y â b ir d â ire n in ik i k a r â r ı a r a s ın d a a y n i

c . ) : v â v e y lâ e tm e le r , ç ığ l ık k o p a r m a l a r ,

g e t ir ilm e s in e k a n m la r ın ü z e re

u y d u rm a ,

0

s û r e t t e h a r e k e t e tm e .

ih tiy a ç

g ö r ü lm e s i h â lin d e

m ü m â s il h â d ise le rd e ta tb ik e d ilm e k , a d li t e fs ir in i

v e r ile n

k a r a r.

ta z a m m u n

e tm e k

[Y a rg ıta y 'ın

b ü tü n

d â ir e le r in in iş tir a k iy le te ş k il o lu n a n h eyetin ü ‫ ؟‬te ik is in in ittifa k iy le ittih â z o lu n u r.

t e v f i k - i î m â n ‫ ؛‬î m â n u y g u n l u ğ u . 2 . A l l a h 'ı n

T e m y iz d â ire le rin c e a y n i h â d ise le rd e m is â l te ş k il ed er; t a r a fla r a te'sîr etm ez],

y a rd ım ın a k av u şm a. t e v f i k - i H ü d â : T a n r ı 'n ı n y a r d ı m ı . 3. h e k . b i r k ır ılm a d a k ın l a n p a rç a la rı b ir b irin e ta tb ik

tevhîd-i İrfân : T a n r ı'n ın b ir liğ in i k a b u ld e n gelen .b ilim .

e tm e . 4 . e r k e k a d i. 5. e d . te z a t y a p m a d a n ,

tevhid-i kuvâ : k u v v e tle r , g ü ç le r b ir lig i.

b i r k e l i m e n i n h a t ı r l a t t ı ğ ı b a ş k a k e li m e l e r i

tevhîd-i m ahrec : mat. . p a y d a l a r ı .e ş i tl e m e , fr. réduire au même dénominateur,

d e a y n i ib a r e d e s ö y le m e ,

‫ ( ﺗﻮﺑﻴﻚ‬a . i . ) : e lç ilik le y o ll a m a , ‫ ( ﺗ ﻮﻓﺬ ﻏﺎ‬a .z f .) : u y a r a k , u y g u n

te v f ik

tevhid-i mesâî : ç a l ı ş m a l a r ı b i r l e ş t i r m e ,

te v f ik a n

o la r a k ,

tevhid-i tedrisât : . ö ğ r e t i m i n t e k h â le g e ti-

(a.i. t e v f i k 'i n c . ) : A l l a h 'ı n y a r -

tevhid-i tedrisât kanunu : T ü r k iy e C u m -

(-e) g ö re . te v f ik a t

r i lm e s i.

‫و ﻓ ﻌﺎ ت‬

d ı m ı n a k a v u ş m a la r . te v f ik a t-ı

h u riy e tin d e k i b ü tü n

su b h â n iy y e :

A ll a h

ta ra fın d a n

g ö s t e r il e n d o ğ r u y o l.

‫وﻓ ﻲ‬

te v f ir

(a.i. v e f r e t 'd e n ) : ç o ğ a lt m a , a r t ı r m a ;

‫ ﻟ ﻠ ﺐ‬٠ (a.i.

v a h d e t 'd e n . c . : t e v h i d â t ) :

r i lm e . 2 . b i r s a y m a , b i r o l a r a k b a k m a , b ir li g in e i n a n m a . 3 ٠A l l a h 'ı n b i r l i ğ i n e i n a n m a . " l â il â h e - i l l a l l a h "

sö zü n ü

E h l- İ t e v h i d : A l l a h 'ı n la r.

K e lim e -i

te k ra rla m a .

b irliğ in e

te v h id :

in a n a n -

lâ i lâ h e - i l l a l l a h "

sö z ü , ( b k z : m u v a h h id in ). S û re - i t e v l ı i d : K u r 'â n 'ın

112. s û r e s i

(b k z :

İh lâ s ).

5. e d .

A lla h 'ı n v a r l ı ğ ı n a v e b ir l i ğ i n e d â i r y a z ıl a n m a n z û m e . 6 . m ü z . k l â s i k T ü r k d i n i ş i ir m ü z iğ in d e b ir

ş e k ild ir .

G ü fte s in in

m ev-

z u u A l l a h 'ı n b ir li ğ id i r . A y n i m â h i y e t t e k i m ü n â c â t 't a n ş u f a r k ile a y r ı l ı r k i m ü n â c â t g ib i A l l a h 'a y a lv a r ıp y a k a r ı ş t a r z ı n d a o lm a y ıp , o 'n u n te v h i d v e a z a m e t i h a k k ı n d a d ır . K lâ s i k ş i ir d e ş e k il it ib a r iy l e k a s i d e d ir ; ş u k a d a r k i m e m d u h A l l a h o lu r . C â m i m ü z ig i n d e d e b u m e v z û d a k i ş i ir l e r b e s t e le n i p a c a p e lla o la ra k o k u n u r. te v h id -i d ü y û n :

O sm a n lI

im p a ra to rlu ğ u -

n u n s o n d e v i r l e r i n d e A v r u p a lI a la c a k lıl a r l a y a p ı l a n a n la ş m a .

1284

ilim

m iie s s e s e l e r in i

E g it im

B a k a n li g i'n a

y ü r ü r l ü ğ e g ir m i ş ti r ] .

tevhidât1 ‫ت‬

1. b i r k l i m a , b i r e tm e , b i r l e ş t i r m e , b ir le ş t i-

4.

M i ll i

b a ğ la y a n k a n u n , [ b u k a n u n : 3 M a r t 1924'd e

ta s a r r u f la a rtırm a . te v h id

lâ i k l e ş t i r e r e k

‫ ﻳ ﺘ ﻮ ﺑ ﺎ‬. te v h id 'in c .) : te v h id le r. ١‫( ر ب‬a.zf. v a h d e t'd e n ) : b ir le ştire -

tevhiden rek .

...

tevhid-hâne

‫( دوح— د ﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.) : tas.

b â z ı tek-

kelemde se m â î â y in i y a p ıla n yer. [M e v le v i tâ b i?le rin d en d ir].

٠‫ﺗﻮه‬

tevhim r

(a.i. v e h m 'd e n . c. : te v h im â t) :

v e h m e , k u r u n tu y a d ü şü rm e ,

tevhimât

‫ﺗﻮﺧﻬﻌﺎت‬

(a.i. te v h im 'in c.) : k u r u n tu -

y a d ü şü rm e le r.

tevhin

‫وص‬

(a.i.c. : tev h in â t) : z a y ı f d ü şü rm e ,

d ü şü rü lm e , z a y ıfla tm a , z a y ıfla tılm a ,

tevhinât

‫ا ت‬- ‫ﺗ ﺮ ي‬

(a.i. te v h in 'in c.) : z a y i f d ü -

şü rm eler, d ü şü l'ü lm eler, z a y ıfla tm a la r , zay ifla tilm a la r .

tevhîş

‫ش‬٠‫و ح‬

(a.i. v a h ş e t'd e n . c. :

tevhîşât) ‫ ؛‬ü r-

k ü tm e , ü r k ü p k a ç m a s ın a s e b e b o lm a .

tevhîşât

‫ﺻﺸﺎت‬٠‫و‬

(a.i,. te v h îş 'in c.) : ü rk ü tm e le r,

ü r k ü p k a ç m a s ın a ٧ e b e b o lm a la r.

te'vîd

‫ﻷوﻳﺪ‬

tev'îd

‫ د‬٠‫( وﺀل‬a.i.c.

(a.i.) : e ğ r iltm e , e ğ ritilm e , : tev'îd ât) : k o r k u tm a [sözle-],

(b k z : ta h v if, teh d id ). ‫؛‬

tevriye tev'îdât

‫( ﺗﻮﻋﻴﺪات‬a.i. tev'îd'in c.): lcorkutmalar

[sözle-]. (a.i. meâl'den. c . : te'vîlât): sözü ‫ ؟‬evirme, söze ayrı mânâ vermeye kalkışma, te'vîl-i a k d : fık. bilinmeden satm alman bir gasbedilmiş malin meşrû sâhibi ‫ ؟‬ikarak geri almaya teşebbüs etmesi hâlinde önceden tasarruf edenin ücret vermemek İ‫ ؟‬in : “bu mali ben satın aidim'' demesi, te'vîl-i K ur'ân : Kur'ân-1 Kerlm'e sarâhatten hâriç mânâ verme. te'vîl-i m ilk : fık. mûris (miras bırakan) tarafından satm alınan bir gasbedilmiş malin sâhibi ‫ ؟‬ikarak geri almaya teşebbüs etmesi hâlinde, mirasçının ücret vermemek İ‫ ؟‬in : “bu mal benim miras kalmış malimdir” demesi. te'vîlât ‫( ﺗ ﺄ ﻭ ﻳ ﻼ ﺕ‬a.i. te'vîl'in c .): sözü ‫ ؟‬evirmeler, ayrı mânâ vermeye kalkışmalar, te'vîlât-ı K u r'â n iy y e : Kur'ân'ın âyetlerine sarah ٩t hâricinde verilen mânâlar, te'vllen ‫( ﺗ ﺄ ﻭ ﻳ ﻼ‬a.zf. meâl'den): te'vil ederek, sözü ‫ ؟‬evirerek. te'vîlî ‫( ﺗﺄﻭﻳﲆ‬a.s. meâl'den): te'vil ile *ilgili, tevki' ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻊ‬a.i. vuku'dan): 1. pâdişâh buyruklarma ‫ ؟‬ekilen nişan. 2. pâdişâhın nişanlı buyrugu. tevki-i refî-i hüm âyûn: pâdişâhın yüce buyrugu. tevkid ‫( ﺗ ﻮ ﻗﻴ ﺪ‬a.i.c.: tevkidât): tutuşturup yakma, tutuşturup yakılma, tevkid ‫( ﺗ ﻮ ﻛ ﻴ ﺪ‬a.i. elcd'den) : sağlamlaştırma, (bkz: te'kîd). tevkidât ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﺪ ﺍ ﺕ‬a.i. tevkid'in c .): tutuşturup yakmalar, tutuşturup yakılmalar, tevkif ‫ ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﻒ‬.(a.i. vukuf'dan. c . : tevlcifât) : 1. durdurma, durdurulma. 2. alıkoyma. 3. mevkuf (*tutuklu) hâlinde bekletme, tevkif m üzekkeresi : huk. birinin tevlcif edilmesi İ‫ ؟‬in miiddeiumûmi (savcı) tarafından yazılan resmi kâğıt, tevkifât ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﻔ ﺎ ﺕ‬a.i. tevkifin c .): 1. tevkif etmeler, tutulclamalar. 2. durdurmalar. 3. kesintifler]. (para haklcında). tevkif-hâne ‫( ﺗ ﻮﻗ ﻌ ﻔ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): *tutuklu evi. tevkil ‫( ﺗﻮﻗﻴﴓ‬a.i.): tevlci'ci, pâdişâh buyruklarina nişan İşâretini yapan me'mur, tugrakeş. te'vîl

‫ﺗﺄ ﻭﻳ ﻞ‬

tevkil i dîvân-ı h ü m â y û n : dîvân-1 hümâ-

yûn'un nişan me'muru, fermanlara nişan İşâretini koyan me'mur. tevkil ‫( ﺗ ﻮ ﻛ ﻴ ﻞ‬a.i. vekâlet'den): vekil etme, edilme. tevkir ‫( ﺗﻮﻗﻴﺮ‬a.i. vekar'dan. c . : tevkirât) : güzel karşılama, ağırlama; ululama, tevkirât ‫( ﺗ ﻮﻗﻴ ﺮا ت‬a.i. tevkir'in c .) : saygılar, ululamalar, (bkz: ta'zîmât). tevkirât-ı k a lb iy y e : gönülden saygılar, ululamalar. tevkit ‫( ﺗ ﻮ ﻗ ﻴ ﺖ‬a.i. vakt'den): vakti, saati belli etme. tevlld ‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﺪ‬a.i. vilâdet'den. c . : tevlldât): 1. doğurma, dogurulma; doğurtma. 2. mec. meydana getirme, sebebolma. tevlldât ‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﺪ ﺍ ﺕ‬a.i. tevlld'in c .) : 1. doğurmalar, dogurulmalar; doğurtmalar. 2. sebebolmalar, meydana getirmeler, tevllh ‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﻪ‬a.i. veleh'den): şaşırtma; sersemleştirme. tevliye ‫( ﺗ ﻮﻟﻴ ﻪ‬a.i.). (bkz : tevliyet), tevliyet ‫( ﺗ ﻮ ﻟ ﻴ ﺖ‬a.i.): 1. mütevellilik, vakıf İşlerine bakma vazifesi. 2. yüz ‫ ؟‬evirme, yüz döndürme. 3. fık. sâhip olunan mail peşin degeri ile başkasına tevcih etme, tevliyet b e r â tı : vakıfları idare edecek olan mütevellilere verilen berat. Tevrât ‫( ﺗ ﻮ ﺭ ﺍ ﺕ‬a.h.i.): dört mukaddes lcitaptan Hz. Mûsâ'ya ineni. tevrlh ‫( ﺗﻮﺭﱗ‬a.i. îrâh'dan. c . : tevrihât) : târihleme, târih atma. tevrlh k able'l-hıılûl: zamânı gelmeden târih atma. tevrihât ‫( ﺗ ﻮ ﺭ ﳜ ﺎ ﺕ‬a.i. tevrlh'in c .) : târihlemeler, târih atmalar. tevrlk ‫( ﺗ ﻮ ﺭﻳ ﻖ‬a.i. varak'dan. c . : tevrikat): yapraklandırma, yapraklandırılma, tevrikat ‫"( ﺗ ﻮ ﺭ ﻳ ﻘ ﺎ ﺕ‬ka” uzun olcunur. a.i. tevrlk'in c.): yapraklandırmalar, yapraklandınlmalar. tevrlm ‫( ﺗﻮﺭﱘ‬a.i. verem'den) 1 ‫؛‬. şişirme, ŞİŞkinletme. 2. verem etme, verem edilme, tevrls ‫( ﺗ ﻮ ﺭ ﻳ ﺚ‬a.i. verâset'den): miras bırakma, tevriye ‫( ﺗ ﻮ ﺭ ﻳ ﻪ‬a.i. verâ'dan): 1. merâmını gizleme. 2. ed. birka‫ ؟‬mânâsı olan bir kelimenin en uzak mânâsını kasdetme. [meselâ : "Savurur ne varsa âhir; buna rü zgâr derler” 1285

»evsen b e y tin d e k i

"rü z g â r"

k e lim e s in in

y a k ın

n a 't

d e n il m i ş t ir ) .

T e v ş ih le r,

T ü rk

m iiz i-

m â n â s ı y el, m a k s û d o l a n u z a k m â n â s ı z a -

g in d e p e k ‫ ؟‬o k t u r ; b i r k ü ll i y a t ‫ ؟‬e k li n d e d e

m a n d e m e k t ir ] .

ta b ' o l u n m u ş t u r ; d u r a k e v fe r i, d e v r - i k e b ir ,

‫ﺗﻮ س‬

te v s e n

( f .i . ) : b a ‫ ؟‬ı s e r t at; m e c . s. d i k b a ş h

tevsen-i z îb â : g ü z e l, y a k ı ş ı k l ı a t. te v s i' ‫ﻊ‬

‫ ؟‬e n b e r, z in c i r g ib i b ü y ü k ö lç ü le r le ö lç ü lü r . G iif te F a r s ç a v e A r a p ç a d a o lu r . M ı s r â l a r

adam .

‫ﻧﻮ ﺳ‬

(a.i. v ü s 'a t 'd e n ٠c. ‫ ؛‬t e v s î â t ) : g e n i‫ ؟‬-

le t m e , g e n iş le tilm e ,

m ü t e a d d i d o lu p is te n i ld i ğ i k a d a r u z a tı la b i lir. M e v z U b a k ı m ı n d a n d a n a 't d e n h i ç b i r f a r k ı y o k t u r v e o n u n g ib i p e y g a m b e r i m i z v a s f tn d a d ır . T e v ş îh , m u v a ‫ ؟ ؟‬a h g ib i k l â s i k

tevsi-i hudûd : s ı n ı r g e n iş le tm e ,

A r a p m ü z i ğ i n i n e n z e n g in ş e k i l l e r i n d e n

tevsi-i in tik a l : huk. b i r v a k ı f m a l i n i n t i k a l

b i r i o lu p , h â l e n e lim iz d e b u ‫ ؟‬e k ild e y ü z le r -

h a k k i n i v e h a d d i n i b ü y ü l t m e , g e n iş le tm e ,

ce te v ş îh v a r d ı r . F a k a t T ü r k m ü z i ğ i n d e k i

tevsi-i m e 'zû n iyye t : huk. * y e tk i g e n iş liğ i, tevsi-i tefsir : g e n iş le tic i y o r u m , tevsiât

‫ﺗﻮﺳﻊ\ت‬

(a.i. te v s î 'i n c . ) : g e n iş le tm e le r ,

‫دو ﺳﺪ‬

( a . i . ) : 1. y a s t ığ a d a y a n d ı r m a , y a s -

t ı ğ a d a y a n d ı r ı l m a . 2 . d a y a n d ı r t m a , d a y a t-

‫غ‬-

■>'‫( ﺗﻮ‬a.i. v e s a h 'd a n ) : 1. k i r l e t m e , p is -

‫( و‬a.i. v ü s û k 'd a n ) : 1. s a ğ l a m l a ş tı r -

m a , s a ğ l a m l a ş t ı r ı l m a . 2 . * b e lg e le m e , b i r ‫ ؟‬ey in , b i r h â d i s e n i n d o g r u l u n u v e s i k a (*belge) ile İ s p â t e tm e . te v s im

‫ا‬٠٠‫( ﺗﻮس‬a.i.

k a fiy e le r .

‫ م‬٠‫( ﺗﻮش‬a.i.

v e s m 'd e n . c . : t e v ş î m â t ) : 1. te -

tevşîm ât

‫ﺖ‬

‫ ر ﺑ‬٠ (a.i.

te v ş î m 'i n c . ) : v ü c u d a

d ö ğ m e y a p m a l a r ; İğ n e ile y a z ı y a z m a l a r v e y â ‫ ؟‬e k il y a p m a l a r .

‫دودر‬

tevtîr 2.

r m h a c z a m â n ı t o p l a n m a l a r ı , [ " b ir m e v s im e y e ti ş m e k " m â n â s ı b iz d e k u l l a n ıl m a z ] , (a.i. t e v s îm 'i n c . ) : 1. b a r u t l a

(a.i. v e t r 'd e n ) : 1. k a z ı k k a k m a .

y a y g ib i g e rm e .

k o y m a . 2. a d l a n d ı r m a , a d v e r m e . 3. h a c ıl a -

‫ﺗ ﻮ ﺑ ﻤﺎ ت‬

v e ş m 'd e n . c . : t e v ş î m â t ) : VÜ-

c u d a d ö ğ m e y a p m a ; İ ğ n e ile y a z i 'y a z m a

t e v t i d ^ ^ ( a . i . v e t e d 'd e n ) : k a z ı k k a k m a .

n in ü z e rin e b a r u tla v e y â d a ğ la y a ra k iş â re t

tevşîmât

(a.i. t e v ş î h 'i n c . ) : 1. s ü s le m e -

v e y â ‫ ؟‬e k il y a p m a .

le t m e . 2 . p a s l a n d ı r m a .

tevsik ‫س‬

‫ ت‬،‫ﺗ ﻮﻓ ﺢ‬

le r, s ü s le n d ir m e l e r . ( b k z : te z y în â t) . 2 . ‫ ؟‬if te

tevşîm

m a.

tevsilı

o lm a y ıp b e s te f o r m e 'u n u n b i r ç e ş it m u k a b i l i m a h i y e ti n d e d ir . te v ş îh â t

g e n iş le tilm e le r .

tevsid

g ib i d î n î c â m i m iiz ig in e m a h s u s b i r ‫ ؟‬e k il

‫دواف‬

te v v â b

(a.i. t e v b e 'd e n ) : 1. k u l l a r ı n ı n tö v -

b e s i n i k a b û l e d e n A lla h . 2. ‫ ؟‬o k tö v b e e d e n . T e v v â b î n ^ ١^ ( a . h . i . ) : t a s . K e r b e l â h â d i s e s i n d e

v e y â d a ğ l a y a r a k y a p ı l a n İş â r e tle r . 2 . a d la n -

H z . H iis e y n e y a r d i m e d i l m e m e s i n d e n d o -

d ı r m a l a r , a d v e r m e le r .

ğ a n p iş m a n lık e s â s m a d a y a n a ra k k u r u la n

‫ ( ﺗ ﻮ ﻓ ﻊ‬a . i . ) : s ü s le m e , tevşîh ‫ ح‬٠ ‫( ﺗﻮف‬a.i. v i ş â h 'd a n

f ır k a . [ E s h a p ta n S ü le y m a n b. S a d r e l- H u z a î,

tev‫ ؟‬î'

c . : te v ş îh â t) :

1. s ü s le m e , s ü s le n d ir m e ; s ü s lü e lb is e g iy -

h r k a n m b a ş ı n a g e ‫ ؟‬ra !? ti]. te v y il

‫ﺗ ﻮ دا ى‬

( a .i .c .: t ^ r y î l â t ) : b i r i s i n e (v e y lü n

d ir m e . 2 . ed. m u k a y y e d k a f iy e ile ‫ ؟‬ii r y a z -

le k e : y a z ık s a n a ! ) d e m e ; b e d d u â e tm e , ile n -

m a ; ‫ ؟‬if te k a f iy e . 3. K u r'â n -1 u s u l , â d â b v e

m e , A lla h b e lâ s ın ı v e r s in ! d e m e .

e r k â n ı ile o k u m a . 4 ٠m e v l id b a h i r l e r i a r a -

te v y ilâ t

‫ﺑ ﻼ ت‬.‫ﺗ ﻮ‬

(a.i. t e v y î l 'i n c . ) : ile n m e le r ,

s m d a d î n î v e t a s a v v u f î m â h i y e t t e k a s id e

b e d d u â e tm e le r , A lla h b e l â s ı n ı v e r s in ! d e -

ve b e s te o k u m a , [ a s il: m ü c e v h e ra th k u ş a k

m e le r.

k u ş a tm a d ır]. 5. m ü z . T iirk d în î m ü z iğ in d e b i r ‫ ؟‬e k i l d i r k i N a't-1 P e y g a m b e r î'y e v e r i l m i ‫؟‬ b i r a d d ır . Y a ln ız n a 't te k k e l e r d e v e b a ş k a y e r l e r d e o k u n d u ğ u h a l d e tevşîh d e n il e n le r m e v l id v e m i 'r â c i y y e a r a s ı n d a t e g a n n i e d il ir . ( B in â e n a le y h " m e v lid t e v ş î h i ” d e -

tevzi'

‫ﺗ ﻮ زﻳ ﻊ‬

(a.i. v e z 'd e n . c . : t e v z î â t ) : 1. d a ğ ıt-

m a , d a ğ ıt ıl m a . 2 . h e r k e s e p a y ı n ı d a ğ ı t m a , ü le ş ti r m e .

tevzi-i k u v â : k u v v e t l e r a y r ılığ ı, tevziat

‫ﺑﻌﺎت‬.‫ﺗﻮز‬

(a.i. t e v z i 'i n c . ) : 1. d a ğ ı t m a l a r ,

m e k , h a t â d a n s â l i m d e ğ ild ir , ç ü n k ü m e v -

d a ğ ıt ıl m a l a r . 2 . h e r k e s e p a y ı n ı d a ğ ıt m a l a r ,

li d d e o k u n m a s ı â d e t o l m a m ı ‫ ؟‬n a 'te s a d e c e

ü le ş tir m e le r .

،

128

tezâhümât tevzîî, te v z liy y e

‫ ﻳ ﻤ ﻪ‬3‫ ﺑ ﻌ ﻰ ؛ ﺗ ﻮ‬.‫( ﺗ ﻮ ز‬a .s.): dağıtm a,

(a.i. yüsı ٠'den. c . : teyessü rât):

teyessü r -

üleştirm e ile ilgili. A 'd âd -1 te v z liy ye (dağıt-

1. kolaylaşm a, kolay olma. 2. başarı ile bit-

m a s a y ıla r ı): birer, İkişer, üçer... gibi,

me.

te vz îî a d â le t : sosy. üleştirim li adâlet, fr. ]u stice d istribu tive. tevzîn

‫ا ت‬-

(a.i. teyessiiriin c.) : 1. ko-

laylaşm alar, kolay olmalar. 2. başarı ile bit-

‫( د و ز د ن‬a.i. v e zn 'd e n ): 1. tartm a. 2. denk-

leştirme.

meler.

‫ب‬

te 'y îd

te v z în -i m e s â î : fels. fr. so cialisatio n d u tra -

. ‫ﻻ‬

(a .i.c .: te'yîdât) : 1. kuvvetlen-

dirm e, kuvvetlendirilm e, sağlam laştırm a. 2. doğru ‫ ؟‬ikarm a, do'grulama; destekleme,

vail. teyaklcun

teyessiirât

‫ض‬

(a.i. yakin'den. c . : te y a k k u n â t):

tam olarak, iyiden iyiye bilme; iyi, tam bilinme. olarak, iyiden iyiye bilmeler; iyi, tam bilinmeler.

bir husus te'yidi Zim nm da tazam m u n eden tecellileri. te'yîs

te y a k k u z

(a.i. yakaza'dan. c. :te y a k k u z â t):

1. uyanm a, uykudan kallcma. 2. m ec. uyanıklık, açıkgözlük, (bkz : intibah).

‫ ت‬-

te y a k k u zâ t

(a.i.

teyakkuz'un

c .) :

uyanıklıklar, açıkgözlülükler. teybîs —

‫( ﺗﺄ ﻳ ﺠ‬a.i. y e 's'd e n ) : ye'se düşürm e,

‫ﺲ‬

m e'yûs etme. te y k in

‫ض‬

(a .i.c .: te y k in â t): tam olarak iyi-

den iyiye bildirm e, bildirilm e,

1. uyanm alar, uykudan kalkm alar. 2 . m ec.

‫ ﺑ ﻐ ﺎ ت‬٠ (a.i. teylcin'in c . ) : tam olarak

tey k in ât

bildirmeler, bildirilmeler, te y k iz

(a .i.): kurutm a, kurutulm a, ku-

rulam a.

‫( ﻳ ﻔ ﻬ ﻞ‬a.i.). (bkz : ikaz), ‫ص‬

te y m im

(a.i.) : teyem m üm ettirm e, etti-

rilme. -

(a.i.

yiibûset'den.

c .:

teyebbü sât): ku ru m a, kuru olma. teyebbiisât

dirmeler, sağlam laştırm alar, te'y îd â t-ı s a m e d â n iy y e : Cenâb-1 H a k k in

‫( ﺗﻠ ﺶ — ا ت‬a.i. teyakkun'un c . ) : tam

te y a k k u n â t

teyebbiis

‫ ﺑ ﺠ ﺪ ا ت‬. ‫( ﺗﺄ‬a.i. te'yîd'in c . ) : kuvvetlen-

te 'y îd â t

‫ت‬

‫د ا‬

deme[k].

(a.i. teyebbü su n c . ) : ku-

rum alar, ku ru olmalar. teyem m ü m



(a.i.

‫( ﺳ ﻬ ﺾ‬a .i.): "yü m ü n lü , u ğu rlu olsun!"

te y m in teys

‫س‬

‫( د‬a .i.c .: etyâs, tiyese, tü y û s ): teke, er-

kek keçi, (b k z : büz). yem am 'dan.

c .:

teyem m ü m ât): su bulunm ayan yerlerde, su bulunm asına İm kân olm ayan hallerde niyet ederek abdest veyâ gusül yerine kaim olm ak üzere (kum , toprak, tuğla gibi) arz cinsinden bir şeye iki defa ellerin İç k ısm ın ı

te y sîr—

(a.i. yüsr'den. c . : te y sirâ t): kolay-

İaştırm a, kolaylaştırılm a, te y sirâ t

‫—ا ت‬

(a.i. teysîr'in c . ) : kolaylaştır-

m alar, kolaylaştırılm alar. teyyâr

‫( ي — ا ز‬a .i.c .: te y y â r â t): 1. dalga, (b k z :

sürerek fazla tozu silkeledikten sonra birin-

m evc, mevce).

ci defâsında yü zü , ikinci defâsında sol elin

[şey], hazırlanm ış.

İçiyle sağ kolu, sağ elin İçiyle de sol kolu SIvam a. [sağa, sola, ileriye, geriye dörder bin

tezâ d d

‫ﺗ ﻬﺎ د‬

2 .S.

hazır, tam âm ı bitm iş

(a.i. Z id d 'd a n ):

1.

birbirine Zid

olm a, birbirin in aksine olm a. 2 . ed. cüm le-

ad ım lık mesâfede su bu lu nm adığı takdirde

de birbirine Zid ik i m ân â bulunm a. 3. ters-

teyem m üm câiz olur].

lik, aksilik.

‫— ت‬

teyem m ü m ât

(a.i. teyemmUm'Un c . ) :

teyem m üm ler. teyem m ü n



te z â h ü f ‫س‬

‫( ر ا‬a .i.): savaşta iki ta ra f askerle-

rin in çatışm ası, karşılaşm ası, (a.i.

yüm n'den.

c .:

tezâh iim

‫ﺗﺰاﺣﻢ‬

(a.i. zahm 'den. c.‫ ؛‬tezâhüm ât):

teyem m ü n ât): u ğu r saym a, u ğu r olarak

kalabalıktan

toplanm a,

y ığ ıl-

kabul etme.

m a, etrâh n i kalabalıkla çevirm e,

(b k z:

teyem m ü n ât

‫— ت‬

(a.i. teyem m iin'ün c . ) :

u ğu r saym alar, u ğu r olarak kabul etmeler. teyem m iin en

‫( ﻳ ﻤ ﻰ‬a .zf.) : u ğu r sayarak, u ğu r

kabul ederek.

sıkışm a;

izdihâm ). tezâ h ü m â t

‫ﺗﺰاﺣﻤﺎت‬

(a.i. tezâhüm 'ün c . ) : kala-

balıktan sıkışm alar; toplanm alar, yığılm alar, etrâh n i kalabalıkla çevirmeler.

1287

tezahür tezâhiir ‫( ﺗ ﻈﺎ ﻫ ﺮ‬a.i. zuhûr'dan. c .: tezâhürât):

1. meydana çıkma, belirme, [birbirine] görünme, gözükme. 2. belirti. 3. birbirine yardim etme, arka verme. tezâhürât ‫( ﺗ ﻈﺎ ﻫ ﺮا ت‬o.i. tezâhür'ün c.) : 1. yardımlar. 2. gösteri, bir şey hakkında toplu bil- halde yapılan gösteri. 3. hele, hastalık belirtileri. tezâkir ‫( ﻧﺬاﻛﺮ‬a.i. tezkire'nin c .): tezkereler. tezâkir-i vâride : gelen tezkereler, tezakkum ‫( ﺗ ﻨ ﻘ ﻢ‬a.i. zakleim'dan): lokmayı zahmetle yutma, yutulma, [hakaret olarak kullanılır]. tezârü f ‫( ﺗﻈﺎر ف‬a.i.): zarif olmale isteme, t e z â u f ^ ^ j ' (a.i. zı'f'dan): iki kat olma, iki misli olma. tezâuf-i şa h siy y e t: psik. benlik ikileşmesi, tezâviil ‫( " زاول‬a.i.): bir şeyi meydana getirme, tezâvür ‫( ﺗ ﺰا و ر‬a.i.c.: tezâvürât) : birbirini ziyâret etme. tezâvürât ‫( ﺗﺰاورات‬a.i. tezâvür'ün c.): birbirini ziyâret etmeler. tezâyuk ‫( ﺗﻀﺎﻳﻖ‬a.i. ziyâdet'den. c .: tezâyüdât): artma, çoğalma, ziyâdeleşme. tezâyüd ‫( راﻳ ﺪ‬a.i.): 1. sıkışma. 2. çoğalma, artma. tezâyüdât ‫( ﺗ ﺰ ا ﻳ ﺪ ا ت‬a.i. tezâyüd'ün c.): artmalar, çoğalmalar, ziyadeleşmeler, tezâyiif ‫( ﺗﻀﺎﻳﻒ‬a.i.): fels. fr. connoter. te z a'zu ' ,‫( ﺗ ﺰ ﻋ ﺰ ع‬a.i.): 1. önleme, engel olma. 2. deprenme. tezbib ‫( ﺗ ﺰ ﺑ ﻴ ﺐ‬a.i.): 1. yaş meyvayı kurutma. 2. bir şeyin İçine kuru üzüm koyma, tezbih ‫( ﺗﺬﺑﻴﺢ‬a.i.). (bkz : zebh). tezbil ‫( ر ﻳ ﻞ‬a.i.): gübreleme [toprağı-], tezbir ‫ ر‬٠‫( رب‬a.i. zebr'den. c . : tezbirât) ‫ ؛‬yazma, yazılma. tezbirât ‫( ر ﺑ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. tezbir): yazmalar, yazılmalar.

‫( ﺗﺰﺑﺪ‬a.i. zebed'den): 1. köpüklenme, köpürme. 2 ٠kaymak bağlama, kaymaklanma. tezebbüd-i le b e n : sütün kaymaklanması, tezebzüb ‫ﺗ ﺬ ﺑ ﺬ ب‬ (a.i. zebzebe'den. c .: tezebziibât): 1. kararsızlık. 2. karışıklık, tezebzübât ‫( ﺗﺬﺑﺬﺑﺎ ت‬a.i. tezebzüb'iin c.): 1. kararsızlıklar. 2. karışıklıklar. tezebbüd

1288

tezebzübât-1 beytiye : evin karışıklığı, tezehhur ‫ﺮ‬ tezehhiid

‫( " ز ﺧ‬a.i.) : denizin köpürüp taşma-

‫( ﺗ ﺰ ﻫ ﺪ‬a.i. zühd'den) : zâhid .im a,

ibâdete dalma. tezehhür ‫( رص‬a.i. zehre'den. c. : tezehhürât) ‫؛‬ 1. çiçeklenme. 2. kim. çiçeksime, tuzlanma, fr. efflorescence. 3 ٠hek. üst derinin üstün-

de görünen ufak ufak kabarcıklar,

‫( ﺗﺰﻫﺮات‬a.i. tezehhiir'ün c.) : tezehhürler, çiçeklenmeler.

tezehhiirât

tezekki ‫( ﺗ ﺰ ﻛ ﻰ‬a.i. tezkiye'den) : temizlenme, temize çıkma. tezekkür ‫( ﺗ ﻨ ﺮ‬a.i. zikr'den. c. : tezekkürat) : 1. hatıra getirme. 2. bir meseleyi konuşma, bir mesele konuşulma. tezekkürât ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﺮ ا ت‬a.i. îezekkür'ün c.) : tezekkürler. tezekküri ‫( ﺗ ﻨ ﻜ ﺮ ى‬a.s.) : Gylaşık, bir mese. leyi konuşmaya âit, konuşma, görüşme, müzâkere ile ilgili, fr. délibératif, t e z e l l u k ^ (a.i. zelk'den) : kayma, sürçme. te zellu k i akdâm : ayakların kayması, tezelliil ‫( ﺗ ﺬﻟ ﻞ‬a.i. zillet'den. c. : tezellülât) : zil-

lete katlanma, kendini hor ve hakir gösterme, alçalma, küçülme.

‫( د‬a.i. tezellül'iin c.) : tezellüller, zillete katlanmalar, alçalmalar, küçülmeler,

tezelliilât ‫ى‬

‫( ر ﻟ ﺰ‬a.i. zelzele'den. c.: tezelzülât) : sarsılma, sallanma. Irgalanma,

tezelzül ‫ل‬

tezelziil-i esnân : dişlerin sallanması,

‫( ﺗ ﺰﻟ ﺰ ﻻ ت‬a.i. tezelziil'ün c.) : sarsılmalar, sallanmalar, ırgalanmalar.

tezelziilât

tezelzülât-1 arziyye : yer sarsıntıları, tezelzül ‫( ر دﻟ ﻰ ؛‬a.s.) : depremsel, depreme âit, fr. séismique.

tezemmül ‫( ر ﻣ ﻞ‬a.i. zeml'den) : bürünme, sarinma, örtünme. nebevi : Hz. Muhammed'e Hira'da ilk vahy nâzil olduktan sonra titreyerek hânesine döndüğü zaman, refikası Hadîcetü'l-Kübrâ tarafından üzerinin örtülmüş olması keyfiyeti,

tezemmiil-i

tezenbür ‫( رض‬a.i.) : kibirlenme, kurulma, tezenduk

‫( ﺗﺰﻧﺪق‬a.i.) : zındıklaşma, hak yolun-

dan ayrılma.

tezmîm

‫( ررر‬a.i.): hek. 1. polipler, halkaviye- tezkir ‫( د ﻛ ﻴ ﺮ‬a.i. zikr'den. c .: tezkîrât) : 1. hatıra getirme, hatırlatma, hatırlatılma. 2. gr. ler gibi hayvanların vücutlarında meydana bir kelimeyi miizeklcer (erkek) klima. gelen tomurcuğun yavaş yavaş büyüyerek 3. vaaz ve nasihat etme. olduğu yerden ayrılıp yeni bir hayvanin dogması. 2. bot. bir tohumdan başka bir tezkîrât ‫( د ر ا ت‬a.i. tezkir'in c .): tezkirler. tohumun çıkması. tezkire ‫( ﺗﺬﻛ ﺮه‬a.i. zikr'den. c . : tezâkir) : 1. teztezerrürî ‫( ﺗ ﺰ ر ر ى‬a.s.) : 1. tezerrüre menkere, pusula. 2. hükümetten alman izin sup, tezerriirle ilgili. 2. tezerrür sûretiyle. kâğıdı. 3. bâzı meslek sâhibi kimseler İ‫ ؟‬in Tenâsül-i te z e rriiri : tezerriir yoluyla olan yazılan biyografi. üreme, üretme, tezkire-i sâm iyye : sadrâzamlık makamıntezerv ‫( درو‬f.i.): zool. sülün, dan yazılan tezkere. tezerv-i z e rrîn -p e r: ı) altın kanatlı sülün; tezkiretü'1-evlîyâ: velîlerden birçoğunun 2) mec. Güneş. biyografisinden bahseden kitab. tezervi ‫( د ر و ى‬f.i.): zool. sülüne âit, onunla tezkiretü'ş-çu arâ : şâirlerden bir kısmının ilgili. biyografisini ve şiirlerini İçine alan kitap. tezevvuk ‫( د و ق‬a.i. zevk'den. c .: tezevvukat): 4. hatırlamaya vesile olan şey. 1. zevk alma, tad alma. 2. tatma, tezkiri ‫( دﻧ ﻚ—رى‬a.s.): bot. erkeklik organıyla tezevvukat ‫“( د و ﻗ ﺎ ت‬ka" uzun okunur, a.i. ilgili. tezevvuk'un c .): zevk almalar, tad almalar, tezkiye ‫( ﺗ ﺰ ﻛ ﻴ ﻪ‬a.i. zekât'dan): 1. temiz etme tezevvüc ‫( ر و ج‬a.i. zevc'den. c .: tezevvücât): [kusurdan], temize çıkarma, aklama. 2 ٠sozevce edinme, edinilme, evlenme, ruşturarak birinin iyi halli olduğunu meytezevvücât ‫( ر و ^ ت‬a.i. tezevviic'ün c .): zevce dana çıkarma. 3. malin zekâtını verme. edinmeler, evlenmeler. tezkiye-i m e y y it : ölüyü kefenledikten sonteze٦٩٢üd ‫( ﺗ ﺰ و د‬a.i.): yol İçin yanma azık, yira orada hazır bulunanlardan cenâzenin yecekalma. ahvâlini sorma. tezeyyün ‫( ر س‬a.i. zeyn'den. c.: tezeyyünât): tezkiye-i nefs : tas. insan nefeinin Allah sevzînetlenme, süslenme. gisi dışında kalan her türlü tutku ve hevestezeyyünât ‫( رﻳﯫ ت‬a.i. tezeyyün'ün c .): lerden arınması. zinetlenmeler, süslenmeler, tezkiye-i şü h û d : huk. şâhitlik yapanların tezfît ‫( ﺗﺰﻓﻴﺖ‬a.i. zift'den): ziftleme, ziftlenme, doğru kimseler olup olmadığını mahkemezift sürme. nin araştırması. tezhib ‫( ﺗ ﻨ ﻬ ﻴ ﺐ‬a.i. zeheb'den. c .: tezhibât): tezkiye v a ra k a s ı : *arıtlama .belgesi, 1. altın sürme, sürülme. 2. yaldızlama, yaldızlanma. 3 ٠süsleme. 4. hek. çürümüş diş- tezkiye-nâm e ‫( ر ي ﻧﺎ ﺳ ﻪ‬a.f.b.i.): huk. bir şâhidin durumunu öğrenebilmek İçin leri altınla doldurma, altm dolgu yapma, mahkemelerden o şâhidin bulunduğu yere tezhibât ‫ ذ ﺳ ﺎ ت‬٠(a.i. tezhîb'in c .): tezhibler. veyâ muhtara gönderilen yazı. te'zîn ‫( ﺗﺄﻧﻴﻦ‬a.i. ezân'dan): ezan okutma, tezlik ‫( رد ق‬a.i.): kaydırma, kaydırılma, sürçtezkâr ‫( ﺗ ﺬ ﻛ ﺎ ر‬a.i.): hatırlama, anma, anılma, türme, sürçtürülme. ["tizkâr" şekli galattır]. tezlil ٠‫( ' ذ ﺑ ﻞ‬a.i. zillet'den. c . : tezİîlât) : zelil tezkere ‫( ﺗﻨﻜ ﺮه‬a.i. zikr'den. c .: tezâkir): 1. tezetme, edilme, tahkir etme, hor ve hakir .kere, pusula. 2. hükümetten alman izin görme, görülme. kâğıdı. 3. bazı meslek sâhibi kimseler İçin yazılan biyografi. 4. askerlik görevinin bi- tezİîlât ‫ ت‬٠‫( د ب‬a.i. tezİîl'in c.): zelil etmeler, edilmeler, tahkir etmeler, hor ve hakir görtirildiğini bildiren .belge, [asil: tezkire'dir]. meler, görülmeler. (bkz: tezkire). tezm il ‫ﻞ‬ ‫ﺠ‬ ‫( ر ﻫ‬a.i.): örtü, sargı İçine sarma, satezkere-i sâ m îy e : huk. [eskiden] sadâret rılma. makamından resmi olarak yazılan varakatezm îm ‫( ر ص‬a.i. zîmâm'dan): yular takma. nin adi.

tezerriir

1289

teznib

teznib ‫( ﺗ ﺬ ﻟ ﻴ ﺐ‬a.i. zeneb'den. c .: teznibât) ‫؛‬ 1. kuyruk takma. 2. ekleme, İlâve etme. 3. ek. (bkz: İlâve, zeyl). teznibât ‫( ﺗﻨﻨﻴ ﺠﺎ ت‬a.i. teznib'in c .): 1. kuyruk takmalar‫ ؛‬ilâveler, eklemeler. 2. ekler, teznid ‫( ' ﻧ ﺰ ﻳ ﺪ‬a.i. zend'den): ‫ ؟‬akmakla ateş ‫ ؟‬akma. tezvib ‫( ﺗ ﺬ و ﻳ ﺐ‬a.i. zevebân'dan. c. ‫ ؛‬tezvibât): eritme, eritilme. tevzib b i't-tah vil: kim. kül İçinde yıkayarak kalevi tuzları ayırmak. tezvibât ‫( ﺗ ﺬ و ﻳ ﺒ ﺎ ت‬a.i. tezvib'in c.): tezvibler, eritmeler, eritilmeler. tezvic ‫( ﺗ ﺰ و ﻳ ﺞ‬a.i. zevc'den. c .: tezvicât): 1. kocaya verme, evlendirme. 2. huk. birine eş olma, nikahlanma, eş klima, tezvicât ‫( ﺗﺰوﻳﺠﺎت‬a.i. tezvic'in c.): kocaya vermeler, evlendirmeler. tezvid ‫( ﺗﺰوﻳﺪ‬a.i.): yol İ‫ ؟‬in azık, yiyecek verme, azıklandırma. tezvik ‫( ﺗ ﺬ و ﻳ ﻖ‬a.i. zevk'den): 1. zevk aldırma. 2. tattırma, tattırılma. tezvir ‫( ﺗ ﺰ و ﻳ ﺮ‬a.i. zevr'den. c . : tezvirât): 1. yalan dolan. 2. ara bozmak ve bilhassa fenâlık kasdıyla yapılan kovuculuk. Ehl-İ tezvir: yalan söyleyip ara bozanlar, tezvirât ‫( ﺗﺰوﻳﺮات‬a.i. tezvir'in c.): tezvirler, yalan dolan şeyler, kovuculuklar. tezviren ‫( ﺗﺰوﻳﺮأ‬a.zf.): tezvir yoluyla, tezyid ‫( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﺪ‬a.i. ziyâde'den. c .: tezyidât): ziyadeleştirme, ziyadeleştirilme, arttırma, artırılma. tezyid-i gayret: gayreti artırma, tezyidât ‫ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﺪ ا ت‬ (a.i. tezyid'in c .): ziyâdeleştirmeler, ziyâdeleştirilmeler, artırmalar, artırılmalar. tezyif ‫( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻒ‬a.i. zeyfden. c .: tezyifat): 1. züyûfa ‫ ؟‬ikarma, kalp, sahte, değersiz olarak gösterme. 2. eglenme, alay etme, tezyifât ‫( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻔﺎ ت‬a.i. tezyifin c .): tezyif yollu sözler.

tezyinât ‫( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﺸ ﺎ ت‬a.i. tezyin'in c.) : süsfler], bezekfler]. tezyînât-ı m i'm âriyye: mîmârî süsler, nakıçlar. tezyini ‫( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻐ ﻰ‬a,s.): süsleme ile ilg ili, bezeme üzerine olan, *bezeksel. ti ‫( ط‬a.f.ha.): OsmanlI alfabesinin on dokuzuncu harfi olup "ebced" hesâbında dokuz sayısının karşılığıdır, t harfini karşılar. tıb ‫( ﻃﺐ‬a.i.). (bkz: tıbb). tıbâ' ‫( ﻃﺒﺎع‬a.i. tab'ın c.) ‫ ؛‬tabiatler, yaradılışlar, âdetler. tıbâa, tıbâat ‫ ﻃﺒﺎﻋﺖ‬، ‫( ﻃﺒﻌﻪ‬a.i.): 1. kılı‫ ؟‬yapma san'atı. 2. kitap ve şâire basma İŞİ. Dârü'ttıb â a : matbaa, basımevi. Dârü't-tıbâati'lâ m ire : devlet matbaası, [sonraları: "matbaa-i âmire” olmuştur]. tibâbet ‫( ﺗﺒﺎ ﺑ ﺖ‬a.i.): [asil: böyle olmakla berâber bizde "tababet" şekli kullanılmıştir], (bkz: tabâbet). tibâhat ‫( ﺑﺎ ﺧ ﺖ‬a.i.): [asilböyleolmaklaberâber bizde "tabâhat” şekli kullanılır olmuştur], (bkz: tabâhat). tıbâk ‫( ﻃ ﺒ ﺎ ق‬a.i.): 1. uygunluk, uyma, (bkz: mutabakat). 2. kat, tabaka. Sipihr-i niih t ıb â : dokuz kat gök. tıbâk-ı îcâb : ed. aralarında mutâbakat olan kelimelerin icap mânâsını kapalı sûrette anlatma. M eselâ: “ Güller safâda hurrem ü handân ve şâdmân / Bülbül belâda bencileyirnzâr ü bî-karâr". tıbâk-ı selb : ed. aralarında mutâbakat olan kelimelerin selb mânâsını îmâ etmesi. M eselâ: “Açıldı gönceler bâg-1 cihanda / Neler oldu açılmaz oldu gönlüm''. tıbb ‫( ﻃ ﺐ‬a.i.): hekimlik, tabiplik, doktorluk. İlm-i tıbb : hekimlik ilmi. tıbb-ı a d lî: huk. adli tip, hukuk veyâ ceza mahkemelerinin gerçeği aydınlatmasını kolaylaştırmakla görevli bulunan müessese, tip kolu. tıbb-ı nebevi ‫ ؛‬Hz. Muhammed'in emir buyurmuş ve tatbik etmiş oldukları sıhhat kaideleri.

tezyil ‫( ﺗ ﻨ ﻴ ﻴ ﻞ‬a.i. zeyl'den. c .: tezyilât): 1. ekleme, katma, İlâve etme. 2. altına devâm etme, İlâve sûretiyle yazma,

tıbben ‫( ﻃﺒﺄ‬a.zf.): hekimliğe uygun olarak, hekimliğin gösterdiği yolda.

tezyin ‫( ﺗ ﺰ ﻳ ﻴ ﻦ‬a.i. zinet'den): zinetlendirme, süsleme, süslenme.

tıbbî ‫( ﺑ ﻰ‬a.s.): 1. hekimliğe, doktorluğa âit, hekimlikle, doktorlukla ilgili. 2. hekimce.

1290

٠ıyn-ı h‫؛‬kme٠ tıbbiyye ‫( ﻃﺒﻴﻪ‬a.i.): tıb mektebi, tip okulu. t ı b k ^ ( a . i . ) :tıpkı,aynı. tıbkan ‫( ﻃﺒﻘﺎ‬a.zf.): aynen, benzeyerek, tıfl ‫( ﻃ ﻐ ﻞ‬a.i.c.: etfâl): küçük çocuk, (bkz: güdek). tıfl-ı b îd â r: uyumayan çocuk, tıfl-ı bî-haber : hiç bir şeyden habersiz olan çocuk. tıfl-ı cân-rübâ :'gönlü alan çocuk, tıfl-ı cihel-rûze : Hz. Âdem, tıfl-ı ebced-hân : 1) yeni okumaya başlayan çocuk; 2) çok az okumuş, tıfl-ı H in d i: gözbebeği, tıfl-ı m ah rû m : yoksul çocuk, tıfl-ı ma'sûm : günahsız çocuk, tıfl-ı melek-çihre : melek yüzlü çocuk, tıfl-ı m uhabbet: sevgi çocuğu, tıfl-ı nâ-dân : cahil, toy çocuk, tıfl-ı nâ-tuvân : zayıf çocuk, tıfl-ı nev-zâd : yeni doğmuş çocuk, tıfl-ı s iriş k : gözyaşı çocuğu, [akıtılan gözyaşlarının çocuğa benzetilmesi], tıfl-ı şîr-hâre : süt emen çocuk, tıfl-ı ııryân : çıplak çocuk, tıfl-ı zâr : ağlayan çocuk, tıfl-ı zebân-dân : akıllı çocuk, tıfl-âne ‫( ﻃﻐﻼﻧﻪ‬a.f.zf): çocukca, çocuk gibi, tıfliyyet ‫( ﻃ ﻐ ﻴ ﺖ‬a.i.): çocuk sapaklığı, küçük çocuk hâlinde kalma, fr. infantilisme. tıhâl ‫( ﻃﺢ؛ل‬a.i.): hek. dalak, tıhl ‫( ﻃ ﺤ ﻞ‬a.s.): 1. dalağı büyük adam. 2. hiddetli [adam]. tıksâr ‫( ﺗﻘ ﻤﺎ ر‬a.i.): halka şeklinde tâc. t ilâ' ‫( ﻃﻼﺀ‬a.i.): 1. sürülecek şey. 2. mâdeni parlatacak mâyi (sıvı) yaldız. 3. sürülecek merhem, yağ, ilâç. 4. cila verecek boya. Zer-İ t ilâ ': yaldız altını, (bkz: saykal). 5. altm yaldız. 6. sirma. 7. altm yaldızla süsleme veyâyazı yazma. 8. saf altm. tılâ-dûz ‫( ﻃ ﻼ د و ز‬a.f.b.s. ve i.) : Sirmacı, altın yaldızla nakış yapan. tılâ-kâr ‫( ﻃﻼﻛﺎر‬a.f.b.s.): yaldızlı, (bkz: saykalkâr; saykal-zen). tılâ-kârî ‫ د ﻻ ﻛﺎ ر ى‬. (a.f.b.i.): yaldızcılık, (bkz : saykal-kâri, saykal-zeni). tilavet ‫( ﻃﻼوت‬a.i.): güzellik, sevimlilik.

tılısm ‫( ﻃﻠ ﺴﻢ‬a.i.c.: telâsim, tılısmât): 1. tılsım, esrarlı bir kuvvet taşıdığına inanılan ?ey, kimse, i . çâre, tedbir. 3. sihir, büyü, (bkz: efsûn, rukye). tılısm ât ‫( ﻃﻠ ﺴ ﻤ ﺎ ت‬a.i. tılısm'ın c.): tılsımlar, (bkz: telâsim). tımâr-hâne ‫( ﺗ ﻴ ﻤ ﺎر ﺧ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.b.i.). (bkz: timârhâne). tınâb ‫( ﻃ ﻐﺎ ب‬a.i.c.: tuhub): kazığa bağlanan çadır ipi. tınnet ‫( ﻃﻐﺖ‬a.i.): ‫ ؟‬mlama. Tıphâne-i âmire ve Cerrah-hâne-i ma'mûre ‫( ﻃﺒﺨﺎﻧﻪﺀ ﻋﺎﻣﺮه و ﺟﺮاﺣﺨﺎﻧﻪﺀ ﻣ ﻌ ﻤ ﻮ ر ه‬a.b.i.): [eskiden] tip tahsili İ‫ ؟‬in açılmış olan mektep. [II. Sultan Mahmud'un hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi'nin gösterdiği liizum ve verdigi takrir üzerine 1242 (1827) de açılmıştir]. tırâd ‫( ﻃﺮاد‬a.i. tard'dan): 1. [savaşta] ileri atılma, saldırma. 2. vahşî hayvanlan kovalayarak av yapma. 3. kısa mızrak, harbe, tırâz ‫( ﻃ ﺮا ز‬a.i.): 1. ipek ve Sirma ile İşleme. 2. elbiselere nakışla yapılan süs. 3. süs. 4. üslûp, tutulan yol. 5. döviz, fr. devise. -tırâz ‫ ﺗ ﺮا ز‬- (f.s.): "donatan, süsleyen” mânâlarına gelerek .birleşik kelimeler yap a r: Şükûfe-tırâz: çiçek süsleyen. Yâvetır â z : yalanla süsleyen., gibi, tirâzende ‫( ﻃﺮازﻧﺪه‬f.s.): süsleyen, süsleyici, donatan, donatıcı, bezeyici, tirâzende-i a rû sâ n : gelinleri süsleyen, tırcihâle ‫( ﻃ ﺮ ﺟ ﻬﺎﻟ ﻪ‬a.i.): anat. hançerenin yukari ve arka tarafında bulunan iki küçük kıkırdağın herbiri. tırcihâlî, tırcihâliyye ، ‫( ﻃﺮﺟﻬﺎﻟﻰ‬a. s.) : tırcihâleye mensup, bununla ilgili, tırrîh ‫( ﻃﺮﻳﺦ‬a.i.): tuzlu balık, sardalya. tırs ‫( ﻃﺮس‬a.i.): âbâdî ve âharlı yazı kâğıdı, tıvâl ‫( ﻃﻮال‬a.s. tavil'in c.). (bkz: tavil). tıyere ‫( ﻃﻴﺮه‬a.i.): uğursuz sayılan şey. tıyn ‫( ﻃﻴﻦ‬a.i.): çamur, balçık, tıyn-i a h m er: kızıl aşıboyası. tıyn-ı asfer : jeol. sari aşıboyası. tıyn-ı eb yaz: tebeşir, tıyn-ı h a d îd î: jeol. aşıboyası. tıyn-ı h ik m et: tebeşir, [eslciden] hattatların verdiği bir ad. 1291

tıynet

‫ﻃﻴ ﺖ‬

t ıy n e t

( a .i.) : y a r a d ılış , m iz â c , m a y a .

tîg -i

‫ﺑ ﻰ‬

tıy n î

( a .s .) : 1. tabîî, y a ra d ılış ta n . 2 . ‫ ؟‬a-

m u rla , b a lç ık la ilg ili.

‫ﻳﺮه‬

tıy r e

‫ﺐ‬

‫ﻳ‬

t î g - i g û ş t î n (etten k ılı‫ ) ؟‬: dil.

t î g - i k û h : d a ğ ın tepesi, t î g - i s i t e m : sitem , z u lü m k ılıc ı,

( a .i .c .: e t y â b ) : g iiz e l k o k u , g iiz e l k o -

t î g - i t e b e r ş â h - 1 m e r d a n : elin d e, a v u c u n d a

k u lu n esn e, g iiz e l k o k u su İ‫ ؟‬in sü rü le n şey.

h i‫ ؟‬b ir ş e y k a lm a m ış olan, m eteliğ e k u r ş u n

( b k z : galiye).

atan.

‫ﺗﴼن‬

tib n tib n i tib r

( a .i.c .: e t b â n ) : sa m a n , (b k z : tebn).

‫ص‬

‫ﺑ ﺮ‬

( a .s .) : s a m a n re n k li, (b k z : tebni). ( a .i.) : 1. toz h â lin d e a ltın , altın tozu.

t î g - i t i z : ( b k z : tîg -i b ü rrâ n ). t î g - i z e b â n : y a r a la y ıc ı söz.

t ib y â n

‫ﺗﺞ‬

t îc â n

‫ﺳﺎن‬

( a .i.) : a‫ ؟‬ık a n la tm a , b ild irm e ,

‫ﺳﺠﺎن‬

( h .i .) : 1. ş im â lî (k u z e y) A fr ik a 'd a

te'sirli sö z sö yleyen .

k a tin e m e n su p k im se . 3 . d în e a ş ırı ö lçü d e

k u lla n a n .

‫ ( ﺗﻴﺠﺎﻧﻴﻪ‬a .i.) :

a lın a r a k

tîg -z e n 'în c . ) : iy i k ılı‫؟‬

k u lla n a n la r.

A h m e d e t-T ic â n î a d in -

H a lv e ti

‫ ﺗ ﺠ ﺦ زﻧﺎن‬f.b.s.

tîg -z e n â n

b a ğ lı b u lu n a n , y o b a z k im se .

dan

(f.b .s .c . : t îg - z e n â n ) : iy i k ılı‫؟‬

‫ﺑ ﻎ زن‬

tig -z e n

g e lişen b ir m u a h h a r ta rik a t. 2 . T ic â n î ta ri-

T îc â n îy y e

‫( ﺗﻠﻎ دار‬f.b .s .): k ılıç lı, k ılı‫ ؟‬ta şıy a n , ‫( ﺗ ﺦ ز ﺑ ﺎ ن‬f.b .s .): d ili k ılı‫ ؟‬g ib i o lan ,

tîg -d â r

tîg -z e b â n

(a.i. tâ c'ın c . ) : taçlar, (b k z : tîc).

‫ﻵﻓ ﻰ‬

( f.b .s .) : k ılı‫ ؟‬b a ğ la y a n , k ılı‫؟‬

k u şa n a n .

(a.i. tâ c'ın c . ) : taçla r, (b k z : tîcân ).

T îc â n î

‫ﺗﺦ ﺑ ﻐ ﺪ‬

t îg -b e n d

2 . a ltm k ü lçesi.

t îc

k ı l ı c ı ) : şa ra p

t î g - i H i n d i : H in d ‫ ؟‬e liğ in d en y a p ılm ış k ılı‫ ؟‬,

( a .i.) : 1. g ü c e n m e , d a rılm a . 2 . g iic e -

nen, d a rıla n . tîb

(E fr a s y â b 'ın

E frâ s y â b

k â se sin in p a rıltısı,

t ıy n e t - i p â k : te m iz y a r a d ılış ‫ ؛‬s a f tabiat,

t a rik a tın ın

tîh

‫ي‬

( a .i.c .: ety â h . c . : e t â v i y e ) : 1 . 0 1‫ ؟‬. (b k z :

k o lla -

b e yâ b â n ). 2 . (h.i.) M ıs ır ile Ç am a ra sın d a ,

r m d a n b irin e v e rile n b ir ad. [b u t a r i k a t a :

S în â d a ğ ın ın b u lu n d u ğ u y a r ım a d a d a b ir

"T a r îk a t -ı A h m e d iy y e , T a r îk a t-1 M u h a m m e -

01‫ ؟‬. [H z. M û s â , M ıs ır 'd a n ç ık tık ta n so n ra

d iy y e , T a r îk a t-1 ib r â h im iy y e -i H a n if iy y e "

h a lk ı ile b irlik te b u ‫ ؟‬ö ld e k ır k y ı l d o la şm ış-

de d e n ilir].

tir]. 3 . b iy . d o la m b a ‫ ؟‬.

tic â r e t

‫^ر ت‬

tîc â r e t-g â h

( a .i.) : tic â re t, a lım -s a tım .

‫ﺗ ﺠ ﺎ ر ﺗ ﻜﺎ ه‬

(a .f .b .i.): tic â re t y e ri,

ticâ rete e lv erişli o la n yer.

tic â re t e d ile n yer. tic â r î, tic â r iy y e

tîg

‫ ﺗﺠﺎوﺑﻪ‬، ‫ﺗ ﺠ ﺎ و ى‬

‫ﺗﻢ‬

( f .i.) : ‫ ؟‬il k u şu ,

‫ﻗﺎ ن‬

tik a n

‫ﺗ ﻼل‬

‫( ﺗﻼﻣﻴﺬ‬a.i.

tilm îz 'in c.). ( b k z : tilâ m iz e ).

‫ﺗ ﻼﻣﺬه‬

(a.i. t ilm îz 'in c . ) : 1 . 'talebeler,

tilâ m îz

‫ﺗﺦ‬

tilâ m iz e

t î g - i a b d â r : siv ri, k e sk in k ılı‫ ؟‬, t î g - i â t e ş - b â r : ateş y a ğ d ır a n , k e sk in k ılı‫ ؟‬, t i g - i b â t ı n : k ita p k e n a rla rın a , b a ş lık ü z e rle -

rin e y a p ıla n m o tifle r, ‫ ؟‬iz gile r. t î g - i b e n d : t a s . B e k tâ şi t a rik in e g ir e c e k o lan

.ö ğ re n c ile r, (b k z : tîlâ m îz ). 2 . ‫ ؟‬ıra k la r, tilâ v e t

tilk a '

k a d ın la r, m u h ib b e le r t a r a fın d a n ö rü lm ü ş

tilm iz

1292

‫ﺗﻠ ﻐﺎ ﺀ‬

(“ k a ” u z u n o k u n u r, a . i . ) : 1. ta ra f,

‫ ( ﺗﻠﻪ‬a .i.) : 1. b a sa m a k . 2 . sıra d a ğ , ‫ ( ﺗﻠﺪ‬f .i.) : işle n m e m iş a ltın ,

t ille t ille

t î g - i d û d e s t î : k u v v e t li ışık.

( a .i.) : K u r 'â n -1, g ü z e l sesle v e

y ö n ‫ ؛‬h izâ . 2 . g ö rü şm e ; b u lu şm a ,

g ö n d e rd iğ i k o y u n u n tü y le rin d e n , m e n su p

t î g - i b ü r r â n : k e sk in k ılı‫ ؟‬,

‫ﺗﻼو ت‬

u sû lü n e g ö re o k u m a , o k u n m a ,

tâ lib in in tisa p g ü n ü k u r b a n e d ilm e k ü z e re

in c e b a ğ . [B e k tâ şi tâ b irle rin d e n d ir].

(a.i. te ll'in c . ) : tepeler, k ü m ele r, y i-

ğ ın la r.

âit, tic â re tle ilg ili. ( f .i .) : k ılı‫ ؟‬, (b k z : h ıısâ m , s e y f).

(“ k a ” u z u n o k u n u r, a.i. ta k 'ın c . ) :

tak lar, ( b k z : tâkat). tilâ l

( a .s .) : ticâ re te

M U k e rre m e 'n in

b ir ad i. A r z - 1 t i h â m e : H ic a z to p ra ğ ı, tîh û

‫( ﺗﺠﺎرﺗﻜﻪ‬a.f.b.i.). ( b k z : ticâ re t-g â h ). t î c â r e t - h â n e ‫( ﺗ ﺠﺎ رﺗ ﺨﺎﻧ ﻪ‬a .f.b .i.): tic â re t yeri, tic â r e t-g e h

‫ ( ﺗﻬﺎﻣﺔ‬a .h .i.) : M e k k e -i

T ih â m e

‫ﺗﻠ ﻤ ﺠ ﻦ‬

( a .i.c .: telâ m îz , t e lâ m iz e ) : 1 . ta le-

b e (.ö ğ re n c i). 2 ٠‫ ؟‬ıra k . tîlm îz -â n e

‫ﺗﻠﻤﻴﺬاﺗﻪ‬

( a .f.z f.) : ta leb ey e (.ö ğ r e n c i-

ye) y a k ış a c a k y o ld a .

tîrîz

tilmîziyyet ‫( ﺗﻠﻤﻴﺬي— ت‬a.i.) : talebelik (*öğrencilik). tîm âr ‫( ﺗ ﻴ ﻤ ﺎ ر‬f.i.): 1. yara balcımı. 2. ağaç bakimi. 3. hayvani temizleme, tımar. 4. tar. beslediği sipahilerle lrarbe giden beylere -öşrünü almalc üzere- ayrılan arâzî. tîmâr-hâne ‫( ﺗﻴ ﻤﺎ ر ﺧﺎﻧ ﻪ‬f.b.i.) : tımarhâne, akil hastahânesi. tîmsâh ‫( ' ﺳ ﺎ ح‬a.i.c.: temâsih) : timsah, timsâhiyye ‫( ﺗ ﻤ ﺎ ﺣ ﻴ ﻪ‬a.i.) : zool. timsahlar, fr. crocodiliens. timsâl ‫( ﺗ ﻤ ﻐ ﺎ ل‬a.i.c. : temâsîl) : 1. sûret, resim. 2. sembol, simge. timsâl-î mücessem : ı) heylcel; 2) örnek, timsâl-î kehkeşân-sâkiıı: kehkeşanda oturan sembol. tîm sâlî ‫( ﺗﻤﻔﺎﻟﻰ‬a.s.): sembolik, tîn ‫( ﻗ ﻦ‬a.i.): incir. tîn sû resi: (bkz : sûre-i tin), tînbâl (a.s.): kısa, bodur [kimse], tînnîn j —٠٥ (a.i.): 1. büyük yılan, ejderhâ. 2. astr. yedi burç boyunca uzanan hafif beyazlık. 3. astr. Ejderhâ burcu, semânın kuzey yarımküresinde Küçükayı burcunu çepeçevre saran ve s gibi kıvrılıp bir yıldiz dörtgeniyle nihâyet bulan zincirvâri bir burç, Draco; fr. Dragon, tînnîn-i felek: astr. Samanyolu, (bkz: kehkeşân). [bu ad, yanlış olarak verilmiştir]. tir ‫( ض‬f.i.) :1 . ok. tîr-i kazâ : [ok gibi gelen] kaza ve kader, tîr-i m â h : haziran. tîr-i seher, - -i seheri : sehei" vakti çekilen ah, edilen inkisar, tîr-i,terâzû : terazi kolu, tîr ü kemân : ok ile yay [sevgilinin kirpiği ve bakışı]. 2. astr. Utarit (Merkür, Arzıtilek). tîrâje ‫( ﻗ ﺮ ا ؤ ه‬f.i.): gökkuşağı, elegimsagma. (bkz: âdyende, alâim-üs-semâ, kavs-i kuzah). tirâs ‫( ﺗﺮاس‬a.i. türs'ün c .): ask. kalkanlar [âlet]. (bkz : etrâs, tirâse, türûs). tirâse ‫( ﺗﺮاس ا‬a.i. türs'ün c .): ask. kalkanlar. (bkz : etrâş, tirâs, türûs). tirâş ‫( د را ش‬f.i.): 1. tıı'aş. 2. üstten ve düz olaralc yontma. 3. s. üstten yontan ve yontarak

düzelten. Büt-tirâş : put yontan, put yapan. Ser-tirâş: berber, (bkz: hallâk). Sengtirâş: ta? yontucu [asil: “terâş” dır], tirâçân ‫( ﺗ ﺮا ﺷﺎ ن‬f.s. tirâş'ın c .): tıraş edenler, yontanlar. Sâz-tirâşân : tar. OsmanlI Saraymda saz örgüsüyle hasır eşya yapan usta İşçiler. tirâçe ‫( ﺗ ﺮا ﺷ ﻪ‬f.i.): yonga, talaş, [asil: “terâşe” dir]. tirâçende ‫( ﺗ ﺮ ا ﻓ ﺪ ه‬f.s.): tıraş edici, tıraş eden, [asli: “terâşende” dir]. tirâşîde ‫( ﺗ ﺮا ﺷﻴ ﺪ ه‬f.s.): 1. tıraş olmuş, tıraş edilmiş. (bkz: mahlûk). 2 . yontulmuş. Nâtirâ şîd e: yontulmamış‫ ؛‬mec. kaba saba (kimse), [asil: “terâşîde” dir]. tirbân ‫( ﺗﺮﻳﺎن‬a.i. türâb'ın c .): topraklar, (bkz: türbân). tîr-bârân ‫(تيرﺑﺎران‬f.b.s.): ok yağdıran, tîr-dân ‫( ﺗﺒﺮدان‬f.b.i.): sadak, ok mahfazası, ok kabı, (bkz: tîr-keş). tire ‫( ﻳ ﺮ ه‬f.s.): bulanık‫ ؛‬kara; karanlık. Şeb-i t ir e : karanlık gece. tire-baht ‫( ' ﺑ ﺮ ه ﺑ ﺨ ﺖ‬f.b.s.): kara bahtlı, talihsiz. tîre-dîl ‫( ﺗﻴﺮه د ل‬f.b.s.): kalbi kara, fenâ kalbli. tîre-dilî ‫( ﺿﻪ دﻟﻰ‬f.b.i.): kara kalblilik. tir-ger ‫( ﺗﻴﺮﺳﻤﺮ‬f.b.i.): ok yapan san'atkâr. tîregî ، / ‫( ﺳﺮ‬f.i.): 1. bulanıklık. 2. karalık, tîre-gûn ‫( ﻳ ﺮ ه ا ن‬f.b.s.): rengi bulanık, bulanık renkli, kara renkli. tîr-endâz ‫از‬،٧ ‫( ﺗﺔرا‬f.b.s.): 1. ok atıcı, ok atan. 2. mec. şık giyinmiş, güzel görünüşlü [kimse], tırandaz. tîr-endâzân ‫( ﺗﻴ ﺮاﻧ ﺪا زا ن‬f.b.s. ve i. tîr-endâz'ın c.): ok atıcılar, ok atanlar, tîr-endâzî ‫( ﻗ ﺮاﻧ ﺪا ز ى‬f.b.s.): okçuluk, ok atıcıilk. tîre-re'y ‫( ﺗﻴ ﺮه رأى‬fa.b.s.): tedbirsiz, tîre-re'yî ‫( ﺗﻴ ﺮه رأ ش‬f.a.b.i.) : tedbirsizlik, tîre-şeb ‫( ﺗﻴ ﺮه ﺷﺐ‬f.b.s.): karanlık gece, tîr-gerân ‫( ﺗ ﻴ ﺮ ا ن‬f.b.i.): ok yapan sanatkârlar, tîr-gerî ‫( ﻗ ﺮ ا ى‬f.b.i.): olc yapma İŞİ, ok yapıcılık. tirhâl ‫ ل‬، ‫( ﺗ ﺮ ح‬a.i.): yola çıkma; göç etme, tîrîz ‫( ﻗﺮدز‬f.i.): kalıba koyma, biçim, şekil verme. 1293

tîr-keş tîr-keç ‫( ﺑ ﺮ ﻛ ﺶ‬f.b .i.) : 1. o k a t a n k im s e , o k ‫ ؟‬u . 2 . o k k a b ı, o k lu k , k u b u r l u k , s a d a k , ( b k z : tîr-d â n ). ( a . i .c . : t i r y â k a t ) : 1. z e h ir le n m e y e

ve b â z ı h a s ta lık la ra k a rş ı k u lla n ıla n m â c u n . 2 . p a n z e h i r . 3. a fy o n ,

(“ k a "

uzun

o k u n u r,

a.i.

t i r y â k 'ı n c.) : 1. t i r y a k l a r , z e h ir le n m e y e v e b â z ı h a s ta lık la ra k a rş ı k u lla n ıla n m â c u n la r. 2 . p a n z e h i r l e r . 3. a f y o n la r ,

‫ا‬/‫ﺗ ﻮ ى‬

( a .s . ) : 1. a f y o n d ü ş k ü n ü . 2 . k e y i f

v e r i c i ş e y l e r d e n b i r i n e d ü ş k ü n o la n . 3. mec. h u y s u z , ti t i z , a k s i [ T ü r k ç e ş e k l i : " t i r y â k i ''] .

tir-zeıı ‫( ﻳ ﺮ ز ق‬f.b .s. v e i . c . : t î r - z e n â n ) : o k v u -

‫ﺗﻴ ﺮ زﻧﺎ ن‬

( f b .s .i. t i r - z e n 'i n c . ) : o k v u -

r a n l a r , o k ç u la r .

g e t i r e n s e y y â r e le r ( g e z e g e n l e r ) ile Ay. ( a . s . ) : d o lc s a n : 9 0 . ( b k z : n e v e d ,

‫ﺗﻌ ﻮ ن‬

( a .s . ) : d o k s a n : 9 0 . ( b k z : n e v e d ,

‫ه‬٠‫ ( ﺳﺶ‬f .i . ) : 1. b a lt a ,

n a c a k , k ü l ü n k . 2 . k e s e r,

tîçe-i Ferhâd : F e r h a d 'm d a ğ a ç m a d a k u l l a n " (a.i. t e y s 'in c.) ‫ ؛‬telcelel-, e r k e k k e ‫ ؟‬i-

ler. ( o . i . ) : hek. k o k a n b i r k e ‫ ؟‬i h a s t a -

‫ﺑﺰو ك‬

( f .b .s .) : 1. ze k i) ‫ ؟‬a b u k s e z e n , k u r -

tîz-zebân

‫ىن‬3 ‫ﺑ ﺰ‬

(f.b.s.) ‫ ؛‬g ü z e l v e ‫ ؟‬a b u k k o n u -

töhem

‫أ‬٠‫( ﺗﻪ‬a.i.

t ö h m e t 'i n c . ) : tö h m e t l e r , s u ç la r,

k a b a h a t le r , ( b k z : tü h e m ) .

töhmet

‫ﺗﻬﻤﺖ‬

(a.i. v e h m 'd e n . c . : t ö h e m ) : b ir i-

n e is n â d o l u n a n s u ‫ ؟‬, iş le n i ld i g i s a n ı l a n f a k a t s u ‫ ؟‬, k a b a h a t , isnâd-1 tö h m e t : s u ç la m a , r ü l m e y e c e k k a d a r â ş i k â r o la n t ö h m e t , s u ‫ ؟‬,

töhmet-i zinâ : huk. z in â ş ü p h e s i n i u y a n d ı tû [ y ]

‫( ﻟ ﻮ ] ى ﺀ‬f.i.) : k a t)

k a tm e r . Sad-tû[y] : yiiz

( f . s . ) : 1. te z , ‫ ؟‬a b u k . 2. k e s k i n . 3. sik .

tîz-âb

tuam

‫ﻃﻌﻢ‬

(a.i. tı ı'm e 'n i n c . ) : 1. y iy i n ti le r , a z ık -

la r. 2 . t a d l a r , ‫ ؟‬e ş n ile r.

lığ ı.

‫( ﺑ ﺰ' ب‬f.i.) ‫ ؛‬k e z z a p , ‫ ( ﻳ ﺰ د ن‬f .b .s .) : g ö z ü

tîz-bîn

k e s k i n , ‫ ؟‬o k iy i g ö -

‫أ‬٠‫ ( ﺑﺰﺟﺶ‬f .b .s .) : g ö z ü k e s k in , tiz-dest ‫ ( ' و د ئ‬f .b .s .) : e lin e ‫ ؟‬a b u k , tîz-‫ ؟‬eşm

‫ ؟‬a b u k İş

‫ ( ﻃﻮي‬a .h .i .) : C e n n e t 'd e

S id r e 'd e b u l u n a n

v e d a l l a r ı b ü t ü n C e n n e t i g ö lg e le y e n İ l â h î ağa‫ ؟‬.

‫ﺑﺰدو س‬

( f .b .i .) : e lin e ‫ ؟‬a b u k o lm a , ‫ ؟‬a-

b u k İş g ö r m e .

tiz-fehm

h o ş lu k .

2. ra h a tlık .

Tûbâ

g ö re n .

tîz-destî

‫ ( > ب‬a . i . ) : 1. t u ğ l a . 2 . k i r e m i t , tûbâ ‫ ( ر ش‬a . i . ) : 1. g ü z e ll ik , iy ilik , tûb

tûbâ-leke : n e m u t l u s a n a !

re n .

‫ﺑﺰ ﻓ ﻬ ﻢ‬

b u k k a v ra y a n .

1294

tîz-vîr

k a tl i, ‫ ؟‬o k k a tm e r l i.

tiyis -

‫دز‬

' ( f .b .s .) : c a n i te z , a celeci) s a b ır -

SIZ.

r a n v a z iy e t.

d ığ ı k ü l ü n g ü .

tiz

‫وا ب‬

tîz-tâb

töhmet-î z â h ire : huk. İ s p â tın a li iz u m g ö -

tis 'în ) .

‫ب‬

( f .b .s .) : y ü r ü y ü ş ü ‫ ؟‬a b u k ) ‫ ؟‬a b u k

y ü r ü y ü ş l ü . ( b k z : t i z - r e f ta r ) .

g e rç e k liğ i h e n ü z m e y d a n a ‫ ؟‬ık m a m ı ? o la n

ti s 'û n ) .

tiyese

‫ﻳﺰرو‬

tîz-rev

çan.

tis'a ‫ ( ﺗ ﺴ ﻌ ﻪ‬a . s . ) : d o k u z . Â b â-i tis'a. Eflâk-İ tis 'a : astr. G ü n e ş m a n z û m e s i n i m e y d a n a

tîşe

y ii-

r ü y ü ç ü ‫ ؟‬a b u k , ( b k z ‫ ؛‬tiz -re v ).

n a z . 2. s e r i, h ız l ı. 3. k e s k in ,

ra n , o k ‫ ؟‬u.

‫ﺗﻤﻌ ﻦ‬

[‫ ( ﺑﺰى اى‬f .b .s .) : a y a g m a ‫ ؟‬a b u k , ‫ ( ﺑ ﺰ ك‬f .b .s .) : ‫ ؟‬a b u k ) h ı z l ı u ‫ ؟‬a n . îîz-pervâz 3 ‫ ( ﺑﺰ و وا‬f .b .s .) : h ı z l ı u ‫ ؟‬a n . tîz-refîâr ‫ ( ﺗﻴﺰرﻓﺂو‬f .b .s .) : ‫ ؟‬a b u k y ü r ü y ü ş lü ) tîz-per

tiryâk ‫( ﺗﺮﻳﺎك‬f.i.). ( b k z : t i r y a k ) , tiryâkat ‫ﺗ ﺮ ﻳ ﺎ ﻗ ﺎ ت‬

‫ ﻳﺰﻣﺸﺮب‬٠( f .a .b .s .) : ti ti z ; a c e le c i, ‫ ( ﺑ ﺰ ﻣ ﺰا ج‬f .a .b .s .) : t i t i z , s a b ır s ız , a c e -

tiz-meşreb tîz-m izâc

tîz-pâ[y]

tiryâk-ı T ü r k î : m â d e n z if ti,

tis'ûn

(" k a " u z u n o k u n u r , f.a.

k e s k i n ta r a f ı .

tiryâk-ı rustaiyân : bot. s a r m ı s a k .

tis'în

‫ ﺷ ﺎ ل‬١‫ﺑ ﺰ‬

tîznâ 0 ‫ ( ﺑ ﺰ‬f .b .i .) : b ı ‫ ؟‬ak) k ı l ı ‫ ؟‬g ib i ? e y le r in agzi)

tiryâk-ı farûk, -1 f a r û k î : p a n z e h i r ,

tîr-zenân

(f.i.) : 1. k e s k i n li k . 2. ç a b u k lu k ,

leci.

tiryâk-ı farsi : p a n z e h i r ta ş ı,

tiryâk i

‫ﺑﺰ ى‬

tîz ln tik a l

b . s . ) : ‫ ؟‬a b u k se z e n ) a k ıllı) z e k i,

‫رداق‬

tiryâk

tîzî

tub'ân tubba'

(f.a .b .s.) ‫ ؟ ؛‬a b u k a n la y a n , ‫ ؟‬a-

(a.i.) : m ü h ü r m u m u ,

‫( " ﺑ ﻊ‬a.i.c.:

t e b â b i a ) : e s k i ‫ ؟‬a ğ la r d a y e -

m e n k ı t a s ı n d a s a l t a n a t s ü r e n e s k i A r a p h iik ü m d a r l a r ı n m ü n v â lr ı.

tuğyân tû-ber-tû

‫ ؤ‬٠‫( ﺗﻮﺑﺮ‬a.b.s.) : kat kat. (bkz : tûy-ber-

tüy).

t u f f â h - i â d e m î : â d e m e lm a s ı. t u f f â h - i L ü b n â n : C e b e l- i L ü b n a n 'd a y e ti ş e n

(a.i. tabl'in c.) : 1. davullar. 2. trampetler. D arb-1 tubûl : davul ‫ ؟‬alma, ‫ ؟‬alinma. tûde ‫( ﺗﻮده‬f.i.) : yığın, kiime. tûde-ber-tûde : yığın yığın üstüne, tûde-be-tûde : yığın yığın, tû f ‫( د و ف‬f.i.) : akseden ses, sedâ; yankı, fr. écho, (bkz : aks-i savt). tûf-i tesliyet : avunma aksisedâsi. T û fân ‫ ن‬٧ ‫( ﻃﻮ‬a.h.i.) : 1. Hz. Nûh zamânmda yoldan çıkmışları tedibetmek İ‫ ؟‬in Allah tarahndan hem gökten yağdırılan, hem de yerden kaynayarak bütün dünyâyı kaplayan su. [bunun neticesinde yer yüzündeki bütün canlılar yok olmuş, ancak Hz. Nûh'un gemisine alınmış olan ‫ ؟‬itflerden ikinci defe olarak canlılar türemiştir]. Ba'de't-Tûfân: Nûh Tûfânmdan sonraki zaman. Kable'tTû fân : Nûh Tûfânmdan önceki zaman. 2. erkek adi. tûfân-zede ٥‫( ﻃﻮىرد‬a.f.b.s.) : tûfâna tutulmuş, tûfân görmüş. tufeyl j — ٠‫( ﻃﻎ‬a.i.) : 1. dalkavuk zümresinin piri sayılan kimsenin adi. 2. kü‫ ؟‬ük ‫ ؟‬ocuk. 3. yemeğe gelen misafir, tufeylâniyyet ‫( ﻃ ﻐ ﻴ ﻼ ﻳ ﺖ‬a.i.) : başkasının sırtmdan geçinme, fr. commensalisme, tufeylât ‫( ﻃﻐﻴﻼت‬a.i.c.). (bkz : tufeyliyyat). tufeyli ‫( ص‬a.s.) : 1. dalkavuk, ‫ ؟‬anakyalayici. (bkz : kâselis). 2. ekti, sığıntı. 3. bot. *asalak, parazit, fr. parasite, tufeyliyyât ‫( ﻃ ﻐ ﻴ ﺎ ت‬a.i.c.) : kendi başlarına beslenemeyip başkalarının kökleriyle veyâ kanlarıyla beslenen nebatlar (*bitkiler), hayvanlar, fr. parasitologie. tufeyÜyyât-1 n e b a t ic e : bot. kara yosunlatubûl

‫ ؟‬o k n e f i s b i r e lm a . t u f f â h ü '1 - a r z : y e r e lm a s ı. ، u f f â h î , t l i f f â h i y y e ‫ ﺗﻔﺎﺣﻴﻪ‬،

‫ ( ﺗﻔﺎ ﺣ ﻰ‬a . s . ) : e lm a y a

â it; e lm a c in s in e m e n s u p , e lm a ile ilg ili,

‫ﺗﻔﺎﺣﻴﺖ‬

tu f fâ h iy y e t

(a.i.) : k i m . t u f f a h a s i d i n i n

e s a s l a r d a n b ir iy l e b ir le ş m e s i n d e n m e y d a n a g e le n b i r tu z .

‫ﺗﻔﻮ‬

tu f û

( f . n . ) : 1. “t u h ! " m â n â s ı n d a k u l l a n ı l ı r .

2 . i. t ü k r ü k .

‫ ( ﻃﻐﻮﺀ‬a . i . ) : a te ş in s ö n m e s i, ‫ ( ﻃﻐﻮح‬a . i . ) : a ğ ız a g ız a d o lm a [k ab ]. t u f û l ‫ ( ﻃﻐﻮل‬a . i . ) : g ü n e ş i n g u r û b a y a k la ş m a s ı, t u f û l ‫( ﻃﻔﻮل‬a.i. t ı f l 'ı n c . ) : ‫ ؟‬o c u k la r , t u f û l - â n e ‫ ( ﻃﻐﻮﻻﻧﻪ‬a .f .z f .) : ‫ ؟‬o c u k c a s ı n a . ( b k z :

tu fû '

tu fû h

g û d e k - â n e , tı f l - â n e ) .

‫ﻃ ﻐ ﻮﻟ ﺖ‬

tu f û le t

(a.i.) ‫ ؟ ؛‬o c u k l u k , k ü ç ü k l ü k ,

( b k z : tu f û li y y e t) . tu f û liy y e t

‫ﻃ ﻐ ﻮﻟ ﻴ ﺖ‬

( a . i . ) : 1. ‫ ؟‬o c u k l u k , k ü ‫ ؟‬ü k -

lü k . ( b k z : s a b â v e t). tu f û liy y e t- i s â n i y e : ‫ ؟‬o c u g u n b ir b u ‫ ؟‬u k y aş ı n d a n o n i k i v e y â o n b e ş y a ş ı n a k a d a r o la n z a m â n ı. 2. tâ z e lik , k ö r p e l ik , tu fû liy y e t-i û l â : ‫ ؟‬o c u g u n

d o ğ d u k ta n b ir

b u ‫ ؟‬u k y a ş ı n a k a d a r o la n z a m â n ı.

‫ﺗﻐﻮزن‬

tu f û -z e n

( f .b .s .) : b i r i s i n i n tû ! d iy e y ü z ü -

n e tü k ü re n . tu g a t

‫ﻃﻔﺎت‬

(“ga" u z u n o k u n u r , a.i. t â g î 'n i n c . ) :

â sîle r, a z g ın l a r , s e r k e ş le r, ( b k z : t â g u n ) . tû g

‫ﺗﻮغ‬

( f i ) ‫ ؛‬tu ğ .

t û g - i ş â h i : b i r lâ le ç e ş id i, tu g r â

‫ﻃﻐﺮا‬

( t .i.) : tu ra ,

tu g r â - y i g a r r â : p a rla k tu g ra . t u g r â - y i h ü m â y û n : p â d i ş â h tu g r a s ı. tu ğ râ î

( t .a . s . ) : 1. t u ğ r a y a m a h s u s , t u g r a

ile ilg ili. 2 . " L â m iy y e tü 'l- A c e m " d iy e a n ı l a n A r a p ç a k a s i d e y i y a z a n T ü r k ş â i r i v e v e z ir i,

tufeyüyyât-1 hayvâniyye : zool. kehle, uyuz

böceği, solucan ve benzerleri gibi hayvanlar. tufeyliyye ‫( ﻃ ﻐ ﻴﻠ ﻴ ﻪ‬a.s.): ["tufeyli"nin müen.]. (bkz : tufeyli). tufeyliyye-i üşne : zool. yosun hayvanları, tufeyliyyet ‫( ﻃ ﻐ ﻴﻠ ﻴ ﺖ‬a.i.) : *asalaklık, fr. parasitisme. tuffâh

‫( ﺗﻔﺎ ح‬a.i.c. : tefâfîlı) : elma.

tu ğ r â - k e ş

‫ﻃ ﻐ ﺮا ﻛ ﺶ‬

( t .f .b .i .) : t u g r a İ ş â r e ti y a -

p a n m e 'm u r ; n i ş a n c ı velcili, s a r a y d a r e s m i k â ğ ı t l a r a t u g r a ‫ ؟‬e k e n g ö re v li, tu ğ r a -n ü v îs

‫>اذوص‬

( t .f .b .i .) : b e r a a t , f e r m a n

v.b. v e s i k a la r a t u g r a ‫ ؟‬e k e n m e 'm u r . tu ğ r â y î

‫ س‬٠‫ﻃﻐﺮا‬

( a . i . ) : t u g r a İ ş â r e ti y a p a n

m e m u r. tu ğ y â n ilk ,

ö\ ,,.«‫ط‬

( a .i .) : t a ş m a , t a ş k ı n l ı k ; a z g ın -

c o şk u n lu k .

E h l-İ

t u ğ y â n : A lla h 'ı n

1295

tuhaf em irlerine aykırı gü n ah k ârlar.

h are k ette

b u lu n a n

‫( ص‬a.i. tu h fe'n in c . ) : 1. hediyeler. 2. az bu lu n u r, h o şa giden şeyler. 3. garip İş, şey. 4. s. g ü lü n ‫ ؟‬, eğlenceli. 5. s. m ünâsebetsiz, h oşa gitm eyen [hal]. 6. anlaşılm az, anlaşılm ası gü‫ ؟‬.

tu h a f

‫( ﺗﺤﻔﻪ‬a .i.c .: t u h a f ) : 1. hediye, arm ağ an, ( b k z : bergüzâr). 2. y eni ‫ ؟‬ik m a , h o şa gider, güzel şey.

tu h f e

( sım 'ın a rm a ğ a n ı): M ütercim  sım 'ın A rap ça'd an T ürkçe'ye m anzu m sözlüğü.

T u h fe -i  s îm

(V ehbi'nin a rm a ğ a n ı): S ünbülzâde V ehbi'nin F arsça'd an T ürkçe'ye m a n z u m sözlüğü.

T u h fe -i

V ehbî

f î - E s f â r i 'l - B i h â r (deniz seferlerinde büyüklerin armağanı): değerli *bilgin Kâtip Çelebi'nin denizciliğe dâir eseri.

T u h f e t ü ' 1- K i b â r

XV. asır *bilginlerinden Abdiilcebbar Oğlu Ahmed admda bir zâtın eseridir; mevzuu, ahlâk ve mev'izeden ibârettir. t u h l a ‫( ﻃﺤﻞ—ه‬a.s.) : gökçil, boz ile kara arasmdalci renk. T u h f e t ü 'l - L e t â i f :

tu h m

‫أ‬٠‫( ﺗﺦ‬f.i.): tolıum.

tu h m -i m ü r g

: yumurta.

t u h m - i ö m r - i c â v i d : eb ed i hayat to h u m u , tu h m -d â n

‫( ﺗﺨﻤﺪان‬f.b.i.): to h u m döşeği, fida-

n in başka yere a lın m a z d a n önce ilk dikildigi yer.

‫( ﺗ ﺨ ﻤ ﺪ‬a .i.): m id e do lg u n lu ğ u , hazım sizlik, ( b k z : İm tilâ-i m i'de).

tu h m e tu h r

‫( ﻃ ﻬ ﺮ‬a .i.):

1. tem izlik, p ak lık , ( b k z :

tahâret). 2 . h u k . [eskiden] k a d ın ın iki hayız a ra sın d ak i tem izlik devresi [en az 15 gündür. En ‫ ؟‬og u İ‫ ؟‬in m ü d d e t yoktur. “Tem izlik ” tâ b ir olunur]. t u k y e ^ ( a . ü ) :sa k m m a .(b k z :ihtirâz). (a .i.): 1. u z u n lu k , boy. 2 . zam an ‫ ؟‬oklugu, u z u n m üddet. 3. a s t r . *boylam, fr.

tû l ‫د و ل‬

lo n g itu d e . t û l - i b e l d e : a s t r . h erh a n g i b ir y erin ü stü n -

den geçen tu l dâiresi. t û l - i b e l d e t a ' y i n i : j e o d .; t o p . h e r h a n g i b ir

m ah ald e k ro n o m e trik ölçülere d ay an an hesaplarla 0 m a h allin tü lü n ü n tâyini. 1296

t û l - i e m e l : hırs, tam ah , tü k en m ez arzu, t û l - i g a r b i : 180 dereceye k a d a r olan b atid ak i

yerlerin boylam ı, t û l - i h a y â t : ö m ü r uzu nluğ u, t û l - i m e v c : a) f iz . dalga boyu; b ) c o g r . ayni

tu l derecesi üzerind e olm a hâli, t û l - i m ü d d e t : u z u n zam an, t û l - i ü m r : ö m ü r uzu nluğ u, t û l - i r a k k a s : f i z . sark acın boyu, t û l d â i r e s i : a s t r . m eridyen, t û l s a a t i : k ron om etre, tu lâ ' tû lâ

‫( ﻃﻼﺀ‬a .i.): h e k . ense kökü, ‫( >ﻟﻰ‬a.s.): d ah a (pek, ‫ ؟‬ok, en) u zu n , [“at-

vel” in m üennesi]. Y e d -İ t û l â : ta m ihtisas ve v u ku f, b ü y ü k k ud ret, tû lâ n î

‫( ﻃ ﻮ ﻻ ﻧ ﻰ‬a.s. tû l'd e n ) ‫ ؛‬b o y u n a, u zu n lu -

ğ u ۶ a. t û l e n ^ ( a . z f . ) :1. b o y ca,b o y u n a ,u zu n lu ğ u n a. 2 .c o g r . *boylam bakım m dan,*boylam ca.

‫( ﻃﻠﺨﺎﻧﻪ‬a .i.): siithâne, yaghâne. ‫( ﻃ ﻼ ب‬a.s. ve i. tâlib 'in c .) : 1. talipler.

tııl- h â n e tu llâ b

2. *öğrenciler.

‫( ﻃﻠ ﺐ‬a.s. tâ lib 'in c . ) : tâlipler, isteyenler, istekliler.

tu lle b tu lü '

‫( ﻃﻠﻮع‬a.i.c .: tulûât) : dogm a, doğuş.

t u l û '- i ( .f e c r : ta n atm ası, g ü n eşin dogm ası, t u l û '- i g a l l e : h u k . [eskiden] v a k ıfv â rid â tın m

husûle gelm esi dem ek olup v ak fın a göre değişir, [şöyle k i : m e z rû a tta n o lan gailenin tu lû u ze rin yetişip tân e bağlam ası veyâ m ütekavvim b ir hâle gelmesiyle olur], t u l û '- i h a ş r : kıy â m etin dogm ası; k ıyâm et

kopm ası. t u l û '- i k a m e r : ayin doğuşu, t u l û '- i ş e m s : g ü n eşin doğuşu, t u l û '- i z i h n : zihne, ak la doğm a,

‫( ﻃﻠ ﻮ ﻋﺎ ت‬a.i. tulU 'un c .) : 1. dogm alar, doğuşlar. 2. yazılı olm ayıp an a h a tla rı önceden tespit edilm iş ve sahnede o y u n cu lar ta ra fın d a n yapılan n ü k te ve taklitlerle tam arn lan an oyun.

tu lû â t

‫( ﻃ ﻌ ﻢ‬a .i.): 1. yiyinti; azık. 2 . tad , çeşni, ( b k z : ‫ ؟‬âşni).

t u 'm

t u m a 'n i n e t

‫( ﻃ ﻤﺄﻧ ﻴ ﺘ ﺖ‬a .i.): gönlü ra h a t olm a,

em in olm a, İtm înân).

in an m a,

(b k z:

ıtm i'n ân ,

tuyûr tûm âr

'‫( ﻃ ﻮ ﻣﺎ ر‬a.i.c. : tavâmir) : tomar, dürül-

mü? nesne.

‫( ﻃ ﻌ ﻤ ﻪ‬a.i.c.: tuam ): 1. yiyinti, azık. 2. tad, çeşni. 3. lokma [bir),

tu'me

‫( ﻃﻤﻌﺎ‬a.i. tâmi'in c .): tamahkârlar. tum turak ‫( ﻃﻤﻄﺮاق‬f.i.): gösteri, debdebe; söytumeâ

İenişi parlak görünen [İbâre].

‫( ﻃﻤﻮح‬a.i.): yüksek bir ?eye göz dikip

tum ûh

bakma.

‫( ﻃﻤﻮم‬a.i.): su baskım, ‫( ﻃ ﻤ ﺮ ر‬a.i.): göz kapağı gibi uzuvların

tum ûm tum ûr

seğirmesi. tumûs

‫( ﻃﻤﻮس‬a.i.) : bir şeyin mahvolması,

tunbûr ‫^ر‬

(a.i.c.: tenâbir): [kelimenin asil bu oldugu halde, bizde : "tanbur” ?eklinde kullanılır), (bkz: tanbûr).

‫( ^رى‬a.s.). (bkz : tanbûri). ‫( ﺗ ﻮ ﻧ ﻰ‬f.i.) : 1. külhanbeyi. 2. s. sefih, re-

tunbûri tûnî

zil, alçak, (bkz: evbâş). 3. s. hırsız, (bkz: sârık). tunub

‫( ﻃ ﺐ‬a.i. tınâb'ın c.) : çadır ipleri,

tûr ‫( ر ر‬a.i.) 1. (bkz : cebel, kûh). Tû r-1 Sîuâ :

Sînâ dağı. [Sînâ yarımadasında Allah'ın tecelli ve Hz. Mûsâ ile tekellüm ettigi dag). 2. Kur'ân'ın 52. sûresi. 49 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur. turâbiyye ‫( ﺗﺮاﺑﻴﻪ‬a.i.): zool. kara kaplumbağaİarı, fr. testudo.

Tûrân ‫( دوران‬f.h.i.): 1. eski Iranlılar taraflndan Türk diyârma verilen ad. 2. erkek adi. Tûrânî ‫( ﺗ ﻮ راﻧ ﻲ‬f.h.i.): Tûranlı, Türk kavimlerinden birine mensup olan, turfe ‫( ﻃ ﺮ ﻓ ﻪ‬a.s.): 1. turfa; görülmemi?, yeni, tuhaf, şaşılacak ?ey. 2. Yahudilerce yenmesi harâm olan. 3. kaçınılması gereken, turfe-gi ‫( ﻃ ﺮ ﻓ ﻜ ﻰ‬a.f.b.i.): 1. gariplik, tuhaflık. 2. az görülmüşlük. tu rfe-güzâr

‫( ﻃﺮﻓﻪ ﻛ ﻨ ﺎ ر‬a.f.b.s.): nâdir ?eyler

söyleyen. turfe-kâr

‫( ﻃ ﺮ ﻓ ﻪ ﻛﺎو‬a.f.b.s.): garip, şaşılacak

İşler yapan. turfe-nevâ

‫( ﻃ ﺮ ﻓ ﻪ ذ و ا‬a.f.b.s.): görülmemiş,

ahenkli [?ey].

‫( ر ه‬a.i.): 1. alin sa‫ ؟‬ı. 2. kıvırcık sa‫ ؟‬lülesi. (bkz : ca'd). 3. kumaşm etrâfma ‫ ؟‬ekilen kılaptandan süs.

turre

tur?

‫( ﺗﺮش‬f.s.): ekşi, (bkz: hâmız, turu?, tür?,

türü?). tu ru k ‫( ﻓ ﺮ ق‬a.i. tarîk'ınc.) : tarikler,yollar, turuk-i aliyye : ma'uevi yollar, tarikatlar, turuk-i ihtilâtiyye : cogr. erişim yolu, turunc turunci

‫( ﺗﺮﻟﺞ‬f.i.): bot. turun‫ ؟‬, ‫( ﺗ ﺮ ﺗ ﺠ ﻰ‬f.s.): 1. turunca mensup, tu-

run‫ ؟‬la ilgili, ‫ ؟‬in tu ru n cu : mandalina. 2. turuncu renk. turunci ?eyh : meşhur bir çeşit lâle, turunci u??âkî zâde : meşhur bir ‫ ؟‬eşit lâle: turu? ‫( ﺗﺮش‬f.s.): ekşi, (bkz : hâmız, tur?), tûsen ‫( ﺗﻮ س‬f.s.): serke?, sert, harm [at), tûçe ‫( ﺗﻮﺷﻪ‬a.i.): ölmeyecek kadar yenecek ?ey, azık, (bkz : kut-i lâ-yemût). tûşe-i râh : yol yiyeceği, yol azığı. tût ‫( ﺗﻮت‬f.i.): dut. tût-i şe v k i: bot. böğürtlen,

‫( ر ﻃ ﻰ‬f.i.c.: tUtiyân): dudu, papağan cinsinden taklit yapan bir ku?. tûtî-i g û y â : konuşan papağan, tûtî-i m u'cîze-gûy: mu'cize söyleyen papagan.

tûtî

tûtî-i şekker-hâ (?eker ‫ ؟‬igneyen papağan):

güzel söz söyleyen sevgili,

‫ﻧﺎ ﻣ ﻪ‬ ‫( ﻃ ﻮ ﻓ ﻰ‬f.b.i.): 1. tûtî hikâyelerinden bahseden manzum veyâ mensur eser. 2. asilsiz mânâsız uydurma sözler, hikâyeler. tûtiyâ ‫( ﺗ ﻮ ﺗ ﻴ ﺎ‬a.i.): 1. kim. ‫ ؟‬inko. 2. kadınların gözlerine ‫ ؟‬ektikleri sürme. tUtiyân ‫( ﻃ ﻮﻳﺎ ن‬f.i. tûtî'nin c .): dudular, papaganlar.

tûtî-nâm e

‫( ﺗﻮﺗﻴﻪ‬a.i.): bot. *dutgiller, tutuk ‫( ﺗ ﻌ ﻖ‬a.i.): perde, örtü, pe‫ ؟‬e. (bkz: bürtûtiyye

ka').

‫( ﻃﻌﻮم‬a.i. ta'm'ın c .): 1. yemeler. 2. tadlar, lezzetler, zevkler. tuveys ‫( ﻃﻮﻳﺲ‬a.i.): kü‫ ؟‬ük tavus kuşu, tûy-ber-tûy ‫( ﺗﻮى ﺑ ﺮ ﺗﻮى‬f.b.s.): kat kat. (bkz : tû-ber-tû). tu y û f ‫( ﻃﻴﻮف‬a.i. tayfm c .): 1. uykuda görül.en hayaller. 2. korkudan karanlıkta görünen hayâletler. 3. fiz. tayflar, fr. spectres. tu yu r ‫( ﻃ ﻴ ﻮ ر‬a.i. tayr'm c .): kuşlar, (bkz : mürgan).

tuûm

1297

Uyûr-I asâfîr tuyûr-1 asâfîr ( f ı r k a s ı ) : zool. ö t ü c ü k u ş la r . tu yûr-1 cârîha-i leyliyye : zool. g e c e y ı r t ı c ı -

türâb ‫ ( ﺗﺮاب‬a . i . c .: e tr ib e , t i r b â n ) : t o p r a k . Ebû türâb : H z . i m â m - ı Â l î 'n i n lâ k a b ı.

İa r ı.

Tübbet

‫ﺑﺖ‬

( a . h . i .) : T ib e t ü lk e s i.

tücâh, tecâh, ticâh

‫ ﺗﺠﺎه‬، ‫ ﺗﺠﺎه‬، ‫ ( ﺗﺠﺎه‬a . i . ) : k a r ş ı

‫( ﺗﺠﺎر‬a.i. t â c i r 'i n c . ) : tâ c ir le r , s a tıc ıla r , ‫( ﺗ ﺠﺎ را ن‬a.i. t ü c c â r 'ı n c. t â c i r 'i n c c . ) :

tüccârân

tüfeng-endâz

‫ﺗ ﻔ ﺘ ﻚ اﻧﺪاز‬

(f.b .s. v e i . ) : t ü f e k k u l-

la n a n .

‫ﺗﻔﻜ ﺨﺎﻧ ﻪ‬

tüfeng-hâne

( f .b .i .) : s i lâ h d e p o s u ,

‫ ( ﺗﻔﺎح‬a . i . c . : te f â f ih ) . ( b k z : tu f f â h ) . ‫( ﺗﻬﻢ‬a.i. t ö h m e t 'i n c . ) : tö h m e tl e r , s u ç la r,

k a b a h a t le r , ( b k z : tö h e m ) .

‫ ( ﺗﻜﻤﻪ‬f . i .) : d ü ğ m e , tünbân ‫ ( ﺗﻨﺒﺎن‬f . i . ) : t u m a n , d o n , İç d o n u , tünbek ‫ ( ﺗ ﺪ‬f .i .) : d ü m b e l e k ; d a r b u k a , tünbek-zen ‫ ( ﺗﻨﺒ ﻚ زن‬f b . i . ) : d a r b u k a c ı , tünd ‫ ( ﺗﺸﺪ‬f . s . ) : s e r t, ş id d e tli, h a ş i n , tünd-bâd ‫ ( ﺗﻨﺪ ﺑﺎد‬f b . i . ) : k a s ı r g a , s e r t r ü z g â r . tUnd-çihre ‫ ( ﺗﻨﺪ ﺟﻬﺮه‬f .b .s .) : a s ı k s u r a t l ı , ( b k z : tükm e

tü n d - r û ) .

[‫ﺗﻨﺪ ﺧﻮ]ى‬

tünd-hû[y]

( f b . s . ) : s e r t h u y lu , t i ti z .

( b k z : tU n d - m e ş r e b , tü n d - m i z â c ) .

tündî

‫دذدى‬

( f . i .) : s e r tli k , k a t i l i k , h i d d e t v e ?id -

‫( ﺗﻴﺪ ﻋﻔﺎن‬f.a.b .s.). ( b k z tünd-lîcâm ‫ ( ﺗﻴﺪ ﻟﺠﺎم‬f b . s . ) : b a ş ı

tünd-lîgâm

‫ﺗﺸﺪ ﻟﻜﺎم‬

to p r a k l a r , ( b k z :

tirb â n ).

tiirbe

‫ب‬

( a . i . ) : 1. m e z a r [ g e n e llik le ü n l ü b i r

k i m s e İ‫ ؟‬i n y a p tı r ı la n ) . 2 . m e z a r ü z e r i n e ‫ ؟‬at ı l m ı ş y a p ı.

türbe-dâr

‫ز ب دار‬

( a .f .b .i.) : t ü r b e y i b e k le y e n

v e o n a h i z m e t e d e n k im s e ,

‫ال دارى‬٠‫ ( ﺗﺮ‬a .f .b .i.) : t ü r b e d a r l ı k , ‫( رد ت‬f.i.) ‫ ؛‬t ü r b e , [ n a z ı m d a k u l l a n ı l ı r ] . T ü rk ‫ ﺳ ﻚ‬٠ ‫ ( د ر ف ﺀ‬t . h . i . ) : T ii r k . [ b u k e li m e türbe-dârî türbet

A r a p l a r a v e F a r s la r a T ü r k (‫ك‬

‫ ? ) ﺗ ﺮ‬e k lin d e

g e ç m iş , A ra p la ı., k e li m e y i “e tr â k " , F a r s la r is e “T ü r k â n ” o l a r a k c e m i l e n d i r m i ş l e r d i r ] .

Türk-i a ş k a r : astr. M a r s g e z e g e n i. Türk-i ç e ş m : g ü z e l sö z. Türk-i çîn : 1) g ü n e ş ; 2) g ö z . Türk-i rü stâ y â n : bot. s a r m ıs a k .

s e r t [lra y v a n ].

Türk-i sultân-şükûh : d ü n y â y ı a y d ı n l a t a n g üneş.

( f .b .s .) : b a ş ı s e r t [ h a y v a n ] ,

( b k z : tü n d - h c â m ) .

tiind-meşreb

( f .b .s .) : s e r t ta b i a tl ı, ti-

tiz . ( b k z : tü n d - h û [ y ] , ti in d - m i z â c ) .

‫ ( ﺗﻨﺪ‬f a . b . s . ) : s e r t h u y lu , ( b k z : t ü n d - h û , t ü n d - m e ş r e b )٠ tiind-reftâr ‫ ( ﺗﻨﺪ رﻓﺂر‬f .b .s .) : ç a b u k g id e n , tiind-rev ‫( ﺗﻨﺪ رو‬f.b.s.). ( b k z : tü ü d - r e f t â r ) . tünd-rû[y] [‫ ( ﺗﻨﺪ رواى‬f .b .s .) : s e r t y ü z lü , y ü z ü g ü lm e z , ( b k z : t ü n d - ç i h r e ) .

‫ﺗﻨﺪ ز ﺑ ﺎ ن‬

( f .b .s .) : d ü z g ü n s ö z sö y -

le y e n .

‫"ل— رﻛﺎن‬

( t .f i . T ü r k 'ü n c . ) : 1. T ü r k le r .

2. k a d m a d i.

Türkân-i çerh : astr. y e d i g e z e g e n , türkânî

‫' زﻛﺎﻓﻰ‬

( a . i . ) : [e s k id e n ] T ii r k k a d ı n l a n -

n i n g iy d i k le r i b il. ç e ş it fe râ c e .

‫ ( "رك ﺟﻮش‬f .b .s .) : y a r i p iş m i ş et. Türkî, Tiirkiyye ‫ “ ر ي‬، ‫ ( ﺗ ﺮ ﻛ ﻰ‬t .f .s .) : 1. T ü r k 'e türk-cû?

m e n s u p , T ü r k 'l e ilg ili. 2 . T ü r k ç e y a z ıl m ı ş [eser, m a k a le ..].

Tü rk î-i b a s it : 15. a s r in s o n l a r ı n d a o r t a y a ç ı k a n v e A y d ın 'lı V is â lî ile b a ş la y a n , a r u z

t ü n t e ^ ( f . i . ) : e ş e k a r ı s ı . ( b k z :z ü n b û r ) .

‫( " رع‬a.i.

Türk-i t â z e : g e n ç v e g ü z e l k ız v e o ğ la n . Türkân

‫ﺗﻨﺪ ﻣﺸﺮب‬

tünd-m izâc ‫را ج‬

tiind-zebân

‫ ( ﺗﺮب‬k i . ) : tu r p , ‫( درب‬a.i.). ( b k z : tü r â b ) . t ü r b â n ‫( ز ى‬a.i. t ü r â b 'ı n c . ) :

tü rb

: ti i n d - r e f t â r ) .

( b k z : tü n d - l.ig â m ).

t u r 'a 'n ı n c . ) : 1. s u y u n t a ş t ı ğ ı y e r-

le r. 2 . k a n a ll a r , ( b k z : t ü r ü â t ) .

1298

( a .s .) : 1. to p r a ğ a

Türk-i n îm -r û z : astr. g ü n e ş .

d e t.

tünd-inân

tü r a '

‫ " راب‬، ‫' ر ا ﺑ ﻰ‬

m e n s u p , t o p r a k l a ilg ili. 2. to p r a k t a n . E v â n î - i tiirb

tüfeng ‫ ( ﺗ ﻠ ﺶ‬i . ) : tü f e k ,

tüffâh

t ü r â b î , tU r â b iy y e

t i i r â b i y y e : t o p r a k t a n y a p ılm ış k a p , k a c a k ,

tâ c ir le r .

tühem

türâb-1 n e b âtî: 1) bot. h u m u s ; 2) * b itk is e l to p ra k .

y ö n , k a r ş ı ta r a f .

tüccâr

‫( ر ى‬a.i.c. ‫ ؛‬tu ra ') t ü r ü â t ) : 1. s u y u n ta ş t ı ğ ı y e r. 2 . k a n a l.

tür'a

v e z n iy le s â d e d il k u l l a n a r a k ? iir s ö y le m e a k ım ı.

tiir k i : m i iz . t ü r k ü .

tiiyûs

‫ﺗ ﻮ ر ﻛﺂ ن‬

T iirk is tâ n

( t .f .b .i .) : T ü r k l e r i n a n a -

y u r d u o la n v e T a ş k e n t, H iv e , F e r g a n a , S em e r lc a n d , B u h â r â , K ıı'g ız ş e h i r l e r i n i İç in e a la n b ü y ü le b ö lg e . T ü rle i^ â t

‫ﺗ ﺮ ﻛﻴﺎ ت‬

‫ﻟ ﻊ‬

(t.a .i.) : tU rk o lo ji, T i i r k k ü l-

s in i) te tk ile e d e n ilim .

‫ﺗ ﺮ ﻛ ﻤﺎ ن‬

( t .f .h .i .) :

T ü rk m e n ,

T ü r k i s t a n 'd a d a g m ıle h a ld e y a ş a y a n v e b i r z a m a n l a r A z e r b a y c a n 'd a s a l t a n a t s ü r m ü ş o la n b i r T iirle b o y u o lu p b i r k ı s m ı b u g ü n m e m l e k e t i m i z i n T o ro s h a v â li s i n d e g ö ç e b e s û r e t i n d e y a ş a r la r .

t ü t u k - ( f . i . ) : ç a d ır ,b U y U k p e r d e ; ö r t ü , tü v â n

‫ ( دوان‬f .i .) : g ü ‫ ؟‬, t â k a t . ‫ﺗ ﻮاﺑﺎ‬

tü v â n â

( t . f . i .) : 1. k o ş u p s e ğ i r t e r e k y a ğ -

m a e tm e ; İeoçm a, h ü c û m . 2. ç a p u l, ç a p u lc u ,

‫ىازئ‬٠‫ﺗﺮ‬

tü r k -tâ z î

(t.f.i.) : ç a p u l, y a ğ m a İ ç in y a -

tü v â n - g e r

‫ﺗ ﺮ ﻫﺎ ت‬

(a.i. t i i r r e h e 'n i n c . ) : s a ç m a s a -

t ü r r e h â t - ı b î - m a 'n â : m â n â s ız , s a ç m a sö z le r,

‫ ( ﺗﺮﻫﻪ‬a . i .c . : t e r â r i h , t ü r r e h â t ) : s a ç m a -

‫ ( ﺗﺮس‬a .i . c .: e tr â s ,

tirâ s , tirâ s e , t ü r û s ) : a sk .

‫( ﺗﺮﺷﻰ‬a.i.) : 1. e k ş ilik . 2. t u r ş u , t ü r û s ‫( ﺗ ﺮ و س‬a.i. t ü r s 'ü n c . ) : a s k .

t ü v â n - g e r ü d e r v i ‫ ؟‬: z e n g in , f a k i r (h e rk e s ),

k a lk a n la r

[âlet], ( b k z : e tr â s , t i r â s , t i r â s e , tiir s ). (a.i. t ü r 'a 'n ı n c . ) : 1. s u y u n ta ş t ı ğ ı

y erleı'. 2. le a n a lla r. ( b k z : tü r 'a ). tü r ü ‫؟‬

‫ ( ﺗﺮش‬f . s . ) : e k ‫ ؟‬i.

(b k z : h â m ız , t u r ‫ ؟‬, tu r u s ,

t ü r ü ‫) ؟‬. R û y - i t ü r ü ‫ ؟‬: m e c . e k ‫ ؟‬i y ü z , asile su ra t.

p a ra lılık .

‫ﺗﻮﻳﺞ‬

tü v e y c

( a .i .c .: t ü v e y c â t ) : 1. k ü ç ü k t a c , ta c -

Cilc. 2. bot. ç iç e k ta c ı, fr. coroJle.

tüveyc-i c e re si : bot. ç a n ‫ ؟‬e k l i n d e o l a n ç iç e k

ç iç e k ta c ı.

ç e k ta c ı.

tüveyc-i k a m 'î : bot. h u n i ‫ ؟‬e k l i n d e o l a n Çİtüveyc-i k a ra n fiili : bot. y a p r a ğ ı n ı n u ç l a r ı

ç e k ta c ı.

tiiveyc-i m unfasılatü'l-viireykat : bot. b ir b i r i n d e n a y r ı la b i le n i k i v e y â d a h a ç o k y a p r a k ç ı ğ ı o la n ç iç e k ta c ı.

tiiveyc-i s a lib i : bot. p u t ‫ ؟‬e k l i n d e o la n ç iç e k ta c ı. tiiv e y c - i ‫ ؟‬e f e v i : b o t . b i r b i r i n d e n a y r ı i k i d u -

‫( ﺗﺮﺷﺒﺎ‬f.b .i.): lim o n l u v e y â sirleeli ç o rb a . t ü r ü ‫ ؟‬e ‫ ( ﺗﺮﺷﻪ‬f .i . ) : b o t . k u z u le u la g ı. t ü r ü ‫ ؟‬- m i z â c ‫ ( ﺗﺮش ﻣ ﺰ ا ج‬f .a .b .s .) : " e k ‫ ؟‬i h u y lu '',

t ü r ü ‫ ؟‬-b â

t ü r ü ‫ ؟‬- r û [ y ] [‫روﻧﺘﻤﺎ‬

‫ﺗﺮش‬

( f .b .s .c .: t ü r ü ‫ ؟‬- r û y â n ) :

e k ‫ ؟‬i y ü z lü , a s ık s u r a tlı , s u ı'a tı asile. tü r ü ‫ ؟‬-rû y ân

‫( ﺗﺮش روﻳﺎن‬f.b.s.

t ü r ü ‫ ؟‬- r û 'n u n c . ) :

e le ş iy ü z lü le r, s u r a t ı asılelaı', a s ık s u r a tlı la r . tü r ü ‫ ؟‬-rû y î

‫ﺗ ﺮ ش ر وﻳ ﻰ‬

( f b .i.) : e k ‫ ؟‬i y ü z lü l ü k ,

a s ık s u ra tlılık .

‫ ( ﺗﺮش ﺷﻴﺮﻳﻦ‬f .b .s .) : e k ‫ ؟‬i t a t i l k a r ış ık . ‫ ( ﺗﺮﺷﺘﺎ د‬f .b .s .) : t a d ı e k ‫ ؟‬i o la n .

tü r ü ‫؟‬-‫؟‬îrîn

d a k ‫ ؟‬e k lin d e o la n ç iç e k ta c ı. H â m i l i i 't - t ü v e y c : b o t . tiiv e y c i o la n , ta c il. Z â t ü 't - t ü v e y c : tiiv e y c i o la n , ( b lc z : h â m il- ü t- tü v e y c ) . V a h id ü 't - t ü v e y c : b o t . te k ta c y a p r a k lı. Z â tü 'z -

g e ç im s iz k im s e .

tü r ü ‫ ؟‬-tâ d

‫ ( ﺗﻮاﻧﻜﺮى‬f .b .i.) : z e n g in l ik ,

[ " te v â n - g e r i" ‫ ؟‬e k li d e v a r d ı r ] ,

tüveyc-i m ig fe ri : bot. m i ğ f e r e b e n z e y e n Çİ-

t ü r ‫؟‬î

‫ﺗﺮﻋﺎت‬

p a r a l ı,

k e r t i k l i o la n ç iç e k ta c ı.

k a lle a n [âlet].

tü r ü â t

z e n g in ,

ç e k ta c ı.

s a p a n sö z. tiir s

(f.b.s.) ‫؛‬

tüveyc-i firâ ç î: bot. s e d i r ‫ ؟‬e k l i n d e o la n Çİ-

p a n sö z le r, ( b k z : te r â r i h ) .

tü rre h e

‫ﺗ ﻮا ﺷ ﺮ‬

[“t e v â n - g e r ” ‫ ؟‬e k li d e v a r d ı r ] .

tüveyc-i c ü lc ü lî : bot. ç ı n g ı r a k ‫ ؟‬e k li n d e o la n

‫ ( ﺗﺮﻣﺲ‬a . i . ) : b o t . a c ı balela.

tü rre h â t

( f .b .s .) : y o r a n , g ü ç s ü z ,

tâ k a ts iz b ıra k a n .

ta c ı.

p ı l a n a n s ı z ı n h ü c u m , b a sle m . tü r m ü ş

( f .s .) : g ü ç lü , k u v v e tl i, [“t e v â n â ”

‫ﺗﻮاﻧﻐﺮم—ا‬

tü v â n -fe rs â

z ig i ‫ ؟‬e le ille rin d e n b ir i.

‫ﺗﺮك ﺗﺎز‬

T â b ü tü v â n : güç.

‫ ؟‬e k li d e v a r d ı r ] .

tü v â n - g e rî

T ü r k m â n î : m ü z . ‫ ؟‬a g a ta y v e A z e r i İ ıa lk m ü tü r k -tâ z

( a .s .c .: e t s â ') : d o k u z d a b i r : 1/9.

N â - t ü v â n : g ü ç s ü z , tâ k a t s i z .

t ü r ü n ü (d il, e d e b iy a t, t â r i h v e e tn o g r a f y a T iirk m â n

tiis '

z e h r e t i 't - t ü v e y c i y y e : b o t . ta ç y a p r a k h la r . tiiv e y c â t

‫ﺗ ﻮﻳ ﺠﺎ ت‬

(a.i. tiiv e y c 'in c . ) : tü v e y ç İe r,

ç iç e k ta ç l a r ı . ti iv e y c i

‫ﺗ ﻮﻳ ﺠ ﻰ‬

( a .s .) : 1. tiiv e y c e , ç iç e k t a c ı n a

m e n s u p , tiiv e y c le ilg ili. 2. tiiv e y c e , ç iç e k ta C ina b e n z e y e n . tü y û s

‫ﺗﻴﻮس‬

(a.i. te y s 'in c . ) : te k e le r, e r k e k k e ç i-

ler. ( b k z : e ty â s , tiy e se )

1299

T T„

u

‫اﺀ ﺀ‬

(a .h a .) : O s m a n l I .a lf a b e s in in ''e li f " v e

" a y in ” ile b a ş l a y a n

k e lim e le rin d e n

k a lın

ucbe

‫ر ب‬

( a . s . ) : 1. p e k t a ş k ı n , c o ş k u n . 2. p e k

ucm

t a ş k ı n se l s u y u ,

‫وﺑﺎر‬١( f . i .) : in i lt i, a ğ la m a , ¥ (a.i. a b d 'd e n ) . ( b k z : U beyd). ı ı b e y d - â n e ‫ ( ﻋﺒﻴ ﺪاﻧ ﻪ‬a .f .z f .) : lc u lc a g ız a , ûbâr

k ö le y e

‫ﻋﺒ ﻮدﻳ ﺖ‬ 2. a ş ı r ı

[ b ir in e ] .

( a . i . ) : 1. b i r s u y u n ö te y a k a s ı n a g e ‫ ؟‬-

“Ç i'râ -y i y e m â n î " d e n i l e n ‫ ؟‬o k p a r l a k b i r y ıld iz .

‫ر‬

( a . i . ) : y ü z e k ş iliğ i, ‫ ؟‬a t i k ç a tı k lı ğ ı,

s o m u rtk a n lık . u b û set

‫ﻋﺒ ﻮ ﺳ ﺖ‬

b u lu n d u ğ u

‫ﻋﺠﺎ ب‬

،

‫ﻋﺠﺎ ب‬

‫ﺻﺎ ك‬

(a.s. u c b e 'd e n ) : ‫ ؟‬o k

( a . i . ) : 1. a c e le o l a r a k y a p ı l a n şey.

İc â le t, u c â le t).

‫( ﻋﺠﺈﻟ ﺖ‬a.i.). ( b k z : İc â le t, u cle). ‫ ( ﻋ ﺤﺎﻟ ﺔ‬a .z f .) : a c e le y le , a c e le

u c â le te n

‫ ؟‬a b u k ‫ ؟‬a b u k , ( b k z : ic â le te n ) .

‫ م‬١‫ ( ﺀج‬a . i . ) : ‫ ؟‬e k ir d e k . ‫ب‬٠‫ ( ﺀج‬a . i . ) : k e n d i n i b e ğ e n m i ş l ik .

ucâm ucb

1300

m ü d e r r is B a h â e d d in

ç e v ^ lm iş 4 0 0 b e y itlik m a n z u m

ûd

‫رد‬

b i r İû g a t

‫آ‬

( a . i . c . : a 'v â d , î d â n ) : 1 . a ğ a ‫ ؟‬, o d u n , ( b k z :

h â ş e b ).

2.

ö d a ğ a c ı.

ûdü'l-karh : hek. udâl ‫ﻔ ﺎ ل‬

‫ﻋ‬

3. miiz.

u t.

b i r ‫ ؟‬e ş it y a r a ,

( a . i . ) : 1 . z o r lu k , ç a r e s i z l i k .

2. hek.‫؛‬ D â-i

‫ ؟‬â r e s iz , t e d â v î e d i le m e y e n [ h a s t a l ı k l .

udâl. Derd-İ u d â l :

‫ا‬

‫ ؟‬â r e s iz d e r t ,

( a .i.c .: e d â h î ) : 1. k u ş lu k v a k ti

k e s i le n k u r b a n .

2.

k u rb a n .

udhûlc, udhûke

،

d ı h k 'd e ı ı ) : g ü l ü n ‫؟‬

2 . k o la y c a h a z ı r l a n m ı ş e lk ita b ı. (blcz : u c le , u c â le t

M a l k a r a 'l ı

îd-i udhiyye

:

k u r b a n b a y r a m ı , ( b k z : î d - i a d h â ).

ş a ş ıla c a k , fa z la g ü l ü n ‫ ؟‬şey. u c â le

A y a s u l u g 'd a

s ır a d a

ta r a fın d a n , A r a p ç a v e F a r s ç a d a n T U rk ç e y e

udhiyye -

( a . i . ) : y ii z e k ş iliğ i, ‫ ؟‬e h r e ‫ ؟‬a tik -

İığ ı; s o m u r t k a n l ı k . ucâb, uccâb

( a . i . c . : e â c î b ) : p e k a c â y i p şe y ,

k it a b id i r .

m e . 2 . b i r b a ş k a t a r a f a g e ‫ ؟‬m e , g e ç ilm e , a t-

‫س‬

٠‫ا ﺀ ﺟ ﻮ ﺑﺎ‬

u'cûbetü'l-garâib :

A rz -1

la m a . M ü r û r ü u b û r : g e lip g e ‫ ؟‬m e . 3. a s t r .

ubûs

( a . i . ) : d il t u t u k l u ğ u ; t u t u k t u t u k

g a r ip , ş a ş ı l a c a k şey.

(a.i. a b d 'd e n ) : 1. k u ll u k , b a ğ lılık

-

u'cûbe

u b u d i y e t : b a ğ l ı l ı ğ ı n ı b i l d ir m e ,

‫ﻋﺮو‬

(a .s. a c m â 'ı n c . ) : d i li n d e t u t u k l u k

k o n u şm a.

u b û d ‫( ا ر د‬a.i. e b e d 'i n c . ) : e b e d le r , s o n s u z lu k la r.

ubûr

-

ucrae

y a k ı ş ı r y o ld a , ( b k z : U b e y d â n e ).

k ö le lik .

( a . i . ) : a c e le ile , ‫ ؟‬a b u c a k y a p ı l a n İş.

o la n la r .

ubeyd

u b u d iy e t

( a . i . ) : ş a ş ı l a c a k şe y . ( b k z : a c ib ).

( b k z : İc â le t , u câ le t) .

z a m m e l i l e r i n i n s e s in i v e rir, ubâb

-

ucle ٠ ‫ﺀﺟﻒ‬

‫اﺿﺤﻮك‬

(a .i. d a h k v e

şe y , g ü l ü n e c e k şe y , k o -

m e d i.

udhûke-perdâz

‫اﺿﺤﻮﻛﻪ رداز‬

(a .f.b .s .) : g ü ld ü -

r ü c ü , k o m ik .

udhûme o la r a k ,

‫اﺿﺤﻮﻣﻪ‬

( a . i . ) : b o h ‫ ؟‬a> y a s t ı k , [e s k id e n

b â z ı k a d ı n l a r , b e l l e r i n i i n c e g ö s t e r m e k İ‫ ؟‬i n k ı ç l a r ı n ı n ü z e r i n e b a ğ la r la r m ı ş ] .

Udi

‫رد ى‬

( a .s .) :

1. miiz.

u t ‫ ؟‬a la n .

2. bot.

‫ ؟‬i m i n d e o l a n y a p r a k l a r , * b itk ile r .

u t b i-

uhreviyyât udlûle

‫ا ﺿﻠ ﻮﻟ ﻪ‬

(a.i.) : d o g r u y o ld a n s a p m a , sa -

p i t m a [“ h id â y e t '' i n z ıd d ı].

udûl ‫( ﻋ ﺪ و ل‬a.i.) : 1. s a p m a , y o ld a n ç ık m a . 2. g e r i d ö n m e , v a z g e ç m e , (blcz : n ü k û l) . 3. ( â d d 'i n c.) : â d il, a d â le t s â h i b i o la n la r , h a k d a n a y r ı lm a y a n la r , h a k lc i y e r i n e g e tire n le r . Hey'et-İ udûl : huk. jü r i.

udvân

‫ﻋ ﺪ وا ن‬

‫اﻓﻐ ﻪ‬

(a.i.) : 1. in c e d e r i. 2. s ü n n e t e d il e n

d e r i. ( b k z : g u l f e ) .

ufkiyye

‫اﻓﻘﻴ ﻪ‬

(a.s.): [“u f k î " n i n m ü e n .l . ( b k z :

u fk i zelzele : jeol. * y a ta y d e p r e m , fr. séisme horizontal. (a.i.) : 1. u f u k . 2. astr., top. h e r h a n g i

b i r y e r i n ç â k u l h a t t m a a m u t (* d ik ey ) o la n v e r a s a t â l e t i n i n " o b je c tif " m e r k e z i s e v iy e s in d e b u l u n a n m e v h u m p a r a l e l o la n d ü z le m le r .

d ü z le m le o n a

[ A r a p ç a d a k i a s il

u g lû ta

y a n ı l t m a c a , b i l m e c e , b u lm a c a ,

:

(b k z : uh-

‫ا ﻏﻠ ﻮ ﻃﺎ ت‬

u g lû tâ t

(a.i. u g l û t a 'm n c . ) : y a n ı l t m a -

c a la r , b ilm e c e le r , b u l-m a c a la r . ( b k z : e g a lit).

‫ا ﻏﻴ ﻪ‬

u g n iy y e

(a.i. g ı n â 'd a n . c . : e g a n i ) : ç a r k ı,

u g n i y y e t i i 'l - e g a n i

(ş a r k ıla r ın

ş a rk ıs ı): H z.

m â n â s ı : " n a h iy e , t a r a f ” d ır], [H a z r e t- i

v â h id i y y e

ve

H a z r e t- i

ü lû h i y y e 'd e n ib â r e tt ir ] .

ufk-ı hakîkî : astr., top. A r z 'ın m e r lc e z in d e n g e ç m e k ü z e r e h e r h a n g i b il' y e r i n ş â k u l î h a t t m a a m u t (* d ik ey ) d ü z le m in s e m â k ü r e si ile a r a k e s iti.

ufk-ı hayât : h a y a t u f k u , g ö r ü ş *açısı, uflc-ı hissi : astr., top. r â s ı d ı n b u l u n d u ğ u n o k t a d a n A r z s a t h ı n a “ta n g e n t e " o l a r a k g e ç e n u f u k d ü z l e m i n i n s e m â k ü r e s i ile a r a k e s itid ir .

uflc-1 m er'î : astr. r â s ı d ı n g ö z ü n d e n ç ı k a n ış ık h a t l a r ı n ı n A r z s a th ıy la te m â s e t t i g i n o k t a l a r d a n g e ç ip ş â k u l î h a t t a a m u t (*dik e y ) b u l u n a n m e v h u m d ü z le m in s e m â k iire s i ile a r a k e s iti,

ufk-ı meserret : s e v in ç u flcu . ufk-ı miibhem : b e li r s i z u f u k , ufk-ı mübîn : tas. k a lb m a k a m ı n ı n s o n m e r te b e s i.

ufk-ı m ünevver : p a rla lc u fu lc. ufk-ı saâdet : m u t l u l u k u f k u , ufk-ı sevdâ : se v g i u f k u , ufk-ı çâm : a k ş a m ı n u f k u .

u g v iy e

‫اﻏﻮﻳﻪ‬

( a . i . ) : b e lâ , m u s ib e t , ( b k z : b e l i y y e ,

d â h iy e ). u g t û b e ^

١( a . i . ) : a z a r , t e v b i h , t e k d ir ,

. ‫اﺣﺒﻮش‬

u h b û şe

( a . i . ) : t ü r lü k a b ile le r d e n m e y -

d a n a g e le n c e m a a t .

‫ا ﺣ ﺠﻴ ﻪ‬

u h c iy y e

( a .i .) : b ilm e c e ,

y a n ıltm a c a .

( b k z : l u g a z , u g lû t a , U h c i iv v e ) . u h c iiv v e

‫ا ﺣ ﺠﻮه‬

( a .i .) : b ilm e c e ; y a n ılt m a c a .

(b k z : lu g a z , u g lû ta , u h c iy y e ).

ufk-ı a'lâ : tas. r u h m a l c a m m ın s o n m e r te b e s i.

۶ (a.i.) :k e k r e lik , ‫( اﻏﻠﻮﻃﻪ‬a.i. g a la t 'd a n . c . : e g â lît , u g lû tâ t )

u fû s e tc ^

S ü l e y m â n 'ı n lcitab ı.

u fk i ‫( ا ﻓ ﻘ ﻰ‬a.s.) : *yatay , b i r s a t h a m u v â z î o la n , fr. horizontal.

‫اﻓﻖ‬

( a . i . ) : 1 . p i s k o k u . 2 . ilt ih a p , y a n -

t ü r k ü ; n a g m e , İ lâ h i.

u f k i) .

ufuk

‫ﻋﻔﻮ ﻧ ﺖ‬

g ı.

c iy y e , u h c iiv v e ).

(a.i. a d iiv 'd e n ) : 1. d ü ş m a n l ı k ,

( b k z : a d â v e t, z a h l) . 2 . h a k s i z li k , z u liim .

ufka

u f k - ı z â h i r î : a s t r . ( b k z : u f k - ı m e r 'i ) . u fû n e t

uhde

‫ﻋ ﻬﺪه‬

(a .i. a h d 'd e n ) : 1 . s ö z v e r m e , b i r

İŞİ ü z e r i n e a lm a , ( b k z : t a a h h u d , t e k e f f ü l, v a 'd ) . 2 . v a z i f e , b i r i n i n ü z e r i n d e b u l u n a n İş. 3 . y a p m a , b e c e rm e . 4 . .s o r u m lu lu k , ( b k z : m e s 'û liy e t ) .

E l-u h d e tii

a l e 'r - r â v î :

d ogru

o lu p o l m a m a s ı m e s 'u l i y e t i , r i v â y e t e d e n e â itt ir . uhdûd

‫ا ﺧﺪود‬

( a .i.) : h e n d e k , y a r ık , (b k z : u h -

k u k ). u h d û se

‫اﺣﺪوﺛﻪ‬

(a .i.): ş a ş ı l a c a k d e r e c e d e u y d u r -

m a h ab e r. uhkuk

‫ا ﺧﻘ ﻮ ق‬

("k u ” u z u n o k u n u r, a .i.) : h en -

d e k , y a r ılc . ( b k z : u h d û d ) . u h râ

‫ ﻧ ﻤ ﻰ‬١(a .s.)

: b a ş k a , d ig e r . l " â h a r " ı n m ü -

e n n e s i.]. M e r r e t e n b a 'd e u h r â : b i r k a ‫ ؟‬d e fa , t e k r a r t e k r a r . N e ç 'e - i u h r â : â h i r e t h a y a t i, öbür

g e liş .

u h râ

(tan b u rd a

Zâde

f i 't - t u n b û r i b ir

nagm e

n a g m e te n

daha

a r ttı):

m e c . y e n i b i r f i k i r d a h a k a t ild i, u h re

‫ا ﺧ ﺮه‬

( a . i . ) : 1 . b ir ş e y i n s o n u . 2 . g ö z u c u ,

g ö z ü n k u y r u g u . 3 . e g e r in a r k a s ı n d a k i s i v r i u cu . u h r e v i , u h r e v i y e ‫ اﺧﺮوﻳﻪ‬،

‫ ( اﺧﺮوى‬a . s . u h r â 'd a ı ı ) :

â h i r e t e â it, â h i r e t le ilg ili, u h r e v iy y â t

‫اﺧﺮوﻳﺎت‬

( a . i . c . ) : â h i r e t le i l g i l i İşle r;

â h i r e t b a h s i.

1301

uhrûn

uhrûn ‫اوﻫﺮون‬

( f . s . ) : k ıs ır , d o ğ u r m a y a n [ k a d m

v e y â h a y v a n ] , ( b k z : u k r e ).

uht ‫ا ﺧ ﺖ‬

uht İi-eb : fer.

ukalâ' ‫ﻋ ﻘ ﻼ ﺀ‬

ö l ü n ü n b a b a b i r k ı z k a r d e ş i,

n i k a h l a m a k s û r e t iy le ilci k ı z k a r d e ş le e v le n m e . (a.i. a h d 'ı n c.) : a h i d le r ; y e m i n l e r ;

a n la ş m a la r [a ğ ız d a n v e y â y a z ılı-],

uhûd-i atika

c .) : 1.

" u k a la

a k ı l l ı la r , a k ı l l ı

d ü n b e le ğ i”n d e n

b ilm e d iğ i h a l d e : "a k ıllılık , b ilm iş lik ta s l a y a n , a k ı l l ı g e ç i n m e k is t e y e n " m â n â l a r ı n a k u l l a n ı l ı r o lm u ş t u r ] . ukam

‫ﻋ ﻔ ﺎم‬

(“ k a " u z u n o k u n u r , a .s .) ‫ ؛‬p e k ş id -

uhuvvet ‫ا ﺧﻮ ت‬

ukar

: y ü r ü r lü k t e k i a n la ş m a la r ,

1.

( a .i.) :

2. mec.

k a r d e ş lik .

d o s t-

uhuvvet-i e f k â r :

( a . f . b . s . ) : k a r d e ş g ib i d a v -

( z f . ) : k a r d e ş ç e s in e .

( " k a " u z u n o k u n u r , a . i . c . : a lca b e ,

ı k b â n ) : 1. k a r a k u ş , k a r t a l, ta v ş a n c ıl k u şu . 2 . H z . M u h a m m e d 'i n

a le m

c a k ) l e r i n d e n b i r i n i n a d i.

(b a y ra k ,

3. astr.

san -

N e s ir b u r-

( " k a " u z u n o k u n u r, a .i .) : 1. şarap ,

2 . liik s m o b ily a .

‫ﻋ ﻜﺎ ظ‬

( a . h . i . ) : M e k k e - i M i i k e r r e m e 'n i n

y ı l b i r a y k a d a r b u r a d a y i y i p İ‫ ؟‬ip , a lı ş v e r i ş -

y e r i. [ " İ k â z ” o k u n u ş u d a v a r d ır ].

ukba ‫ ( ﺀﻫﻰ‬a . i . ) : 1 . c e z â . D âr-ı u k b a : a h i r e t . ukde

‫ﻋﻘﺪه‬

ukab-ı âhenîn-m inkar ( d e m ir t a l ) : mec. u z u n s a p l ı b a lt a , mec.

(‫ ؟‬Öİ k a r t a l ı ) :

g a g a lı k a r -

2 . a h ire t, ö b ü r d ü n y â .

(a .i. u k a d ) : 1 . d ü ğ ü m ,

ukde-i a'râs

: n ik â h d ü ğ ü m ü ,

ukde-i lis â n :

cu , K a r t a l ta k ım y ıld ız ı,

ukab-ı m elâ

‫ﻋ ﻘﺎ ر‬

t e n s o n r a k a r ş ı l ı k l ı ş iir o k u d u k l a r ı p a z a r

r a n a n , k a r d e ş g ib i, d o s t ç a ,

uhuvvet-kâr-âne ‫اﺧﻮﺗﻜﺎراﻧﻪ‬

(a.s. a k i m 'i n c . ) : k ıs ır la r , z iir ri-,

y a k ın ın d a b u lu n a n v e A r a p ta ife s in in h e r

fik ir k a rd e ş liğ i,

uhııvvet-kâr ‫اﺧﻮﺗﻜﺎر‬

‫ﻋ ﻘ ﻤﺎ ﺀ‬

( b k z : b â d e , h a b U k , h a n d e r i s , r a l ı î k , s a h b â ).

U kâz

lu k , b a ğ l ı l ı k .

ulcab ‫ﻋ ﻘ ﺎ ب‬

ukam â'

y e ti o lm a y a n la r.

: e sk i a n la ş m a la r,

uhûd-i m er'iyye

k o n u ş a m a m a , tu tu lm a ,

ukde-i nuhâ-i ş e v k i : anat.

o m u r ilik * s in ir

düğüm ü.

k ö tü k im s e ,

ukde-i re's

:

astr.

b ir g e z e g e n in Z o d y a k ü z e -

r i n d e y ü k s e l m e n o k t a s ı, ( a .i .) : to z , d u m a n , (b k z : g u b â r ).

ukabân ‫ﻋ ﻘﺎﺑﺎ ف‬

: ("k a ” u zu n

o k u n u r , a .f.b .i.

u k a b 'm c.).

ukabl ‫ﻋ ﻘ ﺎ ﺑ ﻰ‬

u k d e 'n i n

c .) :

C e n â b ıh a k . 3 . C e n â b -1 H a k .

ukad-ı le n fâ v iy y e : hek.

( s ır a c a ),

k o l t u k a lt ı n d a ( k ö p e k m e m e s i ) , k a s ı k la r d a ( h ı y a r c ı k ) b u l u n a n şişler,

1. anat., biy.

b o ğ u m l a r , d ü ğ ü m le r .

ukadât-1 a s a b ic e

:

ukadât-1 h aşvim e

:

anat. anat.

g e z e g e n in

* y ö r ü n g e n in y ü k s e ld iğ i

y ö rü n g e n in

* ‫ ؟ ؛‬o rg a n s in ir d ü -

g ü m le r i.

ukadât-1 lenfâviyye : anat. 2. bot., fiz. d ü ğ ü m l e r .

a lç a ld ığ ı

n o k ta.

ukde-gir

r $

‫ﻋﻘﺪه‬

( a .f .b . s .) : 1 . d ü ğ ü m l ü .

2 . m ü ş k ü l , z o r. 3 . ş ü p h e li.

‫ل‬

‫ﻋﻘﺪه‬

( a .f .b . s .) : z o r l u ğ u y e n e n ,

( b k z : h a l l â l- i m ü ş k i l â t , h a l l â lü '1 - u k a d ) .

ukdetân

‫ﻋﻘﺪﺗﺎن‬

(a .i.c .l. ( b k z : u k d e t e y n ) .

ukdeteyn ‫ﻋ ﻘ ﺪ ﺗ ﻴ ﻦ‬

(a .i.c .) :

astr.

b ir s e y y â re n in

( * g e z e g e n in ) Z o d y a k ü s t ü n d e k i m a h r e k i n i n (* y ö r ü n g e s in in ) ik i u c u .

sin ir b o ğ u m la r ı.

Zodyak

n o k ta.

ukde-güşâ ‫ا‬

koyunda

(o .i. u k d e 'n i n c . ) :

b ir

ü z'‫ ؟‬r i n d e a l ç a l m a n o k t a s ı,

ukde-i z e n e b : astr.

1. d ü ğ ü m l e r . b e z le r . H allâlü '1-u k ad : b ü t ü n d ü ğ ü m l e r i ‫ ؟‬ö z e n , m ü ş k ü l l e r i y e n e n , mec. (a.i.

ukadât ‫ﻋ ﻘ ﺪ ا ت‬

ukde-i s ü flâ : astr. ukde-i u ly â : astr.

(“ k a ” u z u n o k u n u r , a .s.) : k a r t a l a

â it, k a r t a l l a ilg i l i ; k a r t a l g ib i,

1302

(a.i. â k ı l 'i n

2 . [b iz d e

d e tli, ‫ ؟‬o k se r t.

uhûd ‫ﻋ ﻬ ﻮ د‬

ukad ‫ﻋ ﻘ ﺪ‬ 2. anat.

o la n la r .

k i n â y e o l a r a k v e m i i f r e t ş e k lin d e , b i r ş e y

a n a b i r k ız k a r d e ş .

uhteyn ‫ ( ا ﺧ ﺘ ﻴ ﻦ‬a . i . c . ) : i k i k ı z k a r d e ş . Cem'-i u hteyn : b i r i ö ld ü k t e n s o n r a d i ğ e r i n i

ukâb ‫ﻋ ﻜﺎ ب‬

*b e y in s i b o -

g u m la r.

( a .i .c .: a h a v â t ) : k ız k a r d e ş .

uht li-ümm : fer.

ukadât-1 şib h-m uh iyye : anat.

[b ir in e ‫ “ ؛‬u k d e -i

re 's ” , ö t e k in e ‫ " ؛‬z e n e b ” d e n ir ].

ukdevi ‫د و ى‬

(a.s.) ‫ ؛‬u k d e , d ü ğ ü m , y u m a k b i -

‫ ؟‬i m in d e o la n . le n f b o ğ u m la r ı.

ukdeviyye

٠‫ﺀﻗﺪوﻷ‬

(b k z :u k d e v i) .

(a .s.) ‫ “[ ؛‬u k d e v î ” n i n m iie n .].

ulufe ukdi

‫ﻋﻘﺪى‬

(a .s.) ‫ ؛‬a n a t. b e z e m e n s u p ; b e z g ib i.

‫ ( ﻋﻘﺪﻳﻪ‬a . s . ) :

u k d iy y e

u k u l - i a ç e re : A r i s t o t a k s i m i n e g ö r e a k l i n o n m e r t e b e s i.

u k d i y y ü 'ş - ş e k l : b e z ş e k lin d e o la n , [ " u k d i " n i n m ü e n .] . ( b k z :

u k u l - i z a ife e r b â b ı, e s h â b ı:

‫ ( ﻋﻘﻴﺪ‬a . i . ) : d ü ğ ü m c ü k , u k h u v a n ‫ ( ﻋ ﻘ ﺤ ﻮا ن‬a . i . ) : b o t.

p a p a t y a , lâ t. a n t-

( a . i . ) : 1 2 8 3 g r. i l k e s k i b i r a ğ ı r l ı k

‫ﻓ ﻢ‬

‫اﻗﻪ‬

( a . i . ) : 1. ta ç o d a v e y â k u lü b e , k ü m e s .

‫اﻗﻌ ﻮم‬

İn a n c ın ın

( a . i . c . : e k â n î m ) : a s il, u n s u r , r ü -

a y ı'ı a y r ı u n s u r l a r ı : e b

(b a b a ),

v e y â d iş i h a y v a n i n h â li. 3 . m e c . n e t ic e a la m a m a . 4 . ed . m a n z û m e n i n e n p a r l a k o la n

s â h ip le r i ,

‫ﻋﻘ ﺮه‬

( a . s . ) : lcısır, d o ğ u r m a y a n

‫اﻗ ﺴ ﻮ ﻣ ﻪ‬

re k e t e d e n b i l g i l i k im s e le r ,

k a t la r .

‫اﻗﻄﻮﻋﻪ‬

‫ﻋ ﻘ ﻮﺑﺎ ت‬

("k u ”

u zun

oku n ur,

a.i.

u k u b e t 'i n c . ) : 1. c e z â la r . 2 . e z iy e tle r , İ ç k e n c e le r, a z a p la r .

ukubet

‫ﻋﻘ ﻮﺑ ﺖ‬

‫ﻋﻘﻮد‬

u zun

o k u n u r,

a .i.c .:

(“ k u '' u z u n o k u n u r , a .i. a k d 'i n c . ) :

a k it le r , b a g la r , ş a r t la r , t a r a f l a r c a y a p ı l m a s ı k a r a r l a ş t ı r ı l ı p k a b û l e d ile n ş e y le r . S û r e - i

u k u d : K u r 'â n 'ı n 5. s û r e s i, u k u d - i t ic â r iy y e : t i c â r î a k itle r . u k u d ü '1 - c e v â h i r : m ü c e v h e r d iz ile r i, ukûf

‫ﻋﻜﻮ ف‬

( a . i . ) : b i r ş e y e d e v â m e tm e lc ü z e i'e

i k b a l g ö s t e r m e , g ö s t e r iş ,

‫ﻋﻘ ﻮ ق‬

ukuk

(" lc u ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : a n a y a

b a b a y a â s î o lm a , (b lcz : a k k ).

ukul

‫ﻋﻘ ﻮ ل‬

u zun

ok u n u r,

a.i.

ca.

(b k z : u ğ lû ta , u h c iiv v e ).

‫اوﻟﻰ‬

(a .i. z û 'n u n c .) : s â h ip .

u lle y k ‫ ( ﻋﻠﻴ ﻖ‬a . i . ) : b o t. ç it s a r m a ş ı ğ ı , k a h k a h a

u lû

‫اوﻟﻮ‬

(a .i. s â h ip le r . ( b k z : u li).

u l ü 'l - a z m

( a z im

s a h ip le r i):

A l l a h 'ı n

ver-

d i g i v a z i f e y i e n i y i ş e k i ld e y e r i n e g e t i r e n p e y g a m b e r le r . [H z . N u h , H z . i b r â h i m , H z . M û s â , H z . îs â v e H z . M u h a m m e d ].

("k u ”

u k u b â t ) : 1 . c e z â . 2 . e z iy e t , iş k e n c e , a z a p ,

ukud

("g u ”

ç iç e ğ i. (a .i. k a t 'd a n ) : i l g i y i k e s m e k i i z e -

re g ö n d e r ile n , v e r i l e n şe y .

ukubât

‫اﻟ ﻐ ﻮ ز ه‬

l u g a z 'd a n ) : k a p a l ı s ö z ; b i l m e c e , y a n ı l t m a -

u li

k ı s m e t , h is s e , n a s ip , p a y .

u k tû a

m ü d e rr is ,

u l e m â - y i ı ı l l â m : h u k . f ı k ı h â li m l e r i , a v u -

[k a d m

(a.i. k ı s m e t 'd e n . c . : e k a s i m ) :

[e v v e lc e

u l e m â - y i â m il in : i l i m , b i l g i s i g e r e ğ i n c e h a -

v e y â h a y v a n ], (b k z : u h rû n ).

uksû m e

(a.i. â li ı n 'i n c . ) : â lim le r , i l i m * b i lg in le r ,

k a d ı g i b i i l m i y e m e n s u p l a r ı n a d e n ir d i],

u lg u z e

rin d e n v e r ile n m u a y y e n b ir pay.

. (a .i. u lb e 'n i n c . ) : 1 . b ü y ü k k u t u la r .

u le m â ' ‫ﻋ ﻠ ﻤ ﺎ ﺀ‬

b e y t i . 5. h u k . t o p r a k s a h ib in e , t o p r a k g e li-

u k re

‫د ب‬

2 . f ıç ıla r . 3 . s a n d ık la r .

ta se ]. ( a . i . ) : 1. k ıs ı r l ı k . 2 . d o ğ u r m a z İ c a d ın ın

( a . i . c . : İlâ b , u l e b ) : 1. b ü y ü k k u t u .

k a p s ü lle r .

ib n ( o g u l), R û h ü 'l - k u d ü s . [fe ls. fr. h y p o s -

‫ﻋﻘﺮ‬

‫ئ‬

2 . f ı ‫ ؟‬ı. 3 ٠s a n d ı k . 4 . k â s e le r , k a b la r . 5 . b o t.

u le b

k ü n ; H ı r i s t i y a n l ı ğ ı n b i r a r a d a " ü ç A l l a h ''

ukr

( a . s . ) : b i r i n c i , i l k [ e v v e li n m iie n n e s i] .

ü n v â n ı : " s a â d e t l ü e f e n d i m h a z r e t le r i '' d ir.

u lb e

2 . d a g t e p e le r in d e t a ş t a n y a p ı l m ı ş k ilis e ,

uknûm

(a.s.) : ç a n v e ş e r e f s â h ib i [k im s e ] ,

‫او ق‬

û lâ

( a .i .) : 1. k ıs ırlık , ç o c u k y a p m a m a .

2 . v e r im s iz lik .

ukne

(a.i. a k s 'i n c . ) : a k is le r , ç a r p m a l a r ,

R ü t b e -İ û l â : m i i l k i y e d e b i r p â y e o lu p r e s m i

ö lç ü s ü .

ukm

z a y ıf

y a n k ıla r .

u lâ ‫ض‬

h e m is n o b ilis .

‫ا وﻗﻴ ﻪ‬

‫ﻋﻜﻮ س‬

ukûs

ukeyd

û k ıy y e

a k lic a

o la n la r .

u k d i) .

( " k u " u z u n o k u n u r , a .i. a k l 'ı n c . ) :

u l ü 'l - e b s â r : g ö r ü ş k a b i l i y e t i n d e o l a n k i m s e le r. F a 't e b i r û y â û l i 'l - e b s â r : e y d i k k a t l e g ö r e n le r , ib r e t a li n !

u l ü 'l - e l b â b : a k ı l l ı k im s e le r , u l ü 'l - e m r : p â d i ş â h , k a n u n v â z ı ı , b u y r u k s a h ib i, h ü k ü m d a r ,

u l ü 'n - n ü h â : a k ı l l ı k im s e le r , u lû f

‫اﻟ ﻮ ف‬

(a.s. e l f i n c . ) : 1. b in le r . Â h â d - i ulûf>

A ş e r â t - ı u lû f, e v in in

M iâ t - 1 u l û f :

m a t.

b ir in c i, ik in c i, ü ç ü n c ü

b in le i"

r a k a m la r ı .

2 . [ A r a p h a r f l e r i n i n i l k i v e A l l a h k e lim e s in i n i l k h a r f i o l a n " e l i f '' i n c.] : b ir le r , te k le r,

u lû fe

‫ﻋﻠ ﻮ ﻓ ﻪ‬

(a.i.

a le fd e n .

c . : a lâ if, u l ü f ) :

a k lila r , z ih in le r , u s la r . E h l - İ u k u l : a k ı l l ı -

1 . h a y v a n y e m i . 2 . s ip â h ile r e , y e n iç e r ile r e

lar.

(ü ç a y d a b ir ) v e r i l e n m a a ş .

1303

ulû.e deflet! u lû fe d e f t e r i : ta r. k a p ık u lu a sk e rin in v e a c e m i o c a ğ ın d a b u lu n a n la r ın k ü n ye leriy le, g ü n lü k u lû fe m ilc ta rla rın m y a z ıld ığ ı d e f ter.

lu ask erin e u lu felerin d a ğ ıtım ı İ‫ ؟‬in sa ra y d a y a p ıla n tören. u lû fe - c i y â n ‫ﺟﻴﺎ ن‬

( a .i.) : u lû feciler.

ta r. k a p ık u lu s ü v â r îs im teşk il ed en atlı b ö lü ğ ü n “ u lû fe c iy â n " d e n ile n ik isin d e n ilk in in adi.

‫( ﻋﻠﻮﻓﻪ‬a.f. b . i . ) :

ta r. k a p ık u lu s ü v â r îs im te şk îl ed en atlı b ö lü ğ ü n "ıılû fe c iy â n ” d en ilen ik isin d e n ik in c is in in adi.

u l û m - i s iy â s iy y e : siyâsî ilim ler, u l û m - ı ş e r 'i y y e : şeriat ilim le ri, şeriat b ilg ileri.

‫ﻋﻠﻮﻓﻪ‬

(a .f .b .s .c .: u l û fe - h â r â n ) :

u lû feci, u lu fe si olan. u lû fe -h â râ n ‫ﺧ ﻮا را ن‬

u l û m - i t â liy e : i'd â d î m ek tep lerin d e (b u g iin liselerde) ö ğ retile n bilgiler,

‫ﻋﻠ ﻮ ﻓ ﻪ‬

la n ilim ler. u lû m u f i i n û n : ilim le r v e fenler, te o rik v e

(a.f.b.s. u lû fe -h â r'ın

c . ) : u lû fe cile r, u lû fe si o lan lar.

p ra tik bilgiler. u 'lû m e I —. ‫ ( ا ﻋ ﻠ ﻮ‬a .i.c .: e â l î m ) : n işa n , alâ m et,

‫ ( ا ﻟ ﻮ ﺑ‬a .i.) : A lla h l ı k sıfatı. T a n r ı-

ilk v a sfı.

‫ﻋﻠ ﺮ م‬

u l û m - ı t a 'l im iy y e : m a te m a tik ilim leri,

u lû m - ı z â h i r e : m e d re se ilim le ri d ış ın d a k a -

u lû fe -h â r ‫ﺧ ﻮا ر‬

işâret. u l i i f ‫( ﻋ ﻠ ﻒ‬a.i. u lû fe 'n in c . ) : 1 . ulu feler, yem ler.

(a.i. İlm 'in c.-): ilim le r, b ilgiler.

D â r i i'l - u l û m

(ilim le r

yu rd u ):

m ed re se ,

m ek tep , d ersh ân e.. g ib i yerler, u lû m - i a k l i y y e : tabiat v e m a te m a tik gib i alcıl esâ sın a d a y a n a n bilgiler, u l û m - i â liy e : g ra m e r-s in ta k s gib i, b a şk a b ilg ile rin ö ğ re n ilm e sin e y a r a y a n bilgiler, u l û m - i â liy e : tefsir v e h a d is ilim leri, u lû m - i a m e l i y y e : ta rih , c o ğ r a fy a , h en d ese, İlm -i n ü c û m g ib i ilim ler, u l û m - ı c iiz 'iy y e : d în î ilim le rd e n a y rıla n k ü ‫ ؟‬iik kollar. u l û m - i d i n i c e : d in bilg isi, u l û m - ı e d e b iy y e : ed ebi ilim le r, bilgiler, u l û m - i g a r i b e : g a y b d e n h a b e r v e rm e , fala b a k m a g ib i bilgiler. u lû m - i h i l e m i z e : a h lâ k v e e şy â h a k ik a tin i m e v z û y a p a n b ilgiler. u l û m - ı h ilc m e t-i t a b i i c e : f iz . * fiz ik b ilim leri, *fiz ik b ilg ile ri. u l û m - ı h u k u k i y y e : h u k . k a n u n la rla ilg ili ilim ler, bilgiler. u l û m - i k ü l l i y y e : b ü tü n d în î ilim ler, d în î bilgiler.

u l û m - i r iy â z iy y e : m a te m a tik b ilgiler,

u l û m - i t a b i i c e : ta b ia t b ilg ileri,

u l û fe - c i y â n - 1 y e s â r ‫ﺟﻴﺎ ن ﻳ ﻤ ﺎ ر‬

u l û h iy y e t ‫ﺖ‬

ler. u l û m - i n e fs â n iy e : r u h ilim leri, r û h î b ilg iler.

‫ﻋﻠﻮﻓﻪ‬

u l û f e - c i y â n - 1 y e m in ‫( ﻋ ﻠ ﻮ ﻓ ﻪ ﺟﻴﺎ ن ﻳ ﻤ ﻴ ﺰ‬a.f. b . i . ) :

1304

m i‫ ؟‬bilgiler. u l û m - ı n a k l iy y e : h a d is, tefsir, fık ıh g ib i n ak il v e riv â y e t ü ze rin e k u r u lm u ş o lan b ilg i-

u lû fe d î v â n ı v e y a u lû fe t e l h i s i : ta r. icaplku-

u lû m

u lû m - i m ü te â re fe : h erk esin b ild iğ i, ta n ın -

2 . sip âh î, y e n iç e r i m a a şla rı, u l i i f ‫( ﻋ ﻠ ﻒ‬a.i. u lû fe'n in c.). (b k z : ulûfe). u l ii v v ‫ ( ﻋ ﻠ ﻮ‬a .i.) : y ü k s e k lik , b ü y ü k lü k , y ü c e lik , ( b k z : v â lâ y î). UİÜVV-İ c e n â b : â lice n a p lık , kerei'n, c ö m e rtlik.

UİİİVV-İ h i m m e t : g a y re tin , h im m e tin b ü y ü k o lm ası.

UİİİVV-İ n e se b : s o y u so p u y ü k s e k . UİÜVV-İ ş â n : şa n v e şerefin y ü k s e k o lm ası. UİİİVV-İ t i n e t : y a ra d ılış y ü k s e k liğ i, u l v â n ‫ ( ﻋ ﻠ ﻮ ا ت‬a .i.) : 1. ö v ü n m e , (blcz : tefâh ü r). 2 . m ek tu p v e y a z ı b a şlığ ı, u lv i, u l v i y y e ‫ﻋ ﻠ ﻮ ﻳ ﻪ‬

، ‫ﻋﻠ ﻮ ى‬

( a .s .) : 1. y ü k se k ,

y ü c e , (b k z : âlî, b ü len d , refi'). u l v i n ih â d â n : y ü k s e k y a ra d ılış lıla r. 2 . gö ğe veyâ

m ânevi

G ü n e ş'ten ‫ ؟‬o k olup

âlem e

u z a k lık la r ı,

m en su p .

3 . astr.

D ü n y â 'n m k in d e n

d e v r-i m e r'ile rin d e b ü tü n

gö k-

y ü z ü n ü d o laşır g ib i gö l'ü n en g e z e g e n le r : M e r ih ve M ü ş te r i gibi. 4 . i. [b irin cisi] erkelc, [İkincisi] k a d ın adi. u lv iy y â n ‫ﻋ ﻠ ﻮ ﻳ ﺎ ن‬

(a.i. ıılu î'd e n . c . ) : 1. b ü y ü k

m elâikeler. 2 . h. i. E re n d iz , M ü ş te r i (]ü p iter) v e S ek e n d iz , Z u h a l (Sa tü rn ).

umûr-i âdiyye

ulviyyât ‫ﺀﻟﻮ؛ا ت‬

(a .i. u l v î 'd e n . u l v i y y e 'n i n c . ) :

m a 'n e v î y ü k s e k l i k l e r , y ü c e l i k l e r ,

ulviyyet ‫ﻋﻠﻮﻳﺖ‬

m iib â re k y e r le r in i z iy â r e t e tm e ,

umre-i nebevi:

c e lik , b ü y ü k l ü k .

( a . i . ) : [e s k id e n ] İ ş ç ile r e ö d e n e n

( a . i . ) : 1 . d a y a n ı l a c a k , g i i v e n i le -

c e k şe y , k i m s e , y e r ; d a y a k , d a y a n a k , d e s te k . 2 . ilk e , p r e n s ip . 3

٠h e rlc e s in

g iiv e n d ig i,

umûhet ‫ﻋ ﻤ ﻮ ق‬

umdetü'1-islâm : büyük İslâm âlimi imâm-ı -Gazzâlî. umdetü'1-ma'nevî: tas.

umûm ‫( ﻋﻤﻮم‬a .i. â m m 'd a n ) : 1. u m û m î (* g e n e l) o l m a . 2 ٠h e p , b ü t ü n , c ü m l e , h e r k e s . 3 . b ü umûm ve husûs-1 mutlak : mant.

k e lim e a r a s ın d a k i n i s b e t : “ h e r in s a n c a n -

s e m â v â tın

m â b ih -

h a y v a n i n s a n d e ğ i ld i r ..'' g ib i,

umûm ve husûs min vech : mant. lim e g ib i.

d e r i n l i k k ü lte s i,

(a.i. â m i l 'i n c . ) : İ d â r e m e 'm u r la r ı ;

( a . i . ) : u lu , b ü y ü k , e n g in d e n iz ,

o kyan u s.

ummân-1 adem : U m m ân ‫ﻋ ﻤﺎ ن‬

y o k l u k d e n iz i.

k ıy ışın d a n

H in d

k ı y ı l a ı 'ı n a

ve

g ü n e y e d o g r u u z a n a n a ç ı k d e n iz . B a h r - İ U m m â n : H in d O k y a n u su , u m râ ‫ﻋ ﻤ ﺮ ا‬

(a.i. O m r 'd e n ) : h u k . k e n d is in e b a -

ğ ış y a p ı l a n k i m s e n i n ö lü m ü h â l i n d e b a ğ ı ş la n a n ş e y in b a ğ ış la y a n a v e y a m ir a s ç ıla r ın a g e r i v e r i l m e s i ş a r t ı y l a y a p ı l a n b a ğ ış , u m rân ‫ﻋ ﻤ ﺮا ن‬

( a . i . ) : 1 . m a 'm u r lu k , b a y ı n d ı r -

ille, b a y ı n d ı r l a ş m a . 2 . m e d e n iy e t , ile r le m e , r e f â h v e s a â d e t , m u t lu lu k , u m rân î ‫ﻋ ﻤ ﺮا ﻧ ﻰ‬

( a . i . ) : 1 . m a 'm u r lu k , b a y ı n d ı r -

l ı ğ a v e m e d e n iy e t e â it, m a 'm u r l u k l a , b a y m d ı r l ı k l a v e m e d e n iy e t le ilg ili, u m r â n i y y e ٠‫ ( ﺀ ﻣ ﺮ ي‬a . s . ) : [“ ı ı m r â n l 'n i n m ü e n .] . ( b k z : u m râ n î).

umrâniyyet ‫ﻋﻤﺮاﻧﻴﺖ‬

umûm-hâne sermâyesi: * g e n e l e v k a d ı n ı , umûmî, umûmiyye ‫ ﻋ ﻤ ﻮ ﺑ ﻪ‬، ‫ ﻣ ﺎ‬٠‫ ( ﺀﻣﻮ‬a . s . ) : u m û m a , h e r k e s e â it, h e r k e s le i lg ili. Afv-İ umûmî ( u m u m î a f f ) : b ü t ü n s u ç l u l a r ı n s a l ı v e r i lm e s i . Ahvâl-İ u m û m ice‫ ؛‬u m û m î v a z iy e t (* g e n e l d u ru m ). Emniyyet-i u m û m iy y e

( a .lı.i.) : A r a p Y a r ım a d a s ın ın

g ü n e y - d û ğ u k ö ş e s i o l a n g e n iş k ıt 'a v e b u lc ıt 'a n ın

( a . z f . ) : b ü t ü n , h e p ; h e r k e s e o l-

umûmet ‫( ﻋﻤﻮﻣﺖ‬a .i.) a m c a o l m a , a m c a l ı k , umum-hâne ‫ ( ﻋﻤﻮﻣﺨﺎﻧﻪ‬a .f .b . i .) : * g e n e le v .

v â lîle r , m u t a s a r r ı f l a r .

ıımmân ‫ﻋ ﻤﺎ ت‬

“beyaz"

‫ﺀ‬

d u g u g ib i.

( a . s . ) : d e r i n l i k l e * ilg ili.

ummâl ‫ﺀﻣﺄل‬

a ra s ın d a k i n is b e t : “ in s a n ",

umûmen ‫ﻋﻤﻮﻣﺎ‬

‫ ( ﻋﻤﻖ‬a . i . ) : d e r i n l i k , ( b k z : g a v r ) . u m k a n ‫ ( ﻋﻤﻘﺎ‬a . z f . ) : d e r i n l i ğ i n e , u m k ı y y e t ‫ ( ﻋﻤﻘﻴﺖ‬a . i . ) : d e rin lilc . um k

b ir m a d -

d e d e to p la n ıp , ik i m a d d e d e a y r ıla n ik i k e -

t u t a n şe y .

‫ﺀﻣﻬﻰ‬

y a ln ız

b ir i ö te k in in b ü tü n e fr â d ın ı c â m î o la n ik i

i t - t e m e s s iik i i y â n î s e m â la r ı m i i r t e f i ' v e â lî

umkî sahrâ : j e o l.

( a . i . ) : y a p ı l a c a k İş d e , t u t u l a -

c a k y o l d a t e r e d d iid e t m e , d u r a k s a m a ,

il o lm a b a k ım ın d a n h a y v a n d ır , fa k a t h e r

îtim â d ı o la n k im s e .

um ki

H z . M u h a m m e d 'i n h a c f a r -

z o lm a d a n e v v e lk i h a c c i.

t ü n i n s a n l a r , b ü t ü n h a lk ,

g ü n d e l i k ü c r e t , ( b k z : İm â le ),

umde ‫ﻋ ﻤ ﺪ ه‬

( a .i.c .: u m u r â t ) : h a c m e v s im in in

d ı ş ı n d a K â b e 'y i v e M e k k e - i M i i k e r r e m e 'n i n

(a .i. u l ü v v 'd e n ) : y ü k s e k l i k , y ü -

ulyâ ‫ ( ﻋ ﻴ ﺎ‬a . s . ) : p e k (d a h a , e n , ç o k ) y ü c e . Atebe-i ulyâ : p â d i ş â h k a t i. Mehd-İ ulyâ : p â d i ş â h a n a s ı. Mısr-1 ulyâ : y u k a r ı M ı s ı r , [a'lâ n m m ü e n n e s i d i r ] . umâle ‫ﻋ ﻤﺎﻟ ﻪ‬

umre ‫ﻋ ﻤ ﺮ ه‬

lis

(u m û m î

k u v v e tle r i

genel

e m n iy e t):

m ü d ü r lü ğ ü .

po-

Harb-İ

umûmî ( u m û m î l r a r p ) : d ü n y â s a v a ş ı. Müdîr-i umûmî: u m u m (* g e n e l) m ü d ü r . Müdîriyyet-î umûmiyye: u m u m m ü d ü r l ü k ( * g e n e l m ü d ü r l ü k ) . Târih-İ umûmî: u m u m î (* g e n e l) t â r ih ,

umûmî mutabakat: umûmiyyat ‫ﻋ ﻤ ﻮ ﺑ ﺎ ت‬

*g e n e l u y g u n lu k , (a .i. u m û m i y y e t 'i n c . ) :

u m û m î (* g e n e l) m e v z u l a r ( * k o n u la r ) , u m û m î^ e t u m û m ilik ,

‫ﻋ ﻤ ﻮﺑ ﺖ‬ b ir

ş e y in

( o .i.c .:

u m û m iy y â t):

h erk ese

â it

o lm a s ı,

* g e n e llilc .

umûmiyyetle : u m û m î (* g e n e l) o la r a k , umûr ‫( ا ﻧ ﻮ ر‬a.i. e m r 'i n c . ) : 1 . İşler, h u s u s la r , m a d d e le r , ş e y le r . Müshilii'1-umûr : İş le ri k o l a y l a ş t ı r a n ; A l l a h . 2 . ö n e m v e r m e , a ld ı r m a , ü z e r i n d e d u r m a , İş s a y m a , İş e d in m e ,

(a .i.). ( b k z : u m r â n ) .

umûr-i â d i y l e

: hel. g ü n k ü İşler.

١3٠5

umûr-i adliyye u m û r - i a d l iy y e : h u k u k l a .i l g i l i iş le r,

‫ا ﻣ ﻮ ر ا ﻓ ﺎ ﻳ ﺎف‬

u m û r-â ş n â y â n

(a.f.b .s. u m û r -

â ç n â 'n ın c . ) : iş b ilirle r.

u m û r - i a k l i y y e : a k ı l l a * ilg ili işle r,

‫ﺀ ﻣ ﺮ' ت‬

u m u rât

u m û r - i â m m e : k a m u iş le ri,

(a.i. u m r e 'n i n c . ) : h a c m e v -

u m û r - i a s lc e riy y e : a s k e r lik iş le ri,

s im in in

u m û r - i b e y t iy y e : e v iş le ri,

M ü k e r r e m e 'n i n m i ib â r e k y e r l e r i n i z iy â r e tt e b u lu n m a la r.

u m û r - ı c â r iy y e : g ü n l ü k işle r,

u m û r-d îd e

u m û r - i c u m h û r : m i l l î işler,

‫( ا و ر ﻟ ﺪ ه‬a .f.b .s.c .

ve

M ek k e-i

:u m û r-d id e g â n ):

‫اﻣﻮردﻳﺪﺳﻤﺎن‬

u m û r-d îd e g â n

u m û r - i d â h il iy y e n e z â r e t i : iç iş le r i * b a k a n ­

lığ ı.

d id e 'n i n

c.) ‫ ؛‬İş te n

(a.f.b .s.

a n la y a n la r ,

u m û r-

t e c r ü b e li

o la n la r .

u m û r - i d e v l e t : d e v le t iş le ri,

um yân

u m û r - i d ü n y e v iy y e : d ü n y â y a â i t işler,

um ye

n e z â r e t i : d ış iş l e r i

‫ﺀ م—ان‬

(a.s. a 'm â 'n ı n c . ) : k ö r le r , ( b k z :

n â - b în â y â n ) .

u m û r - i h â r ic i y y e ‫ ؛‬d ış iş le r, u m û r - i h â r ic i y y e

*ba­

k a n lı ğ ı.

unât

‫ ه‬٠‫( ﺀم‬a.s.) : a z g ın , g ii m r a h . ‫( ﻋﻔﺎ ت‬a.i. â n î 'n i n c . ) : 1. e s irle r,

.t u t s a k l a r .

2 . â d i, a ş a ğ ı lı k k im s e le r ,

u m û r - i h a y r i y y e : h a y ı r iş le ri,

unayk -

u m û r - i m a â r i f n e z â r e t i : m i l l î * e ğ itim * b a ­

k a n lı ğ ı.

( a . i . ) : 1. b o y u n c u k , g e r d a n c ı k .

2 . h e k . d iş in t a c k ı s m ı ile k ö k ü a r a s ı n d a k i

küçük düğüm .

u m û r - i m â l i y y e : p a r a iş le ri, p a r a ile * ilg ili

işler.

unf j f u n fe n

u m û r - i m â l i y y e n e z â r e t i: m â liy e * b a k a n lı­

ğ ı.

(a.i.) : ş id d e t, s e r tli k , k a b a lı k ,

١‫ ( ﺀش‬a .z f .) : ş id d e tle ,

e m ro lu n m u ş

işler.

m ü llc iy y e :

h a lk a

â it

،

‫ﻋﻴﻔ ﻰ‬

( a .s . ) : ş id d e tli, s e r t,

‫ﻋﻨ ﻔ ﻮا ن‬

( a . i . ) : 1. g e n ç liğ in v e g iiz e l-

l i g i n b a ş la n g ıc ı; b i r ş e y in t â z e l i k z a m â n ı . iş le r;

[ T a n z i m a t 't a n ö n c e ] iç iş le ri, u m û r-i m ü lk iy y e n e z â re ti ٠ . iç iş le r i * b a k a n ­

lığ ı.

2 . tâ z e lik ) p a r l a k l ı k .

Unfuvân-İ ş e b â b : g e n ç lik ç a ğ ı, tâ z e lik . unk

‫ص‬

(a .i.c.: a 'n â k ) : b o y u n , g e r d a n . D a r b - 1

u n k :b o y n u n u v u rm a ,

u m û r - i m ü s b it e : s â b i t o lm u ş işle r, u m û r - i n â f i a : b a y ı n d ı r l ı k iş le ri, u m û r-i n â fia n e z a re ti : b a y ın d ırlık * b a k a n ­

lığ ı.

u n k i i 'd - d e c â c e : a s t r . d e c â c e s û r e t i n i n m e ş h u r b e ş y ı l d ı z ı n d a n b ir i.

unkü'1-hayye ( y ıla n b o y n u ) : a s t r . y ı l a n şe k lin d e k i y ir m i b e ş y ıld ız ın e n m e ş h u ru ,

u m û r - i s e y f i y y e : ( b k z : u m û r - i a s k e r iy y e ). u m û r - i s ıh h ıy y e : s a ğ l ık l a * ilg ili iş le r, s a ğ l ık

iş le ri.

u n k û 'a

‫اذﻗﻮﻋﻪ‬

( " k u ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : s u o lu -

g u s a n d ı ğ ı, s u y u n a k a r k e n i r k i l i p b i r i k t i ğ i y e r.

u m û r - i s iy â s iy y e : p o l i t i k a iş le ri, u m û r-i t e v liy e t : h u k.

‫ﻋﺸﻪ‬

kaba. u n fu v â n

u m û r - i m ü h im m e : e h e m m iy e t li işler,

s e r tli k le , k a b a lı k la ;

z o rla . u n f i, u n f i ^ e

u m û r - i m e 'm û r e : y a p ıl m a s ı

[e s k id e n ] m ü t e v e ll i

t a r a f ı n d a n y a p ıl m a s ı lâ z ım g e le n işler, u m û r - i t ıb b i y y e ٠ . t ı p l a * ilg ili işler, u m û r - i z a b t iy y e : p o lis le * ilg ili işler, u m û r - i z â t iy y e : ş a h s a m a h s u s işle r, u m û r - i z i h n i y y e : z i h i n l i * ilg ili işler. u m û r - â ş n â ١-‫؛‬-‫> ؛‬Tj_p ٠١( a .f .b .s .c .: u m û r - a ş n â y â n ) :

iş b ilir , i ş t e n a n la r , ( b k z : k â r - â ş n â ) .

1306

K â 'b e 'y i

İ ş te n a n la r , t e c r ü b e l i [k im s e ],

u m û r - i d â h il iy y e : iç işle r,

u m û r-i

d ış ın d a

unkud

‫ﻋ ﺸﻮد‬

("k u ” u z u n

o k u n u r,

a .i.c .:

a n â k ı d ) : s a l k ım , m e y v a s a l k ım ı, u n k u d -i h e r e m i : ü z ü m s a l k ım ı, ü z ü m s a lk ı-

m i g ib i. unkudi

‫^ دى‬

( " k u ” u z u n o k u n u r , a . s . ) : 1. sa l-

k i m g ib i. 2 .b o t. S a l k ı m s ı , fr. g r a p p e u x .

‫ ( ﻋﻴﺎب‬a . i . ) : b o t. h ü n n a p ; ç iğ d e , u n n â b î ‫( ﻋﺎﺑﻰ‬a.s.) ‫ ؛‬h ü n n a p r e n g i n d e , u n n â b iy y e ‫ ( ﻋﻨﺎﺳﻪ‬a . i . ) : b o t . h ii n n a p g il le r .

unnâb

usâe-i nevâ.îyye ‫ﻋﻨ ﻌ ﻞ‬

u n su l

(a .i.) : b o t. a d a so g a m . [ş u r u b u :

k a lb h a s t a l ı k l a r ı n a , k a n b o z u k l u ğ u n a v e z a t ü l c e n b e k a r ş ı k u l la n ı l ı r ] ,

‫ز‬

u n su r

( a .i .c .: a n â s ı r ) : 1. m ü re k k e p c i-

s i m l e r i m e y d a n a g e t i r e n b a s it c i s i m l e r i n h e r b ir i, e le m a n . 2 . b i r b ü t ü n d e n

a y rılıp

a y r ı b i r f ı r k a , h e y 'e t m e y d a n a g e t i r e n k ı s ı m . 3

٠m a d d e ,

esas, k ök .

n â z i l o la n m e r t e b e le r , A l l a h 'ı n b i r li ğ i n d e n b a ş l a y a r a k m a d d e â le m in e k a d a r s ı r a la n a n d e re c e le r , ‫ ؛‬a ş a m a la r ,

‫ ى‬٠‫ﺀ ﺳﻢ‬

( a . s . ) : ‫ ؛‬e le m a n s a l, ‫ ؛‬O gesel.

u n û şe

‫اﻧ ﻮﻟ ﻪ‬

( a . i . ) : 1 . h u z u r , re fa h , r a h a t l ı k . bâde,

4 . m e rh a m e t;

‫ﻋﻨﻮه‬

u n ve ten

‫ر ر‬

ûr

s a h p â ). a d â le t.

3. m ecû sî

5. beğenm e,

( a . z f . ) : z o r la , c e b ir le ,

‫رى‬

(a .i.) :

1 . h e d iy e ,

arm agan .

( a . i . c . ) : ç ö l A r a p l a r ı , a ş ir e t le r ,

‫ر ﺟﺎ ن‬

(a .s. a 'r e c 'in c . ) : t o p a lla r , a k s a k -

‫ر ﺟﻮ ن‬

u rcû n

( a .i .c .: a r â c î n ) : 1. k u r u m u ş h u r -

(a.i.) : 1. n işâ n e ,

za rla rı. 4 . dip, k ö k . u rû s ‫ص‬

‫( ر و‬a.i.) : e k i n v e y â m e y v a m a h s u l l e r i n i n z e k â tı.

‫ ا ت‬٠‫ر و‬

(a.i. u r s v e u r u s 'u n c.) : d ü ğ ü n

‫رو ش‬

(a.i. a r ş 'ın c.) : a r ş la r , g ö k le r ‫ ؛‬ta v a n -

la r. u rû z

‫رو ض‬

(a.i. a r z 'ın c.) : 1. a r z l a r , k e y f iy e tle r ,

‫ر وا ﺀ‬

(a.i.) : h e k . S itm a , s ı tm a y a t u t u l m a ,

( b k z : te b ). (a.i.) : te s ti, k o v a v e b e n z e r l e r i g ib i

şe y le rin k u lp u ; k u lp .

M ü s lü m a n lık .

u r y â n ‫( ر ﻷ ف‬a.i.) : ç ıp la k , ( b k z ‫ ؛‬b ü r e h n e ) .

‫رﻓﺎ‬

(a .s. â r i f 'i n c.) : â r ifle r , i r f a n s â h ib i

‫رى‬

(a .i.). ( b k z : ö r f ) .

‫اورﻓﻪ ﻣﺎ ﻫ ﻮ ر‬

( a .f .b . i .) : m ü z . U r f a

d a t e r k i b e d i l m i ş v e m â h u r l u b ir m ü r e k k e p

u rza

‫( ر ﻏ ﻪ‬a.i.) : h edef, a m a ç , gaye, ‫( ﻋﻤﺎره‬a.i.) : 1. ö zsu , sık ıla n şeylerd en

‫ر ﻓ ﻮب‬

("k u ”

u zun

ok u n u r,

a .i.c .:

a r â k i b ) : ö k ç e s i n i r i , t o p u k s in ir i,

‫ر ^ﻳ ﻰ‬

Ç1-

Usâre-İ h â s s ‫ ؛‬b o t. acı m â r u l d en ilen b ir otta n elde ed ilen h u lâ sa olu p asabi h a sta lık la rd a k u lla n ılır.

Usâre-İ h ü c r e v i y y e : b o t . lıü cre ö z su y u .

m a k a m d ır.

u rk u b i

(a.i.) : 1. ç ıp la k lık . 2 . k a b u g u p ek

k a n su. 2 . *b e sisu y u , fr. sève.

g ib i k lâ s ik ş a r k m ü z iğ in d e so n z a m a n la r -

u rk u b

‫ر ﻷﻓ ﻰ‬

ııs â r e

k im s e le r .

u rfa -m â h û r

u ryân î

in c e o lan b ir c in s eı'ik.

m a d a lı. 2 . b o t . a k o t.

u rf

‫اروم‬

u r y â n ii 'l - b ü z û r : b o t. a ç ık to h u m lu la r,

lar.

u re fâ

،

u r y ‫( ر ى‬a.i.) : ç ıp l a k lı k , ( b k z : b ü r e h n e - g i) .

b e d e v ile r . u rcâ n

‫ د‬٠‫ارو‬

u r v e - i v u s k a , u r v e t ii 'l- v u s k a (sa g la m sap) :

2 . m is â fir e ç ık a r ıla n y iy e c e k ,

‫رﺑﺎ ن‬

(a.i. ı r k 'ı n c.) : ır k la r , k ö k le r , d a -

m a r la r .

u rv e ‫ر و ه‬

‫را ﺿ ﻪ‬

u rb ân

u r û c - i î s â : H z . î s â 'n ı n g ö ğ e ‫ ؟‬ık ıç ı, a ğ m a s ı, u rû k ‫ر و ق‬

u rvâ

(a.s. â r î 'n i n c . ) : ç ıp la k la r , s o y u n -

m u ş la r . u râza

(a.i.) : y u k a r ı ç ık m a , y ü k s e lm e ,

b il d ir m e l e r . 2. â r ı z o lm a , g e lm e ,

( a . i . ) : ç ı p la k l ı k ,

‫ﻋ ﺮا ت‬

u rû c ‫ر و ج‬

u rû ş

(a.s. a've r, a v r â 'n ı n c . ) : 1 . t e k g ö z ü -

ler, t e k g ö z lü k im s e le r , ( b k z : y e k -ç e ş m â n ) .

u râ

‫( ر س ؛‬a.i. : a'râs, u ru sâ t) : dü -

y e m e k le r i.

2 . s ilâ h s ız , m ü h i m m a t s ı z o la n la ı'.

u râ t

‫ر‬

g ü n y e m e ğ i.

u ru sât

( a . i . ) : z o r, k u v v e t g ö s t e r m e ,

‫زة‬

urret ‫( ﺀ ر ت‬a.i.) ‫ ؛‬u y u z h a sta lığ ı, (b k z : cereb). urs, urus ‫س‬

alâ m e t. 2 . b a ş ın tepesi. 3 . A d k a v m in in m e -

a fe r in , [ n a z ı m d a “ U n û ş â " d e n ile b ili r ], unve

r in to p u k la r ın a y a k m y e rle rin c e ra h a tle n m e s ij.

u rU m , u rû m e

u n su ri

â y in i.

(a.i.) : hek. b ıc ı lg a n h a s t a lı ğ ı, [a tla -

u r û k - ı b e ş e r : in s a n ırk la rı.

u n s u r - ı s a v t : g r . se s , f o n e m ,

(b k z :

U /

agm a.

u n s u r - ı a 'z a m : ta s . H a z r e t-i e h a d iy y e tte n

2 . şa ra p ,

urne

(“ k u " u z u n o k u n u r , a . s . ) : u r k u b

a d l i b i r i n e m e n s u p , o n u n la i lg ili. A 'z â r - J u r k u b i y y e : ç e r d e n ç ö p t e n s e b e p le r e d a y a n a n ö z ü r le r , m â z e r e tle r .

Usâre-İ in e b ( ü z ü m s u y u ) : ş ıra . Usâre-İ m i'deviyye : anat. m i d e s a lg ıs ı.

Usâre-İ m ü s t a h z a r a : b o t. o n g u n b e s is u y u , fr. s è v e é la b o ré e . U s â re -İ n e v â t iy y e : b o t. ç e k ird e k ö z su y u , fr. s u c n u c lé a ir e .

1307

usât usât ‫( ﺳ ﺎ ت‬a.s. â s î 'n i n c . ) : 1. â s île r, ita a ts iz le r , z o rlıa la r . 2. g ü n a h k â r l a r ,

e m i n , g ü v e n ilir ,

usbu' ‫ ( ا ﺻﻊ‬a .i . c . : a s â b î ') : anat. p a r m a k , usefâ ‫( ﻋ ﺴ ﻐﺎ ﺀ‬a.i. a s i f i n c . ) : 1. ır g a tl a r . 2 . r e n ç (a.i.) :

anat. a la n t o it .

ustumme ‫( اﺻﻌﻠﻤﻪ‬a.i.). (bkz : uztum m e).

useybât ‫( ﻋ ﺼﻴﺒﺎ ت‬a.i. u s e y b e 'n i n c . ) : bot. k ü ç ü k d a m a rla r.

useybât-1 ûlâ : bot. y a p r a ğ ı i k i k ı s m a a y ı r a n d a m a r la r .

r a n d a m a r la r ın ik i y a n ın d a n ç ık a n d a m a rla r.

useybât-1 sâlise : bot. u se y b â t-1 s â n i y e n i n ilci y a n ın d a n ç ık a n d a m a rla r,

useybe -

( a . i . c .: u s e y b â t ) :

bot. d a m a r ,

y a p r a ğ ı b i r t a k i m k ı s ı m l a r a a y ı r a n lif le r d e n h e r b ir i. ( a . i . ) : 1. b a l k a d a r t a t i l o la n k ü ç ü k

b i r şey. 2 . c in s i m ü n â s e b e t , ç if tle ş m e , (a .i.):

fels. ç o m a k , fr. bâtonnet.

usfûr ‫ ( ﻋﺼﻐﻮر‬a .i . c . : a s â f î r ) : s e r ç e k u ş u . USİÛC ‫ ( ﻋ ﻤ ﻠ ﻮ ج‬a .i . c . : a s s â l i c ) : y e n i b e l i r m i ş a ğ a ç b u d a ğ ı.

‫( ﻋﺜﻤﺎن‬a.h .i.) : O s m a n . U s m â n î ‫( ﻋﺜ ﻤﺎﻧ ﻰ‬a.s.) : 1. H z .

m a n O ğ u lla n .

İçin kabu l edilen on esas ‫[ ؛‬ı. tövbe; 2. zühd: dünyâ nim etlerinden, şehvetten nefeini kesm e; 3. A lla h 'a tevekkül; 4. kanaat; 5. uzlet : h alk la tem âsı kesm e; 6. zik ir; 7. A llah 'a yönelm e; 8. m ürâkabe; 9. kend i n efsin in rızâsın d an çık ıp A lla h 'ın rızâsın a girm e. 10. takvâ].

(a.i.) : 1. g ü ç lü k , z o r lu k ; z o r İş.

2.

SI-

usrü'1-bevl: sidilc zorluğu. usrii'n-nefes : nefes darlığı, (blcz : zîk-i sadi"). usret ‫( ﻋﺴﺮت‬a.i.): ZOI', güçlük, zahmet, sıkıntı, zorlulc.

usret-ibel': hek. yutlcunma zorluğu. usret-i hazm : hek. h a z ı m ( S i n d i r i m ) g ü ç lü ğü.

usret-i teneffüs : hele, n e fe s d a r lığ ı. usret-i hayz : hek. re g l b o z u k l u ğ u [lc a d m la rûstâd ‫ و ﺗ ﺪ‬١(f.i.). ( b k z : ü s tâ d ) . ûstâh ‫( او ﺳﺎ خ‬f.s.). ( b k z : ü s t â h ) .

usûl-i mıızâafa : m u h â s e b e d e y e v m iy e d e f c a k li h e s â b ı n ı n d a , b ir is i a k tif , d ig e r i p a s i f ta b l o l a r ı n d a o l m a k ü z e r e , a y n i z a m a n d a

k ı n t ı , d a r l ık , k ıt lı k .

da].

usûl-i hadis : h a d is i l m i n i n d a y a n d ı ğ ı p r e n -

t e r in e b o r ç l u h e s â b ı n ı n k a r ş ılı ğ ı o la n a la -

‫( ا ﺻ ﻤ ﻮ خ‬a.i.) : 1. kulak, (bkz: sımâh,

üzn). 2. kulak deliği.

1308

usûl-i aşere : tas. seyr ve sülûke giren m ürit

sip le^; h a d i s m e to d o lo jis i,

Usmâniyân ‫( ﻋﺜﺎﻧﻴﺎف‬a.h .i.c .) : O s m a n l I la r , O s -

J—J

2. b ir ilm in veyâ tekn iğin asil m evzûun dan önce öğrenilm esi gereken esas, başlan gıç bilgi. 3. başlan gıç. 4. yol, yöntem , tertip, m etod, nizam , kaide, düzen, fr. méthode. 5. b irin in soyun dan gelm e kim seler; ana veya baba tarafın d an atalar,

b a h s e d e n ilim ; f ı k ı h m e to d o lo jis i, O s m a n 'l a ilg ili.

2. O s m a n l I l a r a â it, O s m a n l I la r la ilg ili.

u sr

İarın A rz'a n azaran y ü k se k lik derecesini b u lm akta k u llan ılan âlet,

usûl-i fıkıh : f ı k ı h i l m i n i n p r e n s i p l e r i n d e n

U sm ân

u sm û h

usturlâb ‫( اﻣ ﻄﺮﻻ ب‬a.i.) : astr. [eskiden] yıld ız-

usûl ‫ ﺻ ﻮ ل‬١ (a.i. : asl'ın c.) : 1. asillar, kökler.

useybât-1 sâniye : bot. y a p r a ğ ı ik i k ı s m a a y ı-

useyye -

ûstâz ‫غ‬٠‫( ا و ط‬f.i.). ( b k z : ü s tâ z ). u s t u l , l e - ١(a٠i.) :ü s tü p ü .

b e r le r .

useyb -

useyle ‫ب‬

ûstâm ‫( ا و ﻣ ﺘ ﺎ م‬f.i.) : 1. a l t ı n v e y â g ü m ü ş t e n y a p ı l m ı ş a t e g e ri, ü z e n g i, ( b k z : ü s tâ m ) . 2. s.

k a y d e d ilm e s i h â li d ir , [b u m e t o d a â i t il k b ilg ile r 1294 y ı l ı n d a r â h i p L u k a s P a ç io lo 'n u n : " S u m m a d e A r i t m e t ic a G e o m e tr i P r o p o r t i o n i e t P r o p o r t i n a l i t a " a d il e s e r in d e g ö r ü l m ü ş v e b u u s û l e " İ ta ly a n u s û l ü ” d e d e n ilm e lc te d ir].

usûl-i terbiyei ınevâşî : zir. z o o te lc n i. usûl erkân : y o l y ö n te m , usûl ve fürû : fık. b i r k i m s e n i n lc e n d in d e n ö n c e k ile r iy le s o n r a k ile r i, a t a l a r ı v e ç o c u k İa rı.

usûlî, usûliyye ‫ اﺻﻮﻟﻪ‬، ‫ ﺻ ﻮ ﻟ ﻰ‬١ (a.s.) : u s û l e â it, u s u l le ilg ili, fr. méthodique, usûüyyât ‫( ا ﺻ ﻮﻟﻴﺎ ت‬a.i.c.) : u s u l, m e t o t b ilg is i, fr. méthodologie.

uyun usûüyyûn ‫( اﺻﻮﻟﻴﻮن‬a.i.c.) : 1. u s û l - i f ı k ı h v e y â u s û l - i h a d i s b il g in l e r i . 2 ٠m e t o d a b a ğ lı k a -

Uşşâkıyye ‫ﻋ ﺸ ﺎ ﻗ ﻪ‬

( a .h .i .) :

tas. H a lv e tiy y e

t a r i k a t ı ş u b e l e r in d e n b ir i. ‫؛‬X V I. a s ı r b a ş la r m d a H a s a n H ü s â m e d d i n e l- B u h â r î ta r a -

l a n l a r , fr. méthodistes,

usur ‫( ﻋ ﻤ ﻮ ر‬a.i. a s r 'ı n c.) : * y ü z y ılla r , ( b k z :

f m d a n k u r u l m u ş t u r , (d. 8 8 0 - (1475) - ö . : 1001 (1592)1.

a'sâr).

us'us ‫( ﻋﻤﻌ ﺺ‬a.i.) ‫ ؛‬anat. k u y r u k s o k u m u ,

uşşâk-mâye ‫ ﺛﺎ ق ﻫﺎﻳﻪ‬٠‫( ﺀ‬a.f.b .i.): m üz. T iirk m ii-

‫( ﻋﺶ‬a.i.). ( b k z : u şş ). uşak ‫( اﺷﻖ‬f.i.) : kim. a m o n y a k , uşb ‫( ﻋﺸﺐ‬a.i.) ‫ ؛‬tâ z e o t. uşeyyâ ‫( ا ﺷ ﻴ ﺎ‬a.i. e ş y â 'd a n ) : e ş y â c ık la r ,

uççâk-nevrûz ‫ ( ﻋﺜﺎ ق ﻧﻮروز‬a .f .b .i.) : miiz. Tüı٠k

üş

zigin in en az beş altı a sırlık b ir m ürekkep m ak am ı olup n üınûnesi k alm am ıştır. m ü z i ğ i n i n e n a z a lt ı a s ı r l ı k b i r m ü r e k k e p

küçük

şe y le r.

m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r ,

uşşâk-selmek ‫ ( ﻋﺸﺎق ﺳﻠ ﻤ ﻚ‬a .f .b .i.) : miiz. T ü r k

uşîr ‫( ﻋ ﺸ ﻴ ﺮ‬a.i.) : tâ z e o t, tâ z e ç a y ır.

m ü z iğ in in e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü re k k e p

u ş ş ٧L ; ( a . i . ) ‫؛‬k ıış y u v a s ı.

m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r ,

uşşâk-şehnâz ‫( ﻋﺸﺎق ﺷﻬﻔﺎز‬a.f.b .i.) ‫ ؛‬miiz. T ü r k

uşşâk ‫( ﻋ ﺜ ﺎ ق‬a.i. â ş ı k 'm c.) : 1. â ş ık la r . Uşşâk-I dil-figâr : y ü r e ğ i y a r a l ı â ş ık la r . 2 . müz. T i i r k m ü z i ğ i n d e 5 n u m a r a l ı b a s i t

m ü z iğ in in e n a z a ltı a s ırlık b ir m ü re k k e p

m a k a m ( in ic i ş e k l in e b e y â tî d e n m i ş t ir ) , ‫ ؟‬o k

uşve ‫ ( ﻋ ﺸ ﻮ ه‬a . i . ) : g e c e le y in u z a k t a n g ö r ü n e n

ta b i i b i r d iz i a r z e d e n u ş ş a k , e n e s k i v e e s a s

m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r ,

a te ş .

h is s iy e t İ ç in iy i k u l l a n ı l ı r s a e n y ü k s e k bil-

Utârid ‫ ( ﻋﻄﺎرد‬a .h .i .) : astr. A r z ıt il e k ( M e rk ü r). Kalem-i utârid-rakam : U t â r i d g ib i y a z a n

İf â d e v â s ıta s ı o la b ilir . A s i r l a r d a n b e r i e n

k a le m . ‫؛‬B u s e y y â r e y e ( g e z e g e n ) p a z a r g e -

ç o k k u l l a n ı l m ı ş o la n u ş ş a k , b u g ü n e li m i z -

c e s i ile ç a r ş a m b a h â k i m d i r . B u n u n a l t ı n d a

m a k a m la rd a n d ır.

A şk , g a r â m , t a s a v v u f i

d e k i T i i r k m ü z i ğ i e s e r le r i i ç e r is i n d e b i r i n -

d o ğ a n la r , a n la y ış lı, k a v r a y ış lı, z e k i, k u r n a z

c i g e lm e k te d ir . M a k a m , u ş ş a k d ö r t l ü s ü n e

o lu r la r ] .

p û s e l i k b e ş lis i ilâ v e s in d e n ib â r e t t i r . D u r a k d ü g â lı " İ â ” v e g ü ç lü - d ö r t l ü ile b e ş l i n i n b ir l e ş ti k le r i d ö r d ü n c ü d e r e c e o la n - ııe v â "re " p e r d e l e r i d ir . M a k a m ç ık ıc ı o l a r a k s e y r e d e r .

u tâ t

‫( ﻋﺘﺎ ت‬a.i. â t î 'n i n c . ) : â sîle r, ‫ "( ﻋ ﻔ ﺎ‬k a ” u z u n o k u n u r,

u te k a

u tm , u tiim

l u r ( u ş ş a k d ö r t l ü s ü n ü n s e g â h p e r d e s i İç in ).

u tm e

m iil â y im d ir . P e s td e n tiz e d o ğ r u o ı'ta se k iz l i s i n d e k i s e s le ri ş ö y le d ir : d ü g â h , s e g â h , ç â rg â h , n e v â , h ü s e y n i, acem , g e rd â n iy e ve m u h ay y er.

uşşâk-aşîrân ‫( ﻋ ﺸﺎ ق ﻋ ﺸﻴ ﺮا ن‬a.b .i.) : m ü z . T ii r k daha

m ü z iğ in in esk i

b ir

ta h m in e n

üç

a s ırd a n

m ü rek k ep

m a k a m ıd ıı- .

K a n t e m i r o g l u 'n u n d a rb -1 f e t ih p e ş r e v i elim i z d e k i te k n ü m û ı ıe s id i r . U ş ş â k ile o n u n şe d d in d e n

b ir

p a rç a n ın

b i r le ş m e s i n d e n

a .s. a t i k 'i n c . ) :

a z a t lıl a r , a z a t o lm u ş k ö le le r, c â riy e le r .

D o n a n ı m ı n a " s i” İç in k o m a b e m o l ü k o n u D iz is in d e n is e b - i ş e r if e 'd e n 8 t â n e o lm a k la

s e r k e ş le r ,

‫ﻋﺘﻤﻪ‬

e

( a . i . ) : b o t . y a b a n i z e y t i n a ğ a c ı,

( o .i .) : b o t . z e y t i n i m s i m e y v e , [h iin -

n a p , İğ d e., v.b. g ib i].

utrûfe ‫( ا ﻃ ﺮ و ﻓ ﻪ‬a.i. t u r f e 'n i n c.) : t u h a f a z b u l u n u r şey.

utrûş ‫ ( اﻃﺮوش‬a . s . ) : s a ğ ır, ( b k z : k e r ‫)؛‬. utûfet ‫ ( ﻋ ﻄ ﻮ ﻓ ﺖ‬a . i . ) : İ û t u f n e z â k e t ‫ ؛‬ş e f k a t, ( b k z : a tû f e t) .

utum ‫ ( اﻃﻢ‬a . i . ) : 1. k ö ş k , ( b k z : k â h , k a s r ). 2. ta ş d u v a r ; ta ş y a p ı.

utiivv ‫ ( ﻋ ﺘ ﻮ‬a . i . ) : 1. k i b i r v e a z a m e tle k a r ı ş ı k s e r k e ş lik . 2. a y a k la n m a , ( b k z : İs y â n ). uvvâr ‫ ( ﻋ ﻮا ر‬a .i .c .: a v â v î r ) : 1. d a ğ k ır la n g ı c ı.

i b â r e tt ir . u ş ş â k - g e ı d â n i y y e ‫ﺳﻤﺮداﻧﻴﻪ‬

‫ﻋﺸﺎق‬

(a.f.b .i.) : m ü z .

2. s. k o r k a k [a d a m ].

(a.f.b .i.) : T ü r k m ü -

uyUb ‫( ﻋ ﻴ ﻮ ب‬a.i. a y b 'ın c.) : a y ıp la r, k u s u r la r. Setr-İ uyûb : a y ıp l a r ı ö r t m e , g iz le m e . Settârü'l-uyûb ( a y ıp la r ı ö r t e n ) : A lla h ,

z i g i n i n e n a z a lt ı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a -

uyûn ‫( ﻋﻴﻮن‬a.i. a y n 'ın c.) : 1. g ö z le r. 2. p ıııa rla ı-,

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z a ltı a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r , u şşâ k -g e v e şt

‫ﻋ ﺸﺎ ق ﺳﻤﻮﺷﺖ‬

k a r n i o lu p n ü m û n e s i k a l m a m ı ş t ı r .

k a y n a k la r .

,309

uyûnü'1-bakar u yû n ü '1-b ak ar: iri ve siyah tâneli bir ‫ ؟‬eşit

üzüm.

‫( ﻋ ﺰ ﺑ ﺖ‬a.i.): bekârlık, ergenlik, gençlik,

(bkz: uzûbet). ‫( ﻋﻈﻤﺎﺀ‬a.s. azim'in c .): büyükler, şeref ve mevki bakımından büyükler. uzem â-yi d e v le t : devletin büyük adamları, u zeym ‫ ﻳ ﻌ ﺘ ﻢ‬.i.c. :uzeymât) :kemikçik,

uzemâ'

uzeym ât

‫( ﻋﻈﻴﻤﺎت‬a.i. uzeym'in c .): kemikçik-

ler.

(a.i.) : 1. h e r ş e y i n a sil. 2. in -

uzûbet

‫ﻋﻨﻮﺑﺖ‬

(a.i.) : ta t l ı l ı k , ş i r i n l i k , l a t if li k .

ıızûbet-i lisân : d i l t a t lı lı ğ ı, t a t i l d il li li k , uzûbet

‫ﻋﺰوﺑﺖ‬

(a.i.) : b e k â r l ık , e r g e n l ik , ( b k z :

u z b e t) .

u zv ‫( ﻋ ﻔ ﻮ‬a.i.c. : a'zâ) : 1. O r g a n , v ü c û d u n m ü s t a k i l p a r ç a s ı. 2 . b i r t o p l u lu ğ u , b i r b ü t ü n ü m e y d a n a g e ti r e n * ü y e le r d e n h e r b ir i.

hiss : * d u y a k .

U Z V -İ

U Z V -İ t e 'n î s ‫ ؛‬b o t . ı) d iş i o r g a n ; 2) a r k e g o n .

sem 'iyye: anat. kulaktaki Sandûka-İ tabİ'ın (davul sandığının) etrâfında bulunan dört küçük kemik, uzeyvât ‫( ﻋﻔﺠﻮات‬o.i. uzeyve'nin c.): uzuvcuklar, küçük uzuvlar. uzeyvât-1 h u rd e-b in iyye: hek. hurdebinle '(mikroskop) görülebilen uzuvlai'; baleteriler. uzfû r ‫( ا ﻇ ﻔ ﻮ ر‬a.i.): 1. tırnak, (bkz: zufr). 2. asma filizi. uzîm â ‫( ا و ﻧ ﻴ ﺎ‬a.i.): hek. vücudda bir yerin, ağrısız ve ateşsiz olarak şişmesi. uzeym ât-1

uzîm â-i m iz m â r : anat. nefes borusunun

yukanki deliğinin şişmesi, uzlet ‫( ﻋ ﺰ ك‬a.i.) ‫ ؛‬bir yana ‫ ؟‬ekilip kendi kendine tenhada yaşama, yalnızlık köşesine ‫ ؟‬elcilme. (bkz : İnzivâ). uzlet-gâh

‫( ﻋ ﺰﻟ ﺘ ﻜﺎ ه‬a.f.b.i.): yalnızlık köşesi,

tenhada oturulan yer. ‫( ﻋﺰ ﻟﺘﻜﻪ‬a.f.b.i.). (bkz : uzlet-gâh).

uzlet-geh

uzlet-giizin

‫( ﻋﺰﻟﺘﻜﺰﻳﻦ‬a.f.b.s.): yalnızlık köşe-

sine ‫ ؟‬ekilen, tenhada yaşayan, (bkz‫ ؛‬uzletnişîn). uzlet-nişln ‫( ﻋﺰﻟﺖ ﻧ ﺸ ﻴ ﻦ‬a.f.b.s.): tenhaya ‫ ؟‬ekilip yalnız yaşayan, (bkz: uzlet-güzin). uzlûfe ‫( اﻇﻠﻮﻓﻪ‬a.i.): yalçın kaya, kayalık, uzm r

‫ا ﺿ ﻄﻤﻪ‬

s a n ı n i r k v e n e s e b i, ( b k z : u s t u m m e ) .

u yû n ü 't-tevarîh : tarihlerin lcaynakları. uzbet

uztum m e

‫( ﻋﻆ‬a.i.c.: a'zâm): lcibirlenme; ululan-

ma.

U Z V -İ

tezkir : bot.

U Z V -İ

zâika : anat. t a d a l m a * o rg a n ı,

e rk ek o rg a n .

uzvâniyye ‫( ﻋ ﻀﻮاﻧﻴﻪ‬a.i.) : fels. O rg e n c ilik , fr. organicisme.

‫ﻋ ﻀ ﻮﻳ ﻪ‬

uzvi, u z v i ^ e

،

‫ﻋﻀﻮى‬

(a.s.) : u z v a â it,

K im yâ-yi u zvi : uzvi, o r g a n i k k im y a , fr. chim ie organique. G ayr-i uzvi : c a n s ız , i n o r g a n i k , fr. inorganique. u z u v la

ilg ili,

c a n lı,

o rg a n ik .

uzvi sahrâ : je o l . * o r g a n ik k ü lte ,

‫ﻋﻀﻮﻳﺖ‬

u z v iy e t

(a.i.) : 1. c a n lililc . 2 . * o r g a n iz -

m a.

uzzâl

‫ﻋ ﺰا ل‬

(a.i.) : miiz. T ü r k m ü z i ğ in d e 10

b a s i t m a k a m . H ic a z a ile s i d e n il e n 4 b a s i t m a k a m d a n b ir id i r . H ic a z ile p e k y a k la ş ır (U z z â l.'d e n b a ş l ıc a e s e r le r d e h ic a z 'd a g ö s te r il m l ş ti r ) .

U z z â l, h ic a z b e ş l is i n e

uşşak

d ö r t l ü s ü ilâ v e s in d e n ib â r e t t i r . U m û m i y e tl e ç ık ıç ı, n â d i r e n in i c i o l a r a k k u l l a n ı l m ı ş t ı r . D ü g â h " İâ " p e r d e s in d e d u r u r . G ü ç lü s ü - b e ş li ile d ö r t l ü n ü n b ir le ş t iğ i b e ş i n c i d e r e c e o la n h ü s e y n i " m i ” p e r d e s id ir . N is e b - i ş e r if e 'd e n d iz is in d e 7 t â n e o lm a k la m ü l â y i m 'd i r ٠D o n a n ı m m a "si" b a k iy y e b e m o l ü ile " fa ” v e " d o ” b a k iy y e d iy e z le ri k o n u r . O r t a s e k iz liS in d e k i seslei-i - p e s td e n ti z e d o ğ r u o lm a k ü z e r e - ş O y le d ir: d ü g â h , d i k k ü r d î , n i m ilic a z , n e v â , h ü s e y n i, ev ic , g e r d â n iy y e v e m u hayyei".

‫( ﻋ ﺰ ﻣ ﻰ‬a.s. a'zâm'dan): daha (en, pek, ‫ ؟‬ok) büyük, [a'zam'ın miiennesi). B e li^ e -İ u z m â : ‫ ؟‬ok büyüle dert. Sadâret-İ u z m â : yüce sadrâzamlık mevkii,

uzzâl-acem ‫ا‬٠‫( ر ا ل ﺀ ج‬a.b .i.) : miiz. T ü rle m ü -

‫( ﻋﺰﻣﻪ‬a.i.): 1. birinin mensûb olduğu âile. 2. akrabâ. 3. aşiret.

uzzâl-hiiseyni

uzm â

uzme uzret

‫( ﻋ ﻨ ﺮ ت‬a.i.): önde olan perçem, sa‫ ؟‬.

(bkz: perçem). 1310

z i g i n i n b i r k a ‫ ؟‬a sirlile m ü r e le k e p m a le a m ı o lu p

z a m â m m ız a

k a lm ış

b ir

"

y o k tu r . m ü z iğ in in m akam ı

‫ﻋﺰال ﺣﺴﻴﻨﻰ‬ b ir k a ‫؟‬

o lu p

(a.b .i.) : miiz. T ü r k

a s ırlık

b ir

z a m â m m ız a

n ü m u n e s i y o k tu r .

m ü rek k ep k a lm ış

b ir

٧ü

ü

‫ع‬

،

‫ا‬

(a .h a .) O s m a n l I a lf a b e s i n in " e l if ” v e

" a y in ” ile

b a ş la y a n

k e li m e l e r i n d e n

h a fif

z a m m e li le l 'in s e s in i v e r ir . ü j ( f . e . ) . ( b k z :v e ) .

t a k s i m e d il e n te r e k e s i n d e n b i n d e y i r m i o lm a s ı k a n u n ile t â y i n o lu n m u ş t u ] ,

ücûm

‫ ﺟﻮم‬١( a . i . ) : k a le , p a l a n k a , ‫( ﺟ ﻮ‬a .i.): s u y u n re n g i

ücûn 1‫ف‬

‫ ( اﺑﺎب‬a . i . ) : ş id d e tli, t a ş k ı n s e l s u y u , ü b b e h e t ‫ ( ا ﺑ ﻬ ﺖ‬a . i . ) : b ü y ü k l ü k , u lu l u k , ( b k z : übâb

a z a m e t, m e h a b e t, iib h e t) . ü b b e h e t l ü : s a d r a z a m l ı k t a n a y r ı lm ış o la n l a -

ve ta d ın m b o -

z u lm a s ı .

ücûr

‫ ﺟﻮر‬١(a.i.

e c r 'i n c . ) : e c irle r) s e v a p la r.

İ i c û r - i c e z i le : b o l s e v a p la r,

ş ı r s û r e tte . M a 'r û z â t - 1 ü b e y d - â n e : d e ğ e r s iz

‫( اﺟﻮرات‬a.i. ii c r e t 'i n c . ) : ü c r e tle r , ‫( اﻟﺪاﺀ‬a.i. e d i b 'i n c . ) : e d ib le r, y a z a r l a r , i i d r e ‫ ( اﻟﺪه‬a . i . ) : a n a t . k a s ı k y a r ı ğ ı, ü f ç e ‫ ( اﻓﺠﻪ‬f . i . ) : b o s t a n k o r k u l u ğ u . ü f f ، j ١( a . n . ) : of!

k u l u n u z u n b i r m a 'r û z â t ı o la r a k .,

üfhûd

r i n r e s m i ü n v â n ı. übeyd

¥

(a.i. a b d 'd e n ) : 1. lc u lc a g iz , k ö le c ik .

2. erk elc a d i. U m m - İ ii b e y d : k u r a k ‫ ؟‬Öİ. ü b e ^ ^ d -â n e

übhet

‫ ذ ت‬١‫ب‬

‫اﺑ ﻬ ﺖ‬

( a .f .z f .) : d e ğ e r s iz k u l a y a k ı-

( a . i . ) : b ü y ü k l ü k , u lu l u k , [ a s i l :

" ü b b e h e t ” d ir]. ( b k z : ü b b e h e t) . iib ü v v e t

‫اﺑ ﻮ ت‬

(a.i. e b b 'd e n ) : b a b a lı k , atalılc.

( b k z : p e d e r i) . iib ü v v e te n

‫اﺑﻮة‬

(a.zf.) : b a b a l ı k c ih e tiy le , a t a l ı k

s ıfa tıy la . ücâc

‫اﺟﺎج‬ ‫اﺟﻢ‬

(a.i.) : a c ı su , t u z l u su . ( b k z : âb-1 ş o r 1, (a.i. e c m e 'n i n c . ) : s ik a ğ a ç lık la r . Ç îr- i

ü c e m : g a y e t k ü k r e m i ş y ı r t ı c ı a r s la n . ü c re t

‫اﺟﺮت‬

üdebâ'

‫ﻓﻬﻮد‬١( a . i . ) : y e ti ş m iş , s e r p ilm iş ‫ ؟‬o c u k , ‫ ﻓﻜﻮﻫﻪ‬١( a . i . ) : ş a ş ıla c a k , ş a ş ıp k a l ı n a c a k

üfkûlıe

şey. ( b k z : u 'c û b e ).

‫اﻓ ﻮ ن‬

üfnûn

( a . i .c . : ü c û r â t ) : 1. h i z m e t k a r ş ı l ı ğ ı

v e r i le n p a r a v e y â m a l. B ü â - ü c r e t : p a r a s ız , ( b k z : m e c c â n e n ). Ü c re t- İ k a d e m i y y e : a y a k te r i a d i a l t m d a v e r i l e n p a r a . 2 . n a k liy e , p o s t a , te lg r a f , d e m i r y o lu v e s â ir e y e v e r i le n p a r a . Ü c re t- İ s u k û k : [e s k id e n ] k a d ı l a r t a r a f ı n d a n a l ı n a n h a r ‫ ؟‬v e r e s im , [ h ü c c e t te n 25 a k ‫ ؟‬e> s ic ild e n 7 a k ‫ ؟‬e, n i k â h t a n 12 a k ‫ ؟‬e, ö l ü n ü n

( a .i .c .: e f â n î n ) 1 ‫؛‬. h a l, n e v i, ‫ ؟‬e şit,

c in s . 2 . s a ‫ ؟‬m a s a p a n s ö z , d e d ik o d u . 3. k a r i ş ı k d a lla r .

üftâde

ş û r â b , ş û r â b e ). ücem

ü c û râ t

‫اﻓﺘﺎ د ه‬

( f .s .c . : ü f t â d e - g â n ) : 1. d ü ş m ü ş ,

d ü ş k ü n ; b iç â r e . 2. â ş ık . 3. i. k a d m a d i.

üftâde-gân

‫اﻓﻌﺎدﺳﻤﺎن‬

(f.s. ü f t â d e 'm n c . ) : 1. d ü ş -

m ü ş le r , d ü ş k ü n l e r ; b i ‫ ؟‬âı'eler. 2. â ş ık la r , ü f t â d e - g î ^ ^ ' ( f .i .) : 1. iif tâ d e lik , d ü ş k ü n l ü k , z a v a llılık . 2. â ş ı k o lm a ,

üftân

‫اﻓﺘﺎن‬

(f.s. v e z f . ) : d ü ş e n ; d ü ş e r e k .

üftân ü hîzân : d ü ş e k a l k a [g itm e ], ü fû l

‫اﻫﻮل‬

( a . i . ) : 1. b a t m a , k a y b o lm a , g ö r ü n m e z

o lm a . 2 ٠mec. ö lm e .

üfûl-i n â-be-h en gâm : g e n ‫ ؟‬y a ş t a , ‫ ؟‬a lış a b ile c e k b i r h a l d e i k e n ö lm e ,

üf'ûle

‫اﻓﻌﻮﻟﻪ‬

( a .i .) : v a z ife , g ö r e v , fr. fonction.

1311

üf'ûlevî

‫ا ﻓ ﻌ ﻮﻟ ﻮ ى‬

üf'û levî

( a . s . ) : v a z if e y e â it, v a z if e ile

üli'l-ebsâr ‫ا ﻻ ﺑ ﺻ ﺎ ر‬

ilg ili, fr. fonctionnel.

ü f'û levî terbiye: ped. * g ö re v s e l egitim , fr. education fonctionnelle. ühbe ‫ ( ا ﻫ ﺑ ﻪ‬a . i . ) : y o lc u lu ğ a v e y â a s k e r e m a h s u s

‫ا ﻫ ﺠﻴ ﻪ‬

‫'ﺋﺲ‬1- 6 ‫ﻻﻻ‬٠‫— ىا ﻻ ﻣ ﺮ‬b ١(a .b .i.) .( b k z :ü lü 'l- e m r ) . ‫ ( ا و ﻟ ﻰ ا ﻻ ﻣ ﺮ‬a .b .i .) : 1. p â d i ş â h ,

‫اﻫﺠﻮه‬

l a r a ? â m ild ir ) .

üli'n-nühâ ‫ ( ا وﻓ ﻰ اﻟ ﻔ ﻬﺎ‬a .b .i .) : a k ı l l ı k im s e le r ,

( a . i . ) : h ic v e t m e y e , y e r m e y e s e -

b e b o l a n ? e y ‫ ؛‬y e r m e , ( b k z : ü h c iy y e ) .

ül’ûbe ‫ ( اﻟ ﻌ وﺑ ﻪ‬a . i . ) : o y u n , p iy e s , ülûhiyyet ‫( ا ﻟ و ق‬a.i.). ( b k z : u lû h iy y e t) .

‫ ( اﻫﻜﻮﻣﻪ‬a . i . ) : a la y c ı h a l v e sö z . ü k â f ‫( اﻛﺎ ف‬a.i.). ( b k z : İ k â f ). ü k e l ‫( ا ﻛ ﻞ‬a.i. i i k le 'n i n c . ) : l o k m a la r , i i k e y r â h ‫ ( اﻛﻴﺮاه‬a . i . ) : a y a z m a , [ H ı r i s t i y a n l a r c a ühkûm e

ül'iibân ‫ ( اﻟﻌﺑﺎ ت‬a . i . ) : o y u n c u , a k tö r , ülü'l-ebsâr ‫ ( ا وﻓ ﻰ ا ﻻ ﺑ ﻌ ﺎ ر‬a .b .i .) : g ö r ü ? k a b iliy e t i n d e o la n k im s e le r .

iilü'l-elbâb

m a k b u l o la n ] s u k a y n a ğ ı, ükl

‫اﻛﻞ‬

( a .i.):

1. m e y v a .

ükle

2 . y iy e c e k ,

a z ık .

‫ ( اﻛﻠﻪ‬a .i . c .: ü k e l ) : lo k m a , .‫ ( ا ﻛ ﺮ‬a . i . ) : 1. ç u k u r , ( b k z : h u f r e ) .

2 . to p ,

‫ ( اﻛﺮوﻣﻪ‬a . i . ) : k e r e m , lü t u f ; b a h ş i ş , ü k s û m ‫ ( ا ﻛ ﺴ ﻮ م‬a . i . ) : ç a y ır ı, ç i m e n i ç o k g ü z e l o la n b a h ç e .

üksûs ‫ ( اﻛﻔ ﻮ ث‬a . i . ) : bot. s a r m a ş ı k . ük?û? ‫ ( اﻛﺸﻮ ش‬a . i . ) : b a g s a r m a ş ı ğ ı, t o h u m s u z s a r m a ş ı k . [A ra p la r, h ı r s ı z ı b u n a b e n z e t i r ler). ( a . i . ) : 1. m e y v a . 2. r ı z ık , a z ık ; n a s ip .

3. z e k â , ( b k z : ü k l) . Z û -ü k ü l : z e k â s â h ib i, ükzûbe

‫اب‬

( f .i .) : b ö lü k , c e m a a t, t a k ı m .

iim

‫ام‬

(a.i.). ( b k z : ü m m ) .

‫ ( اﻣﺪود‬a .i .) : â d e t, u s u l , g ö r e n e k , ‫ ( اﻣﺪوﺣﻪ‬a .i .) : ö v ü lm e y e s e b e b o l a n

üm dûha

‫اﻛﺬو؛ه‬

( a . i . ) : y a la n , u y d u r m a sö z.

iimem ‫( ا ﻣ ﻢ‬a.i. ü m m e t 'i n c . ) : ü m m e tl e r . H ayrü'l-üm em : M ü s lii m a n l a r . (b k z : Ü m m e t-İ M u h a m m e d ) . Şefîü'l-üm em : H z . M uham m ed.

üm em -i kadime, üm em -i sâ b ık a : e s k i, g e ç m i? z a m a n ü m m e tl e r i .

ümenâ'

‫( 'اﻣﻐﺎﺀ‬a.s.

e m i n 'i n c .) : 1. g ü v e n i l i r k i m a la y h e s a p l a r ı n ı n

veyâ

k e n d i l e r i n e b ir a -

k ı l d ı ğ ı k im s e le r .

( a . i . ) : 1. a ç lık , ( b k z : c û '). 2. k ıt lı k ,

‫اﻟﻐﺖ‬

?ey,

İ ?١h a l.

s a n d ık m u a m e le le rin in

üm enâ-yi kavm : b i r k a v m i n e m n i y e t v e g ii-

ü l b û b ‫ ( ا ﻟ ﺑ و ب‬a . i . ) : k i r a z ç e k ir d e ğ i, ü lf e t

‫اﻟﻢ‬

sefer. 2. e m in le r ,

z e k i.

ii lb e

iiliim

üm dûd

ü k rû m e

‫اﻛﻞ‬

( a .b .i .) : s a ğ d u y u s â h i b i

İilüm ülüm : b ö l ü k b ö lü k , t a k ı m t a k ı m ,

y u v a r l a k ?ey.

ükül

‫ ﻻ ﺑ ﺐ‬١‫اوﻟﻮ‬

o la n k im s e le r .

3. z e k â , ( b k z : ü k ü l) .

ükre

ka-

n u n v â z ıı. 2 . M ü s l ü m a n l a r ı n y e t k i l i o la n â m i r l e r i, [h a life le re , k a d ı l a r a , k u m a n d a n -

( a . i . ) : h ic v e t m e y e , y e r m e y e s e -

b e b o la n ?ey‫ ؛‬y e rm e , (b k z ‫ ؛‬ü h c ü v v e ). ühcüw e

(a.b .i.). ( b k z : ÜİÜ'1-

üli'l-em r

e lb is e , m a lz e m e . ü h c iy y e

‫ا وﻟ ﻰ‬

e b s â r).

v e n i n i k a z a n m ı? o la n b ü y ü k k im s e le r ,

( a . i . ) : 1. a lış m a , k a y n a ş m a . 2. g ö r ü ş -

m e , k o n u ş m a . 3. a h b a p lı k , d o s t lu k . 4 . h u y e tm e . G e r m - i i l f e t : s ıfı f ı k ı, İç li d ış lı,

üm erâ ‫( ا ﻣ ﺮ ا‬a.i. e m i r 'i n c . ) : 1. e m ir le r , b e g le r . 2. ask. b in b a ş ı, y a rb a y , a lb a y r ü t b e l e r i n d e b u l u n a n f e r m a n l ı s u b a y la r, ( b u , r ü t b e l e r i n

‫ ( اﻟﻔﺘﻜﺮ‬a .f .b .s .) : ü lf e t e d ic i, e d e n , ü l f e t - g e r î ‫ ( ا ﻟ ﻔ ﺘ ﻜ ﺮ ى‬a .f .b .i.) : ü lf e tg e r lik , ü lf e t iilfe t-g e r

e d ic ilik .

a l t ı n d a b u l u n a n l a r a : " z â b itâ n " , ü s t ü n d e k il e r e : " e r k â n " d e n ir d i) . Em îrü'l-üm erâ :

tar. b e y le r b e y il e r in İâlcab ı [ T a n z i m a t't a n a.i.

ö n c e ], [ T a n z i m a t't a n s o n r a İs ta b l- İ â m i r e

l u g a z 'd a n ) : k a p a l ı sö z , b il m e c e , y a n ı l t m a -

ile m i r - m i r a n l a r ı n a r a s ı n d a s iv il r ü t b e o lu p

ülgûze

‫اﻟ ﻐ و ز ه‬

(" g u "

uzun

o k u n u r,

ca. ( b k z : u g lû t a , u h c iiv v e ).

iilhiyye ‫ ( اﻟ ﻬ ﻴ ﻪ‬a . i . ) : o y u n c a k , ç o c u k o y u n c a ğ ı, ( b k z : b â z îç e , ü lh ü v v e ) .

ülhiivve ، ‫ ( ا ﻟ ﻬ و‬a . i . ) : o y u n c a k , ç o c u k o y u n c a ğ ı. ( b k z : b â z îç e , iilh iy y e ).

1312

ü n v â n ı : " i z z e tlii p a ? a " d ır).

üm erâ-yı askeriyye : ask. y iilc s e k r ü t b e l i k u m a n d a n l a r a v e r i le n b i r a d .

üm erâ-yı a ?e râ t : ask., tar. M e m l û k s u l ta n la r m d a n a s k e ri s ın ıf ü m e r â s ın a v e rile n b ir

ümmü'l-müslimîn

‫( اﺳﺪ ﺳﻤﻪ‬f.b.i.). ( b k z : ü m î d - g â h ) . ‫( ا ب وار‬f.b.s.) : u m a n , ü m i t l i , üm îd-vâr-âne ‫( ا ﺑ ﻮا ر ' ﻻ‬f.zf.) : ü m i t l i . l a n a

ad. ıo 'la r e m iri, o n b a şı. [B u n la r 10 ask er

üm îd-geh

(m em lû k ) b e sle m ek zo ru n d a y d ı),

üm îd-vâr

üm erâ-yı b a h r iy y e : ask. eskid en d e n iz su b a y la r ın ın e m irü lm a ( a m i r a l ) d e n ile n biiy ü k rü tb e d e b u lu n a n la r ın a v e rile n b ir ad.

üm erâ-yı ham âset-intim a : y iğ it em irler, üm erâ-yı hemsevâi: ask., tar. m e m lû k Siilt a n lıg m d a ask eri s ın ıf ü m e râ sın a v e rile n b ir ad.

üm îd-vârî

SI a ra sın d a y ir m i ask er b e sle ye n v e o n la rı k u m a n d a s ı a ltın d a b u lu n d u ra n

em irlere

v e rile n b ir ad.

ii m i t v a r l i k , ü m i t l i -

üm lûc

‫اﻣﻠﻮج‬

(a.i.) : 1. se lv i y a p r a ğ ı n a b e n z e y e n

u z u n , k a r ı ş ı k b i r o t. 2. y a p r a k , ( b k z : b e r g ) .

iim m

‫( اﻣﻠﻮد‬a.i.). ‫( ام‬a.i.c. :

anne.

( b k z ‫ ''؛‬ü m ü l d â n , ü m ü l d â n î ) . ü m m â t,

Li-üm m : a n a

ü m ı n e h â t) . 1. a n a , ta ra fın d a n ,

(b k z :

m â d e r , v â lid e ). 2. y o l. 3. k a y n a k , ç ık ı ş n o k ta s ı.

üm erâ-yı m iein (y ü z le r em iri) : ask., tar. en y ü k s e k d ereceli ü m e r â y a v e rile n ad.

üm erâ-yı m u k ad d im in : tar. M e m lû k su lta n lıg m d a X V . a sırd a y ü z le r e m iri s ın ıfın d a n o la n b irin c i d ereced ek i ü m e râ y a v e rilen b ir ad.

üm erâ-yı tabi h a n a h : ask., tar. M e m lû k s u lta n lığ ın d a b a n d o e m irle rin e v e rile n b ir ad.

üm erâ-yı

‫ ﺑ ﻮ ا ر ى‬١ (f.b.i.):

lik .

üm lûd

üm erâ-yı İş ria n î : aslc.tar. m e m lû k ü m e ra -

ya-

k iç a c a k s û r e tte .

u lû f:

ask.)

tar.

M e m lû k

te şk ilâ tın d a b in b a şı rü tb e sin d e k i ü m e râ y a v e rile n b ir ad. Ü m e ^ e ‫ ( ا ب‬a .h .i.) : E m e v i H a n e d â n ı'n ın atası

üm m -i dünyâ : M ıs ır , K a h ir e , üm m -i sulbe : anat. b e y i n z a r l a r ı n d a n e n k a l ı n ı ve e n d ı ş t a b u l u n a n ı , fr. dure-mère, üm m -i veled : ‫ ؟‬o c u k a n a s ı b u l u n a n s a t ıl m a z c â riy e .

üm m ü'd-dem : anat. kırmızı kan damarla-

rmda görülen şişme, kabarma, üm m ü'd-dünyâ : Mısır, Kahire ve Bağdat.

(bkz ‫ ؛‬ümm-i dünyâ), üm m ü'l-bilâd : Mekke-i Miikerreme. üm m ü'l-ecdâd (vücutların anası) : kim. Civa.

(V I . y ü z y ılın so nu ), H z . M u h a m m e d 'in b ii-

üm m ü'l-fazâil : ilim.

y ü k d ed esi o la n H â ş in U m e y y e 'n in a m c a sı,

üm m ü'l-habâis (kötülüklerin anası) : şarap,

üm hûd ‫ ( اﻣﻬﻮد‬a .i.) : 1. çö m le k . 2 ٠tu z lu k . üm îd ‫ب‬

‫ ( ا‬f i . ) : 1. u m u t, u m m a . K at'i ü m îd :

iim it k e sm e.

üm îd-i c â n â n : s e v g ilin in ü m id i, o n u n gelm esi, o n a k a v u ş m a ü m id i,

üm îd-i istik b â l : y a r in in ü m id i. 2 . erk e k v e k a d m adi.

üm îd-bahş ‫ص‬

' ‫اب‬

( f .b .s .) : iim it v e re n , iim it-

len d iren .

üm îd-bahçâ

‫ا ﻣﻴﺪ ﺑﺨﺸﺎ‬

( f b . s . ) : ü m itle n d ire c e k

üm m ü'l-hulûl (sirkede bulunan kurtçuklarin anası) : zool. midye, üm m ü'l-hutût (hatların anası) : bütün yazı

‫ ؟‬eşitlerinin nesihten çıkması dolayısıyla nesihe verilen ad. üm m ü'l-hücre : anat. * a n a g ö z e , fr. cellulemère. üm m ü'l-kitâb : tas. ı) akl-1 e v v e l; 2) a r ş ı n ü s t ü n d e k i k a z â v e k a d e r le v h a s ı,

sû rette.

üm îd-bahş-âne

‫ ﺧﺸﺎذه‬٠ ‫ا ب‬

( f .z f .) : ü m id -b a h ş

o lan a, ü m it veren e, ü m itle n d ire n e y a k ış a -

‫اﻫ ﺐ‬

üm îd-bahşî -

( f .b .i.) : u m d u r m a ,

ü m itle n d irm e .

iimid-beste ‫ﺳ ﻌ ﻪ‬

(b k z :

İ e v h - i m a h f û z ) ; 3) K ıır 'a n 'd a F â t i h a s û r e s i, ( b k z : s e b 'ü 'l- m e s â n î ) .

üm m ü'l-kurâ : M e k k e - i M iik e r r e m e .

c a k sûrette.

üm m ü'l-K ur'ân : F â t i h a s û r e s i, üm m ü'l-m ü'm inîn :

‫اب‬

(f .b .s .): iim it b a ğ la m ış ,

ü m itle n m iş.

üm îd-gâh

İ‫ ؟‬ki. üm m ü'l-hatt : (bkz : ümmü'l-hutût).

‫ا ﻣ ﻴ ﺪ ﺳﻤﺎه‬

üm m ü'l-m üslim în ‫؛‬ ( f .b .i.) : ü m it ye ri, b ir ş e y

u m u la n yer, m a k a m .

H z.

M u h a m m e d 'i n

z e v c e le ri, ( b k z : ezvâc-1 t â h i r â t ) . H z.

M u h a m m e d 'i n

z e v c e le ri, ( b k z : ezv âc-1 t â h i r â t , ü m m ü 'l m ü 'm i n î n ) .

1313

ümmü'l-veled

ü m m ü 'l-v e le d : ço cuğ u o lan câriye, ( b k z : ü m m -i veled). ü m m ü 'n -n ü c û m : a str. sam an u ğ ru su , ( b k z : kelıkeşân). ü m m ü 'r - r e 's : dim ağ.

ü m m î d - i nim-hande : g ü lü m s e m e ü m i d i , ü m m iy - â n e

‫ﻟﺴﺎذه‬١(a.zf.

ü m m 'd e n ) : ü m m î o la -

n a y a k ı ş a c a k y o ld a , ü m m îc e . ü m m iy y e

‫اب‬

(a.s.) : a n a y a , a n n e y e â it, a n a ile

ilg ili. Salât-1 ümmiyye ‫ ؛‬s a la v â tııı b i r n e v 'i.

ü m m ü 'r-re z â il (rezaletlerin a n a s ı) : bilgisizlik, cehalet.

ü m m iy y e

ü m m ü 'r - R u h m : M ekke, bilâd, ü m m ü ’l-kuı'â).

ümmiyyet ‫( ا ب‬a.i.) : ü m m i l i k , c â h il li k , o k u -

(b k z:

ü m m ü 'l-

iim m e h â t ‫( ا ﻣ ﻬ ﺎ ت‬a.i. ü m m 'ü n c . ) : 1. analar, anneler. 2. esaslar, asıllar. 3. değerli, ilm i kitaplar. ü m m e h â t-ı e s m â ': A llah 'ın d ö rt esas adi. ü m m e h â t-ı k ü tü b : an a kitaplar,

‫ا ب‬

(a.s. ü m m 'd e n ) : [ " ü m m î ” n i n

m ü e n n e s i] .

y u p y a z m a b ilm e m e .

ümmü Hânî ‫ اﻣﻬﺎﻧﻰ‬، ‫( ام ﻫﺎﻧﻰ‬a .h .i.) : H z . A l i 'n i n a b la s ı. [M i'ra c g e c e s i H z . M u h a m m e d , b u n u n e v in d e b u lu n u y o r d u ] ,

iimniyye ‫ب‬

٠‫( ا‬a.i.c.

: e m â n î ) : 1. ü m i t , u m u t .

2. is te k , a r z u . 3. n iy e t, k u r u n t u ,

ü m m e h â t-ı m ü 'm in în : H z. M u h a m m e d 'in refikaları, (bkz : ezvâc-1 tâ h ir â t) .'

ümsûle ‫( ا ﺷ ﻮﻟ ﻪ‬a.i.) : ed. ö r n e k o l a r a k v e r i le n

ü m m e h â t-ı m iislim in : Hz. M u h a m m e d 'in refik aları, ( b k z : ezvâc-1 tâ h irât, ü m m ü 'lm ü slim in , ü m m ü 'l-m ü 'm in în ).

ümûmet ‫( ا ر ت‬a.i. ü m m 'd e n ) : a n a l ı k , a n n e lik . Hukuk-I ümûmet : a n a l ı k İ ıa k la r ı.

ü m m e h â t-ı ulv iy y e : in sa n İçin gerekli olan tem el u n su rla r [akil, ru h , tu tk u gibi-], ü m m e h â tü 'l- e v lâ d : [üm m ü'l-veled'in c.]. h u k . [eskiden] m üstevledeler; m e v lâların m firâ şm d a n ik ra rla rın a m u k a rin o la ra k çoculc d o ğ u rm u ş olan câriyeleı., d o ğ u rd u k ları ço c u k la rın k en d ilerin d e n o ld u ğ u efendilerin ce k ab u l edilen câriyeleı.. iim m e t ‫( اﻣﺖ‬a .i.c .: ü m e m ) : 1. b ir peygam bere İn an ıp b ağ lan a n cem aat, tâife. 2. b ir dille k o n u şan in sa n la rın hepsi. İim m et-İ ce m â at, -İ İ c â b e t: b ir tâ ifen in kendilerin e gönderilen peygam bere in a n a n kısm ı.

b e y it, m ı s r â .

ümûmet ve übüw et : a n a l ı k v e b a b a l ı k sifa tla n .

üm'ûz ‫( اﻫﻌﻠﺬ‬a.i.) : 1. k e ç i; k a r a c a , ( b k z : m a'z). 2. k e ç i v e k a r a c a s ü r ü s ü , ümüldân, ümüldânî ‫ ا ﻫﻠ ﺪا ﻧ ﻰ‬، ‫( ا ﻣ ﻠ ﺪ ا ن‬a.i.) : 1. tâ z e f i d a n , d a l. 2. in c e , n â r i n v ü c u t . 3. s. g ü z e l; g e n ç .

ünân ‫( اﻧﺎن‬a.i.) : in le m e , ünâs ‫( اﻧﺎش‬a.i. n iis 'd e n ) : h a l k , in s a n l a r , ( b k z : n â s).

ünbûb, ünbûbe ‫ اﻧﺒﻮﺑﻪ‬، ‫( ا ﻧ ﺒ ﻮ ب‬a.i.c. : e n â b îb ) : 1. b o ğ u m , k a r n i? b o ğ u m u . 2. anat. in c e b o ru , b o ru c u k .

ünbûbe-i bevliyye : anat. s i d ik b o r u c u k l a n .

Ü m m et-İ d a 'v e t: b ir tâ ifen in k en d ilerin e gönderilen peygam bere in a n a n kısm ı.

ünbûbe-i girbâliyye : anat. k a l b u r d a m a r ,

Ü m m et-İ İ c â b e t: ü m m e tin , peygam berine in a n a n kısm ı.

ünbûbe-i hazmiyye: anat. a ğ ı z d a n k a l ı n

Ü m m et-İ î s â : H ıristiy an lar. Ü m m et-İ M u h a m m e d : ı) İslâm d in in d e b u lu n an lar. 2) herkes, b ü tü n halk.

*elek si b o r u .

b a ğ ırs a ğ ın n ih a y e tin e k a d a r u z a n a n h a z ım b o ru su .

ünbûbe-i şa'riyye : anat. * k ılc a l b o r u , fr. tube capillaire.

Ü m m et-İ M û s â : m ûseviler,

ünbûbe-i tal'iyye : bot. * ç iç e k to z u b o r u s u ,

ü m m e tu ll a h : b ü tü n in san lar, halk,

ünbûb-ı mi'devi : hek. m i d e y ı k a m a k v e y â

ü m m î ‫( ا س‬a.s. ü m m 'd e n ) : a n a sın d a n nasıl doğ m uş ise öyle k alıp o k u m a yazm a öğrenm eıniş [kimse]. ü m m î-i s â d ı k : H z. M u h am m ed . ü m m îd ‫( ا ب‬f.i.). (bkz : üm îd). 1314

m id e tü b a jı y a p m a k ü z e re k u lla n ıla n lâ s tik b o ru .

iinbûbü'1-habl : in c e y o l, p a t i k a y o lu , ünbûbî ‫( ا وﻳ ﻰ‬a.s.) : b o r u m s u , b o r u y a b e n z e r , ünbûse ‫ذﺑﻮﺛﻪ‬١(a.i.) : ç o c u k l a r ı n o y u n u .

üsrübî ü n b û ş, ü n b û ş e ‫ ﺛﻪ‬٠‫ اذﺑﻮ‬، ‫( اﻧﺒﻮش‬a .i.): b o t. nebat kökü, k ökü yerden takım ıyla çık arılan fidan, ağaç. ünm â ‫( ا د ى‬a.i.): İÇİ saman, ot doldurulmuş

?ey.

ü r d -i B e h iş t: “C en n et gibi. C ennete b en z er”: N isan. ü rm û le ‫( ا ر ﻣ ﻮﻟ ﻪ‬a .i.c .: erâm il, e r â m îl) : ergen [delikanlı].

ü n n â b ‫ ب‬١‫( ى‬a.i.) : b o t. (bkz : unnâb).

ü r û m e ‫( اروﻣﻪ‬a .i.): 1. (bkz : erûm e). 2. A d kavm in in m ezarları,

ü n n â b î ‫( ﻋﺘﺎﺑﻰ‬a.s.). ( b k z : unnâbî).

ü r y â n ‫( ﻋﺮﻳﺎن‬a.i.). (bkz : uryân).

ü n n â b îy y e

(a.i.). (bkz : unnâbiyye).

ü n s ‫( اض‬a .i.): 1. alışıklık, alışkanlık, alışm a, ü n s t u t m a k : alışm ak; düşüp k alk m ak . 2.tas. kalbde, Cem âl-İ H azret-i ilâhiyye m üşah ed esin in eseri, A llah 'ın in sa n gönİünde görünm esi. ü n s â ^ ١(a.s.i.c. :İnâs) :d i?i,k ad ın ,k ız . ü n s -â -ü n s ‫( ا د ا اض‬a.i.): sıkıfikı konuşm a, ü n sî, ü n s i ^ e ‫ ا ب‬، ‫( ا ﺳ ﻰ‬a.s.): 1. alışm ış, sokulgan. 2. i. arkada?. 3. [birincisi] erkek, [İkincisi] k ad m adi. 4. ünsî, [eskiden] kami? k alem in iki k ışım d an m ey d an a gelen kesik k ısm ın ın alt parçası, [üst p arçasın a : “v ah şî” denilirdi]. ü n siy y e t ‫( ا ب‬o .i.): alışkanlık, ahbaplık, ark adaşhk. ü n ş û d e ‫( ادﺛﻮده‬a .i.c .: e n â ş îd ): o k u n m u ş, söyİenm iş ?iir. ü n ş û ta ‫( ادﺛﻮﻃﻪ‬a .i.): ilm ik, düğüm ,

ü s ‫( اس‬a.i.). (bkz : iiss). ü s â râ ‫( ا ﻣ ﺎ و ى‬a.i. esî'r'in c . ) : esirler, ( b k z : üserâ). ü s b û ' ‫( اﺳﺒﻮع‬a .i.c .: e s â b î'): hafta, yedi g ü n lü k S ü re . ü s b û b e ‫( اﺑ ﻮﺑ ﻪ‬a .i.c .: e s â b îb ): k ü fü r, sövme, ü sb û î, ü sb û iy y e ‫ اﺳﺒﻮﻋﻴﻪ‬، ‫( ا ﺳ ﻮ ﻋ ﻰ‬a .s.): h afta'ilk . C erîd e-İ iisb û iy y e : h a fta lık gazete, ü sb ü ş ‫( ا ﺑ ﺶ‬f.i.): kehle, ü se râ ' ‫( اﺳﺮاﺀ‬a.i. esir'in c .) : 1. esirler, tu tsak lar. 2. kullar, köleler. ü sk û b ‫( ا ﺳﻜﻮ ب‬a .s.): 1. eşik bekleyen, papuççu, k u n d u rac ı. 2.İ. dökü lü p akan, d ö k ü lm ü ş olan su. 3.i. Sira ile d ik ili ağaçlar. 4.İ. dem irci. ü sk û b e ‫( اﺳﻜﻮﺑﻪ‬a .i.): ağırşak, tapa, ü sk ü f-

‫( ا‬a .i.): papaz, (bkz : râhib).

ü s k u tu s s ‫( اﻣ ﺴﻘﻄ ﺲ‬a. [rum cadan]. i.c .: ü sk u tııssâ t): asil, cevher, m adde, unsur,

ü n û f ‫( ا ﻧ ﻮ ف‬a.i. efn'in c . ) : a n a t. b u ru n la r. T erg im -i ü n û f : ı) b u ru n la rım k ırm a k , kib irlerin i k ırm ak ; 2) h a k a re t etm ek.

ü s k u tu s s â t ‫( ا ﺳ ﻘ ﻄ ﺴﺎ ت‬a. [rum cadan] iisk u tu ss'u n c.) : Uskutuslar.

ü n û s e t £ ü ^ ١(a.i.) :dişilik,

ü sk ü ffe ‫( اﺳﻜﻔﻪ‬a .i.): eşik tahtası,

ü n û çe ‫( اﻧﻮﺷﻪ‬a.i.). (bkz : unûşe).

ü s k ü r ‫( ا ﻣ ﻜ ﺮ‬f.i.): k irp i, (bkz : uşgur).

ü n v â n ‫( ﻋ ﯯا ن‬a .i.): 1. kitâp, m ecm ûa, m ak ale başlığı, (bkz : ser-levha). 2. ad, isim , İâkab, san. 3. şöhret. S âh ib -İ ü n v â n : y ü k sek m evki sâhibi. (“b ir şâir-i Sâhib-İ ü n v ân ” -Lâtifi).

ü slû b ‫( اﻣﻠ ﻮ ب‬a.i.c .: e s â lîp ): 1. farz, yol, biçim , usul. 2. İfâde yolu, ( b k z : selika),

ü n z û h a ‫( ا ر و ى‬a .i.): kibir, g u ru r; b ü y ü k lü k , ü rb e ‫( ارﺑﻪ‬a.i.): 1. düğüm , ( b k z : ukde). 2. büklüm . 3. hile.

i.

ü s k ü d â r ‫( ا ﺳﻜﺪار‬f.i.): k o n a k yapılan yer.

ü s lû b -i â d î : ed. alelâde İfâde tarzı, ü s lû b -i â l î : ed. ü s tü n İfâde tarzı, ü s lû b -i h a k i m : ed. h ik m e tli söz söyleme tarzı. ü s r ‫( اﻣﺮ‬a .i.): sidik zoru, sidik tu tu lm ası,

ü r b û n ‫( ﻋﺮﺑﻮن‬a .i.): pey akçesi,

ü sre ‫( ا ﺋ ﺮ ه‬a .i.): 1. söz ve h ad is nakletm e. 2. seleflerden gelen şa n ve şeref,

ü rc û fe ‫( ارﺟﻮﻓﻪ‬a .i.c .: e r â c îf ) : yalan, u y d u rm a söz.

ü s rû ç ‫( اﺳﺮوش‬f.i.): 1. güzel ses. 2. m elek. 3. her g ü n eş ay ın ın on yed in ci günü,

ü rc û h a ‫( ارﺟﻮﺣﻪ‬a .i.): salıncak,

ü s r ü b ‫ ( اﺳﺮب‬f i . ) : k u rşu n ,

ü rc û z e ‫( ا ر ﺟ ﻮ ز ه‬a.i. re c ez 'd e n ): ed. m ısrâları kafiyeli, kısa vezinli nazım .

ü s r ü b î ‫( ا ﻣ ﺮ ﺑ ﻰ‬f.i.): ta r. b in â ve kubbeler İçin lâzım olan k u rş u n la n döküp h azırlay an san'atkâr.

ü r d ‫( ارد‬f.e.): gibi.

1315

uss üss

‫اس‬

1. ask.

(a .i.c . : e s â s ) :

ü s, h e rh a n g i b ir

sa ld ır ış a e sa s o lm a k ü z e re ö n c e d e n d o n a t ı l m ı ş o l a n y e r . 2 . e s a s , a s il, k ö k , t e m e l,

üss-i bah rî ‫ ؛‬ask. ü ss-i Zafer h a k k ın d a ["E b c e d "

Esad

Y e n iç e r i o c a ğ ın ın E f e n d i 'n i n

h esâb m a

g ö re

y a z d ığ ı

onun

la ğ v ı k it a p

zam ânm a

a sk e rî h a r e k â tın b a ş la n -

g ıc ın a e sa s o la n y e r.

‫اﻣ ﻄﻮره‬

ü s tû re

(a.i.c. ‫ ؛‬e s â t î r ) : 1. e fs â n e , y a la n ,

3. mat.

ü s tû re v î

‫اﻣ ﻄﻮرو ى‬

( a .s .) : U stU rey e a it, ü s t û r e

ile .il g il i, ( b k z : ü s tû r e ) .

‫ا ﻣ ﺘ ﺨ ﻮا ن‬

ü s tü h â n

(f i.) :

k e m ik ,

ü s, b ir s a y ın ın

(b k z:

ü s t ü h ٧â n r e n d ,

[ü s tih â n rü b â ,

r a s t l a y a n 1241 (1825) y ı l ı n ı g ö s te ril.].

üssü'1-hareke : ask.

(f.‫؛‬. ) : d a v a r, a t v e k a t ı r g ib i d ö r t

a y a k lı h a y v a n . b â t ı l sö z . 2 . u y d u r m a , m a s a l, sö z .

d e n iz ü ssü ,

ask.

‫؛‬

‫اﺷﻮر‬

ü s tû r

ü s t ü h ٧â n r e n k : m a s a l k u ş u

o la n

"hüm â”

n i n a d i].

k a ç ı n c ı k u v v e t e y ü k s e le b i l e c e ğ i n i g ö s t e r e n

ü s tü h â n -b e n d

‫اﺳﺘﺨﻮاﻧﺒﻐﺪ‬

( f .b .i.) : k ı r ı k ç ı , ç ık ık -

v e 0 s a y ı n ı n b i r a z y u k a r ı s a ğ ı n d a y e r a la n

1‫ ؟‬. ü s tü h â n -p â re

‫اﺳﺘﺨﻮاﺑﺎره‬

( f .b .i.) : k e m i k p a r ç a -

s a y ı : 7 3 g ib i.

üss-i m îzân : mat. g e ç m e k İ ç in

t a l e b e n i n ( .ö ğ r e n c i ) , s ı n ı f

b ü tü n

d e r s le r d e n

a lm a k z o -

r u n d a k a l d ı ğ ı n o t la r ı n o r t a l a m a m i k t â n .

‫( اﻣﻰ‬a .s.) : mat. .ü s t e l, fr. exponentiel, üstâ ‫ ( ا ﺷ ﺎ‬f i .) , ( b k z : ü s t â d ) : [ n a z ı m d a k u l l a üssî

‫اﺳﺘﺎد‬

c e v h e r, a sil. 2 . g ö k c is im le r i. 3. g e o m e tr i, ü s tü k u s â t

( fi.) :

1.

m u a l l i m , .ö ğ r e t m e n ; u s t a ,

s a n a tk â r . 2 . b ir ilim

v e y â s a n 'a t a l a n ı n d a

ü s t ü n y e r i o la n k im s e . 3 . ü n iv e rs ite p r o fe -

sö rü . 4 . m a s o n l o c a s ı n ı n b a ş k a m ,

üstâd-ı a'zam : 1) en b ü y ü k

üstâdü'd-dâr : tar. M e m lu k s u lta n la r ın ın h u su si iş le r in e b a k a n lcim se.

üstâdü'd-dâri'l-âliye :

tar.

M e m lû k la r 'd a ,

(a.f.zf.) : ü stâ d a y a k ış ır y o l-

d a ; u s t a e lin d e n ç ık m ış o la r a k ; u sta c a ,

‫( ا ﺷﺎد ى‬a.f.i.) üstâh ‫( ا ﺳ ﺤﺎ خ‬f.s.)

: U stad lik , u s ta lık ,

n ık l ı. 2 . g ü v e n ilir . ( f .s .) : k u v v e tl i, s a g l a m , e m -

‫ ( اﺛﺮ‬a . i . ) : y a r a iz i. ( b k z : n e d b e ) . ‫ ( ا ﺳ ﻮ ه‬a .i .) : i m ti s a l n ü m û n e s i , ö r n e k

o la -

c a k in s a n . üşâbe

‫ا ﺷﺎ ﺑ ﻪ‬

( a .i .) : 1. k a r ı ş ı k c e m a a t. 2 . n e s e b i,

ı r k ı k a r ı ş ı k a d a m . 3. h ı r s ı z l ı k , r ü ş v e t, g ib i ilâ ç lı ş e r b e t. üşbe

‫ ( اﺳﺘﺎﺧﺎﻧﻪ‬fz f.). (b k z : k ü stâ h -â n e ). üstâm ‫( ا ﺳ ﺤﺎ م‬f.i.) : 1. a ltın v e y â g ü m ü ş te n yaüstâh-âne

p ılm ış at e y e ri, ü z e n g i, (b k z : ü stâm ). 2. s. e m in , g ü v e n ilir.

‫ ( اﺷﺒﻪ‬a .i .) : k u r t , b ö c e k , ( b k z : d û d ).

ü ş g u le

‫اﺷﻐﻮﻟﻪ‬

(" g u " u z u n o k u n u r , a . i . ) : u ğ r a ş ı-

l a c a k i ş . ( b k z : m e ş g u liy y e t) . ü ş g u l e - i h a s e n e : iy i, g ü z e l İşler. ü ş g u r - ١( f .i .) : [ o k l u ] k ir p i, ( b k z : ü s k ü r ) .

(a.i.c. : esâ tîz ;

esâtize).

(b k z :

ü s t â d ).

ü şk û fe üçkûh

‫ا ﺷﺎﻧﻴ ﺖ‬

‫ا ﺳﺤﻮار ى‬

n iy e tli.

ş e y le rle e ld e e d il e n k a z a n ç . 4 . ( c . : e şâ ib )

: h a y â s ız , e d e p siz k im se ,

(b k z : k ü sta h ).

‫ا ﺳﺤﺎن‬

( a .s .) : ü s t ü v â n e , s i l i n d i r b i-

ü s t ü v â r ‫ ( أ ﺷ ﻮا ر‬f .s .) : 1. s a g la m , k u v v e tl i, d a y a ü s tü v â rî

le ri g id e rle ri id a re e tm e k le .g ö r e v li k im se ,

üstâdî

( f i . ) : u stu ra ,

‫ا ﺳ ﻄ ﻮاﻧ ﻰ‬

ü stü v â n î

üsve

(a.i.) : ü stâ z lık , U stad lik, u s-

ta l ik .

‫( اﺳﺘﻮدان‬f.i.) : m e c û s î m e z a rı, üstün ‫( اﺳﺘﻮن‬f.i.) : d ire k , (b k z : sü tü n ). 1316

c .) :

ü s t ü v â n ‫( ا ﺳ ﻮا ن‬f.s.). ( b k z : ü s t ü v â r ) .

ü sü r

üstûdân

ü s tü k u s ü n

ü s t ü v â n e ‫( ا ﻣ ﻄ ﻮ ا ﻧ ﻪ‬a.i.) : 1. d ir e k ; İÇİ boş d ir e k .

A b b â s ile r 'd e v e H â r iz m ş â h la r 'd a s u lta n in

‫ا ﺷ ﺎ دا ﻧ ﻪ‬

‫اﺳﺘﺮه‬

ü s tü re

.ö z e l m a lla r ım lco ru y an v e o n la r a âit gelir-

ü s tâ z i^ e t

(a.i.

ç im in d e .

üstâd-ı kiill : b ir ç o k şe y le ri ç o k iy i b ilen ,

üstâz

‫ا ﻧ ﺎ‬

2 . g e o . s ilin d ir .

ü stâ d , en b ü y ü k

u sta. 2) ü s ta d la r te ş k ilâ tın ın b a ş k a m ,

üstâd-âne

‫ت‬

1. m a d d e le r , a s ılla r, c e v h e rle r. 2 . g ö k c is im le r i. 3. g e o m e tr ile r .

n ı lır ] .

üstâd

U s t ü k u s ‫ ( ا ﺳ ﻄ ﻘ ﺲ‬a .i .c .: ü s t ü k u s â t ) 1 ‫؛‬. m a d d e ,

‫ ( اﺷﻜﻮﻓﻪ‬f .i .) : ç iç e k , ( b k z : ş ü k û f e ). ‫ ( ا ﺷ ﻜ ﻮ ه‬f .i .) : b ü y ü k l ü k , u lu l u k , ş a n

ve

şe re f, ( b k z : ş ü k û h ) .

‫ ( اﺷﻜﻔﺘﻪ‬f .i .) : a ç ıl m ı ş [çiçek], ‫ ( اﺷﻔﺎن‬a . i . ) : b o t . ç ö ğ e n o tu . [ b ir

ü ç k ü fte ü şnân

ralc s a b u n y e r i n e k u ll a n ıl ır ] .

k ö k o la -

üznü'l-himâr üşne ‫ا ﺳ ﻪ‬

(a .i.) :

üşne-i karn i

bot.

üşne-i kasabi

:

hek.

su d a b o ğ u la n la r ın ak-

c iğ e r le r in d e m e y d a n a g e le n b e y a z v e y â g ü l r e n k li k a b a r c ı k l a r .

üşne-i

ş e y b î : [ s a k a l g ib i] s a l k i m s a ç a k g ö r ü -

n ü ş lü y o s u n .

(a.i.) :

bot.

la m in e r ,

y a p ra k lı k a r a y o -

su n la r i.

iiştülüm ‫ا‬٠‫اﺳﻞ‬

a lk le r ,

(f.i.) : k a v g a , g ü r ü l t ü ,

üştülüm -kâr ‫ا ﺷ ﺘ ﻠ ﻤ ﻜ ﺎ ر‬

(f.b .s.) : k a v g a c ı , g ü r ü l -

t iic ii.

ü ştü rü l

(f.i.) ‫ ؛‬d e v e , ( b k z :c e m e l) .

üştür-bân ‫ا ض ؛ ف‬

(f.b .i.) : d e v e c i, ( b k z : s â r -

‫اﺷﺘﺮدل‬

(f.b .s.) : k i n c i ; h a s e tc i.

üştürek ‫ ﺷ ﺮ ك‬١(f.i.)

: d a lg a , ( b k z : m e v c ).

üştür-gâv ‫ ﺷ ﺒ ﺮ ﻹ‬١(f.b .i.)

( a . i . ) : 1. k u la k ç ı k . 2 . a n a t . k u la k -

d a n k a n i a lı p k a r ı n c ı k l a r a v e r e n (s a ğ d a k i) b o ş lu k .

b u lu n a n v e s o ld a k i a n a to p la rd a m a rla r d a n k a n i a lıp k a r ı n c ı k l a r a v e r e n (s o ld a k i) b o ş lu k . Ü z e y n -İ k a l b yum .

( k a lb k u la k ç ığ ı) : a n a t .

Ü z e y n - İ m a 'd e n i : h e k . h a s t a l ı k t a n

a tr i-

d o la y ı

k a l b i n ü z e y n ( k u l a k ç ık ) l e r i n d e n iş it il e n

üştür-hâr ‫ا ﻓ ﺮ ﺧ ﻮ ا ر‬

üzn

‫اذن‬

( a . i . c . : â z â n ) : 1. k u la k ., ( b k z : g û ş).

2 . te l li ç a lg ı la r d a

a lc o rd e tm e y e y a r a y a n

b u rg u , m a n d a l,

: z u râ fa .

üştür-gaz 3 ‫"( ا ﺑ ﺮ ﻏ ﺎ‬ga" bot. d e v e o tu .

u z u n o k u n u r , f.b . i.) :

ü z n - i d â h i l î : a n a t . iç k u la k . ü z n - i f e r e s (a t k u l a ğ ı ) : h e (‫ )ب‬n i n a l t ı n d a k i

(f.b .i.) :

bot.

d e v e d ik e n i,

d e v e o tu .

e k le m e u z a n t ı s ı , h e 'n i n k u y r u ğ u , ü z n - i h â r i c î : a n a t . d ış k ııla k .

(f.b .s.) : d e v e h u y lu , k i n c i ,

üştür-m ürg ‫اﺷﺘﺮﻣﺮغ‬

(f.b .i.) ‫ ؛‬d e v e k u ş u ,

üştür-süvâr ‫ ﺷﻀﻤﻮار‬١(f.b .i.) ü trü c ,ü trü c ce ‫ﺟﻪ‬٠‫ج ﺀ اﺗﺮ‬

: d e v e y e b in e n ,

‫ ﺗ ﺮ‬١(a.i.) :b o t . a ğ a ç k a -

vu n u .

‫آر ب‬

‫اﻧﺪ ن‬

ses.

b â n , şü tü r-b â n ).

ütûb

iiz e y n ç ık .

Ü z e y n -İ e y s e r ‫ ؛‬a n a t. k a lb in ta b a n k ıs m ın d a

üşniyye-i hadrâ : bot. d iy a t o m e , s ilis li fr. diatomées, lât. basillariophta.

üştür-hû

adam .

[ m e r k e p te n k in â y e o la r a k ],

d a b u lu n a n ve s a ğ d a k i a n a to p la rd a m a rla r-

s u y o s u n la n .

üşniyye-i berriyye : bot.

üstür-dil

üveyi

Ü z e y n -İ e y m e n : a n a t. k a lb in ta b a n k ıs m ın -

üşne-i siikkeri fasilesi : bot. ü ş n i y e ‫ا ﺷﻴ ﻪ‬

‫ ( اول‬a . s . ) : p s i k . fr . p r i m a i r e . ‫( اودل‬a.i.) : v â v e y ia , ç ığ lık . ü z â n î ‫( ا ذ ا ﻧ ﻰ‬a.s. v e i . ) : b ü y ü k k u l a k l ı

üvel

yosu n , ağaç yosu n u ,

: b o y n u za ben zeyen yosu n ,

ü z n - i m u t a v a s s ı t : a n a t. o rta k u la k , ü z n - i v ı ı s t â : ( b k z : ü z n - i m u ta v a s s ıt) , ü z n ü 'l - b a h r ( d e n iz k u la ğ ı ) ‫ ؛‬z o o J . d e n i z k u la ğ ı. ü z n ü 'l - h i m â r : b o t .

(a .i.). ( b k z : İtâb).

e ş e k k u l a ğ ı, k a r a k a f e s

d e n i l e n n e b â t (* b itk i).

1317

Vv

va' vâ

‫( وع‬a.i.) ‫ ؛‬ç a k a l, ‫ ( وا‬a . n . ) : " v â h ,

b e g le r b e g il e r in

( b k z : ş e g a l, şe g â l). y a z ık ! ” m â n â s ı n a g e le r e k

esef, h a y ıf , h a s r e t g ib i k e lim e le r le k u l l a n ı l ı r . V â - h a y f â : e y v a h , y a z ık ! V â - l ı a s r e t â : â h

a y rıld ı!., g ib i. vâ

‫وا‬

. b i r l e ş i k k e li m e l e r y a p a r : V â - m â n d e : g e r i d e k a lm ış , g e rid e . V â - p e s î n : e n g e r id e k i, e n s o n r a k i., g ib i. v â -b e s t e

il.

‫وا ذ‬

( f .b .s .c .: v â - b e s t e g â n ) : . . e b a ğ -

( b k z : m u a l l a k , m u k a y y e d , m ü t e v a k k ıf ,

v â -b e s t e g â n ‫( و ا ﺳ ﺘ ﻜ ﺎ ن‬f.b.s. v â - b e s te 'n in c . ) :

‫واﺑﺎ ت‬

(a.i. v â c ib e 'n i n c . ) : v â c ip o la n ,

y a p ıl m a s ı g e r e k li o la n ?ey le r. v â c ib e

‫ ( واﺟﻤﻪ‬a . i . ) : y a p ıl m a s ı v â c ip

d e r e c e s in d e

l ü z u m l u şey. ( b k z : v e c ib e ), v â c id , v â c id e

‫واﺟﺪه‬

،

‫ ﺟ ﺪ‬١‫و‬

(a.s.) 1 ‫؛‬. v ü c û d a g e-

ti r i c i, g e ti r e n . 2 . z e n g in , [" v â c id " : A l l a h 'ı n [İk in c isi]

k a d ı ٩ a d ı. v â c i z , v â c îz e

...e b a ğ lı o la n la r .

‫وا ر‬

( H a s a n ‫ ؟‬e le b i T e z k ire s i).

s ıf a tıd ır ] . 3 . i. [b irin c is i] e r k e k ,

m e n û t) .

v â b il

g ib i h ü r m e t v e

v â c i b ü 't - t e ş r î f : ş e r e f le n d i r m e s i m u h a k k a k .

v â c ib â t

( f . e . ) : " g e ri, a r k a d a ” m â n â s ı n a g e le r e k

o ğ u lla rı

r i â y e t e d il m e s i lâ z ım g e le n k im s e le r ,

‫وا ﺟ ﺪ ه‬

،

‫واﺟﺰ‬

( a . s . ) : k ıs a , ( b k z :

v e c iz , v e c iz e ).

( a .i.): ir i d a m la lıy a ğ m u r,

v â c i b ‫( و ا ﺟ ﺐ‬a.s. v ü c û b 'd a n ) 1 ‫؛‬. t e r k i c â iz o l-

v a 'd

‫و ت‬

( a .i .c . : m e v â î d , v u û d ) : 1. s ö z v e r m e ,

2 . y a p ıl m a s ı

ü s t ü n e a lm a , ( b k z : t a a h h ü d ) . 2 . y a p ıl m a s ı-

ş e r 'a n l ü z u m l u o la n , f a r z d e r e c e s in e y a k ı n

n a s ö z v e r i le n şey. E l - v a ’d ü k e ’d - d e y n : v a it,

b u lu n a n .

b o r ç g ib id ir .

m ayan,

y a p ıl m a s ı

g e r e k li.

[ K ıır 'a n 'd a

d ile n : b ay ram

z ı m n î d e lille

em re-

n a m a z l a r ı , a d a k l a r g ib i].

3 . fe ls. z o r u n l u .

c a ğ ı n ı v e r m e z s e b e n v e r i r i m '' d e m e k g ib i

v â c i b İ i - z â t i h i : ta s. a d e m - i m ü m t e n i o la n

m e v c u t t u r k i v ü c u t k e n d i s i n d e n o lu p b a ş k a sın d a n

o lm a d ı ğ ı

İ ç in

İm tin â ı z a rû r e t h â lin d e

m â d û m iy y e tin o ld u ğ u y e rin d e

k u lla n ılır b ir tâ b ir d ir ‫ ؛‬v a rlığ ın ı k e n d in e b o r ç l u o la n , k e n d i k e n d is iy l e v a r o la n , v â c i b ü 'l - î f â : y a p ıl m a s ı g e r e k l i o la n . v â c i b ü '1 - i h t i r â m : s a y ın , .s a y g ıd e ğ e r , v â c i b ü 'l- i t t ib â ' ( o l m a k ) : h u k . b a ğ la n m a k , v â c i b ü 'l - v ü c û d : v a r l ığ ı l ü z u m l u o la n , A lla h , v â c i b ü 'r - r i â y e : ı)

o l a n 2 ‫)؛‬

1318

v a 'd - i m u a l l a k : h u k . " f i l â n a d a m s e n i n a la -

r i â y e t e d il m e s i g e r e k li

ta r. s a d r â z a m , v e z ir , n i ş a n c ı v e

s ö z d ü r k i “k e f â le t" o lu r , v a 'd - i m ü c e r r e d : h u k . " f i l â n k i m s e n i n b o r -

c u n u ö d e r i m '' d e m e k g ib i b i r sö z . v a 'd - i t e h i : b o ş a s ö z v e r m e , o y a l a m a k İç in ,

y e r i n e g e tir m e y e c e ğ i h a ld e , s ö z v e r m e , v a 'd - i v u s l a t : k a v u ş m a , b u l u ş m a s ö z ü v e r-

m e. vâd

‫واد‬

( f .i . ) :

o g u l.

(b k z:

ferzen d ,

p ü r,

m a h d û m ). v â -d â d e

‫وا داده‬

(f.b.s.) ‫ ؛‬g e r i ç e v r i lm iş , r e d d o -

İu n m u ş. (b lc z : m e rd û d ).

vâhi, vâfoye va'de ‫ ( و ﻋ ﺪ ه‬a . i . ) : 1. b i r İş İ‫ ؟‬i n ö n d e n b e l i r t i l e n z a m a n . 2 . b i r İŞİ g e c i k t i r m e k İ‫ ؟‬i n b e l i r t i l e n z a m a n . 3 . e c el. 4 . [eski] s ö z v e r m e . Va’de-İ f e r d â : y a r i n İ‫ ؟‬i n v e r i lm iş o la n sö z . Va'de-İ y â r : y â r ı n v â d e s i, s e v g i li n in s ö z v e rm e s i.

vâdî ‫ ( وادى‬a .i . c .: e v d i y e ) : 1. ik i d a ğ a r a s ı n d a k i u z u n ‫ ؟‬u k u r , d e re . 2 . b i r n e h r i n a k t ı ğ ı y e r, y a ta k , ( b k z : m e c r â ).

vâdî-i E y m e n : H z . M û s â 'n ı n T û r d a g m d a A l l a h 'ı n te c e llîs in e m a z h a r o ld u ğ u y e r. T u r d a ğ ı c i v â r ı n d a b i r d e re . [H z. M û s â z e v c e siy le b e r â b e r b u r a y a g it m i ş v e z e v c e s i b u r a d a d o ğ u m y a p m ı ş t ır ] . 3. y o l, ta r z , u s u l, a la n , ( b k z : sâ h a ).

vâdî-i hâmûşân : m e z a r lı k , k a b r i s t a n , vâdî-i h a şr : k ı y a m e t y e ri, vâdî-i hayret : ş a ş k ı n l ı k v â d is i. vâdî-i kadim : e s k i t a r z , e s k i u s u l [ş iir v e y â n e s ir].

vâdî-i kebir: ed. e s k i u s u l, vâdî-i Mecnûn : M e c n u n 'u n y a ş a d ı ğ ı y e r. vâfî, vâfiye ‫ وا ي‬، ‫( واﻓﻰ‬a.s. v e f â 'd a n ) : 1. y e te r, ta m , e lv e rir. 2 . s ö z ü n d e d u r a n , s ö z ü n ü n e ri.

vâfî ve k â fî : b o l b o l y e te r,

(a.s. vahim'in c.) : vahîm, agir, tehlikeli, ‫ ؟‬ok korkulu olan şeyler, (bkz : vihâm). v a h â m e t ‫( و ﺧ ﺎ ﻣ ﺖ‬a.i.) : 1 . hazım güçliiğü, zor hazmedilen şeyin hâli. 2. güçlük, ağırlık. 5. tehlikeli vaziyet, korkulacak hal. Vahâmet-İ havâ : havanın vahimliği, tehlikeliligi. v a h â m e t (k e sb e tm e k ) gitgide zorlaşma(k), tehlikeli ve korkulacak bir duruma gelme(k). v â h a s r e t â ‫( و ا ﺻ ﺮ ﺗ ﺎ‬a.n.) : eyvah, yazık, (bkz : vâ-hayfâ). v â h â t ‫( وا ﺣﺎ ت‬a.i. vâh [‫ ا ﻻ'] وا ح‬c.) : 01‫ ؟‬ortasında suyu ve yeşilliği olan yerler. v â - h a y f â ‫( و ا ب‬a.n.) : eyvâh, yazık. v a h d â n i ‫( و د ا ﻓ ﻰ‬a.s. vahdet'den) : Allah'ın birligine âit; Allah ile ilgili. v a h d â n i y y e ‫( و د ا ﻧ ﻴ ﻪ‬a.i.) : fels. *tektanrcılık, vahâm â ‫و ﺧﺎ ﻣ ﻰ‬

fr. m o n o th é is m e . v a h d â n iy y e t ‫و د ا ﻧ ﻴ ﺖ‬

(a.i.) : birlik, Allah'ın bir

oluşu. vahdet

2.

‫( و ﺣﺪ ت‬a.i.) : 1 . yalnızlık, teklik, birlik.

ta s.

Allah'a yakınlık, Allah'a ulaşma. f i k i r : fels. tek düşüncehk,

v a h d e t-i

fr.

m o n o îd e is m e .

*genleşme *katsayısı. : varlığın tek oluşu; tasavvuf mesleği. 3. İfâde sırasında mevzûun dışına vâfir, vâfire ‫ وا ﻓ ﺮ ه‬، ‫( و ا ﻓ ﺮ‬a.s. v e f r e t 'd e n ) : ‫ ؟‬îkilmamasi, yânî maksat ne ise yalnız on1. ‫ ؟‬o k , b o l. Emvâl-İ v â fire : b o l, ‫ ؟‬o k m a l. dan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp bu( b k z : b is y â r, f i r â v â n , k e s ir). 2. ed. a r u z d a daklandirilmamasi. müfâaletiin müfâaletiin v e z n i, v a h d e t - â r â m ‫( و ﺣﺪ ت ارام‬a.f.b.s.) : dinlendii-ici, vagd ‫ ( و ذ‬a . s . ) : 1. a l‫ ؟‬ak> â d î. ( b k z : d e n i) . 2 . h a rahat yer. sis, t a m a h k â r . v a h d e t - g â h ‫( وﺣﺪﺗﻜﺎه‬a.f.b.i.) : yalnız kalınacak v a g l ‫( وﻏﻞ‬a.i.). ( b k z : v e g a d e t). yer. vâh ‫ ( واه‬a . n . ) : v â h , y a z ık , ay. Âh ü v â h : in l e v a h d e t - g iiz in ‫( و ﺣﺪ ت ا ﻳ ﻦ‬a.f.b.s.) : yalnızlığa y ip s ız la n m a , ‫ ؟‬ekilen. vah vah : y a z ık , a c ır ım , v a h d e t i ‫( و ﺑ ﺾ‬a.i.) : fels. *bircilik, fr. m o n is -

v â fid ‫ ( و ا ﻓ ﺪ‬a .i . c .: e v fâ d , v e fd , v h f f e d , v ü f û d ) : elçi, te m s ilc i, ( b k z : re s û l).

vâh ‫ ( واح‬a .i . c .: v â h â t ) : 1‫ ة ؟‬o r t a s ı n d a s u y u v e y e ş illiğ i o la n y e r. ( b k z : v â h a ).

v â h a ‫ ( و ا د‬a . i . ) : 1‫ ﺓ ؟‬o r t a s ı n d a s u y u v e y e ş illiğ i o la n y e r.

vahal ‫ ( وﺣﻞ‬a . i .c . : e v h â l, v u h û l ) : b a t a k l ı k , b a ta k , ‫ ؟‬a m u r l u y er.

vahal-gâh ٥‫ ( وﺣﻠﻜﺎ‬a .f .b .i.) : b a t a k l ı k , vahal-nâk ‫ ( و ﻃﻴﺎ ك‬a .f .b .s .) : ‫ ؟‬a m u r lu . vaham ‫ ( و م‬a . i . ) : g e b e k a d ı n ı n a ş y e r m e s i.

v a h d e t - i in b is â t : f iz . v a h d e t-i v ü c û d

m e. v a h d e tim e

‫( و د ب‬a.i.):

fels.

bircilik,

fr. m o -

n is m e .

‫( و دأﻧﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.) : XV. asır bilgin ve sofilerinden Afyonkarahisarli Abdiirrahim Efendi'nin 1460 (H. 865) da yazdığı manzum tasavvufi eserdir, v â h i , v â h i^ r e ‫ و ا ب‬، ‫( واﻫﻰ‬a.s. vehy'den) : boş, mânâsız, feydasiz, ehemmiyetsiz [şey].

v a h d e t-n â m e

1319

vâhib, vâhîbe v â h ib , v â h ib e ‫و ا ب‬

1.

، ‫( و ا ﻫ ﺐ‬a.s. v e h b 'd e n ) :

h ib e e d e n , b a ğ ış la y a n , b a ğ ış la y ıc ı,

vâhiden ‫( واﺣﺪا‬a.zf.) : tek olarak,

v â h i b i i 'l - â m â l : i s te k l e r i g e r ç e k l e ş t ir e n . A l-

vâhidiyyet ‫( و ا ﺣ ﺪ ﻳ ﺖ‬a.i.) : birlik, teklik, bir olma, tek olma, fr. unicité,

la h . 2 . [ b irin c is i] e r k e k , [İk in c is i] k a d ı n a d i.

vahim ‫( و ﺧ ﻴ ﻢ‬a.s.c. : vihâm, vahâmâ) : agir,

v â h ib ü 'l- a t â y â , — - ü 'l - i d r â k : İ lıs a n v e r e n ,

A lla lr. (blcz : v e h h â b ) . V â h ib ü 'l - ih s â n ‫( وا ﻫ ﺐ ا ﻻ ﺣ ﺎ ن‬a.s.). ( i h s a n v e -

r e n ) : A lla h .

، ‫( و ا د م‬a.s. vehm'den) :

kuran, kuruntulu.

vâhime ‫( واﻫﻤﻪ‬a.i.) : kuruntu kurma hassası,

v a h id ‫( و ب‬a.s. v a h d e t 'd e n ) : y a ln ı z , te k . ( b k z :

y e k tâ ) .

vâhin ‫( واﻫﻦ‬a.s.) : zayıf [kimse), (bkz : zebûn). v â h i r ^ ١j(a.i.) :1. diken.2. igne.

v a h id ii'd -d e h r ;

v a h îd ü 'l- a s r ,

v a h îd ü 'z -

ze m â n : z a m â m n ; d e v rin te k in s a n i. v a h îd ü '1 - c in s : b o t . e r k e k l i k v e d i ş i l i k o r g a n -

l a r m d a n y a l n ı z b i r tâ n e s i b u l u n a n z ü m r e . v a h î d ü '1 - f i l k a :

b o t.

(b k z ‫؛‬

v a h îd ü '1 - f ilk a

n e b â tâ t) . v a h î d ü 'r - r a h î m : z o o l. e n ‫ ؟‬o k b i r y a v r u y a -

p a n h a y v a n la r . v â h id , v â h id e

sonu tehlikeli, ‫ ؟‬ok korkulu.

vâhim ١ vâhime ‫و ا د‬

‫واﺣﺪه‬

،

‫وا ب‬

(a.s. v a h d e t 'd e n ) :

1. te k , b ir . B a 'd e v â h id ii n : b i r b i r i n d e n s o n r a , b i r e r b ir e r , ( b k z : b î- n a z îr , m ü n f e r i d , y e k tâ ) . v â h id e İ r c â : m a t. b ir e i n d i r m e , fr. r é d u c t io n

à 1'u n ité . v â h id e k a r ib f a z l a l ı h â r ic - î k is m e t : m a t.

\ \ b i r e y a k ı n a r t ı k l a b ö lü m , fr. q u o t ie n t à u n e p r é s p a r exés. v â h id e k a r ib n o lc s a n li h â r ic - i k is m e t : m a t.

b ir e y a k i n e k s ik le b ö lü m , fr. q u o t ie n t à u n e p rè s p a r d éfa u t. v â h id e n b a 'd e v â h id ii n

b i r e r b ir e r , b ir b i-

rin d e n so n ra . v â h î d - i k ı y â s î : m a t. * b ir im , fr. u n ité , v â h î d - i k ı y â s î - i n â r î : k im . k a lo r i. v â h id ü '1 - f il k a n e b â t a t : b o t. * b ir ç e n e k lile r, fr. m o n o c o ty lé d o n e s . v â h id ii '1 - f ir â ş : je o l. 0 1 'to k laz. v â h id ü '1 - h a d d : m a t. te k * te r im li. v â h id ü '1 - l e v n : f iz . te k r e n k l i , fr. m o n o c h r o m a tiq u e .

vahi? ‫( وﺣﻴﺶ‬a.s.). (bkz : vah?), vâhiyât ‫( وا ﻫ ﻴﺎ ت‬a.s. vâhiye'nin c.) : boş, mânâsız, faydasız, ehemmiyetsiz [şeyh vahi ‫ﺭ‬

(a.i.c. : evhâl, vuhûl). (bkz : vahal).

‫ﻭ‬

vahl-gâh ٥‫( و ﺣﻠﻜﺎ‬a.f.b.i.) : bataklık, vahmâ ‫ وﺣﻤﺎ‬، ‫( وﺣﻤﻰ‬a.i.) : aş yeren gebe kadm. vahs ‫ﺹ‬

‫ﻭ‬

(a.i.). (bkz : vehs).

vah ‫( و ﺧ ﺶ ؟‬a.i.) : dört ayaklı hayvanlara ârız olan bir hastalık. vah ‫( و ﺣ ﺶ ؟‬a.s.c. : vahşân, vuhûş) : 1. yabâni, ürkek, insandair kaçan [hayvan). 2 . ISSIZ, tenha [yer]. vahşân ‫( و ﺣ ﺸ ﺎف‬a.s. vahş'ın c.) : 1. yabâni [hayvanlar]. 2 . ISSIZ, tenha [yerler], (bkz : vuhûş). vahşet ‫و ﺣ ﻨ ﺖ‬ 2.

(a.i.) : 1. vahşilik, yabânilik.

ıssızlık, tenhalık. 3. korku, ürküntü,

vah şet-âbâd^î ‫( و ﺣ ﺸ ﺖ‬a.f.b.i.) : I S S I Z , korku ve ürkeklik veren yer.

vahşeî-âgîn ‫ﻞ‬

‫ﻣ‬

‫( و ﺣ ﺸ ﺖ‬a .f .b .s .) : ‫ ؟‬ok I S S I Z ,

korkun‫ ؟‬.

vah‫ ؟‬et-âmîz ‫( وﺣﺸ ﺖ اﻣﻴﺰ‬a.f.b.s.) : vahşetle karışık.

vahşet-âver ‫( و ﺣ ﺸ ﺖ اور‬a.f.b.s.) : vahşet, ürküntü getiren, korku veren.

vah‫ ؟‬e t - e n g î z ^ ١ ‫( و ﺣ ﺸ ﺖ‬a.f.b.s.) : korkun‫ ؟‬, (bkz : mahûf).

vahşet-gâh ‫( و ﺣ ﺸﻜﺎه‬a.f.b.i.) : korku yeri, ISSIZ yer. (bkz : vah‫ ؟‬et-üâk).

vah‫ ؟‬et-nâk ‫ ك‬- ‫و‬

v â h id ü '1 - l e v n : f iz . t e k a n l a m i l , fr. u n iv o q u e ,

(a.f.b.s.) : korku veren yer, ISSIZ yer. (bkz : vehşet-gâh).

v â h id ü 'l - m a 'n â : t e k m â n â l i , * te lc a n la m il, fr.

vah‫ ؟‬et-zâr ‫( و ﺣ ﺸ ﺖ زار‬a.f.b.i.) : yabâni, ISSIZ

u n iv o q u e . v â h id ü '1 - m e s k e n : b o t . * b ir e y c ik li, fr. m o n o ïq u e . v â h i d i i 's - s u k b e : z o o l. te k d e lik lile r , fr. m o n o t r è m e s . 2 . i. e r k e k a d i.

1320

yer.

Vahşî ‫ش‬

‫( و‬a.lr.i.) : Uhud Gazâsi'nda Hz. Hamza'yi öldüren köle, [kani heder edilmişken Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafından affedilmiştir].

vakf-ı fuzûlî vahşî, vahşiye

‫ وﺣﺸﻴﻪ‬، ‫( و ﺣ ﺸ ﻰ‬o.s.) : 1. yabâni,

insandan kaçan. 2. iirkek, korkak. 3. merhametsiz, duygusuz. vahşiy-âne ‫( و ﺣ ﺸ ﻴ ﺎﻧﻪ‬a.f.zf.) ‫ ؛‬vahşicesine, vahşilikle. vahşûr ‫( و ﺧ ﺸ ﻮ ر‬f.i.) : peygamber, (bkz : nebi, resûl). vah y ‫( و ﺣ ﻰ‬a.i.) : bir fikrin veyâ bir emrin Allah tarafından bir peygambere bildirilmesi, fr. révélation. Em înü'l-vahy : Cebrâil Aleyhisselâm [Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmeye me'mur büyük mefek]. vahy-i miinzel : Kur'an. vahz ‫( وﺧﺰ‬a.i.) : 1. çimdikleme. 2. sivri bir şey batırarak acıtma. 3. ısırma; sokma, vaid ‫( و ﻋ ﻴ ﺪ‬a.i.) ‫ ؛‬birini iyiliğe sevk ve kötülük.ten uzaklaştırmak İçin korkutma, yıldırma. Va'd ü vaid : iyi ve yıldırıcı, ürkütücü şeyler vâdetme. vâiye ‫( واﻋﻴﻪ‬a.i.). (bkz : feryâd). vâiz ‫( واﻋﻆ‬a.s. ve i. va'z'dan. c. : vâizân, vu'âz) : d‫؛‬nî öğütlerde bulunan [İbâdet yerlerin-

a g a c m a b a ş a ş a ğ ı a s ı lm a s ı h â d is e s in e v e rile n b i r a d .

vakahat

‫وﻗﺎﺣﺖ‬

(“k a ” u z u n o k u n u r , a . i . ) : a r s ız -

ilk ; u t a n m a z l ı k ; k ü s t a h l ı k , ( b k z : v e k a h a t) .

vak'a-nüvîs

‫وﻗ ﻌ ﻪ ﻧ ﻮﻳ ﺲ‬

(a.f.b .s.) ‫ ؛‬z a m â n m

h â d i s e l e r i n i k a y ıt la v a z if e li b u l u n a n r e s m i d e v le t t â r ih ç i s i.

vak'a-nüvîsân

‫( وﻗﻌﻪ ﻧ ﻮﻳﺎ ن‬a.f.b .i. v a k 'a - n ü v î s 'i n

c . ) : e s k i d e n r e s m i d e v le t ta r ih ç i le r i ,

‫و ﻗﺎ ر‬

vakar

( " k a " u z u n o k u n u r , a . i . ) : a g ır b a ? -

lılık , t e m k i n l i l i k . Sa h te -v a k a r : y a la n d a n , y e r s iz a ğ ır b a ş l ı l ı k g ö s te r e n , ( b k z : r e k â n e t , r i ik û n e t ) .

vakayi' ‫ "( و ﻗ ﺎ ﻳ ﻊ‬k a " u z u n o k u n u r , a.i. v â k ıa , v a k i a 'n m c . ) : v a k 'a la r , h â d is e le r , o l a y l a r .

Vakayi'-İ acibe : a c â y ip v a k 'a la r . vakayi'-nâme ‫ ( وﻗﺎﻳﻌﻔﺎﻣﻪ‬a .f .b .i.) : e d . g ü n l ü k v a k 'a v e h â d i s e l e r i n k a y ıt lı b u l u n d u k l a r ı e se r, ( b k z : r û z - n â m e ) .

vakd, vakdân

‫ وﻗﺪان‬، ‫وﻗﺪ‬

( a . i . ) : a te ş in y a n m a s ı,

tu tu ş m a s ı. vakf

‫وﻗ ﻒ‬

( a .i .c .: e v k a f ) : 1. d u r d u r m a , a li-

k o y m a . 2. d u ru ş , d u rm a ; k ım ıld a n m a m a . 3. a y ır m a , b a ğ la m a . 4 . b i r m a i l v e y â m ü l k ü

vâizân

‫( وا ﻋ ﻈﺎ ن‬a.i. vâiz'in c.) : dini öğütler-

de bulunanlar [İbâdet yerlerinde-], (bkz : vâizîn, vu'âz). vâizîn ‫( وا ﻋ ﻈﻴ ﻦ‬a.i. vâiz'in c.) : dînî öğütlerde bulunanlar [İbâdet yerlerinde-], (bkz : vâizân, vu'âz). vâiziyye ‫( وا ﻋﻔﻠﻴ ﻪ‬a.i.) : vâzedenlere gördükleri vazife karşılığı olarak verilen para,

- s a t ı l m a m a k k a y d ıy la - b i r h a y ı r İş in e b a ğ ış la m a , b ı r a k m a . 5. g r. A r a p ç a b i r k e l i m e n i n s o n u n u h a r e k e s iz o l a r a k o k u m a .

v a k f b i's-sü k n â : huk.

[e s k id e n )

süknâsı

m e ş r û t o la n v a k ıf .

v a k f b i'z -z a rû re : huk. [e s k id e n ] e s k id e n v a k f ı c â iz o lm a y a n b i r ş e y i n v a k f e d i lm e s i n d e n d ig e r ş e y in m e v k u f s a y ılm a s ı.

‫ واؤﺳﻤﻮﻧﻪ‬، ‫( واؤﺳﻤﻮن‬f.b. s.) : ters,

vakf-ı ebnâiyye : huk. [e s k id e n ] m e ş r û t - ü n -

tersine dönmüş, uğursuz. Baht-1 vâ‫ ؛‬-gûn : ters tâlih. (bkz : vârûn). vâjûn, vâjûne ‫ وا ؤ وﻧ ﻪ‬، ‫( واؤون‬f.b.s.). (bkz : vâjgün, vâ)-gûne). v a k ' ‫( وﻗﻊ‬a.i.) : 1. ağırlık, ağırbaşlılık. 2. yüksek yer. vak'a ‫( وﻗﻌﻪ‬a.i.) : 1. olup geçen şey, hâdise, olay. 2. savaş, (bkz : harb, ceng, perhâş). vak'a-î hayriyye : tar. 15 Haziran 1826'da Yeniçeri ocağının kaldırılması hâdisesine verilen bir ad. vak'a-ivakvâkıyye:tar.ıo66(ı655)isyânında Avcı Sultan Mehmed'e zorla öldürttükleri saray ağalarının Sultan Ahmed'delci Şecer-İ vakvâk (bkz : vakvâk) denilen çınar

le h i e r k e k ç o c u k la r la e r k e k ç o c u k l a r ı n e r-

vâj-gûn , vâj-gûne

k e k ç o c u k l a r ı o la n v a k ıf .

vakf-ı ehli ‫ ؛‬huk. [e s k id e n ] k a v m - i m a h s û r e â itv a k ıf .

vakf-ı e v l â d i ^ e : huk. [e s k id e n ] m e ş r û t - ü n l e h i e v lâ t o la n v a k ıf .

vak f-ı fariza-i şer'iyye ( ü z e r e ) : huk. [e s k id en ] b ir k im s e n in h a y a tta ik e n b ir m a lin in g a ile (g e lir) s i n i " f a r iz a - i ş e r 'iy y e (= ş e r 'î h is s e , p ay "), d iy e e v lâ d ı n a v a k f e tm e s i.

vak f-ı fâsid : huk. [e s k id e n ] a s le n s a h i h o lu p d a b â z ı h â r i c i v a s ı f l a r ı it ib â r iy l e m e ş r û o lm a y a n v a k ıf .

vak f-ı f u z û lî : huk. n in

m â lik

[e s k id e n ]

o lm a d ığ ı b i r

şey i

b ir

k im s e -

s â h ib in in

1321

vakf-ı gayr-i lâzım iz n in i a lm a k s ız ın d i r k i, s â h i b i n i n

b ir

c ih e te v a k f e t m e s i­

i c â z e tin e m e v k u f o lu r,

[ m e s e l â : b i r k i m s e k a r ı s ı ile m ü ş te r e k e n

c ih e t e v a k fe d e re k ; b i r v e y â i k i m ü te v e lliy e te s li m e tm e le r i d e b u k a b il d e n d ir ] . v a k f - ı m i i t e â r e f : h u k . [e s k id e n ] m e n k u l ü n

m â lik o ld u ğ u b ir a k a r ın ta m â m ın ı k e n d i

a s â l e te n v a k f ı s a h i h d e ğ ild ir . B ir m e n k u -

k e n d i n e b i r c ih e t e v a k f e t s e k a r ı s ı n ı n h i s ­

liin v a k f o l u n m a s ı h a k k ı n d a b i r b e ld e d e ö r f

s e s in e â i t v a k ıf , k a r ı s ı n ı n i c â z e tin e m e v k u f

v e â d e t c e r e y â n e tm i? is e 0 b e ld e d e o g ib i

b u l u n u r . B in â e n a le y h ic â z e t v e r m e d i ğ i t a k ­

m e n k u l ü n v a k f ı s a h i h o lu r , [m e s e lâ : o k u t-,

d i r d e b u h is s e h a k k m d a k i v a k ı f n â f i z o l­

m a k ü z e r e k it a p , d ü ğ ü n l e r d e g e lin le r e İâ re

m a z ].

o l u n m a k iiz e r e h u ll i y a t v a k f e d i l m e k â d e t

v a k f - ı g a y r - i l â z ı m : h u k . [e s k id e n ] fe s h i k a ­ b il o la n v a k ıf . v a k f - ı g a y r - i s a h i h : h u k . [e s k id e n ] a s le n s a ­ h i h o lu p v a s f e n s a h i h o lm a y a n y â n i z â te n m ü n 'a k i t o lu p b â z ı h â r i c i v a s ı f l a r ı îtib â r iy l e m e ş r û o lm a y a n v a k ıf . m a.

m e ş rû o la n v a k ıf. v a k f İ i 's - s e b î l : h u k . k a m u y a r a r ı n a y a p ı l a n v a k ı f r U U s u : v a k i f o l a n b i r y e r i n i d a r e s i İ‫ ؟‬i n m ü t e v e ll i v e b a ş k a ilg ilile r e v e r i le n v e b u

v a k f - ı l â z ı m : h u k . [e s k id e n ] f e s h i k a b i l o l­ m a y a n v a k ıf . m a ra z -ı m e v tin d e y a p m ış [v a s iy e t h ü k m ü n d e

o lu p

o l d u ğ u v a k ıf , sü lü s -i m a ld a n

m u t e b e r o lu r ].

v a k f a le '1 - â m m e

‫ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺎﻣﻪ‬

‫وﻗ ﻒ‬

: h u k . *kam u

y a r a r ı n a y a p ı l a n v a k ıf . v a k fe

‫ ( وى‬a . i . ) : 1. d u r a k , d u r u l a c a k y e r. 2 . h a -

C ila rın A r a f a t 't a d u r m a l a r ı . 3. d u r a k l a m a

v a k f - ı m e v k u t : h u k . [e s k id e n ] b i r v a k i t ile t a k y i t e d ile n , b e li r l i b i r s ü r e i ç i n y a p ıl a n v a k ı f t ı r k i s a h i h o lm a z . Ç ü n k ü v a k ı f l a r d a t e 'b î d (e b e d îlik ) ş a r t t ı r . v a k f-ı m u a lla k : h u k .

â n ı. v a k fe - i h a y r e t : h a y re t d u ra k la m a s ı,

‫وﻗﻔﻪ ﺳﻤﺎه‬

v a k fe -g â h

[e s k id e n ] b i r ş a r t a

[“f i l a n iş im g ö r ü l ü r s e ş u m ü l k ü m v a k ı f o l­

‫و ﻗ ﻔ ﻪ ﺳﻤﻴﺮ‬

v a k fe g ir

[e s k id e n ] g e le c e k b i r

z a m â n a iz â f e s û r e tiy le y a p ıl a n v a k ı f t ı r k i s a h i h d e ğ ild ir . m u z â f , b i r v a k i t ile m u k a y y e t o lm a k s ı z ı n

( a . s . ) : v a k f a â it, v a -

v a k fiy y e

‫ ( وﻗﻔﻴﻪ‬a . i . ) : b i r

v a k f m ş a r t l a r ı m b ild i-

v a k fiy y e t

‫وﻗﻔﻴ ﺖ‬

( a . i . ) : m ü l k ü n , v a k ı f o lm a

k e y fiy e ti.

‫( وﻗﻔﻔﺎﻣﻪ‬a.f.b .i.). ( b k z : v a k fiy y e ). ‫ ( وا ﻗ ﻌ ﻪ‬a .i .c . : v â k l â t ) : 1. v u k u ' b u l m u ş ,

v a k f-n â m e

h e m e n y a p ı l a n v a k ıf . [e s k id e n ] V a k ıf l a r ve

m ü râk ab esi

o l­

m a k s ı z ı n d o ğ r u d a n d o ğ r u y a m ü t e v e ll il e r i t a r a f ı n d a n id â r e o l u n a n v a k ıf . v a k f - ı r n ü ş â ': h u k . [e s k id e n ] b i r k i m s e n i n b a ş k a s ıy la m ü ş t e r e k e n m â l i k o l d u ğ u b i r y e r d e k i h is s e - i ş â y i a s m ı b i r c ih e te v a k f e t­ m e s i. v a k f-ı m ü ş te re k : h u k .

‫ وﻗﻔﻴﻪ‬، ‫و ﻗ ﻔ ﻰ‬

k i f l a ilg ili. r e n r e s m i s e n e t.

v a k f - ı m ü n e c c e z : ş a r t a m u a l la k , is ti k b â le

m ü d â h a le

( a .f .b .s .) : d u r a n , d u r a k l a -

yan. v a k fi, v a k fiy e

s u n ” d e n il m e s i g ib i].

v a k f-ı m ü s te s n â : h u k .

( a .f .b .i.) : d u r a k y e r i, ( b k z :

m e v k ıf ) .

t a 'l i k s û r e tiy l e y a p ı l a n v a k ı f k i s a h i h o lm a z ,

v a k f-ı m u z â f : h u k .

İç in ilg iliy e v e r i l d i ğ i n i g ö s t e r e n t a y i n v e g ö r e v l e n d i r m e b e lg e s i.

v a k f - ı m a r î z : h u k . [e s k id e n ] b i r k i m s e n i n

v â k ıa

o lm u ş b i r İç, g e rç e k . 2 . r ü 'y â , d ü ş . 3. c e n k , sa v a ş . v â k ıa - i e r d - ç îr - i c e n g : c e n k e rin in , k ü k re m iç 4.

cenk

a rs la n ın m

b a ş ı n a g e le n h a l.

h â d is e , m u s ib e t.

v â k ı a - ı ş â h - ı ç î r - c e n g : a r s l a n g ib i d ö ğ ü ş e n p â d i ş â h ı n 'v â k ıa s ı, o n u n b a ş ı n a g e le n h a l,

[e s k id e n ] i k i v e y â

d a h a ç o k k i m s e n i n m ü ş t e r e k e n m â l i k o l­ d u k l a r ı b i r y e r i b i r c ih e t e v a k f e t m e l e r i, [şe­ r i k l e r d e n b i r i b i r c ih e te , d iğ e r i d e b a ş k a b i r

1322

v a k f - ı s a h i h : h u k . [e s k id e n ] z â t e n v e v a s f e n

v a k ıf .

v a k f - ı h a y â t : h u k . [e s k id e n ] ö m r ü n ü b a ğ la ­

İd â re s in in

o la n b e ld e le r d e o n e v i m e m l e k e t l e r i n v a k f ı s a h i h t i r ‫ ؛‬b u n a : “m ü t e â r e f v a k ı f ” d e n ir ] .

ö lü m ü . 5. A z iz M a h m u t H i i d â y i 'n i n ş e y h i ü f t â d e 'n i n s ö z l e r in i t o p l a d ı ğ ı b i r e s e r i, v â k ıâ

‫وا ﻗ ﻌﺎ‬

( a .z f .) : g e rç e k , g e rç i, h e r n e k a d a r .

( b k z : f i 'l- v â k i ') .

;

vakvoka (a.i. vâkıa'mn c.) : başagelen, baştan geçen hâdiseler (Olaylar). V âklât-ı ü ftâde : üftâde hazretlerinin rü'yâları [bir eserin adıdır], v â k ıf ‫( و ا ك‬a.s. vakf ve vulcufdan) :1 . duran, ayakta duran. 2 ٠Arafat'da vakfeye duran. 3. bir şeyi elde eden; bir İşten haberli olan. 4. bir şey valcfeden. Şart-1 v â k ıf: vakfı yapanm koştuğu şart. vâk ıf-ı ahvâl : durumdan, işlerden haberli, vâk ıf-ı esrâr : gizli şeyleri, sırlan bilen,

vâklât ‫و ا ﻗ ﻌ ﺎ ت‬

‫( وا ﻗ ﻔﺎ ن‬a.s. vâkıfın c.) : vâkıf olanlar, bir İşten haberli bulunanlar, bir şeyi bilen1er. vâkıf-âne ‫( و اﻗ ﻔﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.zf.) : vâkıf olanlara yakışacak yolda. vâkifiyyet ‫( و ﻗ ﻔ ﻴ ﺖ‬a.i.) : vâkıf olma, haberli olma, bilme. vâkiyye ‫( و ا ب‬a.i.) : okka, dörtyüz dirhemlik tartı.

vâkıfân

vâkıyye-i a'çârî : [eski] üçyüz on iki dirhem-

lik bir ağırlık ölçüsü. vâki', vâkıa

‫ واﻗﻌﻪ‬, ‫( واﻗﻊ‬a.s. vuku'dan) : 1. vuku'

bulan, olan, düşen; olagelen, rastlayan. 2. geçen, geçmiş olan. Fi'l-vâki' : gerçi; gerçekten, (bkz : vâkaa). Kem â-hüve'l-vâki' : olageldiği iizere. vâkî, vâkıye ‫ وا ﻗﻴ ﻪ‬، ‫( وا ﻗ ﻰ‬a.s. vikaye'den) : 1. koruyan, saklayan. 2. önleyici [tedbir, ilâç], fr. prophylactique.

(a.i.c. : vakayi') : vak'a, hâdise (Olay), (bkz : vâkıa). v a k id ^ j( a .i.) .(b k z :vakud). vakia

vatih

‫و ب‬

‫( ودﻳﺢ‬a.s.) : edepsiz, hayâsız, utanmaz,

vakkad ‫و ﻗ ﺎ د‬

("ka” uzun okunur, a.s.). (bkz :

vekkad).

‫"( وﻧﺎص‬ka” uzun olcunur. a.s.) : savaşçı; okçu, (bkz : ceng-cû).

vakkas

‫( وش‬a.i.) : kulak ağırlığı, ağır İşitme, vakt ‫( و ب‬a.i.c. : evkat) : 1. vakit, zaman. vak r

vakt-i fu rsa t: fırsat zamânı; fırsatın ele ge‫ ؟‬tigi zaman. vakt-i g u rû b î: alaturka saat; ezânî saat de denilen Güneş'in batmasıyla hesaplanan vakit. vakt-i h âcet: lüzumlu vakit, ihtiyaç zamânı. vakt-i h â l: şimdiki zaman, İçinde bulunulan zaman. vakt-i hazar ‫ ؛‬barış zamânı. vakt-i k erâh at: akşamcılar arasında şaka yollu söylenen İçkiye başlama zamanı, vakt-i merhûn : beklenen çağ ve zaman, vakt-i m u h târ: düğün, ziyâfet, muhârebede hücûma geçme gibi hallerde uygun bir zaman tâyini. vakt-i n ü cû m i: yıldızlara göre düzenlenen vakit. vakt-i saâdet: Hz. Muhammed'in yaşadığı devir. vakt-i sefer: savaş zamânı. vakt-i zarû ret: huk. hazînenin zor durumundan kurtulması İçin mîrî toprakların özel kişilere emsali gibi satılmasını hakli gösteren durum. vakt-i z e v â lî: Güneş'in öğle zamânmda hesaplanan vakit, alafranga saat, vakt-i z u h r: öğle zamânı. vakt ii h â l: paraca olan vaziyet, vaktâ ki i j J ‫( وﻫﻂ‬a.e.): ne valcit ki, o vakit ki, oldugu vakit. vakten ‫( وﻗﺊ‬a.zf.): vakit ve zamanca, vakten m ine'l-evkat: günlerden bir gün, bir zaman, vaktiyle. vakud ‫"( و ﻗ ﻮ د‬ku" uzun okunur, a.i.): odun, kömür gibi ateş olacak, yakılacalc şeyler, (bkz: mahrûkat). vakur ‫"( وﻗﻮر‬ku" uzun okunur, a.s. valcar'dan): ağırbaşlı, temkinli [kimse],

vakıır-âne ‫"( وﻗﻮراﻧﻪ‬ku" uzun olcunur. a.f. zf.): 2. saat, günün muhtelif saatleri. 3. mevsim. ağırbaşlılıkla, temkinlilikle. 4. münâsip, uygun zaman. 5. boş zaman. vakvâk ‫( و ﻗ ﻮا ق‬a.i.): yemişleri insan biçimin6. geçim. 7. çağ, zaman. 8. fırsat. 9. muay- de olduğu rivâyet edilen bir masal ağacı. yen, belirtilen zaman, Şecer-ivakvâk: İstanbul'da Atmeydani'nda vakt-i âher : başka zaman, bir çınara verilen ad. [öldürülen bâzı biivakt-i asr : ikindi zamânı. yüklerin başı bu çınara asılmıştı], vakt-i fecr : tan yerinin ağarma vakti.

vakvaka ‫( وﻗﻮﻗﻪ‬a.i.): kurbağa sesi. 1323

vâlâ vâlâ ‫( واﻻ‬f.s.): 1. yüksek, yüce, (bkz : âlî, bâlâ, bulend). Kamet-i vâlâ : boyu yüksek olan. 2. erkek adi.

vâm ık, v â m ık a ‫ واش‬، ‫( واس‬a.s.) : 1. seven) âşık, sevdalı. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] ka-

vâlâ-câh ‫( واﻻﺟﺎه‬f.b.s.): mevkii, rütbesiyiikselc olan.

vâm î

vâlâ-kadd ‫( واﻻﻗﺪ‬f.a.b.s.) : boyu yüksek, uzun boylu. ١

din adi.

‫واس‬

(f.s.) : b o r ç lu , ( b k z : m e d y U n ).

v a m k ^ ( a . i . ) : s e v m e .( b k z : m u h a b b e t) .

‫ وان‬- (f.s.) : bakıcı, koruyucu mânâlarına *bileşik kelimeler yapar : B ah‫ ؟‬e-vân : bah‫ ؟‬eye bakan, bahçeyi koruyan, (bkz : -bân). vâlâ-kadr ‫( و ا ﻻ ﻗ ﺪ ر‬f.a.b.s.): kadri, degeri yüce, vâ-pes ‫( واس‬f.s.). (bkz : vâ-pesîn). vâlâ-nijâd ‫( وا ﻻ ﻧ ﺰا ل‬f.b.s.): soyu yüce, yüce soyvâ-pesîn ‫ ﺳ ﻦ‬.‫( وا‬fb.s.) : son, en sondaki, en gelu, asil, yaradılışı yiice olan, rideki. Nefes-i vâ-pesîn : son nefes. vâlâ-çân ‫( وا ﻻﺛ ﻦ‬f.b.s.): şâm yüce, -vâr ‫ وار‬- (f.e.) : 1. benzetme edâtı, gibi, (bkz : vâlâyî ‫( و ا ﻻ ﻳ ﻰ‬f.i.): yükseklik, yücelik, (bkz : âsâ, mânend, -vâre, -vârî, veş). Âvâre-vâr : uliivv). âvâre gibi. Bülbül-vâr : bülbül gibi. 2. i. vâle ‫( و ا ك‬f.i.): 1. ılgımsalgım, serap. 2. bir çeşit kerre, defa. Yek-vâr : bir defâ, bir keripek kumaş. 3. nâle. re. 3. s. -li. ü m îd -vâr : ümitli. 4. s. mâlik, vâlî ‫( واﻟﻰ‬a.i. velâyet'den. c . : vülât) : bir vilâyeti sâhip. M âl-vâr : mal sâhibi, zengin, (bkz : İdâre eden en büyük me'mur. -dâr, ZÛ-). 5. lâyılclık, uygunluk anlatır. G ûş-vâr : kulaga takılmaya lâyık kiipe. vâlid ‫( واﻟﺪ‬a.s. ve i. vilâdet'den): baba. varak ‫( ورق‬a.i.c. : evrâlc, vırâk) : 1. yaprak, Vâlid-İ kesîrü'1-m ahâm id: övülecek halleri (bkz : berk). 2. lcâgıt veyâ kitap yapragi. çok olan baba. 3. yazılmış kâğıt. 4. altm, gümüş ve şâir vâü dân ‫ ﻛﺎ ن‬١‫( و‬a.f.b.i.). (bkz : vâlideyn). mâdenlerden dövülerek yapılan ince yapvâlide ‫( و ا ﻟ ﺪ ه‬a.s. ve i.) : doguran; ana. (bkz : rak. ü m m ).

vâlideyn ‫( و ا ﻟ ﺪ ﻳ ﻦ‬a.i.c.): ana ile baba, vâlidiyyet ‫و ا ﻟ ﺪ ﻳ ﺖ‬

(o.i.): annelile ve babalık

vasft. vâlih, vâlihe ‫ واﻟ ﻬ ﻪ‬، ‫( و ا ﻟ ﻪ‬a.s. veleh'den): şaşakalmış, şaşırmış, (bkz : miitehayyir-). vâlih-âne olarak. vâliyân

(a.f.zf.): şaşkınca, şaşırmış

‫واﻟ ﻬﺎ ﻧ ﻪ‬

‫واﻟ ﻴﺎ ن‬

(a.f.b.i. vâlî'nin c .): vâliler.

vallâhi ‫( وا س‬a.e.): "Allah İçin, Allah hakki İçin" mânâsına gelen büyük yemin, (bkz: billâhi, tallâhi). vâm

‫وا م‬

(f.i.): borç, (bkz: deyn).

vâ-mânde de. vâm-cû

‫وا ﻣﺎﻧ ﺪ ه‬

‫وا ﻫ ﺠ ﻮ‬

(f.b.s.): geride kalmış, geri-

(f.b.s.): borç arayan.

-vân

v a r a k - i keffi : b o t . e l d a m a r l i y a p r a k , f r . feu-

ille palmée. varak-i ke'sî : bot. ‫ ؟‬a n a k y a p r a g i , fr. sépale. va ra fci mefsûs : bot. oymalı yaprak, fr. feuille lobée. varak-i m ihr ü vefa : s e v g i v e v e fâ , y â n î, s ö z d C S e v g id e s a d â k a t i n k â ğ ıd ı.

varak-i m ihr ü vefâ'yı kim okur, kim din1er : [ b ir ç o k D iv a n E d e b iy â t i ş â i r i t a r a f ı n d a n k u l l a n ı l a n b u c ü m l e , b u m ı s r â : '( a r t ık k im s e d e d o s t lu k , s a d a k a t v e v e fa k a l m a d ı , k im s e b u n la r ı m iih im s e m iy o r” m â n â s ın a g e lir].

v a r a k i m inçârî : bot. k e n a r ı n d a k i d i ş le r i t e s te r e g ib i s iv r i v e k ı s a o la n y a p r a k .

varak-ı mürekkebe : bot. * b ile ş ik y a p r a k , fr. feuille composée.

v â m - d â r j '^ ٠j(f.b.s.) :borçlu,

varak-i müsennen : bot. te s te r e y a p r a k .

vâm-hâh

v a r a k i m ü te v â lî : b o t. * sa rm a l y a p ra k .

‫وا ﻣ ﺨ ﻮا ه‬

(fb.s.): alacaklı.

V â m k ^ j (a.h.i.): Vâmık ile Azrâ hikâyesinin erkek kahramâm.

varak-i rişi : bot. * te l e k d a m a r li y a p r a k , fr. feuille pennée.

Vâm ık u A z r â : Lâmiî'nin mesnevisi, Vâmık ile Azrâ'nın mâcerasım anlatan aşk hikâyesi.

v a r a k i ' s a h i h a : s e n e t, d ile k ç e v e b e n z e r i

1324

ş e y le ri y a z m a k İ ç in ö z e l o l a r a k h a z ı r l a n m ı ş d a m g a l ı k â ğ ıt.

vasati m ihabbaî hatâ varak-i süm eyri : bot. meyveyaprak, fr. carpelle. varalc-i tâm m : bot. tam yaprak. varak-i tiiveyci : bot. *taçyapragi, fr. pétale. v a r a k i zehre : bractée.

bot.

çiçek yapragi,

fr.

varak-i zehrevi : bot. ö rtü y a p r a g i, lco ru yu c u p u l.

varalc-i zû-zeneb : bot. kuyruklu yaprak, varalca

‫( و ر ﻗ ﻪ‬a.i.) : 1. tek yaprak, tele kâğıt.

2. yazılı kâğıt. varalea-i sahiha : senet, İstidâ gibi ?eyler

yazmaya mahsus resmi damgalı kıymetli kâğıt.

‫( ورق ﻛﺮدان‬a.f.b.s.) : olmayacak, bo? i?lerle me?gul olan [kimse], varalci ‫( ورﻗﻰ‬a.s.) : 1. yaprağa âit, yaprakla ilgili. 2. yaprale biçiminde.

varak-gerdân

‫( و و ﻗ ﺎ ر ه‬a.fb.i.) : 1. yaprak parçası. 2. kâğıt parçası. 3. ehemmiyetsiz, âdi kâğıt, pusula, tezleere.

varak-pâre

‫ واره‬- (f.e.). (bkz : -vâr). vâreste ‫( و ا ر ﺳﺘ ﻪ‬f.s.) : 1. leurtulmu?. 2. serbest,

-vâre

rahat, (bkz : âzâde). 3. ili?iksiz. vârestegi ‫( وا ر ﻣ ﺘ ﻜ ﻰ‬f.i.) : 1. vârestelile, kurtulma. (bkz : halâs). 2. serbestlile, rahatlile. 3. ilişiksizlik.

‫ وارى‬- (f.s.): benzel-, gibi. Efrenc-vâri : frenk gibi. M ink ar-vâri : gaga gibi, (bkz : -vâr').

-vârî

vârid, vâride ‫ وارده‬، ‫( وارد‬a.s. vürûd'dan. c. ‫؛‬ vâridin) : 1. gelen, vâsıl olan, eri?en. Evrâk-1 vâride : bir dâireye ba?ka dâirelerden gelen

evrak. vârid-i hâtır : hatıra gelen, akla gelen. 2. bir

?ey haklcmda çıkan, söylenen, olması beklenen, olabileceği dü?ünülen.

‫( واردات‬o.i. vâride'nin c.) : 1. gelil- [yılilk, aylilc...]. 2. lıatıı'a gelen, içe dogan ?ey1er.

vâridât

vâridât-i c ü z 'i^ e : miktarı az olan gelirler. vâridât-ı gayr-1 melhûza : devlet gelirleri

arasında gösterilmi? olmayıp sonradan her hangi bir vesile ile meydana çıkan gelir, vâridâtî ‫( وارداﺗﻰ‬a.f.b.i.) : tar. vâridatçı, mâliye nezaretinde devletin gelirini yürüten memui'.

v â rid e ‫( وارده‬a.i.c. : vâridât) : 1. gelm i? olan ?ey. 2. akla gelen ?ey, dü?ünce. 3 ٠resm î dâireye gelen evrak. v â r id in

‫( واردﻳﻦ‬a.s. vâ rid 'în c.) : gelenler,

v â r is ‫( وارث‬a.i. verâset'den. c. : verese) : 1. m ira s‫ ؟‬ı, kendisine m iras dü?en. 2. A lla h adlarin d an biri. v a riy e t ‫( و ا ر ﻳ ﺖ‬t.a.i.) : yarlik , zen ginlik, (bkz : servet).

Varka ‫( و ر ﻗ ﻪ‬a.h.i.) : 1. ilk v a h y 'in gelm esi iizerine Hz. H adice'nin H z. Peygam beri alıp götürdü ğü m e?hur k âh in . 2. V arak a ile G ü l?âh h ik âyesin in erkek k ah ram âm .

varrak ‫( وراق‬a.i.). (bkz : verrak). varta ‫( و ر ﻃ ﻪ‬a.i.) : 1. k u y u gibi o y u k ve derin yer; u çu ru m . 2. mec. tehlike, için den çık ılm ası güç i?.

vârûn, vârûne ‫ وا ر وﻧ ﻪ‬، ‫( وارون‬f.s.) : ters, aksi, ugu rsu z. (bkz ‫ ؛‬m a'kûs, m enhûs). Baht-1 vârûn : ters tâlih. (bkz : vâj-gûn). vasab ‫( وﺻﺐ‬a.i.c. : evsâb) : h astalık; ağrı, vasâfet ‫( و ﻣﺎﺗ ﺖ‬a.i.). (bkz : vesâfet). vasâif ‫( وﻣﺎﺀف‬a.i. v a s if in c.). (bkz : vesâif). vasat ‫( و ط‬a.i.c. : evâsıt) : 1. orta, ik i ?eyin arası. 2 ٠ik isin in ortası olan ?ey. Lâ-hayre İllâ fi'l-vasat : h a y ır an cak vasattadır, h ayır itidaldedir. 3. cem iyet m uhiti, İç, O rtam , (bkz : dâhil). 4. bel, sırtın alt kısm ı,

vasat-i miitenâsib : mat. *orantılı orta, fr. moyenne proportionnelle, vasatü'l-hâl : orta halde, orta lralli. vasatii'l-kame : orta boylu, vasatii'r-re's : ba?ın ortası, vasateyn ‫( و ﺳ ﻄ ﻴ ﻦ‬a.i.c.) : mat. ortalar, fr. moyens. vasati ‫( وﺳﻄﻰ‬a.s.) : orta; ortalam a, ik isi ortası, orta İıalde.

vasati hatâ : mat. her hangi bir ?eyin m üteaddit ölçü lerin in vasatisi olan rak am ı beher ölçü m ik tâ rın ı tem sil eden rakam dan çık arm ak sûretiyle elde edilen farklar to p lam ın ın ÖİÇÜ adedine bölüm ünden elde edilen ± hatâ m ik tâ n , lât. : Error medius.

vasati İrtifâ' : cogr. 01-talama *yükselti, vasati miirabbai hatâ : mat. heı- h an gi bir ?eyin m üteaddit ölçüleı'inin vasatisi olan ra k am ı beher ÖİÇÜ m ik tarım tem sil eden ralcam dan çık arm ak sûretiyle elde edilen

1325

vasiyyet

vasatiyye

farkların k a r e l i toplamının kökünün Öİ‫ ؟‬Ü adedine taksiminden elde edilen ± hatâ miktân, lât. error m edius metuendus.

vasatice ‫( و ﺳ ﻄ ﻪ‬a.s.) : ["vasati"nin müen.]. (bkz : vasati).

‫( وﺻﻒ‬a.i.c. : evsâf) : 1. *nitelik, bir kimsenin veyâ şeyin taşıdığı hal, Sifat. 2 ٠bir kimsenin veyâ şeyin durumunu, anlatarak târif etme. 3. övme. 4. gr. sifat.

v a sf

vasf-ı m utavassıt : bir vakıfnamede arada

belirtilen nitelik. vasf-ı m U m e ^ iz : fels. ayırt edici, ayırıcı vasif, fr. caractéristique, vasf-ı tahsini : ed. bir şeyin mâhiyetini

beyân etmekten ziyâde lâfzını süslemek İçin kullanılan sıfatlar. Meselâ : "Bu şi'r-i teri okurken ol mâh / Bir savt-i garib İşitti nâgâh'' beytindeki ter ve garib sıfatlan gibi. vasf-ı terkibi : gr. *birleşik sifat, bir ismin sonuna Farsça bir emir eklenerek yapılan terkip. Zevk-efzâ : zevk artıran... gibi, v a sif İhtilâfı : huk. devletler husûsî huku-

kunda, İçinde yabancılık unsuru bulunan 'bir hâdisenin *niteliği ile ilgili uyuşmazlık, vasfi, v a s f i ^ e ‫ وﺻﻔﻴﻪ‬،

‫( و ﺻ ﻔ ﻰ‬a.s.) : 1. vasıfla, nitelikle ilgili, beyan ve târife âit. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadın adi.

‫( وﺻﺐ‬a.s.) : hasta, (bkz : mariz), vâsıb ‫( واﺻﺐ‬a.s.) : sürekli; yerinde duran, vâsıba ‫( و ا ﺻ ﺒ ﻪ‬a.s.) : [“vâsıb” m müen.]. (bkz : vasib

vâsıb). v â sıf

‫( وا ﺻ ﻒ‬a.s. v a sf dan) : 1. vasfeden, bildi-

ren; öven. 2. i. erkek adi.

‫( وا ﺻ ﻔ ﻪ‬a.s. vasf'den) : 1. [“vâsıf" m müen.]. (bkz : vâsıf). 2. i. kadın adi.

vâsıfa

vâsık ‫( واﺛﻖ‬a.s. vüsûk'dan) : 1. güvenen, inanan. 2. Abbâsî halîfelerinden birinin ünvânı. vâsık billâh : Allah'a güvenen,

vâsıl ‫( و ا ﺻ ﻞ‬a.s. vüsûl'den) : 1. erişen, ulaşan, kavuşan. 2. (c. : vâsılîn) : tas. Hakk'a eren. [“vâsıl-1 Hakk” şeklinde de kullanılır], vâsıl-ı H akk : tas. bütün gerekli mertebeler-

den geçerek Allah'a kavuşan, ulaşan kimse,

‫( وا ﺻﻠ ﻪ‬a.s.) ‫ ؛‬fels. dıştan, dıştan gelen idealar. fr. adventice.

vâsıla 1326

v â s ılîn ‫( وا ﺻﻠﻴ ﻦ‬a.s. vâsıl^nin c . ) : tas. H ak k a erenler. G a v s ü 'l-v â sılîn : hakikate, m ârifete erm i? olan k âm ille rin başı, H z. A b d iilk ad ir el-G eylânl. v â s ıt ‫( و ا ط‬a.s. v a s a t'd a n ): ortada bulunan, ik isi ortası. v â s ıta ‫( و ا ﺳ ﻄ ﻪ‬a .i.c .: v e s â it) : 1. ik i şeyi birbirin e bitiştiren üçüncü. 2. aracı, arad a bulunan, araya giren, m eyancı. 3. âlet, ara ‫ ؟‬. 4. soy, soy k u şağ ın ın her biri. B ü â - v â s ıt a : vâsıtasız, d oğru d an dogruya. B i'l- v â s ıt a : vâsıta ile, b irin in aracılığ ı ile. 5. ed. terci ve terklb-i bend leri teşkil eden p arça la rı birb irin e bağlayan beyit, [terci'lerde tekrarlanir, terkiplerde değişir]. v â s ıta -i n a k liy y e : taşım a *aracı, *taşıt. v â s ıt î ‫( وا ﺳ ﻄ ﻰ‬a.i.) : tas. iy i cins b ir k am ış kalem i. v a s i ‫( و ﺻ ﻰ‬a.i. vesâyet'den. c . : e v s ıy â ') : 1. bir ölünün vasiyetin i yerine getirm eye m e'm ur edilen kim se. 2. b ir yetim in veyâ a k lica zay ıf v e hasta olan bir k im sen in m alın ı İdâre eden kim se. 3. (im âm iye m ezhebine göre) H z. A li. v â s î-i g u r e m â : fık . b o rçları terikesinden fazla oldugu halde vefât eden b orçlunun terikesine yargıç tarafın d an tâyin olu nan v a si‫؛‬v a s î- i m an sû b : fık . yetim İçin h âk im (yargiç) tarafın d an tâyin edilen vasi. v a s î- i m u h t â r : fık . ölü nün h ayatta iken tâyîn ettigi vasi olup, vasiyeti yerin e getirm ekle vazifelidir. v âsi', v â s ia ‫ و ا ﺳ ﻌ ﻪ‬، ‫( و ا ﺳ ﻊ‬a.s. v ü s a f d e n ) : 1. geniş; açık; enli; bol. A r z ıı'llâ h i v â s i a : A lla h 'ın yeri geniştir. 2. A lla h .adlarından biri. v â s i'ü 'l- m a ğ fir e : yarlıg am ası t o l olan A llah. v a s id

‫( و ﺻﺪ‬a .i.): kapı eşiği, (bkz : südde).

v a s if ‫ ( وﻣﺤﺠ ﻒ‬a .i.c .: vesâif, vusafâ) : uşak, hizınetçi. v a s il ‫( و ﺻﻞ‬a .s.): birin d en aslâ ayrılm az [kim se].

‫( وﺳﻬﻞ‬a .s.): aracı, hakem . v a s iy y e t ‫( و ﻣ ﻴ ﺖ‬a .i.c .: v e s â y â ): b ir k im sen in v a sit

öldükten son ra yap ılm asın ı istediği şey.

vasliyye Rükn-i vasiyyet : vasiyete delâlet eden şey­ ler.

zetilmesini sağlamak üzere bil'ini tâyin etmesi.

vasiyyet bi'l-ecnebî : huk. mirasçılardan başkasına yapılan vasiyet, fr. adventice,

vasiyyet-i gayr-i mürsela: huk. [eskiden) nısıf ve sülüs gibi bil kesir ile mukayyet olarak vuku' bulan vasiyet, [terikenin dörtte birini vasiyet gibi].

vasiyyet bi'l-galle : huk. [eskiden] bir kimse­ nin birine bir mülkünün, meselâ akarının gailesini vasiyet etmesi, [bu vasiyet, hem mûsînin hîn-i vefâtındaki mevcut gaileye, hem de musâleh sağ oldukça tahaddüs ede­ cek gailelere masrûf olur], vasiyyet bi'l-hacc : huk. [eskiden] bir kim­ senin vefâtmdan sonra nâmına haccedilmesi için yaptığı vasiyet, [sülüs-i mâlinden mûteber olur]. vasiyyet bi'l-muhâbât ; huk. [eskiden] bir malı değer fiyatından noksan ile satılmak üzere yapılan vasiyet [dört yüz lira kıyme­ tinde olan bir evin muayyen bir şahsa üç yüz liraya satılmasını vasiyet gibi], vasiyyet bi'l-vâris : huk. [eskiden] bir kim­ senin mirasçılarından birine yaptığı vasi­ yet. vasiyyet bi's-sehm : huk. [eskiden] bir kim­ senin bir şahsa veyâ bir cihete terikesinden lâalettâyin bir sehim vasiyet etmesi ki ve­ reseden hiç birinin sehimden zâit olma­ mak üzere terikenin altıda biri musâleh'e âit olur; vasiyetçinin ölçüsünü belirtmeden terekesinden bir payı vasiyet etmesi, vasiyyet bi's-semere : huk. [eskiden] bir kimsenin birine bağ ve bahçe gibi bir mül­ künün semeresini vasiyet etmesi, vasiyyet bi's-siiknâ : huk. [eskiden] bir aka­ rın süknâsını muayyen bir kimseye vasiyet etme, [terekenin üçte birinden mûteber olur]. vasiyyet bi-sülüsi'l mâl : huk. [eskiden] bir kimse tarafından : “malının üçte birini filân kimseye veyâ filân cihete vasiyet et­ tim” diye yapılan vasiyet, vasiyyet bi'ş-şart : huk. [eskiden] bir şart ile mukayyet olan vasiyet, [meselâ : bir kimse­ nin : “âilemin nezdinde ikamet etmek üze­ re filân kadına yüz lira veriniz” diye vasiyet etmesi gibi]. vasiyyet bi't-tasarruf : huk. bir kimsenin ölümünden sonra, terekesinin idâresini ve küçük çocuklarının menfaatlerinin gö­

vasiyyet-i muallaka: huk. [eskiden] ?arta tâlik olunan vasiyet, [meselâ hasta olan bir kimse : "eger ben’ bu hastalıktan ölürsem filân zâta şu kadar lira veriniz'' demesi gibi]. vasiyyet-i mukayyede: huk. [eskiden] muayyen bir hâdise ile veyâ bir vakit ile yâhut bir mekân ile takyid edilen va'siyet. vasiyyet-i mutlaka: huk. [eskiden] muayyen bir hâdise ile, bir vakit veyâ mekân ile takyid edilmeyen vasiyet. vasiyyet-i miirsele: huk. [eskiden] mıısâbih'in miktârı muayyen olan yânî sülüs ve rubu' gibi bir kesirle mukayyet olmayan vasiyet, [muayyen bir evi vasiyet gibi]. vasiyet li'1-ecnebî : huk. [eskiden] bir kimsenin vârisinden gayri bir şahsa yaptığı vasiyet. [bu vasiyet mûsinin vârisleri bulundugu takdirde terikenin sülüsünden) buIlınmadığı takdirde tamâmından mûteber olur]. vasiyet li'1-vâris: huk. [eskiden] bir kimsenin kendi vârislerinden birine yaptığı vasiyet, [diğer veresenin icâzetine mevkuf bulunur]. vasiyyet-nâme ‫( وﺻﺘﻨﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): bir kimsenin, vasiyetini yazmış olduğu kâğıt, yazılı vasiyet. vasi ‫( و ﺻ ﻞ‬a.i.): 1. [bir şeyi başka bir şeye] ulaştırma, birleştirme; ulaşma, birleşme. Leyletü'l-vasl: ayin son gecesi. 2. kavuşma, (bkz : vuslat). 3. gr. ulama, fr. liaison. 4. g. s. sayfaları yapışan yazılı bir kitabi ayırma san'atı. vasl-ı dil-dâr: sevgiliye kavuşma hâli. vasi ve şâyagân: ed. revi harfinden sonra tekrar eden zamir veyâ edat, vasle ‫( وﺻﻠﻪ‬i.): tar. Mevlevitarikatine mahsus bir çeşit elbise. vasliyye ‫( وﺻﻴﻪ‬a.s.): [“vasli" ninmüen.]. (bkz: vasli). 1327

vasm, vasme vasm , vasme ‫ وﺻﻤﻪ‬، ‫( و ﺻﻢ‬a .i.): ayıp, u tan acak şey; eksiklik. vasmet ‫( وﺻﻤﺖ‬a .i.): 1. b ir şeyi çar çabuk bağlam a. 2. halsizlik, k ırık lık . 3. eksiklik, ayıp, vasm et-i ceh alet: b ilgisizlik , b ilg i eksikliği, vassâd ‫( وﺻﺎد‬a.s. ve i . ) : örücü, ören, dokuyucu, dokuyan, çulha, ( b k z : nessâc). v a ssâf ‫( و ﺻ ﺎ ف‬a.s. v a s f d a n ) : 1. v â s ıfla rın ı bildirerek anlatan veyâ öven. 2. i. erkek adi. vassâl ‫( و ﺻ ﺎ ل‬a.s. v a s l'd a n ) : 1. vasleden, ulaştiran , birleştiren. 2. i. g. s. sayfaları yapışan eski y a z ılı b ir kitabin sahifelerin i ayıran sanatlcâr. 3. i. tar. O rtaçağ'da derebeylerine b ağlı olan h a lk veyâ kendisin den dalla büy iilc b ir derebeyine b ağlı olan derebeyi, v a ssâ le ‫( وﻣﺎﻟﻪ‬a .i.): [eskiden] yazm alcitap larm ken arlı k ısm ın a kâğıt ilâvesi sûretiyle yapılan tâm ir şekli.' vâş

‫( واش‬f.s.) : düşm an; gam m az, ‫( و ا ﺷ ﺪ ه‬f.s .): geri çekilm iş, defolun-

vav ‫( واو‬a.f.h a.): O sm anlI alfabesin in y irm i d okuzuncu h a rfi olup “ebced" hesâbm da altı sayısın ın k arşılığ ıd ır‫ ؛‬V h a rfin in adi. vâv-ı âtıfa : gr. a tıf vavı, *bağlaç, fr. conjonction. [bu h a r f A ra p ça veyâ Farsça ik i kelim eyi b irb irin e bağlarken ilk kelim enin son h a rfi konson la bitm iş ise bu h a rfi ü gibi okutur : ilim ve irfan (= ilm ü İrfân)‫ ؛‬vo kal ile bitm iş ise, ik i k elim eyi b irb irin e bağlayan "v a v " h a rfi ortada -Farsça kaidesine göre- v ii o k u n u r : kazâ ve kader (= kaza v ii kader)... gibi. (A rap çad a ve olduğu gibi okunur]. vâv-ı kasem : a. gr. iler h an gi b ir kelim enin, çok defa 'A llah kelim esin in evveline gele r e k : İçin, hakki İçin m ân âların ı v e r i r : V 'A llâ h i: A llah İçin, A lla h h a k k i İçin. Ve' 1k a le m i: kalem h a k k i İçin. V e 'n -n e cm i: y ıld ız h a k k i İçin., gibi, ( b k z : bi- (billahi), te- (t'Allâhi)].

vâ-şüde muş.

vâv-ı m akbûza-i salcile : u sesin i veren vâv.

vatâ' ‫( وﻃﺎﺀ‬a.i.) : b ir şeyi ayakla çiğııem e.

vâv-ı mebsûta-i hafife : ö sesin i veren vâv.

vatan ‫( وﻃﻦ‬a.i.c. : e v tâ n ) : yu rt, vatan-ı sânî (ilcinci v a t a n ) : sonradan yerleşilen yer.

vâv-ı m akbûza i hafife : ii sesini veren vâv.

vâv-ı mebsûta-i sakile : o sesin i veren vâv. vâ-veyl

‫( وا وﻳﻞ‬a .n .): yazık, eyvâh!

‫( وﻃﻐﺪاش‬a.t.b.i.): y u rttaş, İıem şeri. ‫( وﻃﺶ‬a.s.) : vatan a âit,

vâ-veylâ ‫( و ا و ط‬a .n .): 1. eyvâh, yazık! ( b k z : d irig, diriga). 2. i. çığlık, yaygara, feryâd. 3. i. ‫؛‬N âm ik K e m âl'in m eşh u r vatan i şiiri,

‫( وﻃﺘﺠﺮور‬a.f.b .s.): yurtsever, vatan-perver-âne ‫( وﻃﺒﺮوراﻧﻪ‬a.f.z f.): yu rtseve-

vâvî ‫( واوﺗﻤﺎ‬a .s.): 1. "vav' h arfin e m ensup, "v a v ” h a rfi ile ilgili. Ecvef-i vâvî. ( b k z : ecvef). 2. tilki, (bkz : sa'leb).

vatan-daş

vatani, vataniye ‫ وﻃﻨﻴﻪ‬، vatan la ilgi.li. vatan-perver

re y a k ışır yolda, yu rtsevercesine, vatar ‫( وﻃﺮ‬a .i.c .: e v tâ r ) : İş. Ba'de kazâi vatar : abdest bozd u ktan sonra. K azâ-yî v a t a r : abdest bozm a. vatâvit ‫( و ﻃ ﺎ و ﻳ ﻂ‬a.i. vatvât'ın c .) : 1. d a ğ k ııla n gıçları. 2. yarasalar. 3. kork ak ve geveze kim seler.

‫( واﺗﺮ‬f.s.) : çok u zak; sonundalci. vatid ‫( و ﻃ ﺪ‬a.s. v a td 'd a n ):sa ğ la m ,k u n t. vatm ‫( وﻃﻢ‬a.i.) : 1. ayakla çiğnem e. 2. perdeyi

vâter

salıverm e. vatni ‫( وﻃﻨﻰ‬a .i.): üzerine basm a, çiğnem e, vatvât ‫ ( وﻃﻮاط‬a .i.c .: v a tâ v it): 1. dağ k ırlan gıcı. 2. yarasa. 3. kork ak ve geveze adam ,

vâye ‫( واده‬f.i.): nasip, kısm et, (bkz : behre). Bivâye : nasipsiz, m ah ru m , (bkz : bî-belıre). vâye-bahş ‫ﺑﺨ ﺶ‬ bağışlayan.

‫( واﻳﻪ‬f.b .s.): nasib, behre, fayda

vâye-dâr ‫( واﻳﻪ دار‬f.b .s.): nasibi olan, kısm etli. ( b k z : vâye-m end, zû-hazz). vâye-gîr m iş.

r J ‫( واﻳﻪ‬f.b .s.) : n asip len m iş‫ ؛‬elde

et-

vâye-mend ‫( و ا ﻳ ﻪ ﺳ ﺪ‬f.b .s.) : kısm etli, nasibi olan, ( b k z : vâye-dâr). va'z ‫( و ط‬a .i.): 1. bil- kim seye, k alb in i yu m u şatacak, kend isin i iyiliğe sevk edecek sûrette söz seylem e. 2. d in i öğüt, vaz'

‫( و ص‬a .i.c .: evzâ') : 1. koym a, konulm a,

vatvata ‫( وﻃﻮﻃﻪ‬a.i.) ‫ ؛‬gece göz görm em esi,

vaz'-ı esâs : esas koym a, tem el atm a,

vaty ‫( وﻃﻰ‬a .i.): 1. ayak altında çiğnem e, basm a. 2. çiftleşm e, (bkz : cim â').

vaz'-ı içtim â' (kavu şm a *konum u) : G üneşle herhangi bir *gezegenin, güneşle ayn i yere

1328

ve b.'dö göre ayni hizada ve ayni yanda bulunduğu *konum, fr. conjonction. vaz'-ı istikbâl: astr. Giineçle bir di? *gezegenin, güneçle Ayin, yere göre simetrik oldugu *konum, karçıkonum, fr. opposition. vaz'-ı sahne : sahneye koyma, vaz'-ı yed : el koyma. 2. tâyin etme. 3. kurma, icâdetme. 4. mant. bir ?eye ad koyma. 5. meydana getirme. vaz'-ı ham i: doğurma. 6. duru?, tavır, hareket. vaz'-ı kadim: bir yerin eskidenberi bulundugu hal. vâz ‫( واز‬f.i.): bırakma, terk, (bkz : ferâgat). vazâat ‫( وﻇﺎﻋﺖ‬a.i.): alçaklık, bayağılık, vazâh ‫( وﺿﺎح‬a.i.): beyaz, güzel yüzlü adam, vazâhat ‫( وﺻﺎﺣﺖ‬o.i.): vâzıhlık, açıklık, vazâif ‫( و ﻇﺎ ﺋ ﻒ‬a.i. vazife'nin c.): vazifeler (*ödevler). vazâif-î kanûniyye : kanûnî vazifeler, vazâif-î milliyye : milli, ulusal vazifeler, vazâif-î sagire : huk. bo? kalan, inhilâl eden vey‫ ؛‬muattal bırakılan vazifeler, vaz'an ‫( وﺿﻌﺎ‬a.zf.): vaziyeti, durumu itibariyle; asil lügat mânâsı balcımmdan. vâz-gûn, vâz-gûne ‫ وازﺳﻤﻮﻧﻪ‬، ‫( وازﻣﻤﻮن‬f.b.i.): ters, dönük; uğursuz, (bkz: bâz-gûn, bâzgüne). vâzı', vâzıa ‫ وا ﺻ ﻌ ﻪ‬، ‫( و ا ﻫ ﻊ‬a.i. ve s. vaz'dan): 1. koyan. vâzı'-ı İmzâ: İmzâ koyan. 2. temelini koyan kuran; yapan, hazırlayan, vâzı'-ı kanûn : kanunu yapan, koyan, hazırlayan. vâzı'ü'1-yed : el koyan, eline alan, vâzıh, vâzıha ‫ واﺿﺤﻪ‬، ‫( وا ﺻ ﺢ‬a.s.): a‫ ؟‬ılc, meydanda, belli, kapalı olmayan [söz, cümle], vâzıhan ‫( واﺿﺤﺎ‬a.zf.): a‫ ؟‬ık olaralc, a‫ ؟‬ık a‫ ؟‬ık. vâzıhât ‫( وا ﺿ ﺤﺎ ت‬a.i. vâzıh'ın c.): a‫ ؟‬ık, meydanda olan ?eyler, (bkz : bedihiyyât). vazi', vazia ٩ ‫ وض‬، ‫( و ﺿ ﻴ ﻊ‬a.s. vaz'dan): alçak, bayağı, âdi, a?ağı. vaz'î, vaz'iyye ‫ و ذ ي‬، ‫( و‬a.s.) :vaz'amensup, onunla ilgili. vazife ‫( و ﻇ ﻌﻔ ﻪ‬a.i.c.: vazâif): 1. *ödev, *görev, bir lcimsenin yapmak zorunda bulundugu i?. 2. yapılması, birine havâle edilen i?.

3. ehemmiyet verilen İç. 4. birine, her gün veyâ muayyen günlerde verilmesi kararla?tınlan i? ücreti. vazife-i mukaddes : kutsal vazife (.görev), vazife-i mütehattime: fels. fr. droit etroi. vazife-i zimmet: bor‫ ؟‬olan vazife, ["vazife” aslında, Arapçada "maa?" karçılığıdırj. vazife-dâr ‫( وﻇﻴﻬﻪ دار‬a.f.b.s.c.: vazîfe-dârân): 1. vazifeli (.görevli). 2..İ. me'mur. vazife dârân ‫( و ﻇ ﻔ ﻪ داران‬a.f.b.s.): vazîfedâr'ın c.): 1. vazifeliler. 2. i. me'murlar. vazife-hâr ‫( و ﻇ ﻬﻔ ﻪ ﺧﻮار‬a.fb.s.c.: vazîfe-hârân) ‫؛‬ tahsîsâtı olan, ücret alan, vazîfe-hârân ‫( و ﻇ ﻔ ﻪ ﺧﻮاران‬a.f.b.s. vazîfe-hâr'ın c.): maaşı, tahsîsâtı olanlar, ücret alanlar, vazîfe-nâ-şinâs ‫ ﻟ ﻐ ﻪ ﻧﺎ ﺷﻨﺎ س‬٠‫( و‬a.f.b.s.): vazifesini bilmeyen. vazîfe-şinâs ‫ ﻟ ﻐ ﻪ ﻻ س‬٠‫( و‬a.f.b.s.): vazifesini, İçini dikkatli yapan. vazîfe-şinâs-âne ‫ﺷ ﻨ ﺎ ﻣ ﺎ ﻧ ﻪ‬ ‫( و ﻇﻴ ﻐ ﻪ‬a.f.zf.): vazifeçinâs olana yakıçacak sûrette. vazîfe-çinâsî 1 ‫وﻇﻴﻪ‬ ‫( ﺷ ﯫ ﺳ ﻰ‬a.f.b.i.): vazifeçinaslık. vazifeten ‫ةﻟﻬﺔ‬٠‫( و‬a.zf.): vazife olarak, vazife ile. vazih, vaziha‫ و‬، ‫( و ﺿ ﺞ‬a.s. vuzûh'dan): apaçık, besbelli, meydanda, vazîme ‫( و‬a.i.): 1. toplantı [iki ü‫ ؟‬yüz ki?ilik-). 2. misâfirler topluluğu. 3. sefere ‫ ؟‬ikanlar topluluğu. 4. cenâzeden sonra hkarâlara ve ahbaplara verilen yemek, vaz'iyyet ‫( و‬o.i. vaz'dan): durum, duru?, vaz'iyyet-i ezhâr: bot. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek durumu, fr. inflorescence. vaz'iyyet-i irtika': astr. *yücelme *durumu, vazzâh ‫( و ﻣ ﻨ ﺎ ح‬a.s. vuzûh'dan): ‫ ؟‬ok a‫ ؟‬ık, meydanda, belli. vazzâhü'l-cebîn: alm a‫ ؟‬ık. ve ‫( و‬a.i.): dahi, de, hem, ile. ve ‫( و‬f.e.): ‫ ؟‬ok defa "ü” gibi ve vokalle (sesli) biten kelimeden sonra "vii" olarak okunur. Kazâ vii kader : kaza ve kader... gibi, veba' ‫( و د ا ﺀ‬a.i.): hek. 1. veba, tâun, yumurcak. 2. salgm hastalık. ve ba'dü ‫( و د‬a.zf.): imdi, ondan sonra. [Allah ve Peygambere edilen duâlardan sonra maksada giri? İ‫ ؟‬in kullanılırdı.], (bkz‫؛‬ ammâ ba'dü). 1329

vebâî, vebâiyye vebâîj vebâiyye ‫ وﻷﻧﻪ‬، ‫( وﻷﻧﻰ‬a.s.): hek. vebâya âit, vebâ ile ilgili. vebâî ‫( و وا ل‬a.i.): 1. şiddet, ağırlık, azap. 2. günah. vebâlet ‫( وﻷق‬a.i.). (bkz : vebâî). veber ٠ ‫( ودم‬a.i.) : 1. ısırgan otunda olduğu gibi bâzı ot ve yaprakların üzerindeki ince dikencikler. 2. hav, tüy. 3. deve veyâ tavşan tüyü. vebr ‫( و ر‬a.i.c.: vibâr, vibâre, vubûr): zool. aktavşan; Arabistan tavşanı, veca' ‫( وﺟﻊ‬a.i.c.: evcâ', vicâ'): ağrı, sızı, acı. veca-i batn : karin ağrısı, kuru buruntu, veca-i cenb : göğsün yan tarafındaki ağrı, veca-i mefâsıl: mafsal ağrıları, vecâhet ‫ ﻫ ﺖ‬1‫( وج‬a.i.): 1. güzel yüzlülük, gösterişlilik, güzel yüz. 2. îtibar, haysiyet; onur, ?eref. 3.kadın adi. vecâib ‫( وﺟﺎﺀب‬a.i. vecîbe'nin c.): vecîbeler, boyna borç olan ?eyler. vecâr ‫( و ﺟ ﺎ ر‬a.i.c.: evcire, vücür): 1. kurt, arslan gibi yırtıcı hayvan yatağı; in. 2. sel suyunun oyduğu yer. vecâzet ‫( و ﻷ ز ت‬a.i.): sözün veciz, kısa oluşu, (bkz: muhtasar). vecd ‫( و ب‬a.i.): 1. kendinden geçecek derecede dalgınlık. 2.tas. kendini kaybedercesine İlâhî aşka dalma. 3. aşırı heyecan. 4. kederlenme. vecd-âlûd ‫( و ﺟ ﺪ آﻟ ﻮ د‬a.f.b.s.): vecde getiren, coşturan, (bkz: vecd-âver). vecdân ‫( وﺟﺪات‬a.i.): vecit, coşma, kendinden geçme hâli. vecd-âver ‫( و ب آور‬a.f.b.s.): büyük heyecan veren. vecd-efzâ ‫( و ^ اﻓﺰا‬a.f.b.s.): vecdi, büyük heyecam artıran. vecdet ‫( وﺟﺪت‬a.i.): 1. vecitli olu?. 2. zenginlik, vecdi ‫( وﺟﺪى‬a.s.): 1. vecde mensup, vecidle ilgili. 2. i. erkek adi. vecdiyye ‫( وﺟﺪﻳﻪ‬a.s. vecd'den): 1. ["vecdî” nin müen.]. (bkz : vecdî). 2. i. kadın adi. vecel‫( وض‬a.i.): lcorkma, ürkme, vecenât ‫( و ﺟ ﯫ ت‬a.i. vecne'nin c.): yanak yumruları; elmacıklar. veceni ‫( و ﺟ ﻴ ﻰ‬a.s.): hek. yanağa âit, yanakla ilgili. 1330

veceniyye ‫( و ب‬a.s.) : [“vecenî” nin müen.]. (bkz: vecenî). vecer yrj (f.i.): fetva. vecer-ger / ‫( وﺟﺮ‬f.b.i.): fetva veren, müftü, vech ‫( و ب‬a.i.c.: vücûh): 1. yüz, surat, ‫ ؟‬ehre. 2. üst, satıh, düz, yüz. vechü'1-arz: yeryüzü. 3. ön, alin, (bkz: cebhe). 4. üslûp, tarz. 5. sebep, vesile, münâsebet. Ber-vech-i muharrer : yazıldığı veçhile. 6. vâsıta. ) vech-i âhar: başka sebepten, vech-i ahsen : en iyi yol. vech-i arazbâr: miiz. Tiirk müziğinde bir mürekkep makamdır. Kemânî Hızır Ağa tarafından terklbedilmiştir. Tanbûrl İsak'm devr-i kebir peşrevi ile saz semâisi, Ahmet Ağa'nın hafif bestesi ile ağır aksak semâîsî ve bir ağır düyek şarkı, balıkça Hafız Efendi'nin ağır aksak şarkısı makama misaldir. Vech-İ arazbar, arazbar makâmının ilk iki dizisi olan yegâh'da beyâtî ve çârgâh'da rast beşlisi ile segâh dörtlüsünden ibârettir. Donanımına "si” ve "mi" koma bemolleri yazılır. Yegâh'da beyâtî İçin “si” bekar ve "si” küçük mücenneb bemolü nota içerisinde kullanılır. Segâh dörtİÜS-Ü ile segâh perdesinde durur. Güçlüsü, terkibindeki birinci dizinin güçlüsü olan geldâniye (sol beyâtî nevâ'ya nakledilmiş olduğuna göre) perdesidir; ayni dizinin ، urağı olan nevâ (re) da ikinci derecede güçlü'dür (segâh'ın da güçlüsü bu perdedir). vech-i h âl: bir kimsenin hâli, *durumu, vech-i hüseyni: miiz. hüseynî aşîran makamına bâzı eski eserlerde (meselâ muradnâme'de) verilen isimdir, vech-i İğbirâr : gücenme hâli, vech-i mâaş : geçim vasıtası, vech-i maîşet: geçim vasıtası, vech-i mergûb : beğenilen tarz, şekil, vech-i meşrûb iizere : anlatıldığı gibi, vech-i mülâhaza : nokta-i nazar, fr. point de vue. Min vechin : bir bakımdan, vech-i müvecceh : doğru davranış, vech-i pûselik: müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalını? numûnesi yoktur.

vedid, vedide vech-i şeb e h : ed. teşbihin dört riilcnünden biri olup ınüşebbehün-bih ile müşebbeh arasında müşterek olan ma'nevi emir, [meselâ: "şu bag cennet gibidir” cümlesindeki bağ miişebbeh, cennet müşebbehiinbih olup aralarındaki müşterek olan ma'nevi emir de : "letâfet, zinet” dir]. vech-i şe h n â z: miiz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Sûz-i dil, şehnaz, evic ve araban makamlarından veyâ bu makamların muhtelif dizi parçalarından İbâret karışık bir mürekkeptir. Dügâh (İâ) perdesinde kalır. A .A vni Konuk'ıın kâr-1 nâtık'ının 52 numaralı ağır diiyek parçası makama misâldir, vech-i şer'î : kanûnî yol. vech-i tafsili : dolaylı üslûp, vech-i tesmiye : ad vermedeki münasebet. vechü'1-hakk: tas. her şeyin hakikati, veche ‫( و ﺟ ﻬ ﻪ‬a.i.): 1. yüz. (b k z: rûy). 2. yan, taraf, semt, (bkz : cânib). [kelimenin a sil: “viche” dir]. veche-i a z im e t: gidiş tarafı, veche-i m aksûd : lcasdolunan, varılm ak istenilenyer. vechen ‫ ( و ﺟ ﻬ ﺎ‬a .z f): 1. bir veçhile, bir sûretle; yüzce, yaz bakımından. 2. bir yönden, bir bakımdan. vechen m in e 'l-vü cû h : vecihlerden biri olaralc; her ne sûretle olul'sa olsun.

vecîhî ‫( و ﺟ ﻴ ﻬ ﻰ‬a.s.): 1. şefle ilgili. 2. güzelle ilgili. 3. i. erkek adi. veciz, vecize ‫ و ﺟ ﻴ ﺰ ه‬، ‫( وﺟﻴﺰ‬a.s. vecâzet'den): kısa, del'litoplu. (bkz : muhtasar), vecize ‫( وﺟﻴﺰه‬a.i.): ed. özdeyiş, îcazlı söz, lâfzı az, mânâsı ‫ ؟‬ok İfâde. vecne ‫( و ﺟ ﻐ ﻪ‬a.i.c.: vecenât): yanak yumrusu; elmacık. vecr

‫( و ﺟ ﺮ‬a.i.c.: evcâr) :-magara. (bkz : kehf).

vecûr ‫( و ﺟ ﻮ ر‬a.i.): hek. hayvanların bogazma dökülen bir ‫ ؟‬eşit ilâ‫ ؟‬, ved ‫( و د‬a.i.). (b k z: vedd). veda' ‫( و د ع‬a.i.): beyaz boncuk, vedâ' ‫( و د ا ع‬a.i.) : ayrılma, ayrılış, Allah'a ISmarladık, Allah'a emânet olun! E l-v e d â : Allah'a ısmarladık, Allah'a emânet olun!, [kelimenin a sil: “vida'” dır], vedâ-ı m ülk-i v ü c û d : varlık ülkesine vedâ etmek, ölmek. vedâat ‫( و د ا ﻋ ﺖ‬a.s.): 1. emanet olunan şey. 2. sâkinlik, durgunluk, rahat, vedâatiyle ‫( و د ا ﻋ ﺘ ﻴ ﻠ ﻪ‬a.t.zf.): vâsıtasıyla, *aracıligi ile. v e d â d ‫( و د ا د‬a.i.): 1. sevgi, dostluk, (b k z: vidâd). 2. erkek adi. vedâ'-nâm e ‫( و د ا ﻋ ﺘ ﺎ ﻣ ﻪ‬a.f.b.i.): kendisinin veyâ selefinin vazifesinin sona erdiğini bildirmek İ‫ ؟‬in devlet başkanma el‫ ؟‬i tarafından sunulan mektup, fr. lettres de rappel.

vecheyn ‫( و ﺟ ﻬ ﻴ ﻦ‬a.i.c.): iki yan, iki yüz, iki taraf. Zü ' 1-vecheyn : ı) iki yüzlü, iki cihetli; 2) mürâî.

v e d â y î ‫( و د ا ﻳ ﻊ‬a.i. vedîa'nın c .) : vedialar, emânetler, [asil: “vedâi”' difl.

vechi, vechiyye ‫ و ﺟ ﻬ ﻴ ﻪ‬، ‫( و ﺟ ﻬ ﻰ‬a.s.): yiize mensup, yüz ile ilgili. Zâviye-İ vechiyye : alin zâviyesi, *açısı.

ve'd-duâ ‫( و ا ﻟ ﺪ ﻋ ﺎ‬a.cü.): “ duâlarımız sizinle berâberdir” mânâsına gelen bu kelime evvelce mektupların altına yazılırdı,

vecî'j v e c ia ‫ وج؛ﻋﻪ‬، ‫( و ﺟ ﻴ ﻊ‬a.s.: vecâ'dan): ağrıtıcı, sızlatıcı.

vedi ‫( و د ى‬a.i.): 1. küçük aptes bozulduktan sonra ‫ ؟‬ikan su. 2. Arabistan'ın bâzı yerlerinde alman vergi.

vecibe ‫( و ﺟ ﻴ ﺒ ﻪ‬a.i.c.: vecâib): vâcip olan şey, bor‫ ؟‬hükmünde olan vazife.

Vecîbe-İ nezâlcet: nezâket borcu. Vecîbe-İ zim m e t: boyun borcu, vecih, vecihe . ‫ وﺟﻴﻪ‬، ‫( وﺟﻴﻪ‬a.i.c.: vücehâ) 1 ‫؛‬. bir lcavmin UİU'SU, büyüğü, başkam. 2. s. güzel, hoş, lâtif. 3. uygun, münâsip. Tevcîh-İ vecih ‫ ؛‬iyiye, güzele yorma. Vech-İ vecih : en uygun şekil. 4. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adi.

vedd ‫( و د‬a.i.): dostluk, (bkz : vidd, vüdd).

vedi' ‫( و د ﻳ ﻊ‬a.i. veda'dan): başkasının malını saklamaya me'mur kimse, vedia ‫و ﺑ ﻴ ﻌ ﻪ‬ 1. emânet.

(a.i. vedi'den.

c . : ve d â y i'):

vediatullah (Allah'ın em âneti): ruh, can. 2. İcadın adi. vedid, vedide ‫ و ﻟ ﻴ ﺪ ه‬، ‫( و د ﻳ ﺪ‬a.i.c.: eviddâ): 1. dost. 2. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. 1331

vedûd vedûd ‫( ودود‬a.s.): ‫ ؟‬ok muhabbetli, ‫ ؟‬ok şefkatli. [Allah'ın Sifatlarındandır].

vedûk ‫( ودوق‬a.s.): kösnük, kösnümüş, ‫ ؟‬İftleşme zamânı gelmiş [hayvan],

vefa ‫( و ﻓ ﺎ‬a.i.): 1. sözünde durma, sözünü yerine getirme. 2. dostluğu devâm ettirme. 3. yetişme, yetme, kâfi gelme. 4. ödeme. Bey' bi'l-vefâ : bir mail, alman para ödenince geri vermelc üzere satma. Bî-vefâ : vefâsız, sözünde, sevgisinde durmayan. 5. erkek adi.

vefâ-bîgâne ‫( و ﻓ ﺎ ﺑﻴ ﻜﺎﻧ ﻪ‬a.f.b.s.): vefâsız, sözünde sevgisinde durmayan,

vefâ-dâr ‫( و ﻓ ﺎ د ا ر‬a.f.b.s.): vefâlı, sözünde, sevgisinde duran.

vefîk, vefika ‫ و ﻓ ﻴ ﻘ ﻪ‬، ‫( و ﻓ ﻴ ﻖ‬a.s.) : 1. uygun) kafadengi, ayni fikirde. 2. i. [birincisi) erkek, [İkincisi) İcadın adi.

vefir, vefire ‫ و ﻓ ﻴ ﺮ ه‬، ‫( وﻓﻴﺮ‬a.s. vefret'den) : ‫ ؟‬ok, bol. (bkz : kesir). Sinîn-İ vefire : ‫ ؟‬ok yıllar, vefk ‫( و س‬a.i.) : 1. uyma, uygun gelme, uygunluk. 2. s. uygun, (bkz : mııvâfık). 3. tılsımlı duâ; muslca. Bervefk : göre, uygun olarak. Ber-vefk-i merâm : merâma, istege uygun olarak. Ber-vefk-i dil-hâh : istegi gönlüne uygun olarak.

vefk-i murâd : dilege uygun. vefk-i rübâî : dört ‫ ؟‬izgi ile ‫ ؟‬izilmi? dört kelimelik tılsım.

veflc-i südâsî : altıya bölünmüş tılsım veya

vefâ-dâr-âne ‫( وﻓﺎ دا راﻧ ﻪ‬a.f.zf.): vefâdar olana,

remil karesi.

sözünde sevgisinde durana yakışacak yolda.

vefk-i sülâsî : kenarı ü‫ ؟‬köşeli tılsım, vefret ‫( و ﻓ ﺮ ت‬a.i.) : ‫ ؟‬okluk, bolluk, (bkz : kes-

vefâ-dârît^3 ١۵^ (a.fb.i.): vefâdarlık, vefâlılık, sözünde, sevgisinde durma.

vega ‫“( وﻏﺎ‬ga” uzun okunur, a.i.) : gürültü, pa-

ret).

Vefâiyye ‫( و ﻓﺎﺋ ﻴ ﻪ‬a.h.i.): tas. Şâzelî tarikati şubelerinden biri, [kurucusu: Muhammed Vefâ bin Muhammed bin Necmüddîni'1Magribiyyi'l-iskenderi'dir].

ve gayriihâ ‫( وﻏﻴﺮﻫﺎ‬a.zf.) : ondan gayri, ondan

vefâ-kâr ‫( و ﻓ ﺎ ﻛ ﺎ ر‬a.f.b.s.c.: vefâ-kârân) :vefâlı. (bkz :vefâ-dâr).

ve gayriihû ‫( و ﻏ ﻴ ﺮ ه‬a.zf.) : ondan gayri, ondan

vefâ-perver

‫وﻓﺎ ﺑ ﺮ و ر‬

(a.f.b.s.): sözünde, sevgi-

sinde duran. dârâne).

başka, [müfret müennes İ‫ ؟‬in). baş‫؛‬ka. [müfret miizekker İ‫ ؟‬in). olanlar, ondan başkaları,

ve gayrühümâ ‫( وﻏﻴﺮﻫﻤﺎ‬a.c.zf.) : ikisinden gay‫وﻓﺎ ﺑ ﻮ ﺳ‬

(a.f.b.s.). (bkz : vefâ-dâı-,

vefâ-perver).

vefâ-şiâr ‫( وﻓﺎ ﺷ ﻌﺎ ر‬a.b.s.) : vefâ huylu, vefâlı. vefâ-şiârî ‫( وﻓﺎ ﺷ ﻌﺎ ر ى‬a.b.i.) : vefâlılık, vefâ huyluluk.

vefât ‫( و ﻓ ﺎ ت‬a.i.) : ölüm, ölme, [yalnız insan hakknada).

vefd ‫( و ﻓ ﺪ‬a.i. vâfid'in c.) : elçiler; temsilciler, (bkz: vüffed; vüfûd).

vefd ‫( و ﻓ ﺪ‬a.i.) : 1. gelme, varma, ulaşma, erişme. (bkz : vürûd, VUSÛ1). 2 . husûsî bir İş ile birinin yanına gitme; el‫ ؟‬i gibi gönderilen insan topluluğu. Nezd-İ maali-vefd: yüceliklerin toplandığı yer.

vefeyât ‫( وﻓﻴﺎت‬a.i. vefât'ın c .): ölümler, vefî ‫( وﻓﻰ‬a.s.): 1. vefâlı, sözünün eri, sözünde duran. 2. tana, mükemmel. 1332

‫ ؟‬aklık, bayağılık, adilik. 2. akilsizlik,

ve gayrühiim ‫( و ﻏ ﻴ ﺮ ﻫ ﻢ‬a.c.zf.) : ondan gayri

vefâ-perver-âne ‫( وﻓﺎ ﻳﺮوراﻧﻪ‬a.f.zf.). (bkz: vefâvefâ-peyvest ‫ﺖ‬

tirdi, kavga; savaş.

vegadet ‫"( و ﻏ ﺎ ﻟ ﺖ‬ga” uzun okunur, a.i.) : 1. al-

ri.

veh ‫( وه‬a.n.) : vâh‫ ؛‬, yazık, ay. (bkz : vâh). vehak ٨ (a.i.) : kemend. vehâmet ‫( وﺧﺎﻣﺖ‬a.i.). (bkz : vahâmet). vehb ‫( و ﻫ ﺐ‬a.i.) : vergi; bağışlama; hediye, bağış. (bkz : atiyye, İhsân).

vehbi, vehbiyye ‫ و ﻫ ﺒ ﻴ ﻪ‬، ‫( و ﻫ ﺒ ﻰ‬a.i.) : 1. Allah vergisi. 2. erkek adi; [İkincisi] vehbiye şeklinde kullanılan kadm adi. 3. fels. fr. inné,

innéisme. vehbiyyet ‫( و ﺳ ﺖ‬a.i.) : fels. fr. innéite. vehc ‫( وﻫﺞ‬a.i.) : ateşin alevlenmesi, vehd, vehde ‫ و ﻫ ﺪ ه‬، ‫( و ﻫ ﺪ‬a.i.c. : vihâd) : u‫ ؟‬urum, derin vâdî.

vehecân ‫( وﻫﺠﺎن‬a.i.). (blcz : vehc). ve helümme cerrâ ‫( وﻫﻠﻢ ﺟ ﺮ ا‬a.cü.) : ötekileri de buna kıyas eyle,' onlar gibi ‫ ؟‬ek.

vekâleten

vehf ‫( وﻫ ﻒ‬a.i.): nebâtm (*bitki) yapraklanmaSI: çoğalma; uzama.

vehhâb ‫( و ﻫ ﺎ ب‬a.s. vehb'den): çok hibe eden, fazla bağışlayan. [Allah'ın Sifatlarındandır]. (Abdiilvehhâb'dan kısaltılmış erkek adi),

vehhâbi

‫و ﻫﺎﺑ ﻰ‬

(a.i.c.: vehhâbiyyûn): Abdülvehhâb adında birinin bir buçuk asır kadar evvel Arabistan'da kurduğu mezheb ve bu mezhebden olan kimse.

Vehhâbiyye ‫( و ﻫ ﺎ ﺑ ﻴ ﻪ‬a.i.): tas. X V III. asır ortalarında AbdUlvehhab adından alınarak Arabistan'da ortaya çıkan bir Müslüman mezhebi, [kurucusu: Abdiilvehhâb bin Muhammed'dir (1745)].

vehhâbiyyet

‫( وﻫﺎ ﺑ ﻴ ﺖ‬a.i.): vehhâbilik, Abdülvehhâb'm kurduğu mezhebden olma,

vehhâbiyyûn ‫( و ﻫﺎﺑﻴ ﻮ ن‬a.i. vehhâbi'nin c .) : vehhâbiler.

vehhâc ‫( و ﻫ ﺎ ج‬a.s. vehc'den): 1. çok, parıltılı. 2. çok alevli.

vehhâm ‫( وﻫﺎم‬a.s. vehm 'den): çok vehimli, pek kuruntulu.

vehic ‫( و ﻣ ﺞ‬a.i.): ateşin sıcaklığı, vehil ‫( وﺻﻞ‬a. vehl'den) : çok korkak, tabansız, vehle ‫( وﻫﻠﻪ‬a.i.): 1. dakika, an, lâhza, vehle-i ûlâ: ilk başlangıç, birdenbire. 2. irkilme, ürkme.

vehleten ‫( و ﻫ ﻠ ﺔ‬a.zf.): birdenbire, ansızın; ilkin.

vehm ‫( و ﻫ ﻢ‬a.i.c.: evhâm ): 1. kuruntu, yersiz korku. 2. şüphe, tereddüt,

vehm-i havass : psik. *yanılsama, fr. illusivehm-âlûd ‫( و ﻫ ﻢ آ ﻟ ﻮ د‬a.f.b.s.): vehim dolu, vehimle karışık.

vehmi, vehmime ‫ وﻫﻤﻴﻪ‬، ‫( و ﻫ ﻤ ﻰ‬a.s.): gerçekte olmayan, fakat olduğu sanılan, kurulan, kuruntu ile ilgili olan. vehm iyyât ‫( و ﻫ ﻤ ﻴ ﺎ ت‬a.i. vehmiyye'nin c .) : gerçekte olmayıp var sanılan şeyler, kuruntular.

vehm-nâk ‫( وﻫﻤﯫ ك‬a.f.b.s.) : kuruntulu,

vehy ‫( وﻫﻰ‬a.i.): yıprama, gevşeme‫ ؛‬yırtma, ve İllâ ‫( واﻻ‬a.e.): olmadığı halde, olmazsa, yoksa.

ve İllâ fe-lâ : böyle olmazsa olmaz, vekahat ‫و ﻗ ﺎ ﺣ ﺖ‬

("ka" uzun okunur, a.i.): hayâsızlık, utanmazlık) edepsizlik,

vekâlet ‫( و ﻛ ﺎ ﻟ ﺖ‬a.i.): 1. vekillik, başkasının İŞİni görmeye me'mur olma. 2. biri, başkasını kendi yerine geçirme. 3. birinin yerini tutma. 4. nezâret, bakanlık. 5. vekilin vazife gördüğü binâ. Da'vâ vekâleti: avukatlık. Ders vekâleti: Şeyhislam kapışında öğretim işleriyle uğraşan dâire [imparatorluk zamânmda].

vekâlet fi'd-nâm : huk. nefis hakkında vuku bulan bir cinâyeti İsbât İçin miiddei ve miiddeâaleyh tarafından bir kimseye verilmiş olan vekâlet.

Vekâlet-İ âmme : umumi vekâlet. Vekâlet-İ d e v r ic e : bir başkasına devredilecek, yânî bir başkasını vekil edecek şekilde birine vekil olma, iler azl edildikçe yenilenen vekâlet.

Vekâlet-İ h âssa : husûsî vekâlet. Vekâlet-İ

hüm âyûn: tar. pâdişâhların nikâhlı haremleri ile hasekilerin yâhut müstefrişelerin çocuk doğurmaları.

Vekâlet-İ muallalca : huk. [eskiden] şarta muallak, şarta bağlı olaralc verilen vekâlet, [meselâ : "filân tâcir buraya gelirse benim şu inegimi satmak üzere seni vekil ettim" gibi].

Vekâlet-İ mukayyede : huk. bir kayıt ile mukayyet olan vekâlet [meselâ ‫" ؛‬şu saatimi bin kuruşa satmaya seni vekil ettim” gibi]. vekâlet-î m utlaka : ı) sadrâzımlak [Osmanil imparatorlugu'nda-]. 2) bir kayıt ile mukayyet olmayan vekâlet; "şu kadar liraya sat" demek gibi bir kayıtla bagil olmayan vekâlet.

Vekâlet-İ m uzâfa : huk. bir vakte muzâfolan vekâlet [meselâ : "nisan ayında benim hayvanlarımı satmaya seni vekil ettim'' gibi].

vehn ‫( وض‬a.i.): gevşeklik, kuvvetsizlik. vehn-i umûmî : hek. umûmî dermansızlık,

Vekâlet-İ umûmiyye : bir kimsenin umûmî

vehs ‫( و ﻫ ﺺ‬a.i.): 1. ayak altında çiğneme. 2. kırma, (bkz : kesr). vehûb ‫( وﻫﻮب‬a.s.): vergisi, verimi çok.

Vekâlet-İ ۶ zmâ : sadrâzamlık (başvekâlet),

vekilliğini üzerine alma.

vekâleten ‫( و ﻛ ﺎ ﻟ ﺔ‬a.zf.): vekil olarak, başkasınin adma. 1333

vekâle.-nâme vekâlet-nâme ‫( وﻛﺎﻛﺎ ﻫ ﻪ‬a.f.b.i.) :vekillik kâğıdı, verilen vekâletin noterce tasdik edildiği lcâğıt [birine-].

takdirde diyetini mevlâsı verir. Vefât edip de derecesi mukaddem vâris bırakmadığı takdirde mirâsma mevlâsı nâil olur. Kölesini azat eden mevlâ ile köle arasındaki bag.

vekâlet-penâh . ‫( و ﻛ ﺎ ب‬a.f.b.i.): sadrâzam (= başvekil). vekâlet-penâhi ‫و ﻛﺎﺑ ﻬﺎ ﻫ ﻰ‬ (a.f.b.i.): 1. sadrâzamlık (= başvekillik). 2. sadrâzama mensup, onunla ilgili, vekeb ‫ ب‬٠‫( و ك‬a.i.): bir işe özenme, ve-kıs ‫( و ض‬a.e.): "var kıyâs et!" mânâsına, ve kıs alâ-hâzâ ‫ﻫﺬا‬

‫( وﻗﺲ ﻋﻠﻰ‬a.cü.). (bkz : kıs),

vekil ‫( و ﻛ ﻜ ﻞ‬a.i.): 1. birinin, İşini görmesi İ‫ ؟‬in yerine bıraktığı veyâ yetki verdiği kimse, vekil-i d e vle t: devlet vekili, OsmanlIlarda önceleri veziriâzam, sonralara sadrazam denilen devletin en büyük, en yetkili memuru. vekil-i h a r e : vekilhar‫ ؟‬, masraf- görmekle vazifeli kimse, kâhya. vekil-i m u k ayyed : huk. vekilliği bir kayıt ve şarta bağlı olan vekil, yetkileri sınırlı vekil, vekil-i m u sah h ar: mahkemeye gelmeyen, getirilemeyen lrakkmda dâvâ olunan kimse İ‫ ؟‬in hâkim tarafından tâyîn olunan vekil. 2. vekâlet makamının en üstün âmiri; *bakan. Baş-vekil: *başbakan. D a'vâvelcîü : avukat. vekil-i m utlalc: huk. vekilliği hi‫ ؟‬bir kayıt ve şarta bağlı olmayan vekil, yetkileri sınırİanmamış genel vekil,

velâ-yî m evk u f: huk. [eskiden] mıı'tikı taayyün etmeyen memlûk hakkmdaki velâ; azat edilmi? olduğu tartışmalı köleyle ilgili velâ. [meselâ: bir kimse satm aldığı bir kölenin evvelki mevlâsı tarafından azledilmiş olduğunu İddiâ ve İkrâr) mevlâ ise İnkâr eylese vâki olan İkrâra binâen köle azâd olursa da velâsı bu iki mevlâdan hi‫ ؟‬birine âit olmayıp mevkufbulunur]. velâ-yi m ü v â lâ t: huk. [eskiden] nesebi me‫ ؟‬hul olan bir şahsın şerâiti dâhilinde başkasıyla akdetmiş olduğu bir velâ'dan bir tenâsur rabıtasından ibârettir. [meselâ: nesebi mâlum olmayan bir şahıs bir kimseye : "sen benim velâ'msın) ben bir cinâyet İşlersem diyetini sen verirsin, vefât ettiğimde de vârisim olursun!'' dese, o kimse de bunu kabul etse aralarında müvâlât miin'akit olur]. velâ-yin âfiz :huk. [eskiden] mıı'tikıma'lûm olan memlûk hakkmdaki velâ, kimin tarafından azat edildiği belli olan köleyle ilgili velâ [velâ-yi nâfiz, hakkında tartışmaya yer verilmeyen bir velâdır]. velâ-yi n i'm e t: huk. [eskiden], (bkz : velâ-yi atâka).

vekire ‫( و ب ؛‬a.i.) : yeni yapılan veyâ satın alinan binâ İ‫ ؟‬in eşe dosta verilen ziyâfet.

velâdet ‫( و ﻻ د ت‬o.i.). 1. (bkz : vilâdet). 2. ed. sUleyman ‫ ؟‬elebi'nin Mevlid'inde Hz. Muhammed'in doğuşunun anlatıldığı böliim.

velekad ‫"( و ﻗ ﺎ د‬ka" uzun okunur, a .s.): parlak, aydınlık, ışıklı. Fikr-İ vekkad : parlak bir fikir, [asli: “pek alevli'' mânâsınadır].

Velâdet-İ âliye vukuu re s m i: tar. OsmanlI pâdişahlarmdan doğan ‫ ؟‬ocuklar İçin yapılan tören.

vekn ‫و ﻛ ﻦ‬ vekr).

Velâdet-İ hüm âyûn : tar. pâdişâhın doğum günü.

vekil-i sa ltan a t: tar. sadrazam,

(a.i.c.: v ü k û n ): kuş yuvası, (bkz :

vekr ‫( و ﺛ ﻢ‬a.i.c.: evkâr, vü k û r): kuş yuvası, (b k z : vekn). vekz ‫( و ﺛ ﻢ‬a.i.): vurma, lcakma. velâ ‫( و ﻻ‬a.i.): 1. yakınlık, sâhiplik. 2. efendisinin, azat ettiği köle ve câriyesi ile olan münâsebeti ve onlar üzerindeki hakki, velâ-yi a tâ k a : huk. [eskiden] mevlâ ile memlUkü arasında azat neticesi olarak vücûda gelen bir velâ'dan, bir tenâsurdan ibârettir ki, azâdedilenbir cinâyet ika ettiği

1334

velâdî ‫( و ﻻ د ى‬O.S.). (bkz : vilâdî). velâid ‫( و ﻻ ك‬a.i. velide'nin c .) : câriyeler. velâim ‫( و ﻻ ﺋ ﻢ‬a.i. velime'nin c .) : 1. düğün ziyâfetleri. 2. evlenmeler, düğünler, velâ-kâr-âne ‫( و ﻻﻛﺎرا ﻻ‬a.f.zf.). (b k z : dost-âne١ muhibb-âne). velâkin ‫( و ﻣ ﻞ‬a.e.): ammâ, fakat, (bkz : lâkin, lik, velik, velikin). velâk in n e ‫( وﻟﻜ ﻦ‬a.e.). (b k z : velâkin).

veleh-zede velâ-perver ‫( و ﻻﺑ ﺮ و ر‬a.f.zf.): dostluk besleyen,

gösteren. ve İâ-siyyemâ ‫( و ﻻ ﺳ ﻴ ﻤ ﺎ‬a.zf.). (bkz : İâ-siyyemâ). velâyâ

‫( وﻻي‬a.i. veliyye'nin c .): eı'miş kadınlar,

velâyet ‫( و ﻻ ﻳ ﺖ‬a.i.): 1. velilik, ermişlik. 2. veli

ve ermiş olan kimsenin hâli ve sıfatı. 3. başkasma sözünü geçirme. 4. dostluk, sadâlcat. 5. tas. Tanrı dostluğu. Şâh-I velâyet : Hz. Ali.

Velâyet-İ âmm : huk. [eskiden] umum mallara ve fertlere şâmil olan velâyet. [yargı‫ ؟‬ve vâlî misillü devlet uzuvlarının velâyetleri gibi]. Velâyet-İ c e r â i m : huk. [eskiden] halk ara-

smda tahaddüs eden cürümler, cinâyetler hakkında İdâri, siyâsî bâzı zecri tedbirler alınmasına mezûniyet ve salâhiyet (yetki) tir ki buna : "Velâyet-İ mezâlim” de denir. Velâyet-İ gayr-i z â t i c e : huk. [eskiden] velinin zâtından çıkmayıp hâricî bir mııâmele ile vücûda gelen velâyet [vekil, vasi, mütevelli, yargı‫ ؟‬ve vâlinin velâyetleri bu kabildendir] ; velâyet görevinin doğum sebebine ve velinin şahsiyetine değil velâyetin verilmesini gerektiren bir muameleye dayanması *durumunda verilen velâyet. Velâyet-İ h âssa : huk.

[eskiden] husûsî mâhiyeti (*özel niteli) hâiz olan velâyet [babanin ‫ ؟‬ocukları ve vasinin kasırlar ve mütevellinimvakıf malları üzerindeki velâyeti gibi]; kamunun cani veya malıyla ilgili olmadan muayyen bir kişinin yararına kurulu olan velâyet.

Velâyet-İ k a z â : huk.

[eskiden] dâvâcılar arasında şer'î usûlü dâiresinde hüküm ve teffize me'zûniyet ve *yetki; uyuşmazlıklara, şer'î kurallara ve adalete uygun bir şekilde ‫ ؟‬özüm yolları bulmakla görevli olan hâkimin taşıdığı *yetki.

Velâyet-İ k ısâs: huk. [eskiden] kısâs ettirmek hakkına mâlikiyet. Velâyet-İ te'dib : huk. [eskiden] bir kimsenin başka bir kimseye karşı hâiz olduğu te'dip salâhiyeti. Velâyet-İ z â t i c e : huk. [eskiden] velinin zâtından ‫ ؟‬ikan velâyet. [babasının evlât üzerindeki velâyeti gibi].

veled ‫( وﻟﺪ‬a.i.c.: evlâd) : 1. ‫ ؟‬ocuk, erkek evlâd.

2. oğul, (bkz: ibn, pUser). [eskiden Hıristiyan künyelerinde ogul yerine kullanılan bir kelime idi]. veled-i benât: huk. kız ‫ ؟‬ocukların erkek ve kız ‫ ؟‬ocukları. veled-i benin : huk. erkek ‫ ؟‬ocukların kız ve erkek ‫ ؟‬ocukları. veled-i fiiciir: huk. aralarındaki kan ilişkisi yüzünden şer'an nikâhlanmalan mümkün olmayan bir erkekle bir kadının birleşmesinden doğan ‫ ؟‬ocuk, [iki kardeşin birleşmeşinden doğan ‫ ؟‬ocuk gibi]. veled-i gayr-i meşrû, veled-i mâder-bî-hatâ, veled-i zin â : nikâhsız evlenmeden dünyâya gelen ‫ ؟‬ocuk. Bilâ-veled : evlât bırakmadan, evlâtsız olarak, üm m -i veled : sahibinden

azâdedilmeden ‫ ؟‬ocuğu olan câriye. veled-i hâdis : vak. vakfm v.ukuundan sonra meşrût-ün-leh olarak doğan ‫ ؟‬ocuk; yaranna yapılan vakfm kuruluşundan sonra doğan ‫ ؟‬ocuk. veled-i k u l : tar. Yeniçeri, top‫ ؟‬u, top arabaC I, kumbaracı, kul oğlu, lâğımcı vesâir kapı kulu ocağı mensuplarının ‫ ؟‬ocukları [buna “kuloğlu" da denir]. veled-i m a'nevi : 1) evlâdlığa kabûl edilen ahret evlâdı; 2) [şeyhe göre] mürit. veled-imiilâane :huk. [eskiden] mülâaneden sonra nesebinin babasından nefine hüküm olunun ‫ ؟‬ocuk, “kan" yüzünden babasıyla nesep ilişkisinin bulunmadığı hâkim tarafından kararlaştırılan ‫ ؟‬ocuk. veled-i m üvâlât : fık. nesebi me‫ ؟‬hûl olan bir şahsın şerâiti dâhilinde başkasıyla alcdetmiş olduğu velâ. veled-i sa d ri : huk. bir ana babadan doğan ‫ ؟‬ocuğa, anası gözönünde bulundurularak verilen ad. veled-i sulbi : öz ogul. veleh ‫( وﻟﻪ‬a.i.): [kederden gelen] şaşkınlık, sersemlik. veleh ‫( وﻟﻪ‬f.i.): kahir ve hışım, ve lehu ‫( وﻟﻪ‬a.cü.): bu da onun. ve lehu eyzan : bu da onun gibi, bu da öyle. veleh-zâ ١^ j ( a . s . ) :şaşırmış, veleh-zede ‫( وﻟ ﻬ ﺰ د ه‬f.b.s.): sevgilinin hışmına uğrayan ve kahir ‫ ؟‬eken âşık. 1335

velev velev ‫( و ﻟ ﻮ‬a.e.) : olsa da, bile, hattâ, ister, ister-

veliyyü'n-niam : 1) dînine sımsıkı bağlı bulunan kimse; 2) tar. şeyhülislâm, veliyye ‫( و ب‬a.i.c.: velâyâ) ‫ ؛‬ermiş kadın, veliyyullah ‫( وﻟ ﻰ اﻟﻠﻪ‬a.b.i.): ermiş kimse; Allah'ın sevgili kulu. velsân ‫( وﺑﺎ ن‬a.i.): birbirlerinin boyunlarına el atarak yürüme. veiu' ‫( و ﻟ ﻮ ع‬a.i.): bir şeye fazla düşkün olan, (bkz: haris). velûd ‫( و ﻟ ﻮ د‬a.s.): 1. doğurgan, ‫ ؟‬ok doğuran. 2. mec. ‫ ؟‬ok eser veren, velvâl ‫( وﻧﻮال‬a.i.): ağlayıp inleme, velvele ‫( و ﻟ ﻮ ﻟ ﻪ‬a.i.): 1. şaşkınlık, (bkz : hayret). 2. gürültü, patırdı, yaygara, şamata, (bkz : gulgule). 3. miiz. Türk müziğinde usûlün darp parçacıklarına ayrılarak vurulma şekli. M eselâ: “düm te ke düm tek tek'' şeklinde vurulan aksak, velveleli olursa her darbı bir ka‫ ؟‬darp halinde olur. Bu şekilde usûlün fazla hareket ve canlılık kazandığı muhakkaktır. Yalnız gelişigüzel velvele yapılamaz; ince bir zevk-i selim'e ve derin bir bilgiye müstenid olması lâzımdır. Velvele, hassaten Mevlevi âyîn-i şeriflerinde kullanılır; kudüm, usulleri velveleli olarak vurur, semâ böylece fevkalâde bir hareket ve halâvet kazanır. velvele-endâz ‫( وﻟﻮك ا ﻧ ﺪ ا ز‬a.f.b.s.): gürültücü, yaygaracı. velvele-engiz ‫( وﻟﻮك ا ﻧ ﻜ ﻴ ﺰ‬a.fb.s.): gürültü 1‫ ؟‬k^ran, gürültü koparan, vely ‫( وﻟ ﻰ‬a.i.): birbiri ardı Sira gelme, ‫ ؟‬ikma, olma, (bkz : taâkub, tevâlî). ve mâ fîhâ ‫( و ﻣﺎﻓﻴ ﻬﺎ‬a.i.): ve onun içindekiler, vemiz ‫( و‬a.i.): bulut arasından görünen ışık, (bkz: vemz). vemye .‫( وﻣﻲ‬a.i.): sıkıntı, meşakkat; belâ, vemz ‫( و ﻣ ﺾ‬a.i.): hafifçe ‫ ؟‬akma, parlama [şimşek].

velev siillim : öyle olduğu teslim ve kabul olunsa bile. ve'1-hamdü İi'llâhi veüyyü'1-hamd ‫و ا ﻟ ﺤ ﻤ ﺪ ﻟﻠﻪ‬ ‫( وﻟﻰ اﻟ ﺤﻤﺪ‬a.cü.): hamd, AUâh'a mahsustur, hamd'm asil sâhibi de O'dur. velhân ‫( وﻟﻬﺎن‬a.s.): şaşkın, sersem. ve'l-hâsıl ‫( واﻟﺤﺎﺻﻞ‬a.s.): sözün kısası, kısacası, (bkz : el-hâsıl, hâsıl-1 kelâm). veli ‫( وﻟ ﻰ‬f.e. velâyet'den): velâkin, ammâ, fakat. (bkz:lik). veli-ahd ‫( وﻟ ﻰ ﻋ ﻬ ﺪ‬a.b.i.): bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse, [asil: veliyy-i ahd'dır]. velid ‫( و ﻟ ﻴ ﺪ‬a.i.c.: vildân): 1. yeni doğmuş 0‫ ؟‬cuk. (bkz: sabi). 2 ٠köle, kul. ümmü'lv e lid : tavuk. velide ‫( وﻟﻴﺪه‬a.i.c.: velâid): câriye, velikj velikin ‫ وﻟﻴﻜﻦ‬، ‫( وﻟﻴ ﻚ‬f.e.): lâkin, amma, fakat, ancak, şöyle ki. velime ‫( وﻳﻤﻪ‬a.i.c.: velâim ): 1. düğün ziyâfeti, şölen. 2. evlenme, düğün. v e li^ ‫( وﻟ ﻰ‬a.i.c.: evliyâ) 1 ‫؛‬. Allah'ın 99 adindan biri. 2. sâhip. 3. bir ‫ ؟‬ocuğun her türlü hareketinden ve hâlinden sorumlu olan kimse. 4. ermiş, eren. 5. erkek adi. veliyy-i akreb : huk. velâyet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en yakm olan kimse. veliyy-i eb’a d : huk. velâyet altında bulunan kimseye hısımlılc derecesi en uzak olan kimse. veliyy-i cinâyet: işlenen bir su‫ ؟‬ıın intikamını almaya hakki olan yakın akrabâ. V eli^-İ d e m : kan dâvası gütmeğe hakki olan kimse. veliyy-i nâsır : yardim eden arkadaş; Allah. V eli^ -İ ni'm et: nimet sâhibi, velinimet, besleyen; birine, yaşadığı müddetçe, tesiri veny ‫( وﻧﻰ‬a.i.): İş husûsunda gevşeklik gösterme. devam edecek olan iyilik ve bağışlarda bulunan kimse. ver ‫( ور‬fe .): ve, eğer; “ve er” den kısaltma, (bkz: er). veli^ ü 'd -d în ‫ ؛‬ı) dine sımsıkı bağlı; 2) dilimizde "veliyettin” şeklinde erkek adi ola- -ver ‫ ور‬- (f.s.): “sâhib, mâlik; usta'' mânâlarına rak kullanılır. gelerek .birleşik kelimeler yapar. Dânişveüyyü'l-emr : emir sâhibi, âmir. ver : âlim; Suhan-ver: şâir, edip., gibi, veüyyü'1-hakk, veli'd-dem, velî'l-kasâs: fık. ver'a ‫( و ر ﻋ ﻪ‬a.i.): korkaklık, (bkz: bim, havf, kasas veyâ diyet istemeye hakki olan. ru'b, ters). 1336

٧erziş-kâr vera' ‫( ورع‬a.i.): haramdan kaçınma. Ehl-İ vera': dine bağlı, dindar, (bkz: mütteki, verâ', verâat, zâhid). verâ' ‫( وراﺀ‬a.i.): 1. arka, geri, öte. Mâ-verâ : bir şeyin arleasmda, ötesinde bulunan şey. verâ-i cebel: dağın arkası. 2. başka, gayri. 3. kıç, geri, dübür. verâ ‫( ورى‬a.i.c.: verâyâ) : halk, mahluk; âlem, kâinat. Ahkarü'1-verâ: halkm en âcizi. Efkarü'1-verâ: halicin en faleiri. Hayrü'1verâ (mahlûkların hayırlısı): Hz. Muhammed. verâ'j verâat ‫ وراﻋﺖ‬، ‫( وراع‬a.i.). (bkz : vera'). verâkı ‫( وراﻓﻰ‬a.i. verka'm c.): güvercinler, verâset ‫( و را ﺳ ﺖ‬a.i.): vârislik, mirascilık, mirasta hale sâhibi olma, [asil: “virâset” dir]. Verâset-İ Irkıyye : doğanın ecdâdma benze-

mesi. Verâset-İ selefiyye : geçmişlerin irsi kudreti. Verâset-İ şahsiyye: ilei canimin yaklaşma-

smdan doğan yavrunun, ya anasının veyâ babasının vasıflarından bâzısını almış olması. verâyâ' ‫( و راﻳﺎ ﺀ‬a.i. verâ'nın c.). *yaratıklar, (bkz: mahlûkat). verb ‫( ورب‬a.i.): yabâni hayvan ini. verd ‫( ورد‬a.i.): 1. doru at. 2. Hz. Muhammed'in yedi atından birinin adi. 3. rengi doru olan arslan. verd-i agbes : doru at.

bulaşıcı hastalık. 4. bu hastalığa tutulmuş kimse. ve re m -i eb yaz : hele, büyük mafsallarda cildin rengini degiştirmeksizin meydana gelen şişkinlik. verese ‫( ورﺛﻪ‬a.i. vâris'in c.) : mirasçılar. B e y n e'lverese : mirasçılar arasında, v e rîd ‫( و ر ﻳ ﺪ‬a.i.c. : evride, vurûd) : hele, siyah lean damarı, toplardamar, fr. veine, v e rid -i bâb : anat. İeapı *toplardamarı, fr. veine porte.

ecvef-i sü flâ : anat. alt ana *toplardamar, fr. vein e cave in férieu re, v e rid -i e cvef-i u ly â : anat. üst ana *toplardamar, fr. vein e cave su périeure, v e rid -i fevk a'l-k eb ed : an at. karaciğer üstü *toplardamarı, fr. vein e su s-h épatiqu e, v e rid -i k e ylû si : anat. kilus daman, fr. v ein e

v e rid -i

chylifère.

akciğer *toplardamarı, kürek kemiğinin altından geçen siyah kan daman (toplardamar). v e r id -i v id â c î : anat. boyun *toplardamarı, v e rid -i r ie v i : anat.

v e rid -i tah t-1 terk o va : anat.

fr. v ein e Ju gu laire . H a b b ü ' 1-v e rîd : anat.

ensedeki iki kalın sinirden her biri, v e rid i, v e rid iy y e ‫ و ر ﻳ ﺪ ﻳ ﻪ‬، (‫( و رﻳ ﺪﺗ ﻢ‬a.s.) : anat. *toplardamarla ilgili, im tisâ s-1 v e r id i : anat. *toplardamar vâsıtasıyla olan emilme, v e rik ‫( و ر ﻳ ﻖ‬a.i.) : 1. sik yapraklı ağaç. 2 . s. gür sakallı [kimse].

verd ‫( ورد‬a.i.c.: evrâd, virâd, viird): bot. gül. Mâü'l-verd: gül suyu.

v e rize

verd-i nâz: ı) naz gülü, nazların gülü; 2) kadın adi.

verk a'

verd-i riyâh : cogr. rüzgâr gülü, verd-âne ‫( و ر داﻧ ﻪ‬a.i.): 1. toplu oklava. 2. koca başlı kertenkele. verdene ‫( وردﻧﻪ‬f.i.): 1. börekçi merdânesi, oklava. 2. dolap oku. verdi ‫( وردى‬a.s.): bot. giile âit, gül ile ilgili, verdice ‫و ر د ﻳ ﻪ‬ rosacCes.

(a.i.): bot. *giilgiller, fr.

verek ‫( ورك‬a.i.c.: evrâk): anat. kalça kemiği, vereki ‫( ورﻛﻞ‬a.s.): kalçaya âit, kalça ile ilgili, verem ‫( ورم‬a.i.c.: evrâm): 1. ŞİŞ, yumru. 2 ٠ŞİŞme. 3. hek. verem, Koch basilinin yol açtığı

‫( و رزه‬a.i.) : anat. mideden ciğere giden

damai'.

‫"( ورﻗﺎﺀ‬ka” uzun okunur, a.i.c. : verâki') :

1. yabâni güvercin, üveyle; güvercin. 2. s.

açık boz renk. : posta güvercini, v e r r â k ‫( وراق‬a.i.) : kâğıtçı, v e rta ‫( و ر ﻃ ﻪ‬a.i.c. : vırât) : 1. varta, çukur yer; uçurum. 2. içinden çıkılması güç İş. v e rz ‫( ورز‬f.i.). (bkz : verziş). verze ‫( ورزه‬f.i.) : İş, san'at, meslele. v e rz -g e r ‫( ورزﻛﻞ‬f.b.i.). (bkz : verz-kâr). v erz id e ‫( ورزده‬f.s.) : ekilmiş, (bkz : mezrû'). v e r z i ‫( ورز ش ؟‬f.i.) : 1. çalışma; işletme. 2 . s. çalışmış. 3 ٠bir İŞİ âdet edinme, v e r z iş -k â r ‫( ورزﺷﻜﺎر‬f.b.s.) : çalışkan. v e rk a -y i n âm e-b e r

1337

ve ziş-kâ r-â n e

verzi?-kâr-âne ‫( ورزﺷﻜﺎراﻧﻪ‬f.zf.): ‫ ؟‬alışkanlıkla, verziş-kârî ‫( ورزﺷﻜﺎرى‬f.i.): çalışkanlık, verz-kâr ‫( ورزﻛﺎر‬f.b.i.): çiftçi, rençber; İ?‫ ؟‬İ. vesâfet ‫( و ﻣ ﺎ ﺗ ﺖ‬a.i.): vasiflik, hizmetkârlık, İşçilik. vesah ‫( و ﺳ ﺦ‬a.i.c.: evsâh): kir, pasj pislik, mundarlık, (bkz: reyn'). vesâid ‫( و ﺳ ﺎ ﺋ ﺪ‬a.i. visâde'nin c .): yastıklar; dö?ekler, şilteler. vesâif ‫( و ﻋﺎﺋ ﻖ‬a.i. vasifin c .): uşaklar, hizmet‫ ؟‬iler, (bkz: vusafâ). vesâik ‫( وﺛﺎس‬a.i. vesika'nm c.): vesikalar (*belgeler). vesâil ‫( وﺳﺎﺋﻞ‬a.i. vesile'nin c .): vesileler. Vesâil-İ vâzıha ve filim e : a‫ ؟‬ık ve fi'lî sebepler. ve şâire ‫( و ﺳ ﺎ ر ه‬a.c.): ve başkaları, ve bunun gibiler, ve benzerleri, vesâit ‫( وﻣﺎﺋ ﻂ‬a.i. vâsıta'nın c .): vâsıtalar. vesâ‫؛‬t-i h arb iyye: harb vâsıtaları. Vesâit-İ nakliyye: nakil vâsıtaları, *taşıtlar, vesâk ‫( وﺛﺎق‬a.i.c.: vü suk): 1. bağ. (bkz: râbıta). 2. antlaşma, yeminle söz verme [birbirlerine]. 3. sözleşme yeri. [Kur'anda "vesak” ?ekli geçer]. vesâm, vesâmet ‫ وﺳﺎﻣﺖ‬، ‫( و ﺳ ﺎ م‬a.i.): güzellik, güzel olma. vesâtet ‫ ك‬٠‫( وﻣﺎ‬a.i.): araya girme, vâsıta olma, aracılık etme. vesâvis ‫( وﺳﺎوس‬a.i. vesvese'nin c .): vesveseler, kuruntular. vesâv‫ ؛‬s-i ?eytâniyye : şeytanca kuruntular, vesâyâ ١‫( وﺻﺎي‬a.i. vasiyyet'in c .): vasiyetler, bir kimsenin, öldüktün sonra yapılmasını istedigi ?eyler. vesâyâ-yi miictem ia: huk. bir zat taraftndan yapılmış olan birçok vasiyetler, vesâyet ‫ ت‬. ‫( و ﺀ ا‬a.i.): 1. vasilik. 2. vasiyet. 3. emir, tenbih; tavsiye. vesbe ‫( وب‬a.i.): bir sıçrayış, bir atlama, veseb ‫( وﺛﺐ‬a.i.): sıçrama, atlama, vesebân ‫( وﺛﺎن‬a.i.). (bkz : veseb). vesen ‫( و ش‬a.i.c.: evsân) : put. (bkz: ‫ ؟‬elipa, salib, sanem). vesen ‫( و س‬a.i.): uyku ağırlığı, uyuklama, (bkz: sine, vesne). veserie ‫( وﺳﻔﻪ‬a.i.). (bkz : vesen, vesne). 1338

veseni ‫( و ﻷ ى‬a.s.): fels. fr. hypnagogique. veseni, veseniyye ‫ و ﺛﻨ ﻴ ﻪ‬، ‫( و ﺷ ﻰ‬a.s.): 1. puta mensup) putla ilgili. 2. puta tapan, (bkz: sünâî). [Zerdiiştliikte iki elle tapmaları doİayısıyla "sünâî” denilmiştir), veseniyyûn ‫( وﺋﻨﻌﻮف‬a.i.c.): putperest tâifesi. vesî'j vesia ‫ﻋﻪ‬٠‫ وس‬، ‫( وﺳﺢ‬a.s.): geni?, bol. (bkz : vâsi'). vesic ‫( و ﺳ ﺞ‬a.i.): hızlı yürüyen deve, vesîk ‫( وﺷﻖ‬a.s.c.: visâk): ‫ ؟‬ok saglam, kuvvetli, (bkz: vüska). vesika ‫( و د ف‬a.i.c.: vesâik): 1. inanılacak saglam delil. 2. *belge. 3. dar ölçüde verilmesi gereken bir mal veya yiyeceğin halka müsâvi (= *eşit) ?ekilde dağıtılması İ‫ ؟‬in hükümetçe verilen izin kâğıdı, vesile d ; ,.‫و‬ ‫( ا‬a.i.c.: vesâil): 1. yol, vâsıta. 2. bahâne, sebep. 3. fırsat, elverişle vaziyet. Bîlâ-vesîle, Bî-vesîle: ortada bir sebep ve bahâne yok iken. Ni'me'1-vesîle : fırsattan yararlanarak. 4. kadm adi. vesile-i cemile, vesile-‫ ؛‬hasene : güzel sebep, güzel firsat. vesile-‫ ؛‬s a 'y : ‫ ؟‬alışma vesilesi. Vesüetü'n-necât (kurtulma tutamağı, yolu): Süleyman Çelebinin 1409 tarihinde yazdığı ü.nlü mevlidi. vesîle-cû ‫( و د ه ﺟﻮ‬a.f.b.s.): vesile, bahâne, sebep arayan. vesîle-cûy-âne ‫( و ﻣ ﻪ ﺟﻮﻳﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): sebep ve bahâne ararcasına. vesile-dâr ‫( و د ه داو‬a.f.b.s.): vesileli, sebepli, vesile-hâh ‫( و د ه ﺧﻮاه‬a.fb.s.): vesile isteyen, vesîle-hâh-âne ‫( و ﺳ ﻴﻠ ﻪ ﺧﻮاﻫﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): vesile isteyene yakışır sûrette. vesîletü'n-necâ ، ‫( و ﺳ ﻪ ادﺟﺎة‬a.b.i.): “kurtulma tutamağı” : mevlid. vesim, vesime ‫ و ﻣ ﻴ ﻤ ﻪ‬، ‫( و ﺳ ﻴ ﻢ‬a.s.c.: visâm, vüsemâ): 1. güzel yüzlü. 2. rastıklı. 3. damgali. vesm ‫( وص‬a.i.): döğüp toz hâline getirme, vesm ‫( وﺳﻢ‬a.i.): dağlama, damgalama, vesme ‫( و ﺳ ﻪ‬a.i.): 1. hayvana vurulan kızgın damga. 2. rastık. vesme-dâr ‫( وﺳﻤﻪ دار‬a.f.b.s.): 1. damgalı, dağlı, dağlanmış. 2. rastıklı.

vezıme

vesnân ‫( و ﺗ ﻦ‬a.s.): uykusu gelmiş olan, uyuklayan. vesne U j (a.i.). (bkz : vesen). ve's-selâm ‫( واﻟﺴﻼم‬a.n.): İşte 0 kadar, son söz budur, artık bitti. vestâ ‫( و ئ‬f.i.): ateşe tapanların din kitabi olan Zend'in şerhi, vesti ‫( و س‬fi.): şerh, tercüme, vesvâs ‫س‬١‫( وﻣﻮ‬a.i.): şeytan, (bkz: iblis), vesvese ‫( وﻣﻮﻣﻪ‬a.i.): İşkil, şüphe; kuruntu, vesvese-dâr ‫( و ﺳ ﻮ ﺳ ﻪ دار‬a.f.b.s.): vesveseli, kuruntulu. vesvese-hiz ‫( وﺳﻮﺳﻪ ﺧ ﺰ‬a.f.b.s.): vesvese kaldıran‫ ؛‬vesvese koparan. -veş ‫ وش‬- (f.e.): gibi mânâsını veren bir benzetme edâtı. (bkz : mânend). Bülbül-veş : bülbül gibi. Deryâ-veş: deniz gibi. Mahveş:Aygibi... veşak ‫( وﺷﻖ‬fs.) ‫ ؛‬vaşak, veşel ‫( وﻫﻞ‬a.i.): az su. veşelân ‫( وﺷﻼن‬a.i.): suyun akışı, veşîa ‫ﻋﻪ‬٠ ‫( وف‬a.i.c.: vesâi'): 1. elemye, üzerine iplik sarılan ağa2 .‫ ؟‬. fiz. üzerine elektrikli teller sarılan âlet. veçîce ‫ب‬ 2. lif.

‫و‬

(a.i.): 1. ağa‫ ؟‬kökü, (bkz : cezr).

veşîme ‫ب‬ lük.

‫و‬

(a.i.): düşmanlık, fenalık, kötü-

veşl ‫( وﺷﻞ‬a.i.): az miktarda olan su. veçm (٠‫( وش‬a.i.c.: vişâm, vuşûm): düğme, İğne ile ve renkli tozla vücuda yapılan türlü şekiller. veşme ‫( وﺷﻤﻪ‬a.i.): yağmur tânesi. veşt ‫( وﺷﺖ‬fs.) ‫ ؛‬güzel, (bkz : hûb). veşy ‫( و ﺷ ﻰ‬a.i.): 1. bir ‫ ؟‬eşit elbise. 2. kumaş İşlemeleri, kumaş alacalığı. 3. kumaşı renklerle, resimlerle süsleme. 4. kılı‫ ؟ ؟‬eliğinin suyundaki özlülük. 5. söze yalanlar katip yakıştırma. 6. gammazlık etme, vetâir ‫( و ﺗﺎ ﺋ ﺮ‬a.i. vetire'nin c.): yollar, meslekler. veted ‫( و ﻧ ﺪ‬a.i.c.: evtâd): 1. ağa‫ ؟‬kazık. 2. ed. aruzda ü‫ ؟‬harften meydana gelen nazım, veted-i mecmû': ed. iki harekeli harfle bir sâkin (harekesiz) harften İbâret olan kelime : “faûl, benim, senin..” gibi.

veted-i mefrûk: ed. iki harekeli harfin araSinda bulunan bir sâkin (harekesiz) harften İbâret olan kelime: "fâle, kâne.." gibi. 3. anat. ense kemigi. veter ‫( و ﻟ ﺮ‬a.i.c.: evtâr): 1. yay ‫ ؟‬ilesi, kiri?. 2. saz teli, saz kirişi, ‫ ؟‬algi teli. 3. geo. kiriş. veter-i kaime : geo. hipotenüs. 4. adaleleri hareket ettiren kaim sinir, vetire ‫( وﻳﺮه‬a.i.c.: vetâir) : 1. dar yol, ke‫ ؟‬i yolu. 2. yol, üslûp, tarz. vetire-i necât: kurtuluş yolu. 3 ٠anat. burnun iki deliğini ayıran zar. 4. fels. ‫ ؛‬süreç, fr. processus. vey ‫( وى‬f.e.): "ve ey!” yerinde “ey” karşılığı olarak şiirde kullanılır, ve-yâhûd ‫( وﻳﺎﺧﻮد‬a.f.e.): veyâ, isterseniz‫ ؛‬iyisi, veyh ‫( وﻳﺢ‬a.n.): heyhat: veyl ‫( و ﻳ ﻞ‬a.n.): 1. vay!, yazık, vah vah. 2. i. cehennemde bir derenin adi. veyle ‫( وﻳﻠﻪ‬a.i.): rezillik, küstahlık. v e z â if، jjü ٠j (a.i. vazife'ninc.). (bkz :vazâif). vezâil ‫( وﻧﺎش‬a.i. vezile'nin c.). (bkz: vezile). vezân ‫( وزان‬fs.): esici, esen, [“olmak” yardimCI fiili ile kullanılır). vezânet ‫( و زا ﻧ ﺖ‬a.i.) 1 ‫؛‬. ölçülü olma. 2. düşünüş ve görüş isâbeti. V ezânet-İ e fk â r : düşüncelerin isâbeti. v e z â n î ‫( وزاﻧﻰ‬fi. vezân'dan): esinti zamânı. v e z â re t ‫( وزارت‬a.i.): vezirlik, paşalık. Vezâret-İ tefviz: tar. Abbâsilerde bir ‫ ؟‬eşit vezirlik, [vazifeli olan vezirin, halifenin ‫ ؛‬yetkisi dışında olan bütün işlerde bağımsız hareket etme yetkisi vardı]. Vezâret-İ tenfiz: tar. Abbâsilerde bil- nevi vezaret, vezirlik, [vazifeli olan vezir, sadece halifenin kendisine verdiği vazifeyi görmekle mükellef idi]. Vezâret-İ uzmâ: sadrâzamlık, başvekillik, vezâret-penâh . ‫( وزارب‬a.f.b.i.): vezir, vezb ‫( وزب‬a.i.): su gibi akma, vezega ‫( وزﻏﻪ‬a.i.): bir ‫ ؟‬eşit büyük keler, veziden ‫( وزﻳﺪن‬f.fi.): 1. yel esmek, (bkz : hübûb). 2. sıçramak, atılmak, seğirtmek, vezile ‫( و ذ ﻳ ﻠ ﻪ‬a.i. vezâil): 1. parlak,.cilâlı para. 2. parlak mâdeni ayna. vezime ‫( و ذ ﻳ ﻤ ﻪ‬a.i.c.: vezâim): 1. Beytııllâh'a gönderilen hediye, armağan. 2. kadın adi. 1339

vezir

vezir ‫( و زﻳ ﺮ‬a.i. vezr'den. c. : vüzerâ) : 1. vâlilik,

vekillilc gibi yüksek rütbelerde bulunan "paşa" ünvânını taşıyan kimse. 2. satranç oyununda şahtan sonra gelen en değerli taş. vezir-i a'zam (en büyük vezir) : sadrâzam,

başvekil. vezir-i maâl-i semir : yüksek vasfl (niteliği)

olan vezir. vezir kellesi : şeker, pirinç ve kavrulmuş soganla bütün olaralc pişirilen bal kabağı, vezîrü's-s.hbe : tar. vezirin ordudaki İşlerine bakmakla görevli kimse. Vezîr-âbâd‫( وزﻳﺮآﺑﺎد‬a.fb.i.) : bati Pakistan'daki Lahor ili. vezîr-âne ‫( وﻧﻴ ﺮاﻧ ﻪ‬a.f.zf.) : vezirce, vezire yakışacak yolda. vezme ‫( وزﻣﻪ‬a.i.) : kış sonu. vezn ‫( وزن‬a.i.c. : evzân) : 1. tartma, tartılma; ta-rtı. 2. ağırlık. vezn-i âhir : ed. halk edebiyatında mevzuu tasavvufla *ilgili bir çeşit musammat. vezn-i basit : fiz. basit tartı,

viâ' ‫( وﻋﺎﺀ‬a.i.c.: ev'iye): 1. kab, mahfaza. İsm-i v iâ : a. gr. kab ismi [şekerlik, tuzluk gibi]. 2. biy. damar, (bkz : reg). viâî, viâiyye ‫ وﻋﺎب‬، ‫( وﻋﺎﻓﻲ‬a.s.): anat. damarla, kan damarıyla *ilgili, viâiyyet ‫( وﻋﺎﺋﻴﺖ‬a.i.): kab hâlinde olma, vibâr ‫( و ﺑ ﺎ ر‬a.i. vebr'in c.): zool. aktavşanlar; Arabistan tavşanları, (bkz ‫ ؛‬vibâre, vııbûr). vibâre ‫( و ﺑﺎ ر ه‬a.i. vebr'in c.). (bkz: vibâr, vubûr). vicâ' ‫( وﺟﺎﺀ‬a.i.): iğdiş etme, burma [hayvani], vicâ' ‫( وﺟﺎع‬a.i. vecâ'ın c.): agrilar, sızılar, vicâh ‫( وﺟﺎه‬a.i. vech'den): yüzleşme, yüz yiize gelme., (bkz: mııvâcehe). vicâhen ‫( وﺟﺎﻫﺎ‬a.zf.): yiizyiize gelerek, yüzüne karşı, (bkz: muvâceheten). vicâhî, vicâhiyye ‫ وﺟﺎﻫﻴﻪ‬، ‫( وﺟﺎﻫﻰ‬a.s.): yüzyüze olan. Mııhâkeme-i vicâhiyye : yüzyüze olan mahkeme, duruşma., vicâl ‫ ل‬١‫( وج‬a.i. vecl'den) :kOrkaklar. vicâr ‫( و ﺟ ﺎ ر‬a.i.c.: evcire, vücür): 1. kurt, arslan gibi yırtıcı haydan yatağı; in. 2. sel suyunun oyduğu fer.

vezn-i benân : ed. (bkz : hisâbü'l-benân).

vicd ٠‫( وﺟﺎ‬a.i.): zengin olma,

vezn-i mahsûs : fiz. *özgül ağırlık, fr. poids spécifique. 3. ed. nazmm belli kalıplarından herbiri, nazım âhengin'in ölçüsü, [bizde “hece'' ve "aruz” olmak üzere iki türlüdür].

vicdân ‫( و ﺟ ﺪ ا ن‬a.i.) : 1. bulma, bir şeyi bir hâlde görme. 2. duyma, duygu. 3. kendinden geçme, dalma. 4. insanin içindeki iyi ile kötüyü ayırdeden duygu. 5. din, İnanç. Hürriyeti vicdân : dini inançta, din töreni yapma٩a serbestlik. 6. İcadın adi. vicdânen ‫( و دا ت‬a.zf): 1. vecd ile, kendinden geçip dalarak. 2. vicdanca, İçten, yürek duygusu ile.

vezne ‫( و ز ﻧ ﻪ‬a.i.) : 1. tartı. 2. terâzi. 3. para ali-

nıp verilen yer. 4. ateşli silâhlarda barutluk, barut yuvası. vezne-dâr ‫( و ز ﻧ ﻪ دار‬a.f.b.i.) : vezne me'muru;

vezniyyet ‫( و ز ﻧ ﻴ ت‬a.i.) : fiz. moment.

vicdâni, vicdâniyye‫ و د ا ﻧ ﻴ ﻪ‬، ‫( و ﺟ ﺪا ﻧ ﻰ‬a. s.): 1. vecd ile, kendinden geçip dalmakla ilgili. 2. kalbi his ile, yürek duygusu ile ilgili, vicdâııiyyât ‫( وﺟﺪاﻧﻴﺎت‬a.i.c.): vicdana âit, vicdanla ilgili haller, vasıflar, keyfiyetler, hususlar, *nitelikler.

vezzân ‫( وزان‬a.s. vezn'den) : 1. vezneden, tartan. 2. i. kantarcı.

vîcdân-sûz ‫( و د ا س‬a.f.b.s.): vicdâna acı veren, yürek yakan.

vırâk ‫( وراق‬a.i. varak'm c.) : yapralclar. (bkz :

vidâc ‫( وداح‬a.i.): anat. boyun damarlarından biı'i.

sandık emini. vezni ‫( و زﻧ ﻰ‬a.s.) : 1. vezne âit, vezinle ilgili. 2. i. fık. tartılan şey. vezniyyât ‫( و ز ﻧ ﻴ ﺎ ت‬a.i.c.) : tartılan şeyler.

evrâk). vırât ‫( و ر ا ط‬a.i. verta'nm c.) : 1. vartalar, ÇUkurlar; uçurumlar. 2. içinden çıkılması güç İşler. vıtâ'‫( و ط ﺎ ع‬a.i.) : uygun görme, râzı olma. 1340

vidâcî ‫( ودا ص‬a.s.): anat. 1. boyun damarlarından biri ile *ilgili. 2.İ. boyun kara damarı, vidâd ‫( وداد‬a.i.): 1. sevme, sevgi. 2. dostluk, (bkz: vidd).

visom vidd ‫( ود‬a.i.): sevme, sevgi, dostluk, (bkz: muhabbet, vedd, vüdd). vifâdet ‫( وﻓﺎدت‬a .i .): e l ç i l i k )..,-'vifâk ‫( وﻓﻰ‬a‫ ؛‬.): n u yfn lu k , ayni düşüncede olma, (bkz : Tnuy^kat). 2. barış, vihâd ‫( و ا د‬a.i. vehd, vehde'nin c.): uçurumlar, derin vâdiler. vihâm ‫ام‬۶‫( و‬a.i.): gebe kadmın aş yermesi, vihâm ‫( و س‬a.s. vahim'in c.): vahim olan şeyler. (bkz:vahâmâ). vika' ‫"( و ﻗ ﺎ ع‬ka" uzun okunur, a.i.): 1. (bkz : cimâ'). 2. savaş, (bkz : ceng, haı'b, perhâş). vikân ‫( وﻛﺎن‬a.i.): eşek palam, vikaye ‫“( و ي‬ka" uzun okunur, a.i.): 1. kayırma, koruma, esirgeme. 2. hek. herhangi bir hastalık İ‫ ؟‬in önleyici tedbir alma, [nazımda “vikayet” şeklinde de kullanılır], vikaye harfi: gr. kaynaştırma harfi, vikaye-i nâmûs : nâmusunu koruma, vikayet ‫"( و ﻗ ﺎ ﻳ ﺖ‬ka” uzun okunur, a.i.): koruma, sâhip ‫ ؟‬ikma. vikr ‫( و ﺑ ﻰ‬a.i.c.: evkar): ağır yük. [at, katır ve eşek yükü İ‫ ؟‬in kullanılır], vilâ' ‫( وﻻﺀ‬a.i.): 1. birbirinin ardı Sira gelme. 2 ٠ahbaplık, dostluk, yakınlık, (bkz : vedd, vidd, vüdd). vilâd ‫( وﻻد‬a.i.): doğurma, vilâdet ‫( وﻻدت‬a.i.): 1. doğurma. 2.0. dogma, vilâdet bi'ş-şakk: hek. ameliyatla yapılan doğum. Vilâdet-İ hümâyûn : pâdişâhın doğumu, vilâdî, vilâdiye ‫ و ﻻ د ﻳ ﻪ‬، ‫( و ﻻدى‬a.s.): fels. anadan dogma, fr. congCnital. vilâ-kâr ‫( وﻻﻛﺎر‬a.f.b.s.): dost, ahbap, (bkz: vilâ-perver).

vilâyet ‫( و ﻻ ﻳ ﺖ‬a.i.c.: vilâyât): 1. bir ‫ ؟‬eyi kudretle elde etme. 2. birine kefil olma. 3. dostluk, muhabbet. 4. il.

vilâ-perver ‫( و ﻻﺑ ﺮ و ر‬a.f.b.s.): dost, (bkz : muhibb). vilâyât ‫( و ﻻ ت‬a.i. vilâyet'in c.): vilâyetler, iller. vilâyât-ı selâse (3 vilâyet): OsmanlI imparatorluğu zamanında : Selânik, Manastır ve Kosova vilâyetlerine verilen ad. vilâyât-ı sitte (6 vilâyet): OsmanlI imparatorlugu zamanında: Erzurum, Van, Harput (MâmUretülaziz), Sivas, Bitlis ve Diyarbakır'ı İçine alan 6 vilâyete verilen umumi ad.

visâk ‫( و ﺛ ﺎ ق‬a.i. vesik'in c.): 1. ‫ ؟‬ok sağlam ve kuvvetli bağlar. 2. andlaşmalar, yemin etmeler.

vildân ‫( و ﻟ ﺪ ا ن‬a.i. velid'in c.): 1. yeni doğmuş ‫ ؟‬ocuklar. 2. kullar, köleler. 3. erkek ve kadin adi. vilde ‫( و ﻟ ﺪ ه‬a.i. veled'in c.): ‫ ؟‬ocuklar, erkek evlâtlar, oğullar, (bkz : evlâd). vlle ‫( و ﺑ ﻰ‬f.i.) :yiilcsekses. (bkz :feryâd). vin ‫( وس‬f.i.): 1. renk, boya. 2. siyah üzüm, virâd ‫( وراد‬a.i. verd'in c.): bot. giiller. (bkz: viird). vîrân ‫( و ﻳ ﺮا ن‬f.s.): 1. yılcık, yıkılmış, (bkz: harâb). 2. kederli, üzgün, vîrâne ‫( وﻳ ﺮاﻧ ﻪ‬f.i.): yıkılmış veyâ pek harâbolmuş yer, yapı, vîrânî ‫( وراﻓﻰ‬f.i.): viranlık, haraplık, virâset ‫( و را ﺛ ﺖ‬a.i.): [kelimenin asil bu olduğu halde "verâset" şekli yaygındır], (bkz: verâset). vird ‫( ورد‬f.i.): 1. *öğrenci, (bkz: şâkird). 2. mürit. vird ‫( ورد‬a.i.c.: evrâd): belli zamanlarda okunması âdet olan Kur'ân cüzleri, dııâları. vird-i zebân : diline dolama, visâb ‫( و ﺛ ﺎ ب‬a.i.) : 1. atlama, sıçrama. 2. döşek, yatak, şilte, (bkz : serir). visâd, visâde ‫ و ﺳ ﺎ د ه‬، ‫( وﺳﺎد‬a.i.): yastık; şilte. Arîzü'l-visâd: tenbel adam, visâde-nişîn ‫( و ﺳﺎ د ه ص‬a.f.b.s.) :yastığayasİanıp oturan. visâk ‫( و ﺛ ﺎ ق‬a.i.): 1. bağ, râbıta. (bkz : vesâk). 2. andlaşma, sözleşme [yeminle-],

visâl ‫( و ﺻ ﺎ ل‬a.i. vasl'dan): 1. ulaşma, bitişme. 2. sevgiliye kavuşma. Âmâl-i visâl: kavuşma emelleri, istekleri, (bkz : vuslat). 3. miiz. Tiirk müziğinin en az beş altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, visâm ‫( وﺳﺎم‬a.s.): damgalı, nişanlı, visâm ‫( وﺳﺎم‬a.s. vesim'in c.): 1. güzel yüzlüler. 2.rastıklılar. 3. damgalılar, (bkz: vüsemâ). 1341

vîşâh vi?âh ‫( و د ا ح‬a.i.c.: ve?âih, ev?iha): boyuna ‫ ؟‬apı'az talcılan üstü Sirma ve mücevherle i?lenmi? muska. vi?âm ‫( و ﻧ ﺎ م‬a.i. ve?m'in c.): dövmeler, (blcz ‫؛‬ ve?m). vi?n-âb ‫( و ﺷ ﺎ ب‬f.b.i.): ["vi?ne-âb" dan]. vi?ne ?urubu, vi?ne ?erbeti. vitr j j j (a.s.): 1. tek, yalnız, tenha. 2. Selât-İ vitr (vitir namazı): yatsı namazından sonra kliman ü‫ ؟‬rek'at namaz. 3. i. kurban bayramından bir gün önceki gün. vizr ‫( وز ر‬a.i.c.: evzâr): 1. günah, su‫ ؟‬, (bkz: ism, zenb). 2. ağırlık, yük. (bkz : Siklet). vu'âz ‫( و ﻋ ﺎ ظ‬a.i. vâiz'in c.): vâizler. (bkz: vâizân). vubûr ‫( ودور‬a.i. vebr'in c.): zool. aktav?anlar; Arabistan tav?anlan. (bkz : vibâr, vibâre). vûcûd-pezîr ‫( و ﺟ ﻮ د ﻳ ﻨ ﻴ ﺮ‬a.f.b.s.): vücut bulan, olan, meydana gelen. vufûd ‫( و ب‬a.i.): gelme, geli?. (blcz : vürûd). vufûr ‫( وﻓ ﻮ ر‬a.i.): ‫ ؟‬okluk, bolluk, (bkz : kesret, vefret). vuhûfet ‫( و ﺣ ﻮ ﻓ ﺖ‬a.i.): 1. ‫ ؟‬ok kıllılık. 2. kılın ‫ ؟‬ok siyah ve yumu?ak olması. vuhûl ‫( و ﺣ ﻮ ل‬a.i. vahal, vahl'in c.): batak yerler, ‫ ؟‬amurlu yerler. vuhû? ‫( و ﺣ ﻮ ش‬a.s. vah?'ın c.): 1. yabâni [hayvanlar]. vuhû?-i berri : karaya mahsus, karada ya?ayan yabâni hayvanlar. 2. ISSIZ, tenha [yerler]. (bkz: vah?ân). vuku' ‫“( و ﻗ ﻮ ع‬ku” uzun okunur, a.i.): 1. dii?me. (bkz : sukut). 2. rastlama, İsâbet etme. 3 ٠olma, olu?. 4. bir hâdisenin ‫ ؟‬iki? ?ekli, cereyâm. Adîmü'l-vukU : hi‫ ؟‬olmayan, olması İmkânsız. Kesîrü'1-vuku': ‫ ؟‬ok olan, sik sik olan. Nâdirü'1-vuku': seyrek rastlanan. Vuku'-İ h â l : bir hâdisenin ‫ ؟‬iki? ve olu? ?ekli. vukuât ‫( و ﻗ ﻮ ﻋ ﺎ ت‬a.i. vak'a'nın c.) 1 ‫؛‬. olanlar, olan bitenler. 2. polisi ilgilendiren hâdiseler, (bkz: hâdisât). vukuât-ı zâbıta : polisi .ilgilendiren hadise, .olay. vukud ‫"( و ﻗ ﻮ د‬ku" uzun okunur, a.i. vakd'in c.): yanmalar, tutu?malar, alevlenmeler, [ate? hakkında]. 1342

vukuf ‫"( و ﻗ ﻮ ف‬ku" uzun okunur, a.i. vakfdan): 1. durma, duru?, (bkz : tevakkuf). 2. bir halde, oldugu gibi kalma, ilerileyip veyâ gerilememe. 3. anlama, bilme, öğrenme, haberli olma, bilgi. Ehl-İ vukuf: *bilirki?i. Erbâb-ı vukuf: bir ?ey hakkında miikemmel bilgisi olanlar, bilirki?iler. Kesb-İ vuk u f: haberi olma, Ogrenme. Sinn-İ vukuf: olgunluk haddi. vukuf-ı adedi: tas. Nak?î tarikatindeki on bir tâbirden biri, [diğerleri: hû? der dem; nazar ber kadem; sefer der vatan; halvet der encümen; yâdgerd; bâz-ke?t; nigâh da?t; yâd da?t; vukufi kalbi; vukufi zamân]. vukuf-ı kalbi: tas. 1) kalbin Allah'tan âgâh olması; 2) nak?î tarikatindeki on bir tâbiı'den biri, (bkz : vukufi adedi), vukuf-ı zamânî: tas. 1) her anda hâlinden haberdâr olma. 2) Nak?î tarikatindeki on bir tâbirden biri, (bkz : vukufi adedi), vukuf-dâr ‫"( و ﻗ ﻮ ﻓ ﺪ ا ر‬ku" uzun okunur, a.f. b.s.): bilgili, bilgi‫ ؟‬. vus' ‫( و ﺳ ﻊ‬a.i.): bir İ?İ yapabilme gücü, (bkz : iktidâr, kuvvet). vusafâ ‫( و ﺻ ﻔﺎ‬a.i. vasif'in c.): u?aklar, hizmet‫ ؟‬iler, (bkz: vesâif). vuska ‫"( وص‬ka” uzun okunur, a.s. vüsûk'dan): ‫ ؟‬okt. saglam, pek kuvvetli. Urvetü'1-vüska (pek saglam kulp): Müslümanlık, (bkz: vesik). vusia ‫( و ﺻ ﻠ ﻪ‬a.i.): bir ?eyi ba?ka ?eye ekleyen, biti?tiren ?ey ek. vuslat ‫( و ﺻ ﻠ ﺖ‬a.i.): 1. bir ?eye ula?ma, yeti?me. 2. [sevgiliye] kavu?ma. 3. kadın adi. vustâ ‫( و ﻣ ﻄ ﻰ‬a.s.): 1. orta, ortada bulunan, arada olan; i‫ ؟‬, [evsat'ın müennesi]. Asyâ-yi vustâ: Ortaasya. Kurûn-1 vustâ : Ortaçağ. Salât-1 vustâ ‫ ؛‬ikindi namazı. 2. i. orta parmak. vusuk ‫( و ﺛ ﻖ‬a.i. vesâk, visâk'ın c.): 1. baglar, râbıtalar. 2. andla?malar. 3 ٠sözle?ıne yerleri. VUSÛİ ‫( و ' ﻓ ﻮ ل‬a.i.): ula?ma, gelme, varma, eri?-

me, yeti?me. (bkz : vefd‫)؛‬. VUSÛİ ilallâh: Allah'a yakla?ma. [takvâ ve

İtâat yoluyla-]. vusûmfy—‫(وص‬a.i.vasm'ınc.). (blcz :vasm).

vüreykat vuşâk ‫( و ﺷﺎ ق‬f.i.) : uşak. [Tiirkçeden alın d ığı, lügatlerde yazılıdır].

vuşûm ‫ﻏﻮم‬٠‫( و‬a.i. veşın'in c.). (bkz : vişâm ). vuûd ‫( و و د‬a.i. va'd ve va'de'nin c.) : vaitler. vuzia ‫( و ص‬a.fi.) : vaz olundu. Mâvuzialeh : ta'yîn ve tahsis olunan şey.

vuzû' ‫( وﺿﻮﺀ‬a.i.) : abdest alm a; abdest. vuzû' ‫( و د و ع‬a.i.) : nefsin i alçaltm a, hakii- görme.

vuzûh ‫( و و ج‬a.i.) : 1. açık ve belli olm a, anlaşılır olm a. 2. açıklık, aydinlilc. 3. ed. ifâdede açıklık. V Ü J (fe.). (bkz : ve).

vücehâ' ‫( واﺟﻬﺎﺀ‬a.i. ve cih 'in c.). (bkz : vecih), vücûb ‫ ب‬- ‫( و‬a.i.) : 1. vâcip ve lüzum lu olm a. 2 ٠biralcilm asi m ü m kü n olm am a. 3. lâ y ık olm a.

vücûb-i edâ : huk. sebebin vücû d u n d an sonra m u ayyen bir zam anda bir fiili işlem enin veyâ b ir m ail edân ın lâzım olm ası,

vücûbî { j J . f j (a.s.) : 1. vücûbe âit, onunla ilgili. Fi'l-i vücûbî : g ereklilik sîgası (k ip i). 2. mant. O lum lu. vücûbîyye ‫ ﻳﻪ‬۶ ‫( و‬a.s.) : ["vü cû b î” nin müen.]. (bkz : vücûbî).

vücûd ‫( و و د‬a.i.) : 1. bulunm a, v a r olm a, varilk. 2. insan veyâ hayvait gövdesi, (bkz : beden, cism). 3. ten.

vücûd-i ayni : h a k îk î varille, vücûd-i mu'cîz : b aşk a la rım acze düşürüp hayrette b ırak a n varlık,

vücûd hücreleri : biy. som a. vücûd-dâde ‫( وج — و د د ا د ه‬a .fb .s .) : v ü c û t veren, can atan.

vücûdîyye ‫( و و د د‬a.i.) : fels. *kam u tan rıcılık. T an rı v a rlığ ın ı eşyânın va rlığ ın d an İbâret saym a, fr. panthéisme, [vahdet-i vü cû d ile ilgisi yoktur].

vücûh ‫( و و ه‬a.i. vech 'in c.) : 1. yüzler, çehreler, suratlar. 2. bir m em leketin ileri gelenleri, (bkz : eşrâf). 3. geo. satıhlar (*yüzeyler).

vücûh -ı v a k f: gayenin gerçekleşmesi İçin vakfa verilen yön. v ü c û m ‫( و ﺟ ﻮ م‬a.i.): 1. darılıp susma. 2. igrenme, tiksinme. 3. kederli olma. 4 ٠gögüse vurma. vücür ‫( و و‬a.i. vicâr'ın c .) : 1. kurt, arslan gibi yırtıcı hayvanların yatakları; inler. 2. sel sularının oydugu yerler. vüdâd

‫( وداد‬a.i.). (bkz : vidâd).

‫( ود‬a.i.): dostluk, (bkz ‫ ؛‬vedd, vidd). vüffed ‫( وﻓﺪ‬a.i. vâfid'in c .) : elçiler; temsilcilei".

vüdd

(b k z : vefd, vüfûd). vü fû d ‫( و و د‬a.i.). (bkz : vüfûd). vü fû d ‫( وﻓﻮد‬a.i. vâfid'in c.) : elçiler; temsilciler. (b k z : vefd, viiffed).

‫وﻓﻮر‬

v ü fû r

(a.i.). (blcz : vufûr).

vühûb ‫( وﻫﻮب‬a.s.): çok bağışlayan, çok bağışta bulunan. v ü h û l ‫( و و ل‬a.i.). (bkz : vuhûl). vühûş

‫وﺣﻮش‬

(a.s.). (bkz : vuhûş).

vükelâ ‫( وﻛﻼ‬a.i. velcil'in c .) : 1. vekiller. 2. (Osmanii imparatorluğu devrinde) kabine âzâsı, vekiller, bakanlar. M eclis-i v ü k e lâ : lcabine toplantısı. vükelâ-yı d e â v î: dâvâ vekilleri, avukatlar. vükelâ-yı d e vle t: bakanlar kurulu, kabine, vükûb ‫( و ^ ب‬a.i.): yavaş yürüme, vü kû l

‫وا ل‬

(a.i.): biriyle işe girişme, İşbirliği,

vükûn ‫( و ﻛ ﻮ ن‬a.i. vekn'in c .) : kuş yuvalan, (b k z : vükûr). v ü k û r ^ j (a.i. vekr'in c.) ‫ ؛‬kuş yuvalan (bkz : vükûn). vü lâd ‫( وﻻد‬a.i.): fık. öldürülen, öldürenin evlâdı bulunma. vülât

‫وﻻت‬

(a.i. vâlî'nin c .) : vâliler.

vüleyd ‫( و ك‬a.s. veled'den): çocukçuk, küçük çocuk. v ü lû ' ‫( وﻧﻮع‬a.i.): bir şeye fazla düşkünlük, vülûc ‫و ﻟ ﻮ ج‬ duhûl).

(a.i.) ‫ ؛‬girme, sokulma, (b k z:

v ü l û g ^ j (a.i.): köpegin su İçmesi,

Zû-kesîri'l-vücûh, Zû-vücûh-i kesir : geo. çok satihli (*yüzeyli) cisim . Nîm-vücûh : geo. y a ri yü zeyli. 4. K u r'ân 'ın bâzı okunuş

v ü rd ‫( ورد‬a.i. verd'in c .) : bot. güller, (b k z: virâd).

tarzları.

viireyk

vücûh-i kırâet : K u r'ân -1 K erîın 'in tü rlü türİÜ olcunma kaideleri. 5. im lcânlar, şekiller.

‫( ورد‬a.i.): anat. çok küçük damar, ‫ق‬.‫( ور‬a.i.c.: vüreykat): yapracık. vüreykat ‫ ﻓ ﺖ‬. ‫"( و ر‬ka" uzun okunur,

viireyd

a.i.

viireyk'in c .) : anat. yapracıklar.

1343

Viireykat-I tiiveyciyye vüreykat-ı tiiveyciyye: bot. küçük taçyapraklılar. vürûd ‫( ورود‬a.i.): geliş gelme, varma; yetişme. Şeref-vürûdeüen: şerefle gelen [büyük bir zat hakkında]. vürûd ‫( ورود‬a.i. verid'in c.): anat. *toplardamarlar, fr. veines. vürûk ‫( وروك‬a.i.): yan yatma.

٢‫ ع' ؟ ة‬٠ ‫( و‬a.i.) :1. giic,kuvvet,tâkat. vüs'i beşer: insan gücü, insan tâkatı. 2. zenginlik, varlık, bolluk. 3. bolluk, genişlik. vüs'at ‫( و ﺳ ﺖ‬o.i.): 1. genişlik, bolluk. 2. para durumu. 3. boş meydan, fırsat. 4. mat. *genlik, fr. amplitude. vüsemâ ‫( ب‬a.i. vesim'in c.) :1. giizel yüzlüler. 2. rastıklılar. 3. damgalılar, (bkz : visâm). vüska ‫“( و ش‬ka” uzun okunur, a.s. vüsük'den): pek saglam ve kuvvetli olan. Urvetü'1-

1344

vüska (pek saglam kulp): Müslümanlık, (bkzvesile). vüska ‫"( وﺛﻬﻰ‬ka" uzun okunur, a.i.). (bkz : vuska). vüsûb ‫( و ب‬a.i.): atlama, sıçrama, vüsuk ‫( و ى‬a.i. vesâk ve visâk'ın c.): 1. baglar, râbıtalar. 2. antlaşmalar, sözleşmeler [yeminle-]. vüsûk ‫( وﻧﻮف‬a.i.): 1. inanma, güvenme. 2. muhkemlik, sağlamlık, vüsüd ٠‫( وﺳﺎ‬a.i. visâde'nin c.): yastıklar, vüşât ‫( وﺷﺎه‬a.s. veşy'in c.) : kogucular. vüzerâ' ‫( وزراﺀ‬a.i. vezir'in c.): vezirler. Şeyhü'lvüzerâ: vezirlerin en eskisi olan kimse, vüzûb ‫( وزوب‬a.i.): su gibi akma, vüzûb-ı dem: kanama.

Yy

y

‫ى‬

(a .f .h a .) : O sm a n lI a lfa b e sin in o tu z b irin c i

h a r fi olup "e b c e d ” h e sâ b ın d a on sa y ıs ın ın k a rşılığ ıd ır. y â ‫ ( ﻳﺎ‬a .h a .) : ye

(‫ ) ى‬h a r f in in

adi.

y â - y i m ü s e n n â t : [iki n o k ta lı o lm a sı d o la y ıSiyla] " y e " h a rfi, y â - y i n is b i : gr. n isb e t eki. y â - y i t a h t â n iy y e : [a ltın d a ik i n o k ta b u lu n m a sı d o layısıyla] “y e ” h a rfi, yâ

‫ﻳﺎ‬

( a .n .) : e y !, h ey ! : 1. A r a p ‫ ؟‬a d a b a ş ın a gel-

d ig i te rk ib in ilk k e lim e sin i m e ftu h (ü stü n ) o k u t u r : Y â R a b b e ' 1- â le m în (e y â le m le rin R ab b i!).. gib i; 2 . te k k e lim e n in b a ş ın a ge lirse o k e lim e n in so n h a r f in i m a z m u m (Otre) o k u t u r : Y â A h m e d ii... gibi, y â e y y ü h e ' 1- ih v â n : e y d o stlar! y â ‫ ( ﻳﺎ‬f .e .) : o h ald e, ö yle ise. y â R a b b , y â R a b b i ‫ ﻳﺎرﺑ ﻰ‬، ‫ ( ﻳﺎ ر ب‬a .n .) : 1. e y R âb ! 2 . e y R a b b im !, e y A lla h ım ! y a â f î r ‫( ﻳﻌﺎﻓﻴﺮ‬a.i. y a 'fû r 'u n c . ) : y a 'fu rla r. y a â l î l ، M M a . i . ) . ( b k z ‫ ؛‬yeâlîl). -y â b

‫ﻳﺎ ب‬

- ( f .s .) : 1. y â fte n m a s ta r ın d a n e m r-i

h âzır. 2 . “ b u lu c u , b u la n ; b u lu n a n , ele ge ‫ ؟‬e n " m â n â la rın a gelerek ‫ ؛‬b irle şik k e lim e le r y a p a r. F e n â - y â b : fen â b u la n , m a h v o la n , ( b k z : fân î). N â - y â b : b u lu n m a z , b u lu n m a y a n . (blcz : ender, n âd ir). Ş if â - y â b : şifâ b u lan , iyileşen ., gibi. y â b â n ‫ ( ﻳﺎﺑﺎن‬f .i.) : 1. ‫ ؟‬Öİ, sa h râ . (b k z : b e yâ b â n ). 2 . y a b a n c ı. 3 . s. y a b a n î.

yabânî ‫( ﻳﺎﺑﺎﻧﻰ‬f.s.) : yabana mensup, ISSIZ yerde yaşayan; vahşî, (bkz : yebânî).

yâbende ‫( ﻳﺎ ﺑ ﻐ ﺪ ه‬f.s.) : 1. bulucu) bulan. 2. keşfeden, fr. exploiteur, (bkz : kâşif), yâbis ‫( ﻳ ﺎ ﺑ ﺲ‬a.s. yubûset'den) : kuru. Ratb ü yâbis : yaş, kuru, yaştan, kurudan bir şeyin her türlüsü.

yâbise ‫( ﻳ ﺎ ﺑ ﻪ‬a.s.) : [“yâb is" in m üen.]. (bkz : yâbis).

yâb-nâk ‫( ﻳ ﺎ ﺑ ﻐ ﺎ ك‬f.s.) : bulan, bulucu, yâd ‫( ﻳ ﺎ د‬fi.) : 1. hatırlam a, anm a. 2. hatır, gönül.

yâd-ı hazin : hüzünlü hâtıra, yâd-ı şebabet : gençlik hâtırası, yâd-ı zişt : ‫ ؟‬irkin, kötü anma [birinin aleyhinde-].

yâd ii tezkâr : anm a, h atırlam a, yâd-bûd ‫( ﻳ ﺎ د ﺑ ﻮ د‬f.b.i.) : yâdigâr, arm ağan, yâd-büd ‫( ﻳ ﺎ د ﺑ ﺪ‬fb .i.) : h âfıza kuvveti, yâd-dâr ‫( ﻳ ﺎ ل دار‬f.b.s.) : hatırda tutan, yâd-dâşt ‫( ﻳ ﺎ د د ا ﺷ ﺖ‬f.b.i.) : 1. hatırda tu tulan şey. 2. tas. N akışb en d l tarik atin in on bir esâsından biri.

yâd-dest ‫( ﻳ ﺎ د د ﺳ ﺖ‬f.b.i.). (bkz : yâd-est). yâde ‫( ﻳ ﺎ د ه‬f.i.) : hâtıra, yâd-est ‫( ﻳ ﺎ د ﺳ ﺖ‬f.i.) : lâdes oyunu, yâd-gâr ‫( ﻳ ﺎ د ﺳ ﻤ ﺎ ر‬f.b.i.) : 1. yâdigâr, b ir lcimsey i veyâ nesneyi hatırlatacak şey, ‫ ؛‬anda‫ ؟‬. 2. mec. sevilm eyen şey.

1345

Yâdigâr-ı Harb

Yâdigâr-ı Harb : Abdülhak Hâmid'in 7‫ا وا‬ de basılmış bir tiyatrosu. Yâdigâr-ı ibni Şerîf (ibni Şerîf'in Yâdigârı) : Hekim Ali ‫ ؟‬elebi bin Şerîf'in Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey adma yazdığı helcimlige dâir eseri. Yâdigâr-ı N â cî: Muallim Naci'nin 1896'da basılmış bir şiir kitabi. Yâdigâr-ı Şebâb: Recâizâde Ekrem'in bir kısım şiirlerini İhtivâ eden, 1873'te basılmış bir eseri. yâd-kerd ‫( ﻳ ﺎ د ﻛ ﺮ د‬f.b.i.): 1. liazırlama. 2. tas. Nakışbendi tarikatının on bir esasından biri. yâfe ‫( ﻳ ﺎ ﺗ ﻪ‬f.i.) : mânâsız, saçma söz. (bkz: yâve). yâfe-dâr ‫( ﻳ ﺎ ﻓ ﻪ دار‬f.b.s.): boş, mânâsız konuşan. yâfer ‫( ﻳﺎ ﻓ ﺮ‬f.i.): ‫ ؟‬engi. [kelime : “yâfir” şeklinde de kullanılır). Yâfes ‫( ﻳ ﺎ ﻓ ﺚ‬a.h.i.): Hz. Nûh'un üçüncü oglu. [TUfan'dan sonra Hazer denizi kuzeyinde yerleşmiştir). Yâfiiyye ‫( ﻳ ﺎ ﺿ ﻴ ﻪ‬a.h.i.) : tas. Kadiri tarikatı şubelerinden biri, [kurucusu: Abdullah elYâfiî bin Alî el-Kadiri'dir). yâfir ‫( ﻳﺎ ﻓﺮ‬f.i.). (bkz : yâfer). -yafte ‫ ﻳﺎ ﻓ ﺘ ﻪ‬- (f.s.) : "bulmuş, bulunmuş, bulunan" mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler yapar. Husûl-yâfte : hâsıl olmuş, meydana gelmiş. Şeref-yâfte : şeref bulmuş., gibi, yâfte ‫( ﻳﺎ ﻓﺘﻪ‬f.i.): yafta, bir malin cinsini, fiatım ve sâiresini belirten kâğıt, yâfûh ‫( ﻳﺎﻓﻮخ‬a.i.): anat. bıngıldak, ya'fûr ‫( ﻳ ﻌ ﻔ ﻮ ر‬a.i.c.: yaâfîr): 1. tüyü toprak rengi olan âhu. 2. âhu yavrusu. 3. gecenin beşte, altıda bir gibi bölümü. 4. Hz. Muhammed'in Hayber Vak'asi'nda ganimet olarak aldığı bir eşeğin adi. yagus ‫"( ﻳ ﻐ ﻮ ث‬gu” uzun okunur, a.i.): arslan şeklinde olan eski bir putun adi. yagfirullâhii ‫( ﻳﻐﻐﺮاﻟﺪ‬a.cü.): Allah mağfiret etsin, Allah yarlıgasm! yağma ‫( ﻳ ﻐ ﻤ ﺎ‬f.i.): 1. ‫ ؟‬apul, zorla mal kapma. 2. bir Türk boyu. Hân-1 yağma : 1) fakirler İ‫ ؟‬in hazırlanan sofra; 2) Tevfik Fikret'in, ikinci Meşrûtiyet devrinin sû-i istimallerini yeren ünlü hicviyesi. 1346

yagma-ger ‫( ﻳﻐﻤﺎﺳﻤﺮ‬f.b.s.c. : yagma-gerân) : yağmacı, ‫ ؟‬apulcu, zorba, yagma-gerân ‫( ﻳﻐﻤﺎﺳﻤﺮان‬f.b.s. yagma-ger'in c .): yağmacılar, çapulcular, zorbalar, yagma-ger-âne ٧ ‫ا‬/ ‫( ﻳ ﻐ ﻤﺎ‬f.zf.): yagmacılılcla, zorbalıkla'. yagma-geri ‫( ﻳﻐﻤﺎﺳﻤﺮى‬f.b.i.): yagmacılılc, ‫ ؟‬apulculuk. yağm âî ‫( ﻳﻐﻤﺎﺋﻰ‬a.s.): 1. yağmaya âit, yagma ile ilgili. 2. yagma adil Türk boyuna mensup, yah ‫( خ‬f.i.): buz. (bkz : cemed). yahâmîm ‫( ﻳﺤﺎﻣﻴﻢ‬a.i. yahmûm'un c .): kara dumanlar. yah-âver ‫( ﻳﺦ آور‬f.b.i.): buzlu su, buzlu şerbet, yah-beste ‫( ﻳﺦ ﺑ ﺴ ﺘ ﻪ‬£b.s.): buz bağlamış, buz tutmuş, (bkz: müncemid). yah-‫ ؟‬e ‫( ﻳ ﺨ ﺠ ﻪ‬f.b.i.): donmuş yağmur, yagan dolu. yâ hey ‫( ﻳﺎ ﻫﻰ‬a.n.): ey!, hey!, be hey!, yahmûm ‫( ﻳ ﺤ ﻤ ﻮ م‬a.i.c.: yahâm im ): kara duman. yahmûr ‫( ﻳﺤﻤﻮر‬a.i.): yaban eşeği. yahni ‫( ﻳ ﺨ ﺌ ﻰ‬f.i.): 1. zahire, azık. 2. pişmiş şey. 3. yahni, et yemeği, yah-pâre ‫( ﻳ ﺨﺎ ره‬f.b.i.): buz parçası, y â h t e t ^ ^ (f.i.): 1. oda. 2. eş, benzer, (bkz : misi, nazir). 3. küçük küp. 4. kılı‫ ؟‬kını. yah‫ ؛‬emil ‫( ﻳﺤﺘﻤﻞ‬a.zf.): ihtimal, olabilir, yâhû ‫( ﻳﺎ ﻫﻮ‬a.n.): İûgat anlamı "ey Tanrı!” olup, dervişlerin: “Allahaısmarladık” yerinde birbirlerine verdikleri selâm. [Bu sözün karşılığı "yâ men-hû'' dur), yâ-hû ‫( ﻳﺎ ﻫﻮ‬a.n.) :1 . eyo zat! (Ey Allah!). 2. hey, bana bak, baksan a!, a canim; adam!, adamlar!, ey sen!, işitmiyor musun? Yahûd ‫( ﻳﻬﻮد‬a.h.i.). (bkz : Yehûd).' yâhûd ‫( ﻳ ﺎ ﺧ ﻮ د‬he.): 1. veyâ; isterseniz. 2. iyisi, daha doğrusu. Yahûdâ ‫( ﻳﻬﻮدا‬a.h.i.). (blcz : YehUda). yahûd-hâne ‫( ﻳﻬﻮدﺧﺎﻧﻪ‬a.f.b.i.): Yahudilerin bir arada oturdukları bir ‫ ؟‬ok evlerden İbâret yer. Yahûdî ‫( ﻳﻬﻮدى‬a.h.i.). (bkz : Yehûdî, Mûsevî). yâis ‫( ﻳﺎﺋﺲ‬a.s. ye's'ten): kederli, ümitsiz, (bkz : meftûr, me'yûs, nâ-ümîd, nevmid).

yar (a.i.): uyanıklık, (bkz : yakazet). uyku ile uyanıklık arasında. y a k a z â n ‫( ﻳ ﻘ ﻈ ﺎ ن‬a.s.): uyanık, dikkatli, gözü açık. (bkz:bî-dâr). y a k a z â n i ‫( د ﻧ ﻰ‬a.i.): uyanıklık, (bkz : yakaza, yakazet). y a k a z e t ‫“( ﻳ ﻘ ﺎ ﻇ ﺖ‬ka” uzun okunur, a.i.): uyanıklık. (bkz: bîdârî). y a k a z i ‫"( ﻳ ﺂ ش‬ka" uzun okunur, a.s. yakzân'ın c.): uyanıklar. y a k i n ‫ ﺑ ﻦ‬٠(a.i. yakn'dan): sağlam bilgi, iyi, kat'î olarak bilme. A y n e ’l - y a k i n : bir şeyi kendi gözüyle görüp mâhiyetini bilme. H a k k e 'l - y a k i n : gerçekliğine hiç şüphe olmayan, ü m e '1 - y a k i n : kat'î olarak edinilmiş bilgi, [bizdeki yakin kelimesi yerine kullanılması yanlıştır). y a k i n e n M i (a.zf.): kat'î olarak, hiç şüphe edilecek bir tarafı bulunmaksızın. y a k in î ‫ﻰ‬ ‫ ﺑ‬٠ (a.s.): kat'î, şüphe edilmeyecek bilgiye âit, onunla ilgili. y a k i n i y y â t ‫( د ت‬a.i.) : yakin ile, kat'î olarak bilinen şeyler. y a k i n i y y e ‫ ﻳ ﻪ‬٠‫( ﻳﺔ‬a.s.): ‫"؛‬yakini" nin müen.]. (bkz:yakini). y a k t i n ‫ ﯮ‬٠ (f.i.): 1 . kabak ağacı. 2 . kavun, karpuz, hıyar gibi toprakta uzanıp yetişen *bitki. Y a 'k û b ‫ب‬ ‫( د‬a.lı.i.): 1 . Hz. Yusuf'un babası, Hz. İshak'ın oğlu olan Ya'kııb Peygamber, [oğlu Yusuf'un başına gelenler dolayısıyla meşhur olup, edebiyatta gam ve kaygı sembolüdür]. 2 . [küçük y ile] erkek keklik (c.: yeâkıb). 3. erkek adi. Y a 'k û b î ‫“( ﻳ ﻌ ﻘ ﻮ ﺑ ﻰ‬ku” uzun okunur, a.i.): Allâh'ın birliğine ve Hz. îsâ'nın insan olduguna kail bulunan Ya'kııb admda bir piskoposun çıkardığı mezhebden veyâ bu mezheple ilgili olan. yâkut ‫ﻷﻗ ﻮ ت‬ (“ku” uzun okunur, a.i.c.: yevâkit): yâkut, değerli süs taşı, [kırmızı, sari, beyaz, mâvi renklerde olur], y â k ı ı t - i â d i : zımpara taşı, y â k ı ı t - i a h m e r : kırmızı yâkut; m e c . şarap, y â k ı ı t - i a s f e r : sari yâlcut [az değerlidir], y â k ı ı t - i c i g e r i : kırmızılığı siyaha çalan bir çeşit yâkut.

yakaza

-

B e y n e 'n n e v m i v e ' l - y a k a z a :

y â k u t-i g ü r g â n î:

Esterâbâd vilâyetinin merkezi olan "Gürgân" şehrinde mâdeni bulunan değerli bir taç. (işlenmemiş yâkut): zelin dudağı.

y â k u t-i h â m

y â k u t-ı k e b û d ,

m ec.

gii-

-1 l â c v e r d i : mâvi yâkut, gök

yâkut. (akan yâkut): ı) gaz yaşı; 2 ) kırmızı şarap. y â k u t - ı m ü z â b (erimiş yâkut) : 1 ) göz yaşı; 2 ) kırmızı şarap; 3) kan. y â k u t-i re v â n

y â k u t-i rü m m â n î

(nar tânesi gibi yâkut): en

değerli yâkut. y â k u t-i s e r -b e s te :

güzelin ağzı, kapalı duda-

g ı.

(sari yâkut): Güneş,

y â k u t-i z e rd y â k ııte -i s a h râ

‫( ﻷﻫﻮﺗﻪﺀ ﺻ ﺤ ﺮا‬a.it.): t a s . nefs-i

külliyye. yakzân

‫( ﻳ ﻘ ﻈ ﺎ ن‬a.s.c.: yakazi): uyanık.' (bkz:

bîdâr). yâl ‫( دال‬f.i.): 1. boyun, gerdan, (bkz : unk). y â l-ı k û p â l:

şan ve büyüklük.

yâl ü b â l: boy bos, boy bos düzgünlüğü. 2. kuvvet, zor, güc. yâle ‫( ﻷك‬f.i.): sığır boynuzu, yâ-leyte ‫( ﻷﻟﻴﺖ‬a.e.): ne olurdu, keşke. : keşke ben toprak yaratılsaydım. y â l - m e n d ٠‫( ﻷﻻ‬f.i.): âile sâhibi, âile reisi, y â -le y t e n i k iin tii tiir â b e n

‫( ﻳ ﻌ ﻠ ﻮ ل‬a.i. yeâlîl): 1. suyu saf ve berrak akan göl. 2. su üzerinde peyda olan kabarcık. 3. beyaz bulut. 4. iki hörgüçlü deve,

y a 'l û l

‫( ﻷﻟﻮاﻧﻪ‬f.i.): kırlangıç kuşu, ‫( ﻷم‬f.i.): posta (menzil) beygiri, y â m e n -h û ٠ ‫( ﻷ ﻫﻦ ﻫﻮ‬a.n.), (bkz : yâ-hû). y a 'm û r ‫( ﻳﻌﻤﻮر‬a.i.): oğlak, (bkz : cedi). y â n ‫( ﻧ ﺎ ن‬f.i.): hastanın sayıklaması, (bkz:

y â lv â n e yâm

İıezeyân). ‫( ﻷﻻ‬fi.): havan, dibek,

yâne

î - (a.e. anâ'dan): 1. demek, şu demek. 2. sözün kısası, doğrusu, senin anlayaca-

y a 'n

ğm .

‫( ﻷ خ‬a.s.): kıvama gelmiş, olmuş; pişkin, (bkz: nâzıc).

y â n i'

yâr ‫( ﻷ ر‬f.i.c.: yârân): 1. dost, (bkz : mahbûb, muhibb). 2. sevgili. 3. tamdık, ahbap. 1347

yâr-ı bî-vefâ

Çihâr-yâr (dört dost) ‫ ؛‬Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali. 4. yardımcı, yâr-ı b î-vefâ: vefâsız dost, yâr-ı cân : candan dost,

Yâ-sîn C r i (a.i.): Kur'ân'ın 36. sûresi. 83 âyettir, Mekke'de nâzil olmuştur, ya'sûb ‫ ﻣ ﻮ ب‬٠(a.i.c.: yeâsîb): 1. arıbeyi. 2. baş. reis.

yâr-ı cefâ-kâr : cefâ eden, zâlim dost ve sevgili.

ya'sûbü'l-mü'minîn (Müslümanların arıbey i) : Hz. Ali.

yâr-ı dîl-sitân : gönül alan sevgili, yâr-ı gar (magara dostu): Hicret esnâsında Hz. Muhammed'e mağarada arkadaşlık etmi? olan Hz. Ebûbekir; mec. çok vefâlı arkada?.

yaûk ‫( ﻳ ﻌ ﻮ ق‬a.i.): Nûh kavminin putlarından, at ?eklinde olan birinin adi. yâve ‫( ﻳﺎوه‬f.i.) 1 ‫؛‬. saçma, mânâsız, saçmasapan söz. (bkz : jai, türrehât). 2. sâhipsiz hayvan,

yâr-ı kadim : eski dost, yâr-ı kadim-i gamm : eski dost olan gam. yâr-ıperî-rû : peri yüzlü sevgili, yâr ü agyâr : dost ve düşman, yârâ ‫( ا را‬f.i.) ‫ ؛‬kuvvet, kudret, takat, güc. yârâ-yi su h an : söz söyleme kudreti, yârâ-yi tab iat: tabiat kuvveti, yârân ‫( ا ر ا ن‬fi. yâr'ın c .): dostlar. Bezm-İ y â r â n : dostlar meclisi, yârân-ı a ş k : aşk dostları, âşıklar, yârân-ı b â-safâ: safalı, keyifli, neşeli dostlar. yârân-ı safâ : safa dostları; zevk ve eglence ile berâber vakit geçiren dostlar, yâr-âne ‫( اراﻧﻪ‬f.zf) : dostça, yâre ‫( ا ر ه‬t.i.): yara, [kelime Türkçe oldugu halde bu kelime ile terkipler yapılmıştır], yâre-i d i l : gönül yarası, yâre ‫( ا ر ه‬f.i.): bilezik, (bkz: berencen, berencin, ebrencen, sivâr). yârek ‫( دارك‬f.i.): dölyatagi. (bkz : meşime). y â r î ^ ^ ( f .i . ) :1. dostluk.2. yardim, yâr-mend ‫( ﻳﺎ ر ﻣ ﻨ ﺪ‬f.b.i.): dost; yardımcı; arkada?, (bkz : muin, nasir, miizâhir). yâr-nâme ‫( ﻳﺎرﻧﺎﻫﻪ‬f.b.i.): güzel İş; iyi adillik, yâr-res ‫( ا ر رس‬f.b.s.): İmdâda yetişen. yâsem ٣ ٠ ^(f.i.) ‫؛‬yâsemin. yâsemen, yâsemin ‫ ﻳﺎ ﺳ ﻤ ﻴ ﻦ‬، ‫( ﻳﺎ ﺳ ﻤ ﻦ‬f.i.): bot. yâsemin, beyaz veya sari renkli bâzan pembe çiçek açan bir ağaç ve bu ağaççığın giizel kokulu çiçeği.

1348

(f.i.).

(bkz:

yâve-derâyî ‫( د ا و ه دراﻳﻰ‬f.b.i.) : saçmasapan konu?ma. yâve-gû ‫( ﻳﺎوه ا‬f.b.s.c.: yâve-gûyân): saçmalayan, saçmasapan konuşan, (bkz : jâj-hâ). yâve-gûyân ‫( ﻳﺎوه ا ﻳ ﺎ ن‬f.b.s. yâve-gû'nun c .): sarmalayanlar, saçmasapan konuşanlar, (bkz: jâj-hâyân). yâve-gûy-âne ‫ ﺳﻤﻮﻳﺎﻧﻪ‬٠‫( ﻳﺎو‬f.zf.): saçmasapan konuşarak. yâve-gûyî ‫( ﻳ ﺎ و ه ﺳﻤﻮﻳﻰ‬f.b.i.) : saçmasapan konuşma. yâver ‫( ا و ر‬f.i.c.: yâverân): yardımcı, İmdatçı. Ser-yâver: yâverlerin başı, başyâver. yâver-i ek rem : müşir 'yâverler [Sultan H a^îd'in sarayındaki-], y â v e ri fa h r i: maa? ve tahsisatı olmadığı halde pâdişâh yâverligi yapan kimse, yâver-i h a rb : büyük yâveri.

yâre-i hicrân : ayrılık yarası,

yâsemûn ‫ﻳ ﺎ ﺳ ﻮ ن‬ yâsemin).

yâve resmi : bulunmu? sahipsiz hayvandan alman vergi.

yâsemen,

bir

kumandan.m

yâverân ‫( اوران‬f.i. yâver'in c .): yâverler. yâverî ‫( ا و ر ى‬f.i.): yâverlik; yardımcılık, imdatçılık. yâve-senc (ZJ ‫ه ل‬ ‫و‬ ‫(ا‬f.b.s.c.: yâve-sencân): yâveden hoşlanan. yâve-sencân ‫( ا وه ﺳﻨﺠﺎن‬f.b.s. yâve-senc'in c.): yâveden hoşlananlar. yâyî i r ‫ﻷي‬- (a.s.): ya'ya, ye harfine mensup, bununla ilgili, [asil: "yâî" olmakla berâber bizde “yâyî" ?ekli kullanılmıştır], yâz-deh ‫( ا زﻟ ﻪ‬f.b.s.) ‫ ؛‬on bir. (bkz : ihdâ-a?er). yâz-dehüm ‫ل‬٠‫( ﻳﺎزده‬f.b.s.): onbirinci. yeâfîr

J\* i

(a.i. ya'fûr'un c.). (bkz : vaâfîr).

yeâkib ‫( ﻳ ﻌ ﺎ ﺗ ﺐ‬a.i. ya'kub'un c .): erkek keklikler.

yegâh-, acemi

y e â l î l ^ ^ (a.i. ya'lûl'ün c.): 1. suyu saf ve berrak akan göller. 2. su üzerinde peydâ olan kabarcıklar. 5. beyaz bulutlar. 4. iki hörgüçlü develer. yeâsîb ‫( ﻳ ﻌ ﺎ ﻣ ﻴ ﺐ‬a.i. ya'sûb'un c.): 1. anbeyleri. 2. başlar, reisler. yebâb ‫( ﻳ ﺒ ﺎ ب‬f.s.): harap, yıkık, virâne, bozuk. Harâb ii yebâb : yıkık dökük. yebân ‫( ﻳ ﺒ ﺎ ن‬f.i.): 1. ıssız, tenha yer. 2. ‫ ؟‬Öİ, sahrâ. (bkz: yâbân). yebânî ‫( ﻳ ﺠ ﺎ ﻧ ﻰ‬f.s.): 1. yabâni, kırlarda biten. 2. iirkek, si-kılgan. 3. görgüsüz, kaba, (bkz: yabânî). yebrûhii's-sanem ‫( ﻳ ﺒ ﺮ و ح ا ﻟ ﺼ ﻔ ﻢ‬a.b.i.): bot. insan kökü denilen *bitki, kankurutan, adamotu. yebs ‫( ﻳ ﺒ ﺲ‬a.i.): yaş şeyin kuruması, ye'cûc ‫( ﻳﺄ ﺟ ﻮ ج‬a.i.): “me'cûc” ile birlikte kullanılır; kısa boylu kavim; ‫ ؟‬inliler. Ye'cûc ve Me'cüc ‫( ﻳﺄ ﺟ ﻮ ج و ﻣﺄ ﺟ ﻮ ج‬a.h.i.): Kur'ân'da adi geçen iki kavim adi. [İslâmî inançlara göre kıyametin kopacağım gösteren belirtiler arasında bu iki kavmin ortaya çıkışı davardır], (bkz : Ye'cûc). yed ‫( ﻳ ﺪ‬a.i.c.: eyâdî, eydi, yüdî) : 1. el. (bkz: dest). 2. kuvvet, kudret, güc. 3. yardim. 4. vâsıta. 5. miilk. yed be-yed, yeden bi-yedin : elden ele, doğrudan doğruya, vâsıtasız. yed-i a d il : huk. münâzaalı şeyin saklanmaSI ve idâresi kendisine verilen kimse, fr. sequestre, consignataire. (bkz: yed-i emin, yed-i mürtekin). yed-i beyzâ (en beyaz el): Hz. Mûsâ'nın Fir'avuna karşı; mûcize olarak ışıklı görünen parlak eli.

yed-i emin : kanûnen güvenilir kimse olarak seçilen kişi. yed-i husûmet: huk. bir mail, mülkü olarak elinde bulunduran kimsenin yedi, [meselâ: bir kimse diğer lcimsenin elinde bulunan bir malin kendisine âit olduğunu İddiâ eder ve müddeâaleyh de o malin kendi mülkü olduğunu dermeyân eylerse bu miiddeâaleyhin yedi, yed-i husûmet olmuş olur]. yed-i miirtehin : huk. (bkz : yed-i adil, yed-i emin).

yed i niyâbet: huk. başkasının malını ona niyâbeten elinde bulunduran kimse, ‫؛‬meselâ: bir kimseye sâhibi tarafından veda olarak bırakılan mal üzerinde 0 kimsenin yedi gibi], yed-i tâir: kanad. yed-i tasarruf: sâhiplik, sâhibolma. yed-i tûlâ. (en uzun el): tam, ‫ ؟‬ok geni? bilgi [bir sâhada]. yed-i vâhid ‫ ؛‬inhisar usûlü, *tekel, yedullah: Allah'ın kudreti, yedii'd-dehr: zamânm uzaması, yedü'r-rîh: rüzgârın kuvveti, yedü't-tâir: kuşun kanadı, yedân ‫( ﻳﺪان‬a.i.c.): eller [iki el], (bkz: yedeyn). yedeyn ‫( ﻳﺪﻳﻦ‬a.i.c.): iki el. Zü'1-yedeyn : iki eli de bir el gibi kullanabilme, iki elli, yefâ' ‫( ﻳﻔﺎع‬a.i.): yüksek yer. yefen ‫( ﻳﻔﻦ‬a.s.): bunak [adam], yeg S j (f.s.). (bkz : yek), yegâh ‫( ﻳ ﻜ ﺎ ه‬f.i.): miiz. Türk müziğinin en eski makamlarından olan bir terkiptir. Yegâhnevâ ile nevâ'da rast makamlarından mürekkeptir, ikinci dizi ile yegâh (re) perdesinde kalır ki, bu ses ayni zamanda makarnin terkibindeki ilk dizinin de güçlüsüdür. Güçlüsii nevâmn durağı olan dügâh (İâ) perdesidir (“nevâ, perdesi tiz durağı olduğu İ‫ ؟‬in gü‫ ؟‬lii sayılamaz). Donanımına nevâ gibi "si” koma bemolü ile "fa” bakıyye diyezi konulur. Yegâh'da rast İ‫ ؟‬in ise “si” bekar ve “do” bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır (“fa” bakıyye diyezi bu dizide de müşterektir). Umûmiyetle inici olarak seyreder. yegâh-ı acemi: müz. Türk müziğinde tahminen ü‫ ؟‬asırlık veyâ daha eski bir miirekkep makam olup buna "acemli yegâh” da denilir (“acemli rast, kürdi'li ‫ ؟‬ârgâh, kürdi'li hicâzkâr” da olduğu gibi). Kantemiroglunun tahmin edilen bir berefşan peşrev ile H. Saadettin Arel'in durak'ı makama misaldir. Beyâtî'ye sultâni yegâh'ın pest beşlisinin ilâvesinden hâsıl olmuştur (bu beşli, yegâh (re) perdesindeki pûselik beşlisidir). Dizisi umûmiyetle inicidir. Beyâtî kısma “si” koma bemolii konulur. Beşli'nin hiçbir ârızası olmadığından nota 1349

yegan

içerisinde geçtiği yerlerde İlâve edecek i?âret yoktur (“si” sesi be?lide yoktur; yalniz yeden sesi olarak balcıyye diyezli "do" kullanılabilir). Bu pûselik be?lisi ile yegâh (re) perdesinde kalan makamın birinci derecede güçlüsü beyâti'nin güçlüsü olan nevâ (re) olmak icâbederse de, bu perde, tiz duraktan ibârettir; asil güçlü dügâh (İâ) perdesidir ki, beyâti'nin durağı oldugu gibi sultâni yegâh'da da güçlüdür (be?li'nin son sesi). Adi geçen yegâh perdesine nakledilmi? pûselik be?lisi, esasen beyâtî makamınm peste dogru devâmını te?kîl etmektedir. Beyâtî inici bir dizi olduğundan, bu sûretle peste dogru uzam? tabîî bulunmakta ve geni? ölçüde ortak seslerden istifâde edilmektedir (beyâtî makamında, yerinde bir pûselik be?lisi oldugu da mâlûmdur). yegân ‫( ﻳﻜﺎن‬f.s. yeg'in c.): birler, tekler, yegâne ‫( ﻳ ﻜ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.s.): 1. biricik, tek. 2. i. kadm adi. yegâne-i a'sâr : Hz. Muhammed. yegânegi ‫( ﻳﻜﺎﻧﻜ ﻰ‬f.i.): teklik, biriciklik. yegâne-gû[y] [‫( ﻳ ﻜ ﺎ ﻧ ﻪ ﻛ ﻠ ﻮ ] ى‬f.b.s.c.: yegânegûyân): Allah'ın birliğine inanan,

sonuna kadar ayni kuvvette güzel bulunan manzûme. yek-âvîz ‫( ﻳ ﻚ آ و ﻳ ﺰ‬f.b.i.): varsak denilen kısa kılın‫ ؟‬. yek-â-yek ‫( ﺑ ﻤ ﺎ ﻳ ﻚ‬f.b.s.): 1. tek tek, birer birer. 2. ansızın, (bkz: nâ-gehân). yek-bâr, yek-bâre ‫ ﻳﻜﺒﺎره‬، ‫( ﻳﻜﺒﺎر‬f.zf.): bir kere, bir defa, bir defoda. yekbâregi ‫( ﺑ ﻤﺒﺎ ر ﺳ ﻤ ﻰ‬f.b.s.) : bir kerelik, bir defalık. yek-berg ‫( ﻳ ﻚ ﺑ ﺮ ﻛ ﻞ‬f.b.s.): 1. tek yaprak, tek yapraklı. 2. i. g. s. tezhipte kullanılan tek kü‫ ؟‬ük yapraktan İbâret bir motif, yek-be-yek ‫( ﻳ ﻚ ﺑ ﻴ ﻚ‬f.zf.): tek tek, birer birer, yek-câ ‫( ﻳﻜ ﺠﺎ‬f.s.): bir yerde, ayni yerde, birlikte. yek-cân ‫( ﻳﻜﺠﺎن‬f.b.i.): can yoldaşı, arkada?, yek-cihet ‫( ﻳ ﻜ ﺠ ﻬ ﺖ‬f.a.b.i.) ‫ ؛‬fikirleri bir olan. (bkz: müttehid, müttefik), yekciheti ‫( ﻳﻜﺠﻬﺘﻰ‬f.a.b.i.): fikirleri bir olma, yek-cins ‫( ﻳﻜﺠﻐ ﺲ‬f.a.b.s.): ayni cinsten. yek-‫ ؟‬end ‫( ﻳ ﻚ ﺟ ﺪ‬f.b.s.): birka‫ ؟‬. yel‫ ؛‬-‫ ؟‬e?m ‫( ﺑ ﻤ ﺠ ﺸ ﻢ‬fb.s.): 1. tek gözlü, sokur. (bkz : ayn-i vâhid). 2. i. Güne?.

yegâne-gûyân ‫( ﻳﻜﺎﻧﻪ ﺳﻤﻮﻳﺎن‬f.b.s.c.): Allâh'ın birliğine inananlar.

yek-‫ ؟‬e?mî ‫( ﺑ ﻤ ﺠ ﺸ ﻤ ﻰ‬f.b.i.): tek gözlülük, sokurlpk.

yegâne-gûyî ‫( ﻳﻜﺎﻧﻪ ﺳ ﻤ ﻮﻳ ﻰ‬f.b.i.): Allah'ın birligine inanma.

yek-dâııe ‫( ﻳﻜﺪاﻧﻪ‬f.b.s.): 1. e?i, benzeri olmayan, tek. 2. i. bir ‫ ؟‬e?it gerdanlık,

yegân yegân ‫( ﻳ ﻜ ﺎ ن ﻳﻜﺎن‬f.zf.): birer birer, ayrı ayrı, tek tek.

yek-dem ‫( ﻳ ﻜ ﺪ م‬f.b.i.): bir dem, bir nefes, ‫ ؟‬ok kısa.

yeg-den ‫( ﻳﻜﺪ ن‬f.t.zf.): birden, birdenbire, (bkz : defaten, bagteten).

yek-deme ‫( ﻳﻜﺪﻣﻪ‬f.b.s.): bir anda geçici, siireksiz.

Yehûd ‫( ﻳ ﻬ ﻮ د‬a.h.i.): Yahudi, Hz. Yâkub'un oglu Yahuda soyundan gelenler, Isrâil oğullan.

yek-dest ‫( ﺑ ﻤ ﺪ ﺳ ﺖ‬f.b.s.): 1. bir elli. 2 ٠bir cins, bir ‫ ؟‬e?itte olan. 3. i. [eskiden) bir ‫ ؟‬e?it rende.

Yehûdâ ‫( ﻳ ﻬ ﻮ د ا‬a.h.i.): Hz. Yâkub'un on iki oglunun en büyüğü. Yehûdî ( ‫( ﻳ ﻬ ﻮ د ﺗ ﻢ‬a.h.i.): Yehuda'ya mensûbolan, Yalrudi. yek ‫( ﻳ ﻚ‬f.s.): 1. bir, tek. (bkz : miinferid). 2. i. birlik, bir olu?. yek-âheng j L i ‫( ﻳ ﻠ ﺚ‬f.b.s. ve zf.): 1. ayni âhenkte, hi‫ ؟‬degi?meden. 2. i. ed. beyitleri arasında mânâca münâsebet bulunan manzûmeler, daha ‫ ؟‬ok gazeller, yek-âvâz ‫( ﻳ ﻠ ﻒ آواز‬f.b.s.): 1. tek sesli, bir sesli; mec. bir ?ekil üzerine. 2. i. ed. ba?ından 1350

yek-diger ‫( ﻳ ﻜ ﺪ ﻳ ﻜ ﺮ‬f.b.s.): birbirini, bir taraf öbür tarafı. yek-dil ‫( ﻳ ﻜ ﺪ ل‬f.b.s.): gönüllü, gönülleri birbirine uygun, bir gönülde olan, yek-difon ‫( ﻳ ﻜ ﺪ ﻻ ن‬f.b.i.): gönülda?lık, yekdillik. yek-dü-âne ‫( ﻳ ﻜ ﺪ ﻻ ﻧ ﻪ‬f.zf.): göniilda?likla, gönülleri birbirine uygun olarak, bir gönülİülükle. yek-dile ‫( ﻳ ﻜ ﺪ ﻟﻪ‬f.b.i.): gönül birliği, (bkz : yekdili).

yek-vütöd

yek-dîlî dile).

(f.b.i.): gönül birligi. (bkz: yele-

yek-dü ‫( ﻳ ﻚ دو‬f.b.s.): bir iki, iki bir [zar oyununda-]. yek-dü-se ‫( ﻳ ﻚ ﺑﻮﺳﻪ‬f.b.s.): bir ilei ü‫ ؟‬. yeke ‫( ﻳﻜﻪ‬f.s.): tek; bir; yalnrz. yek-endâz ‫( ﻳ ﻚ ا ﻧ ﺪ ا ز‬fb.s.): 1. ince temrenli küçük veyâ çatal temrenli bir çeşit ok. 2. i. dere ve rrmak kenarlarrndaki uçurumlar. 3. düz. yek-engüşt ‫( ﻳ ﻚ ا ﻧ ﻜ ﻔ ﺖ‬f.b.i.): tekparmaklr. yek-esbe ‫( ﻳ ﻚ ا ب‬fb.s.): bir atlr, bir atr olan; tek başrna. yeke-tâz ‫( ﻳﻜﻪ ﺗﺎز‬f.b.s.): [düşmana] yalnrz başrna saldrran yigit. (bkz : yekke-tâz). yek-kalem ‫أ‬٠‫( ﻳﻜﻌﻞ‬f.a.zf.): bir lealemde, birden, bir çrrprda. yekke-tâz ‫( ﻳﻜﻪ ﻓﺎز‬f.b.s.): [düşmana] yalnrz başma saldrran yigit. (bkz : yeke-tâz). yek-nesak ‫( ﻳ ﻜ ﻨ ﺲ‬f.b.s.): tek diizen, biteviye, değişmez, fr. monotone. yek-neverd ‫( ﻳ ﻜ ﺒ ﺮ و د‬f.zf.): bir çrrprda; yelenesak. yek-pâ ‫( ﻳ ﻲ‬f.b.s.): tek ayaklr, topal, (bkz: a'rec, leng). yele-pâre ‫( ﻳﻜﺠﺎره‬f.b.s.): tekparça, bir parçadan İbâret, bütün, som. yele-rân ‫( ﻳ ﻜ ﺮ ا ن‬f.b.s.): 1. soyu temiz cins at. 2. sarr ve krrmrzr arasrnda bir nevi at, al at. yek-reh ‫( ﻳﻜﺮه‬f.b.s.): 1. riyâsrz, dogru. 2. zf. bir yol, bir kerre. yek-reng ‫( ﻳ ﻜ ﺮ ﻧ ﻴ ﺮ‬f.b.s.c.: yek-rengân): 1. bir renkte olan. 2. sözünün eri olan. 3. i. meşhur bir çeşit lâle. yek-rengân ‫( ﺑﻤﺮﻧﻜﺎن‬f.b.s. yek-reng'in c.): 1. bir renkte olanlar. 2. sözünün eri olanlar, yek-rengi ‫( ﻛ ﺮ ﻛ ﻰ‬f.b.i.): bir- renkte olma; riyâsrzlrk, doğruluk, sözünün eri olma, yek-rîkâbî ‫( ﻳ ﻜ ﺮ ﻛ ﺎ ﺑ ﻰ‬f.b.i.): 1. yedek çekilen at. 2. bir İşte hazrrlanma, hazrr bulunma, yek-rîşte ‫( ﻳ ﻚ رﺷﺘﻪ‬f.b.s.): 1. uygun, yakrşrk, yaraşrk. (bkz: muvâfrk). 2. şefkatli. yek-rû[y] ‫( „ ﻛ ﺮ و ] ىﺀ‬fb.s.): 1. bir yüzlü, iki yüzİÜ olmayan. 2. güvenilir dost, yek-rûye ‫( ﻳﻜﺮوﻳﻪ‬f.b.s.). (bkz : yek-rû). yek-rûyî ‫( ﻳ ﻜ ﺮ و ﻳ ﻰ‬f.b.i.): bir yüzlülük, riyâsrzlrk.

yek-rûz, yek-rûze ‫ ﻳ ﻜ ﺮ و ز ه‬، ‫( ﻳﻜﺮون‬f.b.s.): bir günlük, geçici. yeksâl, yeksâle ‫أﻟﻪ‬٠‫ﻳ ﻚ‬ Irk, biryaşrnda.

، ‫ ى ل‬٠(f.b.s.): bir

yıl-

yek-sân ‫ ﺑ ﻜ ﺎ ف‬, (f.b.s.): 1. düz. (bkz : miistevi). 2 ٠bir, berâber. (bkz: müsâvî). 5. her zaman, bir düziye. Hâk ile yek-sân : toprakla bir, yıkrk. yek-ser, yek-sere ‫ ﻳﻜﺴﺮه‬، ‫( ﻳ ﻜ ﺮ‬f.zf.): 1. yalnrz baçrna. 2. bir baştan bir başa. 5. ansrzrn. (bkz: nâ-gâh). yek-sûn, yek-sûne ‫ ﻳ ﻜ ﺴ ﻮ ﻧ ﻪ‬، ‫( ﻳ ﻜ ﻴ ﺮ ن‬f.b. s.). (bkz: yek-sân). yek-süvâr ‫( ﺑ ﻤ ﺮ ا ر‬f.b.s.): 1. binicilikte emsalsiz; yigit atlr. 2. tar. bir ok adr ‫"؛‬zergerdân, karabatak, hâki" ve daha bâzı, adlarla anrlanlar- gibi bu da sonradarr kullanrlmaz olmuştur). yek-süvârân ‫( ﻳ ﻜ ﻴ ﺮ ا ر ا ن‬f.b.s. yek-süvâr'rn c.): arkadaşr olmayan atlrlar. yek-siivâre ‫( ﻳ ﻜ ﻴ ﺮ ا ر ه‬f.b.s.c.: yek-süvârân): 1. tek başrna ata binen. 2. mec. arkadaşr olmayan kimse. yek-şâh ‫( ﻳﻜ ﺸﺎه‬f.b.i.): kaplarrn altrn krsmtnrn üzerindeki nokta, [mücellit terimlerindendir). yek-şebe ‫( ﻳﻜﺸﺒﻪ‬f.b.s.): bir gece, bir gecelik, yek-şenbih ‫( ﻳﻜ ﺸﺒ ﻪ‬f.b.i.): "birinci gün" : pazar günü, (bkz: yevm-i ahad). yek-tâ ‫( ﻳ ﻜ ﻌ ﺎ‬f.b.s.): 1. tek, eşsiz, benzersiz. 2. i. erkek adr. yek-tây ‫ ﺑ ﻜ ﺘ ﺎ ى‬. (f.b.i.): [eskiden] miiz. telli sazlardanbiri. [Câmiü'1-elhân'dalcitârîfi :dört köşe kâseli ve deri gerili bir saz. üzerine at krlr bagl'anrr ve ‫ ؟‬alrnrr). yek-tâz ‫( ﻳﻜﺘﺎز‬fs.). (bkz : yeke-tâz). yek-ten ‫( ﻳﻜﺘﻦ‬f.b.s.): 1. ansrzrn, ânîden, birdenbire. 2. zf. durup dururken, hiç yolctan. yek-tene ‫( ﻳﻜﺘﺌﻪ‬f.zf.): yalnrz başrna, tenha, yek-terbiye ‫( „ﻟﻰ ﺗ ﺮﺑ ﻴ ﻪ‬f.a.b.s.): aynr terbiyeye sâ.hip olan. yekûn ‫( ﻳ ﻜ ﻮ ن‬a.i.): *toplam, fr. total; top. Cem'an yekûn: bir kalem, toptan olarak, yekûn-i umûmî: *toplamlar *toplamr, *ge.nel *toplam. yek-vücûd ‫( ﻳ ﻚ و ﺟ ﻮ د‬fa.b.s.): hep birden, tek bir insan gibi. 1351

yek-zebân y ek -ze b ân

(f.b .s.) : 1. bir dilli. 2 . ağız

‫ﻳﻚ ز^ن‬

yek -ze b â n î ‫ز ﺑ ﺎ ﻧ ﻰ‬

‫ﻳ ﻚ‬

(f.b .i.): 1. bir dillilile.

2. ağız birligi etme. 3. ayni dille konuşma, yel ‫ز‬

(f.i.c .: y e lâ n ): pehlivan, şam piyon,

ye lâ n ‫ﻵ ت‬ yonlar. y e ld â ‫^ا‬

(f.i. yel'in c.) : pehlivanlar, şam pi-

y e m în -i is t i h z â r : fık . terekeden bir hak dâvâ ve ispat eden kim seye hâkim (*yargıç) tarafından ettirilen yem in, y e m în -i l a g v : huk. zanna mebni, v â k i olana m ııh âlif yapılan yem in,

(f.s .): 1. uzun. Ş e b -i y eld â : y ılın en

uzun gecesi [23-24 A ralık ]. 2. i. kad m adi. yele ı

y e m în -i g a y r -i m u v a k k a t : hu k. zam an ve müddetle sınırlı o lm ayarak edilen yem in,

birligi eden. 5. ayni dille konuşan,

y e m în -î m u t la k : huk. (bkz : yem in -i gayr-i m uvakkat).

‫( دد‬f.i.): 1. otlaga salın m ış h ayvan sürü-

y e m în -i m u v a k k a t : hu k. bir vak it ile m u-

sü. 2. kuvvetli, saldırıcı. Ş lr -i y e l e : kuvvet-

kayyet veyâ tevkit İfâde eden bir lâfza m u-

li, saldırıcı arslan. 3. koşucu, koşan. E sb -İ

karin olan yem in.

yele :k o ş u c u at.

y e m în -i m ü r s e l: hu k. bir vakit ile m ukayyet

y em f i (a.i.). (bkz : yem m ).

olm ayan yem in, [meselâ ‫ “ ؛‬filân İÇİ yapa-

ye m â m e ‫ ه‬٠‫( ﻳﻤﺎ‬a .i.): ehli güvercin. Y e m â n î, Y e m â n iy y e

‫ ﻳﻤﺎ ﻧﻴﻪ‬، ‫ﻳﻤﺎﻧﻰ‬

rım ” diye yem in etm ek gibi],

(a .s.): Yem en

ülkesine âit, onunla ilgili. A k îk -i Y e m â n î : degerli bir taş. D û d -1 y e m â n î : hek. vücutta m eydana gelen Yemen'e m ahsus çok ince bir kurt. H a c e r-i y e m â n î : bir çeşit değerli akik. H ıtta -ı Y e m â n î: Yem en ülkesi. Ş ı'rây i Y e m â n î : giin ey kutbunda görünen bir küm e yıldız. Y e m en -

(a.s.) 1 ‫؛‬. Yemen'e mensup. Yem en

ile ilgili. 2 . i. yem eni. Yem en İŞİ başörtüsü, y e m in -

(a.s.c. : e y m â n ): 1. sag, sag taraf;

sag el. K e d d -İ y e m in : el emegi; el em egi ile kazanılan.

y e m în -fi'1-is b â t: hulc. bir şey yapm ak İçin y e m in - fi'n - n e fy : hulc. bir şeyi yapm am ak İçin vâk i olan yem in.

yem m r

‫( ؛‬a .i.c.: y ü m û m ): deniz, (bkz : bahr,

deı-yâ, um m ân). y e m m -i b î-k e n â r e : engin deniz, y e n â b î ' . ^ b i (a.i. yenbû'ıın c . ) : kaynaklar, pınarlar; ‫ ؟‬eçmeler. (bkz : menâbi').

hulc.

lâzımgelir. K e m â y e n b a g i: gerektiği yolda, yen bû '

‫ﻳﻨﺒ ﻮ ع‬

(a.i.c. : yenâbi') : kaynak, pınar;

yerâ' ‫و ا ع‬

(a.i. yerâa'nın c.) : 1. kam ışlar; yon-

tulm am iç kam ış kalemler. 2. ateşbbcekleri. yalan

yere

edilen

yem in. y e m în -î fe v r : hulc. bir kelâm a cevap olm ak gibi bir sebebe binâ olunan yem in, [meselâ : sokağa çık m ak üzeı'e bulunan bir kim seye hitâben "eger sokaga çıkarsan..." diye yapılan yem in gibi ki yaln ız 0 defâki sokaga çıkm aya m ünhasır olur]. y e m în -î g a m ız ("ga" uzun o k u n u r): yalan yere edilen yem in. y e m în -î gam û s : huk. yalan yere âmden edi-

1352

Sebebe yem in : iddia edilen sebebin dogru

çeşme.

vuku' bulan yem in.

len yem in.

len yem in. H âsıla yem in : huk. iddia edilen m ik tarın dogru o lm adıgm a edilen yem in.

lâzım geldigi gibi.

m in. (bkz : kasem bi'llâlı).

fâcire:

sem). A dem -İ ilm e y e m in : huk. bir konu hakkın da bilgisi bu lu nm ad ığı yolunda edi-

ye n b ‫ ؟‬g i ‫( د س‬a.s.) : şâyân, m ünâsip; îcâb eder,

y e m în -b ü lâ h : A llah 'ın kutsal adına olan ye-

y e m în -î

y e m in ii y e sâ r : sag ve sol. 2. and. (bkz : ka-

olm adığı konusunda edilen yem in,

(a.h .i.): A ra p Yarım adasının bati-

gü n ey tarafım teşkîl eden bölge, yem en i ‫ص‬

y e m în -i m ü te m m im : tam am layıcı yem in,

y e râ a

‫ﻳ ﺮا ﻋ ﻪ‬

(a .i.c .: y e r a ') : 1. kam ış; yontulm a-

m ış kam ış kalem. 2. ateşböcegi. y e râ a -cü n b â n

‫ﻳﺮاﻋﻪ ﺟﻨﺒﺎت‬

(a.k b .s.): “ lcalem oy-

natan” : yazı yazan, (bkz : yerâa-zen). y e râa-zen ‫زن‬

‫ﻳ ﺮا ﻋ ﻪ‬

(a.f.b.s.): "kalem v u ra n ” :

yazı yazan, (bkz : yerâa-cünbân). yerâb î' ‫( ر ا ى‬a.i. yerbû'un c.) : tarla fâreleri. yerbU'

‫ ع‬٠‫( ﻳﺮﺑﻮ‬a .i.c .: y e r â b î'): tarla

fâreleri.

yerek an ‫"( ﻳﺮىن‬k a" uzun okunur, a.i.) : 1. hele, sarilik hastalığı. 2. bot. ekinlere vu ran sam hastalığı.

yevmü'1-Bedr yerham iikallâh ‫( ﻳ ﺮ ﺣ ﻤ ﻚ اﻟﻠﻪ‬a.cü.): Allah sana merhamet etsin!‫ ؟ ؛‬ok yaşa, [aksıranlara karşı kullanılır]. yerhûm ‫ ر ص‬. (a.i.): erkek kartal, yerlig ‫ﻳ ﺮ ﻟ ﻎ‬ fermân).

(f.i.): yarlığ,

buyruk,

(b k z :

inci, mec. Hz. Muhammed. 2. babası veyâ anası-babası ölmüş [‫ ؟‬ocuk], yetim ü't-tarafeyn: anadan babadan yetim kalmış [‫ ؟‬ocuk]. yetîm -âne ‫( ﻳﺘﻌﻤﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): yetimlere yakışacak yolda‫ ؛‬kimsesizlikle,

ye's ‫( ﻳﺄس‬a.i.c.: y ü û s): ümitsizlik, elem, keder. (blcz: kunût, nevmidi).

yetim e ‫( ﻳﺘﻴ ﻤ ﻪ‬a.s.): 1. yetim kız. 2. eşsiz.

yesâg ‫( ﻳ ﺴﺎ غ‬f.i.): 1. yasak. 2. kanun, nizam,

yetim -hâne ‫( ﻳ ﻢ ^ ذ ه‬a.f.b.i.) yetim ‫ ؟‬ocukların bakıldığı ev. (bkz: dârü'l-eytâm).

yesâr ‫( د ا ر‬a.i.): 1. varlık, zenginlik. 2. sol, sol taraf. Dest-İ yesâr : sol el. Yem in ü y e s â r : sağ ve sol. yesârî hatlar : mat. aykırı doğrular, yesârî m ü n h a n i: mat. *uzay *egrisi. yesâret ‫( د ا و ت‬a.i.): 1. kolaylık. 2. zenginlik, yesârî ‫( د ا ر ى‬a.i.): 1. geo. bir müstevi (*düzlem) İçinde bulunmayan şekil. 2. erkek adi. 5. sola, sol tarafa âit, sol ile ilgili, ye's-âver ‫( ﻳ ﺄ س آور‬a.f.b.s.): ümitsizlik getiren, keder veren. ye's-efzâ ‫( ا س ا ﻓ ﺰ ا‬a.f.b.s.): ümitsizliği, elemi, kederi artıran. yeser ‫( د ر‬a.i.): 1. kolaylık, (bkz : yüsr). 2. ip, yün gibi şeyleri bükme. 3. birinin sağ tarahndan gelme. 4. okla kumar oynama,

ri

yetim etü'd-dehr: emsalsiz inci,

yeûs ‫( ﻳ ﯯ س‬a.i. ye's'den): ümitsiz, ümidi kesilmiş. (bk z: me'yûs). yevâkit ‫( ﻳ ﻮ ا ﻗ ﺖ‬a.i. yâkut'ıın c .) : yâkııtlar. Diirer ü yevâkit: inciler ve yakutlar, yevm ‫( ﻳ ﻮ م‬a.i.c.: eyyâm ): gün. (bkz : rûz). Fiy e v m in â : günümüzde. Kiille yevm in : her gün. yevm -i ahad: şenbih).

pazar

günü,

(bkz:

yek-

yevm -i âm m e: astr. ortalama güneşin alt meridyenden geçtiği ani zaman başlangıcı alan ortalama güneş zamanı, sivil zaman, fr. temps civil. yevm -i fic â r : Hz. Muhammed'in gençliğinde katıldığı bir savaş.

yesir (a.s. yiisr'den): 1. kolay, (bkz : âsân). 2. az şey. 3. kumarbaz, (blcz : yesûr).

yevm -i kam eri: astr. Ay'ın meridyene ilk defâ gelmesi arasındaki zaman,

Yesrib ‫( ؤ ب‬a.h.i.): Medîne-İ Münevvere'nin Müslümanlıktan evvelki adi.

yevm -i kebis : astr. artık gün.

Yesribi ‫ا‬٠‫( ؤﺑﺞ‬a.h.i.): 1. Medine şehrine âit, bununla ilgili. 2. Medineli.

yevm -i nücûmî: astr. bir yıldızın, meridyene ilk defâ gelmesi arasındaki zaman,

yesûîj yesûiyye ‫ د و ي‬، ‫( و س‬a.s.): Hz. İsa'ya âit, onunla *ilgili, Hıristiyanlığa âit.

yevm -i şem s: astr. Güneş'in meridyene ilk defâ gelmesi arasındaki zaman,

yesûr ‫( ﻳﺴﻮر‬a.s.): kumarbaz, (bkz : yesîr 3).

yevm -i şekk: ramazan ayının ispat edilemeyen günü.

yeşb ‫( ﻳ ﺸ ﺐ‬a.i.): yağmur taşı da denilen bir yeŞİİ taş. yeşb-i ahdar : yeşil yeşb. yeşb-i ahmer : kırmızı yeşb. yeşb-i a s fe r: sari yeşb. yeşb-i h a tti: çizgilerle nakışlı olan yeşb. yeşb-i M ıs r î: esmer yeşb. y e ş k d U j (f.i.): köpek dişi denilen sivri diş. yeşm ‫ا‬٠‫( ﻳﺶ‬f.i.). (bkz : yeşb). yetâm â ‫( ﻻاﻫﻰ‬a.s. yetim'in c .) : yetimler, (bkz : eytâm). yetim ‫( ﻳ ﺘ ﺴ ﻢ‬a.s.c.: eytâm, yetâm â): 1. yalnız, tek, eşsiz, bir tek. D ü rr-i yetim : büyük tek

yevm -i kevkebi: astr. yıldız günü,

yevmü'1-cem; yevm ü'1-cevâb‫؛‬ yevm ü'1cezâ; yevmü'd-dîn, yevm ü'1-ahd; yevm ü'1fasl; yevmü'1-fezâ'il-ekber; yevm ü'l-haşr; yevmü'1-hisâb; yevm ü'l-ivâz; yevm ü'1karâr; yevmü'l-karia: yevm ü'1-kıyâm ; yevmü'1-kıyâme; yevm ü'l-m ev'ûd; yevmü'l-mîâd; yevm ü'1-m isâk; yevm ü'1m îzân; yevmü'l-va'd; yevm ü'1-vâkıa; yevm ü's-suâl: kıyâmet günü, [bu terkiplerden bir ‫ ؟‬oğu Fars kaidesiyle "yevm -i kıyâm; yevm -i mîsâk'' şeklinde de kullanılır]. yevm ü'1-Bedr:

Bedir savaşının yapıldığı

gün. 1353

yevmü'1 cum'o

yevmü'1 cum'a: cuma günü, (bkz : âdîne). yevmü'l-erbaa (dördüncü gün): çarşamba günü, (bkz: cehâr-şenb‫؛‬h, çâr-şen-bih).

Nûşrevân'ın torunu. [Farsça'sı: Yezd-giird dür].

yevmü'1-feth : Mekke'nin fethedildiği gün.

yezek ‫( د ﻧ ﻚ‬f.i.): 1. ask. Öncü. 2. bekçi, (bkz : pâs-bân). 3. casus.

yevmü'1-hamîs (beşinci gün): perşembe günü, (bkz: penc-şenbih).

Yezid ‫( وﻧﺪد‬a.h.i.): Emevi Devleti'nin kurucusu Muaviye'nin oglu.

yevmü'l-hiyac: heyecan günü,

Yezîdî ‫( ﻳ ﺰ ﻳ ﺪ ى‬a.s.i.): Musul ve Lübnan taraflarında yaşayan bir kısım halkın “şeytana tapma” sözüyle hulâsa edilebilecek akidesi ve bu akideden olan kimse.

yevmü'l-isneyn (ikinci gün): pazartesi günü, (bkz: dü-şenbih). yevmUn-cedld rızkun-cedid: kazandığını 0 gün yeme, günü gününe yaşama, yevmü'n-nahr: zilhiccenin onuncu günü, kurban bayramı. yevmü'n-nehrhacılarınMina'danMekke'ye döndükleri gün. yevmü's-sebt: cumartesi günü, (bkz: şenbih). yevmü's-selâse (üçüncü gün): salı günü, (bkz: se-şenbih). yevme'l-feth ‫( ﻳ ﻮ م ا ﻟ ﻔ ﺘ ﺢ‬a.it.): 1. Mekke'nin zaptedildigi gün. 2. Kıyamet günü, (bkz : yevm‫' ؛‬d-dîn). yevmen ‫( ﻳﻮﻣﺎ‬a.zf.): ۴ uayy‫ ؟‬n bir günde, yevmen fe yevmen ‫( ﻳﻮﻫﺎ ﻓ ﻴ ﻮ ﻣﺎ‬a.zf.): günden giine, gittikçe. yevmen mine'1-eyyâm ‫( ﻳ ﻮ ﻣ ﺎ ﻣﻦ ا ﻻ ﻳ ﺎ م‬a. zf.): günlerden bir gün. yevmi, yevmiyye ‫ ﻟ ﻠ ﺐ‬٠ ، ‫( ر ص‬a.s.): günlük, gündelik, her gün. Emri yevm i: günlük emri. Cerâid-İ yevmiyye: günlük gazeteler. yevmiyye ‫( ﻳﻮﻣﻴﻪ‬a.i.): 1. bir günlük İş İçin verilen ücret. 2. günlük hâdiseleri günü gününe kaydetmeye yarayan defter, yevm i^e-i dekâlcin: esnaftan alınan bir nevi kazanç vergisi, [günlük esâsına göre alındığı İçin bu ad verilmiştir]. yez ‫( ﻳ ﺰ‬f.i.): bağ, bahçe tarla ve çayır etrâfına çekilen dikenli çalı, çit. Yezdân ‫( ﻳ ﺰ د ا ن‬f.h.i.): 1. [Zerdiiştlerde] hayır ilâhı. 2. Allah, (bkz : izid). Yezdâni ‫( ﻳ ﺰ دا ﻧ ﻰ‬a.s.): Allah'a âit, Allah'la ilgili. (bkz: Hüdâî, İlâhî). İnâyet-i yezdâni: Allah'ın İûtfu ile. Yezd-cfird ‫( ﻳ ﺰ د ﺟ ﺮ د‬a.h.i.): eski Fars hükiimdarlarından Behrâm Gûr'un babası. 1354

y û c e ^ ( f . i . ) :damla.(bkz :katre). yûg ‫( ﻳﻮغ‬fi.): boyunduruk. yûh,yûha ‫ ﻳﻮﺣﺎ‬، ‫( ﻳﻮح‬a.i.): Güneş, (bkz : Aftab, Mihr, Neyyir, Horşîd, Şems). Yûnus ‫( ﻳ ﻮ ﻧ ﺲ‬a.h.i.): 1. uzun müddet bir balıgın (Hût'un) karnında kaldığı rivâyet edilen meşhur peygamberlerden birinin adi. 2. astr. semânın kuzey yarımküresinde Feres-i ekber (Pegasus) ve Kartal (El-ukab) burçları arasında bulunan küçük bir burç, lât.: Delphinus. 3. erkek adi. Yûsuf ‫( و ﻧ ﺪ‬a.h.i.) :1. isrâiloğullarından Hz. Ya'kııb'un oglu olup kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştır. [Mısır'da köle diye satılan, sahibinin karısı Zeliha'nın sevgisine karşılık göstermediği İçin zindana atılan, M ١sır hükümdarının rü'yâsını yormakla zindandan çıkıp Mısır'ın idâresini ele alan meşhur peygamber. Güzelliğin sembolüdür. Yusuf ve Zellha hikâyesi, Kur'an'da da anlatıldığı gibi, şark müelliflerinin mühim mevzularından biri olmuştur. Hüsn-i Yusu f: bot. penbe ve al renkte, güzel ve küçük bir çiçek. 2. erkek adi. Yûsuf-1 güm-geşte : kaybolmuş olan Yusuf (peygamber). YusufHas Hâcib ‫( ﻳ ﻮ ﺳ ﻒ ﺧﺎص ﺣ ﺎ ﺟ ﺐ‬a. h.i.): XI. asırda yaşamış olan bu şâir, Hâkaniye lehçesinde yazdığı Kutadgu-Bilig (bahtlı olmak bilgisi) adil meşhur eserin sâhibidir. Bu eserini 1069 yılında Balasagun'da yazmaya başlamış ve 1070 de Kâşgâr'da bitirmiştir. Kitabi bitirince Karahanlılarm hiikümdarı Bugra Han'a takdim etmiş 0 da kitabi çok beğendiği İçin Yusuf'u başmabeyincilige alarak "has hâcip” ünvânını vermiştir. Eser manzumdur ve 6645 beyittir; millet ve devlet işlerini iyi İdâre etmekten bahseder.

yüûs yû su fî ‫( ﻳ ﻮ ﺳ ﻐ ﻰ‬a.i.): tar. altı dar, üstü geni? ve dilimli bir çeşit ba?lık. yû z ‫( دوو‬f.i.): zool. pars, yüze ‫ ( ﻳ ﻮ ز ه‬f i . ) : 1. dilenci. 2. zağar. 3. ağaç özdegi. yübûset ‫( ﻳ ﺒ ﻮ ت‬a.i.): 1. kuruluk. 2. i. zir. kuraklık. yübûset-i hevâ : havanm kuruluğu, yiidi ‫ د ى‬. (a.i. yed'in c .) : eller, (b k z: eyâdî, eydl). yüm k in ‫( ﻳ ﻤﻜ ﻦ‬a.s.): mümkün olur, olabilir, yiim n ‫( ﻳﻤﻦ‬a.i.): uğur, mut, bereket. yü m n -i n a 't : na'tın uğuru, bereketi, yüm nâ ‫ ﺗﻰ‬٠‫( ي‬a.s.): sağ taraf, [eymen'in müennesi]. D îde-i yüm n â : anat. sağ göz. yüm nî, yiim niyye ‫ ﻳﻤﻨﻴﻪ‬، ‫( ﺑ ﻤ ﻨ ﻰ‬a.s.): 1. uğura âit, uğurla ilgili. 2. uğurlu. 3. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi. yüm ûm ‫( ﻳﻤﻮم‬a.i. yemm'in c .) : denizler, (bkz : ebhâr, ebhür). y ü rü k semâî ‫( ﻳﻮروك ﻣﻤﺎﻋﻰ‬t.a.b.i.): müz. Türk müziğindeki ?ekillerden biri. Söz eserlerine mahsus kılâsik forme'larm büyüklerindendir. Fasılda saz semâisinden evvel okunan son güfteli parça olup, büyük söz eserlerinin en hareketlisi olmak lâzım gelir. Bu ?ekilde yürük semâî, iki kısma aynlabilir : yürük semâî (6/4) ve yürükyürük

semâî (6/8), yânî daha hareketlisi. Dar mânâda “yürük semainin 6/4 ile ölçülmü? yürük semâî” mânâsına geleceği, bu taksimden anla?ılabilir. 6/4 ile ağır semâî de ölçülebilir‫ ؛‬bu cihet az çok bestekârın keyfine kalmakla berâber, ağır semâî olarak yapılan eserin yürülc semâiye nisbetle daha ciddi ve ağır, musanna' ve heceleri üzerinde fazla durulmu? olması matluptur. Yürük semâilerde de Vals edâsı yoktur. Eser 2 hâneli olursa isminin ba?ına "nakıs'' lâfzı getirilir. Çekil itibâriyle bütün semâiler gibidir ve ancak karakter farkıyla diğerlerinin tefriki kabildir. Bir yürük semâî yalnız yürük semâî usulü ile ölçülebilir ve esâsen bundan dolayı 0 ismi ta?ır. y ü rü k y ü rü k semâî ‫ﻳ ﻮ ر و ك ﻳ ﻮ ر و ك ﺳ ﻤ ﺎ ﻋ ﻰ‬ (t.a.b.i.): müz. yürük semâinin 6/8 ile Öİçülmü? daha hareketli ?ekli, yiisr ‫ ر‬٠‫(س‬a.i.): 1. kolaylık, rahat, (bkz : suhûlet, yüsret, yüsür). 2. zenginlik, yüsrâ ‫( د ر ى‬a.s.): sol taraf, [eyser'in müennesi]. yüsret ‫ ر ت‬٠‫( ي‬a.i.): kolaylık, rahat, (bkz: suhûlet, yüsr, yüsür). yü sü r (a.i.): 1 . kolaylık, (bkz: sühûlet, yiisr, yüsret). 2. zenginlik, yüûs ‫( غ—وس‬a.i. ye's'in c .) : ümitsizlikler‫ ؛‬elemler, kederler.

1355

Zz

zâ ‫( ز‬o.ha.) "ze” harfinin adi. zâ-i mu'ceme: “rı” harfinden ayırd etmek İçin “ze" harfine verilen bir ad. ["râ-yi mu'ceme'' de denir). -zâ ‫ ذا‬- (a.s.): “bu, şu” mânâlarına gelerek bâzı *birleşik kelimeler meydana getirir: Ba'dezâ : bundan sonra. Hâ-lce-zâ : İşte bunun gibi v.b. zâ ‫( ذا‬a.zm.): "sâhip, mâlik" mânâlarına gelerek, Osmanlıcada : zi, zû, şekilleriyle kullanılır; müen.: “zât" dır. (bkz : zât), zâ'

‫ظﺎ ء‬

(a.ha.): ZI harfinin bir adi.

zâ-i mu'ceme: “ti” harfinden ayırdetmek İçin -noktalı olduğundan dolayı- bu ad verilmiştir. -zâ[y) [‫ زا)ى‬- (f.s.): “doğuran" mânâsına gelerek *birleşik kelimeler yapar. Nâdirez â : nâdir, bulunmaz şey meydana getiren. Suhan-zâ : söz doğuran, söz icâdeden. zaâfir ‫( زﻋﺎﻓﺮ‬a.i.). (bkz : zeâfir). zaar ‫( ﻧ ﺮ‬a.i.): şiddetli korku,

tantikler, köy muhtarları, ihtiyar meclisi âzâları, orman bekçileri, zâbıta-i ahlâkıyye: ahlâk zâbıtası. zâbıta-1 belediye : belediye zâbıtası. zâbih ‫( ﻧﺎﺑﺢ‬a.s. zebh'den): kesen, boğazlayan [eti yenilen hayvanlan-), zâbit ‫( ﺿ ﺎ ﺑ ﻂ‬a.i. zabt'dan : c .: zâbitan): 1. *subay. 2. mec. tuttuğunu koparan, dediğini yaptıran. zâbitânö^^(a.i.zâbit'inc.) :*subaylar, zâbitân-ı aklâm: resmî dâirelerde kalem başlan. zabt ‫ د ط‬٠ (a.i.): 1. sıkı tutma. 2. idâresi altına alma, kendine mal etme. 3. silâh kuvveti ile bir yeri alma. 4. anlama, kavrama. 5. kaydetme, *özetini yazma, zabt ü rabt: düzen, disiplin, (bkz: âsâyiş). zabtiyye ‫ ﻃ ﻪ‬٠ (a.i.): 1. zaptiyye; Tanzimat'tan sonra memleket İÇİ güven ve emniyet İşleriyle vazifeli dâireye verilen ad. 2. polis, Jandarma.

zaâzi' ‫( ز ﻋﺎ ز ع‬a.i. za'zaa'nm c.): sarsmalar, irgalamalar.

zabtiyye nâzırı: emniyet umum (*genel) müdürü.

zab'‫( ﺿ ﻊ‬a.i.): zool. Sirtl.an.

zabtiyye nezâreti : emniyet umum (*genel) müdürlüğü; emniyet müdürlüğü,

zabâb ‫( ﺿ ﺑ ﺎ ب‬a.i.) : pus, sis, rutubetli duman, zabb ‫( ﺿ ﺐ‬a.i.c.: zıbâb, zubbân): kertenkele, keler.

zâbıta ‫( ﺿﺎﺑﻄﻪ‬a.i.c.: zavâbıt): 1. şehir güvenligini sağlamakla vazifeli bulunan İdâre, polis. 2.kural> bağ. zâbıta-i adliyye: huk. nâhiye müdürleri, polis me'murları, miiddeiumûmiler, miis1356

zabt-nâme ‫( ﺿﺑ طﻧﺎﻣﻪ‬a.f.b.i.): *tutanak, zabu’ i .‫(ض‬a.i.c.: zıbâ'): zool. sırtlan, (bkz : dabu'). zaby ‫( ض‬a.i.): geyik, karaca, gazal gibi hayvanlar. zâc ‫( زاج‬a.i.): kim. demir sülfat, zâc-ı İcıbrıs : kim. göztaşı.

zagain

zâcir ‫ز ا ﺟ ﺮ‬

(a.s. z e c r 'd e n ) : a lı k o y a n , ö n le y e n ,

zâcire ‫( ز اﺟﺮه‬a.s.

z e c r 'd e n . c . : z e v â c i r ) : [ " z â c i r "

i n m ü e n n e s i]. ( b k z : z â c ir). ( a . i . c . : e z v â d , e z v id e , z e v â d ) : azılc, y i -

y in ti.

zâd-ı s e f e r

zâd ü yarâg

: y i y e c e k v e s ilâ h ,

zâdallâh :

m ak sad a

u la ? m a ,

b a?arm a.

A l l a h a r t ır s ın !

( f.s .) : "d o g m a , d o ğ m u ?” m â n â sın a

anadan doğup bü yü m e.

m e le k t e n d o ğ m a .

Perî-zâd :

MâderMelek-zâd:

Nev-zâd : y e n i d o ğ m u ? . mec. ç o k g ü z e l,

p e r id e n d o ğ m u ? ‫؛‬

zâd-ı d il : müz.

2. d ü ?m an ı

Tâk-1 zafer

: a n ıt o la -

r a k y a p ı l a n v e y â ? e n lik le r d e y e r yel. c a d d e -

g e le r e k * b i r le ? ik k e lim e le r y a p a r .

zâd :

T ü r k m ü z i ğ i n i n e n a z ik i

3. müz.

T ü r k m iiz ig in -

d e k ü ç ü k b i r m a k a m o lu p R a u f Y e k t a B e y ta r a fın d a n T a r h a n 'm

d iiz e n le n m i? v e "T e k b ir "

in in

sâ d ece A .

k u lla n ilm i? tir . 5 z a m a n lı v e 4 v u ru ? lu d u r . 5 z a m a n lı o la r a k 3 v u r u ? lu

T ü r k a k s a ğ ı-

n m t e r s id ir . V u r u ? l a n ? ö y l e d i r : d ü m [n im k a v i], te k [k a v i v e 2 z a m a n lı], d ü m

z a m â m m ı z a k a i m i ? n iim û n e s i y o lc tu r.

k a v i ] , t e k [z a y ı f ] .

zâde‫ ( زاده‬a . f i . ) : " ç o k o l s u n , a r t s m ! ''m â n â s ı n d a i y i b i r d ile lc s ö z ü ,

zâde ‫زاده‬

(f.i.c .:

fa z i l e t l e r i a r t s m ! z â d e g â n ):

1 . e v lâ t,

o ğ u l.

2 . i n s â n i y e t li , d o ğ r u a d a m . 3 . s. " d o ğ m u ? , m e y d a n a g e lm i? ” m â n â la r ıy la *b ir le ? ik k e -

Harâm-zâde : p i ç . Merdümzâde : in s a n o ğ l u . Perî-zâde : p e r i d e n d o ğ -

l im e le r y a p a r .

m u ?.

za'ferân-1 kâzib : bot. p a p a ğ a n y e m i . za'ferân-1 Yemen: bot. Y e m e n s a f r a m . za'feranü'1-hadîd : d e m i r p a s ı, za'ferânî ‫ ( زﻋﻔﺮاﻧﻰ‬a . s . ) : s a f r a n g ib i, s a f r a n

ren -

g i n d e o la n .

zafer-nâme ‫ﻇ ﻐ ﺮﻧﺎ ﻣ ﻪ‬

( a .f .b . i .) : 1 . z a f e r ü z e r i n e

k a s id e . 2 . b i r z a f e r i a n l a t a n

y a z ı,

e s e r. 3 . Z i y â P a ? a 'n ı n m e ? h u r h i c v i y e s i ,

k a le m , s ö z .

zâde-i hâtır, zâde-i tab', zâde-i tabiat:

?iir,

b i r i n s a n i n t a b i a t ı n d a n m e y d a n a g e le n e s e -

zafer-yâb ‫ﻇ ﻐ ﺮ ﻳ ﺎ ب‬

( a .f .b . s .) : 1 . z a f e r b u la n , b a -

? a r ı g ö s t e r e n , a r a d ı ğ ı ? e y e e r i? e n . 2 . ü s t ü n g e le n .

ri.

zâdegân ‫( زادﺳﻤﺎف‬f.i.

z â d e 'n in c . ) : s o y l u l a r s i n i -

fi, m e ? h u r v e m u a y y e n â ile le r t o p l u l u ğ u ,

fr.

aristocrates. zâdegî ‫زاد ﺳﻤ ﻰ‬

( f . i . ) : z â d e lik , a s illik , s o y t e m i z -

zâden ‫زاﻟﺖ‬

(f.m .) : d o ğ m a k , d o ğ u rm a k ,

( a . i . ) : h e m e n , d e r h a l ö ld ü r m e ,

za'f ‫ﺿ ﻌ ﻒ‬

( a . i . ) : 1. z a y ı f l ı k , k u v v e t s i z l i k , a r ı k -

ilk . 2 . m e y i l , g ö n ü l a k ı? ı, b i r ? e y e k a ı'? ı d u y u l a n a ? ır ı *is te k ,

za'f-ı basar :

za'fî ‫ﺿﻌﻔﻰ‬

( a . s . ) : z a 'fa , k u v v e t s i z l i ğ e , d e r m a n -

s ı z lı ğ a â it , b u n u n l a i l g ili,

zafir ‫ ( ﺿﻔﻴﺮ‬a . i . ) : hek. s i n i r d e m e t i, fr. plexus, zafir ‫( ﻓ ﻠ ﻐ ﻴ ﺮ‬a .s. z a f e r 'd e n ) : z a f e r b u la n , z a fe r e e r i? e n .

lig i.

za'f ‫زﻋﻒ‬

za'ferân ‫ ( زﻋﻔﺮان‬a . i . c . : z e â f i r ) : s a f r a n . za'ferân-1 âhen : d e m i r p a s ı , ( b k z : z a 'f e r â n - 1

y a z ıla n

zâde-i dehn :

[ n im

h a d id .)

ö m rü a rtsm !

zâdet faziletühu :

H.

b e s t e le n m e s in d e

b u ç u k a s ı r lı k b i r m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p

zâde ömrühıı:

CI-

lı z l ı g ı .

le r e k u r u l a n lcem er. -

g i i ‫ ؟‬le ? t ir e c e k k a d a i-

i b â r e n i n k a r ı ? ı k o lm a s ı) if a d e ( a n l a t ı m )

y e n m e ) ü s t ü n g e lm e .

(a .fi. z i y â d e t 'd e n ) : ç o ğ a ls ı n , a r t s m .

-zâd ‫زاد‬

l a n b i r a n l a t m a ? e k li.

za'f-ı te'lîf : ed. a n l a m a y ı

zafâir ‫( ﺿﻔﺎﺋﺮ‬a.i. z a f i r e 'n i n c.) : ö r ü l m ü ? s a ç la r , zafâyir ‫( ﺿﻐﺎﻳﺮ‬a.i. z a f i r e 'n i n c.). ( b k z : z a fâ ir ) . zafer ‫ ( ﻇ ﻐ ﺮ‬a . i . ) : 1. b i r ‫ ؛‬o k e m e k n e t ic e s in d e

‫ ؛‬y o llu k ,

zâd ü zevâd : y i y e c e k , İçecek t e d a r ik i, zâd ‫زاد‬

m â n â c a g ü ç lü b ir s ö z ü n y e r i-

n e z ıd d ın ı, o lu m s u z u n u k u lla n m a k la y a p ı-

y a s a k ed en .

zâd ‫زاد‬

za'f-ı sûrî : ed.

m i y o p lu k ,

za'f-ı p iri : y a ? l ı l ı k t a n

g e le n k u v v e t s i z l i k .

z â f i r ^ l t (a .s. z a fe r 'd e n ) ‫ ؛‬z a f e r k a z a n a n , ( b k z : g a lib ).

za'fiyyet ‫ﺿ ﻌ ﻔ ﺖ‬

(o .i. z a ' f d a n ) : z a y ı f l ı k , g ü ç -

SİİZİÜİC, d e r m a n s ı z l ı k .

zâg ‫ ( زاغ‬f . i . c . : z â g a n ) : lca rg a . ( b k z : g u r â b ) . zâg-ı siyâh : k a r a k a ı-g a . zagain ‫ " ( ﺿﻐﺎﺋﻦ‬g a ” u z u n o k u n u r , a.i. z a g i n e 'n i n c.) : k in le r , n e fre t le r.

١

1357

zagan

zagan ‫"( زاﻏﺎن‬ga" u z u n oku n u r, f.i. zâg'ın c . ) : kargalar, ( b k z : gırbân).

zagan ‫( زﻏن‬f.i.) : ‫ ؟‬aylak, zâg-ane ‫“( ز ا ﻏ ﺎ ﻧ ﻪ‬ga" u z u n o k u n u r, a.zf.) : kargacasm a.

zâg-be‫ ؟‬e ‫( زا ﻏﺑ ﺟﻪ‬f.b.i.) : karg a yavrusu. zâg-‫ ؟‬eşm ‫( ز ا ﻏ ﺟ ﺷ م‬f.b.s.): k arg a gözlü; m âvi gözlü.

zagine ‫( ﺣﻔﻴﻔﻪ‬a .i.c .: zagain) : k in, nefret, zagt ‫( ﺣ ﻔ ﻂ‬a.i.) : b ir şeyi b ir b aşk a yere zorla sokm a, girdirm e,

zagzaga ‫( زﻏﺰﻏﻪ‬a.i.) : m ân âsız söz. zahâir ‫( ذ ﺧﺎﺋ ﺮ‬a.i. z a h ire'n in c.) : zahireler, zahâya ‫( ﺣﺤﺎﻳﺎ‬a.i.). (bkz : dahye). zahf ‫( ز ﺣ ف‬a.i.) : 1. sü rü n e re k y ü rü m e ; ayaklarm ı sürüy erek yü rü m e. 2. em eklem e,

zahf-ı sabi : ‫ ؟‬o cu ğ u n em eklem esi. 3. d ü şm a n ü zerine gönderilen asker; askerin d ü şm a n a karşı yü rü m esi.

zâhib ‫( ﻧ ﺎ ﻫ ب‬a.s. z e h â b 'd a n ): 1. gidici, giden. 2. b ir fik ir veyâ zan n e uyan, kapılan,

zâhid ‫( زا ﻫد‬a.s. ziihd'den. c . : z ü h h â d ) : 1. ‫ ؟‬ok, aşırı sofu; kaba sofu. 2. [alevilerce] K ızılbaş olm ayan. 3. i. erkek adi.

Zâhid-İ bârid : kaba sofu. Zâhid-İ huşk : k ab a sofu, ( b k z : Zâhid-İ bârid).

zâhid-âne ‫( زا ﻫداﻧﻪ‬a.zf.): zâhidlere y ak ışacak surette.

zâhide ‫( ﻧ ﺎ ﻫ د ه‬a.s.) : 1. “z â h id ” in m üennesin. 2. i. k ad m adi. zâhif ‫( ﻧ ﺴ ﺪ‬a .s.c .: z â h ifâ t): sü rü n g en , yılan gibi k a rn i ü zerine sü rü n e re k yü rüyen,

zâhif ‫( ز ا ﺧ ف‬a.s.): kibirli, övüngen. (b k z : m ağrûr, m ütekebbir).

zâhife ‫( ز ا ﺣ ﻔ ﻪ‬a .i.c .: z e v â h if) : zool. *sürüngenler, yerde sürün en ler,

zâhik ‫( ز ا ﻫ ق‬a .s.): 1. bâtıl, köhne. 2. b erb at ve p erişan olan.

zâhil ‫( ﻧ ﺎ ه—ل‬a.s. zü hû l'd en ) : İhm âl eden, u n u tan.

zâhil ‫( ز ا ر‬a .i.): bot. za k k u m ağacı, zâhil ‫( ز ا ر‬a .s.): 1. sağlığı düzelen veyâ sıkıntid a n so n ra gönlü ferahlayan. 2. u n u ta n ,

zâhile ‫( زا ﻫﻠ ﻪ‬a .s.): ["zâlıil” in miien.]. (bkz : zâhil). 1358

z a h ir ‫( ض‬a.s. z a h r'd e n ): ark a ‫ ؟‬ik an , y ard im CI. (bkz : m eded-kâr, m uin), z a h ir r ‫( ز ج‬a .i.): 1. i‫ ؟‬ağrısı. 2. hek. b â su r ve m esâne iltih ab ın d a olan ağrılı ık ın tı,

zâhir ‫( ﻇﺎﻫﺮ‬a.s. z ııh û r'd a n ): 1. gö rü n en , görünücü, a‫ ؟‬ık, belli, m eydanda. 2. zf. elbette, şüphesiz, öyledir ya. 3. zf. galiba, zan n ed erim , u m u lu r ki. 4. zf. g ö rü n ü şe göre, anlaşılan, meğer. 5. i. dış yüz, görünüş,

zâhir-î mezheb: huk. [eskiden] H an efi im a m la rın d a n M u h a m m e d 'in , el-M ebsût, el-C âm iü 'sşa g ir, el-C âm iü'l-kebîr, ezZiâdât, es-S iyerus-sagir, E s-siyerü' 1-kebîr adlarıyla m â rû f olan altı k ita b ın d a m ü n d eri‫ ؟‬b u lu n a n m eseleler, [buna : "Z âh irü 'rRivâyât M esâili” de denir],

zâhir ‫( زا ر‬a .s.): p arla k [en ‫ ؟‬ok y ıld ız h a k k in da]. Necm-İ zâhir : p a rla k yıldız, zâhir ‫( ز ا ر‬a .s.): taşk ın , co şk u n [deniz].(bkz: zeh h ar ‫)زﺧﺎو‬. Bahr-İ zâhir : co şk u n deniz, zâhir ‫( ﻧ ﺎ ر‬a .s.): sem iz; tavlı; bol. zâhirii'z-zeneb: urodeies.

zool.

.k u y ru k lu la r,

fr.

zâhir-bîn ‫( ﻇﺎﻫﺮﺑﻴﻦ‬a.f.b.s.): b ir şeyin y aln ız dişına bak an , g ö rü n ü şe b ak an , ( b k z : zâh irperest).

zâhir-bîn-âne ‫( ﻇﺎﻫﺮﺑﻴﺎﻧﻪ‬a.f.zf.): y aln ız d ışta n görerek, ü stü n k ö rü yolda,

zahire ‫( ﻧ ﺧ ﻴ ﺮ ه‬a .i.c .: z a h â ir) : gerektiği zam a n h a rc a n m a k üzere a n b a rd a sa k lan a n h u bubat, yiyecek, z a h ire -i âhiret : h ay ır ve iyilikler, z â h ire ‫( ﻇﺎﻫﺮه‬a .i.): d ışa rı fırlam ış göz, lokm a göz.

zâhire ‫( ز ا ر ه‬a.s.c .: z e v â h ir): p arlak , zâhir'ın m iiennesi. Nücûm-i zâhire : p a rla k y ıldızlar.

zahire-bahâ ‫ﺑﻪ —ا‬

‫ذ ر ه‬

(a.f.b.i.) : zahire, k atık

parası.

zâhiren ‫( ﻇﺎ ﻫ ﺮأ‬a.zf.): g ö rü n ü şte, gö rü n ü şe göre, g ö rü n d ü ğ ü gibi, m e y d an d a ola'rak. ( b k z : âşkâre).

zâhirî, zâhiriyye ‫ ﻇﺎﻫﺮﻳﻪ‬، ‫( ﻇﺎ ﻫ ﺮ ى‬a .s.): 1. görü n en , g ö rü n ü rd ek i. 2. Ebû Dâvûd-1 Z âh iri'n in k u rd u ğ u m ezhebe m ensup,

zâhiri^ât ‫( ﻇﺎ ر؛ا ت‬a.i'.c.): dış görünüşler.

zâîl, zâîle ‫ﻇﺎ ﻫ ﺮﻳ ﺮ ﺳ ﺖ‬

z â h ir -p e r e s t

( a .f .b . s .) : g ö z e g ö r ü -

‫ﻇﻬﺮ‬

zahr

( a .i.c .: zu h û r,

z u h r â n ) : 1. a rk a ,

n iir t a r a f l a r a b a k ı p İç y i i z e a ld ı r ı ş e t m e y e n ,

S irt. 2 . k â ğ ı t v e s â i r e n i n a r k a t a r a f ı , g e ris i.

( b k z : z â h ir - b în ) .

K u v v e t ü 'z - z a h r : a sk .

a rk a y ı tu ta n , a rk a -

d a b u lu n a n ,

y a r d ım a

‫ﺿﺎ ﺣﻴ ﻪ‬

z â h iy y e

(a.i. z a h â 'd a n ) : b i r ş e h r i n d i-

‫ﻧﺣﻞ‬

( a .i .c .: z ü h û l ) : ö ç , in tik a m ; d ü ş m a n -

zahm

‫ز ﺣم‬

(a.i.) ‫ ؛‬s ı k ı ş t ı r m a , ( b k z : t a z y i k ) ,

‫ز ﺧم‬

z a h r ü 'd - d ü b b - i

ek b er:

a str.

dübbü

ekbe-

r i m e y d a n a g e t i r e n 'y e d i y ı l d ı z ı n b i r i o lu p

ilk . ( b k z : a d â v e t , u d v â n ) . zahm

y e t iş e c e k ,

İ m d â d a h a z ı r o l a n a sk e r,

ş ın d a k a l a n a ç ı k l ı k , ç o r a k v e ISSIZ y e r. zahl

İ c â b ın d a

i k i n c i k a d e r d e n d ir . z a h r ü ' 1- c e b b â r : a s t r . E'1- c e b b â r (o rio n ) b u r -

( f . i . ) : y a r a , ( b k z : c e r ih a ),

c u n u n e n p a r l a k y ı l d ı z ı o lu p d ö r t g e n i n ü s t z a h m -i

çeşm

(g ö z

y a r a s ı):

göz

d e ğ m e s i,

( b k z : n a z a r).

z a h r ü '1 - e s e d :

z a h m - i s in e : g ö ğ ü s y a r a s ı, z a h m - i t i g : k ılıç y a r a s ı,

( a . s . ) : ir i, k a i m , b ü y ü k , ( b k z :

‫ز ﺧ ﻣ دا ر‬

( f.b .s .) :

y a r a lı,

(b k z:

z a h m -z e d e ). (k i.) : 1. v u rm a , ( b k z : d arb , d ar-

(te z e n e ). ( b k z : t â z iy â n e ) . 4 . k u d ü m e v u r u la n u z u n c a v e u c u t o p u z lu d e ğ n e k . 5 . ü z e n g i k a y ış ı. ( a . i . ) : 1 . s ık ın t ı, e z iy e t , r a h a t s ı z -

i lk . 2 . z o r, g ü ç . 3 . y o r g u n l u k , ( b k z : ta 'b ). z a h m -h û rd e

‫ز ﺧﻢ ﺧ ﻮ ر د ه‬

( f.b .s .) : y a r a lı, (b k z :

z a h m -d â r,

z a h m -n â k ,

z a h m in ,

z a h m -z e d e ). z a h m in

‫— ن‬. ‫زﺧﻢ‬

z a h m in ,

( f s . ) : y a r a lı, ( b k z : m e c rû h ,

z a h m -n â k ,

CI.

(a.s. z a h r 'd a n ) : a r k a y a â it, a r k a ile

‫ﻇ ﻬ ﺮﻳ ﻪ‬

(a .i. z a h r 'd a n ) : b i r k â ğ ı d ı n

‫ﺿﺎﺋ ﻊ‬

( a .s .) : y a z ılm ış , d a ğ ılm ış , h e rk e sçe

b i l i n e n [ş e y ].

‫ﻧﺎﺋ ب‬

(a .s. z e v e b â n 'd a n . c . : z e v â i b ) : e r i y i -

c i, e r iy e n , e r i m i ş o la n , [m â d e n le r h a k k ı n d a k u l la n ı l ı r ] . z â id

‫زاﺋ ﺪ‬

(a .s. z i y â d e 'd e n ) : 1 . a r t a n , a r t ı r a n .

2 . l ü z u m s u z , g e r e k s iz . 3 . m a t . * a r t ı [ t ] . 4 . i. m h s t e z a t 'l a r d a

“ m e f 'û l ü

fa û lü n ”

vez-

n in d e o la n k ıs a m ıs r a , z â id n â -m iit e n â h î: m a t. *a rtı so n su z. z a if

‫ﺿﻴ ف‬

(a .s. z a 'f d a n . c . ‫ ؛‬z u a f â ) : 1 . z a y ıf ,

g ü ç s ü z , k u v v e t s iz , ta k a ts iz , k a n s ız ,

z a h m -h û rd e ,

zahm -

z â if

a r ık .

( f.b .s .) : y a r a a ç a n , y a r a la y i"

( b k z : z a h m -re s).

‫ز ﺧ ﻤﻨﺎ ك‬

‫زاﺋ ف‬ ‫ذاﺋ ق‬

y a r a lı,

(b k z :

(a.s. z e v k 'd e n ) : t a d ıc ı, t a d a n , le z z e t

a la n . z â ik a

( f .b .s .) :

(a .s. z e y f 'd e n ) : k a lp , s ilik , e k s i k

[a k ç e ]. z â ik

‫ز ﺧﻢ ﻛﺎ ر‬

z a h m -n â k

b u rcu n u

2 . g e v ş e k , ( b k z : İ â g a r, n â - t ü v â n ) . 3 . te n b e l.

z e d e ). z a h m -k â r

‫ﻇﻬﺮى‬

ed.

‫ز ﺣﻣ ت‬

m e crû h ,

z â i'

z â ib

b e ). 2 . y a r a , ( b k z : c e r ih a ) . 3 . ç a l g ı ç , t â z e n e

zahm et

(a rs la n )

s e k iz y ıld ız d a n b ir i

a rk a t a r a fın a y a z ıla n y a z ı, şerh .

m e c r û h , z a h m i n , .z a h m - n â k , z a h m - h û r d e ,

‫ز ﺧﻣﻪ‬

esed

i lg ili, s ir t ile ilg ili. z a h riy y e

z a h m ü 'l - i z â m : i r i k e m i k l i ,

zahm e

(B e t e lg e u s e ), l â t :

o lu p h e m e n ü ç ü n c ü k a d e r d e n d ir . za h ri

d a h m ).

z a h m -d â r

a str.

m e y d a n a g e tire n o n

z a h m - i z e b â n : d il y a r a s ı,

‫ﺿ ﺧم‬

b u lu n u r ,

a lp h a O r io n .

z a h m - i h a n ç e r : h a n ç e r y a r a s ı,

zahm

,..sol k ö ş e s in d e

‫ﻧﺎﺋ ﻔ ﻪ‬

(a.i. z e v k 'd e n ) : t a t m a , t a d ı m ‫ ؛‬t a d

d u yu ru cu

k u vve t.

K u w e -İ

z â ik a :

ta d

m e c rû h , z a h m -d â r, z a h m -h û rd e , z a h m in ,

duym a

z a h m -z e d e ).

z â i k a t ü '1 - m e v t : h e r n e f is , ö lü m ü t a d ı c ı d ı r .

z a h m -re s

CI.

‫ز ﺧﻢ ر س‬

( f .b .s .) : y a r a a ç a n , y a r a la y i-

( b k z : z a h m -k â r lı).

z a h m -z e d e m e crû h ,

‫ز ﺧ ﻢ زده‬ z a h m -d â r,

(b k z :

z a h m -h û rd e ,

zahm -

n â k , z a h m in ). z a h m -z e n açan.

‫ز ﺧ ﻢ زن‬

K ü llü

n e fsin

‫ﻧﺎﺋ ﻘ و ى‬

( a . s . ) : b i y . .t a t s a l , t a d a â it, t a d

ile i l g ili. z â il, z â ile 1, so n a

( f.b .s .) : y a r a la y a n , y a r a

h a s s a s ı.

[â y e t -i k e r im e ]. z â ik a v i

( f.b .s .) : y a r a lı,

k u v v e ti,

‫ ﻧ ﺎ ﺋ ﻠ ﻪ‬، ‫زا ل‬ e re n ,

(a .s. z e v l v e z e v â l 'd e n ) :

d e v a m lı

o lm a y a n .

2 . geçen,

g e ç m i ş o la n , ( b k z : s â b ık ) . Z ı l l - 1 z â i l : g e ç e n g ö lg e . H â d i s - İ z â i l e : g e ç e n h â d is e ( .o l a y ) .

1359

zaim zaim r ٠‫( زﺀ‬a.s. z e â m e t 'd e n . c. : z u a m â ) : 1. z e â m e t s â h ib i. 2. i. k e fil. 3. i. p r e n s ; ?ef. 4. i. e rlce k a d i. zâim ‫( زاﻋﻢ‬a .s.) : z e â m e t i o la n , zâir ‫( زأ ر‬a .s. z iy â r e t 'd e n . c. : z ü v v â r ) : z i y â r e t (a .s. z iy â r e t 'd e n ) : [ " z â i r " i n m iie n .].

‫زاق‬

(f.i.) :

d ö ly a ta ğ ı;

ra h im ,

(b lcz :

m e ? îm e ) . (f.b .i.) : d ö l y a t a ğ ı , r a h i m , ( b k z :

m e ? îm e ) .

‫ ﻛ ﻰ‬١‫ز‬

zâkî

‫ذاك— ى‬

(a .s.) : s a f, h â lis , t e m iz , p â k .

z e l k o k u lu . ،

‫زا ﻛ ﻰ‬

(a.s. z e k â 'd a n ) : sa f,

(a .s. z i k r 'd e n . c . : z â lc iriıı, z â k i r û n ) :

1 . z ilc re d e n , de

z ik ir

z ik r e d ic i,

esn âsm d a oku yan

anan .

2 . te k lce le r-

d e r v i? le r i

te ? v ik

İ‫ ؟‬in

3. i.

e rk ek

a d i.

k im s e .

[m iie n . : z â k ir e ] .

zâlcire ‫ﻧﺎ ﻛ ﺮ ه‬

fels. h a t ı r a fr. mémoire,

(a.i.) :

?e y , * b e lle k ,

zâkirin ‫ﻧ ﺎ ﻛ ﺮ ﻳ ﻦ‬

(b lcz : z â k i r û n ) . (a.s. z â k i r 'i n c.) : z ilc re d e n le r.

(b k z : z â k irin ). (a .i.) :

1. bot.

h e n n e m l i k l e r i n y e m e ğ i , ( b k z : z â h il) . (f.s.) :

1.

‫ ظ ﺎ ﻟ ﻣ ﻪ‬، ‫( ظ ﺎ ﻟ م‬a.s. zulm'den. c . : zaleme, zâlimin, zâhm ûn): zulmeden, haksizlik eden, (bkz : sitem-kâr).

zâlim-âne

‫( ظ ﺎ ﻟ ﻣ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.zf.: zulumle yapılan, zâlim olana yakı?acak yolda,

zâlimin

‫( ظ ﺎ ﻟ ﻣ ﻴ ن‬a.s. zâlim'in c .) : zâlimler. (b k z : zaleme, zâlimûn).

acımazlık.

zâlimûn

‫ظﺎﻟ ﻣ و ن‬

(a.s. zâlim'in c .): zâlimler.

(b k z : zaleme, zâlimin), zallâm ‫( ظ ﻼ م‬a.s.): ‫ ؟‬ok zulmeden, ‫ ؟‬ok merhametsiz, (b k z: gaddâr, zalûm). zalm ‫( ظ ﻠ م‬a.i.) : 1. di? beyazlığı. 2. kar.

z a k k u m a ğ a c ı, a ğ u

a ğ a c ı. 2 . c e h e n n e m d e y e t i ? e n b i r a ğ a 3 .‫ ؟‬. c e -

zâl ‫زال‬

(a.s. Zill'den): gölgeli. Zıll-i z a lil :

‫ظﻠﻴ ﻞ‬

koyu gölgeli.

zâlimiyyet ‫( ﻇﺎﻟﻤﻴﺖ‬o.i.): zâlimlik, zulmetme, g e tire n , a n d ır a n

(a.s. z â k i r 'i n c.) : z ilc re d e n le r.

zakirûn ‫ﻧ ﺎ ﻛ ﺮ و ن‬ zakkum ‫زﻗوم‬

‫( ذ ﻟ ك‬a.zm .): ?u, 0. Binâen alâ-zâlik: ondan dolayı. M aa-zâlik : ?ununla berâber, onunla berâber.

zâlim, zâlime ‫زا ي‬

t e m i z , d o ğ r u h a r e k e t li.

İ lâ h ile r

1. aksak hayvan. 2. töhmetli.

zâlikü'l-em 'â : hek. sürgün, ishal,

zalil

(a.s. z e k â 'd a r ı) : k e s k i n k o k u l u ; g ii-

z â k î, z â k i ^ e

zâkir ‫ﻧ ﺎ ﻛ ﺮ‬

‫( ظﺎﻟ ﻊ‬a.s.):

zalif ‫( ظﻠ ﻴ ف‬a.s.): ‫ ؟‬ok hor, hakir adam.

zâlik

zâk-dân ‫زاﻗﺪان‬ zâki

‫( ظ ﻠ ﻣ ﻪ‬a.s. zâlim'in c .) : zâlimler, zulmedenler, haksizlik yapan kimseler, (bkz : zâlimin, zâhmûn).

zâlik(jb ٥ (a.s.): gidici, giden.

( b k z : z â ir).

zâk

2. haksizlik.

zaleme

zâli'

e d e n , g ö r m e y e , h a t ı r s o r m a y a g id e n ,

zâire ‫زاءره‬

Zalâm-İ zulm : zulmün karanlığı, koyuluğu.

ilrtiy a r , a k s a k a ll i , z â li m , a c ı-

z a l^ â ‫( ظﻠ ﻣ ﺎ‬a.i.c.: zulem ): karanlık, zalûm ‫( ظﻠ و م‬a.s.): ‫ ؟‬ok zâlim olan. (a.i.). (b k z : zamm).

m a ş ı z . 2 . (h .i.) : e s k i F a r s k a l ı r a m a n l a r m -

z a m ^ ( a .i.) .( b k z :zamm).

d a n m e ? h u r p e h l i v a n R i i s t e m 'i n b a b a s ı n ı n

zamâim ‫( ﺿ ﻤ ﺎ ﺋ ﻢ‬a.i. zamime'nin c .) : ekler, artırmalar, ilâveler.

a d i.

zâl-i bed-fiâl> zâl-i ra'nâ, zâl-i sepid-ebrû, zâl-i alcim : ( b u -) d ü n y â , zâl-i kufe : t u t a n , zâl-i kuz-pıı?t : fe le k . zâl-i Medâyin : a r s a s ı n ı

N U ? i r e v a n 'a s a t m a -

(o .h a .) : [e v v e lc e b u li a r f e " d a l z e s i ” v e

" d â l - ı m u 'c e m e ” d e d e n ilir d i] , ( b k z : zel).

zalâl ‫ﻇ ﻼ ل‬

(a .s. z i l l 'd e n ) : g ö lg e e d e n , g ö lg e s i

o la n . z a lâ m

‫ﻇ ﻼم‬

z u lm e t ) .

1360

yüzler. 2. bir ismin yerine kullanılan kelimelel'. Zamâir-İ istifhâm iyye : gr. soru zamirleri.

yan kadm .

zâl ‫ذ‬

zamâir ‫( ﺿﻤﺎﺋﺮ‬a.i. zamir'in c.) : 1. zamirler, i‫ ؟‬-

Zamâir-İ İ?â riy y e : gr. i?âret zam irleri: bu, ?u, 0... gibi. Zamâir-İ izâfiyye : gr. *iyelik zamirleri. Zamâir-İ miibheme : gr. *belgisiz zamirler : h i‫ ؟‬biri, hepsi, cümlesi... gibi.

Zamâir-İ miilkiyye , Zamâir-İ izâfiyye : gr. (a .s.) : 1. lc a r a n lik . ( b k z : d e y c û r ,

*iyelik ekleri, iyelilc zam irleri: im, -in, -İ = evim, kapısı... gibi.

zamme

zamâir-î şahsiyye : gr. şahıs zamirleri: ben, sen, 0, biz, siz, onlar... gibi, zamân ‫( زﻣﺎن‬a.i.c.: ezmine). (blcz : zemân). zamân-1 k a lil: az, İcısa zaman, zamân-ı m â z î: geçmiş zaman, zamân ‫( ﺻﻤﺎ ن‬a.i.): 1. kefil olma, kefillik. 2. bir şeyin mislini veyâ değerini vermek üzere zarara karşı lcefil olma, garanti, zamân-ı a m el: üzerine alma, (bkz: deruhde, iltizâm). zamân-ı derek: huk. [eskiden] satılan şeyin zaptı hâlinde, zapta karşı kefil olanm, alıcıya ödediği tazminat, *ödenti, zamân-ı g u rû r: huk. [eskiden] mııvâzaa akdi Zimnmda bir kimsenin birini aldatmış olmasıyla zarârını zâmin olması, hileyle satılan bir şeyin zaptı hâlinde satıcının aliCiya ödediği tazminat, *ödenti, zamân-ı m eb i': huk. [eskiden] henüz teslim edilmeden zâyi olan mebiin semeni ile mazmûn olması, [satılan bir şey henüz müşteriye teslim edilmeden satanın elinde telef olsa, satan semeni (kabzetmiş ise) müşteriye İâde eder ki zamân-ı mebi budur. Kabzetmemiş ise bir şey lâzım gelmez], zamân-ı m enfaat: huk. gasp yoluyla yânî sâhibinin izni olmaksızın kullanılan malin menfaatini ödeme, yânî o mal ile İntifâ mukabilinde ecr-i misil verme; karşılık verilen tazminat, ödenti. zamân-ı rü c û ': huk. [eskiden] cayma tazminâtı. zamânü'l-mükâteb : huk. [eskiden] kitâbete kesilmiş olan memlûkün (kölenin) birisi hakkında "kefil bil-mal" veyâ “kefil-binnefs" olması demektir ki, câiz değildir. Gerek velisinin izni ve mekfûl-ün anh'ın emriyle olsun ve gerek olmasın; miikâteb kölenin herhangi bir kimse veya onun mail hakkında kefil olması hâlinde ödemeyi yüklendiği tazminat, *ödenti, [bu türlü *ödenti *yükümü, kölenin velisinin izni dahi olsa geçerli değildir], zamâne ‫( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.i.): şimdiki zaman [şikâyet veya hafifeeme anlamında], (bkz: zemâne). zamâne ‫( زﻣﺈﻧﻪ‬a.i.). (bkz: zemâne). zamânen ‫( زﻣﺎﻧﺎ‬a.zf.). (bkz : zemânen). zamânî ‫( زﻣﺎذى‬a.s.). (bkz: zemânî).

zaman zaman ‫( زﻣﺎن ز ﻣ ﺎ ن‬a.b.zf.): belirsiz zamanlarda, bâzen. (bkz : zemân zemân). z a m g - ( a . i . ) :zamk. zamg-ı Arabi : kim. Arap zamkı, zâmile ‫( ز ا ﻣ ﻠ ﻪ‬a.i.c.: zevâm il): 1. küçük yük. 2. yük hayvani. zamime ‫( ﺻﻤﻴﻤﻪ‬a.i. zamm'dan. c .: zamâim): ek, artırma, katma, ekleme, İlâve, zamimeten (a.zf.): ek olarak, ulama olarak, üstelik, bir de. zamin ‫( ﺻ ﻤ ﻴ ﻦ‬a.s. zamân'dan): tazmin eden, kefil olan, (bkz : zâmin). zâmin ‫( ﺿﺎ ﻣ ﻦ‬a.s. zamân'dan): tazmine mecbur olan, kefil, (bkz : zamin). zâmine ‫( ﺻﺎ ﻣ ﻪ‬a.i.): kefil kadm. zam ir ‫( ﺿﻤﻴﺮ‬a.i.c.: zam âir): 1. i‫ ؟‬, içyüz, (bkz : dâhil, bâtın). 2. kalb; vicdan. 3. gönülde gizli olan sır. Levh-İ z a m ir: İçteki, gönüldeki levha. M â-fi'z-zamîr : gönülde, yürekte olan. 4. gr. ismin yerini tutan kelime, zam ir-i f i 'l î : gr. kişi eki, geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen : -dim, -din, -di, -dik, -diniz, -d iler... gibi. zam ir-i izâfî : gr. muzafların (belirtilen) sonuna gelen: -im, -in, -İ, -imiz, -iniz, -leri.. gibi. zam ir-i n is b i: gr. isimlerin sonuna gelen : -im, -sin, -iz, -siniz zamirleri, zam ir-i şahsî : gr. şahıs, kişi gösteren zamirler : "ben, sen, 0, biz, siz, onlar” gibi, zâm ir ‫( زاﻣﺮ‬a.s.): düdük çalan, neyzen, zamîr-şinâs ‫( ﺻﻤﻴﺮ ﺷ ﻔ ﺎ س‬a.f.b.s.): gönül bilir, ince duygulu, hassas. zamm ‫( ﺻ ﻢ‬a.i.): 1. artıkma, katma, ekleme. 2. a. gr. bir harfin mazmum, zammeli. fyânî 0 ile] okunması. zamm-ı d e v ir: tar., miiz. mehterhanede çaiman makamlardan biri, zamm-ı m ütevelli: huk. [eskiden] İüzûmunda yargıcın mevcut mütevelliye diger ehil bir zâtı arkadaş etmesi, zamm-ı v a s i: huk. [eskiden] vasiye başka bir vasinin katılması, [şöyle ki; vasi müstakil olup da ancak İktidârı, vasilik vazifesini yapmaya kâfi gelmezse diger bir vasi kendisine arkadaş edilir]. zamme ‫( ﺻ ﻤ ﻪ‬a.i.): Otre denilen ve : o, ö, u, ü okunan Arap harekesi (‫) ه‬ 1361

zamme-‫ ؛‬m akbûze-‫ ؛‬halde

zamme-‫ ؛‬makbUze-i hafife: gr. (ü) sesini zar' ‫( ﺿ ﺮ ا ع‬a.i.c.: zuru'): 1. meme. 2. süt veren hayvan memesi. Zer ü zâr : tahıl ve süt veren zamme : düz, güz... gibi, ürünü. zamme-‫ ؛‬makbûza-i sakile: gr. (u) sesini -zâr ‫ زار‬- (f.s.): isimlere eklenerek yer adi bilveren zamme : bu, şu... gibi, dirir. Çemen-zâr : çimenlik. Gül-zâr: gülzamme-‫ ؛‬mebsûte-i hafife : gr. (ö) sesini velük. LâJe-zâr: lâle bahçesi., gibi, ren zamme : göz, söz... gibi, zamme-‫ ؛‬mebsûte-i sakile : gr. (o) sesini ve- zâr ‫( ﺿ ﺮ ع‬f.s.): 1. [sesle] ağlayan, inleyen. Âşık-I z â r: inleyen âşık. Biilbül-İ z â r: ren zamme : yol, zor... gibi, inleyen bülbül. Dil-İ z â r: inleyen gönül. zammetân ‫( ﺿ ﻤ ﺘ ﺎ ن‬a.i.c.): iki zamme, (bkz : 2. zayıf, dermansız. Cism-İ zâr : zayıf viizammeteyn). cut. 3. inleme, ağlayış. zammeteyn ‫( ﺿ ﻤ ﺘ ﻴ ﻦ‬a.i.c.): iki zamme, (bkz: zarâet, darâet ‫( ﺿ ﺮ ا ق‬a.i.): alçalma, kendini zammetân). küçültme, (bkz: darâet). zamyân ‫( ﻓ ﻠ ﻤ ﺎ ن‬a.i.): Güney Amerika'ya mahzarâfet ‫( ﻇ ﺮاﻓ ﺖ‬a.i.): 1. zariflik, nâziklik, incesus bir cins hurma ağacı, fr. zamie. lik. 2. davranış, söyleyiş, giyim ve kuşam zan ‫( ﻇﻦ‬a.i.). (bkz: zann). inceliği. zanbak ‫( زس‬a.i.): bot. zambak. Zarâfet-İ fik ric e : fikre âit zarâfet. zanbakıyyü'ş-şekl: bot. deniz lâleleri, zarâfet-perver ‫( > ا ﻓ ﺮ و ر‬a.f.b.s.c.: zarâfetzânî ‫( زاﻓﻰ‬a.s. zinâ'dan): zinâ eden [erkek], perverân): zarâfete düşkün olan, zâniye ‫( ز ا ب‬a.s. zinâ'dan. c .: zevânî): zinâ zarâfet-perverân ‫( ﻇ ﺮ ا ﻓ ﺒ ﺮ و ا ن‬a.f.b.s. zarâfeteden [kadm]. (bkz : fâhişe). perver'in c .): zarâfete düşkün olanlar, zank ‫( ﺿ ﻔ ﻚ‬a.s.): 1. dar şey, dar yer. (bkz: zarâfet-perverân-ı k‫؛‬bâr-zâdegân: kibar teng'). 2. ‫ ؛‬. darlık, sıkıntı, çocuklarının zarâfete düşkün olanları, zann ‫( د ن‬a.i.c.: zıınûn): 1. sanma, sam, sezzarâgım ‫( ﺿ ﺮ ا ﻏ ﻢ‬a.i. zırgam'ın c .): arslanlar. me. 2. şüphe, İşkil. Hüsn-i zann: birini iyi (bkz: darâgım). zannetme, iyi sanma. Sû-i zann : kötü fikir zarâif ‫( ر أ ف‬a.s. zarife'nin c.): zarif ince şeybesleme, kötü sanma. ler. zann-i galib ("ga" uzun okunur) : kuvveti, zarar ٠‫( ﺿ ﺮ أ‬a.i.c.: ezrâr): 1. bir menfeatin bohakilcate en yakın olan zan. zıılmasıveyâ kaybolması. 2. ziyan, eksiklik, zann ü tahmin : fels. sam. İcayıp. zânn ‫( & ن‬a.s.) : zannedici, eden, sanan, zarar-ı âmm : huk. umûma âit, yânî umûmî zanni ‫ ﻟ ﻰ‬. (a.s.): zanne âit, zan ile ilgili, bil' câmiaya (*topluma) veyâ bir köy veyâ zannin ‫( ﻇﻐﻦ‬a.s.): töhmetli, suçlu [adam], bir kasaba veyâ bir mahalle, yahut bir sozanniyyât ‫( ﻇ ﻐ ﻴﺎ ت‬a.i.c.): asilsiz şüpheler, tekak ahâlisine şümûlü olan zarar, reddiitlü sanmalar. zarar-ı hâss : huk. bir veyâ birkaç şahsa zannûn ‫( ﻇ ﻔ ﻮ ن‬a.s.) : düşüncesi ve tedbiri kıt münhasır bulunan zarar, olan [adam]. zarar-ı mahz: fık. kendisinin faydası yerine z â n û ^ J (f.i.): diz. zararı olan. zânû-ber-zânû ‫( زاذو ر ز ا ر‬f.zf.): diz dize, zarar-ı ma'nevi: huk. tazminât. zânû-ber-zemîn ‫( زاﻧﻮ ﺑﺮزﻣﻦ‬f.zf.): dizini yere zarar-bîn (a.fb.s.): file, meydanda, koyarak, diz çökerek. âşikâr olan zarar. zânû-ber-zemîn-i tazarru' ve ibtihâl: diz zarar-dide ‫( ﺑ ﺮ ر د د د ه‬a.f.b.s.): zarar, ziyâna, çöküp yalvaran. kaybe uğramış olan, zânû-be-zânû ‫( زاﻧﻮ ﺑﺰاﻧﻮ‬f.zf.): diz dize, zarb ‫( ﺿﺮب‬a.i.c.: durûb). (bkz : darb). zânû-be-zemîn ‫ ﻳ ﻦ‬٠‫( زا ر ﺑﺰ‬f.zf.): dizini yere zarbân ‫( ﻇ ﺮ ﺑ ﺎف‬a.i.): zool. kertenkeleye mukoyarak, diz çökerek. sallat olan, kedi büyüklüğünde yırtıcı bir hayvan. zânû-zede ‫( زاﻧﻮزده‬f.b.s.): diz çökmüş, zarb-hâne ‫( ﺿﺮﺑﺨﺎذه‬a.f.b.i.). (bkz : darb-hâne). zânû-zen ‫( زاﻧﻮزن‬f.b.s.): diz çökmüş. 1362

ZâJî

zarf ‫( ﻇ ﺮ ف‬a.i.c.: zu rû f): 1. kab, kılıf, mahfaza. 2. İçine mektup konulan lcâğıt icap. 3. gr. bir fiilin, bir sıfatın veyâ başka bil- zarfın mânâsına "yer, zaman, nicelik, nitelik'' gibi balcımlardan başlcalık lcatan kelime, .belirteç.

zarûret ‫( ﺿﺮورت‬a.i.c.: zarûrât): 1. çâresizük. 2. muhtaçlık, yoksulluk; sıkıntı. Bİ'Zzarûre : ‫ ؟‬âresiz, ister istemez.

zaı.f-1 melcân : gr. mekân gösteren zarf, kelime : "burada; bayırda; dışarı, İçeri..” gibi,

zarûrî, zarûriyye ‫ ﺿ ﺮ ورﻳ ﻪ‬، ‫( د ر و ر ى‬a.s.) ‫؛‬ mecbûri, zorunlu [İç], ister istemez olacak olan [İç]. Emr-İ zarûrî: ister istemez yapılacak İç. ihtiyâcât-1 zarûriyye : yaçamak İçin mutlaka lüzumlu olan şeyler. Masârif-İ zarûriyye: zarûrî masraflar, harcanması gerekli olan giderler,

zarf-ı zamân : gr. zaman gösteren zarf, kelime : "erken'', "geç” gibi, zarf ile mazrûf: bir şeyin dış görünüşü ile İç görünüşü veya içyüzü. zarfiyyet ‫( ﻇ ﺮ ﻓ ﺖ‬a.i.): gr. zaı-flılc, bir kelimenin zarf olma hâli, zarf olarak kullanılmazari ۶ ‫( ى‬a.i.): hek. kani durmayan damar, zari' ‫( ﺿ ﺮ ﻳ ﻊ‬a.s.): memesi büyüle olan [,kadın, hayvan]. zârî' ‫( زارع‬a.s. zer'den. c . : zürrâ'): ekin eken, çiftçi. zârî ‫( زارى‬f.i.): ağlayıp sızlama, zaribe ‫( ﺿ ﺮ ﻳ ﺒ ﻪ‬a.i.): huk. [eskiden] 1. bil- kimsenin üzerine tarh ve tahmil edilen haraç, cizye, gümrük rüsûmu gibi muayyen bir vazife. 2. bir kölenin çalışıp efeirdisine vermesi meşrût olan lcazancı. zarif ‫ز د‬ (a.s.c.: zurefâ): 1. zarâfetli, güzel, şık. 2. nâzik, ince, yakışıklı, beğenilir tavır ve edâlı. 3. ince niilcteli, ince niilctelerle leonuşan. zarîf-âne ‫( ﻇ ﺮ ﻳ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.zf.): zarif olana yakışacak şekilde, zariflikle, incelilcle. (bkz: nâzileâne). zarifât ‫( ﻇ ﺮﻳ ﻔﺎ ت‬a.i. zarife'nin c.). (bkz : zarâif). zarife ‫( ﻇ ﺮ ﻳ ﻐ ﻪ‬a.s.): 1. zarif şey. 2. i. lcadm adi. [“zarif” kelimesinin müennesi]. zârîfe ‫( زارﻓﻪ‬a.s.): fazla, lüzumsuz [söz], zarih, darîh ‫( ﺿﺮﻳ ﺢ‬a.i.): mezar,

Zarûret-İ vezn: ed. nazımdaki Ölçünün gerekli kıldığı İmâle, zihaf gibi yapılan degişikliklere verilen bir ad.

zarûriyye-i mutlaka : mant. zorunlu, zarûriyyât ‫( ﺿ ﺮ و رﻳﺎ ت‬a.i. zarUrl'nin c .): mecbûri, zorunlu İşler, ister istemez olacak olan İşler. zâr zâr ‫( زار زار‬f.zf.): yanık yanık, hazin hazin, [sesle] ağlaya ağlaya, zât ‫( ﻧﺎ ت‬a.i.): 1. kendi. zâtü'1-hareke: kendi kendine hareket eden cisim. 2. asil, öz, cevher. 3. saygıya değer kimse. zât-ı fahâmet-penâhi: tar. sadrâzam, zât-ı çâhâne: tar. pâdişâha hitabederken veyâ kendisinden bahsedilirken kullanılan bir tâbir. zât ‫( ﻧﺎ ت‬a.s.c.: zevât): 1. sâhip, mâlik [kadın] (“zû" nun mhennesi). 2. hekimlik tel'imlerinde hastalık, botanik ve zooloji terimlerinde "-İİ, -giller” gibi mânâlarıyla sınıflamalar meydana getirir. Zâtü'd-dim âğ: beyin nescinin (dokusunun) İltihâbı.. gibi, zât-ı hayz : hayız gören kadın, zât-ı leben : memesinde süt olan İcadın, zâtü'l-asab-ı b a s a ri: hek. gözde görmeye hizmet eden sinirlerin İltihâbı. zâtü'l-ibre : zool. İğneli böcekler,

zarr ‫( ﺿﺮ‬a.i.): zaraı-.

zâten ‫( ذاﺗﺎﺀ‬a.zf.): aslında, asil olarak, esâsen.

zârr ‫( ﺿﺎر‬a.s.): zararlı,

Zâtî ‫( ذ ا ﺗ ﻰ‬a.h.i.) : Balıkesir'li meşhur Tiirlc şâiridir. Asil adi İvaz'dır. Evvelce dikicililc ederdi. II. Bayezid devrinde istanbula geldi, I. Selim ve Kanûnî zamanlarına yetişti. Son zamanlarında remmal (remilci) olmuştu. Rivâyet edildiği üzere 1600 gazel, 400 den fazla kaside söylemiştir. Meşhur olan “Şem' ü pervâne'' manzûmesi 5000 beyitliktir;

zarr, zarre ‫ ﺿﺮه‬، ‫( ﺿﺮ‬a.s.): zarara sebebolan. zarrâ' ‫( ﺿ ﺮ ا ﺀ‬a.i.): 1. milınet, keder, sıkıntı, belâ. 2. şiddet, (bkz : darrâ'). zarta ‫( ﺿﺮﻃﻪ‬a.i.): osuruk, yellenme, zarûrât ‫( ﺿﺮورات‬a.i. zarûret'in c.): zarûretler, muhtaçlıklar, yoksulluklar; sıkıntılar.

1363

zâtî, zâtiyye “Ahmed ve Mahmud" manzûmesi 2000 beyitliktir. (d. 876 - ö. 954). zâtî, zâtiyye ‫ ﻧ ﺎ ﺑ ﻪ‬، ‫( ذاﺗ ﻰ‬a.s.) : kendiyle ilgili, kendine âit, kişilik, özlük, özel, zâtî kusûr : zarar ve ziyana yol açan kusur, zâtiyyât ‫( ذا ﺗ ﻴﺎ ت‬a.s.c. : zâte âit hususlar, kişiye âit özellikler, (bkz : ‫ ؟‬ahsiyyât). zâtii'd-dimâğ ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺪ ﻣ ﺎ غ‬a.b.i.) : hek. beyin nescinin (*dokusunun) İltihâbı. zâtii'1-asab-ı basari ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻌ ﺼ ﺐ ﺑ ﺼﺮ ى‬a. b.i.) : hek. gözde görmeye hizmet eden sinirlerin İltihâbı. zâtii'1-azm ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻌ ﻈ ﻢ‬a.b.i.) : hek. kemik *dokusu İltihâbı. zâtü'1-batneyn ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﺒ ﻄﻨﻴ ﻦ‬a.b.i.) : zool. *ikikarınlı, fr. biventre. zâtü'l-beyn ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻳ ﻦ‬a.b.i.) : fık. iki ki‫ ؟‬i arasmda olan düşmanlık. zatîi'1-cefn ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺠ ﻔ ﻦ‬a.b.i.) : hek. gözkapağı İltihâbı. zâtü'l-cenb ‫( ذ ا ب ا ﻟ ﺠ ﻨ ﺐ‬a.b.i.) : hek. satlıcan, akciğer örtüsünün İltihâbı, fr. pleurésie, zâtü'l-cildi'l-azmî ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺠ ﻠ ﺪ اﻟﻌﻈﻤﻰ‬a.b. i.) : zool. cildleri zırh gibi sertleşmiş veyâ kemikleşmi‫ ؟‬balıklar sınıfı. zâtü'1-cinseyn ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺠ ﺴ ﺴﻴ ﻦ‬a.b.s.) : biy., fels. iki cinslilik, fr. bisexué, zâtü'l-efvâhî'l-cenbiyye ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻓ ﻮ ا ه اﻟ ﺠ ﻨﺒ ﻴ ﻪ‬ (a.b.i.) : zool. köpek balığı gibi agzmda kuvvetli ve keskin dişleri bulunan büyük, saldırıcı balıklar sınıfı. zâtü'l-elvân ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻟ ﻮ ا ن‬a.b.i.) : mad. vaziyetine göre birkaç renk gösteren şeffaf (saydam) mâdenler. zâtü'l-ercüli'l-batnîyye ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ اﻟﺒ ﻄﻨﻴ ﻪ‬ (a.b.i.) : zool. *karindanbacaklilar, fr. gastéropodes. zâtü'l-ercüli'l-cezri^e ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ اﻟ ﺠﻨ ﺮﻳ ﻪ‬a. b.i.) : zool. *kokdenbacaklilar. zâtü'l-ercüli'l-keffîyye ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ ا ﻟ ﻜ ﻔ ﻴ ﻪ‬a. b.i.) : zool. perdeayaklilar, fr. palmipèdes, zâtü'l-ercüli'l-kesîre ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ض اﻟ ﻜﺜﻴ ﺮ ه‬a.b.i.) : zool. çokayaklilar, fr. myriapodes, zâtii'l-ercüli’l-mafsaliyye ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ اﻟﻤﻔ ﺼﻠﻴﻪ‬ (a.b.i.) : zool. *eklembacaklılar, fr. arthropodes. 1364

zâtü'1-erciili'l-meşkuka ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ﺟ ﻞ ا ﻟ ﻤ ﺸ ﻘ ﻮ ﻗ ﻪ‬ (“ k a " uzun o k u n u r , a .b .i.) : zool. ç a t a lt ir n a k lila i'.

zâtü'îercülîr-e'si^e ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ر ض ر أ ﺳ ﻪ‬a.b.i.) : zool. baştanayaklılar, fr. céphalopodes. zâtü'l-esâbîi'l-miifrede ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﺻ ﺎ ﺑ ﻊ ا ﻟ ﻤ ﻔ ﺮ د ه‬ (a.b.i.) : zool. toynaklılar, tektirnaklilar, fr. ongulés. zâtü'l-esâbi'i'l-müzdevice ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﺻﺎ ح اﻟﻤﺰدوﺟﻪ‬ (a.b.i.) : zool. su aygırı gibi ayakları müsavi parmaklarla nihâyet bulan iri hayvanlar, zâtü'l-esmâr ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻﺛ ﻤﺎ ر‬a.b.i.) : meyva veren, meyvali. (bkz : semir). zâtü'l-eydi'l-erba'‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻳ ﺪ ى ا ﻻ ر ﺑ ﻊ‬a.b. i.) : zool. dört elli hayvanlar, zâtü'l-ezfâr ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻇﻔﺎ ر‬a.b.i.) : zool. parmakİarı birbirinden ayrı, hareketli veyâ pençeli olan hayvanlar. zâtü'l-fıkarât ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻔ ﻘ ﺮ ا ت‬a.b.i.) : zool. omurgalılar, belkemiği olan hayvanlar, fr. vertébrés. zâtü'l-filka ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻐ ﻠ ﻘ ﻪ‬a.b.i.) : bot. gelişmesi, çekirdeğinin ayrılmasıyla olmayan *bitki1er. zâtü'l-fükateyn ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻐ ﻠ ﻘ ﺒ ﻦ‬a.b.i.) : bot. *ikiç e n e t li l e r , fr. dicotylédones. zâtü'1-galsame-i dâime ‫ﻧ ﺎ ت اﻟﻔﻠ ﺼ ﻤ ﻪ ﺀ د ا ﺋ ﻤ ﻪ‬ (a .b .i‫؛‬,) : zool. ‫ ؟‬e k l i n i d e ğ i ş t i r m e k h a s s a s ı e k s i k o la n b i r n e v i k u r b a ğ a ,

zâtii'l-galsameti'l-musaffaha ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻔ ﻠ ﺼ ﻤ ﺔ‬ ‫( اﻟ ﻤ ﺼﺜ ﺤ ﻪ‬a .b .i.) : zool. * y a s s i s o l u n g a ç l i l a r , fr. lamellibranches. zâtii'l-harâ‫ ؟‬ifi'l-mii‫ ؟‬a'‫ ؟‬aa ‫ا ﻟ ﺤ ﺮ ا ﺷ ﻒ‬ ‫ﻧﺎ ت‬ ‫( اﻟ ﻤ ﺸﻌ ﺸﻌﻪ‬a .b .i.) : zool. c i l d i m i n e l i v e y â k e m i k l i o la n b i r b a l ı k s ın ıf ı.

zâtü'1-hareke ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺤ ﺮ ﻛ ﻪ‬

(a .b .i.)

: fiz.

kendi

fr. automatique. zâtii'l-harekiyyet ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺤ ﺮ ي‬a .b .i.) : fels. * O z d e v im , o t o m a t i z m , fr. automatisme. zâtü'1-hufeyre-i re's ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺤﻔﻴﺮهﺀ رأ س‬a. b .i.) : u z u n l u ğ u y i r m i m e t r e k a d a r o l a n bir çeşit t e n y a , ‫ ؟‬erit. zâtü'l-hurtûm ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺨ ﺮ ﻃ ﻮ م‬a.b.i.) : hortumlu hayvanlar sınıfi, hortumlular, fr. proboscidiens. zâtü'l-husye ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺨ ﺐ‬a.b.i.): hek. husyelerin, hayaların İltihâbı. k e n d in e h a r e k e t e d e n [c is im ) , o t o m a t ik ,

zâtü'n-nitâkayn

zâtü'l-ızâmi't-tâmme ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﻌ ﻈﺎم اﻟﺘﺎﻣﻪ‬a. b .i.) : zool. tam âm en kem ikleşm iş fıkraları birer kıhıftan İbâret olan balıklar sınıfı,

zâtü'l-kuzahiyye ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺰ ﺣ ﻴ ﻪ‬a.b.i.) : hek.

zâtü'l-ilkah-ı hafiye ‫"( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻟ ﻘ ﺎ ح ﺧ ﻔ ﻴ ﻪ‬k a” uzun okunur, a .b .i.): bot. İlkahı gizli (‫ ؟‬İzâtü'l-ilkah-ı hafiyye-i hücreviyye ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻗﺎ ح‬ ‫"( ﺧ ﻔ ﻴ ﻪ ﺀ ﺣ ﺠ ﺮ و ﻳ ﻪ‬k a " uzu n okunur, a.b.i.) :

bot. İlkahı dam ar İçinde gizlice v u k u bulan *bitkiler, dam arlı çiçeksizler,

zâtü'l-ilkah-ı hafiyye-i viâiyye ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ﻟ ﻘ ﺎ ح‬ ‫"( ﺧﻔﻴﻪﺀ و ﻋﺎﻳ ﻪ‬k a” uzun olcunur. a .b .i.): bot. İlkahı dam ar İçinde gizlice v u k u bulan

zâtü'1-ilkahi'z-zâhire ‫ “( ذ ا ت ' ا ﻻ ﻟ ﻘ ﺎ ح اﻟﺰاﻫﺮه‬ka" uzu n okunur, a .b .i.): bot. İlkahı ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek *bitkiler,

pe, altı y ıld ızd a n İbâret, d ö rd ü b ir d ö rtg en teşkîl eden ve K üçükayı y ıld ız k ü m e sin in y a n ın d a b u lu n a n b ir yıldız küm esi; ing. c a s s io p e ia , fr. C a ssio p ée. zâtü'1-levneyn ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﻠﻮﻧﻴﻦ‬a.b.i.) : j e o l. vaziyet in e g ö re ik i r e n k g ö ste r e n ş e ff a f (sa y d a m ) m â d e n le r.

zâtii'1-lisân ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻠ ﻌ ﺎ ن‬a.b.i.) : zool. A vustu-

*bitkiler, dam arlı çiçeksizler.

vuk u'bu lan

gözde k o ru n ta b a k a sın ın gerisindeki iris İltihâbı.

zâtü'l-kürsî ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻜ ﺮ ﺳ ﻰ‬a.b.i.) : astr. kasyo-

‫ ؟‬eksiz) olan *bitkiler.

vâsıtasıyla

ve so n ra yeniden b o y n u zu ‫ ؟‬ik a n h ay v an lar sınıfı.

çiçekli

ralya kirpisi.

zâtü'1-mafsal ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﻔ ﺼ ﻞ‬a.b.i.) : hek. m afsal İltihâbı.

zâtii'1-mebîz ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﻤﺒ ﺠ ﺾ‬a.b.i.) : hek. k ad m -

*bitkiler.

zâtü'1-karniyye ‫ ﻟﻌﺮذي‬١ ‫( ﻧ ﺎ ت‬a.b.i.): hek. gözün alt tabakasını tam am layan cam gibi parlak tabakanın İltihâbı.

la rd a i‫ ؟‬k asık ta ra fın a rastlay an y u m u rta lig in İltihâbı.

zâtü'1-mehbil ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﻬ ﺒ ﻞ‬a.b.i.) : hek. k ad ın la rd a m ehbil (dölyolu) in İltihâbı.

zâtü'l-kasabât ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺼ ﺒ ﺎ ت‬a.b.i.): hek. ince dam arlılar, trakeliler, fr. trachCates.

zâtii'1-mesâne ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﺜﺎ ﻧ ﻪ‬a.b.i.) : hek. sidik

zâtü'l-kasabât-ı şa'riyye ‫ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻘ ﺼﺒﺎ ت ﺷﻌ ﺮﻳ ﻪ‬ (a.b.i.): hek. akciger borusunun birinci

zâtü'l-meşîme . ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﺸﻢ‬a.b.i.) : hek. gözde-

taksim atının i‫ ؟‬yüziindelci gışâ-i m uhâtî (sümiiksel zar) nin nezlemsi İltihâbı.

zâtü'l-kebed ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻜ ﺒ ﺪ‬a.b .i.): hek. karaciğer İltihâbı, fr. hebatite. zâtü'l-kilye ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻜ ﻠ ﻴ ﻪ‬a.b.i.): hek. böbrek İltihâbı, fr. nCphrite. zâtü'l-kilye-i

k i d a m a rta b a k a n m İltihâbı.

zâtü'l-metâli' ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻤ ﻄﺎ ﻟ ﻊ‬a.b.i.) : ed. ik id en fazla m a tla i o lan gazel veyâ kaside.

zâtü'1-miskab ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﺜ ﻘ ﺐ‬a.b.i.) : zool. karm la rm ın n ih â y etin d e b irer delik b u lu n a n om urgasız hayvanlar.

zâtü'1-mültehime ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﻠ ﺘ ﺤ ﻤ ﻪ‬a.b.i.) : hek.

(dâ-i B ra y t): ‫ﻧ ﺎ ت‬ ‫( ا ﻟ ﻜ ﻠ ﻴ ﻪ ﺀ‬a.b .i.) : hek. böbrek İltihâbı

g ö zkapagm ı göz yuvarlağı ile b irleştiren z a rm İltihâbı.

neticesinde sidikte albiim in bulunm asına

zâtii'1-ukad ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻌ ﻘ ﺪ‬a.b.i.) : hek. v ü c u tta k i

‫ز ﻻﻟ ﻰ‬

zülâlî

to rb ası (kavugu) İltihâbı.

sebeb olan hastalık.

zâtü'l-kîsî ‫ ى‬٠٠‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﻜ ﻲ‬a.b .i.): zool. karn in in altında bir kesesi olup y avru larım ilk defa olarak bunun İçinde doğuran hayvanlar.

zâtü'1-kurûni'l-musamme ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺮ و ن اﻟﻤ ﺼﻤﻪ‬ (a.b.i.): zool. boynu zlarının İÇİ boş olan hayvanlar, boş boynuzlular.

zâtü'l-kurûni'l-mücewefe ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺮ و ن اﻟ ﻤ ﺠ ﻮﻓ ﻪ‬ (a.b.i.): boynuzlarının İÇİ boş olan h ayvan lar, boş boynuzlular.

zâtü'l-kurûni's-sâkıta ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻘ ﺮ و ن ا ﻟ ﺴ ﺎ ﻗ ﻬ ﻠ ﻪ‬ (a.b.i.): zool. geyik, karaca gibi yaln ız erkeklerinde bulunup m evsim m evsim düşen

b ezlerin İltihâbı.

zâtii'1-iizn-idâhilî‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ذ ن دا ﺧﻠ ﻰ‬a.b.i.) :hek. k u la k d av u lu n u n i‫ ؟‬ö rtü sü n ü n İltihâbı.

zâtü'l-üzn-i hâricî ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻻ ذ ن ﺧﺎ ر ﺟ ﻰ‬a.b. i.) : hek. k u la k d e lig i c ild in in İltih âb ı. zâtü'l-vekud ‫"( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻮ ﻗ ﻮ د‬ku" u z u n okunur, a.b.i.) : odun, k ö m ü r gibi y an acak şeyleri İ‫ ؟‬ine alan kab.

zâtü'l-verîd ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﻮ رﻳﺪ‬a.b.i.) : hek. siyah k an d a m a rla rın ın İltihâbı.

zâtü'n-nitâkayn

‫اﻟ ﻄﺎ ﻗﻴ ﻦ‬ ‫ﻧﺎ ت‬ (a.b.i.) : H z. EbU bekir'in k ızı E sm â'ya H icrette feda k ârlık ta b u lu n m a sı hasebiyle ve 1365

zâ.ü'tahm Cennette ik i kuşağa nâil olacagi müjdesiyle P eygam berim iz H z. M u h am m ed tarafın dan verilen İâkab. (bkz : nitâkü'l-cevzâ).

zâtü’r-rahm ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺮ ﺣ ﻢ‬a.b.i.) : hek. rahim 'in tam âm en veyâ kısm en büyüyerek iltihaplanm asi.

zâtii'r-rahmeyn ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺮ ﺣ ﻤﻴ ﻦ‬a.b.i.) : hek. karm la rm ın altında bir kesesi olan h ayvan lar sınıfı.

zâtü'r-re'seyn ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺮأ ﺳﻴ ﻦ‬a.b.i.) : hek. üst tarafları ikiye ayrılm ış olup insan vü cû d un d a biri kolda, digeri oylukta bulunan ik i adalenin sınıfı.

zâtü'r-re's-i şa'rî ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﺮأس ﺷﻌﺮى‬a.b.i.) : hek. baş tarafı kil gibi ince bir n evi solucan, [kara hüm m âdan ölenlerde çok bulunur.]

zâtü'r-rie ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﺮﺀﻷ‬a.b.i.) : hele, akciger İltihâbı, yangısı, batar, fr. pneumonie, zâtii'r-riiûs-i selâse ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﺮؤ س ﺛﻠﺜﻪ‬a.b. i.) : hek. uç tarafları üç leisma ayrılm ış ve b iri kolda, ötekileri oylukta bulunan iki adalenin sinifi, oyluk adalesi.

‫( ) ﻋ ﻔ ﻠ ﻪﺀ‬a.b.i.) : b iy . ü ç b a ş lı leas.

zâtii's-sedâyâ ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﺴﺪاﻳﺎ‬a.b.i.) : zool. m e m e liler, fr. mammifères, (b k z : z e v i's ş e d â y â ) . zâtü's-sedâyâ-yi bahriyye ‫ د ا ﺑ ﻰ ﺑﺤﺮﻳﻪ‬٠‫ﻧ ﺎ ت ال‬ (a.b.i.) : z o o l. d e n iz a y ila r i.. g ib i m e m e lile r s ın ıf ı, fr. S irén ien s.

zâtii's-sehâyâ ‫ ﺑ ﺎ‬. ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﻤ ﺤ ﺎ‬a.b.i.) : hek. b eyin zari İltihâbı.

‫ﻧﺎ ت ا ل‬

(a.b.i.) : hek. beyin zari iltihabından dogan b eyin verem i.

zâtü's-sıfâk ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟ ﺼﻔﺎ ق‬a.b.i.) : hek. peritonit, karin zari İltihâbı, fr. péritonite, zâtii's-sıfâk-i nifâsî ‫ ﺑ ﻖ‬١ ‫( ﻧ ﺎ ت‬a. b.i.) : hek. lohusalarda olan peritonit, zâtü's-simhâk ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺴ ﻤ ﺤ ﺎ ق‬a.b.i.) : hek. kem ik za rin m İltihâbı.

zâtü's-sudûr ‫( ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺼ ﺪ و ر‬a.b.i.) : gönülde kararlaştırılan şeyler.

zâtü's-sukabât ‫( ﻧ ﺎ ت اﻟﺜ ﻘﺒﺎ ت‬a.b.i.) : zool. delikliler, fr. foraminifères. zâtü's-sukabât-1 gayri müşa'ara ‫ﻧ ﺎ ت ا ﻳ ﻘ ﺒ ﺎ ت‬ ‫ ﻣ ﺸ ﻌ ﺮ ه‬J—Ş■ (a.b.i.) : zool. m atraporalar, fr. madrépores. 1366

z â tü 'ş - ş e b e k i^ e ‫( ﻧ ﺎ ﺕ اﻟ ﺸ ﺒ ﻜ ﻴ ﻪ‬a.b .i.): h ek. gözü n şebekî ta b ak a sın d a (agtabaka) m eydan a gelen k arışıklık .

٨'..',

‫“( ﻧ ﺎ ﺕ' ا ﻟ ﺸ ﻔ ﺎ ف‬ga” u z u n oku nu r, a .b .i.): h ek. kalb in i‫ ؟‬ve dış den ilen ik i zarin d a n h er h an g i b irin in İltihâbı.

zâ tü 'ş-şe râ fe ti's-se lâse ‫( ﻧ ﺎ ﺕ اﻟﺸﺮاﻓﺔ اﻟﺜﻠﺜﻪ‬a.b .i.)‫؛‬ h ek . “üç k a n a d lı'': kalbin sag b o şlu ğu nd ak i deligin agzm da b u lu n a n k ap a g in sıfatı, z â tü 'ş -ş iry â n ‫ا ﻟ ﻐ ﺮ ﻳ ﺎ ن‬ d a m a rın ın İltihâbı.

‫ﻧﺎ ﺕ‬

z â tü 't-ta b l ‫ا ﻟ ﻄ ﺒ ﻞ‬ İltihâbı.

(a.b.i.) ‫ ؛‬h ek. k u la k zari

‫ﻧﺎ ﺕ‬

(a.b .i.): h ek. nabız

z â tü 't-te n e ffü si'1 -m ü z d e v ic ‫ﻧ ﺎ ﺕ ا ﻛﻔ ﺲ اﻟ ﺮ د و ج‬ (a.b .i.): zool. hem suda, hem k a ra d a yaşayan hayvanlar. z â tü 'z -z e h re te y n ‫( ﻧ ﺎ ﺕ اﻟﺰﻫﺮﺗﻦ‬a.b .i.): b o t. iki çiçekli *bitkiler) fr. b iflo re. zâtü'z-zevc ‫اﻟﺰوج‬

zâtü'r-rüûs-i selâse (adale-i-)(‫ﻧ ﺎ ت ا ﻟ ﺮ ؤ س ﺛﻠﺜﻪ‬

zâtü's-sehâyâ-yi dereni ‫ ى د ر ﻧ ﻲ‬0‫ﺣﺎ‬

z â tü 's-su lb e ‫( ﻧ ﺎ ﺕ ا ﻟ ﻌ ﺒ ﻪ‬a .b .i.): hek . gözün dış ta b ak asın ın İltihâbı.

‫ﻧﺎ ﺕ‬

(a.b.s.): kocalı (kadın),

zav ' ‫( ﻓ ﺮ ﺀ‬a .i.c .: a z v â ') : aydınlık, ışık, (bkz : zû'). zav '-ı şem s : G üneş'in ışığı, za v â b ıt ‫( ﺿ ﻮا ﺑ ﻂ‬a.i. zâbıta'nm c .) : kaideler, nizam lar, usuller. zavâb'ıt-1 İd â re : İdâre n izam ları. zav âb ıt-ı n a h v i m e : sintaks kaideleri (*kilra'lları). z a v â h ir ‫( ﻇ ﻮا ﻫ ﺮ‬a.i. zâ h ir ve zâ h ire'n in c .) : 1. gö rünüş, g örün ür, dışyüz. 2. y ü k sek yerler, göze ça rp a n yerler, z a v ârib ‫( ﺿﻮارب‬a.i.c.): nabız d am arları, zâ v il ‫( زاول‬f.i.): m ü z. T ü rk m ü ziğind e b ir m ürekkep m ak am d ır. En az beş altı asırlıktır. A z k u lla n ılm ıştır. M â h u r ile n ik riz d en m ürekkeptir. F akat ekseriyâ k a ra rd a n ik riz beşlisi gösteren b ir m â h ıır'd a n ib ârettir. Bu beşli ile rast (sol) p erd esin de d u ru r. GüçİÜ -her iki m a k am ın da güçlüsü olan- nevâ (re) perdesidir. D o n a n ım ın a m â h u ru n “fa'' k ü ç ü k m ücenneb diyezi yazılır. N ik riz beşlisi İçin n o ta içerisinde "d o” bakıyye diyezi “si” bakıyye bem olü k u lla n ılır (bu beşli'de “fa” sesi yoktur). U m ûm iyetle inici seyreder, (m âhu r gibi).

zay'a

zâvilî ‫( زا وﻟ ﻰ‬f.i.) : miiz. T iirk m ü ziğ in d e en az beş altı asırlık b ir m ü rek k ep m a k am olup n iim ûn esi kalm am ıştır.

zâviye-i sür'at : fiz. .a ç ıs a l h ız . 3. b ir in in

Zâvilî-İsfehân ‫( زا وﻟ ﻲ ا ﺻﻔﻬﺎ ن‬f.b.i.) : müz. T ü rk m üziğind e en az beş asırlık b ir m ü rek k ep m a k am olup nü m û n e si k alm am ıştır,

zâviye-i şâkuliyye : astr. r â s ıd ın b u lu n d u ğ u

zâvilî-segâh ‫( زا وﻟ ﻰ ﺳﻜﺎه‬fb.i.) : müz. T iirk m üziginde en az beş asırlık b ir m ü rek k ep m ak am olup n ü m û n e si k alm am ıştır, zâviye ‫( ز ا و ﻳ ﻪ‬a.i.c. : zevâyâ) : 1. köşe. 2. mat. .a ‫ ؟‬ı, fr. angle. Zâviye-İ ayniyye : hek. göz p ın arı.

İb âd et e tm e k ü z e r e

‫ ؟‬e k ild iğ i te n h a yer.

4 . k ü ‫ ؟‬ü k tek k e . n o k ta d a n g e ‫ ؟‬e n v e u fu k d ü z le m in e d ik e y o la n d ü z le m iç e r is in d e k i ik i n o k ta ile rasat â le t in in " o b je c tif” m e r k e z in i t e ç k îl e t tiğ i a‫ ؟‬ı.

Zâviye-İ tebâüd: astr. .u z a n ı m .a ç ıs ı. zâviye-i ufkiyye : astr b u lu n d u ğ u m u z u fu k m ü s t e v is i ü z e r in d e r â s ı t l ı ğ m ı y a p tığ ım ız â le t in “o b je c tif" i m e r k e z i ile b e lli ik i n o k ta y a y a p ıla n te v c ih in t e ş k il e t tiğ i a‫ ؟‬ı.

Zâviye-İ hâdde : mat. d a r a‫ ؟‬ı, fr. angle aigu.

Zâviye-İ viirûd (geli? . a ç ı s ı ) : astr. b ir y ıld ız -

Zâviye-İ hâricime : geo. .dışaçı.

d a n g e le n ış ığ ın , d ü ş m e y ü z e y in in (a y n a v e

Zâviye-İ İn’ikâs : geo. .y a n sım a .açısı, fr. angle réflexion.

m e r c e ğ in ) n o r m a lin e g ö re y a p tığ ı . a ‫ ؟‬ı, fr .

angie d 'incidence.

Zâviye-İ inkisâr : astr. k ırılm a .açısı, fr. angle de réfraction.

zâviye-dâr ‫ ( زاوده دا ر‬a .f.b .i.) : tas. k ü ç ü k te k k e

Zâviye-İ lcaime (“k a” u z u n o k u n u r) : mat. d ik a‫ ؟‬ı, fr. angle droit.

zâviye-nişîn ‫ص‬

Zâviye-İ merkeziyye : geo. m erkez .açısı, fr. angle au centre. Zâviye-İ miicâvire : geo. k om şu .a ‫ ؟‬ı, fr. angle adjacent.

Zâviye-İ miinferice : mat. geniş .a ‫ ؟‬ı, fr. angle obtus. Zâviye-İ mücesseme : mat. b ir n o k ta d a bir-

şe y h i.

‫( زاوﻳﻪ‬a .f.b .i.) : zâ v iy ed e) k ü -

‫ ؟‬ü k t e k k e d e o tu r a n d e r v iş,

zâviyetân ‫ ( ز ا و ﻳ ﺘ ﺎ ن‬a .i .c .) : geo. ik i z â v iy e , ik i . a ‫ ؟‬ı. ( b k z : z â v iy e te y h ).

zâviyetân-ı miitekabiletân: geo. m u k a b il, z ıt z â v iy e le r (.a ç ıla r ) b ir b ir in i k e s e n ik i d ü z ‫ ؟‬iz g i a r a sın d a m e y d a n a g e le n d ö r t a ç ıd a n k a r şı k a r şıy a b u lu n a n , k a r şıt a ‫ ؟‬ı,

fr. angles

o p p o sd s.

zâviyetân-ı mütekabüetân-1 dâhiletân : geo.

İeşen ü ‫ ؟‬ve d ah a ‫ ؟‬ok .d ü zle m in m ey d an a getirdiği .açı, fr. angle trièdre.

ik i p a r a le l ‫ ؟‬iz g iy i y u k a r ıd a n a şa ğ ı k e s e n b ir

Zâviye-İ miisellesâtiyye : astr. trig o n o m e tri

ş ılık lı m e y d a n a g e le n d ö rt a‫ ؟‬ı, İçters açılar.

.açısı.

‫ ؟‬iz g i ile , b u ik i p a r a le l ‫ ؟‬iz g in in İç in d e kar-

zâviyetân-ımiitekabiletân-ıhâricetân: geo.

Zâviye-İ miisteviye : mat. .d ü zle m .a ‫ ؟‬ı, fr. angle plan.

ik i p a r a le l ‫ ؟‬iz g iy i y u k a r ıd a n a şa ğ ı k e se n

‫ ؟‬izgi ile, b u ik i p a ra lel ‫ ؟‬iz g in in d ış ın d a

b ir Zâviye-İ

k a r ş ılık lı m e y d a n a g e le n d ö rt a‫ ؟‬ı, d ışters

Zâviye-İ semtime : astr., top. u fk i düzlem

zâviyetân-ı miitevâfikatân : geo. .y ö n d e ş açılar, fr. angles correspondants.

Zâviye-İ

miitecâvire

(bkz :

miicâvire).

ü zerind ek i a‫ ؟‬ı m ebde' b a k ım ın d a n kuzey cihetin e bağlı ise o k u n a n açıya sem t açısı (zâviye-i semtiyye) adi verilir, (bkz : sem t zâviyesi).

açılar.

zâviyeteyn -

‫ ( زاو‬a .i .c .) : geo. ik i z â v iy e , ik i

. a ‫ ؟‬ı. ( b k z : z â v iy etâ n ).

Zâviye-İ semtii'n-nazîr : astr. m ebde' n o k tası sem t-iin-nazir olm ak üzere râsıd ın gözünde b ak tığ ı yıldız istik a m e tin in teşk il ettiğ i a‫ ؟‬ı.

zâviyevi ‫ ( زا و و ى‬a .s .) : geo. z â v iy e y e âit, zâ v iy e ile ilg ili, .a ç ıs a l, fr. angulaire. zâviyevi sür'at: a ç ısa l h ız , fr. vitesse angulaire. (b k z : Zâviye-İ sürat), zây ‫( زا ى‬f.s.). (b k z : -zâ[y]).

Zâviye-İ semtü'r-re's : astr. (bkz : ınesâfe-i

zay'a -

semt-ür-re's).

2.

( a .i .c .: zıyâ', ziya') : 1. b iııâ s ız arsa.

g e lir i o la n b in â . 3 . tarla; ‫ ؟‬iftlik .

1367

zoyâ٠ zayâ' ‫( ﺿ ﻴ ﺎ ع‬a .i.): elden çık m a, yok olm a, kaybolm a.

ze b ân e -k e ş ‫( زﺑﺎﻧﻪ ﻛ ﺶ‬f.b.s.) : alevli) alevlenen, yalınlı.

zay’at ‫( ﺿ ﻌ ﺖ‬a.i.) : kaybetm e; kaybolm a,

z e b ân e -p âç ‫( زﺑﺎﻧﻪ ﺑ ﺎ ش‬f.b.s.): alev saçan, alev ‫ ؟‬ika ran .

zayf ‫ﺿ ﻴ ﻒ‬ nuk.

(a.i.c .: zîfân, z u y û f ) : m isâfir, ko-

zâyi' ‫( ﺿﺎﻳ ﻊ‬a.s. z iy â 'd a n ): elden çıkan, kaybolan, yitik; zarar, ziyan, zâyiât ‫( ﺿ ﺎ ﻳ ﻌ ﺎ ت‬a.i.c.): kayıplar, yitikler,

z e b ân -g ez ‫( زﺑﺎ ﻧﻜﺰ‬f.b.s.): acı k onuşan, z e b â n î ‫( ز ش‬f.s.): dile âit, d il ile ilgili, z e b â n î ٠‫( ز ﺑ ﻨ ﻰ‬a.i.c .: z e b â n iy â n ): cehennem likleri cehennem e atm aya m e'm ur edilen melek.

zâyiât rap oru: ask. savaşta perso n el kayıpla rm a âit tü rlü b ilgilerin to p la n a ra k birleştirild ig i rapor.

z e b â n iy â n ‫( زﺑﺎﻧﻴﺎن‬a.i. z e b ân i'n in c . ) : zebâniler. ( b k z : zebâniye).

zâyiçe ‫ ( زاﻳ ﺠ ﻪ‬f i . ) : y ıld ız la rın belli za m a n d a k i y erlerini ve d u ru m la rım gösteren cetvel,

ze b ân iy e ‫( زﺑﺎ ﻧ ﻴ ﻪ‬a.i. z e b ân i'n in c .) : zebâniler. ( b k z : zebâniyân).

zay v en ‫( ﺿ ﻮ ن‬a .i.c .: z a y â v in ): 1. erkek kedi. 2. yaban kedisi. 3. vahşî, h ırç ın adam ,

z e b â n -z e d ‫( زﺑﺎ ﻧ ﺰد‬f.b.s.): dil persengi, söylenen, söylenir olan; alışılm ış, ku llan ışlı, yayılm ış [söz].

za'zaa ‫( ز ﻋﺰ ﻋﻪ‬a.i.c.: zaâzi') : sarsm a, ırgalam a. Za'zaa-İ d i m â g : a n a t. bâzı d a m a rla rın y ırtılm asm a sebebolacak k a d a r d im a g in sarSilması. Za'zaa-İ e s n â n : d işlerin şiddetle b irb irin e vu rm ası. ze ‫( ز‬o .h a .): O sm anlI alfab esin in o n ü çü n c ü haı-fi olup "ebced” h e sâ b m d a y e d i sayısının karşılığıdır. z e â fir ‫( ز ﻋﺎﻓ ﺮ‬a.i. za'fı-ân'ın c . ) : safranlar, z e â m e t ‫( ز ﺀا ﻫ ﺖ‬a .i.): ta r. O sm an lIlar d ev rin d e Sipâhilere verilen en b ü y ü k tim ar. zeâzi' ‫( زى^زع‬a.i. za'zaa'nm c .) : sarsm alar, irgalam alar. zeb ‫( ذ ب‬a.i.) : (bkz : zebb). zeb âb ‫( ز ﻷ ب‬a .i.): zool. âdi k a ra sinek. z e b âb -ı lâ h m î (et s in e g i): m âvi sinek, ze b âb e ‫( ز؛اﺑﻪ‬a.i.) : yab an fâresi. ze b âd ‫( ز^د‬a .i.): 1. kalem is (galle-i m is k ) : yağı. 2. m isk kedisi. z e b â n ‫ ن‬١‫( زب‬f.i.): 1. dil, lisan. 2. a n a t. dil. A teşze b â n : uzdilli. 3. lügat; lehçe, z e b ân -âv e r ‫( ز ﺑ ﺎف آور‬f.b.s.): 1. dile getirilen, çok söylenen. 2. d ü zg ü n söz ve şiir söyleyen. z e b â n -d ırâ z ‫( ز ﺑ ﺎ ن د را ز‬f.b .s.): dil u zatan , atıp tu tan . z e b â n -d ırâ z î ‫( ز ﺑ ﺎ ن د را ز ى‬a.b .i.): d il uzatm a, atıp tu tm a. z e b â n e ‫ ذه‬١‫( زب‬f.i.): 1. terâzi ve b en zeri gibi bâzı âletlerin dili. 2. alev, ateş yalını.

1368

z e b â ric ‫( زﺑﺎرج‬a.i. zeb erced'in c .) : zebercetler, z e b ây ih ‫( ذﺑﺎ؛ح‬a.i. zebiha'nm c . ) : 1. k u rb a n lık hayvanlar. 2. k u rb a n edilm iş hayvanlar, [a sli: zebâih dir]. ze b b ‫( ذ ب‬a .i.): kovm ak, ze b e d ‫( ز د‬a .i.c .: ezbâd, z iib e d ): köpük, z e b e r ‫( زإ—و‬f.i.): 1. üst. ( b k z : fevk). Z ir ü zeb e r : altüst. 2. üst derecede b u lu n a n kim se, âm ir; h âkim ; m âhir. ze b erce d ‫( ﻧﺪرج— د‬a .i.c .: z e b â ric ): z ü m rü tte n d ah a açık yeşil olan ve z ü m rü t k a d a r degeri olm ayan b ir süs taşı. ze b erce d i ‫( ز ﺑ ﺮ ﺟ ﺪ ى‬a .s.) : 1. zebercetle ilgili. 2. „zebercet renginde, fıstıkî, z e b e r-d est ‫ ( ز ﺑ ﺮ د ﺳ ﺖ‬fb .s .) : 1. eli ü stü n , (bkz : galib). 2. m âhir. z e b er-d e st-â n e ‫( زﺑﺮدﺳﺘﺎﻧﻪ‬f.b.zf.): 1. em rederek, âm ircesine. 2. b ecerik li kim seye y araşır b ir yolda. z e b e r-d e sti ‫( ز ﺑ ﺮ د ﺳ ﻰ‬f.b.i.): 1. el .üstünlüğü, âm irlik. (bkz : galibiyyet). 2. m allâretlilik , m aharet. z e b e rin ‫( زﺑ ﺮﻳ ﻦ‬f.zf.): üstteki. L eb-İ z e b e rin : ü st dudak. ze b h ‫( ذ ﺑ ﺢ‬a .i.): 1. boğazlam a, kesm e, keserek öldürm e. 2. k u rb a n kesm e, zebh iy y e ‫( ز ﺑ ﺤ ﻴ ﻪ‬a .i.): k asap la rd an kestik leri h ay v an lar İçin alın a n vergi, zeb ib ‫( زﺑﻴﺐ‬a .i.): 1. k u ru üzü m . 2. k u ru incir. 3. zool. yılan, akrep gibi h a y v a n la rın zehi-, ri.

Zehârif-İ dünyeviyye

z e b ih ‫( ﻧ ﻴ ﻊ‬a.s. z e b h 'd e n ): 1. kesilm i? veyâ kesilecek k u rb an . 2. H z. İsm âil ile Hz. M u h a m m e d 'in babası H z. A b d u llah 'ın lâkabı. z e b ih a ‫( ﻧ ﺒ ﻴ ﺤ ﻪ‬a.i. zebh'den. c . : z e b â y ih '): 1. k u rb a n lık hayvan. 2. k u rb a n edilm i? hayvan. 3. s. ["zeb ih ''in m üen.]. ( b k z : zebih). ze b ih e y n ‫( ﻧ ﺒ ﻴ ﺤ ﻴ ﻦ‬a.i.c.): iki k u rb a n , ib n ü 'z ze b ih e y n (= ik i k u rb a n ın o g lu ): H z. M uham m ed. ze b il ‫( زﻳ ﻞ‬a.i.): 1. gübre, fı?kı. 2. pislik, z e b îr ‫( زدر‬a .i.): 1. m ih n e t, sık ın tı. 2. m ektup; yazılını? ?ey.

zed ü h o rd : perhâ?).

sava?,

(b k z :

ceng,

harb.

-ze d ‫ زد‬- (f.s.): "v u ran , v u ru c u '' m â n âsın a gelerek *biı٠le?ik kelim eler yapar. G û ? - z e d : ku lag a ‫ ؟‬a lm a n Z e b â n - z e d : d il persengi, yayılm ı? söz. -ze d e ‫( — ز د ه‬f.s.c .: z e d e -g â n ): “v u ru lm u ? , ‫ ؟‬arpılm ı?, tu tu lm u ?, uğram ı?, y akalanm i?" m â n â la rın a , gelerek *birle?ikler yapar. Â fet-zed e : felâkete, m usibete uğram ı?. H a rîk -z e d e : y an g ın a uğram ı?. S er-zed e : ba?a gelmi?, ba? gösterm i?. S e v d â -z e d e : sevdâya tu tu lm u ?.. gibi.

-ze d eg â n ‫ زدﺳﻤﺎف‬- (f.b.s. zede'nin c . ) : “v u ru lm u?lar, ‫ ؟‬arpılm ı?lar, tu tu lm u ?lar, u grazeb l ‫( ﻧ ﺪ ل‬a .i.): d en iz k ap lu m b ağ asın ın kabum ı?lar, y ak alan m ı?lar" m â n â la rın a gelerek ğu. *birle?ik kelim eler yapar. H a rlk -z e d e g â n : z e b r ‫( ز ر‬a .i.): 1. kitap, cüz. 2. k ita p yaprağı. y an g ın felâketine u ğ ram ı? olanlar. Sevda3. yazı yazm a. 4. söz. 5. yazı. 6. zekâ. 7. s. z e d e g â n : sevdâya tu tu lm u ? olanlar... gibi, kuvvetli, saglam [adam], ze fe r ‫( ذﻓﺮ‬a .i.): k ö tü koku, ( b k z : taaffün). z e b û n ‫( زﺑﻮت‬f.s.): zayıf, güçsüz, âciz, ze fer ‫( ز ﻓ ﺮ‬a .i.): agaca v u ru la n destek, dayak, z e b û n î ‫( ز ﺑ ﻮ ﻧ ﻰ‬f.s.): zayıflık, âcizlik, güçsüzpayanda. lük. ze fe râ t ‫( زﻓﺮات‬a.i. zefre'nin c . ) : so lu k alm alar, z e b û n -k ü ? ‫( ز ﺑ ﻮ ﻧ ﻜ ﺶ‬f.b.s.): d ü ?k ü n ezen ١kenz e fîf ‫( ﻧ ﻔ ﺪ‬a .s.): ‫ ؟‬evik, ‫ ؟‬ab u k hareketli, d in d en zayıfa gücü yeten ve yüklenen. z e fir ‫( زﻓﻴﺮ‬a .i.): 1. gögüs geçirm e. 2. nefes verz e b û n -k ü ? -â n e ‫( زﺑ ﻮﻧ ﻜ ﺸﺎﻧ ﻪ‬fb .z f.): zebûn-kü? m e, solugu d ı?arı verm e. Ş e h îk ü z e f i r : neolana yakı?acak yolda. fes alıp verm e, (bkz ‫ ؛‬teneffüs), z e b û n -k ü ? î ‫( زﺑ ﻮﻧ ﻜ ﺸ ﻰ‬f.b.i.): zebunkü?lük> zefzefe ‫( ز ﻓ ﺰ ﻓ ﻪ‬a .i.): sarsılm a, titrem e, ( b k z : *du?kiinezerlik. za'zaa). z e b û r ‫( ﻧﺪور‬a .i.): 1. lcitap. 2. m ektup. 3. (h. i . ) : Hz. D âvııd'a nâzil olan m ukaddes kitap, zeccâc ‫( زﺟﺎج‬a.s. z ü c â c 'd a n ): sır‫ ؟‬a i?leriyle ugra?an, ?İ?eci; camcı. zecil ‫( ز ﺟ ﻞ‬a.i.): m üz. beste ve ?arkı o k uyup hân en d elik etm e, z e c l ^ ( a . i . ) :a tm a .(b k z :remy). zecr j r j (a.i.c .: z ü c û r ) : 1. önlem e, yasak etm e. 2. zorlam a, zorla yap tırm a, ( b k z : İcbâr). 3. lcovma. 4. eziyet, Sikma. (bkz : cevr). 5. angarya ‫ ؟‬alı?tırma. zecren ‫( ز ﺟ ﺮ ا‬a.zf.): 1. m enederek, önleyerek. 2. zorla, zorlayarak, cez'â olarak, (bkz : cebren, kerhen). ze c rî ‫( زجر ى‬a.s.): zorlayıcı, yasaklayan, (bkz : cebri). z e c r i c e ‫( ز ﺟ ﺮ ﻳ ﺄ‬a .i.): 1. alkollü içkiler vel-gisi. 2. s. [“zecri” n in m üen.]. (bkz : zecri), ze d ‫( زد‬f.i.): v u rm a , dövm e.

z e g an ‫( ز ﻏﺎ ن‬f.i.): zool. ‫ ؟‬aylak, ze h âb ‫( ﻧ ﻬ ﺎ ب‬a .i.): 1. gitm e. 2. b ir fikre, dü?ünceye uym a; sapm a. İyâb ü z e h âb : gidip gelme. (bkz : âm ed ü ?üd). 3. zih n en b ir yola sapm a. 4. zan n etm e, öyle sanm a. z e h â b -ı b â t ı l : b âtıl fikir; bo?, ‫ ؟‬ü rü k S a m . z e h â b ı h i l â f ı n a : du?üncesinin, za n n ettiğ in in aksine. z e h â d e t ‫( ز ﻫ ﺎ د ت‬a .i.): zâhitlik, d in em irlerine a?ırı o larak bağlılık. z e h â d e tlü : ?eyhlere ve d in İıitâben k u lla n ıla n Unvan,

a d a m la rın a

z e h â d e t-m e n d ‫( ز ﻫ ﺎ د ﺗ ﻤ ﻨ ﺪ‬a.f.b.s.): d in e sıkı bağlı, dindar. z e h â r if ‫( ز ﺧ ﺎ ر ى‬a.i. z u h r û f u n c .) : 1. alt.mlar, sahte zinetleı'. 2. yalancı süsler, gösteri?ler, yaldızlar.

Zehârif-İ d ü n y e v iy y e : dünyâ gösteri?leri, ?atafatları. 13،9

zeh.dân zeh-dân ‫( ز ﻫ ﺪا ن‬f.b.i.): anat. rahim, döl yatağı, zeheb ‫( ذ ب‬a.i.c.: ezhâb, zühbân, zühûb): altin. (bkz : zer). Ebii'z-zeheb : altm babası; çok zengin adam. zehebî ‫( ﻧ ﻬ ﺒ ﻰ‬a.s.): altma âit, altmla ilgili; altmdan yapılma. zehebin ‫( ﻧ ﻬ ﺒ ﻴ ﻦ‬a.s.): altından olma, altından yapılmış, altından meydana gelmiş, zehebiyyet ‫( ﻧ ﻬﺒﻴ ﺖ‬a.i.): kim. hâmız-1 zeheb ile tuzlardan birinin birleşmesinden meydana gelen bir mâden. zehebî^et-î am onyak: kim. hâmız-1 zehebî ile amonyakm birleşmesinden meydana gelen tuz. zehebî^et-î p o ta s: kim. potas ile hâmız-1 zehebi'nin birleşmesinden meydana gelen tuz. zehhâr ‫( ز ﺧ ﺎ ر‬a.s.): dolu, taşkın, coşkun [deniz]. (bkz: miitemevvic, zâhir ‫) ز ا ر‬. Bahr-İ zeh h âr: dalgalı deniz. zehib ‫( ﻧ ﻬ ﻴ ﺐ‬a.s. zeheb'den): altın sürülmüş, yaldızlı, (bkz: müzehheb). zehl ‫( ذ ﻫ ﻞ‬a.i.): 1. dalgınlıkla unutma veyâ geciktirme. 2. İşin çokluğu yüzünden geciktirme. (bkz: zühûl). zehr ‫( ز ﻫ ﺮ‬a.i.c.: ezhâr) : çiçek, (bkz : şükûfe, zelire). zehr-i akim : bot. kısır çiçek, zehrü'r-rebî': bot. çuha çiçeği, zehrü's-sâlûs : bot. hercâi menekşe, zehr ‫( ز ر‬f.i.): zehir, agu. (bkz : semm). zehr-i m âr : yılan zelliri. zehrâ ‫( ز ﻫ ﺮا ﺀ‬a.s.): 1. yüzü pek beyaz ve parlak olan. 2.İ. İcadın adi. ["ezher” in miiennesi]. 3. Hz. Fatma'nın lâkabı. Zehrâ ‫( ز ﻫ ﺮا‬a.h.i.): Hz. Muhammed'in lcızı Hz. Fatma'nın lâkabı ‫ ؛‬Fâtımetü'z-Zehrâ. zehr-âb ‫( ز ﻫ ﺮآ ب‬f.b.s.): acı su. zehr-âbe ‫( ز ﻫﺮآﺑﻪ‬f.b.s.): 1. zehirli su. 2. acı, zehir gibi su. 3. mec. acılık, acı, kaygı, zehr-âlûd ‫( ز ﻫ ﺮآﻟ ﻮد‬f.b.s.): zehirli, zehir gibi, zehr-âmîz ‫( ز ﻫﺮآﻣﺒﺰ‬f.b.s.): zehirli; acı. zehrâvân ‫( ز ﻫ ﺮ ا و ا ن‬a.i.c.): Kıır'an'daki Sûre-i Bakara ile Sûre-i  1-İ İmrân. zehr-bâr ‫( ز ر ﺑ ﺎ ر‬f.b.s.): zehir yağdıran, pek acı. zehr-dârû ‫( ز ﻫﺮدار و‬f.b.i.) : panzehir. 1370

zehre ‫( ز ب‬a.i.c.: ezhâr): çiçek, (bkz : şükûfe). Lifâfe-İ zehre : bot. çiçeklerin etrâfıııda bir zarf meydana getiren yapraklar, zehre-i ceresiyye : bot. çançiçeği, fr. campanule. [yanlıç olarak Zühre-İ ceresiyye çeklinde kullanıldığı da görülmüştür], zehretü'd-dünyâ: dünyânın rengi ve lâtifligi. [Kur'an'da; zehretü'l-hayâti'd-dünyâ şeklinde geçer]. zehre ‫( ز ب‬f.i.): 1. öd, safra, i . yiğitlik, cesâret. Bi-zehre : korkak, yüreksiz, (bkz: cebin), zehre-çâk ‫( ز ب ﺟ ﺎ ك‬f.b.s.): ödü patlamış, korkmuş. zehre-dâr ‫( ز ب دا ر‬f.b.s.): cesur, yürekli, zehre-dârâü ‫( ز ب دا را ن‬f.b.s. zehre-dâr'ın c .): cesur, yürekli, yigit kimseler, zehre-efşâü ‫( ز ب اﻓ ﺸﺎ ن‬f.b.s.): zehir saçan, zehre-şikâf ‫( ز ﻫ ﺮ ه ﺷ ﻜ ﺎ ف‬f.b.s.): öd patlatıcı, korkutucu, korkunç. zehre-terâk ‫( ز ب ر ا ك‬f.b.s.): ödü kopmuş, pek. korkmuş. zehrevi ‫( ز ﻫﺮ و ى‬a.s.): zehreye âit, zehre ile *ilgili, örtücü, koruyucu, koruyan, örten, zehr-hand ٠‫( ز ﻫ ﺮ ﺧ ﺪ‬f.b.i.): acı acı gülme, zehri, zehrime ‫ ﻧ ﻬﺮﻳﻪ‬، ‫( ز د ر ى‬a.s.): çiçeğe âit, çiçekle *ilgili. zehrin ‫( زﻫﺮﻳﻦ‬f.s.): zehir gibi, pek acı. zehr-nâk ‫( ز ﺑ ﺎ ك‬f.b.s.): zehirli, (bkz : semmdâr). zehûk،‫( ر ق‬a.s. zehlc'den): 1. yok olucu, geçici, süreksiz, kısa ömürlü. 2. yararsız, faydaSIZ, boş, beyhude. zeir ‫ر‬٠‫( زئ‬a.i.c.: zeîrât): vücûdün içinden İşitilen tabii veyâ marazi ince ses. zeîr-i ih tik a k i: deri gıcırtısına benzeyen bir ses. zeir, ze'r ‫ زأر‬، ‫( زش‬a.i.): arslan kükremesi, zeîrât ‫( ز ﺋ ﻴ ﺮ ا ت‬a.i. zeir'in c .): vücuttan gelen tabii veyâ marazi ince sesler, zeîrât-ı cerşiyye : rendeden meydana gelen sese benzeyen sesler. zeîrât-ı gayr-1 t a b i i c e : hek. hastalılc hâlinde duyulan sesler, zeîrât-ı ihtikakiyye : hek. iki gışanın (zarm) birbirine sürtünmesinden çıkan sesler, zeîrat-ı k a l b i c e : hek. kalbin hareketlerinden dogan sesler.

ze.letü'1-kadem z e îrâ t-ı m ib re d iy y e : eğeden çık an sese benzeyen sesler.

z e k îr ‫( ذ ي‬a.s.): u n u tm a y an , hafızası kuvvetli.

z e îrâ t-ı m i n ş â r i ^ e : hek. d esteren in çıkardığı sese benzeyen sesler,

z e k i c e ‫( ذ ي‬a .s.): 1. "zek î''n in m üennesi. 2. i. k a d m adi.

z e îrâ t-ı m û sik iy y e : güvercin ötm esine benzeyen sesler.

zel ‫( ذ‬o .h a .): O sm anlI alfabesinin ٠n b irin ci h a rfi olup "ebced" h esâb m d a yediyüz sayısın ın karşılığıdır, z sesini verir,

z e îrâ t-ı n efh iy y e : k ö rü k te n çık an sese benzeyen sesler. z e îrâ t-ı s a fir im e : ıslığım sı sesler, z e îrâ t-ı ş ir y â n iy y e : hek. h asta şiry a n la rın içinden geçen k a n in m eydana getirdiği ses. z e îrâ t-ı t a b i i c e : hek. sağlam k alb d en duy u la n sesler.

zel ‫( زل‬a.i.). (bkz : zell). zelalc ‫( ﻧ ﻠ ﻖ‬a .i.): sürçm e, ayak kaym a, (bkz : zelk, zelka). ze lâ le t ‫( ذ ﻻ ﻟ ﺖ‬a .i.): h ak irlik , horluk, alçaklık, ( b k z : zillet). ze lâ zil ‫( ذ ﻻ ذ ل‬a.i. zilzil'in c . ) : u z u n etekler,

zekâ' ‫( ز ﻛﺎﺀ‬a .i.): saflık, d u ru lu k ; h al d ü zg ü n lüğü.

ze lâ zil ‫( ز ﻻ ز ل‬a.i. zelzele'nin c . ) : yer deprem leri, yer sarsın tıları.

zekâ' ‫( ﻧ ﻜ ﺎ ﺀ‬a.i.): zeyreklik, çab u k an lam a, zih in keskinliği.

zelef, z e lf ‫ف‬

zek âb ‫( ز ﻛﺎ ب‬f.i.): yazı m ürekkebi,

zelel ‫( زﻟ ﻞ‬a .i.): 1. elcsiklik. 2. s. kayağan (yer),

z e k a n ‫( ذ ﻗ ﻦ‬a.i.c .: ezkan, z ü k u n ) : ik i çene kem ig in in aşağıda birleştiği nolcta; y ü z ü n alt ucu; çene, (bkz : zenahdân). Ç âh -I zeJcan : çene çu k u ru , (bkz.: çâh-1 zenahdân).

ze le m ‫( ﻧﻠ ﻢ‬a .i.c .: ezlâm ) 1 ‫؛‬. yeleksiz ok. 2. k u m a r o y n an a n ok.

z e k a n i ‫( ذ ﻓ ﻰ‬a.s.): zekana m ensup, zekan, çene ile ilgili. ze k ât ‫ ز ﻛ ﻮ ة‬، ‫( ز ﻛﺎ ت‬a.i.) : îslâm m beş şa rtın d an b iri olan, m al ve p ara n ın , p ak lığ ın ı ve helâlliğini sağlam ak üzere, k ırk ta b irin in h er yıl sadaka o larak dağıtılm ası, zek âv et ‫( ﻧ ﻜ ﺎ و ت‬a .i.): 1. zeyreklik, çab u k anlam a, kavram a, (bkz : zekâ), zek âv et-î d e s s â s â n e : hileler düzecek şekildeki zekâ. 2. k a d m adi. zek âv et ‫( ز ﻛ ﺎ و ت‬a .i.): 1. zekâ, zekilik. 2 ٠k a d m adi. zek âv et-m en d ‫( ز ﻛﺎ وﺗ ﻤ ﻐ ﺪ‬a.f.b.s.): zeki, anlayışil, kavrayışlı [kimse].

‫ز‬

، ‫ﻒ‬

‫ ز ﻟ‬.(a .i.): derece, Sira, ya-

kinlik.

Z e lîh â ‫( ز ﻟ ﺦ —ا‬a .h .i.): 1. H z. Y ûsuf'un refikası. (bkz : Ziileyhâ). 2. k a d ın adi. z e lik ‫( ﻧ ﻠ ﻖ‬a.s. ve i . ) : d ü şü k [çocuk], ( b k z : Sikt).

z e lil ‫( ز ﻟ ﺰ‬a .s.): sü rçü p düşen; yan ılan , z e lil ‫( ذ ﺑ ﻞ‬a.s. zillet'den. c . : ezillâ, ezille, zilâl, z u llâ n ) : hor, h ak ir, alçak, aşağı tu tu la n , aşağılanan, [m iie n .: "zelile"dir). z e lîl-â n e ‫( ﻧ ﻴ ﻼ ﺋ ﻪ‬a.zf.): aşağılaşarak, alçakça, z e lili ‫( ﻧ ﺪ د ى‬a .i.): zelillik, h ak irlik , horluk, alçaklık. zelk , ze lk a ‫ ز ق‬، ‫( ﻧ ﻠ ﻖ‬a .i.): sürçm e, ayak kayma. ze lk a -i k a d e m : ayak sürçm esi.

zek âv e t-m en d -â n e ‫( زﻛﺎ وﺗ ﻤ ﻐﺪاﻧ ﻪ‬a.f.b.fz.): zeki kim selere y araşır yolda,

zelkii'1-em 'â : hek. hazm olabilen yiyecek ve içeceklerin h azım sız d ışarı çıkm ası, şiddetli ishal.

ze k er ‫( ﻧ ﻜ ﺮ‬a.i.c .: zikâr, zikâre, z ü k râ n , z ü k û r ) : 1. erkek. 2. erkeklik organı,

ze ll ‫( زل‬a .i.): 1. kaym a, ayağı sürçm e, ( b k z : zelk, zelka). 2. yan ılm a, yanlış yapm a,

zek ev ât ‫( ز ﻛ ﻮا ت‬a.i. zekât'ın c . ) : zekâtlar,

z e llâ t ‫( ز ﻻ ت‬a.i. zelle'nin c .) : 1. sü rçü p kaym alar. 2. y anılm alar, yanlışlar. 3. suçlar,

ze k i ‫( ذ ي‬a.s.c .: e z k iy â ): 1. zeyrek, zekâ sâhibi, çabu k anlayışlı. 2. i. erkek adi. zeki, z e k i c e ‫ ز ﻛﻴ ﻪ‬، ‫( ز ﻛ ﻰ‬a.s. z e k â 'd a n ): 1. tem iz, hâlis; h âli tem iz o lan kim se. 2. [birincisi] erkek, [İkincisi] k a d ın adi.

zelle, ze lle t ‫ ز ﻟ ﺔ‬، ‫( زﻟﻪ‬a .i.c .: z e llâ t): 1. sürçüp kaym a. z e lle tü 'l-k a d e m : ayak kaym a. 2. yan ılm a, yanlış. 3. u fak suç. 137‫ا‬

zelûl zelû l ‫( ذ ﻟ ﻮ ل‬a.s.c.: ezille, zülül): 1. yavaş, yumuşak huylu, başı sert olmayan. 2. i. hecin

devesi. ze lû lî ‫( ذ ﻟ ﻮ ﻟ ﻰ‬a.s.): başı yumuşak, dayanıklı;

sabırlı. ze lz âl ‫( ز ﻟ ﺰ ا ل‬a.i.): zelzele, sarsılma, deprem,

(bkz: zilzâl, zülzâl). zelzele ‫( زﻟﺰﻟﻪ‬a.i.c.: zelâzil): 1. ırgalama, sars-

ma. 2. yer saı-sıntısı, deprem, z e lz e le tü 's -s â a : kıyâmet zelzelesi, ze lz ele -e n d â z ‫( زﻟﺰﻟﻪ ا د ا ز‬a.fb.s.) : zelzele salıcı,

yer sarsıcı. ze lzele-n iim â, ze lzele-niiv is ‫ زﻟﺰﻟﻪ‬، ‫ز ﻟ ﺰ ﻟ ﻪ ﻧ ﻤ ﺎ‬ ‫( ﻧ ﻮ ص‬a.b.i.): sismograf zelzeleyi kaydeden

âlet. ze m ‫( ذ م‬a.i.). (bkz : zemm). ze m â im ‫( ﻧ ﻤﺎص‬a.i. zemime'nin c.): kötü, bege-

nilmeyen haller, yerilmeye lâyık fenâ hal ve hareketler. z e m â n ‫( ز ﻣ ﺎ ن‬a.i.c.: ezmine): 1. zaman, vakit, çağ, devir. 2. mehil, süre. 3. mevsim. C em '-i z e m â n : irer zaman, dâima. H e m -z e m â n : bir zamanda, bir devirde, (bkz: muâsır). M ürûr-i z e m â n : *zaman aşımı, ze m â n -ı rüşd : reşidolma zamânı. z e m â n -ı v ü s û l: varma zamânı. z e m â n ü z e m in : münâsebet, vesile, z e m â n z e m â n : vakit vakit. 4. gr. fiillerde

geçmiş (yaptı), şimdiki (yapıyor), gelecek (yapacak) ve geniş (yapar) zamanlardan her biri. ze m â n e ‫( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.i.): 1. devir, vakit. 2. şimdiki

zaman. 3. baht, tâlih, felek, z e m â n e n ‫( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﺄ‬a.zf.): 1. zaman bakımından, zamâna âit olarak. 2. vaktiyle, vaktinde, z e m â n e t ‫( ز ﻣ ﺎ ﻧ ﺖ‬a.i.): 1. kötürüm olma [göz-

süz, el ve ayaksız olma, dilsizlik, felç gibi). 2. âfet, belâ. z e m â n î ‫( زﻫﺎذى‬a.s.): zamâna âit, zamanla ilgili, z e m â n iy â n ‫( زﻣﺎﻧﻴﺎن‬f.i. zamani'den) : insanlar, ze m e n ‫( ز س‬a.i.): zaman, vakit, z e m h e rir ‫( زﻣﻬﺮﻳﺮ‬a.i.): gün dönümünden son-

raki şiddetli soğuklar, karakış. [22 Aralıktan 31 Ocağa kadar). ze m h erifr] z ü r e f â s ı : kışın, şıklık olsun diye, ince ve açık renk elbiselerle gezen kimselere denilir. 1372

ze m im , z e m îm e ‫ ﻧ ﺴ ﺪ‬، ‫( ﻧﻤﻴﻢ‬a.s. z e m m 'd e n ): kötü, beğenilm eyen hal, davranış, z e m îm e ‫( ذ ﺑ ﻤ ﻪ‬a.i. zem m 'den. c . : z e m â im ): zem m edilm eye, yerilm eye lâyık, fenâ, k ö tü h al ve hareket. z e m in ‫( ز ﻣ ﻴ ﻦ‬f.i.): 1. yer, yeryüzü, (bkz : arz). R ûy-i z e m i n : yeryüzü, ( b k z : ferş4) : T a h te 'z -z e m in : yeraltı. Z îr-i z e m i n : yeraltı, yerin dibi. 2. ü ze rin d e süs, nakış, resim gibi şeyler b u lu n a n b ir şeyin asil rengi. 3. m ec. temel, dayanak. 4. tarz, edâ. 5. m evzû, tem a, o rtam . N e v - z e m in : yeni tarzd a, yeni üslûpta. z e m in -i m iird e : ıssız, te n h a, h arap , boş yer. z e m in -i ü ftâ d e : b ir m ü d d e t İçin ekilm eyip boş b ıra k ıla n to p rak . z e m in ii z e m â n : yer ve m ev zû u y g unluğu, m ünâsebet, hal, vaziyet, z e m în -b û s ‫( زﻣﻴﻦ ر س‬a.b .s.): yeri öpm e [saygı kasdıyla-]. z e m în -b û sî ‫( ز س و س‬f.b.s.): yer ö pm eklik [saygı kasdıyla-]. z e m în -d â r ‫ ا ر‬- ‫ز‬ vâlî; h âk im .

(f.b.s.c.: z e m in -d â ra n ):

z e m în - d â r â n ‫( زﻣﻴﺪدار'ف‬f.b.i. ze m în -d âr'ın c . ) : vâliler; hâkim ler. z e m în -g îr ‫( و ﺳ ﻜ ﺮ‬f.b.s.): to p rağ a yapışan, inmelij felçli, yatalak. z e m în -g îrî ‫( زﻣﻴﻜﺒﺮ ى‬f.b.i.): 1. to p rağ a âit, to p rakla, yerle ilgili, m addi, zem î-n-kâr ‫( ز ﺑ ﺘ ﻜ ﺎ ر‬f.b.s.): b ir k o n u şm a d a tü rİÜ vesilelerle m e v zû d a n u zak laşan , esas meseleye girm ek ten kaçın an , z e m în -k û b ‫( ز ﻫ ﺾ ا ب‬f.b.s.): 1. ik id e b ir ayağ ım yere v u ra n [çengi, rakkase). 2. yer tepici [at, katır, deve ve b en zeri hayvanlar), z e m in -le rz e ‫( زﻣﻴﺸﻠﺮزه‬f.b .i.: yer sarsıntısı, *deprem . z e m in -p e y m â ‫( ز ﺑ ﻦ ﻳ ﻤ ﺎ‬f.b.s.): 1. yer ölçen. 2. çok yolculuk etm iş olan, (bkz : seyyâh). ze m in -p e y m â y ‫ﻳ ﻤ ﺎ ى‬ zem in-peym â).

‫زﺑ ﻦ‬

( f b .s .) : (b k z :

z e m is tâ n ‫ ( زﻣ ﺴﺘﺎ ن‬f i . ) : kış, kış m evsim i, (bkz : şitâ). z e m is tâ n i ‫( ز ﺳﺘﺎﻧﻰ‬f.s.): kışlık, z e m istân iy y e ‫ ( ز ﻣ ﺴﺎﻧﻴ ﻪ‬f i . ) : ta r. p â d işâ h tarafın d an Yeniçeri ağ asın d an itib âren o cak ağalarıyla Yeniçeri k âtib in e v erilen kışlık.

zencebîliyye

zemm ‫( ذ م‬a.i.c.: zümûm): yerme, kınama; ayıplama. zemm ii k a d h : *yergi ve sövme, zemmâm ‫( ﻧ ﻤ ﺎ م‬a.s. zemm'den): zemmedici, yerici, yeren, dedikoducu. Zemzem ‫( ز ر م‬a.i.): Kâbe civârmdaki meşhur kuyu. Âb-I ,zemzem : zemzem kuyusunun suyu. Bi'r-i zemzem, Çâh-I zemzem, Çeh-i zem -zem : zemzem kuyusu,

zenâdika ‫( ز ﻧﺎ د ﻗ ﻪ‬a.i. zındîk'ın c .): zındıklar, münâfıklar, âhirete inanmayanlar, (bkz: zenâdîk). zenah, zenahdân ‫ ز ﻧ ﺨ ﺪا ن‬، ‫( ز ﻧ ﺦ‬f.i.): ‫ ؟‬ene. (bkz : zekan). Çâh-i zenahdân : ‫ ؟‬ene ‫ ؟‬ukuru. (bkz: ‫ ؟‬âh-ı zekan). zenân ‫( ز ﻧ ﺎ ن‬f.i. zen'in c.): 1. kadmlaı.. (bkz: nisâ). Mekr-İ zenân : kadınların fendi. 2. f. s. vurucular, dövücüler.

zemzem ‫( ز ﻣ ﺰ م‬a.i.): 1. yavaş ve hafif türkü -zenân ‫ ز ﻧ ﺎ ن‬- (f.s.) : ‫ﺀﺀ‬vurarak" mânâsıyla *birİeşik Icelimeler yapar. Ta'ne-zenân: sövesöyleme. 2. miiz. Türk müziğinde en az beş, rek, küfür ederek... gibi, altı asırlık bir mürekkep makam olup bugüne kalmış bir nümûnesi yoktur, zen-âne ‫( زﻧﺎﻧﻪ‬f.s.): 1. kadına mahsus, kadınla zemzemât ‫( ز ﻣ ﺰ ﻣﺎ ت‬a.i. zemzeme'nin c .): zemilgili, kadın İÇİ. 2. zf. kadma yaraşır yolda, zemeler, nagmeli sesler, kadınca. zemzeme ‫( ز ﻣ ﺰ ﻣ ﻪ‬a.i.): 1. ezgili, nağmeli ses‫؛‬ nagme. 2. müz. isminin yanına geldigi makamda bir kürdî dörtlüsü bulundugunu işâret eden isim : arazbar-zemzeme, aşiran-zemzeme, hicaz-zemzeme, ısfahanzemzeme, kû‫ ؟‬ek-zemzeme, sabâ-zemzeme.. gibi. Fakat bâzan doğrudan doğruya sona “kürdî” getirilir: acem-kürdi, arabânkürdî, gerdâniye-kürdi, hicazkâr lcürdî, hisâr-kürdî, hüseynî-kürdî (hüseynizemzeme de denilir), muhayyer-kürdi, nevâ-kürdî, şehnâz-kürdî, tâhir-kürdî.. gibi. 3. Recâizâde Ekrem'in şiirlerini İhtivâ eden, 1883 ve 1885 arasında 3 ayrı kitap olaralc basılmış bir eseri,

zenânîr ‫( زﻧﺎﻧﻴﺮ‬a.i. zünnâr'ın c.): zünnarlar, papazlarm bellerine bağladıkları uçları sarkık ip kuşaklar, papaz kuşaklan, zenân-nâme ‫( زﻧﺎﻧﻐﺎﻣﻪ‬f.b.i.): ed. kadma dâir yaZilan eser. zenb ‫( ذ ﻧ ﺐ‬a.i.c.: zünûb): günah, su‫ ؟‬, kabahat. (bkz: ism, vizr). zenbak ‫( زﻧﺒﻖ‬a.i.): bot. zanbak. zen b ak ı^ e .‫( زﻧﺒﻘﻲ‬a.i.): bot. zanbakgiller. [‫ ؟‬İğdem, lâle, sogan, pırasa, zanbak gibi *bitkileri İçine alan familya], zenbakıyyü'ş-şekl: zool. denizlâleleri, fr. crinoldes.

zemzeme-dâr ‫( زﻣﺰﻣﻪ دا ر‬a.f.b.s.): ahenkli,

zenbil ‫( ز ﻧ ﺒ ﻴ ﻞ‬a.i.c.: zenâbîl): zenbil. [asli: "zinbil” dir].

zemzeme-kiirdi ‫( ز ﻣ ﺰ ﻣ ﻪ ﻛ ﺮ د ى‬a.b.i.) : miiz. Türle müziğinde eski bir mürekleep makam olup nümûnesi kalmamıştır,

zenbil-bâf ‫( ز ﻧ ﺒ ﻴ ﻞ ﺑ ﺎ ف‬a.f.b.i.): zenbil örücü, zenbilci.

zemzeme-pirâ ‫( زﻣﺰﻣﻪ د ر ا‬a.f.b.s.): terennüm eden, şarkı söyleyen. zen ‫( زن‬f.i.c.: zenân): kadın, (bkz: mer'e). Pire-zen : kocakarı, (bkz : acûze, fertûte). -zen ‫ زن‬- (f.s.): "vurucu, vuran, atan, ‫ ؟‬alan" mânâlarına gelerek *birleşik kelimeler meydana getirir. Dest-zen: el vurucu, el atıcı, işe başlayan. Hande-zen: leahkaha atan. Reh-zen : yol kesen. Şemşîr-zen : kiil‫ ؟‬vuran, kılı ‫ ؟ ؟‬eken., gibi, zenâbil ‫( زﻧﺎﺑﻴﻞ‬a.i. zenbil'in c.): zenbiller. zenâbir ‫( زﻧﺎﺑﻴﺮ‬a.i. zünbûr'un c .): eşek anları, zenâdik ‫( زﻧﺎ دﻳ ﻖ‬a.i. zındîk'in c .): zıııdılclar, münâfıklar. (bkz: zenâdika).

zenbûrek ‫( زﻧﺒﻮرك‬f.i.): 1. zenberelc. 2. aslc. hayvan üzerinde taşman kü‫ ؟‬ük top. zenc ‫( ﻧ ﻠ ﺞ‬a.s. ve i.) : kara, siyah, zenci, zencâr ‫( زﻧ ﺠﺎر‬a.i.) : bakir pası çeşidinden göztaşı, (bkz: jengâr). zencebe ‫( ز ﻧ ﺠ ﺒ ﻪ‬a.i.): eskiden kadınların, kal‫ ؟‬alarmı büyük göstermek İ‫ ؟‬in, arkalarına bagladılcları yastık. zencebîl ‫( ز ﻧ ﺠ ﺒ ﻴ ﻞ‬a.i.): 1. zencefil. 2. şarap, (bkz : bâde, hamr, sahbâ). zencebil-i Acem : Iran ‫ ؟‬inişinin yapıldığı bir devedikeni. zencebîl-i Şârn î: bot. andız otu. zencebîliyye ‫( زﻧﺠﺒﻴﻠﻴﻪ‬a.i.): bot. *zencefilgiller. 1373

zenteffl zencefil ‫( ز ﻧ ﺠ ﻨ ﺪ ل‬a .i.): bot. H in d ista n ve M alezya'da k a im ve y u m u şa k koksaplı b ir *bitki.

zencere ‫( ز ب‬a .i.): p a rm a k la fiske v u rm a , zencerf ‫( زﻧﺠﺮى‬f.i.): zincifre denilen k ırm ız ı boya, sülüğen boyası, fr. minium. zenci ‫( ز ص‬a.s. ve i . ) : A frik alı k a ra ırk ta n olan, k ara adam , (blcz : zengi).

zencir j r ‫؟؛‬، jj (f.i.) : 1. zincir. 2. miiz. T ü rk m üziginde b ir m ürelckep u su ld ü r; 120 zam anil ve 63 darblıdır. Y alnız 120/4 m ertebesi k u llan ılm ıştır. 120 za m a n lı olaralc bil' de (2 devr-i k ebir t 2 berefşân) ve (2 rem el + 2 m uham m es) şeklinde ik i d arb e y n usuİÜ vardır. T ü rk m ü ziğ in d e bu 120 za m an lı u sullerden b ü y ü k z a m a n lı u su l de yolctur. A slında b u n la r b ir ta k ım u su llerin ark a arkaya k u lla n ılm a sın d a n İbâret oldulclarınd an h a k ik a tte en b ü y ü k m ürelckep u su l 88 zam an lı darb-1 fetih 'dir. Z en cir ile kâr, beste, d a h a az peşrev ve İlâhiler ölçü lm ü ştü r. Z en cir şu 5 b ü y ü k u sû lü n sıralan m a sın d a n ib â r e ttir : ‫ ؟‬ifte düyek, fâhte, ‫ ؟‬enber, devr-i Icebir, berefşân. Bu usu ller 16, 20, 24, 28, 32 zam an lı olup a ra la rın d a k i fark d â im a 4 zam a n d a n İbâret b ir in tiz a m gösterm ektedir,

zencir-bend ‫( زﻧﺠﻴﺮ ﺑ ﺪ‬f.b.s.): 1. zincirle bağlı, zincire v u ru lm u ş. 2. ed. h a lk şiirin d e birin ci m ısra ın son kelim esini ik in ci m ısra ın b aşın d a te k ra rlay ara k y azılan koşm a,

zencirelc ‫( ز ﻧ ﺠ ﺮ ك‬f.i.): 1. k ü ç ü k zincir. 2. g. s.

lehçesinde b u ld u g u kelim eleri top layarak şiirlerinde k u llan m ıştır],

zend ‫( ز ﻧ ﺪ‬a .i.c .: z in â d ) : hek. sâiddeki iki kem ik ten i‫ ؟‬ta ra fta b u lu n an ı, dirsekkem igi, fr. cubitus. [dış ta ra fta k i kem ige : "k û 'b ere” denir].

zendân ‫( زﻧﺪا ن‬a.i.c.): anat. sâidde b u lu n a n iki k e m ik : (Onkolkemigi) fr. radius) (dirsekkem iği) cubitus. Zend Âvesta ‫( زﺗﺪا و ﺳﻨﺎ‬f.i.). ( b k z : zend). zende ‫( زﻧﺪه‬f.i.): ‫ ؟‬a k m ak dem iri, (bkz : zend). zendeka ‫( زﻧﺪ ﻗﻪ‬a .i.): kâfirlik) dinsizlik, zen-dost ‫( ز ﻧ ﺪ و ﺳ ﺖ‬f.b.s.): k a d ın la rd a n hoşlanan , zam para.

zen-dos، î ‫( ز ﻟ ﺪ و ﻣ ﺘ ﻰ‬f.b.i.): k a d ın la rd a n hoşlan m a, zam p aralık.

zeneb ‫( ذ ﻧ ﺐ‬a .i.c .: e z n â b ): k u y ru k . Bi-zeneb : k u y ru k su z [hayvan].

zeneb-i â m m : bot. birleşik y a p ra k ların sapı.

zeneb-i v a ra k : bot. y ap rak sapı, zeneb-i zeh re : bot. ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek sapı. zenebü'd-Dücâce : astr. D ücâce b u rc u n u n so n u n d ak i yıldız.

zenebii'l-esed : bot. arslan k u y ru ğ u , zenebiilferes,

zenebii'l-hayl: 1. bot. atk u y rp g u denilen p ü sk ü llü b ir ot. 2. astr. at k u y ru ğ u şeklinde g ö rü n en ve se m ân ın lcuzey y arım k ü resin d e b u lu n a n k u g u burcu n u n en p arla k yıldızı, lât. alpha Cygnus.

yazm a k ita p la rın sahife k e n a rla rın a ve levh a y a z ıla rın ın etrâ fın a süs o larak yapılan zincirlem e h a lk a la r şeklindeki su tezyînâtı.

zenebii'l-hayliyye : bot. *atkuyruğugiller, fr. equisetacinCes.

zenciri ‫( زﻧﺠﻲ— ر ى‬f.s.c.: z e n c iriy â n ): zin cirlik

zenebi ‫( ذ ﻧ ﺒ ﻰ‬a .s.): zenebe, ku yruğ a, sapa âit,

deli.

zenciriyân ‫( زﻧﺠﻴﺮﻷن‬fs. zen ciri'n in c.) : zincirlik deliler.

zenebii'l-kaytus : astr. b alin a b urcu, b u n la rla ilgili.

zenebiyyât ‫( ذ ﻧ ﺒ ﻴ ﺎ ت‬a.i.c.): bot. yap'racıklarm h er b irin e m ahsus u fak saplar,

‫اﻟ ﺨﻴ ﺐ‬

z e n c i c e ‫ه‬٠‫( زذج‬a.s. ve i . ) : A frikalı, k a ra ırk ta n olan, k a ra kad ın .

zenebii'l-hayliyye

zençe ‫( ز ﻧ ﺠ ﻪ‬f.i.): so k ak orospusu, ( b k z :

zenek ‫( ز ك‬f.i.): k ü ç ü k kadm , lcadıncagaz, ka-

fâhişe).

zend ‫( ز ك‬a.i.c . : eznâd, z in â d ) : ‫ ؟‬ak m a k dem iri. ( b k z : zende).

zend ‫ ( ز ﻧ ﺪ‬f i . ) : 1. Z erd ü şt'ü n ken d isin e in d iğ ini İddiâ ettiğ i kitap. 2. eski Farsça'nın b ir lehçesi. [Firdevsi, Ş âhnâıne'sinde zend 1374

‫( ذ ﻧ ﺐ‬a.b.i.): bot. at-

kuyrugugiller. dın cık .

zenen ‫( ذ ﻧ ﻦ‬a.i.): in sa n in sü m ü k lü olm ası, SÜm üklülük.

zeng ‫( ﻧ ﻔ ﻚ‬f.i.) : 1. zenci, (bkz : zenc). 2. pas. ( b k z : jeng). 3. zil, ‫ ؟‬alpara.

zengâr ‫ ( زﻧ ﻜﺎ ر‬f i .) : b ak ir pası nev in den göztaşı.

zer-‫ ؛‬mahbûb

rekkep makam olup zamâmmıza kaimi? zengel, zengele, zengûle ، ‫ ز ﻧ ﻜ ﻠ ﻪ‬، ‫ز ﻧ ﻜ ﻞ‬ nUmUnesi yoktur. ‫( ز ﻧ ﺎ ﻟ ﻪ‬f.i.): 1. çan. 2. çıngırak. 3. te^pulu. 4. ?ark müziğinde bir makamın adi. (bkz: zengûle-pûselik ‫( زﻧﻜ ﻮﻟ ﻪ ﻳ ﻮ ﺳ ﻪ ﻟ ﻚ‬f.b.i.): müz. zengûle). Türk müziğinin bir ka‫ ؟‬as.ırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kaimi? zengi ‫( ز ﻛ ﻰ‬f.i.): 1. zenci, siyah adam. 2. XIV niimûnesi yoktur. ve XV. (hicri VIII ve IX.) asırlarda Çiraz ve havâlisinde hüküm süren begligin adi. zengûle ‫( زﻧ ﻜ ﻮﻟ ﻪ‬f.i.): 1. çıngırak. 2. miiz. Türk müziğinin, Hicaz ailesinden, en eski basit makamlarından biridir. Bu makam az kullamlmı?, fakat ?edleri pek çok İstîmâl olunmuştur (çargâhdaki ?eddi şevk-efzâ makamında, yegâhdaki ?eddi ?edaraban, ıraktaki ?eddi evcârâ, rasttaki ?eddi hicazkâr ve zengüleli sûznâk, hüseyni aşiran'daki ?eddi sûz-i dil, nevâdaki ?eddi arabân). Zengûle, hayal ve esrâr telkin eden bir makamdır. Hicaz beşlisi ile hicaz dörtlüsünden müteşekkildir. Beşli ile dügah (İâ) perdesinde durur. Güçlü, beşlinin dörtlü ile birleştiği ses olan hüseyni (mi) perdesidir. UmUmiyetle çıkıcı olmakla berâber inici ve çıkıcı-inici şekilleri de kullanılmıştır. Niseb-i ?erifeden 7 tânesini muhtevi bulunmakla dizisi mülâyimdir. Donanımına "si” bakıyye bemolü ile “ do” ve "sol” bakıyye diyezleri konulur (ilk iki ârıza hicaz beşlisi, sonuncusu hicaz dörtlüsü içindir‫ ؛‬dörtlü İçin "fa” lcoma diyezi de kullanılabilir). Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tize doğl'u- şöyledir: dügâh, dik kürdî, nim hicaz, nevâ, hüseyni, acem (veya dik acem), nim ?ehnaz ve muhayyer. Remzi ?udur : 6 + VI. zengûle-gerdâniyye ‫ د ا ﻳ ﻪ‬/ ‫( ز ﻧ ﺎ ﻟ ﻪ‬f. b. i.) : miiz. Türk müziğinde en az be? altı asırlık bir mürekkep makam olup nümûnesi kalmamıştır. zengUle-geveşt ‫( ز ﻧ ﺎ ﻟ ﻪ ا ﺷ ﺖ‬fb .i.) : miiz. Tiirk müziğinde en az be? altı asırlık bir mürekkep makam olup nümûnesi kalmamıştır. zengûle-mâye ‫( ز ﻧ ﺎ ﻟﻪ ﻣ ﺎ ﻳ ﻪ‬f.b.i.): miiz'. Türk müziğinde en az be? altı asillik bir mürekkep makam olup zamâmmıza kaimi? nümûnesi yoktur. zengûle-nevrûz ‫( ز ﻧ ﺎ ﻟﻪ ﻧﻮروز‬f.b.i.): miiz. Tiirk müziğinde en az be? altı asırlık bir mü­

zengûle-selmek ‫( ز ﻧ ﻜ ﻮ ﻟ ﻪ ﺳ ﻠ ﻤ ﻚ‬f.b.i.): miiz. Türk müziğinin en az be? altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmi? nümûnesi yoktur. zengûle-şehüâz ‫( ز ﻧ ﻜ ﻮ ﻟ ﻪ ﺷ ﻬ ﺘ ﺎ ز‬f.b.i.) ‫ ؛‬miiz. Tiirk müziğinin en az be? altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmi? nümûnesi yoktur. zen-hâne ‫( ز ﻧ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ‬f.b.i.): 1. genelev, (bkz: umûm-hâne). 2. Hindistan Türklerinin saraylarındaki harem dairesi, zenim ‫( ز ﻧ ﻴ ﻢ‬a.i.): 1. bir kavime sonradan katılan, aslında onlardan olmayan. 2. soyu bozuk, soysuz, a?ağılık. zenin ‫( ﻧﻨﻴﻦ‬a.i.): sümük, zenne ‫( ز ﻻ‬o.i.): [Farsça "zenân" dan]. 1. kadın kısmı. 2. orta-oyununda kadm rolünde ve kılığında bulunan erkek, zennûbe ‫( ذﻧﻮﺑﻪ‬a.i.): 1. günahkâr kız. 2. kadm adi. zennûn ‫( ﻧﻨ ﻮ ن‬a.s.): sümüklü, zen-pâre ‫( زذﻳﺎره‬fb .s.): zampara, zen-perest ‫( ز ﺑ ﺮ ت‬f.b.s.): kadına dü?kün [erkek]. zer ‫( زر‬f.s.): sari, (bkz : asfer, zerd). zer ‫( زر‬f.i.): 1. altm. (bkz : zeheb). 2. ak‫ ؟‬e> para. Pûte-zer: altm potası. Sim ü zer : gümü? ile altm. zer-i deh-penci: yarısı bakir olan altın [onda be?i]. zer-i dest-ef?âr: Husrev-i Perviz'in dâimâ elinde oynadığı yumuşak altm. zer-i giil: çiçektozu. zer-i kamer-tâb : üzerinde ay resmi bulunan bir altın para. zer-i kâm il: tam, hâlis, ayarı tamam altm. zer-i magribi: hâlis ve iyi altm. zer-i mahbûb [eski] yirmi be? kuru? değerinde bir altm para. [1202 (1787) de üç buçuk kuru? değer konulmu? ve II. Mustafa devrinde çıkartılmıştı]. ‫ ؛‬375

zer-i m a k i

zer-i maklûb : kalp altın. zer-i müşt-efşâr. (bkz : zer-i dest-efşâr).

zerd-âb ‫( ز ر دآ ب‬f.b.i.): 1. beyaz şarap. 2. safra. 3. cerâhat, irin.

zer-i sâv, zer-i sâve : ayârı tam altm veyâ kirıntısı.

zerd-âlû ‫( زردآﻟ ﻮ‬f.b.i.): "zerd = sari t âlû = erik = sari erik” ‫ ؛‬zerdali.

zer-i şeş-serî: hâlis altm. zer-i v ije : hâlis altm. (bkz: asced). 3. tas. nevbet, oru ‫ ؟ ; ؟‬ile.

zerde ‫( زرده‬f.i.): 1. zerde; safran, pirin‫ ؟‬ve şekerle pişirilen bir tatil. 2. yumurta sarısı. 3. safran. Pilâv ü zerde (pilâv ve zerde): düğün yemeği.

zer' ‫( ز ر ع‬a.i.c.: zürû'): 1. ekme, tohum saçma. 2. ekilmiş ekin. zer'-i ıb tî: bot. yan tomurcuğu, fr. bo'urgeon axilaire. zer'-i re'sî: bot. tepe tomurcuğu, fr. bourgeon terminal. zer-âb ‫( ز وا ب‬f.b.i.): 1. yaldız mürekkep. 2. beyaz şarap. zerâbî ‫( زراﻳﻰ‬a.i. zürbî'nin c.): güzel mefrûşât, döşemeler. zerâf ‫( ز را ف‬f.i.): zürâfâ. zerâfe, zerrâfe ‫ ز ر ا ﻓ ﻪ‬، ‫( ز ر ا ﻓ ﻪ‬a.i.c.: zerâfî): zürâfâ. zerâfî ‫( ز ر ا ﻓ ﻰ‬a.i. zerâfe ve zerrâfe'nin c.): zürâfâlar. zerak ‫( زر ق‬a.s.): mâvi, gök renkli, zerâre ‫( ﻧ ﺮا ر ه‬a.i.): saçıntı, saçılan şey. zerârî ‫( ﻧ ﺮا ر ى‬a.i. ziirriyyet'in c .): ziirriyetler, nesiller, kuşaklar, soylar, döller, zerârih ‫( ﻧ ﺮ ا ر ﻳ ﺢ‬a.i. zerrâh ve zürrâh'ın c.): zool. kuduz böcekleri. zerâvend ‫( ز را و د‬f.i.): bot. İlâçlarda kullanılan bir cins ‫ ؛‬bitki, loğusa otu, fr. aristoloche. zerâvendi ‫( ز را و د ى‬f.i.): yapraklan ve çiçekleri zerâvende benzeyen ‫ ؛‬bitkiler, zerbâ ‫( ز را‬f.i.): Zirva. zer-bâf ‫( زراى‬f.b.i.) : ustufacı, sırmalı kumaş dokuyan kimse. zer-bâft ‫( ز ر ا ك‬f.b.i.). (bkz : zer-beft). zer-bâfte ‫( ز ر ا ك‬fb .s.): ustufa, sırınalı kumaş, sirma ile İşlenmiş, (bkz : zer-beft). zer-beft ‫( ز رﺑ ﻔ ﺖ‬f.b.i.): ustufa, sırmalı kumaş, (bkz: zer-bâfte). zer-cedvel ‫( ز ر د و ل‬fa.b.i.): g. s. sahife kenarlarma altınla ‫ ؟‬ekilen ‫ ؟‬izgiler. zerd ‫( زرد‬f.s.): 1. sari, (bkz: asfer). 2. solgun, soluk. Rûy-i zerd : sararmış, solgun yüz. zerd, zered ‫ زرد‬، ‫( زرد‬a.i.c.: zürûd): halka halka örülmüş savaşçı zırhı. 1376

zerde-‫ ؟‬âv ٨ ‫( زوده‬f.b.i.): zerdeçalboyası. zerde-‫ ؟‬ûb ‫( زرده ﺟ و ب‬f.b.i.). (bkz : zerde-‫ ؟‬âv). zerd-fâm ‫( زرد ﻓﺎم‬f.b.s.): sari renkli, zerd-gûç, zerd-gûşe‫ زرد ﺳﻤﻮﻧﻪ‬، ‫( زردﺳﻣوش‬f.b.s.): 1. ürkek, korkak. 2. İkiyüzlü, (bkz : mürâî). zerdi ‫ ( ز رد ى‬fi.) : sarilik) sari renkte olma. zer-dOst ‫ز ر د و ﺳ ت‬ tamahkâr, pinti.

(f.b.s.):

hasis,

cimri,

zer-dûz ‫( زردوز‬f.b.i.c.: zer-dûzân): 1. sırma işleyici. (bkz: sîm-keş). 2. s. sırmalı, kılâptanlı. zer-dûzân ‫( زردوزان‬f.b.i. zer-dûz'ın c .): Sirma işleyiciler. (bkz: sîm-keşân). Zerdiiçt ‫( ز ر د ﺷ ت‬fh .i.): 1. ateşe tapan, (bkz : gebr). 2. nur ve zulmet diye iki ilâh'a inanma akidesini kuran adam, Zaratustra. (bkz: gebr, mecûsî). Zerdüştî ‫( ز ر د س‬f.s. ve i.) : 1. Zerdüşt dininde olan kimse. 2. ateşe tapan, Mecûsî. (bkz: âteş-^erest, gebr, mecûSî). zer-efşân ‫( زر ا ﻓ ﻐﺎ ن‬f.b.s.): 1. altm sa‫ ؟‬ıcı. 2. altındcakmah. 3. i. makbul bir lâle nevi. 4. i. g. s. kitap ciltlerinde görülen bir süsleme motifi. 5 ٠i. kadm adi. zer-ender-zer ‫( زر اﻧﺪ ر زر‬f.b.i.): g. s. süslemede ikinci defâ altm tabakası ile kaplama, zer-endûd ‫( ز ر ا ﻧ ﺪ و د‬a.f.b.s.): altın yaldızlı, (bkz: miizehheb). zer-endûz ‫( ز را د و ز‬f.b.s.): altın kazanan. z e r-g e r^ ^ (f.b .i.c . :zer-gerân) :kuyumcu. zer-ger-î kâm il: usta kuyumcu, zer-gerân ‫ ا ن‬/ ‫( ز ر‬f.b.i. zer-ger'in c .): kuyumcular. zer-gerdân ‫( زرﺳﻣﺮدان‬f.b.i.): tar. oknevilerinden biri. zer-geri ‫( ز ر ر ى‬f.b.i.): kuyumculuk, zer-gûn ‫( ز ر ر ن‬f.b.s.): altın renkli, altın gibi sari olan.

zevacır

zer-miihre ‫( ز ر ﻣ ﻬ ﺮ ه‬f.b.i.). (bkz : mühre?), zer-nigâr ‫( ز ر ﻧ ﻜ ﺎ ر‬f.b.s.) : 1. altmla İşlenmiş, yaldızlı. 2. i. kadm adi. zeri' ‫ ( ز ر ع‬a .s .) : ‫ ؟‬a b u k , k o la y o la n . Mevt-İ z e ri' : ‫ ؟‬a b u k , k o la y ö lü m , zer-niçân ‫( ز ر ﻧ ﺸ ﺎ ن‬f.b.i.): kılı‫ ؟‬, kalemtıraş gibi şeyler üzerine kakma altınla yapılan İşleme, zeri' ‫ ( ﻧﺮﻳﻊ‬a .s .) : a ra y a g ire n , şefaat e d ic i, süs, yazı. zer'î ‫ ( ﻧﺮ ض‬a .s .c .: z e r 'iy y â t ) : f ı k . a r ş ın la ÖİÇÜzer-nüvîs ‫( ز ر ﻧ ﻮ ﻳ ﺲ‬f.b.i.): tar. altın yaldızla le n [şey]. yazı yazan hattat, müzehhip. zeria ^ ‫( ذ ر‬a.i.): v e sile, b a h â n e , seb ep , fırs a t, zer-pâç ‫( ز ر ﻳ ﺎ ش‬f.b.s.): altın saçan, zerin ‫ ( ﻧ ﺮ س‬f .s .) : a ltın d a n v e y â a ltm a b e n z e r zerr ‫( ﻧ ﺮ‬a.i.): karınca yumurtası. EbU Z e r r : o la n , a ltm g ib i s a ri; p a rla k , (b k z : ze rrin ), eshâb-ı kirâm'dan zühd ve takvâca meşhur zerine ‫ ( ز و ن‬f .s .) : 1. a ltın a b e n z e r o la n . 2. i. ekbir zat. m e k k ır ın t ıs ı ile y a p ılm ış ‫ ؟‬o rb a. zerrâ' ‫( ز ر ا ع‬a.i.): ekinci, ‫ ؟‬İft‫ ؟‬i. Zerîn-İzâr ‫ ( زرﻳﻦ ﻋ ﻨ ﺎ ر‬f.a .b .s .) : s o lu k b e n iz li, zerrâd ‫( ز ر ا د‬a.i.): zırh örücü; usta zırh‫ ؟‬ı. b e n z i so lu k . zerrâh, zürrâh ‫ ﻧ ﺮا ح‬، ‫( ﻧ ﺮا ح‬a.i.c.: zerârlh): zerin-kâse, zerîn-külâh, zerin-sedef ‫ز ر ﻳ ﻦ‬ zool. kuduz böceği. ‫ ﻧﺮس ﺻ ﺪ ف‬، ‫ زرﻳﻦ ﻛ ﻼ ه‬، ‫( ﻛﺎ ﺳ ﻪ‬f.a .b .i.) : G ü n e ş. zerrâk ‫( ز ر ا ق‬a.s. zerk'den): ‫ ؟‬okmürâî, İkiyüz(b k z : â ftâ b , h û rş îd , m ih r, şem s), İÜ. (bkz: sâlûs). zerîn-şâh ‫ ( زرﻳﻦ ﺷﺎه‬f.b .i.) : k a m ış k a le m , zerrât ‫( ﻧ ﺮ ا ت‬a.i. zerre'nin c .): zerreler, pek z e r ' i ^ â t ‫( ﻧ ﺮ ﻋ ﻴﺎ ت‬a.i. z e r'î n in c . ) : a r ş ın la Öİufak parçalar, moleküller, fr. moiecules. ç ü le n şeyler. zerre ‫( ذره‬a.i.c. ‫ ؛‬zerrât): pek ufak parça, molezer'iyyât ‫ ( زرﻋﻴﺎت‬a .i.c .) : e k im İşleri, kül, fr. m o lcu le. zerk ‫ ( زر ق‬a .i.) : 1. b ir su v e y â SIVI ilâ c ı ş ır ın g a zerre-vâr: zerre gibi, gayet küçük, pek az. ile v e rm e . 2. s o fu la r ın g iy d iğ i m a v i cü b b e. zerrevi ‫( ﻧ ﺮ و ى‬a.s.): 1. zerreye âit, zerre ile ilgi3 . d in d a r g ö rü n m e . 4 . İk iy ü z lü lü k , h ile, li. 2. kim. *molekülsel. riy â , d a lav ere. zerrin ‫( ز ر ﻳ ﻦ‬f.s.): 1. altından yapılmış, altm. zerka' ‫ “( زرﻗﺎﺀ‬k a " u z u n o k u n u r, a . s . ) : 1. [u ğu r2. altm gibi sari. 3. parlak. 4. i. kadın adi. su z lu g u y la ta n ın m ış b ir A r a p k a d ın ın ın 5. i. bot. fulya. a d ın d a n k in â y e o la ra k ] g ö k g ö z lü [kadıır]. zerrin-kadeh ‫( ﻧﺮ س ﻗ ﺪ ح‬f.a.b.i.): bot. nergis 2 . g ö k m â v isi. 3. m â v i [göz], ["e z r a k ” m çiçeği. m ü e n n e sid ir]. zer-rişte ‫( ز ر ر ﺷ ﺘ ﻪ‬f.b.i.): 1. altın tel; Sirma. 2. s. zerk-âlûd ‫ ( زر ق آ ﻟ ﻮ د‬a .f.b .s .) : r iy a k a r ış ık , sari. r iy â lı. zer-kâr ‫ ( ز رﻛﺎ ر‬f.b .s .) : a ltm İşlem e, s ir m a ile İş- zer-sâ[yl [‫( ز ر ئ ] ى‬f.b.s.) : altın ezici, varakçı, zer-sine ‫( ز ر ب‬f.b.s.): sari göğüslü; altm saİe n m iş, k ıla p ta n lı. rısı gibi gögüs. zer-kârî ‫ ( ز ر ﻛﺎ ر ى‬f.b .i.) : a ltm iş le m e c ilik , sırzer-şinâs ‫( ز ر ﺷ ﻔﺎ س‬f.b.s. ve i.) : "altm tanıyan" : m a c ılık . sarraf. zer-ke? ‫ ( ز ر ﻛ ﺶ‬f.b .s .) : 1. a ltm tel y a p a n . 2. alzer-târ ‫( ز ر ﺗ ﺎ ر‬f.b.i.): 1. altm tel, sirma. 2. Gütm işle m e li, a ltm k a k m a lı, (b k z : m u ra ssa '), neş ışını. 3 ٠kadm adi. zerk-fürûş ‫ ( زر ق ﻓﺮوش‬a .f.b .s .) : lrileci, İk iy ü z lü , zer-târî ‫( ز ر ﺗ ﺎ ر ى‬f.b.s.): altm veyâ sirma ile İş( b k z : h île -b â z , m ü râî). İenmiş veyâ dokunmuş. zer-kûb ‫ ( ز ر ﻛ ﻮ ب‬f.b .s .) : 1. a ltm d ö v ü c ü , a ltm Zertiişt ‫( ز ر ﺗ ﺸ ﺖ‬f.h.i.). (bkz : Zerdüşt), y a p r a k y a p ıc ı, s a ri y a ld ız y a p a n . 2. h. i. H z. zer-ver ‫( ز ر و ر‬f.b.s.): altm yaldızlı olan, M e v lâ n â 'n ın y a k ın la r ın d a n S a lâ h ü d d in h a z re tle ri. zev' ‫( ز و ﺀ‬a.i.): ölüm dolayısıyla gelen keder, sıkıntı. zer-külâh ‫( ز ر ﻛ ﻼ ه‬f.b .i.) : tar. s a r a y k a p ıc ıla r ın m b a ş la r ın a g iy d ik le r i ü sk ü f, [altm tel İşzevâcir ‫( ز و ا ﺟ ﺮ‬a.i. zâcire'nin c .): menedenler, le m e li o ld u ğ u İ‫ ؟‬in b u ad v e r ilm iş tir]. yasak edenler, önleyenler. zer-hırîd,zer-hıride ‫ ز ر ﺧ ﺮﻳﺪه‬، ‫( ز ر ﺧ ﺮﻳﺪ‬f.b .s . ve 1. ) : s a tm a lın m ış [k im se ]; k öle.

1377

zevâd zevâd

‫زوال‬

(a.i. z â d 'ı n c . ) : a z ık l a r , y iy in tile r ,

( b k z : e z v â d , e z v id e ).

‫زواﻟﻪ‬

zevâd, zevâde

،

‫زواﺣﻒ‬

( f .i .) : 1. z ıv a n a . 2 . d e lic e d e n il e n

b u ğ d a y a z ın tıs ı.

‫زوال‬

( f .i .) : a z ık , e r z a k

s to k u . Z â d ü z e v â d : a z ık la r , y iy e c e k le r. z e v â h if

‫زوان‬

zevân

(a.i. z â h if e 'n in c . ) : z o o l. y e r d e

‫زواﻻ‬

zevâne

( a . i . ) : 1. z ıv a n a , s i g a r a a ğ ı z l ı ğ ı n ı n

u c u n a g e ç ir ile n İ‫ ؟‬İ d e l i k m i l m a d e n . 2 . sig a r a n m iç ile c e k t a r a f i n a g e ç ir il m i ş k a r t o n

s ü r ü n e r e k y ü r ü y e n h a y v a n la r , * s ü r ü n g e n -

veya b aşk a m a d d e d e n b o ru m su k ü ç ü k n es-

ler.

n e . 3. i k i u c u a ç ık k ü ç ü k b o r u . 4 . b i r b i r i n e

‫ز وا ﺧ ﺮ‬

z e v â h ir

(a.i. z â h i r 'i n c . ) : c o ş k u n d e n iz -

d e lik .

ler.

‫زواﻫﺮ‬

z e v â h ir

(a.i. z â h i r e 'n i n v e z ü h r e 'n i n c . ) :

1. ç iç e k le r, ( b k z : e z h â r) . 2 . s. p a r l a k [y ıld ız la r]. z e v â h i r ‫( ﻇﻮاﻫﺮ‬a.i. z â h i r v e z â h i r e 'n i n c.). ( b k z :

‫ﻧ ﻮاﺋ ﺐ‬

z e v â ib

(a.i. z ü â b e 'n i n c . ) : 1. z ü lü f le r ,

p e r ç e m le r , k â k ü ll e r . Z û - z e v â i b : k u y r u k l u y ıl d ız l a r . 2 ٠( z â i b 'i n c . ) : e r iy e n le r , e r i m i ş , e r i t i l m i ş o la n şe y le r.

‫ﻧﻮاﺋﺪ‬

(a.s. z â n iy e 'n i n c . ) : z in â e d e n ,

k a h b e l i k y a p a n k a d ın l a r ,

‫ﻧ ﻮا ت‬

zevât

(a.i. z â t'ın c . ) : k iş ile r , ş a h ıs la r ,

k im s e le r .

(a.i. z â v iy e 'n in c . ) : 1. z â v iy e le r,

.a ç ıl a r , f r . a n g l e s . 2 . k ö ş e le r, b u c a k l a r , d ir s e k le r. 3. k ü ç ü k te k k e le r,

zevc

‫ذو ب‬ ‫زوج‬

( a .i .) : e r im e , ( b k z : z e v e b â n ). ( a .i .c .: e z v â c ) : 1. ç if t, t e k k a r ş ılı ğ ı.

2 ٠b i r ç i f t t e n h e r b ir i. 3. k a r i v e k o c a n ı n h e r

Z e v â id - İ m u n f a s ı l a : f ı k . g e b e h a y v a n i n k a r n m d a k i y a v r u g ib i a y r ı c a s a t ış ı m ü m k ü n o la n z iy â d e şe y le r. Z e v â id - İ m u t t a s ı l a : f ı k . l r a y v a n l a r ı n s e m iz lig i g ib i z iy â d e o la n v e a y r ı c a s a t ıl a m a y a n şe y le r. 2. m i iz . e s k i A r a p m ü z i ğ i n d e s ü s n o t a l a r ı n m m e c m û u n a v e r i le n b i r ad .

‫ز واﺋ ﻞ‬

‫ز و ا ﻳﺎ‬

zevâyâ

zevb

(a.i. z â i d e 'n i n c . ) : 1. z iy â d e , fa z la

şe y le r, f a z l a lı k la r .

z e v â il

‫ز واﻧ ﻰ‬

zevânî

z e v â t - ı m a 'd U d e : s a y ılı k im s e le r ,

z a v â h ir ) .

z e v â id

g e ç ir ile c e k a le tle r e a ç ıl a n b o r u ş e k l in d e k i

(a.s. z â il e 'n in c . ) : z e v a l b u lu c u ,

b ir i. 4 . k o c a . z e v c - i m û t e v â r î ‫ ؛‬g iz le n ip ş a k l a n m ı ş o la n koca. zevcât

‫ز و ﺟﺎ ت‬

(a.i. z e v c e 'n in c . ) : n i k â h l ı k a -

d ın laı-, eşler. zev ce ،L jr j> ( a .i.c .: ezvâc, z e v c â t): n ik â h lı k ad m , eş. zevceyn

‫ز وﺑ ﻦ‬

( a .i .c .) : k a r i ile k o c a ,

k a y b o lu c u , b â k î o lm a y a n şe y le r. zevâl

‫زوال‬

( a .i.): 1 .y e rin d e n

a y r ı lı p

g itm e .

2 . z â il o lm a , s o n a e r m e . 3. G ü n e ş 'in b a ş u c u n d a b u l u n m a z a m â n ı, ö ğ le v a k ti , s a a t ta m

12.00. B a 'd e z '- z e v â l : ö ğ le d e n

so n ra.

B î - z e v â l : z e v a ls iz , f â n î, g e ç ic i o lm a y a n . K a b l e 'z - z e v â l : z e v â l:

çok

ö ğ le d e n

dayanm ayan,

e v v e l. çabuk

S e r î ü 'z geçen.

V a k t- İ z e v â l : ö ğ le v a k ti . 4 . b o z u l m a , y e n ilm e . 5. k a b a h a t , su ç . z e v â lî

‫ ( زواﻟﻰ‬a . s . ) : z e v â le

a la n sa a t.

‫زوال ﻧﺎ ﺑﻨﻴﺮ‬

( a . f b . s . ) : z e v a l b u l-

m a y a n , s o n a e r m e y e n , g e ç ic i o lm a y a n .

‫زواﺑﻨﻴﺮ‬

( a .f .b .s .) : s o n a e r e n , g e ç ic i

‫ز و ﺟﻴ ﺖ‬

( a .i .) : k o c a lı k , k a r i l i k , k a r i -

k o c a lı k , e ş lik . z e v c i y y i i 'l - e s â b i '

‫زوﺟﻰ ا ﻻ ﻣ ﺤﺎﺑ ﻊ‬

( a .b .i .) : z o o l.

ç i f t p a r m a k h l a r , fr . a r t i o d a c t y l e s .

‫ذوﺑﺎت‬

zevebân

( a .i .) : 1. e r im e . 2. k i m ., f i z . e ri-

m e , fr . f u s i o n .

‫زوغ‬

( a .i .) : [ b ir şeyi] b i r y a n a e g m e , m e -

y ille n d ii'm e . zevgan

‫ز و ﻏﺎ ن‬

( “g a ” u z u n o lc u n u r. a . i . ) : a n a t .

y a n a k a y m a s ı. z e v i-

‫( — ذوى‬a.s.

z û 'n u n c . ) : s â llip le r.

z e v i 'l - a y n : ta s . h a k k i z â h ir e n , h a l k ı b â t m e n g ö re n le r.

o la n .

‫ز وا ﻣ ﻞ‬

(a.i. z â m i l e 'n i n c . ) : 1. k ü ç ü k

y ü k le r . 2 . y ü k h a y v a n l a n .

1378

z e v c iy y e t

b i r o r g a m n o ld u ğ u y e r d e n a y r ı lm a s ı, b i r

z e v â l-n â -p e z îr

z e v â l-p e z îî

:k a ri kocaya

â it, k a r i k o c a ile ilg ili.

zevg â it, z e v a l ile ilg ili.

z e v â l î s a â t : a l a f r a n g a s a a t, ö ğ le v a k t i n i e sa s

z e v â m il

‫ زوﺟﻴﻪ‬، ‫( زوﺟﻰ‬a.s.)

z e v c i, z e v c i m e

z e v i'1 - e n s â b [v a k ıfta ] k a r â b e t s â h i p le r i , a k r a b a lık la ı-ı o la n la r , y a k ın l a r .

zevrakî zevi'l-erhâm : huk. m ira sta m u a y y e n b ir p a y sa h ib i o lm a y a n y a k ın h ısım la r,

de

d e n ilm iştir

ve

bundan

ayni

terk ib e

m u h t e lif z a m a n la r d a m u h t e lifm iiz ik ç ile r in m a k a m d a n h a b e rd â r o lm a k s ız ın v e rd ik le ri

zevi'l-ervâh, zevi'l-hayât : ca n lıla r, zevi'l-ihtirâm : sa y g ı sâh ip leri, sa y g ıd eğ e r

isim le r c ü m le sin d e n o ld u g u an la şılır.

zevk-âl٩ d ‫( ذوق آﻟﻮد‬a .f.b .s .): zev k le k a rışık .

kişiler.

zevi'l-ihtişâm : ih tişa m

sâh ib i,

h a şm e tli

kim seler.

zevk-bahş ‫ ( ذوق ﻷ د ش‬a .f b .s .) : 1 . z e v k veren . 2. miiz. T iir k m ü z iğ in in b ir k a ç a s ırlık b ir

zevi'l-i'tibâr : itib a rlı kim seler, zevi'l-mefâsıl : m a fs a llı h a y v a n la r, zevi'l-ukul : a k lı o lan lar, in sa n la r; tas. h a lk ı

m ü re k k e p m a k a m ı o lu p z a m â m m ız a k a lm ış n ü m û n e s i y o k tu r. 3 . m e ş h u r b ir ‫ ؟‬eşit

z â h ire n , h a k k ı b â tm e n gö renler,

zevi'n-nühye : a k ıl sah ip leri, (b k z : e sh â b -ı n üh ye).

zevi's-sedâyâ : zool. m em eliler, mammifères, (b k z : zâ tü 's-sed â yâ ). z e v k ، i j i (a.i.c. : ez v â k ) : ı.

zevkan ‫ ( ذوى‬a .z f .) : 1. z e v k b a k ım ın d a n , zevk ‫ ؟‬e. 2. tas. z e v k (m a 'n e v ih a z ) y o lu y la ,

fr.

biy. ta d ım . 2 . tat­ 3. tas. m a n e v î

m a , tad; h o şa g id en h al, h az.

lâle.

zevk-cû ‫( ذوق ﺟ ﻮ‬a .f.b .s .c .: z e v k - c û y â n ) : z e v k a r a y a n , z e v k in e d ü şk ü n ,

zevk-cûyâü

‫ ﻳ ﺎ ﻥ‬٠‫ﺟﻮ‬

‫ذوق‬

(a .f.b .s .: z e v k -c û 'n u n

c . ) : z e v k a ra y a n la r, z e v k in e d ü şk ü n o la n lar.

h az. 4 . b o ş v a k it g e çirm e; eğlen ce, eğlen ti,

zevk-cûy-âne ،‫ ( ذوق ﺟ ﻮ ي ؛ ﻻ‬a .f.z f.) : z ev k e d ü ş-

c ü n b ü ş, eğlen m e. 5. g ü z e li ç irk in d e n a y ır-

k ü n o la n la r gib i; z e v k d ü şk ü n le rin e lâ y ık

d etm e

b ir şekild e.

k a b iliy e ti.

6 . a la y

etm e,

eğ len m e,

zevktyyat

(b k z : suhre). zevlc-i

selîm (selâm ette o lan zevk) : 1) z e v ­

k in en y ü k s e k d erecesi; 2)

sezm e k a b iliy e ­

ti.

zevk-i dil : 1) g ö n lü n z e v k i; 2) müz. T ü r k m ü z iğ in d e v a k tiy le k u lla n ılm ış esk i m a ­ k a m la r d a n b irid ir. S û z n â k 'ta n so n ra k ısa b ir ra st ile k a r a r ed er k i, b u şek liyle z ev k -i d il m a k a m ın ın tersi o ld u ğ u g ö rü lü r. D u r a k ra st, g ü ç lü n e v â (re) p erd e lerid ir (terk ib in ­ d ek i h e r ik i m a k a m ın d a d u ra k v e g ü ç lü p erd e leri bu d u r). D o n a n ım ın a sû z n â k 'ın işâ re tle ri k o n u lu r (rast'ın si k o m a b e m o lü

‫ﻧ ﻮ ﺩﺍ ﺕ‬

( a .i.) : zevk e, e ğ len ce ye âit

h u su slar.

zevki ‫ ( ذوﻓﻲ‬a .s .) : z e v k e âit, ze v k le ilg ili, zevk-perest ‫ ﺳﺖ‬٠‫( ذوق ﻳﺮ‬a .f.b .s .): zev k e , eğ len c e y e a ş ır ı d ereced e d ü şk ü n ,

zevk-perestân ‫ﻇﻦ‬-‫ﻟﺮس‬

‫ذوق‬

(a.f.b.s.

zevk -

p e re s t'in c . ) : z ev k e v e eğ len ce ye a şırı d ereced e d ü şk ü n o lan lar.

zevk-peresti ‫ ر ﺳﻰ‬٠‫ ( ذوق‬a .f.b .i.): zevk e, eğ len c e y e a ş ırı d ü şk ü n lü k .

zevk-yâb ‫ ( ﻧ ﻮدا ب‬a .f.b .s .): z e v k b u la n , lezzetin i, t a d ın ı alan .

ile “ fa ” b a k ıy y e d iy e z i b u işâretlerle m ü ş ­

zevrâ' ‫ ( زوراﺀ‬a .s .) : 1 . D ic le n eh ri. 2 . B a ğ d a t

terektir). A . A v n i K o n u k 'u n “ k â r -ı n â tık ”

şe h ri [ezver (= b o y n u eğ ri; e ğ ri, d o ğ r u ol-

m ın d e v r-i re v â n u su lü n d e k i 2 4 n u m a r a lı p a rç a s ı z e v k -i d il'd ir.

zevk-i müdâm : h iç b itm e y e n z evk , zevk-i ruh-ı dildâr : s e v g ilin in y a n a ğ ın ın ze v k i.

zevk-i sûret : re sim d e n a lm a n z evk , g ö r ü n ü ­ şü n v e r d iğ i z e v k .

zevk-i vasi ‫ ؛‬k a v u ş m a , b e râ b e r o lm a z ev k i; v u s la t tadı.

zevk u safâ ‫ ؛‬eğ le n m e , k e y i f etm e; eğlen ce, zevk ü tarab : 1) z e v k v e şen lik , eğlen ce. 2) müz. T ü r k m ü z iğ in d e b ir m ü re k k e p m a ­ k a m olu p “şe v k -i c e d îd ” v e “ a ra b â n k ü r d î”

m a y a n )' in m ü en n esi].

zevrak ‫ ( زورق‬a .i.) : 1. k a y ık , san d al, zevrak-ı derûn : g ö n ü l gem isi. 2 . M e k k e 'd e y a p ıla n z e m z e m şişesi, ze m z e m İb riği, k ab ı. 3 . ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek testisi, ‫ ؟‬İ‫ ؟‬ek k a d eh i. 4 . şişe,

zevrak m ektûbu : H a r e m -i Ş e r if'd e z e v r a k d en ile n testi ile h a c ıla r a z e m z e m d a ğ ıta n h a d e m e y e b u işin d e n d o la y ı g ö n d e rile n h ed iy e y i b ild ir e n m ek tu p .

zevrak-‫ ؟‬e ‫( ز و ر ب‬a .f.b .i.): k a y ık c ik , sa n d a lc ık .

zevrakî ‫ ( زورﻓﻰ‬a .s .) : k a y ık la .ilg ili, k a y ığ ım s ı, k a y ık sı.

1379

zevrak-siivâr z e v ra k -sü v â r

‫زورق ﺳ ﻮ ا ر‬

( a .f .b .s .) : k a y ığ a b i-

z e y n ü 'd - d î n : 1. d î n i n

zevvâk

‫ﻧﻮاق‬

z in e t i, s ü s ü . 2. d ili-

m i z d e : " z î n e tt in " ‫ ؟‬e k li n d e e r k e k a d i o l a r a k

n e n , k a y ığ a b i n m i ‫ ؟‬o la n .

k u lla n ılır.

(a.s. z e v k 'd e n ) : 1. b i r ‫ ؟‬e y i ‫ ؟‬o k fa z -

la t a d a n . 2 . b i r ‫ ؟‬e y i ‫ ؟‬o k f a z la d e n e y e n , SI-

‫زﻳ ﺐ‬

Z eyneb

( a .h .i .) : H z . M u h a m m e d 'i n

n a y a n . 3. y e m e ğ i n v e y â h e r h a n g i b i r ‫ ؟‬e y in

büyük

z e v k in e v a r a n .

M u h a m m e d 'i n H a tic e 'd e n d o ğ a n i l k ‫ ؟‬o c u -

z e w â k in

‫ﻧﻮاﻗﻴﻦ‬

(a.b.i.) : p â d i ş â h y e m e k l e r i n i n

t a d m a b a k a n k im s e .

،

‫ﻧﻠﻤﻊ‬

‫ﻧ ﻮا ﻫﻴ ﻦ درﺳﻤﺎه ﻋ ﺎ ﻟ ﻰ‬

‫زﻳﺪﻳ ﻪ‬

( a .h .i .) :

H z.

b i n i n b i r k o lu .

zeyt

Z eyyâd

b in

A li

‫زﻳ ﻎ‬

‫ ( زﻳﺮك‬f .s .) : a n la y ış lı, u y a n ık , z e k i, ‫ ( ز ﻳ ﺖ‬a .i .c .: e z y â t, z ü y û t ) : 1. z e y t i n

("g a" u z u n o k u n u r ,

z e y t- i g a y ri m ü c e f f i f : k im . k u r u m a z yag.

a . i . ) : 1. b i r t a r a f a m e y le tm e . 2. k a m a ş m a .

z e y t - i h a c e r : m a d . g a z y a ğ ı, p e tr o l,

3. d o ğ r u l u k t a n v e h a k t a n a y r ı lm a .

z e y t - i h ı r v a ' : h i n t y a g ı , m ü s h il , z e y t-i m i ic e f f if : k im . k u r u r yag.

z e y l ^ ( a . i . ) : a y ı r ı n a . ( b k z :t e f r i k ) . zeyl

‫ذﻳ ﻞ‬

( a . i . c . : e z y â l, z ü y û l ) : 1. e te k , ( b k z :

d â m e n ) . T a v ü ü 'z - z e y l (e te ğ i u z u n ) : ı )

if

fe ts iz , e te ğ i k i r l i [ k a d ın ]; 2) ‫ ؟‬o k u z u n s ö z , y a z ı. 2 . s o n . ( b k z : â h ir ) . 3. k u y r u k , ( b k z : d ü n b â l) .

4 . b ir

‫ ؟‬e y in

a ltı,

d e v â m ı,

e k i.

5. ( b k z : h â m i ‫)؟‬.

z e y t - i m i i ç a m m a ': y a k ı, z e y t - i t a y y â r : k o k u lu , u ‫ ؟‬u c u y a ğ .

‫ ( زﻳﺘﻮن‬a .i .) : z e y ti n , ‫ ( زﻳﺘﻮﻧﻰ‬a .s .) : z e y t i n r e n g i n d e o la n , z e y t û n i y y e .‫( زﻳﺘﻮﻧﻲ‬a.i.) ‫ ؛‬b o t . z e y tin g ille r , z e y y â l ‫ ( ﻧﺪال‬a . s . ) : 1. z e y li o la n , k u y r u k l u , ( b k z z e y tû n

z e y tû n i

z e y l- i d û d î - i a 'v e r î ( k ö r b a ğ ı r s a k ) : a n a t . a p a n d is , i l t i h â b - 1 z e y l- i d û d î - i a 'v e r î : a n a t .

‫ﻧﻴ ﻼ‬

zeyyât

( a .z f .) : e k o la r a k , a lt ta . ( a .f b .i.) ‫ ؛‬m ü z . d ö r t t e n f a z la

h â n e l i p e ş r e v v e s a z s e m a i l e r i n d e (h u s û s iy le

(a.i. z e y t 'd e n ) : 1. z e y t i n d e n z e y -

t i n y a g ı s a t a n k im s e .

‫ظ‬

ZI

u s û l ü n d e k i p e ş r e v le r d e ) s o n h â n e y e v e r i le n b ir ad.

( o .h a .) : O s m a n l I a lf a b e s i n in y i r m i n c i

h a r f i o lu p “e b c e d " h e s â b ı n d a d o k u z y ü z

5 h â n e y a z ı l m a k a n 'a n e s i o l a n d a rb -1 f e t ih

z e y liy y â t

‫ت‬0 ‫ز‬

t i n y a g ı ‫ ؟‬i k a r a n k im s e . 2 . z e y ti n y a g c ı, z e y -

‫ذﻳﻞ ﺧﺎﻧﻪ‬

z e y l-h â n e

s a y ı s ın ı n k a r ş ılı ğ ıd ı r . Z ia

‫ذﻋﻪ‬٠ ( a .i .) : iç le n ir to p r a k , t a r la , ‫( ﺿﺎ ع‬a.i. z a b u ' v e d a b u 'u n c . ) :

z ıb â '

‫ﻧﻴﻠﻴﺎ ت‬

( a . i . c . ) : z e y il, e k , İlâ v e o l a r a k

y a z ı l a n ‫ ؟‬e y le r. z e y l-n â m e

:

d ü m d â r ) . 2 . u z u n e te k li,

a p a n d is it . z e y le n

y a g i.

2. yağ.

s ilik , k a lp [a k ‫ ؟‬e, p a r a ] . ،

( a .b .i .) : 1. â b id l e r i n .

H â m ız - ı z e y t : acı b a d e m d e n ç ık a r ıla n yag.

( a . s .c . : e z y â f, z iy â f, z ü y û f ) : k a r ı ş ık ,

‫زﻳﻔﺎ ن‬

‫زس‬

d e " z e y n e lâ b id in " ‫ ؟‬e k li n d e k u l l a n ı l a n e r k e k

H ü s e y n 'i n

a d i).

zeyg, zey eg an

S ü h ı-e v e rd î t a r a f ı n d a n

l a n o r t a n c a o g lu k i a s il a d i A li'd i r ) . 3. (b iz -

z e y re k

‫زﻳ ﻒ‬

H z.

d ü n c ü s ü [H z. H ü s e y n 'i n K e r b e lâ d a k u r t u -

(a .i.) : d u y u lm a , m ey -

Z e y n ü ' 1-

zeyf

de

İ b â d e t e d e n l e r i n z in e ti. 2 .1 2 i m â m 'ı n d ö r -

 b id în 'i n e t b â m a v e r i le n b i r a d ; ‫؟‬îî m e z h e -

e v lâ d ın d a n

g ö re

(a .i.): ta r . S ü h re v e rd i y â n i Ş eyh

Ş a h â b e ttin

z e y n ü 'l - â b i d î n ‫ا ﻟ ﻌ ﺎ ﺑ ﺪ س‬

d a n a ‫ ؟‬ık ı p y a y ılm a . Z e y d iy y e

r iv a y e te

k u r u l a n t a r i k a t k o l l a r ı n d a n b ir i,

( a .f .b .i.) : t a r . ‫ ؟‬e ş n ig ir.

‫ذﻳ ﻌﺎ ن‬

‫زﻳﻨﻴﻪ‬

Ö m er

z e w â k în - i d erg â h -1 â lî

[ b ir

g u d u r]. z e y n iy y e

Z e v v â k în - İ h â s s a : t a r . ‫ ؟‬e ş n ig ir.

z e y ', z e y e â n

k ız ı,

‫ذﻳﻞ ﻧﺎﻣﻪ‬

z ıb â b ( a .f .i .) : b i r s i g o r ta m u k a v e -

le s in d e v e y â m u k a v e l e n i n ‫ ؟‬a r t l a r ı ü z e r i n d e

z o o l. S irt-

la n la r .

‫ ب‬٤‫( ض‬a.i.

z a b b 'm c . ) : k e r t e n k e le l e r , k e -

le rle r. ( b k z : z u b b â n ) . z ib â b iy y e

‫ﺿﺎ ب‬

( a .i .) : z o o l. k e r t e n k e le , t i m -

b â z ı d e ğ iş ik l ik l e r y a p ı l m a k g e r e k t iğ i ta k -

s a h , b u k a le m u n , k ö r y ı l a n g ib i h a y v a n l a r ı

d ir d e , a s il v e i l k s i g o r ta p o li ç e s i n e e k o l a r a k

İç in e a l a n b i r s ın ıf.

t a n z i m e d i l e n y e n i b i r v e s ik a . Z e y n e l ( a . i . ) : s ü s ,b e z e k , ( b k z : z in e t).

138.

z ib â b iy y e -i b e r r i y y e : k e rte n k e le v e b e n z e ri h a y v a n la r .

Zindîkiyye. zibâbiyye-i mâiyye : bu sınıfın suda yaşayan kısm ı.

Zidd ‫ﺿ ﺪ‬

(a .i.c.: e z d â d ): 1. bir ?eyin karşılığı,

aksi. 2. *karşıt. 3. nefret edilen, lcerih şey.

zıddân ‫( س ^ ا ن‬a.i.c.): iki zıt, ilci *karşıt, zıddân İâ-yectemiân : iki zıt ?ey bir araya gelmez.

Ziddeyn ‫( ﺿ ﺪ ﻳ ﻦ‬a.i.c.) : i k i zıt, i k i *karşıt, zıddî ‫ ى‬٠‫( ﺀ ى‬a .s.): Z id d a , * k a r ş ı t a â i t , Z itla ‫ﺿﺪﻳ ﺖ‬

il-

(o .i.): 1. zıtlık, *karşıtlık.

2. mec. sevişm ezlik, düşm anlık.

zı'f ‫( ﺿﻌ ﻒ‬a .i.c .: ez'âf) : bir ?eyin m ik tarca iki misli, iki kati.

zifr j J

zıllü'ş-şebâb : ilk gençlik ‫ ؟‬ağları, zıll-âlûd ‫( ﻇ ﻞ آﻟ ﻮ د‬a.f.b.s.): gölgeli,

g ili.

z ıd d iy e t

zillullâh, zillullâh fi'l-âlem, Zillullâh fi' 1arz (Allah'ın gölgesi, dünyâda Allalı'ın gölgesi, yeryüzünde Allah'ın gölgesi): halîfeler, hükümdarlar İ‫ ؟‬in kullanılan elfâz-ı ta'zlmiyye'dendir (büyükleme sözleri).

(a.i.c. : ezfâr) : 1. tırnak. 2. çengel.

3. pençe, (blcz : zufr).

zilli ‫] ى‬

(a.s.): 1. gölgeye mensup, gölge ile ilgili. 2. meşhur Evliyâ ‫ ؟‬elebi'nin babasının a d i: [Dervi? Mehmed Zilli]. 3. mat. tanjanta âit. Zilliyyet ‫( ﻇ ﻴ ﺖ‬a.i. Z ill'd a n ) : A llâh 'ın , y eryü ziindeki gölgesi olm ası b ak ım ın d an hükiim d arm vasfı, n ite liğ i.

Zilliyyet-penâh ‫( ﻇ ﻴ ﺖ د ا ه‬a.f.b.i.): “Allâh'ın

zıll-ı sânî : tas. dünyâ,

yeryiiziindeki gölgesinin sağladığı şığınak" : hükümdarlık, pâdişahhk, sultanlık. zılüy ۶et-penâhî ‫( ﻇ ﻴ ﺖ ﺑﻨﺎﻫﻰ‬a.f.b.i.): hükümdarlık; hükümdar. zili ü ziil ‫( ﻧﻞ و ﻧﻞ‬a.b.s.): 1. horluk, alçaklık. 2. itaat; alçakgönüllülük, zımâd ‫( ﺿ ﻤ ﺎ د‬a.i.c.: zamâid): 1. merhemle yaraya sarılan sargı, bez. 2. ilâç, İâpa, yakı, zımâd-ı h ardal : hek. hardal yakısı, zımâr ‫( ﻧ ﻤﺎ ر‬a.i.): nâmûs, ırz. Zimn ‫( ﺿ ﻤ ﻦ‬a.i.): 1. İç taraf. 2 . açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılmak istenilen söz, gizli ‫ ؟‬aksat. 3. maksat, istek, niyet, zımnen ‫( ﺿ ﻤ ﺊ‬a.zf.): açıktan olmayarak, dolayısıyla, kapalıca, üstü kapalı olarak, (bkz : zımnî). zımnında ‫( ﺿ ﻤ ﻨ ﻔ ﺪ ه‬a.zf.): İçin, dolayısıyla, zımnî, zımniye ‫ ﺿ ﻤ ﻴ ﻪ‬، ‫( ﺿ ﻤ ﻐ ﻰ‬a.s. ve zf.) : 1. üstü kapalı, örtülü, açıktan olmayarak, dolayısıyla anlatılan. Maksad-I zım n î : üstiikapalı, örtülü maksat, gizli istek, (bkz : zımnen). 2. kendiliğinden, zımnî İrâde beyânı : huk. bir beyanda bulunan kimsenin hukuki netice iradesinin, ancak ?art ve vaziyetin de birlikte degerlendirilmesiyle anlaşılan irade beyanı, zımnî İrâde izh â rı : kapalı olarak istek bildirme. zındîk ‫( ﻧ ﺪ ق‬a.s.c.: zenâdik, zenâdıka): (bkz : zindîk). zındîkî ‫( ز د ش‬a.s.): zındıklık.

zıll-ı z a lîl : koyu gölge.

Z in d ik iy y e t ‫( زدﻳﻘﻴ ﺖ‬a .i.): zındıklık.

zıhâr ‫( ﻇ ﻪ — ا ر‬a .i.): 1. karşılıklı yardım laşm a, ( b k z : müzâheret). 2. huk. [eskiden] kocan m karısını miiebbeden m ahrem i olan bir kad m ın bak m ak câiz olm ayan bir u zvu na teşbîh eylemesi. [Câhiliyet zam âm n da A ra p la r arasında câri ve talâk envâm dan m a'dûd idi. Çerîat-1 islâm iyye tarafından bu nevî talâk m enedilm iş ve zecr İçin zıhâr eden kim seye lcefâret vazolunm uştur].

zıhâre ‫( ﻇ ﻬ ﺎ ر ه‬a .i.): elbisenin di? yüzü, di? tarafı.

zıkkî ‫( زﻓﻰ‬a.i.) : İçine m âyi (sıvı) konulan deri kap, deriden yapılm ış su tulumu,

zil ‫ش‬ z ılâ l

(a.i.). (bkz : zili).

‫] ا ل‬

(a.i. zıll'm c . ) : gölgeler, (bkz : ezlâl,

ZUİÛI).

zılâl-i ehvâl : korku gölgeleri, zılâl-âlûd ‫( ﻇ ﻼ ل ﴽﻟ ﻮ د‬a.f.b.s.) : gölgeli, zılâle ‫( ﻇ ﻼ ك‬a.i.): gölgelik, (bkz : mazalle, sâyebân, sâye-gâh). Zilf ‫( ﻇﻠ ﻒ‬a .i.c .: e z lâf z ü lü f) : inelc, koyun, keçi gibi hayvan ların çatal tırnağı,

zili i j j (a .i.c .: ezlâl, zılâl, ZUİÛİ): gölge, mec. korum a, sâhip çıkm a, (bkz : sâye).

zıll-ı arz : astr. yerin gölgesi, fr. ombre de la terre. z ıll-ı evvel : tas. akl-1 evvel, Allalı. z ıll-ı m ahrûti : astr. gölge *konisi, fr. cOne

d’ombre.

1381

Zinne.

zmnet ‫( ﺿ ﺖ‬a.i.) : cimrilik, pintilik, (bkz : buhl). zirâat ‫( زراﻋﺖ‬a.i.). (bkz : zirâat). zırâât ‫( زراﻋﺎت‬a.i. zırâat'ın c.). (bkz : zirâât). zırâî ‫( زراض‬a.s.). (bkz : zirâi). zırâr ‫( ﺿﺮار‬a.i.) : karşılıklı zarar verme. Zirgam ‫( ﺿﺮﻏﻢ‬a.i.c. : zarâgim) : ai'slan. (bkz : dirgam, esed, gazanfer, haydar, leys, şîr). Zirgame ‫"( ﺿﺮﻏﺎﻣﻪ‬ga" uzun okunur, a.i.) : arslan. (bkz : dirgame). zırh ‫( زره‬f.i.) : zırh, demirden örme veyâ dökme savaş elbisesi, (bkz : cevşen, dır'), zırh-bâf ‫( ز ر ﻫ ﺒ ﺎ ف‬f.b.s. ve i.) : zıi'h yapan, zırh1‫ ؟‬.

zırh-câme ‫( زره ﺟ ﺎ ﻣ ﻪ‬f.b.i.) : zırh İcaplı elbise, zırh elbise. zırh-dâr ‫( ز ر ﻫﺪا ر‬f.b.s.) : zırhlı, zırh giyen, zırh giymiş olan, (bkz : zırh-pûş). zırh-dûz ‫( ز ر ﻫﺪ وز‬f.b.i.) : 1. zırh halkası yapan kimse. 2. zırhı delip geçen bir ok çeşidi, zırh-kûte ‫( زره ا ﺗ ﻪ‬f.b.i.) : kısa Zirh. zırh-pûş ‫( ز ر ﺑ ﻮ ش‬f.b.s.) : zirh giymiş, zirh giyen. zırnîh ‫( ز ر ﻧ ﻴ ﺦ‬f.i.) : zırnık, sıçanotu, arsenik mâdeni ile kükürt karışığı bir madde, zırnîhî ‫( زرﻧﻴ ﺨ ﻰ‬f.s.) : zırnık renginde olan, sari renlcli. (blcz : zirnihi). Zirr ‫( زر‬a.i.c. : zurûr) : 1. düğme. 2. bot. tomurcuk. ziya' ‫( ﺿ ﻴ ﻊ‬a.i. zay'a'nın c.) : tarlalar; küçük çiftlikler. zıyâ' ‫( ﺿ ﻴ ﺎ ع‬a.i. zay'a'nın c.) : tarlalar, küçük çiftlikler. zıyâ' ‫( ﺿﻴﺎع‬a.i.) : kayıp, *yitim, kaybolma. zıyâ-i ebedi : ölme, ölüm, (bkz : mevt). zıyâ-i elem : fels. acı yitimi, kaybı, analjezi, fr. analgésie. zıyâ-i hâfıza : fels. hâfıza yitimi, kaybı, fr. amnésie. zıyâ-i hiss : hek. duyum yitimi, kaybı, fr. anesthésie. zıyâ-i intizâm : psik. şuurlu hareketlerdeki düzensizlik, ataksi, fr. ataxie. zıyâ-i kelâm : hek. söz yitimi, kaybı, afazi, fr. aphasie. zıyâ-i kırâat : okuma yitimi, kaybı, fr. alexie. 1382

zıyâ-i sa v t : psik. ses yitimi) kaybı, fr. aphonie. zıyâ-i ş a h s iy e t : benlik yitimi, kaybı, fr. depersonnalisation. zıyâ-i şem m : koklama yitimi, kaybı, fr. anosmie. zıyâ-i tahrir : psik. yazma yitimi, kaybı, agrafi, fr. agraphie. zıyyık ‫ﺿ ﻴ ق‬

(a.s.) : pek dar. Mekân-ı zıyyık : pek dar yer. (bkz : dıyyık).

zıyyık-ı nefes : nefes darlığı, tıknefeslik, zıyyık-ı sa d r : gögüs darlığı, gögüs tutuklugu.

ZÎ- ‫ ذ ى‬- (a.s.) : "sâhip" mânâsına kelimelerin başlarına getirilerek *birleşikler yapar,

zî-hayât : canlı, yaşar, zî-nüfûz : nüfuzlu, sözü geçer, zî-kıym et : kıymetli, degerli, bahası yüksek, zî'l-yed : huk. bir mail, bir gayrimenkulu elinde tutan, bu mail -sâhibi kendisi olsun veyâ olmasın- kullanmakta bulunan kim-

zî-şân : 1) şanlı, şerefli; 2) i. kadm adi. zi ‫( ز ى‬a.i.): heyet, kılık, kıyâfet; elbise,

ziâb

‫( ﺫ ﺀ ﺩ ﺍ ﺏ‬a.i. zi'b'in c .) : kurtlar, canavarlar. (b k z: gürgân, zu'bân).

ziâmet ‫( ز ﻋﺎ ﻣ ب‬a.i.). (bkz : zeâmet). zi'b ‫( ز ء ب‬a.i.c.: ziâb, zu'bân) ‫ ؛‬kurt, canavar. (b k z : gürk). Dâii'z-zi'b (kurt hastalığı) ‫؛‬.açlık, doymazlık. Hânikü'z-zi'b : bot. kurtboğan denilen nebat (*bitki),

zi'b-i b a h ri : zool. deniz kurdu denilen bir cins yırtıcı büyük balık,

zi'b-i Y û su f‫ ؛‬kabahati olmadığı halde suçİandırıhılan kimse. zib ‫( ز ب‬a.i.): süs, bezek, (b k z : zinet, ziver). zîbâ ‫ز ﻳ ﺎ‬

(f.s.): 1. süslü. 2 ٠ yakışıklı, güzel,

zibak ‫( ز ﻳ ق‬a.i.): Civa.

zibaki ٠‫ز ﻳ ﻘ ﻰ‬

(a.s.): cıvaya âit, civa ile ilgili, cıvadan İbâret, cıvalı.

zibâr ‫( ز ) ا ر‬a.i. zebr'in c .) : 1. kitaplar, cüzler. 2. kitap yaprakları. 3. yazı yazmalar,

zîbâ-rû ‫( زي — وارو‬f.b.s.): güzel yüzlü, (bkz : dilber).

zîb-âver ‫( ز ﻳ ب ﺁ ﻭ ﺭ‬f.b.s.): süsleyici, bezeyici, zîbâyî ‫( ز د ا ﻳ ﻰ‬f.i.): süslülük; yakışıklılık, güzellik.

zikr-i alenî

zibbân ‫( ذب—ان‬a.i. zübâb, zübâbe'nin c.): sinekler.

zî-hayât ‫( ذى ﻳ ﺎ ت‬a.b.s.): canlı, yaşayan, yaçar.

zîb-efzâ ‫( ز ﻳ ﺐ ا ﻓ ﺰ ا‬f.b.s.): süsü, güzelliği artıran, güzelleştiren. zibende ‫ ﺑ ﺪ ه‬. ‫( ز‬fb.s.): zinetli, süslü, yakışık1ı. zibha, ziibha ‫ ذﺑﺤﻪ‬، ‫( ذﺑﺤﻪ‬a.i.): hek. kuşpalazı, difteri.

zihgir ‫( ز ه ﺳﻤﻴﺮ‬f.b.i.): ok atanların parmaklarina geçirdikleri halka, yüzük, [kemikten, fildişinden ve boynuzdan yapılırdı], zihi ‫( ذه‬a.s.): "şu, bu” mânâsına gelen Arapçada müennes işâretidir. Hâzihi : İşte şu. zihi ‫( ز س‬a.e.): 1. ne güzel, ne hoş. 2. aferin, bravo!, (bkz : habbezâ, hâşâ).

zibha-i hakikice : hek. kuşpalazı, difteri, zibha-i kâzibe : hek. ârâzı kuşpalazma benzedigi halde ondan daha hafif ve daha az tehlikeli bir hastalık, kunnâk-1 sarsari. zibl ‫( ز ل‬a.i.): süprüntü; gübre. zibr J j j (a.i.c.: zübûr): 1. mektup. 2. kitap. 3. yazı. zic ‫( زي—ج‬a.i.c.: zîcât): astr. yıldızların yerlerini ve dolaşmalarım göstermek İçin hazırlanmış Cetvel, [bundan çıkarılan neticeye “zâyiçe” denir]. zidâ[y] [‫( ز د ا ] ى‬f.s.): pas açıcı, cilâlayıcı, temizleyip parlatıcı. zide, zidet ‫ ز ﻳ ﺪ ة‬، ‫( ز ﻳ ﺪ ه‬a.f.i.): “artsm, ÇOğalsın, çok olsun!'' mânâlarıyla duâ ve temennilerde bulunmak üzere kullanılır. Zidet fazlühûî: fazlı, bilgisi çok olsun!. Zidet kadrühûî: kadri, İtibârı çoğalsın!... gibi. zifâf ‫( ز ﻓ ﺎ ف‬a.i.): gerdeğe girme. Beytii'z-zifâf: zifaf evi; gelin odası. Hücre-İ zifâf: gerdek odası. Leyle-i zifâf: gerdele gecesi. zifâf-hâne ‫( زﻓﺎ ﻓ ﺨ ﺎ ﻧ ﻪ‬a.f.b.i.): genel ev, randevuevi. zîfân ‫( ﺿ ﻴ ﻔﺎ ن‬a.i. zayfın c.) : misâfirler, konuklar. (bkz: zuyûf). zift ‫( ز ﻓ ﺖ‬a.i.): kara sakız, katrandan çıkarılan, kolay kırılan, az sıcakta eriyen kati, siyah, parlak bir madde olup en çok gemi kalafatında kullanılır. zih ‫( ز ه‬f.i.) :'ı. kiriş. 2. yay kirişi. 3. kaytan, şerit. 4. kenar çizgisi. zihâf ‫( ز ﺣ ﺎ ى‬a.i.c.: zihâfât): ed. ibârede uzun okunması lâzımgelen bir sesli harfin vezin zarûretiyle kısa okunması. Meselâ: "Ben neler çekmekteyim bilsen elinden ah senin'' mısramdaki "ah" m çekilmeyişi gibi. zihâfât ‫( ز ﺣ ﺎ ﻓ ﺎ ت‬a.i. zihâf'ın c.): ed. zihaflar. zihâm ‫( ز ﺣ ﺎ م‬a.i.): 1. kalabalık, sıkışıklık. 2. darlık, (bkz : müzâyaka).

2‫( ذ ﺿ ﺴ ﻼ‬a.i.c.: ezhân): zihin, anlama, bilme, unutmama kuvveti, hâfıza. zihn-i mahdûd :.dar zihin, zihnen ‫( ًذ ﻫ ﻐ ﺎ‬a.zf.): zihince, zihinde, zihinle, zihinden. zihni, z i h n iy e t i ، ‫( ﻧ ﻬ ﺌ ﻰ‬a.s.): 1. zihine âit, zihinle ilgili. Hesâb-1 zilini: mat. aklidan yapılan hesap, fr. calcul mental. 2. i. [birincisi] erkek, [İkincisi] kadm adi.

z ih n i^ â ^ ^ ^ a .i.):z ih n e â ith u su sla r . zih n ice ‫( ذ ف‬a.i.): fels. akılcılık, entelektüalizm, fr. intellectualisme. zihniyet ‫( ﻧﻬﺌﻴ ﺖ‬a.i.): düşünce, düşünce yolu, kafa, anlayış. z i k ^ (a.i.): darlık, sıkıntı, (bkz : dik), zîk-ı maâç : geçim darlığı, zîk-ı nefes : nefes darlığı, tıknefes, zîk-ı sadr: göğüs darlığı, (bkz: usr-ünnefes). zikâr ‫( ﻧﻜﺎ ر‬a.i. zeker'in c.): erkekler, (bkz: zikâre, zükrân, zükûr). zi-karâbet ‫( ذى ﻗﺮاﺑﺖ‬a.b.i.): bir kimseye babaSI veyâ anası tarafından Müslümanlığı ilk kabûle yetişmiş olan büyük ceddine kadar mensubiyeti olan her hangi bir kimse, zikâre ‫( ﻧﻜﺎره‬a.i. zeker'in c.): erkekler, (bkz: zikâr, zükrân, zükûr). zî-kıymet ‫( ذى ﻗ ﻴ ﻤ ﺖ‬a.b.s.): kıymetli, değerli, bahası yüksek olan. zikr ‫( ﻧﻜ ﺮ‬a.i.c.: ezkâr): 1. anma, anılma, zikr bi'1-hayr: hayırla anma. 2 ٠bildirme, bildirilme. Ânifü'z-zikr, Sâüfü'z-zikr: yukarıda adi geçen. Âtiyü'z-zikr : aşağıda zikrolunan. 3. Kur'ân-1 Kerim, (bkz: Fürkan, Hüdâ, Hitâb, Kitâb, Mushaf Necm, Nûr). zikr-i aleni: tas. dervişlerin teklcede yâhut her hangi bir yerde toplu olarak zikretmesi. 1383

zikr-i cehri

zikr-i cehri : yüksek sesle yapılan zilcr. zilcr-i cem il : ı) güzelliğini, iyiliğini anma; 2) mekteplerde talebeye verilen mükâfât; 3) tas. Allah'ın adlarım anarak duâ etme. Halka-i z ik r : telekelerde dervişlerin bir

hallea kurarak Allalı'ın adını yâdettiklel'i topluluk. ziler-i h a fi : gizli olarak yapılan ziler. zikr-i k alb i : sessiz olarak yapılan zikr. zikrâ ‫( ذ ا ى‬a.i.): 1. anma, hatırlama. 2. ibret,

örnek. 3. öğüt. zilâl ‫( ذ ﻻ ل‬a.s. zelil'in c.) : zeliller; hor ve hakir

olanlar, (bkz: zullân). zi'l-hicce ‫( ذى ا ﻟ ﺤ ﺠ ﻪ‬a.b.i.) : arabi aylarının on

ileincisi olup, onuncu günü kurban bayramma rastlar, [lıacı olma töreni bu ayda yapılır]. Zi' 1-ka'de ٥‫( ذى اﻟﻘﻌﺪ‬a.b.i.): Arabi aylarının on birincisi. zille ‫( زﻟﻪ‬a.i.): peygamber hatâsı, zillet ‫( ذ ﻟ ﺖ‬a.i.) : hakirlik, horluk, alçaklık,

aşağılık.

zimmet ‫( ﻧ ﻤ ﺖ‬a.i.c.: zimem): 1. sâhip çıkma,

koruma zorunda kalma. 2. üst, üstte olan şey. 3. bir ticârî kuruluşun borçlarının topu. Berâet-İ zim m et : suçsuz olduğu anİaşılarak temize çıkma. Beriü'z-zim me : suçsuz, ilişiksiz. Ehl-İ zim m et : bir İslâm devletinin himâye ve tâbiiyetinde (uyrugunda) olan Müslüman olmayan kimseler. Tebriye-i zim m et : aklanıp temize çıkma, zimmi ‫( ذس‬a.s.i. zimmet'den) : İslâm Devleti

tebaasından olan ve haraç veren Hıristiyanlar, Yahudileı'. (bkz : reâyâ). zin ‫( ز س‬f.i.): eyer [binek atlarına vurulan-). (bkz : raht). Zîr-i zin : eyer vurma, zinâ' ‫( ز ﻧ ﺎ ﺀ‬a.i.): nikâhsız çiftleşme. Veled-i zin â : nikâhsız birleşmeden doğan çocuk,

pi‫ ؟‬. zinâb ‫( ﻧ ﻨ ﺎ ب‬a.i. zeneb'in c.): kuyruklar, (bkz :

eznâb). zinâbe ‫( ذ ﻻ ﺑ ﻪ‬a.i.): [her şeyin] ardı, arkası,

(bkz: zünâbe). zinâd ‫( ز ﻻ ل‬a.i. zend'in c.) : 1. çakmak demirle-

ri; çakmaklar.

zillet-i nefs : nefis alçaklığı. zi'1-yed ‫( ذى ا ﻟ ﻴ ﺪ‬a.b.s.): bir mail, bir gayri-

menleulü elinde tutan, mail -sâhibi kendisi olsun veyâ olmasın- kullanmakta bulunan [kimse]. zilzâl ‫( ز ﻟ ﺰ ا ل‬a.i.): zelzele, sarsılma, deprem.

(bkz: zelzâl, zülzâl). zilziJ ‫( ذﻟﺬ ل‬a.i.c.: zelâzil): uzun etek, zimâm ‫( ز ﻣ ﺎ م‬a.i.c.: ezimme): yular, hayvan

yuları. zimâm ‫( ﻧ ﻤ ﺎ م‬a.i.): kendi tarafım koruma, gö-

zinâdü'1-hacer :

çakmak (zend'in c .): bilekler.

taşı.

2. anat.

zinâ-kâr ‫( ز ﻻ ﻛﺎ ر‬a.f.b.s.): zinâ eden, kanunsuz

çiftleşmede bulunan. zinâ-kâte ‫( ز ا ﻛ ﺎ ر ى‬a.f.b.i.): zinâ İşleme, zam-

paralık. zincefr ‫( ز ﻧ ﺠ ﻔ ﺮ‬a.i.): zencefre, civa ile kükürt

karışığı bir çeşit kırmızı boya, zindân ‫( زﻧﺪا ن‬f.i.): 1. karanlık, yeraltı hapishanesi, (bkz : mahbes, sicn). 2. pek karanlık,

sıkıntılı yer. zindân-gir ‫( ز ﻧ ﺪا ﻣ ﺮ‬fb .s.): zindana konulmuş,

zetme. zimâm-dâr ‫( ز ﻣ ﺎ ﻣ ﺪا ر‬a.f.b.s.c.: zimam-dârân):

zindana atılmış.

1. yular tutan. 2. bil- İŞİ elinde tutan, İdâre eden, yürüten, yöneten,

zindâni ‫( ز د ا ﻧ ﻲ‬f.i.) : 1. zindancı, zindan muhâfızı. 2 ٠ zindana kapatılmış' suçlu,

zimâm-dârân ‫( ز ﻣ ﺎ ﻣ ﺪ ا ر ا ن‬a.f.b.i. zimamdâr'ın

zindâniyân ‫( ز ﻧ ﺪ ا ﻧ ﻴ ﺎ ن‬f.i. zindâni'nin c .): zin-

c .): bir tenler.

İŞİ

İdâre edenler, yürütenler, yöne-

zimâm-dârî ‫ رى‬١‫( ز ا ط‬a.f.b.i.): 1. z im a m d a r lık ,

danlıklar, zindana kapatılan suçlular, zinde ‫( ز ﻧ ﺪ ه‬f.s.c.: zindegân): 1. diri, yaşayan, canlı. 2. diııç, sağlam, güçlü kuvvetli,

y u la r tu tm a . 2 . b ir İŞİ e lin d e tu tm a , idâı-e

zinde-bâd ‫( ز ﻧ ﺪ ه ﺑﺎ د‬f.fi.): "yaşasın!",

etm e , y ü r ü tm e , y ö n e tm e ,

zinde-dâr ‫( ز ﻧ ﺪ ه دا ر‬f.b.s.) : gece uyumayan,

zimem ‫( ﻧ ﻤ ﻢ‬a.i. z im m e t'in c .): zim m e tle r , b orçlar.

zimemât ‫( ﻧﻤﻤﺎ ت‬a.i. zimem'in c .): borçlar.

1384

uyanık kalan, (bkz : sâhir). zinde-dil ‫( ز ﻧ ﺪ ه د ل‬f.b.s.): yüreği canlı olan,

uyanık.

zîr-efkend

zindegân ‫( زﻧﺪﻛﺎ ف‬f.s. zinde'nin c.): zinde olanlar, diriler. zindegâni ‫ ( زﻧﺪﺳﻤﺎﻧﻰ‬fi.) : 1. dirilik, hayat. 2. ya?ayış‫ ؛‬geçim. zindegi ، / ‫( زﻧﺪ‬f.i.): zindelik, dirilik, canlılık, zinde-rûd ‫( زﻧﺪه ر ود‬f.b.i.): müz. Türk müziğinde vaktiyle kullamlmı‫ ؟‬en az be‫ ؟‬altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kaimi‫ ؟‬niimûnesi yoktur, zindik ‫( ز ﻧ ﺪ ﻳ ﻖ‬a.s.c.: zenâdik, zenâdıka): Zindik, münâftk, âhirete inanmayan, Allahsız, zinet ‫( ز ﻳ ﺖ‬a.i.): süs, bezek, (bkz : zîb, ziver). zinhâr, zînhâr ‫ ز ي^ر‬، ‫( ﻧ ﻨ ﻬ ﺎ ر‬f.e.): sakin! aslâ, olmaya, aman! zinhâr-hâr ‫( ﻧﻨ ﻬﺎ ر ﺧ ﻮار‬fb .s.): 1. aman dileyen. 2 ٠sözünde durmayan adam. zi'n -n û r)jJ، ^ (a.s.) :nurlu. Zi'n-nûreyn ‫( ﻟ ﻰ ا ﻟ ﻨ ﻮ ر س‬a.h.i.): Hz. Osman. [Hz. Muhammed'in iki kızı ile evlendiği İçin bu ad verilmiştir], zîn-pû ‫( زس ر ش ؟‬f.b.i.): eyer örtüsü, zir ‫( ز ر‬a.i.) : sazın en ince teli. zir ü bem : sazın en ince ve kalın teli, zir ‫ ( ز ر‬fi.) : 1. alt, aşağı, (bkz : taht). 2. tiz perde. zîr-i ser : başın altı, zîr-i zemin : yerin altı, zir ii bâlâ : aşağı yukarı, altüst, zir ü zeber : altüst. 2. tiz perde, zirâ' ‫( ﻧ ﺮا ع‬a.i.c.: zirâât, zür'ân): 1. dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü, (bkz: endâze). [75 - 90 santim araSinda değişen şekilleri vardır], zirâ-i âmme : huk. [eskiden] altı kabza, yânî yirmi dört miktârı olan arşın [bunun karesi; 576 parmaktır; arşına Türkiye'de : "zirâ-1 mi'mârî" denir], (bkz : zirâ-i kisr.â). zirâ-i a 'şâ rî: metre. 2. Ay menzillerinden biri. zirâ-i k irb â si: huk. [eskiden] yedi kabza, yânî yirmi sekiz parmak miktârı olan arşın, [bezlerde, kumaşlarda kullanılır], zirâ-i kisrâ : huk. [eskiden] yedi kabza, yânî yirmi sekiz parmak miktârı olan arşın, [buna : "zirâ-i melik" de denir], (bkz : zirâ-i kirbâsi).

z ir â -i m e s â h a :

yedi kabza ile bir dikili parmak miktârı olan ve arâzide kullanılan bir arçın.

: kalfa ve dülgerlerin kullandikları yirmi dört parmaktan İbâret bir uzunluk ölçüsü.

z ir â -i m i'm â r î

z îr â ‫ز را‬

(f.e.): çünkü, ‫ ؟‬undan dolayı ki.

(a.i.): ekincilik, çiftçilik, *tarım, (bkz : filâhat). Ehl-İ z i r â a t : çiftçi.

zirâ a t ‫ز ر ا ق‬

topraktan çok mahsul almak İçin o topraga nöbet ile türlü ekin ekme usûlü.

Zirâat-İ m ü te n â v ib e : zir.

(a.i. zirâ'ın c .): zirâlar, uzunluk ölçüleri, (bkz: zür'ân).

zirâ â t ‫ﻧ ﺮا ﻋﺎ ت‬

(a.i. zirâat'ın c .): ekincilikler, çiftçilikler, *tarımlar. Ehl-İ z i r â â t : çiftçiler.

z irâ â t ‫ز ر ا ﻋ ﺎ ت‬

(a.b.i.): nesebi akrabâ, soydan gelen akraba.

z i-r a h m ‫ذ ى ر ﺣ ﻢ‬

[eskiden] nikâhları harâm olan nesebi akrabâ, nikâhlanmaları ‫ ؟‬er'an haram olan kimseler, [usûl, fürû', oglan ve kız karde‫ ؟‬ve bunların evlâdı, amca, hala, teyze, dayı gibi. Amca, dayı ve teyzenin evlâdı zi-rahm ise mahrem değildir].

z i-r a h m -im a h r e m :h u k .

zirâi ‫( زرا ض‬a.s.): zirâate âit, zirâatle ilgili, *ta-

rimsal. z ir â ic e ‫( زراﻋﻴﻪ‬a.s.): [“zirâî”nin müen.]. (bkz: zirâi). zir-bend ‫( ز ﻳ ﺮ ﺑ ﻐ ﺪ‬f.b.i.): kuşak kemer, kayış,

(bkz: nitâk). zir-dest ‫( زﻳ ﺮ د ﺳ ﺖ‬f.b.s.c.: zir-destân): el altm-

daki ahâli, el altında bulunan âciz [halk]. (f.b.s. zir-dest'in c .): el altındaki halk, âcizler, (bkz : maiyyet, tebaa),

z ir-d e stâ n ‫زﻳ ﺮ د ﺳﺂ ن‬ zire ‫ز ر ه‬

(f.i.): kimyon.

‫( زﻳﺮ ا‬f.b.i.): m iiz. Tiirk müziğinin en eski mürekkep makamlarından biri. Son asırlarda pek çok kullanılmış veyâ hiç kullanılmamıştır. Gazi Giray Hân'ın darb-1 fetih usûlündeki 5 hâneli peşrevi ile sengin semâî usûlündeki 5 hâneli saz semâisi, makama nümUnedir. Umûmî çatısı itibârıyla zir-efkend ‫ ؟‬öyledir: mâhur, ruh-nüvâz, çârgâh, aşiranda sabâ. Makam umûmiyetle inici olarak seyreder ve geni‫ ؟‬ölçüde mü‫ ؟‬terek seslerden istifâde ederek geçkiler yapar‫ ؛‬anbitüsü en geni‫ ؟‬makamdır. Yayılan

zir-e fk e n d ‫ك‬

1385

zîr-.fkend-i büzürg

makamlardan bâzılarmda fezla kalındığı gibi, bâzılarının dizilerinden birka‫ ؟‬ses arzı da kâfî görülebilir. Bu Türk müziğinin en mürekkep makamında, muhtelif muvakkat ve asma kararlar yapılır, nihâyet sabâ'nın şeddi ile hüseyni aşîran (mi) perdesinde durulur. Donanımına mâhûr'un “ fa” kü‫ ؟‬ük mücenneb diyezi konulur ki, ruhnüvaz'da da müşterektir. Ayrıca nota içerisinde İüzûmunda yapılacak ana makama âit ta'dîlât ‫ ؟‬öyledir: rııhnüvaz İ‫ ؟‬in “re” bakıyye diyezi, ‫ ؟‬ârgâh İ‫ ؟‬in "fa'' bekar, aşîran'da sabâ İ‫ ؟‬in "si" koma bemolü, "İâ" bakıyye bemolü, “ fa” bekar ve “fa" bakıyye diyezi (“si” bekar ve “mi'' bakiyye bemolü de kullanılabilir). Gü‫ ؟‬lü ler: rast (sol) (mâhûr'un durağı, ‫ ؟‬ârgâh'ın gü‫ ؟‬lüsü aşîran'da saba'nm gü‫ ؟‬lüsü), ‫ ؟‬ârgâh (do) (‫ ؟‬ârgâh durağı), nevâ (re) (mâhûr'un gü‫ ؟‬lüsü), pûselik (si) (ruhnüvâz'ın gü‫ ؟‬lüsü) (ruhnüvâz'ın durağı olan hüseyni aşîran (mi), son durak ile müşterektir), zir-efkend-i b ü zürg : müz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur, zir-efltendi kû‫ ؟‬e k : ı) küçük zirefkend; 2) miiz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. zîr-efkeııd-i rû m î: miiz. Türk müziğinin vaktiyle kullanılmış en az iki bıı‫ ؟‬uk asırlık bir mürekkep makamı olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, zirek ‫( ز د ر ك‬f.s.): zeyrek, anlayışlı, uyanık, (bkz: zeki). zireki ‫ ا‬/ ‫( ز ﻳ ﺮ‬f.i.): zeyreklik, anlayışlılık, uya-

nıklılık. zirin ‫( زدردن‬f.s.): alttaki, aşağıdaki, ‫( ﺯ ﺭ ﺷ ﻚ‬f.i.): bot. kadın tuzluğu, anberbaris, lât. berberis vulgaris. zirişkiyye ‫( ز ر ﺷﻜﻴ ﻪ‬a.i.): zirişk'e benzeyen *bitkiler sınıfı. zirkeş-hâverân ‫( ز ر ﻛ ﺶ ﺧ ﺎ و ر ا ن‬fb .i.): miiz. Tiirk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur, zirkeş-hüseynl ‫( زﻳ ﺮ ﻛ ﺶ ﺣ ﺴ ﻰ‬f.a.b.i.): miiz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en

zirişk

1386

az yedi asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış niimûnesi yoktur, zir-keşide ‫( ز ﻳ ﺮ ﻛ ﺸ ﻴ ﺪ ه‬f.b.s.): 1. altı ‫ ؟‬ekilmiş. 2. miiz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamâmmıza kalmış nümûnesi yoktur. zirnihi 3‫( رﺳﺨﻰ‬f.s.) : zırnık renginde olan, sari

renkli. zî-rûh

‫ﺫﻯ ﺭﻭﺡ‬

(a.b.s.): canlı,

zîr ü zeber ‫( زدر و زﺑ ﺮ‬f.zf.): altüst, ‫( ﻧ ﺮ ﻭ ﻩ‬a.i.): doruk, bir şeyin en yüksek noktası, tepesi, [kelime anatomide de kulİanılır]. zirve-i cebel : dağ tepesi, zî-san'at ‫( ﺫ ﻯ ﺻ ﻌ ﺖ‬a.s.): sanat sahibi, (bkz : san'at-kâr).

zirve

‫( ﻧﻴ ﺸ ﺎ ﻥ‬a.b.s.) : 1. canlı, şerefli. 2. i. meşhur bir ‫ ؟‬eşit lâle. 3. i. kadın adi. zî-ça'çaa ‫( ﺫ ﻯ ﺷ ﻌ ﺸ ﻌ ﻪ‬a.b.s.): şa'şaalı, ‫ ؟‬ok parlak. zişt ‫( ز ن‬f.s.) :‫ ؟‬irkin, (bkz :kabih). ziçtî ‫( ز ﻟ ﻲ‬f.i.): ‫ ؟‬irkinlik. zi‫ ؟‬t-rû ‫( ﺯ ﺷ ﺖ رو‬f.b.s.) : ‫ ؟‬irkin yüzlü, zi-vekar ‫“( ﺫ ﻯ و و ا ر‬ka” uzun okunur, a.b.s.): vakarlı.

zî-çân

ziver ‫( ز و ر‬f.i.): 1. süs, bezek, (bkz : zib, zinet).

2. erkek adi. ziy ‫( ﺯ ﻯ‬a.i.). (bkz : ziyy). ziy â ' '‫( ﺿ ﺟ ﺎ ء‬a.i.): 1. ışık, aydınlık, in'ikâs-.ı ziyâ ' : fiz. ışık yansıması, inkisâr-1 ziyâ ' : fiz. ışığın kırılması. 2. erkek adi. ziyâ-yi kam er : astr. ayışıgı.

ziyâ-yi muntafi : bâzı akşamları Güneş battıktan sonra bati uflcunda ve sabahları Giineş dogmadan önce doğu uflcunda görülen hafif ışık. (a.f.b.s.): ışık sa‫ ؟‬an. (bkz : ziyâpâş). z iy â d ^ 3 (a .i.) :fazlalık,‫ ؟‬okluk. ziyâ-dâr ‫( ﺿ ﺈ د ا ر‬a.f.b.s.): ziyâlı, parlak, ışıklı, aydın.

ziyâ-bâr ‫ ا ر‬٠‫ي‬

ziyâde ‫( ز ﻧ ﺎ د ه‬a.i.c.: ziyâdât): 1. artma, ‫ ؟‬oğal-

ma. 2. s. artan, fazla kalan. 3. s. ‫ ؟‬ok bol. 4 ٠ s. aşırı, fazla. Ziyâde-İ muttasıla-i gayr-i mütevellide: huk. [eskiden] bir şeye bitişik olup ondan

zû-erban.î'l-adlo' doğm ayan ziyâde, [arsadaki ağa‫ ؟‬ve binâ, bezdeki boya ve d ik iş gibi]. Ziyâd e-İ m u tta s ıla -i m ü te v e llid e : h u k . [es-

kiden] b ir şeyden doğ an ve o şeyden ayrılm ası kabil olm ayan ziyâde, [h ay v an in sem izligi gibi]. Ziyâde-İ miinfasıla-i gayr-i mütevellide ‫؛‬ h u k . [eskiden] b ir şeyde h u sû le gelm ekte berâber o n d a n tevellüd etm eyip ayrı olan ziyâde, [hâne veyâ h ay v a n in k irâsı gibi]. Ziyâde-İ m iin fa sıla -i m ü te v e llid e : h u k . [eskiden] b ir şeyden do ğan ve o n d a n ay rılan ve ay rılm ası kabil olan ziyâde, [h ay v an in yavrusu, ağacın m eyvası gibi], ziy â-efşân ‫( ب ا ﻓ ﺸ ﺎ ن‬a.fb.s.) ‫ ؛‬ışık sa‫ ؟‬an, ışık serpen, ( b k z : ziyâ-feşân, ziyâ-nisâr, ziyâpâş). z iy â f ^ ‫( ز ى‬a.s. zeyfiin c .) : k arışık , silik, kalp [paralar].' (bkz : ezyâf, züyûf). ziy â-feşân ‫( ﺻﺎ ﻓ ﺸ ﺎ ن‬a.f.b.s.) : ziyâ, ışık saçan, ( b k z : ziyâ-efşân). ziy âfet ‫(زﻳﺎ ﻓ ﺖ‬a .i.): değişik ve k arışık olm a, ziy âfet ‫أ لب‬8‫( ض‬a .i.): 1. m isâfir k ab û l etm e. 2. m isâfire yedirip İçirm e, şölen, ziy â-g iister j j yayan.

‫ ا‬٠‫(ض‬a.f.b.s.) : ziya sa‫ ؟‬an> ışık

z iy â -h â h ‫( ت ﺧ ﻮ ا ه‬a.f.b.s.): ay d ın lık isteyen,

zizefûn ‫( زﻳﺰﻓﻮن‬a.i.) : ıhlamur ağacı, zizefûniyye 3‫( ﻳﺰﻓﻮذد‬a.i.) : bot. ıhlamurgiller, zör ‫( زور‬f.i.) : sıkıntı, rahatsızlık, zû- ‫ ذو‬- (a.s.) : “sâhip” mânâsına kelimelerin

başına gelerek *birleşikler meydana getirir. Zû-erbaati'l-adla' : geo. *dörtgen. Zûsemâniyeti'1-vücûh : geo. sekizyüzlü, fr. octaèdre., gibi. zû' ‫( ﺿ ﻮ ﺀ‬a.i.c. : azvâ') :>aydınlık, ışık, (bkz : zav'). zuâbe ‫( ذوآده‬a.i.). (bkz : züâbe). zuâf ‫( ز ف‬a.s.). (bkz : züâf). zuafâ ‫( ﺿﻌﻔﺎ‬a.s. zalfin c.) : zayıflar, zuamâ ‫( ز ى‬a.s. zeâmet'den. zalm'in c.) : 1. büyük tımar sâhipleri. 2. kefiller, zu'bân ٠‫( ذ ؤ ﺑ ﺰ‬a.i. zi'b'in c.) : kurtlar, canavarlar. (bkz : ziâb). zubbân ‫ ﺑ ﻦ‬٠ (a.i. zabb'm c.) : kertenkeleler, kelerler, (bkz : zıbâb). zubbât ‫( ﺿ ﺎ ط‬a.i. zâbit'in c.). (bkz : zâbitân). zû-büzûr-i mahfûza ‫( ذو ﺑ ﺰ و ر ﻣ ﺤﻔ ﻮ ﻇ ﻪ‬a. b.i.) : bot. tohumları başka bir dış mahfoza İ‫ ؟‬inde bulunan *bitkiler. zucret ‫( ﺿﺠﺮت‬a.i.) : i‫ ؟‬sıkıntısı, yürek darlığı, (bkz : ducret). zucret-i kalbiyye : kalb üzerine vakit vakit gelen sıkıntı.

ziyâî, ziyâiyye ‫ ﻫﻴﺎﺋﻴﻪ‬، ‫( ﺿﺠﺎ ﻧ ﻰ‬a.s.): ziyâya âit, ziyâ ile ilgili.

zucret-ver ‫( ضﺀﺟﺮ"دور‬a.f.b.s.) : sıkıntılı, (bkz :

ziy ân ‫ﺋﻦ‬-‫( ز‬f.i.): zarar, kayıp [kazançtan], ( b k z : hasâr, zarar).

zûd ‫( زود‬f.s.) : ‫ ؟‬abuk, tek, acele, hemen olan,

z iy â -n isâ r ‫( ي ﻷر‬a.f.b.s.): ışık serpen, (bkz : ziyâ-efşân, ziyâ-pâş).

zûd-âşnâ ‫( زود ا ى‬f.b.s.) : her gördüğü ile dost

z iy â n -k â r ‫ر‬،‫(زﻳﺎذك‬f.b.s.): ziyân edici, za rar edici; zarar veren.

zûd-endâz ‫ ﯪ ز‬١‫( زود‬f.b.i.) : düşünmeden, he-

z iy â n -k â rî ‫( زﻳﺎﻧﻜﺎرى‬f.b.i.): ziyankârlık, ziy â-p âş ‫ش‬٩ ‫( ﺿﺎ‬f.b.s.): ziyâ sa‫ ؟‬an, ışık, ayd ın lık veren, (bkz : ziyâ-bâr, ziyâ-nisâr). z iy â re t ‫( ﻷرت‬a .i.): görm eye gitm e, görüşm eye gitm e, gidilm e, [ziyâret-gâh m â n âsın a da ku llan ılır], iâ d e -i z i y â r e t: ziyârete gelen in ziyâretine gitm e. Ziyâret-İ resm iy y e : resm i ziyâret. ziy â re t-g â h ‫( زﻳﺎر"دﻛﺎه‬a.f.b.i.): ziyâret yeri, tü rbe. ( b k z : m e zâ r‘). ziyy ‫( زى‬a.i.) ‫ ؛‬dış gö rü nü ş, kılık , kıyâfet. z i ^ - i u l e m â : ulem â kılığı.

ducret-ver). (bkz : ‫ ؟‬âbük). olan kimse. men akla geldiği gibi söylenen şey. zûd-hîz ‫( زود‬f.b.i.) : vazifesini ‫ ؟‬ok ‫ ؟‬abuk gören hizmetkâr. zûdî ‫( زودى‬f.i.) : ‫ ؟‬abukluk, tezlik,

‫( زود‬f.a.b.s.) : para ödemeyi geciktirmeyen ‫ ؟‬ok zengin kimse, zûd-res ‫( زود رس‬f.b.s.) : ‫ ؟‬abuk erişen, ‫ ؟‬abuk yetişen.

zûd-nakd ‫ﺷ ﺪ‬

zûd-sîr ‫( زود ص‬f.b.s.) : 1. bir şeyden ‫ ؟‬abuk do-

yup usanan. 2. faydasız. 3. kötü huylu, zûd-ter ‫ذر‬٠‫( زود‬f.b.s.) : daha ‫ ؟‬abuk, daha tez. zû-erbaati'l-adla' ‫ اﻻ ﺿﻼع‬.‫( ذ و ارﺑﻌﺔ‬a.b.i.) : geo. *dörtgen, fr. quadrangle. 1387

zû-erbaa.i'l-vücûh

zû-erbaati'l-vücûh ‫( ذ و ارﺑﻌﺔ اﻟﻮﺟﻮه‬a.b. s.) : geo. *dörtyüzlü, fr. tétraèdre,

zû-isnâ-aşereti'1-viicûh ‫ﻧ ﻮ ا ﺛ ﺘ ﻰ ﻋ ﺸ ﺮ ة اﻟﻮﺟﻮه‬ (a.b.i.): geo. on iki köşeli cisim,

zû-esmâr-ı lâhmiyye ‫( ذ و ا ﺛ ﻤ ﺎ ر ﻟﺤﻤﻴﻪ‬a.b. i.) : bot. yuvarlak, göz gibi meyvalari olan *bitkiler.

zûkafiyeteyn ‫"( ذ و ﻗ ﺎ ﻓ ﻴ ﺒ ﻦ‬ka” uzun okunur. a.b.s.): ed. iki kafiyeli şiir,

zufr ‫( ﻇﻐﺮ‬a.i.c. : ezfâr) : tırnak, (bkz : uzfûr‫)؛‬.

zukak ‫“( ز ﺋ ﻖ‬ka” uzun okunur, a.i.c.: ezikka): sokak.

zufr-i miiltehim : hek. ayak başparmak tirnaklarınm ete gömülmesi hâli,

zû-kesîri'l-vücûh ‫( ذ و ﻛ ﻴ ﺮ اﻟﻮﺟﻮه‬a.b.s.): geo. ‫ ؟‬ok yüzlü, ‫ ؟‬ok satıhlı [cisimler),

zufri (a.s.) : 1. tırnağa âit, tırnakla ilgili. 2. tırnak gibi olan, tırnaklaman,

zulâ' ‫( ﻇ ﻼ ع‬a.i.): hek. binek hayvanlarının ayaklarından ‫ ؟‬ikan ve hayvani aksatan bir hastalık.

zû-fünûn ‫( ذ و ﻓ ﻮ ف‬a.b.s.) : fenler sahibi, bilgi sahibi, bilgili.

zulâme ‫( ﻇﻼﻣﻪ‬a.i.): mazlûmun hakki,

zû-haddeyn ‫ﻳﻦ‬٠‫( ذ و ﺣﺎ‬a.b.s.) : mat. iki terimli, fr. binôme.

zulem ‫( ﻇﺪم‬a.i. zalmâ ve zulmet'in c .): karanilk. (bkz : zulem, zulmât, zuliimât).

zû-hadd-i kesire ‫( ذ و ﺣ ﺪ ﻛ ﺜ ﺒ ﺮ ه‬a.b.s.) : mat. *‫ ؟‬okterimli, fr. polynôme,

zulemât ‫ ﻃ ﺖ‬1‫( ظ‬a.i. zulmet'in c.): karanlıklar. (bkz: zulem, zulmât, zulhmât).

zû-hadd-i vâhid ‫( ذ و ﺣ ﺪ وا ﺣ ﺪ‬a.b.s.) : mat. *birterimli, fr. monôme.

zullân ‫( ذ ﻻ ن‬a.s. zelil'in c .): zeliller, (bkz: zilâl).

z u h â ri^ e ‫( ﻇ ﻬﺎ رﻳ ﻪ‬a.i.) : sarma, pehlivanların yaptıkları bir oyun, [güreşçi, kendi ayağını arkasında bulunduğu hasmmın ayağının i‫؟‬ tarafına sokup dolaması),

zulm ‫ا‬٠‫( ﻇﻞ‬a.i.): 1. bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koyma. 2. zulüm, haksizlik, eziyet. (bkz:sitem).

zû-hazz ‫( ذ و ﺣ ﻆ‬a.b.s.) : nasibi olan, kısmetli. (bkz : vâye-dâr, 'vâye-mend). zuhr ‫( ﻧ ﺮ‬a.i.) : ihtiya‫ ؟‬zamânı İ‫ ؟‬in alınan ve saklanan şey. [en ‫ ؟‬ok mâneviyatta kullamlir : a'mâl-i sâliha insanin zuhrudur). zuhr ‫( ﻇ ﻬ ﺮ‬a.i.c. : azhâr) : öğle, öğle vakti. Ba'dez-zuhr : öğleden sonra. Kable'zzuhr : öğleden önce. Salâtii'z-zuhr : öğle namazı. Vakt-İ zuhr : öğle zamânı. zuhri ‫( ﻇ ﻬ ﺮ ى‬a.s.) : öğleye âit, öğle ile ilgili, (bkz : zevâlî). zuhrûf ‫( ز ﺧ ﺮ و ف‬a.i.c. : zehârif) : 1. altın, sahte zinet. 2. yalancı süs, gösteriş, yaldız, zû-hudûd-i kesire ‫( ذ و ﺣ ﺪ و د ﻛﺜﻴﺮه‬a.b.s.) : mat. *‫ ؟‬okterimli, fr. polynômes, zuhûr ‫( ﻇﻬﻮر‬a.i.) : görünme, meydana ‫ ؟‬ikma, başgösterme, türeme. Nâgeh-zuhUr: ansızın, vakitsiz oluveren. Nev-zuhûr : yeni ‫ ؟‬ikma, moda, yeniyetme.

zu'l-maâçeyn ‫( ﻧ ﻮاﻟ ﯫ ﺷﻴ ﻦ‬a.b.s.): zool. hem karada, hem de suda yaşayabilen hayvanlar, zulmâni ‫( ﻇﻠ ﻤﺎ ﻧ ﻰ‬a.s. zulmet'den): zulmetli, zulmete, karanlığa mensup, karanlıkla ilgili, karanlık olan. zulmâniyeyn ‫( ﻇﻠﻤﺎ ﻳ ﻦ‬a.i. zulm'den) : iki mânâlı olan, iki mânâya da gelebilen, mânâsı a‫ ؟‬ık, sarih olmayan kelime, zulm âliyyet ‫( ﻇ ﻠ ﻤ ﺎ ﻳ ﺖ‬a.i.): karanlık olma hâli. zulmât ‫( ﻇ ﻠ ﻤ ﺎ ت‬a.i. zulmet'in c .): karanlıklar. Bahr-İ zulm ât: Atlantik okyanusu, (bkz : zulem, zuliimât, zulemât). zulmen ‫( ًﻇ ﻠ ﻤ ﺎ‬a.zf.): zuliim yaparak, haksizİıkla. zulmet ‫( ﻇ ﻠ ﻤ ﺖ‬a.i.c.: zulhmât, zulemât, zulmât): karanlık, (bkz : deycûr). zulmet-i ebkem : dilsiz karanlık, zulmet-i ten : viicut karanlığı,

zuhûrât ‫( ﻇ ﻬ ﻮ را ت‬a.i.c.) : hesapta olmayan, umulmadık hâdiseler, rastlayış,

zulmet-efzâ ‫( ﻇﻠﻤ ﺖ اﻏﺰا‬a.f.b.s.): karanlığı artıran. (bkz: zulmet-fezâ).

zuhûrî ‫( ﻇﻬﻮرى‬a.i.) : 1. orta oyununda komik rolünü yapan kimse. 2. erkek adi.

zulmet-fezâ ‫( ﻇﻠﻤ ﺖ ﻓﺰا‬a.f.b.s.): karanlığı artıran. (bkz: zulmet-efzâ).

zuhûrî kolu : orta oyunu takımı, zuhûriyye ‫( ﻇﻬﻮرﻳﻪ‬a.i.) : fels. émanatisme. 1388

zulmi, z ilim iz e ‫ ﻇﻠﻤﻴﻪ‬، ‫( ﻇ ﻠ ﻤ ﻰ‬a.s.): zuliime âit, zulümle *ilgili.

zübâb,zübâbe z ü lü f

‫^ﻓﻰ‬

(a.i. z ı l f 'ı n c . ) : in e k , k o y u n , k e ç i

g ib i h a y v a n l a r ı n

ç a ta l t ı r n a k l a r ı ,

(b k z:

e z lâ f).

zû-selâsetîş-şerâfe

ZUİÛ1 ‫ ول‬٠‫( ﺀﻻ‬a.i. z ıl l'ı n c . ) : g ö lg e le r, ( b k z : e z lâ l, z ıiâ i).

zuliimât ‫( ﻇ ﻠ ﻤ ﺎ ت‬a.i. z u l m e t 'i n c . ) : k a r a n l ı k . ( b k z : z u le m , z u le m â t, z u lm â t) .

zu'm r

‫( زع‬a.s.) : 1. b â t ı l z a n , s a m , b o ? İ n a n ç .

2 . ş ü p h e , ( b k z : g ü m â n , re y b , ? e k k , z a n n ) . z u 'm i ^ â t

‫ات‬-‫زﺀﻣﻲ‬

( a .i .c .) : b â t ı l z a n l a r l a ilg ili

?ey ler, b o ? i n a n ç l a r l a ilg ili ?ey ler, z u n û n ‫( ﻇ ﻔ ﻮ ن‬a.i. z a n 'd a n . c . : e z â n î n ) : z a n la r , s a m la r . z û - n ü t û ' ‫ ( ذ و ﻧ ﺘ ﻮ ﺀ‬a .b .s .) : h e k . ü z e r i n d e ç ı k ı n tıla r , y u m r u l a r o la n v ü c u t o r g a n l a r ı n d a n b ir i.

zûr ‫( زو ر‬f.i.) : k u v v e t, g iic. ( b k z : n î r û ) . zûr-ı bâzû : k o l k u v v e ti, zûr-ı bâzû-yi İrfân : b i l g i n i n b â z ı ı g ü c ü , zûr ‫ ( زو ر‬a . s . ) : y a la n , a s ils iz , u y d u r m a [söz]. Ş â h i d - i z û r : y a la n c ı ş â h it. z u ra fâ

‫( زرور‬a.i. zırr'ın c.) : 1. düğm eler. 2. bot. to m u rcu k lar.

zu rûr

‫ز ف‬

(a.s. z a r i f i n c . ) : 1. z a r if le r , n â z ik ,

in c e d u y g u lu , h o ? k o n u ş m a y ı b i l i r z e k i k im s e le r . 2 . s e v ic i k a d ı n l a r . Z u râ h ‫ﺿ ﺮا ح‬

( a . i . ) : M e k k e 'd e K â b e h i z â s m d a

o l a r a k g ö k te b u l u n a n B e y t-İ m a 'm û r 'u n b i r a d i. z û r - b â ‫ ( ز ورﺑﺎ‬f .b .s .) : 1. k u v v e t, g ü ç lü . 2 . z o r b a , b i r İ?İ z o r la y a p t ı r a n .

zûrbây-âne ‫ ه‬٠‫ ( زوﻟﺒﺎﻳﺎ‬f s . ) : z o r b a c a s ın a , z o r b a İık la , z o r b a y a y a k ı ş a c a k y o ld a ,

zûr-bâz ‫ ( ز و ر ز‬f .b .s .) : 1. k u v v e tl e ,.z o r l a , c e b ir le o y n a y a n , k u v v e t o y u n l a r ı g ö s t e r e n s a n a t k â r . 2 . k u v v e tli.

‫ف‬١‫( ذو ﺛﻠ ﺔ اﻟ ﺜ ﺮ‬a.b. i.) : hek.

(bkz : zâtü'?-?erâfeti's-selâse). zû-sem âniyyeti'1-vücûh ‫ﻟﻮﺟﻮه‬١‫ﺛﻤﺎذﻳﺔ‬ geo. sekizyüzlü, fr. octaèdre. zû-sitteti'1-vücûh

‫( ذو‬a.b.s.) :

‫( ذو ﺳ ﺘ ﺔ ز ﺟ ﻮ ه‬a.b.s.) : geo.

altı yüzlü. zU-şefeteyn ‫( ذو ﺷ ﻔ ﺘ ﻴ ﻦ‬a.b.s.) : 1. ik i dudaklı. 2. bot. taçy a p ra k cik lari ik i d u d a k ?eklinde

o lan çiçekler. zû-tüveyc a'le'l m ebiz ‫ذ و ﺗ ﻮ ﻳ ﺞ ا ﻋ ﻠ ﻰ اﻟ ﻤﺒﻴ ﺾ‬ (a.b.i.) : bot. tüveyçleri (taçları) y u m u rta lı-

ğ ın ü stü n d e b u lu n a n çiçekler.

‫ذو ﺗ ﻮ ﻳ ﺞ‬ ‫ ﻟ ﻮ ر ﻗ ﺖ‬١(a.b.i.) : taçcığı çok y ap ra k lı olan

zû-tüveyc kesîrü'1-vüreykat ‫ﻛ ﺜ ﻴ ﺮ‬

çiçekler. zû-tüveyc vah îd ü 'l-vü reyk ‫ذو ﺗ ﻮ ج وﺣﻴﺪ اﻟﻮرﻳﻖ‬ (a.b.i.) : bot. tâcı yekpare o la ra k te?ekkül

eden çiçeklerden h er biri. zuyûf, d u yû f

(a.i. z a y fm c.) : m isâfirler, ko n u k lar, ziyaretçiler, (bkz : zîfân).

zû-zeneb ‫( ذو ذﻧ ﺐ‬a.b.s.) : k u y ru k lu . Kevkeb-i zû-zeneb : k u y ru k lu yıldız, (bkz : ahter-i

gîsû-dâr). ZÜ- ‫ ذو‬- (a.s.) : s a h ip " m â n â sın a kelim elerin ba?ına gelerek *birleşikler m ey d an a getirir. zü'1-cenâheyn : ı) z â h iri ve b â tın î ilim lerde ü stâ d olan zat; 2) zool. çiftekanatlilar. Zü'l-ehdâb : kirpikliler., gibi, zü'l-cenâh-ı miicelled : zool. aball m em eli1er, fr. dermaptères. zü'l-cenb-i sâbih : zool. *yanyüzergiller, fr. pleuronectes.

z û r - h â n e ‫ذه‬،‫( زور خ‬f.b.i.) : s p o r s a lo n u , k u lü p ,

zü'1-cinseyn : bot. *ikieşeyli, fr. bisexuelle.

z û r - k â r ‫ ( ز و ر ﻛﺎ ر‬f b . s . ) : z o r la y a n ,

zü'l-efvâh-1 cenbiyye (-fasilesi) : zool. kö-

z û r - k â r â n ‫( ز و ر ﻛﺎ را ن‬f.b.s. z û r - k â r 'ı n c . ) : z o rla y a n la r . z û r - m e n d ‫ ( ز و ر ﻫ ﺪ‬f .b .s .) : k u v v e tl i, g ü ç lü , z û r - n â î ‫ ( ز و ر ﻻ ذ ى‬f .b .i.) : [ a s i l : " s û r - n â î ” d ır ] , ( b k z : s û r - n â î) .

zurû' ‫( د د و ع‬a.i. z a r 'ı n c . ) : i n e k v e b e n z e r i g ib i h a y v a n l a r ı n m e m e le r i,

zurû ü z ü r û ' : e k i n l e r v e s ü t ü r ü n l e r i , zurûf ‫( ذ ^ و ف‬a.i. z a r f ı n c.) : z a r f la r , k a b la r . Zurûf-İ ah vâl : h a lle r , İşler, * d u r u m la r .

p ek b alik lari.

‫( ذ و آ ﺑ ﻪ‬a.i.c. : zevâib) : ziilf, perçem , kâk ü l. Zû-züâbe : k u y ru k lu yıldız, (bkz : ahter-i gîsû-dâr, kevkeb-i zû-zeneb).

züâbe

‫( ز ﻋ ﺎ ى‬a.s.) : 1. d erh al öldüren. 2. yerli C ezâyir askerlerinden m ey d an a gelen b ir sınıf. 3. b u askerin giydiği silin d ir ?eklindeki fes.

zü âf

zübâb» zübâbe ‫ﺑﻢ‬١‫ ذب‬، ‫( ذ ^ ب‬a.i.c. : zibbân) : sinek. Cenâh-1 zübâb : sinek k an ad ı. Tanîn-İ zübâb : sinek vızıltısı.

1389

zübâb-ı bakarî z ü b â b -ı b a k a r î : zool. büvelek, sığırlara m usallat o lan b ir sinek. z ü b â h ‫( ذ ﺑ ﺎ خ‬a .i.): biy. b o ğ az d ak i tü k r ü k dam a rla rın m İltihâbı. z ü b â l e . i (a .i.):m u m ,k a n d ilfitili. z ü b â n ‫ﻻن‬.‫( ذ‬f.i.). (bkz : zebân). z ü b b â d ‫( ﻧﺒﺎل‬a .i.): 1. lcaymak [sütten]. 2. s. degersiz şey. ziib d ‫( ز ﺑ ﺪ‬a .i.): tereyağı, kaym ak; sü tü n İçindelci yağlı m adde. zü b d e ‫( ز ﺑ ﺪ ه‬a .i.c .: z iib e d ): 1. b ir şeyin en seçicin parçası. 2. öz, O z e t, S o n u ç , (bkz: netice). ziib d e-i b e ş e r : Hz. M uh am m ed . zü b d e -î k â in â t (k â in a tın ö z ü ) : H z. M uham m ed. ziib d e-i m a k a l : sözün özü.

Zü h al ‫( زح— ل‬a .h .i.) : astr. S e k e n d iz , S a t ü r n g e z e g e n i. [nah s-1 e k b e r s a y ılır, g a m , k a y g ı v e r i c id i r . A h m a k l ı k , c â h il li k , p i n t i l i k , y a l a n v e fe n â lik , b u y ı l d ı z ı n a l t ı n d a d o ğ a n l a r d a o lu r].

zühbân

‫ﻧﻬﺒﺎن‬

(a.i. z e n e b 'i n c.) : a l t ın l a r , ( b k z :

e z h â b , z ü h û b ).

ziihd ‫( ز ﻫ ﺪ‬a.i.) : h e r t ü r l ü z e v k e k a r ş ı k o y a r a k k e n d i n i ib â d e te v e rm e ,

zühd-i huşlc : k a b a s o f u lu k , zühdî ‫ى‬

‫( ز ﻫ ﺪ‬a .s.) : 1.

z ü h d e m e n s u p , z ii h d ile

ilg ili. 2. i. e r k e k a d i.

ziihdiyye ‫ﻬ ﺪ ﻳ ﻪ‬ ascétisme.

‫ﻧ‬

(a.i.) :

fels.

ç ile c ilik ,

fr.

ziiheyr ‫( ز ﻫ ﻴ ﺮ‬a.i.) : bot. 1 . ç iç e k c ik , k ü ç ü k Çİç e k . 2. B â n e t S u â d k a s i d e s i n i n s â h i b i o la n K â 'b 'ı n - k e n d i s i g ib i ş â ir - b a b a s ı,

z ü b d î ‫( ز ﺑ ﺪ ى‬a.s.) : tereyag in a âit, tereyagil cisimler.

zühhâd ‫( ز ﻫ ﺎ د‬a.s. z â h i d 'i n c.) : z â h id l e r , ç o k

z ü b e d ‫( زﺑﺪ‬a.i. ze b ed 'in c . ) : 1. köpükler, (bkz : ezbâd). 2. (a.i. ziibde'nin c . ) : zübdeler, özler, .özetler, .sonuçlar.

Ziihre

ziib ey r ‫( زﺑﻴﺮ‬a .i.): 1. yazılı k ü ç ü k şey. 2. erkek adi. z ü b û l ‫( ﻧ ﺒ ﻮ ل‬a .i.): 1. pejm ürdelik. 2. sararıp solm a. z ü b û l-y â fte ‫ ( ز ﺑ ﻮ ل ﻳﺎص‬f b .s .) : gübrelenip kuvv etlenm iş olan. z ü b û r ‫( زﺑﻮر‬a.i. zibr'in c .) : 1. m ektuplar. 2. kitaplar.. z ü b ü r ‫( زﺑﺮ‬a.i. ze b û r'u n c . ) : 1. k itaplar. 2 ٠meletuplar. zü câc, zü câce ‫ زﺟﺎﺟﻪ‬، ‫( ز ﺟ ﺎ ج‬a .i.): sırça, cam , şişe. zü c âc î ‫( ز ﺟﺎ ﺟ ﻰ‬a .i.): 1. cam cı, sırçacı. 2. s. sırçadan, ca m d a n yapılm ış, zücâcî, ziicaciye ‫ زﺟﺎ ﺟﻴﻪ‬، ‫( ز ﺟﺎ ﺟ ﻰ‬a.s.)‫ ؛‬sırçad a n yapılm ış. M evâdd-1 z ü c â c iy y e : sırçad an , cam d a n yapılm ış icaplar, zücâciyye .‫( زﺟﺎﺟﻲ‬a .i.): cam ve sırça kaplar, z ü c û r ‫( زﺟﻮر‬a.i. zecr'in c .) : zecirler, önlem eler, y asak etm eler; zorlam alar; kovm alar; eziyetler; an g ary a çalıştırm alar, zü g a b e ‫“( ز ﻏﺎﺑ ﻪ‬ga” u z u n o k u n u r, a .i.) : 1. ŞİŞ; tüm ör, ur. 2. a n a t. b a ğ ırsa k ta O ziim lem eye yarayan k ü ç ü k çıkıntı, ziig ab e-i m ia : a n a t. b ag irsa k tü m ö rü . 1390

a ş ı r ı s o f u la r ; k a b a s o f u la r .

‫( زﻫﺮه‬a .h .i.) : astr. ‫؟‬

o b a n y il d iz i , ‫ ؟‬u lp a n ,

K e r v a n k ı r a n , V e n iis .

ziihre-i ceresiyye : bot. ç a n ç iç e ğ i, fr. cam panule. ziihre-cebîn ‫ﺟﺒﻴﻦ‬

‫( زﻫﺮه‬a .b .s.)

: y ü z ü Z i i h r e y ıl -

d iz i g ib i p a r l a k o la n .

zührevi, zühreviyye

‫ زﻫﺮوﻳﻪ‬، ‫زﻫﺮوى‬

(a.s. v e i.) :

f r e n g i v e b e l s o g u k l u g u g ib i h a s t a l ı k l a r ,

zühûb

‫ﻧﻬﻮ ب‬

(a.i. z e h e b 'i n c.) : a l t ı n l a r , ( b k z :

ezh âb , z ü h b â n ). zühûk^‫ﻮ‬

‫( ز ﻫ‬a.i.) : m a h v o l m a , y o k o lm a ; h ü -

k ü m s ü z k a lm a .

‫ﻧ ﺤﻮل‬

zühûl

(a.i. z a h l 'i n c.) : d ü ş m a n l ı k l a r , ö ç -

1er, i n t i k a m l a r .

‫ﻧﻬﻮل‬

zühûl

(a.i.) : 1. d a l g ı n l ı k l a u n u t m a v e y â

g e c ik t ir m e . 2 . İ ş in ç o k l u ğ u y ü z ü n d e n g e c i k t i r m e . ( b k z : z e h l).

zühur ‫ﻢ‬

‫ﻧ ﻨ‬

(a.i.c. : e z h â r ) : d a r l ı k t a ç ı k a r m a k

İ ç in b i r i k t i r i l i p s a k l a n a n şey.

‫( زﻫﻮو‬a.i.c.) : ç iç e k le r, zühûr ‫( زﻫﻮر‬a.i.) : p a r l a k l ı k , zühûr

(b k z : e z h â r). p a rıld a m a , (b k z :

z ü h û re t).

zühûret

‫زﻫﻮو ت‬

(a.i.) : p a r ı l d a m a , p a r l a k l ı k ,

(b k z : zü h û r).

zükâ

‫زﻛﺎ‬

(a.s.) : p e ş i n p a r a ö d e y e n z e n g in k i m -

zükâ

‫ذﻛﺎ‬

(a.i.) : 1. G ü n e ş , ( b k z ‫ ؛‬â f t â b , h u r ş î d ,

m i h r , şe m s ). 2 . y ıld ız ، ( b k z : n e c m ) .

zü'l-g ٥ lsame٠i'l-musaff٥ h ٥ zükâm ‫( زﻛﺎم‬a.i.) : nezle. zükâm -ı m iizm in : hele, k ro n ik nezle, ziilcr ‫( ﻧ ﻜ ﺮ‬a.i.) : y ü rek te olan düşünce,

‫( ﻧﻜﺮان‬a.i. zeker'in c.) : erkekler, (blez :

zükrân

zikâr, zikâre, zükûr).

‫"( ﻧ ﻘ ﻮ ن‬lea” u z u n okunur, a.i. zekan'ııı c.) : iki ‫ ؟‬ene kem iğ in in aşağıda birleştiği nok talar; y ü z ü n alt uçları; ‫ ؟‬eneler.

ziileun

zükûr

‫( ﻧ ﻜ ﻮ ر‬a.i. zeker'in c.) : erkekler, (bkz :

zükrân). ziikûret ve ünûset : erkeklik ve dişilik,

‫( ﻧ ﻜ ﻮ و ى‬a.s.) : erkekliğe âit, erkeklikle

ilgili.

‫( ﻧ ﻞ‬a.i.) : (bkz : ZÜİI). zü'1-akl ‫( ﻧ ﻮ ا ﻟ ﻌ ﻘ ﻞ‬a.b.s.) : tas. h a lk ı z â h ir ve zül

h a k k i b âtın gören [kimse]. zü ' 1-akl ve'1-ayn : tas. h a k k i h alk ta ve h alk ı

h ak d a gören [kimse]. zülâl

‫اﻻﻫﺪا ب‬

‫( ذ و‬a.b .s.) : z o o l. k ir p ik l il e r ,

fr. ciliés. zii'l-eş'âr-ı mebsûte ‫( ذ و ا ﻻ ﺷ ﻌﺎ ر ﻣﺒﺴﻮﻃﻪ‬a. b .i.) : bot. t ü r l ü o r g a n l a r ı ü z e r i n d e tü y l e r i o la n b it k i.

zü'l-fem i'l-m üstedîr : zool. * y u v a r l a k a g ız h la r, fr. cylostome. zü'l-evbâr ‫ا ﻻ و ﻷ ر‬

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .i.) :

bot. ü z e r i n d e v e y â

n ih â y e t i n d e u f a k tü y l e r i o la n * b itk ile r.

Ziileyhâ ‫( ز ﻳ ﺨ ﺎ‬f.h .i.) : H z . Y û s u f 'u n re f ik a s ı,

z ü k û r e t C J j ^ ( a . i . ) :erkeklik. zükûrî

zü'l-ehdâb

‫( زﻻل‬a.i.) : 1. s a f h a f if soğuk, güzel, ta til

( b k z : Z e lîh â ).

z i i l f u U j (f.i.) : 1. y ü z ü n i k i y a n ı n d a n s a r k a n s a ‫ ؟‬lü le s i. 2 . s e v g i li n in s a ‫ ؟‬ı.

zülf-i arûs ( g e lin s a ‫ ؟‬ı) : 1) bot. fa s u ly e c in s i n d e n b i r * b itk i; 2) g. s. f ild iş i, o y m a v e k a k m a la rd a " a ra b e sq u e " e b e n z e r b ir m o tif; 5) b i r y a z ı s itili.

zülf-i b î-k a râ r: d u r m a d a n ? e k il d e ğ iş ti r e n z ü lf .

zülf-i dü -ârâ : s e v g i li n in

g ö n lü

s ü s le y e n ,

g ö n le h o ? g e le n z ü lf ü ,

zülâl-i İa'l : d u d ağ ın tadı,

zülf-i direfşân : d a l g a l a n a n s a ‫ ؟‬,

zülâl-i m afsali : biy. oy n ak *sıvısı, fr. synovie.

zülf-i m üşg-bâr : m i s k s a ‫ ؟‬a n z ü lf.

zülâl-i vasi : sevgiliye k av u şm ad a in sa n a leziz b ir su gibi hayat veren tad. 2. hek. yum u rta akı, albiim in. Şibh-i zülâl : hek. fr. albuminoïde. Tebevviil-i zülâl : hek. id-

rard a alb ü m in b u lu n m a. 3. k ad ın adi. zülâlî, ziilâliyye

‫ ز ﻻ ﻳ ﻪ‬، ‫( ز ﻻ ﻟ ﻰ‬a.s.) : y u m u r-

ta ak m a benzeyen, y u m u n ta akı vasfında olan [maddeler]. zülâm

‫( زﻻم‬a.s.) : z ü ğ ü rt, parasız. ‫( ذو ا ﻟ ﻌ ﻦ‬a.b.s.) : tas. h a k k i zâ h ir ve

zii'1-ayn

h alk ı b âtın gören [kimse]. zü'1-cânibeyn

‫( ذو اﻟ ﺠﺎﻧﺒﻴ ﻦ‬a.b.i.) : bot. b ir biri-

ne y ak ın iki Sira ü zerin e dizilm i? y ap rak lı *bitkiler. zü'l-celâl

‫( ذو ا ^ ل‬a.h.i.) : celâl, u lu lu k sâhibi

zülf-i nigâr : miiz. T ü r k m ü z i ğ i n i n b i r k a ‫؟‬ a s ı r l ı k m ü r e k k e p m a k a m ı o lu p , g ü n ü m ü z e k a im i? n ü m û n e s i y o k tu r ,

zülf-i y â r : 1) s e v g i li n in z ü lf ü , s a ‫ ؟‬ı; 2) mec. m e n f a a t, ‫ ؟‬ik a r . [ y a ln ız " z ü l f i y â r a d o k u n m a k " d e y i m i n d e g e ‫ ؟‬er].

zülfâ

‫زﻟﻔﻰ‬

(a.i.) : y a k la ş m a , y a k ı n l ı k ; d e re c e .

zü'1-fazl ‫ا ﻟ ﻐ ﻀ ﻞ‬

‫ذو‬

(a.b.s.) : f a z ile t

s a h ib i,

f a z ile tli.

ziilfe

‫ﻧﻠﻔﻪ‬

(a.i.) : 1. k ü ‫ ؟‬ü k s a ç a k , p ü s k ü l . 2. e s k i

s ü lü s y a z ıs ı e l i f l e r i n i n u c u n d a k i ‫ ؟‬e n g e l.

ziilfekar ‫ " ( ﻧ ﻮا ﻟ ﻔ ﻘﺎ ر‬k a " u z u n o k u n u r , a.i.) : H z . M u h a m m e d 'i n H z . A li'y e a r m a ğ a n e tt iğ i u c u ‫ ؟‬a ta l li k ı l ı ‫ ؟‬. [H z. A l i 'n i n k a h r a m a n c a k u lla n m a s ıy la ü n k a z a n m ış tır].

‫زﻟﻔﻰ‬

olan Allala.

ziilfi

‫( ذو ا ﻟ ﺠ ﻔ ﺎ ح‬a.s.) : ‫ ؟‬ok taraflı; h er yana, h er tarafa gelebilir.

zii'l-filkateyn ‫( ﺫ ﻭ اﻟﻔﻠ ﺴ ﻦ‬a.b .i.) : bot. ik iç e n e k lile r, fr. dicotylédones.

zü'l-cenâh

zü'1-cenâheyn ‫( ذو اﻟﺠﻴﺎ ﺣ ﻴ ﻦ‬a.b.s.) : 1. iki kaııadlı; mec. zâ h irî ve b âtın î, y ân î dü n y â ve

âh irete âit bilgisi geni? olan kim se; zâ h iri ve b âtın ı m a'm ur, m es'ut, b ah tiy âr olan kim se. 2. zool. ‫ ؟‬iftekanadlilar, fr. diptères.

ziilfiyye

(a.s.) : s a ‫ ؟‬ile , lü le ile ilg ili, s a ‫ ؟‬a â it.

‫زﻟ ﻔﻴ ﻪ‬

(a.s.) : 1. [ " z ü lf î” k e li m e s i n i n

m ü e n .] . ( b k z : z ü lf ) . 2. i. k a d m a d i.

zü'l-galsam eti'l-m usaffaha ‫ذ و اﻟ ﻔﻠ ﺼ ﻤ ﺔ اﻟ ﻤ ﺼ ﻔ ﺤ ﻪ‬ (a.b .i.) : y a s s is o lu n g a ç lila r , fr. lam ellibranches.

1391

zü'l-hâfir

‫اﻟﺤﺎش‬

zü’l-h âfir

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .i.) :

zool. * to y n a k lıla r ,

t e k t i r n a k l i h a y v a n la r , fr. ongulés,

‫اﻟﺤﺎﻓﺮات‬

zü'l-hâfirât

‫( ﺫ ﻭ‬a.i.) : * to y n a k lıla r , t i r -

zü'1-hasale ‫( ﺫ ﻭ ا ﺳ ﻠ ﻪ‬a.b .i.) : bot. k a v u z lu l a r , fr. glum iflores.

‫اﻟﻘﺪر‬

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .s.) : itib a r , şe re f, h a y s iy e t

s a h ib i.

zü'1-kafîyeteyn ‫“( ﺫ ﻭ ا ﻟ ﻌ ﺎ ﻓ ﺘ ﻴ ﻦ‬lca" u z u n o k u n u r . a.b .s.) : ed. i k i k a f iy e li n a z ım . M e s e lâ : “H a n g i â k i l d e r k i a n c a k râh-1 gülşend e n g e ç in / B ir d e g a f ille r ; ş u nâlişgâh-1 ş i v e n d e n g e ç in " b e y t i n d e o l d u ğ u g ib i,

zü'l-kafiyeteyn-i mahcUb ‫ ؛‬ed. ( b k z : z ü 'lzü l-kafiyeteyn-i m iitekarrin : ed. i k i k a f iy e n i n a r t a r d a g e lm e s i.

‫ ﺻ ﻰ‬١‫ذو‬

(a.b .s.) : kim. k a le v i m a d -

zü'1-karneyn ‫( ﺫ ﻭ اﻟ ﻌ ﺮ ﻧ ﻴ ﻦ‬a .b .s.) : 1. i k i b o y n u z lu . 2. (h .i.) : K u r 'â n - ı K e r im 'd e a d i g e ç e n v e n e b i m i, v e li m i o l d u ğ u n d a t e r e d d ii d e d il e n z a t. 3. (h .i.) : [r iv â y e te g ö re ] B ü y ü k is k e n -

‫اﻟ ﻘ ﻮا ﻓ ﻰ‬

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .i.) : İlc id e n fa z la k a -

fiy e s i o l a n n a z ım . M e s e lâ : “Erbâb-1 lc a le m m a 'r if e t - â m û z - i i i m e m d i r / Âdâb-1 i i m e m m â h a s a l - ı fe y z - i k a l e m d i r ” b e y t i n d e o ld u ğ u g ib i.

‫ﻧﻞ‬

(a.i.) : a lç a lm a , h o r l u k , h a lc irlik . ( b k z :

z ü l l - i t e s l i m : te s li m o lm a a lç a k lığ ı,

z ü 'l - m a î ş e y n

‫اﻟ ﻤ ﻌﻴ ﺸ ﻦ‬

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .s.) : b iy . ilciy aşa-

y ış lı, [ h e m k a r a d a , h e m d e s u d a y a ş a y a b i-

zü'1-v e ch e y n ‫اش‬ 2. geo. i k i d ü z le m li.

‫ذو‬

( a .b .s .) : 1. ik i y ü z lü .

zü'1-vüreykateyn-i m üzâafeteyn ‫ذو اﻟ ﻮ رﻳ ﻐﺘﻴ ﻦ‬ ‫ ن‬٠‫ ( ﻣﻰﺀف‬a .b .i .) : bot. b i r s a p ü z e r i n d e İ k i ş e r İ k iş e r y a p r a c ı k l a r d a n m e y d a n a g e le n y a p ra k la r.

zü' 1-yedeyn ‫ا ﻟ ﻴ ﺪ ﻳ ﻦ‬

‫ذو‬

( a .b .s .) : zool. i k i e llile r,

in s a n la r .

‫ ل‬١‫ز ﻓ ﻞ‬

( a . i . ) : z e lz e le , s a r s ı l m a , d e p r e m .

( b k z : z e l z â l , z ilz â l).

ziimer ‫( ز ن‬a.i. z ü m r e 'n i n c . ) : z ü m r e le r , g r u p la r. Sûre-i Z iim e r : K u r 'â n 'ın 39. s û r e s i o lu p zümre

‫زﻣﺮه‬

( a .i .c . : z ü m e r ) : 1. b ö lü k , t a k ı m ,

c e m a a t, to p l u lu k , s ın ıf, c in s , g r u p ,

ziim re-i hûbân : g ü z e ll e r c e m â a ti. 2. zool. * a ltta k ım .

‫ وم‬٠‫ذ‬

(a.i. z e m m 'i n c . ) : z e m le r, y e r m e -

ler, k ı n a m a l a r , a y ıp la m a la r ,

züm ürrüd

‫ ( زﻣﺮد‬a . i . ) : 1.

z ü m 'r ü t. 2. s. mec. p e k

y e ş il ‫؛‬re n k ] .

züm ürrüdî, zü m ü rrü d în ‫ زرد س‬، zünâb'e

‫اﻟ ﻤ ﻄﻠ ﻌ ﻴ ﻦ‬

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .i.) : i k i m a t la 'l i

‫ز رد ى‬

(a .s .):

‫ذ ﻷﺑ ﻪ‬

( a . i . ) : [ h e r ş e y in ] a r d ı a r k a s ı,

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .i. v e s.) : z o o l. m a f

‫( ﺫ ﻭ‬a.b .i.) :

ed. ik i d e n ç o k

m a t l a i o l a n g a z e l v e y â k a s id e .

zü'1-m ısrâeyn

‫ﺫ ﻭ اﻟ ﻤ ﺤ ﺮا ﻋ ﻦ‬

(a.i.c.) : 1. i k i k a p ılı,

i k i k a n a t l ı . 2. bot. * ik iç e n e tli, * y a s s is o lu n g a ç lila r , fr. bivalve.

‫اﻟﻤﻤﺎس‬

Z ü ' 1-m inen ‫اﻟ ﻤ ﻦ‬

( a . i . c .: z e n â b i r ) : 1. e ş e k a r ıs ı.

zünbûr-âne

‫زﺳﻮراﺋﻪ‬

( a .f .z f .) : e ş e k a r ı s ı g ib i; si-

n e k g ib i.

‫ﻧﻨﻴ ﺐ‬

( a . i . ) : 1. k u y r u k ç u k , k ü ç ü k k u y -

r u k . 2. bot. s a p ç ık , k ü ç ü k sap .

zünnâr

‫زﻧﺎر‬

( a . i . c .: z e n â n i r ) : p a p a z l a r ı n b e lle -

r i n e b a ğ l a d ı k l a r ı u ç la r ı sa rk ılc , i p t e n ö r m e

s a llı ( h a y v a n l a r ) .

zü'l-m etâli' ‫ا ﻟ ﻤ ﻄ ﺎ ﻟ ﻊ‬

‫زﻧ ﻮ ر‬

( b k z : tiin te ) . 2. g. s. b i r y a z ı s itili,

ziineyb-i zehre : bot. ç iç e k s a p ç ığ ı,

o la n [g a z e l v e y â k a s id e ],

‫اﻟﻤﻔﺎﺻﻞ‬

zünbûr

ziineyb

le n h a y v a n la r ] , fr . a m p h i b i e , z i i 'l - m a t l a e y n

zü'l-m im âs

(a.s. z e l û l in c . ) : y a v a ş v e b a ş ı y u -

( b k z : z in â b e ).

z ü 'l - l e v â h i k ‫( ﻧﻮاﻟﻠﻮاﺣﻖ‬a.b .i.) : z o o l. k a m ç ı lı la r ,

1392

‫ﻧﺪل‬

z ü m r ü t g ib i, z ü m r ü t r e n g i n d e , y e m y e ş il,

z ille t).

z ü 'l - m e f â s ı l

( a .b .i .) : bot. e r k e k l i k o r-

m ı ış a k o la n la r .

züm ûm

d e r. z i i 'l - k a v â f î

‫ذو اﻻﺧﻮه‬

75 â y e ttir , M e k k e 'd e n â z i l o lm u ş t u r ,

d e le r i o la n [c isim le r].

z iill

zülül

zülzâl

k a f iy e te y n ) .

zii'1-kalevî

zü'1-uhuvve

‫ذو‬

g a n i a l i k ile b i r o la n * b itk i,

n a k l i h a y v a n la r , fr. ongulés.

zü'l-kadr

zü' 1-tarafeyn-i müfevvehe ‫اﻟ ﻄ ﺮ ﻓﻴ ﻦ ﻣ ﻔ ﻮ ﻫ ﻪ‬ ( a .b .i .) : zool. b i r ç e ş it ş e r it s o g u l c a m .

‫( ﺫ ﻭ‬a .b .i.) :

kuşak.

Zü'n-nûn

‫( ﺫ ﻭ‬a .h .i.) : A lla h .

( a . i . ) : Y û n u s P e y g a m b e r 'in

Zünnû n-ı M ıs r î : e v l i y â u l l a h 't a n b i r z a t.

‫( ﻧﻨﻮ ب‬a.i. z e n b 'i n c . ) : g ü n a h l a r , ‫ ( زراف‬a . i . ) : z ü r â f â . zür'ân ‫( ﻧﺮﻋﺎف‬a.i. z i r â 'm c.). ( b k z : z ir â â t) . zünûb

zool. s if o n lu la r .

‫ﻧ ﻮاﺑ ﻮ ن‬

lâ k a b ı.

zürâfe

züyût-‫ ؛‬tayyar ‫ ( ﻧﺮاره‬a . i . ) : s a ç ın tı, s a ç ı la n şey. zürbî ‫ ( زرﻳﻰ‬a . i .c . : z e r â b î ) : g ü z e l d ö ş e m e , zürâre

zürûk [h a il,

m i n d e r v.b... g ib i].

‫ ( ز ر ك‬a . s . : m â v i, m â v i m t ı r a k [re n k ], ‫( زراع‬a.i. z â r i 'i n c . ) : z ir a a tç ile r , ç if tç ile r,

z ü rrâ ' e k in c ile r .

zürriyyât

‫ذر „ ﻷ ت‬

‫ﻧﺮاح‬

( a .i .c .: z e r â r i h ) :

‫ﻧﺮﻳ ﺖ‬

( a . i .c . : z e r â r î, z ü r r iy y â t ) : n e s il,

k u ş a k , so y, d ö l. ( b k z : z ü r r iy y â t) .

zürrûh, zerrûh ‫ ﻧﺮوح‬، zool. k u d u z b ö c e ğ i.

‫ﻧﺮوح‬

( a .i .c .: z e r â r i h ) :

z ü r û ' ‫( زروع‬a.i. z e r 'i n c . ) : e k il m i ş t a r la l a r ,

‫( زرود‬a.i. z e r d v e z e r e d 'i n c . ) : s a v a ş ç ıla r in h a lk a h a lk a ö rü lm ü ş z ırh la n .

zürûd

‫ذو‬

( a .b .i .) : zool. d e n iz h ı y a r ı ,

d e n iz s o lu c a m , fr. holothuride.

zü'ç-çekleyn

‫ذو ا ﻟ ﺸ ﻜ ﻴ ﻦ‬

( a .b .s .) : kim. i k i şe -

k il li .

‫ ( ﻧﻮاﺑﻪ‬a .i .c .: z e v â ib ). ( b k z : z ü â b e ).

zü vvâk ‫ ( ﻧﻮاف‬a . i . ) : miiz. e s k i A r a p m ü z i ğ in d e se s n o t a l a r ı n ı n m e c m û ı ı n a v e r i le n b i r a d .

(a.i. z i i r r i y y e t 'i n c . ) : n e s ille r,

k u ş a k l a r , s o y la r, d ö lle r, (blcz : z e r â r î) .

zü rriyyet

ş ı r ın g a e tm e le r .

züvâbe

zürrâh, zerrâh ‫ ﻧﺮاح‬، zool. k u d u z b ö c e ğ i.

(a.i. z e r k 'i n c . ) : ş ı r ın g a y a p m a la r ,

zii's-sııkbe ‫ا ﻟ ﺜ ﻔ ﺒ ﻪ‬

z ü r e f â ^ ( a . s . z a r i f i n c .) .( b k z : z u r a f â ) .

zürkat

‫ﻧﺮوق‬

zü vvâr ‫( زوار‬a.s. z â i r 'i n c . ) : z iy â r e tç ile r , g ö rm e y e , h a t ı r s o r m a y a g id e n le r.

zü yû f ‫( زﻳﻮف‬a.i. z e y f 'i n c . ) : k a lp , s ilik , k a r ı ş ı k p a r a l a r [m â d e n ].

züyûl ‫( ذﻳﻮل‬a.i. z e y l'i n c . ) : k u y r u k l a r , e te k le r, e k le r, ilâ v e le r.

züyût ‫( زﻳﻮت‬a.i. z e y t 'i n c . ) : y a ğ la r , züyût-i tayyâr ‫ ؛‬k o k u lu , ı t ı r l ı v e uçucu y a ğ la r.

1393